You are on page 1of 130

ġirazlı ġeyh Sadi - Bostan

ÖNSÖZ

Sadi ve bu eseri yani Bostan (=Bostan) hakkında edinilen malûmat:

1- ġeyh Sadi Bostan'ı 644 tarihinde yani Gülistan'dan bir yıl evvel telif etmiĢtir. Matbu nüshanın
6'ncı sahifesinde 15'inci beyit bunu göstermektedir.
2- Sadi'nin Bostan'ı nerede tasnif ettiği kitapta tasrih edilmiyor.
ġârih Sadi Efendiye göre ġam'da telif etmiĢtir. Ġkinci cildin 291 'inci sahifesine bak.
Fakat Sadi Efendi birinci cildin 21'inci sahifesinde ġam'da yahud ġirazda yazılmıĢtır, diyor.
Demek ki, Sadî Efendi'nin bu bapta kat'î bir kanaati yoktur.
3- Eserin adının «Bostan» olduğu da metinde musarrah değildir.
1340 da Matbaai Âmire'de basılan «Ferhenknâme-i Sadi» tercümesinin mukaddimesinde, vaktiyle
yazmıĢ olduğum mukaddimenin buraya taallûk eden kısmını naklediyorum: Mümkün ki, Bostan
adını Sadi'nin kendisi vermemiĢtir. Çünkü sarahat yoktur. Mümkün ki, kitapta tasrih etmediği
halde, ağızdan böyle iĢitilmiĢtir. mamafih tetkik ettiğim altmıĢ kadar nüshanın yalnız birisinde
(Edepnâme) ismi yazıldığı halde,
diğerlerinde hep «Bostan» adı yazılıydı. Gördüğüm nüshaların bir kısmı ise musavver (resimli) idi.
4- Bostan'ın «Ferhenkname-i Sadi» adında bir de muhtasarı vardır. Bunun da nüshaları muhteliftir.
Bir tanesini Hoca. Mes'ud intihap ile, nazmen tercüme etmiĢtir. 1073 beyitten ibarettir.
. 5- Sadi, Bostan'ı on bölüm üzre tertip etmiĢ ve bunu mukaddimede yazmıĢtır:
Birinci bölüm: Adalet;
Ġkinci bölüm: Ġhsan;
Üçüncü bölüm: AĢk ve muhabbet
Dördüncü bölüm: Tevazu;
BeĢinci bölüm: Rızâ;
Altıncı bölüm: Kanaat;
Yedinci bölüm: Terbiye;
Sekizinci bölüm: Sükût;
Dokuzuncu bölüm: Tövbe;
Onuncu bölüm: Münâcat ile hatm-i kitap hakkındadır.
Sadi Ģu eserini, yazdığımız veçhile on bölüme taksim etmiĢ ise de, bu taksim, fen kitaplarında
olduğu gibi, birbirine gir-miyen müstakil bölümler değildir. Belki bu bölümlerin herhangi birisinde
diğer bölümlere ait hikâyeler makaleler de vardır.
6- Ben, Bostan'ı baĢtan sona kadar süzdüm. Gördüğüm baĢlıca baĢlıklar Ģunlardır: Adalet, siyâset,
merhamet, asker beslemek, hüner sahiplerini himaye etmek, müdarâ, sır saklamak, cömertlik,
misafirperverlik, tevazu, bahil, aĢk-i hakikî, aĢk-ı mecazî, sabır, sebat, mevcudatın fâniliği, semâ,
ucub, kibir, tövbe, kazaya rıza, ihlâs, riya, sıdk, kizp, sükût, ayıp örtmek, gıybet, gammazlık,
kadınlar, terbiye, uzlet, Ģükür, sun-i ilâhi, gençlik ihtiyarlık, Somnat puthânesi-
Bunları Ģöyle tasnif edebiliriz: 1- adalet, 2- Siyâset, 3-Hüsnü idare, 4- Ahlâk-ı hamide, 5- Ahlâk-ı
zemîme, 6- Halika karĢı vazifemiz, 7- Etvar-ı beĢer, 8- Terbiye, 9- AĢk, muhabbet,
sema, 10- Teehhüh, 11- Tarihe müstenid, temcime müteallik hikâyeler, 12- Din, dindarlık.
7- Sadi Ģu eserinde yazdığı parçaların bir kısmına «hikâye», bir kısmına «güftar» diyor ki,
makale demektir.
8- Hikâyelerin bir kısmı uzunca, uzun, bir kısmı ise bir fıkra teĢkil edecek derecede kısadır. Fakat
Sadi, gerek hikâyelerin, gerek makalelerin sonlarında bir takım hikemî sözler getiriyor ki, bu
sözler, bizim «vecize» dediğimiz takımdandır. Okunurken görülür ki; eserin yarısı böyle
vecizelerden ibarettir. Bunlar çok yüksek, çok doğru sözlerdir. Bu vecizeler ya Sadi'nin kendi
buluĢudur, yahud okuduğu kitaplardan çıkarılmıĢ Ģeylerdir.
9- Sadi, ehl-i Sünnet Vel-Cemaat Mezhebi'ndendir.
10- Eserin baĢında Cenab-ı Hakkı methettiği gibi, Hazf eti Peygamber için naat-ı Ģerif yazmıĢ,
Çiharyâr-ı Güzin hakkında da sitayiĢte bulunmuĢtur.
11- Bunlardan baĢka eserinde mevzuubahis ettiği eĢhas: Peygamberlerden Ġbrahim Aleyhisselâm;
Hulefayı RâĢidîn'den Hazreti Ömer ve Hazreti Ali; evliyadan Bâyezidî Bistamî, Güneydi Bağdadî,
Mâruf-i Kerhî, Zünnun-i Mısrî, Hatem asam, Babayı Kûhî, mutasavvıfadan kendi Ģeyhi Sühreverdî,
padiĢahlardan Mahmııd Gaznevî, HarzemĢah, Tekîs, Alparslan, Kızılarslan, Adududdeyle,
Gor padiĢahı ve Melik Salih'tir. Bunlar hakkında eserde hikâyeler vardır.
12- Sadi, aĢk bahsinde Yusuf ve Zeliha'ya, Mecnun ile Leylâ'ya ġem ile Pervâne'ye dair hikâyeler
yazmıĢtır.
13- Sadi dört büyük Ģâirin sözünü veya fikrini tenkid veya iktibas suretiyle kitabına koymuĢtur.
9'uncu sahifenin 12'nci beytinde «Zahir-i Feryabî»yi tenkid etmiĢtir.
20'nci sahifenin 16'ncı beytinde «Esedî»nin bir beytini iktibas etmiĢtir (bunu Sadi söylüyor).
54'üncü sahifenin 16'ncı beytinde «Firdevsî»nin bir beytini
iktibas etmiĢtir.
148'inci sahifenin 16'ncı beytinde «Unsurî»nin bir beytini iktibas etmiĢtir.
14- Sadi'nin hikâyeleri, fikirleri ekseriyetle kendisinin Ģahid olduğu vak'alardan veya kendi
karihasında sâdır olan sözlerden ibarettir. Yalnız 78'inci sahifedeki, 26'ncı beytinin mazmununu
«Sindibad»dan aldığını söylüyor.
15- Sadi, kendisinin seyyah olduğunu, birçok yerde söylüyorsa da, adını yazdığı
memleketler, Ģunlardır: Bağdat, ġam, Mısır, Hindistan, Yemen, Hicaz, Ġsfahan. Bilhassa (Som-nat)
Ģehrine giderek, oradaki putun sırrını meydana çıkardığını, 137'nci sahifede uzun uzadıya anlatıyor.
16- Sadi, Bağdatta Nizamiye'de tahsil ettiğini ve orada bir medresede mûitlik yaptığını, 119'uncu
sahifede söylüyor.
17- Sadi, büyük bir vazifedir. Vâz icap eden yerlerde gayet güzel, mâkul, muknî sözler
söylemektedir. Bu vadide harikulade beliğdir.
18- Sadi mutasavvıfadan olduğu için arasıra tasavvuftan da bahsetmektedir, ġeyhi Sühreverdtdir ve
O'nunla bir gemide seyahat ettiğini bize bildiriyor.
19- Bostan, taassuptan âzâde, gayet tabiî, bîtarafâne yazılmıĢtır. Her türlü saadeti temin
edecek nasihatleri hâvidir.
Kilisli Muallim Rıfat (Bilge)
Beylerbeyi
Kudretiyle can yaratan, hikmetiyle dilde söz yaratan, Allahın adıyla baĢlıyorum.
O, kullarına acıyan, düĢenlerin elinden tutan bir efendidir; bol bol verir, hatâları bağıĢlayan,
özürleri kabul eden bir kerîmdir.
Öyle bir büyüktür ki; O'nun kapısından baĢ çeviren insan, hangi bir kapıya gitse izzet bulamaz!.
Büyük padiĢahlar, O'nun dergâhında baĢlarını yere koyarak O'na niyâz^ederler, yalvarırlar.
Buyruğuna karĢı gelenleri hemen cezalandırmaz; özür dileyenleri, zalimane kovmaz. Kullarının
günahlarını görür, hilm ile örter. Fena bir iĢinden dolayı bir kuluna gazap edecek olsa, kul tövbe
edince o iĢin üzerine kalem çeker.
Birisi babasına karĢı gelse, Ģüphe yok ki, babası ona çok kızar, birisi akrabasından memnun değilse,
onu yanına uğratmaz; köle emredilen iĢi süratle yapmazsa efendisi ona hakaret eder; arkadaĢlarına
karĢı Ģefkat göstermezsen senden bir fersahlık yere kaçarlar; askerler vazifelerini yapmazsa
kumandan onları ağır cezaya uğratır; fakat yerlerin, göklerin sahibi olan yüce Allah, isyan eden
kullarına rızık kapısını ka-
10
ġEYH SÂDt-î ġÎRAZÎ
pamaz. O'nun ilmi denizine nisbetle, iki cihan bir damla su gibidir. Her günahı görür, fakat hilm ile
örter.
Yeryüzü O'nun umûmî sofrasıdır. Canlılar destursuz gelir, yer, yedikten baĢka istedikleri kadar da
alır götürürler; hem de bu sofrada dost ile düĢman birdir. Zalimi kahretmek istediği zaman, elinden
kurtulmak imkânsızdır.
O'na karĢı duracak bir zıd olmadığı gibi, eĢi, benzeri de yoktur.
Öyle ulu bir padiĢahtır ki; cinlerin, insanların, bütün yaratılmıĢların taatinden müstağnidir.
Karıncalar, sinekler, kuĢlar âdemoğulları, herkes, her Ģey O'nun emrine baĢ eğmektedir.
Kerem sofrasını öyle enine boyuna yaymıĢtır ki; Kaf Dağı'ndaki Zümrüduanka da rızkını o
sofradan yemektedir.
Zât-i Ģerifi lâtiftir. Keremi her yere yayılmıĢtır. ĠĢleri bitiren O'dur. Mahlûkatm Rabbı ve sahibidir.
En gizli sırlara vâkıftır.
Büyüklük, benlik ancak o'na yaraĢır. Çünkü saltanatı kadîm, zâtı her Ģeyden ganidir.
Birinin baĢına talih tacını giydirir; bir diğerini de tahtından kara toprağa indirir.
Birisinin baĢında saadet tacı, diğerinin sırtında Ģakavet çulu vardır.
ibrahim'e ateĢi gülzar eder. Birtakımlarını da Nil Suyu yoluyla ateĢe gönderir. Hulâsa bahtiyarlık
da, bedbahtlık da O'nun fermaniyle olmaktadır.
Perde arkasında iĢlenen gizli günahları görür, fakat perdenin üzerine bir perde daha örter.
Eğer celâl sıfatiyle tecelli edecek olsa, meleklerin de dehĢetten kulakları iĢitmez, dilleri tutulur.
Eğer cemal sıfatiyle:
BOSTAN
11
«- Buyurun lûtfuma!..» diyecek olsa, Ģeytan bile:
«- Bu lûtuftan benim de payım var!..» demeğe baĢlar.
O'nun büyüklüğü huzurunda büyükler, büyüklüğü, tasavvur dahi edemezler.
Darda kalanlara acır; onlara yakın olur; yalvaranların dualarına icabet eder.
Henüz vukubulmamıĢ halleri, ifĢa edilmemiĢ sırları hep bilir.
Yukarıyı, aĢağıyı kudretle tutup hıfzeden O'dur; hesap günü kurulacak divanın hâkimi yalnız O'dur.
Herkes O'na itaate mecburdur. Kimse O'nun sözünden bir harfine parmak uzatamaz.
Her iĢi iyi olan ve iyiyi beğenip seven bir kadîmdir; kaza kalemi ile ana karnında çocuklara Ģekil
verir.
Toprak yaygısını, evliyaların seccadesi gibi, su üzerine sermiĢtir.
Ay ile GüneĢ'i, denizde yüzen bir gemi gibi Ģarktan garba sevkeder.
Yeri yarattığı zaman Arz sarsıntıdan muztarip oldu. Onu bu titremeden kurtarmak için eteğine çivi
vazifesini gören dağlar çaktı.
Bir damla suya peri gibi suret verir. Su üzerine kim resim yapabilmiĢtir?
TaĢın sulbünden lâ'l ve firuze yaratır; yeĢil dalların üzerine lâ'le benzeyen kırmızı güller kondurur.
Buluttan bir damla suyu denize, bir damla erlik suyunu da rahme damlatır; o sudan parlak bir inci;
bu sudan selvi boylu bir insan yaratır.
Hiçbir zerre yoktur ki, O, onu bilmesin. Zira, O'na göre açık gizli birdir.
Karınca âciz,- yılan elsiz ayaksızdır. ĠĢte bu âciz
12
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
mahlûkların rızkını O, hazırlar, verir.
O «Ol!..» deyince, yokluktan varlık husule geldi. Yoktan var etmeği O'ndan baĢka kim yapabilir?
Bu varlığı tekrar yokluğa, oradan da mahĢer sahrasına götürür.
Bütün cihan O'nun ulûhiyetinde müttefik olmakla beraber, Zâtı'nın mâhiyetini bilmekten âcizdirler.
Ġnsanlar O'nun büyüklüğünü, gözler O'nun kemalinin nihayetini bulamamıĢlardır.
Vehm kuĢu ne kadar yükselse, O'nun Zâtı'nın evcinde uçamaz; akıl ne kadar düĢünse, O'nun
vasfının eteğine el eriĢtiremez.
O'nun mâhiyeti öyle bir girdaptır ki; bu girdapta binlerce akıl gemileri batmıĢ, hem de, öyle batmıĢ
ki, bir tahtası olsun kenara çıkamamıĢtır.
Ben de, gecelerce, bu uçsuz bucaksız düĢüncelere daldım ve dehĢet kolumdan tutup bana:
«- Kalk, ne yapıyorsun? Vazgeç. O'nun ilmi Kâinat'ı ihata etmiĢtir, senin küçük akim O'nu nasıl
ihata eder? Ne idrâk O'nun künhüne eriĢebilir, ne fikir O'nun sıfatlarını hakkıyle anlar!..» dedi.
O'nun Zâtı'nı ancak kendi bilir. Bu merhalede akla yol yoktur.
Evet, bir kimsenin belâgatte Sehban'a yetiĢmesi mümkün, fakat eĢi, benzeri olmıyan Süphan'ın
künhüne eriĢilmesi muhaldir.
Bu böyle olmaz bir Ģeydir ki; Cenab-ı Hakk'ın nice has kulları bu vadide at sürmüĢler, fakat
sonunda:
«- Yarabbi, Senin ettiğin sena Ģeklinde Senin evsafını sayamam!..» diye atlarının dizginlerini
çekmiĢ, durmuĢlardır.
Evet, her yerde at sürmek olmaz. Öyle yerler olur ki,
BOSTAN
13
orada, kalkanı atarak kaçmak lâzım gelir. Bir salik bu sırra mahrem oldu mu, artık geri dönemez.
Bu sırrı ifĢa edemez.
Kime ki, bu mecliste dolu sunarlar, ona o kadeh içinde bîhuĢluk ilâcını verirler.
Bir doğan olur ki; gözleri dikili olur; bir doğan da bulunur ki, gözleri açık, fakat kanatları yanmıĢ
bulunur.
Karun'un hazinesine kimse girememiĢtir. ġayet girmiĢse orada kalmıĢ, bir daha çıkamamıĢtır.
Âkil olan bu kan denizinden ürker. Zira kimse orada gemisini kurtaramamıĢtır.
Eğer sen bu yolda yürümek istiyorsan evvelâ, seni geri getirecek atı sihirleyip onu dönemiyecek
hale getirmelisin.
Gökler aynasına sık sık bakmalı, tedricen saffet kes-betmelisin...
Bu sayede belki aĢk-ı ilâhînin kokusu seni mesteder. «Elestü Bezmi»ndeki zamanını ararsın;
isteyerek yürür, yol alır, o makama eriĢir, oradan da muhabbet kanadiyle uçarsın. O makamda senin
için yakin hâsıl olur. Bu yakîn sayesinde hayâl perdeleri yırtılır. Cenab-ı Hak ile senin aranda ancak
celâl perdesi kalır. Artık akıl beygiri daha ileri gidemez. Hayret, onu dizgininden tutup:
«- Dur!..» der.
Bu tevhid denizinde ancak çalıĢan insan arzusuna vâsıl olmuĢtur. MürĢidin arkasından gitmiyen
yolunu kaybeder.
Bu yoldan, yani Hazreti Peygamber yolundan sapanlar çok gitmiĢlerse de, baĢları dönmüĢ, periĢan
olmuĢlardır.
Hazreti Peygamberin hilâfına yol intihap eden asla bir menzile eriĢemiyecektir.
Ey Sâdü. Safa yoluna, Hazreti Mustafa'nın izine düĢmekten baĢka bir suretle gitmek mümkündür
zannetme!..
14 ġEYH SÂDÎ-Î ġÎRAZÎ
NAAT-Ġ ġERĠF
Hazreti Muhammed güzel huylu, güzel adetlidir. Bütün insanlara Ģefaatçidir, bütün insanların
peygamberidir.
O, peygamberler'in imamı, doğru yolun rehberi, Cenab-ı Hakk'ın emini, Cebrail'in vahy için yanına
gelip gittiği bir zattır.
O, beĢeriyetin Ģefaatçisi, kıyamet gününün efendisi, hidâyetin imamı, mahĢer divanının en
büyüğüdür. •
O, bir kelîmdir ki, onun Thur'u gök olmuĢtur. Tekmil nurlar onun nurunun bir ıĢığıdır.
O, bir dürr-i yetimdir ki; okuyup yazmayı bilmediği halde ne kadar milletin kütüphanesini silip
süpürmüĢ, kitaplarını hükümsüz bırakmıĢtır.
Ondaki inzar san'atı, kılıcını çekince ay'ı ortadan ikiye böldü.
O'nun Ģöhreti Dünya'ya yayılınca (doğduğu gece) Kisra'nın eyvanı sarsıldı, 14 taĢı düĢtü.
O, Kelime-i Tevhidin ilk harfi olan «Lâ» ile Lât'ı hurdahaĢ etti; Dini Ġslâm'ı i'zaz ile Uzza'yı hor ve
hakir kıldı.
O, yalnız Lât ile Uzza'nın külünü savurmakla kalmadı; Tevrat ve Ġncil'i de neshetti.
O, gecenin birinde Burak'a bindi, feleklerden geçti, Ģan ve Ģerefte memleketleri geride bıraktı.
Kurb-i Ġlâhî fezasında o kadar süratle at sürdü ki, arkadaĢı olan Cebrail «Sidre» de kaldı, daha ileri
gidemedi.
Cebrail Sidre'de kalınca Cenab-ı Risâletpenah O'na:
«- Ey Allahm vahyini hâmil olan Cebrail, ileri yürü!. Seni ne kadar ihlâs ile sevdiğimi bilirsin.
Niçin bana arkadaĢ olmaktan vazgeçtin?» dedi.
Cebrail cevaben:
BOSTAN
15
«- Artık mecalim kalmadı, kanadımda kuvvet kalmadı, eğer buradan bir kıl ucu kadar ileri gidecek
olursam, tecelli-î ilâhî ziyası kanadımı yakar, onun için gidemem!.» dedi.
Böyle muhterem bir sahibe mâlik olan ümmet, umarım ki; isyan sebebiyle cehenneme
girmiyecektir.
Ey, bütün insanlara gönderilen büyük peygamber!.. Seni övmekte aczim var! Ey bütün mahlûkata
gönderilen peygamber, sana selâm olsun!.
Ey, hal ve hareketi pek mübarek olan büyük zât, bir avuç fakir senin dârüsselâmında mihman
olanlara uysalar, Cenab-ı Hakk'ın nezdinde olan yüce Ģanından ne eksilir? Cenab-ı Hak seni övmüĢ,
ağırlamıĢ, Cebrail'e kadrinin huzurunda yer öptürmüĢtür. Yüce gökler senin Ģerefinin yüceliğine
karĢı mahcuptur. Adem henüz balçık halinde iken sen yaradılmıĢtm. Ġptida varlığın aslı, esası sen
oldun!. Diğer mevcudat hep senin fer'indir. Bilmem ki; seni medh için ne söyleyeyim? Çünkü ne
söylesem ondan âlisin. Senin izzetini, makamını göstermek için «Levlâk» hitabı, seni medh için
«Tâhâ», «Yasin» sûreleri kâfidir.
Bu nakıs Sadi, seni nasıl hakkiyle tavsif edebilir? Ey büyük peygamber, sana salât, selâm olsun!..
ÇĠHARYÂR-Ġ GÜZÎN VE ALĠ RESULÜN NAATĠ
Çiharyâr'in birinci Ebubekir'dir ki, yaĢlılar arasında ilk islâm olan odur. Ġkincisi Ömer'dir ki,
Ģeytanın kolunu bükmüĢ, mağlûp etmiĢtir. Üçüncüsü akıl ve irfan sahibi, pek mahcup olan
Osman'dır. Dördüncüsü Düldüle binen ġah Ali'dir.
Yarabbi, Hazreti Fâtıma'nın evlâdı hürmetine son nefesimde beni imandan ayırma.
Yarabbi, benim duamı dilersen kabul, dilersen red buyur. Ben Âl-i Resulün eteğini elimden
bırakmam.
16
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
Cenab-ı Hakk'ın selâmı sana, eshabma ve sana tâbi olanlara olsun!..
ġU KĠTABIN NAZMININ SEBEBĠ
Dünyanın her tarafını gezdim, dolaĢtım; birçok insanlarla günler geçirdim; her köĢede bir faide
buldum; her harmandan bir demet baĢak topladım. Bununla beraber, ġîraz'm, temiz insanları gibi
mütevâzi insanlar görmedim. Cenab-ı Hak bu toprağa lûtfunu, ihsanını yağmur gibi yağdırsın!.
Bu iklimdeki olgun insanların muhabbeti gönlümü ġam'dan, Rum illerinden çekti, aldı. ġîraz'a
dönmek istedim. Fakat bu güzel bahçelerden dönerken dostlarımın yanına elim boĢ gitmek ağırıma
gitti.
«- Mısır'dan dönenler, gittikleri yere, Mısır Ģekeri götürürler, ben ise elim boĢ gidiyorum» dedim.
DüĢünceye vardım. DüĢünürken:
«- Dostlarıma Ģeker götüremiyorsamda, Ģekerden daha tatlı sözler götürebilirim!..» dedim,
müteselli oldum. Fakat bu Ģeker alelade ağızda çiğnenen Ģeker değildir. Mânaya âĢinâ olanların
kâğıt üzerine yazdıkları tatlı sözlerdir.
Ne yazacağımı düĢündüm, tertibimi yazdım. DüĢündüğüm Ģeyler âdeta güzel bir saray oldu. O
saraya on kapı yaptım:
Birinci bölüm: Adalet, tedbir, rey, ahaliyi hüsnü muhafaza, Cenab-ı Haktan korkmak hakkındadır.
Ġkinci bölüm: Ġhsan hakkındadır. Bu bölümü okuyan zenginler, Cenab-ı Hakkın lûtfuna teĢekkür
borçludurlar.
Üçüncü bölüm: Yalancı değil, hakikî aĢk; aĢk sarhoĢluğu, cezbe hakkındadır.
Dördüncü bölüm: Tevazu hakkındadır. BeĢinci bölüm: Rıza hakkındadır.
BOSTAN
17
Altıncı bölüm: Kanaat edenler hakkındadır.
Yedinci bölüm: Edep, terbiye hakkındadır.
Sekizinci bölüm: Sıhhat ve afiyete Ģükretmek hakkındadır.
Dokuzuncu bölüm: Tövbe, doğru yol hakkındadır.
Onuncu bölüm: Münâcat ile hatimedir.
Kitabım, mes'ud bir senenin mübarek bir gününde, yani Hicretin 655'inci yılında Zilka'de ayında
hitama eriĢti.
Kitabım inci ile dolu bir hazine halini aldı. ġu kadar var ki, kitaba koymak istediğim Ģeylerin bir
kısmını koyamadım. Etek dolusu cevahirlerim açıkta kaldı. Utancımdan baĢımı kaldırıp etrafa
bakamıyorum.
Lütfen kusuruma bakmayın. Bilirsiniz ki, her cihetle mükemmel eser yazmak, güç bir iĢtir. Denize
bakın, .içinde inci varsa sedef de vardır; bahçelere bakın, uzun boylu ae..jlar varsa, bodur ağaçlar
da vardır.
Ey akıllı, güzel huylu insanlar; bilgili ve olgun hiçbir insan duymadım ki, bir kusur bulacağım diye
uğraĢıp dursun. Bir kaftan, nakıĢlı ipek kumaĢtan da olsa, yüzü ile astarı arasında kıtık bulunur.
Sözümün kumaĢı hoĢa gitmezse, de, kerem buyurun, onu kıtığiy^e kabul edin, giyinin,
Ben gaziletimin sermayesiyle iftihar etmiyorum, size iltica ediyorum. ĠĢittim ki, kıyamet gününde
kerîm olan Allah kötüleri iyilere bağıĢlarmıĢ. Siz de sözümün fenasını görürseniz, Cenab-ı Hakk'ın
sıfatiyle muttasıf olunuz. ġayet bin beyitten birisi hoĢa giderse, lütfen onun hatırı için ötekilerini
gözden düĢürmeyin. Size Ģunu da arzederim ki, «Paris» ikliminde benim yazılarım «Hutem»deki
misk gibi kıymetsizdir.
ġunu da itiraf edeyim ki; benimle görüĢmeyip de adımı du-yanlarca kusurlarım gizli kalmakta ve
Ģöhretim davulun ses» gibi uzaktan hoĢ gelmektedir. *
Benim bu eseri yazıĢım gül bahçesine bir gül, Hindistan'a
18
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
fülfül (karabiber) götürmek gibidir.
Eserim âdeta hurmaya benzer. Üstü tatlı bir madde ile kapalıdır, üzerinden tatlısı alınınca içinden
çekirdek çıkar.
ĠSLÂM PADĠġAHI EBU BEKĠR BĠN SA'D BĠN ZENGÎ'NĠN METHÜ SENASI
Tabiatim padiĢahları methe mail değildir. Gönlüm böyle Ģeylerle uğraĢmayı istemez. Böyle iken,
bu kitabı Ebu Bekir Bin Sa'd'in nâmına olarak nazmettim. Böyle yapmakla, ilim ve irfan
sahiplerinin «belâgatte birincilik kazanan Sadi, Ebu Bekir Bin Sad'in zamanında idi» diye beni bu
suretle yâd etmelerini arzujîttim.
Hazreti Peygamber'in, NuĢirevan zamanında doğmasiyle iftihar buyurduğu gibi ben de bu padiĢahın
zamanında bulunmakla ne kadar iftihar etsem hakkım vardır.
PadiĢahım öyle bir padiĢahtır ki, Cihan'ı muhafaza ediyor, dinin itilâsına çalıĢıyor, adaletlidir.
Hazreti Ömer'den sonra Ebu Bekir Bin Sa'd gibi bir padiĢah gelmemiĢtir. Uluların ulusu,
büyüklerin baĢların tacıdır.
Hey Dünya, O'nun zamaniyle övün, iftihar et!..
Bir kimse fitneden sığınacak bir yer arayacak olsa, bu iklimden baĢka sığınacak, dinlecek yer
bulamaz.
PadiĢahımın kapısı ne güzel bir kapıdır. Kabe kapısına benzer. Dünya'nın geniĢ, derin yollarından,
herkes, hacılar gibi oraya koĢarlar.
Böyle saltanat, böyle taht, çocuklara, gençlere, ihtiyarlara vakfedilmiĢ böyle hazine
görmemiĢimdir. Yanına dertli bir kimse gelmez ki; onun hatarına bir merhem koymamıĢ olsun.
Daima hayır iĢlemeye taliptir. Cenab-ı Hakk'a karĢı ümitvardır. Yarabbi, onun umduğu muradlarını
hâsıl kıl!.
BOSTAN
19
Tacının köĢesi yüce göğe dokunduğu halde, o tevâzula baĢını yere eğmiĢtir. Tevâzuun yüksek
insanlardan suduru takdire Ģayandır. Fakir mütevazı olursa, bunun kıymeti yoktur. Çünkü tevazu
O'nun huyu ve âdetidir.
Kumanda altındaki insan tevazu gösterirse ne çıkar? Buyruk sahibi kimse tevazu gösterirse, Allah
adamı olduğuna delâlet eder.
PadiĢahımın zikr-i cemili gizli kalamaz; çünkü kerem ve ihsanının Ģöhreti Cihan'a yayılmıĢtir.
O'nun gibi güzel huylu bir zat, Cihan, Cihan olalı gelmemiĢtir. O'nun zamanında bir zâlimin
zulmünden gönlü incinmiĢ bir kimseyi görmezsin.
O'nun saltanat usûlü O'nun Ģahane âyini diğer padiĢahlarda görülemez. Feridun bile o kadar Ģevket
ve Ģanına rağmen bu devlete nail olamadı. Zayıflar onun sayesinde kavi olduğu için O'nun derecesi
nezd-i ilâhîde kavidir.
Âleme öyle bir gölge salmıĢtır ki; bir kocakarı bile Rüstem'den korkmaz.
Cihan tarihine bakılınca görülür ki, insanlar zamanın uygunsuzluğundan, feleğin tersine
dönmesinden inlerler. Fakat ey âdil padiĢah, senin zamanında kimsenin zamandan da, felâketten de
Ģikâyeti yoktur.
Ancak senin zamanında insanların huzur ve rahat içinde yaĢadıklarını görüyorum. Bilmem ki,
senden sonra bunların hali ne olacak?..
Sadi'nin senin zamanında yaĢaması da yine senin tâlihindendir.
Zira gökte Ay, GüneĢ durdukça, Sadi'nin bu kitabından senin adın da ebedî olarak kalacaktır.
Eski padiĢahlar içinde iyi nam ve Ģöhret bırakanlar varsa da, bunlar, padiĢahlık usûl ve âdabını
kendilerinden evvel gelenlerden öğrenmiĢlerdir. Halbuki sen onlar gibi değilsin! Sen bu suretle
meĢhur olan eski padiĢahların hepsini geçtin.
20
. ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
Büyük Ġskender, Ye'cüçlerin yollarını, tunçtan, taĢtan duvar ile kapatmıĢtır. Küfür Ye'cüçüne karĢı
senin Ģeddin altındadır. Ġskender'inki gibi tunçtan değildir.
Bu emniyet ve adalet devrinde yaĢayan hangi Ģâir, edip, seni methetmezse, onun dili tutulsun!.
Sen öyle kerem denizi, cömertlik mâdenisin ki, mevcudad senin varlığına dayanıyor.
PadiĢahımın güzel evsafı, hadsiz, hesapsız. Bu kitabın dar meydanına sığıĢamaz. v
Sadi, bütün bunları yazmıĢ olsa, ayrı bir kitap vücude gelir.
Bu kadar kerem ve ihsanın teĢekküründen âcizim. Ġyisi odur ki; hemen elimi dua için açayım;
Cihan gönlünce olsun. Felek sana yâr olsun, Cihanı yaratan Allah seni her türlü kederden saklasın!
Yüce talihin, âlemi parlatsın! Zeval, düĢmanının yıldızını yaksın. Zamanın dönmesinden sana keder
gelmesin. Gönlüne kayğu tozu konmasın!. Çünkü padiĢahların gönlüne konan bir gam, bütün
âlemin hatırım periĢan eder. Gönlün, iklimin huzur içinde ve mâmur olsun!... Milkinden periĢanlık
uzak olsun! Vücûdun din gibi daima sağlam, hasutların gönülleri tedbir gibi gevĢek olsun. Kalbin,
Cenab-ı Hakkın teyidi ile Ģad olsun! Gönlün, dinin, iklimin mâmur olsun!. Hulâsa Cihanı yaradan
Allah seni esirgesin! Bu dua kâfidir. Bundan baĢkası boĢ sözlerdir.
Cenab-ı Hak sana o kadar lütuf buyurmuĢtur ki; bu hayırlara muvaffak oluĢun, fevkalâdedir.
Pederin Sâd Zengî Cihan'dan kederli gitmemiĢtir. Çünkü senin gibi adı yüce halef bırakmıĢtır. Öyle
pâk asıldan böyle evlât yetiĢmesine taaccüp edilemez. O'nun cismi toprakta ise, can-ı pâki âlây-ı
iliyyîndedir.
Ġlâhî, fazlın hakkı için o muhterem pederin Ģanlı türbesine rahmet yağmurunu yağdır..
Sa'd Zengî'nin güzel adı Cihan'da mesel halinde kaldıkça,
BOSTAN
21
Cenab-ı Hak ġehzade Ebu Bekir Sa'd'in yardımcısı olsun!.
ATABEK MEHMED SA'D'IN METH-U SENASI
Atabek Mehmed bahtiyar bir Ģahtır. Taç ve tahtın sahibidir. Gençtir, talihlidir, parlak fikiılidir.
Saltanatça genç, rey ve tedbirce ihtiyardır. Ġlimce büyük, himmetçe yücedir. Kolca kuvvetli, kalbi
pek müdrik, pek hassastır. Zaman annesi için ne devlettir ki; böyle bir çocuğu kucağında
beslemiĢtir.
Cömertlik eliyle denizi mahcup etmiĢ, Ģan ve Ģerefte Ülker yıldızından öte geçmiĢtir.
Ey yüce baĢlı padiĢahların reisi, devlet gözü hep senin yüzüne bakıyor. Ġnci ile dolu bir sedef,
içinde tek inci saklayan sedef kadar kıymetli değildir. ĠĢte sen, sedefinde bir tane olarak yetiĢen
incisin! Saltanat hanesinin ziynetisin.
Yarabbi, onu sen lûtfunla muhafaza buyur; nazardan sakla.
Yarabbi, sen bu Ģehzadeyi âlemde meĢhur eyle; onu sana taate muvaffak ederek aziz kıl!..
Yarab, sen onu insaf ve takvada mukim kıl; Dünya'da, Ukba'da muradlarım ihsan buyur!.
ġehzadem, menfur olan düĢmandan sana gam eriĢmesin; zamanın devrinden sana zarar gelmesin!..
Cennetlik ağaç senin gibi meyva verir. Babası namdar olduğu gibi oğlu da iyi ad kazanmak ister.
Bu hanedana düĢman olan herhangi bir hanedandan hayır bekleme.
Ne güzel din, ne güzel ilim, ne güzel adalet, Allah ebedî kılsın!.. Ne güzel saltanat ve ne güzel
devlet!
PadiĢahın keremleri kıyasa sığmaz. Dil bunların Ģükründen âcizdir.
Ġlâhî, fakirleri seven ve sayesinde halkın rahat etmekte olduğu bu padiĢahı halkın baĢı üzerinde
daim kıl. Taatte mu-
22
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
vaffakiyet ihsaniyle, onun kalbini ihya buyur.
Ey Sadi, böyle san'atli, tekellüflü sözleri bırak. Eğer hakikî sâdık dost isen, söyliyeceğim iyi
sözleri, yani nasihatleri haydi getir, gel. Sen menzilleri tanıyan rehbersin. PadiĢah ise yola giden
yolcu gibidir. Sen doğruyu söyleyicisin, padiĢah ise doğru sözleri dinleyicidir.
BĠRĠNCĠ BÖLÜM
ADALET VE ĠNSAF HAKKINDADIR
Zahir Faryabî, Kızılarslan'ı methederken:
«Tefekkür onun ayağını öpmek için (onu idrâk için) iskemleye benzeyen dokuz feleği ayağının
altına koyar!.» demiĢ. Halbuki Kızılarslan'ın bir ayağı ötekinden kısa imiĢ. Zahîr'i sevmiyenler:
«-ġâir bu beyit ile sana aksaklık isnat etmiĢtir!» diyerek Zahîr'i katlettirmiĢler. ġimdi Sadi bu
vak'aya iĢaretle ve Zahîr'in ruhuna hitap ederek ona dokunuyor, diyor ki:
Hey Zahir, ne lüzum vardı ki, iskemleye benzeyen dokuz göğü Kızılarslan'ın ayağının altına
koydun? Hey Zahîr, büyüklük ayağını feleklerin üzerine koy deme, belki «Ġhlâs yüzünü toprak
üzerine koy..» de...
PadiĢahım! Bana gelince, sana nasihatim Ģunlardır: Taatle yüzünü eĢik üzerine koy, çünkü
doğruların tuttukları en emin yol budur. Eğer kul isen baĢını bu kapıya koy. PadiĢahlık tacını
baĢından çıkar. Ġbâdet ettiğin vakit Ģahlık libasını giyme. Hâlis, muhlis bir derviĢ gibi feryada baĢla.
Buyruk sahibi ulu Allah'ın dergâhında, zenginin önündeki fakir gibi inle,
24
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
Ģö,/ ıs de:
«- Allahım, zengin Sensin! Fakirleri besleyen, kuvvet, kudret sahibi Sensin!. Ben ne memleketler
fetheden bir hükümdarın, ne de ferman sahibiyim. Bu dergâhın dilencilerinden birisiyim. Senin
lûtfun bana yâr olmazsa benim elimden ne gelir, ne iĢ yapabilirim? Allahım, beni hayra, iyiliğe Sen
muvaffak eyle!. Sen kudret vermezsen benim kimseye bir hayrım dokunmaz.
PadiĢahım, gündüz padiĢahlık ediyorsan, geceleri dilenciler gibi yana yakıla dua et. Birtakım âsiler,
zorbalar senin kapında kul iken, sen yine baĢını ibâdet eĢiğinden kaldırma. Cenab-ı Hakk'a ibâdette
kusur etmiyen kul, kullar için ne güzel padiĢahtır.
HĠKÂYE
Hakikati yakin göziyle tanıyan din ulularından hikâye ederler ki; bir velî, bir kaplanın üzerine
binmiĢ, bir yılanı eline almıĢ, kamçı edinmiĢ, kaplanı süratle sürerdi. Birisi ona dedi:
«- Hey Tanrı yolunun adamı, bu gittiğin yolda gitmek için bana rehberlik et! Sen ne yaptın ki;
yırtıcı hayvan sana râm oldu? Adın, saadet yüzüğünün taĢına yazıldı.
Velî cevap verdi:
«- Kaplan, yılan, fil, herkes bana karĢı zebun ise, taaccüp etme. Sen de Ailahın emrini yerine getir,
görürsün ki; herĢey senin emrine râm olur. Bir padiĢah, Cenab-ı Hakkın emrini tutarsa, Cenab-ı
Hak onun muhafız ve yardımcısı olur. Cenab-ı Hakkın, seni sevdiği halde düĢman elinde bırakması
mümkün mü? Yol iĢte budur. Bu yoldan sapma, yürümeye devam et! Ġstediğini bul. Sadi'nin
sözünden hoĢlanan kimseye, onun nasihati faydalı olur.
BOSTAN
25
KĠSRA'NIN, OĞLU HÜRMÜZ'E NASĠHATĠ
ĠĢittim ki, NuĢirevan, ihtizar halinde iken, oğlu Hürmüz'e Ģu öğütleri vermiĢtir:
«- Fakirlerin gönüllerini gözet. Yalnız kendi rahatını düĢünme. Eğer sen yalnız rahatını düĢünecek
olursan, senin ilinde kimse rahat edemez. Çoban uyumuĢ, kurt sürüye dalmıĢ! Bunu akıllı insan
kabul etmez. Fıkara takımını muhafaza et ki, Ģah, ahali sayesinde taç taĢımaktadır. PadiĢah bir
ağaca benzer, kökü ahalidir. Ağaç ise, kökünden kuvvet alır. Elinden geldiği kadar halkın
gönüllerini yaralama! Eğer yaralarsan kendi kökünü baltalamıĢ olursun!.
Eğer sana, doğru bir yol lazımsa, padiĢahların yolu ümid ve korku yoludur. Bir insanda iyilik
ümidi, kötülük korkusu olunca akıllılık ona tabiat olur. Eğer bir padiĢahlıkta bunun her ikisini
bulursan; onun ikliminde, mülkünde sığınak bulursun. Çünkü padiĢah, Cenab-ı Hakk'ın lûtfuna
ümitvâr olduğu için halka merhamet eder. Saltanatı elinden gider diye korktuğu için de halka zarar
vermekten korkar.
Bir padiĢahın tabiatinde ümit, korku yoksa o iklimde rahatın kokusu bulunamaz. Öyle bir padiĢahın
mülkünde bulunduğun zam$n, ayağın bağlı ise (evli isen), zulme, cefâya razı ol, otur; yok tek at,
tek mızrak isen (bekâr isen) baĢını al baĢka yere kaç!...
Bir iklimde ahaliyi padiĢahtan memnun görmezsen, o iklimde refah, saadet arama!.
Kafa tutan, kabadayı padiĢahlardan, kahramanlardan korkma, fakat Allahtan korkmıyandan kork!
Bir padiĢah memleket ahâlisinin gönlünü yıkıyorsa, o, memleketin mâmur olmasını ancak rüyada
görür. Bir memleketin harap, padiĢahın bednam (kötü Ģöhretli) olması zulümden ileri gelir. Bu
sözün hakikatini ancak ince, derin düĢünen kimse bulur. Ahali sal-
26
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
tanatın yardımcısı olduğu için ahaliyi zulümle öldürmek lâyık değildir.
Köylüyü, çiftçiyi kendi fâiden saadetin için gözet!.. Çünkü, ecir (ücretle çalıĢan) aldığı ücretten
memnun olursa, daha çok iĢ yapar. Hem de kendisinden iyilik gördüğün kimseye kötülük etmek
erlik, insanlık değildir.
HÜSREV PERVĠZ'ĠN OĞLU ġĠRUYE'YE NASĠHATĠ
ĠĢittim ki, Hüsrev Perhiz ölürken, oğlu ġiruye'ye Ģu
öğütleri vermiĢtir: Hangi bir iĢe niyetlenirsen, o iĢte ahalinin iyiliğini düĢün! Eğer herkesin sana
mûtî olmasını istersen, daima âdilâne ve âkılâne hareket et!.
Ahâli zâlim padiĢahtan kaçar ve onun çirkin adını cihana yayar, onu dillere destan eder.
Saltanatını kötü bir temel üzerine istinat ettiren padiĢah çok geçmeden kendi temelini yıkmıĢ olur.
Bir kocakarının âhının yaptığı tahribatı, kılıç çalan bir yiğit yapamaz! Bir dul kadının yaktığı
çıranın bütün bir Ģehri yaktığı çok görülmüĢtür.
Saltanatta insaf ile hareket eden padiĢahtan daha bahtiyar âlemde kim vardır? Öyle bir padiĢah,
nöbeti gelip de Ģu âlemden göçtüğü zaman herkes ona rahmet okur.
Ġyilik, kötülük; ikisi de geçer. Kötüsü geçecek, göçecektir; iyisi odur ki, adını iyilikle yâdetsinler!.
Halkın baĢına Cenab-ı Haktan korkanları koy; Çünkü mülkü ancak Allahdan korkanlar mamur
ederler. Senin menfaatini halkı inciterek temin etmek isteyenler, sana düĢman olanlar ve halkın
kanını içenlerdir. Halkın elleri onlara beddua ile göklere açılan kimseleri iĢ baĢına getirmek hatâdır.
Alçak vali, memleketin idaresi ve hazinenin zenginleĢmesi böyle icap ediyor diye, halka ezâ ve
cefâ eder. Eğer hakkı gözetmezsen, o uğurda çalıĢtığın padiĢah dahi seni cezalandırır. Bedbaht
zâlim bir gün ölür gider, fakat Allahın laneti
BOSTAN
27
onun üzerine baki kalır!.
Ġyi adam yetiĢtirip kullanan padiĢah, kötülük görmez. Eğer kötüyü besliyorsan, sen kendine
düĢmansın! Halka zulmeden kimseyi müsadere ile bırakma; öyle zâlimlerin köklerini kazımak
lâzımdır. Halka zulmeden vali vesâir memurlara karĢı çok titiz ol; o gibilere aman, zaman verme.
Zira o kadar semirmiĢtir ki; artık öldürülmesi zamanı gelmiĢtir. Kurdun baĢım, koyunları
paralamadan evvel kesmek gerektir. Sonra kesmek, yaptığı zararı ödemez!.
HĠKÂYE
Bir tacirin etrafını hırsızlar oklarla çevirmiĢ, onu esir etmiĢler. Tacir o sırada Ģöyle demiĢtir:
Görülüyor ki, hırsızlar galip geliyor, istedikleri fenalıkları yapıyorlar. ġu halde, padiĢahın
askerleriyle kadınlar arasında ne fark var? Tüccarı aramıyan, onların menfaatini korumıyan bir
padiĢah gerek Ģehre, gerek askere refah kapısını kapatmıĢ demektir.
Bir memlekette fena kanun, fena âdet olduğu iĢitilince, akıllılar o Ģehre artık nasıl girerler?
PadiĢahım, iyi ad sence makbul, ise, sana iyi ad lâzım ise tüccar ile postacıları iyi tut! Büyükler
yolcuîarı, züvvârı, (ziyaretçileri) seyyahları can ile beslerler. Çünkü iyi adı her tarafa götürenler
bunlardır.
Hangi bir memlekette bir garip incinirse, o memleket çok geçmeden mahvolur.
Garipler ile görüĢ, seyyahlar ile dost ol, çünkü bunlar iyi adı yayarlar.
Memlekete gelen misafiri, yolcuyu ağırla. Fakat Ģerlerinden, fitne fesatlarından da sakın. Ecânipten
(yabancılardan) sakınmak çok iyidir; çünkü dost kıyafetinde düĢman olmaları da mümkündür.
Emekdarlarının derecesini, rütbesini, maaĢını artır.. Çünkü
28
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
kendi beslediğin insanlardan gadir gelmez.
Bir memur eskidikçe, onun yıllarca hizmetinin hakkını unutma!..
Bir memur ihtiyar olup da iĢten âciz kalırsa, ona karĢı kerem göster. «Artık iĢten kaldı!.» diye onu
sefil etme. Onun hizmeti eli bağlandıysa, senin kerem elin bağlı değildir ya!
HĠKÂYE
ĠĢittim ki, Husrev, ġabur'un yaptığı resmi artık beğenmeyip, onu iĢten çıkardığı zaman ġabur sükût
etmiĢ. Fakat sonra zarurete düĢünce, Husrev'e Ģu mealde bir mektup yazmıĢ:
«Ey adaletiyle kâinatı ihata eden hükümdar, eğer ben gölür gidersem, sen yine faziletinle bakisin!.
Gençliğimi senin uğrunda çürüttüm, ihtiyarlığımda beni kovma!»
Bir garip ki, baĢının altmda binbir çeĢit fitne, fesat buluna; onu öldürme, incitme, kendi
memleketinden, toprağından hârice çıkar. Onu memleketinden kovar ve bu nefyi kâfi bir ceza
addedip ayrıca cezalandırmazsan, doğru bir hareket yapmıĢ olursun. Zira o, cezasını kendisi
bulacaktır. Çünkü onun fena huyu peĢinden ayrılmıyan bir düĢmandır.
Fitneye mail, fesada muktedir insan eğer iranlı ise; onu Yemen'e, Rusya'ya, Rum diyarına nefyeyle,
(sürgün et!..) halkın baĢına belâ etme! Belki ona kuĢluk vaktine kadar aman vermeyip idam eyle!
Öyle fitnekârı hudtıd haricine çıkaracak olursan, gittiği Ģehrin ahalisi:
«- Böyle fitneci insan yetiĢtiren memleket zirüzeber (yerle ı bir) olsun!..» diye memleketine
beddua eder; lanet savururlar.
ĠĢ verecek olursan paranın, servetin kıymetini bilen insana ver! Çünkü müflis, batakçı kimse
padiĢahtan korkmaz. Ona ne söylersen baĢuıı eğer, feryat ve figâna baĢlar.
BOSTAN
29
Muhasebecilere hiyânet etmeye meydan verme; üzerlerine bir murakıp dik. Baktın ki; muhasebeci
ile murakıp uyuĢtular, hemen ikisini de azlet.
Kendisine iĢ, para tevdi edilecek kimsenin mahkemeden, cezadan idamdan değil, Allahdan korkar,
emânete hıyanet etmez takımdan olması lâzımdır.
Bir iĢe emin sıfatiyle tâyin ettiğin kimse Allahtan değil, senden korkuyorsa, onu emin tutma. Emin
olan Allah'tan korkmalıdır; yoksa azil, hapis ve idamdan değil.
Emin tâyin etmiĢ olduğun kimsenin sık sık hesabına bak. Onu kendi haline bırakma, çünkü yüz
kiĢide bir tane emin bulamazsın.
Eskiden birbiriyle sıkıfıkı arkadaĢ, kafadar olan iki kimseyi bir yere birlikte memur etme; çünkü ne
bilirsin ki, elele verirler; birisi hırsız olur, öteki perde tutar. Hırsızlar birbirlerinden korkar,
çekinirlerse, aralarından kervan selâmetle geçer.
Birisi bir vazifeden azlettiğin zaman, aradan biraz geçince kabahatini affet!
Ümit besleygn bir kimsenin ümidini yerine getirmek, bin tane ayağı prangalı mahpusu itlâk
(boĢamak, salıvermek) etmekten hayırlıdır.
Elinde kitabeti olan kimse iĢten çıkarılacak olursa meyus olmasın!
Ġyi bir padiĢah, hükmü altında olanlara peder muamelesi yapmak gerekir. Bir peder bazan çocuğuna
öfkelenir, döver, acıtır; bazan da eliyle gözünün yaĢını siler. PadiĢah da öyle olmalıdır.
PadiĢahım, düĢmana karĢı yumuĢak, gevĢek olursan sana galebe eder; sert olursan senden herkes
usanır. Ġyisi odur ki, yumuĢaklık ile sertlik birlikte olmalıdır. Kan alan kimse gibi olmak lâzımdır.
O hem yara açar, hem de açtığı yaraya mer-
30.
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
hem koyar.
PadiĢahım, cömert ol, güzel huylu ol, mükrim ol! Cenab-ı Hak sana saçtığı için, sen de saç!.
Dünya'ya gelen ölür gider. Fakat kendisinden sonra iyi ad bırakan, ebedî yaĢamıĢ olur.
Kendisinden sonra köprü, mescid, misafirhane, kervansaray gibi hayrat bırakan kimse, ölmemiĢtir.
Bu Dünya'dan giden, hayât namına bir Ģey bırakmıyan kimseye, kimse fatiha okumaz.
Adının ebedî olmasını istersen, büyüklerin adlarını gizleme! Onları hürmetle yâdet.
Senden evvelki padiĢahlar ne yapmıĢlar, ne gibi iyilik ile yâdolunmuĢlarsa, sen de kendi zamanında
böyle yap!.
Bilirsin ki; geçen padiĢahlar naz ile yaĢadılar, murat sürdüler, zevk ve safa ettiler; sonra, hepsini
bıraktılar; gittiler. Kimisi iyi, kimisi kötü bir ad bıraktı gitti. Sen iyileri taklit et!..
Bir suçlu. «Unuttum da yaptım!..» diye özür dilerse, özrünü kabul eyle! Aman diyenlere aman ver.
Bir suçlu dehalet edecek olursa, onu hemen öldürmek, mürüvvete münâfidir.
Edilen tembihi, edilen nasihati dinlemezse, kulağını çekmek, hapsetmek, ellerini, kollarını
bağlamak lâzımdır.
Nasihatten anlamıyan, zindandan mütenebbih olmıyan kimse ise, murdar bir ağaçtır. O zaman onun
kökünü koparmak lâzımdır. Öldürmeden evvel bir kere hapsetmelidir. Zira kesilen bir baĢı, tekrar
yerine koymak kabil değildir.
Bir kimseye kızdığın zaman müçâzat için acele etme, düĢün! Çünkü BedehĢan lâ'lini kırmak kolay
ise de, kırılan parçalan toplayıp eski haline getirmek mümkün değildir. '
BOSTAN
PADĠġAHIN, ĠġĠN SONUNU DÜġÜNMESĠ, MÜCÂZATTA AĞIR DAVRANMASI
31
Umman Denizi'nden gemi ile bir adam çıkageldi. Bu adam denizlerde gezmiĢ, sahralarda dolaĢmıĢ;
Arabi, Türkü, Ġranlıyı, Rum halkını görmüĢ; her milletin bilgilerini temiz ruhunda, toplamıĢtı.
Elhâsıl cihanı elek elek elemiĢ, bilgiler kazanmıĢ, seferler yapmıĢ, görüĢmeyi, konuĢmayı
öğrenmiĢti. Vücûdu iri yapılı, fakat çok fakirdi. Elbisesinde iki yüz yama vardı. O elbise içinde kav
gibi yanmıĢtı.
Bu adam sahilde bir çehre çıktı. O taraflarda büyük bir padiĢah vardı. Bu padiĢah, adını iyilikle
çıkarmak ister; fukaraya karĢı tevazu gösterir, onları hoĢ tutardı.
PadiĢah o seyyahı duyunca, sarayına davet etti. UĢaklarına emretti, seyyahı hamama götürdüler,
yıkadılar, temizlediler. Sonra padiĢahın huzuruna çıkardılar.
Seyyah huzura çıkınca tekâpu (dalkavukluk) kıldı, padiĢahı övdü, el bağladı. PadiĢahım, fermanın
her tarafa yürüsün, diye duada bulundu.
PadiĢah sordu:
«- Nereden geliyorsunuz? ġehrimize niçin geldiniz; burada güzelden, çirkinden neler gördünüz?»
Seyyah dedi:
«- Ey Yeryüzü'nün padiĢahı, Cenab-ı Hak sana yardımcı, devlet, saadet arkadaĢ olsun! PadiĢahım,
memleketinde birçok yerleri gezdim. Ahalisi zulüm görmüĢ, gönlü incinmiĢ bir yer görmedim. Bir
padiĢah için, kimsenin incinmesine razı olmamak meziyeti kâfi bir ziynettir.
«Bir de padiĢahımın memleketinde kimseyi sarhoĢ görmedim. SarhoĢluk Ģöyle dursun, meyhaneleri
yıkılmıĢ gördüm.»
Elhâsıl seyyah güzel sözler söyledi. Sanki elek elek
32
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
cevahir saçtı. O kadar hoĢ Ģeyler anlattı ki, padiĢah zevkinden elini, kolunu çarpmaya baĢladı.
Seyyahın güzel sözleri Ģahın hoĢuna gitti. Onu yanına çağırdı; ona ihsan, ikram etti. Memleketini
beğenip geldiği için ona altınlar, cevherler verdi. Sonra, ona aslını, vatanını sordu.
Seyyah sergüzeĢtini anlattı ve bu suretle diğer saray erkânından ziyâde padiĢahın teveccühüne
mazhar oldu.
Onu sadrazam yapmak da içinden geçiyordu. Memlekete de böyle bir vezir lâzımdır, diye çok
düĢündü. Yalnız:
«- Acele etmiyeyim. Belki yanlıĢ bir iĢ yapmıĢ olurum. Ahali reyimin zayıflığına gülmesinler.
Evvelâ onu bir zaman deneyeyim, sonra hünerine göre rütbesini arttırayım!..» dedi.
PadiĢahın bu düĢüncesi doğru idi. Çünkü tecrübe etmeden iĢ yapan insanların, birçok kederlere
uğraması zaruridir. Nasıl ki; hâkim, dâvayı etrafiyle düĢünür, sonra hüküm verirse, maiyetindeki
âlimlere karĢı mahcup olmaz. Yayı elde tutarken, oku atmamıĢken, atmak lâzım mı, değil mi?
Hedef neresidir, neresi olmalıdır? diye düĢünmek lâzımdır. Oku attıktan sonra düĢünmenin faydası
yoktur. Ġnsan Yusuf gibi senelerce iffet,, nezâhetle yaĢamalıdır ki, Mısır'a aziz olsun. Birçok zaman
geçmedikçe bir kimsenin ne olduğunu anlamak imkânsızdır.
Bu suretle padiĢah seyyahın ahlâkını tetkike, teftiĢe koyuldu. Neticede onu âkil, iyi ahlâklı, edip ve
insanların değerini ölçmekte mahir buldu. Bu suretle seyyahın büyük memurlarına faik (üstün)
bulunduğunu anlayan padiĢah, seyyaha vezir-i â'zamdan dahi üstün bir selâhiyet verdi.
Seyyah memleketi öyle akıl, hikmet ve marifet ile idare ediyordu ki, emrinde, nehyinde kimsenin
kalbini incitmiyordu; dürüst hareketleriyle kusur ve fenalık arayanların dillerini bağladı. Eski vezir,
yenisinin bu faaliyeti neticesinde padiĢahın huzur ve rahat içinde yaĢadığını, onun iyiliği sa-
BOSTAN
33
yesinde devletin yükseldiğini görünce üzülmeye baĢladı. Ten-kid edilecek hiçbir nokta
bulamıyordu.
Çünkü dürüst adam, bakır leğen, fenalık arayan insan, karınca gibidir. Karınca ne kadar uğraĢsa
bakır leğene gedik açamaz.
PadiĢahın GüneĢ yüzlü iki kölesi vardı. Bunlar daima padiĢahın hizmetinde bulunuyordu. Bunlar
huriler, periler kadar güzel idilir.,Birisi sanki GüneĢ, ötekisi Ay idi.
Bu iki köle güzellikte tamamen birbirinin dengi idi. Sanki birisi hakikî insan, ötekisi onun yanında
aksi idi.
Bu köleler ilim, marifet sahibi yeni vezirin tatlı sözlerini iĢittikçe, onun sözleri bu fidan boylu
köleler üzerinde tesir bırakıyordu; güzel ahlâkını gördükçe tabiî olarak onu sevmeye mecbur
oldular.
Gitgide yeni vezirin de gönlü onlara aktı, onları sevmeye baĢladı. ġu kadar ki, kısa gören insanlar
gibi kötülükle sevmiyordu. Belki onların cemallerine âĢık oldu. Öyle bir hale geldi ki, ancak
onların yüzünü gördüğü zaman rahat ne demek olduğunu hissederdi.
ArkadaĢ, sana nasihatim olsun. Eğer kadrinin, Ģerefinin yüce kalmasını istersen, pâk yüzlere gönül
bağlama! Ara yerde bir garaz olmasa bile, mehabet ve hürmetine ziyan verir.
Derken eski vezir, yeni vezirin o iki köleye gönül verdiğini hissetti ve hemen padiĢaha arzetti.
ġöyle dedi:
«- PadiĢahım, bilmem ki; bu yeni vezir kimin nesidir, necidir, adı nedir? ġu memlekette rahat ve
saadetle yaĢamak istemiyor. Evet, mücerreptir; çok gezenler böyle laubali olurlar. Çünkü bu gibiler
bir devletin nâ-nü nimetiyle beslenmiĢ değildirler. Nâ-nü nimet kıymetini bilmezler. ĠĢittim ki,
Ģehvetperest imiĢ. Efendimizin kölelerine göz koymuĢ, efendimize hiyânet ediyormuĢ. Böyle
hayâsız, aĢağılık insan
34
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
p°diĢahımın vezirliğine yakıĢmaz. Bunun vezârette bulunması, saltanatınıza leke getirir. Bu fenalığı
iĢitince hemen arzetmeye mecbur oldum. Arzetmeseydim, efendimin nimetini unutmuĢ olurdum.
Hem de bu arzımı Ģüphe ve zan üzerine yapmadım. Bana yakin hâsıl olmayınca, söyledim. ġunu da
ilâveten arzederim ki; kölelerimden biri, bu yeni vezir bu kölelerden birisini kucaklarken gözleriyle
gördüğünü bana söyledi. ĠĢte iĢin olup bitenini arzettim. Üst tarafı padiĢahımın reyine, irâdesine
kalmıĢtır. PadiĢahım arzu buyurursa, benim gibi tecrübe buyurabilirler.
Ġyilik bulmayası eski vezir, iĢi bu kadar çirkin surette anlattı. Böyle anlatması da tabiîdir. Çünkü
kötülük düĢünen insanlık ufacık bir tutamak bulunca büyüklerin kalplerini ateĢe verirler. Ufak bir
Ģeyle ateĢi yakmak ve sonra onunla büyük odunları tutuĢturmak kabildir.
Bu haber padiĢaha öyle bir hararet verdi ki, ateĢ üzerinde kaynayan tencereye döndü. Mezkûr yeni
vezirin kanını hemen dökmek istedi. Fakat aklı, vicdanı karĢısına çıktı; ona, «-Dur!.» diye iĢaret etti
ve ona Ģu sözleri söyledi:
«- Bir insanın kendi yetiĢtirdiği birisini öldürmesi mertlik değildir, adalet ve lûtuftan sonra zulüm
çok soğuk kaçar. Kendi yetiĢtirdiğin kimseyi incitme! Senin aman okunu tutan kimseyi sen ok ile
vurma! Birisinin kanını zulüm ile içecek isen, onu boĢ yere nimet ile besleme! Onun hünerleri
sence lâyikiyle malûm olmadıkça, divanda ona bir mevki vermemiĢtin! ġimdi de suçu tahakkuk
etmedikçe düĢman ağzına bakarak onu cezalandırma!»
Birisini öldürmeden evvel zindana atmak muvafıktır. Çünkü kesilen baĢı bitiĢtirmek mümkün
değildir.
Ferman, rey, Ģevket sahibi padiĢahların, insanların zahmetinden aciz göstermeleri caiz değildir.
Tahammülden boĢ, gurur ile dolu baĢa padiĢahlık tacı ha-
BOSTAN
35
ramdır. Sana cenk zamanında sebat göster demem, belki öfkelendiğin zaman yıkılma, gazaba
kapılma, derim.Aklı olan her kimse tahammül eder, fakat maksad hıĢma mağlûp olmıyan akıldır.
Öfke bir kere askerini pusudan hücum ettirince ortada ne insaf kalır; ne Allah korkusu kalır; ne din
kalır.
Feleğin altında öfke gibi bir dev görmedim. Bunun dehĢetinten cinler, melekler bile ürküp kaçarlar.
PadiĢah, gazabını yenerek, eski vezirden duymuĢ olduğu sırrı kimseye açmadı. Çünkü hakimler:
«- Ey âkil, gönül sırların zindanıdır; söyleyince onu kaçırmıĢ olursun, bir daha zinciri çekemezsin!»
demiĢlerdir.
PadiĢah, o akıllı sayılan yeni vezirin iĢini teftiĢe ve ta-rassuta baĢladı. Neticede onun reyinde
bozukluk gördü. Bir gün yeni vezir kölelerden birine bakınca, kölenin dudak altından güldüğünü
gördü. Vezirin bakıĢı, kölenin gülüĢü, ara yerdeki seviĢmeyi gösteriyordu.Çünkü iki kimsenin canı
ile aklı birleĢince dudakları kımıldamadan birbiriyle konuĢurlar. Sonra göz bakmaya doymaz,
didâra doyum olmaz. Nasıl ki; susaklık yani istiska illetine tutulan kimse Dicle Nehri'ni içse
doymaz! $,
PadiĢah yeni vezir ile köle arasındaki birliği görünce sûizannı kat'îleĢti. Bu hal kanma dokundu,
gazabı arttı. Böyle olmakla beraber, gazaba mağlûp olmıyrak yine, âkilâne davrandı. Ona yavaĢça
Ģu sözleri söyledi:
«- Seni ben akıllı sanıyordum. Memleketimin esrarına seni emin ittihaz ettim. Bilmedik ki; sen
sersem, medhe değil, zemmedilmeye lâlık insan imiĢsin! Sana verdiğim vezâret senin yerin
değilmiĢ. Fakat bu iĢte kabahat sende değil, bendedir. Tabiîdir ki; soysuz insan beslersem, sarayıma
hıyanet edeceği muhakkaktır.»
PadiĢahın bu tahkiri üzerine, o çok bilen yeni vezir, baĢını
36
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
kaldırdı, Ģöyle dedi:
«- Ey iĢ bilen ulu Ģahım, benim eteğim kabahatten temiz olunca, kötülük düĢünen insanların isnat
edecekleri fenalıktan korkmam! Saray-ı Hümâyununa karĢı hıyanet fikri, asla gönlümden
geçmemiĢtir. Bu hıyaneti bana kim isnat etmiĢtir, bilemem?..»
Cevap olarak, padiĢah Ģöyle dedi:
«- Sana söylediğim Ģeyleri düĢmanların yüzüne karĢı söylemeye hazırdır. ĠĢi açıklayayım: Bunu
bana eski vezirim söyledi. ĠĢte, hakkında söylenen budur. Bir diyeceğin varsa söyle!»
Yeni vezir parmağım dudağına götürdü, güldü, Ģöyle dedi:
«- Eski vezir benim hakkımda ne söylese taaccüb edilemez. Beni kendi yerinde gören bir hasut,
(hasetçi) benim fenalığımdan baĢka ne söyler? Efendim beni ona tercih edince, tabiîdir ki o benim
düĢmanım olmuĢtur. O beni kıyamete kadar sevemez. Nasıl sevebilir ki, ben aziz oldukça, o zelil
yaĢayacaktır. PadiĢahım, eğer bendenizi dinlerseniz temsil tarikiyle bir hikâye arzedeyim: Bilmem
hangi kitapta gördüm. Birisi Ģeytanı rüyasında görmüĢ. BakmıĢ ki; selvi gibi boyu, huri gibi çehresi
var. Yüzü GüneĢ gibi ziya saçıyor. Yanına gitmiĢ demiĢ: Bu ne hal, melek bile bu kadar güzel
olamaz. Mehtap kadar güzel bir yüzün varken niçin Düny.a'da çirkinlikle dillere düĢmüĢsün?
Herkes seni korkunç sanırlar. Hamam kapılarında seni çirkin bir surette resmederler. Hattâ sarayın
nakkaĢı saray divanhanesinde seni asık, ekĢi, iğrenç bir surette nakĢetmiĢtir,
Bu sözleri iĢitince bedbaht Ģeytan inlemiĢ, feryat etmiĢ, Ģöyle demiĢ:
«- Hem Ademoğlu, benim için yapılan resimler, benim hakikî resmim değildir. Ben hakikatte
gördüğün gibi güzelim. Fakat ne çare ki, kalem düĢman elindedir. Ġnsanların beni
BOSTAN
37
çirkin resmetmelerine gelince, ben onların büyüt ataları olan Adem'i cennetten attırdım!.. Onların
bana hınçları var. Onun için beni böyle resmederler.»
ĠĢte padiĢahım, ben temizim, masumum; ne çâre ki, beni kıskanan, bir maksad-ı mahsus ile beni
kötü bildirmiĢtir. Benim mansıbım onun Ģerefini ihâl edince, onun mekrinden yüz fersahlık yere
kaçmam lâzımdır!»
«PadiĢahım, ben Ģu dakikada sizin gazabınızdan korkmuyorum ve bîgünah olduğum için casaretle
söz söylüyorum. ÇarĢı ağası çarĢıyı dolaĢırken okkası, dirhemi eksik olan korkar. Kalemimden
çıkan söz doğru olunca, kusur bulmak için cihan toplansa, umurumda olmaz!»
PadiĢah yeni vezirin cesaretli sözlerine ĢaĢtı ve onu bir el iĢaretiyle susturarak:
«- Ne suçlular var ki, riya ile, hilekârlık ile, yaptığı suçtan kendisini kurtarmaya çalıĢır. Sana isnat
edilen hıyanet cürmünü yalnız düĢmanından iĢitmekle kalmadım, ben de gözümle gördüm.
Sarayımda bu kadar insan varken, hiçbirine bakmıyor, yalnız kölelerime bakıyorsun!» dedi.
Vezir, güldü, Ģöyle dedi:
«- Söylediğiniz söz doğrudur ve doğruyu gizlememelidir. Ben o kölelere arasıra bakıyorum, bunu
inkâr edemem. Bu iĢte ince bir nokta var. Müsaadenizle o naktayı arzedeyim: PadiĢahımızca
malûmdur ki, zavallı bir fakir bir zengini görünce, bakar, içini çeker. ĠĢte ben o fakire benzerim,
köle de o zengine benzer. PadiĢahım, vaktiyle ben de genç idim. Ne çare ki, gençliğin kıymetini
bilmedim. Gençliğimi boĢ yere geçirdim. Gençliğime olan hasretimden dolayı durmadan ona
bakıyorum, bakmadan kendimi alamıyorum. Ben bugün gençliğimi kaybetmiĢim. O ise gençliğe,
güzelliğe tamamen mâlik ve sahip bulunuyor. Ben bakmıyayım da kim baksın? Vaktiyle benim de
gül gibi çehrem vardı. Güzellikte vücûdum
I
38
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
billur gibi idi. Benim de onunki gibi gece renkli kıvırcık saçlarım vardı. Giyindiğim kaftan
vücûdumun nazikliğinden utanır, buruĢurdu.
ġimdi pîr oldum, saçlarım ağardı, pamuk oldu. Vücudum kurudu, iğ oldu. Artık bu vücûda bir
kefen dokumak lâzımdır. Vaktiyle ağzımda iki sıra inci vardı. Bu diĢler gümüĢ tuğladan yapılmıĢ
bir duvar gibi duruyordu. Birisi kalmadı, birer birer döküldü. ġimdi eski bir kale duvarına benziyor.
ġu halde bu güzel gençlere nasıl bakmıyayım? Onlara bakıp telef olan ömrümü anıyorum.
Yazıklar olsun, o değerli günler geçti, gitti, bu ömür de bir gün ansızın sona erecektir.»
O âlim yeni vezirin güzel sözlerini padiĢah beğendi. Erkân-ı devlete hitap ile Ģöyle dedi:
«- Bundan daha güzel söz söylemek muhaldir; bundan daha tatlı lâfız, bundan daha değerli mâna
aramayın! Güzel civanlara böyle özür beyan edecek kimseler baksınlar. BaĢkaları için bakmak
doğru değildir!»
Sonra padiĢah döndü, yeni vezire Ģöyle dedi:
«- Eğer âkilâne hareket etmeseydim; hasmın sözleriyle seni incitecektim. Acele ederek kılıca el
atan adam, sonra piĢman olarak; elinin arkasını diĢleriyle ısırıp durur.
Sakının, garazkâr kimselerden söz dinlemeyin; çünkü onun sözüyle iĢ yaparsan, piĢman olursun!»
Neticede padiĢah yeni vezirin mansıbını, Ģerefini, malını arttırarak onu taltif etti. Fena söyleyenleri
sayesinde padiĢahın adı iyilik ile ülkesinde yayıldı, adaletle, keremle yıllarca saltanat sürdü; nihayet
o da göçtü. Fakat dillerde iyi adı kaldı.
Böyle dindar padiĢah din bazusu ile devlet topunu çekmiĢ olurlar. Bugün öyle padiĢahlardan kimse
yoktur. Varsa ancak Ebû Bekir Sa'd Hazretleridir; ondan baĢka yoktur.
BOSTAN
39
PadiĢahım, sen bir cennetlik ağaçsın! Gölgen bir yıllık yola kadar yayılmıĢtır. Tahilim uğurlu olun
da baĢıma Hüma kuĢunun gölgesi düĢsün diye arzu ederim. Bu arzuma vâkıf olan akıl karĢıma
çıktı, bana Ģöyle dedi: însana devleti, Hüma kuĢa vermez. Ġkbal, devlet istiyorsan bu padiĢahın
gölgesine gel!
Allahım, sen bize acımıĢsın da, halkın üzerine bu gölgeyi sen yaymıĢsın.
Bu devlete köle gibi duacıyım. Yarabbi, bu gölgeyi ebedî kıl!
ZAYIFLARA MERHAMET HAKKINDA
ġer'i Ģerifin hükmü olmadıkça, su içmek caiz olmaz. Fa''?t fetva-yı Ģerif olunca, kan dökmek
caizdir. Böyle değil mi?
Bir kimsenin katline Ģer'i Ģerif fetva verince, onu katletmekten hiç korkma! ġu kadar var ki; eğer
onun çoluğu çocuğu varsa onu öldürme, çoluğuna çocuğuna bağıĢla! Onlara rahat eriĢtir, çünkü suç
o haksızlık eden adamındır. Biçare kadınların, çocukların ne günahı var?
Ne kadar kuvvetli olsan, askerin de çok olsa, durup dururken düĢman ""iklimine asker çekme.
Çünkü o senin düĢmanın olan hükümdar, müstahkem bir kaleye kaçar. Ona mukabil günahı,
kabahati olmıyan iklime zarar eriĢir.
Hapishanede bulunanları sık sık teftiĢ et. aralarında suçsuz kimselerin bulunması da mümkündür.
Memleketinde bir tacir öldüğü zaman malına el sürme. Böyle mala el sürmek, alçaklıktır. Hem de,
ölen tacirin malını zaptedecek olursan, memleketimizdeki akrabası:
«- Zavallı adam gurbet elde öldü. Bıraktığı malı zalim padiĢah zaptetti!..» diye ağlar, inler.
Yetimlerin ağlamasından, dertli gönlünün âhından sakın.
40
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
Kötülük yapma, iyi adını kötüye çevirme. Nice elli yılda hâsıl olan iyi adı, bir çirkin hareket
mahveder.
Ġyilikle ebedî nam bırakan değerli insanlar halkın malına el uzatmamıĢlardır:
Dünya padiĢahı da olsa, bir zenginden para, mal aldı mı, artık o padiĢah değil, dilencidir.
Hür ve asîl insan zaruretten ölür, bir âcizin malına tenezzül ederek onunla karnını doyurmaz.
AHALĠYE ġEFKAT HAKKINDA HĠKÂYE
ĠĢittim ki, âdil bir padiĢahın bir kaftanı vardı. Ġki yüzü de astardı. Birisi ona:
«- Ey bahtiyar padiĢah, Çin kumaĢından bir kaftan dik-thseıı olmaz mı?» dedi.
PadiĢah Ģöyle cevap verdi:
«- Elbise insanın vücûdunu örtmek, insanı rahat ettirmek içindir. Bu kaftan da o iĢi görüyor.
Bundan fazlasını ararsan, süs halini alır. Ben halktan haracı, kendimi, tahtımı süslemek için
almıyorum. Eğer kadınlar gibi ipekli süslü elbiseler yapınır, kadınlaĢırsam, erlik yaparak
düĢmanımı nasıl defedebilirim. Vakıa içimde türlü hırslar, arzular geçmektedir. Fakat unııtmıyalım
ki; hazine benim için değildir. Hazine asker içindir; yoksa eğlence, süs için değildir. PadiĢahından
hoĢnut olmıyan asker, memleketin hududunu muhafaza etmez.
DüĢman (hırsız), köylünün eĢeğini alır götürürse, padiĢah ne hakla aĢar vergisi alabilir.
DüĢman köylünün, eĢeğini, padiĢah da haraç diyerek parasını alırsa, o taht, o taç nasıl yükselir.
DüĢkünlere zorbalık etmek, mürüvvete münâfidir. Karıncanın elinden taneyi yapan kuĢ, alçaktır.
BOSTAN
41
Ahali ağaç gibidir. Beslersen, iyi tımar edersen, istediğin kadar meyve alabilirsin. Sakın zalimlik
edip de ağacı kökünden çıkarma. Çünkü zararı mucip olur. Kendi zararına iĢ gören kimse ise,
ahmaktır.
Hâkimiyeti altında bulunanları incitmiyen insanlardır ki, gençlikten, talihten müstefid olurlar.
Zulüm gören ahalinin inleyerek ettiği bedduadan kork. Bir ili, bir memleketi yumuĢaklık ile tutmak,
almak mümkün ise, kimsenin burnunu kanatmamaya çalıĢ, Erlik hakkı için, Yeryüzü'nün baĢtan
baĢa saltanatı, yere damlayan bir damla kana değmez!.»
HĠKÂYE
ĠĢittim ki, güzel huylu CemĢit, bir çeĢme baĢ'ının üstüne Ģunu yazdırmıĢtı: Bizim gibi nice kimseler
bu çeĢme baĢında oturmuĢ; dinlenmiĢ; sonra gözlerini kapayarak gitmiĢler. Mertlik ile, kuvvet ile
Dünya'yı tuttular. Fakat aldıkları yerleri mezara beraber götüremediler. Süleyman Aleyhisselâm'ın
tahtı akĢam, sabah rüzgârlar tarafından sevkedilmez miydi? Nihayet görmedin mi ki, o taht rüzgâr
gibi uçtu, gitti. Asıl bahtiyar insan, ilim ve adalet ile Ģöhret kazanan kimsedir. Her gelen gider. Ne
ekti ise onu biçer. Ġnsana iyi, kötü addan baĢka bir Ģey kalmaz. DüĢmana galip geldiğin zaman
canına kıyma; oha mağlûbiyet acısı kâfidir. DüĢmanının etrafında minnetle pervane gibi dolaĢması,
eteğini onun kanına bulaĢtırmaktan daha iyidir.
PADĠġAHLARIN DOSTLARINI, DÜġMANLARINI TANIMALARI HAKKINDA
ĠĢittim ki, asîl Dârâ bir av eğlencesi esnasında askerlerinden uzak düĢmüĢ. O sırada bir at çobanı,
Dârâ'ya doğru koĢarak gelmeğe baĢlamıĢ. Dârâ tanımadığı bu adamın
42
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
kendine doğru gelmekte olduğunu görünce, içine Ģüphe girmiĢ ve kendi kendine:
«- Bu bir düĢman olsa gerektir. ġunu yanıma yaklaĢtırmıyayım, oklayayım; olduğu yerde
dikilekalsın!.» demiĢ.
Key'lere mahsus yayını kurup niĢan almıĢ, bir vuruĢta o gelen kimseyi yok etmek istemiĢ...
Dârâ'nın yayını kurduğunu, okunu atmağa hazırlandığını gören çoban:
«- Ey Ġran'ın, Turan'ın Ģahı, zamanın fena gözü senden uzak olsun, düĢman değilim. Bana kıyma,
ben Ģahımın atlarını besliyorum. Bu iĢ için Ģu çayırda bulunuyorum.» diye haykırmıĢ.
Çobanın haykırması üzerine Dârâ .müsterih olmuĢ ve gülerek:
«- Hey düĢüncesiz adam, sana bir mübarek melek yardım etti. Yoksa yayı kurmuĢtum. Öldüğün
gün idi.» demiĢ.
Çoban gülmüĢ ve Ģöyle cevap vermiĢ:
«- Ġnsan iyiliğini gördüğü insanlara, doğru yolu göstermek mecburiyetindedir. Haddim olmıyarak,
nasihat olmak üzere söylüyorum. Bir padiĢahın dostunu düĢmanından ayırt edememesi, o padiĢah
için iyi bir Ģey değildir. Büyükler öyle yaĢamalıdırlar ki, her küçüğün kim olduğunu bilmelidirler.
Sen beni sarayda kaç kere görmüĢ; atardan, otlaklardan sormuĢtun. ġimdi huzurunuza muhabbet ve
hürmetimi arz için geliyordum. Yine beni düĢmandan farkedemediniz. Halbuki ben çoban kulunuz,
istenilen bir atı yüz bin atın içinden derhal bulup çıkarırım. Demek ki, çobanlığım akıl ve fikir
iledir. Sen de benim gibi ol, sürünü, atını, muhafaza buyur.»
Dârâ çobandan bu nasihati dinlemiĢ ve onu taltif etmiĢ, kendi kendinden de utanmıĢ ve:
«- Bu nasihati, insan, kalbine yazmalı!..» demiĢ. Bir
BOSTAN
43
ülkede padiĢahın tedbiri çobandan aĢağı olursa, o ülkenin mahv-ü periĢan olmasından korkulur.
PADĠġAHLARA AHÂLĠNĠN HALLERĠNE VÂKIF OLMANIN LÜZUMU
PadiĢahım, sen adalet isteyenlerin iniltisini nasıl duyabilirsin ki; karyolanın cibinliği Zuhal
Yıldızı'na bitiĢiktir.
Öyle uyu ki, adalet isteyen birisi kapına gelecek olursa feryadını iĢitesin. Zamanında birisi gelir de,
bir zâlimden Ģikâyet ederse, bilmiĢ ol ki, o Ģikâyet, senden sanadır. Çünkü onun zulmü senin
zulmün demektir. Köpek yolcunun eteğini paraladığı zaman, eteği paralayan köpek değil, belki
öyle köpeği besleyen nadan kimsedir.
Sadi, sen söz söylemede cesursun!. Kılıç elinde iken çal!. Adalet iklimini aç, adalet etmiyenleri
adalete çağır!..
Sadi; bildiğini söyle, zira hak söz söylenmelidir. Sen ne rüĢvet kabul edersin, ne de dalkavuksun.
Sadi, bir kimseden bir Ģey çekmek fikrinde isen, kitabında hikmete, hakikate yer verme; değilse, ne
istersen söyle!.
i.
HĠKÂYE
Irak'ta cebbar bir padiĢah, sarayının kemeri altında bir fakirin Ģöyle dediğini duydu: PadiĢahım, sen
de bir kapıya ümit bağlamıĢsın. O halde kapıda bekliyenlerin muradlarını yerine getir. Gönlünün
dertli olmasını istemezsen, dertlilerin gönüllerini ıstıraptan kurtar. Adalet isteyen mazlumların
gönüllerinin periĢan olması, padiĢahı memleketten atar, tahtından indirir. Sen öğleye kadar serin
sarayında uyu; zavallı garip, GüneĢ'in altında, sıcakta kavrulsun. Bu olur mu?
44
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
PadiĢahdan adalet istemeğe cesaret edemiyen insanın hakkını yarın kıyamet gününde Cenab-ı
Hak alacaktır!..
ESKĠ PADĠġAHLARIN AHÂLĠYE ġEFKATLERĠ
Akıl ve irfan sahibi büyüklerden biri, Ömer bin Abdülâziz'e dâir bir hikâye nakletmiĢtir. Hikâye
Ģudur: Ömer'in parmağında, bir yüzük taĢı vardı ki, cevahirciler ona kıymet takdirinde âciz
kalmıĢlardı. O Dünya'yı aydınlatan yıldızı geceleyin görsen, gündüz aydınlığından yapılmıĢ bir inci
zannederdin.
Bir sene kuraklık oldu. Ġnsanların bedir gibi yüzleri hilâle döndü. Ömer insanlarda rahat, kuvvet
kalmadığını görünce, kendisinin rahat içinde olmasını, mürüvvete münâfi (aykırı) gördü. Evet,
halkın ağzında zehir gören bir insanın boğazından nasıl tatlı su geçer?
Ömer gariplere, yetimlere acıdı. O yüzüğü gümüĢ para ile sattırdı; parasını fakirlere, muhtaçlara
verdiler. O para onları bir hafta idare etti.
Yüzüğün satıldığını duyanlar, Ömer'e:
«- Böyle bir Ģey bir daha ele geçmez. Niçin sattırdın?» diye itirazda bulundular.
ĠĢittim ki, Ömer ağlamıĢ ve gözyaĢları, balmumu gibi sararmıĢ yanağından aĢağı akarken Ģöyle
demiĢ:
«- Fakr-ü zaruret ile bir Ģehrin gönlü yaralı iken, padiĢahın süs hevesinde olması çirkin bir Ģeydir.
Ben taĢsız bir yüzük taksam da olur; fakat halkın gönlünün mağmum, mahzun olması münâsip
değildir!»
Erlerin, kadınların rahatını kendi rahatına tercih eden kimseye ne mutlu, ne saadet...
Vicdanlı insanlır, baĢkalarını kederlendirerek elde edilen
BOSTAN
45
zevke rağbet etmezler.
PadiĢah tahtında rahat uyursa, fakirin rahat uyuyacağını aklım kesmez. Bilâkis, padiĢah geceleri
uyanık kalırsa, halk rahat ile, safa ile uyurlar.
Cenab-ı Hakka hamdolsun, bu dediğim güzel âdet, ahlâk, Atabek Ebu Bekir Sa'd'de mevcuddur.
Pars ikliminde mehveĢ civanların boylarından baĢka halkı derde uğratan bir fitne yoktur.
HĠKÂYE
Dün gece bir mecliste hanendeler beĢ beytimi terennüm ediyorlardı. Beyitler Ģunlardır: Hayatımda
bir dün gece rahat ettim. Çünkü Ay yüzlü güzelim kucağımda idi. Onu uyku sarhoĢu gördüm. Ona:
«— Ey yakıĢıklı boyu servileri utandıran dilber, ey cihan fitnesi (ey güzelliğiyle cihanı altüst eden)
dilber; nerkislerini bir dakikacık olsun tatlı uykundan yıka, gül gibi gül, bülbül gibi öt, lâ'l renkli
Ģarabı getir!.» dedim.
Ben böyle ^deyince, o canan, uyku mahmuru gözlerini süzerek, bana baktı:
«- Sadi, ne söylüyorsun. Bana hem fitne diyor, hem de uyuma diye tembih ediyorsun. Bilirsin ki,
parlak fikirlir padiĢahımızın zamanında artık fitneyi kimse uyanık göremez.» dedi.
HĠKÂYE
Eski padiĢahların menkıbeleri arasında rivayet edilir ki: KardeĢi Sâd Zengî'nin yerine tahta geçen
Tikle'nin zamanında kimse kimseden incinmemiĢ. Bu padiĢahın baĢka meziyeti
46
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
olmayıp da yalnız bu meziyeti olsa kâfidir.
Bir gün Tikle, evliyadan bir zata Ģöyle demiĢ: «- Ömrüm boĢ yere geçti. Bu saltanat, bu taht hep
geçip gider. Asıl saltanatı kazanan fakirlerdir. Ġstiyorum ki, saltanattan vazgeçeyim. Bir tarikate
intisap ile bir köĢeye çekilip, ibâdet ile meĢgul olayım. Hiç olmazsa Ģu kalan beĢ günlük ömrümü
boĢ yere geçirmiyeyim.»
Muhatabı olan parlak fikirli zat Tikle'den bu sözü iĢitince kızmıĢ ve Ģöyle cevap vermiĢ: Ey Ģah, ne
diyorsun? Bu fikirden vazgeç. Ġbâdet halka hizmetten baĢka bir Ģey değildir, ibâdet teĢbih, seccade
hırka demek değildir. Tahtında otur, padiĢahlık eyle! Fakat ahlâkın, tevâzuun fakirler gibi olsun!
Sadâkatle, sevgi ile hizmet et!. Bazı Ģeyhler gibi atıp tutmaya, benliğe kapılma! Tarikatte kadem,
yani ifa-yı vazifeye hakkıyle çalıĢmak, ibadete hasr-ı vücud etmek lâzımdır. Dem (lâf-ü güzaf)
lâzım değildir. Çünkü fiiliyat olmazsa lâfın kıymeti olmaz.
Safa-yi kalbe mâlik büyükler, kaftanların altına böyle hırka giyerlerdi.
HĠKÂYE
ĠĢittim ki, Sultanı Rum, ehl-i ilimden bir iyi zatın huzurunda ağlamıĢ, ona dert yanarak Ģöyle demiĢ:
«- DüĢmana karĢı kudretim yok. ġu kale ile Ģu Ģehirden baĢka elimde bir Ģey kalmadı. Çok çalıĢtım,
istedim ki; benden sonra oğlum da bu illere sahip olsun. Vaktiyle hükmettiğim yerlere hükmetsin,
ne çare ki, soysuz düĢman bende kudret bırakmadı. Kolumun kuvvetini, gücünü bitirdi. Ne tedbir
yapayım, ne çare bulayım? Kederden canım eriyip gidiyor.»
Alim zat sözleri dinledikten sonra kızmıĢ ve:
BOSTAN
47
«- Bu ağlamak, lüzumsuz yere ağlamaktır!..» demiĢ. Ağlamak lâzım ise senin aklına, gönül
bağladığın arzuya ağlamak gerektir. KardeĢ, sen kendini düĢün! Ömrünün çoğu, hem de en iyi
kısmı geçip gitmiĢtir. Kalan ömrün için kalan mülkün sana elverir. Sen öldükten sonra yerine birisi
gelir. Bu gelen kim olursa olsun, akıllı olsun, akılsız olsun, ne olursa olsun, kendisini kendi
düĢünsün.
Mademki ölüm var, mademki herĢeyi bırakıp gitmek var; Ģu cihana kılıç çekip cengetmek, cenk ile
onu elde etmek ve sonra bırakıp gitmek zahmetine değmez. Ġran Ģahlarından Feridun'a bak,
Dahhak'e bak, Cem'e bak, gör; Ġran Ģahlarından hangisinin tahtına, mültüne zeval ermemiĢtir. Baki
saltanat, ancak Allaha mahsustur. Dünya'daki bu beĢ günlük hayata, ikamete mağrur olma. Âhiret
için ne tedbirin varsa onu düĢün!.»
Bir padiĢahtan artakalan altın, gümüĢ, hazine, mal ondan az sonra telef olur? Fakat hangi bir
kimseden carî bir hayır kalırsa, herkes daima onun ruhuna fatiha okur. Büyük o kimsedir ki, ondan
iyi ad kala! Böyle kimseye ölmemiĢ nazariyle bakılabilir.
PadiĢahım, kerem ağacı dikip yetiĢtirmeye bak. Zira ondan meyva almak ümidin olur.
PadiĢahım, kerem et, lütuf ve ihsanda bulun. Yarın mahĢerde divan kurulunca, herkesin derecesi
ihsanına göre olur.
PadiĢahım, her kimin ayağı ibadet ve taatte ileri ise, Hak dergâhında onun derecesi de ileridir.
Nefsine hıyanet eden, ibâdet ve taat'e bulunmıyan kimse mahĢer günü mahcup olur; Allahdan bir
Ģey dileyemez. Çünkü bir iĢ görmeden ücret istenilmek âdet değildir.
Gafil kimseleri kendi hallerine bırak, yarın piĢman olurlar. Çünkü tandır kızgın iken ekmeğini
piĢirmemiĢtir.
48
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
Ekin ekmiĢ olanlar harman vakti mahsûl kaldırırken, ekmemiĢ olanlar, ne kadar gevĢeklik etmiĢ
olduklarını anlayacaklardır.
HĠKÂYE
ġam vilâyetinin içerilik bir yerinde, akıllı bir kimse vardı. Bu zat bir mağara içinde yaĢardı.
Sabrederek o karanlık yeri yurt edinmiĢ, kanaat hazinesi içinde yaĢıyordu.
O kimsenin adı Hudâdost idi. GörünüĢte insan, fakat hal ve harekette melekti.
Büyükler onun kapısına baĢ koymuĢlardı. Çünkü onun baĢı büyüklerin kapısından içeri girmezdi.
Arif odur ki, kendi nefsinden hırsı, tamahı bir tarafa atmayı ister. Bir kimseye nefsi «Haydi bana
yiyecek bul!..» diye hükmedecek kadar mütehakkik ise, o nefis onu köy köy, zelilâne dolaĢtırır.
O akıllı ihtiyarın bulunduğu vilâyette zâlim bir padiĢah vardı. Bu padiĢah, en ziyade zayıflara,
âcizlere zulmederdi. Gördüğü zayıfın kolunu bükerdi. Bu zâlim, Cihan'ı yakıcı, merhametsiz,
zebûnkeĢ idi.
O taraf ahâlisi onun yüzünden meyus ve muztarip yaĢıyorlardı. Ahâlinin bir kısmı da onun
zulmünden, öyle bir zâlimin hükmü altında bulunmak hacetinden kurtulmak için, Ģuraya buraya
dağılmıĢlar; gittikleri yerlere onun kötü adını yaymıĢlardı. Hicret etmeyip kalanlar ise, birtakım
kalpleri yaralı fukara takımı idiler. Ona gece gündüz lanet okurlardı. Zâlim denilen mel'un nereye el
uzatırsa, orada neĢve Ģetaret namına bir Ģey kalmazdı.
Bu zâlim, bir gün Hudâdost'a Ģöyle dedi: «- Ey mübarek adam; beni gördükçe yüzünü ekĢiterek,
benden nefret etme! Bilirsin ki; ben seni severim. Bana karĢı
BOSTAN
49
düĢmanlığının sebebi nedir? ġu vilâyetin padiĢahı olmadığımı farzedeyim. Fakat Ģerefçe bir
fakirden de aĢağı değilim. «Beni baĢkalarına tercih et, bana hürmet eyle!.» demiyorum. Yalnız,
baĢkalariyle nasıl görüĢüyorsan benimle de öyle görüĢmeni isterim.
Akıllı âbit bu sözleri iĢitince kızdı ve Ģöyle cevap verdi:
«- Senin yüzünden halk periĢan olmuĢtur. Ben halkı periĢan edenleri sevmem. Sen benim
sevdiklerime düĢmansın! Binâenaleyh, beni sevdiğine ihtimal vermem. Gelip muhabbetle benim
elimi öpeceğine, git benim sevdiklerimi sev! Seni Cenab-ı Hak da sevmez ve seni düĢman tutar. O
halele ben seni sevmediğim halde, nasıl sevdim derim.
Hudâdost'un derisini yüzseler, Allahın düĢmaniyle dost olmak istemez.»
O taĢ yürekli insanın uyumasına ĢaĢarım ki, halk ondan muztarip olarak uyumadıkları halde, o,
uyur.
FAKĠRLERĠN RAHATINI GÖZETMEK HAKKINDA HĠKÂYE
Ey büyük adam; küçüklere karĢı zorbalık yapma! Çünkü, Cihan bir kararda kalmaz. Bir zayıfın
kolunu bükme; çünkü kudret bulacak olursa, insanı ağlatır. Kimsenin ayağını kaydırma, kimseyi
yıkmağa çalıĢma; çünkü ayağın kayarsa, elinden tutup kaldıran bulunmaz.
Ey büyük adam; düĢmanı küçük görme; çünkü Ģu koca dağlar ufacık taĢlardan vücûda gelmiĢtir.
Görmez misin, karıncalar birleĢince yırtıcı arslanı zebun ederler.
Birkaç telinin, bir sap ibriĢim kadar metaneti yoktur. FaKat birkaç tel bir araya gelince, zincirden
daha sağlam olur.
Hazine toplamadan ziyade, dostların gönüllerini topla. Ġnsanları sıkıntıya sokmakdan ise, hazinenin
boĢ kalması
50
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
daha iyidir.
Kimsenin iĢini ayağa bırakma. Olabilir ki, birkaç kere onun ayağına düĢersin. Ey âciz, sen de
güçlüğe karĢı tahammül göster. Olabilir ki, bir gün, ondan daha kuvvetli olursun. Cebbar olan
kimseden intikam almak için bütün himmetini sarfet! Zira himmet kolu, kuvvet elinden daha
kuvvetlidir.
Mazlumun kurumuĢ dudağına söyleyin, gülsün; çünkü zâlimin diĢi, nasıl olsa sökülecektir.
Sabahleyin davul sesiyle uyanan büyük adam, bekçinin gecenin nasıl geçtiğini ne bilir?
Kârvan halkı ancak kendi yüklerini, denklerini düĢünürler. Sırtı yağır eĢeğe kimsenin içi yanmaz.
Tutayım ki, düĢkünlerden -değilsin. Bir düĢkün görünce niçin durur, yardım etmezsin?
Buna dâir sana baĢımdan geçen bir hali anlatmaya mecburum. Çünkü, sırası gelince söz
söylememek de kusur sayılır.
KUDRET ZAMANINDA ÂCĠZE MERHAMET HAKKINDA HĠKÂYELER
Bir yıl ġam'da öyle bir kıtlık oldu ki, âĢıklar aĢkı unuttular. Gök yere öyle bahil oldu ki, ekinler,
hurma ağaçları dudaklarını ıslatamadılar. Ne kadar eski pınar varsa kaynamaz oldu. Öksüzün
gözyaĢından baĢka su kalmadı.
Bir pencereden göğe doğru bir duman yükselecek olsa, bir dul kadının âhı idi. Yoksa Gökyüzünde
duman namına bir Ģey yoktu. Bulut görülmez oldu!..
Ağaçların yaprakları kalmamıĢtı; zavallı ağaçlar çıplak fakirlere dönmüĢtü. Kolları kuvvetli
babayiğitlerde zor, güç bitmiĢti. Dağlarda yeĢillik, bahçelerde balçık görünmez oldu.
BOSTAN
51
Çekirgeler bostanları, insanlar da çekirgeleri yediler.
Hal bu merkezde iken, bir gün, yanıma bir dostum geldi. Bir deri bir kemik kalmıĢtı. Halbuki
paralı, zengin, Ģan ve Ģeref sahibi, hem de vücudlu bir insandı.
Halini görünce ĢaĢtım; ona sordum:
«- Güzel huylu dostum; ne oldun, ne felâkete uğradın? Gördüğüm halin sebebini söyle!..» dedim.
Dostum kızdı, bağırdı ve Ģöyle dedi:
«- Sebebini bilmiyorsan, ne gaflet!. Biliyorsan niçin soruyorsun? Görmüyor musun ki, felâket son
dereceyi bulmuĢtur. Ne gökten yere yağmur iniyor, ne yerden göğe âh edenlerin feryadı çıkıyor!»
Cevap olarak, dedim:
«- Biliyorum, pekâlâ. Fakat kıtlıktan ne korkun var. Zehir, tiryak olmıyan yerde adam öldürür.
Senin herĢeyin var. BaĢkaları açlıktan helak olsa, sana ne? Dünya'yı tufan kap-lasa, kaza ne?»
Bir âlim olan dostum, âlimin câhile bakması gibi bana manidar bir bakıĢla baktı ve Ģöyle dedi:
«- Sahilde, olup da dostlarının denizde boğulmakta olduklarını gören bir insanın kalbi, müsterih
olmaz. Benim yüzüm yokluktan sararmıĢtır. Beni fakirlerin kederi sa-rartmıĢtır. Akıllı insan "ne
kendi azasında, ne de baĢkasının azasında yara görmek ister. Allaha hamdolsun yaram yok, fakat
baĢkalarında yara görünce, vücûdum tir tir titriyor. Hastanın yanında oturan bir insan sıhhatte de
olsa keyifli olabilir mi?
«- Zavallı fakirin bir Ģey yemediğini görünce, yediğim her lokma zehir, zıkkım oluyor.
Dostları zindanda bulunan bir kimse, gülistanda nasıl eğlenir?,.»
52 ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
HĠKÂYE
ĠĢittim ki, bir gece, halkın yanık yüreğinden çıkan bir âlı, bir ateĢ halini alıp Bağdad'ın yarısını
yakmıĢ. O sırada birisi:
«- Çok Ģükür, bu yangın bizim dükkânımıza zarar vermedi!..» demiĢ.
Cihan görmüĢ birisi ona Ģöyle demiĢ:
«- Ey idraksiz adam, sen yalnız kendini mi düĢünürsün? Koca bir Ģehir yansın da, senin evin
kurtulsun, hoĢuna gider mi? Ġnsanların açlıktan karınlarına taĢ bağladıklarını gören kimse, eğer taĢ
yürekli değilse, midesini doldurmaz!»
Bir fakirin açlıktan kan yuttuğunu gören bir zengin, ağzına aldığı lokmayı nasıl çiğner? Hastanın
sahibi sağlamdır, sıhhattedir deme!.. Çünkü o da, kederinden, o hasta gibi kıvrım kıvrım
kıvranmaktadır. Merhametli yolcular konak yerine vardıkları zaman, yolda kalanlar gelip
yetiĢmeyince, uyumazlar. Diken taĢıyan kimsenin eĢeği çamura battığı zaman, padiĢahların gönlü
muztarip olur.
Mes'ud olmak isteyen arif için (anlayıĢlı adam için) Sadi'nin bir sözü kâfidir: Anlayana sivrisinek
saz!...»
Dinlersen, sana bir nasihat vereyim: «Diken ekersen gül biçemezsin!..»
ADALET ĠLE SEMERESĠ, ZULÜM ĠLE AKIBETĠ
Eli altındaki ahâliye zulmeden Acem Ģahlarından haberin var mı? Ne Ģevket kaldı, ne o Ģahlık
kaldı, ne o köylere yapılan zulüm kaldı.. Zâlimin yanlıĢ bir iĢ yaptığını seyret. Zulmeti, zulmü
kaldı; fakat kendisi defolup gitti. O zulüm ile cihanda ebedî kalacağını sanıyordu, halbuki iĢ tersine
çıktı kendi gitti, zulmü kaldı.
BOSTAN
53
Âdil insana ne mutlu. MahĢer günü ar-ı Âlâ'nın gölgesinde rahat edecektir.
Hangi bir kavme Cenab-ı Hak lütfedecek olursa onlara, akıllı, fikirli, adaletli, padiĢah verir. Bilâkis
hangi ülkeyi viran etmek isterse, saltanatı bir zâlimin eline bırakır.
Zâlimden iyiler sakınırlar; çünkü o, Cenab-ı Hakk'm bir gazabıdır.
Ey padiĢah, büyüklüğü Cenab-ı Hak'tan bil! Ona Ģükret! Çünkü, Ģürketmiyenin nimeti elinden
gider. Bu mülke, bu mala Ģükredersen, zevalsiz mala, zevalsiz mülke eriĢirsin. PadiĢah iken
zulmedersen, padiĢahlığın elden gidince, dilencilik edersin.
Bir memlekette zayıf kavim eziyet görüyorsa, oranın padiĢahına uyku haramdır.
Halkı bir hardal tanesi kadar incitme! Çünkü halk sürü, padiĢah çobandır. Eğer halk padiĢahtan
zulüm, tecâvüz görüyorsa, o padiĢah çoban değil, kurttur. Feryat, öyle padiĢahtan!
Zâlim padiĢah, halka kötülük düĢündüğü için, kötü ölümle ölür.
Ahâliye zulmeden padiĢah, fena bir akıbete duçar olur, zira yanlıĢ düĢünmüĢ ve kötü hareket
etmiĢtir.
Ahâliye yapılan zulüm geçer gider; fakat padiĢahın fena adı ölmez!.
Arkandan lanet edildiğini istemezsen, iyi ol! Tâ ki; sana kimse kötü demesin!.
BĠR ÂDĠL, ÖTEKĠ ZÂLĠM ĠKĠ KARDEġĠN HĠKÂYESĠ VE SONLARI
ĠĢittim ki; Ģark tarafında babaları bir, iki kardeĢ vardı. Bun-
54
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
lar kılıç kullanmasını, ordu idaresini bilir; kabadayı, fil vücudlu, iyi fikirli âlim kimseler idiler.
Babaları baktı ki, bunlar cenkçi yaman yiğitler. Ülkesini ikiye ayırdı. Yarısını birisine, yarısını
diğerine verdi. PadiĢahın böyle yapmaktan maksadı, vefatından sonra oğullarının, ben padiĢah
olacağım, yok sen değil, ben olacağım diye birbiriyle muharebe etmemelerini temin etmekti.
PadiĢah memleketi iki oğluna pay ettikten bir müddet sonra, tatlı canını Rabbine teslim etti. Ecel
onun ümid ipini dürdü, eli iĢten kaldı.
ġehzadelerden her biri kendi hisselerine kanaat ediyordu. Her birinin hazinesi, askeri hesapsızdı.
Bu Ģehzadelerden herbiri kendi görüĢüne göre bir yol tuttu. Birisi öldükten sonra hayır ile anılmak
için adalet yolunu tuttu. Diğeri de zengin olmak için zalimane hareket etti.
Âdil Ģehzade lütuf ve ihsanı kendisine âdet edindi; fakirlere, muhtaçlara paralar veriyordu.
Misafirhaneler, tekkeler, zaviyeler yaptırdı; askere iyi baktı, fakirler için yemekhaneler açtırdı.
Hazine boĢ, fakat askerlerin keseleri dolu idi.
Evet, bir memlekette yaĢamak kolay, hoĢ olunca herkes oraya koĢar.
Ebu Bekir Sa'd'ın zamanında ġîraz'da olduğu gibi, her haneden zevkü safa sesleri yükselirdi.
O Ebu Bekir Sa'd ki, akıllı, güzel huylu bir padiĢahtır. Ümidinin dalı mey vali olsun!..
Gelelim hikâyeye: O, ad kazanmak isteyen küçük Ģehzade, küçük huylu, iyi iĢli idi. Halkın
gönüllerini ele alıyor, sabah, akĢam Cenab-ı Hakk'a Ģükrediyordu. Karın gelse o memlekette
korkusuz yürür, gezerdi. Çünkü padiĢah âdil, ahâli ise, toktu. O'nun zamanında kimsenin gönlüne
diken değil, bir gül yaprağı bile dokunmamıĢtı.
BOSTAN
55
Saltanattaki kuvvetiyle diğer padiĢahlara tefevvuk etti. Lt-rafdaki büyükler, hep O'nun fermanına
muti oldular.
Gelelim diğer Ģehzadeye: Bu Ģehzade, tahtını, tacını yükseltmek için ahâli ve köylüden çok vergi
aldı. Tüccarların mallarına göz koydu. Âcizeleri binbir belâya uğrattı. Fakat fakirlere değil, asıl
kendine düĢmanlık etti. Arttıracağım diye ne verdi, ne yedi. Fakat akıllı insan bilir ki, o iyi bir Ģey
yapmıyordu. Cebir ile altınları topluyor, askerlere bir Ģey vermiyordu. Bunun neticesinde askerler
bizar olup dağılıverdilcr. Ġkliminde zulüm yapıldığını duyan tüccarlar alıĢ veriĢi kestiler. Ekin
ekilmez oldu. Ahâli periĢanlıkla kıvrandı. Ġkbal, saadet ondan dostluğu kesince zarurî olarak
düĢman baĢ kaldırdı, Ülkesine yürüdü, ilini bastı, feleğin darbesi onun kökünü kazıdı. DüĢman
atlarının tırnakları yurdunun tozunu göğe çıkardı.
Bu halde kimden vefa umulabilir ki, kendisi hiçbir ahdine vefa etmemiĢti. Kimden vergi, para
isteyebilirdi ki, ahâli kaçmıĢtı.
O kara gönüllü herif kimden iyilik umar ki, beddua onun peĢini bırakmıyordu. Ezelde Ģaki olarak
yaradıldığı için, iyilerin dediklerini tutmamıĢtı.
Ġyiler toplandılar, onun ilini, yurdunu, saltanatını zapteden düĢmana:
«- Sen bahtiyar ol! Zira, o bedbaht, zâlim olduğu için sonu gelmedi. DüĢünüĢü gevĢek, seziĢi
yanlıĢtı. Adaletle olacak Ģeyi zulümde aradı!..» dediler.
Mezkûr iki kardeĢin birisinden iyi ad, ötekinden kötü ad kaldı. Kötülerin sonları hiç bir zaman iyi
olmaz!..
HĠKÂYE
Birisi, bir dalın üzerine binmiĢ, kökünü kesiyordu.
56
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
.11 •'
Bahçıvan gördü, Ģöyle dedi: Bu herif bana değil, kendisine koailük ediyor. Dinlersen her nasihat
yerindedir.
Nasihat ziyan vermez. Dinlersen, sana bir nasihat vereyim: Gücüne dayanıp, kuvvetine güvenip
zayıfları yıkma! Yarın kıyamet gününde bir arpa değmiyen bir fakir, koca bir padiĢahı çeker, ulu
mahkemeye götürür. O gün büyük kalmak istiyorsan, burada küçükleri kendine düĢman yapma.
Çünkü bu saltanat geçince, o dilenci dediğin insan kahır ile eteğine yapıĢır, Zayıflara zulümden el
çek, seni yıkacak olursa utanırsın. Küçüklerin elleriyle yıkılmak, hür ve asîl insanlar nazarında
insanı utandırır. Doğruların arkasından eğri gitme. Doğru söz istersen Sadi'den dinle!
HALLERĠNE RAZI OLAN FAKĠRLERĠN GÖNÜL HOġLUĞU
Saltanattan daha yüksek bir mansıp olamaz deme!.. O rütbe, huzurlu fakirin derecesinden daha
üstün değildir. Yükü hafif insanlar rahat yürürler. Doğru söz budur. Arifler bu sözü kabul ederler.
Eli boĢ kimse yalnız ekmek kaygusu çeker. PadiĢah ise, sırtında koca bir iklimin kaygusunu taĢır.
Fakir, akĢam ekmeğini elde edince, ġam padiĢahı gibi huzur ile uyur.
Kaygu, sevinç her ikisi de geçer. Ġnsan ölünce ikisi de savuĢur gider. Madem ki ölüm var, ha
birisinin baĢında taç olmuĢ, ha birisinin boynunda vergi yükü bulunmuĢ.
Birisi Zühal'e kadar yükselse, birisi de zaruretten zindana girse, ölüm kapısından içeri girince
müsavi olurlar. Ecel her ikisinin üzerine saldırınca, birbirinden tanınmaz olurlar.
PadiĢahlık baĢ belasıdır. Dilencinin adına bakma, asıl padiĢah odur.
BOSTAN
57
ÇÜRÜMÜġ BĠR KAFA ĠLE BĠR ÂBĠDĠN HĠKÂYESĠ
ĠĢittim ki, bir kere Dicle kenarında bir çürümüĢ kafa bir âbide Ģöyle demiĢ:
Ben, buyruğu kendinden ileri gidenlerden biri idim. BaĢımda büyüklük tacı vardı. Felek bana
yardım etmiĢ, nusret arkadaĢım olmuĢtu.
Devlet bazusiyle Irak iklimini zaptettim, az geldi. Kirman vilâyetine de göz diktim. Fakat, Kirman'ı
almadan kirman (kurtlar) baĢımı yediler. Hey âkil kiĢi, kulağından gaflet pamuğunu çıkar ki, benim
gibi ölmüĢ, çürümüĢ bir kafanın nasihati kulağına girsin!.»
ĠYĠ Ġġ ĠLE KÖTÜ Ġġ VE BUNLARIN NETĠCELERĠ
Ġyi iĢli kimseye kötülük uğramaz. Kötülük edenin yoluna iyilik gelmez, kötülük kaynatanın baĢı,
kötülük yolunda gider. Akrep gibi ki, deliğinde az bulunur, deliğine dönmesi az olur. Eğer sende
kimseye fayda vermek hissi yoksa, ha sen ha mermer taĢ, ikiniz birsiniz.
A benim güzel huylu dostum; faydasız kimseyi taĢa benzetmekle hatâ ettin. Çünkü taĢın da,
demirin de, tuncun da faydası vardır. Böyle kimsenin gebermesi iyidir, gebersin. Zira taĢın bile bir
meziyeti, bir değeri vardır. Her insan hayvandan iyi ve Ģerefli değildir. Zira vahĢî hayvanlar, kötü
bir insana müreccahtır. Fakat kötü insan, hayvandan aĢağıdır.
Bir insan yemeden, uyumadan baĢka bir Ģey bilmiyorsa, böyle insan hayvandan nasıl efdal olabilir.
Yol bilen yaya, yol bilmiyen, kılavuzu olmıyan atlıdan evvel menzile varır. Ġyilik tohumunu eken,
muhakkak huzur ve saadet harmanım elde eder.
58
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
Ben ömrümde iĢitmedim ki; kötü bir adamın önüne iyilik gelmiĢ olsun.
ZÂLĠM BĠR KÂHYANIN HĠKÂYESĠ
Bir kâhya vardı. Öyle yedi belâ idi ki, onun korkusundan erkek arslan, diĢi arslan gibi olurdu.
Derken, bu herif kuyuya düĢtü. Ġnsanlar hakkında kötülük düĢünen dâima kötülük görür. Bu kâhya
da oraya düĢünce; aciz ve ıstırap içinde kaldı. Kuyu içinde gece sabaha kadar uyumuyor, can
kurtaran yok mu diye haykırıyor, inim inim inliyordu.
Kuyunun yanından geçmekte olan birisi onun baĢına bir taĢ attı, kafasını yardı ve hem de Ģöyle
dedi:
«- Nasılsın? ġimdiye kadar sen bir kimsenin imdanına koĢtun mu ki, Ģimdi imdatçı arıyorsun.
Daima insaniyetsizlik tohumunu ektin; iĢte Ģimdi de meyvasını topluyorsun. Senin yaralı canına
kim merhem koyacak? Sen dertli gönülleri hiç düĢünüyor muydun? Sen daima bizim yolumuzda
kuyu kazıyordun. ġimdi, kazdığın kuyuyu kendin düĢtün!»
Ġnsanlar için kuyuya iki maksadla kazdırırlar: Ġyi huylu insan susamıĢlara su temin etmek için, kötü
adam da halkı o kuyuya yuvarlamak için.
Kötülük ediyorsan, iyilik umma! Ilgın ağacı yemiĢ vermez! Sonbaharda arpa eken, hasat vaktinde
buğday alamaz! Zakkum ağacını can ile beslesen ondan meyva yiyeceğini ümit etme! Ağu ağacı
hurma vermez. Bu ağacı ektin mi, onun meyvasını bekle!
BOSTAN
59
DOĞRU SÖZLÜ BĠRĠSĠ ĠLE HACCACI ZÂLĠMĠN HĠKÂYESĠ
Naklederler ki, bir ihtiyar adam, Haccacı Zâlim'e hürmet etmedi, ona karĢı mücâdele yolunu tuttu.
O ne'dediyse sözünü delil ile çürüttü. Haccac kızdı, cellâdına emretti:
«- Çabuk,, Ģunun boynunu vur, kanını dök!» dedi. Çünkü âdettir. Zâlim kimse söz ile baĢa
çıkamazsa, hemen suratını asar, cenge baĢlar.
Adam evvelâ güldü, sonra ağladı. Haccac, adamın haline ĢaĢtı: «- Neye güldün, niçin ağladın?»
dedi. Adam Ģöyle cevap verdi:
«- Güldüm, çünkü toprağa zâlim olarak değil mazlum olarak gireceğim. Ağladım, çünkü dört tane
küçük çocuğum var!» Birisi Haccac'a Ģöyle dedi:
«- Ya emîr, Ģu ihtiyardan ne istiyorsun? Vazgeç! Bakınız, birkaç can ona dayanıyor, onun
sayesinde geçiniyorlar. ġimdi bu kadar insanı öldürmek münâsip değildir. Büyüklük yap, bağıĢla,
kerem göster! Kendisine acımazsan yavrucaklarına acı! Sen kendi ailene düĢmanlık ediyorsun!
Çünkü bir aileye böyle bir cezayı reva görüyorsun. Bu kadar gönüle dağ basarak yara açarsan, yarın
kıyamet gününde ceza görürsün!»
Haccac nasihat dinlemedi, adamcağızın kanını döktü. Cenab-ı Hakkın fermanından kim kaçabilir?
Bir büyük zat bu acıklı hâdiseden müteessir olup o geceyi ıstırap içinde geçirdi o gece, maktulü
rüyada gördü: «- Nasılsın, nasıl can verdin?» dedi. Maktul Ģöyle dedi:
«- Cellâdın icraatı bir dakika içinde bitti. Fakat Haccac kıyamete kadar cezasını çekecektir.»
60
ġEYH SÂDĠÎ ġÎRAZÎ
Mazlum uyumaz. Onun ânından kork! Sabah vakti yana yana ettiği bedduadan çekin! Temiz kalpli
mazlumun geceleyin ciğeri yanarak Yarabbi!.. demesinden sakın! ġeytan kötülük etti, iyilik
görmedi. Kötü tohumdan iyi meyva gelmez. Biriyle mücâdele ederken onu Ģerefsiz mevkie
düĢürecek sözler söyleme. Onun kötülükleri hakkında ifĢaatta bulunma. Çünkü, senin de ne gizli
fenalıkların vardır.
YumruklaĢmada çocuklar ile baĢa çıkacak kudrette değilsen, arslan yürekli erlerin yanında nâra atıp
meydan okuma!..
HĠKÂYE
Birisi oğluna Ģöyle nasihat verdi:
«- Çocuğum; aziz, ve muhterem olmak istersen, akıllı insanların nasihatlerini tut; küçüklere cefa
etme! Bir gün senden daha büyüğü gelir ve baĢına belâ olur? Hey aklı eksik! Bir gün karĢına bir
kaplan çıkıp seni parça parça edeceğinden korkmaz mısın?»
HĠKÂYE
Çocukluğumda yumruğum kuvvetliydi. UĢakları, kendimden küçükleri incitirdim. Bir gün benden
kuvvetli birisinin yumruğunu yedim; bir daha zayıflara eziyet etmedim.
DÜġKÜNLERĠ OKġAMAK HAKKINDA
Sakın gafletle uyuma ki, millet reisinin gözüne uyku haramdır. Dâima halkı düĢün, onlarla meĢgul
ol. Zamanın sana galip geleceğinden kork!
BOSTAN
61
Garazdan hâlî olan nasihat, derdi gidermede ilâç gibidir.
HĠKAYE
Naklederler ki, Acem Ģahlarından biri iplik çıbanı çıkarmıĢ ve bu yüzden iğ gibi incelmiĢti. O kadar
zayıf düĢmüĢ ki, emri altındaki vücudlu insanlara haset ederdi. Satranç arasında Ģah her ne kadar
adlı, Ģanlı ise de, zayıflayınca paytaktan aĢağı olur.
PadiĢahın nedimlerinden birisi, padiĢahın önünde yer öptü:
«- PadiĢahımın saltanatın dâim olsun!» duasından sonra, Ģöyle aızetti: «Bu Ģehirde mübarek nefesli
birisi var. Âbidlikte eĢi yoktur. Her kim mühim bir iĢ için yanma giderse, onun nefesi sayesinde
maksadı hâsıl olur. Bu âbid ömründe uğursuz bir iĢ yapmamıĢtır. Gönlü nurlu, ağzı kuvvetli, duası
makbuldür. Ferman buyur, gelsin, dua etsin. Belki Allah merhamet eder de, bu hastalıktan
kurtulursunuz!»
PadiĢah emretti; hademenin büyüklerinden birkaç kiĢi gittiler; o ayağı uğurlu ihtiyarı davet ettiler.
Ġhtiyar âbid geldi. Fakirane bir libas giyinmiĢti. Elbisesi değersiz, fakat içindeki insan pek
değerliydi.
Âbidin geldiğim Ģaha arzettiler.
PadiĢah ihtiyara Ģöyle dedi:
«- Ey akıllı zat, bana dua buyur. Çünkü iğne gibi iplik illetine müptelâyım!»
Ġki büklüm olmuĢ ihtiyar, padiĢahın sözünü iĢitince, kızdı ve biraz dikçe bir sesle:
«- Cenab-ı Hak adalet edenlere merhamet eder!.» dedi, sen de merhamet et ki, Allahın merhametine
nail olasın. Benim duam sana nasıl fayda eder ki, mazlum esirler zindanda zincirler içindedir. Sen
halka acımazsan, devlet ve sal-
62
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
tanat huzurunu bulamazsın. Evvelce yapmıĢ olduğun hatâlardan' tevbe etmeli, sonra iyilerden dua
istemelesin. Mazlumların bedduası arkadan ayrılmazken, iyilerin duası sana nasıl müessir olur?»
Acem Ģahı bu sözleri iĢitince utandı, kızdı, müteessir oldu ve nihayet kendi kendine:
«- Kızmamalıyım; ihtiyar doğru söyledi!..» dedi. Emretti; ne kadar mahpus varsa salıverdiler.
Bundan sonra ihtiyar iki rekât namaz kıldı. Elini kaldırdı, dua etti:
«- Ey gökleri yücelten Rabbım!.. Ona gücenmiĢ, onu derde salmıĢtın. ġimdi onunla barıĢ, onu
kurtar!» dedi.
Ġhtiyar duayı bitirmeden, daha eli duada iken, düĢkün hasta iyi oldu, ayağı kalktı. Ayağında artık ip
görünmiyen tavus gibi sevincinden âdeta uçacaktı. Emretti, hazinesinde ne kadar cevahir varsa
ihtiyarın ayağına, ne kadar altın varsa baĢına saçtılar.
Ġhtiyar o cevahirden eteğini çekti, birisini almadı ve padiĢaha Ģöyle dedi:
«- Bâtıl uğruna hakkı gizlemek yaraĢmaz. Ben vazifemi yaptım. Bir daha iplik çıbanı çıkarmamak
istersen, zulüm ipinin ucuna yapıĢma. Bir kere nasılsa düĢtün, bir daha ayağın kaymasın,
düĢmemeye çalıĢ!
Ey kitabımı okuyanlar! Sadi'den Ģu doğru sözü dinleyin: DüĢen kimse çoğu vakit kalkamaz!..
BAKASI OLMIYAN SALTANAT VE DEVLET HAKKĠNDA
Ey oğul!.. Dünya ebedî kalır bir mülk değildir. Dünya'dan vefakârlık umulmaz!.
BOSTAN
63
Seh3r vakti, akĢam vakti Süleyman'ın tahtı yel üzerinde gezmez miydi? Son ne oldu? Saltanatını
yel götürmedi mi?
ġu halde ilim ile, adalet ile geçen padiĢahlar bahtiyardırlar. Halkın rahat için kim çalıĢırsa, devlet
topunu o çelmiĢ olur.
PadiĢahların toplayıp bıraktıkları değil, beraber götürdükleri (hayır için sarfettikleri) iĢe yarar.
Ġnsanların ıstırapları mukabilinde mes'ud olan insanlar, Ģu yaĢadıkları üç beĢ gün içinde ne safa
sürebilirlerse onunla kalırlar.
ĠġĠN ZEVALĠ, MÜLKÜN ĠNTĠKALĠ HAKKINDA HĠKÂYE
ĠĢittim ki, Mısır'da büyük bir beyin ömrünün gününe ecel asker sürmüĢ. O parlak yanağındaki
güzellik gitmiĢ, gün sonunda sararan güneĢe dönmüĢ.
Mısırın ukalâsı acele îlaç olmadığını bildirdikleri için «Eyvah! Beyimiz ölecektir.» diye üzülüp
duruyorlarmıĢ.
Her taht, saltanat, zevale varır. Zeval görmiyen bir saltanat varsa, Allahın saltanatıdır.
ĠĢittim ki, ömrü gününün geceye yaklaĢtığını gören bey, kesik, kesik, titrek bir sesle Ģöyle demiĢ:
«- Mısır'da benim gibi aziz birisi yoktu. Fakat netice bu olunca, anladım ki, ortada bir Ģey yokmuĢ.
Cihan'ı yığdım, meyvasını yiyemedim. ġimdi hepsini bıraktım; âciz fakirler gibi gidiyorum!»
Aklı baĢında olan insan Dünya'yı kendisi için toplar. Hem yer, hem bağıĢlar.
Bir iĢe çalıĢ ki, öldükten sonra seninle beraber kala! Çünkü senden geriye kalan senin değildir. Sen
yalnız onun hasretini ve ziyâı korkusunu çekersin. Zengin adam, hayatını eriten
64
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
döĢekte (ölüm yatağında) bir elini uzatır, birini çeker. O zaman söylemeye kudreti olmadığından
fikrini sana eliyle anlatmak ister. Yani:
'«- Bir elini lütuf ve ihsan ile uzat; öteki elini de zulümden, hırstan, tamahtan çek!..» demek ister.
ArkadaĢ! ġimdi elinden gelirken iyilik yap! Yoksa yarın kefeni yırtıp elini çıkaramazsın.
Ay, Ülker, GüneĢ, nice zaman parlayacak; sen ise lâhid yastığından baĢını kaldıramıyacaksın.
KIZILARSLANIN BĠR ÂLĠM ĠLE HĠKÂYESĠ
Kızilarslan, sarp bir kaleyi zaptetti. Öyle kale ki, Elvent dağı ile boy ölçüĢürdü; kimseden korkusu,
bir Ģeye ihtiyacı yoktu. Yoluna gelince, gelin hanımların zülfü gibi, büklüm büklüm idi.
Bu kale, nâdir bulunur bir bahçenin üzerinde idi. Sanki lâcivert bir tabak içinde bir yumurta idi.
ĠĢittim ki, huzuru mübarek bir zat, uzak yoldan, Ģahın yanına gelmiĢ. Bu zat herĢeyin hakikatini
biliyor: Dünya'yı gezmiĢ, dolaĢmıĢ, hünerli, gayet fasih, iĢ bilir, hakîm güzel konuĢur, çok bilen
birisi imiĢ.
Kızılarslan ona sormuĢ:
«- Çok yerler gezmiĢsinizdir. Böyle muhkem bir kaleyi nerede gördünüz?»
O zat gülmüĢ:
«-HoĢ kaledir!..» demiĢ, fakat bence muhkem değildir. Senden evvel birtakım kudretli padiĢahların
ellerine geçmedi mi? Onlar burada bir zaman oturup sonra bırakarak gitmemiĢler mi? Senden sonra
da diğer padiĢahların ellerine geçmiyecek mi? Senin ümidinin ağacından onlar da yemiĢ ye-
BOSTAN
65
mileceklermi?..
Pederinin zamanını, saltanatını'yâd eyle de, gönlünü teselli et! Felek pederini bir köĢeye öyle
oturttu ki, bir pula hükmü geçmez oldu. HerĢeyden, herkesten ümidini kesince, Cenab-ı Hakkın
lûtfuna bağlandı.»
Ġyi düĢünen insanın yanında Dünya çörçöp gibi değersizdir. Çünkü her zaman.baĢka kimseye
mekân olmuĢtur.»
HĠKÂYE
Acem ilinde bir meczup, Kisra'ya Ģöyle demiĢ:
«- Ev Cem, mülkünün vârisi! Eğer saltanat, taht Cem'e kalsaydı, sana nasıl nasip olurdu?
Karun'un bütün hazinelerini ele geçirsen, ancak bağıĢladığın kısmım götürmüĢ olursun! Kalanı
burada kalır!..»
Ne zaman ki, Alparslan canını, onu vermiĢ olan Allaha teslim etti, Ģahlık tacını oğlunun baĢına
giydirdiler; O'nu da tahtından alıp toprağa gömdüler.
Evet, Dünya felâket oklarına niĢangâh olduğu için, oturup duracak yer değildir. Buraya gelen
kalmaz, gider.
Alparslan'ın oğlu tahta çıktıktan sonra, bir gün, ata binmiĢ gidiyordu. Bir akıllı divâne onu gördü,
Ģöyle dedi:
«- BaĢ aĢağı olası, yıkılası. Bu Dünya saltanatı ne tuhaf Ģeydir. Babası gibi, oğlu da ayağı özengide!
(gitmek üzere).
Dünya böyledir, çabuk geçer. Zaman vefasız, sebatsızdır. Ġhtiyar birisi gününü bitirince bir talihli
beĢikten baĢını kaldırır.
Cihan'a gönül verme ki, sana yabancıdır. Çalgıcıya benzer. Her gece baĢka bir evde geceler.
Her gece baĢka birinin koynunda yatan kadın dilber de olsa aĢka, gönül vermeye lâyık değildir.
Bu yıl, köy senin iken iyilik yap; çünkü gelecek yıl köy
66
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
baĢkasının olacaktır.
Bir hakîm, Keykubad'a:
«- Saltanatına zeval ermesin!» diye dua etti.
Büyük bir zat bu duaya kusur buldu:
«- Hakîm olan zatın böyle söylemesine ĢaĢarım. Dediği Ģey muhaldir. Hakîme yaraĢmaz bir sözdür.
Feridun gibi, Dahlâk gibi Cem gibi Acem Ģahlarından hangisinin saltanatına zeval ermemiĢtir?
Kimse burada ebedî kalmıyor. Kalmayınca bunu istemek manasızdır!.» dedi.
Duayı etmiĢ olan hakîm cevap olarak Ģöyle dedi:
«- Hakîm olanlar akla, fikre, mantığa uymaz söz söylemezler. Ben o duayı ettimse, onun için ebedî
ömür istemedim, hayra muvaffak olmasını temenni ettim. Eğer padiĢahımız âbid, sâlih yaĢar; doğru
yolu bilir, hak sözü iĢitirse, bu Dünya mülkündün yüz çevirince, otağını öbür mülkte kurar. ġu
halde padiĢahımın saltanatı zevale uğramamıĢ, belki bu âlemden öbür âleme intikal etmiĢ olur.»
Bir padiĢah âbid ise ölümle onun bir Ģeyi eksilmez. O öbür Dünya'da da padiĢahtır.
Hazinesi, fermanı, ordusu, Ģevketi, Ģanı olan, her istediğini elde eden, güzel yaĢayan bir padiĢah,
eğer iyi huylu ise, o her zaman mes'ud ve bahtiyardır. Eğer fakirlere karĢı zalimane hareket ederse
süreceği safa ancak bu yaĢadığı üç beĢ güne münhasır kalır. Fir'avun kötülüğü bırakmadığı için,
saltanatı ancak mezarının baĢına kadar sürebildi!.
GOR PADĠġAHININ HĠKÂYESĠ
ĠĢittim ki, Gor padiĢahlarından birisi, zor ile, köylünün eĢeklerini angaryeye tutturdu. Zavallı
eĢekler yem verilmediğinden ağır yükler altında bir iki gün içinde telef olurlardı.
BOSTAN
67
Kendisini beğenen bir alçağın evinin damı, baĢka-larınındamından yüksek ise aĢağı damlara iĢer,
süprüntü atar.
ĠĢittim ki, o zâlim padiĢah bir kere av için Ģehirden dıĢarı çıkmıĢ; bir av görmüĢ, atını dörtnala
sürmüĢ; bu süratle akĢam olmuĢ; yanındaki insanlardan uzak düĢerek, yalnız kalmıĢ. Yol iz
bilmediği için ĢaĢırmıĢ. Nihayet bir köy görerek, oraya inmiĢ.
Köyde insan tanır, adam sarrafı eski hocalardan bir ihtiyar varmıĢ. Çocuğuna Ģöyle diyormuĢ:
«, Oğlum, yarın Ģehre gideceksin, ama, sakın eĢeği beraber götürme. Piyade git! Çünkü taht
üzerinde değil, tabut üzerinde görmek istediğim Ģu uğursuz, bedbaht padiĢan; Ģeytana kul olmuĢ,
beline kul kemerini bağlamıĢ; zulmünün elinden halkın feryadı göklere yetiĢmiĢtir. O günahkâr,
pis, murdar herif gebermedikçe, cenazesinin arkasından lanetler savrularak cehenneme gitmedikçe,
Ģu koca iklimde onun yüzünden kimsenin gözü rahat, huzur, ferah görmiyecektir. Senin de eĢeğini
zapteteceğini muhakkaktır!.»
Çocuk Ģöyle dedi:
«- Muhterem babacığım! Yol uzak, hem çetin; yayan gi-demiyeceğim. Fakat eĢeği vermek de
istemem. Aklın, fikrin fazla, reyin parlaktır. Bir çare bul. Hem eĢeği götüreyim, hem de
almasınlar.»
Baba biraz düĢündükten sonra, Ģöyle dedi:
«- Buldum, oğlum, buldum: Eline bir taĢ al; hayvanın baĢına, koluna, sırtına birkaç kere vur. BaĢı
kolu kanasın; sırtı yaralı olsun. Böyle yapacak olursan padiĢah böyle eĢeği beğenmez. Ben bu
çareyi Hızır Aleyhisselâm'dan öğrendim. Sana vak'asını anlatayım: Vaktiyle bir zâlim padiĢah
vardı. Denizde gördüğü gemileri gasbederdi. Hızır Aleyhisselâm, Musa Alâyhisselâm ile arkadaĢ
olarak, bir gemiye bindiler. Gemici bunları sevdi. Bunlardan gemi ücreti almadı. Biraz
68
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
açılınca Hızır Aleyhisselâm bir balta buldu. Geminin orasını burasını balta ile kırdı; gemiyi çirkin
bir hale getirdi. Sonra, zâlimler o gemiyi evirip çevirdiler, fakat beğenmediler, bıraktılar. Gemi
yoluna devam etti. ĠĢte Hızır, zahirde fenalık gibi görünen o iĢi, geminin selâmeti için yapmıĢtır.»
Çocuk, babasının emrine itaat etti. Bir taĢ aldı. Zavallı eĢeği iyice dövdü. EĢeğin kolu, kanadı,
ayağı topallandı. (Bu, birinci vak'adır).
Çocuğun babası eĢeği bu halde görünce «Oğlum, iĢte mak-sad hâsıl oldu. ġimdi istediğin yoldan
gidebilirsin.» dedi.
Bunun üzerine çocuk, topal eĢekle kârvana katıldı. Fakat eĢeğe acıyor, padiĢaha ağzına gelen
küfürleri savuruyordu.
Oğlan yola çıktı; babası köyde kaldı. Adamcağız yüzünü göğe tuttu:
«- Ġlâhi, doğruların seccadesi için olsun, bana Ģu zâlimin kahra uğradığım görecek kadar zaman ver.
Eğer, ben onun helak olduğunu görmezsem, mezarımda toprak üzerinde gözüme uyku girmez» diye
yalvardı ve:
«- Gebe kadın, Ģeytan kadar habir bir insan doğuracağına, bir yılan doğursa daha hayırlıdır!..» dedi.
Zulmeden erden, kadın çok daha hayırlıdır. Ġnsan inciten kimseden köpek daha hayırlıdır.
Kadın yapılı, kadın kılıklı ahlâksız çocuk, ahlâksızlık ederse kendinedir. O bile kötülük eden
insandan daha hayırlıdır.
Bir mal düĢmanının elinde sağlam bulunacağına, senin elinde kırık olarak bulunsun, daha iyidir.
O sırada padiĢah, güçlü, kuvvetli, koĢan, yol açan, yol çeken bir eĢek gördü. Derken birisi geldi,
eline bir taĢ aldı, eĢeğe öyle vurdu ki, biçare eĢeğin kemiğini kırdı (Bu ikinci vak'adır).
PadiĢah bu hali görünce, kızdı. ġöyle dedi:
BOSTAN
69
«- Hey, delikanlı! Bu hayvancağızın ağzı dili yok, neye ona böyle zulmediyorsun? Eğer kuvvetli
isen, kendini göstermek için âcizlerin üzerinde kuvvetini deneme.»
PadiĢahın sözü levent gencin hoĢuna gitmedi, kızdı, PadiĢaha karĢı bağırdı: «Sana ne!.. Dövdümse,
eĢeğimi dövdüm, senin atma bir Ģey yaptığım yok. Yürü, eĢeğime karıĢma. Ben bu iĢi nahak yere
yapmıyorum. Sen iĢin aslını bilmiyorsun. Ne lâzım, haydi iĢine git. Nice insanlar var ki, sence
mazur değildir. Fakat hakikati görecek olsan, yapılan iĢin maslahata muvafık olduğunu öğrenir, ona
hak verirsin.»
Delikanlının cevabı, padiĢahın canını sıktı: «ġöyle bakalım: iĢin neden doğru imiĢ, anlat. Aptal
olduğun malûm. Zira sarhoĢsun desem, değilsin. O halde divânesin!»
Delikanlı söze baĢladı, Ģöyle dedi: «Hey câhil, sus. Sen Hızır Aleyhisselâm hikâyesini iĢitmemiĢ
misin? Ona kimse ne divâne, ne de sarhoĢ diyor. Niçin birtakım biçarelerin içinde bulundukları bir
gemiyi kırdı?
PadiĢah Ģöyle bir cevap verdi:
«- Hey zâlim insan. Bilir misin Hızır o iĢi niçin yaptı? Bak sana anlatayım: O denizlere hâkim*
zâlim, bir padiĢah vardı. Onun korkusundan gönüller keder deryası olmuĢtu. Ġnsanlar onun elinden
feryad-ü figan ediyorlardı. Cihan onun elinden deniz gibi coĢup köpürmekte idi. Binaenaleyh Hızır
Aleyhisselâm o yaptığı iĢi, zâlim padiĢah gemiyi olmasın diye, maslahat icabı olarak yaptı. Çünkü
bir mal, bir meta, sağlam olarak düĢman elinde bulunacağına, çatlak, kusurlu olsun da, sahibinin
elinde bulunsun.»
Açık fikirli köylü güldü ve Ģöyle cevap verdi: «O halde hey hey; ben haklıyım. Ben, boĢ yere
eĢeğin ayağını kırmıyorum. Belki bu iĢi, zâlim padiĢahımızın Ģerrinden korkarak yapıyorum.
EĢeğim obada kalsın, benim olsun. Aksak olsun, topal olsun, topallaya topallaya iĢ görsün. Tek
padiĢahın eline geçip
70
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
de, angarye yük çekmesin.»
Tuh böyle devlete, tuh böyle saltanata ki kıyamete kadar laneti mucip olmaktadır. Gebe kadın yılan
doğursun, böyle Ģeytan sıfatlı insan doğurmasın!
Zâlim Ģunu bilmelidir ki, yaptığı zulmü biçâre fakire değil, kendi nefsine yapmıĢtır.çünkü yarın o
iyiliğin, kötülüğün hesabı görülecek günde, fakir o zâlimin yakasına, sakalına yapıĢacaktır.
Mazlum, bütün günahlarını o zâlimin boynuna yükletecek, zâlim ise utandığından baĢını
kaldırmıyacaktır.
Tutayım ki, bugün onun yükünü çekiyor. Yarın o zalim, eĢeklerin yüklerini nasıl çekecektir?
Hakikaten bedbaht kimdir, diye soracak olsan, derim ki,, rahatını baĢkasının zahmetinde,
meĢakkatinde arayan kimsedir.
Sevincini halkın ıstırabında arayan zâlim, ancak Ģu beĢ günlük Dünya'da sürdüğü safa ile kalır.
Zulmü yüzünden insanların ıstırap içinde uykuya daldıkları ölü gönüllü (duygusuz) zâlim, bir kere
uykuya dalarsa, bir daha uyanmasın; bu daha hayırlıdır.
PadiĢah gerek birinci vak'adaki ihtiyarın, gerek bu ikinci vak'adaki delikanlının sözlerini dinledi,
bir Ģey söylemedi. Atını bağladı. BaĢını eğer keçesinin üzerine koydu. Uyumak istedi, fakat bir
türlü uyuyamadı. Bütün gece yıldızları saydı. Merak, endiĢe uykusunu kaçırmıĢtı.
Seher kuĢu ötmeye baĢlayınca, gecenin periĢanlığını unuttu.
Bir taraftan süvariler bütün gece at koĢturdular, iz sürdüler. Nihayet padiĢahın izini buldular.
Geldiler, padiĢahı o meydanda at üzerinde gördüler. Atlarından indiler, yayan olarak koĢtular
huzura geldiler, yerlere eğildiler. Askerin dalgalanmasından yer deniz gibi oldu.
Büyükler oturdular, sofralar kuruldu, yediler, içtiler,
BOSTAN
71
eğlenceli bir âlem geçirdiler. Ġçlerinde birisi vardı ki, padiĢahm eski dostlarındandı ve gece
arkadaĢı, gündüz nedimi idi:
«- PadiĢahım, dün gece ahali (köylü) zat,i Ģahanelerine ne yemek çıkardılar? Çok merak ettik.
Bütün geceyi endiĢe içinde geçirdik!..» dedi.
PadiĢah, baĢına gelen türlü serzeniĢleri bedduaları açıktan söyleyemedi. BaĢını o nedimin kulağına
doğru götürdü, yavaĢçacık kulağına Ģöyle dedi:
«- Dün gece kimse önüme bir tavuk ayağı getirmedi, fakat eĢek ayağı endazeyi geçti.» (EĢek
ayağına çok cefalar yapıldı.)
PadiĢah içmeye baĢladı, sarhoĢ oldu. Dün geceki köylü aklına geldi. Emretti, köylüyü aradılar,
buldular. Elini, kclumı bağlayıp getirdiler, tahtının dibine attılar.
Kara gönüllü padiĢah keskin kılıcını çekti. Zavallı köyıü, kaçmak imkânını bulamadı, anladı ki,
hayatının son da-kikasıdır, hayattan ümidini kesti; aklına geleni söylemeye baĢladı.
Hayattan meyus olanlar güzel sözler söylerler. Görmez misin ki, kalemin ucu kalemtıraĢ ile
kesilinci, kalemin dili daha çevik olur. *<
Köylü baktı ki, hasmından kaçmak mümkün değil: «- Kabirde yatılacak gece, köyde yatılamaz»
dedi. Ümitsiz, baĢını kaldırdı. TirkeĢini boĢaltmaya baĢladı: «- PadiĢahım, sana bedbaht, kötü
diyen, senin zulmünün elinden feryad eden yalnız ben değilim. Binlerce insan hep benim gibi
diyorlar. ġimdi beni öldürürsen bir tek insanı öldürmüĢ olursun. Senin zamanın merhametsizlikle
dolmuĢ, zulmün Cihan'ı tutmuĢtur, niçin bana kızıyorsun? Ben senin huzurunda söyledim, baĢkaları
arkandan söylüyorlar. Son? yalnız benim sözüm mü ağır geldi? Elinden gelirse bütün insanları
öldür. Seni zemmetmem ağrına gittiyse insaf et de,
72
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
zemme sebep olan Ģeylerin kökünü kazı. Mademki zulmediyorsun, adının ilerde iyilikle anılacağını
umma! Sözüm gücüne gidiyorsa, böyle sözleri icap ettirecek iĢler yapma. Senin için bir çare var:
Zulümden çekil. Yoksa, biçare insanı öldürmek, çare sayılmaz. Hayatımdan beĢ gün kalmıĢ. Bunun
da ancak bir iki günü belki rahat geçecek. Farzet, Ģimdi beni öldürürsün, büyük bir Ģey kaybetmiĢ
olmam. Fakat sen kaybedersin. Çünkü kanıma girmiĢ olursun. Zamanı kötülükle geçen zâlim de
kalmaz, bir gün ölür gider; fakat üzerindeki lanet ebedî olarak kalır. Mazlumlar senin zulmünden
uyumuyorlar. Bilmem ki; senin gözün nasıl uyuyor? Dinlersen, sana iyi bir nasihat vereyim;
dinlemezsen muhakkak piĢman olursun. BilmiĢ ol ki, bir padiĢah ne zaman mâkul olur; huzuruna
çıktığı halk takımı onu divanhanesinde överlerse, o zaman mâkul olur. Çıkrık çeviren anneler,
nineler bir padiĢaha lanet okurken, resmî meclistekilerin padiĢahı övmelerinin faydası yoktur.»
Köylü, baĢı üzerinde kılıç olduğu halde, canını kader okuna niĢan ederek, yukarıdaki sözleri
söyledi, bilirdi.
Bu sözler üzerine padiĢah gaflet sarhoĢluğundan ayıldı; mübarek melek onun kulağına yavaĢçacık
seslendi:
«- Bu ihtiyardan elini çek. HoĢ, öldürsen ne olur? Binlerce kiĢiden bir tanesini öldürmüĢ olursun!..»
dedi.
PadiĢah bir zaman baĢını göğsüne doğru eğdi. Sonra, elini salladı:
«- Affettim!» diye haykırdı. Yerinden kalktı, kendi elleriyle onun bağlarım çözdü, baĢını öptü, onu
kucakladı ve büyük bir memuriyete tâyin etti.
Ġhtiyarin ümid dalı meyva verdi.
PadiĢah ile köylünün hali dillerde destan oldu.
Tabiî, iyi olan kimse, doğruların izlerinden gider. Sakın ayıp arayan câhilin arkasından gitme.
Belki, akıllı insanlardan
BOSTAN
73
güzel ahlâk öğren.
Halini, etvarını, gidiĢini düĢmandan dinle, çünkü fenalığın dostun gözünde iyi görünür. Seni
methedenler, dostun değildirler; seni kınayanlar senin dostlarındırlar. Hastaya çeker vermek
günahtır; onun için acı ilâç faydalıdır. SerzeniĢi hoĢ tabiatli dostlar değil, ekĢi suratlı insanlar daha
iyi yaparlar. Bundan daha iyi nasihati sana kimse söylemez. Aklın sana yâr ise, bir iĢaret kâfidir.
MEMUN ĠLE CARĠYESĠNĠN HĠKÂYESĠ
Hilâfet sırası Memun'a eriĢtiği zaman ay yüzlü bir câriye satın aldı.
Bu cariyenin yüzü GüneĢ'e, teni gül fidanına benziyordu. ġivesi, iĢvesi de âkılâne idi.
Elini âĢıklarının kanlarına batırmıĢ, onun için parmaklarının uçları ünnap rengini almıĢtı.
Soğulan baĢtan çıkaran rastıklı kaĢları GüneĢ'e, mukabil kudret yayı (kavs-i kuzah) gibi idi.
Gece oldu. Memun halvete girdi. Fakat o huri yavrusu bebecik, Memun'a râm olmadı. Memun çok
hiddetlendi. Cariyenin baĢını cavza gibi iki parça etmek istedi. Câriye Memun'un kızdığını
anlayınca:
«- ĠĢte baĢım, kes at!. Fakat benimle yatma!» dedi.
Memun sordu:
«- Ne yaptım da seni incittim, benim nemi beğenmedin?»
Câriye: ¦
«- Beni öldürsen, ikiye biçsen, seninle yatamam!» dedi, «çünkü ağzının kokusuna dayanamıyorum.
Kılıç bir kere öldürür, ok bir kere saplanır. Fakat ağız kokusu insanı mütemadiyen öldürür.»
74
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
Cariyeden bu sözü iĢiten Memun acındı, incindi. Bütün gece bu ağız kokmasının çaresini düĢündü,
uyuyamadı. Sabah olunca, gerek Bağdat'ta, gerek baĢka memleketlerde bulunan tekmil ukalâyı,
hükemayı, atıbbayı toplattı. Aralarında muhtelif Ģeyler üzerinde, fakat arada ağız kokması hakkında
da mübahaseler yaptırdı. Bu sayede sezdirmiyerek, ağız kokusunu gidermek için en mühim ilâcı
öğrendi, kullandı, ağız kokusu geçti.
Memun evvelâ cariyenin sözüne kızmıĢtı. Fakat bu söz üzerine tedavi ile, o fena kokudan
konulduğu, ağzı gonca gül gibi güzel kokulu olduğu için, cariyenin sözünden memnun oldu.
Cariyeye sarayda büyük bir mevki verdi. Onun hakkında: «- Bu benim ayıbımı yüzüme karĢı
söyledi; bu benim dostumdur!..» derdi.
Bence,
«- Senin yolunda Ģöyle bir kuyu vardır» diyen adam senin hayırhahındır.
Yolunu ĢaĢırmıĢ bir kimseye: «- Ġyi gidiyorsun!..» demek; büyük zulümdür. Çok kere olur ki,
kendisine ayıbı söylenilmiyen kimse cahillikle ayıbını hüner sayar.
Bir kimse sekmunya lâzım ise ona: -
«- Bal tatlıdır, Ģeker-emsalsizdir!..» demeyin.
Bir eczacı bir gün ne güzel söylemiĢ:
«-Sana Ģifa lâzım ise icabında acı ilâç iç!»
Eğer sana faydalı bir Ģerbet lazımsa, Sadi'den acı nasihat ilâcı al! Sadi'nin nasihati marifet eleğiyle
elenmiĢ, söz balı ile karıĢtırılmıĢtır.
ler.
- Sekemunya- Sekmunya: Bir nevi miishil otudur ki bingöz otu da der-
BOSTAN
75
ZÂLĠM PADĠġAH ĠLE SÂDIK DERVĠġĠN HĠKÂYESĠ
ĠĢittim ki, bir fakir, bir padiĢah huzurunda doğru bir söz söylemiĢ, bu söz o büyük padiĢaha
dokunmuĢ, incinmiĢ. Azametini, kudretini göstermek için, fakiri zindana attırmıĢtı. Fakir,
hapishanede iken, dostlarından biri o fakire gizlice: «- A kardeĢ!., demiĢ «sen de o sözü
söylememeliydin!..» Buna karĢı fakir:
«- Cenab-ı Hakkın emrini tebliğ etmek ibâdettir. Zindandan korkmam, çünkü zindan bir saatlik bir
iĢtir!» cevabını vermiĢ.
Fakir ile dostunun bu konuĢtuklarını birisi duymuĢ ve hemen padiĢaha yetiĢtirmiĢ. PadiĢah gülmüĢ:
- Zavallı, yanlıĢ düĢünüyor; zindan bir saatlik iĢtir, diyor. Bilmiyor ki, o hapishanede ölecektir.»
demiĢ.
Bu söz de padiĢahın kölelerinden birisi tarafından fakirin kulağına fısıldanmıĢ. Fakir o köleye Ģöyle
demiĢ:
«- Tarafımdan padiĢaha söyle. De ki, ben hiç müteessir değilim. Bence zjıten Dünya'nın kendisi bir
saatliktir, ziyade değildir. Beni elimden tutup hapishaden çıkaracak olsan sevinmem. BaĢımı
kesecek olsan ona da gam yemem! Senin hazinen varsa, buyruğun heryerde yürüyorsa; ben de aile
derdi, mahrumiyet ve ıstırap içinde, korku, mihnet içinde bunalmıĢ kalmıĢsam, ölüm kapısından
içeri girdiğimiz zaman bir anda müsavi oluruz. ġu üç-beĢ günlük Dünya devletine gönül verme!
Halkın gönlünün dumaniyle kendini yakma! Senden evvel, senden daha fazla kazananlar
bulunmadı mı? Onlar, zulmederek cihanı yıkmadılar mı? Öyle yaĢa ki, öldüğün vakit seni tahsin
etsinler, iyilikle ansınlar, mezarına lanet sa-vurmasınlar.»
Kötü âdet koymamaya çalıĢ; çünkü kötü âdetler için herkes
76
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
bu âdeti çıkarana lanet olsun der.
Kudret, kuvvet sahibi bir kimse, yücelikte en son noktayı bulsa, akıbet mezar toprağı onu altına
almıyor mu?
PadiĢah ihtiyarın sözlerine kızdı:
«- ġu ihtiyarın dilini ensesinden çıkarın!...» dedi.
Hakikatleri bilen ihtiyar cevap verdi:
«- PadiĢahım, senin bu sözlerinden de korkmam. Dilsizlikten de gam yemem. Çünkü Cenab-ı Hak
gönülden geçen Ģeyleri de bilir. Gerek zaruret çekeyim, gerek zulüm göreyim, sonum hayır olsun
ikisinin de ehemmiyeti yoktur.»
ArkadaĢ! Sonun iyi olursa, çektiğin matem güveyilik yerine geçer.
HĠKÂYE
Bir yumrukçu vardı. Zavallı adam talihsizdi, zaruret içinde yaĢıyordu. Açlıktan ölme derecesine
gelmiĢti. Yumruk ile para kazanmak muhal olduğundan, karnını doyurmak için sırtı ile çamur
taĢırdı. Bu zaruretten çok müteessir oluyordu.
Bazan coĢar, zebunların öldüren felek ile cenkeder; bazan da talihine küser ve ye'se düĢerdi. Halkın
tatlı geçimlerini görür, boğazına acı sular tıkanırdı, zehirlenirdi. Bazan bu periĢan haline ağlar:
«- Bundan daha acı hayatı kim görmüĢtür? Ne adamlar var ki, bal Ģerbeti içiyorlar, tavuk etleri,
kuzu etleri yiyorlar. Bana gelince ekmeğime bir yaprak tereyi bile katık edemiyorum. Adalet
gözüyle bakılırsa ben çıplak kalayım, kedi kürk giysin! Bu doğru bir Ģey değildir. Ne olurdu, bu
çamur iĢiyle uğraĢırken ayağım köklüce bir defineye batmıĢ olaydı! Ne olurdu felek bir cilve
edeydi de elime bir hazine geçseydi. Ben de bir zaman yaĢasaydım, felekten murad alaydım, murad
BOSTAN
77
süreydim. Üzerimden bu mihnet tozunu silkeleyeydim!» der, dururdu.
ĠĢittim ki, bir gün, yumrukçu, toprak kazıyormuĢ. Kazarken toprakta dura dura dağılmıĢ, üzerindeki
diĢler düĢmüĢ bir çene kemiği çıkmıĢ.
Kemik yumrukçuya hal diliyle Ģöyle nasihatte bulunmuĢ.
«- Efendi, fakr-ü zarurete tahammül et! Yarın toprak altında ağzının hali böyle değil midir? Sonucu
böyle olunca, Ģeker yemiĢsin, yahud ciğer kanı içmiĢsin, ikisi birdir. Zamanın iyi, yahud kötü
geçmesini hoĢ gör. Çünkü zaman bizsiz de pek çok dönecektir.»
ÇürümüĢ çene kemiğinin karĢısında bu duygularla sarsılan yumrukçu, gönlündeki kederi bir tarafa
bıraktı; kendi kendine Ģöyle bir hitapta bulundu:
«- Ey akılsız, tedbirsiz nefis! Fakr-ü zaruret yükünü çek. Kendini öldürme! Eğer bir kul, baĢı
üzerinde yük taĢırsa, diğer birisinin de Ģan ve Ģerefle baĢı göğe değerse, her ikisinin de hâli
baĢkalaĢtığı zaman, birincinin baĢındaki yük, ötekinin Ģan ve Ģerefi geçer gider. Bu Dünya'da keder
de, sevinç de ebedî kalmaz. Ebedî kalan Ģey, iĢin karĢılığı ile iyi adıdır.
Ey padiĢah! Ne taht kalır, ne taç kalır, yalnız kerem kalır. Eğer iyi bahtlı isen lütuf ve ihsanda,
keremde bulun! Sana ancak bu kalır. Saltanatına, mansıbına, maiyetinde bulunan insanlara
güvenme. Çünkü senden evvel, senin gibi çokları geçmiĢ, senden sonra da nice senin gibileri
gelecektir.
Devlet sahibi insan, dinin evâmiri (emirleri) dâhilinde hareket etmeye gayret eder. Çünkü Dünya
nasıl olsa geçer gider. Saltanatının karmakarıĢık, altüst olmamasını istersen, saltanatla beraber dini
düĢünmek lâzımdır. Mademki Dünya'yı bırakıp gideceksin, altınları saç, müstahaklarına ver. Nasıl
ki Sadi de böyle yapıyor. Altını olmadığı için, inci saçıyor.
78 ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
NASĠHAT KABUL ETMĠYEN KĠMSEYE KARġI SÜKÛT ETMEK HAKKINDA HĠKÂYE
Naklederler ki, bir zâlim, bir iklime padiĢah olmuĢtu. Onun zamanında insanların günleri, gecesi
gibi idi. Geceleyin onun korkusundan uyku haram idi. Bütün gün iyiler onun elinden dert ve belâda
idiler. Gece olunca, temiz insanlar ellerini kaldırır, ona beddua ederlerdi.
Birtakım insanlar o zamanın bir Ģeyhine gittiler. O zâlim padiĢah elinden zari zari ağladılar:
«- Ey âlim ve güzel reyli zat! Rica ederiz, bu padiĢah yanına git, ona nasihat ver, Allahtan kork,
de!» dediler.
ġeyh, cevap verdi:
«- Yazık değil mi, onun yanında Allahın adını anayım? Çünkü o, bu mübarek adın anılmasına ve
Cenab-ı Hakka âid sözlerin söylenmesine lâyık değildir.»
Hocam, bir kimseyi, haktan bir kenara çekilmiĢ görürsen, öyle kimsenin yanında hak sözünü ortaya
koyma. Alçak insanlara ulûm ve fünundan bahsedilirse, ulûm ve fünuna yazık olur. O gibilere ulûm
ve fünundan bahsetmek, daneyi çorak yere ekmek gibidir.
O gibilere nasihat kâr etmeyince, sana düĢman olur. Can-ü gönülden incinir, seni de incitir.
PadiĢahım, senin âdetin hak üzere yürümektir. Bundan dolayı huzurunda, kemal-i cesaretle haktan
bahsedilebilir.
Ey temiz düĢünceli padiĢah; ben sana hak ne ise onu söyledim. Çünkü Allah ancak adamının
huzurunda haktan bahsetmek kaabildir.
Yüzük taĢındaki mühürün bir hassası var, basılır. Fakat muma basılırsa çıkar, katı taĢa basılırsa
çıkmaz.
Zâlim kimse benden can-ü gönülden incinse taaccüp etmem;
BOSTAN
79
çünkü o hırsızdır, ben bekçiyim. Sen de insaflı, adaletli bir bekçisin. Cenab-ı Hakk'ın hıfz-ü
himâyesi de senin bekçin olsun.
Sayende rahat ediyoruz. Bize minnet yükletsen hakkın var, fakat yükletme! Çünkü, hakikatte
minnet, fazla ihsan, Ģükür, Cenab,ı Hakka mahsustur.
Yüce Allah seni halkın hizmetine memur etmiĢ, seni baĢkaları gibi aylak bırakmamıĢtır. Herkes
çalıĢma meydanında koĢuyor; fakat devlet topunu herkes çelemiyor.
Sen cenneti çalıĢma ile kazanmadın; belki Cenab-ı Hak se'nde cennet ehlinin ahlâkını yaratmıĢtır.
Gönlün aydın ve müsterih olsun. Devletin payidar, derecen yüce, yaĢaman hoĢ, gidiĢin doğru,
ibâdetin beğenilmiĢ, duan kabul edilmiĢ olsun.
PADĠġAHLARIN REYĠ, MEMLEKET ĠDARESĠ
DüĢmana müdâra ile iĢ bitiyorsa, müdâra muharebeden daha iyidir. Kuvvet, ile düĢmanı kahretmek
mümkün değilse ona ihsan, in'am ederek, cemileler göstererek fitne kapısını kapatmak lâzımdır.
DüĢmanın zarar vermesinden kor-kuyorsan ihsan nüshasiyle onun dilini, ağzını bağla.
DüĢman askerlerini taciz etmek için, kale etrafına demir diken dökecek yerde, altın dök. Çünkü
ihsan, keskin diĢi kesmez eder.
Tedbir ile, yüze gülme ile cihanı yenmek mümkündür. Isıramadığıneliöp!
DüĢmana hoĢ görün, onu okĢa, kendine dost yap. Fakat sonra, fırsat bulduğun zaman derisini yüz!
Kemendinden Ġsfendiyar'ın bile kurtulamadığı Rüstem, tedbir ile tutulmuĢ, bağlanmıĢtır.
80
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
DüĢman az bile olsan sakın, ihtiyatlı bulun! Çünkü sel suyu, damla damla yağmurun
toplanmasından hâsıl olur.
DüĢmana kaĢ çatarak onu ürkütme! Çünkü zayıf ise de dost olması daha iyidir.
Bir kimsenin düĢmanı dostundan çok olursa, onun düĢmanı mesrur, dostu mahzun olur.
Kendi kuvvetinden fazla düĢman askerine kendini, vurma, hücum etme! Çünkü neĢter üzere
yumruk vurulmaz.
Hasmın zayıf, sen daha güçlü, kuvvetli isen, düĢmanı ezmeye heves etme! Âcize karĢı kuvvet
göstermek mertlik değildir. Fil kadar kuvvetli, arslan pençeli de olsan, bence sulh cenkten daha
iyidir.
Sulhu devam ettirmek için bütün çareler müfid (faydalı) olmazsa o zaman eli kılıca götürmek caiz
olur.
DüĢman sulh ister, baĢ çevirme. Mutlaka cenk isterse, o zaman da atının dizginin büküp yüz
çevirme! Cenk kapısını düĢman bağlarsa, senin Ģerefin, mehabetin on bin misli artar.
DüĢman cenk ayağını üzengiye korsa (cenk isterse), kıyamette Cenab-ı Hak senden hesap sormaz.
Birisiyle arada kin, adavet hâsıl olursa, onunla cenk için hazırlan. Çünkü kin tutan kimseye dostluk
hatâdır.
Alçak kimseye mülâyemetle, tatlılıkla söylersen kibri artar. O zaman Arap atlariyle, yiğit insanlar
ile düĢmanın tozunu havaya savur.
DüĢman âciz kalarak kapına gelir; dostluk isterse, gönlünden kini, baĢından öfkeyi çıkar. DüĢmanın
tatlılıkla ve âkılâne bir tavırla sana müracaat ederse, onu sert ve gazaplı bir Ģekilde karĢılama!...
DüĢman aman dilerse, kerem göster, keremden ĢaĢma, lütfet! Fakat mekrinden, hilesinden de emin
olma!
Ġhtiyarların reyinden, tedbirinden çıkma. Çünkü yaĢlılar çok
BOSTAN
81
iĢ tecrübe etmiĢtirler. Tunç kaleleri gençler kılıçla, ihtiyarlar akıl ve tedbir ile temelinden yıkıp
zaptederler. Filleri yıkan, arslanları mağlûp eden gençler, ihtiyar tilkinin hilesini bilmezler.
Muharebe üzerinde ordunun merkezinde bulunurken, kaçmayı da aklından çıkarma. Çünkü ne
bilirsin ki, zafer kime nasip olacaktır.
Muharebede asker bozulacak olursa, tek baĢına müdafaa ve mücadele hevesine düĢme, canını ateĢe
atma, sen de bir tarafa kaç!
Ordunun kenarında isen bir tarafa savuĢmaya çalıĢ!.. Orta yerde kalmıĢ isen düĢmanlardan birinin
elbisesini {,ıyin, düĢman neferi gibi görünmeye çalıĢ; bu suretle kendini kurtarmaya bak.
Sen maiyetinle beraber bin kiĢi, düĢman da iki yüz kiĢi olsa, gece olunca düĢman memleketinde
durma! Çünkü geceleyin pusudan çıkan elli kiĢi, beĢ yüz kiĢi kadar heybetlidir.
Geceleyin yola devam etmek istersen, ilk evvel pusu yerlerinden sakın!
DüĢman ile aranızda bir günlük yol kalınca dur, orada çadır kur. O halde düĢman sana tecâvüz
edecek olursa gam yeme. Efrasiyap da olsa; beynini dağıt!.. Bilmez misin ki, düĢman o bir günlük
yolu kat'edinceye kadar kuvveti hayli yıpranır. ĠĢte o zaman sen o yorgun askere hücum et. Bu
suretle câhil düĢman kendisine zulmetmiĢtir.
DüĢmana hücum ettiğin zaman düĢman bayrağını yıkmaya gayret et. Bayrak yıkılınca bir daha
toplanamazlar.
DüĢman bozulduğu zamari onu uzun uzadıya takip etme; olmıya ki, yardımcı kuvvetinden uzak
düĢesin. Hem de düĢmanı çok kovduğun zaman büyük kuvvetin geride kalır. Sizin azlığınızdan
düĢman süvarileri üzerinize atılırlar. Atların ayaklarından çıkan tozlar bulutlar teĢkil eder.
DüĢman
82
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
etrafınızı kargılar, kılıçlar ile kuĢatırlar.
DüĢman bozulduğu zaman askerin ganimet sevdası ile düĢmanın arkasına düĢüp gitmesin. Çünkü
böyle yapılacak olursa Ģahın arkası boĢ kalır. Muharebelerde ordunun canı ise Ģahtır. Binâenaleyh
ordunun Ģahı muhafazası, cenge girmesinden çok hayırlıdır.
SULH ZAMANI ASKERĠ OKġAMAK
Bir dilâver, bir yürekli asker bir kere kükreyip düĢmana saldıracak olursa, haline göre onu terfi
ettirmek lâzımdır. Böyle celâdet gösteren yiğitler terfi ettirilirse, ikinci defa da canlarını ölüme atar;
harpten korkmazlar.
Askeri sulp halinde hoĢ tut ki, sıkıntı zamanında iĢe yarasın. Cenkçi yiğitlerin bugün ellerini öp;
yoksa düĢman kösünü çalmaya baĢladığı zaman el öpmenin faydası yoktur.
ĠĢi düzgün olmıyan asker, muharebe gününde nasıl kendisini ölümlere atar? DüĢmanı tecâvüzüne
karĢı memleketi asker ile, askeri de para ile muhafaza et! Bir padiĢahın askerlerinin kalpleri rahat,
karınları tok ise düĢmanına galip olacağı muhakkaktır.
Askerler kendi baĢlarının diyetini yiyorlar. Yazıktır onlara. Sıkıntı eziyet çektirmemek lâzımdır.
PadiĢahlar, hazinevi askere sarfetmiyelim, yazıktır, derlerse, askerler de:
«- Beyhude kılıca el atmıyalım, bu uğurda hayatımızı feda etmiyelim, yazıktır.» derler.
Eli boĢ, iĢi gücü inlemek olan asker; muharebe gününde ne kadar yiğitlik yapabilir?
BOSTAN
83
Ġġ TECRÜBELĠ YĠĞĠTLERĠ TAKVĠYE HAKKINDA
DüĢman ile cenge yürekli insanları gönder; arslanlarla cenge arslanları gönder.
Cihan görmüĢ insanların reyi ile iĢ gör; eski kurt av avlamasını çok iyi bilir. Kılıç çalan gençlerden
korkma; çok bilen ihtiyarlardan kork! Cihan görmüĢ insan, akıllı olur; zira soğuğu, sıcağı çok
tatmıĢtır. Talihi yâr olan değerli gençler, ihtiyarların reylerinden baĢ çevirmezler. Memleketinin
mâmur olmasını istiyorsan, büyük iĢleri yeni yetiĢenlere verme. Cenklerde çok bulunmuĢ insandan
baĢkasını askere kılavuz yapma. Büyük iĢleri küçüklere buyurma; çünkü örsü yumruk ile kırmak
kabil değildir. Ahaliyi okĢamak, askeri idare etmek oyuncak değildir.
Zamanında büyük iĢlerin baĢarılmasını istersen, iĢ görmemiĢlere iĢ buyurma! Av köpeği kaplandan
yüz çevirmez; fakat cenk görmemiĢ arslan, tilkiden ürker, kaçar.
Kucakta beslenmiĢ insan muharebe görünce korkar; fakat güreĢ tutarak, av avlayarak, top
oynayarak yetiĢen genç cenkçi olur. Hamamda, ılıcada zevk-i safa ile yetiĢen çocuk, muharebe
kapısın^ açık gördüğü zaman korkar.
Ġki kiĢinin yardımiyle ata binen kimseyi, bir çocuk bile vurabilir.
Muharebeden kaçmak isteyeni eğer düĢmanı öldürme-miĢse, sen öldür.
Muharebe gününde kadın gibi muharebeden baĢ çeviren kimseden, ahlâksız çocuklar bile daha
iyidirler.
HĠKÂYE
Oğlunun cenk için tirkeĢini takındığını gören Gürgin peh-
84
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
livan oğluna Ģu güzel sözleri söylemiĢtir:
Kadınlar gibi çabuk kaçacaksan, harbe gidip de yiğitlerin yüzleri suyunu dökme! Bir süvari cenkte
arkasını gösterecek olursa, yalnız kendisini değil, bütün yiğitleri öldürmüĢ olur. Hakikî kahraman
odur ki; cinsleri bir, dilleri bir, sofrada yemek yiyen iki dostun cenk halkasını birlikte düĢtükleri
zaman muharebenin ciğergâhında can-ü gönülden çalıĢır, çarpıĢır ve kardeĢi düĢman eline esir
düĢmüĢ iken kendisi okun önünden kaçmaya tenezzül etmez. Zaten bir ordunun askerleri de
böyledir.
Cenge girenler birbirine yâr değilse, birbirini korumak fikrinde değilse, öyle askerden hayır
gelmez. Askerlerde öyle bir hal görücek olursan, oradan kaçmayı ganimet bil.
HÜNER SAHĠPLERĠNĠ OKġAMAK
Ey memleket fethetmek isteyen padiĢah! Ġki sınıf insanı besle, hoĢ tut. Bu sınıflardan birisi cenk
için hazırlanan erlerdir; diğeri, rey, fikir, tedbir sahibi insanlardır.
Ancak âlimleri, kılıç çalan kahramanları besleyen padiĢahlar, devlete nail olurlar.
Ġnsanlar için iki büyük meziyet var: Biri kalem, diğeri kılıç sahibi olmak. Bu iki meziyetten
hiçbirine sahip olmıyan birisi, ölürse, öldüğüne acıma! Kalem kullananları, kılıç çalanları iyi tut;
onlara riâyet et! Çalgıcı makulesine meyletme, onlar kadın taifesi gibidir. Hayır gelmez.
DüĢman cenge hazırlanırken beri tarafta çengilere cenk çaldırmak, sakilere bayılmak erkeklik
değildir.
Devletli insanlar için oyun da fenadır. Oturup da oyun ile meĢgul olan devletlerin devletleri, bir
oyunla ellerinden gitmiĢtir.
BOSTAN
85
HER HALDE DÜġMANDAN SAKINMAK HAKKINDA
DüĢman cenk açtığı zaman kork demem; belki düĢmanın sulh halinde bulunduğu zaman daha
ziyade kork, derim. Çünkü nice insanlar vardır ki, gündüz sulh âyetini okur; fakat gece olunca
uykuda bulunanların üzerlerine hücum eder.
Cengâver yiğitler zırhlariyle toprak üzerinde uyurlar. DöĢek kadınların hâbgâhıdır. Kılıç çalan
yiğitler çadır içinde bile, kadınların evde uyudukları gibi çıplak uyumazlar.
DüĢmanın apansız, habersiz hücum etmesi ihtimaline binâen sen de daima gizli gizli harbe
hazırlanmalısın.
Sakınmak, ihtiyatlı bulunmak iĢ bilen yiğitlerin iĢidir. Karakol, ordunun tunçtan yapılmıĢ duvarıdır,
surudur.
DÜġMANLARI REY VE TEDBĠR ĠLE DEFETMEK HAKKINDA
Fenalık düĢünen, fakat düĢündüğü fenalığı yapmaya kudreti olmıyan iki düĢman arasında emin,
rahat, oturmak akıî iĢi değildir. Çünkü eğer o iki düĢman ittifak edecek olurlarsa o zaman kısa elleri
uzun olur.
Ġki düĢmanın varsa iptida hile ile birisini meĢgul et! O rahat otururken ötekinin kökünü kazı!
Bir düĢman muhakkak harbetmek, isterse, onun kanını âkıiâne bir surette dökmek için git; onun
düĢmanı ile dost ol! Bu suretle onun gömleği vücûdüne zindan olur.
DüĢman askerinin arasına muhalefet düĢecek olursa, sen kılıcı kınına koy!
Kurtlar birbirine düĢtükleri zaman, koyunlar aralarından rahat geçerler.
Bir düĢman diğer düĢman ile uğraĢacak olursa, sen dost-
86
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
larınla, huzuru kalp ile muhabbet et!
DÜġMANA TATLILIK GÖSTERMEK HAKKINDA
Cenk için kılıcı çektiğin zaman bir taraftan da gizlice, barıĢmak yolunu araĢtır.
Ordular çeken, tulgalar paralayan kumandanlar zahiren harp ederlerse de; gizlice musaleha ararlar.
Meydanı tutan yiğidin gönlünü ele al, onu okĢa! Tâ ki, lüzumu takdirinde top gibi ayağına düĢsün;
baĢını yoluna koysun.
DüĢmanın kumandanlarından biri ele geçince ağır davran; hemen öldürme. Çünkü düĢman
tarafından olduğu gibi, senin tarafından da bir büyük adam esir düĢebilir. Eğer sen düĢmanın esir
düĢen büyüğünü öldürürsen, onlar da, senin adamım öldürürler. Bir daha onu göremezsin.
Esir tutulup bende çekilenlere cefa eden kimse, zamanın kendisini de o hale getireceğinden
korkmaz mı? Bendlere çekilen esirlere o kimseler iyi muamele ederler ki, kendileri de vaktiyle öyle
bendlere çekilmiĢ (kolları bağlanmıĢ) olurlar.
DüĢman büyüklerinden biri gelir sana tâbi olursa, onu hoĢ tut. Çünkü onu gören birisi daha gelir.
ĠHKIYAT EDEN DÜġMANDAN SAKINMAK HAKKINDA
DüĢmanın akrabasından birisi sana dost olursa, hilesinden kat'iyyen emin olma, çünkü akrabalığı,
dostlukları hatırına geldikçe, içi sana karĢı kin ile dolar.
DüĢmanın tatlı sözüne aldanma. Bal içinde zehir bulunması mümkündür.
BOSTAN
87
Kendi dostlarını bile düĢman farzederek ihtiyatlı davran kimse, düĢmanın fenalığından ve
zararından kurtulur.
Herkesi yankesici zanneden kimse, kesesindeki inciyi kaptırmaz.
Beyine karĢı gelen bir askeri, bir daha hizmette kullanma! Çünkü beyinin nimetini bilmiyen, ona
nankörlük eden, sana da nankörlük yapsa gerekir. O gibi bir askeri hizmette tutmaya mecbur
olursan, ahdine, yeminine inanma! Onu daima gizlice göz altında bulundur.
Hizmete yeni girenlerin iplerini uzat, onları pek sıkma. Ġpi koparacak olursan kaçar gider, bir adam
kaybetmiĢ olursun.
DüĢman iklimini muhasara ile, cenk ile zaptettiğin zaman memleketin zabıta vazifesini o
memleketin zindanında mahpus olanlara ver. Çünkü onların yürekleri yanıktır. DiĢlerini zâlimin
boğazına batırır, kanını içerler.
DüĢman elinden bir hisarı, bir Ģehri aldığın zaman ahalisini eski sahibinden daha güzel, daha ferah
tut!
Böyle yapacak olursan, o düĢman kıyam edecek olsa, onu o ahali tepeler.
Aldığın Ģehrin halkını inciterek:
«- DüĢman geldi, kapıya dayandı. DüĢman girmesin!..» diyerek kapıları kapama! Çünkü senin
düĢmanının ortakları Ģehir içindeki ahalidir.
SIR SAKLAMAK HAKKINDA
DüĢman ile cenk etmek istediğin zaman, tertibatım gizli gizli ikmale çalıĢ! Fakat niyetini gizli,
sakla, kimseye anlatma!
Sırrını herkese açma! Bir sofrada yemek yiyen iki dosttan birisinin diğeri aleyhinde casusluk
ettiğini çok gördüm.
88
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
Derler ki; Ġskender, Doğuya sefer açmak istediği zaman, çadırını Batı tarafına kurdururdu.
Behmen ġah, Zabilistan'dan hareket ettiği zaman, sola gideceğim diye etrafa yaydı; fakat sağa gitti.
Maksadının ne olduğunu senden baĢkası bilirse, öyle reye, öyle bilgiye ağlamak gerektir.
Kin tutarak herkesle cenk etmeden ise, kerem göster ki, âlemi hükmün altına alasın.
Bir iĢ mülâyemetle, tatlılık ile hâsıl olacak ise, sertlik, inatçılık göstermek mânâsız olur.
Gönlünün dertli olmasını istemezsen, dertli gönülleri dert-r lerinden kurtar.
Yalnız askerlerin kuvvetli kollarına güvenme! Âciz zan-nolunan iyi kimselerden de himmet iste!
Sana ümit bağlamıĢ zayıfların duaları, babayiğitlerin kollarından daha ziyade iĢ görür.
Allah adamlarından himmet alan kimse Feridun'a karĢı cenk açsa, onun da hakkından gelir.
ĠKĠNCĠ BOLUM
ĠYĠLĠK HAKKINDA
Akıllı isen, herĢeyin mânâsına meylet!. Çünkü suret kalmaz; lâkın mânâ kalır.
Kimde ki ilim, cömertlik, Allah korkusu yoksa, o kimse mânâsız kuru bir surettir.
Kimin hayatında halk rahat uyursa, o adam doprak altında rahat uyur.
Âhiret azığını hayatında kendin tedarik et! Çünkü sen öldükten sonra akraba hırsa kapılır; senin
ruhun için hiçbir iyilikte bulunmazlar.
Altını, nimeti elinde iken bugün sen ver! Sen öldükten sonra bunlar * elinden çıkar, sahip
olamazsın! Istırap çekmemek istersen, ıstırap çekenleri hatırdan çıkarma! Bugün hazine elinde iken
lâzım gelen yerlere çabuk dağıt, yarma bırakma! Çünkü yarın anahtar elinden çıkmıĢ olur. Azığını
bugün sen kendin götür. Öldükten sonra karından, çocuğundan Ģefkat bekleme!
Azığını öbür JDünya'ya kendi götüren kimse, devlet topunu çelmiĢ demektir.
Sırtımı beni düĢünerek ancak kendi tırnağım kaĢır, baĢkası kaĢımaz.
Ne gibi servetin varsa avucunun ortasına koy. Verilecek yerlere ver! Veremezsen, yarın diĢinle
elinin arkasını ısırırsın.
90
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
Fakir olan kimselerin sırrını sakla! Onların kusurlarını set-retmeye çalıĢ ki, Cenab-ı Hak da senin
kusurlarını setir buyursun.
Kapına bir garip gelirse, eli boĢ gönderme. Allah göstermesin belki bir gün sen de garip olur,
kapıları dolaĢırsın.
Büyük kimse, bir gün kendisinin de baĢkasına muhtaç olacağını düĢünerek, muhtaç olanlara iyilik
eder.
Gönlü yaralı olanların hatırlarını sor, onlara bak. Belki bir gün sen de o vaziyete düĢersin.
Muztar kalmıĢ insanların gönüllerini sevindir. Belki bir gün sen de muztar kalırsın.
Sen ki bir Ģey istemek için kimsenin kapısına gitmiyorsun, buna Ģükran olmak üzere, kapıya gelen
dilenciyi kovma.
ÖKSÜZ OKġAMAK, HALĠNE ACIMAK HAKKINDA
Babası ölmüĢ çocuğu himaye et, tozunu silkele, bir yerine diken batmıĢ ise çıkar!
Öksüzün ne derece âciz olduğunu bilir misin? Hiç öksüz ağaç neĢvünema bulabilir mi?
Bir yetimi baĢını eğmiĢ, düĢünceli, meyus gördüğün zaman, sen kendi çocuğunun yüzünü öpme!
Yetim ağlarsa nazım, kim çeker? Öfkelenirse öfkesini kim hoĢ görür? Aman yetim ağlamasın,
çünkü o ağlarken arĢıâlâ titrer...
Yetime merhamet göster, gözünün yaĢını sil! Yüzünden toz toprak varsa, onu Ģefkatle temizle.
O yavruyu himaye eden babası ölmüĢ ise, onu sen gölgende besle.
Babam beni oğlum diye kucakladığı zaman kendimi taçlı bir
BOSTAN
91
padiĢah sanırdım. Üzerime bir sinek konsa idi, babam hâne halkının hepsini haslardı. ġimdi o
haldeyim ki, beni düĢmanlar esir alacak olsalar, bir dostum yok ki, yardımıma koĢsun.
Ben yetimlerin derdinden anlarım. Çünkü pederim beni çocukluğumda yetim bırakmıĢ, gitmiĢtir.
ÖKSÜZLERE ĠYĠLĠK ETMEK HAKKINDA
Birisi, bir öksüzün ayağına, batmıĢ olan bir dikeni çıkardı. Vefatından sonra Sadri Hoca namındaki
büyük Ģeyh o kimseyi rüyada gördü. Baktı ki, cennet bahçelerinde salınıyor.
.«- O, bir diken yüzünden benim için ne güller bitti» diyordu.
Elinden geldiği kadar merhamet et ki, zahmete duçar olduğun zaman herkes de sana acısın!
Birisine iyilik ettiğin zaman:
«- Ben efendiyim, beyim; o bana muhtaçtır!» diye kendini büyük görme. Zaman, o muhtaç kimseyi
vurmuĢ deme! Zira vuran kılıç henüz kınına girmemiĢtir; mümkün ki seni de kılıçlar.
Devletine dua eder binlerce kiĢiyi gördüğün zaman, sen kimsenin eline bakmadığın halde birçok
insanlar senin eline bakıyorlar diye Cenab-ı Hakk'a Ģükret.
Bir kitapta, kerem büyüklerin âdetidir, diye okumuĢtum. Hayır, yanlıĢ söyledim, peygamberlerin
âdetidir.
ĠBRAHĠM ALEYHĠSSELÂMIN HAVASS VE AVAMA KARġI KEREMLERĠNDE DÂĠR
HĠKÂYE
ĠĢittim ki, Ġbrahim Aleyhisselâm'ın misafirhanesine bir hafta misafir gelmemiĢ. O mübarek zat,
belki bir misafir gelir
92
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
diye beklemiĢ ve yemeğin vaktini geçirmiĢ.
Misafir gelmediğini görünce, evinden çıkmıĢ, derelere, tepelere, yollara, her tarafa bakınmıĢ.
Kırda saçı sakalı kar gibi ağarmıĢ, söğüt gibi bir ihtiyar görmüĢ. Ġhtiyara iltifat gösterip, merhaba
demiĢ ve kerîm insanların âdeti veçhile:
«- Gözümün bebeği! Tenezzül buyurun, yemeği bizde yiyelim!..» diye teklifte bulunmuĢ.
Ġhtiyar, Ġbrahim Aleyhisselâm'ın ahlâkını bildiği için teklifini kabul ile, birlikte yürümeye baĢlamıĢ.
Ġbrahim Aleyhisselâm misafirhanesinde bulunan adamları, o gösteriĢsiz ihtiyarı izzetle
karĢılamıĢlar.
Ġbrahim Aleyhisselâm emretmiĢ, sofra yayılmıĢ, mevcud misafirler sofraya oturmuĢlar. Yemeğe
baĢlarken bütün cemaat «Bismillah!..» dedikleri halde, ihtiyardan ses çıkmamıĢ. Bunun üzerine
Ġbrahim Aleyhisselâm: «Ey çok yaĢamıĢ adam! Ġhtiyarlar dinlerine sâdık olurlar. Allaha yana yana
dua ederler. Sende bundan eser görmüyorum. Niçin susuyorsun? Yemeğe baĢlanırken Cenab-ı
Hakkın ismi Ģerifini söylemek, yemeğin Ģartı değil midir?» demiĢ. Ġhtiyar cevap olarak:
«- Puta tapan pirimden böyle bir Ģey söyleneceğini iĢitmemiĢmidir. BaĢka türlü de hareket
edemem!..» demiĢ.
Ġbrahim Aleyhisselâm, bedbaht ihtiyarın mecusî olduğunu anlamıĢ. Ġslâmiyet'e yabancı olduğu ve
temizler indinde münkir murdar addedildiği için ihtiyarı kovmuĢ.
Bu hâdise üzerine Cebrail Aleyhisselâm, Cenab-ı Hak tarafından gelip, Ġbrahim'e heybetle hitap
etmiĢ:
«- Ya Ġbrahim! Ben o ihtiyarı yüz senedir yaĢatıyorum, rızkını veriyorum. Sen ondan iğrendin, ona
bir övün yemek vermedin. O, ateĢe tapıyorsa sana ne? Sen ondan kerem elini niçin çektin?» diye
ağır bir itap getirmiĢ.
BOSTAN
93
Rivayete göre, bu itab-ı ilâhî üzerine Ġbrahim ihtiyarın arkasından koĢmuĢ, çok özür dilemiĢtir.
Ġhtiyar bu özrün sebebini sormuĢ, Ġbrahim anlatmıĢ.
Bunu iĢiten ihtiyar: «Ne yüce Allahdır ki, benim gibi bir âciz ihtiyar için peygamberine itap ediyor.
Ġbrahim'in dini ne güzei dindir!..» diye ateĢperestliği terk ile müslüman olmuĢtur.
ĠYĠYE, KÖTÜYE ĠHSAN ETMEK HAKKINDA
Lütuf ve ihsanı bir kese içine koyup ağzını düğümleme! Ġhsanını kimseden esirgeme. Bu riyacadır,
öteki hilecidir, deme. Varsın öyle olsunlar, sana ne? Akıl, yahud Ģeriat, dini Dünya'ya satmaya
fetva vermez. Bununla beraber, birisi dini Dünya'ya satarsa, sana ne? Tefsirci bir âlim ilmini ekmek
mukabilinde satıyorsa, kendini ziyan eder, sana ne? Bunlar mallarını ucuza sattıkları için bunlardan
satın almak akıl kârıdır. Çünkü akıllılar daima ucuz satanlardan alırlar.
ÂBĠT ĠLE CERRAH BĠRĠSĠNĠN HĠKÂYESĠ
Bir dil ebesi ihtiyar bir âbid'e geldi ve:
«- Bir çamura battım, âciz kaldım. Çıkamıyorum: Bir soysuz adama on akça borcum var. Bu
borcun en küçük parçası bana bir batman kadar ağır geliyor. Gece olunca, hep o borcu
düĢünüyorum, uykum kaçıyor; gündüz olunca alacaklı gölge gibi arkamdan ayrılmıyor. Acı sözler
söyleyerek gönlümü yara içinde bırakıyor. Gelip gitmeden kapımın eĢiğini aĢındırıyor. Sanki
anasından doğdu doğalı Allah ona bu on dirhemden baĢka bir para vermemiĢ. Din defterinden elif
okumamıĢ, nahiv okumuĢsa da «gayri munsarif» babından baĢkasını bilmiyor. Hergün GüneĢ doğar
doğmaz bu kaltaban derhal
94
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
gelir, kapıyı çalmaya baĢlar. ġaĢırdım, kaldım. DüĢünüyorum. Hangi cömert adam bana
yardım'edip beni bu taĢ yürekli insandan kurtarır?» dedi.
Mübarek ihtiyar, bu sözleri iĢitince o adama iki altın verdi. Bu palavracı altınları alır almaz, yüzü
taze altın gibi gülerek odadan çıktı, gitti.
Orada hazır bulunanlardan birisi, Ģeyhe Ģöyle dedi: «- ġeyhim, bu adam kimdir, bilir misin? Bu
öyle değersiz bir insandır ki, ölse ona ağlamak caiz değildir, bu öyle hilekâr bir dilencidir ki, erkek
arslana eğer vurur. Ebu Zeyd Süruhî'ye at sürer, onu mat eder.»
Bu söz üzerine âbit kızdı:
«- Sus!» dedi, «sen daha söze karıĢacak adam değilsin ve söylenenleri dinleyecek mevkidesin. Sen
iĢin felsefesini iyi düĢünmüyorsun. Burada iki ihtimal vardır: Eğer, bu adam benim zannettiğim
veçhile doğru söyledi ise, ona, ben para vermekle, onun Ģerefini kurtardım ve eğer bu adam cerrar,
riyakâr ise beni aldattı sanmayın. Belki öyle yavuz, boĢboğaz bir cer-rahdır; o takdirde kendi
Ģerefimi muhafaza etmiĢ oldum.»
ArkadaĢ! Ġyiye, kötüye para ver! Verdiğin kimse iyi ise hayır kazanmıĢ olursun, kötü iĢe Ģerrini
defetmiĢ olursun.
Bahtiyar odur ki; akıllılar ile düĢe kalka ehl-i dillerin ahlâklarını öğrenir.
Eğer aklın, fikrin, tedbirin varsa, Sadi'nin nasihatini ehemmiyetle dinlersin. Sadi baĢka Ģâirler gibi,
bütün zamanını güzellerin gözleri, zülüfleri, yanakları, benleri hakkında söz söylemekle geçirmez.
Böyle nasihat, hikmet kabilinden olan manzumelere de çok ehemmiyet verir.
BAHĠL KĠMSE ĠLE HAYIRLI ÇOCUK HĠKÂYESĠ
Birisi öldü, yüz bin altın bıraktı. Akıllı, hayırlı bir çocuğu
BOSTAN
95
vardı: Bu çocuk bahiller gibi altını sıkı tutmadı. Mala, mülke meyletmiyen insanlar gibi paraya
tapmadı. Kapısı fakirlerden, konağı misafirlerden hâli değildi. Babası gibi altını keseler için
hapsetmedi, verdi, dağıttı, akrabanın, yalancıların, hepsinin gönlünü hoĢ etti.
Biri onu ayıplayarak:
«- Ne yapıyorsun! Malını, mülkünü birden dağıtıp kendini periĢan mı edeceksin! Altın, mal, nân-ü
nimet payidar olmaz. Bir hikâye var: AnlaĢılan sen o hikâyeyi iĢitmemiĢsin.» dedi.
Çocuk:
«- Nasıl hikâyedir?» diye sordu.
Adam anlatmağa baĢladı:
«- ġu günlerde iĢittim ki, bir zâhid kendi çocuğuna Ģöyle demiĢ: Ey babasının canı, bekâr yaĢa;
evde ne varsa fıkaraya ver. Cömert ol, Dünya malına kıymet verme.»
Çocuk tecrübe görmüĢ, ileriyi görenlerden imiĢ. Babasına teĢekkürden sonra, Ģöyle demiĢ:
«- Bir harman, bir senede vücûda gelir. Onu bir dakikada yakmak insanlığa yakıĢmaz.
Zarurete katlanamazsan, geniĢlik vaktinde hesaplı hareket et!» *..
TEMSĠL
Bir kere bir köylü hanım, kızına Ģöyle demiĢ ve pek güzel söylemiĢti:
«- Kızım! Varken yokluk günü için zahire sakla. Kırbayı, tulumu dolu bulundur. Çünkü köyde dere
her vakit akmaz!»
Para ile âhiret kazanmak, altın ile arslanın pençesini bükmek mümkündür. Elin dar ise, yâhir
huzuruna gitme. GümüĢün varsa gel ve getir. Eğer elin boĢ ise, yâr ayağının bastığı toprağa yüzünü,
gözünü de sürsen sana cevap ver-
96
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
mez. Altın sahibi insan devin gözünü çıkarır. Elin boĢ ise, güzel yüzlülerin etrafında dolaĢma.
Çünkü parası olmıyan kimsenin, onların nazarlarında hiç bir kıymeti yoktur. Eli boĢ kimsenin
ümidi hâsıl olmaz. Paran varsa çok devin gözünü çıkarabilirsin.
DüĢmanın Ģerrini düĢün de, dostlar üzerine altın saçma! Eğer bütün varını onlar uğrunda israf
edecek olursan, ihtiyaç zamanında elin boĢ kalır. Tekmil dilencileri doyurup ĢiĢman yapamazsın;
korkarım ki; sen cılız, sıska olursun.
Ġyilik sevmeyen, iyiliğe mâni olan, bahil bu hikâyeyi, bu temsili, bu sözleri söyleyince, cömerdin/
damarındaki kan Ģiddetle harekete geldi. Kendisini ayıplayan bu münasebetsiz adamın sözüne
kızdı, Ģöyle cevap verdi:
«- Sen hezeyan ediyorsun. ġu benim bugün mâlik olduğum servet, pederimin bana deyiĢine göre
dedemden kalmıĢtır. Dedem ve babam hakikatte bu serveti muhafaza etmiĢlerdir; ölürken hasretle
ölmüĢ ve bırakıp gitmiĢler. Pederime intikal eden bugün bana geçti: Benden de oğluma geçecektir:
Ġyisi odur ki, bugün bu malı muhtaç olanlara vereyim, yesinler. Çünkü yarına kalırsa, benden sonra
oğlum, akrabam yağma ederler.»
Ey cömert! Ye, giyin, ihsan et; halkın refahına çalıĢ. ġunun bunun için neden saklayacaksın?
Akıllı insanlar mallarını, paralarını öbür cihana giderken beraber götürürler. Hasislerdir ki, hasretini
çekerek burada bırakır giderler.
A benim canım! Âhireti Dünya ile satın almak mümkün iken al! Yoksa, fırsat geçer, alamaz,
hasretle ölürsün.
Altın, mal, iĢe yarar pek değerli Ģeylerdir. Lâkin, âhiret sarayının duvarlarını yaldızlamak için.
O bahil adamın çocuğu parayı, malı öyle yedi, öyle bağıĢladı bitirdi ki; bakanlar malından
mülkünden bir eser
BOSTAN
97
görmediler. Herkes o çocuğa:
«- Aferin sana; cömertsin, âlicenapsın, hak yoluna para döktün, iyi iĢler yaptın!» diye meth-ü
senalarda bulunurlardı.
O ise bu meth-ü senadan sıkılır, baĢını yakasına çeker:
«- Meth-ü senaya değer ne yaptım!» diye utanır ve:
«-Cenab-ı Hakk'ın lûtfuna dayanıyorum. Çünkü insanın kendi iĢine dayanması hatâdır!..» derdi.
Tarikat iĢte bundan ibarettir: Ġyi iĢli olmalı, kendisini daima kusurlu görmeli. ġeyhler bütün gece
ibâdet eder: Seher vakti olunca kimse görmesin diye seccadeyi büker, kaldırırlar.
Erenlerin sözlerini erlikle dinle! Sözü Sadi'den değil, Sühreverdî'den dinle:
«- ġu üzerinde gemide birlikte gittiğiniz zaman mürĢidim, Ģeyhim ġahabüddini Sühreverdî bana iki
nasihat vermiĢti:
1- Kötü görenler, kötülük beğenenler arasında bulunma;
2- Kibirli, kendini beğenmiĢ olma!»
ĠĢittim ki, Ģeyhim, cehennemlikler hakkında nâziî olan âyetleri okurken ağlarmıĢ.
Bir gece, bilirim, müĢarünileyh Sühreverdî Hazretleri cehennemin korkusundan sabaha kadar
uyumadı; sabah vakti de Ģöyle diyordu: *!
«- Ne olurdu, cehennemi ben dolduraydım da, baĢkaları kurtulsaydı.»
HĠKÂYE
Bir vakit bir kadın, kocasına Ģikâyet etmiĢ;
¦«- Efendiciğim; ekmeği bir daha bu mahallenin bakkalından alma! Buğday ekmeği satanlardan al:
Bu adamcağız buğday gösterip arpa satıyor. Yani bizi aldatıyor. Dükkânına müĢteri yerine sinekler
üĢüĢüyor ve o derece ki, sineklerden dolayı bir
98
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
h^fta yüzünü kimse görmüyor.»
Kocası, hareminin hatırını kırmamak için, mülâyemetle cevap vermiĢ:
«¦- Gözümün nuru hanımım, rica ederim, bu bakkalın ekmeğiyle kanaat edelim. BaĢka yerden
almıyalım: Çünkü, bu adam bu mahallede bulunan insanlara güvenerek bu dükkânı tutmuĢtur. Onu
istifadesinden mahrum etmek, mürüvvete münâfidir.»
ArkadaĢ! Âlicenap, iyi insanların yolunu tut! Sen ki ayaktasın, düĢmüĢ insanı kaldırmak için elini
tutuver. Ġyilik etmeğe bak: Allah dostları, daha ziyade kimsenin uğramadığı, alıĢ veriĢ etmediği
dükkândan alıĢ veriĢ ederler.
Cömert insan, doğrusunu istersen velîdir. Çünkü cömertlerin piri, ġah-ı Merdan Hazreti Ali'dir.
KENDĠNĠ GÖREN ÂBĠDĠN HĠKÂYESĠ
ĠĢittim ki, bir âbid, Hicaz yolunda her adımda iki rekât namaz kılardı. Hak yolunda o kadar aĢk ve
Ģevk ile giderdi ki, ayağına batan devedikenini çıkarmazdı.
Âbit bu yolda devam etmekte iken kendini beğenmeğe baĢladı, gurur getirdi. ġeytan ona:
«- Kimse senden daha güzel bir surette ibadet, hareket edemez!..» diye vesvese verdi, onu kuyuya
düĢürdü. Eğer ona Cenab-ı Hakkın lûtfu, keremi eriĢmeseydi, kibir ve gurur, onun baĢını doğru
yoldan çevirirdi.
Kayıptan bir hatif, o âbide seslendi:
«- Ey iyi talihli, güzel huylu kimse, yaptığın ibâdet ile Cenab-ı Hakk'a lâyık bir hediye takdim ettin
sanma! Bir iyilik ederek, bir gönül her menzilde bin rekât namaz kılmaktan ef-daldir.»
BOSTAN 99
KENDĠSĠNĠ DÜġÜNEN ÂBĠD HĠKÂYESĠ
Çin PadiĢahının bir çavuĢu vardı. Bir gün hanımı ona Ģöyle dedi:
«- Mübarek adam, haydi kalk, yiyecek bul. PadiĢahın mutfağına git, çocuklara yiyecek getir. Bak,
çocuklar uyandılar, gözleri yoldadır.»
ÇavuĢ Ģöyle cevap verdi:
«- Hanım, bugün mutfak soğuktur. Bugün mutfakta yemek piĢmez; çünkü padiĢah bugün
oruçludur.»
Kadın çavuĢtan bu sözü iĢitince mahzun oldu, baĢını önüne eğdi. Yokluktan gönlü yaralı olarak,
kendi kendine:
«- PadiĢah bu oruçtan ne bekler ki? Nafile oruç tutup da ne olacak? Onun iftar etmesi, çocuklarım
için bayramdır.»
Fazla oruç tutmayıp da iyilik yapan, parasını saklayıp da yıl on iki ay oruç tutan kimseden daha
iyidir.
Bir fakire kuĢluk yemeği veren adam oruç tutabilir.
Böyle olmadıktan sonra zulmet çekmeğe ne lüzum var. Yiyeceğini kendinden kısıyorsun, yine
kendin yiyorsun.
Halvete çekilen bir takım câhillerin hayalâtı, onlara küfür ile dini birbirine 'karıĢtırır.
Su da parlaktır, ayna da parlaktır. Fakat bunlardaki parlaklığı ayırdetmek lâzımdır.
HĠKÂYE
Birisi cömertti. Fakat parası, mürüvveti nisbetinde değildi: Alçak kimse varlık sahibi olmasın;
cömerde Allah el darlığı
göstermesin!
Himmeti yüce olan kimse, istediğini her zaman kemendine
düĢüremez. Sel suyu yüksek yerde durmadığı gibi, maksad da
100
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
yüksek himmetten kaçar.
O cömert adam parasının azlığıyle beraber, sermayesinden fazla surette cömertlik eder; bu yüzden
el darlığı çekerdi. Fakirin birisi ona Ģöyle bir mektup gönderdi: «- Hey güzel huylu, sonu iyi insan!
Bana Ģu kadar para vererek yardım et! Borçluyum. Kaç gündür o parayı veremediğim için
hapisteyim.»
Mahpusun istediği para, o cömerdin nazarında bir Ģey değildi. Fakat, ne yapsın ki, elinde bir pul
olsun yoktu.
Mektubu alınca, mahpusun alacaklarına bir mektup yazdı:
«- Ey güzel adlı, âlicenap kiĢizadeler. ġu mahpusun yakasını bırakın. Onu hapisten çıkartın. ġayet
kaçacak olursa, ben öderim, kefilim.» dedi.
Alacaklılara mektubu gönderdikten sonra, hapishaneden çıkan borçluya geldi:
«- ArkadaĢ, Ģimdi kalk, bu memleketten kaç, baĢka bir yere git! Üst tarafım düĢünme!..» dedi.
Borçlu, kafesin kapısını açık gören kuĢ gibi bir nefes dinlenmedi, Ģehirden çıktı. Sabah yeli esti:
Sabah yeli esti dedim, yanıkhm. Öyle koĢuyordu ki, rüzgâr onun tozuna yetiĢemiyordu.
Borçlunun kaçtığını duyan alacaklılar, derhal kefili bulunan cömert kimseyi yakaladılar. Ya kaçan
borçlumuzu bul, teslim et; yahud parayı ver, diye yakasına sarıldılar.
Kafesten kaçan kuĢu tutmak kaabil olmadığı gibi, parası da olmadığından, hapsedilmeyi kabul etti.
Hapiste bir zaman kaldı. Fakat bu müddet zarfında ne feryat etti, ne de alacaklılara rica yollu bir
kâğıt gönderdi. Hiç rahatı, huzuru yoktu. Geceleri uyuyamıyordu. Bir gün bir âbit, o mahpusa
uğradı:
«- Ey mübarek adam; sen insanların parasını yiyecek, ha-
BOSTAN
101
pise geçek kimselerden değilsin. Ne oldu ki böyle hapse girdin?» dedi.
Cömert adanı cevap verdi:
«- Ey mübarek dost! Kimsenin parasını yemedim. Bir mahpus bana hapisten Ģikâyet etti. Benden
yardım istedi. Onun yerine kendimin hapse girmesinden baĢka çare bulamadım. Kendimin rahat
yaĢamasını, ötekinin hapishanede bulunmasını hoĢ görmedim!..» dedi.
Günü geldi; o cömert adam öldü. Fakat iyi adı kaldı. O ne güzel hayattır ki, öldükten sonra iyi bir
nam bırakır.
Toprağın altında cismi ölmü, fakat gönlü diri kimse, gönlü ölmüĢ, kendisi diri âdemden daha iyidir.
Diri gönül hiçbir zaman helak olmaz. Gönlü ölmüĢ bir vücud ölürse hiç keder etme.
ĠYĠYE, KOTUYE ĠYĠLĠK ETMEK HAKKINDA
Birisi çölde bir köpek gördü. Zavallı köpek susamıĢtı. O kadar susamıĢtı ki, susuzluktan hemen can
vermek üzereydi.
Köpeği o haide gören güzel huylu adam, baĢından külahını çıkardı, kova yaptı; sarığını çözdü, ip
yaptı; kollarını sıvadı, orada bulunan bir kuyudan su çekti; köpeğe verdi. Köpek suyu içti canlandı.
Peygamber efendimiz bu iĢi duyunca:
«-Cenab-ı Hak o kimsenin günahlarını af buyurmuĢtur!..» diye haber verdi.
ArkadaĢ! Eğer zâlim isen, sonunu düĢün, zulmünden geç. Vefakâr ol, iyiliği âdet edin.
Bir köpeğe yapılan iyilik, Allah indinde zayi olmayınca, iyi bir kimseye yapılan iyilik nasıl zayi
olur!.
Elinden ne kadar gelirse o kadar iyilik et! Çünkü Cenab-ı
102
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
Hak kimseye iyilik kapısını kapamamıĢtır.
ġunu da unutma ki, herkesin iyiliği kendi kudretine göredir. Bir zenginin hazinesinden bir kantar
altın vermesi, bir fakirin el ekmeğinden bir kırat vermesi kadar olamaz.
Herkes yükü kendi gücüne, kuvvetine göre götürür. Çekirge ayağı, karıncaya ağır yüktür.
HALKLA ĠYĠ GEÇĠNMEK, TEVAZU GÖSTERMEK HAKKINDA
Ey talihli kimse, halk ile yumuĢak geçin ki, Cenab-ı Hak da sana yumuĢak muamelede bulunsun.
Halk ile güzel geçinen, düĢkünlerin elini tutan kimse, bir felâkete düĢecek olsa, o musibet içinde
kalmaz, çabuk kurtulur.
Köleye, azarlayarak emir verme... Olur ki; bir gün o köle ferman sahibi olur.
Kudretin, mansıbın berdevam olsun istersen, fakirin, halk tabakasının zâfından istifade ile onlara
güç, ağır tekliflerde bulunma. Çünkü bakarsın ki, günün birinde paytağın ferz olması gibi, o fakir
de mansıp ve kudret sahibi olur.
Nasihat dinle, Uzağı gören insanlar kimsenin gönlüne kin tohumu ekmezler.
Harman sahibi olan kimse, baĢakçıya kafa tutarsa, kendisini ziyan eder.
Zengin korkmaz mı ki, Cenab-ı Hak o zenginin servetini fakirlere verir; fakirin de derdinin yükünü
o zenginin gönlüne yükletir.
Nice güçlü, kuvvetli insanlar vardır ki, zarurete düĢmüĢlerdir. Nice düĢkünler vardır ki, talih
sonradan onların yüzüne gülmüĢtür.
BOSTAN
103
Ey büyük adam! Emrin altında olanların gönlünü kırma.Olur ki, sen de bir gün onlar gibi emir
altında yaĢamağa mecbur olursun...
ZAYIFLARA ACIMAK VE NETĠCESĠ HAKKINDA HĠKÂYE
Bir fakir; mallı, mülkü, fakat ekĢi yüzlü bir zenginin yanma gitti; fakrından, zaruretinden Ģikâyet
etti, inledi.
O kara gönüllü zengin, zavallı fakire bir habbe bile vermedi. Üstelik kızdı:
«- Ne geldin? Haydi, yıkıl git!» diye azarladı.
Bu muameleden fakirin" kalbine kan oturdu. Gönül azabından baĢını kaldırdı, Ģöyle dedi:
«- Ne ĢaĢılacak Ģey! Ben fakirim. Yüzüm ekĢi olsa, yeri var. Ya bu zenginin yüzü niçin ekĢidir. Bir
gün gelip de dileneceğini düĢünmez, korkmaz mı?»
Bu söz üzerine kısa düĢünceli zengin, büsbütün kızdı. Kölesine emretti:
«-ġu dilenciyi hakaretle kov, sür, defet!» dedi. Köle de vazifesini yaptı.
ĠĢittim ki, o zengin Cenab-ı Hakk'ın lûtfuna karĢı Ģükretmediği için iĢi tersine dönmüĢ. O azamet,
servet kalmamıĢ. Utarit, kalemini siyah mürekkebe batırıp bahtının alnına kara yazı yazmıĢ.
Bedbahtlık, sırtındaki saadet libasını çıkarıp onu sarmısağa çevirmiĢ. Ne yükü kalmıĢ, ne yük çeken
beygiri! Kaza onun baĢına fakirlik toprağını saçmıĢ; kesesi, eli boĢ hokkabaza dönmüĢ. Elhâsıl hali
tamamen baĢka türlü olmuĢ ve bir zaman böyle geçmiĢ.
O felâket günlerinde kölesi satılmıĢ, onu cömert bir kimse almıĢtı. Ġyi huylu, hem gönlü, hem eli
zengin bir cömert. Fakir
104
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
kimse mal, mülk, para için nasıl iĢtiyak gösterirse, o da fakirleri görmeğe öyle müĢtak idi.
Bir sabah kapasına bir fakir geldi, bir lokma istedi. Öyle bir fakirdi ki, sıkıntıdan, mihnet çekmeden
ayaklarında yürümeğe kuvvet, kudret kalmamıĢtı.
Konak sahibi cömert zengin adam kölesine:
«- KoĢ Ģu biçâre fakiri memnun et, ne isterse ver!..» dedi.
Köle sofradan bir tabak yemek aldı, fakire götürdü. Fakat, fakiri görünce gayriihtiyarî bir nâra âttı.
PeriĢan, mahzun bir halde efendisinin yanına geldi. Gözünün yaĢları, muztarip olduğunu ifade
ediyordu.
Güzel huylu bey sordu:
«- Ne oldun, kimden cefa gördün, seni kim ağlattı?» dedi.
Köle,
«- Sofradan bir tabak yemek alıp, fakire götürdüm. Fakat, fakiri görünce ağlıyorum. Bu adamcağız,
vaktiyle mal, mülk, para, pul sahibi zengin bir kimse idi. Ben de onun kölesi idim. ġimdi o servet, o
sâmân gitmiĢ. Bugün kapılarda dileniyor, el uzatıyor, avuç açıyor» dedi.
Konak sahibi bey güldü:
«- Çocuk ağlama! Zaman kimseye zulmetmez. Bu, o aksi süratle bezirgan değil midir ki, göklere
bile kafa tutardı. Benim kim olduğumu anlamak istersen söyliyeyim: Vaktiyle onun kapısına
gittiğim zaman beni hakaretle kovmuĢtu. ĠĢte ben o kimseyim. Felek bana tekrar yâr oldu.
Yüzümdeki gam tozunu sildi. Onu da benim yerime koydu, ona benim halimi verdi!» dedi.
Cenab-ı Hak hikmeti icabı olarak, bir kapıyı kaparsa; fazl-ü keremi ile baĢka bir kapı açar.
Nice bir Ģeye mâlik olmıyan müflisler var ki, zengin olmuĢ, nice zengin insanların iĢleri altüst
olmuĢtur.
BOSTAN
105
ĠYĠ ĠNSANLARIN GĠDĠġLERĠ HAKKINDA HĠKÂYE
Eğer iyi isen, erler gibi gidici isen, iyi erlerin nasıl hareket ettiklerini dinle, öğren: ġibli Hazretleri
bir buğdaycıdan bir torba buğday aldı, köye götürdü. Buğdayı boĢalttı. Ġçinden bir karınca çıktı.
ġaĢkın ĢaĢkın o yana, bu yana gitmeğe baĢladı.
ġibli Hazretleri karıncanın yer değiĢtirmesinden dolayı rahatsız olduğunu görünce, bu
hayvancağızın yerinden ayrılmasına sebep ben oldum, diye sabaha kadar uyuyamadı. Sabah olunca
karıncayı aldı, yerine götürdü, bıraktı.
Kalbi, periĢan olan kimselerin gönüllerini periĢanlıktan kurtar ki, felek de senin gönlünü periĢan
etmesin.
Helâlzâde Firdevsî ne güzel söylemiĢtir: Tane taĢıyan karıncayı bile incitme! Çünkü onun da canı
var. Tatlı can ise hoĢtur.
Ġnsan kara gönüllü, taĢ yürekli olmalıdır ki, bir karıncanın gönlünün incinmesini istesin.
Âciz kimsenin eline kuvvetli yumruğunla vurma. Olur ki, bir gün onun ayağına karınca gibi
düĢersin.
Mum pervaneye acımadığı için seyret mecliste nasıl yanmaktadır. ¦*:
Farzedelim ki, senden daha âciz çok kimse vardır. Lâkin bir baĢkası da senden kuvvetlidir.
CÖMERTLĠK VE SEMERESĠ HAKKINDA
Çocuğum, ihsan et ki, insan oğlu ihsan ile, vahĢi hayvanlar tuzak ile avlanır.
DüĢmanların bile boyunlarını öyle bir lütuf kemendi ile bağladı ki, onu kılıçla dahi kesemesin.
DüĢman lütuf, kerem, semahat görürse, artık ondan
106
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
kötülük gelmez.
Kötülük etme ki, sonra iyi dosttan bile kötülük görürsün. Fena tohumdan iyi yemiĢ hâsıl olmaz.
Dostunu Ģiddet ve mihnet içinde tutarsan, bir daha senin suratını görmek istemez.
Bir büyük zat düĢmanlarına iyi muamele ederse, çok geçmeden düĢmanları dost olurlar.
GÖNÜLLERĠ ĠHSAN ĠLE AVLAMAK HAKKINDA HĠKÂYE
Bir yolda karĢıma bir genç çıktı. Arkasında boynu tasmalı, tasmasının ipi gencin elinde bir koyun
koĢuyordu. Gence:
«-Bu iple bu tasmadır ki, koyunu senin arkandan koĢturuyor. Eğer bunlar olmasaydı, koyun senin
arkandan gel-miyecekti» dedim.
Ben böyle deyince, genç hemen ipi bıraktı, tasmayı çıkardı; sağa, sola koĢmağa baĢladı. O, hangi
tarafa koĢarsa, koyun da arkası sıra koĢtu. KoĢtu; çünkü o, o gencin elinden arpa, ot yemiĢti.
Genç epey koĢtuktan, koyunu da arkasından koĢturduktan sonra yanıma geldi:
«-Ey akıllı adam! Gördün ki, koyunu arkamdan koĢturan ip değilmiĢ. Onu koĢturan, benim ona
karĢı olan ihsanım, onu besleyiĢimdir. ġu halde ihsanım onun boynunda bir kement olmuĢtur.»
dedi.
KükremiĢ fil, o kadar zorlu, heybetli bir hayvan iken, sahibinin üzerine hücum etmez. Çünkü
lûtfunu görmüĢtür.
Ey iyi adam. Kötüleri okĢa. Çünkü köpek bile, ekmeğini yediği takdirde seni muhafaza eder.
BOSTAN
107
Pars denilen hayvan, dilini bir iki gün sahibinin peynirine sürecek olursa, sahibine karĢı diĢi kesmez
olur.
HĠKÂYE
Bir derviĢ bir tilki gördü. Hayvancığızın hem eli, hem ayağı yoktu. DerviĢ bu elsiz ayaksız tilkinin
yaĢadığını görünce, Cenab-ı Hakkın lûtfuna hayran oldu:
«- Hem eli yok, hem ayağı. Bu ne yapar, ne yer ne içer?» diyordu.
DerviĢ bu düĢünceye dalmıĢken bir de gördü ki, bir çakal avlamıĢ olan bir arslan geldi.
Arslan çakalın bir kısmıdı yedi, doydu. Kalanım bırakıp gitti. Onu da tilki yedi.
Tilkinin rızkının ayağına geliĢi, derviĢin gözünü açtı:
«- Mademki Cenab-ı Hak tilkinin rızkını ayağına gönderiyor, benim rızkımı da gönderir.
ÇalıĢmama ne lüzum var? bir köĢeye çekileyim, karınca gibi oturayım. Çünkü Cenab-ı Hak nasip
etmezse, arslan bile kuvvetine güvenerek yiyecek bulamaz!..» dedi.
Bir köĢeye*çekildi:
«- Rızkım Cenab-ı Hakkın gaip hazinesinden kendiliğinden gelir!..» diye oturdu, murakabeye
vardı.
Zavallı derviĢ bekledikçe bekledi. Yanına ne dost geldi, ne düĢman; bir taraftan da yiyecek zuhur
etmedi. Adamcağız jenk1 gibi bir deri, bir kemik, bir damar kaldı. Zayıf düĢtü, aklı fikri ĢaĢtı.
Bu halde iken, bulunduğu mescidin mihrabından bir ses geldi:
«- Hey kalp, tembel adam! Kendini elsiz ayaksız tilkiye
1) Bir nevi saz.
108
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
benzeterek ne oturuyorsun? Kalk, yırtıcı arslan ol. Öyle çalıĢ ki, arslan gibi artık bırak! Artık yiyen
âciz tilki gibi olma! Arslan gibi boynu yoğun iken,. âciz bir tilki gibi oturan, baĢkasından yiyecek
bekleyenden köpek daha iyidir. Haydi çaltĢ, rızkını tedarik et! Hem sen ye, hem de âcizleri yedir.
Sakın baĢkasının artığına göz koyma! er gibi çalıĢ, yorul, zahmet çek. BaĢkalarına rahat eriĢtir,
alçak insanlar gibi baĢkasının ellerinin emeklerini yeme!»
Ey genç! Ġhtiyar fakirin elini tut. Aman elimi tutun diye kendini salıverme!
Cenab-ı Hak o kuluna lütuf ve ihsan eder ki, halk onun vücûdu sayesinde istirahat içinde yaĢarlar.
Hangi baĢta beyin varsa o baĢ lütuf ve kerem etmeğe çalıĢır. Dûn himmet olanların kafalarında
beyin yoktur. Kafaları kuru bir deriden ibarettir.
Ġki Cihan'da o kimse iyilik görür ki, Allahın kullarına iyilik eriĢtirir.
BabendikiĢ yolunda bir deveci oğluna bak ne dedi: «-Oğlum! Azığını iyi kimselerle birlikte ye!
Çünkü iyiler arkadaĢsız yemek yemezler.»
BAHĠL ZAHĠDĠN HĠKÂYESĠ
ĠĢittim ki, Aksa-yı Rum'da temiz bir memlekette arif, âbit bir Ģeyh vardı. Birkaç seyyah ile birlikte
o Ģeyhi ziyaret için o memlekete gittik.
ġeyh Efendi bizi görünce her birimizin baĢını, gözünü, elini öptü. Bizi izzet, ikram ile kabul etti.
Bizi karĢısına aldı, oturttu.
Gördüm ki, Ģeyh efendi zengin bir adamdır. Çiftlikleri var, uĢakları var, her takımdan malı, mülkü
var; altını var. Fakat
BOSTAN
109
ne çare ki, meyvasızğaca benziyordu. Ziyaret için gelenleri güzel güzel kabul ediyor, hadden aĢırı
bal dudak bir adam. Lâkin mutfağının ocağı soğuk, tenceresi kaynamıyordu.
ġeyh efendi gece sabaha kadar uyumadı. TeĢbih tehlil ile meĢgul oldu. O, ibâdet yüzünden
uyumadı; biz de açlıktan uyumadık. Seher vakti olunca Ģeyh efendi yerinden kaltı, kapıyı açtı,
yanımıza geldi. Yine bize iltifatlarda bulundu, bizi öpmeğe baĢladı.
Ġçimizde hoĢ tabiatli, nükteci biri vardı. ġeyh efendi bizi öperken:
«- Bize buseyi tasnif ederek ver. Fakire buse değil, tuĢe (rızk) lâzımdır. Ġkram ve izaz ederek
pabucumu çevireceğine, bana ekmek ver de pabucunu kafama vur!» dedi.
Erler baĢkalarını, kendi nefislerine tercih ile kazanmıĢlardır. Asıl erler o gibi kimselerdir. Yoksa,
gönlü ölmüĢ olduğu halde, geceyi diri tutanlar değildirler! (gece sabaha kadar uyumayıp ibadet
edenler.)
Gönlü ölmüĢ, fakat geceyi diri tutan Ģeyhlerin Moğol bekçilerinden ne farkları var? Onların da
gönülleri ölmüĢ. Fakat gözleri sabaha kadar uyumaz.
Keramet, cönjertlik ekmek vermektir. Bu olmadıktan sonra boĢ sözler, boĢ davulun sesleri gibidir.
Kıyamet'te o kimseyi cennette görürsün ki, dâvayı bırakmıĢ, mânaya bakmıĢtır.
Dâvayı mâna ile bağdaĢtırmak lâzımdır.
HATEMĠ TÂYĠ HĠKÂYESĠ
ĠĢittim ki, Hatemi Tâyî'nin atları içinde rüzgâr ayaklı,
1- Muamma, ıstılahında «tasnif» kelimesinin harf veya noktalarının değiĢtirilmesine derler. Öpmek
mânasına gelen «buse» tasnif edilince rızk mânasına gelen «tûĢe» olur.
no
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
duman gibi siyah bir at vardı.
Bu at koĢmada saba yeli, kiĢnemede gökgürültüsü idi. Siyahtı. ġimĢek ile yarıĢa çıksa, ĢimĢeği
geçerdi.
KoĢarken ovalara, dağlara dolu yağdırırdı. Görsen, oralardan nisan bulutu geçmiĢ sanırdın.
Bu at sel yürüyüĢlü idi. Ovalar, sahralar aĢardı. Rüzgâr ona yetiĢemez; toz gibi onun gerisinde
kalırdı.
Gemi suda nasıl yüzer giderse, bu da çölde öyle giderdi. Kartal kuĢu ondan ileri koĢamazdı.
Hatem'in her memlekete, her iklime, her yere yayılan evsafından bir parçasını Rum padiĢahına
söylediler:
«- Atının koĢmada, cenkçilikte eĢi olmadığı gibi, kendisinin de cömertlikte eĢi yoktur!..» dediler.
PadiĢah, âlim vezirine Ģöyle dedi:
«- ġahidsiz dâva, insana utanç getirir. Ben Hatemi Tâyî'den o Arap atını isteyeceğim. Verecek
olursa, bilirim ki, onda büyüklük Ģerefi var. ġayet vermiyecek olursa, anlarım ki, Ģöhreti, içi bol
davul sesidir, kuru Ģöhrettir.»
PadiĢah Tay kabilesinin ahvaline vâkıf hünerli bir elçi gönderdi. Bu elçinin maiyetinde on kiĢi daha
vardı.
Bu heyet kara duman gibi korkunç, karanlık ve yağmurlu bir gecede Hatem'in kabilesine indiler.
Âdeta yer ölmüĢ, gök onun üzerine eğilmiĢ, ağlıyor. Sabah yeli esmeğe baĢlayınca, bu ölmüĢ
toprağa yeniden can vermiĢti.
Heyet Hatem'in menziline vardılar. Zinderud Irmağı'nın kenarına yetiĢen susamıĢlar nasıl rahat
ederlerse, öyle rahat ettiler.
Hatem heyeti kabul ile bir at kesti, çeker döktü. Bunlara ziyafet çekti. Herbirine avuç avuç altın
verdi.
Heyet o gece Hatem'in konağında gecelediler. Sabah olunca, heyetin reisi olan vezir, Ģahın ricasını
anlattı.
BOSTAN
111
Hatem at meselesini duyunca ĢaĢkın, sarhoĢa döndü. Hasret diĢiyle elini ısırdı:
«- Ey hünerli, Ģanlı Rum serveri! Bu haberi bana niçin gelir gelmez söylemediniz. O yel yürüyüĢlü
düldül koĢuĢlu atı dün gece kestim. Size etinden kebap yaptım!.. Çünkü o sırada yağmurlar yağıyor,
seller akıyor, otlağımıza kadar gidip at getirmek korkulu iĢti. Size ziyafet için baĢka imkânım da
yoktu. Misafirleri karınları aç olarak uyutmayı mürüvvetime yakıĢtıramadım. Çünkü bana her
tarafa yayılacak ad lâzımdır. MeĢhur bir at ister olsun, ister olmasın!..» dedi.
Sonra Hatem heyete hü'atler giydirdi, paralar verdi. Arap atları verdi.
Ahlâk denilen Ģey yaradılıĢ icabıdır. Sonradan kazanılamaz.
Heyet döndü, iĢi padiĢaha olduğu gibi anlattı. Hatem'in cömertliği Rum diyarına yayıldı. Herkes
onun güzel tabiatini alkıĢladılar.
ArkadaĢ! Hatem'e âid bu kıt'a ile iktifa etme. Bundan daha müthiĢ bir macera dinle.
YEMEN PADĠġAHININ HATEMĠ TÂYÎ ĠLE *" HĠKÂYESĠ
Bilmem ki bana bu hikâyeyi kim söyledi. Hikâye Ģudur: Yemen'de bir padiĢah vardı. Bu padiĢah
diğer adlı, Ģanlı padiĢahlardan ileri idi. Hazine bağıĢlamada benzeri yoktu. Ona cömertlik bulutu
denilse, yaraĢırdı. Çünkü eli yağmur gibi para saçardı.
Bu padiĢah, kendisini Dünya'nın en cömerdi bildiği için, kimse onun yanında Hatem'in adını
anamazdı. ġayet anacak olsalar, fena halde kızar, kızgınlığı da geçmezdi. Hem de:
«- Kimdir bu Hatem? Nedir ona âid sözler? Onun
112
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
cömertliğinden ne olur, saltanatı yok, hazinesi yok, emir ve ferman sahibi değildir!..» diye Hatem'in
Ģanına dokunacak Ģeyler söylerdi.
ĠĢittim ki, o padiĢah, bir kere Ģahane bir ziyafet verdi. Ziyafette bulunanları bir sazende çengini
nasıl okĢarsa öyle okĢadı. Fakat o ziyafette bulunanlardan birisi, arzusu hilâfına olarak Hatem adını
andı. Diğer birisi de Hatem'i övmeğe baĢladı.
PadiĢah kıskançlığından o kadar kızdı. Hatem'e o kadar kin tuttu ki:
«- Bu Hatem dünyadan kalkmadıkça benim cömertliğim birinciliği kazanamıyacaktır!..» dedi ve bir
caniyi Hatem'i öldürmeğe memur etti.
Hatem'i öldürmeğe memur olan zâlim, Hatem'i öldürmek maksadiyle:
1 «- Neredesin Tay obası!» diye yola düĢtü. Süre süre, sora sora geldi. Tay obasına yetiĢti. Daha
obaya girmeden, yolda sevimli, cana yakın bir genç gördü.
Bu genç güzel yüzlü idi, âlim, arif idi, zarif idi, tatlı sözlü idi. Yemen'den gelen o yolcuyu:
«- Bu gece bende misafir olunuz! diye aldı, konağına getirdi, misafir edindi. Ona keremkârlık
gösterdi. Yol zahmetini, garipliği unutacak aĢinalıklarda bulundu. Bununla beraber hizmet
edemediği için özürler diledi. Elhasıl o kötülük düĢünen kötü herifin gönlünü iltifatlar ile kaptı.
Misafir akĢam yattı. Seher vakti olunca kalkıp yoluna devam etmek istedi.
Ev sahibi onu bırakmak istemedi. Elini, ayağını öptü. Ne olur, bir kaç gün daha kalınız, diye ricada
bulundu.
Misafir, itiraz ederek, Ģöyle dedi:
«- Kalmak isterdim. Ne çare ki, mazurum, kalamıyacağım. Çünkü çok mühim iĢim var. O iĢi
görmeğe mecburum.»
BOSTAN
113
Bu kerîm adam, misafire:
«- Sizi sevdim!..» dedi. «iĢini benden saklamıyarak söyleyecek olursan, birlikte düĢünür, can
ile çalıĢırım.» Misafir Ģöyle dedi:
«- Ey âlicenap, asî! Beni dinle, tabiîdir ki, senden sır çıkmaz. Çünkü cömertsin! Cömertler sır
saklarlar. Buralarda Hatem denilen biri varmıĢ. Güzel fikirli, iyi huylu, muhterem bir zat imiĢ. Onu
tamir mısın? PadiĢahım Yemen padiĢahiyle onun arasında ne geçmiĢ bilmem? PadiĢahım ona pek
kızmıĢ. BaĢını kesip götürmek için beni memur etti. Eğer lütfeder; bana kılavuz olur, Hatem'in
bulunduğu yeri gösterirsen, lûtfuna minettar olurum.»
Misafirden bu sözleri duyunca genç Hatem güldü: «- Hatem benim. ĠĢte baĢım. Haydi kılıcını çai,
baĢımı gövdemden ayır. Sabah olup ortalık ağarmadan bu iĢi bitir. Çünkü gecikirsen kabilemden
sana zarar gelir. Yahud maksadını elde edemezsin.» dedi ve kesilmek için baĢını misafirin önüne
eğdi.
Genç misarfir Hatem'den bu sözleri iĢitince, bu teslimi görünce iĢinden kaynayıp gelen bir çığlık
koptu, yere yıkıldı, sonra kaltı. Kârı. toprağı öptü, kâh Hatem'in elini ayağını öptü. Kılıcını bıraktı.*
TirkeĢini attı. Âcizler gibi hayretle ellerini göğsüne kavuĢturdu. ġöyle dedi:
«- Eğer sana gül yaprağiyle uracak olursam, erler yanında er değil, kahpeyim.»
Sonra misafir, Hatem'in gözünü öptü. Onu kucakladı, nihayet ayrıldı. Yemen yolunu tuttu. Yemen'e
vardı. PadiĢainiı huzuruna çıktı.
Melik o memurun iki kaĢı ortasına baktı. Anladı ki bir iĢ göremeden gelmiĢtir.
Sonra melik ona hitap ile:
«- Söyle ne var, ne oldu? Haniya terkende Hatem'in baĢı
114
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
yok. AnlaĢılan, Hatem senden yiğit çıktı. Cenkte onunla baĢa çıkamadın.» dedi.
Memur, padiĢahın önünde yer öpüp lâzım gelen hürmet merasimini ifadan sonra söze baĢladı, Ģöyle
dedi:
«- O Ģöhret sahibi Hatem'i hünerli, sevimli, güzel yüzlü, cömert, akıllı, mertilket benden daha üstün
gördüm. Bana karĢı pek lütuf ve kerem gösterdi. Bu kerem yükü belimi iki kat etti. Beni iyilik,
âlicenaplık kılıcı ile kesti!» Elhasıl, Hatem'den gördüğü cömertliği etrafiyle anlattı.
Bunun üzerine padiĢah Tay Hanedanı'nı övdü.
«- Cömertlik Hatem'de hatmolmuĢtur. Hatem hakkında edilen Ģahadet doğrudur. Onun Ģöhreti ile
iĢi birbirine mutabıktır!..» dedi ve memura bir kese akça verdi.
PEYGAMBER EFENDĠMĠZĠN ZAMANI SAADETĠNDE HATEMĠN KIZINA ÂĠD BĠR
HĠKÂYE
ĠĢittim ki, Peygamber Efendimizin zamanı saadetinde Tay Kabilesi henüz imana gelmemiĢlerdi.
Peygamber Efendimiz mezkûr kabile üzerine bir fırka gönderdi. Onları imana davet ettiler. Daveti
kabul etmeyince, onları esir aldılar, götürdüler.
ĠĢ Peygamber Efendimize arzedildi. MüĢrik oldukları ve Dini Ġslâm'ı kabul etmedikleri için
katillerine ferman buyurdu.
Esirler arasında bir kadın seslendi:
«- Ey müslümanlar! Ben Hatemi Tâyî'nin kızıyım. Reisiniz olan büyük zattan beni dileyin!..» dedi.
O sırada Peygamber Efendimizi gördü. Zât-ı Ģerifine hitap ile:
«- Ey muhterem zât! Benim babam kerem ehli idi» dedi. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz
Hatem'in kızını istisna ile diğerlerinin katlini emir buyurdu.
BOSTAN
115
Kızın elini, ayağını çözdüler. Diğerlerini idam ile kanlarını akıtmak istediler.
Hatem'in kızı idamm icrasına memur olan kimseye yanaĢtı:
«- Ben tek baĢıma zincirden kurtulup diğerlerinin kement içinde kalmalarına razı değilim. Beni
kavminle beraber kesiniz!..» dedi. Tay Kavmi'nin felâketine ağlamağa, feryada baĢladı.
Kızın sesini Peygamber Efendimiz iĢitti. Derhal hepsinin afvını emir buyurdu ve: «Pâk asıldan hata
gelmez!» dedi.
CÖMERT HATEM'ĠN HĠKAYESĠYLE ĠSLÂM PADĠġAHI EBU BEKĠR BĠN SÂD BĠN
ZENGÎ'NĠN YÂDI
Bir ihtiyar, Hatem'in çadırından yüz dirhem Ģeker istedi. Râviden öyle iĢitmiĢimdir ki, Hatem o
ihtiyara bir denk Ģeker göndermiĢ.
Çadır içinde bulunan hanımı, Hatem'e:
«- Ġhtiyar yüz dirhem Ģeker istemiĢti. Siz bir denk verdiniz. Bu fazla kaçmadı mı? Bu fazla veriĢe
sebep nedir?» dedi.
Bu söz üzerine Hatem güldü:
«-Ey Tay Kabîlesi'nin Ģerefli kadını! O ihtiyar kendine lâzım olduğu kadar istedi. Fakat Hatem
hanedanının cömertliği de böyle vermeği icap etti!..» dedi.
Hatem gibi bir cömert bu âlemde bir daha gelmemiĢtir. Onun gibi var ise, ey güzel huylu dostum,
ancak padiĢahlar padiĢahı Ebu Bekir bin Sâd'dir. Öyle ihsan, öyle in'am eder ki, istiyen kimsenin
bir daha ağzını açıp istemesine imkân bırakmaz.
Ey ahalinin sığındığı padiĢah; gönlün Ģad olsun. ÇalıĢman sayesinde Müslümanlık mâmur olsun!.
116
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
Adaletin sayesinde Ġran toprağı, Yunan, Rum iklimlerinden üstünlüğünü, yüceliğini ilân ile iftihar
eder.
Eğer Ha tem olmasa idi. Tay Kabîlesi'nin Cihan'da adı söylenmezdi. O Ģöhretli insandan kitaplarda
meth-ü sena kalmıĢtır. Fakat senin için hem sena, hem sevap kalacaktır.
Hatem'in cömertliği, insanlar için çalıĢması, ad, Ģan, Ģöhret içinde. Halbuki senin ciddî surette
çalıĢman Allah içindir.
, Ben bir derviĢ insanım, Yapmacık yapamam, yaranmak bilmem. Size nasihat olarak bir söz
'söyliyeceğim: Elinden, geldiği kadar iyiliğe çalıĢ, senden iyilik, Sadi'den söz kalsın!...
BĠR PADĠġAHIN HĠLMĠNE DÂĠR HĠKÂYE
Bir kiĢinin eĢeği çamura batmıĢ. Bu kaygü ile adamcağız çok müteessir oluyordu.
EĢeğin çamura battığı yer kırdı. Yağmurlar yağıyor seller akıyor, soğuk yeller esiyor, karanlık her
yana eteğini sarkılmıĢtı. EĢekçi bu tasa içinde sabahadek kötü sözler söyledi, lanetler savurdu, Ģuna
buna sövdü. Dilinden ne dost kurtuldu, ne düĢman, ne ahali kurtuldu, ne de sultan.
Adam böyle sövüp saymakta, küfrüler saçmakta iken, olacak ya, padiĢah oradan geçti, adamın
uygunsuz sözlerini iĢitince ne dinliyebildi, ne de cevap verebildi. Fakat kızdı:
«- EĢeği çamura batmıĢsa benim suçum ne? Ben batırmadım ya! Benden ne istiyor, bana niçin
sövüyor?» dedi,
Mâiyetindekilerden biri padiĢaha:
«- PadiĢahım, boynunu vurdurun! Dünya'dan nam ve niĢanı kalksın!..» dedi.
Büyük padiĢah düĢündü, taĢındı, baktı, gördü ki adam mihnet içinde bunalmıĢ, eĢeği çamura
batmıĢtır. Zavallı adamına haline acıdı. Uygunsuz, yolsuz sözlerinden kabaran öfkesini
BOSTAN
117
yuttu. Tuttu, ona altın verdi, at verdi, kürklü kaftan verdi. Öfke zamanında merhanet ne güzel
Ģeydir. Birisi o ihtiyara:
«- Ey akılsız, ihtiyar, ölümden nasıl kurtuldun, hayretteyim?» dedi.
Ġhtiyar Ģöyle cevap verdi: «Sus, ben o sırada detli idim, kendime mâlik değildim. Bana yakıĢan Ģeyi
yaptım. PadiĢaha gelince, o da kendisine yakıĢan ihsan ve in'amı yaptı.»
Kötülüğe kötülükle mukabele kolay bir Ģeydir. Mert isen, kötülük edene iyilik yap!.
HĠKÂYE
ĠĢittim ki, kibir ile sarhoĢ bir mağrur, kapısına gelen bir fakire bir Ģey vermediği gibi, onu payladı,
kapıyı yüzüne kapattı.
Zavallı fakir içlendi; bir tarafa çekildi, oturdu. Ciğeri yanmağa, soğuk ahlar çekmeğe baĢladı.
Bir kör, o fakirin meyus, mahzun olduğunu duydu. Kaltı, yanına geldi, niçin böyle muztarip
olduğunu sordu.
Fakir baĢına geleni anlattı.
Kör, o fakire teselli verdi. Müteessir olma, gel bu gece benim evimde yemek ye, diye ricada
bulundu. Onu çok okĢadı.
Fakir, karnı doyduktan, gönlü hoĢ olduktan sonra:
«- Kadir mevlâ senin gözünü açsm!..» diye dua etti.
Gece olunca, körün gözlerinden birkaç damla yaĢ damladı, sonra birdenbire gözleri açıldı, Dünya'yı
görmeğe baĢladı.
Bu haber Ģehrin içine yayıldı. ġehir çalkalandı. Bu haberi fakiri kapısından azarlayıp kovan taĢ
yürekli insan da duydu. ĠĢi anlamak için, kalktı, gözü açılan kör ile görüĢtü ve:
«- Çok talihin varmıĢ. Bu müĢkül iĢ nasıl oldu da kolaylıkla vücûda geldi? Gözünü kim açtı? diye
sordu.
118
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
Gözü açılan kimse:
«- Hey cefakâr adam, sen talihsiz, kısa görüĢlü, fikrî düĢüncesi gevĢek, çürük bir adammıĢsın. Öyle
mübarek bir fakiri azarladın, mahzun ettin. Hüma kuĢunu bıraktın, baykuĢ ile meĢgul oldun.
Gözümün kapısını, senin yüzüne kapıyı kapadığın kimse açtı!..» dedi.
ArkadaĢ! Ġyilerin bastıkları toprak tutyadır. O toprak göz açar, o toprağı öpmek lâzımdır. Fakat
gönlü, gözü kör insanlar o tutyadan gafildir. Kıymetini bilmezler.
Bedbaht mağrur, gözü açılan kimseden bu hikâyeyi iĢitince:
«- Kendime yazık ettim. O, bir Ģehbaz imiĢ, avlayamadım, sen avladın; bir devlet imiĢ; bana değil,
sana nasih oldu!..» diye haset etti, nedamet parmağını ısırdı.
DiĢini sıçan gibi hırsa batırmıĢ kimse, koca doğanı nasıl avlayabilir.
HUSÛSÎ ARZUNUN HUSULÜ ĠÇĠN UMÛMUN ARZUSUNA RĠÂYET HAKKINDA
Velîlere rastgelmek istiyorsan, bir zaman hizmetten gaflet gösterme. Serçeye, kekliğe, güvercine
yem yer. Belki bir gün de tuzağına bir hüma kuĢu düĢer. Her tarafa doğru durmadan niyaz okunu
at!. Umulur ki, oklardan birisi bir ava rastgele.
Bir çok sedeften ancak bir inci elde edilir. Birçok oklardan da yalnız birisi hedefe dokunur.
Bir yere konmuĢ kervandan birisinin bir çocuğu kayboldu. Adamcağız geceleyin kaafile içinde
döndü, dolaĢtı. Her çadırdan sordu, her tarafa koĢtu. Nihayet gecenin karanlığı içinde, gözünün
nurunu buldu. Çocuğu aldı, getirdi. Kervan halkı ile konuĢmağa baĢladı.
BOSTAN
119
«- Çocuğu nasıl oldu da, buldun?» diye sordular.
«- Önüme kim çıktı ise, kime rasgeldimse çocuğum budur diye onu tetkike baĢladım. ĠĢte, bu
suretle buldum!..» dedi.
ĠĢte bundan dolayıdır ki, velîlere rastgelmek isteyen gönül sahipleri, belki bir gün menzile varırız,
diye herkesin arkasından koĢarlar. Bunlar bir gönül için birçok yükleri götürür. Bir gül için birçok
diken acısını çekerler.
HĠKÂYE
NahĢep Ovası'nda Cenah denilen yerde, bir Türk Ģehzadesinin tacından bir lâ'l parçası, geceleyin
bir taĢlığa düĢtü.
ġah babası:
«- Oğlum görüyorsun, hem gecedir, hem de karanlıktır. Cevahir hangisi, taĢ hangisidir seçilemiyor.
Binâenaleyh, sen Ģurada bulduğun tekmil taĢlan topla, muhafaza et. Gündüz olunca, tabiîdir ki, lâ'l
onların arasından meydana çıkacaktır» dedi.
Avam takımiyle onların arasına karıĢmıĢ mezcup Ģekille velîler, ayniyle âfti taĢlar ile aralarında
bulunan lâ'l gibidirler.
Mademki temiz, mübarek velîler câhiller ile karıĢmıĢtırlar; o halde, bir velîye rasgelebilmek, onun
neĢeli bir zamanında ondan müstefit olmak için, her câhilin yükünü isteyerek çekmek, ona
katlanmak lâzımdır.
Birisinin bir güzel ile baĢı hoĢ olunca, onun hatırı için kaç rakibin ezasını, cefasını çeker.
Gül dikenin cefasına dayanamaz. Onun elinden elbisesini paralar. Fakat âĢık öyle değildir. O,
rakiplerin cezasına dayanır; üstünü, baĢını paralamaz, Yüreğine kan oturduğu halde, o; nar gibi
güler.
120
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
ArkadaĢ! Birisinin hatırı için birçoklarının cefalarına katlanmalısın. Birisi için, yüz kimsenin
hatırını gözetmelisin.
Mademki nefsi temiz velîler, câhillerle karıĢmıĢlardır ve halkın nazarında fakir, hakir, itibarsız,
âdeta ayak türabı insanlardır, onlar senden itibar beklemezler. Onlara Cenab-ı Hakkın itibar
buyurması kâfidir. Sen birisine fenadır diye kötü zanda bulunabilirsin. Fakat, ne bilirsin, belki asıl
velî odur.
Nice mihnet, sefalet, açlık çeken insanlar vardır ki, yarın onlar eteklerini sürüyerek cennete girerler.
Akim, tedbirin varsa, ileride padiĢah olacak Ģehzadenin elini, Ģehzadeliğinde öp ki, günün birinde
padiĢah olup yücelince, sana da yücelik bağıĢlasın!..
Sonbaharda gül ağacını yıkma ki, ilkbaharda onun güzel manzarasından mahrum olmıyasın!.
HASĠS BABA ĠLE LAUBALĠ ÇOCUĞUN HĠKÂYESĠ
Birisi zengin idi. Çok altını, gümüĢü vardı. Yiyemezdi, har-cetmeğe kıyamazdı, yiyemezdi ki;
gönlü hoĢ olsun! Kimseye yetirmezdi ki, yarın iĢe yarasın.
Adam; gece, gündüz altın, gümüĢ, biriktirmek derdinde idi. Altın, gümüĢ de onun elinde mahpus
idi.
Bu zenginin bir oğlu vardı. Babasını gözetlerdi. Paraları toprak içinds nereye sakladığını öğrendi ve
hemen paraları topraktan çıkardı, rüzgâra verdi (boĢ yere sarfeyledi) ve yerine de bir taĢ parçası
koydu.
Çocuk, bu paraları elinde çok tutmadı. Belki paralar bir elinden giriyor, öbür elinden çıkıp gidiyor,
çarçur oluyordu. Baba ise, o kötü ahlâkından dolayı Ģimdi takkesi pazarda satılan, gömleği rehine
bırakılan bir müflise benzemiĢti.
Baba kederinden elini boğazına atarak kendi kendisini
BOSTAN
121
boğmak isterken, oğlu çenkler, neyler çaldırıyordu.
Bir gece baba ağladı, inledi; sabaha kadar uyumadı. Oğlu ise sabahleyin gülerek ona Ģöyle dedi:
«- Baba! Altm yemeğe yarar. Sakladıktan sonra, altın ile taĢın farkı kalmaz. Altını dostlarla yemek
için katı taĢtan bin meĢakkatle çıkarırlar.
Dünya'ya tapan; yemeyen, yedirmeyen kimsenin elindeki altın, hâlâ taĢ içinde bulunmaktadır.
Sen ailen ile fena bir yaĢayıĢtasın. Onları sıkıntı içinde tutuyorsun. Bundan dolayı senin ölümünü
isterlerse, gücenme!
Sen ÇeĢmar çağlayanı gibi elli arĢınlık bir yerden düĢüp helak, olmadıkça, onlar doymazlar.
Altını, gümüĢü saklıyan hasis, define üzerindeki yılan tılsımına benzer. Hasisin altını, gümüĢü
yıllarca kalır. Çünkü, baĢında böyle bir yılan beklemektedir.
Ecel taĢı gelip tılsımı kıracak olursa, o zaman mirasçılar o hazineyi paylaĢırlar.
Karınca gibi topladığın malı. mezarda kurtlar seni yemeden evvel sen ye.
Sadi'nin sözü ile amel edersen, iĢine yarar. Sözleri hep temsildir, nasihattir. Sadi'nin sözünden yüz
çevirenlere acırım. Çünkü bu sözleri tutan, devlet ve saadete eriĢebilir!
AZ ĠYĠLĠK ÇOK MÜKÂFAT HAKKINDA HĠKÂYE
Bir ihtiyar, bir gençten bir akçanın dörtte birini istemiĢ, o da vermiĢti.
Günün birinde, o genç bir cürüm sebebiyle yakalandı, padiĢahın huzuruna çıkardılar. PadiĢah, onun
idamını emretti. Genci aldılar, ceza meydanına götürdüler. Herkes ve bilhassa Türkler toplandılar;
kadınlar kapılara, damlara çıktılar.
122
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
Bu gencin iyiliğini gören ihtiyar oradan geçiyordu. Genci o halde görünce, vaktiyle yapmıĢ olduğu
iyiliği düĢündü, ona acıdı, yüreği yandı. Gencin kurtulmasına bir çare düĢündü. Elini eline vurdu:
«- Eyvah! Güzel huylu, mübarek padiĢahımız vefat etti. O gitti, Dünya boĢ kaldı» diye haykırdı,
ağladı, inledi.
Kılıçlarını çekmiĢ, durmuĢ Türkler, oradaki bütün insanlar ihtiyarın sözünü iĢitince feryat ve figan
ettiler. Bir cûĢ-ü huruĢtur koptu. Herkes ıstırap içnide dövünmeğe baĢladı.Atlılar at bıraktılar.
Hepsi, padiĢahın sarayına, tahtına kadar koĢtular. Baktılar ki; padiĢah sağdır, tahtında oturuyor.
Beri tarafta meydan boĢalınca, genç kaçmıĢ, ihtiyar kalmıĢtı.
Haberin yalan çıkması üzerine saray adamları ihtiyarı yakaladılar, padiĢahın huzuruna götürdüler,
tahtın dibine koydular.
PadiĢah kızdı. Korkunç bir surette:
«- Benim gibi ahlâkı temiz, adaleti sever, ahalisini sever bir padiĢahın ölümünü neden arzu ettin,
söyle!» diye sordu.
Cesur ihtiyar kemal-i fesahatle:
«- Hükmün cihana yürüsün!..» diye duadan sonra, padiĢah öldü dememle padiĢahım ölmedi. Fakat
bu sözle bir can kurtuldu!..» dedi ve hikâyeyi anlattı.
PadiĢah hikâyeden memnun oldu, ihtiyarı afvetti ve bir Ģey demedi. Kaçan gence gelince, can
havliyle, düĢe kalka koĢuyordu. Orada bulunanlardan birisi ona:
«- Yahu, ne yaptın ki ölümden kurtuldun?» diye sordu.
Kurtulan genç eğildi, soran kimsenin kulağına:
«- Bir akçenin dörtte biriyle kurtuldum!..» dedi.
Yere tohum ekenler, meyvasından istifade için ekerler.
Koca bir belâyı icabında bir arpa defeder.
BOSTAN
123
Peygamber Efendimiz hadîs-i sahih olarak:
«- Sadaka belâyı defeder!..» buyurmuĢtur.
ġîraz ikliminde düĢman ayağı görmezsin. Çünkü padiĢah Ebu Bekir bin Sâd bin Zengî'dir.
PadiĢahım, cihan seninle seviniyor. Cihanı zaptet ki; o, sayende Ģâd olsun! Zamanında kimse
kimseden Ģikâyet etmiyor. Çemendeki güller dikenden eziyet çekmiyor.
Sen yer üzerinde Cenab-ı Hakkın lûtfunun gölgesisin. Peygamber Efendimiz gibi âlemlere
rahmetsin.
Senin kadrini bilmiyen varsa ehemmiyet vermem Çünkü Kadir gecesini dahi bilmezler.
ĠYĠ ĠġLĠ ĠNSANIN ÂHĠRETTEKĠ SEMERATI HAKKINDA HĠKÂYE
Birisi düĢünde mahĢer sahrasını gördü. Yer orada GüneĢ'in sıcaklığından demirci ocağından
kızarmıĢ bakıra dönmüĢtü, insanların çığlıkları göğe çıkıyor, sıcağın tesiriyle beyinler fıkır fıkır
kaynıyordu. Bu arada mahĢer halkından birisi, ayrıca bir yerde, bir bölgede cennet hüllesi ile
bezenmiĢ oturuyordu. \:
Rüyayı gören; o rahat, ziynet içindeki insana sordu:
«-Ey bulunduğu yere ziynet veren insan! Bu bulunduğun makama sahip olmak için sana kim Ģefaat
etti?» dedi.
Makam sahibi Ģöyle cevap verdi:
«- Vaktiyle Dünya'da iken, evimin önünde bir asmam vardı. Bir gün, Allahın iyi kullarından birisi
gelmiĢ, bu asmanın altında uyumuĢ. ġimdi, kıyamet kopunca, o zat geldi. Cenab-ı Hakka niyaz ile,
Yarabbi, ben hayatımda bunun asması altında uyumuĢ, rahat etmiĢtim, bu kulun günahını afvet!
Bunu bana bağıĢla, dedi. Onun niyazi üzerine Cenab-ı Hak beni af
124
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
ile, bu makamı ihsan buyurdu» dedi.
ġimdi, bu rüyadan mülhem olarak derim ki: ġîraz padiĢahına müjdeler olsun ki, milyonlarca ahali
onun himmetinin gölgesinde, nimetinin sofrasında oturuyor. Bir asma altında birisinin uyuması
öyle bir saadeti mucip olursa milyonlarca insanın onun saye-i adaletinde yaĢaması, yemesi, içmesi
ne gibi saadetlere sebep olacağını anlamak kolaydır. ĠĢte bu kıssadan alınan hisse budur.
Cömert insan kök salan bir ağaçtır; keremsiz insan ise, dağlarda yetiĢen odundur.
Ey hüner ağacı! Çok zaman payidar ol! Çünkü hem mey-vali, hem gölgelisin!.
PADĠġAHLARIN MEHABBETLERĠ VE SĠYÂSETLERĠ HAKKINDA
Ġhsan hakkında çok Ģeyler söyledik. Fakat herkese ihsan etmek doğru değildir. Belki zâlimin kanını
iç, malını müsadere et; yaramaz kuĢun kanadı kırık, tüyü tüsü yoluk olması iyidir.
Bir kimse ki; senin efendin ile cenk ediyor, onun eline niçin sopa, taĢ verirsin?
Diken yetiĢtiren bir kökü kaz, çıkar. Besliyeceğin ağaç mey va veren ağaç olsun! Büyüklerin
yerlerini öyle kimselere ver ki, küçüklere kafa tutmasınlar.
Nerede bir zâlim varsa acıma; çünkü zâlime acımak, halka zulümdür. Cihan'ı yakan zâlimin çırası
söndürülmelidir. Halkın yanık içinde kalmasından, birisinin ateĢ içinde yanması iyidir. Her kim yol
kesene acırsa, kervanı kendisi vurmuĢ olur. Zâlimin baĢım yele ver, zâlimi dünyadan kaldır. Zâlime
zulüm, adaletin ta kendisidir.
BOSTAN 125
LÂYIK OLAN KĠMSEYE ĠHSAN HĠKÂYESĠ VE KARI ĠLE KOCA KISSASI
ĠĢittim ki, bir kimsenin evinin tavanında eĢek arıları yuva yapmıĢlardı. Ev sahibi bunun
neticesinden korkarak, bunların yuvalarını dağıtmak istedi.
Karısı razı olmadı:
«- Zavallı hayvancıklardan ne istiyorsun? Yuvalarını dağıtma!..» dedi.
Bir gün adam iĢine gitti. Arılar kadının üzerine hücum ile onu soktular.
Akılsız' karı dört tarafa koĢuyor, sokaklara fırlıyor, ölüyorum!..» diye feryat ediyordu.
Derken kocası geldi, karısına Ģöyle dedi:
«- Karıcığım, kimseye surat etme. Zavallı hayvancıkları öldürme diyen sen değil miydin?». , Her
kim kötülere iyilik ederse, kötülük artar.
Gördün ki, bir kafada halkı incitmek fikri var, çabuk keskin kılıçla o baĢı gövdesinden ayır.
Köpek kim oluyor ki; onun önüne sofra çekesin. Onun hakkı kemik parçasıdır. Söyle, onun önüne
biraz kemik atsınlar.
Ġhtiyar bir köylü, güzel bir mesel söylemiĢ, dillere düĢmüĢ, her yerde anılmıĢtır. Mesel Ģudur:
Depeken (çifteli) davarın yükü ağır olmak iyidir.
Bekçi nezâket, mülâyemet gösterecek olursa; hırsız korkusundan geceleri kimse uyuyamaz.
Cenk meydanında kargı kamıĢı, Ģeker kamıĢından yüz bin kere değerlidir.
Herkes ihsana, in'ama lâyık olmaz. Ġnsanların kimisi para ile, kimisi de kulağını burmak ile yola
getirilir.'
Kediyi pek okĢarsan güvercinleri yakalar. Kurdu naz ile
f^''
126
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
beslersen, Yusuf u paralar.
Bir binanın temeli sağlam değilse, üzerine çıkma!.. Çıkacak olursan yıkılmasından kork.
HĠKÂYE
Bir gün Behram huysuz bir ata bindi, ovalarda dolaĢmağa baĢladı. Derken at onu yere vurdu. O
zaman Behram Ģöyle dedi:
«- Sürüden bana öyle bir at getirin ki serkeĢlik, hırçınlık ederse onu idare etmek, zaptetmek
mümkün olsun!»
Hey, çocuk! Diclenin önüne sed yapacak isen, suyu azaldığı vakit yap. Çünkü taĢtığı zaman bir Ģey
yapamazsın.
Habis, mel'un kurd kemend ile tutulduğu zaman, aman verme, hemen öldür! Acır da bırakacak
olursan, koyunlarından ümidi kes!.
ġeytandan rahmana secde gelmediği gibi, aslı kötü kimseden de iyilik vücuda gelmez!.
Kötülük düĢünen kimseye mansıp, rütbe verme. DüĢman kuyuda, cinni ĢiĢede olmak daha iyidir.
Yılanın baĢı, taĢının altına gelmiĢken vur, ez. Sonra bir sopa vurur öldürürüm, diye ihmal etme!.
Kâtip (memur) hilyanete baĢladığı zaman, onun elini kılıç ile kalem yapmak iyidir.
Memleketi idareye memur olan müdebbir, fena kanun koyacak olursa, seni cehenneme götürmek
istiyor demektir. Ona müdebbir (tedbirli) deme, onu iĢ baĢında tutma! O müdebbir değil müdbir
(uğursuz) dir.
Ġyi kimse Sadi'nin sözüyle hareket eder. Çünkü Sadi'nin sözleri memleketin tedbirine ve fikrine
dâirdir.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM AġK, MUHABBET, TARĠKAT HAKKINDA
AĢkın verdiği gam ile delirmiĢ hak âĢıklarının ne güzel âlemleri vardır. Yara ile merhem onların
nazarında birdir.
ÂĢıklar o dilencilerdir ki, padiĢahlığa meyletmez, kaçarlar. Cenab-ı Hakkın visali ümidiyle
dilencilikte dayanır, dururlar.
ÂĢıklar durmadan elem Ģarabı çekerler. ġarap acı değilse susarlar, ses çıkarmazlar.
ġarap zevkinin arkası sıra hurma derdi var. Gül padiĢahının yanında silâha davranmıĢ diken var.
Cenab-ı Hakkı yâd ile çekilen sabır acı olmaz. Dost elinden gelen "acı Ģey Ģeker olur.
Dostuna esir olan âĢık, zincirden' kurtulmak istemez. Dostuna Ģikâr olan âĢık, dostun kemendinden
kurtulmak istemez.
ÂĢıklar uzlet âleminin sultanı, obanın dilencileridir. ÂĢıklar menzilleri bilen, fakat izlerini
kaybeden kılavuzlardır.
Onlar melâmeti içerler, yârin sarhoĢlarıdır. SarhoĢ deve', yükü çabuk götürür.
Onların âlemlerine baĢkaları nasıl yol bulabilir? Bulamazlar; çünkü zulmet içindeki abıhayat
gibidirler.
Onların içleri Mescidi Aksa gibi kubbeler ile doludur.
128
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
Onlar zahirdeki duvarları mahsus harap bir halde bırakmıĢtırlar.
ÂĢıklar kendilerini pervane gibi ateĢe vururlar. Ġpek kurdu gibi üzerlerini ipek ile örmezler.
ÂĢıkların sevdikleri yanlarındadır, fakat onu ararlar. Bunlar ırmak kenarında bulundukları halde,
dudakları susuzluktan kurumuĢ, çatlamıĢtır.
ÂĢıklar su içmezler demem. Hayır, içerler. Fakat Nil kenarında olsalar bile, içtikçe susuzlukları
artar.
MECAZÎ MUHABBETĠN ĠSBATI HAKKINDA
Senin gibi su ile topraktan yaratılmıĢ bir güzelin aĢkı, senin sabrını, gönlünün rahatını kapıp alıyor.
Uyanıklıkta onun yanağının, benine bakarak meftun oluyorsun. Uyuduğun zaman hep onun
hayaliyle uğraĢıyorsuîı. Onun ayağına öyle hulûs ile baĢ koyuyorsun ki, Dünya'da ancak onu
görüyorsun. Koca Cihan gözüne girmiyor. Cihan'a değer vermiyorsun.
Altın onun gözüne görünmiyecek olunca, altın ile toprak yanında bir oluyor.
Ondan baĢkasiyle görüĢemez oluyorsun. Çünkü gönlünde yalnız o bulunduğu için, baĢkasına yer
kalmıyor.
Gözün açık iken, gözünde yer tutuyor; gözünü kapasan mekânı gönlün oluyor.
Aklına rüsvay olmak korkusu gelmiyor. Bir dakika ayrılığa sabredemiyorsun.
Eğer sevdiğin canını istiyecek olsa, canını dudağına getirerek buyurun diyorsun. Eğer kılıçla baĢını
kesmek istese, kes diye baĢını uzatıyorsun.
BOSTAN AġKI HAKĠKÎ ĠSPATI HAKKINDA
129
Esase sicmanî olan aĢk-ı mecazî seni bu derecede meftun eder; sana böyle hükmünü geçirirse;
mâna denizinde garkoîan tarikat sâliklerinin hallerine taaccüp eder misin? Etmemek lâzımdır.
Hakikî âĢıklar canan sevdasiyle candan; dost yâdiyle cihandan vazgeçmiĢ insanlardır.
Onlar yalnız Allahı bilir. O'nu yâdeder. O'nu yâd için halktan kaçarlar. Onları sâkînin güzelliği
sarhoĢ etmiĢtir, Ģaraba ihtiyaçları yoktur. Binâenaleyh Ģarabı dökmüĢtürler.
Onların dertlerine deva olmak mümkün değildir. Çünkü dertlerine kimse vâkıf olamaz.
Ezel bezmindeki «Elestü» hitabı; hâlâ, onların kulaklarında duruyor. Onlar hâlâ «Beli!..» diye cuĢ-i
huruĢta bulunuyorlar.
Onlar çalıĢtılar, tasarruf sahibidirler. Fakat zahirde uzlete çekilmiĢ, iĢsiz gibi görünürler. Dereceleri
toprak gibi tevâzudan ibaret, lâkin nefesleri ateĢlidir, müessirdir. Bir nâra ile bir dağı yerinden
koparırlar. Bir kere inleseler bir Ģehri harap ederler. Rüzgâr gibi göze görünmezler, fakat çabuk
koĢarlar. TaĢ gibi sessiz, sadasız görünürler; fakat durmadan teĢbih ederler.
Seherlerde o kadar ağlarlar ki, gözyaĢları, gözlerinden uyku sürmesini yıkar, bırakmaz.
Atlarını geceleyin o kadar sürerler ki, atları helak olmuĢtur. Bununla beraber, seher vakti, çok geç
kaldık diye bağrıĢırlar.
Gece gündüz, sevda, yanmak, yakılmak denizi içinde bulunurlar. Hayretten geceyi gündüzden
farkedemezler.
Suretleri nakĢeden nakkaĢ-ı ezelin hüsnüne öyle meftundurlar ki, hiçbir güzelin suretinin güzelliği
ile bir alâkaları yoktur.
130
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
Velîler deriye yani zahire gönül vermediler. Her kim zahire gönül verirse o ahmaktır, içsiz kabuk
gibidir.
Vahdetin halis Ģarabını içen Dünya'yı da, Ukbâ'yı da unu-
BĠR FAKIR ÇOCUĞUN BĠR ġEHZADE ĠLE HĠKÂYESĠ
ĠĢittim ki, bir gedâzâde yani bir fakirin çocuğu bir Ģehzadeye âĢık oldu.
Bu gedâzâde, her zaman Ģehzadenin bulunduğu yere gider, onunla görüĢeceğini umar, onun hayali
kendisini iĢgal ederdi.
ġehzadenin meydanından mil gibi, atının yanından fil gibi ayrılmazdı.
Nihayet zavallı fakir çocuğun gönlüne kan oturdu. Fakat sırrı gönlünde kaldı. O kadar ağlardı ki,
ayakları çamur içinde kalırdı.
Gedazâdenin Ģehzadeye vurulmuĢ olduğunu rakipleri haber aldılar. Ona bir daha Ģehzadenin
etrafında dolaĢma diye tenbih ettiler. Çocuk, meydandan biraz ayrıldı. Sonra sevgilisi aklına geldi,
tekrar kalktı gitti. ġehzadenin mahallesinin baĢında dikildi, durdu.
Onu Ģehzadenin kölesi gördü, fena halde dövdü, elini ayağını kırdı:
«- Bir daha buraya gelme demedik miydi?» dedi.
Gedâzâde dayağı yedikten sonra oradan ayrıldı. Fakat sabredemedi yine gitti. Onu Ģekere konmak
istiyen sinek gibi kovarlardı. Fakat o yine geri dönerdi.
Birisi ona Ģöyle dedi:
«- Hey divâne kılıklı arsız adam! Sen taĢa, dayağa ne kadar mütehammilsin!»
BOSTAN
131
Gedâzâde Ģöyle cevap verdi:
«- Bu cefa bana dostumdan geliyor. Dostun elinden inlemek ise, muhabbete yakıĢmaz. O, bana ister
dost olsun, ister düĢman olsun. Ben onu seviyorum. O olmayınca bende sabır arama! Onu görecek
olsam yine rahat edemiyorum. Ne sabra kudretim, ne mücâdeleye kabiliyetim vardır. Ne beraber
bulunabiliyorum, ne bırakıp kaçabiliyorum. BaĢını kesip çadır ipine bağlamak için kazık yapacağız
deseler, yine onun dergâhından baĢımı çevirmem. Pervane kendisini Ģem'a vurur, yanar. Dostun
ayağında can verir. Bu ölüm onun nazarında diri olarak mum gölgesinde yatmağa müreccahtır.
Fakat bence o ölmemiĢtir. Belki sevdiğinin yanında yattığı için ebedî bir hayat kazanmıĢtır»
Aralarında Ģu muhavere cereyan etti:
«- ġehzade eline çevgânını alıp baĢına vurmak istese ne yaparsın?»
«- Onun ayağına top gibi düĢerim!»
Adam tekrar sordu:
«- ġehzade eline kılıç alıp, baĢını kesmek istese ne yaparsın?»
Gedâzâde Ģöyle dedi:
«- Bu kadar küçük bir Ģey ondan esirgenir mi? Zaten benim baĢımdan haberim yok. BaĢımda taç mı
var, teber mi var, bilmiyorum. ArkadaĢ! Bana sabırsızsın diye itap etme. Çünkü âĢık sabredemez!
AĢk sabır ile birleĢemez. Ağlamaktan Yakup gibi sözlerime kara su inse, Yusuf un diyarından ümit
kesmem. Birisine tutulan kimse, onun hiçbir cefasından incinmez!.»
Bir gün, bu fakir çocuğu, Ģehzadenin üzengisini öptü.
ġehzade kızdı, ondan dizgin çevirdi.
Gedâzâde güldü:
132
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
«-Dizgini çevirme. Sultan olan zat bir hiçten dizgin çevirmez. Sen var iken benim varlığım
bitmiĢtir. Var olan yalnız sensin. Eğer senden bir cürüm sâdır oldu ise, onu yapan ben değilim,
sensin. Çünkü ben sen olmuĢumdur. Yakadan baĢ gösteren ben değilim, sensin. Benliğim kalmadığı
için üzengine el vurmak cesaretini gösterdim. Ben hem kendi adımın, hem kendi muradımın
üzerine kalem çektim. Zaten beni o sarhoĢ gözlerin ok ile vurup öldürüyor iken beni öldürmek için
kılıç çekmeğe ne hacet!»
ArkadaĢ! Sen kamıĢlığı ateĢle! geç git. Ġnan ki; ne kuru kalır, ne yaĢ!..
MUHABBET EHLĠNĠN KENDĠNDEN GEÇMESĠ HAKKINDA HĠKÂYE
ĠĢittim ki, bir hanende, bir meclisde, bir parça okumuĢ. Bu parça, orada bulunan bir peri peykerin
hoĢuna gitmiĢ, raksetmeğe baĢlamıĢ. Raksederken eteği muma dokunmuĢ biraz yanmıĢ.
Bu yanıĢ zahirde mumdan oldu. Fakat hakikatte periye benziyen güzelin etrafındaki âĢıkların
gönüllerinin ateĢi onun eteğini yakmıĢtır. Güzelin buna canı sıkılmıĢ, öfkelenmiĢ.
Oradaki âĢıklardan birisi Ģöyle demiĢ:
«- Sevgilim, ateĢ senin eteğini yaktı; fakat benim, bütün varlığımı yakmıĢtır.»
ÂĢıkın bu sözü aĢk noktasından kusurludur.Çünkü kendisine varlık vermiĢtir. Ey âĢık! Eğer sen
âĢık isen, kendinden bahsetme. Yoksa Ģirke düĢmüĢ olursun.
BOSTAN
133

ĠġTĠYAK ĠLE MUHABBETĠN MANASI HAKKINDA HĠKÂYE


Âlim bir pîrden iĢittim, hatırımdadır: Birisi cezbeye düĢmüĢ; baĢını alıp sahraya kaçmıĢ. Orada
yaĢamağa baĢlamıĢ. Eve gelmez olmuĢ. Pederi, onun firkatinden müteessir olarak yemiyor
içmiyormuĢ.
Meczubu bilenler, onu ayıplamıĢlar.
«- Pederini bıraktın. Adamcağız müetessir oluyor. Niçin böyle yapıyorsun?» demiĢler.
Meczup Ģöyle cevap vermiĢ: «O zamandan beri ki, yârim bana adamım demiĢtir. Artık baĢka kimse
ile aĢinalığım kalmamıĢtır. Yârin hakkı için, o bana cemalini gösterdiğindenberi gördüğüm bütün
Ģeyler nazarımda hayal olmuĢtur.
AĢk ile halktan yüz çevirip sahraya düĢen, yahud bir köĢeye çekilen zayi olmadı, insanlıktan
çıkmadı. Belki kaybetmiĢ olduğu Ģeyi buldu.
Hak âĢıkları feleğin altında Ģuraya buraya dağılmıĢ bir takım insanlardır. Bunlara vahĢi denilse de
olur, melek denilse de olur. Bunlar melekler gibi dâima Cenab-ı Hakkı zikrederler, dinlemezler.
Sonra gece gündüz vahĢiler gibi insanlardan kaçarlar.
Bunların kolları kuvvetli, elleri kısadır. Bunlar akıllı deli, aklı baĢında sarhoĢlardır. Bazan bir
köĢede rahat rahat oturur, hırkalarını dikerler; bazan bir mecliste cezbelenir, hırkalarını yakarlar.
Bunlar ne kendilerini düĢünür, ne de kimseden korkarlar. Bunların tevhidleri köĢesinde kimsenin
yeri yoktur.
Bunların akılları, fikirleri periĢan, nasihatçiye karĢı kulakları tıkalıdır. Kaz denizde batmaz;
semender ateĢ azabını ne bilir?
Bunların elleri boĢ, fakat gönülleri doludur. Bunlar kafilesiz
134
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
olarak çöllerden geçerler.
Bunlar halkın gözlerinden gizli, azizlerdir. Bunlar sırtlarına hırka giyip, gizli zünnar taĢıyanlardan
değildirler.
Bunlar asma gibi meyvalı, gölgelidirler. Bizim gibi dıĢı derviĢ, içi mürâi değildirler.
Bunlar sedef gibi baĢlarını içeri çekmiĢler, deniz gibi köpürmezler.
Eğer aklın varsa mürâilerden kaç; çünkü onlar, insan kıyafetinde Ģeytandırlar.
Ġnsan yalnız deri ile kemik değildir; her surette manevî can yoktur.
PadiĢah her köleyi satın almaz; her yamalı elbisenin içindeki diri değildir.
Eğer her çiğ tanesi inci olsaydı, katırboncuğu gibi çarĢı inci ile dolardı.
Bunlar, cambazlar gibi kendilerine tahtadan, iğreti ayak takmazlar, çünkü iğreti ayak kayınca
Ģiddetle düĢerler.
Bunlar, Elestü Meclisi'nin harimine girmiĢ insanlardır. Orada içtikleri bir yudumluk Ģarap, onları
kıyamete kadar sarhoĢ eder.
Bunlar kılıç altında kalsalar, maksadlaıından el çekmezler; çünkü aĢk ile korku, ĢiĢe ile taĢa benzer.
AġKIN TAġKINLIĞI VE SALTANATI HAKKINDA HĠKÂYE
Bir âĢıkın Semerkand'de bir sevdiği vardı. Söylerken ağzından söz yerine Ģeker akardı. Güzellikte
GüneĢi geçmiĢti. ġivekârlığından sofuluğun temeli yıkılmıĢtı.
Cenab-ı Hakk onu o kadar güzel yaratmıĢtı ki, görenler, bu Allahın kemal-i kereminden bir âyettir
derlerdi.
O güzel, yolda yürürken, gözler onun arkası sıra giderdi.
BOSTAN
135
Onu sevenler, ona canlarını feda için hazırdılar.
Bir gün âĢık, onun yüzüne gizlice bakıverdi.
Güzel, kızdı. ÂĢıka:
«- ġaĢkın adam, arkamdan ne kadar koĢacaksın; bilmez misin ki, ben senin tuzağına düĢecek kuĢ
değilim. Seni bir daha peĢim sıra görürsem, acımam, baĢını düĢman gibi kılıcımla keserim!..» diye
çıkıĢtı.
Ahvâle vâkıf olan birisi âĢıka nasihat verdi:
«- ġimdilik baĢını kurtarmağa bak. Bu olmıyacak güç iĢten vazgeç. Sevilmesi daha kolay olan
baĢka birisini sev! Zannetmem ki, sen bu iĢi baĢa çıkarasın. Olmıya ki; gönlünün ;tr-zusu yolunda
baĢtan olasın!.»
Sâdık âĢık bu acı nasihati iĢitince, içinden dertli bir inilti koptu:
«- ArkadaĢ, bırak dedi, ben isterim ki; kılıç ile vursun, baĢımı düĢürsün. BaĢım kanlı toprak içinde
yuvarlansın. Dostum, düĢmanım, bu adam onun kılıciyle katledilmiĢtir desinler. Ben onun
mahallesinin toprağından ayrılmam. Söyleyin, bana ne kadar hakaret edecekse etsin. Ey kendisini
beğenen öğütçü! Bana tevbe et diyorsun. Asıl seri, böyle sözler söylemekten toevbe et! Bana
dokunma. Sevdiğim benim hakkımda her ne yaparsa, hattâ kanımı da dökerse iyidir. Onun aĢkı
beni her gece yakıyor. Fakat seher vakti olunca, bad-ı saba onun kokusunu getirip beni diriltiyor.
Eğer bugün dostumun mahallesinde ölürsem, kıyamet gününde çadırımı onun yanında kuracağım.»
ArkadaĢ! AĢk çenginde gücün yettiği kadar dayan, kaçma. Sadi diridir. Çünkü onu aĢk
öldürmüĢtür.
HĠKÂYE
Birisi pek susamıĢtı. Susuzluktan can vermek üzere bu-
136
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
lunurken:
«- Su içinde ölen kimse ne kadar talihlidir!» diyordu.
Kısa akıllı birisi, bu sözü iĢitti: «Ne tuhaf söz, dedi, mademki öleceksin; ha suya kanmıĢsın, ha
dudağın kuru ölmüĢsün, ikisi birdir.»
SusamıĢ kimse cevap verdi:
«- Can verinceye kadar su arzusunda bulunmıyayım ve bu arzu ile dudağımı ıslatmıĢ olmıyayım
mı?» dedi.
Susuz kimse suda boğulanın suya kanacağını bildiği için ölürken derin göle düĢer gibi ölür.
Eğer âĢık isen yârin eteğini tut! Eğer yâr sana canını ver derse, al de ve derhal ver.
Zevk-ü safa cennetine yokluk cehenneminden geçtikten sonra varabilirsin.
Ekincilerin gönülleri iptida birçok sıkıntı çeker. Fakat harman meydana gelince tatlı tatlı gülerler.
AĢk meclisinde kadehin son dönüĢünde kim bir kadeh çekerse, muradına ermiĢ olur.
ZAMANA KARġI SABR-U SEBAT HĠKÂYESĠ
Zahirde fakir, hakikatte mün'im, zahirde feda, hakikatte Ģah olan yol erenlerinden iĢitmiĢimdir ki,
bir ihtiyar birxsabah bir Ģey dilenmek maksadiyle bir mescidin kapısına gitmiĢ.
Cemaatten birisi ona:
«- Ġhtiyar, burası halkın evi değildir ki; sana bir Ģey versinler. Yüzünü berkitip burada durma!..»
demiĢ.
Ġhtiyar: ,
«- Burasa insan evi değilse kimin evidir? Kapısına gelen kimsenin haline acıyıp bir Ģey vermez
mi?» demiĢ. Öteki:
BOSTAN
137
«-Ġhtiyar, sus. Hatâ ediyorsun!..» demiĢ, «Bu evin sahibi hepimizin efendisidir.»
Bunun üzerine ihtiyar mihraba, kandile bakmıĢ, yanık ciğerinden bir ah çekmiĢ ve:
«- Buradan gidersem bana hayıflar olsun. Bu kapıdan mahrum dönersem bana yazıklar olsun.
ġimdiye kadar hangi mahalleye gittimse boĢ dönmedim. Nasıl olur da Cenab-ı Hakkın kapısından
yüzüm sarı döneyim! Ben buraya dilencilik elini uzatacağım. Çünkü, biliyorum ki, buradan eli boĢ
dönmiyeceğim!..» demiĢ.
ĠĢittim ki, ihtiyar o mescitte bir sene mücavir kalmıĢ ve daima elini uzatır, Cenab-ı Hak'tan dilekler
dilermiĢ; Cenab-ı Hakka tazarru ve niyazda bulunurmuĢ. Bir gece ömrünün ayağı çukura batmıĢ,
zayıflıktan kalbi çarpmağa baĢlamıĢ.
Seher vakti idi. Birisi bir mum yaktı, onun baĢı ucuna geldi. Baktı ki, bütün gece yanıp, sabaha
kalmıĢ mum gibi hayatından az bir Ģey kalmıĢ. Bununla beraber seviniyor:
«-Cömerdin kapısını kim çalarsa açılır!..» sözünü terennüm ediyordu.
Ġstiyenler çok sabırlı, çok tahammüllü olmak lâzımdır. Âdeta kimyacı* gibi olmalı ki, kimyacıların
usandığı iĢitilmemiĢtir.
Kimyacılar bir gün bakırı altın etmek maksadiyle, nice altınlara kara toprağa atarlar.
Altın, bir Ģey satın almak içindir. Dostun vuslatından daha iyi ne alacaksın ki!..
Gönlün bir dilberden son derece daralırsa, onu bırak; elbet daha nıûnis bir güzel eline geçer.
EkĢi yüzlü dilber ile acı hayat geçirme. Onun verdiği ateĢi daha tatlı bir içkinin serinliği ile söndür.
Fakat çok güzel bir sevgili eline geçerse, ehemmiyetsiz, geçimsizliklerinden dolayı onu bırakmağa
kalkıĢma.
138
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
Bir sevgiliyi, onsuz yaĢıyabilecek isen bırak; fakat, onsuz yaĢıyamıyacak isen bırakma. Her türlü
nazına, cefasına katlan.
ġUNUN BUNUN AYIPLARINDAN KAÇMIYAN, CEFAYI DÜġÜNMĠYEN ÂġIKIN
HĠKÂYESĠ
ĠĢittim ki; bir pir, sabaha kadar ibâdetle meĢgul olduktan sonra, seher vakti elini kaldırıp Cenab-ı
Hak'tan hacet dilemiĢ.
Pîrin kulağına:
«- Dilediğin olamaz. Bu kapıda senin duan makbul değildir.Var, baĢının çaresine bak. Fakat
ruhunda izzeti nefis yok ise, yalvar, dur!» diye hatiften bir ses gelmiĢ.
Pîr, hatifin söziyle ibadetinden kalmamıĢ ikinci geceyi de yine zikr-ü ibâdet ile geçirmiĢ.
Müfritlerinden birisi pîrin haline vâkıf olunca ona: «- Gördün ki; dilediğin Ģey olmıyacaktır.
Beyhude yere dua edip durma!» demiĢ.
Pir hasretle gözlerinden yakud renkli yaĢlar akıtarak: «- A çocuğum, eğer bu kapıdan daha iyi bir
kapı görseydim, buradan umudumu keserek o kapıya giderdim. O benden dizginini çevirmekle
zannetme ki; ben onun terkisinden çekerim. Dilenci bir kapıdan mahrum dönebilir; fakat baĢka bir
kapı daha varsa meraklanmaz, öteki kapıya gider. Hatiften iĢittim ki, bu mahalleye yol yokmuĢ.
Yani bu maksadım hâsıl olmıyacakmıĢ. Fakat ne yapayım ki; baĢka bir mülke de yol yoktur!..» diye
cevap vermiĢ.
Pîr bu sözü söyledikten sonra, bütün hulûs ve tes-limiyetiyle secdeye varmıĢ. O sırada canının
kulağına hatiften Ģu nida gelmiĢ:
BOSTAN
139
«- Bize lâyık hüneri yoksa da, kabul ettik. Çünkü bizden baĢka sığınacak bir Ģey tanımıyor!..»
HĠKÂYE
NiĢâbur ġehri'nde birisi vardı ki, onun bir de oğlu vardı. Bir gece oğlu yatsı namazını kılmadan
uyudu.
Babası oğluna Ģöyle nasihat verdi: «Çocuğum, eğer insan isen düĢün ki, kimse çalıĢmadan bir
makama eriĢemez. ÇalıĢmayan fakirin varlığı yokluğu birdir. Oğlum, kazanmağa heves et.
Ziyandan kork. Çünkü boĢ gezenler her türlü istifadeden mahrumdurlar.»
Bir taze gelin, Ģefkati az güveyden yani kocasından bir ihtiyara Ģikâyet etti, Ģöyle dedi:
«- Beybaba! Bu çocuk yani kocam ile hayatımın acı geçmesi reva mıdır? ġu konakta bizimle
birlikte bulunan diğer aileler de vardır. Onlar bizim gibi periĢan, geçimsiz değildirler. Karı koca
birbiriyle öyle geçiniyorlar ki, onları bir kabuk içinde iki iç zannedersin. Halbuki ben gelin
olalıdanberi kocamın yüzüme bir kere güldüğünü görmedim.»
Söz bilen irfanlı, yaĢlı ihtiyar, gelin hanıma Ģu tatlı cevabı verdi:
«- Eğer kocan güzel ise, tahammül et, kahrını çek! Ġnsan bir Ģeyi, ona benzer bir baĢkasını
bulamıyacaksı ter-ketmemelidir, yazıktır. Böyle bir kocadan serkeĢlik edip ayrılan, onun ayrılığına
dayanamaz, canından olur.»
Kul olduğunu düĢün! Cenab-ı Hakk'ın emirlerine boyun eğ! Çünkü onun gibi bir baĢka Allah
bulamayacaksın!.
HĠKÂYE
Bir gün bir bey, kölesini satılığa çıkarmıĢ, tellâla vremiĢti.
140
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
Köle, o sırada efendisine Ģöyle dedi: «- Efendim, siz benden daha çok iyi köle bulabilirsiniz; fakat
ne yazık ki ben sizin gibi efendi bulamam.»
Kölenin Hu sözü gönlüme çok dokundu, yüreğimi yaktı.
HĠKÂYE
Vaktiyle Merv Ģehrinde bir tabip vardı. Peri yüzlü idi. Boyu gönüller bahçesinde salınır servi idi.
Nice gönüller onun derdi ile yaralı idi. Fakat onun bu yaralardan haberi yoktu. Hasta, mahmur
gözlerinin güzelliği nice âĢıkları periĢan etmiĢti. O bundan da haberdar değildi.
Bana onun âĢıklarından bir dertli galip nakletti: Hasta idim. Tabiîdir ki, hastalar iyi olmak isterler,
fakat ben iyi olmak istemiyordum. Ġstiyordum ki; hep hasta kalayım. Çünkü iyi olduğum gibi, artık
tabip gelmiyecekti.
Buna aĢk derler. En güçlü, kudretli, keskin akılları zebun eder.
AĢk aklın kulağını bir kere buruncu, o baĢ bir daha akıllan-
maz.
AġKIN, AKLIN ÜSTÜNDE YÜKSELMESĠ HAKKINDA
Bir yiğit arslan ile pençeleĢmek için bir demir kolçak yaptırdı, arslanın karĢısına çıktı. Arslan onu
pençesiyle çekiverince, pençesinde kuvvet kalmadı, arslanın elinde zelil oldu.
Birisi onun arslanın pençesi altında miskin miskin durduğunu görünce:
«- Arslanın altında karı gibi uyuĢup ne duruyorsun! Elinde
BOSTAN
141
demir pençe var. Arslana bir pençe vursana!» dedi.
Zavallı adam:
«-Bu pençe ile arslanla savaĢmak mümkün olamıyor!..» cevabını verdi.
ĠĢte aĢk arslan, akıl demir pençe yerindedir. AĢka karĢı aklın hükmü yoktur. Akıl daima aĢka
yenilegelmiĢtir.
Arslana benziyen insanlar da arslan gibidirler. Onlara karĢı da demir pençenin faydası yoktur.
AĢk ortaya gelince, artık aklın adı okunmaz. Çevgân topu nasıl çelerse, aĢk da aklı öyle çeler.
HĠKÂYE
Bir köyde asîl bir aileden bir genç, amcasının kıziyle evlenmiĢti. Gerek oğlan, gerek kız, ikisi de
güzeldi. Birisi GüneĢ, birisi Ay'dı. Kızın ahlâkı güzel, hem de munisti. Oğlan ise hırçın, inatçı idi.
Bunların hallerine vâkıf olan köy ihtiyarlan bir gün meclis kurdular, oğlanı oturuttular: «Oğlum,
mademki hanımını sevmiyorsun, mihri olan yüz koyunu ver de, bırak!» dediler.
Oğlan bu fcözü iĢitince:
«- O ne âlâ! Yüz koyun ile bu ağdan kurtulacağım. Bu iĢte hiç aldanmak yok!..» dedi.
Kıza gelince, bu haberi iĢitir iĢitmez, o peri yüzü gibi olan yüzünü yırttı:
«-Ben sevgili kocamdan ayrılığa dayanamam. Ben sevgilimi görmemeğe yüz koyun değil, üç yüz
koyun verseler razı değilim. Böyle bir Ģey istemem!..» dedi, feryada baĢladı.
ArkadaĢ! Seni sevgilinden hangi Ģey alıkoyarsa, doğrusunu ister misin, sevdiğin o Ģey olmuĢ olur.
142 ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
HĠKÂYE
Birisi bir meczuba yazı ile:
«- Cenneti mi istersin, yoksa cehennemi mi?» diye sordu.
Meczup Ģöyle cevap verdi:
«- Bana öyle sual sorma, O, (Yani Cenabı Hak) benim için ne dilerse onu severim!.» dedi.
MECNUN'UN LEYLÂ'YA HAKĠKÎ MUHABBETĠ HĠKÂYESĠ
Birisi Mecnun'a dedi ki: «Hey yollu, akıllı, irfanlı Mecnun! Ne oldu ki, artık Leylâ'nın obasına
gitmiyorsun? Yoksa baĢından Leylâ'nın aĢkı uçtu mu, hayalin değiĢti mi, Leylâ'ya meylin kalmadı
mı?
Zavallı Mecnun bu sözleri iĢitince zari zari ağladı:
«-Efendi, benden elini çek, baĢa iliĢme!..» dedi, benim gönlüm zaten dertlidir, yaralıdır. Sen de
yarama tuz ekme. Ayrılığa katlanmak aĢkın azlığına, gönül geçmesine delâlet etmez. Ayrılıkların
çokları zarurî olur.»
Sonra adam bu defa Mecnun'a:
«- Ey sefalı, güzel huylu Mecnun! Ben Leylâ'nın kabilesine gidiyorum. Leylâ'ya söyliyecek bir
sözün varsa söyle, de söyliyeyim» dedi.
O zaman Mecnun:
«- Sakın, Leylâ'nın yanında benim adımı anma!..» dedi, çünkü onun bulunduğu yerde benini adımın
anılması manasızdır. Ben onun varlığıyle varım; ayrıca varlığım yoktur!.»
BOSTAN 143
HĠKÂYE
Birisi Sultan Mahmud Gaznevî'ye dahletti: «- Acayip Ģey!» dedi, «Ayaz'ın güzelliği yok. Sultan
Mahmud bunun nesini seviyor? Bir gülün rengi, kokusu olmazsa onun sevdasından çırpınan
bülbüle ĢaĢılır.»
Birisi bu sözü Sultan Mahmud'a nakletti. Sultan Mah-m'ud'un canı pek sıkıldı:
«-A efendi!..» dedi, «ben Ayaz'ın boyunu boĢunu değil; ahlâkını seviyorum.»
ĠĢittim ki, dar bir geçitte bir deve yıkılmıĢ, üzerindeki inci dolu sandık kırılmıĢ.
Sultan Mahmud bu hali görünce:
«- Yağmadır; alan alsın!..», demiĢ; kendisi atım sürmüĢ gitmiĢ.
Mahmud'un:
«- Yağmadır!» demesi üzerine maiyetindeki atlılar yağmaya koĢarak padiĢahtan ayrılmıĢlar.
PadiĢahın arkası sıra giden atlılardan yalnız A} az kalmıĢ. Mahmud Ayaz'ı görünce onun
güzelliğinden zevk almıĢ ve:
«- Ey sümbül gibi kıvrım kıvrım saçlı dilber. Yağmadan sen ne getirdin bakalım?» demiĢ. Ayaz
cevap vermiĢ: f
«- PadiĢahım, hiçbir Ģey almadım. O nimet beni sizin hizmetinizden alıkoymadı.»
ArkadaĢ! Cenab-ı Hakk'ın dergâhında yakınlık istersen, ihtiyaç peĢinde koĢup da haktan gafil
olm«!.
Evliya, Allahtan ancak Allahı ister. BaĢka bir Ģey istemeleri tarikat usulüne muhaliftir. Eğer dosttan
ihsan bekliyorsan, sen kendini düĢünme, dostu düĢünmemiĢ olursun. Ağzın hırs ile açık ise,
kulağına gayıptan sır gelmez, girmez.
144
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
Hakâyik, esrar-ı ilâhiye bezenmiĢ bir saraya, hava ve heves ile göklere çıkan toz dumana benzer.
Toz kalkarsa göz görmez olur.
HĠKÂYE
Tesadüfen bir pîr ile arkadaĢ olarak Feryab ġehri'nden birlikte yola çıktık. Seyahate devam ile
mağrıp tarafından bir suya eriĢtik. O sudan yelkensiz geçilemezdi. Adam baĢına bir akça navlum
alıyorlardı. Benim bir akçam vardı, verdim, gemiye bindim. ArkadaĢım olan pîrin parası yoktu.
Bende de bir akçadan baĢka bulunmadığı için onun parasını veremedim. Kaptan Allahtan korkmaz
birisi idi. Onu orada bıraktı. Gemiyi sürdü.
ArkadaĢım gemiye binemediği için içim yandı, ağladım. Pîr ağladığımı görünce güldü:
«- Ağlama! Gemiyi yürüten Allah beni de götürür!..» dedi. Seccadesini suyun üstüne serdi, geçti,
üzerine oturdu. Seccade gemi gibi yüzmeğe baĢladı. Biz karĢıya çıktığımız zaman, o da çıktı.
Pirden gördüğüm hal, bana dehĢet verdi. Aman Yarabbi! Bu ne keramet diye sabaha kadar
uyuyamadım. Acaba gördüğüm hayal mi idi, rüyamı idi? diye söylendim, durdum. Sabah olunca pîr
beni gördü ve:
«- ġefkatli arkadaĢım, seccade iĢine taaccüp mü ediyorsun? Seni gemi ötürdü, bizi de Allah!.» dedi.
Kuru davacılar niçin böyle Ģeye, yani evliyanın suda yürüyeceğine, ateĢte yanmıyacağına
inanmazlar. AteĢten haberi olmıyan bir çocuğu Ģefkatli annesi korumuyor mu? Vecd halinde
müstağrak olanlar, gece gündüz Cenab-ı Hakkın muhafazası altındadırlar.
O Allahdır ki, Ġbrahim'i ateĢin sıcağından, Musa'nın
BOSTAN
145
kundağını Nil'de batmadan muhafaza buyurmuĢtur.
Ġyi bir yüzücünün elinde olan yavru, Dicle'nin geniĢliğinden korkmaz.
ArkadaĢ! Allah dostları gibi deniz üzerinde nasıl yürürsün ki, karada eteğin yaĢtır!., (kötü adamsın)
CENABI HAKKIN VÜCÛDU KARġISINDA BÜTÜN MEVCUDATIN FANĠLĠĞĠ HAKKINDA
HĠKÂYE
Akıl yolu kıvrım kıvrım, karmakarıĢık, pek dolaĢıktır. Ariflere göre Cenab-ı Hak'tan baĢka hiçbir
Ģey yoktur.
Bu söz, Cenab-ı Hakkın hakikatĢinas olan ermiĢ kullarına söylenebilir. Fakat her Ģeyi akliyle
halletmek istiyen ehl-i kıyas, bu söze itiraz ile:
«- Allahtan baĢka bir Ģey yoksa bu gökler, bu yerler, insanlar, kuĢlar, yırtıcılar... nedir» derler.
Onlara:
«- Ey akıllı dostum, güzel sordun, beğenirsen fikrimi söyliyeyim: Ovalar, denizler, dağlar, gökler,
yerler, periler, insanlar, Ģeytanlar, melekler... Cenab-ı Hakkın varlığına nis-betle, kendilerine varlık
sıfatı verilmeğe lâyık olmıyan Ģeylerdir. Vakıa dalganan deniz, senin nazarında muazzam bir
Ģeydir. Gökte parlıyan güneĢ, çok yüksektir. GüneĢ'e kıymet veren insanlar mâna âlemine nasıl
girerler? O âlemdeki insanlara göre yedi deniz bir katre, o GüneĢ bir zerre bile değildir. Ġzzet,
azamet zât-ı Ģerifine mahsus ulan Cenab-ı Bari bayrak kaldırırsa, bütün cihan baĢını yokluk
yakasına çeker. Senin o var sandıkların yok olur.»
KÖY KÂHYASI ĠLE PADĠġAHIN ASKERÎ HĠKÂYESĠ
Bir köy kâhyası, oğlu ile yolda giderken, padiĢahın bu-
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
lunduğu alaya rastgeldiler.
Çocuk baktı; bir takım çavuĢlar gördü; kılıç gördü, teber gördü, atlastan kaftanlar, altın kemerler
gördü ki av vuran pehlivanlar var, ellerine yaylarını almıĢlar; ok atan köleler var, tirkeĢlerini
takınmıĢlar, birisinin sırtında en ağır ipekli kumaĢtan kaftan, birisinin baĢında hüsrevanî külah, altın
tas.
Çocuk bu Ģevketi, bu debdebeyi görünce, kendi babası onun gözünde pek küçüldü. Babasına
gelince, onun hali pek değiĢti, rengi attı, korkusundan bir bucağa kaçtı.
Çocuk babasına sordu:
«- Baba, sen köyün en büyüğü değil misin? Bütün büyüklerden büyük değil misin? Sana ne oldu,
canından ümidi kestin. Heybet yelinden söğüt yaprağı gibi titredin» dedi.
Babası cevap verdi:
«-Evet oğlum; köyün en büyüğüyüm; buyruk sahibiyim. Fakat benim büyüklüğüm köyüme
göredir.»
ArkadaĢ! Büyükler padiĢahın dergâhında bulundukları için büyük korku içindedirler.
Ey bihaber! Sen hâlâ köydesin. Orada kendine bir paye veriyorsun.
Güzel söz bilenler bir söz söylemezler ki, Sadi o söz hakkında bir temsil yapmasın.
HĠKÂYE
ArkadaĢ! Belki görmüĢsündür. Bağlarda, dağlarda geceleyin bir böcek çıra gibi parlar.
Birisi ona:
«-Ey gece parlayan böcek!..» dedi, «niçin gündüz çıkmıyorsun, saklanıyorsun?»
Bak, yer mahlukatmdan olan ateĢin böcek, bu suale ne
BOSTAN
147
arifane cevap verdi:
«- Ben gece gündüz sahradayım, meydandayım. Bir yere saklanmıyorum. Fakat GüneĢ'in ziyası
yanında görünmez oluyorum.»
HĠKÂYE
ġam vilâyetlerinden bir Ģehirde bir kavga oldu. bu kabahatlidir, diye mübarek bir pîri yakaladılar;
elini, ayağını zincire bağladılar. Pîr o sırada bir söz söyledi hâlâ kulağımdadır. ġöyle demiĢti:
«- Eğer sultan ferman buyurmasaydı bana böyle cefa etmek kimin haddine düĢmüĢtü. Bana cefa
eden düĢmanı da dost tutmak lâzımdır. Gerek izzet, gerek mansıp olsun; ben bunların hepsini
Amr'den, Zeyd'den değil, Cenab-ı Haktan bilirim.»
Hey akıllı zat! Sen hastalıktan korkma! Çünkü tabibin sana bir acı ilâç gönderecektir.
Dostun elinden gelen her Ģeyi ye!. Hasta tabipten daha mı iyi bilir?
HĠKÂYE
Birisi rahmetli Sâd bin Zengî'ye meth-ü senada bulundu. Sâd bin Zengî memnun oldu, ona para
verdi, hil'at giydirdi, hünerine göre memuriyet, paye verdi.
Bu adam, kendisine verilen altın sikke üzerinde Allah bes (=Allah kâfidir) yazısını görünce
cezbelendi. Cezbenin harareti canına öyle bir tesir etti ki, paraları bıraktı, üzerindeki hil'ati çıkardı,
sıçradı, sahra yolunu tuttu. SavuĢtu gitti.
Onu sahrada gören bir arkadaĢı ona sordu:
148
ġEYH SÂDt-î ġÎRAZÎ
<v- Ne gördün ki, halin birdenbire değiĢti. Evvelâ üç kere yer öpmüĢtün, böyle yaptığına göre sonra
tekme vurup paraları, hil'ati reddetmemeliydin.»
Adam güldü, Ģöyle cevap verdi:
«- Evvelâ korku ve ümit ile vücûduma söğüt gibi titreme düĢtü. Sonra «Allah bes» yazısı bana
kuvvet verdi, gözüme bir kimse, birĢey görünmedi» dedi.
HĠKÂYE
Benim gibi birisi de gönlünü bir güzele vermiĢ, kur-taramıyordu. Ondan çok hakaret çekerdi.
Adamcağız, akıllı, fikirli iken, delidir diye tefe konulup çalınıyordu. Dost yolunda düĢmanlardan
çok cefa çekerdi. Fakat bu cefalardan müteessir olmazdı. Dostun sunduğu zehir ona tiryak yerine
geçerdi. Kendi arkadaĢlarından bir tokat yerdi, darılmaz; tablalı çivi gibi alnını ileri tutardı.
Dostun hayali onun baĢını öyle sarmıĢtı ki, dimağının damında tepinirdi. ArkadaĢlarının dokunaklı
sözleri ona vızıltı gelirdi. Denize batmıĢın yağmurdan haberi olur mu?
Kimin gönlünün ayağı taĢa dokunursa (büyük bir mani karĢısında ümitsizliğe düĢerse) artık âr,
namus ĢiĢesini düĢünmez.
Bir gece düĢünde Ģeytan kendisini peri çehreli bir kız Ģekline koydu, onun kucağına atıldı.
Seher vakti olunca uyandı. Gusül lâzım geldiğini anladı, arkadaĢlarından kimse sırrına vâkıf
değildi. Sabaha karĢı yakın bir su kenarına vardı. Fakat mevsim kıĢtı. Soğuk, su üzerine mermerden
bir kapı yapmıĢtı, buzu kırdı, suya daldı.
Birisi ona nasihat ederek:
«- Bu soğuk su içinde öleceksin, niye böyle yapıyorsun?»
BOSTAN
149
dedi.
Ġnsaflı genç Ģöyle cevap verdi:
«-ArkadaĢ, sus! Günler var ki bir güzel gönlümü aldattı, aldı. AĢkiyle sabrım, kararım yoktur,
merhamet ederek bir ke-recik olsun halimi sormadı. Canımı diĢime alıyor, çekilmiyecek bir yükü
çekiyorum. ġimdi sevdiğim bir insan için bu kadar cefaya katlanırsam, beni topraktan yaratan,
kudretiyle toprağa can veren ihsan ve in'amiyle yaĢadığım Cenab-ı Hakkın emrini güç de olsa nasıl
ifa etmiyeyim?» dedi.
EHLĠ DELLERĠN SEMA YANĠ MUSĠKĠYĠ SEVMELERĠ HAKKINDA
Eğer aĢkı seviyorsan, aĢkın hakkını ödiyecek mert isen, kibri azameti bırak, kendini küçük gör.
Böyle yapmıyacak isen aĢka atılma, aĢktan uzak dur, rahatına bak.
AĢk beni yakar, kül eder, toprak eder diye korkma!. AĢk seni heiâk ederse, ebedî olursun.
Tane sağlam durdukça ondan bir Ģey gitmez. Ne zaman toprağa düĢer, üzerini toprak örter,
rutubetten ikiye ayrıhrsa, o zaman uç veçir, filizlenir.
Seni benliğinden kim kurtarırsa, seni Cenab-ı Hakka o zat aĢina eder.
Sende benlik oldukça, kendine yol bulamazsın. Bu sözü benliğinden geçmiĢ olanlar anlarlar.
Hanendeye hacet yoktur. Eğer sende aĢk varsa, yürüyen hayvanların ayaklarından çıkan ses de
sazdır.
Bir sinek bir âĢıkın yanında kanadını çırpınca, ağaçlık vecde gelir; elini (sinek gibi) baĢına vurmağa
baĢlar.
ÂĢık için sazın lüzumu yoktur. ÂĢık bir kuĢun ötmesiyle de inler.
150
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
Âlem söz ile doludur; fakat ne çare ki, her kulak açık değildir.
AĢk Ģarabını içip sarhoĢ olan âĢıklar, dolap sesiyle de cuĢu huruĢa gelirler. Dolap gibi döner; dolap
gibi ağlarlar.
ÂĢıklar herĢeye eyvah eder, baĢlarını yakalarına çekerler, fakat güçleri tükenince yakalarını
yırtarlar.
Kendisini kaybetmiĢ sarhoĢ derviĢi ayıplama. O, aĢk denizine düĢmüĢtür. Eli ayağı ondan dolayı
çırpınır.
SEMAĠN HAKĠKATĠ HAKKINDA
KardeĢ, bana:
«- Sema' (musiki) nedir» diye soracak olursan, dinliyen kimdir, ne kabiliyettedir? Anlamadıkça
birĢey söyliyemiye-ceğim!.»
Musikiyi ruh ve maneviyatı ile dinler, yani ruhu mâna burçlarında uçarsa, melekler dahi onun
yüksekliği âlemine varamazlar.
Eğer bu dinliyen eğlence, oyun maskaralık adamı ise sema' ile onun ruhunda oturmuĢ olan Ģeytan
kuvvet bulur.
Hayvan gibi Ģehvetine tapan kimse sema' eri olamaz, ona sema' haramdır. Güzel sesle uyuyan adam
uyanır; kör kandil sarhoĢ uyanamaz.
Seher yeli gülleri açar, fakat odunun açamaz. Onu ancak balta açar.
Cihan, güzel ses, güzel saz, sarhoĢluk, aĢk ile doludur. Fakat kör olanlar aynada ne görebilir?
Görmez misin, develer güzel sesli kervancıların ma-vallariyle aĢka, sevka, raska gelirler.
Güzel ses ile develer neĢ'elendiği halde, insan neĢ'elen-mezse o insan değil, eĢektir.
BOSTAN
151
HĠKAYE
ġeker dudaklı bir civan ney öğreniyor; gönüllere ney gibi dağlıyordu.
Babası çok kere ona bağırmıĢ, çağırmıĢ, neyini ateĢe atmıĢtı. Fakat faydası olmuyor, çocuk
neyzenlikte devam ediyordu. Bir gece çocuk ney üflerken babası dinledi. Neyin sesi adamcağıza
dokundu. AĢka, sevka geldi, içi karmakarıĢ oldu, kendinden geçti, içine hararet düĢtü, terlemeğe
baĢladı:
«- Kaçtır ben neyi ateĢte yakıyordum, bu defa ney beni ateĢte yaktı!..» dedi.
AĢk sarhoĢlarının raksederken ellerini niçin açtıklarının sebebini bilmezsin. Ben söyliyeyim, sen
dinle: ÂĢıkların gönüllerine vâridat-ı ilâhiyeden bir kapı açılır. Onun zevkiyle ellerini kâinat'tan
silkerler, Kâinatı terkettiklerini ellerinin va-ziyetiyle anlatırlar.
Onların dostu yâd ederek yaptıkları raks helâldir. Çünkü onlar raksederken her yerinde bir can
vardır, yani onlar serapa can olmuĢturlar.
Tutayım ki, yüzmede birincisin. Fakat yüzerken elini, ayağını serbest kullanmak için çıplak olman
lâzımdır. Binâenaleyh art namus, riya hırkasını çıkar, at! Çünkü elbise ile suya batan kimse âciz
kalır, kolay yüzemez.
Dünya alâkası vuslata mânidir, perdedir. Ne zaman alâkaları kesersen o zaman vuslata nail olursun.
PERVANENĠN2 ġEM'A OLAN RĠYASIZ MUHABBETĠ HĠKÂYESĠ
Birisi pervaneye Ģu sözleri söyledi:
1- Neyin deliklerini yakarak açarlar.
2- Kilis'te pervaneye «yepelek», Kemaliye saraflannda «kepenek» derler.
152
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
- - Hey miniminicik kuĢ. Haydi, sen kendine yaraĢır bir dost tut! Biraz muvaffakiyet ümit
edebileceğin bir yola git. Sen neredesin, mumu sevmek nerede? Semender değilsin, öyle ateĢin
etrafında dolaĢma, Ġnsan iptida yiğitliğini denemeli, sonra cenge girmelidir.
Yarasaya bak, GüneĢ'ten nasıl saklanır. Demir pençeli (baĢa çıkamıyacağın) insan ile görüĢmek
bilmezlikten ileri gelir.
DüĢman bildiğin birisini dost tutmak akıl iĢi değildir.
Hey pervane! Sana kimse, boĢu boĢuna mumun uğrunda oluyorsun, iyi ediyorsun, demez? Bir
dilenci, padiĢahın kızını istiyecek olursa, saçma fikir beslemiĢ olur. Yüzüne tokat, kafasına yumruk
yer.
Bir mecliste, mum yandığı zaman, padiĢahların, bütün büyüklerin yüzleri ona dönüyor. Hiç böyle
olan mum senin gibi âĢıka ehemmiyet verir mi? KarĢısında o kadar padiĢahlar, büyükler dururken
senin gibi müflise iltifat eder mi? Bunu zannetme.
Mum bütün halka yumuĢaklık (nezâket) gösterse bile, sana kızgınlık gösterir. Çünkü sen
biçâresin.»
Yanık pervane bu sözlere bak ne cevap verdi:
«-Çok Ģey! Mum beni yakarmıĢ, yanarmıĢım. Ne ehemmiyeti var? Yanarsam ne olur? Yanmadan
korkum mu var? Yanarsam yanayım. Gönlümde Ġbrahim'in ateĢi gibi bir ateĢ var. (Nemrud'un ateĢi
Ġbrahim'e gülzaı olduğu gibi) mumun ateĢi benim için güllük gülistanlıktır.
Gönül cananın eteğini çekmez, belki cananın aĢkı canın yakasını çeker; Ben kendimi ateĢe
isteğimle vuruyorum, boynumda bir aĢk zinciri var (o beni ateĢe sevkediyor). Mumun ateĢi nasıl
ondan uzak iken beni yakmıĢtı, alevine kavuĢtuğum zaman değil.
Yâr güzellik icabı, sevilmek icabı olarak istediğini yapar.
BOSTAN
153
Ona:
«- Yazıktır, günahtır, yanrna, etme!» denilemez.
Ben yârimi severim. Ayakları altında can vermeğe hazırım. Zevkim, emelim budur. Can benimdir;
beni sevmeden, ölmeden kim menedebilir?
Ben ölmeğe niçin can atıyorum. Çünkü dost varken bana varlık yakıĢmaz. Ġsterim ki yalnız o var
olsun.
Yârim pek güzel, her cihetçe beğenilmiĢtir. Ġsterim ki yanayım, isterim ki yanarken çıkardığım
alev, ona sirayet etsin, onun ziyasına katılsın.
Hey öğütçü! Bana öğüt veriyor; kendine göre birisini bul, onu dost edin, diyorsun. Bu öğüdün bana
kâr etmez, sen bilir misin, âĢıka öğüt vermek, akrep sokmuĢ bir kimseye inleme! demeğe benzer.
Ey acayip adam, öğüdün kâr etmiyecek kimseye öğüt verme. Bilir misin bu öğüdün neye benzer:
Dizgini elinden gitmiĢ bir kimseye atını koĢturma, yavaĢ yürüt demeğe benzer.
Sen okumadın mı? Sindâbât kitabında zarif bir nükte var, nükte Ģudur: AĢk ateĢ, öğüt yeldir. Yel
ateĢi alevlendirir. Kaplanı ne kadar dövsen, o nisbette öfkesi artar.
Hey öğütçü! iyi görüyorum ki; sen fenalık yapıyorsun. Çünkü yüzümü senin gibi soğuk kimseye
dönmemi istiyorsun.
Bu dediğin hüner değildir. Hüner yükselmektir.
ġimdi öğüdü sen benden dinle: Fırsat bul, daima senden iyisini ara. Çünkü kendin gibisi ile
zamanını kaybedersin.
Senin gibilerin arkası sıra hodperestler, kendini beğenenler giderler. Nasıl ki, korkulu mahalleye
sarhoĢlar giderler.
Ben bu aĢk iĢine giriĢmek istediğim zaman bütün facialarım düĢündüm. BaĢımı bu yola koydum da
girdim.
Eğer sâdık bir âĢık isen canından elini çek! Canını vermeğe kıymıyan korkaklar dosta değil, kendi
Ģahıslarına âĢıktırlar.
154
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
Bir gün nasıl olsa ecel pusu kuracak, beni tutacak, öldürecektir. Mademki öleceğim; iyisi odur ki,
beni nazlı sevdiğim öldürsün. Onun elinde güle güle can vereyim.
Mademki baĢa ölüm yazılmıĢtır; cânân elinde ölmek daha güzeldir.
Bir gün çar naçar can vereceksin. Ġyisi mi, yârin ayağı altında can ver!.
ġEM'ĠN PERVANE ĠLE KONUġMASI
Hatırımdadır. Bir gece gözümü uyku tutmadı. O sırada iĢittim. Pervane muma Ģöyle diyordu:
«- Sevgilim! Ben sana âĢıkım. Yamansam yakıĢır. Ya sen niçin ağlıyor, yanıyorsun?»
Mum Ģöyle cevap verdi:
«- A benim zavallı âĢıkım. Ağladığımı, yandığıma sebep Ģudur ki: Benim ġirin Balım vardı. Beni
ondan ayırdılar. ġirin'im haksızlıkla elimden alınınca, Ferhat gibi tepemden ateĢ çıkmak zarurîdir.»
Zavallı mum bir taraftan böyle söylüyor, bir taraftan da sararmıĢ yanağından sel gibi göz yaĢı
akıyordu.
Mum tekrar pervaneye döndü ve:
«- A pervane, meclisleri aydınlatan nuruna bakma; sel gibi içime akan ve beni yakan ateĢe bak!
Senin aĢkın kuru dâvadan ibarettir. AĢk senin için değildir. Sende ne sabır var, ne metanet. Sen
azıcık bir Ģule görünce kaçarsın. Ben ise ta-mamiyle yanmcaya kadar dikilip dururum. AĢk ateĢi
yalnız senin kanadını yakar. Beni gör ki, beni baĢtan ayağa kadar yakmıĢtır.»
Sadi de mum gibidir. GörünüĢü parlaktır, fakat iç yüzüne baksan görürsün ki, yanmıĢtır.
BOSTAN
155
Yem' ile pervane böyle dertli konuĢuyor, halleĢiyor, gece ise henüz bitmemiĢ bulunuyordu. Derken,
peri yüzlü bir halayık muma yaklaĢtı, «Püf!., dedi, söndürdü.
Zavallı mumun dumanı tepesinden çıkarken:
«- ĠĢte aĢkın sonu budur» dedi, can verdi.
ÂĢıklığın ne demek olduğunu öğrenmek istersen anlatayım. Ölerek, yanmaktan kurtulmak.
Bir âĢıkı sevgilisi öldürecek olursa sakın mezarına gidip de ağlama. Belki:
«- Ne saadet! Sevdiği onu kabul ile öldürmüĢtür!..» de, onu tebrik et.
Eğer âĢık isen, bu dertten kurtulmağa çabalama! Yalnız Sadi gibi garazsız, ivazsız âĢık ol!
ÂĢık, fedai demektir. Bir fedai maksadını elde etmedikçe baĢına taĢ yağsa, ok yağsa, çekinmez,
çekilmez.
Ben sana denize çıkma, demem. Fakat çıkacak olursan, tufana dahi katlan!..
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM TEVAZU HAKKINDA
Ey insan! Cenab-ı Hak seni topraktan yaratmıĢtır. Toprak gibi gönülsüz mütevazı ol! Mademki
topraktan yaratıldın, ateĢ gibi haris, cihanı yakıcı, inatçı olma!.
Korkunç ateĢ baĢ çekti, yükseldi, sivrildi. Toprak ise, acz ile alçaklık gösterdi. SerkeĢ, baĢ çeken de
ateĢin vasıflarındandır!..
AteĢ yükseldiği için (kibirlendiği için) ondan Ģeytan yaratıldı. Toprak tevazu gösterdiği için, ondan
Adem yaratıldı.
YUKARIKĠ MAZMUNDA BĠR HĠKÂYE
Bir buluttan deniz üzerine bir damla damladı. Denizin geniĢliğini görünce utandı.
Kendi kendine:
«, Deniz bulunan yerde ben kim oluyorum. Eğer o var ise, doğrusu, ben yok sayılırım!..» dedi.
Damla kendisini hakir gördüğü için, sedef onu bağlarına bastı, naz ile besledi. Felek o damlayı öyle
yükseltti ki;
158
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
padiĢahların taçlarına lâyık inci oldu.
Damla kendisini alçak gördüğü için yücelik buldu, yokluk kapısını çaldığı için var, oldu.
YUKARIDAKĠ MAZMUNDA BĠR HĠKÂYE DAHA
Ġyi bir memleketten akıllı bir genç, deniz yoliyle Rum iskelesine geldi. Bu genci faziletli, akıllı,
irfanlı gördüler; eĢyasını aldılar; iyi bir yere götürdüler; onu misafir ettiler.
Misafirlik müddeti bittikten sonra âbidlerin baĢı, Ģeyp efendi o gence:
«- ġu mescid tozlanmıĢtı. Ötesinde, berisinde çörçöp toplanmıĢtır; onu sil süpür, temizle!..» dedi.
Genç yolcu bu sözü iĢitince savuĢtu gitti. Bir daha kimse niĢanını göremedi.
Gerek Ģeyh efendi, gerek müridler misafirin görünmemesini hizmetten kaçtığına yahud elinden
hizmet gelmediğine verdiler.
Günün birinde Ģeyh efendinin uĢaklarından birisi o genç yolcuya yolda rastgeldi.
«- ArkadaĢ! Ġyi düĢünmedin ve iyi bir Ģey yapmadın? Ey kendini beğenmiĢ genç, bilmiyor musun
ki; insanlar hizmet ede ede yükselir ve bir mevki sahibi olurlar!.» dedi.
Genç yolcu ciddî olarak yana yana ağladı:
«- Ey canlar besliyen gönüllere sürür veren dostum; emri aldığım gibi mescidi temizlemek için
gittim. Baktım ki; mes-cidde toz, toprak yok, tertemiz. O yerde bir kirli varsa, o da bendim ve artık
oraya uğramadım. Çünkü, mescidi temiz tutmak lâzımdı!..» dedi.
Tarikate giren her derviĢ, kendini âciz görecektir. BaĢka türlü olamaz!.
Yücelik istersen, tevazuu ihtiyar et! Çünkü yücelik damına
BOSTAN
159
çıkmak içni, tevâzudan baĢka merdiven yoktur.
Meyvalı dal baĢını aĢağı tuttuğu gibi, akıllı insan da mütevâzi olur.
BÂYEZĠDĠ BĠSTÂMÎ'NĠN HĠKÂYESĠ VE TEVAZUU
ĠĢittim ki, bir bayram sabahı Bâyezidi Bistamî hamama gitmiĢ, gusül etmiĢ, çıkmıĢtı. Sokakta
giderken birisi bir evden dikkatsizlikle Bayezid'in baĢına bir leğen kül dökdü. Bâyezid'in sarığı, sarı
küle bulaĢmıĢ olduğu halde, elini yüzüne sürerek, Cenab-ı Hakka Ģükretti ve nefsine hitap ile:
«-Ey nefis! Ben ateĢe lâyıkım. BaĢıma kül döküldü diye kızar mıyım?» dedi.
Büyükler kendilerine bakmazlar. Kim ki; kendisini görürse, Cenab-ı Hakk'ı görmeği ondan
beklemeyin.
Büyüklük kendisine paye vermek, yüksekten atıp tutmak değildir. Büyüklük, kuru dâva ile,
tekebbür ile olmaz.
Tavâzu senin dereceni yükseltir; kibir ise, seni yere çalar, alçaltır.
Sert huylu, kibirli kimse boynu üstüne düĢer. Yücelik istersen yücelik*'arama.
UCUB ĠLE AKIBETĠ, TEVAZU ĠLE BEREKETĠ HAKKINDA
Dünya'da mağrur olan kimse din yoluna gidemez. Kendisini gören kiĢi, hakkı göremez. Eğer sana
rütbe, derece lâzım ise, alçakların yaptıkları gibi kimseye hakaret göziyle bakma.
Akıllı insan yüceliğin, Ģan ve Ģerefin kibretmekle hâsıl olacağını hiçbir zaman hatırından geçirmez!
Eğer halk sana ahlâkı güzel diyorlarsa, bundan daha
160
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
yüksek bir sıfat arama.
Âkilâne düĢün! Senin ayarında birisi gelip sana kibir satarsa, sen onu hakikaten büyük görebilir
misin?
Sen de onun gibi baĢkalarına karĢı kibirlenirsen, karĢındakilerin nazarlarında sen de, o kibirlenen
kimse gibi olursun.
Büyük bir mevki, makam sahibi olduğun zaman, akıllı isen düĢkün kimselere gülme! Çünkü nice
makam sahibi kimsenin düĢtüğü, düĢkünün onun yerine geçtiği görülmüĢtür.
Tutalım ki; ayıptan pâk ve berisin! Fakat bana. kusurlu olduğumdan dolayı hakaret etme!.
Birisi eliyle Kabe'nin halkasını tutar, birisi de meyhanede sarhoĢ olur, sızar.
Eğer Cenab-ı Hak o sarhoĢu hidâyete davet ederse kim mâni olur? Eğer o makam sahibini kovarsa,
onu eski yerine kim getirir?
Ne o makam sahibi ameline güvenebilir; ne de bu sarhoĢa tövbe kapısı kapalı kalır.
ĠSA ALEYHĠSSELÂM ĠLE BĠR HODBĠN ÂBĠD, PĠġMAN BĠR FÂSIK HĠKÂYESĠ
Hikâye ederler ki, Ġsa Aleyhisselâm'ın zamanında birisi varmıĢ. Hayatını câlillik, azgınlık ile heder
etmiĢti. Katı yürekli, cesur bir günahkâr idi. O kadar pisti ki, Ģeytan bile ondan utanırdı, ona sahip
çıkmazdı. Günlerini boĢ yere geçirmiĢ sağ oldukça elinden kimse rahat edememiĢti. BaĢında kibir
çok, fakat akıl yoktu. Karnı haram lokmalarla dolmuĢtu. Eğri gidiĢiyle eteği bulaĢmıĢ günahtan
yüzü simsiyah kesilmiĢti. Ne görenler gibi doğru yürüyen ayağı, ne de
BOSTAN
161
insan gibi nasihat dihliyen kulağı vardı. Kötü yıl gibi ht.lwS ondan kaçardı. Yeni ay gibi herkes onu
uzaktan birbirine gösterirlerdi. Kötü arzular onun ömrünün harmanını yakmıĢ (ömrünü mahvetmiĢ),
bir arpa kadar iyi adlılık kazanmam'«t!.
Bu günahkâr kimse kötü arzularını o kadar yerine getirdi ki, kötülüğe âid amel defterinde yazılacak
yer kalmadı. Günahkârdı. Kimseyi dinlemezdi. ġehvetperestti. Gece gündüz gafletle ya sarhoĢ, ya
mahmur idi.
ĠĢittim ki, Ġsa Aleyhisselâm sahradan döndüğü zaman yolda birâbidin hücresine uğradı. Halktan
çekilmiĢ âbid Ġsa Aleyhisselâm'ın geldiğini görünce ibâdet ettiği yerden inip Hazreti Ġsa'nın ayağına
düĢtü, baĢını yere koydu.
Bedbaht günahkâr uzaktan bunları görüyor; bunlara karĢı nura uzaktan bakan pervaneye
benziyordu. Bir fakir bir zengin kimsenin eline nasıl bakarsa, öyle bakıyor; hem utanıyor, hem de
hasretle bunları süzüyordu. Ġçi yanıyor, dudak altından gaflet içinde geçirdiği günler için özürler
diliyordu.
«-Eyvah! Ömrüm gafletle geçti!..» diye hasret çekiyor, gözlerinden bulut gibi yaĢ döküyordu.
«- Aziz ömür sermayesini telef ettim. Ġyilik namına bir Ģey elde edemedim. Kimse benim gibi
olmasın. Zira benim ölümüm, yaĢamamdan çok hayırlıdır. Çocuk iken ölenler kurtuldular. Çünkü
günahkâr ihtiyar olup da hacâlet görmediler. Ey Cihanı yaratan Allah! Günahımı sen bağıĢla!.
BağıĢlamazsan bu günahlar bana ne fena yoldaĢtır!» diyor; utançtan baĢ aĢağı eğilmiĢ, gözyaĢları
döküyordu.
Bu köĢede günahkâr ihtiyar inliyor:
«- Ey düĢmüĢlerin elini tutan Rabbim, imdadıma sen yetiĢ!» diye yalvarıyor, öbür tarafta âbidin
kafası gurur ile dolu olarak o günahkâra uzaktan bakıyor, kaĢlarım çatıyor, Ģöyle diyordu.
«-> Bu bedbaht uğursuz neden bizi süzüyor. Yanımıza gel-
162
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
mek mi isyor. O bizim yanımıza gelecek adam mıdır. Gırtlağına kadar ateĢe düĢmüĢ, ömrünü boĢ
yere geçirmiĢ, onun mülevves etekli (murdar, rezil) Ģahsından ne iyilik gelmiĢtir ki, benimle ve
Hazreti Ġsa ile konuĢmak istiyor. Ne olurdu karĢımızdan yıkılıp cehenneme gitse!. Onun çirkin
suratından iğreniyorum. Belki ateĢi bana da sirayet eder. Ya-rabbi, yarın mahĢer kurulunca beni bu
adamla birlikte hasretme!.»
Bunlar bu halde iken, büyük sıfatlarla mevsuf Cenab-ı Hak'tan Ġsa Aleyhisselâm'a vahiy geldi ki,
bu âlim öteki câhil olmakla beraber, ben ikisinin de duasını kabul ettim. Bu bedbaht günahkâr
ömrünü telef etmiĢ ise de, inleyerek, yanarak bana yalvardı. Her kim kendisini âciz görerek benim
huzuruma gelirse, onu keremimden mahrum etmem. Onun günahlarını bağıĢladım. Onu in'am ve
ikram ile cennetime alırım. Âbide gelince, mademki cennete o günahkâr kul ile beraber
bulunmakdan utanıyormuĢ; ona söyle üzülmesin. Günahkârı cennete, kendisini de cehenneme
gönderirim. Günahkârın ciğeri hararet ile, dert ile kan oldu. Âbid ibâdetine gücendi; bîçareliğin,
herĢeyden gani olan dergâhımda kibirden, benlikten daha iyi olduğunu bilmedi.
ArkadaĢ! Kimin üstü baĢı temiz fakat ahlâkı pis ise, ona cehennem kapısını açmağa anahtar lâzım
değildir. Cehennemin anahtarı onun fena ahlâkıdır.
Cenab-ı Hakk'ın eĢiğinde acizlik, miskinlik, kendi ibâdetine güvenerek gururlanmaktan daha iyidir.
Eğer mert isen, mertilkten bahseyleme!. Her binici topu çelip çıkaramaz.
Kendini iyilerden sayacak olursan kötüsün! Allahlık insanda, benlik olmaz.
Fıstık gibi kendisinde bir iç var zanneden kimse, soğan gibi hep kabuk çıkar.
BOSTAN
163
Benlikü itaat iĢe yaramaz. Binâenaleyh benliği bırak da,v itaatte kusur ediyorum diye özür
dilemeğe bak.
Hakka karĢı iyi, halka karĢı kötü olan kimse, ibâdetinden müstefid olamaz.
Nezd-i ilâhîde bedbaht ayyaĢ ile, kendisini ibâdet için sıkan zahidin farkı yoktur. Cenab-ı Hak
birincinin günahından mutazarrırdır. Ġkincinin ise ibadetinden hiçbir fâide hasıl olmaz.
ArkadaĢ! Zühtü takvaya, sıtk-ü safaya çalıĢ. Fakat Hazreti Peygamber'in yaptığından fazlasını
yapmağa kalkıĢma!. Derecesiz beyazlık isteme. Çok beyazlık da, çok siyahlık da istenmez1.
Akıllılardan yadigâr söz kalır. Sadi'den Ģu sözü yadigâr tut: Allah'tan korkan günahkâr, ibadetine
güvenen âbitten daha iyidir.
FAKĠR ÂLĠM ĠLE KADI HĠKÂYESĠ
Eski elbiseli fakir bir fakih, bir kadı'nın divanhanesinde ulema sırasına oturdu.
Kadı o fakihe sert sert baktı. Onun bakması üzerine (mu-arrif) yani kacjı'nın adamı, fakihin eteğine
yapıĢtı: «- Oradan kalk. Bilmez misin ki; meclisin yukarı tarafı senin değildir. Sen, ya aĢağı otur,
yahud savuĢ git! Herkes meclisin üst tarafına lâyık olmaz! Ġnsanın Ģerefi fazileti ile, rütbesi değeri
ile mütenâsiptir. Benim sana nasihatim kâfidir. Bir daha baĢkasının nasihatine muhtaç olma!
Bugünkü mahcubiyet sana ceza olarak elverir!» Her kim derecesini bilir, aĢağı oturursa, oturduğu
yerden kaldırıp daha aĢağı bir yere oturtulmak
1- Ġranda bir darbımesel vardır: Duru beyaz yüz tümen, pembe beyaz iki yüz tümen, esmer güzeli
yüz altmıĢ tümen. Sadi bu darbımesele telmih ederek: «Ġnsan ne çok mâszum olmalı, ne de çok
günahkâr olmalı. Bunların ikisi de iyi değildir!.» demek istiyor.
164
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
hakaretine uğramaz.
Büyüklerin yerlerine geçmek cesaretinde bulunma; pençende kuvvet yoksa arslanlık yapma!
ġimdi o derviĢ kıyafetli akıllı kimse, baktı ki, talihi kendisiyle cenge baĢladı, yanık bir ah çekti.
Oturduğu yerden kalktı, aĢağı oturdu.
Derken meclisteki fakihler ilm-i fıkıh mubâhasesine koyuldular:
«- Niçin öyle, hayır öyle olmaz, kabul edemeyiz!..» gibi sözlerle birbirlerine giriĢtiler; herbiri
diğerini ilzam etmek sevdasında:
«- Hayır, evet» diye mücadeleye baĢladılar.
Sen onların hallerini görsen:
«- Cenkçi horozlar gagalariyle pençeleriyle dövüĢmeğe düĢtüler!..» derdin.
Ġçlerinden birisi öfkesinden sarhoĢ gibi görünüyor, diğer birisi iki elini birden yere vuruyordu.
KarmakarıĢık, kördüğüm gibi açılmaz bir çıkmaza girdiler. MüĢkülü hal için hiçbir yol
bulamadılar.
Bunun üzerine son sırada oturan o eski elbiseli fakih, ars-lan gibi haykırdı, Ģöyle dedi:
«- Ey Kur'anı Kerim'i tebliğe, usûl-i fıhkı neĢr-ü tâlime memur olan Ģer'i Ģerif büyükleri! Müddeayi
ispat için getirilecek deliller kuvvetli, hakiki olmalı. Yoksa boyun damarlarını ĢiĢirmek hüccet
olmaz. Lütfen bir kere de beni dinler misiniz? Bu meydanda benim de vuracak çevgânım, çelecek
topum var!..»
Fakihin bu sözü üzerine diğer âlimler:
«- Buyurun, iyi bir Ģey biliyorsan söyle!..» dediler.
Fakih mâlik olduğu fasih bir ifade ile söze baĢladı. Söylediği sözü yüzük taĢma hakkeder gibi,
gönüllere hakketti.
BOSTAN
165
MünâkaĢaya bâis olan mes'elenin iç yüzünü, ruhunu anlattı. Doğru bir surette halletti. Dâva da
bitmiĢ oldu.
Meclisin sağında, solunda oturanların hepsi:
«- Aklına, irfanına, idrakine bin aferin olsun!..» dediler.
Fakih sözünü öyle bir yere kadar sürdü ki, kadı, çamura saplanmıĢ eĢek gibi geride kaldı.
Kadı, fakihin faziletini takdir ederek, raftan cübbesini, sarığını indirip fakihe takdim etmek istedi
ve:
«- Yazık olsun, senin kıymetini bilemedik. Meclisimizi teĢrifinizden dolayı teĢekkürlerimizi
sunamadık. Sizin bu kadar fazilet ile meclisin son kısmında oturmanızdan dolayı çok
müteessifim!..» dedi.
Kadı'nın iltifatım gören muarrif de koĢtu, fakihin yanına geldi, ona iltifatlar gösterdi, gönlünü
almağa çalıĢtı. Kadı'nın takdin ettiği sarığı, fakihin baĢına sarmak istedi.
Fakih, muarrife:
«- Dur, çekil!.. O sarığı sarmak istemem. Çünkü elli arĢınlık sarığı sararsam, bana kibir gelir. Yarın
eski elbiseli birisini görürsem, onları beğenmezlik yaparım. O snk baĢımda oldukça, beni görenler
bana: «Mevlâna, sadrı kebîr» lâkaplarını ve'rmeğe kalkıĢır; halkı gözümde küçük göstermeğe
uğraĢırlar» dedi.
ArkadaĢ! elverir ki; su temiz, berrak olsun. Kabına gelince ister altın tas, ister toprak çanak olsun.
Ehemmiyeti yoktur. Kap ile suyun mâhiyeti değiĢmez.
Ġnsanın baĢında akıl ve beyin lâzımdır. Güzel, kıymetli sarık değil. Böyle bir sarık senin baĢına
lâzımdır.
Ġnsanın baĢı büyümükle insan büyümez. Su kabağı da büyüktür, fakat beyinsizdir.
Sarığına, sakalına bakıp da kafa tutma! Çünkü sarık pamuktandır, sakal ise bir tutam ot gibidir.
Kalıp kıyafet ile insan görünenlerin, heykel gibi durup ses
166
ġEYH SÂDl-î ġÎRAZÎ
çıkarmamaları hayırlıdır.
Ġnsan hüneri nisbetinde makam istemelidir. Zuhal gibi yüksek, fakat uğursuz olma!
Hasır kamıĢına yücelik yakıĢır doğrusu; çünkü Ģeker kamıĢının da hassası onda mevcuddur1.
Aklın, himmetin bu derece kasır iken, arkandan yüz köle de yürürse, sana kimse insa,n demez!
TEMSĠL TARĠKĠYLE HĠKÂYE
Bir câhil, çamur içinde bir katır boncuğu bulmuĢ, onu kıymetli bir cevher sanarak, ipek bir mendile
sarmıĢ.
Katır boncuğu, ona lisan-ı hal ile;
«- Ben öyle bir boncuğum ki, satılığa çıkarılsam kimse bana para vermez. Delilik edip de beni ipek
mendil ile sarma!..» demiĢ.
Bokböceği gelincik çiçeklerinin arasında günlerce kalsa, yine bokböceğidir.
Zengin kimse mal ile iyilik, büyüklük kazanamaz. EĢeğe atlas çuval vursalar yine eĢektir.
Söz söylemesini bilen fakih, bu tarzda birtakım sözlerle gönlündeki kini biraz teskin etti. Gönlü
incinen kimsenin sözü sert olur. Hasmın yıkılınca gevĢeklik etme. Elinden gelirse düĢmanının
beynini çıkar. Çünkü fırsat bulunca düĢmanı ezmek, gönlündeki kederi yıkar, temizler.
Kadı fakihin öyle acı sitemine uğradı ki:
«- Bugün benim kıyametimdir!..» demeğe mecbur oldu. Fakihin kemaline taaccüp edip, parmağını
ısırdı. Ġki gözü Fer-kadan2 gibi, fakihin yüzüne dikildi, kaldı.
BOSTAN
167
1- Hasır kamıĢında, Ģeker kamıĢının hassası yoktur demek istiyor. Bu beyitte tariz san'atı vardır.
2- Kuzey kutbuna yakın bulunduğu yerden doğup batan iki parlak yıldız.
Fakih çıktıktan sonra kadı:
«- Bu küstah adam nereden geldi?» diye sordu. Mecliste bir gürültü koptu.
Bunun üzerine mahkeme muhzırı onun arkasından koĢtu; her tarafa gitti:
«- ġu sıfatta bir adam gören var mı?» diye rastgelene sordu. Kime sordularsa: «Bu Ģehirde ġeyh
Sadi'den baĢka böyle tatlı sözlü kimseyi bilmiyoruz!..» dediler.
Acı hakikati böyle tatlı surette söyliyen kimseye yüz bin aferin olsun!..
ġEHZADENĠN TEVBE ETMESĠ HĠKÂYESĠ
Gence ġehri'nde bir Ģehzade vardı. ĠĢitenlerden uzaK olsun, murdar, zâlimdi.
Bir gün içmiĢ içmiĢ, kafa tutkun, elinde bir bardak Ģarap, Ģarkı söyliyerek mescide girdi.
Camiin bir maksuresinde tatlı dilli, temiz yürekli, âlim bir âbid oturmuĢ, baĢındaki cemaate vaaz
ediyordu. Ġnsana böyle olmak yaraĢır. Ġnsan ya âlim olmalı, ya âlimi dinlemeli.
ġehzadenin böyle bedmest olarak mescide girmesi, mescidin kudsiyetine hürmet etmemesi, oradaki
azizleri müteessir etti. Fakat padiĢahlar, Ģehzadeler Allahm emrine aykırı iĢ yaptıkları zaman,
onlara kim:
«- Bu iĢ seriate uymaz, vazgeç!..» diyebilir?
Sarmısak kokusu gül kokusunu, davul sesi çengi sesini bastırır.
Seriate uymıyan bir Ģeyi menetmek elden gelirse, elsiz ayaksız gibi oturmak yakıĢmaz.
Uygunsuz Ģeyi el ile menetmek mümkün olmazsa, dil ile menet. Çünkü birçok fenaları nasihat
vererek yola getirmek

168
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
kabilir. Bu da olmazsa, o zaman erenler gönülden himmet ile menetmeğe çalıĢırlar.
Mescitteki cemaatten birisi o halvette oturan âlimin yanma gitti, baĢına yere koydu; inledi, ağladı:
«-Ey aziz! Biz elsiziz, dilsiziz,, birĢey yapamıyoruz. .ġu çapkın sarhoĢa beddua ediniz. Ariflerin
gönlünden çıkan yanık bir nefes yetmiĢ kılıç ve teberden daha kuvvetlidir!.» dedi.
Cihan görmüĢ âbid el kaldırdı:
«- Ey gökleri, yerleri yaratan Allah; Ģu çocuk çok keyiflidir, çok bahtiyardır. Zaman onun gönlünce
gidiyor. Allahım onun keyfini bozma!» dedi.
Duayı iĢitenlerden birisi âbide:
«- Ey doğruluk kıblesi! Bu kötüye niçin iyilik istedin? Kötüye iyilik istemekle, bütün bir Ģehir
halkına kötülük ediyorsun. Halka yazık değil mi?» diye itiraz etti. ' Ġyi görücü, keskin akıllı âbid
cevap verdi:
«-ArkadaĢ! sözün sırrını anlamıyorsun sus! Ben ona Cenab-ı Hakkın tövbe nasip buyurmasını
istedim. Fakat maksadımı ince ve nükteli bir tarzda ifade ettim. Her kim çirkin huyundan
vazgeçerse, cennette ebedi bir hayata kavuĢur. ġarabın verdiği zevk beĢ gün sürer. Onu bırakmakta
ise, ebedî zevkler vardır.»
Abidin bu beliğ ve güzel sözünü orada bulunanlardan birisi Ģehzadeye ulaĢtırdı.
ġehzade abidin sözünü iĢitince bulut gibi yaĢ yağdırdı, bu yaĢlar sel gibi yüzünden akmağa baĢladı.
Tövbe etmek için öyle bir iĢtiyak hâsıl oldu ki, içini yaktı. Utancından gözlerini yere dikti, baĢmı
kaldırdı.
Âbide:
«- Lütfen zahmet edip buyursunlar. Doğru yolu idrâk ede-miyen baĢımı ayaklarının altına serip,
tövbe edeceğim!..» diye
BOSTAN
169
haber gönderdi.
Nasihatçi âbid kalktı, sarayın kapısına geldi. Askerler iki tarafa dizildiler, âbidi selâmladılar. Âbid
saraya girdi. ġehzadenin divanhanesinin sağına soluna baktı. Ne görsün? ġeker var, ünnap var,
mum var, Ģarap var. Hulâsa, türlü nimet mevcud, fakat adamlar harap, bitik. Birisi kendinden
geçmiĢ, birisi çakır keyif, birisi Ģarap ĢiĢesi elinde gazel okuyor; bir taraftan hanendeler, sazendeler
âhenklerine devam ediyorlar. Bir taraftan saki:
«- Ġçiniz, afiyetler olsun!..» diyerek Ģarap sunuyor.
Lâ'l renkli Ģarap birçoklarını mestetmiĢ. Cenk çalanın baĢı cenk gibi göğsüne düĢmüĢ. Orada
bulunan büyük rütbeli nedimlerin dik baĢları eğilmiĢ. Mecliste nerkisin gözünden baĢka bütün
gözler kapalı. Tef ile cenk birbirine uygun gidiyor, yalnız ney uymuyor. Ara yerde inil inil inliyor.
ġehzade emretti. Ne varsa kırdılar, parça parça ettiler. O saf muhabbet bulandı. Çengi kırdılar,
kiriĢleri kopardılar,-hânendeler sustular, tıs oldular, süt dökmüĢ kediye döndüler. ġaraphanede ne
kadar küp varsa taĢa tuttular. ġarap kabaklarının bir kısmını çökerttiler, boynunu vurdular. Kaz
biçimindeki bir kısmının baĢlarını yere eğdiler. Ġçindeki Ģarap kaz kanı gibi Ģarıl Ģarıl aktı.
ġarap küpü dokuz aylık yüklü idi, hem de yükü oğlandı. Bu kargaĢalıkta korktu, bir kız çocuğu
düĢüldü.
ġarap tulumunun karnım göbeğine kadar yardılar. Onun o hali pürmelâline kadehlerin gözleri kan
ağlardı. Yakut, renkli Ģarabın kızıllığına boyanan döĢeme taĢları, yıkanmak ile temiz olmıyacaği
için söktüler, diĢli çekiç ile yonttular, tekrar yerlerine koydular.
Sarnıç son derece sarhoĢ oldu ise taaccüp etmeyin. Çünkü o gün dökülen o kadar Ģarabı hep habis
içti.
Kobuz yasak edildi. Her kimin elinde kobuz görülse, tef
170
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
gibi ensesine silleyi yerdi.
Bir fasikin omuzunda cenk görülecek olsa, görenler onun kulağını tambur gibi burardı.
Hulâsa, baĢı kibir ile, gurur ile mest olan Ģehzade, ihtiyarlar gibi ibâdet köĢesine çekildi.
Mezkûr Ģehzadeye bundan evvel babası, kaç kere tehdid ile, makbul gidiĢli ol, değerli sözlü ol,
fısk-u fücurdan vazgeç demiĢ olduğu halde nasihat dinletememiĢ, asla müessir olmamıĢtı. Babası
bazan onu uslandırmak için ceza verirdi. AldırıĢ etmez, cezayı çekerdi. Babası onu zindana
ettirmek, ayaklarına, ellerine zincir koydurmak istemiĢ; Ģehzade ona da razı olmuĢ, bunu göze
almıĢtı.
ġehzadeye bundan evvel hangi bir derviĢ:
«- Böyle iĢleri câhiller yapar s&n bundan vazgeç!» demiĢ olsaydı, onun baĢını kestirir, diri
komazdı.
ArkadaĢ! Kükreyen arslanlar cenkten kaçmaz; kaplanlar keskin kılıçtan korkmazlar. YumuĢaklıkla
düĢmanın derisini yüzmek kabildir. Sert muamele dostu bile düĢman eder.
Örs gibi katı yüzlülük eden herkes, kafasına muhakkak çekiç yer.
Büyük kimselere bir Ģey söyler, teklif ederken sertlikle söyleme! Onun sertliğini gördükçe sen
yavaĢlayıver.
Küçük, büyük her insana karĢı daima iyi huylu ol. YumuĢak, tatlı muamele edersen, fakir sana kul,
kurban olur; zengin de yumuĢar, tevazu gösterir.
Muvaffakiyet, tatlı dildedir. Acı ve sert muamele daima hırçınlık ile karĢılanır.
ArkadaĢ! Gel, tatlı dilliliği Sadi'den öğren, ekĢi suratlı, haĢin adam, huĢuneti içinde gebersin,
gitsin!.
BOSTAN
171
DOLAġAN BALCI HĠKÂYESĠ
Tatlı, güler yüzlü bir civan bal satardı. Bu, öyle bir civan idi ki, gönüller onun tatlılığından yanar,
erirdi.
Boyu, beli saz ile bağlanmıĢ Ģeker kamıĢına benzerdi. MüĢterisi sinekten daha çok idi.
Öyle bir civan idi ki, faraza bal satmayıp zehir satacak olsaydı, herkes zehiri onun elinde bal gibi
içerdi.
Suratsızın biri, o civanın satıĢını, kazancını kıskanıp, o da bal satmak istedi. Bal tablası baĢında,
ekĢi sirke baĢında, mahalle mahalle dolaĢtı. Bal, bal!., diye bağırdı. Fakat balına müĢteri değil, bir
sinek bile konmadı.
AkĢam oldu, eve döndü. Eline bir para geçmemiĢti. Fena haldi kızdı, bir köĢeye çekildi, oturdu.
Günahının cezasından korkan günahkâra, bayram günü zindanda bulunan bedbahta benziyordu.
Karısı ona, lâtife suretiyle:
«- EkĢi yüzlünün balı acı olur!..» dedi.
Çirkin huy insanı cehenneme götürür. Ġyi huy ise çenetten çıkmıĢtır.
ArkadaĢ! Yürü, ırmaktan sıcak su iç, ekĢi yüzlü insanın elinden soğuk Ģeker Ģerbeti içme!
KaĢları sofra gibi çatılmıĢ olan kimsenin ekmeğini yemek haramdır.
Efendi, hırçınlıkla iĢini sarpa sardırma; çünkü hırçınlar daima bedbaht olurlar.
Farzedelim ki; altının, gümüĢün, bir Ģeyin yok. Sadi gibi tatlı dilin de mi yok?
172
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
HĠKÂYE
ĠĢittim ki, çapkın bir sarhoĢ, saf kalpli, akıllı, iyi bir kimsenin yakasına sarılmıĢ, ona bir tokat atmıĢ.
Saf, temiz yürekli adam bu vicdanı lekeli sarhoĢun cefasını hoĢ görmüĢ, mukabelede bulunmadığı
gibi, ses de çıkarmamıĢ.
Birisi ona: «Sen erkek değil misin? Böyle câhil, terbiyesiz kimseye karĢı tahammül göstermen esef
edilecek Ģeydir doğrusu!» demiĢ.
O temiz huylu zat, Ģu cevabı vermiĢ:
«- Rica ederim, bir daha böyle söyleme!. Çünkü arslan ile cenketmeği kuran câhil sarhoĢ, insanın
yakasını yırtar. Akıllı, ayık kimseye öyle câhil sarhoĢun yakasına el vurmak yakıĢmaz.»
Hünerli insanlar öyle yaĢarlar ki, cefa görseler bile ona iyilikle mukabele ederler.
ERLERĠN ĠZZETĠ NEFSĠ HAKKINDA HĠKÂYE
Kırda oturan bir kimsenin ayağını köpek ısırdı. Hem de öyle bir öfke ile ki, sanki diĢlerinden zehir
damlıyordu.
Bîçâre adam gece ayağının acısından uyuyamadı. Bir küçük kızı vardı. Kız, babasının haline acıdı.
Biraz sertçe:
«- Babacığım, senin diĢin yok muydu? Sen de onun ayağını ısımıalıydin!..» dedi.
Adamcağız ayağının acısından ağlarken güldü:
«- A benim güzel yavrucuğum. Evet, benim de diĢim var.
Hem de köpeğin ayağını ısırmaya gücüm yeterdi. Fakat
ağzımın, diĢimin köpeğe dokunmasına gönlüm razı olmadı. Bu
iĢ o kadar iğrenç, o kadar ağırdır ki, birisi eline kılıç alıp Ģu
BOSTAN
173
köpeğin ayağını ısıracaksın, yoksa baĢını keserim dese, yine o iĢi yapamam!»
Köpek yaradılıĢta kötüdür. Fakat insan olan, köpeklik yapamaz.
ĠYĠ HUYKU EFENDĠ ĠLE, KÖTÜ ĠġLĠ KÖLE HĠKÂYESĠ
Faziletli meĢhur bir büyük zat vardı. Kölesi de inadına kötü huylu idi.
Köle çirkindi. Sirke gibi ekĢi, çirkin bir suratı vardı. Ejderha gibi, diĢlerinden zehir akardı. ġehirde
ondan daha çirkin kimse yoktu. Koltuğunun soğan gibi acı kokusundan, kızıl damarlı, perdeli olan
gözü sulanır, çapaklanırdı. Yemek piĢirirken kaĢlarını çatar, fakat piĢirince sofraya efendisiyle
beraber otururdu. Beraber ekmek yediği efendisi:
«- Öldüm, bir yudum su!» dese, vermezdi.
Ona ne söz tesir ederdi, ne dayak. Bu yüzden gece gündüz evde gürültü, patırdı eksik olmaz evin
temeli sarsılırdı. Çör çöp, süprüntü, ne bulursa yola saçardı; tavukları kuyuya atardı. *<
Yüzündan vahĢet fıĢkırırdı; gittiği iĢten geri gelmezdi.
Efendisinin dostlarından biri ona Ģöyle dedi:
«- A mübarek zat! Bu kötü huylu kölenin terbiyesine mi, hünerine mi, cemâline mi, nesine
tutkunsun? Bu kellesi ciğeri bir para etmiyen münasebetsizin neden kahrını çekiyorsun? Bunu
esirciye ver, bir pul veren olursa, durma sat. Hattâ doğrusunu ister misin, parasız versen yine
pahalıya satmıĢ olursun. Onun yerine ben sana güzel huylu, güzel yüzlü bir köle bulayım.»
Ġyi huylu büyük adam bu sözleri iĢitince güldü:
174
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
«- Güzel tabiatlı dostum! Hakikat, bu köle dediğin gibi berbat, kötü huyludur.. Fakat onun
yüzünden benim tabiatım güzelleĢiyor. Ben onun münasebetsiz hallerine tahammüle alıĢınca, artık
herkesin cefasını çekebilirim!..» dedi.
Tahammül insana önce zehir gibi görünür. Fakat tabiatte yerleĢince bal olur.
MÂRUFĠ KERAĠ ĠLE HASTANIN HĠKÂYESĠ
Bir kimse Ģan, Ģeref, Ģöhret arzularını baĢından atmadıkça Mârufi Kerhî'nin yolunu tutmasın!..
ĠĢittim ki, Mârufi Kerhî'ye ölmek üzere bulunan bir hasta misafir olmuĢ. BaĢının saçı dökülmüĢ,
yüzünün rengi, revnakı uçmuĢ. Canı vücûduna bir çengel ile asılmıĢ, o da kopmak üzere.
Mârufi Kerhî hastaya yatak sermiĢ. Ġstirahatini temin etmiĢ. Fakat hasta hemen bağırmağa,
inlemeğe baĢlamıĢ.
Gece sabaha kadar kendisi bir nefes uyumadığı gibi, feryadından hâne halkından da kimse
uyuyamamıĢ.
Hasta kötü huylu, sert tabiatli! Kendisi ölemiyor, fakat halkı sitemler ile öldürmeğe çalıĢıyor.
Feryadına, iniltisine, kalkmasına, oturmasına evdekiler dayanamamıĢlar; birer birer, baĢka yerlere
kaçmıĢlar. Evde hasta ile Mârufi Kerhî'den baĢka kimse kalmamıĢ.
ĠĢittim ki, Mârufi Kerhî geceleri uyumamıĢ, onun arzularını yerine getirmek için didinmiĢ, durmuĢ.
Bir gece Mârufi Kerhî'yi uyku bastırmıĢ. Uyumakta da haklı! Çünkü geceleri uykusuzluğa insan
nasıl dayanır? Mâruf uyuyunca, hasta hezeyanlara baĢlamıĢ.
«- Bu murdar derviĢ takımına lanet olsun!..» Bunların zahirde adları, sanları var: hakikatte
riyâcıdırlar, her iĢleri
BOSTAN
175
havadır. Bunların temiz giyinmelerine de bakma. Ġtikatları pistir. Sofuluk satan bir takım aldatıcı
kimselerdir. ĠĢte bu adam da durmadan uyuyor. Karnını doyurup uykuya dalmıĢ kimse, biçare
hastanın gözlerini yummadığını ne bilir!»
Elhasıl, bir dakikacık, onun hizmetinden gafil olduğundan dolayı, söylenen bu acı sözlere karĢı
Mârufi Kerhî kerem gösterdi. O acı sözleri yuttu. Fakat, hastanın böyle terbiyesizlik ettiğini
evdekiler iĢittiler. Bilhassa bir kadın, Ma-rufi Kerhî'ye gizlice,Ģu sözleri söyledi:
«- Hasta derviĢin neler söylediğini tabiidir ki duymuĢsunuzdur. Artık onu evde tutmak olmaz. Ona
söyle ağırlık vermesin, buradan gitsin. BaĢının çaresine baksın. Ölecek ise de baĢka yerde ölsün.
Adamına iyilik edilir, acınır; kötülere iyilik kötülüktür. Alçak kimsenin baĢı altına yastık koyma.
Zâlim kimsenin baĢı taĢ üstünde gerektir.»
Ey bahtiyar kimse; kötülere iyilik yapma. Çorak yere ağaç dikmek doğru değildir. Ben sana
insanlara iyilik etme demiyorum, belki kötülere yapma diyorum. Kaba, yontulmamıĢ, âdî kimselere
yumuĢaklık gösterme. Çünkü köpeğin sırtı kedi gibi okĢanmaz.
Doğrusunu istersen, hak, hukuk bilen köpek; teĢekkür et-miyen insanda^ ahlâkça daha iyidir.
Alçak kimseye karlı su verme; verirsen mükâfatını buz üstüne yaz. Ben bu hasta gibi aksi, berbat
insan görmedim. Böyle kimseye sakın acıma!»
Evin hanımı, Mârufi Kerhî'ye bu sözleri söyleyince, Ma-rufi Kerhî müteessir oldu ve:
«- Hanım, vazgeç!..» dedi, «var rahat rahat uyu! onun söylediği sözler seni incitmesin. BağırmıĢ ise
bana bağırmıĢ; terbiyesizlik yapmıĢ ise bana yapmıĢ. Bana onun nahoĢ görünen iĢleri, sözleri hoĢ
gelir. Asıl hüner, böyle kimselerin cefasına katlanmaktır, görüyorsunuz ki, daimî ıstırap içindedir.
176
ġEYH SÂDĠ-Î ġĠRAZÎ
Bir nefes uy uyamıyor.»
ArkadaĢ! Kendini güçlü, kuvvetli, sıhhatte gördüğün zaman, Ģükrâne olmak üzere, zayıfların
yükünü çek!
Eğer sen tılsım gibi yalnız kuru bir suretten ibaret olursan öldüğün zaman cismin gibi ismin de ölür.
Eğer kerem ağacını beslersen, iyi adlılık yemiĢini muhakkak yersin.
Görmez misin ki, Kerh'de bir çok türbe var. Fakat Mâruf i Kerhî'nin türbesinden daha mâruf olanı
yoktur.
Büyüklüğüne kapılan insan kibreder. Bilmez ki, büyüklük hilm ve mülâyemettedir.
NÂEHĠLLERĠN SEFAHATĠ, ĠYĠ KĠMSELERĠN TAHAMMÜLLERĠ HAKKINDA HĠKÂYE
Bir aç gözlü dilenci tamaha düĢerek, bir zattan para istedi. O zatın o sırada parası yoktu. Kemeri, eli
boĢ, tertemizdi. Yoksa parası olsaydı, o dilencinin yüzüne altın saçardı.
Dilenci o zattan bir Ģey koparamayınca, oradan ayrıldı. Suratını astı. Mahalle içinde o zatı
zemmetmeğe baĢladı:
«- Bu Ģeyhler» diyordu. «Sesi çıkmıyan akreplere benzerler. Bunlar yün elbise içinde yırtıcı
kaplandırlar. Kedi gibi dizlerini göğüslerine koyup otururlar (her Ģeye eyvallah eder görünürler).
Fakat av görünce köpek gibi derhal atılırlar. Evde iyice avlıyamadıklan için hile, riya dükkânını"
mescid tarafına getirmiĢler. Arslan yiğitler kârvanları vururlar, fakat elbiselerini bunlar soyarlar.
Hırkalarına ak, siyah parçalar dikerler; halbuki diğer taraftan hanelerinde paraları, altınları, yığın
yığın yağarlar. Bunlar parayı buğday diye satarlar (halkı aldatırlar). Bunlar Dünya'yı dolaĢan
harman çingenesidirler. Ġbadet ederken ih-
BOSTAN
177
tiyarlar gibi acizlik, halsizlik gösterirler. Fakat raksetmek lâzım gelse gençleĢirler, çevikleĢjrler.
Raksa gelince güçlü, kuvvetli; fakat namazı oturarak kılarlar. Bunlar oburlukta Musa'nın asasına
benzerler... Bilmem ki; o kadar çok yedikleri halde yüzleri niçin sarı, vücutları niçin zayıftır?
Bunlar ne günahtan sakınırlar, ne de âlimdirler. ġurası muhakkaktır ki, bunlar dini vasıta ederek
Dünya'yı yiyen insanlardır.
Sırtlarına kaplan postu gibi yamalı yamalı aba giyerler. Fakat karılarının elbisesini HabeĢ
kumaĢından yaptırırlar.
Bunlarda sünnet namına ancak iki Ģey görülür. Birisi kuĢluk uykusu, diğeri sahur yemeği.
Midelerini dilencinin yetmiĢ renkli zembili gibi arzına kadar sıkı sıkı doldururlar.
Elhasıl ben de tarikat mensubu olduğum için, kendin j de dokunacak sözleri daha fazla söylemek
istemiyorum.»
Ġftiracı dilenci bu yolda birçok Ģeyler söyledi. Çünkü ayıp arayan kimsenin gözü hüneri görmez.
Yüzünün suyunu dökmüĢ (Ģerefsiz) olan kimse, baĢkasının yüzü suyuna (Ģerefine) ehemmiyet verir
mi?
ġeyh efendinin müridlerinden birisi, o dilencinin hezeyanlarını iĢitmjĢ geldi, onun sözlerini Ģeyh
efendiye nakletti. Doğrusunu istersen âkılâne bir harekette bulunmadı.
Bir kötü benim arkamdan kötülüğümü söylemiĢ olsa söylenmiĢ, bitmiĢ, geçmiĢ gitmiĢtir. Onun
sözünü alıp bana getiren kimse, söyliyenden daha beter fenalık yapmıĢ sayılır. Birisi bir ok atsa da
yola düĢse, vücûdumu incitmemiĢ, bana bir fenalık vermemiĢtir. Fakat oku sen alır, getirir de,
vücûduma saplarsan, oku sen vurmuĢ olursun.
Müridinden, dilencinin zemmini iĢiten iyi huylu Ģeyh efendi güldü:
¦
«- Bu naklettiğin Ģey kolay bir Ģeydir. Bundan daha güç bir Ģey varsa söyle!..» dedi, «çünkü benim
kötülüğüme dâir onun
178
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
söylediği Ģeyler, benim kötülüğümden azdır. Benim kendi bildiğime göre yüzde birdir. Bir de o,
söylediği Ģeyleri zan üzerine söylemiĢtir. Halbuki o kötülüklerin bende mevcud olduğunu ben
yakinen bilirim. O beni, bu sene gördü; benim yetmiĢ senelik ayıbımı nasıl bilebilir? Benim ayıbımı
gaybı bilen Allah müstesna, benden daha iyi kimse bilmez. Bu adam ne iyi ve hüsnüzan sahibi
insan imiĢ ki, benim ayıbımı ancak bu kadar sanmıĢtır. Kıyamet gününde eğer benim günahıma o
Ģahid olursa, cehennemden korkmam. ĠĢim yolunda olmuĢ olur.
Ey benim kötülüklerimi arayan kimse, bana gel; benden sor. Sana onu tamamiyle gösteren cedveli
ben vereyim.»
Birtakım kimseler hak yolunun erleri olmuĢturlar. Bunlar belâ okuna niĢangâh oldukları için o
mertebeye varmıĢlardır.
Bunlar kibar külahını almıĢ, mânâ tacını baĢlarına giymiĢlerdir. Velîler edepsizlerin kahrına
tahammül eden insanlardır. Sen de o mertebeye yükselmek istiyorsan, bırak, halk senin derini
yüzsün! Erenlerin topraklarından testi yapılsa, halk onu melâmet taĢına tutarak kırar!..
DERVĠġLERĠN KÜSTAHLIĞI VE PADĠġAHLARIN HĠLMĠ HAKKINDA HĠKÂYE
ġam padiĢahlarından Melik Salih her seher vakti kıyafetini lebdil eder, kölesiyle saraydan çıkardı.
Arap usulünce yüzünün aĢağı tarafını kapatır; memleketin çarĢısını, pazarını, her tarafını dolaĢırdı.
Bu padiĢah herĢeyi iyi görür, fıkarayı severdi. Her kimde bu huy varsa, iyi adam olur.
Melik Salih gezerken bir mescide girdi. Baktı ki, iki fakir meyus, mustarip oturuyor. Mevsim de kıĢ
hava soğuk, fakirler
BOSTAN
179
soğuktan üĢüyerek uyuyamamıĢlardı. GüneĢe bakan güller gibi GüneĢ'i bekliyorlardı.
Bunlardan birisi ötekine Ģöyle dedi:
«- Yarın mahĢer gününde hâkimi mutlak Cenab-ı Hak olacaktır. Eğer eğlence, oyun, zevk ve safa
içinde yaĢıyan mütekebbir padiĢahların âcizler ile birlikte cennete gireceklerini anlarsam, ben
mezarımdan baĢımı kaldırmam. Yüce cennet bizim yerimiz, yurdumuzdur. Çünkü gam zinciri
bugün bizim ayağımızdadır. ArkadaĢ! Tekmil ömrümde bu padiĢahlardan ne gördün ki, âhirette de
bunların zahmet ve sıkletlerini çekesin! Bunlar Dünya'da yüreğimizi yaktılar. Eğer o gün Melik
Salih cennetin duvarına yaklaĢacak olursa, ayağımdan pabucumu çıkarır, kafasına vurur, beynini
patlatırım.»
Melik Salih fakirden bu sözleri iĢitince, artık orada fazla durmağı münasip görmedi, ayrıldı. Sonra
biraz daha gezdi, GüneĢ doğdu, herkesin gözünden uykuyu sildi.
Melik Salih saraya avdet edince, o iki derviĢi çağırttı, mehabet gösterdi. Mehabet göstermekle
beraber, derviĢlere hürmet etti, yer gösterdi, oturttu. Bunların üzerlerine cömertlik yağmurunu
yağdırdı. Vücudları üzerindeki zillet tozunu temizledik
Bunlar evvelce kıĢın çektikleri yağmur, sel soğuk zahmetinden sonra sarayın Ģanlı memurlariyle
birlikte oturur oldular.
Geceleyin, çıplak sabahlıyan fakirler Ģimdi elbiselerini öd ağacı yakarak dumanına tutuyorlardı.
Bu iki fakirden birisi padiĢaha gizlice Ģöyle dedi:
«- Ey bütün, cihan kendisinin kulağı küpeli kölesi olan padiĢah, büyük insan olmak için insanda
birçok meziyetler bulunmalıdır. Biz kölelerinizde ne meziyet gördünüz ki; bizi bu makama
çıkardınız?»
180
ġEYH SADĠ-î ġÎRAZÎ
Bu' söz üzerine: «- PadiĢah gül gibi açıldı güldü, DerviĢe Ģöyle cevap verdi:
«- Ben Ģevketimin çokluğuna bakarak fukaradan yüz çeviren insanlardan değilim. Sen de bana karĢı
çirkin huyluluk yapma! Cennette benimle güzel geçin. Ben bugün iyi geçinmek kapısını açtım, sen
de yarın benim yüzüme cennet kapısını kapama!
Eğer ikbalin, talihin varsa böyle yola git. Sana Ģeref lazımsa fakirlerin elinden tut!.
Bugün muhabbet tohumunu ekmiyen, yarın tûba dalından yemiĢ yiyemez.
Sevgin yoksa saadet arama! Saadet topu hizmet cevgânile çelinir.
Sen ağzına kadar benlik suyu ile dolmuĢ bir kandile ben-ziyorsun. Sende ıĢık olmaz.
Mum gibi sinesinde yanacak bir Ģey bulunan, meclisleri aydınlatır.
KENDĠNĠ BTJYUK GÖRENLERĠN MAHRUM OLMASI HAKKINDA HĠKÂYE
Birisinin ilm-i nücumda biraz eli vardı. (Mahareti vardı). Fakat baĢı kibir ile sarhoĢtu. Kendisini
çok büyük müneccim görürdü.
Bu adam uzak yoldan kalti, GûĢiyâr'ın1 yanına geldi. Gönlü öğrenmek hevesiyle, fakat baĢı gurur
ile dolu idi.
Bu adam GûĢiyâr'ın yanında biraz kaldı. Fakat GûĢiyâr buna bir Ģey öğretmek istemiyor, onu
atlatıyordu.
Nihayet, bu adam bir Ģey öğrenmediği halde, geldiği yere gitmek istedi. O zaman büyük âlim
GûĢiyâr; ona birkaç söz söyledi:
t-Fars hakimlerinden birinin adıdır.
BOSTAN
181
«- Sen kendini akıl ile, ilim ile dolu zannetmiĢsin. DolmuĢ kap tekrar doldurulur mu? Dâva ile
dolusun, onun için boĢ gidiyorsun. BoĢ gel ki, ilim ile dolu avdet edesin!»
ArkadaĢ! Sadî gibi varlığını terket ki, marifet harmanını elde edesin!
BENDELERE HAKġĠNASLIK VE TAZARRU TÂLĠMĠ HAKKINDA HĠKÂYE
Bir köle kızdı, padiĢahından kaçtı. PadiĢah aranıp bulunmasını emretti. Ne kadar aradılarsa da
bulamadılar.
Sonra kölenin öfkesi geçti, kendi ayağiyle geldi. Bu sefer padiĢah cellâda emredip, Ģunun kanını
dök, dedi.
Kana susamıĢ merhametsiz cellât, susamıĢ insanların diline benziyen hançerini çıkardı.
O sırada köle mustarip, yaralı gönlünden kopan Ģu sözleri söyledi:
«- Allahım, ben kanımı padiĢaha helâl ettim. Senelerce onun sayesinde naz-ü nâim içinde yaĢadım.
Onun devleti sayesinde dostlarımın istediği gibi vakit geçirdim. Yarın benim kanım için
yakalanmasın; düĢmanları sevinmesin!»
PadiĢah kölesinin bu sözlerini iĢitince öfkesi yatıĢtı. Kölenin baĢını, gözünü öptü. Ona tabii, kûs,
bayrak verdi, onu bey yaptı. YumuĢaklığı sayesinde zaman onu böyle korkunç bir ceza görmekten
aldı, beylik makamına eriĢtirdi.
Bu hikâyeden maksad Ģudur ki: YumuĢak söz, insanların ateĢine karĢı soğuk su yerine geçer.
Ey dost! Aksi, hırçın düĢmanına da tevâzû göster. ki, yumuĢaklık keskin kılıcı kesmez eder.
Görmez misin ki, kılıca, oka karĢı yüz kat ipekten yapılmıĢ kaftan giyerler.
182 ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
TEVAZU VE NĠYAZLIK HAKKINDA HĠKÂYE
Bir arif, yamalı elbise giyiyor ve bir viranede oturuyordu. Birisi oradan geçerken kulağına köpek
sesi geldi.
Adam, kendi kendine:
«- Burada köpek ne gezer? Burada sâlih bir derviĢ vardır. Bayakım, bu köpek nerededir?» diye
aramağa baĢladı. Viranenin önünü, arkasını gezdi, köpekten niĢan bulamadı. Viranede o ariften
baĢka bir kimseyi göremedi.
Viraneye âid bir sırrı anlamak için yaptığı teĢebbüsten utanarak geri döndü.
Adamın ayağının sesini iĢiten arif, seslendi:
«- Yahu! Kimsin? Niçin kapıda duruyorsun, içeri gel!» dedi.
Adam içeri girdi,. Arif ona:
«- Gözümün nuru; burada köpek var zannetmiyesin: köpek gibi seslenen benim!.. Çünkü gördüm
ki, Cenab-ı Hak biçareliğimden hoĢlanıyor. Canlılar arasında ise köpekten daha mütevâzi bir canlı
bulunmadığı için, ben de basımdaki ki-biri, aklı fikri bir tarafa attım. Onun kapısında köpek gibi
havlamağa baĢladım!..» dedi.
ArkadaĢ eğer yüksek makama eriĢmek istersen, o makama tevazu iniĢinden çıkabilirsin.
Mütevâzi insanlar, dergâh-ı ilâhide büyük makama nail olurlar.
Sel suyu korkunç, heybetli aktığı için baĢ aĢağı yuvarlanıp gidiyor. Çiğ ise, âciz, ufacık olarak
düĢtüğü için güneĢ onu muhabbetle ayyuka eriĢtirmektedir.
I
BOSTAN 183
HATEM ASAMIN TEVAZU VE NĠYAZLILIĞI ĠLE GĠDĠġĠ
Söz sahiplerinin bir takımları Hatem Asam için sağırdı dta-ler. Sakın bu söze inanma. Sağır
olmadığını isbat için sana bir fıkra söyliyeyim:
Bir sabah örümcek ağını kurmuĢ, bir köĢeye çekilmiĢ, sessiz, hareketsiz duruyor, av bekliyordu. Bu
sessizliği hilekârlığındandı. Bir zavallı sinek ağın tuzak olduğunu bil-miyerek, onu Ģeker sanarak
ağa düĢtü. DüĢünce vızlamağa baĢladı.
Hatem sineğin vızıltısını iĢitince, ona Ģöyle dedi:
«- Ey aç gözlülükle ayağı tuzağa geçen sinek, vızlama. Tahammül et; her yerde Ģeker, bal
bulunmaz. KöĢelerde bazan da böyle tuzaklar bulunur!»
Mecliste hazır bulunan ukalâdan birisi, Hatem'in sinek vızıltısını duyduğunu, ona karĢı söylediği
sözü iĢitince Ģöyle dedi:
«- Ey hak yolunun adamı! Ben bu iĢe ĢaĢtım. Bizim kulağımıza güçlükle eriĢen sineğin feryadını
nasıl iĢittin! Onun sesinden haberdar oldun. Bundan sonra biz sana sağır de-miyeceğiz!»
Hatem gülümsiyerek:
«- Ey keskin akıllı kimse, dedi, bâtıl sözü dinlemekten ise, sağır olmak yeğdir. Benim halvette
mahrem-i esrarım olan kimseler, beni över, ayıplarımı örterler. Onlar benim kötü huylarımı
örttükleri için varlığım nefsime zebun oluyor. Ben halka kendimi sağır bildirdim ki, yanımda
bulunanlar beni sağır bildikleri için iyiliğime kötülüğüme dâir ne diyorlarsa söylesinler. Ben
sözlerden kötülüklerimi anlıyorum ve o kötü huydan vazgeçmeğe çalıĢıyorum. ĠĢte kendimi sağır
tanıtmaktan maksadım budur»
184
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
arkadaĢ! Meth-ü sena ipiyle kuyuya inme. Hatcm gibi sağır ol, kendi kusurunu kendi kulağınla
dinle.
Sadi'nin sözünden yüz çeviren, saadet ve selâmet bu-lar,i.*z. Benden daha iyi nasihatçiye ihtiyacın
varsa, vay olmuĢ senin baĢına.
ZAHĠT ĠLE HIRSIZ HĠKÂYESĠ
Tebriz taraflarında mübarek bir zat vardı. Geceleri uyuyamaz, taat ve ibadet ederdi.
Bu zat bir gece hırsızın elindeki kemendini halka halka yapıp bir dama fırlattığını ve orada bir yere
iliĢtirdiğini gördü.
Hemen:
«- Hırsız var!» diye bağırdı, herkesi uyandırdı. Bir gürültüdür koptu. Ġnsanlar sopa ile dıĢarı
fırladılar. Alçak hırsız, insanların:
«- Tutun, tutun!» diye bağırıp çağırdıklarını duyunca tehlike içinde durmağı münasip görmedi.
Kaçmanın vaktidir, diye kaçıverdi.
Hırsızın akĢamdaııberi uğraĢtığı halde eli boĢ olarak kaçmasına âbid acıdı. Gönlü mum gibi eridi.
Gecenin karanlığı içinde evden çıktı. Hırsızı takip etti. BaĢka bir yoldan dolaĢtı, hırsızın önüne
çıktı. Hırsıza iltifat etti:
«- Ben senin dostunum. Eskiden seninle aĢinalığımız var: Senin yiğitliğini takdir edenlerdenim.
Sana hâkipay olacak kadar hürmetim var. Yiğitlikte senin gibisini görmedim. Fakat yiğitlik iki
türlüdür: Birisi hasmın karĢısına çıkıp onunla merdâne uğraĢmak; diğeri tehlikeli bir yerde, kaçıp
kurtulmaktır. Sen bu iki cihette de ustasın. Ben sana kulum. Adın nedir? Adına köle olayım. Eğer
reyinize muvafık gelirse size kılavuzluk ederek, sizi baĢka bir yere götüreyim. Götüreceğim yer
alçacık bir evdir. Ġki tuğlayı üstüstüne koyar, üsttekinin
BOSTAN
185
üstüne bastıktan sonra ya sen benim omuzuma çıkarsın, ya ben senin omuzuna çıkarım. Oradan
içeriye girebilirsin. Fakat girdiğin zaman artık en kıymetli Ģeyleri almak için uğraĢma. Eline ne
geçerse al, bana ver. O kadar kapalı bir Ģey olmasa bile eli boĢ dönmeden iyidir ya!» dedi.
Elhasıl âbid hırsızı kandırmak için ona türlü diller döktü, onu kandırdı. Önüne düĢtü, aldı, gitti,
kendi evi tarafına götürdü. Evine vardılar. Hırsız âbidi omuzuna bastırdı, kaldırdı. Âbid dama çıktı.
Damdan indi, eve girdi. Entari, sarık, elhasıl ne varsa yakaladı, yukarıdan aĢağıya uzattı, hırsıza
verdi, ve hemen kaçmasını söyledi. Hırsız kaçtıktan sonra âbit dam üstünde:
«- Hırsız var! Gençler koĢun, tutun sevap kazanırsınız» diye yaygaraya baĢladı.
Hırsız zannetti ki, ev sahibi uyanmıĢtır. Yakalanmamak için aldığı eĢyayı koltuğuna sıkıĢtırarak
firara kadem bastı. Bunun üzerine iyi yürekli âbit, biçare hırsızı merburad ettiği için ferahladı, içi
rahat etti. Hülâsa o kimseye acımıyan hırsıza, o iyi yürekli âbid acıdı.
Akıllıların ahlâkına hayret etmemeli: Onlar temal-i keremlerinden kötülere de iyilik ederler.
Kötüler iyiliğe lâyık değilseler ât, iyiler sayesinde onlar da yaĢarlar.
DOST ĠÇĠN DÜġMAN CEFÂSINI ÇEKMEK HAKKĠNDA HĠKÂYE
Sadi gibi kalbi temiz birisi, bir güzele âĢık olmuĢtu. Rakiplerinden türlü cefalar, sitemler çekerdi.
Top gibi mihnet çevgânından kurtulamazdı. Zavallı âĢık rakiplere kaĢını çatamazdı. Onların
öfkelerini, sitemlerini Ģakaya vururdu.
Dostlarından birisi onu kınadı:
«- Yahu! Hiç sende âr, namus yok mu? Bu kadar sitem,
186
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
hakaret görüyorsun, buralardan müteessir olmuyor musun? DüĢmanın kabahatini afvetmeğe
gelmez. Sonra hakkında âciz, biçare, miskin, derler. Böyle yaĢamak mı istiyorsun?» dedi.
Bu sözleri iĢiten âĢık ne güzel cevap verdi. Öyle bir cevap ki, altın ile yazılmağa değer:
«- Gönlüm yârin sevgisiyle o derece doludur ki, oraya kin sığmaz.»
HĠKÂYE
Arif bir kimse birisi ile kavga ederken Behlûl onun yanından geçiyordu. ġöyle dedi:
«Arif zannolunan Ģu adam, eğer Cenab-ı Hakkı hakikaten sevseydi, düĢmanı ile uğraĢmağa vakit
bulamazdı; eğer bu adam Cenab-ı Hakkın varlığından haberdar olsaydı, bütün halkı.yok bilecekti.»
LOKMAN HEKĠMĠN TAHAMMÜLÜ
ĠĢittim ki, Lokman Hekim siyahî imiĢ. ġiĢman olduğu gibi, nâzik vücudlu da değilmiĢ.
Bir gün Lokman bir yerden geçerken, birisi onu kaçan kölesine benzetmiĢ:
«- Gel bakalım!» demiĢ, onu tutmuĢ, bırakmamıĢ. Bir sene ona cefa etmiĢ, cevretmiĢ ve bir sene
çalıĢtırarak bir ev yaptırmıĢ.
Bir sene sonra kaçan köle piĢman olmuĢ. Efendisinin yanma gelmiĢ, özür dilemiĢ. Fakat efendisi
Lokman'a haksızlık etmiĢ olduğu için, Lokman'dan fena halde korkmuĢ. Lokmanın ayağını çözmüĢ,
özür dilemiĢ.
Lokman gülmüĢ:
BOSTAN
187
«- Özrün faydasızdır. Çünkü bir senedir bana kan yutturdun. Ettiğin ezalar cefalar iki söz ile
gönülden nasıl çıkar. Böyle olmakla beraber, ey iyi adam, seni afvediyorum. Çünkü sen beni
çalıĢtırdın, müstefid oldunsa da, benim de ayrıca istifadem; kârım var. Sen kârlısın; çünkü bedava
bir ev yaptırdım. Ben de kârlıyım; çünkü ilmim, irfanım, tecrübem arttı. Benim de kölelerim vardı.
Onlara zaman zaman ağır iĢler gördürürdüm. ġimdi çamur iĢlerinde çalıĢtığım, zahmet ne demek
olduğunu öğrendiğim için bundan sonra kölelerime ağır iĢ tekilf etmem!..» demiĢ.
Böyledir: Her kim büyüklerin çevrini çekmezse küçüklere, âcizlere gönlü yanmaz. Eğer büyüklerin
sözleri sana ağır geliyorsa, elin altındakilere sertlik yapma.
GÜNEYDĠN TEVAZUU, HĠMLĠ HAKKINDA
Cüneydi Bağdadî, San'an Çölü'nde gezerken bir av köpeği görmüĢ. BakmıĢ ki; diĢleri dökülmüĢ,
arslanlara saldıran pençesinde kuvvet kalmamıĢ, miskinleĢmiĢ, kocamıĢ tilkiye dönmüĢ. Vaktiyle
yaban öküzlerine, geyiklere atılır, onları tutarken, Ģimdi£v koyunlarından tos yemeğe baĢlamıĢ.
Cüneyd o köpeği öyle miskin, halsiz görünce kendi ağzından ona bir parça bir Ģey vermiĢ.
Ve bu köpeğe karĢı ağlıyarak Ģu sözleri söylemiĢ:
«- Köpek! Bilmem yarın ikimizden hangimiz daha iyi çıkacağız. Zahire bakılırsa bugün insan
olduğum için ben senden iyiyim. Fakat bilmem ki, kaza baĢıma ne getirecektir. Eğer imanımın
ayağı kaymazsa, baĢıma Cenab-ı Hakkın affı tacını giyeceğim. Eğer üzerimdeki marifet kisvesi
soyulacak olursa, senden çok aĢağı olacağım.»
Köpek ne kadar kötü huylu olursa olsun, onu cehenneme götürmezler.
188
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
Sâdü* Hak yolunun erleri kendilerine büyüklük vermezler ve kendilerini köpekten daha iyi
tutmadıkları için Ģerefçe melekleri geçerler.
ABĠD ĠLE KOPUZCU HĠKÂYESĠ
Bir kopuzcu bir gece sarhoĢtu, kopuzunu koltuğuna almıĢ, gidiyordu. Yolda bir âbide rastgeldi.
SarhoĢlukla kopuzu âbidin baĢına çaldı, kopuz kırıldı.
Gündüz olunca, halim, selim olan âbid, bir avuç gümüĢ para aldı. Kopuz parası olmak üzere o taĢ
yürekli kopuzcuya götürdü. Ona:
«- ArkadaĢ dedi, dün gece sarhoĢ idin. SarhoĢlukla senin kopuzun, benim baĢımda kırıldı. BaĢımın
yarası geçti, korku kalmadı. Halbuki senin kopuzun ancak para ile tamir olunur. ġu parayı al,
kopuzunu tamir ettir!..» dedi.
BaĢlarına halktan cefa taĢları yağdığı için, Hak dostlarının baĢ üstünde yerleri vardır.
NÂEHĠLLERĠN CEFALARINA MERTLERĠN SABIRLARI HAKKINDA HĠKÂYE
VahĢ toprağında büyüklerden birisi bir halvet köĢesine çekilmiĢti. Dünya'yı hakikaten bırakmıĢtı.
Halka dilencilik elini uzatan hırkalı ariflerden değildi. Saadet onun tarafına bir kapı açmıĢ, fakat
kapısını baĢkalarına kapatmıĢtı.
Akılsız dili uzunlardan birisi, edepsizlikle o iyi adam hakkında kötü sözler söylemeğe baĢladı:
«-Ġnsanlar. Bu adamın hilesinden, mekrinde, Ģeytana-tından sakının. Bu, Süleyman'ın yerine geçen
ifrite benzer. Bu âbidler, bu sofular mahallenin farelerini avlamak için,
BOSTAN
189
mütemadiyen abdest alır gibi yüzlerini yuyan kedilere benzerler. Bunlar boĢ davulun sesi uzaklara
gittiğini bildiklerinden dolayı, ad için, Ģöhret için riyazet çekerler».
Elhasıl o boĢboğaz adam, durmadan âbidi zemmediyor, baĢına toplanan kadın, erkek, birçok halk
da onu dinliyordu.
ĠĢittim ki, bu hali duyan âbid ağlıyarak bir dua etmiĢ:
«- Yarabbi, bu adam eğer yalan söylüyorsa ona, eğer doğru söylüyorsa bana tövbe ihsan buyur ki;
helak olmıyalını!»
Benim ayıbımı arayıp, bulup söyliyenin sözü bence makbuldür. Çünkü kötü huyumu bana
bildiriyor.
ArkadaĢ! DüĢmandan bir söz iĢittiğin vakit bak: Eğer onun dediği gibi isen incinme; değilsen:
«- Haydi oradan boĢboğaz; söyle, söyle bakalım!..» de geç. Umurunda olmasın.
Bir ahmak misk için fena kokuyor derse canın sıkılmasın., Çünkü bu söz saçmadır.
Eğer bu söz soğan için söyleniyorsa:
«- Böyledir!» de, onu tasdik et. KokmuĢ beyinlilik yapıp da itiraz etme.
Fikri parlakj1* akıllı kimse düĢmanı susturmak için sokaklarda muskalar satan Ģarlatan
büyücülerden dil dağı muskası almaz. Çünkü hokkabazlığını bilir, ona aldanmaz.
Halktan çekilip kendi iĢi gücüyle meĢgul olan kimse, kendisine karĢı fenalık düĢünenlerin dillerini
esasen bağlamıĢtır.
Sen iyi gidiĢli ol ki, fenalık düĢünenler senin kusurunu bulup söylemeğe imkân bulmasınlar.
Eğer düĢmanın sözü sana güç geliyorsa bak, dikkat et, düĢman hangi kusurunu ele almıĢsa, onu bir
daha yapma.
Benim hakikî dostum, hayırhahım, kusurumu yüzüme karĢı söyliyen insandır.
I
190 ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
EMĠRÜL MÜMĠNĠN HAZRETĠ ALĠ'NĠN TEVAZUU HAKKINDA HĠKÂYE
Birisi müĢkül bir meselenin halli için Hasreti Ali'ye müracaat etti.
ġehirler fetheden düĢmanları bağlıyan, Ġslâmlar'ın Emiri Hazreti ali o husustaki bilgi ve düĢüncesini
söyledi.
O mecliste hazır' bulunan bir Ģahıs, Hazreti Ali'nin cevabına itiraz ile:
«- Ya Ebelhasen! Bu müĢkülün cevabı buyurduğunuz veçhile değildir!..» dedi.
O Ģahsın itirazına, büyük namdar, ilim ve kemali herkesçe müsellem olan Hazreti Ali incinmedi. O
Ģahsa:
«- Pekâlâ. Daha iyi bir hâl shureti bilirsen söyle!..» dedi.
Bunun üzerine o Ģahıs bildiğini söyledi ve doğrusunu söylemek lazımsa, meseleyi pek güzel
halletti.
Hakkı söylemek, hakkı kabul etmek bir vazifedir. GüneĢ balçık ile sıvanmaz.
ġahı Merdan Hazreti Ali o Ģahsın cevabını pek beğendi ve orada bulunan cemaate hitap ile:
«-Ben yanılmıĢım, yanılmamak, sadece Cenab-ı Hakk'a mahsustur. Bu zat daha iyi cevap buldu,
daha doğru söyledi» dedi.
Böyle bir itiraz, büyük bir makam sahibi birisinin sözüne karĢı yapılsaydı, kibrinden onun yüzüne
bakmadığı gibi:
«- Büyüklerin huzurunda söz söylemek terbiyesizliktir. Bir daha böyle edebsizlik etmesin!..» der ve
adamlarına emreder, onu huzurundan kovdurur, hem de haksız yere onu dövdürürdü.
ArkadaĢ! Kimin baĢında büyüklük, benlik varsa, onun hakkı, hakikati dinleyeceğini zannetme.
BOSTAN
191
Böyle benlik sahibi kimseler ilimden usanır; nasihatten arlanırlar. Evet ne kadar yağmur yağsa, taĢ
üzerinde gelincik çiçeği bitmez.
Eğer sende fazilet denizinin incileri varsa, haydi kibirden, benlikten azade olan kimselerin
ayaklarına dök.
Görmez misin gül, kendisini hakir gören kara toprakta biter.
Kendisini büyük gören kimse kendisinden daha büyük kimse görmediğinden, gözü kimseyi
görmez.
Ey hakîm! Etek dolusu incilerini benlik ile dolmuĢ kimselerin üzerine saçma.
Sen kendini övme; seni eller övsün. Eğer sen kendini översen, baĢkalarından meth-ü sena bekleme.
EMĠRÜLMÜMĠNĠN HAZRETĠ ÖMER'ĠN TEVAZUU HAKKINDA HĠKÂYE
ĠĢittim ki, daracık bir yerde, Hazreti Ömer kazara bir fakirin ayağına basmıĢ. Fakirin ayağı acımıĢ,
ayağına basan zatın Hazreti Ömer olduğunun farkına varmamıĢ.
Böyledir; canı yanan kime, dostu düĢmandan farkedemez. Fakir kızmıĢ, Hazreti Ömer'e:
«- Kör müsün?» diye haykırmıĢ.
Bu hakarete karĢı âdil reis Ömer:
«- Kör değilim, fakat kaza oldu, bilmiyerek basmıĢım. Kusurumu afvet!..» demiĢ.
Bunlar ne kadar insaflı din ulusudurlar ki, halka karĢı böyle gönülsüzlük, kibirsizlik, samimiyet ile
hareket etmiĢlerdir.
Hakikaten akıllı, seçme insanlar mütevâzi olurlar, meyvası çok olan dal, baĢını yere doğru eğer.
Hayatında tevazu gösterenlerin baĢları yarın kıyamet gününde çükselir; burada kafa tutanlar ise
yarın utançlarından
192
ġEYH SADĠ-ÎġÎRAZÎ
I
baĢlarına yere eğerler.
ArkadaĢ! Eğer sen hesap gününden korkuyorsan, senden korkan insanların hatırından geç.
Ey aĢağılık insan! Elin altındakilere sitem etme.
Unutma ki el üstünde el vardır.
GÜZEL HUYLULUĞUN FAYDASI HAKKINDA HĠKÂYE
Güzel ahlâklı bir adam vardı. Bu zat, fenalar hakkında daha iyi söyler, onlara iyi muamele ederdi.
'Vefat ettikten bir müddet sonra birisi ona rüyasında gördü ve:
«- Öldükten sonra baĢına ne geldi, bana anlat!,.» dedi.
«- Vefat etmiĢ olan zat ağzını gül gibi tebessüm ederek açtı ve bülbül gibi güzel sesle dedi ki:
«- Ben hayatımda kimseye sert ve fena muamele etmedim. Onun için bana sert ve fena muamelede
bulunmadılar.»
ZÜNNUN-Ġ MISRÎ ĠLE TEVAZÜNÜN HĠKÂYESĠ
Hatırımdadır ki, Nil Nehri bir yıl suyunu Mısıra sebil etmedi, yani taĢmadı. Yağmur duası için
birçok insanlar dağlara çıktılar. Feryat ederek yağmur istediler. Belki hallerine acır da gökyüzü
ağlar diye ağlaĢtılar, gözlerinin yaĢlan ırmak gibi aktı.
Fakat ancak göğün gözü sulandı: lâkin yağmur yağmadı.
Mısır halkından birisi Zünrıun-i Mısrî'ye koĢtu:
«- Halk mihnet içindedir. Sıkıntı pek çoktur. ġu âciz insanlar için duâ buyur. Çünkü Cenab-ı Hak
sevdiği kullarının dualarını reddetmez!..» dedi.
ĠĢittim ki, bu müracaat üzerine Zünnun Medyen Ģehrine kaçtı. GidiĢinden yirmi gün geçtikten sonra
ihtiyar Zünnun, kara gönüllü bulutun ağlamıĢ olduğunu ve havuzları bol su-
BOSTAN
193
larla dolmuĢ olduğunu haber aldı.
Haber alınca Medyen'de duramadı, Mısır'a döndü.
Bir arif Zünnun'a gizlice sordu:
«- Halk senden dua istedi, sen dua etmedin. Kalktın Medyen'e gittin. Bundaki hikmet nedir?» dedi.
Zünnun Ģöyle cevap verdi:
«- ĠĢittim ki, kötülerin kötü iĢleri yüzünden kuĢların, karıncaların, yırtıcı hayvanların rızkları
darlaĢır. Sonra memleket halkını tetkik ettim. Ġçlerinde benden daha günahkâr bir kimse
göremedim, anladım ki, bu kıtlık, bu yağıĢsızlık benim yüzünden oluyor. Halka benim fenalığım
dokunuyor. Ġyilik kapısı benim Ģerrimden kapanıyor. Halkı darlıktan kurtarmak için içlerinden
çekildim.»
ArkadaĢ! Büyüklük lâzım ise, herkese hürmet et!..» Kimseyi kendinden daha fena görme. Büyükler
böyle yaparlar.
Sen kendini hiçe saymadıkça, insanlar katında aziz olamazsın.
Kendisini küçüklerden sayan büyük, Dünya'da âhirette büyüklüğe nail olur.
- Bu toprak yığınında (Dünya'da) en temiz kul, en aĢağılık bir köleye hâkipay olan kimsedir.
Ey bizim toprağımıza (mezarımıza) uğrayan ziyaretçiler! Azizlerin toprağı için olsun Ģu
söyliyeceğim sözleri hatırlayın: Sadi toprak olmuĢsa da ne beis var. O, zaten sağlığında da toprak
idi. Sadi rüzgâr gibi Dünya'yı dolaĢtı ise de, nihayet kendisini kara toprağa teslim etti. Çok
geçmeden toprak onu yiyecek, sonra da rüzgâr o taprakları Dünya'nın her tarafına savura-caktır.
Mânâ gülistanı açıldı açılalı, hiçbir bülbül Sadi kadar güzel terennüm etmemiĢtir.
Böyle bir bülbül ölür de, toprağından gül bitmezse hayret ederim!.
BEġĠNCĠ BÖLÜM
RIZAYA DAĠRDĠR
Bir gece, düĢünmek (fikir) zeytinyağını yakmıĢ; belagat çerağını parlatmıĢtım.
Bozboğazın birisi sözlerimi iĢitti:
«-O, ne âlâ!» demeden baĢka bir yol bulamadı. Fakat kıskançlıkla biraz kusur bulmak istedi. Çünkü
hasedinden dertlenmiĢti. Dertlinin ise, feryat edeceği tabiîdir.
Bulduğu kusur Ģudur:
«- Sadi beliğdir, fikri yüksektir. ġu kadar varki, bütün sözleri tasavvufa, tarikate âid Ģeylerdir.
Mızraklar, topuzlar, ağır gürzlerden bahsedemez. Bu yolda söz söylemek baĢkalarına mahsustur.»
Kıskanç adam bilmiyor ki; bizim kimse ile çengimiz yoktur. Eğer cenkçi olsaydım, ne korkunç
cenkler tasvir ederdim. Bana o yolda söz söylemek de güç değildir. A hasud! Ġstersen gel seninle
cengedelim. DüĢmanın baĢını yastık taĢı yapalım.
Söz kılıcını çekecek olursa, söz âlemini teshir etmek de elimden gelir.
KAZA HÜKMÜNE RIZA HAKKINDA
Saadet, Cenab-ı Hakkın lûtfiyledir. Kol kuvvetine güvenerek
196
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
cenketmek ile değildir. Yüce felek bağıĢlamazsa, devlet kahramanlıkla kemende girmez.
Ne karınca zayıf, âciz olmakla aç kalır, ne de arsîan pençesi güçlü, kuvvetli olduğu için kanımı
doyurur.
Eflâke el eriĢtirmek, dönüĢünü döndürmek kabil değildir. O halde onun dönüĢüne uymak lâzımdır.
Eğer senin için uzun bir hayat yaratılmıĢsa, seni ne yılan sokar, ne yırtıcı arslan paralar.
Eğer hayattan nasibin kalmamıĢsa panzehir zehir olur, seni öldürür. Nasıl ki, Rüstem ömrünü
bitirmiĢ olmakla, kardeĢi ġegad onun tozunu çıkardı.
ĠSFAHANLI PEHLĠVANIN HĠKÂYESĠ
Ġsfahan'da kavgacı, cesur, hilekâr bir dostum vardı. Elinden uçan, kaçan kurtulmazdı. Eli, hançeri
kan ile kınalı idi. Elinden düĢmanın gönlü ateĢte kebap gibi yanar dururdu. Bir gün tirkeç
takınmadığını, okunun çelik ucundan ateĢ çıkmadığını görmemiĢlerdi. Yürekli idi, pençesi
kuvvetliydi. Boğa kadar güçlüydü. Korkusundan arslanlar tirtir titriyordu.
Önce bahse girer, öyle atardı. Cevzanın her parçasını birer okla vururdu. Okunun demreni (ucu),
kalın kalkanlara öyle girerdi ki, diken bile gül yaprağına o kadar kolaylıkla giremez; kimin baĢına
kargı ile, yahud gürz ile vuracak olsa, tulgasiyle baĢını birbirine katar, hamur yapardı. Sığırcık kuĢu
çekirge sürüsüne nasıl girerse, düĢman yığınağına öyle girerdi; ona göre adam öldürmek ile serçe
öldürmek birdi. Feridun'un üzerine hücum edecek olsa, ona kılıç çektirmezdi. Kaplanlar onun
pençesinde zebun olmuĢtu. Zira bu kahraman; tırnaklarını arslanların beyinlerine geçirirdi. En cesur
bir insanı kuĢağından yakaladığı zaman dağ olsa yerinden koparırdı. Zırh bir züvarinin kafasına bir
teber indirse, teber
BOSTAN
197
atlıyı biçer; atın eyerinde karar tutardı. Gerek erlikte gerek insanlıkta, cihanda kimse onun
ikincisini görmemiĢti.
Ġsfahan'da bulunduğum zaman beni bir nefes yanından bırakmazdı. Çünkü hüsnü tabiat sahibi
insanları severdi.
Derken Ġsfahan'da rızkım kesildi, o topraktan ayrıldım, sefere çıktım. Kader beni Irak'a çekti. ġam'a
götürdü. Mübarek ġam toprağı bana hoĢ geldi. Orada oturdum, kaldım. Sözümü uzatmayayım,
ġam'da epey zaman kaldım. Bazan sıkıntı çektim, bazan rahat yaĢadım. Kâh ümitlendim, kâh korku
geçirdim.
Derken ġam'da ölçeğimiz doldu. Kendi evimi özledim. ġiraz'a gitmek istedim. Yolculuk hali, tekrar
Irak'a uğramaklığım icap etti.
Bir gece baĢımı eğdim, geçen zamanlan düĢündüm. ġunu bunu düĢünürken, Ġsfahanlı dostum
aklıma geldi, o dostum elinden tuz yediğim için, tuz eski yaramı tazeledi. Onu sevdiğim için
görmek arzusiyle kalktım, Ġsfahan'a gittim.
Ne göreyim: Vaktiyle civan gördüğüm o dostum, zamanın dönmesiyle pîr olmuĢ; oku kemana
dönmüĢ, erguvanı sarı ot rengini almıĢ; ağarmıĢ baĢı karlı dağa benziyor. Ġhtiyarlıktan gözünün
suyu*, eriyen kar suyu gibi yüzünün üzerinden akıyordu. Felek kuvvetli eliyle onu zebun etmiĢ,
yiğitlik ba-zusunu bükmüĢ. Zaman ile eski gururu kalmamıĢ; mis-kinleĢmiĢ, baĢını kucağına doğru
eğmiĢ. Ona:
«- Ey ârslanları yakalayıp yere vuran yiğit, nasıl oldu da ihtiyar tilkiye döndün?» dedim.
Güldü:
«- Moğollarla yaptığımız bir muharebe günündenberi harbi, cengi bıraktım!..» dedi.
Ve Moğol çengini Ģöyle anlattı:
«- DüĢman tarafında o kadar kargılı asker vardı ki, yeryüzü kamıĢlık olmuĢtu. Ötede, beride
görülen bayraklar,
198
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
kamıĢlıkta çıkan ateĢin alevini andırıyordu. Cenk tozunu kaldırdım. Akar ırmak gibi düĢman
tarafına aktım. Fakat devlet olmayınca öfkenin ne faydası olur.
Ben oyum ki, hamle ettiğim zaman, kargı ile parmaktaki yüzüğü alırım.
Ne çare ki, yıldızım yardım etmedi. DüĢmanlar çevremi yüzük halkası gibi kuĢattı. Kaçmağı
ganimet bildim. Çünkü kaza ile câhil pençeleĢir. Parlak yıldızım bana yâr olmayınca, basımdaki
tulga, sırtımdaki zırh ne iĢ görür. Zafer anahtarı elde olmayınca, zor-i bazu ile muvaffakiyet
kapısını kırmak mümkün olamaz.
KarĢımızdaki düĢman askerleri kapıları devirici, fil kadar kuvvetli idi. Erlerin baĢından, atların
tırnağına varıncaya kadar demir içinde idi. DüĢman askerinin tozunu görür görmez, zırhlı elbise,
tulgayı külah yaptık. Ata bindik, dört nala sürdük. Yağmur gibi ok yağdırdık.
Pusudan çıkan iki ordu birbirine girdi. Zannedersin ki yer gök çarpıĢmağa baĢladı. Oklar durmadan
dolu gibi yağıyordu. Her köĢede ölüm tufanı kopmuĢtu. Cenkçi arslanlan avlamak için kementler
ejderha gibi ağızlarını açmıĢlardı.
Esmer tozdan yer gök olmuĢtu. Kılıçların tulgalara do-kunmasiyle çıkan ĢimĢekler, o gök üzerinde
yıldızlar gibi parlıyordu.
DüĢman süvarilerine çattık; atlardan inip kalkan kalkana piyade harbi yaptık.
Ok ile, kargı ile kılı yardık. Fakat ne çâre ki devlet bizden yüz çevirmiĢti. Biz de düĢmandan yüz
çevirdik.
Tevfik-i Ġlâhi bazusu yardım etmeyince, yiğidin gayret pençesi ne yapar. Zorlu, gazaplı
yiğitlerimizin kılıçları kunt değildi. Ne yapayım ki, yıldızımız bize gazap etmjĢti.
Askerlerimiz harpten, zırhları kan içinde olarak çıkmıĢtı. Askerlerimizin okları demir örsü delip
geçerken, düĢmanın
BOSTAN
199
ipekten çukallarına1 geçmiyordu.
Evvelce yüz taneli bir baĢağa benzerken, dağıldık; her tanemiz bir köĢeye düĢtü. Biz namertlik edip
ayrılmadık; belki her birimiz zırhlı balık gibi ağa düĢmüĢtü.
Talih bizden yüz çevirmiĢ olacağı için, kaza okuna karĢı tuttuğumuz kalkanın hiçbir kıymeti,
hizmeti olmadı.»
Bundan daha acayip bir hikâye dinle: Bedbaht kimsenin çalıĢması iki arpa değmez.
ERDEBĠLLĠ OKÇU HĠKÂYESĠ
Erdebilli demir pençesi birisi vardı. Okunu sapan demirinden geçirirdi.
Bununla cengetmek üzere, kepenekli birisi geldi. Bu gelen kimse cihanı yakan savaĢçı bir gençti.
Bu genç, savaĢta Ben-ram Gür gibi idi. Omuzunda yaban eĢeğinin derisinden bir kemendi vardı.
Erdebilli o genci görünce yayını kurdu, ona elli ok vurdu; okların hiçbirisi geçmedi.
Bundan sonra genç kahraman, RüĢte gibi ortaya atıldı. Kemendini attı. Erdebilliyi kıskıvrak
bağladı, aldı, çadırına götürdü. Kanlı hırsız gibi, ellerini boynuna bağladı.
Erdebilli arından, utandığından bütün gece uyuyamadı. Seher vakti olunca, kepeneklinin
uĢaklarından birisi ona Ģöyle dedi:
«- Sen, ok ile demiri deliyorsun, nasıl oldu ki kepenekliye esir oldun?»
Gözünden kan yaĢı akıttı ve Ģöyle cevap verdi: «- Bilmez misin ki ecele gelen yaĢamaz. Ben
Rüstem'e harp ve darp öğretecek kudrette bir adamım. Bahtımın kolu
1- Harp elbisesi.
COfı ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
güçlü iken, kalın demir okuma keçe gibi geliyordu. ġimdi avu cumda ikbal yoktur. Onun için
okumun önünde keçe demir oluyor. Ecel gelince kargı zırhı deler; fakat eceli gelmiyen kimsenin
gömleğinden geçmez. Kahretmek için ecelin kılıç çektiği adam, kat kat zırh giymiĢ olsa, yine
çıplak sayılır. Birisinin talihi yaver ve zaman ona arka olursa, çıplak da olsa, satır ile vursalar, bir
Ģey olmaz.
Âlim ne kadar çalıĢsa ecelden canını kurtaramaz: eceli gelmemiĢ olan câhil de, ne kadar
ihtiyatsızlık etse yine ölmez.»
BĠR TABĠP ĠLE PEHLĠVANIN HĠKÂYESĠ
Bir pehlivanın bir gece her yanı ağrıyordu. Ağrıdan uyu-yamadı. Bir tabibe gitti. Tabip ona:
«- Bu kadar yemeği yiyen bir kimsenin geceyi sabaha çıkarmasına ĢaĢarım. Göğüste Moğol okunun
yatması; hazmı güç, uygunsuz çerez yemeden daha iyidir. Bir lokma sebebiyle barsaklara buruntu
gelince, câhil kimsenin ömrü telef olur, gider» dedi.
Olacak bu ya: O gece tabip öldü, gitti. Hasta pehlivan kırk sene daha yaĢadı.
Nice ilâç bilen insanlar var ki, ağrı ile kıvrılır gider. Nice âciz kimseler olur ki, sapasağlam yaĢar.
HĠKÂYE
Bir köylünün eĢeği öldü. Köylü, eĢeğin baĢını bostandaki bir asmanın üzerine, nazarlık olarak dikti.
Cihanı görmüĢ bir ihtiyar oradan geçerken, eĢek baĢını gördü, güldü. Bostan bekçisine Ģöyle dedi:
BOSTAN
201
«- Mürd olan bu zavallı eĢek kendi baĢında, kendi kıçından sopayı menedemedi, Nihayet yara, bere
içinde öldü. ġimdi onun kuru kafası bu bostanı nasıl nazardan muhafaza edebilir?»
Tabip hastadan ağrıyı, acıyı nasıl izâle edebilir ki, kendisi de ağrıdan âciz kalarak ölmektedir.
HĠKÂYE
Zavallı bir müflisin bir tek altını vardı. Onu da düĢürdü. Ne kadar aradı ise de bulamadı. Nihayet
umudunu kesti, baĢını çevirdi, savuĢtu, gitti. Sonra oradan geçen birisi, hatır ve hayalinde yok iken
o altını gördü, aldı.
Ġnsanlara bahtiyarlık, bedbahtlık kalemi, daha ana karnında iken çalınmıĢtır.
Güçlü, kuvvetli insanlar rızıklarını kuvvetleriyle yemezler. Belki güçlülerin rızkı daha da dar olur.
HĠKÂYE
Bir ihtiyarın bir oğlu vardı! Ġhtiyar bir gün onu değnekle dövdü.
Oğlan babasına Ģöyle dedi:
«- Baba, ben suçsuzum, vurma! Birisi bana cefa edecek olsa sana koĢar ağlar; Ģikâyet ederim.
ġimdi sen bana cev-rediyorsun, kime Ģikâyet edeyim?» Ey akıllı adam, Allaha Ģikâyet et, Allahtan
Ģikâyet etme!
FAKĠR ADAM, UYGUNSUZ KADIN, ZENGĠN KOMġU HĠKÂYESĠ
Bahtiyar bir adam vardı. Adı da Bahtiyar'dı. O kaaar
zen-
202
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
gindi ki, altını ölçek ile ölçerdi. Bu adam fukara mahallesinde otururdu.
Bunun birtakım fakir komĢuları vardı; bunun haline im-renirlerdi. Fakirin zengini naz, saadet içinde
görünce haset etmesi zarurîdir. KomĢularından bir kadın, akĢam üstü eli boĢ geldiği için kocasiyle
kavgaya baĢladı:
«- Sen ne kadar bedbaht, fakirsin. EĢek karısı gibi iğneden baĢka bir Ģeyin yoktur. Ben para, pul,
yiyecek, içecek, giyecek isterim. Yalnız zevk için kullanılacak âdi kadınlardan değilim. Sen
erkekliği komĢudan öğren! Onun altını, gümüĢü, malı, mülkü, eĢyası var. Evini, barkını
geçindiriyor. Sen niçin onun gibi zengin olamıyorsun?»
Kalbi temiz derviĢ bu sözleri iĢitince davul gibi boĢ bağrından bir ah çekti, Ģöyle dedi: «Benim
elimde kudret yoktur. Zor ile zekânın bileğini bükmek kabil değildir. Kimse ihtiyarına sahip
değildir ki, ben zengin olacağım deyip zengin olayım.»
FAKĠR ĠNSAN ĠLE ÇĠRKĠN KARI HĠKÂYESĠ
KıĢ toprağından fakir bir insan, çirkin karısına Ģu sözleri söyledi: «Hanım, kaza eli senin yüzünü
çirkin yaratmıĢtır. BoĢ yere yüzüne allık sürme. Zor ile kim bahtiyar olur. Körün gözünü sürme ile
kim açar. Damarı kötülerden iyilik gelmez. Köpek insanlık, mertlik yapamaz. Tekmil Yunan, Rum
fi-lofozları bir araya gelseler, zakkumdan bal yapamazlar. VahĢiden insanlık gelmez. Onu terbiye
için edilen gayret çekilen emek boĢa gider. Aynadan pası gidermek kabildir, fakat taĢtan ayna
yapılamaz. ÇalıĢmakla söğüt dalında gül bitmez. Zenci hamamda yıkanmakla ak olmaz.»
BOSTAN
203
AKBABA ĠLE ÇAYLAK HĠKÂYESĠ
Bir akbaba, bir çaylağa:
«- Benden daha ziyade uzağı gören hiçbir insan, hiçbir kuĢ yoktur!..» dedi.
Çaylak ona: «Bu bir dâvadır, isbatı lâzımdır. Haydi bakalım, Ģu ovanın etrafında neler görüyorsan
söyle!..» dedi.
Akbaba bulunduğu nokta ile toprak arası bir günlük olan yüce yerden aĢağılara doğru baktı ve:
«Eğer sözüme inanırsan, ovanın filâncı noktasında bir tanecik buğday gördüm!.» dedi.
Akbabanın bu sözü çaylağın hayretini mucip oldu:
«- Pekâlâ! Haydi inelim, bakalım. Sözün doğru mudur?» dedi.
Birlikte aĢağı indiler. Akbaba hemen taneye doğru koĢtu. Halbuki o buğday tanesi bir tuzağına
üstüne konulmuĢ imiĢ. Akbaba buğdayı alayım derken tuzağa tutuldu.
Zavallı akbaba feleğin ona tuzak kurduğunu, bir buğday için tuzağa esir olacağını bilemedi.
Her sedef inciye gebe olmaz. Her atıcı niĢangâha vuramaz.
Akbabanın tuzağa tutulduğunu gören çaylak ona hitaben:
«- ArkadaĢ! Tuzağı göremedikten sonra taneyi görmekten ne çıkar?» dedi.
Akbaba ayağında tuzak ipi olduğu halde: «- Kazaya karĢı sakınmanın faydası yoktur!..» diyordu.
Ecel birisinin kanma el batırmak istediği zaman, ilk evvel kaza onun ince gören gözünü bağlar.
Ucu, bucağı olmıyan suda yüzgecin gururu iĢe yaramaz.
204 ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
NAKIġLI DOKUMA DOKUYAN ÇIRAK
Bir dokumacı çırağı, dokuduğu kumaĢ üzerine, Anka, Zürafe, Fil resimleri iĢliyordu.
Birisi sordu: «Niçin bu resimleri seçiyorsun?! Daha güzel resimler iĢlesen olmaz mı?»
Çırak:
«- Benim elimden resim gelmez!..» dedi, «resmi yapan ben değilim. Bütün bu nakıĢları üst kattaki
ustam yapar. Ben onun çizdiği resmi dokurum!» dedi.
ArkadaĢ! Senin halin iyi ise, kötü ise de onu nakĢeden takdir elidir. ġu halde beni Zeyd dövdü. Anır
incitti sözünde gizli Ģirk var.
Eğer sana hükmü ezelî sahibi olan Cenab-ı Hak hakikati görecek göz ihsan ederse, o zaman Zeyd'i,
Amr'ı, görmezsin.
Zannetmem ki Cenab-ı Hak kulundan vazgeçsin, rızkına kalem çeksin. Sen cihanı yaratan Allaha
yalvar. Sana rızk a-çıklığı versin. Yoksa o rızkı bağlıyacak olursa, kimse açamaz!
DEVE YAVRUSUNUN HĠKÂYESĠ
Bir deve yavrusu annesine:
«- Anne, hep yürüyorsun. Artık yeter. Biraz da dur, uyu!..» dedi.
Anne:
«- Yavrum!..» dedi, «eğer yularım elimde olsaydı kimse beni katarda yük taĢırken görmezdi?»
Gemici üstünü, baĢını paralasa, yine Allah gemiyi dilediği tarafa yürütür.
Sadi, kimsenin eline bakma; çünkü veren ancak Al-lahdır.Eğer hakperest isen, sana baĢka kapı
lâzım değildir.
BOSTAN
205
Allah kapısı "afidir. O kapıdan ayrılma. Eğer, o, seni kovarsa seni kimse istemez.
Eğer Allah seni tacdâr yapmak dilerse, baĢını uzat! Eğer Allah istemiyorsa, otur, ümitsiz baĢını
kaĢı!.
ĠHLÂS ĠLE BEREKETĠ, RĠYA ĠLE ÂFETĠ HAKKINDA
Ġbadet ihlâs ile olursa yani halis Allah için olursa iyidir. Ġhlâssız ibâdet, iĢçiz kabuğa benzer.
Halka kendini sofu göstermek için hırka giyiyorsan, bu hırka ile Mecusiler'in bellerine bağladıkları
zünnar arasında fark yoktur.
Mümkün ise sen erliğini halka gösterme. Fakat gösterince ona riya karıĢtırma.
Ġnsan olduğu gibi görünmelidir. Olduğundan az görünen adam sonunda mahcup olmaz.
Ġnsan derecesinden fazla görünmek fenadır. Çünkü üzerindeki iğreti süslü libası alacak olurlarsa,
sırtındaki eski elbise ile dımdızlak kalırsın.
Boyun kısa ise, çocukların gözlerine uzun görünmek için bacağına tahta'sbağlama.
GümüĢ suyuna batırılmıĢ bakırı, ancak bilmiyeniere yutturmak kabildir. A benim canım, bir paralık
pula altın suyu sürme. Çünkü maharetli saıraf, o gibi yaldızlı pula on para vermez.
Yaldızlı madenleri ateĢe sürerler. O zaman bakır mıdır, yoksa altın mıdır belli olur.
BABA KÜHÎ ĠLE ĠHLÂSININ HĠKÂYESĠ
Bilmez misin, evliyadan Baba Kûhî, mürailik ederek gece uyuyamıyan bir kimseye ne dedi:
206
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
«Ey babanın canı, haydi ihlâsa bürün! Çünkü halktan bit Ģey edinemezsin. Senin iĢini iyi görenler,
senin zahirine aldanıyorlar, huri gibi giyinmiĢ, kuĢanmıĢ; melek kıyafetli bir güzel ala tenli ise,
dıĢındaki güzelliğin ne kıymeti olur?
Cennete hile ile girilmez. Çünkü yüzündeki perde yarın açılacaktır?»
ORUÇ TUTAN ÇOCUK HĠKÂYESĠ
ĠĢittim ki, bulûğa ermemiĢ bir çocuk oruca niyet etti. Yüz sıkıntı ile kuĢluğa kadar tutabildi.
Böyle küçük çocuğun oruç tutması, kalfanın nazarı takdirini celbetti. O gün çocuğu mektebe
götürmedi.
Babası gözünü, anası baĢını öptü. BaĢına âdetleri veçhile altın, badem saçtılar.
Öğle vakti olunca midenin hareketi çocuğa tesir etmeğe baĢladı. Kendi kendine:
«- Gizlice birkaç lokma yiyeyim. Babam anam ne bilecektir» dedi. Hem de yedi. ġu kadar var ki,
orucu akĢama kadar tutmuĢ gibi göründü.
ġimdi o çocuk orucu babasına ve ailesine yaranmak için tutmuĢ oldu ve oruç tutar gibi görünüp
gizlice kamını doyurdu.
Sen Allahı düĢünmedikten, ondan korkmadıktan sonra istersen abdestsiz namaz kıl; kim ne
bilecek?
Çocuk, çocukluk icabı olarak orucu babası için tutar. Fakat yaĢlı bir kimse ibâdeti halk için yaparsa,
çocuktan daha nâdân olmuĢ olur.
Halkın gözü önünde halka sofu görünmek için uzun uzadıya kılınan namaz, cehennem kapısının
anahtarıdır.
Eğer tuttuğun yol, Allah'tan baĢkasına gidiyorsa yarın seccadeni cehenneme sererler.
BOSTAN MÜRÂÎ ZAHĠDĠN HĠKÂYESĠ
207
ĠĢittim ki, bir mürâi bir merdivenden düĢmüĢ, derhal can vermiĢ.
Oğlu birkaç gün ağlamıĢ, nihayet dostaliryle oturup kalkmağa baĢlamıĢ. Oğlu bir gece babasını
rüyada görmüĢ ve:
«- HaĢirden, neĢirden, sorudan nasıl kurtuldun?» diye sormuĢ.
Babası:
«- Oğlum, Allah aĢkına saçmalama! Merdivenden doğru cehenneme düĢtüm!..» demiĢ.
DıĢı gösteriĢsiz, iyi huylu kimse; adı iyi, fakati çi harap kimseden daha iyidir. Bence gece yol kesen
uğru, (hırsız) âbid gömlekli fâsikten daha iyidir.
Birisi halk kapısında mihnet çekiyorsa, yarın kıyamette Cenab-ı Hak ona çok mükâfat verecektir.
Oğul! Sen Zeyd'in evinde çalıĢıyorsan Amr'dan ücret bekleme. Bu yolda her kimin yüzü dost ise,
dosta ondan baĢkası varamaz.
Doğru git ki, menzile eriĢesin. Doğru yolda gitmezsen daima geride kalırsın.
Susam yağı çıkarmak istiyen, susamı dövmek için değirmen taĢı kullanır. O taĢı bir öküz çevirir.
Yağcı onun gözünü bağlar. Zavallı öküz sabahtan akĢama kadar taban teper. AkĢam olunca
kendisini yine eski yerinde bulur. Doğru yola gitmiyen adamın hali de böyledir.
Bir kimse yüzünü mihraptan çevirirse, mahalle ahalisi onun küfrüne Ģehâdet ederler.
Namaza durduğun vakit niyaz ederekz Cenab-ı Hakka yönetmiyorsan, arkasını kıbleye dönerek
namaz kılan kimseye benzersin.
208
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
Bir kağaç kök tutmuĢ ise, onu besle ki; meyva versin. Eğer senin ibâdetin zemininde köke benziyen
ihlâs yoksa, bu kapıda senden daha mahrum kimse yoktur.
TaĢ üzerine tohum bırakırsan, harman vakti eline tek bir arpa girmez.
Riyanın vereceği âb-ı rûy'a yer verme. Çünkü bu suyun altında çamur vradır.
Ben iç yüzümde kötü ve alçak isem, zahirdeki Ģerefimin ne faydası vardır.
Eğer Cenab-ı Hakka satabilirsen, riya ile hırka dikmek kolaydır.
Elbise içindeki insanın kim olduğunu insanlar ne bilirler? Mektup içinde ne olduğunu, ancak onu
yazan bilir.
Adalet terazisinde, adalet divanında rüzgâr ile dolu tulum tartıda ne çeker?
Eğer bir kimsenin hüneri varsa, onun söylemesine hacet yoktur. Hünerin kendisi, kendisini gösterir.
Dünya'da o kadar takva gösteren mürâinin tulumunda bir Ģey olmadığı o zaman görülecektir.
Eğer misk'in halis değilse, bende misk var deme! Eğer hâlis ise derhal kokusu yayılır.
Bu altın mağribi altındır. Hâlistir diye yemin etme. Yemine hacet yoktur. Onun nasıl altın olduğunu
mihenk taĢı söyler.
Kaftanın yüzü göründüğü, astarı görünmediği için, insanlar kaftanın yüzünü astarından daha iyi,
daha kıymetli kumaĢtan yaparlar. Büyükler ise görünüĢten vazgeçmiĢlerdir. Bundan dolayı onlar
kaftanın içini ipekliden yaparlar.
Eğer her tarafta Ģöhretinin yayılmasını istiyorsan, içine kıymetli, ağır elbise giy de, dıĢın ne olursa
olsun.
Bâyezidi Bistamî Hazretleri:
«- Bence münkirler müridlerden daha emniyetlidirler.
BOSTAN
209
Çünkü münkirin münkir olduğu malhum; fakat acaba mürid hakikî mürid midir? demiĢtir.
ġol kimseler ki; hakikatte büyük padiĢahlardır, onların hepsi bu dergâhın dilencileridir.
Hakikati bilen, manâyı anlıyan insanlar, dilencilerden bir Ģey beklemez; onlara el uzatmazlar.
Eğer sende inci varsa, sedef gibi baĢını içeri çek.
Eğer senin ibadetinin yüzü Cenab-ı Hakka ise, bırak seni Cebrail de görmesin.
Çocuk! Eğer Sadi'nin nasihatini baba nasihati gibi dinlersen sana kâfidir.
Eğer bugün bizini sözümüzü dinlemezsen, Allah sak asın, yarın piĢman olmıyasın!..
H
ALTINCI BÖLÜM
KANAAT HAKKINDA
Cenab-ı Hakkın verdiği bahta, rızka kanaat etmiyen kimse Allahı bilmemiĢ, O'na itaat etmemiĢ
sayılır.
Hırs ile Dünya'yı dolaĢan kimseye haber ver: Ġnsanı kanat zengin eder.
Ey sebatsız, ey rızk peĢinde durup dinlenmeden koĢan kimse, biraz sakin ol; yuvarlanan taĢ
üzerinde ot bitmez.
Akıllıca hareket etmek istersen vücûdunu pek besleme! Çünkü onu çok beslersen ölümüne sebep
olursun.
Akıllı insanlar hüner kazanırlar. Gövdelerini ĢiĢirmeğe bakanlar, hüner cihetinden zayıf olurlar.
Yalnız yemek, içmekle meĢgul olmak hayvanlar yoludur. Bu yola akılsızlar giderler.
Her kim insan olmak isterse, ilk evvel nefs köpeğini susturmak lâzımdır.
Bir köĢeye çekilip hakikî irfan elde etmeğe çalıĢan insan, ne bahtlı insandır.
Hakkın sırrı, kendilerine aĢikâr olan kimseler artık o hak üzerine bâtılı ihtiyar edemezler.
Zulmeti nurdan farketmiyenlere göre, Ģeytanın yüziyle hurinin yanağı birdir.
212
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
Sen kuyuyu yolda farketmediğin için kendini kuyuya attın!. Doğan yavrusu feleğe nasıl uçabilir ki,
sen onu kanadına hırs taĢını bağlamıĢsın. Eğer o doğan yavrusunu Ģehvet pençesinden
kurtarırsan, sidie-i müntehaya kadar uçar.
Âdetten az yemekle insan yavaĢ yavaĢ melekler kadar iyi huylu ve masum olur.
Yabanî arslan meleğe nasıl eriĢir. Çünkü yerden göğe uçmak mümkün değildir. Binâenaleyh iptida
adam akıllı ahlâklı ol, sonra melek huylu olmağı düĢün.
Sen çamıĢ (ham) bir taya binmiĢ, bir köprü üzerindesin. Aman dikkat, baĢını senden çekmesin!
Eğer senden dizgini çekecek olursa, kendi helak olduğu gibi senin de kanını dökmüĢ olur.
Eğer insan isen yemeği itidal üzere ye!. Karnını çok doldurma! Sen insan mısın, küp müsün?
Ġnsanın içi gıda yeri, zikir yeri, nefes yeridir. Sen sanıyorsun ki, insanın içi yalnız ekmek
içindir.
Hırs tulumuna zikir nasıl sığar ki, nefes bile ayağını zorla
uzatıyor.
Vücud besliyenlerin haberi yoktur ki, midesi dolu olan kimsede hikmet bulunmaz. Yani çok yemek
hamakat getirir.
Ġki göz ile karın, hiçbir zaman doymaz. Bu bulaĢık kıvrımlı, büklümiü barsağııî boĢ olması daha
iyidir. ;
Doymak bilrniyen karın, cehennemin örneğidir. Nasıl ki cehenneme o kadar mahlûk atıldığı halde
daha yok mu diye bağıracaktır.
Ġsa zayıflıktan ölüyor. Sen ise eĢeği beslemek için
uğraĢıyorsun.
Ey soysuz kimse, dini Dünya'ya satma! Ġsa'nın Ġncil'ini
verip de eĢeğe arpa alma.
Görmüyor musun ki yırtıcı hayvanlar, kuĢlar yemek hırsiyle
BOSTAN
213
kapana, tuzağa düĢüyorlar.
Bütün bu yırtıcılara kafa tutan kaplan, sırf yemek iĢtihasiyle fare gibi kapana yakalanıyor.
Fare gibi olma: O birisinin ekmeğini, peynirini yer; sonra kapana düĢer; kapanın iğnesini, okunu
yer.
HĠKÂYE
Bir sofunun bir altım vardı. Boğazına sarfetti, iyi bir yemek yedi. Dostlarından birisi ona sordu:
«- Altını ne yaptın?» dedi.
Sofu:
«- Karnıma ziyafet çektim. Fakat aldandım, altın gitti. Lâkin kamım hâlâ doymadı, yine istiyor!..»
dedi.
Gıda gerek lâtif olsun, gerek Ģöyle, böyle olsun; ele geçen geçince, tatlı tatlı yersin.
Akıllı kimse o zaman uyur ki; uyku bunu kemenle çekerek sürükler.
Söze meydan açılmayınca sakın söyleme! Meydanı görmedikçe topunu sakla! Endazeden dıĢarı,
endazeden eksik ne söyleme ayak at!
Yürü, kalbini saflaĢtırmaya bak! Karnınla uğraĢma! Onu ancak toprak doyurur.
HĠKÂYE
Allah hacılardan razı olsun! bir kere bir hacı bana fildiĢinden bir tarak verdi.
Sonra duydum ki, o hacı bana gücenmiĢ, bana «Köpek!..» demiĢ.
214
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
Bu sözü iĢitince hacı babanın tarağını iade ettim ve:
«- Kemiğini alsın; bir daha bana köpek demesin!..» diye haber gönderdim.
Ben kendi sirkemi yedikçe, helvacının çevrini çekmem. Hey nefs! Aza kanat et ki, sultan ile fakiri
bir göresin!
Bir Ģey istemek için sultanın yanma niçin gidiyorsun? Tamahı bir tarafa bırak, kendin bir sultan
ol!..
Eğer boğaz düĢkünü isen karnını tabla yap; Ģunun bumın kapısını kıble edin!.
Eğer her nefes nefsin sana ver, ver diye hükmedecek olursa, seni hakaretle köy köy dolaĢtırır.
Ey akıllı insan! Kanaat, insanın baĢını yüceltir. Tamahkârın ise baĢı omuzundan kalkmaz.
HĠKÂYE
Birisi sabahleyin erkenden Harzem ġah'ın yanına gitti. Huzura girdi. PadiĢahı görünce, ihtiram için
iki kat oldu, sonra doğruldu, sonra yere kapandı, yüzünü toprağa sürdü, kalktı.
Çocuğu babasının bu halini iĢitince:
«- Babacığım, bir müĢkülüm var, sorabilir miyim?» dedi. Babası:
«- Sor» dedi.
Bunun üzerine çocuk Ģu suali sordu:
«- Adlı, Ģanlı babacığım; sen Kıble Hicaz tarafındadır, derdin. O halde padiĢah huzurunda namazı
niçin padiĢahtan tarafa kıldın?».
ArkadaĢ! ġehvetperest nefse kul olma! Onun her saat baĢka bir Kıblesi vardır. Tamah, senin
yüzünün suyunu çok döküyor (Ģerefini azaltıyor). Bir arpa tanesi için bir etek inci harcediyorsun.
215
Akıp giden ırmaktan kana kana içmek mümkün iken neden kar için yüz suyu döküyorsun?
Ya nefsin arzusundan geçersin, ya da zarurî olarak kapı kapı gezer, dilenirsin.
Efendi yenini uzatmaktan bir Ģey çıkmaz; hırs elini kısaltmağa bak.
Bir kimse tamah defterini dürerse, artık, kimseye kulunuz köleniz diye mektup yazmağa hacet
kalmaz.
Ümit insanı her meclisten sürer. Sen ümidi sür ki; seni kimse sürmesin.
HĠKÂYE
Ehl-i dillerden birisi sıtmaya yakalandı. Birisi ona: «- ġeker sıtmaya ilâçtır. Filân adamda ise Ģeker
var. Ondan biraz Ģeker iste!..» dedi. Adam Ģöyle cevap verdi:
«- Çocuğum, bana ölüm acılığı, onun ekĢi yüzünün çevrini çekmeden daha iyidir!.»
Akıllı kimse kibir ile yüzü sirke yapan kimsenin elinden Ģeker yemez. Nefsin her istediği Ģeyin
arkasından koĢma! Çünkü vücud kuvvetlendikçe canın nuru eksilir.
Ġnsanı nefsi emmâre hor ve hakir eder. Akıllı isen nefsi emmâreye kıymet verme!
Eğer her istediğini yiyecek olursan, zaman seni birçok arzularından mahrum eder.
Karın tandırını durmadan kızdırmak, yokluk gününde bir musibet olur.
Bol zamanında mideni dar tutarsan, darlık zamanından yüzün sararıp solmaz.
Obur kimse, karın yüzünü bulamadığı vakit gam yükünü
216
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
taĢır. Karnına kul olan çok hacâlet çeker. Bence, gönül dar olmadan ise, karnın dar olması daha
iyidir.
ġeref sahibi olan Âdemoğullarının hayvanlar gibi, belki de hayvanlardan daha aĢağı olmaları ne
kadar hazindir.
Çok yiyen öküze acıma; çünkü çok yiyen çok uyur.
Eğer sana öküz gibi semizlik lâzım ise, eĢek gibi olmalı; insanların cevr-ü cefasına katlanmalısın!..
HĠKÂYE
Biiir misin, Basra'dan bir kıssa getirdim ki yaĢ hurmadan daha tatlıdır.
Dinle: Bir kere doğrular hırkası içinde bulunan birçok arkadaĢ, Basra'da bir hurmağıhğın kenarına
uğradık.
Aramızda birisi ambar mideli, aç gözlü olduğu için ona hakaretle bakardık. O bedbaht hemen
eteklerini beline çaldı, hurma ağacına çıktı. Çok geçmeden tepe üstü düĢtü. DüĢer düĢmez öldü.
Derken hurmalığın sahibi geldi:
'«- Bu adamı kim öldürdü?» diye haykırmağa baĢladı.»
«- Ben:
«-Dur, bağırma!» dedim, bu adam boğazına düĢkündü, karnı eteğini çekti (istinasının Ģevkiyle),
hurma ağacına çıktı. Çünkü geniĢ barsaklılar, dar yürekli olurlar. Arzularına, mukavemet
edemezler. Fakat her vakit hurmanın bir miktarını yemek, bir miktarını alıp götürmek nasip olmaz.
Bazan da yiyip ölmek vardır.»
Karın el bağı, ayak zinciridir. Karnına kul olan, Allaha kulluğunu az yapar.
Çekirge baĢtan ayağa kadar karın olduğu için küçük karınlı bir karınca, onu bacağından çeker
götürür.
BOSTAN HĠKÂYE
217
Birisi tabla üzerine kamıĢ Ģekeri kor, Ģehir içinde sağa sola gezdirir, satardı.
ġehrin bir köĢesinde bir mübarek zata rastgeldi ve:
«- Efendi alınız!» dedi, «parasını eliniz geniĢlidği zaman verirsiniz.»
O akıllı, iyi huylu mübarek adam Ģöyle cevap verdi. Öyle bir cevap ki, göz üzerine yazılmağa
değer. Cevap Ģudur:
«- Belki sen paran için sabredemezsin. Fakat ben Ģeker kamıĢına sabredebilirim. Arkasından acı bir
para mutâlebesi olan Ģekerde tatlılık olmaz!..»
HĠKÂYE
Erenlerden gönlü nurlu birisine Huten Emîri bir ipek hil'at verdi.
O zat sevindi. Gönlü gül gibi açıldı Hil'ati giydi, emîrin elini öptü, Ģu sözü söyledi:
«- Huten Ģahının hil'ati ne kadar hoĢtur! Fakat insana kendi hırkasa^daha güzeldir.»
Eğer azade isen, yani kimsenin, minneti altında yaĢamak istemiyorsan, toprak üstünde uyu! Bir halı
parçası edinmek için kimsenin önünde yer öpme.
HĠKÂYE
Bir adamcağızın soğandan baĢka katığı yoktu. BaĢkaları gibi azığı yoktu.
Birisi ona Ģöyle dedi:
218
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
«- Ey zamane eğlencesi bedbaht! Filân yerde hân-ı yağma1 var. Git, o sofradan bir Ģey getir ye!»
Adamcağız eteğini beline çaldı; kollarını sıvadı, yemek dağılan yere koĢtu. Orada kaftanı yırtıldı,
eli kırıldı.
Zavallı adam kan ağlıyarak söyleniyordu:
«- Bu derdi kendi baĢıma kendim açtım, çâresi yok! Ta-mahkâr olan belâsını arar. Bundan sonra
evimden, soğan ekmeğimden aynlmıyacağım!
Kollarımın çalıĢmasiyle yiyeceğim arpa ekmeği, kerem sahibi insanların sofrasındaki bol ve nefis
yemeklerden daha iyidir.»
Himmetsiz kimse, dün gece baĢkalarının sofrasından yemek bekliyerek ne kadar ıstırap ile
uyumuĢtur.
HĠKÂYE
Bir kedi, bir kocakarının hanesine alıĢmıĢtı. Kadıncağızın hali periĢan, geçimi fena idi.
Kedi, sefilhâne yaĢamaktan usandı. Ġyice beslenmek için padiĢanın misafirhanesine kaçtı. PadiĢahın
köleleri kediyi okladılar. Zavallı kedi can korkusiyle, vücûdundan kan akarak kaçıyor, Ģöyle
diyordu:
«- Eğer bu okçunun elinden kurtulursam, kocakarının viranesinde, oranın faresiyle geçinirim,
oradan ayrılmam.»
ArkadaĢ! Senin bal diye bayıldığın, arının iğnesine değmez! Kendi pemkezinle kanaat daha iyidir!
Kısmetine razı olmayan kuldan, Cenab-ı Hak razı olmaz.
1- Herkese açık olan sofra, fakirlere verilen yemek.
BOSTAN HĠKÂYE
219
Birisinin çocuğu diĢ çıkardı. Babasını bir düĢüncedir aldı; zevcesine Ģu sözleri söyledi:
«— Ben buna ekmek, yiyecek nereden getireyim? Halbuki bu ciheti düĢünmeğe mecburum,
düĢünmezsem mürüvvetsizlik etmiĢ olurum.»
Bak, zevcesi ne erkekçe cevap verdi:
«- Vesveseye kapılmazsan Ģeytan kahrından geberir. O çocuğa diĢi veren, Yaradan, ona ekmek de
verir. Âleme rızk veren Cenab-ı Hak kaadirdir. Bir çocuğun rızkını da verir. Sen kendini üzme!
Çocukları ana karnında tasvir eden, onların ömürlerini rızıklarını da yazmıĢtır. Zengin bir adam bir
köle satın alır, onu yaĢatmayı düĢünür. Kul sahibi insan böyle olursa, yaratan Allah kulunu
düĢünmez mi? Kulun efendisine olan itimadı kadar senin Cenab-ı Hakka itimadın yok mudur?»
HĠKÂYE
ĠĢittim ki; eski zamanda, bir evliyanın elinde taĢ gümüĢ olurmuĢ. Bu sözü mânâsız zannetmiyesin!
Bunun mânâsı Ģudur: Ġnsan Cenab-ı Hakkın takdirine razı olunca, ona göre taĢ ile gümüĢ bir olur.
Nasıl ki; çocuk ihtiras sahibi olmadığı için, onun elinde altınla toprak müsavidir.
PadiĢaha dayanan fakire haber ver ki; sultan fakirden daha muhtaçtır. Bir fakiri bir dirhem gümüĢ
doyurur. Halbuki Feridun tekmil Acem mülküne mâlik olduğu halde yarı aç, yarı toktu.
Bir melik bir devlet reisi olmak ne belâdır. Asıl dilenci padiĢahtır; dilencinin, adı dilencidir.
Hatırı bir kayıt ile mukayyet olmıyan fakir, kanaatkar
220
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
olnuyan padiĢahlardan daha iyidir.
Bir köylü ile zevcesi o kadar tatlı uyurlar ki; padiĢah saltanat sarayında öyle uyuyamaz!
Gerek padiĢah olsun, gerek ekinci olsun, uyudukları vakitte her ikisinin de gündüzleri gece olur.
Uyku halinde gönül teĢevvüĢünden kurtulurlar.
Uyku seli bastığı zaman her ikisini de alır götürür. Taht üstünde uyuyan sultan ile, ovada uyuyan
kürdün farkı olmaz.
Ey fakir!. Bir zengini kibir ile sermest gördüğün zaman, baĢkasını incitecek iktidara mâlik
olmadığın için Cenab-ı Hakka Ģükret!.
HĠKÂYE
ki:
Ehl-i dil, iyi bir zat, boyunca bir ev yaptırdı. Birisi ona dedi
«- Kudretin var. Bundan daha iyi bir ev yaptırsan olmaz mı?»
Ev sahibi Ģöyle cevap verdi:
«- Yüksek, köĢk, saray yaptırmaktan ne çıkar? Bırakıp gitmek için bu da kâfidir.»
Oğlum, sel yolunda ev yapma! Böyle yerde yapılan bina daima yıkılagelmiĢtir. Kervan halkının
yolda saray, ev yaptırması akıl ve irfana uyar bir Ģey değildir.
HĠKÂYE
Azametli bir padiĢahın ömrünün GüneĢ'i dağ arkasında batmak üzereydi. Kendi ocağından, yerine
padiĢah olacak kimsesi de yoktu.
O taraflarda bir Ģeyh vardı; saltanatı ona terketti.
BOSTAN
221
Evvelce halvete alıĢmıĢ olan Ģeyh, devlet kuĢunu iĢitince, artık halvet köĢesinde zevk bulmadı.
Sağa, sola asker çekmeğe baĢladı. Yiğitleri, kahramanları ürküttü. Öyle katı kollu, yırtıcı pençeli
oldu ki, bahadır savaĢ erleriyle cengetmek isterdi. ġuraya buraya dağılmıĢ insanlardan bir takımını
katlettirdi.
Neticede ondan ürken insanlar toplandılar, birleĢtiler, birbirine arka oldular, yürüdüler, Ģeyhin
memleketini Ģiddetli muhasara ettiler. Yağmur gibi ok yağdırdılar, mancınık ile taĢlar attılar.
ġeyh bunaldı. Ġyi bir zata:
«- Pek âciz kaldım. Benim imdadıma yetiĢ. Her cenkte. kılıç, ok iĢ göremez! Bana kalbden himmet
buyurun!..» diye haber gönderdi.
O zat bu haberi iĢitince güldü:
«- Niçin yarım ekmek yiyip de uyumadı?» diye cevap gönderdi.
Mala, mülke tapan Karun bilmedi ki, selâmet hazinesi feragat köĢesindedir.
ĠYĠLĠK ÜMĠDĠYLE KUDRETSĠZLĠĞE SABIR HAKKINDA HĠKÂYE
Kerim inĢân, esasen kemal sahibidir. Altını olmaması onun için bir noksan olamaz. Fakat alçak
insan Karun da olsa, zannetme ki, alçak tabiati değiĢir.
Cömert insan ekmek bulmasa dahi ruhen zengindir. Mürüvvet bir tarla; para ise ekin yerindedir.
Para ek ki; hasılatından istifade edesin.
Topraktan insan yaratan Hûda, insanlığın, kerem ve mürüvvetin mükâfatanı elbette verir.
WP<
222
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
Para toplamakla yükseleceğini zannetme! Duran su fena kokar.
BağıĢlamağa çalıĢ ki, akan suya gök yardım eder. Yağdırır, sel gönderir, onu kurutmaz.
Değersiz kimse mansıp ve devletten düĢecek olursa, kolay kolay doğrulamaz. Eğer sen kıymetli bir
cevher isen, gam yeme. Seni zaman katiyen zayi etmez!
Yola bir kesek parçası düĢecek olsa, geçenlerden birisinin ona baktığını görmezsin. Eğer makas ile
kırpılmıĢ bir altın parçası düĢse, herkes onu mum ile arar.
Kabiliyetli olan taĢtan sırça yaparlar. Aynayı hiçbir zaman paslı tutmazlar.
Ġnsana hüner, fazilet, din, kemal lâzımdır. Mansıp, mal kâh gelir, kâh gider.
HĠKÂYE
Tatlı sözlü ihtiyarlardan iĢittim ki, bir Ģehirde pek yaĢlı bir ihtiyar varmıĢ. Bu ihtiyar birkaç padiĢah
zamanında bulunmuĢ, devran sürmüĢ, çok haller görmüĢ. Amr'ın ömrü gibi ömür sürmüĢtü.
Derken koca ağaç bir taze meyva verdi. Yani ihtiyarın bir çocuğu oldu. Güzelliği Ģehir içinde
velvele saldı:
«- Selvinin elma verdiğini görmiyen varsa, gelsin görsün. Onun gönülleri meftun eden gerdanına
yüzüne baksın.»
Çocuk büyüdü, yosma oldu. ÂĢıkların gönüllerini tırmalamağa baĢladı. Babası, onun güzelliğini
azaltmak için baĢını traĢ etmek istedi, uzun ömürlü, kısa ümitli ihtiyar usturayı aldı, çocuğun baĢını
traĢ etti. BaĢını Musa'nın eline benzetti.
Keskin ağızlı, çelik yürekli ustura, peri yanaklı çocuğun
BOSTAN
223
güzelliğini azaltmak için ağzını açtı. Güzelliğini büyük tesiri olan saçlarını traĢ etti. Fakat yaptığı
bu fenalıktan dolayı görenler, usturayı aldılar, ona ceza olmak üzere baĢını karnına soktular, yani
kapattılar.
TraĢ edilen saçlar, çocuğun önüne düĢtüğü gibi, çocuk da utancından cenk gibi baĢını aĢağı saldı.
Çocuğa gönül vermiĢlerden birisi vardı. Onun gönülleri esir eden gözlerinin aĢkiyle mest idi.
Birisi o âĢıka Ģöyle dedi:
«- ÂĢık! Çok cefa, çok dert çektin. Artık bu olmıyacak sevdanın peĢinde dolaĢma! Çünkü makas
onun cemali Ģem'asını kesti, söndürdü. Ne zülüf kaldı, ne kâkül kaldı. Ne yazık ki, onun hüsnü
zevale uğradı. Bundan sonra ona pervane gibi arkanı dön!»
Bu sözü iĢiten âĢık, haykırdı:
«- Evet, ahlâksızların muhabbeti, ahdi gevĢek olur. Halbuki benim sevdiğim güzel yüzlü, güzel
huylu olunca; varsın, babası cehaletle saçlarını traĢ etsin. Onun sevgisi benim canımla imtizaç
etmiĢtir. Yoksa kalbim, zülfüne asılmıĢ değildir. Yüzün güzelse hiç keder etme. Saç düĢerse, tekrar
biter. Asma Çubuğu her zaman taze salkım vermez. Belki bâzan yemiĢ verir, bâzan yaprak döker.»
Büyükler bâzan bulut yüzünden hicaba uğrayan güneĢe benzerler. Hasutlar ise suya düĢen ateĢ
korlarına benzerler.
GüneĢ buluttan kurtulur, tekrar meydana çıkar. AteĢ koru ise su içinde ölür (söner) kömür olur.
Ey aziz dostum! Zulmetten korkma! Mümkün ki, içinde âb-ı hayat bulunur.
Kürre-i Arz hareketten sonra sükûn bulmadı mı? Nasıl ki Sadi birçok sefer, seyahattan sonra
muradını bulmadı mı?
Muradım elime geçmedi diye keder eyleme! Geceler gündüzlere gebedir.
YEDĠNCĠ BÖLÜM TERBĠYE HAKKINDADIR
Bu bapta söz, salâhı hâl, tedbir, hüsnü ahlâk hakkındadır. Attan, meydandan, toptan, çevgândan
bahsedecek değilim.
Nefsin dizginini haramdan çekenler, mertlikte Rüstem'i Sam'i geçmiĢtirler.
Ağır gürz1 ile düĢmanın beynini ezecek yerde, kendini çocuk gibi değnek ile terbiye et!..
Sen kendin ile baĢa çıkamayınca, senin gibi düĢmana kimse ehemmiyet vermez.
Vücûdun iyi, kötü ile dolu bir Ģehirdir. Sen o Ģehrin sultanısın, akıl da onun âlim veziridir.
Bu Ģehirde serkeĢ alçaklar vardır ki, onlar kibir, sevda, hırstır.
Rıza, takva bu Ģehrin iyi adlı hür insanlarıdır; hava, heves yol kesici, yankesicidirler.
Sultan kötülere inayet ederse, akıllı insanlarda rahat, huzur kalır mı?
ġehvet, kibir, hırs, haset damardaki kana; cesetteki cana benzerler.
Eğer bu düĢmanlar kuvvet bulurlarsa, senin hükmünden,
!¦ Uz.un saplı dc'mir topuz.
225 reyinden baĢ çevirirler.
Aklın pençesini kuvvetli görünce, hava, heves inadı bır°kır, emre ram olurlar.
DüĢmana riyaset etmiyen hakimin düĢman eliyle riyasetten düĢeceği Ģüphesizdir.
Bu bapta çok söylemeğe hacet yoktur. Nasihatlerim dairesinde hareket etmek istiyen adam için bir
söz kâfidir.
SÜKÛTUN FAZĠLETĠ HAKKINDA
Eğer dağ gibi ayağını eteğine çekersen, baĢın göklerden daha yüksek olur.
Ey çok bilen kimse, dilini çek! Çünkü yarın dilsizlere sorgu sual yoktur.
Sırrın, hakikatin inci gibi olan kıymetini bilenler, ağızlarını ancak inci saçmak için açarlar. Çok
söyleyenin kulağı tıkalı olur. Nasihat ancak susmuĢlara tesir eder.
Nefes nefese durmadan söyleyecek olursan, kimse sözünün zevkine varmaz; o sözün tatlılığından
müstefit olamazsın.
DizilmemiĢ sözü söylemek, gerekmez. Nasıl ki, ölçülmemiĢ kumaĢı biçmek olamaz.
Hatâyı, sevabı düĢünerek söz söyleyenler, hazır cevap olan saçmacılardan daha iyidirler.
Söz insanın zatında bir kemaldir. Öyleyse söz ile kendini küçültme.
Az söyleyen asla mahcup olmaz. Bir arpa kadar misk, bir yığın çamurdan hayırlıdır. On adam kadar
söyleyenden sakın. Âlim gibi bir söyle, fakat pîr söyle.
Yüz ok attın, yüzü de boĢa gitti. Akıllı isen bir at, fakat hedefe isabet ettir. /

226
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
Bir adam, duyulduğu zaman yüzünün sararacağı sözü niçin gizlice söyler!
Duvar dibinde kimseyi gıybet etme. Belki duvar arkasında bir dinleyen vardır.
Gönlünün içi sır saklamağa mahsus kapalı bir hisardır. Bak, dikkat et, hisarın kapısı açık kalmasın!.
Mum dili, yüzünden yandığı cihetle, âlim insan ağzını dikmiĢtir.
HĠKÂYE
Türk padiĢahlarından TekiĢ, kölelerinden birisine bir sır söyledi. Hem de, sakın kimseye açma diye
tenbih de etti.
TekiĢ o sırrı kendisi bir sene saklamıĢ, kimseye söylememiĢti. Fakat kölesine söyledikten sonra, bir
günün içinde Cihan'a yayıldı.
Sırrın meydana çıkmasına TekiĢ kızdı, cellâda:
«- ġu kölelerin boyunlarını vur!..» emrini verdi.
Kölelerden birisi af dileyerek, Ģöyle dedi:
«- PadiĢahım! Kölelerini öldürme! Çünkü kabahat senindir. Sır sende iken bir pmar gözü idi. Sen
etrafını açtın, su yayıldı, sel oldu. Sel olunca artık önü alınamaz oldu.»
ArkadaĢ! Kimseye sırrını söyleme, Çünkü sen ona söylediğin gibi, o da baĢkalarına söyler.
Cevherleri hazinedara teslim et. Fakar sırrı kendin muhafaza et.
Bir sözü söylemedikçe o söze sen galipsin. Fakat söyledikten sonra o sana galip olur.
Söz, gönül kuyusuna atılmıĢ bağlı bir devdir. Onu damağa, ağıza çıkmağa bırakma. Yani ondan
bahsetme, kimseye açma.
Bilirsin ki, dev kafesten kaçmca, lahavle., demekle geri gelmez.
BOSTAN
227
Hapisteki erkek dev'e yol versen verebilirsin, fakat bir daha onu aldatıp hapse koymak imkânsızdır.
Küçük bir çocuk da RahĢ'ın (Rüstem'in atının) bağını çözebilir; fakat sonra yüz Rüstem toplansa,
onu kemende getiremezler.
Ortaya düĢtüğü zaman belâ çıkacak mahiyette olan sözü söyleme!
Câhil kâhyaya karısı ne güzel demiĢ:
«- Bilerek söz söyle, yoksa sus!»
Cevabına dayanamıyacağın sözü söyleme. Çünkü arpa eken buğday biçemez. Küfredersen dua ile
mukabele göreceğini zannetme. Ne ekersen ancak onu biçersin.»
Bir Hind hakîmi Ģu meseli söylemiĢtir: «Herkesin hürmeti, kendisinden olur.»
Çok oyun oynamak doğru değildir. Oynayacak olursan kendi kıymetini kırmıĢ olursun. Eğer sert ve
nobran olursan, bu sefer de herkes senden kaçar. Ġnsan ne âciz, ne biçâre, ne de zâlim olmalı.
HĠKÂYE
Mısır'da birisi vardı. Ġyi huyluydu. Eski giyerdi. Epey vakitten beri Mısır'da sükût ile meĢhur
olmuĢtu.
Yakından, uzaktan birtakım akıllı insanlar ziyaretine gelir, etrafında nur isteyen pervane gibi
dolaĢırlardı.
Bu adam bir gece kendi kendine düĢündü:
«- Ġnsan dilinin altında gizlidir. Niçin sükût ediyorum. Eğer böyle konuĢmazsam kim benim âlim
olduğumu bilecek?»
Sununla bununla konuĢmağa baĢladı. BaĢlayınca dost, düĢman onun ne olduğunu bildiler. Anladılar
ki, Mısır içinde en câhil birisi varsa odur.
228
Adamın mahiyeti meydana çıktığı için, rahatı kaçtı, iĢi çirkinleĢti. Mısır'da oturamadı. BaĢka bir
yere gitmeğe mecbur oldu. Giderken, mescidin kemerine Ģu maznunda bir Ģey yazdı:
«- Eğer aynada kendimi görmüĢ olsaydım, câhilikle perdeyi yutmazdım. Bu kadar çirkin olduğum
halde üzerimdeki perdeyi kaldırdım. Çünkü kendimi güzel yüzlü sandım.»
Az söyleyenin sesi keskin olur, yani Ģöhret kazanır. Söyledin mi, revnakın kalmaz; o zaman
kaçmalısın.
Ey akıllı insan! Sükût senin için vakardır. Ey bilgisiz insan! Sükût senin için perdedir. Binâenaleyh
eğer âlim isen, mehabetini kaçırma! Eğer câhil isen perdeni yırtma.
Gönlünün içindeki sırrı çabuk gösterme. Çünkü ne zaman istersen gösterebilirsin! Fakat bir kere
sırrın meydana çıktı mı, çalıĢmak ile takrar gizleyemezsin.
Kalem padiĢahın sırrını ne güzel sakladı. BaĢının üzerine çakı gelmeyince söylemedi.
Hayvanlar söylemez, insanlar söyler. Fakat saçma söyliyen insanlar, hayvanlardan daha aĢağıdırlar.
Ġnsan ya insan gibi âkılâne söylemeli, yahud hayvanlar gibi susmalıdır.
Âdem oğlu nutuk ve akıl ile mümtazdır. Binâenaleyh tûti gibi söyle. Fakat tûti gibi nâdân olma!
HĠKÂYE
Birisi kavga ederken kötü söyledi. Derhal yakasına yapıĢtılar. Yakasını yırttılar, ensesine tokadı
bastılar. Üstü baĢı paralandı. Oturdu ağlamağa baĢladı.
Cihan görmüĢ bir adam oradan geçti. Haline vâkıf oldu: «- Ey kendisini beğenen kimse, senin ağzm
gonca gibi
BOSTAN
229
kapalı olsaydı, gömleğin böyle yırtılmazdı.» dedi.
Sersem kimse saçma söyler, Sersem kimse içi boĢ, (beyinsiz), lâfı çok tambura benzer.
AteĢin yalını yalnız dil olduğu için bir nefeste bir parçacık su ile söndürmek kabildir.
Ġnsan hünerli ise, hüner kendi kendini bildirir; hüner sahibinin söylemesine hacet yoktur. Halis
misk'in varsa söyleme. O misk kokusiyle kendi kendini ilân eder. Bu mağrıp altınıdır diye yemin
etmek boĢtur. Mihenk onun değerini meydana çıkarır.
Kusur bulanlar bu noktadan tutturur. Ġyidir, hoĢtur, fakat munis değildir. Ġnsanlara katılmaz, kaçar
giderler.
Evet öyleyim. Derimi yüzseler saçma sözlerle beynimin patlamasına razı olmanı.
ADUDUDDEVLE HĠKÂYESĠ
Adududdevle'nin bir oğlu fena halde hastalandı. Babası çok periĢandı.
Âbidlerden birisi Adududdevle'ye:
«- ġu yab*ânî kuĢları kafesten azat et! Belki oğlunuz kurtulur!..» dedi.
Aduddevle âdil ve hakkı kabul eden bir insandı. Ġhtiyarın bu nasihatini kabul etti ve bahçedeki
sarayın kemeri üzerinde pek güzel öten bir bülbülden baĢka, tekmil kuĢların kafeslerini kırdırdı.
Kafes kırılınca artık hangisi durur; kuĢlar hep kaçtılar.
KuĢların bırakılması üzerine oğlu iyi oldu. Bir sabah vakti bahçeye gitti. Gördü ki kuĢlar kaçmıĢ.
Yalnız kemer üzerinde bir bülbül kalmıĢ. Çocuk bülbülü görünce güldü:
«- Ey güzel sesli bülbül, sen sözünün yüzünden kafeste kalmıĢsın!..» dedi.
230
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
Sen bir Ģey söylemedikçe kimsenin seninle alıĢ veriĢi olmaz. Fakat bir Ģey söyliyecek olursan,
delilini getirmelisin.
Sadi de çok zaman dilini bağlamıĢ, hasutların haksız dedikodularından kurtulmuĢtu.
Halktan uzak kaçan gönül, rahatını yanıbaĢında bulur.
Ey akıllı kimse, halkın ayıbını yaymakla uğraĢma. Sen kendi ayıbın ile meĢgul ol.
Bâtıl bir söz iĢitirsen kulak verme; çıplak birisini görürsen, gözünü kapa.
HĠKÂYE
ĠĢittim ki, sarhoĢ Moğollar meclisinde bir mürid, çalgıcıların teflerini patlatmıĢ, çenklerini kırmıĢ.
Bunun üzerine sarhoĢlar onun saçından tutmuĢ, cenk gibi bir müddet sürüklemiĢler, yüzünü tef gibi
tokatlamıĢ; orasını, burasını çevgân ile dövmüĢler.
Gece olunca zavallı mürid tokadın, çevgâmn acısından uyuyamamıĢ. Sonra pirinin yanına giderek,
vak'ayı anlatmıĢ, dert yanmıĢtır. Pîri Ģöyle demiĢ:
«- Tef gibi yüzü yaralı olmak istemezsen, cenk gibi baĢını aĢağı tut!»
HĠKÂYE
Ġki kiĢi gördüler ki, bir tozdur kalkıyor, taĢlar fırlıyor; ayak-kapları Ģuraya, buraya dağılmıĢ; bir
kavga, bir kıyamettir gidiyor.
Bu iki kiĢiden birisi kargaĢalığı görünce yan çizdi, sıvıĢtı. Öteki, kavga edenlerin arasına girdi, ara
yerde kafası kırıldı. Ġnsan için en güzel Ģey kendi halinde olup kimse ile alıĢ
BOSTAN
231
veriĢi olmamak, kimsenin iyisiyle kötüsüyle alâkadar bulunmamaktır.
Cenab-ı Hak sana göz, kulak ağız, gönül vermiĢtir. Göz görür, kulak iĢitir, ağız söyler, gönül
düĢünür.
Bunları hüsn-i istimal ile, iniĢi yokuĢtan farketmeli. Sonra da baĢkasının iĢine karıĢarak bu uzundur,
bu kısadır, dememelisin.
HĠKÂYE
Akıllı adam, ihtiyarların sözünü zevkle dinler.
Nasır zamanında Mekke'den Bağdad'a sefer etmiĢtim. Fiı gece izbe bir yere vardım, orada yeldâ
gecesi gibi simyisah, sırık gibi uzun bir hindli gördüm. Bu hindli, kucağına Ay gibi bir kızı almıĢ,
diĢlerini kızın dudağına batırmıĢtı. Bu vaziy f> görsen, ifrit ile Belkis, huri ile iblis bir araya gelmiĢ
zannederdin.
Kızı onun kucağında gören gece, gündüz üzerine abanmıĢ, onu kapatmıĢ sanırdı.
Hindli kızı bu halde görünce, Allahın emri fenalığı menetmek olduğu için, iĢe karıĢtım. Ukalâlık
ettim.
Önden, arkadan bir takım sopa, taĢ topladım:
«- Hey Allahtan korkmaz arsız, namussuz!..» diyerek Hindlinin üzerine yürüdüm. Hindliye ağır
sözler söyledim, sövdüm, saydım. Herifi kovdum. Fecir gibi beyazı siyahtan ayırdım. Bağın
üzerinden o kara bulut sıyrıldı ve karganın altındaki beyaz yumurta gözüktü (gece ve GüneĢ).
Benim «lahavle..» çekmemden Ģeytan suratlı hindli atladı; gitti. Fakat o peri yüzlü kız bana asıldı.
«- Hey riya seccadeli, Gök giyici, kötü iĢli, Dünya'yı alıcı, dini satıcı; ben nice zamandanberi
buna candan âĢık
252 ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
olmuĢtum. Ham lokmam Ģimdi piĢmiĢti. Sıcak sıcak ağzımdan kaptın. Sen beni âĢıkımdan ayırdın,
dedi, ve insaf, merhamet kalmadı mı? YetiĢin, imdadıma koĢun! Gençler nerede? Bana yardım edip
bu ihtiyardan intikamımı alsınlar. ġu ihtiyar, ihtiyarlığından utanmıyarak üzerime geldi. ġunun
hakkından geliniz!» diye haykırmağa baĢladı.
Kız hem feryad ediyor, hem de eteğimi elimden bırakmıyordu.
Ben ise, utancımdan baĢımı yakama çekmiĢtim. Baktım ki; kızm elinden kurtulamıyacağım; feryat
üzerine gençler, ihtiyarlar da toplanıp bana cefa etmeleri muhtemel idi, aklımı baĢıma topladım.
Sarımsak gibi elbisemi çıkarıverdim. Çıplak olarak kızın yanından kaçtım.
Çünkü elinde elbisemin bulunmasını, benim bulunmamdan daha iyi gördüm.
BaĢa çıkamıyacağın hasım ile tutuĢursan seni öküze bindirir, Cihanı dolaĢtırır.
Bir vakit sonra o kız bana rastgeldi. Bana:
«- Beni tanıyor musun?» dedi.
Cevap olarak:
«—Çok iyi biliyorum. Allah Ģerrinden saklasın! Fakat ben senin elinde tövbe ettim. Bir daha
baĢboğazlık et-miyeceğim!..» dedim.
Her kim kendi iĢinin arkasında oturursa, önüne böyle iĢ gelmez.
O biçimsiz iĢten Ģu nasihati kazandım: Gördüğümü görmemiĢ gibi olacağım.
Eğer aklın, fikrin varsa, dilini tut. Ya Sadi gibi söz söyle, yahut sus!.
BOSTAN 233
BĠR KUSURU ÖRTMENĠN EHEMMĠYETĠ VE SÜKÛTUN SELÂMETĠ HAKKINDA HĠKÂYE
Bir sofu, Dâvud Tâî'nin yanına geldi. Oturdu, söylenmeğe baĢladı:
«- Filan sofuyu falan yerde gördüm. ġarap içmiĢ, sarhoĢ olmuĢ. Sarığına, gömleğine Ģarap
bulaĢmıĢ. Bir takım köpekler etrafına halka olmuĢ!..» dedi.
Mübarek huylu Davud Tâî bu vak'ayı iĢitince, söyliyene karĢı canı sıkıldı, kaĢlarını çattı.
Bir zaman dalgın durdu, sonra Ģöyle dedi:
«- ArkadaĢ!, Ģefkatli arkadaĢ böyle gün için lâzımdır. Git, o sofuyu o uygunsuz yerden al! Tabiîdir
ki, sarhoĢtur, yürüyemez. Sırtına al yüklen, yerine götür. Çünkü onun yaptığı iĢ haram olduğu gibi
kisvesi için de ayıptır!»
Bunun üzerine iĢi haber veren sofu, Ģeyhin teklifinden sıkıldı. Çamura batmıĢ eĢek gibi düĢündü.
Çünkü Ģeyhin emrini kıramıyacağı gibi, koca sarhoĢu omuzlayıp götürmeğe de gücü yetmiyecekti.
Soğu bir zaman hayrette kaldı. Sonra Ģeyhin emrini mutlaka icra etmek lâzım geldiği için, sarhoĢu
götürmeğe karar verdi. Kalktı, sarhoĢun olduğu yere gitti. Eteklerini beline çaldı. KuĢağını berkitti,
sarhoĢu omuzuna aldı.
Orada bulunan Ģehir halkı yığıldılar; eğlenmeğe, gürültü, patırdı yapmağa baĢladılar. Meselâ
içlerinden birisi Ģöyle diyordu:
«- DerviĢe bakın derviĢe! Vay gidi sofular vay! Hay temiz dinli âbidler hay! Ey ahali, bakiri, bakın,
bu sofular Ģarap içmiĢler; hırkalarını meyhaneciye rehin bırakmıĢlar!..» diyor ve bunları el ile
göstererek:
«- ġu zilzurna, baĢ sarhoĢ, baĢtan kara, küfelik, bulut mu
I
234
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
bulut! Fakat öteki yarım sarhoĢ, çakır keyif, kafası biraz dumanlı!..» diye kinayeler söylüyorlardı.
Bir insanın boynuna zulüm ile düĢman kılıcının inmesi, halkın teĢniinden, umûmun tahkirinden
daha iyidir.
Zavallı sofu bin türlü belâ yuttu, türlü mihnet çekti. Zar zor sarhoĢ sofuyu yerine götürdü. O gece
kederinden, teessüründen sabaha kadar uyuyamadı. Ġkinci gün Davud Tâî'nin yanına gitti, keyfiyeti
ona anlattı.
Davud Tâî ona Ģöyle dedi:
«- KardeĢini mahallede rezil etme. Yoksa zaman seni Ģehirde dillere destan eder!»
AYIPTAN DĠL ÇEKMEK HAKKINDA HĠKÂYE
Ey mürüvvetli, akıllı kimse; iyi olsun, kötü olsun kimsenin hakkında kötü söyleme. Çünkü
kötülüğünü söylediğin kimse hakikaten kötü ise, onu kendine düĢman etmiĢ olursun. Eğer iyi ise,
sen bir kötü iĢ yapmıĢ olursun.
Sana birisi gelir de filân kimse kötüdür derse, iyice bil ki, o kendi ayıbını söylemiĢ olur. Çünkü
filânın iĢi Ģöyledir dediği zaman, beyan ve ispat lâzımdır. Yalnız söylemekle olmaz. O ise sözünü
ispat etmiyor. Sözü yalnız gıybet derecesinde kalıyor. Demek ki; gıybet ettiği sabit oluyor. Gıybet
ise kötü bir iĢtir. Bu surette kendi sözü kendi aleyhine delil oluyor.
Sana doğrusunu söyliyeyim mi: Birisini gıybet ettiğin zaman, doğru da söylesen, sen kötüsün!..
HĠKÂYE
Bir Ģahsa birisi gıybet ederek dil uzattı. Orada bulanan bir yüksek âlim ona Ģöyle dedi:
BOSTAN
235
«Benim yanımda kimseyi kötülükle, anma! Beni kendi hakkında fena zanna düĢürme! Çünkü sen
birisini gıybet edersen, ben seni fena bilirim. Hem de bu gıybetten ne çıkacak bilmem de. Tutayım
ki sen onu gıybetle, onun derecesinden bir Ģey eksilsin. Fakat bu eksilen Ģey senin derecene ilâve
edilmez!»
HĠKÂYE
Bir gün birisi:
«- Haramilik gıybetten daha iyidir!..» dedi. bu lâtife tarikiyle söyledi sandım. Ona sordum:
«- Dostum, saçmaladın. Bu söz bana tuhaf geldi. Haramilikte iyilik namına ne gördüm ki; onu
gıybet üzere tercih ediyorsun?» dedim.
Cevap olarak Ģöyle dedi:
«- Haramiler babayiğit insanlardır. Bir kervan görünce, tehevvür ile ona saldırırlar, çekiĢirler,
boğuĢurlar, kervanı yakarlar. Yenerler, vurgun vururlar. Para, mal kazanırlar; keselerini
doldururlar, bol bol yaĢarlar. Fakat biçimsiz, maymun, sinsi gıybetçiler ne yaparlar: Gıybetle
defterlerini karartır, bir Ģey kazanmazlar.»
HĠKÂYE
Nizamiye medresesinde vazifem vardı. Gece gündüz ders müzâkere ederdim.
Bir gün üstadıma:
«- Filân dostum bana haset ediyor. Ben hadis-i Ģerifin mânâsını hakkiyle verdiğim zaman o habisin
içi karmakarıĢık oluyor!..» dedim.
236
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
Çok edîp bir insan olan üstadım benden bu sözü iĢitince kızdı:
«- Çok Ģey» dedi, «dostunun hasutluğu hoĢuna gitmedi. Pek âlâ! Gıybetin iyi bir Ģey olduğunu sana
kim haber verdi. Eğer o kıskançlık cihetinden cehennem yolunu tuttu ise, sen de baĢka bir yoldan
ona yetiĢeceksin!..» dedi.
HĠKÂYE
Bir genç Haccac hakkında:
«- Bu herif hunhardır! Gönül, kara taĢ parçası gibidir. Halkın ânından, feryadından korkmaz.
Yarabbi! Halkın hakkını bundan al!» dedi.
Cihan görmüĢ yaĢlı bir ihtiyar bu sözü iĢitince, o gence ihtiyarca, Ģöyle bir nasihat verdi:
«- Evet oğlum; Haccac'dan mazlum, miskin insanların haklarını, baĢkalarından da niçin gıybet ettin
diye onun hakkını soracaktırlar. Sen ondan, onun zamanından el çek! Çünkü zaman- onu mağlûp
edecektir. Bana gelince, ben ne onun zulmünü beğenirim, ne de senin gıybetini.»
Peymânesi dolduğu zaman defteri kara bir bedbahtı, günahı cehenneme çeker götürür. Fakat onun
orada yalnız kalmaması için,' diğer birisini de gıybet sebebiyle onun arkasından koĢturur.
HĠKÂYE
ĠĢittim ki; âbidlerden birisi bir genç çocuğa bakmıĢ, hem de lâtife ederek gülmüĢ.
Halvette oturan diğer âbidler onun arkasından çekiĢtirmiĢler; bununla da kalmıyarak, iĢi Ģeyhlerine
anlatmıĢlar,
BOSTAN
237
ġeyh efendi onlara Ģöyle demiĢ:
«- Hali periĢan dostunuzun ayıbını ortaya atmayın! Lâtife haram değil, gıybet de helâl değildir.»
HĠKÂYE
Çocukluğumda oruç tutmağa heveslendim. Fakat, o zaman o kadar küçüktüm ki, sağ hangisi, sol
hangisidir, bilmiyordum.
Mahalle âbidlerinden birisi bana el yüz yuvmayı yani ab-desti öğretti. ġöyle dedi:
«- Sünnet-i Ģeriftir. Ġlk evvel «Bismillah!..» de, ikinci olarak niyet et! Üçüncü olarak avucunu yuv1.
Sonra üç kere ağzına, üç kere burnuna su ver. Fakat burnunu deliklerini küçük parmağınla karıĢtır.
Bir de baĢ parmağınla diĢlerini ov. Misvake gelince, zevalden sonra memnudur. Sonra üç avuç su
ile yüzünü saç bittiği yerden çeneye kadar yuv! Sonra ellerini, dirseklerine kadar yuv! Bütün bu
iĢleri yaparken zikr, teĢbih namına ne biliyorsan söyle. Sonra baĢına ve boynuna meshet! Sonra
ayağını yuv! Huda hakkı için, abdeĢtin tamam olması böyledir. Bu usûlü benden daha iyi bilen
yoktur. Görmüyor musun ki; mahallenin eski hocası bunamıĢtır.»
Âbidin bu sözünü mahallenin eski hocası iĢitince kızdı o âbide Ģöyle dedi:
«-Ey habis, ey rezil! Sen, oruç iken misvak kullanmak caiz değildir, dedin. ÖlmüĢ insan eti yemek
caiz midir? Sen Ģunu da söylemeliydin, demeliydin ki: Ağzını yenmesi caiz olmıyan Ģeylerden
yuvlanmadan evvel, söylenmesi caiz olmayan Ģeylerden yuvmalısın!»
ArkadaĢ! Kimin adı ortaya gelirse onu güzel bir ad, güzel sıfat ile söyle! Sen ise muttasıl:
1 - Gusletmek, oğuĢturarak yıkamak.
238
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
«- Ġnsanlar eĢektir!.» diyorsun. Zannetme ki; senin adını inna yaraĢır sıfatla yadederler. Mahallede
benim ahlâk ve etvarımı öyle söyle ki, yüzüme karĢı yine öyle söyli-yebilmelisin. Eğer bakan
gözden çekinerek yüze baĢka, arkadan baĢka söylersen, bilmiĢ ol ki, gaybı bilen Cenab-ı Hak
hazırdır.
KarĢındaki adamdan sıkıldığın halde Cenab-ı Haktan sıkılmaz mısın? Bu ciheti düĢün de,
kendinden utan.
HĠKÂYE
Tarikatin kadrini bilip yollarında sabit kadem olanlardan birkaçı birlikte halvete girdiler. Ġçlerinden
birisi yabancı birisini gıybet etmeğe beĢladı. Bir baĢkası bir biçareyi diline doladı.
Diğer birisi ona Ģöyle dedi:
«- Hey savruk arkadaĢ! Sen frenk gazvesinde bulundun mu?»
O, cevap verdi:
«- Ben tekmil ömrümde dört duvarımdan dıĢarıya ayak atmamıĢım!»
Bu cevap üzerine o doğru sözlü adam:
«- Ben böyle bedbaht, uğursuz kimse görmedim. Çenginden kâfirler emin bulunuyor; fakat
müslümanlar dilinden kurtulamıyor.»
HĠKÂYE
Mergazlı bir divâne ne güzel söyledi. Bir söz söyledi ki, o söze karĢı hayretle dudağını ısırsan yeri
vardır. Sözü Ģudur: «- Ben eğer insanları- gıybet edecek olsam, anamdan
BOSTAN
239
baĢkasmı gıybet etmezdim. Çünkü akıllı insanlar bilirler ki; insanın taat ve ibâdetinin anasına
verilmesi daha münâsiptir.»
Ey iyi adlı kimse, bir arkadaĢ kaybolunca ona karĢı iki vazife var:
1- Onun nahak yere yememek;
2- Onu gıybet etmemek.
Birisi sana gelir de birisini gıybet ederse, onun sana teĢekkür edeceğini, senin iyiliğini
söyliyeceğini ümid etme.
Bu Cihan'da bence akıllı insan kendisiyle meĢgul olan, Cihan'dan gafil bulunan insandır.
GIYBET EDĠLMELERĠ CAĠZ OLANLAR HAKKINDA
ĠĢittim ki, üç kiĢiyi gıybet etmek caizdir. Bunların dördüncüsü yoktur.
Birincisi, halka zararı dokunan ve halkın ayıpladığı yolda giden padiĢahtır. Halkın ondan
sakınmaları için, o padiĢaha âid olan sözleri, iĢleri, ötede, beride nakletmek caizdir. Ġkincisi hayasız
insanlardır. Bunların kötülüklerini örtmek caiz değildir. Çünkü zaten perdelerini kendileri
yırtmıĢlar. Böyle hayasız, fâsik kimseyi havuza düĢmesin diye muhafaza etme! Çünkü faydasızdır.
Sen onu burada havuza düĢmekten kurtarsan bile, gider ötede kendisini kuyuya atar. Üçüncüsü eğri
terazili yalancıdır. Bu gibinin de kötü iĢlerine dâir ne bilirsen söyle.
HĠKÂYE
ĠĢittim ki; kırlarda dolaĢan bir gece hırsızı, bir Ģey çalmak için Sistan ġehri'ne gitti, bakkaldan bir
Ģey satın aldı. Fakat
240
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
hayrını görmedi. Bakkal onun bir miktarını çalmıĢtı (eksik tartmıĢtı). Farkına varan hırsız haykırdı,
Ģöyle dedi:
«- Ġlâhi, sen gece hırsızlarını cehennem ateĢine yakma! Çünkü Sistanlılar gündüz hırsızlık
ediyorlar. Ben gece kendi yaptığım iĢlerden korkuyorum, bu adam güpe gündüz kimseden
korkmuyor.»
Bu remzi bir yiğit adam ne güzel söyledi: «- Tulgadan, zırhtan nefret ettik. Yani lâyık olmıyanlar
da giydikleri için nefretimizi mucip oluyor.»
GAMMAZLIĞIN ZEMMĠ VE GAMMAZLARIN SIFATLARI HAKKINDA HĠKÂYE
Gönlü saf, temiz bir sofuya birisi:
«- Haberin var mı? Filân kimse arkandan ne söylüyor?» dedi.
Sofu:
«- Aman kardeĢ, sus söyleme, düĢmanın ne dediğini bilmemek daha iyidir!..» dedi.
DüĢmanın sözünü alıp getirenler, düĢmandan daha ziyade düĢmandırlar. DüĢmanın sözünü ancak
düĢmana yâr olan kimse alır; dosta götürür.
Ey gammaz! DüĢman benim karĢımda bana söylesin, böylesin diye vücûdumu titretecek bir söz
söylemiyor. Asıl düĢman sensin ki, bana geliyor, düĢman senin hakkında gizlice Ģöyle söyledi diye
söz taĢıyorsun!
Söz taĢıyanlar eski cenkleri tâzetelerler. En yumuĢak insanları coĢtururlar. Uyuyan fitneye:
«- Ne yatıyorsun, haydi kalk!» diyen arkadaĢtan kaçabildiğin kadar kaç!.
Bir yerden bir yere söz taĢıyarak fitneye sebep olmadan
BOSTAN
241
ise, ayakları bukağılı olmak daha iyidir.
Kavga iki kiĢi arasında yanmıĢ bir ateĢtir. Söz taĢıyan ise, o ateĢi söndürmemek için odun taĢıyan
oduncuya benzer.
Feridun'un herkesçe övülen, beğenilen bir veziri vardı. Fikri parlaktı. Uzağı çok iyi görürdü.
Bu vezir birinci derecede Allahın rızasını, ikinci derecede padiĢahın fermanını gözetirdi.
Halbuki fena memur, memleketin idaresi bunu icap ettiriyor, devletin varidatını arttırmak lâzımdır
diye halka türlü yükler yükletir.Ey memur! Sen eğer hak tarafını gözetmezsen, bilmiĢ ol ki, sana
padiĢahtan da zarar gelir.
Ahâliden birisi bir sabah Feridun'un yanma gitti. G-'-i-n asayiĢ içinde olsun, bütün arzuların hâsıl
olsun diye dj&dan sonra:
«-PadiĢahım, garez üzerine değil, sadakat namına o'^ak bir arzım var. Dinlemenizi rica ederim.
Arzım Ģudur: Vezir size gizli düĢmandır. Çünkü ordunun büyüklerine, küçüklerine ödünç para
veriyor. Hem de ne zaman büyük padiĢahımız vefat ederse, borcunuzu o zaman ödersiniz diyerek,
paranın ödenmesini vefatınıza bağlıyor. Böyle olunca verdiği paralar yanmamak için*'sizin
ölümünüzü istediği sabit olur!..» dedi.
Bunun üzerine Feridun vezirini çağırttı. Ona, bir yaınan bakıĢ baktı:
«- Huzurumda dost gibi görünür, fakat içinden benim için fenalık düĢünürsün! Böyle değil mi?»
dedi.
Vezir taht önünde yer öptü, Ģöyle dedi:
«- PadiĢahım, sordun, artık iĢin aslını saklamak olmaz. Ar-zedeyim: Ey adı Cihan'ı tutan padiĢahım.
Ben isterim ki; bütün Cihan benim gibi sizin iyiliğinizi istesin. Borca vâde olarak vefatınızı
gösteriyorum. Bilirsiniz ki borç ödemek insanlara ağır gelir. Herkes vâdenin uzamasından hoĢlanır.
Bunun için ne kadar borçlu varsa gece gündüz padiĢahımız
242
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
çok yaĢasın, ömrü uzun olsun, Ģu borcun vâdesi çabuk gelmesin diye sıdk ile dua ederler. Dua ise
mühimdir. Erenler duayı ganimet sayarlar. Dua kaza okunun önünde zırhtır, kalkandır.»
PadiĢah Vezirin söylediği sözü beğendi. Yüzünün gülü tatlı bir surette açıldı. Vezirin Ģan ve
Ģerefini pek yüceltti. Onu gammazlıyan adamı da öyle cezalandırdı ki, söylediğine piĢman oldu.
Ben gammaz kadar baĢı dönmüĢ, ters talihli uğursuz, sersem görmedim.
Gammazlar cehalet ve kafasızık yüzünden iki dostun arasına nifak sokarlar. Sonra iki dost iĢi anlar,
barıĢırlar. Gammaz da ara yerde rezil olur, kalır.
Ġki kimse arasında ateĢ yakmak, fakat ara yerde kendisi yanmak, akıl iĢi değildir.
Sadi halvet zevkini tatmıĢ, iki âlemden dilini çekmiĢtir.
Ey Sadi, bildiğin faydalı sözü, beğenen bulunmazsa bile söyle. Bugün beğenmiyen yarın eyvah, o
hak sözü dinlemedim diye feryad edecektir.
KADINLARIN ĠYĠ VE KÖTÜ HUYLARI HAKKINDA
Söz dinliyen, Allahın emrini tutan güzel kadın, fakiri padiĢah yapar.
ArkadaĢ! Sana diyorum, sineye sardığın hanımın uygun ise; kapında her gün beĢ kere nöbet çaldır.
Her gün sabahtan akĢama kadar gamlı, kederli isen gece olunca yanında gönlünü eğliyecek,
kederini dağıtacak bir hanım olduktan sonra hiç korkma!
Kimin ki; evi mâmur, yatak arkadaĢı onun candan seviyorsa, Cenab-ı Hak ona rahmet nazariyle
bakmıĢtır.
BOSTAN
243
Kadın namuslu, hem de güzel ise, kocası onun yüzüne baktıkça kendisini cennette bilsin.
Dünya'da en büyük bahtiyar o kimsedir ki, gönlünün eğlencesi olan hanımı ona uygun olur.
Kadın dindar ise, tatlı dilli ise, artık onun güzelliğini, çirkinliğini aramak fazladır.
Ahlâkı güzel olan kadın, güzel olmasa da ehemmiyeti yoktur. Çünkü güzel ahlâkı kusurlarını örter.
Çirkin fakat ahlâkı güzel olan kadın, peri yüzlü fakat ahlâkı çirkin kadından daha makbuldür.
Ġyi huylu kadın odur ku, kocasının elinden sirkeyi helva gibi yer. Kötü huylu kadın odur ki, helvayı
yerken suratı sirke satar.
Kocasının iyiliğini istiyen kadın gönül eğlencesidir. Huysuz kadınlara gelince, bizi o gibilerden
Allah muhafaza buyursun!.
Huysuz bir kadına eĢ olan erkek, karga ile kafase konulmuĢ tûtiye benzer ki, kafseten kurtulmağı
ganimet sayar.
Hanımın yaramaz ise, ya baĢını al kaç, yahud otur, zahmete, meĢakkete katlan!
Ayakkabı darsa yalınayak gezmek daha iyi olduğu gibi yaramaz kadın ile oturup kavga etmeden
ise, sefer etmek daha iyidir.
Evde kaĢlarını çatmıĢ bir kadın görmedense, zindana girmek daha iyidir.
Evinde kadını çirkin olan adama sefer etmek bayram sayılır.
Bir evden kadının sesi yüksek çıkarsa, o evde hayır yoktur; saadet umma!
Kadını çarĢıya pazara bırakma! Söz dinlemezse döv!. Sözünü yürütemezsen karı gibi evde otur; o
erkek gibi gezsin, yürüsün.
244
ġEYH SADĠ î ġÎRAZÎ
Kadın erinin sözünü dinlemezse, eri er değildir, kadındır. Ona kadının kemha (ipek) donunu giydir,
hanım olsun.
Aldığın kadın câhil, hâin çıkarsa, karı değil, baĢına belâ almıĢ sayılırsın.
Kadın arpa kilesinde azıcık hiyânet edecek olursa buğday ambarından el yuv.
Hangi erin hanımının eli, gönlü doğru ise; Cenab-ı Hak o adama çok lütuf buyurmuĢtur.
Kadın yabancı erkeğin yüzüne bakıp gülecek olursa kocasına: «Artık, sakın erkeğim deme!..» diye
söyle.
Yabancılara karĢı kadının gözleri kör olmalıdır. Evden çıkınca doğru mezara gitmelidir.
Kadın kaĢlarına rastık çekecek olursa, o kadına söyleyin kocasının yüzüne allık sürsün.
Baktın ki, kadın evde durmuyor, senin artık o evde durman akıl iĢi değildir.
Uygunsuz kadının elinden timsahın ağzına kaç! Namus ile ölmek, namussuz yaĢamadan çok iyidir.
Hanımına yabancılara yüz açtırma! Sözünü dinlemezse, o erkek, sen kadın olmuĢ olursun.
Kadın güzel ise. güzel huylu ise, devlettir, saadettir. Öylesini sıkı tut. Çirkin ise kötü huylu ise
bırak gitsin.
HĠKÂYE
Hanımlardan pek sıkılmıĢ olan iki kiĢi arasında bir konuĢma pek hoĢtur.
Bunlardan birisi Ģöyle dedi:
«-- Allah kimseye kötü kadın nasip etmesin.»
Öte Ģöyle dedi:
«- Dünya'da kadın olmasın!..»
BOSTAN
245
Ey zengin, her baharda yeni bir kadın al! Zira geçen seneki takvim iĢe yaramaz. Bir kimseyi kötü
kadına düĢmüĢ görürsen onu ayıplama. Ey Sadi, sen de karını bir gece kucaklıyorsun ama, ne kadar
çevrini, kahrını çekiyorsun.'.
HĠKÂYE
Bir genç hanımının hırçınlığından Ģikâyet için bir ihtiyarın yanma gitti, Ģöyle dedi:
<•-- Hanımım bana galiptir. Elinden öyle eziyet çekiyorum ki, bu eziyeti değirmenin alt taĢı
çekmemiĢtir.» Ġhtiyar: «- Sabret! Sabreden mahcup olmaz!..» dedi ve ilâve etti: «- Ey evi yıkılası;
gece değirmenin üst taĢısın, gündüz de alt taĢı olu ver. Bir gül ağacından güller deriyorsan, dikenin
cefasını hoĢ görmelisin.»
ÇOCUKLARI TERBĠYE HAKKINDA
Çocuğun yaĢı on'u geçince ona söyle! Nâmahrem kadınların yanlarına oturmasın.
Pamuğun yanında ateĢ yakmak caiz olmaz! Kıvılcım sıçrar, pamuk yandığı gibi ev de yanar. Adının
yerinde kalmasını istersen, çocuğuna ilim, hüner, marifet öğret! Onu akıllı fikirli yetiĢtir.
Eğer çocuğa edep, terbiye, hüner, marifet öğretmezsen, sen ölürsün; yerinde de kimse kalmamıĢ
olur.
Baba çocuğunu nâzik beslerse o çocuk çok zaman Ģiddet, mihnet çeker.
Çocuğunu akıllı, hüsn-i hal sahibi olarak yetiĢtir. Eğer çocuğunu çok seviyorsan, onu nazlı
yetiĢtirme.
Çocuğun daha küçük iken onu okut! Arasıra azarla! Ġyi
246
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
Ģeyler için mükâfat vaadet, kötü Ģeyler için korku ver!
Yeni öğrenenler için aferin, tahsin, hoĢ sözler, okĢamalar hocanın tekdirinden, tehdidinden daha
iyidir.
Kaarun kadar hazinen olsa bile, evlâdına, san'at, hüner öğret! Çünkü ne bilirsin ki, zamanın dönüĢü
onu diyar diyar gezdirir.
Elindeki servete güvenme; olur ki, o servet elde kalmaz. Eğer çocuk bir sanat edinmiĢse, kimseye
ihtiyaç elini uzatmaz, avuç açmaz.
Keseler dolusu altın, gümüĢ olsa biter, tükenir; fakat san'atkârın kesesi hiç boĢ kalmaz.
Ükkadın çevrini çekmiyen çocuk, zamaneden çok cefa görür.
Çocuğunu iyi tut! Onu rahat ettir, sefil bırakma! Kimselerin ellerine göz dikmesin.
Bir baba çocuğunun her halini düĢünmezse, o gibi çocuğu yabancılar düĢünür, baĢtan çıkarırlar.
Daha yüzünde tüy tüs bitmeden yüzü kararan ahlâksızdan daha bedbaht kimse yoktur. Namertliği,
erkekliğin Ģerefini kaçıran o gayretsizden kaçmak lâzımdır. Kalenderler arasında oturan bir
çocuğun babası, artık onun elini yuvmalıdır.O ölse de acıma, babasının yerini tutmıyacak çocuk,
babasının önünde ölmelidir.
Çocuğu iyi hocaya, dinli, diyânetli, namuslu ustaya ver. Eğer hoca, usta dinsiz, yaramaz, kötü ise;
çocuğu da kendisi gibi yapar.
Bilmez misin Sadi, sahralar geçmeden, denizler aĢmadan muradını neden buldu. Çocukluğunda iyi
hocalara teslim edilmiĢ, onlardan tokat yemiĢ, nihayet büyüklüğünde safa sürmüĢtür.
Büyüklerin buyruklarına boyun eğenler, çok geçmeden, kendileri de buyruk sahibi olurlar.
BOSTAN HĠKÂYE
247
Bir gece mahallemizde bir eğlence vardı. O cemiyette her cins insan toplanmıĢtı. Çalgı sesi
mahalleyi aĢıyor, âĢıkların hay huyu göklere eriĢiyordu.
Peri yüzlü sevgili bir arkadaĢım vardı. Ona:
«- Aziz dostum, bu cemiyete sen de gelsen, meclisimizi ruĢen kılsan, olmaz mı?» dedim. Cevap
olarak Ģöyle dedi:
«- Erler gibi sakallanmadıkça, erler yanında oturmak hoĢ değildir.»
GÜZEL YÜZLÜLERDEN SAKINMAK HAKKINDA
Ev yıkan delikanlı seni yıkar, bitirir, mahveder. Hanenin mâmur olmasını istersen evlen!.
Her sabah karĢında baĢka bir bülbül bulunan güle heves etmek, akıl kârı değildir.
Her geece baĢka bir meclise mum olan delikanlının etrafından pervane gibi dönme!.
Güzel huylu, yaradılıĢtan süslü bir kadına, bıyıkları terlemiĢ bir delikanlı benzer mi? HâĢâ, sümme
hâĢâ.
Kadın bir gonca güldür; onu tatlı söz güldürür; açar.
Delikanlılar aksi, inatçı, sert hırçın olur. TaĢ ile kırılmıyan Ebucehil karpuzunun yemiĢine
benzerler.
Delikanlıların iki yüzü olur. Bir yüzü huriyi andırır, öteki yüzü dev gibi çirkin, ifrit gibi murdardır.
Delikanlı nankör olur; ayağım öpsen teĢekkür etmez. Hâkipayı olsan acımaz! Seni inadına
çiğner öldürür.
Delikanlı sevecek olursan, baĢından beyin, elinde para kalmaz.
248
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
Eğer kendi çocuğunun namuslu kalmasını istiyorsan, baĢkalarının çocuklarına fena gözle bakma!.
KÖLELERĠ TERBĠYE HAKKINDA HĠKÂYE
Bu Ģehirde bir kere kulağıma geldi; bir bezirgan bir köle almıĢ. Köle gümüĢ çeneli, gönül aldatıcı
imiĢ.
Gece olunca efendi kölenin çenesini okĢamıĢ. Köle kızmıĢ, vurmuĢ efendisinin baĢını yarmıĢ.
Kölenin hareketinden efendi müteessir ve mahcup olmuĢ. Bir daha böyle hareket etmiyeceğine
yemin etmiĢ. Allahı ve Peygamberi Ģâhid tutmuĢ.
O hafta göç etmek' icabetmiĢ. Tüccar, yüzü gözü yaralı, müteessir yola çıkmıĢ. Kervandan bir iki
mil mesafe ayrılınca, korkunç bir kayalığa rastlamıĢ.
«- Bu kalenin adı nedir? diye sormuĢ. YaĢıyan çok acayip Ģeyler görmüĢ. Kervan halkından birisi:
«- Burası «Tenki Türkân»dır. Bilmiyor musun?» demiĢ.
Türklerin ismini iĢitince, düĢmanla karĢı karĢıya gelmiĢ gibi korkmuĢ. KervanbaĢıya:
«- Ey bahtlı adam, olduğun yerde konakla! Arpa kadar aklım, irfanım olmamalı ki, ben Tenki
Türkân'dan geçeyim!.» demiĢ.
Ya kendisini Ģehvet kapısını kapa; yoksa eğer âĢık isen sopa ye, sesini çıkarma, baĢını sar.
Efendi! Kölen varsa onu muhabbetle besle! Efendiliğin icra et ki, hizmetinden müstefid olasın!
Efendi, kölesinin dudağını ısırsa, köle efendilik arzusuna düĢer.
Köle su çekmek, kerpiç yapmak velhasıl hizmet için tutulur. Köle nazenin olursa, efendisine
yumruk atar.
BOSTAN YALANCI CEMAL ÂġIKLARI
249
Bir takım insanlar delikanlılarla oturur ve: «- Biz temiz kalbli, Cemal âĢıkıyız!..» derler. Rüzgârın
her türlü halini görmüĢ ben ihtiyara sorunuz. Oruçlu kimse sofraya hasret çeker. Koyun, hurma
küfesine yetiĢemediği için çekirdek yer; yağcı öküzü susam çuvalına yetiĢemez, saman yer.
CEMAL ÂġIKI BĠR DERVĠġ ĠLE SOKRAT'IN HĠKÂYESĠ
Bir derviĢ cemal sahibi birisini gördü, aĢkına düĢtü. AĢk ile gönlü karmakarıĢık oldu.
Cennet ağaçlarında açılan çiçeklerin yapraklan nasıl Ģebnemlenirse, derviĢ de öyle bir ter
dökmeğe baĢladı.
O sırada Sokrat bir ata binmiĢ, oradan geçiyordu. DerviĢi gördü:
«- Bu adama ne oldu?» diye sordu.
Birisi cevap verdi:
«-Bu W âbiddir. Asla elinden fena bir iĢ çıkmamıĢtır. Gece gündüz kırlarda, dağlarda eğlenir;
insanlardan kaçar, görüĢmek istemez. ġimdi bir güzeli gördü; güzel onun gönlünü kapmıĢ. Ġçinden
çıkılamıyacak bir bataklığa düĢmüĢtür. Halk onu tayip ettikçe, o:
«- Vazgeçin, susun der, inliyorsam boĢuna değildir. Feryadımın sebebi var. Benim gönlümü kapan
o güzelin yüzünün nakĢı değil, o nakĢı bağlıyan nakkaĢtır.»
YaĢlı, baĢlı, piĢkin, olgun, büyük tecrübe ve fikir sahibi Sokrat:
«- Bu âbid belki dediğiniz gibi hüsn-ü Ģöhrete mâliktir.
250
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
Fakat her Ģöhrete inanmak da doğru değildir. Sizin sözünüze göre bu âbid:
«- Ben bu nakĢın nakkaĢına âĢıkım!..» diyormuĢ. Fakat o nakkaĢın nakĢı, yalnız onun gönlünü
yağma eden o gördüğü nakıĢtan mı ibarettir? Bir günlük çocuk onun aklını, fikrini niçin yağma
etmiyor? Cenab-ı Hakkın kudretini göstermede 14 yaĢındaki insan ile küçük bir çocuğun ne farkı
var?» demiĢtir.
Hakikati görenler Çin'in Çekelin Ay yüzlü güzellerinde sun'i ilâhî namına ne görürlerse, devede de
onu görürler.
Bu kitabımın her satırı, dilfirip bir yanak üzerine sarkıtılmıĢ bir nikaptır.
Her siyah harfin altında perde altındaki güzel, bulut içindeki ay gibi nice mânâlar var.
Sadi'nin sözlerini okuyan sıkılmaz. Zira perde arkasında bu kadar cemal sahibi güzellere rastgelir.
Meclisleri aydınlatan bu sözlerim ateĢ gibidir ki, onda hem nur, hem nâr vardır. Hasımlarım
muztarip, bîhuzur olurlarsa, canım sıkılmaz. Çünkü onlar bu Pars ateĢinden sıtmadadırlar.
BĠR KÖġEYE ÇEKĠLĠP OTURMADAKĠ SELÂMET, HALKIN CEFASINA KARġI SABIR
HAKKINDA
Bu Cihan'da Cihan hancının dilinden kurtulan varsa, kapısmı üzerine bağlayıp bir köĢeye çekilen
kimsedir. Bir kimse gerek mürâi olsun, gerek hakperest olsun; dillerin çevrinden kurtulamamıĢtır.
Eğer melek gibi göğe uçacak olsan; suizan sahibi kimse eteğini bırakmaz, eteğine yapıĢır.
ÇalıĢıp Dicle'nin önünü bağlamak mümkündür. Fakat kötü fikirli insanların dillerini bağlamak
mümkün değildir. Bir takım eteği kirli alçak insanlar toplanır:
BOSTAN
251
«- Filân kuru sofudur, falan ekmeğine tuzak kurmuĢtur» diye Ģunun bunun hakkında söz söylerler.
ArkadaĢ! halk seni isterlerse hiçe saysınlar. Sen Hakka r ibâdetten yüz çevirme.
Ulu olan Allah senden razı olunca, bir takım napâk insanlar razı olmazlarsa ne ehemmiyeti vardır?
Halkın fenalığını düĢünen insanlar, Cenab-ı Hak'tan bihaberdirler. Çünkü onların halk ile
uğraĢmadan Cenab-ı Hakkı düĢünmeğe vakitleri yoktur.
Bu gibiler Hak yolunda bir makama ermemiĢtir. Çünkü ilk adımda yanlıĢ yola sapmıĢtırlar.
Bâzan bir sözü iki kiĢi dinler; fakat aralarında melekle Ģeytan kadar fark vardır. Birisi o sözü
nasihat olarak kabul eder; o melek sıfatlıdır. Öteki o sözde kusur aramaktan nasihat tarafına
bakmaz, o Ģeytan sıfatlıdır.
Karanlık bir yerde âciz kalmıĢ olan bir insan, CemĢid'in Dünya'yı gösteren kadehinden ne anlar, ne
istifade eder.
Gerek arslan ol, gerek tilki ol; ne mertlik ile, ne hile ile insanlardan kurtulamazsın.
Halvet köĢesini ihtiyar edip kimse ile görüĢemiyecek olursan: 4t
«- Bunun yaptığı riyadır, hiledir; Ģeytan insandan nasıl kaçarsa öyle kaçıyor!.» derler.
Birisi güzel yüzlü, munis olursa: iffetsiz, takvasız, ĢuhmeĢrep, açık, yüzsüz derler.
Birisi zengin ise, gıybetle derisini yüzer:
«- Öyle kibirlidir ki, âlemde Fir'avun varsa odur!..» derler.
Birisi fakir ise fakr-ü zaruretten yanıp yıkılıyorsa:
«- Bedbaht, uğursuz, kara günlü!» derler.
Bir fakir sıkıntı çekiyorsa, uğursuzluğundan, be-ceriksizliğindendir derler.
252
1 ġEYHSÂDÎ-ÎġÎRAZÎ
Murad süren bir zengin felâkete uğrarsa, onu ganimet bilir: «- Malına, mansıbına güvenerek kibirli
idi. Her saadetin
arkasından felâket geleceğini düĢünmüyordu. Oh! Çok Ģükür,
Allah ne güzel yaptı, lâyığını verdi!..» derler.
Eli yufka bir fakirin iĢi yoluna girer; hali, vakti iyileĢirse,
zehirli diĢlerini gıcırdatır:
«- Bu alçak felek, alçaklara meyleder, o gibileri besler!..» derler.
Elinde hir iĢ görseler:
«- Ne kadar hari, ne kadar Dünya perest adamdır. Durmadan çalıĢıyor!..» derler.
ĠĢ tutmayıp boĢ duracak olsan:
«- Dilenci huylu, piĢmiĢ yiyen, hazıra konan, lüpçü!..» derler.
Güzel sözler söyliyerek konuĢacak olsan:
«- Hezeyanla dolu davul, susacak olsan hamamdaki nakıĢ!..» derler.
Tahammül edenlere:
«-Biçare korkudan baĢ kaldıramıyor!..» derler.
Birisi korkunç olur, kahramanca hareket ederse, onu görünce kaçıĢır:
«- Ne deli adam!..» derler. Birisi az yiyecek olsa:
«- Mafı baĢkasına nasip olacaktır; mirasçılara mal yığıyor!..» derler.
Güzel yiyecek olsa:
«- Tenperver, karnının kölesi, obur, pisboğaz!..» derler. Birisi zengin olsa, fakat süse ehemmiyet
vermiyen feylesoflar gibi süssüz gezse:
«-Bedbaht adam! Parasını kendisinden esirgiyor!..» diye,
BOSTAN
253
kılıç gibi dil kullanırlar.
Birisi saray, kâĢane, köĢk yaptırır; nakıĢlatır, yaldızlatır, güzel elbiseler giyerse:
«- ġeddadî binalar yaptırıyor, kadın gibi süsleniyor!..» diye teĢniler ile onu canından bezdirirler.
Birisi seyahata çıkmamıĢ ise, seyahat yapmıĢ olanlar:
«- Karısının kucağından ayrılmamıĢ insanın ne hüneri, ne fennî olur?» diye zemmederler, ona adam
demezler.
Birisi seyyah ise, serseri, bedbaht, bir ayak üstüne Dünya'yı dolaĢıyor, âvâre diye onun
derisini yüzerler ve:
«- Azıcık ikbali, serveti olsaydı, yurdundan çıkmaz, Ģehirden Ģehire kovulmaz,
sürülmezdi!..» derler.
Birisi bekâr ise, her Ģeyi inceden inceye görenler:
«-Bunun vücûdu yer üzerinde bir sıklettir. Yer onun yatıp, kalkmasından inciniyor!..» derler.
Birisi evlenecek olsa:
«- Gönlünün elinden, boynu üstüne çamura çöken eĢeğe benzedi!..» derler.
Birisi öfkelenip yerinden fırlıyacak olsa:
«- Sersem*; divâne, kaçık, savruk!..» derler.
Birisi sâbur, mütehammil, halim, selim olursa:
«- Gayretsiz, hamiyetsiz!..» derler.
Birisi cömert ise:
«- Yeter yahu! Ne dağıtıyorsun o kadar. Yarın avret yerini örtecek bez bulamaz. Bir elini önüne, bir
elini arkana tutarsın!.» derler.
Birisi kanaatkar, tutumlu ise: halkın teĢniine yakalanır: «- Bu alçak da babası gibi olacaktır. O da
bunun gibi yığdı,
yığdı; hasretle bıraktı gitti!..» derler. Çirkine çirkindir; güzele
güzeldir diye cevrederler.
254
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
Selâmet köĢesinde kim oturabilir? Hazreti Peygamber Aleyhisselâm Efendimiz bile kötü insanların
dillerinden kurtulamadı.
EĢi, ortağı, zevcesi, oğlu olmıyan Cenab-ı Hak için bile iĢitmedin mi Hıristiyanlar neler söylediler.
Ġnsanların ellerinden kurtuluĢ mümkün değildir. Dile düĢen insanlara çâre, ancak sabırdır.
HĠKÂYE
Mısırda bir kölem vardı. Gayet utangaçtı. BaĢı göğsü üzerinden kalkmazdı. Birisi bana:
«- Bu çocuğun aklı, idrâki yoktur. Terbiye için Ģunun biraz kulağını çek!..» dedi.
Bir gece mezkûr köleye Ģiddetle haykırdım. Evvelce onu tedip etmemi istiyen adam, haykırmamı
iĢitince: «- Vah zavallı! Köleyi öldürdü!.» dedi.
HĠKÂYE
Bir genç hünerli, âkil idi. Vaızda eĢsiz ve merdâne idi; Ġyi bir gönül sahibi, hakperestti. Yanağının
tüyü tüsü alnının yazısından daha güzeldi. Nahivde kuvvetli, belâgatte mahirdi. Fakat «Ģın» harfini
hakkiyle çıkaramazdı.
Ġyilerden bir zata:
«- Filân vaizin ön diĢleri yoktur!..» dedim.
Ben böyle deyince o zat kızdı, kızardı:
«- Bir daha böyle saçma söyleme! Sen onun yüzüne baktın, yalnız ayıbını gördün. Onda bulunan bu
kadar hüner, faziletten aklının gözü bağlandı mı?» dedi.
BOSTAN 255
Ġyice bil ki, yakın gününde (kıyamet gününde) iyi görenler, insanların kötülerini görmezler.
Birisinin fazileti, edebi, terbiyesi, hüneri, güzel düĢünmesi bulunur da ondan bir kusur sâdır olursa,
o ufacık kusurdan dolayı ona cefayı hoĢ görme. Baksana, büyükler:
«Huzmâ safa, dâ'mâ keder» (=Duru al, bulağı bırak) demiĢlerdir.
Ey akıllı zat! Gül diken ile beraber bulunur. Sen diken ile uğraĢma; gülü demet yap.
Eğer tabiatinde daima ayıpları, kusurları görmek varsa, tavusta çirkin ayaktan baĢka bir Ģey
göremezsin.
Ey donuk yüzlü! kalbini tertemiz, mücellâ tut! Çünkü bulanık yüzlü, kararmıĢ ayna iyi göstermez.
Kendini ukubetten kurtaracak bir yol ara! ġunun, bunun parmak basacak ayıbını arama.
Ey alçak adam! Halkın ayıbını gözüne koyma! Çünkü bununla meĢgul olmak, gözünü kendi ayıbını
görmeden alıkoyan
Kabahatli olduğunu bilirken baĢka kabahatliye nasıl had değneği vuruyorsun.
Tevil ile kendine müzaheret için, yani eli kötüleyerek kendini iyi göstermek için baĢkasına sertlik
etmek yakıĢmaz.
Kötü bir Ģey hoĢuna gitmezse evvelâ kendin yapma! Sonra komĢuya:
«- Kötülük yapma!..» de.
Eğer ben hakperest isem, yahud murâi isem, dıĢımı sen bilirsin, içimi Cenab-ı Hak bilir.
Benim dıĢım günahsız ve afif ise; artık sen benim eğrime doğruma karıĢma.
Ahlâkım iyi ise de, kötü ise de, iç yüzümü Cenab-ı Hak senden daha iyi bilir.
Kötü iĢinden dolayı o kimseye azap et ki, iyilik sebebiyle
256
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
senden mükâfat umsun!
Ben iyi isem de, kötü isem de, sen sus, karıĢma! Çünkü kârımın da, ziyanımın da hammalı benim.
Bir kimsenin hüsniniyetle yaptığı iĢi Cenab-ı Hak bir yerine on yazar.
Çocuğum; sen de birisinin bir hünerini görürsen, on ayıbından geç. Yoksa bir ayıbını parmağına
dolayıp bir fazilet Cihanı'nı hiç yerine koyma.
Sadi'nin kara kalbli düĢmanı gibi ki, Sadi'nin Ģiirine nefretle bakar; gayet güzel, lâtif yüz nükte
görse kulak vermez de, bir ufak kusur görse yaygarayı basar.
DüĢmanının böyle yapmasına sebep, hasedin, o kötü Ģeyleri beğenin hasudun iyilik gören gözünü
çıkarmıĢ olmasıdır..
Hallâk-ı âlem, Âdem Babamızı yarattığı zaman, hikmeti icabı olarak zürriyeti çeĢitli oldu. Kimisi
siyah, kimisi beyaz, kimisi güzel, kimisi çirkin oldu. Her gördüğün göz, kaĢ güzel değlidir. Sen
fıstığın içini ye, kabuğunu at.
SEKĠZĠNCĠ BÖLÜM ġÜKÜR HAKKINDADIR
Dosta Ģükür için söz söyleyemiyorum. Çünkü O'na lâyık Ģükrü bilemiyorum.
Vücudumdaki her kıl O'nun bir ihsanıdır. Nasıl mümkün ki, her bir kıl için bin bir Ģükredeyim.
Ne kadar meth-ü sena varsa Rahman olan Allaha mahsustur. Çünkü O, kullarını yoktan var
etmiĢtir.
Onun ihsanını vasfetmeğe kimde kudret var? Çünkü ne kadar vasıflar varsa, O'nun Ģanında
müstağraktır.
Bir yaratıcıdır ki, çamurdan insan yaratmıĢ; ona can, akıl, gönül bağıĢlamıĢtır.
Baba belinden, tâ ihtiyarlığın sonuna kadar bak sana gayıp hazinesinden neler ihsan buyurmuĢtur.
Seni yarattığı zaman temiz olarak yaratmıĢtır. Aklını topla, toprağa kirli girmek ayıptır,
Gönül aynasından tozu durmadan sil! Çünkü pas tutacak olursa, cila kabul etmez.
ÇalıĢıp bir iyilik elde ettiğin zaman kendi bazunun zoruna güvenme.
Ey kendisine tapan kimse! Niçin Hakkı görmüyorsun ki, kolunu, elini harekete getiren O'dur.
258
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
BOSTAN
259
ÇalıĢıp bir iyilik ettiğin zaman, onu Cenab-ı Hakk'ın tev-tikınden bil; kendi çalıĢmandan bilme!
Kol Kuvvetiyle kimse topu çelemez. Cenab-ı Hak seni ona muvaffak etmiĢtir. Ona hamdet!
Sen kendi kendine kalsan bir nefes ayakta duramazsın. Üaıma sana gayıptan medet yetiĢir.
Evvelâ söz söylemez, dili bağlı bir yavrucak idin. Ana rahminde rızkın göbekten gelmez miydi?
Göbek kesilince oradan gelen rızkın da kesildi. Bu defa iki elinle ananın memesine asılmadın mı?
Bir garip, gurbet dirayırnda hastalanırsa, ona ilâç olmak üzere vatanından su getirir, verirler. Sen de
öyle oldun.
Çocuk karında beslenmiĢ, mide dağarcığından yiyecek yemiĢtir, onun sevdiği iki meme; onun
beslediği yerden gelen iki çeĢmedir.
ġefkatli annenin kucağı, göğsü çocuğun cenneti, memeleri süt ırmağıdır.
Annenin can besliyen güzel boyu bir ağaçtır; çocuk o ağacın nazlı, sevimli mey vasidir.
Memelerin damarları kalb içinde değil midir? O halde bakarsan süt kalbin kamdır.
ġu halde çocuk iğne gibi diĢlerini annesinin kalbine batırdığı halde, annesinin vücûdu, kanını içen
çocuğunun rnu-habbetiyle yuğrulmuĢîur. Çocuk kuvvetlenip diĢleri katılaĢınca, taya hanım
memeye azvay sürer. O azvay çocuğa sütü, memeyi unutturur. ArkadaĢ: Sen de tövbe hususunda
yol çocuğusun! Günahı sabırla unutabilirsin!.
HĠKÂYE
Bir genç annesinin sözünü dinlemedi. Dertli kadının gönlü
ateĢe yandı. Annesi çocuğu itaate getirmeden âciz olunca, beĢiğini getirdi, önüne koydu:
«- Ey gevĢek mubabbetli eski halini unutan çocuk; daima ağlıyan âciz bir minimini değli miydin?
Geceleri senin hizmetini yapmak için uyumazdım. ġu beĢikte iken bir Ģeye kudretin yoktu. Yüzüne
konan sineği kovamazdın. Bir sinekten incinirdin. Bugün büyüdün; kuvvet, kudret sahibi oldun.
Nihayet gün gelir, ölür, mezarın çukuruna girersin. Kendinden bir karıncayı defedemezsin. Göz bir
daha çerağını nasıl parlatır? Çünkü mezardaki böcekler dimağın iç yağını yerler.
Bir âmâyı görürsün. Giderken yolu kuyudan farketmez. Onu görüp de sen gözlü olduğuna
Ģükretmelisin. ġükretmiyecek olursan, sen de kör sayılırsın. Aklı, fikri sana hoca öğretmedi. Senin
çamurunu Cenab-ı Hak bu sıfatlarla yuğurdu.
Eğer Cenab-ı Hak sana hakkı kabul edecek kalb vermeseydi hak ve hakikat kulağına bâtılın tâ
kendisi gibi gelirdi.
ĠNSAN HĠLKATĠNDE CENAB-I HAKKIN SUNU HAKKINDA
ArkadaĢ! Bak, Cenab-ı Hakkın kudretiyle kaç boğum bir araya getirilerek bir parmak vücûda
getirilmiĢtir. ġu halde sun'i ilâhînin bir harfine parmak basmak divanelik, ahmaklık olur.
DüĢün ki, insanın yürüyebilmesi için kaç tane kemik bir aya getirilmiĢ, sinirlerle bağlanmıĢtır.
Topuk, diz, ayak hareket etmedikçe, ayağı yerinden kaldırmak mümkün değildir.
Ġnsanın belindeki omurga yekpare kemikten olmadığı için secde etmek insana zor olmamaktadır.
260
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
Cenab-ı Hak 200 mühreyi birbiriyle terkip ve tertip ederek seni balçıktan vücûda getirmiĢtir.
Vücudunda 360 damar var. Vücudun zemin, damarlar ırmaklar nisbetindedir.
Cenab-ı Hak baĢa göz, akıl, fikir koydu. Azalar gönülle ve ilimle azizdir.
Hayvanlar yüzleri yere doğru hakir olarak yaratıldıkları halde, sen elif gibi, ayakların üstünde yürür
olarak yaratılmıĢsın.
Hayvanlar yemek için baĢlarını eğerler, sen izzetle*taamını önüne getirirsin.
Sende bu kadar bolluk varken, baĢını taatten gayri bir Ģey için eğmek sana yaraĢmaz.
Cenab-ı Hak sana in'am ile yemek için tane halketmiĢtir; hayvanlar gibi baĢını samana sokmamıĢtır.
ġu kadar var ki, bu güzel surete aldanma; güzel huylar elde etmeğe çalıĢ.
Doğru boy değil, doğru yol lâzımdır. Yoksa kâfir de suret itibariyle bizim gibidir.
Akıllı isen sana söz, ağız, kulak veren Cenab-ı Hakkın emri hilâfına çalıĢma!
Tutayım ki, düĢmanı taĢ ile ezmiyorsun. Fakat cahillik yapıp da dost ile cenge girme.
Ġyilik bilen akıllı insanlar, nail oldukları nimeti Ģükür çivisiyle mıhlarlar.
NĠMETE ġÜKÜR HAKKINDA HĠKÂYE
Bir padiĢah attan düĢtü. Boyun kemikleri birbirine girdi, fil gibi boynu içeri battı. Bütün gövdesi
dönmeyince, baĢı dönmez oldu.
BOSTAN
261
Tekmil tabipler tedavisinden âciz kaldılar. Yalnız Yunanli bir tabip, baĢını eski haline getirdi.
Damarları düzeltti. Eğer o tabip olmasaydı, padiĢah sakat kalacaktı.
PadiĢah iyi olduktan sonra bir aralık tabip onu ziyaret için gitti. Fakat iyilik bilmiyen padiĢah,
tabibe iltifat etmedi. Akıllı, hünerli tabip, edilen hakaretten müteessir oldu, baĢını eğdi.
ĠĢittim ki; Ģahın yanından çıkıp giderken Ģöyle demiĢti:
«- Eğer ben onun boynunu çevirip eski haline ge-tirmeseydim, bugün yüzünü benden çevirmezdi.»
Bunun üzerine tabip Ģahtan intikam almak için bir tohum gönderdi. Bunu Ģah buhurdana koyup
yaksın, güzel bir tütsüdür, diye haber gönderdi. PadiĢah o tohumu yaktırınca dumandan aksırdı;
aksırdı; aksırınca baĢı, boynu, eskisi gibi çarpıldı.
PadiĢah emretti, tabibi buldurmak istedi. Ne kadar arattı ise de bulunmadı.
ArkadaĢ! Boynunu Cenab-ı Hakka Ģükürden çevirme ki, kıyamet günü eli boĢ kalmıyasın!..
HĠKÂYE
Birisi çocuğunun kulağını burdu, ona Ģöyle dedi: «-• ġaĢkın, bedbaht çocuk! Ben sana kazmayı
odun kır diye verdim. Mescidin duvarını yık demedim!»
Dil Ģükür ve hamd içindir. HakĢinas olan kimse onunla gıybet etmez. Kulak, Kur'an, nasihat
dinlemek içindir. Bühtan, bâtıl dinlemeğe çalıĢma. Ġki göz Cenab-ı Hakkın asarı kudretini görmek
içindir. KardeĢinin, dostunun ayıbından göz yum!.
262 ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
CENABI HAKKIN ASARI KUDRETĠ VE ġÜKÜRGÜZARLIK HAKKINDA
Cenab-ı Hak geceyi senin rahatın için, gündüzü çalıĢman için yaratmıĢtır. Ay geceyi, GüneĢ de
gündüzü parlatır.
GüneĢin ziyası ferraĢ gibi senin için bahar yaygısını döĢer. Rüzgâr, kar, yağmur, bulut, çevgân
vurup bulutlan süren Gök gürlemesi, kılıç gibi parlıyan ĢimĢek hepsi senin ektiğin taneyi, tohumu
beslemek için iĢ görüyor ve Cenab-ı Hakkın emrini tutuyorlar.
Susuz kalırım diye telâĢ etme. Çünkü bulut sekkası (saka) sana omuzunda su getirebilir.
Cenab-ı Hak gözünü, burnunu, dimağını, ağzını hoĢ etmek için topraktan renkler, kokular,
yiyecekler vücûde getirmiĢtir.
Arıdan bal, havadan kudret helvası, hurma ağacından hurma, çekirdekten hurma ağacı vücude
getirmiĢtir.
Nahılcılar1 hakikî hurma ağacı «nahl» gibi bir nahıl yapamaz; ona karĢı hayretle ellerini ısırırlar.
.
GüneĢ, Ay, Ülker senin içindedir. Bunlar senin sarayının tavanını, damını aydınlatan kandillerdir.
Senin için dikenden gül, nafeden" misk, madenden altın, kuru daldan taze yaprak vücûda
getirmiĢtir.
Gözlerini, kaĢlarını kendi kudret eliyle nakĢetmiĢtir. Çünkü bunlar mahremdirler. Mahremi
yabancılara bırakmak olmaz.
Kadirdir; kullarını naz ile, türlü nimet ile böyle besler.
Cân-ü gönülden, hem de yalnız dil ile değil, belki tekmil âza ile durmadan Ona Ģükretmek lâzımdır.
Yarabbi! Yüreğime kan oturdu; gözlerim yara öldü; Senin
1- Mum ve gümüĢten ağaç dalı Ģeklide yapılarak gelin önünde götürülen süs. Hurma mânâsına
gelen «Nahl» den.
2- Misk keçisinden çıkarılan güzel koku.
BOSTAN >6'.
in'amının Ģükrünü söylemeğe imkân göremiyorum..
Yerdeki yırtıcılar, karıncalar, balıklar değil; feleklerdeki meleklerin hepsinin Ģükrü,, sana yapılacak
Ģükrün binde birini teĢkil edemez.
Sadi, sonu olmıyan bir yolda dolaĢma. Aczini göster, haddini bil.
RABBÜLÂLEMĠN'ĠN NĠMETLERĠNĠ TANIMAK HAKKINDA
Bir kimse mihnete, felâkete düĢmedikçe iyi gü.uu kıymetini bilemez.
Kıtlık yılında fakirin kıĢı, servet sahibinin yanında ne kadar kolay görünür.
Sıhhati yerinde olan kimse, inliyerek uykusuz kalmadığı için, sıhhatinden dolayı Ģükretmek aklına
gelmez.
Sen erler gibi gidiyorsun, ayağına çeviksin. Buna Ģükrâne olarak kafile içinde ayağı ağırlar varsa,
onları beklemeği unutma.
Gençler ihtiyarlara, kudreti olanlar olmıyanlara merhamet etmelidir. *'
Ceyhun'un kenarındakiler suyun kıymetini ne bilirler. Sen suyun kıymetini, GüneĢ'in altında
susuzluktan düĢüp kalmıĢ olanlara sor.
Dicle'nin kenarında oturan Araplar, Zerud Çölü'nün susuzlarını düĢünürler mi?
Sağlığın kıymetini, bir zaman sıtmadan eriyen bîçâre insanlar bilir.
Sana karanlık gece hiç uzun görünür mü? Çünkü naz ile bir yandan öbür yana dönüyorsun.
Hararetten baĢı • kesilmiĢ tavuk gibi yatak içinde kıvrananı bir düĢün. Gecenin ne kadar
264
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
uzur oluğunu hasta bilir. Davul sesiyle uyanan zengin kimse, bekçinin geceyi nasıl geçirdiğini ne
bilir.
TUĞRUL ġAH ĠLE HĠNDLĠ BEKÇĠ HĠKÂYESĠ
ĠĢittim ki, Tuğrul ġah sonbaharda bir gece sarayı beklemekte olan hindli bir bekçiye uğramıĢ.
Bekçinin adı Nikbaht imiĢ.
Kâh kar yağıyor, kâh yağmur yağıyor, sel akıyor; zavallı bekçi. Süheyl Yıldızı gibi titriyorr. iĢ.
Tuğrul bekçiye acımıĢ:
«- Dam kenarında azıcık bekle. Ġçeriye gider, sırtımdaki kürkü bir köle ile sana gönderirim. Giy,
üĢüme!..» demiĢ.
Bu konuĢma esnasında soğuk bir yel esmiĢ; Tuğrul hemen içeri kaçmıĢ.
Saray takımı arasında peri yüzlü birisi varmıĢ. PadiĢahın gönlü ona biraz akıyormuĢ. Onu görünce,
cemalini temaĢa ile kendinden geçmiĢ; zavallı hindliyi unutmuĢ.
Biçâre hindli ise kürk sözünü iĢitmiĢ ama, onu omuzuna almak nasip olmamıĢ. Ona soğuğun
zahmeti yetiĢmiyormuĢ gibi bir de ha geldi, ha gelecek diye kürk beklemek derdi çıkmıĢtı.
Nihayet Tuğrul yatıp uyumuĢ, sabah olmuĢ. Bir aralık bekçi fırsat bulmuĢ, ona Ģöyle demiĢ:
«- PadiĢahım, sen sevdiğini derâguĢ edince Nikbaht'ı unuttun. Senin gecen eğlence, zevk ile
geçiyordu; bizim ürerimizden nasıl bir gece geçtiğini ne bileceksin?»
Kazanını kaynatmıĢ, önüne almıĢ, kotarıp yemeğe baĢlamıĢ olan kervan halkı, geride kalmıĢ,
ayakları kuma batmıĢ âcizleri düĢünür mü?
Hey, gemici! Gemiyi sürüp gitme, dur. Ġmdada yetiĢ. Bak
BOSTAN
265
kaç bîçâre suya düĢmüĢ. Dalga baĢlarından aĢıyor. Hey ayağına çevik gençler yavaĢlaym, ağır olun;
azıcık durun! Kervan içinde ihtiyarlar var.
Sen kervanda deve üzerinde mahfeye binmiĢsin, devenin yuları devecinin elinde, rahat rahat
uyuyorsun. Çöl ne, dağ ne, kum ne bilmezsin. Bunları kervan döküntülerine, kalıntılarına sor. Seni
iki horgüçlü besili deve götürüyor. Yayanın nasıl yürüdüğünü bilmezsin!
Huzur-i kalb ile konak yerinde çadırda yatanlar; açlıktan kıvrılan gözünü uyku tutmıyan kimsenin
halini ne bilirler.
HĠKÂYE
Gece zabtiyesi, birisini hırsızlık ederken yakalamıĢ, ellerini bağlamıĢtı. Hırsız bütün gece uyumadı,
rahatsız oldu.
Bir aralık karanlık gece içinde bir fakirin zaruretten inlediğini, Ģikâyet ettiğini, söylendiğini iĢitti.
Ona hitap ile:
«- Zaruretten dolayı bu kadar inlemek olur mu? Haydi Allahına Ģükret! Benim gibi elin arkana
bağlanmamıĢtır ya! Ġnleme, uyumağa bak!» dedi.
Kendiliden daha fakiri gördüğün zaman, fakirlikten inleme!
HĠKÂYE
Tir çıplak birisinden bir akça borç aldı. Onunla kendisine ham deriden bir giyecek yaptı. Sonra,
Ģikâyetle inliyerek:
«- Ey uğursuz talih!..» dedi, «bu ham derinin içinde sıcaktan piĢtim!»
O ham adam çektiği sıkıntıdan Ģikâyeti uzatınca zindandan birisi ona Ģöyle dedi:
266
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
BOSTAN
«- Hey ham adam! Allaha Ģükret ki bizim gibi elinde, ayağında bağ yoktur.»
HĠKÂYE
Birisi bir âbide rastgeldi. Onu çıfıt sandı, ensesine bir tokat attı.
Âbid, darılmadıktan baĢka, çıkardı ona gömleğini bağıĢladı.
O kimse utandı:
«- Bana atâ değil, afiv lâzımdır. Beni afvet, hatâ ettim!..» dedi.
Âbid:
«- Ne kadar teĢekkür etsem azdır!..» dedi, «çünkü senin zanettiğin değilim!.»
HĠKÂYE
Yolda kalmıĢ bir piyade:
«- Bu sahrada benden daha âciz, kim var?» diye ağlıyordu.
Yük çeken bir eĢek onun sözünü iĢitti:
«-Hey akılsız, ne var ki, feleğin çevrinden Ģikâyet ediyorsun? Yürü, Allahına Ģükret! EğeĢe
binmemiĢsen, benim gibi yük altında değilsin ya!» dedi.
HĠKÂYE
Bir fakih, yere düĢmüĢ, bir sarhoĢun yanından geçti. Kendisinin iyi halli olmasından dolayı,
gururlandı; sarhoĢa göz ucuyla olsun bakmadı.
SarhoĢ baĢını kaldırdı, ona Ģu sözleri söyledi:
267
«-Hey iyi adam! Nail olduğun nimetten dolayı Cenab-ı Hakka Ģükret! Sakın kibirlenme! Çünkü
kibirden, mahrumluk hâsıl olur! Birisini zincir içinde gördüğün zaman gülme! Olmıya ki, sen de
düĢesin! Mümkün değil midir ki; yarın sen de benim gibi sarhoĢ olup yıkılasın! Felek sana mescidi
mukadder etmiĢ! Çok güzel: Fakat kiliseye giden diğerlerine ta'netme! Belki mecûsi zünnarı
bağlamadığın için Ģükret, namaz kıl, el bağla! Kime ki; Cenab-ı Hak inayet ederse, lûtfiyle onu
çekerek götürür. Bunun içindir ki, Cenab-ı Haktan tevfik, inayet dilemek lâzımdır!»
VÂSILLARIN NAZARLARI ALLAHA OLUP ESBABA OLMADIĞI HAKKINDA
Cenab-ı Hakkın irâdesini gör. Esbaba bakma, esbaba dayanma!
Esbap adîdir. Cenab-ı Hak dilemezse esbap bir Ģey yapamaz.
Balda Ģifayı Cenab-ı Hak yaratmıĢtır. Hastalığa faydası olur. Fakat ecel gelmiĢ ise, bal ecele
savamaz; çünkü ecelin ilâcı yoktur.
Her ot da böyledir. Evet, otların faydalan vardır, fakat ecel müstesnadır.
Candan bir nefesciği kalan kimsenin ağzına bal sürme, faydası olmaz. Bal ağzında iken can çıkar.
HĠKÂYE
Birisi beyninin üzerine bir polat gürz darbesi yemiĢ. Birisi de ona yaralı yere sandal yağı sür demiĢ.
ArkadaĢ! Elinden geldiği kadar tehlikeden kaç; fakat kaza.
268
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
ile pençeleĢme.
Ġnsanın içerisi yemeğe, içmeğe kabiliyetli oldukça beden taze, Ģekli pakize olur.
Bilir misin, bu hâne ne zaman tamamen harap olur? Tabiat ile tam uyuĢamadıkları zaman harap
olur.
Mizaç dörttür: YaĢ, kuru, soğuk, sıcak. Anasırı erbaa da bu dörtten mürekkeptir.
Bu döretten birisi galip gelince, tabiatin itidali, terazisi kırılır.
Eğer nefes ile soğuk rüzgâr içeri girmezse, midenin harareti canı feryada götürür.
Eğer mide taamı kaynatmazsa, nazlı vücûdun iĢi ham olur.
Ġrfanı olanlar bunlara gönül bağlamazlar. Çünkü bunlar birbirleriyle uyuĢamazlar.
Vücûdun kudretini, gücünü yemekten bilme! Vücûda beslenmeği, kudreti Cenab-ı Hak ihsan
ediyor.
Yemin ederim ki, eğer Cenab-ı Hak için gözünü kılıç ve bıçak üzre koysan, anın Ģükrünü
ödeyimezsin.
Hürmetlerini arz için yüzünü yere koyduğun zaman O'na sena et, kendini görme.
TeĢbih çekmek, zikretmek, namaza hazır olmak Hakka karĢı dilenciliktir. Dilenciye gurur
yakıĢmaz.
Tutayım ki, Cenab-ı Hakka hizmet ediyorsun. Etmelisin, borcundur. Çünkü boyuna O'nun rızkını
yiyorsun.
SÂĠKA-Ġ EZEL VE ÂMELDE TEVFĠK-Ġ ĠLÂHĠYE NAĠL OLMAK HAKKINDA
Ġptida, Cenab-ı Hak bir kulunun gönlüne sevgi bırakır, sonra o kul ibadete baĢlar.
Eğer Cenab-ı Hak bir kuluna iyilik yapmak için tevfik ihsan
BOSTAN
269
etmeseydi, o kuldan kimseye hayır gelmezdi.
Dil Cenab-ı Hakkı ikrar ediyor. Bu hoĢtur. Fakat sen dili görme! Dile ikrar etmek, söylemek
haysiyetini kim verdi? O noktayı düĢün!
Ġnsanın gözü marifet tahsili için bir kapıdır. Bu kapıyı, gökleri, yerleri temaĢa için kim açmıĢtır?
Eğer Cenab-ı Hak sana bu kapıyı açmasaydı, iniĢ ve yokuĢu nasıl anlardın?
Cenab-ı Hak kulunu Adem'den vücûda getirdi. Eline cömertlik, baĢına secde etmek kabiliyetini
verdi.
Eğer Cenab-ı Hak bu kabiliyetleri vermeseydi, el nasıl cömertlik yapar, baĢ nasıl secde ederdi?
Eğer dile söylemek haysiyetini vermeseydi, gönlünün sırrını anlatmak nasıl mümkün olurdu?
Eğer kulağın casus gibi malûmat toplamak kabiliyeti olmasaydı, akıl sultanına haber nasıl eriĢirdi?
Dil ile kulak, padiĢahın iki hâcibi1 gibidirler. Bunlar akıldan gönüle, gönülden akla haber
götürürler.
Bana tatlı söyleyen dili, sana anlıyan kulağı Cenab-ı Hak vermiĢtir.
ĠĢlerim iyidir diye kendine paye verme! Ġyi bak, gör, anla ki, o iyi iĢler hep Cenab-ı Hakkın
tevfikiyle meydana gelmektedir.
Biz amelimizle âdeta padiĢahın bahçesinden padiĢahın sarayına hediye olmak üzere yemiĢ götüren
bahçivana benzeriz.
HĠNDĠSTAN SEFERĠNDE VE PUTPERESTLERĠN DALÂLETĠNE DÂĠR HĠKÂYE
Somencıt kilisesinde fildiĢinden yapılmıĢ bir put gördüm.
1- Kapıcı, perdeci.
?<¦
270
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
Araplar'ın Menat putu gibi üzeri mücevherlerle iĢlenmiĢti. Putu yapan usta o kadar güzel yapmıĢtı
ki, ondan daha güzel bir suret yapmak imkânsızdı.
Her taraftan insanlar o cansız sureti görmek için kafile kafile, akın akın oraya gelirlerdi.
Sadi taĢ yürekli sevgilisinden vefa umduğu gibi, Çin, Çekel ikliminin padiĢahları da bu puttan
iyilik, lütuf umarlardı.
Her yerde Ģâirler, hatipler, oraya gelir; o dilsiz putun karĢısında yalvarırlardı.
Hayat sahibi insanların böyle cansız bir puta tapmalarının sırrını bir türlü bulamıyordum.
Somenat Ģehrinde benim oda arkadaĢı, putu seven, iyi sözlü mecûsi bir dostum vardı.
Derdimi ona açtım. YumuĢaklıkla ona Ģöyle dedim: «- Dostum ben bu memleketin iĢine ĢaĢıyorum.
Bu âciz putun üstüne niçin bu kadar düĢüyor, ona bu kadar bayılıyorlar? Bence bunlar azgınlık
kuyusuna düĢmüĢ, çıkamıyorlar. Halbuki tapındıkları putun ne elinde kuvvet var, ne ayağında
yürümek kudreti var. Onu Ģöyle devirecek olsan, yerinden kalkamaz!
Gözlerin* bak: Kehrübardandır. TaĢ gözlülerden vefa ummak ise hatâdır.»
Bu sözleri dinleyen Brehmen fena halde öfkelendi, ateĢ kesildi. Beni düĢman saydı. Gitti,
mecûsilere, kilisenin baĢpapazına haber verdi. Mecusiler toplandılar, iĢ fenaya vardı. Pazend
okuyan mecûsiier bana kemik için kavga eden köpekler gibi hırladılar. Onlarca o iğri yol doğru
olduğu için benim gösterdiğim yolu iğri gördüler. Ġnsan ne kadar âlim olsa, iyi adam olsa, câhillerin
yanında câhil sayılır.
Mecûsiler'in hücumu üzerine âciz kaldım. Müdâradan baĢka bir yol bulamadım. Câhilin
kinlendiğini, köpürdüğünü görürsen; selâmet ona karĢı tatlılık göstermek, evet demektir.
BOSTAN
271
Ben de bu fikri kurdum. Onların en büyüklerini yüksek perdeden övmeğe baĢladım. ġöyle dedim:
«- Ey Zendavesta kitabının büyük müfessiri; ben de putun nakĢına bayılıyorum. Ne güzel Ģekli, ne
gönül çekici boyu var. Sureti gözümde görülmemiĢ bir güzellik teĢkil ediyor. Fakat bu putun
manevî kudretini, azametini bilmiyorum. Çünkü garibim, buraya yeni geldim. Garipler ise iyiyi
kötüden far-kedemezler. Sen bu satranç meydanını süvarisisin; bu yerin padiĢahına da nasihat
edebilirsin. ġu putun büyüklüğünü bana anlat ki, ona tapanların birincisi ben olayım. Bilirsin ki,
taklit ile inanmak azgınlıktır, vukuf ile yola gidenler bahtiyardırlar.» Sözlerim Brehmen'in hoĢuna
gitti. Sevindi, yüzü güldü, bana delil ararsa muhakkak menzile eriĢir. Ben de senin gibi seyahatler
yaptım. Çok dolaĢtım. Kendisinden haberi olmıyan çok putlar gördüm. Fakat bu put baĢka bir
puttur. Bu put, her sabah olduğu yerde elini âdil Yezdan'a uzatır. Arzu edersen bu gece burada
kal, yarın bu söylediğim Ģeyi gözünle göreceksin*!»
Bunun üzerine ihtiyar Brehmen'in emriyle o gece orada kaldım. Yani Bijen gibi belha kuyusuna
düĢtüm .
O gece sanjki kıyamet gecesi idi. Uzadıkça uzadı. Ta-haretsiz mecûsiier etraflında sabahadek âyin
yaptılar.
Bunların çokları mecûsi papazları idiler. Bunlar öyle in-sandırlar ki, ömürlerinde suyu
incitmemiĢtirler. Kızgın GüneĢ'te leĢ nasıl korkarak bunların koltuklan da öyle kokuyordu.
Her halde büyük bir günah iĢlemiĢtim ki, o gece o günahın elim azabını çektim. Bütün gece gam
zincirleriyle bağlanmıĢtım. Bir elim yüreğimin üstünde, bir elini Cenab-ı Hakka duada idi.
1- Zaloğlu Rüstem'in yeğeni olup Efrasiyab'in kızı Menije'ye âĢık olup Efrasiyap tarafından bir
kukuya atılan efsaneyhi bir kahraman.
272
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
«- Yarabbi sen kurtar!..» diye yalvanyordum.
Derken sabah davulu çalındı. Brehmen'in birisi horoz gibi öttü. Gecenin karalar giymiĢ hatibi gün
kılıcını kınından çekti. Sabahın kıvılcımı kavı tutuĢturdu. Cihan birdenbire aydınlandı. Sanki
Zengibar kıt'asmda bir köĢede birdenbire Moğol askerleri çıktılar. Ömründe yüzünü yıkamamıĢ,
kokmuĢ fikirli mecûsiler dereden, tepeden ovadan, köyden gelmeğe baĢladılar. ġehirde erkek
kalmadı. Hepsi kilisiye toplandı, kilisede bir darı tanesi atacak yer kalmadı.
Ben ise merakımdan hasta uykudan sarhoĢtum.
Bir de gördüm ki, put birdenbire elini kaldırdı.
Orada bulunan insanlardan bir çığlıktır koptu; zannedersin ki, bir deniz coĢtu.
Sonra o dernek bozuldu, gelenler yavaĢ yavaĢ dağıldılar. Brehmen'le ben kaldım. O vakit Brehmen
gülerek bana baktı:
«- Biliyorum, artık müĢkülünüz hallalmuĢ, hakikat açığa çıkmıĢ, bâtıl bir Ģey kalmamıĢtır!..» dedi.
Baktım, Brehmen cehaletinde ayak diriyor, muhali mümkün görüyor. Ġtikadından dönmüyor. Hak
ve hakikat namına bir Ģey söylemedim. Çünkü bâtıl ehlinden hakkı gizlemek lâzımdır.
Görürsün ki; birisi mevki itibariyle senden üstün, kolu senden kuvvetlidir; onunla uğraĢıp kolunu
kırdırmak erlik değildir.
Binâenaleyh ben de mürailik ederek ağladım:
«- Söylediğim sözden piĢman oldum!..» dedim.
Mecûsiler ağladığıma inandılar. Sel suyu, taĢı bile ağlatır. Buna taaccüp edilmemelidir.
Mecûsiler bana hizmet için koĢtular. Ġzzet, ikram ile koluma girdiler.
Özür dilemek için abanoz taht üzerinde, altın kakmalı, sandalye üstünde, fildiĢinden yapılmıĢ putun
yanına gittim. Putça-
BOSTAN
273
ğızın bir iki kere elini öptüm. Halbuki içimden:
«- Sana da, tapanlara da lanet olsun!..» diyordum. Hülâsa birkaç gün yalandan kâfir oldum. Zend
kitabının
ahkâmına göre Brehmen oldum.
Sonra bir gün baktım ki, kilisede hiç kimse yok. Bana emniyet geldi, sevincimden yerlere sığamaz
oldum.
Kilisenin kapısını gece olunca muhkem kapattım. Akrep gibi sağa, sola koĢmağa baĢladım.
Putun bulunduğu tahtın üstüne, altına baktım. Gördüm ki bir tarafta altın ile iĢlenmiĢ bir perde var.
Perdeyi kaldırdım. Bir de ne görüyim? Gördüm ki içerice bir ateĢperest papaz var. Putun içinde yer
tutmuĢ. Putun kolunu kaldıracak ip de onun elinde. Putun el kaldırması neden ileri geldiğini
anladım. Elindeki demir, muma dönen Davud'a ben-zedim. Yani anladım ki, papaz ipi çekince
putun eli kalkıyor. Brehmen pek utandı, gizli ayıbı meydana çıktı ve kaçmağa baĢladı.
Ben de arkasından koĢtum. Nihayet yakaladım. BaĢ aĢağı bir kuyuya attım.
DüĢündüm, kendi kendime dedim: Eğer bu papazı sağ bıkakırsam, sımnı meydana
çıkarmamaklığım için benden intikam alacak, beni öldürtecektir.
Bir müfsidin iĢinden, sana karĢı sûikasdinden haberdar olduğun gibi onu durma öldür. Eğer o
soysuzu bırakacak olursan, ayaklarına kapansan bile, seni diri bırakmıyacak, fnsat bulduğu gibi
baĢıriı kesecektir.
Hilekârın izince gitme, ona uyma. ġayet izince gidip de hilesine vâkıf olursan ona aman verme.
Brehmeni kuyuya attıktan sonra tekrar çıkmamasını, izinin kaybolmasını temin için üzerine taĢlar
attım. Habisi iyice geberttim.
274
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
Sonra düĢündüm, baktım, ben kilisenin içinde büyük fenalık yaptım. Artık orada durmağı münasip
görmedim, kaçtım.
Bir kamıĢlığı ateĢ verdiğin zaman akıllı isen, orada durma. Oradaki arslanlardan sakın.
Ġnsanı sokan yılanın yavrusunu öldürme. Öldürürsen artık o evde oturma.
Arının yuvasına değnek sokup, arıları kızdırdığın zaman kaç! Çünkü sana hücum ile sokarlar.
AteĢler içinde kalırsın.
Senden daha çevik insana ok atma! Atacak olursan, eteğini beline çal, kaç!
Sadi'nin kâğıtlarında böyle nasihat çoktur; Bir duvarın temelini kazarsan orada durma!
Somenat'ta kıyamet kopardıktan sonra kaçtım. Hind'e geldim. Oradan da Yemen yoliyle Hicaz'a
geldim.
BaĢımdan geçen bu acılardan sonra ancak bugün ağzım tatlılandı. Bu da Ģimdiye kadar eĢi
gelmemiĢ, bundan sonra da gelmiyecek olan Ebu Bekir bin Sâd'ın saltanatının ikbal ve saadeti
sayesindedir.
Feleğin çevrinden dada geldim. Bir adalet sayesini yapan padiĢaha sığınageldim.
Bütün kullan gibi bu padiĢah devletinin duacısıyım. Ya-'rabbi! Sen bu devletin sayesini ebedî kıl!.
PadiĢahım, yarama, yaraya yakıĢır derecede değil, kendi in'am ve ihsanına yakıĢır surette merhem
koydu.
Hizmetinde baĢımı ayak yapsam, bu nimetin Ģükrünü yine yerine getiremem.
O gamlardan halâs oldum. Fakat o gamlardan kulağımda nasihatler kaldı. ġöyle ki: Ne zaman ki;
niyaz elimi sırları bilen Cenab-ı Hakkın dergâhına kaldırırsam, o süslü put hatırıma gelir. Kibir ve
gururumu kırmak için gözüme toprak serper; kaldırdığım eli kendi kuvvetimle kaldırmadığımı
bilirim.
BOSTAN
275
Demek ki gönül sahipleri ellerini kendi iradeleriyle kaldırmıyorlar. Belki göze görünmiyen
bir el, gizli ipi çekiyor...
Hayır kapısı, taht kapısı açıktır. Fakat herkes iyi iĢe kadir değildir.
PadiĢahın dergâhına padiĢahın fermanı olmadan girilmediği gibi, iyi iĢ de Allahın iradesi olmadıkça
yapılamaz.
Kaza anahtarı kimsenin elinde değildir. Kadir-i mutlak ancak Cenab-ı Haktır.
ġu halde, ey doğru yola koĢan kimse, sakın taat, ibâdet ediyorum diye Cenab-ı Hakka karĢı
nazlanma; kendine paye verme. Belki sana tevfik, inayet buyurduğundan dolayı Cenab-ı Hakka
minettar ol! Cenab-ı Hak seni yaratırken sana güzel huylar vermiĢ olduğundan kötülük
yapamıyorsun. Çünkü iyi huydan kötü iĢ gelmez.
Arıdan bal hasıl eden, yılandan zehir yaratan Allahdır. Senin mülkünü, saltanatını viran etmek
isterse, evvelâ senin elinle halkı periĢan eder. Eğer sana lütuf ve ihsan buyurursa, senin elinle halka
rahat, saadet eriĢtirir.
ArkadaĢ! Doğru yolda gidiyorum diye kibirlenme! Çünkü senin elinden tuttular da kalktın.
Dinlersen söz »faydalıdır: Yola gitmekte devam edersen erenlere eriĢirsin! Sana yol verirlerse bir
makama eriĢirsin! Orada sana izaz ve ikram ile ziyafet çekilir. Yalnız rica ederim, o güzel
yemekleri yerken bîçare Sadi'yi düĢünesin! Arkamdan bana rahmet gönderesin! Çünkü güvenilecek
iĢim yoktur.
DOKUZUNCU BÖLÜM
TÖVBE HAKKINDADIR
Ey ömrü yetmiĢe ermiĢ kimse, acaba uyumakta mı idin ki; bu ömür heba olup gitti.
Daima burada bulunmak için çalıĢtın. Bir kere gitmek tedâdirikini görmedin. Belki de gönlünden
bile geçirmedin.
Yarın kıyamette cennet pazarı kurulacak; herkes orada ameline göre menzil olacaktır, oraya ne
kadar sermaye götürürsen o kadar kazanacaksın. Eğer müflis isen eline utanmaktan baĢka bir Ģey
geçmiyecek.
Bir çarĢı ne kadar tıklım tıklım dolu olsa, eli boĢ giden o kadar periĢan, mahzun döner.
Elli akçelik bir malı, beĢ akçen eksik olsa alamaz, gönlün gam pençesiyle yaralı olarak dönersin.
Elli yılın elinden çıkmıĢ gitmiĢtir. Giden geri gelmez. Bari geride kalan beĢ gününü olsun ganimet
say; kıymetini bil.
Ölünün dili olsaydı ağlıya inliye, bağıra çağıra Ģöyle diyecekti:
«- Ey diri insan! Dilin dönerken Cenab-ı Hakkı zikret! Dudaklarını yumma! Bizim zamanımız
gaflet ile geçti. Sen bizim gibi olma, birkaç nefesini fırsat say!.»
278
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
BĠR ĠHTĠYARIN GEÇEN GENÇLĠĞĠNE ĠÇĠNĠ ÇEKMESĠ HAKKINDA HĠKÂYE
Gençliğimde, yemiĢin böl zamanında bir gece, birkaç gençle birlikte oturmuĢtuk. Yüzlerimiz gül
gibi taze idi, bülbüller gibi Ģakıyorduk. Utanmayı kaldırmıĢ, gürültümüzle mahalleyi doldurmuĢtuk.
YanıbaĢımızda Cihan görmüĢ bir ihtiyar oturuyordu. Feleğin çevriyle saçının gecesi gündüz
olmuĢtu. Bizim dudaklarımız fıstık gibi güldüğü halde, onun dudağı fındık gibi kapalı idi.
Ġçimizden bir genç, ihtiyarın yanına gitti, ona: .«- Babacığım, baĢını gam yakasından kaldır! Gel,
gençlerin meclisinde bizimle gez, biraz neĢelen!..» dedi.
Çok #yaĢ yaĢamıĢ ihtiyar, yavaĢçacık baĢını kaldırdı. Hakimane bir edâ ile Ģöyle dedi:
«- Gül bahçesinde saba yeli estiği zaman, salınmak, genç ağaçlara yaraĢır. Ekin kısmı, yeĢil ve taze
iken salınır; sarardı mı kırılır. Ġlkbaharda kokulu söğüt yapraklanır; fakat kocamıĢ ağaç kuru
yapraklarını döker.
Bana artık gençlerle gezip tozmak yaraĢmaz. Çünkü yanağımda ihtiyarlık sabahı belirmiĢtir. Ayağı
bağlı doğanım evvelce uslu usul dururken, Ģimdi ayağındaki ipi koparmak istiyor (canım
bedenimden uçmak istiyor).
Bu sofra Ģimdi sizindir, mübarek olsun! Biz artık yaĢamadan el çektik! BaĢa ihtiyarlık tozu
çökünce, artık gençlikteki zevk ve neĢveyi bekleme.
Benim kuzgun kanadıma kar yağdı. Artık bana bülbül gibi bahçe temaĢası yakıĢmaz!.
Güzellik sahibi tavus salına salına gezebilir; fakat kanadı kopmuĢ, yolunmuĢ doğandan ne
beklersin?
BOSTAN
279
Benim ekinim kemale erdi, biçmek vakti geldi çattı. S'^n ise ekininiz yeni yeĢeriyor.
Bizim gülüstammızın tazeliği geçti. Solan güllerden kim demet yapar.
ġimdi ben değneğe dayanıyorum. Artık hataya dayanmak benim için hatâdır.
Bir ayak üzerinde seksen defa sıçramak gençlere mahsustur. Zavallı ihtiyarlar elleriyle tutunmadan
kalkamazlar.
Bakınız, yüzünüzün kızıl gülü sarı altın olmuĢtur. GüneĢ sasarınca batması yakın demektir.
Çocukların büyüklüğe yeltenmesi, ihtiyarların gençlik göstermesinden daha çirkindir.
Bana çocuklar gibi yaĢamak değil, günahlarımdan utanarak çocuklar gibi ağlamak yakıĢır. Lokman
ne güzel söylemiĢtir:
«- Hiç yaĢamak, yıllarca hatâ içinde yaĢamaktan daha iyidir.»
Kârı, sermâyeyi elden çıkarmadan ise, dükkânın kapısını sabahtan kapamak daha iyidir.
Genç siyahlığı nura eriĢtirinceye kadar, aklık zavallı ihtiyarı mezara götürür.»1
TABĠP ĠLE ĠHTĠYAR ADAM HĠKÂYESĠ
Ölüm haline gelmiĢ pek yaĢlı birisi inliye inliye bir tabibin yanına geldi.
«- Ey iyi fikirli tabip, namzıma bak. Ayaklarım kolay kolay yerinden kalkmıyor. ġu eğilmiĢ
boyumla çamura çökmüĢe benziyorum.» dedi.
1- Gencin saçı ağarıncaya kadar ihtiyarın saçı onu mezara götürür.
280
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
Tabip Ģöyle dedi:
-Ġhtiyar! Artık Dünya'dan el çek ki, yarın kıyamette ayağın çamurdan çıksın.
Gençlik çevikliğini ihtiyarlardan bekleme, Akan su tekrar ırroağa gelmez.
Gençlikte sefahat âleminde yuvarlandınsa, bari ihtiyarlıkta aklını, fikrini baĢına topla.
YaĢ kırkı geçince artık çabalama; çünkü su baĢtan aĢmıĢtır.
Benim zevkim, keyfim, neĢ'em; akĢamım sabahım olduğu zaman kaçtı.
Artık heva ve hevese veda etmek lâzımdır. Çünkü o arzuların zamanı artık geçmiĢtir.
Gönlün., nasıl tazelenir, yeĢillenir ki, nerede ise toprağımdan yeĢillikler bitecektir.
Biz eğlenerek, zevkederek birçok kimselerin topraklarının üzerinden geçtik. Ġleride geçecekler de,
gelip, bizim toprağımızdan geçeceklerdir.
Yazık, yazık; gençlik faslı geçti. Hayatın oyun ile, eğlence ile geçti.
Yazık ki o can besleyen zaman üzerimizden Yemen ĢimĢeği gibi geçti.1
ġunu mu yiyeyim, bunu mu giyeyim sevdasından kurtulup da din kaygusuna düĢemedim.
Yazık, yazık; boĢ Ģeylerle uğraĢtım; Haktan uzak kaldım, gafil oldum!
Bir muallim bir çocuğa ne güzel söylemiĢ: ĠĢ yapmadın, zaman da geçti.
I- Bu ĢimĢek yağmuru müjdeler.
BOSTAN
281
ĠHTĠYARLIK ZÂFINDAN EVVEL GENÇLĠĞĠ GANĠMET SAYMAK HAKKINDA
Ey genç! Taat, ibâdet yolunu bugün tut; çünkü yann ihtiyar olursun. Ġhtiyarlardan ise gençlik
gelmez.
Gönlün rahat, gücün kuvvetin yerinde, meydan geniĢ; haydi Ģu topu çeliver.
Ben gençlik gününün kıymetini bilmedim. ġimdi bildim amma, elden çıkmıĢ bulunuyor.
Felek öyle günlerimi kaptı ki, her birisi Kadir gecesinden daha kıymetli idi.
Yük altındaki ihtiyar eĢek ne yapabilir. Sen geç git ki, yel ayaklı ata binmiĢsin.
Kırık kadehi ne kadar dikkatle kenetleseler, yine sağlamı kadar değeri olmaz. ġu kadar var ki, bir
kadeh düĢüp kırılacak olsa, iyi kötü onu kenetlemek lâzımdır.
Sana:
«- Kendini Ceyhun'a at!..» diye kim söyledi. Böyle olmakla beraber, düĢtüğün zaman kurtulmak
için çırpınmağa bak.
Elinde temiz su varken gafletle elinden çıkarmıĢsın. ġimdi abdest lâzım,$su yok. Çâre ne? Temiz
toprakla teyemmüm etmelisin.
KoĢu yarıĢına girdin, koĢuda birincilik kazanmasan da, düĢe kalka yürü..
Yel ayaklılar uçup gittilerse elsiz ayaksız gibi oturma.
Ey çok akıllı, hünerli kimse! Eğer akıllı isen sözüme kulak ver: Sadi'nin sözünü yerine getirecek
olursan, yüce feleği ayağın altına almıĢ olursun.
282
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
HĠKÂYE
Bir gece Feyd Çölü'nde uyku ayağımı bağladı. Yürümeğe kudretim kalmadı. Yattım, uyudum.
Uyurken korkunç bir halde deveci geldi, baĢıma deve yu-lariyle vurdu:
«- Kalk, ne yatıyorsun? Niçin kalkmıyorsun? Çan çaldı, duymadın mı? Yoksa burada ölmek mi
istiyorsun? Yolculara, kafileye nasıl yetiĢirsin? Deveci deve davulunu çaldı. Kafilenin bir ucu
konak yerine vardı. Bahtlı insanlar onlardır ki; davulcudan evvel kalkar, eĢyalarını bağlayıp
hazırlanır. Çabuk kalkanlar yol alır, baĢkalarını geçerler. Kervan gittikten sonra uyanmanın ne
faydası olur» dedi.
Birisi baharda arpa ekse, hasat çağında buğday alabilir mi?
Hey uyuyan kimse! ġimdi uyanman lâzımdır. Seni uykundan ölüm uyandıracak olursa, ne faydası
olur?
Yüzündeki gençlik yerine, ihtiyarlık geldi. Gecen gündüz oldu. Öyle ise gözlerini uykudan aç.
Ben, daha saçlarım ağarmağa baĢladığı gün hayattan ümidimi kestim.
Yazıklar olsun Ģu kıymetli ömür geçti, kalan Ģu birkaç nefes de geçecektir.
Geçen ömrüm heba olup gitti. Eğer çâresine bakmazsam kalanı da öyle geçecektir.
Eğer harman sahibi olmak istiyorsan zamanıdır durma. Tane ek, tımar et.
Kıyamet Ģehrine züğürt gitme. Gidip de hasretle bakınmadan ne çıkar?
Eğer aklının gözü varsa, gözünü karıncalar yemeden mezar için tedarikte bulun!.
Çocuğum, sermâyen varsa bir Ģey kazanabilirsin. Ser-
BOSTAN
283
mayeyi yiyecek olursan, artık kazanç kapısı kapanmıĢ olur.
ġimdi çalıĢ ki, su ancak kemerini geçiyor. Fakat sel suyu baĢından aĢtığı zaman bir Ģey yapamazsın.
ġimdi gözün varken, gözyaĢını yağdır. Ağzında dilin varken özrünü söyle, itiraf et.
Can, her vakit bedende bulunmaz, dil de her vakit ağızda dönmez.
Kusurundan dolayı özür beyan etmek lâzım ise, dilin dönerken beyat et.
Kabrinde Münkir, Nekirin dehĢetle soracakları soruların cevaplarını bilenlerden, bugün öğren!.
ġu aziz nefsini ganimet bil. KuĢsuz kafesin kıymeti olmaz. Ömrünü boĢ Ģeylerle geçirme! Fırsat ele
az geçer. Vakit ise keskin kılıçtır.
HĠKÂYE
Kazâ-yı ilâhî birisinin canının damarını kesti. Diğer bir kimse onun ölümünden dolayı yakasını
yırttı.
O kimsenin, feryadını iĢiten keskin akıllı, ileriyi görücü bi-
risi:
«- Eğer ölen kimsenin eli olsaydı sizin elinizden üstündeki kefeni yırtardı (mustarip olurdu). Derdi
ki: Benim için bu kadar kederlenmeyin, bu kadar üzülmeyin. Öldümse ne oldu? Sizden bir iki gün
evvel sefere çıktım. Sen de öleceksin! Bunu galiba unutuyorsun da benim için bu kadar
üzülüyorsun.»
Hakikati gören insan, bir meyyitin üzerine toprak atarken ona değil, kendi üzerine attığının farkına
varır, yüreği yanar.
Toprağa gömdüğün yavrucak için inleme! Çünkü o, temiz geldi, temiz gitti.
Sen kendini düĢün! Pâk geldin, sakın napâk gitmeyesin.
284
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
Eğer napâk gidecek olursan pek ayıp etmiĢ olursun.
KuĢun ayağını bağlamak lâzım ise, Ģimdi bağla, Kaçacak olursa, ipin ucu elinden gitmiĢ olur.
Sen hayatında çok kimselerin yerinde, yurdunda oturdun. Yarın da senin yerinde baĢka kimseler
oturacaktır.
Gerek pehlivan ol, gerek kılıç eri ol; Dünyadan ancak bir kefen götürebilirsin.
Yaban eĢeği kemendini koparacak olsa, bile, kum içine girdiği zaman ayağı bağlanır.
Senin de kuvvetin, kudretin; ayağın mezarın kumuna batıncaya kadar devam eder.
Bu çok yaĢlı Dünyaya gönül verme! Çünkü kubbenin üzerinde toz durmaz!
Dün geçti, yarın daha gelmedi. Hesabı yalnız Ģimdiki bir nefes üzerinde yapmağa bak.
HĠKÂYE
Cem ġah'm nazlı bir oğlu öldü. Onu ipekböceği ibi ibriĢimden bir kefene sardılar? Birkaç gün sonra
çocuğunun halini görmek, ona karĢı ağlamak, inlemek için Cem kabre girdi.
Baktı ki ipek kefeni çürümüĢ. Kendi kendine Ģöyle dedi:
«- Ben ipeği ipekböceğinden zorla almıĢtım. ġimdi o ipeği mezardaki böcekler çocuğumun
üzerinden zorla geri almıĢlar.»
Bir gün bir hanende rebap çalarak iki beyit okudu. Bu beyitler ciğerimi kebap etti.
Beyitler Ģunlardı:
«- Yazık yazık! Nice zaman güller bitecek, taze papatyalar açacak. Fakat biz bulunmıyacağız.
BOSTAN
285
Mevsimler gelip geçecek, biz ise toprak yahud kerpiç olacağız.
Bizden sonra gülistanlarda yer yer güller açacak, dostlar bir araya toplanıp oturacaklar.
HĠKÂYE
Âbid huylu, Hakka tapan ihtiyar birisinin eline bir altın kerpiç geçti. O kerpiç yüzünden aklı baĢı
sersem oldu, parlak gönlü bulanık bir renk aldı. Bütün gece Ģöyle düĢünüyordu: Bu bir hazinedir ki,
hayatımın sonuna kadar bitmez. Bundan sonra fakir halimden bahisle bir Ģey istemek için kimsenin
önünde eğilmem. Bir saray yaptırırım, zemini mermer döĢeli olsun, tavanının kiriĢleri ham öd
ağacından olsun. Ahbaplarım için ayrı bir oda yaptırırım, kapısı bahçeye açılsın.
Yama yama üstüne dikmekten âciz kaldım. Ocağın ha-raketi gözümü, beynimi yaktı. Artık
aĢçılarım yemek piĢirsin. Ruhumu rahat rahat besliyeyim. Bu katı keçe döĢek beni öldürdü. Bundan
sonra döĢeğimi, en birinci ipek kumaĢtan yaptıracağım.»
Hayâl kurmaktan münacat etmeğe, yalvarmağa, yemeğe içmeğe, namaz kılmağa vakti kalmadı.
Altın sevdasiyle sarhoĢ olmuĢtu. Bir yerde duramıyordu, nihayet Ģehir haricine çıktı.
Orada gördü ki; birisi mezardan toprak kazmıĢ, üzerine su koymuĢ, çamur yapmıĢ, o çamurdar
kerpiç (tuğla) dökmek istiyor.
Bu hali görünce ihtiyar düĢünceye vardı, kendi kendine: «- Ey kısa görüĢlü nefis, ibret al!.» dedi,
gönlünü neden bu altın kerpice bağladın? Bir gün senin toprağından da kerpiç yapacaklar. Hey
alçak nefis! Sen bu altın kerpiçten vazgeç! Ceyhun Nehri'nin önünü bir kerpiç ile bağlamak kabil
değildir.
m
286
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
Hırsın sonu yoktur. Sen kâr ve mal düĢünüyorsun. Halbuki ömür sermayesi pâyimal oluyor, haberin
yok.
Bu toprağın üzerine sabâ yeli kaç bin kere uğrıyacak, her zerremiz savrulup bir yere gidecektir.
Gaflet sürmesini gözünden temizle. Zira yarın toprağın gözüne sürme olacaksın!.
HĠKÂYE
Ġki kiĢi birbiriyle kava gedip duruyorlardı. Birbirine karĢı baĢları kaplan gibi kibirle dolu idi.
O kadar birbirlerini görmek istemezlerdi ki, sanki Gök kubbesi bunlara dar geliyordu.
Ecel birisinin baĢına asker gönderdi. Ömrü, hayatı, sona erdi.
DüĢmanının gönlü Ģad oldu. Bir zaman sonra onun kabrine uğradı. Baktı ki, hayatındaki saray gibi,
kabri de yaldızlanmıĢ, süslenmiĢtir. Çalımlı bir surette baĢ ucuna geldi ve kıs kıs güldü. Kendi
kendine Ģöyle dedi:
«- DüĢmanı öldükten sonra yaĢayıp, sevgilisiyle sarmaĢ dolaĢ olan kimse ne kadar bahtiyardır.
DüĢmanı öldükten sonra bir gün olsun yaĢıyan kimseye, o öldüğü zaman ağlamamak lâzımdır.»
Sonra o adam mezarın üzerinden bir tahta kaldırdı. Baktı ki, vaktiyle o taçlı olan baĢ, çukur içinde
toprakta yatıyor. Dünya'yı gören gözlerine topraklar dolmuĢ, Vücudu kabir zindanında küreğe
konulmuĢ. Gövdesi böceklere yemek, karıncalara yağma olmuĢ. Kemiklerinin içini topraklar öyle
tıkamıĢ ki, sanki fildiĢinden sürmeliğe tutya dolmuĢtu.
Feleğin devrinden bedre benziyen cemali hilâl olmuĢ; zamanın çevrinden selvi boyu hilal olmuĢtu.
1- Kürdan denilen diĢ karıĢtırılan âlet.
BOSTAN
287
Adamın içine meyyite karĢı o kadar merhamet geldi ki, toprağını gözünün yaĢiyle çamur etti.
Yaptığını, eski huyuna piĢman oldu. Emretti, mezar taĢına Ģunu yazdılar:
«-Kimsenin ölümüne sevinme! Zaman ondan sonra'seni de çok bırakmıyacaktır!»
Bu kıssayı iĢiten akıllı bir arif, hazin hazin söyleniyordu:
«- Ey kaadir Allah, Ģu meyyite düĢmanı bile acıdı, inledi, ağladı. Eğer sen buna merhamet
buyurmaz isen aklıma dokunur. Fakat Ģüphe etmem ki, merhamet buyuracaksın!»
Bir gün vücûdumuz da onlarınki gibi toprak olacak ve ona düĢmanlarımızın bile gönlü yanacaktır.
Bana düĢmanımın bile acıdığını gören dostum, belki acır. Evet, ergeç baĢımız öyle bir hale gelecek
ki, bu baĢta hiç göz yoktu diyeceklerdir.
HĠKÂYE
Bir gün bir toprak yığınına bir kazma vurdum. Kulağıma iniltili bir ses geldi. ġu sözler iĢitiliyordu:
«- Eğer kerem sahibi insan isen, kazmayı çok yavaĢ vur. Çünkü kazmanî' gözüme, kulak tozuma,
yüzüme, baĢıma vuruyorsun. Ben bir zaman Cihan'a sahip bir adamdım. ġimdi toprak oldum!»
HĠKÂYE
Bir gece sefer niyetiyle uyumuĢtum. Seher vakti kalktın, kervanın izine düĢtüm.
Yolda korkunç bir kasırga çıktı. Dünya kapkaranlık kesildi. Kafile içinde nazlı büyütülmüĢ, sefer
görmemiĢ bir kız çocuğu vardı. Bir havlu ile babasının yüzündeki tozlan si-
288
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
liyordu. Babası: «A benim nazlı, peri çehreli kızım!..» dedi, «beni çok sevdiğin için yüzüme toz
konduğunu istemiyorsun. Konarsa canın sıkılıyor. Fakat kızım bu toz hiçtir. Asıl toz, öldüğüm
zaman konacaktır. Hem de o kadar konacak ki, havlu ile temizlenmesi kabul olmıyacaktır!»
ArkadaĢ! Seni bu râ'nâ nefs azgın hayvan gibi mezar çukuruna kadar koĢarak götürür. Orada ecel
gelir. Ansızın üzengiyi koparır, bir daha dizgini geri çeviremezsin.
VAZ VE NASĠHAT HAKKINDA
Bu kervansaraya niçin gönül bağlıyalım ki, arkadaĢlar gittiler, biz de yoldayız.
Gönlünü Ģu Dünya güzeline verme! O kiminle biraz otur-duysa, gönlünü koparıp almıĢtır. Onun
vazifesi o kadardır.
Mademki insan lahit çöplüğünde uyuyacak, yüzüne konan tozlan ancak kıyamet günü
temizliyecektir. Öyle ise, Ģimdi baĢını gaflet yakasından çıkar ki, yarın utancından baĢın aĢağı
eğilmesin.
Seferden ġîraz'a geldiğin zaman yol tozundan baĢını, vücûdunu yıkarsın. Öyleyse ey günah tozuna,
toprağına bulaĢan kimse, bilmiĢ ol ki, yakında bilmediğin, iĢitmediğin bir Ģehire sefer edeceksin.
Bundan dolayı baĢtan göz çeĢmelerini akıt. Üzerinde toz, toprak, kir, pas namına ne varsa yıka,
temizle.
HĠKÂYE
Kabrine her zaman rahmet yağmuru yağsın; pederimin zamanından hatırımdadır: Pederim benim
için bir yazı tahtası, bir defter, bir de altın yüzük aldı. Sonra birisi bana bir hurma
BOSTAN 2 s*
veri. Onun yerine yüzüğü aldı.
Çocuk kısmı mazurdur. Tatlı bir Ģey mukabilinde elinden yüzüğü almak mümkündür. Fakat
arkadaĢ, sen büyük olduğun halde ömrün kıymetini bilmiyor, onu tatlı bir eğlenceye feda
ediyorsun.
Yarın kıyamet günü iyiler yüksek makamlara nail olur, yeryüzünden Ülker'e yükselirler. O zaman
senin çirkin âmellerin etrafını alır. BaĢın önünde kalır.
KardeĢ, kötü iĢlerden Ģimdiden utan ki, yarın iyilerin karĢısında mahcup olmıyasın.
Kıyamet günü herkese sözünden, iĢinden sorarlar. Ülülazim (azamet sahibi) peygamberlerin bile
korkudan vücudları titrer.
Bir yerde ki Peygamberler dehĢet içinde kalırlar, sen ne yapacaksın? Günahlarını ne ile mazur
göstereceksin, söyle!
Taate, ibâdete erlerden ziyade rağbet göstermiĢ olan kadınlar yarın ibadette kusurlu erleri geçerler.
Kadın senden ziyade kabul, Ģeref görürse, sen erkekliğinden utanmaz mısın?
Kadınlar kadınlık icabı bâzan namaz kılmazlar. Sende o da yoktur. O halde niçin taati bir tarafa
bırakıyorsun? Yürü hey kadınlara yetiĢmiyen insan, erlik lâfını etme.
Bu hususta benim gibi Ģâirin ne hükmü olur? Bakınız Hakim Unsurî ne demiĢtir:
Doğruluktan geçtin mi eğri olur. Kadına yetiĢmiyen er nasıl er olur.
Naz ile, safa ile nefsini besleme. Böyle yaparsan, düĢmanını kuvvetlendirmeğe çalıĢmıĢ olursun.
290
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
HĠKÂYE
Birisi bir kurt eniğini beslerdi. Enik büyüyünce efendisini paraladı. DüĢmanı böyle naz ile
beslersen, çaresiz ondan yara yersin.
ġeytan bizim hakkımızda:
«- Adem oğullarından kötü iĢten baĢka bir Ģey gelmez!..» diye bizi utandıracak Ģeyler söylemedi
miydi?
Feryat Ģu nefsimizdeki kötülüklerden. Korkuyorum ki, Ģeytanın hakkımızdaki zannı doğru
çıkacaktır. Halbuki mel'un Ģeytan, bizim kahrolmamızı istediği için Cenab-ı Hak onu bizim için
sürmüĢtü. ġimdi arımızdan nasıl baĢımızı kaldıralım ki; Ģeytan ile barıĢık, Cenab-ı Hak ile
kavgalıyız.
Sen yüzünü düĢmanına çevirirsen, dostun sana pek az bakar. Eğer dostunu seviyor, ondan istifade
etmek diliyorsan düĢmanın sözünü tutmamalısın.
DüĢman ile bir evde birlikte oturup kalkan kimse, dostuna yabancı kalmağı hoĢ görüyor demektir.
Bilmez misin ki bir yerde düĢmanın bulunduğunu haber alan kimse, o yere ayak basmaz.
Yusuf un muhabbetinden gönlünü kesip de kalp akça ile ne aslan gerektir. ' Eğer düĢmanın sana
fena gözle bakmamasını dilersen
dosttan dönme.
HĠKÂYE
Birisi bir padiĢaha serkeĢlik etti. PadiĢah da onu, düĢmanına teslim etti.
«- Al Ģunun kanını dök!..» dedi.
Zavallı adam, kinci düĢmanının elinde esir olduğu halde, in-
BOSTAN
291
liyerek, yanarak Ģöyle derdi:
«- Eğer ben dostumu kendime gücendirmeseydim, düĢman elinden cefa mı çekerdim? Dostunu
gücendiren insan kendi derisini düĢman tırnağiyle yırtmıĢ olacaktır.»
Sen dost ile bir gönüllü, bir sözlü, ol! Böyle olursan düĢmanın kökü dibinden kendi kendine çıkar.
Zannetmem ki; düĢmanı memnun etmek için düĢmanı gücendirmek gibi çirkin bir iĢ, iyi görülsün!.
HĠKÂYE
Birisi tezvir ile, hilekârlık ile halkın malını yerdi. Sonra meclisten veya sofradan kalkınca, Ģeytana
lanet savururdu.
Bir gün Ģeytan, karĢısına çıktı:
«- Senin gibi ahmak görmedim!..» dedi, «mademki benimle barıĢıksın. Her sözümü dinliyorsun, o
halde niçin bana lanet ediyorsun?»
Yazık, çirkin Ģeytanın emrini tutuyorsun. Sonra o fena iĢi defterine melek yazacaktır.
Yüreğin götürür mü, vicdanın razı olur mu ki, cehalet ve korkusuzluk yüzünden yaptığın pis iĢleri
temiz melekler yazsınlar. *!
ArkadaĢ! Sen iyi bir yol tut. Cenab-ı Hak ile barıĢ, bir de Ģefaatçi edin. GeçmiĢ günahların için de
özür dile.
Bu iĢleri çarçabuk yap, vakit geçirme. Yarına bırakma. Çünkü zamanın dönmesiyle peymânen
dolduğu zaman sana bir lâhza aman verilmez.
ġayet iyi iĢler yapmağa kudretin yoksa, bîçâreler, âcizler, gibi inliyerek el kaldır, Allaha yalvar.
Yaptığın fenalık ölçüsüz denilecek kadar olsa da, günahını ikrar ile tövbe edersen, kötülükten
kurtulmuĢ, iyi olmuĢ olur-
292
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
sun.
ġimdi mademki sulh kapısını açık görüyorsun, durma, sulh yap. Çünkü tövbe kapısı belki yarın
kapanır.
Çocuğum; günah yükünün altına girme. Çünkü yolculukta yük taĢıyanlar, âciz kalırlar.
îyi kimselerin yolundan git. Bu saadeti kim dilerse bulabilir. Lâkin bakıyorum ki, sen alçak
Ģeytanın kuyruğundan ayrılmıyorsun. Bilmem ki, iyilere ne zaman eriĢeceksin!
Peygamber efendimiz, Ģeriatinin geniĢ yolunda gidenlere Ģefaatçidir.
HĠKÂYE
Balçığa bulanmıĢ bir kimse, ters talihine canı sıkılarak, ĢaĢkınlıkla bir mescide girmek istedi.
Mescidin yanında bulunan birisi onu menetti:
«- Hey Allahtan bul!. Öyle temiz bir yere, böyle berbat bir elbise ile girilir mi?» dedi.
Onun girmek, bunun bırakmamak istemesi dikkatimi cel-betti. Derhal cenneti aklına getirdim.
Kendi kendime:
«- Yüce cennet temizdir, temizlerin yeridir. Orayı temizler ümit edebilir. Günah çamuruna
bulanmıĢ olanların orada ne iĢi var?» dedim.
Cenneti taat görenler alır. Kime altın, gümüĢ akça lâzım ise pazara mal götürür.
Eteğin zillet çamuriyle mülevves olmuĢsa, çabuk ırmağa git yıka! Bekleme, vakit geçirme. Çünkü
olur ki, ırmağı yukarıdan keserler.
Devlet kuĢu (insanın ömrü) bağını çekip uçtu, kaçtı deme. Çünkü henüz bağın ucu elindedir.
Geç kaldınsa çevik ol, çok koĢ! Çünkü dürüst gelen, geç
BOSTAN
293
gelmekten gam tutmaz!
Ecel senin istek elini henüz bağlamamıĢtır: Böyle olunca durma, Cenab-ı Hakkın dergâhına el
kaldır!.
Ey günah yapmıĢ da uyumuĢ kimse; uyan, kalk! Günahından özür dileyerek gözyaĢları dök.
Günahlarından dolayı çaresiz olarak yüzünden suyu dökülecektir. Öteki Dünya'da dökülmeden ise,
burada bu toprak üzerine dök!.
Arkandan kimse sana Ģefaatçi olamaz. Sen Ģefiini (Ģefaatçini) burada bul. Öyle bir Ģefi' bul ki,
yüzünün suyu se-ninkinden ziyâde olsun.
Cenabı Hak kahr ile beni kapısından sürecek olursa, büyüklerin ruhlarını Ģefaatçi getiririm.
HĠKÂYE
Aklımdadır: Çocuktum, bir bayram günü pederimle dıĢarı çıktım. Bakarak, eğlenerek insanlar ile
meĢgul oldum. Kalabalık içinde pederimi kaybettim. Canım sıkıldı, korktum, feryat ettim.
Pederim sesimi iĢitince koĢtu, geldi, kulağımı çekti: «- Seni yaramaz seni; sana kaç kere elimi
bırakma, demedim mi? Küçük çocuk yalnız gitmeği bilmez. Görülmiyen yola gitmek güçtür!..»
dedi.
Ey fakir, sen de çalıĢmada yol çocuğusun. Yürü, iyi erlerin yolunu tut. Alçak insanlarla düĢüp
kalkma. Yoksa hürmet ve Ģerefinden kaybedersin. Ġyilerin terkilerine yapıĢ! Arif olanlar istifade
etmekten sıkılmazlar.
Müridler küçük çocuklardan daha âcizdirler. ġeyhler ise sağlam duvarlara benzerler. Yeni yürüyen
çocuk duvarı tutarak yürür. Sen de yürümeği onlardan öğren.
294
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
Âbidler halkasına girenler fâsiklerin zincirlerinden kurtulurlar.
Eğer bir dileğin varsa bu halkaya yapıĢ. Sultan bile bu kapıdan müstağni olamaz.
Yürü, Sadi gibi baĢakçı ol ki; marifet harmanını elde edesin!.
Ey Allahın sevgili kulları; yarın Cenab-ı Hakk'ın mukaddes sofrasına oturmak için halinden utanan
dilencilerden yüz çevirmeyin. Bizim gibi uyuntuları kovmayın.
HĠKÂYE
Bir aptal yaz ayında ekinini harman etti. Aklından kıĢ düĢüncesini attı.
Bir gece sarhoĢ idi. Harmanın yanında ateĢ yaktı. AteĢ harmana sirayet etti, harman yandı. Bir
tanecik bile kurtulmadı. Harman yanınca, aptal baĢak toplamağa çıktı.
Tarlalarda baĢak toplıyan o serseriyi görenlerden birisi uĢağına:
«- ġu adam gibi bedbaht olmak istemezsen, delilik edip de harmanını yıkmıyasın!» dedi.
ArkadaĢ! Eğer ömrün kötülük içinde heba olup gitti ise, sen harmanını yakan o sersem adama
benzersin.
Koca harmanı yaktıktan sonra baĢakçılık etmek, rüsvayhktır.
A benim ruhum; adalete, dine, diyanete çalıĢ! îyi adlıhk harmanını yele verme.
Bir bedbaht bir musibet düĢerse, iyi bahtlılar ondan ibret alırlar. Sen cezaya uğramadan evvel af
kapısını çal. Çünkü dayak altında feryat etmenin faydası yoktur.
Yarın utanarak baĢının göğsünün üzerine eğilmemesi için
BOSTAN
295
bugün baĢını gaflet yakasından çıkarıver.
HĠKÂYE
Bir adam bir münasebetsiz iĢe devam ederdi. O iĢi ile meĢgul iken kazara köyün iyi huylu Ģeyhi ona
uğradı. Onu o iĢi üzerinde gördü.
Adam utandı. Ter dökmeğe baĢladı:
«- Yazık, köyün büyüğü yanında rezil oldum» diyordu.
Parlak fikirlik Ģeyh bu sözü iĢitince ona kızdı:
«-Hey delikanlı!..» dedi. «ĠĢittim ki benden utanmıĢsıa. Bu sözünü hoĢ görmedim. Hâzır ve nazır
olan Cenab-ı Hak'tan utanmayıp da benden utanmak, çok utanılacak bir harekettir. Bu hiç doğru
değildir. Sen akrabadan, yabancılardan utanıyorsun, âlâ... Fakat asıl Genab-ı Haktan utanmalısın.
BilmiĢ ol ki; Cenab-ı Hak'tan baĢka kimseden iyilik, rahat görmezsin: Öyle ise daima O'ndan
utanmalı ve rızâsını muhafaza etmelisin.»
t. HĠKÂYE
Züleyha bir gün aĢk Ģarabından sarhoĢ olmuĢtu. O gün Yusuf u mutlaka kendi arzusuna râm
edecekti. Mermerden bir putu vardı: Sabah akĢam yanından ayırmazdı: TaĢkınlık yapmak istiyor,
fakat puttan da utanıyordu. Bundan dolayı putun baĢını yüzünü örttü: Sonra Yusuf un üzerine kurt
gibi hücum etti.
Yusuf kaçtı, Züleyha arkasından koĢtu. Yusufun eteğini yakaladı, sımsıkı tuttu: Yusufun elini,
ayağını öptü:
«- Hey vefasız, merhametsiz, serkeĢ adam: kalbin çelikten midir? Kaçma, otur. Suratını asma,
ekĢitme. Kendine
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
sıkıntı verme!..» dedi.
Bunun üzerine Yusuf iki elini yüzüne tuttu, ağlamağa baĢladı:
«- Züleyha! Sen taĢtan yontulmuĢ bir puttan utandın. Put görmesin diye baĢını, yüzünü örttün. Ben
Cenab-ı Hak'tan utanmaz mıyım?» dedi.
Bir insan ömür sermayesini telef ettikten sonra, periĢan olmaktan ne fayda çıkar.
ġarabı yüz kızıllığı için içerler. Fakat neticede Ģarap içenlerin yüzü sarı olur.
Bir Özrün varsa bugün söyle. Çünkü yarın söyliyemezsin.
HĠKÂYE
Kedi bir temiz yeri kirletir; döner bakar, gözüne çirkin görünür. Onun için kirlettiği yeri toprak ile
örter.
Kedi hayvan olduğu halde öyle yapıyor. Sen insan iken çirkin Ģeylerden hicap duymuyorsun.
Yaptığın kötülükleri birisi görür diye düĢünmüyorsun.
Bir köle, farzet ki; efendisine karĢı birçok kabahat yapmıĢ korkusundan kaçmıĢ olsun. Bir zaman
dönmesi; sonra piĢman olup gelse, yalvarsa, tövbe etse; efendisi onu ne hapseder, ne de zincire
çeker. ĠĢte sana güzel bir misal.
Birisine karĢı kin tut ki, ya ona muhtaç olmıyasın yahud ondan nefret edesin.
ĠĢlerini Ģimdiden kendin hesap et. Kıyamet kopup da amel kâğıtlarının dağılmasına bırakma.
Bir kimse kötülük yapar; fakat burada iken kıyamet düĢünür, istiğfar edecek olursa, yapmamıĢ gibi
olur.
Aynaya karĢı ah çekilirse, ayna dumanlanır, kararır, iyi göstermez olur. Fakat gönül aynası böyle
değildir. O ah
BOSTAN
297
ettikçe parıltısı artar.
Adam, sana diyorum: Yarın kimseden korkmamak için bugün günahından korkmağa bak.
HĠKÂYE
HabeĢ memleketine yapayalnız gittim. Gönlüm rahat, hayatımdan memnun idim.
Bir gün gezerken yolda bir hapishaneye uğradım. Gördüm ki; birkaç zavallının ayaklarına zincir
vurmuĢlar. Bu hali görünce müteessir oldum. Kafesten kaçan kuĢ gibi, oradan kaçtım, çöl yolunu
tuttum.
Birisini o mahpusların niçin hapsedilmiĢ olduğunu sordum. Sorduğum adam Ģöyle cevap verdi:
«- Bunlar nasihat dinlemez, hakkı kabul etmez, hırsız, yol kesicileridir».
KardeĢ! Kimseye bir fenalığın dokunmadıktan sonra, Dünya polis dolsa, sana kimse bir Ģey
yapamaz.
Ġyi ad kazanmıĢ kimseye kimse leke süremez. Öyle ise, sen Allah tan Kork, beyden korkma!..»
Valinin eğer fenalığı yoksa, iĢinin divana refedilmesinden korkmaz.
Vali gösteriĢte afif, hakikatte hâin ise, hesap zamanında cesur olamaz.
Eğer ben hizmeti beğenilecek tarzda yaparsam, bozuk fikirli düĢmanı düĢünmem.
Eğer kul, kulluğa yakıĢacak surette çalıĢırsa, efendisi onu aziz tutar.
Bir kul, kullukta tenbel ise, silâhtarlıktan katırcılığa iner. Daima ileri gitmeğe bak ki, melekleri
gecesin. Sakın geri kalma, çünkü hayvanlardan daha aĢağı olursun.
, 298 ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
HĠKÂYE
Damgan Ģehrinin hâkimi birisini çevgân ile dövdü. Adamcağızı davul gibi bağırttı.
Adamcağız, dayak acısından sabaha kadar uyuyamadı. Bir âbid ona rastladı ve:
«- Gece subaĢıya gidip yanıp yakılsaydın, kabahat sebebiyle gündüz yüzünün suyu dökülmezdi!..»
dedi.
Geceleri dergâh-ı Ġlâhiye gönül yakınlığı ile yalvaranlar, yarın mahĢer gününde mahcup olmazlar.
Eğer sulh yapmak niyetin varsa, yapabilirsin. Kerîm olan Allah, özür dileyenlere kapısın
kapatmamıĢtır.
Eğer akıllı isen gündüz yaptığın günah için gece tövbe et, af dile.
Seni yoktan var eden Allah DüĢtüğün zaman, elini tutacaktır. Bunda ĢaĢılacak bir Ģey yoktur.
Eğer Allahın kulu isen, herĢeyi O'ndan dile. Eğer günahtan utanıyorsan, gözlerinden hasret suyunu
akıt.
Bu kapıya özür dileyerek kim gelirse, nedamet seli onun günahını temizleyecektir.
Günah için kim göz yaĢını dökerse, Cenab-ı Hak onun yüzü suyunu dökmez.
HĠKÂYE
San'an'da bir yavrucuğum vefat etti. Onun vefatı dolayısiyle baĢıma neler geldiğini nasıl anlatayım,
bilmem.
Yaratan Ajlah, Yusuf güzellikte birisini yaratmamıĢtır ki, kabir balığı onu Yunus diye yutmasın.
Bu bahçede yüce bir selvi yetiĢmemiĢtir ki, ecel yeli onu kökünden koparıp atmasın.
BOSTAN
299
Bir fidan otuz senede ağaç oluyor. Sonra hırçın bir rüzgâr geliyor, onu deviriyor.
Yerden güller bitmesine ĢaĢmayın. DüĢünün ki; bu yere nice gül endamlılar gömülmüĢtür.
Kendi kendime düĢündüm:
«- Küçük çocuk, temiz ve masum olarak öldü. Sen ey ihtiyar, hâlâ kirli ve günahkâr yaĢıyorsun.
Artık geber!..»
Çocuğumu gömdüm. Birkaç ay sonra dayanamadım, sevdam kabardı. ġaĢrrdım, kendimi
tutamadım. Kabrini açmak, boyunu boĢunu görmek istedim. Mezarının üstündeki uzun bir taĢı
kaldırdım. Daracık, karanlık kabri görünce üstüme, korkular geldi. Benzim attı. Aklım, fikrim
periĢan oldu, kendimi kaybettim.
Bu buhran geçip aklımı baĢıma topladığım zaman, sevimli çocuğumdan kulağıma Ģöyle bir ses
geldi:
«- Babacığım! Eğer bu karanlık yerden ürküyorsan, aklını baĢına al! Buraya ıĢık ile gel! Mezarda
geçecek gecelerin gündüz gibi olmasını istersen, Dünya'dan gelirken çerağ ile gel!..»
Bahçıvanların ne güzel bir duygusu var: Ah, bu yıl hurma ağaçları meyva tutmıyacaklar mı diye
titreĢirler. Buna mukabil bir takım kafasızlar, buğday ekmeden harman yığmak kuruntusunda
bulunurlar.
Sadi! Kim ağaç dikti ise, meyvayı o yedi, Kim tohum ekti ise, harmanı o yığdı.
/
ONUNCU BÖLÜM
MUNACAT ĠLE KĠTABIN BĠTMESĠ HAKKINDADIR
Gelin, cân-ü gönülden el kaldıralım ki, yarın toprak içinde kaldıramayız.
Hazan faslında ağaçları görmez misin? O sert soğuktan yapraksız kalınca, o boĢ ellerini göğe
kaldırır, niyazda bulunurlar. Cenab-ı Hak onları elleri boĢ göndermez. Allahın kazası, onlara bahar
hil'ati verir; kader kucaklarına meyvalar doldurur.
Allah kapısı asla kapanmıyan bir kapıdır. El açanların mahrum döneceğini zannetme.
Âbidler ibâdetlerini takdim ederler; âcizler niyazda bulunurlar. Ey âcizler, gelin o âcizleri okĢıyan
dergâhına çıplak kollar gibi el kaldıralım. Artık böyle yapraksız kalmıyalım.
Allahım! Bize kereminle bak. Bizden ancak günah vücûda geliyor. Hakir kulların Senin afvına
ümid bağlıyarak günah iĢliyorlar.
Ey cömert Allah, Senin rızkınla beslenmiĢiz. Senin lûtfuna, keremine alıĢmıĢız.
Dilenci kerem, lütuf gördükçe, nazı çekildikçe cömerdin arkasından ayrılmaz.
Bizi Dünya'da aziz kıldın. Öbür dünyada da böyle olmamızı umarız,
Ġnsanlara azizliği, horluğu Sen bağıĢlarsın! Senin aziz
302
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
kıldığ kimse, kimseden horluk görmez.
Ġlâhi! Ġzzetin hakkı için beni tahkir etme! Günahımın fenalığı sebebiyle beni mahcup etme.
BaĢıma benim gibisini musallat kılma! Ukubet çekmem lâzım ise, Senin elinle olsun!
Âlemde insanın kendi gibi birisinden cefa çekmesi kadar kötü bir Ģey olamaz.
Yarab! Ben Senin yüzünden utanıyorum; bu bana kâfidir. Beni artık baĢkalarının önünde
utandırma.
Eğer Senden baĢım üzerine bir gölge düĢerse, felek benim yükseldiğim merdivenin en alçak
basamağı olur; eğer bana taĢ ihsan edersen o taç baĢımı yükseltir.
Rabbim! Beni Sen kaldır. Beni kimse yere atmasın.
HĠKÂYE
Bir meczup, Harem-i ġerifte Cenab-ı Hakka münâcat ediyordu. Aklıma geldikçe hâlâ vücudum
titrer.
Gönlü yaralı meczup, münacatında yana yana Ģöyle diyordu:
«- Ġlâhî! Beni af buyur. Beni tahkir etme. Beni bırakma. Senden baĢka elimi tutan bulunmaz.
Ġster beni lütuf ile çağır, istersen beni kov! BaĢım Senin eĢiğinden baĢka bir yer bilmez.
Allahım! Bilirsin ki, ben âcizim, bîçâreyim. Nefsi emmârenin elinde zebunum. Nefsin pek azgındır.
Aklım onun dizginini çekemiyor. Nefis ile, Ģeytan ile kim baĢa çıkabiliyor. Karıncalar kaplanlarla
cengedebilir mi?
Yolunda giden erler hürmetine, bana da yol ver. Beni düĢmanlardan Sen sakla.
Ġlâhî, Zat-ı Ulûhiyetuı hürmetine, Ġlâhî eĢi, menendi
BOSTAN
303
olmıyana sıfatın hürmetine, Arafatta «Lebbeyk!.» çağıran hacılar hürmetine, Medine'de yatan
habibin Hazreti Muhammed (a.s.) hürmetine, yiğitlerin tekbirleri hürmetine, düĢmanı kadın sayan
gaziler hürmetine, temiz ihtiyarların ibâdetleri hürmetine, doğrulukla yetiĢen gençler hürmetine,
feryadımıza Sen yetiĢ; bizi son nefeste bire iki demekten Sen sakla!.
, Umarım ki; kendilerini gece gündüz taate verenler bizim gibi taatsizlere Ģefaat buyururlar.
Yarabbi! Temizler hakkı için bizi bulaĢıklıktan uzak tut!. Eğer bilmiyerek bir kusur yaptıksa, bizi
mazur gör.
Ġbâdetten beli iki kat olan, bununla beraber günahtan utanarak gözleri ayaklarına bakan ihtiyarlar
hürmetine gözümü saadet yüzüne bakmaktan, dilimi Ģehâdet getirmekten menetme! Yakîn cerağını
yoluma tut!. Kötülük yapmaktan elimi kısalt! Görülmeğe yaramıyan Ģeylerden gözümü çevir!
ġeriatçe makbul olmıyan Ģeyleri yapmak için bana kudret verme!.
Ben senin aĢkında durmuĢ bir zerreyim, hakirim, varlığımla yokluğum müsavidir. Senin lûtfun
GüneĢ'inden bana bir tel ıĢık elverir; görenler beni o ıĢık içinde görsünler.
Yarabbi! Âsi kullarına bak. Bakılacak, acınacak onlardır. Sen padiĢahsın, biz gedâyız. Senin bize
iltifatın kâfidir.
Yarab! Bana ceza verecek isen adaletine göre ver. Ameline göre verecek olursan inlerim, ağlarım,
vadin böyle değildi diye feryad ederim.
Yarab! Beni hakaretle kapıdan kovuna. Çünkü benim baĢka kapım yoktur.
Kapından cehaletle birkaç gün ayrıldımsa, nadim oldum. ġimdi geldim, yüzüme kapıyı kapama.
Yaptığım murdarlıktan dolayı acz ile baĢımı eğmekten baĢka bir özrüm yoktur.
Allahım! Sen zenginsin, ben fakirim. Bana günahımdan
304
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
dolayı ceza verme. Âdettir, zenginler fakirlere acırlar.
Zaaf halimden dolayı ağlasam da yeri vardır. Çünkü zayıf isem de, Efendim kavidir.
Yarabbi! Gafletle Ele s tü Bezmi'ndeki ahdi unuttum. Ne yapayım böyle oldu. Gayret eli kazaya ne
yapabilir?
Bizim tedbirimizin elinden ne gelir? ĠĢte bu nokta bize kusurumuzdan dolayı özür olarak kâfidir.
Ġlâhî, ben ne yaptımsa Sen yıktın. Efendiye karĢı kulun elinden ne gelir?
Ġlâhî, ben Senin hükmünden baĢ çekmiyorum. Fakat iraden ne ise o oluyor.»
HĠKÂYE
Bir gence birisi, «Çirkin!..» dedi. Genç, öyle bir cevap verdi ki, söyliyen ĢaĢırdı, kaldı.
Cevap Ģu idi:
«- Suretimi ben kendim yapmadım ki, beni fena yapmıĢsın diye ayıplıyorsun. Ben çirkin isem de,
güzel isem de sana ne? Esasen güzeli çirkini yaratan ben değilim ki!»
Ġlâhî, önce alnımıza yazılacak Ģeyleri yazmıĢsın. Ondan ne artık, ne de eksik olur.
Ġlâhî, Sen bilirsin ki, ben kaadir değilim. Kaadir Sensin! kim oluyorum.
Ġlâhî, eğer bana yol gösterirsen, iyiliğe kavuĢurum! Eğer beni reddedersen yoldan, yolculuktan geri
kalırım.
Cihanı yaratan Allah yardım etmezse, kul nasıl günahtan kaçar, ibadete koĢar?
BOSTAN HĠKÂYE
305
Bir derviĢ vardı. Nefsine hükmü geçmezdi. Geceleyin tövbe eder, seher vakti tövbesini bozardı.
Halini anlatmak için Ģöyle dedi:
«- Eğer tövbeyi Cenab-ı Hak ihsan ederse dürüst kalır; yoksa bizim kendiliğimizden tövbemiz
sebatsız ve gevĢektir.»
Ġlâhî, ulûhiyetin hakkı için gözümü bâtıldan çevir, nurun Ģerefine yarın beni nârda yakma!.
Miskinlikten yüzüm topraklara sürünmede, günahımın tozu göklere çıkmaktadır.
Ġlâhî, Sen rahmet yağmurunu yağdır. Yağmurun önünde toz kalmaz.
Cürmüm dolayısiyle mülk-i ilâhîde benim için bir yer yoktur. Fakat baĢka memlekete hangi ayakla
gireyim.
Ġlâhî, Sen sükût edenlerin kalblerinde ne varsa bilirsin. Yaralı gönüllere Sen merhem koyarsın.
HĠKÂYE
Ġhtiyar bir mecûsî bir odaya çekilmiĢ, kapıyı üzerine kapamıĢ, kimse ile görüĢmüyordu. Bunun bir
putu vardı. Vaktini hep onun hizmetine hasretmiĢti.
Birkaç sene sonra o kötü mezhepli mecûsiye yapılması lâzım bir iĢ zuhur etti.
Bîçâre mecushi puta koĢtu. Ġyilik ümit ederek maksuresinin toprağı üzerinde, putun önünde
yuvarlandı:
«- Hey put! Âciz kaldım, canım boğazıma geldi. Bana merhamet et, bana imdat et!» dedi.
Huzurunda birçok niyazlarda bulundu. Fakat iĢi yoluna girmedi.
3O«5
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
Put insanların mühim iĢlerini nasıl halledebilir ki, kendisinden sineği kovamaz.
Bunun üzerine mecûsî kızdı, putu tahkir etmeğe baĢladı: «- Bu kadar senedir sana taptım.
Yapılması mühim bir iĢim var. Yapmıyacak olursan beni bırak, Cenab-ı Haktan dilerim!.» dedi.
Mecusî daha putun karĢısında, yüzü toprakta iken, pâk olan Cenab-ı Hak onun muradını hâsıl etti.
Hakikatleri aramak, taramak ile meĢgul bir zat mecusînin içine hayrette kaldı, düĢünceye daldı. O,
kendi aklınca Ģöyle diyordu:
«- Bir sersem, âdi, bâtıla tapan, baĢı henüz puthâne Ģarabı ile sarhoĢ, gönlünü küfürden elini
hiyanetten yuvmamıĢ iken Cenab-ı Hak onun muradını verdi.»
ĠĢte o zat bu iĢin sırrını düĢünmekle meĢgul iken, gönlünün kulağına Ģöyle denildi:
«- O aklı eksik ihtiyar, putun önünde çok yalvardı. Fakat sözü makbule geçmedi, istediği
olmadı.Onun niyazı eğer bizim dergâhımızda kabul edilmeseydi, sanem ile Samed arasında ne fark
olurdu?».
Ey dost! Gönlünü Samed'e bağla ki; insanlar sanemden daha âcizdirler.
Eğer bu kapıya baĢ koyarsan, eli boĢ dönmek muhaldir.
Yarabbi! ĠĢimizde kusurlu geldik. Elimiz boĢ, fakat ümitli geldik.
HĠKÂYE
ĠĢittim ki, bir sarhoĢ, Ģarabın tesiriyle bir mescidin odasına girdi. Orada Cenab-ı Hakk'ın keremi
eĢiğinde inledi: «- Yarabbi! Beni Firdevsi Âlâya koy!» dedi.
BOSTAN
307
Bu hale vâkıf olan müezzin, sarhoĢun yakasından yakaladı: «- Ey akıldan, dinden gafil, senin
mescid ile ne münasebetin var. Sen ne amel iĢledin de, hacet diliyorsun. Bu çirkin yüze naz
yakıĢmaz!..» dedi.
SarhoĢ bu sözleri iĢitince ağladı, Ģöyle dedi: «- Müezzin efendi, ben sarhoĢum. Benden elini çek.
Bana ; dokunma, kalbimi kırma. Cenab-ı Hakk'ın lûtfuna günahkârlar da ümitlenirler. Bana
taaccüp mü ediyorsun. Benim sana sözüm yok, senden bir Ģey istemiyorum. Özrümü kabul et,
demiyorum. Tövbe kapısı açıktır. Cenab-ı Hak yardımcıdır. Cenab-ı Hakkın lûtfu o kadar
büyüktür ki, o büyüklüğünün yanında kendi günahımı büyük görmeğe utanıyorum.
Günahıma büyüklük veremiyorum.»
Birisi ihtiyarlık dolayısiyle ayaktan düĢerse, elinden tutmadıkça yerinden kalkamaz. ĠĢte ben o
ayaktan düĢmüĢ ihtiyarım. Ġlâhî, bana lütuf buyur, elimi tut! Bir dost bir dostun kusuruna vâkıf
olursa, onu akılsızdır diye herkese yayar, perdeyi yırtar. Bunun için biz birbirimizden korkarız.
Halbuki sen kabahatimizi, bütün günahlarımızı gördüğün halde, onları örtersin.
Kullar cehaletle asilik, serkeĢlik edecek olursa, efendileri onların kusurlarına bakmazlar.
Ġlâhî, eğer Sen kullarına gazap edip de günahlarına göre ceza verecek isen, teraziyi kaldır, hepsini
cehenneme gönder.
Ġlâhî, eğer Sen benim elimi tutarsan, eriĢeceğim yere eriĢirim. Eğer Sen beni bırakacak olursan
elimi kimse tutmaz, düĢtüğüm yerden kimse beni kaldırmaz.
Ġlâhî, eğer Sen bana yardım edersen, kimse karĢıma çıkamaz, sen beni kurtaracak olursan, beni
kimse yaka-lıyamaz.
MahĢerde insanlar iki fırka olacaktır? Bilmem ki; ben hangi fırkadan olacağım: Eğer sağ kol
fırkasından olursam yaĢarım.
308
ġEYH SÂDĠ-Î ġÎRAZÎ
Çünkü benden sol kol fırkasına yakıĢan iĢlerden baĢka bir Ģey sudur etmedi.
Zaman zaman gönlüm bana ümid veriyor:
«- Cenab-ı Hak ak saçtan utanır!..» diyor.
Ġlâhî, kulun Yusuf Peygamber birçok belâlar gördü, zindanlara girdi. Fakat derecesi yüksek, hükmü
revan olduğu vakit sureti gibi siretinin de güzelliği icabı olarak kardeĢlerinin fenalıklarına bakmadı.
Onların cüz'î paralarını onlara geri verdi, onları afvetti:
«-Size bugün serzeniĢ yoktur!..» dedi. Ben de bugün suçlu, sermayesiz olarak huzuruna geldim.
Senden af bekliyorum. Af buyur ey Aziz olan Allah.
Defteri benimkinden daha kara olan birisini kimse görmemiĢtir. Amel defterimde beğenilecek bir
iĢim yoktur.
Sana lâyık taatim, ibadetim yok. Aneak Senin lûtfuna güveniyorum. Senin afvına umutlanıyorum!..
Ġlâhî huzuruna sermâye getirmedim, ümid getirmedim. Allahım, beni afivden ümitsiz etme!...
BĠTTĠ

You might also like