Professional Documents
Culture Documents
A . A
fahrim er-razi
TEFSR KEBÎR
FÂ1ÎHLPL - GAYB
HUZUR
YAYNEV
HUZUR YAYINEV
Tefsir : 1/13
TK-ISBN 975-8666-14-2
ISBN 975-8666-27-4
STANBUL 2002
FAHRUDDIN ER-RA2I
TEFSÎR- KEBÎR
MEFÂTÎHU’L GAYE -
13. CLT
TERCÜME
Prof. Dr. Suat YILDIRIM • Prof.Dr. Lütfullah CEBEC
Prof. Dr. Sadk KILIÇ • Ör.Gör. C. Sadk DORU
“Ey kavmim, bundan dolay sizden hiç bir mal istemiyorum. Benim
mükâfaatm ancak Allah’tandr ve ben iman edenleri kovacak da deilim.
Çünkü onlar muhakkak ki Rablerine kavuacaklardr. Ancak ben sizi cahillik
eder bir topluluk görüyorum. Ey kavmim, ben onlar kovarsam Allah'a kar
bana kim yardm eder, hiç düünmez misiniz ? Ben size, "Allah’n hâzineleri
benim yanmdadr” demiyorum. Ben gayb bilmem. “Ben bir meleim" de
demiyorum. Bununla beraber gözlerinizin hor gördüü kimseler hakknda,
“Allah onlara kesinlikte bir hayr vermez” de diyemem. Allah onlarn
içlerindekini en iyi bilendir. (Eer onlar tardedersem), o takdirde gerçekten,
zalimlerden olmu olurum”
(Hûd. 29-31).
Birinci ekil: Hz. Nuh (a. s) “Ben, risalet davasn tebli etmeme karlk mal
istemiyorum ki, icâbetedecek (davetime cevap verecek) kimsenin fakir veya zengin
olmas sebebi ile durum deisin. Benim, zor olan bu taata karlk ücretim, âlemlerin
Raboine aittir’’ demitir. Durum böyle olunca, onlar ister fakir ister zengin olsunlar,
teblie kar durumlar deimez.
kinci ekil: Hz. Nûh öyle demektedir: “Siz, iin zâhirine
(a. s) onlara sanki
baktnzda, beni fakir görüyorsunuz ve bundan dolay da benim, ancak elinizden
malnz almak için bu ile megul olduumu sanyorsunuz. Bu zan, sizin bir
hatanzdr. Çünkü ben, risaleti tebliime karlk sizden hiçbir ücret istemiyorum.
Benim mükâfaatm ancak, alemlerin Rabbinden olacaktr. Öyleyse, bu yanl zannnz
sebebiyle, kendinizi dini (uhrevi) mutluluktan mahrum etmeyiniz."
Üçüncü ekil: Onlar, “Sen de bizim gibi bir insansn. Sizin bize kar bir
üstünlüünüzü de görmüyoruz demilerdi. te bunun üzerine Nûh (a. s), Hak
Teâlâ'nn kendisine, onlardan üstün olmasn salayan pek çok ey verdiini; ite
bundan ötürü dünya peinde komadn; vazifesinin ancak din peinde komak
olduunu; dünyadan yüz çevirip, ona iltifat etmemenin de, -herkesin üzerinde ittifak
ettii gibi-, faziletlerin en belli ballarndan olduunu söylemitir. Belki de Nûh (a.s)’un
delildir. Çünkü bu, onlarn sanki “Eer sana kavmin ileri gelenleri uymu olsalard,
biz de sana uyar, yolunca giderdik” demi olduklarnn delilidir.
Allah’a kar bana kim yardm eder?” demitir. Bu “Akl ve eriat, mü’min, muttaki
ve iyi kimseye saygnn, deer vermenin; fâcir ve kâfir kimseyi de hor ve hakir
klmann, onlara deer vermemenin gerektii hususunda mutabktr (ittifak halindedir).
Eer bu durumda kaziyyeyi, ters yüz eder ve kâfir fâciri, sayg ile yakn klp; mü’min
muttakîyi hor ve hakir klma yoluyla kovarsam,, Allah’n emrinin ve.hükmünün aksine
hareket etmi olurum ve bu hükmümde (davranmda), Allah’n, hakedenlere sevab
ve mükâfaat, bâtl ehline de cezâ verilmesi emrinin zddn yapm olurum. O zaman
da büyük bir cezay haketmi olurum. Böyle olunca Allah’a kar bana kim yardm
edebilir ve beni Allah’n azabndan kim kurtarr?- Hiç düünüp de anlamaz msnz
ki, bu uygun deildir” demektir.
Hz. Nûh (a.s) bu izahn, üçüncü bir vecih ile te’kid etmi ve “ Ben size, “Allah’n
hâzineleri benim yanmdadr” demiyorum” demitir. Bu, “Sizden böyle bir ücret
istemediim gibi, mala veya mal ile ilgili,mal almak veya mal vermek gibi bir gayeye
sahip olduumu iddiâ da etmiyorum. Ben gayb da bilmem ki, bu bilgi sayesinde
kendim ve tâbî olanlarm için istediim eylere ulaaym. Yine ben, bir melek
olduumu da söylemiyorum ki bu yüzden size kar büyükleneyim. Aksine benim
yolum, huzû ve tevâzûdur. Durumu ve yolu böyle olan, fakir fukaraya karmaktan
kibirlenmez, geri durmaz, hep emîrlerie sultanlarla oturup kalkmay istemez. Bu
kimsenin ii, dini istemek; sireti (ahlâk) da, mütevâzî ve huûlu kimselerle oturup
kalkmak, onlarla neir olmaktr. Benim yolum da, fakir fukarayla har neir
har
olmay gerektirdiine göre, siz nasl bunu benim için bir ayp sayarsnz?” demektir.
Hz. Nûh beyân ettii bu hususu, dördünci bir yol ile te’kid ederek, “Bununla
(a.s)
beraber, gözlerinizin hor gördüü kimseler hakknda, “Allah onlara kesinlikle bir
hayr vermez” de diyemem” buyurmutur. Bu, sanki onlarn Hz. Nûh’a, fakirlik ve
zillet ile birlikte uyulmasn münâfklk saydklarna delâlet eder gibidir. Bundan dolay
O, “Ben, bunu söyleyemem. Çünkü bu, gayb cinsinden bir husustur. Gayb ise ancak
Allah bilebilir. Dolaysyla,olabilir ki onlarn içleri - dlar bir olur ve Allah onlara âhiret
mülkünü verir, böylece de ben, haber verdiim hususta yalanc olmu olurum. Demek
ki eer
ben böyle yaparsam, hem kendime zulmedenlerden, Allah onlara âhirette
hayr vermi olduu halde, onlarda hiçbir hayr olmadn söylemi olacam için,
hem de onlara zulmetmi olanlardan olurum” demitir.
s / ., ait TEFSÎR-t KEBÎR
b) Tam ilim. Buna da, “Gayb da bilmem” sözü ile iaret etmitir.
c) Tam mükemmel bir kudret. Kudret ve kuvvet itibar ile meleklerin, mahlûkatn
ve
en kuvvetlileri olduu akllarmza yerlemitir. te Hz. Nûh (a.s), “Ben, bir meleim”
de demiyorum ” sözü ile de buna iâret etmitir. Bu üç hususun zikredilmesinden
maksad, unu ortaya koymaktr: "yi biliniz ki benim yanmda, bu üç mertebeden
ancak, beerî kuvvete ve nsanî tâkata uygun düen miktar var. Mutlak kemâle
gelince: ben onu asla iddiâ etmiyorum.” Durum böyle olunca, Hz. Nûh (a.s)'un, “Ben
bir meleim” de demiyorum” ifadesinin, meleklerin insanlardan daha mükemmel
olduuna delâlet ettii ortaya çkm olur. Hem bu sözü, onlarn ileri sürdükleri
üpheye bir cevap klmak da mümkündür. Zira onlar, Nûh (a.s)’a tâbi olanlar fakirlikle
ta’n etmilerdi. Bunun üzerine de Nûh (a.s), “Ben size “Allah’n hâzineleri benim
yanmdadr” demiyorum ki, onlar zengin yapaym!” demiti. Yine onlar, Hz. Nûh’a
tâbi olanlar münâfklkla itham etmilerdi. Bunun üzerine de Nûh (a.s), “Ben
gayb bilmem., ki onlarn içlerinin durumunu bileyim!.. Durumlar ancak, zahire
göre deerlendirilir “ demitir.Yine onlar, onlar, olmas gerektii gibi
birtakm fiilleri
yapmadklarn söyleyerek tenkit etmilerdi. Bunun üzerine de Nûh (a.s), “Ben bir
meleim” de demiyorum ki böylece, bütün ehvanî ve nefsanî arzu ve isteklerden
uzak ve berî olaym!..” demiti.
etmek için, fakir kimseleri huzurundan kovmutu. Bunun üzerine de Cenâb- Hak,
12. Cüz. HÛD SÛRES 11/32-34 13. Clll / 9
“Sabah akam, Rablerine, srf O’nun cemâlini dileyerek, duâ edenleri huzurundan
kovma...” (En'&m, 52 buyurarak, onu azarlamtr. Bu da, Hz. Muhammed (s.a.s)’in
)
yardm eder?” ifadesi manasz olurdu. Bil ki bu istidlâl, Mu’tezile’nin, tpk, UJJ yL\j \
“Dediler ki: “Ey Nûh, bizimle cidden uratn. Bizimle olan bu mücadelende
ileri de gittin. Eer sen doru söyleyen kimselerden isen, bizi tehdit edip
durduun azab haydi getir bize!” (Nûh da): “Dilerse onu size ancak Allah
getirif. Siz (onu) âciz brakabilecekler deilsiniz” dedi. Eer Allah sizi helâk
etmeyi dilemise, ben sizin iyiliinizi arzu etmi olsam bu nasihatim
bile, size
fayda vermez. O, sizin Rabbinizdir ve nihayet ancak C’na
döndürüleceksiniz”
(Hûd. 32-34).
m ”
UJüjr & j£\» “Ey Nûh, bizimle cidden uratn. Bizimle olan bu mücadelende ileri de
git: ..." demilerdir ki bu, Hz. Nûh (a.s)’un onlarla çok megul olduuna delâlet
eder. Bu mücâdele ancak nübüvvet ve meâdi isbât hususunda olmutur ki
tevhîd,
bu da, delilleri izah etme, üpheleri ortadan 'kaldrma hususunda mücadele etmenin,
peygamberlerin sanat; takild, cehâlet ve bâtlda srar etmenin de kâfirlerin sanat
olduuna delâlet etmektedir.
2) Onlar, Hz. Nûh’un kendisiyle kendilerini tehdit etmekte olduu o azâbn hemen
“
gelmesini isteyerek jji lUl ja cJT il UJuî U. ÜJli Eersen doru söyleyen kimse-
lerden isen, bizi tehdit edip durduun azab haydi getir bize!” demilerdir. Nûh (a. s)
da, benu doru bir cevapla cevaplayarak Uj ili il iill jJiLjlj UÎI
“Dilerse onu size ancak Allah getirir. Siz O’nu aciz brakabilecekler deilsiniz...”
demitir ki bu, “Azâb getirme ii, bana ait deildir. O, Allah’n yapaca bir itir.
Binâenaleyh, O onu, isterse, istedii gibi yapar. O, azab indirmeyi istediinde, hiç
kimse O’nu acze düüremez. Yani, O’nun azâb indirmesine mâni olamaz..."
demektir. “Mu’ciz" bakasnn istediini imkânsz hale getirmek için, kendi
nezdindekini yapan kimsedir. Binâenaleyh bu kimse, ‘‘Onu acze düürdü, âciz
brakt’ diye vasfedilir. O halde, Cenâb- Hakk’n, jjjpyküj Uj buyruunun manas,
“Sizin,O'nun katindakini yapma imkânnz yoktur. Binâenaleyh, eer üzerinize azab
indirmeyi isterse, Allah’n dilemi olduu azâb indirmesi imkânsz olmaz...” eklinde
olur. Bu ifâdenin mânasnn:
a) “Sîzler, mâni olamazsnz";
Bil ki Nûh (a. s), onlarn üphelerine cevap verince, sözünü kesin bir ifâdeyle
bitirerek, J' Oi *&. Vj “..ben sizin iyiliinizi arzu etmi olsam
bile,bu nasihatim size fayda vermez... demitir. Yani, “Eer Allah sizi saptrmay
istemise, benim nasihatim kesinlikle size fayda vermez...” demektir. Alimlerimiz,
bu ayetle, Allahu Teââlâ’nn bazan, kulundan küfrü irade ettii ve O, ondan bunu
dilediinde de, o kuldan imann sâdr olmasnn imkânsz olduu hususunda istidlâl
ederek öyle demilerdir: “Nûh (a.s), “Eer Allah sizi saptrmay dilemise, ben sizin
1
iyiliinizi arzu etmi olsam bile, bu nasihatim size fayda vermez...” demitir
bu ki,
kelamn takdiri, “Eer Allah sizi saptrmay ve dalâlete düürmeyi istemise, benim
nasihatim fayda vermez...” demektir. Bu da, bizim görüümüz lehinde olan açk bir
ifâdedir.”
Mutezile ise öyle demitir: Ayetin zahiri, Allah Teâlâ’nn, kâfirleri saptrmay
istediinde, peygamberinin nasihatinin fayda vermeyeceine delâlet etmektedir ki,
bu bizce de müsellemdir. Zira biz biliyoruz ki Allah bir kulunu saptrmak istediinde,
o kuluna nasihat edenlerin nasihati fayda vermez. Fakat, “Siz niçin, “Allah bu
saptrmay istemitir” diyorsunuz? Zira münakaa ancak hu husustadr. Aksine biz
diyoruz ki, Nûh (a.s) bu sözü ancak, Allah onlar saptrmadna, aksine tercihi onlara
braktna delâlet etsin diye zikretmitir. Bunu u iki ekilde -izah edebilirizr
1) Nûh (a.s), Allah'n kullarn saptrmak istedii zaman, onun nasihatinin herhangi
bir faydas olamayacan beyan buyurmutur. Binâenaleyh, onun nasihatnda
herhangi bir fayda olmasayd, Allah, Nûh (a.s)’a, kâfirlere nasihat etmesini
emretmezdi. Halbuki müslümanlar Nûh (a.s)’un, kâfirleri dine davet etmekle ve onlara
nasihat etmekle görevli olduu hususunda ittifak etmilerdir. Böylece, bu nasihatin
faydadan hâlî olmadn anlam oluyoruz. Nasihat faydadan hâlî olmaynca, Allah
Teâlâ’nn onlar saptrmadna kesinkes hükmetmek gerekir. Öyleyse bu, ite bu
açdan bizim lehimize bir delil olmu olur.
Nûh (a.s)’a “Sen, Allah’n bizi saptrmas halinde, senin nasihatinin ve bizim
gayretimizin herhangi bir faydasnn bulunamyacan kabul ettin. halde sen, u
Allah’n bizi saptrmadn iddia etmekle bizi mazur klm oldun. Öyleyse, bu daveti
kabul etmemiz gerekmez” derler. Böylece durum, ayet kar tarafn demi olduu
gibi olsayd bu, kâfirlerin lehine, Hz. Nûh’un da aleyhine bir hüccet olmu olurdu.
olduunu söylüyorlard. te bundan dolay Hz. Nûh (a.s), eer durum onlarn dedii
gibi ise, nasihatinin onlara fayda veremeyeceini söylemitir. Bunun misali bir
azgnlna
air de
mukabil, kendisini
Uftf
^
knayandan baka
^ yi
bir
y]
ey
“Kim azgnlk yaparsa,
elde edemeyecektir
demitir.
4) O kimse, küfründe devam edip onda srar edince, Allah lütuflarn ondan kesmi
ve onu kendi bana brakmtr. Dolaysyla bu durum, Cenâb- Hakk’n o kimseyi
saptrmak istemesine benzer bir haldir. te bundan dolay, “Allah, onu saptrd”
denilmesi güzel ve yerinde olmu olur.”
Bil ki Nûh (a.s), bütün bunlar izah edince, öy* ') 15yj y ‘O, sizin Rabbinizdir.
Ve nihayet ancak Ona döndürüleceksiniz” demitir. Bu, tehdidin doruk noktasdr.
Yani, “O, sizi yaratan, sizi terbiye eden, ölümden önce ve ölüm esnasnda, sizin
zâtve sfatlarnzda tasarruf sahibi olan ve ölümünüzden sonra da kendisine
varacanz ilâhnzdr” demektir. te bu üslup sakndrmann en ileri derecesini ifâde
eder.
TEFSlR-t KEBÎR
"
Nûh'a u hakikat vahyolundu: “Kavminden gerçek iman etmi
olanlardan bakas aslâ iman etmeyecekler. O halde ileyegeldikleri eyden
”
tasalanma
(Hûd, 36).
BRNC MESELE gelince, Hz. Nûh (a.s), kavmine bedduâ ederek: “Yâ
Rabbi, yeryüzünde kâfirlerden yurt tutan hiçbir kimse
brakma!” { Nûh, 26) demitir.
brakma!” eklindeki sözüne gelince bu, Hz. Nuh’un bunu, ancak, onlarn Allah’n
kullarn saptrdklarn ve onlarn dourduklarnn da sadece öz günahkâr ve kâfir
olduklarn bildii için, istemi olduuna delâlet eder ki, bu da, bu hükmün, bu ki
lletin toplamna göre verilmi olduuna delâlet eder. Yine bu ifâdede, bu iki illetin
Doruya en yakn olan öyle denilmesidir: Nûh (a. s), onlarn iman etmelerini ar
bir biçimde arzulad için Rabbinden onlar brakmasn, imha etmemesini istemiti.
Bunun üzerine de Rabbi ona, kalbinde bulunan o arzuyu silmek için, onlardan hiç
kimsenin iman etmeyeceini bildirmiti. te bundan dolay Cenâb- Hak, “O halde,
ileyegeldikleri eyden tasalanma” buyurmutur. Bu, “Bundan dolay üzülme ve
bunda bir zillet olduunu sanma. Zira, kendisine tutunanlarn says az olsa dahi din
azizdir. Kendisini ileri sürenlerin says çok olsa dahi, batl, zelil ve hakirdir” demektir.
(Hûd, 37).
“
Bil k, Cenâb- Hakk’n, bir önceki ayetteki, kavminden gerçek iman etmi
10 t 13. tlll
TEFSÎR-I KEBÎR
olanlardan bakas asla iman etmeyecektir ”(Hûd. 36) beyan, O’nun, onlar helâk
edeceini, azâba duçar klacan Nûh olduunu gösterir. Ama bu,
(a.s)’a bildirmi
ayn zamanda, Allah’n onlara çeitli azabla azab edeceine ihtimali olan bir ifadedir
de. Böylece Allah Teâlâ, Hz. Nûh (a.s)'a, kendisine iman etmeyenlere, boma azab
ile azab edeceini bildirmitir. Boulmaktan kurtulmann yolu
gemi yapmak olunca,
pek yerinde olarak Cenâb- Allah da Nûh (a.s)’a gemi yapp onu hazrlamasn
emretmitir. Bunun üzerine Allah Teâlâ, Hz.Nûh’a bu gemiyi kularn göüs kafesi
biçiminde yapmasn emretmitir.
Buna göre ayet, “Cenâb- Hakk'n, iAâJi “gemi yap” emrinin vücub mu,
yoksa ibâha ifade eden bir emir mi olduu” sorulursa, biz deriz ki:
Daha zahir olan, bunun vücub ifâde eden biremir olmasdr; zira Hz. Nûh’un
hem cann, hem de bakalarnn cann
kendi bu helâktan korumasnn yolu, ancak
budur. Can, helâk olmaktan korumak ise, vâcibtir. Vâcibi gerçekletirmeye vesile
olan ey de vâcibtir. Bu emrin, vücub ifade eden bir emir olmayp, aksine ibâha ifade
eden bir emir olmas da muhtemeldir. Bu durumda bu, insann, oturup içinde ikâmet
edebilmesi gayesiyle kendisine bir ev, bir yurt edinmesi gibidir.
a) Bu ifade, Allah Teâlâ’nn pekçok gözü olmasn iktiza eder ki, bu durumda bu,
(Tâhâ, 39) buyruunun zahirine ters düer.
eder. Bu da, “bçak ile kestim”, “kalem ile yazdm” denilmesi gibi olur. Halbuki,
“o gözler ile yaptm” denilmesi bâtl ve yanltr.
ayn (göz)dür; onun hallerini aratrmak ve gözünü ondan hiç ayrmamak üzere
görevlendirilmitir” denilmesi kabilindendir. (Yani göz mecazi olarak “nezaretçi”
manasnda kullanlmtr.)
2) Bir eye çok itinâ gösterirse, gözünü onun üzerine diker. Binâenaleyh,
kimse bir
gözü bir eye dikmek, o eye çok ihtiyat ve itina göstermenin bir sebebi olunca, bu
ifâdedeki “ayn, ifâdesi, ihtiyât ve itinâdan bir kinaye olmu olur. te bundan
”
dolay müfessirler, bunun manasnn, "Bizim, seni tpk, görüp ve seni kötülükleri
def edebilen kimsenin korumas tarznda olan bir korumayla gemiyi yap!” eklinde
olduunu söylemilerdir. Netice olarak denilebilir ki: Hz. Nûh (a.s)’un gemiyi yapmaya
yönelmesi u iki eye balanmtr:
a) Dümanlarnn, onun o iine mâni olamaylar.
b) Onun, geminin nasl yaplacan ve kötülüü ve erri kendisinden nasl
giderebileceini bilmesi. Cenâb- Hakk’n UJ-jj “vahyimiz ile” tabiri, Allah Teâlâ’nn
nasl yapacan vahyettiine bir iarettir. Böyle olmas halindedir ki, ancak bundan
bir netice elde edilebilir.
“
Cenâb- Hakk’n öyjü Yj Zulmedenler hakknda
hana hiçbir ey söyleme. Çünkü onlar suda boulacaklardr buyruuna gelince,
bu hususta u izahlar yaplabilir:
a) Bu, "Benden, onlardan azabm geciktirmemi isteme, zira ben, onlar hakknda
hükmümü verdim...” demektir. Nûh (a.s) bunu anlaynca, ite bundan sonra kavmine
bedduâ ederek, “Ya Rabbi, yeryüzünde kâfirlerden yurt tutan hiçbir kimse
brakma!..” (Nuh, 26) demitir.
belirtmilerdir:
Geminin Baz Vasflan 1) Nûh (a.s), o gemiyi iki senede yapt. Bunun dört senede
yapld da ileri .sürülmütür. Ve yine o geminin
uzunluunun üçyüz zirâ’, eninin elli zira’ olduu belirtildii gibi, onun yukarya doru,
Bil ki bu gibi konular benim houma gitmiyor. Çünkü bunlar bilinmesine kesinlikle
ihtiyaçolmayan ve bilinmesinde fayda da bulunmayan eylerdir. Dolaysyla, böyle
konulara dalmak lüzumsuz eylerden olur. Hele hele ortada doru olan gösteren
herhangibif belge olmazsa. Bizim bildiimiz, o geminin, Hz. Nûh (a.s)’un kavminin
mü’minlerini, ihtiyaç duyduklar eyleri ve her hayvandan bir çifti alacak kadar geni
olmasdr. Çünkü bu kadar bilgi Kur'ân’da zikredilmitir. Fakat bunun dnda kalan
hususlar Kur’ân’da zikredilmemitir.
t
*
k
1) Onlar, "Ey Nûh, sen Allah’n peygamberi olduunu iddia ediyordun; ama imdi
marangozlua baladn" diyorlard.
2) Eer sen, iddianda doru olsaydn, tanrn seni bu zor ve güç iten müstani
Klar, böylesine yorulmana ihtiyaç brakmazd" diyorlard.
3) Onlar daha önce hiç gemi görmemi ve ondan nasl istifâde edileceini
bilmiyorlard. te bundan dolay gemiye ayor ve Hz. Nuh’la alay ediyorla.d.
4) O gemi gerçekten çok büyüktü ve Hz. Nûh (a. s) onu sudan çok uzak bir yerde
yapyordu. Onlar, bundan ötürü, “burada su yok ve senin onu büyük nehirlere,
denizlere taman mümkün deil” diyorlar ve bunu bir nevî aklszlk ve delilik
ayyorlard.
5) Hz. Nûh'un kavmi içindeki ömrü uzayp, bu müddet zarfnda onlar boulma
azab ile inzâr edince ve onlar da buna
emare ve iaret dair hiçbir görüp müâhede
edemeyince, zann- galiblerince, Hz. Nûh (a.s)’un bu sözünde yalanc olduuna
hükmettiler. Bu sebeble de, Hz. Nûh (a.s) gemi yapmaya balaynca, onunla alay
ettiler. zah edilen bütün bu hususlar ihtimal dahilindedir.
" Eer bizimle alay ederseniz, biz de sizinle, bu alay ettiiniz gibi, alay edeceiz”
dediini nakletmitir. Bu ifade ile ilgili olarak u izahlar yaplmtr:
1) Kelamn.takdiri, "Eer siz bizimle u anda eleniyor iseniz, banza dünyada
boulma belas, de zelil ve rüsvay olma hadisesi geldii zaman,
ahirette biz de sizinle
aynen sizin elendiiniz gibi, sizinle alay edeceiz” eklindedir.
3) Eer siz, bizim câhil olduumuzu söylüyorsanz, bilin ki biz de sizin câhil
olduunuzu söylüyoruz. Hem sonra sizin cehâletiniz daha çok ve daha ileridir. Çünkü
siz, tpk çocuklarn ve câhillerin yapt gibi, iin gerçeini bilmeyip, durumun zâhirine
mdi, "Alay ve istihza günahtr. Öyleyse bunu yapmak, peygamberlere nasl uygun
düer?” denilirse, biz deriz ki: "Allah Teâlâ, alaya karlk vermeyi, mukabele etmeyi
"alay etme ” diye ifâde etmitir. Bu tpk Allah Tealâ’nn “Kötülüün karl ona
denk bir kötülüktür” ( urâ, 40) ayetinde olduu gibidir.
1) Yani burada yaplan alay ve kötülüün karln, layk olduu cezay verme söz konusudur ve bu
müakele denilen san'at kullanlarak, mahiyet farkl olduu halde ayn k »lime
kötülük deildir. Fakat
kullanlmtr. (Ç)-
tu r u. v.111 TEFSlR-1 KEBÎR
(
Cenâb- Hak,
bileceksiniz)”\ yani
^ ^ J**ij “Daimi azabn da kimin
“o azabn, devaml olarak, kime musallat
bana
olacan
geleceini
görüp
anlayacaksnz...” buyurmutur.
s + * * + \
0^ j* \\*j Üyh\*~sc
“Nihayet emrimiz gelip de frn kaynad zaman, dedik ki: “Her birinden
ikier çift ile, aleyhinde söz geçmi (helakleri takdir edilmi) olanlar müstesnâ,
Sileni ve iman edenleri, içine yükle. ” Zaten onun yanndaki az sayda
insandan bakas da iman etmemiti”
(Hûd, 40).
kinci görüe göre, ayetteki “tennûr” ile, ekmek piirilen tandr kastedilmemitir.
Bu görüe göre, tennûr hakknda çeitli izahlar yaplmtr:
1) fkrmaya balad” manasndadr. Nitekim Cenâb- Hak,
Bu, “yeryüzünden su
“Biz de göün kaplarn açp, arl arl su akttk. Yeri de kaynaklar halinde
fkrttk. (Her iki) su, ezelde takdir edilmi bir emr üzerinde birleiverdi" (Kamer,*
n- 12) buyurmutur. Araplar, yeryüzüne “tennûr” demilerdir.
2) Tennûr, yeryüzünün en kymetli ve en yüksek bir yeridir. Tufan suyu, Hz. Nûh
için bir mucize olsun diye, o yüksek yerden çkarlmtr. Hem sonra manas, “su,
Eer, “Bu görülerin dorudur?” denilirse, biz deriz ki: Aslolan (dorusu)
hangisi
sözü, hakiki manasna hamletmektir. “Tennûr” lafznn ise, hakiki manas “ekmek
piirilen yer” demektir. Dolaysyla bu lafz, bu manaya almak gerekir. Suyun ilk önce
belli bir yerden fkrmaya baladn ve o yerin de (Hz. Nuh’un) tandr olduunu
söylemek de aklen imkânsz deildir.
Bil ki tandr kaynamaya.su fkrmaya balaynca, Allah Teâlâ Hz. Nûh (a.s)’a
gemiye üç çeit eyi yüklemesini emretmitir:
(t$) yarattk” (Zriyai. 49) buyurmutur. u halde gök bir zevç, yer bir zevç, k bir
levc, yaz bir zevç, gündüz bir zevç, gece bir zevc’dir. Yine sen kadna^ "zevce"
dtrtin ve "Bu (adam) o kadnn zevci" dersin. Cenâb- Hak da, “Allah Âdem den
dtf yine onun zevcesini yaratt” Nisa, i) ve “Erkek ve dii iki
t
çifti (zevci) O yaratt ”
(Narm, 45 ) buyurmutur. Böylece tek bir ey için de bazan "zevç" (e) ifâdesi
kullanld sftbit olmu olur. Hak Teâlâ’nn, “(Allah) sekiz zevç yaratt, koyundan
ki, keçiden iki, deveden iki, srdan iki...” En/âm.i43) ayeti de bunu göstermektedir.
Bunu iyice kavradnda biz diyoruz ki, "zevceyn" (iki zevç), biri erkek biri dii
ki ey demek tir. Buna göre ayetin takdiri, "Böyle olan hereyden gemiye, biri erkek
biri dii çiftleri yükle" eklinde olur, ite bundan ötürü Hafs kraatinde, ayetteki
kelime tenviri ile JT j* eklinde okunur, "Hereyden biri dii biri erkek olmak
"Zevceyn ”, zaten iki olur. O halde, "ayette, (iki zevce, iki çift) denil-
mesinin hikmeti nedir?" denilemez. Çünkü biz diyoruz ki, bu tpk, J2S »j.Usf Sl
“
" ki, çift i/. ah edinmeyin” (Nahi, si) ve i.W y Tek bir nefha.. "(Hakka, 13)
ayetlerinde olduu gibidir. (Yani tekid ifade edip, ayr bir çift manasna gelmez.) Fakat
mehur kraa.ta göre, bu soru söz konusu olmaz.
Alimler, ayetteki "ikier çift” tabirinin içine, hayvanlarn dnda kalanlarn da girip
girmedii hususunda ihtilaf etmilerdir. Biz diyoruz ki: Hayvanlar buna dahildirler.
Çünkü her türlü canl bu ifâdenin kapsamna girer. Fakat ayetin lafz, bitkilere delâlet
etmez. Ama bu, halin muktezasna göre, uzak bir ihtimal de deildir. Zira insanlar,
bitkilerin bütün ksmlarna muhtaçtrlar. Rivayetlerde varid olduuna göre bn Mes’ûd
(r.a)'dan öyle rivayet edilmitir: “Nûh (a.s)’un, aslan gemiye yüklemeye gücü
yetmeyince, aslan humma hastalna yakaland. Çünkü, Nûh (a.s) “Ya Rabbi, eer
?”
ben onu gemiye bindirirsem, aslan nasl doyururum deyince, Cenâb- Hak da,
“Ben onu, yemekten alkoyacam” buyurmu ve bunun üzerine, aslana humma
hastaln musallat klmt." Bizce en münasip olan tutum, böylesi sözleri bir kenara
brakmaktr; i'.ira mesela fil, yemee daha çok muhtaç olduu halde, hummaya
tutulmamtr!..
edilmi) olanlar müstesnâ, Sileni ...” ayetinin ifâde ettii husustur. Alimler, “t jnlar
yedi kiidir; Nûh (a.s), üç olu Hâm, Sâm ve Yafes; bir de, her birinin kars”
demilerdir. Yine bunlarn sekiz kii olduu; bunlara ilâveten Nûh (a.s)’un hanmnn
da bulunduu söylenmitir.
miistesnS” buyruundan maksad da Nûh (a.s)’un olu ve hanm olup, bunlar kâfir
idiler; bundan dolay da Cenâb- Hak onlarn helaklerine hükmetmitir.
mdi eer, "nsan, dier bütün canllardan daha ereflidir. O halde, önce dier
canllarn zikredilmesinin sebebi nedir?” denilirse, biz deriz ki:
nsan akll bir varlktr. Aklndan dolay da o, helâkine yol açacak sebepleri
kendisinden uzaklatrmaya mecburdur. Dolaysyla bu hususta onu daha fazla
tevike gerek yoktur. Ama* dier canllar kurtarma hususunda sa’y-ü gayret
göstermeye tevik etmekse böyle deildir. te bundan dolay önce hayvanlar
zikredilmitir.
Müminler
Bunlardan üçüncüsü, buyruunun ifâde ettii husustur. Alimler,
bunlarn seksen kii olduunu söylemilerdir. Mukâtil ise öyle demitir: "Musul
taraflarnda bir köy bulunmaktadr; ad ise, es-Semânîn (seksenler) köyüdür. Bu köye
e8-Semânîn ad verilmitir; zira, (bu seksen kii) gemiden çktklar zaman, bu köyü
kurmulardr. Bundan dolay da bu köy, bu adla isimlendirilmitir.” Alimler yine, bu
hususlara dair, bundan daha çok veya daha az eyleri de zikretmilerdir ki, bütün
bu hususlar bilmek mümkün deildir. Ancak, Allah onlarn "az” olduunu
Bu da Cenâb- Hakk’n, jiî
bildirmitir. iü jiT lij “Zaten onun yanndaki az sayda
insandan bakas da iman etmemiti” buyruudur.
azar azar birer cemâattir”® uarâ.54) ayetinde olduu gibi, niçin öjiJi buyurmamtr?"
> —
Her iki ifadeyi kullanmak da caizdir. Burada kelamn takdiri, JJ* 'jâ i Uj
“Onun yannda, az bir topluluktan bakas iman etmedi” eklindedir.
IS. CU* f
HÛD SÛRES 11/41 13. Cilt / 25
yaratlmt. O halde daha nasl o da boulabilir? Ayrca Cenâb- Hakk’n kitab buna
dalâlet etmedii gibi, bu hususta sahih bir haber de varid olmamtr. En uygun olan
M, bu konulara dalmamaktr.
“Nuh dedi ki: “Bininiz içerisine. Onun akmas da, durmas da Allah’n
adyladr. Muhakkak ki Rabbim çok balayc ve çok merhamet edicidir
{Hûd, 41).
Ayetteki kâle kelimesi “Nûh (a.s)’un kavmine “bininiz” demesini ifade eder.
ey onun
üzerine binmi demektir. Nitekim Arapça’da, “Üzerine borç bindi” anlamnda S'j
denilmektedir. Leys de öyle demitir: “Araplar, gemiye binen kimseye
ÇS\j derlerdi. Ama rekb ve rükban kelimeleri ise, hayvanlara ve deveye binen
cemâate öyle demitir:
verilen bir isimdir.” Vahidî cümlesindeki fi harf-i
cerrinin “binmek” fiilinin müteallak olmas caiz deildir. Çünkü, c-|Tj “Gemiye
bindim” denilir, harfi burada kullanlmaz. Aksine, doru olan udur: Ayetteki irkebû
fi
Cenâb- Hakk’n,
adyladr” buyruu ile ilgili
lyjjJ Jh ^ “
Onun akmas da durmas da
olarak birkaç mesele bulunmaktadr:
Allah’n
"Mücra kelimesi, Icrâ (aktmak) kelimesi gibi bir masdardr.' Bunun bir benzeri
olsayd, burada da
etmi ve öyle demitir:
(Hud. 42) ifâdenin
eklinde olmas gerekirdi.” Bu kelimeyi mücrâhâ eklinde okuyann hücceti ise udur:
ey demir atp durduu, sâbitletii zaman L-j denilir. öjl* «U-ji tabiri ise,
IbnAbbas öyle demitir: “O, unu kasdetmitir: "Bu gemi, Allah’n ismi ve
kudretiyle akp gider; yine O’nun kudreti ve ismiyle durur.” Yine da söylenmitir: u
"Nûh (a.s) geminin kendilerini götürmesini dilediinde, "Onun akp gitmesi Allah’n
•dyladr” der; gemi de akp gitmeye balard. Durmasn istediindeyse "Durmas
da Allah’n adyladr” der, bunun üzerine de gemi dururdu.
bininiz” eklinde olur. Yani, “Bunu zikrederek o gemiye binmeniz yarar ve gerekir.”
kinci htimal ise, bu ifâdenin iki ayr söz olmasdr. Buna göre manann takdiri
1 2. Cüz, HÛD SÛRES 11/41 13. Cilt / . /
Buna göre birinci mana, bir insan bir ie balad zaman, ancak mukaddes
zikirlerle Allah’n adn anarak balamasnn uygun ve güzel olacana; böylece de,
ikinci mana ise, Nûh (a.s)’un, gemiye bindii zaman, ümmetine, geminin,
kurtuluun tahakkuk etmesi için bir vesile ve araç olmadm; aksine yaplmas
gereken eyin, azmi salam tutup kalbi Allah’n lütfuna balamak olduunu haber
verdiine; yine onlara, gemiyi aktp durdurann ancak Hak Teâlâ olduunu
bildirdiine; binâenaleyh, ‘‘Sizler gemiye güvenmekten saknn, aksine sizin, Allah'n
lütfuna güvenip dayanmanz gerekir. Zira, gemiyi aktp durduracak olan ancak O'dur”
demek istediine delâlet etmektedir. Birinci takdire göre, Nûh (a.s) gemiye bindii
zaman zikir makamnda idi. kinci takdire göreyse, Nûh (a.s) tefekkür ve kendisine
kuvvet ve kudret nisbet etmeden uzaklama; bütün sebeplerden sarf- nazar etme
ve kalbin, müsebbibu’l-esbâb dan Allah’n celâl nûruna dalma (istirak) makamnda
idi.
Bil ki insan, delil ve hüccet ile Marifetullah’ elde etme hususunda tefekkür edince,
zulumât (karanlk) ve dalâlet dalgalar o dalara ve zulmet tepelerine kadar çkm
olduu bir zamanda, sanki o tefekkür ve tedebbür gemisine oturmu gibidir.
Dolaysyla düünce ve tefekkür gemisi hareket etmeye baladnda, onun, o esnâda
Allah’a dayanmas, O’na yalvarp yakarmas ve lisân- kalb ve akl gözüyle babaa
olmas gerekir ve o bu esnada, fikir gemisinin, kurtulu sahiline ulamas ve dalâlet
dalgalarndan kurtulabilmesi için, “Geminin akmas da durmas da Allah’n adyladr”
der.
“O gemi bunlar dalar gibi dalgalar içinden aktp götürüyordu. Nuh ayr bir
yere çekilmi olan oluna bard: “Evladm ! Gel bizim yanmza sen de bin,
kâfirler ile beraber olma.” O, dedi ki: “Bir daa snrm, o beni sudan
korur. ” Nuh
da öyle dedi. “Bugün Allah’n emrinden, esirgeyici olan kendisinden
baka, hiçbir koruyucu yoktur. ” Derken ikisinin arasna dalga girdi, o da
boulanlardan oldu”
(Hûd. 42-43).
htimaldir. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.s)'in babasnn kâfir olduu kesindir. Hz.
brahim (a.s)’in babas da, Kur’ân’n açkça ifâde ettii gibi, kâfir idi. te burada da
böyledir. Daha sonra bu görüte olanlar, Nûh (a.s), “Ey Rabbim, yeryüzünde
kâfirlerden yurt tutan hiçbir kimse brakma” (Nûh, 26 demi olduu halde, daha nasl )
olduunu zannetti ve bundan ötürü ona böyle seslendi. Eer böyle olmasayd, onun
kurtulmasn istemezdi.
Baba efkati belki de onu böyle bir nidâda bulunmaya sevketmitir. Binâenaleyh
3)
daha önce geçmi olan, “Aleyhinde söz geçmi (helâkleri takdir edilmi) olanlar
müstesna” hûci, 40 cümlesi, mücmel (manas kapal) bir ifâde gibidir ve bundan
( )
Nûh’un karsna aittir. Yine Muhammed b. Ali ve Urve b. Zübeyr de bunu, ibnehâ
Üçüncü görü: “Bu kimse, gayr- meru bir ekilde Hz. Nûh’un yatanda
domutur.” Bu görüü söyleyenler, Cenâb- Hakk’n, "Allah kâfirlere misal plarak,
Nûh’un karisi ile Lût’un karsn gösterdi. Onlar (...) hâinlik ettiler” (Tahrim, 10) ayetini
delil getirmilerdir. Bu, son derece çirkin bir görü
yüce olup, peygamberlerin
makamlarnn böylesi rezilliklerden kçrunmas gerekir, hele bir de görü Kur’ân’n
”
ifâdesinin hilafna olunca. Fakat, "hainlik ettiler (Tahrim, o> tabirine gelince, bu
hainliin, bu görüte olanlarn söyledii manada olduu hususuna bir delil yoktur.
bn Abbas (r.a)’a "Bu sorulduunda öyle dedi: “Nûh’un kars,
hâinlik nedir?” diye
“Benim kocam mecnûn” diyordu. Lût’un kars da, melek misafirleri Lût’un evine
geldii zaman, halka bu misafirlerin geldiini haber veriyordu.
erkek, zinâ eden veya mürik olan kadndan bakasn nikâhlamaz”{ Nûr, 3 ayetidir. )
Ksaca biz, doru olann, birinci görütekilerin sözü olduuna dâir deliller getirmi
olduk.
Cenâb- Hakk’n j, ûlS'j "o, ayr bir yere çekilmi idi” ifâdesine gelince,
bil ki, Arapça’da, ma’zil kelimesi, “baka yerlerden ayrlm, irtibat kesilmi yer”
manasndadr. Bu kelimenin asl azl masdar olup, bunun manas “Uzaklamak ve
uzaklatrmak”tr. Mesela sen, tâ ^ cJT dersin. Yani, “Ben falanca yerden
uzak olan bir yerde idim.” Bil ki ayetteki bu tabir, Hz. Nûh’un olunun hangi yerden
juzak bir yerde olduuna delâlet etmemektedir. te bundan ötürü âlimler birkaç izah
yapmlardr:
a) O, gemiden uzak bir yerde idi. Çünkü -o, dan kendisini, boulmaktan
koruyacan zannediyordu.
c) O, kâfirlerden uzak bir yerde idi. Buna göre sanki o, kâfirlerden ayr
bulunuyordu. Bundan dolay Hz. Nûh (a.s) da, zannetmiti ki olu, kâfirlerden
ayrlmay istedii için, böyle uzaklamt.
kelimesini, sondaki yâ harfinin fethas le; dier kraat imamlar da kesre ile
okumulardr. Ebu Ali ise öyle der: Kesre ile olan mana daha zahirdir. Çünkü "bn”
kelimesinin lam’ül fi’li (yani asl son harfi),ya yâ harfidir, ya vâv harfidir. Bu kelimenin
lem-i tasiri yapld zaman, sonuna bir ism-i tasir yâ’s eklenir. Bundan ötürü de,
daha önce hazfedilmi olan lâmü’l-fiilin (son harfin) tekrar gelmesi gerekir. Aksi halde,
lem-i tasir yâ’snn i’rab harekeleri ile harekelenmesi gerekir. Halbuki ism-i tasir
yâ's, i’rab harekeleriyle Çünkü o eer i’rab harekeleriyle
harekelenemez.
harekelense, onun da i’rab harfleri olduklar zaman, dier med ve
lîn harflerinin baka harfe dönümesi gibi dönümesi gerekir, UaâJi
ve UiJi kelimelerinde olduu gibi. Baka ekle (harfe) dönümesi halinde ise,
bu yâ harfinin, ism-i tasire delalet etme manas yok olur. Hem sonra sen, ism-i tasiri
kendine nisbet ettin (yani buna nefs-i mütekellim yâ’s ekledin). Böylece üç tane yâ
harfi bir araya gelmi oldu. Birincisi, ism-i tasir yâ’s; kincisi, kelimenin aslndaki
•on harfi olan yâ; üçüncüsü de, muzafun ileyh olan nefs-i mütekellim yâ’s. 'J# te
"Bu, benim evladmdr” dersin. Ona seslendiin zaman ise, bunu iki ekilde
•öyleyebilirsin:
Yâ’nn hazfedilmesi ile. Tercihe ayan olan ise, muzafun ileyh nefs-i mütekellim
b)
yâ’snn hazfedilip, bu yâ’ya delâlet etmesi için geriye kalan son harfin
kesresinin braklmasdr. Tpk, mesela, /Stetf “Ey olum’’ kelimesinde olduu gibi.
kelimesini, yâ’nn fethas ile okuyn da, onu kesre ile okuyan gibi, izâfet
manasn kastetmitir. Fakat kesre yerine fetha, yâ yerine de, hafif olsun diye, elif
*
* iSjÛ V te
”
“Ey kz, o eyden dolay beni knama; ve uyu artk.
Bil ki Allah Tealâ, Nûh’un, olunu gemiye binmeye davet ettiini nakledince,
olunun da, tUJI j* J*- Jj.
cSjU- “Bir daa snrm, o beni sudan Mbrur”
dediini bildirmitir. Bu da, o oulun, küfürde srarl ve babasn, habe* verdii
hususlarda tamamen yalanlayc olduuna delalet etmektedir. te o zaman Nûh (a.s)
Bu hususta öyle bir soru var: Allah Teâlâ’nn, merhamet edip, esirgedii kimse
korunmutur. O halde, korunmu olann, Cenâb- Hakk’n, “Bugün, Allah’n
emrinden hiçbir koruyucu yok” buyruunun delâlet ettii, koruyucu olmamas
halinden istisnâ edilmi olmas nasl uygun olur?
32 / 13. Çili TEFSlR-i KEBÎR
zah: Allah Teâlâ, bu ayetten önce, “Nûh (dedi) ki: “Binin içine. Onun
Birinci
akmas da, durmas da Allah’n adlyladr. eksiz üphesiz Rabbim çok balayc
ve çok merhamet edicidir” (Hud, 4i) buyurarak, kendisinin rahim olduunu ve gemiye
binen bu kimselerin, rahmeti sayesinde boulmaktan kurtulduunu beyân etmitir.
Bunu iyice anladn zaman deriz ki: Hz. Nuh’un olu: “Bir daa
“
o beni snrm ,
sudan korur” deyince, Hz. Nûh da: Yanlyorsun Bugün Allah’n emrinden, rahim .
olan zattan baka, hiçbir koruyucu yoktur” demitir. Bunun manas udur: “Rahmeti
sayesinde boulmaktan kurtulduunu söylediim kimse hariç.” Böylece ayetin takdirî
manas, "Bugün, rahim olan Allah’dan baka azab- lâhiden insanlar koruyabilecek
hiçbir kimse yoktur” eklinde olur ki bu da, "Allah’dan ancak yine
Allah’a snlr” demektir. Bu izah, Hz. Peygamber (s.a.s)’in duasndaki dÜ» db
“Allah’m, senden, yine sana snrm” sözü gibidir. Bu, son derece güzel bir
te’vildir.
kinci izah: Bu, "Hallu’l-uked” adl eserin müellifinin görüüdür. Ona göre bu
istisna, lafz kendisine delalet etmi olduu için, sanki söylenilmi gibi olan
mahzûf bir ifâdeden yaplmtr. Buna göre ifâdenin takdiri,
f
ji' ^l*V
j* V [ ’ja eklindedir. Bu ifâde senin, Vj. fjii V "Bugün,
ancak Zeyd’i döveriz” sözün gibidir. Zira bu kelamn takdiri de, l^î d'jt&i
Ijfl VI "Bugün Zeyd’den baka hiç kimseyi dövmeyiz” eklindedir. Çünkü,
lafz buna delâlet ettii için, bu açkça zikredilmemitir. te bu ayet için de böyledir.
Üçüncü izah: V kelimesinin anlam, liV "Korumas olan yok”
eklindedir. Bu tpk, râmih ve labin kelimeleri gibidir ki, bunlar da (mzrakl)
ve $ j* (sütlü, sütü bol) anlam ndadrlar. Ayn ekilde Cenâb- Hak, ^15 j»
“atlp dökülen bir sudan” (Tank, 6) ve j “honut bir hayat içindedir”
{Hakka, 2 i) buyurmutur. Bunlarn manas da zikrettiimiz gibidir. te burada da
'oöyledir. te yaplm olan bu açklamalara göre, âsim kelimesi, zu’l-sme
anlamndadr ve o zaman buna, ma’sum manas da dahil olur. O vakit, j* V»
ifadesinin, j^»l*V ifadesinden istisnâ edilmesi, yerinde ve doru olur.
o kiinin kendisidir) mana: "Bugün ancak kendi nefsine merhamet eden kimse
Allah’n himayesindedir” eklindedir. Nitekim Hz. Nuh ile etrafndaki cemaatin ilahi
Halbuki aslnda, bu hayat verme ii, onun duas sebebiyle Allah tarafndan yaplmtr.
9 * !
Cenâb- Hak daha sonra durumu Ufu» “Derken, ikisinin arasna dalga
girdi" diye beyan etmitir. Yani aralarna dalgann girmesi ite, Hz. Nûh ona hitab
•demez olmu ve böylece de o, j* Ol£ “boulanlar ” dan olmutur.
Tufan Hâdisesi
„
(Hud, 44).
Bu ifâdenin manas udur: Tufan sona erdii zaman (taraf- lâhiden) “Ey yeryüzü
yuttuu zaman, - -
suyunu yut” denildi. Arapça’da, bir kimse suyu içip Ui; *UJ'
için
4^
de,
j*
tUJ'
$
c-itî'
denilir. Bu fiilin kullanl, tJD' & ve U' «uü (O ey oldu ve ben onu yaptm)
1) Ayetteki “ Denildi ki” ifâdesi. Çünkü bu lafz, Cenâb-t Hakk’n celâl, yücelik
çekmedir.
“Ey Arz suyunu yut, ey gök sen de tut ifâdesi. Çünkü duyular bu
2) Ayetteki,
eylerin, büyüklüüne, salamlna ve gücüne delâlet eder. Akl, bu eylere hâkim,
onlar kudretiyle sarm ve onlarda istedii gibi bir tasarruf sahibi olan bir varln
bulunduunu anlaynca, bu Cenâb- Hakk’n celâlinin kemaline,
aklî kuvvetin,
kudretinin yüceliine,, gücünün ve meietinin mükemmelliine vâkf olmasna bir
sebeb olmu olur.
”
Ayetteki J*Sl' “i bitirildi tabirinden maksad udur: "Allah Teâlâ’nn ezelde,
kesin ve katî bir ekilde takdir edip hükmettii ey, mutlaka meydana gelir.” Bununla,
/ Hah Teâlâ’nn takdir etmi olduu hereyin, meydana geleceine, ne
vakti gelince
yerde ne de gökte, O’nun takdirine mânî olacak ve hükmünün geçerli olup, tahakkuk
etmesini önleyecek hiçbir eyin bulunmadna dikkat çekmektir.
Bir kimse öyle "Eer durum sizin dediiniz gibi olsayd bu, ezici ve
diyebilir:
•Olb, artc bir mucize olmu olurdu ve bu ortaya çkt halde, Nûh (a.s)’n kavminin
küfürde srar etmeleri ve buna devam etmeleri de uzak bir ihtimal olurdu.” Yine farzet
k|,lz bunu diyorsunuz. Peki, üzerlerinde kesinlikle hiçbir yükümlülük bulunmad
Mlde, kularn ve vahî hayvanlarn helâk edilmesine ne diyorsunuz?
idllemez. Çünkü Allah, “O, yapacandan mesul olmaz, fakat insanlar mesûl
Orlnr" (Enbiya, 23) buyurmutur.
Mutezile’ye gelince onlar, "Cenâb- Hak, çocuklar ve hayvanlan bomutur. Bu
da. Hak Teâlâ’nn, bu hayvanlarn boazlanmasna ve güç ilerde kullanlmasna izin
Vtrmosi durumundadr" demektedirler.
bu suyun kökünün kesilmesine bir delil olmu olur. Geminin da üzerinde durmas,
’Aura günü’ idi.
Cenâb- Hakk’n j-JUiJI fjâU 'a* JJj "O zalimler güruhuna Allah’n rahmetinden
“Nûh Rabbine duâ edip dedi “Ya Rabbi, benim olum da üphesiz benim
ki:
ailemdendir. Senin, vaadin elbette baktr. Ve sen, hakimlerin hakimisin .”
Allah da öyle buyurdu: “Ey Nûh, o katiyyen senin ailenden deildir. Çünkü
o, salih olmayan bir itir. O halde, bilgin olmayan bir eyi benden isteme.
Seni, cahillerden olmaktan kesinlikle men ederim.” Nuh da öyle dedi: “Ya
Rabbi, ben bilgim olmayan eyi istemekten sana snrm. Eer beni
balamaz ve affetmezsen, hüsrana dümülerden olurum "
(Hûd, 45-47).
lutiyyen senin ailenden deildir" eklindeki çok beli bir ifadeyle, aralarnda hiçbir
yaknlk bulunmadn söylemitir.
okumutur. Bunun manas, “üphesiz senin olun, uygun olmayan bir i yapt; yani
irk kotu ve yalanlad” eklindedir. Buradaki gayre kelimesi mansub klnmtr;
çünkü o, mahzûf bir masdann sfatdr. Dier kraat imamlar ise, kelimeyi merfû olarak
tonvin ile okumulardr. Bunun da iki izah bulunmaktadr:
a) Bir adamn, ibadeti ve iyilii çok olursa, “O, serâpa amel, cömertlik ve
keremdir” Burada da böyledir. Nûh (a.s)’un olunun batl ilere yöne
denilir. .nesi
çok olunca, sanki onun kendisinin batl bir i olduu söylenmitir.
Bundan maksad, “O, batl bir amel sahibidir” eklindedir. Ancak, söz kendisine
b)
c) Baz alimler öyle demilerdir: “Bunun manas, “o salih olmayan bir itir”,
yani, “o, bir veled-i zinâdr” eklindedir. Bu, kesinlikle yanl bir görütür.
kalndnda bavurulur. Halbuki burada ise bir zaruret bulunmamaktadr. Çünkü biz,
zamirin, daha önceki istee râci olduunu söylediimizde, böyle bir takdirde
bulunmaya gerek kalmaz. Bu sebeple zamirin, o istee râci olduu sabit olmu olur.
Böylece de kelamn takdiri, “üphesiz bu istek, uygun olmayan bir itir. Yani senin,
“kurtulmasn arzuladn için, “olum, benim ailemdendir” demen, uygun olmayan
bir itir” eklindedir ki, bu da, bu istein bir günah ve bir masiyet olduuna delâlet
eder.
“
kinci vecih: Cenâb- Hakk’n, Benden isteme” buyruu, onu böyle bir talepte
bulunmaktan nehyetmektir. Daha önce bahsedilen ise, Nuh (a.s)’un, “Olum, benim
ailemdendir” sözüdür. Böylece bu, Allah Teâlâ’nn, Nûh (a.s)’u böyle bir istekte
bulunmaktan nehyettiine delâlet etmi olur. Bu sebeple bu da, bir günah ve bir
masiyet olmu olur.
olundan, kendilerine uymasn istediine delâlet eder. Dolaysyla biz diyoruz ki:
Ya, “O’nun bunu Cenâb- Hak’tan istemesi, çocuundan kendisine uymasn
istemesinden sonra idi” denilebilir, ya bunun aksi denilebilir. Birinci ihtimal olamaz.
Çünkü Hz. Nûh’un bunu Allah’tan taleb etmesinin, olundan uymasn istemesinden
sonra olmas durumunda, onun Cenâb- Hak'tan bu olunu kurtarmayacan zaten
iitmi olur ve Hak Teâlâ da böyle bir ey istemesini yasaklam olurdu. Binâenaleyh
bundan sonra, o daha nasl olur da oluna: “Evladm, gel bizimle yanmza sen de
bin” demi olabilir? Fakat bizim, “Onun bunu olundan istemesi daha önce idi”
dememiz ihtimaline gelince, o zaman olundan, “Bir daa snrm. O beni sudan
korur” (Hûd. 43) sözünü duymu, böylece de onun kâfirlii açkça ortaya çkm
olurdu.
Böyle olduu halde o, Allah Teâlâ’dan olunu kurtarmasn nasl istemi olabilirdi?
Yine Cenâb- Hak, Nûh (a.s), olundan kendilerine uymasn isteyip, onun da bundan
II. r«7. HUD SURES 11/43 47
delAlet etmektedir.”
Bil ki pek çok delil, Allah Teâlâ’nn peygamberleri günahlardan koruyup uzak
tutmu olmas gerektiine delâlet edince, zikredilen bütün bu vecihleri, “daha efdal
vo daha evla olan terketmek” manasna hamletmek gerekir. Çünkü ebrârn (iyi
Bil ki Allah Teâlâ, Nûh (a.s)’un böyle bir ey istemesini yasaklaynca, onun
J* !/' fc *t %
J4 U dÛLî J it
^
>î J\
“Ya Rabbi, ben bilgim olmayan eyi, senden istemekten sana snrm. Eer beni
balamazsan ve hüsrana dümülerden olurum” dediini
affetmezsen,
nakletmitir. Bu sözün manas udur: Cenâb- Hak ona, “Bilgin olmayan bir eyi
benden isteme " deyince, Nûh (a. s) da, “Ya Rabbi, bunu kabul ettim. Bunu bir daha
yapmayacam. Fakat ben bundan, ancak senin’yardmn ve hidayetin sayesinde
kaçnabilirim” dedi. te bundan ötürü Hz. Nûh (a. s), “Ya Rabbi, sana snrm”
diye balad. Bil ki ayetteki bu ifâde gelecekte olacak bir eyi haber vermedir. Yani,
,
“Bir daha bu ii yapmayacam” demektir. Sonra Nûh (a. s), kendisinden sudûr etmi
olan o eyden dolay, Allah’dan özür dileyerek, “Eer beni balamaz ve
affetmezsen, hüsrâna dümülerden olurum” demitir. Tevbenin hakikati, u iki eyi
gerektirir:
40 / a rit TEFSÎR-I KEBÎR
b) Geçmie ait olan. Bu da, insann daha önce iledii günahtan ötürü pimanlk
duymasdr. Buna da ayetteki, “Eer beni balamaz ve affetmezsen, hüsrâna
dümülerden olurum ” sözüyle iarette bulunulmutur.
bu husustaki sözümüzü, burada Hz. Nûh (a.s)’dan sadr olmu olan “zelle”
Biz,
den bahsederek sona erdirelim: Diyoruz ki: Hz. Nûh (a.s)’un ümmeti üç grup idiler:
Açktan kâfirlik yapanlar, imann açkça bildiren mü’minler ve bir grup münafk...
Mü’minler için takdir edilmi lâhî hüküm, kurtulu: kâfirler hakkndaki lâhî takdir de
boulmak idi. Bunlar zaten malumdur. Fakat münafklar hakkndaki hüküm gizli idi.
Nûh’un olu da, o münafklardan olup, Hz. Nûh (a.s) onun mü’min olabileceini
sanyordu. Oul hakknda babann ar efkati, olunun fiillerini ve amellerini, onun
bir kâfir olmas sebebiyle yaplm olduu anlamna deil, daha geçerli sebeblere
hamletmeye sevketmitir. O, olunun kâfirlerden uzak bir yerde bulunduunu
görünce, ondan gemiye binmesini istemi, ama o, “Bir daa snrm, o beni sudan
korur” demiti. Bu da, onun daa çkmasnn, kendisini boulmaktan koruma
hususunda adeta gemiye binme yerine geçeceini zannettii için kâfir olduuna
delâlet etmektedir. Hz. Nûh (a.s)’un, “Bugün, Allah’n emrinden, Rahîm olan o
Allah’dan baka, hiçbir koruyucu yoktur” (Hûd, 43) cümlesi de, sadece onun, oluna,
kendisini ancak imann ve sâlih amelin kurtaracan anlattna delâlet eder. Bu ise,
Nûh (a.s)’un daha önce olunun kâfir olduunu bilmediini gösterir. te bundan
dolay kalbinde, olunun mü’min olduu hususunda bir ümid kalmtr. Bunun için
de, Allah Teâlâ’dan, herhangi bir yol ile, yani ya ona gemiye binme imkân vermesi,
ya da onu dan tepesinde korumas ile, boulmaktan korumasn istemitir. te o
zaman Allah Teâlâ ona, olunun bir münafk olup, mü’min olmadn haber vermitir.
Binâenaleyh, Nuh (a.s)’dan sâdr olan
onun olunun nifakna ve küfrüne delâlet
zelle,
eden eyi örenmek ve ortaya çkarma hususunda iyiden iyiye aratrma yapmadan,
içtihadnda yanlarak onun mü’miq olduunu zannetmi olmasdr. Çünkü olu bir
kâfir idi*. u halde Nûh (a.s)’dan ancak, içtihadndaki bu hata sâdr olmutur. Biz,
daha önce Âdem (a.s)’den de içtihâdnda hatâ ettii için benzeri bir zellenin (hatann)
sudûr ettiini açkladmz gibr,
burada anlattklarmzla da, Hz. Nûh’dan sâdr olan
hatann, büyük günahlardan olmad, bunun ancak ictihadda hata etme türünden
olduu meydana çkar. Allah en iyisini bilir.
”
Tufan Sonras
inme hususunda bir emir olabilecei gibi, bu, dadan düz arazilere inme
hususunda bir emir de olabilir.
affetmezsen, muhakkak zarara urayanlardan olacaz” (A'raf; 23). ite Nûh (a. s) da,
Allah Teâlâ’nn, tehdid ve va'idde olacana dair bir müjde vermesine muhtaç idi.
Nûh (a.s)’a “Ey Nûh, bizden bir selâm ile in” denildiinde ona, dine dâir hertürlü
skntlar hususunda bir emniyet ve güven meydana geldi.
a) Alimlerden bir ksm, bunu "Nûh (a.s) ile beraber kurtulan kimseler” manasna
hamletmitir. Cenâb- Allah bunlar, “ümmetler” diye nitelemitir. Çünkü o zaman
bütün yeryüzünde, onlardan baka insan yoktu. te bundan ötürü Allah Teâlâ onlara
"ümmetler” demitir.
c) Birksm alimler ise, bundan muradn, o anda mevcûd olanlar ile bundan sonra
doacak olanlar olduunu söylemitir.Tercihe ayan olan ikinci görütür.
Bil ki Allah Teâlâ, Nûh (a.s) ile birlikte bulunanlardan doacak olan ümmetleri
ki ksma ayrmtr: Birincisi, selamn ve bereketlerini kendilerine verme hususunda,
Nûh (a.s) ile birlikte zikrettii kimselerdir ki bunlar, iman ehli olanlardr. kincisi ise,
Cenâb- Hakk’n, dünyada az bir müddet faydalandrp, âhireite elîm bir azab
dokunduracan belirttii ümmetlerdir. Böylece Hak Teâlâ, Nûh (a.s) ile beraber
bulunan kimselerden olacak olan ümmetlerin mutlaka mü’min ve kâfir olarak iki ksma
ayrlacaklarna hükmetmitir. Müfessirler öyle demitir: O "selâmet” ifâdesine
Kyamete kadar gelecek olan her mü'min erkek ve kadn; o, "geçici faydalanma ve
azab içine” de, Kyamete kadar gelecek olan her kâfir kadn ve erkek dahildir.
Ayrca, tahkik ehli öyle demitir: Allah Teâlâ, Nûh (a.s)’a selâmeti ve bereketi
vermek suretiyle onun ann
yüceltmitir. Zira Cenâb- Hak, Tarafmzdan bir selam
“
ile” buyurmutur. Bu ifade, sddîk kimselerin, nimetin bir nimet olmas bakmndan
kâba maruz olanlara gelince, Cenâb- Hak, onlarn hallerini erhetmek için
(HÛd, 49).
Bil ki, Allah Teâlâ Nuh (a.s)’un kssasn detaylca ele alnca, ’cft
kelimesi mahallen merfû, mübtedâ; ’j* ksm haber; 4X1', ksm ikinci
haber; bundan sonra gelen ifâde ise üçüncü haberdir.
Daha sonra Cenâb- Hak, SIj cJ' cJTU “ Onlar bundan evvel ne sen
biliyordun, ne kavmin” buyurmutur. Yani, “Bu kssay sen bilemediin gibi, kavmin
üo bilemez” demektir. Bunun bir benzeri ifâde de, senin bir kimseye, “Bu meseleyi
ne sen; ne de, senin memleketindeki bir kimse bilebilir!” demendir.
Buna göre ayet, "Nûh (a.s)’un tûfan kssas, ilim ehline göre, yaygn ve mehûr
deil miydi?” denilirse, biz deriz ki:
Buna göre ayet birisi, “Cenâb- Hak bu kssay Yunus Sûresi’nde zikredip,
burada ikinci defa getirmitir. Binâenaleyh, bu tekrârn hikmeti nedir?" derse, biz
deriz ki:
IJ. Cüz, HÛD SÛRES 1 1/60 51 13. Cilt /
-
41
•
O te
&
Bil ki bu, Allah Teâiâ’nn bu sûrede bahsetmi olduu ikinci kssadr. Yine bil
ki bu —
' (Hûd. 26) cümlesine atfedilmi olup, kelamn takriri
mdi eer, denirse ki "Allah Teâlâ Nûh (a.s)’un olu hakknda, “o katiyyen senin
ailenden deildir (Hûd, 46) buyurmu, böylece, din yaknl bulunmad sürece,
neseb yaknlnn hiçbir ey ifâde etmediini beyân buyurmutur. Burada ise, din
konusunda bir farkllk bulunduu halde, Hûd için "kardeleri” ifâdesini kullanmtr.
Binâenaleyh, bu iki husus arasndaki fark nedir?” Biz deriz ki:
Birinci çeit: Hûd (a.s) kavmini, Allah’n bir olduu inancna davet ederek, f
jU
öJ4*
ja çisJU iI' lji£l “Ey kavmim, dedi, Allah’a kulluk
edin. ondan baka hiçbir tanrnz yok. Siz, yalan düzenlerden bakas
Sizin
deilsiniz” demitir. Bunda öyle soru bulunmaktadr: "Nûh (a.s), Allah’n varlna
dair deliller getirmeden, onlar, Cenâb- Hakk’a ibâdet etmeye nasl davet etmitir?”
Deriz ki: Allah’n varlna dair deliller aikâr olup, bunlar âfakî ve enfüsl delillerdir.
Dünyada, Allah’n varln inkâr edebilecek pek az insan bulunur. te bundan dolay
Cenâb- Hak, kâfirlerle ilgili olarak, “ Celâlim hakk için, onlara gökleri ve yeri kimin
yarattn sorarsan, muhakkak “Allah” d erler” (Lokman, 25) buyurmutur.
Bu kitabn musannifi, -Allah kendisine rahmet edip, iyi hâtimeler nasib etsin-
Muhammed bn Ömer er-Razî öyle demektedir: "Hindistan’ dolatm. Oradaki
kâfirlerin Allah’n varln kabul etmek hususunda mutabk olduklarn gördüm. Türk
Nihln kelimesinin mahallinden sfat olarak merfû okunduu gibi, lafzndan sfat olmak
ö»§r# mecrûr okunmutur.
ya ftira olmaz?. Onlar bir araya getirip onlara ekil veren insandr. Daha nasl onlara
tâlimde bulunmak maksadyla onlar yapan insann, onlara tapmas ve alnn topraa
koymas yakr?” demektir.
Sonra Hûd (a.s) onlar Allah’n birliine irâd etmeye çalp ve onlar
putperestlikten men edince, lS-âÎ* S d. ö\ yr\
' û* f
jU “£y
kavnim, ben buna mukabil sizden hiç bir ücret istemiyorum. Benim mükâfaatm,
h(*nl yaradandan bakasna ait deildir dedi. te bu, Nûh (a.s)’un söyledii eyin
aynsdr. Çünkü, Allah’a davet etme ii, bir karlk umma kirlerinden temizlenmi
vo arnm olunca, kalblerdeki tesiri de o nisbette etkili olur.
Daha sonra Hûd ûjLîij *^1 “Halâ akllanmayacak msnz?” demitir. Yani,
“Benim, sizleri putlara ibadet etmekten men etmemin doru ve isâbetli olduunu
halâ arlamyor musunuz? Zira, bu men ediimin doruluu, adeta, ilk arda akla
gelecek olan eyler cümlesi arasnda bulunmaktadr” demektir.
* *
*
Hûd (ri.s)’un Tebliinin fc/tükâfaat
“Ey kavmim Rabbinizden mafiret isteyin. Sonra yine O’na tevbe edin ki
üstünüze gökten bol bol (yamur) göndersin, kuvvetinize kuvvet katp
artrsn. Günahkârlar olarak yüz çevirmeyin”
(Hûd, 52).
(a.s), ilkinde onlar tevhide davet etmi, bunda da önce istifar etmeye, sonra da
tevbeye çarmtr. stifar ile tevbe arasndaki fark, bu sûrenin. banda geçmiti.
48/ 13. Cilt TE FSR-! KEB v.K
Ebu Bekr el-Esamm, bu ayete u manav/» vermitir: “istifâr ediniz, yani Allah’tan,
önceki irkinizi balamasn Bundan sonra da geçmilere piman
isteyin. olup,
aynlarn bir daha yapmamaya azmetmek suretiyle tevbe ediniz.”
Daha sonra Hûd (a. s): “Siz ne zaman bunu yaparsanz, Allah Teâlâ size olan
nimetlerini artrr ve size o nimetlerden istifade etme gücü kuvveti verir” demitir,
ite mutluluklarda arzu edilenlerin son noktas budur. Çünkü eer nimet bulunmazsa,
istifade etmek imkânsz olur. Nimetler bulunur, ama canllarn onlardan yararlanmas
imkânsz olursa, maksad yine hasl olmam olur. Fakat nimetler çok olur ve insann
da onlardan istifade edebilecei tam bir kuvveti de bulunursa, ite o zaman mutluluklarn
ve sevincin gerçeklemi olur. Demek ki ayetteki, 'j'j-U
zirvesi tUJi
”
“ Üstünüze gökten bol bol (yamur) göndersin ifâdesi, çokça nimet vermeye bir
Hûd (a.s), onlarn putlara ibadeti brakp, istifar ve tevbe etmeleri halinde, Allah
Teâlâ’nm bu iki hususta, onlar daha da güçlendirip, onlara bu hususta pek çok
iereceler vereceini vaadetti.”
Buna göre eer, "sözün özü udur: Hûd (a.s), “Eer Allah’a ibadet ederseniz,
dünyevî hayrlarn kaplar size açlr” demitir. Halbuki durum böyle deildir. Çünkü
Hz. Peygamber (s.a.s), JöV }S “Belâlar öncelikle
)
“Dediler “Ey Hûd, sen bize açk bir mucize getirmedin. Biz de seni.*
ki:
(Hûd, 53-56).
Bil Ki Allah Teâlâ, Hûd (a.s)’un, kavmine söyledii sözleri nakledince, bundan
sonra kavminin ona söyledikleri u sözleri nakletmitir:
1) Onlar, “Sen bize açk bir beyyine, yani hüccet getirmedin” demilerdir.
“Beyyine”ye, sayesinde hak batldan ayrld için, “beyyine” (ayran) denilmitir.
Hûd (a.s)’un mucizeler ortaya koyduu, fakat kavminin, cahillikleri yüzünden o
mucizeleri inkâr ettikleri ve onun hiçbir mucize getirmediini iddia ettikleri malumdur.
”
“Sana inanacak da deiliz demilerdir. Bu
3) Onlar, ise, onlarn küfürde, taklidde
ve inkârda srarl olduklarn gösterir.
4) Onlar, “Biz, “ Tanrlarmzdan kimi, seni fenâ çarpm” demekten baka birey
söylemeyiz” demilerdir. Bir kimseyi bir ey sarp bürüdüünde, bana
geldiinde laf denilir. Buna göre ayetin manas, “Ey Hûd, sen putlarmz
tenkid ettin, bundan dolay da onlar seni delirttiler” eklindedir.
ben sizin, Allal’dan baka O’na ortak tatmakta devam ettiiniz eylerden katiyyen
uzam” dediini nakletmitir ki bunun manas açktr.
Hz.Hûd (a.s) daha sonra ûjjfeîfr fi W** “Artk bana topyekün »
istediiniz tuza kurun, sonra bana mühlet de vermeyin” demitir ki bu, Hz. Nûh’un
da artk toplanp ne yapacanz kararlatrn... Bana
kavrr ne, “siz ve ortaklarnz
mühlet de vermeyin” (Yûnus, 7i) eklindeki sözünün aynsdr.
Bil ki bu, kesin bir mucizedir. Çünkü bir tek kimse, büyük bir toplulua kar:
“Bana dümanlk ve hususunda elinizden geleni yapn, geri brakmayn!”
eziyet
dediinde, o kimsenin bu sözü, ancak Allah Teâlâ’nn kendisini dümanlarn verecei
eziyetlerden köruyup muhafaza edeceine dair, lâhî bir garanti içinde olduu zaman
söyleyebileceini anlarz.
Btl k Araplar bir insan, zelil ve boyun emi olarak tavsif ettiklerinde, “Falancann
nâlyesl, ancak falancann elindedir” derler, yani “o, ona itaat eder” demektir. Çünkü
Râolyaslnden (perçeminden, kâkülünden) tuttuun kimseyi, zabt-u rabt altna alm
Olursun. Yine Araplar bir esir alp, onu salvermek ve bana kakarak (minnetle) azâd
tmek slediklerinde, onun hor ve hakir olduuna biralâmet olsun diye, perçemini
Nieerlerdi. Böylece Araplara, bildikleri bir ifâde üslubuyla Kur’ân’da hitab edilmitir.
Buna göre ayetteki bu ifâdenin manas, ‘‘Her canl onun kahr ve kudreti altnda olup,
2) Allah Teâlâ, kendi saltanatnn, bütün mahlukat, zabt-u rabt altna aldn
“
belirtince, peinden Benim Rabbim hakikaten srat- müstakim üzerindedir”
fâdesini getirmitir “O’na hiçbirey gizli kalmaz ve O’ndan hiçbir kimse
ki bu,
kaçamaz" demektir. Cenâb- Hak bu ayette, "srat- müstakim’i” zikretmi ve bununla
herkesin girmesi gereken yolun ancak bu olduunu belirtmek istemitir. Nitekim Hak
Teâlâ, “Çünkü Rabbin üphesiz ki rasad yerin dedir (gözetlemededir)” Fecr, 14) {
buyurmutur.
3) Bunun manas, "Senin Rabbin rat- müstakime sevkeder, yani oraya tevik
eder, yahut oraya çararak sizi oraya sevkeder” eklindedir.
y ”
bir gözeticidir
(Hûd, 57).
* •
Buna göre Hûd (a.s) sanki "Tekzibde srar eden sîzsiniz " demek istemitir.
b) Bu, "Eer imdi yüz çevirirseniz, ben size ne ile gönderilmisem ite size onu
tebli ettim” demektir.
“
Daha sonra o, Rabbim dier bir kavmi getirir” demitir. Yani,
sizin yerinize
"Sizden sonra yerinize, kendisine sizden daha itaatkâr kimseler yaratr” demektir.
Bu, onlara kökünü kazma (neslini kazma) azb indireceine bir iarettir. O, “O’na
hiçbir sûrette zarar veremezsiniz” demitir. Yani, "O’nun sizi helâk etmesi, mülkün-
den hiçbirey noksalatrmaz.”
3) O,hsreye kar bir gözetici olup, istedii zaman o eyi helâk etmekten korur,
istedii zaman helâk eder.
ir
ir
)} ‘ll/, lifin SÛRES 1 1/58-60 n. cilt / 33
zaman..." demek olup, o azap, onlarn bana gelen, kasp kavurucu ve köklerini
kazyan bir rüzgârdr. Allah Teâiâ bununla onlara yedi gece ve sekiz gündüz azab
etmitir. Bu rüzgâr onlarn burun deliklerinden girip, arkalarndan ve onlar çkm
yeryüzüne yüzüstü baygn düürmütür. Böyfece onlar, sanki yere devrilmi uzun
hurma kütükleri gibi olmulardr.
Eer denirse “Bu rüzgâr, onlar helâk etmede nasl müessir olmu?" Cevaben
ki:
deriz ki: “Bunun, o rüzgâ n çok scak, çok souk yahut da varlklar yerden havaya
kaldrp, sonra geri çarpacak ekilde çok kuvvetli olmasndan ötürü olmas
muhtemeldir. Hepsi olabiiir."
inen azaba gelince; Allah’n hikmeti mü’minleri bu azâbtan kurtarmay gerektirir. Eer
böyle olmasayd, o zaman bu belânn, onlarn küfürlerine kar bir azab (ceza) olduu
anlalmazd. te bundan ötürü Cenâb- Hak, “Hûd’u ve beraberindeki mü’minleri
kurtardk” buyurmutur.
34 / 13. Cilt TEFSlR-1 KEBÎR
1) Allah Teâlâ.-bu sözü insann, iman've salih amelde gayret göstermi olsa
ile,
hayrdan uzaklatrmaktr.
Sonra Allah Teâlâ, onlarn bana bu nâho hallerin gelmesindeki asl sebebi
“
beyan edip, 'jy» bt* Ol V' Haberiniz olsun ki Ad Kavmi, Rablerini inkâr
-
ettiler” buyurmutur. Denilmitir ki: “Ayetteki ijjiT lafz ile ijjiS manas
kastedilmitir. u halde burada bâ harf-i cerri mahzüftur.” Yine buradaki “Küfr”ün,
bile bile inkâr manasna olduu söylenmitir. Buna göre mana, “Haberiniz olsun ki
Ad, Rablerini bile bile inkâr ettiler” eklindedir.” Yine denilmitir ki: “Bu, muzâfn
hazfedilmi olduu bir cümledir ve “Onlar, Rab’lerinin nimetine nankörlük ettiler”
soru vardr:
“
Birinci Soru: Lanet, uzaklk manasndadr. Dolaysyla Cenâb- Allah, Onlar bu
dünyada da, Kyamet gününde de lanete uradlar” buyurmu olunca, “Haberiniz
olsun ki (...) Âd’e uzaklk verildi” sözünün ne hikmeti var?
Cevap: Ayn hususu deiik iki ifâde ile tekrar etmek, son derece ileri bir te’kidi
Cevap: ki “Âd” kavmi vard. Birincisi daha önce olan idi ki, bunlar Hûd (a.s)’un
kavmi idiler. kincisi ise, sütunlar (yüksek binalar) sahibi rem halk idi. Binâenaleyh
Cenâb- Allah, karkl önlemek için, bunu belirtti. kinci bir husus da udur: Bireyi
açkça belirtmedeki mübalaa, son derece ileri te’kide delâlet eder.
56 / 13. ( Il TUFSÎR-I KEBR
"Semûd kavmine de kardeleri Sâlih’i gönderdik. Dedi ki: "Ey kavmim Allah’a
kulluk edin. Sizin O’ndan baka hiçbir tanrnz yoktur. O, sizi topraktan
meydana getirdi, sizi orada ömür geçirmeye yahut imâra memur etti. O
halde O’ndan mafiret isteyin, sonra O’na tevbe edin. üphesiz ki Rabbim
çok yakndr, dualar kabul edendir.” Onlar dediler ki: "Ey Scilih, sen bundan
evvel içimizde ümid beslenen bir zât idin. imdi atalarmzn tapt eylere
tapmaktan bizi vazgeçirmek mi istiyorsun? Senin bizi davet ettiin ey
hakknda gerçekten ek ve üphe içindeyiz”
(Hûd, 61-62).
birinci Delil: Ayetteki, "O, sizi topraktan meydana getirdi" ifadesiyle ortaya
konulan delildir. Bu hususta u iki izah yaplr:
Meni ise, kandan meydana gelir, O halde insan, kandan yaratlmtr. Kan da (insann
yedii) gdalardan ne’et eder. Gdalarda ya hayvansal olur, ya bitkisel olur.
Hayvanlarn durumu da, insanlarnki gibidir. u
halde gerek hayvan, gerek insan,
hepsinin yaratl varp bitkilere dayanr. Bitkilerin yerden bittii açktr. O halde Allah
Teâlâ’nn hepimizi yerden (topraktan) yaratt sâbit olur.
I?, <•«*, HÛD SORIS 11/61-62 13. Cilt / 57
fi J $
b) “Allah Teâlâ, size orada uzun ömür verdi.” Bu manaya göre, umr fiili,
4\ y 9 f 9
Ayetteki, “ Ondan mafiret isteyin, sonra
'
Ona tevbe edin”
8 / 1 3. Cilt
TEFSlR-î KEBÎR
" Salih “Ey kavmim, ya ben Rabbimden apaçk bir delil üzerinde isem
dedi ki:
cJT ”
Bil ki Salih (a.s)’in Ol “ya ben apaçk bir mucize üzerinde isem. . .
dememden baka, benim bir eyimi artrmazsnz...” Birinci görü, doruya daha
yakndr. Çünkü Salih (a.s)’in ““eer O’na isyan edersem, beni Allah’n azabndan
kim koruyabilir?” eklindeki sözü, ayet, beni kendisine davet ettiiniz küfür
hususunda size tâbi olacak olursam, o zaman ben ancak dindeki hüsrânm arttrm
ve böylece de hüsrana düen ve helâk olan kimselerden olmu olurum...” eklindeki
bir manaya delâlet eder gibidir.
60 / 1.1. Cilt tefsIr-I kebîr
“Ey kav mim, ite size bir ayet (mucize) olmak üzere Allah’n u dii devesi!
Serbest brakn onu... Allah’n arznda yesin. Ona fenalk edip dokunmayn...
Aksi halde yakn bir azâb yakalar. Derken onu, ayaklarn keserek
sizi
Bil ki putperest bir toplum içinde, peygamberlik iddia eden bir kimsenin adet ve
tutumu, önce onlar Allah’a ibâdete davet etmek, sonra da buna peygamberlik
iddiasn eklemektir. Bu durumda mutlaka onlar da, ondan bir mucize isterler. Salih
(a.s)’in durumu da böyleydi. Rivayet olunduuna göre: Salih (a.s)’in kavmi, bir
bayramlar esnasnda sahraya çkarlar. Böylece de, Salih (a.s)’den bir mucize
getirmesini isterler. Ve ona, gösterdikleri muayyen bir kaya parçasndan, kendilerine
bir deve çkarmasn söylerler. Bunun üzerine Salih (a. s) de Rabbine duâ eder;
5) Rivayet olunduuna göre su içme sras bir gün o devenin, dier bir gün de
kavmin tamamnn idi.
Daha sonra Salih (a. s) JS'U Ujjlî “ Serbest brakn onu! Allah’n
nr/nda yesin!” demitir. bu sözüyle devenin bakm külfetinin kaldrldn ve
O
böylece o devenin, onlar için bir mucize olmas yannda, onlara faydal olup, zarar
da vermediini kastetmitir. Zira onlar, onun sütünden yararlanyorlard. Salih (a.s),
onlarn küfürlerinde srar gördüü için, onlardan yana deveye herhangi bir
ettiklerini
/ararn dokunacandan korkuyordu. Zira, hasm olan kimse, hasmnn delilinin ortaya
çkmasn sevmez; aksine, var kuvveti onu gizlemeye ve ibtâl etmeye çalr. te
ile
yaknda gelecek bir azâb ile tehdit etmitir ki bu, o deveyi öldürmeye yeltenmekten,
onlar iyice sakndrmaktr. Allah Teâlâ, Salih (a.s)’in bu tenbihine ramen onlarn
o deveyi boazladklarn beyân buyurmutur. Onlarn o deveyi, ya o hücceti ibtâl
etmek için, yahut su skntsna dütükleri için veyahut da onun yana ve etine gönül
sardklar için, boazlam olmalar muhtemeldir.
«-
*>
tevik etmitir. Zira onlar, deveyi boazlaynca, Salih (a.s) onlar, balarna gelecek
bir azab ile Bunun üzerine onlar, "Bunun alâmeti nedir?” dediklerinde
inzar etti...
de Salih (a.s), "Yüzlerinizin, ilk günde sararmas, ikinci günde kzarmas, üçüncü
günde de simsiyah olmas ve dördüncü günde de size azâbn gelmesidir” demitir.
Onlar, yüzlerinin siyahlatn görünce, azâbn geleceine kesinkes inandlar. Derken
tedbir olarak ona kar
hazrlk yaptlar. Nihayet, dördüncü gün sabahleyin azâb onlar
yakalayverdi. Bu azab da müthi bir sayha, yldrm veya dier bir azab idi.
mdi ayet. "Bu alâmetlerin, onlar arasnda. Salih (a.s)’in sözüne mutabk olarak
zuhûr edip de, yine buna ramen onlarn küfürlerinde srar etmi olmalar nasl makûl
olabilir?” denilirse, biz öyle deriz:
“Vakta ki emrimiz geldi, Salih de, onun maiyetinde iman etmi olanlar da
tarafmzdan bir esirgeme olarak o günün rüsvaylndan kurtardk. üphesiz
ki senin Rabbin, O, çok kuvvetlidir, mutlak gâlibtir. O zalimleri' ise korkunç
bir ses alp götürdü de yurtlarna diz üstü çöken kimseler oluverdiler. Sanki
•rada hiç oturmamlard. Haberiniz olsun ki Semud, hakikaten Rablerine
küfrettiler, dikkat edin ki Semûd’a rahmet-i ilahiyeden uzaklk verilmitir...”
(Hûd. 66-68).
2) Takdirin,
rahmet ile kurtardk; mü’minleri de bu
“Biz Salih’i tarafmzdan bir
KNC MESELE göre A’â hem burada, hem de Meâric (Ayet. n> sûresinde
Kelimesindeki Farkl Kraatiar mim’in fethasyla dier kraat imamlar ise, bu iki
yerde mim’in kesresiyle tifjî eklinde okumulardr. Bu
kelimeyi mim’in fethasyla okuyanlar, fj* kelimesinin ti ifâdesine uzâf olmasna m
ve ti kelimesinin de mebnî olmasna göre okumulardr. Mebnîye muzâf olann
mebnî klnmas Görmüyor musun? Muzaf, muzâfun ileyh’den ya marifelll
caizdir.
ÜÇÜNCÜ MESELE demektir. te bundan dolay Cenâb- Hak harbîler için, "Bu
onlarn dünyadaki rüsvayldr...”( Makie.33) buyurmutur.
Allah bu azab, onlar gibi olanlarn ibret alacaklar devaml bir rüsvaylk olmas
sebebiyle, “hizy” (rüsvaylk) diye adlandrmtr.
beyân buyurmutur. Bu ayrma, birine azâb verip dierine vermeme ii, ancak eyânn
karakterini deitirebilen ve ayn eyi bir kimseye nisbetle belâ Ve azâb; dier bir
M/ 13. (.'IH TEFSlR-1 kebîr
kimseye nisbetle de rahat ve huzur vesiiosi yapabilen kâdir ve muktedir olan bir zât
Daha sonra Cenâb- Hak bu durumu beyân buyurmak üzere âAIaJI jjü i
“O zalimleri ise korkunç bir ses alp götürdü...” demitir. Bu cümle ile ilgili iki mesele
vardr:
arasna, bir fasla girmitir. Binâenaleyh, araya giren bu kelimeler, sanki müenneslik
tâ’snn yerini tutmu gibidir. Bu durumun benzerleri geçmi idi.
b) Sayha, onlarn iitip de, böylece hepsinin kendisi sebebiyle öldüü ve evlerinde,
meskenlerinde yüzüstü yklm ölüler haline geldikleri büyük bir sestir, çlktr. Ayette
bahsedilen câsimîn tabirinin manas, onlarn diz üstü ve yüz üstü dümeleri
anlamndadr. Rivâyet olunduuna göre Allah Teâlâ Cebrâil’e, onlarn ölümüne sebeb
olacak bir nara atmasn emretmitir. Bu sayhay bilfiil Allah’n yaratm olmas da
caizdir. Siyah kelimesi ise ancak, azda ve boaz içinde meydana gelen sese denilir.
böyle olduunun delili; gök gürültüsünün hertürlü naradan daha kuvvetli ve tonlu
olup, ne "sayha" ne de "surâh" diye adlandrlmayadr.
mdi ayet, "O sayhann ölüme sebebiyet vermesinin sebebi nedi r ?” denilirse
biz deriz ki, bu hususta u izahlar yaplabilir:
2) Bu, çok korkunç bir eydir; meydana geldiinde, çok büyük bir dehet hasl
olur. Ruhî hastalklar iddetlendii zaman, ölüme sebebiyet verir.
3) Bu büyük sayha, buluttan ne’et ettiinde mutlaka onunla birlikte, yakc olan
çok iddetli bir imek de bulunur. te bn Abbas (r.a)’n "sâika” dedii de budur.
12. Cüz, HÛD SÛRES 11/66-68 13'. Cill / 65
^ f
M
O
^^ '
.
S
c
\
/
/*
• *
söz üzerine güldü. Biz de ona Ishâk’, Ishâk’n ardndan da torunu Ya’kûb’u
müjdeledik”
(Hud, 69-71).
tefsirde, onlar gelince, Hz. brahim’e selâm verdiklerini söylemitir. Ebu Ali el-Farsî
de öyle demitir: “Bu kelimenin, dümanln ve harbin zdd olarak, bar anlamnda,
8lm manasna gelmi olmas da muhtemeldir. Buna göre o melekler sanki, Hz.
r«y, HUD SURES — 1/(59-71
•
1
• —— - -
— * - - — * — — • • — ' • •
— - •
— •' —*-
ytmekten çekinmeyiniz" dedi..." Bana göre bu izah, uzak ihtimaldir. Zira böyle olmas
halinde, Hz. brahim (a.s)’in bunu, yiyecei hazrladktan sonra söylemi olmas
gerekir. Halbuki Kur’ân- Kerim, bu sözün, yemek hazrlanmadan önce söylenilmi
Olduuna delâlet etmektedir. Zira Cenâb- Hak, V*- o' dJUi jl5
Binâenaleyh sen ^5* fSu* dediin zaman, burada kullanm olduun bu nekire ifade,
& X + + X
•
brahim (a.s)’e gelince biz diyoruz ki: O, onlarn melek olduklarn ya bilmiyor,
aksine onlarn beer olduklarn zannediyordu; yahut da onlarn melek olduklarn
biliyordu. Birinci ihtimale göre, Hz. brahim’in korkmasnn sebebi u iki ey olabilir:
”
,
('II*, HOD SÛRES 11/69-71 1.1. Cilt / 69
a) Hz. brahim, insanlardan çok uzak bir yerde konaklamt. Bu sebepten, onlar
ytmekten kaçnnca onlarn kendisine bir kötülük düündüklerinden endielendi.
b) Tannmayan birisi misafir olarak gelip, kendisine yemek ikram edildiinde, eer
0 ytmekten yerse, bir güven duygusu hasl olur. Yok, eer yemezse, o zaman da
korku meydana gelir.
Buna göre eer, “Bu iki ihtimalden hangisi doruya daha yakn ve açktr?” denilir
3)
ilt, biz deriz ki: Hz. brahim (a.s)’in, onlarn Allah’n melekleri olduunu bilemediini
getirerek öyle demilerdir: “Bu söz, ancak onlarn kim olduunu bilip, fakat hangi
sebebten ötürü gönderildiklerini bilmeyen kimseye söylenebilecek sözdür.” Sonra
Cenab- Hak, meleklerin bu korkuyu Hz. brahim’den gidererek, "Korkma, çünkü
bizLût kavmine gönderildik” dediklerini beyân buyurmutur ki bu, “Biz, Lût
Kavmi’ne azab etmek için gönderildik” demektir. Çünkü bu sözde mukadder bir
“azab” kelimesi vardr. Çünkü bir baka sûredeki ayet buna delâlet etmektadir: u
"Onlar, “Biz, günahkârlar gürûhuna gönderildik. Çünkü onlarn üzerine çamurdan
talar atacaz” dediler” (Zariyat, 32-33).
1
Daha sonra Cenâb- Hak iîö ii'y'j "(brahim’in
) kars ayakta idi
olmas gerekir. O ey ise, Hz. brahim'in karisinin, brâhim (a.s)’in korkusunun zâil
olmasna sevinmi olmasndan baka birey deildir. Çünkü o melekler, “Korkma
biz Lût Kavmi’ne gönderildik” deyince, Hz. brahim’in korkusunun zâil olup
Netice olarak diyebiliriz ki: Hz. brahim’in hanmnn gülmesi, meleklerin Hz.
brahim’e “Korkma.. ” demelerinden ötürüdür. Bu söz sanki
. müjde gibi olmutur. bir
Bu sebeble Hz. brahim’in hanmna sanki öyle denilmitir: Biz bu müjdeyi ikiliyoruz,
yani korkunun giderilmesi ile bir müjde gerçekletii gibi, ömrünüz boyunca istediiniz
bir çocuunuzun olmas ile dier bir müjde daha tahakkuk etmitir.” Kâdi’nin bu
kat. Çünkü Allah, onun kavmine mutlaka azâb edecektir” dedi. O sözünü tamamlar
12. Cüz, HOD SÛRES 11/69-71 13. CM» / 71
tamamlamaz, Hz. brahim (a.s)'in yanna melekler geldi. Melekler, Hz. brahim'e
kendilerinin, sadece Lût’un kavmini helâk etmek için geldiklerini haber verince,
meleklerin sözü, Sâre’nin sözüne uygun dümü
oldu. te o, kendi sözü ile
meleklerin sözünün böylesine birbirine uygun dümesinden dolay çok sevindii için
güldü.
onlardan, melek olduklarna delâlet edecek bir mucize göstermelerini istedi. Bunun
üzerine melekler, Rablerine, o kzarm buzay duâ ettiler. Böylece
diriltmesi için
o kzarm buza konulduu yerden canlanp, otlaklara kotu. brahim (a. S)’ in hanm
ayakta idi. Kzarm buzann, bulunduu yerden canlanp otlaa sçradn görünce,
birden gülüverdi.
gülünce, Allah Teâlâ ona, o çocuun adnn “shak” olduunu, shâk’tan sonra da
Ya’kûb’un olacan müjdelemitir.
9)Bu gülü, ayette yaplacak bir takdim ve tehir ile anlalr: Buna göre ayetin
takdiri: “O’nun hanm ayakta iken biz ona shâk’ müjdeledik. O da, bu müjdeden
dolay sevinerek güldü” eklindedir. Binâenaleyh ayette “güldü” fiili önce zikredilmi
ise de, manaca sonradr.
“Kadn, “Vay, kendim bir koca kân, u zevcim de bir ihtiyar iken, ben mi
douracak
“
mm? Bu, cidden çok alacak bir ey!” dedi. (Elçi melekler de):
Allah’n emrine (iine) mi ayorsun? Ey ev ahâlisi, Allah'n rahmeti,
bereketleri sizin üzerinizdedir. üphe yok ki O, hamîd ve mecîddir” (dediler)”
(Hûd, 72-73).
Hnâtntleyh veylek sözü, “Yazklar, rüsvaylklar olsun sana!” demektir.” SU>t v^yh
M öyle demitir: ölümle yüzyüze olan kimseyi uyarmak için; Jj ise,
talâk* (ölüme) düen kimse için kullanlr.” Halil de: “Ben bu kelimenin kalbnda
§noak, Jrj ‘ iJûj ve jj kelimelerini gördüm” demitir. Bunlar, manaca
birbirine yakn kelimelerdir.
(kolay söylenirler).
htiyar iken, ben mi douracak mm!” sözü ile ilgili birkaç mesele vardr:
BRNC MESELE dier kraat imamlar ise iki hemze ile ve medsiz olarak,
“
1) Allah Teâlâ Hz. Sâre’den, taaccüb sadedinde, Kendim bir koca kan iken
ben mi douracak mm!” sözünü nakletmitir.
Allah’n kudretine amann küfrü gerektirdiinin izah ise eyledir: Böylesi bir
taaccüb, onun Allah’n kudretini bilmediini (kabul etmediini) gösterir ki bu da küfrü
gerektirir.
t '
olup,
^ ^ J\
maksad bu
"Kocam
belli
ihtiyar olarak,
Daha sonra ise onlar, ç4?' jiî «Stf'jj «Jl "Ey ev ahalisi, Allah'n
rahmeti, bereketleri sizin üzerin izdedir” demilerdir. Bu ifâdeden maksat, böyle bir
“Vakta ki brahim’den o korku gitti, kendisine bir de müjde geldi. (imdi o),
Lût kavmi hakknda adetâ bizimle mücadeleye balad. Çünkü brahim
cidden yumuak huylu, yürei yank, kendisini tamamen Allah’a vermi biri.
idi”
(Hûd, 74-75).
Bil ki bu, beinci. kssa olup, Lût (a.s)’n kssasdr. Bilesin ki rav’ kelimesi, korku
anlamndadr. Bu ise onun, müsafirlerini tamyamayp yadrgad zaman, kalbinde
gizlice duymu olduu korkudur. Bunun manas “kendisinden korku gidip de
çocuunun olacana müjde sebebiyle de sürür ve nee hasl olunca, o Lût
dair
Kavmi hakknda bizimle mücadele etmeye balad” demektir. Ayetteki lemma
edatnn cevâb, ehaze'dir. Ancak, sözün gelii ona' delâlet ettii için, bu kelime
hazfedilmitir. Bunun takdirinin, "brahim’den korku gidince, o bizimle mücadele
etti...” eklinde olduu da söylenilmitir.
mdi, denirse“Bu mücadele eer Allah ile olmusa, bu, Allah’a kar yakksz
ki:
bir eye cür’et etmek demektir. Allah’a kar cür’et etmek ise, en büyük,
Bu toplu bir cevap olup buna göre; Cenâb- Hak onu, bu ayetin
Birinci Vecih:
hemen peinden methetmi ve öyle buyurmutur: “Çünkü brahim, cidden
yumuak huylu, yürei yank, kendisini tamamen Allah'a vermi biri idi” (Hûd. 75).
a
ayet bu mücadolosi günah olmu olsayd, bunun peinden, büyük bir medhe delâlet
orlon bu ayeti zikretmezdi.
“
a) Melekler. brahim (a.s)’e, imha edeceiz”
Biz bu memleketin ahalisini
(Ankebût, 3i) deyince o: “Söyleyin bakalm, bu beldede ehl-i mü’min bulunsa da siz m
onu helâk edeceksiniz?” dedi. Onlar: "Hayr” deyince: "Ya krk tane olunca?” dedi;
onlar, “Hayr” deyince: "Ya otuz tane olunca?” dedi. Onlar: "Hayr” deyince... ilh.
Böylece o, ona kadar indi, onlar da: "Hayr” dediler. Bunun üzerine brahim (a.s):
"Söyleyin bakalm, orada tek bir müslüman kimse bulunsa dahi, oray imha edecek
misiniz?” deyince, yine onlar: “Hayr” dediler. te o zaman brahim (a.s): "Orada
Lût bulunuyor ya!” dedi.
“
te Cenâb- Hak bunu Ankebût Sûresi’nde zikretmi ve: Elçilerimiz brahim'e
o müjdeyi getirince dediler ki: “Biz bu memleketin ahalisini imha edeceiz. Çünkü
orann ahalisi zalim oldular. ” (brahim), “Onlarn içinde dedi, Lût da var. ” Dediler
ki: “Biz orada kimin bulunduunu çok iyi bilenlerdeniz. Onu da, ailesini de
muhakkak kurtaracaz. Yalnz, geride kalacaklardan olan kars müstesnâ...”
(Ankebût, 3i-32) buyurmutur. Daha sonra ise, Cenâb- Hak, “Vakta ki elçilerimiz Lût’
geldi. O, bunlar yüzünden kaygya dütü, bunlar sebebiyle gösü darald, “Korkma,
tasalanma, dediler, çünkü biz seni de, senin aileni de kurtaracaz. Yalnz geride
kalacaklardan olan karn müstesnâ...” (Ankebût, 33) buyurmutur. Böylece, brahim
(a.s)’in mücadelesinin ancak, Lût (a.s)’un onlar arasnda bulunmas sebebiyle, Lût
Kavmi hakknda olduu ortaya çkmtr.
b) öyle denilmesi de muhtemeldir: brahim (a.s), onlar belki iman ederler de,
iledikleri günahlardan tevbe ederler ümidiyle, azâb onlardan tehir etmek suretiyle,
kendilerine Allah’n rahmetinin isâbet etmesini arzuluyordu. Çou kez bu mücadeleler
de, brahim (a.s): “Allah’n emri, azâb iletmek suretiyle gelir. Emrin mutlak manas
ise, o iin derhal yaplmasn icab ettirmez, aksine geciktirmeyi kabul edebilir.
Binâenaleyh sizler (ey melekler), biraz daha bekleyin...” demesinden; buna mukabil
’
meleklerin de: "Muhakkak ki, emrin derhal yaplmas gerekir. Üstelik burada da, emrin
derhal yaplmas gerektiine delâlet eden karineler bulunmaktadr” demelerinden
ileri geliyordu. Daha sonra ise her bir taraf, bilinen ekillerde, kendi görüünü
anlatmaya balar, ite bundan dolay da mücadele meydana gelir. Bana göre
kendisine güvenilecek olan görü de budur.
12. Cüz, HDD SORESI 11/76-77 13. Cilt / 77
hakknda tahakkuk edip etmedii hususunda ihtilâf ettiler. Bu sebeple de, bir
mücadele meydana geldi. Ksaca biz, zamanmzdaki alimlerin de nasslara tutunmak
hususunda birbirleriyle mücadelç ettiklerini görmekteyiz. Nasl ki bu, onlarn herhangi
birini ta’n etmemizi gerektirmiyorsa, ite burada da böyledir..
onun hilmiyle alâkal olan hususu da buna ilâve etmitir ki; bu da, “yürei yank,
kendisini tamamen Allah’a vermi birisi idi” sfatlardr. Çünkü hilm sahibi olan
kimsenin, bakasna skntlar ve belâlar ulatn müahede ettiinde, yürei yanar
tutuur. Lût, Kavmi’ni imha etmek için meleklerin geldiini görünce, ite o zaman,
bundan dolay hüznü çoald ve bundan dolay yürei yanmaya balad. te bu
sebeple de, Allah onu bu sfatla nitelemitir.
Yine, Cenâb- Hak onu, “kendisini tamamen Allah’a vermi olmakla” nitelemitir.
Çünkü, bakasna kar kendisinde, böylesi büyük bir efkat ve acma duygusu
bulunan kimse, bu azâb onlardan gidermek için, daima Allah’a yönelir, O’na döner
ve O’na rücû eder. Ya da öyle denilebilir: Bakasnn
skntlara dûçar olmasn
istemeyen kimse, kendi nefsinin skntlara dümesini haydi haydi istemez ve bundan
honut olmaz. Nefsi Allah’n azâbna duçar olmaktan korumann yoluysa, ancak tevbe
ve Allah’a yönelmedir. u halde, durumu böyle olan kimsenin de, kendisini tamarniyle
Allah’a vermesi gerekir.
“Ey brahim, bundan vazgeç. Zira hakikat udur: Rabbinin emri gelmitir.
Onlara muhakkak reddolunamayacak bir azap gelip çatacaktr. ” Vakta ki
elçilerimiz Lût’a geldi. O, bunlar yüzünden kaygya dütü, bunlar yüzünden
gösü darald ve: “Bu çetin bir gündür” dedi”
(Hûd, 76-77).
Bil ki, il» ‘j* jfi cümlesinin manas udur: "Melekler brâhlm’e
öyle "Bu mücadeleden vazgeç. Çünkü bu azab onlara ulatrma hususunda
dediler:
Rabbinin emri gelmitir...” Çünkü, nassn bu hükme delâlet etme yönü ortaya çknca,
bunu önlemenin yolu yoktur. te bundan dolaydr ki onlar, brahim’e, bu mücadeleyi
udur: Rabbinin emri gelmitir" deyip,
terketmesini emrettiler. Onlar, "Zira hakikat
bu lafzda da, bu emrin ne ile geldiine dair bir delâlet bulunmaynca, üphesiz ki
Cenâb- Hak, onlara, reddolunamayacak, yani defedilmesi ve savuturulmas
mümkün olmayacak bir azabn geleceini beyân buyurmutur.
Misafir Erkek Klnda Lût’a Gelen Melekler
Lût’un yanna gittiler. ki köyün arasnda krk fersahlk birmesafe bulunuyordu. Onlar,
parlak delikanllar klnda Lût’un yanna girdiler. Onlar son derece güzel idiler. Lût
(a. s), onlarn, Allah’n melekleri olduunu bilememiti.
a) Lût (a.s) onlar insan sand. Böylece de kavminin onlara, o kötü fiili
b) Lût(a.s)’u, onlarn gelmesi üzmütü. Çünkü onun, onlara harcayacak bir eyi
bulunmuyordu ve O, onlar gerektii gibi arlayabilecek durumda deildi.
c) Bu onu üzmütü, zira Lût (a.s)’un kavmi, Hz. Lût’un evine misafir almasna
mani oluyorlard.
Üçüncü Lafz: Ayetteki, Ç-j* }y. '1* cümlesidir. Yani, “Bu çetin, iddetli
“(Lût’un) kavmi, kendisine doru koarak yanma geldi. Onlar daha evvelden
kötülükleri ilemeye alm
kimselerdi. (Lût), “Ey kavmim, ite kzlarm. Sizin
için onlar daha temiz. Artk Allah’tan korkun. Beni misafirlerimin yannda
küçük düürmeyin ; içinizde akl banda olan bir kimse de mi yok?" dedi.
80 / 13. Cilt TEFSÎR-Î KEBÎR
Dediler ki: “Andolsun, senin de bildiin gibi, bizim senin kzlarnda hiçbir
hakkmz yok. Sen bizim, neyi dilediimizi elbette biliyorsun.” (Lût) öyle
dedi: “Size yetecek bir kuvvetim olsayd keke!.. Yahut, sarp bir kaleye
sn abilseydim .. .
”
(Hûd, 78-80).
kavmi, soluk solua koarak ona geldiler. Allah Teâlâ, onlarn çabucak, koarak
gelmelerinin çou kez, o kötü fiili yapmak için olduunu, oLuJi 0 jdJv jilS' i
J3
“Onlar daha evvelden kötülükleri ilemeye alm kimselerdi. .
”
diye beyân etmitir.
Nakledildiine göre, Lût’un kavmi onun evine girer ve, Cebrail (a.s)’in bulunduu
odaya girmek isterler. Cebrail (a.s) de elini kapnn üzerine koydu. Dolaysyla onlar
kapy krmadan açamadlar. Bunun üzerine Cebrail (a.s) de, onlarn gözlerini svad
da, onlar bunun üzerine kör oldular. Bundan dolay, “Ey Lût, bizim üzerimize
sihirbazlar geldi ve fitne zuhur etti” dediler.
kinci Görü: Malum sîasnn meçhûl sîas mümkün deildir. üzere gelmesi
Misal gösterilen bu fiillerin failleri hazfolunmutur. Binâenaleyh, X-3 jî
cümlesinin takdiri, ü
Stfjl “Tabiat, huyu onu... dükün kld, arzulu yapt”
Cenâb* Hakk’n j* Jfi. fjiU jtf “(Lût), “Ey kavmim, ite kzlarm.
daha temiz" ifadesiyle ilgili iki görü bulunmaktadr: KatAde öyle
Sizin için onlar
demitir: Kzlarndan murad, kendi sulbünden olan kzlardr. MücAhid ve Sele* Ibn
Cübeyr de: “Bundan maksad, ümmetinin kadnlardr. Çünkü onlar, haddi zatnda
kzlar olup, onlarn tâbi olmak ve davetini kabul etmek suretiyle, Lût (a.s)’a bir
mensubiyyeti bulunmaktadr...” demilerdir.
Nahivciler, izâfetin güzel ve uygun olabilmesi en ufak bir sebebin bile yeterli
için,
olacan, çünkü Lût (a.s)'un onlarn peygamberi olduunu, dolaysyla, adeta onlarn
babas mesabesinde olduunu Cenâb- Hak, “Peygamber
söylemilerdir. Nitekim
zevceleri, mü’minlerin analardr” (Ahzâb.ej buyurmutur. Buna göre Hz. Peygamber
de, ümmetin babasdr, ite bence, tercihe ayan olan görü de budur. Bunun
doruluuna birçok ey delâlet eder:
sulbünden olan kzlar, büyük bir topluluk için yeterli deildir. Ümmetinin kadnlarna
gelince; onlar herkese yetecek saydadr.
3) Sahih olan u rivayete göre onun iki kz bulunuyordu: Birisi ZentA, dieri de
ZeûrA.. ki kza, “kzlar” lafznn itlâk edilmesi caiz deildir. Çünkü, çoulun en aznn
“üç” olduu bilinmektedir. Birinci görüte olanlar, Lût (a.s)’un, kavmini, ümmetin
kadnlaryla zinaya davet etmedii hususunda ittifak halindedirler. Onlara göre bilakis
bundan maksad udur: Aksine O, kavmini, kadnlarla evlenmeye davet etmitir. Bu
hususta iki görü bulunmaktadr:
2) Onun eriatinde, mü’min kadnlarn, kâfir erkeklerle evlenmesi caiz idi. Hz.
Peygamberin, kz Zeyneb’i, mürik olduu halde Ebu’l-As Ibnu’r-Rebî'yle; yine,
bir dier kzn
Utbe bn Ebî Leheb ile evlendirmesi de delâlet eder ki, slâm'n
balangcnda da bu böyle idi. Sonra bu, Cenâb- Hakk’n, “... iman edinceye kadar,
Allah’a e
tanyan kadnlarla evlenmeyin... iman edinceye kadar, mürik erkeklere
kzlarnz nikâhlamayn..." (Bakara, 221 ) ayetiyle nesholunmutur. Yine bu görüte
olanlar ihtilâf etmi, ekserisi, “Onun iki kz var idi” demilerdir, Bu takdire göre,
Ayetteki
fö j* “sizin için onlar daha temiz” cümlesiyle ilgili iki mesele vardr:
Hz. Lût’un "Beni Küçük Düürmeyin" olmayan bir eyi yapmaya hücum ettiklerinde, o rezilliin
Sözünden Maksat kendisine de isabet edeceini kasdederek, “Misafirlerimin
yannda beni rezil rüsvay etmeyin...” anlamndadr.
görü bulunmaktadr:
banda
olan bir kimse de iki
Bu, “Bizim, senin kzlarna hiçbir ihtiyacmz yok; onlara, bir ehvet de
duymuyoruz...” demektir. Bunun manas udur: “Bir eye muhtaç olan kimse için,
sanki o eyde kendisi için bir tür hak meydana gelmi olur. te bundan dolay, bir
Biz bu tabiri, zahirî manasna hamlederek deriz ki: “Bunun manas, “Onlar
bizim zevcelerimiz deildir ve onlarda kesinlikle bizim bir hakkmz bulunmamaktadr.
Ayrca, bizim gönlümüz de onlara meyletmemektedir. u
halde onlar, bizim yapmak
istediimiz, ilediimiz o fiili nasl yerine getirebilirler?..” eklindedir. Bu tabir onlarn,
o pis fiillerine bir iarettir.
Bu, “Bizim senin kzlarnda hiçbir hakkmz yok. Çünkü sen bizi, iman etmemiz
artyla, onlar nikâhlaniaya davet ediyorsun. Halbuki bu hususta, sana icabet
etmiyoruz. Öyleyse, bizim onlarda hiçbir hakkmz olamaz” demektir.
“ Onlar atein karsnda durdurulup da...” (En’im, 27) ayetleridir. Vahidî öyle
demitir: "Cevap burada hazfedilmitir, çünkü bu durumda insann aklna, pekçok
mani olma ve def etme çeidi gelmektedir.”
Jjî
J Ol j buyruunun manas, "Elimde, size kar
KNC MESELE koyabileceim bir kuvvet, bir ey olsayd...” eklindedir.
Kuvvet salayacak eyi "kuvvet” diye isimlendirmek
mümkündür. Nitekim Cenâb- Allah da, "Siz de onlara kar gücünüzün yettii kadar
kuvvet ve balanp beslenen atlar hazrlayn.. "(Entâi.eo) buyurmutur ki, buradaki
"kuvvet” ifâdesinden maksad, (onu salayacak olan) silâhtr. Dier bazlar da, bunun
manasnn, "onlar defedebilme kudreti” olduunu söylemilerdir. Ayetteki rüknün
edîd tabirinden maksad salam ve koruyucu yerdir. Bu, dadaki salam bir snaa
benzetilmitir.
Buna göre eer, "Burada, fiilin isim Üzerine atfedilmesinin sebebi nedir?”
denilirse, biz deriz ki:
Keâf öyle demitir: "Bu fiil, gizli bir en ile mansûb olarak
sahibi T 01
eklinde okunmutur. Buna göre sanki öyle denilmitir. "Eer benim size kar bir
kuvvetim ya da bir snma imkânm olsayd...”
Bil ki, “Size yetecek bir kuvvetim olsayd keke!.. Yahut, sarp bir kaleye
smabilseydim...” ifâdesindeki her bir cümleyi, ayr ayr manalara hamletmek
gerekir. Bunun birkaç izah vardr:
onunla hiçbir alâkas olmayan müstakil bir cümledir. Bu izaha göre, fiil cümlesinin
lalm cümlesine atfedilmesi de gerekmemi ölür, ite bundan dolay Hz. Peygamber
(a.a.s),
etsin.. O, zaten
jl
salam
tfjl* tâ
bir
^
iIl
yere snmt
"Allah, kardeim Lût’a merhamet
..." buyurmutur.
"Elçi melekler: "Yâ Lût, emin ol, biz Rabbinin elçileriyiz. Onlar sana katiyyen
dokunamazlar. Sen hemen, gecenin bir ksmnda âilenle yürü. çinizden hiç
biri geri kalmasn. Yalnz karn müstesnâ. Çünkü onlara isabet edecek azab,
e) Onun salam sna ve yegâne yardmcs Hak Teâlâ idi. te ona verilen
bu müjdeler tahakkuk etmiti. Rivayet edildiine göre, Cebrili (a.s), Lût (a.s)’a
“Kavmin sana hiçbir zarar veremez. Binâenaleyh (korkma), kapy aç” der. Onlar
içeri girince, Cebrili (a.s) kanad ile onlarn yüzüne vurur, gözlerini svazlar ve kör
eder. Bunun üzerine de onlar yollarn bulamaz bir hale gelirler ve evlerine varamazlar.
” ”
hemze-i kat' ile pb eklinde okumulardr ki, ikisi de ayn manaya gelir. Arapça'da
ayn manada olmak üzere, jîll* ve sLîp (gece yürüdüm) denilir. Nitekim
âir Hassân b. Sâblt (r.a) de öyle demitir:
* & fa öp *
“Sen ona gece gitmemi olduun halde, o (sevgili) sana geceleyin geldi”
Binâenaleyh bu fiil (Kur'ân’da) her iki lügat (ekil) ile de gelmi (kullanlmtr).
Bunu hemze-i kat’ ile okuyann delili, Cenâb- Hakk’n «
4* jp\ p\
(sm, i)
ayetidir.
ayetidir. Yine bunu hemze-i vasl
masdar da, gece
ile okuyann
yürümek manasndadr.
delili de
Birisi
p bi jjjlj
gece yürüdüü,
( FeC r. 4)
parças olup, seher vaktidir” demitir. Katâde buna: “Gecenin bir parçasndan
sonra...” manas verirken; bazlar da bunun, “Gecenin yars” olduunu, çünkü Lût
(a.s)'un gecenin tam yarsnda yola çktn söylemilerdir.
Sonra Ut fap öp. S/j “içinizden hiçbiri geri dönüp bakmasn” buyrulmutur.
Bu, Lût (a.s) ile birlikte olanlar geriye dönmekten nehyetmek içindir. “ltifat”, insann
arkasna dönüp bakmasdr. Görünen odur bundan maksad udur: Onlarn,ki
Aileni geceleyin alp götür" manasnda olmak üzere, "ehl” kelimesinden müstesnâ
saymlardr. Bu kraatin doru olduuna ehâdet eden bir husus da, Abdullah b.
Mes'ûd’un kraatnda bunun dtö *[ dlUb eklinde okunup, tâ tMt Slj
fâdesinin burada bulunmamasdr. Bu kelimeyi ref ile okuyanlara göre kelamn takdiri,
“Karn müstesnâ, içinizden hiçbiri geri dönmesin" eklindedir.” Buna göre ayet:
“Bu okuyu ekli, Lût’un karsna, arkasn dönmesinin emredilmi olmasn
gerektirir. Çünkü bir kimse: “Zeyd hariç, içinizden hiçbiri ayaa kalkmasn” dedii
zaman, bu "Zeyd ayaa kalksn” manasnda bir emir olmu olur" denilir ise, buna
kar Ebu Bekir el-Enbârî de öyle diyerek cevap verir: “Ayetteki illâ (müstesnâ)
lafz, istisna- munkatîdr. Buna göre ayetin manas: “Sizden hiç kimse arkasna
dönmesin. Fakat karn arkasna dönecek ve kavminin bana gelecek azap, onu da
çarpacaktr” eklindedir. Bu istisnâ, böyle istisnâ- munkatî olduu zaman, onun
arkasna dönmesi bir günah olmu olur. Zikrettiimiz bu mana, Katâde’den rivayet
edilen u haber de kuvvet kazanr: Katâde, köyden ilk çktklarnda Hz. Lût’un
ile
bu kelimeyi merfû olarak okumak daha kuvvetlidir. Çünkü bunu nasb ile
Bil ki
okumak, Lût (a.s)’un karsnn, ehl-ü iyâli içinde çktn ifâde etmez. Fakat bu
durumda istisnâ, “ehl” kelimesinden olmu olur. Buna göre sanki Hak Teâlâ Lût
(a.s)’a, ehl-ü iyâli ile beraber çkmasn, bu hanmn terketmesini emretmitir. Çünkü
o, helâk olanlarla birlikte helâk olacaktr. Bu kelimeyi nasb ile okumak ise, bir baka
Daha sonra Cenâb- Hak o meleklerin, dier günahkârlara isabet edecek olan
eyin onun bana da geleceini söylediklerini bildirmitir. Bundan maksad o
günahkârlara isabet edecek olan azabn, Lût’un karsna da isabet edeceidir.
(a.s)’un, bu sözü duyunca, âilesi ile birlikte geceleyin yola çktn söylemilerdir.
88 / 13. Cilt TEFSlR-t KEBÎR
da ceza (netice) olduuna delâlet etmektedir. art ise neticeden baka bireydir.
u halde ayetteki “emr", azab manasna deildir. Böyle söyleyen herkes, ayetteki
“emr”in, “nehy"in zdd olan “emir” olduunu söylemitir.
c) Allah Teâlâ bundan önce, “(O melekler): “ Çünkü biz Lût kavmine
gönderildik” dediler” (Hûd, buyurmutur. Binâenaleyh bu ifâde, o meleklerin Lût
70)
Kavmi’ne gidip, onlara azab etmek için Allah Teâlâ tarafndan görevlendirilmi
olduklarna delâlet eder. Bunu iyice anladn zaman biz diyoruz ki: "Allah Teâlâ,
bir grup meleklerine, o ehirleri belli bir zamanda harap etmelerini emretmitir ve
vakti gelince onlar, bu emri yerine getirmilerdir. u halde ayetteki, “Emrimiz geldii
zaman..” sözü, meleklere yüklenen o göreve bir iaret olmu olur.
Eer, “ayet durum böyle olsayd, o zaman “Bizim emrimiz gelince, o melekler
o ehirlerin altn üstüne getirdiler" denilmesi gerekirdi. Çünkü bu fiil, memur
(emredilen) meleklerden meydana gelmitir?” denilirse, biz deriz ki: “Görüümüze
göre, böyle söylenilmesi gerekmez. Çünkü biz ehl-i sünnete göre, kullarn fiili de,
12. Cüz^HÛDJîORESI 11/82-83 13. Cilt / 89
Allah’n fiilidir, yani Allah tarafndan yaratlr. Hem sonra onlardan sâdr olan bu *il,
Allah’n emri ve kudreti ile tahakkuk etmitir. Bmâenaleyh bu fiilin, Allah’a isnad
edilmesi tuhaf saylmaz. onu yapana izafe edilmesi makul olduu
Çünkü fiilin, bizzat
gibi, sebeb olana isnad edilmesi de güzel ve yerinde olur.
ona ancak “Ol” dememizden ibarettir. O da derhal olu verir ”(Nahi,40) ayetinin ifade
ettii husus kastedilmitir. Bu "emr”in ne olduunun izah daha önce geçmiti.
3) Bu "emir” lafz ile, "azab” manas kastedilmitir. Böyle olmas halinde ayette,
u ekilde bir takdir yapma ihtiyac hissederiz: "Azabmzn zaman gelince, o
memleketin üstünü altna getirdik.”
a) Yeri söküp, en yakn birinci kat semâya kadar kaldrmak, görülmemi bir itir.
Siccîl Nedir?
8) Bu, “En yakn semâ” manasnadr. Buna “slccîl” denilmitir. Bu görü, Ebu
Zeyd’den rivayet edilmitir.
2) O talarn her birinde üstüste konulmu ve top haline getirilmi küçük talar
vard.
12. Cü z, HÛP SÜ RES U/82-83 13. Cilt / 91
3) Allah Teâlâ, bu talar madenlerinde öyle yaratm, üst üste koymu ve zalimleri
helâk etmek için onlar hazrlamtr.
demitir.
Daha sonra Cenâb- Hak dlîj “Rabbinin katnda” yani, “Allah’tan baka
üzerinde hiç kimsenin tasarruf edemedii, harcayamayaca hâzinelerinde..”
buyurmutur.
V “ v
Bil ki bu, Hûd Sûresi’nde zikredilen kssalarn aitncsdr. Bil ki Medyen, brahim
(a.s)’in oullarndan Sonra bu kelime, onun kabilesinin ismi olmutur.
birinin ismidir.
Müfessirlerden çou, “Medyen”in, Medyen b. brâhim (a.s)’in inâ ettii bir ehrin
ad olduu görüüne sahip olmulardr. Buna göre ayetin manas: “Biz Medyen
ahâlisine de kardeleri uayb’ gönderdik” eklindedir. Binâenaleyh ayette mahzûf
bir “ahâlisine” lafz vardr.
Bil ki biz, peygamberlerin, iin banda önce kavimlerini tevhide (Allah'n birliine
inanmaya) davet ile baladklarn beyân etmitik, ite bundan dolay uayb (a.s),
“Siz/nO’ndan baka hiçbir tannnz yoktur” demitir. Peygamberler, tevhide davetten
sonra, ehemmiyet srasna göre dier ilere balarlar. Medyen ahâlisi içinde eksik
ölçüp tartma alkanlk haline gelmi birey olduu için, uayb (a.s) onlar “ölçüyü
ve tarty eksik tutmayn” diyerek, bu alkanl ve âdeti brakmaya çarmtr. Naks
(eksiltmek) tabiri ile ilgili iki izah vardr:
Burada, “bakasnn hakkn eksiltme" manasna gelir. Her iki ekilde de, bakasnn
hakkn eksiltme meydana gelmi olur.
Sonra uayb (a.s), jfa (&j* “Ben sizi gerçekten bir hayr içinde görüyorum*
demitir. Bunun iki ekilde izah yaplabilir:
b) Bunun takdiri öyle de olabilir: "Allah Teâlâ, size çok mallar, hayrlar, kolaylklar
ve genilikler vermitir. u halde böyle eksik tartmaya ihtiyacnz yoktur.”
kinci Bahis: Allah Teâlâ onlar, içinden hiç kimsenin çkamayaca bir biçimde
kuatacak bir azab ile korkutup tehdit etmitir. Ayetteki "muhît” kelimesi, görünüte,
yevm kelimesinin sfatdr. Mana bakmndan ise, azab kelimesinin sfatdr. Bu
Cenâb- Hakk’n, “Bu çetin bir gündür ” (Hûd, rr) ayetinde olduu gibi mehur bir
mecâzdr.
olduu gibidir.
Buna göre eer, "Bu ayette, üç bakmdan tekrar meydana gelmitir. Çünkü O
” “
önce “Ölçüyü ve tarty eksik tutmayn Ölçüde ve tartda adâleti
demitir. Sonra,
yerine getirin” demitir. Bu, birinci sözün aynsdr. Daha sonra da, “nsanlarn
eyasn eksiltmeyin” demitir. Öyleyse, bu tekrardaki hikmet nedir?” denilirse, biz
deriz ki:
1) Allah Teâlâ, iyice tekid etmek için, bir eyi emretmek ile onun zddm nehyetmek
beraber zikretmitir. Nitekim sen, "Akrabalarna sla-i rahim yap, onlardan ilgini
için
kesme” dersin. Böyle bir cem' son derece fazla olan bir tekide iaret etmektedir.
öyle diyebiliriz:
2) olduunu kabul etmiyoruz.
"Biz, emrin, sizin söylediiniz gibi
Çünkü, hem bir iin eksik yaplmasnn nehyedilmesi, hem de o iin aslnn
nelyedilmesi mümkündür. u halde, Cenâb- Hak, burada, hem eksik ölçüp
tartmaktan nehyetmekte, hem de hakkn tam olarak verilmesini emretmektedir. Çünkü
bu, Cenâb- Hakk’n, muâmeleleri men edip alverii yasaklamadna; ancak eksik
ölçüp tartmay reddettiine delâlet eder. Bu çünkü bir grup kimse, "Alveri,
böyledir,
eksik ölçüp tartmaktan ve kimilerinin hakkn alkoymaktan hâlî olamaz. Binaenaleyh,
alveri külliyen haramdr” demektedir. te böyle bir vehmi ibtâl etmek için, Allah
Teâlâ birinci ifâdede eksik ölçüp tartmay nehyetti; ikinci ayette de, ölçüp tartmay
tam adâletle yapmay emretti.
•
Üçüncü zah: Allah Teâlâ birinci ayette “ölçüyü ve tarty eksik tutmayn”; ikinci
”
“
yatta de, ölçüde ve tartda adâletl yerine getirin buyurmutur, “fa’’ adaleti yerine
getirmek, o i, tam ve mükemmel bir biçimde yapmaktan ibarettir. Bu ise, ancak
nsan, hak edilenden daha fazla verdii zaman tahakkuk eder. te bu manadan dolay
fukahâ öyle demitir: mesela abdestde yüzü ykamay emretti. Fakat,
Allah Teâlâ,
ban cüzlerinden birini ykamadkça, yüzün tamamn ykama emri yeine gelmez.
Velhasl Cenab- Hak, birinci ayette, noksan ölçüp tartmay nehyetmi; ikinci ayette
de, fazlasyla vermeyi emretmitir. Bu vacibin, kesin ve kati olarak yaplm olabilmesi
1) Kim, bakasna zarar verme peinde olursa, o bakasn da, kendisine zarar
vermesi için etmi olur. Binâenaleyh, bu cümlenin manas, “Bakasnn
tahrik
menfaatlerini bozmaya gayret etmeyin. Çünkü, hakikatte bu, sizin kendi maksat ve
menfaatlerinizi ifsâd etmek olmu olur” eklindedir.
”
Sonra o, *1)1 “Allah’n brakt (kâr), sizin için daha hayrldr
yo / 13. un TEFSR-I KEBÎR
Bil ki, arta bal olan ey, art bulunmaynca tahakkuk etmez. Binâenaleyh
bir
bunun manasnn öyle olmasdr: “Ben size nasihat edip, size doruyu
Birincisi,
gösterdim. Bununla beraber, ben sizin üzerinizde bir bekçi deilim.’’ Yani, “Benim
”
sizi, bu çirkinliklerden alkoyacak kudretim yok.
12. CM/. HOD SÜRES 11/87 13. Cilt / 97
ir
ir ir
Bu, “Salât” lafz ile ilgilidir. Bununla ilgili iki görü vardr:
ÜÇÜNCÜ MESELE a) Bundan maksad Hz. uayb’n dini ve imandr. Zira
Salât Kelimesinin Manas ve Namazn namaz, dinin iârn gösterir. Böylece onlar namaz dinden
Münkeri Önlemesi kinâye olarak zikretmilerdir. Yahut da öyle deriz: Namaz,
asl olarak ittiba edip, uymak manasnadr. Musalli’nin
(namaz klann), “önde koan at takip eden at” manasndan alnm olmas da bunu
gösterir. Çünkü o atn ba, öndeki atn iki “salv”i hizasndadr. ki “salv” de, atn
iki uyluudur. Bu kelime ile “Bunu sana dinin mi emrediyor?” manas kastedilmitir.
Kelamn takdiri “senin namazn sana, atalarmzn ibadet ettii eyi brakmamz
a)
ve mallarmz hususunda istediimizi yapmamamz m
emrediyor” eklindedir. Buna
kinci zah: bunun manas, “Sen, kendince ve taraftarlarnca halim ve akl banda
bir adam olarak niteleniyorsun” eklindedir. ^
Üçüncü zah: Hz. uayb (a. s.), onlar nezdinde de halim ve reîd (akl banda)
Olarak mehur idi. Fakat O, onlara atalarnn dinini brakmalarn emredince, onlar
ona, "sen bu hususta yolu belli, halim ve akl banda bir kimsesin, Nasl oluyor da
atalarmz üzerinde bulduumuz dinden nehyediyörsun?” dediler. Bu sözden
bili,
makaad, böylesi bir iin, halim ve akl banda bir kimseden çkmasnn'pek tuhaf
görüldüünü ifâde etmektir. Bu izah, yaplan izahlarn en dorusudur.
O X i) fj>0
“Ey kavmim, dedi, ya ben Rabbimden (gelen) apaçk bir bürhan üzerinde
isem ve O, bana katndan güzel bir rzk ihsan etmi ise, buna ne dersiniz?
Size yasak etmeme ramen, size muhalefet etmek istemiyorum. Ben
gücümün yettii kadar ile slahtan baka birey istemiyorum. Muvaffak
olmam da ancak Allah’n yardm iledir. Ben yalnz O’na tevekkül eder ve
yalnz O’na yönelirim. Ey kavmim, bana dümanlnz, Nûh kavminin, ya
Hûd kavminin, yahut Sâlih kavminin balarna gelenler türünden, size bir
musibet getirmesin. Lût kavmi de sizden uzak deil. Rabbinize istifar edin ve
tevbe edin. Çünkü Rabbm rahim ve vedüddur”
(Hûd, 88-90).
1) Onun “Ya ben Rabbimden gelen apaçk bürhan üzerinde isem” sözü,
bir
Allah’n kendisine verdii ilim, hidayet, din ve peygaberlie; “Ve O, bana katndan
güzel bir rzk ihsan etmi ise” sözü de, Allah Teâlâ’mn ona vermi olduu helâl mala
iarettir. Çünkü rivayet olunduuna göre Hz. uayb’n çok mal vard.
Bil ki ayetteki n art edatnn cevab mahzûf olup, takdiri öyledir: “Allah bana,
açk bürhan bütün manevî mutluluklar ve mal ve güzel rzk gibi bütün maddi
gibi
(dünyevi) mutluluklar nasib edince, benim bu büy.ük lütuflar karsnda, O’nun
vahyine hâinlik edip, emir ve yasaklarna muhalefet etmem uygun olur mu?” Bu
cevap, önceki ifâdeler ile son derece uyumludur. Çünkü onlar ona, “Sen halim ve
akl banda bir adamsn, o halde bu hilm ve rüdüne ramen, bizi atalarmzn
dininden çevirmeye uraman uygun düüyor mu” demilerdi. Buna kar uayb
(a.s.) da sanki onlara öyle demitir: “Bunu yapyorum, çünkü Allah’n bende çok
nimeti vardr. Bana bu teblii ve peygamberlii, O emretmitir. u halde Allah’n
bunca nimetlerine ramen, O’nun emir ve mükellefiyetlerine muhalefet etmem hiç
münasip olur mu?"
2) Bunun manas udur: Hz. uayb (a.s.) onlara sanki öyle demitir:
“Allah’dan bakasna ibadet etmek ve eksik ölçüp tartmak, bana göre kötü bir
i ben de sizin ilerinizi düzeltmeyi isteyen ve Allah’n verdii rzklardan ötürü,
olup,
mallarnza hiç ihtiyac olmayan bir kimse olunca, bütün bunlara ramen, Allah’n
vahyine ye hükümlerine hâinlik etmem nasl doru olur?’’
- “Ya benim yanmda bir beyyine, yani bir mucize varsa ve Cenâb- Hak da
3) O,
bana güzel bir rzk vermise” demi ve bununla onlardan bir ücret ve karlk
istemediini kasdetmitir. ite dier peygamberlerin de, “Sizden buna kar hiçbir
ücret istemiyorum. Benim mükafaatm âlemlerin Rabbinden bakasna âit deildir”
(uara, 127) demeleri de bu manadadr.
Onun, “ve O bana katndan güzel bir rzk ihsan etmi ise”
KNC MESELE sözü,rzkn ancak Allah katndan ve O’nun yardm ile olup,
kulun kesbinin bunda bir tesiri olmadna delâlet eder.
Bunda, aziz klmann ve etmenin Allah’dan*olduuna bir iaret vardr. “Herey
zelil
sorarsa, “O suya gitti, ben de oradan dönüyorum” manasn kastederek frU» J',
dersin. te ayetteki U JJi_ .i&ÜlsM Ol ojj' U j buyruu da bu manadadr.
Yani “ayet nehyettiim arzularmza sizden önce koarsam, o zaman siz
ben, sizi
deil, ben kendi bildiime gitmi olurum” demektir. Ayetle ilgili lugavi açklama
bundan ibarettir. Bu hususta sözün özü udur: uayb (a.s.)’n kavmi, O’nun halim
ve akl bandakimse olduunu kabul etmilerdir. Bu da, onun aklnn tamlna
bir
efkat. Ben, ite bu iki eye devam ediyor ve onlar hiçbir ekilde katiyyen
brakmyorum. Binâenaleyh siz benim hilmimi ve rüdümü (aklm) kabul edip, benim
bu yolu terketnediimi gördüünüze göre, bunun en hayrl yol ve dinterin-eriatlarn
en kymetlisi olduunu biliniz” dernek istemitir.
Ag' 01
0
“Ben gücümün
yettii kadar ile slah dan baka birey istemiyorum” demitir. Bu, “Ben, ancak
va’z-u nasihatmla sizi slah etmeyi istiyorum” demektir.
1) Bu, zarftr. Buna göre kelâmn takdiri “Islah etmeye gücüm yettii ve buna
imkan bulduum müddetçe, bu husustaki gayretimi esirgemeyeceim” eklindedir.
Daha sonra
olmam da ancak Allah’n yardm
uayb (a.s.) 4-sj* £\j ^ y 4*
Ben yalnz O’na tevekkül eder ve yalnz
iledir.
V» Jâijî Uj
“
Muvaffak
O'na yönelirim” diyerek bu hususu te’kid etmi ve bütün sâlih amelleri infaz etme
hususunda, Allah’n tevfik ve hidayetine tevekkül ve itimâd ettiini beyan
buyurmutur.
“
Bil ki Yalnz O’na tevekkül ederim” sözü mahzâ tevhide iarettir. Çünkü
O’nun,
O'nun bu sözü hasr (sadece) manasn ifâde eder. nsann, Allah’dan baka hiç
kimseye tevekkül etmemesi gerekir. Hak Teâlâ’nn dnda kalan herey, zat gerei
mümkün ve fânî iken, srf Allah’n yaratmas ve tekvini olarak meydana gelmi iken,
nasl Allah’dan bakasna tevekkül edilebilir? Durum böyle olunca, ancak Allah'a
tevekkül edilir. Mebde’ (balangç, yaratl) bilgisinin en büyük mertebesi ite bu
bahsettiimiz eydir.
bana dümanlnz, size bir musibet getirmesin” demitir. Keâf sahibi öyle der:
“Cereme fiili bazan bir, bazan iki mef’ul alma hususunda tpk kesebe (kazand) fiili
gibidir. Nitekim Arapça’da Çi fjr “O, bir günah iledi, onu kesbetti”
denildii gibi, Uîi ve “O, ona günah iletti ve o, ona onu kazandrd” da
denilir. Ayetteki fiil de bu ekildedir, yani, “Bana olan dümanlnz, banza bir
oereme fiilinin If'âl babna nakledilmi ekli olur. Buna göre Lîi ve «W *sSj£
cümleleri arasnda bir fark yoktur. Binâenaleyh her iki kraat de, mana bakmndan
eittir ve aralarnda fark yoktûr. Fafcât mehur olan kraat, lafz bakmndan daha
fasihtir. Bu da SfU "£*£ “O, ona mal kazandrd” deyiminin, (ayn manaya gelen)
Sl U deyiminden daha fasih olmas gibidir. Bunu iyice anladn zaman biz deriz
1) Bunun takdiri, "Onlarn helâki sizden uzak birey deildir” eklinde olabilir.
Ebu Bekr el-Enbâri öyle der: "Allah’n isimleri arasnda yer alan vedûd," Allah'n
kullarn sevmesi” manasnadr. Bu Araplarn ve j-*?* "Adam
sevdim” deyimlerindendir." Ezherî ise, “erhu EsmAi’liâh” isimli kitabnda
104 /13. Cilt TEFSlR-t KEBÎR
"Vedûd”un tpk, rekûb (binilen), helûb (salan) kelimeleri gibi, ism-i mefûl
manasnda fe’Cl vezninde olmu olmas mümkündür. Buna göre manas, "Allah'n
Sâlih kullar, mahlûkatna çokça ihsan ve lutufta bulunmasndan ötürü Allah’ severler
(Yani O, sevilendir)” eklindedir.
Bil ki uayb (a.s.) tebliini iyice ortaya koyup beyân edince, kavmi ona fâsid
(yanl) cümlelerle cevap verdiler.
öyle diyebilir:
Birisi "uayb (a.s.) onlara kendi dilleriyle
b) Onlar onun sözünü kafalar ile anladlar, ama ona bir deer vermediler.
Dolaysiyle onlar, deer vermediklerini beyan etmek için böyle söylediler. Bu tpk
bir kimsenin, arkadann sözüne deer vermediinde, "Senin söylediini
anlamyorum” demesi gibidir.
sözün anlalmas manasna) izafe etmilerdir. Daha sonra bu kelime, belli bir dinî
ilim çeidinin ismi olmutur. Baz kimseler de, bu kelimenin "mutlak manada anlama”
de: \JJ- At aJJI 'Ja “Allah kime bir hayr murad ederse, onu
dinde fakîh klar, yani, ona dinin tevilini (yorum un u-tam manasn) bildirir
buyurmutur.
Hz. uayb (a.s.)’in kavminin ikinci cevab dJbjî lîij “Sen/ de içimizde
cidden zayf görüyoruz” e klindeki sözleridir. Bu fâde. -ile ilgili iki izah yaplmtn
a) Bu “Sen, kendini ahaliye kar savunmas imkânsz olan, zayf bir kimsesin”
demektir.
ilede yine “yardm” manasnn kasdedilmi olmas gerekir. "Zayf” kelimesini, gözün
görmesinin zayfl (körlük) manasna hamledenler belki de, gözün görmemesinin
bir zayflk sebebi olmasndan ötürü böyle yapmlardr.
Bu ayeti, buna delil getirmek uygun deildir. Çünkü biz, ayette buna delalet eden
herhangi bir husus olmadn açkladk. *
“Eer kabilen olmasayd muhakkak ki seni tala öldürürdük.” Bu ifâde ile ilgili iki
mesele vardr:
BRNC MESELE denir. Bunun üç ile yedi aras olan gruba dendii de
Raht Kelimesinin zah söylenmitir. uayb de kavminin
(a.s.)’n rahti (kabilesi)
dininde idi. Buna göre onlar sanki o "Bizim dinimizde
12. Cüz, HÛD SÛRES 11/91 13. OU / 107
olduklar için, eer kabilenin yanmzda bir saygnl olmasayd seni talayarak
Bazan bu atma, knamak ve lanet etmekle olur, “eytân- racinV’de (yani knanan,
Bil ki onlarn ileri sürdükleri bütün bu hususlar, Hz. uayb’n delil ve beyyinelerini
savuturacak cinsten olmayp, aksine, delil ve hüccetlere, srf knama ve beyinsizlikle
kar koymaktan ibarettir.
IOK / l.v Cilt tefsTr- KEBÎR
atlp, kulak aslmaz birey haline getirdiniz” manasnadr. Keâf sahibi zhriyy
kelimesi zahr (srt) kelimesinin ism-i mensubudur. Zâ’nn meksûr okunuü ise, ism-i
rriensub yapmann getirdii deiiklikten ötürüdür. Bunun bir benzeri de, ism-i mensub
yaparak, hemzenin kesresi ile sözüdür. uayb (a.s) “Benim Rabbim, üphesiz
ne yaparsanz hepsini çepeçevre kuatcdr” yani “O, sizin durumunuzu ve hallerinizi
ikinci Söz “Ey kavmim, elinizden geleni yapn. Ben de yaparm” sözüdür. Bu
ifâdede geçen mekâne, kendisinde bulunduu ahsn, onun sayesinde i yapabildii
12. C üz, HO P SÛRES 11/94-93 13. Cilt / 109
ey, mkân ve mevki demektir. Buna göre mânâ: "Sîzler, bana kötülük yapma
hususunda elinizdeki bütün imkan, güç ve kuvveti kulannz. Ben de, Allah’n bana
verdii kudret nisbetinde elimden geleni yapacam” eklindedir.
“
Daha sonra O, j* îr*J Î*W j*
OyJjv Rüsvay edecek
n/abm kimin bana geleceini ve yalancnn kim olduunu yaknda bileceksiniz”
demitir. Bu hususta iki mesele vardr:
“Vakta ki emrimiz geldi. Hem uayb, hem onun beraberinde iman etmi
olanlar bizden bir rahmet olarak kurtardk. Zulmedenleri ise korkunç bir ses
yakalad ve onlar yurdlarmda diz üstü çökekaldlar. Sanki onlar orada hiç
U° / ,3.„Ç* 1
! ... TE FSÎR-1 KEBlR
(Hûd 94-95).
Kelbî, bn Abbas (r.a.)’n öyle dediini rivayet etmitir: “Allah Teâla uayb (a.s.)
ile Sâlih (a.s.)’in kavmi hariç, hiçbir zaman iki ümmete ayn azab vermemitir. Sâlih
(a.s.)’in kavmini yerin altndan; uayb (a.s.)’n kavmini ise üstten gelen bir korkunç
ses yakalayvermitir.”
•
Bil ki bu, Cenâb- Hakk’n Hûd Suresinde zikrettii yedinci ve sonuncu kssadr.
olarak
Ayetteki
^ jÜaLj ISUL “Mucizelerimizle ve apaçk
u izahlar yaplmtr:
bir hüccetle” ifâdesi ile ilgili
“
1) Buradaki Ayetlerimiz ile, Tevrat ve Tevrat’taki er’î hükümler; “apaçk bir
b) Ayette geçen, “apaçk delil, hüccetken maksat, Hz. Musa’ya verilen denektir.
Zira, “âsâ” Hz. Musa’ya verilen mucizelerin en mehurudur. Bu böyledir. Çünkü
*
•Çenâb- Hak, Hz. Musa’ya apaçk olan doKuz mucize vermitir ki, bunlar unlardr:
Âsâ, yed-i beyzâ, tûfan, çekirge istilas, bit istilas, kurbaa istilas, sularn kana
noksanlamas ve insanlarn
çevrilmesi, ürünlerin ölümü. Baz alimler ürünlerin ve
insanlarn noksanlamas yerine Tûr Dâ’nn kökünden sökülüp srailoullarnn
üzerlerinde durdurulmasn ve denizin yarlmasn saymlardr.
Buna göre ayet, “Ayette geçen âyât sözünü mucizeler anlamna; “Sultan”
kelimesini de “deliller” manasna aldnzda “mübîn” manas da.
kelimesinin
açkla sebep olan ey anlamna geldiinde, bu üç mertebe arasndaki mana fark*
ne olabilir?” denilirse, biz deriz ki:
“Âyât” zan ifâde eden alâmetler ile yakîn ifâde eden deliller arasnda müterek
olan ksma denilir. “Sultan” ise, katiyyet ve yakîn ifade eden delillere denilir. Ancak
ne varki bu da, his (duyu organlar) ile kuvvetlenen deliller ile, his ile kuvvetlenmeyen
deliller arasndaki müterekliin addr. His ile kuvvetlenen kesin delile “apaçk delil”
(Sultan- mübin) denilir. Hz. Musa’nn mucizeleri de bu cinsten olunca, pek yerinde
olarak, Allah onlar “Sultan- mübîn” diye vasfetmitir.
bir yaratcnn varln kabul etmeyen, ahireti inkâr eden bir dinsiz idi ve
o, öyle
diyordu: "Alemin bir ilâh yoktur, Her belde ve her devlet, ehline düen, alemin
maslahatndan dolay kendi sultanlarna bulunmak ve onlara kulluk etmekle
itâatte
megul olmalardr." Firavun, Allah’a ibâdet etmede ve O’nu ikrar etmede, bir
rüdün, doru bir davrann söz konusu olduunu kabul etmezdi. Binâenaleyh o,
bu iki hususu kabul etmeyince, ‘‘rüd"den, tamamiyle uzak ve berî olmutur.
mdi ayet, “Cenâb- Hak niçin jÜJi dememi de, aksine mazi sasyla
jlDl buyurmutur?” denilirse, biz deriz ki:
114 / 13. Cilt tefsIr-1 kebîr
Maz mutlaka olmu, bitmi, varlk alemine girmi bir manay ifade eder.
fiili, u
halde, bu ii savuturmak, kesinlikle mümkün deildir. Buna, muzarî yerinde mazî
sas kullanlmsa, bu da, en mükemmel derecede bir mübalaa ifâde eder.
eyden dolay, fiilin müzekker veya müennes getirilmesi caizdir. Bu, senin Ü j'i
tpk "Evin, ne güzel bir konaklama yeridir” ve J>UJ' ç-ii: demen gibidir.
müennes getiren de, bunu dâr kelimesinin müennesliine hamletmi olur. Vahidî
de, bunu bu ekilde açklamtr.
kinci Bahis: Vird kelimesi bazan, vürûd manasna olur ki, bu durumda masdar
olmu olur. Bazan da bu kelime ism-i fâil vârid anlamnda olur. Nitekim Cenâb- Hak,
bjj (*%r yj[ “ Günahkârlar ise süreceimiz gün...” tMeryem, '86)
buyurmutur. Bazan da, (yani, ism-i mefûl) manasna gelir ki, bu da,
kendisine gelinen suya, *Ul Ji- denilmesi gibidir. Keâf sahibi öyle
demektedir: Vird kelimesi, vürûdu tahakkuk eden mevrûd "gelinilmi ey"
manasndadr. Böylece Cenâb- Hak, Firavun’u suya gelen kimseye; tâbi olanlar
da suya gelenlere benzetmi; daha sonra da, "onlar atee götüren o vird, yani
götürücü ne kötüdür!" buyurmutur. Çünkü “vird” ile ancak, susuzluu gidermek
ve cierlerin yankln soutmak anlam kastedilir. Ate ise, bunun aksinedir.
Daha sonra Allah Teâlâ iilH SiAJ «Âi j “Bu dünyada da,
Kyamet gününde de, onlar lanete tâbi tutuldular” buyurmutur. Bu, "Onlar, hem
bu dünyâda, hem de Kyamet gününde lanete uratldlar..." demek olup, bu da,
"Allah’n, meleklerin ve peygamberlerin laneti, hem bu dünyada hem de ahirette
Kssalarn Faydalar
'* dili
Bil ki Allah Teâlâ, evvelki kavimlerin kssalarndan bahsedince, s yîil tüi w ' '
r
Cas> “ Sana kssa olarak bildirmekte olduumuz bu haberler, helak olmu
memleketlerin haberierindendir...” buyurmutur. Bu kssalarn zikredilmesinin
pekçok faydas vardr:
Birinci Fayda: Srf aklî delilden istifâde etmek, ancak kâmil kimseler için söz
konusudur. Bu ise, çok nâdir olur. Ama, delilleri zikredip, sonra da onlar, evvelkilerin
kssalaryla tekid ettiinde, bu kssalar adeta o aklî delilleri akllara sokan unsurlar
gibi olurlar.
Birinci Bahis: Zâlike tabiri, görülmeyen, mevcut olmayan eye iaret etmek için
kullanlr. Halbuki burada bununla, daha evvel geçmi olup halen mevcut bulunan
o kssalara iaret edilmek istenmitir. Zihinlere gelen bu sorunun cevâb, Cenâb-
Hakk’n, 4
Çîj ^ (Bakara, 2 ayetinin tefsirinde geçmiti.
)
kinci Bahis: Zâlike lafzyla, bire, ikiye, üçe ve üçten yukarsna iâret edilebilir.
Çünkü Cenâb- Hak, dUi 'JJ “ne çok yal, ne de çok genç deil, ikisi
Üçüncü Bahis: Keâf sahibi öyle demektedir: Zâlike mübtedâ; sjül tU' ^
haber; i^aÂJ ikinci haberdir. Buna göre manâ, “Bu bahsedilenler,
memleketlerin önemli haberlerinin bir ksmdr. Onlar sana anlatlmtr” eklinde olur.
Daha sonra da Cenâb- Hak, “Onlarn kiminin izleri ayakta kalm,
(kimi de biçilmi ekin gibi yok olmutur)” buyurmutur. Minha’daki zamir, kurâ
kelimesine racidir. O beldelerden geriye kalan izler ve duvarlarn ykntlar, gövdesi
üzerinde ayakta duran, bir ksm biçilmi
da biçilmemi ekinlere bir ksm
benzetilmitir. Buna göre mana, “O beldelerden bazsndan geriye bir eyijr kalm,
bir ksm ise yok olmu, onlardan geriye kesinlikle hiçbir iz kalmamtr” eklinde olur.
2) O kavmin bana gelen, Allah’tan olan bir zulüm deil, aksine o mahzâ adâlet
s
3) bn Abbas öyle demitir: “Cenâb- Hak -bu buyruu ile, “Biz onlarn,
(r.a)
Cenâb- Hak daha sonra, y-S jl* Uj “Ziyanlarn arttrmaktan baka bir
eye yaramad” buyurmutur. bn Abbas (r.a), deyimine manasn
vermitir. Nitekim Arapça’da, bir kimse ziyâna uradnda, 0*^3 Çj “Falanca helâk
oldu, ziyâna urad”; birisi, birisini ziyâna soktuunda, ÇJ denilmektedir.
* ' 3
M
¥ ' P
*
hem de ahiret menfaatlerini gidermi, böylece onlara hem dünya hem de ahiret
zararlarn getirmitir. Dolaysyla bu, en büyük hüsran sebeplerinden olmu olur.”
X ' • < , ^ y ^^ \ y c
S XT, S > * '
X
°£ry\*j 0
çetindir. Bunda, ahiret azâbmdan korkanlar için, kat birer ibret vardr. O,
bütün insanlarn bir arada toplanm olacaklar bir gündür. O, istisnasz bütün
insanlarn hazr olacaklar bir gündür. Biz onu, Kyamet gününü ancak sayl
bir müddet için erteleriz...”
(Hûd, 102-104).
Ama, aksine bu tutarsz bir açklamadr. Zira, Kaffâl’in yapt bu açklamaya göre,
dünyada tahakkuk etmi olan “kökünü kazma azab” Kyametin, ba’sin, nerin hak
ve doru olduunu ileri süren görüün bir delili olmu olur. Halbuki ayetin zahiri,
Kyametin hak olduunu bilmenin, kökünü kazma azabnn meydana gelmesiyle
güdülen ibretin tahakkuk etmesi için bir art gibi olmasn gerektirmektedir. Bu mana
ise, Kaffâl’n ileri sürdüü eye zt gibidir. Çünkü Kaffâl, kökünü kazma azâbn
bilmeyi, Kyametin hak olduunu bilmenin bir temeli ve asl saymtr. Böylece,
Kaffâl’ m ileri sürmü olduu ey, geçersiz olmu olur.
Bana göre ise, bu hususta en doru olan öyle denilmesidir: Kyametin hak
olduunu bilmek, bu göklerin ve yerlerin varln idare edenin, mucib-i bizzat (zât
gerei mûcib) olmayan, hür ve irade sahibi bir fâil-i muhtâr olduunu bilmeye dayanr.
nsan, âlemin ilâhnn hür ve irade sahibi bir fail, bütün mümkinâta kâdir ve gökierde
ve yerlerde meydana gelen bütün hadiselerin ancak kendisinin kaza ve kaderi ile
meydana gelen bir zât olduunu bilmedii sürece, bu kökten imha azabndan ibret
almas mümkün deildir. Bu böyledir, zira bu âlemin meydana gelmesinde müessir'
olann, hür ve irâde sahibi bir fâil deil de, mucib-i bizzat bir varlk olduunu iddia
edenler, o peygamberlerin zamannda meydana gelen boulma, yanma, yere batma,
domuz ve maymunlara çevrilme, sayha ve benzeri bütün hallerin, ancak yldzlarn
birbiriyle çarpmasndan ve birbirleriyle bir araya gelmesinden meydana geldiini
iddiâ etmilerdir. Durum böyle olunca da, bu gibi hadiselerin meydana gelmesi,
peygamberlerin sdkna bir delil olmaz. Ama, Kyametin varlna inanan kimsenin
o iman, ancak, âlemin ilâhnn hür ve irâde sahibi bir fâil-i muhtar olduuna ve O’nun,
bütün cüz’iyyât bilen bir zât olduuna inand zaman tam ve mükemmel olur. Durum
böyle olunca da, bu korkunç hadiselerin ve o büyük vakalarn ancak, âlemin ilâhnn,
onlar yaratp icad etmesiyle, onlarn yldzlarn çarpmas, bir araya gelmesi sebebiyle
olmadna kesinkes hükmetmek gerekir. O zaman da, bu kssalar dinlemekle
beklenen faydc salanm olur ve bunlarla, peygamberlerin doruluklarna istidlâl
edilmi olur. te böylece de, Cenâb- Hakk’n, “Bunda, ahiret azabndan korkanlar
için, katî birer ibret vardr” ifadesinin yerinde olduu sabit olmu olur.
b) Bu gün, nuzura çkma günüdür. Nitekim bn Abbas (r.a): "O gün, kendisinde
iymin ve kötünün hazr olaca bir gündür” eklinde bir mana verirken, bakalar
da: "O
gün, göktekilerin ve yerdekilerin kendisinde hazr bulunacaklar bir gündür”
eklinde bir mana vermilerdir. Buradaki mehud kelimesinden, orada bulunma ve
hazr olmak manas kastedilmitir ki bu tabirin zikredilmesinin maksad udur: nsann
kalbine, bazan öyle bir fikir gelebilir: "O vakitte onlar bir araya geldiklerinde, herkes
ancak kendisiyle ilgili hadiseleri bilir, haberdar olur." te bundan dolay Cenâb- Hak,
yaplacak olan karlkl hesaplama ve soruturma sebebiyle, bütün o hadiselerin
herkese malûm olacan beyân buyurmutur.
gökler ve yer durdukça onlar orada ebedî kalcdrlar. Bu bir lütuf ve ihsandr
”
ki, tükenip kesilmesi yoktur
(Hûd, 105-108).
Iktifâ etmek, Huzeyl lehçesinde çokça görülen bir husustur. Halil ve Sibeveyh’in
naklettii y' *1
“bilemiyeceim” eklindeki sözleri de böyledir.”
(Hud, i
Faili
04 )
^ Jjbji (En’am, sa) ayetlerinde
kavimden nakletmitir. Bu kavmin yahûdîler olduu zâhirdir. Bunda onun için, hüccet
olacak bi ey yoktur. dJj JîUjt
'
(En'am; ss) ayeti de böyledir. Fakat bu ayetteki
ifâde tamamen Allah’n sözüdür. Burada “gelme” fiilinin Allah’a isnâd edilmesi
mükildir.
mdi eer, “Hak Teâlâ’nn, Alîj «-Lf J “Rabbin geldii zaman...” ( Fecr. 22 ) ayeti
vardr ve
^ jii&Y “Allah’tan izinsiz hiçbir kimse
takdiri, “...0 günde hiçbir kimse konuamaz”
konuamaz
eklindedir.
mdi, eer denirse “Bu ayetle, bu ayete ters dütüü sanlan
ki gibi ayetler nasl u
birletirilebilir?: “O gün herkes öz cannn kurtuluu için urar” Nahi. iti); “ Onlar
”
Allah’a yemin ederek, yalan söyler” ve “ Vallahi Ey Rabbimiz biz mürik deildik
derler” (En'am, 23); “ Onlar habsedin, çünkü onlar mes’uldür” (Sâffât, 24 ve “Bu, )
b) Kyamet, uzunca gün olup, onun çeitli duraklar vardr. Onlar, o duraklarn
bir
Hak Teâlâ’nn Jiö ^4^ “Artk onlardan kimi ak, kimi de sâiddir”
buyruu ile ilgili birkaç mesele vardr:
olan (cennetlik), âkî ise cezaya müstehak olan (cehennemlik)dr. Sadece bu iki ksmn
zikredilmeleri, bir üçüncü ksmn olmadn göstermez. Bunun delili udur: Pek çok
olmayan bir üçüncü ksm zikredilmemektedir. Halbuki Kâdî, böyle bir üçüncü
grubun olduunu kabul eder. Binâenaleyh o ayetlerde bu üçüncü ksmn
zikredilmeyiinden, onlarn yokluu gerekmedii gibi, bu ayette de, üçüncü bir ksmn
zikredilmeyii, yok olduklar manasna gelmez.
Resulallah, buna göre imdi biz, olmu bitmi, hükmü verilmi bir eye göre mi amel
ediyor (çabalyoruz), yoksa henüz hükmü verilmemi bir eye göre mi amel
ediyoruz?’’ Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s) de
'ZU ^
U & Uî Z* JJr f»ftî * sLkj i*
sünnet) deriz ki: Kesin delil, bu rivayetlerle savuturulamaz. Hem kiinin ameli ile
saîd veyaakî olduu hususunda bir münakaa yoktur. Ancak kiinin amelleri, Allah’n
kaza ve kaderi ile meydana geldiine göre, bizim delilimiz devam etmi olur.
Ben derim ki: “nsan çok kederlendiinde, nefesi gösünde kalr. Nefes gösünde
kalnca, harareti yükselir. te insan bu esnada, o hararetini söndürebilmek için, çokça
serin havay içine çekebilmek için, kuvvetli bir nefese ihtiyaç duyar. Bundan dolay
o esnada, havann, göse
çokça çekilmesi arzu edilir. Bu durumda gösü kabarr,
cierleri ier. O çok hararet ve insann nefesi, göüste tkal kalnca, organlar d
souk sarar. Böylece de, nefes organlar çou kez, içeri alnan o fazla havay dar
vermekten adeta aciz kalr. Dolaysyla da bu çok hava, göüste tkanm olur ve
nerede ise insan ondan boulacakm gibi olur. Bu durumda insann tab’ o havay
çkarmaya gayret eder. te tabiblerin bu açkmasna göre, “zefir”, nefesin göüste
tkanp kalmas yüzünden, kalbte meydana gelen harareti düürmek için, içeri alnan
çokça havadr. ehlk ise, insan tabiatnn, o nefesi kuvvet sarfetmek suretiyle dar
vermesine denir. Bu iki halin her biri, çok büyük sknt ve kedere delâlet eder.
Dördüncü zah: Ebû Müslim öyle der: “Zefir, çok iddetli aland zaman,
insann gösünde toplanan ve nerede ise kesilen nefes; ehik ise, çok sknt ve keder
annda dar verilen nefestir. Bu iki durumu çou kez, bir baygnlk takib eder, bazan
bunun peinden ölüm meydana geliri’
Beinci zah: Ebu’l-Âliye, “Zefir, boazda olan, ehik ise göüste olan nefestir”
demitir.
Altnc zah: Baz kimseler: “ Zefir, çok iddetli ve kuvvetli ses; ehik ise, çok
zayf olan sestir” demilerdir.
pimanlk içinde olduklarn, ard arkas kesilmeyen bir alama, bir üzüntü ve bir ah-ü
vâh halinde olduklarn kastetmitir” demitir.
meyletmeleri, “ehik” ile de, onlarn ruhanî alem ile mesûd olmaktan ve lâhî nurlar,
kudsî yücelikler ile kemâle ermekten âciz ve zayf olular kastedilmitir.
.
Bunlarn Kur'ân’dan delilleri, pek çok ayettir. Birisi, bu (tefsir ettiimiz) ayettir.
Onlar, u iki bakmdan, bu ayetle istidlâl etmilerdir:
süresinden yaplan bir müstesnadr. Bu, azabn istisna edilen o vakitte son bulacana
delâlet eder. Bu görüte olanlarn, delil getirdikleri ayetlerden birisi de, “Onlar devirler
”
boyunca cehennemin içinde kalacaklar (Nebe\ 23) ayetidir. Allah Teâlâ,
cehennemliklerin bu azabta beklemelerinin ancak, belli sayda devirler boyunca
olacan beyân etmektedir.
a) Kâfirlerin isyanlar sonlu ve snrldr. Sonu olan bir suça, sonsuz bir ceza
vermek zulümdür. Bu ise câiz deildir.
b) O ceza, faydas olmayan srf bir zarardr. Binâenaleyh çirkin (kabîh) bir eydir.
O cezann faydadan uzak olduunu öyle izah edebiliriz: “Onun Allah’a yönelik bir
faydas olamaz. Çünkü Allah Teâlâ fayda ve zarar verilmekten münezzehtir. Bu
azabn, ceza görene de bir faydas yok. Çünkü bu, onun için srf zarardr. Bunun,
bakasna da faydas yok.Çünkü zaten cennetlikler kendi lezzetleri ile meguldürler.
Binâenaleyh onlarn, bakalarna verilen devaml azabtan lezzet duymalarnn,
kendilerine bir faydas yoktur. Bu sebeble o azabn, her türlü faydadan uzak, srf
bir zarar olduu sâbit olmu olur. Öyleyse bunun câiz olmamas gerekir.
1) Ayetteki gökler ve yer ile, âhiretin gökleri ve yeri kastedilmitir. Ahirette gök
ve yerin olduunun delili, “O gün baka göklere tebdil
yer. baka bir yere gökler de
,
mirasa yapan Allah'a lamdolsun" zümer. 74) ayetleridir. Hem sonra cennetlikler,
(
ke. içlilerini üzerinde tayan ve üzerlerinden onlar gölgeleyen bir eye muhtaçtrlar.
Bunlar da, cennetin göü ve yeridir.
Bir kimse öyle diyebilir: “Siz, “Gökler ve yerler durdukça, onlar orada ebedî
kalcdrlar” diyen bir kimsenin bu sözünün, onun, göklerin sona erip yklmasndan
sonra da mevcut olarak kalmasna mani olduunu mu kabul ediyorsunuz, yoksa
bunun o manaya delâlet etmediini mi söylüyorsunuz? Birincisi olursa, o zaman bir
problem ortaya çkar. Çünkü nass ve ayet, onlarn ate içinde kalma sürelerinin
göklerin devam etme müddetine eit olmas gerektiine delâlet edip, gökler sona
e: dikten, ykldktan sonra ise, onlarn atete kalmaya devam etmelerine de mani
12. CUz, HÛD SÛR&t U/105-108 •i -
n. o it / 127
olunca, sonra yine, göklerin de mutlaka son bulaca kesinlik kazannca, ite o vakit
bu azâbn kesileceini söylemeniz gerekmi olur. Ama “Bu söz, göklerin ve yerin
Hon bulmasndan sonra onlarn atete kalmasna mani tekil etmez” derseniz, bizim
böyle bir cevaba kesinlikle ihtiyacmz yoktur. Böylece, bu cevap, her iki takdire göre
de bouna olmu olur.
Bil ki, bana konuda verilebilecek doru cevap, baka bir eydir. Bu da
göre, bu
udur: Ayetten ilk anlalan ey, gökler ile yerin devaml ve baki olmalar halinde,
cehennemdeki kimselerin de devaml olarak cehennemde kalacak olduklardr. Bu
da, art bulunduunda, merutun da bulunmasn gerektirir; yoksa art
bulunmadnda merutun da bulunmamasn gerektirmez. Baksana, biz, “Bu bir
nsansa, o canldr...’’ demekteyiz!.. Eer biz, “Fakat o, bir insandr” dersek, bu,
onun bir canl olduu neticesini verir. Ama biz, “O, insan deildir” dersek, bu, onun
bir canl olmad neticesini vermez!.. Çünkü mantk ilminde öyle bir k&;de
bulunmaktadr: “Öncülün nakîznn istisnâ edilmesi, hiçbir eyi netice vermez...” te
burada da böyledir. Biz, “Gökler durduu müddetçe” dediimizde, onlarn ikâb da
devaml ve bakî olmutur; biz, “Fakat gökler, daim ve hâkidirler...” dediimizde,
onlarn ikâb ve cezâlarnn da bulunmu olmas, olmas gerekir. Ama biz, “Fakat
var
gökler bâkî olmad...” dediimizde ise, onlarn ikâbnn devaml olmamas gerekmez.
ayet onlar, “Gökler bâkî olsa da olmasa da, onlarn ikâb hep bulunacana
göre, o zaman bu tebihin ne faydas olur?" derlerse, biz deriz ki:
Dorusu, bunda çok büyük bir fayda bulunmaktadr. Bu, o azabn, uzunluunu
ve süresini insan aklnn anlayamayaca miktarda, çalar ve çalar boyunca infâz
edileceine, yerine getirileceine delâlet etmektedir.
Bu azâbn bir sonu var mdr yok mudur, meselesine gelince, bu, baka delillerden
elde edilebilecek bir husustur. te, vermi olduum bu cevap, doru bir cevaptr,
ama onu ancak, aklî meselelere birazck olsun ünsiyyeti bulunan kimseler anlayabilir.
olduun halde, “Allah’a yemin ederim ki, seni mutlaka döveceim; bundan baka
bir karara varrsam müstesnâ...” demen gibidir. te, burada da böyledir...” Onlar
bu cevab tam olarak anlatmak ve buna dair misaller zikretmek hususunda sözü
uzattkça uzatmlardr. Sözlerin tamamnn neticesi ise, yukarda zikretmi
olduumuzdur.
Bir kimse öyle diyebilir: Bu, zayf bir izahtr. Çünkü bir kimse, "Seni mutlaka
128 / 13. Clll TEFSlR-l KEBÎR
döveceim, bundan baka bir karara varrsam müstesnâ” dediinde, bunun manas
udur: “Seni mutlaka döveceim; ancak, evlâ olann, dövmeyi terketmek olduunu
görürsem müstesnâ...” Bu ifâde, bu görme iinin tahakkuk edip etmediine delâlet
etmemektedir. Cenâb- Hakk’n, “Gökler ve yer durdukça, orada ebedî kalcdrlar.
Rabbinin diledii müddet müstesna...” beyan ise böyle deildir. Çünkü bunun
manas, “Rabbinin dilemi olduu müddet hariç, onlarn orada ebedî olarak
kalmalarna hükmedilmitir” eklindedir. te burada ifade, bu meîet ve dilemenin,
kesin olarak bulunup tahakkuk ettiine delâlet etmektedir. Daha nasl bu söz o sözle
mukayese edilebilir?.
Beinci Cevap ekil: Bir cemaat öyle demitir: “Bu istisnâ, tevhîd ehlini ateten
çkarmay ifâde etmektedir. Çünkü, Cenâb- Hakk’n, '>b jjJ'
cümlesi, bütün bedbahtlar hakknda bu hükmün verildiini ifâde etmektedir.'Sonraki
t *
ILj *12 U M' cümlesi ise, bu hükmün bu bütün
bulunmamasn gerektirir.için
mdi, eer denirse ki: “Bu izah ekli ancak, zikretmi olduunuz dier izah ekilleri
bozuk olduu zaman taayyün eder, ortaya çkar. O halde, onlarn fasit olduuna dair
delil nedir? Yine, böyle bir istisnâ, mutlu kullar hakknda da zikredilmektedir. Nitekim
“
Cenâb- Hak, Mesûd olanlara gelince, onlar da cennettedirler. Rabbinin diledii
müddet müstesnâ olmak üzere, gökler ve yer durdukça onlar orada ebedî
kalcdrlar. Bu, bir lütuf ve ihsandr ki, tükenip, kesilmesi yoktur” buyurmutur"
denilirse, biz deriz ki:
Biz bu izah ekli ile, bu ayetin, kâfirlerin azâbnn kesintiye urayacana delâlet
etmediini beyân ettik. eer biz bu ayetle, “Allah Teâlâ nn ehl-i kble olan
Sonra,
günahkârlar ateten çkaraca” hususundaki sözünün doruluuna istidlâlde
bulunursak, öyle deriz:
zahirini terketmektir. u
halde, geriye ayetin, bizim bahsettiimiz eyden baka, sahih
olarak hamledilecek bir manas kalmamtr.
yaplan azabn, ancak göklerin ve yerin süresinin sona ermesinden sonra olmas
gerekirdi. Halbuki sahih hadisler, ateten iddetli soua ve iddetli souktan atee
130 / 13. CUt TEFSlR-1 KEBÎR
Cenâb- Hakk’n ttkp “Bu bir lütuf ve ihsandr ki, tükenip kesilmesi
yoktur” beyan ile de ilgili iki mesele varclr:
N!
K ' -O
/
“Artk onlarn tapmakta olduklar eylerden üphe içinde olma. Onlar, daha
önceleri atalan nasl tapyor idiyseler, tpk onlar gibi tapyorlar. Biz de elbet
nasîblerini eksiksiz vereceiz”
(Hûd, 109).
Bil ki Allah Teâlâ, putlara tapan kimselerin kssalarn anlatnca, bunun peinden
akilerin ve saîdlerin hallerini zikredip, daha sonra bu ayette de, kavminn içindeki
“
kâfirlerin halini peygamberine açklayarak, J Üî Stf artk üphe içinde olma”
buyurmutur. Bu kelimenin asl, *** eklidir. Fakat bu kelime çok kullanld için,
atalan nasl tapyor idiyseler, tpk onlar gibi tapyorlar” buyurmutur. Bundan murad,
onlarn, cehâlete ve taklide sarlma hususunda atalarna benzediklerini anlatmaktr.
Bil ki Allah Teâlâ, önceki ayette Mekke kâfirlerinin tevhidi inkârda srar ettiklerini
beyân edince, onlarn Hz. Muhammed (s.a.s)’in peygamberliini inkâr edip, O’nun
'
kitabn yalanlama hususunda da srar ettiklerini beyân etmitir. "ne Hak Teâl0
kâfirlerin, bütün peygamberlere kar ayn yanl yaklam içinde-olduklarn beyân
etmi ve bunla bir misal getirmitir.’ Bu misal de udur: Allah Teâlâ, Musa (a.s)'ya
Tevrat’ indirince, kavmi Tevrat hakknda ihtilafa dümüler; bir ksm or l.abul :
ederken, dierleri inkâr etmitir. Bu delâlet eder ki, insanlarn âdeti ve tavr hep
böyledir.
Sebkat Eden lahî Hüküm
a) Bundan maksad udur: ayet, Cenâb- Hakk’n daha önce, bu ümmetin bana
”
gelecek olan azab Kyamete kadar erteleme hükmü bulunmam olsayd, bu kâfirlerin
küfürlerinin büyüklüünden ötürü müstehak olduklar, balarna köklerini- kazma
azabn indirme hâdisesi tahakkuk ediverirdi. Fakat Cenâb- Hakk’n önceden mevcud
olan hükmü ve takdiri, bu azab ertelemitir.
Bundan maksad udur: "Eer Rabbinden bir kelime -ki bu kelime Allah
b)
Teâlâ’nn ihtilaf edenler arasnda, Kyamet günü hükmedecei hükmüdür-, geçmemi
olsayd, bu dünya yurdunda iken haktan yana olan, bâtldan yana olandan ayrmak
vâcib olurdu.”
Hak Teâlâ, bunu iyice ortaya koyunca, & JjÜ “Muhakkak ki onlar,
yani senin kavminin kâfirleri bu Kur ân hakknda bir tereddüt ve üphe içindedirler
buyurmutur. Daha sonra da, UJ SlJ “üphesiz Rabbin
herbirinin amellerini onlara tam verecektir” buyurur. Bu ayetle ilgili birkaç mesele
vardr:
olduu gibidir, kelimesindeki ikinci lâm ise, senin ’Jiiâ jdJtj “Vallahi sen bunu
mutlaka yapacaksn” sözünde olduu gibi, kasemden sonra gelen lâmdr. te ayette
(
bu iki lâm birlikte bulununca, aralarna mâ harfi girmitir. Buna göre mâ zâiddir.”
Ferrâ ise öyle demitir: "Buradaki mâ, men (kim) manasndadr.” Dier
ksmlarn izah ise, yukarda geçtii gibidir. Bunun bir benzeri de, fa$ fa fa O'J
‘'çinizden öyleni vardr ki muhakkak ar da vranr” (Nisa, 72 ) ayetidir. Bu ayetin ikinci
kraatine göre, bn Kesir, Nâfî ve Âsm’n
Ebu Bekr her iki lafz da eddesiz
râvisi
Olarak, “ve in küllen lema ” eklinde okumulardr. Bunun sebebi udur: Bunlar,
inne’nin eddeli iken amel etmesi gibi, eddesiz olarak in eklini de amel
ettirmilerdir. Çünkü in kelimesi fiile benzer. Nasl fiillerin, senin UJV Ü)
fa
ve £3 dUU (Zeyd ayaa kalkmad) sözlerinde olduu gibi, tam veya
(baz harfleri) hazfedilmi iken amel etmeleri caiz ise, inne ve in kelimeleri de böyledir.
“Alabildiine yemek...” Fecr, 19) ayetinde de böyledir” demilerdir. Buna göre mana,
"Onlarn hepsi bir araya getirilecekler, yani toplanacaklardr” eklinde olur. Sanki
"Onlarn hepsi...” denilmektedir.
4) Lemâdaki mâ edat. Çünkü biz onun, Ferrâ’nn görüüne göre, bir mevsûle
olduunu söyledik.
5) Mahzûf bir kasem. Çünkü sözün takdiri, "Allah’a yemin olsun ki, Allah onlarn
herbirinin amellerini onlara tam verecektir” eklindedir.
için olan yedi lafzn tamam, Rububiyyet ve ubûdiyyet iinin ancak ba’s (öldükten
sonra dirilme), Kyamet, hair ve neir ile tamam olacana delâlet etmektedir. Cenâb-
Hak bunun peinden, “O, onlann yaptklarndan hakkyla haberdardr” buyurmutur
ki bu, en ileri te’kid unsurlarndandr.
12. CUz, HÛD SORES 11/112-113 13. Cilt / 133
e 'Z'JA fiSMi
bundan daha zor ve daha meakkatli gelen, baka bir ayet nazil olmamtr.” Bundan
dolay da Hz. Peygamber (s.a.s); “Hûd suresi ve benzerleri beni
’
ihtiyarlatt” buyurmutur.
öyle dedii rivayet edilmitir: Hz Peygamber (s.a.s)’i rüyamda
Birisinin
gördüm ve “Senin “Hûd suresi ve benzerleri beni ihtiyarlatt” dediin rivayet
ediliyor”dedim. Bunun üzerine O: “Evet” dedi. Ben de: "Hangi ayetten dolay?”
deyince, O da: “O halde sen (ey Resûlüm), emrolunduun ekilde dosdoru
hareket et” ayetiyle’ buyurdular.
jüll cümlesinin manas, “Siz onlara eer meylederseniz, ite böyle bir
Bundan maksat, “Siz, size böyle vaka karsnda yardm edebilecek hiç kimseyi
bulamazsnz...” manasdr.
Bil ki Allah Teâlâ, zalimlere meyleden kimseye, mutlaka ate isabet edeceine
dair hüküm vermitir. Durum böyle olunca, bizatihî zalim olan kimsenin hali nice
olur?!.
138 / 13. Cilt TEPSlR-t KEBÎR
biz (Haricîler) deriz ki, biz, bunu kabul etmiyoruz. Çünkü gündüzün iki taraf, gecenin
yakn saatleri olarak vasf edilirler. Zira, gündüz olmayan vakit, gece olur. Bu konuda
söylenecek son söz udur: Bu, sfatn mevsûfuna atfedilmesini gerektirir. Ama ne
var ki, Kur’ân'da ve iirde bunun misali pek çoktur.
“
Cenâb- Hakk’n, j* büjj gecenin yakn saatlerinde” deyimine gelince,
bu namaz, geceye yakn üç vakitte klmay emretmi olmay gerektirmektedir.
tabir,
Çünkü, çoulun en az üçtür. Akam ve yatsnn iki vakti vardr. Binâenaleyh, namaz
klmak gereken geceye yakn üç zamann tahakkuk edip bulunabilmesi için, vitir
namaznn da vacib olduuna hükmetmek gerekir. Peygamber (s.a.s) için vitir ,
namaznn vacib olduu sabit olunca, Cenâb- Hakk’n “ve ona uyunuz”
(A raf, 158 ) emrinden dolay, bakalar hakknda da vacib olur. Bu ayetin bir benzeri
de, “Rabbini, günein douundan evvel ve batndan önce, bamd ile tebih et...”
(Kâi, 39) ayetidir. Günein douundan önce klnan, sabah namaz; günein
“
batndan önce klnan ise, ikindi namazdr. Gecenin birksm saatlerinde ve
gündüzün uçlarnda dahi tebih et...” (Taha, so) ayeti de, “Ve gecenin yakn
saatlerinde” ayeti gibidir.
ÜÇÜNCÜ MESELE öyle diyen bir kimse hakknda nazil olduunu söyle-
Ayetin Nüzul Sebebi milerdir: “Cimânn dnda, kendi hanmna yapt
hereyi, kendisine haram olan kadna yapan adam
bir
Vâhidî öyle demitir: "Bu kelimenin asl kökündendir. "Zülfâ” ise, yakn olan
demektir. Nitekim Arapça’da, "Onu yaklatrdm, o da yaklat" manasnda «iîjî
denilir.
kelimesinin çouludur. Zülfâ ise tpk, kurbâ’nn “kurbet” (yaknlk) manâsna olduu
gibi, zülfe manasnadr. Bu da, gündüzün sonunun geceye yaklamas
manasnadr.
«JÎ*- ifâdesine, "geceye yakn olan" manas da verilmitir.
2) Mücâhid’in: "Hasenât, kulun, J'i tflij ÜJi J H) 4} JuAij Jji ÛUL “Allah’
tebih ederim. Hamd Allah’a mahsustur. Allah’tan baka ilah yoktur. Allah en
büyüktür” demesidir" dedii rivayet edilmitir.
cömertlii ifâde eden, bir darb- mesel haline gelmitir. Mesela, fjâl Âg j* ö'M
denilir, yani, “Falanca, kavminin en hayrllarndandr.” Yine Araplarn küçük
mescidler hakknda (çadrlar); insanlar için de tftf* (hayrllar) demeleri de
bu manayadr. Yine “bakyye” kelimesinin, "takyye” kelimesinin tpk “takva"
manasnda olmas gibi, manasnda olmas da mümkündür. Buna göre
ayetin manas, “Onlardan, onlara kar fazilet sahibi olan ve onlar Allah’n
gazabndan koruyacak olan kimseler bulunmal deil miydi?” eklindedir. Bu,
4 4 0
Sonra Cenâb- Hak, ’>Us *tfl “Pek az (müstesnâ)” buyurmutur. Bunun, istisna-
Kur’ân okumaya tevik edilenlerden istisnâ tutmay murad etmende olduu gibi,
onlardan kurtulmu olan pek az müstesna, fazilet sahibi kimseleri fesattan nehyetme
hususunda bir tevik olmu olur!.. Bu sabit olunca, biz diyoruz ki: Ayetteki istisna,
istisna-i munkatîdr. Kelamn manas, “Fakat önceki nesiller arasnda kurtardmz
pek az bir ksm, fesattan vazgeçirmeye çaltlar; onlarn dndakiler ise bu nehyi
terkettiler” eklinde olur.
etmekle megul olan kimseleri kastetmitir. Ebu Amr, Cu’fi’nin rivayetine göre bu
kelimeyi 'jâjî U yani, “zâlim olanlar” diye okumutur.^)
h'-j&j
0 / // , / o
Bil ki Allah Teâlâ, kendilerinde zulüm olmakszn hiçbir belde ahalisini imha etmez.
Bu hususta birkaç izah yaplmtr:
zah: Buradaki "zulünT’den maksat irktir. Nitekim Hak Teâlâ, “Hiç
Birinci
üphesiz irk, en büyük zulümdür" Lokman, 13) buyurmutur. Buna göre mana, “Allah
(
Teâlâ, onlar aralarndaki muameleleri düzgün yaptklar sürece, bir beldenin halkn,
srf mürik olmalar yüzünden helâk etmez” eklindedir. Velhasl kökünü kazma
azab, bir toplumun, irk ve küfür içinde olmalarndan ötürü gelmeyip, aksine onlar
ancak muamelelerinde kötü olur ve insanlara hakszlk yapmaya gayret gösterirlerse
iner. te bundan dolay fakihler, “Hukûkullah (Allah’n haklar), müsamaha ve
kolayla 'dayanr. Fakat hukûk-i ibâd (kul haklar) inceden inceye elemeye ve sk
tutmaya dayanr” demilerdir. Nitekim hadis-i erifte, “Hakimiyet, küfürle birlikte
devam eder, ama zulümle birlikte devam etmez” buyurulmutur. Buna göre, “Senin
Rabbin^ slahç davranrken- o memleketleri imha edecek deil" ayeti,
-ahalisi
"Onlar, birbirlerine kar doru dürüst muâmelede bulunduklar müddetçe, Allah srf
irkleri yüzünden onlar imha etmez” manasnadr. Eh W sünnet, ayete bu manay
vererek öyle demilerdir: "Bunun delili, Nûh, Hûd, Sâlih, Lût ve uayb (a.s)’.n
144 / 13. Cilt TEFSlR-1 KEBÎR
kinci zah: Bu, Mu'tezile’nin tercih ettii u izahtr: "Allah Teâlâ, onlar birbirlerine
kar doru ve dürüst muamele ettikleri halde, onlar imha edecek olsayd zulmetmi
olmaktan münezzeh olamazd. Halbuki O, kesinlikle. böyle yapmaz. Aksine O onlar
kötü ileri yüzünden helâk etmitir.”
hükümleri (prensipleri) bilmemiz gibi, hissî-maddî ilimler ile "Menfî ile müsbet ayn
anda olamaz” eklindeki mantkî hükümleri bilmemizde olduu gibi, bedîhî (açk seçik)
ilimleri kabul ederken, bazlar bunlar kabul etmemitir. Kabul etmeyenler, sofestâîler
(sofistler)dir. Kabul edenler ise, bu âlemdeki insanlarn çoudur.
edenler de ikiye ayrlr: Bazlar, âlemin balangcnn "mûcib-i biz-zât” (yani zât itiban
ile yaratmaya mecbur olan) bir varlk olduunu söylerler. Zamanmzdaki felsefecilerin
çounluu bu görütedir. Bazlar da, âlemin yaratcsnn, hür ve irade sahibi bir fâil-
muhtar olduunu kabul ederler. Bunu kabul edenler, insanlarn çoudur. Sonra bunu
kabul edenler de ikiye ayrlr: Bazlar o fâil-i muhtarn, kullarna peygamber
göndermediini ileri sürerlerken; dierleri O’nun peygamber gönderdiini kabul
ederler. Birinciler, Brahmanlar’dr. kinci ksm ise, eriat ve din sahibi olan insanlardr.
Bunlar, müslüman, hristiyan, yahudî ve mecûsîlerdir. Bu guruplardan herbirinin, kendi
.
çinde snrsz ve akla smaz ihtilaflar ve ksmlar vardr. Akllar, farkl farkl; gayeler
vehim ve hayallerin çekimeleri sonsuzdur. Hipokrat’n tpla ilgili; “Ömür ksa,
gizil;
lp sanat uzun (derin), hüküm vermek zor, denemek tehlikeli...” sözü pek yerinde
•«ylrsa, bu yüce gayeler ve derin meseleler hakknda, ayn sözün söylenmesi de
pek güzel olur.
“
Eer, “Siz Hak Teâlâ’nn, Onlar ihtilaf edici bir halde ite böyle devam edip
gideceklerdir ” ayetindeki ihtilaf, dinlerin farkl olmas manasna aldnz. Buna bir
deliliniz var m? Bunun, insanlarn renkleri, dilleri, geçimleri ve ileri bakmndan olan
farkllklar manasna hamledilmesi niçin câiz olmasn?” denilirse, biz deriz ki: “Bunun
delili, bunun önünde geçen, “Eer Rabbin dileseydi, bütün insanlar muhakkak ki
bir tek ümmet yapard” buyruudur. Binâenaleyh ayette bahsedilen ihtilaf, insanlar
tek bir ümmet olmaktan alkoyan bir hususa hamletmek
Cenâb- Hakk’n gerekir. Yine
bu cümleden sonraki, “Rabbinin rahmetine mazhar ettii kimseler müstesnâ ” . . .
ayeti, bu ihtilafn, ancak Allah’n rahmeti ile ortadan kalkacan ifade eder.
Binâenaleyh bu rahmetin, kalkmasndan önce bulunan bir sebeb gibi olmas
ihtilafn
gerekir. Sevab ise, ihtilafn kalkmasndan sonra olan bireydir. Binâenaleyh ihtilaf,
sebeb olunan ey, yani netice olan eydir. Bu sebeble, ayetteki “rahmet”i, Allah’n
mükâfaat manasna almak akldan uzak bir eydir.
Kâdî’nin verdii ikinci manann zayfl hususunda da deriz ki: Allah’n, mü’minler
hakknda yapt bütün lütuflar, kâfirler için de söz konusudur. Halbuki ayetteki
[
rahmet, mü’minlere has klnm bir eydir ve dolaysyla O’nun, lütuf fiillerine ilâve
baka birey olmas gerekir. Hem bulunmas, imann varln
sonra, o lütuf fiillerin
Birinci Görü: bn Abbas (r.a.), buna, “Allah onlar bunun için, yani bu rahmet
için yaratmtr” buyurmutur ki, Mu’tezile’nin çounluu da bu manay tercih
ediyorlar. Onlar öyle derler: “Allah’n, insanlar ihtilaf için yaratm
olduu
söylenemez. Bunun böyle oluuna unlar delâlet eder:
daha önce bahsi geçen iki eyden yakn olan isme râcî olmas, uzak
a) Zamirin,
olana râcî olmasndan daha uygundur. Ayette bahsedilenlerden, zâlike iaret
zamirine
en yakn ey, “rahmet”, uzakta olan ey de “ihtilaf'dr.
istemi olsayd, O’nun, insanlar ihtilaf etmek suretiyle kendisine itaat ettikleri için,
onlara azab etmesi câiz olmazd.
c) Biz, ayete bu manay verdiimizde, bu, “Ben, insanlar ve cinleri ancak bana
ibadet için yarattm” zanyat.se) ayetine de uygun
düer. Eer: “ayet bununla, “Allah
onlar rahmet için yaratmtr” manas murad edilmi olsayd, Cenâb- Hak bunu
bu ekilde deil de, viAsJJ buyururdu (Yani zamiri müennes
fö*- getirirdi)”
denilirse, biz (Mu’tezile) deriz ki: “Rahmet kelimesi, müennes-i hakikî deildir.
Binâenaleyh bu flafzen müzekker olan) fazi ve gufran- lâhî manalarna hamledilmitir.
Bu tpk, Jy fa “Bu, Rabbimden gelen bir rahmettir” (KeM, 98) ve
148 / n. Cilt TEFSlR-î KEBÎR
katlanmaya kar Hz. Peygamberin kalbini salamlatrmaktr. Çünkü insan, bir sknt
ve belâya urayp, o hususta kendisi gibi bakalarnn olduunu görürse, bu ona
hafif gelir. Nitekim “belâ herkese birden gelince, insana hafif gelir” denilir.
kinci Fayda: Ayetteki, “Bunda senin için hak, mü’minler için bir öüt ve
hatrlatma geldi” cümlesinin ortaya koyduu husustur. “Bunda” kelimesi ile ilgili
u manalar verilmitir:
a) Bu sûrede.
b) Bu ayette..
Daha sonra Cenâb- Hak, bu sûrede “Hak”, “Mev’za” ve “Zikr” diye üç eyin
olduunu bildirmitir:
Hak, tevhide, adalete ve nübüvvete delil olan aklî delillere; zikir, geriye kalan
dier sâlih amellere; mev’za
dünyadan nefret edip, âhirete bakarak dünya
ise,
hallerini çirkin görmeye bir iarettir. Yine mev’za, bu sûrede bahsedilen sa’îdlik ve
akilie de bir iarettir. Çünkü insann rûhu o âlemden gelmitir. Fakat dünyada,
bedenini alabildiine sevip baland için, o âlemin hallerini unutmutur. Binâenaleyh
bu kelâm rûha, o âlemin hallerini hatrlatmaktadr. Bu sebepten ötürü, "zikr”
ilahi
Bil ki Allah Teâlâ, mazeret kabul etrne ve inzârda, tevik ve korkutmada, etkili
(gücünüzün yettiini) yapn” hitab da tesir etmemitir. Bu, Hak Teâlâ’nn, uayb
(a.s)’n kavmine söylediini bildirdii eyin ayns olup, manas “Bana, elinizden gelen
kötülüü yapn, biz de yaparz (yapacamz biliriz)’’ eklindedir.
*
Ayetteki [
“yapn” kelimesi her nekadar bir emir sîgas ise de, bununla
“
tehdit kastedilmitir. Onlar içinden gücünün yettii kimseleri sesinle
Bu tpk,
yerinden oynat, onlara kar- süvarilerin ve piyadelerinle yaygara çkart!” (isra, 64 )
ve “Artk dileyen iman etsin, dileyen kâfir olsun!” (Kehf. 29 ayetlerinde olduu )
gibidir. Yani, “Siz, eytann size vaadettii hzlân bekleyin. Biz de, Rahman’n bize
,vaadettii çeit çeit ihsan ve lütuflar bekleyeceiz” demektir. bn Abbas (r.a),
ayetteki ntezirû “bekleyin...” emrine, “Siz.helâkimizi gözleyin. Biz de sizin için,
Daha sonra Cenâb- Hak, bütün kymetli ve ulvî gayeleri câmî, çok güzel ve
kymetli bir neticeye balamak üzere je U^ ^Ij
“
Göklerin ve yerin
gayb Allah’ndr” buyurmutur. Bil ki insann, bilmeye muhtaç olduu eyler üçtür.
Bunlar da mazi (geçmi), hal (imdiki zaman) ve istikbâl (gelecek)tir.
Bil ki Allah’n zâtnn hakikati, künhü, insan tarafndan kesinlikle bilinemez. nsan
tarafndan bilinebilecek olan ancak O’nun sfatlardr. O’nun sfatlar da, celâl ve ikram
sfatlar olarak ikiye ayrlr. Celâl sfatlar, selbî (olumsuz) sfatlardr. Bunlar, “O cevher
deildir, cisim deildir, öyle deildir, böyle deildir” eklindeki (olumsuz)
” (
sözlerimizdir. Selbî sfatlar gerçekte kemâl sfat deildir. Çünkü bunlar, srf yokluu
ifâde eder. Srf yoklukta ise kemâl aranamaz. O ne bir uyuklama
halde, “O’nu
tutabilir, ne de bir uyku (Bakara, 255) ayeti, hereyi kuatan, devaml olan ve
deimeden uzak olan bir ilme delâlet ettii için, kemâli ifâde eder. Eer bu olmasayd,
uyku tutmama ii asla bir kemâle delâlet etmi olmazd. Baksana ölüleri ve canszlar
da ne uyku, ne uyuklama tutar. Hak Teâlâ’nn, ‘O doyuruyor kendisi doyurulmuyor” ,
(En am, i4) ayeti Allah’n celâlini, kemâlini ve kibriyasn ifâde eder. Çünkü “Kendisi
doyurulmuyor” hükmü, zât gerei va’cibu’l-vücûd olann, yemeden, içmeden ve
kendisi dndaki hereyden müstanî olduunu ifâde eder. Böylece kemâl, izzet ve
yücelik sfatlarnn sübûtî sfatlar olduu sâbit olmu olur. Kemal ve celâle delâlet
eden sübûtî sfatlarn en kymetlileri, ilim ve kudret sfatlardr. te HakTeâlâ bu ayette,
ta’zim ve medh-ü senâ sadedinde kendisini bu iki sfatla tavsif etmitir. lim sfat,
ayetteki, “ Göklerin ve yerin gayb Allah’ndr” beyanndan anlalmaktadr ki bu,
“O’nun ilmi, külliyyâtn, cüz’iyyâtn, yok olanlarn, var olanlarn, hazrlarn ve gâiblerin
hepsi hakknda geçerlidir ” demektir. Bu lafzn, sonsuz kemâle delâlet ettii
hususundaki uzun izah, “Gaybm anahtarlar O’nun yanndadr...” En’am.59) ayetinin
tefsirinde geçmiti. Kudret sfat da ayetteki, “Her i, O’na döndürülür” buyruundan
anlalmtr ki bu, “Hereyin dönüp varaca merci O’dur” demektir. Hereyin
kayna ve balangc O olduu takdirde, ancak böyle olabilir. Bütün mümkinâtn
balangc ve bütün sonradan olma varlklarn, kâinatn ve kâinattaki hereyin,
kendisine varp dayand zatn, varlk ile yokluu, bilfiil, bil-kuvve ve bit-tekmil
erebilmesi, hakim olabilmesi için, kudretinin büyük, meîetinin geçerli olmas gerekir.
Bu iki vasf, mebde’in celâlini ve kibriyasn açklamak için zikredilmitir.
kincisi: nsann dünyada yaad zaman içinde, kendisi için önemli olan eyi
bilip tanmasdr. Bu da, nefsi, ruhânî bilgiler ve kutsî yüceliklerle kemâle erdirmektir
bu mertebenin bir balangc ve bir neticesi vardr. Bu ikinci mertebenin balangc,
ki,
Rabbln yapmakta olduunuz eylerden gafil deildir ” buyurarak iaret etmitir ki,
bundan murad udur: "Allah, itaat edenlerin taatlarn boa çkarmaz, isyanc ve
Inkârc kimselerin hallerini de ihmal etmez." Bu öyle olur: Onlar maherde bir araya
getirilir, çok önemsiz ve cüz’î eylerden dolay hesaba çekilirler, küçük-büyük
bile
her kusur hususunda knanr, azarlanrlar. in sonunda bir ksmn cennete, bir ksmn
da cehenneme gitmesi neticesi hasl olur.
senesinde, hayr ve bereketle sona erdirtti. Gidiat güzel, salih bir çocuum vard.
Tam gençliinin baharnda gurbette ölüverdi te bu sebepten ötürü kalbim âdeta
-
üphesiz baen çok olan sensin sen...” (ai-i imrân. 8) Allah’n salât ve selâm,
mahlûkatn en hayrls olan Hz. Muhammed (s.a.s)’e, âline (âilesine) ve ashabna
olsun.
YUSUF SURES
(Bu sûre, 111 ayet olup Mekkî’dlr.)
”
“Elif, Lâm, Râ. Bu, mübîn (açklayc) olan kitabn ayetleridir. Gerçekten biz
onu, akl erdiresiniz diye, Arapça bir Kuran olarak indirdik
(Yûsuf, 1-2).
Yûnus Sûresi’nin banda, “Elif, Lâm, Ra. Bu mübîn olan kitabn ayetleridir..."
-ayetinin tefsirindenbahsetmitik. Binâenaleyh ayetteki tilke kelimesi, bu sûrenin
ayetlerine iaret olup, “Elif-Lâm-Râ diye adlandrlan bu sûrede indirilen o ayetler,
Kitab- Mübin’in (Kur’ân’n) ayetleridir” demektir. Cenâb- Hak, Kur’ân’, u
sebeplerden ötürü, “mübîn" (açtk-açklayc) diye tavsif etmitir:
1) Kur’ân, Hz. Muhammed (s.a.s)’in kesin bir mucizesi ve apaçk bir delilidir.
2) Allah, onda hidayet ile rüdü, helâl ile haram açklamtr. Bunlar Kur’ân’da
açkland için, Kur’ân bütün bunlar ‘‘açklayc”dr.
Daha sonra Cenâb- Hak, ojiti föti Ljp Uji aUjîi lît “Gerçekten bizonu, akl
erdiresiniz diye, Arapça bir Kur’ân olarak indirdik" buyurmutur ki, bununla ilgili
birkaç mesele vardr:
"
2) Allah Teâlâ, Kur’ân’ “Arapça” diye tavsif etmitir. Halbuki kadîm olan
“Arapça”- “Farsça” diye nitelenemez.
3) Allah Teâlâ, “Biz onu, Arapça birKur an olarak indirdik buyurunca, bu O’nun
Kur’ân’ Arapça dnda baka dilde indirebileceini gösterir. Bu ise, Kur’ân’n hadis
(sonradan) olduuna delâlet eder.
Cevap: Farzet ki durum, sizin söylediiniz gibidir... Fakat bu, Allah Teâlâ’nn bu
sûreyi indirdiine ve muhataplarn bu kssay bilmelerini istediine delâlet eder. Fakat
”
alz, “Bu ayet, Allah Teâlâ’nn, herkesin iman ve amel-i sâlihini istediine delâlet
•diyor" hükmünü bu ayetten nasl çkarabilirsiniz ki?
(Yûsuf. 3).
üzerine, "Allah, kelâmnn en güzelini bir kitap halinde indirdi” (Zümer, 23) ayeti inince
de onlar, “Keke bize hatrlatsan?” dediler. Bunun üzerine de, "îman edenlerin,
Allah’ ve Hak’tan ineni zikir için, kalblerinin sayg ile yumuamas zaman hâlâ
gelmedi mi?” (Hadid, 16) ayeti nâzil oldu.
"Kssa” ad verilmitir: Çünkü onu anlatan kssa, onlar, birbiri ardnca pepee anlatr.
Nitekim Arapça’da, birisi Kur’ân okuduu zaman O'jâJi *Aî denilir. Çünkü onun
ezberledii ayetler, (okurken) birbirini takib eder. Bu ayette geçen “kasas” kelimesinin
(anlatmak) manasnda masdar olma ihtimali de vardr. Nitekim Arapça’da,
insan sözü pepee söyleyip, ahenkli bir ekilde ortaya koyduunda, J! jâ
La^i - U i denilir. Nitekim yine Arapça’da ayn manada, VUji, - L-j* - iLjî
denilir. “Kasas” lafznn, ism-i mef’ul (anlatlan ey) manasna olmas da
muhtemeldir. Bu, senin, “Allah’n makduru (güç yetirdii ey)”
138 / 13. CIII TEFSlR-t KEBR
en güzel bir ekilde anlatyoruz” manasnda olur. Böyle olmas halinde, “en güzel
olma" hususu, kssaya ait deil, “anlatma ii”ne ait olmu olur ki bu güzel olutan
maksad, ayetlerin fesâhat bakmndan, mucize noktasna varm, fasih ve beli sözler
olmasdr, Baksana bu kssa, hiçbir yönden bu sûredeki fesahat ve belâata
ulaamadklar halde, tarih kitaplarnda da anlatlmtr. Yok eer bu lafz ism-i mef’ûl
manasna bakasnda bulunmayan hikmetler, ibretler, incelikler
alrsak, kendisinde,
ve harikulâdelikler olduu için, “kssalarn en güzeli” manasnda olmu olur. Çünkü
bu kssadaki hikmetlerden biri udur: Allah’n kazasn hiç kimse savuturamaz,
Allah’n kaderine, kimse mânî olamaz. Allah Teâlâ, bir insan için hayr ve güzellik
irade etmi ise, bütün âlem ona kar biraraya gelseler, o iyiliin o kimseye ulamasna
mânî olamazlar. Bu kssann ifâde ettii ikinci bir hikmet, hasedin, hzlân (rahmetin
kesilmesi) ve noksanlk sebebi oluuna delâlet etmesidir. Bir üçüncü hikmeti udur:
Sabr, tpk Ya’kûb (a.s)’da olduu gibi genilie-selâmete ermenin anahtardr. Çünkü
Ya’kûb (a.s) sabretmi ve muradna ermitir. Yûsuf (a.s) için de durum ayndr.
“Hani Yûsuf babasna, “Babacm, gerçekten ben, onbir yldz ile günei ve
ay gördüm. Gördüm ki onlar bana secde ediyorlar” demiti”
(Yûsuf. 4).
12. Cüz, YÛSUF S ÛRES 1 2/4 13. Cilt / 139
“Kerim kimdir?” diye sorulduunda, “Kerim olu Kerim olu Kerim, brahim olu
Ishâk olu Ya’kûb olu Yûsuftur (Allah’n selam üzerlerine olsun)
hazfedildi ve ona niyâbeten (yerine) kesre ile yetinildi. Sonra da sonuna vakf “hâ”s
getirilerek, ya ebeti denildi. Çok kullanld için, bu hâ (yani te) kelimenin kendisinden
kabul edildi ve mütekellim “yâ'’sna muzaf klnd, çiltf eklinde. Bu, Sa’leb
ve bnü’l-Enbârî’nin görüüdür. konuyu uzun uzadya ele
Bil ki nahivciier bu
almlardr. Onlarn görülerini merak eden, onlarn kitaplarna baksn.
Biz, ayetteki “ Gerçekten ben, onbir yldz (...) gördüm" tabirini u iki sebepten
dolay, rüyada görmek manasna hamlettik:
TEFSiR-l kebîr
Biz deriz ki:Yldzlarn, canl ve konuan varlklar olduunu iddia eden bir ksm
felsefeci hem bu ayeti, hem de “Onlarn hepsi de ayr ayr birer felekte yüzerler”
(Yâsin, 40) ayetini delil getirmilerdir ki buradaki de yesbehûn “yüzerler” kelimesi
aklllar için kullanlr. Vahidî öyle demitir: “Allah Teâlâ onlar “secde eden
varlklar” olarak tavsif edince, sanki akl sahibi varlklar olmulardr. Böylece
Allah Teâlâ, akl sahibi varlklar hakknda kullanlan kelimeyi onlar hakknda
kullanmtr. Nitekim Cenab- Allah “O putlar sana bakar (0 jjki) görürsün,
halbuki onlar görmezler” (A’rât, 198) ve “Ey karncalar yuvalarnza girin”
l jj->\ (Nemi, s) buyurmutur.
kinci Soru: Hz. Yûsuf (a. s), “Onbir yldz ile günei ve ay gördüm” demi,
sonra “görme” lafzn ikinci defa tekrar ederek, “Gördüm ki onlar bana secde
ediyorlar” demitir. Bu tekrarn hikmeti nedir?
Cevap: Kaffâl (r.h) öyle demitir: “Yûsuf (a.s) yldzlar günei ve ay gördüünü
anlatmak için birinci "görme”yi, onlarn kendisine secde ettiklerini gördüünü
anlatmak için de ikinci “görme”yi zikretmitir.” Bazlar da öyle demitir: “O, “Onbir
yldz ile günei ve ay gördüm” deyince, sanki “nasl gördün?” denilmi de,
“Onlar bana secde ediyor olarak gördüm demitir.” Bir bakas “Bu ki
görmenin birisinin görmek, dierinin rüyada görmek manasna olmas caizdir”
demi ama, “görme”den hangisinin rüyaya, hangisinin bizzat görme
bu iki
Dördüncü Soru: Ayette bahsedilen secde ile, hakikî manadaki secde mi kastedilmi,
yoksa tpk âirin^ jsUJ ' i
“Sen, orada at torbalarn,
(atlarn) trnaklarna secde eder görürsün” iirinde olduu gibi, tevâzu ve boyun
eme manas m kastedilmitir?”
1 2. Cm, YOSUF SÜRES 12/4 13. Cül / 161
Biz deriz ki: Her iki mana da kastedilmi olabilir. Sözde asl olan, onu hakîkî
manasna hamletmektir. Rüyada güne, ay ve yldzlarn secde eder görülmelerinde
bir saknca yoktur.
Rüyalar Hakknda
Beinci Soru: Yûsuf (a.s), bu rüyay ne zaman görmütür?
Bil ki filozoflar kötü rüyalarn, ta’biri (neticesi-asl) ksa zamanda ortaya çkar. yi
ve güzel rüyalarn neticesi müddet geçtikten sonra ortaya çkar” demiler
ise, bir
ve bunun sebebini öyle açklamlarc ;r: Allah’n rahmeti, hüznü ve gam daha az
olsun diye errin gelmesini, gelmesine yakn bir zamanda bildirmeyi gerektirir. Ama
hayrlar bildirmek, o hayrn gerçeklemesinin bejlenmesi sebebi ile elde edilecek
sevinç, huzur ve sürür daha çok olsun diye, meydana gelmesinden çok uzun zaman
önce olur.
Altnc Soru: Bazlar öyle demilerdir: “Ayette bahsedilen güne ve ay ile, Hz.
Yûsuf’un babas ve halas (teyzesi) kastedilmitir. Bunun bu ekilde tefsir edilmesinin
sebebi nedir?”
Biz deriz ki: Onlar bunu, u sebepten dolay ileri sürmülerdir Haberde varid
olduuna göre, Hz. Yûsuf’un annesi, Yûsuf (a.s) Msr'da iken, O’nun yanna
varamadan vefât etmiti. ayet, ayetteki güne ve aydan maksat, Yûsuf'un babas
ve annesi olmu olsayd, annesinin ölmemi olmas gerekirdi. Çünkü peygamberlerin
rüyalarnn mutlaka vahiy mahsulü olmas gerekir.
Bu delil, kuvvetli deildir; zira Yûsuf (a.s), o zaman henüz peygamber deildi.
haber verir. Bunun üzerine de Hz. Peygamber (s.a.s) yahudiye: “Sana bu yldzlarn
162/13. Cilt
_______ T EPS ÎR-I JCEBl R
?”
neler olduunu söylersem, müslüman olur musun der. Bunun üzerine yahudî
de: “Evet” deyince, Hz. Peygamber de: “Bunlar Ceriyyân (?), Tank, Zeyyâl,
Kâbis, Amûdân, Felîk, Misbah, Darûh, Fere, Vessâb ve Zülketifeyn’dir... Ki Yûsuf
”
(a. s.), bunlan, günei ve ay, gökten inip de kendisine secde ettiklerini görmütür . . .
der. Bunun üzerine yahudi “Evet, Allah’a yemin ederim ki, onlarn isimleri bunlardr..."
der.
bir tuzak kurarlar. Çünkü eytan, insann apaçk bir dümandr. Rabbin seni
öylece rüyada gördüün gibi, beenip seçecek, sana rüya tabirine ait bilgi
verecek. Sana kar da, Yakûb hanedanna kar da, nimetlerini -daha
evvelden atalarn brahim’e ve shâk’a tamamlad gibi- tamamlayacaktr.
”
üphesiz ki, Rabbin her eyi bilendir, tam hüküm ve hikmet sahibidir
(Yûsuf, 5-6).
“
Daha sonra Cenâb- Hak, ,1ü Sonra sana bir tuzak kurarlar”
buyurmutur. Buradaki yekîdû kelimesi, mukadder en edâtyla mansûbtur. Buna göre
mana, ‘‘ayet sen bunu onlara anlatrsan, sana tuzak kurarlar” eklinde olur.
Bu tpk, Cenâb- Hakk’n, UcjU (Yusuf, 43) ayetinde olduu gibidir. Yine bu,
Bunun, dJJ \jjSJ manasnda olmak üzere, tete- kt ilmesinin, keyden kelimesine
taalluk ettii de ileri sürülmütür.
sözüdür.
Hz.Yusuf’un Seçilmesi
demitir. Bu, “Cenâb- Hak büyük bir erefe, izzete ve yücelie delâlet eden bu büyük
rüyâ ile seni beenip seçtii gibi, seni büyük eyler için de seçer, seçecek...” demektir.
Zeccâc öyle demitir: “ctibâ” bir eyi kendin için seçtiinde kullanm olduun,
‘O eyi seçtim, kendime ayrdm” deyiminden alnmtr, j? _pJ J tU' 4»*
164 / 13. Cilt
TEFSlR- KEBÎR
Nimetin Tamamlanmas
3) Yakûb’un Ü* iîüi “Sana kar da, Yakûb hanedânna
kar da, nimetlerini tamamlayacaktr...” eklindeki sözüdür. ayette geçen Bil ki,
yectebîke “nübüvvet” diye tefsir edenlerin, bu ifâdede bahsedilen “nimetini
tabirini
Ama ayette bahsedilen “ictibâ” lafzn, “yüksek dereceler elde etme” eklinde
tefsir edenler, burada bahsedilen "nimeti tamamlama” iini “nübüvvet”
olarak tefsir
etmilerdir k, bu husus unlarla da desteklenir:
12. Cüz, YÛSUF SÛRES 12/5-6 13. Cilt / 165
mdi ayet, “Onlar, Hz. Yusuf (a.s) aleyhinde, malum teebbüste bulunduklar
jalde^ nasl peygamber olabilirler?” denilirse, biz deriz ki:
Bu, peygamberlikten önce vukû bulmu bir hadisedir. Bize göre, peygamberlerin
ismet sfatna haiz olmalar, nübüvvet öncesinde deil, nübüvvet esnâsnda söz
konusudur.
8. Bu ksm
matbû nüshada: * J* *i av v*> »eklindedir.Damat brahim Paa, No: 138'de
kaytl yazmaya bavurduumuzda (s. 768 a) J* tarznda lamellf’siz oldupnu gördük. Tercüme
bu düzeltmeye göre yaplmtr (ç.).
”
Üçüncü bir görüe göre ise, "nimeti tamamlama” Allah’n, bu dünyada iken
O’na vermi olduu nimetini, onlar, dünyada peygamber ve hakimler yapp, sonra
onlar, o dünyadan cennetteki yüce makamlara sevketmesiyle tahakkuk eden ahiret
nimetine eklemesidir.
Bil ki, en doru görü, birincisidir. Çünkü beer tam bir nimet, nübüvvetten
için
baka bir ey deildir. Bu-nübüvvetin dnda kalan herey, buna nisbetle noksandr.
Hz. Yakûb’ un, “Rabbin seni öylece (rüyada beenip seçecek”gördüün gibi)
eklindeki sözünün, onlarn Yusuf (a.s)'a tuzak kurmamalar artna balanm olmas
uzak bir ihtimal deildir. Çünkü bundan, daha önce bahsedilmiti. Hem, "Yakûb
(a.s), Yusuf (a.s)’un bu makamlara erieceine kesinlikle hükmediyordu. Fakat
cemi olarak eklinde okumulardr. Zira, Yusuf (a.s)’un ileri pek çok olup,
bunlardan her biri, bal bana bir ibret vesilesidir.
Peygamberin o kssay haber vermesinde olmu olur. Bu iki izah arasndaki fark
ise, çok açk ve nettir.
3) Yakûb (a s), Yusuf’un rüyasn tabir edince, bu açklama aynen tahakkuk etti
ve seksen yl sonra, varlk aleminde vücud buldu. u halde, Allah Teâlâ, Hz.
Muhammed (s.a.s)’e, dümanlarna kar, kendisine yardm edeceini ve onu
muzaffer klacan vaadpdip, bu vaadedilen ey de bir müddet gecikince, bu, Hz.
Muhammed (s.a.s)’in, o hususta yalan söylemi olduuna delâlet etmez. Bu kssann
zikredilmesi, ite, bu açdan da faydaldr.
4) Yusuf (a.s)’un kardeleri onun iini ibtal etmek için çok uratlar. Ancak ne
var ki Cenâb- Hak, Yusuf’a yardm ve nusretini vaadedince, i, dümanlarn çaba
sarfettii gibi deil, Allah’n takdir ettii gibi tahakkuk etti. Hz. Muhammed (s.a.s)’in
hadisesi de böyledir. Zira Allah Teâlâ, O’nun derecesini yüceltmeyi tekeffül edince,
kâfirlerin, O’nun davasn ibtâl etme hususundaki çabalar ona zarar verememitir.
Hz. Ali (r.a)’nin, nasb ile, usbeten eklinde okuduu nakledilmitir ki, buna göre
mana, "Biz bir cemâat olarak bir araya geliyoruz..." eklinde olur.
\) t '11 7., YÛSUF SÛRES 12/7-8 13. Cilt /
9 m mm ** •
*
169
mm
3) Onlar: “Biz, belâ ve skntlar göüslüyor; faydal ve güzel olan eyleri de elde
ötmeye urayoruz...” diyorlard.
Birinci Soru: Çocuklarn bir ksmnn bir ksmna tercih edilmesinin, onlar arasnda
kin, haset ve birtakm dümanlklar meydana getirecei, malûm olan bir husustur.
Yakûb bunu bildiine göre, acaba Yusuf ve kardeini, dierlerine neden üstün
(a.s),
tutmutur? Hem, daha yal, daha bilgili ve daha faydal olan, en üstün olandr.
Öyleyse, Yakûb (a.s), bu hükmü niçin ters çevirmitir?
Cevap: Yakûb (a.s), o ikisini, dier çocuklarna ancak sevgi bakmndan teroii)
etmitir. Sevgi ise, beer gücü dairesinde bulunmayan bir husustur. Dolaysyla YifcâtoH
(a.s) bu hususta mazurdur ve O, bu husustan dolay knanamaz.
gönderilmi hak peygamber olduunu ikrâr ediyorlar. Ancak ne var ki, belki de onlfcr
peygamberlerin, srf içtihâdlaryla birtakm hususî iler yapabileceklerini çata!
görüyorlard. Sonra onlarn içtihâdlar, babalarnn bu içtihadnda hata etmi oidu$ü!>
neticesine götürmütür. Bu böyledir, zira onlar, “Bunlar, akllar kemâle ermentö||
iki çocuktur. Halbuki bizler ya, akl, yeterli olma, faydal olma, çokça hizmet efrot<
ve ileri yapma hususunda, o ikisinden önceyiz. Binâenaleyh, babamzn, Yututâ^
170/ 13. ( Ut
TEFSlR-l KEBÎR
_ i
bize tercih etmedeki srar, bu delilimize ters dümektedir...'’ derlerken, Yakûb (a.s)
da belki, "Ar sevmek, insann gücü ve takati dairesi içinde deildir. Binâenaleyh,
bu hususta Allah’n, benim üzerimde herhangi bir mükellefiyeti yoktur!.." diyordu.
çkmaz. >
Cevap: Durum, sizin bahsettiiniz gibidir. Ancak ne var ki, bize göre nazar-
dikkate alnan husus, peygamberlerin, kendilerine nübüvvet verildii zamanki ismet
12. Cüz, YÛSUF SÛRES 12/9-10-1 1-12 13. Cilt / m
ve masûmiyyetleridir. Ama, nübüvvetten önce ise, ismet sahibi olmak farz deildir.
Allah en iyi bilendir.
“Yusuf’u öldürün. Yahut onu, uzak ve ssz bir yere atn ki. babanzn
teveccühü yalnz size münhasr olsun ve siz, ondan sonra, sa/ih bir zümre
olasnz.” çlerinden bir sözcü, “ Yusuf'u öldürmeyin, onu bir kuyunun dibine
brakn da, yolun kafilesinden biri, onu alsn. Eer, mutlaka yapacaksanz bari
böyle yapn ”
(Yusuf. 9-10).
a) Öldürmek.
bir yere sürgün etmek... Haset eden kimsenin, kötülük hususunda bundan daha ileri
“
bir noktaya varabilecei düünülemez. Onlar bu hususta, babanzn teveccühü
yalnz size münhasr olsun” eklinde bir gerekçe de ileri sürmülerdir ki bu, “Yusuf,
onu bizden alkoymu ve onun teveccühünü hep kendisine çevirmitir. Binâenaleyh,
o Yusuf’u kaybederse, bütün gönlü ve muhabbetiyle bize yönelir ve siz de, ondan
sonra, salih bir zümre olursunuz” demektir. Bu hususta da u izahlar yaplmtr:
2) Buradaki maksat, dinî bakmdan salih olmak deil, aksine bundan maksat,
“O zaman babanz yanndaki durumunuz düzelir, babanz sizi sever de, sizinle
ilgilenir...” denilmek istenmesidir.
Alimler, öldürmeyi emredenin kim olduu hususunda u iki görü üzere ihtilaf
etmilerdir:
Eer, “Onlar peygamber olduklar halde bu onlara nasl uygun düer?” denirse,
biz deriz ki: ‘‘Buna "Onlar o zaman henüz mürâhik idiler (yani bülua ermemilerdi)”
diye cevap verenler çkm
ise de bu zayftr. Çünkü Hz. Yakûb (a. s) gibi bir
peygamberin, içlerinde onlar, kötülüklerden alkoyacak akll bir kii olmadan,
çocuklarn dar göndermi olmas uzak .bir ihtimaldir. Hem sonra onlar, “siz, sonra
sâlih bir zümre olursunuz” demilerdir. Bu da onlarn tevbe etmezden önce, sâlih
(iyi) olmadklarn gösterir ki, bu durum, onlarn çocuk olmu olmalarna terstir.
En doru cevap udur: Onlar peygamber deil idiler. Peygamber olmu olsalar
bile, bu hadiseyi peygamberliklerinden önce yapmlardr.
ve hiç kimsenin göremeyecei bir yerine atlmasna iaret eden bir kimseye delâlet
etsin diye, ji denilmitir. Binâenaleyh geyâbe sözünün zikredilmesi
bu manay ifade etmitir. Çünkü Yûsuf ile ona bakacaklar arasna hiçbir engelin
giremeyecei kuyunun herhangi bir yerine atlmas da ihtimal dahilinde idi.
bunun “Ürdün arazisinde bir kuyu” olduunu söylemi. Mukâtil de, “bu kuyunun,
Hz. Ya’kûb’un evine üç fersah uzaklkta bir yerde olduunu” söylemitir. Onlar ileri
sürdükleri, “Bir yolcu kafilesinden biri onu alsn” eklindeki sebepten ötürü de, bu
kuyuyu belirlemilerdir. Çünkü o kuyu, bilinip tannyordu. Çou kez oraya yolcular
urarlard. Yine o kuyuya atlann, kurtarlma ihtimalinin fazla olduu biliniyordu.
Çünkü yolcular, oradan geçerken kuyuya gelecekler, kuyuya gelince de, içindeki o
insan» görecekler, görünce de onu çkarp götüreceklerdi. Dolaysyla onun o kuyuya
atlmas, ölme ihtimalini azaltyordu.
onun için fiili müennes getirmitir.) Seyyâre, yolculukta birlikte giden kâfile demektir.
bn Abbas: “Allah Teâlâ böyle buyurmakla oradan geçecekleri kastetmitir” demitir.
“
Ayetteki Eer mutlaka yapacaksanz (bari böyle yapn)”
olursanz, ancak size reva görülen ukûbetin misillemesiyle ceza yapn...” ma, 126)
ayetidir. Bu, “Evlâ olan, sizin bunu hiç yapmamanzdr, ama (...)” demektir.
174 / I V C ilt TEFSÎR-1 KEBÎR
babdr. Nitekim Arapça’da, hayvan otlad zaman, Lpj - tey - w' i~*Ul
denilir. «toj, ise, develeri ve hayvanlar otlatmaktr. Onlar, otlatma iini kendilerine
izafe etmilerdir. Bu, aslnda “Develerimizi otlatalm” demektir. Keza, otlatma iini
kendilerine nisbet etmilerdir. Çünkü bu otlatmann sebep ve vesilesi kendileridir.
Netice olarak otlatmay ve mallarn muhafaza etme iini kendilerine izafe etmilerdir.
Çünkü onlar bülûa ermi delikanllard. “Oynama” iini de, küçük olduu için
otlatma ii, buna alsn ve denesin diye, develeri otlatma iini yapann bizzat
Yûsuf
olmas manasnda, Yûsuf’a nisbet edilmitir. Binâenaleyh bu, Yûsuf, dier çocuklar
gibi, kâh deve otlatm kâh oyun oynam demektir.
Üçüncü Kraat: Ebu Amr ve bn Âmir, nûn ile ve ayn ile ba harfinin cezmi
cevabn verdi. Yine bununla gönlün rahatlamas için, mübah olan elence ve oyunlar
yapma zamannn kastedilmi olmas da caizdir. Hz. Peygamber (s.a.s), Cablr (r.a)’e.
l&Stf
j “Evlendiinde; kendisi ile oynaacan ve seninle oynaacak
bir bakire bulamadn m?”® buyurmutur. Bir de, onlarn oyunlar yar yapmakt.
Bundan gaye de, kâfirlere kar savamay örenmekti.. Bunun delili onlarn, “Biz
yarmak üzere gitmitik ” (Yûsuf. 17) eklindeki sözleridir. Bu yar, âdetâ bir oyun
eklinde olduu için, onu “oynamak” kelimesi ite ifâde etmilerdir.
Dördüncü Kraat: Kûfeliler, her iki de yâ ile, ayn’n ve bâ’nn sükûnu ile, yertâ’
fiili
nel’ab (oynayalm) eklinde okunmutur ki, bu uzak bir ihtimaldir. Çünkü onlar,
oynayp ferahlasn diye, Yûsuf’u, babalarnn, kendileri ile birlikte salmasn
'istemilerdi, yoksa kendileri oynayp elensinler diye deil. Allah en iyi bilendir.
©S L \j
“Babalan dedi ki: “Onu götürmeniz muhakkak ki beni endieye düürür. Siz
ondan onu kurdun yemesinden korkarm.” Onlar da dediler ki:
gâfil iken,
“Andolsun ki biz böyle kuvvetli bir cemaat iken, onu bir kurt yer ise, hiç
üphesiz hüsrâna urayanlardan olmu oluruz”
(Yûsuf, 13-14).
Bil ki onlar, babalarndan Hz. Yûsuf’u kendileri ile birlikte göndermesini isteyince,
babalar u iki mazereti ileri sürdü:
edildiine göre, Hz. Yâkub, uykusunda bir kurdun Hz. Yûsuf’a doru saldrdn
görmü ve bundan dolay böyle demitir. Sanki böylece bu bahaneyi çocuklara kendisi
öretmi olmaktadr. Araplarn darb- mesellerinde, jJaÜJl» j *Sü' “Belâ,
söylenen söze balanmtr” diye bir darb- mesel vardr. Yine onlarn topraklarnda ^ok
kurt bulunduu da söylenmitir. Bu kelime, asl üzere hemze ile ve sükûn ile, ^'AJl
eklinde okunmutur. Bunun, rüzgâr her taraftan estii zaman söylenen, fyjJ çJjtf
deyiminden alnd da söylenmitir. Yâkub bu sözü söyleyince, onlar da,
(a.s),
“Andolsun ki biz böyle kuvvetli bir. cemaat iken, onu bir kurt yer ise, hiç üphesiz
hüsrâna urayanlardan olmu oluruz” diyerek cevap vermilerdir. Bu deyimle ilgili
n edat, artn bir neticeyi gerektirdiini ifâde eder. Buna göre bu, “Eer böyle
a)
bir ey olursa, biz hüsrâna urayanlardan olmu oluruz” demektir. Demek ki lâm,
b) Keâf sahibi öyle demitir: “Bu lâm, takdiri, S ûSl, AJlj “Vallahi
eer onu bir kurt yerse...” eklinde olan, mahzûf bir kasemin olduunu gösterir.
”
Üçüncü Soru: Onlarn, “hiç üphesiz hüsrana urayanlardan olmu oluruz
sözünden maksat nedir?
Dördüncü Soru: Yakub (a.s), iki mazeret ileri sürmü, ama onlar, bunun birisine
V • • y
' 's f • ([s w y \
#
l / \ f
#
\
* ^ H’a
„ « v ^ -v - ^ ^ ‘ ‘
- 1
'
gönderdi...” Daha sonra ise bu ifadeye, “Nihayet vakta ki onu götürdüler. ” ayeti . .
bitimitir.
hiçbir merhametli kimse bulamyordu. Onu, öldürünceye kadar dövdüler. Yusuf ise
öyle diyordu: “Ah Yakub, bir bilsen oluna neler yaplyor!..” Bunun üzerine Yahuda
“Siz bana, onu öldürmeyeceinize dair söz vermemi miydiniz?” deyince, onu içine
atmak üzere kuyuya götürdüler.
Rivayet edildiine göre Yusuf (a.s) kuyunun dibine atlnca, “Ey, gâib olmayan,
hereyden haberi olan! Ey, uzak olmayan, yakn olan! Ey, galebe edilemeyen,
hep galib olan Allah ’m! Benim u halimi genilet ve bana bir çk yolu göster!. .
”
diye yakarmtr.
12 ('Uz, YÛSUF SÛRES 12/15 13. Cilt / 179
çkarlmt. Derken, Cebrâil ona, cennet ipeinden bir gömlek getirmi ve onu
glydirmiti. Sonra brahim bu gömlei shâk’a, shâk Yakub’a vermi, Yakub da
bu gömlei bir muskann içine koyarak, onu Yusuf (a.s)’un boynuna asmt. Sonra
Cebrail gelmi ve bunu oradan çkararak, Yusuf’a giydirmiti.
getirdiini söylemektedirler.
mdi ayet, “Yannda teblide bulunaca bir kimse bulunmad halde, Cenâb-
Hak onu, o vakitler nasl peygamber klmtr?’’ Onu vahiy ve tenzil
denilirse, deriz ki:
ile ereflendirip de çok daha sonra teblide bulunmasn emretmi olmas imkânsz
deildir. Buna göre, daha önce vahyin
buyurulmas ise, ona ünsiyyet vermek,
inzâl
Rivayet olunduuna göre onlar, buday taleb etmek için Yusuf’un yanna
girdiklerinde, Yusuf onlar tanm, onlarsâ Yusuf’u tanyamamlar, bunun üzerine
Yusuf su tas getirterek onu, onun eli üzerine koydu; sonra taa vurdu ve ta tnlad,
ses çkard. Bunun üzerine Yusuf öyle dedi: “Bu su kab bana, sizin, baba bir erkek
kardeiniz olduunu, adnn da Yusuf olduunu, ama sizin onu kuyuya attnz,
babanza da, onu kurt yediini söylediinizi bildirmektedir!”
b) Bundan maksat udur: “Biz Yusuf (a.s)’a kuyuda, “Sen kardelerine bütün
bu eyleri bildireceksin” diye vahyetmitik. Onlar ise, Yusuf’a vahyedildiini
bilemeyecekler.
biz, kou yarmas yapmak çin gittik. Yusuf'u da, eyamzn yanna
brakmtk. (Bir de ne görelim), onu kurt yemi! Biz doru söyleyen kimseler
12 ( «/. YÛSUF SÛRES 12/16-18 13. Cilt / 181
olsak da, sen bize inanmazsn.” Bir de üstüne sahte bir kan bulatrlm olan
gömleini getirdiler. (Yakub) dedi ki: “Hayr, nefisleriniz sizi aldatp, (böyle
feri) bir ie sürüklemi. Artk bana düen güzel bir sabrdr. Sizin anlatnza
"Hayr” dediler. Bunun üzerine Yakub (a.s), “Yusuf ne yapt?” deyince de, onlar,
"I lakikaten biz, kou yarmas yapmak için gitmitik. Yusuf’u da. eyamzn yannda
brakmtk. de ne görelim), onu kurt yemi!” dediler. Bunun üzerine Hz. Yakub,
(Bir
alad, feryat etti ve “Gömlei nerede?” dedi. Ve onu alp yüzüne sürdü, böylece
de yüzü gömlein kanyla boyand.
daha uzaa attnn ortaya çkmas için böyle bir yar yaptklarnda, /ISjUJ -
denilmitir.
Mukatil’in: “Hangimizin daha hzl kotuu ortaya çksn diye komutuk..." eklinde
manalandrmalardr.
Buna göre ayet, “Onlar, çocuklarn ii olan bu ii, âkil bali olduklar halde, nasl
yapabilmilerdir?” denilirse, biz deriz ki:
Ayetteki ÜS'ü cümlesinin manas “Yusuf’u kurt yedi” demektir. öyle tefsir
edildiide olmutur: “Kardeleri, yalandan kurtulmak için "onu kurt yedi” diye zamir
kullanmlar ve fakat aslnda “onun azn
kurt yedi” manasn kastetmilerdi.” Ama
asl muteber olan izah, ilk izahtr.
tefsirinde geçmiti.
Daha sonra Cenâb- Hak, f-L jüf-j “B/r de üstüne sahte bir kan
bulatrlm olan gömleini getirdiler” buyurmu olup bununla ilgili birkaç mesele
vardr:
Kad ise öyle demitir: "Öyle anlalyor ki: Kuyunun dibine attklar zaman
12. Cüz, YÛSUF SÛRES 12/16-18 13. Cilt / 183
kardelerinin bu sözü söyleyip doru olduklarna dair gömlei delil getirdikleri zaman,
Yakub (a.s)’un, “Hayr, nefisleriniz sizi aldatp, (böyle fecî) bir ie sürüklemi...”
dediini nakletmitir.
3) Said bn
Cübeyr öyle demitir: “Onlar Yusuf’un gömleine o gömlek yrtk
olmakszn, sahte bir kan sürünce, Yakub (a.s) onlara: “Yalan söylüyorsunuz!.. Eer
onu kurt yemi olsayd, onun gömlei yrtlm olurdu..” demitir.
Yine rivayet edildiine göre Yakub bunu söyleyince, onlardan birisi, “Onu,
(a.s)
belki de hrszlar öldürmütür” demi, bunun üzerine de, Yakub (a.s) “Onlar, onu
öldürmektense, gömleini almaya daha çok muhtaç olduklar halde, nasl olur da
onu öldürüp gömleini almazlar?!..” demitir. Binâenaleyh, onlarn sözleri birbirini
tutmaynca, bundan ötürü onlarn yalan söylediini anlad ve sonra, Ja+*
“Artk bana düen, güzel bir sabrdr” dedi. Bu ifâdeyle ilgili birkaç mesele vardr:
hatta, hele hele onun zarar bakalarna dokunuyorsa, vacib olan, onu ortadan
kaldrmaktr.
aratrp tetkik etmek hususunda elinden geleni yapmamtr? Binâenaleyh bu, sabrn
uygun olmayan bir konuda gösterilmi olduu sabit olur.”
de gönlü raz olmamt. Çünkü, çocuklardan birisi dierine zulmederse, baba iddetli
bir üzüntüye düer; zira mazlum olan, kendi öcünü almazsa, babann kalbi mazlum
olan çocuu için yanar. Eer o, öcünü alrsa, bu sefer babann yürei kendisinden
öc alnan evlâd için yanp yaklr. Dolaysyla, Yakub (a.s) böyle bir belânn ortasnda
kalnca, en doru olann susup sabretmek ve ii, tamamen Allah’a havale etmek
olduunu düündü.
DÖRDÜNCÜ MESELE ksm olduuna delâlet eder: Güzel olan sabr; güzel
Makbul ve Makbul Olmayan Sabr olmayan sabr.
Güzel olan sabr, belây indirenin Allah olduunu bilip,
kinci zaha göreyse “sabr- cemîl”, insann bu belây indirenin, câhil olmayan
bir hakîm, gafil unutmayan bir alîm, zulmetmeyen bir rahîm
olmayan bir âlim,
olduunu bilmesidir. Durum böyle olunca, O’ndan sadr olan herey mahza hikmet
ve doru olmu olur. te bu durumda insan susar ve itiraz etmez. Üçüncü bir izaha
göre, insan için bu belânn Hak’dan geldii ortaya çkar. Bundan dolay, bu belây
verenin nurlarn müahede etmeye dalmas, kiiyi belâdan ikayet etmekle megul
olmaktan alkor. Bundan ötürü denilmitir ki, “Tam sevgi, vefâ ile artmaz; cefâ ile
de eksilmez.” Çünkü, eer o, vefâ ile artsayd, o sevilen ey nasib ve payn bizzat
kendisi olmu olur; o nasibe ulatran ey bizzat deil, ârzî olarak mahbûb olmu
olurdu. te, sabr- cemîl budur.
Ama sabr, Cenâb- Hakk’n kazâsna rzâdan dolay deil de, baka gayeler için
olursa, bu sabr, sabr- cemîl olmam olur. Bütün fiil, söz ve itikâdlarda hâkim olan
genel kaide udur: Allah’n kulluunu taleb etmek için olan her ey, güzeldir; böyle
deilse güzel deildir. te bu noktada, u hadiste rivâyet edilen hususun doru
olduu ortaya çkar: OjsiJl ÎVstl jlj dUi “Müftüler sana fetva vermi
olsa da sen yine de kalbine dan’.W Binâenaleyh, insan iyice düünsün ki, ona
verilen fetvâ, onu ubûdiyyeti gerçekletirmeye sevkeden bir ey midir, yoksa deil
Çünkü alimler bize, esasen o
midir? ey öyle olmad eyin öyle olduu
halde, o
hakknda bir fetvâ verirlerse, ondan kesinlikle bir fayda meydana gelmez.
Yakûb (a.s), “Artk bana düen güzel bir sabrdr” deyince, bunun peinden
0
/ Â >
S* #
Allah Tealâ’nn yardm olmad sürece, ruhanî tarafn galib gelmesi de mümkün
olmaz. Binâenaleyh, ayetteki, “Artk bana düen güzel bir sabrdr” ifadesi, “Yalnz
sana ibadet ederiz” (Fatiha, 4) yerine; “Sizin u anlatnza kar yardmna snlacak
olan ancak Allah’tr” ifadesi de, “Ancak senden yardm isteriz” (Fatiha, 4) ifadesi
yerine geçmektedir.
“Bir yolcu kafilesi gelip, sakalarn kuyu bana yollad. O da, kovasn
sarktt. “Aaa, müjde! ite bir çocuk!” dedi. Onu, bir ticaret mal olarak
sakladlar. Allah ne yapacaklarn pek iyi biliyordu. Onu, deersiz bir fiyata,
birkaç dirheme sattlar. Onlar, ona fazla deer vermemilerdi”
(Yusuf, 19-20).
giden, fakat yolu ardklar için, izlemeleri gereken güzergâhn dnda giden,
böylece de Yusuf (a.s)’un atld kuyunun bulunduu yere urayan bir yolcu kafilesi”
demektir. O kuyu ise, ancak çobanlarn iine yarayan bir kuyu olup, çölün meskun
mahallerden uzak bir yerinde idi” demitir. Yine kuyunun suyunun çorak iken, Yusuf
(a.s) içine atlnca,olduu; kervan sahiplerinin, kendilerine su getirsin
tatl diye, Malik
b. Za’r el-Huzâî adnda birini kuyuya yolladklar- da rivayet edilmitir.
Vahidî dil âlimlerinin çoundan Arapça’da bir kimse kovasn suya sarktt
zaman Jü; kovasn çekip çkard zaman da UYi denildiini; yine Arapça'da
« jJi
“sald” manasnda, *Y3i - Ji* - Jiî; kovay “çekip çkard” manasnda da- jU* - Yi
denildiini nakil ve rivayet etmitir. “Delv” malum olduu üzere “kova”
manasndadr ve çoulu dilâ’ eklindedir.
tutundu. Saka onu görüp, güzelliini müahede ederek, "Müjde..” diye bard.”
Bu ifade hakknda iki mesele vardr:
BRNC MESELE bürâ eklinde; dier kraat imamlar ise, elifli olarak
ve muzaafun ileyh olmak üzere yâ’nn fethas ile bürâye
"Âaa, bana müjde..” eklinde okumulardr.
a) Zeccâc öyle demitir: "Bir cevap vermeyen eylere nidâ edilmesinin manas,
muhatabn dikkatini çekmek ve kssay takviye etmektir. Binâenaleyh sen
Ebu Ali de öyle der: "O saka sanki, "Ey müjde, ite bu vakit senin zamanndr.
b)
Eer sen, hitab edilebilecek bir ey olsaydn, muhakkak anda çarlr ve derhal u
gelmen istenirdi” demitir.
Bil ki bu sevincin sebebi onlarn, son derece güzel bir çocuk bulmu olmalar
ve, “Onu büyük bir paraya satarz. Bu da, zengin olmamz salar” diye düünmü
olmalardr.
kinci Görü: Bu, Süddî’nin söyledii görütür. Burça göre, nida eden, sakann
arkada idi ve sakann ad “Bürâ” idi. Binâenaleyh o ona, senin “Ya Zeyd!” dediin
gibi, "Yâ Bürâ!” demiti.
A’me’in de öyle dedii rivayet edilmitir: "Saka, ad Bürâ olan bir kadna
seslenerek, "Ey Bürâ” dedi.”
Ebu Ali el-Farisî ise: "Eer biz, "Bürâ kelimesini, müjdenin ad kabul edersek,
ki tercih edilen görü budur, bu kelimenin mahallen merfû olmas câiz olur. 1
Tpk
kendisine nida edilerek bir adama, Jrjü "Ey Adam!” denilmesi gibi. Yine bu
müjde cinslerinden yaygn bir müjde kabul etmi
kelimenin, bu niday tahsis etmeyip,
olmas takdirine göre, nasb mahallinde olmas da caizdir. Bu tpk ya reculen
• a t
"Ey Adam!” demen gibidir. Cenab- Hakk’n, J* ojU-V “Ey kullarn üzerine
(çöken büyük) hasret ve nedamet!” (Yasin, 30) buyruu da böyledir.
”
Burada ><
Sakama”nn Manas
”
Ayetteki “Onu, bir ticaret mal olarak sakladlar tabiri ile
günein ve ayn, kendisine secde ettiklerini görüp; bu da, kardelerinin ona haset
etmesine sebep olup, böylece onlar onun bu durumunu boa çkarmak için hile yollar
araynca, onu bu maksadna nâil olamasn diye, büyük bir belaya düürmülerdir.
Allah Teâlâ da, onun bu belaya dümesini, Msr’a varmasna bir vesile klmtr. Daha
sonra da, o Msr’da hükümdar olup, rüyas gerçekleinceye kadar, pek çok hadise
olmu, birçok iler pepee gelmitir. te, dümanlarnn onu gayesinden
uzaklatrmak için yaptklar bu ii, Hak Teâlâ gayesine ulamasna vesile klmtr.
te bundan dolay Cenâb- Hak, “Allah, ne yapacaklarn pek iyi biliyordu”
buyurmutur.
|3. Cür, YÛSUF SÛRES 12/19-20 H. Cilt / 191
dönünce, üç gün sonra, durumunu örenmek üzere kuyuya tekrar geldiler. Onu'
kuyuda göremeyip, o kervann izlerine rastlaynca, kervandan Yusuf’u istediler.
Yusuf'u gördükleri zaman da, “Bu bizim kölemiz. Evimizden kaçt” dediler. Bunun
üzerine, kervandakiler, “Onu bize satn” deyince, kardeleri de onu, kervandakilere
•attlar. Dolaysyle ayetteki, eravhu kelimesinden maksad, “Onlar, onu sattlar"
manasdr. Nitekim Arapça'da, sen bireyi sattnda, viJj “O eyi sattm”
dersin. Buradaki “irâ”y satmak manasna hamletmek gerekir. Çünkü hem eravhu’
dakl fail zamir, hem de kânû ifadesindeki zamir, ayn eyi gösterir. Fakat kânû'daki
zamir, “kardeler”e râcidir. Dolaysyla eravhudaki fail zamirinin de kardelere râcî
olmas gerekir. Durum böyle olunca, bu ifade, “Onlar, onu sattlar” manasnda olmu
olur. Binâenaleyh ayetteki ‘‘irâ”y, “satmak” manasna almak gerekir.
Mücahld de öyle demitir: “Onlar, “kaçmasn diye onu iyice balayn” dediler.”
Sat Fiyat
Yine Ibn Abbas (r.a): “Kur’ân’da geçen her baha kelimesi, “noksanlk” manasn
ifade eder. Fakat bu ayet, “haram para” manasnadr” demitir.
olup, isim yerine kullanlan bir kelimedir. Buna göre mana, “kendisinde “bahs” olan
para” eklindedir.
bu kelimenin asl manas, “azlk”tr. Nitekim arzu ve istei az olan adama 1a] j^-j
denilir. Bu ifade ile ilgili u izahlar yaplabilir:
b) Oradan geçen kervandakiler, ona fazla kymet vermedikleri için, onu sattlar.
Çünkü onlar onu zaten bulmulard. Bireyi bulan, ona fazla deer vermez, kaça
sattna pek aldrmaz. Yahut da kervandakiler, onun sahibinin ortaya çkp, ellerinden
almasndan endielendiler. te bundan dolay onu, pek az bir paraya sattlar.
c) Onu satn alanlar, ona fazla deer vermemilerdi. Bu görülerin izah daha
önce geçmiti. Fîhi kelimesindeki zamirin Yusuf (a.s)’a râcî olmas muhtemel olduu
gibi, “deersiz fiyat”a râcî olmas da muhtemeldir. Allah en iyi bilendir.
12. Cüz. Y ÛSUF SO RES 12/21 13. Cilt / 193
“Onu satn Msrl, karma dedi ki: “Bunun yerini, erefli tut. Umulur
alan ki
. (Yusuf, 21).
otuzüç yanda Hz. Yusuf’a mülkü ve hikmeti vermitir. Yusuf, yüzyirmi yanda vefat
etmitir.
Hz. Yusuf’un zamanndaki Msr kralnn, Hz. Musa (a.s)’nn zamanndaki Firavun
olduu ve dörtyüz sene yaad ileri sürülmütür. Bunun delili, “Andolsun evvelce
Yusuf da size apaçk burhanlar getirmiti" Mü’min, 34) ayetidir. (
Azizin, Hz. Yusuf’u yirmi dinara satn ald rivayet edilmitir. Yine, rivayet
edilmitir ki onlar onu çarya sokup, sata arzettiler ve fiyatn, arlnca misk,
altn ve ipek oluncaya kadar yükselttiler. Onu Ktfir, bu fiyata ald. Müfessirler, “Ktfîr
(Aziz)’in karsnn ad Züleyhâ’dr” dediler. Onun adnn “Râ’îl” olduu da söylendi.
^
KNC MESELE
Ayetteki
tabiri;'" Yan
*
—ndp makamn “Bunun yerini erefli tut”
ve menzilini yüce tut" demektir.
Yusuf Msr Azizinin Saraynda Bu, senin, bir yerde ikamet etme hakknda demi olduun,
deyiminden alnmadr. Bunun masdar ise, sevâ’
dr.Kelamn manas udur: "Onun, senin yanndaki makamn erefli, güzel ve honut
olunacak bir makam kl.” Bunun delili, Cenâb- Hakk’n, “O, bana güzel bir mevki
vermitir” (Yusuf, 23) ayetidir.
öyle denilmesi uzak bir ihtimal deildir: “O esnada ona böyle vahyedilmesi, onun
insanlara, peygamber olarak gönderilmi olmasndan dolay deil, aksine kalbini
takviye edip gönlündeki hüznü gidermek ve Cebrâil’in gelmesiyle de neelenmesi,
yalnzlk duymamas içindir,” Sonra Allah Teâlâ burada, ‘Ve ona, rüyalarn tabirini
örettik buyurmutur. Bundan maksat, Hz. Yusuf’un, mükellefiyetleri tebli ve halk
hak dine davet için insanlara peygamber olarak gönderilmi olmasdr. öyle
denilmesi de mümkündür: Bu ilk vahiy, risalet ve nübüvvet içindir, ve ayetteki, ‘Ve
ona, rüyalarn tabirini örettik” ifadesi, Allah Teâlâ’nn ona, sayesinde her gün
öncekinden daha yüksek bir mertebeye yükseldii lütuflar ve ziyade ikramlar
vahyetmesi manasndadr.
En Ferasetli nsanlar
dilediini yapandr; O’nun takdirini savuturacak hiç kimse ve yine, yerdeki ve gökteki
hükmün© mâni olacak hiç kimse de bulunmamaktadr...” demektir.
2) Bu, “Allah, Yûsuf’un emri, yani onun ii hususunda gâlibtir...” yani, Yusuf’un
ilerinin bu tanzimi Allah tarafndandr. Yoksa, kendi gayreti ile deildir. Kardeleri
onun çin her türlü kötülüü ve holanlmayacak olan eyleri isterlerken, Allah Teâlâ
ise, onun hayrn dilemitir. Ve i de, Allah Teâlâ’nn diledii ve yönettii gibi olmutur.
Fakat insanlarn çou, bütün ilerin Allah’n kudret eliyle olduunu bilmezler. Bil ki,
“O, tam erginlik çana girince, kendisine hüküm ve ilim verdik, ite, iyi
Baz kimseler: "Nübüvvet, güzel amellerin mükâfaatdr” derken, bazlar da: "Kim
gayret eder, Allah'n belalarna sabrederek, nimetlerine de ükrederse, risalet
makamn elde edebilir” demiler ve sözlerinin doruluuna da öyle delil
Bil ki, kim, “Yusuf, kesin olarak ne bir nebî ne de bir resul idi. O ancak, Allah’a
itaat etmi da kendisine ihsan etmi olduu bir kul idi...” derse, bu
olan, Allah’n
söz icmâ ile batldr. Haan el-Basrî öyle demitir: "O, Allah Teâlâ’nn, kendisi
hakknda, “Biz de kendisine, “Andolsun ki sen onlara (...) bu ilerini haber
vereceksin” diye vahyettik” (Yusuf, 15) buyurmu olduu vakitten beri bir nebî idi.
Ama, henüz bir resûl deildi. Sonra o, bu vakitten, yani Allah Teâlâ’nn, “O, tam
erginlik çama girince, kendisine hüküm ve ilim verdik...” buyurmu olduu bu
zamandan itibaren de bir resul oldu...”
Baz alimler de, "O, kuyuya atld andan itibaren bir resûl idi” demilerdir.
: ”
Bunu anladn zaman biz deriz ki: Ayn bir devir yapmasnn müddeti, yirmisekiz
küsur gündür. Bu devri dört ksma ayrrsan, her bir ksm yedier gün olmu olur.
Hiç üphesiz doktorlar jnsan bedeninin hallerini de, yedili bir sisteme göre
belirtmektedirler. Binâenaleyh insan, doumundan yedi yan tamamlayncaya kadar,
zayf bünyeli ve güçsüz, dayankszdr. kinci yedi yana girdii zaman, onda, anlay,
zekâ ve kuvvet eserleri görülmeye balar. Sonra bu, ondört yan tamamlayncaya
kadar gelimeye devam eder. Onbe yana girdii zaman, üçüncü yedi yalk zaman
dilimine girmi olur. Burada, akl kemale erer, mükellefiyet çana eriir ve onda,
ehvet harekete geçer. Sonra, bu hal üzere, yirmibir yan tamamlayncaya kadar
gelimeye devam eder. Yirmibir yanda üçüncü yedi yllk dilimi tamamlayarak yirmiiki
yana girer. te bu son yedi yllk dilim, onun nev ü nema bulduu yedi yllarn
son dilimidir. Yirmisekiz yan tamamlad zamansa, böylece, gelime müddetini
tamamlam buradan artk duraklama devrine geçer. Bu zaman, ite
olur ve insan,
insann tam kemâline, erginliine erginlie erdii zamandr. Bu, beinci yedi yllk
zaman diliminin tamamlanmasyla insan, otuzbe yana gelmi olur. Sonra bu
mertebeler, güç kuvvet ve zayflk bakmndan da farkl farkldr. Binâenaleyh, yedi
yllk zaman dilimleri içinde, iddet, güç kuvvet ve kemâlin en ileri olduu beinci
yedi yllk zaman dilimi, yirmisekiz yandan otuzüç yana kadar olup, bazan otuzbe
yama kadar devam eder. te bu konuda, makul olan izah ekli de budur. Her eyin
hakikatini en iyi Allah bilir.
bilendir. * *
|] ( «/.. YÛSUF SÛRES 12/23 13. Cilt / 199
görünce, ona kar arzu duydu. öyle de denildi: "Onun kocas âciz, (ehvetten
kesilmi) idi.” Arapçada kadn ile erkekten her biri, dieri ile cinsî münasebet etheye
niyetlenip buna yöneldii zaman t^-iî j* isgU SU 5jij ve j* iîiijj denilir.
O kadn “kaplar smsk kapad. ” Bunun sebebi udur: Çünkü bu i, gizli yerlerde
yaplr. Bilhassa haram olur ve de çok büyük bir korku var ise! Ayetteki, alieka fiili,
alaka (kapatt) manasndadr. Vahidi öyle demitir: "Bu tabirin asl uradan gelir:
Bir ey bir baka eye sarlr, içli dl olur, artk ondan ayrlmazsa, Araplar JU- Jü
derler. Nitekim Arapça’da J jte "Batln içine kapand kald;” J JJ6
"Gazab içinde kapanp kald" denilir, jijl "Rehin, elinde kald” deyimi de
bu manadadr (rehin veren, ödemekten aciz kalnca, mal mürtehinde kalr). Bu kelime,
bana elif getirilerek müteaddi klnmtr. Bu sebeple, kapy açlmaz hale getirmeye
(kitlemeye) OU» jkî denilir. Kur’ân- Kerim’de, teksiri (çokça kapamay) ifade
eden alieka sîâs kullanlmtr. Çünkü o kadn, yedi kapy kitlemi ve sonra
Yusuf’u kendisine davet etmiti.
<£ P
V “Allah'a snrm! Dorusu o benim efendimdir. O, bana güzel bir
mevti vermitir dediini bildirmitir. Yusuf (a.s)’un “ma’âzallah” sözü,
litti aUL. “Bütünüyle Allah’a snrm!” takdirindedir, ift/daki zamir, zamir-i
ândr. deyimi de, “Rabbim, malikim ve efendim beni güzelce
arlad, iyi bir mevki benim hakkmda: “Onu ho tut, ona deer
verdi. Nitekim sana,
ver!” dememi miydi?” Binaenaleyh akll olann böylesi bir iyilie, öyle bir kötülükle
karlk vermesi yakmaz. Çünkü, iyiliklere kötülükle karlk veren zâlimler iflah
olmaz” demektir.
Hz. Yusuf’un, “zalimler” sözü ile, “zinâ edenler” manasn kastettii, çünkü zinâ
edenlerin, zinâ etmek suretiyle kendilerine zulmetmi olduklar söylenmitir.
Yine o zinâkârlarn iinin, bireyi esas yerinin koymay gerektirdii için, dna
onlarn zâlim olmu olduklar söylenmitir. Burada öyle birkaç soru sorulabilir:
Birinci Soru: Hz. Yusuf aslnda, hür idi, hiç kimsenin kölesi deildi. Binâenaleyh
onun, “O benim rabbim, efendimdir” sözü, bir yalan olur. Yalan ise, büyük günahtr.
Cevaf>: Yusufbu sözünü zâhire ve onlarn kendisinin onlarn kölesi
(a.s),
olduuna inanlarna nazaran söylemitir. Hem sonra Hz. Yusuf’u, o yetitirip, ona
çeitli iyiliklerde bulunmutu. Dolaysyla “O, benim rabbim (terbiye edenim)dir” sözü
ile, onun kendisine bakp gözettiini kastetmitir ki, bu en güzel bir ta’rizdir. Çünkü
o, bu sözü “Aziz”in kendisini terbiye edip büyütmesini kastettii halde, sözün
ile
hamlederler.,
Cevap: Evet, bu apaçk bir ekilde delâlet eder. Çünkü onun, “Allah’a snrm”
sözü, onun kendisini böylesi çirkin bir iten korumasn Allah’tan istediini gösterir.
Bu snma ise; kudret verme, muktedir klma, akl verme, vasta verme, mazeret
ve engelleri ortadan kaldrma ve lütuf fiilleri ihsan etme manalarnda deildir. Çünkü
bu hususta Allah’n makdûru (kudreti dâhilinde) olan hereyi, Hz. Yusuf’a yapmtr.
Binâenaleyh bu snma, ya zaten var olan var etmesini istemektir, yahut da imkânsz
olan Allah’tan istemektir. kisi de muhaldir. Böylece Hz. Yusuf’un, Allah Teâlâ’dan
istedii snmann, Allah Teâlâ’nn, itaat tarafna kesinkes götüren bir sebebi kendisi
için yaratmasn ve kalbinde, günaha götürebilecek eyleri gidermesini istemesinden
baka bir manas yoktur ki, bizim ulamak istediimiz netice de ite budur.
buyurmutur. Bu hadisteki iki parmak ile, bir yapma ve yapmama sebebi olan
fiili
eyler kastedilmitir. te bu sebep de, Allah’n var etmesi ile olur. Aksi halde,
iki tür
bu sebepler de, baka sebeplere dayanrd ki, bu da teselsülü gerektirir. Binâenaleyh
Hz. Yusuf’un “Allah’a snrm” sözünün, biz (ehl-i sünnetin) kader görüüne delil
olan en önemli delillerden olduu sâbit olur. Allah en iyi bilendir.
Üçüncü Soru: Yûsuf (a.s), o kadnn isteine kar, üç ekilde cevap vermitir:
Bil ki bu, iyice incelenmesi gereken ayetlerdendir. Bununla ilgili birkaç mesele
vardr:
Câfer-i Sâdk (r.a) Hz. Ali’nin u sözünü senedi ile rivayet etmitir: "Hem o kadn
Yûsuf’u, hem de Yûsuf onu arzulamt. Yûsuf’un o kadna olan arzusu, kuan
çözmeye niyetlenmesi eklinde kendini göstermiti .”
12. Cüz, YÛSUF SÛRES 12/24 13. Cilt / 203
lbn-1 Abbas (r.a.)’n da öyle dedii rivayet edilmitir: “O, kuan çözdü ve
hyanet etmek (zina etmek) isteyen bir kimsenin oturaca ekilde, o kadnn yaknna
(yanna) üzerine oturdu.”
Yine bn Abbas (r.a)’dan u da rivayet edilmitir: “O kadn srt üstü yatt; Yusuf
da elbisesini çkararak onun iki baca arasna oturdu.” Vahidi, bu hususta birçok
lüzumsuz söz nakletmi, o dorulayacak ne bir ayet, ne de itimad edilecek
sözleri
sahih bir hadis getirmemitir ve faydasz olan bu sözler hususunda iyice aratrma
yapmam, (fazla düünmeden onlar kitabna almtr).
Yine rivayet olunduuna göre, Hz. Yusuf (a.s) “Bu, (efendimin) gyabnda
kendisine hainlik etmediimi bilmesi içindir” (Yusuf, 52 dediinde, Cebrail (a.s), “Ey
)
de, yine en âdî günahlardandr. Hem sonra büyük bir iyilie, tam bir rezil ve rüsvaylk
ile, alabildiine utanc gerektiren bir kötülük ile karlk vermek de, en nâho
günahlardandr.
Fakat bunun, çok büyük medhi ve ileri bir övgüyü ifade ettiinde üphe yoktur.
bir
Binâenaleyh Allah’n, bir insann büyük bir günaha yöneldiini bildirip, sonra da bunun
peinden o insan en ileri ekilde övmesi, hikmet-i ilâhiyeye uygun dümez. Bu, bir
padiahn, bir kölesini en çirkin bir günah ve fuhiyat ile suçlayp, sonra da bunun
peinden ileri bir medh ile onu övmesine benzer. Hiç üphesiz bu, ho karlanmayan
birey olur. te burada da böyledir. Allah en iyi bilendir.
Üçüncü Hüccet: Bu hâdise ile ilgili olan herkes, Hz. Yusuf (a.s)’un, o günahtan
beri olduuna ehâdet otmitir. Bil ki, bu hadiseyle ilgili olanlar unlardr: Hz. Yusuf;
Hz. Yusuf’un, kendisinin o günahtan uzak olduunu iddia etmesinin izah udur:
O, “O (kadn), kendisi benim nefsimden murad almak istedi” (Yusuf, 26) ve “Ey
Fiabbim, zindan bana bunlarn davet edegeldikleri eyden daha sevimlidir” (Yusuf,
33) demitir.
12. CÜZ, YÛSU F SÛRES 12/24 13. Cilt / 203
Kadnn kocasnn, Hz. Yusuf’un günahsz oluunu kabul ettiinin izah da udur:
O, “üphesiz bu, siz
kadnlarn fendinizdendir. Çünkü sizin fendiniz büyüktür.
Yusuf, sen bundan vazgeç. Ey kadn sen de günahna istifar et” (Yusuf, 28-29)
demitir.
kincisi, “ve fuhu” tabiridir. Bu, “Ondan fuhu da bertaraf edelim diye...”
demektir.
“
Üçüncüsü, Çünkü o (...) kullanmadandr” cümlesidir. Rahman ’m kullar ise,
“yeryüzünde vakar ve tevazu ile yürürler. Kendilerine, beyinsizler laf att zaman
“selâm!” deyip geçerler” (Furkan. 63) ayetidir.
dinine tâbî olmu kimselerden iseler, Allah Teâlâ’nn Hz. Yusuf’un temiz olduu
hususundaki ehâdetini kabul etsinler; yok eer blis’in ve ordusunun tâbi
olanlarndan iseler, blis’in bu husustaki ehâdetini kabul etsinler.
Belki de onlar öyle derler: “Biz tpk, El-Harzemî’nin u iirde dedii gibi, iin
banda blis’in tâbiileri idik. Fakat sonra ona bakaldrp, sefihlikte onu geçtik."
JîlJt / »m.
Bunu iyice kavrad isen, biz diyoruz ki: Ayetin zahirine göre söz, u iki
makamdadr:
Makam, öyle dememizdir: Hz. Yusuf (a.s)’un o kadna niyetlendiini
Birinci
kabul etmiyoruz. Bunun delili, ayetteki, “Eer Rabbisinin bürhanm görmemi
olsayd, neredeyse o (Yusuf) da ona kastetmiti” cümlesidir. Ayette, lev lâ (Eer
(...) olsayd) edatnn cevab önce gelmitir. Bu tpk,
ILoV- Ji ’iljJ ja dJfÜ II
Eer buna cevap verilecek olsa, cevabnn banda lâm- te’kid bulunur.
b)
Binâenaleyh eer durum sizin dediiniz gibi olsayd, Cenâb- Hak, Slji
buyururdu.
Zeccâc’n dndaki nahivciler, öyle üçüncü bir husus daha ileri sürmülerdir:
Eer Hz. Yusuf tarafndan bir niyet bulunmasayd, o zaman Cenâb- Hakk’n, “Eer
Rabbisinin bürhanm görmemi olsayd” buyruunun bir manas olmazd.
cevabnn sonra gelmesinin, daha güzel ve yerinde olduunu kabul ediyoruz. Fakat
bunun câiz oluu, cevabn önce gelmesine mâni deildir. Hem nasl olabilir ki? Çünkü
Stbeveyh’in, “Araplar, en önemli hususu, cümlenin en banda zikrederler, sonra
öneme göre dierlerini sralarlar’’ dedii nakledilmitir. Binâenaleyh, takdim ve tehirin
câiz oluu, o eyin öneminin derecesine baldr. Fakat baz lafzlarn özellikle
”
kinci Makam, öyle dememizdir: Hz. Yusuf (a.s)’dan böyle bir niyetin sâdr
Biz,
blduunu hadi kabul edelim. Fakat diyoruz ki: Ayetteki “O (Yusuf) da ona
kastetmiti” ifadesini zâhirî manasna hamletmek mümkün deil. Çünkü bu kastn,
kadnn zat ile ilgili olmas imkânszdr. Zira “hemm”, kast cinsindendir. Kast ise
bâkî zatlara taalluk edemez. u halde bu “hemm”in, müteallak olacak bir fiilin takdir
edilmesi gerektii sâbit olmu olur. O açkça zikredilmemitir. Onlar,
fiil, ayette
mukadder olan bu fiilin “o kadnla fuhu yapma” olduunu iddia etmilerdir. Biz ise,
onlarn ileri sürdüklerine ters olan, baka bir fiil takdir ediyoruz. Bunu, birkaç ekilde
izah ederiz:
”
1)
Hemm Kelimesinin zah
Bundan maksat, “Hz. Yusuf (a.s) o kadm kendisinden defetmeye, onu böylesi
çirkin bir fiilden menetmeye hemmetmi, jU) manasdr. Çünkü “hemm”,
Buna göre eer onlar, “Bu takdire göre, ayetteki- “ Eer rabbisinin bürhânn
görmemi olsayd kaydnn bir fayda ve manas kalmaz” derlerse, biz deriz ki:
Aksine, bunda en büyük bir fayda vardr. Bunu u iki ekilde izah ederiz:
b) Hz.Yûsuf (a.s), o kadn eer kendisinden men etmeye urasayd, kadn her
hâlükârda ona sarlacak, böylece de Hz. Yûsuf’un elbisesi (gömlei) ön tarafndan
yrtlacakt. Halbuki Hak Teâlâ, ezeli ilmi ile, o âhidin, Yusuf’un elbisesinin önden
yrtlmas halinde Yusuf’un; arkadan yrtlmas halinde kadnn hâin olduuna
Hükmedeceini elbette biliyordu. Dolaysiyîe Hak Teâlâ ona, bunu bildirdi. Böylece
Hz. Yusuf (a.s) da, âhidin âhidlii, kendisinin o günahtan bert olduuna dâir kendi
lehinde bir hüccet olsun diye, o kadn kendisinden savuturmakla uramam,
ondan kaçmay tercih etmitir.
3) “Hemm” “kiinin kalbinden geçirdii eyler” diye Çünkü çok tefsir edilebilir.
güzel bir kadn süslenip, genç ve güçlü bir delikanl için hazrlandnda, mutlaka
hikmet ile tabiî ehvet; nefis le akl arasnda bir mücâdele meydana gelir. Bazan
tabiat ve ehvet taraf ar basar, bazan da ak:! ve hikmet taraf ar basar.
Binâenaleyh “hemm”, insan tabiatnn çekii; "burhan: görme” de, kulluk tarafnn
çekii demektir. Bu, tpk una benzer: Scak bir yaz günü, oruçlu sâlih bir zât, kar
”
katlarak soutulmu gül erbeti gördüünde, nefsi onu o gül erbetini içmeye zorlar.
Fakat ve hidayeti buna mâni olur ki, ite bu hiçbir günahn söz konusu olmasna
dini
delalet etmez. Aksine bu hal ne zaman daha güçlü olsa, kulluk vazifelerini yerine
getirmedeki kuvvet de, o nisbette mükemmel olur. Binâenaleyh, elhamdülillah,
savunduumuz görüün doruluu ortaya çkm ve Vahidl’nin elinde, laf atmaktan
ve müfessirlerin adlarn saymaktan baka birek kalmam olur.
yalan hariç, baka hiçbir yalan söylememitir dediini rivayet etmi idi. Ben dedim
ki: “En münasip davran, böylesi haberlerin kabul edilmemesidir.’’ Bunun üzerine
o, redd tavr ile, öyle karlk verdi: “Amma bunu kabul etmememiz, ravîleri yalanc
saymamza müncer olur!” Ben de ona derim ki: “Hey zavall adam! Eer biz o rivayeti
doru kabul edersek, Hz. brahim’in yalan söylemi olduunu kabul etmi oluruz.
Yok eer o haberi doru saymaz isek, o zamanda bunu rivayet edenin yalan
söylediini kabul etmi oluruz. Hz. brahim (a.s)’in yalan söylemekten uzak oluu
bir ksm meçhul ravilerin yalandan korunmasndan daha evladr. Bu asl prensibi
iyice kavraynca, Vahidî’ye öyle deriz: Bu görüü o müfessirlerden nakledenlerin,
doru mu yalanc m olduklarn bize kim garanti edebilir? Allah en iyi bilendir.
a) Bu, zina fiilinin haram olduu hususundaki, Allah’n hüccetinin ve zinâ edecek
kimseye terettüb eden cezânn bilinmesidir.
Hem sonra Allah Teâlâ, yahudileri “siz, insanlara iyilii emredersiniz de, kendinizi
uputur musunuz?" (Bakara, 44) diye ayplamtr. Yahudiler için ayp olan birey,
mucizelerle desteklenmi bir peygambere nasl isnad edilebilir?
2) Onlar, IbnAbbas (r.a)’dan unu rivayet etmilerdir: “Hz. Yûsuf (a.s)’a, babas
Ya’kûb, parmaklarn srr olduu halde ve “Peygamberler zümresinden takdir edilmi
olduun halde, fâcirlerin iini mi yapyorsun? Bundan utan!” der vaziyette temessül
etti, göründü.” Bu ayn zamanda krime, Mücahid, Haan el-Basri, Said
b. Cübeyr,
Katâde, Dahhâk, Mukâtil ve bn Sîrîn'in görüüdür. Saîd b. Cübeyr öyle demitir:
Hz. Yakûp (a.s.) Yusuf (a.s.)’a göründü ve onun gösüne vurdu. Böylece onun bütün
ehveti, parmak uçlarndan (adetâ) çkp gitti."
3)Onlar öyle demilerdir: “Hz. Yusuf (a.s), birisinin gökten kendisine “Ey
Ya’kûb'un olu, sen kular gibi olma. Kuun tüyleri vardr. Ama zina ettiinde, o güzel
H
tüyleri dökülür (güzellii gider) diye seslendiini duydu”
4) Onlanbn Abbas (r.a)’n öyle dediini nakletmilerdir: “Hz. Yûsuf (a.s), Yakub
(a.s)’un temsilini (hayalini)
görünce de, vazgeçmedi. Ta ki Cebrâil (a.s), onu geri
tepince bütün ehveti kayboldu” Vahidî bu rivayetleri nakledince, kibirlenerek (laf
atarak), “Bu, tenzili (Kur’ân’n nüzulünü) gören zatlardan, Kur’ân’n tefsirini alan tefsir
önderlerinin görüüdür” demitir. Ona öyle denilebilir: “Sen, bize hiç bir faydas
bulunmayan, bu laf atmalardan baka birey söylemiyorsun. Senin, buna delilin
nerede?” Hem, ayn eyde delillerin birbirinitakib etmesi caizdir. Yûsuf (a.s), asli
delillere göre,zinâdan uzak durmutur. Binâenaleyh ona, bu kadar engel ilave
edilince, onun bu iten vazgeçmesi kuvvetli ve saknmas mükemmel olmu olur.
alacak ey! Onlar Hz. Peygamber (s.a.s)’in -kendisinin hiç bir dahli olmakszn-
hücresine köpek yavrusunun girmesi üzerinö Cebrâil (a.s)’in krk gün Hz.
bir
Peygamber (s.a.s)’e gelmemi (vahiy getirmemi) olduunu nakletmilerdir. Bu
konuda ise, Yusuf (a.s)’un, zinâ ii ile megul iken, Cebrail (a.s)’in ona gittiini iddia
etmilerdir. alacak ey ki, onlar Hz.Yûsuf ’un, Cebrail (a.s)’in gelmesi sebebi ile,
12. Cüz, YÛSUF SÛRES 12/24 13. Cih / 211
bu ten mtinâ etmediini iddia ediyorlar. Halbuki en fask ve enfuhula kâfir birisi bile
megul iken, anszn yanna sâlihlerin sureti ve ekli üzere olan bir kimse girse, ondan
utanr, kaçar ve o ii brakr. Burada ise, Hz. Yûsuf (a.s), Ya’kûb (a.s)’un parmaklarn
srdn gördüü halde, ona önem vermedii rivayet edilmektedir. Sonra güya
Cebrail (a.s), o azametine ramen, onun yanna girmi de, Yusuf yine Cebrail'in
gelmesi ile, bu kötü iten imtinâ etmemi de, ancak Cebrail (a.s) onun srtna vurmaya
mecbur kalmtr. Binâenaleyh biz, dini hususlarda sapmaktan ve yakîni elde etmek
hususunda çâresiz kalmaktan Allah'n bizi korumasn isteriz. te bu konudaki
sözümüz, özetle bundan ibarettir. Allah en iyi bilendir.
zinadr;
2) Sû, Öpme ve ehvetle bakma gibi, esas zinann (münasebetin) öncüsü olan
eyleri; fahâ da zinann kendisidir.
Cenâb- Hak, I Uate “Çünkü o, muhlis kullanmadandr”
buyurmutur. Yani “O, dinini srf Allah’a has ve hâlis klan kimselerdendir.” Bu
kelimeyi, lâm’n fethas ile, “muhlesîn” eklinde okuyanlar ise bunu “O, Cenab-
Hakk’n, kendisini kötülüklerden arndrd (hâlis kld) kimselerdendir” manasn
kastetmilerdir. Bununla, Hz. Yûsuf (a.s)’un, haklarnda Cenâb- Allah’n “Çünkü
biz onlar, katksz bir hasletle hâlis insanlar yaptk” (Sâd. 46) buyurduu, brahim
(a.s) zürriyetinden oluu manasnn kastedilmi olmas da muhtemeldir.
bn Kesîr, ibn Âmir ve Ebu Amr, bütün Kur'ân’da bu
DÖRDÜNCÜ MESELE kelimeyi, lâm’n kesresiyle, “muhlisin” eklinde okurlarken,
dierleri,lâm’n fethasyla ‘
muhlesîn" eklinde
okumulardr.
212 / II. ( ili lEFSlR-l KEBÎR
bir azabtan baka ne olabilir!” (Yusuf): “O, kendisi benim nefsimden murad
almak istedi” dedi. Kadnn yaknlanndan bir âhid, öyle âhidlik etti: “Eer
onun gömlei önünden yrtlm ise, kadn doru söylüyor. O zaman o
(Yûsuf), yalanclardandr. Yok eer gömlei arkadan yrtldysa, (kadn) yalan
söylüyordur. O takdirde O (Yusuf), doru söyleyenlerdendir.” Vakta ki
(kadnn efendisi, Yûsuf’un gömleinin) arkadan yrtlm olduunu gördü, o
zaman dedi ki: “üphesiz ki bu, siz (kadnlarn) fendinizdendir. Dorusu sizin
fendiniz büyüktür. Yûsuf, sen bundan (bu meseleyi söylemekten) vazgeç. (Ey
kadn), sen de günahna istifar et. Çünkü sen cidden günahkârlardan
”
oldun
(Yûsuf. 25-29).
Bil ki Allah Teâla, o kadnn Hz. Yûsuf’a niyetini kurduunu nakledince; bunun
peinden Yûsuf'u nasl elde etmeye çaltn ve Yûsuf’un nasl ondan kaçtn
naklederek, “kisi de kapya kotular” buyurmutur. Bu ifâde ile, Hz. Yûsuf’un ondan
kaçp kapdan çkmaya çalt; kadnn da, onu kendisine çekmek için, peinden
kotuu anlatlmtr. Ayetteki bu fiilin masdar olan, “istibâk” bireye herkesten
önce ulamay istemek demektir. Buna göre bu ifadenin manas, "Onlardan herbiri
dierinden daha önce kapya ulamay istediler. Kapya önce Yusuf ularsa, açp
kaçacakt, kadn ularsa, Yusuf’un çkmamas için kapy tutacakt” demektir.
12. Cüz. YÛSUI- SÛRES 12/25-29 13. Cilt / 213
Bil ki Hz. Yûsuf, kapya doru kouyordu ve kapdan çkmak istiyordu. Kadn
da, onun peinden kouyordu. Kadn, ancak onun gömleinin arkasn tutabildi ve
böylece o gömlei arkasndan uzunlamasna yrtt. te tam o esnada, kocas geliverdi.
te Hak Teâlâ’nn “Kapnn yannda, kadnn efendisine rastgeldiler” ifâdesi ile
kastedilen budur. Bu ifade "O ikisi, kadnn "Efendim” dedii kocas ile, tam kapda
karlatlar” demektir. Allah Teâlâ ayette, "kisinin efendisi olana” buyurmayp,
kadnn efendisine" buyurdu. Çünkü Yûsuf {a. s), hakikatte (iin aslnda) bu adamn
",
kölesi deil idi. te o anda kadn töhmet altnda kalmaktan korktu, önce davranp,
Hz. Yûsuf (a.s)’a, o çirkin zina iini iftirâ etti ve “Zevcene kötülük etmek isteyenin
cezas, zindana atlmaktan, yahut ackl bir azabtan baka ne olabilir!” dedi. Bu sözün
manas açktr.
az bir zaman için de olabilir. Çünkü devaml zindana atlma manas, bu ibare ile
anlatlmaz. Aksine, "Onun, zindana atlmlardan klnmas gerekir” denilir. Baksana
Firavun, Hz. Musâ (a.s)’y tehdid ederken öyle demitir: “Andolsun, eer benden
”
baka bir tann edinirsen, seni muhakkak ve muhakkak zindana atlanlardan ederim
(uara, 29).
da,kadn açsndan, kötülük yapma yerine geçen birey olmutu. Bundan dolay onun,
“Zevcene kötülük etmek isteyenin cezas" eklindeki sözü, ta'riz yerine geçen bir
sözdür. Belki kadn bu “kötülük” sözü ile, kalbinden, Hz. Yusuf’un kendisini
men ediini ve defediini kastetmitir. in zâhirinde ise, bundan anlalan “O, buna
uygun olmayan birey yapmak istedi” manasdr.
Bil ki kadn bu sözü söyleyip Hz. Yûsuf, (a.s)’un namusuna leke sürünce, Hz.
Bil ki, pekçok alâmet, Hz. Yusuf (a.s)’un doru, sadk olduuna delâlet
etmektedir:
Yûsuf (a.s)’a gelince, onun üzerinde ise, kendisinde süslemeye dair hiçbir alâmet
bulunmamaktadr.
bu hususta müphem ve kapal bir söz söylemitir. Yusuf (a.s) ise, durumu, açkça
ortaya koymutur. Binâenaleyh, ayet Yusuf (a.s) töhmet altnda tutulacak birisi
olsayd, bunu açk lafzlarla, açkça belirtemezdi. Çünkü hainlik yapan, korkak olur.
1) Yusuf’un ahidi;
3) Meryem olu sâ ve
Cübbaî öyle demitir: "u sebeplerden dolay birinci görü daha evlâdr:
istidlâldir. Kati ve kesin bir delil bulunmuyorken, o delilden zannî olan delile
Cenâb- Hak, “Kadnn yaknlarndan bir ahit öyle ahitlik etti” buyurmu,
b)
kadn hakknda kabûle ayan olsun diye, o kadnn kadn tarafndan olduunu
bildirmitir. Çünkü kadnn akrabalarndan ve sülalesinden olanlarn zâhirl durumu,
kadna herhangi bir kötülük ve zarar vermeyi düünmeyeceklerine delâlet eder. O
6
2 1 / I .V cm TEFSÎR-t KEBÎR
c) Örfe göre ahit, hadiseyi bilen ve onu ihata eden kimseye denilir.
d) Bu ahit,
Mücahld, "ahit gömlein arkadan yrtlm olmasdr”
gömlektir.
demitir ki, bu görü son derece zayftr. Zira gömlek bu ekilde nitelenemez ve,
bir aileye mensup saylamaz. Bil ki, birinci görüte de bir problem bulunmaktadr.
Çünkü, bahsedilen ipuçlar, Hz. Yusuf’un, o günahtan bert olduuna kesinkes delâlet
etmez. Zira, adamn, zina etmek için o kadna yöneldii, kadnn ise ona kzd, bunun
üzerine adamn kaçt, böylece de kadnn o adamn peinden kotuu ve onu iyice
dövmek için arkadan çektii, ite böylece de kadn günahtan berî, adam da günahkâr,
suçlu olduu halde, onun gömleinin arkadan yrtlm olduu ihtimal dahilindedir.
Buna göre ayet "Allah Teâlâ, insanlar, zayf ve yetersiz olarak yaratmken,
daha nasl kadnn fendinin büyük olduu söylenebilir? Yine, erkeklerin fendi de
kadnlarnkinden fazladr” denilirse, u ekilde cevap verebiliriz:
sözü, o kadnn daha evvel de çokça hata ilediini belirtmektedir ki, bu da daha iin
banda kocasnn, Yusuf’un deil de karsnn suçlu olduunu bildiine delâlet eden
eylerden birisidir. Zira kocas, karsnn bizzât, uygun olmayan eylere yeltendiini
Ebu Bekr el-Esamm, “Bu, hiç üphesiz ki kskançl az olan bir kocadr
biliyordu.
ki, karsndan sadece mafiret talebinde bulunmay istemekle yetinmitir” demitir.
Keaf Sahibi de öyle demitir: “O, erkekleri kadnlara "talîb” ederek müzekker
slasyla günahkârlardan ” demitir. Bununla, “sen hata edenler
neslindensin, soyundansn. te bu pis damar, sana, o nesilden sirayet etmitir”
manasnn da murad edilmi olduu söylenebilir. Allah en iyi bilendir.
218 / 13. Cilt TEFSR*! KEBR
Buna göre mana, “Onun sevgisi, o kadnn kalbinin ta içlerine, adeta gözbebeine
ilemiti” eklinde olur. Netice olarak diyebiliriz ki: Bütün bunlar, sevmek ve ar
aktan kinâyedir.
“Ayn ile eaf kelimesi, kalbin, hissettii bir lezzetin yannda, sevginin kalbi yakp
tututurmas demektir. Bu tpk, deveye katran sürülüp, o katrann acs ite böyle
bir noktaya varp, daha sonra ise devenin sükûnete erip rahatlad hâlete benzer.”
c) Onlar, o kadnn gybetini yapmlardr. Gybet ise, gizlice ve alçak sesle yaplr.
te bu yönüyle bu gybet, bir tuzaa benzemitir.
zaman böyle olursa, insan, keserken ona dayanma, bastrma ihtiyac duyar. Sonra
biz diyoruz ki: Bu söz de, o kadnn ehirdeki kadnlar çard, onlardan her birine
hususi yerler hazrlad ve
her birine, o meyveleri yemeleri ve eti kesmeleri için birer
bçak verdii, sonra da Yusuf’a, o kadnlarn huzuruna çkp açklamada bulunmasn
emrettii; Yusuf’un da, kadndan korktuu için ona muhalefet edemedii neticesine
varr.
sonundaki “hâ”nn sekte için getirildiini, Arapça’da kadn hayz olduunda îjji
denildiini, bunun hakikatinin de o kadnn, büyümü olmas vakas olduunu; zira,
o kadn hayz olmak suretiyle çocukluk yandan çkarak büyüklük yana girmi
olduunu söylemitir.
12. Cüz, YÛSUF SÛRHS I2/30-.I-32 13 . CiU / 221
Bu husustaki dier bir açklama da udur: Kadn korkup çlk attnda çou kez
çocuk düürür ve böylece de hayz olur, kan gelir. Binâenaleyh ayet bu ayetteki
ekbere fiilini, hayz olmak manasna almak doru olursa, bunun sebebi, ite
bahsettiimiz eydir.
ondördüncü gecesinde ayn, dier yldzlara olan üstünlüü gibi olduu ileri
sürülmütür. Hz. Peygamber (s.a.s.)’un öyle dedii rivayet edilmitir: “ Semaya
yükseltildiim gece, Yusuf’a tesadüf ettim. Bunun üzerine Cibril’e, “Bu kimdir?”
dediimde, o, “Bu Yusuf’dur” dedi. Bunun üzerine kendisine, “Ey Allah’n
Resûlü, onu nasl gördün?” dediinde, Hz. Peygamber, “O tpk, ondördüncü
geceki bir dolunay gibiydi” cevabn verdi.
“tpk günein
Yine, nn
duvarlar üzerinde görülmesi gibi, Yusuf (a.s.), Msr’n
ara sokaklarnda yürüdüünde, yüzünün parltsnn duvarlara vurduu da”
söylenilmitir. u
da ileri sürülmütür: O, Allah’n kendisini yaratt gündeki Adem’e
benziyordu. Bu görü, üzerinde ittifak edilen görütür.
Buna göre bu hususta baka bir açklama daha yaplabilir: O kadnlar, Yusuf’un
üzerinde nübüvvet nurunu, risâlet sîmasn ve huzû ve ihtiam izlerini görüp, onda
nübüvvet azametini, krallk heybetini görüp müahede ettikleri için onu ululam ve
tazim etmilerdir ki, bu da yiyeceklere, kadnlara iltifat etmemek ve onlara deer
vermemek demektir. Büyük bir güzellie, bu heybet ve mehâbet de eklenince onlar,
bu gördükleri durumdan hayrete kaplarak, üphesiz onu tazim etmilerdir. Böylece
de Yusuf’un azamet ve heybeti onlarn kalbine düüvermitir. Bana göre ayeti bu
manaya hamletmek daha uygundur.
mdi eer, “Durum böyle olunca, o açklamaya göre daha nasl o kadnn, “te
beni kendisi hakknda aypladnz, u
gördüünüzdür” (Yusuf, 32) demi olmas
uygun düer ve bu durum, onun Yusuf'a olan ar sevgisi ve aknn kuvveti
hususunda kendisi için bir mazeret saylabilir?” denilirse biz deriz ki:
Yasak edilenin peine düüldüü, zihinlere yerlemi olan husustur. Buna göre
de o kadn sanki dierlerine, “te bu acîb yaradl ve pâk, tertemiz, meleklere yarar
”
muvafk olsun; bir de çokça kullanlmas sebebiyle, elifi hazfederek hAe eklinde
okumulardr. “Hââ” tenzih manasn ifâde eden bir kelimedir. Buna göre burada
bu kelimenin manas, “Allah’, böylesi güzel mahlûku yaratmaya kâdir olabilecek
bir
baka bir mu’ciz varln bulunmasndan tenzih etmektir. Cenâb- Hakk’n, “Haa,
dediler, Allah için onun üstünde bir kötülük (emaresi) görmedik (Yusuf, 51) ifadesi
ue, onun böylesi iffetli bir kimseyi yaratmas karsnda duyulan bir hayreti ifâde eder.
kinci izah: Bana göre doruya daha yakn olan bu görüe göre, cumhur nezdinde
yaygn olan, meleklerin, ehveti tahrik, gazâb cezbeden ve vehimler ile hayeller
ortaya çkaran sebeplerden münezzeh ve temiz olduklar, yiyeceklerinin, Allah’
tevhîd içeceklerinin ise Allah’ senâ olduu hususudur. O kadnlar, Yusuf’u görünce
,
o onlara kesinlikle iltifat etmemi; o kadnlar ise onun üzerinde nübüvvet ve ri^âlet
heybeti ile, temizlik ve taharet alametlerini, izlerini görünce, “Biz onda ehvet eseri,
beeriyete dair hiçbir ey ve insanla alâkal bir sfat görmedik” demilerdir.
Buna göre ayet "Eer bundan maksad sizin kastettiiniz husus olursa,
onlar
o takdirde o kadnn mazûr olduu o kadnlar tarafndan nasl anlalabilir?" derlerse
biz deriz ki, bunun cevab daha önce geçmiti. Allah en iyisini bilendir.
Beer le Melein Hangisinin Efdal sözü,' ‘Yusuf’u ululama sadedinde söylemi olduklarnda
Olduu üphe yoktur. Binâenaleyh, onun durumunun yüceltil-
a) Onlar onu, "kerim” olmakla nitelemilerdir. Kerim olmak ise ancak, zahirî
yaratl ile deil, batnî, manevî huylar sebebiyle olur.
Bunun böyle öldüü sabit olunca biz diyoruz ki: nsan, kendisiyle hakiki manada
bir benzerliin meydana geldii bir ey hususunda melee benzetmek, onu kesinlikle
elde ettin, yoksa satn almakla m elde ettin?" dersin. Ne var ki muteber olan mehur
kraat, hem Mushaf’n hattna uymas, hem de "beer” sözünün, “melek” sözünün
mukabili olmasndan dolay, birincisidir.
ekildeki sözü azizin karsna iyice dokundu da, bunun üzerine araya o, onlar bir
getirdi. Onlar onu görünce kendisini büyük bir varlk olarak tandlar ve (hayranlktan)
ellerini kestiler. te o esnada, knanmaya kendilerinin daha müstehak olduunu
anladlar. Çünkü, yalnz bir anlk bir görme ile duyduklar tesir onun sahibesinin
etkilenmesinden dâha büyük olmutu. Halbuki Yusuf, uzun zamandan beri onun
yannda kalyordu. Buna göre ayet “Niçin o kadn, Yusuf (a.s.) yannda olduu halde,
zalikûnne* 15 tabiri kullanlmtr?" denilirse, buna birkaç bakmdan cevap verebiliriz:
)
b) Bu, Keaf sahibi’nin yapt izah olup, bu husustaki en güzel izahtr. O öyle
demitir: “Msrl kadnlar, o kadnn Kenan lak olduunu dedikodu
kölesine
etmilerdi. Binâenaleyh onlar Yusuf’u görüp, böylesine aknla düünce, o kadn:
15. Bu ism-i iaret, uzakta olan hakknda kullanlr: “O” demdir (ç.).
”
“ Yûsuf dedi ki: “ Yâ Rabbi, indan bana bunlarn davet ettikleri eyi
yapmaktan daha sevimlidir. Eer sen bunlann tuzaklarn benden
döndürmezsen (belki) onlara meyleder ve câhillerden olurum.” Rabbi de
onun duasn kabul etti ve onlann tuzaklarn kendisinden savd. Çünkü o
hakkyla iiten ve hereyi bilendir”
.
(Yûsuf, 33-34).
“
Bil ki Yemin ederim, eer o kendisine emredeceimi yapmazsa
o kadn,
mutlaka zindana atlacak ve muhakkak zillete urayanlardan olacak” deyip, dier
226 / 13. Cilt TEFSlR-1 KEBÎR
2) Onun mal mülkü var. O, kendi isteine uymas halinde, hereyini kendisine
vermeye kararl.
Bil ki beer kuvveti ve insan takati böylesi kuvvetli bir ismetin meydana gelmesine
yetmez. te o esnada Hz. Yûsuf Rabbisine snarak, & j* 4**“' 40
Ol “Ya Rabbi, zindan bana bunlarn davet eyi yapmaktan daha
ettikleri
“Sicn” kelimesi,
sevimlidir” demitir. Buradaki masdar olarak, fetha ile “Secn”
(zindana atlmak) eklinde de okunmutur.
Birinci Soru: Hapsedilmek son derece kötü bir ey, kadnlarn, yapmasn
istedikleri ey ise arzu edilen bireydir. O halde, Yûsuf nasl olmu da, “Güç olan,
benim için arzu edilenden daha iyidir” demitir?
birisinin mutlaka olmas gerektiine göre, hapse dümek bana daha uygundur. Her
biri er olan iki eyden birisini mutlaka yapmak gerekir ise, onlardan daha ehven
tarafn malub olmas demektir. Halbuki her iki taraf birbirine denk olduunda, bu
ki eyin meydana gelmesi, iki zdd bir arada bulundurmak demek olur ki, bu
muhaldir. Eer iki taraftan birinde üstünlük meydana gelirse, onu üstün klmak, kul
tarafndan deildir. Aksi halde teselsül gerekir. Tam aksine bu, Allah’dandr. O halde
“sarf” (bir eyden insan vazgeçirme), o ii mercuh klmak (yaplmamas tarafn ar
bastrma) demektir. Çünkü o i, ne zaman “mercuh” olursa, onun meydana gelmesi
imkânsz olur. Meydana gelen, üstün olan taraftr. Binâenaleyh eer o i, “mercuh”
iken, meydana gelecek olsa, “mercuhiyyet” var iken rüchâniyyet (üstünlük) (yaplma
taraf) tahakkuk etmi olur ki, bu da iki zdd birletirmeyi gerektirir. Bu ise muhaldir.
Böylece, bunun kulun kötü fiilden çevrilip alkonulmasnn ancak Allah Teâlâ
tarafndan olaca sabit olur.
Bu sözü, bir baka açdan öyle de izah edebiliriz: Hz. Yusuf (a.s.)’da, o günah
ilemeye arzu uyandracak bütün sebebler mevcuttu. Bu sebebler de, onun kadnn
malndan ve makamndan istifade etmesi, kendisinden ve yiyeceinden
yararlanmasdr. Sonra onu bu iten vazgeçirecek kuvvette, nefret ettirici müteaddit
sebebler meydana geldi. Durum her ne zaman böyle olursa, yapma tarafndaki
sebebler gittikçe kuvvetlenir, yapmama tarafndaki sebebler de zayflar. te tam o
esnada, Hz. Yusuf (a.s.), günaha sevkedecek sebeoleri
Allah Teâlâ’dan kalbinde o
yok eden ve bunlara zd olan çeitli sebebler yaratmasn istemitir. Çünkü eer bu
kar sebebler, kalbte tahakkuk etmeyecek olsa, o günaha dümeye sevkedecek
sebebler, kar koyacak sebeblerden hâlî olmu (meydan bo bulmu) olurlard. Bu
durum da fiilin mutlaka yaplmas neticesini verirdi. te Yusuf (a.s.) “(Belki) onlara
meyleder ve câhillerden olurum” ifâdesi ile, bunu kastetmitir.
228 / 13. Cilt TEFSÎR-t KEBÎR
- \ ^ * \+\ V ^ "
üzüm) skyor gördüm” dedi. Öbürü de: “Ben de rüyamda, kendimi, bam
üzerinde ekmek tarken ve kular da ondan yerken gördüm ” dedi. Dediler
ki: “Bize bu rüyalarn tabirini haber ver. Çünkü biz seni, iyiliksever birisi
olarak görüyoruz”
(Yûsuf 35-38).
Biz, orada kesinlik derecesinde nice baka ayetlerin (delillerin) bulunduunu, fakat
bu insanlarn, kepazelii gizlemeye ar gayret gösterdikleri için o delillerden
bahsetmediklerini söylemitik.
Fiilin Haber Olup Olmayaca bir baka fiilin fâili olmasn gerektirmektedir. Fakat
nahivciler, bir fiilin, bir baka fiilin fâili olmayaca
hususunda ittifak etmilerdir. Binâenaleyh (mesela) dediinde, bu söz,
kesinlikle birey ifâde etmez. te bu durumda nahivciler: “Bu ifadenin takdiri,
burada bu ismin (masdarn) yerine getirilmitir” demilerdir. Ben derim ki: Zevk-I
fiil,
göre ayet, onlar, “Muhberun anh olan, “Bu sîga” sözüdür. Bu söz ise, bir isimdir”
derlerse, biz de deriz ki: “Böyle olmas halinde, kendisinin fiil olduu haber verilen'
eyin, o fiil deil isim olmas gerekir ki, bu da yalan ve yanl olur. Aksine biz diyoruz
ki: Kendisinin fiil olduu haber verilen ey, eer fiil olursa, fiilden haber vermenin
(yani onun muhberun anh-mübteda olmasnn) doru olduu sâbit olur. Yok eer
o, isim olursa, bunun manas, "Biz, isimden, onun fiil olduunu söyleyerek haber
verdik” eklinde olur. Bunun yanl olduu ise malumdur. Bu konuda, aklî ilimlere
dair (mâ’kûlât) kitaplarnda bahsettiimiz, derin bahisler vardr.
ÜÇÜNCÜ MESELE zaman parçasdr. Hem ksa, hem de uzun olan zaman
Hlh Kelimesinin Manas parçasna denir.
t
olmaydr. Bilinen miktar ise, onun, Cenâb- Hakk’n nice zaman sonra hatrlad”
(Yusuf, 45) buyruundan dolay, uzun bir süre mahpus kalddr.
230 / IJ. Cilt tefsIr-1 kebîr
hazfedilmitir. Denildiine göre bunlar, Msr’daki en büyük kraln iki ua idiler. Birisi
Birinci Soru: Bu delikanllar Hz. Yusuf’un rüya tabirinden anladn nasl bildiler?
Üçüncü Soru: Onlardan birinin ahç, dierinin de o kraln sucusu olduu nasl
anlalmtr?
Cevap: Herbiririn gördüümesleine uygun dümektedir. Çünkü onlardan
rüya,
birisi, kendisini arap skyorken görmü, dieri de kendisini sanki, bann üzerinde
ekmek tarken...
Dördüncü Soru: Uykudaki rüyâ nasl vakî olmutur?
Cevap: Bu hususta iki görü bulunmaktadr:
Birinci Görü: Yusuf (a.s.) zindana girince, oradakilere, “Ben rüya tabir etmesini
bilirim” dedi. Bunun üzerine bu iki delikanldan birisi, “u branî asll delikanly,
uyduracamz bir rüya ile bir snayalm” dedi. Böylece onlar, hiçbir ey görmemi
olduklar halde ona rüya tabiri sordular. bn Mesûd da unu demitir: “Onlar aslnda
hiçbir eyi görmemilerdi; onun bilgisini snamak için, rüyâ görmü gibi davrandlar.”
kinci Görü: Mücahid unu demitir: “Zindana girdikleri zaman onlar, bir rüya
Saki dedi ki: “Ey bilgili kii, rüyamda kendimi bir bahçede gördüm. Derken çok güzel
bir asma üzerinde, üç üzüm salkm bulunan üç dal. Onlar kopardm. Sanki, kraln
”
kadehi önümdeydi de bu üzümleri onun içine skarak, bunu krala sundum. O da bunu
çti*/ Bu, ayetteki “arap üzüm) skyorum” ifadesinin delâletidir.
(için ise öyle Aç
dedi: "Ben de kendimi öyle gördüm: Sanki bamn üzerinde üç tane sepet var.
çlerinde de ekmek ve çeitli yiyecekler. Birden yrtc kular, onlar srp koparmaya
balyor!” Bu da Cenâb- Hakk’n, “ Öbürü de, “Ben de, rüyamda kendimi, bam
üzerinde ekmek tarken ve kular da ondan yerken gördüm” dedi” ayetinin ifade
ettii husustur.
Beinci Soru: Yusuf (a. s.), nasl “arap (için üzüm) skyorum” sözünden
muradn, uykuda görülen rüya olduunu nasl anlamtr?
Manann
1) ^
ÇJs- j^l eklinde olmasdr. Yani, "ras içki olan üzümü
2) Araplar ,
manas açk olup, bir kapallkbulunmadnda, bir eyi o eyin nihaî
durumu ve hali ile isimlendiriyorlar. Meselâ, mayi ve sv olduu halde (hurmann
kendisini kastederek), “Falanca, hurma ras piiriyor, kaynatyor” diyorlard. (Burada
da böyledir.)
manada kullanmlardr.” Dahhâk da: "Kur’ân, bütün Araplarn lehçeleri üzere nazil
olmutur” demitir.
1) Bunun manas, "üphesiz biz senin ihsan ve ikramda bulunmay tercih ettiini,
yaptn
1
2) Yûsuf (a.s.), oruç ve namaz gibi tâatlere son derece müdavim idi. Bunun
üzerine oniar, "Sen dînî hususlarda muhsin olan, çok mûti olan kimselerdensin. Böyle
olana ise, hem rüya tabiri hem de dier meselelerde söyledikleri eyler hususunda
itimat edilir ve güvenilir” demilerdir.
Kur'ân’dan delile gelince, bu, bu ayettir. Akli delillere gelince, bu da udur: u kesindir
ki, Allah Teâlâ nefs-i nâtkann cevherini (rûh), felekler âlemine çkp Levh-i Mahfuzu
müahede ve mütâlaa edecek bir biçimde yaratmtr. Onu bundan alkoyan ise, bu
nefs-i natkann bedenin idaresiyle megul olmasdr. Uyku zamannda ise, bu
meguliyet azalr, nefs-i natka, bu müahede ve mütâlâay yapmaya daha muktedir
hale gelir. te ruh, herhangi bir halde bulunduunda, bu ruhî idrak ve algsndan
dolay hayâl alemine uygun düen özel izler brakr. te rüya yorumcusu, bu hayâl
alemine ait izler yardmyla, o ve alglara dair istidlâlde bulunmaktadr. Bu,
aklî idrak
söylediimiz, özet, derli toplu bir açklamadr. Bunun tafsilat ise, aklî meselelerle
alâkal kitaplarda zikredilmitir. Din de bunu tekîd etmektedir. Hz. Peygamberden
rivâyet edildiine göre, O öyle buyurmutur:
Bu aklî ilimlerce de sahîh kabul edilen bir taksimattr. Yine Hz. Peygamber öyle
buyurmutur: ij— *>-> Uj-r o-t b**)
©S^VÛ'ÎST^&B ÜÎpK
nzklanacamz bir taam gelecek oldu mu, ben muhakkak
“Dedi ki: “Size,
onun ne olduunu size, daha gelmezden evvel haber veririm. Bu, Rabbimin
bana örettii ilimlerdendir. Çünkü ben, Allah'a inanmayan bir kavmin dinini
-ki onlar âhireti inkâr edenlerin ta kendileridir- terkettim. Atalarm brahim'in,
Ishâk'm ve Yakûb’un dinine uydum. Allah’a herhangi bir eyi ortak tutmamz
bizim için doru olmaz. Bu Allah’n bize ve insanlara lütf-u inâyetindendir.
Fakat insanlarn çou ükretmezler”
(Yusuf, 37-38).
1) Soru soranlarn birisine verilecek cevap onun aslaca eklinde olunca; hiç
üphesiz bu sözü duyduunda onun hüznü çoalp bu söze kar olan nefreti de
artaca için Yûsuf (a.s.) burada yaplmas uygun olan eyin, bundan Önce, ilmi ve
sözü sayesinde kendisiyle müessir ve etkili olaca bir eyler söylemesi olduuna
karar verir. Esas söyleyeceini de bundan sonra beyan edip söyleyince, onun cevab
bir itham ve dümanlk sebebi olmaktan çkar.
Sûddî öyle demitir: “Size, nzklanacamz bir taam gelecek oldu mu"
3)
ifadesine, “uykuda” kaydn ilave etmitir. Böylece o, bununla Hz. Yûsuf'un, rüya
tevili hususundaki ilminin herhangi muayyen bir eye mahsus olmadn beyan etmek
istemitir. te bundan dolay da, “onun ne olduunu size haber veririm” demitir.
4) Belki de Yûsuf (a.s.), o ikisinin kendisi hakknda hüsn-i zan sahibi olduklarn
ve sözünü kabul edeceklerini bildii için, onlara kendisinin Allah katndan gönderilmi
birpeygamber olduuna delâlet edecek olan eyleri zikretmitir. Zira, din ilerini islâh
edip düzeltmekle megul olmak, dünya ileriyle megul olmaktan daha üstündür.
42) buyurmutur.
stediinde onun için bir yiyecek hazrlatr ve onu ona gönderirmi. te bundan dolay
Yûsuf (a.s.): “Size bir yiyecek geldiinde ben size, onda bir zehir bulunup
bulunmadn bildiririm” demek te
Cenâb- Hakk’n; “Size,
istemitir.
.zklanacamz bir taam gelecek oldu mu, ben muhakkak onun ne olduunu size
(...) haber veririm ” ifâdesiyle kastedilen de budur. Bu Hz. sa’nn tpk “Evlerinizde
ne yiyor, ne biriktiriyorsanz size haber veririm ” Imran, 49) sözü gibi olduu halde,
(ai-i
bunun neticesi, Hz. Yûsuf’un, gayb bildiini söylemi olduu neticesine varmaktadr.
O halde, üç izah, onun rüya tabiri ilminde üstün olduunu; son üç izah
yaplan ilk
da, kendisinin Allah katndan gönderilmi sadk bir peygamber olduunu ortaya
koymak içindir.
Buna göre eer, “Daha önce nübüvvet iddiasna dair birey geçmedii halde
ayeti mu’cize iddiasnda bulunmaya hamletmek nasl caiz olabilir?” denilirse,
biz deriz ki:
Bunu her ne kadar zikretmemi ise de, bu, onun daha önce bunu mutlaka
bildirmi olduu kesindir. Bir de yine, “Bu, Rabbimin bana örettii ilimlerdendir”
ayeti le “Atalarmn dinine tâbi oldum ifâdesinde de buna delâlet eden hususlar
vardr.
”
2) En sahih olan bu görüe göre, öyle denilebilir: Yûsuf (a.s.), onlarn yanl
zanlar ve fasit inançlarnca, onlarn kölesiydi, uayd. Muhtemeldir ki, o belki de,
bundan önce, takiyye yaparak, onlardan korktuu için tevhid akidesini ve imanm
izhar edemiyordu. Sonraysa bunu, ite bu vakitte izhar etti, aça vurdu. Bu da,
görünürde, bu kâfirlerin dinini terketmek gibi olmu oldu.
tekrarlamtr.
Cevap: Yûsuf (a.s.) nübüvvet iddiasnda bulunup, gayb bilmek olan bir mucizeyle
”
kinci Soru: Yûsuf (a.s.) peygamber olunca, onun daha, “Atalarmn dinine tabi
oldum” demesi nasl caiz olabilir? Zira, onun, kendisine tahsis edilmi bir eriatnn
bulunmas gerekir.
Deriz ki: de onun bundan murad, hiç deimeyen tevhîd (hususunda) idi.
Belki
Belki de o, Allah katndan gönderilmi bir peygamber (resûl) idi, ancak ne var ki,
brahim (a.s.)’in eriat üzere bulunuyordu.
Üçüncü Soru: Bütün mükelleflerin durumu böyle olduu halde Yûsuf (a.s.) niçin,
“Allah’a herhangi bir eyi ortak tutmamz bizim için doru olmaz demitir?
Cevap: Onun, “(...) bizim için doru olmaz” ifadesinden murad, onun bunu
onlara haram klm olduu deildir. Aksine bundan maksat Cenâb- Hakk’n, onun
atalarn irkten temiz tutmu olduunu beyân etmektir. Bunun bir benzeri de,
“Allah’n evlâd edinmesi (hiçbir zaman) olacak ey deildir?” (Meryem, 35) ayetidir.
Cevap: irkin pek çoktur. Müriklerden bir ksm putlara, bir ksm atee,
çeitleri
bir ksm yldzlara, bir ksm da akla, nefse ve tabiata tapmaktadr. Bu sebeble onun,
“Allah’a herhangi bir eyi ortak tutmamz bizim için doru olmaz” buyruu, bütün
bu gruplara ve frkalara bir reddiye olurken, ayn zamanda da hak olan dine bir
Irâddr. Bu da, Allah’dan baka bir mûcid (var edici), yaratc ve rzk verici
bulunmaddr.
Daha sonra ^$1 *Ii' j» dUi “Bu, Allah’n bize ve insanlara
lütf-u inayetindendir” buyurulmutur.
her hangi bir eyi ortak tutmamz bizim için doru olmaz” demi, daha sonra ise,
“Bu Allah’n (. .) lütf-u inayetindendir” buyurmutur. Buradaki zalike kelimesi daha
.
önce geçmi olan irk komamaya iarettir. Bu da delâlet eder ki, irk komama ve
mana nail olma, Allah’dandr. Sonra O, durumun, bizzat kendisi hakknda böyle
olduu gibi, insanlar hakknda da böyle olduunu beyan etmi, daha sonra da
insanlarn ekserisinin ükretmediklerini açklamtr. Bu ifadeden muradn, onlarn,
iman nimetinden dolay Allah’a ükretmeleri olmas gerekir.
12. Cüz. YÛSUF SÛRES 12/39-40-41 13. Cilt / 237
Allah’a ükretmemiz gerekir. man onun fiili olmad halde, imandan ötürü ona
ükretmemize gelince, bu batldr.” Derken, Bir ne söyleyeceini bilemez. Derken
yanlarna Sümâme Ibn el-Eres girer ve: "Biz imandan dolay Allah’a ükretmeyiz.
Aksine, "... te onlarn çalmalar mekûr olur” (Isrâ, 19) ayetinde buyurduu gibi,
bundan dolay O bize teekkür eder” der. Bunun üzerine Bir, "söz zor olunca,
kolaylar" der.
Bil ki Sümdme’nin onu ilzam ettii ey, bu ayetin nass ile batldr. Çünkü irk
komamann Allah’n lütf u keremi olduunu beyân etmi; sonra, O, insanlarn
çounun bu nimete ükretmediklerini açklam ve bunu zemm üslubuyla
zikretmitir. Binâenaleyh bu, her mü’minin iman nimetinden dolay Allah Teâiâ'ya
ükretmesi gerektiine delâlet eder, ite o zaman hüccet kuvvetlenir, delâlet kemâle
erer. KAdl öyle der: "Biz onun zalike kelimesini tevhide tutunmaya bir iaret kabul
edersek, o zaman bu, Allah'n fazlndan olmu olur; çünkü iman, Allah’n lütuflan
ve kolaylatrmasyla meydana gelmitir. Bunun nübüvvete iaret olmas da
muhtemeldir"
Cevap: Bu, daha önce geçmi olan bir eye iarettir. O da, irk komay
terketmektir. Binâenaleyh buna göre, irk komay terketmenin, Allah’n lütfundan
olmas gerekir. Kâdî’nin bunu, Allah’n lütufiarna ve kolaylatrmas manasna
hamletmesi, zahirî ifâdeyi terketmek olur.Bunu nübüvvet anlamna almak ise, uzak
Çünkü iârete delâlet
bir ihtimaldir. eden lâfzn, daha önce zikredilmi olanlarn, o
zamire en yakn olanlara hamledilmesi gerekir ki bu da, irk komamadr.
anlatmaya balad. nsanlarn çou, âlim ve kâdir bir ilahn varln ikrâr ve kabul
edip, insanlar da, felekî ruhlar sûretinde putlar edinip, onlara ibâdet ederek, fayda
ve zarar onlardan bekleyince, hiç üphesiz, peygamberlerin çounun gayreti, putlara
ibâdetten men etme hususunda younlamtr. Hz. Yûsuf’un zamannda da, durum
bu minvâl üzere idi. te bundan dolay, o, burada, putlara ibâdet etme düüncesinin
fasid olduunu gösteren delilleri zikretmekle balad ve u ekilde birçok delil ve
hüccet getirdi:
Tevhid Delilleri
k, bu O’nun, "Eer göklerde ve yerde Allah’dan baka tanrlar olsayd onlarn ikisi
de muhakkak ki harap olup gitmiti” (Enbiya, 22) ayetidir. Binâenaleyh, ilâhlarn çok
olmas, bozuklua ve karkla sebebiyet verir; ilâhn tek olmas da, intizamn ve
güzel bir düzenin meydana gelmesini gerektirir. te bu mana, dier ayetlerde iyice
anlatld için, O burada, "Darmadank birçok düzme tannîar m hayrldr, yoksa
hepsine ve her eye gâlib, kahhâr olan bir tek Allah m? ” demitir. Bundan murad,
nkâr yoluyla istif hâm, soru sormadr.
12 Cüz, YÛSUF SÛRES 12/39-40-41 13. Cilt / 239
kinci hüccet: Bu putlar, yaplm olup, yapc deil, makhûr (hükmedilen, kudret
altnda) olup, kdhir (hükmeden, kudretli) deillerdir. Çünkü insan, bunlan krp yok
etmek istedii zaman, bunlara güç yetirir. Binâenaleyh onlar, hiçbir güç ve tesiri
olmayan, kendilerine güç yetirilebilen ve kendilerinden hiçbir menfâat veya zararn
olmas beklenilmeyen varlklardr. Âlemin gerçek ilah ise, fa’âl ve kahhar (hereyi
yapabilen ve her eye hükmeden); hayrlar ulatrmaya ve erlerle kötülükleri
savuturmaya muktedir olan, kâdir bir varlktr. Dolaysyla Hz. Yûsuf’un bu söz ile
anlatmak istedii, "Makhûr ve zelil ilahlara tapmak m
hayrldr, yoksa tek ve kahhftr
etmek mi?" manasdr. Onun, “Birçok tanrlar m?" ifadesi çoklua
olan Allah'a ibadet
arettir. Buna mukâbil ise, Hak Teâlâ’nn tek olduu hususu zikredilmitir. Onun,
"müteferrikûn” (darmadank)” kelimesi ise o putlarn, büyüklük ve küçüklük, renk
ve ekil bakmndan farkl farkl olduuna iarettir. Bütün bunlar ise ancak, onlar
yontan ve yapan kiinin, onlar böyle yapm olmasndan dolay olmutur, öyle ise,
“darmadank” (farkl farkl) sözü, onlarn makhûr ve âciz nesneler olduuna bir
Üçüncü hüccet: Hak Teâlâ’nn bir oluu, O’na ibadet etmeyi gerektirir. Çünkü
O’nun bir kincisi (ei) olsayd, biz, bizi yaratann ve rzklandrann, bizden kötülükleri
olduunu bilemezdik. Böylece de, una mt,
ve belalar savuturann, onlardan hangisi
ötekine mi tapacamzdan üphe ederdik. Bunda, putlara ibadet etme inancnn
yanl olduunu gösteren bir hususa iâret var. Faraza onlarn fayda ve zarar verici
olmalar hususunda aralarnda bir yardmlamann bulunabileceini kabul edelim.
Fakat bunlarn says pek çoktur. O zamansalanan faydann ve bizden
biz, bize
defedilen zararn u
puttan m, ötekinden mi, yahut da u
ikisinin ortakl ve
yardmlamasndan m
meydana gelmi olduunu bilemeyiz. Dolaysyla ibadete,
bunun mu, unun mu daha layk olduu hususunda bir üphe ortaya çkar. Ama
ma’bûd tek olunca, böylesi bir üphe ortadan kalkar, ibadete ancak onun müstehak
oiduu ve bütün mahlûkat ile kâinat için yegâne ma’bûdun o olduu hususunda bir
kesin inanç meydana gelir. te bu, ayetten çkarlan son derece güzel bir izahtr.
ise, hereye kâdirdir. O, mutlak manada kahhârdr ve O’nun kudreti ile meieti,
kaytsz artsz bütün mümkinâtta müessirdir. Binâenaleyh O’na ibadet etmek daha
evlâdr.
Beinci hüccet: Bu da, son derece kymetli ve yüce bir hüccettir. Çünkü kahhâr
olmann art, kendisinden baka hiçbir varln onu kahr-u galebe altna alamamam,
ancak O’nun, kendisi dndaki her varl kahr ve kudreti altna alabilir olmasdr.
Bu art ise, lahn, zat gerei "Vâcibu’l-vucûd” olmasn gerektirir. Çünkü eer O
”
"mümkin” bir varlk olsayd, kâhlr oliaz makhûr (bakasnn gücü altnda) olurdu.
Ve yine ilahn, tek olmas gerekir. Çünkü varlk aleminde, zorunlu (vâcibu'l-vucûd)
iki bulunmu olsayd, onlardan her biri, kendisi dndaki hereyi kahr ve kudreti
varlk
altnda bulundurmu olamazd. Binâenaleyh ilah, ancak, zât gerei vacibu'l-vucûd
ve tek olduu takdirde kahhâr olur. te gerçek ma’bûdun böyle olmas gerekince,
bu durum ilahn, feleklerden, yldzlardan, nurdan, zulmetten, akldan ve nefisten baka
bir ey olmasn gerektirir. Yldzlar ilah edinenlere gelince: Bu yldzlar da
Birinci Soru: O putlar aslnda böyle olmad halde, Hz. Yusuf niçin olar, “rabler”
(tanrlar) diye isimlendirmitir?
Cevap: Bu söz yine “farzetme” üslubunda söylenmi bir sözdür. Yani “Biz
onlardan, hayr gerektiren bireyin meydana gelebileceini farzetsek bile, onlar m
hayrldr, tek ve kahhâr olan Allah m?” demektir.
Bu putlarn zatlar, her ne kadar mevcud iseler de, ulûhiyyet sfatlarna sahip
1)
deillerdir. Durum böyle olunca, ilah olarak isimlendirilen ey, gerçekte mevcud
olmam ve bulunmam olur.
Bii ki putlara tapan bir grup insan öyle demilerdir: “Biz, bu âlemi yaratann,
o putlar olduu manasnda, “Bu putlar, âlemin ilahlardr” demiyoruz. Ancak Allah'n
bize bunu emrettiine inandmz için, onlara ilah diyor ve onlara ibadet ile ta’zim
ediyoruz.” te Cenâb- Hak, buna cevap vererek öyle buyurmutur: “Bunlar ilah
olarak isimlendirmeye gelince: Allah böyle emretmedi ve bu ismi verme hususunda
da hiçbir hüccet, delil, burhân ve sultan indirmedi. Allah’dan bakas için, kabul
edilmesi gerekli bir hüküm, üstlenilmesi gerekli bir emir yoktur. Aksine hüküm, emir
ve teklif, Allah’a âittir.” Sonra, Allah Teâlâ, “S/z/er ancak O’na ibadet edin” diye
emir buyurmutur. Çünkü ibadet, son derece ta’zim etmek ve yüceltmek demektir.
Binâenaleyh ibadet, ancak kendisinden sonsuz in’am’n sâdr olduu kimseye uygun
düer. Böylesi varlk da, ancak Allah Teâlâ’dr. Çünkü yaratma, hayat, akl ve nzk
verme, hidayete erdirme O’ndan olur. Allah’n nimetleri pek çoktur. O’nun
mahlûkatna lütfettii çeitli ihsanlar nihayetsizdir.
**?> ' V.
© W*
“Ey hapishane arkadalarm, biriniz efendisine arab içirecek, dieri ise, aslp
tepesinden kular yiyecek, ite hakknda fetva istemekte olduunuz mesele
(böylece) olup bitmitir”
(Yûsuf. 41).
Yûsuf (a.s.), tevhid ve nübüvveti iyice izah edince, o iki ahsn sorusunu
Bil ki
cevaplamaya balad. Bu ayetin manas açktr. Çünkü sâki (arap sunucusu) rüyasn
ona anlatnca, -ki biz onun bu rüyay ona nasl anlattn daha önce söylemitik- Hz.
Yûsuf (a.s.) ona: “Ne güzel rüya görmüsün! O hurmann güzellii, senin halinin
güzelliini gösterir. O üç dal ise, sona erdiinde, kraln sana teveccüh edecei
(seni balayaca) ve seni eski iine döndürecei, böylece de daha evvel olduun
hal üzere, belki daha da iyi hal üzere olacan üç gündür ” dedi.
Ekmekçiye de, o rüyasn anlatnca öyle dedi: “Ne kötü rüya görmüsün! O
üç sepet, sona erdiinde kraln sana yönelip, seni çarmha gerecei ve bandan
kularn yiyecei üç gündür ” demitir. Hem sonra, onlarn ikisinin: "Biz hiçbir rüya
görmemitik" dedikleri nakledilmitir. Bunun üzerine, Hz. Yûsuf, “te hakknda fetva
istemekte olduunuz mesele (böylece) olup bitmitir” demitir.
Alimler o iki ahsn, "Biz hiçbir rüya görmemitik" demelerinin sebebi hususunda
ihtilaf etmilerdir. Bu cümleden olarak, onlarn hiçbir rüya görmemi olduklar halde,
Hz. Yûsuf'u rüya tabiri (yorumu) hususunda denemek için böyle söyledikleri ileri
kinci ihtimale göre, bu zann, kurtulacak olan o kimseye Çünkü rüyalarnn aittir.
yorumunu soran o iki adam Hz. Yûsuf (a.s.)’un peygamber olduunu kabul
etmiyorlard, fakat onun hakknda hüsn-ü zan sahibi idiler. Binâenaleyh Yûsuf
(a.s.)’un kendileri hakkndaki görüü onlarca srf zann ifade eder.
•
Hz. Yûsuf çkp, kraln hizmetine döneceini
(a.s.), hapisten
KNC MESELE söyledii o adama, “Efendine benden bahset ” dedi ki, bu
Yûsuf’un "Efendine Benden Bahset" “Kardeleri tarafndan satlp zulmedilmi; sonra da bu
Demesi hadise sebebi ile hapsedilerek zulme uratlm bir adam
olarak benden ona bahset" demektir. te ayette
bahsedilen "anma"dan murad budur.
Daha sonra HakTeâlâ, jTi oUsuJd' iJ-Jti “Fakat eytan, efendisine anmay
”
ona unutturdu buyurmutur. Bununla ilgili iki görü vardr:-
1) Bu ifade Hz. Yûsuf ile ilgili olup, “eytan Yûsuf’a rabbini anmasn unutturdu"
demektir. Bu manaya göre, bu hususta u iki izah yaplabilir:
a) Hz. Yûsuf (a.s.) un Allah’dan bakasna sarlp güvenmekle hata eder etmez,
Allah tarafndan kendisine
. bu durum hatrlatlmtr. Bunu da birkaç yönden izah
edebiliriz:
kincisi: Hz. Yûsuf (a.s.), putlara ibadetin yanl olduunu gösterme hususunda,
“Darmadank birçok düzme tanrlar m hayrldr, yoksa hepsine ve hereye “
galib,
knhhâr olan bir tek tanr m?”(Yûsuf, 39) demitir. Bu ayette de Efendine (rabbine)
benden bahset" diyerek, Allah'dan baka “rab” olduunu söylemitir. Hz. Yûsuf
(a.s.)'un, “ilah” manasnda onun “rab” olduunu söylemi olmasndan Allah’a
snrz. Aksine o, kral hakknda, tpk rabbüd-dâr (ev sahibi) ve rabbu’s-sevb (elbise
sahibi) sözlerinde olduu gibi, sadece "efendilik, sahiplik” manasn kastetmitir.
Çünkü kelimenin zâhirî manas ile o kral hakknda “rabb” kelimesini kullanmas, daha
Önce Allah’dan baka rab olmadn ifade edii ile çeliir.
Üçüncüsii: Hz. Yûsuf o ayette, “Allah’a her hangi bir eyi ortak tutmamz bize
(doru) o/maz” {Yûsuf, 36 demitir. Bu, mutlak olarak irki
) reddir ve hereyi tamamen
Allah’a havale etmektir. Binâenaleyh ite bu sözde, onun Allah’dan bakasna
güvenmi olmas, bu tevhid akidesi ile bir çeliki olurdu.
Fakat ebrârn (en iyi kimselerin) hasenât (iyi ileri), mukarreb kullarn (en iyi
kimselerin) seyyiat saylr. Bu, her nekadar insanlarn geneli için câiz ise de, sddîk
kullara yaraan, baklarn her türlü sebepten çevirip, ancak müsebbibü’l-esbab olan
Allah’a yöneltmektir.
bakasna itimad edip güvendii zaman bu, onun bela ve mihnetlere, sknt ve
darlklara dümesine sebeb olur. Fakat kul, Allah’dan ister ve tevekkül eder de, baka
hiçbir varla güvenip dayanmazsa, o istedii gayesine en güzel bir ekilde ular.
te edindiim bu tecrübe, hayatmn ilk anndan, elliyedi yama ulatm bu zamana
kadar devam edip gelmitir. te o gün bugün kalbimde, insann Allah'n lutfu ve
ihsanndan baka, herhangi bir eye güvenmekle, hiçbir menfaat temin edemeyecei
hususu, kalbimde iyice yerlemitir.”
Baz âlimler ise, ikinci görüü tercih etmilerdir. Çünkü eytann vesvesesinin
o adama yönelik olduunu söylemek, sddîk olan Yusuf (a.s.)’a hamletmekten daha
evlâdr. Bir de zulümden kurtulmak hususunda, insanlardan yardm istemek câizdir.
Bil ki, gerçek ve doru olan ilk görütür. kinci görüü benimseyenlerin söyledii
söz ise, eriâtn zâhirine tutunmaktr. Birinci görüü söyleyenlerin anlattklar eyler
ise, hakikatin srlarna ve eriatn en yüce ve en keremli yönlerine tutunmaktr.
Kendisinin kulluk makam hakknda bir zevki bulunan ve de tevhid pnarndan içmi
olan bir kimse, durumun bizim anlattmz gibi olduunu anlar. Hem sonra ayetin
lafznda, bu ikinci görüün zayf olduunu gösteren bir husus bulunmaktadr. Çünkü
eer maksat bu olsayd, o zaman, ayette "eytan ona Yusuf’u efendisi yannda
anmay unutturdu” denilirdi.
t
12. Cüz, YOSUF SÜRES 12/43-44 13. Cilt I 2*1
insan dier amellere ve baka ilerle megul olmaya çarp, böylece onu, bu ilim
ve marifeti hatrlamaktan alkoyacak ekilde vesvesede bulunmak sureti ile
unutturmas mümkündür.
demitir: ‘‘Bd”* kelimesi ancak on veya yirmiden doksana kadar olan saylarla bera-
ber zikredilir. Bu da onun, üç ile dokuz arasndaki bir sayya tahsis edilmi olmasn
gerektirir.” Ferrâ sözüne devamla, “Araplarn, jo* dediklerini görmedim”
eklinde sürdürmütür. a’bî Hz. Peygamber (s.a.s.)’in, ashabna öyle dediini
rivâyet etmitir: “Bd” kelimesi ne miktar sayy ifâde eder?” diye sorunca, onlar
da "Allah ve Resulü daha iyi bilir” dediklerinde O: “Bu, ondan aadaki saylrs
için kullanlr” dedi. Ekser ulemâ, buradaki bd’a sinîn tabirinden maksadn yedi
yl olduu üzerinde ittifak etmiler ve "Yusuf (a.s.), o adama, "Rabbine, (efendine)
benden bahset, dedii zaman hapiste be yl kalmt.
Bundan sonra, yedi yl daha
kald" demilerdir. bn Abbas (r.a.) ise öyle demitir: “Yusuf (a.s.) o adama rica
ettiinde zindandan çkma zaman yaklamt. Bunu söyleyince bundan sonra
zindanda yedi yl daha kald.” Rivayet edildiine göre, Haan el-Basrî, Hz.
Peygamber (s.a.s.)’in “Allah, Yusuf’un iyiliini versin; eer onun söyledii o söz
”
olmasayd, zindanda bu kadar uzun süre kalmazd dediini rivâyet etmi, sonra
da alayarak, "Bizim bamza bir i geldiinde, insanlara yalvarp yakaryoruz”
demitir.
Firavun’un Rüyas
— i
“Kral Ben rüyamda yedi ark inein yemekte olduu yedi semiz
dedi ki: “
inekle, yedi baak ve dier (yedi) kuru (baak) görüyorum. Ey ileri gelenler,
eer rüya tabir ediyorsanz, benim bu rüyam da yorumlaynz ” Onlar da, .
(Yusuf, 43-44)
Bil ki Allah Teâlâ, bir eyi diledii zaman, ona sebepler hazrlar. te Yusuf’un
zindandan kurtulmas yaklat zaman Msr Kral rüyasnda, kuru bir nehirden çkan
yedi semiz inekle, yedi ark inek görür. Ark inekler, semiz inekleri yutar. Yine, tane
tutmu yedi baak ile (danesiz olan) dier yedi kuru baak. Kuru yedi baak da, taneli
baa iyice sarar ve onu yener. Bunun üzerine o kâhinleri toplar ve rüyasn onlara
”
anlatr ki, Cenâb- Hakk’n, “Ey ileri gelenler, benim rüyam yorumlayn ifâdesinden
murad budur. Bunun üzerine o topluluk ise, “Bu rüya karmakark, biz onu
yorumlayamayz, ve tabir edemeyiz” dediler. te sözün zahirî anlam budur. Bu
ifâdeyle ilgili birkaç mesele vardr:
lâm, bazlarnn görüüne göre, mefûlün fiilden önce gelmesinden dolay, zâidbir
lâmdr. Keaf Sahibi ise, öyle der: “Rü’yâ kelimesinin kâne fiilinin haberi-
olmas câizdir. Nitekim sen, bir kimse herhangi bir ii tek bana yapabilip,
kepmesinden itikâk etmitir Jt JoHj tabirinin anlam, “Nehri kat ederek, öte
yakasna geçtim” demektir. Rüyann iki tarafn iyice düünüp, etrafnda dönüp
dolaarak tefekkürde bulunduu ve bir tarafndan ötekine geçtii için, rüyay
yorumlayana da âbir ad verilmektedir. Edgâs kelimesi ise das kelimesinin çoulu
olup, bunun anlam da, dik ve uzunlamasna ayakta durmas artyla muhtelif ot ve
17. Cüz, YÛSUF SÛRES 12/43 -44 13 . cilt / 249
bitki çeitlerinden yaplm olan “demet, ba” eklindedir. Nitekim Cenâb- Hak,
jJ-j “Eline bir demet sap al” (Sâd. 44) buyurmutur.
Bunu iyiçe anladn zaman biz diyoruz ki: Eer rüyâ, birbiriyle uyum içinde
olmayan unsurlarla kark ise adetâ böylesi bir demete benzer.
makam büyük, gücü de genise. te bu ey, baz yönlerden bir kötülüe iaret
etmektedir. te bu suretle, Cenâb- Hak, kralda bu rüyânn tabirinin bilgisini
tamamlama arzusunu kuvvetlendirdi; sonra da hükümdarn yannda bulunan
yorumcular da, bu sorunun cevabn vermekten aciz brakt ve Yusuf’un bu mihnetten
kurtulmasna vesile olsun diye, rüya karsnda onlar adeta kör etti.
Kark ve düzensiz olan rüyann tabiri ki, bu tür rüyalarda, belli bir düzen yoktur.
b)
yorumlarn yapt. Aynen dedii gibi çkt, hiç bir kelimesi amad. Eer müsaade
edersen, ona gideyim ve bu rüya ile ilgili cevab getireyim” dedi. te ayetteki,
“(Zindandaki) iki (arkadatan) kurtulan. . . dedi ki (.....)" ifadesi ile bu kastedilmitir.
a) Bu, &' “bir zaman sonra” manasnadr. Çünkü “ümmet” nasl büyük bir
49?
cemaatn biraraya gelmesi ile tahakkuk ediyor ise,“hîn” (zaman) da, pek çok
günlerin biraraya gelmesi ile tahakkuk ediyor. O halde, “hîn”, bir demet gün ve saat
demektir.
jy.il ilUi demitir. Buna göre ayetteki bu ifade, “Cenâb- Hak ona kurtulu
nimetini in’âm ettikten sonra” manasnadr.
bahsetmesini istedii kii, üzerinden pek çok zaman geçtikten sonra bunu hatrlad”
manasdr, yahut da, “O sâki, meliin yannda nimet bulduktan sonra bunu hatrlad”,
yahut da, “O, bunu unuttuktan sonra tekrar hatrlad” manasdr.
Buna göre eer “Ayetteki, “Nice zaman sonra hatrlad tabiri, unutan ahsn
o arap sâkisi olduuna delâlet ediyor. Siz ise, unutann Yusuf (a.s.) olduunu
söylediniz” denilir ise, biz deriz ki: bnü’l-Enbarî öyle demitir: jTSl hatrlad
ve-haber verdi demektir. Bu, unutmann daha önce olduuna delâlet etmez. Belki
de o sâki bunu melie bunun Hz. Yusuf’un hapsolmasna sebeb olan o günah
hatrlatacandan ve böylece de, Hz. Yusuf’a daha çok kötülük yaplacandan
korktuu için söylememitir. Unutmann, hem Yusuf (a.s.) hem de o sâki için söz
konusu olduu da söylenebilir.
Hz. Yusuf’a gelip “Yusuf, ey doru sözlü (adam)'’ dedi” eklindedir. Sddîk, "sdk”
(doruluk)’n mübalaa siasdr. Sakî, Hz. Yusuf’da hiç bir yalan görmedii için,
onu böyle nitelemitir. Böyle nitelemesinin, rüyasn dosdoru tabir etmi olmasndan
ötürüolduu da söylenmitir ki bu, herhangi bir kimseden birey örenenin, öretene
sayg göstermesi, onun annn yüce olduunu gösterecek hitablarla ona konumas
gerektiine delalet eder. Sonra o, sorusunu, meliin kulland ayn lafzlarla tekrarlad
ve bunu çok güzel becerdi. Çünkü rüya tabiri, o ilimde de bahsedildii gibi, anlatmada
kullanlan lafzlara göre deiir.
252 / M. ( ili
TEFSlR-1 KEBR
Rüyann Tabiri
r\)\y ©
c.
(V ûsu/j dedi "Yedi sene, âdet üzere ekin ekin. Yiyeceiniz az bir miktar
ki:
“
Bil ki Hz. Yûsuf (a.s.), bu rüyay tabir etti ve: Ekin ekersiniz” dedi. Bu tpk, 6 Ûiulj
lr^-fi “Boanm kadnlar (....) beklerler” (Bakara, 228) ve 6 lOJIjlj “
Analar
emzirirler...” (Bakara, 233) ayetlerinde olduu gibi, emir manasnda, bir haber
cümlesidir. yice kabul görüp benimsensin diye, emir yerine haber cümlesi; haber
cümlesi yerine de emir cümlesi zikredilebilir. Böylece sanki o i, tahakkuk etmi de,
kendisinden haber veriliyormu gibi olur. Bu ifadenin emir manasna olduunun
delili ûjjO “(Onlar) baanda brakn” cümlesidir.
bitlenmemesi için baanda brakn. Çünkü taneleri baanda brakmak, onun uzun
müddet bozulmadan kalmasn salar” eklinde olur.
3
&
' | /
demektir. Onun, “(O yllar), önceden biriktirmi olduklarnz yiyip götürecek ” sözü
mecâzî bir ifadedir. Çünkü yl yemez. Binâenaleyh o senelerde yaayan insanlarn
bunlar yeyii, o senelerin yeyii olarak ifâde edilmitir.
bir eyi kaleye (korunaca yere) koymak manasnadr. Nitekim “O, onu korunaca
yere koydu” manasnda üU*£i 1^-' denilir. Buna göre, bu tabir ‘‘Biriktireceiniz,
depolayacanz az bir miktar müstesna” demektir. Bütün bu izahlar, bn Âbbas
(r.a.)’a âittir.
*
'tölij û üi
'
ve yokluk yllardr ki bunlar rüyadan anlalmtr. Bu son bir yln durumuna gelince,
hükümdarn rüyasnda buna iaret eden hiçbirey yoktur. Binâenaleyh bu, vahiy
mahsûlüdür. Dolaysyla sanki de Yûsuf (a.s.): “Bu yedi bolluk yl ile, yedi ktlk
ylndan sonra, hayr ve nimetleri bol bir yl gelecektir” demektedir. Katade’den: “Hz.
Yûsuf’a, bu bir sene ile ilgili bilgiyi, Allah vahiy ile ilave etti” dedii rivayet edilmitir.
manas “nsanlar bolca yamur alr” eklinde olur. Bu kelimenin, Araplarn, “Allah
falan kimseyi bir skntdan kurtard” manasnda söyledikleri *1)1 iît*l
bela ve
eklindeki sözlerinden alnm olmas da mümkündür. Buna göre ayetin manas
“insanlar o yl, ktlk skntsndan kurtarlrlar” eklindedir.
üzümü skar arap yapar, zeytini skar zeytin ya çkarrlar” demitir. Bu tabir de,
ktlk ylnn tamamen geride kalp bolluk ve nimetlerin geleceini gösterir. Bunun,
“Hayvanlarn memelerini saarlar” manasnda olduu da söylenmitir. Bu fiil, "Onu
kurard” manasna olan «V* fiilinden olmak üzere öjUakJ eklinde de
okunmutur. Bunun manasnn
tabii inden olmak üzere, "Onlara
*
—yamur (Bulutlar yamur yadrd)
yadrlr” manasnda olduu da
söylenmitir. Cenâb- Hakk’n k-lc-J UJjîij “O, skc mengene (gibi
“(Hükümdar) dedi ki: “ Onu bana getirin.” Bunun üzerine ona haberci
gelince, “Rabbine dön de ellerini kesen o kadnlarn zoru neydi, kendisine
sor. üphe yok ki benim Rabbim onlarn fendini hakkyla bilicidir” dedi.
( Hükümdar o kadnlar toplayp onlara): “ Yûsuf un nefsinden murad almak
istediiniz zaman ne halde idiniz?” dedi. (Kadnlar): “Haa, Allah için biz
onda hiçbir fenalk görüp bilmedik" dediler. Azizin kars da öyle dedi:
“imdi hak meydana çkt. Ben onun nefsinden murad almak istedim. O, hiç ,
Bil ki arap padiaha gelip, Yûsuf (a.s.)’uh yapt rüya tabirini arzedince,
sâkisi
padiah bunu çok beendi ve "Onu bana getirin” dedi. te bu, ilmin üstünlüüne
delalet eder. Çünkü Hak Teâlâ, Hz. Yûsuf’un ilmini, onu dünyevi skntlardan
kurtaracak bir sebeb klmtr. Binâenaleyh bu ilim, nasl olur da, uhrevi skntlardan
IJ ( ü/, YÛSUF SÛRES ! 2/50-52 *3. C Ut / 255
Eer Yûsuf (a.s.), o anda çksayd, belki de padiahn kalbinde o töhmete dâir
t)
bir iz kalacakt. Ama Hz. Yûsuf, padiahtan o hadisenin hakikatini aratrmasn taleb
4) O, sâkîye, “Beni, Rabbinin (efendinin) yannda an” dçdii için (ilahi bir cezâ
olarak), hapiste yllarca kalmt. te burada da, padiah kendisini isteyince, ona
lehçedir.
b) Hz. Yûsuf (a.s.), kendisinin uzun bir müddet hapse atlmas için gayret gösteren
esasnda azizin kars olduu halde, ondan bahsetmemi, “(Msrl) kadnlar” ifadesini
kullanmtr.
a) Buradaki “Rabbim” sözü ile, Allah Teâlâ’y kastetmitir. Çünkü Allah, bütün
gizli sakl eyleri bilir.
Bu söz ile, vezir kastedilmitir. Hz. Yûsuf (a.s.), o vezir kendisini eitip
b)
a) Onlardan her biri, çou kez, Hz. Yûsuf’a arzu duymulardr. Binâenaleyh hiçbiri
gayesine ulaamaynca, onu tenkid etmeye ve ona kötü eyler isnad etmeye
balamlardr.
Daha sonra Cenâb- Hak Yûsuf (a.s.)’ un bunu istediinde, padiahn o kadnlarn
toplanmasn emrettiini ve onlara, a~j ‘J- Jujl jfSjljil. “Yusuf’un nefsinden
murad almak istediiniz zaman ne halde idiniz?” dediini nakletmitir. Bunun iki
izah vardr:
a) Bu ifade, cemi sîgasyla getirilmi ise de, bununla müfred sîga (mana)
kastedilmitir. Bu tpk *>*** & J-Ûi o[
$ jlî jjJ “Onlar öyle kimselerdir
i
”
ki, insanlar (yani o insan ) kendilerine. . . (am imran. 173) ayetinde olduu gibidirf 19)
Bil ki vezirin kars da, orada bulunan kadnlardan idi ve o bütün bu münakaalann
ve soruturmalarn kendisi yüzünden olduunu biliyordu. Artk sr perdesini kaldrarak
doruyu açkça ifâde edip jsjiCUJi j* iftjij UÎ J*J j3l
s
“ite imdi hak meydana çkt! Ben, onun nefsinden murad almak istedim. O,
hiç üphesiz doruyu söyleyenlerdendir” dedi. Bu ifade ile ilgili birkaç mesele vardr:
19) Burada geçen birinci nâs kelimesi çoul olduu halde, maksat, bu sözü söyleyen tek kiidir (ç.)
258 / 13. Cilt TEFSÎR-1 KEBÎR
yok. Çünkü onun iddiasnda hakl olduunu kabul ediyorum” deyince, kadn da: “Sen
bana böylesine ikram (ve incelik) gösterdiine göre, herkes âhid olsun ki ben de,
üzerinde olan bütün haklarm baladm” demitir.
i •
Alimler,
^ J' îlb “Bu, gyabnda ona hâinlik
ÜÇÜNCÜ MESELE etmediimi (....) bilmesi içindir” sözünün kime âit olduu
hususunda ihtilaf etmilerdir. Bu hususta birtakm görüler
vardr:
Birinci Soru: Zâllke (Bu, o) kelimesi ile, gaib olana iaret edilir. Burada îse,
Cevap: Atâ, bn Abbas (r.a)’n “Hz. YÛ6uf (a.s.) padiahn yanna girince, “Bu,
gyabnda ona hâinlik etmediimi bilmesi içindir” demitir. Hz. Yûsuf bu sözü
padiahn annn yüceliini göstermek için (ona diye) gâib sîgasyla söylemitir”
dediini rivayet etmitir. Halbuki daha uygunu, Hz. Yûsuf’un bu sözü, haberci
kendisine tekrar geldiinde söylemi olmasdr. Çünkü padiahn huzurunda böyle
söz söylenmesi, âdaba aykrdr.
Üçüncü Soru: Bu hâinlik, azize kar söz konusudur. O haide Hz. Yûsuf niçin,
kinci Görü: Bu ifade, azizin karsna âit olup, ayetin manas "O, her nekadar
orada iken, ben onun üstüne suçu attysam da, o burada deil iken, onun üzerine
böyle bir suçu atamam" eklinde olur ki bu, “O, hapiste iken onun hakknda dorunun
dnda birey söyleyemem” demektir. Daha sonra o kadn, gerçei iyice te’kit etmek
“
için, Allah da, hâinlerin hilesini kesinlikle muvaffakiyyete erdirmez” demitir. Bu,
“Ben, böyle bir teebbüs edince, rezil ve rüsvay oldum. Yûsuf ise,
tuzak ve hileye
bu günahtan uzak ve temiz olduu için, haliyle, Allah Teâlâ, onun bundan berî
olduunu ortaya çkard” demektir. Bu görüte olanlar öyle derler: “Bunun
“
doruluunun delili udur:” Hz. Yûsuf (a.s.) o mecliste, kadn imdi hak meydana
çkt. Ben onun nefsinden murad almak istedim. O sadklardandr” deyinceye kadar
yoktu. Binâenaleyh bu esnada Hz. Yûsuf (a.s.), “Bu, gyabnda ona hainlik
”
b) Msrl kadnlar, tâ batan “Hââ, Sübhanellahl. Bu, bir beer deil. Bu, çok
erefli bir melekten baka birey deil” (Yûsuf, 31) diyerek, onun temiz ve nezih
olduuna ehâdet etmilerdi. Bu defa da, “Hââ, Allah için, biz onda hiçbir fenalk
görüp bilmedik" diyerek, onun lehine âhidlik etmilerdir.
Kadn, “O, hiç üphesiz doru söyleyenlerdendir” demitir. Bu, Hz. Yusûf’un,
2)
“O, kendisi benden murad almak istedi" (Yûsuf. 26) eklindeki sözünde doru
söylediine iarettir.
Burada, hepsinden daha güçlü, öyle deiik bir izah daha yaplabilir: Bu vakitte,
o hadise tamamen bitip gitmi, o sknt sona ermiti. Dolaysyla Hz. Yûsuf (a.s.)’un,
kendisinin böyle büyük bir hyânette bulunduunu bile bile, "Bu, onun benim hyânet
ütmediimi bilmesi içindir” diyebilmesi, faydasz yere yaplm en büyük bir
utanmazla ve yalana yönelmek olmu olur. Binâenaleyh bo yere, böylesi
. • •
olmu Yok eer onun, kadnn sözünün devam olduunu kabul edersek, bu
olur.
ifâde de kadnn sözünün devam olmu olur. Biz ayeti her iki ihtimale göre de tefsir
ederiz.
Bu sözün, Hz. Yûsuf (a.s.)'a ait olduunu söylememiz halinde, Haviyye buna
262 / 13. Cilt TEFSÎR-I KEBlR
tutunarak öyle der: “Yûsuf (a.s.), “Bu, gyabnda ona etmediimi (...)
hâinlik
bilmesi içindir” dediinde, Cebrdil (a.s.)
(Yûsuf, 52) ona "Kuan çözmeye
niyetlendiinde de mi?” deyince Hz. Yûsuf, "Ben, nefsimi kötülükten yani zinâdan
tebrie etmem (yani uzak olduumu söylemem). Çünkü nefis, Allah’n koruyup rahmet
ettikleri müstesna, olanca iddeti ile kötülüü, yani zinay emreder. Çünkü Rabbim,
kötülüe niyetleniimi balayan, onu yaptm takdirde de, bana tevbeyi nasib
edendir" demitir.”
Bil ki Haviyye’nin bu iddias tutarszdr. Çünkü biz, önceki ayetin, Hz. Yûsuf
(a.s.)’un o günahtan uzak ve berî olduuna kesin kes delâlet eden bir delil olduunu
açklamtk. Ancak geriye, "O halde sizin bu ayet karsnda cevabnz ne olacaktr?”
sorusu kalr. Buna kar deriz ki: Bu hususta iki izah yaplabilir: u
Birinci zah: Hz. Yûsuf (a.s.), “Bu, gyabnda ona hâinlik etmediimi bilmesi
içindir” deyince, bu söz âdetâ, kendisini medhetmesi ve tezkiye etmesi gibi olmutur.
“
Halbuki Allah Teâlâ, Nefsinizi tezkiye etmeyin, temize çkarmayn” (Necm, 32)
buyurmutur. Bundan dolay Hz. Yûsuf, “(Bununla beraber), ben nefsimi tebrie
etmem” diye, bir istidrâk yapmtr. Buna göre ayetin manas, "Ben, nefsimi tezkiye
etmem. Çünkü nefis, alabildiine kötülüü emreden, kötülüe çok meyyal olan ve
günahlara arzu duyandr” eklindedir.
kinci zah: Ayet, kesinlikle Haviyye'nin ileri sürdüü hiçbireye delâlet etmez.
“
Çünkü Hz. Yûsuf (a.s.), Gyabnda ona hâinlik etmediimi” deyince, bu hâinliin,
nefsinin arzu duymay, tabiatnn meyletmeyii manasnda olmayp, nefsin olanca
iddeti ile kötülüü emreden; insan karekterinin lezzetli olan eylere kar arzu
duyulan bir özellii olduunu beyân etmitir. Binâenaleyh o bu sözü ile, hâinlik
etmeyiinin, isteksizlik yüzünden deil, Allah korkusundan dolay olduunu ifade
etmitir.
Fakat biz bu sözün, o kadnn sözünün devam olduunu söylersek, buna göre
de u iki izah yaplabilir:
O
kadn, “Bu, gyabnda ona hâinlik etmediimi... bilmesi içindir” deyince,
b)
(Bununla beraber) ben, nefsimi (tamamen hâinlikten) tebrie edemem (uzak
olduunu söyleyemem). Çünkü ben o günah ona iftira ile atp, “zevcene kötülük
etmek isteyenin cezas zindana atlmaktan, yahud ackl bir azabtan baka ne olabilir’
(Yûsuf, 25) dediimde ve böylece onu hapse düürdüümde, ona hiyânet ettim’
demitir. Binâenaleyh o bu surette, olup bitenlere kar bir özür beyân etmek
istemitir.
13. Cüz. YÛSUF SÛRES 12/53 13. Cin / 263
Eer, “Bu sözün Yûsuf (a.s.)’a âit olduunu mu, yoksa kadna âit olduunu mu
söylemek daha uygundur?” denilirse, biz deriz ki: Bunun Yûsuf (a.s.)’a âit olduunu
söylemek daha mükildir. Çünkü Cenâb- Hakk’n “Azizin kars da öyle dedi:
“ imdi hak meydana çkt ” eklindeki sözü, ba-sonu birbirine uygun bir sözdür.
Binâenaleyh, her iki söz ile her iki meclisin arasna pek çok fasla girdii halde, bu
sözün bir ksmnn Yûsuf’a, bir ksmnn kadna âit olduunu söylemek, uzak bir
ihtimaldir. Bu sözün kadna âit olduunu söylemek de mükildir. Zira, “Ben, nefsimi
ile
“Rabbimin esirgemi bulunduu
men edatlarnn birbirleri yerine
kullanlabildiini; tUJJi j* U (Nisa. 3) ve (Nur. 45)
Ayetteki bu ifadenin, istisna- muttasl veya munkatî olduu hususunda iki izah
yaplmtr:
a) Bu, isisnâ- muttasldr. Buna göre, ayet u iki ekilde izah edilir:
Bu ifâde, “Rabbimin,
1) melekleri koruduu gibi koruduu kimseler müstesna”
manasndadr.
2) Bu, “Rabbimin merhamet edip, koruduu vakitler müstesna yani nefis, Allah
emreden nefs"in ne
Feylesoflar, “kötülükleri alabildiine
ÜÇÜNCÜ MESELE olduu hususunda, deiik görüler belirtmilerdir.
Nefs-i Emmarenin Mahiyeti Hakknda Muhakkik alimler öyle demilerdir: “nsandaki nefis tek
ey olup, pek çok sfat ve hali vardr. Binâenaleyh o nefis,
lahî âleme meylettiinde “nefs-i mutmainne”; ehvet ve gazaba yöneldiinde ise,
“nefs-i emmâre” (kötülüü emreden nefis) olmu olur. Ona nefs-i emmâre denmesi,
mübalaa içindir. Bunun sebebi udur: Nefis ilk bata maddi eylere alr, onlardan
holanr ve onlara âdetâ ak olur. Fakat mücerred (manevi) âlemi anlayp, ona
264 / 13. Çili TEFSR-! KEBÎR
meyletmesi, bir nefis için nâdir eylerdendir. Binâenaleyh o nefis maddi âlemden
için
bu syrl ve inkiâf, ömrü boyunca çok ender vakitlerde olur. Genel olan durum,
nefsin maddî aleme meyletmesi olup, manevî âleme yükselmeye temayülü de nâdir
olunca, pek yerinde olarak, bu nefiy için, "kötülükleri, olanca iddetiyle emreden
nefis” denilmitir."
Baz olduunu
kimseler de, "nefs-i mutmainne”nin, nefs-i akliyye-i nutkiyye
söylemiler, ehvetli ve gazabl nefislerin îse, akll nefislerden baka olduunu ileri
sürmülerdir. Bu konuda gerçekle ilgili sözümüz, akliyyât kitablarnda ele alnmtr.
kelimesini, baka bir ey ile yorumlamak gerekir ki bu da, "taâta götüren sebebi,
ma’siyete sevkeden sebebe tercih etmektir.” Biz bunu, kesin aklî delil ile de
ispatlamtk. te bu durumda maksat elde edilmi olur.
“Hükümdar: “Getirin onu bana! dedi. Onu kendime has bir (müstear)
edineyim” Onunla konuunca da öyle dedi: “Sen bu günden itibaren bizim
nezdimizde mühim bir mevki sahibisin. Emin (bir müstearsn.” (Yûsuf):
“Beni memleketin hâzineleri üzerine memur et. Çünkü ben onlar iyice
ayandr:
“
1) Yûsuf (a.s.)’un, Beni memleketin hâzineleri üzerine memur et” sözü, buna
delâlet etmektedir.
“
2) Hükümdarn Onu kendime has müstearj edineyim” eklindeki sözü,
bir (
Yûsuf’un daha önce meliin yannda, ona âit olmadna delâlet eder. Daha önce
Yûsuf (a.s.) Azizin emrindeydi. Böylece bu durum ayette bahsedilen hükümdarn,
en büyük melik olan Reyyân olduuna delâlet eder.
bir çk
yolu ver ve beni, bilmediim ve birummadm
taraftan nzklandr” dediini, ite bundan dolay da Allah Teâlâ’nn onun duasn kabul
ettiini ve onun hapisten kurtulmas için böyle bir sebep halkettiini söylemilerdir.
a) Onun ilmine güvenmitir. Zira, yanna toplanm olan kâhinleri rüyây tabir
etmekten aciz olup, Yûsuf (a.s.) da, doruluuna akln ehâdet ettii o uygun cevab
verince, meliin gönlü Yûsuf’a meyletmitir.
izni verince, o oradan çkmak için can atmam, aksine sabredip beklemi ve her
eyden önce, kendisinin bütün töhmetlerden uzak ve beri olduuna delâlet edecek
olan eyin (melik tarafndan) incelenmesini istemitir.
c) Onun çok güzel bir terbiye ve edebe sahip olduu hususundaki inanc artmtr.
Yûsuf (a.s.), her ne kadar maksad azizin
Zira, karsn zikretmek idiyse de, “ellerini
kesen o kadnlarn zoru neydi kendilerine sor?” (Yusuf. 50) ifadesiyle yetinmi, en
büyük belâlar kendisine o Azizin kars tarafndan geldii halde ondan bahsetmemi,
sadece dier Msrl kadnlarn durumuna deinmitir. te bu, çok hayran klc bir
edeb ve terbiyenin mahsulüdür.
Onun, her türlü töhmetten uzak olmasdr. Çünkü kar taraf, onun temizliini,
d)
.nezaketini ve suçtan beri ve uzak olduunu kabul etmitir.
\
f) O, yllarca hapishanede kalmt. Bütün bunlarn her biri o insan hakknda iyi
niyetli olmay gerektiren eylerdir. Ya bunlarn hepsi tek bir kimsede bir araya
gelmise! te bundan dolay,hükümdarn, Yûsuf hakkndaki hüsn-i niyyeti artmtr.
Allah, bir eyin olmasn istediinde o eyin sebeplerini bir araya getirir ve onlar
kuvvetlendirir.
Bunu iyice kavradnda biz diyoruz ki: Melik tarafndan Yûsuf’un bütün bu halleri
görülüp tesbit edilince, onun Yûsuf’u kendisine müstear edinmek hususundaki
arzusu artm ve bunun üzerine ^ j,Jj “Getirin onu bana!
Onu kendime has bir müstear edineyim!” demitir. Rivayet olunduuna göre elçi,
Yûsuf’a “Hapishane kirlerinden temizlen, güzel elbiseler giyin ve güzel bir görünüm
arzet, kendine çekidüzen ver! Çünkü hükümdarn yanna gideceiz’’ demi, o da
hapishanenin kapsnn üzerine, “Buras, meakkat yeri, dirilerin kabri, dümanlarn
sevinç vesilesi ve dostlarn da tecrübe kazand yerdir!” eklinde yazmtr. Yûsuf
(a. s.), meliin yanna girerken de “Allahm, senden, senin hayrn vastasyla onun
Daha sonra Cenâb- Hak ’ZJf UÂî “Onunla konuunca da" buyurmutur.
Bu hususta iki görü bulunmaktadr:
a) Bu, “Kral, Yûsuf ile konuunca” Ulemâ öyle demitir: “Zira, krallarn
demektir.
meclisinde, hiç kimsenin ilk önce söze balamas doru olmaz. Söze önce balayan,
daima kraldr.”
dedi.Bunun üzerine sâkl, “Evet!” dedi. Bunun üzerine de melik Yûsuf'a yönelerek:
“Ben rüyann tevilini bizzat senin azndan ifahî olarak duymak istiyorum" dedi.
Yûsuf (a.s.) da o cevâb ifahi olarak bir kez daha tekrarlad ve meliin kalbi de,
o rüyânn tabirinin doruluuna ehâdet etti. te o esnada Yûsuf’a
*j*} "Sen bugünden itibaren bizim nezdimizde mühim
bir mevki sahibisin demitir.
hissedilen her türlü fazilet, eref ve an ihtiva eden bir cümledir. Bu böyledir, zira,
onun mekin olabilmesi için, onun kudret ve ilim sahibi olabilmesi gerekir. Çünkü
kudret sayesinde imkânlar elde edilebilir. ancak kendisi sayesinde
lim sayesinde ise,
elde edilebilecek olan hayr fiilleri elde edilebilir. Zira Hz. Yûsuf, neyin uygun neyin
uygun olmadn bilmeseydi, uygun olanlarn yaplmasn; uygun olmayanlarn da
yaplmamasn hassaten belirterek söyleyemezdi. Böylece onun, mekin olmasnn,
kudreti ve ilmi sayesinde olduu sabit olmu olur.
Onun emîn olmasna gelince: Bu, Yûsuf’un, herhangi bir ii arzusuna göre deil,
tam aksine o ii hikmetin muktezasna göre yapan bir hakim kimse olmas demektir.
Böylece Yûsuf un mekin ve emîn olmasnn, O’nun, kadir olduuna, hayr, er,
(a.s.)’
fesât ve salâh yerlerini bildiine ve bir ii, arzusuna ve isteine göre deil, hikmetin
muktezâsna göre yaptna delâlet etmi olur. Böyle olan herkesten, kötülük ve hafiflik
kabilinden olan fiillerin olur. te
bundan dolay Mu’tezile, Allah
sâdr olmas imkansz
Teâlâ’mn kabîh olan eyleri yapmayacan isbât etmeye urarken öyle demitir:
“Allah Teâlâ kabîh olan eyleri yapmaz. Zira O, kabîh olann “kubh”unu bilendir;
O, kendisinin o kabîhi yapmaktan müstani olduunu da bilendir. Böyle olan herkes,
kabîh olan yapmaz." Onlar sözlerini öyle sürdürmülerdir: “O, ancak kâdir olduu
ve cehaletten münezzeh olduunda kabîh olan yapmaktan müstani olur!’ Böylece,
meliin, Yûsuf (a.s.)’ u "mekîn ve emin” diye vasfetmesinin, bu konuda söylenilmesi
mümkün olan eylerin zirvesi olduu sabit olmu olur.
Üâ “Allah, kardeim
merhamet etsin. ayet o: “Beni memleketin
Yûsuf’a
hâzineleri üzerine (memur) et” demeseydi, o padiah onu, hemen o anda o ile
görevlendirirdi. Ancak ne var ki o, bunu deyince, o bu vazifeyi ona vermeyi bir
”
sene geciktirdi.
Ben derim ki bu, alacak eylerdendir. Zira Yûsuf (a.s.) hapishaneden çkmak
istemeyince, Allah bunu, ona en güzel bir biçimde kolaylatrd. Ama, hemen görev
almaya kounca, Allah onun bu gayesini gerçekletirmesini tehir etti. te bu, ahsi
tasarrufu terkedip, ileri tamamen Allah’a brakmann daha evlâ olacana delâlet
eder.
denilmesidir: nsanlarn ileri hususunda tasarrufta bulunmak, Hz. Yûsuf’a vacip idi.
Binâenaleyh, onun, hangi biçimde olursa olsun, bu ie teebbüste bulunmas caiz
di. Biz, u
sebeplerden dolay, insanlarn ileri hususunda tasarrufta bulunmas,
çalmas vâcibtir dedik.
Yûsuf (a.s.), bir ktln ve çou kez kitlelerin ölümüne sebep olacak o darln
b)
Bunun böyle olduu sabit olunca biz diyoruz ki: Yûsuf (a.s.) ite bütün bu
yönlerden halkn menfaatine olan eyleri görüp gözetmekle mükellef idi. Onun, halkn ;
menfaatlerine olan eyleri görüp gözetmesi ise, ancak bu yolla mümkün idi.Vacibin,
Bunun delili, Cenâb- Hakk’n, bu ifadenin hemen peinden, “Müttaki olan en iyi
bilen O’dur” (Necm, 32) buyurmasdr. Ama insan, kendisinin doru ve hakl olduunu
bildiinde, böyle bir ey yasak deildir. Allah en iyi bilendir.
Bu ifade, onun, “Ben kendisiyle gelir ve mallarn elde edilmesinin mümkün olaca
bütün tasarruf yollarn hafîzim (bunlar iyice kavramm); maln nerelere
sarfedilmesinin uygun olaca her yönü de iyice bilirim” demesi gibidir. Nitekim,
“Ben insanlarn faydasna olan eylerin tamamn hafîzim, iyice kavramm; onlarn
bütün ihtiyaç ekillerini de alîmim, iyice bilirim” denilmektedir. Yine, "Ben, senin
bütün nimet ve ikrâm ekillerini iyice kavramm - hafz ve, onlara tâat ve inkyâdmla
mukabelede bulunmamn vacib olduunu da “alîm’im, iyice bilirim” denilir. Bu,
isteyenlerin daha çok misal getirmesi mümkün olan bir konudur.
“te o ülkede Yûsuf'a kudret ve eref verdik O, o yerin neresini dilerse, orada
konaklard. Biz rahmetimizi, kime dilersek, ona nasp ederiz, iyi hareket
edenlerin mükâfaatn zayi etmeyiz. man edip de takvada devam edenlere
has olan ahiret mükâfaat ise, muhakkak ki, daha hayrldr”
(Yûsuf, 56-57).
Ben diyorum ki, müfessirlerin bu hususta yapm olduklar bu izah güzeldir. Ancak
ne var ki burada, bundan daha güzel olan öyle bir izah yaplabilir: Meliin, Yûsuf'un
steini kabul edip ona icâbet etmesi, zahirî alemdeki bir sebeptir. Ama hakîkî müessir
se, Cenâb- Hakk’n Yûsuf’a o yerde imkân vermesinden bakas deildir. Bu
böyledir, zira o kral, Yûsuf’un isteini kabul veya reddetmeye muktedir idi. O halde
kabul ve reddetmek hususu, melie eit bir biçimde izafe edilir. Bu eitlik devam ettii
müddetçe, kabûlün tahakkuk etmesi imkânsz olur. Binâenaleyh, o padiahn
zihninde, kabûl tarafnn red tarafna ar basmas gerekirdi. Bu ar basma ii ise,
ancak Allah’n yaratm olduu bir müreccih sebebiyle olabilirdi. Allah, o müreccihl
yaratt zaman, muhakkak ki kabûl tahakkuk etmitir. Binâenaleyh, Yûsuf’un orada
mkân bulmas, kudret sahibi olmas, ancak Allah’n, o padiahn kalbinde tahakkuk
ettiinde neticenin meydana gelmesi kudret ile kesin sebebin toplamn yaratmas
ileolmutur. te bundan dolay Allah Teâlâ, o meliin, Yûsuf’un isteine icâbet
etmesini zikretmemi, sadece lahî imkân vermenin zikredilmesiyle yetinmitir. Zira,
hakîki müessir ancak O’dur;
Melik o malum kadnn kocas Ktfîr’i azletmi, bundan sona ise# Ktfîr ölmü ve
padiah Yusuf’u, onun karsyla evlendirmitir. Hz. Yusuf (gerdek gecesi) kadnn
yanna girince, “Bu, senin daha önce istediinden daha hanyl deil midir?” demi,
ve onu bekâr bulmutur. Böylece o kadn, Yusuf’a Efrayim ve adnda iki çocuk Mâ
dourmutur. Hz. Yusuf, Msr’da adâleti uygulam, bu sebeple de kadn erkek,
herkes onu sevmitir. Hem o melik, hem de pek çok insan Hz. Yusuf sayesinde
müslüman olmulardr. Ktlk ylnda Msrllar, ilk sene gümü ve altn mukabilinde;
ikinci sene, süs eyas ve mücevherler mukabilinde; daha sonra da, hayvan, sonra
satmlardr. Böylece o onlar yllarca köle olarak kullanmtr.. Bunun üzerine onlar
“Allah’a yemin olsun ki biz, bu melikten daha muktedir olan baka bir melik
görmedik” demiler, böylece, bütün herkes, onun kulu kölesi olmutur. Hz. Yusuf
(a.s.) bunu duyunca: “Ben Allah’ ahit tutuyor ve diyorum ki, ben bütün Msr
halkn kölelikten azâd ettim ve mülklerini onlara geri verdim” demitir. Hz. Yusuf,
dier kimselerin de istifade edebilmesi için, tahl talebinde bulunan herkese bir deve
yükünden daha fazlasn» satmamtr. Keaf sahibi, bunu bu ekilde anlatmtr.
Dorusunu yalnz Allah bilir.
Bil ki, Allah’n bu buyruu Hz. Yusuf’un, meliktik hususunda, kendisiyle hiç
kimsenin boy ölçüemiyecei ve hiç kimsenin kar çkamyaca, istedii ve diledii
her eyi tek bana yapabilecei bir mertebede bulunduuna delâlet eder.
Daha sonra Cenâb- Hak bunun bundan önce de böyle olduunu tekid eden
hususu da beyân buyurarak ’J»
Û-a “Biz rahmetimizi kime dilersek,
Bil ki Allah Teâlâ ilk Önce, bu imkân ve kudret vermenin bakas tarafndan deil,
kendisi tarafndan olduunu belirterek, “ite, o yerde, Yusuf’a kudret ve eref verdik”
buyurmu, daha sonra da bunu ikinci kez “Biz rahmetimizi kime dilersek ona nasîb
ederiz" ifâdesiyle’tekid etmitir ki, bunda iki fayda bulunmaktadr:
Birinci Fayda: Bu, her eyin Allah’dan olduuna delâlet eder. Kâdî öyle demitir:
O saltanat, ancak Allah’n yapt baz eylerle tamamlannca, o saltanatn hepsi,
sanki Allah tarafndan verilmi gibi olmutur. Kâdi’ye, u ekilde cevap verilir: Biz,
kinci Fayda: Bu mülk, Yûsuf'un eline, srf lahî meîet ve nafiz bir kudret ile
geçmitir. Kftdî ise: “Bu ayet Allah Teâlâ’nn, nimetler vermesinin, kullarn
maslahatnn gerektirdii bir biçimde cereyân ettiine delâlet eder" demitir.
eder. “Kullarn faydasn gözetmek" kaydna gelince, ayetin lafz buna delâlet
etmeyip, senin bizzat kendin, istein dorultusunda itibâre aldn bir itir.
Daha sonra Cenab- Hak jai-Al j£l Hj “iyi hareket edenlerin mükâfaatn
zayi etmeyiz” buyurmutur. Bu böyledir, zira ücret ve mükâfaat zayi etmek, ya
acziyyetten veya cehâletten. ya da cimrilikten dolay olur bütün bunlarn hepsi ki.
Bil ki bu, Yusuf (a.s.)'un muhsinlerden olduuna dair Allah tarafndan yaplm
olan bir kadnn dört ubesi arasna (kucana)
ehadettir. Binâenaleyh, Yusuf’un, o
oturduu, yani onunla cinsi münasebete hazrland eklindeki iddia doru olsayd,
o zaman Yusuf’un, muhsinlerden olduunun söylenilmesi imkânsz olurdu.
Binâenaleyh ite bu noktada, ya Allah’, Yusuf’un muhsinlerden olduuna dair verdii
hükümde yalanlamak gerekir ki, bu, küfrün ta kendisidir; veyahut da Haviyye’nin
rivayet ettii o ey hususunda tekzib edilmesi gerekir ki, bu da iman ve hakkn tâ
*
Bu ayetin hususunda iki görü bulunmaktadr:
tefsiri
belirtmek için kullanlr. Nitekim “gül suyu sudan daha iyidir (hayrldr)” denilir. Bazan
da, kendisinden “daha üstün olma” manas kastedilmeksizin, o iin bizzat kendisinin
rr
hayrl olduunu ifâde etmek için kullanlr. Nitekim aIJ' j* -kj=)l Tirîd,
Bunun böyle olduu sabit olunca, Cenâb- Hakk’n, /r'] fâdesini, birinci
edilmi olmalar gerekir; yok eer onu, ikinci manada ele alrsak, o zaman, dünya
menfaatlerinin de hayrl olduunun söylenilmemesi gerekir. Aksine bu belki de sadece
ahiretin hayrlarnn hayr olup onun dnda kalan eylerin abes ve bo olduunu
ifâde eder.
buyruunda ,
Yusuf (a.s.)’un durumunun açklanmasnn
kastedildiinde üphe bulunmamaktadr. u halde Yusuf (a. s.) hakknda, onun iman
edip takvada devam eden kimselerden olduunu tasdik etmek gerekir. te bu tabir,
Yusuf (a.s.)’n önceden de müttakilerden olduunun Allah tarafndan açkça ilan
edilmesi anlamna gelir. Burada, Allah Teâlâ’nn, Yusuf hakknda “O andolsun, ona
niyyeti kurmutu. Rabbinin bürhann görmeseydi nerdeyse o da ona kasdetmi”
^;/nî/fi”(Yusuf, 24)buyurduu o zamann dnda, Yusuf’un (zaman olarak) içinde yine
müttakilerden olduunu açklamaya ihtiyaç duyulan daha Önce geçmi olan baka
bir zaman söz konusu deildir. Binâenaleyh bu, Yusuf (a.s.)’un o vakitte de,
müttakilerden olduu hususunda, Allah tarafndan yaplm olan kesin bir ehâdet
olur. Allah’n, “yi hareket edenlerin mükâfaatn, zayi etmeyiz” buyruu da, Yusuf
“
Yusuf’un kardeleri gelip, oun huzuruna girdiler. O, onlar tand. Onlar ise,
Bil ki, ktlk bütün beldeleri sarp, Yâkub (a.s.)’ n beldesine de ulap, onlar da
“
geçim darlna düünce, Hz. Yakûb (a.s.) oullarna: Msr’da herkese yiyecek
datan sâlih bir zât var. Ona paralarnz götürüp, ondan yiyecek eyler aln ” dedi.
Bunun üzerine onlar, on karde, Yusuf’a doru yollandlar. Msr’a gelip onun yanna
girdiler. te
bu hadise, Hz. Yusuf’un, kardeleri ile bulumasna, onlar Yusuf’u
“
kuyuya atarlarken, Cenâb- Hakk’n ona (vahiyle) bildirdii, Andolsun ki sen onlara,
”
hiç farknda deillerken (bir gün) bu ilerini haber vereceksin (Yusuf, i5) eklindeki
haberinin doruluunun ortaya çkmasna bir sebeb gibi olmu olur.
gireceklerini haber vermesi ile tahakkuk etmitir; Hem Yusuf (a.s.)’un rüyas da,
onlarn, bir gün yanna geleceklerine bir iaretti. te bu sebebten ötürü, ö bunu
beklemekteydi. Binâenaleyh o uzak beldelerden, kapsna gelen herkesin, kendi
kardeleri olup olmadn anlamak için, durumlarn aratryor, hallerini öreniyordu.
Kardeleri Yûsuf’un kapsna geldiklerinde, onlarn durumlarn da aratrnca, onlarn
kendi kardeleri olduunu anlad.
27ft / 13. Cilt TEFSÎR-1 KEBÎR
2) Onlar onu kuyuya atarlarken, o küçük idi; halbuki imdi onu sakal gürlemi,
ekli3) emâili deimi
olarak görmülerdi. Zira onlar, Hz. Yusuf’u tahtnda, ipek
elbiseler içinde, boynunda altn halka, banda altn taç olarak otururken görmülerdir.
Yte onlar, aradan uzun zaman geçtii için, Yusuf’un hadisesini unutmu gitmilerdi,
ifc bu sebebten ötürü, onu kuyuya atlarndan o zamana kadar, aradan krk senenin
geçmi olduu söylenilmitir. Bütün bu sebeblerin herbiri, tam bir tanmann
gerçeklemesine mani olur. Ya sebeblerin hepsi birden bulunursa...
Daha sonra Cenâb- Hak, Hz. Yusuf (a.s)’un onlann her türlü ihtiyaçlarn
karlaynca, onlara, ja “Bana, baba bir erkek kardeinizi de getirin”
dediini haber verir.
,
Bil ki, bu sözün, Yusuf (a.s.)’un o kardeinin durumunu sorabilmek için, mutlaka
daha önce aralarnda ondan bahsedilmi olmas gerekir. Alimler bu hususta çeitli
zahlar yapmlardr:
Birinci zah: Yaplan izahlarn en güzeli olan bu izaha göre, Hz. Yusuf’un herkese
kar tutum ve âdeti, her bir olmakszn bir deve yükü yiyecek
insana, ne fazla ne eksik
vermekti. Yusuf’un yanna gelen kardeleri, on kii idiler. Yusuf (a. s.), onlara da on
deve yükü yiyecek verdi. Onlar^Bizim babamz ve onunla beraber kalm bir
ihtiyar
kardeimiz daha var” dediler. Babalarnn çok yal ve kederli olduu için
gelemediini, o kardelerinin ise, babalarna bakmak için orada kaldn, dolays
le o kisi için de, yiyecek vermesi gerektiini söylediler. Bunun üzerine Yusuf (a.s.)
(a.s.) “Bu, babanzn, onu sizden daha fazla sevdiini gösterir. Hayret! Güzel, akll
kinci zah: Onlar, Hz. Yûsuf (a.s.)’un yanna gelip, o da onlara yiyecek verince:
"siz kimsiniz?” diye serdu. Onlar: “Biz, âmilardan, çobanlk yapan bir topluluuz.
Bize de ktlk geldi. Bundan dolay yiyecek almak için geldik” dediler. Bunun üzerine,
Yusuf (a.s.) “Belki de siz casûs olarak geldiniz?” deyince: ‘“Allah’a snrz. Biz
Ya’kûb ismindeki, doru, yal ve peygamber olan bir babann oullaryz ve hepimiz
kardeiz” dediler. Hz. Yûsuf (a.s.) “Kaç kardesiniz?” dediinde, onlar-: “Oniki
kardetik. Birisi öldü; dieri de, ölen kardeinden ötürü babasma teselli sebebi olsun
diye, babas ile birlikte kald. Biz, on karde olarak sana geldik” dediler. Hz. Yusuf
(a.s.) “Birinizi yanmda renin brakn. Babanzn peygamberliini, bana anlatmas için,
mutlaka o baba bir kardeinizi bana getirin” dedi. Bunun üzerine onlar, aralarnda
kurâ çektiler. em’ûn’a isabet etti. em’ûn, Hz. Yûsuf (a.s.) için, onlarn (o zaman)
en iyi düüneni idi. Böylece em’un’u Hz. Yûsuf’u» <«anna braktlar.
Üçüncü zah: Belki de, onlar babalarndan bahsedince, Hz. Yûsuf (a.s.): “öyle
ise onu yapayalnz braktnz?” dedi. Onlar “Hayr onu yalnz brakmadk.
niçin
“
Aksine onun yannda birisi kald” dediler. Bunun üzerine Hz. Yusuf (a.s.): Babanz
niçin onu seçti. Bir sakatlndan dolay m bu ii ona verdi?” öe di. Onlar: “Hayr,
aksine babamz onu, dier evladlarindan daha çok sevdii için seçti” dediler. Bundan
dolay» Yûsuf (a.s.): “Siz, babanzn âlim, hakim, rastgele hareket etmeyen birisi
olduunu söylediniz. Sonra da, o kardeinizi daha çok sevdiini söylediinize göre
gördüüm kadar ile hepiniz de âlim, faziletli ve hakim kimseler olduunuza göte,
o kardeinizin fazilet ve olgunluk bakmndan sizden daha üstün olmas gerekir.
O kardeinizi görmek istiyorum. Onu bana getirin” dedi.
278 / 13. C:il1 TEFSÎR-I KEBÎR
Daha sonra Cenâb- Hak, Hz. Yusuf (a.s.)’un: Jîi OjjS Sf'
”
“Görmüyor musunuz, tam ö/çek veriyorum dediini bildirmitir. Bu, “Ben, tam
ölçüp veriyorum, cimrilik etmiyorum. O kardeiniz için de size bir deve yükü fazla
Çünkü etmeye mecbur idiler. Onu elde edebilmek de, ancak elinde
onlar yiyecek elde
yiyecek bulunan bu kimse vastasyla mümkündü. Binâenaleyh o onlara, yanna
gelmeyi yasak edince, bu son derece ileri bir tehdid ve korkutma olmu olur.
“Onu babasndan istemeye çalrz. Herhalde (bunu) yapabiliriz” dediler. Bu, “Biz,
onu onun elinden almaya çalrz ve bunun yolunu ararz. Herhalde bunu
becerebiliriz” demektir. Bu ikinci cümlenin gayesi, te’kiddir. Bu cümlenin, “Biz, onu
sana getirebiliriz” manasna gelebilecei gibi, “Bu konuda elimizden geleni yaparz”
mânasnda olmas da muhtemeldir.
n. Cüz, YOSUF SÜRES 12/62-64 13. C !
't / 279
(Yusuf, 62-64).
BRNC MESELE fiiyanihî eklinde; dier kraat imamlar ise, elifiz olarak,
Kraat Meselesi tâ ile, fityetihi eklinde okumulardr ki, her iki ekil de
uygundur. Bu tpk, sbyân ile sbye ve ihvan ile ihve
kelimelerinde olduu Ebu Ali el-Farisî öyle demitir. “Fltye kelimesi, fetâ
gibidir.
(genç, uak) kelimesinin çoulu olup az saydaki kimseler için kullanlr. Fityân ise,
sayca çok olan gençler hakknda kullanlr. Onun, az saydaki gençler (kuaklar) için
kullanlmak üzere türetilmi olmasnn izah öyledir: Hz. Yûsuf’un kardelerinin
sermayelerini, onlarn yüklerinin içine koyanlarn miktarlar sayca azdrlar. Çünkü
bu i, sr kabîlindendir. u halde, bunun, çok saydaki kimseden gizli tutulmas
gerekirdi.
“Fütyân” eklinin, sayca çok olan grup için kullanlmasnn izah da öyledir:
“
Hz. Yusuf (a.s.), Sermâyelerini yüklerinin içine koyun” demitir. Bu ifâdedeki
,
“yükler (rihâl)” kelimesi, fazla sayda yükü ifâde eden bir kelimedir. Binâenaleyh
bu ii yüklenenlerin de fazla sayda kimseler olmas gerekir.
280 / 1.1, Cilt TEFSlR-i KEBÎR
babalarnn yannda,
2) O, tekrar Msr'a gelmelerini salayacak bir parann
olmamasndan korkmutur.
Yusuf onlara, kendilerine hiçbir ayp ve de minnet altnda kalma duygusu ârz
6)
olmayacak bir üslub ve yolla, ihsanda bulunmak istemitir.
Daha sonra Cenâb- Hak, babalarnn yanna vardklar zaman onlarn, & lîli U
JJnJI “Bu suretle babalarna dönüp vardklar zaman “Ey babamz , bizden ölçek
&
/aman bundan men olundular. te onlarn, “bizden ölçek yasakland” ifâdesiyle buna
iâret edilmitir.”
Daha sonra onlar, J Ü tflj “Biz, mutlaka onu muhafaza ederiz” dediler.
Böylece de, onu koruyacaklarna dair ona teminat verdiler. Onlar bunu söyleyince
... ... 7 > tt
Jp IS&A US V
. .1 ? ."l i
> ti '
de demitiniz ve bana: “Biz onu mutlaka muhafaza ederiz” (Yusuf, 12) diyerek, onu
koruyacanza dair bana teminat vermitiniz. Sonra burada ayn eyi söylüyorsunuz.
Orda güvendiim gibi, burada da m
size güveneyim?” Yani, “Nasl o zaman
Ljli aji 4 îj "Allah için ; o, binici olarak çok iyidir” demeleri gibidir Yine bu
kelimenin hâl olmak üzere hâfzan eklinde okunduu da söylenmitir. Dier kraat
imamlar ise.masdarolarak elifsiz hfzan eklinde okumulardr. Yani, “Allah, korunak
bakmndan sizden daha hayrldr”; baka bir ihtimal ile “Bünyamin’i Allah’n
korumas, korumanzdan daha hayrldr” demektir. Bu ifâdeyi A’me j-V-
sizin
Öuna göre eer, "Daha önceki olaylar müahede etmi olduu halde, daha niye
Bünyamin’i onlarla yollad?” denilirse deriz ki:
Buna göre eer: “Allah en hayrl koruyucudur” ifadesi, onun o zaman, olu
Bünyamin’in onlarla beraber gitmesine izin verdiine delâlet eder mi?” denilirse,
deriz ki:
Ekser ulemâ öyle demitir: "Bu, buna delâlet eder. Dierleriyse, delâlet etmez”
demilerdir. Bu hususta iki izah ekli bulunmaktadr:
Daha sonra Cenâb- Hak, öSj ' jJ*-j “Sermayelerini kendilerine geri
1) Onlar, Yusuf’u büyük kerem ve cömertlikle vasfetmiler ve: “Biz öyle bir
adamn yanna vardk ki, son derece cömert. Bize, biri öylesine ikramda bulundu
ve bizi öylesine güzel arlad ki, ayet o, Yakub sülalesinden olsayd bunu yapmazd”
demilerdir. te onlarn, ma nebgî sözü, “Yaptmz bu vasf ve nitelemeyle yalan
peinde deiliz; olmam olan bir eyi de anlatmyoruz” anlamndadr.
Bunun anlam udur: "O, ikrâm ve izzette öyle bir mertebeye ulamtr
2) ki,
bundan öte baka bir ey olamaz. Bize son derece ikrâmda bulunduktan sonra, bir
de üstelik sermayemizin bize geri verilmesini emretmitir!.”
Bil ki biz, mâ’y istifham manasna alrsak, kelâmn takdiri öyle olur: "Bu ikrâmn
üzerinde daha ne istiyoruz? Zira adam; paralarmz bize iâde etti. Ona tekrar
vardmzda âilemize zahire Kardeimizi koruruz. Kardeimizin de orada
getiririz.
bulunmasyla, bir deve yükü daha fâzla zahire alrz.” Esma’î öyle demitir.
"Arapça’da bir kimse ailesi için yiyecek kazanp getirdii zaman - ijtf
”
Ayetteki jjj “Bir deve yükü zahire de fazladan alrz” ifadesinin ânlam
ise udur: “Yusuf (a. s.), her adama bir deve yükü yiyecek veriyordu. te onun kardei
J'Jftnyamin de oraya giderse, hiç üphesiz bu yük artacaktr.”
Cenâb- Hakk’n, JuT &I3 “Bu (seferki aldmz) az bir ölçektir" tabirine
1) Mukâtil öyle demitir: Bunun manas “Bu ölçek, böylesi cömert ve infak edip
harcamaya böylesi dükün bir kimse için azdr” eklindedir ki bu, Zeccâc’n tercih
ettii görütür.
“Etrafnz kuatlp
kalmanz müstesnâ), onu bana muhakkak
(çaresiz
getireceinize dair, Allah’dan, bana salam bir taahhüd vermedikçe onu
sizinle beraber göndermem” dedi. Artk ona teminatlarn verince O da:
,
Bil ki, burada geçen mevtk kelimesi, sika manasnda bir masdar olup, bu,
"kendisine Itimad edilen söz, ahid” demektir. O halde, bu kelime ism-i mef’ul
manasnda bir masdardr. Buna göre "Siz bana, kendisine güvenilir bir söz
vermediiniz sürece ben onu sizinle berâber yollamayacam’’ demek istemitir.
Mlnellah ifâdesinin manas "Onu, Allah’ ahit tutmak ve Allah'n adn anarak ona
yemin etmek suretiyle, kendisine güvenilen bir ahid, söz" anlamndadr. Ayetteki
kelimesinin bana lâm gelmitir. Zira biz, ^ j* Uf}* ifâdesiyle, yemin manasnn
kasdedilmi olduunu açklamtk. Buna göre kelamn takdiri: "Onu, muhakkak
surette bana getireceinize dair, Allah’a yemin etmedikçe” eklindedir.
hali müstesna; ite benim yanmda ancak bu bir mazeret olur.” Araplar birisinin
ölümü yaklat zaman M— derler. Nitekim Cenâb- Allah da
“Ona, onu helak edecek ey isâbet etti” manasnda olmak üzere »yk Jau*4j
“Onun bütün serveti istilaya uratld” (Kent. 42) buyurmutur. Yine Cenâb- Hak
<r-v.
Ja ^' r*'
“Sanrlar ki onlar çepeçevre kuatlmlardr” (Yunus, 22)
tabiri,
kinci Görü: olduu görütür. Buna göre
Bu, Katâde’nin zikretmi ^
"Ancak, malup ve makhûr olup da, geri dönememeniz müstesnâ”
A
anlamndadr.
Cenâb- Hak sonra, jSj J yu U tiil jti «jsi tlü “Artk ona
v
.V
Bil ki, Ya’kûb (a.s.)’un oullar, Msr’a doru hareket etmeye niyetlendiklerinde,
mükemmellik, güzellik ve tek
1)
bir adamn oullar olmak özelliklerinden dolay Ya’kûb
“
(a. s.) onlara, Hepiniz bir kapdan girmeyin, ayr ayr kaplardan girin demitir.
Bu hususta
2) iki görü bulunmaktadr:
Nazar Demesi Hakknda
Birincisi: Bu, müfessirlerin cumhurunun görüü olup, bana göre Ya’kûb (a.s.),
3) göz
onlara demesinden korkmutur. Bize göre, burada, bahsedilmesi gereken iki
makam vardr:
Birinci Makam: Göz demesi, nazarn hak olduunun isbât edilmesi. Buna, birçok
ey delâlet etmektedir:
*
etmeleridir.
gördüm. Sonra, günün sonunda tekrar vardmda se, acsnn sona ermi olduunu
gördüm. Bunun üzerine bana öyle dedi: “ Cebrail bana furkanm (acdan kurtulu
reçetemi) getirdi ve bana öyle dedi: «uUj j* diijl 41' _(*-h
“
Allah’n adyla, seni, sana eziyyet veren her eye, her kem göze
ve her hasetçiye kar
okuyor ve tedavi ediyorum. Allah sana ifâ. versin”(21> dedi,
liunun üzerine ben, iyileip ayaa kalktm
4) Rivayet edildiine göre, Cafer bn Ebî Tallb’in oullar parlak, beyaz tenli
delikanllar idiler. Bundan dölay Esmâ (r.a.) “Ya Resulallah, onlara,çabuk göz deer.
kem gözlere kar okuyup üfleyeyim mi?”
Onlara dedi. Hz. Peygamber de ona; “Evet”
cevâbn verdi.
î>) Hz. Peygamber’in u hadisi: jAl jÂ\ ç^J jO dlT jJj jr ji/l\
“ Göz demesi gerçek bir olaydr. ayet herhangi bir eyi kaderi geçseydi, göz,
” (22)
kaderi geçerdi.
7) Hz. Aie (r.a) nazar vuran (gözü deen) kimseye abdest almasn, sonra da
bu suyla, kendisine göz deen kimsenin ykanmasn tavsiye ederdi.
kinci Makam, göz demesinin mahiyetini izah etme hakkndadr. Biz deriz ki:
Ebu Ali el-Cübbaî, bunu iddetle reddetmitir. Fakat inkârna dair, hüccet bir.yana,
üpheden baka bir ey zikredememitir. Ama, göz demesinin olduunu kabul edip
bunu ikrar edenler, bu hususta birçok izah yapmlardr:
görülür.” Kadl: “Bu görü zayftr; çünkü, eer durum onun dedii gibi olsayd, bunun
güzel olmayan kimse üzerinde de, güzel olan kimse üzerindeki gibi müessir olmas
gerekirdi” demitir. Bil ki, bu itiraz zayftr; çünkü bir kimse, bireyin güzel olduunu
görse, kendi çocuunu ve kendi bahçesini güzel gördüü zamanki gibi, onun o
güzellii üzere kalmasn ister ve yine bazen de, haset eden kimsenin dümannn
elindeki eye kar hased duyduu zamanki gibi, onun o güzellii üzere kalmasn
istemez. Binâenaleyh, birinci durum olursa, bu kimsede, bu güzel görme esnasnda,
o güzelliin Kaybolacana dair iddetli bir ;.o r ku meydana gelir. iddetli korku da,
rûhun, kalbin içinde skp kalmasn iktiza eder. te o zaman, rûh ve kalb çok snr.
O zaman, rûh- basirede, kuvvetli ve scak bir hal meydana gelir, ikinci durum söz
konusu olduunda bu güzel görme esnasnda, iddetli bir haset; ve bu nimetin
dümann elinde olmas sebebiyle de büyük bir hüzün, keder meydana gelir. Hüzün
ve keder de, yine rûhun kalb içinde skp
kalmasna sebeb olur. Bu durumda da,
iddetli bir snma meydana gelir. Binâenaleyh, böylece sabit olur ki, bu kuvvetli olan
güzel görme esnasnda rûh, gerçekten snr ve böylece, güzel görmedii zamanki
durumun aksine, gözün ualar da snr. Çünkü bu snma, o zaman meydana gelmez.:
Böylece, bu iki durum arasndaki fark ortaya çkmaktadr. te bundan dolay Hz.
Peygamber (s.a.s.), gözü bakasna isabet edene abdest almasn, kendisine göz
isâbet edene de ykanmasn emretmitir.
scaklk, soukluk, rutûbet ve kuruluk gibi, bu hissi ve maddî keyfiyetlere göre olmayp
aksine, srf psikolojik bir tesir olmas, onda maddî ve cismanî etkilerin hiçbir alâkasnn
bulunmamasdr. Buna delâlet eden de udur: Eni dar olan bir levha, yere
konulduunda, insan onun üzerinde yürüyebilir. Fakat o levha, yüksek iki duvar
üzerine konulduunda, insan onun üzerinden yürüyüp geçemez. Bu srf, o kimsenin
oradan düeceinden korkmasndan ileri gelir. Binâenaleyh, anlyoruz ki psikolojik
tesirler mevcuttur. .
gösteren bir ey bulunmamaktadr. Çünkü, eer göz demesi hak ise, Allah onun
tesirini izâle etmeye de kâdirdir.
Üçüncüsü: Hz. Ya’kûb (a.s.), olu Yusuf’un Msr hükümdar olduunu biliyordu.
Fakat, Cenâb- Allah ona, bunu izhâr etme izni vermemiti. Bundan dolay o, oullarn
onun yanna yollarken, “hepiniz bir kapdan girmeyin, ayr ayr kaplardan girin”
demiti. Bundan maksad ise Bünyamin’in Yusuf'un yalnz olduu bir vakitte yanna
varmasn temin etmek idi. Bu, brahim en-Nehaî’nin görüüdür.
gideremem” demesine gelince: Bil ki insan, bu dünyada geçerli olan sebeplere riâyet
etmekle ve ayn zamanda, kendisine ancak, Allah’n takdir etmi olduu eyin
geleceine ve saknmann kendisini kaderden kurtaramayacana kesin olarak
inanmakla memurdur. Bununla beraber insan, öldürücü eylerden, zararl
yiyeceklerden saknmakla; imkân nisbetinde faydal eyleri elde edip zararlar
defetmeye gayret sarfetmeye de memurdur. Sonra bununla beraber onun, kendisine
ancak Allah’n takdir ettii eyin geleceini, ancak Allah’n diledii eyin var
olabileceini kesin olarak kabul etmesi gerekir. te, Hz. Ya’kûb’un, “hepiniz bir
kapdan girmeyin, ayr yar kaplardan girin” sözü, bu dünyada geçerli olan
“
sebeplere riayet etmeye bir iaret; Allah’n kazasndan hiç bir eyi sizden
290 /I V Cilt TEFSÎR-t KEBR
gideremem” sözü de, sebeplere iltifat etmemeye, srf tevhide ve Allah’n dndaki
her eyden beri olmaya bir iârettir.
Bir kimsenin, “Bu iki sözü ayn anda söylemek nasl mümkün olabilmitir?’’
eklindeki sözü, sadece bu meseleye has bir söz deildir. Çünkü, saîd (cennetlik)
olann, daha annesinin karnnda iken saîd olduuna; yine akî (cehennemlik) olann
da daha annesinin karnnda akî olduuna inanmamzla beraber, tâatlarn ifa edilip,
günah ve ma'siyetlerden saknlmas gerektii hususunda bir anlamazlk
bulunmamaktadr. Burada da böyledir. Yeriz, içeriz, zehirlenmekten, atee girmekten
saknrz, bununla beraber ölüm ve hayat ancak, Allah’n takdiriyle olur. Ya’kûb’un
meselesinde de durum ayndr. Öyleyse bu sorunun sadece bu meseleye has
olmad; aksine, cebr ve kader meselesinin srryla alâkal bir konu olduu ortaya
çkar. Dorusu gerçek udur
Kulun, bütün güç ve gayretiyle çabalamas gerekir.
ki:
Bu, en son derecedeki çabalar ve gayretlerden sonra, o bilir ki, varlk âlemine giren
her ey mutlaka Allah’n kazâs, kaderi, meîeti ve hikmeti ile hükmünün sebkat
etmesi sayesindedir.
deildir’’ diyerek tekîd etmitir. Bil ki bu, bizim kaza ve kader görüümüzün
doruluuna delâlet eden en kuvvetli delillerdendir. Bu böyledir. Çünkü hükm
kelimesi ilzâm etmek, gerektirmek ve zddn men etmek manasnadr. te bundan
ötürüdür ki, hayvan geminin azl, hayvan yanl hareketlerden alkoyduu için
hakeme diye isimlendirilmitir. Hükme de, mümkün olan iki taraftan birinin, dier
tarafn meydana gelmesi imkansz olacak bir biçimde, dierine tercih edilmesini
gerektirdii için “hüküm” ad verilmitir. te Allah Teâlâ, ifade ettiimiz manasyla,
hükmün ancak kendisine âit olduunu beyân etmitir. Bu, bütün mümkinâtn, dolayl
veya dolaysz olarak, Allah’n kaza, kader, meiet ve hükmüne dayandna delâlet
eder.
lüvokkül bahsinde bu hususu geni ve tafsilatl bir ekilde anlatmtr. Daha geni
bilgi isteyenler, oraya müracaat etsinler.
öyle demilerdir: Ya’kûb (a. s.), “Allah’n kazasndan hiç bir eyi
Müfessirler
sizden gideremem” deyince, Cenâb- Allah’da, bu sözünde onu tasdik ederek,
“Onlarn, bu ayn ayr kaplardan girii, Allah’n takdir ettii hiçbireyi geri çeviremez”
buyurmutur. Bu hususta iki bahis vardr:
Birinci Bahis: bn Abbas (r.a.) öyle demitir. “Bu, “ Onlarn ayr ayr kaplardan
ehre ne Allah’n kazasn, ne de Allah’n takdir ettii herhangi bir eyi
girmeleri,
geri çeviremez” demektir.” Zeccâc ise öyle demitir: “Onlara göz demesi
mukadder ise, toplu olduklar halde isabet edecei gibi, dank olduklar halde de
sabet eder^bnü’l-Enbârîde öyle demitir: “Eer Allah’n ilmi ve kaderinde, birarada
olduklar zaman, onlara göz demesi mukadder ise, onlarn ayr ayr gelmeleri de
birarada bulunmalar gibidir.” Bütün bu sözler, birbirine yakn olup, hepsinin özü
kinci Bahis: Ayetteki min ey kelimesi mef’ul olduu için, mahallen mansub
elmas muhtemel olduu gibi, fûii olarak raf’ mahallinde olmas da muhtemeldir. Birinci
“Onlarn ayr ayr girmeleri, Allah Teâlâ’nn kaza ve kaderinden hiçbir eye fayda
vermez, yani, onlarn böyle dank bulunmalar, Allah’n kazasndan hiçbireyi dta
brakmaz” eklinde olur.
”
Daha sonra âlimler, buradaki “hâcet” kelimesi ile ilgili birkaç izah zikretmilerdir:
Daha sonra Cenâb- Hak, ûji&S/ ^$1 jS't 'jfSj “Fakat insanlarn çou
bilmezler” buyurmutur. Bununla ilgili iki izah ekli vardr:
“
2) Bu, "Onlar, Ya’kûb'un bunu bildiini bilemezler" demektir. nsanlarn çou”
•ladesi ile, mürikler kastedilmitir. Çünkü onlar, Allah’n velilerini (dostlarn), hem
dünyada, hem de ahirette fayda verecek ilimlere nasl ulatrm olduunu bilmezler.
‘‘Onlar Yûsuf’un huzuruna girince o, kardeini kendi yanma ald: “‘Ben senin
kardeinim. Onlarn yapm olduklarna tasalanma" dedi. Yûsuf, onlarn
yüklerini hazrlaynca, su kabn öz kardeinin yükü içine koyup saklad.
Sonra bir münâdi arkalarndan öyle seslendi: “Ey kâfile, (durun), siz üphe
yok ki hrszsnz." Onlar o münâdiîere dönerek, “Ne kaybettiniz?” dediler.
,
Dediler ki: “Padiahn su kabm eriyoruz. Onu getirene bir deve yükü (bahi)
var. Ben de buna kefilim”
(Yusuf, 60-72).
Yûsuf’un öz kardei Bünyamin’i ona getirince, Hz. Yusuf (a. s.) onlara
Bil ki onlar,
ikramda bulunup, misafir etti. Onlar ikier ikier ayr sofralara oturttu. Bunun üzerine
Bünyamin tek kalp alad ve "Kardeim Yûsuf sa olsayd,, o da beni yanna
oturturdu "'dedi. Bunun üzerine Hz. Yûsuf, onlara: "Kardeiniz tek kald" deyip, onu
da kendisinin bulunduu sofrada yanna oturttu. Sonra onlarn ikier ikier ayr ayr
Onu da benim yanmda brakn"
odalara yerletirilmelerini emretti ve: "Bu, tek kald.
dedi. Böylece O Bünyamin’i kendi yanna ald. Yûsuf (a.s.), onun öldüünü sand
kardei için üzüldüünü görünce: "Benim senin o ölen kardeinin yerini almam ister
misin?" dedi. O: "Senin gibi kardei kim bulabilir? Fakat sen, Ya’kûb’un ve Rahiyl’in
olu deilsin" dedi. Bunun üzerine, Yûsuf (a.s.) alad, kalkp onu kucaklad ve: "Ben,
enin o kardeinim Binâenaleyh onlarn yaptklarna aldrma” dedi.
Bunu iyice anladnda biz diyoruz ki: Ayetteki, “O, kardeini kendi yanma ald”
cümlesi, "O, onu, kendi barnd yere alp, orada misafir etti” demektir.
”
Vehb öyle demitir: “O, bu sözü ile, onun kendisinin neseb cihetinden kardei
1)
olduu manasna deil, fakat yalnzlk hissetmiyesin diye, seni yanma alp avutma
bakmndan, kardein yerini tutarm” manasn kastetmitir.”
“
Onun, °j4* Sü Tasalanma ” sözü hususunda, dilciler öyle demilerdir:
"Bu kelime, zarar vermek ve çetin olmak manasna gelen bü’s masdarmn iftiâl
b) Hz. Yûsuf (a.s.)’un kalbinde, hiçbir dümanlk yoktu ve kardelerine kar saf
ve temizdi. Bundan dolay O, kardei Bünyamin’in kalbini de onlara kar iyi niyetli
hale getirmek istemi ve: “Onlarn yapm olduklarna tasalanma, aldrma” demitir.
Bu, ‘‘Onlarn önceden yapm olduklar eylere ve kötü ilerine aldrma, önem verme”
demektir.
"Yûsuf, onlarn
Sonra Cenâb- Hak Jri J
yüklerini hazrlaynca, su kabn öz kardeinin yükü içine koyup saklad demitir.
Çünkü böylesine büyük bir padiahn su kabnn ölçek olarak kullanlmas uygun
deildir. Bunun, hayvanlara su verilmek ayn zamanda da ölçek olarak
için kullanlan,
kullanlan bir kab olduu söylenmitir ki, doruya en yakn olan budur” demitir. Daha
sonra sözüne devamla öyle demitir: “Bunun altn kaplama gümü bir kap olduu
söylendii gibi, hep altn ve çeitli kymetli talarla süslü bir kab olduu da
söylenmitir. Bu görü de, uzak bir ihtimaldir. Çünkü hayvanlarn suland kab, böyle
olmaz. Bu hususta en doru olan, onun kymetli bir kab olduunu söylemektir. Fakat
bu, onlarn söyledii kadar da olmamaldr/’
Çünkü tef’il bab, o fiilin tekrar tekrar yapldn ifâde eder. Bunun, bir tek bildirme
manasna olmas da mümkündür. Çünkü Araplar çou yerde, tef’il babn, if’âl bab
yerinde kullanrlar.”
Sibeveyh öyle demitir: “Hem ezintü hem de ezzentü fiilleri, “Bildirdim, ilân
b)
Ayetteki b //«J p&\ j-*' t$?l “Ey kâfile (durun), siz üphe yok ki hrszsnz”
cümlesine gelince, Ebu’i-Meysem öyle demitir: “Üzerine binilip gidilen deve, eek
ve katr gibi herey sadece devedir” diyen kimsenin görüü yanltr.
“îyr”d.r. “îyr,
p
Ey Allah’n atlar, yani atllar ve süvarileri, bininiz!” tabirinde olduu gibi, “kafilede
2VG / .v Cilt
TEFSR KEBÎR
ona: “Ben, seni burada alkoymak istiyorum. Bunun ise, hileden baka bir yolu u
yoktur. Eer buna raz isen, sen bilirsin, i sana kalm” dedi. O da, hakknda böyle
denilmesine raz oldu. Bu izaha göre, Bünyâmin’in bu sözden dolay
kalbi, hiç elem
duymad; böylece de bu söz, Hz. Yusuf için bir günah olmaktan çkt.
Müfessirler öyle demilerdir: “Hz. Yûsuf’un kardeleri iki hususa yemin ettiler:
Birincisi, oraya, fesat çkarmak için gelmediklerine dair yemin etmeleridir. Çünkü,
onlarn hallerinden, ne yemek suretiyle, ne de hayvanlarn tarlalara salvermek
suretiyle olsun, kimseye zarar vermeyip insanlarn mallarn kullanmaktan tamamiyle
kaçndklar anlalmtr. Hatta onlarn, ekinleri girip yemesin diye, hayvanlarnn
azlarn baladklar ve devaml olarak, çok çeitli ibâdet yapmakta olduklar rivâyet
edilmitir. Bu özellikte olan kimselerinse, yeryüzünde fesat çkarmalar uygun dümez.
kincisi ise, kendilerinin hrsz olmadna ve bu hususta kesin ahitleri bulunduuna
dair yemin etmeleridir. Çünkü onlar sermâyelerini, daha önce yüklerinin içinde
bulduklar zaman, onu memleketlerinden Msr’a geri getirmiler, onu kendileri için
alkoymay helâl saymamlard. Hrsz ise, kesinlikle böyle yapmaz. Sonra onlar,
kendilerinin bu töhmetten berî ve masum olduklarn beyân edince, Hz. Yûsuf’un
adamlar: “Eer yalanclar iseniz, (çalann) cezas nedir?” demi, onlar da: “Onun
cezas yükünde (çalnan maln) bulunduu kimsenin kendisidir; ite o kimse, bunun
cezasdr” diyerek cevap vermilerdir.
Onlarn eriatnda Hrszn Cezas
bn Abbas (r.a.) öyle demitir. “Onlar o zamanlar, her hrsz, hrszl sebebiyle
köle sayyoriard. Onlarn eriatinde hrszn köle saylmas bizim eriatimizde, ellerinin
kesilmesinin farz olmas yerine geçiyordu...” Ayetin manas, “Bu cürmün cezâs,
çalnan mal, yükünün içinde bulunan kimsenin kendisidir. Yani, “o ahsn kendisi,
o cürmün cezasdr. Yani, onun köle edinilmesi, o cürmün cezasdr” eklindedir.
1) "Cezûuhu mübteda; drj J> j* ksm ise, onun haberidir.” Buna göre
mana, “Hrszln cezâs, yükü içinde çalnan maln bulunduu kimsenin kendisidir”
eklinde olur. Bu durumda «j'jr jji ifadesi ise, senin, “Hrszn cezâs elinin
kesilmesidir; ite, budur onun cezâs” sözünde olduu gibi, daha fazla açklamak
için getirilmi olur.
makamnda gelmi olan bir cümledir. Buna göre kelamn takdiri, sanki öyle denilmi
olmasdr: ji J rj j* “O’nun cezâs, yükünde, çalnan maln
300 / 13. Cilt TEFSÎR-! KKBlR
de içine bir ey konulduu zaman, onu sarp iyice ihata eden ey demektir. Derken,
Yûsuf (a. s.), su kabn kardeinin yükü arasnda bulup çkard. Haan el-Basrî bu
kelimeyi, vâv’n zammesiyle, vu’â eklinde okumutur ki, bu da bir baka kullan
eklidir. Sâi bn Cübeyr ise, vâv’ hemzeye çevirerek eklinde okumutur.
Buna göre eer, “Daha önce suvâ’ kelimesine râcî olan zamirler birkaç kez
müzekker klnm olduu halde, burada niçin müennes klnd?”denilirse biz deriz ki:
durum da caizdir. öyle de denilebilir: Belki Yûsuf (a.s.), o su kabn “skâye’,’ adamlar
ise “suvâ” Bundan dolay, Hz. Yûsuf’a ait olan yerlerde
olarak ifâde ediyorlard.
“sikâye” (müennes), adamlarla ilgili yerlerde “suvâ” (müzekker) eklinde vaki
oluyor. Katâde’den öyle dedii rivayet edilmitir: Hz. Yûsuf (a.s.) ne zaman bu su
kabna baksa, onlara yapt iftirâdan dolay tevbe ederek Allah’a istifâr ederdi.
Geriye kardeinden baka yükünü aramad hiç kimse kalmaynca, “Sanyorum ki
o eyi alan budur” der. Bunun üzerine dier kardeler, “Onun yükünü aratrmadkça,
gitmeyiz’’ dediler. Hz. Yûsuf (a.s.)’un adamlar. Bünyâmin’in eyasn aratrnca,
o su kabn, onun yükü içinde buldular. O esnada, Hz. Yûsuf'un adamlar, hrszlk
edenin alkonmasna karar verdiler. Bundan dolay onu boynundan tutup çekerek,
Hz. Yûsuf’un evine getirdiler.
Yûsuf’a böyle tedbir örettik. Yoksa o kraln dinine göre, kardeini alkoyamayacakt”
demitir. Bu ifâde ile ilgili iki bahis vardr:
Bilinci Bahis: Ayetin manasrBiz, Yûsuf’a, böylesi bir tedbir örettik” demektir.
Bu tabir hrszlk edenin köle olarak kabul edilmesine karar vermesine bir iarettir.
Bu, “Yûsuf’un kardelerinin söyledii o hüküm (ceza) gibi 6fr hükmü Yûsuf’a verdik"
demektir.
kinci Bahis: “Keyd”, hile ve tuzak manasn hatra getirir. Bu ise, Allah hakknda
câiz deildir. Fakat biz, bu gibi hususlarda nazar- dikkate alnmas gerekefl u
prensibi belirttik: Bu gibi lafzlar, bunlardan maksûd olan manalarn balangçlarna
deil, sonuçlarna (neticelerine) hamledilirler. Bu temel prensibi ili' i>\
Daha sonra âlimler, bu “keyd” ile neyin kastedildii hususunda ihtilaf etmilerdir:
13. Cüz. YÛSUF SÛRES 12/76 _ J 3. .Cilt / 301
Bazlar öyle demilerdir: “Bununla, “Hz. Yûsuf (a.s.)’un kardeleri, Hz. Yûsuf’un
bu tedbirini boa çkarmak için çalmlardr. Allah Teâlâ ise, Yûsuf’a yardm etmi,
onu takviye etmi ve onun iini üstün getirmitir” manas kastedilmitir.” Baz
müfessirler de, “Bu “Keyd”den maksad, Allah Teâlâ’nn, onun kardelerinin kalbine,
hrszlk yapann cezasnn, onun köle edinilmesi olduu hükmünü getirmesidir. te
maraba Yûsuf’un öz kardeinin yükü içinden çknca, dier kardeler haliyle, onun
köle olmasna hükmetmilerdir. Bu ise, Hz. Yûsuf (a.s.)’un kardeini yannda tutma
imkânn elde etmesine vesile olmutur” demilerdir.
Daha sonra Cenâb- Hak dAUi J
ûtS'U “Yoksa o, kraln dinine
Daha sonra Cenâb- Allah tUj ji “Biz kimi dilersek, onu nice
Bil ki bu ayet, ilmin, en erefli bir makam ve derece olduuna delâlet eder. Çünkü
Allah Teâlâ, Hz. Yûsuf (a.s.)’u, böyle bir çâre, tedbir ve bilgiye iletince, onu ite
bundan ötürü medhederek, “Biz kimi dilersek, onu nice derecelerle yükseltiriz”
buyurmutur. Hak Teâlâ, Hz. brâhim (a.s.) tevhidin delillerini ve günei, ay ve
“
yldzlar ilah olarak tanmaktan beri olduunu söylerken, onu da ayn ekilde, Biz
kimi dilersek, onu nice derecelerle yükseltiriz” (En âm. 83) buyurarak medhetmitir.
ite bu ayette de Yûsuf (a.s.)’un bu çâre ve düünceye nail etmesini, ayn tabirle
medhetmitir. Bu iki durum arasnda nice fark vardr.
302 / 13. Cilt TEFSÎR-t KEBÎR
Bil ki Mu’tezile, bu ayeti delil getirerek, Allah Teâlâ’nn ilmi ile deil, zat ile âlim
olduunu ileri sürerler ve“Eer Allah, ilmi ile âlim olmu olsayd, O
öyle derler:
ilim sahibi olurdu. Eer ilim sahibi olmu olsayd, bu ayetin genel hükmüne göre,
O’nun üstünde de daha iyi bilen baka biri olurdu ki, bu batldr.”
Bil ki, ehl-i sünnet âlimlerimiz öyle demilerdir: “Kur’ân’n baka birçok ayeti,
Allah’n ilim sfat olduunu göstermektedir. Mesela u
ayetler: “Kyametin ilmi, Allah
“
katindadr” (Lokman, 34) j Allah onu (Kur’ân’) ilmi ile indirdi” (Nisa, ise); “O’nun
ilminden, yalnz Allah’n dilediinden baka birey kavrayamazlar” (Bakara, 255) ve
“Hiçbir dii, O’nun ilmi olmakszn, gebe kalmaz ve dourmaz” (Fussiiet, 47)
Binâenaleyh durumu söz konusu olunca, biz, muarzmzn tutunmaya
bir tearuz
çalt bu ayeti özellikle varid olduu muhtevaya, yani Hz. Yûsuf ve kardeleri
hadisesi ile ilgili olarak manalandrdk. olsa olsa undan ibarettir: Yapdmz,
ayetteki bu umûmi ifadenin tahsis edilmesinden ibarettir amma, bu ister istemez
yaplmas gereken bir eydir.
bilendir"
(Yusul, 77).
”
de garib saylmaz. Çünkü onun ölmü olan öz kardei de bir hrsz idi.” Onlar bu
sözleri ile, “Biz onun yolu ve ahlak üzere deiliz. Bu yol, ona ve kardeine hastr.
Çünkü o ikisi baka anadandr” manasn kastetmilerdir. Alimler onlarn Hz. Yûsuf
(a.s.)'a isnad ettikleri o hrszlk hususunda deiik birkaç görü belirtmilerdir:
3) Hz. Yûsuf (a.s.)’un halas, onu çok severdi.Bundan dolay onu yannda tutmak
istiyordu. Halasnn yannda (evinde), Hz. shak (a.s.)’dan kalma bir kuak vard ve
onlar o kua teberrüken (bereketini umarak) muhafaza ediyorlard. Halas o kua
Hz. Yûsuf’un beline balad ve onun, o kua çaldn söyledi. Onlarn kanunlarna
göre de, hlrszlk yapann köle edinilmesi gerekiyordu. te böylece O, Yûsuf’u kendi
yannda klkoyabilmiti.
4) Hz. Yûsuf’un kardeleri, hrszl srf iftira ederek ona isnad ettiler. Çünkü
onlarn kalbleri, o hâdise üzerinden uzun bir müddet geçmesine ramen, Yûsuf’a
kar öfke ile dopdolu idi. te
bu hadise hased edenin kalbinin, kesinlikle o hased
ve kininden temizlenemeyeceini gösterir.
içine att, da
vurmad buyurmutur. Alimler, ayetteki hâ (bunu) zamirinin neye
Birinci Görü: Zeccâc öyle demitir: “Bu, bir “itial”dir. Yani, bireyi, daha
304 / 13. Cilt TEFSR-I KEBR
“
sonra açklamak art ile, bir zamirle nade etmektir. Bunun açklamas, Dedi ki: “Sizin
durumunuz daha kötü!" cümlesidir. Bu ifâde, bir "kelime” ve "cümle” hükmünde
olduu için, buna râci olan zamir müennes getirilmitir. Zira Araplar, bir dizi söze
"kelime” de derler. Buna göre sanki Cenâb* Hak, "Yûsuf, "Sizin durumunuz daha
kötü!” cümlesini, içinden geçirdi” demitir. bn Mes’ud (r.a.) bu zamiri, bununla "o
"söz” veya "o kelâm” manasn kasdederek, eklinde müzekker okumutur.
Ebu AH el-Ffirisi, Zeccâc’n görüünü zikredip, onu u iki bakmdan tenkid etmitir:
1) tigal, iki ksmdr: Birincisi: Müfred bir lafz ile açklanan zamirdir. Bu,
1*3 yJrj "Ne güzel adam, Zeyd!”' sözümüzde olduu gibidir. Mesela burada,
ni‘me kelimesinin altnda, onun fâili oian gizli bir zamir vardr ve "racul” kelimesi
o zamirin, tefsiridir. kincisi ise, o zamirin bir cümle ile açklanmasdr. Bunda asi
2) Allah Teâlâ, onun, “Sizin durumunuz daha kötü!” dediini bildirmitir. Bu,
Hz. Yûsuf’un bu sözü bizzat söylediini gösterir. Binâenaleyh eer biz, “Hz. Yûsuf
bu sözü içinden geçirdi, gizledi” der isek, Cenâb- Hakk’n, "O böyle dedi” eklindeki
sözü yalan olmu olur.
a) lk iki ksmn güzel ve yerinde oluundan, üçüncü bir ksmn yersiz ve kötü
olaca neticesi çkmaz.
b) Biz bunu, "Hz. Yûsuf, onu gizli olarak (içinden) söyledi” manasna alyoruz.
Bu manaya göre de, ileri sürülen husus, sâkt olur.
kadar onu onlara açklamad. Bunun, takdir edilen “makâle-söz, kavil” ifâdesine raci
olmas da caizdir. Buna göre mana, “Yûsuf, onlarn sözlerini içinde tuttu, saklad”
eklinde olur. Halk kelimesiyle mahluk, ilm kelimesiyle de mâlum manalar
kasdedildii gibi, makâle sözüyle de, onunla alâkal olan eyler kastedilmitir. Yani,
Yûsuf (a.s.), içinde, o hrszln nasl olduunu gizli tuttu, onlara onun nasl olduunu
ve bunda, onlar tenkit ve ta’n etmeyi gerektiren herhangi bir ey bulunmadn
açklamad.
ibn Abbas (r.a.)’n söyle dedii rivâyet edilmitir: "Yûsuf (a.s.) üç kez cezâya
uratld:
“Eer o çalm bulunuyorsa, zaten daha önce kardei de hrszlk etmiti” (Yusuf,
77) demeleriyle cezalandrld.
Daha sonra Cenâb- Hakk, Yusuf (a.s.)’un “Sizin durumunuz daha kötü” dediini
naklemitir ki bu, “Siz, daha evvel kardeinize zulmetmi, anababamza asi olmu;
derken, kardeinizi tutup kuyuya atm, daha sonra da yalan söylediinizi bile bile
babanza: "Onu kurt yedi” demi olmanz; derken onu, yirmi dirheme satmanz,
aradan uzun bir zaman geçmesine ramen, kalbinizdeki kin ve öfkenizin yok
olmamas ve böylece de ona hrszlk iftirasnda bulunmu olmanz sebebiyle, Allah
katnda daha erlisiniz” demektir.
Daha sonra Cenâb- Hak, O jL»j U< jAti $1 j “Allah sizin anlatmakta olduunuzun
mahiyetini çok iyi bilendir” buyurmutur. Cenâb- Hak, bu buyruu ile, Yusuf'un
hrszlnn Allah rzas için olduunu bildirmitir. Netice olarak diyebiliriz ki: Yusuf’un
hrszl hususunda yazlan bu izahlarn hiçbirisi, Yusuf’u zemmetmeyi ve knamay
gerektirmez. Buna göre mana, “Allah, sizin Yusuf’u tavsif ettiiniz o eyin, Yusuf’un
knanmasn gerektirip gerektirmeyeceini en iyi bilendir” eklinde olur.
* *
*
306 / 13. Cilt TEFSlR-l KEBÎR
“
Bil ki Allah Teâlâ, onlarn, Eer o çalm bulunuyorsa, onun daha evvel bir
b) Bize’ ikram edip, çokça verip, isteimizi en iyi bir ekilde yerine getirip,
yiyeceklerin parasn geri verdiin için, seni muhsinlerden biri olarak görüyoruz.
c) Rivayet edildiine göre, Hz. Yusuf (a. s), ktlk insanlar çok skp, onlar da
yiyecek satn alacak para bulamayp, yiyecek almak için kendilerini satnca, bu hadise
Msr halknn çounun, Hz. Yusuf’un kölesi olmasna sebep olmutur. Daha sonra
Yusuf (a.s) hepsini azâd edince, belki de Yusuf'un kardeleri ite bundan dolay,
"Biz seni köleleri azâd etmek suretiyle herkese ihsan edenlerden görüyoruz.
Binaenaleyh bunu da, dütüü durumdan kurtararak buna da iyilik et” dediler. Bunun
I t ('»/, YÛSUF SÛ Kl S 12/7H -79 13. ( ili / 307
mdi eer sorulursa ki: “Bu hadise batan sona, bir iftira ve bir düzendir. Öyle
ise nasl,önceden beri bir peygamber olmasna ramen, Hz. Yusuf'un bu uydurma
ie yönelmesi uygun olur? Halbuki insanlara sebepsiz yere eziyet etmek, hele hele
bu töhmet sebebiyle olunun alkonulduunu anladnda babasnn hüznü artp,
kederi iddetlenecek olunca, rnasum bir peygambere, böyle bir tertip içine girmek
nasl olur da uygun düer?"
(dolaysyle ecrini) artrmak dilemi, bundan ötürü de Yusuf’u affedip fidye almaktan
menetmitir. Bu tpk Cenâb- Hakk’n, Hz. Musa’nn, arkada (Hzr’a), hayatta
kalmas halinde mutlaka azacak ve kâfir olacak çocuu öldürmesini emretmesi gibidir.
308
L 1 - aK TEFSfR-l K EBlR
1) Eer
babalarnn yanna dönmeseler, o çok yal olduu için, yannda
evlâdndan hiçbiri olmakszn tek bana kalmas, büyük bir sknt douracakt.
3) Çou
kez Hz. Ya’kûb’un hatrna, bütün oullarnn öldüü gelecekti ki bu,
çok büyük bir keder demektir. Binâenaleyh, eer onlar babalarna yanlarnda
Bünyamin olmakszn dönecek olsalard, çok utanacaklard. Çünkü i, zâhiren, onlarn
ilk oluna hâinlik ettikleri gibi, bu oluna da hainlik ettikleri zannn douracakt. Hem
bu, onlarn babalarna verdikleri o güçlü söz ve ahidlerine, hiç deer vermediklerini
de düündürecekti. Bu sebeble, orasnn bir aknlk ve bir fikir al-veri yeri
olduunda üphe yok. te bu, en uygun ve en doruyu aratrmak için istiâre etmeyi
gerektiren tyir durumdur. Ayetteki, “Vakta ki artk ondan ümidlerini kestiler,
fsldaarak jbir yana çekildiler” buyruu ile, bu kastedilmitir.
. '
ayne’l fiili ile fâ’al fiilinin yer deitirmi olur. Binâenaleyh, olmu olur ki
bunun asl, J-’O dir.Daha sonra, hafiflik olsun diye hemze kaldrlmtr. KeAf
sahibi, ayetteki ' fiilinin, manasnda olduunu, sin ve tâ’nn mübalaa
çin getirildiini bunun tpk (Yûsuf. 32) tabirindeki gibi olduunu söylemitir.
(fsldaan) manasnadr. Cenâb- Hakk’n, \&J otijj “Onu, çok m ünd'caat eden bir
kimse olarak yaklatrdk ” (Meryem, 52) buyruunda da bu manadadr^
olmu saylrlar.
Cenâb- Hak jti “Büyükleri dedi ki" buyurmutur. Bununla, onlarn yaça
büyük olanlarnn kastedildii söylendii gibi, ki bu RûbiyePdir. Aklca büyük olanlarnn
kastedildii de söylenmiti ki o da, Yahûda’dr. Yahûda, onlar daha (önceki
hadisede), Hz. Yûsuf’u öldürmekten vazgeçiren kimsedir.
MO / 13. Cilt tepsIr-I kiibIr
J-,
’
w j? <v Babanzn
“ sizden Allah adyla te'minat alm
olduunu ve daha evvel Yûsuf hakknda ilediiniz kusuru ?”
bilmiyor musunuz
dediini bildirmitir.
bn Abbâs
öyle demitir: “Hz. Yûsuf (a. s.):
(r.a.)
sinidendi. O sinirlenip barnca, sesini duyan her gebe kadn çocuunu düürürdü
(yani öylesine korkunç barrd) ve bedenindeki bütün kllar diken diken olurdu;Yakûb
soyundan bir ona dokunmadkça da teskin olmazd. O, kardelerinden
kimse elini,
birine: “Msr halknn pazarclarna kar beni koruyun, ben de sizi padiaha kar
koruyaym” dedi. Bunun üzerine Hz. Yûsuf (a.s.), küçük oluna: “Ona dokun” dedi.
O da ona dokununca, Yahûda’nn gazab teskin oluverdi. Yahûdâ, yeniden
barmaya niyetlenince, Hz. Yûsuf (a.s.) yere indi, onun elbisesinden tutup çekti,
o yere dütü ve o anda, “Ey Aziz Kii” dedi. Onlar, Yûsuf(a.s.)’un isteklerini kabul
etmesinden ümidlerini tamamen kesince, aralarnda istiare etmeye balayarak,
“üphesiz babamz, bizden Allah adna büyük bir söz ald. Hem sonra biz zaten Yûsuf
hadisesinden dolay da töhmet altndayz. Bu belâdan nasl kurtulacaz?” dediler.
b) Bu, mâ-i masdariyye olup, mahallen merfû ve mübtedadr, j3 ‘j* “daha evvel”
onun haberidir. Manas: “Sizden Yûsuf hakknda da
'zarf da, bir arlnz daha
evvel sâdr olmutu” demektir.
d) Bu, ism-i mevsûl manasna olup, “Bundan önce Yûsuf (a.s.) hakknda yapm
olduunuz ifratnz, o büyük hâinliinizi bilmiyor musunuz?” eklindedir. O halde
yaplan her iki izaha göre, bu ifade, mahallen hem merfudur, hem de mansubtur.
Daha sonra O, ’JJ- y>j lûi j' J3 oiU Jâ- (j>‘^ jis
Buna göre ayet, “Bünyamin, özellikle doyurucu cevap verip, o tas yüküne
koyann, daha önce de onlarn yüklerine sermayelerini geri koyan kimse olduunu
söylediine göre, daha nasl onlar, delil olmad halde, Bünyamin’in hrsz olduuna
karar vermilerdir?” denirse, buna birkaç ekilde cevap verilir:
buyurmutur.
3) Senin olunun üzerinde, hrszla benzer bir durum ortaya çkmtr.” Böylesi
eylere de hrszlk Çünkü birbirine benzer iki eyin birinin ismini dieri için
denir.
de kullanmak, Kur'ân’a göre mümkündür. Nitekim Cenâb- Hak, “Kötülüün karl
ona denk bir kötülüktür (urâ. 40) buyurmutur.
baka birey olmasn gerektirir. Birde Hz. Peygamber (s.a.s.), l$il p-ilü' cJJt bi
“Bireyi, ancak günei bildiin gibi bildiin zaman, ona âhidlik et” buyurmutur
24) Yani, kardeleri, kendi deerlendirmelerini söylemi olmayp Hükümdarn adamlarnn Bünyamin
aleyhindeki iddalarn nakletmi oluyorlar (ç).
\\. Cüz, YÛSUF SÛRES 12/81-82 13
:
_CII '_}}}
manasnadr.
Hayr, hayr, aksine bunu ona bir maksadnzdan ötürü siz söylemisinizdir” dediinde
onlar: “Biz bu hükmü ona, henüz bu hadise bamza gelmezden önce söylemitik.
çine dütüümüz bu eyin, bamza geleceini o esnada bilemezdik” demilerdir.
“
Buna göre ayetteki, Gaybm bekçileri de deiliz” cümlesi, ite buna bir iarettir.
Eer, “Bu görüe göre Ya’kûb (a.s.)’un Allah’n bu hükmünü gizlemeye gayret
göstermesi (oullarnn gizlemi olmasn istemesi) ne derece dorudur?” denilirse,
biz deriz ki: Belki de hüküm, mal çalnan kimsenin müslüman olmas artna
balanmt. te bunda ötürü o, bu hükmün kâfir sand o padiahtan saklanmasnn
mümkün olduunu düünmütür.
Daha sonra Cenâb- Hak onlarn, dii jjij Ljj û J\
“stersen, içinde bulunduumuz (döndüümüz) o ehrin ahalisine de, içlerinde
geldiimiz kervana da sor” dediini anlatmtr.
Bil ki onlar zaten Yûsuf hadisesinden dolay itham altnda olduklar için, bu (yeni)
üzerinde bulunan ve hrszlk ile bunun aratrlmas hadisesinin cereyan ettii bir
yer olduunu söylemilerdir. Bu hususta u iki izah yaplmtr:
a) Bununla, “O ehrin ahâlisine sor” manas kastedilmitir. Fakat ksa -ve veciz
r
:ifiur diye muzaf olan “ahâlisi” kelimesi hazfedilmitir. Böylesi mecazî ifâdeler
. . .îpça’da mehur ve yaygndr. Ebu Ali el-Fârisî: “Arapça’da bunun câiz olmadn
s' »yitmek, tpk zarûrî eyleri kabul etmemek ve maddi varlklar inkâr etmek gibi olur"
ds-miiir.
o) Ebu Bekr ehire sor, kervana sor, duvarlara sor, onlar sana
el-Enbâri: “Bu,
söyler ve bizim doru söylediimizi sana anlatrlar. Çünkü sen, Allah’n en büyük
peygamberlerindensin. Allah’n, bir mucize olarak bu cansz eyleri konuturmas
ve sana bizim söylediklerimizin doru olduunu haber vermesi uzak bir ihtimal
Burada u ekilde, üçüncü bir izah daha yaplabilir: Birey tamamen ortaya çkp,
kapal taraf kalmad
zaman, "Onu göklere, yere ve bütün her eye sor” denilir
ki, bundan murad, o eyin, hakknda üphe kalmayacak derecede ortaya çkmasdr.
• ** s> •
Sonra, sözlerini iyice te’kîd edip anlatnca, 0 Clj “Biz, üphe yok ki
doru söylüyoruz” yani, “Bizi töhmet altnda tutsan da, tutmasan da, biz doruyuz”
demilerdir. Onlarn bu sözden gayeleri, kendi kendilerinin doruluunu ifâde etmek
Çünkü bu, bireyi yine
deildir. kendisi etme gibidir. Aksine insan, bireyin
ile isbat
doru olduuna dâir kesin bir delil zikredince, bundan sonra, “Ben, bu hususta
doruyum” der. Bu, “Sana söylediim delilleri ve açk hüccetleri düünürsen, üphen
tamamen gidecektir” manasna gelir.
"O dedi ki: “Hayr, sizi nefisleriniz aldatp, bir ie sürüklemitir. Artk güzel bir
sabr. Allah’n onlarn hepsini birden bana getirmesi yakn bir ümiddir. O
alîmdir, hakimdir”
(Yûsuf. 83).
Bil ki Ya’kûb (a.s.), oullarndan bu sözü iitince, söyledikleri sözde, daha önce
Yûsuf (a.s.) olduu gibi, doru olmadklarna hükmetti ve: “Hayr,
hadisesinde de
sizi nefisleriniz aldatp, bir ie sürüklemitir. Artk (bana düen) güzel bir sabrdr”
zaman, o öyle bir nâra att ki, ehirde karnndaki bebeyi düürmeyen gebe kadn
kalmad. Bunun üzerine Hz. Yûsuf (a.s.): “Onu brakn (kalsn)” dedi. Dierleri Hz.
Ya’kûb’un yanna dönüp hadiseyi anlattklar zaman, Hz. Ya’kûb (a.s.) alad ve:
“Evlatlarm, ne zaman yanmdan ayrlp gitseniz, biriniz eksiliyorsunuz. Bir defa
gittiniz, Yûsuf eksildi; kincisinde em’ûn; bu üçüncüsünde de Rûbiyei ve
Bünyamin” dedi. Sonra yine alad ve: “Allah’n, onlarn hepsini birden bana
getirmesi yakn bir ümiddir” dedi. u hüküm ve neticeye, u sebeblerden dolay
ulamt:
1) Hüznü, bandaki belas ve çektii mihnetler iyice uzaynca, Allah Teâlâ’mn
çok yaknda artk bir çk yolu vereceini bildi ve Allah’n rahmetine hüsn-ü zan
beslediini gösterir dir üslub ile bu sözü söyledi.
çkt, o da: “Allah’n, onlarn hepsini birden bana getirmesi yakn bir ümiddir” dedi.
Çünkü onlar Yûsuf’u götürdükleri zaman, oniki kii Yûsuf kayboldu ve onbir
idiler.
kii kaldlar. Hz. Ya’kûb onlar Msr’a gönderdii zaman da dokuz kii olarak
döndüler. Çünkü Bünyamin’i Hz. Yûsuf alkoymutu ve: “Artk ben, ya babam bana
Uin verinceye kadar, yahud benim için Allah hükmedinceye kadar, buradan
”
katiyyen ayrlmam (Yusuf, 80) diyen büyük kardeleri de kendisini alkoymutu. te
“
böylece kaybolanlarn, geri dönmeyenlerin says üç olunca, o da: Allah’n onlarn
,
“Ya’kûb onlardan yüz çevirdi, “ Vah Yusuf’a olan hasretim vah!” dedi ve
hüznünden ve kederinden iki gözüne ak dütü. (Bununla beraber) o, artk
gamn tamamen yutmakta idi. Dediler ki: “Hâlâ Yûsuf’u anp duruyorsun.
Andolsun ki sonunda ya kederinden hastalanp eriyeceksin, yahut helâke
urayanlardan olacaksn.” O da dedi ki: “Ben kederimi ve hüznümü yalnz
Allah’a ikayet ediyorum ve Allah tarafndan, sizin bilmediiniz eyleri
biliyorum. Evlatlarm gidin, Yûsuf ile kardeinden bir haber arayn. Allah’n
rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Zira hakikat udur ki kâfirler gürûhundan
bakas, Allah’n rahmetinden ümid kesmez”
{Yûsuf. 84-67).
Bil ki Ya’kûb (a.s.), oullarnn sözünü iitince, kalbi gerçekten sknt ile darald
ve onlardan yüz çevirip ayrld. Sonra onlar çartt ve onlara döndü dedi ki:
13. Cüz. YÛSUF SÛRES 12/84-87 13. Cilt / 317
Buradaki birinci makama (duruma) gelince ki bu, onun onlardan yüz çevirip,
ayrlmasdr. Bu “Ya’kûb onlardan yüz çevirdi. Vah Yûsuf’a olan hasretim, vah!”
Yeni hüzün, eski ve içte bulunan hüznü kuvvetlendirir. Yara yaraya eklendi
mi, çok fazla ac verir. Nitekim air Mütemmim bn Nüveyre öyle demitir:
Arkadam
", yannda alayarak öldürücü gözyalar akttm için
beni kabirlerin
knad ve dedi ki: “ Gördüün her kabre alyor musun ? Kumlar ve çukurlar arasna
skm2) olan her mezara?!” Ona dedim k:
“ Üzüntü üzüntüyü tahrik eder.
Zira o, bir kabir gördüü her defasnda, kardei Malik’i kaybetmekten ötürü
tazeleniyor ve çevresindekiler kendisini ayplyorlard. O da, "üzüntü üzüntüyü
3)
dourur’’ diye cevap veriyordu.
O’nun bata gelen derdi, Yûsuf’u kaybetmi olmasyd. Ona kar duyduu
üzüntü, her eye kar duyduu üzüntü demekti.
318 / 13. Cilt tefsIr-1 kebîr
dolay, Hz. Ya’kûb’un, Yûsuf’tan ayrlmasndan dolay olan itiyâk ve özlemi artm,
(onun ölü mü, diri mi olduuna dair) halini bilmemekten dolay içinde bulunduu
musibet, son derece iddetli olmutu.
Rivayet olunduuna göre Yûsuf (a.s.) Hz. Cebrâil’e "Ya’kûb hakknda bir bilgin
var m?” sorduunda, Cebrâil “Evet” deyince de: “Onun hüznü ve kederi ne
diye
noktadadr?” der. Cebrâil "Onun kederi yetmi tane "seklâ”nn kederi gibidir” der.
Seklâ tek bir çocuu olup, sonra da o çocuu ölen kadna denilir. Bunun üzerine
Hz. Yûsuf: “Onun için bu hususta bir mükâfat var mdr?” deyince de, Cebrâil (a.s.)
"Evet, yüz ehit mükâfaat vardr” der.
Buna göre ayet, Râuhammed Ibn Ali el-Bakr’n öyle dedii rivayet edilmitir:
Bir pir-i fâni, Ya’kûb’a urayarak, ona "sen brahim misin?” der. Bunun üzerine
Ya’kûb (a.s.) da: “Ben, onun olunun oluyum; skntlarm beni böyle deitirdi,
güzelliimi ve kuvvetimi giderdi” dedi. Bunun üzerine Cenâb- Hak, Ya’kûb’a “Sen
beni her ne zaman kullanma ikayet ettiinde, izzet ve celâlime kasem olsun ki,
,
eer sen beni ikayet etmeseydin, ben sana senin etinden ve kanndan daha iyisini
IV Cüz, YÛSUF SÛRES 1 2/84-87 . 13. Cilt / 319
verirdim (seni gençletirirdim)” diye vahyettl. te, bunun üzerine Hz. Ya’kûb
bundan sonra: "Ben kederimi ve hüznümü yalnz Allah’a ikayet ediyorum" der
oldu.
Biz Ya’kub’un yaptnn, sadece sabr, sebât edip, feryâd ü figan etmemek
olduunu delilleriyle birlikte bildirmitik. (Artk baka söze itibar olunmaz.) Rivayet
olunduuna göre ölüm melei Ya’kûb’un yanna girince Ya’kûb ona: “Sevgilimi
görmeden önce, canm almak için mi geldin?” deyince Azrail ona: “Hayr, ben senin
hüznünle hüzünleneyim, sevincinle de sevinç duyaym diye geldim” der. Alamak
ise, günah saylmaz. Rivayet olunduuna göre Hz. Peygamber (s.a.s) de, olu
25) Daha önce Yusuf, 1 8 ayetinin tefsirinde de bu ibarenin ayns geçmiti. Manasn anlayamadk. Yaz-
malara bavurunca birçok nüshada ibarenin bu ekilde olduunu tesbit ettik (Köprülü No: 120, Varak
490/a; Selimaa (Hüdai Ef. No: 118, (tabasma) sayfa: 712; Selimaa (Yakub Aa) No: 4, v. a/b).MU
de manas udur: “Kalarnn mahalli olan aln çöktüü için, gözlerini kapatmamas gayeaiyla ûat taraf-
tan bir bezle balyordu.” (ç.)
320 /13. Cilt TEFS!R-I_KEBIR
Ey bu soruyu soran kimse! Sizin ileri sürdüünüz eylere gelince: Onlar da,
Ya’kûb (a.s.)’a itabvarî gelen hitâplar, ancak ebrârn hasenâtnn, mukarreblerin
seyyiat gibi kabul edilmesinden dolay varid olmulardr. Hem burada, öyle bir baka
incelikde bulunmaktadr: nsan, hayrete düüp tereddüt ettii bir yerde mutlaka
Allah’a bavurur. Ya’kûb (a.s.) Yûsuf’un hayatta yoksa ölmü mü olduunu m
bilmiyordu. O, bu hususta lehte veya aleyhte herhangi birey söylemiyor, tavakkuf
ediyordu. Onun bu hususta tavakkuf etmesi sebebiyle de Cenâb- Allah’a yönelmesi
daha da fazlalam, -bu mesele dnda- O’ndan baka hiçbir eye dönüp bakmaz
olmutu. Onun bu hadisedeki tavr ve hareketleri farkl farkl olmutur. Baz zamanlar
o, çou kez, Allah’ zikretmeye o denli dalard ki, bu hadiseyi hiç hatrlamazd.
Binâenaleyh, bu hadiseyi hatrlamak, o hadiseyi hatrlamamas gibi olmutur. Bu
sebepten dolay Mz. Ya’kûb’a nisbetle bu hadise, Hz. brahim’in atee atlmas ve
kesilmesi istenen olunun kesilmesi hadisesi gibi olmutur.
mükâfaat elde etmeleri için, sadece bu ümmete ikrâm etmitir” demilerse de, bu
bana göre, u
sebeplerden dolay zayftr: Zira kiinin “Biz Allahnz” eklindeki sözü,
bizim, Allah’n mülkü olduumuza, bizi yaratp var edenin O olduuna; “ve biz ancak
ona döneceiz” demesi de, har ve Kyametin mutlaka olacana bir iarettir. Bunun
böyle olduunu bilmeyen bir ümmet olaca düünülemez. Binâenaleyh, baz belâ ve
musibetler gelirken, bunu bilen kimse, mutlaka sonunda dâ, Allah'a rücû edeceini,
döneceini bilir. te bu noktada, o musibete kar tam bir teselli meydana gelir. Allah'
tasdik etmi, O’na iman etmi olan kimsenin bunu bilmemesi imkânszdr.
“
Onun, Vah hasretime!” ifâdesi esefe, tasaya nida etmektir.
ÜÇÜNCÜ MESELE Bu tpk, bir kimsenin, "Ey hayret, ey aknlk”
demesi gibidir ki bu, sanki o, esefe tasaya barm
ve “Bu senin tam gelme ve bulunma zamanndr” demektir. Biz bu açklamay, pekçok
yerde izah ettik. Bunlardan birini, meselâ Cenâb- Hakkn « (Yûsuf, 31) ayetinin
tefsirinde geçmiti. Esef kelimesi, elden kaçrlan eye kar duyulan hüzün ve keder
anlamna gelir. Leys öyle demitir: “Bana birey gelir, sen de ondan dolay mahzun
olur ve onu savuturmaya da güçün yetmezse, sen hem esîf, yani hüzünlü, hem
de müteessif, kederlenmi olursun.” Zeccâc da öyle demitir: ‘‘Aslolan, bunun
"Ya esefl” “Ey esefim, tasam” eklinde kullanlmasdr. Ancak ne var ki, izâfet
yA’smn, elif ve fethann hiffetinden dolay, elif-i maksûre ile deitirilmesi caizdir.
Daha sonra Cenâb- Hak öj*]\ j» al# tLht&j “Ve hüzünden ve kederinden
ki gözüne ak dütü buyurmutur. Bu hususta da iki izah yaplabilir: u
“
Ya’kûb (a.s.) Vah Yûsuf’a olan hasretime, vah” deyince, onu hep alamak
1)
tutmutur. Alamak tutunca da, gözlerindeki su çoalmtr. Böylece, onun gözleri
sanki o suyun beyazlndan dolay beyazianmtr. O halde Cenâb- Hakk'n “ve
hüznünden ve kederinden iki gözlerine perde indi” ifadesi, ona alamann hâkim
olmasndan ve çok alamasndan bir kinâye olmu olur. Bu izahn doruluunun delili
udur: Hüznün tesiri,- körlüün meydana gelmesinde deil, alamann ona hakim
olmasndadr. Binâenaleyh, ayette bahsedilen beyazlanmay, akl, alamann hakim
olmas manasna alrsak, bu sebeb makul ve yerinde olur. Ama onu, kör olmas
anlamna amledersek, bu sebep ve talîl, güzel, makul ve yerinde olmaz. Binâenaleyh,
2) Bununla, Hz. Ya’kûb’un kör almas keöctedilmitir. Mukatii öyle der: “Ya’kûb
sene kör kalmtr. Derken Allah Teâtâ onun gözlerini, Yûsuf’un gömlei
(a.s.) alt
ile açmtr ki, bu da, Cenâb- Hakk’n, “u benim gömkimi götürün de onu
babamn yüzüne atn., iyice görür (bir hale) geîtr” (Yûsuf, 93) ayetinden anlalan
husustur. .Denildiine göre Cebraîl (a.s.), Yûsuf (a.s.) hapiste iken, onun yanna
varm ve: “Babann gözleri, sana olan kederinden dolay gitti” demi, bunun üzerine
de Yûsuf ellerini bana koyarak: “Keke annem beni dourmasayd ve ben de,
babamn bu denli üzülmesine sebep olmasaydm!" der. Bu öyle görüü ileri sürenler
demilerdir: “Devaml hüzün, devaml alamaya; devaml alama da kör olmaya yol
açar; o halde hüzün, bu yolla körlüün sebebi olmu olur. Devaml alamak körlüe
sebeb olmutur. Zira bu, gözbebeinde bir bulanklk meydana getirir.” Onlardan
bazlar da, Ya’kûb’un kör olmadn, ancak ne var ki onun görmesinin azaldn
söylemilerdir. Yine, Ya’kûb (a.s.)’un gözlerinin, Yûsuf’tan ayrld vakitten, onunla
karlancaya kadar geçen zaman içinde hep yal olduu kurumad; bu ,
müddetin ise seksen yl olduu ve yeryüzünde Allah nezdinde Ya’kûb’tan daha kerim
ve iyi bir kimsenin olmad da' ileri sürülmütür.
hazen eklinde okumutur. Vahidî öyle der: “Alimler hüzn ile hazen kelimelerinin
manas hususunda ihtilâf etmilerdir. Bu cümleden olarak bir ksm hüzn alamak;
4
TEFSR-! KEBR
hazan ise “üzüntü ve keder” anlamna geldiini ileri sürerken, bazlar da, bu iki
kelimenin her iki manay ifâde eden iki kullanl olduunu ileri sürmülerdir. Nitekim
Arapça’da Vp- öy-j öy- L'Up “Ona iddetli bir hüzün (veya hazen) isâbet
etti” denilir. Bu, ekseri dil alimlerinin benimsedii görütür. Yûnus, Ebu Amr’n öyle
dediini rivayet etmitir: “Bu kelime, nasb yerinde olduu zaman, Araplar, hem hâ hem de
zâ’y fetha ile okurlar. Bu Cenâb- Hakk’n, üy- ja jaJö “kederlerinden gözleri
kâzm manasnda olmas caizdir. Kâzm hüznünü tutan, onu ortaya koymayan
demektir. bn
Kuteybe öyle demitir: Buradaki faîl sîasnn ism-i mef’ûl olan
mekzûm manasna gelmesi de caizdir. Buna göre bunun manas, kederden dolmu
eklindedir. Bu ifâde, su kab alabildiine doldurulduunda söylenilen, «U!>
alnmadr. Bunun, Hz. Ya’kûb’un çocuklarna
tabirinden kar öfke ile dolmu olmas
anlamna gelmesi de caizdir.
bu ifâde lâm ve nûnsuz kullanldna göre, burada bir Y edâtnn takdir edilmi
.
buyurmutur.
Bu esas iyice kavradnda biz diyoruz ki: O zat yani Ya’kûb’u bu ekilde
nitelendirmek, ya bir muzafn takdir edilmesi ve meselâ denilmesi suretiyledir^
manaya göre Ya’kûb (a.s.), bizzat bozulma ve zayflamann ta kendisi olmu olur.
açklamalar bulunmaktadr:
babalarna, "Sen, Yûsuf’ u^ûzün ve ona alamakla anmaktan hiç geri durmuyorsun.
/ u, um TBFSlR-I KEBÎR
Böylece sen bedeninin artk onulmaz bir derde yakalanmasna sebep olacaksn,
veyahut da kederinden öleceksin” demilerdir. Böylece onlar, sanki, “sen, anda u
çok büyük bir belâ içindesin. Böylece biz bundan daha fazlasnn, daha kötüsünün
meydana geleceinden endieleniyoruz” demiler ve onlar bu sözleriyle onu, çok
alayp çok üzülmekten men etmek istemilerdir.
Buna göre ayet, “onlar niçin, bunu kesinlikle bilmedikleri halde, bu hususta nasl
yemin etmilerdir?” denilirse, biz deriz ki:
Onlar ii, zahire hamletmilerdir. Yine buna göre “Jstf aU sözünü söyleyenler
.
kimdir?” denilirse, biz deriz ki: En açk olan duruma göre, bunlar, onlardan ayrlan
kardeler deildir; aksine bunlar, Ya’kûb’un evinde bulunan torunlar ve
hizmetçilerdir.
Ulema öyle demitir: “Bess” hüznün ileri derecesi, “hüzün de, “hemm”
(keder)’in ileri derecesidir. Bu böyledir, zira insan, onu söylemedii zaman, o hüzün
o insana hükümran olmaz, ama hüznü büyüyüp de insan onu içinde saklamaktan
aciz kalarak, dili de istemeye istemeye onu söyleyince, bu “bess” diye isimlendirilir
ki, bu durum, insann, ona kar aciz kaldna ve hüznün o insana artk hakim
diye okumutur.
Allahda onun bu hatasn balad. Artk bundan sonra Ya’kûb (a.s.) bir ey isteyince
de, “Ben kederimi ve hüznümü yalnz Allah’a ikâyet ediyorum” der oldu.
de, kapnza gelen bir fakire ondan yedirmemitiniz Benim yaratklarmn bana
en sevgili olan, peygamberler ve yoksul kimselerdir. Binâenaleyh bir ziyafet hazrla
ve ona, fakir fukaray davet et!” Hz. Ya’kûb’un, çocuu ile beraber bir cariye satn
alp, onun, çocuunu satt; derken o cariyenin alama sonucunda kör olduu da
ileri sürülmütür.
bilmediiniz eyleri biliyorum” demitir ki, bu, “Allah’n rahmet ve ihsanna dair sizin
bilemiyeceiniz nice rahmetini ve ihsann bilirim. O, benim ummadm bir yerden
genilii, ferahl getirendir” demek olup, bu, Hz. Ya’kûb’un, Yûsuf’un kendisine
gelip ulamasn gözettiine, beklediine bir iarettir. Alimler, bu gözetlemenin sebebi
hususunda unlar söylemilerdir:
1) Ölüm melei Ya’kûb (a.s.)’un yanna gelince, Ya’kûb ona: '“Ey ölüm melei,
olum Yûsuf’un cann aidin m” deyince o: "Hayr, ey Allah’n nebisi” der, sonra
da Msr tarafna iaret ederek, "Onu, orada ara” der.
t
kinci mukaddimeye gelince, buna göre Ya’kûb (a.s.) çocuklarnn yanna varm
ve onlarla yumuak bir biçimde konumutur ki, bu da Ya’kûb’un, '
Jjfö
& ”
<rjj üC*y JA “Evlatlarm gidin, Yûsuf ile kardeinden bir haber arayn
eklindeki sözüdür.
ümitlenince, oullarna “Yûsuf’dan haber arayn” demitir. (Tehassüs) bir eyi duyu
organlaryla, hâsse ile aratrmak demektir. O halde hasse, görme ve duymaya
benzeyen ey demektir. Ebû Bekr el-Enbarî öyle demitir: "Bu fiil Arapça’da mln
ile deil de an ile kullanlr. Ayette ise, min edat, an yerinde kullanld için, j*
denilmitir. Bu jf’in, teb’iz, ksm
olduu da söylenebilir. Buna göre mana,
için
"Yûsuf ile ilgili baz haberler aratrn ve Yûsuf’la ilgili haberlerin bir ksmn
deerlendirin” eklinde olur. O halde, kendi ba'ziyyet manas bulunduu için bu
ayette bu fiil min ile kullanlmtr. Bu kelime cim ile \ eklinde de okunmutur.
Hucurat sûresindeki j I
— Yj kelimesi de böyle iki ekilde okunmutur.
eylere kâdir olmadna veya, bütün malumat bilmediine veyahut da, onun cömert
deil de cimri olduuna inandnda söz konusu olur. Halbuki bu üç eyden her biri,
o insann küfrünü gerektirir. Binâenaleyh, ümitsizlik, bu üç eyden birisi meydana
geldiinde tahakkuk edince -ki bunlardan her biri, bir küfürdür-, o zaman Allah’n
rahmetinden ümit kesmenin, ancak kâfir kimseler için söz konusu olabilecei sabit
olmu olur. Allah, en iyi bilendir.
II (Uz, YÛSUF SÛRES 12/84-87 13. Cilt / 327
olan kimselere yakr, uygun düer. Zira, Allah’ seveni, Allah da sever. Allah’ seven
kimsenin kalbinde ise, Allah’n dnda bulunan varlklardan hiçbirinin sevgisine yer
yoktur. Hem, eyi alabildiince sevmeye müsait deildir. Binâenaleyeh
tek bir kalb, iki
onun kalbi, çocuunun sevgisine gark olunca, onun kalbinin Allah’n sevgisine gark
olduunun söylenilmesi imkânszlar.
ikinci Soru: Kendisine alabildiince kederin hakim olmu olduu kimseye düen,
Allah’n zikriyle megul olmas, ileri Allah’a havale etmesi ve O’nun kazâ ve kaderine
teslim olmasdr. Ama Ya’kûb (a.s.)’un “Vah Yûsufa olan hasretim vah!” eklindeki
sözü, peygamberlerin büyükleri öyle dursun, dindar ve ilim sahibi olan kimseye dahi
yakmaz.
Üçüncü Soru: Ya’kûb’un, büyük peygamberlerden olduunda üphe yoktur.
Onun babas, dedesi, amcas da, herkesçe tannan büyük peygamberlerden idi. Böyle
olan bir kimsenin bana çocuklarnn kendisine en kymetlisi olan hakknda çetin
ve korkunç musibet geldiinde, bu hadise sakl kalamaz, aksine bunun, mutlaka
bir
herkesin duyabilecei oir yaygnla ulamas gerekir. Hele de bu hususta uzun bir
zaman geçmi ve Ya’küb da böylesi bir keder ve büyük bir üzüntü içinde kalmsa.
Üstelik Yûsuf, Msr’da; Ya’kûb da am’n, Msr’a yakn bir beldesinde $L
Binâenaleyh, mesafenin bu kadar yakn olmas sebebiyle, bu hadisenin gizli ve sakl
kalmas imkânsz olur.
Dördüncü Soru: Yûsuf (a.s.) niçin, birisini Ya’kûb’a gönderip kendisinin hayatta
ve sapasalam olduunu bildirmemitir? Onun, kardelerinden korktuu da
söylenemez. Zira o, böylesine güçlü bir mevki sahibi olduktan sonra, babasna bir
elçi göndermesi her halükârda mümkün olur; kardeleri de o elçiyi geriye
çeviremezlerdi.
Beinci Soru: Yûsuf (a.s.)’un o tas, kardeinin yükünün içerisine koyup, sonra
da oradan bulup çkararak, hrszlkla hiç alakas olmayan bir kimseyi hrzlk töhmeti
altna atmas nasl câiz olabilir?
Dier sorulara gelince, Kâdî bütün bunlarn hepsine birden, öyle güzel bir cevap
vermitir: "Bize nakledilen bu hadiseleri, normal hallere göre ele almamz ya
mümkündür, ya deildir. Eer mümkün ise, bunda bir problem yok demektir. Eer
mümkün deil ise, bu takdirde deriz ki: O zaman, peygamberler zaman idi. O
zamanda harikulâde (mûcizevî) hallerin zuhûr etmesi uzak birey deildi. Binâenaleyh
öyle denilmesi imkansz olmaz: Hz. Ya’kûb’un beldesinin, Hz. Yûsuf’un beldesine
yakn olmasna ramen, bir mûcize olarak, onlarn haberleri birbirine ulamamtr.”
“Bunun üzerine onlar onun huzuruna girdikleri zaman dediler ki: “Ey Aziz,
bizi de, ilemizi de darlk bast. Pek ehemmiyetsiz bir sermaye ile geldik. Bize
yine tam ölçek ver. Bize tasaddukta da bulun. Çünkü Allah tasadduk
edenleri mükâfaatlandrr.” O öyle dedi: “Siz, (henüz) câhil kimseler iken,
Yûsuf’a ve kardeine neler yaptnz biliyor musunuz?” Onlar: “Aaa, sen,
yoksa sen Yûsuf musun?” dediler. O da: “Ben Yûsuf’um, bu da kardeim!
Allah bize lütfetti. Çünkü kim Allah’dan ittikâ eder ve sabrederse, mutlaka
Allah iyi hareket edenlerin mükâfaatm zâyi etmez” dedi”
(Yûsuf, 88-90).
tavsiyesini kabul ettiler ve Msr’a tekrar gelip, Yusuf’un huzuruna girdiler ve ona
" Ey Aziz ” dediler” eklindedir.
emrettiine göre, niçin onlar hallerinden ikâyet ederek, Hz. Yusuf’tan kendilerine
tam ölçek yiyecek vermesini istediler?” denilirse, biz deriz ki: Aratran ve
soruturanlar, maksadlarna ulamak için, her yolu denerler. Aciz olduklarn, çaresiz
kaldklarn, durumlarnn kritik olduunu, mallarnn az olduunu ve alabildiine bir
sknt içinde olduklarn itiraf etmeleri ise, karlarndakinin kalbini yumuatan
eylerdendir. Bundan dolay onlar, ‘‘Biz onu bütün bu hususlarda daneyelim. Eer
onun kalbi bize kar yumuarsa, maksadmz ona açklarz. Aksi halde birey
söylemeyiz” dediler. te bundan ötürü onlar, önce bu sözlerle balayarak, “Ey Aziz,
bizi de, âilemizi de darlk bast” dediler. “Aziz, güçlü, kuvvetli, tehlikelere
buyurmutur. “Falana kar sözlü müdafaa yaptm” manasnda, JjK* U^A* cdJr)
ve “zamana çeitli çarelerle kar koyuyor” manasnda, ö'M denilir.
kinci Bahis: Onlar o sermayeyi, ya noksan olduu için, ya deersiz olduu için,
yahut her sebepten dolay, "pek ehemmiyetsiz” diye nitelemilerdi. Müfessirler,
iki
getirdii paralar üzerinde ise Yusuf’un resmi yoktu. Bu sebeple o paralar, Msr halk
nemlinde geçerli deildi.”
bir kelime olduu da söylenmitir. Ebu Bekr el-Enbârî ise: “tikâk ve kökü
belli
olan, Arapça bir kelimenin Kptî dilinden olduunu söylemek yanltr” der.
Dördüncü Bahis: Bu kelimeyi, Hamza ve Kisâî imâle ile okurlar. Çünkü bunun
aslnda yâ harfi vardr. Dier kraat imamlar ise, nasb ile ve tefhim ile okurlar.
bu sermayenin pek ehemmiyetsiz olu hususunda sözün özü udur: Ona böyle
Bil ki
»öyle demitir: “Sadaka almak, Hz. Muhammed (s.a.s)’e kadarki bütün peygamberler
çin, bu ayete göre, helal idi.o fazladan olacak eyi, sadaka olarak
Buna göre onlar,
Rivayet olunduuna göre onlar, “Bizi de, alimlerimizi de darlk bast ” diye,
Daha sonra Cenâb- Hak, bu esnada, Yusuf (a.s.)’ un “Yûsufa ve kardeine neler
?”
yaptnz biliyor musunuz dediini nakletmitir. Rivayet edildiine göre o,
babasnn mektubunu okuyunca bütün vücudu titremeye balad, tüyleri diken diken
oldu, kalbi rikkate geldi, aladkça alad ve kendisinin Yusuf olduunu onlara söyledi.
u da söylenmitir: O, kardelerinin kendisine yalvarp yakarmalarn, içine dütükleri
(Yusuf. s) ayetini tasdik etmektedir. Ayetteki “ehîti” tabirine gelince, bundan maksad
onun ana baba kardeinden ayrlmas sebebiyle, onu maruz brakm olduklar
bir
gam ve kederlerdir. Yine onlar, ona eziyet veriyorlard ki, bu eziyyetler cümlesinden
olmak üzere, onun hakknda, “Eer o çalm bulunuyorsa (alacak bir ey yok)
zaten daha evvel bir kardei de çalmt "(Yusuf. 77) diyorlard. “Siz (henüz) cahil
kimseler iken” ifadesine gelince, bu, bir mazeret yerine geçmektedir. Buna göre o
sanki, “Siz bu kötü ve çirkin fiile ancak, çocukluk veya gurur cehaleti içinde
bulunduunuz bir durumda yöneldiniz.” Yani, “Siz imdi böyle deilsiniz” demitir.
Bunun bir benzeri de, Cenâb- Hakk’n U “O,- keremi bol Rabbine
kar ne?” infitâr.6) ayetinin tefsirinde söylenilen eydir. Denilmitir ki:
seni aldatan
Cenab- Allah, bu muayyen vasfn zikretmekle, mezkûr sualine kar verecei cevab
adeta kuluna telkin etmek istemitir. Yani: “Ya Rabbi, senin kerem vasfna sahib
olman beni gevetti” demesini temin etmek istemitir. te burada da bu söz, onlarn
utanma ve sklmalarn gidermek ve meseleyi hafifletmek için zikredilmitir. Sonra
ise onun kardeleri unu demilerdir: J^j-4 U Jtt dJV ÜÎU IJH
“A, sen, yoksa sen Yusuf musun?” dediler. O da, “Ben, Yusuf’um” dedi? bn
Kesir dJ&i kelimesini, haber olmak üzere *2JÖ
*
eklinde okurken, Nafl memdude
t
s
olmayan elifin fethas ve ya ile eklinde; Ebu Amr da, elifin uzatlmas ile
d&T eklinde okumutur ki bu, Kâlûn’un Nafi’den yapm olduu bir rivayettir. Dier
kraat imamlar ise, iki hemze ile olmak üzere, iltfi eklinde okumulardr ki,
bütün bunlar istifham manasndadr. Übeyy bn Ka’b ise cJijl eklinde
okumutur. Böylece bütün bu kraatlardan, baz kurrâ'nn, kelimeyi istifham manas .
üzere, bazlarnn da haber manas üzere okuduklar hususu ortaya çkmtr. Birinci
•
dediler. Ibn Keslr’ln istifham murad edip de, istifham harfini hazfetmesi de caizdir.
bulunmaktadr:
"Allah bize lütfetti” demitir. bn Abbas (r.a), bunun, "Allah bize dünyada ve ahirette
her türlü izzet ve eref ile lütfetti” manasnda olduunu söylemitir. Dier âlimler
ise, buna, "ayrlktan sonra bizi tekrar bir araya getirmekle lütfetti" manasn
vermilerdir.
yr\ yrift il)' öti "Allah, iyi hareket edenlerin mükâfaatn zayi etmez.”
mesele bulunmaktadr:
Cenab- Hak, uS* ö\j “Biz gerçekten suçlu idik” buyurmutur. Hâti
kelimesi, kasten hata ileyen kimse demektir; hâtkkelimesiyle muhtî birbirinden ayr
manalardadrlar. te bu nüanstan dolay, dinî hükümler konusunda içtihad edip de
isabet edemeyen kimse için, “O, hatî’dir” denilmeyip, “O, muhtî’dir” denilmitir.
Müfessirlerin ekserisi, Yusuf’tan özür dileyen kimsenin, onu, o kuyuya atan, onu
satan, onu evinden ve babasndan ayran kimse olduu kanaatindedirler. Ebu Ali
ei-Cübbai ise öyle demitir: “Onlar, o Yusuf’a, bundan dolay özür beyannda
bulunmamlardr: Çünkü bu onlardan, onlar bülua ermeden sâdr olmutur.
Binâenaleyh, bu bir günah saylmaz. Dolaysyla da, bundan dolay mazeret beyannda
bulunmak gerekmez. Onlar ancak babalarna, Yakub’un, Yusuf’un diri olduunu,
kurdun onu yememi olduunu bilebilmesi için Yusuf’a yaptklarn açklamamalar
sebebiyle yapm olduklar hatadan dolay mazeret beyan etmilerdir. Bu açklama,
birkaç yönden zayftr:
diyoruz: Böylesi, eylerin varaca en son nokta, kiinin bu gibi eylerden dolay özür
beyan etmesinin farz olmaddr. Ancak ne var ki, bu gibi eylerden özür
de güzel olduu söylenebilir. Bunun delili udur: Günahkâr bir kimse
dilenilmesinin
tevbe ettiinde cezâs kalkar. Ama o, yeniden tevbe eder, özür beyan eder. Böylece
biz, insann, bazan tevbe etmesinin kendisine vacib olmad zamanlarda da, tevbe
Y
“size, dedi, bugün hiçbir baa kakma ve ayplama yok. Sizi, Allah balasn”
demitir. Bu hususta iki bahis bulunmaktadr:
“Size knama ve ayplama yok!” demektir. Tesrib kelimesinin asl, ikembeyi saran
ya anlamna gelen, serb kelimesindendir. O halde bunun manas da, tpk teclîd
(soymak) kelimesinin deriyi soymak anlamna gelmesi gibi, “ya gidermek, onu izâle
etmek” eklinde olur. Atâ el-Horasani öyle demitir: "htiyaçlarmz gençlere
arzetmek, ihtiyarlara arzetmekten daha kolaydr.” Yusuf (a.s)’ un kardelerine, "Size
baa kakma ve ayplama yok” eklindeki sözüyle, Yakub’un “Sizin için Rabbimden
”
mafiret talep edeceim (Yusuf, 98) eklindeki sözüne bir baksana!.
kinci Bahis: Bu ayette yevm sözünün neye taalluk ettii hususunda iki görü
bulunmaktadr:
Birinci Görü: Bu, la tesrîbe ifadesine taalluk eder. Yani, o “kouturma olsa
oha hu günde olurdu; bugün size kouturma yok. Artk dier günlerdeki durumu
sizdüünün !” demektir. Burada söz konusu olan bir baka ihtimal de, "Ben bu günde mutlak
manada bir kouturmann olmadna karar verdim” manasdr. Çünkü, Çij3 Y
ifadesi, mahiyeti nefyeder. Mahiyetin nefyedilmesi ise, mahiyetin fertlerinin tamamnn
yokluunu iktizâ eder. Böylece bu ifade, bütün vakitleri ve durumlar içine alan bir
nefiy cümlesi olmu olur. Buna göre sözün takdiri, "Bugün, bütün vakit ve durumlar
eder. Buna göre Yusuf (a.s) sanki, mutlak manada bir kouturmann olmadn
söyleyince, onlara, Allahn bugün onlarn günahlarn da balam olduu müjdesini
vermitir. Bu onlarn gönülleri krk, kalbleri mahzun olup, suçlarn da
böyledir; zira
kabul edip tevbe edince, Allah Teâlâ da onlarn tövbelerini kabul etmi ve günahlarn
balamtr. te bundan dolay da Hz. Yusuf “Size bugün hiçbir baa kakma ve
ayplama yok. Sizi, Allah balasn ” demitir.
27) Benzer bir hadis için bkz. Buhfirî, Itk, 17, 3/125); Müslim, Hudûd, 31 (3/1329).
I V Cüz, YÛSUF SÛRES 12/91-91 13. Cilt / 337
var ki, fazla alamaktan ve kalbinin de iyice daralm, cannn iyice sklm olmasndan
dolay zayfladn, görme kuvvetinin zayfladn; babasnn yüzüne gömleinin
konulmas halinde, onun mutlaka ferahlayacan ve gönlünde büyük bir sevinç ve
huzurun meydana geleceini; bunun ise, onun ruhunu, kuvvetlendireceini, görme
kuvvetindeki zayfl gidereceini, böylece de görmesinin kuvvetleneceini ve ondakl
o noksanln zail olacan biliyordu. te bu kadar eyin, kalb ve gönül ile
bilinebilmesi mümkündür. Çünkü, tbbi kanunlar da, bu manann doruluuna delâlet
eder. O halde Yusuf’un; “iyice görür bir hale gelir” eklindeki ifadesi, "görür olur,
”
buyruu da elâdet eder. Bundan muradn, "o, bana, görür olduu halde gelir”
olduu da söylenebilir. O, babasna saygsndan dolay, onu ayrca zikretmi; dierleri
“
içinse, Bütün ailemizi de bana getirin demitir.
*r -fr
ki: “Ben size, “Bilmeyeceiniz eyleri, Allah tarafndan olmak üzere ben
biliyorum’’ demedim mi?” (Msr’dan gelen oullar), “Ey babamz, bizim için
istifar et. Biz, gerçekten suçlular idik” dediler. (Ya’kûb da): “Sizin için
Rabbime istifar edeceim. üphesiz O gafur ve rahimdir” dedi”
(Yusuf. 94-93).
Arapça'da, bir kimse birisinin yanndan çkp gittii zaman, Sl ipti j* ûbtf J^î
denilir. Yine, "onu yani mektubu benden ona götürdü” manasnda Usf
”
Bu fiil, hem lazm 'olur, hem müteaddi. Lazm olduu zaman masdar
denilir.
*
/
müteaddi olduu zaman da, eklinde gelir. Hak Teâlâ öyle buyurmutur: “Kervan,
Msr'dan çkp Ken’an Diyar’na yöneldii zaman, Ya’kûb (a. s), yannda bulunan
çoluk-çocuuna, akrabalarna ve torunlarna, “Bana bunak demezseniz, inann
k Yûsuf'un kokusunu duyuyorum” demitir. Bu konuma onun kendi oullar le
olmamtr. Çünkü onlar, Yakub(a.s)'un onlara, “Gidin Yûsuf’la kardeinden bir
haber arayn” (Yûsuf, 87 demesinin gösterdii gibi, orada bulunmuyorlard. Alimler,
)
on günlük bir mesafe olduu söylendii gibi, seksen fersahlk bir mesafe olduu da
söylenmitir. Yine âlimler o kokunun Yâ’kub (a.s)’a nasl ulat hususunda ihtilaf
etmilerdir. Bu cümleden olmak üzere Mücahld: “Bir rüzgar esti ve bunun üzerine,
o gömlei havada dalgalandrd. Böylece dünyaya cennet kokular yaylmaya balad.
te bu koku Ya’kûb’a ulat da, o, cennetin kokusunu hissettii zaman, dünyada
olacak bir cennet kokusunun ancak onun gömleindeki koku olacan anlad. te
bundan ötürü o, “nann ki Yûsuf un kokusunu duyuyorum dedi” demitir. Vahidf,
senedli olarak, Enes b. Malik’den Hz. Peygamber (s.a.s)’in öyle dediini rivayet
etmitir: “Yûsuf’un, “u benim gömleimi götürün ve onu babamn yüzüne koyun.
(O zaman) iyice görür bir bale gelir” (Yusuf, 93) ifadesine gelince, zâlim Nemrud da,
Hz. brahim’i atee att zaman, elinde cennetten alnma bir gömlek ve bir yayg
olduu halde Cebrail (a.s) brahim (a.s)’in yanna geldi. O gömlei brahim'e giydirdi
ve o yaygnn üzerine oturtup, yanna oturup konumaya halad. Daha sonra brahim
(a.s) bu gömlei shâk (a.s)'a, o da Ya’kûb’a, Ya’kûb da Yusuf’a giydirdi. Ya’kûb
(a.s) onu, gümüten bir mahfazaya koyarak, Yusuf'un boynuna (bir muska gibi) ast.
Yusuf (a.s) kuyuya atld zaman, ite bu gömlek (parças), Yusuf’un boynunda idi.
te Yusuf (a.s.)’un “u benim gömleimi götürün” sözü bu manayadr.” Bu
meselenin izah, öyle denilmesidir: Allah Teâlâ bu kokuyu, Ya’kûb’a, mucizevî bir
yol ile ulatrmtr. Çünkü böylesi uzak bir mesafeden, bunun ona ulamas, adetin
(allmn) hilâfna bireydir. Binâenaleyh bu, bir mûcize olur. O ikisinden birisinin
mucizesi olmas gerekir. Doruya en yakn olan, Ya’kûb’un ondan haber verip,
oullarnn da onu bu sözleri ile, yakk almayan bir ekilde nitelendirmeleri sebebiyle
Ya’kûb (a.s)’a has bir mucize olmasdr. Böylece durumun, zikredildii gibi olduu
ve bunun, Hz. Ya’kûb’un bir mucizesi olarak meydana geldii ortaya çkmtr.
meânî öyle demitir: Allah Teâlâ, bu iki belde birbirine yakn olduu halde,
Ehl-i
seksen sene Yusuf’un haberi Ya’kûb’a ulamam iken, mihnet (imtihan) devri sona
erip, rahatlk ve sevinç vakti gelince, Yusuf’un kokusunu Ya’kûb’a uzak bir
mesafeden ulatrmtr. Bu da gösterir ki, kolay olan her ey çile zamannda zor,
zor olan her ey de, “Yusufun kokusunu
mutluluk ve ferah zamanlarnda kolaydr.
duyuyorum” demek, “Onu kokluyorum” anlamndadr. Bu mana burada, vecede
(bulmak) fiili ile ifade edilmitir. Çünkü bu onun, koku alma duyusu ile bulduu
bireydir.
”
cm TEFSR -l KEBR
Hz. Ya’kûb’un OjiIS 0' Yjl "Bana bunak demezseniz ifadesine gelince: Ebu Bekr bnü’l-Enbârî
öyle demitir: “Arapça’da, birisi hüzünlenip de, akl deimeye balad zaman, Al
denilir Yine bir insan, âlim iken câhil hale düüp de, cehalet ona nisbet edildii, bunad zaman,
•M fiili kullanlr.” Esmâ’i’nin öyle dedii rivayet edilmitir: “Bir adamn saçma
sapan sözleri çoald zaman, onun için “müfnid” denilir.” Keâf sahlbi.de:
“Arapça’da (Bunak yal kadn) denilmez, fakat 1?* Çr* (Bunak ihtiyar
adam) denilir. Çünkü zaten kadnn »gençliinde dikkat çeken görüleri yoktu ki,
yallnda bunam olsun” demitir. Binâenaleyh ayetteki bu tabirin manas, "Eer
sözlerimi, abuk-sabuk eyler saymazsanz” eklindedir.
Ya’kûb (a.s) bunu söyleyince, onun yannda bulunanlar, 2JJ*A> ^ tllîl Jjtf
“Allah’a yemin ederiz ki sen hâlâ eski yanllndasm” dediler. Buradaki, "dalâlet”
kelimesinin, birkaç manas vardr:
oluruz)” demektir.
2) Katâde ise, bunun manasnn: "Muhakkak ki sen, yine Yusuf’a kar olan o
eski sevgin üzeresin. Onu ne unutuyor, ne aklndan çkaryorsun” eklinde olduunu
ve bunun, “Babamz herhalde açk bir yanllk (dalâlet) içindedir” (Yusuf, e)
ayetindeki sözleri gibi olduunu söylemitir. Sözüne devamla, onlarn, bir peygamber
için söylemeleri doru olmayan, sert bir söz söylemi olduklarn if*de etmitir.
3) Hasar el-Basrî ise öyle demitir: "Onlar Ya’kûb’a böyle söylediler. Çünkü
onlar Yusuf’un öldüüne inanyorlard. Ya’kûb (a.s) ise, normal ve uygun tavrn dna
çkarak, hep Yusuf’u sayklyordu.”
bazan da £-
jjl' ÇÂ “brahim’den o korku gittii zaman” ( Hûd, 74)
ayetinde olduu gibi, hazfedilir. Her iki durum da, Arap iirinde mevcuttur.
anlamndadr, ifadesi de, "yeniden görür hale geldi” demektir. Bunun masdan dan
"Irtldât” bireyin, daha önceki haline dönmesidir. Binaenaleyh ayetteki bu tabirin anlam,
"Allah onu, eskiden olduu gibi görür hale getirdi” eklindedir. Nitekim Arapça’da, hurma aacn,
Allah bitirip büyüttüü halde, i&!) "Hurma uzad” denilir. Alimler bu hususta htilaf
etmilerdir: Bazlar, "O tamamen kör olmutu. Allah Teâlâ onu, ite bu anda görür
hale getirdi" derken;dier bazlar: "Hayr, çok alamaktan ve üzüntüden dolay,
onun görmesi zayflamt. te o gömlei Ya’kûb’un yüzüne atp, Yusuf’un hayatta
olduu müjdesi verilince, onun sevinci büyümü, gönlü ferahlam ve bütün hüzünleri
yok olmutu. te o zaman görmesi yeniden kuvvetlenmi ve görme eksiklii yok
oluvermiti ” te o zaman da, û, YU fi “Ben size,
4)i
J\ fi& Jî»
1) bn Abbas (r.a) ve çou alimler "Ya’kûb (a.s) onlar için, seher vakti istifar
342 / 1.1. Cilt TEFSR KEBR
etmeyi dilemitir. Çünkü seher vakti, dualarn kabulü için en uygun zamandr”
demilerdir.
2) Bir baka rivayete göre yine bn Abbas (r.a), Ya’kûb oullar için
‘‘Hz. istifar
etmeyi, cuma gecesine ertelemitir. Çünkü dualarn kabulü için en uygun vakit o
gecedir” demitir.
Ya’kûb (a.s) onlar için, o anda istifar etmitir. Binâenaleyh onun, “Sizin için
4)
Rabbime istifar edeceim” sözünün manas, ‘‘Bu yaptm istifara ileride de devam
edeceim” eklindedir. Rivayet edildiine göre o, yirmi küsûr sene, her cuma gecesi
onlar için istifar ediyordu. Hatta denildi ki, ‘‘O bir vakitte namaza kalkar ve namazn
bitirince, ellerini göe doru kaldrr ve der ki: ‘‘Ya Rabbi, Yusuf’a, olan feryâd-ü
figanm ve ona kar olan sabrszlm bala. Yusuf’a yaptklar ilerden ötürü,
oullanma mafiret et” der. Bunun üzerine Allah Teâlâ ona, ‘‘Seni de, onlarn hepsini
de baladm” diye vahyeder.
nerede ise helak olacaklar zannna kapldklar bir srada, Cebrail (a.s) iner ve ‘‘Allah
Tealâ,oullarn için yaptn duan kabul etmi ve senden sonra peygamberlik
hususunda onlardan misak almtr” der. Alimler, onlarn peygamber olup olmadklar
hususunda ihtilaf etmilerdir. Bu ihtilaf mehurdur.
't
• •
sf- iji j
n (
'«y. YÛSUF SÜRES 12/99-1 00 __
13. Cilt / 343
“ Sonra babasn ve
vakfa ki onlar gelip Yusuf’un huzuruna girdiler. O,
annesini kucaklad ve “Allah'n iradesi ile, hepiniz emin bir ekilde Msr’a
giriniz” dedi. Babasn ve annesini tahtnn üstüne çkarp oturttu. Hepsi onun
secdeye kapandlar. Yusuf dedi ki: “Babacm, ite bu daha önce
için
bu senin olun Yusuf (ve onun adamlar)” diye cevap verdi. Bunun üzerine Yuauf
(a.s) hemen ileri çkp, selam vermek istedi. Fakat selam vermeye frsat bulamadan,
Hz. Ya’kûb (a.s): “es-Selâmü aleyke” dedi. Rivayet edildiine göre, Hz. Ya’kûb(a.s)
ve oullar, kadn-erkek yetmiiki kii olarak Msr’a girdiler. Musa (a.s) ile beraber
oradan çktklarnda ise, çocuklar ve ihtiyarlar hariç, savaacak durumda olanlarnn
says altyüzbin beyüz yetmi küsur kii idiler.
Buna göre eer, “Onlarn Msr’a girmeden önce, Hz. Yusuf’un yanna varp
girmelerinin manas nedir?” denirse, biz deriz ki:
Öyle anlalyor ki, Hz. Yusuf onlar karlad zaman, onlar orada bulunan bir
evde veya bir çadrda misafir etti. Binâenaleyh onlar, onun yanna girdiler; o da onlar
kucaklad ve onlara, “Msr’a giriniz" dedi.
Birinci Bahis: Süddî öyle demitir: "Hz. Yusuf bu sözü, onlar Msr’a girmeden
önce söylemitir. Çünkü o, onlar yolda karlamt." te, bizim kabul edip
anlatmz görü de budur. bn Abbas (r.a)’n öyle dedii rivayet edilmitir: “Bu
söz, “emîn olarak Msr’da oturun” manasndadr. Oturmak, bu iki birbirine bitiik fiil
1) Bu, emin olmalaryla ilgili olup, girmeyle alakal deildir. Buna göre ayetin
manas, “Eer Allah dilese, inaallah, emin olarak Msr’a Bunun
girin” eklindedir.
“
bir benzeri de, inaallah emniyet içinde,
,
korkusuzca mutlaka Mescid-i Haram’a
gireceksiniz” (Fetih, 27) ayetidir.
Daha önce zikretmi olduumuz, “bu sözü Hz. Yusuf onlara, onlar Msr’a
2)
girmeden önce söylemitir” eklindeki görüe göre, bu istisnânm girme fiiliyle ilgili
olduu söylenmitir.
Teâlâ, “Onun, büyük bir ar, taht vardr" (Nemi, 23) buyurmutur. Burada “Ar”
kelimesinden murad, Yusuf’un üzerinde oturduu yüksek sedir, tahttr.
Ayn ekilde yine, Ya’kûb (a.s)’un daha çok etme hususundaki gayret ve
ibadet
çabas, Hz. Yusuf’un gayret ve çabasndan daha çok idi. te bütün bu hususlarn
bir araya gelmesi, bilakis; Hz. Yusuf’un Hz. Ya’kûb’a bütün gücüyle hizmet etmesini
ve sayg göstermesini gerektirir. Binâenaleyh, Yusuf daha nasl Ya’kûb’un kendisine
secde etmesine müsaade etmitir? te, bu mükilin izah budur.
Buna göre eer, “Bu tevîl, ayetteki "Yusuf dedi ki: “ Babacm ite bu daha ,
rüyâdr” denilirse, biz deriz ki; Aksine, bu, tam ona uygundur. Buna göre, “... günei
ve ay gördüm. Gördüm ki onlar bana, secde edicidirler” ifâdesinden murad,
“benim için, yani benim iyiliimi istemek ve makammn yükselmesine çaba sarfetmek
için, onlar Allah’a secde ettiler” manasdr. Bu mana muhtemel olduuna göre, soru
düer. Bence bu izah, doru olup, yerindedir. Çünkü, babalk hakk, yallk, ilim,
346 / 13. C ilt
TEFSÎR-! K Ellik
3) Tevâzu bazan "secde etmek” tabiriyle ifade edilir. Nitekim air, l*j J'V s)
\j^J “ Oralarda tepeleri alçak arazilere
, secde eder halde görürsün ” demitir.
Buna göre burada "secde”den murad, tevâzudur. Ancak ne var ki bu izah da
mükildir. Çünkü Allah Teâlâ, “Hepsi onun için secdeye kapandlar” buyurmutur.
"Secdeye kapanma” tabiri, güzel bir biçimde secde etme manasn hissettirir. Buna
da u
ekilde cevap verilebilir: (Secdeye kapanmak) kelimesiyle bazan,
sadece uramak ve rastlamak manas murad edilir. Nitekim Cenâb- Hak, jj
“Onlar, kör ve sarlar gibi, geçip gitmezler” (Furkan, 73) buyurmutur.
kardelerine ve onu tebrik etmek için yanna gelen dier kimselere aittir. Buna göre
ayetin manas, "Yusuf, anne ve babasn, onlara en mükemmel biçimde sayg
göstermek için, tahtnn üzerine çkartt. Kardelerine ve yanna gelenlere gelince,
onlarn hepsi birden ona secdeye kapandlar” eklindedir.
mdi, eer "Bu izah, ayetteki, “Babacm, ite bu daha önce görmü olduum o
rüyann tahakkukudur” ifadesiyle uyumuyor” derlerse, biz deriz ki:
5) Belki de, o vakit, o muhitte tebrik ve deer vermeye delâlet eden i, secde
etmek idi. Onlarn secde etmelerinden maksad ise, ona tazimdir.
Bu görü son derece uzak bir ihtimaldir. Zira, alabildiine tazim, Yusuf’dan çok
Ya’kûb’a yarar. Binaenaleyh, eer durum sizin dediiniz gibi olsayd, o zaman
Yusuf’un Ya’kûb’a secde etmesi gerekirdi. Belki de Yusuf’un kardelerini, Yusuf'a
tevazu yollu secde etmemeye sevkeden ey, onlarn taassubu ve ona, hâlâ tepeden
bakmalardr. Yusuf (a.s), onlarn böyle yapmamalar halinde, bunun, fitnelerin
yeniden zuhur etmesine ve küllendikten sonra eski kinlerin yeniden ortaya çkmasna
sebep olacan biliyordu. te bundan dolay Ya’kûb (a.s), kadrinin yücelii ve baba
ve ihtiyar olmas sebebiyle hakknn büyük olmas; din, peygamberlik ve ilim
hususlarnda da mertebesinin Yusuf unkinden daha üstün olmas sebebiyle, ve de,
onlarn bunu bizzat müahede etmeleri, taassup ve kalblerindeki nefretin yok
olmasna vesile olsun diye ite o secdeyi yapmtr. Görmez misin ki bir hükümdar,
birini muhtesib* 28) tayin ettiinde, onun otorite salamasn temin etmek gayesiyle
hisbe iini, (hükümdarn) bizzat kendisi üzerinde uygulama imkân verir. Böylece bu
muhtesibin, görevini yapmaktan asla çekinmeyecei hususunda, hiç kimsenin
kalbinde üphe brakmaz.
6) de Allah Teâtâ, sadece kendisinin bilecei çok gizli bir hikmetten dolay,
Belki
Ya’kûb (a.s)’a o secdeyi emretmitir. Bu tpk, Cenâb- Hakk’n, ancak kendisinin
bilebilecei bir hikmetten dolay meleklere, Hz. Adem’e secde etmelerini
emretmesine benzer. Yusuf (a.s) da, kalben buna raz deildi; ancak ne var ki O,
Allah’n bunu emrettiini bildii için, sesini çkarmamt.
Rüyann Gerçeklemesi
28) Muhtesib, slâm devletinde, emr-i maruf ve nehy-i münkeri ifa etmekle görevli tekilatn bakamdir (ç.)
348 / 13. Cilt TEFSÎR-t KEBR
Ben de derim ki: Bunun, Cenâb- Hakk’n Ya’kûb (a.s)’a tattrm olduu
skntlarn bir nevi tamamlanmas olmas uzak bir ihtimal deildir. Buna göre ona
sanki öyle denilmitir: “Muhakkak ki sen, ona kavumay hep arzu edip istiyor ve
onun ayrl sebebiyle, daima hüzünleniyordun. O halde, onu bulduun zaman,
ondan ötürü secde et!’’ Böylece bu secdeyi emretmek, o skntlarn tamamlanmas
Olmutur. lerin hakikatlerini ise, en iyi bilen Allah’tr.
ihtilaf etmilerdir. Bunun seksen sene veya yetmi sene olduu söylendii gibi, krk
sene olduu da söylenmitir ki, bu ekser ulemânn görüüdür. Bundan dolay onlar
öyle derler: “Rüyann tevili, ancak krk sene sonra çkar.” Bunun, onsekiz sene
olduu da söylenmitir. Haan el-Basrî’den rivayet edildiine göre, Hz. Yusuf, onyedi •
yandayken kuyuya atlmt. Kölelik ve hapiste de, seksen sene kald. Daha sonra,
babasna ve akrabalarna kavutu. Bundan sonra da yirmi üç sene yaad ki, böylece
»ömrü yüzyirmi seneye bali olmutur. lerin hakikatini en iyi bilen Allah’tr.
“Ey sevgili, bize ister cevr ü cefâ et, istersen iyi davran!. O sevgili bize buzetse
de, biz onu ne knarz, ne de ona buzederiz.”
demektir. Hz. Yusuf, Rabbinin onu kuyudan çkarp kurtarmasn, birçok sebepten
dolay zikretmemitir:
demitir. Eer kuyu hadisesini zikretmi olsayd, bu onlar için, bir ayplama ve knama
olmu olurdu. Binaenaleyh, bunu zikretmemesi, onlara lütuf yerine geçmitir.
b) O, kuyudan çkt
zaman, o melik olmad. Aksine, insanlar onu köle haline
getirdi. Ama, hapisten çknca, insanlar onu balarna hükümdar yaptlar. Binaenaleyh
üzerindeki töhmet ve sû-i zanlar yok oldu. Binaenaleyh bu, bir fayda olmaya daha
uygundur. .
yerlemiti. Oradan, Hz. Yusuf’un yanna geldi. Onun, oradaki dan hemen altnda
bir mescidi bulunuyordu.” bnu’l-Enbarî de:”U£ kelimesi, be'îi bir yerin addr.
Meselâ “o, l’b ile Beda arasndadr” Bu ikisi, iki yere
denilir. verilen isimdir”
demitir. Küseyyir, her ikisini birden zikrederek öyle demitir:
baka ”
bu ikisinden olan yurtlardr.
denildii gibi; "çöle gittiler” manasnda da, ijl» - j; denilir. Buna göre
ay itin manas. “Allah sizi Bedâ tarafndan getirdi” eklindedir. Bu görüe göre, Hz.
” ”
Ya’kûb (a.s) ve oullar mukîm idiler, yerleik hayatlar vard. Çünkü, buradaki bedv
kelimesi ile, çöl deil, Bedâ denilen o yer kastedilmitir. Buraya kadar olan açklamay,
Vahidi, el-Basît adl eserinde yapmtr.
Alimlerimiz, kulun fiilinin, Allah’n yaratmas ile olduu
KNC MESELE hususunda, bu ayet bulunmulardr. Çünkü,
ile istidlalde
“
Hz. Yusuf Çünkü beni zindandan çkard diyerek kul
olan kendisinin zindandan çkmasn ve “O, sizi çölden getirdi’' sözüyle onlarn çölden
gelmesini, hep Allah’a izafe etmitir. Bu, kulun fiilinin, tamamen Allah’n fiili, O’na
aitolduu hususunda apaçk bir beyandr. "Bundan maksat, bunlarn, ancak Allah’n
muktedir klmas ve kolaylatrmas ile meydana gelmesidir” demek, ayetin zahirî
manasndan sapmaktr.
Daha sonra Hz. Yusuf jZtj OÜaJtJl 0' aiî ja “eytan benim ile
Buna öyle cevap verilir: Hz. Yusuf’un bu ii eytana nisbet etmesi mecâzidir.
Çünkü, size göre (ey Mutezilîler), eytan, gizli konumaya, insana fsldamaya
muktedir deildir. Halbuki Allah Teâlâ ondan bahsederek, “Zaten benim, sizin
Rivayet edildiine göre Ya’kûb (a.s), Hz. Yusuf ile birlikte yirmidört sene kald.
Vefat yaklanca ona, kendisini am’a, babas shak'n yanna defnetmesini vasiyet
etti. Hz. Yusuf (a.s) bizzat kendisi babasnn (cenazesini) götürdü ve (oraya)
defnetti.
Sonra Msr’a döndü. Babasnn ölümünden sonra yirmi üç sene daha yaad. te
bu esnada âhiret mülkünü temenni etti ve ölümü istedi. Denildi ki: "Ne ondan önce,
ne de ondan sonra hiçbir peygamber ölümü temenni etmedi.” Böylece Cenâb- Allah
onu, ho ve temiz olarak öldürdü. Msr ahâlisi, onun defni (gömülmesi) meselesinde
Herkes onun, kendilerinin mahallesine defnedilmesini istiyordu. Nerede
ihtilaf ettiler.
ise bu yüzden savaacaklard. Daha sonra en uygun olann, onun için mermerden
bir sanduka yapp, cenazesini onun içine koymak ve Nil nehrinde, suyun akt bir
yere gömmek olduu görüüne vardlar.
Böylece onun bereketi, Msr’da olan herkese
ulaacakt. Hz. Yusuf (a.s)’n Efrâsim ve Mîâ adlarnda iki olu vard. Efrâslm’in
de Nûn isminde bir olu vard. Nûn’un da Yûâ isminde bir olu vard. te bu, Musâ
(a.s)’nn arkada olan gençti. Daha sonra Yusuf (a.s), Allah Teâlâ Musa (a.s)’y
peygamber olarak gönderinceye kadar orada medfûn kald. Hz. Musa (a.s) sonra,
onun kemiklerini oradan çkarp, babasnn kabrinin yanna defnetti.
Bil ki varlklar üç çeittir: Tesir edip, kendisine tesir edilmeyen. Bu, sadece Cenâb-
Hak’tr. Tesir edilip, kendisi bakasna tesirli olmayan. Bu da, cisimler âlemidir. Çünkü
cisimler, çeitli ekil, suret ve özellikler ile birbirine zt vasflar kabul ederler.
Binâenaleyh bunlarn, hiçbirey üzerinde bir tesirleri yoktur. Bu iki ksm, iki uçturlar.
Bunlarn arasnda bir üçüncü ksm daha vardr. Bu, hem tesir eder, hem de tesir
olunur. Bu, ruhlar alemidir. Ruhlar aleminin özellii, Allah’n celâl nûru aleminden
gelen tasarruf ve tesiri kabul etmektir. Sonra o ruhlar, maddî aleme yöneldiklerinde,
orada tasarruf ve tesir icra ederler. O halde ruhlarn, maddeler alemi ile ilgisi, orada
tasarrufda bulunup, oray tedbir etmek ile; ulûhiyyet alemi ile ilgisi ise ilim ve marifet
ile olur. Binâenaleyh ayetteki, “Bana mülkden verdin ifadesi nefsin (ruhun) madde
alemi ile olan ilgisine; “sözlerin tecilinden örettin ” ifadesi ise, rûhun Allah’n celâlinin
huzûru ile ilgisine iârettir. Bu iki çeit ilginin, kemal' ve noksanlk, kuvvet ve zayflk,
açklk ve gizlilik hususlarnda sonsuz dereceleri olunca, insanlar için bu iki ilgiden,
ancak snrl miktarlarn elde edilmesi mümkün olur. Böylece, gerçekte elde edilen
ey, mülkün sonsuz ksmlarndan bir ksm ile, ilmin sonsuz ksmlarndan bir ksm
olmu olur. te bu sebepten ötürü, “mülk” ve “te’vil” kelimelerinin bana ksmîlik
ifade eden min edat konulmutur. Çünkü bu kelime, "bir ksm” manasna gelir.
IV Cüz, YÛSUF sOrfsI 12/101 13. Cilt / 353
bavurarak, birisi, U' "o kuyuyu evvela ben emitim” ve "onu ilk ben kazdm"
deyinceye kadar, bu kelimenin ne manaya geldiini bilmiyordum" demitir. Dilciler
öyle demilerdir: “Arapça’da “fatr” kelimesi asl olarak "yarmak” manasnadr.
Nitekim devenin az dii (daman yarp) çkmaya baladnda denilir.
bitkiler ile) yarldnda, jejy jLü; aacn dallar, yapraklarn çkmas ile âdeta
yark yark olduunda, denilir. te kelimenin Arapça'daki kök manas
budur. Daha sonra bu kelime, var etme ve yaratma manasna kullanlmtr. Çünkü
var edilen o ey, yok iken sanki bir karanlk içinde imi de, yaratlmak sureti le, o
yokluk ve karanlk yarlm ve içinden o çkm gibi olur.
kinci Bahis: Bu kelimenin bazan, bahsettiimiz itikâkn delil oluu ile, bireyi
srf yokluktan meydana getirme manasna geldii sanlmtr. Ama gerçekte bu, buna
delil deildir. Bunun böyle olduunu unlar gösterir:
“
Cenâb- Hak, Hamd göklerin ve yerin fâtr olan Allah’a mahsustur” {fm,
a) ,
“
i) buyurmu; daha sonra da o gökleri ve yeri, Sonra (Allah) göe, ki o, bir buhar
(duhân) halinde idi, yöneldi” (Fussiiet. n) diyerek, onlar buhardan yarattn beyân
etmitir. Binâenaleyh bu ifade, “fâtr" lafznn, Cenâb- Hakk’n onlar srf yokluktan
yaratt manasna gelmediine delâlet eder.
“
yaratt halde, Yüzünü Allah’n ftratna çevir
b) Allah Teâlâ, insanlar topraktan
“
ki, O, insanlar bunun üzerine yaratmtr" (Rum, 30) demitir. O, Sizi ondan
(topraktan) yarattk, yine ona döndüreceiz. Sizi bir kere daha ondan (topraktan)
çkaracaz" (Taha, 55) buyurur.
c) Bir ey, maddesi ve sureti (ekli) bulunduu zaman, meydana gelir. Mesela
bir sürahiyi ele Bu ancak, o belli
alalm. madde, o belli özellie sahip olduu zaman,
mevcut olur, meydana gelir. O sûret bilunmad zaman, bunlarn toplam (demek
olan sürahi) meydana gelmez. Bu°sureti var eden, o sürahiyi icad etmi saylr.
Binâenaleyh Onun madde olarak kâinat icad etmesinin, sürahi maddesini icad
etmesini gerektirmediini anlarz. Böylece sabit olur ki “fâtr” lafz, Allah Teâlâ'nn
meydana geldii parçalan var ettiini ifade etmez. Allah
göklerin ve yerin kendisinden
Teâlâ’nn bu parçalarn yaratcs oluu Kur'ân’n zâhiri manalar ile deil, aklî deliller
ile, bizce anlalr.
354 / 13. Cilt TEFSlR-1 KEBÎR
”
Bil ki ayetteki, “Gökleri ve yerin yaratan ifadesi, vav edatnn tertib (sra) ifâde
ettiini söyleyenlere göre, Allah’n gökleri, yerden önce yaratt zannn
uyandrmaktadr. Akl da bunu destekler. Çünkü bir dâireyi meydana getirmek,
mutlaka onun için bir merkez belirlemeyi gerektirir. Ama merkezi belirlemek, mutlaka
dâireyi meydana getirmeyi gerektirmez. Çünkü tek bir merkez ile, saysz dâireler
çizilebilir. Fakat bir dâirenin, ancak bir tek merkezi vardr. Hem sonra ayetin lafz,
göklerin birden^ fazla, yeryüzünün ise bir tek olduunu göstermektedir. Bunun
hikmetini, *1) UJî (En'am, i) ayetinin tefsirinde anlatmtk.
Daha sonra o, ij
J Jj vSJÎ “Sen, dünyada da, âhirette de benim
yârimsin” demitir. Bu "Ya Rabbl, sen hem dünyada, hem âhirette bütün ilerimi
düzenlemeyi üzerine alp, fânîolan bu mülkü, ebedî mülke ilhak edensin" demektir.
Bu, man ve ibadetin hepsinin Allah’dan olduunu gösteren bir tabirdir. Eer bunlar
kulun kendisinden olsayd, o zaman kulun ilerinin velisi, yani ilerini deruhte eden,
yine kulun kendisi olurdu. O zaman da, “Sen, dünyada da, âhirette de benim
yârimsin, velimsin” cümlesinin umûmî manas yanl olmu olurdu.
müslüman olduum halde canm al” manasn kastetmitir. Bu, Allah Teâlâ'nn,
kendisini slâm Dini üzere öldürmesini istemek manasnadr. Bu sözde, Hz. Yusuf’un
o anda Ölümü istediini gösteren bir ey yoktur” demitir.
Sebep: Daha evvel de izah ettiimiz gibi, insan nefsinin kemâle ermesi,
Birinci
ilâhiyyât bilmesine ve maddi eyler üzerinde tasarruf sahibi bir melik ve malik
olmasna baldr. Biz, her iki hususta da sonsuz derece ve merhalelerin olduunu
daha önce anlatmtk. Bu iki hususta, mutlak kemâl sadece Allah'a âittir. Onun
dndaki her varlk noksandr, Noksan olan ise, noksan olduunu anlayp, mutlak
kemâlin tadn aldnda, hep bir üzüntü ve onun peine dümekten hasl olan bir
ac içinde bulunur. Mutlak kemal sadece Allah’a ait olup, bunun insan için
gerçeklemesi mümkün olmaynca, jnsann devaml olarak, o arzudan doan ve o
yorulmadan kaynaklanan bir zdrap ve ac içinde kalmas gerekir. Binâenaleyh insan,,
bu hali taddnda, nefisten bu yorgunluu ve zdrab atmann, ancak ölüm ile
olduunu anlar. te bundan ötürü ölümü temnni eder.
yok olmasndan dolay doan elem ve ac, var olduklarnda meydana gelen lezzet
ve sevinçten daha iddetlidir.
Binâenaleyh bu üç sebep, insanda bu lezzetlere kar bir nefret dourur. Akl banda
olan kimse, bu tür eyleri elde etmenin yolunun, ancak bu üç nefret ettirici eyden
bir
geçtiini anlaynca, bu tür belâ ve skntlardan kurtulmak için, ölümü temenni eder.
gidermeye varp dayanr. Mesela yeme lezzeti, açlk acsn defetmekten ibarettir.
Cinsî münasebetten duyulan lezzet de, menînin menî kesesinde iyice dolup
gdklamasndan meydana gelen acy defetmektir. dareci ve bakan olma lezzeti,
intikâm alma ve ba olma istei ilemeydana gelen acy (tasay) defetmekten ibarettir.
Bu lezzetlerin hepsinin neticesi, elemleri gidermek olduuna göre, akll olan kimse
nezdinde bütün bunlar önemsiz, âdi, düük ve noksan eyler olarak kabul edilir. te
bu durumda, bütün bu âdi eylere ihtiyaç duymaktan kurtulmak için, insan ölümü
temenni eder.
a) Yeme-içme lezzeti;
c) Reis ve bakan olma lezzeti... Bunlarn herbirinin, birçok ayp ve kusuru vardr.
2)Bu lezzetlerin devaml olmas, hep sürmesi mümkün deildir. Çünkü insan,
yedii zaman doyar. Doyduunda, yemekten lezzet duymaya bir evki kalmaz. Demek
ki bu lezzet zayftr. Zayf olmasnn yannda, devaml da deildir.
3) Bunlar, aslnda deersiz lezzetlerdir. Çünkü yemek, yenen eyi azda biriken
tükrük ile slatp yumuatmaktr. Bunun, çok da ho olmayan, pis bir i olduunda
üphe yoktur. Sonra o yiyecek, mideye vardnda, orada bozulmaya, kokumaya
ve deimeye balar. Bu da, ho olmayan bir hadisedir.
5) Yemek, ancak insan çok ackt zaman güzel olur. Halbuki zaten bu, iddetli
bir ihtiyaçtr. htiyaç ise, tam bir noksanlk demektir.
Reis ve ba
olma lezzetinin kusurlar da çoktur. B r burada, onlardan sadece
f
u birini ele alalm: Her insan, yaratl gerei, hizmetçi olmaktan ve bakasnn emri
Bil ki, akl banda olan bir kimse, bu incelikleri iyice düündüünde o, bu lezzetleri
talep etmek ve bu hayrlar hususunda gayret ve çabasnda, kendisi için kesinlikle
bir kurtuluun bulunmadn katî olarak anlar. Sonra nefis, o riyâseti taleb etmek,
ona iddetli bir biçimde itiyâk duymak ve onu elde etmeye tam bir arçu ve temayül
duyma arzusu üzere yaratlmtr. Bu durumda da, bu ekilde mukayeseler oluur,
insan, bu maddi hayatta olduu sürece, bu lezzetlerin peinde gezer ve bunlar
arzular. O, bunlar istedii müddetçe de, bizzat belalarn ve nedâmetler ummannn
içine dümü olur. Bu lâzm, ho karlanmaz. O halde, melzûm da ho karlanmaz.
u
çou zaman Hz. Yusuf’un yapt duaya devam ettim: "Ya Rab, sen bana mülk
verdin ve sözlerin te’vttni örettin. Ey gökleri ve yeri yaratan, sen, dünyada da
ahirette de benim yarimsin. Benim canm müslüman olarak al. Beni sâlihlere kat”
(Yusul. 101).
de kuldan olsayd, kul bunu nasl Allah’tan isteyebilirdi.” Cübbâî ve Ka’bî bu ifadenin
manasnn, "ölünceye kadar slâm üzere kalmak için, Allah’tan bana lütfetmesini taleb
ediyorum” eklinde olduunu söylemilerdir. Bu cevap zayftr. Çünkü ayetteki talep
müslüman olarak ölme ile ilgilidir. Binaenaleyh bunu, lutfu taleb manasna almak,
ifadenin zahir, .i brakmak olur. Hem sonra kaderde olan bütün lutuf fiillerini, Allah
zaten yapmaktadr. Öyle ise onu Allah’tan istemek muhaldir.
Bil ki ayetteki, zalik (bu) kelimesi, mübtedâ olarak mahallen merfûdur. Bunun
haberi *'—?' j—î “gayb haberlerindendir” ifadesidir.
“
“Onu, sana vahyediyoruz” ifadesi de ikinci haberdir. Onlar hile yaparak
ileyecekleri ii kararlatrdklar zaman sen yanlarnda deildin ” ifadesi, “Yusuf’un
kardeleri, Yusuf’a hile yaparlarken ve ona ne yapacaklarn müavere ederlerken,
sen (ey Muhammed), onlarn yannda deildin” demektir. Biz, bu hususla ilgili
izahmz, 'j***-^ (Yunus, 7i) ayetinin tefsirinde yapmtk. Bil ki bu ifadeden
maksat, gaybtan haber vermektir. Binâenaleyh bu, bir mucizedir. Bunun gaybtan
haber verme olduunu u ekilde izah ederiz: Hz. Muhammed (s.as), hiçbir kitap
okumam ve hiç kimsenin talebesi olmamtr. Onun yaad belde de, âlimler diyân
onun bu uzun kssay (hadiseyi), hiç bir okumuluu ve öretimi
deildi. Binâenaleyh,
olmad halde ve onlardan hiçbiri de yannda bulunmad halde en ufak bir yanllk
ve hata olmakszn anlatmas, ancak ve ancak bunun bir mucize olmasndan leri
360 / 13. Cilt TEFSlR-l KEBÎR
gelmektedir. Hem sonra,bu nasl bir mucize olmasn ki? Bu hususun izah, bu tefsirde
“
tekrar tekrar geçti. Ayetteki, Yanlarnda deildin" ifadesi, bunu inkâr edenlerle alay
etmek için söylenmitir. Çünkü herkes, Hz. Muhammed (s.a.s)’in onlarn yannda
olmadn bilir.
“ Senne kadar hrs göstersen de, insanlarn çou iman ediciler deildir.
Halbuki sen buna kar onlardan hiçbir ücret istemiyorsun. O (Kur’ân),
âlemlere bir nasihattan baka birey deildir. Göklerde ve yerde nice ayetler
vardr ki, bunlardan yüzçevirici olarak, üstüne basar geçerler.
(insanlar)
Onlarn çou, ancak mürik olarak Allah’a iman ederler. Onlar (herkesi)
saracak bir azab- lahînin kendilerine gelip çatmasndan, yahut hiç farknda
olmadklar bir anda, anszn Kyametin kendilerine gelip çatmasndan emin
mi oldular?”
(Yusuf, 103-107).
eyi,
I I. Cü, YÛSUF SÛKKS 12/103-107 13. ClH / 361
mümkün olan en ileri bir gayretle elde etmeyi istemektir." Ayetteki, “Halbuki sen,
buna kar onlardan hiçbir ücret istemiyorsun” ifadesinin manas açktr.
“Göklerde ve yerde nice ayetler vardr ki (insanlar) bunlardan yüz çevirici olarak,
J Û j* jfifj
üstüne basar geçerler” buyurmutur. Bu, "Onlar, senin peygamberliine delil olan
eyler üzerinde eer düünmezler ise, bunda alacak birey yok. Çünkü âlem de
tevhid, kudret ve hikmetin delilleri ile doludur. Ama onlar bunlara da bakmaz, bunlarn
üstüne basar geçerler" demektir.
Bil ki tevhid, ilim, kudret ve rahmetin delillerinin, mutlaka baz maddi eyler olmas
gerekir. Bunlar da ya felekî (göksel) kütleler (cisimlerdir), yahut da unsurî
(elementlerden meydana gelmi) yeryüzü cisimleridir. Felekî kütleler, felekler ve
yldzlar diye ikiye ayrlr. Feleklerin hem belli bir miktarda oluu, birinin bir dierinin
altnda ve üstünde yer al yaratcnn varlna istidlâ!
ve çeitli hareketleri ile, bir
edilir. Bu istidlâl de, ya onlarn daha evvel hareketsiz olup da, sonra da mutlaka kâdir
bir muharrikten (hareket ettiriciden) ötürü hareket etmeleri; yahut hareketlerinin hzl
veya yava olmas; yahut da o hareketlerin farkl farkl yönlere doru olmas ile yaplr.
Yldzlarn kütlelerine gelince, bazan onlarn miktarlar, bir mekânda yer almalar ve
hareketleri ile, bazan renkleri ve klar ile, bazan aydnlk ve karanln meydana
gelmesindeki tesirleri ile, karanlk ve aydnlk olular ile, bir yaratcnn varlna istidlal
edilir.
Keaf sahibi öyle der: “Ayetteki “Arz” (yer) kelimesi, mübtedâ olarak merfu,
^ “üstüne basar geçerler” cümlesi de bunun haberi olarak okunmutur.
Süddî, “Arz” kelimesini, cümlesinin "Onlarn etrafnda döner dururlar”
manasnda tefsir edilmesi takdirine göre, mansub olarak okumutur. Abdullah b.
Mes’ûd (r.a)’un mushafnda ise, bu ifâde öjr+t \e, üzerinde gezip
tozduklar yeryüzü” eklinde okunmutur.
"Rabbimiz, bir olan Allah’tr. Ama güne ile ay da bizim rabbimizdir" derlerken,
Muhacir ve Ensar: “Rabbimiz, eriki olmayan bir Allah’tr” derler."
Kerrâmiye, bu ayeti, “iman sadece dil ile ikrardan ibarettir’’ görüüne delil
getirmi ve “çünkü Allah Teâlâ, mürik olduklar halde, onlarn mü’min olduklarna
hükmetmitir. Bu, imann, srf dil ile ikrardan ibaret olduuna delâlet eder"
demilerdir. Bunun cevab malumdur.
“De “ite bu, benim yolumdur. Ben, bir basîret üzere, Allah'a davet
ki:
ediyorum. Ben de bana tâbî olanlar da (böyleyiz). Allah' tenzih ederim. Ben
”
m üriklerden deilim
(Yûsuf. 108).
ayetidir.
Bil ki, “sebil” kelimesi lügatte “yol” manasnadr. Araplar, inançlar, insann
3M / 13. Cill
TEFSlR-l KEBR
üzerinde yürüyüp cennete gidecei yola benzettiler. Binaenaleyh ayet, “Ben, bir
basirete, yani bir hüccet ve delile dayanarak, sizleri Allah’a davet ediyorum. Bana
tâbî olanlar da, benim sünnetime, sîretime ve yoluma-davet
ederler. Bana uyanlarn
gidiât da, Allah’a davet etmektir” manasnadr. Zira delil ileri sürüp de, ortaya
sîreti,
atlan üphelere cevap veren her mü’min, gücü nisbetinde Allah’a davet etmi olur
ki, bu da, Allah’a davetin ancak bu art ile, yani söylenilen eyde
bir basiret, bir
hidayet ve bir yakîn üzere olmas art ile güzel olur. Eer böyle olmazsa, bu srf
bir aldatmaca olur. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s): l
J-j
“
'-*J. ÖJ-&H j-* Alimler ,
resullerin
insanlar davet eyi örenip muhafaza etmi olduklar için, Allah’n kullar
ettikleri
üzerinde peygamberlerin emin (güvenilir) adamlardr ”( 3 °) demitir. Ayetteki bu
'
ifadenin, *Üi
J[ ksmnda tamamland ve söze* tekrar, ...jtf' Ji. diye
baland, ‘‘Sübhânallah” (Allah’ tenzih ederim) sözünün de «1a “Bu benim
yolumdur” ifadesi üzerine atfedildii de söylenmitir. Buna göre âyetin manas: “De
ki: “Bu benim yolumdur” De ki: “Allah’, müriklerin söyledii eylerden
tenzîh ve
takdis ederim. Ben, Allah’n
yannda, onun zdd, dengi, ei ve çocuu bulunduunu
söyleyen müriklerden deilim” eklindedir. Bu ayet, kelam ilminin ve akâidin,
peygamberlerin sanat ve ilmi olduuna ve Allah Teâlâ’nn peygamberleri, ancak
bunun için gönderdiine delâlet eder.
30) 2/64.
IV Cüz, YÛSUF SÛRF.S 12/110 13, Clll / 363
Ebu Amr ve Âsm'n râvisi Hafs, son fiili, muhatab sîas ile, ta’klûn; dier kraat
imamlar ise yâ ile gâib sîas üzere ya’kilûn "(halâ akllanmayacaklar m?)’’ eklinde
okumulardr.
Peygamber Beer Diye Müriklerin tirazlar
daha nasl oluyor da onlar, Ey Muhammed senin peygamberliin hakknda böyle bir
üpheye düüyorlar" demek istemitir. Ayet Allah Teâlâ’nn insanlara peygamber
olarak kadn göndermediine ve yine bedevilerden peygamber göndermediine
delâlet eder. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s), ja “Bedevî,
Bil ki Asm, Hamza ve eddesiz ve zâl'n kesresi ile fiili, küzibû," yalanc
Kisâî,
durumuna düürüldüler” eklinde okurlar iken; dier kraat imamlar edde ile,
kuzzibû “yalanlandlar” eklinde okumulardr. Fiili eddesiz okumann iki sebebi
vardr:
Buradaki “zan”, “yakîn” yani “kesin bilme” manasnadr. Buna göre ayet,
1)
“o peygamberler, ümmetlerinin kendilerini yalanladklarn, artk bundan sonra
onlardan imânn sâdr olamayacan te
o zaman onlara bedduâ
iyice anladlar.
ettiler. Bu durumda da Allah Teâlâ, o kavimlerin üzerine, köklerini kazyan bir azap
2) Buradaki "zan”, "zannetme” manasna olabilir. Buna göre ayetin manas öyle
olur: "O peygamberler, kavimlerinin iman etmelerinden ümitlerini kesip de,
kendilerine imân edenlerin de, kendilerini zaferin gelmesi hususunda
yalanlayacaklarn zannettikleri zaman...” Bu te’vil de, Hz. Ale (r.anhâ)’den
nakledilmitir. Ayetin tefsiri olarak zikredilen manalarn en güzeli budur.
mü’minler, "Allah’n yardm ne zaman? diyordu” Bakara, 214). bn Ebî Müleyke diyor
ki: "Bunu, Hz. Aie (r.anha)’ye söylediim zaman, o bu manay ho bulmad ve öyle
dedi: "Hz. Muhammed, Allah Teâlâ’nn kendisine vaadettii hereyi mutlaka yerine
getireceini biliyordu. Fakat belâlar, peygamberlerden hiç kesilmez, öyle ki onlar,
kendilerine iman etmi kimselerin bile, bu yüzden kendilerini yalanlamalarndan
endie ederler." Hz. Aie (r.anha)’den gelen bu red ve tefsir, son derece güzel ve
yerindedir.
Kraat Farklar
demektir. Âsim ve ibn Âmir, bu fiili, bir nün ile, cîm’in eddesi ve yâ’nn fethas ile,
bunu, iki nûndan birini dierinde idam ederek, bir nün ile, cîm’in eddesi ve yâ’nn
sükûnu ile okuduu rivayet edilmitir. Baz alimler "Bu kraat yanltr. Çünkü harekeli
olan nûn, sâkin olan nûn’a idâm edilemez. Yine nûn harfinin, cîm’e idâm câiz
“Andolsun, onlarn kssalarn açklamada sâlim akl sahipleri için, bir ibret
vardr. Bu, uydurulmu bir söz deildir, ancak kendinden evvelkilerin tasdiki
ve hereyin tafsilidir. Bu, iman edecekler için de bir hidâyet ve bir rahmettir”
(Yusuf, 111).
Bil ki, "bret” bilinen bir taraftan, bilinmeyen bir tarafa "ubûr” etmek, geçmektir.
Bundan kastedilen mana, düünmek ve tefekkür etmektir. Peygamberlerin
kssalarndan ibret almak, birçok ekilde olur:
onu bir araya getiren Allah, Hz. Muhammed (a.s) ’i aziz etmeye ve kelimetullah
(Allah’n dinini) yüceltmeye, gâlip getirmeye de kâdirdir.
2) Hz. Yusuf’tan haber vermek, gaybtan haber vermek gibidir. Binâenaleyh bu,
Hz. Muhammed (s.a.s)’in doruluuna delalet eden bir mucize olur.
3) Allah Teâlâ, bu surenin hem banda, “Biz sana, ...en güzel beyân kssa
olarakanlatacaz” (Yusuf, 3); hem de bu surenin sonunda, bu kssann güzelliinin,
kendisinden ibret alnmas, hikmet ve kudretin de bilinmi olmas sebebiyle güzel
olduuna dikkat çekmek için, “Andolsun onlarn kssalarn açklamada salim akl
,
sahipleri için, bir ibret vardr” buyurmutur. Ayetteki, “onlarn kssalar” ifadesinden
maksat, Yusuf (a.s) ile kardeleri ve babalarnn kssalardr. Baz kimseler bundan
muradn, Kur’ân- Kerim’de dier peygamberlerin kssalar da ele alnd için, bütün
peygamberlerin kssalar olduunu ileri sürmüler ise de, ancak ne var ki evlâ olan,
bundan kastedilenin Yusuf (a.s)’n kssas olduudur.
mdi ayet, "Hz. Muhammed (s.a.s)’in kavmi, akll ve zeki olduu halde, onlardan
pek çou bundan ibret almamtr. O halde daha niçin Cenâb- Hak, “salim akl
sahipleri için, bir ibret vardr” buyurmutur?” denilirse, biz deriz ki: Onlarn hepsi
ibret alabilecek evsafta idiler. Bu kssaya "ibret” demekten maksat, bu kssann, akl
13. Cüz, YÛSUF SÛRES 12/111 13. Cilt / 369
Birinci Sfat: Onun, akl sahipleri için bir ibret olmas. Bunun izah, az önce
geçmiti.
kinci Sfat: Onun, uydurulmu bir söz olmamas. Bu ifade hakknda u iki görü
ileri sürülmütür.
'J* c/j)'
Jt'Loj j* jfJj takdirinde olarak, nahve göre ref’i de caizdir.”
Üçüncü Sfat: Onun, "her eyin tafsili” olmasdr. Bu hususta da iki açklama
yaplmtr:
2) Bu, Kur’ân’n tamamyla alâkal bir cümledir. Bu Cenâb- Hakk’n, tpk “B/z
o kitapta hiçbir eyi eksik brakmadk” <En’4m, 38) ayeti gibidir. Çünkü bu vasf,
Kur’ân’n tamamiyie alâkal bir vasf kabul etmek, onu sadece Yusuf (a.s) kssasyla
alâkal bir vasf olarak kabul etmekten daha uygundur. Buna göre bu ifadeden,
Kur'ân- Kerim’in ihtiva ettii, helâl, haram ve slâm diniyle alâkal dier hükümler
”
^
Cenâb- Hak bu ayet
“ Benim rahmetim
ile,
ise, her eyi kuatmtr” (A’raf, i56)
onun nuhtevâsna girmesi uygun olan her eyi murad etmitir.
ayeti gibidir ki,
Dördüncü ve Beinci Sfatlar: Onun dünyada, inanan toplumlar için bir hidâyet;
Kyamette de lahî rahmetin tahakkuku için bir vesîle olmasdr. Cenâb- Hak, özellikle,
”
“inanan kavimler için buyurdu; çünkü ondan istifade edenler, ancak inananlardr.;
izah gibidir. Doruyu en iyi bilen Allah’tr; dönüümüz ve varmz ancak O’nadr.
Bu kitabn müellifi (r.h), öyle
Bu sûrenin tefsiri, Allah’n hamd ve inayetiyle,,
der:
601 senesinde aban aynn yedinci gününe tekabül eden çaramba gününde
tamamland; hayr ve rzâ ile son buldu. Ben o günlerde, sâlih olum ve salih çocuum
Muhammed’in vefât sebebiyle cidden çok skntlydm. Allah onu, rahmet ve
mafiretiyle bürüsün. Ve ona, fadl ve ihsan derecelerini ihsân etsin. u beyitleri, ona
at olarak, ksaca irad ediyorum:
i
/ hû; jtâiSfî çjr jil
^
1
/ pr*'?
Melekler rüvet alsalard, hem hükmen hem de ismen kendimizi onlara köle
ederdik.
Fakat ne var ki, takdir edilen bir hükmün zaman gelince, Arn karargâhndan,
tâ denizlerin derinliklerine sirayet eder.
Gözümü sana mezar (medfun) yapmama mani olan tek ey, onun ebediyyen
gözya aktmaya mahkûm oluudur.
Yemin ederim ki, (öldüümde dahi), çürümü kemiklerime ve parçalarma
dokunsalar, onlarn gizli ve sakl olduu yerlerdeki hüzün ve keder ateini
hissederlerdi.
Hayatm ve ölümüm,
uzaklamanzdan sonra
sizin birdir ve ayndr; hatta ölüm,
bu gam ve kederi devaml çekmekten daha iyidir.
Ben, Allah’n infaz ettii hükmüne razym, raz oldum. Çünkü biliyorum ki,
benim geçerli olacak bir hükmüm yoktur.”
Ben bu kitab mütalaa edip ve ondan çok kymetli istifadelerde bulunan kimselere
v
hem bana hem de çocuuma Fatiha okumalarn ve kardelerinden, babasndan ve
annesinden uzakta gurbet ellerde ölen kimseler için rahmet ve mafiret ile dua
etmelerini vasiyyet ediyorum. Zira ben de, benim hakkmda böyle davranacak olanlara
çokça dua etmekteyim. Salât ve selam, seyyidimiz Hz. Muhammed (s.a.s)’e, O’nun
âline, ashâbna olsun. Âmin. Hamd ancak, alemlerin ftabbi olan Allah’a mahsustur.
RA’D SÛRES
©
Ra'd Süresi,
"O kâfirler, Allah'n vaadi gelinceye kadar,
kendi yaptklar yüzünden
ya anszn balanna gelecek büyük belâ çatp duracak..." (Ra'd, 31)
ile "ve nezdinde kitab ilmi bulunanlar dahi..." (Ra'd, 43)
ayetleri hariç, Mekkî olup, (43) ayettir.
Ebu Bekr el-Esamm,
"Bir Kur’ân ki, eer onun/a dalar yürütülseydi" (Ra’d, 31)
ayeti hariç,
Bil ki bu, bu lafzlar, yani huruf-i mukattaalar hakknda daha önce açklama
yapmtk. bn Abbas (r.a), bunun manasnn, M
W “Ben Allah’m,
en iyi bilenim”; Atâ’nn rivâyetine göre ise, ^ ^ * —Ui L-J'
“Ben Allah; Rahman olan Melik’im” eklinde olduunu söylemitir. Ebu Anrr, Kiaâî
ve dier kraat alimleri buray imâle ile okurken, bir grup kraat imam da, tefhîm ile
(kaln) okumulardr ki, Âsim da bunlardandr. Ayetteki tilke kelimesi “Elif, lâm, mîm,
râ” ad verilen bu sûrenin ayetlerine bir iarettir. Daha sonra Cenâb- Hak, bunlarn,
o kitabn ayetleri olduur\u söylemitir. O kitap ise, onu kendisine indirmek ve
ebediyyen bâk. klmak suretiyle, Hz. Muhammed (s.a.s)’e vermi olduu kitaptr.
Kyas Hakkndakl Hüküm
dJ A* dD j^îl ifâdesi, mübtedâ, kelimesi de onun haberidir.
Halbuki, kyas ilehükmetmeyenin küfre nisbet edilmeyecei iomâ ile sabittir. Böyleoe
kyas ile sabit olan o hükmün, Allah katndan gelmemi olduu sabit olmu olur.
Durum böyle olunca hükmün hak olmamas gerekir. Zira
da, kyas ile sabit olan
haktr buyruu, “hakkn, sadece “Allah’n indirdii ey” olmasn iktizâ eder.
Binâenaleyh, Allah’n indirmedii her eyin, “hakk” olmamas gerekir. O, “hakk”
olmaynca da, Cenâb- Hakk’n, “Artk haktan sonra sapklktan baka ne kalr?"
(Yunus, 32) buyruundan ötürü, batl olmas gerekir.”
Kyas kabul edenler ise buna u ekilde cevap vermilerdir: “Kyas ile sâbit olan
hüküm de, Allah katndan inmi
hükümdür. Çünkü Cenâb- Hak, kyas ile amel
bir
etmeyi emredince, kyasn delâlet ettii o hüküm de, Allah katndan inmi bir hüküm
olur. HakTeâlâ, Hz. Muhammed (s.a.s)’e indirilen o eyin, Kur’ân’n hak olduunu
belirtince, bir zecr ve tehdit olsun diye de, insanlarn pekçounun ona iman
etmeyeceklerini de beyan etmitir.
Bil ki, Allah Teâlâ, insanlarn ekserisinin iman etmeyeceklerini belirtince, bunun
peinden, kendisinin birliine, ahiretin varlna delâlet eden bu ayeti getirmitir. Bu
ayetle ilgili birkaç mesele bulunmaktadr:
b) Uzayn bir nihayeti yoktur. Mutlak bolukta uzayp giden yayltn mekânlar
da snrszdr. Halbuki o mekânlarn tamam da, birbirine eittir. Binâenaleyh, ayet
bir cismin belirli bir mekânda bulunmas zorunlu olsayd, bütün mekânlarn (mahiyet
bakmndan) eit ve benzemeleri zorunluluundan dolay, o cismin bütün
birbirine
mekânlarda bulunmas gerekirdi. Böylece, felekî kütlelerin kendi mekân ve yönlerinde
bulunmalarnn, zâtlar gerei mecburî ve zorunlu bir durum olmad; tam aksine
bir “muhassis” ve onun öyle olmasn tercih eden bir “müreccih” tarafndan olduu
sabit olmu olur. Onlarn, altlarnda bir direk bulunmakszn üzerlerindeki bir zincir
ile aslm olduklar da söylenemez. Aksi halde söz, o koruyan zincir ile alakal olur
da, böylece de bu i, sonsuza kadar devam (teselsül) edip giderdi. Bu ise, muhaldir.
Böylece, o felekî kütlelerin, kendi yüce mekânlarnda, alemi yöneten Allah Teâlâ ve
Tekaddes hazretlerinden ötürü durduunun; O’nun onlar orada ibkâ ettiinin
söylenilmesi gerektii sabit olmu olur. te bu, kâhir ve kâdir bir lâhn varlna dair
getirilmi olan pek kesin ve çok net olan aklî bir delildir.
in mutlaka, bir tahtla edenin taheis etmesiyle olmas gerekirdi. Halbuki hür bir fail
sayesinde meydana gelen her ey, muhdestlr. O halde, ona muayyen bir mekânn
378 / M. Cilt TEFSlR-l KEBÎR
tahsis edilmi olmas da, muhdes olur. Ve onun zât da bu tahsisin dna çkamaz.
Hâdis olan durumlardan hâlî olmayan da hâdistir. Böylece o ilahn, belirli bir mekânda
olmas onun da hâdis olaca sabit olmu olur ki, bu muhâldir. Böylece,
halinde,
Allah Teâlâ’nn mekân ve cihetten münezzeh olduu kesinleir. Hem senin üstünde
olan her eye, “semâ” ad verilir. Binâenaleyh, ayet Cenâb- Hak, bir cihetin üstünde
olan baka bir cihette olmu olsayd, o da “semâvât” cümlesinden olur ve “Allah
odur ki, gökleri (u) görmekte olduunuz (ekilde) direksiz yükseltmitir” ifadesinin
hükmüne girmi olurdu. Halbuki, bir cihetin üstünde bulunan, baka bir cihete tahsis
edilen her ey, bu ayetin hükmüne göre, o ilahn korumasna muhtaçtr. Binaenaleyh
ilâhn, bir cihetin üzerindeki bir cihette bulunmaktan berî ve münezzeh olmas gerekir.
sürülmütür:
olarak yükseltendir” eklinde olur. Daha sonra da Cenâb- Hak, “Görüyorsunuz ya”
buyurmutur. Yani, “Onlarn direksiz olarak yükseltilmi olduklarn siz de
görüyorsunuz” demektir.
Cenâb- Hakk’n
c) ifadesi kelimesinin sfatdr. Buna göre ifadenin
manas, "görülen direkler bulunmakszn” eklinde olur, yani, "Göklerin direkleri
vardr; ama
onlar biz göremiyoruz” demektir. Alimler "o göklerin, zebercedden
meydana gelmi olan ve dünyay kuatan, ama sizin kendisini göremediiniz Kâf
da üzerine kurulmu direkleri vardr” demilerdir. Bu tevil, son derece sakattr.
Çünkü, Allah Teâlâ bu ifadeyi, kâdir bir ilâhn varlna delil olsun diye zikretmitir.
ayet, bu ifadeden kastedilen, onlarn ileri sürdüü o ey olsayd, bu ayetle, kâdir
bir ilahn varlna istidlâl edilemezdi. Zira, “Gökler, Kaf da üzerine dayannca, o
zaman, göklerin bu ekilde durmas daha nasl bir ilahn mevcudiyetine delâlet
edebilir?" denilebilirdi. Bana göre bu hususta yaplan izahlarn hepsinden güzel olan
bir baka izah udur: Imâd kelimesi, kendisine dayanlan, yaslanlan ey demektir.
Böylece, o göklerin direklerinin, Allah’n bizzat kudreti olduu sabit olmu olur.
Böylece de bu söz, “O, gökleri, sizin görebileceiniz bir direk bulunmakszn
yükseltmitir. Yani, onlarn gerçekte direkleri vardr, ancak
ne var ki o direkler, Allah
Teâlâ’nn kudreti, O’nun muhafazas, O’nun tedbiri ve O’nun onlar o yüksek yerlerde
tutmasdr. Halbuki sizler o tedbiri göremezsiniz ve o tutmann nasl olduunu da
bilemezsiniz” denilmesi neticesini verir.
II. Cüz, RA’ D SÛRES 13/2 13. Cilt / 379
“
Cenfib- Hakk’n, Sonra (emri), Ar üzerinde hükümran
olmutur" ifadesine gelince, bil ki bununla, Cenâb- Hakk’n Ar üzerine karar klm
olmas kastedilmitir. Çünkü bu ayetin gayesi, bir yaratcnn varlna delalet eden
eyi belirtmektir. Kendisiyle istidlâl edilecek o eyin, görülen ve bilinen bir ey olmas
gerekir. Halbuki, hiç kimse Allah Teâlâ’mn Ar üzerinde karar kldn göremez. O
halde bununla daha o hususa dair nasl istidlâlde bulunulabilir? Hem, O’nun Ar
üzerinde karar klm olduunun müahede edilebilecei farzedilse bile, ancak ne
var ki O’nun halinin mükemmel ve celâlinin de sonsuz olduunu ihsas ettirmez;
bu,
tam aksine bu O’nun bir mekâna ve bir bolua muhtaç olduuna delalet eder. Hem
ayrca bu tabir, O’nun önce bu hal üzerinde olmadna, daha sonra böyle olduuna
delâlet eder. Bu da, bir deimeyi gerektirir. Hem, “istivâ”, eri bürü olmann
zdddr. Binâenaleyh, ayetin zahiri, Cenâb- Hakk’n önceleri eri bürü bir durumda
ve karmakark bir halde olduuna; ama daha sonra dümdüz, dimdik olduuna
delâlet eder. Bütün bu eyler ise, Allah hakknda imkânszdr. Böylece bu ifâdeden
kastedilenin, O’nun hakimiyeti, kudreti, yönetmesi ve muhafazasyla, cisimler alemine
hükümran olmas olduu sabit olmu olur. Yani, “Arn üstünden yerin dibine kadar
olan her ey, O’nun muhafazas ve tedbiri alannda olup, O’na muhtaçtrlar” demektir.
ifade etmi olduu !~.usus olup, bunun neticesi, bu kütlelerin hareketiyle kâdir ve kâhir
bir yaratcn"- varlna istidlâlde bulunmaya varr.
Hem, o hareketlerin her birinin, meselâ yava olmak veya hzl olmak gibi,
2)
muayyen bir duruma ayarlanm olmas da, mutlaka bir “muhassis” tarafndan
olmaldr. Bu, özellikle “yava hareket etme”nin manasnn, “durma ile kark (yani
aralklarla yaplan) bir hareket” olduunu söyleyenlere göre böyledir. Bu da, o
kütlelerin, baz zamanlar hareket ettiini, bazan da durduunu kabul etmeyi gerektirir.
Binâenaleyh, belli bir yerde hareketin olmas, baka bir yerde ise hareketsizliin
'
bulunmas, mutlaka bir müreccih sayesindedir.
3) O hareket ve sükûnlarn, devir ve dönülerinin belli bir müddete göre eit olacak
380 / 13. Cilt
TEFSlR-l KEBÎR
bir tarzda, muayyen miktarlarda olmas, gerçekten artc bir durumdur; binaenaleyh,
bunun mutlaka bir "mukaddir” tarafndan ayarlanm olmas gerekir.
için, hususî bir yöne doru hzl veya yava olmak açsndan hususî
bir miktar ile
hareket etme gücü takdir etmitir. Durum, her ne zaman böyle olursa, bunlar için,
her an ve her dakika, daha önce bulunmayan baka bir haletin bulunmas gerekir.
Daha sonra Cenâb- Hak, bu delilleri ele alnca, j.Ü “Her ii yerli yerinde
o yönetir” buyurmutur. Müfessirlerden her biri; bu ifâdeyi, âlemin hallerinden bir
baka manasna hamletmilerdir. Ama evlâ olan, bunu, âlemin
çeidini yönetmek
hallerinin tamamn idâre etmek manasna almaktr. Binâenaleyh O onlar
yaratmak-
yok etmek, diriltmek-öldürmek ve zengin klmak-fakir düürmek suretiyle yönetir. Bu
ifadenin içine, vahiy indirmesi, peygamberler gönderip kullarn mükellef tutmas da
dahildir. Bu tabirde, Cenâb- Hakk’n rahmet ve kudretinin mükemmel olduuna dair
çok artc acaip bir delil bulunmaktadr. Çünkü, bu bilinen âlem, Arn üstünden
yerin dibine kadar, saysn ancak Allah’n bilebilecei saysz “cins” ve
"tür”lerle
doludur. Bahsedilen delil ise, bunlardan her birine bir konumun, bir mahallin,
bir
sfatn, birözelliin ve bir güzelliin tahsis edildiine delâlet etmektedir ki bütün bunlar,
ancak Allah tarafndan meydana getirilmilerdir. Allah Teâlâ hariç, bir eyi idâre
etmekle megul olan herkesin, bir baka eyi idâre etmesi mümkün deildir. Zira
Allah’, bir i, baka bir iten alkoyamaz. Akl banda olan kimse, bu ayet
hakknda
iyice tefekkürde bulunduunda, Allah Teâlâ’nn maddeler âlemini, rûhlar alemini;
3
Küçüünü Idâre ettii gibi, büyüünü de dare- ettiini, herhangi bir in O’nu
bakasndan alkoymadn; bir eyi yönetmesinin, bakasn yönetmesine mani
olmadn anlar ki, bütün bunlar, Allah Teâlâ’nn zât, sfatlar, ilmi ve kudreti
bakmndan muhdes ve mümkin varlklara benzemediine delâlet eder.
a) Felekler, ay, güne ve yldzlar gibi devaml ve sürekli olan varlklar. Bu tür
zenginlikten sonra fakirlik; gençlikten sonra ihtiyarlk; ahman en güzel yaay içinde
bulunmas, zeki ve akllnnsa, en güç durumda bulunmas vb... Mevcûdatn ve onlarn
hallerinin bu türünün, Hakîm bir yaratcnn varlna delâletleri, çok açk ve çok nettir.
“
O halde, Cenâb- Hakk’n, Ayetleri O açklar” buyruu, bu alâmetlerin temyiz ve
,
tafsil için birbiri ardnca meydana geldiklerine bir iaret olmu olur.
Daha sonra Cenâb- Hak b j&j »Uttj jÜ&î “Ta ki, Rabbinize kavuacanz
iyice bilesiniz” buyurmutur. Bil ki, bahsedilen bu deliller, yaratcnn
Hakîm bir
varlna delâlet ettikleri gibi, har ve ner ile ilgili görüün doruluuna da delâlet
eder. Zira, bu tür eyleri yaratmaya, büyüklükleri ve çokluklarna ramen onlar
yönetmeye kâdir olan zât, hara ve nere haydi haydi kâdir olur. Rivâyet olunduuna
göre bir adam Hz. Ali (r.a.)’ye: “Allah Teâlâ, bütün mahlûkat nasl hesaba
çekecektir?” deyince, “Ayn anda onlar rzklandrd ve ayn anda onlarn
o,
çarlarn duyarak icabet ettii gibi..” cevabn vermitir. Sözün neticesi udur: Allah
Teâlâ, her ne kadar mahlûkat bundan aciz iseler de, felekî kütleleri ve aydnlatan
yldzlar o yüksek bolukta tutmas gibi; yine, o Arn üstünden yerin dibine kadar
olan varlklar, biriyle megufolmas, dieriyle megul olmasndan alkoyamayaca
bir biçimde idare ettii gibi, bütün mahlûkat da, birisini hesaba çekmesi, dierini
hesâba çekmesine mani olamayacak bir biçimde hesaba çeker. Alimlerimiz içinde,
bu ayette geçen Ilka kelimesiyle, Allah’n görülecei hususunda istidlâlde bulunanlar
bulunmaktadr. Bu meselelerin izah, bu kitapta defalarca ve zaman zaman geçmiti.
382 /13. Cilt tefsIr-1 kebIr
Bil ki Allah Teâlâ, semâvî delilleri izah ederken, bunun peinden de yerde bulunan
delilleri getirerek, & jM “O, yeri yayp döeyendir” buyurmutur.
Bil ki, Cenâb- Allah’n yeri yaratmas ve onda bulunan haller ile istidlâl etmek,
birkaç yönden olabilir:
bakmndan, u
anda olduundan daha fazla veya daha eksik olmas aslnda mümkün
bir itir. Binâenaleyh bu belli miktar (ölçüyü), mutlaka bir tahsis edicinin ve takdir
edicinin tahsis, ve takdir etmesi ile ona verilmi olmas gerekir.
Ebu Bekr el-Esamm öyle demitir: “Medd, sonuna yetiilemeyen bir eye
2)
doru uzayp gitmek” demektir. Binâenaleyh ayettki, “O, yeri uzatp (meddedip)
döeyendir” ifâdesi, Allah Teâlâ’nn, yeryüzünün hacmini, gözün, sonunu (snrn)
göremeyecei kadar büyük yaptn ihsâs ettirir. Çünkü yerin hacmi, andakinden u
daha küçük olsayd, ondan tam olarak istifâde edilemezdi.
*
•
Bil ki bu görü, ancak biz yeryüzünün küre eklinde deil de dümdüz olduunu
13. cm, RA D SÛRES’ 13/3 13._Cüt / 383
Bil ki Kâdir ve Hakîm bir yaratcnn varlna, dalarn varl ile istidlâl etmek
birkaç yönden olabilir:
olur. Böylece de scaklk o nisbette kuvvetli olur. Scakln kuvvetli olmas, nemin
gitmesine sebep olur. Günein en noktas kuzey tarafnda olduunda, denizler
alt
de kuzeyde olur. u anda da günein en üst noktas, kuzey tarafna; en alt noktas da
güney tarafna geçince, denizler de güney tarafna geçmi olur. O zaman da dalar
kuzey tarafta kalm olur.” te felsefecilerin, bu konudaki sözlerinin neticesi budur.
b) Biz, baz dalarda, o kayalarn âdetâ dizi dizi konulmu olduklarn görmekteyiz.
Böylece o yap, sanki üstüste yerletirilmi kerpiçler manzara arzeder. Böyle
gibi bir
bir yapnn, felsefecilerin ileri sürdüü sebebten ötürü meydana gelmi olmas uzak
bir ihtimaldir.
c) Günein u anda en üst noktas, yengeç burcuna yakndr. Buna göre, günein
en yüksek noktasnn kuzeye geçtii zamandan, yaklak dokuzbin sene geçmitir.
Böyle olmas halinde o dalarn bu uzun müddet içerisinde unufak olmalar, da olarak
ortada hiçbir eyin kalmamas gerekirdi. Halbuki durum hiç de böyle deildir. Böylece
onlarn ileri sürdüü görüün zayf olduunu anlarz.
2) Yeryüzünde yedi maden cevheri ile nefis cevherleri yer alr. Yine yeryüzünde
cam, tuz, neft (petrol), zift ve kibrit hem bütün
madenleri vardr. Binâenaleyh
yeryüzünün karakter bakmndan ayn olmas, hem dalarn karakter bakmndan ayn
olmas hem de, günein bütün bunlara ayn tesiri yapmas, bunlarn hepsinin kâhir
ve sonradan olma, mümkin varlklara benzemekten münezzeh olan kâdir bir varln
takdiri ile olduuna apaçk delâlet eder.
3) Dalar sebebi yeryüzünde nehirler oluur. Çünkü ta, kat bir cisimdir.
ile,
olduu gibi.
”
Üçüncü nevi istldlâl de, Cenâb- Hakk’n yaratt çeit çeit bitkiler ile yaplan
letldlâldir. Cenâb- Hak buna da, j**- oi^Ji JT “O meyvelerin
hepsinden, yine kendilerinin içinde iki e
yaratmtr diye iaret etmitir. Bu ifade
le lgili birkaç mesele vardr:
zt iki karakterde eyin meydana gelmesi aslnda imkanszdr. Binâenaleyh biz, bunu,
tanenin özellii ve tabiat sebebi ile deil, ancak hakîm bir müdebbirin tedbiri, kadîm
bir mukaddirin takdiri ile olduunu anlarz. Sonra o taneden çkp meydana gelen
aacn bir ksm gövde, bir ksm çiçek, ksm
da meyve olur. Sonra o meyvede
bir
de, birbirindden farkl karakterde eyler vardr. Meselâ cevizin, dört çeit kabuu
vardr. En üst kabuk, aaç ksm, onun altnda cevizin özünü saran zar ve cevizin
üzerinde bulunan son derece ince zar vardr ki bu zar, ceviz ya iken onu, dier üç
tabakadan ayrr. Binâenaleyh ayn meyvede farkl farkl özellikte eyler
bulunmaktadr. Mesela turunçgillerin kabuu, kuru ve scak; iç ksm ise nemli ve
scak, asidi (suyu) souk ve kara, tohumu scak ve kuru, çiçei ise scak ve kurudur.
Üzüm de böyledir. Onun kabuu ve çekirdei souk ve kuru, içi ve suyu scak ve
nemlidir. Böylece tabiatn, yldzlarn ve feleklerin tesirleri ayn olduu halde, tek bir
taneden farkl özellikteki bu eylerin meydana gelmesi, mutlaka ve mutlaka hakîm,
kâdir ve kadîm olan bir zat’tan ötürü olduu sâbit olmu olur.
her türden ikierini yaratt. Binâenaleyh eer Cenâb- Hak bu ayette "çifti yaratt”
deseydi, bununla tür mü, ahs m
kastedildii bilinemezdi. Ama “ikier çift” deyince,
Allah Teâla'nn ilk olarak her çiftten ikier tane yarattn, ne az, ne çok yaratmadn
anlam olduk. Netice olarak diyebiliriz ki: Mahlukat içinde tür olarak u
anda nsanlar
386 / 13. Cilt TEFSÎR-I KEBÎR
çoktur. Fakat onlar ahs olarak çift olan iki varlktan yani Adem le Havva’dan
yaratlmaya balandna göre, bütün aaç ve bitkilerin durumu da böyledir.l32) Allah,
en iyisini bilendir.
“
buyurmaktadr. Yine Cenâb- Hakk’n, Kendisini durmayp kovalayan gündüze
”
geceyi O bürüyüp örter (Ar«t. S4) ayeti de bu manadadr. Bunun iyice incelenip
açklanmas ise, daha önce bu kitapta ele alnmt. Hamza, Klsaî ve Asm’n raviai
Ebû Bekr, eddeli ve gaynn fethasyla yuaî; dier kraat imamlar da, tahfif ile
yuî eklinde okumulardr.
Sonra, Cenâb- Hak t>u aydnlk delilleri ve ezici katî hükümleri zikredince,
ol# dU Ol “Bütün bunlarda iyi düünecekler için elbette deliller
vardr” buyurmutur.
Cenâb- Hak, süflî alemde bulunan delilleri zikretmi olduu yerlerde çou
Bil ki
“
kez, bunun hemen peinden, Bütün bunlarda iyi düünecekler için elbette deliller
vardr” ifâdesini, veya mana cihetinden buna yakn olan ifâdeleri getirmektedir. Bunun
sebebi udur: Feylesoflar, süfli alemde meydana gelen hadiseleri, yldzlarn
ekillerinde meydana gelen farkl durumlara mal etmektedirler. Bu suâlin, bu iddiann
savuturulmas için delil getirilmedii sürece, maksat da tamamlanmaz. te bundan
dolay Cenâb- Hak “Bütün bunlarda iyi düünecekler için elbette deliller vardr ”
buyurmutur. Böylece sanki O, öyle demektedir:” Tefekkür sahas henüz açktr,
mevcuttur. Binâenaleyh bundan sonra, istidlâlin tamamlanabilmesi için, tefekkür edip
iyice düünmek gerekir.”
32) Müfessirimiz Razî’nin yaad dönemden alt asr kadar sonra bitkilerin erkek ve dii olmak üzere
iki unsur ihtiva ettikleri örenildi. Bitkilerin eeyli üremesi, erkek unsurla dii unsurun çiftlemesiyle ol-
Buna göre eer bir kimse, “yeryüzündeki bu hadiselerin felek? (yldzlara ait çeitli)
haller sebebiyle meydana gelmesi niçin mümkün olmasn?” derse, bizim buna
cevâbmz öyle demektir:
durum böyle olsun; ancak ne var ki bir daha önce, felek? kütlelerin
Farzedelim ki
hakîm olan bir yaratcya muhtaç olduklarn açklamtk. O zaman da böyle bir aoru,
bizim gaye ve maksadmza ters düer.
b) ikinci bir izah ekli ise, süfli alemdeki hadiselerin, yldzlarn birbirleriyle olan
münasebetlerinden dolay meydana gelmesinin mümkün olmayacana dair delil
ncelikleri düünen ve onlara vakf olan bir kimse, Kur’ân’n, öncekilerin ve sonrakilerin
limlerini kapsamakta olduunu anlar.
"Arzda birbirine komu ktalar vardr, üzüm balan, ekinler, çatall ve çatalsz
hurmalklar vardr sulanyor. Biz onlarn bazsn,
ki hepsi bir su ile
farkl farkl sfatlara sahip olmalarnn, alîm ve kadîr olan Allah’n takdiri ile olduuna
delâlet eder.
b) Tek bir toprak parças, ayn suyla ^sulanr. Sonra günein ona tesiride ayn
seviyede olur. Sonraysa o yerde biten meyvelerin tadlar, renkleri, karakter ve
özellikleri farkl farkl olur. Hatta, bazan sen, bir üzüm salkm alrsn, tek birisi hariç,
onun bütün taneleri tatl ve olgun olur. Zira o tek tane, eki ve kuru kalmtr!. Sonra
biz kesin olarak biliyoruz ki, feleklerin ve tabiatlarn, hepsine nisbeti ayn seviyededir.
Daha dorusu öyle diyebiliriz: Burada, bundan daha da acayip olan bir ey
bulunmaktadr. Bu da udur: Baz gül çeitleri içinde öyleleri vardr ki, iki yüzünden
birisi son derece krmz, ikinci yüzü ise, ayn ekilde o da son derece narin ve
yumuak olduu halde, son derece siyahtr. Burada, "Günein tçsîri, dierlerine d6il
de bu birinci yüze ulamtr” denilmesi imkânszdr. Bu da kesin olarak delâlet eder
ki, bütün bunlar bir Fâil-i Muhtar’n yönetmesiyle olmaktadr; yoksa yldzlarn
birbirleriyle Cenâb- Hakk “..ki hepsi bir
olan münasebetleri sebebiyle deil!, ite,
su ile sulanyor. Biz onlarn bazsn, yenilmelerinde, bazsndan üstün klyoruz
buyruundan kasdettii ey budur. te bu delillerin takdir edilip, tefsir ve beyân
edilmesine dair söyleyeceimiz sözün tamam budur.
olan nefis izahlardr. Yüce Allah’dan, bu srlara vakf olmay, O’nun rahmet ve
mafiretine nail olmaya bir vesile klmasn dileriz.
”
“
Ayetteki
Jb^j Üzüm balar, ekinler, hurmalklar
buyruu hakknda unu
“Cennet”, içerisinde hurmalklar, balar, ekinler
deriz:
bulunan ve bunlar da aaçlarn çevrelemi olduu bahçe, bostan anlamna gelir."
“
Bunun delili ise, Cenâb- Hakk’n, biz onlardan birine iki üzüm ba vermi, ikisinin
de etrafn hurmalklarla donatm, aralarnda da bir ekinlik yapmtk” (Katf, 32)
ayetidir. bn Kesir, Ebu Amr ve Asm’n ravisl Hafs,
eklinde, cenndt kelimesine atfedilmek üzere merfû okurlarken, dier kraat âlimleri
ise, cenndt kelimesine atfedilmek üzere, mecrûr olarak okumulardr. Kavvâs’n
rivâyetine göre Asm’n ravisl Hafs, adn dammesiyle sunvân; dier kraat imamlar"
ise sâdn kesresiyle snvân eklinde okumulardr, bu, iki kullan eklidir.' Snvân
Bu kökten iki,üç veya daha çok hurma aac çkar ki, bunlardan her birine snv
ad verilir. Sa’leb, bnu’l-A’râbî’nin öyle dediini nakleder: “Snv kelimesi misi
(benzer)manasndadr. Hz. Peygamber (s.a.s.)’in ûl 'i \ “Dikkât, bir
kimsenin amcas, babasnn “smv ”, yani, babas gibidir "t33) sözü de bu manadadr.
Bunu iyice kavradn zaman imdi biz diyoruz ki, snv kelimesini birinci tefsire
kökten iki veya daha fazla gövde çkar; böyle olmayanlar da vardr” eklinde olur.
Ama bu kelimeyi ikinci tefsire göre ele aldmzda manas: “Hurmalarn aaçlar
bazan birbune benzer olur; bazan da böyle olmaz” eklinde olur.
_ '
müennese talib etmeden dolay böyle okumulardr. Dier kraat imamlar se,
cennât ifadesinden dolay tüska eklinde okumulardr. Ebû Amr öyle der: “Onun
“
müennes olduuna Cenâb- Hakk’n, JTSi j, pfc* Jjrijj Biz onlarn
bazsn, yenilmelerinde, bazsndan üstün klyoruz” ifâdesi de ehâdet eder,
Hamza ve Kisaî, önce geçen yüdebbiru, yufassilu ve yuf ifadelerine atfederek,
yâ iie.yufâddilu; dier kraat imamlar ise, JjmÎ j*Jj takdirinde olmak üzere nun
,,
ile nufaddilu eklinde okunmulardr.” “yenilmelerinde ifadesiyle ilgili
kullantr.
1) Abbas (r.a), bunun manasnn, “Ey Muhammed, eer sen onlar, senin
ibn
sadk ve doru olduuna hükmettikten sonra, seni yalanlamalarndan dolay aarsan,
bil ki asl alacak olan, onlarn öyle öyle demeleridir” eklinde olduunu
söylemitir.
veyahut da, “kâdir olsa ancak ne var ki kudreti tam deildir; bundan dolay da,
bile,
canllar var etmesi ancak ana - baba, tabiat(lar) ve felekler vastasyla mümkün olur.
lmi inkâr etmeye gelince: Bu “Allah Teâla cüziyyât bilmez; bundan dolay da, itâatkâr
ile asîyi birbirinden ayrmas mümkün O’nun doruluunu
deildir” denilmesi gibidir.
inkâr etmeyn ~«lince, bu da. “O, her ne kadar bunu bildirmi ise de, böyle yapmaz.
Çünkü O’nun yalan söylemesi mümkündür” denilmesi gibidir. Bütün bunlar küfür
oltnca, ba’si inkar etmenin de Allah’ inkâr etm3k olduu sabit olur.
392 / 13 CUt .
TEFSÎR-1 KEBÎR
onlarn boyunlarna öyle lâleler geçirdik ki" (Yasin, gayetidir. air de öyle demitir:
iliij jVii J. $
“Onlar, doruluktan uzak tutan bukalar ve balar bulunur."
kimse hakknda kötü ve adî
Bir fiilinden dolay, J ili “Bu, senin
boynunda bir bukadr”
Bunun anlam, “sen ondan kurtulamyacaksn; sen
denilir.
b) Bundan murad udur: “Allah Teâla Kyamet günü, onlarn boyunlarna bukalar
takacaktr. Bunun
Cenâb- Hakk’n,delili,
J il “Boyunlarnda,
bukalar bulunduu zaman" Mü'min, 7i) ayetidir.
Bir kimse öyle diyebilir: “Baz kraat âlimleri, baka bir ayette, bu teaccübü,
Allah’n kendisine izâfe ederek okumular. O zaman bunun tevil edilmesi gerekir.
balangçlar manasndan Allah’ tenzih edip,
Biz, böylesi lafzlarn, ârazlarn, sfatlarn
onlarn sonuçlarna hamledilmesi gerektiini beyân etmitik. Çünkü insan, bir eye .
taaccüb ederse, onu inkâr eder. Dolaysyla bu ama, netice itibariyle, yadrgama
ve inkâr manasna hamledilir.
13. Cüz, RA’ D SÜRES 13/6 13. Cilt / 393
Kurrâ, A >4»r
!
^^ tîl> UjS W*
sonra mi, yeniden mi yaratlacaz?” ayetiyle, benzeri
“fî/z toprak olduktan
ÜÇÜNCÜ MESELE
Ayetteki Farkl Kraatler ayetlerde ihtilâf etmilerdir. Birinci ve ikinci cümleler
istifham suretinde olunca, baz kraat imamlar, iki istifhamn
arasn cem etmilerdir. Bunlar, bn Kesir, Ebu Âmir, Asm ve Hamza’dr. Sonra,
bu kraat imamlar da kendi aralarnda ihtilâf etmiler ve meselâ tbn Kesir, tek bir
hemzeyle istifham göstermi, ama hemzeyi meddetmemitir. Ebu Amr, istifham,
meddettii uzun bir hemzeyle göstermitir. Hamza ve Asm ise, bütün Kur’an’da
(böylesi yerleri) iki hemzeyle okumulardr.
V
“ Halbuki onlardan evvel,
Senden ,
iyilikten önce çarçabuk kötülük isterler.
Bil k, Hz. Peygamber, onlar bazan Kyamet azâb ile, bazan da dünya azâb
JV'I / 13. u TEFSR -I KEBÎR
zikredilmiti. Yine, her ne zaman onlar dünya azâbyîa tehdit etse, O'na, "Bu azâb
bize getir bakalm” diyorlar ta’n ve tenkid, alay yoluyla ve Hz Peygamberin
söylediinin asl olmayan bir söz olduunu göstermek arzusuyla Hz. Peygamber’den
bu azab izhâr edip balarna getirmesini istiyorlard. te bu sebepten dolay Cenâb-
Hak, onlarn Hz. Peygamberden, iyilikten önce, çarçabuk kötülüü istediklerini
4,
na.ldntrnitir. Buradaki kötülük”ten murat, balarna azâbn inmesidir. Nitekim
Conâb- Allah, müriklerin “durma bizim üstümüze gökten ta yadr” (Enfâi, 32) ve
“Biz, dediler, sana kaiiyyen inanmayz. Ta ki bizim için yerden bir pnar aktasn u
(...)” (isrâ, 50-92) dediklerini naktetmitir. Kâfirler bu sözü, Hz. Peygamberin sözünü
tenkit etmek için söylemilerdir. Halbuki Hz. Peygamber onlara, imana karlk,
ahirette mükâfaat, dünyada ise zafer ve yardm tahakkuk edeceini vaadediyordu.
Kâfirler ise, Hz. Peygamber’den, zafer ve yardm gelmesini deil de balarna azâb
“
gelmesini istiyorlard. te, Senden iyilikten önce çarçabuk kötülük isterler”
,
ifâdesinin manas budur. Baz alimler, buradaki "iyilii”, mühlet verme ve azâb tehir
etme manasna tefsir etmilerdir. Araplar, azâb, "seyyie-kötülük” kelimesiyle
’
mesülat eklinde, müsle okuyan ise, müsülât ve müsSat eklinde cemi yapmtr.
Ferrâ ve Zeccâc da, bu ekilde anlatmlardr. Ibnü’l-Enbarî (r.h.) öyle demitir:
“Rflüftte" cezâlandrlan kimsede iz brakan bir ukûbettir. Bu da, kendisinden ötürü
bedende çirkin bir izin kalm olduu bir tayir ve deiiklik yapmadr. Bu deyim,
Araplarn, bir kimse, bir bakasnn kulan, burnunu k.6smek, gözlerini. oymak ve
Vahidî ise öyle demitir: "Bu kelimenin asl, benzer manasna gelen “misi”
kelimesidir. Bundacezânn suça denk ve ona mümasil olmas olduu için,
aslolan,
pek yerinde olarak bu benzerlik müsle diye isimlendirilmitir. Keâf sahibi der ki:
"Bu kelime u
ekillerde okunmutur:
Bunu anladn zaman biz deriz ki, ayetin manas öyledir: ”0 kâfirler, bizim acele
etmediimiz azâb, hemen acele istiyorlar. Oysa ki onlar, daha önceki ümmetlerin
bana gelen ukûbetlerimizi biliyorlar, ama bundan ibret almyorlar. Halbuki,
kendilerinden önceki kavimlerin hallerinden ibret alarak, bundan ötürü duyacaktan
korkunun, onlar küfürden men etmesi gerekir." .
•I 3 i ^ i
; j “
Cenâb- Hak SJiiijJü iJL'j jl
j Gerçekten Rabbin, zulümlerine
ramen insanlar için mafiret sahibidir” buyurmutur. Bil ki alimlerimiz, bu ayeti,
Binâenaleyh, geriye, bu ayet ile, büyük günah sahipleri hakknda amel edilmesi
durumu kalr ki bizim anlatmak istediimiz de budur. Ya da öyle deriz: Allah Teâla
“
burada, sadece, Gerçekten Rabbin, zulümlerine ramen insanlar için mafiret
sahibidir” demekle yetinmemi, bunun peinden, “Rabbinin ikâb da cidden çetindir”
buyurmutur. Binâenaleyh, birinci cümleyi, büyük günah sahipleriyle ilgili klmak:
ikinci cümleyi de kâfirlerin durumlaryla ilgili saymak gerekir.”
mdi, eer denirse ki: "Bu ayetten maksad, Allah’n küçük günahlar affetmesidir.
Böyle anlamak pekâla mümkündür. Hem diyebiliriz ki: Yahut ayetten maksad udur:
"tevbe ettikleri takdirde Allah, büyük günah sahiplerine kar mafiret sahibidir ve
Allah Teâla, onlara, tevbe etmeleri için bir mühlet tanm olmak üzere, azâb çarçabuk
vermemitir. Binâenaleyh, eer onlar tevbe ederlerse, Allah Teâla onlara kar
mafiret sahibidir; ikâb âhireteetmek, bu mafiret cümlesindendir." Hatta
tehir
biz deriz ki, ayeti bu manaya hamletmek gerekir. Çünkü kâfirler, azâbn çarçabuk
getirilmesini istedikleri zaman, bu hususta zikredilen cevâbn, suâle uygun olabilmesi
cezann ertelenmesi anlamna olmas gerekir. Sonra biz yine deriz ki, bu ayetin,
için,
"üphesiz Rabbin mafiret sahibidir; tevbe etmeleri için, onlara bir mühlet olmak
üzere, cezalandrmakta acele etmez. Eer tevbe ederlerse, onlara kar mafiret
sahibidir. Yok eer, zulümlerini arttrrlar ve tevbe etmezlerse, O, ikâb iddetli olandr”
)
m / s. an TEPSR-l JCEBÎR
r •
•
© j Ci \\i -y -W ^
“O inkâr edenler: “ Ona Rabbisinden bir mûcize indirilmeli deil miydi?" der.
'Sen, ancak bir uyarcsn, her kavim için de bir hidayet rehberi bulunmutur"
(Ra’d. 7).
Bil k har
ve neri inkâr etmelerinden Ötürü, Hz.
Allah Teâlâ, kâfirlerin önce,
Peygamber’in nübüvvetini inkâr etmi olduklarn; ikinci olarak, Hz.. Peygamber
(s.a.s.)’in uyard, balarna gelecek ve köklerini kazyacak bir azabn inmesine
onlan
dâir bildirdii eyin doruluunu inkâr ettikleri için, yine O’nun nübüvvetini inkâr etmi
olduklarn; üçüncü olarak da, ondan mucize ve deliller istemek sureti ile, nübüvvetini
inkâr etmi olduklarn anlatmtr. te bu ayette anlatlan, bu üçüncü husustur. .
Bil k bunun sebebi udur: Onlar, Kur’an- Kerim’in bir mucize oluunu inkâr
ederek, “Bu, dier kitaplar gibi bir kitaptr. Bir kimsenin, bir kitap yazmas ve bir kitap
getirmesi, kesinlikle bir mûcize olmaz. Mûcize, ancak Mûsâ ve sâ (a.s.)'nn mucizeleri
gibi olur” dediler.
13. Cüz, RA'D SÜRES 13/7 13. Clll / 397
mdi eer, “Allah Teâlâ’nn onlan mahrum edip, böylesi mûcizeler vermemesinin
sebebi nedir?” denilirse, deriz ki: “Çünkü HakTeâla, mûcize gönderdii zaman
bir
aslnda maksad tamamlanm olur. Binâenaleyh Kur’an’n zuhûru (kendisi) zaten bir
mûcize olduu halde, baka mûcizeler istemek bir tahakküm (keyfine göre hüküm
verme) olmu olur. Halbuki Kur’an ortada iken daha baka mûcize istemeye gerek
yoktur. Yine belki de, Allah Teâla, stedikleri mûcizeler zuhûr ettikten sonra da, onlann
inad ve küfürlerinde srar edeceklerini, o zaman da köklerini kesecek bir azaba
müstahak olacaklarn biliyordu. te bundan ötürü, istedikleri eyi onlara vermemitir.
“
Allah Teâla bu hususu, Eer Allah onlarda bir hayr görseydi, elbette onlara
duyururdu. Kulaklarna (bunu) soksayd bile, yine onlar muhakkak ki yüz çevirici
olarak arkalarn dönerlerdi”(&M. 23) diyerek beyân etmi ve böylece o mûclzelerden
istifâde edemiyeceklerini bildii için, istediklerini onlara vermediini bildirmitir. Bir
de, bu kapy açmak, sonu olmayan bir eye götürür. öyle ki: Peygamber bir mûcize
zaman, bilileri çkar baka bir mûcize ister. Bu
getirdii ise, peygamberlik iddiasnn
dümesini gerektirir. Bu da batldr
halinde, nasl okunaca hususunda ihtilaf etmilerdir. Buna göre, Ibn Kesir, yâ harfi
üzerinde vakfederek (durarak), dier kraat imamlar ise, yâ’sz olarak vakfederek
okumulardr. Bu, bn Füleyh’in, bn Kesir’den naklettii hafiflik için okunan kraattir.
Ayetin birkaç ekilde tefsiri yaplabilir:
KNC MESELE 1) Bundan murad udur: Hz. Peygamber (s.a.s.) kendi kavmi
için bir uyarc ve onlar için hükümleri bir beyân edicidir.
Ondan önce her kavmin de, bir hidayet rehberi, bir uyarcs ve bir davetcisi vard.
Hak Teâlâ mûcizeler göstermek hususunda, peygamberlerin hepsini eit klmtr.
Ama ne var ki o husûsi mucizenin kendisine verilmesini hak etmi olduu için, her
kavmin belli bir yolu ve tarz vard. Bundan ötürü Musâ (a.s.) zamannda hâkim olan
ey sihir olduu için, Allah Teâlâ, Musâ (a.s.)'mn mûclzesini, kavminin anlayna
ve tarzna en uygun olan hususta vermitir. Yine Isâ (a.s.) zamannda tp revaçta
olduu çin, O’nun mûcizesini de o konuda vermitir ki, bu da, Hz. Isâ (a.s.)’nn ölüleri
diriltmesi, anadan doma kör ve alacallar iyiletirmesidir. Hz. Mutammed (s.a.s) devrinde
ise, bslâgat ve fesahat hâkim olduu için, Hak Teâlâ, O'nun mûcizesini de, o zamana
uygun olan bir biçimde vermitir. Bu da, Ku'an’n fesahat ve belagatdr. te Araplar,
anlay ve tarzlarna son derece uygun olduu halde, bu mûcizeye iman etmediklerine
dier mûcizeler zuhûr ettiinde, onlara hiç imân etmezler. te bu KâdFnin
göre,
yapt bir açklama olup, sözün kendisi ile uyumlu olduu doru ve güzel bir izahtr.
2) Ayetin manas öyledir: "Kâfirler, Kur’an’n bir mûcize olduunu inkâr
etmiyorlar. Binâenaleyh, bundan ötürü kalbin skmasn. Sen
ancak bir uyarcsn.
Görevin, onlarn kalblerinde iman hasl oluncaya kadar, uyarmaya (inzâra) devam
etmektir. Sen, onlara güç yetiremezsin. Her kavmin bir hidayet rehberi vardr. Onlar,
ancak Allah’n hidâyeti yaratmas ile, Buna göre ayet,
onlar hidayete erdirebilirler.”
“Sana düen ancak, uyarmadr. Hidayete gelince, o, Allah Teâla’dandr" demek olur.
Münzlr (uyarc) ve hâdî (hidayet rehberi) ayn eydir. Buna göre ifâdenin
a)
manas, “Sen ancak bir uyarcsn. Ayn ekilde her kavmin de bir uyarcs vardr.
Onlardan herbirinin mûcizesi, dierininkinden bakadr” eklindedir.
Hz.Ali’dir. bn Abbae (r.a.) öyle demitir: "Hz. Peygamber (s.a.s.), elini Hz. Ali’nin
gösüne koydu ve “Ben münzirim” dedi. Sonra da Hz. Ali’ye iaret ederek, “Sen
de hâdisin (hidayet rehberisin). Benden sonra, hidayete erecekler, senin sayende
hidayete ereceklerdir”dedi.
M Ol/, RA*D SÛRES 1.V8-I0 ..
/M»
Fakat Allah onlarn bunu srf inad için istediklerini bildii için, onlar bundan mahrum
brakmtr ki, bu, Cenâb- Hakk’n u ayetlerinde ifâde edildii gibidir: “(Mürikler):
“Ona, Rabbisinden, bir ya” derler. Deki: “ Gayb ancak Allah’ndr.
mucize indirilse ,
2) Ayetin, daha önceki ksmla münasebeti udur: Allah Teâlâ, be'sin (ölümden
sonra diriliin) inkâr hususunda,
“
Eer ayorsan, asl alacak olan, onlarn u
sözüdür” (Ra’d, 5) buyurmutu. Çünkü onlar canllarn bedenlerinin parçalar, cesetlerin
dalmas ve utanmas zamannda birbirine kart
ve birbirinden ayrlmas mümkün
olmad için, öldükten sonra dirilmeyi inkâr ediyorlard. Bundan dolay Cenâb- Hak,
hereyi bilmeyen birisinin, bunlar birbirinden ayrdedemeyecaini, ama hereyi bilen
400 /13. Cilt TEFSlR-l KEBÎR
(Ra d, 6) ifâdesi ile ilgilidir. Buna göre ayetin manas öyledir: “Allah Teâlâ hereyi bilir.
Binâenaleyh azab da, faydal olduunu bildii kimseiçin indirir.” Allah, en iyi bilendir.
Alimler, rahimlerin neyi artrp eksilttii, fazla veya eksik yapt hususunda u
deiik görüleri ileri sürmülerdir:
Doacak çocuun says hususunda... Çünkü rahim, bazan bir, bazan iki, bazan
1)
üç, bazan dört çocua gebe otur. Rivayet edildiine göre, üreyh, anasnn kamndaki
dört çocuktan birisi idi.
4) Kan hususunda. Çünkü kan (nifas kan) bazan çok, bazan âz olur.
"
6) Allah Teâlâ, hayz kannn zuhûr etmesi noksanlaan eyi bilir. Çünkü
ile,
hamilelik esnasnda kan gelirse, rahimdeki çocuk zaytnoksan olur. Meydana gelen
bu noksanlk kadar, bu noksanln telafisi için, hamilelik müddeti uzayabilir, ibn
Abbas (r.a) öyle der: “Hamilelik müddeti esnasnda birgün dahi (hayz) kan aksa,
hamilelik müddeti, bunu telâfi edebilmek için ve i normal olsun diye, bir gün örter.”
Hayz kan, kadnn karnnda (rahminde) toplanan bir fazlalktr. Onun damarlar
7)
bu fazlalklarla dolunca taar, dar çkar ve bu fazlalklar o damarlarn içinden dar
akar. Bu. maddeler aknca, bu damarlar bir kez daha bu maddelerle dolup taar. Bütün
bunlar, biz, mâ kelimesinin ism-i mevsûl olduunu söylememiz halindedir. Ama biz
mâ’nn masdariyye olduunu söylersek, bu durumda mana öyle olur: “Allah Teâlâ,
her diinin hamile kald (eyi) bilir. Yine, rahimlerin eksilttiini de bilir. Rahimlerdeki
o eyin gerek fazlalamas, gerek eksilmesi, gerek vakitleri, gerekse halleri hususunda
hiçbir ey ona gizli kalmaz.”
Bil ki, “Onun nezdinde her ey bir ölçü iledir” buyruundaki “nezdinde
ayetteki
olu”, bilme manasnda olabilir. Buna göre ayetin manas, "Allah Teâlâ, her eyin
kemmiyetini ve keyfiyyetini açk ve mufassal bir biçimde bilir” eklinde olur. Durum
böyle olunca, bu malûmatta bir deiikliin meydana gelmesi imkânsz olur. Yine
“
ayetteki Indehû nezdindedir ” ifâdesinden muradn, Allah, “her hâdis” varla ezelî
meîeti ve sermedî irâdesiyle, belli bir vakit ve muayyen bir hal tahsis edip vermitir”
eklinde bir mana olmas da muhtemeldir. slâm filozoflarna göre Allah Teâlâ, küllî
eyler (eyâ) vaz edip onlara kuvvet ve özellikler yerletirdi ve onlar hususî ölçülerle
takdir edilmi olan hareketlerinden, belli cüz’î haller ve mukadder hususî
münâsebetler ortaya çkacak bir biçimde hareketlendirmi, tahrik etmitir. Bu ayetin
muhtevasna, kullarn fiilleri, halleri ve düünceleri de dahildir. Bu, Mu’tezile’nin
görüünün batl ve yanl olduunu gösteren en kuvvetli delillerdendir.
Yok olmas imkânsz olmayan mevcûdât. te, bu dört ksmdan her birinin,
2)
kendine has hüküm ve özellikleri vardr ve hepsi
de, Allah'n malûmudur
Ayn zamanda hocam olan babam, Ebu’l-Kasm Ensarf vastasyla
mamu'l-Haremeyn ’in (Allah hepsine rahmet eylesin) sözünü nakletmiti: u
“Allah’n, sonsuz malûmat ve bilgisi vardr. Yine, Allah’n, bu mâlûmatlardan her
bir! hakknda, yine sonsuz baka malûmatlar da vardr. Çünkü Cenâb- Hak, cevher-i
ferdin (atomun) halinden, onun bedel mekânlarda bulunabileceini
yoluyla, nihayetsiz
ve keza bedel yoluyla, nihayetsiz saydaki sfatlarla da mevsûf olabileceini bilir. Allah
Teâlâ, her hali ve durumu, tafsilatl olarak bilir.” te bütün bu ksmlar, “O,
görünmeyeni de, görüneni de bilendir ” ifâdesinin kapsamna dahil olmaktadr.
El-Keblru’l-Müteâl Vasflan
Sonra, Cenâb- Hak, bunun peinden el-Keblr “Çok büyüktür” ismini getirmitir.
Allah Teâlâ yücedir; O’nun, cüsse, cisim ve miktar bakmndan büyük olmas
imkânszdr. Binâenaleyh, ilahi kudret ve ölçüler açsndan büyük olmas g»< ,..
1 J . Cüz RA'
, SÜRES 1 3/8- 1
13. Cilt / 403
olarak yâ le, eklinde okumutur. Dier kraat âlimleri de, tahfif gayesiyle,
Sonra Allah Teâla, kendisinin her eyi bilmekte olduunu tekid etmek için
sahibi” manasndadr. Nitekim sen, ayn manada olmak üzere, zû adlin (adâlet sahibi)
yani "Deve, açktan, arazide istedii yere çekip Bunu anladn zaman, bil
gitti” denilir.
ki ayetin manas, "nsan, ister karanlklar içinde gizlenmi olsun, isterse açkça yollara
dümü olsun; Allah Teâlâ bütün bu durumlarn hepsini ihâta etmi olarak bilir”
Bunu iyice kavradnda biz diyoruz k: Ayette bahsedilen “mu’akktbâi” sözü ile
görevli olanlarn, gece görevli olanlar takib etmeleri, yani onlardan sonra gelip
nöbeti devralmalar sebebi ile.
Hz. Osman öyle dedji rivayet edilmitir.‘‘Ey Allah’n Resûlü! Bana, bir
(r.a.)’n
insan için ne kadar melein görevlendirildiini söyle” dedi. Hz. Peygamber (s.a.s.)
“Bir melek sandadr. O, senin hasenâtn (iyiliklerini, iyi amellerini) yazar. Bu
melek, ayn zamanda senin solunda bulunan melein emîri (reisi)dir. Binâenaleyh
bir iyilik yaptnda o buna, karlk on kat sevab yazar. Ama bir kötülük ilediinde,
l
solda bulunan, sada bulunana, “Yazaym m?” diye sorar. Oda, “Hayr, (bekle).
Belki tevbe eder” der. Soldaki melek üç defa böyle deyince, sadaki, “Evet, (artk)
yaz. Allah bizi ondan kurtarsn. O, ne kötü bir arkada. Ne kadar az Allah’ görüp
gözetiyor ve bizden ne az utanyor” der. Bunlardan baka önünde ve arkanda
iki melek daha var. Bunlar, Hak Teâlâ’nn: “Onun (insann) önünde vq arkasnda,
kendisini Allah’n emriyle gözetleyecek ta’kibçi (melekler) var” ayetinde
melek de, senin perçeminden (kâkülünden) tutunutur. Sen,
bahsedilenlerdir. Bir
Rabbine boyun eip itaat ettiinde, ban yukar kaldrr; isyai edip, ban
diktiinde, ban yere çeker ve indirir (zelil eder), iki melek de, senin dudaklarnda
bulunur. Bana getirdiin, söylediin salât-u selamlan yazar, kaydederler. Bir melek
de, aznn içinde bulunur ve azndan içeri, ylanlarn çyanlarn girmesine engel
melek de, iki gözünün üzerinde bulunur, ite bunlar, her insan ile birlikte
olur, iki
bulunan top hm on melektir. Gece melekleri, gündüz melekleri ile nöbet deiirler.
Böylece, her insan üzerinde (görevli) yirmi melek bulunur” buyurmutur. Yine Hz.
Peygamber (s.a.s)’in öyle buyurduu rivayet edilmitir: “Aranzda gece ve gündüz
ta’kibte olan melekler vardr. Onlar sabah namaz ve ikindi namaz vaktinde (günde
iki ker?) nöbetdeiimi için bir araya gelirler.” 34 te, “Sabah namazn da (edâ
t )
et). Çünkü sabah namaz âhidlidir” 78) ayeti ile murad edilen âhidlik budur.
(isra.
de (melek) vardr (Kâi. inayeti gibi olduunu, sadakinin iyilikleri, soldakinin ise
kötülükleri yazp tesbit ettiini söylemitir. Mücahid de: "Her insan ile birlikte, onu,
uykusunda ve uyank halinde, cinlerden, dier insanlardan ve haerâttan koruyan
bir melek vardr” demitir.
1) Ayette, bir takdim-tehir vardr ve takdiri, "Onu, Allah'n emri ile gözetleyen
ta’kibçi melekler vardr, onlar onu muhafaza ederler” eklindedir.
1
2) Burada bir hazf vardr, yani “Bu muhafaza, Allah’n ermindendir; emrettii
peylerdendir" demektir. Binâenaleyh bu cümlenin ismi (mübtedas) hazfedilmi,
haberi kalmtr. Nitekim, kesenin üzerine, "Bunun içinde ikibin (lira) var" manasnda,
sadece "ikibin” yazlr.
harf-i cerri, “bâ” (ile) harf-i cerri manasna olup ifade, "Onlar onu Allah’n emri ve
yardm ile korurlar’’ demektir. Bunun böyle olduunun delili, ne meleklerden, ne
nedir?
Cevap: Bu, beklenmeyen bir soru deildir. Çünkü müneccimler, her günün
(ilerinin) yönetilmesinin bir yldza ait olduu görüünde ittifak etmilerdir. Her
gecenin (ilerinin) tedbiri de, yine ayn ekilde bir yldza âittir. Müneccimlere göre,
yldzlarn ruhlar olduunda üphe yoktur. Binâenaleyh bu farkl farkl tedbir ve
idareler, gerçekte o ruhlara âittir. Müneccimlerin görüüne göre, ay, Hllac ve KethudA
dediklerini görürsün. Onlar "gökteki rûhanî" sözü ile her insann, ilerini gören bela
ve âfetlerini savuturan ruhunun bulunmasn kastederler. Bu, eski
felekî bir
felsefeciler ile (yldzlara bakp) ahkâm kesenler arasnda ittifak edilmi bir husus
olunca, bunun eriatta yer almas nasl tuhaf görülebilir? Bu hususta sözün özü udur:
Beeri ruhlar da, cevherleri karakterleri bakmndan, farkl farkldrlar. Bundan dolay
bazlar hayrl (iyi), bazlar erli (kötü), bazlar aziz, bazlar zelil, bazlarnn kahr
(gücü) ve hükümranl kuvvetli, bazlarnnki zayf ve tesirsizdir. Beerî ruhlarn
durumu böyle olduu gibi, felekî ruhlarn durumu da böyledir. Her hususta ve her
vasfta, felekî ruhlarn beeri ruhlardan daha kuvvetli olduunda üphe yoktur. Beerî
ruhlarn her bir ruhun terbiyesi (tesiri) altnda olduklar
grubu, felekî ruhlardan bir
ve karakterleri ile özellikleri bakmndan o feleki rûha benzedikleri için, belli karekter
ve vasflarda müterektirler. O beeri ruhlar, sanki o feleki rûhun çocuklar gibidir.
Durum bö',ic olunca, o felekî ruh, o beerî rûha her iinde yardmc olmu, faydal
eylere iletmi ve onu her türlü afet ve belâlardan korumu olur. Bu, muhakkik
felsefecilerin ileri görütür. Durum böyle olunca da, eriatn
sürmü olduu bir
bazan sebepsiz yere durup dururken insann kalbine bir niyetin geldiini;
3) Biz
sonra da kalbine gelen o eyin kendisi için faydal ve hayrl bir sebeb olarak ortaya
çktn; bazan da bunun, o insann bir belâya ve günaha dümesine bir sebeb olarak
ortaya çktn görüyoruz. Böylece ilk eye davet edenin, onun hayrm ve iyiliini
istedii; kincisine davet edenin ise, onun kötülüünü ve skntsn istedii ortaya
çkm olur. Binâenaleyh birincisinin, hidayet rehberi olan bir melek; kincisinin ise,
dalâlet edici olan bir eytan olduunu anlarz.
dolay olmas da mkânsz deildir. Bunun zdd da, Allah’n dümanlar hakknda
söz konusudur.”
kinci Mukaddime: Bu, slâm filozoflarna ait bir görütür. Buna göre, kitâbet
(amellerin yazlmas ii), hususî manalarn bilinmesi stlâh olarak îcad edilmi
için,
Bunun böyle olduu sabit olunca biz deriz ki: nsan, herhangi bir ii defalarca
yaptnda, onu çokça yapmasndan dolay o kimsede kök salm olan güçlü bir
meleke meydana gelmi olur. Binâenaleyh, o meleke, faydal ameller sebebiyle ruhani
mutluluklara, faydal olan amellerden dolay sevinen bir meleke olursa, onun o
kimsenin ölümünden sonra manevî mutluluklar vesilesiyle duyaca sevinç büyük
olur. Yok, eer o meleke, rûhani hallere zarar verici meleke olursa, o kimsenin
bir
Bunun da böyle olduu sabit olunca, biz diyoruz ki: Çokça tekrar, o kök salan
melekelerin tahakkuk etmesine sebep olunca, tekrar tekrar yaplan her bir amelin,
o kök salan melekenin tahakkuk etmesinde Bu tesir, her ne kadar
bir tesiri olur.
muâkkiblerle -ki bunlar da bekçiler ile onu koruyan yardmclardr- hareket eden
kimseyi, onun bekçileri Allah’tan kurtaramaz.” O halde, ayette geçen muakkib,
“yardmc” anlamndadr. Zira, u
bunu gördüünde, mutlaka bu da onu görür.
Böylece de, onlardan her birinin gözü, dierinin gözünü takib etmi olur. Binâenaleyh
bu takibçiler, Allah’n kazâ ve kaderinden kurtaramazlar. Onlar, hizrhet ettikleri o
kimseleri, Allah’n kaza ve kaderinden kurtaracaklarn zannetseler bile buna asla
kâdir olamayacaklardr. Bu açklamann gayesi, hükümdarlar, emirleri ve büyük
kimseleri, korumasndan taleb edip
kötülüklerden kurtarmay, Allah’n hfz ve
beklemeye ve o kötülükleri def etme hususunda kendi yardmclar ve destekçilerine
dayanmamaya sevkedip tevik etmektir. te bundan dolay Cenâb- Allah hemen
410 / 13. Cilt TEFSlR-1 KEBÎR
(Ceza, ancak kuldan gelen bir duruma karlk verilir.) Çünkü Allah Teâla, gerek dinî
gerekse dünyevî nimetleri sebep olmakszn (hak edilmeksizin) verir ve bu hususta
dilediini, dilediinden üstün klar. u halde Hak Teâlâ’nn ayette bahsettii
“deitirme”den murad, helâk etme ve cezalandrmadr.”
Sonra müfessirler ihtilaf etmiler ve bazlar, “Bu söz, daha önce geçen
"Mürikler) senden, iyilikten önce çarçabuk kötülük isterler”{Mö, 6) ayeti ile ilgilidir.
Binâenaleyh Allah Tealâ, o müriklerin bana, onlarn küfür ve günahta srar
edecekleri iyice belli oluncaya kadar, köklerini kazyacak
azab indirmeyeceini
bir
beyan etmitir” demilerdir. Hatta bunlar öyle de demilerdir: “Onlarn içinde, ileride
iman edecek kimseler olduu veya onlarn soyundan iman edecek kimselerin gelecei
bilinir ise, Hak Teâlâ onlarn kökünü kurutacak bir azab indirmez.” Dier bazlar
yaamakta olan mü’minler de, bazan o azaba dûçâr olurlar.” Hz. Ebu Bekir (r.a) Hz.
Peygamber (s.a.s.)’in öyle dediini rivayet etmitir: J* i tjij tti J-lüll öl
kulun fiillerinde bamsz olmadna delil getirerek öyle demilerdir: Çünkü kul, kâfir
olduunda, Allah Teâlâ’nn, o kulun dünyada ayplanmaya, âhirette de cezaya
müstehak olduuna hükmedeceinde üphe yoktur. Binâenaleyh kul ayet iman
elde etmede bamsz olsa idi, o zaman Allah’n, kendisi hakknda irâde ettii eyleri
reddetmeye de kâdir olurdu. Bu durumda Hak Teâlâ’nn, “Allah bir kavmin de
fenaln diledi mi, artk onun reddine hiç bir (çâre) yok” buyruu geçersiz olmu
olurdu. Böylece önceki ayet, her nekadar Mu’tezile’nin görüü lehine bir delil ihtiva
ediyor gibiyse de, bu ayetin de bizim (ehl-i sünnet) mezhebinin doruluuna delâlet
eden en kuvvetli delillerden biri olduu sâbit olur. “O Dahhâk, bn Abbas (r.a)’n:
yani, “On 1
.
y n, Allah’n dnda onlara veli olacak, Allah’n kaza ve kaderini onlardan
savu r .urabilecek hiç kimse yoktur" buyurmutur. Bu, "onlarn ilerini deruhte edecek
„ lâhî azab onlardan defedecek bir sahib ve yardmclar yoktur” demektir.
412 / 13. Cilt TEFSÎR-I KEBÎR
çetindir”
(Ra'd, 12-13).
Bil ki Allah Teâlâ, kullarn, geriye çevrilmesi mümkün olmayan eyi balarna
getirmekle tehdid edince, bunun peinden bu ayeti getirmitir. Bu ayet, u üç eyi
htiva etmektedir:
Birincisi, imektir. Bu, ayetteki Uikj Jjj “O, size korku ve ümid
salarak imei gösterendir” ifâdesi ile anlatlmaktadr. Bu ifade ile ilgili birkaç mesele
rardr:
Ondan hem korkulur hem de ümit beklenir. Tpk, buluttan hem hayat
delikanl. ,
Mesela yolcu ve torbasnda hurma ile kuru üzüm bulunan bir kimse gibi,
2)
yamurun yamasnda zarar olanlar, yamurdan korkar; yamurun yamasnda
faydas olanlar da onu ümid edip beklerler.
Buna göre ayet, "Niçin öyle denilemesin: Rüzgar, bulutun kütlesinin içine girmi
ve souk da bulutun d
yüzeyini kaplamtr. Böylece bulutun yüzeyi âdeta d
donmutur. Sonra bu rüzgar, bulutu zorlayarak paramparça etmitir. Böylece bu
iddetli parçalanmadan, sert bir hareket meydana gelmitir. Bu sert hareket, snmay
dourur ki, ite imek budur” denilirse, buna öyle cevap verilir: Söylediiniz herey,
akln hilafnadr. Bu hususu, birkaç ekilde izah edibiliriz:
m / 13. cm TEFSÎR-l KEBÎR
aslnda sudur. O halde, o bulutta daha nasl, zayf da olsa bir ate ûlesi meydana
gelebiliyor?
c) Size göre, atein rengi yoktur. O halde, farzet ki o bulutun parçalar sebebiyle
meydana gelen mevcut kuvvetten dolay bir ate meydana geliyor. Fakat atein o
krmz rengi nereden peydah oluyor? Böylece, onlarn sürdüü sebebin zayf
ileri
olduu ve srf su olmasna ramen bulutun kütlesinde meydana gelen atein ancak
hakîm ve kâdir bir kudret sâyesinde olabilecei anlalr.
Bulutun Olumas
kincisi, ayetteki JU£J' “(O) ar
peydah edendirbulutlan
buyruu ile anlatlan husustur. Keâf sahibi öyle der: “Sehâb, cins ismi olup,
müfredi, “sehâbetün” (bir bulut)dur. “Sikâl” ise, “sakyletün” (ar) kelimesinin
çouludur. Çünkü sen tpk,
“Ar bulut ve ar
fljf iU-ij
bulutlar”
iijil
da dersin.” Bulutlarn
dediin
ar
gibi, JÜi ^
oluu, tadklar sudan
dolaydr.
Gök Gürlemesi
Üçüncüsü, bu ayette zikredilen “ra’d” (gök gürültüsüdür. Cenâb- Hak,
uigT ja Â&Ulj “Gök gürültüsü hamd ile, melekler de
O’nun korkusu ile O’nu tebih ederler” buyurmutur. Bu ifâde ile ilgili u görüler
söylenmitir:
1) melein addr. Gök gürültüsü ile iitilen ses ise, o melein Cenâb-
Ra’d, bir
Hakk’ tebih ediinin sesidir. Ibn Abbas (r.a.)’n öyle dedii rivayet edilmitir. “Bir
yahûdi, Hz. Peygamber (s.a.s.)’e, gök gürültüsünün ne olduunu sormu. Bunun
Üzerine Hz. Peygamber (s.a.s.) l* öjrî ja yUtJU 'ja lAi. m
ilil U, “Ra’d, elinde ateten mzrak bulunan ve onlarla bulutlan Allah’n
(36) buyurdu.
diledii yere sürüp götüren, bulutlar üzerinde görevli bir melektir”
Bunun üzerine onlar, “O halde, duyduumuz o ses ne?” dediklerinde, Hz.
”
Peygamber (s.a.s.), “O da, onun bulutlan sürmesidir buyurdu. Haan el-Basrî'nin,
“O, Allah’n yaratt bir varlktr, ama bir melek deildir” dedii rivayet edilmitir.
Bu görüe göre, “ra’d”, bulutlar üzerinde görevli olan melektir, gök gürültüsü de,
onun Allah’ tebih ediidir. O sese de, “ra’d” denmitir, ibn Abbas (r.a.)’dan rivayet
Ra’d, senin tebih ettiin Allah’, ben de tebih ederim” derdi. Hz. Peygamber
(s.a.s.)in öyle dedii rivayet edilmitir: Jlai? JÜ3' ilil o[
iiiîii lilAia)' tethaij “Allah ar bulutlar yaratt. Onlar,
Bil ki bu, uzak bir ihtimal deildir, çünkü ehl-i sünnete göre, hayatn bulunmas
için, mutlaka bünye art deildir. Binâenaleyh Cenâb- Hakk’n, bulutun
bir
parçalarnda hayat, ilmi, kudreti ve konumay yaratmas uzak bir. ihtimal deildir.
Buna göre duyulan ses, bulutun bir iidir. Hem bu, nasl uzak görülebilir ki?
"Semendel”( 30>in, ateten; kurbaann souk sudan; büyük kurtçuklarn, uzun
zaman beklemi kardan meydana geldiklerini görmekteyiz. Hem, Hz. Davud (a.s.)
zamannda dalarn; Hz. Muhammed (s.a.s.) zamannda da çakl talarnn Allah’
tebih etmeleri akldan uzak görülmediine göre, bulutlarn tebihi nasl uzak
görülebilir?
Bj görüe göre, ister bir melek olsun, ister baka birey olsun, ‘‘ra’d” denen ey
hakknda iki görü vardr:
1- O, melek deildir. Çünkü Cenâb- Hak, bu kelime üzerine ‘Ve melekler”
bir
diye, melekleri atfetmitir. Halbuki ma’tûf, matûfun aleyhden baka bir eydir.
2- Bunun, melekler cinsinden olmas da uzak bir ihtimal deildir. Hak Teâlâ’mn
“Kim Allah’a, meleklerine, peygamberlerine, Cebrâil’e, Mîkâil’e düman olursa”
(Bakara, 98 ) ve “B/z, peygamberlerden, senden, Nûh’dan, brahim’den mîsâk
almtk” (Ahzab, 7) ayetlerinde de olduu gibi, Cenâb- Hak “ra’d”i, erefini
göstermek için ayrca bizzat zikretmitir.
2) Ra’d, o belli (gök gürültüsü) sesin addr. Bununla beraber “o ses”, Allah
Teâlâ’y tebih eder. Çünkü tebih, takdis ve benzeri eyler ancak, Allah Teâlâ’y
'takdis ve tenzih manasnda olan bir lafzn bulunmasdr. Binâenaleyh o sesin
meydana gelmesi, noksanlktan ve mümkin bir varlk olmaktan münezzeh olan bir
zâtn mevcûdiyetine delil olunca, gerçekte bu tebih olmu olur ki, “ Hiçbirey
bir
hâriç olmakszn, herey O’nu hamd ile tebih eder” [\sr&,u) ayetinin anlatt mana
da budur.
Semavî-Rûhanî Varlklar
deil, çünkü onlardan hiçbiri, sanda ve solunda kimin olduunu bilemez ve onlar,
yeme, içme ve baka birey Allah’a ibadetten alkoyamaz.”
muhakkik feylesoflar “Bu ulvî neticeler, ancak semavî ve ruhânî bir güç
Bit ki
ile tamamlanr. Binâenaleyh bulutlarn, kendilerini idâre eden belli bir semavî rûhu
görüün aynsdr. O halde, ite bu ibare ile müfessirlern ifade ettikleri görü,
muhakkiklerin feylesoflardan naklettikleri eyin aynsdr. O halde bunu inkâr etmek,
her diinin neye gebe olacan bilir (Ra da, 8) buyurarak ilminin kemalini beyân etmi
“
idi. Bu ayette de, kudretinin kemâlini beyan etmitir. Onlar ise Allah hakknda
mücâdele edip duruyorlar ” yani “O kâfirler ise, bu delillerin ortaya çkmasna
ramen, Allah hakknda hâlâ mücâdele ediyorlar” demektir. Bu, birkaç manaya
gelebilir:
Bundan maksat, “Rabbimizi bize anlat, O, bakrdan m, demir den mi?” diyen
kâfirin sözüne reddir.
Bu ifadenin bandaki "vâv” (ve) edat ile ilgili olarak u iki görü belirtilmitir:
edîdü’l-Mihâl
Daha sonra Cenâb- Allah, 4^*^' A!*P* “O, kudret ve azabnda çetindir
buyurmutur. “Mihâl” kelimesi ile ilgili baz izahlar yaplmtr: bn Kuteybe öyle
demitir: “Bunun bandaki mim harfi, zâid ilâve olup, kökü jj*l masdardr.
Bunun bir benzeri de, “mekân” kelimesinin bandaki “mim” harfidir.” Ezherl ise
öyle demitir: “Bu görü yanltr. Çünkü bir kelime, “misâl” gibi, “fi’âl” vezni
üzere olur ve banda meksûr bir mim bulunursa bu mim kelimenin aslî harflerinden
olur, mihâd (beik), midâs (yatak) ve midâd, (hokka) kelimelerinde olduu gibi.
1) Bunun, bir kimse bir bakasn ^yakalayp, padiaha götürerek, onu ölümle yüz
yüze getirdiinde söylenen oSl* j_^i deyiminden ve hile yollarna
bavurup, bu hususta gayret gösteren kimse için söylenen ii£) JA^j ifâdesinden
alnma olduu söylenmitir. Buna göre kelimenin manas “Allah Teâlâ'nn,
dümanlarna kar hile ve tuza, cezas ve ikâb çok güçlüdür. Onlar, hiç
beklemedikleri bir ekilde helâk eder” eklindedir.
imiiz” denilir. Ebu Müslim ise, bu kelimenin, mahl masdarndan, fi’âl vezninde
“lddet-kuvvet” manasnda bir isim olduunu, bu veznin karlk ve cezâ verme
manasnda kullanldn söylemitir. Buna göre sanki mana, “Allah’n karlk ve ceza
vermesi çok iddetlidir” eklinde olur.
“
3) bn Arefe öyle demitir: “Arapça’da, mücâdele etti manasnda, «y» j*
I etiz, RA’D SÛRES 11/14 13, CIU / 419
(ii ile urat) denilir. Binâenaleyh ayetteki bu ifade, “mücâdelesi çok çetin olan"
demektir.
irâdesi gizli olmakla berâber, o insana bu erri (cezay) ulatrmay irâde eder."
*
“Hak da’vet ancak O’nundur. (Müriklerin), O’ndan baka dua ettikleri ise,
hiçbirekilde kendilerine icabet etmez. Onlar ancak azna gelsin diye, suya
doru iki avucunu açan kimse gibidir ki, bu kimse asla ona ulaamaz.
Kâfirlerin duâs kaybolup gitmeye mahkûmdur”
(Ra’d, 14).
Bil ki, “Hak davet ancak O’nundur” buyruu ” "Hak davet ancak Allah'ndr,
Allah’a aittir" demektir. Bu ifâde ile ilgili iki bahis vardr:
1) krime, bn Abbas (r.a.)’n öyle dediini rivayet etmitir: "Hak davet (gerçek
dua), "Lâilâhe illallah" sözüdür."
2) Haan el-Basri’nin görüüne göre, "Allah, haktr. O’nun duas, yani Ona
yaplan duâ da haktr.” Buna göre Haan el-Basrî sanki u
manay imâ ediyor:
"Sadece Allah’a dua etmek, hak ve gerçektir."
1) Yok olmay kabul eden (yok olabilecek olan) ksm ki, bunun bâtl olmas da
mümkindir.
kinci Bahis: Keâf sahibi öyle demitir: “ 5 ifâdesi ile ilgili iki izah vardr:
2) “Allah” manasnda
"hak” kelimesine “da’vet” muzaf klnmtr.
olan
Binâenaleyh bunun manas, “Hakka, yani duyan ve icâbet eden Allah’a yaplm
olan da’vet (duâ)” eklindedir. Haan el-Basri’nin, “Hak, Allah Teâlâdr. O’na yaplan
her duâ da hak duâdr” dedii rivayet edilmitir.
eklinde de okunmutur.
“ Göklerde ve yerde kim varsa onlar da, gölgeleri de sabah akam, ister
a) Bu, her ne kadar umûmî bir ifâde ise de, bundan murad huj&Jöî (belli)
gökleri ve yeri kimin yarattn sorarsan, muhakkak “Allah” derler” (Lckman, 25)
buyurduu gibi, göklerde ve yerde bulunan her canl, Allah’a kulluu itiraf eder.
“
Cenâb- Hakk’n Ujfj Ujlo ister istemez” ifâdelerine gelince, bununla u
murad edilmitir: “Mesela hayat ve zenginlik gibi baz hadiselere, insann yaratl
temayül eder, onu arzular. Ölüm, fakirlik, körlük hüzün, kötürüm olma ve her türlü
kötülüklerden de, insann yaratl nefret eder, uzaklar. Halbuki bütün bunlar,
Allah’n kazâs, kaderi, tekvini ve icadyla meydana gelirler. Hiç kimsenin, bunlara
kar koyma ve bunlar savuturma gücü yoktur.”
kinci Görü: Gölgelerin secde etmesinden murad, onlarn bir taraftan dier tarafa
meyletmeleri,günein alçalmasyla uzayp, yükselmesiyle de ksalmalardr. O halde
o gölgeler, uzamalarnda, ksalmalarnda ve bir taraftan dier bir tarafa
meyletmelerinde, Allah’a inkyâd etmi ve teslim olmular demektir. Burada, hassaten
423
13. Cüz, RA 'D SÛRES 13/16 13. Cilt /
ve o çoalrlar.
“Onlara de ki: “O halde, onlar kendileri için herhangi bir fayda ve zarara malik
olmayan birer cansz varlk olduklar halde daha niçin Allah' brakp da, onlar dost
gelebilecek zarar da defetmekten aciz olunca, onlar, bakalar için bir fayda elde
etmekten ve bakalarndan zarar savuturmaktan ise, haydi haydi aciz olurlar...
Binâenaleyh onlar, buna kâdir olamadklarna göre, onlara ibâdet etmek de, mahza
abes bir i ve aklszlk olur.
424 /13. Cl!« TEFSlR-1 KEBÎR
Cenâb- Hak, bu denli açk olan deliller serdedince, bu gibi delilleri bilmeyenin,
anlamayann adetâ “kör” gibi; onlar anlayann ise, "gören” gibi; bu gibi hüccetleri
bilmeyenin karanlklaçbilenlerin ise, nurlar gibi olduklarn beyan etmitir. Herkesin,
zarurî olarak, kör olann görene; karanln nura, eit ve denk olmadklarn bilmesi
gibi; yine herkes, zarurî olarak, bu delilleri bilmeyenin, onlar bilene eit
ve müsavî
olmayacan da bilir..
Hamza, Kisaî, Ebu Bekr ve Asm’n
Amr, yâ ile jjli'j 6uik)l
ravisi
eklinde okumulardr. Zira bu fiil, cemi olan isimden önce gelmitir. Dier kraat
imamlar ise, tâ ile testevl eklinde okumulardr. Ebu Ubeyde de, bu ikinci okuyuu
tercih etmitir.
Kadî öyle demitir: Biz her ne kadar, "kul da bir eyler yapar ve yaratr” dediysek
de, ancak ne var ki, kulun mutlak manada yarattn söylemiyoruz. Eer biz
bunu,
mutlak anlamda söylemi olsaydk, o zaman biz, kulun, tpk Allah’n yaratt gibi
yarattn söylemezdik. Çünkü, bizden her biri, Allah’n kudret vermesiyle yapar; o,
yaptn, menfaat elde etmek ya da zarar gidermek için yapar. Halbuki Allah Teâlâ,
bütün bunlardan münezzehtir. Kulun yaratc olduu takdir edilse bile, ancak ne var
ki onun yaratmasnn, Allah’n yaratmas gibi olmad
sabit olmu olur. Hem bu ilzâm
ve susturma, Cebriyye için de geçerlidir. Çünkü onar "Allah’n yaratt eyin
ayns,
kulun kesbi ve fiilidir” derler ki, bu da irkin bizzat kendisidir. Çünkü ilâh ve kul o
n. Cüz. RA' D SÛ RES 13/16 '3. Cll» / 423
llileri yaratma hususunda, tpk, malda paylar bulunan iki ortak gibidirler. Hem
bir
çkarmak demek, veyahut da ölçüp biçip takdir etmek demektir. Her iki manaya göre
de, kulun muhdis olduunun takdir edilmesi halinde, o kulun “hadis” olmas gerekir.
"Halk”, îcâd etmek, var etmek, yokluktan varla çkarmak demektir. Kulun
kudretine göre meydana gelen hareket, Allah’n kudretiyle meydana gelen harekete
denk olunca, o zaman, yaratlan bu iki eyden birisinin, dier kincisinin misli ve dengi
olaca malumdur. Bu durumda da, “Kulun yapt
ey, Allah’n mahlûku olan bu
olan o eye denktir” denilmesi doru ve yerinde olur. Ancak, dier bakmlardan,
bir farkllk ve bakaln bulunduunda da bir üphe yoktur. Ancak ne var ki, dier
Muarzmzn, “Bu, kulun fiili Allah’n yarattdr” dedikleri için, Cebriyye için de
geçerlidir” eklindeki görüümüze gelince, biz diyoruz ki: Bu, gerekli deildir, zira
ayet, kulun yaratmasnn, Allah’n yaratmasnn bir misli olmasnn caiz olmayacana
delâlet etmektedir. Biz, kul için kesinlikle herhangi bir yaratmay kabul etmiyoruz.
O halde bize, böyle bir ey niye gereksin ki?
Muarzmzn, "kulun fiili, Allah’n yaratmas olsayd, o zaman, buna göre kâfirleri
knamak, tenkit etmek makul ve uygun olmazd” eklindeki sözüne gelince, biz deriz
ki: Bunun neticesi una varr: medh ve birzemm bulununca, kulun,
Bir hususunda fiili
bamsz olmas gerekir. Halbuki bu hüküm nakzedilmitir. Çünkü Allah Teâlâ, kâfir
olarak öleceini bildii halde,Ebu Leheb’I, küfründen dolay knamtr. Halbuki biz,
Allah’n bildii eyin aksinin meydana gelmesinin imkânsz olduunu zikretmitik.
te, ayetle ilgili açklamalarn izah bundan ibarettir.
2)Cenâb- Hakk’n, JT j)l^ *)l Ji “De ki: “ Allah her eyi yaratandr” ayetinin
ifade ettii husustur. Kulun “ey” olduunda üphe yoktur.
fiilinin, Binâenaleyh, onun
da yaratcsnn Allah olmas gerekir. Muarzlarmzn bu husustaki sorulan daha önce
geçmiti.
426 / 13. Cilt tefsIr-1 KEBÎR
Cenâb- Hak ayet “ey” olsayd, o zaman onun, “Allah her eyi yaratandr”
1)
ifadesinden dolay, kendi kendisinin de yaratcs olmas gerekirdi. Bu imkânsz olunca,
Allah’a “ey” denilmemesi gerekir. “Bu snrlandrlm bir umûm (genel) ifâdedir”
de denilemez. Çünkü, tahsis görmü umum, ancak tahsis edilen ksm, geriye
kalanlardan daha düük ve daha az olduu zaman makbul olur. Bu tpk, bir kimsenin,
"u nar yedim; ancak ne var ki ondan yemediim birkaç tane dütü” demesine
benzer. Burada Allah’n zât, varlklarn en yücesi ve en kymetlisidir. Binâenaleyh,
daha nasl, hakkndaki hüküm hususî olduu halde, genel olan o lafz onu içine
alabilir?
3) Allah Teâlâ’nn, “En güzel isimler Allah’ndr. O halde O’na bunlarla duâ edin”
(Arâf, 180) ayetinin ifâde ettii husustur. Bu ayet, Allah’ ancak, en güzel isimlerle
çarmann caiz olabileceine delâlet etmektedir. Halbuki "ey", mevcûdâtn en
deersizi hakknda da kullanlr. Binâenaleyh bu lâfz, güzellik ve cemâl anlam
vermemektedir. Bu sebeple bu lâfzn, en güzel isimlerden olmamas gerekir.
Binâenaleyh Allah’ bu lafzla çarmann caiz olmamas gerekir.
Ehl-i sünnet alimleri ise, Allah’a “ey” denilebilecei hususunda, O’nun, “ahid
olmak bakmndan hangi ey daha büyük? De ki: “Benimle sizin aranzda Allah
hakkyla âhiddir” (En âm, i9) ayetine tutunmulardr. Kar taraf buna da, Cenab-
Hakk'n jT' frji Ji j “De ki: "ahid olmak bakmndan hangi ey
D
daha büyük?" fadesi, cevab verilmemi bir sorudur. O'nun "De ki: “Benimle sizin ,
Cevap: Bu konuda en son söz udur: Gerçi sîa ve lafz, genel olan bir sîadr.
Ancak ne var ki biz bu say, akli delillerden dolay, Allah’n sfatlar hakknda tahsis
ederiz. (Yani O’nun sfatlarn bu genel hükmün dnda tutmak aklen zaruridir)
“O, gökten bir su indirmitir de, vadiler, kendi miktarlarnca akmlardr. Sel
de, yüze çkan bir köpük yüklenip götürmütür. Bir zinet veya bir metâ
elde etmek için atete üzerine yaktklar eylerde de bunun gibi bir köpük, posa
hasl olur. te Allah, hak ile batla böyle bir misâl verir. Amma, derken
köpük atlr gider; insanlara fayda verecek olan eye gelince, ite bu .
Bil ki Allah Teâla, mü’min ile kâfiri, iman ile küfrü, gören ile köre, k ile karanlklara
benzetince, bu sefer iman ve küfür için baka bir misal getirerek,
UjJj SJajl dJU tU frUU' 'ja J>l “O, gökten bir su indirmitir de, vadiler, kendi
miktarlarnca akmlardr” buyurmutur. Suyun dalardan ve tepelerden alçakta olan
vadilerde, o vadilerin geniliine veya küçüklüüne göre karar klp birikmesi gerekir.
olduunda tap yeryüzüne yaylmas, suyun üstündeki
Yine, suyun, o vadilerden fazla
köpüün hakk da, etrafa dalarak sönmesidir. Bu köpük, ister suyun kaynayp
çalkalanmasndan dolay meydana gelen bir beyazlk olsun; isterse suyun tam
olduu küçük ve ince maddelerden meydana gelmi olsun birdir. Cenâb- Hak, suyun
çok iddetli akmasndan meydana gelen bu köpüü zikredince, ate ile meydana
gelen köpük ve tortudan da bahsetmitir. Bu böyledir, zira, yedi maddeden her biri
ya bir süs yapmak, yahut da ev ilerinde kendisine ihtiyaç duyulan eyalardan bir
eya elde etmek atele eritildiinde o maddeden bir tür köpük ve tortu ayrlr.
için,
Bundan yararlanlmaz aksine bu zayi olur, yok olur, geriye o maddenin külü kalr.
Netice olarak diyebiliriz ki: Vadilerden seller aktnda onun üzerinde köpükler olur.
O köpük atlr, geriye ise su kalr. Yedi maddenin her biri de böyledir. Bu yedi
maddeden her biri bir süs eyas elde etmek veyahut da ev ilerinde kullanmak için
bir mal elde edilmek istendiinde eritilir; eritilince, onun posas ve kiri ayrlr; geriye
kendisinden yararlanlacak olan o cevheri kalr. te Cenab- Hak, burada da tpk
bunun gibi, kibriyâ, celâl ve ihsân semâsndan bir su indirir ki, bu Kur’an’dr. Vadiler
ise, kullarnn kalbleridir. Kalbler vadilere benzetilmitir. Çünkü tpk gökten inen
sularn vadilerde karar klmas gibi, o kalblerde de Kur’an ilimlerinin nûrlar karar
klp yerleir. Yamur sularndan her biri, o vadilerin genilii ve darl nisbetinde
olutuu, karar kld gibi, burada da, her kalbte Kur’an ilimlerinin nurundan ancak,
o kalbin temizlii-kirlilii, anlayn kuvvetli veya eksik olmas kabilinden, ona uygun
olan eyler yerleir, karar klar. Suya, erimi yedi maddenin tortusu, pislii karp
13. Cüz, RA’D SÛRES 13/17- 19 13. OU / 42®
onun üzerine çkt; sonra da o tortunun ve kirin giderek, kaybolarak, atlarak, geriye
Buyun cevheriyle o yedi maddenin cevherlerinin kalmas gibi, burada da Kur’an'n
açklamalarna birtakm ekk ve üpheler karr. Ama sonunda, o ekk ve üpheler
zail olur, silinir; geriye ilim, din, hikmet ve mükâefe kalr. te bu meselin izah ve
kinci Görü: Sühreverdî öyle demitir: "Akt zaman su da vadî adn alr.
Çkp akt için, “vedî”ye de, bu isim verilmitir. Bu görüe göre vadî, suyun akt
yerin ad olmas gibi, akan suyun da ad olmu olur. Mehur olan görü, birincisidir.
Ancak ne var ki böyle olmas halinde, “vadîler akt” deyimi mecazi bir ifâde olmu
olur. Buna göre kelamn takdiri "vadilerin sular akt” ^^0 eklinde
olur. Ancak ne var ki, bu sözde muzaf hazfedilmi, muzafn ileyh de onun yerine
kaim olmutur.
kelimesinin çouludur. Halbuki biz cem’i kalbnda olan, fâil vezninde bir
isim bilmiyoruz. Bu, ayn ey hakknda, u
örneklerde olduu gibi hem fâil, hem de
faîl kalbnn kullanlmasna benzer: Âlim ve alîm, âhid ve ehîd,
nâsr ve nasîr.
Fâil vezni, tpk sâhib ve tâir (arkada, ku) kelimelerinin ashâb
ve etyâr diye ef’âl
arasnda bahsedilen
kelimelerinde olduu gibi, iJUaî Faîl ile fâil
bu münasebet bulununca, hiç üphesiz kalb da faîl kalbnn çoulu gibi cemi
fâil
yaplarak vâdi, evdiye; kalb da fâil kalbnn cemisi üzerine cemi yaplarak
yetim, eytam; erif, erâf denilmitir.” Ebu Ali el-Farisî’nin sözü bundan ibarettir.
Bakalar da, öyle demitir: Vâdi (evdiye) kelimeleri, aynen meclis anlamna
gelen nâdi (endiye) kelimeleri gibidir.
Üçünçü Bahis: Evdiye, kelimesi nekire olarak getirilmitir. Zira yamur, bölgeler
arasnda sra ile yaar. Böylece de, yeryüzünün baz çaylar akarken, bazlar akmaz.
Birinci Bahis: Vahidî öyle der: “Kadrve kader bir eyin mebla ve miktar
demektir. Nitekim Arapça’da, “Bu dirhemlerin miktar, says ne kadardr?" denilir.
Yani “bu dirhemler vezin itibariyle ne kadardr” demektir «o* jJL
fiy
Binâenaleyh, vezin itibariyle bir eye denk olan ey, o ey kadardr.
kinci Bahis: UjJf dL» deyimi “Vadiler miktarnca su akt. Eer vadî
küçük olursa su az olur; eer vadinin hacmi büyük olursa, su da çok olur” demektir.
birmetâ aramak için atete üzerine yaktklar eylerden de bunun gibi bir köpük,
posa hasl olur” buyruuna gelince, bil ki Allah Teâlâ, sudan meydana gelen köpüü
darb- mesel yapnca, bunun peinden ateten meydana gelen köpüü darb- mesel
yapmasn zikretmitir. Bu ifadeyle ilgili birkaç bahis vardr:
Birinci Bahis: Hamza, Kisaî ve Asm’n ravlsl Hafs, yâ ile yûkidûn okumulardr
ki,Ebu Ubeyde bu okuyuu hem Cenâb- Hakk’n ifadesinden dolay,
hem de bu ifâdede bir muhatabn bulunmamasndan dolay tercih etmitir. Dier kraat
imamlar ise, tâ ile tûkidûne eklinde muhatab sîgasyla okumulardr. Bu okuyua
göre bu ifadeyle ilgili iki izah yaplabilir:
b) Bunun, kendisiyle herkesin murad edildii genel bir hitâb olmas da mümkündür.
Buna göre Cenab- Hak sanki, jû\ J> ü* öjüj Ü»j “Eytututurucular...
atete üzerine yaktklarnzdan” demitir.
Üçüncü Bahis: Hak Teâlâ, «.U?X“6/r zinet elde etmek için” buyurmutur.
Meânî alimleri öyle demilerdir: “Bir zinet elde edilmek için, üzerineate yak...
ey, gümütür; “veya bir meta’ aramak”, elde etmek için
altn ve üzerine ate yaklan
(yani atete eritilen madenler de, demir, bakr, kalay ve tunçtur. Bunlardan ev eyas
ve istifâde edilecek aletler yaplr. Kendisinden istifâde edilen hereye “metâ” denir.
Cenâb-t Hak, ili* 3uj “bunun gibi bir köpük (hâsl olur” yani, “o selin getirdii
Daha sonra da, Jaüi illi “/$te Allah, hak ile batla böyle bir
misal verir” buyurmutur. Bu, “Aliah ite hak ve batla böyle tebih yapar” demektir.
Daha sonra Allah Teâlâ ...JAü U $ j *& 4***^ kjl' ^ “Amma, derken
köpük atlr gider; insanlara fayda verecek olan eye gelince, ite bu yeryüzünde
kalr” buyurur. Ferrâ öyle der: “Cufâ atmak ve terketmek demektir. Nitekim, vâdî
(sel) kuyuya kalntlar attnda, V&r - Üf denilir. Binâenaleyh
“cufâ, biraraya gelmi, birbirine katlm eylerin “cufâ” kelimesi,
ismidir. Ayetteki,
“hâl” olarak mansubtur. Buna göre manas, “Köpük, bazan suyun üzerine bir
kabarck olarak çkar. Fakat sonunda söner, patlar, kaybolur. Böylece de geriye, suyun
cevheri ve o yedi maddenin cevheri kalr. te üphe ve hayaller de böyledir. Bunlar
da bazan kabarr, büyür, güçlenir. Amma sonunda yok olur, patlar, silinir gider. Geriye,
kendisine hiçbir üphe karmam olan srf gerçek kalr” eklindedir. Bu kelimeyi
balamtr. Hüsnft kelimesi mübtedâ ve mahaien merfudur. Lillezlne ksm da, onun
mukaddem haberi olup, ifadenin manas, "onlar için en güzel hasletler ve en güzel
haller vardr” eklinde olur.
b) Bu söz, kendinden önceki söz« bal olup, sanki Cenâb- Hak öyle demektedir
“O geride kalan, tpk hakka ve hakîkate icâbet eden, bunlar kabul eden gibidir;
atlan ve yok olan köpük ise, hakka, hakikate icâbet etmeyen kimse gibidir.” Daha
sonra bu benzetmenin, benzeyi yönünü beyan ederek övle demitir: “Rablerine
j ”
Icâbet edenlere, hüsnâ (en güzel) yani cennet; icâbet etmeyenlere se, her türlü
pimanlk ve cezâ vardr.” Burada öyle bir izah daha yaplabilir: Allah Teâlâ, ite
böylece, Rablerine en güzel bir biçimde icâbet eden kimseler için, misaller verir.”
Binâenaleyh hüsnâ, mahzuf bir masdarn sfatdr.
Bil ki Allah Teâlâ, bu ayette hem saîdlerin, hem de akilerin hallerinden
bahsetmitir. Saîdlerin Rablerine icâbet edenlere en güzeli vardr” ifâdesi
hallerini,
akilerin Cezas
1)
tamam,
Ayetteki *.'j U ^ oi jJ "Yeryüzünde bulunan eylerin
bir misli de berâber kendisinin olsa, onu muhakkak fedâ eder (fidye)
kurtulu paras olarak verirdi” ifâdesi le anlatlan husus... ftidâ (fidye verme), iki
eyden birisini dierine bedel (karlk) olarak vermektir. Ayetteki, “ Onu muhakkak
fedâ eder (fidye olarak verirdi)” fiilinin ikinci mef’ûlü hazfedilmi olup, bu, "Onlar
onu, kendi canlarna karlk fidye .olarak verirdi” demektir. Yani, onlar bütün bu
mallar, kendilerini Allah’n azabndan kurtarmak için fidye olarak verirlerdi”
anlamndadr. Buradaki bihi zamiri "yeryüzünde bulunan eyler” ifâdesindeki
"eyler”e yani mâ edatna râcidir.
Bil kibu mana dorudur. Çünkü her insann esasnda sevdii, kendisidir. O,
kendisi dndakileri, ancak kendisinin fayda ve menfaatna vesile olduklar için
sever.
Binâenaleyh insann kendisi bir zarar, ac ve bkknlk içine düüp de, dünyadaki
maddi manevî hereye denk bir mala sahib olursa, bütün bunlar, kendisini o ac
ve zarardan kurtarmak için fidye olarak vermeye raz olur. Çünkü ârzf olarak
sevilenlerin, mutlaka zât gerei (asl olarak) sevilen eye fedâ edilmesi gerekir.
2) Ayetteki, s.ji>
^ dUJjî "te onlar, hesâbm kötüsü onlar içindir
ifâdesi ile Zeccâc öyle der:
anlatlan husus... *Bu böyledir. Çünkü onlarn inkârlar,
amellerini yok etmitir. "Ben derim ki: Burada iki hal vardr: Seni, Allah ile, Allah’a
kulluk ile ve Allah’ sevme ile megul eden herey saîd, kymetli, kutsi ve yüce bir
haldir. Seni, Allah’n dndaki eylerle megul eden (oyalayan) herey ise, zararl,
”
deersiz ve eziyet verici bir haldir. Bu iki halin, daha kuvvetli veya daha zayf, daha
çok veya daha az olabileceinde üphe yoktur. Bu hallere uygun olan lere devam
etmenin, bu hallerin kuvvetlenip, insanda kök salmalarna sebeb olacanda üphe
yoktur. Çünkü bireyi çok ve sk yapmann, o eyin köklü bir melekeyi douraca
aklen sâbittir. Yine üphe
bu iler ne kadar çok tekrarlanrsa, kök salan
yok ki
melekeleri o nisbette gerekli hale getirirler. Binâenaleyh o fiillerden her biri, hatta
onlarn bir an, bir lahzas, akla gelenleri, en tutarsz istekleri bile, o hallerin insanda
“
gerçeklemesi hususunda bir tesir icrâ ederler, ite ayette bahsedilen hesâb budur.
“
Bu ler üzerinde ayrntl olarak düündüünde, insan Kim zerre arlnca bir hayr
yapyorsa, onu görecek; kim de zerre arlnca er yapyorsa onu görecek” ça\xü,
7-8) ayetinin doru olduunu anlar.
anlatlan husus. Bu böyledir, çünkü onlar Hz. Mevlâ’ya hizmet etme bahtiyarlndan
habersiz olup, dünya lezzetlerini e|de etmeye komulardr. Binâenaleyh öldüklerinde,
sevdikleri hereyden ayrlm olurlar. Bu ayrlktan dolay da, yanp tutuurlar.
Yanlarnda ise, bu musîbeti tedâvî edecek, tefâfî edecek hiçbirey yoktur. te bundan
ötürü HakTeâiâ, “(Onlarn) bannaklar da cehennemdir” buyurmutur. Daha sonra
da bu "barna” tavsif ederek, 4J' “O, ne fena yataktr!” buyurmutur.
Bunun böyle olduunda üphe yoktur.
balaynca, onun bir çukura veya ölecei bir yere düecei, yolu üzerinde bulunan
faydal eyalara çarpp kraca aikardr. Gören kimse ise, ölmekten ve krp
dökmekten emindir.
Allah Teâlâ sonra da, ydS/ 'j)j' Uil “Ancak selîm akl sahiplendir ki,
“Onlar ki, Allah’a olan ahdlerini yerine getirirler, misaklarn bozmazlar. Onlar
ki Allah’n bititirilmesini emrettii eyi bititirirler; Rablerinden korkarlar ve
kötü hesabtan enide ederler. Onlar ki Rablerinin rzasn isteyerek,
sabrederler, namaz dosdoru klarlar; kendilerine verdiimiz rzktan gizli ve
âikâr olarak infâk ederler. Kötülüü iyilik ile savarlar. te onlar, onlar için
bu yurdun bir sonucu vardr ki, o sonuç da Adn cennetleridir. Atalarndan,
elerinden, zürriy etlerinden salah ehli olanlarla birlikte olarak, onlar onlara
girerler. Melekler de, her kapdan, onlarn yanma sokulacaklar (ve öyle
bir
Bil ki bu ayetin, kendinden öncekilerle ilgisi olup olmad hususunda iki görü
vardr:
Birinci Görü: Bu ayet, kendinden öncekilerle ilgilidir. Buna göre u iki izah söz
konusudur:
kinci Görü: a' 4$*? öjij* “Allah’a olan ahdlerini yerine getirirler”
’’
ifâdesi mübteda; “ite onlar için, buhurdun bir sonucu vardr
ifâdesi de onun haberidir. Bu tpk ... 4 1 tip üy/iti jXfi “Allah’a verdikleri sözü
bozanlar” (Râ-d, 25) ifâdesinin mübteda, 2 J&1 ^ »Udjt “ite lânet onlaradr”
I V car, RA’D SÜRES 13/20-24 13 . Cilt / 433
fâdesinin de bunun haberi olmas gibidir. Bil ki bu ayet, bandan sonuna kadar tek
bir cümle olarak, art ve ceza cümlesidir. Bunun hem art cümlecii, hem de cezâ
(cevap) cümlecii, çeitli kaytlar ihtiva etmektedir. art cümleciinde bulunan kaytlar
dokuz tanedir:
1) Ahde Vefa:
Birinci Kayt: *Jd' *4* “Onlar ki, Allah’a olan ahdlerini yerine getirirler”
“
2) Bu ifâdedeki, Allah’n ahdi” sözü ile, doruluu hususunda delil olan her
ey kastedilmitir. Bu da, u iki ekilde olabilir:
eyler.
b) Allah Teâlâ’nn, hakknda, sem’î deliller getirip hükümleri beyân ettii eylerdir.
“
Netice olarak denilebilirCenâb- Hakk’n Allah’a olan ahdlerini yerine getirirler”
ki:
eer o kendisi için daha hayrl ise, yeminini bozmas gerekir. Binâenaleyh, Allah’n
bunu ona, aklî veya nakli delil ile gerekli klp ilzâm etmesinden daha kuvvetli bir
ahd yoktur. Nasl ki pekçok eye yemin eden kimse, ancak bütün eyleri yapt
zaman yeminini yerine getirmi oluyorsa, bunun gibi kul da ahdi ancak, o eylerin
tamamn yerine getirdiinde ifa etmi olur. Emrolunan bütün eyleri yapmak, bütün
yasaklardan kaçnmak, buna dahil olduu gibi,ayn ekilde muâmelelerdeki ahidleri
yerine getirmek ve emânetleri edâ etmek de buna dahildir. te ayetin tefsirinde sahîh
ve muhtar olan görü budur.
2* Sözlerinden Çaymazlar:
Birinci Görü: Ekser ülemânn görüü olup buna göre, bu söz, “ahde vefa
gösterme"ye yakn olan bir ifâdedir. Çünkü ahde vefâ göstermek, misak ve ahdi
” ”
bozmamaya yakn olan bir eydir. Bu, onun öyle demi olmas gibidir: “Onun (ahde
vefânn) vücûdu, bulunmas ve tahakkuku vacib olunca, bulunmamalnn mkânsz
olmas gerekmitir.” Evet bu iki mefhûm baka bakadr; ancak ne var ki bunlar
birbirini gerektirmektedirler (mütelâzm). te bunun gibi, ahde vefa göstermek, mi9ak
bozmamay gerektirir.
“Emânete riayet etmeyenin iman, ahdine vefâ göstermeyenin de dini yoktur, "t40 )
kinci Görü: "Mlsâk”, mükellefin uhdesine alm olduu eydir: Netice olarak,
Cenâb- Hakk’n, “Allah'a olan ahdlerini yerine getirirler ifâdesi, balangçta,
Allah’n, kullar mükellef kld eylere; “misaklarn bozmazlar ifâdesi de, kulun
kendi ihtiyar ile, tâatlar ve hayrlar yerine getirmek gibi iltizâm edip üstlenmi olduu
çeitli tâatlara iarettir.
ahde vefâ göstermek, hem aklen hem de dinen güzel bir eydir. Nitekim Hz.
Bil ki,
onda nifaktan bir alâmet ve haslet var demektir. ”<41 Yine, Hz. Peygamberden>
u
rivayet edilmitir: jo*\ j£j cJT jij ÂiUl üi LSti
jfij
^ {Aj Jrjj iJJpj aLâ j’£*\ Jarjj j-te
p
“Üç kii vardr ki, ben Kyamet gününde onlarn hasmym. Her kimin de hasm
olmusam, ona galip gelmiimdir: Bir söz verip de, sonra ahdini bozan kimse;
bir içi kiralayp da, onu tam çaltrd halde, ücretinde ona zulmeden
adam ve
hür bir kimseyi satn alarak, o hürrü köleletiren ve onun kazancn yiyen kii!’ 4^) (
Denildiine göre, Muâviye ile Bizans Hükümdar arasnda bir anlama, ahit
bulunuyordu. Muâviye, onlara sefer yapmak ve ahdi bozmak isteyince, birden bir
at üzerindeki bir kimsenin öyle dediini duydu: “Ahde vefâ göstermek gerekir, gadr
yoktur, ahid bozulmaz.” Allah’n Resulünü öyle derken duymutum: “Kimin, bir
kavimle arasnda bir ahid bulunuyorsa, sakn o kavme olan ahdini ( tek tarafl)
Üçüncü Kayt: o' 4j Jl "u jjLai j/Xl) “Onlar ki, Allah’n bititirilmesin! emrettii
J»\
eyi bititirirler” ifâdesi. Burada, öyle bir soru bulunmaktadr: Ahde vefa göstermek ve
misak bozmamak, emrolunan bütün eyleri yapmann, nehyedilen bütün eylerden
de kaçnmann vâcib olduu hükmünü kapsamaktadr. O halde, bû iki ifâdeden sonra
bu kaytlarn zikredilmesinin yarar nedir?
1) Allah Teâlâ bunu, hiç kimse sakn bu hususlarn sadece kul ile Allah arasnda
olduunu sanmasn diye zikretmitir. te bundan dolay da muhakkak ki, kul ile dier
2) Bu, tekiddir.
Sen bunu iyice anladn zaman biz deriz ki: Alimler bu ifâdenin tefsiri hususunda
birkaç izah ekli zikretmilerdir:
ziyarettir: JJî
^
$
•
fjî
1
^
* *
3- Bundan murad, kullara farz olan bütün hak ve hukuka riâyet etmektir. Bu
sebeple buna, sla-i rahim ve, Cenâb- Hakk’n, “Mü’minler ancak kardetirler”
(Hucurat, eklinde de buyurduu gibi iman kardelii vesilesiyle sabit olan yaknlar
o)
,,
ziyâret dahil olduu gibi, bu “‘sla ya, imkân nisbetinde onlara iyilikler yapp
skntlarn gidermek suretiyle yardmda bulunmak; hasta ziyaretinde bulunmak,
cenâze merasimlerinde hazr olmak, insanlara selâm verip selâm yaymak, onlara
tebessüm etmek, onlara eziyyet ve sknt vermemek; yine ayn ekilde bütün canllara,
hatta kedi ve tavua dahi iyi davranmak dahildir.
Fudayl bn iyâz (r.h.)’dan rivâyet edildiine göre Mekke’de bir grup insan, onun
yanna girer. Onlar "Nereden böyle?” deyince onlar, "Horasan’dan” cevâbn verirler.
— — ”
4- Rablerini Sayarlar;
hükümdarn huzurunda bulunduu zaman, o tam tâat içinde bulunuyor olsa dahi,
ancak ne var ki, onun kalbinden o celâlin, yüceliin ve azametin heybeti gitmez.
nazar- dikkate almaya iârettir. Bu beinci kayt da, korkuya, hayete ve kötü hesâba
bir iârettir. Bu da Allah’dan korkmadan maksadn, bahsetmi olduumuz O’nun
celâl, azâmet ve heybetinden korkmak olduuna delâlet eder. Aksi halde bir tekrar
olmu olur.
“
,
Altnc Kayt: Cenâb- Hakk’n, t $;j
* * k*\ ijj —
Z* û—
Onlar ki, Rablerinin rzasn isteyerek; sabrederler” buyruunun bildirdii husustur.
Bu ifâdenin muhtevasna hem ibadetleri yapmak hususundaki sabr, hem hastalk
ve zararl eylerin, gam ve kederlerin arlklarna sabr, hem de ehevî eyleri
terketmeye kar sabr dahildir. Netice olarak sabr, hem günah olan eyleri brakmak
hem de tâatlar yapma hususunda olur. Ayrca insan, bazan sebeplerden dolay u
sabretmeye yeltenir:
sabretmesi.
3 :
439
1 • Cüz. R A' D SÛR ES 1 3/20-24 13. Cill /
taksimatn mutlaka yüce bir hikmete, üstün ve basan bir maslahata amil ar
olduunu ve buna raz olmas gerektiini, çünkü Mâlik'in mülkünde tasarruf hakk
olduunu, O’nun mülkünde tasarruf etmesinden dolay Mâlik’e itiraz edilemiyeceini
Bil ki, Cenâb- Hakk’n, “Rablerinin rzasn isteyerek” buyurmasnda öyle bir
incelik bulunmaktadr: Ak, maukas dövdüünde, çou kez ak, o dövene bakar
“
ve bununla Cenâb- Hakk’n, Rablerinin rzasn isteyerek” buyruu,
sevinir. O halde
bu mecazi manaya hamledilir. Yani, ak olan kimse, sevgilisinin yüzüne bakmakla
duyaca hazdan dolay, onun, o dövüüne raz olduu gibi, kul da Hakkn nûrunun
marifetine gark olduu için, O’nun belâ ve skntlarna katlanr, sabreder ve ona raz
olur. Bu çok güzel bir inceliktir.
“
Yedinci Kayt: â^uaJi 'yü'j buyruunun ifâde
namaz dosdoru klarlar”
ettii husustur. Bil ki, namaz ve zekât, her ne kadar ilk cümlenin
muhtevasna dahil
olsalar da, namazn dier ibâdetlerden daha kymetli olduuna dikkat
çekmek için,
Cenâb- Hak onu müstakil olarak zikretmitir. Bu tabirin tefsiri, bu kitabmzda
defalarca geçmi olup, nafile namazlarn da bu ifadenin muhtevasna
sokulmasnda
bir saknca yoktur.
verdiimiz rzktan gizli ve aikâr olarak infâk ederler” ayetinin ifâde ettii husus.
Bakalar da öyle demitir: Aksine bu ifâdeyle, hem farz olan zekât; hem de
nafile olarak (fazladan) verilen sadaka kastedilmitir. Binâenaleyh Cenâb- Hakk’n,
"gizli olarak” eklindeki “kayd" nafileyle; “aikar olarak" eklindeki kayd ise, farz
olan zekâtla alâkal olmu olur.
(r.a.)’in öyle dedii rivâyet edilmitir: “Sla-i rahim yapan kimse, kendisine
önce sla-i
rahim yaplp da, sonra da buna mukabil sla-i rahim yapan kimse deildir. Ancak
. bu kimse kendisine sla-i rahim yaplmayp da, kendisi sla-i rahim yapan, sonra da,
kendisine sla-i rahim yapmayan kimselere efkat duyan kimsedir. Sabrl kimse,
zulme urayp da sabreden, sonra da birileri kkrttnda galeyana gelen
kendisini
'
kimse deildir. Fakat halîm olan kimse zulmedene kar gücü olup da, buna ramen
onu affeden kimsedir."
Bil ki bu dokuz kayt, art olarak zikredilen kaytlardr. Cezâda zikredilen kaytlara
gelince, bunlar da dört tanedir.
sonucu vardr ” buyruunun ifâde ettii husus, yani, j'AJi Â.3 U- demektir ki, bu da
cennettir. Çünkü, Cenâb- Hakk’n dünyann akibeti ve nihaî var yeri olmasn istemi
olduu, bu cennettir. Vahidî öyle demitir: “Ukbâ, akbet manasnadr. Bu kelimenin
ûra (ûra, meveret), kurbâ (yaknlk, karabet) ve ruc’â (dönmek) kelimelerinde
olduu gibi masdar olmas da mümkündür. Masdar bazan bunun gibi, necva
(fsldamak) ve da‘va (iddiâ etmek-dava) kelimelerinde olduu gibi fa‘lâ vezni üzere;
muzâf olan bir masdardr. Manas da, “te bunlar yok mu? Onlara, amellerinin
peinden mükâfaat olarak, cennet olan o yurt vardr” eklindedir.
kinci Kayt: Cenâb- Hakk’n, öÂ* “ki o sonuç da, Adn cennetleridir”
“
Üçüncü Kayt: Cenâb- Hakk’n M 'J> 3 atalarndan,
elerinden, zürriyyetlerinden salah ehli olanlarla birlikte olarak” ifadesi ilgili birkaç
mesele vardr:
daha hayrl bir e olabilir. evde (r.anha)’den rivâyet edilen u haber de, bu
söylediimize bir delil gibidir: Hz. Peygamber (s.a.s.) onu boamaya niyetlendii
zaman o, “Ey Allah’n Resulü, beni boama, senin hanmlarn içinde harolaym!”
dedi.
kapdan onlarn yanna girerek, onlara: “Allah'n emrine sabrettiiniz için, sizlere selâm
olsun!” diyecekler.” Ebu Bekr el-Esamm:'Her kapdan” ifadesi, namaz kaps, zekât
kaps ve sabr kaps gibi “iyilik kaplarndan" anlamna gelir. Onlar, “lk yurdunuzdan
sonra, Allah Teâlâ sizi ne güzel mükâfaâtlandrd” derler.
bir ereftir. Çünkü Allah Teâlâ, bu muti kullarn, ebedîlik, Huld cennetine gireceklerini
ve en güzel bir ekilde babalar, hanmlar ve oullaryla bir araya geleceklerini; sonra,
meleklerin, kendi mertebelerinin büyüklüüne ramen, selamlama ve ikrâmda
bulunmak için onlarn yanna gireceklerini; onlarn yanna girince de, tahiyye ve selâm
ile onlara ikramda bulunup, “Bu o yurdun (en güzel) bir sonucudur" diyerek onlar
müjdeleyeceklerini haber vermitir. Hiç üphe yok ki bu, kelamclarn, “Sevâb, hâlis,
devâml ve tebcil ile tazime bitimi olan bir menfaattir, faydadr” eklinde ifade ettikleri
Binâenaleyh kul, sabr, ükür, murakabe, muharebe gibi çeitli riyazatlarla nefsini
krdnda, bu mertebelerin her birinde de kudsî bir cevher ve ulvî bir rûh
bulunduundan, bu sfatlarla Ölüm esnasnda bu kudsî
daha çok muttasf olur.
cevherler parlaynca, semavî ruhlarn her birinden, o ruhlara mahsus olan sfattan
münasib ve uygun eyler o nefiste tecelli eder. Böylece o nefsin üzerine sabr
444 / 13. Cilt TEFSlR-1 KEBÎR
meleklerinden, ancak sabr makamnda zuhur eden nefsle alakal hususî kemaller,
ükür meleklerinden de, ancak ükür makamnda tecelli eden rûhanî kemaller feyezan
eder. te, bütün mertebelerle ilgili durum da ayndr.
Ayetteki, “Sabrettiiniz eylere karlk, bu, o yurdun (en güze!) bir sonucudur”
sözü hakknda iki izah bulunmaktadr:
44) Not: Burada, mantken bir noksanlk olduunu zannediyoruz. Zira, Razî'nin yapt izah, betfin da-
ha efdal olduunu göstermektedir. Halbuki matbu nüshaya göre durum tam tersinedir. Kelamda bir iki
kelimelik bir ksm dümü olabilir.
13. Cü , RA’D SÛRES 13/23-26 !
*• C ilt / 443
Bil ki Allah Teâlâ, saîdlerin sfatlarn ve onlara düen yüce ve erefli halleri
zikredince, bunun pei sra, akîlerin halini ve onlara düen ho olmayan ve hor klc
halleri zikretmi, böylece, izah tam olsun diye, vaadin peine vaîdi, sevâbn peinden ikâb
“
getirmi ve 41L? a* 'ja Jj' Allah’a verdikleri ahdi, kuvvetli teminat
ile de destekledikten sonra bozanlar ” buyurmutur. Biz daha önce Allah'n ahdi'nin,
akli ve nakli deliller vastasyla kullarn ilzâm edip mükellef klmas manasna geldiini
beyan etmitik. Çünkü bu manada “ahd’\ her türlü ahd ve yeminden daha kuvvetlidir.
Zira yeminler, onlarn muktezâsn yerine getirmenin vacib olduuna delâlet eden
deliller vastasyla ancak tekîd ifâde ederler. Bu ahdi bozmaktan murad, insann
kün olmaz veya bu ahdi bozmaktan murad insann o delillere bakp, doru olduunu
anladktan sonra, inat ederek, onlarla amel etmemesi veya, üpheli olan eye itibar
ederek, hak olann aksine itikâd etmesi, inanmasdr. Ayetteki, <3^ j*
kayd, “Allah bu sapasalam ve muhkem bir biçimde ortaya koyduktan
delilleri,
sonra” manasndadr. Çünkü Allah Teâlâ’nn, bir eyin yaplmasnn mutlaka faydal;
terkedilmesinin ise zararl olduuna dair zikretmi olduu delilden daha kuvvetli bir
ey yoktur.
diyerek, bunu ayrca art komasnn hikmeti nedir!” denilirse, biz deriz ki: Buradaki
“ahd” ile, Allah’n, kulu tuttuu eylerin; “mîsak” ile, onu tekid edici delillerin
kastedilmi olmas imkansz deildir. Çünkü Allah sana olan ahdini, ister aklî olsun,
“
Daha sonra Cenâb* Hak j-e> jt û' ili' U Allah’n birletirilmesini
*>.
“
emrettii eyi koparanlar” buyurmutur. Bu ifâde, daha önceki ayette geçen, Onlar
ki, Allah’n, ulatrlmasn emrettii eyi ulatrrlar” (Râd. 2i) ifâdesinin mukabilidir.
Binâenaleyh, vasletmenin zdd olan sla-i rahmi kesme iinin, bu kimselerin sfat
olduu belirtilmitir. Bu ifâdeden murad, Allah’n, ulatrlmasn, bititirilmesini vacib
kld her bir eyi kesmektir. Bu ifâdenin içine, dostluk ve yardm ile Peygambere,
bitime, onunla irtibat içinde olma; müminlerle birleme, akrabalar ziyâret etme ve
üzerinde hakk olan herkes ile irtibat içinde olma da girer.
t S, , \ %
Sonra Cenâb- Hak bu sfatlar zikretmesinin peinden îâU ^ »UuJj' "ite onlar,
lanet olsun onlara ” buyurmutur. Bu, “Allah’tan olan lanet, kulun dünya ve ahiret
hayrlarndan uzaklatrlp, bunlarn zdd olan azâb ve gazâba dûçâr klnmas”,
manasndadr. füs t-j* jtjlj "Yurdun kötüsü de onlara" ifadesinden murad, cehennemdir,
çünkü cehennemde, ancak, ona girenlerin holanmayaca eyler bulunmaktadr.
Bil ki Allah Teâlâ, tevhidi ve nübüvveti kabul hususunda ahdini bozan kimselerin,
dünyada lanetleneceklerini, ahirette de azaba dûçâr olacaklarn belirtince, bunun
üzerine sanki, “Eer onlar Allah’n düman olsalard, Allah dünyada, onlarn üzerine
bunca nimet ve lezzet kapsn açmazd” denilmi de, buna karlk O, bu soruya
bu ayetle cevap vermitir. Buna göre, Allah Teâlâ kimine rzk geni verir, kimine
de rzkn dar verir. Rzkn küfür ve imanla ilgisi yoktur. Dolaysyla bazan mü’min
deil de kâfir bol rzk üzere bulunur; yine bazan kâfir deil de mü’min darlk üzere
bulunur. Binâenaleyh dünya bir imtihan yurdudur.
Vâhidi öyle demitir: “Kadr masdar Arapça’da, bir eyi fazla ve noksan
olmakszn eit parçalara bölmek anlamnadr.” Müfessirler ise “Ayetteki yakdiru
fiili, “daraltmak” anlamndadr. Bunun bir benzeri de, *4* jJ-i
“Kimin de rzk daraltlrsa” (Talak, 7) ayetidir” demilerdir. Buna göre ayetin manas,
“Allah Teâlâ dilediine, yetecek kadar rzk verir, bundan geriye birey kalmaz,
artmaz” eklindedir.
S
“O kâfirler, “Ona, Rabbisinden bir ayet ( mucize ) indirilmeli deil miydi?”
derler. Deüphesiz Allah dilediini saptrr; (kendisine) yönelenleri ise
ki: “
hidayete erdirir. Bunlar iman edenlerdir, Allah’n zikri ile kalbleri mutmain
”
olanlardr. Haberiniz olsun ki kalbler ancak zikrullah ile mutmain olur
(Rad, 27-28).
ve sâ gibi, apaçk ve kesin bir mûcize ve ayet getir” dediler. Allah Teâlâ, onlarn
bu isteine, “De ki: “üphesiz Allah dilediini saptrr, (kendisine) yönelenleri ise
hidâyete erdirir” buyurarak cevap vermitir. Bu cevap, birkaç ekilde izah edilir:
1) Allah Teâlâ sanki öyle demektedir: “Allah ona apaçk alâmetler ve kesin
mucizeler indirmitir. Fakat hidayet ve dalalet Allah’dandr. Dolaysyla sizi Allah, o
apaçk
3) ve kesin ayetlerden uzaklatrp saptrm, baka kavimlere ise hidayeti nasib
4) Ebu Ali el-Cübbâî öyle demitir: “Bu ifâdenin manas udur: “Allah Teâlâ
diledii kimseyi, kâfirliinin bir cezas olmak üzere, rahmet ve mükâfaattan
uzaklatrr. Binâenaleyh sizler, azab ve mükâfaattan saptrlp uzaklatrlmay
hallettiiniz için, Allah Teâlâ’nn, her istek ve dualarna icâbet ettii kimselerden
deilsiniz. Allah “(Kendisine) yönelenleri ise hidayete erdirir yani, “Tevbe edip
(küfürden dönüp) iman eden kimseleri, cennetine hidayet eder, ulatrr.”
Cübbâî,
daha sonra öyle der: “Bu ifâde de delâlet eder ki, “hidayet", peisra “tevbe etti” anlamna
gelen OUI ’J* tabiri geldiine göre, “mükâfaat vermek” manasnadr. Binâenaleyh Allah’n
mü'mine hidayet etmesi, “sevâb vermek” manasnadr. Çünkü mü’min imanndan
ötürü mükâfaata müstehak olur. Bu da gösterir ki, Allah Teâlâ ancak, “ ikâb(ceza)
vermek sureti ile sevabtan “saptrr”, yoksa bize muhalefet eden (ehl-i sünnetin) iddia
ettii gibi, “Küfre düürmek sureti ile dinden saptrmaz.” te Ebu Ali el-Cübbâî’nin
sözünün tamam budur. Ayetteki, enâbe “hakka dönmek” manasna
kelimesi, olup,
asl (kök) manas, “hayr nöbetine girdi (balad)” eklindedir.
mutmain olur” ayeti ile ilgili, son derece dakik ve ince srlarla dolu bahislerimi? vardr.
Bunlar birkaç yönden izah edilir:
Bunu iyice anladn zaman, bil ki, kalb, ne zaman cisimler âlemini aratrmaya
ve müâhede etmeye (seyre) yönelirse, o esnada bir daralma ve çarpnt ile o cisimler
âlemini ele geçirip, onda tasarrufta bulunma konusunda iddetli bir tamayül meydana
gelir. Ama aratrmaya ve müâhedeye yöneldii zaman
kalb, Hz. Allat’n azametini
ise, kalbte samedanî nurlar ve lahî klar hasl olur. te kalb o zaman sükûna erer.
Bundan dolay Hak Teâlâ “Haberiniz olsun ki kalbler ancak zikrullah (Allah’ anma)
ile mutmain olur” buyurmutur.
noktada kalr ve karar bulur. Böylece de oradan baka bir yere geçmeye kendinde
güç bulamaz. Çünkü saadet bakmndan, bundan mükemmel ve yüce bir derece
“
yoktur. te bu manadan ötürü Allah Teâlâ Haberiniz olsun ki kalbler ancak zikrullah
ile mutmain olur” buyurmutur.
Hayat iksirinden, bakr madenine bir damla düse, o bakr altn haline gelir
3)
ve bütün çalar ve zamanlar boyunca, ateten hasl olan erimeye dayanarak bâkî
kalr. te bunun gibi, Allah Teâlâ’nn celal ve azamet iksiri insann kalbine dütüü
zaman, onu hiçbir deime ve bozulmay kabul etmeyen, bâkî, saf ve nûrânî bir cevher
halinedönütürmesi haydi haydi evladr. te bundan dolay Hak Teâlâ, “Haberiniz
1
“man edip de, salih ameller ileyenler (var ya), ne mutlu onlara. Dönüp
”
gidilecek güzel yurt da (onlarn olacak)
(Râd, 29).
j UU'
*J*' *'jj 14JU öij jJUj sLJi *AJ'
“ Tûbâ cennette aaçtr. Onu Allah kendi eliyle dikmitir. O, zinetler ve güzel
bir
elbiseler bitirir (meyve gibi verir). Dallan ise, cennet duvarnn gerisinden bile
görünür. ”(45)
2) Bu, dil âlimlerinin görüü olup, buna göre bu kelime, tpk “bürâ” (müjde,
müjdelemek) ve "zülfâ” (yakn olmak) kelimeleri
f
gibi 4^ (ho ve güzel oldu)
fiilinin masdarldr. ^ / y
bn Abbas (r.a.)’dan,
bunun manasnn, "Onlar için sevinç ve göz aydnl vardr”
eklinde olduu; krime’den, bunun manasnn, "Onlar için olan bu eyler, ne güzel”
eklinde olduu; Dahhâk’dan, bunun manasnn: "Gpta ve hayranlk onlaradr,
(Onlara gpta ve hayranlk duyulur)” eklinde olduu; Katâde’den, bunun manasnn:
"En güzel ey onlarndr” eklinde olduu; Ebu Bekr el-Esamm’dan, bunun
manasnn: “Hayr ve ikram onlarndr” eklinde olduu ve Zeccâc’dan da bunun
manasnn: "Ho ve güzel hayat onlarndr” eklindö olduu rivayet edilmitir.
Velhasl bu ifade, onlarn güzel eylere nail olacaklarn tam olarak anlatmaRtadr.
Bütün lezzetler, bu ifâdenin kapsamna girer. Ksaca tefsiri ise, “Her hususta en güzel
ve en ho eyler, onlarn olacaktr” eklindedir.
i
elde ettin”
onun
manasna
haberidir. ili
gelir. Bu cümle nasb veya ref
mahallindedir. Nitekim, usözündeolduu gibi: £11 4-5» - ^ ^ ve £1J — £11 USU...
^t» ifadesinin ref ve nasb ile okunmas da, sana, bu ifâdenin mahallini,
ifadesinden murad, “Dönülecek ve karar klnacak olan güzel yerdir.” Bütün bunlar
Allah’a tâate tevik ve masiyyetten sakndrmak için, Allah tarafndan yaplm en
büyük nimetleri vaadetmektir.
Cenâb- Hakk’n,
vahyettiimizi kendilerine okuman için
dUJl
gönderdik. Onlar,
U^-j JûJl
^ ijisj
ifâdesinden murad, “Onlara, sana vahyettiimiz o Kitâb- Aziz’i okuyasn diye seni
gönderdik. Onlarn hali ise, hala udur: Onlar, rahmeti her eyi olan ve kuatm
kendilerindeki her nimetin, kendisinden olan Rahman’ inkar ederler. Yine onlar,
kendilerine, senin gibi birisinin gönderilmesi ve onlara, mucize olan bu Kur’ân’n
indirilmesi nimetini inkâr ettiler” eklindedir .
Rahman da neymi? dediler” Furkan,60) ayeti gibidir ve yine rivâyet edildiine göre
{
mektuplarnn bana, "Ey Allahm, senin isminle..." diye yazarlard. Bunun üzerine
Hz. Peygamber onlara, “siz nasl istiyorsanz, öyle yazn!” dedi.
verilmesini inkâr ediyorlard; yoksa, Allah’ deil!.” Dier alimler.- "Aksine onlar, ya
tamamen bilerek inkâr edip yok saymak suretiyle, ya da O’na eler komak suretiyle,
Allah’ inkâr ediyorlard” demilerdir. Kad: "Bu görü ayetin zahirine daha uygundur.
Çünkü, “Onlar, Rahman ’ inkâr ederler ” ifâdesi, onlarn, Allah’ inkâr etmi olmalarn
iktiza eder. Rahman lafzndan anlalan budur; yoksa bundan anlalan isim olarak
Rahman lafz deildir Nitekim birisi, "Onlar, Muhammed’i inkâr edip yalanlad”
* *
.
“Bir Kuran ki, onunla dalar yürütülseydi, veya onunla yer parça parça
eer
edilseydi, yahut onunla ölüler konuturulsayd (yine o kâfirler pna iman
etmezlerdi). Fakat, bütün emir, yalnz Allah’ndr. man edenler hâlâ u
hakikati bilmediler mi ki, Allah dileseydi elbette insanlarn hepsine birden
yaptklar yüzünden ya anszn balanna büyük bir belâ çatacak yahut (o belâ)
yurtlarnn yaknma konaklayacak. üphesiz ki Allah, vaadinden dönmez.
Râd, 31).
Bil ki, rivâyet edildiine göre Mekkeliler, Mekke meydannda oturmulard. Hz.
Abdullah bn Ümeyye el-Mahzurm O'rta: "Bizim için Mekke dalarn yürüt ki,
böylece yerimiz genilesin. Yine orada bizim için nehirler akt da, ziraatçilik yapalm.
454 / 13. Cilt tbfsIr-I kebîr
Yahut, baz ölülerimizi dirilt ki, senin söylediinin doru mu yaln olduunu onlara m
soralm. Çünkü sa, ölüleri diriltirdi. Yahut rüzgar bizim emrimize ver, ona binelim,
beldelerde gezip dolaalm. Çünkü rüzgâr, Süleyman’n emrine verilmiti. Sen
Rabbin katnda Süleyman’dan daha deersiz deilsin” dedi. Bunun üzerine “Bir
Kur’ân ki onunla dalar (yerlerinden) sökülüp yürütülseydi veya onunla yer parça
parça edilse ve nehirler gözeler yahut onunla ölüler
haline getirilseydi
konuturulsayd” ( ite o ancak, sana indirdiimiz bu Kur’ân olurdu)” ayeti nazil oldu.
Bu ayetteki, “Eer” edatnn cevab, bu sözden anlald için hazfedilmitir. Zeccâe
öyle demitir: “ Burada hazfedilen cevap udur: “Eer o, kendisiyle dalarn
yürütüldüü (...) bir Kur’ân olsayd, (onlar buna yine de iman etmezlerdi).” Bu Cenâbn
Hakk’n, “Eer biz onlara melekleri indirseydik ve ölüler de kendileriyle konusayd
(Enâm, i), (onlar yine iman edecek deillerdi)” ayeti gibidir” demitir.
“man edenler, hâlâ u hakten Dilmediler mi ki, Allah dileseydi elbette, insanlarn
hepsine birden hidayet edetdi!” buyurmutur. Bu ifâde ile ilgili iki mesele vardr:
Tabirinin zah
Birinci izah: kelimesi, Naha kabilesinin lehçesinde bilmek
manasndadr. Bu, Mücahid, Haan el-Basri ve Katâde gibi çou müfessirin
görüüdür. Bunlar görülerine, airin’ ^u beytini delil getirmilerdir:
UU j-^4'
toprandan
jf- cJT j U jjü “Ben her ne kadar, kabilemin
\
\
«ri
1
^ '_p£ fl' “Beni esir aldklarnda, onlara vadide derim ki: “Sizler,
benim Zehdem (atl atn) binicisinin olu olduumu bilmediniz, anlamadnz m?”
Kisaî: “Ben, Araplarn, “bildim” manasnda olmak üzere, c-L* dediklerini
hiç görmedim duymadm” demitir.
uydurmadr” demitir.
Üçüncü izah: Zeccâc öyle demitir: “Bu ayetin manas "iman edenler Allah
dileseydi bütün insanlar hidayete erdireceini bildikleri için, bu kâfirlerin imanndan
ümidlerini kestiler” eklindedir. Bunun izah öyledir: Bir eyin olmadn bilmek,
onun gerçeklemesinden, meydana gelmesinden ümit kesmeyi gerektirir. Bu
mülâzemot, (birbirini gerektirme), güzel bir mecâz yapmay gerektirir. te bundan
dolay “ye’s” lafznn, "bilmek” manasnda kullanlmas, güzel olmutur.
-Uj JîU J&- “O kâfirlere gelince, Allah’n vaadi (gelinceye) kadar kendi
yaptklar yüzütden ya anszn balarna büyük bir belâ çatacak., yahut, (o belâ)
yurtlarnn yaknma konaklayacak" ifadesiyle ilgili iki mesele vardr:
kastettii, zira bir ksm kâfir için tahakkuk eden ölüm ve esir alnma gibi iddetli ve
skntl meydana getirdii
hadiselerin, bütün kâfirlerin kalbinde bir keder ve üzüntü
ileri sürüldüü gibi, u
da ileri sürülmütür: Cenâb- Hak, bu ifâdeyle baz kâfirleri
murad etmitir ki bunlar, muayyen bir gruptur. el-Küffar kelimesinin bandaki elif-lam,
ahd içindir. Bu da, muayyen bir topluluu gösterir.
isabet eder. Yahut onlara yakn bir bela iner de, böylece feryad-ü figan basar ve
harekete geçerler. Binâenaleyh o belânn kvlcmlar ve zararlar onlara da ular.”
Böylece, onlarn ölümü yahut Kyamet demek olan vaad-i lâhi gelip çatar” demektir.
Buna öyle cevap verilir: Hulf (sözden dönmek) baka ey, umûmî bir ifâdenin
tahsis edilmesi(snrlandrlmas) ise baka bir eydir. Biz, Allah Teâlâ’nn hulf
edeceini söylemiyoruz. Ancak umûmî olan va’îd ayetlerini, aff- lâhiyi gösteren
ayetlerle tahsis ediyor (snrlyoruz).
Cenâb- Allah, onu teselli etmek ve kavminin aklszlna kar ona sabr vermek için
bu ayeti indirerek Ona: “Kavminin seninle alay etmesi gibi önceki peygamberlerin
kavimleri de onlarla alay etmilerdi de ben o kâfirlere mühlet vermitim. Yani
azablarn ertelemek zaman tanm, sureti ile biraz sonra da onlar kskvrak
yakalamtm. Binâenaleyh bak benim, onlara ikâbm naslm! Bil ki ben, o geçmi
kavimlerden intikamm aldm gibi, bunlardan da alrm” demitir.
“mlâ” mühlet vermek ve onlar tpk hayvanlara otlakta bir müddet otlama imkan
verilmesi gibi, bir süre bolluk ve rahatlk içinde brakmaktr. Bu, onlar için bir tehdid
ve Hz. Peygamber (s. a. s.) ile istihza yollu mucize istemelerine bir cevaptr.
Daha sonra Cenâb- Allah, müriklere bir hüccet yerine geçecek, onlar
azarlayacak ve hayrete davet edecek bir ifâde ile öyle buyurmutur: JT J*
Uj ^ ûj “ Her nefsin kazandnn hepsini bilen Allah’a m?” Bu, “Allah Teâlâ
hereye kâdirdir ve hereyi cüz’iyyat ile ve külliyat ile bilir. O, böyle olduuna göre,
Jer nefsin hallerinin tamamn bilir, nefislerin istekleri olan faydal eyleri vermeye,
zararl eyleri defetmeye, yaptklar taatlara mükafaat vermeye ve iledikleri bütün
günahlara cezâ vermeye kadirdir” demektir. te bu ifâdeden kastedilen mana budur.
Böyle olan ancak Hak Sübhânehû ve Teâlâ’dr. Bunun bir benzeri de, UJI
Bil ki bu söze mutlaka bir cevab lazmdr. Alimler bu cevabn ne olduu hususunda
u deiik izahlar yapmlardr:
1
)
Bu, “Her nefsin kazandklarnn hepsini bilen Allah, böyle olmayan gibi olur
mu? faydasz ve zararsz putlardr” demektir. Bu cevab, Hak
Böyle olamayanlar ise,
“
Teâlâ’nn Allah’a onlar irk kotular” buyruunda sakl olup, bunun takdiri, “Her
”
nefsin kazandnn hepsini bilen Allah, onlarn irk kotuu zarar ve fayda vermeyen
“
eyler gibi Bunun bir benzeri
midir?” eklindedir. de, Öyle ya Allah'n gösünde
“
slam için inirah verdii, Rabbinden bir nûr üzere deilmidir?” (Zümer, 22) ayetidir.
Bu ifâdenin de cevab gelmemitir. Çünkü cevab, ayetteki “Kalbleri, Allah’n
zikrinden (bo ve) kaskat kesilmi ol’anlann vay haline!” (zumer, 22) ifâdesinde zmnen
vardr. te burada da aynen öyledir. Keâf sahibi öyle demitir: .
* p
kimse. Allah’ birlememi, O’nu ululamam ve O’na ortak komu olur” eklindedir.”
Bu izah Hallu’l-‘Ukad adl eserin sahibi yapmtr. O öyle der: "Ayetteki ve
2)
cealû ifâdesindeki vâv vâv- haliyye kabul eder ve mübtedaya bir habe r .aKdir ederiz.
Böylece mübteda haberi ile birlikte, peisra geldii cümleyi izah ed*ri bir cümle olmu
olur. Buna göre ifâdenin takdiri "Her nefsin kazandklarnn hopsini bilen var mdr?”
Halbuki o mürikler, Allah’a ortaklar komutur” eklindedir. Daha sonra zâhir isim,
"Allah” lafz, ulûhiyyeti iyice anlatmak ve izah etmek için, haberin yerini tutmutur.
Bu tpk senin, "insanlara veren ve onlar zengin klan cömert bir zat vardr. O ise,
benim gibileri mahrum eder” demen gibidir.
Bil ki Allah Teâlâ bu delili izah edince, yeni bir delil getirerek, J»
"De ki: ad verin bakalm!" buyurmutur. Bu söz, kendine ad
“ Bunlara bir
isimler verin, ister vermeyin; onlar hiç bir akll insann deer vermeyecei kadar âdi
ve kymetsiz eylerdir” manasna gelir.
Daha sonra Cenâb- Allah, yeni bir delil daha ekleyerek, j, föî fi
Sonra Allah Teâlâ, bu delillerin peine, onlarn yollarnn kötü olduunu beyân
ederek, sürdürdükleri hareketin deersizliini göstermek için fip 'jP jt $ jî
“Hayr, o kâfirlere, öyle der:
tuzaklar süslü göründü” buyurmutur. Vahidî
"Buradaki bel edat, u
manayadr: Allah Teâlâ sanki: "Üzerinde olduunuz konular
zikretmeyi brak, çünkü onlara tuzaklar süslü gösterilmitir” demektedir. Bu böyledir,
zira O, onlarn inançlarnn yanllna deliller getirince, sanki, "Artk delilleri brak,
çünkü bunun onlara faydas yok. Zira onlara inkârlar ve tuzaklar süslü gösterilmitir.
Binâenaleyh onlar bu delillerin hatrlatlmasndan istifade etmezler” demitir." Kftdî
de öyle der: Allah Teâlâ’nm bunu, onlar zemmetmek için zikrettiinde üphe yoktur.
“
Bu böyle olunca, ayette bahsedilen süslü gösterme” iinin Allah’a âit olmas imkansz
olur. Aksine bunu yapan, insan ve cin eytanlardr.
*
gelince: Bil ki Âsim, Hamza ve Klsâî, hem bu ayette hem de “Ha-mim” sûresinde,
“Kâfirleri bakalar alkoydular” manasnda meçhul olarak ve sâd’n zammesiyle,
...Ij&j (alkondular) eklinde okumulardr. Ehl-i Sünnet’e göre, onlar doru yola
ulamaktan alkoyan Allah Teâlâ’dr.
a) Alkoyan eytandr.
kii mu’ceb (arld)” denilmesi gibidir. Burada maksad, onun olduunu akn
bildirmekti r.Yoksa, onu artan bir kimsenin bulunmas sözkonusu deildir. Bu, Ebu
Müslim’in görüüdür.
Dier kraat imamlar ise, her iki sûrede de, "Kâfirler, Allah yolundan yüz
çevirdiler” manasnda sâd’n fethas ile, saddû eklinde okumulard. Bu kraata
göre,
Birinci Okuyuun Delili, o fiilden önce geçen fiilin meçhul oluudur. Onunla uyum
salamas için, bunun da meçhul olmas gerekir.
kinci Kraatin Delili ise, daha önce geçen keferû fiilinin ma’lûm sîada oluudur.
1) Allah Teâlâ, “Hayr, o kâfirlere, tuzaklar süslü gör ün dü” buy m uçtur. Biz,
deliller ile, bu süslü gösterenin, Allah Teâlâ olduunu daha önce beyan etmitik.”
Hak Teâlâ, “Dünya hayatnda onlarn hakk azabtr. Ahiret azab ise daha
4)
çetindir” buyurmutur. Binâenaleyh Allah Teâlâ onlarn, ahirette cezâya
urayacaklarn haber vermitir. Allah’n haber verdii eyin aksinin olmas
imkânszdr. Bu haberin yanl çkmas imkânsz olduuna göre, bu kimselerden
imann sadr olmas da imkânszdr. Bütün bu izahlar, bu tefsirde defalarca yaptk.
Kâd» öyle demitir: ‘‘Ayetteki, “Allah kimi artrsa” ifâdesi, ‘‘Kimi, kâfir olduu
için cennet mükafaatndan artr, uzaklatrrsa” demektir. “Artk onun için hidayet
edecek hiç kimse yoktur” ifadesi ise, bu mükâfaatn ancak taat ile elde edileceini
bildirmektedir. Binâenaleyh kim taattan yüz çevirir ise, artk bu mükâfaat elde etmeye
bir yol bulamaz.” Bu ifâdeye u manalar da verilmitir:
,
b) Allah kimi, iman hakk ile bulmaktan saptrr, uzaklatrrsa” demektir. Kâdî
sonra birinci görüün daha kuvvetli olduunu söylemitir.
Bil ki (aksine) birinci izah zayftr. Çünkü söz, onlarn dünyadaki imanlarn ve
anlatmak hususundadr. Bu sözde, onlarn cennete girip gidememelerinden
küfürlerini
Bil k Allah Teâlâ, onlar hakknda bu hususlar haber verince, onlar için dünya
azab le bundan daha zor olan ahiret azabn birletirdiini, bu azablar onla«aan
dünyada da âhirette de soruturacak hiç bir kimsenin olmadn bildirmitir.
Eer bu bir cezâ olsayd, ona sabretmek vâcib olmazd” demilerdir. Binâenaleyh,
bu görüe göre ayetten kastedilen, onlarn öldürülmeleri, esir edilmeleri,
lanetlenmeleri ve mallarnn ganimet olarak alnmasdr. Cenâb- Hak ahiret azab daha
fazla olduu için onu, J2.I iy~\
azab ise daha çetindir” diye
“Ahiret
anlatmtr. stersen bu çetin oluu, kuvvet ve iddet manasna; ister çeitlerinin
çokluu manasna; ister içine hiçbir rahatlk sebebinin karmamas manasna,
istersen hep devaml ve sonsuz manasna alabilirsin.
olan hiç kimse yoktur " diyerek, hiç kimsenin onlar, balarna gelen azabtan
koruyamayacan beyân buyurmutur. Vahîdî öyle demektedir: “Kraat imamlarnn
çou son kelimeyi, yâ’sz olarak, kâf harfi üzerinde vakfederek okumulardr. Durum,
£l*
# (Zûmer, 36) ayeti ile 4'j (Râd.i) ayetinde de ayndr. Dorusu da budur. Çünkü
sen, vasl halinde de J,'jj '•& ve }'j dersin. Böylece ya harfi de, tenvin de sâkin
olduu için, yâ harfi hazfedilmitir. Binâenaleyh sen vakf yaptn zaman, ref ve
cerr halinde tenvin hazfedilir. Ya harfi- hazfedilmi idi. Böylece vakf, “fâilün” vezninin
dnda kalan yerlerde, kesre olan harekeye tekâbül eder. Böylece sen, üzerinde
vakfettiindier harekeleri hazfettiin gibi, o kesreyi de hazfedersin. Böylece de vâl,
hâd, vâk eklinde olur. bn Kesir, bunlar hâdî, vâlî, vâkî eklinde yâ üzere
vakfederek okur. Bunun izah da, Slbeveyh’in naklettii husustur: Diline güvenilen u
baz Arap kabileleri, ^ ijü* “u benim davetcim” der ve yâ üzerine vakfe yaparlar.
Müttakîlerin Akbeti
© AUi \ -AJ
"
“Müttakilere vaad edilen cennetin sfat (udur): Altndan rmaklar akar onun.
Yemileri ve gölgeleri dâimdir, ite ittikâ edenlerin âkbeti. Kâfirlerin sonucu
ise atetir
(Râd, 35).
a) Sibeveyh öyle demitir: “Bu tabir, haberi hazfedilmi bir mübteda olup, takdiri,
Bil ki bu cenneti
Allah Teâlâ u
üç vasfla tavsif etmitir:
KNC MESELE a) Altndan rmaklar akmas.
Cennetin Balca özellikleri b) Yemilerinin devaml olmas.. Bu, “Dünya cennetlerinin
,
(bahçelerinin), yapraklar meyveleri ve faydalan devaml
olmaz. Ama ahiret cennetlerinin meyveleri devamldr, kesintiye uramaz” demektir.
Müttakilerin mükafaat, her türlü aibeden uzak, devaml olma özelliinde birçok
faydalardr.
IV Cüz, RA* D SÛRES 13/36-37 13. Cilt / 463
gösteren delillerle tahsis ederiz. Bunlardan biri u ayettir: “Muttakiler için hazrlanm
cennetin eni, göklerle yer kadardr” (am imran, 133).
Bil ki bu ayette geçen “kitap” ile ne murad edildii hususunda u iki görü ileri
sürülmütür:
kinci Görü: Bu “Kitap” ile, Tevrat ve ncil kastedilmitir. Buna göre, ayetle
ilgili u iki görü ileri sürülmütür:
Abdullah b. Selam (r.a.), Ka’b b. Ahbar ve arkadalar gibi yahudiler ile Hz.
Peygamber (s.a.s.)’e iman edip müslüman olan hristiyanlar kastedilmitir. Bunlar,
seKsen kii olup, krk Necran’da, sekizi Yemen’de,otuzikisi de Habeistan’dadr.
Bunlarn hepsi, Kur’ân ile sevinmilerdir. Zira onlar Kur’ân’a iman etmi ve onu tasdik
etmilerdir. Ayetteki “ahzâb” (güruhlar) ile de, ehl-i kitabn geriye kalanlar ile
Buna öyle cevap verilebilir: “Ayetteki, “Sana indirilen ile ...” ifadesi, kendisine
”
Daha sonra Cenâb- Hak, yaratl ve ahiret bilgisi hususunda insanlarn muhtaç
olduu hereyi, çok az bir sözle beyân buyurunca, “De ki: “Ben ancak Allah’a kulluk
edip O’na ortak komamakla emrolundum. Ben ancak O’na duâ ederim.
,
Dönüüm de ancak O’nadr demitir. Bu, mükellefiyet ile ilgili hereyi kendinde
toplayan bir sözdür. Bu ifade ile ilgili izahlar yaplr: u
a) “Ancak" kelimesi hasr ifade edip, "Ben sadece ve sadece Allah’a ibadet
b) bâdet (kulluk), saygnn doruk noktasdr. Ayet de, insann bununla mükellef
“
f) O’na duâ ederim” buyurulmutur. Bununla, "insana, o ibadetleri yerine
Ayette,
getirmesi vâcib olduu gibi, Allah’a kullua çarmas da vâcib olur" manas
kastedilmi olup, bu ifâde, Hz. Peygamber (s.a.s.)’in nübüvvetine iarettir.
iyice düünüp manasn anlaynca, bunun, dinde muteber olan bütün taleb ve gayeleri
ihtiva ettiini görür.
”
“te biz onu böyle Arapça bir hikmet olarak indirdik Andolsun ki sana gelen
ilimden sonra onlarn hevâlarma uyarsan Allah 'dan senin için ne bir yardmc
vardr, ne de bir koruyucu
(Ra!d, 37)
“
Ayetteki, Arapça bir hikmet (hüküm) olarak indirdik"
KNC MESELE ifadesi ile ilgili u izahlar yaplmtr:
Kur'ân Hakknda "Hükm" ifalnn a) Bu, “Araplarn lisannda ifâde edilmi olan bir hikmet
Anlam olarak” demektir.
b) Kur’ân, bütün mükellefiyetleri ihtivâ etmektedir.
Binâenaleyh ancak Kur’ân ile hükmetmek mümkün olur. Kur’ân, hükmetmenin
vastas olduu için, bunu iyice anlatmak için, “hüküm” olarak isimlendirilmitir.
c) Allah Teâlâ bütün mükelleflerin, Kur’ân’ kabul edip, onunla amel etmelerine
hükmetmitir. Binâenaleyh Allah, mahlukatn onu kabul etmelerine hümedince, onu
bir “hüküm” klmtr. Bil ki ayetteki USo- ifadesi “hal” olarak mansub olup,
c) Ayet, Kur'ân’n Arapça bir “hüküm"’ olduuna delâlet eder. Çünkü Allan Teâi*
onu böyle klm ve bu ekilde tavsif etmitir. Böyle olan herey “muhdes" olur."
DÖRDÜNCÜ MESELE Allah Teâlâ, Hz. Peygamber (s.a.s)’i (meselâ onu onlarn
hususlar-
kblesinden çevirdikten sonra, tekrar onlarn kblesine ibadet etmesi gibi) böylesi
da onlara uymamas için kendisini uyarmtr. bn Abbas (r.a.), “Bu hitab Hz. Peygamber'®
yönelik ise de, kastedilen onun ümmetidir” demitir. Aksine bundan maksad, Hz.
Peygamberi hakkyla yerine getirmeye ve o göreve muhalefet
risalei görevini
için de bir
etmekten saknmaya teviktir. Bu, ayn zamanda, bütün mükellefler
sakndrmadn Çünkü makam; böyle yüce olan bir kimse bu ekilde sakndrldna
göre, mükellefler böyle sakndrmaya daha müstehak ve uygundurlar.
O’nun yanndadr”
(Ra'd, 38-39).
Bil ki mürikler, Hz. Peygamber’in nübüvvetini iptal için pek çok üpheler ortaya
atmlard:
Birinci üpheleri: “Bu nasl peygamber? (Bizim gibi) yemek yiyor, çarlarda
yürüyor” burkan, t) eklindeki üpheleridir. Allah Teâlâ, bu üpheyi baka bir sûrede
zikretmitir.
468 / J3,Çm TEFSlR-1 KEBÎR
Üçüncü üpheleri: Onlar, Hz. Peygamber (s.a.s.)’i, hanmlar çok olduu için
tenkid etmi ve öyle demilerdir: "Eer Allah katndan gönderilmi bir peygamber
olsayd, kadnlarla uramaz, zühde ve dinî emirlere verip, kadnlardan
kendisini
tamamen yüz çevirirdi.” te Cenâb- Allah buna da, yin e “Celalim hakk için, biz
senden önce de peygamberler göndermi, onlara da zevceler ve evladlar
vermiizdir” diyerek cevap vermitir. Velhâsl bu söz, hem önceki üpheye, hem de
buna cevaptr. Çünkü Hz. Süleyman (a.s.)’n üçyüz hanm ve yediyüz tane de odal
(câriyesi) vard. Hz. Dâvud (a.s.)'un da yüz hanm vard.
Beinci üpheleri: Hz. Peygamber (s.a.s.) onlar, balarna gelecek azab ile ve
kendisi ve inananlar için muzafferiyet olaca ile korkutuyordu. Bu vaad ve va’id
ve "Eer O, gerçek bir peygamber olsayd, O’nun böyle yalan ortaya çkmazd”
diyorlard. Cenâb- Hak buna da, “Her vâdenin yazlm bir hükmü vardr” diyerek
cevap vermitir. Bu, "Kâfirlere azab- ilâhi’nin gelmesinin ve Allah’n dostlarna fetih
ile ilahi yardmn zuhûr etmesinin, Allah’n hükmettii belli bir vakti vardr. Her
hadisenin böyle belli bir ve her vadenin, yazlm bir hükmü (kaderi) vardr.
vahti vardr
Binâenaleyh o vakti gelmeden, o hadise olmaz. Bu sebeble vaadedilen ve tehdid
edilen eylerin geç gelmesi O’nun yalanc olduuna delâlet etmez” demektir.
yazlm bir hükmü vardr” ifâdesinden murad, bizim söylediimiz mana olur. Sonra,
Allah Teâlâ, bu mukaddimeyi ortaya koyunca, “Allah ne dilerse silip giderir, dilediini
de devam ettirir. Ana kitap O’nun yanndadr” buyurmutur. Bu, "O, bir sefer var
eder, bir baka sefer yok eder. Bir defasnda hayat verir, bir baka defasnda öldürür;
bir keresinde zengin eder, bir keresinde fakir klar" demektir. Ayn ekilde, bir
defasnda hükmü merû klp bir baka defasnda, (ehl-i sünnete göre) meiet-i
bir
3) “
Ayetteki CJ& J*r' JÖ Her zamann yazlm bir hükmü
BRNC MESELE vardr” ifadesi ile ilgili birkaç görü vardr:
bu, kâfirlerin fasit (yanl) istek ve hükümlerinden dolay deimez. Eer Allah Teâlâ,
onlarn istediklerini onlara verseydi, bundan büyük bir feead (yanllk) olurdu,
meydana çkard.
j*î sJ\£ j&l “Her kitabn bir eceli-vakti var" takdirindedir. Manas öyledir: "Gökten
indirilmi her kitabn, Allah’n onu indirecei bir vakti vardr, yani, her kitabn, kendisi
ile amel olunaca bir vakti vardr. Binâenaleyh Tevrat ve ncirin, amel edilme
Her belli ecelin, hafaza meleklerince bilinen bir vakti vardr. Binâenaleyh insann
470 / 13. Cilt tefsIr-1 kebîr
birçok halleri vardr: Önce menî, sonra bir tutunmu bir parça), sonra
alaka (rahimde
bir çinem et, sonra o, bir delikanl, daha sonra da bir ihtiyar olur. man, küfür, saâdet,
ekâvet, hüsün (iyilik) ve kubüh (kötülük) gibi, bütün haller için söylenecek söz de
ayndr.
5) Her belli vakit, ancak Allah’n bilebilecei bir menfaat ve gizli bir maslahat
ihtivâ eder (tar). Bu vakit geldii zaman, o hâdise (fayda) mutlaka meydana gelir.
Onun baka bir vakitte meydana gelmesi mümkün deildir. Bil ki bu ayet, hereyin
Allah’n kaza ve kaderi ile olduunu, bütün ilerin, vakitlerine bal olduunu açkça
göstermektedir. Çünkü, "Her zamann yazlm bir hükmü vardr” ifadesi, “Her ecelin
(zamann) altnda belli bir hadise vardr. Bu belli oluun, o vaktin özelliinden olmas
mümkün deildir. Bu imkanszdr, zira pepee
meydana gelen olan zamanlarda,
parçalar (hâdiseler) birbirine eittir. Binâenaleyh onlardan her birinin meydana geldii
o belli zamana has klnmasnn, Allah’n fiili ve ihtiyar ile olmu olmas gerekir. Bu,
hereyin Allah’dan olduuna delalet eder. Ayet, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in hadisinin u
bir benzeridir: i y* &)[ J^r “(Kader) kalemi,
Kyamete kadar olacak eyleri yazp kurumutur (bitirmitir).” (
46 >
Ayetteki Kraat Fark harfinin sükûnu ile ve ba’y eddesiz olarak yüsbit
eklinde; dier kraat imamlar ise, tef’il babnda olarak
sâ’nn fethas ve bâ’nn eddesi ile yüsebbit eklinde okumulardr. Bunu eddesiz
okuyanlarn delili “mahv”n zddnn
“tesbit” deil “isbât” oluudur. Birde, edde
teksiri (çokça yapmay) göstermek içindir. Halbuki “mahv” etmekten maksat, teksir
deildir. Binâenaleyh onun mukabilinde olan da böyledir. Bu fiili eddeli okuyanlar
Cenâb- Hakk’n i'j (Nisa, 66) 'ji (Enfai. i2) ayetlerini delil getirmilerdir.
•
“Mahv” yaznn izini gidermek manasnadr. Nitekim bir
ÜÇÜNCÜ MESELE kimse yaznn izini giderdiinde, onu sildiinde tyüj -
denilir. Ayetteki yüsbit kelimesi hakknda nahivciler,
“Allah bununla, “Allah onu isbat eder” manasn kastetmitir. Fakat birinci
fiil müteaddi olduu için, ikinci fiili müteaddi klmaya gerek kalmamtr. Bu,
ottiUJlj “Namuslarn muhafaza eden erkek ve kadnlar" (Ahzâb, 35)
ayetinde olduu gibidir.
Buradaki "imha" ve "sbal 'tan Maksad herey hakknda umûmidir. Bu görüü ileri sürenler öyle
demilerdir: "Allah, rzk mahveder (siler) veya artrr. Ecel,kiinin saîd ve ak olmas,
iman ve küfür hakkndaki söz de Bu Hz. Ömer ve bn Mes’ûd’un görüüdür.
böyledir.
Bu görüü savunanlar, Allah’a, kendilerini aki deil .de saîd yapmas hususunda
yalvarr yakarrlard. Bu açklamay, Cabir (r.a.), Hz. Peygamber (s.a.s.)’den rivayet
etmitir.
kinci Görü: Bu ayet, unlara deil de beriki akilere hastr. Böyle olmas halinde
ayetle ilgili u izahlar yaplabilir:
Kadî buna, "O günaha dair büyük küçük ne varsa brakmaz. Halbuki mübah
kitap,
cevabna da u
ekilde cevap verebilir: "Sizler, bizzat kendi stlahnz ve ifadenizle,
“saîre”yi küçük günaha, "kebîre”yi de büyük günaha tahsis ettiniz. Halbuki bu,
srf kelamclarn stlahdr. Ama Arapça’da, dilin aslnda, "küçük-büyük” terimi her
türlü fiil ve âraz, sfat içine alr. Çünkü o, eer önemsizse, bu küçük; eer böyle
“
deil de önemliyse, bu da büyük olur. Bu izaha göre, Cenâb- Hakk’n, Küçük büyük
hiçbir ey brakmayp onlar saym” Keht.49) ifâdesi, mübahlar da içine alm olur.
c) Allah Teâlâ, ayetteki, "mahv” ile unu kasdetmitir: Günah ileyen kimse, o
günah ilediinde, onu divanna, amel defterine kaydettirmi olur. Ama, o günahtan
tevbe ettii zaman da, onu divanndan silmi olur.
d) Allah, "mahv” tabiriyle eceli gelenleri; "isbat eder, brakr” tabiriyle de eceli
gelmeyenleri kasdetmitir.
o yl mahvolmu olur ve Cenâb- Hak da gelecek yl için, baka bir kader tesbit eder.
f) Allah, ayn nurunu mahveder, günein nûrunu isbât edip brakr.
i) Allah, rzklar, belâ ve skntlar, kitaba kaydeder. Sonra da Allah onlar, kiinin
duâ ve sadakalaryla siler, (rzklar artrr). Bunda, kiiyi, Allah'a yalvarp yakarmaya
tevik bulunmaktadr/
k) Allah, diledii hükmü kaldrr, dilediini isbat eder. O, gayba, hiç kimseyi muttali
klmaz. O, hüküm vermede yalnzdr, istedii hüküm verir. O, o gayblerden
gibi
BENC MESELE “Bedâ”, Allah’n, bir eyin öyle olduuna inand halde,
Bedâ Kavramnn ptali daha sonra da o iin O’na bildiinden baka ekilde
görünmesidir. Rafiziler, bu hususta, Cenâb- Hakk’n,
"Allah ne dilerse mahveder, dilediini de devam ettirir” buyruuna tutunmulardr.
fü J» pi\ Jjtf « ju te
"Allah var iken, hiçbirey yoktu. Daha sonra O, Levh’i yaratt ve Kyamete kadar
13. Cü, RA' D SÛRES 13/40 13. CllI / 473
gelecek olan bütün mahlukatm hallerini ona kaydetti" (47) buyurduu rlvâyet
Kelâmclar öyle demektedirler: “Bu husustaki hikmet, meleklere, Allah
edilmitir.
Teâlâ’nn bütün malûmat tafsilat bir biçimde bildiinin zuhûr etmesidir. Bu izaha
göre, bu demektir ki, Allah katnda iki kitap bulunmaktadr:
b) kinci kitap, Levh-i Manfûz’dur. Bu kitap da, ulvî ve suflî alemin bütün hallerini
kapsayan kitaptr ki, bu devaml olandr. (Bunda mahv, silip yazma bulunmaz)
Ebu’d-Derdâ, Hz. Peygamber (s.a.s.)’in, jJ» JliSj likli H
U c4'j ity tt
JÜ J yiü j jk jjb J.
Ü-\ jki V tfifl
“Allah Subbanehû ve Teâlâ, gecenin son üç saatinde, kendisi dnda hiç kimsenin
bakamyaca kitaba nazar eder de, böylece istediini siler, istediini de brakr"
(48) buyurduunu rivayet etmitir. Hikmet ehlinin, bu iki kitabn ne olduu hususunda
enteresan açklamalar ve derin srlar bulunmaktadr.
ikinci Görü: Ümmü’l-kitâb, Allah Teâlâ’nn ilmidir. Zira Allah gerek mevcut, gerek
madum (yok) olarak bütün malumat -onlarn deimelerine ramen- bilir. Ancak ne
var ki Allah Teâlâ’nn bunlar bilmesi, devamldr; O’nun bilgisi deimekten
münezzehtirl. O halde, ümmü’l-kitâp’la, ite bu kastedilmitir. Allah en iyi bilendir.
“Bizim onlara söz verdiimizin bir ksmn sana göstersek de, yahut seni
öldürsek de, ancak sana düen, tebli etmektir. Hesab da yalnz bize aittir"
(Rad. 40).
getirmek; bize düen de, hesâba çekmektir” demektir. Bela kelimesi, tpk “alric"
(lamba) ve“edâ” (edâ etmek) kelimelerinin isim olarak kullanlmas gibi, tebli etme
(masdar) anlamna kullanlan bir isimdir.
* * .
53) ayetleridir.
475
13. C ÜZ, RA* D SÛ RES 13/41-42 13. Cilt /
kinci Görü: Bu da, Ibn Abbas (r.a.)'dan nakledilmitir. Bu görüe göre Cenftb-
Hakk’n “Onu. etrafndan eksiltip duruyoruz ” buyruu ile “o memleketin ileri
manas kastedilmitir. Vahidî öyle der: “Lafz, her ne kadar bu görüü de içine
alyorsa da, ancak ayete yakan, birinci izahtr.” Bu izahn da, ayete yakmad
söylenebilir. Bunu u ekilde izah edebiliriz: Onlar, dünyada meydana gelen, meselâ
ümrândan sonra harab olma, hayattan sonra ölüm, .izzetten sonra zillet, kemâlden
sonra noksanlk gibi farkllklar görmediler mi? Bu deiiklikler gözle görülen,
müâhede edilen deiiklikler olunca, Allah’n, o kâfirlere o ii tersyüz edip, aziz iken,
onlar zelîl, kâhr durumda iken makhûr ve ezilmi klmas hususunda onlar kim temin
edebilir? Bu izaha göre, ayetin, daha önceki ksmla münasebeti güzel ve yerinde
olmu olur.
Buna göre, ayet “Bu cümlenin i’rabdaki mahalli nedir?” denilirse, biz deriz ki:
Bu, hal olmak üzere mahallen mansub bir cümledir. .Buna göre sanki öyle
denilmek istenmitir: “Allah, hükmü nâfiz, geçerli olduu; kar koyandan, muhalefet
edenden ve kar çkandan hatî, uzak ve berî olarak hükmeder.”
“
Cenâb- Hak j* jjj' Onlardan öncekiler de, tuzaklar
buyurmutur. Vahidî öyle der: “Bu, bütün hîlekârlarn tuza, Allah’a âittir ve
”
Mutezile öyle demitir: "lk ayet, her ne kadar sizin görüünüze delâlet ediyorsa
“
da, Cenâb- Hakk'n Herkesin ne kazanacam O bilir” buyruu da bizim
görüümüze delâlet eder. Çünkü kesb, herhangi bir zarar defetmeyi veya bir menfaati
celbetmeyi kapsayan bir fiil, i demektir. Binâenaleyh, ayet fiilin meydana gelmesi
Allah’n yaratmasyla olsayd, o fiilde kulun kudretinin bir tesiri olamazd. Böylece
de kesbin kula ait olmamas gerekir.”
Kâdî’ye u ekilde cevap veririz: Biz ehl-i sünnete göre, kudret ile sebep toplam,
fiilin meydana gelmesini iktizâ eder. Buna göre, kesb, kula ait olmu olur.
olduunu bilecekler” eklinde olur ki, bu da bir tür tehdit ve men etmek gibi olmu
olur.
Risaletin sbat
“O inkâr edenler öyle der: “Sen peygamber deilsin.” De ki: "Benim aramla
sizin aranzda âhit olarak Allah yeter ve nezdinde kitap ilmi bulunanlar dahi
(bilirler)”
(Ra d, 43).
t) Mehur kraate göre men indehû eklinde okunmas. Yani, "Nezdinde, kitap
ilmi olan kimse” demek olur.’
2) Min indihi eklinde okunmas... Buna göre kelamn bandaki min, ibtidâ-i gâye,
(yani, mesafenin balangcn) ifâde etmektedir. Yani, “kitabn ilmi, Allah katndan
balamaktadr" eklinde olur. Birinci kraate göre ayetin tefsiri hususunda u görüler
ileri sürülmütür:
Birinci Görü: Bununla, ehl-i kitaptan olup, Allah’n Resulüne iman edenler
kastedilmitir ki, bunlar Abdullah bnve Selâm, Selmân el-Farisi
Temimu’d-Darî’dir. Sâid bn Cübeyr’in bu görüü kabul etmedii ve öyle dedii
rivayet edilmitir: "Bu sûre Mekkîdir. Binâenaleyh, bu ayetle Abdullah bn Selâm
ve arkadalarnn kastedilmesi mümkün olmaz. Çünkü onlar Medine’de ve hicretten
sonra iman etmilerdir." Bu görüe, öyle denilerek cevap verilebilir: "Bu sûre, her
ne kadar Mekkî bir sûre ise de, bu ayet Medenîdir. Hem peygamberlii, yalandan
masum olmayan bir ve iki kiinin sözüyle isbat etmek de caiz deildir. Binâenaleyh,
bu yerinde olan bir görütür.
kinci Görü: Cenâb- Hak, "kitâp” Kur’ân’ kastetmitir. Yani, "Size getirdiim
ile
o kitap, kahir bir mucize, apaçk bir burhândr, delildir. Ancak ne var ki onun bir mucize
olmasn bilmek, ancak bu kitaptaki fesahat ve belâgat, onun gayb ve pek çok ilimleri
ihtiva ettiini bilen kimseler için söz konusu olabilir. Binâenaleyh, kim bu kitabn bu
ekilde olduunu onun mucize olduunu bilir. O halde, Cenâb- Hakk’n bu
bilirse,
buyruunun manas, “katnda Kur’ân ilmi olan” eklinde olur. Bu, Esamm’n
görüüdür.
sizin aranzda ahit olarak yeter” eklinde olur. Zeccâc “En uygun olan, Allah
da:
Teâlâ’nn, hükmünün doruluuna dair bakasn ahid tutmamasdr” demitir ki,
bu söz ikâl (güçlük) arzeden bir sözdür. Zira, sfatn mevsûfe atf, her ne kadar bir
nebze caiz olsa, da bu atf, aslolann hilafna bir hareket olmu olur. Çünkü
vûJij i‘] I4 “Buna Zeyd ve Fakih ahitlik eder” denilmeyip, tam aksine
jÜj ^s^akih olan Zeyd, buna ahitlik eder” denilir. Zeccâc’n, "Allan,
hükmünün doruluuna, bakasnn ehadette bulunmasn istemez” eklindeki sözü
de uzak bir ihtimaldir. Zira, Allah’n, sözünün doruluuna ^Ij
“ incire ve zeytine yemin oIsun”(Tm, i) diyerek yemin etmesi caiz olunca, Zeccâc’n
ileri sürdüü eyde, hangi imkânszlk bulunmaktadr?
bu min indlhi eklindedir, buna göre mana, “Kitabn ilmi
kinci kraate gelince ki
de, O’nun katndandr. Çünkü herkes kitab, ancak O’nun lütf-u ihsan ve öretmesi
sayesinde bilir” eklinde olur. Sonra bu kraate göre de burada iki okuyu ekli
bulunmaktadr:
a) v-»Uf , t. «
4P 'jaj Bununla, “cehâlef’in zdd olan, “ilim” kastedilmitir.
Bu sûrenin tefsiri, hicri 601 senesinde, aban aynn 18. pazar gününde
tamamland. Ben, bu kitaba göz gezdiren ve ondan istifâde eden herkesten, olum
Muhammed için, Allah’n rahmet ve gufrann talep etmelerini ve hem de dua ile yâd
etmelerini istiyorum. Ben o çocuuma bir mersiye olmak üzere, beyitleri u
söylüyorum: . ,
jilj SJr J>i /
^UJl ^Ull \jj>
Wj ju &&
“Bu fani alemin izlerinin, korkular ve hüzünlerle karm olduunu görüyorum.
On un hayr ve güzellikleri, korkutucu rüyalar gibidir; yaratklar ve insanlar arasndaki
erri ve kötülüü ise, devaml ve hep yakndr
BRAHM SURES
(Elliiki ayet olup, Mekkîdir.)
Mekkî ve Medenî Olmann önemi
“Elif, lâm, râ. Bu bir kitaptr ki, insanlar Rablerinin izniyle karanlklardan
aydnla, o yegâne gâlib, hamde lâyk olan (Allah)’m yoluna çkarman için
Cenâb- Hak JJi “Elif, lâm, râ, bu bir kitaptr ki” buyurmutur. Bu "Elif,
lâm, râ’’ diye isimlendirilen bu sûre, sana, u u maksattan dolay indirdiimiz bir
ise haberin sfat olmu olur. Bu ifadeyle ilgi birkaç mesele vardr:
Buna öyle cevap veririz: nme ve indirilme ile vasfedilen, bu harf ve seslerdir
ki, bunlar, hiç münakaa edilmeksizin muhdestirler.
buna
Alimlerimiz u
ekilde cevap vermilerdir: “Bireyi, baka bireyden ötürü
yapan kimse, o eyi ancak, o vasta olmakszn onu elde etmekten âciz olmas halinde
yapar. Bu ise, Allah hakknda düünülemez. Allah Teâlâ’nn fiil ve hükümlerinin
herhangi bir sebebe balanmasnn imkansz olduu delil ile sâbit olunca, zâhiri bu
manay veren her nassn te’vil edilecei, bir baka manaya hamledilecei de sâbit
olmu olur.
2) Allah Teâlâ, zulümattan nura çkarma iini, Hz. Peygamber (s.a.s.)’e izafe
etmitir. Binâenaleyh eer o küfrün yaratcs Allah Teâlâ olsayd, Hz. Peygamber
(s.a.s.)’in, çkarmas nasl mümkün olurdu? O zaman kâfirin, "Sen
onlar o küfürden
bizde bu küfrü yaratann Allah olduunu söylüyorsun. Öyle ise, senin bizi o küfürden
çkarman nasl mümkün olur?” deme hakk doard. Bunun üzerine Hz. Peygamber
(s.a.s.) onlara: “Ben sizi, olup bitmi olan küfürden deil, ileride meydana gelecek
olan zulümattan yani küfürden çkarrm” diyecek olursa, o kâfirler de: "Eer Allah
Teâlâ, o küfrü bizde yaratacaksa, bu çkarma ii doru olamaz. Yok O, onu
yaratmayacaksa, herhangi bir çkarma olmakszn da, biz ondan çkarz” diyebilirler.
olamaz. Çünkü fiilin meydana gelmesi, varlk (yaplma) tarafnn, yokluk (yaplmama)
tarafna üstün gelmesi demektir. Halbuki yapma ve yapmama sebeblerinin eit olmas
halinde, bir tarafn üstün gelmesi imkânszdr. kinci ihtimal, bizim görüümüzün
aynsdr. Çünkü kuldan bir fiilin sâdr olmas, ancak yapma tarafnn üstünlüü mevcut
olursa söz konusudur. Binâenaleyh eer bu üstün getirme, kuldan olursa, sor^ geri
döner. Yok eer kuldan olmaz, Allah’dan olursa, bu durumda da ilk müessir Allah
Teâlâ olmu olur ki, zaten bizim elde etmek istediimiz netice de bucîur. Allah en
•
iyi bilendir.
ilme çkarmak, emre dayanmaz. Çünkü bir emir olsa da olmasa da, durum deimez.
Ziracehâlet, ilimden; batl da haktan iyice ayrlmtr. “zn”i, "Allah’n ilmi” manasna
hamletmek de imkânszdr. Çünkü ilim, mâlûma, ma’lûmun olduu durum üzere
tâbidir. O halde, zulümâttan nûra çkarmay bilmek, o çka tâbidir. O çkn
tahakkukunun da, çkn
tahakkuk edeceini bilmeye bal olduunun söylenilmesi
imkânszdr. Bu iki ksm batl olunca, ayetteki "izin” ile, "Allah’n meieti ve yaratmas
ile” manasndan baka bir manann murad edilmedii ihtimali kalr ki, bu da, Hz.
meydana getiren sebebten baka birey deildir. Binâenaleyh bu, bizim görüümüzün
ayns olmu olur. Allah en iyi bilendir.
Buna öyle cevap verilir: Hz. Peygamber (s.a.s.) tpk bir uyarc gibidir.
M^.rifetullah ise, ancak delil ile elde edilir. Allah en iyi bilendir.
etmitir ki bu da, cehâlet yollarnn pek çok, ilim ve iman yolunun ise tek olduuna
delâlet eder.
SEKZNC MESELE olan (Allah) ’m yoluna” ifadesi ile ilgili iki açklama
yaplmtr:
1) Bu, âmil olan ila harf-i cerrinin tekrar ile ifadesinden bedel klnmtr.
Tpk, fa jZl i) (A’rât, 75} ayetinde olduu gibidir.
2) Bunun, bir cümle-i isti’nâfiyye olmas da mümkündür. Buna göre, sanki "Hangi
nûra?” denilmi de, “Yeane gâlib, hamde lâyk (Allah’n) yoluna (nuruna)” cevab
verilmitir.
dolay hamde lâyk olduuna bir iarettir. Bu da ancak, Allah hereyi bilen ve
hereyden müstani olan olduunda söz konusudur. Binâenaleyh anlattklarmz ile,
13. Cüz, BRAHM SÜRES 14/2-1 13. Cilt / 4H7
“Allah’n yolunun”, aziz ve hamîd stfatlarna sâhib ilah için dosdoru bir yol olduu
için, “kymetli, yüce ve âlî” sfatlarna sahib olduu sâbit olur. te bundan dolay,
Hak Teâlâ kendisini bu ayette bu iki vasfla tavsif etmitir.*
C
*
“Allah ki, göklerde ne var, yerde ne varsa hep O’nundur. Çetin azabtan
dolay vay kâfirlere.. Onlar dünya hayatn âhiretten üstün tutup severler,
Allah'n yolundan alkorlar. Onu erilie çevirmek isterler, ite onlar, uzak bir
sapklk içindedirler”
(brahim, 2-3).
Teâlâ’nn alem (özel) ismi olduunu söylerken, dier bazlar da, bu kelimenin mütak
(türemi) bir kelime olduunu benimsemilerdir ki, bizce doru görü birincisidir.
Bunun böyle olduuna, unlar da delâlet eder:
488 / 13. Cilt TEFSÎR- KEBÎR
Binâenaleyh eer, “Allah” lafz- celâli mütâk bir lafz olsayd, o zaman, müterek
olmay mümkün klan bir mefhum olurdu.Eer durum gerçekte böyle olsayd, bizim
"Lâ ilahe illallah” (Aiiah’dan baka ilah yoktur) eklindeki sözümüz, tam bir tevhidi
etmi olmazd. Çünkü bu sözde müstesna olan “Allah” lafz olup, kedisinde
ifade
ortakln bulunmasna mânî bir lafz olmam olurdu. Ümmet, “Allah’tan baka ilah
yoktur” sözümüzün, srf tevhidi ifâde ettiinde ittifak ettiine göre, biz “Allah” lafznn
bir alem (özel) isim olduunu anlam oluruz.
3) "Allah” lafznn dndaki bütün isim ve sfatlar, ya, “kuddüs ve selâm” gibi,
Allah’n selbî sfatlarna; yahut, “Hâlk, Râzk” gibi izâfî sfatlarna; yahut, “âlim ve
da üçünden meydana gelen eylere delâlet eder.
kâdir” gibi hakîkî sfatlarna, yahut
Binâenaleyh, “Allah sözü Cenâb- Hakk’n husûsî zatnn ismi olmasayd, Allah’n
isimlerinin tamam, O’nun sfatlarna delâlet eden lafzlar olmu olurlard ve bu
hususta, Cenâb- Haîvk’n zâtn gösteren birey bulunmam olurdu ki, bu uzak bir
1
ihtimaldir. Çünkü O, o olmas bakmndan hususi bir isminin olmamas, uzak bir eydir.
“
Cenâb- Hakk’n, Onun bir ada olduunu bilir misin?” (Meryem, 65) ifadesi.
4)
Bundan murad, “Sen, ad Allah olan baka bir Allah tanr msn?” manasdr. Bu
da delâlet eder ki, “Allah” lafz, O’nun hususi zâtnn addr. te bu mukaddime zuhur
edince, olmas gereken güzel tertib, bunun hemen peinden, “O, öyle Allah’dr ki
vücûde getirecei her eyi hikmeti muktezasmca takdir edendir. Onlar var edendir.
Varlklara sûret verendir” (Har, 24) ifadeleri gibi sfatlarn gelmesidir. Ama bunun
aksini yapp da, meselâ, “O, takdir edendir. Var edendir, Varlklara sûret verendir,
Allah’dr” denilirse, bu caiz deildir.
,
13. Cüz, BRAHM . SÛRES 14/2-3 13. Cilt / 419
bu okuyu
ekli mükildir. “Yaratandr, Allah’dr” denilmesine gelince, bu da güzel
olmaz. te bu durumda alimler, buna verilecek cevap hususunda birkaç vecih üzere
ihtilâf etmilerdir:
1) Ebû Amr bn el-Alâ öyle demitir: “Cer ile okuma, takdim ve tehir yaparak
olur. Buna göre ifadenin takdiri öyle olur: o' jüJt Jt U il ^jj JuM y>y&\ Jll
"Göklerde bulunan her eyin kendisine ait olduu, hamîd, aziz olan Allah’n yolu..."
“Sayg deer imam Muhammed’e, fakih olan ona uradm” denilir ki, bu ifâde aynen
Cenâb- Hakk’n, oljÜJi j U i) csjJl $ 4?*^' ayetinin bir benzeridir.
Bir husustaki sözün hakikati udur: Biz daha önce, “Srât”n, âlim, kâdîr ve ganî
olan bir zât- Ecell’in yolu, srat olduu zaman ancak medhe ve övgüye mazhar olacan
w*
olan her ey O'nundur” ifâdesini ona atfetmitir. Böylece de, o üpheyi izale etmitir.
... 4) Biz bu kitabn ta banda, “Allah” kelimesinin esas vad’ bakmndan mütak
bir kelime olduunu, ancak ne var ki onun, örfte alem, yani hususî ve özel yerine
geçtiini zikretmitik. te bundan dolay her ne zaman, önce bu kelime (Allah kelimesi)
zikredilir, sonra da ona dier sfatlar atfedilirse, bu onun bir alem yani özel isim klnm
olmasndan dolaydr. Ama bu ayete gelince, Allah kelimesi, Azz ve Hamîd
kelimelerinin sfat klnnca, bu onun, mütak bir lafz olduuna hamledilmesi
sebebiyledir; böyle olunca da haliyle sfat olarak kalmtr.
bunun üzerine Cenâb- Hak bu üpheyi izâle ederek, “Göklerde ve yerde bulunan
her eyin kendisine ait olduu Allah’n yolu..” brahim, 2) buyurmutur. Yani, “Bu
(
Aziz ve Hamid olandan murad, göklerde ve yerde bulunan her eyin kendisine ait
olduu Allah’dr” demektir.
üst cihette, üst tarafta bulunsayd, o zaman "semâ ’da bulunmu olurdu. Bu ayet
ise, göklerde bulunan her eyin O’nun mülkü olduuna delâlet etmektedir. O zaman,
O’nun, kendi kendisinin mülkü olmas gerekirdi ki, bu imkânszdr. Böylece bu ayet-i
kerime Cenâb- Hakk’n, üst cihette bulunmaktan münezzeh olduuna delâlet etmi
oiur.
Bunun bir benzeri de, kâfirlerin ahirette ölümü temenni edeceklerini ifâde eden
*JUU)k jpi (Furkan, i3) ayetidir. Daha sonra Cenâb- Hak, kendilerini, en
büyük azâb ifâde eden “veyl” ile tehdit etmi olduu p kafirlerin sfatn beyân etmitir.
Onlarn sfatlarndan üç çeidi zikretmitir.
istersen de, “knama” manas tayan mahzuf bir(fi' fiilinin mef’ûlü olmak üzere);
KNC MESELE ki: nsan bazan bir eyi sever de, fakat, o eyi sevmesi
houna gitmez. Meselâ, fsk-u fücura meyleden adamn
hali gibi.. Fakat bu kimse, fsk-u fücûru seviyor olmaktan holanmaz. Bir eyi sevip
de, onu seviyor olmay arzulayarak, ite bu muhabbeti sevmi olmaya gelince, evet
“
bu, muhabbet ve sevginin zirvesi ve nihâî noktasdr. Binâenaleyh, Onlar dünya
hayatn... severler” ifâdesi, onlarn, dünya hayatna kar duyulan muhabbetin
zirvesinde bulunduklarna delâlet eder. nsan, ahiret hayatndan ve bu geçici dünyann
kusurlarndan habersiz olduu zaman böyle olabilir. Böyle olan bir kimseyse,
mezmûm ve adi sfatlarn en uç noktasnda bulunuyor demektir. Çünkü bu hayat,
kusur ve naksalarn pekçok çeidiyle vasfedilmitir.
.
bir eyi tercîh etmek suretiyle onu ahiretine üstün tutmad sürece, mezmûm ve
knanm olamaz. Mezmûm ve knanan sevgi ise, ancak belirtilen o sevgidir.
•
kincisi: Onun, hak yola çeitli ekk ve üpheler atmak için çaba göstermesi ve
yapabildii her türlü hile ve desise ile, onun durumunu takbih edip çirkin göstermeye
çalmasdr ki bu, dalâl ve idlâlin doruk noktasdr. te bu hususa, Cenâb- Hak,
‘‘Onu erilie çevirmek isterler” buyurarak iâret etmitir.
Bu ayetteki “dalâl” ile, onlarn helâk olmalar murad edilmitir. Buna göre
3)
kelamn takdiri, “Onlar, sona ermeyen ve uzun süren bir helâk içindedirler"
eklindedir. Cenâb- Hak, ayetteki baîd (uzak) sözü ile, o sapkln süresinin
uzamasn ve sona ermemesini kastetmitir.
Peygamber (s.a.s.)’e nisbetle bunun bir lütuf olmasn^ gelince, Allah Teâlâ:
Hz.
“Ey Muhammed,, dier peygamberler sadece kendi kavimlerine peygamber olarak
494 /13. Cilt TEFSÎR-Î KEBÎR
gönderilmilerdir. Sen
mahlûkata peygamber olarak gönderildin.
ise, bütün
Binâenaleyh, bu in’âm, senin hakknda daha mükemmel ve daha üstün olmu olur”
eklinde beyan buyurmutur.
Diller Tevkîfî mi Istlah midir? Çünkü tevkîfîlik ancak, peygamberler göndermek ile
meydana gelir. Bu ayet-i kerime ise, bütün peygamberlerin
ancak, kendi kavimlerinin lisân ile gönderilmi olduuna delâlet eder. Bu da, dillerin,
bir mucize olduunu ancak Araplar bilebilir. Bu durumda da Kur’ân, ancak Araplara
bir .hüccet olmu olur. Arap olmayanlar için bir hüccet olmaz.
Buna öyle cevap verilir: Ayetteki (kavmihî) kelimesi ile ‘‘Onun beldesinin
halk, ahalisi” manasnn murad edilmi olmas mümkün olmasn? Binâenaleyh,
niçin
kavmihî kelimesinden maksat, onun davet kapsamna giren kimseler deildir. Onun
davetinin umumî ve bütün insanlara amil olduunun delili, “De ki: “ Ey insanlar,
üphesiz ben, Allah’n sizin hepinize, hatta, ins ve cin âlemine gönderdii
peygamberim” (A-raf, ise) ayetidir. Çünkü, meydan okuma, yani tehaddi nsanlara
kar olduu gibi, ayn zamanda cinlere kar da vaki olmutur. Bunun delili, “De
ki: “Andolsun ins ve cin, , u
Kur’ân 'm benzerini (meydana) getirmeleri için bir
”
08 )
ayetidir.
Hidayet ve Dalaleti llah Yaratr saptrr, kimi de dilerse doru yola götürür” ayetini delil
bir grup insan içinde kar karya geldiler ve seslerini yükselttiler. Bunun üzerine
Hz. Peygamber: “Bu nedir, noluyor?” dedi: Ordakilerden birisi: “Ya Resûilallah,
Hz. Ebu Bekir, “hasenat Allah’dandr, seyyiât kendimizdendir” diyor: Hz. Ömer
de: “ikisi de Allah’dandr” diyor. Baz kimseler, Hz. Ebu Bekir’e, bazs da Hz.
Ömer’e tâbi oldular” diye cevap verdi. Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir’in söylediini
aratrp örendi. Sonra onun söylediinden memmun olmad. Bu, yüzünden
anlalyordu. Sonra Hz. Ömer’e yöneldi; onun söylediini de aratrp örendi. Bunun
“
üzerine, yüzünde bir memnuniyet belirtisi hasl oldu. Sonra da öyle buyurdu: srafil
(a. s.), Cebrail ile Mikâil arasnda nasl hükmetmise, ben sizin aranzda öyle hüküm
vereyim: Cebrâil, ey Ömer, aynen senin söylediin gibi; Mikaîl de, ey Ebu Bekir,
senin söylediin gibi söylemiti. Bunun üzerine srafil, bütün kaderin, onun hayrnn
ve errinin Allah’dan olduuna hükmetti. te, benim, sizin aranzdaki hükmüm bu.”
Metezile’nin Bu Ayeti Te’vili
Mu’tezile öyle demitir: Bu ayetin zahirî manas üzere icrâ edilip anlalmas
mümkün deildir. Bu, birkaç ekilde izah edilebilir:
c) Allah Teâlâ, sapm olan dalâleti üzerinde brakp, ona müdahele için, sanki
orü saptrm gibi olmutur. Yine, hidâyete ermi olana da, lütuflaryla yardm ettii
için, sanki onu hidayete erdiren kendisi olmu gibidir. Keâf sahibi öyle demitir:
“dlâlden murâd, Allah'n, kulu tamamen kendi haline brakmas ve lütuflarn ondan
esirgemesidir. Hidayetten murad, Allah’n muvaffakiyet vermesi ve lutfetmesidir."
"Onu (iiri) beyan edip açklamak ister, (fakat) onu anlalmaz hale getirir.’"
Bunu iyice anladn zaman biz deriz Ki: Allah Teâlâ bu ayette, önce ^4!
buyurmu, sonra da buyurarak, yudllü fiilini merfû olarak
zikretmitir. Bu, o fiilin, müste’nef olarak, kendisinden öncesine atfedilmeksizin
zikredildiine delâlet eder. Ben derim ki: Mana bakmndan bu sözün izah udur:
Allah Teâlâ sanki öyle buyurmaktadr: “Biz gönderdiimiz her peygamberi, bu
eriatlar o kavmine beyân edip anlatmas, kavminin alt ve bildii lisanla olsun
diye,ancak kavimlerinin lisanlaryla gönderdik.” Allah bundan sonra, böyle “
olmakla beraber, Allah dilediini saptrr, dilediine de hidâyet eder” demitir. Bu
ifâdenin gayesi, olmasnn, mutlaka hidayetin meydana gelmesini
beyânn kuvvetli
gerektirmeyeceine, binâenaleyh, çou zaman beyân ve izah kuvvetli olduu halde,
hidayetin tahakkuk etmediine, yine çou zaman, beyân zayf olduu halde hidayetin
tahakkuk edebileceine bir iarette bulunmaktr. Durum ancak böyledir; çünkü,
hidâyet ve dalâlet, sadece Allah tarafndan meydana gelir.
Mutezlle’nin, “Buna göre, küfre raz olmak, vacib olmaldr. Çünkü Allah’n kazâ
ve kaderine rzâ, vacibtir. Vâcibin kendisiyle tamamland ey de vacibtir” eklindeki
üçüncü görüüne gelince, biz öyle deriz:
dönütürmeye
Size göre, kulun, Allah’ yalanlamaya ve O’nun ilmini cehâlete
çalmas vacibtir. Bu ise, sizin bizi ilzam etmek için ileri sürdüünüzden daha iddetli
bir biçimde imkânsz olan bir ilzâmdr. Çünkü Allah Teâlâ, o kimsenin kâfir olduunu
ve onun küfrünü bildiini haber verdiine göre, o kimsenin küfrünü gidermek, Allah’n
ilmini cehâlete, doru haberini yalana çevirmeyi iktizâ eder.
doruluuna delâlet eder” eklindeki dördüncü iddialarna kar deriz ki: Biz, ayetteki
“Rablerinin izniyle ” ifadesinin, ehl-i sünnetin görüünün doruluuna delâlet ettiini
anlatmtk.
498 / 13. Cilt TEFSlR-i KEBÎR
* +
/y ^ ^ * \ +
'
\ '
/
“Biz Musa’y, “kavmini karanlklardan aydnla çkar ve onlara, Allahn
günlerini hatrlat” diye mucizelerle gönderdik. üphesiz ki bunda, çok
sabreden ve çok ükreden herkes bulunmaktadr. Hani Musa
için ibretler
buyurmutur.
Esamm öyle demitir: “Musa (a.s.)’nn mucizeleri, âsâ, yed-i beyzâ, çekirgeler,
Cübbâî “Allah Teâlâ Musa (a.s.)’y, kavmi Benî srail’e ayetlerle göndermitir.
Bu ayetler, O’na bildirilen eyler, O’na indirilen kitap ve O’na, dini kavmine açklamas
hususunun emredilmesidir” demitir.
Ebu Müslim el-sfehânî ise, öyle demitir: “Allah Teâlâ, Hz. Muhammed (s.a.s.)
hakknda: “Bu bir kitapdr ki, insanlar karanlklardan aydnla çkarman için onu
sana indirdik” (brahim, i) buyurmutur.
Hz. Musa (a.s.) hakknda da, “kavmini karanlklardan aydnla çkar ” diye
Musa’y peygamber Bu ifâdenin maksad, bi’setten
olarak gönderdik” buyurmutur.
gayenin, bütün peygamberler için ayn olduunu; bunun da, peygamberlerin insanlar,
dalâlet karanlklarndan hidâyet nurlarna çkarmaya gayret etmeleri olduunu
anlatmaktr.
olur: “Andolsun ki biz Musa’y ayetlerimizle çkar” diye gönderdik.” Sanki öyle
denilmektedir: "Ona öyle dedik: “Kavmini.... çkar.” Bunun bir benzeri de. Jikilj
bititirilmitir. Bunun bir benzeri de $ Ol iSjilj Ol 4\ && "Ona kalk diye yazdm,
kalk diye emrettim” eklindeki sözündür.”
>00/13. Cilt TEFSÎR-Î KEBR
Allah’n Günleri
“ve onlara Allah’n günlerini hatrlat” buyruuna gelince, bil ki Allah Teâlâ Musâ
(a.s.)’ya bu ayette iki eyi emretmitir:
yani yâ harfi bir sükûn ile vâv’dan önce gelmitir. Bundan dolay biri dierine idâm
edilmi ve idâmda da yâ harfi üstün gelmitir.
(tevik ve korkutma) ile, vaad ve va’îd ile öüt ver” eklinde olur. Terîb ve vaad,
onlara Allah’n hem kendilerine, hem de kendilerinden önce olan, geçmi, yaam
zamanda peygamberlere imân etmi olan kimselere vermi olduu nimetleri
hatrlatmasdr. Terhîb ve va'îd (tehdid) ise, onlara Allah’n azabn ve iddetini, geçmi
ümmetlerden peygamberlerini yalanlayanlardan tpk Âd, Semud ve dier kavimlerin
bana gelen azablarda olduu gibi intikam aln hatrlatmasdr. Ta ki onlar va’adlere
arzu duyup tasdik etme (inanma) yoluna gitsin; va’idlerden de saknp yalanlamay
terketsinler. Bil ki Allah Teâlâ’nn Musâ (a. s.) için elan "eyyam” (günleri) arasnda,
srâiloullan’nn Firavun’un zorbal ve kahr altnda bulunduu günler olan, mihnet
(sknt) ve imtihan günleri ile, yine üzerlerine kudret helvas ile bldrcn etinin
indirildii, denizin yarld ve bulutun üzerlerine gölgelik yapld, nimet ve rahatlk
günleri bulunmaktadr.
"Bu hatrlatma ve dikkat çekmede, çok sabreden ve çok ükreden kimseler için nice
”
ibret alnacak eyler vardr. Çünkü durum, ya bir mihnet ve imtihan hali, ya da bir
atiyye ve bolluk hali olur. Eer birinci durum olur ise, mü’min çok sabreder. kinci
hal söz konusu ise, o, çok ükredici olur” demektir. Bu ifadeler, mü'minin, her ânnda
mutlaka bu iki durumdan birisi üzere olmas gerektiine dikkat çekmektedir. Buna
göre eer zaman, onun gönlüne uygun ve arzusuna muvâfk bir biçimde geçiyor ise,
o, ükür ile megul olur; gönlüne uygun bir biçimde cereyan etmiyorsa, o zaman
mdi, eer: "Bu hatrlatmalar ve öütler herkes için birer ibret vastasdrlar. O
halde daha niçin bunlar çok sabreden ve çok ükreden kimselere tahsis edilmitir?”
denilirse, biz deriz ki: Bu hususta birkaç izah yaplabilir:
korkan inzâr edicisin” (Naziât.45) ayetinde de olduu gibi, bunlar ancak o kimseler
için bir ayet (bir ibret) olmu olur.
Birinci Soru: Cenâb- Hak Bakara sûresinde üyûÜ (Bakara.49).-A’râf süresinde (ayn
sadedde) (öldürürler); bu ayette ise, atf vâv ile, (boazlarlar) eklinde
getirmitir. Bunlar arasndaki fark nedir?
Cevap: Allah Teâlâ, Bakara sûresinde (Ayet, 49) vavsz olarak yüzebbihûn
“
Boazlarlar buyurmutur. Çünkü bu ifâde, o ayetteki sûe’l-azab ifadesinin bir
tefsiridir. Tefsir sadedinde gelen ifadenin banda atf vâvnn getirilmesi güzel olmaz.
Nitekim sen öyle dersin: “Bana kavim (insanlar) geldi,
yani Zeyd ve Amr” Çünkü “Zeyd” ve “Amr” “kavm” kelimesini tefsir etmek
ile,
istedin. Bunun bir benzeri de, Cenâb- Hakk’n v&fr ü J* JJUi jij
“Kim bunlardan yaparsa, cezaya çarpar; Kyamet günü azab katlanr" (Furken, ee-68)
502 / 13. Cilt TEFSÎR-I KEBÎR
bir baka çeit ikenceyi ifâde etmekte olup, kendisinden önceki ifadenin tefsiri
deildir.
imtihandr. Bela, "imtihan ile snanmak” anlamndadr. Bu,bazan nimet ile bazan
“
da mihnet ve skntlarla olur. Hak Teâlâ, Biz sizi, fitne olarak hayrlar ile ve erler
“
ile imtihan ederiz” (Enbiya, 35) buyurmutur. Bu izah, daha uygundur. Çünkü, Hani
Musâ, kavmine: “Allah'n üzerinizdeki nimetini hatrlayn” eklindeki ayetin ba
,
Üçüncü Soru: Farzedelim ki, oullarn boazlanmas bir imtihan olsun. Fakat
ka jnlarn hayatta braklmas nasl imtihan olur?
Bil ki, ayetteki, “Hani Rabbiniz unu bildirmiti” ifâdesi, Hz. Mûsa’nn, kavmine
söyledii sözler cümlesindendir. Buna göre sanki, Hz. Musâ (a.s.), kavrpine "Allah’n
size olan nimetlerini hatrlayn” dediinde, “ve unu da hatrlayn ki Rabbiniz unu
bildirmiti” demitir. Buradaki öilî manasnadr. Oitf ile öiT ’nin bir benzeri de
fazla bir manann olmas gerekir. Buna göre sanki, “Rabbiniz size, kendisinde ek
ve üphe bulunmayan çok kesin bir bildiri ile bildirmitir ki” denilmektedir. Dolaysyla
bildirmek de, bir bakma “demek”tir. bn Mes’ûd (r.a.) da dlJj itj eklinde
okumutur.
Manevi Nimetler
Manevi nimetlere gelince, bu, ükreden kimsenin devaml bir ekilde Allah’n
çeitli nimetlerini, O'nun çeitli fazi ve keremini düünüp görmesinde olur. Bir kimseye
çokça iyilikte bulunan, hiç üphesiz o kimse sever. Binâenaleyh nefsin, çeitli lahî
fazi ve ihsan düünüp görme ile megul olmas, o kulun Allah Teâlâ’y iyice sevmesini
gerektirir. makamdr. Sonra kul, bazan bu halden
Sevgi (muhabbet) sddklarn en üst
nimet verene olan sevgisinin, nimete bakmaktan alkoyduu bir hâle vjkselir.
Saadetlerin ve bütün hayrlarn kaynann, Allah sevgisi ve marifetullah (Allah bilgisi)
olduunda üphe yoktur. Binâenaleyh ükür ile megul olmann, manevi nimetlerin
artmasna sebeb olduu sabit olmutur. Maddi nimetlerin artmasna gelince, “istikra”
(tam aratrma), Allah’n nimetlerine ükretmekle çok megul olan kimsenin,
bir
nimetleri daha çok elde ettiini gösterir. Netice olarak diyebiliriz ki: ükür makam,
ancak kul; ma’bûdunu tanmakla megul olduu için güzel bir makam olmutur. Kulu,
aldan yurdu dünyadan, âleme sevkeden her makam, hem
kutsi dini, hem de dünyevî
saadetleri gerektiren yüce ve kymetli bir makamdr.
boyun emitir. Mümkin varlklarn hepsi, Hak Teâlâ’ya boyun eip, kendisinde Hakk’
tanmann nuru ve Hakk’n celâlinin erefi bulunan her kalb, Hakk’n dnda kalan
her ey de bu kalbin sahibine boyun
eer. Çünkü bu nûrun O’nun kalbinde mevcut
olmas, tabiî olarak, Allah dndaki her varln O’na hizmet etmesini gerektirir. Kalb
bu nûrdan bo ve uzak olduunda, zayflar ve deersizleir. Böylece de, Hak dndaki
her varlk, ondan kendisine hizmet etmesini bekler ve onun dndaki herey onu
hakir görür. te bu zevkî yolla, Hak bilgisi ile megul olmann, dünya ve âhirette
bütün hayr kaplarnn açlmasna; srf maddî eylerle megul olmakla,
marifetullah’dan yüz çevirmenin de dünya ve âhirette çeitli âfet ve korku kaplarnn
açlmasna sebeb olaca örenilir.
Bil ki MusA (a. s.), ükür ile megul olmamn dünyevi ve uhrevi hayrlarn
Hz.
artmasna vesile olacan, küfran- nimetle megul olmann ise, iddetli azab ve
dünyevi-uhrevi çeitli afetlerin meydana gelmesine sebeb olacan açklaynca,
bunun peisra, ükrün faydalarnn, inkârn (nankörlüün) zararlarnn ancak,
ükredene ve nankörlük edene döneceini; ibâdet edilen ve ükredilen zâtn ise,
bu ükürden istifâde etmekten ve o nankörlükten dolay zarar görmekten münezzeh
olduunu beyan buyurmutur.
Allah’n Müstani Oluu
bundan dolay Cenâb- Hak, “Musa, “Siz de, yeryüzünde bulunanlarn hepsi
te
de inkâr etseniz, yine eksiz üphesiz Allah (hereyden) müstanidir, hakkyla
hamde ancak o lâyktr” buyurmutur ki, bu ifâdenin maksad, Allah Teâlâ’mn bu
taatlar, ma’bûd’a yönelik bir menfaatten ötürü deil, ibadet edenin kendisine yönelik
faydalardan ötürü olduunu anlatmaktr.
bu manadan ötürü Cenâb- Hak, “ Siz de, yeryüzünde bulunanlarn hepsi de inkâr
etseniz, yine eksiz üphesiz Allah, ganî ve hamîddir” buyurmutur. Bütün bu
manalar, ince srlardandr.
”
Bil ki yeryüzünde bulunanlarn hepsi de, inkar etseniz
ayetteki, “Siz de,
ifâdesindeki inkâr, ister küfür manasna, ister nankörlük manasna hamledilsin, mana
deimez. Çünkü Allah Teâlâ, bütün kemâlât ve kibriya ve celâl sfatlarnn
tamamnda, âlemlerden müstanidir.
Sonra Cenâb- Hak, îy+Sj tej j^y fjî fa? ^ fa)i “Sizden
306 / 13. Cilt TEFSlR-t KEBR
tahakkuk etmesidir. Her iki manaya göre de, bu maksad vardr. Fakat çou âlimler
bunun, bizzat Hz. Muhammed (s.a.s.)’in ümmetine bir hitap olduu kanaatindedirler”
demitir.
Zalimlerin Direnmesi
2) Ayetteki ^ j— “
Onlardan sonra gelmi” cümlesi
“Nûh, Âd ve Semûd kavimleri” ifâdesi üzerine atftr, Saylarn Allah’dan baka
kimse bilmez” ifâdesi ile ilgili iki görü vardr:
/
a) Bununla, “Onlarn saylarnn künhünü ancak Allah bilir. Çünkü Kur’ân’da
'onlardan ancak genel (mücmel) bir tarzda bahsedilmitir. Ama esas saylar, ömürleri,
nasl ve nice olular Kur’ân’da mevcud deildir’’ manas kastedilmitir.
Yldz (ilminden de), kendisi ile yolunuzu bulacak kadarn örenin ”< 49)
Kâdî öyle demitir: “Bu izaha göre, Hz. Âdem (a.s.)’den bu zamana (günümüze)
kadar geçen senelerin miktarn kesin olarak bilmek mümkün deildir. Çünkü eer
bu mümkün olursa, Hz. Âdem’e kadar ulaan neseblerin bilinebilmesi de uzak olmaz.
Buna göre eer, “Hangi görü daha evlâdr?’’ denilirse, biz deriz ki:
Bence ikinci görü doruya daha yakndr. Çünkü ayetteki, “(Saylarn) Allah’dan
baka kimsenin bilmedii” kayd, onlarn bilinemiyeceini ifâde etmektedir. Bu,
hiç
onlarn zâtlarnn da bilinememesi™ iktizâ eder. Çünkü, eer onlarn zâtlar, kendileri
malûm olsayd, ama ömürlerinin müddeti ve sfatlarnn nitelii de meçhûl olsayd,
o zaman onlarn zatlarnn bilinmediini söylemek doru olmazd. Ayet, onlarn
zâtlarnn bilinmediine delâlet ettiine göre, doruya en yakn olan, üphesiz ikinci
görü olur.
2) Bunlardan murad, o iki uzvun dndaki baka bir eydir.. Allah bunlar, mecazî
olarak zikredip ifadede bir genilik meydana getirmek dilemitir. Birinci görüte
olanlara göre, bunun üç izah bulunmaktadr:
bir benzeri de Cenâb- Hakk’n, “(Size kar olan) kinlerinden dolay parmaklarnn
“ ”
d)Onlar elleriyle, dillerine ve Biz size gönderileni inkâr ediyoruz eklindeki
sözlerine iâret etmilerdir. Yani, "Sizin söylediklerinize karlk bizim cevabmz
budur! Bizden, bundan baka cevap beklemeyin!” demektir. Bu, onlarn, hiç tasdik
etmeyeceklerini bildirmek ve bu hususta peygamberleri ümitsiz düürmek için
söyledikleri bir sözdür. Baksana, ayette “Onlar, ellerini azlarna götürüp, “Bizsize
kinci zah: Buradaki iki zamir de, peygamberlere racidir. Bunda ' u\ mana
muhtemeldir:
olduklar anlamalar da, birer "erdir. “Yed" (el) kelimesinin, azlk ifade eden (cem’i
klleti), çoulu eydf; çokluk ifâde eden çoulu (cem-i kesreti) ise. eyâdtdir. Böylece,
peygamberlerin beyyinelerinin ve akidlerinin, "eydî” (eller) diye isimlendirilmesinin,
doru ve uygun olduu sabit olmutur. Onlarn nasihatlar ve ahidleri sadece azdan
çkp, ama kabul edilmediinde, geldii yere dönmü gibi olur. Bunun bir benzeri
de, "O zaman siz o (iftiray) dillerinizle (birbirinize) yetitiriyordunuz, (hakkn
hiçbir bilginiz olmayan eyi azlarnzla söylüyordunuz” (Nûr, 15) ayetidir. Kabul
etmek, azdan azla almak olunca, reddetmek de aza geri göndermek gibi olur."
ite bu izahn anlatmnda, Ebu Müslim’in sözünün tamam budur.
Üçüncü zah: Ayetteki "eller"den murad, Allah’n, onlara vermi olduu zahirî
ve batnî nimetlerdir. Onlar, peygamberleri yalanladklar zaman, bu nimetlerin, izâle
ve yok edilmesine sebebiyet vermi oldular. Buna göre, “Onlar, ellerini azlarna
götürdüler” ifâdesinin manas, "Onlar, Allah’n nimetlerini, azlarndan çkan
kelimelerle, kendilerinden reddettiler" anlamndadr. Buradaki "fî” harf-i cerrinin bâ
(ile) manasnda olmas uzak bir ihtimal deildir. Çünkü harf-i çerlerin birbirleri yerl.e
kullanlmas mümkündür.
yi J* Uijfijj U* db» u'j “sizin davet ettiiniz dinden, kati ve kesin bir üphe
ve ek içindeyiz.” Keâf sahibi öyle demitir: "Buradaki fiil, nünün idamiyle
ÜjtAS eklinde de okunmutur. “Murîb” kelimesi, ya üpheye düüren; ya da
üpheli, üpheye bulam
manasnda olup,
olan Uiji (üpheye düürdü, üpheli
oldu) fiilindendir. Bunun masdar olan "rayb", nefsin daralmas, bir ie tam
snamamas ve kani olamamas anlamndadr.
ayet: "kinci mertebede onlar peygamberlerin peygamberliini inkâr ettiklerini
510 / 13. Cilt TEFSlR-t KEBlR
Onlar sanki öyle demektedirler: "Biz ya, sizin peygamberliinizi tamamen inkâr
ediyoruz; yahut ta, bunu katî ve kesin olarak söylemiyorsak bile, en azndan biz,
nübüvvetinizin doruluu hususunda da ek ve üphe içindeyiz. Her iki dururflda
da, sizin nübüvvetinizi itiraf edip kabul etmemize imkân yok.” En dorusunu Allah
bilir.
Bil ki bu kâfirler, peygamberlerine: “Biz, sizin davet ettiiniz dinden, kati ve kesin
bir yek ve üphe içindeyiz” (brahim, 9 ) dedikleri zaman, peygamberleri onlara: "Siz,
Allah hakknda, Allah’n, göklerin ve yerin yaratcs, canlarnzn, ruhlarnzn,
rzklarnzn ve bütün menfaatlerinizin yaratas, var edicisi oluu hakknda m üphe
ediyorsunuz? Biz sadece bu Mün’im’e, nimetler veren bu lâh'a ibadete davet
sizi,
KNC MESELE bana gelmitir. Çünkü söz, üpheyle alakâl deil, ancak,
nsann Ftrat, Yaratcy Tanr Allah'n varlndan üphe edilme ihtimali bulunmad
hakkndadr” demitir. Ben de derim ki: Baz alimler insann
ftratnn, ince delillere vakf olmadan önce de, irâde sahibi bir yaratcnn varlna
ehâdet ettiklerini ve insann ilk yaratl ftratnn, buna ehâdet ettiine aadaki
pekçok eyin de delâlet ettiini söylerler:
1) Akll kimselerden öyle demitir: Kim bir çocuun yüzüne bir tokat atarsa,
birisi
bu tokat irade sahibi bir yaratcnn varlna; teklifin mevcudiyetine, cezâ yurdunun,
âhiretin bulunduuna ve peygamberin varlna delâlet eder. Bunun irâde sahibi bir
yaratcnn varlna delâlet etmesine gelince, bu öyledir: Çünkü akll bir çocuk,
yüzüne bir tokat indii zaman barr ve “Bana vuran kim?” der. Bu, ancak onun
ftratnn, o tokadn, hiç yok iken meydana geldii için, meydana geliinin, onu yapan
(vuran) bir fâilden dolay ve onu varlk âlemine sokan (var eden) bir irâde sahibinden
dolay olmas gerektiine delâlet ettiini gösterir. Aslî (yaratl) ftrat, bu tokat
hadisesinin, son derece önemsiz ve az olmasna ramen bir fâile muhtaç olduuna
ehâdet edince, âlemin bütün hâdiselerinin, bir fâile muhtaç olduuna, öncelikle
ehâdet eder.
• •
olduu müddetçe, bunun peini brakmaz. Binâenaleyh asli ftrat, o azck bir eye
karlk mutlaka bir cezann gerekli olduuna ehâdet edince, bütün amellere kar
da bir cezann gerekli olduuna haydi haydi ahadet eder.
3) nsan, çok iddetli skntya ve güçlü bir belaya dütüünde ve ona göre,
bir
hiç kimsenin kendisine yardm etme ümidi kalmadnda, asl ftratnn ve yaratlnn
bu beladan kurtaracak, o bela balarndan ve alarndan
neticesi olarak; kendisini
çkaracak bir varla yalvarr yakarr. te bu da, ancak ftratn, bir yaratc ve yöneticiye
ihtiyaç hissedildiine ehâdet etmesinden baka birey deildir.
olmam ise, bu muhtaç bir varlk demektir. Muhtaç olann da, mutlaka ihtiyaç duymu
olduu bir varln olmas gerekir. O varlk da, hür ve irâde sahibi olan, o yaratcdr'
5) Hür ve irade sahibi, mükellef klan bir ilahn varln ve âhiretin varln kabul
etmek, en ihtiyatl olan yoldur. Binâenaleyh bu ihtiyatl yolu seçmek gerekir. Bunun
öyle dört mertebesi vardr:
b) Onun fâil-i muhtar olduunu kabul etmek... Çünkü eer o fâil, zât gerei mûcib
(mûcib-i bizzat, iradesiz, otomatik olarak yaratan bir varlk) ise, O’nun hür ve irade
sa.ibi olduunu kabul etmenin bir zarar olmaz. Fakat O, hür ve irade sahibi bir varlk
ise, O'nun böyle olduunu inkâr etmek en büyük bir zarar olur.
hiçbirini hiç bircyie mükellef tutmam ise, O’nun kullarn mükellef tuttuuna
inanmann bir zarar olmaz. Ama eer mükellef tutmu olduu halde, böyle olduuna
inanlmaz ise, bu en büyük zarar olur.
I I d/. HRAMIM Sl'IMI-.St 14/10 13. Cilt / 513
önemsizdir. Yok eer âhiretin varl gerçek ise, onu inkâr etmede en büyük zarar
vardr. Böylece bu hususlar kabul etmenin, daha ihtiyatl bir yol olduu ortaya çkar.
Binâenaleyh bunlara inanmak gerekir. Zira, akl da açkça, insann, mümkün olduu
kadar kendisinden zararlar gidermesinin gerektiine hükmeder.
.
1)4 & yi °ja
fa jiiû JS" “ Günahlarnzdan balamak için., (hak dine) sizi
davet eder.”
hitap edilirken böyle kullanlr. Mesela min zünübikum (günahlarnzdan bir ksmn)
(Nuh, 4 ve Ahkâf, 3i) ayetlerinde de böyledir. Cenâb- Hak, mü’minlere hitab ederken de
zunûbekûm (günahlarnz) (Sâf, 12) buyurmutur. stikra (iyice aratrma) da, bunu
gösterir.” Keaf sahibi sonra da öyle der: “Sanki bu, iki hitab birbirinden fark
yapmak ve ahirette bu iki frkay birbiriyle ayn tutmamak içindir.” “Allah bu ifâde
a) Bu min ile, ba'ziyyet (bir ksm) manas kastedilir, ama burada mecâzî olarak,
günahlarn tamam manas kastedilmitir.
b) Buradaki min bedeliyye (yani) manasnadr. Buna göre, mana “sizi mafiret
için, yani günahlarnz balamak için” eklindedir. Böylece min günahlara bedel
olarak “mafiret” manasn ihtiva ettii için getirilmitir. Kâdî öyle der: ‘‘Ebu Bekr
el-Esamm, bu edatn, ba’ziyyet (ksmilik) manasn ifâde ettiini söylemitir. Buna
göre mana, “Siz tevbe ettiinizde, Allah sizin büyük günahlarnzdan balar. Ama
küçük günahlara gelince, onlar balamaya hacet yoktur. Çünkü onlar zaten
balanm olur” eklindedir.”
Kâdî öyle der: “Ben bu izah akldan uzak görüyorum. Çünkü kâfirlerin küçük günahlar
ancak tevbe ile affedilmesi hususunda, büyük günahlar gibidir. Küçük günahlarn
R
davet ediyor” ifâdesidir. Cenâb- Hak bu ifâde ile, ehl-i imann, tevbe art olmakszn
günahlarnn bazsn balayacan vaadetmitir. Binâenaleyh baz günahlar
tevbesiz olarak mutlak olarak balamas gerekir. Bu “baz günahlar” küfür deildir.
Çünkü Allah Teâlâ’ nn, küfrü ancak tevbe ile ve imana girmekle balayacana dâir
4
imdi,eer, ‘'Ebu Ubeyde’nin dedii gibi, ayetteki min edatnn zâid olduu niçin
ileri sürülmesin? Yahut da biz deriz ki: Buradaki “baz” ifadesi ile, Vahidî'nin dedii
gibi "hepsi” manas murad edilmitir. Yine Vâhidî’nin dedii gibi, deriz ki: Bununla,
günahlarn sevablarta (iyi ilerle) deitirilmesi kastedilmitir. Yahut deriz ki: Keâf
sahibi ’nin de dedii gibi bununla hitab bakmndan mü’minin kâfirden ayrdedilmesi
kastedilmitir. Yahut, Esamm’n dedii gibi, deriz ki: Bununla, bu balamann büyük
günahlara has olduu manas kastedilmitir. Yahut da, Kâdî’nin dedii gibi, deriz
ki:Bununla iman ederken, kâfirin hatrna getirdii günahlar kastedilmitir” denilirse;
biz deriz ki: Bütün bu izahlarn hepsi zayftr. Ayetteki min edâtnn zâîd olduu
görüüne gelince, bu, Allah’n kelamnda bulunan bir kelimenin yersiz olduunu
söylemeye götürür. Zaruret olmadkça, insann bu manay almas câiz deildir.
Vâhidi’nin; "Bu min edat ile, "hepsi” manas kastedilmitir” eklindeki görüü, Ebu
mana “Allah Teâlâ, sizingünahlarnz balar” eklinde olur ki, Ebu Ubeyde’den
nakledilen de bunun aynsdr. Nakledildiine göre Sibeveyh bu izah kabul
etmemitir. Vâhidî’nin: "Bununla, günahlarn sevablarla deitirilmesi kastedilmitir”
eklindeki görüüne min edatnn “bedel” manasna gelmesi Arapça’da söz
gelince,
konusu deildir. Keâf sahibi’nin, "Bununla, erefi göstermek için, mü’mine yaplan
hitabn, kâfire yaplan hitapdan ayr olmas kastedilmitir” eklindeki görüüne
gelince, bu büyüklenme kabilinden olmu olur. Çünkü bu "bazlk” manas eer varsa,
böyle bir cevab zikretmeye hacet yok. Yok eer böyle birey söz konusu deil ise,
cevap yanl olur. Esamm’n görüünün yanl olduunun izah daha önce geçmiti.
”
a) “Siz, eer
iman ederseniz, Allah ölümünüzü belli bir zamana kadar er*3ier,
b) bn Abbas (r.a) öyle demitir: "Bu “O sizi, öleceiniz zamana kadar dünyada,
güzel ve ho eylerle faydalandrr” demektir.”
Eer, “Allah Teâlâ, “Ecelleri geldii zaman artk bir saat geri de kalmazlar, öne
de geçemezler' {Yunus, 59) buyurmam mdr? Öyle ise nasl burada da, “Sizi
muayyen bir zaman kadar mühlet vermek için” buyurmutur?” denilirse, biz de
deriz ki “Bu meseleyi, En’âm sûresindeki ^ (En am, 2 ) ayetinin tefsirinde ele
almtk.”
Beer Olmalar Sebebiyle Resullere tiraz
Daha sonra Cenâb- Hak, peygamberler bütün bunlar kâfirlere anlatnca, onlarn
jlkLo UJ\i Ujl; ülT lU Ujutf b jJüJ U& ö[ “Siz de bizim
beerden baka bir ey deilsiniz. Siz
gibi bir bizi, atalarmzn tapm olduu
eylerden döndürmek istiyorsunuz. Öyleyse bize apaçk bir hüccet getirin
dediklerini nakletmitir.
habersiz olmasdr. Kâfirler öyle diyorlard; “Eer sen bu lâhî, kymetli ve yüce haller
hususunda bizden farkl isen, yeme, içme, def-i hacet ve cinsî münasebet gibi eylere
ihtiyaç duyma eklindeki, âdî ve deersiz hallerde de bizden farkl olmalydn.” Bu
üphe onlarn, “Siz de bizim gibi, bir beerden baka bir ey deilsiniz” eklindeki
sözlerinden anlalmaktadr.
t
*
Resullerin Cevab
13. Cüz. BRAHM SÜRS 14/11-12 13. Cilt / 517
Allah’n kullarndan bazsna bunu lütfedip, büyük bir kalabal bundan mahrum
etmesi uzak bir ihtimal deildir.
Üçüncü üphe ise, onlarn, "Biz, getirdiin bu mucizelere râz olmuyor, daha
kuvvetli ve kesin mûcizeler istiyoruz” eklindeki sözleridir.Bunun cevab
peygamberlerin, “Allah’n olmakszn bizim size bir
izni hüccet getirmemize imkan
yoktur eklindeki sözüdür. Bu cevab öyle izah ederiz: "Bizim getirdiimiz ve
tutunduumuz mûcizeler, kesin bir hüccet, ezici bir bürhân vatam bir delildir. Sizin
istediiniz eyler ise, fazladan olan baz ilerdir. Bu hususta hüküm, Allah’a âittir.
Binâenaleyh eer O, bunlar yaratr ve verirse, bu O’nun bir lütfudur. Yok eer
yaratmaz ise, adalet de O’na âittir. Çünkü yeterli mûcize (delil) ortaya çktktan sonra,
O’nun aleyhine hükmedilemez.”
t *
Daha sonra o peygamberler U J* 0 “Bize yaptnz eziyetlere
Tevekkülün Önemi
Daha sonra, kendileri ile ilgili eyleri tamamlaynca, kendilerine uyan kimselere
“
de bunu emrederek, Tevekkül edenler, yalnz Allah’a te vekkül etsinler" demilerdir
ki, bu ifâde iyiyi ve güzeli emreden kimsenin, ancak o eyi önce kendisi yaparsa
eyh (âlim) Ebu Hamid el-Gazali (r.h)’nin sözleri arasnda özeti öyle olan güzel
birbölüm gördüm: nsan ya nâks (noksan), ya kâmil olur. Yahut da bu iki durumdan
uzak olur. nsann nâks olmas, ya zât bakmndan olur, fakat bakasnn halini
noksanlatrmaya çalmaz, ya zât bakmndan nâks olur, bununla birlikte bakasn
da nâks hâle getirmeye urar. Birincisi dâll (sapm), kincisi ise hem dâll (sapm),
hem mûdi! (saptirm)tr. Kâmil olan insan da, ya kâmil olur fakat bakasn kâmil
hale getiremez, ki buniar evliyâullahdr; yahut hem kâmil olur, hem de nâks olanlar
kâmii hale getirebilir ki bunlar da peygamberlerdir. te bundan ötürü Hz. Peygamber (s.a.s)
jj'Pî.
51 )
^ tUJlf
J* l “ Ümmetimin âlimleri, Isrâiloullannm peygamberleri gibidir”
( buyurmutur.
Bunukavradnda biz diyoruz ki: Ayetteki: “Hem biz niçin Allah’a güvenip
iyice
dayanmayalm ki" ifâdesi, onlarn kendilerinin kemâle erdiine; iin sonunda
“
söyledikleri,Tevekkül edenler, yalnz Allah’a tevekkül etsinler” ifâdesi de, onlarn
kâmil olan ruhlarnn, nâks ruhlar kemâle erdirmede tesirli olduuna bir iarettir.
te bütün bunlar, Kur'ân’n lafzlarnda sakl yüce srlardr. Kim Kur’ân ilimleri ile
megul oduu halde, bunlardan gâfil olursa, Kur’ân’n ilimlerinin srlarndan mahrum
“
olmu olur. Ayetle ilgili bir baka izah da udur: Ayetteki. Bizim size bir hüccet
getirmemize imkan yoktur. Mü’minler ancak Allah’a güvenip dayanmaldr” ifâdesi
ile, “Baka mûcize isteyen kimselerin, o mûcizelerin gerçeklemesi için, mucizelere
deil Allah’a tevekkül etmeleri gerekir. Binâenaleyh Allah isterse, onlar ortaya kor,
isterse koymaz" manas kastedilmitir.
(brahim, 13-17).
mdi, eer: “Bu ifâde peygamberlerin de, iin balangcnda, onlarn dininde
522 /13. Cilt
tefsIr-1 kebîr
2) Bu, kâfirlerin söyledikleri bir sözdür. Binâenaleyh onlarn söyledikleri her sözün
doru olmas gerekmez. Belki de onlar, i aslnda onlarn sand gibi olmad halde,
öyle zannetmilerdir.
3) Belki de bu hitab, her nekadar zahiren o peygamberlere yönelik ise de, bununla
aslnda peygamberlere tâbî olan kimseler kastedilmitir. Binâenaleyh peygamberlere
tâbi olan bu insanlarn, daha önce o kâfirlerin dini üzere olduklarnn söylenmesinde
bir mahzur yoktur.
4) Keâf sahibi: ‘‘ite (dürndü) fiili, Arapça’da, "oldu" manasna çokça kullanlr”
demitir.
(görevlendirilmeden) önce, herhangi bir eriat üzerinde idiler. Daha sonra Allah Teâlâ
onlara, o eriatlerinin nesholunduunu vahyedip, baka (yeni) bir eriat
benimsemelerini emretmi olabilir. O kavimler ise, küfürlerinde srar ederek, mensûh
(neshediimi) olan o eriât Ü2ere kalmaya devam etmilerdir. Böyle olmas halinde,
onlarn, peygamberlerinden tekrar o eski dinlerine dönmelerini istemi olmalar uzak
bir ihtimal deildir.
Bunu evhâ (vahyetti) fiilini nazar- itibara alarak böyle okumutur. Çünkü o, gftlb
ve diyarna mirasç kldk” (Ahzâb, 27) ayetleridir. Hz. Peygamber (s.a.s)’in öyle
buyurduu rivayet edilmitir: ojte ÜJ' tfjj' j* “Kim komusuna eziyet
ederse, Allah komusunu onun evine mirasç klar (yani evi ona kalr) 52 )
Bil ki bu ayet, dümann bandan savuturmak için, kim Allah’a tavekkül ederse,
dümannn errine kar Allah’n ona yeteceine (yardm edeceine) delâlet eder.
Allah’n Divanna Çkmaktan Korkma
Hak Teâlâ daha sonra, jii “te bu, benim
huzurumda ayakta duracaklar (zamandan) korkan ve benim va’îdimden
”
çekinenlere hastr buyurur. “te bu” ifâdesi, “Allah’n zâlimlerin helâkine ve bu iin
peisra onlarn diyarlarna mü’minleri yerletirmeye hükmetmesi”ne iarettir. Bu i,
“huzurumda ayakta duracaklar (zamandan) korkan için haktr.” Bunun birkaç izah
vardr:
“
Daha sonra Cenâb- Hak, Benim va 'îdimden çekindi” buyurmutur.
t* +
olmu olur.
Bunu iyice kavradnda biz diyoruz ki: Her iki görüü de müfessirier
zikretmilerdir. Birinci görüe göre fütuhat isteinde bulunanlar o peygamberlerdir.
Bu böyledir, zira onlar, Allah’n yardmn istediler ve kavimlerinin iman etmelerinden
ümit kestikleri için, onlara azabla bedduâ ettiler. Nitekim Hz. Nûh, “Nuh (öyle)
13. Cüz. BRAHM SORl-Sl 14/13 17 13. Cilt / 323
demiti: “Ey Rabbim, yer(yüzün)de kâfirlerden yurt tutan hiçbir kimse brakma!’’
(Nûh. 26); Hz. Musa, “Sen onlarn mallarn yok et Rabbimiz, kalblerini iddetle sk
ki onlar o çetin azab görecekleri zamana kadar iman etmeyeceklerdir” (Yunus hb>
ve Hûd (a.s.) da, De ki: “Yâ Rab o fesadçlar güruhuna kar bana nusret et”
(Ankebût, 30) demitir.
Takdir edip hükmetmeyi istemek demek olan ikinci görüe göre evlâ olan, fütuhat
isteinde bulunanlarn, o peygamberlerin ümmetleri olmasdr. Bu böyledir, zira onlar,
“
Alahm ,
eer o peygamberler sadk iseler, bize azâb et!” diyorlard. Kurey
“Ey Allah, eer bu, senin katndan hakkn kendisi ise, durma, bizim
kâfirlerinin,
sükût-i hayâle
Yok, eer biz, fütuhat talebinde bulunanlarn o kâfir kavimler olduunu söylersek,
o zaman da manas, “O kâfirler, kendilerinin hak üzere olduklarn;
ayetin
peygamberlerinin de bâtl üzere bulunduunu zannederek, peygamberlerinin aleyhine
zafer talebinde bulundular, ama onlardan her cebbâr sükût-i hayâle uram ve
fütuhat bulunmakla da peygamberlerinin aleyhine
talebinde bir baar elde
edememitir” eklinde olur.
“
Ayetteki anîd kelimesine gelince, dil alimleri bu kelimenin neden itikâk ettii
denilir. Yani, "Falanca tam kyda köede geziyor” denilir. O halde, ânede ve “önede”
kelimelerinin manas, "yüz çevirerek bir köeyi kapt, köede yürüdü” eklindedir. Yine
0 \ f * \ *
bir kimse bir kimseden uzaklap kenar bucak gezdiinde, U^Ai -ül*
denilir.
Sen bunu kavradnda, biz deriz ki: Onun cebbâr ve mütekebbir olmas,
iyice
ruhî haline ve huyuna; anîd olmas da, o huylardan sâdr olan fiillere ve neticeye
iaret olmu olur ki, bu da onun, hakdan uzaklamas ve ondan sapmasdr. O halde,
huyu, tekebbür ve tecebbür etmek; zorbalk de, haktan ve dorudan sapmak
fiili
demek olan “ânîd” kimsenin, her türlü hayrdan mahrum olup sükut-i hayâle
urayacanda ve bütün mutluluk nevilerini de kaybedeceinde üphe yoktur.
Bil ki Allah Teâlâ, o kimsenin, sukût-i hayale urayacana hükmedip, onu cebbâr
ve anîd olmakla vasfedince, onun azâbnn nasl olacan da unlarla tavsif etmitir:
a) Verâ kelimesi sana görünmeyen, senden gâib olan herey hakknda kullanlan
bir isimdir, “ön” ve "arka” da, sana görünmez. O halde, "verâ" lafz, bunlardan
/ 4j dz j.\ (jjJ j^
"Umulur ki, içinde gecelediin bu skntnn arkasnda, yakn bir genilik ve rahatlk
bulunur demitir.
Bunun böyle olduu sabit olunca biz deriz ki: Allah Teâlâ, “nâd eden her zorba
ise, sükut-i hayâle urad” buyurarak onun sükut-i hayâle urayacana hükmetmi,
bunun ardndan da fâr jijjj j* buyurmutur ki, bu "O sukût-i hayâlden
sonra da cehenneme girer” demektir.
sudan içirilir.”
kinci Soru: Cehennemliklerin azâb pek çok yöndendir. Öyleyse niçin ayet-i
kerimede cehennemliklerin sadece bu hallerinden bahsedilmitir.
MB MI. Cilt TEFSlR-l KI-BlR
Cevap: Bu, atf- beyân olup, kelamn takdiri, “Cenâb- Hakk, “ sudan içirilirler"
deyince, sanki, “o su nasldr?” denilmi de, bunun üzerine O da, "irinlidir” demitir”
eklindedir. “Sadîd” cehennemliklerin derilerinden akan eydir. Ayetin takdirinin
jjAaJlT tU "ja Jid j "ite, irin gibi olan bir sudan içirilir” eklinde olduu da ileri
mana bulunmaktadr. Buna göre ÂA-J Sfj buyruunun manas, "O, onu
boazndan, gecikerek aktabiliyordu, ancak...” eklinde olur. Çünkü Araplar,
fy' oAf li “Neredeyse kalkmayacaktm” derler; bu, "bir müddet sonra kalktm”
demektir. Nitekim Cenâb- Hakk’n da, Ijâlf Uj (Bakarâ, 7i) buyruu da böyledir.
la yekâdü sözü, yaklama olmadn bildirmek için zikredilmitir. Buna göre mana,
13. Cüz, BRAHM SÛR2S 14/13-17 13. erili / 529
‘O onu, boazndan aktmaya yaklamad bile.. Artk nasl olur da onu boazndan
aktabilir ki?” eklinde olur. Bu Cenâb- Hakk’n tpk, •&> ^ “elini
çkardnda, nerdeyse kendi elini bile göremez’’ (Nûr, 40) ayeti gibidir. Yani, “O
onun, görmeye dahi yaklaamamken, o onu daha nasl görebilir?” demektir.
Buna göre ayet, "siz boazdan aktma iinin olacana delil getirdiniz;
1) Bunun manas, "O, onun tamamn boazndan aktamaz. O, onun bir ksmn
yudumlar, ama hepsini içemez” eklindedir:
delâlet etmektedir. Ama ne var ki, bu “boazdan kolayca aktmak” deildir. Çünkü
Arapça’da ‘isâa” kelimesi,içilecek eyi, gönül holuu ve içilen eyin ho olduu
kabul edilerek boazdan aktmak” anlamna gelmektedir. Halbuki kâfir, o eyi,
istemeye istemeye yudumlar. Onu güzel ve ho bulmaz; onu bir nefeste içmez. Bu
iki izaha göre de, la yekâdü deyimini, yaklamay nefyetmek manasna hamletmek
“Rablerini inkâr edenlerin misâli udur: Yaptklar iler, frtnal bir günde
rüzgarn iddetle savurduu bir küle benzer. Kazandklarndan hiçbir eyi elde
edemezler. te bu, hakdan uzaklam olan sapkln ta kendisidir.
Görmedin mi ki, Allah gökleri ve yeri gerçek bir maksadla yaratmtr. Eer dilerse
bir sizi giderir, yepyeni bir halk getirir. Bu Allah ’a güç deildir”
(brahim, 18-20).
2) Ferrâ öyle der: “Ayetin takdiri, “Rablerini inkâr edenlerin amellerinin durumu,
tpk bir kül gibidir” eklindedir. Buna göre, “muzafun ileyh” durumunda olan
kelimenin daha sonra zikredileceine itimâd edilerek, burada muzâf hazfedilmitir.
Bu, Cenâb- Hakk’n tpk, “Ki O, yaratt her eyi güzel yapandr” (Secde, 7) ayeti
gibidir. Yani, "Her eyin yaratln, güzel yapandr” demektir. Yine “Yalan
böyledir. Bu, “Sen, Allah’a kar yalan söyleyenlerin yüzlerinin simsiyah olduunu
görürsün” demektir.
“
4) Amelleri ifadesi kafir olanlarn misali... ifadesinden bedeldir. Buna göre
kelamn “Onlarn amellerinin misâli, tpk bir kül gibidir” eklinde olur ki, buna
takdiri,
göre, “Amellerinin misâli” ifadesi mübtedâ; “kül gibidir” ifâdesi de haber olmu olur.
5) Ayetteki mesel kelimesinin zâid olduu kabul edilerek, kelamn takdirinin, “Kâfir
jf
jî eklinde, yani cemi ekliyle de
ÜÇÜNCÜ MESELE okunmutur. Bu ifâdede, esme ii, güne nisbet edilmitir.
Bu, o günün ihtiva ettii ey, yani rüzgar veya rüzgarlar
sebebiyledir. Bu senin tpk, >U (yaan gün) veya iD (sarho eden gece)
532 / 13. Cilt TEFSlR-1 KEBÎR
demen gibidir. sarho etme özellii geceye deil, gecede esen rüzgara aittir.
Halbuki,
Ferrâ da öyle demitir: “Sen istersen, “esintili bir günde" dersin; istersen de,
“rüzgar esen bir günde” dersin!. Böylece buna göre, daha önce bahsedildii için
eklinde de okunmutur.
rh kelimesi hazfedilmi olur.” Bu ifâde, izafetle fji j
olan kimselerin amellerini, sebepsiz yere iptâl etmez. O halde, böyle bir ey yapmas,
O’nun hikmetine nasl uygun düebilir? Allah, bütün bu âlemi, ancak hikmet ve doru
olan anlalsn diye yaratmtr.
KNC MESELE haberi olmak üzere, “gökler ve yer” fâdesini de muzâfun ileyh
ifadeleri gibidir. Dier kraat imamlar ise, fiili, mazi sîasndaj, “gökler ve
yer” kelimesini de mef’ûl olduklar için mansub olarak JfrjSlîj JU eklinde
okumulardr.
der; yani, “Cenâb- Hak, bunu bouna deil, tam aksine sahih, doru bir maksat
için yaratmtr” demektir.
sizi giderir, yepyeni bir halk getirir” buyurmutur. Bu, “Gökleri ve yeri hak ile
yaratmaya kadir olan, bir kavmi yok edip, bir bakasn var ederek diriltmeye haydi
haydi kadirdir” demektir. Çünkü, en büyüüne ve en zoruna muktedir olan, en kolay
ve en küçüüne, haydi haydi muktedir olur. bn Abbas, bu hitabn, Mekke kâfirlerine
yapldn ve Cenâb- Hakk’n, “Ey kâfirler topluluu, ben sizi öldürür, sizden daha
hayrl ve daha itaatkâr olan bir topluluk yaratrm" manasna kastettiini söylemitir.
V
Daha sonra Cenâb- Hak, j/t Ji- Uj “Bu, Allah’a güç, yani imkânsz deildir"
buyurmutur. Çünkü “Bütün âlemi yok edip, onu yeniden yaratmaya muktedir
biz,
olann, belli birtakm ahslar yok edip onlar gibilerini yemden yaratmaya haydi haydi
muktedir olacam” söylemitik. Allah en iyi bilendir.
derler *
(brahim, 21).
etmitir. Bu, rezil kepâze olma ve utanç sebebiyle tahakkuk edecek olan
rûhanî-manevi bir azâba iaret etmektedir. Bu ayetle ilgili birkaç mesele vardr:
Bunu iyice kavradnda, biz diyoruz ki: Bu ifadeyle ilgili birkaç bahis
bulunmaktadr:
Birinci Bahis: Cenâb- Hakk’n, 'jjjij tabiri, her ne kadar mâna bakmndan
gelecekle ilgili olsa dahi, mazî sigasyla getirilmitir. Zira, Allah Teâlâ’nn haber verdii
her ey doru olup, Böylece o eyler sanki, olup bitmi ve varlk âlemine
gerçektir.
girmiler, varolmular demektir. Bunun bir benzeri de “cehennemlikler
cennetliklere
nidâ ettiler” (A'râf, 50) ayetidir.
a) Onlar, kötü
eyleri irtikâb ederken, gözlerden saklanrlar, gizlenirler ve bunun,
Allah’a da sakl kalacan zannederlerdi. Kyamet günü geldiinde Allah Teâlâ’nn,
ilmi ile kendi yanlarnda bulunduunu iyice tesbit eder ve O’na hiçbir eyin sakl
kalmadn anlarlar.
Üçüncü Bahis: Ebu Bekir el-Esamm öyle demitir: “Bu tabir ile, bir önceki
ayetteki, “Önünden de daha ar bir azat gelip çatacak” ifadesinin manas kastedilmitir.
13. Cüz. BRAHM SÛRES 14/21 13. Cilt / 533
sfatlar, yüce halleri, nurlu yüzleri ve münevver, saf, temiz ruhlar ile gözükecekler.
Böylece onlara Allah’n celâlinin nuru tecelli edecek ve o ruhlarda kutsî âlemin
aydnlklar artp çoalacaktr. Bu haller ne yüce hallerdir! Yok eer onlar cehennemlik
olanlardan iseler, azamet dura ve kibriya menzili için, zelil olarak, hor ve hakir bir
durumda, huzû ve huû içinde, utancn verdii rezillik ile rezil rüsvay olarak, çlklar
atlan, hor ve hakir klnan bir yerde durduklar halde gözükecekler. Bu halden Allah’a
snrz.
“
Daha sonra Allah Teâlâ, o zayf kimselerin, idare eden reislerine, Allah’n azabn
?”
bizden uzaklatrabilir misiniz dediklerini nakletmitir. Bu, “Biz, srf bugün bize
faydanz olur diye size tabi olmutuk" demektir. Sonra o reisler, bakanlar, liderler,
“imdi bizler szlansak da, katlansak da birdir. Bizim için (Allah’n azabndan)
snacak hiçbir yer yoktur” dediler. Gerek liderlerin, gerek onlara tâbî olanlarn
acziyetlerini, perianlklarn ve cezay hakettiklerini itiraf etmelerinin, büyük bir
pimanl ve tam bir zilleti ifâde ettii malumdur. Binâenaleyh ayetteki bu ifadenin
getirilmesinin maksad, önceki ifâdelerde bahsedilen çeitli azabve cezalarn yansra,
bu rezil ve perian olma, utanç ve zillet azabnn da onlar saracan bildirmektedir.
Allah en iyi bilendir.
Bil ki bu uyma ile, küfürdeki uyma kastedilmi olabilecei gibi, bütün dünya
hallerinde ve ilerindeki uyma da kastedilmi olabilir.
mdi eer *ü)' yUâ ’ja ifadesindeki min ile, min ey’in ifadesindeki min
arasnda ne fark vardr?” denilirse, biz deriz ki: Bunlarn ikisi de, ba’ziyyet, ksmîlik
manasnadr. O halde bu ifâde, “Siz bizden, Allah’n azabndan (bir ksmn) giderebilir
misiniz?” demektir
Allah Teâlâ, ite tam bu esnada, reislerin, (STâ*) Ll UjJu jS “Eer Allah bize
hidayet verseydi, biz de elbette doru bir yol gösterirdik” dediklerini nakletmitir.
Bu hususta u izahlar yaplmtr:
1) Abbas (r.a) bunun manasnn, “Eer Allah bizi doruya iletseydi, biz de
Ibn
sizi doruya erdirirdik” eklinde olduunu söylemitir. Vâhidî: “Bu,
“Onlar ötekileri,
ancak dalâlete çarmlardr. Çünkü Allah Teâlâ kendilerini saptrm, hidâyete
erdirmemitir. Binâenaleyh onlar da kendilerine tâbî olanlar dalâlete (sapkla) davet
etmilerdir. Eer Allah o reisleri hidâyete erdirseydi, onlar da kendilerine uyanlar
hidâyete erdirirlerdi” demektir” demitir.
Kftdî, bu izah zikretmi ve öyle diyerek zayf olduunu göstermitir: "Bu hidayeti,
“lutuf” manasna hamletmek câiz deildir. Çünkü lutuf Allah’n bir iidir.”
3) Bu, “Eer Allah ikâbndan kurtarp cennet yoluna iletseydi, biz de sizi oraya
bizi
bizim söylediimiz u
husustur: Bu (hidayet), onlarn isteyip aratrdklar bir eydir.
Binâenaleyh “hidayet” ile bu manann kastedilmi olmas gerekir.
”
“
Daha sonra Cenâb- Hak, f'
Up yr\ UIp imdi bizler szlansak
da. katlansak da bir” dediklerini nakletmitir. Bu, "Bizim szlanmamz veya
sabretmemiz, eyi deitirmez, ayndr" demektir. Ayetteki, istifham hemzesi ve
bir
em edat, "eit olma", "bir olma" manasna gelir. Bunun bir benzeri de,
• , , , #
—— . \ •Y_L ^
^ ^1 Yr . • -U_\ \ r m S
“’j olup bitince eytan der ki: üphesiz Allah size sözün dorusunu söyledi.
Ben de size vaadettim ama
yalanc çktm. Zaten benim, sizin üzerinizde
size
hiçbir hükmüm (ve nüfuzum) da yoktu. Yalnz ben sizi çardm, siz de bana
hemen icabet ettiniz. O halde kusuru bana yüklemeyin kendinizi knayn. Ne
ben sizi kurtarabilirim, ne de siz beni kurtarabilirsiniz. Esasen htni evvelce
(Allah’a) ortak tutmanz da inkâr etmitim. Zâlimlerin hakk, elbet pek ackl
bir azabtr”
(brahim, 22).
Üçüncü Görü: Biz ehl-i sünnete göre, ehl-i salâtn (namaz klanlarn), günahkâr
olanlar cehennemden çkp cennete gireceklerdir. Binâenaleyh ayetteki
”
olup “
bitince. ifadesi ile, bu vaktin kastedilmi olmas uzak bir ihtimal saylmaz. Çünkü
. .
o vakitte, yaplmas gereken iler artk sona erer. Bundan sonra, sadece daha önce
yaplmayan iler yaplr.
eytan Hakknda
Ayetteki eytan kelimesi ile, iblis kastedilmitir. Çünkü bu, müfred bir lafzdr ve
dolaysyla tek eytanlarn
bir ferdi ifâde eder. blis, ba ve reisleridir'. Binâenaleyh
“eytan” lafzn, bu manaya hamletmek daha uygun olur. Hem sonra Hz. Peygamber
(s. a. S.) £&* J+i 43 Jilisjl 'i',
Birinci Bahis: Bu ifade ile, “Allah size sözün dorusunu, yani öldükten sonra
dirileceinizi ve amellerinize karlk vereceini söyledi (vaadetti) ve vaadettiini
tastamam yerine getirdi. Ben ise size, bunun aksini vaadettim, ama yalanc çktm” manas
kastedilmitir. Sözün özü udur: Nefs, insan dünyaya çarr, uhrevî mutlukluklar ile rûhânî
mükemmelliklerin nasl (kymetli) olduunu düünemez. Allah Teâlâ ise, insan
bunlara davet eder, bunlara tevik eder. Nitekim O, “Ahiret daha hayrldr, daha
bâkî (devamldr)” A’ia, i7) buyurmutur.
yine
kinci Bahis:
kendisine
^ izâfeti
(sözün, vaadin
kabilindendir.
dorusu)
Bu tpk
ifâdesi Kûfelllere göre, bireyin
J “biçilecek
yahut hak olan ii vaadetti” eklindedir. Yahut da, “Allah size hakk vaadetti” eklinde
olup, fiilin masdar te’kid için getirilmi olur.
t) Kelamn takdiri, “Allah size hak olan vaadde bulundu ve size olan vaadinde
de doru çkt. Ben de size vaadde bulundum ama, yalanc çktm” eklindedir.
“Vaadinde doru çkt” ifadesi, siyakn, vaadin doruluuna delalet etmesi sebebiyle
hazfedilmitir. Çünkü onlar bu durumu bizzat görüp müâhede etmilerdir. Gördükten
sonra artk izaha gerek kalmaz. Bir de eytann vaadinde durmadndan
bahsedilmitir. Bu durum da, Allah’n vaadinde doru olacana delâlet etmitir.
2) eytann “Ben de size vaadettim, ama size yalanc çktm” sözündeki “vaad"
fiili, ikinci bir mef’ûlü gerektirir. Bu anlald için hazfedilmitir
mef’ûl karinelerden
ve kelamn takdiri, “Ben size, cennet ve cehennemin, har ve hesabn olmayacan
vaadettim ama...” eklindedir.
Buna göre, bu hususta öyle de denilebilir: “Bu ifadedeki illa kelimesi hakîkî
manada bir istisnadr. Çünkü insann bakasn herhangi bir ie sevkedebilmesi,
bazan zorlayarak ve zulmederek, bazan da onun içine vesveseler atmak suretiyle,
o ii yapmasna sebeb olacak niyeti kuvvetlendirmesi ile olur. Bu da bir çeit sultadr,
nüfuzdur. Ayrca, ayetin zâhiri, avâmn ve Haviyye'nin dedii gibi, eytann insan
çarpmaya, uzuvlarn felç etmeye, akln almaya kadir olmadna delâlet eder. Sonra,
o, “O halde kusuru bana yüklemeyin, kendinizi knayn ” demitir. Yani, “Ben
ancak sizi çardm ve size vesvese verdim. Siz ise, Allah’n delillerini duymu, O’nun
340 / 13. Cilt
TEFSlR-l KEBlR
Buna mukabil hasm ise ona, ‘‘Bu söz ayet, ondan sâdr olmu batl bir kelâm
olsayd, Allah onun batl olduunu beyân eder ve onu açkça yadrgard. Yine, (batl
olmas halinde), bugün bu batl sözün ve fasit kelâmn zikredilmesinde bir fayda da
yoktur. Baksana, Cenâb- Hakk’n, "üphesiz Allah size sözün dorusunu söyledi.
Ben de size vaadettim, ama size yalanc çktm ” sözü hak bir sözdür; ayn ekilde,
“Zaten benim sizin üzerinizde hiçbir hükmüm de yoktu” ifadesi de, Cenab- Hakk’n
“Benim kullarm üzerinde senin hiçbir tahakkümün yoktur. Azp sapanlardan sana
-
Vesvesenin Mahiyeti
mdi eer birisi, “Bize vesvesenin hakikatini beyân ediniz” derse, deriz ki:
tabiî olarak da müsait ve elverili olmalar tibariyle, bir ii yapp yapmamaya, bir ie
atlmaya veya ondan geri durmaya elverilidir. nsann kalbinde yapmay yapmamaya
veya yapmamay yapmaya tercih ettirecek bir meyil bulunmad sürece, fiilin
13. Cüz, BRAHM SÛKKS 14/22 13. Cilt / 541
meydana gelmesi imkânsz olur. Bu temayül ise, kesin kararl irâde ve kesin kararl,
Sonra bu kesin kararl irâde ise ancak, o fiilin bir fayda ya
azimli kasttr, niyettir.
da bir zarar sebebi olduuna dair bir ilim, ya da bir inanç, yahut da bir zan
bulunduunda hasl olabilir. Kiide böyle bir inanç meydana gelmezse, yapmaya ya
da yapmamaya dair herhangi bir temayül de bulunmaz. Netice olarak diyebiliriz ki:
nsan bir ey hissettii zaman, onda, onun kendisine ya uygun veya uygun olmad;
veyahut da ne uygun ne de aksi olmad hususunda bir uûr ve bilinç hasl olur.
Eer, onun kendisine uygun olduuna dair bir bilinç ve uûr meydana gelirse, fiili
yapmaya yönelik olarak kesin kararl meyli o eye terettüb eder, ona yönelir. Ama
onda, onun kendisine aykr olduuna dair bir uûr ve bilinç hasl olur ise, o zaman
da ona, yapmamaya yönelik olan kesin kararl meyli, temayülü terettüp eder. Ama,
fiili
ne bu, ne de öteki hasl olmazsa, o zaman da ne o eye bir meyil meydana gelir,
ne de onun zddna. Aksine insan, olduu gibi kalr. te, ancak bu kesin meyil
bulunduu zamandr ki bu meyille berâber kudret o fiili yapmay gerektirir.
Sen bunu iyice anladn zaman biz deriz ki: Fiilin, kudret ile sebebin toplamndan
sâdr olmas gerekli bir i olup, eytann bu ite bir dahii olamaz. O eyin hayr
olduunu ya da er olduunu tasavvur etmesinden meylin meydana gelmesi de,
vacib, zorunlu bir i olup, yine eytann bunda da bir pay yoktur. Onu bizatihi
alglamak yoluyla, onun hayr olmasnn meydana gelmesi, ya da er olduunun
tasavvur edilmesi, yine lâzm, gerekli, zorunlu bir i olup, eytann onda bir dahil
bulunmamaktadr. Binâenaleyh eytann, bu safhalardan hiçbirinde hiçbir tesiri
bulunmamaktadr. Onun pay ancak, onun sözünü ve fsltsn atmak suretiyle insana
bir eyi hatrlatmas ile olur. Meselâ insan', bir kadnn biçim ve sûretinden habersiz
iken, eytan onun kalbine, o kadnn sözünü, fsltsn atverir. te eytann, ancak
bu safhada bir kudret ve gücünden bahsedilebilir. Bu, Cenâb- Hakk’n ondan
nakletmi olduu u
eyin aynsdr: “Zaten benim, sizin üzerinizde hiçbir hükmüm
de yoktu. Yalnz ben sizi çardm, siz de baha hemen icabet ettiniz’.’ Yani “Benden
ancak sadece bu çar vaki olmutur. Dier safha ve mertebelere gelince, onlar
benden sudûr etmedi; benim onlarda herhangi bir tesirim bulunmamaktadr”
demektir.
Bunu iyice kavradn zaman deriz ki: Bu duruma göre eytan, bedenin içine girme
ihtiyacn duyan bir cisim deildir; aksine o, fiilleri habîs ve kötü, er ve kötülük üzere
yaratlm olan rûhanî bir nsan
de bunun gibidir. Bu duruma göre,
cevherdir. nefsi
bu ruhlardan herhangi bireyin, herhangi birisinin, nsanî nefs cevherine çok çeitli
vesveseler ve batl eyler atvermesi uzak bir ihtimal deildir.
Alimlerden birisi bu konuda, ikinci bir ihtimal daha zikretmitir ki, bu da udur:
Beerin nefs-i nâtkalar çeit bakmndan muhteliftirler. Onlar, çok çeitli grupturlar.
Onlardan her ksm, bizzat semavî ruhlardan birinin yönetimi altndadr. Beerî
nefislerin bir grubu, güzel ahlâkl, fiilleri iyi, mutluluk, sevinç ve kolaylkla muttasftrlar.
Bunlar, semavî ruhlardan muayyen
ruha müntesiptirler. Bu nefislerin dier grubu
bir
ise, hiddet, kuvve-i gazabiyye, katlk, herhangi bir eye aldrmamak ile muttasftrlar.
Bunlar ise, semavî ruhlardan baka bir ruha müntesiptirler. te bu beerî ruhlar,
o semavî ruhlarn çocuklar, onlardan meydana gelmi yavrular ve onlardan neet
etmi dallar gibidirler. Onu kendi maslahat ve faydasna olan eyle irâd etme iini
üstlenmi olan, ite bu semavî
Uyku ve uyanklk hallerinde onlara ilhâmlar
rûhtur.
veren ite odur!.. Kudema (önceki) alimler bu semavî rûha, et-tbâu’ttâm
(eksiksiz-kusursuz tabiat) adn veriyorlard. üphesiz, asl ve kaynak olan bu semavî
ruhun, pekçok dallar ve saysz ubeleri bulunuyor. Bunlarn tamam da, bu insann
rûhu cinsindendir. Bunlar, birbirlerine benzediklerinden ve ayn cinsten olduklarndan
dolay da, kendilerine uygun düen ameller ve karakterlerine münasip olan fiiller
Sonra bunlar hayrl, temiz ve güzel iseler, melektirler ki, bunlarn yardmna
“ilhâm” ad verilir; eer kötü, habîs ve amelleri de çirkin ise, bunlar eytanlardrlar ki,
olur.
Sonra bu, hayr ve bereket konularnda olursa, bir ilham; er konularnda olursa,
bir vesvese olmu olur. Binâenaleyh bütün bunlar maddeden ve mekân tutmaktan
uzak, kudsî, ruhanî birtakm varlklarn, cevherlerin varlnn kabul edilmesi görüüne
dayanan, muhtemel birtakm izahlardr. Temiz ve pis ruhlarn varlyla ilgili hüküm,
kadîm felsefecilerin üstadlar nezdinde de muteber ve yaygn bir görütür.
Binâenaleyh onlarn, bu tür eyleri, bizim eriatimizin sahibi olan Hz. Muhammed
nezdinde de kabul olunmasn yadrgamamalar gerekir.
dair, hüküm genel olarak sabit olunca, biz deriz ki, daha uygun ve uar.a gerçek olan
knayn, zira sizler, sizin için Allah’n hidâyetini salayan eyden yüz çevirdiniz”
manasn kastetmitir.
Nitekim Arapça’da birisi bir yardm talep ettiinde OVi birisi bakalarna
yardm ettiinde ise denilir.
itaat ettikleri gibi, er (kötü) âmellerde de iblis’e itaat ediyorlard. te, ortak komaktan
murad budur.”
tefsire de uygun olduunu söylemek de mümkündür. Kelamn takdiri öyle olur: iblis
sankiöyle demitir: Sizin küfre girmenizde, benim vesvesemin bir tesiri yoktur.
Bunun delili, benim sizden önce kâfir olmam ve benim küfrümün baka bir vesvese
sebebiyleolmaydr. Aksi halde teselsül gerekir." Bununla, küfre düme sebebinin,
vesvese dnda baka birey olduu ortaya çkar. Bu manaya göre de, söz muntazam
ve ahenkli olur.
ifâdesinde açk olan husus, bunun Allah Teâlâ’nn sözü olduu, iblisin sözünün de
bundan önce tamamlanm olduudur. Bunun, o kâfirlerin yardm ve destek ümidlerini
iyice kesmek için, iblis’in söyledii bir söz olmas da uzak bir ihtimal deildir. Allah
en iyisini bilir.
Cennetliklerin Karlanmas
“
örenmitin. te, man edip, sâlih ameller ileyenler... cennetlere sokulacaktr
“
buyruu ile, katksz menfaate; içerisinde ebedi kalmak üzere” ifadesi ile de, bu
menfaatin devaml olduuna’iaret edilmitir. Burada sayg iki yönden tahakkuk
etmitir:
"Görmedin mi Allah sana nasl bir mesel getirmitir: Güzel bir kelime, kökü
sâbit ve dallar gökte olan güzel bir aaç gibidir. Ki o. Rabbinin izniyle her
zaman yemiini verir durur. Allah insanlara meseller getirir. Olur ki onlar çok
iyi düünüp, ibret alrlar. Kötü bir kelimenin meseli (hali) de. topran
üstünden koparlvermi kötü bir aaç gibidir ki. onun hiçbir sebat yoktur"
(brahim, 24-26).
açklaynca, her iki toplulua âit hükmün durumunu beyan eden bir misal zikretmitir.
te bu da, getirilmi bu mesellerdir. Ayetle ilgili birkaç mesele vardr:
3) Meyvesinin güzel olmas, yani, ondan elde edilen meyvelerin son derece lezzetli
ve ho olmas.
Üçüncü Sfat, ayetteki j> t^Jij “Dallar gökte olan” ifadesidir. Bu sfat,
2) Ne zaman aacn
boyu yüksek ve çok boylu olsa, yeryüzündeki pisliklerden
ve evlerin çöp ve atklarndan uzak olur. O zaman da onun meyveleri bütün
aibelerden temizlenmi, son derece güzel ve ho olur.
Dördüncü Sfat, ayetteki Ijfj jiU jt Jjji “O. Rabbinin izniyle her
zaman yemiini verir" ifâdesidir. Bundan murad udur: "Bahsedilen aaç, bu sfatla
muttasftr. Bu sfat da, onun meyveferihin dâima ve her zaman mevcut oimasi.
meyveleri bazan bulunan bazan Dulunmayan aer aaçlar gibi olmamasdr." ite
Allah Teâlâ’nn bu Kitab- Kerim'de bahsettii aacn izah budur. Kesin olarak bilinir
ki, böyle bir aac elde etme
arzusu son derece büyük olur. Akll olan bir kimsenin
onu elde etme ve ona sahip olma imkânn bulduunda, ondan gâfil olmas ve onu
elde etme hususunda geveklik göstermesi mümkün deildir.
Birinci zah: Maddi olarak hissedilen ve idrâk edilen eyler ancak, hissedenin,
hissolunan eyin yüzeyi ile temas etmesi neticesinde idrâk edilirler. Ama
"Hissedilenin cevheri hissedenin cevherine nüfuz etmitir” denilmesine gelince,
durum böyle deildir. Çünkü cisimlerin birbirlerine hulûl etmeleri imkanszdr. Beri
tarafa gelince, marifetullah, marifetullahn nuru ve bununla aydnlanma, nefis
cevherine (rûha) sirayet eder ve onunla birleir. Sanki nefis, bu aydnlanma hâsl
olduu zaman, bu aydnlanmann olmasndan önceki nefisden baka bir nefis haline
gelir. te bu iki durum arasnda bulunan pek büyük bir farktr.
.rfinci zah: Yenen meyveden duyulan lezzette olan ey, bir tadma kuvvetidir.
Hissolunan, idrâk edilen ey ise, belli bir taddr. Beri tarafta ise, idrâk eden, hisseden
ey, kutsî nefis cevheridir. Bu nefis (ruh) ile bilinen ve hissedilen ey de, Allah
Teâlâ’nn zât, onun celâl ve ikram sfatlardr. Binâenaleyh bu iki lezzetten, birisinin
dierine nisbetle durumu, idrâk edilen bu iki eyden birisinin dierine nisbetle durumu
gibidir.
I V ( il/. BRAHM SÛR'S M/24-26 l.V OH / 549
Üçüncü zah: Güzel bir meyveyi yemeden doan lezzetler, meydana gelir gelmez,
hemen yok olurlar. Çünkü lezzet öyle bireydir ki, çabucak kaybolur ve süratle deiir.
Cenâb- Hakk'n, kemâl ve celâline gelince, bunlarn deimesi ve deiiklie
uramas imkanszdr. Nefis cevherinin bu mutluluu kabul etme kabiliyetinin
deimesi de imkanszdr. Binâenaleyh bu açdan da, iki durum arasnda büyük bir
fark oiduu.ortaya çkmtr. Bil ki bu iki ey arasndaki fark, nerede ise sonsuz
bakmlardan olabilecek kadar çoktur. Fakat akl- selim sahibi olan bir kimse,
dierlerine dikkatini çekmek üzere zikredilen bu üç izah ile yetinebilir.
gelmektedir. Bu tecelli ise, Allah Teâlâ’nn, zâtnda nûrun nûru ve zuhûr ile tecellinin
Marifetullahn Meyveleri
Bil ki Marifetullah aacnn da, lahî âlemin göklerinde yükselen dallar ve cismâni
alemin göklerinde yükselen dallar vardr.
“
Birincisi, pek çok ksm olup. Hz. Peygamber (s.a.s.)'in Allah'n emrine ta'zim
göstermek" ifâdesi, bütün bu ksmlar içine alr. Marifetullahn ruhlar âlemindeki,
^ Ji> ü&Jt
Dördüncü Sfat, bu aacn, Rabbinin izniyle her zaman yemiini verip durmasdr.
350 / 13. t 'Il
TEFSÎR-I ki hîr
Bu husustaki üçüncü bir görüe göre ise Hallu’l-Ukad adl eserin sahibi öyle
demitir: "En uygun olan, ‘‘kelime” lafzn, atf- beyân kabul etmektir.
kelimesindeki kâf da, ‘‘güzel bir aaç gibi” manasnda olmak üzere
nasb mahallindedir.
için, bunun hangi aaç olduunu belirtmemitir” demitir. Asluhâ demek, "Bunun
kökü, yani bu güzel aacn kökü sabittir; ve dallar, yani üst ksmlar, semâdadr.
Semâdan murad ise göktür, havadr. Çünkü senden yukarda olan her ey, semâdr.
Bu aaç, yemiini, yani meyvesini ve yenilecek eylerini her an verir” demektir.
koymada isabet etmi iseler de, esas maksad anlayamamlardr. Çünkü Allah Teâlâ
bu aac, bahsedilen o sfatlarla nitelemitir Dolaysyla bunun hurma aac veya
bir baka aaç olduunu bilmeye ihtiyacmz pek yoktur (!) Biz, bahsedilen dört sfatla
mevsûf olan bu aacn, bu aaç dünyada ister bulunsun ister bulunmasn, her akllnn
onu elde etmeye gayret etmesi gereken kymetli bir aaç olduunu zarurî olarak
anlamaktayz. Çünkü bu sfatlar, elde edilmesi arzulanan eylerdir. Müfessirlerin
“hîn” kelimesi hakkindaki ihtilaflar da bu kabîl bir ihtilâftr. leri en iyi bilen, Allah'dr.
mahsûs olan birbirine mutabk olur, böylece de tam bir anlay meydana gelir; bu
ekilde de matluba ulalm olur.
Jü j “Kötü
i
Allah Teâlâ # $JU j»
bir
kelimenin meseli (hali) de, topran üstünden kopanlvermi kötü bir aaç gibidir
ki, onun hiçbir sebat yoktur” buyurmutur.
Bil ki, “Kötü aaç” Allah’ bilmemektir. Çünkü o afetlerin ilki, korkularn ba,
bedbahtlklarn da en bata gelenidir. Allah Teâlâ, bunu, u üç sfatla muttasf olan
bir aaca benzetmitir:
Birinci Sfat, onun kötü aaç olmasdr. Baz âlimler, bunun sarmsak aac
bir
olduunu, çünkü Hz. Peygamberin, sarmsa ecere-i habîse” (kötü aaç) diye
nitelediini söylemilerdir: Yine bunun, prasa olduu; Hanzala (Ebu Cehil karpuzu)
olduu, çünkü onda çok zararlar bulunduu; ayn ekilde bunun diken aac olduu
da söylenmitir.
Bil ki bu tafsilata ihtiyaç yoktur. Çünkü aaç bazan, kokusu sebebiyle, bazan
tad sebebiyle, bazen ekli ve görünüü sebebiyle, bazan da birçok zararlara sebeb
olduu için kötü’ olabilir. Bütün bu özellikleri kendisinde toplayan bir aaç her ne
kadar mevcut deil ise de, bu özellikleri bilindiine göre, ona tebihte bulunmak,
gayeye ulamak için yararldr.
Üçüncü Sfat:“Onun hiçbir sebat yoktur " ifâdesidir. Bu sfat, birincinin tamamlaycs
* /
gibidir ve “Onun bir istikrar yok" demektir. Arapça’da btf - cJ (Sebât ettir-
î
sebât etmek) denilmesi gibi, 'j ' } '} denilir. Bir hüccet ile desteklenmemi
söz, ite burada buna benzetilmitir. O da sabit, dayankl deildir; binâenaleyh, yklp
gider.
Bil ki kötü söz hakknda yaplan bu benzetme, son derece mükemmeldir. Çünkü
Allah Teâlâ, bu aac, çok zararl ve bütün faydalardan hâlî olarak nitelemitir. Zararl
oluuna, habise tabiriyle iaret etmitir; her türlü faydadan uzak olmasna da,
“topran üstünden koparlvermi. Onun hiçbir sebât yoktur” ifâdesiyle iâret
etmitir. Allah, en iyisini bilendir.
ir ir
7
ÇNDEKLER
HÛD 29-31. AYELERN TEFSR 5
Kâfirleri Memnun Etmek çin Fakir Mû'mlnler Uzaklatrlmaz 5
MÛ'minleri Kovmay Engelleyen Sebepler 6
120
Kyamet Günü Suçlular Konuacak m? 121
A’raf Ehli Hakknda ; 122
HÛD 109. AYETN TEFSR 131
Putlarn Mahiyeti Hakknda 131
HÛD 110-111. AYETLERN TEFSR 132
HÛD 112-113. AYETLERN TEFSR 135
HÛD 114-115. AYETLERN TEFSR ; 138
HÛD 116. AYETN TEFSR 141
Beldelere Toptan Felaket Gelmesinin Sebebi 141
HÛD 117-119. AYETLERN TEFSR 143
Allah irk Yüzünden Bir Beldeyi imha Etmez 143
Allah (man Yaratmadkça Kii, inanamaz 145
Allah insanlar Rahmet Etmek çin Yaratt 146
HÛD 120. AYETN TEFSR 147
Kssalarn Hikmeti 147
HÛD 121-123. AYETLERN TEFSR 149
Surenin Hülasas Durumundaki Sonucu 149
YÛSUF SÛRES
YÛSUF 1-2. AYETLERN TEFSR
Kur’an’n Mübin Sfat, Kur’an’n Arapça Sfat
K NIH KI t K I.V Cilt / 5S7
359
YÛSUF 103-107. AYETLERN TEFSR _ 3Ö0
YÛSUF 108. AYETN TEFSR 363
Allah'n Yolu Delile Dayanr -
363
YÛSUF 109. AYETN TEFSR 364
YÛSUF 110- AYETN TEFSR 365
Allah’n Yardm Nihayette Gelir ___ _... 365
YÛSUF 111. AYETN TEFSR 1 368
RA’D SÛRES
ÇNDEKLER 13. ( ili /
378
RA’D 2. AYETN TEFSR - -
382
RA’D 3. AYETN TEFSR -
404
RA’D 11. AYETN TEFSR
404
nsandan Ayrlmayan Melekler -
... 444
BRAHM SÛRES
BRAHM 1. AYETN TEFSR ... 483
Mekk ve Medenî Olmann Önemi 483
BRAHM 2-3. AYETLERN TEFSR 483
AllahMekândan Münezzehtir .... 490
Dünyay Ahlrete Tercih Fitnesi r_ 491
Dünya Hayatnn Özellikleri 491
BRAHM 4. AYETN TEFSR 493
Her Ümmete Peygamber Gönderilmesi 493
Hidayet ve Dalaleti Allah Yaratr 495
BRAHM 5-8. AYETLERN TEFSR 498
Hz. Musa'nn Mucizeleri 499
BRAHM 7. AYETN TEFSR 502
ükür Nimeti Artrr 503
BRAHM 8-9. AYETLERN TEFSR 504
BRAHM 10. AYETN TEFSR 510
nsann Ftrat Yaratcy Tanr 511
BRAHM 11-12. AYETLERN TEFSR 1, 516
Resullerin Cevab 516
Nebi le Veli’nin Mukayesesi _. _ 519
BRAHM 13-17. AYETLERN TEFSR 521
nkarclarn Resulleri Tehdidi; Peygamberlerin Bi’setten önceki Dinleri 521
Kâfirlerin Tutumu Karsnda ilahi Tasarruf ... 522
Resullerin Zafer stemeleri 524
inadç Zorbalarn Akibeti 525
Cehennemde irin çirilmesinin zah 527
BRAHM 18-20. AYETLERN TEFSR 530
BRAHM 21. AYETN TEFSR 533
Sapanlarla Saptranlarn Ahirette
Allah’a Hiçbir ey Gizli Kalmaz
Münakaalar — 533
534
BRAHM 22. AYETN TEFSR 537
eytann Ahiretteki Hitabesi 537
eytann nsan Üzerinde Hakimiyeti Yoktur 539
Asl eytan Nefistir .-. 540
eytan Nasl Vesvese Verir? 541
eytann erik Koulmas 544
BRAHM 23. AYETN TEFSR .. 545
Cennetliklerin Karlanmas 545
BRAHM 24-26. AYETLERN TEFSR 546
yi ve Kötüler Hakknda Darb- Mesel 546
Güzel Söz, Verimli Aaç
Gibidir ..... 547
Allah' Tanmadaki Lezzet 548
Marifetullah’n Meyveleri 549
Kötü Söz Kötü Bitkiye Benzer 1 552
ÇNDEKLER 555