You are on page 1of 562

MM.

A . A

fahrim er-razi

TEFSR KEBÎR
FÂ1ÎHLPL - GAYB

HUZUR
YAYNEV
HUZUR YAYINEV
Tefsir : 1/13
TK-ISBN 975-8666-14-2
ISBN 975-8666-27-4

EDTÖR Ahmet Hikmet Ünalm


TASHH HEYET smail Karakaya -Ömer Parlak
Ahmet Tülek
SAYFA DÜZEN Suat Teke

© Bu tercüme eserin bütün hakk HUZUR YAYINEV’ne aittir.

BASKI : Eren Ofset


CLT : Özgün Ciltevi

STANBUL 2002
FAHRUDDIN ER-RA2I

TEFSÎR- KEBÎR
MEFÂTÎHU’L GAYE -

13. CLT

TERCÜME
Prof. Dr. Suat YILDIRIM • Prof.Dr. Lütfullah CEBEC
Prof. Dr. Sadk KILIÇ • Ör.Gör. C. Sadk DORU

HUZUR YAYIN DAITIM


PAZARLAMA TC.LTD.T.
Çatalçeme Sk. Yücer Han No: 46/1
Tel&Faks 0212.513 01 71 - 513 50 57
Caalolu-lstanbul

Kâfirleri Memnun Etmek çin Fakir Mü’minler Uzaklatramaz

“Ey kavmim, bundan dolay sizden hiç bir mal istemiyorum. Benim
mükâfaatm ancak Allah’tandr ve ben iman edenleri kovacak da deilim.
Çünkü onlar muhakkak ki Rablerine kavuacaklardr. Ancak ben sizi cahillik
eder bir topluluk görüyorum. Ey kavmim, ben onlar kovarsam Allah'a kar
bana kim yardm eder, hiç düünmez misiniz ? Ben size, "Allah’n hâzineleri
benim yanmdadr” demiyorum. Ben gayb bilmem. “Ben bir meleim" de
demiyorum. Bununla beraber gözlerinizin hor gördüü kimseler hakknda,
“Allah onlara kesinlikte bir hayr vermez” de diyemem. Allah onlarn
içlerindekini en iyi bilendir. (Eer onlar tardedersem), o takdirde gerçekten,
zalimlerden olmu olurum”
(Hûd. 29-31).

Bu ayetlerle ilgili birçok mesele var:

Bil ki bunlar, o kâfirlerin “Aa tabakadan ve basit görülü


BRNC MESELE olanlarmzdan bakas sana olmuyor eklinde ifade
tâbi
ettikleri ikinci üphelerine cevaptr. Bu cevabn izah, birkaç
ekilde yaplabilir:

6 / 13. Cilt THFSR-1 KEBlR

Birinci ekil: Hz. Nuh (a. s) “Ben, risalet davasn tebli etmeme karlk mal
istemiyorum ki, icâbetedecek (davetime cevap verecek) kimsenin fakir veya zengin
olmas sebebi ile durum deisin. Benim, zor olan bu taata karlk ücretim, âlemlerin
Raboine aittir’’ demitir. Durum böyle olunca, onlar ister fakir ister zengin olsunlar,
teblie kar durumlar deimez.
kinci ekil: Hz. Nûh öyle demektedir: “Siz, iin zâhirine
(a. s) onlara sanki
baktnzda, beni fakir görüyorsunuz ve bundan dolay da benim, ancak elinizden
malnz almak için bu ile megul olduumu sanyorsunuz. Bu zan, sizin bir
hatanzdr. Çünkü ben, risaleti tebliime karlk sizden hiçbir ücret istemiyorum.
Benim mükâfaatm ancak, alemlerin Rabbinden olacaktr. Öyleyse, bu yanl zannnz
sebebiyle, kendinizi dini (uhrevi) mutluluktan mahrum etmeyiniz."

Üçüncü ekil: Onlar, “Sen de bizim gibi bir insansn. Sizin bize kar bir
üstünlüünüzü de görmüyoruz demilerdi. te bunun üzerine Nûh (a. s), Hak
Teâlâ'nn kendisine, onlardan üstün olmasn salayan pek çok ey verdiini; ite
bundan ötürü dünya peinde komadn; vazifesinin ancak din peinde komak
olduunu; dünyadan yüz çevirip, ona iltifat etmemenin de, -herkesin üzerinde ittifak
ettii gibi-, faziletlerin en belli ballarndan olduunu söylemitir. Belki de Nûh (a.s)’un

maksad, bu bakmdan bir faziletinin olduunu bildirmektir.

Ayetteki jjjJi ijlL Ut Uj Ben imân


“ edenleri kovacak deilim” ifâdesi,
Nûh kavminin, kendilerini o fakirlerle birlikte olmaktan kurtarmak için, Hz. Nûh’dan
âdeta onlar kovmasn istediklerini göstermektedir. bn Cüreyc'in rivayetine göre,
onlaröyle demilerdir: “Nûh, eer sana tâbî olmamz istiyorsan, yanndaki fakir
fukaray kov. Çünkü biz, onlarla beraber olmaya râz olamayz.” Bunun üzerine Hz.
Nûh (a.s): “Ben, iman edenleri kovacak deilim” demitir. halde Cenâb- Hakk’n u
onlarn söylediklerini naklettii, “Aa
tabakadan ve basit görülü olanlarmzdan
bakasnn sana tâbi olduunu görmüyoruz” eklindeki sözleri, o kâfirlerin, Hz. Nûh
(a.s)’dan, yanndaki mü’minleri kovmasn istediklerini dolayl olarak gösteren bir

delildir. Çünkü bu, onlarn sanki “Eer sana kavmin ileri gelenleri uymu olsalard,
biz de sana uyar, yolunca giderdik” demi olduklarnn delilidir.

Mü’minleri Kovmay Engelleyen Sebepler

Daha sonra Cenâb- Allah, Hz. Nûh’un o mü'minleri kovmadn nakletmi ve


bu tür bir kovmadan kaçnmay gerektiren hususu açklamak irin «*.• üç eyi
bildirmitir:

a) “Onlar, Rablerir.e kavuacaklardr.” Bu söz de. birkaç manaya gelir:

) Kâfirler, “Sana inanan bu kimseler, zâhiren gösterdikleri iman hususunda,


münafktrlar. u halde onlara kanma” demilerdir. Bundan dolay Hak Teâlâ,
durumun âhirette Rableriyle karlatklar zaman ortaya çkacan bildirerek cevap
vermitir.
12. Cüz, HÛD SÛRES 11/29-31 1.1. Cill / 7

bunu kovmaktan kaçnmann bir sebebi olarak bildirmi ve sanki “Onlar


2) O,
Rablerinin vaadettii eyle karlaacaklardr. Eer sen onlar huzurundan kovarsan,
ahirette benimle davalarlar” manasn kasdetmitir.

3) O, bu emir ile, “Bizim ahirette toplanp biraraya gelip, onlarkovduum için


hesaba çekileceim, binâenaleyh bana yardm edecek hiç kimse bulamyacam”
manasnda bir ikazda bulunmutur. Sonra Hz. Nûh (a.s) onlarn durumlarn, ilerin
âkbetlerini bilmeme ve sadece zâhire aldanmaya binâ ettiklerini beyan etmi ve,
“Ben, sizi cahillik eder bir topluluk görüyorum” demitir. Bundan sonra ise,

^J' j* “£y kavmim, ben onlar kovarsam,


’J*

Allah’a kar bana kim yardm eder?” demitir. Bu “Akl ve eriat, mü’min, muttaki
ve iyi kimseye saygnn, deer vermenin; fâcir ve kâfir kimseyi de hor ve hakir
klmann, onlara deer vermemenin gerektii hususunda mutabktr (ittifak halindedir).
Eer bu durumda kaziyyeyi, ters yüz eder ve kâfir fâciri, sayg ile yakn klp; mü’min
muttakîyi hor ve hakir klma yoluyla kovarsam,, Allah’n emrinin ve.hükmünün aksine
hareket etmi olurum ve bu hükmümde (davranmda), Allah’n, hakedenlere sevab
ve mükâfaat, bâtl ehline de cezâ verilmesi emrinin zddn yapm olurum. O zaman
da büyük bir cezay haketmi olurum. Böyle olunca Allah’a kar bana kim yardm
edebilir ve beni Allah’n azabndan kim kurtarr?- Hiç düünüp de anlamaz msnz
ki, bu uygun deildir” demektir.

Hz. Nûh (a.s) bu izahn, üçüncü bir vecih ile te’kid etmi ve “ Ben size, “Allah’n

hâzineleri benim yanmdadr” demiyorum” demitir. Bu, “Sizden böyle bir ücret
istemediim gibi, mala veya mal ile ilgili,mal almak veya mal vermek gibi bir gayeye
sahip olduumu iddiâ da etmiyorum. Ben gayb da bilmem ki, bu bilgi sayesinde
kendim ve tâbî olanlarm için istediim eylere ulaaym. Yine ben, bir melek
olduumu da söylemiyorum ki bu yüzden size kar büyükleneyim. Aksine benim
yolum, huzû ve tevâzûdur. Durumu ve yolu böyle olan, fakir fukaraya karmaktan
kibirlenmez, geri durmaz, hep emîrlerie sultanlarla oturup kalkmay istemez. Bu
kimsenin ii, dini istemek; sireti (ahlâk) da, mütevâzî ve huûlu kimselerle oturup
kalkmak, onlarla neir olmaktr. Benim yolum da, fakir fukarayla har neir
har
olmay gerektirdiine göre, siz nasl bunu benim için bir ayp sayarsnz?” demektir.
Hz. Nûh beyân ettii bu hususu, dördünci bir yol ile te’kid ederek, “Bununla
(a.s)

beraber, gözlerinizin hor gördüü kimseler hakknda, “Allah onlara kesinlikle bir
hayr vermez” de diyemem” buyurmutur. Bu, sanki onlarn Hz. Nûh’a, fakirlik ve
zillet ile birlikte uyulmasn münâfklk saydklarna delâlet eder gibidir. Bundan dolay

O, “Ben, bunu söyleyemem. Çünkü bu, gayb cinsinden bir husustur. Gayb ise ancak
Allah bilebilir. Dolaysyla,olabilir ki onlarn içleri - dlar bir olur ve Allah onlara âhiret
mülkünü verir, böylece de ben, haber verdiim hususta yalanc olmu olurum. Demek
ki eer
ben böyle yaparsam, hem kendime zulmedenlerden, Allah onlara âhirette
hayr vermi olduu halde, onlarda hiçbir hayr olmadn söylemi olacam için,
hem de onlara zulmetmi olanlardan olurum” demitir.
s / ., ait TEFSÎR-t KEBÎR

Bir grup alim, bu ayeti, meleklerin peygamberlerden daha


KNC MESELE üstün, faziletli olduuna delil getirmiler ve öyle
Peygamberler (a.s)’in Meleklerden "Ben, öyle öyle iddia
demilerdir: "Bir kimse,
Üstün Olduu etmiyorum” dedii zaman, bu ancak o ey, sözü söyle-
yenin hallerinden daha üstün ve erefli bir hal olduu
zaman uygun ve güzel olur. Bu sözü söyleyen Hz. Nûh (a.s) olduuna göre,
meleklerin derecesinin, peygamberlerinkinden daha yüce ve erefli olmas gerekir.”
Bu görüte olanlar sözlerini öyle devam ettirmilerdir: "Durum nasl böyle olmasn
ki? Melekler, yaratldklar andan, tâa Kyamet kopuncaya kadar, ömürleri boyunca
Allah’a ibadete devam etmilerdir.”

Bu husustaki sözün özü udur: Ruhânî ve gerçek faziletler, ancak u üç eydir:


a) Mutlak istinâ (hiçbir eye ihtiyac olmama) hali. Dünyada, genellikle öyle
olur:Çok mala sahip olan kimse, "zengin” (gani, müstani) diye nitelenir.
Binâenaleyh Nûh (a.s)’un, “Ben size, Allah’n hâzineleri benim tanmdadr"

demiyorum sözü, âdetâ, "Ben, mutlak manada bir istinâ iddiasnda deilim”
manasna bir iâret olmu olur.

b) Tam ilim. Buna da, “Gayb da bilmem” sözü ile iaret etmitir.

c) Tam mükemmel bir kudret. Kudret ve kuvvet itibar ile meleklerin, mahlûkatn
ve
en kuvvetlileri olduu akllarmza yerlemitir. te Hz. Nûh (a.s), “Ben, bir meleim”
de demiyorum ” sözü ile de buna iâret etmitir. Bu üç hususun zikredilmesinden
maksad, unu ortaya koymaktr: "yi biliniz ki benim yanmda, bu üç mertebeden
ancak, beerî kuvvete ve nsanî tâkata uygun düen miktar var. Mutlak kemâle
gelince: ben onu asla iddiâ etmiyorum.” Durum böyle olunca, Hz. Nûh (a.s)'un, “Ben
bir meleim” de demiyorum” ifadesinin, meleklerin insanlardan daha mükemmel
olduuna delâlet ettii ortaya çkm olur. Hem bu sözü, onlarn ileri sürdükleri
üpheye bir cevap klmak da mümkündür. Zira onlar, Nûh (a.s)’a tâbi olanlar fakirlikle
ta’n etmilerdi. Bunun üzerine de Nûh (a.s), “Ben size “Allah’n hâzineleri benim
yanmdadr” demiyorum ki, onlar zengin yapaym!” demiti. Yine onlar, Hz. Nûh’a
tâbi olanlar münâfklkla itham etmilerdi. Bunun üzerine de Nûh (a.s), “Ben
gayb bilmem., ki onlarn içlerinin durumunu bileyim!.. Durumlar ancak, zahire
göre deerlendirilir “ demitir.Yine onlar, onlar, olmas gerektii gibi
birtakm fiilleri

yapmadklarn söyleyerek tenkit etmilerdi. Bunun üzerine de Nûh (a.s), “Ben bir
meleim” de demiyorum ki böylece, bütün ehvanî ve nefsanî arzu ve isteklerden
uzak ve berî olaym!..” demiti.

Birtakm kimseler, peygamberlerden günah sâdr olaca


ÜÇÜNCÜ MESELE hususunda bu ayetle istidlâl ederek öyle demilerdir:
Peygamber Fakir Mü minleri Kovmu "Bu ayet, kâfirleri memnun etmek maksadyla mü’minleri
mudur? kovmann, en büyük günahlardan olduuna delâlet etmitir.

Ama görüyoruz ki Hz. Muhammed honut
(s. a.s) kâfirleri

etmek için, fakir kimseleri huzurundan kovmutu. Bunun üzerine de Cenâb- Hak,
12. Cüz. HÛD SÛRES 11/32-34 13. Clll / 9

“Sabah akam, Rablerine, srf O’nun cemâlini dileyerek, duâ edenleri huzurundan
kovma...” (En'&m, 52 buyurarak, onu azarlamtr. Bu da, Hz. Muhammed (s.a.s)’in
)

günaha yeltendiine delâlet eder.”

Buna öyle cevap verilebilir: Bu ayette bahsedilen kovma, ebediyen mutlak


mânada kovma manasna hamledilmitir. Halbuki Hz. Muhammed (s. a. s) hakknda
bahsedilen kovma meselesi, bir fayda düünülerek, sadece muayyen vakitlerde onlar
uzak tutma manasna hamledilmitir.

Cübbaî, Hz. Nûh (a.)’un, “Ey kavmim, ben onlar


DÖRDÜNCÜ MESELE kovarsam Allah’a kar bana kim yardm eder?” ifadesiyle
istidlâlazâb savuturmak için, Allah katnda
ederek,
efâatçi olmann caiz olmadn söylemitir ki, bu ayetin manas, “Eer bu kovma
haram ise, o takdirde kim Allah’a kar bana yardmc olabilir? Yani, kim beni O’nun .aza-
bndan kurtarr? ” demektir. Dolaysyla, efâat ayet caiz olsayd, o zaman bu, Hz. Nûh
(a. s) hakknda da câiz olurdu. Bu durumda da Nûh (a.s)’un, ‘Allah’a kar bana kim

yardm eder?” ifadesi manasz olurdu. Bil ki bu istidlâl, Mu’tezile’nin, tpk, UJJ yL\j \

i-* p* (Bakara. 48) ayetiyle yapm olduklar istidlâle benzemektedir.


Buna burada verilecek cevap, o ayette verilen cevâbn aynsdr.

Hakk Yüceltmek çin Mücadele Peygamberlerin Yoludur

“Dediler ki: “Ey Nûh, bizimle cidden uratn. Bizimle olan bu mücadelende
ileri de gittin. Eer sen doru söyleyen kimselerden isen, bizi tehdit edip
durduun azab haydi getir bize!” (Nûh da): “Dilerse onu size ancak Allah
getirif. Siz (onu) âciz brakabilecekler deilsiniz” dedi. Eer Allah sizi helâk
etmeyi dilemise, ben sizin iyiliinizi arzu etmi olsam bu nasihatim
bile, size
fayda vermez. O, sizin Rabbinizdir ve nihayet ancak C’na
döndürüleceksiniz”

(Hûd. 32-34).
m ”

10 / 13. Cilt TEFSlR-1 KEBlR

Ayetle lgili birkaç mesele vardr:

Bil ki kâfirler, o üpheleri Nûh (a. s) da doru ve


ileri sürüp
BRNC MESELE uygun cevaplarla o üphelere karlk verince, kâfirler, Hz.
Nûh’a uiki sözü yöneltmitir:

1) Onlar, Hz. Nuh’u, çok mücadele etmekle niteleyerek, ü tjfö

UJüjr & j£\» “Ey Nûh, bizimle cidden uratn. Bizimle olan bu mücadelende ileri de
git: ..." demilerdir ki bu, Hz. Nûh (a.s)’un onlarla çok megul olduuna delâlet
eder. Bu mücâdele ancak nübüvvet ve meâdi isbât hususunda olmutur ki
tevhîd,
bu da, delilleri izah etme, üpheleri ortadan 'kaldrma hususunda mücadele etmenin,
peygamberlerin sanat; takild, cehâlet ve bâtlda srar etmenin de kâfirlerin sanat
olduuna delâlet etmektedir.

Müriklerin Çarçabuk Azap stemeleri

2) Onlar, Hz. Nûh’un kendisiyle kendilerini tehdit etmekte olduu o azâbn hemen

gelmesini isteyerek jji lUl ja cJT il UJuî U. ÜJli Eersen doru söyleyen kimse-
lerden isen, bizi tehdit edip durduun azab haydi getir bize!” demilerdir. Nûh (a. s)
da, benu doru bir cevapla cevaplayarak Uj ili il iill jJiLjlj UÎI
“Dilerse onu size ancak Allah getirir. Siz O’nu aciz brakabilecekler deilsiniz...”
demitir ki bu, “Azâb getirme ii, bana ait deildir. O, Allah’n yapaca bir itir.
Binâenaleyh, O onu, isterse, istedii gibi yapar. O, azab indirmeyi istediinde, hiç
kimse O’nu acze düüremez. Yani, O’nun azâb indirmesine mâni olamaz..."
demektir. “Mu’ciz" bakasnn istediini imkânsz hale getirmek için, kendi
nezdindekini yapan kimsedir. Binâenaleyh bu kimse, ‘‘Onu acze düürdü, âciz
brakt’ diye vasfedilir. O halde, Cenâb- Hakk’n, jjjpyküj Uj buyruunun manas,
“Sizin,O'nun katindakini yapma imkânnz yoktur. Binâenaleyh, eer üzerinize azab
indirmeyi isterse, Allah’n dilemi olduu azâb indirmesi imkânsz olmaz...” eklinde
olur. Bu ifâdenin mânasnn:
a) “Sîzler, mâni olamazsnz";

b) “Sizler, kendinizi koruyamazsnz";


kurtulamazsnz" eklinde olabilecei de
c) “Sizler, ileri sürülmütür ki, bütün
bu manâlar birbirine yakndr.

Bil ki Nûh (a. s), onlarn üphelerine cevap verince, sözünü kesin bir ifâdeyle
bitirerek, J' Oi *&. Vj “..ben sizin iyiliinizi arzu etmi olsam
bile,bu nasihatim size fayda vermez... demitir. Yani, “Eer Allah sizi saptrmay
istemise, benim nasihatim kesinlikle size fayda vermez...” demektir. Alimlerimiz,
bu ayetle, Allahu Teââlâ’nn bazan, kulundan küfrü irade ettii ve O, ondan bunu
dilediinde de, o kuldan imann sâdr olmasnn imkânsz olduu hususunda istidlâl
ederek öyle demilerdir: “Nûh (a.s), “Eer Allah sizi saptrmay dilemise, ben sizin
1

12. Cüz, HÛD SORES 1 1/32-34


_ 13^ Cilt / 1

iyiliinizi arzu etmi olsam bile, bu nasihatim size fayda vermez...” demitir
bu ki,

kelamn takdiri, “Eer Allah sizi saptrmay ve dalâlete düürmeyi istemise, benim
nasihatim fayda vermez...” demektir. Bu da, bizim görüümüz lehinde olan açk bir
ifâdedir.”

Mutezile’nin Bu Ayeti Tevili

Mutezile ise öyle demitir: Ayetin zahiri, Allah Teâlâ’nn, kâfirleri saptrmay
istediinde, peygamberinin nasihatinin fayda vermeyeceine delâlet etmektedir ki,
bu bizce de müsellemdir. Zira biz biliyoruz ki Allah bir kulunu saptrmak istediinde,
o kuluna nasihat edenlerin nasihati fayda vermez. Fakat, “Siz niçin, “Allah bu
saptrmay istemitir” diyorsunuz? Zira münakaa ancak hu husustadr. Aksine biz
diyoruz ki, Nûh (a.s) bu sözü ancak, Allah onlar saptrmadna, aksine tercihi onlara
braktna delâlet etsin diye zikretmitir. Bunu u iki ekilde -izah edebilirizr

1) Nûh (a.s), Allah'n kullarn saptrmak istedii zaman, onun nasihatinin herhangi
bir faydas olamayacan beyan buyurmutur. Binâenaleyh, onun nasihatnda
herhangi bir fayda olmasayd, Allah, Nûh (a.s)’a, kâfirlere nasihat etmesini
emretmezdi. Halbuki müslümanlar Nûh (a.s)’un, kâfirleri dine davet etmekle ve onlara
nasihat etmekle görevli olduu hususunda ittifak etmilerdir. Böylece, bu nasihatin
faydadan hâlî olmadn anlam oluyoruz. Nasihat faydadan hâlî olmaynca, Allah
Teâlâ’nn onlar saptrmadna kesinkes hükmetmek gerekir. Öyleyse bu, ite bu
açdan bizim lehimize bir delil olmu olur.

ayet, Allah’n onlar saptrdna hükmedilirse, bu, iman etmeme hususunda


2)
kâfirler için bir mazeret olur ve Hz. Nûh da onlarla münazara etmezdi. Zira onlar

Nûh (a.s)’a “Sen, Allah’n bizi saptrmas halinde, senin nasihatinin ve bizim
gayretimizin herhangi bir faydasnn bulunamyacan kabul ettin. halde sen, u
Allah’n bizi saptrmadn iddia etmekle bizi mazur klm oldun. Öyleyse, bu daveti
kabul etmemiz gerekmez” derler. Böylece durum, ayet kar tarafn demi olduu
gibi olsayd bu, kâfirlerin lehine, Hz. Nûh’un da aleyhine bir hüccet olmu olurdu.

Nûh(a.s)’unda kendisini acze düürecek Allah’n hüccetini izahtan aciz brakacak


bir sözü ileri sürmesinin caiz olamayaca malûmdur. Böylece bu anlattklarmzla,

ayetin Cebriyye’nin görüüne delâlet etmedii sabit olmu olur.

Daha sonra Mutezile, bu hususta çeitli teviller yapmtr:


1) “O kâfirler, mecbûr
Ve onlar, kendi küfürlerinin Allah’n dilemesiyle
idiler.

olduunu söylüyorlard. te bundan dolay Hz. Nûh (a.s), eer durum onlarn dedii
gibi ise, nasihatinin onlara fayda veremeyeceini söylemitir. Bunun misali bir

kimsenin çocuunu, suçundan dolay cezâlandrp; çocuu, “Ben bundan bakasn


yapamam” dediinde, babasnn, "O halde, benim nasihat ve zorlamam sana fayda
vermeyecektir” demesine benzer. Babasnn böyle demesinin maksad, çocuunu,
ileri sürdüü ey hususunda tasdik etmek deil, aksine onu kabul
etmemektir.

2) Haan el-Basrî, yuviyekum kelimesine, “size azab etmeyi...” manasn


12/13. Cilt TEFSlR-1 KEBR


vermitir. Böyle olmas halinde ayet-i kerimenin manas, “Size azâb gelip, siz de
o zaman iman ettiinizde, ite o gün benim nasihatim size fayda vermez. Çünkü,
azâb inerken edilen iman kabul olunmaz. Benim nasihatim size, ancak azâb
görmenizden önce iman etmeniz halinde fayda verir” eklindedir.

3) Cübbaî öyle demitir: “Gevâye kelimesi, isteine ulaamamaktr. Bunun delili,



Cenâb- Hakk'n, U- Jyl te bunlar da ileride azgnlklarnn cezasna
urayacaklardr” (Meryem, 59) ifâdesidir. Yani, “Ahiret hayrlarn elde edemeyecekler-
dir” demektir. Nitekim,

azgnlna
air de
mukabil, kendisini
Uftf
^
knayandan baka
^ yi
bir
y]
ey
“Kim azgnlk yaparsa,
elde edemeyecektir
demitir.

4) O kimse, küfründe devam edip onda srar edince, Allah lütuflarn ondan kesmi
ve onu kendi bana brakmtr. Dolaysyla bu durum, Cenâb- Hakk’n o kimseyi
saptrmak istemesine benzer bir haldir. te bundan dolay, “Allah, onu saptrd”
denilmesi güzel ve yerinde olmu olur.”

Mutezlle’nin bu konudaki sözlerinin tamam


budur. Mutezile’nin bu ve benzeri
fikirlerine verdiimiz cevaplar, defalarca geçmiti. Binâenaleyh, bunlar defalarca
tekrarlamaya mahal bulunmamaktadr.

Cenâb- Hakk’n, “Eer Allah sizi helâk etmeyi dilemise,


KNC MESELE ben sizin iyiliinizi arzu etmi olsam bile, bu nasihatim size
” ayeti,
ki art Cümlecii htiva Eden Cümle fayda vermez. . . artn
kendisinden sonra baka bir
geldii, bir arta balanan bir “ceza” cümlesidir. Bu da,
lafz bakmndan sonra gelen, artn hükmünün var olmas bakmndan önce olmasn
gerektirir. Bu böyledir, zira bir kimse hanmna, “Eer sen eve girersen bosun!”
dediinde, bundan anlalan, talâkn, girme iinin levazmndan olmasdr.
Binâenaleyh o kimse, meselâ, “Eer ekmek (de) yersen...” demek suretiyle, önceki
(eve girmek) artndan sonra, bir baka art daha ilave ettiinde, o zaman anlalan
ve kastedilen önceki arta balanm olan o cezann, ikinci artn tahakkukuna da
balanm olmasdr. Halbuki art, var olma bakmndan, merût’tan, (art koulan
eyden) önce olur. Buna göre, eer ikinci art tahakkuk ederse, cezâ o birinci arta
balanm Ama, ikinci olarak zikredilen art bulunmad zaman, o cezâ, o
olur.
zaman birinci arta taalluk etmez. te ayetin terkibindeki hakikat de budur. te
bundan dolay fukaha, lafzda muahhar olan artn, manada önce; lafzda önce
olann, manada sonra geleceini söylemilerdir.

Bil ki Nûh (a.s), bütün bunlar izah edince, öy* ') 15yj y ‘O, sizin Rabbinizdir.
Ve nihayet ancak Ona döndürüleceksiniz” demitir. Bu, tehdidin doruk noktasdr.
Yani, “O, sizi yaratan, sizi terbiye eden, ölümden önce ve ölüm esnasnda, sizin
zâtve sfatlarnzda tasarruf sahibi olan ve ölümünüzden sonra da kendisine
varacanz ilâhnzdr” demektir. te bu üslup sakndrmann en ileri derecesini ifâde
eder.
TEFSlR-t KEBÎR

"
Nûh'a u hakikat vahyolundu: “Kavminden gerçek iman etmi
olanlardan bakas aslâ iman etmeyecekler. O halde ileyegeldikleri eyden

tasalanma

(Hûd, 36).

Ayetle ilgili birkaç mesele vardr:

bn-i Abbas öyle demitir: “Bu azâb Allah katndan


(r.a)

BRNC MESELE gelince, Hz. Nûh (a.s), kavmine bedduâ ederek: “Yâ
Rabbi, yeryüzünde kâfirlerden yurt tutan hiçbir kimse
brakma!” { Nûh, 26) demitir.

u halde Cenâb- Hakk’n Sti buyruunun manas “üzülme” demektir.


Ebu Zeyd öyle demitir: “Arapça’da, insann bana holanmad birey geldiinde
j&\ ‘‘adam hüzünlendi” denilir. Nitekim Ebu Ubeyde, jJî «M U
JUI 'J-“Allah'n taksimine sana ayrdna, hiç hüzünlenmeksizin
yöne! ve al onu! Efendi efendi, gönlü rahat kii olarak otur yerine!..” beytini
nakletmitir. Buradaki gayre mubteis: “Mahzun olma, ve ho karla...” demektir.

Alimlerimiz, kazâ ve kader hakkndaki görülerinin doru


KNC MESELE olduuna dair bu ayetle istidlâl ederek öyle demilerdir:
“Allah Teâlâ, Hz. Nûh (a.s)’un kavminin, artk bundan
sonra iman etmeyeceini haber vermitir. Binâenaleyh, ayet onlardan iman tahakkuk
etmi olsayd o zaman bu iman ya hem bu haber ve bu bilgi doru bir haber ve bilgi
olarak kalmas; yahut bu haberin yalana, bu ilmin de cehle dönümesi tarznda
tahakkuk etmi olurdu. Birincisinin bâtl olduu açktr. Zira imann varl halinde,
imann yokluuna dair haberin doru olmas; iman mevcut iken imann yokluuna
dair bilginin hasl olmas, iki zddn ayn anda bir arada bulunmas demek olur.
• «

de bâtldr; zira, Allah’n haberinin yalana, ilminin de cehle dönümesi


kincisi
imkânszdr. Onlardan imann sadr olmasnn, mutlaka bu iki ksm üzere olmasnn
gerektii ve bunlardan herbirinin de imkânsz olduu sabit olunca, onlar iman etmekle
emredilmi olduklar halde, onlardan imann sadr olmas imkânsz olur. Hem kâfirler
iman etmekle emrolunmulardr. Allah’, verdii her haber hususunda tasdik etmek
de imandandr. Cenâb- Hakk’n, “ kavminden gerçek iman etmi olanlardan bakas
aslâ iman etmeyecektir” beyan da bu manadadr. unu kabul etmemiz gerekir:
Onlar, kendilerinin iman etmeyeceklerine dair habere de iman etmekle görevli idiler
ki bu, iki zdd bir arada bulundurmay teklif etmektir. Bu sözün izah, bu kitapta
defalarca geçmitir.

Mutezile, Allah’n, içlerinde iman edeceklerini yahut da,


ÜÇÜNCÜ MESELE zürriyetleri içinde iman ea-^cek kimselerin bulunduunu
bildii bir kavme, köklerini Kazyp kurutan bir azâb
1
2 _Çü*. HDD SÜR ES 1 1/37
'A-VI'L' i?

indirmesinin câiz olup olmad hususunda ihtilâf etmilerdir. Bu cümleden olarak,


bazlar bunun caiz olmadn ileri sürmüler ve Cenâb- Hakk'n, Nûh (a.s)’dan
nakletmi olduu, "Ya Rabbi yeryüzünde kâfirlerden yurt tutan hiçbir kimse
brakma! Çünkü eer sen onlar brakrsan, kullarn yoldan çkarrlar. Kötüden,
(">/ kâfirden baka da evlât dourmazlar’’ (Nuh, 26-27) sözüne tutunarak öyle
demilerdir: “Bu, Allah Teâlâ’mn ne onlarn içinde, ne de onlarn zürriyetleri içinde
man edecek tek bir kimsenin bulunmadn bildii için, onlarn üzerinde köklerini
kazyan bir azâb indirmi olmasnn yerinde ve uygun olduuna delâlet etmitir.”
Ham, Mutezilî bir alim olan Kadî, hem de bizim alimlerimizin pek çou ise öyle
dtmllerdir: “Allah Teâlâ’nn, onlarn içinde iman edecek olan bir kimsenin
bulunduunu bildii halde, azâb indirmesi câizdir."
Nûh “Ya Rabbi, yeryüzünde kâfirlerden yurt tutan hiçbir kimse
(a.s)’un,

brakma!” eklindeki sözüne gelince bu, Hz. Nuh’un bunu, ancak, onlarn Allah’n
kullarn saptrdklarn ve onlarn dourduklarnn da sadece öz günahkâr ve kâfir
olduklarn bildii için, istemi olduuna delâlet eder ki, bu da, bu hükmün, bu ki
lletin toplamna göre verilmi olduuna delâlet eder. Yine bu ifâdede, bu iki illetin

bulunmamas halinde o azâbn indirilmesinin caiz olmayacana dair bir delil de


bulunmamaktadr.

Doruya en yakn olan öyle denilmesidir: Nûh (a. s), onlarn iman etmelerini ar
bir biçimde arzulad için Rabbinden onlar brakmasn, imha etmemesini istemiti.
Bunun üzerine de Rabbi ona, kalbinde bulunan o arzuyu silmek için, onlardan hiç
kimsenin iman etmeyeceini bildirmiti. te bundan dolay Cenâb- Hak, “O halde,
ileyegeldikleri eyden tasalanma” buyurmutur. Bu, “Bundan dolay üzülme ve
bunda bir zillet olduunu sanma. Zira, kendisine tutunanlarn says az olsa dahi din
azizdir. Kendisini ileri sürenlerin says çok olsa dahi, batl, zelil ve hakirdir” demektir.

Hz. Nuh’a Gemi Yapma Emri Veriliyor

“ Bizim nezâretimiz ve vahyimiz gemi yap. Zulmedenler hakknda bana


ile

birey söyleme. Çünkü onlar suda boulmulardr ”

(Hûd, 37).


Bil k, Cenâb- Hakk’n, bir önceki ayetteki, kavminden gerçek iman etmi
10 t 13. tlll
TEFSÎR-I KEBÎR

olanlardan bakas asla iman etmeyecektir ”(Hûd. 36) beyan, O’nun, onlar helâk
edeceini, azâba duçar klacan Nûh olduunu gösterir. Ama bu,
(a.s)’a bildirmi
ayn zamanda, Allah’n onlara çeitli azabla azab edeceine ihtimali olan bir ifadedir
de. Böylece Allah Teâlâ, Hz. Nûh (a.s)'a, kendisine iman etmeyenlere, boma azab
ile azab edeceini bildirmitir. Boulmaktan kurtulmann yolu
gemi yapmak olunca,
pek yerinde olarak Cenâb- Allah da Nûh (a.s)’a gemi yapp onu hazrlamasn
emretmitir. Bunun üzerine Allah Teâlâ, Hz.Nûh’a bu gemiyi kularn göüs kafesi
biçiminde yapmasn emretmitir.

Buna göre ayet, “Cenâb- Hakk'n, iAâJi “gemi yap” emrinin vücub mu,
yoksa ibâha ifade eden bir emir mi olduu” sorulursa, biz deriz ki:

Daha zahir olan, bunun vücub ifâde eden biremir olmasdr; zira Hz. Nûh’un
hem cann, hem de bakalarnn cann
kendi bu helâktan korumasnn yolu, ancak
budur. Can, helâk olmaktan korumak ise, vâcibtir. Vâcibi gerçekletirmeye vesile
olan ey de vâcibtir. Bu emrin, vücub ifade eden bir emir olmayp, aksine ibâha ifade
eden bir emir olmas da muhtemeldir. Bu durumda bu, insann, oturup içinde ikâmet
edebilmesi gayesiyle kendisine bir ev, bir yurt edinmesi gibidir.

Allah Hakknda “A’yün” Nasl Anlalmal?


Cenâb- Hakk’n, Uijfcl> buyurmasna gelince, bu ifâdeyi u sebeplerden dolay
zahirî manasna hamletmek mümkün deildir:

a) Bu ifade, Allah Teâlâ’nn pekçok gözü olmasn iktiza eder ki, bu durumda bu,
(Tâhâ, 39) buyruunun zahirine ters düer.

Bu ifade, Nûh (a.s)’un, o gemiyi o gözler sayesinde yapm olmasn iktiza


b)

eder. Bu da, “bçak ile kestim”, “kalem ile yazdm” denilmesi gibi olur. Halbuki,
“o gözler ile yaptm” denilmesi bâtl ve yanltr.

c) Allah Teâlâ’nn uzuvlardan, organlardan, ksm ve parçalardan münezzeh


olduu kesin olan aklî delillerle sabittir. Öyleyse ite bütün bunlardan dolay bu lafz
tevîl etmek gerekir. Bu tevîl de birkaç yönden yaplabilir:

1) Bu tabirin manas, “Hz.Nûh’a, geminin nasl yaplacan öreten melein


gözetimi yap...” eklindedir. Bu tpk, 'J* ö'A “falan kii, falan üzerinde
ile...

ayn (göz)dür; onun hallerini aratrmak ve gözünü ondan hiç ayrmamak üzere
görevlendirilmitir” denilmesi kabilindendir. (Yani göz mecazi olarak “nezaretçi”
manasnda kullanlmtr.)
2) Bir eye çok itinâ gösterirse, gözünü onun üzerine diker. Binâenaleyh,
kimse bir

gözü bir eye dikmek, o eye çok ihtiyat ve itina göstermenin bir sebebi olunca, bu
ifâdedeki “ayn, ifâdesi, ihtiyât ve itinâdan bir kinaye olmu olur. te bundan

12. Cüz. HÛD SÛRES 11/38-39 13. cm / 17

dolay müfessirler, bunun manasnn, "Bizim, seni tpk, görüp ve seni kötülükleri
def edebilen kimsenin korumas tarznda olan bir korumayla gemiyi yap!” eklinde
olduunu söylemilerdir. Netice olarak denilebilir ki: Hz. Nûh (a.s)’un gemiyi yapmaya
yönelmesi u iki eye balanmtr:
a) Dümanlarnn, onun o iine mâni olamaylar.
b) Onun, geminin nasl yaplacan ve kötülüü ve erri kendisinden nasl
giderebileceini bilmesi. Cenâb- Hakk’n UJ-jj “vahyimiz ile” tabiri, Allah Teâlâ’nn
nasl yapacan vahyettiine bir iarettir. Böyle olmas halindedir ki, ancak bundan
bir netice elde edilebilir.

Cenâb- Hakk’n öyjü Yj Zulmedenler hakknda
hana hiçbir ey söyleme. Çünkü onlar suda boulacaklardr buyruuna gelince,
bu hususta u izahlar yaplabilir:

a) Bu, "Benden, onlardan azabm geciktirmemi isteme, zira ben, onlar hakknda
hükmümü verdim...” demektir. Nûh (a.s) bunu anlaynca, ite bundan sonra kavmine
bedduâ ederek, “Ya Rabbi, yeryüzünde kâfirlerden yurt tutan hiçbir kimse
brakma!..” (Nuh, 26) demitir.

Bunun manas, "O cezâlarn o zulmedenlere hemen verilmesi hususunda bana


b)
bir ey söyleme; zira ben, o azab belirli bir zamanda indirmeyi hükmedince, onu

hemencecik indirmek imkânsz olur” eklindedir.

c) Ayetteki "zulmedenler” ifâdesiyle kastolunanlar, onun karsyla olu


Ken’ân’dr.

Hz. Nûh Gemi Yapyor

“Nuh O gemiyi yapyordu. Kavminden herhangi güruh yanndan geçtikçe,


bir

onunla eleniyorlard. Dedi ki: “Eer bizimle elenirseniz, biz de sizinle bu


elendiiniz gibi eleneceiz! Artk kendisini rüsvây edecek azâbm kime
gelip çatacan, daimî azabn da kimin bana geleceini ileride bileceksiniz”
(Hûd. 38-39).
18 / 13. Cilt TEFSÎR-1 kebIr

Cenâb- Hakk’n “Nuh gemiyi yapyordu cümlesine gelince,


bu hususta ki mesele bulunmaktadr:

Bu cümle ile ilgili iki açklama yaplmtr:


BRNC MESELE a) Bunda nnuzari, mazide cereyan etmi bir durumun hikâye

edilmesidir. Yani, o vakitte, onun hakknda “gemi yapyor”


denilmesi yerinde bir ifade olurdu” demektir.

b) Kelamn takdiri “Gemi yapmaya yöneldi” eklinde olup,


• f I o •

burada 4JÜJ1 ifâdesiyle yetinilnvitir.

Alimler, bu geminin vasf hususunda pekçok görü


KNC MESELE '

belirtmilerdir:
Geminin Baz Vasflan 1) Nûh (a.s), o gemiyi iki senede yapt. Bunun dört senede
yapld da ileri .sürülmütür. Ve yine o geminin
uzunluunun üçyüz zirâ’, eninin elli zira’ olduu belirtildii gibi, onun yukarya doru,

su yüzünden itibaren yüksekliinin otuz zirâ’ olduu ve'abanoz aacndan yapld,


üç bölümü bulunduu: en alt bölüme vahi hayvanlarn, yrtc hayvanlarn ve
haerâtn; orta bölüme hayvanlarn ve en’âm (sr, deve, koyun cinsi) yüklendii;
en üst bölüme de kendisiyle beraber, inananlar ve ihtiyaç duyduklar yiyeceklerin
konulduu, ayrca Hz. Adem’in cesedinin de gemiye yüklendii de ileri sürülmütür.

2) Haan el-Basrî öyle demitir:

“Geminin boyu binikiyüz; eni ise altyüz zirâ’ idi.”

Bil ki bu gibi konular benim houma gitmiyor. Çünkü bunlar bilinmesine kesinlikle
ihtiyaçolmayan ve bilinmesinde fayda da bulunmayan eylerdir. Dolaysyla, böyle
konulara dalmak lüzumsuz eylerden olur. Hele hele ortada doru olan gösteren
herhangibif belge olmazsa. Bizim bildiimiz, o geminin, Hz. Nûh (a.s)’un kavminin
mü’minlerini, ihtiyaç duyduklar eyleri ve her hayvandan bir çifti alacak kadar geni
olmasdr. Çünkü bu kadar bilgi Kur'ân’da zikredilmitir. Fakat bunun dnda kalan
hususlar Kur’ân’da zikredilmemitir.

t
*
k

Kavminin Hz. Nuh ile Alay Etmesi

Cenâb- Hakk’n 'j/y* U» "Kavminden herhangi bir güruh


yanndan geçtikçe onunla eleniyorlard ” buyruuna gelince, bunda geçen “mele”’
kelimesinin tefsiri hususunda u izah yaplmtr:

a) Bu; onlardan herhangi bir güruhtur;

b) Onlarn ileri gelenlerinden ve kodamanlarndan olan bir güruhtur. Alimler,


onlarn hangi hususta Hz. Nûh (a.s)’la alay ettiklerinde ihtilaf etmilerdir. Bu konuda
da u izahlar yaplmtr:
12. etiz, HOp SÛRES 1 1/38-39 13. Cilt / 19

1) Onlar, "Ey Nûh, sen Allah’n peygamberi olduunu iddia ediyordun; ama imdi
marangozlua baladn" diyorlard.

2) Eer sen, iddianda doru olsaydn, tanrn seni bu zor ve güç iten müstani
Klar, böylesine yorulmana ihtiyaç brakmazd" diyorlard.

3) Onlar daha önce hiç gemi görmemi ve ondan nasl istifâde edileceini
bilmiyorlard. te bundan dolay gemiye ayor ve Hz. Nuh’la alay ediyorla.d.

4) O gemi gerçekten çok büyüktü ve Hz. Nûh (a. s) onu sudan çok uzak bir yerde
yapyordu. Onlar, bundan ötürü, “burada su yok ve senin onu büyük nehirlere,
denizlere taman mümkün deil” diyorlar ve bunu bir nevî aklszlk ve delilik

ayyorlard.

5) Hz. Nûh'un kavmi içindeki ömrü uzayp, bu müddet zarfnda onlar boulma
azab ile inzâr edince ve onlar da buna
emare ve iaret dair hiçbir görüp müâhede
edemeyince, zann- galiblerince, Hz. Nûh (a.s)’un bu sözünde yalanc olduuna
hükmettiler. Bu sebeble de, Hz. Nûh (a.s) gemi yapmaya balaynca, onunla alay
ettiler. zah edilen bütün bu hususlar ihtimal dahilindedir.

Hz. Nuh’un Onlara Cevab

Allah Teâlâ daha sonra, Hz. Nûh (a.s)’un UT tö liU J\

" Eer bizimle alay ederseniz, biz de sizinle, bu alay ettiiniz gibi, alay edeceiz”
dediini nakletmitir. Bu ifade ile ilgili olarak u izahlar yaplmtr:
1) Kelamn.takdiri, "Eer siz bizimle u anda eleniyor iseniz, banza dünyada
boulma belas, de zelil ve rüsvay olma hadisesi geldii zaman,
ahirette biz de sizinle
aynen sizin elendiiniz gibi, sizinle alay edeceiz” eklindedir.

2) Eer yaptmz i hususunda, câhil olduumuzu söylüyorsanz, biz de size,

üzerindeolduunuz küfür hususunda ve Allah’n gazab ileazabna maruz kalmanz


hususunda cahil olduunuzu söylüyoruz. Demek ki siz, alay edilmeye bizden daha
müstehaksnz. •

3) Eer siz, bizim câhil olduumuzu söylüyorsanz, bilin ki biz de sizin câhil

olduunuzu söylüyoruz. Hem sonra sizin cehâletiniz daha çok ve daha ileridir. Çünkü
siz, tpk çocuklarn ve câhillerin yapt gibi, iin gerçeini bilmeyip, durumun zâhirine

aldandnz için, bizim câhil olduumuzu söylüyorsunuz.

mdi, "Alay ve istihza günahtr. Öyleyse bunu yapmak, peygamberlere nasl uygun
düer?” denilirse, biz deriz ki: "Allah Teâlâ, alaya karlk vermeyi, mukabele etmeyi
"alay etme ” diye ifâde etmitir. Bu tpk Allah Tealâ’nn “Kötülüün karl ona
denk bir kötülüktür” ( urâ, 40) ayetinde olduu gibidir.

1) Yani burada yaplan alay ve kötülüün karln, layk olduu cezay verme söz konusudur ve bu
müakele denilen san'at kullanlarak, mahiyet farkl olduu halde ayn k »lime
kötülük deildir. Fakat
kullanlmtr. (Ç)-
tu r u. v.111 TEFSlR-1 KEBÎR

Cenâb- Hak, *s$i


'j*
ö j-i-US “Artk kendisini rüsvay edecek
azabn kime gelip çatacan ileride bileceksiniz" buyurmutur. .Yani, “Alay edilmeye
kimin müstehak olduunu ve kimin en güzel neticeyi elde edeceini bileceksiniz.”

Ayetteki 4JU jâ “Kime gelecek” ifâdesi hususunda u iki izah yaplmtr:


Bunun bandaki men edat, eyyü manasnda bir istifhamdr. Buna göre sanki,
a)

“siz, o azabn hangimize geleceini göreceksiniz” denilmektedir. Bu izaha göre, men,

mahallen merfu, mübtedâ olmu olur.

b) Bu edat, ellezi manasnadr. Bu durumda o mahallen mansub olur.

(
Cenâb- Hak,
bileceksiniz)”\ yani
^ ^ J**ij “Daimi azabn da kimin
“o azabn, devaml olarak, kime musallat
bana
olacan
geleceini
görüp
anlayacaksnz...” buyurmutur.

Geminin Tamamlanmas ve Bindirme leminin Yaplmas

s + * * + \

0^ j* \\*j Üyh\*~sc

“Nihayet emrimiz gelip de frn kaynad zaman, dedik ki: “Her birinden
ikier çift ile, aleyhinde söz geçmi (helakleri takdir edilmi) olanlar müstesnâ,
Sileni ve iman edenleri, içine yükle. ” Zaten onun yanndaki az sayda
insandan bakas da iman etmemiti”
(Hûd, 40).

Ayetle ilgili birkaç mesele vardr:

Keâf sahibi öyle demitir: “Ayetin bandaki hatta,


BRNC MESELE kendisi ile yeni bir cümleye balanan, hatta-y ibtidâiyyedir.

Burada o, art ve ceza cümlesinin bana gelmi ve geçen


ayetteki, “ve (Nûh) gemiyi yapyordu” (Hûd. 38) cümlesinin gâyesi (son vadesi)
olmutur. Yani, "Nûh o gemiyi, vaadedilen o tufan vakti gelinceye kadar yapt”
demektir.”
ir n\r, hOd sûresi n /40 13. Çili / 21

Ayetteki, “Emrimiz gelip” ifâdesindeki “emir” kelimesi u


KNC MESELE iki manaya muhtemeldir:
Emr Kelimesinin Tefsiri a) Allah Teâlâ, hereyin kendi emri ile olduunu beyân

buyurmutur. Nitekim O, Bir eyin olmasn dilediimiz
KiMun sözümüz ancak ona “ol” demektir. O da derhal oluverir” (N^, 40 )

buyurmutur. te bu ayetteki “emir” ile de bu mana kastedilmitir.

b) Bununla vaadedilen o azab irade edilmitir.

Ayette geçen “tennûr” ile ilgili iki görü vardr:


ÜÇÜNCÜ MESELE a) Bu, içinde ekmek piirilen “tandr” manasndadr.
Tennûr Hakknda zahat b) Bu, tandrdan baka bireydir.
Birincisi, bn
Abbas, Haan el-Basrî ve Mücâhid gibi
büyük bir ksmnn
müfessirlerin görüüdür. Bunlar da kendi aralarnda ihtilaf etmiler
ve bazlar bunun, Hz. Nûh’a ait bir tandr olduunu söylerken; Hz. Adem’e ait bir

tandr olduu da söylenmitir. Nitekim Haan


“bunun tatan olup, Hz.
el-Basrî,
Havva’ya ait iken daha sonra Hz.Nûh'a geçtiini” söylemitir. Alimler bu tandrn
nerede olduu hususunda da ihtilaf etmilerdir: a’bi, onun Küfe taraflarnda
olduunu söylemitir. Hz. Ali (k.a.v)’den, “onun, Küfe Mescidi’nde olduu” rivayet
edilmitir. O: “Onun içinde, yetmi peygamber ekmek piirmitir” demitir. Bu
tandrn, am'da “Aynü Verdân” denilen yerde olduu da söylenmitir. Bu görü
Mukatil'e aittir. Bu “tennûr”un, Hindistan’da olduu da söylenmitir. Yine Hz.
Nûh’un hanmnn o tandrda ekmek piirdii, Hz. Nuh’a tandrdan su çkmaya
baladn haber verdii, böylece Hz. Nuh'un eyalar gemiye yüklemeye balad
da söylenmitir.

kinci görüe göre, ayetteki “tennûr” ile, ekmek piirilen tandr kastedilmemitir.
Bu görüe göre, tennûr hakknda çeitli izahlar yaplmtr:
1) fkrmaya balad” manasndadr. Nitekim Cenâb- Hak,
Bu, “yeryüzünden su
“Biz de göün kaplarn açp, arl arl su akttk. Yeri de kaynaklar halinde
fkrttk. (Her iki) su, ezelde takdir edilmi bir emr üzerinde birleiverdi" (Kamer,*
n- 12) buyurmutur. Araplar, yeryüzüne “tennûr” demilerdir.

2) Tennûr, yeryüzünün en kymetli ve en yüksek bir yeridir. Tufan suyu, Hz. Nûh
için bir mucize olsun diye, o yüksek yerden çkarlmtr. Hem sonra manas, “su,

yeryüzünün yüksek tepelerinden ve yerlerinden kaynayp fkrnca, bu yerler,


yüksekliinden ötürü tandrlara benzetildi” eklindedir.

3) Bu kelime, “sabah dodu” manasnadr. Bu görü, Hz. Ali’den nakledilmitir.

“i iddetlendi (hzland)” manasna olmas da muhtemeldir.


4) Kelimenin,,
Nitekim Arapçada,
ayetin manas, “Ey Nûh, iin
^kztn
“Tandr kzd” yani (i kzt)” denilir. Buna göre
ve suyun çoaldn gördüünde, kendini
ve beraberindekileri gemiye alp kurtar" eklinde olur.
22 / 13. Cilt TEFSÎR-I KEBÎR

Eer, “Bu görülerin dorudur?” denilirse, biz deriz ki: Aslolan (dorusu)
hangisi
sözü, hakiki manasna hamletmektir. “Tennûr” lafznn ise, hakiki manas “ekmek
piirilen yer” demektir. Dolaysyla bu lafz, bu manaya almak gerekir. Suyun ilk önce
belli bir yerden fkrmaya baladn ve o yerin de (Hz. Nuh’un) tandr olduunu
söylemek de aklen imkânsz deildir.

Eer denirse ki:


“Tennûr” kelimesi elif-lam’ldr, bu da, o tandrn muhatablarca
belli ve malum bir tandr olduunu gösterir. Halbuki yeryüzünde böyle belli bir tandr

yoktur. Dolaysyla bunun, “iin kztn,


suyun fkrdn
gördüün zaman, hem
kendini, hem beraberindekileri kurtar” manasna hamledilmesi gerekir.” Biz cevaben
deriz ki: öyle denilebilir: “Bu tandr, Hz. Adem’in veya Hz. Havva’nn, yahut da
Allah’n Nûh (a.s) için belirleyip gösterdii bir tandr olup, Cenâb- Allah’n ona, “Sen,
o tandrdan su fkrdn gördüünde bil ki i tamamdr” demi olmas muhtemeldir.
Böyle olmas halinde, ayetin lafzn zâhirî manadan mecâzi manaya çevirmeye gerek
yoktur.

Fâre fiili, ate çok kzgn olduunda tencerenin


DÖRDÜNCÜ MESELE kaynamasna benzetilerek, “çok iddetli ve kuvvetli bir
ekilde fkrd” manasnadr. Tandrn bizzat kendisinin
fkrmayaca bellidir. u
halde bundan maksad, tandrdan suyun fkrmasdr.
Tandrn fkrmasnn, o kavmin helâk olacann bir alameti olacann onlara
bildirilmi olmas imkânsz Çünkü bu büyük bir hadisedir. Allah Teâlâ
deildir.
mü’minlere, kurtuluu vaadetmitir. Bu sebeple Allah’n, mü’minlere, o belirli vakti
bilip tanyacaklar alamet vermesi gerekir. Binâenaleyh bunun, o önemli hadisenin
bir

artk geldiine dâir bir alamet klnm


olmas uzak bir ihtimal görülemez.

Leys öyle demitir: “Tennûr, her dilde kullanlan genel


bir kelimedir. Bu manada “tennâr” da kullanlr.” Ezherî

BENC MESELE öyle der: “Leys’in bu görüü, bu kelimenin a’cemi


Kur'ân'da Muarreb Kelimeler Hakknda (Arapça olmayan) bir kelime olup, Araplarn bunu arapça-

latrdklarna delâlet eder. Bunun delili, kelimenin aslnn


“tennâr” olup, daha önce Arapça’da “tennûr” diye bir kelimenin bilinmeyiidir.
Bunun bir benzeri de, Arapça’ya Farsça'dan geçen, “dîbâc, dînar, sündüs ve
istebrak” kelimeleridir. Çünkü Araplar, bu kelimeleri kullannca, bunlar da Arapça
olmulardr.

Geminin htiva Ettii eyler

Bil ki tandr kaynamaya.su fkrmaya balaynca, Allah Teâlâ Hz. Nûh (a.s)’a
gemiye üç çeit eyi yüklemesini emretmitir:

Zevç Kelimesinin Manas

sf JT ^ ‘'Her birinden ikier e, içine yükle." Ahfe öyle


der: “Sen, “u ikisi, e (zevc)dirler” dersin. Cenâb- Hak da, “Her eyden iki zevç
t

Cüb. HOD SÜRES n/40 13. Q t / 23

(t$) yarattk” (Zriyai. 49) buyurmutur. u halde gök bir zevç, yer bir zevç, k bir

levc, yaz bir zevç, gündüz bir zevç, gece bir zevc’dir. Yine sen kadna^ "zevce"
dtrtin ve "Bu (adam) o kadnn zevci" dersin. Cenâb- Hak da, “Allah Âdem den
dtf yine onun zevcesini yaratt” Nisa, i) ve “Erkek ve dii iki
t
çifti (zevci) O yaratt ”
(Narm, 45 ) buyurmutur. Böylece tek bir ey için de bazan "zevç" (e) ifâdesi

kullanld sftbit olmu olur. Hak Teâlâ’nn, “(Allah) sekiz zevç yaratt, koyundan
ki, keçiden iki, deveden iki, srdan iki...” En/âm.i43) ayeti de bunu göstermektedir.

Bunu iyice kavradnda biz diyoruz ki, "zevceyn" (iki zevç), biri erkek biri dii
ki ey demek tir. Buna göre ayetin takdiri, "Böyle olan hereyden gemiye, biri erkek
biri dii çiftleri yükle" eklinde olur, ite bundan ötürü Hafs kraatinde, ayetteki

kelime tenviri ile JT j* eklinde okunur, "Hereyden biri dii biri erkek olmak

üzere, birer ç:ift yükle” manas kasdedilir.

"Zevceyn ”, zaten iki olur. O halde, "ayette, (iki zevce, iki çift) denil-

mesinin hikmeti nedir?" denilemez. Çünkü biz diyoruz ki, bu tpk, J2S »j.Usf Sl

" ki, çift i/. ah edinmeyin” (Nahi, si) ve i.W y Tek bir nefha.. "(Hakka, 13)

ayetlerinde olduu gibidir. (Yani tekid ifade edip, ayr bir çift manasna gelmez.) Fakat
mehur kraa.ta göre, bu soru söz konusu olmaz.

Alimler, ayetteki "ikier çift” tabirinin içine, hayvanlarn dnda kalanlarn da girip
girmedii hususunda ihtilaf etmilerdir. Biz diyoruz ki: Hayvanlar buna dahildirler.

Çünkü her türlü canl bu ifâdenin kapsamna girer. Fakat ayetin lafz, bitkilere delâlet
etmez. Ama bu, halin muktezasna göre, uzak bir ihtimal de deildir. Zira insanlar,
bitkilerin bütün ksmlarna muhtaçtrlar. Rivayetlerde varid olduuna göre bn Mes’ûd

(r.a)'dan öyle rivayet edilmitir: “Nûh (a.s)’un, aslan gemiye yüklemeye gücü
yetmeyince, aslan humma hastalna yakaland. Çünkü, Nûh (a.s) “Ya Rabbi, eer
?”
ben onu gemiye bindirirsem, aslan nasl doyururum deyince, Cenâb- Hak da,
“Ben onu, yemekten alkoyacam” buyurmu ve bunun üzerine, aslana humma
hastaln musallat klmt." Bizce en münasip olan tutum, böylesi sözleri bir kenara
brakmaktr; i'.ira mesela fil, yemee daha çok muhtaç olduu halde, hummaya
tutulmamtr!..

Hz. Nuh (a.s)’un Ailesi

Cenâb- Hakk’n, Nûh (a.s)’a, gemiye bindirmesini emretmi olduu eylerin


kincisi, O’nun JjüM *11* ‘Ja Y', diUlj “aleyhinde söz geçmi (helâkleri takdir

edilmi) olanlar müstesnâ, Sileni ...” ayetinin ifâde ettii husustur. Alimler, “t jnlar
yedi kiidir; Nûh (a.s), üç olu Hâm, Sâm ve Yafes; bir de, her birinin kars”
demilerdir. Yine bunlarn sekiz kii olduu; bunlara ilâveten Nûh (a.s)’un hanmnn
da bulunduu söylenmitir.

Cenâb- Hakk’n, “aleyhinde söz geçmi (helâkleri takdir edilmi) olanlar


24

13. Cilt TEFSÎR-I KEBÎR

miistesnS” buyruundan maksad da Nûh (a.s)’un olu ve hanm olup, bunlar kâfir
idiler; bundan dolay da Cenâb- Hak onlarn helaklerine hükmetmitir.

mdi eer, "nsan, dier bütün canllardan daha ereflidir. O halde, önce dier
canllarn zikredilmesinin sebebi nedir?” denilirse, biz deriz ki:

nsan akll bir varlktr. Aklndan dolay da o, helâkine yol açacak sebepleri
kendisinden uzaklatrmaya mecburdur. Dolaysyla bu hususta onu daha fazla
tevike gerek yoktur. Ama* dier canllar kurtarma hususunda sa’y-ü gayret
göstermeye tevik etmekse böyle deildir. te bundan dolay önce hayvanlar
zikredilmitir.

Bil ki Cenâb- Hakk'n, “aleyhinde süzgeçmi (helakleri takdir


bizim alimlerimiz,
edilmi) olanlar müstesna” buyruu ile kaçnlmaz (lâzm) olan kazâ ve vâcib olan
kaderin isbat hususunda istidlâlde bulunmular ve öyle demilerdir: "Çünkü,
“aleyhinde süzgeçmi (helakleri takdir edilmi)” kayd, hakknda kavl-i lâhî sebkat
etmi olan hiç kimsenin durumunun asla deimeyeceini ihsâs ettirmektedir. Bu,
tpk Hz. Peygamber’in u sözüne benzer: j* J&Jij Jai j Au*
“Said, annesinin kamnda sâid olandr; bedbaht da, annesinin karnnda
bedbaht ve ak olandr. ”< 2 >

Müminler
Bunlardan üçüncüsü, buyruunun ifâde ettii husustur. Alimler,
bunlarn seksen kii olduunu söylemilerdir. Mukâtil ise öyle demitir: "Musul
taraflarnda bir köy bulunmaktadr; ad ise, es-Semânîn (seksenler) köyüdür. Bu köye
e8-Semânîn ad verilmitir; zira, (bu seksen kii) gemiden çktklar zaman, bu köyü
kurmulardr. Bundan dolay da bu köy, bu adla isimlendirilmitir.” Alimler yine, bu
hususlara dair, bundan daha çok veya daha az eyleri de zikretmilerdir ki, bütün
bu hususlar bilmek mümkün deildir. Ancak, Allah onlarn "az” olduunu
Bu da Cenâb- Hakk’n, jiî
bildirmitir. iü jiT lij “Zaten onun yanndaki az sayda
insandan bakas da iman etmemiti” buyruudur.

imdi, eer denirse ki “Beraberinde iman edenler gemiye zaman bir


bindikleri

cemâat olmulardr. O halde Ceiâb- Hak b üi ji ö[ “üphesiz bunlar

azar azar birer cemâattir”® uarâ.54) ayetinde olduu gibi, niçin öjiJi buyurmamtr?"

Cevaben deriz ki:

> —
Her iki ifadeyi kullanmak da caizdir. Burada kelamn takdiri, JJ* 'jâ i Uj
“Onun yannda, az bir topluluktan bakas iman etmedi” eklindedir.

blis’in de gemiye girmi olduunu söyleyen rivâyete gelince; bu uzak bir


ihtimaldir. Çünkü blis, cinlerden idi; o ise, ateten ya da hava misali bir eyden

2. Müslim, Kader, 3 (4/237); ibn Mâca, Mukaddime, 7 (1/18) benzeri hadis.


IS. CU* f
HÛD SÛRES 11/41 13. Cilt / 25

yaratlmt. O halde daha nasl o da boulabilir? Ayrca Cenâb- Hakk’n kitab buna
dalâlet etmedii gibi, bu hususta sahih bir haber de varid olmamtr. En uygun olan

M, bu konulara dalmamaktr.

“Nuh dedi ki: “Bininiz içerisine. Onun akmas da, durmas da Allah’n
adyladr. Muhakkak ki Rabbim çok balayc ve çok merhamet edicidir

{Hûd, 41).

Ayetteki kâle kelimesi “Nûh (a.s)’un kavmine “bininiz” demesini ifade eder.

Rükûb kelimesi, “bir eyin üzerine çkmak” anlamna gelir. Nitekim Ç*


“Hayvana binmek”;
“Gemiye binmek”
“gemiye binmek”;
deyimleri de bu anlamdadr. Bir
^ ojTj “Denize binmek”,
eyin üzerine çkan, bir
yani

ey onun
üzerine binmi demektir. Nitekim Arapça’da, “Üzerine borç bindi” anlamnda S'j
denilmektedir. Leys de öyle demitir: “Araplar, gemiye binen kimseye
ÇS\j derlerdi. Ama rekb ve rükban kelimeleri ise, hayvanlara ve deveye binen
cemâate öyle demitir:
verilen bir isimdir.” Vahidî cümlesindeki fi harf-i
cerrinin “binmek” fiilinin müteallak olmas caiz deildir. Çünkü, c-|Tj “Gemiye

bindim” denilir, harfi burada kullanlmaz. Aksine, doru olan udur: Ayetteki irkebû
fi

“bininiz” fiilinin mef’ûlü hazfolunmutur. Kelamn takdiri ise, Ji »UJl tj?jt


eklindedir.” Ayn ekilde, buradaki harf-i cerrin ifâde ettii manann u ekilde olmas
da mümkündür: Allah onlara, geminin üstünde deil de, içinde bulunmalarn
emretmitir. ayet Cenâb- Hak, irkebûhâ demi olsayd, onlar kendilerine, geminin
üzerinde bulunma emri verildiini zannedebilirlerdi.

Cenâb- Hakk’n,
adyladr” buyruu ile ilgili
lyjjJ Jh ^ “
Onun akmas da durmas da
olarak birkaç mesele bulunmaktadr:
Allah’n

Hamza, Klsâî ve Asm’n ravisi Hafs, mim’in fethasyla


BRNC MESELE olmak üzere L_ eklinde; dierleri de, mim’in
Ayette Farkl Kraatler dammesiyle L — eklinde okumulardr, t—
kelimesinin ise damme ile okunacanda ittifak etmilerdir. Keaf sahibi öyle
demitir: “Mücâhid bu kelimeleri, Lafza-i Celâlin sfatlar olarak, mahallen mecrûr
olmak üzere ism-i fâil sîgalaryla eklinde okumutur.”
26/13. CUt' TEFSfR-l KEBlR

VAhldî de unlar söylemitir:

"Mücra kelimesi, Icrâ (aktmak) kelimesi gibi bir masdardr.' Bunun bir benzeri

de tS'jUi (Mo-minun, 29) ve j (isra, 80) ayetleridir.

Ama bu kelimeyi mim’in fethasyla mecrâha eklinde okuyana gelince, bu durumda


da kelime masdardr; aynen cery (akmak) kelimesi gibi. Bu kraatla okuyan kimse,
Cenâb- Hakk’n,
"ayet bu kelime
^
mücrâhâ eklinde
(Hûd, 42) ayetiyle ihticâc

olsayd, burada da
etmi ve öyle demitir:
(Hud. 42) ifâdenin

eklinde olmas gerekirdi.” Bu kelimeyi mücrâhâ eklinde okuyann hücceti ise udur:

^ ^ ve mana bakmndan birbirine yakndr. Bundan dolay


deyimleri,

Cenâb- Hak ^ >s yv buyurunca, sanki


^
buyurmu gibi olur. Mürsâ kelimesine
gelince, bu da, irsâ (demir atmak, durmak) kelimesi gibi masdardr. Arapça’da bir

ey demir atp durduu, sâbitletii zaman L-j denilir. öjl* «U-ji tabiri ise,

"Bakas onu durdurdu, sabitletirdi” anlamndadr. Nitekim Cenâb- Hak


“Dalan da dikti, sabitletirdi ” (Nâziat, 32) buyurmutur.

IbnAbbas öyle demitir: “O, unu kasdetmitir: "Bu gemi, Allah’n ismi ve
kudretiyle akp gider; yine O’nun kudreti ve ismiyle durur.” Yine da söylenmitir: u
"Nûh (a.s) geminin kendilerini götürmesini dilediinde, "Onun akp gitmesi Allah’n
•dyladr” der; gemi de akp gitmeye balard. Durmasn istediindeyse "Durmas
da Allah’n adyladr” der, bunun üzerine de gemi dururdu.

"Bismillah” ifâdesindeki i’rabn amili olan bâ harf-i cerri

KNC MESELE hakknda, alimler birkaç görü zikretmilerdir:


Bismillah Kelimesinin ’rab a)
b) 4ÎI
^ ijJtö
"Allah’n adyla bininiz” demektir.
“Allah’n adyla balaynz” demektir.

c) Vâjljjpi Jj plj "Onu aktmak da durdurmak da Allah’n adyladr”


dtmektir.

Gemi Hareket Ediyor


Geminin Receb aynn ilk gününde yola çkt söylenildii gibi, yine Receb aynn
onuncu gününde yola çkt, alt ay yol ald, Muharrem’in onuncu günü de, CÜdî
Da’na oturduu da söylenmitir.
Ayet hakknda iki ihtimal bulunmaktadr:
ÜÇÜNCÜ MESELE Birinci ihtimal:
ij
Cenâb- Hakk’n, 4Ü'
buyruunun toplamnn tek
^ bir söz olmasdr.
jtlj

Buna göre manann “Gemiye, onu aktan ve durdurann adn zikrederek


takdiri,

bininiz” eklinde olur. Yani, “Bunu zikrederek o gemiye binmeniz yarar ve gerekir.”

kinci htimal ise, bu ifâdenin iki ayr söz olmasdr. Buna göre manann takdiri
1 2. Cüz, HÛD SÛRES 11/41 13. Cilt / . /

öyle "Nûh (a.s) onlara gemiye binmelerini emretmi; sonra da onlara, bu


olur:

geminin akp gitmesinin de durmasnn da ancak Allah’n adyla, O’nun emri ve


kudretiyle olduunu haber vermitir.”

Buna göre birinci mana, bir insan bir ie balad zaman, ancak mukaddes
zikirlerle Allah’n adn anarak balamasnn uygun ve güzel olacana; böylece de,

elde edilmek istenen maksadn, bu


*
zikrin hareketiyle elde edilip tamamlanacana
bir iarette bulunmu olur. >

ikinci mana ise, Nûh (a.s)’un, gemiye bindii zaman, ümmetine, geminin,
kurtuluun tahakkuk etmesi için bir vesile ve araç olmadm; aksine yaplmas
gereken eyin, azmi salam tutup kalbi Allah’n lütfuna balamak olduunu haber
verdiine; yine onlara, gemiyi aktp durdurann ancak Hak Teâlâ olduunu
bildirdiine; binâenaleyh, ‘‘Sizler gemiye güvenmekten saknn, aksine sizin, Allah'n
lütfuna güvenip dayanmanz gerekir. Zira, gemiyi aktp durduracak olan ancak O'dur”
demek istediine delâlet etmektedir. Birinci takdire göre, Nûh (a.s) gemiye bindii
zaman zikir makamnda idi. kinci takdire göreyse, Nûh (a.s) tefekkür ve kendisine
kuvvet ve kudret nisbet etmeden uzaklama; bütün sebeplerden sarf- nazar etme
ve kalbin, müsebbibu’l-esbâb dan Allah’n celâl nûruna dalma (istirak) makamnda
idi.

Bil ki insan, delil ve hüccet ile Marifetullah’ elde etme hususunda tefekkür edince,
zulumât (karanlk) ve dalâlet dalgalar o dalara ve zulmet tepelerine kadar çkm
olduu bir zamanda, sanki o tefekkür ve tedebbür gemisine oturmu gibidir.
Dolaysyla düünce ve tefekkür gemisi hareket etmeye baladnda, onun, o esnâda
Allah’a dayanmas, O’na yalvarp yakarmas ve lisân- kalb ve akl gözüyle babaa
olmas gerekir ve o bu esnada, fikir gemisinin, kurtulu sahiline ulamas ve dalâlet
dalgalarndan kurtulabilmesi için, “Geminin akmas da durmas da Allah’n adyladr”
der.

Ayetteki jU*rj “Muhakkak ki Rabbim, çok balayc ve çok


Jtj ût
merhamet edicidir” buyruu ile ilgili olarak öyle bir soru sorulabilir; O vakit, Cenâb-
Hakk’n imha etme ve kahrn, kudretini izhâr etme zamandr. Dolaysyla böyle
söylenilmesi nasl uygun düer?

Cevap: gemiye binen o topluluk, “Biz ilmimizin bereketiyle kurtulduk!”


Belki de,
diye inanm olabilirler. te bundan dolay Allah Teâlâ, bu sözüyle, onlarn kendilerini
beenmiliklerini izâle etmek istemitir. Çünkü insan, çeitli hatalardan ve ehevî
duygularn karanlklarndan sâlim olamaz. O, daima Allah’n yardmna, lütfuna ve
ihsanna; suçlarna kar merhametli, günahlarna kar da çok balayc olmasna
muhtaçtr.
28 / 13. Cilt TEFSlR-t KEBÎR

Hz. Nuh, Dalgalar Arasnda Oluna Sesleniyor

“O gemi bunlar dalar gibi dalgalar içinden aktp götürüyordu. Nuh ayr bir
yere çekilmi olan oluna bard: “Evladm ! Gel bizim yanmza sen de bin,
kâfirler ile beraber olma.” O, dedi ki: “Bir daa snrm, o beni sudan
korur. ” Nuh
da öyle dedi. “Bugün Allah’n emrinden, esirgeyici olan kendisinden
baka, hiçbir koruyucu yoktur. ” Derken ikisinin arasna dalga girdi, o da
boulanlardan oldu”

(Hûd. 42-43).

Bil ki, Cenâb- Hakk’n JUJIS'


birkaç mesele vardr:
^J fa s fv buyruu ile ilgili

Buras mahzuf bir söz ile alâkal olup, kelamn takdiri


BRNC MESELE öyledir: "Nûh “Gemiye bininiz” deyince, onlar o
(a.s),

gemiye, -o gemi bunlar dalar gibi dalgalar içinden aktp


götürüyorken-, “Allah’n adyla” diyerek bindiler.”

Büyük dalgalar ancak, çok iddetli frtnalar ve kasrgalar


KNC
MESELE olduu zaman meydana gelir ki, bu da o zaman çok iddetli
kasrga ve frtnalarn meydana geldiine delâlet eder ki
bundan maksat da, o zamanki korkunun ve dehetin iddetini beyan etmektir.

“Dalgalar içinde akp gitmenin” manas, o geminin


ÜÇÜNCÜ MESELE dalgalarn içinde olmas anlamna gelir ki, bu da boulmay
gerektiren bir haldir. u halde bundan maksad udur: O
dalgalar, o gemiyi her taraftan kuatnca, o gemi, âdeta o dalgalarn içinde, hareket
eden bir eye benzetilmitir.

Sonra HakTeâlâ, Nûh (a.s)’un oluna seslendiini nakletmitir. Bu hususta birkaç


mesele bulunmaktadr:
1 2 . Cüz, HÛD SÛRES I I /42-43 13. Cilt / 29

Alimler, Hz. Nûh’un seslendii kimsenin, onun olu olup


BRNC MESELE olmad hususunda ihtilaf etmilerdir. Bu hususta da
Hz. Nuh'un Gerçek Oluna Hilab birkaç görü vardr:
Ettii Görüü Birinci görü: O kimse, gerçekte Hz. Nûh'un oludur.
Bunun delili, Cenâb- Hakk’n, bunu açkça zikredip, “Nûh
oluna bard ” buyurmu olmasdr. Yine Hz. Nûh da bu hususta, açk bir ifâde
zikrederek, “Evlâdm!” demitir. Bu lafz, Hz. Nûh’un yetitirdii bir evlatlk anlamna
alp, bu sebepten de ona “oul!” denilebileceini ileri sürmek, sözü, hiç zaruret yok
ken hakiki manasndan mecazi manasna götürmek olur ki bu caiz deildir. Bu zâhirî
manaya muhalefet edenler ise, unun için muhalefet etmilerdir: Bunlar, masûm olan
bir peygamberin çocuunun kâfir olmasn imkânsz görmektedirler. Bu, uzak bir

htimaldir. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.s)'in babasnn kâfir olduu kesindir. Hz.
brahim (a.s)’in babas da, Kur’ân’n açkça ifâde ettii gibi, kâfir idi. te burada da
böyledir. Daha sonra bu görüte olanlar, Nûh (a.s), “Ey Rabbim, yeryüzünde
kâfirlerden yurt tutan hiçbir kimse brakma” (Nûh, 26 demi olduu halde, daha nasl )

kâfir olan oluna seslendii hususunda ihtilaf etmilerdir:

Buna birkaç yönden cevap vermilerdir:

1) O, babasna münafklk ediyordu. Bunun için de, Nûh onun mü’min


(a.s)

olduunu zannetti ve bundan ötürü ona böyle seslendi. Eer böyle olmasayd, onun
kurtulmasn istemezdi.

2) Hz. Nûh (a.s), onun olu boulma ile yüz yüze


kâfir olduunu biliyordu. Fakat
gelip, o büyük ve korkunç hâdiseleri (tûfan) müahede edince, iman kabul edecek

zannetti. Buna göre, Hz. Nûh (a.s)’un Evlâdm ! Gel bizim yanmza sen de bin”
sözü, sanki olundan imân etmesini istemi olduuna delalet eder gibidir. Bu, O’nun
“Kafirlerle beraber olma” cümlesi ile de kuvvet kazanr. Yani bu, “kâfirlikte onlara
tâbi olan bir kimse olma, bizimle beraber bin” demektir.

Baba efkati belki de onu böyle bir nidâda bulunmaya sevketmitir. Binâenaleyh
3)
daha önce geçmi olan, “Aleyhinde söz geçmi (helâkleri takdir edilmi) olanlar
müstesna” hûci, 40 cümlesi, mücmel (manas kapal) bir ifâde gibidir ve bundan
( )

dolay, belki de Nûh (a.s), olunun bu hükmün kapsamna girmemesini mümkü


görmü olabilir.

Hz. Nûh’un, Üvey Oluna Hitab Ettii Görüü


kinci görü: Bu, Hz. Nûh (a.s)’un karsnn olu idi (yani üvey olu idi). Bu görü,
Muhammed b. Ali el-Bakr ile Haan el-Basrî’nin görüüdür. Rivayet olunduuna
göre Hz. Ali (r.a) buray, y tfâüj eklinde okumutur buradaki “hâ” zamiri,ki,

Nûh’un karsna aittir. Yine Muhammed b. Ali ve Urve b. Zübeyr de bunu, ibnehâ

“O kadnn oluna” manasn kasdederek, *$[ (ibnehe) eklinde okumular ve


böylece, elif yerine fetha ile iktifâ etmilerdir. Katâde ise öyle demitir: “Haan
30/13. cm TEFSlR-l KEBÎR

•l-Batrf’ye, buhususu sorduumda, “Vallahi o, Nûh’un olu deildi” dedi. Ben de


bunun üzerine, Hak Teâlâ onun hakknda, Nûh (a.s)’un "Ya Rabbi, benim olum
da benim ilemdendir” (Hûd, 45) dediini naklediyor. Sen ise, onun Hz. Nûh’un olu
olmadn söylüyorsun” dedim. Haan el-Basrîde öyle cevap verdi'Hz. Nûh, "O,
böndendir” demedi, ‘‘O, benim âilemdendir” dedi. te bu, benim görüüme delildir.”

Üçüncü görü: “Bu kimse, gayr- meru bir ekilde Hz. Nûh’un yatanda
domutur.” Bu görüü söyleyenler, Cenâb- Hakk’n, "Allah kâfirlere misal plarak,
Nûh’un karisi ile Lût’un karsn gösterdi. Onlar (...) hâinlik ettiler” (Tahrim, 10) ayetini
delil getirmilerdir. Bu, son derece çirkin bir görü
yüce olup, peygamberlerin
makamlarnn böylesi rezilliklerden kçrunmas gerekir, hele bir de görü Kur’ân’n

ifâdesinin hilafna olunca. Fakat, "hainlik ettiler (Tahrim, o> tabirine gelince, bu
hainliin, bu görüte olanlarn söyledii manada olduu hususuna bir delil yoktur.
bn Abbas (r.a)’a "Bu sorulduunda öyle dedi: “Nûh’un kars,
hâinlik nedir?” diye
“Benim kocam mecnûn” diyordu. Lût’un kars da, melek misafirleri Lût’un evine
geldii zaman, halka bu misafirlerin geldiini haber veriyordu.

Üçüncü görüün yanl olduuna delâlet eden


"Kötü bir baka kat’î delil de,
kadnlar, kötü erkeklere; kötü erkekler, kötü kadnlara; temiz kadnlar ise temiz
erkeklere; temiz erkekler de temiz kadnlara (yakr)” (nût, 26 ayeti ile, "Zina eden )

erkek, zinâ eden veya mürik olan kadndan bakasn nikâhlamaz”{ Nûr, 3 ayetidir. )

Ksaca biz, doru olann, birinci görütekilerin sözü olduuna dâir deliller getirmi
olduk.

Cenâb- Hakk’n j, ûlS'j "o, ayr bir yere çekilmi idi” ifâdesine gelince,
bil ki, Arapça’da, ma’zil kelimesi, “baka yerlerden ayrlm, irtibat kesilmi yer”
manasndadr. Bu kelimenin asl azl masdar olup, bunun manas “Uzaklamak ve
uzaklatrmak”tr. Mesela sen, tâ ^ cJT dersin. Yani, “Ben falanca yerden
uzak olan bir yerde idim.” Bil ki ayetteki bu tabir, Hz. Nûh’un olunun hangi yerden
juzak bir yerde olduuna delâlet etmemektedir. te bundan ötürü âlimler birkaç izah
yapmlardr:
a) O, gemiden uzak bir yerde idi. Çünkü -o, dan kendisini, boulmaktan
koruyacan zannediyordu.

b) O, babasndan, kardelerinden ve kavminden uzak bir yerde idi.

c) O, kâfirlerden uzak bir yerde idi. Buna göre sanki o, kâfirlerden ayr
bulunuyordu. Bundan dolay Hz. Nûh (a.s) da, zannetmiti ki olu, kâfirlerden
ayrlmay istedii için, böyle uzaklamt.

Jsfö Kelimesindeki Kraat Fark

Ayetteki, Lü Ctâ ’jl


JjU “Evladm, gel bizim yanmza sen de
bin, kâfirlerle beraber olma ” sözüne gelince, biz deriz ki, Asm’n râvisi Hafs, Js&
12. CUz, HÛD SÛRES » 1
/42-43 13. Cilt / 31

kelimesini, sondaki yâ harfinin fethas le; dier kraat imamlar da kesre ile

okumulardr. Ebu Ali ise öyle der: Kesre ile olan mana daha zahirdir. Çünkü "bn”
kelimesinin lam’ül fi’li (yani asl son harfi),ya yâ harfidir, ya vâv harfidir. Bu kelimenin
lem-i tasiri yapld zaman, sonuna bir ism-i tasir yâ’s eklenir. Bundan ötürü de,
daha önce hazfedilmi olan lâmü’l-fiilin (son harfin) tekrar gelmesi gerekir. Aksi halde,
lem-i tasir yâ’snn i’rab harekeleri ile harekelenmesi gerekir. Halbuki ism-i tasir
yâ's, i’rab harekeleriyle Çünkü o eer i’rab harekeleriyle
harekelenemez.
harekelense, onun da i’rab harfleri olduklar zaman, dier med ve
lîn harflerinin baka harfe dönümesi gibi dönümesi gerekir, UaâJi
ve UiJi kelimelerinde olduu gibi. Baka ekle (harfe) dönümesi halinde ise,
bu yâ harfinin, ism-i tasire delalet etme manas yok olur. Hem sonra sen, ism-i tasiri
kendine nisbet ettin (yani buna nefs-i mütekellim yâ’s ekledin). Böylece üç tane yâ
harfi bir araya gelmi oldu. Birincisi, ism-i tasir yâ’s; kincisi, kelimenin aslndaki

•on harfi olan yâ; üçüncüsü de, muzafun ileyh olan nefs-i mütekellim yâ’s. 'J# te
"Bu, benim evladmdr” dersin. Ona seslendiin zaman ise, bunu iki ekilde
•öyleyebilirsin:

a) Yâ’nn hazfedilmemesi ile,

Yâ’nn hazfedilmesi ile. Tercihe ayan olan ise, muzafun ileyh nefs-i mütekellim
b)

yâ’snn hazfedilip, bu yâ’ya delâlet etmesi için geriye kalan son harfin
kesresinin braklmasdr. Tpk, mesela, /Stetf “Ey olum’’ kelimesinde olduu gibi.

kelimesini, yâ’nn fethas ile okuyn da, onu kesre ile okuyan gibi, izâfet

manasn kastetmitir. Fakat kesre yerine fetha, yâ yerine de, hafif olsun diye, elif

getirmitir. Böylece ifâde &V eklinde olmutur. Nitekim airin u ifadesinde de


böyledir:

*
* iSjÛ V te

“Ey kz, o eyden dolay beni knama; ve uyu artk.

Sonra ise, bu kimse, okunmas kolay olsun diye, elifi de hazfetmitir.

Bil ki Allah Tealâ, Nûh’un, olunu gemiye binmeye davet ettiini nakledince,
olunun da, tUJI j* J*- Jj.
cSjU- “Bir daa snrm, o beni sudan Mbrur”
dediini bildirmitir. Bu da, o oulun, küfürde srarl ve babasn, habe* verdii
hususlarda tamamen yalanlayc olduuna delalet etmektedir. te o zaman Nûh (a.s)

dr* VI /' of fj?l “Bugün Allah’n emrinden, esirgeyici olan

kendisinden baka, hiçbir koruyucu yoktuf” der.

Bu hususta öyle bir soru var: Allah Teâlâ’nn, merhamet edip, esirgedii kimse
korunmutur. O halde, korunmu olann, Cenâb- Hakk’n, “Bugün, Allah’n
emrinden hiçbir koruyucu yok” buyruunun delâlet ettii, koruyucu olmamas
halinden istisnâ edilmi olmas nasl uygun olur?
32 / 13. Çili TEFSlR-i KEBÎR

Alimler bu soruya cevap olarak pek f'ok izah zikretmilerdir:

zah: Allah Teâlâ, bu ayetten önce, “Nûh (dedi) ki: “Binin içine. Onun
Birinci
akmas da, durmas da Allah’n adlyladr. eksiz üphesiz Rabbim çok balayc
ve çok merhamet edicidir” (Hud, 4i) buyurarak, kendisinin rahim olduunu ve gemiye
binen bu kimselerin, rahmeti sayesinde boulmaktan kurtulduunu beyân etmitir.
Bunu iyice anladn zaman deriz ki: Hz. Nuh’un olu: “Bir daa

o beni snrm ,

sudan korur” deyince, Hz. Nûh da: Yanlyorsun Bugün Allah’n emrinden, rahim .

olan zattan baka, hiçbir koruyucu yoktur” demitir. Bunun manas udur: “Rahmeti
sayesinde boulmaktan kurtulduunu söylediim kimse hariç.” Böylece ayetin takdirî
manas, "Bugün, rahim olan Allah’dan baka azab- lâhiden insanlar koruyabilecek
hiçbir kimse yoktur” eklinde olur ki bu da, "Allah’dan ancak yine
Allah’a snlr” demektir. Bu izah, Hz. Peygamber (s.a.s)’in duasndaki dÜ» db
“Allah’m, senden, yine sana snrm” sözü gibidir. Bu, son derece güzel bir
te’vildir.

kinci izah: Bu, "Hallu’l-uked” adl eserin müellifinin görüüdür. Ona göre bu
istisna, lafz kendisine delalet etmi olduu için, sanki söylenilmi gibi olan
mahzûf bir ifâdeden yaplmtr. Buna göre ifâdenin takdiri,
f
ji' ^l*V
j* V [ ’ja eklindedir. Bu ifâde senin, Vj. fjii V "Bugün,
ancak Zeyd’i döveriz” sözün gibidir. Zira bu kelamn takdiri de, l^î d'jt&i
Ijfl VI "Bugün Zeyd’den baka hiç kimseyi dövmeyiz” eklindedir. Çünkü,
lafz buna delâlet ettii için, bu açkça zikredilmemitir. te bu ayet için de böyledir.
Üçüncü izah: V kelimesinin anlam, liV "Korumas olan yok”
eklindedir. Bu tpk, râmih ve labin kelimeleri gibidir ki, bunlar da (mzrakl)
ve $ j* (sütlü, sütü bol) anlam ndadrlar. Ayn ekilde Cenâb- Hak, ^15 j»
“atlp dökülen bir sudan” (Tank, 6) ve j “honut bir hayat içindedir”
{Hakka, 2 i) buyurmutur. Bunlarn manas da zikrettiimiz gibidir. te burada da
'oöyledir. te yaplm olan bu açklamalara göre, âsim kelimesi, zu’l-sme
anlamndadr ve o zaman buna, ma’sum manas da dahil olur. O vakit, j* V»
ifadesinin, j^»l*V ifadesinden istisnâ edilmesi, yerinde ve doru olur.

Dördüncü izah: j* Sl',


^ j* p-<*t*V ifadesinde (rahime fiilinin faili,

o kiinin kendisidir) mana: "Bugün ancak kendi nefsine merhamet eden kimse
Allah’n himayesindedir” eklindedir. Nitekim Hz. Nuh ile etrafndaki cemaatin ilahi

merhamete nail olmalar, kendi nefislerine merhamet etmeleri sebebiyle olmutu.


Nasl ki sözünde "hayat verme” özellii Hz. sa’ya izafe edilmitir.

Halbuki aslnda, bu hayat verme ii, onun duas sebebiyle Allah tarafndan yaplmtr.
9 * !

Beinci izah: Cenâb- Hakk’n VI ifâdesi, istisnâ-i munkat’r.


Buna göre mana, "Fakat Allah’h merhamet ettii kimse korunmutur” eklindedir.
13 en/, hOd sûresi 11/44 I V Clll / 33

Bunun bir benzeri de, Cenâb- Hakk’n jlaJ' Sil


(y *j “Onlarn buna
flit hiç bir bilgileri yoktur; fakat bir zanna uymak(tadrlar)” (Nisa, 157) ayetidir.

Cenâb- Hak daha sonra durumu Ufu» “Derken, ikisinin arasna dalga
girdi" diye beyan etmitir. Yani aralarna dalgann girmesi ite, Hz. Nûh ona hitab
•demez olmu ve böylece de o, j* Ol£ “boulanlar ” dan olmutur.

Tufan Hâdisesi

“Ey arz suyunu yut, ey gök sen de tut." Su kesildi, i bitirildi.


“Denildi ki:

(Gemi de) Cûdi üzerine durdu. O zâlimler gürûhuna, “(Allah’n rahmetinden)


uzak olsunlar” denildi”


(Hud, 44).

bu sözden maksad, Tufân hâdisesinin bir baka yönünün anlatlmasdr.


Bil ki

Bu ifâdenin manas udur: Tufan sona erdii zaman (taraf- lâhiden) “Ey yeryüzü
yuttuu zaman, - -
suyunu yut” denildi. Arapça’da, bir kimse suyu içip Ui; *UJ'

lokmay çinemeden yuttuu zaman da, denilir. Dilciler öyle


demilerdir: "Fasih olan, bu kelimeyi lâmn kesresiyle, mazisinde £L', muzarisinde
fetha ile eklinde okumaktr.” Ayetteki ftUJU “Ey gök, sen de tut"

ifâdesine gelince, Arapça’da iini


(Adam iinden elini çekti); yayorken
brakt zaman, adam
kesilen yamur
için,

için
4^
de,
j*
tUJ'
$
c-itî'

(Gök, yamurunu kesti) denilir. Ayetteki t UJ' tabirine gelince, Arapça’da su


eksildii zaman, Ualfr - jajo - tUJ' ve denilir. Yine U' iî’jaf ‘‘Ben onu eksilttim"

denilir. Bu fiilin kullanl, tJD' & ve U' «uü (O ey oldu ve ben onu yaptm)

fiilindeki kullan gibidir (yani hem lazm, hem müteaddidir). Bu tpk


"Kemik sarld (iyileti)"; (Onu sardm); pil' y& "Az açld" ve Xyi (Azm açtm);
üLJ' ‘‘Dil çkt" ve «ili "Dilimi çkardm" ve y& "O ey eksildi” ve î (Onu
eksilttim) fiillerinde olduu gibidir. Binâenaleyh Cenâb- Hakk’n, *UJ' ja*] ifâdesi,

"su eksildi ve ondan geriye hiçbirey kalmad" manasndadr.


m / 1 1. cilt tefsIr-I kebîr

Tufan Ayetindeki Belâgat

Bil ki bu ayet-i kerime, herbiri Cenâb- Hakk’n azametine ve kibriyâsnn yüceliine


delalet eden pek çok eyler ihtiva etmektedir:

1) Ayetteki “ Denildi ki” ifâdesi. Çünkü bu lafz, Cenâb-t Hakk’n celâl, yücelik

ve azamet itibaryla, her ne zaman ancak kendisine


"denildi” denilse, akln
yönelecei, fikrin de ancak, bu söyleyenin ondan bakas olamayaca düüncesine
varaca bir makam ve mertebede olduuna delâlet eder. te bu, bu bakmdan,
insanlarn aklnda, kâinatta O’ndan baka bir hâkim ve ulvî-süflî alemlerde O’ndan
baka bir tasarruf sahibi bulunmad fikrinin yerleip, takarrür ettiine bir dikkat

çekmedir.

“Ey Arz suyunu yut, ey gök sen de tut ifâdesi. Çünkü duyular bu
2) Ayetteki,
eylerin, büyüklüüne, salamlna ve gücüne delâlet eder. Akl, bu eylere hâkim,
onlar kudretiyle sarm ve onlarda istedii gibi bir tasarruf sahibi olan bir varln
bulunduunu anlaynca, bu Cenâb- Hakk’n celâlinin kemaline,
aklî kuvvetin,
kudretinin yüceliine,, gücünün ve meietinin mükemmelliine vâkf olmasna bir
sebeb olmu olur.

3) cansz varlklardr. Binâenaleyh "Ey gök ve ey yer” diye onlara


Gök ve yer
emir vermek, zahirî durum itibariyle Allah’n emrinin ve teklifinin cansz nesnelerde
de geçerli olduunu ihsas ettirmektedir. O zaman akl," O’nun emri canszlarda böyle
geçerli olursa, aklllar için haydi haydi geçerli olmas gerekir” diye hükmeder. Benim

bu izahtan kasdrn, Hak Teâlâ'nn cansz nesnelere emrettiini (onlar mükellef


tuttuunu) söylemek deildir. Çünkü bu batldr. Aksine, bundan kastm udur: Zahire
göre, emir sasnn, bu güçlü ve muhkem olan cansz varlklara yöneltilmesi, Cenâb-
Hakk’n kudret ve azametini bir baka ekilde çok mükemmel olarak zihinlere
yerletirir.


Ayetteki J*Sl' “i bitirildi tabirinden maksad udur: "Allah Teâlâ’nn ezelde,

kesin ve katî bir ekilde takdir edip hükmettii ey, mutlaka meydana gelir.” Bununla,
/ Hah Teâlâ’nn takdir etmi olduu hereyin, meydana geleceine, ne
vakti gelince

yerde ne de gökte, O’nun takdirine mânî olacak ve hükmünün geçerli olup, tahakkuk
etmesini önleyecek hiçbir eyin bulunmadna dikkat çekmektir.

Tufanla Günahszlar Bomak lahi Hikmete Uygun mudur?


mdi eer, "Kâfirlerin günah yüzünden, çoluk çocuu bomak, Allah’n hikmetine
nasl yakr?” denilirse, biz deriz ki:

Buna iki ekilde cevap verilir:

a) Müfessirlerden çou öyle demektedirler: Allah Teâlâ, bu Tufandan krk sene


önceden itibaren, onlarnhanmlarn ksr brakmt. Dolaysyla, ancak krk ve daha
yukarki yatakiler boulmulardr.
(tyl, IIÛD SÛRES 11/44 13. Cilt / 35

Bir kimse öyle "Eer durum sizin dediiniz gibi olsayd bu, ezici ve
diyebilir:

•Olb, artc bir mucize olmu olurdu ve bu ortaya çkt halde, Nûh (a.s)’n kavminin
küfürde srar etmeleri ve buna devam etmeleri de uzak bir ihtimal olurdu.” Yine farzet
k|,lz bunu diyorsunuz. Peki, üzerlerinde kesinlikle hiçbir yükümlülük bulunmad
Mlde, kularn ve vahî hayvanlarn helâk edilmesine ne diyorsunuz?

kinci cevap ki doru olan da budur: Yapt


hususunda Allah’a itiraz fiiller

idllemez. Çünkü Allah, “O, yapacandan mesul olmaz, fakat insanlar mesûl
Orlnr" (Enbiya, 23) buyurmutur.
Mutezile’ye gelince onlar, "Cenâb- Hak, çocuklar ve hayvanlan bomutur. Bu
da. Hak Teâlâ’nn, bu hayvanlarn boazlanmasna ve güç ilerde kullanlmasna izin
Vtrmosi durumundadr" demektedirler.

Cenâb- Hakk’n, “ Gemi de Cudî üzerine durdu” ifadesine


gelince; da üzerinde durdu"
bunun manas, "O gemi, ada üzerinde ad Cûdî olan bir

eklindedir. Bu da alçak bir da Buna göre, geminin da üzerinde durmas,


idi.

bu suyun kökünün kesilmesine bir delil olmu olur. Geminin da üzerinde durmas,
’Aura günü’ idi.

Cenâb- Hakk’n j-JUiJI fjâU 'a* JJj "O zalimler güruhuna Allah’n rahmetinden

uzak olsunlar” denildi” ayetine gelince, bu hususta iki izah bulunmaktadr:

1) Bu, Allah’n sözü cümlesindendir. Bunu, Cenâb- Hak, lânetleme ve


rahmetinden kovma üslubuyla söylemitir.

Bunun, Nuh (a. s) ile yanndaki mü’minlerin sözleri cümlesinden olmas


2)
mümkündür. Çünkü, bu korkunç hadiseden kurtulanlarn çou, (daha önce)
zalimlerden bir topluluun içinde bulunduklarndan, onlar helâk olup kendileri de
onlardan kurtulunca, böyle bir söz söylemilerdir. Bir de bu söz, onlara bedduâ etme
yerine geçer. Öyleyse bunu, Nuh (a.s) ile, yanndakilerin sözü cümlesinden kabul
btmek daha uygun olur.
” ”

V M. Cilt TEFSÎR-t KEBÎR

Mühim Olan Soy Yaknl Deil, Din Yaknldr

“Nûh Rabbine duâ edip dedi “Ya Rabbi, benim olum da üphesiz benim
ki:
ailemdendir. Senin, vaadin elbette baktr. Ve sen, hakimlerin hakimisin .”
Allah da öyle buyurdu: “Ey Nûh, o katiyyen senin ailenden deildir. Çünkü
o, salih olmayan bir itir. O halde, bilgin olmayan bir eyi benden isteme.

Seni, cahillerden olmaktan kesinlikle men ederim.” Nuh da öyle dedi: “Ya
Rabbi, ben bilgim olmayan eyi istemekten sana snrm. Eer beni
balamaz ve affetmezsen, hüsrana dümülerden olurum "
(Hûd, 45-47).

Ayetle ilgili iki mesele bulunmaktadr:

Bil ki Cenâb- Hakk'n, ayetteki Jâ'\ ’ja h\ Ç>j “Ya


BRNC MESELE Rabbi, olum
da üphesiz benim ailemdendir cümlesin-
de bahsedilen kimsenin, Hz. Nûh’un olu olup olmad
hususundaki ihtilaf daha önce zikretmitik. Dolaysyla bunu burada tekrar ele
almayacaz. Sonra Allah Teâlâ, kendisinin diUi j, Jtf “£
y /Vu/î,
o katiyyen senin ailenden deildir” dediini zikretmitir. Bil ki, bahsedilen bu
kimsenin, Nuh (a.s)’unolu olduu delillerle sabit olunca, “o katiyyen senin ailenden
deildir cümlesini u iki manadan birine hamletmek gerekir:
1) Bu, “O, senin dinine mensup olanlardan deildir” anlamndadr.

2)Bundan maksad, “O, sana, seninle beraber kendilerini kurtaracam


vaadetmi olduum ailene dahil deildir” manasdr. Her iki mana da, birbirine
yakndr.

Bu ayet, neseb yaknlna deil, din yaknlna baklmas


KNC MESELE gerektiine delâlet eder. Çünkü bu hadisede, Hz. Nûh ile
olu arasndaki neseb yaknl, en kuvvetli biçimde
tahakkuk etmiti. Fakat, aralarnda din yaknl olmad için, Allah Teâlâ da "o

Z. ( »/, HOl) SÛRES 11/45-47 I.V ( ili / 17

lutiyyen senin ailenden deildir" eklindeki çok beli bir ifadeyle, aralarnda hiçbir
yaknlk bulunmadn söylemitir.

Ayette Kraat Fark

Daha sonra Cenâb- Hak, #


£U ’J*
2\ “Çünkü o, salih olmayan bir itir

buyurmutur. Kisas, kelimeyi mazî sîasyla


J- kelimesini de nasb ile
fiil-i (yapt),

okumutur. Bunun manas, “üphesiz senin olun, uygun olmayan bir i yapt; yani
irk kotu ve yalanlad” eklindedir. Buradaki gayre kelimesi mansub klnmtr;
çünkü o, mahzûf bir masdann sfatdr. Dier kraat imamlar ise, kelimeyi merfû olarak
tonvin ile okumulardr. Bunun da iki izah bulunmaktadr:

1) nnehû kelimesindeki hû zamiri, Nûh


“Bu istek,
(a.s)’un isteine râcidir. Yani,
uygun olmayan bir istektir” manasnadr. Yani, “benim olum da üphesiz benim
dilemdendir. Senin vaadin elbette haktr” sözün uygun deildir. Çünkü, Cenâb-
Hak onlar hakknda daha önce, onlardan hiçbirini kurtarmayacana hükmedip bunu
takdir ettikten sonra, kâfirin kurtulmasn talep etmek, uygun olmayan bir taleptir”
demektir.

2) Bu zamir, ibn (oul) kelimesine ait olabilir. Binâenaleyh, o zaman da onun,


salih olmayan bir i olarak vasfedilmesi birkaç yönden izah edilebilir:

a) Bir adamn, ibadeti ve iyilii çok olursa, “O, serâpa amel, cömertlik ve
keremdir” Burada da böyledir. Nûh (a.s)’un olunun batl ilere yöne
denilir. .nesi
çok olunca, sanki onun kendisinin batl bir i olduu söylenmitir.

Bundan maksad, “O, batl bir amel sahibidir” eklindedir. Ancak, söz kendisine
b)

delâlet ettii için, muzaf olan zû kelimesi hazfedilmitir.

c) Baz alimler öyle demilerdir: “Bunun manas, “o salih olmayan bir itir”,
yani, “o, bir veled-i zinâdr” eklindedir. Bu, kesinlikle yanl bir görütür.

Daha sonra Cenâb- Hak, Nuh (a.s)’a 0 i' * £JJ ^ Sü


yt “O halde, hakknda bilgin olmayan bir eyi benden isteme. Seni,

cahillerden olmaktan kesinlikle men ederim demitir. Bu ifadeyle ilgili iki mesele
vardr:

smetu’l-enbiyay tenkit edenler, bu ayetle birkaç yönden


BRNC MESELE istidlâl etmektedirler:
Enbiyann ismetine itiraz Edenler Birinci vecih: Amel kelimesini merfû ve tenvîn ile okumak,
ve Cevab mütevatir bir kraattir; binâenaleyh, bu ayet muhkem olmu
olur. Bu da, Innehu kelimesindeki hû zamirinin, ya Nûh’un
oluna, yahut o istekte bulunan kimseye râci olmasn iktizâ eder. Binâenaleyh bu
zamirin, Nûh’un oluna râci olmasn söylemek, ancak, ayette bir takdir yapmak ile
mümkün olur ki, takdir yapmak ise, zâhirin hilâfnadr. Buna ancak, mecbur

38 / 13. cm TF.FSlR-l KEBlR

kalndnda bavurulur. Halbuki burada ise bir zaruret bulunmamaktadr. Çünkü biz,

zamirin, daha önceki istee râci olduunu söylediimizde, böyle bir takdirde
bulunmaya gerek kalmaz. Bu sebeple zamirin, o istee râci olduu sabit olmu olur.
Böylece de kelamn takdiri, “üphesiz bu istek, uygun olmayan bir itir. Yani senin,
“kurtulmasn arzuladn için, “olum, benim ailemdendir” demen, uygun olmayan
bir itir” eklindedir ki, bu da, bu istein bir günah ve bir masiyet olduuna delâlet

eder.

kinci vecih: Cenâb- Hakk’n, Benden isteme” buyruu, onu böyle bir talepte
bulunmaktan nehyetmektir. Daha önce bahsedilen ise, Nuh (a.s)’un, “Olum, benim
ailemdendir” sözüdür. Böylece bu, Allah Teâlâ’nn, Nûh (a.s)’u böyle bir istekte
bulunmaktan nehyettiine delâlet etmi olur. Bu sebeple bu da, bir günah ve bir
masiyet olmu olur.

Üçüncü Cenâb- Hakk'n, “bilgin olmayan bir eyi benden isteme”


vecih:
buyruu, bu istein ilme dayanmadan sâdr olduuna delâlet eder. Halbuki, bir ey
hakknda bilmeden hüküm vermek, 0 yMi YU w» J* IjJjâS ûlj (Bakara. i69) ayetinden
dolay, bir günahtr.

Dördüncü vecih: Cenâb- Hakk’n, Seni cahillerden olmaktan kesinlikle men
ederim buyruu, bu istein, mahzâ cehâlet olduuna delâlet eder.

Beinci vecih: Nûh (a.s), bu makamda (yani bu istekte bulunmakla) günah ve


masiyete yönelmi olduunu itiraf etti. Çünkü o, “Ya Rabbi, ben bilgim olmayan
eyi istemekten sana snrm. Eer beni balamaz ve affetmezsen hüsrâna
dümülerden olurum” demitir. Onun bunu itiraf etmesi, kendisinin günah ilemi
olduuna delâlet eder.
Altnc vecih: Bu ayet, Nûh (a.s)’un, olunu boulmaktan kurtarmas için Cenâb-
Hakk’a duâ ettiine delâlet eder. Bundan önceki “Nûh, oluna barp seslendi” ve
“Evladm, gel bizimle yanmza sen de bin” dedi” {Hûd, 42 ayeti de, Hz. Nûh’un,
)

olundan, kendilerine uymasn istediine delâlet eder. Dolaysyla biz diyoruz ki:
Ya, “O’nun bunu Cenâb- Hak’tan istemesi, çocuundan kendisine uymasn
istemesinden sonra idi” denilebilir, ya bunun aksi denilebilir. Birinci ihtimal olamaz.
Çünkü Hz. Nûh’un bunu Allah’tan taleb etmesinin, olundan uymasn istemesinden
sonra olmas durumunda, onun Cenâb- Hak'tan bu olunu kurtarmayacan zaten
iitmi olur ve Hak Teâlâ da böyle bir ey istemesini yasaklam olurdu. Binâenaleyh
bundan sonra, o daha nasl olur da oluna: “Evladm, gel bizimle yanmza sen de
bin” demi olabilir? Fakat bizim, “Onun bunu olundan istemesi daha önce idi”
dememiz ihtimaline gelince, o zaman olundan, “Bir daa snrm. O beni sudan
korur” (Hûd. 43) sözünü duymu, böylece de onun kâfirlii açkça ortaya çkm
olurdu.
Böyle olduu halde o, Allah Teâlâ’dan olunu kurtarmasn nasl istemi olabilirdi?
Yine Cenâb- Hak, Nûh (a.s), olundan kendilerine uymasn isteyip, onun da bundan
II. r«7. HUD SURES 11/43 47

kaçnarak boulanlardan olacan bildirince, Nûh (a. s) daha nasl, olu


boulacaklardan olaca halde, Allah’tan onu kurtarmasn istemi olabilir? te bu
ayet-i kerime, zikredilen bu alt yönden, Nûh (a.s)'dan bir günahn sudûr ettiine

delAlet etmektedir.”

Bil ki pek çok delil, Allah Teâlâ’nn peygamberleri günahlardan koruyup uzak
tutmu olmas gerektiine delâlet edince, zikredilen bütün bu vecihleri, “daha efdal
vo daha evla olan terketmek” manasna hamletmek gerekir. Çünkü ebrârn (iyi

nsanlarn) iyilikleri, mukarrebûn’un (daha iyi kullarn) seyyiât (günah)


mesabesindedir. te ayetteki azarlama ve istifarda bulunma emri bu sebepten ötürü
varidolmutur. Dolaysyla bu, daha önceden bir günah ilendiine delâlet etmez
Nitekim Cenâb- Hak, “Allah’n nusreti ve fethi gelince, sen de insanlarn fevc fevc
Allah’n dinine girdiklerini görünce, hemen Rabbini hamd ile tebih et. O’na istifar
et. üphesiz ki O, tevbeleri çok kabul edendir” (Nasr, -3> buyurmutur. Bilinen bir
gerçektir ki, Allah’n nusretinin ve fethin gelmesi, insanlarn fevc fevc, Allah’n dinine

girmesi, istifarda bulunmay gerektiren birey deildir. Yine Allah Teâlâ, Hem
kendin, hem erkek mü’minler, hem de kadn
mü’minler için istifar et" (Muhammen,
s buyurmutur. Halbuki onlarn hepsi günahkâr deildir. te bu da delalet eder ki,
Istifâr bazen, efdal ve evlâ olan terketmek sebebi ile olur.

Ver’in rivayetine göre Nâfî ve smail, nûn’un


KNC MESELE eddelenmesi ve yâ harfinin isbat ile sekimde;
Ayette Kraat Fark bn Amir ve Kâlûn’un rivayetine göre Nâfî nûn’un
eddelenip, yâ isbât edilmeksizin, son harfin kesresi
•t
ile MCîSf eklinde; Ebu Amr da,
eddesiz meksûr nün ile ve yâ'nn hazfi ile eklinde okumulardr. Nûn’un
eddeli olarak okunmas, te’kîd içindir. Yâ harfinin hazfedilmemesi ise, kelimenin
aslndaki (yâ-i miitekellim) itibari iledir. Nûn’un eddelenmeyip, yâ’nn hazfedilmesi
ise, herhangi bir ihlâle, bozuklua sebebiyet vermeksizin, tahfif içindir.

Bil ki Allah Teâlâ, Nûh (a.s)’un böyle bir ey istemesini yasaklaynca, onun
J* !/' fc *t %
J4 U dÛLî J it
^
>î J\
“Ya Rabbi, ben bilgim olmayan eyi, senden istemekten sana snrm. Eer beni
balamazsan ve hüsrana dümülerden olurum” dediini
affetmezsen,
nakletmitir. Bu sözün manas udur: Cenâb- Hak ona, “Bilgin olmayan bir eyi
benden isteme " deyince, Nûh (a. s) da, “Ya Rabbi, bunu kabul ettim. Bunu bir daha
yapmayacam. Fakat ben bundan, ancak senin’yardmn ve hidayetin sayesinde
kaçnabilirim” dedi. te bundan ötürü Hz. Nûh (a. s), “Ya Rabbi, sana snrm”
diye balad. Bil ki ayetteki bu ifâde gelecekte olacak bir eyi haber vermedir. Yani,
,

“Bir daha bu ii yapmayacam” demektir. Sonra Nûh (a. s), kendisinden sudûr etmi
olan o eyden dolay, Allah’dan özür dileyerek, “Eer beni balamaz ve
affetmezsen, hüsrâna dümülerden olurum” demitir. Tevbenin hakikati, u iki eyi
gerektirir:
40 / a rit TEFSÎR-I KEBÎR

a) Gelecee ait olan. Bu, günâha daha yaklamama hususunda azimli ve


bir

kararl olmaktr. Buna, ayetteki Ben bilgim olmayan eyi, senden istemekten sana
sg mirim” ifâdesiyle iaret edilmitir.

b) Geçmie ait olan. Bu da, insann daha önce iledii günahtan ötürü pimanlk
duymasdr. Buna da ayetteki, “Eer beni balamaz ve affetmezsen, hüsrâna
dümülerden olurum ” sözüyle iarette bulunulmutur.

Hz. Nuh (a.s)’un Zellesi

bu husustaki sözümüzü, burada Hz. Nûh (a.s)’dan sadr olmu olan “zelle”
Biz,
den bahsederek sona erdirelim: Diyoruz ki: Hz. Nûh (a.s)’un ümmeti üç grup idiler:
Açktan kâfirlik yapanlar, imann açkça bildiren mü’minler ve bir grup münafk...
Mü’minler için takdir edilmi lâhî hüküm, kurtulu: kâfirler hakkndaki lâhî takdir de
boulmak idi. Bunlar zaten malumdur. Fakat münafklar hakkndaki hüküm gizli idi.
Nûh’un olu da, o münafklardan olup, Hz. Nûh (a.s) onun mü’min olabileceini
sanyordu. Oul hakknda babann ar efkati, olunun fiillerini ve amellerini, onun
bir kâfir olmas sebebiyle yaplm olduu anlamna deil, daha geçerli sebeblere
hamletmeye sevketmitir. O, olunun kâfirlerden uzak bir yerde bulunduunu
görünce, ondan gemiye binmesini istemi, ama o, “Bir daa snrm, o beni sudan
korur” demiti. Bu da, onun daa çkmasnn, kendisini boulmaktan koruma
hususunda adeta gemiye binme yerine geçeceini zannettii için kâfir olduuna
delâlet etmektedir. Hz. Nûh (a.s)’un, “Bugün, Allah’n emrinden, Rahîm olan o
Allah’dan baka, hiçbir koruyucu yoktur” (Hûd, 43) cümlesi de, sadece onun, oluna,
kendisini ancak imann ve sâlih amelin kurtaracan anlattna delâlet eder. Bu ise,
Nûh (a.s)’un daha önce olunun kâfir olduunu bilmediini gösterir. te bundan
dolay kalbinde, olunun mü’min olduu hususunda bir ümid kalmtr. Bunun için
de, Allah Teâlâ’dan, herhangi bir yol ile, yani ya ona gemiye binme imkân vermesi,
ya da onu dan tepesinde korumas ile, boulmaktan korumasn istemitir. te o
zaman Allah Teâlâ ona, olunun bir münafk olup, mü’min olmadn haber vermitir.
Binâenaleyh, Nuh (a.s)’dan sâdr olan
onun olunun nifakna ve küfrüne delâlet
zelle,
eden eyi örenmek ve ortaya çkarma hususunda iyiden iyiye aratrma yapmadan,
içtihadnda yanlarak onun mü’miq olduunu zannetmi olmasdr. Çünkü olu bir
kâfir idi*. u halde Nûh (a.s)’dan ancak, içtihadndaki bu hata sâdr olmutur. Biz,
daha önce Âdem (a.s)’den de içtihâdnda hatâ ettii için benzeri bir zellenin (hatann)
sudûr ettiini açkladmz gibr,
burada anlattklarmzla da, Hz. Nûh’dan sâdr olan
hatann, büyük günahlardan olmad, bunun ancak ictihadda hata etme türünden
olduu meydana çkar. Allah en iyisini bilir.

lî, Cll*. HÛD SÛRES 11/48 U. Cilt / 41

Tufan Sonras

"Denildi “Yâ Nûh, sana ve beraberinde bulunan ümmetlere, bizden bir


ki:

selâmla ve bereketlerle in. Baka ümmetler vardr ki, biz onlar da


faydalandracaz ve sonra onlar bizden gelen ackl bir azab çarpacaktr”
(Hûd, 48).

Ayetle ilgili birkaç mesele vardr:

Allah Teâlâ, geminin “Cûdî” üzerine oturduunu haber


BRNC MESELE verince, bu ayette de, Hz. Nûh ile kavminin gemiden
Tutandan Sonra Gemiden Çk çklarn anlatmtr. Sonra onlar bu dadan, araziye
-

indiler. Ayetteki ihbt (in) emri, gemiden çkp, dan ütür j

inme hususunda bir emir olabilecei gibi, bu, dadan düz arazilere inme
hususunda bir emir de olabilir.

Allah Teâlâ, Nûh (a.s)’a, gemiden çkt zaman önce selâm


KNC MESELE ve daha sonra da bereket vaadetmitir.
selâmet,
Hz. Nuh’un Zellesinin Affedilmesi, Selâm ve selâmet vaadine gelince, bu iki manaya u
Kadrinin Yücelmesi gelebilir:

1) Allah Teâlâ önceki ayette Nûh (a.s)’un, zellesinden tevbe


ederek, “Eer beni ve affetmezsen, hüsrana dümülerden olurum
balamazsan
sözü ile, Allah’a yalvarp yakardn bildirmiti. te bu yalvarp yakarma, zellesinen
tevbe ettii zaman, Hz. Adem’den Cenâb- Hakk’n naklettii tazarru ve yakarn u
aynsdr: “Ey Rabblmiz, kendimize zulmettik. Eer bizi balamaz ve
biz

affetmezsen, muhakkak zarara urayanlardan olacaz” (A'raf; 23). ite Nûh (a. s) da,
Allah Teâlâ’nn, tehdid ve va'idde olacana dair bir müjde vermesine muhtaç idi.
Nûh (a.s)’a “Ey Nûh, bizden bir selâm ile in” denildiinde ona, dine dâir hertürlü
skntlar hususunda bir emniyet ve güven meydana geldi.

2) Bu boulma i, bütün yeryüzünü kaplayp, Nûh (a.s) da gemiden çkt zaman,


yeryüzünde yararlanlabilecek hiçbir canl ve bitki olmadn anlaynca, âdeta nasl
yaayaca, yeme ve içme ile ilgili ihtiyaçlarn nasl giderecei hususunda endieye
dütü, ite Cenâb- Hak, ”Blzden bir selâm ile in” buyurduu zaman, onun bu
endieleri yok oldu. Çünkü skntya kar bir emniyetin olduuna delâlet
bu, hertürlü
etmektedir. Bu ise ancak, güvenlik ve bol rzk içinde bulunmakla olabilir. Allah Teâlâ,
*/ / 13. C ilt TEFSIR-l KEBR

selâmette olmay vaadedince bunun peinden ona "bereket”i vaadetmitir. Bu da,


hayat devam edip sürdürmekten, var olmaya sebattan ve arzu edilen eyleri
elde etmekten Üjj “Devenin çöküp,
ibarettir. iyice oturmas” bu köktendir/
çine su dolup yerletii için de, gölcüe de, denilir. Yine, "Tebâreke
ve Teâlâ” de bu kökten olup, “Daima ta'zim edilen” demektir! Müfessirler daha
tabiri

sonra bu sebat ve bekânn ne olduu hususunda ihtilaf etmilerdir:

Hz. Nûl’n kinci Âdem Olmas


Birinci görü: Allah Teâlâ, Nûh
beeriyetin (ikinci) atas yapmtr. Çünkü
(a.s)’u
tufandan Kurtulanlarn hepsi, onun neslinden idi. Bu görüte olanlar öyle der: “Nûh
(a.s)gemiden çknca, onun zürriyetinden olmayp da beraberinde bulunan dier
mü’minler öldüler. Böylece sonraki nesiller hep o'nun zürriyetinden meydana geldi.
Bundan dolay insanlarn hepsi onun neslinden ve zürriyetindendir.”
Dier baz de öyle demilerdir: “Hz. Nuh’un gemisinde sadece onun
alimler
soyundan olan kimseler bulunuyordu.” Her iki duruma göre de, bütün insanlar ondan
ve onun evladlarndan meydana gelmilerdir. Bunun delili de, “Onun zürriyetini,
devaml kalanlarn tâ kendileri kldk ” (Saffat, 77) ayetidir. Böylece Nûh (a.s)’un,
“Küçük (ikinci) Âdem” olduu sâbit olmu olur. te Allah’n ona vaadettii
“bereketler”den maksad budur.

Bu Ayetteki “Ümmetler” Kimlerdir?


görü: Cenâb- Allah ona, bütün belalara kar esenlikte olmay vaadedince,
kinci
bu selâm ve selâmeti, rahatl ve gönül huzurunu salayacak eylerin son
derece
fazla, devaml ve sebatl olacan da vaadetmitir.

Sonra Cenâb- Hak, onu selamette olma ve bereket ile ereflendirince,


onunla beraber olan
durumunu açklayarak iti-i
kimselerin
“Beraberinde bulunan ümmetlere de” buyurmutur. Alimler,
üç görü
^ belirterek,
bu “ümmetler” ile kimlerin kastedildiinde ihtilaf etmilerdir:

a) Alimlerden bir ksm, bunu "Nûh (a.s) ile beraber kurtulan kimseler” manasna
hamletmitir. Cenâb- Allah bunlar, “ümmetler” diye nitelemitir. Çünkü o zaman
bütün yeryüzünde, onlardan baka insan yoktu. te bundan ötürü Allah Teâlâ onlara
"ümmetler” demitir.

b) Bir ksm alimler de,


bu “ümmetler”den maksadn, “türeme ve doma itibar
ile, senden olan insanlar” manasnda olduunu,
bunun delilinin, Nûh (a.s)’un yannda
ancak imân etmi kimselerin bulunuu olduunu ve Hak Teâlâ’nn bu kimseler
hakknda, “zaten onun maiyetindeki az kimseden bakas da imân etmemiti”
(Hûd, 40 ) diye bahsettii gibi, onlarn az olduunu bildirdiini söylemilerdir.
12. Cüz, HOD SÛRES 11/48 13. Cilt / 43

c) Birksm alimler ise, bundan muradn, o anda mevcûd olanlar ile bundan sonra
doacak olanlar olduunu söylemitir.Tercihe ayan olan ikinci görütür.

Ayetteki mln harf-i cerri, ibtida-i gaye (bir balangç


manasnadr. Buna
ifâde eden)
göre ayetin manas, "seninle beraber olanlardan doacak olan ümmetlere de”
eklindedir.

Bil ki Allah Teâlâ, Nûh (a.s) ile birlikte bulunanlardan doacak olan ümmetleri
ki ksma ayrmtr: Birincisi, selamn ve bereketlerini kendilerine verme hususunda,
Nûh (a.s) ile birlikte zikrettii kimselerdir ki bunlar, iman ehli olanlardr. kincisi ise,
Cenâb- Hakk’n, dünyada az bir müddet faydalandrp, âhireite elîm bir azab
dokunduracan belirttii ümmetlerdir. Böylece Hak Teâlâ, Nûh (a.s) ile beraber
bulunan kimselerden olacak olan ümmetlerin mutlaka mü’min ve kâfir olarak iki ksma
ayrlacaklarna hükmetmitir. Müfessirler öyle demitir: O "selâmet” ifâdesine
Kyamete kadar gelecek olan her mü'min erkek ve kadn; o, "geçici faydalanma ve
azab içine” de, Kyamete kadar gelecek olan her kâfir kadn ve erkek dahildir.

Ayrca, tahkik ehli öyle demitir: Allah Teâlâ, Nûh (a.s)’a selâmeti ve bereketi
vermek suretiyle onun ann
yüceltmitir. Zira Cenâb- Hak, Tarafmzdan bir selam

ile” buyurmutur. Bu ifade, sddîk kimselerin, nimetin bir nimet olmas bakmndan

o nimetle sevinmediklerine; onlarn ancak, o nimetlerin Allah tarafndan olmas


bakmndan o nimetle sevindiklerine delâlet eder. Gerçekten de onlarn sevinçleri
hak ile olup, talebleri hep hak olmu ve teveccühleri de hep Hakk’a doru olmutur
ki bu, çok kymetli bir makam olup, onu ancak Allah’n has kullar bilebilir. Zira,
selâmet ve bereketle, onlarn srf bereket ve selâmet olmalar açsndan sevinmek
baka bir ey; onlarn, Cenâb- Hak tarafndan olmas bakmndan onlarla sevinmekse
daha baka bir eydir. Birincisi, bütün insanlarn iidir; kincisi ise mukarreb, Allah’a
yaknlam kullarn iidir. te bundan dolay bazlar öyle demilerdir: "Kim irfan,
irfân için tercih ederse, ikinci kk
söylemi olur. Kim de irfân, irfân için deil de
Maruf için tercih ederse, o kimse vuslat deryasna dalm olur.”

kâba maruz olanlara gelince, Cenâb- Hak, onlarn hallerini erhetmek için

de, jyi “Baka ümmetler vardr ki, biz onlar da


faydalandracaz ve sonra onlar bizden gelen ackl bir azab çarpacaktr”
buyurmutur. Böylece Cenâb- Hak, onlara, dünya metândan paylarna düeni
vereceine hükmetmitir ki, bu, dünyann deersiz olduuna delâlet eder. Zira Allah
Teâlâ, mü’minlerin hallerinden bahsederken, onlara dünyay verip vermeyeceinden
kesinlikle bahsetmemitir; ama, kâfirlerin hallerinden bahsederken, onlara dünyay
vereceini beyan buyurmutur ki, bu, maddî mutluluklarn deersizliine ve
rûhanî-manevî makamlara arzu duymann yüce bir ey olduuna bir dikkat çekmedir.
* k

•M / I I. Cilt TEI SlR-t KEBlR

Gayhî Haberlerin Nübüvvete Delâleti

“Bunlar gayb haberlerindendir ki, sana onlar vahyediyoruz. Onlar bundan


evvel ne sen biliyordun, ne kavmin. O halde sen de katlan. Akibet, hiç ,

üphesiz müttakiler içindir

(HÛd, 49).

Bil ki, Allah Teâlâ Nuh (a.s)’un kssasn detaylca ele alnca, ’cft

buyurdu. Yani, “Bahsettiimiz o ayetler ve o tafsilatl açklamalar, “enbâ-i gayb” dan,


yari halka gizli, onlarn bilmedii haberlerdendir” demektir. Binâenaleyh, tilke
o , ,

kelimesi mahallen merfû, mübtedâ; ’j* ksm haber; 4X1', ksm ikinci
haber; bundan sonra gelen ifâde ise üçüncü haberdir.

Daha sonra Cenâb- Hak, SIj cJ' cJTU “ Onlar bundan evvel ne sen
biliyordun, ne kavmin” buyurmutur. Yani, “Bu kssay sen bilemediin gibi, kavmin
üo bilemez” demektir. Bunun bir benzeri ifâde de, senin bir kimseye, “Bu meseleyi
ne sen; ne de, senin memleketindeki bir kimse bilebilir!” demendir.

Buna göre ayet, "Nûh (a.s)’un tûfan kssas, ilim ehline göre, yaygn ve mehûr
deil miydi?” denilirse, biz deriz ki:

O kssa, genel batlaryla herkesçe biliniyordu. Ama, bahsedilen tafsilatlara gelince,


bunlar onlar tarafndan bilinmiyordu.

Daha sonra Cenâb- Hak, Î3U' ö[ “O halde, sen de katlan.


Akibet, hiç üphesiz m üttakîlerindir” buyurmutur. Bu, “Ey Muhammet! (s.a.s), tpk
Nûh ve kavminin, o kâfirlerin eziyyetlerlne katlanmas gibi, sen ve kavmin de bu
kâfirlerin eziyyetlorine sabredin!” demektir. Bu ifâdede, "sabr”n neticesinin, lahî
yardm, lahî muzafferiyet, sevinç ve sürür olduuna bir dikkat çekme bulunmaktadr.
Bu tpk, Nöh (a.s) ve ona inananlar için tahakkuk ettii gibi olacaktr.

Tufan Kssasnn Tekrarlanmasnn Hikmet!

Buna göre ayet birisi, “Cenâb- Hak bu kssay Yunus Sûresi’nde zikredip,
burada ikinci defa getirmitir. Binâenaleyh, bu tekrârn hikmeti nedir?" derse, biz
deriz ki:
IJ. Cüz, HÛD SÛRES 1 1/60 51 13. Cilt /
-
41

Ayn kssadan bazan deiik yönlerden yararlanlabilir: öyle ki: Yunus


Sûresi’nde, kâfirler, balarna gelecek azâbn hemen gelmesini istiyorlard. Böylece
Cenâb- Hak, Nûh (a.s) kssasn, Nûh (a.s)’un kavminin, o azabn henüz meydana
çkmam olmas sebebiyle yalanladklarn, ama iin sonunda zuhur ettiini beyan
etmek için zikretmitir. Hz. Muhammed (s. a. s) olaynda da böyledir. Bu sûrede ise
Cenâb- Hak o kssay, kâfirlerin Hz. Peygambere son derece vahetle davranmalar
sebebiyle zikretmitir. Böylece Cenâb- Hak bu kssay, kâfirlerin eziyyet etmeye ve
korkutmaya yönelmelerinin, ayn ekilde Nûh (a.s^zamannda da bulunduunu; ancak
ne var ki Nûh (a.s)’un sabretmesi neticesinde, fethe ve muzafferiyete nail olduunu
beyân için zikretmitir. Öyleyse "Ey Muhammed (s. a.s), sen de maksadna ulamak
istiyorsan, böyle ol!” denilmek istenmitir. Geçtii her sûrede ayn kssadan istifâde
•tme yönü deiik olunca, kssann tekrar edilmesi, faydadan hâlî olmam olur.

O te
&

“Âd kavmine de kardeleri Hûd’u gönderdik: “Ey kavmim, dedi, Allah’a


kulluk edin. Sizin ondan baka hiçbir tanrnz yok. Siz, yalan düzenlerden
bakas deilsiniz. Ey kavmim, ben buna mukabil sizden hiçbir ücret
istemiyorum. Benim mükâfaatm, beni yaratandan bakasna ait deildir.
Halâ akllanmayacak msnz?”
(Hûd, 50-51).

Bil ki bu, Allah Teâiâ’nn bu sûrede bahsetmi olduu ikinci kssadr. Yine bil

ki bu —
' (Hûd. 26) cümlesine atfedilmi olup, kelamn takriri

b^a jUu-i ate


J\ uLjî J
Jj “Ad’e de kardeleri Hûd’u gönderdik” eklindedir.

O halde b y» kelimesi ^^-1 kelimesinin atf- beyândr.

Bil ki Hûd’u onlarn kardei diye vasfetmitir. O kardeliin, dinî bakmdan


Allah,
olmayp, sadece neseb bakmndan olduu malumdur. Çünkü Hûd (a.s) Âd
Kabîlesi’ne mensup birisi idi. Bu kabile de Arap kabilelerinden olup Yemen civarnda
idi. Bunun bir benzeri ifâde de, "Onlardan biri” manas kastedilerek bir kimseye,

^Vlü "Ey, Temîm’in kardei” ve ^ “Ey, Süleym’in kardei” denilmesidir.


46 / 1.1. Clll TEFSlR-1 KEBÎR

Hz. Hud Hakknda “Ad Kavminn Kardei” Vasf Verilmesi

mdi eer, denirse ki "Allah Teâlâ Nûh (a.s)’un olu hakknda, “o katiyyen senin
ailenden deildir (Hûd, 46) buyurmu, böylece, din yaknl bulunmad sürece,
neseb yaknlnn hiçbir ey ifâde etmediini beyân buyurmutur. Burada ise, din
konusunda bir farkllk bulunduu halde, Hûd için "kardeleri” ifâdesini kullanmtr.
Binâenaleyh, bu iki husus arasndaki fark nedir?” Biz deriz ki:

Bu sözden maksad, Hz. Muhammed (s.a.s)’in kavminin, ona meyletmesini


salamaktr. Çünkü onun kavmi, Muhammed (s.a.s) onlarn kabilelerinden bir kimse
olduu halde, onun Allah katndan kendilerine gönderilmi bir peygamber olduunu
kabul edemiyorlard. Böylece Allah Teâlâ bu uzak görmeyi bertaraf etmek için, Hûd
(a.s)’n Âd Kabilesi’nden olan bir kimse; Salih (a.s)’n daSemûd Kabilesi’nden olan
bir kimse olduunu beyan etmitir.

Hz. Hûd’un Tebliinin Esaslar


Bil ki, Allah Teâlâ Hûd (a.s)’un kavmini çeitli mükellefiyetlere davet ettiinden
bahsetmitir:

Birinci çeit: Hûd (a.s) kavmini, Allah’n bir olduu inancna davet ederek, f
jU
öJ4*
ja çisJU iI' lji£l “Ey kavmim, dedi, Allah’a kulluk
edin. ondan baka hiçbir tanrnz yok. Siz, yalan düzenlerden bakas
Sizin
deilsiniz” demitir. Bunda öyle soru bulunmaktadr: "Nûh (a.s), Allah’n varlna
dair deliller getirmeden, onlar, Cenâb- Hakk’a ibâdet etmeye nasl davet etmitir?”

Deriz ki: Allah’n varlna dair deliller aikâr olup, bunlar âfakî ve enfüsl delillerdir.
Dünyada, Allah’n varln inkâr edebilecek pek az insan bulunur. te bundan dolay
Cenâb- Hak, kâfirlerle ilgili olarak, “ Celâlim hakk için, onlara gökleri ve yeri kimin
yarattn sorarsan, muhakkak “Allah” d erler” (Lokman, 25) buyurmutur.

Bu kitabn musannifi, -Allah kendisine rahmet edip, iyi hâtimeler nasib etsin-
Muhammed bn Ömer er-Razî öyle demektedir: "Hindistan’ dolatm. Oradaki
kâfirlerin Allah’n varln kabul etmek hususunda mutabk olduklarn gördüm. Türk

beldelerinin çou da böyledir. Esas mesele putperestlikle olup, putperestlik, ilgili

yeryüzünün pekçounu kaplamtrViEski zamanda, yani Hz. Nûh, Hûd ve Salih


(aliyhisselâm) zamannda da durum böyleydi. Binâenaleyh o peygamberler (a.s)
kavimlerini putperestliktenvazgeçirmeye çalmlardr. Bundan dolay Hûd (a.s)’un;
“Allah’a ibadet ediniz” sözünün manas, "Allah’dan bakasna tapmaynz” demektir.
Bunun delili, Hûd (a.s)’n, bu ifâdenin hemen peinden, “Sizin ondan baka hiçbir
tanrnz yok” demi olmasdr. Bu da, bu sözün maksadnn, onlar putlara tapmakla
megul olmaktan uzaklatrp alkoymaktr.
“Sizin ondan baka hiçbir tanrnz yok” beyanna gelince gayruhû kelimesi,

jl <«/, llOD SÛRES 11/52 IV Çile / 47

Nihln kelimesinin mahallinden sfat olarak merfû okunduu gibi, lafzndan sfat olmak
ö»§r# mecrûr okunmutur.

Daha sonra Cenâb- Hak, “Siz, yalan düzenlerden bakas deilsiniz"


buyurmutur. Yani, “Sîzler, “Bu putlara ibadet etmek güzeldir” sÖ2Ünüzd6 yahut,
"O putlar ibâdete müstehaktr “sözünüzde yalan düzüyorsunuz. O putlar ne bir hissi
nt de bir idrâk kabiliyeti olmayan nesnelerken, söylediiniz bu söz nasl olur da yalan

ya ftira olmaz?. Onlar bir araya getirip onlara ekil veren insandr. Daha nasl onlara
tâlimde bulunmak maksadyla onlar yapan insann, onlara tapmas ve alnn topraa
koymas yakr?” demektir.

Sonra Hûd (a.s) onlar Allah’n birliine irâd etmeye çalp ve onlar
putperestlikten men edince, lS-âÎ* S d. ö\ yr\
' û* f
jU “£y
kavnim, ben buna mukabil sizden hiç bir ücret istemiyorum. Benim mükâfaatm,
h(*nl yaradandan bakasna ait deildir dedi. te bu, Nûh (a.s)’un söyledii eyin

aynsdr. Çünkü, Allah’a davet etme ii, bir karlk umma kirlerinden temizlenmi
vo arnm olunca, kalblerdeki tesiri de o nisbette etkili olur.

Daha sonra Hûd ûjLîij *^1 “Halâ akllanmayacak msnz?” demitir. Yani,
“Benim, sizleri putlara ibadet etmekten men etmemin doru ve isâbetli olduunu
halâ arlamyor musunuz? Zira, bu men ediimin doruluu, adeta, ilk arda akla
gelecek olan eyler cümlesi arasnda bulunmaktadr” demektir.

* *
*
Hûd (ri.s)’un Tebliinin fc/tükâfaat

“Ey kavmim Rabbinizden mafiret isteyin. Sonra yine O’na tevbe edin ki
üstünüze gökten bol bol (yamur) göndersin, kuvvetinize kuvvet katp
artrsn. Günahkârlar olarak yüz çevirmeyin”

(Hûd, 52).

Bil ki bu, Hûd kavmine söyledii mükellefiyetlerin kincisidir. Çünkü Hûd


(a.s)’un

(a.s), ilkinde onlar tevhide davet etmi, bunda da önce istifar etmeye, sonra da

tevbeye çarmtr. stifar ile tevbe arasndaki fark, bu sûrenin. banda geçmiti.
48/ 13. Cilt TE FSR-! KEB v.K

Ebu Bekr el-Esamm, bu ayete u manav/» vermitir: “istifâr ediniz, yani Allah’tan,
önceki irkinizi balamasn Bundan sonra da geçmilere piman
isteyin. olup,
aynlarn bir daha yapmamaya azmetmek suretiyle tevbe ediniz.”

Tevbe ve stifarn Faydas

Daha sonra Hûd (a. s): “Siz ne zaman bunu yaparsanz, Allah Teâlâ size olan
nimetlerini artrr ve size o nimetlerden istifade etme gücü kuvveti verir” demitir,
ite mutluluklarda arzu edilenlerin son noktas budur. Çünkü eer nimet bulunmazsa,
istifade etmek imkânsz olur. Nimetler bulunur, ama canllarn onlardan yararlanmas

imkânsz olursa, maksad yine hasl olmam olur. Fakat nimetler çok olur ve insann
da onlardan istifade edebilecei tam bir kuvveti de bulunursa, ite o zaman mutluluklarn
ve sevincin gerçeklemi olur. Demek ki ayetteki, 'j'j-U
zirvesi tUJi

“ Üstünüze gökten bol bol (yamur) göndersin ifâdesi, çokça nimet vermeye bir

iarettir. Çünkü nimetlerin olmasn salayan, uygun yamurlarn yamasdr. Ayetteki,



“Kuvvetinize kuvvet katp artrsn ifâdesi de, o nimetlerden istifâde etme hususunda
en mükemmel halin bulunmasna bir iarettir. Bu ifâdenin, mutluluklar elde etme
müjdesi tayan ve daha fazlasnn aklen imkânsz olduunu gösteren bir tabir
olduunda üphe yoktur, insann, bu Kitab- Kerim’de sakl srlar bilebilmesi için,
bu incelikleri düünmesi gerekir. Müfessirier öyle demilerdir: “Hûd (a.s)’un
kavmine, dünyada iki çeit kemâl verilmitir. Bunlardan birincisi, onlarn bostanlarnn
ve ekinlerinin, son derece güzel ve ho olmasdr. Bunun delili, “Görmedin mi Rabbin
ne yapt “Ad” (kavmine), yani o direk sahibi “îrem”e ki, ehirlerde onun bir benzeri
yaratlmamt” (Fecr, 7-9) ayetidir. kincisi, onlarn son derece güçlü-kuvvetli
olmalardr. te bundan ötürü onlar: “Onlar “ bizden daha kuvvetli kim var?” dediler”
(Fussiiet, 15) buyurmutur. Bu kavim, ite bu iki hususla dier insanlara kar övününce,

Hûd (a.s), onlarn putlara ibadeti brakp, istifar ve tevbe etmeleri halinde, Allah
Teâlâ’nm bu iki hususta, onlar daha da güçlendirip, onlara bu hususta pek çok
iereceler vereceini vaadetti.”

u da nakledilmitir: Allah Teâlâ, Hûd (a.s)’u kavmine gönderip, onlar da onu


yalanlaynca ve bu sebeble Cenâb- Hak onlardan yllarca yamuru kesip, hanmlarn
ksr braknca, Hûd (a.s), onlara: “Eer siz Allah’a iman ederseniz, O sizin
canlandrr, sizlere mallar, çocuklar verir” demitir. te bu, ayette
beldelerinizi
“(Allah) gökten üstünüze bol bol (yamur) göndersin” buyruu ile anlatlan
husustur. “Midrâr”, çok yamur manasna olup, mübalaa ile ism-i fail siasdr.
Cenab- Hak “Kuvvetinize kuvvet katp artrsn” buyurmutur. Müfessirier burada
bahsedilen kuvveti, mal ve çocuk verme ve bedence kuvvetli klma diye tefsir
etmilerdir. Çünkü bütün bunlar, sayesinde insann güç-kuvvet bulduu eylerdir.

Buna göre eer, "sözün özü udur: Hûd (a.s), “Eer Allah’a ibadet ederseniz,
dünyevî hayrlarn kaplar size açlr” demitir. Halbuki durum böyle deildir. Çünkü
Hz. Peygamber (s.a.s), JöV }S “Belâlar öncelikle
)

12. Cüz, HÛD SÜRES 1 1/53.


13. Cilt / 49

peygamberlere, sonra velilere, sonra (derece bakmndan) onlara yakn onlanlara


has klnm, verilmitir buyurmutur. O halde bu ikisinin aras nasl badatrlr?
Hem sonra Kur’ân’n taatlara tevikteki örfü (metodu), hem dünyevi hem de uhrevî
hayrlarn o taatlara dayandn bildirme eklinde cereyan eder. Fakat taatlara,
kendisine bir-takm dünyevî hayrlarndayanmasyla tevik etmek Kur'ân’a
yakmayan, (tahrif edilmi) Tevrat’ta bulunan bir metoddur” denilir ise, öyle cevap
veririz: "Ahiret mutluluklarna fazlaca tevik yaplnca, dünyevî hayrlara kifayet miktar
tevik yaplm olmas uzak bir ihtimal deildir.”

Hak Teâlâ’nn Slj “ Günahkârlar olarak yüz çevirmeyin” ifâdesi,


"•uç ve günahta srar ederek, benden, davet ettiim ve tevik ettiim eyden yüz
çevirmeyin” manasndadr.

Kavminin Hz. Hud’u Reddetmesi

“Dediler “Ey Hûd, sen bize açk bir mucize getirmedin. Biz de seni.*
ki:

sözünle tanrlarmz brakacak deiliz. Sana inanacak da deiliz. Biz,


“tanrlarmzdan kimi seni fenâ çarpm” demekten baka bir ey söylemeyiz.
Hûd dedi: “Allah’ hakikî âhid gösteririm ve siz de âhid olun ki ben sizin
Allah’dan baka O’na ortak tutmakta devam ettiiniz eylerden katiyyen
uzam. Artk bana topyekün, istediiniz tuza kurun, sonra bana mühlet de
vermeyin. üphesiz ki ben, kendimin de, sizin de Rabbiniz olan Allah’a
güvenip dayandm. Yürür hiç bir mahlûk hâriç olmamak üzere (hepsinin
alnndan tutan O’dur. Benim Rabbim hakikaten srat- müstakim üzerindedir”

(Hûd, 53-56).

3. Tlrmlzi, Zühd, 56 (4/602); BuhAri, Merdâ, 3 (7/3).


50 /13. Cilt TEFSÎR-1 KEBÎR

Bil Ki Allah Teâlâ, Hûd (a.s)’un, kavmine söyledii sözleri nakledince, bundan
sonra kavminin ona söyledikleri u sözleri nakletmitir:
1) Onlar, “Sen bize açk bir beyyine, yani hüccet getirmedin” demilerdir.
“Beyyine”ye, sayesinde hak batldan ayrld için, “beyyine” (ayran) denilmitir.
Hûd (a.s)’un mucizeler ortaya koyduu, fakat kavminin, cahillikleri yüzünden o
mucizeleri inkâr ettikleri ve onun hiçbir mucize getirmediini iddia ettikleri malumdur.

2) Onlar, “Bizde senin sözünle tanrlarmz brakacak deiliz ” demilerdir. Bu


söz de tutarszdr. Çünkü onlar fayday ve zarar verenin Allah olduunu, putlarn
ise ne faydas ne de zarar olmayan eyler olduunu kabul ediyorlard. Durum böyle
olunca, akla ilk gelen o putlara ibadet etmenin câiz olmayaca olur. Onlarn putlarn
brakmalar, srf sözleri ile deil, aksine akln ve ruhun buna açktan aça karar
vermesiyle olur.


“Sana inanacak da deiliz demilerdir. Bu
3) Onlar, ise, onlarn küfürde, taklidde
ve inkârda srarl olduklarn gösterir.

4) Onlar, “Biz, “ Tanrlarmzdan kimi, seni fenâ çarpm” demekten baka birey
söylemeyiz” demilerdir. Bir kimseyi bir ey sarp bürüdüünde, bana
geldiinde laf denilir. Buna göre ayetin manas, “Ey Hûd, sen putlarmz
tenkid ettin, bundan dolay da onlar seni delirttiler” eklindedir.

Hz. Hûd (a.s)’un Onlara Cevab


Cenâb- Hak onlarn bu sözüne karlk Hûd (a.s)’un da, rft jS
9j* y “
J\ Allah’ hakiki âhid gösteririm ve siz de âhid olun ki,
\L»

ben sizin, Allal’dan baka O’na ortak tatmakta devam ettiiniz eylerden katiyyen
uzam” dediini nakletmitir ki bunun manas açktr.
Hz.Hûd (a.s) daha sonra ûjjfeîfr fi W** “Artk bana topyekün »

istediiniz tuza kurun, sonra bana mühlet de vermeyin” demitir ki bu, Hz. Nûh’un
da artk toplanp ne yapacanz kararlatrn... Bana
kavrr ne, “siz ve ortaklarnz
mühlet de vermeyin” (Yûnus, 7i) eklindeki sözünün aynsdr.

Bil ki bu, kesin bir mucizedir. Çünkü bir tek kimse, büyük bir toplulua kar:
“Bana dümanlk ve hususunda elinizden geleni yapn, geri brakmayn!”
eziyet
dediinde, o kimsenin bu sözü, ancak Allah Teâlâ’nn kendisini dümanlarn verecei
eziyetlerden köruyup muhafaza edeceine dair, lâhî bir garanti içinde olduu zaman
söyleyebileceini anlarz.

Daha sonra o, •&} y» *[ I5 j* U “Yürür hiçbir mahlûk hâriç olmamak


üzere hepsinin alnndan tutan O ’dur” buyurmutur. Ezberi öyle demitir: “Araplar'a
göre "nâsiye”, ban ön ksmndaki (alndaki) sâç biten yerdir. Orada biten saç, bittii
yerin ad iie, “nâsiye” diye adlandrlmtr.
Çür, HÛD SÛRES. 11/ »-M 13. Cilt / 31

Btl k Araplar bir insan, zelil ve boyun emi olarak tavsif ettiklerinde, “Falancann
nâlyesl, ancak falancann elindedir” derler, yani “o, ona itaat eder” demektir. Çünkü
Râolyaslnden (perçeminden, kâkülünden) tuttuun kimseyi, zabt-u rabt altna alm
Olursun. Yine Araplar bir esir alp, onu salvermek ve bana kakarak (minnetle) azâd
tmek slediklerinde, onun hor ve hakir olduuna biralâmet olsun diye, perçemini
Nieerlerdi. Böylece Araplara, bildikleri bir ifâde üslubuyla Kur’ân’da hitab edilmitir.

Buna göre ayetteki bu ifâdenin manas, ‘‘Her canl onun kahr ve kudreti altnda olup,

Onun kaza ve kaderine boyun emitir.”


* s

Daha sonra O Jtj “Benim Rabbim hakikaten srat- müstakim


üzerindedir” demitir. Bu hususta u izahlar yaplmtr:
1 ) O, “Yürür hiçbir mahlûk hâriç olmamak alnndan tutan
üzere, (hepsinin)
O'dur” deyince, bu yüce bir kudrete ve büyük bir kuvvete iâret olur. Bundan dolay

O, bunun peinden Benim Rabbim hakikaten srat- müstakim üzerindedir” yani,
"Allah, o kavme kâdir ise de, onlara zulmetmez, ancak hak, adalet ve doru olan
yapar” demitir. Mu’tezile öyle der: "Ayetteki, “Yürür hiçbir mahlûk hariç olmamak
üzere, (hepsinin) alnndan tutan O’dur" ifâdesi Allah’n birliine; “Benim Rabbim
hakikaten srat- müstakim üzerindedir" cümlesi de, adâlet-i ilâhiyyeye delâlet eder.
Böylece dinin ancak tevhid ve adaletle tam ve mükemmel olduu sâbit olur.”

2) Allah Teâlâ, kendi saltanatnn, bütün mahlukat, zabt-u rabt altna aldn

belirtince, peinden Benim Rabbim hakikaten srat- müstakim üzerindedir”
fâdesini getirmitir “O’na hiçbirey gizli kalmaz ve O’ndan hiçbir kimse
ki bu,
kaçamaz" demektir. Cenâb- Hak bu ayette, "srat- müstakim’i” zikretmi ve bununla
herkesin girmesi gereken yolun ancak bu olduunu belirtmek istemitir. Nitekim Hak
Teâlâ, “Çünkü Rabbin üphesiz ki rasad yerin dedir (gözetlemededir)” Fecr, 14) {

buyurmutur.

3) Bunun manas, "Senin Rabbin rat- müstakime sevkeder, yani oraya tevik
eder, yahut oraya çararak sizi oraya sevkeder” eklindedir.
y ”

52 / 11 ( ili Tl FSlR-t KEBÎR

Haktan Sapann Zarar

“Eer imdi yüz Ben size ne ile gönderilmisem ite


çevirirseniz (ne diyeyim?)
size onu tebli ettim. Rabbim sizin yerinize dier bir kavmi getirir ve O’na
hiçbir sûrette zarar veremezsiniz. üphesiz ki. benim Rabbim her eyin üstünde

bir gözeticidir

(Hûd, 57).

* •

Bil ki ayetteki, '


y fiilinin asl, '
f
eklindedir. Buna u iki mana verilmitir:

a) fâdenin takdirî manas, "Eer siz yüz çevirirseniz, teblide kusurlu


davranmakla olunmaz ve aleyhinize hüccet tahakkuk etmi olur" eklindedir.
itâb

Buna göre Hûd (a.s) sanki "Tekzibde srar eden sîzsiniz " demek istemitir.

b) Bu, "Eer imdi yüz çevirirseniz, ben size ne ile gönderilmisem ite size onu
tebli ettim” demektir.

Daha sonra o, Rabbim dier bir kavmi getirir” demitir. Yani,
sizin yerinize
"Sizden sonra yerinize, kendisine sizden daha itaatkâr kimseler yaratr” demektir.
Bu, onlara kökünü kazma (neslini kazma) azb indireceine bir iarettir. O, “O’na
hiçbir sûrette zarar veremezsiniz” demitir. Yani, "O’nun sizi helâk etmesi, mülkün-
den hiçbirey noksalatrmaz.”

Da sonra, O ^ o[ üphesiz ki benim Rabbim her eyin


üstünde bir gözeticidir” demitir. Bu hususta da u üç izah yaplmtr:
1)0, kullarna yaptklarna göre karlk vermek için, onlarn amellerini muhafaza
eder.

2) O, beni sizin errinizden ve tuzanzdan korur.

3) O,hsreye kar bir gözetici olup, istedii zaman o eyi helâk etmekten korur,
istedii zaman helâk eder.
ir

ir
)} ‘ll/, lifin SÛRES 1 1/58-60 n. cilt / 33

Ad Kavmlnln imha Edilmesi

“Vakfa emrimiz geldi. Hûd’u ve beraberindeki mü’ m inleri, bizden bir


ki (azab)
rahmet olarak, selâmete erdirdik, onlar azaptan kurtardk. te Adar
kavmi! Onlar, Rablerinin ayetlerini bilerek inkâr ettiler, peygamberlerine âsî
inadc her zorbann emri ardnca gittiler. Onlar bu dünyada da,
oldular,
Kyamet gününde de, lanete uradlar. Haberiniz olsun ki Ad kavmi,
Ra Herini inkâr ettiler. Haberiniz olsun ki Hûd’un kavmi olan Ad’e (rahmet-i
ilahiyyeden) uzaklk verildi"
(Hûd, £8-60).

Cenâb- Hak, 'Vakta ki emrimiz geldi" buyurmutur. Bu, “Azabmz geldii


Bil ki

zaman..." demek olup, o azap, onlarn bana gelen, kasp kavurucu ve köklerini
kazyan bir rüzgârdr. Allah Teâiâ bununla onlara yedi gece ve sekiz gündüz azab
etmitir. Bu rüzgâr onlarn burun deliklerinden girip, arkalarndan ve onlar çkm
yeryüzüne yüzüstü baygn düürmütür. Böyfece onlar, sanki yere devrilmi uzun
hurma kütükleri gibi olmulardr.
Eer denirse “Bu rüzgâr, onlar helâk etmede nasl müessir olmu?" Cevaben
ki:

deriz ki: “Bunun, o rüzgâ n çok scak, çok souk yahut da varlklar yerden havaya
kaldrp, sonra geri çarpacak ekilde çok kuvvetli olmasndan ötürü olmas
muhtemeldir. Hepsi olabiiir."

Hz. Hûd (a.s) le Mü’minlerln Kurtarlmas

Cenâb- Hakk’n & '-îj*



Hûd’u ve beraberindeki mü’minleri,
selâmete erdirdik (kurtardk)" buyruuna gelince; bil ki: Belâlarn ayn anda hem
mü’minlere, hem kâfirlere gelmesi câizdir. Bu durumda o bela, mü'minler için bir
rahmet, azâb olmu olur. Fakat peygamberlerini tekzib eden kavimlere
kâfirler için bir

inen azaba gelince; Allah’n hikmeti mü’minleri bu azâbtan kurtarmay gerektirir. Eer
böyle olmasayd, o zaman bu belânn, onlarn küfürlerine kar bir azab (ceza) olduu
anlalmazd. te bundan ötürü Cenâb- Hak, “Hûd’u ve beraberindeki mü’minleri
kurtardk” buyurmutur.
34 / 13. Cilt TEFSlR-1 KEBÎR

Ayetteki ^ “Bizden bir rahmet olarak (kurtardk)” buyruu ile ilgili u


izahlar yaplmtr:

1) Allah Teâlâ.-bu sözü insann, iman've salih amelde gayret göstermi olsa
ile,

bile, ancak Allah’n rahmeti ile kurtulabileceini kasdetmitir.

2) Buradaki “rahmet”ten maksad, Allah’n hidayet ettii ve muvaffak kld iman


ve sâlih ameldir.

3) Allah onlara o vakit merhamet etmi ve cezada onlar kâfirlerden ayrmtr.


“Onlar ar azabtan kurtardk ” buyruuna gelince,
'ja

bundan önceki “kurtarma”dan maksad, dünyadaki azabtan kurtarmadr. Bu ikinci


kurtarma ile de, Kyamet azabndan kurtarma kastedilmitir. Allah Teâlâ, Kyamet
azabn, onlar için ölümden sonra olacak bu azabn, içindeki (dünyadaki) azaba
nisbetle daha ar olduuna dikkat çekmek için, "galiz (ar) bir azab" diye
nitelemitir. O halde ayetteki, "Onlar... kurtardk” buyurmaktan maksad, "Bizonlarn,
bu ar azaba müstehak olmadklarna ve buna dümemelerine hükmettik" manasdr.
Bil ki Allah Teâlâ, Âd Kavmi’nin kssasn anlatnca, Ümmet-i Muhammed’e hitab

ederek, te dUîj ite Ad (kavmi)!” buyurmutur. Bu, onlarn kabirlerine ve geride
kalan izlerine bir iaret olup, Cenâb- Hak sanki, "Yeryüzünde gezip dolan, bütün
bu (eski eserlere, antik kentlere) bakn da ibret aln” demek istemitir.

Ad Kavmi’nin Balca Cürümleri


Allah Teâlâ daha sonra, onlarn sfatlarn zikrederek, dünyadaki ve ahiretteki
durumlarn ele almtr. Onlarn sfatlar üç eydir: u
Birinci Sfat: “Onlar, Rablerinin ayetlerini bilerek inkâr ”
ettiler.

Bu, "Onlar, peygamberin doruluuna delâlet ettiini inkâr


mucizelerin o
ettiler” demektir. ayet onlarn zndk (münkir) olduklar sabit ise mana: "Onlar,
yaratklarn hikmet sahibi Yaratcnn varlna delâlet ediini inkâr ettiler” olur.

kinci Sfat: iLj “Onlar, O’nun peygamberlerine âsî oldular.” Böyle


denmesi in sebebi udur: Onlar tek bir peygambere âsî olunca, bütün peygamberlere
isyan etmi, kar .çkm oldular. Nitekim u ayet bu gerçei ifade eder: “O’nun

peygamberlerinden hiç birini dierlerinin arasndan ayrmayz (Bakara, 285). Denildi
ki: Onlara, Hûd (a.s)’den baka peygamber gönderilmemiti.

Üçüncü Sfat: îjttj ‘Onlar, inadc her zorbann emri ardnca



gittiler. Bu, "Sefiller, ayak takm,
"Bu (peygamber) de sizin gibi bir insandan baka
birey deil” deme hususunda (ve buna inanmada), reislerini taklid ediyorlard.
"Cebbâr” (zorba)’dan maksad, yüksek tabakada olan ve inadc, “Anîd, anûd ve
mu’ânid, nizac ve muârz” demektir.
12. cm, HÛD SÛRES n/38-60 1 3 . Cilt / 53

Bil ki Allah Teâlâ onlarn bu sfatlarn zikredince, bunun peine hallerini de


zikredip, fjîj
ai "Onlar bu dünyada da, Kyamet gününde
de lanete uradlar", yani “Dünyada da âhirette de lanet onlarn arkada, ayrlmaz
tâbisi ve yanda klnd” buyurmutur. “Lanet”, Allah’n rahmetinden ve her türlü

hayrdan uzaklatrmaktr.

Sonra Allah Teâlâ, onlarn bana bu nâho hallerin gelmesindeki asl sebebi

beyan edip, 'jy» bt* Ol V' Haberiniz olsun ki Ad Kavmi, Rablerini inkâr
-

ettiler” buyurmutur. Denilmitir ki: “Ayetteki ijjiT lafz ile ijjiS manas
kastedilmitir. u halde burada bâ harf-i cerri mahzüftur.” Yine buradaki “Küfr”ün,
bile bile inkâr manasna olduu söylenmitir. Buna göre mana, “Haberiniz olsun ki
Ad, Rablerini bile bile inkâr ettiler” eklindedir.” Yine denilmitir ki: “Bu, muzâfn
hazfedilmi olduu bir cümledir ve “Onlar, Rab’lerinin nimetine nankörlük ettiler”

manasndadr. (Dolaysyla “nimet” kelimesi mahzuftur).



Sonra Cenbâb- Hak, âji f jî
aUJ l-û* VI Haberiniz olsun ki Hûd’n kavmi
olan Âd’e, rahmet-i ilâhiyyeden uzaklk verildi” buyurmutur. Bu ifâde ile ilgili iki

soru vardr:

Birinci Soru: Lanet, uzaklk manasndadr. Dolaysyla Cenâb- Allah, Onlar bu
dünyada da, Kyamet gününde de lanete uradlar” buyurmu olunca, “Haberiniz
olsun ki (...) Âd’e uzaklk verildi” sözünün ne hikmeti var?

Cevap: Ayn hususu deiik iki ifâde ile tekrar etmek, son derece ileri bir te’kidi

gösterir (onun önemine delâlet eder).

ki Ayr Ad Kavmi’nin Bulunduu


kinci Soru: Ayetteki "Hûd’un kavmi olan Âd” tavsifinin ifade ettii incelik nedir?

Cevap: ki “Âd” kavmi vard. Birincisi daha önce olan idi ki, bunlar Hûd (a.s)’un

kavmi idiler. kincisi ise, sütunlar (yüksek binalar) sahibi rem halk idi. Binâenaleyh
Cenâb- Allah, karkl önlemek için, bunu belirtti. kinci bir husus da udur: Bireyi
açkça belirtmedeki mübalaa, son derece ileri te’kide delâlet eder.
56 / 13. ( Il TUFSÎR-I KEBR

Hz. Salih’in Semud Kavmini Dine Daveti

"Semûd kavmine de kardeleri Sâlih’i gönderdik. Dedi ki: "Ey kavmim Allah’a
kulluk edin. Sizin O’ndan baka hiçbir tanrnz yoktur. O, sizi topraktan
meydana getirdi, sizi orada ömür geçirmeye yahut imâra memur etti. O
halde O’ndan mafiret isteyin, sonra O’na tevbe edin. üphesiz ki Rabbim
çok yakndr, dualar kabul edendir.” Onlar dediler ki: "Ey Scilih, sen bundan
evvel içimizde ümid beslenen bir zât idin. imdi atalarmzn tapt eylere
tapmaktan bizi vazgeçirmek mi istiyorsun? Senin bizi davet ettiin ey
hakknda gerçekten ek ve üphe içindeyiz”
(Hûd, 61-62).

Bil ki bu, Hûd Sûresi’ndeüçüncü kssadr. Bu kssa, Hz. Salih (a. s)


zikredilen
ile Semûd Kavmi’nin kssasdr. Bu ayetlerin, daha öncekilerle münasebet ve
alâkas,
tpk Hûd (a. s) Kssas’nda zikredilen münasebet gibidir. Fakat ne var ki Hz. Salih
(a.s), kavmine Cenâb- Hakk’n birliini kabulü emredince, Allah’n birliini ortaya

koymak için u iki delili zikretmitir:

Allah’n nsanlar Topraktan Yaratmas

birinci Delil: Ayetteki, "O, sizi topraktan meydana getirdi" ifadesiyle ortaya
konulan delildir. Bu hususta u iki izah yaplr:

Birincizah: Herkes, Âdem (a.s)’in sulbünden yaratlm olup, o da topraktan


yaratlmtr. Ben derim ki: Bu dorudur. Ancak bu hususta, doruya bundan daha
yakn öyle daha yaplabilir: nsan, meniden ve hayz kanndan yaratlmtr.
bir izah

Meni ise, kandan meydana gelir, O halde insan, kandan yaratlmtr. Kan da (insann
yedii) gdalardan ne’et eder. Gdalarda ya hayvansal olur, ya bitkisel olur.
Hayvanlarn durumu da, insanlarnki gibidir. u
halde gerek hayvan, gerek insan,
hepsinin yaratl varp bitkilere dayanr. Bitkilerin yerden bittii açktr. O halde Allah
Teâlâ’nn hepimizi yerden (topraktan) yaratt sâbit olur.
I?, <•«*, HÛD SORIS 11/61-62 13. Cilt / 57

zah: Ayetteki mlne’l-ard "topraktan” kelimesindeki min edat,


ikinci fî

manasnadr ve takdiri, sizi toprakta, yeryüzünde meydana getirdi” eklindedir.


Bu görü zayftr. Çünkü ifâdeyi zâhirine hamletmek mümkün iken, onu zâhirî
manasndan (mecâzî manaya) geçirmeye gerek yoktur. Fakat insann yerden ne’et
«diinin, bir yaratcnn varlna nasl delâlet ettii meselesinin izahna gelince; biz
bunu daha önce defalarca açkladk.
Yeryüzünü mar Etmenin Önemi

ikinci Delil: Ayetteki j “Sizi orada ömür geçirmeye, (yahut imâra)


memur etti” cümlesinin ortaya koyduu delildir. Bu ifâde ile ilgili u üç mana
verilmitir:

a) yeryüzünü mamur klan kimseler kld.” Bu görüte olanlar öyle


“Allah sizi,

demilerdir:‘Fars krallar çokça kanallar açtryor ve aaçlar diktiriyorlard. te bundan


dolay, onlar uzunca bir ömür sürdüler. Bunun üzerine, onlarn zamanlarndaki
peygamberlerden birisi, Rabbine, “Onlar böyle uzunca yaatmann sebebi nedir?”
deyince, Allah Teâlâ ona, benim beldelerimi imâr ettiler ve kullarm
“Çünkü onlar
oralarda (rahat) yaadlar” diye vahyetti.” Muâviye (r.a) ömrünün sonlarna doru,
yeryüzünü imâra balaynca, ona, “Seni, buna sevkeden ne?” diye sorulduunda
o, “Beni buna sevkeden, âirin u sözleridir” dedi.

fi J $

“Kendisi ile aydnlanlmayan ve yeryüzünde bir eseri olmayan yiit, yiit



deildir.
>

b) “Allah Teâlâ, size orada uzun ömür verdi.” Bu manaya göre, umr fiili,

masdarndan türemitir. Bu tpk, (sizi bâkî kld) fiilinin, “bekâ” masdarndan


türemi olmas gibidir.

c) fiili, umrâ kelimesinden itikâk etmitir ve manas, “Allah, oray


ömrünüz süresince sizin kld. Fakat siz ölünce, bakasna geçer” eklindedir.

Bil ki yeryüzünün, insanlar imâr kabul edecek ekilde


için faydal olacak bir

hazrlanmasnda ve insanlarn buna kâdir olmasnda, Hâlik Teâlâ’nn varlna büyük


bir delil vardr. Bunun neticesi, Hak Teâlâ’nn bir baka ayetindeki “O her mahluku

ölçüyle yapp sonra da hayat yolunu gösterendir” A (


ia, 3) buyruunun ifâde ettii

hususa dayanr. Bu böyledir. Çünkü kendi zâtnda uygun tasarruflara götürebilecek


bir akl ve kudret var iken, insann sonradan yaratlm olmas, hakîm bir
Yaratcnn
varlna delalet eder. Yeryüzünün kullarn menfaatlarna uygun ve maslahatlarna
yarar baz özelliklerle mevsûf oluu da, Hakîm bir Yaratcnn varlna delâlet eder.

4\ y 9 f 9
Ayetteki, “ Ondan mafiret isteyin, sonra
'
Ona tevbe edin”

buyruunun tefsiri daha önce geçmi idi.


8 / 1 3. Cilt
TEFSlR-î KEBÎR

Ayetteki, û* “üphesiz ki Rabbim çok yakndr, (dualar) kabul


edendir buyruu ise, “O, ve duymas
çok yakndr, fazl ve rahmeti
ilmi ile ile de,
muhtaçlarn duâlarm kabul edendir” demektir.

Kavmi, Birdenbire Hz. Salih Aleyhine Dönüyor


sonra Cenâb- Hak, Hz. Salih (a. s), bu delilleri açklad zaman, kavminin,
Ua Jj Uj dJS' ji “Ey Salih, sen bundan evvel içimizde ümid beslenen
bir zât idin” dediini beyân buyurmutur. Bu hususta u izahlar yaplr:
1) O, akl keskin, güçlü kuvvetli ve zekâs yerinde genç olup, kendi bir
kabilelerindende olduu için, kavmi onun dinlerine yardm edecei, mezheblerini
takviye edecei ve yollar ile metodlarm iyice yerletirecei hususunda
çokça
ümidlendirmiti. Çünkü bir cemiyet içinde, ne zaman üstün bir kii meydana gelse,
onlar ite bu yönden ona ümid balarlar.

Bazlar da öyle demilerdir: ‘‘Bundan maksad, ‘‘Sen, bizim fakirlerimize efkat


2)
duyar, güçsüzlerimize yardm eder ve hastalarmz ziyaret ederdin. Böylece
senin,
bizi seven ve bize yardm eden kimselerden olman hususundaki
ümidimiz güç
kazanmt. O halde artk nasl olur da sen, dümanlk ve buz izhar edersin?”
manasdr. Sonra onlar bu sözlerine çok iddetli bir hayreti de ekleyerek, ö\ Ü#S\
UjUl Jjilii* “imdi atalarmzn tapt eylere tapmaktan
bizi vazgeçirmek mi
istiyorsun?” demilerdir. Bu sözün maksad, onlarn taklide, babalarna ve atalarna
tâbi olmann vücûbiyyetine smsk sarldklarn ifâde etmektir. Bu teaccübün bir
benzeri de, Cenâb- Hakk’n, Mekke kâfirlerinden naklettii, “O, tanrlar bir tek Tanr
m yapm? Bu, cidden acayip birey!” (Sa’d, 5) eklindeki sözdür.
Daha sonra onlar 'yij*
hakknda gerçekten ek ve
Ujpj U* »ili
^ \£\j “Senin bizi davet ettiin ey
üphe içindeyiz...” demilerdir.
insann nefy “ekk”
ile isbât arasnda kalakalmasdr. “Murîb” ise, sû-i zanda
bulunan kimse demektir.
O halde, “biz (...) ek içindeyiz. ifadesiyle, Salih (a.s)’in sözünün doruluunun,
'

onlarn inançlarnda müessir olmam olduu kastedilmektedir. “Murîb” ifâdesiyle


de, Salih (a.s)’in sözünün, onlarn inançlarna göre, daha ar basm olduu
kasdedilmitir ki, bu da Salih (a.s)’in sözünü geçersiz klmak için söylenmi bir
r -übalaa ifadesidir.
12. COz. HÛD SÛRES 11/63 13. Cilt / 39

Hz. Salih Kavrtfinl ikna Etmek istiyor

" Salih “Ey kavmim, ya ben Rabbimden apaçk bir delil üzerinde isem
dedi ki:

ve O, kendinden bana bir rahmet vermise? Ne dersiniz? O halde Allah’dan,


eer O’na isyan edersem, beni kim koruyabilir? Demek, siz beni ziyana
uratmaktan, bunu bana kar arttrmaktan baka bir ey yapmayacaksnz...”
(Hûd. 63).

cJT ”
Bil ki Salih (a.s)’in Ol “ya ben apaçk bir mucize üzerinde isem. . .

cümlesi, ek ifâde eden n harfiyle kurulan bir cümledir. Halbuki o, peygamberlii


hususunda tam bir yakînî inanç üzerinde bulunuyordu. Ancak ne var ki, muhalif
kimselere bu ekilde söz söylemek, sözün kabul edilmesini daha iyi temin edebilir.
Buna göre o sanki öyle demek istemitir: ‘‘Benim, Rabbimden olan bir delil üzere
olduumu ve nebî olduumu farzediniz. Ve düününüz ki, ayet ben size tâbi olur
ve emirleri hususunda Rabbime isyan edersem, beni Allah’n azabndan kim
kurtarabilir? u
halde, böyle yaparsam, siz benim ziyânm artrmaktan baka bir
ey yapm olmazsnz...” Buradaki tahsîr (ziyân vermek) kelimesinin izah hususunca
u 'ki açklama yaplmtr:

a) Bu manas, ‘‘Böyle olmas halinde siz benim amellerimi


kelimenin
noksanlatrm ve onlar iptâl etmi olursunuz...” eklindedir.
b) Takdirin u ekilde olmas: “Siz, bana söyledikleriniz ve beni sevkettiiniz cihet
ile, benim sizi hüsrâna nisbet etmemden ve size, “siz, hüsrana dümü kimselersiniz" •

dememden baka, benim bir eyimi artrmazsnz...” Birinci görü, doruya daha
yakndr. Çünkü Salih (a.s)’in ““eer O’na isyan edersem, beni Allah’n azabndan
kim koruyabilir?” eklindeki sözü, ayet, beni kendisine davet ettiiniz küfür
hususunda size tâbi olacak olursam, o zaman ben ancak dindeki hüsrânm arttrm
ve böylece de hüsrana düen ve helâk olan kimselerden olmu olurum...” eklindeki
bir manaya delâlet eder gibidir.
60 / 1.1. Cilt tefsIr-I kebîr

Mu’clze Olarak Verilen Deveyi Kesmeleri

^ Aö-l -p\l ^ ~ ',*^=====0 -Oi \j O


5 t-
J ^ '

-V '\ > Ar- A"


“ / >.'/> \>'- '''S fyS > S' ' -* ^ <'
, -v
Ç$K-JJ\£=IS-P1£. ?£Îb >U<0» i ^V 9
jW

“Ey kav mim, ite size bir ayet (mucize) olmak üzere Allah’n u dii devesi!
Serbest brakn onu... Allah’n arznda yesin. Ona fenalk edip dokunmayn...
Aksi halde yakn bir azâb yakalar. Derken onu, ayaklarn keserek
sizi

öldürdüler. Bunun üzerine (Salih) dedi ki: “Memleketinizde üç gün daha


yaayn. te bu, yalan çkarlamayacak bir tehdittir”
(Hûd, 64-65).

Bil ki putperest bir toplum içinde, peygamberlik iddia eden bir kimsenin adet ve
tutumu, önce onlar Allah’a ibâdete davet etmek, sonra da buna peygamberlik
iddiasn eklemektir. Bu durumda mutlaka onlar da, ondan bir mucize isterler. Salih
(a.s)’in durumu da böyleydi. Rivayet olunduuna göre: Salih (a.s)’in kavmi, bir

bayramlar esnasnda sahraya çkarlar. Böylece de, Salih (a.s)’den bir mucize
getirmesini isterler. Ve ona, gösterdikleri muayyen bir kaya parçasndan, kendilerine
bir deve çkarmasn söylerler. Bunun üzerine Salih (a. s) de Rabbine duâ eder;

böylece de, istedikleri gibi bir deve meydana gelir.

Bil ki o deve, birkaç bakmdan mucizedir:

1) Allah Teâlâ onu, kaya parçasndan yaratmtr.

2) Allah onu, dan içinde yaratm, sonra da da yarlmtr.

3) Allah onu, herhangi bir erkek deve bulunmakszn, hamile yaratmtr.

Cenâb- Hak o deveyi,


4) bir doum ve gelime, büyüme olmakszn bu durumda,
bir anda yaratmtr.

5) Rivayet olunduuna göre su içme sras bir gün o devenin, dier bir gün de
kavmin tamamnn idi.

6) O toplulua yetecek miktarda süt elde ediliyordu. Bütün


deveden, büyük bir

bunlar kahir ve kesin mucizelerdir. Halbuki Kur’ân’da, o devenin “bir mucize”


olduundan baka bir izah yoktur. O devenin hangi yönlerden mucize olduunun
beyan ise Kur’ân’da yer almamtr.
lî CU/, HÛl) SÛKI'S 1 1/64-65 13. Cilt / 61

Müriklerin Mucizevî Deveyi Çekememeleri

Daha sonra Salih (a. s) JS'U Ujjlî “ Serbest brakn onu! Allah’n
nr/nda yesin!” demitir. bu sözüyle devenin bakm külfetinin kaldrldn ve
O
böylece o devenin, onlar için bir mucize olmas yannda, onlara faydal olup, zarar
da vermediini kastetmitir. Zira onlar, onun sütünden yararlanyorlard. Salih (a.s),
onlarn küfürlerinde srar gördüü için, onlardan yana deveye herhangi bir
ettiklerini

/ararn dokunacandan korkuyordu. Zira, hasm olan kimse, hasmnn delilinin ortaya
çkmasn sevmez; aksine, var kuvveti onu gizlemeye ve ibtâl etmeye çalr. te
ile

bundan dolay Salih ‘(a.s), kavminin o deveyi öldürmeye yeltenmelerinden


•ndleleniyordu. Bunun için ihtiyatl davranarak ''ij ** Ona fenalk
knsdyla dokunmayn...” demi ve onlar, ona kötülükle dokunmalar halinde, çok

yaknda gelecek bir azâb ile tehdit etmitir ki bu, o deveyi öldürmeye yeltenmekten,
onlar iyice sakndrmaktr. Allah Teâlâ, Salih (a.s)’in bu tenbihine ramen onlarn
o deveyi boazladklarn beyân buyurmutur. Onlarn o deveyi, ya o hücceti ibtâl
etmek için, yahut su skntsna dütükleri için veyahut da onun yana ve etine gönül
sardklar için, boazlam olmalar muhtemeldir.

Salih (a.s) üçüncü günü kasdederek, Ç->) IS'AAi’VMs/ halde sizi

y.kn bir azâb yakalar” demitir.' Bu da, onun “Memleketinizde

iiç gün daha yaayn” eklindeki sözüdür.

Dâr Kelimesi Hakknda

Daha sonra Cenâb- Hak, Salih (a.s)’in kavminin o deveyi boazladnda,


peygamberin onlara, “memleketinizde üç gün daha yaayn” dediini beyan
buyurmutur. “Temettü’ ” his ve duygularla idrâk edilen menfaat ve lezzet veren
eylerden istifade etmek demektir. Faydalanma, ancak canllar için söz konusu
olunca, hayat ve yaama, bu kelime ile ifâde edilmitir. Salih (a.s)’in dârikum tabiriyle

ilgili u iki açklama yaplabilir:

a) Bu memleket kastedilmitir. Beldelerde deveran ve tasarruf


tabirle belde,

edildii için, bu adla adlandrlmlardr. Nitekim "Bekr kabilesinin beldesi”


manasnda, “Diyar- Bekr” denilmektedir.
p o , I

b) Bu tabirle, “dünya” kastedilmitir. Salih (a.s) ^ “te


bu, yalan çkarlamayacak bir tehdittir...” demitir. Yani, “içinde yalan
bulunmayan. ’J-) demektir. Meclûd (celdelenmi), ma’kûl düünülmü,
meftûn (fitnelenmi) kelimelerinde olduu
akledilmi), ve gibi, bazan ism-i rnef’ûl

sasyla, masdar manas kastedilebilir.

«-
*>

’J- tabirine 4 ^ manas da verilmitir. bn Âbbas (r.a) öyle


demitir: “Allah Teâlâ onlara o üç gün mühlet verince, onlar adetâ’iman etmeye
62 13. Cilt TEFSÎR-1 KEBÎR

tevik etmitir. Zira onlar, deveyi boazlaynca, Salih (a.s) onlar, balarna gelecek
bir azab ile Bunun üzerine onlar, "Bunun alâmeti nedir?” dediklerinde
inzar etti...

de Salih (a.s), "Yüzlerinizin, ilk günde sararmas, ikinci günde kzarmas, üçüncü
günde de simsiyah olmas ve dördüncü günde de size azâbn gelmesidir” demitir.
Onlar, yüzlerinin siyahlatn görünce, azâbn geleceine kesinkes inandlar. Derken
tedbir olarak ona kar
hazrlk yaptlar. Nihayet, dördüncü gün sabahleyin azâb onlar
yakalayverdi. Bu azab da müthi bir sayha, yldrm veya dier bir azab idi.

mtihan Srr mana Mecbur Etmez

mdi ayet. "Bu alâmetlerin, onlar arasnda. Salih (a.s)’in sözüne mutabk olarak
zuhûr edip de, yine buna ramen onlarn küfürlerinde srar etmi olmalar nasl makûl
olabilir?” denilirse, biz öyle deriz:

Bu alâmetler, kesin ve yakn noktasna ulamadklar sürece, onlarn küfürlerine


devam imkânsz olmaz. Ama bu emâreler, kesin ve katî olunca da, i
etmeleri
mecbûriyyet noktasna varm olur. Halbuki o vakitte de iman etmek, kabûl edilmez.
.

“Vakta ki emrimiz geldi, Salih de, onun maiyetinde iman etmi olanlar da
tarafmzdan bir esirgeme olarak o günün rüsvaylndan kurtardk. üphesiz
ki senin Rabbin, O, çok kuvvetlidir, mutlak gâlibtir. O zalimleri' ise korkunç
bir ses alp götürdü de yurtlarna diz üstü çöken kimseler oluverdiler. Sanki
•rada hiç oturmamlard. Haberiniz olsun ki Semud, hakikaten Rablerine
küfrettiler, dikkat edin ki Semûd’a rahmet-i ilahiyeden uzaklk verilmitir...”
(Hûd. 66-68).

Bil ki bu ayetin bir benzeri, Âd Kssas’nda geçmiti.


“O günün rüsvaylndan” buyruu ile ilgili birkaç mesele vardr:
CU* (
HÛ D S ÛRES 11 /66-68 13. Cilt / 63

Bu kelamn bandaki vav, atf vâv'dr. Buna göre bunun


BRNC MESELE iki yaplmtr:
izah
1) Kelamn takdirinin, “Biz Sâlih’i ve onunla beraber iman
dtnlerl, tarafmzdan olan bir rahmet ile, onun kavminin bana gelen azâbtan ve
Onlardan ayrlmayan, utanc hep kendilerinde görülen ve daima onlara ait olan
füivaylktan kurtardk..." eklinde olmasdr. Zira hlzy kelimesinin manas, rüsvayl
aikâr ve insana utanç veren bir kusur ve ayp demektir. Böylece, söylenilenlere itimâd
•dilerek, bu hazif yaplmtr.

2) Takdirin,
rahmet ile kurtardk; mü’minleri de bu
“Biz Salih’i tarafmzdan bir

gün rüsvaylndan kurtardk...” eklinde olmasdr.

Kieaî, Ver’in rivâyetine göre Nâfî, Kalûn ve bir rivâyete

KNC MESELE göre A’â hem burada, hem de Meâric (Ayet. n> sûresinde
Kelimesindeki Farkl Kraatiar mim’in fethasyla dier kraat imamlar ise, bu iki
yerde mim’in kesresiyle tifjî eklinde okumulardr. Bu
kelimeyi mim’in fethasyla okuyanlar, fj* kelimesinin ti ifâdesine uzâf olmasna m
ve ti kelimesinin de mebnî olmasna göre okumulardr. Mebnîye muzâf olann
mebnî klnmas Görmüyor musun? Muzaf, muzâfun ileyh’den ya marifelll
caizdir.

ya da nekrelii kazanr. te burada da böyledir. )\ kelimesinin meksûr


olmasnn sebebi, onun, mübtedâ-haberden meydana gelen cümleye muzâf olmasdr.
Meselâ sen, fcltfp ^sJ' il i&r “Güne doarken sana geldim...” dersin. Ama b
kelime, muzâf olmaynca, muzafun ileyhe delâlet etmesi için tenvîn almtr. Daha
sonra da, hem kendisi hem de tenvîn sakin olduu için, zâl harfi kesrelenmitlr.

Bu kelimeyi mim’in kesresiyle eklinde okumaya gelince; bu hlzy


kelimesinin yevm kelimesine muzaf olmasndan ve mebnî olan bir kelimeye muzâf
olmak sebebiyle, o kelimenin de mebnî olmas gerekmedii içindir. Çünkü bu izâfet
arzî olup, gerekli deildir.

“Hzy”, rezil ve rüsvaylk noktasna varan, büyük bir zillet

ÜÇÜNCÜ MESELE demektir. te bundan dolay Cenâb- Hak harbîler için, "Bu
onlarn dünyadaki rüsvayldr...”( Makie.33) buyurmutur.
Allah bu azab, onlar gibi olanlarn ibret alacaklar devaml bir rüsvaylk olmas
sebebiyle, “hizy” (rüsvaylk) diye adlandrmtr.

Daha sonra Cenâb- Hak, j*>i 4 ^ j* Atfj


buyurmutur.
"üphesiz ki senin Rabbin,
Bu, tam yerinde söylenmi bir
O, çok kuvvetlidir, mutlak gâlibtir..”
ifâdedir. Zira Allah Teâlâ, bu azâb de ondan koruduunu
kâfirlere verip, mü’minleri

beyân buyurmutur. Bu ayrma, birine azâb verip dierine vermeme ii, ancak eyânn
karakterini deitirebilen ve ayn eyi bir kimseye nisbetle belâ Ve azâb; dier bir
M/ 13. (.'IH TEFSlR-1 kebîr

kimseye nisbetle de rahat ve huzur vesiiosi yapabilen kâdir ve muktedir olan bir zât

için söz konusu olabilir.

Zalimleri Çarpan Müthi Sayha

Daha sonra Cenâb- Hak bu durumu beyân buyurmak üzere âAIaJI jjü i

“O zalimleri ise korkunç bir ses alp götürdü...” demitir. Bu cümle ile ilgili iki mesele
vardr:

Cenâb- Hak, (öâ^i) ehazet deil de, ehaze buyurmutur.


BRNC MESELE Zira, (fail olan) sayha kelimesi, mana itibariyle müzekker
olan siyâh yerindedir. Ayrca, fiil ile müennes olan fâili

arasna, bir fasla girmitir. Binâenaleyh, araya giren bu kelimeler, sanki müenneslik
tâ’snn yerini tutmu gibidir. Bu durumun benzerleri geçmi idi.

Alimler, burada bahsedilen “sayha”nn ne olduu


KNC MESELE hususunda u iki izah yapmlardr:
a) Ibn Abbas (r.a): "Bununla yldrm kastedilmektedir"
demitir.

b) Sayha, onlarn iitip de, böylece hepsinin kendisi sebebiyle öldüü ve evlerinde,
meskenlerinde yüzüstü yklm ölüler haline geldikleri büyük bir sestir, çlktr. Ayette
bahsedilen câsimîn tabirinin manas, onlarn diz üstü ve yüz üstü dümeleri
anlamndadr. Rivâyet olunduuna göre Allah Teâlâ Cebrâil’e, onlarn ölümüne sebeb
olacak bir nara atmasn emretmitir. Bu sayhay bilfiil Allah’n yaratm olmas da
caizdir. Siyah kelimesi ise ancak, azda ve boaz içinde meydana gelen sese denilir.

anlam da böyledir. Eer bu bizzat Allah’n yaratmasyla ise,


kelimesinin
Cenâb- Hak bunu, bir canlnn boaznda yaratm demektir. Yok, eer bunu Cebrail
(a. s) yapm ise, bu onun, aznda ve boaznda meydana gelmi demektir. Bunun

böyle olduunun delili; gök gürültüsünün hertürlü naradan daha kuvvetli ve tonlu
olup, ne "sayha" ne de "surâh" diye adlandrlmayadr.

mdi ayet, "O sayhann ölüme sebebiyet vermesinin sebebi nedi r ?” denilirse
biz deriz ki, bu hususta u izahlar yaplabilir:

Büyük bir nara ancak, havann dalgalanmasn gerektirecek büyük bir ey


1)
bulunduu zaman meydana gelir. Bu iddetli dalga çou kez, insann kulan delerek
geçer ve beyin zarn paramparça ederek ölüme yol açar.

2) Bu, çok korkunç bir eydir; meydana geldiinde, çok büyük bir dehet hasl
olur. Ruhî hastalklar iddetlendii zaman, ölüme sebebiyet verir.

3) Bu büyük sayha, buluttan ne’et ettiinde mutlaka onunla birlikte, yakc olan
çok iddetli bir imek de bulunur. te bn Abbas (r.a)’n "sâika” dedii de budur.
12. Cüz, HÛD SÛRES 11/66-68 13'. Cill / 65

Daha sonra Cenâb- Hak, ^


\
“yurtlarna diz üstü çöken
kimseler oluverdiler...” buyurmutur. Cüsûm kelimesi, dinmek, sükûnete ermek
demektir. Nitekim ku, yuvasna gecelediinde c-^r denilir. Daha sonra
Araplar bu kelimeyi, ölümden dolay hareket edememe manasnda kullanmlardr.
Böylece Allah Teâlâ, heiâk olan kimseleri, helak olduklar andaki o hareketsizlikleri
le vasfetmitir ki, buna göre sanki onlar hiç diri deillermi manas kastedilmitir.

Cenâb- Hak ^ “Sanki orada hiç olmamlard...” buyurmutur.


Yani, "Sanki onlar, orada hiç bulunmamlardr” demektir. Bu fiilden itikâk etmi
olan J** kelimesi, canlnn kendisinde ikamet ettii yer demektir. Nitekim bir

kimse bir yerde ikamet ettiinde 'S' ûISUj ^ denilir.

Semûd Kelimesinin Kur’ân’da ki ekilde Okunmas


Daha sonra Cenâb- Hak i UAJ Y (*4o i y» CM Y “ Haberiniz olsun
ki Semûd, hakikaten Rablerine küfrettiler. Dikkat edin ki Semûd’a rahmet-i
llahiyyeden uzaklk verilmitir” buyurmutur. Hamza ve Asm’n ravisi Hafs,
Kur’ân'n her yerinde tenvinsiz olarak Semûde eklinde okurlarken, dier kraat
imamlar tenvinle Semûden eklinde okumulardr. Semûd kelimesinin, hem
munsarf, hem demunsarf olarak kullanlmas söz konusudur. Semûd
gayr-i
kelimesinin munsarf olmas, bu kelimenin "hayy” (kabîle), yahut da "büyük baba,
ata” manasna alnmasndan dolaydr. Gayr- munsarf olmas ise, kelimenin marife
ve "kabîle” manasnda olarak, müennes olmas sebebiyledir.
*

Dördüncü Kssa: Hz. brahim’e Meleklerin Misafir Olarak Gelmeleri

^ f
M
O
^^ '
.
S
c
\

/
/*
• *

brahim’e müjde ile gelip “selâm” dediler. O


. r

“Celâlim hakk için ,


elçilerimiz,
da, “selâm” dedi ve hiç beklemeden gidip onlara kzartlm bir buza getirdi.
brahim onlarn ellerinin buna uzanmadn görünce durumlarndan
holanmad ve onlardan dolay, gizli bir endie duydu. Onlar; korkma
66/13. Cilt TEFSlR-î KEBÎR

dediler, Lût kavmine gönderildik.” (brahim’in) kars ayakta idi. Bu


çünkü biz

söz üzerine güldü. Biz de ona Ishâk’, Ishâk’n ardndan da torunu Ya’kûb’u
müjdeledik”
(Hud, 69-71).

Bil ki bu, sûrede bahsedilen kssalarn dördüncüsüdür. Burada birkaç mesele


vardr:

öyle demilerdir: Burada, bu ifâdenin bana,


Nahivciler
BRNC MESELE peygamberlerin kssalarn dinleyenler, bir kssadan sonra
baka bir kssay bekledikleri için kad edât getirilmitir.
Çünkü kad, tavakku’ ifâde eder. Haberi tekîd etmek için de, bunun bana lâm
gelmitir. Lekad, rusül kelimesi çoul olup, çoulun en az da üçtür. halde bu u
kelime en az üç melein olduunu kesinlikle belirtir. Ama bundan fazlasnn
bulunduunu isbât etmenin yolu ise, ancak baka bir delil iledir. Alimler, onlann içinde
mutlaka Cebrail'in bulunduu hususunda ittifak etmilerdir. Ayrca, bu husustaki
rivayetler de farkl farkldr. Bu cümleden olarak, Cebrail (a.s)’in, yannda son derece
güzel olan çocuklar klnda oniki melek olarak Hz. brahim’in yanna geldii ileri
sürülmütür. Dahhak ise, bunlarn saysnn dokuz olduunu belirtmitir, ibn Abbas
(r.a), bunlarn Cebrail, Mikâil ve srafil olmak üzere üç tane olduunu ve bunlarn,

Cenâb- Hakk'n Zariyât Sûresi’nde brahim’in erefli misafirlerinin haberi sana geldi
mi?” (Zariyat, 24) ayetinde ve Hicr Sûresi, “ Onlara brahim’in misafirlerinden de

bahset. . (Hicr, si) ayetinde bahsetmi olduu kimseler olduunu söylemitir.
.

Alimler, ayette geçen burâ ile neyin kasdedildii


KNC MESELE hususunda u iki ekilde ihtilâf etmilerdir:

a) Bununla, Allah Teâlâ’nn, hemen bu ayetten sonra “Biz


de ona shak’, shak’m ardndan da torunu Yakûb’u müjdeledik" ayetiyle müjdeledii
eyi kastetmitir.

b) Bununla, Cenâb- Hakk’n, Hz. brahim'e, Lût’un, esenlik içinde olaca;


kavminin ise helâk olaca müjdesi kastedilmitir.

Cenâb* Hakk’n <JV IjJI “Selâm” dediler. O da “selâm” dedi”


ifâdesine gelince, bununla ilgili birkaç mesele vardr: .

Hamza ve Kisaî, hem burada, hem de Zariyat 25. ayette

BRNC MESELE lâm’n sükûnu ve elifsiz olarak, ^L» IjJt


sin’in kesresi,

(U- Jü eklinde okumulardr. Ferrâ, bu iki kraat arasnda


fark bulunmadn, zira Araplarn, j? ve ve fij*- dediklerini; zira

tefsirde, onlar gelince, Hz. brahim’e selâm verdiklerini söylemitir. Ebu Ali el-Farsî
de öyle demitir: “Bu kelimenin, dümanln ve harbin zdd olarak, bar anlamnda,
8lm manasna gelmi olmas da muhtemeldir. Buna göre o melekler sanki, Hz.
r«y, HUD SURES — 1/(59-71

1
• —— - -
— * - - — * — — • • — ' • •
— - •
— •' —*-

brahim’in kendilerine sunduu eyi yemekten çekinip Hz. brahim de onlar


yadrgayarak endieye kaplnca "Biz barçyz... Biz harpçi ve düman
bir tür

dalllz... öyleyse, dümann taâmn yemekten çekinilmesi gibi, benim ikrâmm da

ytmekten çekinmeyiniz" dedi..." Bana göre bu izah, uzak ihtimaldir. Zira böyle olmas
halinde, Hz. brahim (a.s)’in bunu, yiyecei hazrladktan sonra söylemi olmas
gerekir. Halbuki Kur’ân- Kerim, bu sözün, yemek hazrlanmadan önce söylenilmi

Olduuna delâlet etmektedir. Zira Cenâb- Hak, V*- o' dJUi jl5

buyurmutur. dJ U ifâdesinin bandaki fâ harfi, takibiyye fasdr.


Binâenaleyh bu, Hz. brâhim’in o kzartlm danay getirmesinin, “selâm” sözünden
onra olduuna delâlet eder.

Bu kelamn dLlA kelamnn


KNC MESELE takdiri, jli

takdiri ise, “Benim iim, selâmdr”


Misafirlerin Selam ekli
eklinde olup, “Ben, bar ve sulhtan baka bir ey
dilemem” demektir. Vahidî ise öyle demitir: “Bu sözden maksadn, fSu-
eklinde olmas da muhtemeldir. Böylece o, bu ifâdeyi, onun dedii sözü aynen
nakletmek için, merfû olarak getirmi ve haberini de hazfetmitir. Bu tpk, Cenâb-
Hakk’n olduu gibidir. Böyle bir hazf ancak, hazf
(v.jsu#, i8) ayetinde
yapldktan sonra, maksat malum olduunda güzel olur. Burada da maksad
malumdur. u
halde bu hazf, hiç üphesiz güzel olmutur. Bunun bir benzeri de
Cenâb- Hakk’n J-ij çXe\i (Zuhut. 89) ayetidir. Burada da haber
hazfedilmitir.

Bil ki, Cenâb- Hakk’n, “Ey iman edenler, baka evlere ve


onlar birbirlerine,

odalara sahiplerinden izin almadan ve selâm da vermeden girmeyin.. (Nur, 27) .

ayetinde bahsedilen izne riâyet etmek için, selâm vermilerdir.

Bu kelime, genel olarak eliflâmsz, ‘f&î eklinde


ÜÇÜNCÜ MESELE kullanlr. Zira bu, duâ anlamndadr. Bu Araplarn tpk,
Selâmün Aleyküm Tabirinin rab
'
“Allah hayrn versin” demeleri gibidir.
ayet, “Nekire bir kelimenin mübtedâ yaplmas nasl
. caiz olabilir?” denilirse, biz deriz ki:

Nekire, herhangi bir kelimeyle vasfedildiinde onun mübtedâ klnmas caizdir.

Binâenaleyh sen ^5* fSu* dediin zaman, burada kullanm olduun bu nekire ifade,

a selâmn tam ve mükemmel olduuna delâlet eder. Buna göre sanki o,


j&î* “Tam ve mükemmel selâm, sizin üzerinize olsun...” demitir. Bunun bir

benzeri de bizim, fSc» eklindeki ifademiz ile, U* ^ dU dO*


(Meryem, 47); Vj J* ^ (Vasin. 58); (Saflât, 79); V6
^
oo / ij. um TEPSIR-I KEBR

Ui fSu (Rad, 24) ayetlerindeki kullanllardr. Ama, y J*


(Tâhâ, 47) ayetindeki kullanl da caizdir. Bununla, buradaki selâmn hakikati ve
mahiyeti kastedilmitir. Ben derim ki: Selâmün aleyküm tabiri, jJZfc demekten
daha anlamldr. Çünkü, selâmün aleyküm ifadesindeki nekire, kemâli, taml ve
mükemmellii ifade eder. Ama, es-Selâm lafzna gelince, bu sadece mahiyeti ifâde
eder. Ahfe öyle demitir: Araplardan bazlar, selâmün aleyküm der ve “selâm”
sözünü, eliflâm ve tenvinden tecrîd eder. Bunun sebebi, çokça kullanlmann, böyle
bir tahfifi mübah hale getirmesidir. Allah en iyi bilendir.

& X + + X

Daha sonra Cenâb- Hak, ö' Ui ‘Ve hiç beklemeden


J**”
gidip onlara kzartlm bir buza getirdi. . buyurmutur. Alimler öyle demilerdir:
brahim (a.s), kendisine hiç misafir gelmeksizin onbe gün bekledi. Bunun için üzüldü.
Daha sonra da kendisine melekler gelince, bunlarn, daha önceki misafirler gibi
olmadn gördü. te bundan dolay hemen acele ederek, kzarm bir buza
getirdi. Binâenaleyh, Cenâb- Hakk’n, ^ J** ilsr j cJ Ui buyruunun
manas, “O, bu buzay getirmede hiç çekinmedi, aksine acele etti...” eklindedir.
Veyahut da kelamn takdiri, “Onun gelmesi gecikmedi...” eklindedir. cl srn
yavrusuna denilir. Hanîz ise, yerde kazlan bir çukurda kzdrlm talarla yaplan
kebâba verilen isim olup, bu kebâp çöl araplarnn bilinen bir âdetidir. Bu kelime
mahnûz anlamndadr. Bu tpk, ayn anlamda olarak hem tabîh, hem de matbûh
denilmesine benzer. Yine hanîz kelimesinin, ya damlayan ey anlamna geldii
de söylenir. Nitekim Arapça’da, atn üzerine çul atp, böylece de attan terler
damladnda denilir.

Misafirler Yemee El Uzatmyorlar

Daha sonra Cenâb- Hak, 43i, ij Qi “Hz. brahim onlarn ellerinin

obuzaya uzanmadn görünce” buyurmutur. Ferrâ, “Taâma uzanmadn...”


manasn vermitir ki, taâm da buza demektir. yani, “onlar yadrgad”

demektir. Arapça’da, ayn manada olmak üzere o denilmektedir.

Bil ki o müsafirler, melek olduklar için, yemek yememilerdir. Zira melekler,


yemezler içmezler. O melekler, Hz. brahim’e, onun houna gidecek bir durumda
olmak için, misafir klnda gelmilerdir. Zira, Hz. brahim’in kalbi misafir sevgisiyle
yanp tutuuyordu.

Hz. brahim Melek Olduklarn Batan Bilmiyordu

brahim (a.s)’e gelince biz diyoruz ki: O, onlarn melek olduklarn ya bilmiyor,
aksine onlarn beer olduklarn zannediyordu; yahut da onlarn melek olduklarn
biliyordu. Birinci ihtimale göre, Hz. brahim’in korkmasnn sebebi u iki ey olabilir:

,
('II*, HOD SÛRES 11/69-71 1.1. Cilt / 69

a) Hz. brahim, insanlardan çok uzak bir yerde konaklamt. Bu sebepten, onlar
ytmekten kaçnnca onlarn kendisine bir kötülük düündüklerinden endielendi.

b) Tannmayan birisi misafir olarak gelip, kendisine yemek ikram edildiinde, eer
0 ytmekten yerse, bir güven duygusu hasl olur. Yok, eer yemezse, o zaman da
korku meydana gelir.

Onlarn, melek olduunu bilmesi ihtimaline gelince, onun bu durumda onlardan


|U ki sebepten dolay korkmu olmas mümkündür:

a) Hz. brahim (a.s)’in, o meleklerin, Allah’n,yaptn beenmedii bir iten dolay


0#lml olmalarndan korkmutur.

b) O, meleklerin, kavmine azâbetmek için gelmi olmalarndan dolay


•ndlelenmitir.

Buna göre eer, “Bu iki ihtimalden hangisi doruya daha yakn ve açktr?” denilir
3)
ilt, biz deriz ki: Hz. brahim (a.s)’in, onlarn Allah’n melekleri olduunu bilemediini

•öyleyenler, u ekillerde istidlâl edebilirler:

1) brahim (a.s) onlar için, hemen yemek hazrlama gayretine


Hz. girmitir. Eer
0, onlarn melek olduunu anlasayd, bunu yapmazd.

onlarn yemek yemekten geri durduklarn görünce, onlardan korkmutur.


2) O,
Binâenaleyh eer o, onlarn melek olduunu bilseydi, yememelerinden bir kötü
niyetleri olduuna istidlâl etmezdi.

Hz. brahim (a.s) onlar, iin balangcnda insan suretinde görmütür ve bu


da onlarn melek olmadklarna delâlet etmitir.

brahim (a.s)’in onlar tandn söyleyenler de, Hak Teâlâ’nn,. "Onlar.


Hz.
"Korkma çünkü biz Lût Kavmi’ne gönderildik” dediler” <Hûd. 70) ayetini delil
,

getirerek öyle demilerdir: “Bu söz, ancak onlarn kim olduunu bilip, fakat hangi
sebebten ötürü gönderildiklerini bilmeyen kimseye söylenebilecek sözdür.” Sonra
Cenab- Hak, meleklerin bu korkuyu Hz. brahim’den gidererek, "Korkma, çünkü
bizLût kavmine gönderildik” dediklerini beyân buyurmutur ki bu, “Biz, Lût
Kavmi’ne azab etmek için gönderildik” demektir. Çünkü bu sözde mukadder bir
“azab” kelimesi vardr. Çünkü bir baka sûredeki ayet buna delâlet etmektadir: u
"Onlar, “Biz, günahkârlar gürûhuna gönderildik. Çünkü onlarn üzerine çamurdan
talar atacaz” dediler” (Zariyat, 32-33).

1
Daha sonra Cenâb- Hak iîö ii'y'j "(brahim’in
) kars ayakta idi

buyurmutur. Kars kendisinin amcas kz olan Sâre binti Âzer b. Bâhura’dr.

Bu ayetteki Uîti kelimesinin, cümledeki takdirinin üîlS cJlT (ayakta idi)

eklinde olduu ve manasnn, “Onun kars, meleklerin sözlerini dinlemek için


” ,

70 / 1.1. C'ilt TEFSlR-t KEBÎR

perdenin gerisinde ayakta duruyordu. Çünkü o da endielenmiti” eklinde olduu


söylendii gibi, “Onun kars, misafirlere hizmet ediyor vaziyette ayakta idi, brahim
(a.s) de meleklerle beraber oturuyordu” eklinde olduu da söylenmitir. Bu son

manay, bn Mes’ûd (r.a)’un, ayeti j*j üîti brahim oturur iken,
hanm ayakta idi” eklinde okuyuu da te’kid etmektedir.

Hz. brahim’in Hanmnn Gülmesi


1)

Cenâb- Allah sonra, UUjîJ Bu söz üzerine güldü. Biz de
ona slâk’ müjdeledik buyurmutur. Alimler dahiket fiilinin hangi manada
kullanld hususunda u
iki görü üzere ihtilaf etmilerdir: Bazlar bunu "gülme”

manasna, bazlar da gülme dnda bir manaya hamletmilerdir.

Bunu bizzat gülme manasna hamledenler de Hz. brahim’in hanmnn niçin


güldüü hususunda ihtilaf etmi ve izahlar yapmlardr: u
Kâdî öyle demitir: “Bunun sebebinin, mutlaka bu ayette bahsedilen birey
1)

olmas gerekir. O ey ise, Hz. brahim'in karisinin, brâhim (a.s)’in korkusunun zâil
olmasna sevinmi olmasndan baka birey deildir. Çünkü o melekler, “Korkma
biz Lût Kavmi’ne gönderildik” deyince, Hz. brahim’in korkusunun zâil olup

sevinmesinden dolay, hanm da büyük sevinç duymutur. nsan böyle durumlarda


bazan gülebilir.

Netice olarak diyebiliriz ki: Hz. brahim’in hanmnn gülmesi, meleklerin Hz.
brahim’e “Korkma.. ” demelerinden ötürüdür. Bu söz sanki
. müjde gibi olmutur. bir

Bu sebeble Hz. brahim’in hanmna sanki öyle denilmitir: Biz bu müjdeyi ikiliyoruz,
yani korkunun giderilmesi ile bir müjde gerçekletii gibi, ömrünüz boyunca istediiniz
bir çocuunuzun olmas ile dier bir müjde daha tahakkuk etmitir.” Kâdi’nin bu

izah, son derece güzeldir.

2) Hz. brahim (a.s)’in hanmnn, Lût Kavmi’nin küfründen ve o rezil fiillerinden

ötürü, yani onlarn benimsememesinden ötürü olmas da muhtemeldir. Dolaysyla


melekler Lût Kavmi’ni imha etmek için geldiklerini açklaynca, Hz. brahim'in hanm
buna sevinip gülmütür.

Süddî öyle demitir: “Hz. brahim meleklere, "Yemez misiniz?” deyince,


3)
onlar, “Biz, yemei ancak karln vererek yeriz” dediler. Bunun üzerine Hz.
brahim de: “Onun karl, balarken besmele çekip, sonunda da Allah'a hamd
etmenizdir” deyince, Cebrail (a.s), Mikâil (a.s)’e: “Cenâb- Hakk’n böyle kimseleri
halîl (dost) edinmesi, uygun olmutur” dedi. Hz. brahim’in hanm ite bu sözden

holand için gülmütür.’'

4) Sâre, brahim "Kardeinin oluna (Lût’a) haber sal ve onu kendine


(a.s)’e:

kat. Çünkü Allah, onun kavmine mutlaka azâb edecektir” dedi. O sözünü tamamlar
12. Cüz, HOD SÛRES 11/69-71 13. CM» / 71

tamamlamaz, Hz. brahim (a.s)'in yanna melekler geldi. Melekler, Hz. brahim'e
kendilerinin, sadece Lût’un kavmini helâk etmek için geldiklerini haber verince,
meleklerin sözü, Sâre’nin sözüne uygun dümü
oldu. te o, kendi sözü ile
meleklerin sözünün böylesine birbirine uygun dümesinden dolay çok sevindii için
güldü.

5) Melekler, Hz. brahim (a.s)’e, kendilerinin insan deil, melek olduklarn ve


Lût Kavmi’ni imha etmek için geldiklerini haber verdiklerinde, Hz. brahim (a.s)

onlardan, melek olduklarna delâlet edecek bir mucize göstermelerini istedi. Bunun
üzerine melekler, Rablerine, o kzarm buzay duâ ettiler. Böylece
diriltmesi için
o kzarm buza konulduu yerden canlanp, otlaklara kotu. brahim (a. S)’ in hanm
ayakta idi. Kzarm buzann, bulunduu yerden canlanp otlaa sçradn görünce,
birden gülüverdi.

6) O, Lût Kavmi’ne azabn anszn gelmesine taaccüb ettii için güldü.

7) öyle de denebilir: hanmna, bir çocuunun


“Melekler, Hz. brahim’in
olacan müjdelediler. Bunun üzerine o güldü.” Bu gülü ya hayret etmeden dolay
olan bir gülütür. Çünkü denildiine göre o, bu esnada doksan küsur, brahim (a.s)
ise yüz yirmi yanda idi. Yahut bu, sevinçten kaynaklanan gülme idi. Sonra o
bir

gülünce, Allah Teâlâ ona, o çocuun adnn “shak” olduunu, shâk’tan sonra da
Ya’kûb’un olacan müjdelemitir.

8) O, Hz. brahim’in taraftarlar ve hizmet edenleri olduu halde, bu üç ahstan


korkmu olmasna aarak, gülmütür.

9)Bu gülü, ayette yaplacak bir takdim ve tehir ile anlalr: Buna göre ayetin
takdiri: “O’nun hanm ayakta iken biz ona shâk’ müjdeledik. O da, bu müjdeden

dolay sevinerek güldü” eklindedir. Binâenaleyh ayette “güldü” fiili önce zikredilmi
ise de, manaca sonradr.

2) “Dahiket “hayz oldu” manasnadr.” Bu görü, Mücâhid ve krirne’den


fiili,

nakledilmitir. Bunlar öyle demilerdir: ‘‘Hz. brahim’in hanm, korkudan emin


olduu için sevindiinde hayz olmutu. Hayz olunca da ona, bir çocuunun olaca
müjdesi verilmiti.” Ferrâ ve Ebu Ubeyde, bu fiilin “hayz oldu” manasna gelmesini
kabul etmemilerdir. Ebu Bekr el-Enbârî ise: “Onlar, bu fiilin bu manaya geldiini
bilmiyor iseler de, bakalar bilir” demitir. Leys, ayetteki dahiket fiiline, "hayz
gördü” manasn vermitir. Ezherî de, baz kimselerden, “bu fiilin aslnn, hurma
t •#
#
tomurcuunun yarlp açlmas manasnda olan, masdar olduunu”
nakletmitir. Nitekim Arapça’da “Tomurcuk yarld (açt)” manasna
denilir.

Bil ki bütün bu izahlar lüzumsuzdur. En dorusu, birinci görütür.


72 / n. nü tefsI r-1 KEB R

Daha sonra Cenâb- Hak, *'jj j* j “Ishak’n ardndan da Yâ’kûb’u


müjdeledik” buyurmutur. Bu ifâde ile ilgili iki mesele vardr:

bn Âmir, Hamza ve Âsm’n râvisi Hafs, ya’kube


BRNC MESELE eklinde; dier kraat imamlar ise
ya’kubü eklinde ret’ ile

okumulardr. Bunun mansub okunuunun sebebi, bu


kelamn takdirinin, “Biz, brahim’in hanmna shâk’ müjdeledik, shâk’n ardndan
da, ona Ya’kûb’u verdik” eklinde düünülmesidir. Merfû okunmasnn sebebi ise,
kelamn takdirinin, “shak’dan sonra da Ya’kûb domutur” eklinde düünülmesidir.

Ayette geçen Verâ kelimesi ile ilgili olarak u iki izah


KNC MESELE yaplmtr:
Eksen âlimlere göre bu kelime “sonra” demek olup,
1)
ayetin manas, “shak’tan sonra Ya’kûb’u müjdeledik” eklindedir. Bu izah açktr.

2)“Bu kelime, “torun” manasnadr.” a’bî’den u


rivayet edilmitir: “Kendisine
bu olun” denildiinde o, “Evet verâ’dan...” demitir. Çünkü onun torunu vard. Bana
göre bu, son derece zorlama ile yaplan bir izahtr. Çünkü kelime, bu manadan çok
uzaktr.

Olan Çocuu le Müjdelenen Hanmnn Hayreti

“Kadn, “Vay, kendim bir koca kân, u zevcim de bir ihtiyar iken, ben mi
douracak

mm? Bu, cidden çok alacak bir ey!” dedi. (Elçi melekler de):
Allah’n emrine (iine) mi ayorsun? Ey ev ahâlisi, Allah'n rahmeti,
bereketleri sizin üzerinizdedir. üphe yok ki O, hamîd ve mecîddir” (dediler)”
(Hûd, 72-73).

Ayetle ilgili birkaç mesele vardr:

Ferrâ öyle demitir: “Veyl”in asl "veyy” olup, bu da


BRNC MESELE “hizy” (rüsvaylk) manasnadr. Nitekim Arapça’da,
"rüsvaylk falancaya olsun” manasnda ûSui Jj denilir.
II, ni/, HflD SÛRES 1 1/72-73 13. Cilt / 73

Hnâtntleyh veylek sözü, “Yazklar, rüsvaylklar olsun sana!” demektir.” SU>t v^yh
M öyle demitir: ölümle yüzyüze olan kimseyi uyarmak için; Jj ise,

talâk* (ölüme) düen kimse için kullanlr.” Halil de: “Ben bu kelimenin kalbnda
§noak, Jrj ‘ iJûj ve jj kelimelerini gördüm” demitir. Bunlar, manaca
birbirine yakn kelimelerdir.

Hz. brahim’in hanmnn sözüne gelince, bazlar bunun sonundaki


•HM maksûre’nin, “elif-i nüdbe” olduunu söylemilerdir. Keaf sahibi ise öyle
(tmitir: "Bu kelimenin sonundaki elif, izafet yâsndan (mütekellim yâ’sndan) bedel
Olan eliftir. Çünkü bunun asl eklindedir. Û4JU (Vah yazk oldu!) ve
kelimelerinin sonundaki elif de böyledir. Sonra yâ’dan ve kesresinden bedel olarak
•HM maksûre ve fetha getirilmitir. Çünkü elif ile fetha, yâ ile kesreden daha hafiftirler

(kolay söylenirler).

Ayetteki J# llaj Uij Jjjc



Kendim bir koca kan, u zevcim ele bir

htiyar iken, ben mi douracak mm!” sözü ile ilgili birkaç mesele vardr:

bn Ebu Anr, hemze 've med


Kesir, Nâfî ve ile, Jujj

BRNC MESELE dier kraat imamlar ise iki hemze ile ve medsiz olarak,

jJH eklinde okumulardr.

Birisi öyle diyebilir: “O, Allah’n kudreti hususunda m


KNC MESELE hayrete dütü? Halbuki Allah’n kudretine taaccüb etmek,
küfrü gerektirir.”

Birinci mukaddime u üç yönden izah edilebilir:


1) Allah Teâlâ Hz. Sâre’den, taaccüb sadedinde, Kendim bir koca kan iken
ben mi douracak mm!” sözünü nakletmitir.

2) Ayetteki, “Bu, cidden çok alacak bir ey!" sözü.

3) Meleklerin ona, “Allah'n emrine (iine) mi ayorsun ?" demeleri.

Allah’n kudretine amann küfrü gerektirdiinin izah ise eyledir: Böylesi bir
taaccüb, onun Allah’n kudretini bilmediini (kabul etmediini) gösterir ki bu da küfrü
gerektirir.

Cevap: O, Allah’n kudretini nazar- dikkate almakszn, örf ve âdete (genel


duruma) göre hayret etmitir. Zira müslüman bir kimseye, doru sözlü bir haberci,
“Allah u
da, saf altna çevirecek” dedii zaman, hiç üphe yok ki o, Allah’n buna
kâdir oluunu yadrgad için deil de, genel âdete göre buna aar.
74 / n. Çili TEFSlR-î KEBÎR

t '

Ayetteki Jii “u zevcim de ihtiyor iken” ifâdesine


ÜÇÜNCÜ MESELE gelince bil ki, buradan "eyh” kelimesi, "hal” olarak
öyle der: "Bu, nahiv ilminin
mansubtur. Vâhldî (r.h.)

inceliklerinden ve srlarndandr. Çünkü buradaki Hâza kelimesi iaret manasndadr.


binâenaleyh bu
kocama iâret ediyorum” manasnda
ifâde, Jt*.

olup,
^ ^ J\
maksad bu
"Kocam
belli
ihtiyar olarak,

durumu, yani ihtiyarl


u
bildirmektir.”

Baz bu kelimeyi mahzûf bir mübtedânn haberi


alimler
DÖRDÜNCÜ MESELE olmak üzere, eklinde okumutur. Yani,
"Bu, benim zevcimdir; o ihtiyardr...” Yahut. da, ba’lî
kelimesi mübtedâdan bedel olup, eyhun kelimesi haberdir. Ya da, her ikisi birden
mübtedânn iki haberidirler.
..

Daha sonra Cenâb- Hak, meleklerin, j*


"
Allah’n emrine #
(iine) mi ayorsun?..” dediklerini nakletmitir. Bunun manas, meleklerin, onun
bu armasndan teaccüb ettiklerini dile getirmektir.

Daha sonra ise onlar, ç4?' jiî «Stf'jj «Jl "Ey ev ahalisi, Allah'n
rahmeti, bereketleri sizin üzerin izdedir” demilerdir. Bu ifâdeden maksat, böyle bir

aknl giderecek olan eyleri söylemek, dile getirmektir. Bu kelâmn takdiri

"Allah’n sizin üzerinizdeki rahmeti çoktur. Size olan bereketleri de kesintisiz ve


ardarda gelir. Bunlar ise, nübüvvet, kesin mucizeler ve büyük hayrlara muvaffak
klmadr. te sen Cenâb- Hakk’n, bu yüce ve üstün ikramlar size tahsis etme,
harikulâde eyler vücûde getirme ve apaçk deliller ve mucizeler yaratma hususundaki
âdetlerin hilâfna olan fiillerini gördüünde, artk nasl olur da hayret edebilirsin?”
eklindedir.
• * *

Ayetteki Ji "Ey ev ahalisi..” sözüne gelince, bu onlar bir methetmedir.


"htisâs”tan ya da "nidâ”dan dolay mansûbtur. Onlar daha sonra bunu, SJl

"üphe yok ki O, hamîd ve mecîd’dir” sözleriyle tekid etmilerdir. Hamîd kelimesi


ism-i rnef’ûl anlamnda olup, bu da fiilleri övülen, medhedilen demektir. Mecîd
kelimesi ise, mâcid anlamndadr. Bu ise, eref ve kerem sahibi kimse demektir.
Medhedilen fiillerden bazlar, itaatkâr kulu gayesine ve matlubuna ulatrmak; fadl-u
kerem nevilerinden bazlar da, isteyeni matlûbundan alkoymamasdr. te, Cenâb-
Hakk’n, her eye kâdir, hamîd ve mecîd olduu malum olunca, daha böyle bir
taaccüb nasl kalabilir? Böylece bu kelimelerin zikredilmesinden gayenin, aknlk
ve hayreti gidermek olduu sabit olmu olur.
12. Cüz, HÛD SÛRES 11/74-75 13. Cilt / 75

Beinci Kssa: Hz. Lut Kssas

“Vakta ki brahim’den o korku gitti, kendisine bir de müjde geldi. (imdi o),
Lût kavmi hakknda adetâ bizimle mücadeleye balad. Çünkü brahim
cidden yumuak huylu, yürei yank, kendisini tamamen Allah’a vermi biri.
idi”
(Hûd, 74-75).

Bil ki bu, beinci. kssa olup, Lût (a.s)’n kssasdr. Bilesin ki rav’ kelimesi, korku
anlamndadr. Bu ise onun, müsafirlerini tamyamayp yadrgad zaman, kalbinde
gizlice duymu olduu korkudur. Bunun manas “kendisinden korku gidip de
çocuunun olacana müjde sebebiyle de sürür ve nee hasl olunca, o Lût
dair
Kavmi hakknda bizimle mücadele etmeye balad” demektir. Ayetteki lemma
edatnn cevâb, ehaze'dir. Ancak, sözün gelii ona' delâlet ettii için, bu kelime
hazfedilmitir. Bunun takdirinin, "brahim’den korku gidince, o bizimle mücadele
etti...” eklinde olduu da söylenilmitir.

Bil ki yücâdilünâ demek, “Bizim elçilerimizle mücadele eder” demektir.

Hz. brahim lahi Hükme Kar Mücadele Eder mi?

mdi, denirse“Bu mücadele eer Allah ile olmusa, bu, Allah’a kar yakksz
ki:

bir eye cür’et etmek demektir. Allah’a kar cür’et etmek ise, en büyük,

günahlardandr. Bir de, bu mücadelenin gayesi, bu hükmü geçersiz klp izâle


etmektir. Bu da onun, Allah’n hükmüne raz olmadna delâlet eder ki, bu ise
küfürdür. ayet bu mücadele meleklerle ise, yine bu da alacak bir durumdur.
Çünkü bu mücadelenin gayesi o zaman, onlarn, Lût Kavmi’ni helâk etmemelerini
salamak olur. ayet o, o meleklerin, kendiliklerinden Lût Kavmi’ni helâk etmeye
çaltklarn zannetmise, bu da onlar hakknda bir sû-i zan’dr. Yok, onlarn bunu
Allah’n emriyle yaptklarn zannediyor idiyseler, o zaman da
bu onlarla olan
mücadelesi, onun o meleklerden, Allah’n emrine muhalefet etmelerini istemi
olmasn iktizâ eder ki, bu da kabul edilemez...” Buna u
iki ekilde cevap verilebilir:

Bu toplu bir cevap olup buna göre; Cenâb- Hak onu, bu ayetin
Birinci Vecih:
hemen peinden methetmi ve öyle buyurmutur: “Çünkü brahim, cidden
yumuak huylu, yürei yank, kendisini tamamen Allah'a vermi biri idi” (Hûd. 75).
a

76 / M Cilt TEFSlR-1 KEBÎR

ayet bu mücadolosi günah olmu olsayd, bunun peinden, büyük bir medhe delâlet
orlon bu ayeti zikretmezdi.

Hz. brahim Azab çin Biraz Mühlet Verilmesini stiyordu

te inci Vecih: Bu da mufassal cevap olup, buna göre bu mücâdeleden maksad,


lâhim (a.s)’in, azab onlardan geciktirmeye çalm olmasdr. Bu da birkaç yönden
anlalabilir:


a) Melekler. brahim (a.s)’e, imha edeceiz”
Biz bu memleketin ahalisini
(Ankebût, 3i) deyince o: “Söyleyin bakalm, bu beldede ehl-i mü’min bulunsa da siz m
onu helâk edeceksiniz?” dedi. Onlar: "Hayr” deyince: "Ya krk tane olunca?” dedi;
onlar, “Hayr” deyince: "Ya otuz tane olunca?” dedi. Onlar: "Hayr” deyince... ilh.
Böylece o, ona kadar indi, onlar da: "Hayr” dediler. Bunun üzerine brahim (a.s):
"Söyleyin bakalm, orada tek bir müslüman kimse bulunsa dahi, oray imha edecek
misiniz?” deyince, yine onlar: “Hayr” dediler. te o zaman brahim (a.s): "Orada
Lût bulunuyor ya!” dedi.

te Cenâb- Hak bunu Ankebût Sûresi’nde zikretmi ve: Elçilerimiz brahim'e
o müjdeyi getirince dediler ki: “Biz bu memleketin ahalisini imha edeceiz. Çünkü
orann ahalisi zalim oldular. ” (brahim), “Onlarn içinde dedi, Lût da var. ” Dediler
ki: “Biz orada kimin bulunduunu çok iyi bilenlerdeniz. Onu da, ailesini de
muhakkak kurtaracaz. Yalnz, geride kalacaklardan olan kars müstesnâ...”
(Ankebût, 3i-32) buyurmutur. Daha sonra ise, Cenâb- Hak, “Vakta ki elçilerimiz Lût’

geldi. O, bunlar yüzünden kaygya dütü, bunlar sebebiyle gösü darald, “Korkma,

tasalanma, dediler, çünkü biz seni de, senin aileni de kurtaracaz. Yalnz geride
kalacaklardan olan karn müstesnâ...” (Ankebût, 33) buyurmutur. Böylece, brahim
(a.s)’in mücadelesinin ancak, Lût (a.s)’un onlar arasnda bulunmas sebebiyle, Lût
Kavmi hakknda olduu ortaya çkmtr.

b) öyle denilmesi de muhtemeldir: brahim (a.s), onlar belki iman ederler de,
iledikleri günahlardan tevbe ederler ümidiyle, azâb onlardan tehir etmek suretiyle,
kendilerine Allah’n rahmetinin isâbet etmesini arzuluyordu. Çou kez bu mücadeleler
de, brahim (a.s): “Allah’n emri, azâb iletmek suretiyle gelir. Emrin mutlak manas
ise, o iin derhal yaplmasn icab ettirmez, aksine geciktirmeyi kabul edebilir.
Binâenaleyh sizler (ey melekler), biraz daha bekleyin...” demesinden; buna mukabil

meleklerin de: "Muhakkak ki, emrin derhal yaplmas gerekir. Üstelik burada da, emrin
derhal yaplmas gerektiine delâlet eden karineler bulunmaktadr” demelerinden
ileri geliyordu. Daha sonra ise her bir taraf, bilinen ekillerde, kendi görüünü

anlatmaya balar, ite bundan dolay da mücadele meydana gelir. Bana göre
kendisine güvenilecek olan görü de budur.
12. Cüz, HDD SORESI 11/76-77 13. Cilt / 77

c) Muhtemeldir ki brahim (a.s), buradaki “emir” hakknda soru sormutur. Bu


emir, bir artmukayyet idi. Çünkü bunun üzerine onlar, bu artn, bu kavim
ile

hakknda tahakkuk edip etmedii hususunda ihtilâf ettiler. Bu sebeple de, bir
mücadele meydana geldi. Ksaca biz, zamanmzdaki alimlerin de nasslara tutunmak
hususunda birbirleriyle mücadelç ettiklerini görmekteyiz. Nasl ki bu, onlarn herhangi
birini ta’n etmemizi gerektirmiyorsa, ite burada da böyledir..

Daha sonra Cenâb- Hak; otjt ji-UJ “Çünkü brahim cidden


yumuak huylu, yürei yank, kendisini tamamen Allah'a vermi birisi idi”
buyurmutur. Bu da, Allah tarafndan Hz. brahim’in büyük bir medhe mazhar
klnmasdr. Ayette geçen haiîm kelimesi, “bakasna yetiebilmek için acele etmeyip,
aksine teennî ile hareket ederek, yava davranan, geniten alan kimse” anlamna
gelir. Durumu böyle olan kimse, bakasnn da böyle olmasn ister. Bu da, onun

meleklerle olan mücadelesinin, hilme ve azâbn ertelenmesine taalluk eden, bununla


ilgili bir eyden ötürü olduuna bir delâlet gibi olmu olur. Daha sonra Allah Teâlâ

onun hilmiyle alâkal olan hususu da buna ilâve etmitir ki; bu da, “yürei yank,
kendisini tamamen Allah’a vermi birisi idi” sfatlardr. Çünkü hilm sahibi olan
kimsenin, bakasna skntlar ve belâlar ulatn müahede ettiinde, yürei yanar
tutuur. Lût, Kavmi’ni imha etmek için meleklerin geldiini görünce, ite o zaman,
bundan dolay hüznü çoald ve bundan dolay yürei yanmaya balad. te bu
sebeple de, Allah onu bu sfatla nitelemitir.

Yine, Cenâb- Hak onu, “kendisini tamamen Allah’a vermi olmakla” nitelemitir.
Çünkü, bakasna kar kendisinde, böylesi büyük bir efkat ve acma duygusu
bulunan kimse, bu azâb onlardan gidermek için, daima Allah’a yönelir, O’na döner
ve O’na rücû eder. Ya da öyle denilebilir: Bakasnn
skntlara dûçar olmasn
istemeyen kimse, kendi nefsinin skntlara dümesini haydi haydi istemez ve bundan
honut olmaz. Nefsi Allah’n azâbna duçar olmaktan korumann yoluysa, ancak tevbe
ve Allah’a yönelmedir. u halde, durumu böyle olan kimsenin de, kendisini tamarniyle
Allah’a vermesi gerekir.

Azap Hükmü Kaçnlmaz


78 / 13. Cilt TEFSIR-I KEBR

“Ey brahim, bundan vazgeç. Zira hakikat udur: Rabbinin emri gelmitir.
Onlara muhakkak reddolunamayacak bir azap gelip çatacaktr. ” Vakta ki
elçilerimiz Lût’a geldi. O, bunlar yüzünden kaygya dütü, bunlar yüzünden
gösü darald ve: “Bu çetin bir gündür” dedi”
(Hûd, 76-77).

Bil ki, il» ‘j* jfi cümlesinin manas udur: "Melekler brâhlm’e
öyle "Bu mücadeleden vazgeç. Çünkü bu azab onlara ulatrma hususunda
dediler:
Rabbinin emri gelmitir...” Çünkü, nassn bu hükme delâlet etme yönü ortaya çknca,
bunu önlemenin yolu yoktur. te bundan dolaydr ki onlar, brahim’e, bu mücadeleyi
udur: Rabbinin emri gelmitir" deyip,
terketmesini emrettiler. Onlar, "Zira hakikat
bu lafzda da, bu emrin ne ile geldiine dair bir delâlet bulunmaynca, üphesiz ki
Cenâb- Hak, onlara, reddolunamayacak, yani defedilmesi ve savuturulmas
mümkün olmayacak bir azabn geleceini beyân buyurmutur.
Misafir Erkek Klnda Lût’a Gelen Melekler

Daha sonra Cenâb- Hak, Uji


^ pç UUj o* UJ j

“Vakta ki elçilerimiz Lût'a geldi. O, bunlar yüzünden kaygya dütü, bunlar


yüzünden gösü darald” buyurmutur. Bu elçiler, brahim (a.s)’e çocuk müjdesini
veren elçilerdir. bn Abbas (r.a) öyle demitir: "Onlar, brahim (a.s)’in yanndan

Lût’un yanna gittiler. ki köyün arasnda krk fersahlk birmesafe bulunuyordu. Onlar,
parlak delikanllar klnda Lût’un yanna girdiler. Onlar son derece güzel idiler. Lût
(a. s), onlarn, Allah’n melekleri olduunu bilememiti.

Alimler bu hususta u alt izah yapmlardr:

a) Lût (a.s) onlar insan sand. Böylece de kavminin onlara, o kötü fiili

yapacaklarndan, misafirlerin de onlara kar koyamayacaklarndan endielendi.

b) Lût(a.s)’u, onlarn gelmesi üzmütü. Çünkü onun, onlara harcayacak bir eyi
bulunmuyordu ve O, onlar gerektii gibi arlayabilecek durumda deildi.

c) Bu onu üzmütü, zira Lût (a.s)’un kavmi, Hz. Lût’un evine misafir almasna
mani oluyorlard.

Onlarn gelmesi onu üzmütü zira O, onlarn Allah’n melekleri olduunu ve


d)
onlarn, kavmini imha etmek için geldiini biliyordu. Birinci izah, en dorusudur. Zira
Cenâb- Hakk’n, “kavmi, kendisine doru (soluk solua) koarak yanma geldi...”
(Hûd, 78) buna delâlet etmektedir. Geriye
ayeti ayette, mutlaka açklanmas gereken
u üç afz kalmtr:
l
0

Birinci Lafz: Ayetteki


-
^ sözü olup, bunun manas, "Onlarn gelmesi
iyi olmad” eklindedir. ’y-î fiili, hem lâzm, hem de müteaddî bir fiildir. Nitekim
12. Cüz, HÜD SÛRES 11/78-80 13. Cilt / 79

Arapça’da tpk “megul ettim, megul oldu" ve “sevindirdim,


o da sevindi” fiillerinde olduu gibi üy» "Onu üzdüm, o da üzüldü” denilir.
Zeccftc, “bunun aslnn, eklinde olduunu, ancak ne var ki vâv’n
sakin klnarak, kesresinin sîn'e verildiini” söylemitir.
9 * *

kinci Lafz: Ayetteki tejâ


^ “Bunlar yüzünden gösü darald..."
buyruu. Ezherî öyle demitir: Zer’, “tâkat” manasnda kullanlan bir kelimedir.
Kelimenin asl, u ifâdeye dayanr: Ipji

U* JLi» *4^ O* j=^' ^ J* 5-


'M* “Deve, admlarnn
genilii nisbetinde, güçlü ve kuvvetli bir tayabileceinden
biçimde yürür. Ama ona,
fazla yük yüklendiinde, o bunu tamaktan acze düer, zayflar ve böylece de
boynunu uzatr...” Böylece j-J* tabiri, güç ve azalmasn
takatin ifade

etmektedir. te bundan dolay, “benim ona takatim yetmez” manasnda, y. JU


£ iji Vj Söylediimizin doru olduunun delili; Araplarn, zâri’ kelimesini
V ”
denilir.
******
zer’ kelimesinin yerinde kullanarak, Ulji 'ib cJl* “Bu ie gücüm yetmedi” demi
olmalardr.

Üçüncü Lafz: Ayetteki, Ç-j* }y. '1* cümlesidir. Yani, “Bu çetin, iddetli

birgündür” demektir. “iddetlidir” manasnda olmak üzere, asîb denilmitir. Zira,

o gün, insan, kötülüklerle kuatr.

Ahalî, Misafirlere Hücum Etmek stiyor

“(Lût’un) kavmi, kendisine doru koarak yanma geldi. Onlar daha evvelden
kötülükleri ilemeye alm
kimselerdi. (Lût), “Ey kavmim, ite kzlarm. Sizin
için onlar daha temiz. Artk Allah’tan korkun. Beni misafirlerimin yannda

küçük düürmeyin ; içinizde akl banda olan bir kimse de mi yok?" dedi.
80 / 13. Cilt TEFSÎR-Î KEBÎR

Dediler ki: “Andolsun, senin de bildiin gibi, bizim senin kzlarnda hiçbir
hakkmz yok. Sen bizim, neyi dilediimizi elbette biliyorsun.” (Lût) öyle
dedi: “Size yetecek bir kuvvetim olsayd keke!.. Yahut, sarp bir kaleye
sn abilseydim .. .

(Hûd, 78-80).

Ayetle ilgili birkaç mesele vardr:

Melekler Lût (a.s)’un evine gelince, ihtiyar ve kötü karst


BRNC MESELE haberi ulatrarak kavmine
öyle dedi: "Bizim evimize öyle
adamlar geldi ki, onlardan daha güzel yüzlü, daha temiz
elbiseli ve daha ho kokulu olan bir bakasn görmedim." Bunun üzerine Lût’un

kavmi, soluk solua koarak ona geldiler. Allah Teâlâ, onlarn çabucak, koarak
gelmelerinin çou kez, o kötü fiili yapmak için olduunu, oLuJi 0 jdJv jilS' i
J3
“Onlar daha evvelden kötülükleri ilemeye alm kimselerdi. .

diye beyân etmitir.
Nakledildiine göre, Lût’un kavmi onun evine girer ve, Cebrail (a.s)’in bulunduu
odaya girmek isterler. Cebrail (a.s) de elini kapnn üzerine koydu. Dolaysyla onlar
kapy krmadan açamadlar. Bunun üzerine Cebrail (a.s) de, onlarn gözlerini svad
da, onlar bunun üzerine kör oldular. Bundan dolay, “Ey Lût, bizim üzerimize
sihirbazlar geldi ve fitne zuhur etti” dediler.

Hep Meçhul Olup, Malum Yerine Meçhul Gelen Fiiller

Dil âlimlerinin yuhreûn fiili ile ilgili iki görüü bulunmaktadr:


Görü: Bu, malûm sîas, meçhul sîas üzerine gelen fiiller kabilindendir.
Birinci
Bunun malûm (fail) sîas bilinmez. fiillerde de böyledir: u
' f

"Falanca, u ie dald, kendini verdi, tutuldu”; X’3

“Zeyd titredi" ve "Amr övündü.”

kinci Görü: Malum sîasnn meçhûl sîas mümkün deildir. üzere gelmesi
Misal gösterilen bu fiillerin failleri hazfolunmutur. Binâenaleyh, X-3 jî
cümlesinin takdiri, ü
Stfjl “Tabiat, huyu onu... dükün kld, arzulu yapt”

eklinde; kelamnn takdiri, o^j "Gazab onu titretti” eklinde ve


ifadesinin tevili de, aJU "Mal onu gururlu, kibirli kld” eklindedir. Ayetteki
manas da,
kelimesinin ipjâî “Korkusu veya hrs onu tevik

ve tahrik etti, komaya evketti” eklindedir. Bu görüte olanlar kendi aralarnda da


ihtilaf ettiler, bazlar ihrâc kelimesinin, “titreyerek, soluk solua, hzlca komak”

anlamnda olduunu söylerlerken, bazlar da bunun, “hzl komak” anlamnda


olduunu söylemektedirler. 1
12. Cüz, HOD SÛRES 11/78-80 ij. un r s

Hz. Lût "Kzlarm” Derken Ümmeti içindeki Kzlar Kaatettl

Cenâb* Hakk’n j* Jfi. fjiU jtf “(Lût), “Ey kavmim, ite kzlarm.
daha temiz" ifadesiyle ilgili iki görü bulunmaktadr: KatAde öyle
Sizin için onlar
demitir: Kzlarndan murad, kendi sulbünden olan kzlardr. MücAhid ve Sele* Ibn
Cübeyr de: “Bundan maksad, ümmetinin kadnlardr. Çünkü onlar, haddi zatnda
kzlar olup, onlarn tâbi olmak ve davetini kabul etmek suretiyle, Lût (a.s)’a bir
mensubiyyeti bulunmaktadr...” demilerdir.

Nahivciler, izâfetin güzel ve uygun olabilmesi en ufak bir sebebin bile yeterli
için,

olacan, çünkü Lût (a.s)'un onlarn peygamberi olduunu, dolaysyla, adeta onlarn
babas mesabesinde olduunu Cenâb- Hak, “Peygamber
söylemilerdir. Nitekim
zevceleri, mü’minlerin analardr” (Ahzâb.ej buyurmutur. Buna göre Hz. Peygamber
de, ümmetin babasdr, ite bence, tercihe ayan olan görü de budur. Bunun
doruluuna birçok ey delâlet eder:

1) insanlarn, kzlarn günahkâr ve kötü kimselere peke çekmesi, ahsiyyeti


olan kimseye yakmayacaksak bir itir. O halde bu, peygamberlerin ulularna nasl
yakabilir?

kzlarm. Sizin için onlar daha temiz.
2) Ayetteki, “ite cümlesidir. Onun kendi . .

sulbünden olan kzlar, büyük bir topluluk için yeterli deildir. Ümmetinin kadnlarna
gelince; onlar herkese yetecek saydadr.

3) Sahih olan u rivayete göre onun iki kz bulunuyordu: Birisi ZentA, dieri de
ZeûrA.. ki kza, “kzlar” lafznn itlâk edilmesi caiz deildir. Çünkü, çoulun en aznn
“üç” olduu bilinmektedir. Birinci görüte olanlar, Lût (a.s)’un, kavmini, ümmetin
kadnlaryla zinaya davet etmedii hususunda ittifak halindedirler. Onlara göre bilakis
bundan maksad udur: Aksine O, kavmini, kadnlarla evlenmeye davet etmitir. Bu
hususta iki görü bulunmaktadr:

1) O onlar, imana yönelmek artyla, kadnlarla evlenmeye davet etmitir.

2) Onun eriatinde, mü’min kadnlarn, kâfir erkeklerle evlenmesi caiz idi. Hz.
Peygamberin, kz Zeyneb’i, mürik olduu halde Ebu’l-As Ibnu’r-Rebî'yle; yine,
bir dier kzn
Utbe bn Ebî Leheb ile evlendirmesi de delâlet eder ki, slâm'n
balangcnda da bu böyle idi. Sonra bu, Cenâb- Hakk’n, “... iman edinceye kadar,
Allah’a e
tanyan kadnlarla evlenmeyin... iman edinceye kadar, mürik erkeklere
kzlarnz nikâhlamayn..." (Bakara, 221 ) ayetiyle nesholunmutur. Yine bu görüte
olanlar ihtilâf etmi, ekserisi, “Onun iki kz var idi” demilerdir, Bu takdire göre,

tesniye, çoul lafzyla ifade edilmitir. Cenâb- Hakk’n ûli' üü


“Onun, (iki veya daha fazla) kzkardeleri varsa..." (Nisa. 11) ve USyjlî Ü
82/13. Cilt TEFSlR-1 KEBÎR

"... hakikaten sizin (yani, sîzlerin) kalbleri kaymtr” (Tahrim, g ayetlerinde de


böyledir. Yine, Lût’un kzlarnn ikiden daha fazla olduu da söylenmitir.

Ayetteki
fö j* “sizin için onlar daha temiz” cümlesiyle ilgili iki mesele vardr:

“Sizin için onlar daha temiz” ifâdesinin zahiri, onlarn


BRMC MESELE yapmak istedikleri fiilin temiz olmasn gerektirir. Oysa
malûmdur Çünkü, erkein nikâhlanmas
ki bu, fasit bir itir.
temiz olan bir ey deildir. Aksine bu söz, bizim, “Allahu ekber” sözümüz gibidir.
Halbuki bu sözden maksadmz “Allah büyük’’ manasdr. Bir de Cenâb- Hakk’n
“Böyle nimete konmak
bir m
daha hayrl, yoksa zakkum aac m?” (Saffât, 62 )

ayetinde de böyledir; zira, zakkumda hiçbir hayr bulunmamaktadr. Nitekim Ebu


Stifyan, j\ &-\
J£ “Uhud, ann yüce olsun!” veya, “Hübel ann
yücedir” dedii zaman, Hz. Peygamber Jr'j ilil“Daha büyük ve yüce
olan Allah’tr...” buyurmutur; oysa ki, Allah ile o put arasnda hiçbir yaknlk ve
mukayese olamaz.
Abdulmelik bn Mervân, Haan el-Basrî ve sa bn
KNC MESELE Amr’n, bu ayeti, hal olmak üzere nasb ite hunne athara
eklinde okuduklar rivayet edilmitir. Nitekim biz de,
Uu* \jjt (Hüd, 72) ayetinde benzer bir açklama yapmtk. Fakat nahivcilerin çou,
bunun bir hata olduunda ittifak etmiler ve “Eer, ja eklinde
okunmu olsayd bu, i*u ifâdesi gibi olmu olurdu. Ama ne var ki hunne
zamiri, iki kelimenin arasnda kalmtr. Bu ise, athara kelimesini hal addetmeye
mânidir” diyerek, bu hususta uzun uzun açklamada bulunmulardr.

Sonra Lûî.(a.s) J> öjj*« Vj M tjâStâ “Beni misafirlerimin yannda


küçük düürmeyin.,.” demitir. Bu cümle ile ilgili birkaç mesele vardr:

Ebu Amr ve Nâfi, fiili, aslna uygun olarak, o yâ’y isbât


BRNC MESELE etmek suretiyle eklinde, dier kraat imamlar •

ise, hafiflik olsun diye yâ’y hazfederek Vj


eklinde okumulardr. Buradaki kesre, yâ’ya delâlet etmektedir.
%

tabiriyle ilgili iki izah bulunmaktadr:


KNC MESELE 1) bn Abbas öyle demitir: “Bu, misafirlerine ho
(r.a)

Hz. Lût’un "Beni Küçük Düürmeyin" olmayan bir eyi yapmaya hücum ettiklerinde, o rezilliin
Sözünden Maksat kendisine de isabet edeceini kasdederek, “Misafirlerimin
yannda beni rezil rüsvay etmeyin...” anlamndadr.

2) Bunun manas udur: “Misafirlerimin yannda beni utandrmayn. Çünkü,


misafirin bana gelebilecek her türlü naho fiilden dolay, o misafiri arlayan kimseye
de bir utanç gelir...” Bir kimse utand zaman, ^ yf- denilir.
12 CU/, HOD SÛRES 11/78-80 13. Cilt / 83

Dayf kelimesi burada edyaf (misafirler) anlamndadr.


ÜÇÜNCÜ MESELE Nitekim, Cenâb- Hakk’n ..'jJÂ'
jl “yahut
henüz kadnlarn gizli yerlerine muttali olmayan
çocuklar...” (Nut, 3i) anlamndadr. Buradaki
ayetindeki tfl kelimesi, etfal (çocuklar)
dayf kelimesinin masdar olmas da mümkündür. Dolaysyla o zaman, onun çoul
anlamnda olduunu söylemeye gerek kalmaz. Nitekim “Oruç tutan
adamlar...” denilmektedir. Lût (a.s) sonra,
mi yok?” demitir. Bu hususta
jrj ^ “
içinizde akl

görü bulunmaktadr:
banda
olan bir kimse de iki

a) Reîd kelimesi, mürid, yani, “Hakk söyleyen ve o adi kimseleri


misafirlerinden uzaklatracak olan kimse yok mu?..” anlamndadr.

b) Reîd kelimesi müred


doruya ulatrlm” anlamndadr. Buna göre
“yani
1) manasi, “içinizde, Allah’n salâh ve dorulua ilettii, hakka ve gerçee
ayetin
ulatrm olduu bir kimse yok mu ki, o bu çirkin ie mani olsun?!.” eklindedir.
Birinci görü daha evlâdr.
2)
“Kzlarnda Hakkmz Yok!” Sözünün zah

Sonra Cenâb- Hak, ^ UJU c-lit 5J ijfcl Dediler ki: “Andolsun,
senin de bildiin gibi, bizim senin kzlarnda hiçbir hakkmz yoktur” buyurmutur.
3)
Bunun birkaç manas vardr:

Bu, “Bizim, senin kzlarna hiçbir ihtiyacmz yok; onlara, bir ehvet de
duymuyoruz...” demektir. Bunun manas udur: “Bir eye muhtaç olan kimse için,
sanki o eyde kendisi için bir tür hak meydana gelmi olur. te bundan dolay, bir

hakkn olmadn söylemek, ihtiyacn bulunmadndan bir kinâyedir.”

Biz bu tabiri, zahirî manasna hamlederek deriz ki: “Bunun manas, “Onlar
bizim zevcelerimiz deildir ve onlarda kesinlikle bizim bir hakkmz bulunmamaktadr.
Ayrca, bizim gönlümüz de onlara meyletmemektedir. u
halde onlar, bizim yapmak
istediimiz, ilediimiz o fiili nasl yerine getirebilirler?..” eklindedir. Bu tabir onlarn,
o pis fiillerine bir iarettir.

Bu, “Bizim senin kzlarnda hiçbir hakkmz yok. Çünkü sen bizi, iman etmemiz
artyla, onlar nikâhlaniaya davet ediyorsun. Halbuki bu hususta, sana icabet
etmiyoruz. Öyleyse, bizim onlarda hiçbir hakkmz olamaz” demektir.

Sonra Cenâb- Hak, Lût



(a.s)’un bu sözü iittii zaman, âj J üî jJ
tfjijî
^ ^ ^

^ “(Lût) öyle dedi: “ Size yetecek bir kuvvetim olsayd keke!..


Yahut sarp bir kaleye smabilseydim” dediint nakletmitir. Bununla ilgili iki mesele
vardr:

D# / IJJ. U1I TEFSlR-1 KEBÎR

Ayetteki lev (eer) edâtnn cevâb, sözün geliinden


BRNC MESELE anlald için mahzûftur. Takdiri ise, "Size mani olurdum
"Size Kar Elimde Kuwet Olsayd!" ve sizi defetme hususunda elimden geleni yapardm...”
Sözünün zah eklindedir. Bunun bir benzeri de Cenâb- Hakk’n Ol jîj

jüjj' “Eer onunla dalar yürütülseydi.
4j liijj . . (Ra'd. 3i); 'jij l, iS'J

“ Onlar atein karsnda durdurulup da...” (En’im, 27) ayetleridir. Vahidî öyle
demitir: "Cevap burada hazfedilmitir, çünkü bu durumda insann aklna, pekçok
mani olma ve def etme çeidi gelmektedir.”

Jjî
J Ol j buyruunun manas, "Elimde, size kar
KNC MESELE koyabileceim bir kuvvet, bir ey olsayd...” eklindedir.
Kuvvet salayacak eyi "kuvvet” diye isimlendirmek
mümkündür. Nitekim Cenâb- Allah da, "Siz de onlara kar gücünüzün yettii kadar
kuvvet ve balanp beslenen atlar hazrlayn.. "(Entâi.eo) buyurmutur ki, buradaki
"kuvvet” ifâdesinden maksad, (onu salayacak olan) silâhtr. Dier bazlar da, bunun
manasnn, "onlar defedebilme kudreti” olduunu söylemilerdir. Ayetteki rüknün
edîd tabirinden maksad salam ve koruyucu yerdir. Bu, dadaki salam bir snaa
benzetilmitir.

Buna göre eer, "Burada, fiilin isim Üzerine atfedilmesinin sebebi nedir?”
denilirse, biz deriz ki:

Keâf öyle demitir: "Bu fiil, gizli bir en ile mansûb olarak
sahibi T 01

eklinde okunmutur. Buna göre sanki öyle denilmitir. "Eer benim size kar bir
kuvvetim ya da bir snma imkânm olsayd...”
Bil ki, “Size yetecek bir kuvvetim olsayd keke!.. Yahut, sarp bir kaleye
smabilseydim...” ifâdesindeki her bir cümleyi, ayr ayr manalara hamletmek
gerekir. Bunun birkaç izah vardr:

1) “Size yeteçek bir kuvvetim olsayd...” cümlesinden maksat, Lût (a.s)’un


kendisinin onlar defetmeye kâdir olmas veya kendi bana, yahut da bakalarnn
yardmyla, zapf-u rapt altna alp terbiye etmeye muktedir olabilmesidir.

2) “Yahut, sarp bir kaleye smabilseydim. . .


” cümlesinin manas ise, onlar def
etmeye muktedir olamayp, sayesinde kötülüklerinden emin olabilecei salam bir
kaleye snmaya muktedir olabilmesidir.

3) O kavminin sefihliini ve edepsizlie yönelmelerini müahede edince, onlar


bundan alkoymaya yetecek olan bir kuvvetin kendisinde bulunmasn istedi. Daha
sonra, kendi kendisine daha önceki söylediinden vazgeçerek, "Aksine, daha evlâ
olan, sarp bir kaleye snmamdr...” der. te bu, Allah’n yardmna sarlmaktr. Bu
takdire göre, “yahut, sarp bir kaleye smabilseydim sözü, öncekinden ayr ve
12. ('Uz, HÛD SÛRES U/81 13. Cilt / 83

onunla hiçbir alâkas olmayan müstakil bir cümledir. Bu izaha göre, fiil cümlesinin
lalm cümlesine atfedilmesi de gerekmemi ölür, ite bundan dolay Hz. Peygamber
(a.a.s),

etsin.. O, zaten
jl
salam
tfjl* tâ
bir
^
iIl

yere snmt
"Allah, kardeim Lût’a merhamet
..." buyurmutur.

Hz. Lût’a Meleklerin Mü)de Vermesi

"Elçi melekler: "Yâ Lût, emin ol, biz Rabbinin elçileriyiz. Onlar sana katiyyen
dokunamazlar. Sen hemen, gecenin bir ksmnda âilenle yürü. çinizden hiç
biri geri kalmasn. Yalnz karn müstesnâ. Çünkü onlara isabet edecek azab,

ona da çarpacaktr. Onlara vaadolunan helâk zaman, sabahdr. Sabah vakti


yakn deil mi?" dediler”
(Hûd, 81).

Bil ki kuvvetim olsayd (keke)..


Allah Teâlâ, Lût (a.s)’un, "Size yetecek bir
Yahut sarp bir kaleye smabilseydim" dediini haber verii, Hz. Lût’un bu sefil
kimselerin, misafirleri hususunda utanç veren, rezil-rüsvayla sebeb olan böyle bir
ie cüret etmeleri sebebiyle, son derece sknt ve hüzün içinde olduuna delâlet
etmektedir. te melekler onun bu durumunu görünce, ona birçok müjdeler verdiler:

a) Onlar Allah’n elçileri idiler.

b) Kâfirler, düündükleri eyi yapamayacaklard.

c) Allah Teâlâ o kâfirleri helâk edecekti.

d) Allah Teâlâ, LÛt’u, âilesiyle birlikte bu azaptan kurtaracakt.

e) Onun salam sna ve yegâne yardmcs Hak Teâlâ idi. te ona verilen

bu müjdeler tahakkuk etmiti. Rivayet edildiine göre, Cebrili (a.s), Lût (a.s)’a
“Kavmin sana hiçbir zarar veremez. Binâenaleyh (korkma), kapy aç” der. Onlar
içeri girince, Cebrili (a.s) kanad ile onlarn yüzüne vurur, gözlerini svazlar ve kör

eder. Bunun üzerine de onlar yollarn bulamaz bir hale gelirler ve evlerine varamazlar.
” ”

86 / 13. Cilt TEFSlR-1 KEBÎR

te Cenâb- Hakk'n, “Andolsun ki onlar (Lût’un ) misafirlerine kötülük yapmay


kastetmilerdi. Biz de gözlerini silme kör ediverdik (Kamer, 37) ayetinin ifâde ettii
budur. Ayetteki, ijLaj jJ cümlesi, “sana hiçbir kötülük ve naholuk yapamazlar.
Çünkü biz, o fiilleri ile kendileri arasna gireriz (mani oluruz)" manasndadr.

Hz. Lût’a Geceleyin Çk Emri


Allah Teâlâ daha sonra, dUil pi “ Gece âilenle yürü buyurmutur.
Nâfi ve bn Kesîr bunu, vasl hemzesiyle, ..pû eklinde, dier kraat âlimleri de,

hemze-i kat' ile pb eklinde okumulardr ki, ikisi de ayn manaya gelir. Arapça'da
ayn manada olmak üzere, jîll* ve sLîp (gece yürüdüm) denilir. Nitekim
âir Hassân b. Sâblt (r.a) de öyle demitir:

* & fa öp *
“Sen ona gece gitmemi olduun halde, o (sevgili) sana geceleyin geldi”
Binâenaleyh bu fiil (Kur'ân’da) her iki lügat (ekil) ile de gelmi (kullanlmtr).
Bunu hemze-i kat’ ile okuyann delili, Cenâb- Hakk’n «
4* jp\ p\
(sm, i)

ayetidir.
ayetidir. Yine bunu hemze-i vasl
masdar da, gece
ile okuyann
yürümek manasndadr.
delili de
Birisi
p bi jjjlj

gece yürüdüü,
( FeC r. 4)

yolculuk yapt zaman, -


^p denilir. Yine birisi, birisini gece yürüttüü
zaman, üp &p\ denilir. j» pâfi tabiri de, gecenin bir ksm; bir parças
manasnadr. Bu, “kt’a” kelimesi gibidir. Bu söz ile melekler, “sizler sabah vakti
gelecek olan o azabn çatmasndan önce, acele edip çknz” manasn kasd-
etmilerdir. Nafî b. el-Ezrâk, Abdullah b. Abbas (r.a)’a: “Bana, Kur’ân’daki
p pi
4#* hakknda ne dersin?” dedii zaman, bn Abbas: “O, gecenin son
tabiri

parças olup, seher vaktidir” demitir. Katâde buna: “Gecenin bir parçasndan
sonra...” manas verirken; bazlar da bunun, “Gecenin yars” olduunu, çünkü Lût
(a.s)'un gecenin tam yarsnda yola çktn söylemilerdir.

Sonra Ut fap öp. S/j “içinizden hiçbiri geri dönüp bakmasn” buyrulmutur.
Bu, Lût (a.s) ile birlikte olanlar geriye dönmekten nehyetmek içindir. “ltifat”, insann
arkasna dönüp bakmasdr. Görünen odur bundan maksad udur: Onlarn,ki

memleketlerinde mallar, mülkleri, kumalar ve dostlar vard. te bundan dolay


melekler onlara, vakti gelince çkmalarn, bütün bu eyleri terkedip, kesinlikle onlara
dönüp bakmamalarn emretmilerdir. Bundan maksad ise, onlarn kalblerinin o
eylerle olan ilgisini kesmek idi. Bu kelime ile “yüz çevirip gitme” manas da
kastedilmi olabilir. Nitekim Cenâb- Hakk’n, &i3 tep \p “Onlar dediler ki: “Bizi
döndermek, yani çevirmek için mi
(...) bize geldin?..” (Yûnus, de bu78) ayeti
manadadr. Bu takdire göre, “içinizden hiç biri iltifat etmesin” ayetinden maksad,
onlar geride kalmaktan nehyetmektir.
la. cm, hOd süresi /s 13. CIU / 87

Daha sonra, “Yalnz karn müstesnâ ..” buyurulmutur. Ibn Kesir ve


Ibu Amr, bunu ref‘ ile eklinde; dier kraat imamlar da nasb '!e,

ÜJ^ V» eklinde okumulardr. Vahidî (bu hususta) unu demitir: “Bunu


nasb ile mana itibariyle muhtar olan kraat budur- kelimeyi “Karn hâriç,
okuyan, -ki

Aileni geceleyin alp götür" manasnda olmak üzere, "ehl” kelimesinden müstesnâ

saymlardr. Bu kraatin doru olduuna ehâdet eden bir husus da, Abdullah b.
Mes'ûd’un kraatnda bunun dtö *[ dlUb eklinde okunup, tâ tMt Slj

fâdesinin burada bulunmamasdr. Bu kelimeyi ref ile okuyanlara göre kelamn takdiri,

“Karn müstesnâ, içinizden hiçbiri geri dönmesin" eklindedir.” Buna göre ayet:
“Bu okuyu ekli, Lût’un karsna, arkasn dönmesinin emredilmi olmasn
gerektirir. Çünkü bir kimse: “Zeyd hariç, içinizden hiçbiri ayaa kalkmasn” dedii

zaman, bu "Zeyd ayaa kalksn” manasnda bir emir olmu olur" denilir ise, buna
kar Ebu Bekir el-Enbârî de öyle diyerek cevap verir: “Ayetteki illâ (müstesnâ)
lafz, istisna- munkatîdr. Buna göre ayetin manas: “Sizden hiç kimse arkasna
dönmesin. Fakat karn arkasna dönecek ve kavminin bana gelecek azap, onu da
çarpacaktr” eklindedir. Bu istisnâ, böyle istisnâ- munkatî olduu zaman, onun
arkasna dönmesi bir günah olmu olur. Zikrettiimiz bu mana, Katâde’den rivayet
edilen u haber de kuvvet kazanr: Katâde, köyden ilk çktklarnda Hz. Lût’un
ile

karsnn, beraberinde olduunu, ama o azabn seslerini duyunca arkasna dönerek:


"Vah milletim” dediini, bunun üzerine ona bir tan isabet edip, onu öldürdüünü
söylemitir.

bu kelimeyi merfû olarak okumak daha kuvvetlidir. Çünkü bunu nasb ile
Bil ki

okumak, Lût (a.s)’un karsnn, ehl-ü iyâli içinde çktn ifâde etmez. Fakat bu
durumda istisnâ, “ehl” kelimesinden olmu olur. Buna göre sanki Hak Teâlâ Lût
(a.s)’a, ehl-ü iyâli ile beraber çkmasn, bu hanmn terketmesini emretmitir. Çünkü

o, helâk olanlarla birlikte helâk olacaktr. Bu kelimeyi nasb ile okumak ise, bir baka

bakmdan, daha kuvvetlidir. Çünkü bu kelime mansûb olarak okunduu zaman,


stisnâ, istisna- muttasl olmakta; merfû okunduunda ise, istisna- munkatî
olmaktadr.

Daha sonra Cenâb- Hak o meleklerin, dier günahkârlara isabet edecek olan
eyin onun bana da geleceini söylediklerini bildirmitir. Bundan maksad o
günahkârlara isabet edecek olan azabn, Lût’un karsna da isabet edeceidir.

Daha sonra melekler o\ “Onlara vaadolunan (helâk) zaman,


sabahtr*’ demilerdir. Rivayet edildiine göre onlar, bunu dedikleri zaman, Lût (a. s):
“Ben, bundan daha erken, hatta hemen çkmak istiyorum” deyince, melekler,
i
“Sabah vakti yakn deil mi?” demilerdir. Müfessirler, Lût

(a.s)’un, bu sözü duyunca, âilesi ile birlikte geceleyin yola çktn söylemilerdir.
88 / 13. Cilt TEFSlR-t KEBÎR

Emr Kelimesinin Manas

“Emrimiz geldii zaman o memleketin üstünü altna getirdik ve tepelerine,


balçktan piirilmi, istif edilmi talar yadrdk ki onlar, Rabbinin katnda hep
damgalanmalard. Onlar zalimlerden uzak deildir”
(Hûd, 82-83).

Ayetle ilgili birkaç mesele vardr:

Ayetteki “emr” kelimesi ile ilgili birkaç izah vardr:


BRNC MESELE 1 )
Bununla, nehyin (yasaklanmann) zdd olan “emretme"
kastedilmitir. Bunun böyle olduuna unlar da delalet
eder:

Mütereklii defetmek için, “emir" kelimesi bu manada hakikat, bunun


a)

dndaki manalarda mecazdr.


“emr" sözünü azab manasna almak mümkün deildir. Çünkü Cenâb-
b) Ayetteki

Hak, “Emrimiz geldii zaman, o memleketin üstünü altna getirdik” buyurmutur


ki bu alt-üst etme iinin kendisi zaten azabtr. Binâenaleyh ayet, emrin art, azabn

da ceza (netice) olduuna delâlet etmektedir. art ise neticeden baka bireydir.
u halde ayetteki “emr", azab manasna deildir. Böyle söyleyen herkes, ayetteki
“emr”in, “nehy"in zdd olan “emir” olduunu söylemitir.

c) Allah Teâlâ bundan önce, “(O melekler): “ Çünkü biz Lût kavmine
gönderildik” dediler” (Hûd, buyurmutur. Binâenaleyh bu ifâde, o meleklerin Lût
70)

Kavmi’ne gidip, onlara azab etmek için Allah Teâlâ tarafndan görevlendirilmi
olduklarna delâlet eder. Bunu iyice anladn zaman biz diyoruz ki: "Allah Teâlâ,
bir grup meleklerine, o ehirleri belli bir zamanda harap etmelerini emretmitir ve
vakti gelince onlar, bu emri yerine getirmilerdir. u halde ayetteki, “Emrimiz geldii
zaman..” sözü, meleklere yüklenen o göreve bir iaret olmu olur.

Eer, “ayet durum böyle olsayd, o zaman “Bizim emrimiz gelince, o melekler
o ehirlerin altn üstüne getirdiler" denilmesi gerekirdi. Çünkü bu fiil, memur
(emredilen) meleklerden meydana gelmitir?” denilirse, biz deriz ki: “Görüümüze
göre, böyle söylenilmesi gerekmez. Çünkü biz ehl-i sünnete göre, kullarn fiili de,
12. Cüz^HÛDJîORESI 11/82-83 13. Cilt / 89

Allah’n fiilidir, yani Allah tarafndan yaratlr. Hem sonra onlardan sâdr olan bu *il,

Allah’n emri ve kudreti ile tahakkuk etmitir. Bmâenaleyh bu fiilin, Allah’a isnad
edilmesi tuhaf saylmaz. onu yapana izafe edilmesi makul olduu
Çünkü fiilin, bizzat
gibi, sebeb olana isnad edilmesi de güzel ve yerinde olur.

2) HakTeâlâ’nn, “Bireyin olmasn dilediimiz zaman, sözümüz


Bu "emr” ile,

ona ancak “Ol” dememizden ibarettir. O da derhal olu verir ”(Nahi,40) ayetinin ifade
ettii husus kastedilmitir. Bu "emr”in ne olduunun izah daha önce geçmiti.

3) Bu "emir” lafz ile, "azab” manas kastedilmitir. Böyle olmas halinde ayette,
u ekilde bir takdir yapma ihtiyac hissederiz: "Azabmzn zaman gelince, o
memleketin üstünü altna getirdik.”

Bil ki Allah Teâlâ bu, ayette bahsedilen azab, u iki sfat


KNC MESELE ile nitelemitir:
Meleklerin ehrin Üstünü Alta Getirmeleri Birincisi, ayetteki “O memleketin üstünü altna getirdik”
tabiridir. Rivayet olunduuna göre, Cebrili (a.s), bir
kanadn Lût kavml’nin yaad ehirlerin altna soktu, onlar kökünden söküp, gök
ehlinin, onlarn eeklerinin anrmasn,
havlamasn ve horozlarnn
köpeklerinin
ötmesini iitecekleri kadar bir yükseklie kaldrd. Buna ramen hiçbir testileri ve
kaplar ters çevrilip dökülmedi. Sonra onlarn hepsini birden ayn anda altn üstüne
çevirip yere çald.

Bil ki bu i, u iki bakmdan kesin bir mucizedir:

a) Yeri söküp, en yakn birinci kat semâya kadar kaldrmak, görülmemi bir itir.

b) Lût kavmi’nin beldelerinin etrafndaki dier beldeler hiç hareket etmeksizin,


bunlara yakn olmalarna ramen, azab Lût (a.s) ve ehline ulamakszn, onlar çok
yüksek bir mesafeden yere çalmak da kesin bir mucizedir.

Siccîl Nedir?

kincisi, ayetteki “Tepelerine, balçktan piirilmi, istif edilmi talar yadrdk”


fadesidir. Alimler, "Siccîl” hususunda, u deiik görüleri belirtmilerdir:
1) Bu kelime, Arapçalam Farsça bir kelimedir. Asl "Seng-I kil” "(kil toprak,
ta)” eklindedir. Yine bu, son derece sert olarak, ta ve çamurdan mürekkeh bir
eydir. Ezherî öyle der: "Araplar onu Araplatrnca Arapça bir kelime olmutur.
Araplar, “Dîvan, dîbâç, istebrâk” gibi nice kelimeleri Arapçalatrmalardr.

2) Siccîl, “büyük kova” manasna olan, “seci” kelimesindendir ve JU


"Kova gibi, büyük talar” demektir.

3) Siccîl, sert ta demektir.


.

90 / 13 . Ojit TEFSlR-t KEBÎR

4) Bu “Onlarn üzerine salverilmi’' manasnadr. Kelime, bireyi


kelime,
^

salverdiinde kullandn, ife- filinden, "fi’îl” sasnda bir isimdir.

5) Bu, “Onu verdim, baladm


manasnda olan ” ife-î deyiminden alnm
olup, manas “Aktma, dökme bakmndan, tpk bir ban dökülmesi gibi olan”
eklindedir. O talarn üzerine, azaba urayacak olanlarn isimlerinin “tescîl” edilmi
(yazlm) olduu da söylenmitir.

6) Bu kelime, “büyük defter” demek olan “siccil”den olup, manas, “ezelde


yazlm, yani Allah tarafndan onlar için ezelde takdir edilmi olan azab” eklindedir.
Bu “büyük kova” demek olan seci kelimesindendir. Çünkü
takdire göre “siccil”,
bu defter de, (bu kovann çok su al gibi) birçok hükmü ihtivâ etmektedir. Bu
kelimenin, “iftihâr etmek, böbürlenmek” manasna olan, “müsâcele” masdarndan
olduu da söylenmitir.

7) Siccil’in asl “siccin (cehennem)dir. Bundaki “nün” harfi lâm’a çevrilmitir.

8) Bu, “En yakn semâ” manasnadr. Buna “slccîl” denilmitir. Bu görü, Ebu
Zeyd’den rivayet edilmitir.

çamur demektir. Çünkü Cenâb- Hak, “Balçktan (çamurdan) olan ta”


9) Siccil,
buyurmutur. Bu, krime ve Katade’nin görüüdür. Haan el-Basrî öyle demitir:
"Tan asl da çamurdur. Fakat o, aradan geçen uzun zaman ile sertlemi,
talamtr.”
10) Siccil, ta yeri demektir. Bu da, belli bir dadr. Nitekim Cenâb- Hak bu
manada, ‘çinde dolu (buz) bulunan da. .
” (Nûr, 43) buyurmutur.

Atlan Talarn özellikleri

Bil ki Allah Teâlâ, bahsedilen bu talar birkaç sfatla nitelemitir:

Birinci Sfat: Onlarn Slccil’den oluudur ki bunun izah geçti.

kinci Sfat: “ Mandûd’dur. Vâhidî, “Bu kelime, Juaîjf masdarndan ism-


mef’ul’dür. aJI ise, bir eyi bireyin üzerine koymak, istif etmek demektir”
demitir. Bununla ilgili olarak u
izahlar yaplmtr:

1) O talar, gökten inerken bir biri üzerine iniyordu. Binâenaleyh bu kelime, bu


hususu iyice ifade etmek için getirilmitir.

2) O talarn her birinde üstüste konulmu ve top haline getirilmi küçük talar
vard.
12. Cü z, HÛP SÜ RES U/82-83 13. Cilt / 91

3) Allah Teâlâ, bu talar madenlerinde öyle yaratm, üst üste koymu ve zalimleri
helâk etmek için onlar hazrlamtr.

Bil ki ayetteki mandûd kelimesi, "siccil”in sfatdr.

Üçüncü Sfat, “müsevveme” Bu da o talarn sfat


kelimesidir. olup,
"alametlendirilmi, belirlenmi, iaretlenmi” manasndadr. Bununla ilgili izah,

J» (Ai-i imrân, i4) kelimesinin tefsirinde geçmiti. Alimler, bu alametlendirmenin

ne ekilde olduu hususunda u deiik izahlar yapmlardr:


1) Haan el Basrî ve Süddi: ‘‘O talarn üzerinde mühüre benzeyen iaretler
'
vard" demilerdir.

bn Sâlih: ”0 talardan Ümm-i Hânî’nin evinde gördüm. Onlarn


2) üzerinde göz
boncuu eklinde krmz çizgiler vard” demitir.

3) bn Cüreyc öyle demitir:


"Onlarn üzerinde, yeryüzü talarna benzemeyen
bir alamet vard ve o alamet, Allah Teâlâ’nn bunlar ancak o azab için yarattn
gösteriyordu.”

4) Rebî: “O talarn herbirinin üzerinde, kendisine atld ahsn ad yazl idi”

demitir.

Daha sonra Cenâb- Hak dlîj “Rabbinin katnda” yani, “Allah’tan baka
üzerinde hiç kimsenin tasarruf edemedii, harcayamayaca hâzinelerinde..”
buyurmutur.

Cenâb- Allah sonrada, Uj “Onlar zâlimlerden uzak deildir"


buyurmutur. Allah Teâlâ, "zalimler” tabiri ile, Mekke kâfirlerini kastetmi olup,
bununla o talar, o kâfirlere de atabilecei ima edilmitir. Enes (r.a)’in öyle dedii
rivayet edilmitir: “Allah’n Resûlü bunu, Cebrâil (a.s)’e sordu da, CebrâH: “Yani
“senin ümmetinin zâlimleri” demektir. Onlardan hiçbir zâlim yoktur ki bu talar
an be an onlarn üzerine dümesin” demitir.” Ayetteki hiye (Onlar) zamirinin, Lût
(a.s)’un kavminin beldeleri manasna olduu da söylenmitir. Buna göre, "Bu
hâdisenin cereyân ettii o beldeler, Mekke kâfirlerinden uzak bir yerde deildir”

denilmi olur. Çünkü o beldeler, am mntkasnda olup, Mekke’ye yakn idiler.


92/13. CIU TEFSÎR-l KEBÎR

Altnc Kssa: Medyan Kavmi’nln Kssas

V “ v

j tyfS y\f)jo © i* c> ^

“Medyen’e de kardeleri u’ayb’ gönderdik. O dedi ki: “Ey kavmim, Allah'a


kulluk edin. Sizin O’ndan baka hiçbir tanrnz yoktur, ölçüyü, tarty eksik
tutmayn. Ben sizi gerçekten bir hayr içinde görüyorum. üphesiz ki ben, bir
gün hepinizi çepeçevre kuatacak olan bir azabtan korkmaktaym. Ey
kavmim, ölçüde ve tartda adaleti yerine getirin, insanlarn eyasn
eksiltmeyin. Yeryüzünde fesadalar olarak fenalk yapmayn. Eer mü’mln
kimseler iseniz, Allah'n brakt kâr, sizin için daha hayrldr. (Bununla
beraber), ben sizin üzerinizde bir bekçi de deilim”
(Hûd, 84-86).

Bil ki bu, Hûd Sûresi’nde zikredilen kssalarn aitncsdr. Bil ki Medyen, brahim
(a.s)’in oullarndan Sonra bu kelime, onun kabilesinin ismi olmutur.
birinin ismidir.
Müfessirlerden çou, “Medyen”in, Medyen b. brâhim (a.s)’in inâ ettii bir ehrin
ad olduu görüüne sahip olmulardr. Buna göre ayetin manas: “Biz Medyen
ahâlisine de kardeleri uayb’ gönderdik” eklindedir. Binâenaleyh ayette mahzûf
bir “ahâlisine” lafz vardr.

Bil ki biz, peygamberlerin, iin banda önce kavimlerini tevhide (Allah'n birliine
inanmaya) davet ile baladklarn beyân etmitik, ite bundan dolay uayb (a.s),
“Siz/nO’ndan baka hiçbir tannnz yoktur” demitir. Peygamberler, tevhide davetten
sonra, ehemmiyet srasna göre dier ilere balarlar. Medyen ahâlisi içinde eksik
ölçüp tartma alkanlk haline gelmi birey olduu için, uayb (a.s) onlar “ölçüyü
ve tarty eksik tutmayn” diyerek, bu alkanl ve âdeti brakmaya çarmtr. Naks
(eksiltmek) tabiri ile ilgili iki izah vardr:

1) Bu ölçüp tartma onlar tarafndan olup, onlarn eksik ölçmeleridir..

2) Bu ölçüp tartmann onlar için yaplp, onlarn gerekenden fazla almalardr.


H CUz, HOD SÜRES 11/84-86 \y. cin /«

Burada, “bakasnn hakkn eksiltme" manasna gelir. Her iki ekilde de, bakasnn
hakkn eksiltme meydana gelmi olur.

Sonra uayb (a.s), jfa (&j* “Ben sizi gerçekten bir hayr içinde görüyorum*
demitir. Bunun iki ekilde izah yaplabilir:

a) O eer tevbe etmezlerse,


onlar, fiatn yükselip, nimetin ellerinden gitmesi
hususunda sakndrmt. O sanki öyle demiti: "Bu eksik ölçüp tartmay brakn.
Aksi halde Cenâb- Hak, sizin elinizde bulunan mal ve rahat giderir."

b) Bunun takdiri öyle de olabilir: "Allah Teâlâ, size çok mallar, hayrlar, kolaylklar
ve genilikler vermitir. u halde böyle eksik tartmaya ihtiyacnz yoktur.”

Sonra «i Jlj “üphesiz ki ben, birgün hepinizi


fjt
çepeçevre kuatacak olan bir azaptan korkmaktaym demitir. Ayetle ilgili birkaç
bahis bulunmaktadr:

Birinci Bahis: Ibn öyle demitir: "Korkuyorum, yani, "Bir gün


Abbas (r.a),

hepinizi çepeçevre kuatacak bir azabn geleceini biliyorum...” demektir." Dier


mOfessrler ise, hayr bundan murat, bizzat korkudur. Çünkü onlarn bu ii, balarna
bir azâb gelecei korkusuyla brakmalar caizdir. Bu korkutma bulunduuna göre,

bunun neticesi bir ilim deil, zandr” demilerdir.

kinci Bahis: Allah Teâlâ onlar, içinden hiç kimsenin çkamayaca bir biçimde
kuatacak bir azab ile korkutup tehdit etmitir. Ayetteki "muhît” kelimesi, görünüte,
yevm kelimesinin sfatdr. Mana bakmndan ise, azab kelimesinin sfatdr. Bu
Cenâb- Hakk’n, “Bu çetin bir gündür ” (Hûd, rr) ayetinde olduu gibi mehur bir

mecâzdr.

Üçüncü Bahis: "azab” ile neyin kastedildii hususunda ihtilâf


Müfessirler bu
etmilerdir. Bazlar: "Bu, Kyamet gününün azâbdr; çünkü azabn, azab hak etmi
olanlar kuatmas için tesbit edilmi olan gün, budur” demilerdir. Bazlar: "Hayr,
buna hem dünya, hem de ahiret azab dahildir” demilerdir. Bazlar da: "Aksine
bundan maksat dier peygamberlerin kavimlerinin de bana geldii gibi, dünyada
köklerinin kaznmas azabdr" demilerdir. Doruya en yakn olan, bu azaba, bütün
azablarn dahil olmasdr. Azabn onlar kuatmas, bir dairenin, içinde bulunan eyi
ihata edip çepeçevre sarmas gibidir. Binâenaleyh, azâb onlara, her yönden
gelecektir. Bu, iyice tehdit etmek manasn ifâde etmektedir. Bu, Cenâb- Hakk’n

tpk, “(Nihayet) onun bütün serveti istilaya uratld; (kuatld) (Kehf. 42 ayetinde )

olduu gibidir.

uayb (a.s) sonra öyle demitir: »}JIj jufcjl Ijiji fjjtij

“Ey kavmifn, ölçüde ve tartda adâleti yerine getirin .”


! 1,1, V.III TEFSR-! kebir

Ayetteki Tekrarlarn izah

Buna göre eer, "Bu ayette, üç bakmdan tekrar meydana gelmitir. Çünkü O
” “
önce “Ölçüyü ve tarty eksik tutmayn Ölçüde ve tartda adâleti
demitir. Sonra,
yerine getirin” demitir. Bu, birinci sözün aynsdr. Daha sonra da, “nsanlarn
eyasn eksiltmeyin” demitir. Öyleyse, bu tekrardaki hikmet nedir?” denilirse, biz
deriz ki:

Bunun birkaç izah ekli vardr:

zah: Onun kavmi, bu ite srar etmekteydiler. Bundan dolay O, eksik


Birinci
ölçü ve tartdan men etmek hususunda, iyice açklamada bulunup bu men'ini tekid
etmek ihtiyacn duymutur. Tekrar ise, tekidi, o meseleye gösterilen önem ve
ihtimamn fazlaln gösterir.

kinci zah: Ölçüyü ve tarty eksik tutmayn” tabiri, eksik tartmaktan
“ ”
nehyetmektir. Ölçüde ve tartda adâleti yerine getirin emri, tartmakta adâleti tam
olarak yerine getirmeyi emretmektir. Bir eyin zddm nehyetmek, onu emretmekten
farkldr. Bir kimse çkp da "Bir eyin zddm nehyetmek, onu emretmektir.
Binâenaleyh, bu bakmdan ayette bir tekrarn yaplm olmas gerekir” diyemez.
Çünkü biz diyoruz ki, buna iki ekilde cevap verilebilir:

1) Allah Teâlâ, iyice tekid etmek için, bir eyi emretmek ile onun zddm nehyetmek
beraber zikretmitir. Nitekim sen, "Akrabalarna sla-i rahim yap, onlardan ilgini
için

kesme” dersin. Böyle bir cem' son derece fazla olan bir tekide iaret etmektedir.

öyle diyebiliriz:
2) olduunu kabul etmiyoruz.
"Biz, emrin, sizin söylediiniz gibi
Çünkü, hem bir iin eksik yaplmasnn nehyedilmesi, hem de o iin aslnn
nelyedilmesi mümkündür. u halde, Cenâb- Hak, burada, hem eksik ölçüp
tartmaktan nehyetmekte, hem de hakkn tam olarak verilmesini emretmektedir. Çünkü
bu, Cenâb- Hakk’n, muâmeleleri men edip alverii yasaklamadna; ancak eksik
ölçüp tartmay reddettiine delâlet eder. Bu çünkü bir grup kimse, "Alveri,
böyledir,
eksik ölçüp tartmaktan ve kimilerinin hakkn alkoymaktan hâlî olamaz. Binaenaleyh,
alveri külliyen haramdr” demektedir. te böyle bir vehmi ibtâl etmek için, Allah
Teâlâ birinci ifâdede eksik ölçüp tartmay nehyetti; ikinci ayette de, ölçüp tartmay
tam adâletle yapmay emretti.

“insanlarn eyasn eksiltmeyin” eklindeki


üçüncü ifâdeye gelince, bu bir tekrar
deildir. Çünkü Allah Teâlâ, önceki buyruunda yasaklamay, ölçüyü ve tarty
noksanlatrma meselesine tahsis etmitir. Sonra Allah Teâlâ bu hükmü, bütün
eylere tamîm etmitir. Bu izah ile, bunun bir tekrar olmayp, aksine bu ifâdelerin
herbirinde farkl bir manann bulunduu ortaya çkar.

Üçüncü zah: Allah Teâlâ birinci ayette “ölçüyü ve tarty eksik tutmayn”; ikinci

”U. u, nuu auKca i/84-bo 13. Cilt / 95


yatta de, ölçüde ve tartda adâletl yerine getirin buyurmutur, “fa’’ adaleti yerine
getirmek, o i, tam ve mükemmel bir biçimde yapmaktan ibarettir. Bu ise, ancak
nsan, hak edilenden daha fazla verdii zaman tahakkuk eder. te bu manadan dolay
fukahâ öyle demitir: mesela abdestde yüzü ykamay emretti. Fakat,
Allah Teâlâ,
ban cüzlerinden birini ykamadkça, yüzün tamamn ykama emri yeine gelmez.
Velhasl Cenab- Hak, birinci ayette, noksan ölçüp tartmay nehyetmi; ikinci ayette
de, fazlasyla vermeyi emretmitir. Bu vacibin, kesin ve kati olarak yaplm olabilmesi

çin, bu miktardan fazlasnn verilmesi gerekir. u


halde Cenâb- Hak sanki, önce
nsan, bu fazlaln kendisinde kalmas için, bakalarnn mallarn eksiltmeye gayret
etmekten nehyetmi, ikinci olarak da, mesuliyetten kesin olarak kurtulmak için, kendi
hakkn azaltmaya gayret etmesini emretmitir.

Ayetteki “bil-kst” anlamndadr. Bunun manas “Kesin olarak


tabiri, “adâletle”
mesuliyetten kurtulmann tahakkuk edecei bir biçimde hakk, tastamam yerine
getirmeyi emretmektir.” Bundan fazlasn vermeyi emretmek ise, söz konusu deildir.

uayb (a.s) sonra, J-IÎH “insanlarn eyasn eksiltmeyin


demitir. “Bahs” her türlü eyden yaplan anlamndadr. Daha önce de


eksiltme
zikrettiimiz gibi, birinci ayet, ölçü ve tartdan, noksan yapmay yasaklamaya delâlet
etmektedir. Bu ayet ise, her eyde noksanlatrmay yasaklamaya delâlet etmektedir.

Yeryüzünde Bozguncu Olmayn

Sonra uayb (a.s) y* “Yeryüzünde fesatçlar olarak


'enâlk yapmayn" demitir.

Eer, “ j!*î kelimesi de tam fesât anlamndadr. Dolaysiyle bu kelime


“yeryüzünde, fesât çkarmayn” demek gibi olmua olur” denilirse, biz deriz ki:

Bunun birkaç izah vardr:

1) Kim, bakasna zarar verme peinde olursa, o bakasn da, kendisine zarar
vermesi için etmi olur. Binâenaleyh, bu cümlenin manas, “Bakasnn
tahrik
menfaatlerini bozmaya gayret etmeyin. Çünkü, hakikatte bu, sizin kendi maksat ve
menfaatlerinizi ifsâd etmek olmu olur” eklindedir.

Bu ifâdeden maksat, “yeryüzünde dünya ve


2) ahiret menfaatlerinizi bozucu
kimseler olarak fesât çkarmayn!” manas olabilir.

3) Bu, “Yeryüzünde, dinî menfaatlerinizi bozan kimseler olarak fesât çkarmayn”


demektir.

Helal Kâr, Haksz Kazançtan yidir


Sonra o, *1)1 “Allah’n brakt (kâr), sizin için daha hayrldr
yo / 13. un TEFSR-I KEBÎR

demitir. Bu tabir, tyü "Allah’n takvas” (korumas) eklinde de okunmutur.


Bu, “Allah’nkorumas ve sizi, günahlardan alkoyan murakabesi, sizin için daha
hayrldr” anlamndadr. Sonra diyoruz ki, bunun manas ekildedir: “Allah’n u
ölçüyü ve tarty tam yaptktan sonra, sizler için geride brakm olduu helâl kâr,
noksanlatrmayan daha hayrldr. Yani Allah’n, size geride brakt helâl mal,
aldatma ve eksik ölçüp tartma yoluyla meydana gelebilecek bu fazlalktan
hayrldr.” Haan el-Basrî ûl yani “Allah’a tâat, sizin için, bu azck
miktardan daha hayrldr. Çünkü tâtin sevâb, ebedî olarak bakî kalr” demitir.
Kâtade de öyle demitir: “Rabbinizden alacanz paynz sizin için daha hayrldr."
Ben de diyorum ki: “Bu “baklyye”den gaye, ya dünyada, insann elinde kalan mal
veya Allah’n verecei mükâfaat, yahut Allah Teâla’nn ondan raz olmasdr. Bütün
bunlarn hepsi de eksik ölçüp tartlan miktardan daha hayrldr.

maln daha hayrl olmasna gelince: Bu böyledir, çünkü, insanlar, bir


Elde kalan
kimsenin emin, doru ve hâinlikten uzak olduunu bilirlerse, ona itimat ederler ve,
bütün muamelelerinde, ona yönelirler. Böylece de o kimseye, bol rztk kaplar
açlr. Yine insanlar, birisinin hâin ve hilekâr olduunu bilirlerse, ondan
uzaklar ve kesinlikle onunla bir araya gelmezler. Böylece de, onun rzk
kaplar daralm olur. Biz bu "baklyye”ye, Allah’n mükâfaat anlam
verirsek,bunun daha hayrl olaca keyfiyeti açktr. Çünkü, bütün dünya fani ve
yok olucudur. Allah’n sevab ise, bakidir. Yine biz bu kelimeye, Allah’n rzasnn
meydana gelmesi anlamn verirsek bunun daha hayrl olduu da yine meydandadr.
Binâenaleyh, bu delil ile sabit olur ki, “Bekyyetu’llâh” daha hayrldr.

uayb (a.s.) sonra j&y o\ “Eer mü’min kimseler iseniz” demitir.


Bunun hayrl olmas için,
kendileri için iman art komutur. Çünkü onlar sevâb
ve ikâb kabul eden mü’minler olduklar zaman, bu sevâb elde etmeye ve o ikâbtan
da saknmaya gayret etmelerinin kendileri için, o azck ziyâdeyi, fazlal elde etmeye
gayret etmelerinden daha hayrl olduunu bilirler.

Bil ki, arta bal olan ey, art bulunmaynca tahakkuk etmez. Binâenaleyh
bir

bu ayeti zahiren böyle eksik ölçüp tartmaktan kaçnmayan kimsenin mü’min


olamayacana delâlet eder.

Peygamber Halk Üzerinde Bekçi Deildir

Sonra uayb (a.s.), “Bununla beraber, ben sizin üzerinizde


bir bekçi deilim ” demitir. Bununla ilgili iki izah bulunmaktadr:

bunun manasnn öyle olmasdr: “Ben size nasihat edip, size doruyu
Birincisi,

gösterdim. Bununla beraber, ben sizin üzerinizde bir bekçi deilim.’’ Yani, “Benim

sizi, bu çirkinliklerden alkoyacak kudretim yok.
12. CM/. HOD SÜRES 11/87 13. Cilt / 97

kincisi: O, geçmi olan ifadelerinde, aldatma ve eksik ölçüp tartmayla megul


olmann, Allah’n verdii nimetlerin elden çkmasna sebebiyet vereceine iâret etmi
ve: "Ben sizin üzerinize bir bekçi deilim”, yani, "Eer siz, bu kötü ii terketmezseniz,
Allah’n nimetleri elinizden gider. Ben de o zaman onlar sizin elinizde tutmaya kâdir
olamam” demek istemitir.

ir

ir ir

"Dediler ki: "Ey uayb, atalarmzn tapt eylerden, yahut mallarmzda ne


dilersek onu yapmamzdan vazgeçmemizi, sana namazn emrediyor? m
Aslnda sen, yumuak huylu ve akl kanda bir adamsn”
(Hûd, 87).

Ayetle ilgili birkaç mesele vardr:

Hamza, Kisaî ve Asm’n ravisi Hafs, kelimeyi vavsz


BRNC MESELE olarak, salâtüke; dierleri ise, cemi olarak salavâtüke
eklinde okumulardr.

Bil ki, uayb (a.s), onlara iki ey emretmitir. Tevhidi ve


KNC MESELE insanlar aldatmaktan vazgeçmelerini. Kavmi ise, onun bu
iki çeit tâat eririni yadrgamalardr. Buna göre onlarn,
“atalarmzn tapt eylerden vazgeçmemizi ” cümlesi uayb’n onlara tevhidi

emrettiine; Yahut mallarmzda ne dilersek onu yapmamzdan vazgeçmemizi”
cümlesi de uayb’n onlara, bu aldatmay terketmelerini emretmi olduuna iarettir.

Birincisine gelince, onlar bu hususta taklide tutunduklarna iaret etmilerdir.


Çünkü Peygamber (s.a.s)’in kendilerine atalarnn ibadet ettikleri eye ibadet
onlar,
etmeyi brakmalarn emretmesini uzak bir ey görmülerdir. Yani onlar: "Biz
atalarmzdan devraldmz yolu nasl brakrz?” demilerdir ki, bu srf takliddir.
91/13. Cilt TEFSlR-1 KEBÎR

Bu, “Salât” lafz ile ilgilidir. Bununla ilgili iki görü vardr:
ÜÇÜNCÜ MESELE a) Bundan maksad Hz. uayb’n dini ve imandr. Zira
Salât Kelimesinin Manas ve Namazn namaz, dinin iârn gösterir. Böylece onlar namaz dinden
Münkeri Önlemesi kinâye olarak zikretmilerdir. Yahut da öyle deriz: Namaz,
asl olarak ittiba edip, uymak manasnadr. Musalli’nin
(namaz klann), “önde koan at takip eden at” manasndan alnm olmas da bunu
gösterir. Çünkü o atn ba, öndeki atn iki “salv”i hizasndadr. ki “salv” de, atn
iki uyluudur. Bu kelime ile “Bunu sana dinin mi emrediyor?” manas kastedilmitir.

b)Bununla bildiimiz o hususî ibadet yani namaz kasdedilmitir. Rivayet edildiine


göre uayb (a.s) çokça namaz klard. Kavmi, onu namaz klarken gördüünde,
birbirlerine ka göz iareti yapp onunla elenir ve gülüürlerdi. Dolaysiyle, onlar:

Bunu sana namazn


“ m emrediyor” diyerek onunla alay etmek istemilerdi. Bu
tpk, bir kitap okuyan, sonra da saçma sapan konuan bir buna görüp de, alay
ve “Bu senin okuduun o kitaplardan
istihza ederek, ona: m
mülhem!” demen gibidir.
te burada da böyledir. Buna göre eer, “Ayetin takdiri "Namazn sana, mallarmz m
hakknda dilediimizi yapmamz emrediyor?” eklindedir. Onlar ise bu sözü,
yadrgama manasnda söylemilerdir. Halbuki onlar, mallar hakknda kendilerinin
dilediklerini yapmalarn yadrgamyorlard. u M
halde bu nasl izah edilir? denilirse,
biz deriz ki: Bu hususta u
iki izah yaplabilir:

Kelamn takdiri “senin namazn sana, atalarmzn ibadet ettii eyi brakmamz
a)
ve mallarmz hususunda istediimizi yapmamamz m
emrediyor” eklindedir. Buna

bandaki mâ edatna atfedilmi olur.

Bu bizzat namazn emredici ve yasaklayc kabul edilmesidir. Buna göre ayetin


b)
manas, "senin namazn sana, bizim putlara tapmamamz emredip ve mallarmz
hakknda istediimizi yapmamz m
nehyediyor” eklindedir. bn Ebi Able,
ayette her iki fiili de muhatab sigasyla j*b ö\ "yapman” ve USJ U “dilediini”
eklinde okumutur. Bu da Hz. uayb’n onlara, eksik ölçüp tartmay brakmalarn,
az ama helal kazanç ile yetinmelerini emretmesi ve az helalin, çok haramdan hayrl
olduunu bildirmesidir.

Daha sonra Cenâb- Hak, onlarn “Aslnda sen, muhakkak


ki yumuak huylu ve akl banda bir adamsn” dediklerini nakletmitir. Bu hususta
u izahlar yaplmtr:
Birinci izah: Bu, “sefih (aklsz) ve câhil olan sensin sen” demektir. Fakat onlar,
istihzâ ve alay etmek için, laf tersinden söylemilerdir. Nitekim cimri ve hasis kimseye,
“Hatem-i Taî, seni görseydi, sana secde ederdi” denilmesi de bunun gibidir.
!{, CU*. IIÛD SÛRES 11/88-90 13. Cilt / 99

kinci zah: bunun manas, “Sen, kendince ve taraftarlarnca halim ve akl banda
bir adam olarak niteleniyorsun” eklindedir. ^

Üçüncü zah: Hz. uayb (a. s.), onlar nezdinde de halim ve reîd (akl banda)
Olarak mehur idi. Fakat O, onlara atalarnn dinini brakmalarn emredince, onlar
ona, "sen bu hususta yolu belli, halim ve akl banda bir kimsesin, Nasl oluyor da
atalarmz üzerinde bulduumuz dinden nehyediyörsun?” dediler. Bu sözden
bili,

makaad, böylesi bir iin, halim ve akl banda bir kimseden çkmasnn'pek tuhaf
görüldüünü ifâde etmektir. Bu izah, yaplan izahlarn en dorusudur.

Hz. uayb’n Onlara Cevab

O X i) fj>0

“Ey kavmim, dedi, ya ben Rabbimden (gelen) apaçk bir bürhan üzerinde
isem ve O, bana katndan güzel bir rzk ihsan etmi ise, buna ne dersiniz?
Size yasak etmeme ramen, size muhalefet etmek istemiyorum. Ben
gücümün yettii kadar ile slahtan baka birey istemiyorum. Muvaffak
olmam da ancak Allah’n yardm iledir. Ben yalnz O’na tevekkül eder ve
yalnz O’na yönelirim. Ey kavmim, bana dümanlnz, Nûh kavminin, ya
Hûd kavminin, yahut Sâlih kavminin balarna gelenler türünden, size bir
musibet getirmesin. Lût kavmi de sizden uzak deil. Rabbinize istifar edin ve
tevbe edin. Çünkü Rabbm rahim ve vedüddur”
(Hûd, 88-90).

Ayetle ilgili birkaç mesele vardr:


100 / 13 . ait TEFSÎR-t KEBÎR

Bil ki Allah Teâla, onlarn sözlerine kar uayb (a.s.)’in,


BRNC MESELE
ne cevap verdiini nakletmitir: Birinci olarak o,
“Ey kavmim, ya ben Rabbimden (gelen) apaçk bir
bürhan üzerinde isem ve O, bana katndan güzel bir rzk ihsan etmi ise” demitir.
Bu sözle ilgili u
izahlar yaplmtr:

1) Onun “Ya ben Rabbimden gelen apaçk bürhan üzerinde isem” sözü,
bir
Allah’n kendisine verdii ilim, hidayet, din ve peygaberlie; “Ve O, bana katndan
güzel bir rzk ihsan etmi ise” sözü de, Allah Teâlâ’mn ona vermi olduu helâl mala
iarettir. Çünkü rivayet olunduuna göre Hz. uayb’n çok mal vard.
Bil ki ayetteki n art edatnn cevab mahzûf olup, takdiri öyledir: “Allah bana,
açk bürhan bütün manevî mutluluklar ve mal ve güzel rzk gibi bütün maddi
gibi
(dünyevi) mutluluklar nasib edince, benim bu büy.ük lütuflar karsnda, O’nun
vahyine hâinlik edip, emir ve yasaklarna muhalefet etmem uygun olur mu?” Bu
cevap, önceki ifâdeler ile son derece uyumludur. Çünkü onlar ona, “Sen halim ve
akl banda bir adamsn, o halde bu hilm ve rüdüne ramen, bizi atalarmzn
dininden çevirmeye uraman uygun düüyor mu” demilerdi. Buna kar uayb
(a.s.) da sanki onlara öyle demitir: “Bunu yapyorum, çünkü Allah’n bende çok
nimeti vardr. Bana bu teblii ve peygamberlii, O emretmitir. u halde Allah’n
bunca nimetlerine ramen, O’nun emir ve mükellefiyetlerine muhalefet etmem hiç
münasip olur mu?"

2) Bunun manas udur: Hz. uayb (a.s.) onlara sanki öyle demitir:
“Allah’dan bakasna ibadet etmek ve eksik ölçüp tartmak, bana göre kötü bir
i ben de sizin ilerinizi düzeltmeyi isteyen ve Allah’n verdii rzklardan ötürü,
olup,
mallarnza hiç ihtiyac olmayan bir kimse olunca, bütün bunlara ramen, Allah’n
vahyine ye hükümlerine hâinlik etmem nasl doru olur?’’

- “Ya benim yanmda bir beyyine, yani bir mucize varsa ve Cenâb- Hak da
3) O,
bana güzel bir rzk vermise” demi ve bununla onlardan bir ücret ve karlk
istemediini kasdetmitir. ite dier peygamberlerin de, “Sizden buna kar hiçbir
ücret istemiyorum. Benim mükafaatm âlemlerin Rabbinden bakasna âit deildir”
(uara, 127) demeleri de bu manadadr.

Onun, “ve O bana katndan güzel bir rzk ihsan etmi ise”
KNC MESELE sözü,rzkn ancak Allah katndan ve O’nun yardm ile olup,
kulun kesbinin bunda bir tesiri olmadna delâlet eder.
Bunda, aziz klmann ve etmenin Allah’dan*olduuna bir iaret vardr. “Herey
zelil

Allah’dan olduuna göre, ne sizin muhalefetinize aldryorum, ne de muvafakat


etmenize seviniyorum. Allah’n dinini yerletirmek ve kanunlarn açklamak için
çalyorum.”
12. Cüz, HÛD SÛRES 11/88-90 13. Cilt / 101

iradda Söylediini Uygulamann önemi


t . „ «, , ,, , . ,

uayb (a.s.) ikinci cevap olarak, U J\ 0» Uj


"Ü/ze yasa/r etmeme ramen, size muhalefet etmek istemiyorum” demitir. Keâf
•ahibl öyle demektedir: “Arapçada, bir kimse bir yere yönelip, bir bakas da oradan
döndüünde 'ÂT
J\ 0*^3 birisi oradan dönerken, sen oraya yöneldiinde
& -iijV denilir. Yine sudan dönen bir adam seninle karlar ve arkadan
® » «*<

sorarsa, “O suya gitti, ben de oradan dönüyorum” manasn kastederek frU» J',
dersin. te ayetteki U JJi_ .i&ÜlsM Ol ojj' U j buyruu da bu manadadr.
Yani “ayet nehyettiim arzularmza sizden önce koarsam, o zaman siz
ben, sizi

deil, ben kendi bildiime gitmi olurum” demektir. Ayetle ilgili lugavi açklama
bundan ibarettir. Bu hususta sözün özü udur: uayb (a.s.)’n kavmi, O’nun halim
ve akl bandakimse olduunu kabul etmilerdir. Bu da, onun aklnn tamlna
bir

delâlet eder. Akln mükemmellii, sahibini en doru ve en uygun yolu tercihe


sevkeder. Buna göre sanki uayb (a.s.) kavmine, "Siz benim aklmn mükemmel
olduunu kabul ettiinize göre, aklmn kendim için tercih edeceinin mutlaka en
doru ve en uygun yol olduunu biliniz. Allah’n birliine davet ve eksik ölçüp noksan
tartmay brakmann neticesi u
iki eye varr: Allah’n emrine sayg ve mahlukata

efkat. Ben, ite bu iki eye devam ediyor ve onlar hiçbir ekilde katiyyen
brakmyorum. Binâenaleyh siz benim hilmimi ve rüdümü (aklm) kabul edip, benim
bu yolu terketnediimi gördüünüze göre, bunun en hayrl yol ve dinterin-eriatlarn
en kymetlisi olduunu biliniz” dernek istemitir.

uayb"(a.s) üçüncü cevap olarak, c.»k


t
dU
• - 0
° *
*5(1
*
*

Ag' 01
0

“Ben gücümün
yettii kadar ile slah dan baka birey istemiyorum” demitir. Bu, “Ben, ancak
va’z-u nasihatmla sizi slah etmeyi istiyorum” demektir.

Ayetteki U (gücümün yettii) ifadesi ile ilgili u izahlar yaplmtr:

1) Bu, zarftr. Buna göre kelâmn takdiri “Islah etmeye gücüm yettii ve buna
imkan bulduum müddetçe, bu husustaki gayretimi esirgemeyeceim” eklindedir.

2) Bu ifade, “slâh” kelimesinden bedeldir, yani “gücümün yettii kadar slah”


demektir.

“Ben ancak slah yapabildiim müddetçe, slah


3) Bu, mef’ul-ü lehdir. Yani,
istiyorum” demektir. Bil ki bu sözün maksad udur: uayb (a.s.)’n kavmi, onun halim
ve akl banda birisi olduunu kabul etmilerdi. O, insanlar arasnda bu sfatla mehur
olduu için, bunu kabul etmilerdi. Dolaysyla uayb (a.s) onlara sanki öyle demek
benim slaha ve fesad ile dümanl gidermeye
istemitir: “Sîzler kabul çaltm
ediyorsunuz, öyleyse ben size tevhidi ve insanlara eziyeti brakmay emrettiime
102 / 13. Cilt TEFSÎR-I kebîr

olduunu ve böyle davranmaktan maksadmn aranza


göre, bunun, hak bir din
dümanlk sokup fitne çkarmak olmadn da bilin. Çünkü siz, benim böyle eylere
kzdm ve gücümün yettiince sulhu-salâh gerektiren eylere çabaladm
biliyorsunuz. te bu, tebli ve inzârdr. Fakat sizleri taata mecbur etmeye benim
gücüm yetmez.”
Tevfik Yalnz Allah’dandr

Daha sonra
olmam da ancak Allah’n yardm
uayb (a.s.) 4-sj* £\j ^ y 4*
Ben yalnz O’na tevekkül eder ve yalnz
iledir.
V» Jâijî Uj

Muvaffak

O'na yönelirim” diyerek bu hususu te’kid etmi ve bütün sâlih amelleri infaz etme
hususunda, Allah’n tevfik ve hidayetine tevekkül ve itimâd ettiini beyan
buyurmutur.

Bil ki Yalnz O’na tevekkül ederim” sözü mahzâ tevhide iarettir. Çünkü
O’nun,
O'nun bu sözü hasr (sadece) manasn ifâde eder. nsann, Allah’dan baka hiç
kimseye tevekkül etmemesi gerekir. Hak Teâlâ’nn dnda kalan herey, zat gerei
mümkün ve fânî iken, srf Allah’n yaratmas ve tekvini olarak meydana gelmi iken,
nasl Allah’dan bakasna tevekkül edilebilir? Durum böyle olunca, ancak Allah'a
tevekkül edilir. Mebde’ (balangç, yaratl) bilgisinin en büyük mertebesi ite bu
bahsettiimiz eydir.

uayb (a.s.)’n 4*îi' 4\j “ Yalnz O’na yönelirim” sözüne gelince; bu da


me’âd (âhiret) bilgisine bir iaret olup, “hasr” ifade eder. Çünkü bu söz, insanlarn
Allah’dan baka dönecekleri, bavuracaklar bir merci olmadna delâlet eder.
# *
uayb -
• ;
(a.s)’dan bahsedilince, Hz. Muhammed (s.a.s.) 9
in »lâ “O, Peygamberlerin
dedii rivayet edilmitir. uayb (a.s.) her kelimeyi yerli yerinde konuup
hatibidir”
kelamda pek güzel tasarrufta bulunduundan dolay Hz. Peygamber (s.a.s.) böyle
buyurmutur.

Hissi Tutumla Hidayetten Mahrum Kalmak Doru Deildir

uayb (a.s.), dördüncü cevap olarak, ft-â. ö» JSlÎA f


jUj “Eykavmim ,

bana dümanlnz, size bir musibet getirmesin” demitir. Keâf sahibi öyle der:
“Cereme fiili bazan bir, bazan iki mef’ul alma hususunda tpk kesebe (kazand) fiili

gibidir. Nitekim Arapça’da Çi fjr “O, bir günah iledi, onu kesbetti”
denildii gibi, Uîi ve “O, ona günah iletti ve o, ona onu kazandrd” da
denilir. Ayetteki fiil de bu ekildedir, yani, “Bana olan dümanlnz, banza bir

azabn isâbet etmesine sebebiyet vermesin” demektir."

jbn Kesir bu kelimeyi, yâ’nn zammesiyle yücrimenneküm eklinde okumutur ki,


bu takdirde fiil, bir kimseyi suça sevkedip, yaptrdnda söylediin Çi &j£l
“Ona bir günah ilettim” sözünden alnmtr. Bu kraate görö fiil, bir mef’ul alan
12. Cüz, HÛD SÛRES 11/88-90 13. Cilt / 103

oereme fiilinin If'âl babna nakledilmi ekli olur. Buna göre Lîi ve «W *sSj£
cümleleri arasnda bir fark yoktur. Binâenaleyh her iki kraat de, mana bakmndan
eittir ve aralarnda fark yoktûr. Fafcât mehur olan kraat, lafz bakmndan daha
fasihtir. Bu da SfU "£*£ “O, ona mal kazandrd” deyiminin, (ayn manaya gelen)
Sl U deyiminden daha fasih olmas gibidir. Bunu iyice anladn zaman biz deriz

k: "Ayetten kastedilen mana, “Bana olan dümanlnz, dünyada, Nûh (a.s.)’un


kavminin bana gelen boulma; Hûd'un kavminin bana gelen kasp kavurucu
rüzgar; Sâlih (a.s.)’in kavminin bana gelen deprem ve' Lût kavminin bana gelen
yere batrma azablar gibi, kökünüzü kazma azabnn banza gelmesine sebebiyet
vermesin” eklindedir.

uayb (a.s.)’n fjî


Uj “i-ûf kavmi de sizden uzak deildir”
eklindeki sözü ile ilgili u iki izah yaplmtr:

Bununla onlarn mekan bakmndan, biribirlerinden uzak olmadklar


a) manas
kastedilmitir. Çünkü Lût (a.s.)’un kavminin beldesi, Medyen’e yakn idi.

b) Bununla zaman bakmndan onlardan uzak olmadklar kastedilmitir. Zira Lût


(a.s.)’un kavminin helâki, uayb (a. s.) zamanndaki insanlarn haberdar olduu en
yakn helâk hâdisesidir. Bil ki her iki manaya göre de, zaman ve mekan bakmndan
yakn olma, o eyi iyice bitme ve onlarn durumlarna tam vâkf olma manasna gelir.
Binâenaleyh uayb (a.s.) sanki "Banza benzeri bir azabn gelmemesi için, onlarn
balarna gelenlerden ibret aln ve Allah'a muhâlefet edip, O’nunla nizalamaktan
saknn” demek istemitir.

mdi ayet, "Normalde eklinde, kelime cemi gelmesi gerekirken, niçin


müfred olarak denilmitir?" denilirse, Keâf sahibi buna u iki bakmdan
cevap verir:

1) Bunun takdiri, "Onlarn helâki sizden uzak birey deildir” eklinde olabilir.

2) Bu kelime “Sehîl”, "nehik” ve benzeri masdarlar vezninde geldii için,

karîb-baîd ve kesîr-kalîl kelimeleri müzekker ve müenneslik bakmndan ayndrlar.

Vedud sm-i erifinin izah



uayb (a.s.),
beinci cevap olarak, 4\ P f£îj Rabbinize putlara
tapmanzdan dolay istifar edin, (eksik ölçüp noksan tartmanzdan ötürü) tevbe
edin. Çünkü Rabbim (dostlarna) rabîm ve ved uddür” demitir.

Ebu Bekr el-Enbâri öyle der: "Allah’n isimleri arasnda yer alan vedûd," Allah'n
kullarn sevmesi” manasnadr. Bu Araplarn ve j-*?* "Adam
sevdim” deyimlerindendir." Ezherî ise, “erhu EsmAi’liâh” isimli kitabnda
104 /13. Cilt TEFSlR-t KEBÎR

"Vedûd”un tpk, rekûb (binilen), helûb (salan) kelimeleri gibi, ism-i mefûl
manasnda fe’Cl vezninde olmu olmas mümkündür. Buna göre manas, "Allah'n
Sâlih kullar, mahlûkatna çokça ihsan ve lutufta bulunmasndan ötürü Allah’ severler
(Yani O, sevilendir)” eklindedir.

Bil ki uayb (a.s.)’in, bu be cevab zikrederken yapt bu sralama, güzel bir


tertiptir. Çünkü O, ilk defa, kendisi için apaçk beyyinelerin zuhur ettiini ve Allah
Teâlâ'nn kendisine zahiren-batnen çokça nimetler vermesinin, kendisini Allah’n
vahyine hyanet etmekten ve Allah’a kar mükellefiyetlerine aldrmamaktan
alkoyduunu belirtmi, ikinci defâ da bu davet ile o ie devam ettiini beyân etmitir.
Eer bu davet batl olsayd, kendisinin halim ve akl banda bir kimse olduunu kabul
ettiinize göre, o böyle batl bir ile megul olmazd. Daha sonra o, bunun
doruluunu, bir baka ekilde öyle beyân etmitir-. O, slah gerektiren eyleri
yapmak, fitneyi mehurdu. Dolaysiyle eer bu davet bâtl
gerektiren eyleri örtmekle
olsayd, o bununla megul olmazd. Daha sonra o, yolunun doruluunu beyân edince
buna kar çkmaya bir sebep olmadna iaret ederek, “Sizin bana dümanlnz
daha önce geçmi peygamberlerin kavimlerinin bana geldii gibi, bunun yüzünden
çok iddetli lahî bir azaba düeceiniz bir yola sizi sürüklemesin’ demitir. Daha
sonra da, ite bu delillerle kendi yolunun doruluunu ortaya koyunca ‘Ve Allah’a
tevbe edin” ifâdesi ile, ilk defa zikrettii Allah’n birliine inanp, eksik ölçüp tartmay
brakmay izâha dönmütür. Bunun peinden de onlarn daha önce kâfir ve isyankâr
olmalarnn, kendilerini Allah’a iman ve itaattan alkoymamas gerektiini, çünkü
Allah’n kâfir ve fasklarn iman ve tövbelerini kabul eden bir rahîm ve vedud olduunu,
ve çünkü kullarna olan rahmet ve sevgisinin bunu gerektirdiini beyân buyurmutur.
te bu son derece güzel bir izahtr.

Kavmi uayb’ Anlamak stemiyor

“Dediler ki;“Ey uayb, biz senin söylediklerinden çounu iyice anlamyoruz.


Seni de içimizde cidden zayf görüyoruz. Eer kabilen olmasayd muhakkak
ki seni tala öldürürdük. Sen bizden üstün bir eref sahibi deilsin”
• (Hud, 91).
12. CUz.HÛD SÛRIS 11/91 13. Cilt / 105

Kavml uayb’ Anlamak stemiyor

Bil ki uayb (a.s.) tebliini iyice ortaya koyup beyân edince, kavmi ona fâsid
(yanl) cümlelerle cevap verdiler.

Bunlardan birincisi Jyj \Xa '


j U “£y uayb, biz senin
söylediklerinden çounu iyice anlamyoruz” sözüdür. Bu ifâde ile ilgili birkaç mesele
vardr:

öyle diyebilir:
Birisi "uayb (a.s.) onlara kendi dilleriyle

BRNC MESELE konuuyordu. Artk onlar nasl olur da "söylediklerini


anlamyoruz” diyebilirler?” Alimler, buna deiik cevaplar
vermilerdir:

a) Bu, "Biz senin söylediklerinin çounu anlamyoruz" Çünkü onlar,


demektir.
onun sözlerinden hiç holanmadklar için, sözlerini anlamak maksadyla
dinlemiyorlard. Bu tpk, “Onlarn kalbleri üzerine Kur’ân’ iyice anlamalarna (engel)

perdeler gereriz” (isra, 46) ayetinde beyân edilen husus gibidir.

b) Onlar onun sözünü kafalar ile anladlar, ama ona bir deer vermediler.
Dolaysiyle onlar, deer vermediklerini beyan etmek için böyle söylediler. Bu tpk
bir kimsenin, arkadann sözüne deer vermediinde, "Senin söylediini
anlamyorum” demesi gibidir.

c) Hz. uayb sürdüü bu deliller, tevhid, nübüvvet ve âhiretin


(a.s.)’in ileri

doruluu ile hakszln ve hrszln braklmas gerektii hususunda onlar iknâ


edememitir. Binâenaleyh onlarn "Anlamyoruz” sözleri, "Biz iddialarna dâir
getirdiin delillerin doru olup olmadn bilemiyoruz” demektir.

Baz kimseler öyle demilerdir: "Fkh, husûsî bir ilmin ad


KNC MESELE olup, lügat bakmndan
sözünün konuann
Fkh Kelimesinin zah, maksadna (manasna) nüfuz etmek demektir!' Bu görüte
olanlar, bu ayeti delil getirerek fkh (anlamay) söze (yani

sözün anlalmas manasna) izafe etmilerdir. Daha sonra bu kelime, belli bir dinî
ilim çeidinin ismi olmutur. Baz kimseler de, bu kelimenin "mutlak manada anlama”

manasnda olduunu ileri sürerek öyle demilerdir: Arapça’da j,


"Falancaya dinde bir fkh verilmitir” yani "anlay” denilir. Peygamber (s.a.s.)
Hz.

de: \JJ- At aJJI 'Ja “Allah kime bir hayr murad ederse, onu
dinde fakîh klar, yani, ona dinin tevilini (yorum un u-tam manasn) bildirir

buyurmutur.

4. BuhAri, lim, 10 (1/25); Müslim, Imâre, 175 (3/1524).


106 / 13. cm TEFSlR-1 KEBÎR

Hz. uayb (a.s.)’in kavminin ikinci cevab dJbjî lîij “Sen/ de içimizde
cidden zayf görüyoruz” e klindeki sözleridir. Bu fâde. -ile ilgili iki izah yaplmtn
a) Bu “Sen, kendini ahaliye kar savunmas imkânsz olan, zayf bir kimsesin”
demektir.

b) Zayf, Himyer lügatine göre “kör” demektir. Bil ki bu ikinci görü, u


bakmlardan zayftr:

1) Bu, ayetin zahirî manasn, bir delil olmakszn brakmaktr.

2) Ayetin ui "içimizde’’ ifadesi, bu görüü geçersiz klar. Baksana bir kimse,


“Biz seni içimizde kör görüyoruz” dese, bu söz yanl olur. Çünkü kör, onlarn içinde
de, bakalarnn içinde de kördür.

bundan sonra “Eer kabilen olmasayd muhakkak ki, seni tala


3) Onlar
öldürürdük” demiler ve böylece uayb (a.s.)’da kabilesinde bulunan kuvvetin
olmadn söylemilerdir. Onlarn, uayb (a.s.)’n kabilesi için var saydklar kuvvet
ile yardm olunaca murad edilince, uayb (a.s.)’da olmadn söyledikleri kuvvet

ilede yine “yardm” manasnn kasdedilmi olmas gerekir. "Zayf” kelimesini, gözün
görmesinin zayfl (körlük) manasna hamledenler belki de, gözün görmemesinin
bir zayflk sebebi olmasndan ötürü böyle yapmlardr.

Kör nsan Peygamber Olabilir mi?

Bil ki alimlerimiz, peygamberlerin kör olabileceklerini söylemilerdir. Fakat beyân


ettiimiz sebebten ötürü, ayetteki bu kelimeyi, buna delil getirmek yerinde bir i olmaz.
Mutezile ise bu hususta Bazlar bunun câiz olmayacan,
ihtilaf etmilerdir.
çünkü peygamberin, kullukta kusur etmeyen birisi olduunu, kör olmas hâlinde,
pisliklerden saknamyacan, bir de bu hususun onun hâkim ve ahid olmasn
zedeleyeceini, dolaysyla körlük gibi eylerin, peygamberlie mânî olacan
söylemilerdir.

Bu ayeti, buna delil getirmek uygun deildir. Çünkü biz, ayette buna delalet eden
herhangi bir husus olmadn açkladk. *

uayb (a.s.)’n sürdüü üçüncü cevap udur: ilUisf-j) viJij Jfj


kavminin ileri

“Eer kabilen olmasayd muhakkak ki seni tala öldürürdük.” Bu ifâde ile ilgili iki
mesele vardr:

Keâf sahibi: "Raht, says üç on aras olan gruba


ile

BRNC MESELE denir. Bunun üç ile yedi aras olan gruba dendii de
Raht Kelimesinin zah söylenmitir. uayb de kavminin
(a.s.)’n rahti (kabilesi)
dininde idi. Buna göre onlar sanki o "Bizim dinimizde
12. Cüz, HÛD SÛRES 11/91 13. OU / 107

olduklar için, eer kabilenin yanmzda bir saygnl olmasayd seni talayarak

öldürürdük” demek istemilerdir. Onlar bu sözleri ile uayb (a.s.)’n kendisinin,


Hz.
yanlarnda bir saygnl olmadn, kafa ve gönüllerinde bir yeri bulunmadn ve
onu, srf kabilesini saydklar için öldürmediklerini açklamlardr" demitir.

Arapça’da “recm”, “atmak” manasnadr. Bu atma,


bazan öldürme niyeti ile ve tala olur. Atmak, öldürmenin
KNC MESELE sebebi olunca, “öldürme” manasna da "recm”
Recm Kelimesinin zah demilerdir.
Bazan da bu, “iftira” demek olan söz ile olur. Nitekim
Cenâb- Hak Uaj-j “(Bu), gayb talamaktr (iftiradr)" (Kehi, 22 ve “ Uzak bir )

yerden gayba atp tutuyorlard” (Sebe, 53) buyurmutur.

Bazan bu atma, knamak ve lanet etmekle olur, “eytân- racinV’de (yani knanan,

lanetlenen eytan ifâdesinde) olduu gibi.

Bazan da, tardetme ile olur, “eytanlar tardetme olarak"


(Mülk, 5) ayetinde olduu gibi.

Bunu iyice kavradnda, bil ki bu ayetteki “recm”:

a) Biz seni öldürürdük,

b) "Seni tenkid eder ve kovardk” manalarna gelmi olur.

Onlarn Hz. dördüncü cevaplar da udur: jij» £1* cJ' Uj


uayb (a.s.)’a kar
“Sen bizden üstün bir eref sahibi deilsin." Bu “Sen, bizden kymetli ve erefli
olmadna göre, seni öldürmeye yönelip, sana eziyet etmemiz, bizim için kolay”
demektir.

Bil ki onlarn ileri sürdükleri bütün bu hususlar, Hz. uayb’n delil ve beyyinelerini
savuturacak cinsten olmayp, aksine, delil ve hüccetlere, srf knama ve beyinsizlikle
kar koymaktan ibarettir.
IOK / l.v Cilt tefsTr- KEBÎR

“(uayb) “Ey kavmim, size göre benim kabilem Allah’dan daha


dedi ki; m
ereflidir ki O’nu arkanza atlm bir ey edindiniz? Benim Rabbim, üphesiz
ne yaparsanz hepsini çepeçevre kuatcdr. Ey kavmim, elinizden geleni
yapn. Ben de, yaparm. Rüsvay edecek azabn kimin bana geleceini ve
yalancnn kim olduunu yaknda bileceksiniz! Gözetleyin, ben de sizinle
beraber gözetliyorum”
(Hûd, 92-93).

Bil ki kâfirler uayböldürme ve eziyet etme tehdidinde bulunarak


(a.s)’
korkutunca, Allah Teâlâ onun, bu durumda u
iki sözü söylediini nakletmitir.

Mürikler Toplumsal Konuma Allah’tan Daha Fazla Deer Verir

Birinci Söz “Ey kavmim, göre benim kabilem Allah’dan daha


size
?”
m
ereflidir
ki O’nu arkanza atlm bir ey edindiniz ifâdesidir. Bu, u
manayadr: Kavmi,
kabilesinin yanlarndaki kymetinden dolay ona eziyet etmediklerini iddia etmiti.
Bundan dolay o: “Siz, kabileme bir ikram olmak üzere beni öldürmediinizi mi iddia
ediyorsunuz? Halbuki Allah Teâlâ, emrine uyulmaya daha lâyktr” demitir.
Binâenaleyh sanki öyle demek istemitir: “Sizin beni, Allah’n emrine riayet ederek
muhafaza etmeniz, öldürmemeniz, kabilemin hakkna riayet ederek (sayg göstererek)
muhafaza etmenizden daha münasip bir davrantr.” Onun: “Onu, arkanza atlm
bir ey edindiniz” sözü, “Siz O’nu (yani Allah’) unuttunuz ve sanki srtlarn gerisine

atlp, kulak aslmaz birey haline getirdiniz” manasnadr. Keâf sahibi zhriyy
kelimesi zahr (srt) kelimesinin ism-i mensubudur. Zâ’nn meksûr okunuü ise, ism-i
rriensub yapmann getirdii deiiklikten ötürüdür. Bunun bir benzeri de, ism-i mensub

yaparak, hemzenin kesresi ile sözüdür. uayb (a.s) “Benim Rabbim, üphesiz
ne yaparsanz hepsini çepeçevre kuatcdr” yani “O, sizin durumunuzu ve hallerinizi

en iyi bilendir. O’na hallerinizden hiçbiri, gizli kalmaz demitir.

Hz. uayb Onlara Meydan Okuyor

ikinci Söz “Ey kavmim, elinizden geleni yapn. Ben de yaparm” sözüdür. Bu
ifâdede geçen mekâne, kendisinde bulunduu ahsn, onun sayesinde i yapabildii
12. C üz, HO P SÛRES 11/94-93 13. Cilt / 109

ey, mkân ve mevki demektir. Buna göre mânâ: "Sîzler, bana kötülük yapma
hususunda elinizdeki bütün imkan, güç ve kuvveti kulannz. Ben de, Allah’n bana
verdii kudret nisbetinde elimden geleni yapacam” eklindedir.


Daha sonra O, j* îr*J Î*W j*
OyJjv Rüsvay edecek
n/abm kimin bana geleceini ve yalancnn kim olduunu yaknda bileceksiniz”
demitir. Bu hususta iki mesele vardr:

Birisi niçin, bu cümlenin bana fâ getirilerek O


BRNC MESELE buyurulmamtr? Buna öyle cevap verilir: Fâ’y
diyebilir.

getirmek, bunun mâkabli ile açk bir ilgisi olduunu gösterir.


Çünkü bu harf, balamak-eklemek için icâd edilmitir. Cümlenin bana fâ edatnn
getirilmemesi, bu cümlenin mukadder bir soruya cevap klnm olmasndan dolaydr.

Buna göre kelâmn takdiri öyledir: "Hz. uayb, Eykavmim elinizden geleni yapn,
ben de yaparm” deyince, sanki onlar da, "Daha ne olacak ki!" demiler, bunun
üzerine O da "Görürsünüz!” demitir. Binâenaleyh bu ifâdenin bandaki fâ edatnn
hazfinin (yani getirilmemesinin) daha çok korkutma ve endielendirmeyi ifâde ettii
açktr.

Daha sonra uayb (a.s.) J\ Iho'J “Gözetleyin, ben de sizinle


4*s!j fa
beraber gözetliyorum” demitir. Bunun manas, “Neticeyi bekleyin. Ben de sizinle
birlikte bekliyorum” eklindedir. "Rakib” ya tpk darîb ve sarim kelimelerinin, döven

ve keskin olan manasna gelmesi gibi, (falancay gözetledi) fiilinden, ism-i

fâil manasnadr; yahut a’îr ve nedîm kelimeleri gibi, "murâkb”


râkib (gözetleyen)
'

(denetleyen) manasnadr, yahut da, fakr ve refî’ kelimelerinin, müftekîr ve mürtefî’


manalarna olmas gibi, mürtekîb (gözetleyen) manasnadr.

“Vakta ki emrimiz geldi. Hem uayb, hem onun beraberinde iman etmi
olanlar bizden bir rahmet olarak kurtardk. Zulmedenleri ise korkunç bir ses
yakalad ve onlar yurdlarmda diz üstü çökekaldlar. Sanki onlar orada hiç
U° / ,3.„Ç* 1
! ... TE FSÎR-1 KEBlR

oturmamlard. Haberiniz olsun ki Semûd rahmet-i ilâhiyyeden nasl


uzaklatysa, Medyen'e de öylece bir uzaklk verildi”

(Hûd 94-95).

Kelbî, bn Abbas (r.a.)’n öyle dediini rivayet etmitir: “Allah Teâla uayb (a.s.)
ile Sâlih (a.s.)’in kavmi hariç, hiçbir zaman iki ümmete ayn azab vermemitir. Sâlih
(a.s.)’in kavmini yerin altndan; uayb (a.s.)’n kavmini ise üstten gelen bir korkunç
ses yakalayvermitir.”

emrimiz geldi” cümlesinden


Ayetteki, “Vaktaki mana kasdedilmi olabilir: u
“Meleklerden birine bu müthi sesi çkarma emrini yereceimiz zaman gelince...” Keza
“emir”, burada “ceza” manasna da gelebilir. Her iki manaya göre de, Cenâb- Hak,
Hz. uayb’ ve onun beraberindeki inananlar katndan bir rahmet ile kurtardn
haber vermektedir. Bu hususta iki izah yaplabilir: u
a) Allah Teâlâ, Hz. uayb’ ve inananlar; kullara gelen her nimetin Allah’n fazl
ve rahmeti ile olduuna dikkat çekmek için, o azabtan srf rahmeti ile kurtardn
belirtmitir.

b) Ayetteki “rahmet” ile, Cenâb- Hakk’a iman,


dier sâlih ameller
taat ve
kastedilmitir ki, bunlar da ancak Allah'n muvaffak klmasyla tahakkuk eden
eylerdir.

Daha sonra Cenâb- Hak, o azabn ne ekilde olduunu, Ji \

“Zulmedenleri korkunç bir ses yakalad” buyurarak anlatmtr. Cenâb- Hak,


ise
“Sayha” (ses) kelimesini, daha önce bahsedilmi malum bir sese iaret olmak üzere
elif-laml olarak zikretmitir. O belli sayha da, Cebrâil (a.s.)’in sayhas(naras)dr.
“Onlar yurdlarnda diz üstü çökekaldlar” “Câsim” “Yerine, ayrlmayacak ekilde
yapp kalan” demektir. Yani Cebrâil (a.s.), onlara o nâray attnda, herbirinin can
olduklar yerde çkverdi. “Sanki onlar orada biç oturmamlard” yani “sanki onlar,
o yurdlarnda, alp-satan, gidip-gelen diriler deillerdi."

Daha sonra Cenâb- Hak US” IjJJ “Semûd, rahmet-i


ilâhiyyeden hasl uzaklatysa, Medyen’e de öylece bir uzaklk (verildi)” buyurmutur.
Bu ifâdenin tefsiri, daha önce geçmiti. Bahsettiimiz gibi, uayb’n kavmine de,*
tpk Semûd’unki gibi bir azabla azab ettii için, onlarn durumunu Semûd’un haline
kyâs etmitir.
” ” .

12 Cüz. HO P SÜ R ES 11/96-99 13. Cilt /III

Yedinci Ve Son Kssa: Hz. Musa Ve Firavun

“Celalim hakk Musa'y da, Firavun’a ve onun ileri gelen


için biz

yöneticilerine mucizelerimizle ve apaçk bir hüccetle gönderdik. Ama onlar


yine Firavun’un emrine tâbi oldular Halbuki Firavun'un emri hiç de “reid
.

deildi. O, Kyamet günü kavminin önüne düecektir. Artk o, bunlar (suya


götürür gibi) atee götürür. Varacaklar o yer ne kötü bir yerdir! Bu dünyada
da, Kyamet gününde de, onlar lanete tâbî tutuldular. (Kendilerine) verilen
bu vergi ne kötü vergidir”
(Hûd 96-99).

Bil ki bu, Cenâb- Hakk’n Hûd Suresinde zikrettii yedinci ve sonuncu kssadr.

Hz. Musa’ya Verilen “Ayetler”

olarak
Ayetteki
^ jÜaLj ISUL “Mucizelerimizle ve apaçk
u izahlar yaplmtr:
bir hüccetle” ifâdesi ile ilgili


1) Buradaki Ayetlerimiz ile, Tevrat ve Tevrat’taki er’î hükümler; “apaçk bir

hüccet” ile aikâr mucizeler kastedilmi olup, kelamn takdiri, “Andolsun


de, kesin ve
ki biz, Musa’y baz er’î hüküm ve mükellefiyetlerle gönderdik, onu apaçk mucizeler
ve kesin delillerle destekledik” eklindedir.

geçen âyât kelimesiyle, mucizeler ve beyyineler kasdedilmitir. Bu,


2) Ayette

Cenâb- Hakk’n tpk, Nezdinizde buna ait hiçbir delil de yoktur” (Yunus, 68) ve “Allah
onlar hakknda hiçbir hüccet indirmedi” (Hecm. 23 ayetlerinde olduu gibidir. Böyle
)

olmas halinde ayete iki ekilde mana verilebilir:

a) Bu ayetlerde Hz. Musa’nn nübüvvetinin doruluuna dâir, Musa için apaçk


bir hüccet bulunmaktadr.

b) Ayette geçen, “apaçk delil, hüccetken maksat, Hz. Musa’ya verilen denektir.
Zira, “âsâ” Hz. Musa’ya verilen mucizelerin en mehurudur. Bu böyledir. Çünkü
*

112/13. Cilt TEFSR KEBl R

•Çenâb- Hak, Hz. Musa’ya apaçk olan doKuz mucize vermitir ki, bunlar unlardr:
Âsâ, yed-i beyzâ, tûfan, çekirge istilas, bit istilas, kurbaa istilas, sularn kana
noksanlamas ve insanlarn
çevrilmesi, ürünlerin ölümü. Baz alimler ürünlerin ve
insanlarn noksanlamas yerine Tûr Dâ’nn kökünden sökülüp srailoullarnn
üzerlerinde durdurulmasn ve denizin yarlmasn saymlardr.

“Sultan” Kelimesinin Mânas


Alimler, “hüccet”in, niçin “Sultân” diye isimlendirildii hususunda ihtilâf
etmilerdir. Bu cümleden olarak baz muhakkikler öyle demilerdir: Sultan’n
padiahn bakasn ezip geçmesi gibi, delili olan kimse de, münazara esnasnda,
delili olmayan kimseyi ezip geçer. te bundan dolay “hüccet”e, “Sultân” ad

verilmitir. Zeccâc ise öyle demitir: “Sultan” hüccet anlamndadr; o, yeryüzünde


Allah’n hücceti olduu için sultan adn almtr. Bu kelime salît {susam ya)
kelimesinden itikak etmitir ki bu “aydnlanma vastas olan ey” demektir. Zeytin
yana, “Salît” denilmesi de bu manadadr.
Bu hususta öyle bir üçüncü görü daha vardr: “Sultan” kelimesi taslit (musallat-
hükümran klmak)’den türemitir. Alimlere, lmî kuvvetlerinin mükemmel olmas
sebebiyle sultan denilmitir. Krallara da, kendilerindeki güç ve kuvvet sebebiyle bu
ad verilmitir. Ancak ne var ki alimlerin saltanat, krallarnkinden daha mükemmel
ve daha güçlüdür. Zira ulemânn saltanat, neshi ve azli kabul etmez. Meliklerin
saltanat ise, azlolunmay ve neshi kabul eder. Krallarn saltanat ulemânn saltanatna
tâbidir. Ulemânn saltanat, peygamberlerin saltanat cinsindendir. Krallarn, meliklerin
saltanat da, Firavunlarn saltanat cinsindendir.

Buna göre ayet, “Ayette geçen âyât sözünü mucizeler anlamna; “Sultan”
kelimesini de “deliller” manasna aldnzda “mübîn” manas da.
kelimesinin
açkla sebep olan ey anlamna geldiinde, bu üç mertebe arasndaki mana fark*
ne olabilir?” denilirse, biz deriz ki:

“Âyât” zan ifâde eden alâmetler ile yakîn ifâde eden deliller arasnda müterek
olan ksma denilir. “Sultan” ise, katiyyet ve yakîn ifade eden delillere denilir. Ancak
ne varki bu da, his (duyu organlar) ile kuvvetlenen deliller ile, his ile kuvvetlenmeyen
deliller arasndaki müterekliin addr. His ile kuvvetlenen kesin delile “apaçk delil”
(Sultan- mübin) denilir. Hz. Musa’nn mucizeleri de bu cinsten olunca, pek yerinde
olarak, Allah onlar “Sultan- mübîn” diye vasfetmitir.

Daha sonra Cenâb- Hak J\ “Firavun’a ve onun ileri gelen


yöneticilerine” buyurmutur. Yani, “Biz, Musa’y, bu gibi ayetlerle Firavun ve onun
topluluuna gönderdik” demektir.

Daha sonra Allah Teâlâ \

“Ama onlar yine Firavun’un emrine


tâbi oldular” buyurmutur. Burada geçen "emir”den maksad Firavun’un kavmine
12. Cüz. HÛD SÛRES 11/96 99
13. Cilt / 113

Hz.MusA’y ve onun mucizelerini inkâr etmelerini emretmesi olabilecei gibi, bundan


onun “metod, yol, davranna uymalar" da kasdedilmi olabilir.

Firavun’un Eri Yolu

Daha sonra Cenâb- Hak, y'1


“Halbuki Firavun’un emri, hiç de
“reîd” deildi” buyurmutur. Yani ‘‘Firavun’un ii.hayra irâd etmez..” demektir.
"Reld” kelimesinin zî rüd (rüt sahibi) anlamna geldii de ileri sürülmütür.
Firavun’un yolunun, rüd-doruluktan uzak olduu aikârdr. Zira Frâvun,
Bil ki

bir yaratcnn varln kabul etmeyen, ahireti inkâr eden bir dinsiz idi ve
o, öyle
diyordu: "Alemin bir ilâh yoktur, Her belde ve her devlet, ehline düen, alemin
maslahatndan dolay kendi sultanlarna bulunmak ve onlara kulluk etmekle
itâatte
megul olmalardr." Firavun, Allah’a ibâdet etmede ve O’nu ikrar etmede, bir
rüdün, doru bir davrann söz konusu olduunu kabul etmezdi. Binâenaleyh o,
bu iki hususu kabul etmeyince, ‘‘rüd"den, tamamiyle uzak ve berî olmutur.

Firavun, Kendi Toplumunu Cehenneme Sürükleyecek

Daha sonra Cenâb- Hak, hem Firavun hem de kavminin vasflarndan


bahsederek, jl3» Üji ^i &
"O, Kyamet günü kavminin önüne
düecektir. Artk o bunlar (suya götürür gibi), atee götürür”
buyurmutur. Bu
ifâdeyle ilgili iki bahis bulunmaktadr:

Birinci Bahis: Bu bahis, lügat açsndan


buna göre Arapça’da, “önüne
olup,
geçti”, manasnda Ltti jyj >jJ “falanca falancann önüne geçti" denilir.
Jr? M “kervann öncüleri" denilmi olmas da bu anlamdadr. Nitekim,
Arapça’da, “önüne geçti” manasnda
yine
denilir. J&S) ioÜ “Ordunun öncüleri”
de bû manadadr.

kinci Bahis: Bu, mana bakmndandr. Zira Firavun, onlar


dünyada olduklar
sürece, sapklk bakmndan kavminin önderi idi. Tpk, dünyada
olduu gibi, ahirette
de o onlar, atee sevkedecek olan bir önderdir. Kavmi de, ahirette
ona uyacaktr.
Veyahut da öyle denilebilir: Firavun dünyada kavminin önüne
geçip onlar denize
sokup boduu gibi, kyamette de onlarn önüne geçip, böylece
de atee sokarak
yakacaktr. Cenâb- Hakk’m, oJpJb jiî Uj beyan ile “Firavun’un ii, neticesi
makbul, iyi ve güzel bir i deildi” manasnn kasdedilmesi; iijî
fâ fiilinin'
de bunun bir tefsiri ve izahs olmas mümkündür. Bu, “Onun iinin neticesi bu ekilde
olunca, artk nasl olur da onun ii reîd, doru olabilir?” demektir.

mdi ayet, “Cenâb- Hak niçin jÜJi dememi de, aksine mazi sasyla
jlDl buyurmutur?” denilirse, biz deriz ki:
114 / 13. Cilt tefsIr-1 kebîr

Maz mutlaka olmu, bitmi, varlk alemine girmi bir manay ifade eder.
fiili, u
halde, bu ii savuturmak, kesinlikle mümkün deildir. Buna, muzarî yerinde mazî
sas kullanlmsa, bu da, en mükemmel derecede bir mübalaa ifâde eder.

Daha sonra Cenâb- Hak, “ Varacaklar o yer, ne kötü bir

yerdir!.." buyurmutur. Bu hususta da iki bahis bulunmaktadr:

Birinci Bahis: Nâr (ate) kelimesi, semaî müennestir. Dolaysyla c—M)


denilmesi beklenirdi. Ancak ne var ki, vird kelimesi de müzekkerdir. te bu iki

eyden dolay, fiilin müzekker veya müennes getirilmesi caizdir. Bu, senin Ü j'i
tpk "Evin, ne güzel bir konaklama yeridir” ve J>UJ' ç-ii: demen gibidir.

Binâenaleyh burada, müzekker klan, menzil kelimesini itibare alm olur;


fiili

müennes getiren de, bunu dâr kelimesinin müennesliine hamletmi olur. Vahidî
de, bunu bu ekilde açklamtr.

kinci Bahis: Vird kelimesi bazan, vürûd manasna olur ki, bu durumda masdar
olmu olur. Bazan da bu kelime ism-i fâil vârid anlamnda olur. Nitekim Cenâb- Hak,
bjj (*%r yj[ “ Günahkârlar ise süreceimiz gün...” tMeryem, '86)

buyurmutur. Bazan da, (yani, ism-i mefûl) manasna gelir ki, bu da,
kendisine gelinen suya, *Ul Ji- denilmesi gibidir. Keâf sahibi öyle
demektedir: Vird kelimesi, vürûdu tahakkuk eden mevrûd "gelinilmi ey"
manasndadr. Böylece Cenâb- Hak, Firavun’u suya gelen kimseye; tâbi olanlar
da suya gelenlere benzetmi; daha sonra da, "onlar atee götüren o vird, yani
götürücü ne kötüdür!" buyurmutur. Çünkü “vird” ile ancak, susuzluu gidermek
ve cierlerin yankln soutmak anlam kastedilir. Ate ise, bunun aksinedir.

Daha sonra Allah Teâlâ iilH SiAJ «Âi j “Bu dünyada da,
Kyamet gününde de, onlar lanete tâbi tutuldular” buyurmutur. Bu, "Onlar, hem
bu dünyâda, hem de Kyamet gününde lanete uratldlar..." demek olup, bu da,
"Allah’n, meleklerin ve peygamberlerin laneti, hem bu dünyada hem de ahirette

onlara bitiiktir...” anlamndadr. Bu Cenâb- Hakk’n Kasas


ifâdenin bir benzeri de,
Sûresi’ndeki, “Bununla beraber bu dünyada biz onlarn arkalarna lanet de taktk.
Kyamet gününde onlar, çok menfûr (adamlardandr. (Kasas, 42) ayetidir.

Daha sonra, Cenâb- Hak, i


£jiil Jijl' “(Kendilerine) verilen bu vere ,
ne
kötü vergidir” buyurmutur. Rifd, "atiyye, ba"
demek olup, bunun asl manas,
“matlûba ulatran, yardmc olan” demektir. Nâfi bn ei-Ezrak, bn Abbas (r.a)’a
bu iki kelimenin manasn sorduunda o: "Bu, lanetten sonra lanettir” demitir.
Katâde de öyle demektedir: "Onlar, Allah tarafndan olan iki lanet izlemitir:
Dünyadaki lanet ve ahiretteki lanet. O halde bireyi bireye destek ve yardmc kldn
m, sen onu onunla teyid etmi, salamlatrm olursun."
12. CIU, HUD SURES 11/100-101 13. Cilt / 115

Kssalarn Faydalar

“Sana, kssa olarak bildirmekte olduumuz bu haberler, helak olmu


memleketlerin haberierindendir ki, onlarn kiminin izleri ayakta kalm ,• kimi
de biçilmi ekin gibi yok olmutur. Onlara biz zulmetmedik, fakat onlar kendi
nefislerine zulmettiler. Allah’n dnda taptklar yalana tanrlar, Rabbinin azâb
emri geldii zaman, onlara hiçbir fayda vermedi. Ziyanlarn artrmaktan
baka bir eye yaramad”
(Hûd, 100-101).

'* dili
Bil ki Allah Teâlâ, evvelki kavimlerin kssalarndan bahsedince, s yîil tüi w ' '
r
Cas> “ Sana kssa olarak bildirmekte olduumuz bu haberler, helak olmu
memleketlerin haberierindendir...” buyurmutur. Bu kssalarn zikredilmesinin
pekçok faydas vardr:

Birinci Fayda: Srf aklî delilden istifâde etmek, ancak kâmil kimseler için söz
konusudur. Bu ise, çok nâdir olur. Ama, delilleri zikredip, sonra da onlar, evvelkilerin
kssalaryla tekid ettiinde, bu kssalar adeta o aklî delilleri akllara sokan unsurlar
gibi olurlar.

kinci Fayda: Allah Teâlâ, bu kssalara, peygamberlerin tutunduu çeitli delilleri


de kartrm, kâfirlerin o delillere kar delil getirmelerinden o delilleri savuturmak
hususundaki üphelerinden bahsetmi, bazlar peinden de, peygamberlerin o
üphelere kar vermi olduklar cevaplar zikretmi, daha sonra da küfürlerinde srar
edip büyüklendikleri onlarn dünya azâbna dütüklerini ve onlarn, hem dünyada
için,

hem de ahirette lanet ve cezâ içinde kalakaldklarn belirtmitir. Binâenaleyh, bu


kssalarn ele alnmas, delillerin ve üphelere kar verilen cevaplarn, münkirlerin
kalblerine girmesine, onlarn kalblerindeki katlk ve sertliin yok olmasna vesîle
olmutur. Böylece, Allah’a davet hususunda en güzel yolun, ite bu ey olduu sabit
olmu olur.
/

Üçüncü Fayda: Hz. Peygamber (s.a.s), bu kssalar, hiçbir kitap kartrmadan


ve hiç kimseden örenmeden anlatyordu ki bütün bunlar, daha önce de anlattmz
gibi, O’nun peygamberliine delâlet eden büyük bir mucize gibi olmu olurlar.

Dördüncü Fayda: Bu kssalar dinleyenlerin aklna u husus yerlemitir: Sddîkn


116 / 13. Cilt TEFSiR-l KEBÎR

zndkn ve hakka uyann, münafk olann akibeti, er geç bu dünyadan ayrlmaktr.


Ancak ne var ki mümin, dünyadan dünyada brakm olduu güzel medihlerle ayrlr,
ahirette de bol mükâfaat elde eder. Kâfir de, dünyadan, orada maruz kald lanetlerle
çkar, de lahî cezâya urar. Binâenaleyh, dinleyenlere bu kssalar
ahirette
tekrarlandnda, onlarn mutlaka kalblerinin yumuamas, gönüllerinin boyun emesi,
dümanlklarnn da silinmesi gerekir ve onlarn kalblerinde, onlar tefekkürde
bulunmaya sevkeden bir korku meydana gelir. Bu, kssalarn zikredilmesinin faydalar
hususunda, yazlm olan güzel bir açklamadr.

Cenâb- Hakk’n, «-Ç' j* tiAJi “Bu haberler, heiâk olmu memleketlerin


haberlerindendir” buyruuna gelince, bu hususta birkaç bahis vardr:

Birinci Bahis: Zâlike tabiri, görülmeyen, mevcut olmayan eye iaret etmek için
kullanlr. Halbuki burada bununla, daha evvel geçmi olup halen mevcut bulunan
o kssalara iaret edilmek istenmitir. Zihinlere gelen bu sorunun cevâb, Cenâb-
Hakk’n, 4
Çîj ^ (Bakara, 2 ayetinin tefsirinde geçmiti.
)

kinci Bahis: Zâlike lafzyla, bire, ikiye, üçe ve üçten yukarsna iâret edilebilir.

Çünkü Cenâb- Hak, dUi 'JJ “ne çok yal, ne de çok genç deil, ikisi

ortas, bir dinç (inek)tir. (Bakara, 68) buyurmutur. Bu tabir“Bahsettiimiz o


ile,

eyler, öyle öyledir...” eklinde bir manann kastedilmesi de muhtemeldir.

Üçüncü Bahis: Keâf sahibi öyle demektedir: Zâlike mübtedâ; sjül tU' ^
haber; i^aÂJ ikinci haberdir. Buna göre manâ, “Bu bahsedilenler,
memleketlerin önemli haberlerinin bir ksmdr. Onlar sana anlatlmtr” eklinde olur.
Daha sonra da Cenâb- Hak, “Onlarn kiminin izleri ayakta kalm,
(kimi de biçilmi ekin gibi yok olmutur)” buyurmutur. Minha’daki zamir, kurâ
kelimesine racidir. O beldelerden geriye kalan izler ve duvarlarn ykntlar, gövdesi
üzerinde ayakta duran, bir ksm biçilmi
da biçilmemi ekinlere bir ksm
benzetilmitir. Buna göre mana, “O beldelerden bazsndan geriye bir eyijr kalm,
bir ksm ise yok olmu, onlardan geriye kesinlikle hiçbir iz kalmamtr” eklinde olur.

O Kavmin Kendi Kendilerine Zulmetmeleri

Daha sonra Cenâb- Hak, ^ j&j (islilik Uj “ Onlara biz zulmetmedik,



fakat onlar kendi nefislerine zulmettiler. . . buyurmutur. Bu hususta da u izahlar
yaplmtr:
onlara azâb ve onlar imhâ etmekle, onlara zulmetmedik. Onlar küfürleri
1) “Biz,
ve isyanlar sebebiyle kendi kendilerine zulmetmilerdir...”
*

2) O kavmin bana gelen, Allah’tan olan bir zulüm deil, aksine o mahzâ adâlet
s

12, (’Uz, HÛD SÛRFS 11/102-104 13. Cilt / 117

ve hikmettir. Çünkü o kavmin, küfür ve isyanlara yönelmi olmalar sebebiyle,


hereyden önce kendisine zulmetmi, böylece de o amelleri yüzünden, Allah’tan o
azâba duçar klnmlardr.

3) bn Abbas öyle demitir: “Cenâb- Hak -bu buyruu ile, “Biz onlarn,
(r.a)

dünyadaki nimetlerini ve rzklarm noksanlatrmadk; ancak ne var ki onlar, Allah’n


hukukunu hafife alm olmalar sebebiyle, kendilerinin nasibini noksan latrmlardr.”

Daha sonra Cenâb- Hak j* *11' öji j* öyk ^i d-* Ui


“Allah’ brakp taptklar yalana tanrlar., onlara hiçbir fayda vermedi...”
buyurmutur. Bu, “O ilâhlar onlara, hiçbir konüda kesinlikte fayda vermeyecektir”
demektir.

Cenâb- Hak daha sonra, y-S jl* Uj “Ziyanlarn arttrmaktan baka bir
eye yaramad” buyurmutur. bn Abbas (r.a), deyimine manasn
vermitir. Nitekim Arapça’da, bir kimse ziyâna uradnda, 0*^3 Çj “Falanca helâk
oldu, ziyâna urad”; birisi, birisini ziyâna soktuunda, ÇJ denilmektedir.
* ' 3

M
¥ ' P
*

Buna göre mana, “O kâfirler, putlarnn, menfaatlerin elde edilmesinde, zararlarn


da savuturulmasnda kendilerine yardmc olacaklarna inanyorlard. Daha sonra
da Cenâb- Hak onlarn, bir yardmcya muhtaç olduklarnda, o putlarndan hiçbir
yardm elde edemediklerini, onlarn ne bir fayda saladklarn ne de herhangi bir
zarar gideremediklerini haber vermitir. Sonra onlar, böyle bir yardm göremedikleri
gibi, hatta bunun zddn görmülerdir. Çünkü, böylesi bir inanç, onlardan hem dünya

hem de ahiret menfaatlerini gidermi, böylece onlara hem dünya hem de ahiret
zararlarn getirmitir. Dolaysyla bu, en büyük hüsran sebeplerinden olmu olur.”

Aflah Zalimleri Çarpnca iddetle Çarpar

X ' • < , ^ y ^^ \ y c
S XT, S > * '
X

°£ry\*j 0

“Rabbinin yakalay, ahalisi zulmeder halde bulunan memleketleri yakalad


zaman, ite böyle olur. üphesiz ki, O’nun çarpmas pek aakldr, pek

1 18 / 13. Cilt TEFSÎR-1 KEBÎR

çetindir. Bunda, ahiret azâbmdan korkanlar için, kat birer ibret vardr. O,
bütün insanlarn bir arada toplanm olacaklar bir gündür. O, istisnasz bütün
insanlarn hazr olacaklar bir gündür. Biz onu, Kyamet gününü ancak sayl
bir müddet için erteleriz...”

(Hûd, 102-104).

Ayetle ilgili birkaç mesele vardr:

Asm ve Cuhterî, tek bir elif ile iz ehaze; dier kraat


BRNC MESELE imamlar da, iki elif ile iza ehaze okumulardr. Bil ki Allah
Teâlâ,
peygamberlerine muhalefet ettikleri için, daha
önceki peygamberlerin ümmetlerine neler yapldn kitabnda haber verip, onlar
kökten imha azabna urattn bildirip, onlar kendilerine zulmettikleri için de balarna
bu dünyada bir azâbn geldiini beyân buyurunca, bunun peinden i^i küüfj
&Â bl dbj “Rabbinin yakalay, ahalisi zulmeder halde bulunan
memleketleri yakalad zaman, ite böyle olur” buyurmu, böylece, azâbn sadece
öncekilere has olmadn, aksine her türlü zalimi yakalayp çarpma hususunda
durumun böyle olacan beyan buyurmutur, üJlfc cümlesindeki zamir, lafz
itibariyle kurâ kelimesine râci olup, hakikatte ise, orada yaayanlara racidir. Bunun
bir benzeri de, cJlT 0 j* LU fi} (Enbiyâ. i) ve 0 # U& fi}
(Kasas, 58) ayetleridir.

Bil ki Allah Teâlâ, geçmi


ümmetleri nasl kskvrak yakaladn beyan buyurup,
sonra da, bütün zalimleri ite bu ekilde yakalayacan beyan buyurunca, bunun
peinden ite bu hususu tekid ve takviye etmeyi arttracak olan hususa da yer vererek
fi) “Odun çarpmas, pek ackldr, pek buyurmu, böylece
çetindir...”
o azâb, elem verici ve iddetli olmakla nitelemitir. Dünyada, elemden daha keder
verici bir ey yoktur; dünyada, ahirette, vehim ve aklda da, elemi iddetlendirmekten
daha iddetli baka bir ey bulunmaz.

Bil ki bu ayet, Allah Teâlâ’nn elim ve edîd diye niteledii o yakalamasna


dümemek için, zulme yönelen ve onu yapan kimsenin, bu zulmünü tevbeyle, Allah’a
rücû ile tedavi etmesinin gerekli
olduuna; bu hükümlerin öncekilere tahsis edilmi
olmasnn zannedilmemesi gerektiine delâlet eder. Çünkü Allah Teâlâ, öncekilerin

hallerini nakledince, Rabbinin yakalay, ahalisi zulmeder halde bulunan
memleketleri yakalad zaman, ite böyle olur buyurmu, böylece uygun olmayan
eyleri yapmak hususunda o öncekilerle ortak olan herkesin bu iddetli ve elem verici
yakalama hususunda da mutlaka onlarla ortak olmalar gerektiini beyan
buyurmutur..

Bu mhadan Alnacak Ders Nasl Gerçekleir?

Daha sonra Cenâb- Hak Ju jii 0 £U> J b\ “Bunda, ahiret


azâbmdan korkanlar için katî birer ibret vardr” buyurmutur. Kaffâl öyle
)

12. Cüz, HÛD SÛRES 11/102-104 13. Cilt / 119

demektedir: “Bu sözün izah, öyle bu dünyada ancak


denilmesidir: Onlar,
peygamberlerini yalanlamalar ve Allah’a irk komalar sebebiyle azaba
uramlardr. Binâenaleyh onlar, amel yurdu olan bu dünyada, ite bundan dolay
azaba uraynca, onlar, ceza yurdu olan ahirette haydi haydi azâba duçar olurlar.”

bu açklamaya dikkatlerini çeken pekçok müfessir, ite buna dayanmlardr.


Bil ki

Ama, aksine bu tutarsz bir açklamadr. Zira, Kaffâl’in yapt bu açklamaya göre,
dünyada tahakkuk etmi olan “kökünü kazma azab” Kyametin, ba’sin, nerin hak
ve doru olduunu ileri süren görüün bir delili olmu olur. Halbuki ayetin zahiri,
Kyametin hak olduunu bilmenin, kökünü kazma azabnn meydana gelmesiyle
güdülen ibretin tahakkuk etmesi için bir art gibi olmasn gerektirmektedir. Bu mana
ise, Kaffâl’n ileri sürdüü eye zt gibidir. Çünkü Kaffâl, kökünü kazma azâbn

bilmeyi, Kyametin hak olduunu bilmenin bir temeli ve asl saymtr. Böylece,
Kaffâl’ m ileri sürmü olduu ey, geçersiz olmu olur.

Bana göre ise, bu hususta en doru olan öyle denilmesidir: Kyametin hak
olduunu bilmek, bu göklerin ve yerlerin varln idare edenin, mucib-i bizzat (zât
gerei mûcib) olmayan, hür ve irade sahibi bir fâil-i muhtâr olduunu bilmeye dayanr.
nsan, âlemin ilâhnn hür ve irade sahibi bir fail, bütün mümkinâta kâdir ve gökierde
ve yerlerde meydana gelen bütün hadiselerin ancak kendisinin kaza ve kaderi ile
meydana gelen bir zât olduunu bilmedii sürece, bu kökten imha azabndan ibret
almas mümkün deildir. Bu böyledir, zira bu âlemin meydana gelmesinde müessir'
olann, hür ve irâde sahibi bir fâil deil de, mucib-i bizzat bir varlk olduunu iddia
edenler, o peygamberlerin zamannda meydana gelen boulma, yanma, yere batma,
domuz ve maymunlara çevrilme, sayha ve benzeri bütün hallerin, ancak yldzlarn
birbiriyle çarpmasndan ve birbirleriyle bir araya gelmesinden meydana geldiini

iddiâ etmilerdir. Durum böyle olunca da, bu gibi hadiselerin meydana gelmesi,
peygamberlerin sdkna bir delil olmaz. Ama, Kyametin varlna inanan kimsenin
o iman, ancak, âlemin ilâhnn hür ve irâde sahibi bir fâil-i muhtar olduuna ve O’nun,
bütün cüz’iyyât bilen bir zât olduuna inand zaman tam ve mükemmel olur. Durum
böyle olunca da, bu korkunç hadiselerin ve o büyük vakalarn ancak, âlemin ilâhnn,
onlar yaratp icad etmesiyle, onlarn yldzlarn çarpmas, bir araya gelmesi sebebiyle
olmadna kesinkes hükmetmek gerekir. O zaman da, bu kssalar dinlemekle
beklenen faydc salanm olur ve bunlarla, peygamberlerin doruluklarna istidlâl

edilmi olur. te böylece de, Cenâb- Hakk’n, “Bunda, ahiret azabndan korkanlar
için, katî birer ibret vardr” ifadesinin yerinde olduu sabit olmu olur.

Bütün nsanlarn Maherde Toplanmas

Daha sonra Cenâb- Hak fi'


Ü £,>*** f “O, bütün
insanlarn bir arada toplanm olacaklar bir gündür. O, (istisnasz bütün insanlarn
hazr olacaklar bir gündür” buyurmutur.
Bi! ki Allah Teâlâ, ahiretten bahsedince, o günü u iki vasfla tâvsif etmitir:
120/13. Cilt TEFSÎR-I KEBÎR

a) O, bütün insanlarn toplanaca gündür. Buna göre mana, "önceki ve


bir
sonraki bütün halk, o günde harolunacak ve o günde bir araya getirilecek" eklinde
olur.

b) Bu gün, nuzura çkma günüdür. Nitekim bn Abbas (r.a): "O gün, kendisinde
iymin ve kötünün hazr olaca bir gündür” eklinde bir mana verirken, bakalar
da: "O
gün, göktekilerin ve yerdekilerin kendisinde hazr bulunacaklar bir gündür”
eklinde bir mana vermilerdir. Buradaki mehud kelimesinden, orada bulunma ve
hazr olmak manas kastedilmitir ki bu tabirin zikredilmesinin maksad udur: nsann
kalbine, bazan öyle bir fikir gelebilir: "O vakitte onlar bir araya geldiklerinde, herkes
ancak kendisiyle ilgili hadiseleri bilir, haberdar olur." te bundan dolay Cenâb- Hak,
yaplacak olan karlkl hesaplama ve soruturma sebebiyle, bütün o hadiselerin
herkese malûm olacan beyân buyurmutur.

Daha sonra Cenâb- Hak, 6 “Biz onu, Kyamet gününü


ancak sayl bir müddet için erteleriz” buyurmutur. Bu, "ahiretin geriye braklmas,
dünyann yok edilmesi belli bir zamana balanmtr. Belli bir zaman olan her eyse
sonludur. Sonlu olan hereyin de, mutlaka son bulmas lazmdr. u
halde, "Ahiretin
ertelenmesi, mutlaka, Allah’n Kyameti koparaca ve dünyay harap edecei bir
zamana varp dayanacaktr. Gelecek olan her ey ise, yakndr.

man ve nkârn Akbeti

“Gelecek olan o günde, Allah’tan izinsiz hiçbir kimse konuamaz. Artk,


onlardan kimi akî, kimi de saîddir. akî olanlara gelince, onlar atetedirler
orada çok feci bir nefes alp vermeleri vardr onlarn. Gökler ve yer
ki,

durdukça, orada ebedî kakçdrlar. Rabbinin diledii müddet müstesna.


Çünkü, Rabbin ne dilerse, onu hakkyla yapandr. Saîd olanlara gelince,
onlar da cennettedirler. Rabbinin diledii müddet müstesnâ olmak üzere,
( ”

12. Cüz, HÛD SÛRES 11/105-108 13. Cilt / 121

gökler ve yer durdukça onlar orada ebedî kalcdrlar. Bu bir lütuf ve ihsandr

ki, tükenip kesilmesi yoktur
(Hûd, 105-108).

Ayetle ilgili birkaç mesele vardr:


9

Ebû Amr, Asm ve Hamza, yâ’nn hazfiyle, ç»lî; dier


BRNC MESELE kraat imamlar ise, yâ ile eklinde okumulardr.
Keaf sahibi öyle demektedir: “Yây hazfedip kesre ile

Iktifâ etmek, Huzeyl lehçesinde çokça görülen bir husustur. Halil ve Sibeveyh’in
naklettii y' *1
“bilemiyeceim” eklindeki sözleri de böyledir.”

Keâf sahibi öyle demitir: “Ye’ti fiilinin faili, Cenâb-


Hak’tr. Bu tpk, ÜN Ü % öjjk jâ (Bakara. 210) V6
Ayetteki o. FHnn

(Hud, i
Faili

04 )
^ Jjbji (En’am, sa) ayetlerinde

eklinde okuyanlarn kraati da destekler. Ben derim


olduu gibidir. Bunu, ayeti
ki, “Bu
yorum, pek houma gitmedi. Zira D' Ot Y'.
J-» sözünü, Cenâb- Allah bir

kavimden nakletmitir. Bu kavmin yahûdîler olduu zâhirdir. Bunda onun için, hüccet
olacak bi ey yoktur. dJj JîUjt
'
(En'am; ss) ayeti de böyledir. Fakat bu ayetteki
ifâde tamamen Allah’n sözüdür. Burada “gelme” fiilinin Allah’a isnâd edilmesi
mükildir.

mdi eer, “Hak Teâlâ’nn, Alîj «-Lf J “Rabbin geldii zaman...” ( Fecr. 22 ) ayeti

hakknda ne dersin?” derlerse, “Bu hususta birkaç te’vil yaplmtr.


biz deriz ki:

Burada da mesele vazhtr. Binâenaleyh bunu savuturmak mümkün deildir. u


halde, bu manadan kaçnmak gerekir. Hatta vâcib olan öyle denilmesidir: “Bundan
maksad, “Çok korkunç, dehetli ve büyük birey geldiinde...” manasdr. Fakat Allah
Teâlâ, daha fazla korku salp, daha etkili olsun diye, bunu açkça zikretmemi,
hazfetmitir.”

Keâf sahibi, “Ayetteki “yevm” kelimesi üzerinde âmil


ÜÇÜNCÜ MESELE olan, (&Y “konumaz” fiili, yahut da mahzûf bir üzkur
(hatrla) fiilidir” demitir.

Kyamet Günü Suçlular Konuacak m?


Hak Teâlâ’nn
ifâdesinde bir hazif
4îM« Yj.

vardr ve
^ jii&Y “Allah’tan izinsiz hiçbir kimse
takdiri, “...0 günde hiçbir kimse konuamaz”
konuamaz
eklindedir.
mdi, eer denirse “Bu ayetle, bu ayete ters dütüü sanlan
ki gibi ayetler nasl u
birletirilebilir?: “O gün herkes öz cannn kurtuluu için urar” Nahi. iti); “ Onlar

Allah’a yemin ederek, yalan söyler” ve “ Vallahi Ey Rabbimiz biz mürik deildik
derler” (En'am, 23); “ Onlar habsedin, çünkü onlar mes’uldür” (Sâffât, 24 ve “Bu, )

hepsinin dillerinin tutulaca bir gündür. Onlara izin de verilmeyecek ki özür


dilesinler” (Mürseiat. 35-36).
122 / 13. Clll TEFSiR'I KEBR

Evet, böyle denirse, buna u iki ekilde cevap verilir:

a) Ayetlerde bahsedilen, '


konumaktan men edilme” ii, hakiki ve doru cevap
verememe diye izah edilebilir.

b) Kyamet, uzunca gün olup, onun çeitli duraklar vardr. Onlar, o duraklarn
bir

oazsnda kendilerini müdafaa ederler, bazsnda konuamazlar, bazsnda da


müsaade edilir ve konuabilirler, bazsnda da azlarna mühür vurulur, elleri ayaklar
konuur.

Hak Teâlâ’nn Jiö ^4^ “Artk onlardan kimi ak, kimi de sâiddir”
buyruu ile ilgili birkaç mesele vardr:

Keâf sahibi, “Ayetteki “onlar” zamiri, Kyamettekilere


BRNC MESELE râcîdir. Bilindii için, ve

Allah’tan izinsiz hiçbir kimse
konuamaz " cümlesi onu gösterdii için, açkça
zikredilmemitir. Çünkü daha önceki “O, bütün insanlarn birarada toplanm
olacaklar bir gündür” hû<j. 103) ayetinde, insanlardan bahsedilmitir” demitir.
(

Hak Teâlâ’nn bu beyannn zahiri, Kyamettekilerin, bu iki


KNC MESELE ksmn dnda olamayacaklarn gösterir.
Kyamette Hesaptan Muaf Olanlar Buna göre eer, “insanlar içinde, deliler ve çocuklar yok
mu? Bunlar, bu iki ksmn dnda kalrlar?” denilirse, biz
deriz ki: “Haredilenlerden maksad, hesab olan kimselerdir. te o hesab verecek
kimseler bu iki ksmn dnda kalamazlar.”

A’raf Ehli Hakknda

Eer, “Kâdî, bu ayeti, A’raf ehlinin ne cennette, ne de cehennemde olmadklar


görüünün yanllna delil getirmitir. Ya sizin bu husustaki görüünüz nedir?”
denilirse, biz deriz ki: Hesaba tâbi tutulmayacaklar için, çocuklarn ve delilerin, bu
iki ksmn dnda olacaklar kabul edildiine göre, niçin A’raftakilerin de bu iki ksmn
dnda kaldklar söyleneninsin? Çünkü onlar da hesâba tâbî tutulmayacaklardr.
Çünkü Hak Teâlâ onlarn sevablarnn günahlarna denk olduunu biliyor. Dolaysyla
onlar hesaba çekmenin bir manas yoktur.

Eer, “Kâdî, bu ayetle yine, Kyamet meydannda bulunan herkesin mutlaka,


ya sevabnn, ya günahnn fazla olacana; orada, sevab günahna eit olacak
kimselerin bulunabilmesi aklen mümkün ise de, ayetin orada böyle kimselerin
bulunmayacana delâlet ettiine istidlâl etmitir” denilirse, biz deriz ki: Bu hususta
söylenecek söz, daha önce de söylenmi olan u husustur: Saîd, mükâfaata ehil

olan (cennetlik), âkî ise cezaya müstehak olan (cehennemlik)dr. Sadece bu iki ksmn
zikredilmeleri, bir üçüncü ksmn olmadn göstermez. Bunun delili udur: Pek çok

ayet, sadece mü’min ve kâfirden bahseder. O ayetlerde ne mü’min, ne de kâfir


12. Cüz, HÛD SÛRES 11/105-108 13. Cill / 123

olmayan bir üçüncü ksm zikredilmemektedir. Halbuki Kâdî, böyle bir üçüncü
grubun olduunu kabul eder. Binâenaleyh o ayetlerde bu üçüncü ksmn
zikredilmeyiinden, onlarn yokluu gerekmedii gibi, bu ayette de, üçüncü bir ksmn
zikredilmeyii, yok olduklar manasna gelmez.

Bil daha imdiden, Kyamettekilerin bir


ki Allah Teâlâ,
ÜÇÜNCÜ MESELE ksmnn saîd, bir ksmnn da akî olduunu bildirmitir.
lahi Kader Dnda Bir ey Olmaz Hakknda Allah’n böyle bir hükmü bulunan ve
kendilerinden böyle bir halin sâdr olacan bildii
kimselerin, bunun aksine olmalar imkânsz olur. Aksi halde Allah’n haber verdii
eyin yalan, ilminin de cehalet olmas gerekir ki, bu imkânszdr. Böylece saîd’in akî,
akî’nin de saîd olamayaca sâbit olmu olur. Bu delilin izah, bu tefsirde defalarca
geçti. Hz. Ömer (r.a)’in, bu ayet nazil olunca öyle dedii rivayet edilmitir: “Ya

Resulallah, buna göre imdi biz, olmu bitmi, hükmü verilmi bir eye göre mi amel
ediyor (çabalyoruz), yoksa henüz hükmü verilmemi bir eye göre mi amel
ediyoruz?’’ Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s) de
'ZU ^
U & Uî Z* JJr f»ftî * sLkj i*

‘Y Yazlp) bitirilmi bir eye göre,


ey Ömer. Kalemler (onu yazp) kurumu, kaderler
onunla cereyân etmi (ona göre meydana gelmi)- Fakat her insana, yaratld
ey kolaylatrlr”® buyurmutur. Mu’tezile ise, Haan el-Basrî’nin: “nsanlardan
bazs ameli ile saîd, bazs da yine ameliyle akî olur’’ dediini nakletmitir. Biz (ehl-i

sünnet) deriz ki: Kesin delil, bu rivayetlerle savuturulamaz. Hem kiinin ameli ile

saîd veyaakî olduu hususunda bir münakaa yoktur. Ancak kiinin amelleri, Allah’n
kaza ve kaderi ile meydana geldiine göre, bizim delilimiz devam etmi olur.

Bil ki Allah Teâlâ, Kyamettekileri bu iki ksma ayrnca, herbirinin durumunu


açklamak üzere: J&ij j-âj Ui “akî olanlara gelince,
onlar atetedirler ki orada (çok feci) bir nefes alp vermeleri vardr” buyurmutur.
Bu tabirle ilgili birkaç mesele vardr:

Alimler ayetteki “zefir” ile “ehîk” arasndaki fark


BRNC MESELE hususunda birkaç izah yapmlardr:
Zefir ve ehîk Kelimelerinin zah Birinci zah: Leys öyle der: " Zefir, bir kimsenin, son
derece kederlendiinde gösünü hava ile doldurup, onu
(bir müddet) dar vermemesi: “ehîk” ise, ite bu nefesi birden salvermesidir.”

Ferra da: “Atâ, “karn büyük” manasnda, SjijJi denilir” demitir.

Ben derim ki: “nsan çok kederlendiinde, nefesi gösünde kalr. Nefes gösünde
kalnca, harareti yükselir. te insan bu esnada, o hararetini söndürebilmek için, çokça

5. Müslim, Kader, 8 (4/2041); ibn Mace, Mukaddime, 10(1/35).


124 / 13. cm TEFSÎR-I kebIr

serin havay içine çekebilmek için, kuvvetli bir nefese ihtiyaç duyar. Bundan dolay
o esnada, havann, göse
çokça çekilmesi arzu edilir. Bu durumda gösü kabarr,
cierleri ier. O çok hararet ve insann nefesi, göüste tkal kalnca, organlar d
souk sarar. Böylece de, nefes organlar çou kez, içeri alnan o fazla havay dar
vermekten adeta aciz kalr. Dolaysyla da bu çok hava, göüste tkanm olur ve
nerede ise insan ondan boulacakm gibi olur. Bu durumda insann tab’ o havay
çkarmaya gayret eder. te tabiblerin bu açkmasna göre, “zefir”, nefesin göüste
tkanp kalmas yüzünden, kalbte meydana gelen harareti düürmek için, içeri alnan
çokça havadr. ehlk ise, insan tabiatnn, o nefesi kuvvet sarfetmek suretiyle dar
vermesine denir. Bu iki halin her biri, çok büyük sknt ve kedere delâlet eder.

eein anrmaya balad zaman çkard ilk ses gibi olan


kinci zah: Zefir,
ses; ehîk ise, anrmasnn sonunda çkard sestir.

Üçüncü zah: Haan el-Basrî öyle demitir: “Biz “zefir”in, yükselmek


manasna olduunu söyledik. Biz diyoruz ki: Zefir, cehennem alevinin, çok kuvvetli
olduu için, cehennemlikleri yukar doru kaldrmasdr. Onlar en yüksek bir noktaya
ulap, oradan cehennemin dna çkmak istediklerinde, melekler demir tokmaklarla
onlara vurur ve onlar cehennemin dibine yollarlar. te, “Ne zaman oradan çkmak

isteseler oraya döndürülürler. (Secde, 20) ayeti ile kastedilen budur. Binâenaleyh
onlarn cehennemin yukarsna çkmalarna “zefir”, yeniden dibe inmelerine de
“ehik” denilir.”

Dördüncü zah: Ebû Müslim öyle der: “Zefir, çok iddetli aland zaman,
insann gösünde toplanan ve nerede ise kesilen nefes; ehik ise, çok sknt ve keder
annda dar verilen nefestir. Bu iki durumu çou kez, bir baygnlk takib eder, bazan
bunun peinden ölüm meydana geliri’

Beinci zah: Ebu’l-Âliye, “Zefir, boazda olan, ehik ise göüste olan nefestir”
demitir.

Altnc zah: Baz kimseler: “ Zefir, çok iddetli ve kuvvetli ses; ehik ise, çok
zayf olan sestir” demilerdir.

Yedinci zah: bn Abbas “Cenâb- Hak, bu tabir ile, cehennemliklerin


(r.a)

pimanlk içinde olduklarn, ard arkas kesilmeyen bir alama, bir üzüntü ve bir ah-ü
vâh halinde olduklarn kastetmitir” demitir.

Sekizinci zah: Zefir, daha önce de bahsettiimiz gibi, lügatmanas bakmndan,


kuvvetli olmay; “ehik” ise, zayfl göstermektedir. Bunu iyice anladnda biz deriz
ki: Ayette, “zefir” onlarn dünya âlemine ve bedenî lezzetlere son derece
ile,

meyletmeleri, “ehik” ile de, onlarn ruhanî alem ile mesûd olmaktan ve lâhî nurlar,
kudsî yücelikler ile kemâle ermekten âciz ve zayf olular kastedilmitir.
.

12. CUz, HÛD SÛRES 11/ [05-108 13. Git / 125

Cehennem Azabnn Ebedf Olmadn Söyleyenler

Daha sonra Cenâb- Hak, dLj ftU yji i


j
6l pj» iy “Gök/er

ve yer durdukça, orada ebedî kalcdrlar. Rabbinin diledii müddet müstesna. . .

buyurmutur. Bu ifâde ile ilgili iki mesele vardr:

Baz kimseler, kâfirlerin azabnn sonlu olup, (bir gün)


BRNC MESELE nihayete ereceini iddia edip, hem Kur’ân ile hem aklî
deliller ile istidlâl etmilerdir.

Bunlarn Kur'ân’dan delilleri, pek çok ayettir. Birisi, bu (tefsir ettiimiz) ayettir.
Onlar, u iki bakmdan, bu ayetle istidlâl etmilerdir:

a) Allah Teâlâ, “Gökler ve yer durdukça. .


” buyurmutur. Bu tabir, onlarn ceza
müddetlerinin, göklerin ve yerin bâkî kalma müddetine denk olduunu gösterir. Bu
böyle olmakla birlikte biz, göklerin ve yerin devam müddetinin sonlu olduu
hususunda anlama halindeyiz. Öyleyse kâfirlerin cezasnn müddetinin de, sonlu
olmas gerekir.

b) Ayetteki, “Rabbinin diledii müddet müstesna. istisnas, onlarn cezalarnn
. .

süresinden yaplan bir müstesnadr. Bu, azabn istisna edilen o vakitte son bulacana
delâlet eder. Bu görüte olanlarn, delil getirdikleri ayetlerden birisi de, “Onlar devirler

boyunca cehennemin içinde kalacaklar (Nebe\ 23) ayetidir. Allah Teâlâ,
cehennemliklerin bu azabta beklemelerinin ancak, belli sayda devirler boyunca
olacan beyân etmektedir.

Onlarn bu husustaki aklî delilleri de u iki eydir:

a) Kâfirlerin isyanlar sonlu ve snrldr. Sonu olan bir suça, sonsuz bir ceza
vermek zulümdür. Bu ise câiz deildir.

b) O ceza, faydas olmayan srf bir zarardr. Binâenaleyh çirkin (kabîh) bir eydir.
O cezann faydadan uzak olduunu öyle izah edebiliriz: “Onun Allah’a yönelik bir
faydas olamaz. Çünkü Allah Teâlâ fayda ve zarar verilmekten münezzehtir. Bu
azabn, ceza görene de bir faydas yok. Çünkü bu, onun için srf zarardr. Bunun,
bakasna da faydas yok.Çünkü zaten cennetlikler kendi lezzetleri ile meguldürler.
Binâenaleyh onlarn, bakalarna verilen devaml azabtan lezzet duymalarnn,
kendilerine bir faydas yoktur. Bu sebeble o azabn, her türlü faydadan uzak, srf
bir zarar olduu sâbit olmu olur. Öyleyse bunun câiz olmamas gerekir.

Cumhur Cehennem Azabnn Ebedî Olduunu Söyler


Ümmet-i Muhammed’in büyük çounluu, kâfirlerin azabnn devaml olaca
hususunda ittifak etmilerdir. Böyle ittifak edince de, kar tarafn bu ayetle istidlal

edilerine cevap verme ihtiyac hissetmilerdir. Hak Teâlâ’nn, Gökler ve yer

126/1.1.

cm • •• •
t
TEFSIR-I KEBR

(durdukça, orada ebedî kalcdrlar. . .



ayeti ile istidlâl edilmesine kar u iki cevab
vermilerdir:

1) Ayetteki gökler ve yer ile, âhiretin gökleri ve yeri kastedilmitir. Ahirette gök
ve yerin olduunun delili, “O gün baka göklere tebdil
yer. baka bir yere gökler de
,

olunacak" (brahim, 48 ve "Bizi, cennetten neresini dilersek, konmak üzere bu yere


)

mirasa yapan Allah'a lamdolsun" zümer. 74) ayetleridir. Hem sonra cennetlikler,
(

ke. içlilerini üzerinde tayan ve üzerlerinden onlar gölgeleyen bir eye muhtaçtrlar.
Bunlar da, cennetin göü ve yeridir.

Bir kimse öyle “Tebih, ancak “müebbehun bih”in malum ve iyice


diyebilir:

belirlenmi olmas durumunda makul ve yerinde olur. te o zaman da,


müebbehteki hükmün sübutunu tekid etmek için, bakas ona tebih edilir. Göklerin
ve yerin ahiretteki varl ise, malûm deildir. Malûm olduu farzedilse bile, ancak
ne var ki, hiç fanî olmayacak bir biçimde bakî olmas malûm deildir. Onlarn her
ikisinin de varlklarnn asl, insanlarn çouna meçhûl olma; ve yine, onlarn her ikisinin

devam ve bekâs da ekseriyyete meçhûl olunca, devaml olma hususunda


cehennemliklerin ikâb ve cezasn ona tebih etmek faydasz bir söz olur."

Bu konuda söylenebilecek en son ey udur: Kur’ân ile, ahirette gökler ve bir


de yerin bulunduu sabit olunca, onu kabul etmek vacib olur. te o zaman da tebîh
güzel ve yerinde olur. Ancak ne var ki biz öyle diyoruz: Ahiret ehlinin semâlarnn
devaml ve bakî olduunu; yine onlarn arznn da daim olduunu isbat etmenin yolu
nakil olunca; sonra nakil de, kâfirin ikâbnn devaml olduuna delâlet edince, ite
o vakit asldaki hükmün sübutuna delâlet etmi olan delil, ayniyle fer’de de bulunmu
olur. te bu durumda ulemâ, kyasn bouna ve tebihin de batl olduunda ittifak

etmilerdir. Burada da böyledir.

cevap ekli de udur: Alimler demilerdir ki: Araplar, devamll ve sürekli


kinci bir
(ebed) olmay, “Gökler ve yerler durdukça” ifâdesiyle dile getirmektedirler. Bunun
benzeri olan dier ifadeler de, “Gece ile gündüz birbirini izledikçe”, “Deniz dalgal
oldukça” ve “da yerinde durdukça” eklindeki deyimlerdir. Cenâb- Hak da Araplara,
dillerindeki alm olduklar örfe göre hitâb etmitir. te onlar, onlarn ebedî olarak
bakî olduklarna dair inançlarndan dolay bu eyleri bu ekilde zikredip kullannca,
biz anlyoruz ki, onlarn örfüne göre bu lafzlar ebedîlii ve inktâya uramaktan uzak
olan bir süreklilii dile getirmektedir.

Bir kimse öyle diyebilir: “Siz, “Gökler ve yerler durdukça, onlar orada ebedî
kalcdrlar” diyen bir kimsenin bu sözünün, onun, göklerin sona erip yklmasndan
sonra da mevcut olarak kalmasna mani olduunu mu kabul ediyorsunuz, yoksa
bunun o manaya delâlet etmediini mi söylüyorsunuz? Birincisi olursa, o zaman bir
problem ortaya çkar. Çünkü nass ve ayet, onlarn ate içinde kalma sürelerinin
göklerin devam etme müddetine eit olmas gerektiine delâlet edip, gökler sona
e: dikten, ykldktan sonra ise, onlarn atete kalmaya devam etmelerine de mani
12. CUz, HÛD SÛR&t U/105-108 •i -
n. o it / 127

olunca, sonra yine, göklerin de mutlaka son bulaca kesinlik kazannca, ite o vakit
bu azâbn kesileceini söylemeniz gerekmi olur. Ama “Bu söz, göklerin ve yerin

Hon bulmasndan sonra onlarn atete kalmasna mani tekil etmez” derseniz, bizim
böyle bir cevaba kesinlikle ihtiyacmz yoktur. Böylece, bu cevap, her iki takdire göre
de bouna olmu olur.

Bil ki, bana konuda verilebilecek doru cevap, baka bir eydir. Bu da
göre, bu
udur: Ayetten ilk anlalan ey, gökler ile yerin devaml ve baki olmalar halinde,
cehennemdeki kimselerin de devaml olarak cehennemde kalacak olduklardr. Bu
da, art bulunduunda, merutun da bulunmasn gerektirir; yoksa art
bulunmadnda merutun da bulunmamasn gerektirmez. Baksana, biz, “Bu bir

nsansa, o canldr...’’ demekteyiz!.. Eer biz, “Fakat o, bir insandr” dersek, bu,
onun bir canl olduu neticesini verir. Ama biz, “O, insan deildir” dersek, bu, onun
bir canl olmad neticesini vermez!.. Çünkü mantk ilminde öyle bir k&;de
bulunmaktadr: “Öncülün nakîznn istisnâ edilmesi, hiçbir eyi netice vermez...” te
burada da böyledir. Biz, “Gökler durduu müddetçe” dediimizde, onlarn ikâb da
devaml ve bakî olmutur; biz, “Fakat gökler, daim ve hâkidirler...” dediimizde,
onlarn ikâb ve cezâlarnn da bulunmu olmas, olmas gerekir. Ama biz, “Fakat
var
gökler bâkî olmad...” dediimizde ise, onlarn ikâbnn devaml olmamas gerekmez.

ayet onlar, “Gökler bâkî olsa da olmasa da, onlarn ikâb hep bulunacana
göre, o zaman bu tebihin ne faydas olur?" derlerse, biz deriz ki:

Dorusu, bunda çok büyük bir fayda bulunmaktadr. Bu, o azabn, uzunluunu
ve süresini insan aklnn anlayamayaca miktarda, çalar ve çalar boyunca infâz
edileceine, yerine getirileceine delâlet etmektedir.

Bu azâbn bir sonu var mdr yok mudur, meselesine gelince, bu, baka delillerden
elde edilebilecek bir husustur. te, vermi olduum bu cevap, doru bir cevaptr,
ama onu ancak, aklî meselelere birazck olsun ünsiyyeti bulunan kimseler anlayabilir.

Cenâb- Hakk’n, JJjj li Sh “ Rabbinin diledii (müddet) müstesna”


ifadesine tutunmaktan ibaret olan ikinci üpheye gelince; alimler bu hususta da
pekçok çeit cevap zikretmilerdir:

Cevap ekli: Bu, bn Kuteybe, bnu’l-Enbarî ve el-Ferrâ'nn zikretmi


Birinci
olduklar cevaptr. Onlar öyle demilerdir: “Bu, Allah Teâlâ’nn yapm olduu bir
istisna olup, Allah da muhakkak bunu yapmaz. Bu senin, kendisini dövmeye azmetmi

olduun halde, “Allah’a yemin ederim ki, seni mutlaka döveceim; bundan baka
bir karara varrsam müstesnâ...” demen gibidir. te, burada da böyledir...” Onlar

bu cevab tam olarak anlatmak ve buna dair misaller zikretmek hususunda sözü
uzattkça uzatmlardr. Sözlerin tamamnn neticesi ise, yukarda zikretmi
olduumuzdur.
Bir kimse öyle diyebilir: Bu, zayf bir izahtr. Çünkü bir kimse, "Seni mutlaka
128 / 13. Clll TEFSlR-l KEBÎR

döveceim, bundan baka bir karara varrsam müstesnâ” dediinde, bunun manas
udur: “Seni mutlaka döveceim; ancak, evlâ olann, dövmeyi terketmek olduunu
görürsem müstesnâ...” Bu ifâde, bu görme iinin tahakkuk edip etmediine delâlet
etmemektedir. Cenâb- Hakk’n, “Gökler ve yer durdukça, orada ebedî kalcdrlar.
Rabbinin diledii müddet müstesna...” beyan ise böyle deildir. Çünkü bunun
manas, “Rabbinin dilemi olduu müddet hariç, onlarn orada ebedî olarak
kalmalarna hükmedilmitir” eklindedir. te burada ifade, bu meîet ve dilemenin,
kesin olarak bulunup tahakkuk ettiine delâlet etmektedir. Daha nasl bu söz o sözle
mukayese edilebilir?.

kinci Cevap ekli: öyle denilebilir: Buradaki illâ kelimesi, anlamnda


varid olmutur. Buna göre mana u
ekilde olur: “Cenâb- Hak, “Gökler ve yer
durdukça, orada ebedî kalcdrlar... ” buyurunca, bundan onlarn, dünyadaki gökler
ve yer ayakta durduu müddetçe onlarn da cehennemde bulunacaklar manas
anlalmtr. Daha sonra ise Cenâb- Hak, “Bu kesintisiz ebedîlikten artakalan ksm
hariç ” buyurmu, böylece önce, onlarn, Araplar nezdinde, daha uzun olamayacak

bir biçimde ebedî kallarn zikretmi, sonra da, Rabbinin diledii müddet,
müstesnâ” istisnasyla da buna sonu olmayan devamll ilâve etmitir. Buna göre
mana u ekilde olur: “Rabbinin dilemi olduu sonu olmayan ilâve hariç...”

Üçüncü Cevap ekli: Bu istisnadan maksat, onlarn, maher meydanndaki


durma zamanlardr. Buna göre Cenâb- Hak sanki, “akî olanlara gelince, onlar
atetedirler. Muhasebe edilmek için durduklar zaman müstesnâ; çünkü onlar o vakit,
atete bulunmazlar...” buyurmutur. Ebu Bekr el-Esamm ise: “Bundan murad,
“Rabbinin diledii müddet müstesnâ; bu, onlarn kabirde bulunmalar halidir...”
eklindedir” demitir. Veya bundan murad “Rabbinin dilemi olduu, onlarn
dünyadaki hayatta olmalar hali hariç...” eklindeki bir manadr. Bu üç görü de,
birbirine yakndr ki buna göre mana, “Onlar orada, dünyadaki... veya berzahtaki...
veya hesaba çekilmek için durdurulduklar müddetleri miktarnca kalacaklar, daha
sonra da atee gireceklerdir...” eklinde olur.

Dördüncü Cevap ekli: Alimler öyle Cenâb- hakk’n, “orada


dediler: Bu. istisnâ,

çok feci bir nefes alp vermeleri vardr ifadesine racidir. Bunu anlatmak içinse, unu
deriz: Allah’n, “Onlar orada ebedî kalc olduklar halde, orada çok feci bir nefes
alp vermeleri olacaktr onlarn...” sözü, ebedîlikle birlikte feci nefes alp vermenin
bulunacan belirtmektedir.Cümleye istisnâ dahil olunca, kendisinde bu iki halin
bulunmad bir zamann bulunmu olmas gerekir. Fakat, akliyyatla ilgili meselelerde
kesinlemi olan kural bulunmaktadr: “Cüzlerinin tamam bulunmad zaman, yekûn
da, toplam da bulunmaz.. Ayn ekilde, cüzlerinden tek biri bulunmad zaman da
bulunmaz.” te, iin sonunda onlar hareketsiz, cansz ve adeta sönmü bir hale
gelince, o vakit onlarn feci nefes alp vermeleri de kalmaz. Binâenaleyh, bu toplamn
cüzlerinden birisi de bulunmam olur. O zaman da, onlarn atete kalmalarnn
12. CUz, HÛD SÛRES 11/105-108 13. Cilt / 129

Inktaya urayacan 9öylemeye gerek kalmakszn, böyle bir rstisnânn yaplmas


sahih olmu olur. <

“Ayetteki istisna Günahkâr Mü’mlnler Hakkndadr” Diyenler

Beinci Cevap ekil: Bir cemaat öyle demitir: “Bu istisnâ, tevhîd ehlini ateten
çkarmay ifâde etmektedir. Çünkü, Cenâb- Hakk’n, '>b jjJ'
cümlesi, bütün bedbahtlar hakknda bu hükmün verildiini ifâde etmektedir.'Sonraki
t *
ILj *12 U M' cümlesi ise, bu hükmün bu bütün
bulunmamasn gerektirir.için

Ebedîlik hükmünü tamamndan nefyetmek içinse, onu, tamamn bir ksmndan


nefyetmek kâfidir. Binâenaleyh, baz bedbahtlar için, ebedî kal hükmünün kalmam
olmas gerekir. te, cehennemde ebedî kalmann kâfirler için söz konusu olduu
sabit olunca, “Kendilerinden ebedî cehennemde kalmak hükmünün nefyedilmi
olduu kimseler, ehl-i kble olan günahkârlardr, fâsklardr” denilmesi gerekir. te
bu, bu konuda söylenmi olan kuvvetli bir sözdür.

mdi, eer denirse ki: “Bu izah ekli ancak, zikretmi olduunuz dier izah ekilleri
bozuk olduu zaman taayyün eder, ortaya çkar. O halde, onlarn fasit olduuna dair
delil nedir? Yine, böyle bir istisnâ, mutlu kullar hakknda da zikredilmektedir. Nitekim

Cenâb- Hak, Mesûd olanlara gelince, onlar da cennettedirler. Rabbinin diledii
müddet müstesnâ olmak üzere, gökler ve yer durdukça onlar orada ebedî
kalcdrlar. Bu, bir lütuf ve ihsandr ki, tükenip, kesilmesi yoktur” buyurmutur"
denilirse, biz deriz ki:

Biz bu izah ekli ile, bu ayetin, kâfirlerin azâbnn kesintiye urayacana delâlet
etmediini beyân ettik. eer biz bu ayetle, “Allah Teâlâ nn ehl-i kble olan
Sonra,
günahkârlar ateten çkaraca” hususundaki sözünün doruluuna istidlâlde
bulunursak, öyle deriz:

illâ kelimesinin slvâ manasna hamledilmesine gelince, bu, ayetin zahirinden


ayrlmaktr. stisnây, dünyada yaama haline, berzaha ve Kyamet duraklarnda
durmak haline hamletmek de, uzak cehennemde ebedî
bir ihtimaldir. Çünkü istisnâ,

kalmaktan yaplmtr. Cehennemde uzun boylu kalmann, cehennemde tahakkuk


eden hallerden birisi olduu malumdur. u
halde, cehennemde bulunmazdan önce,
cehennemde ebedî kaln tahakkuk etmesi imkânszdr. Ebedî kal tahakkuk
etmeyince de, ondan istisnâ yaplmaz ve istisnânn yaplmas imkânsz olur. Onun,
“istisnâ, feci bir biçimde nefes alp vermeyle ilgilidir” eklindeki görüü de, ayetin

zahirini terketmektir. u
halde, geriye ayetin, bizim bahsettiimiz eyden baka, sahih
olarak hamledilecek bir manas kalmamtr.

Onun, “Buradaki istisnâdan maksat. Allah’n ateten iddetli souu


nakletmesidir" sözüne kar deriz ki: Durum ayet böyle olsayd, iddetli souk ile

yaplan azabn, ancak göklerin ve yerin süresinin sona ermesinden sonra olmas
gerekirdi. Halbuki sahih hadisler, ateten iddetli soua ve iddetli souktan atee
130 / 13. CUt TEFSlR-1 KEBÎR

nakledilmelerinin, hergün defalarca olacana delâlet etmektedir. Binaenaleyh bu


izah ekli geçersizdir. Onun, "Böyle bir istisnâ, sa’îd kullar hakknda da mevcut”
sözüne kar biz deriz Ümmet, "Bir kimse cennete girer, sonra oradan çkp
ki:

cehenneme girer" denilmesinin imkânsz olduu hususunda ittifak etmitir. te bu


icmâdan ötürü biz, bu 'fadede, bu istisnay, zikredilen o tevillerden birine hamletmek
zorunda kaldk. Bu ayete gelince, bununla ilgili böyle bir icmâ yoktur. Bu sebeple
de onu, zâhirî manasna hamletmek gerekmitir. te ayet hakkndaki sözün tamam
budur.

Cenâb- Hak, bu istisnay zikredince


Bil ki “Çünkü, Rabbin ne
dilerse, onu hakkyla yapandr” buyurmutur Biz, istisnaya, fasklarn ateten
çkarlmas manas verirsek bu ifâdenin ayete uygunluu güzel olur. Sanki HakTeâlâ
öyle buyurmaktadr: "Ben hakimiyyet ve kudretimi izhâr ettim. Sonra mafiret ve
rahmetimi de izhâr ettim. Çünkü ben, dilediimi hakkyla yapanm. üphesiz hiç
kimsenin bana kar hiçbir hükmü ve gücü olamaz.”

Daha sonra Hak Teâlâ, ^ JJl

Jlj «Â U SU “Saîd olanlara gelince, onlar da cennettedirler. Rabbinin diledii


müddet müstesna olmak üzere, gökler ve yer durdukça onlar orada ebedî
kalcdrlar'’ buyurmutur. Bu ifâde ile ilgili iki mesele vardr:

Hamza, Kisâî ve Âsm’n râvisi Hafs, sîn’in zammesi ile


BRNC MESELE suidû; dier kraat âlimleri, fethal olarak saidû eklinde
okumulardr. Sîn harfinin zammesi ile okuma, if’al
babndan (es’ade) zaid harfin hazfedilmesi tarznda olmutur. Zira, sîgâs,
müteâddî deildir, iki*'sîas ise müteaddidir. Binâenaleyh JUit ve i*-' eyn»
manadadr. Nitekim erkek ad olan "Mes’ûd” da, bu fiilden alnmadr.

Saîd, yani cennetlik kullar hakkndaki ayetteki istisnay,


KNC MESELE daha önce (akilerle ilgili olarak) zikredilmi olan izah
ekillerinden birisine hamletmek gerekir, w ..rada bir ba**"'
daha vardr, bu da udur: Muhtemeldir ki onlarn bir ksm bazan, cennetten
izah ekli
alnp Ara ve ancak Allah’n bilebilecei yüksek menzillere çkarlrlar. Nitekim Hak
Teâlâ, “Allah, mümin erkeklere de, mü’min kadnlara da
ebe T kalc -içinde
olduklar halde- altndan rmaklar akan Adn cennetlerini ve çok güzel meskenler
vaadetti. Allah’n rdvan (rzas) ise daha büyüktür” (Tevbe, 72) buyurmutur.
x ^

Cenâb- Hakk’n ttkp “Bu bir lütuf ve ihsandr ki, tükenip kesilmesi
yoktur” beyan ile de ilgili iki mesele varclr:

Arapça’da, birisi bir eyi kesip parçalad zaman,


BRNC MESELE denilir. Yine “Allah onlarn arkalarn
kessin, saylarn kurutsun” denilir. Buna göre ayetteki,
14. Cüz, HUU SÛRES 1 1/109 13. Cilt / 131

tabiri, “kesintiye uramayan” demektir. Bunun bir benzeri de, Cenâb-


Hakk’n Na’îm cennetini anlatrken buyurduu, ifijküV “Kesilip

tükenmeyen, yasak edilmeyen...” (v& k.a. 33) tabiridir.

Bil ki Cenâb- Hak, maksadn, bu halin


ayette bu istisnadan
KNC MESELE kesintiye uramas olmadn iyice açklayp, bu gerçei
de, bilhassa burada zikredip, akî kullar için zikretmemi
olunca, bu deyim, akilerle ilgili o istisnadan maksadn, inkta olduuna delalet eder.
te ayet hakknda söylenecek sözün hepsi bundan ibarettir.

Putlarn Mahiyeti Hakknda

N!
K ' -O

/
“Artk onlarn tapmakta olduklar eylerden üphe içinde olma. Onlar, daha
önceleri atalan nasl tapyor idiyseler, tpk onlar gibi tapyorlar. Biz de elbet
nasîblerini eksiksiz vereceiz”
(Hûd, 109).

Bil ki Allah Teâlâ, putlara tapan kimselerin kssalarn anlatnca, bunun peinden
akilerin ve saîdlerin hallerini zikredip, daha sonra bu ayette de, kavminn içindeki

kâfirlerin halini peygamberine açklayarak, J Üî Stf artk üphe içinde olma”
buyurmutur. Bu kelimenin asl, *** eklidir. Fakat bu kelime çok kullanld için,

nûn hazfedilmitir. sözün (kelimenin) sonunda bulunduu zaman,


Bir de, nûn harfi

telaffuz edildiinde sadece gunnesi farkedilir. Bundan dolay Araplar bu nûn’u


hazfederler. Bu cümlenin manas udur: "(Ey Resûlüm), putlara tapan bu kimselerin
durumu ile ilgili olarak, o putlarn onlara hiçbir fayda ve zarar veremeyecei
hususunda üphen olmasn.”

Daha sonra Allah Teâlâ, J3 Uf ûjli» U “Onlar, daha önceleri

atalan nasl tapyor idiyseler, tpk onlar gibi tapyorlar” buyurmutur. Bundan murad,
onlarn, cehâlete ve taklide sarlma hususunda atalarna benzediklerini anlatmaktr.

Hak Teâlâ, sonra !*^P fyj “Biz de eibet nasiblerini eksiksiz


132 / 13. Cilt


TEFSÎR-Î KEBÎR

vereceiz ” buyurmutur. Bu cümleden maksadn, "Biz onlarn naslblerlni, yani onlarn


pay olan azab eksiksiz vereceiz" manas olabilecei gibi, "Onlar her nekadar kâfir
olup, hakdan yüz çevirmi olsalar da, onlarn rzklarn ve dünyevî hayrlardan
nasiblerini eksiksiz vereceiz” manas olmas da muhtemeldir. Yine bu cümleden
maksadn, "Biz, özürlerini ve mazeretlerini gidermek için deliller ortaya koyma,
peygamberler gönderme ve kitaplar indirme hususundaki hisselerini eksiksiz
vereceiz” eklinde olmas da muhtemel olabilecei gibi, bu manalarn hepsinin
birden kasdedilmi olmas da muhtemeldir.

“Andolsun Musa’ya o kitab verdik de, onun hakknda da ihtilâf edildi.


ki biz,
Eer Rabbinden bir söz (kader) geçmi olmasayd, elbette aralarnda hüküm
verilmi, i bitmiti bile... Muhakkak ki onlar bu Kur’ân’dan yana iddetli bir
tereddüt ve üphe içindedirler. üphesiz Rabbin, herbirinin amellerini onlara
tam verecektir. Çünkü O, onlarn yaptklarndan hakkyla haberdârdr
(Hûd. 110-111).

Bil ki Allah Teâlâ, önceki ayette Mekke kâfirlerinin tevhidi inkârda srar ettiklerini
beyân edince, onlarn Hz. Muhammed (s.a.s)’in peygamberliini inkâr edip, O’nun
'

kitabn yalanlama hususunda da srar ettiklerini beyân etmitir. "ne Hak Teâl0
kâfirlerin, bütün peygamberlere kar ayn yanl yaklam içinde-olduklarn beyân
etmi ve bunla bir misal getirmitir.’ Bu misal de udur: Allah Teâlâ, Musa (a.s)'ya
Tevrat’ indirince, kavmi Tevrat hakknda ihtilafa dümüler; bir ksm or l.abul :

ederken, dierleri inkâr etmitir. Bu delâlet eder ki, insanlarn âdeti ve tavr hep
böyledir.
Sebkat Eden lahî Hüküm

(kader) geçmi olmasayd, elbette aralannda hüküm verilmi, i bitmiti bile...”


buyurmutur. Bu ayetle ilgili birkaç izah vardr:

a) Bundan maksad udur: ayet, Cenâb- Hakk’n daha önce, bu ümmetin bana

12. Cüz, HOP SORESt 11/110-111 13. Cilt / 133

gelecek olan azab Kyamete kadar erteleme hükmü bulunmam olsayd, bu kâfirlerin
küfürlerinin büyüklüünden ötürü müstehak olduklar, balarna köklerini- kazma
azabn indirme hâdisesi tahakkuk ediverirdi. Fakat Cenâb- Hakk’n önceden mevcud
olan hükmü ve takdiri, bu azab ertelemitir.

Bundan maksad udur: "Eer Rabbinden bir kelime -ki bu kelime Allah
b)
Teâlâ’nn ihtilaf edenler arasnda, Kyamet günü hükmedecei hükmüdür-, geçmemi
olsayd, bu dünya yurdunda iken haktan yana olan, bâtldan yana olandan ayrmak
vâcib olurdu.”

Hak Teâlâ, bunu iyice ortaya koyunca, “Muhakkak k onlar,


geçtii ve ihsannn, kahrna gâlib geldiidir. Yoksa aralarnda hemen hükmedilir,
i bitirilirdi.

Hak Teâlâ, bunu iyice ortaya koyunca, & JjÜ “Muhakkak ki onlar,
yani senin kavminin kâfirleri bu Kur ân hakknda bir tereddüt ve üphe içindedirler
buyurmutur. Daha sonra da, UJ SlJ “üphesiz Rabbin
herbirinin amellerini onlara tam verecektir” buyurur. Bu ayetle ilgili birkaç mesele
vardr:

Bu cümlenin manas öyledir: “Kimin azabn hemen verir,


BRNC MESELE kiminkini de tehir edersem; yine kim peygamberlerimi
tasdik eder, kim de yalanlar ise, üphesiz onlarn durumlar,
karlklarnn eksiksiz verilmesi hususunda eittir.” Binâenaleyh ayet,
amellerinin
ayn anda hem bir vaad, hem de bir vaîd ifâde etmektedir. Çünkü taatlarn karln
eksiksiz vermek büyük bir vaad, yine günahlarn karln eksiksiz vermesi de büyük
bir vaîddir. O’nun, OjUiJ U* %\ “O, onlarn yaptklarndan! hakkyla
haberdardr” cümlesi de, bu vaad ve vaîd için bir te’kiddir. Çünkü Cenâb- Hak bütün
malumât (hereyi) bildiine göre, taatlarn ve masiyetlerin miktarn da Ipilir. Böylece
de, her amele uygun düen cezay da bilir. O zaman da, hiçbir hak ve karlk zâyî
olmaz. te bu, çok güzel bir izahtr.

Ebu Amr ve nünü eddeli olarak, lemmâ lafzn da


Kisâî,
KNC MESELE eddesiz olarak lemâ eklinde okumulardr. Ebu Ali öyle
Lemmâ Edat Hakknda zahat demitir: “Lemmâdaki lâm, innenin gerektirdii bir
harftir. Çünkü inne edat, haberinin veya isminin bana bir
”lâm”n gelmesini gerektirir. Bu Cenâb- Hakk’n, jjû iiî o\ “üphesiz Allah
ÜJi
gafur ve rahimdir” ( km. id ve J ii[ “Bunda, bir ayet var” (Hud, 103) ayetlerinde

olduu gibidir, kelimesindeki ikinci lâm ise, senin ’Jiiâ jdJtj “Vallahi sen bunu
mutlaka yapacaksn” sözünde olduu gibi, kasemden sonra gelen lâmdr. te ayette
(

134 / 13. Cilt TEFSÎR-1 kebIr

bu iki lâm birlikte bulununca, aralarna mâ harfi girmitir. Buna göre mâ zâiddir.”

Ferrâ ise öyle demitir: "Buradaki mâ, men (kim) manasndadr.” Dier
ksmlarn izah ise, yukarda geçtii gibidir. Bunun bir benzeri de, fa$ fa fa O'J
‘'çinizden öyleni vardr ki muhakkak ar da vranr” (Nisa, 72 ) ayetidir. Bu ayetin ikinci
kraatine göre, bn Kesir, Nâfî ve Âsm’n
Ebu Bekr her iki lafz da eddesiz
râvisi
Olarak, “ve in küllen lema ” eklinde okumulardr. Bunun sebebi udur: Bunlar,
inne’nin eddeli iken amel etmesi gibi, eddesiz olarak in eklini de amel
ettirmilerdir. Çünkü in kelimesi fiile benzer. Nasl fiillerin, senin UJV Ü)
fa
ve £3 dUU (Zeyd ayaa kalkmad) sözlerinde olduu gibi, tam veya
(baz harfleri) hazfedilmi iken amel etmeleri caiz ise, inne ve in kelimeleri de böyledir.

Ayetin üçüncü bir kraatine göre,


- / î i
Hamza, bn Âmir ve Hafs, her jki lafz da eddeli
olarak, w ö\j eklinde okumular ve: "Bu hususta söylenilmi olanlarn en güzeli
udur: Lemma lafznn asl, tenvinli olarak, temmen eklidir. Nitekim & ’SS'

“Alabildiine yemek...” Fecr, 19) ayetinde de böyledir” demilerdir. Buna göre mana,
"Onlarn hepsi bir araya getirilecekler, yani toplanacaklardr” eklinde olur. Sanki
"Onlarn hepsi...” denilmektedir.

Bir faziletli zâtn öyle dediini duydum: “Allah Teâlâ bu


ÜÇÜNCÜ MESELE ayet-i kerimede, müstehak olan herkese, hakettii
Bu Ayetteki Yedi Te’kid Unsuru eyi tam olarak vereceini haber verince, bu ayette yedi
çeit te’kid kullanlmtr:

1) Te’kid için kullanlan inne edat.

2) Yine te’kid için kullanlan küllen kelimesi.

3) nne edatnn haberinin bana gelen ve te’kid ifâde eden lâm.

4) Lemâdaki mâ edat. Çünkü biz onun, Ferrâ’nn görüüne göre, bir mevsûle
olduunu söyledik.

5) Mahzûf bir kasem. Çünkü sözün takdiri, "Allah’a yemin olsun ki, Allah onlarn
herbirinin amellerini onlara tam verecektir” eklindedir.

6) Kasemin cevabnn bana gelmi olan, ikinci lâm.

7) cümlesindeki eddeli te’kid nûnu. te bu tek ifâdedeki, te’kid

için olan yedi lafzn tamam, Rububiyyet ve ubûdiyyet iinin ancak ba’s (öldükten
sonra dirilme), Kyamet, hair ve neir ile tamam olacana delâlet etmektedir. Cenâb-
Hak bunun peinden, “O, onlann yaptklarndan hakkyla haberdardr” buyurmutur
ki bu, en ileri te’kid unsurlarndandr.
12. CUz, HÛD SORES 11/112-113 13. Cilt / 133

stikametin Çok Zor Olduu Hakknda

e 'Z'JA fiSMi

“O halde sen (ey Resûlüm) beraberindeki tevbe edenlerle birlikte,


emrolunduun ekilde dosdoru hareket et. gitmeyin. Çünkü O, ne Ar
yaparsanz hakkyla görendir. Bir de zulmedenlere meyletmeyin. Sonra size
ate çarpar. Zaten sizin Allah'tan baka yardmclarnz yoktur. Sonra yardm
göremezsiniz”
(Hûd, 112-113).

Ayetle ilgili birkaç mesele vardr:

Cenâb- Hak, açkça vaad ve va’îdde bulununca,


Bil ki

BRNC MESELE bunun peinden peygamberine, “Emolunduun ekilde


dosdoru hareket et" buyurmutur. Bu söz, ister
kendisiyle alakal olsun, isterse vahyin tebli edilip, hükümlerin beyân edilmesiyle
alakal olsun, bütün akâid ve amel meselelerini içine alan, umûmî (genel) bir sözdür.
üphe yok ki, gerçek istikamet (doruluk) üzere bulunmak cidden zordur. Ben sana,
bunun zorluunu akl- selime kolayca gösterecek olan bir misal vereceim. O da
udur: Gölge ile aydnln arasn birbirinden ayran düz çizgi, enine bölünemez bir
bütündür. Fakat bu çizginin, iki tarafn hissedip (gözle) iyice birbirinden

ayrdedemezsin. Çünkü gölge taraf, aydnlk tarafna yakn olduu için,görülme


bakmndan birbirine karr. Bundan dolay insann bak, herbiri dierinden iyice
ayrdedilecek ekilde, bu çizgiyi tam olarak göremez.

Bunu, verdiimiz misalde anladn zaman, ubûdiyyetin bütün ksmlarndaki


misallerini de buna göre anla. Bunlardan birincisi, marifetullahtr. Bu marifetullah,
kulun, “isbât" kabul edip“tebihken; “nefy'M söyleyip “ta’tîTden korunmu olarak
elde edebilmesi son derece zordur. Sen, dier marifet makamlarn da, kendiliinden
düün. Yine, gazab kuvvetiyle ehvet kuvvetinden ve birinin, ifrât ve tefrît olmak üzere,
iki ar ucu bulunup, ikisi de knanmtr. Bu ikisini birbirinden ayran, iki taraftan

hiçbirisine meyletmeyecek biçimde ortada duran çizgidir. te bu çizgi üzerinde


durabilmek zordur. Sonra bununla amel etmek daha da zordur. Binâenaleyh, böylece
sabit olur ki, “srat- müstakim”i bilmek, son derece zordur. yice bilinse bile, onun
üzerinde kalabilmek ve ona göre amel etmek daha zordur. Bu makam son derece
zor olduu için bn Abbas öyle demitir: “Kur’ân'n tamamnda, Hz. Peygamber’e,
,

136 / 13. Cilt TEFSÎR-l KEBÎR

bundan daha zor ve daha meakkatli gelen, baka bir ayet nazil olmamtr.” Bundan
dolay da Hz. Peygamber (s.a.s); “Hûd suresi ve benzerleri beni

ihtiyarlatt” buyurmutur.
öyle dedii rivayet edilmitir: Hz Peygamber (s.a.s)’i rüyamda
Birisinin
gördüm ve “Senin “Hûd suresi ve benzerleri beni ihtiyarlatt” dediin rivayet
ediliyor”dedim. Bunun üzerine O: “Evet” dedi. Ben de: "Hangi ayetten dolay?”
deyince, O da: “O halde sen (ey Resûlüm), emrolunduun ekilde dosdoru
hareket et” ayetiyle’ buyurdular.

Bil ki bu ayet, eriatta, büyük bir kaide oluturmaktadr.


KNC MESELE Çünkü Kur’ân, abdest fiillerinin belirli bir sraya göre
yaplmasn emredince, “O halde sen, emrolunduun
ekilde dosdoru hareket et” ayetinden dolay bu sraya uymak vacib olur. Yine
Kur’ân’da, devenin zekâtnn deveden, srn
zekâtnn srdan verilmesi emri varid
olunca, buna da uymak vacib olur. Kur’ân- Kerim'de varid olan, Allah’n bütün emirleri
hakknda söylenecek olan söz ayndr. Bana göre, ayetin kyas ile tahsis edilmesi
umumî manas bir hükme delâlet ettii zaman, “O halde
caiz olmaz. Çünkü, bir ayetin
1)
sen emrolunduun ekilde dosdoru hareket et” buyruundan dolay, onun gerektii
hüküm vacib olmu olur. Kyasla amel etmek ise, ondan sapmaktr.

Ayetin rabna Dair

Sonra Cenâb- Hak, Ü** Otf ji j “beraberindeki tevbe edenlerle birlikte”


buyurmutur. Bununla ilgili birkaç mesele vardr:

Vâhidî öyle demitir: "Ayetteki men, birkaç bakmdan, ret


BRNC MESELE mahallindedir:
O’nun, emrindeki müstetîr zamir olan ente
(sen) üzerine atfedilerek merfû olmas. Burada, atf sahih olduu için, muttasl olan
zamir ile tekîd yerine, harf-i cer olan kemd’daki kâf ile vasfedilmekle yetinilmitir.
Yani* OJi "Sen ve onlar, dosdoru olunuz” demektir.
2) Bunun, Ojedeki zamire atfedilmi olmas.
t

3) Bunun, j*j "BeraberindeKi tevbe edenlerde, doru olsunlar"


mahasnda mübteda olmas.

Kâfir ve fasn, küfür ve fsklarndan rücû etmeleri gerekir.


• KNC MESELE Bu halleri üzere iken, istikametle megul olmalar sahîh
olamaz. Ama, küfür ve fsktan tevbe edenin, Allah’n dininin
yollan üzere istikametle megul olmas ve Allah’ kulluk yolu üzere devam etmesi
doru ve sahihtir.
12. Cüz, HÛD SÛRES 11/112-113 13. Cilt / 137

Daha sonra Cenâb- Hak, ')«aî*5lj “An gitmeyin" buyurmutur. Bu o fiilin


ma8dar olan tuyan, haddi ve ölçüyü, snr amak anlamndadr. Ibn Abbas: “Allah
Teâlâ bununla, “Allah’a boyun ein; hiçkimseye kar kibirlenmeyin” manasn
kastetmitir” demitir. Yine bunun,.“Kur’ân hakknda haddi ap da, onun haramn
helâl,belâln da haram klmayn”, veya, “Size emrolûnan eylerde haddi amayn
ve snrlar tecavüz etmeyin” veyahut “Allah size büyük nimetler in’âm ettiinde, O’na
ükür ve boyun eme yolundan sapmayn” manalarnda olduu da söylenmitir. Evlâ
olan, bütün bu manalarn ayete dahil olduudur.

Zalimlere Doru Meyletmeyin

Daha sonra Cenâb- Hak, ji Yj “Bir de zulmedenler


meyletmeyin...” buyurmutur. Bu fiilin mastar olan rükün eye itminân
kelimesi, bir

duyup, muhabbetle ona meyletmek, yönelmek anlamndadr. Kelimenin zdd ise,


nüfûr (nefret etmek) kelimesiyle ifade edilir. Kraat imamlarnn hepsi bu kelimeyi
kâf ve tâ harflerinin fethasyla eklinde okumulardr. Bunun mazisi,
alime (bildi) fiilindeki gibi rekine eklindedir. Bu fiilin & j eklinde baka
birkullan da bulunmaktadr. Ezherî: “Bu, fasîh deildir” demitir. Muhakkik alimler:
“Burada nehyedilen ey, zalimlerin üzerinde bulunduklar zulme rza göstermek,
onlarn bu iini iyi görmek, hem kendileri hem bakalarna onun güzel olduunu
belirtmek ve bu kabîl eylerde onlara katlmaktr. Ama, onlardan gelebilecek bir zarar
defetmek ve zarurî, hemen elde edilmesi gereken bir menfaati temin etmek için
onlarn arasna karmak, yasaklanan bu meyil çeidine dahil deildir” demitir.

jüll cümlesinin manas, “Siz onlara eer meylederseniz, ite böyle bir

meylin sonu budur, yani sizi ate çarpar...” eklindedir.

Daha sonra Cenâb- Hak, ’ja *f ‘ja Uj buyurmutur. Yani,


“Zaten sizin Allah’tan baka, sizi Allah’n azâbndan kurtaracak yardmclarnz
yoktur” buyurmutur.

Daha sonra, yardm göremezsiniz ” buyurmutur.


“Sonra

Bundan maksat, “Siz, size böyle vaka karsnda yardm edebilecek hiç kimseyi
bulamazsnz...” manasdr.

Bil ki Allah Teâlâ, zalimlere meyleden kimseye, mutlaka ate isabet edeceine
dair hüküm vermitir. Durum böyle olunca, bizatihî zalim olan kimsenin hali nice
olur?!.
138 / 13. Cilt TEPSlR-t KEBÎR

“Gündüzün iki tarafnda ve gecenin yakn saatlerinde dosdoru namaz kl.


Çünkü iyilikler kötülükleri giderir. Bu, iyi düünenlere bir öüttür. Sabret, zira
Allah, muhsinlerin mükâfaatn zayi etmez”
(Hud, 114-115).

Bil ki Peygambere dosdoru olmay emredince, bunun peinden


Allah Teâlâ, Hz.
namaz emrini getirdi. Bu, Allah’a imandan sonra ibâdetlerin en büyüünün namaz
olduuna delâlet eder. Ayetle ilgili birkaç mesele bulunmaktadr:

Ben Kadî Ebu Bekr el-Bakillanî’nin bir kitabnda,


BRNC MESELE Haricîlerin, u iki bakmdan bu sadece sabah ve
ayeti
Haricilerin ddias: Farz Namaz akam namazlarnn farz olduuna delil getirdiini gördüm.
ki Vakittir 1) Bu iki vakit, gündüzün iki tarafnda bulunmaktadr.

Cenâb- Hak da, gündüzün iki tarafnda namaz klmay farz


klmtr. u halde, bu kadar miktar namazn yeterli olmas gerekir. Buna göre eer,
"ayetteki “gecenin yakn dier namazlar gerektirir” denilirse,
saatlerinde” tabiri,

biz (Haricîler) deriz ki, biz, bunu kabul etmiyoruz. Çünkü gündüzün iki taraf, gecenin
yakn saatleri olarak vasf edilirler. Zira, gündüz olmayan vakit, gece olur. Bu konuda
söylenecek son söz udur: Bu, sfatn mevsûfuna atfedilmesini gerektirir. Ama ne
var ki, Kur’ân'da ve iirde bunun misali pek çoktur.

2) Allah Teâlâ, “iyilikler, kötülükleri giderir...” buyurmutur. Bu, gündüzün iki

tarafnda namaz klan kimsenin, kld


namazn, bunlar dndaki bütün
bu vakit
kötülüklere keffâret olacan ihsas eder, bildirir. Dier namazlarn da farz olduu
söylense bile, bu iki vakit namazn ikame edilmesinin, dier namazlarn terkine
keffâret olmas gerekir. Bil ki bu görü, ümmetin icmâsyla batl olup, buna iltifât
edilemez.

Ayetteki “gündüzün iki taraf” deyiminin tefsiri

KNC MESELE hususunda birçok görü bulunmaktadr. Doruya en yakn


"Gündüzün ki Taraf" Hangi Vakitlere olan, gündüzün iki tarafnda olan bu namazlarn, sabah ve

Delâlet Eder? namazlar olduu görüüdür. Bu böyledir, çünkü,


ikindi

gündüzün iki tarafndan birisi, günein douu; dier taraf


da günein batdr. Birinci taraf, sabah namaz vaktidir. kinci tarafn akam namaz

vakti olmas caiz deildir. Çünkü akam namaz, ayetteki “gecenin yakn saatleri
12. Cüz, HÛD SÛRES 11/114-113 13. Cilt / 139

tabirinin hükmüne dahildir. Binâenaleyh, ikinci taraf, ikindi namaznn vaktine


hamletmek gerekir.

Bunu anladn zaman sabah namazn biraz aydnla yakn; ikindi


bil ki ayet,
namazn ise, tehir ederek klmann daha efdal olduu hususunda, Ebu Hanîfe (r.h.)
çin bir delildir. Bu böyledir, çünkü bu ayetin zahiri, gündüzün iki tarafnda namaz
klmann farz olduuna delâlet etmektedir. Biz, gündüzün iki tarafndan birisinin,
günein douu zaman, dierinin de günein bat zaman olduunu açklamtk.
Halbuki ümmet-i Muhammed, o vakjtte, zaruret olmakszn namaz klmann meru
olmad hususunda bu ayetin zahiriyle amel etmek imkânsz
ittifak etmitir. Böylece
olmutur. Binâenaleyh, ayeti mecazî manaya hamletmek gerekir ki, bu da, bundan
kastedilen manann, “Namaz iki tarafna yakn olan vakitte kl” eklinde olmasdr.
Çünkü bir eye yakn olana, onun isminin verilmesi caizdir. Durum böyle olunca,
günein douuna ve batna yakn olan her vakit, lafzn zahirine en yakn olan
vakit demektir. Ortalk hafifçe aydnlanmaya baladnda sabah namazn klmak,

onu, alaca karanlkta klmaktan, günein dou


zamanna daha yakn olmu olur.
kindi namazn da, her eyin gölgesinin iki misli olduu bir zamanda klmak, o namaz,
her eyin gölgesinin bir misli olduu zamanda klmaktan, günein bat zamanna
daha yakndr. Mecâzî mana, her ne zaman, hakîkî manaya daha fazla yaklarsa,
lafz o mecazî manaya hamletmek daha evlâ olur. Böylece, ayetin zahirinin bu iki
meselede, Ebu Hanîfe’nin görüünü kuvvetlendirdii kesinlik kazanm olur.


Cenâb- Hakk’n, j* büjj gecenin yakn saatlerinde” deyimine gelince,
bu namaz, geceye yakn üç vakitte klmay emretmi olmay gerektirmektedir.
tabir,

Çünkü, çoulun en az üçtür. Akam ve yatsnn iki vakti vardr. Binâenaleyh, namaz
klmak gereken geceye yakn üç zamann tahakkuk edip bulunabilmesi için, vitir
namaznn da vacib olduuna hükmetmek gerekir. Peygamber (s.a.s) için vitir ,

namaznn vacib olduu sabit olunca, Cenâb- Hakk’n “ve ona uyunuz”
(A raf, 158 ) emrinden dolay, bakalar hakknda da vacib olur. Bu ayetin bir benzeri
de, “Rabbini, günein douundan evvel ve batndan önce, bamd ile tebih et...”
(Kâi, 39) ayetidir. Günein douundan önce klnan, sabah namaz; günein

batndan önce klnan ise, ikindi namazdr. Gecenin birksm saatlerinde ve
gündüzün uçlarnda dahi tebih et...” (Taha, so) ayeti de, “Ve gecenin yakn
saatlerinde” ayeti gibidir.

Müfessirler, bu Peygamber (s.a.s)’e gelerek,


ayetin, Hz.

ÜÇÜNCÜ MESELE öyle diyen bir kimse hakknda nazil olduunu söyle-
Ayetin Nüzul Sebebi milerdir: “Cimânn dnda, kendi hanmna yapt
hereyi, kendisine haram olan kadna yapan adam
bir

hakknda ne buyurursunuz?..” Bunun üzerine Hz. Peygamber de: “Güzelce bir


abdest alsn, sonra kalksn namaz klsn” deyince, Allah Teâlâ ite bu ayeti indirir.

140 / 13. Cilt TEFSlR-1 KEBÎR

Bunun -özerine Hz. Peygamber (s.a.s)’e "Ayetteki, hüküm size mi mahsus?"


denildiinde, O, "Hayr, bütün insanlara buyurdu.

Zülef Kelimesi Hakknda


Cenâb- Hak, j j* Uljj “ Gecenin yakn saatlerinde..." buyurmütur. Leys:
"Gecenin ksmna, "zülfe” dendiini, bunun cem’inin zülef geldiini söylerken,
ilk

Vâhidî öyle demitir: "Bu kelimenin asl kökündendir. "Zülfâ” ise, yakn olan
demektir. Nitekim Arapça’da, "Onu yaklatrdm, o da yaklat" manasnda «iîjî
denilir.

Keâf sahibi, bu kelimenin hem lâm’n hem de zâ harfinin


DÖRDÜNCÜ MESELE zammesiyle zülüf; lâm’n sükûnu ile zülf ve "kurbâ”
vezninde olarak zülfâ ekillerinde okunduunu söylemitir.
Buna göre, zülef ekli, tpk "zulmet”in çoulu olan zulem gibi, zülfe kelimesinin
çoulu; zülf ise, tpk büsre kelimesinde olduu gibi, zülfe eklinin çoulu ve iki
zammeli ekil olan zülüf ise, tpk yüsr olduu gibi, Zülf
(yüsür) kelimesinde .

kelimesinin çouludur. Zülfâ ise tpk, kurbâ’nn “kurbet” (yaknlk) manâsna olduu
gibi, zülfe manasnadr. Bu da, gündüzün sonunun geceye yaklamas
manasnadr.
«JÎ*- ifâdesine, "geceye yakn olan" manas da verilmitir.

Daha sonra Cenâb- Allah, ü! “Çünkü iyilikler, kötülükleri


giderir’’ buyurmutur. Bununla ilgili iki mesele vardr:

"Hasenât” ile ilgili iki görü vardr:


BRNC MESELE 1) bn Abbas "Bunun manas, “Büyük günahlardan
yilikler Kötülükleri Giderir kaçnmak art ile, be vakit namaz, dier günahlar için bir
keffâret saylr” eklindedir" demitir.

2) Mücâhid’in: "Hasenât, kulun, J'i tflij ÜJi J H) 4} JuAij Jji ÛUL “Allah’
tebih ederim. Hamd Allah’a mahsustur. Allah’tan baka ilah yoktur. Allah en
büyüktür” demesidir" dedii rivayet edilmitir.

Günahn imana zarar vermeyeceini söyleyenler, bu ayetle


KNC MESELE istidlâl ederek öyle demilerdir: "Çünkü iman, hasenâtn
(iyiliklerin) en kymetlisi, en yücesi ve en
efdalidir. Ayet,
hasenâtn seyyiât (kötülükleri-günahlar) giderip temizlediine delâlet
etmektedir.
Hasenâtn en yücesi olan iman, isyann en ilerisini tekil eden küfrü bertaraf
eden
bir derecedir. Binâenaleyh onun, derece bakmndan
en olan günahlara, aada
haydi haydi gücü yeter. Dolaysyla bu, bütün ikâb gidermeyi
olmasa bile, devaml
ve ebedî azab gidermeyi ifâde eder.
12. Cüz. HÛD SÛRESt 11/116 13. Cilt / 141
142 / 1 3. Cilt TEFSlR-i KEBÎR

“Bakyye” Kelimesinin Manas


Ayetteki i# ^Jji deyimi, “Fazilet ve hayfr sahipleri” manasnadr. Fazilet

ve cömertlik, “bakiyye” diye isimlendirilmitir. Çünkü insan, elde ettii eylerin en


kymetlisini ve en üstününü geride brakmak ister. Dolaysyla bu lafz,

cömertlii ifâde eden, bir darb- mesel haline gelmitir. Mesela, fjâl Âg j* ö'M
denilir, yani, “Falanca, kavminin en hayrllarndandr.” Yine Araplarn küçük
mescidler hakknda (çadrlar); insanlar için de tftf* (hayrllar) demeleri de
bu manayadr. Yine “bakyye” kelimesinin, "takyye” kelimesinin tpk “takva"
manasnda olmas gibi, manasnda olmas da mümkündür. Buna göre
ayetin manas, “Onlardan, onlara kar fazilet sahibi olan ve onlar Allah’n
gazabndan koruyacak olan kimseler bulunmal deil miydi?” eklindedir. Bu,
4 4 0

O! vezninde olmak üzere ^ #

eklinde de okunmutur ki bu durumda kelime,


“Birisi birisini gözleyip bekledii zaman kullanlan, fiilinden alnm
olur ve bu “bukye” kelimesi masdar Bu kraate göre ayetin manas,
binâ-i merre olur.

“Onlardan, onlar görüp gözeten ve Allah’n cezalandrmasndan korkan kimseler


bulunmas gerekmez miydi?” eklinde olur.

Sonra Cenâb- Hak, ’>Us *tfl “Pek az (müstesnâ)” buyurmutur. Bunun, istisna-

muttasl saylmas mümkün


Çünkü o takdirde bu ifâde, senin, “onlardan
deildir.
sâlih olanlar müstesna, kavmin Kur’ân okumal deil miydi?” deyip de, sâlih kimseleri

Kur’ân okumaya tevik edilenlerden istisnâ tutmay murad etmende olduu gibi,
onlardan kurtulmu olan pek az müstesna, fazilet sahibi kimseleri fesattan nehyetme
hususunda bir tevik olmu olur!.. Bu sabit olunca, biz diyoruz ki: Ayetteki istisna,
istisna-i munkatîdr. Kelamn manas, “Fakat önceki nesiller arasnda kurtardmz

pek az bir ksm, fesattan vazgeçirmeye çaltlar; onlarn dndakiler ise bu nehyi
terkettiler” eklinde olur.

kinci Sebep: Cenâb- Hakk’n, aj iji^îî U I


“Zalim olanlar ise
yalnz kendilerine verilen dünyevi refahn ardna dütüler” buyruunun ifâde ettii
husustur. Sijâî kelimesi, “nimet” manasnadr. Çocuun bünyesi salkl ve bakml
olduu zaman denilir. Ayn ekilde, nimet ve bolluk ile marm kiiye
de, “mütref” denilir. Cenâb- Hak, ayetteki “zalim olanlar” tabiri ile, insanlar
münkerlerden (kötü eylerden) nehyetmeyi terkedenleri, yani, dinin rükünlerinden
büyük ve önemli birisi olan “emr-i ma’rûf, ve nehy-i münker” ile ilgilenmeyip de,
ehevî arzular ile etme peine düerek makam mansb elde
dünyevî lezzetleri elde

etmekle megul olan kimseleri kastetmitir. Ebu Amr, Cu’fi’nin rivayetine göre bu
kelimeyi 'jâjî U yani, “zâlim olanlar” diye okumutur.^)

6. Kraat ve tefsir kitaplarnda Ebu Amr’dan bu rivayeti bulamadk (ç.).


"

12. Cüz, HÛD SÛRES 11/117-1 19 13. CK / 143

Cenâb- Allah daha sonra ‘‘Onlar günahkâr insanlard” buyurmutur


k bunun manas açktr.

Allah irk Yüzünden Bir Beldeyi mha Etmez

h'-j&j

0 / // , / o

“Senin Rabbin -ahâlisi slahç davranrken- o memleketleri, srf zulüm


yüzünden imhâ edecek deildi ya. Eer Rabbin dileseydi, bütün insanlar
muhakkak ki bir tek ümmet yapard. Onlar ihtilaf edici bir halde (ite
böylece) devam edip gideceklerdir. Rabbinin, rahmetine mazhar ettii
kimseler müstesna. (Allah) onlar bunun için yaratmtr. Bununla beraber
Rabbinin u sözü de tastamam yerine gelmitir: “Celâlim hakk için
cehennemi bütün insan ve cinlerden dolduracam
(Hûd, 117-119).

Bil ki Allah Teâlâ, kendilerinde zulüm olmakszn hiçbir belde ahalisini imha etmez.
Bu hususta birkaç izah yaplmtr:
zah: Buradaki "zulünT’den maksat irktir. Nitekim Hak Teâlâ, “Hiç
Birinci
üphesiz irk, en büyük zulümdür" Lokman, 13) buyurmutur. Buna göre mana, “Allah
(

Teâlâ, onlar aralarndaki muameleleri düzgün yaptklar sürece, bir beldenin halkn,
srf mürik olmalar yüzünden helâk etmez” eklindedir. Velhasl kökünü kazma
azab, bir toplumun, irk ve küfür içinde olmalarndan ötürü gelmeyip, aksine onlar
ancak muamelelerinde kötü olur ve insanlara hakszlk yapmaya gayret gösterirlerse
iner. te bundan dolay fakihler, “Hukûkullah (Allah’n haklar), müsamaha ve
kolayla 'dayanr. Fakat hukûk-i ibâd (kul haklar) inceden inceye elemeye ve sk
tutmaya dayanr” demilerdir. Nitekim hadis-i erifte, “Hakimiyet, küfürle birlikte
devam eder, ama zulümle birlikte devam etmez” buyurulmutur. Buna göre, “Senin
Rabbin^ slahç davranrken- o memleketleri imha edecek deil" ayeti,
-ahalisi
"Onlar, birbirlerine kar doru dürüst muâmelede bulunduklar müddetçe, Allah srf
irkleri yüzünden onlar imha etmez” manasnadr. Eh W sünnet, ayete bu manay
vererek öyle demilerdir: "Bunun delili, Nûh, Hûd, Sâlih, Lût ve uayb (a.s)’.n
144 / 13. Cilt TEFSlR-1 KEBÎR

kavimlerlnin, Cenâb- Hakk’n- naklettii üzere, insanlara eziyet etmeleri ve


zulmetmeleri sebebiyle balarna köklerini kazma azabnn inivermi olmasdr.”

kinci zah: Bu, Mu'tezile’nin tercih ettii u izahtr: "Allah Teâlâ, onlar birbirlerine
kar doru ve dürüst muamele ettikleri halde, onlar imha edecek olsayd zulmetmi
olmaktan münezzeh olamazd. Halbuki O, kesinlikle. böyle yapmaz. Aksine O onlar
kötü ileri yüzünden helâk etmitir.”

nsanlar Arasndaki htilaf

Daha sonra Cenâb- Hak, Û jîj "Eer Rabbin dileseydi,

bütün insanlar muhakkak ki bir tek ümmet yapard” buyurmutur. Mu’tezle, bu


ayetteki "dileme”yi (meîeti), "Allah'n mecbur klmas ve zorlamas manasnda bir

meîete” hamletmitir ki, bu hususla ilgili cevabmz daha önce geçmitir.

Hak Teâlâ daha sonra, Vi “Rabbinin rahmetine


mazhar ettii kimseler müstesna, onlar ihtilaf edici bir halde ite böyle devam edip
gideceklerdir” buyurmutur. Buradaki ihtilaf ile insanlarn din, huy ve fiil bakmndan
farkllklar ve ayrlklar kastedilmitir.

Bil ki bu tefsirde, âlemdeki dinleri ve mezhebleri sayp. dökmenin imkân yok.


“ ”
Bunu . isteyen kimse, er-Riyazu’l-Münika adl eserimizi okusun. Fakat biz burada,
bütün mezheb ve dinleri kapsayacak bir taksîmat yapmak istiyoruz ve diyoruz ki:

nsanlar ksmdr: Bazlar, "Ate yakcdr, güne aydnlatcdr”, eklindeki


iki

hükümleri (prensipleri) bilmemiz gibi, hissî-maddî ilimler ile "Menfî ile müsbet ayn
anda olamaz” eklindeki mantkî hükümleri bilmemizde olduu gibi, bedîhî (açk seçik)
ilimleri kabul ederken, bazlar bunlar kabul etmemitir. Kabul etmeyenler, sofestâîler
(sofistler)dir. Kabul edenler ise, bu âlemdeki insanlarn çoudur.

Bunlar da ikiye ayrlr: Bazlar, kendisinden lmî ve nazarî (teorik) neticeler


çkarabilecek bir ekilde, bedihî ilimlerin terkibinin (sentezinin) mümkün olduunu
kabul ederlerken, bazlar bunu kabul etmezler. Bunlar, ilimleri nazar- itibare almay
da kabul etmezler ve aznlktadrlar. Birinciler, alemdeki insanlarn çounu tekil
ederler. Bunlar da ikiye ayrlr: Bunlarn bazs, bü maddî âlemin bir aslnn
(balangcnn) olduunu kabul etmezler ve aznlktadrlar. Dierleri ise, bu âlemin
bir aslnn Ve balangcnn varln
yaratlm olduunu) kabul ederler. Kabul
(yani

edenler de ikiye ayrlr: Bazlar, âlemin balangcnn "mûcib-i biz-zât” (yani zât itiban
ile yaratmaya mecbur olan) bir varlk olduunu söylerler. Zamanmzdaki felsefecilerin

çounluu bu görütedir. Bazlar da, âlemin yaratcsnn, hür ve irade sahibi bir fâil-
muhtar olduunu kabul ederler. Bunu kabul edenler, insanlarn çoudur. Sonra bunu
kabul edenler de ikiye ayrlr: Bazlar o fâil-i muhtarn, kullarna peygamber
göndermediini ileri sürerlerken; dierleri O’nun peygamber gönderdiini kabul
ederler. Birinciler, Brahmanlar’dr. kinci ksm ise, eriat ve din sahibi olan insanlardr.
Bunlar, müslüman, hristiyan, yahudî ve mecûsîlerdir. Bu guruplardan herbirinin, kendi
.

12. CUz, HOD SÛRES 11/117-1 19 13. cilt / 143

çinde snrsz ve akla smaz ihtilaflar ve ksmlar vardr. Akllar, farkl farkl; gayeler
vehim ve hayallerin çekimeleri sonsuzdur. Hipokrat’n tpla ilgili; “Ömür ksa,
gizil;

lp sanat uzun (derin), hüküm vermek zor, denemek tehlikeli...” sözü pek yerinde
•«ylrsa, bu yüce gayeler ve derin meseleler hakknda, ayn sözün söylenmesi de
pek güzel olur.


Eer, “Siz Hak Teâlâ’nn, Onlar ihtilaf edici bir halde ite böyle devam edip
gideceklerdir ” ayetindeki ihtilaf, dinlerin farkl olmas manasna aldnz. Buna bir
deliliniz var m? Bunun, insanlarn renkleri, dilleri, geçimleri ve ileri bakmndan olan
farkllklar manasna hamledilmesi niçin câiz olmasn?” denilirse, biz deriz ki: “Bunun
delili, bunun önünde geçen, “Eer Rabbin dileseydi, bütün insanlar muhakkak ki
bir tek ümmet yapard” buyruudur. Binâenaleyh ayette bahsedilen ihtilaf, insanlar
tek bir ümmet olmaktan alkoyan bir hususa hamletmek
Cenâb- Hakk’n gerekir. Yine
bu cümleden sonraki, “Rabbinin rahmetine mazhar ettii kimseler müstesnâ ” . . .

cümlesi de, bunun delilidir. Binâenaleyh bu ihtilaf, kapsamndan, “Rabbinin


rahmetine mazhar ettii kimseler müstesnâ. ” eklindeki istisnann yaplabilecei
...

bir manaya hamletmek gerekir ki, o da ancak bizim söylediimiz manadr.

Allah man Yaratmadkça Kii nanamaz

Cenâb- Hak daha sonra, JJjj “Rabbinin rahmetine mazla ettii


kimseler müstesna...” buyurmutur. Âlimlerimiz, hidâyet ve imann, ancak Allah’n
yaratmas ile meydana gelebileceine bu ayeti delil getirerek öyle demilerdir: “Bu
sona ermesinin, ancak Allah Teâlâ’nn, rahmetini nasib ettii
ayet, dindeki ihtilaflarn
kimseler için söz konusu olduuna delâlet etmektedir. Bu rahmet, Allah’n, kullarna
kudret ve akl verip, peygamberler göndermesi, kitaplar indirmesi ve böylece mazeret
kaplarn kapamas demek deildir. Çünkü bütün bunlar, kâfirler için de vardr.
Dolaysyla geriye ancak, “Bu rahmet, Allah Teâlâ’nn hidayet ve marifetullah
yaratmasdr” demek kalr. Kâdî ise bu ayete birinci ihtimal olarak: “Rabbinin, cennet
ve mükâfaat ehlinden klp, kendisine mükâfaat vererek rahmet ettii kimseler
müstesnâ...” manasn vermitir. O, ayete ikinci ihtimal olarak da u manay vermitir:
“Allah’n, kendisine lutuflarn vererek rahmet ettii ve böylece de Allah’n
kolaylatrmas ve lütfü ile mü’min olanlar müstesnâ...” Bu iki mana da, çok zayftr.

Birincisinin, zayf oluu undan dolaydr: Onlar ihtilaf edici bir halde ite böyle
devam edip gideceklerdir. Rabbinin, rahmetine mazhar ettii kimseler müstesna. .

ayeti, bu ihtilafn, ancak Allah’n rahmeti ile ortadan kalkacan ifade eder.
Binâenaleyh bu rahmetin, kalkmasndan önce bulunan bir sebeb gibi olmas
ihtilafn

gerekir. Sevab ise, ihtilafn kalkmasndan sonra olan bireydir. Binâenaleyh ihtilaf,
sebeb olunan ey, yani netice olan eydir. Bu sebeble, ayetteki “rahmet”i, Allah’n
mükâfaat manasna almak akldan uzak bir eydir.

Kâdî’nin verdii ikinci manann zayfl hususunda da deriz ki: Allah’n, mü’minler
hakknda yapt bütün lütuflar, kâfirler için de söz konusudur. Halbuki ayetteki
[

146 ' 13. Cilt TEFSÎR-1 KEBÎR

rahmet, mü’minlere has klnm bir eydir ve dolaysyla O’nun, lütuf fiillerine ilâve
baka birey olmas gerekir. Hem bulunmas, imann varln
sonra, o lütuf fiillerin

yokluuna tercih edilmesini gerektirir mi, gerektirmez mi? Eer gerektirmiyorsa, bu


maksadn gerçekmemesinde, o lütuf fiillerinin varl ile yokluu denktir. Binâenaleyh
onlar, bu hususta bir lütuf olmaz. Yok eer imann üstün gelmesini
gerektirir ise,
biz aklî ilimlerle ilgili kitaplarda, “Üstünlüü gerektiren ey bulununca,
o i mutlaka
olur” diye beyân etmitik. Bu durumda imann tahakkuk etmesi, yine Allah’tan
olmu
olur. “man küfürden, ilmi cehâletten ayrmad müddetçe O’nun,
iman ve ilmi
yaratmas imkânszdr” eklindeki görü de, imann gerçeklemesinin ancak, Allah’n
yaratmasyla olabileceini gösterir. Bu ayrma ii ancak, o iki inançtan birinin, inanlan
eye uygun, dierinin de uygun olmad bilindiinde söz Konusudur. Bunu bilmek
ise, ancak o kimsenin, inanlan eyin haddizatnda nasl olduunu
(ne olduunu)
bilmesi halinde mümkün olur. Bu da, kulun bireyi bilmeye yönelmesinin ancak, o
eyi bilmesinden sonra olabileceini gerektirir. Bu da, zaten mevcut olan yeniden
oldurmay bu imkânszdr. Böylece dindeki ihtilaflarn ortadan kalkmasnn,
gerektirir ki
ilim ve hidayetin elde edilmesinin, ancak Allah’n yaratmasyla
olaca sâbit olmu
olur ki elde etmek istediimiz netice de budur.

Allah nsanlar Rahmet Etmek çin Yaratt

Cenâb- Allah daha sonra “(Allah) onlar bunun için yaratmtr”


buyurur. Bu ifâde ile ilgili üç görü vardr:

Birinci Görü: bn Abbas (r.a.), buna, “Allah onlar bunun için, yani bu rahmet
için yaratmtr” buyurmutur ki, Mu’tezile’nin çounluu da bu manay tercih
ediyorlar. Onlar öyle derler: “Allah’n, insanlar ihtilaf için yaratm
olduu
söylenemez. Bunun böyle oluuna unlar delâlet eder:

daha önce bahsi geçen iki eyden yakn olan isme râcî olmas, uzak
a) Zamirin,
olana râcî olmasndan daha uygundur. Ayette bahsedilenlerden, zâlike iaret
zamirine
en yakn ey, “rahmet”, uzakta olan ey de “ihtilaf'dr.

b) Allah Teâlâ, eer hem yaratp, hem de onlardan iman


insanlar ihtilaf için

istemi olsayd, O’nun, insanlar ihtilaf etmek suretiyle kendisine itaat ettikleri için,
onlara azab etmesi câiz olmazd.

c) Biz, ayete bu manay verdiimizde, bu, “Ben, insanlar ve cinleri ancak bana
ibadet için yarattm” zanyat.se) ayetine de uygun
düer. Eer: “ayet bununla, “Allah
onlar rahmet için yaratmtr” manas murad edilmi olsayd, Cenâb- Hak bunu
bu ekilde deil de, viAsJJ buyururdu (Yani zamiri müennes
fö*- getirirdi)”
denilirse, biz (Mu’tezile) deriz ki: “Rahmet kelimesi, müennes-i hakikî deildir.
Binâenaleyh bu flafzen müzekker olan) fazi ve gufran- lâhî manalarna hamledilmitir.
Bu tpk, Jy fa “Bu, Rabbimden gelen bir rahmettir” (KeM, 98) ve
148 / n. Cilt TEFSlR-î KEBÎR

katlanmaya kar Hz. Peygamberin kalbini salamlatrmaktr. Çünkü insan, bir sknt
ve belâya urayp, o hususta kendisi gibi bakalarnn olduunu görürse, bu ona
hafif gelir. Nitekim “belâ herkese birden gelince, insana hafif gelir” denilir.

Binâenaleyh Hz. Peygamber (s.a.s) bu kssalar duyup, bütün peygamberlerin


kavimleri ile olan durumlarnn ayn olduunu anlaynca, kavminin eziyetlerine katlanp
sabretmesi kolay gelir.

kinci Fayda: Ayetteki, “Bunda senin için hak, mü’minler için bir öüt ve
hatrlatma geldi” cümlesinin ortaya koyduu husustur. “Bunda” kelimesi ile ilgili

u manalar verilmitir:
a) Bu sûrede.
b) Bu ayette..

c) Bu dünyada... Üçüncü mana, ayete uygun dümeyen uzak bir ihtimaldir.

“hakkn gelmesi”n in, bu sûreye has klnmasndan, dier sûrelerin böyle


Bil ki

olmad neticesi çkmaz. Çünkü bu sûrede “hak”dan, dier sûrelerdekinden daha


mükemmel bahsedilmi olmas muhtemeldir. Çünkü bu sûrede, sadece,
“Emrolunduun gibi, dosdoru ol” Hûd, 112) ayeti bile bulunmu olsayd, durum
(

bahsettiimiz gibi olurdu.

Daha sonra Cenâb- Hak, bu sûrede “Hak”, “Mev’za” ve “Zikr” diye üç eyin
olduunu bildirmitir:
Hak, tevhide, adalete ve nübüvvete delil olan aklî delillere; zikir, geriye kalan
dier sâlih amellere; mev’za
dünyadan nefret edip, âhirete bakarak dünya
ise,

hallerini çirkin görmeye bir iarettir. Yine mev’za, bu sûrede bahsedilen sa’îdlik ve

akilie de bir iarettir. Çünkü insann rûhu o âlemden gelmitir. Fakat dünyada,
bedenini alabildiine sevip baland için, o âlemin hallerini unutmutur. Binâenaleyh
bu kelâm rûha, o âlemin hallerini hatrlatmaktadr. Bu sebepten ötürü, "zikr”
ilahi

kelimesinin, bu manaya hamledilmesi de dorudur.

Sonra burada, çok enteresan öyle bir baka


daha vardr: lâhî bilgilerin
incelik
(marifetullah’n) mutlaka bir kabul edeni ve bir mucibi olmas gerekir. Bunlar kabul
eden yer, kalbtir: Kalb, o lâhî bilgileri ve kudsî yücelikleri kabul etmeye tam manasyla
isti’dad ve kabiliyeti olmad sürece, o delilleri dinlemeyle bir fayda elde edemez.
te bu sebepten ötürü Hak Teâlâ ayette, önce kalbin slahndan bahsetmitir ki bu,
kabin Allah yolundaki ezâ ve cefâlara katlanmas için tesbiti (salamlatnlmas)dr.
lâhî bilgileri kabul eden kalbin halinin slahndan sonra, peinden, bunun mûcibini
(bunu icab ettiren hususu) zikretmitir. Bu da, bu sûrenin hakk, mev’zay ve zikri
ihtivâ etmi olmasdr. te ayetteki bu tertip ve düzen, son derece güzel bir tertiptir.
12. Cüz, HOD SÛRES 11/121-123 13. Cilt / 149

Sûre’nin Hülasa Durumundaki Sonucu

“iman etmeyenlere de ki: “Elinizden geleni (gücünüzün yettiini) yapn. Biz


de elbette çalacaz. Bekleyin, biz de mutlaka bekliyoruz! Göklerin ve yerin
gayb Allah’ndr. Her i, O’na döndürülür. Öyle ise Ona ibâdet et, O’na
tevekkül et. Senin Rabbin, yapmakta olduunuz eylerden gafil deildir”
(Hûd, 121-123).

Bil ki Allah Teâlâ, mazeret kabul etrne ve inzârda, tevik ve korkutmada, etkili

ve derecede ifâdeler kullannca, bunun peisra, peygamberi için, “man


ileri

etmeyenlere de ki. ifâdesini eklemitir. Onlarda, ileri derecedeki “Elinizden geleni
. .

(gücünüzün yettiini) yapn” hitab da tesir etmemitir. Bu, Hak Teâlâ’nn, uayb
(a.s)’n kavmine söylediini bildirdii eyin ayns olup, manas “Bana, elinizden gelen
kötülüü yapn, biz de yaparz (yapacamz biliriz)’’ eklindedir.
*

Ayetteki [
“yapn” kelimesi her nekadar bir emir sîgas ise de, bununla

tehdit kastedilmitir. Onlar içinden gücünün yettii kimseleri sesinle
Bu tpk,
yerinden oynat, onlara kar- süvarilerin ve piyadelerinle yaygara çkart!” (isra, 64 )

ve “Artk dileyen iman etsin, dileyen kâfir olsun!” (Kehf. 29 ayetlerinde olduu )

gibidir. Yani, “Siz, eytann size vaadettii hzlân bekleyin. Biz de, Rahman’n bize
,vaadettii çeit çeit ihsan ve lütuflar bekleyeceiz” demektir. bn Abbas (r.a),
ayetteki ntezirû “bekleyin...” emrine, “Siz.helâkimizi gözleyin. Biz de sizin için,

azab- ilâhi’yi gözleyip duruyoruz” manasn vermitir.

Daha sonra Cenâb- Hak, bütün kymetli ve ulvî gayeleri câmî, çok güzel ve
kymetli bir neticeye balamak üzere je U^ ^Ij

Göklerin ve yerin
gayb Allah’ndr” buyurmutur. Bil ki insann, bilmeye muhtaç olduu eyler üçtür.
Bunlar da mazi (geçmi), hal (imdiki zaman) ve istikbâl (gelecek)tir.

insann daha evvel mevcut olan varl bilip tanmasdr. Daha


Birincisi: Mazi,
evvel mevcut olan varlk, insan yokluktan varla çkaran Allah Teâlâ’dr.

Bil ki Allah’n zâtnn hakikati, künhü, insan tarafndan kesinlikle bilinemez. nsan
tarafndan bilinebilecek olan ancak O’nun sfatlardr. O’nun sfatlar da, celâl ve ikram
sfatlar olarak ikiye ayrlr. Celâl sfatlar, selbî (olumsuz) sfatlardr. Bunlar, “O cevher
deildir, cisim deildir, öyle deildir, böyle deildir” eklindeki (olumsuz)
” (

150 / 13. Cilt TEFSlR-l KEBlR

sözlerimizdir. Selbî sfatlar gerçekte kemâl sfat deildir. Çünkü bunlar, srf yokluu
ifâde eder. Srf yoklukta ise kemâl aranamaz. O ne bir uyuklama
halde, “O’nu
tutabilir, ne de bir uyku (Bakara, 255) ayeti, hereyi kuatan, devaml olan ve
deimeden uzak olan bir ilme delâlet ettii için, kemâli ifâde eder. Eer bu olmasayd,
uyku tutmama ii asla bir kemâle delâlet etmi olmazd. Baksana ölüleri ve canszlar
da ne uyku, ne uyuklama tutar. Hak Teâlâ’nn, ‘O doyuruyor kendisi doyurulmuyor” ,

(En am, i4) ayeti Allah’n celâlini, kemâlini ve kibriyasn ifâde eder. Çünkü “Kendisi
doyurulmuyor” hükmü, zât gerei va’cibu’l-vücûd olann, yemeden, içmeden ve
kendisi dndaki hereyden müstanî olduunu ifâde eder. Böylece kemâl, izzet ve
yücelik sfatlarnn sübûtî sfatlar olduu sâbit olmu olur. Kemal ve celâle delâlet
eden sübûtî sfatlarn en kymetlileri, ilim ve kudret sfatlardr. te HakTeâlâ bu ayette,
ta’zim ve medh-ü senâ sadedinde kendisini bu iki sfatla tavsif etmitir. lim sfat,
ayetteki, “ Göklerin ve yerin gayb Allah’ndr” beyanndan anlalmaktadr ki bu,
“O’nun ilmi, külliyyâtn, cüz’iyyâtn, yok olanlarn, var olanlarn, hazrlarn ve gâiblerin
hepsi hakknda geçerlidir ” demektir. Bu lafzn, sonsuz kemâle delâlet ettii
hususundaki uzun izah, “Gaybm anahtarlar O’nun yanndadr...” En’am.59) ayetinin
tefsirinde geçmiti. Kudret sfat da ayetteki, “Her i, O’na döndürülür” buyruundan
anlalmtr ki bu, “Hereyin dönüp varaca merci O’dur” demektir. Hereyin
kayna ve balangc O olduu takdirde, ancak böyle olabilir. Bütün mümkinâtn
balangc ve bütün sonradan olma varlklarn, kâinatn ve kâinattaki hereyin,
kendisine varp dayand zatn, varlk ile yokluu, bilfiil, bil-kuvve ve bit-tekmil
erebilmesi, hakim olabilmesi için, kudretinin büyük, meîetinin geçerli olmas gerekir.
Bu iki vasf, mebde’in celâlini ve kibriyasn açklamak için zikredilmitir.

kincisi: nsann dünyada yaad zaman içinde, kendisi için önemli olan eyi
bilip tanmasdr. Bu da, nefsi, ruhânî bilgiler ve kutsî yüceliklerle kemâle erdirmektir
bu mertebenin bir balangc ve bir neticesi vardr. Bu ikinci mertebenin balangc,
ki,

insann maddî-manevî ibadetlerle megul olmasdr. Bedenî (maddî) ibâdetlere


gelince: Hareketle yaplanlarn en üstünü namazdr. Sükûnet haliyle ifâ edilenlerin
en mükemmeli oruç ve iyilik eklindeki ibadetlerin en faydals da sadakadr. Manevî
ibadetler, Allah’n gökler ve yer melekûtundaki sanat harikalar hususunda inceden
Cenâb- Allah, “Onlar, göklerin ve yerin yaratl
inceye düünmektir. Nitekim
hakknda inceden inceye düünürler” (am Imrân. 19i) buyurmutur. Bu mertebenin
neticesi, sebepler zincirinden geçip, müsebbibe (sebepleri yaratana) varp dayanmak,
bütün mümkin ve muhdes varlklardan sarf- nazar edip, akl gözünü celâl âleminin
nûruna yöneltmek ve rûhu, kibriya âleminin klarna garketmektir. Bu dereceye
ulaan herkes, O’nun dndaki hereyin, O’nun kibriya sahasnda, akn olarak
kotuunu, O’nun isimlerinin yüceliinin boluunda fânî ye helâk olucu olduunu
görür. Velhasl, Allah’a doru yolculuun derecelerinin ilki, Allah’a ibadettir,

sonuncusu da Allah'a tevekküldür. te bundan dolay Cenâb- Hak, û* Jfjîj oJlâIÎ

“Öyle ise O’na ibadet et, O’na tevekkül et” buyurmutur.


12. Cöz, HÛD SÜRES 11/121-123 13. Cilt / 151

Üçüncüsü: nsann bu maddî (dünyevî) hayatn sona ermesinden sonra halinin


nasl olacan ve yapt amellerin sa’îd veya akî olmasnda bir tesirinin bulunup

bulunmadn Cenâb- Hak, buna da, öjUiî Up.JUj Alfj Uj Senin
bilmesidir.

Rabbln yapmakta olduunuz eylerden gafil deildir ” buyurarak iaret etmitir ki,
bundan murad udur: "Allah, itaat edenlerin taatlarn boa çkarmaz, isyanc ve
Inkârc kimselerin hallerini de ihmal etmez." Bu öyle olur: Onlar maherde bir araya
getirilir, çok önemsiz ve cüz’î eylerden dolay hesaba çekilirler, küçük-büyük
bile

her kusur hususunda knanr, azarlanrlar. in sonunda bir ksmn cennete, bir ksmn
da cehenneme gitmesi neticesi hasl olur.

Böylece bu ayetin, bütün ulvî ve kudsî gaye ve maksatlara, bunlarn ötesinde


akln gidecei, hatrann (zihnin) ulaabilecei baka bir yer olmadna tastamam
iaret ettii sâbit olur. nsan, doruya ileten Allah’tr.

Bu sûre, elhamdülillâh, Allah’n yardm


tamamland. Musannif (Râzî r.h)’den
ile

intikâl öden tefsir nüshasnda, kendi el yazs ile, u


ibâre yer almtr: Bu sûrenin
tefsiri, Receb aynn, bir pazartesi günü sabah vakti tamamland. Allah onu, 601

senesinde, hayr ve bereketle sona erdirtti. Gidiat güzel, salih bir çocuum vard.
Tam gençliinin baharnda gurbette ölüverdi te bu sebepten ötürü kalbim âdeta
-

yanyor. Ben, din kardelerimden, yakn peinde olan arkadalarmdan, bu tefsiri


okuyup istifâde eden herkesten, öyle diyerek genç yavrumu rahmet ve mafiret ile,
ben miskini de duâ ile yâd etmelerini istiyorum. “Ya Rabbena, bizi doru yola
ilettikten sonra, kalblerimizi saptrma. Bize kendi canibinden bir rahmet ver.

üphesiz baen çok olan sensin sen...” (ai-i imrân. 8) Allah’n salât ve selâm,
mahlûkatn en hayrls olan Hz. Muhammed (s.a.s)’e, âline (âilesine) ve ashabna
olsun.
YUSUF SURES
(Bu sûre, 111 ayet olup Mekkî’dlr.)

Kur’ân’n Mübîn Sfat

“Elif, Lâm, Râ. Bu, mübîn (açklayc) olan kitabn ayetleridir. Gerçekten biz
onu, akl erdiresiniz diye, Arapça bir Kuran olarak indirdik
(Yûsuf, 1-2).

Yûnus Sûresi’nin banda, “Elif, Lâm, Ra. Bu mübîn olan kitabn ayetleridir..."
-ayetinin tefsirindenbahsetmitik. Binâenaleyh ayetteki tilke kelimesi, bu sûrenin
ayetlerine iaret olup, “Elif-Lâm-Râ diye adlandrlan bu sûrede indirilen o ayetler,
Kitab- Mübin’in (Kur’ân’n) ayetleridir” demektir. Cenâb- Hak, Kur’ân’, u
sebeplerden ötürü, “mübîn" (açtk-açklayc) diye tavsif etmitir:

1) Kur’ân, Hz. Muhammed (s.a.s)’in kesin bir mucizesi ve apaçk bir delilidir.

2) Allah, onda hidayet ile rüdü, helâl ile haram açklamtr. Bunlar Kur’ân’da
açkland için, Kur’ân bütün bunlar ‘‘açklayc”dr.

3) Kur’ân’da evvelkilerin kssalar, geçmi milletlerin halleri açklanmtr.

Kur’ân’n Arapça Sfat

Daha sonra Cenâb- Hak, ojiti föti Ljp Uji aUjîi lît “Gerçekten bizonu, akl
erdiresiniz diye, Arapça bir Kur’ân olarak indirdik" buyurmutur ki, bununla ilgili
birkaç mesele vardr:
"

156/13. cm tefsIr-1 KEBÎR

Yahudî âlimlerinin, müriklerin ileri gelenlerine öyle


BRNC MESELE dedikleri rivayet edilmitir: “[Hz.] Muhammed'e,
Yâkûb (a.s)’un âilesinin am’dan Msr’a niçin gittiklerini
ve Yûsuf kssasn sorun.’’ te bunun üzerine Cenâb- Hak, bu ayetleri indirdi ve
burada kendisinin, onlar bu ayeti anlayp bilgi elde etsinler diye, bu kssay Arapça
anlattn bildirdi. Buna göre ayetin takdiri öyledir: “Biz,
ola 'ak içinde Yûsuf
kssasnn bulunduu bu kitab, Arapça bir Kur’ân olarak indirdik.” Kur’ân’n, bir
ksmna da “Kur’ân” denilebilir. Çünkü "Kur’ân” cins ismi olup, Kur’ân’n tamamn
da, bir ksmn da gösterebilen bir isimdir.

Cübbâî, Kur’ân'n mahlûk (yaratlm-sonradan) olduuna.


KNC MESELE bu ayeti, u
üç bakmdan delil getirmitir:
Kur'ân'n Mahluk Olmad 1) Ayetteki, “B/z. . . indirdik ” tabiri, onun mahlûk olduuna
delâlet eder. Çünkü kadîm olan bir varln, inzâli-tenzili
(indirilmesi) mümkün olmad gibi, bir halden, bir hale deitirilmesi de câiz deildir.

2) Allah Teâlâ, Kur’ân’ “Arapça” diye tavsif etmitir. Halbuki kadîm olan
“Arapça”- “Farsça” diye nitelenemez.

3) Allah Teâlâ, “Biz onu, Arapça birKur an olarak indirdik buyurunca, bu O’nun
Kur’ân’ Arapça dnda baka dilde indirebileceini gösterir. Bu ise, Kur’ân’n hadis
(sonradan) olduuna delâlet eder.

4) Ayetteki “Bu, kitabn ayetleridir...” ifâdesi, Kur’ân’n ayet ve kelimelerden


meydana geldiine delâlet eder. Parçalardan meydana gelen her varlk, muhdestir.

Cübbâî’nin izahlarnn hepsine öyle deyip cevap veririz: Bu ayet, harflerden,


kelimelerden, lafzlardan ve cümlelerden meydana gelen “mürekkeb” varln
muhdes olduuna delâlet eder. Bu hususta münakaa yok. Bizim Kur’ân için kadîm
olduunu söylediimiz husus baka bir eydir. Binâenaleyh bu istidlâl düer.

Cübbâî, ayetteki, “Akl erdiresiniz diye...” kelimesini delil

ÜÇÜNCÜ MESELE getirerek öyle der: Le’alle kelimesini, “kesin (mutlaka)”


Tealle" Edatnn Manas Hakknda manasna hamletmek gerekir. Buna göre ayetin manas,
“Biz o kitab, dinî hususlardaki manalarn
akledesiniz-anlayasnz diye, Arapça Kur’ân olarak indirdik” eklindedir. Çünkü lealle
lafz ile “belki” (ihtimal) manasnn
kastedilmi olmas câiz deildir. Zira Allah'n
tereddüt etmesi imkânszdr. Böylece bu tabirden maksadn, “Cenâb-t Hakk’n
Kur’ân’, delillerini anlamalar için indirdii” manas olduu sâbit olur ki bu da,
Cebriye’nin görüünün aksine, Allah Teâlâ’nn bütün kullarndan, yani kendisini bilen
bilmeyen herkesten, kendisinin bir olduunu ve dinini akletmelerini istediine delâlet
eder.”

Cevap: Farzet ki durum, sizin söylediiniz gibidir... Fakat bu, Allah Teâlâ’nn bu
sûreyi indirdiine ve muhataplarn bu kssay bilmelerini istediine delâlet eder. Fakat

12. Cü, YOSUF SÛRES 12/3 13. C1U / 157

alz, “Bu ayet, Allah Teâlâ’nn, herkesin iman ve amel-i sâlihini istediine delâlet
•diyor" hükmünü bu ayetten nasl çkarabilirsiniz ki?

"Biz sana bu Kur’ân’, vahyetmek suretiyle en güzel kssay anlatacaz. Sen


ise, daha evvel bundan hiç haberdâr olmayanlardan idin

(Yûsuf. 3).

Ayetle ilgili birkaç mesele vardr:

Rivayet edildiine göre Saîd b. Cübeyr öyle demitir:


BRNC MESELE “Allah Teâlâ, Hz. Muhammed (s.a.s)’e Kur’ân’ indirip, o
da onu kavmine okuduunda, onlar, “Ya Rasûlellah, keke
bize kssa anlatsan” dediler de, ite bunun üzerine, bu sûre indi. Hz. Peygamber
(s.a.s), onlara bu sûreyi okuyunca onlar, “Keke bize, iyice anlatsan” dediler. Bunun

üzerine, "Allah, kelâmnn en güzelini bir kitap halinde indirdi” (Zümer, 23) ayeti inince
de onlar, “Keke bize hatrlatsan?” dediler. Bunun üzerine de, "îman edenlerin,
Allah’ ve Hak’tan ineni zikir için, kalblerinin sayg ile yumuamas zaman hâlâ
gelmedi mi?” (Hadid, 16) ayeti nâzil oldu.

Kasas, haberlerin pepee eklenmesi demek olup, Arapça


KNC MESELE kök manas itibari olmak” demektir.
ile, “uymak, tabî
Kssa Kelimesinin Manas Nitekim Cenâb- Hak, "Kzkardeine dedi ki: "Onun izini

”(*f**) (Kasas. i) ve "imdi izlerinin üstünde (izlerini


ta’kib et
takib ederek (LaUi) gerisin geri döndüler” (Kem, 64) buyurmutur. H <<ay elere, i

"Kssa” ad verilmitir: Çünkü onu anlatan kssa, onlar, birbiri ardnca pepee anlatr.
Nitekim Arapça’da, birisi Kur’ân okuduu zaman O'jâJi *Aî denilir. Çünkü onun
ezberledii ayetler, (okurken) birbirini takib eder. Bu ayette geçen “kasas” kelimesinin
(anlatmak) manasnda masdar olma ihtimali de vardr. Nitekim Arapça’da,
insan sözü pepee söyleyip, ahenkli bir ekilde ortaya koyduunda, J! jâ
La^i - U i denilir. Nitekim yine Arapça’da ayn manada, VUji, - L-j* - iLjî
denilir. “Kasas” lafznn, ism-i mef’ul (anlatlan ey) manasna olmas da
muhtemeldir. Bu, senin, “Allah’n makduru (güç yetirdii ey)”
138 / 13. CIII TEFSlR-t KEBR

manasnda j-LJ 'JL* “Bu Allah’n kudreti”; “Falancann ma’lumu


* î'

(bildii ey)” manasnda oSÜ {M "Bu kitab, falancann ilmidir" manasnda;


“Bizce ümid edilen ey” manasnda, UJLfj ila “Bu bizim ümidimiz” demen gibidir.
Binâenaleyh eer bu lafz, sana bu Kur’ân’
masdar olarak kabul edersek, ayet, “Biz,

en güzel bir ekilde anlatyoruz” manasnda olur. Böyle olmas halinde, “en güzel
olma" hususu, kssaya ait deil, “anlatma ii”ne ait olmu olur ki bu güzel olutan
maksad, ayetlerin fesâhat bakmndan, mucize noktasna varm, fasih ve beli sözler
olmasdr, Baksana bu kssa, hiçbir yönden bu sûredeki fesahat ve belâata
ulaamadklar halde, tarih kitaplarnda da anlatlmtr. Yok eer bu lafz ism-i mef’ûl
manasna bakasnda bulunmayan hikmetler, ibretler, incelikler
alrsak, kendisinde,
ve harikulâdelikler olduu için, “kssalarn en güzeli” manasnda olmu olur. Çünkü
bu kssadaki hikmetlerden biri udur: Allah’n kazasn hiç kimse savuturamaz,
Allah’n kaderine, kimse mânî olamaz. Allah Teâlâ, bir insan için hayr ve güzellik

irade etmi ise, bütün âlem ona kar biraraya gelseler, o iyiliin o kimseye ulamasna
mânî olamazlar. Bu kssann ifâde ettii ikinci bir hikmet, hasedin, hzlân (rahmetin
kesilmesi) ve noksanlk sebebi oluuna delâlet etmesidir. Bir üçüncü hikmeti udur:
Sabr, tpk Ya’kûb (a.s)’da olduu gibi genilie-selâmete ermenin anahtardr. Çünkü
Ya’kûb (a.s) sabretmi ve muradna ermitir. Yûsuf (a.s) için de durum ayndr.

oijü \j* ddl Uj “Bu Kur’ân’ sana vahyetmek suretiyle...” demektir.


Bu mana, kelamn bandaki mâ edatn, ma-i masdariyye kabul ettiimiz
zaman böyledir.
• , > •

Daha sonra Cenâb- Hak jiiUJl jJ *13 ’ja dJf o


“Sfn ise daha evvel bundan
[ j
hiç haberdar olmayanlardan idin” buyurmutur. Yani, “Biz sana bunu vahyetmezden
önce, Yûsuf ile kardelerinin kssasn Çünkü Hz. Peygamber
bilmiyordun” demektir.
(s.a.s) bunu, ancak vahiy sayesinde örenmitir. Baz âlimler de bu cümleyi, tpk
"
Halbuki kitap nedir, imân nedir bilmezdin” (ûrâ, 52) ayetinde ifâde edildii gibi,
“sen bundan evvel, din ve eriattan habersiz idin” manasna hamletmilerdir.

Yûsuf Lafz Hakknda

“Hani Yûsuf babasna, “Babacm, gerçekten ben, onbir yldz ile günei ve
ay gördüm. Gördüm ki onlar bana secde ediyorlar” demiti”
(Yûsuf. 4).
12. Cüz, YÛSUF S ÛRES 1 2/4 13. Cilt / 139

Ayetle ilgili birkaç mesele vardr:

Ayetin takdiri jü il JTiî “Han/ Yûsuf demiti ki”


^
BRNC MESELE eklindedir. Keâf sahibi öyle demitir: Dorusu
“Yûsuf” kelimesi,
. branice bir isimdir. Çünkü eer o
Arapça bir isim olsayd, marife oluunun dnda baka bir sebep bulunmad
çin, munsarf olurdu.” Bazlar bu kelimeyi, sîn’in kesresi ile, Yûsif; bazlar
da sînin fethasyla Yûsef eklinde okumulard. Bu üç ekil aynen “Yûnus”
lafz için de rivayet edilmitir.

Hz. Peygamber (s.a.s)’in öyle buyurduu rivayet edilmitir: j» js» W

“Kerim kimdir?” diye sorulduunda, “Kerim olu Kerim olu Kerim, brahim olu
Ishâk olu Ya’kûb olu Yûsuftur (Allah’n selam üzerlerine olsun)

bn Âmir, Kur’ân’n her yerinde tâ harfinin fethas ile bu


KNC MESELE kelimeyi,ya ebete diye okurken, dier bütün kraat
"Ya Ebeti” Lafz Hakknda imamlar tânn kesresi ile ya ebeti diye okumulardr. Fetha
ile okunuun izah öyledir: Bu aslnda, “nüdbe” olarak,
ya ebetâh! eklinde idi. Elif ile he hazfedildi ve ya ebete kald.. Bunun kesreli
okunuunun izah da öyledir: Bunun asl, ya ebî (babacm) de sonundaki yâ
idi

hazfedildi ve ona niyâbeten (yerine) kesre ile yetinildi. Sonra da sonuna vakf “hâ”s
getirilerek, ya ebeti denildi. Çok kullanld için, bu hâ (yani te) kelimenin kendisinden
kabul edildi ve mütekellim “yâ'’sna muzaf klnd, çiltf eklinde. Bu, Sa’leb
ve bnü’l-Enbârî’nin görüüdür. konuyu uzun uzadya ele
Bil ki nahivciier bu
almlardr. Onlarn görülerini merak eden, onlarn kitaplarna baksn.

rüyasnda onbir yldz ile güne ve ayn


Yûsuf (a.s),

ÜÇÜNCÜ MESELE kendisine secde ettiklerini görmütü. Onun onbir erkek


Hz. Yûsuf'un Rüyas kardei vard. Bundan dolay “yldzlar”, “kardeler”
olarak; “güne ile ay” da “babas ve annesi” olarak; secde
etmeleri”, “onlarn O’ha yani Yûsuf (a.s)’a tevazû gösterip boyun emeleri ve onun
emri altna girmeleri” olarak tefsir ve te’vil edilmitir.

Biz, ayetteki “ Gerçekten ben, onbir yldz (...) gördüm" tabirini u iki sebepten
dolay, rüyada görmek manasna hamlettik:

1) Çünkü yldzlar, hakikatte secde etmezler. Binâenaleyh bu sözü, “rüya"


manasna hamletmek gerekir.

2) Ya’kûb (a.s)’un, “ Rüyan kardelerine anlatma!” (Yûsuf, 5) eklindeki sözü.

7. BuhArl, Enbiya, 19 (4/122).


” ”

TEFSiR-l kebîr

Canszlar Hakknda Âkillere Has Sfatn Kullanlmas

Ayetle ilgili birkaç soru vardr:

Birinci Soru: Ayetteki,


J ^'j’deki “sâcidîn” kelimesi, ancak akl sahibi
varlklar için kullanlabilir. Halbuki yldzlar canszdrlar. O halde, aklllara has olan
bu kelimenin, canszlar için kullanlmas nasl caiz olur?

Biz deriz ki:Yldzlarn, canl ve konuan varlklar olduunu iddia eden bir ksm
felsefeci hem bu ayeti, hem de “Onlarn hepsi de ayr ayr birer felekte yüzerler”
(Yâsin, 40) ayetini delil getirmilerdir ki buradaki de yesbehûn “yüzerler” kelimesi
aklllar için kullanlr. Vahidî öyle demitir: “Allah Teâlâ onlar “secde eden
varlklar” olarak tavsif edince, sanki akl sahibi varlklar olmulardr. Böylece
Allah Teâlâ, akl sahibi varlklar hakknda kullanlan kelimeyi onlar hakknda
kullanmtr. Nitekim Cenab- Allah “O putlar sana bakar (0 jjki) görürsün,
halbuki onlar görmezler” (A’rât, 198) ve “Ey karncalar yuvalarnza girin”
l jj->\ (Nemi, s) buyurmutur.

Ayetle lgili Baka Sorulara Cevaplar

kinci Soru: Hz. Yûsuf (a. s), “Onbir yldz ile günei ve ay gördüm” demi,
sonra “görme” lafzn ikinci defa tekrar ederek, “Gördüm ki onlar bana secde
ediyorlar” demitir. Bu tekrarn hikmeti nedir?
Cevap: Kaffâl (r.h) öyle demitir: “Yûsuf (a.s) yldzlar günei ve ay gördüünü
anlatmak için birinci "görme”yi, onlarn kendisine secde ettiklerini gördüünü
anlatmak için de ikinci “görme”yi zikretmitir.” Bazlar da öyle demitir: “O, “Onbir
yldz ile günei ve ay gördüm” deyince, sanki “nasl gördün?” denilmi de,
“Onlar bana secde ediyor olarak gördüm demitir.” Bir bakas “Bu ki
görmenin birisinin görmek, dierinin rüyada görmek manasna olmas caizdir”
demi ama, “görme”den hangisinin rüyaya, hangisinin bizzat görme
bu iki

manasna olduunu beyan etmemi ve böylece, kapal bir söz söylemitir.


Üçüncü Soru: Ayette niçin güne ve ay sonra zikredilmitir?
Biz deriz ki: Allah onlar, yldzlardan üstün olduklar için sonra zikretmitir. Çünkü
hususen ve ismen zikredilmek, daha erefli ve itibarl oluu gösterir. Bu tpk,
.

4^33 *£4*3 ‘‘Allah’n melekleri, Cebrail, Mikâil. . (Bakara, 98) ayetinde


olduu gibidir.

Dördüncü Soru: Ayette bahsedilen secde ile, hakikî manadaki secde mi kastedilmi,
yoksa tpk âirin^ jsUJ ' i
“Sen, orada at torbalarn,
(atlarn) trnaklarna secde eder görürsün” iirinde olduu gibi, tevâzu ve boyun
eme manas m kastedilmitir?”
1 2. Cm, YOSUF SÜRES 12/4 13. Cül / 161

Biz deriz ki: Her iki mana da kastedilmi olabilir. Sözde asl olan, onu hakîkî
manasna hamletmektir. Rüyada güne, ay ve yldzlarn secde eder görülmelerinde
bir saknca yoktur.

Rüyalar Hakknda
Beinci Soru: Yûsuf (a.s), bu rüyay ne zaman görmütür?

Biz deriz ki: gördüünde üphe yoktur. Fakat bu zamann


Onun bunu küçük iken
ve yan bizzat belirlenmesi, ancak rivayetlerle bilinebilir. Bu cümleden olarak Vehb
öyle demitir: “Hz. Yûsuf, yedi yanda iken, rüyasnda onbir denein tpk bir
dâire tekil edecek ekilde dikine çakl olduunu gördü. Bir de ne görsün! Küçük
bir denek, onlarn üzerine çullanp hepsini yutmu.” Bunu Yûsuf (a.s) babasna

anlatnca, babas: “Bunu kardelerine anlatmaman hususunda seni uyaryorum”


dedi. Daha sonra da, oniki yanda iken rüyasnda, günein ayn ve yldzlarn
kendisine secde ettiklerini görmü. Bunu da babasna anlatm. Babas ona: “Bunu
kardelerine anlatma, sonra sana bir tuzak kurarlar” demitir. Hz. Yûsuf’un rüyay
görmesi ile, kardelerinin (Msr’a) O'nun yanma varmalar arasnda krk yl geçtii
söylendii gibi, bunun seksen yl olduu da söylenmitir.

Bil ki filozoflar kötü rüyalarn, ta’biri (neticesi-asl) ksa zamanda ortaya çkar. yi
ve güzel rüyalarn neticesi müddet geçtikten sonra ortaya çkar” demiler
ise, bir

ve bunun sebebini öyle açklamlarc ;r: Allah’n rahmeti, hüznü ve gam daha az
olsun diye errin gelmesini, gelmesine yakn bir zamanda bildirmeyi gerektirir. Ama
hayrlar bildirmek, o hayrn gerçeklemesinin bejlenmesi sebebi ile elde edilecek
sevinç, huzur ve sürür daha çok olsun diye, meydana gelmesinden çok uzun zaman
önce olur.

Altnc Soru: Bazlar öyle demilerdir: “Ayette bahsedilen güne ve ay ile, Hz.
Yûsuf’un babas ve halas (teyzesi) kastedilmitir. Bunun bu ekilde tefsir edilmesinin
sebebi nedir?”

Biz deriz ki: Onlar bunu, u sebepten dolay ileri sürmülerdir Haberde varid
olduuna göre, Hz. Yûsuf’un annesi, Yûsuf (a.s) Msr'da iken, O’nun yanna
varamadan vefât etmiti. ayet, ayetteki güne ve aydan maksat, Yûsuf'un babas
ve annesi olmu olsayd, annesinin ölmemi olmas gerekirdi. Çünkü peygamberlerin
rüyalarnn mutlaka vahiy mahsulü olmas gerekir.

Bu delil, kuvvetli deildir; zira Yûsuf (a.s), o zaman henüz peygamber deildi.

Yedinci Soru: Ayette bahsedilen yldzlar, hangi yldzlardr?

Biz deriz ki: Keâf sahibi unu Peygamber'e


rivayet etmitir: “Bir yahudî, Hz.
gelerek, “Ey Muhammed, Yûsuf’un gördüü yldzlar bana söyle!” der. Bunun
üzerine Hz. Peygamber susar... Derken, kendisine Clbrîl (a.s) gelir ve bunu ona
f

haber verir. Bunun üzerine de Hz. Peygamber (s.a.s) yahudiye: “Sana bu yldzlarn
162/13. Cilt
_______ T EPS ÎR-I JCEBl R

?”
neler olduunu söylersem, müslüman olur musun der. Bunun üzerine yahudî
de: “Evet” deyince, Hz. Peygamber de: “Bunlar Ceriyyân (?), Tank, Zeyyâl,
Kâbis, Amûdân, Felîk, Misbah, Darûh, Fere, Vessâb ve Zülketifeyn’dir... Ki Yûsuf

(a. s.), bunlan, günei ve ay, gökten inip de kendisine secde ettiklerini görmütür . . .

der. Bunun üzerine yahudi “Evet, Allah’a yemin ederim ki, onlarn isimleri bunlardr..."

der.

bu isimlerin pekçou, yldzlarn ekilleriyle ilgili olarak


Bil ki, tasnif edilmi olan
kitaplarda bulunmamaktadr. Allah, meselenin iç yüzünü en iyi bilendir.

“(Babas Yakûb) dedi ki: “


Evladm rüyân kardelerine anlatma, sonra sana
,

bir tuzak kurarlar. Çünkü eytan, insann apaçk bir dümandr. Rabbin seni
öylece rüyada gördüün gibi, beenip seçecek, sana rüya tabirine ait bilgi
verecek. Sana kar da, Yakûb hanedanna kar da, nimetlerini -daha
evvelden atalarn brahim’e ve shâk’a tamamlad gibi- tamamlayacaktr.

üphesiz ki, Rabbin her eyi bilendir, tam hüküm ve hikmet sahibidir
(Yûsuf, 5-6).

Ayetle ilgili birkaç mesele vardr:

Hafs, yâ’nn fethasyla, buneyye dier kraat


diye okurken,
BRNC MESELE imamlar yâ’nn kesresiyle, buneyyi eklinde okumulardr.

Yakub (a.s), hem Yusuf’u hem öz kardeini çok seviyordu.


KNC MESELE Böylece ite bundan dolay dier kardeleri Yusuf’u
Hz. Yusuf'un Rüyay Anlamaynn kskandlar. te bu haset, Yakûb (a.s) tarafndan pekçok
Sebebi emareler sezilmi ve bilinmiti. Binâenaleyh Yusuf (a.s),
ile

bu rüyay anlatp Hz. Yakûb da bunu kardelerinin ve


ebeveyninin kendisine itaat etmesi eklinde yorumlaynca, Hz. Yûsuf'a: “Rüyan
kardelerine bildirme; çünkü onlar, o rüyann yorumunu yaparlar ve böylece de, sana
bir tuzak kurarlar...” deyiverdi.
.

\i ('«/, YÛSUF SÛRES 12/5-6 13. Cilt / 163

Vahîdî, "rü’yâ kelimesi, tpk bürâ (müjde), sukyâ


ÜÇÜNCÜ MESELE (sulamak), bukyâ (baki kalmak) ve urâ (meveret)
Rü’yâ Kelimesinin zah kelimeleri gibi, masdardr. Ancak ne var ki bu kelime,
uykuda hayal edilip görülen eyin ad olunca, bir isim gibi

olmutur” demitir. Keâf öyle


“Rüyâ, görmek manasndadr.
sahibi ise der:
Ancak ne var ki bu kelime, uyankken görülene deil de, uykuda görülen eylere
hi iti olarak verilmitir. Binâenaleyh, hiç üphesiz bu iki kelimenin (rü’yet ve rüyâ)
mas, te’nîsin iki harfiyle, yani elif-i maksure ve müenneslik tâs ile ayrdedilir. Bu,
tpk kurbe ve kurbâ kelimeleri gibidir. Bu kelime hemzenin vâv’a çevrilmesiyle jj
(rûyâke) eklinde de okunmutur. Kisâî’nin, râ’nn kesresi veya zammesi ve idam
ile riyyâke veya rüyyâke eklinde okuduu da duyulmutur ki, bu rivayet zayftr.”


Daha sonra Cenâb- Hak, ,1ü Sonra sana bir tuzak kurarlar”
buyurmutur. Buradaki yekîdû kelimesi, mukadder en edâtyla mansûbtur. Buna göre
mana, ‘‘ayet sen bunu onlara anlatrsan, sana tuzak kurarlar” eklinde olur.

ayet, “Ayette ^ (A’râf. 195) buyurulduu gibi, niçin burada da


buyurulmamtr?” denilirse, biz deriz ki: Bu lâm, ilgiyi tekid etmek içindir.

Bu tpk, Cenâb- Hakk’n, UcjU (Yusuf, 43) ayetinde olduu gibidir. Yine bu,

senin, iti veya veya demen gibidir.

Bunun, dJJ \jjSJ manasnda olmak üzere, tete- kt ilmesinin, keyden kelimesine
taalluk ettii de ileri sürülmütür.

Muhakkik âlimler, bu ifâdenin, Hz. Yûsuf’un kardelerinin rüyâ tabirini bildiklerine,

aksi halde onlarn bu rüyadan, kin ve öfkelerine sebep olacak- neticeyi


çkaramayacaklarn söylemilerdir.

Daha sonra Cenâb- Hak j=r* 3*^ ji Çünkü eytan, insann
apaçk birer dümandr”
buyurmutur. Bu sözün söylenmesinin sebebi, onlarn,
böyle bir tuzaa yönelmeleri halinde, bunun eytana izafe edilmi olmasdr. Bunun
bir benzeri de Hz. Musâ’nn, “Bu eytann ilerindendir...” (Kasas, s> eklindeki

sözüdür.

Hz.Yusuf’un Seçilmesi

Yakûb (a.s) sonra, bu nasihatiyle rüyânn tabirini kastetmitir. Alimler, bu hususta


unlar ileri sürmülerdir:

1) Yâkub Rabbin seni öylece, (rüyada gördüün gibi) beenip seçecek. ”
(a.s), .

demitir. Bu, “Cenâb- Hak büyük bir erefe, izzete ve yücelie delâlet eden bu büyük
rüyâ ile seni beenip seçtii gibi, seni büyük eyler için de seçer, seçecek...” demektir.
Zeccâc öyle demitir: “ctibâ” bir eyi kendin için seçtiinde kullanm olduun,
‘O eyi seçtim, kendime ayrdm” deyiminden alnmtr, j? _pJ J tU' 4»*
164 / 13. Cilt
TEFSlR- KEBÎR

“Suyu havuzda topladm..” deyimi de böyledir. Alimler, ayette bahsedilen bu


“beenip seçme” ile neyin kastedildii hususunda ihtilaf etmilerdir. Bu cümleden
olarak Haan el-Basrî:
“Rabbin sana nübüvvet vermek suretiyle seni seçti” manasn
verirken, bakalar, “Bununla, derecesinin yükseklii, mertebesinin büyüklüü
kastedilmitir. Yusuf (a.s)’atam tamna nübüvvet verilmi olmasna ayette bir delâlet
yoktur” demilerdir.
Rüya Tabiri

2) Hz. Yakûb’un, J—jtf j— ;
iU-Ujj Sana rüyâ tabirine
ait bilgi verecek” sözüdür. Bu hususta da u izahlar yaplmtr:
a) Bununla, rüyâ tabiri kastedilmitir. Bunun neticesi, onun uykusunda görmü
olduu eye varp dayand için, “tevîi” adn almtr.. Yani, “Allah Teâlâ, insanlarn
uykularnda gördüü hadiselerin tevilini sana öretir” demektir. Alimler Yusuf (a.s)’un
rüyâ yorumu ilminde, kendisine müracaat edilen bir otorite olduunu söylemilerdir.

b) Allah'rvskitaplarndaki hadiselerin tevîlini ve önceki peygamberlerden rivâyet


edilen haberleri, sana öretmitir” demektir. Bu tpk, zamanmz alimlerinden
birisinin, Kur’ân’n tefsiri, tevîli ve Hz. Peygamberden rivâyet edilen hadislerin tevîli
ile megul olmas gibidir.

c)Ehadis, hadîs kelimesinin çouludur. Hadîs, hâdis demektir. “Ehâdîs”in tevîli


ise, neticede onun varp dayand yerdir. Hâdiselerin varp dayand yer de, Allah’n
kudreti, tekvîn ve hikmetidir. O
halde bu kelimeden kastedilen mânâ, “Allah, sana,
manevî ve maddî çeitli yaratklar ile Allah kudret, hikmet ve celâline nasl istidlâl
edebileceini öretti...” eklinde olur.

Nimetin Tamamlanmas
3) Yakûb’un Ü* iîüi “Sana kar da, Yakûb hanedânna
kar da, nimetlerini tamamlayacaktr...” eklindeki sözüdür. ayette geçen Bil ki,
yectebîke “nübüvvet” diye tefsir edenlerin, bu ifâdede bahsedilen “nimetini
tabirini

tamamlamak” tabirini de “nübüvvet*’ diye tefsir etmeleri imkânszdr. Aksi halde,


ayette bir tekrar söz konusu olmu olur. Tam aksine, buradaki “nimeti tamamlama”,
deyimi, dünyevî ve uhrevî saâdetler olarak tefsir edilir. Dünyevî mutluluklara gelince:
Bunlar, çocuklarn, hizmetçilerin ve taraftarlarn çok olmas; mal, makam ve maiyyetin
çok olmas ve onun insanlarn kalblerindekî saygnl, güzel bir medih ve övgü ile
yadedilmesidir... Uhrevî saadetlere gelince: Bunlar da onun pekçok ilim, üstün
hasletler elde etmesi ve, marifetullah bilgisine garkdmasdr.
Nimetin Tamamlanmas Nübüvvettir

Ama ayette bahsedilen “ictibâ” lafzn, “yüksek dereceler elde etme” eklinde
tefsir edenler, burada bahsedilen "nimeti tamamlama” iini “nübüvvet”
olarak tefsir
etmilerdir k, bu husus unlarla da desteklenir:
12. Cüz, YÛSUF SÛRES 12/5-6 13. Cilt / 165

a) Nimeti tamamlama, sayesinde nimetin, herhangi bir noksanlktan uzak, tam


ve mükemmel olmas Bu da, bir insan için ancak nübüvvet ile mümkün
demektir.
olabilir. Zira, insanlarn elde edecei makamlarn tamam risâlet-nübüvvet makamnn

altnda olup, nübüvvetin mükemmelliine nisbetle, noksandrlar. O halde, beer için


mutlak kemâl ve mutlak tazim, nübüvvetten baka bir eyle olamaz.

b) Hz. Yâkub’un UT “daha evvelden atalarn


brahim’e ve Ishak’a tamamlad gibi..." eklindeki sözü... Hz. brahim ve Hz.
lahâk’n, dier insanlara üstünlük salad tam nimetin, nübüvvetten baka birey
olmad malumdur. Binâenaleyh, ayette bahsedilen “nimeti tamamlama” tabirinden
“nübüvvet”in kastedilmesi gerekir.

bu tabiri “nübüvvet” diye açkladmzda, Yakûb (a.s)’un çocuklarnn


Bil ki, biz

tamamnn peygamber olduklarna hükmetmek gerekir. Bu böyledir, zira Yakûb (a.s),


"Sana kar da, Yakûb hanedânna kar da, nimetlerini tamamlayacaktr."
demitir. Bu, Yakûb hanedân için, tam ve mükemmel bir nimetin tahakkuk etmi
olmasn gerektirir. “Nimeti tamamlamak”tan maksat “nübüvvet” olunca, bu nimetin
Hz. Yakûb (a.s)’un evlatlar hakknda hasl olmas, onlarn dnda kalan kimsaler
hakknda geçerli olmamasn gerektirmitir. Dolaysyla onun evlatlar hakknda da
geçerli (carî) olmas® vacib olmaktadr. Hem, Yûsuf (a.s) da “gerçek ben rüyâda
onbir yldzla (...) gördüm "(Yusuf, 4) demitir ki, bunun tefsiri, “kendileri için fazilet
ve kemâlin tahakkuk etmi.olduu yeryüzündekilerin, ilimleri ve dinleri ile aydnland
onbir kii (...)" demek olur. Çünkü, yldzlardan daha parlak bir ey yoktur ve üstelik
o yldzlar ile de klavuzlanlr. Bu da, Yakûb (a.s)’un çocuklarnn tamamnn nebî
ve resûl olmalarn gerektirir.

Peygamberler Nasl Kötülük Düünebilirler?

mdi ayet, “Onlar, Hz. Yusuf (a.s) aleyhinde, malum teebbüste bulunduklar
jalde^ nasl peygamber olabilirler?” denilirse, biz deriz ki:

Bu, peygamberlikten önce vukû bulmu bir hadisedir. Bize göre, peygamberlerin
ismet sfatna haiz olmalar, nübüvvet öncesinde deil, nübüvvet esnâsnda söz
konusudur.

kinci görüe göreyse, “Sana nimetlerini tamamlayacaktr” tabirinden maksat,


Hz. Yusuf’un belâ ve skntlardan kurtarlmasdr. Böyle olmas halinde Hz. Yusuf'un
brahim ve ishftk’a benzetilmesindeki “vech-i ebeh”, Allahu Tâlâ'nn, Hz.
brahim’e, O’nu ateten kurtarmas; olu shâk'a da, O’nu kesilmekten kurtarmas
ile olan in’âmdr...

8. Bu ksm
matbû nüshada: * J* *i av v*> »eklindedir.Damat brahim Paa, No: 138'de
kaytl yazmaya bavurduumuzda (s. 768 a) J* tarznda lamellf’siz oldupnu gördük. Tercüme
bu düzeltmeye göre yaplmtr (ç.).

166 / I V ('li TEFSR KKHlR

Üçüncü bir görüe göre ise, "nimeti tamamlama” Allah’n, bu dünyada iken
O’na vermi olduu nimetini, onlar, dünyada peygamber ve hakimler yapp, sonra
onlar, o dünyadan cennetteki yüce makamlara sevketmesiyle tahakkuk eden ahiret
nimetine eklemesidir.

Bil ki, en doru görü, birincisidir. Çünkü beer tam bir nimet, nübüvvetten
için

baka bir ey deildir. Bu-nübüvvetin dnda kalan herey, buna nisbetle noksandr.

Sonra Yakûb (a.s), Yusuf’a, bu üç dereceyi müjdeleyince, sözünü,


ö[ “ üphesiz ki Rabbin, hereyi bilendir, tam hüküm ve hikmet
sahibidir” eklinde bitirmitir ki, alîm kelimesi, Cenâb- Hakk’n, “Allah, risaletini
nereye vereceini çok iyi bilendir (En'âm, 124) ifâdesine; hakîm sözü de, Allah

Teâlâ’nn, bo ve manasz eylerden uzak ve berî olduuna; nübüvvetini ancak kudsî,


ulvî, aydnlanm nefislere, cevherlere ve ruhlara vereceine bir iarettir.

Hz. Yakûb Akbetten Emin diyse Neden Endielendi?

Buna göre ayet, “Hz. Yakûb’un bahsettii bu müjdelerin doruluunu kendisi


kesin olarak biliyor muydu, yoksa bilmiyor muydu? Eer onun bu hususta kesin bir
bilgisi var idiyse, daha nasl Yusuf (a.s) hakknda kederlenmiti ? Nasl, Yusuf’u

kurdun yediinden endielenmiti ? Allah Sübhanehû ve Teâlâ’nn onu seçip, onu


peygamber yapacan bildiine göre daha nasl kardelerinin onu imha edeceinden
endielenmi ve kardelerine, "Sizin haberiniz olmadan, onu kurdun yemesinden
korkarm’’ demiti ? Biz onun, bu hallerin doruluunu bilmediini söylediimizde,
"o bunlara daha nasl tereddüt göstermeden, kesinkes hükmetmiti ?” denilirse, biz
deriz ki:

Hz. Yakûb’ un, “Rabbin seni öylece (rüyada beenip seçecek”gördüün gibi)

eklindeki sözünün, onlarn Yusuf (a.s)'a tuzak kurmamalar artna balanm olmas
uzak bir ihtimal deildir. Çünkü bundan, daha önce bahsedilmiti. Hem, "Yakûb
(a.s), Yusuf (a.s)’un bu makamlara erieceine kesinlikle hükmediyordu. Fakat

birtakm büyük zorluklarla karlamas, ancak onlar atktan sonra o makamlara


yükselmesi imkân harici deildi. te korkmas, bu yüzden, yani bu büyük skntlara
dümesinden Onun, “Onu kurdun yemesinden korkuyorum”
ileri geliyordu.
eklindeki sözünün manas da, "o her ne kadar kurdun onu yiyemeyeceini, ona
ulaamayacan biliyor idiyse de, onu koruyup gözetmekte geveklik göstermemeleri
için kardelerini iddetle sakndrmak gayesine yöneliktir’’ eklindedir.
i

12. Cü, YOSUF SÛRES 12/7-8 13. Cilt / 167

Yusuf (a.s) Kssasnda Dersler

“Andolsun ki Yusuf’un ve biraderlerinin kssasnda (onlar) soranlar için nice


ibretler bulunmaktadr. Hani onlar, öyle demilerdi: “ Yusuf’la kardei,
babasnn yannda, muhakkak bizden daha sevgilidir. Halbuki biz, kuvvetli bir
cemaatiz. Babamz, mutlaka açk bir yanllk içindedir...”
(Yusuf, 7-8).

Ayetle ilgili birkaç mesele vardr:


KeAf V m*
sahibi, ***«*^u mm*m\
BRNC MESELE ekilde saymtr: Yahuda; Hfibya, emon, Lâv?,
Hz. Yusuf un Kardelen Yecer, Deyne, Dân, Neftâlî, Câd ve Air... Qaha
Rlbâlön,
sonra, sözüne devamla öyle der: “Bunlarn ilk yedisi,
Yakûb (a.s)’un halasnn kz Liyâ (?)’dandr. Son dördü ise, Süryeteyn, yan Zülfe
ve Belhe’dendir. Llyâ ölünce, Yakûb (a.s) onun kz kardei Râhîl ile evlendi de,
Râhîl de Yâkûb’a Bünyamin ve Yûsuf’u dourdu.

Cenâb- Hak, j-bJU oU' “Soranlar için nice ibretler”

KNC MESELE buyurmutur. bn Kesir, bunu^ Yusuf (a.s)’un durumuna


hamlederek, elifsiz olarak, 3?; dier kraat imamlar

cemi olarak eklinde okumulardr. Zira, Yusuf (a.s)’un ileri pek çok olup,
bunlardan her biri, bal bana bir ibret vesilesidir.

Cenâb- Hakk’n bu ayetinin tefsiri hususunda


Alimler, u
ÜÇÜNCÜ MESELE izahlar yapmlardr:
Kssadaki bret 1) bn Abbas öyle demitir: "Bir yahudi âlimi, Hz.
Peygamber (s.a.s)’in yanna girer ve ondan, Yusuf
Sûresi’nin okunmasn dinler. Sonra, yahudilerin yanna döner ve onlara, o sûreyi,
tpk Tevrât’ta olduu gibi Muhammed (s.a.s)’den dinlemi olduunu bildirir. Bunun
üzerine bir grup yahudi, Hz. Peygamber’e gelirler ve, önceki yahudinin dinlemi
olduunu dinlerler. Peygamber’e: “Bu kssay sana kim öretti?” dediklerinde de,

Hz. Peygamber (s. a.s) de: “Allah...” der. te bunun üzerine, Andolsun ki
Yusuf’un ve biraderlerinin kssasnda (onlar) soranlar için ,nice ibretler
bulunmaktadr...” ayeti nazil olur.” Bana göre bu izah, akldan uzak bir açklamadr.
Zira ayetten anlalan “Yusuf (a.s) hadisesinde, soranlar için birtakm ibretlerin
bulunmas” hususudur. Halbuki naklettiimiz bu açklamaya göre, ibret, Yusuf (a.s)
kssasnda deil, hiçbir örenim görmemi, hiçbir, kitap okumam olan Hz.
If'M II ( ili TRFSÎR-I KEBÎR

Peygamberin o kssay haber vermesinde olmu olur. Bu iki izah arasndaki fark
ise, çok açk ve nettir.

2) Mekkelilerin çou, Hz. Muhammed


akrabas idiler. Ve onlar, onun
(s.a.s)’in
peygamberliini kabul etmiyor, hareketlerinden dolay, ona kar alabildiince
dümanlk yapyorlard. Böylece Allah Teâlâ, Yusuf Kssas’ndan bahsetmi, hasetleri
yüzünden Yusuf’un kardelerinin de ona eziyyet etmede gittiklerini, ama ar
sonunda Allah’n ona yardm ettiini, onu kuvvetlendirdiini, kardelerini ise onun
yetkisi ve himâyesine verdiini beyân buyurmutur. nsan, bu gibi hadiseleri
dinlediinde, bu hadiseler onun haset etmesini engellemi olur.

3) Yakûb (a s), Yusuf’un rüyasn tabir edince, bu açklama aynen tahakkuk etti

ve seksen yl sonra, varlk aleminde vücud buldu. u halde, Allah Teâlâ, Hz.
Muhammed (s.a.s)’e, dümanlarna kar, kendisine yardm edeceini ve onu
muzaffer klacan vaadpdip, bu vaadedilen ey de bir müddet gecikince, bu, Hz.
Muhammed (s.a.s)’in, o hususta yalan söylemi olduuna delâlet etmez. Bu kssann
zikredilmesi, ite, bu açdan da faydaldr.

4) Yusuf (a.s)’un kardeleri onun iini ibtal etmek için çok uratlar. Ancak ne
var ki Cenâb- Hak, Yusuf’a yardm ve nusretini vaadedince, i, dümanlarn çaba
sarfettii gibi deil, Allah’n takdir ettii gibi tahakkuk etti. Hz. Muhammed (s.a.s)’in
hadisesi de böyledir. Zira Allah Teâlâ, O’nun derecesini yüceltmeyi tekeffül edince,
kâfirlerin, O’nun davasn ibtâl etme hususundaki çabalar ona zarar verememitir.

Ayetteki, jiî£JJ,“Bil ki bu kssada, onu soranlar için pekçok ibretler


bulunmaktadr" demektir. Bu tpk j-Üll-Ü (Fussiiet, o) ayeti gibidir.

Daha sonra Cenâb- Hak, Ça* \1» UJ jjt ÇJ-


" Hani onlar öyle demilerdi: “Yusuf’la kardei, babasnn yannda, muhakkak

bizden daha sevgilidir... Halbuki biz, kuvvetli bir cemaatiz..." buyurmutur. Bu


cümle ile ilgili iki mesele vardr:

ifâdesinin bandaki lâm, ibtidâiyye lâm olup,


BRNC MESELE bunda, cümlenin manasn tekîd ve tahkîk etmek özellii
"Babamzn, o ikisini ar
bulunmaktadr. Buna göre onlar
sevdii,hakknda hiçbir üphe olmayan kesin bir husustur...” demek istemilerdir.
Yusuf’un kardei ise, Bünyamin’dir. Hepsi karde olduklar halde, onlar, “onun
kardei" eklinde söylemilerdir. Zira Yusuf ile Bünyamin’in anneleri birdi. On ve
daha fazla saydaki kalabala usbs ve isâbe denilir. Bu kelimenin, saylar krka
kadar varan topluluklar hakknda da kullanld ileri sürülmütür. Topluluu tekil
eden kimseler sayesinde güç kuvvet kazanld için, bu ekilde isimlendirilmitir.

Hz. Ali (r.a)’nin, nasb ile, usbeten eklinde okuduu nakledilmitir ki, buna göre
mana, "Biz bir cemâat olarak bir araya geliyoruz..." eklinde olur.
\) t '11 7., YÛSUF SÛRES 12/7-8 13. Cilt /
9 m mm ** •
*
169
mm

Bundan maksat, Yusuf’a eziyyet etmek istemelerinin


KNC MESELE sebebini
1)
açklamaktr. Zira, Yakûb (a.s), Yusuf'u ve
Kardelerinin Yusuf'u Kskanmalarnn kardeini, dier kardelerinden daha çok seviyordu, Onlar
Sebebi u sebeplerden dolay bundan rahatsz olmulard:
Onlar, yaça, bu ikisinden daha büyük idiler...
2) Onlar, daha kuvvetli idiler ve babalarnn ilerini de bu ikisinden daha fazla
görüyorlard.

3) Onlar: “Biz, belâ ve skntlar göüslüyor; faydal ve güzel olan eyleri de elde
ötmeye urayoruz...” diyorlard.

Anlattklarmzdan, bu saylan meziyyetler hususunda, onlarn Yusuf ve


kardeinden daha önde olduklar sabit olup, ramen Yakûb (a.s)
buna da Yusuf ve
kardeini onlara tercih edince, onlar da kendilerince hakl olarak, “Babamz ,
mutlaka
,çk bir yanllk içindedir..." demilerdir ki, yani, “Bu apaçk bir hakszlk ve apaçk
yanllktr” demektir. Bu ifâdeyle ilgili olarak, burada birkaç soru sorulabilir:

Hz. Yakûb Niçin Yusuf’a Ayrcalk Tand?

Birinci Soru: Çocuklarn bir ksmnn bir ksmna tercih edilmesinin, onlar arasnda
kin, haset ve birtakm dümanlklar meydana getirecei, malûm olan bir husustur.
Yakûb bunu bildiine göre, acaba Yusuf ve kardeini, dierlerine neden üstün
(a.s),

tutmutur? Hem, daha yal, daha bilgili ve daha faydal olan, en üstün olandr.
Öyleyse, Yakûb (a.s), bu hükmü niçin ters çevirmitir?

Cevap: Yakûb (a.s), o ikisini, dier çocuklarna ancak sevgi bakmndan teroii)

etmitir. Sevgi ise, beer gücü dairesinde bulunmayan bir husustur. Dolaysyla YifcâtoH
(a.s) bu hususta mazurdur ve O, bu husustan dolay knanamaz.

Çocuklar Hz. Yakûb’un Nübüvvetine nansalar; tiraz Etmezlerdi?

Yakûb (a.s)’un çocuklar eer, babalarnn Allah katndan gönderilmi


kinci Soru:
gerçek bir peygamber olduunu kabul ediyor idiyseler, onlar, Ona daha nasl itirtt
edebilmiler, onun davrann uygun bulmamlar ve bu hususta O'nu tenkit
edebilmilerdir? Yok eer onlar, Yakûb (a.s)’un nübüvvetini kabul etmiyor idiyseler;
bu da onlarn kâfir olmalarn gerektirir.

Cevap: Onlar, babalarnn nübüvvetini kabul ediyor, O’nun, Allah katndan ,

gönderilmi hak peygamber olduunu ikrâr ediyorlar. Ancak ne var ki, belki de onlfcr
peygamberlerin, srf içtihâdlaryla birtakm hususî iler yapabileceklerini çata!
görüyorlard. Sonra onlarn içtihâdlar, babalarnn bu içtihadnda hata etmi oidu$ü!>
neticesine götürmütür. Bu böyledir, zira onlar, “Bunlar, akllar kemâle ermentö||
iki çocuktur. Halbuki bizler ya, akl, yeterli olma, faydal olma, çokça hizmet efrot<
ve ileri yapma hususunda, o ikisinden önceyiz. Binâenaleyh, babamzn, Yututâ^
170/ 13. ( Ut
TEFSlR-l KEBÎR
_ i

bize tercih etmedeki srar, bu delilimize ters dümektedir...'’ derlerken, Yakûb (a.s)

da belki, "Ar sevmek, insann gücü ve takati dairesi içinde deildir. Binâenaleyh,
bu hususta Allah’n, benim üzerimde herhangi bir mükellefiyeti yoktur!.." diyordu.

Yusuf’la Bünyamin’in Kayrtmalarnn Sebebi?


O ikisinin, daha fazla gözetilmelerinin de, u sebeplerden olmas muhtemeldir:
a) Onlar, daha çocukken anneleri ölmütü.

b) Hz. Yakûb, dier çocuklarnda bulamad doruluk ve âlicenâbl, Yusuf’ta


bulmutu.

c) Yusuf yaça küçük olmasna ramen, babasna, dier çocuklardan daha


(a.s),

kymetli ve deerli olan muhtelif hizmetlerde bulunmu olabilirdi.

Netice olarak diyebiliriz ki, bu mesele, mesele olup, nefsin meylinin


içtihadî bir
ve ftratn zorlamalarnn kart bir meseledir; binâenaleyh, bu hususta meydana
gelen ihtilâftan, iki taraftan birinin, dini veya erefi hususunda tenkit edilmeleri neticesi

çkmaz. >

Peygambere Dalâlet snat Etmek Küfre Düürmez mi?

Üçüncü Soru: Onlar babalarnn apaçk bir sapklk içindeolduunu söylemilerdir


ki, bu da zemm ve tenkîd hususunda ileri gitmektir. Peygamberi tenkit etmek
hususunda ileri giden, küfre düer. Hele, bu tenkit eden, oul olunca!.. Zira, babalk
hakk da, daha çok sayg duymay gerektirir.

Cevap: Burada bahsedilen "sapklk” ile, dünyevî hususlardaki maslahatlara


riâyet etmeme kastedilmitir; rüd ve doru yoldan uzaklama manas
kastedilmemitir.

Yusuf’un Kardeleri Günah lemi Saylrlar m?



Dördüncü Soru: Onlarn, Yusuf’la kardei, babasnn yannda, muhakkak
bizden daha sevgilidir” eklindeki sözleri, srf hasetten kaynaklanan bir sözdür.
Halbuki haset, büyük günahlardandr. Hele hele onlar bu hasetleri yüzünden O’nu
yalanlamaya, o iyi klmaya ve
kardelerini yok etmeye, onu kölelik zilletine duçar
onu, müfik babasndan uzaklatrmaya yeltenmiler, böylece babalarn devaml olan
bir keder ve üzüntüye düürmüler
onu yalanlamaya cüret etmilerdir.
ve
Binâenaleyh, ne kadar kötü haslet, er ve fesat hususunda ne kadar yöntem varsa,
hepsini denemilerdir. Halbuki bütün bunlar, (peygamber olduklarnn kabûlü halinde),
onlarn ismetlerini ve nübüvvetlerini zedeler.

Cevap: Durum, sizin bahsettiiniz gibidir. Ancak ne var ki, bize göre nazar-
dikkate alnan husus, peygamberlerin, kendilerine nübüvvet verildii zamanki ismet
12. Cüz, YÛSUF SÛRES 12/9-10-1 1-12 13. Cilt / m
ve masûmiyyetleridir. Ama, nübüvvetten önce ise, ismet sahibi olmak farz deildir.
Allah en iyi bilendir.

Kardelerinin Yusuf çin Kurduklar Tuzak

“Yusuf’u öldürün. Yahut onu, uzak ve ssz bir yere atn ki. babanzn
teveccühü yalnz size münhasr olsun ve siz, ondan sonra, sa/ih bir zümre
olasnz.” çlerinden bir sözcü, “ Yusuf'u öldürmeyin, onu bir kuyunun dibine
brakn da, yolun kafilesinden biri, onu alsn. Eer, mutlaka yapacaksanz bari
böyle yapn ”
(Yusuf. 9-10).

Bil onlarn içlerindeki haset iddetlenip had noktasna varnca, onlar,


ki,

“Yusuf’un, babasndan mutlaka uzaklatrlmas gerekir...” dediler. Bu da ancak,


u iki yoldan birisiyle salanabilirdi:

a) Öldürmek.

b) daha artk babasyla bir araya gelmesinden ümidin kesilecei


Yahut, onu, bir

bir yere sürgün etmek... Haset eden kimsenin, kötülük hususunda bundan daha ileri

bir noktaya varabilecei düünülemez. Onlar bu hususta, babanzn teveccühü
yalnz size münhasr olsun” eklinde bir gerekçe de ileri sürmülerdir ki bu, “Yusuf,
onu bizden alkoymu ve onun teveccühünü hep kendisine çevirmitir. Binâenaleyh,
o Yusuf’u kaybederse, bütün gönlü ve muhabbetiyle bize yönelir ve siz de, ondan
sonra, salih bir zümre olursunuz” demektir. Bu hususta da u izahlar yaplmtr:

1) Onlar, kararlatrdklar bu eyin büyük bir günah olduunu anlaynca, “Biz


bunu yaptmzda, Allah’a tevbe ederiz ve salih topluluklardan oluruz...” dediler.

2) Buradaki maksat, dinî bakmdan salih olmak deil, aksine bundan maksat,
“O zaman babanz yanndaki durumunuz düzelir, babanz sizi sever de, sizinle
ilgilenir...” denilmek istenmesidir.

3) Bununla u kastedilmitir: Sizler bu yalnzlnz ve bir kenara itilmeniz


sebebiyle, ilerini düzeltmekle megul olamayan akl ve zihni dalm kimseler haline
172 /I V ( Il TEFSlR-1 KEBÎR

geldiniz. Binâenaleyh, bu tedirginliiniz zail olunca, ilerinizi slah edip düzeltmeye


vakit bulabilirsiniz.

Alimler, öldürmeyi emredenin kim olduu hususunda u iki görü üzere ihtilaf

etmilerdir:

a) Bunu, Yusuf'un kardelerinden biri söylemitir.

b) Onlar, yabanc biriyle istiare ederlerken, bunu o yabanc söyledi, kardelerden


biri söylemedi.

görüü benimseyenler de kendi aralarnda ihtilaf etmilerdir:' Mesela Vehb,


Birinci

“O, em’ûn’dur" derken; Mukatil, “bunu söyleyenin Rûbiyel olduunu” ileri


sürmütür.

Eer, “Onlar peygamber olduklar halde bu onlara nasl uygun düer?” denirse,
biz deriz ki: ‘‘Buna "Onlar o zaman henüz mürâhik idiler (yani bülua ermemilerdi)”
diye cevap verenler çkm
ise de bu zayftr. Çünkü Hz. Yakûb (a. s) gibi bir
peygamberin, içlerinde onlar, kötülüklerden alkoyacak akll bir kii olmadan,
çocuklarn dar göndermi olmas uzak .bir ihtimaldir. Hem sonra onlar, “siz, sonra
sâlih bir zümre olursunuz” demilerdir. Bu da onlarn tevbe etmezden önce, sâlih
(iyi) olmadklarn gösterir ki, bu durum, onlarn çocuk olmu olmalarna terstir.

Baz kimseler de bu soruya, "Bu küçük günahlardandr” diye cevap vermitir.


Bu cevap da akldan uzaktr. Çünkü ma’sûm bir peygamber olan babaya eziyet etmek,
ona yalan söylemek ve küçük bir kardei öldürmeye girimek, bütün bunlarn herbiri
büyük günahlardandr.

En doru cevap udur: Onlar peygamber deil idiler. Peygamber olmu olsalar
bile, bu hadiseyi peygamberliklerinden önce yapmlardr.

Yusuf’u Öldürmekten Vazgeçip Kuyuya Atmalar

Daha sonra Cenab- Hak, birisinin Jû>jî '^isîSl


t “Yûsuf’u öldürmeyin” dediini
nakletmitir.Bunu söyleyenin, Hz. Yûsuf'un teyzesinin olu olan Rûbiyel olduu
söylenmitir. Rûbiyel, onlarn en aklls idi. Bundan dolay, onlar, Yûsuf’u
öldürmekten alkoydu.

Bunu söyleyenin Yehûdâ olduu da söylenmitir. Yehûdâ da, fikir, fazilet ve


yaça onlarn ileri gelenlerinden idi.

Ayette sonra “Onu bir kuyunun dibine brakn” denilmitir.


Bu ifâde ile ilgili birkaç mesele vardr:

Nâfî, hem burada, hem de bundan sonra gelen yerde, kelimeyi


BRNC MESELE geyâbAt eklinde cem? olarak okurken, dier kraat imamlar
her iki yerde de müfred okumulardr. Bunun cemî olarak
12 . cm, YÛSUF SÛRES 12/9-10- 1*1 -12 13 , Cilt / 173

okunmasnn sebebi u olabilir: Kuyunun kenâr ve köeleri vardr. Binâenaleyh


kuyunun içinde kenar, köe, dip bulunmu olur. Bu kelimeyi müfred okuyanlar ise
öyle demilerdir: “Bununla, Yûsuf’un saklanabilecei, kuyudaki bir yer
kastedilmitir. Dolaysyla bunu müfred okumak daha hususî olur ve kastedilen

manaya daha çok delâlet eder.” Cühderî ise bunu, 'Cf-


^ (“Kuyunun
gaybnda)” eklinde okumutur.

Dilciler öyle demilerdir: Geyâbe “bir eyi saklayp


KNC MESELE gizleyen her eye” denir. O halde, kuyunun gayâbeti, onun
derinlii, bakann gözüne görünmeyen, en aadaki en
karanlk yeridir. Cübb yaplmam kuyu demektir. Böyle kuyuya, cübb
ise, kenarlar
kesilip eilme dnda, yaplma ve benzeri bir ey olmamtr. Onu kuyunun en karanlk

ve hiç kimsenin göremeyecei bir yerine atlmasna iaret eden bir kimseye delâlet
etsin diye, ji denilmitir. Binâenaleyh geyâbe sözünün zikredilmesi
bu manay ifade etmitir. Çünkü Yûsuf ile ona bakacaklar arasna hiçbir engelin
giremeyecei kuyunun herhangi bir yerine atlmas da ihtimal dahilinde idi.

Cübb kelimesinin bandaki elif iâm, bu kuyunun daha


ÜÇÜNCÜ MESELE önce bahsi geçmi -malûm- bir kuyu olmasn gerektirir. Bu
sebeple âlimler, bu kuyunun neresi olduu hususunda
ihilaf etmilerdir. Katâde, “bunun Beyt- Makdls Kuyusu olduunu” söyler; Vehb,

bunun “Ürdün arazisinde bir kuyu” olduunu söylemi. Mukâtil de, “bu kuyunun,
Hz. Ya’kûb’un evine üç fersah uzaklkta bir yerde olduunu” söylemitir. Onlar ileri

sürdükleri, “Bir yolcu kafilesinden biri onu alsn” eklindeki sebepten ötürü de, bu
kuyuyu belirlemilerdir. Çünkü o kuyu, bilinip tannyordu. Çou kez oraya yolcular
urarlard. Yine o kuyuya atlann, kurtarlma ihtimalinin fazla olduu biliniyordu.
Çünkü yolcular, oradan geçerken kuyuya gelecekler, kuyuya gelince de, içindeki o
insan» görecekler, görünce de onu çkarp götüreceklerdi. Dolaysyla onun o kuyuya
atlmas, ölme ihtimalini azaltyordu.

»itikat, yolda birey bulup almak demektir. Lukata ve lakit


DÖRDÜNCÜ MESELE (yitik) kelimeleri de bundandr. Haan el-Basrî manadan
ötürü, bu kelimeyi tâ ile teltekthu eklinde okumutur.
SjÇj jm» (Bir kâfile) de “Seyyâre” (kafile)dir. (Yani bu kelime müennestir,

onun için fiili müennes getirmitir.) Seyyâre, yolculukta birlikte giden kâfile demektir.
bn Abbas: “Allah Teâlâ böyle buyurmakla oradan geçecekleri kastetmitir” demitir.

Ayetteki Eer mutlaka yapacaksanz (bari böyle yapn)”

sözünde, onlarn bu ii yapmamalarnn daha evlâ olduuna, ama eer bu illâ


yaplacak ise, hiç olmazsa bu kadarla yetinilmesi gerektiine bir iaret vardr. Bunun
bir benzeri de, Hak Teâlâ’nn, “Eer herhangi bir ceza ile mukabele edecek

olursanz, ancak size reva görülen ukûbetin misillemesiyle ceza yapn...” ma, 126)

ayetidir. Bu, “Evlâ olan, sizin bunu hiç yapmamanzdr, ama (...)” demektir.
174 / I V C ilt TEFSÎR-1 KEBÎR

Hz. Yakub’un Batan Beri Endieli Olmas

“Onlar dediler ki: “Ey babamz, sen güvenmiyorsun?


bize Yûsuf’u niye
Halbuki biz onun elbet iyiliini isteyenleriz. Yarn onu bizimle beraber gönder
de, bol bol yesin oynasn. üphesiz biz onun koruyucularyz”
• (Yûsuf, 11-12).

Bil ki bu söz, Ya’kûb Yûsuf hususunda onlardan endie duyduuna


(a.s)’un,
delâlet eder. Eer böyle olmasayd, onlar bu sözü söylemezlerdi.

Bil ki bunu söylemiler ve babalarnn yannda da Yûsuf’u


onlar, karar verince,
çok sevdiklerini, ona son derece efkât duyduklarn göstermilerdir. Yûsuf'u bir
müddet kra götürerek, Yâkub (a.s)'un gözünden uzak tutmak, onlarn âdetleri idi.
Binaenaleyh babalar Yâkub (a.s)’dan, Yûsuf’u kendileri ile birlikte göndermesini
istediler. Yâkub (a. s) Yûsuf'un gönlünü ho etmeyi istiyordu. te böylece, onun
kardelerinin sözüne aldanarak, onu, onlarla sald. Ayetle ilgili birkaç mesele vardr:
' 1 '

Keâf sahibi öyle demektedir: kelimesi, her iki

BRNC MESELE nünün açktan, imâml idam ile ve imamsz olarak


Ayetteki Kraat Farklar okunur. Bunun manas, “Biz onu sevip, onun iyiliini
istediimiz halde, niçin ondan ötürü bizden korkuyorsun”
demektir.

Ayetteki Ç&] kelimesi be ekilde okunmutur:


KNC MESELE Birinci Kraat: bn Kesir, ilk fiili nûn ile ve ayn’n kesresi
ile, *Uîji masdarndan (otlatalm) eklinde, dier
fiili yâ ile C-& (oynasn) eklinde okumutur.
masdar, tUîj', fiilinin, iftiâl

babdr. Nitekim Arapça’da, hayvan otlad zaman, Lpj - tey - w' i~*Ul
denilir. «toj, ise, develeri ve hayvanlar otlatmaktr. Onlar, otlatma iini kendilerine
izafe etmilerdir. Bu, aslnda “Develerimizi otlatalm” demektir. Keza, otlatma iini
kendilerine nisbet etmilerdir. Çünkü bu otlatmann sebep ve vesilesi kendileridir.
Netice olarak otlatmay ve mallarn muhafaza etme iini kendilerine izafe etmilerdir.
Çünkü onlar bülûa ermi delikanllard. “Oynama” iini de, küçük olduu için

Yûsuf’a nisbet etmilerdir.


%
13. Cilt / 175
12. Cüz, YÛSUF SÛRES 12/13-14

ikinci Kraat: Nâfî, her iki fiili de yâ okumutur. Böylece


ile ve ayn'n kesresi ile

otlatma ii, buna alsn ve denesin diye, develeri otlatma iini yapann bizzat
Yûsuf
olmas manasnda, Yûsuf’a nisbet edilmitir. Binâenaleyh bu, Yûsuf, dier çocuklar
gibi, kâh deve otlatm kâh oyun oynam demektir.

Üçüncü Kraat: Ebu Amr ve bn Âmir, nûn ile ve ayn ile ba harfinin cezmi

(sükûnu) ile ve eklinde okumulardr. bnü’l-A’rabî masdarnn


manasnn, yeryüzünün otunu yemek (otiamak)’tr. Bunun, otun bollamas manasna
olduu da söylenmitir. fiilinden maksad, mubah olan oyun ve elencelere

yönelmek manasdr. Bu, insana âit bir fiildir.

Bunun nel’ab (oynayalm) eklinde okunmasna gelince: Rivayet olunduuna


göre, Ebû Amr’e denilmitir: “Onlar, peygamber olduklar halde nasl,
“Oynayalm"

diyebilirler?” denildi. O da buna kar, “Onlar, o zaman henüz peygamber
deillerdi

cevabn verdi. Yine bununla gönlün rahatlamas için, mübah olan elence ve oyunlar
yapma zamannn kastedilmi olmas da caizdir. Hz. Peygamber (s.a.s), Cablr (r.a)’e.
l&Stf
j “Evlendiinde; kendisi ile oynaacan ve seninle oynaacak

bir bakire bulamadn m?”® buyurmutur. Bir de, onlarn oyunlar yar yapmakt.
Bundan gaye de, kâfirlere kar savamay örenmekti.. Bunun delili onlarn, “Biz

yarmak üzere gitmitik ” (Yûsuf. 17) eklindeki sözleridir. Bu yar, âdetâ bir oyun
eklinde olduu için, onu “oynamak” kelimesi ite ifâde etmilerdir.

Dördüncü Kraat: Kûfeliler, her iki de yâ ile, ayn’n ve bâ’nn sükûnu ile, yertâ’
fiili

ve yel’ab eklinde okumulardr. Buna göre, otlama (yani yiyip-içme) ve oynama ii

Hz. Yûsuf’a izafe edilmitir.

Beinci Kraat: lk fiil yâ He £— (yerta’) (otlasn), kincisi nûn ile,

nel’ab (oynayalm) eklinde okunmutur ki, bu uzak bir ihtimaldir. Çünkü onlar,
oynayp ferahlasn diye, Yûsuf’u, babalarnn, kendileri ile birlikte salmasn
'istemilerdi, yoksa kendileri oynayp elensinler diye deil. Allah en iyi bilendir.

Hz. Yâkub’un Yusuf’u Göndermek stememesi

©S L \j

9. Buhftri, Cihad, 113 (4/10); Mü»llm, Rdâ’, 54 (271078).


176/13. Cilt TEFSÎR-t KEBÎR

“Babalan dedi ki: “Onu götürmeniz muhakkak ki beni endieye düürür. Siz
ondan onu kurdun yemesinden korkarm.” Onlar da dediler ki:
gâfil iken,

“Andolsun ki biz böyle kuvvetli bir cemaat iken, onu bir kurt yer ise, hiç
üphesiz hüsrâna urayanlardan olmu oluruz”
(Yûsuf, 13-14).

Bil ki onlar, babalarndan Hz. Yûsuf’u kendileri ile birlikte göndermesini isteyince,
babalar u iki mazereti ileri sürdü:

Onlarn onu götürüp, kendisinden uzaklamalar onu


a) üzer. Çünkü Hz. Yâkub,
bir an bile Hz. Yûsuf’un ayrlna dayanamazd.

b) Az ihtimam gösterecekleri için, onlar hayvanlar otlatrken veya oynarken, onu


unutabilecekleri kurdun gelip onu yemesinden endie etmesi. Rivayet
için, bir

edildiine göre, Hz. Yâkub, uykusunda bir kurdun Hz. Yûsuf’a doru saldrdn
görmü ve bundan dolay böyle demitir. Sanki böylece bu bahaneyi çocuklara kendisi
öretmi olmaktadr. Araplarn darb- mesellerinde, jJaÜJl» j *Sü' “Belâ,
söylenen söze balanmtr” diye bir darb- mesel vardr. Yine onlarn topraklarnda ^ok
kurt bulunduu da söylenmitir. Bu kelime, asl üzere hemze ile ve sükûn ile, ^'AJl
eklinde okunmutur. Bunun, rüzgâr her taraftan estii zaman söylenen, fyjJ çJjtf
deyiminden alnd da söylenmitir. Yâkub bu sözü söyleyince, onlar da,
(a.s),

“Andolsun ki biz böyle kuvvetli bir. cemaat iken, onu bir kurt yer ise, hiç üphesiz
hüsrâna urayanlardan olmu oluruz” diyerek cevap vermilerdir. Bu deyimle ilgili

birkaç soru vardr:

Birinci Soru: Ayetteki iS' kelimesinde in edatnn bandaki lâm’n faydas


nedir?

Buna iki ekilde cevap verilir:

n edat, artn bir neticeyi gerektirdiini ifâde eder. Buna göre bu, “Eer böyle
a)

bir ey olursa, biz hüsrâna urayanlardan olmu oluruz” demektir. Demek ki lâm,

artn bir cezay (cevab) gerektirmesini te’kîd etmek için gelmitir.

b) Keâf sahibi öyle demitir: “Bu lâm, takdiri, S ûSl, AJlj “Vallahi
eer onu bir kurt yerse...” eklinde olan, mahzûf bir kasemin olduunu gösterir.

kinci Soru: Ve nahnu kelimesinin bandaki vâv’n manas nedir?

Cevap: Onlar, bütün ilerin üstesinden gelebilen ve tehlikeleri altedebilen on kii


olduklar halde, babalarnn, kurdun, onlarn arasndan kardelerini çekip almas,
yemesi hususundaki endiesi tahakkuk ederse, o zaman kendilerinin ziyâna uram
bir topluluk olacaklarna dair yemin etmilerdir.
'
YÛSUF SÛRES 12/15 13. ( ili / 177
12 ( »/,


Üçüncü Soru: Onlarn, “hiç üphesiz hüsrana urayanlardan olmu oluruz
sözünden maksat nedir?

CeVap: Buna birkaç bakmdan cevap verilebilir:

a) Hâsirûn kelimesinin manas “zayflk ve acziyyetten helâk olmu ölürüz”

anlamndadr. Bunun bir benzeri de, tâl jdj (Mü’minûn, 34)

ayetidir. Buradaki üjj-AAJ kelimesinin anlam, “aciz kalmlardan olursunuz"


eklindedir.

orada bulunduu halde, kurt, kardelerini yedii zaman,


b) “Onlar, kendileri
kendilerine hüsran ve helâk olmakla beddûa edilmeye; "Allah onlar hüsrana urats'n,
helâk etsin onlar!” denilmeye müstehak idiler” anlamndadr.

Bunun manas udur: “Muhakkak ki biz, kardeimizi korumaya muktedir


c)

olamazsak, üphesiz sürülerimiz de helâk olur ve biz onlar yitiririz.”

d) Onlar, babalarna hizmet hususunda yormular ve babalarnn ilerini


kendilerini

yapma hususunda bütün gayretlerini sarfetmilerdi. Bütün bu yorgunluklara ise,


ondan duâ ve övgüye mazhar olmak için katlanmlard. te bundan dolay onlar
“ayet biz bu hizmetimizde bir kusur yaparsak, üphesiz bütün bu ilerimiz boa
çkm olur ve biz de, bizden sudûr eden çeitli hizmetlerimizi ziyân etmi oluruz”
dediler.

Dördüncü Soru: Yakub (a.s), iki mazeret ileri sürmü, ama onlar, bunun birisine

cevap verirken, dierine vermemilerdir.

Cevap: Kardelerinin Yusuf’a olan kin ve öfkeleri, birinci mazeretten, yani


Yakub’un Yusuf'a olan iddetli sevgisinden dolay idi. te onlar, bu manann
zikredildiini duyunca, ondan gafil göründüler.

Yusuf’u Götürmeleri ve Kuyuya Atmalar

V • • y
' 's f • ([s w y \
#
l / \ f
#
\
* ^ H’a

„ « v ^ -v - ^ ^ ‘ ‘
- 1
'

'> > *.'A # > s


178 / »3. Cilt TEFSÎR-l KEBÎR

"Nihayet vakta onu götürdüler, onu kuyunun dibine brakmay elbirlik


ki

kararlatrdlar. Biz de kendisine: "Andolsun ki sen onlara, hiç farknda


deillerken, bu ilerini haber vereceksin ” diye vahyettik”
(Yusuf. 15).

Bil ki, bu ayette iki yerde bir hazfin bulunmas gerekmektedir:



a) Ayetin takdiri öyledir: “Onlar,
Andolsun ki biz böyle kuvvetli bir cemaat
iken, onu bir kurt yer ise, hiç üphesiz hüsrana urayanlardan oluruz ” dediler”
(Yusuf, i4). Bunun üzerine de Yakub, Yusuf'a izin verdi ve onu, onlarla beraber

gönderdi...” Daha sonra ise bu ifadeye, “Nihayet vakta ki onu götürdüler. ” ayeti . .

bitimitir.

b) üphe yok ki, onu götürdüler ve onu, kuyunun dibine


“Nihayet vakta ki
brakmay elbirlik kararlatrdlar...” ifadesinin bir cevabnn bulunmas gerekir.
Zira lemmâ edatnn cevab zikredilmemitir. Bu cevap da, öj—kâJ t

“Onu kuyuya braktlar” eklindedir. Zikredilenin, kendisine delâlet etmesi artyla,


cevabn hazfedilmesi Kur’ân- Kerim’de pek çoktur. te burada da böyledir

Süddî öyle demitir: “Yusuf (a.s) çknca, onlar ona


kardeleriyle birlikte yola
iddetli bir dümanlk gösterdiler. Derken, onlardan birisi Yusuf’u dövmeye balad;
o, ötekinden yardm isteyince, bu sefer o brakp bu onu dövmeye balad. çlerinde

hiçbir merhametli kimse bulamyordu. Onu, öldürünceye kadar dövdüler. Yusuf ise

öyle diyordu: “Ah Yakub, bir bilsen oluna neler yaplyor!..” Bunun üzerine Yahuda
“Siz bana, onu öldürmeyeceinize dair söz vermemi miydiniz?” deyince, onu içine
atmak üzere kuyuya götürdüler.

Yusuf kuyunun kenarna aslp tutunmu vaziyette iken gömleini srtndan


çkardlar. Gayeleri ise, gömleine kan bulatrp, bunu Yakub’a sunmakt. Bunun
üzerine Yusuf, “Üzerimi örtebilmem için, gömleimi bana geri verin!” ^°vince onlar,
“Sana arkada, enîs olmalar için, günee, aya ve onbir yldza seslen!..” dediler.
Sonra da onu, kuyuya sarkttlar; kuyunun yarsna vardnda, ölmesi için oradan
aa braktlar. Kuyunun içinde ise, (bir miktar) su bulunuyordu. Yusuf oraya dütü,
sonra da, (yine kuyunun dibinde bulunan) bir kayaya snd. Alayarak o kayann
üzerine çkt. Bunun üzerine yukardakiler ona seslendiler; Yusuf onlarn insafa ve
merhamete geldiini sanarak, onlara karlk verdi. Bunun üzerine hemen onu
onlar,
tala ezmek isteyince, Yehûda ayaa kalkt ve onlara mani oldu. Yahuda, Yusuf’a
yemek getiriyordu...”

Rivayet edildiine göre Yusuf (a.s) kuyunun dibine atlnca, “Ey, gâib olmayan,
hereyden haberi olan! Ey, uzak olmayan, yakn olan! Ey, galebe edilemeyen,
hep galib olan Allah ’m! Benim u halimi genilet ve bana bir çk yolu göster!. .

diye yakarmtr.
12 ('Uz, YÛSUF SÛRES 12/15 13. Cilt / 179

Yine rivâyet edildiine göre, brahim (ade atee atldnda elbiseleri s)

çkarlmt. Derken, Cebrâil ona, cennet ipeinden bir gömlek getirmi ve onu
glydirmiti. Sonra brahim bu gömlei shâk’a, shâk Yakub’a vermi, Yakub da
bu gömlei bir muskann içine koyarak, onu Yusuf (a.s)’un boynuna asmt. Sonra
Cebrail gelmi ve bunu oradan çkararak, Yusuf’a giydirmiti.

Allah’n Yusuf’a Vahyetmesi

Daha sonra Cenâb- Hak, OjJ-Üiff ü-a

"fil/ de kendisine, “Andolsun sen on/ara, hiç farknda deillerken, bu ilerini


ki
haber vereceksin” diye vahyettik” buyurmutur. Bu ifadeyle ilgili birkaç mesele
vardr:

Ul^jij buyruu ile alâkal iki görü bulunmaktadr:


BRNC MESELE a) “Bundan maksat, vahiy, nübüvvet ve risâlettir.” Bu,
muhakkik alimlerden büyük bir cemaatin görüüdür.

Bu görüü benimseyenler, daha sonra, Yusuf (a.s)’un o zaman bülûa erip


ermedii hususunda ihtilaf etmilerdir... Bu cümleden olmak üzere bir ksm, "O,
o zaman bülûa ermiti ve ya da, onyedi idi" derken, dierleri de, onun o vakit
henüz çocuk olduunu, ancak ne var ki, sa (a.s) hakknda da söz konusu olduu
gibi, akln kemâle erdirip, vahyi ve nübüvveti almaya elverili ve kabiliyetli hale

getirdiini söylemektedirler.

b) Buradaki vahiyden maksat, jlhamdr. Bu, Cenâb- Hakk’n, “ Musa’nn


anasna.... diye vahyettik (evheynâ)” (Kasas,7)ve “Rabbin bal arsna (...) ... diye
lham etti (evhâ)” (Nahi, 68) ayetinde geçen vahy kelimesi gibidir.

Birinci görü daha evlâdr; çünkü, vahyin zahiri manas budur.

mdi ayet, “Yannda teblide bulunaca bir kimse bulunmad halde, Cenâb-
Hak onu, o vakitler nasl peygamber klmtr?’’ Onu vahiy ve tenzil
denilirse, deriz ki:

ile ereflendirip de çok daha sonra teblide bulunmasn emretmi olmas imkânsz
deildir. Buna göre, daha önce vahyin
buyurulmas ise, ona ünsiyyet vermek,
inzâl

gönlünü rahatlatmak, kalbindeki keder ve yalnzlk duygusunu yok etmek içindir.

jjJiIiJY buyruu hakknda iki görü bulunmaktadr:


KNC MESELE a) Bu ifâdeden murad udur: “Allah Teâlâ Yusuf (a.s)’a,
“Sen kardelerine, bu günden sonra, sana yaptklarn
bildireceksin. Onlar da o zaman, senin Yusuf olduunu bilemeyecekler...” Bundan
maksat ise, onun bu skntdan kurtulacan, onlara bir gün galib geleceini ve onlarn,
onun kudreti ve hakimiyeti altna gireceklerini bildirmek suretiyle, Yusuf’un kalbini
takviye etmektir.
180 / 13. Cilt TEFSlR-I KEBÎR

Rivayet olunduuna göre onlar, buday taleb etmek için Yusuf’un yanna
girdiklerinde, Yusuf onlar tanm, onlarsâ Yusuf’u tanyamamlar, bunun üzerine
Yusuf su tas getirterek onu, onun eli üzerine koydu; sonra taa vurdu ve ta tnlad,
ses çkard. Bunun üzerine Yusuf öyle dedi: “Bu su kab bana, sizin, baba bir erkek
kardeiniz olduunu, adnn da Yusuf olduunu, ama sizin onu kuyuya attnz,
babanza da, onu kurt yediini söylediinizi bildirmektedir!”

b) Bundan maksat udur: “Biz Yusuf (a.s)’a kuyuda, “Sen kardelerine bütün
bu eyleri bildireceksin” diye vahyetmitik. Onlar ise, Yusuf’a vahyedildiini
bilemeyecekler.

Yusuf’a vahiy buyurulduunun gizlenmesindeki fayda ise udur: ayet onlar


inzal

bunu bilmi olsalard, hasetleri artar, böylece de onu öldürmeye yönelebilirlerdi...

Biz, “hiç farknda deillerken” sözünü, birinci tefsire

ÜÇÜNCÜ MESELE hamledersek, bu, Allah Teâlâ tarafndan Yusuf (a.s)'a,

babasndan gizlemesi ve bana gelen halleri ona


kendisini
bildirmeme hususunda bir emirdir, ite bundan dolay o, Allah’n emrine muhalefet
etmek korkusuyla, babasnn kendisine olan dümanlk ve itiyakn bildii halde, bu
uzun müddet boyunca kendisini, babasndan gizlemi ve bu acy yudumlamaya
katlanmtr. Böylece Cenâb- Hak, o, Allah’a çokça rücû etsin, dünya ile alakas sona
ersin, böylece de kullukta, ancak çok zor skntlara katlanmakla kendisine ulalabilen
yüce derecelere ulasn diye, Yakub (a.s)’a bu çok zor keder ile bu büyük üzüntünün
gelmesine hükmetmitir. Allah en iyi bilendir..

Kardelerinin Eve Dönmeleri

“Akam, alaya alaya babalarna geldiler: “Ey babamz, dediler hakikaten ,

biz, kou yarmas yapmak çin gittik. Yusuf'u da, eyamzn yanna

brakmtk. (Bir de ne görelim), onu kurt yemi! Biz doru söyleyen kimseler
12 ( «/. YÛSUF SÛRES 12/16-18 13. Cilt / 181

olsak da, sen bize inanmazsn.” Bir de üstüne sahte bir kan bulatrlm olan
gömleini getirdiler. (Yakub) dedi ki: “Hayr, nefisleriniz sizi aldatp, (böyle
feri) bir ie sürüklemi. Artk bana düen güzel bir sabrdr. Sizin anlatnza

kar, yardmna snlacak olan, (ancak) Allah’tr”


(Yusuf, 16-18).

Bil ki onlar, Yusuf’u kuyuya atnca, akamleyin alayarak babalarnn yanna


döndüler. bn Cinnî, ayn'n dammesi ve kasr ile eklinde okunduunu
da rivayet etmi ve, “Onlar, alaya alaya akamladlar” anlamn vermitir, ite bu
•anada, Yakub (a.s) “Koyunlarnza
korkarak, m
bir ey oldu?” deyince onlar,

"Hayr” dediler. Bunun üzerine Yakub (a.s), “Yusuf ne yapt?” deyince de, onlar,

"I lakikaten biz, kou yarmas yapmak için gitmitik. Yusuf’u da. eyamzn yannda
brakmtk. de ne görelim), onu kurt yemi!” dediler. Bunun üzerine Hz. Yakub,
(Bir

alad, feryat etti ve “Gömlei nerede?” dedi. Ve onu alp yüzüne sürdü, böylece
de yüzü gömlein kanyla boyand.

olunduuna göre bir kadn, Kadî ureyh’a, mahkeme olmak için


Rivayet
bavurmu ve alamt. Bunun üzerine a’bî: “Ey Ebû Ümeyye, onun alamasna
ne dersin?” deyince “Yusuf’un kardeleri de, zalim ve yalanc olduklar halde,
o:

alayarak gelmilerdi. Kiinin ancak hak ile hükmetmesi gerekir’ dedi.

Ayetteki Yarmann Konusu

Alimler, ayette geçen “yarma”nn ne anlamda olduu hususunda ihtilaf

etmilerdir. Zeccâc: “Onlar, ok atma hususunda birbirleriyle yaryorlard” demitir.


Hz. Peygamber (s.a.s)’in de: j' j' câ*- j \ J-^Sl “ Yarma ancak,
komada, ok atmada veyahut da at veya devede olabilir ”û°) eklindeki hadisi bu
anlamdadr. Yani, Hz. Peygamber nasi kelimesiyle, ok atmay kastetmitir. Ok yar
aslnda, ne kadar uzaa atmak, frlatmak ile alâkaldr. Bu, iki kiinin, hangisinin daha
uzaa att ortaya çksn ok atmalar demektir. Daha sonra bu ekilde karlkl
diye,

olarak ok atanlar, böylece nitelendirilmilerdir. te bu cümleden olarak, hangisinin

daha uzaa attnn ortaya çkmas için böyle bir yar yaptklarnda, /ISjUJ -
denilmitir.

Abdullah bn Mes’ûd’un, Û eklinde okuduu rivayeti de,

yaplan bu açklamann doruluuna delalet eder.

stebeka kelimesinin tefsiri görüe göreyse, Süddî ve


hususundaki ikinci

Mukatil’in: “Hangimizin daha hzl kotuu ortaya çksn diye komutuk..." eklinde
manalandrmalardr.

10. Tlrmlzî, Clhad. 22 (4/205).


182 / 13. Cilt TEFSlR-l KEBÎR

Buna göre ayet, “Onlar, çocuklarn ii olan bu ii, âkil bali olduklar halde, nasl
yapabilmilerdir?” denilirse, biz deriz ki:

Onlarn yarmalar, tpk, atlarn yarmalar gibiydi. Onlar böylece kendilerini


deniyor ve kouya altryorlard. Kou, onlarn, dümanla savamalarnda, sürüye
kurt saldrdnda ona kar koymada bir çareleri, aletleri gibiydi.

Ayetteki ÜS'ü cümlesinin manas “Yusuf’u kurt yedi” demektir. öyle tefsir

edildiide olmutur: “Kardeleri, yalandan kurtulmak için "onu kurt yedi” diye zamir
kullanmlar ve fakat aslnda “onun azn
kurt yedi” manasn kastetmilerdi.” Ama
asl muteber olan izah, ilk izahtr.

Daha sonra onlar LT }ij U3 dJ' Uj “Biz, doru söyleyen kimseler


olsak da, sen bize inanmazsn" demilerdir. Bu ifadeyle ilgili birkaç mesele vardr:

“Yakub (a. s) doru olduunu bildii kimseleri tasdik


Bu,
BRNC MESELE etmezdi” anlamnda deildir. Tam aksine bunun manas,
“ayet biz, senin yannda güvenilir ve sadk kimselerden
olmu olsaydk bile, Yusuf’u çok sevmenden dolay, onun hakknda bizi suçlar ve
bizim yalan söylediimizi zannederdin. Netice olarak, bizler ne kadar doru
söylüyorsak da, ancak ne var ki sen, bizi tasdik etmeyecek, bizi suçlayacaksn. ..”
demektir. Manann, “Biz, her ne kadar sadk isek de, sen bizi tasdik etmeyeceksin.
Çünkü senin nezdinde, bizim doruluumuza delâlet edecek bir emâre
bulunmamaktadr” eklinde olduu da söylenmitir.

Alimlerimiz, Arapça’da aslnda, imann, tasdik anlamna


KNC MESELE geldiine dair bu ayetle

istidlâl ederek öyle demilerdir:
“Çünkü, Sen bize inanmazsn” ifadesiyle, “sen bizi tasdik

etmezsin” manas Durumun, Arapça’da


kastedilmitir.
böyle olduu sabit olunca, bunun eriat stlahnda da aynen kalmas gerekir. Bu
husustaki geni izah, Bakara Sûresi’nin bandaki jiJJ' (Bakara. 3) ayetinin

tefsirinde geçmiti.

Gömleine Sahte Kan Sürmeleri

Daha sonra Cenâb- Hak, f-L jüf-j “B/r de üstüne sahte bir kan
bulatrlm olan gömleini getirdiler” buyurmu olup bununla ilgili birkaç mesele
vardr:

Onlar, bu sözlerinde doru söyledikleri zannn vermek için,

BRNC MESELE bu kana bulanm gömlei getirdiler. Denildiine göre onlar,


bir olak boazlamlar ve gömlei onun kanna
bulamlard.

Kad ise öyle demitir: "Öyle anlalyor ki: Kuyunun dibine attklar zaman
12. Cüz, YÛSUF SÛRES 12/16-18 13. Cilt / 183

gömleini çkarmalarndan doruluklarn tekîd etmek için bu ii yapm


gayeleri,
olmalardr. Çünkü bunu, gömlein kendisine tamah ettiklerinden dolay yapm
olmalar, uzak bir ihtimaldir. Böyle bir günahn, böyle bir hzlânla birlikte bulunmas
gerekir; çünkü eer onlar, onu kana bulayp da yrtm olsalard, istedikleri zann
uyandrmalar daha inandrc olurdu. te bundan dolay Yakub (a. s), gömlei
sapasalam görünce, onlarn yalan söylediini anlad.”

***** J* tabiri, ‘‘Develerine yük

KNC MESELE vurdular” deyiminde olduu gibi, ‘‘Gömleinin üzerine


kan vurdular, sürdüler” anlamndadr.

Ferrâ, Müberred, Zeccâc ve bnu’l-Enbârî gibi, Arap dili

ÜÇÜNCÜ MESELE alimleri, yâT y, deyiminin aj yj-& “hakknda yalan


Dem-i Kezib (Sahte Kan) Tabirinin söylenilmi, denildii gibi olmayan” anlamna geldiini,
zah ancak ne var ki bunun, yâi' “yalanl olan, yalana &
bulam kan” takdirinde, masdar ile bir nitelenme
olduunu, ama mübalaa olsun diye, sanki kann, yalann ta kendisi klndn
*
söylemilerdir. Onlar öyle 4O > * (dökülmü)
demilerdir: anlamnda
;u
‘‘Yemen dokumas
si»',* Jiji
elbise,
“Emirin bastrm olduu dirhem” ve
kuma” deyimlerinde olduu gibi
^
ism-i mef’ûl;

*1 “Eer suyunuz, yerin dibine batp giderse... 30) ayetinde ve


JJLp JJ-j "Serapa adâlet ve serâpa oruç olan adam” ve Uru.
“ii gücü hep alamak, çrmak olan kadn...” tabirlerinde de olduu gibi ism-i fail
masdarla ifâde edilir. Onlar, masdaria isimlendirildikleri masdar da onlarla
gibi,

simlendirilir ve binâenaleyh Araplar akl için ma’kul; dövmek için de meclûd,


kelimesini kullanmaktadrlar. Cenâb- Hakk’n, OjsiiM yÇl» “Delilik hangisinde

imi?” (Kalem, 6) ve JS' bj. Siz didik didik parçalanp daldnz zaman”
(Sebe, 7) ayetlerinde de bunun gibidir.

a’bî öyle demitir: "Yusuf kssasnn


onun gömlei hakkndadr. Çünkü,
hepsi,
onu kuyuya att 'dar zaman onun gömleini çkarttlar ve o gömlei kana bulatrarak
babalarna götürdüler. Tutulan ahit, ahitlik yaptnda, “Eer gömlei önünden
yrtldysa...” (Yusuf, 26 Yusuf (a.s)’un gömlei (o Msr’da iken) babas Yakûb (a.s)’a
);

onun yüzüne atldnda, gözleri görür.” Sonra Cenâb- Hak, Yusuf’un


getirilip

kardelerinin bu sözü söyleyip doru olduklarna dair gömlei delil getirdikleri zaman,
Yakub (a.s)’un, “Hayr, nefisleriniz sizi aldatp, (böyle fecî) bir ie sürüklemi...”
dediini nakletmitir.

"Bunun manas "Dorusu, nefisleriniz size böyle fecî bir ii süslü


Ibn Abbas:
göstermitir” eklindedir. JijlsJl "nsann, herhangi bir eyi gerçekletirmeyi de
184 / 13. Cilt TEFSlR-I KEBlR

arzulayarak, onu gönlünden geçirmesidir” demitir. Ezherf de: “Tesvll kelimesi,


sanki, “insann bir ey istemesi...” ifadesindeki suâl kelimesinin tef’îl veznidir. Bu,
insann arzulayp da, kendisine batllar vesair eyleri süslü gösteren kuruntusu
(umniyye)dir. Bu kelimenin asl, hemzelidir. Ama, hemzeli okuma Araplara zor
gelmitir” demitir.

Keâf sahibi de: ‘‘Sevvelet kelimesi, genilemek, kendini salvermek anlamna


gelen sevel kökünden olup, “kolaylatrd” anlamndadr” demitir.

Hz. Yakub’un Yalan Kefetmesi


Bunu anladn zaman biz deriz ki: Ayetteki bel edat onlarn, “ onu kurt yemi.
sözlerini reddetmek için gelmitir. Yakub (a.s) sanki, “Sizin söylediiniz gibi deil.
Belki de daha dorusu, “Nefisleriniz sizi aldatp, onun hakknda (böyle fecî) bir ie
sizi sürüklemitir...” Yani, “Nefisleriniz size, anlatmadnz bir ii süslü gösterdi...”
demitir.

Müfessirler, Yakub (a.s)’un, onlarn yalan söylediklerini nerden anlad


hususunda deiik görüler belirterek ihtilaf etmilerdir:

1) O, onlarn kalblerindeki iddetli haset ve kskançl bildii için, yalan


söylediklerini anlamtr.

2) O, Yusuf (a.s)’un sa olduunu biliyordu. Çünkü o Yusuf’a, “Rabbin seni,


öylece beenip seçecek” ( Yusuf, 6) demiti. Bu, Yusuf ’un kardelerinin bu hususta
yalan söylediklerine kesin bir delildir.

3) Said bn
Cübeyr öyle demitir: “Onlar Yusuf’un gömleine o gömlek yrtk
olmakszn, sahte bir kan sürünce, Yakub (a.s) onlara: “Yalan söylüyorsunuz!.. Eer
onu kurt yemi olsayd, onun gömlei yrtlm olurdu..” demitir.

Süddî’nin de öyle dedii rivayet edilmitir: “Yakub “Bu kurt, pek de


(a.s),

merhametliymi!.. Onun etini, gömleini yrtmadan nasl yemi?!” demitir.”

Yine rivayet edildiine göre Yakub bunu söyleyince, onlardan birisi, “Onu,
(a.s)

belki de hrszlar öldürmütür” demi, bunun üzerine de, Yakub (a.s) “Onlar, onu
öldürmektense, gömleini almaya daha çok muhtaç olduklar halde, nasl olur da
onu öldürüp gömleini almazlar?!..” demitir. Binâenaleyh, onlarn sözleri birbirini
tutmaynca, bundan ötürü onlarn yalan söylediini anlad ve sonra, Ja+*
“Artk bana düen, güzel bir sabrdr” dedi. Bu ifâdeyle ilgili birkaç mesele vardr:

Alimlerden bazs: “Bu ifâde, mübteda olarak merfûdur;


BRNC MESELE haberi isemahzûf olup, bunun takdiri, “Güzel sabr, feryâd
SabfH Cemil Ne Demektir? ü figân etmekten daha evlâdr..” eklindedir. Baz alimler
de, mübtedânn mahzuf olduunu söylemilerdir. Meselâ
12. Cüz, YÛSUF SÛRES 12/16-18 13. CHl / 185

Haiti, “Bunun takdiri, j-yr *' “Yapacam i, güzel bir sabrdr"


eklindedir” demitir. Kutrub: “Bunun manas, J *jr* “Benim sabrm, güzel
bir sabrdr” eklindedir” demitir. Ferrâ: “Bu, “Bu, güzel bir sabrdr"
takdirindedir” demitir.

Yakub (a.s)’un kanlar dökülmütü ve onlar bir bez parças


KNC
MESELE içinde muhafaza ediyordu. Ona, “Bu nedir, nedendir?”
denildii zaman o:,“Bu, zamann uzamas ve hüzünlerin
çoalmasdr ” dedi. Bunun üzerine Allah Teâlâ ona: “Ey Yakub, beni ikâyet mi
?”
ediyorsun diye vahyedince o da: “Ya Rabbi bir hatadr iledim, sen benim bu
hatam bala...” dedi.

Hz.Ale (r.anhâ)’den rivâyet edildiine göre o.fk hadisesi hakknda öyle


demitir: “Vallahi, eer
ben yemin edersem, beni dorulamayn; mazeret beyân
edersem, mazeretimi kabul etmeyin. Benimle sizin durumunuz, Yakub (a.s) ile olu
Yusuf’un durumu gibidir. OUsLJt *AJlj “Sizin u anlatnza kar, yardmna

snlacak olan ancak Allah’tr. . . Bunun üzerine Allah Teâlâ, onun mazûr, suçsuz
olduuna dair olan ayetini inzâl buyurdu.

Haan el-Basrî’den rivayet edildiine göre,


Peygamber Hz.
ÜÇÜNCÜ MESELE (s.a.s)’e j ifâdesi hakknda sorulunca, “Bu

kendisinde hiçbir ikâyet ve szlanma bulunmayan bir


sabrdr. ikâyet edip, bunu yayarsa, sabretmi olmaz...” buyurmutur. Kur’ân’da
Hz. Yakub (a.s)’dan nakledilen “Ben kederimi, mahzunluumu yalnz Allah’a
ikâyet ediyorum..." (Yusuf, eej sözü de buna delâlet etmektedir.

Mücâhid: “Sabr- Cemil”, “Feryâd ü figân etmeksizin gösterilen sabrdr”


demitir.

Sevrî: “Bu, s rrndan ve bana gelen musibetten bahsetmemen ve kendini tezkiye


etmemen, buna layk olmadn söylememendir” demitir.

Burada öyle husus bulunmaktadr: Allah’n kaza ve kaderine sabretmek


bir

vâcibtir. Ama, zalimlerin zulmüne ve hilekârlarn hilesine sabretmekse vâcib deil,

hatta, hele hele onun zarar bakalarna dokunuyorsa, vacib olan, onu ortadan
kaldrmaktr.

Hz. Yakub Niçin Yusuf’u Kurtarmaya Girimedi?

“Bu kssada, Yusuf (a.s)’un kardelerinin yalan ve hiyanetleri ortaya çktna


göre, Yakub (a.s) buna daha niçin sabretmitir? Yusuf ayet halâ yayor idiyse,
onu içinde bulunduu darlk ve skntlardan kurtarmak için; yok eer, onu hakikaten
öldürmü iseler, onlara ksas tatbik etmek için, Yakub (a.s) daha niçin meseleyi iyice
(

w/ s. cm ___ tefsIr-I kebîr

aratrp tetkik etmek hususunda elinden geleni yapmamtr? Binâenaleyh bu, sabrn
uygun olmayan bir konuda gösterilmi olduu sabit olur.”

Bu soruyu kuvvetlendiren hususlardan birisi de udur: Yakub (a.s), Hz. Yusuf’un,


sa ve selâmette olduunu biliyordu. Çünkü o, daha önce ona, “Rabbin seni öylece
beenip seçecek... Sana, rüyâ tabirine ait bilgi verecek” Yusuf, 6) demiti. Görünen
o ki, o bu sözü, kendisine gelen vahiyden dolay söylemitir.

Hz. Yakub, Yusuf’un sa ve selâmette olduunu bildiine göre, onu arayp


bulmak için çaba sarfetmesiVe yine, Yakub (a.s), haddi zatnda, kadr-u
gerekirdi.
kymeti, mertebesi büyük bir adamd... Ve erefli ve büyük bir ocaktan geliyordu.
Bütün herkes onu biliyor, onu tanyor, ona güveniyor ve onu büyük biliyorlard.
Binâenaleyh, eer o Yusuf’un iyice aratrp sorutursayd, mesele ortaya çkacak,
mehur olacak ve meselenin kapal bir taraf kalmayacakt. u halde, Hz. Yusuf’un
bulunmasn, yannda olmasn arzulamasna ve onu çok sevmesine ve onu^aramas
da, kendisine vacib olan eylerden olmasna ramen, onu aramam olmasnn sebebi
nadir? Böylece sabit olur ki, bu durumda gösterilen sabr, hem aklen hem de dinen
knanmtr.
Buna cevâbmz, öyle denilmekten baka cevap olmadn söylememizdir:
"Allah Teâlâ Yakub (a.s)’u, mihnetini arttrmak ve meseleyi ona daha da zorlatrmak
için, Hz. Yusuf’u aramaktan onu men etmitir.

Bir de, belki de o, hallerin karînesiyle, çocuklarnn güçlü kuvvetli olduklarn ve


kendisine, Yusuf’u arayp bulma imkân vermeyeceklerini; eer Yusuf'u aratrmada
fazla ileri giderse, onlarn belki de kendisine eziyyet vermeye ve hatta öldürmeye
yöneleceklerini biliyordu. Ve yine o, AllahuTeâlâ’nn, Yusuf’u belâ ve mihnetlerden
koruyacan ve neticede, onun annn büyüyüp yüceleceini biliyordu;ama o,
çocuklarnn srlarn ifa etmeyi arzulamam ve onlar, insanlarn diline düürmeye

de gönlü raz olmamt. Çünkü, çocuklardan birisi dierine zulmederse, baba iddetli
bir üzüntüye düer; zira mazlum olan, kendi öcünü almazsa, babann kalbi mazlum

olan çocuu için yanar. Eer o, öcünü alrsa, bu sefer babann yürei kendisinden
öc alnan evlâd için yanp yaklr. Dolaysyla, Yakub (a.s) böyle bir belânn ortasnda
kalnca, en doru olann susup sabretmek ve ii, tamamen Allah’a havale etmek
olduunu düündü.

“Artk bana düen güzel bir sabrdr” ifâdesi, sabrn iki

DÖRDÜNCÜ MESELE ksm olduuna delâlet eder: Güzel olan sabr; güzel
Makbul ve Makbul Olmayan Sabr olmayan sabr.
Güzel olan sabr, belây indirenin Allah olduunu bilip,

sonra Allah Teâlâ’nm, Mâlikü’l-Mülk olduunu anlamaktr. Malik olana, kendi


mülkündeki tasarrufundan dolay itiraz edilemez. Binâenaleyh, kalbin bu makama
dalmas, kulu ikâyette bulunmaktan alkor.
12. Cüz, YÛSUF SÛRES 12/16-18 13. Cilt / 187

kinci zaha göreyse “sabr- cemîl”, insann bu belây indirenin, câhil olmayan
bir hakîm, gafil unutmayan bir alîm, zulmetmeyen bir rahîm
olmayan bir âlim,

olduunu bilmesidir. Durum böyle olunca, O’ndan sadr olan herey mahza hikmet
ve doru olmu olur. te bu durumda insan susar ve itiraz etmez. Üçüncü bir izaha
göre, insan için bu belânn Hak’dan geldii ortaya çkar. Bundan dolay, bu belây
verenin nurlarn müahede etmeye dalmas, kiiyi belâdan ikayet etmekle megul
olmaktan alkor. Bundan ötürü denilmitir ki, “Tam sevgi, vefâ ile artmaz; cefâ ile
de eksilmez.” Çünkü, eer o, vefâ ile artsayd, o sevilen ey nasib ve payn bizzat
kendisi olmu olur; o nasibe ulatran ey bizzat deil, ârzî olarak mahbûb olmu
olurdu. te, sabr- cemîl budur.

Ama sabr, Cenâb- Hakk’n kazâsna rzâdan dolay deil de, baka gayeler için
olursa, bu sabr, sabr- cemîl olmam olur. Bütün fiil, söz ve itikâdlarda hâkim olan
genel kaide udur: Allah’n kulluunu taleb etmek için olan her ey, güzeldir; böyle
deilse güzel deildir. te bu noktada, u hadiste rivâyet edilen hususun doru
olduu ortaya çkar: OjsiJl ÎVstl jlj dUi “Müftüler sana fetva vermi
olsa da sen yine de kalbine dan’.W Binâenaleyh, insan iyice düünsün ki, ona
verilen fetvâ, onu ubûdiyyeti gerçekletirmeye sevkeden bir ey midir, yoksa deil
Çünkü alimler bize, esasen o
midir? ey öyle olmad eyin öyle olduu
halde, o
hakknda bir fetvâ verirlerse, ondan kesinlikle bir fayda meydana gelmez.

Yakûb (a.s), “Artk bana düen güzel bir sabrdr” deyince, bunun peinden
0
/ Â >
S* #

OUsLJl -dJU “sizin u anlatnza kar, yardmna snlacak olan ancak


> •
d jLpj U
Allah’tr” demitir. Bunun manas, “Hz. Yakub’un sabra yönelii, ancak Allah’n
yardmyla mümkün olur” demektir. Çünkü, güçlü olan nefsî sebepler, onu, feryad
ve figan etmeye çarmaktadr. Ruhanî sebepler ise, onu sabra ve rzâya
sevketmekt^iir Binâenaleyh, bu iki tür arasnda, adeta bir sava meydana gelmitir.
.

Allah Tealâ’nn yardm olmad sürece, ruhanî tarafn galib gelmesi de mümkün
olmaz. Binâenaleyh, ayetteki, “Artk bana düen güzel bir sabrdr” ifadesi, “Yalnz
sana ibadet ederiz” (Fatiha, 4) yerine; “Sizin u anlatnza kar yardmna snlacak
olan ancak Allah’tr” ifadesi de, “Ancak senden yardm isteriz” (Fatiha, 4) ifadesi
yerine geçmektedir.

11. Mütned, 4/228.


188 / 13. Cilt TEPSlR-1 KE BÎR

Yolcu Kafilesinin Kuyuda Yusuf’u Bulmas

“Bir yolcu kafilesi gelip, sakalarn kuyu bana yollad. O da, kovasn
sarktt. “Aaa, müjde! ite bir çocuk!” dedi. Onu, bir ticaret mal olarak
sakladlar. Allah ne yapacaklarn pek iyi biliyordu. Onu, deersiz bir fiyata,
birkaç dirheme sattlar. Onlar, ona fazla deer vermemilerdi”
(Yusuf, 19-20).

Bil ki Allah Teâlâ, Yusuf (a.s)’un bu belâdan çk yolunu nasl kolaylatrdn


beyan ederek, 5j£- öîlfj “Bir yolcu buyurmutur. Seyyâre,
kafilesi geldi...”
birlikte yolculuk yapan grup demektir. bn Abbas (r.a): “Bu, “Medyen’den Msr'a

giden, fakat yolu ardklar için, izlemeleri gereken güzergâhn dnda giden,
böylece de Yusuf (a.s)’un atld kuyunun bulunduu yere urayan bir yolcu kafilesi”
demektir. O kuyu ise, ancak çobanlarn iine yarayan bir kuyu olup, çölün meskun
mahallerden uzak bir yerinde idi” demitir. Yine kuyunun suyunun çorak iken, Yusuf
(a.s) içine atlnca,olduu; kervan sahiplerinin, kendilerine su getirsin
tatl diye, Malik
b. Za’r el-Huzâî adnda birini kuyuya yolladklar- da rivayet edilmitir.

"Vârid” kelimesi, topluluu sulamak için suya "giden” ve kovasn suya


“sarktana” denilir.

Vahidî dil âlimlerinin çoundan Arapça’da bir kimse kovasn suya sarktt
zaman Jü; kovasn çekip çkard zaman da UYi denildiini; yine Arapça'da
« jJi

“sald” manasnda, *Y3i - Ji* - Jiî; kovay “çekip çkard” manasnda da- jU* - Yi
denildiini nakil ve rivayet etmitir. “Delv” malum olduu üzere “kova”
manasndadr ve çoulu dilâ’ eklindedir.

Sakann Yusuf’u Görmesi

Ayetteki, 'öâ Ji “Aaa, müjde! te bir çocuk” dedi” ifadesinde,


mahzuf bir ksm var ve takdiri, “Yusuf ortaya
çkt ve o saka “Aaa, müjde” dedi”
eklindedir. Müfessirler öyle demilerdir: “Suya gitmi olan saka, kovasn kuyuya
sarktnca, Yusuf (a.s), kuyunun bir köesinde idi. te o zaman Yusuf, kovann ipine
12. Cüz. YÛSUF SÛKhSl 12/19-20 13. Cilt / 189

tutundu. Saka onu görüp, güzelliini müahede ederek, "Müjde..” diye bard.”
Bu ifade hakknda iki mesele vardr:

Âsim, Hamza ve Kisâi, bunu, elifsiz ve yâ’nn sükûnu ile

BRNC MESELE bürâ eklinde; dier kraat imamlar ise, elifli olarak
ve muzaafun ileyh olmak üzere yâ’nn fethas ile bürâye
"Âaa, bana müjde..” eklinde okumulardr.

Bürâ kelimesi hakknda iki görü vardr:


KNC MESELE Birinci Görü: Bu, bir müjde vermek söylenen için bir
kelime olup; bunun bir benzeri de Araplarn 'T ja
"Hayret una!.” ifâdesi ile, Ju»jî J* UutU ‘Vah Yûsuf’um!” (Yusuf, 84) ayetidir

Bu görüe göre, ayetteki nidânn iki ekilde izah vardr:

a) Zeccâc öyle demitir: "Bir cevap vermeyen eylere nidâ edilmesinin manas,
muhatabn dikkatini çekmek ve kssay takviye etmektir. Binâenaleyh sen

"Hayret una!” dediin zaman, "Bakn da an una!” demi gibi olursun.”

Ebu Ali de öyle der: "O saka sanki, "Ey müjde, ite bu vakit senin zamanndr.
b)
Eer sen, hitab edilebilecek bir ey olsaydn, muhakkak anda çarlr ve derhal u
gelmen istenirdi” demitir.

Bil ki bu sevincin sebebi onlarn, son derece güzel bir çocuk bulmu olmalar
ve, “Onu büyük bir paraya satarz. Bu da, zengin olmamz salar” diye düünmü
olmalardr.

kinci Görü: Bu, Süddî’nin söyledii görütür. Burça göre, nida eden, sakann
arkada idi ve sakann ad “Bürâ” idi. Binâenaleyh o ona, senin “Ya Zeyd!” dediin
gibi, "Yâ Bürâ!” demiti.

A’me’in de öyle dedii rivayet edilmitir: "Saka, ad Bürâ olan bir kadna
seslenerek, "Ey Bürâ” dedi.”

Ebu Ali el-Farisî ise: "Eer biz, "Bürâ kelimesini, müjdenin ad kabul edersek,
ki tercih edilen görü budur, bu kelimenin mahallen merfû olmas câiz olur. 1

Tpk
kendisine nida edilerek bir adama, Jrjü "Ey Adam!” denilmesi gibi. Yine bu
müjde cinslerinden yaygn bir müjde kabul etmi
kelimenin, bu niday tahsis etmeyip,
olmas takdirine göre, nasb mahallinde olmas da caizdir. Bu tpk ya reculen
• a t

"Ey Adam!” demen gibidir. Cenab- Hakk’n, J* ojU-V “Ey kullarn üzerine
(çöken büyük) hasret ve nedamet!” (Yasin, 30) buyruu da böyledir.

190/13. Cilt TEFSlR-l KEBÎR

Burada ><
Sakama”nn Manas

Ayetteki “Onu, bir ticaret mal olarak sakladlar tabiri ile

ilgili iki mesele vardr:

“Sakladlar” fiilindeki failin kimler olduu hususunda iki

BRNC MESELE görü vardr:


Bu zamir, saka ile onun arkadalarna râcîdir. Çünkü
a)
onlar, kervandan, onu kuyunun dibinde bulduklarn gizlemilerdir. Zira onlar: “Eer
biz kervandakilere onu bulduumuzu söylersek, ona ortak olmaya kalkarlar. Ama
onu satn aldmz söylersek, o zaman da ortaklk teklif ederler. Dorusu bizim.
“Suyun sahipleri bu çocuu, Msr’da onlar adna satmamz için, bize verdiler”
dememizdir” diye düündüler.

b) bn Abbas (r.a)’n: “Sakladlar” kelimesi, “Yusuf’un kardeleri, onun gerçek


durumunu sakladlar” manasnadr” dedii rivayet edilmitir. Bu, “Onlar, Yusuf’un
kendilerinin kardei olduunu sakladlar ve hatta, .“O, bizden kaçm olan bir
kölemizdir" dediler. Yusuf da onlarn bu sözlerine sesini çkarmad. Çünkü onlar
Yusuf'u (o anda) branice olarak, ölümle tehdîd etmilerdi” demektir. Birinci görü
daha dorudur. Çünkü ayetteki, “Onu, bir ticaret mal olarak sakladlar ifadesi,
bu saklamadan muradn, onlarn Yusuf'u bir ticaret metâ (esir) olarak hükmettikleri
durumdaki gizlemeleri olduuna delâlet eder. Bu ise, Yusuf’un kardelerine deil
de, sakaya uygun düer.

Bidâe ticaret meta olarak hazrlanm olan mala denilir ki,


KNC MESELE bu kelime, eti kesip parçaladn zaman söylediin,
s
Bidâe Kelimesinin Manas pAfli dJijai
deyiminden alnmadr. Zeccâc: “Bu kelime,
“hal” olarak mansubtur. Sanki Cenâb- Hak, “Onu bir
ticaret meta olarak bir tarafa sakladlar” demitir.

Hak Teâlâ daha


biliyordu ”
sonra, Uj
^
ne yapacaklarn pek iyi
iijlj

buyurmutur. Bundan maksad udur: Yusuf (a.s) rüyasnda yldzlarn,


“Allah

günein ve ayn, kendisine secde ettiklerini görüp; bu da, kardelerinin ona haset
etmesine sebep olup, böylece onlar onun bu durumunu boa çkarmak için hile yollar
araynca, onu bu maksadna nâil olamasn diye, büyük bir belaya düürmülerdir.
Allah Teâlâ da, onun bu belaya dümesini, Msr’a varmasna bir vesile klmtr. Daha
sonra da, o Msr’da hükümdar olup, rüyas gerçekleinceye kadar, pek çok hadise
olmu, birçok iler pepee gelmitir. te, dümanlarnn onu gayesinden
uzaklatrmak için yaptklar bu ii, Hak Teâlâ gayesine ulamasna vesile klmtr.
te bundan dolay Cenâb- Hak, “Allah, ne yapacaklarn pek iyi biliyordu”
buyurmutur.
|3. Cür, YÛSUF SÛRES 12/19-20 H. Cilt / 191

Ayetteki “Satma”nn zah


Daha sonra Hak Teâlâ 33jiü ^lj3 jJ
Ju »jp>j “ Onu deersiz bir fiyata,

birkaç dirheme sattlar" buyurmutur. Ayetteki, sattlar ” ifadesi hakknda iki görü
vardr:

Birinci Görü: erav kelimesi


Ayetteki “sattlar” manasnadr. Binâenaleyh onu
kimin satt hususunda iki görü vardr:
a) Ibn öyle demitir: “Hz. Yusuf’un kardeleri onu kuyuya atp
Abbas (r.a)

dönünce, üç gün sonra, durumunu örenmek üzere kuyuya tekrar geldiler. Onu'
kuyuda göremeyip, o kervann izlerine rastlaynca, kervandan Yusuf’u istediler.

Yusuf'u gördükleri zaman da, “Bu bizim kölemiz. Evimizden kaçt” dediler. Bunun
üzerine, kervandakiler, “Onu bize satn” deyince, kardeleri de onu, kervandakilere
•attlar. Dolaysyle ayetteki, eravhu kelimesinden maksad, “Onlar, onu sattlar"
manasdr. Nitekim Arapça'da, sen bireyi sattnda, viJj “O eyi sattm”
dersin. Buradaki “irâ”y satmak manasna hamletmek gerekir. Çünkü hem eravhu’

dakl fail zamir, hem de kânû ifadesindeki zamir, ayn eyi gösterir. Fakat kânû'daki
zamir, “kardeler”e râcidir. Dolaysyla eravhudaki fail zamirinin de kardelere râcî
olmas gerekir. Durum böyle olunca, bu ifade, “Onlar, onu sattlar” manasnda olmu
olur. Binâenaleyh ayetteki ‘‘irâ”y, “satmak” manasna almak gerekir.

Yusuf’u satanlar, onu kuyudan çkaranlardr. Muhammed b. shâk: “Onu,


b)

kardeleri mi, yoksa kervanclar m


satt, bunu en iyi Allah bilir” demitir.

kinci Görü: “irâ”dan maksad, “satn almak”tr. Buna göre


Ayette bahsedilen
bu ifâde “Kervandakiler onu satn aldlar ve ona fazla deer (fiyat) vermediler”
demektir. Çünkü onlar, halden anlalan karinelere göre, Yusuf’un kardelerinin: “O
bizim kölemiz” deyilerinde yalan söylediklerini anlamlard. Yine onlar, onun Ya'kub
(a.s)'un çocuu olduunu anlamlar ye bu yüzden, hem Allah’dan korkarak, hem
de bunun aça çkmasndan korkarak, onu satn almaya istekli olmamlard. Ama
sonunda yine de onu satn almlard. Çünkü onu az bir fiyata aldlar. Ne var ki onlar
onu almada isteksiz gibi göründüler. Bundan gayeleri, daha az fiyat vermeyi
salamakt. öyle de denebilir: Yusuf (a.s)’un kardeleri: “O, bizim kaçan kölemizdir"
deyince, satn alacaklarn onu alma arzulan kaybolmutu.

Mücahld de öyle demitir: “Onlar, “kaçmasn diye onu iyice balayn” dediler.”

Bil ki Allah Teâlâ, bu fiyat üç sfatla nitelemitir:

Sat Fiyat

onun deersiz oluudur. bn Abbas: “Cenâb- Hakk’n bu tabir le,


Birinci Sfat,
o parann haram oluunu kastetmitir. Çünkü, hür kimsenin (köle diye) satlmasyla
elde edilecek para haramdr" demitir.
\n / 13. c ilt TEFSlR-l kebIr

Yine Ibn Abbas (r.a): “Kur’ân’da geçen her baha kelimesi, “noksanlk” manasn
ifade eder. Fakat bu ayet, “haram para” manasnadr” demitir.

Vahidi: “Bereketsiz olduu için, harama bahs denilmitir” der.

Katâde “Bahs, zulüm demektir, zulüm ise noksanlatrma manasnadr.


de:
Nitekim, “O, onu noksan yapt, noksan verdi” manasnda, zalameh denilir”
demitir.

krime ve a’bî, bu manasna geldiini söylemilerdir.Yine


kelimenin, “az olan”
bu kelimenin, “kymeti açkça az olan ey” manasna olduu da söylenmitir. Bu
ifadeye, “Dirhemler düük ayarda ve geçersizdi” manas da verilmitir.

Vahidi öyle demitir: “Bütün bu görülerden anlalan, "bahs”, masdar


(r.h)

olup, isim yerine kullanlan bir kelimedir. Buna göre mana, “kendisinde “bahs” olan
para” eklindedir.

kinci Sfat, ^ ij$ “birkaçdirhem" deyimidir. Buna, “Saylan, tartlmayan


dirhemler” manas verilmitir. Çünkü onlar, ancak mebla bir ûkiyye (okka) arlna
ulatnda paray tartarlard. Dirhemler krk tane olursa, bu kadar tutard. Krktan
aa olunca, sayarak alp-verirlerdi. te
bundan dolay “az miktarda olan”
manasnda, ma'dûde (saylan) diyorlard. Çünkü çok parann saylmasndan, çok
olduu için imtinâ edilir (tartlr). bn Abbas’n, o dirhemlerin yirmi tane olduunu
söyledii;.Süddî’nin de, onlarn yirmiiki dirhem olduunu söyledii rivayet edilmitir.
"Yusuf’un kardeleri onbir tane idi. Binaenaleyh onlardan herbiri iki dirhem alm,
ama Yahuda hiçbirey almamtr” denilmitir.

Zâhid Kelimesinin Manas


Üçüncü Sfat, ayetteki û IjtSj “Onlar, ona fazla deer
vermemilerdi” ifadesinin anlatt sfattr. Zühd, fazla rabet ve arzu etmemektir.
Nitekim bir kimse, bireye arzulu ve istekli olmad zaman, UT j Sti JUj denilir ki,

bu kelimenin asl manas, “azlk”tr. Nitekim arzu ve istei az olan adama 1a] j^-j
denilir. Bu ifade ile ilgili u izahlar yaplabilir:

Yusuf’un kardeleri, Yusuf hakknda


a) istekli ve arzulu olmadklar, (onu
sevmedikleri) için, onu sattlar.

b) Oradan geçen kervandakiler, ona fazla kymet vermedikleri için, onu sattlar.
Çünkü onlar onu zaten bulmulard. Bireyi bulan, ona fazla deer vermez, kaça
sattna pek aldrmaz. Yahut da kervandakiler, onun sahibinin ortaya çkp, ellerinden
almasndan endielendiler. te bundan dolay onu, pek az bir paraya sattlar.

c) Onu satn alanlar, ona fazla deer vermemilerdi. Bu görülerin izah daha
önce geçmiti. Fîhi kelimesindeki zamirin Yusuf (a.s)’a râcî olmas muhtemel olduu
gibi, “deersiz fiyat”a râcî olmas da muhtemeldir. Allah en iyi bilendir.
12. Cüz. Y ÛSUF SO RES 12/21 13. Cilt / 193

Yusuf Devrindeki Msr Hükümdar

“Onu satn Msrl, karma dedi ki: “Bunun yerini, erefli tut. Umulur
alan ki

bize faydas dokunur. Yahut onu evlat ediniriz. te Yusuf'u böylece,


yeryüzünde yerletirdik ve ona, rüyalarn tabirini örettik. Allah, emrinde
galibtir. Fakat insanlarn çou bunu bilmezler"

. (Yusuf, 21).

Ayetle ilgili birkaç mesele vardr:

Bil ki, rivayetlerde, Hz. Yûsuf'u ya kardelerinden, yahut da


BRNC MESELE kuyuya gelen kervandan satn alan kimsenin, onu Msr'a
götürüp satt bildirilmitir. Onu satn alann, Msr'n
hazinedar (naiiye bakan) olan “aziz” Ktfir veya Itflr olduu söylenmitir. O gün,
Msr hükümdar, Amelika’h Reyyân b. Velid'dir. Bu zat, Hz. Yusuf’a iman etmi
ve o hayatta iken ölmütür. Ondan sonra, Kâbus b. Mus’ab hükümdar olmutur.
Hz. Yusuf onu da dine davet etmi, ama
o kabul etmemitir. Aziz, Yusuf'u onyedi
yanda iken satn alm ve Yusuf, azlz’in evinde onüç sene kadar kalmtr. Reyyan
b. Veltd, Hz. Yusuf’u otuzüç yanda iken kendisine vezir yapmtr. Allah Teâlâ,

otuzüç yanda Hz. Yusuf’a mülkü ve hikmeti vermitir. Yusuf, yüzyirmi yanda vefat
etmitir.

Hz. Yusuf’un zamanndaki Msr kralnn, Hz. Musa (a.s)’nn zamanndaki Firavun
olduu ve dörtyüz sene yaad ileri sürülmütür. Bunun delili, “Andolsun evvelce
Yusuf da size apaçk burhanlar getirmiti" Mü’min, 34) ayetidir. (

u da söylenmitir: Musa’nn Firavun’u, Yusuf’un çandaki Flravun’un (Msr


kralnn) çocuklarndand.

Azizin, Hz. Yusuf’u yirmi dinara satn ald rivayet edilmitir. Yine, rivayet

edilmitir ki onlar onu çarya sokup, sata arzettiler ve fiyatn, arlnca misk,

altn ve ipek oluncaya kadar yükselttiler. Onu Ktfir, bu fiyata ald. Müfessirler, “Ktfîr
(Aziz)’in karsnn ad Züleyhâ’dr” dediler. Onun adnn “Râ’îl” olduu da söylendi.
^

194 / 13. cm TEFSlR-l KEBÎR

Bil ki bu rivayetlerin ifade ettii hususlardan hiçbirine Kur’ân delâlet etmemektedir.


Yine hiçbir sahih hadiste bunlar yer almamtr. Allah'n kitabnn tefsiri, bu
rivayetlerden hiç birine dayandrlamaz. Akll olan için en uygunu, bunlar anlatmaktan
saknmas (geri durmas)dr.

KNC MESELE
Ayetteki

tabiri;'" Yan
*
—ndp makamn “Bunun yerini erefli tut”
ve menzilini yüce tut" demektir.
Yusuf Msr Azizinin Saraynda Bu, senin, bir yerde ikamet etme hakknda demi olduun,
deyiminden alnmadr. Bunun masdar ise, sevâ’
dr.Kelamn manas udur: "Onun, senin yanndaki makamn erefli, güzel ve honut
olunacak bir makam kl.” Bunun delili, Cenâb- Hakk’n, “O, bana güzel bir mevki
vermitir” (Yusuf, 23) ayetidir.

Muhakkik alimler öyle demilerdir: karsna, Yusuf’un kendisini deil de,


"Azîz,
makamn yapmasn
erefli emretmitir. Bu, onun, Hz. Yusuf’a sayg ve ihtiram
yoluyla, sayg duyarak baktna delâlet etmektedir. Bu, "Allah’n selâm, u yüce
meclisinize olsun!” denilmesine benzer...” O, karsna, Hz. Yusuf’un makamn erefli
tutmasn emredince, bunun sebebini, öyle diyerek açklamtr:

ijJj 9JJysi jl \mâ% Jl Umulur ki bize faydas dokunur. Yahut
onu evlât ediniriz.” Yani, "Bizim ilerimizi yoluna koyar, ya da biz onu evlâd
ediniriz...” Çünkü onun çocuu yok idi, o iffetli bir kimseydi.

Sonra Allah Teâlâ, ji vLU-iS’j ‘te Yusufu böylece,


yeryüzünde yerletirdik...” buyurmutur. Yani, "Biz onu kuyudan kurtararak, ona
in’am ettiimiz gibi, azîzin kalbini de ona kar efkatli ve merhametli klarak, onu
yeryüzüne yerletirdik ” demektir. Çünkü o, bu sayede, Msr topranda emretme
ve nehyetme gücünü elde etmi olan bir kimse oluverdi. Bil ki, hakiki kemaller, ancak
kudret ve ilimdir ve Allah Teâlâ, Yusuf (a.s)’un mertebesini ve durumunu yükseltmek
isterken onuç için bu iki vasf zikretti.

Onu güç' ve kudret bakmndan kemâle


erdirmesine gelince, buna, “Yusuf’u
yeryüzün&e yerletirdik, ona kuvvet ve kudret verdik” buyruu ile iaret edilmitir.
Allah’n onu, ilim sfat bakmndân kemale erdirmesine de, J*jU j»
“ve ona, rüyalarn tabirini örettik” beyan ile iaret edilmitir: Bu ifadelerin tefsiri
ise, daha önce geçmiti.

Yusuf (a.s)’a Yaplan rhas


Bil ki,Yusuf (a.s) kuyuya atld zaman Cenâb- Allah’n, “Biz de
biz Hz.
kendisine, “Andolsun ki sen onlara, ...bu ilerini haber vereceksin "(Yusuf.
15)
” .

12. Cüz, YÛSUF SÛRKS 12/21 13. Cilt / 195

buyurmu olduunu zikretmitik. Zahiren bu tabir Cenâb- Allah’n ona, o vakitte


,2)
vahyettiine delâlet eder. Bize göre "irhâs”( caizdir. Binaenaleyh buna göre

öyle denilmesi uzak bir ihtimal deildir: “O esnada ona böyle vahyedilmesi, onun
insanlara, peygamber olarak gönderilmi olmasndan dolay deil, aksine kalbini
takviye edip gönlündeki hüznü gidermek ve Cebrâil’in gelmesiyle de neelenmesi,
yalnzlk duymamas içindir,” Sonra Allah Teâlâ burada, ‘Ve ona, rüyalarn tabirini
örettik buyurmutur. Bundan maksat, Hz. Yusuf’un, mükellefiyetleri tebli ve halk
hak dine davet için insanlara peygamber olarak gönderilmi olmasdr. öyle
denilmesi de mümkündür: Bu ilk vahiy, risalet ve nübüvvet içindir, ve ayetteki, ‘Ve
ona, rüyalarn tabirini örettik” ifadesi, Allah Teâlâ’nn ona, sayesinde her gün
öncekinden daha yüksek bir mertebeye yükseldii lütuflar ve ziyade ikramlar
vahyetmesi manasndadr.

En Ferasetli nsanlar

bn Mes’ûd (r.a) öyle demitir: “nsanlarn en ferasetlisi u üç kiidir:

Yusuf (a.s) hakknda feraset gösterip, karsna, “Bunun yerini erefli


1) tut ,

umulur ki bize faydas dokunur” demi olan aziz.



Mu$a (a.s)’y görüp, Babacm
2) dedi, onu ücretle tut. .
” (Kasas, 26) demi olan
kadn (uayb’n k/zf..,) ve,

3) Hz. Ömer’i kendi yerine halife brakan Hz. Ebu Bekir...

Allah Teâlâ sonra, “Allah emrinde gâlibtir” buyurmutur. Bunun

iki izah bulunmaktadr:

“O, kendisinin emri hususunda gâlibtir. Çünkü O, Fa’alün Lima Yürîd’dir,


1)

dilediini yapandr; O’nun takdirini savuturacak hiç kimse ve yine, yerdeki ve gökteki
hükmün© mâni olacak hiç kimse de bulunmamaktadr...” demektir.

2) Bu, “Allah, Yûsuf’un emri, yani onun ii hususunda gâlibtir...” yani, Yusuf’un
ilerinin bu tanzimi Allah tarafndandr. Yoksa, kendi gayreti ile deildir. Kardeleri
onun çin her türlü kötülüü ve holanlmayacak olan eyleri isterlerken, Allah Teâlâ
ise, onun hayrn dilemitir. Ve i de, Allah Teâlâ’nn diledii ve yönettii gibi olmutur.

Fakat insanlarn çou, bütün ilerin Allah’n kudret eliyle olduunu bilmezler. Bil ki,

dünyann hallerini ve acayipliklerini düünen kimse, iin tamamnn Allah’a ait

olduunu ve Allah’n kaza ve hükmünün galib geldiini bilir ve yakînen anlar.

12. Peygamberde, peygamberliinden önce harikulâde eylerin zuhur etmesi (ç.).


.

1% / 13. Cilt TEFSlR-1 KEBÎR

“O, tam erginlik çana girince, kendisine hüküm ve ilim verdik, ite, iyi

hareket edenleri, biz böyle mükâfaatlandrrz”


(Yusuf, 22).

Ayetli ilgili birkaç mesele vardr:

Ayetin, önceki ifâdelerle münasebeti hakknda öyle


BRNC MESELE denilebilir: “Allah Teâlâ, Yusuf’un kardelerinin, ona
Daha Önceki Ksmla Münasebet kötülük yapp, sonra o da o sknt ve mihnetlere katland
zaman, kendisinin onu yeryüzünde yerletirdiini, güç ve
kudret sahibi kldn, sonra bülu çana erince de, ona hüküm ve ilim verdiini
beyan etmitir. Bundan maksat, Hz. Yusuf’un nail olduu' bütün nimetlerin, bu
mihnetlere sabrndan dolay bir mükâfaat gibi olduunu beyan etmektir.

Nübüvvet Kesbî Deildir

Baz kimseler: "Nübüvvet, güzel amellerin mükâfaatdr” derken, bazlar da: "Kim
gayret eder, Allah'n belalarna sabrederek, nimetlerine de ükrederse, risalet
makamn elde edebilir” demiler ve sözlerinin doruluuna da öyle delil

getirmilerdir: "Allah Teâlâ, Hz. Yusuf’un bu mihnetlere sabretmesinden bahsedince,


bunun peinden ona risâlet ve nübüvvet verdiini söylemitir. Daha sonra Allah Teâlâ,
“te, iyi hareket edenleri, biz böyle mükâfaatlandrrz. buyurmutur. Bu, Hz.
Yusuf (a.s)’un, yapm olduu güzel taatlar yapan herkese, Allah’n bu makam ve
mevkileri vereceine delâlet eder...” Bu delil, dorusu, akldan uzaktr. Çünkü alimler,
nübüvvetin, kesbî, yani gayretle elde edilebilecek bir ey olmad hususunda ittifak
etmilerdir.

Hz. Yusuf’a Risalet Verilmesi

Bil ki, kim, “Yusuf, kesin olarak ne bir nebî ne de bir resul idi. O ancak, Allah’a
itaat etmi da kendisine ihsan etmi olduu bir kul idi...” derse, bu
olan, Allah’n
söz icmâ ile batldr. Haan el-Basrî öyle demitir: "O, Allah Teâlâ’nn, kendisi
hakknda, “Biz de kendisine, “Andolsun ki sen onlara (...) bu ilerini haber
vereceksin” diye vahyettik” (Yusuf, 15) buyurmu olduu vakitten beri bir nebî idi.

Ama, henüz bir resûl deildi. Sonra o, bu vakitten, yani Allah Teâlâ’nn, “O, tam
erginlik çama girince, kendisine hüküm ve ilim verdik...” buyurmu olduu bu
zamandan itibaren de bir resul oldu...”

Baz alimler de, "O, kuyuya atld andan itibaren bir resûl idi” demilerdir.
: ”

12. Cüz, YÛSUF SÛRES 12/22 13. CIU / 197

Ebu Ubeyde öyle demitir: "Araplar, bir kimse, gençliinin


KNC MESELE ve kuvvetinin noktasna ulap da, bu hal
doruk
Ayetteki Eüdd Tabirinden Maksat noksanlamaya henüz balamad için, onun hakknda
öJ&î j*>ü jJJ derler. Bu lafz, hem müfret, hem de cemi

hakknda kullanlarak, meselâ ve 'jiL' denilir. Eüdd kelimesinin

tefsirini, En’âm Sûresi'ndeki oXi>\


££ (En'âm, 152) ayetinin tefsirinde zikretmitik.

Kelimenin buradaki tefsirine gelince: Bu hususta bn Cüreyc, Mücahid’den, o


da bn Abbas’dan unu rivayet etmitir: “O, tam erginlik çama girince ifadesinin
manas, “O, otuzüç yana girince" demektir. Ben derim ki, bu rivayet, tb kanunlarna
da son derece uygundur. Çünkü doktorlar öyle demektedirler: nsan, önce meydana
gelir. Sonra her gün azar azar kemalinin doruk noktasna ulancaya kadar gelimesini

sürdürür. Sonra, kendisinden hiçbir ey kalmayncaya kadar, noksanlamaya ve


gerilemeye balar. Binâenaleyh onun hali, ayn haline benzer. Çünkü ay, önce zayf,
belli belirsiz bir hilâl biçiminde ortaya çkar; sonra gittikçe gelierek dolunay haline
gelir. Derken, yok olup görünmez oluncaya kadar geriler ve küçülür.

Bunu anladn zaman biz deriz ki: Ayn bir devir yapmasnn müddeti, yirmisekiz
küsur gündür. Bu devri dört ksma ayrrsan, her bir ksm yedier gün olmu olur.
Hiç üphesiz doktorlar jnsan bedeninin hallerini de, yedili bir sisteme göre
belirtmektedirler. Binâenaleyh insan, doumundan yedi yan tamamlayncaya kadar,

zayf bünyeli ve güçsüz, dayankszdr. kinci yedi yana girdii zaman, onda, anlay,
zekâ ve kuvvet eserleri görülmeye balar. Sonra bu, ondört yan tamamlayncaya
kadar gelimeye devam eder. Onbe yana girdii zaman, üçüncü yedi yalk zaman
dilimine girmi olur. Burada, akl kemale erer, mükellefiyet çana eriir ve onda,

ehvet harekete geçer. Sonra, bu hal üzere, yirmibir yan tamamlayncaya kadar
gelimeye devam eder. Yirmibir yanda üçüncü yedi yllk dilimi tamamlayarak yirmiiki
yana girer. te bu son yedi yllk dilim, onun nev ü nema bulduu yedi yllarn
son dilimidir. Yirmisekiz yan tamamlad zamansa, böylece, gelime müddetini
tamamlam buradan artk duraklama devrine geçer. Bu zaman, ite
olur ve insan,
insann tam kemâline, erginliine erginlie erdii zamandr. Bu, beinci yedi yllk
zaman diliminin tamamlanmasyla insan, otuzbe yana gelmi olur. Sonra bu
mertebeler, güç kuvvet ve zayflk bakmndan da farkl farkldr. Binâenaleyh, yedi

yllk zaman dilimleri içinde, iddet, güç kuvvet ve kemâlin en ileri olduu beinci
yedi yllk zaman dilimi, yirmisekiz yandan otuzüç yana kadar olup, bazan otuzbe
yama kadar devam eder. te bu konuda, makul olan izah ekli de budur. Her eyin
hakikatini en iyi Allah bilir.

Ayetteki "hüküm" ve "illm”in tefsiri hakknda birkaç görü


ÜÇÜNCÜ MESELE bulunmaktadr
Hukûm ve limin Buradaki Manas Nazarî ve Amelî Hikmet
Birinci Görü: Hüküm ve hikmetin manas, nefsi
IVB / 1.1. I III TEFSlR-i KEBlR

hevâsndan alkoymak ve onu lekeleyecek kusurlardan uzak tutmaktr. Hükümden


maksad, amelî hikmet; ilimden maksad ise nazarî hikmettir. Burada, amelî hikmet,
lmî hikmetten önce zikredilmitir. Çünkü, riyazâtla uraan kimseler, önce amelî
hikmetle urarlar. Sonra bundan nazarî hikmete geçerler. Ama, aklî tefekkür ve
ruhanî bak,
nazar sahibi kimseler, önce nazarî hikmete ular, sonra ondan amelî
hikmete inerler. Yusuf (a.s)’un yolu, ite birincisidir. Çünkü o, belâ ve mihnetlere
sabretti, bunun üzerine de Allah ona, mükaefe kaplarn açt. te bundan dolay
da, “biz ona, hüküm ve ilim verdik...” buyurdu.
kinci Görü: “Hüküm”, nübüvvet demektir. Çünkü peygamber hakk üzerine
gönderilmi bir hakimdir. “lim” de, din ilmidir.

Üçüncü Görü: Buradaki “hüküm”den maksat, Hz. Yusuf (a.s)’un nefsinin,


“nefs-i mutmainne” haline gelmesi, “emmâre bi's-sûi” olan nefsine hakim olup, onu
zabt u rabt altnda tutan anlamnda olmas muhtemeldir. nsann ehvet ve gazab
kuvveti, zabt-u rabt altnda tutulur ve zayf olursa, kutsi nurlar ve kutsi âlemden nefis
cevherine gelen ilahi klar artar. Bu konuda sözün özü udur: Nefs-i nâtka cevheri
küllî marifetleri ve aklî nurlar alabilecek ekilde yaratlmtr. u kadar var ki, bize
göre hem aklî deliller, hem de ulvî mükâefeler bakmndan, beerî ruhlarn
cevherlerinin farkl farkl olduklar sabittir. Kimi zekî, kimi aptal, kimi hür, kimi esir,
kimi kymetli, kimi kymetsizdir. Yine onlarn kimi ruhanî âleme daha meyyal, kimi
de maddî âleme daha dükündür. Bütün bu gibi ksmlar pek çoktur. Bu makamlarn
her biri, daha fazla, daha zayf veya daha mükemmel veya daha düük olabilir. Nefs-i
nâtka cevheri, parlak ve aydn bir cevher olup aklî klar ve lahî iaretleri alp
sezecek bir istidadda olsa bile bu insan küçük iken o haller kendisinden zuhur etmez.
Zira nefs-i natka (insan ruhu) ancak beden âletlerini kullanmak suretiyle kuvvetlenir,
ilerini yerine getirir. Bu küçük iken rutubetler hakimdir. nsan
aletlere (organlara) ise,
büyüdüünde, “garîzî hararet” bedenine hakim olduunda, o “rutubetler” olgunlap,
azalp dengelendii için, böyle haller zuhur etmez. Böylece de, o bedenî âletler, insan
ruhunun kullanabilecei aletler haline gelmi olur. Nefis, cevheri itibar ile kymetli
olup, bedenî aletler (organlar) da mükemmel olunca, nefsin bilgileri mükemmelleir,
nurlar güç kazanr ve nefisteki lahî parltlar ve nurlar artar. Binâenaleyh ayetteki
“O, tam erginlik çama girince” buyruu, bedenî uzuvlarnn mu'tedil (normal)
oluuna; “Kendisine hüküm ve ilim verdik” buyruu da Hz. Yûsuf’un nefsinin, amelî
ve nazarî (tefekkürî) kuvvet bakmndan mükemmel oluuna bir iarettir. Allah en iyi

bilendir. * *
|] ( «/.. YÛSUF SÛRES 12/23 13. Cilt / 199

"Onun bulunduu evdeki (kadn) onun nefsinden murad almak istedi,


kaplan smsk kapad ve “sana söylüyorum, beri gel!” dedi. O ise, “Allah’a
snrm, dorusu o benim efendimdir. O, bana güzel bir mevkî vermitir.
Hakikat udur ki zâlimler asla felah bulmaz” dedi”
(Yûsuf, 23).

Vezirin Karsnn Yusuf’a Göz Koymas


Yusuf (a.s), son derece güzel ve yakkl idi. Binâenaleyh o kadn, onu
Bil ki

görünce, ona kar arzu duydu. öyle de denildi: "Onun kocas âciz, (ehvetten
kesilmi) idi.” Arapçada kadn ile erkekten her biri, dieri ile cinsî münasebet etheye
niyetlenip buna yöneldii zaman t^-iî j* isgU SU 5jij ve j* iîiijj denilir.
O kadn “kaplar smsk kapad. ” Bunun sebebi udur: Çünkü bu i, gizli yerlerde
yaplr. Bilhassa haram olur ve de çok büyük bir korku var ise! Ayetteki, alieka fiili,

alaka (kapatt) manasndadr. Vahidi öyle demitir: "Bu tabirin asl uradan gelir:
Bir ey bir baka eye sarlr, içli dl olur, artk ondan ayrlmazsa, Araplar JU- Jü
derler. Nitekim Arapça’da J jte "Batln içine kapand kald;” J JJ6
"Gazab içinde kapanp kald" denilir, jijl "Rehin, elinde kald” deyimi de
bu manadadr (rehin veren, ödemekten aciz kalnca, mal mürtehinde kalr). Bu kelime,
bana elif getirilerek müteaddi klnmtr. Bu sebeple, kapy açlmaz hale getirmeye
(kitlemeye) OU» jkî denilir. Kur’ân- Kerim’de, teksiri (çokça kapamay) ifade

eden alieka sîâs kullanlmtr. Çünkü o kadn, yedi kapy kitlemi ve sonra
Yusuf’u kendisine davet etmiti.

Heyte Kelimesinin Manas


Daha sonra Cenâb- Hak. kadnn Ü ci» “O, “Sana söylüyorum, beri gel!’
dediini nakletmi olup, bu ifâde ile ilgili birkaç mesele vardr:

Vâhidî öyle demitir: "Bu, (yava-yava), L* (sus),


BRNC MESELE it (konuma) gibi, bir isim fiil olup, bütün dilcilere göre,
"Haydi gel!” demektir.” Ahfe, bu kelimenin hem hâ’nn
hem de tâ’nn fethasyla, heyte eklinde kullanldn söylemitir. Bunda tâ’nn kesresi
ve zammesi de câizdir. Vahidi öyle der: "Ebu’l-Fazl dedi ki: “Ibn Tebrizî, Ebu
Zeyd'in "Bu kelimenin asl, brarice "gel” manasnda jJl^’dir. Kur’ân onu
Arapçalatrmtr" dediini bana nakletti. Ferra da öyle demitir: "Bu.'Havranllarn
dili olup, Mekkelilerin diline girmitir. Onlar da bu kelimeyi kullanr olmulardr."
bnu’l-Enbarî: "Bu, tpk Arapça Rumca’nn kstas kelimesinde; Arapça
ile

Farsça’nn “siccîT kelimesinde; Arapça ile Türkçenin, “Gassâk” kelimesinde


ve Arapça ile Habece’nin jjll &U tabirinde ittifak ettikleri gibi, Kureyliler
ile Harranllarn ittifak ettikleri bir kelimedir” demitir.

200 /13. Cilt TEFSlR-I KEBÎR

Nâfî ile lbn-1 Zekvân'n rivayetine göre bn Âmir, hâ’nn


KNC MESELE kesresi ve tâ’nn fethas ile bunu, hiyte eklinde; ibn Kesir,
Farkl Kraatler tpk haysu heytü eklinde ve Hiam b. Ammâr’n
gibi,

rivayetine göre bn Amir, hâ’nn kesresi, tâ’nn zammesi


ile ve yâ'y da hemzeye çevirerek, tpk gibi, cil» eklinde okumulardr
kibu sonuncusu, “senin için hazrlandm” manasna gelir. Dier kraat imamlar da,
hâ’nn ve tâ’nn fethas ile yâ'y da sâkin klarak, heyte eklinde okumulardr.

Yusuf’un, Kadnn Teklifini Reddetmesi


Daha sonra Cenâb- Hak, o kadn bunu söyleyince, Hz. Yusuf’un *j\ 41l itti

<£ P
V “Allah'a snrm! Dorusu o benim efendimdir. O, bana güzel bir
mevti vermitir dediini bildirmitir. Yusuf (a.s)’un “ma’âzallah” sözü,
litti aUL. “Bütünüyle Allah’a snrm!” takdirindedir, ift/daki zamir, zamir-i
ândr. deyimi de, “Rabbim, malikim ve efendim beni güzelce
arlad, iyi bir mevki benim hakkmda: “Onu ho tut, ona deer
verdi. Nitekim sana,
ver!” dememi miydi?” Binaenaleyh akll olann böylesi bir iyilie, öyle bir kötülükle
karlk vermesi yakmaz. Çünkü, iyiliklere kötülükle karlk veren zâlimler iflah
olmaz” demektir.

Hz. Yusuf’un, “zalimler” sözü ile, “zinâ edenler” manasn kastettii, çünkü zinâ
edenlerin, zinâ etmek suretiyle kendilerine zulmetmi olduklar söylenmitir.
Yine o zinâkârlarn iinin, bireyi esas yerinin koymay gerektirdii için, dna
onlarn zâlim olmu olduklar söylenmitir. Burada öyle birkaç soru sorulabilir:

Yusuf Köle Olmad Halde Niçin “Efendim” Tabirini Kulland?

Birinci Soru: Hz. Yusuf aslnda, hür idi, hiç kimsenin kölesi deildi. Binâenaleyh
onun, “O benim rabbim, efendimdir” sözü, bir yalan olur. Yalan ise, büyük günahtr.
Cevaf>: Yusufbu sözünü zâhire ve onlarn kendisinin onlarn kölesi
(a.s),

olduuna inanlarna nazaran söylemitir. Hem sonra Hz. Yusuf’u, o yetitirip, ona
çeitli iyiliklerde bulunmutu. Dolaysyla “O, benim rabbim (terbiye edenim)dir” sözü
ile, onun kendisine bakp gözettiini kastetmitir ki, bu en güzel bir ta’rizdir. Çünkü
o, bu sözü “Aziz”in kendisini terbiye edip büyütmesini kastettii halde, sözün
ile

zâhirine itibar edenler, bu sözü, “Aziz’in, onun efendisi olduu” manasna

hamlederler.,

Yusuf’un Allah’a Snmas, Kadere Delalet Eder

kinci Soru: Yusuf (a.s)’un, “Ma’azallah” {Allah’a snrm) 1 ’


sözü, bizim kaza
ve kader ile ilgili görüümüzün doruluuna delalet eder mi?
12. Cüz. YÛSUF SÛRES 12/23 13. Cilt / 201

Cevap: Evet, bu apaçk bir ekilde delâlet eder. Çünkü onun, “Allah’a snrm”
sözü, onun kendisini böylesi çirkin bir iten korumasn Allah’tan istediini gösterir.
Bu snma ise; kudret verme, muktedir klma, akl verme, vasta verme, mazeret
ve engelleri ortadan kaldrma ve lütuf fiilleri ihsan etme manalarnda deildir. Çünkü
bu hususta Allah’n makdûru (kudreti dâhilinde) olan hereyi, Hz. Yusuf’a yapmtr.
Binâenaleyh bu snma, ya zaten var olan var etmesini istemektir, yahut da imkânsz
olan Allah’tan istemektir. kisi de muhaldir. Böylece Hz. Yusuf’un, Allah Teâlâ’dan
istedii snmann, Allah Teâlâ’nn, itaat tarafna kesinkes götüren bir sebebi kendisi
için yaratmasn ve kalbinde, günaha götürebilecek eyleri gidermesini istemesinden
baka bir manas yoktur ki, bizim ulamak istediimiz netice de ite budur.

Bu sözden kastedilenin, bizim söylediimiz mana olduunun delili ise, Hz.


Peygamber
<
(s.a.s)’in gözü, Hz. Zeyneb (r. anhâ)’e ilitiinde söyledii, c-5 ^jlül
*
ÇÜl*'
“Ey kalbleri evirip çeviren Allah’m, kalbimi dinin üzerine
sabit kû’W eklindeki sözüdür. Hz. Peygamber (s.a.s) bununla, kalbte taata sevk-
eden sebebin takviyesini; masiyet sebebinin ise giderilmesini kastetmitir. te Yûsuf’un
sözünde de böyledir. Yine Hz. Peygamber (s.a.s) jll
#>*1 4^ jîli

Mü’min’in kalbi, Rahman (Allah) ’m parmaklarndan ikisi arasndadr ”< 14 )

buyurmutur. Bu hadisteki iki parmak ile, bir yapma ve yapmama sebebi olan
fiili

eyler kastedilmitir. te bu sebep de, Allah’n var etmesi ile olur. Aksi halde,
iki tür
bu sebepler de, baka sebeplere dayanrd ki, bu da teselsülü gerektirir. Binâenaleyh
Hz. Yusuf’un “Allah’a snrm” sözünün, biz (ehl-i sünnetin) kader görüüne delil
olan en önemli delillerden olduu sâbit olur. Allah en iyi bilendir.

Yusuf’un Üç Cümlesi Arasndaki irtibat

Üçüncü Soru: Yûsuf (a.s), o kadnn isteine kar, üç ekilde cevap vermitir:

a) “Allah’a snrm” diyerek;


b) “O benim efendimdir, o bana güzel bir mevki vermitir” diyerek;

c) “Hakikat udur ki zâlimler asla felah bulmaz” diyerek. Binaenaleyh bu üç


cevabn, birbirleriyle irtibat nedir?

Cevap: Bu sralama, son derece güzel ve yerindedir. Çünkü Allah’n kullarna


olduu için, Allah'n emir ve mükellefiyetlerine boyun eip, onlar
nimet ve lütuflan çok
kabul etmek, hereyden önemlidir. Bundan dolay, onun, “Allah’a snrm” ifadesi,
Allah’n haklarnn, böylesi ilere mânî olacana bir iarettir.

13. Tlrmlzi, Kader, 7 (4/448).


14. Müdim, Kader, 17 (4/2045); Tlrmlzi, Kader, 7 (4/449).
202 /13. Cilt TEFSlR-1 KEBÎR

Hemsonra insanlarn hukûkunun da gözetilmesi farzdr. Binaenaleyh o adam,


benim için lütufta bulunduuna göre, onun lütuf ve iyiliine, kötülükle karlk vermek,
çok çirkin bir davran olur.

Ayrca insann kendi nefsini zarardan korumas da vâcibtir. Dolaysyle (bu


münasebetten tadlacak) lezzet, dünyada rezil ve rüsvayln, ahirette dei iddetli
bir azabn sebebi olacak çok ksa bir lezzettir. Azck olan bu lezzetin peinden, son
derece büyük zararlar geldiine göre, akl onun yaplmamasn ve ondan saknlmasn
gerektirir. te Hz. Yusuf (a.s)’un “Hakikat udur ki zâlimler asla felah bulmaz" sözü,
buna iarettir. Dolaysyla bu üç cevabn, en güzel bir tertib üzere sralanm olduu
sabit olmaktadr.

“O kadn, andolsun ona kurmutu. Eer Rabbisinin burhann


niyeti
görmemi olsayd, neredeyse o (Yusuf) da ona kastetmiti, ite biz ondan
kötülüü ve fuhu uzak tutalm diye, böyle yaptk. Çünkü o, muhlis
’’
kullarmzdand
(Yûsuf, 24).

Bil ki bu, iyice incelenmesi gereken ayetlerdendir. Bununla ilgili birkaç mesele
vardr:

Hz. Yûsuf’dan bir günah sâdr olmu mudur, yoksa


BRNC MESELE olmam mdr? Bu hususta iki görü vardr:
Ht Ymf’dan Hata Sâdr Oldu mu? Birinci Görü: Yusuf (a.s) bu günaha niyetlenmiti. Vahidi,
"el-Basit” adl kitabnda öyle demitir: "lmine güvenilen
ve rivayetlerine itibar edilen müfessirler, Hz. Yusuf’un da o kadna, doruca niyetini
kurduunu ve bir kimsenin, hanmna yaklat gibi iyice yaklatn, Rabbisinin
bürhânn görünce, bütün ehevî hislerinin gidiverdiini söylemilerdir.”

Câfer-i Sâdk (r.a) Hz. Ali’nin u sözünü senedi ile rivayet etmitir: "Hem o kadn
Yûsuf’u, hem de Yûsuf onu arzulamt. Yûsuf’un o kadna olan arzusu, kuan
çözmeye niyetlenmesi eklinde kendini göstermiti .”
12. Cüz, YÛSUF SÛRES 12/24 13. Cilt / 203

lbn-1 Abbas (r.a.)’n da öyle dedii rivayet edilmitir: “O, kuan çözdü ve
hyanet etmek (zina etmek) isteyen bir kimsenin oturaca ekilde, o kadnn yaknna
(yanna) üzerine oturdu.”

Yine bn Abbas (r.a)’dan u da rivayet edilmitir: “O kadn srt üstü yatt; Yusuf
da elbisesini çkararak onun iki baca arasna oturdu.” Vahidi, bu hususta birçok
lüzumsuz söz nakletmi, o dorulayacak ne bir ayet, ne de itimad edilecek
sözleri
sahih bir hadis getirmemitir ve faydasz olan bu sözler hususunda iyice aratrma
yapmam, (fazla düünmeden onlar kitabna almtr).
Yine rivayet olunduuna göre, Hz. Yusuf (a.s) “Bu, (efendimin) gyabnda
kendisine hainlik etmediimi bilmesi içindir” (Yusuf, 52 dediinde, Cebrail (a.s), “Ey
)

Yusuf, o ie yeltendiinde de mi?” demitir. Bunun üzerine, o “Ben, nefsimi tebrie


etmem” demitir. Vâhidi, sözüne devamla, ”Bu ii, Yusuf’un yapmaya
(Yusuf, 53)

niyetlenmi olduunu söyleyen alimler, peygamberlerin haklarn ve onlarn Allah


katndaki makamlarnn yüceliini, Hz. Yusuf’un buna niyetlenmemi olduunu
söyleyenlerden daha iyi biliyorlard” demitir. te Vahidi’nin, bu konudaki sözünün
özeti böyledir.

Hz. Yusuf Asla Günaha Kastetmedi


t

kinci Görü: “Hz. Yusuf, bu haram niyetten uzak ve berîdir.”


bâtl iten ve
Bu, muhakkik müfessir ve kelamclarn görüüdür. Biz de ayn görüü söylüyor ve
Hz. Yusuf’u u ekilde savunuyoruz:
Bil ki peygamberlerin ismetlerinin (günahsz olularnn) vacib olduunu gösteren
deliller pek çoktur. O delilleri, Bakara Sûresinde, Hz. Adem kssasnda geniçe ele
aldk. Dolaysyla onlar tekrarlamayacaz, fakat burada, onlara birkaç ilavede
bulunacaz:

Hüccet: Zinâ, büyük günahlarn en âdilerindendir. Emânete hâinlik etmek


Birinci.

de, yine en âdî günahlardandr. Hem sonra büyük bir iyilie, tam bir rezil ve rüsvaylk
ile, alabildiine utanc gerektiren bir kötülük ile karlk vermek de, en nâho
günahlardandr.

Ayrca, bir çocuk, çocukluunun balangcndan gençliine ve olgunluk çana


gelinceye kadar bir adamn yuvasnda büyüyecek,
rzk temin edilecek, namusu
yeterli
ve erefi korunacak, sonra da korunan bu çocuk kalkp, kendisine böylece büyük
iyilikte bulunan kimseye, en adi kötülüü yapacak. bu, en adi bir itir. te
Bunun böyle olduu sâbit olunca biz diyoruz
görüte olanlarn Hz.
ki: Birinci
Yûsuf’a isnad ettikleri bu masiyet, saydmz dört bakmdan da söz konusu olan
bir masiyettir. Böylesi bir suç, eer Allah’n yaratt insanlarn en
fasma ve
hayrlardan tamamen uzak olan bir kimseye isnad edilse, o bile bunu kesinlikle kabul
204 /13. Clll TE FSlR-1 KEBÎR

etmez. O halde, böylesi bir günah, ezici ve çok net mucizelerle


desteklenmi olan
o peygambere nasl isnâd edilebilir? Hem sonra Allah Teâlâ, bunun dnda baka

birey için, te biz ondan kötülüü ve fuhu uzak tutalm diye böyle {yaptk}"
buyurmutur ki bu söz, kötülük ve fuhun tamamen ondan uzak tutulduunu gösterir.
O görüte olanlarn, Hz. Yusuf'a mal ettikleri bu günahn, en büyük bir kötülük ve
en ileri bir fuhu olduunda üphe yoktur. O halde daha nasl, ayn hâdise hakknda
Cenâb- Hakk’n, Yusuf, kötülüklerin ve fuhun en büyüünü yapmaya yeltenirken,
onun kötülüklerden berî olduuna ahadet etmesi, Âlemlerin Rabbine nasl uygun
düer?
Hem sonra bu ayet, bizim görüümüze bir baka açdan da delildir. Bu böyledir,
çünkü biz diyoruz ki: “Farzet ki bu ayet, bu günahn ondan nefyine deâlet etmiyor.

Fakat bunun, çok büyük medhi ve ileri bir övgüyü ifade ettiinde üphe yoktur.
bir

Binâenaleyh Allah’n, bir insann büyük bir günaha yöneldiini bildirip, sonra da bunun
peinden o insan en ileri ekilde övmesi, hikmet-i ilâhiyeye uygun dümez. Bu, bir
padiahn, bir kölesini en çirkin bir günah ve fuhiyat ile suçlayp, sonra da bunun
peinden ileri bir medh ile onu övmesine benzer. Hiç üphesiz bu, ho karlanmayan
birey olur. te burada da böyledir. Allah en iyi bilendir.

kinci Hüccet: Peygamberlerden ne zaman bunu


bir zelle (kusur) sâdr olsa, onlar

büyük görür ve bunun peinden hemen tevbe ederek, pimanlklarn ve tevâzularn


ortaya korlar. Binâenaleyh eer Yusuf (a.s), bu ho olmayan büyük günaha yelte.nmi
olsayd, onun hemen bundan sonra tevbe ve istifarda bulunmamas imkansz olurdu.
Eer o tevbe etmi olsayd, üphesiz Cenâb- baka yerlerde olduu gibi, onun
Hak,
tevbe ettiini Kur’ân’da naklederdi. Bu hususta herhangi birey bulunmadna göre,
biz, bu hâdisede Hz. Yûsuf ’dan hiçbir günah ve masiyetin sâdr olmadn anlyoruz.

Yusuf’un Masum Olduuna ahidlik Edenler

Üçüncü Hüccet: Bu hâdise ile ilgili olan herkes, Hz. Yusuf (a.s)’un, o günahtan
beri olduuna ehâdet otmitir. Bil ki, bu hadiseyle ilgili olanlar unlardr: Hz. Yusuf;

o kadn; kadnn kocas; (Msr’l) kadnlar ve ahidler. Alemlerin Rabbi de Hz.


Yusuf’un günahtan berî olduuna ahâdet etmitir. blis bile, Yusuf (a.s)’un o
günahtan berî olduunu kabul etmitir. Durum böyle olunca, hiç bir müslümann bu
konuda tereddüt etmesi söz konusu deildir,

Hz. Yusuf’un, kendisinin o günahtan uzak olduunu iddia etmesinin izah udur:
O, “O (kadn), kendisi benim nefsimden murad almak istedi” (Yusuf, 26) ve “Ey
Fiabbim, zindan bana bunlarn davet edegeldikleri eyden daha sevimlidir” (Yusuf,
33) demitir.
12. CÜZ, YÛSU F SÛRES 12/24 13. Cilt / 203

O kadnn, itirafnn izah da öyledir: O, Msrl kadnlara, “ite beni kendisi


hakknda aypladnz u gördüünüz zatdr. Andederim ki onun nefsinden murad
istedim de,o namuskârlk gösterdi’’ (Yusuf, 32) ve “imdi hak rpeydana çkt. Ben
onun nefsinden murad almak istedim. O, gerçekten doru söyleyenlerdendir”
(Yusuf, si) demitir.

Kadnn kocasnn, Hz. Yusuf’un günahsz oluunu kabul ettiinin izah da udur:
O, “üphesiz bu, siz
kadnlarn fendinizdendir. Çünkü sizin fendiniz büyüktür.
Yusuf, sen bundan vazgeç. Ey kadn sen de günahna istifar et” (Yusuf, 28-29)
demitir.

ahidlerin itirafna gelince: Bu öyledir: “O (kadnn) yaknlarndan bir âhid


de ehâdet etti ki: “Eer gömlei önünden yrtldysa, kadn doru söylüyor. O

zaman o (Yusuf) yalan söylemektedir. . . (Yusuf, 26-27).

buna ehâdeti, “ite biz ondan fenal ve fuhu bertaraf edelim


Allah Teâlâ’nn
diye böyle (yaptk.) Çünkü o, muhlis kullanmadandr” (Yusuf, 24) sözü ile olmutur.
Böylece Allah Teâlâ bu ayette, Hz. Yusuf (a.s)’un temiz olduuna dört bakmdan u
ehâdet etmitir:

Birincisi, “Ondan fenal bertaraf edelim diye...” cümlesidir. Buradaki fiilin

bandaki lâm, te’kid ve mübalaa ifâde eder.

kincisi, “ve fuhu” tabiridir. Bu, “Ondan fuhu da bertaraf edelim diye...”
demektir.

Üçüncüsü, Çünkü o (...) kullanmadandr” cümlesidir. Rahman ’m kullar ise,
“yeryüzünde vakar ve tevazu ile yürürler. Kendilerine, beyinsizler laf att zaman
“selâm!” deyip geçerler” (Furkan. 63) ayetidir.

Dördüncüsü, “Muhlisler”dendir" tabiridir. Bu kelime bazan ism-i fail olarak bu


ekilde, bazan da ism-i mef’ûl olarak, "muhlesîn” {ihlasa erdirilmi) eklinde
okunmutur. Binâenaleyh bunun ism-i fâil olarak okunmas, Hz. Yusuf'un taat ve
ibadetlerini ihlasl olarak yaptn gösterir. sm-i mef’ûl olarak okunmas da, Allah
Teâlâ’nn Hz. Yusuf’un kendisi için ve huzurunda bulundurmak için seçtiine delâlet
eder. Her iki kraata göre de, bu kelime, Hz.Yusuf (a.s.)’un, kendisine isnad edilen
o günahtan temiz olduuna açkça delalet eder.

blis'in, günahsz olduunu kabul ediinin izah udur: Ö, “Senin


Hz. Yusuf’un
izzetine yemin ederim ki ben de artk onlarn hepsini muhakkak azdracam.

içlerinden ihlâsa erdirilmi (mü’min) kullarn müstesna...” ( sâd, 82-83) demi ve


böylece, muhlis kullar yoldan çkarmasnn mümkün olmadn kabul etmitir. Yusuf
(a.s) da muhlis kullardandr. Çünkü Allah Teâlâ, “O muhlis kullanmadandr”
buyurmutur. Dolaysyla bu, onu ivâ edemeyecei ve onu hidayet yolundan
blis’in,

saptramayaca hususunda, blis tarafndan yaplm bir itiraf olur. te bu noktada


206 / 13. CIU TEFSlR-1 KEBÎR

biz diyoruz ki, bu kepâzelii Hz. Yusufeden o câhiller, eer Allah’n


(a.s)’a nisbet

dinine tâbî olmu kimselerden iseler, Allah Teâlâ’nn Hz. Yusuf’un temiz olduu
hususundaki ehâdetini kabul etsinler; yok eer blis’in ve ordusunun tâbi
olanlarndan iseler, blis’in bu husustaki ehâdetini kabul etsinler.

Belki de onlar öyle derler: “Biz tpk, El-Harzemî’nin u iirde dedii gibi, iin
banda blis’in tâbiileri idik. Fakat sonra ona bakaldrp, sefihlikte onu geçtik."

^ Of >*» 4 Jtp I & of

JîlJt / »m.

“Balangçta ben, blis’in ordusundan idim; derken zaman beni bu yolda


yükseltti de, blis benim ordumdan oldu. ayet o benden önce ölmü olsayd,
ondan sonra ben, onun benden baka hiç kimsenin daha iyi bir tarzda
yapamayaca ekilde fsk yollarn çok güzel iler ve yapardm.”
Bu delillerle, Yusuf (a.s)’un, o cahillerin söyledii günahtan uzak ve berî olduu
sabit olmu olur.

Bunu iyice kavrad isen, biz diyoruz ki: Ayetin zahirine göre söz, u iki

makamdadr:
Makam, öyle dememizdir: Hz. Yusuf (a.s)’un o kadna niyetlendiini
Birinci
kabul etmiyoruz. Bunun delili, ayetteki, “Eer Rabbisinin bürhanm görmemi
olsayd, neredeyse o (Yusuf) da ona kastetmiti” cümlesidir. Ayette, lev lâ (Eer
(...) olsayd) edatnn cevab önce gelmitir. Bu tpk,
ILoV- Ji ’iljJ ja dJfÜ II

“Helâk olanlardan olacaktn, eer falanca seni kurtarmasayd” denilmesi gibidir.


Zeccâc, lev lâ’nn cevabnn önce gelmesini, iki bakmdan kabul etmemitir: u
a) Bunun cevabnn önce gelmesi, âzz (nadir)dir ve fasih bir sözde bulunmaz.

Eer buna cevap verilecek olsa, cevabnn banda lâm- te’kid bulunur.
b)

Binâenaleyh eer durum sizin dediiniz gibi olsayd, Cenâb- Hak, Slji
buyururdu.

Zeccâc’n dndaki nahivciler, öyle üçüncü bir husus daha ileri sürmülerdir:
Eer Hz. Yusuf tarafndan bir niyet bulunmasayd, o zaman Cenâb- Hakk’n, “Eer
Rabbisinin bürhanm görmemi olsayd” buyruunun bir manas olmazd.

Zeccac’n söyledii ey, cidden akldan uzaktr. Çünkü biz, bu edatn


Bilki

cevabnn sonra gelmesinin, daha güzel ve yerinde olduunu kabul ediyoruz. Fakat
bunun câiz oluu, cevabn önce gelmesine mâni deildir. Hem nasl olabilir ki? Çünkü
Stbeveyh’in, “Araplar, en önemli hususu, cümlenin en banda zikrederler, sonra
öneme göre dierlerini sralarlar’’ dedii nakledilmitir. Binâenaleyh, takdim ve tehirin

câiz oluu, o eyin öneminin derecesine baldr. Fakat baz lafzlarn özellikle

1 2. Cüz , YOSUF SÛRES 12/24 13. Cilt / 207

kullanlmayacan söylemek, hikmete uygun dümez. Hem, lev lâ’nn cevabnn


banda "lâm”n bulunmas câizdir. Fakat bu, onun cevâbnn lâmsz zikredilmesinin
câiz olmayacana delâlet etmez.

Ayrca biz, Zeccâc’n bu sorusundaki görüünün yanlln gösteren u ayeti


^
iki

de delil getiririz: \$ J* ukj Y jJ


* Jjtâ jl “Eer, kalbine râbta
(salamlk) vermeseydi, az daha onu aça vuracakt” (Kasas, o).

Yusuf, Tabiat Sebebiyle Deil, Haram Olduundan Günaha Girmedi

“Eer bu ie niyetlenmemi olsayd, Hak Teâlâ’nn, “Eer


Hz. Yusuf (a.s)

Rabbisinin bürhânn görmemi olsayd buyruunun bir manas olmazd” eklindeki


üçüncü soruya kar öyle deriz: Aksine bunda en büyük bir fayda ve mana vardr.
Bu da, Hz. ö kadna niyetlenmeydi, kadnlara arzu duymadndan
Yusuf (a.s)’un
ve ehevî kudreti olmadndan dolay deil, Allah’n dininin delillerinin, kendisini bu
iten alkoyduundan ötürü oluunu izâhdr. Sonra biz diyoruz ki: husus da, lev u
lâ’nn cevabnn, bizim söylediimiz ksm olduuna delâlet eder: Hiç üphesiz bu
edat, bir cevap ister. Bahsedilen cümle de, ona cevap olmaya uygundur. u halde onun,
lev lâ’nn cevab olduuna hükmetmek gerekir.” Biz, lev lâ’ya, bir mukadder cevap
düünürüz. Çünkü Kur’ân’da, cevaplarn terkedildii {açkça zikredilmedii), çokça
görülen bir husustur” da denilemez. Zira biz deriz ki: Evet, Kur’ân’da bunun çok
olduu hususunda münakaa yok. Fakat asl olan, cevabn mahzûf olmaydr. Hem
sonra, cevabn hazfi, cümlede cevab gösteren bir ey bulunduu zaman güzel ve
yerinde olur. Bu ayette cevabn mahzuf olduu söylenecek olursa, cümlede o cevabn
ne olduunu gösterecek birey yoktur. Çünkü burada, herbiri yerinde olan çeitli
takdirler yaplabilir. Binâenaleyh onlardan birisini takdir etmek, dier birini
takdir
etmekten daha evlâ deildir. Böylece, fark ortaya çkm olur. Allah en iyi bilendir.

kinci Makam, öyle dememizdir: Hz. Yusuf (a.s)’dan böyle bir niyetin sâdr
Biz,
blduunu hadi kabul edelim. Fakat diyoruz ki: Ayetteki “O (Yusuf) da ona
kastetmiti” ifadesini zâhirî manasna hamletmek mümkün deil. Çünkü bu kastn,
kadnn zat ile ilgili olmas imkânszdr. Zira “hemm”, kast cinsindendir. Kast ise
bâkî zatlara taalluk edemez. u halde bu “hemm”in, müteallak olacak bir fiilin takdir
edilmesi gerektii sâbit olmu olur. O açkça zikredilmemitir. Onlar,
fiil, ayette
mukadder olan bu fiilin “o kadnla fuhu yapma” olduunu iddia etmilerdir. Biz ise,
onlarn ileri sürdüklerine ters olan, baka bir fiil takdir ediyoruz. Bunu, birkaç ekilde
izah ederiz:

208 / 13. Cilt TEFSlR-1 KEBÎR

1)
Hemm Kelimesinin zah
Bundan maksat, “Hz. Yusuf (a.s) o kadm kendisinden defetmeye, onu böylesi
çirkin bir fiilden menetmeye hemmetmi, jU) manasdr. Çünkü “hemm”,

kastetmek demektir. Binâenaleyh bu “hemm” kelimesinin, kadn ile Hz. Yusuf’dan


herbiri için, herbirine uygun düen bir “kast” manasna hamledilmesi gerekir. Kadna
uygun düen, onun kâm almaya, Hz. Yusuf’un bedeninden istifâde etmeye
kasdetmesidir; insanlara peygamber olarak gönderilmi olan Hz. Yusuf’a uygun
düen ise, âsî olanlar Allah’a isyandan menetmeye ve emr-i ma’rûf nehy-i münker
yapmaya kastedip yönelmesidir. Nitekim Arapça'da veya
“Onu dövmeye ve savuturmaya niyetlendim” manasnda, ö'Mt d-U* denilir.

Buna göre eer onlar, “Bu takdire göre, ayetteki- “ Eer rabbisinin bürhânn
görmemi olsayd kaydnn bir fayda ve manas kalmaz” derlerse, biz deriz ki:

Aksine, bunda en büyük bir fayda vardr. Bunu u iki ekilde izah ederiz:

a) Allah Teâlâ, Hz. Yûsuf defetmeye niyetlenirse, kadnn


(a.s.)’a, eer o kadn
onu öldürmek isteyeceini, yahut orada bulunan (adamlarna) onu öldürmelerini
emredeceini bildirmitir. te bundan ötürü, Hak Teâlâ ona, kendisini ölümden
korumas için, kadn döverek (bundan) alkoymaktan kaçnmasn bildirmitir.

b) Hz.Yûsuf (a.s), o kadn eer kendisinden men etmeye urasayd, kadn her
hâlükârda ona sarlacak, böylece de Hz. Yûsuf’un elbisesi (gömlei) ön tarafndan
yrtlacakt. Halbuki Hak Teâlâ, ezeli ilmi ile, o âhidin, Yusuf’un elbisesinin önden
yrtlmas halinde Yusuf’un; arkadan yrtlmas halinde kadnn hâin olduuna
Hükmedeceini elbette biliyordu. Dolaysiyîe Hak Teâlâ ona, bunu bildirdi. Böylece
Hz. Yusuf (a.s) da, âhidin âhidlii, kendisinin o günahtan bert olduuna dâir kendi
lehinde bir hüccet olsun diye, o kadn kendisinden savuturmakla uramam,
ondan kaçmay tercih etmitir.

2) “Hemm”, ehvet manasna alnabilir. Bunun, bu manada kullanlmas


yaygndr. Nitekim birisi arzu etmedii birey hususunda U “Bu, beni

ilgilendirmiyor’; arzu edip, ilgisini çeken ey hususunda da, Û»


“u, benim için en önemli bir eydir” der. Buna göre, Allah Teâlâ Hz. Yûsuf'un ehevi
kuvvetini, “hemm” kelimesi ile ifâde etmitir. Binaenaleyh ayet, "Yemin olsun ki
kadn ona, o da kadna arzu duydu. Eer Yusuf (a.s), Rabbisinin bürhânn
görmeseydi bu i, var olacakt” manasn ifade eder.

3) “Hemm” “kiinin kalbinden geçirdii eyler” diye Çünkü çok tefsir edilebilir.

güzel bir kadn süslenip, genç ve güçlü bir delikanl için hazrlandnda, mutlaka
hikmet ile tabiî ehvet; nefis le akl arasnda bir mücâdele meydana gelir. Bazan
tabiat ve ehvet taraf ar basar, bazan da ak:! ve hikmet taraf ar basar.
Binâenaleyh “hemm”, insan tabiatnn çekii; "burhan: görme” de, kulluk tarafnn
çekii demektir. Bu, tpk una benzer: Scak bir yaz günü, oruçlu sâlih bir zât, kar

12. Cüz, YÛSUF SÛRIîSt 12/24 13. Cilt / 209

katlarak soutulmu gül erbeti gördüünde, nefsi onu o gül erbetini içmeye zorlar.
Fakat ve hidayeti buna mâni olur ki, ite bu hiçbir günahn söz konusu olmasna
dini

delalet etmez. Aksine bu hal ne zaman daha güçlü olsa, kulluk vazifelerini yerine
getirmedeki kuvvet de, o nisbette mükemmel olur. Binâenaleyh, elhamdülillah,
savunduumuz görüün doruluu ortaya çkm ve Vahidl’nin elinde, laf atmaktan
ve müfessirlerin adlarn saymaktan baka birek kalmam olur.

Eer o, bu hususta bir baka üphe sürecek olsayd, ona da cevap


ileri verirdik.
Fakat o baz müfessirlerden yapt rivayete pek birey eklememitir.

“Havlyye”den birisi, “Hz. Peygamber (s.a.s)’in, “Hz. brahim (a. s), üç


Bil ki

yalan hariç, baka hiçbir yalan söylememitir dediini rivayet etmi idi. Ben dedim
ki: “En münasip davran, böylesi haberlerin kabul edilmemesidir.’’ Bunun üzerine

o, redd tavr ile, öyle karlk verdi: “Amma bunu kabul etmememiz, ravîleri yalanc

saymamza müncer olur!” Ben de ona derim ki: “Hey zavall adam! Eer biz o rivayeti
doru kabul edersek, Hz. brahim’in yalan söylemi olduunu kabul etmi oluruz.
Yok eer o haberi doru saymaz isek, o zamanda bunu rivayet edenin yalan
söylediini kabul etmi oluruz. Hz. brahim (a.s)’in yalan söylemekten uzak oluu
bir ksm meçhul ravilerin yalandan korunmasndan daha evladr. Bu asl prensibi
iyice kavraynca, Vahidî’ye öyle deriz: Bu görüü o müfessirlerden nakledenlerin,
doru mu yalanc m olduklarn bize kim garanti edebilir? Allah en iyi bilendir.

Ayetteki “Rabbin bürham” »e ne kasdedildiini öyle


KNC MCScLE açklarz: Peygamberlerin ma’sum (günahsz) olduunu
Bu Ayetteki Bürhan’dan Maksad kabul eden muhakkik alimler Hz. Yusuf’un gördüü
burhan, birkaç ekilde açklamlardr.

a) Bu, zina fiilinin haram olduu hususundaki, Allah’n hüccetinin ve zinâ edecek
kimseye terettüb eden cezânn bilinmesidir.

b) Allah Teâlâ, peygamberlerin nefislerini kötü


huylardan temizlemitir. Hatta
Allah’n, peygamberlerin yakn arkadalarnn nefislerini bile, böyle kötü huylardan
temizlediini söyleyebiliriz. Nitekim Cenab* Hak, “Ey ehl-i beyt, Allah sizden arcak
kirigidermek ve sizi tertemiz yapmak diler” (Ahzab, 33) buyurmutur. Binâenaleyh
burada Hz. Yusuf’un gördüü bildirilen ilahi bürhândan maksad, peygamberler için
güzel huylarn tahakkuk etmesi, onlar öyle kötü ilere yönelmekten alkoyan hallerin
hatrlatlmasdr.

c) Hz. Yûsuf (a.s), odann tavannda, “Zinaya yaklamayn. Çünkü o, üphesiz


ki hayaszlktr, kötü bir yoldur” (isra, 32) ayetini yazl olarak gördü.
0

fuhiyyat ilemeye mâni olacak olan “nübüwet”tir. Bunun delili,


d) 'Bu,
peygamberlerin, insanlar kötülüklerden ve rezil-ü rüsvay eden eylerden men etmek
için gönderilmi olmalardr. Dolays ile eer peygamberler, kendileri her türlü kötülük

ve fuha yönelirken, insanlara bunu yasaklamaya kalkrlarsa, “Ey iman edenler,


210/13. Cilt tefsIr-1 kebîr

niçin kendinizin yapmad eyleri söyleyip emrediyorsunuz? Yapmayacanz


söylemeniz, eh iddetli bir buz bakmndan Allah indinde büyüktür ” (Saff, 2- 3)
ayetinin muhtevasna girmi olurlar.

Hem sonra Allah Teâlâ, yahudileri “siz, insanlara iyilii emredersiniz de, kendinizi
uputur musunuz?" (Bakara, 44) diye ayplamtr. Yahudiler için ayp olan birey,
mucizelerle desteklenmi bir peygambere nasl isnad edilebilir?

Bu günah Yusûf (a.s)’a nisbet edenler de, bu ‘‘bürhân”n ne demek olduu


hususunda, u izahlar yapmlardr: •

1) “Kadn, evin ortasnda inci ve yakut


kakmal bir puta yöneldi ve onun üzerini
bir bezle örttü. Bunun üzerine Hz. Yusuf (a.s): “Bunu niçin yaptn?” dediinde
de,
"Ben putumun bir günah ilerken beni görmesinden utanrm” dedi. Hz. Yûsuf (a.s)
da: “Sen, akl olmayan, duymayan bir puttan utanrken ben nasl olur da, herkesin
yaptn (gücünü) kendisine veren ilahmdan utanmam. Allah’a yemin olsun ki, ben
bu ii kesinlikle yapmam!” dedi” Bu görüte olanlar, “ite bürhân budur” demilerdir.

2) Onlar, IbnAbbas (r.a)’dan unu rivayet etmilerdir: “Hz. Yûsuf (a.s)’a, babas
Ya’kûb, parmaklarn srr olduu halde ve “Peygamberler zümresinden takdir edilmi
olduun halde, fâcirlerin iini mi yapyorsun? Bundan utan!” der vaziyette temessül
etti, göründü.” Bu ayn zamanda krime, Mücahid, Haan el-Basri, Said
b. Cübeyr,
Katâde, Dahhâk, Mukâtil ve bn Sîrîn'in görüüdür. Saîd b. Cübeyr öyle demitir:
Hz. Yakûp (a.s.) Yusuf (a.s.)’a göründü ve onun gösüne vurdu. Böylece onun bütün
ehveti, parmak uçlarndan (adetâ) çkp gitti."

3)Onlar öyle demilerdir: “Hz. Yusuf (a.s), birisinin gökten kendisine “Ey
Ya’kûb'un olu, sen kular gibi olma. Kuun tüyleri vardr. Ama zina ettiinde, o güzel
H
tüyleri dökülür (güzellii gider) diye seslendiini duydu”

4) Onlanbn Abbas (r.a)’n öyle dediini nakletmilerdir: “Hz. Yûsuf (a.s), Yakub
(a.s)’un temsilini (hayalini)
görünce de, vazgeçmedi. Ta ki Cebrâil (a.s), onu geri
tepince bütün ehveti kayboldu” Vahidî bu rivayetleri nakledince, kibirlenerek (laf
atarak), “Bu, tenzili (Kur’ân’n nüzulünü) gören zatlardan, Kur’ân’n tefsirini alan tefsir
önderlerinin görüüdür” demitir. Ona öyle denilebilir: “Sen, bize hiç bir faydas
bulunmayan, bu laf atmalardan baka birey söylemiyorsun. Senin, buna delilin
nerede?” Hem, ayn eyde delillerin birbirinitakib etmesi caizdir. Yûsuf (a.s), asli
delillere göre,zinâdan uzak durmutur. Binâenaleyh ona, bu kadar engel ilave
edilince, onun bu iten vazgeçmesi kuvvetli ve saknmas mükemmel olmu olur.
alacak ey! Onlar Hz. Peygamber (s.a.s)’in -kendisinin hiç bir dahli olmakszn-
hücresine köpek yavrusunun girmesi üzerinö Cebrâil (a.s)’in krk gün Hz.
bir
Peygamber (s.a.s)’e gelmemi (vahiy getirmemi) olduunu nakletmilerdir. Bu
konuda ise, Yusuf (a.s)’un, zinâ ii ile megul iken, Cebrail (a.s)’in ona gittiini iddia
etmilerdir. alacak ey ki, onlar Hz.Yûsuf ’un, Cebrail (a.s)’in gelmesi sebebi ile,
12. Cüz, YÛSUF SÛRES 12/24 13. Cih / 211

bu ten mtinâ etmediini iddia ediyorlar. Halbuki en fask ve enfuhula kâfir birisi bile

megul iken, anszn yanna sâlihlerin sureti ve ekli üzere olan bir kimse girse, ondan
utanr, kaçar ve o ii brakr. Burada ise, Hz. Yûsuf (a.s), Ya’kûb (a.s)’un parmaklarn
srdn gördüü halde, ona önem vermedii rivayet edilmektedir. Sonra güya
Cebrail (a.s), o azametine ramen, onun yanna girmi de, Yusuf yine Cebrail'in
gelmesi ile, bu kötü iten imtinâ etmemi de, ancak Cebrail (a.s) onun srtna vurmaya
mecbur kalmtr. Binâenaleyh biz, dini hususlarda sapmaktan ve yakîni elde etmek
hususunda çâresiz kalmaktan Allah'n bizi korumasn isteriz. te bu konudaki
sözümüz, özetle bundan ibarettir. Allah en iyi bilendir.

Sû ile “fahft” arasndaki fark hususundadr. Bu hususta


ÜÇÜNCÜ MESELE u izahlar yaplmtr:
1) Sû, elin yapp iledii bir cinâyet (yani günah), faha ise,

zinadr;

2) Sû, Öpme ve ehvetle bakma gibi, esas zinann (münasebetin) öncüsü olan
eyleri; fahâ da zinann kendisidir.
Cenâb- Hak, I Uate “Çünkü o, muhlis kullanmadandr”
buyurmutur. Yani “O, dinini srf Allah’a has ve hâlis klan kimselerdendir.” Bu
kelimeyi, lâm’n fethas ile, “muhlesîn” eklinde okuyanlar ise bunu “O, Cenab-
Hakk’n, kendisini kötülüklerden arndrd (hâlis kld) kimselerdendir” manasn
kastetmilerdir. Bununla, Hz. Yûsuf (a.s)’un, haklarnda Cenâb- Allah’n “Çünkü
biz onlar, katksz bir hasletle hâlis insanlar yaptk” (Sâd. 46) buyurduu, brahim
(a.s) zürriyetinden oluu manasnn kastedilmi olmas da muhtemeldir.
bn Kesîr, ibn Âmir ve Ebu Amr, bütün Kur'ân’da bu
DÖRDÜNCÜ MESELE kelimeyi, lâm’n kesresiyle, “muhlisin” eklinde okurlarken,
dierleri,lâm’n fethasyla ‘
muhlesîn" eklinde
okumulardr.
212 / II. ( ili lEFSlR-l KEBÎR

Kadnn Yusuf’u Kovalayp Gömleini Yrtmas

“kisi de kapya kotular. O (kadn) bunun gömleini arkasndan boylu


boyunca yrtt. Kapnn yannda (kadnn) efendisine rastgeldiler. (Kadn) dedi
ki: “Zevcene kötülük etmek isteyenin cezas, zindana atlmaktan, yahut ackl

bir azabtan baka ne olabilir!” (Yusuf): “O, kendisi benim nefsimden murad

almak istedi” dedi. Kadnn yaknlanndan bir âhid, öyle âhidlik etti: “Eer
onun gömlei önünden yrtlm ise, kadn doru söylüyor. O zaman o
(Yûsuf), yalanclardandr. Yok eer gömlei arkadan yrtldysa, (kadn) yalan
söylüyordur. O takdirde O (Yusuf), doru söyleyenlerdendir.” Vakta ki
(kadnn efendisi, Yûsuf’un gömleinin) arkadan yrtlm olduunu gördü, o
zaman dedi ki: “üphesiz ki bu, siz (kadnlarn) fendinizdendir. Dorusu sizin
fendiniz büyüktür. Yûsuf, sen bundan (bu meseleyi söylemekten) vazgeç. (Ey
kadn), sen de günahna istifar et. Çünkü sen cidden günahkârlardan

oldun
(Yûsuf. 25-29).

Bil ki Allah Teâla, o kadnn Hz. Yûsuf’a niyetini kurduunu nakledince; bunun
peinden Yûsuf'u nasl elde etmeye çaltn ve Yûsuf’un nasl ondan kaçtn
naklederek, “kisi de kapya kotular” buyurmutur. Bu ifâde ile, Hz. Yûsuf’un ondan
kaçp kapdan çkmaya çalt; kadnn da, onu kendisine çekmek için, peinden
kotuu anlatlmtr. Ayetteki bu fiilin masdar olan, “istibâk” bireye herkesten
önce ulamay istemek demektir. Buna göre bu ifadenin manas, "Onlardan herbiri
dierinden daha önce kapya ulamay istediler. Kapya önce Yusuf ularsa, açp
kaçacakt, kadn ularsa, Yusuf’un çkmamas için kapy tutacakt” demektir.
12. Cüz. YÛSUI- SÛRES 12/25-29 13. Cilt / 213

Binâenaleyh bu de kapya koutular”, "kapya doru koutular"


tabir "Her ikisi

demektir. Bu tpk, Musâ kavmini yetmi adam olarak seçti,’ yani “kavminden
,

yetmi adam seçti" (A’raf, 155) ayetinde olduu gibidir.

Bil ki Hz. Yûsuf, kapya doru kouyordu ve kapdan çkmak istiyordu. Kadn
da, onun peinden kouyordu. Kadn, ancak onun gömleinin arkasn tutabildi ve
böylece o gömlei arkasndan uzunlamasna yrtt. te tam o esnada, kocas geliverdi.
te Hak Teâlâ’nn “Kapnn yannda, kadnn efendisine rastgeldiler” ifâdesi ile
kastedilen budur. Bu ifade "O ikisi, kadnn "Efendim” dedii kocas ile, tam kapda
karlatlar” demektir. Allah Teâlâ ayette, "kisinin efendisi olana” buyurmayp,
kadnn efendisine" buyurdu. Çünkü Yûsuf {a. s), hakikatte (iin aslnda) bu adamn
",

kölesi deil idi. te o anda kadn töhmet altnda kalmaktan korktu, önce davranp,
Hz. Yûsuf (a.s)’a, o çirkin zina iini iftirâ etti ve “Zevcene kötülük etmek isteyenin
cezas, zindana atlmaktan, yahut ackl bir azabtan baka ne olabilir!” dedi. Bu sözün
manas açktr.

Bu ifâdede birkaç incelik bulunmaktadr:

1) Bundaki manasna olabilir. O zaman mana, "Onun cezas,


mâ edat mâ-i nâfiye
ancak zindandr” eklinde olur. Yine bu edatn ist’ifhâmiye (soru için) olmas da
mümkündür. Buna göre mana, "Onun cezas, hapis olunmaktan baka nedir?”
eklinde olur. Bu senin, "Evde Zeyd’den baka kim var?” sözün gibidir.

2) Kadnn, durumda iki


Hz. Yûsuf’a olan iddetli arzusu ve sevgisi, onu bu
incelie riayet etmeye evketti. Çünkü o, önce zindan zikretti, "ackl azab” sonra
zikretti. Çünkü seven, sevdiine ac vermek istemez. Yine o kadn Yusuf'a bu iki

eyden birisinin yaplmas gerektiini de (açkça) söylemedi. Aksine, sevgilisini kötülük


ve ac ile birlikte zikretmekten korunmak için, bunu genel bir ifâde ile anlatt. Bir de
o, ii hafifleterek "hapsedilme”den sözetti. Hapis bir günlüüne olabildii gibi, daha

az bir zaman için de olabilir. Çünkü devaml zindana atlma manas, bu ibare ile
anlatlmaz. Aksine, "Onun, zindana atlmlardan klnmas gerekir” denilir. Baksana
Firavun, Hz. Musâ (a.s)’y tehdid ederken öyle demitir: “Andolsun, eer benden

baka bir tann edinirsen, seni muhakkak ve muhakkak zindana atlanlardan ederim
(uara, 29).

O kadn, Yusuf (a.s)’un, gençliinin baharnda, gücünün kemâlinde, ehvetinin


3)
en ileri olduu bir çada olmasna ramen, kendisinden korunmay, uzak durmay
istediini müâhede edince, onun temizlii ve nezihlii hususundaki inanç ve güveni
daha da büyüdü. Bundan dolay, "Yusuf, bana kötülük yapmay istedi” demekten
utand, ve bu yalan iftiray ona açktan yapma gücünü kendinde bulamad. Ancak
bu ta’riz yollu (dolayl) üslûbla yetindi. Binâenaleyh bir kendinde bu yalan iftiray
atmaya güç bulamayan u
kadna, bir de, o çirkin günahtan yaklak dörtbin sene
sonra, ona bu iftirada bulunan "Havilere” bak! u
4) Hz. Yûsuf {a.s), o kadn vurup iterek, kendisinden uzaklaktrmak istedi. Bu
214 / 13. Cilt TEFSlR-I KEBR

da,kadn açsndan, kötülük yapma yerine geçen birey olmutu. Bundan dolay onun,
“Zevcene kötülük etmek isteyenin cezas" eklindeki sözü, ta'riz yerine geçen bir
sözdür. Belki kadn bu “kötülük” sözü ile, kalbinden, Hz. Yusuf’un kendisini
men ediini ve defediini kastetmitir. in zâhirinde ise, bundan anlalan “O, buna
uygun olmayan birey yapmak istedi” manasdr.

Bil ki kadn bu sözü söyleyip Hz. Yûsuf, (a.s)’un namusuna leke sürünce, Hz.

Yûsuf (a.s), bu töhmeti giderme ihtiyacn hissetti ve j* j&j'j J*


“O, kendisi benim nefsimden murad almak istedi" dedi. Yûsuf (a.s), iin banda
kadnn srrn ifâ etmedi. Ancak, kendisinden, kendi namusunun lekelenmesinden
korkunca ii ortaya vurdu.

Hz. Yusuf’un Dürüstlüünün Delilleri

Bil ki, pekçok alâmet, Hz. Yusuf (a.s)’un doru, sadk olduuna delâlet
etmektedir:

1) in zâhirine göre, Yusuf (a.s), onlarn kölesiydi. Kölenin, mevlâsna, bu


dereceye varan bir satamada bulunmas mümkün deildir.

2) Onlar, Yusuf (a.s)’un, çkmak için alabildiine komu olduunu görüp


müahade etmilerdir. Halbuki kadn peinde olan bir kimse, kapdan bu ekilde
çkmaz.

3) Onlar, kadnn en mükemmel biçimde kendisini süslediini görmülerdi.


bir

Yûsuf (a.s)’a gelince, onun üzerinde ise, kendisinde süslemeye dair hiçbir alâmet
bulunmamaktadr.

Binâenaleyh, bu fitnenin kadna atfedilmesi daha uyg'un olur.

4) Onlar uzun müddet Yusuf (a.s)’un hallerini kontrol altnda bulundurmular,


ama onda, onun bu kötü fiile yönelmesine uygun düecek bir hal görememilerdir
ki, bu da zann kuvvetlendiren eylerdendir.

5) Kadn, Yusuf bulunduunu açkça söyleyememi, aksine


(a.s)’un zinâ talebinde

bu hususta müphem ve kapal bir söz söylemitir. Yusuf (a.s) ise, durumu, açkça
ortaya koymutur. Binâenaleyh, ayet Yusuf (a.s) töhmet altnda tutulacak birisi
olsayd, bunu açk lafzlarla, açkça belirtemezdi. Çünkü hainlik yapan, korkak olur.

6) Denildiine göre kadnn kocas ehvet peinde


âciz (cinsî güçten yoksun) idi.

gezme emâreleri, kadn hakknda daha güçlüydü. Binâenaleyh bu fitnenin kadna


atfedilmesi daha uygun olur. Bu fitnenin balangcnn kadndan olduuna delâlet
eden pekçok emareler bulununca Yusuf (a.s)’un sadk, hanmnn ise yalanc
olduunu bildii için, kocas utand, bekledi satamad ve sükût etti.

Daha sonra Cenab- Hak, bu bahsedilen delilleri kuvvetlendirecek olan ve onun


12. Cüz. YOSUF SORESJ 2/23 29 13. Cilt / 213

böyle bir suçtan bert olduuna günahkâr olann kadn olduunu,


delâlet edecek,
gösterecek baka bir delili de Hz. Yusuf’a bildirmitir ki o da, Cenâb- Hakk’n,
“Kadnn yaknlarndan bir ahit, öyle ahitlik etti” buyruudur. Ayette bahsedilen

bu ahidin kim olduu hususunda üç görü bulunmaktadr:

a) kadnn amcasnn olu olup, hikmetli ve ahsiyetli bir kimseydi. O


Bu, o
esnada melik ile birlikte, o kadnn yanna girmek istiyorlard. O öyle demitirr "Biz,
kapnn ötesinden gürültüyü ve gömlein yrtlma sesini duyduk. Ancak ne var ki biz,
onlardan hangisinin dierinin önünde olduunu anlayamadk. Binâenaleyh, eer
gömlek ön taraftan yrtlmsa, kadn doru söylüyor, adam ise yalanc. Yok, eer
gömlek arkadan yrtlm ise, adam doru söylüyor, sen ise, yalancsn.” Bunun
üzerine onlar gömlei kontrol edip onun arkadan boylu boyunca yrtldn
gördüklerinde amcasnn olu, “Çünkü sizin fendiniz büyüktür” yani, "Bu sizin
iinizdir” dedi. Daha sonra da Yusuf'a, "Aldrma, bunu sakla”; kadna da, "Günahn
için marifet taleb et” dedi. Bu, müfessirlerden büyük bir cemaatn görüüdür.

Beikte Konuan Be Kii

b) Bu da, Ibn Abbas (r.a.), Said bn


Cübeyr ve Dahhâk’dan rivâyet edilmitir.
Buna göre ayette bahsedilen o ahit, Cenâb- Hakk’n kendisini beikte konuturmu
olduu bir çocuktu. Bu cümleden olarak bn Abbas öyle demitir: "Beikte dört
küçük konumutur.

1) Yusuf’un ahidi;

2) Firavun’un kz Maite’nin olu;

3) Meryem olu sâ ve

4) Rahib Cüreyc’in arkada.

Cübbaî öyle demitir: "u sebeplerden dolay birinci görü daha evlâdr:

a) ayet çocua bu sözü söyletmi olsayd, sadece onun buna


Allah Teâlâ o
ehâdette bulunmas, o kadnn yalanc olduu hususunda yeterli ve kesiti bir delil
olmu olurdu. Çünkü çocuun konumas kesin olan akli delillerdendir. w albuki
gömlein önden veya arkadan parçalanmasyla yaplan istidlâl zannî/Ve zayf bir

istidlâldir. Kati ve kesin bir delil bulunmuyorken, o delilden zannî olan delile

bavurmak câiz deildir.

Cenâb- Hak, “Kadnn yaknlarndan bir ahit öyle ahitlik etti” buyurmu,
b)
kadn hakknda kabûle ayan olsun diye, o kadnn kadn tarafndan olduunu
bildirmitir. Çünkü kadnn akrabalarndan ve sülalesinden olanlarn zâhirl durumu,
kadna herhangi bir kötülük ve zarar vermeyi düünmeyeceklerine delâlet eder. O
6

2 1 / I .V cm TEFSÎR-t KEBÎR

halde o adamn, ahidin, kadnn kendi yaknlarndan olduunun zikredilmesinin


gayesi, o adamn
ehâdetini gücendirmektir. Bu tercihlere ancak, delâlet zannî
olduu zaman bavurulur. Binâenaleyh bu ehâdet, beikte olan bir çocuk tarafndan
yaplm olsayd, onun ehâdeti kati bir hüccet olurdu ve o ahidin kadnn tarafndan
olmasyla olmamas arasnda bir fark kalmaz, böylece de (ehlinden, yaknlarndan)
kaydnn bir tesiri olmazd.

c) Örfe göre ahit, hadiseyi bilen ve onu ihata eden kimseye denilir.

d) Bu ahit,
Mücahld, "ahit gömlein arkadan yrtlm olmasdr”
gömlektir.
demitir ki, bu görü son derece zayftr. Zira gömlek bu ekilde nitelenemez ve,
bir aileye mensup saylamaz. Bil ki, birinci görüte de bir problem bulunmaktadr.

Çünkü, bahsedilen ipuçlar, Hz. Yusuf’un, o günahtan bert olduuna kesinkes delâlet
etmez. Zira, adamn, zina etmek için o kadna yöneldii, kadnn ise ona kzd, bunun
üzerine adamn kaçt, böylece de kadnn o adamn peinden kotuu ve onu iyice
dövmek için arkadan çektii, ite böylece de kadn günahtan berî, adam da günahkâr,
suçlu olduu halde, onun gömleinin arkadan yrtlm olduu ihtimal dahilindedir.

Cevap: Biz, kadnn yalanc olduunun emarelerinin yakîn derecesine varacak


bir olduunu beyân etmitik. Binâenaleyh ulemâ, kendilerine dayanlarak
biçimde çok
hüküm vermede istinad edilmesi için deil, tam aksine güçlendirici ve tercih ettirici
sebepler olmas bakmndan, bunlara dier ipuçlarn da ilâve etmilerdir.

Daha sonra Cenâb- Hak, hadiseyi anlatarak, ij Uî “Vakta ki, gömleinin...


gördü” buyurmutur. Bu ifadede bahsedilen o gören kimsenin kadnn efendisi, kocas
olmas muhtemel olduu gibi, ahid olmas da muhtemeldir. te bundan dolay ulemâ,
bu hususta ihtilaf etmitir. O, “Bu sizin fendinizdendir” dedi. Yani, "Senin, “Zevcene
kötülük etmek isteyenin cezâs baka ne olabilir?” eklindeki sözün, sizin
fendinizdendir. Zira sizin, hile ve tuzaklarnz çok büyüktür” demektir.

Kadn Fendinin Özellii

Buna göre ayet "Allah Teâlâ, insanlar, zayf ve yetersiz olarak yaratmken,
daha nasl kadnn fendinin büyük olduu söylenebilir? Yine, erkeklerin fendi de
kadnlarnkinden fazladr” denilirse, u ekilde cevap verebiliriz:

nsanlarn yaratl, melekler, gökler ve yldzlarmkine nisbetle zayftr,


dayankszdr. Kadnlarn fendi, beerin fendine nispetie daha büyüktür. Bu iki söz
arasnda bir terslik bulunmamaktadr. Hem, kadnlarn bu konuda, erkeklerde
bulunmayan hile ve tuzaklar vardr. Birde, onlarn bu konudaki tuzaklar, erkeklerin
tuzaklarnn sebebiyet veremeyecei biçimde ar ve utanç dourur.

Bil ki, o topluluk tarafndan Yusuf (a.s.)’un bu kötü


uzak ve berî olduu fiilden
anlalnca, Cenâb- Hak bu hususu da o (ahidden veya kocadan) naklederek, onun
“Yusuf, sen bundan vazgeç" dediini nakletmitir. Bu cümleden olarak, bu sözün
12. Cüz, YÛSUF SÛRES 12/25-29 13, Çili / 217

aziz tarafndan söylendii ileri sürüldüü


bunun o ahidin sözü olduu da ileri
gibi,

sürülmütür ki bu, “Bu hadiseyi anlatmaktan vazgeçip, böylece onun haberi


yaylmam, böylece de büyük bir utanç meydana gelmemi olur” demektir. Bunu
söyeleyen kimse, Yusuf’a, hadiseyi gizlemesini emrettii kadna da, af talebinde
gibi,

bulunmay emrederek, “Sen de günahna istifar et!" demitir. Bu sözün zahirinden,


onun balanma talebinde bulunduu anlalmaktadr. Bu sebeple onun, kocas
tarafndan affedilmeyi istemi olduu muhtemel olmu olur ki, bu durumda mafiretin
anlam, affedip vazgeçmek olmu olur. Böyle olmas halinde akla ilk gelen, bu sözü
söyleyenin, ahid olduudur. Yine Allah’dan mafiret taleb edilmi olmas da, ihtimal
dahilindedir. Çünkü o toplum, bir yaratcnn varln kabul ediyordu; ancak onlar
bununla beraber putlara da tapyorlard. Bunun delili, Yusuf (a.s.)’un “Darmadank
birçok düzme Tanrlar m hayrldr, yoksa her eye gâlib, kahhâr olan bir tek Allah
m?" (Yusuf, 39) demi olmasdr. Böyle olmas halinde, bu sözü söyleyenin kadnn
kocas olmas da düünülebilir.

Onun, çJT 4U “Çünkü sen cidden günahkârlardan oldun "eklindeki


j* 1

sözü, o kadnn daha evvel de çokça hata ilediini belirtmektedir ki, bu da daha iin
banda kocasnn, Yusuf’un deil de karsnn suçlu olduunu bildiine delâlet eden
eylerden birisidir. Zira kocas, karsnn bizzât, uygun olmayan eylere yeltendiini
Ebu Bekr el-Esamm, “Bu, hiç üphesiz ki kskançl az olan bir kocadr
biliyordu.
ki, karsndan sadece mafiret talebinde bulunmay istemekle yetinmitir” demitir.

Keaf Sahibi de öyle demitir: “O, erkekleri kadnlara "talîb” ederek müzekker
slasyla günahkârlardan ” demitir. Bununla, “sen hata edenler
neslindensin, soyundansn. te bu pis damar, sana, o nesilden sirayet etmitir”
manasnn da murad edilmi olduu söylenebilir. Allah en iyi bilendir.
218 / 13. Cilt TEFSR*! KEBR

“ehirdeki baz kadnlar: “Azizin kars, delikanlsnn nefsinden murad almak


istermi. Sevgi, kalbinin zarna ilemi. Görüyoruz ki o, muhakkak apaçk bir

sapklktadr” dediler. Vakta ki (kadn), onlarn gizliden gizliye yaptklar


dedikodular iitti, kendilerine davetçi yollad. Onlar için yaslanacak bir yer,
bir de sofra hazrlad. Onlardan her birine birer bçak verdi. (Yûsufa), “ Çk

karlarna” dedi; imdi onlar bunu görünce, kendisini büyük gördüler.


n
( hayranlklarndan ) ellerini kestiler ve dediler ki: Hâa! Bu, bir beer deildir.
Bu, çok erefli bir melekten bakas olamaz”
(Yunus 30-31).
Ayetle ilgili birkaç mesele vardr:

Cenâb- Hak niçin, iy-i cJlSj buyurmamtr?

Biz deriz ki: Bu, u iki sebepten dolaydr:


BRNC MESELE a) j-i kelimesi, kadnlar topluluu için vazolunmu
Nisve Kelimesi Hakknda müfret bir isim olup bunun müenneslii hakiki deildir.
Bu sebepten dolay, bu fiile müenneslik tâ’s gelmemitir.

b) Vahidî öyle demitir. Önce getirilmi olmas, tesniye ve cemî


“Fiilin

alametlerinin düürülmesine kyasla müenneslik alâmetinin düürülmesi neticesine


götürmütür.

Kelbî öyle demitir: “Bu kadnlar dört kii idiler: Aziz’in

KNC MESELE sucusunun kars; ekmekçisinin kars; gardiyann kars ve


çobannn kars.*’ Mukatlt, bunlara, bekçisinin karsn da
ilâve edilmitir. yakn olan, bu hadisenin ehirde yaylmas, her tarafta
Akla en
duyulmas ve ehrin kadnlarnn bunu konumu olmasdr. Ö malûm kadn olan,
azizin kars, uann nefsinden kâm almak istemitir. Fetâ kelimesi genç, delikanl
anlamndadr. Fakat ( 5 UiM) ise genç kz demektir. Ayetteki L>* I44& Ji cümlesiyle
ilgili olarak iki mesele bulunmaktadr:

hakknda eâf kelimesi


izahlar yaplmtr. u
BRNC MESELE a) Bu kelime, kalbi kuatan zar anlamna gelir. Buna,
eafe Mânas “kalbin klf, zar” da denilir. “Cierine isabet ettin,
Fiilinin

dokundun'manasnda denildii gibi, “Kalbinin zarna

dokundun” anlamnda tfiü diü de denilir. Buna göre, t* ifâdesinin ^


manas “sevgi, onun derisinin içine girdi, böylece de kalbine nüfuz etti” eklinde olur.

b) “Zarn, kalbi onun sevgisi de, onun kalbini sarp bürüdü”


sarp bürümesi gibi,

anlamndadr. O sevginin kalbi sarmasnn manas, o kadnn, kendisiyle o sevginin


dnda kalanlar arasna girip perde olabilecek, böylece de, bakasn
1 2. Cüz, YÛSUF SORES 12/30-31-32 13. Cilt / 219

düünemeyecei ve hatrna da ondan bakasn getiremiyecei bir biçimde, onu


sevmekle megul olmas demektir.

Zeccâc öyle demektedir: egaf kalbin en iç noktas ve onun gözbebeidir.


c) , ,

Buna göre mana, “Onun sevgisi, o kadnn kalbinin ta içlerine, adeta gözbebeine
ilemiti” eklinde olur. Netice olarak diyebiliriz ki: Bütün bunlar, sevmek ve ar
aktan kinâyedir.

Bir grup sahâbe ve tâbiûn bunu ayn ile t

KNC MESELE (eafeha) eklinde okumutur. bnu’s Slkkît öyle


demektedir: "Arapça da, sevgi yanp tutuma noktasna

vard zaman sürülmü katrann acs yanma derecesine vard


yine,

zaman denilir.” Ebû Ubeyde’de, bu manay açarak öyle demitir.

“Ayn ile eaf kelimesi, kalbin, hissettii bir lezzetin yannda, sevginin kalbi yakp
tututurmas demektir. Bu tpk, deveye katran sürülüp, o katrann acs ite böyle
bir noktaya varp, daha sonra ise devenin sükûnete erip rahatlad hâlete benzer.”

bnu’l-Enbarî ise öyle demitir: “eaf”, “dalarn zirveleri, en üst noktalar”


anlamndadr. Buna göre, kiinin sevgisi, kalbin en yüce noktasna vardnda,
tiyjb' Jj& denilir.
Hubben kelimesi, temyiz olduu için, mensuptur denilir.
ÜÇÜNCÜ MESELE Daha sonra j ^
“ Görüyoruz ki, o,

muhakkak apaçk bir sapklktadr” yani, “O kadnn onu


sevmesi sebebiyle, biz onu, doru yoldan sapm olarak görüyoruz” demektir. Bu

tpk Yusuf’un kardelerinin Babamz her halde açk bir yanllk içindedir.
(Yusuf, 8) demeleri gibidir.

Vezir’in Karsnn Kadnlara Ziyafet Hazrlamas

Daha sonra Cenâb- Hak ^


“Vakta (kadn), onlarn gizliden gizliye yaptklar dedikodular iitti, duydu,
ki

kendilerine davetçi yollad. Onlar için yaslanacak bir yer, bir de sofra hazrlad
buyurmutur.

Ayetle ilili birkaç mesele vardr:

“Vakta ki (kadn), onlarn gizliden gizliye yaptklar


BRNC MESELE dedikodular duydu” buyruunun anlam, “O kadn,
ehirdeki kadnlarn sözlerini duyunca” eklindedir. Onlarn
sözlerine, u sebeplerden dolay mekr (hile, desise) ad verilmitir.

a) O kadnlar, bu sözü, dedikoduyu Yusuf’u görmek ve onun yüzüne bakmak


için söylemilerdir. Çünkü onlar, kendileri böyle söyleyince, o kadnn, özrünü
anlayla karlayabilmeleri için, Yusuf’u kendilerine göstereceini biliyorlard.
220 / 13. CUt TEFSlR-1 KEBÎR

o kadnlara Yûsuf’u sevdiini bir sr olarak söylemi ve onlardan


b) Azizin tarat,
bu srrn saklamalarn talep etmiti. Binâenaleyh onlar, onun srrn ifâ edince, bu
adetâ bir tuzak ve desise olmu olur.

c) Onlar, o kadnn gybetini yapmlardr. Gybet ise, gizlice ve alçak sesle yaplr.
te bu yönüyle bu gybet, bir tuzaa benzemitir.

1) O kadn, ehirdeki kadnlarn, kendisini bu ar sevgiden


KNC MESELE dolay knadklarn duyunca, mazeretini izhar etmek istedi,
böylece de, bir sofra hazrlayarak, ehirdeki kadnlarn ileri
gelenlerinden bir grubu çard ve onlara oturup yalanacaklar bir eyler hazrlad.
Müttekeen kelimesinin ne anlama geldii hususunda da u izahlar yaplmtr:
Bu kelime, kendisine yaslanlan, dirsek, yan yast demektir.
4)

Bu kelime, yiyecek anlamndadr. Utbî öyle demitir: “Bu hususta aslolan


2)
udur: “Sen, yannda ziyafet vermek için birisini çardnda, ona, yiyecee de istiâre
yoluyla isim olarak verilen ve ad “mütteke’un”olan bir yastk hazrlarsn.”

Mütteke’en kelimesi “turunçgil” anlamndadr. Bu Vehb’in görüüdür. Ebu


3)
Ubeyd, bunu kabul etmemitir. Ancak ne varki bu, o kadnn, ehirdeki kadnlara
o mecliste çeitli meyveler hazrlam olduuna hamledilmitir.

“Mütteke’ bçak ile kesilmesi gereken Çünkü yiyecek, her ne


bir yiyecektir.

zaman böyle olursa, insan, keserken ona dayanma, bastrma ihtiyac duyar. Sonra
biz diyoruz ki: Bu söz de, o kadnn ehirdeki kadnlar çard, onlardan her birine
hususi yerler hazrlad ve
her birine, o meyveleri yemeleri ve eti kesmeleri için birer
bçak verdii, sonra da Yusuf’a, o kadnlarn huzuruna çkp açklamada bulunmasn
emrettii; Yusuf’un da, kadndan korktuu için ona muhalefet edemedii neticesine
varr.

Cenâb- Hak iy'j UÎ “imdi onlar bunu görünce, kendisini


büyük gördüler, (hayranlklarndan) ellerini kestiler ” buyurmutur.

Burada birkaç mesele vardr:

Bu ayette geçen ekbernehu sözüyle ilgili iki açklama


BRNC MESELE yaplmtr:
Ayetteki Ekbernehu Kn Hakknda a) Onlar onu, ta’zim ettiler.
'

Onu görünce hayz oldular.Ezherî bu ikinci manaya göre ekbernehu fiilinin


b)

sonundaki “hâ”nn sekte için getirildiini, Arapça’da kadn hayz olduunda îjji
denildiini, bunun hakikatinin de o kadnn, büyümü olmas vakas olduunu; zira,
o kadn hayz olmak suretiyle çocukluk yandan çkarak büyüklük yana girmi
olduunu söylemitir.
12. Cüz, YÛSUF SÛRHS I2/30-.I-32 13 . CiU / 221

Bu husustaki dier bir açklama da udur: Kadn korkup çlk attnda çou kez
çocuk düürür ve böylece de hayz olur, kan gelir. Binâenaleyh ayet bu ayetteki
ekbere fiilini, hayz olmak manasna almak doru olursa, bunun sebebi, ite
bahsettiimiz eydir.

Cenâb- Hakk’n, “ ellerini kestiler” ifadesi, onlarn dehete kaplarak hayrete


dümelerinden kinayedir. Bu kinâyenin güzel olmasnn sebebi udur: O kadnlardan
her biri dehete kaplnca, kendi elini kestii halde, meyveyi kesiyor zannna
kaplmtr. Yahut da öyle denilebilir: Onlardan her biri dehete kaplnca, bçan
sap ile kesen ksmn birbirinden ayrdedememi, o bçan keskin tarafn avucunun
içine alm ve böylece de onun avucunda bir yaralanma meydana gelmitir.

çou, o kadnlarn Hz. Yusuf'u, ar güzelliinden


Alimlerin
KNC MESELE ve mükemmel yakkllndan dolay tazim etkileri
. hususunda ittifak etmilerdir. Bu cümleden olarak Yusuf
(a.s.)’un, fazilet ve güzellik bakmndan dier insanlara olan üstünlüünün, tpk

ondördüncü gecesinde ayn, dier yldzlara olan üstünlüü gibi olduu ileri
sürülmütür. Hz. Peygamber (s.a.s.)’un öyle dedii rivayet edilmitir: “ Semaya
yükseltildiim gece, Yusuf’a tesadüf ettim. Bunun üzerine Cibril’e, “Bu kimdir?”
dediimde, o, “Bu Yusuf’dur” dedi. Bunun üzerine kendisine, “Ey Allah’n
Resûlü, onu nasl gördün?” dediinde, Hz. Peygamber, “O tpk, ondördüncü
geceki bir dolunay gibiydi” cevabn verdi.

“tpk günein
Yine, nn
duvarlar üzerinde görülmesi gibi, Yusuf (a.s.), Msr’n
ara sokaklarnda yürüdüünde, yüzünün parltsnn duvarlara vurduu da”
söylenilmitir. u
da ileri sürülmütür: O, Allah’n kendisini yaratt gündeki Adem’e
benziyordu. Bu görü, üzerinde ittifak edilen görütür.

Buna göre bu hususta baka bir açklama daha yaplabilir: O kadnlar, Yusuf’un
üzerinde nübüvvet nurunu, risâlet sîmasn ve huzû ve ihtiam izlerini görüp, onda
nübüvvet azametini, krallk heybetini görüp müahede ettikleri için onu ululam ve
tazim etmilerdir ki, bu da yiyeceklere, kadnlara iltifat etmemek ve onlara deer
vermemek demektir. Büyük bir güzellie, bu heybet ve mehâbet de eklenince onlar,
bu gördükleri durumdan hayrete kaplarak, üphesiz onu tazim etmilerdir. Böylece
de Yusuf’un azamet ve heybeti onlarn kalbine düüvermitir. Bana göre ayeti bu
manaya hamletmek daha uygundur.

mdi eer, “Durum böyle olunca, o açklamaya göre daha nasl o kadnn, “te
beni kendisi hakknda aypladnz, u
gördüünüzdür” (Yusuf, 32) demi olmas
uygun düer ve bu durum, onun Yusuf'a olan ar sevgisi ve aknn kuvveti
hususunda kendisi için bir mazeret saylabilir?” denilirse biz deriz ki:

Yasak edilenin peine düüldüü, zihinlere yerlemi olan husustur. Buna göre
de o kadn sanki dierlerine, “te bu acîb yaradl ve pâk, tertemiz, meleklere yarar

222 / 13. Cilt TEFSlR-t KEBÎR

hareket tavrnn yannda, bir de onun bu güzellii, bu ar sevgiyi-, onun meleklere


yaraacak olan tavr da kendisine ulaamama, onu elde edememe ümitsizliini
dourmutur. te bundan dolay, sevmeye, hasrete, skntya ve uykusuzlua
dütüm” demitir. Ayetin yorumuyla ilgili olarak yapm olduumuz bu izah en
güzeldir. Allah en iyisini bilendir.
0
Ebu Amr, ndan sonra gelen elif ile 4Ü eklinde
ÜÇÜNCÜ MESELE
okumutur ki, bu ayn zamanda, Esmaî’nin NAfi’den
"Hââ" Kelimesi Hakknda
yapm olduu bir rivâyettir. Aslolan da budur; çünkü bu,
uzaklama, bir tarafta tutma, berî klma, kenarda tutma demek olan muhAAt
kelimeeindendir. Dier kraat imamlar ise, hem hafiflik olsun, hem de Kur’ân’n hattna v

muvafk olsun; bir de çokça kullanlmas sebebiyle, elifi hazfederek hAe eklinde
okumulardr. “Hââ” tenzih manasn ifâde eden bir kelimedir. Buna göre burada
bu kelimenin manas, “Allah’, böylesi güzel mahlûku yaratmaya kâdir olabilecek
bir

baka bir mu’ciz varln bulunmasndan tenzih etmektir. Cenâb- Hakk’n, “Haa,
dediler, Allah için onun üstünde bir kötülük (emaresi) görmedik (Yusuf, 51) ifadesi
ue, onun böylesi iffetli bir kimseyi yaratmas karsnda duyulan bir hayreti ifâde eder.

Ayetteki ÜÛ Yj, Tü iji» '•& U “Bu bir beer



DÖRDÜNCÜ MESELE deildir. Bu, çok erefli melekten bakas olamaz
ifadesine gelince, bu hususta da iki izah yaplmtr: u
Birinci zah: Mehur olan bu izaha göre bundan maksat Yusuf’un son derece
güzel olduunu Ulemâ bu hususta öyle demitir: "Allah Teâla
kabul etmektir.
insanlarn aklna eytann en çirkin, en kötü canl olmasyla, melein de, en güzel
varlk, canl olduu fikrini yerletirmitir. te bundan dolay Cenâb- Hak cehennemi
vasfederken, “Ki tomurcuklar eytanlarn balan gibidir” (Saffât, 65) buyurmutur.
Bu böyledir. Zira biz, insanlarn kafalarna en çirkin varlk olarak eytann yerlemi
olduunu açklamtk. Binâenaleyh burada da, o kadnlarn kafalarna canllarn en
güzelinin melek olduu fikrinin yerlemi olduunu görmekteyiz. Bu sebeple o
kadnlar, Yusuf’un güzelliini iyice anlatmak için, haliyle onu bir melee
benzetmilerdir.

kinci izah: Bana göre doruya daha yakn olan bu görüe göre, cumhur nezdinde
yaygn olan, meleklerin, ehveti tahrik, gazâb cezbeden ve vehimler ile hayeller
ortaya çkaran sebeplerden münezzeh ve temiz olduklar, yiyeceklerinin, Allah’
tevhîd içeceklerinin ise Allah’ senâ olduu hususudur. O kadnlar, Yusuf’u görünce
,

o onlara kesinlikle iltifat etmemi; o kadnlar ise onun üzerinde nübüvvet ve ri^âlet
heybeti ile, temizlik ve taharet alametlerini, izlerini görünce, “Biz onda ehvet eseri,
beeriyete dair hiçbir ey ve insanla alâkal bir sfat görmedik” demilerdir.

mayasnda bulunan bütün sfatlardan tertemiz, insanlk snrnn dna


Bu, beerin
çkp son derece terakki etmi ve boylece, meleklemi bir varlktr” demilerdir.
& ^
12. Cüz, YÛSUF SÛRES 12/30-31-32 13. Cilt / 223

Buna göre ayet "Eer bundan maksad sizin kastettiiniz husus olursa,
onlar
o takdirde o kadnn mazûr olduu o kadnlar tarafndan nasl anlalabilir?" derlerse
biz deriz ki, bunun cevab daha önce geçmiti. Allah en iyisini bilendir.

Meleklerin beerden daha üstün olduunu söyleyenler, bü


BENC MESELE ayetle istidlâl ederek öyle demilerdir: "O kadnlarn bu

Beer le Melein Hangisinin Efdal sözü,' ‘Yusuf’u ululama sadedinde söylemi olduklarnda
Olduu üphe yoktur. Binâenaleyh, onun durumunun yüceltil-

mesine ve mertebesinin yükseltilmesine bir vesile olsun


diye, onun beeriyyet halinden çkarlarak melekiyyet âlemine sokulmas gerekir.
Melein beerden daha üstün olduunun kabul edilmesi halinde, durum ancak böyle
olabilir. Ayrca biz diyoruz ki: Bundan maksat ya onun halinin, görünüü demek d
olan, güzellikteki mükemmelliinin beyân edilmesidir; veyahut da, iç âlemi, sireti
demek olan manevi güzelliindeki halinin son derece mükemmel olduunun beyan
edilmesidir. Birincisi, u
iki sebepten dolay batldr:

a) Onlar onu, "kerim” olmakla nitelemilerdir. Kerim olmak ise ancak, zahirî
yaratl ile deil, batnî, manevî huylar sebebiyle olur.

b) Biz, nsann yüzünün, meleklerin yüzüne kesinlikle benzemediini bilmekteyiz.


Onun ehevî ve gadabî duygulardan uzak olmas, maddî lezzetlere iltifat etmemesi,
Allah’a kulluk etmeye yönelmesi, kalbiyle, ruhuyla kendini buna vermesi gibi
hususlara gelince: Bu insan- kâmil ile melekler arasnda müterek bir husustur.

Bunun böyle öldüü sabit olunca biz diyoruz ki: nsan, kendisiyle hakiki manada
bir benzerliin meydana geldii bir ey hususunda melee benzetmek, onu kesinlikle

böyle bir benzerliin bulunmad ey hususunda melee benzetmekten daha evlâdr.


Böylece Yusuf’un, bu ayette, melee benzetilmesinin, zahirî ekli itibariyle deil,
bâtnî huylar bakmndan olduu kesinlik kazanm olur. Durumun her ne zaman
böyle olduu sabit olursa, melein ite bu saylan faziletler hususunda, hal itibariyle
insandan daha üstün olmas gerektii sabit olmu olur. Böylece de, melein, beerden
daha üstün olduu sabit olmu olur. Allah en iyisini bilir.

Hicazllarn lehçesine göre mâ tpk leyse gibi amel eder. Ayetteki



ALTINCI MESELE [ tfta ifadesiyle "onlar, onlann anneleri deildir
(Mücadüe, 2) ayetlerinde de bu ekilde gelmitir. Bu ifadeyi

Benî Temîm lehçesine göre okuyanlar, pi li» U eklinde okumulardr ki,


bu ibr Mesûd’un da kraatidir. Bu kelime: spj îi U (ma hâza biiren) eklinde
de okumutur ki, bu "Yusuf, bir beerin mülkü olan bir köle deildir; bu olsa olsa,
ancak kesin, erefli bir melek olabilir* anlamndadr. Daha sonra biz diyoruz ki: Buna,
"Bu satn almakla elde edilmi, satn alnacak bir ey deildir" anlamnda olmak üzere
(S lis U eklinde de olabilir. Yine sen jy
^ s *Bunu dorudan
' m

224 / 13. Cilt TEFSÎR-] KEBÎR

elde ettin, yoksa satn almakla m elde ettin?" dersin. Ne var ki muteber olan mehur
kraat, hem Mushaf’n hattna uymas, hem de "beer” sözünün, “melek” sözünün
mukabili olmasndan dolay, birincisidir.

Dedikodu Eden Kadnlarn Mahcup Olmalar

“(Kadn) dedi: “te beni kendisi hakknda aypladnz, gördüünüz u


zattr. Andederim, onun nefsinden ben murad almak istedim de o,
namuskârlk gösterdi. Yemin ederim, eer o, kendisine emredeceimi
yapmazsa, her halde, muhakkak ki zindana atlacak ve muhakkak zillete
urayanlardan olacaktr
(Yusuf. 32).

Msrl kadnlar, Aziz’in kars hakknda, “Sevgi kalbinin zarna ilemi.


Bilesin ki,

Görüyoruz ki o, muhakkak apaçk bir sapklktadr” (Yûsuf. 30 deyince, onlarn bu )

ekildeki sözü azizin karsna iyice dokundu da, bunun üzerine araya o, onlar bir
getirdi. Onlar onu görünce kendisini büyük bir varlk olarak tandlar ve (hayranlktan)
ellerini kestiler. te o esnada, knanmaya kendilerinin daha müstehak olduunu

anladlar. Çünkü, yalnz bir anlk bir görme ile duyduklar tesir onun sahibesinin
etkilenmesinden dâha büyük olmutu. Halbuki Yusuf, uzun zamandan beri onun
yannda kalyordu. Buna göre ayet “Niçin o kadn, Yusuf (a.s.) yannda olduu halde,
zalikûnne* 15 tabiri kullanlmtr?" denilirse, buna birkaç bakmdan cevap verebiliriz:
)

bnü’l-Enbârî öyle demitir:


a) “O kadn Yûsuf (a.s.) oradan ayrldktan sonra
ona bu kelime ile iaret etmitir."

b) Bu, Keaf sahibi’nin yapt izah olup, bu husustaki en güzel izahtr. O öyle
demitir: “Msrl kadnlar, o kadnn Kenan lak olduunu dedikodu
kölesine
etmilerdi. Binâenaleyh onlar Yusuf’u görüp, böylesine aknla düünce, o kadn:

15. Bu ism-i iaret, uzakta olan hakknda kullanlr: “O” demdir (ç.).

12. Cüz, YÛSUF SÛRES 12/33-34 13. CH / 225

"te sizin gördüünüz bu insan, hakknda beni ayplayp knadnz o Kenanl


köledir" yani "Siz onu tam tasavvur etmediniz. Eer hayâlinizde onun ekli tam
teekkül etseydi, siz bu knamay yapmazdnz” demitir.

Bil ki o kadn, Msrl kadnlarn yannda Yûsuf’a kar ar sevgisi hususundaki


mazaretini ortaya koyunca, iin içyüzünü açklayarak, “Andederim, onun nefsinden
ben murad almak istedim de o, nâmuskarjk gösterdi dedi. Bil ki bu, Hz. Yusuf
(a.s.)’un o töhmetten son derece uzak olduu hususunda çok açk bir ifadedir.

Süddî’nin “Yusuf, alvarn çözdükten sonra namuskârlk gösterdi" dedii rivayet


edilmitir. Süddi’yi, Kur’ân’n nassna, bu yanl ilaveyi yapmaya sevkeden ey nedir
ki?

Daha sonra j* ijSüj si u “ Yemin ederim,

eer o, emredeceimi yapmazsa, herhalde muhakkak ki zindana atlacak


kendisine
ve muhakkak zillete urayanlardan olacak” demitir. Bu, “ayet Yûsuf, kadnn
istei hususunda, ona boyun emezse hapise atlacak ve böylece zillete düecek"
demektir. Hz. Yûsuf’u "zillete düürme” ile tehdld etmek, böyle yüce bir mevkii olan
ve son derece kymetli bir insan hakknda büyük bir tesir yapaca malumdur.
Hamza ve Ksaf elif ile eklinde okumulardr. Ui-3 (Aiâk. s) kelimesini de
böyle okumulardr. Allah en iyi bilendir.

O Kadnlarn Ev Sahibesini Hakl Görmeleri

“ Yûsuf dedi ki: “ Yâ Rabbi, indan bana bunlarn davet ettikleri eyi
yapmaktan daha sevimlidir. Eer sen bunlann tuzaklarn benden
döndürmezsen (belki) onlara meyleder ve câhillerden olurum.” Rabbi de
onun duasn kabul etti ve onlann tuzaklarn kendisinden savd. Çünkü o
hakkyla iiten ve hereyi bilendir”
.

(Yûsuf, 33-34).


Bil ki Yemin ederim, eer o kendisine emredeceimi yapmazsa
o kadn,
mutlaka zindana atlacak ve muhakkak zillete urayanlardan olacak” deyip, dier
226 / 13. Cilt TEFSlR-1 KEBÎR

Msrl kadnlar bu tehdidi duyunca, anlalyor ki onlar da Yûsuf’a yüklenmi ve


"Onun emrine kar diretmende bir fayda yok. Aksi halde hapse düer, zillete
urarsn” demilerdir.
Yûsufun Maruz Kald Vesveseler

te bu noktada Yûsuf (a.s.)’a çeitli vesveseler gelmitir:

1) Zellha, son derece güzel.

2) Onun mal mülkü var. O, kendi isteine uymas halinde, hereyini kendisine
vermeye kararl.

3) Msrl kadnlar Yûsuf’u zorlam ve herbiri onu bu hususta tevik etmeye ve


baka yollarla tehdid etmeye balamlard. Kadnlarn bu konudaki hile ve tuzaklar
pek çetindir.

4) Yûsuf kadnn errinden korkuyor ve onun, kendisini öldüreceinden


(a.s.), o
endie ediyordu. Böylece Yûsuf’da hem o kadnn isteine uyma arzusu, hem de
ona muhalefet etmekten duyduu endie birlikte meydana çkmt. Böylece Yûsuf
(a.s.), bu çok ve kuvvetli sebeblerin (vesveselerin), kendisine tesir edecei endiesine
kapld.

Bil ki beer kuvveti ve insan takati böylesi kuvvetli bir ismetin meydana gelmesine
yetmez. te o esnada Hz. Yûsuf Rabbisine snarak, & j* 4**“' 40
Ol “Ya Rabbi, zindan bana bunlarn davet eyi yapmaktan daha
ettikleri

“Sicn” kelimesi,
sevimlidir” demitir. Buradaki masdar olarak, fetha ile “Secn”
(zindana atlmak) eklinde de okunmutur.

Sicn (Zindan) le lgili zahat

Bu ifade ile ilgili iki soru vardr:

Birinci Soru: Hapsedilmek son derece kötü bir ey, kadnlarn, yapmasn
istedikleri ey ise arzu edilen bireydir. O halde, Yûsuf nasl olmu da, “Güç olan,
benim için arzu edilenden daha iyidir” demitir?

Cevap: büyük bir elem takib edecektir. O elem de, dünyada


O arzuyu ve lezzeti,
kötülenme, ahirette ise lâhî cezaya dûçâr olmaktr. Hoa gitmeyen zindan tercih
etmenin peinden ise, büyük mutluluklar gelecektir. O mutluluk da, dünyada övülmek,

devaml olan mükâfaat elde etmektir. te bundan dolay O, Zindan
ahirette de,
bana, bunlarn davet ettikleri eyi yapmaktan daha sevimlidir” demitir.

Ehven-i errin Cevaz


kinci Soru: Onlarn onu hapsetmeleri, tpk zinann bir masiyet (günah) oluu
gibi bir masiyettir. Binâenaleyh hapsedilmek bir masiyet olduu halde, Yûsuf (a.s.)

nasl “zindan bana daha sevimlidir” diyebilmitir?


12 CU/. YÛSUF SÛRES 12/33-34 13. t'ilt / 227

Cevap: Sözün takdiri udur: “Bu hapse dümekten


iki eyden, yani zina ile

birisinin mutlaka olmas gerektiine göre, hapse dümek bana daha uygundur. Her

biri er olan iki eyden birisini mutlaka yapmak gerekir ise, onlardan daha ehven

(hafif, az ekli) olann tercih etmek evlâdr’.’

Günahtan Koruyan Allah’dr

Daha sonra O, J* S *\j Eer sen


“ bunlarn
kzaklarn benden döndürmezsen, (belki) onlara meyleder ve câhillerden olurum"

demitir. Ayetteki j&[ ifadesi, “Onlara meylederim” manasndadr. Nitekim


Arapçada, bir kimse oyuna elenceye yöneldiinde '
- j$) JN O denilir.

Alimlerimiz, insann, Allah onu günahtan döndürmedii müddetçe, günahtan kendisini


alamyacana bu ayeti delil getirerek öyle demilerdir: “Çünkü bu ayet, Allah

Teâlâ’nn Hz. Yusuf’u o çirkin fiilden vazgeçirmedii takdirde, onun ona


düebileceine delâlet ediyor. Bunu öyle izah edebiliriz: Bireyi yapmaya dâir olan
sebep ve kudret ile,yapmamaya dâir olan sebeb ve kudret birbirlerine denk olurlar
ise, o i meydana gelemez. Çünkü fiil, bu iki taraftan birinin üstün gelmesi, dier

tarafn malub olmas demektir. Halbuki her iki taraf birbirine denk olduunda, bu
ki eyin meydana gelmesi, iki zdd bir arada bulundurmak demek olur ki, bu
muhaldir. Eer iki taraftan birinde üstünlük meydana gelirse, onu üstün klmak, kul
tarafndan deildir. Aksi halde teselsül gerekir. Tam aksine bu, Allah’dandr. O halde
“sarf” (bir eyden insan vazgeçirme), o ii mercuh klmak (yaplmamas tarafn ar
bastrma) demektir. Çünkü o i, ne zaman “mercuh” olursa, onun meydana gelmesi
imkânsz olur. Meydana gelen, üstün olan taraftr. Binâenaleyh eer o i, “mercuh”
iken, meydana gelecek olsa, “mercuhiyyet” var iken rüchâniyyet (üstünlük) (yaplma

taraf) tahakkuk etmi olur ki, bu da iki zdd birletirmeyi gerektirir. Bu ise muhaldir.

Böylece, bunun kulun kötü fiilden çevrilip alkonulmasnn ancak Allah Teâlâ
tarafndan olaca sabit olur.

Bu sözü, bir baka açdan öyle de izah edebiliriz: Hz. Yusuf (a.s.)’da, o günah
ilemeye arzu uyandracak bütün sebebler mevcuttu. Bu sebebler de, onun kadnn
malndan ve makamndan istifade etmesi, kendisinden ve yiyeceinden
yararlanmasdr. Sonra onu bu iten vazgeçirecek kuvvette, nefret ettirici müteaddit
sebebler meydana geldi. Durum her ne zaman böyle olursa, yapma tarafndaki
sebebler gittikçe kuvvetlenir, yapmama tarafndaki sebebler de zayflar. te tam o
esnada, Hz. Yusuf (a.s.), günaha sevkedecek sebeoleri
Allah Teâlâ’dan kalbinde o
yok eden ve bunlara zd olan çeitli sebebler yaratmasn istemitir. Çünkü eer bu
kar sebebler, kalbte tahakkuk etmeyecek olsa, o günaha dümeye sevkedecek
sebebler, kar koyacak sebeblerden hâlî olmu (meydan bo bulmu) olurlard. Bu
durum da fiilin mutlaka yaplmas neticesini verirdi. te Yusuf (a.s.) “(Belki) onlara
meyleder ve câhillerden olurum” ifâdesi ile, bunu kastetmitir.
228 / 13. Cilt TEFSÎR-t KEBÎR

Yusuf'un Zindana Atlmas

- \ ^ * \+\ V ^ "

“Sonra, büfün o delilleri görmelerinin ardndan, mutlaka onu, bir zamana


kadar zindana atmalar (görüü), onlara zâhir oldu. Onunla beraber zindana
iki delikanl daha girmiti. Bunlardan biri: “Ben rüyamda kendimi, arap (için

üzüm) skyor gördüm” dedi. Öbürü de: “Ben de rüyamda, kendimi, bam
üzerinde ekmek tarken ve kular da ondan yerken gördüm ” dedi. Dediler
ki: “Bize bu rüyalarn tabirini haber ver. Çünkü biz seni, iyiliksever birisi
olarak görüyoruz”
(Yûsuf 35-38).

Ayetle ilgili birkaç mesele vardr:

Bil kikadnn kocas tarafndan, Yusuf tarafnn temiz ve


o
BRNC MESELE namuslu olduu anlalnca, ona dokunmad. Bunun
üzerine o kadn, daha sonra Yusuf’u, kendi (kötü) arzusuna
boyun emeye sevkedecek her hileye bavurdu. Ama Yusuf, ona iltifât etmedi. Kadn,
Yusuf’dan ümidini kesince, bir baka yola (hileye) bavurarak kocasna öyle dedi:
"Bu ibrânî J<öle, benim kendisinden murad almak istediimi söyleyerek, insanlar
içinde beni rezil rüsvay Ben ise, mazûr olduumu kimseye anlatamyorum.
etti.

Binâenaleyh ya bana müsaade et, dar çkaym ve insanlara suçsuz olduumu


anlataym. Yahut da, beni evde tuttuun gibi, onu da içerde tut." Tam bu esnada
Aziz’in aklna en uygun olann Hz. Yusuf’u hapsetmek olduu geldi. Böylece bu iin
dedikodusu insanlarn dilinden düecek ve rüsvayln boyutlar biraz küçüleceKti.

te ayetteki: sonra bütün o dellileri görmelerinin ardndan, mutlaka onu bir zamana kadar
zindana atmalan (görüü), onlara zâhir oldu” buyruu ile anlatlmak istenen budur.
Çünkü “bedâ”, daha evvel üzerinde olunan (karara varlan) görüün deimesi
demektir. Burada geçen “ayetler” (deliller) den murad ise, onun gömleinin arka
tarafndan yrtlm olmas, yüzünün trmalanm olmas ve (o âhid veya Aziz
tarafndan söylenen): “üphesiz ki bu, siz kadnlarn fendindendir. Çünkü sizin
fendiniz müthitir!” (Yûsuf. 28) ifâdesi ile, bu husustaki suçun o kadna verilmesidir.

12 Cüz, YOSUF SÛ RES 12 /35-36 [3. Clll /_229

Biz, orada kesinlik derecesinde nice baka ayetlerin (delillerin) bulunduunu, fakat
bu insanlarn, kepazelii gizlemeye ar gayret gösterdikleri için o delillerden
bahsetmediklerini söylemitik.

Ayetteki bedâ (zahir oldu) fiil olup, faili 5

KNC MESELE '


zindana atmalar (görüü) ifadesidir. Ayetin zahiri» fiilin,

Fiilin Haber Olup Olmayaca bir baka fiilin fâili olmasn gerektirmektedir. Fakat
nahivciler, bir fiilin, bir baka fiilin fâili olmayaca
hususunda ittifak etmilerdir. Binâenaleyh (mesela) dediinde, bu söz,
kesinlikle birey ifâde etmez. te bu durumda nahivciler: “Bu ifadenin takdiri,

(U “sonra onlara, onun hapsedilmesi (fikri) geldi” eklindedir. Fakat

burada bu ismin (masdarn) yerine getirilmitir” demilerdir. Ben derim ki: Zevk-I
fiil,

selim de fiilin, “muhberun-anh” (kendisinden haber verilen birey-mübteda v.b.)


olamayacan göstermektedir. Birisinin, “Fiil haberdir” deyip de, “haber” kelimesini
“muhberun anh” yapmas câiz deildir. Çünkü biz diyoruz ki: sim bazan haber olur.
Bu senin, JjIî demen gibidir. Burada, “Kâim” kelimesi isimdir ve haberdir.

Böylece, olmasnn, onun “muhberun anh” olmasna ters


bireyin haber
dümeyeceini anlyoruz. Hatta biz diyoruz ki: Bu konuda baz üpheler vardr:

a) Biz, “darebe fiildir” dediimizde, burada muhberun anh (mübteda.olan ve


fiil olduu haber verilen, (darebe)dir. O halde de muhberun anh olabilir. Buna
fiil

göre ayet, onlar, “Muhberun anh olan, “Bu sîga” sözüdür. Bu söz ise, bir isimdir”
derlerse, biz de deriz ki: “Böyle olmas halinde, kendisinin fiil olduu haber verilen'
eyin, o fiil deil isim olmas gerekir ki, bu da yalan ve yanl olur. Aksine biz diyoruz
ki: Kendisinin fiil olduu haber verilen ey, eer fiil olursa, fiilden haber vermenin

(yani onun muhberun anh-mübteda olmasnn) doru olduu sâbit olur. Yok eer
o, isim olursa, bunun manas, "Biz, isimden, onun fiil olduunu söyleyerek haber

verdik” eklinde olur. Bunun yanl olduu ise malumdur. Bu konuda, aklî ilimlere
dair (mâ’kûlât) kitaplarnda bahsettiimiz, derin bahisler vardr.

Dil alimleri unu demilerdir: “Hîn” muayyen olçnayan bir

ÜÇÜNCÜ MESELE zaman parçasdr. Hem ksa, hem de uzun olan zaman
Hlh Kelimesinin Manas parçasna denir.
t

Ibn Abbas unu müddet "dedikodularn veya ehirde


söylemitir: "Buradaki
yaylan kötü halin kesilecei müddet” manasnadr.” Buradaki “hîn’* kelimesinin
“be yl veya yedi yl” olduu da söylenilmitir. Mukatil bn Süleyman ise: “Yusuf
(a.s.), oniki sene hapsolundu” demitir. Doru olan ise, bu miktarlarn mâlûm

olmaydr. Bilinen miktar ise, onun, Cenâb- Hakk’n nice zaman sonra hatrlad”
(Yusuf, 45) buyruundan dolay, uzun bir süre mahpus kalddr.
230 / IJ. Cilt tefsIr-1 kebîr

Onunla Beraber Hapsedilen ki Genç

Cenâb- Hakk’n, “Onunla berebar zindana iki delikanl


daha girdi” beyanna gelince burada mahzuf bir ifade bulunmaktadr. Bunun
takdiri, ’ji'j' UJ “Onu hapsetmeyi istediklerinde, hapsettiler”

eklindedir. Bu ksm 013 ifadesinin ona delalet etmesi sebebiyle

hazfedilmitir. Denildiine göre bunlar, Msr’daki en büyük kraln iki ua idiler. Birisi

yiyeceiyle ilgileniyor, dieri de onun içeceini getiriyordu. Krala,yemeini


hazrlayann kendisini zehirlemek istedii bildirilince, kral, ötekinin de ona yardm
ettiini sand ve her ikisinin de hapsolunmalarn emretti

Rüya le lgili Baz Sorular

Ayette geriye birkaç soru kalmtr:

Birinci Soru: Bu delikanllar Hz. Yusuf’un rüya tabirinden anladn nasl bildiler?

Cevap: Muhtemelen Yûsuf (a.s.) onlara niçin hüzünlenip gamlandklarn sormu,


onlar da: “Biz uykumuzda u rüyay gördük” demi olabilirler. Yine muhtemeldir ki

onlar Yusuf (a.s.)’u bulunduu pekçok meseleye dair


rüya tabir etmenin de içinde
bilgi ve marifetini izhar ederken görmü, o zaman da bunu ona anlatm olabilirler.

kinci Soru: Onlarn kraln hizmetçileri olduu nasl anlalr?



Cevap: Onun, Biriniz efendisine arap içirecek” frusut. ^ yani, (mevlâsna,
efendisine, kralna) ve “Efendine benden bahset\vu sut, 42) sözleri vastasyla.

Üçüncü Soru: Onlardan birinin ahç, dierinin de o kraln sucusu olduu nasl
anlalmtr?
Cevap: Herbiririn gördüümesleine uygun dümektedir. Çünkü onlardan
rüya,
birisi, kendisini arap skyorken görmü, dieri de kendisini sanki, bann üzerinde
ekmek tarken...
Dördüncü Soru: Uykudaki rüyâ nasl vakî olmutur?
Cevap: Bu hususta iki görü bulunmaktadr:
Birinci Görü: Yusuf (a.s.) zindana girince, oradakilere, “Ben rüya tabir etmesini
bilirim” dedi. Bunun üzerine bu iki delikanldan birisi, “u branî asll delikanly,
uyduracamz bir rüya ile bir snayalm” dedi. Böylece onlar, hiçbir ey görmemi
olduklar halde ona rüya tabiri sordular. bn Mesûd da unu demitir: “Onlar aslnda
hiçbir eyi görmemilerdi; onun bilgisini snamak için, rüyâ görmü gibi davrandlar.”

kinci Görü: Mücahid unu demitir: “Zindana girdikleri zaman onlar, bir rüya

görmü Bunun üzerine Yusuf’a geldiler ve bu rüyann anlamn ona sordular.


idiler.

Saki dedi ki: “Ey bilgili kii, rüyamda kendimi bir bahçede gördüm. Derken çok güzel
bir asma üzerinde, üç üzüm salkm bulunan üç dal. Onlar kopardm. Sanki, kraln

12. Cüz YÛS UF


,
SÛRES 12/33 36 13. Cll / 231

kadehi önümdeydi de bu üzümleri onun içine skarak, bunu krala sundum. O da bunu
çti*/ Bu, ayetteki “arap üzüm) skyorum” ifadesinin delâletidir.
(için ise öyle Aç
dedi: "Ben de kendimi öyle gördüm: Sanki bamn üzerinde üç tane sepet var.
çlerinde de ekmek ve çeitli yiyecekler. Birden yrtc kular, onlar srp koparmaya
balyor!” Bu da Cenâb- Hakk’n, “ Öbürü de, “Ben de, rüyamda kendimi, bam
üzerinde ekmek tarken ve kular da ondan yerken gördüm” dedi” ayetinin ifade

ettii husustur.

Beinci Soru: Yusuf (a. s.), nasl “arap (için üzüm) skyorum” sözünden
muradn, uykuda görülen rüya olduunu nasl anlamtr?

Buna birkaç bakmdan cevap verilebilir:

ayet o uykusunu kastetmemi olsayd “kendimi .... gördüm” ifadesi zikredil*


1)

meyip skyorum kelimesiyle yetinilirdi.

2) “Bize bu rüyalarn tabirini haber ver” ifadesi de buna delâlet edar.

Altnc Soru: “arabn sklmas” ifadesi nasl anlalmal?

Cevap: Bu hususta üç görü bulunmaktadr:

Manann
1) ^
ÇJs- j^l eklinde olmasdr. Yani, "ras içki olan üzümü

skyorum” eklindedir. Böylece muzaf olan meb kelimesi hazfedilmitir.

2) Araplar ,
manas açk olup, bir kapallkbulunmadnda, bir eyi o eyin nihaî
durumu ve hali ile isimlendiriyorlar. Meselâ, mayi ve sv olduu halde (hurmann
kendisini kastederek), “Falanca, hurma ras piiriyor, kaynatyor” diyorlard. (Burada
da böyledir.)

3) Ebu Sâlih unu söylemitir: "Umanllar, "üzüm”e hamr "çki” adn


veriyorlard. te bude geçmi; böylece onlar da bu kelimeyi bu
lafz, Mekkelilere

manada kullanmlardr.” Dahhâk da: "Kur’ân, bütün Araplarn lehçeleri üzere nazil
olmutur” demitir.

Yedinci Soru: ifadesindeki


*
kelimesinin anlam nedir?
* +

Cevap: "o eyin neticede varp dönecei


Bir eyin tevili yerdir." Bu da, o eyin
neticesinin kendisine vard durumdur, eydir.

Cenâb- Hakk’n, “Çünkü biz seni, muhsinlerden


Sekizinci Soru: (birisi olarak)

görüyoruz” ifadesinden ne murad edilmektedir?

Buna birkaç yönden cevap verilebilir:

1) Bunun manas, "üphesiz biz senin ihsan ve ikramda bulunmay tercih ettiini,

yaptn
1

mekârim-i ahlâk ile güzel fiiller görmekteyiz” eklindedir.


232 / 13. Cilt TEFSÎR-1 KEBR

2) Yûsuf (a.s.), oruç ve namaz gibi tâatlere son derece müdavim idi. Bunun
üzerine oniar, "Sen dînî hususlarda muhsin olan, çok mûti olan kimselerdensin. Böyle
olana ise, hem rüya tabiri hem de dier meselelerde söyledikleri eyler hususunda
itimat edilir ve güvenilir” demilerdir.

3) Bundan maksat, "Çünkü hususunda muhsin olan, bunu


biz seni tabir ilmi
beceren kimselerden birisi olarak görmekteyiz” denilmek istenmesidir. Çünkü o “Sen
bana (....) sözlerin tevilini örettin” (Yûsuf, oi) buyruunda olduu üzere, rüyay tabir
ettii zaman yanlmamtr.

Dokuzuncu Soru: Rüya tabirinin asl esas nedir?

Cevap: Kur’ân ve aklî deliller bunun doru olduuna delâlet etmektedirler.

Kur'ân’dan delile gelince, bu, bu ayettir. Akli delillere gelince, bu da udur: u kesindir

ki, Allah Teâlâ nefs-i nâtkann cevherini (rûh), felekler âlemine çkp Levh-i Mahfuzu
müahede ve mütâlaa edecek bir biçimde yaratmtr. Onu bundan alkoyan ise, bu
nefs-i natkann bedenin idaresiyle megul olmasdr. Uyku zamannda ise, bu
meguliyet azalr, nefs-i natka, bu müahede ve mütâlâay yapmaya daha muktedir
hale gelir. te ruh, herhangi bir halde bulunduunda, bu ruhî idrak ve algsndan
dolay hayâl alemine uygun düen özel izler brakr. te rüya yorumcusu, bu hayâl
alemine ait izler yardmyla, o ve alglara dair istidlâlde bulunmaktadr. Bu,
aklî idrak

söylediimiz, özet, derli toplu bir açklamadr. Bunun tafsilat ise, aklî meselelerle
alâkal kitaplarda zikredilmitir. Din de bunu tekîd etmektedir. Hz. Peygamberden
rivâyet edildiine göre, O öyle buyurmutur:

JUII j! J\ vjjj AÎ lijjj i-i; j£> * u lijj 'm


“Rüya üç çeittir: nsann, kendisine telkini ile gördüü rüya; eytandan olan rüya
ve sâdk hak olan rüyaJ 16) ”

Bu aklî ilimlerce de sahîh kabul edilen bir taksimattr. Yine Hz. Peygamber öyle
buyurmutur: ij— *>-> Uj-r o-t b**)

“Salih bir kimsenin görmü olduu rüyâ, peygamberliin krkaltda biridir” W

16. Benzeri, Müslim, Rü’yâ 6 (4/1773).

17. Buhrl.Ta’bir, 4 (8/69).


12. Cüz, YÛSUF SÛRES 12/37-38 13. Cilt / 233

©S^VÛ'ÎST^&B ÜÎpK
nzklanacamz bir taam gelecek oldu mu, ben muhakkak
“Dedi ki: “Size,
onun ne olduunu size, daha gelmezden evvel haber veririm. Bu, Rabbimin
bana örettii ilimlerdendir. Çünkü ben, Allah'a inanmayan bir kavmin dinini
-ki onlar âhireti inkâr edenlerin ta kendileridir- terkettim. Atalarm brahim'in,
Ishâk'm ve Yakûb’un dinine uydum. Allah’a herhangi bir eyi ortak tutmamz
bizim için doru olmaz. Bu Allah’n bize ve insanlara lütf-u inâyetindendir.
Fakat insanlarn çou ükretmezler”
(Yusuf, 37-38).

Ayetle ilgili birkaç mesele vardr:

unu bil ki, bu ayette zikredilen husus, onlarn sorduklar


BRNC MESELE ey hakknda bir cevap deildir. Binâenaleyh
Hz. Yusuf’un Rüya Tabirinden Önce burada, cevabn de bu söze geçilmesinin
zikredilmeyip
Giri Yapmasnn Hikmeti sebebini beyân etmek gerekmektedir. Alimler bu hususta
birçok açklamada bulunmulardr:

1) Soru soranlarn birisine verilecek cevap onun aslaca eklinde olunca; hiç
üphesiz bu sözü duyduunda onun hüznü çoalp bu söze kar olan nefreti de
artaca için Yûsuf (a.s.) burada yaplmas uygun olan eyin, bundan Önce, ilmi ve
sözü sayesinde kendisiyle müessir ve etkili olaca bir eyler söylemesi olduuna
karar verir. Esas söyleyeceini de bundan sonra beyan edip söyleyince, onun cevab
bir itham ve dümanlk sebebi olmaktan çkar.

2) de Hz. Yûsuf ilimdeki seviyesinin, onlarn kendisi hakknda


Belki
düündüklerinden daha üstün ve daha ileri olduunu beyân etmek istemitir. Bu
böyledir, zirâ onlar Hz. Yûsuf’tan rüyay tabir etmesini istemilerdir. Bu, tabir
ilmininse, zan ve tahmine dayandnda üphe yoktur. Böylece onlara, her insann
bundan aciz olmasyla birlikte, kendisinin gayb hakknda kesin bir biçimde haber
vermesinin mümkün olamayacan beyan etmitir. Durum böyle olunca, rüyâ tabiri
ilminde bütün insanlardan üstün olann böyle olmas daha evlâ olur. Binâenaleyh
bu mukaddimenin zikredili gaye ve maksad, kendisinin rüyâ tabirinde Üstün bir
seviyede bulunduunu ve bu hususta, bakalarnn söyleyemeyecei eyleri
söyleyebileceini iyice anlatmak olmu olur.
” ”

234 / 13. Cilt TEFSÎR-1 KEBÎR

Sûddî öyle demitir: “Size, nzklanacamz bir taam gelecek oldu mu"
3)
ifadesine, “uykuda” kaydn ilave etmitir. Böylece o, bununla Hz. Yûsuf'un, rüya
tevili hususundaki ilminin herhangi muayyen bir eye mahsus olmadn beyan etmek

istemitir. te bundan dolay da, “onun ne olduunu size haber veririm” demitir.

4) Belki de Yûsuf (a.s.), o ikisinin kendisi hakknda hüsn-i zan sahibi olduklarn
ve sözünü kabul edeceklerini bildii için, onlara kendisinin Allah katndan gönderilmi
birpeygamber olduuna delâlet edecek olan eyleri zikretmitir. Zira, din ilerini islâh
edip düzeltmekle megul olmak, dünya ileriyle megul olmaktan daha üstündür.

de Yûsuf (a.s.), o adamn aslacan bildii için, küfür üzere ölmemesi


5) Belki
ve böylece de iddetli bir azâba müstehak olmamas için slâm’a girmesi hususunda
çaba sarfetmitir. Çünkü Cenâb- Hak, “Ta ki helâk olan kii apaçk bir delilden

sonra helâk olsun, diri kalan kii de, yine apaçk delili görerek helâk olsun (Endi,

42) buyurmutur.

6) nzklanacamz bir taam gelecek oldu mu, ben muhakkak onun


O’nun, “Size,
ne olduunu size (...) haber veririm ifâdesi, uyanklk haline hamledllmitir. Buna
göre manâ, “size taam olarak bir rzk geldiinde, ben o taamn ne olduunu, rengini,
miktarn ve neticesinin ne olacan, yani insan onu yediinde, onun sana shhat
mi kazandracan yoksa hastalna m
sebeb olacan söyleyebilirim" eklinde
olur. Bu hususta bir baka zah da udur: Denildiine göre kral, birisini öldürmek

stediinde onun için bir yiyecek hazrlatr ve onu ona gönderirmi. te bundan dolay
Yûsuf (a.s.): “Size bir yiyecek geldiinde ben size, onda bir zehir bulunup
bulunmadn bildiririm” demek te
Cenâb- Hakk’n; “Size,
istemitir.
.zklanacamz bir taam gelecek oldu mu, ben muhakkak onun ne olduunu size
(...) haber veririm ” ifâdesiyle kastedilen de budur. Bu Hz. sa’nn tpk “Evlerinizde

ne yiyor, ne biriktiriyorsanz size haber veririm ” Imran, 49) sözü gibi olduu halde,
(ai-i

bunun neticesi, Hz. Yûsuf’un, gayb bildiini söylemi olduu neticesine varmaktadr.
O halde, üç izah, onun rüya tabiri ilminde üstün olduunu; son üç izah
yaplan ilk

da, kendisinin Allah katndan gönderilmi sadk bir peygamber olduunu ortaya
koymak içindir.

Hz. Yûsuf’un Mucizelerinden

Buna göre eer, “Daha önce nübüvvet iddiasna dair birey geçmedii halde
ayeti mu’cize iddiasnda bulunmaya hamletmek nasl caiz olabilir?” denilirse,
biz deriz ki:

Bunu her ne kadar zikretmemi ise de, bu, onun daha önce bunu mutlaka
bildirmi olduu kesindir. Bir de yine, “Bu, Rabbimin bana örettii ilimlerdendir”
ayeti le “Atalarmn dinine tâbi oldum ifâdesinde de buna delâlet eden hususlar
vardr.

12. Cüz, YÛSUF SÛRES 12/37-38 13. Cilt / 233

Daha sonra, C* u£Ji “Bu, Rabbimin bana örettii ilimlerdendir”


buyurmutur. Yani, “Ben kehânette bulunmak ve yldzlara bakmak suretiyle
konumuyorum. Ben size bunlar, Allah’dan gelen vahiy ve O’nun öretmesiyle hasl
olan ilim sayesinde haber verdim" demektir.

Sonra 2>j>? fi % i*'} J\ “Çünkü ben.


Allah’a inanmayan bir kavmin dinini - ki onlar ahireti inkâr edenlerin ta kendileridir-
terkettim” buyurmu olup bunla iligili iki mesele vardr:

Bir kimse öyle Cenâb- Hakk’n, “Çünkü ben


diyebilir: ,

BRNC MESELE Allah’a inanmayan bir kavmin dinini terkettim” buyruu


Hz. Yûsuf Küçüklüünde Kavminin Yûsuf’un (daha önce) bu dine mensup olduu zannn
Dinine Mensup Oldu mu? vermektedir. Deriz ki: Buna birkaç yönden cevap verebiliriz:
1) Terketmek, bir eye ilimemekten ibarettir. Binâenaleyh,
daha önce o iin içinde bulunmak, terketmenin art deildir.

2) En sahih olan bu görüe göre, öyle denilebilir: Yûsuf (a.s.), onlarn yanl
zanlar ve fasit inançlarnca, onlarn kölesiydi, uayd. Muhtemeldir ki, o belki de,
bundan önce, takiyye yaparak, onlardan korktuu için tevhid akidesini ve imanm
izhar edemiyordu. Sonraysa bunu, ite bu vakitte izhar etti, aça vurdu. Bu da,
görünürde, bu kâfirlerin dinini terketmek gibi olmu oldu.

ö jjilT (U cümlesinde hüm zamirinin ki defa

KNC MESELE gelmi olmas, o kavmin, kendisini küfre tahsis etmi


olduunu beyan etmek içindir. Belki de onlar ahireti ink&r
etmeleri, balangc (yaratlmay, mebde’i) inkâr etmelerinden daha iddetli idi. ite,
ahireti inkârlarndaki bu arlklarndan dolaydr ki, Cenâb- Hak bu lafz te’kid için

tekrarlamtr.

Bil k, “Çünkü ben, Allah’a inanmayan birbuyruunda


kavmin dinini terkettim”

“mebde’ ” ilmine ; “-ki onlar ahireti inkar edenin ta kendileridir-” buyruunda da


"me’âd” lmine bir iaret bulunmaktadr. Kur’ân- Mecîd’i kim iyice düünür ve
peygamberlerin nasl davetle bulunduklarn tefekkür ederse, peygamberler
(a.s.)

gönderip kitaplar indirmeden gaye ve maksadn, insanlar tevhidi, mebde’i ve meâd


kabul etmeye yöneltmek olduunu, bunun ötesindeki eylerin abes ve anlamsz
olduunu anlar.

Daha sonra Cenâb- Hak, il» “Atalarm


brahim’in, shâk’m ve Ya’kûb’un dinine uydum buyurmutur:
Bu ifâdeyle ilgili birkaç soru bulunmaktadr:

Birinci Soru: Bu sözü zikretmenin faydas nedir?

Cevap: Yûsuf (a.s.) nübüvvet iddiasnda bulunup, gayb bilmek olan bir mucizeyle

236 / 13. Cilt TEFSlR- KEBR

de meydan okuyunca, buna, kendisinin nübüvvet evinin halkndan olduunu,


babasnn, dedesinin ve dedesinin babasnn da Allah’n nebileri ve resulleri olduunu
bititirmitir. Çünkü insan, babasnn ve atasnn sanat hususunda bir iddiâda
bulunursa, onun da o sanat erbab olmas tuhaf görülmez. Yine, brahim (a.s.)’in,
lehâk ve Yakûb’un mertebe ve dereceleri, dünyada herkesçe malum ve mehur
olduundan, Yûsuf’un da, onlarn çocuklar olduu anlalnca, onu tazim eder ve
ona sayg dolu baklarla bakarlar, böylece ona olan ballklar tam, kalblerinin onun
sözünden etkilenmesi de mükemmel olur.

kinci Soru: Yûsuf (a.s.) peygamber olunca, onun daha, “Atalarmn dinine tabi

oldum” demesi nasl caiz olabilir? Zira, onun, kendisine tahsis edilmi bir eriatnn
bulunmas gerekir.
Deriz ki: de onun bundan murad, hiç deimeyen tevhîd (hususunda) idi.
Belki
Belki de o, Allah katndan gönderilmi bir peygamber (resûl) idi, ancak ne var ki,
brahim (a.s.)’in eriat üzere bulunuyordu.

Üçüncü Soru: Bütün mükelleflerin durumu böyle olduu halde Yûsuf (a.s.) niçin,
“Allah’a herhangi bir eyi ortak tutmamz bizim için doru olmaz demitir?

Cevap: Onun, “(...) bizim için doru olmaz” ifadesinden murad, onun bunu
onlara haram klm olduu deildir. Aksine bundan maksat Cenâb- Hakk’n, onun
atalarn irkten temiz tutmu olduunu beyân etmektir. Bunun bir benzeri de,
“Allah’n evlâd edinmesi (hiçbir zaman) olacak ey deildir?” (Meryem, 35) ayetidir.

Dördüncü Soru: Min ey “Herhangi bireyi” kelimesindeki mâna nedir?

Cevap: irkin pek çoktur. Müriklerden bir ksm putlara, bir ksm atee,
çeitleri
bir ksm yldzlara, bir ksm da akla, nefse ve tabiata tapmaktadr. Bu sebeble onun,

“Allah’a herhangi bir eyi ortak tutmamz bizim için doru olmaz” buyruu, bütün
bu gruplara ve frkalara bir reddiye olurken, ayn zamanda da hak olan dine bir
Irâddr. Bu da, Allah’dan baka bir mûcid (var edici), yaratc ve rzk verici
bulunmaddr.
Daha sonra ^$1 *Ii' j» dUi “Bu, Allah’n bize ve insanlara
lütf-u inayetindendir” buyurulmutur.

Bu ifadeyle mesele bulunmaktadr. Bu da udur: O daha önce, “Allah’a


ilgili bir

her hangi bir eyi ortak tutmamz bizim için doru olmaz” demi, daha sonra ise,
“Bu Allah’n (. .) lütf-u inayetindendir” buyurmutur. Buradaki zalike kelimesi daha
.

önce geçmi olan irk komamaya iarettir. Bu da delâlet eder ki, irk komama ve
mana nail olma, Allah’dandr. Sonra O, durumun, bizzat kendisi hakknda böyle
olduu gibi, insanlar hakknda da böyle olduunu beyan etmi, daha sonra da
insanlarn ekserisinin ükretmediklerini açklamtr. Bu ifadeden muradn, onlarn,
iman nimetinden dolay Allah’a ükretmeleri olmas gerekir.
12. Cüz. YÛSUF SÛRES 12/39-40-41 13. Cilt / 237

Anlatldna göre, ehl-l sünnete mensup birisi, Bir Ibnu’l-Mu'temir’in yanna


girer ve: "imanndan dolay musun, etmiyor musun? Eer, "Hayr"
Allah'a ükrediyor
dersen, icmâya muhalefet etmi olursun; yok, O’na ükrettiini söylersen, O'nun fiili
olmayan eyden dolay O’na nasl ükredebilirsin?" der. Bunun üzerine ona Bir
öyle cevap verir: "Biz O’na, O bize kudret, akl ve aletler (uzuvlar) verdii için
ükrediyoruz. Binâenaleyh bizim, kudret ve (onu kullanacak) aletleri verdii için,

Allah’a ükretmemiz gerekir. man onun fiili olmad halde, imandan ötürü ona
ükretmemize gelince, bu batldr.” Derken, Bir ne söyleyeceini bilemez. Derken
yanlarna Sümâme Ibn el-Eres girer ve: "Biz imandan dolay Allah’a ükretmeyiz.
Aksine, "... te onlarn çalmalar mekûr olur” (Isrâ, 19) ayetinde buyurduu gibi,
bundan dolay O bize teekkür eder” der. Bunun üzerine Bir, "söz zor olunca,
kolaylar" der.

Bil ki Sümdme’nin onu ilzam ettii ey, bu ayetin nass ile batldr. Çünkü irk
komamann Allah’n lütf u keremi olduunu beyân etmi; sonra, O, insanlarn
çounun bu nimete ükretmediklerini açklam ve bunu zemm üslubuyla
zikretmitir. Binâenaleyh bu, her mü’minin iman nimetinden dolay Allah Teâiâ'ya
ükretmesi gerektiine delâlet eder, ite o zaman hüccet kuvvetlenir, delâlet kemâle
erer. KAdl öyle der: "Biz onun zalike kelimesini tevhide tutunmaya bir iaret kabul

edersek, o zaman bu, Allah'n fazlndan olmu olur; çünkü iman, Allah’n lütuflan
ve kolaylatrmasyla meydana gelmitir. Bunun nübüvvete iaret olmas da
muhtemeldir"

Cevap: Bu, daha önce geçmi olan bir eye iarettir. O da, irk komay
terketmektir. Binâenaleyh buna göre, irk komay terketmenin, Allah’n lütfundan
olmas gerekir. Kâdî’nin bunu, Allah’n lütufiarna ve kolaylatrmas manasna
hamletmesi, zahirî ifâdeyi terketmek olur.Bunu nübüvvet anlamna almak ise, uzak
Çünkü iârete delâlet
bir ihtimaldir. eden lâfzn, daha önce zikredilmi olanlarn, o
zamire en yakn olanlara hamledilmesi gerekir ki bu da, irk komamadr.

Hz. Yusuf’un Hapishane Arkadalarna Teblii


238/13. Cilt TEFSÎR-I KEBÎR

"Ey hapishane arkadalarm! Damladandk birçok düzme tanrlar hayrldr m


yoksa hepsine ve hereye gâlib, kahhâr olan bir tek Allah m? Sizin, O’nun
dnda taptklarnz, kendinizin ve atalarnzn takm olduklar, (kuru)
adlardan bakas deildir. Allah bunlara, hiçbir bürhan indirmemitir. Hüküm
Ailah’dan bakasnn deildir. O, kendisinden bakasna ibadet etmemenizi
emretmitir. Dosdoru din ite budur. Fakat insanlarn çou bilmezler”
(Yûsuf, 39-40).

Ayetle lgili birkaç mesele vardr:

Buradaki ifâdesiyle, hapiste bulunan o


BRNC MESELE arkadan kastetmektedir. jAJi j
iki demektir. Yûsuf
onlarla hapiste az bir müddet arkadalk yapm olunca,
bu ikisi, (arkada olarak) ona izafe edilmilerdir. Az bir arkadalk, onun arkada
saylmas için kâfi olunca, Allah' bilen ve ömrü boyunca Allah’ seven kimsenin
üzerinde, "mü’min”, “ârif” ve “seven" isminin devam edip kalmas haydi haydi
uygundur.

Bil ki Yûsuf (a.s.), önceki ayette peygamberliini iddia


KNC MESELE edince, peygamberliini isbat etmâsi de Allah’n ulûhiyye-
tini isbata dayannca, bu ayette ite, Allah’n ulûhiyyetini

anlatmaya balad. nsanlarn çou, âlim ve kâdir bir ilahn varln ikrâr ve kabul
edip, insanlar da, felekî ruhlar sûretinde putlar edinip, onlara ibâdet ederek, fayda
ve zarar onlardan bekleyince, hiç üphesiz, peygamberlerin çounun gayreti, putlara
ibâdetten men etme hususunda younlamtr. Hz. Yûsuf’un zamannda da, durum
bu minvâl üzere idi. te bundan dolay, o, burada, putlara ibâdet etme düüncesinin
fasid olduunu gösteren delilleri zikretmekle balad ve u ekilde birçok delil ve
hüccet getirdi:

Tevhid Delilleri

Birinci hüccet: Onun iAJI


^ isi
4'Vjfc "Darmadank
birçok düzme tanrlar m hayrldr, yoksa hepsine ve her eye gâlib kahhâr olan
bir tek Allah m?” eklindeki sözüdür. Bu hüccetin izah öyledir: Allah Teâlâ, ilahlarn
çok olmasnn, bu âlemin fesâdn ve olmasn gerektireceini beyân etmitir
altüst

k, bu O’nun, "Eer göklerde ve yerde Allah’dan baka tanrlar olsayd onlarn ikisi
de muhakkak ki harap olup gitmiti” (Enbiya, 22) ayetidir. Binâenaleyh, ilâhlarn çok
olmas, bozuklua ve karkla sebebiyet verir; ilâhn tek olmas da, intizamn ve
güzel bir düzenin meydana gelmesini gerektirir. te bu mana, dier ayetlerde iyice
anlatld için, O burada, "Darmadank birçok düzme tannîar m hayrldr, yoksa
hepsine ve her eye gâlib, kahhâr olan bir tek Allah m? ” demitir. Bundan murad,
nkâr yoluyla istif hâm, soru sormadr.
12 Cüz, YÛSUF SÛRES 12/39-40-41 13. Cilt / 239

kinci hüccet: Bu putlar, yaplm olup, yapc deil, makhûr (hükmedilen, kudret
altnda) olup, kdhir (hükmeden, kudretli) deillerdir. Çünkü insan, bunlan krp yok
etmek istedii zaman, bunlara güç yetirir. Binâenaleyh onlar, hiçbir güç ve tesiri
olmayan, kendilerine güç yetirilebilen ve kendilerinden hiçbir menfâat veya zararn
olmas beklenilmeyen varlklardr. Âlemin gerçek ilah ise, fa’âl ve kahhar (hereyi
yapabilen ve her eye hükmeden); hayrlar ulatrmaya ve erlerle kötülükleri
savuturmaya muktedir olan, kâdir bir varlktr. Dolaysyla Hz. Yûsuf’un bu söz ile
anlatmak istedii, "Makhûr ve zelil ilahlara tapmak m
hayrldr, yoksa tek ve kahhftr
etmek mi?" manasdr. Onun, “Birçok tanrlar m?" ifadesi çoklua
olan Allah'a ibadet
arettir. Buna mukâbil ise, Hak Teâlâ’nn tek olduu hususu zikredilmitir. Onun,
"müteferrikûn” (darmadank)” kelimesi ise o putlarn, büyüklük ve küçüklük, renk
ve ekil bakmndan farkl farkl olduuna iarettir. Bütün bunlar ise ancak, onlar
yontan ve yapan kiinin, onlar böyle yapm olmasndan dolay olmutur, öyle ise,
“darmadank” (farkl farkl) sözü, onlarn makhûr ve âciz nesneler olduuna bir

arettir. Buun mukabilinde Cenâb- Hakk’n "kahhâr” olduu zikredilmitir, ite


ise,

açkladmz bu ekilde, ayet bu iki çeit açk hücceti tamaktadr.

Üçüncü hüccet: Hak Teâlâ’nn bir oluu, O’na ibadet etmeyi gerektirir. Çünkü
O’nun bir kincisi (ei) olsayd, biz, bizi yaratann ve rzklandrann, bizden kötülükleri
olduunu bilemezdik. Böylece de, una mt,
ve belalar savuturann, onlardan hangisi
ötekine mi tapacamzdan üphe ederdik. Bunda, putlara ibadet etme inancnn
yanl olduunu gösteren bir hususa iâret var. Faraza onlarn fayda ve zarar verici
olmalar hususunda aralarnda bir yardmlamann bulunabileceini kabul edelim.
Fakat bunlarn says pek çoktur. O zamansalanan faydann ve bizden
biz, bize

defedilen zararn u
puttan m, ötekinden mi, yahut da u
ikisinin ortakl ve

yardmlamasndan m
meydana gelmi olduunu bilemeyiz. Dolaysyla ibadete,
bunun mu, unun mu daha layk olduu hususunda bir üphe ortaya çkar. Ama
ma’bûd tek olunca, böylesi bir üphe ortadan kalkar, ibadete ancak onun müstehak
oiduu ve bütün mahlûkat ile kâinat için yegâne ma’bûdun o olduu hususunda bir
kesin inanç meydana gelir. te bu, ayetten çkarlan son derece güzel bir izahtr.

Dördüncü hüccet: Bu ifadenin putlarn, tlsmclarn söyledikleri gibi, fayda ve


zarar verebilecekleri manasna geldiini kabul etsek bile, bunlarn belli vakitlerde ve
belli tesirler bakmndan fayda verebilecekleri hususunda bir ihtilaf yoktur. Allah Teâlâ

ise, hereye kâdirdir. O, mutlak manada kahhârdr ve O’nun kudreti ile meieti,

kaytsz artsz bütün mümkinâtta müessirdir. Binâenaleyh O’na ibadet etmek daha
evlâdr.

Beinci hüccet: Bu da, son derece kymetli ve yüce bir hüccettir. Çünkü kahhâr
olmann art, kendisinden baka hiçbir varln onu kahr-u galebe altna alamamam,
ancak O’nun, kendisi dndaki her varl kahr ve kudreti altna alabilir olmasdr.
Bu art ise, lahn, zat gerei "Vâcibu’l-vucûd” olmasn gerektirir. Çünkü eer O

240 / 13. Cilt TBFSlR-t KEBlR

"mümkin” bir varlk olsayd, kâhlr oliaz makhûr (bakasnn gücü altnda) olurdu.
Ve yine ilahn, tek olmas gerekir. Çünkü varlk aleminde, zorunlu (vâcibu'l-vucûd)
iki bulunmu olsayd, onlardan her biri, kendisi dndaki hereyi kahr ve kudreti
varlk
altnda bulundurmu olamazd. Binâenaleyh ilah, ancak, zât gerei vacibu'l-vucûd
ve tek olduu takdirde kahhâr olur. te gerçek ma’bûdun böyle olmas gerekince,
bu durum ilahn, feleklerden, yldzlardan, nurdan, zulmetten, akldan ve nefisten baka
bir ey olmasn gerektirir. Yldzlar ilah edinenlere gelince: Bu yldzlar da

darmadank eylerdir ve onlar “kahhâr” olarak nitelendirilemezler. Tabiatlar, ruhlar,


akllar ve nefisler hakknda söylenecek söz de böyledir. te yapm olduumuz bu
tek izah bile, mutlak tevhidi isbât edip, onun yüce bir makam olduunu gösterme
hususunda yetenidir. Bu ayetten çkarlan delillerin, hepsi ite bunlardr. Geriye öyle
iki soru kalr:

Putlarn Gerçek Varlk Olarak Kabulleri Sözkonusu mudur?

Birinci Soru: O putlar aslnda böyle olmad halde, Hz. Yusuf niçin olar, “rabler”
(tanrlar) diye isimlendirmitir?

Cevap: Bu, o putperestlerin, putlarnn böyle olduuna inanmalar sebebiyledir.


Yine bu söz, farzetme ve öyle addetme üslûbu ile söylenmitir. Buna göre mana
öyte olur:. “ayet bu putlar, tanrlar olsalar bile (yani böyle olduklarn farzetsek bile),

bunlar m daha hayrldr, yoksa tek ve kahhâr olan Allah m?”


Hak Mabud le Batl Tanrlar Arasnda Mukayese Yaplabilir m?
kinci Soru: Putlar ile Allah arasnda bir üstünlük mukayesesi yapmak câiz midir
ki, burada, “Onlar m hayrldr, yoksa tek olan Allah m?” denilmitir?

Cevap: Bu söz yine “farzetme” üslubunda söylenmi bir sözdür. Yani “Biz
onlardan, hayr gerektiren bireyin meydana gelebileceini farzetsek bile, onlar m
hayrldr, tek ve kahhâr olan Allah m?” demektir.

irkin Mahiyeti Hakknda Önemli Bir Mütalaa

Daha sonra O ötfaL j» t# ÜJl jjîl U ^j U j iUl-i *j|i aîjS öjMiS U


“sizin, O’n un dnda taptkiannz, kendinizin ve atalarnzn takm olduklar (kuru)
adlardan bakas deildir. Allah bunlar hakknda hiçbir bürhân indirmemitir
demitir. Bu ifade ile ilgili, öyle bir soru bulunmaktadr: “Allah Teâiâ, bundan önce
“Darmadank birçok düzme tanrlar m hayrldr, yoksa kahhâr ve bir tek olan
Allah m?”
buyurmutur. Bu, bahsedilen bu nesnelerin mevcûd olduuna delâlet
etmektedir. Sonra Cenâb- Hak, bunun peinden, “Sizin, O’nu brakp taptklarnz,
kendinizin ve atalannzm takm olduklar, (kuru) adlardan baka birey deil
buyurmutur. Bu ifâde ise, bahsedilen o eylerin mevcud olmadna delâlet eder.
Binâenaleyh bu iki ifade arasnda bir tenakuz bulunmaktadr.”

12. Cüz, YÛSUF SÛRKS 12/19-40-41 13. Cilt / 241

Cevap: Zat, mevcuttur, bulunmaktadr. Fakat, onlara verilen tanrlk hususiyeti


onlarda yoktur. Bu, iki ekilde izah edilir:

Bu putlarn zatlar, her ne kadar mevcud iseler de, ulûhiyyet sfatlarna sahip
1)

deillerdir. Durum böyle olunca, ilah olarak isimlendirilen ey, gerçekte mevcud
olmam ve bulunmam olur.

2) Rivayet edildiine göre putlara tapanlar, Müebbihe inancnda idiler. Bu


sebeple, ilahn en büyük nur; meleklerin de küçük nurlar olduklarna inanyorlard.
Bundan dolay da putlarn, nur (k) eklinde yapyorlard. Hakikatte ise, taptklar
eyler, u
semâvî nurlar (klar) idi. Bu da, Müebbihenin inancdr. Çünkü onlar,
Ar'n üzerinde oturmu büyük bir cisim tasavvur ediyorlar ve ona tapyorlard. Halbuki
hayal ettikleri böyle bir varlk kesin olarak mevcud deildi. Böylece de onlarn, salt
(srf) uydurulmu birtakm isimlere taptklar doru olmu olur.

Bii ki putlara tapan bir grup insan öyle demilerdir: “Biz, bu âlemi yaratann,
o putlar olduu manasnda, “Bu putlar, âlemin ilahlardr” demiyoruz. Ancak Allah'n
bize bunu emrettiine inandmz için, onlara ilah diyor ve onlara ibadet ile ta’zim
ediyoruz.” te Cenâb- Hak, buna cevap vererek öyle buyurmutur: “Bunlar ilah
olarak isimlendirmeye gelince: Allah böyle emretmedi ve bu ismi verme hususunda
da hiçbir hüccet, delil, burhân ve sultan indirmedi. Allah’dan bakas için, kabul
edilmesi gerekli bir hüküm, üstlenilmesi gerekli bir emir yoktur. Aksine hüküm, emir
ve teklif, Allah’a âittir.” Sonra, Allah Teâlâ, “S/z/er ancak O’na ibadet edin” diye
emir buyurmutur. Çünkü ibadet, son derece ta’zim etmek ve yüceltmek demektir.
Binâenaleyh ibadet, ancak kendisinden sonsuz in’am’n sâdr olduu kimseye uygun
düer. Böylesi varlk da, ancak Allah Teâlâ’dr. Çünkü yaratma, hayat, akl ve nzk
verme, hidayete erdirme O’ndan olur. Allah’n nimetleri pek çoktur. O’nun
mahlûkatna lütfettii çeitli ihsanlar nihayetsizdir.

Allah Teâlâ, bütün bu hususlar izahtan sonra 0 y&H ^$1 jS


“Fakat insanlarn çou bilmezlerbuyurmutur. Bunun izah öyledir: Akllarda,
hadiselerin mutlaka bir sebebi olduu inanc yer ettii için, insanlarn ekserisi
yeryüzünde meydana gelen baz münasebetlere
hadiseleri, felekler ve yldzlarla ilgili

dayandrmlardr. Binâenaleyh onlar, bu âlemin hallerinin, scaklk soukluk


bakmndan ve dört mevsim itibar ile deimesinin, ancak günein durumlarnn, dört
felekte deimesine göre olduunu görünce, dört mevsimi, günein hareketlerine
balamlardr. Daha sonra onlar, bitki ve canllarn hallerinin dört mevsimin
deimesiyle deitiini görünce de, bitkilerin deimesini, meydana gelmesini ve
*

canllarn hallerinin deimesini, bu dört mevsimin deimesine balamlardr. te


bu sebeble insanlarn çounun zihnine, bu âlemdeki hadiseleri idare edenin, güne,
ay ve dier yldzlar olduu inanc yerlemitir. Sonra Allah Teâlâ o insan gerçei
yakalamaya muvaffak klar, o da daha ileri bir dereceye yükselip, hadiselerin aslnda
gerek zatlar gerekse sfatlar bakmndan, kahir, kâdir, alîm ve hakîm olan bir var
242 / 13. Cilt TEKSR KEBÎR

yaratcya muhtaç olduklarn anlar. te böylesi insan, çok azdr. Bu


ediciye, bir

sebeble O, Fakat insanlarn çou bilmezler” buyurmutur.

ki Kiinin Rüyalarnn Yorumu

**?> ' V.
© W*

“Ey hapishane arkadalarm, biriniz efendisine arab içirecek, dieri ise, aslp
tepesinden kular yiyecek, ite hakknda fetva istemekte olduunuz mesele
(böylece) olup bitmitir”
(Yûsuf. 41).

Yûsuf (a.s.), tevhid ve nübüvveti iyice izah edince, o iki ahsn sorusunu
Bil ki

cevaplamaya balad. Bu ayetin manas açktr. Çünkü sâki (arap sunucusu) rüyasn
ona anlatnca, -ki biz onun bu rüyay ona nasl anlattn daha önce söylemitik- Hz.
Yûsuf (a.s.) ona: “Ne güzel rüya görmüsün! O hurmann güzellii, senin halinin
güzelliini gösterir. O üç dal ise, sona erdiinde, kraln sana teveccüh edecei
(seni balayaca) ve seni eski iine döndürecei, böylece de daha evvel olduun
hal üzere, belki daha da iyi hal üzere olacan üç gündür ” dedi.

Ekmekçiye de, o rüyasn anlatnca öyle dedi: “Ne kötü rüya görmüsün! O
üç sepet, sona erdiinde kraln sana yönelip, seni çarmha gerecei ve bandan
kularn yiyecei üç gündür ” demitir. Hem sonra, onlarn ikisinin: "Biz hiçbir rüya
görmemitik" dedikleri nakledilmitir. Bunun üzerine, Hz. Yûsuf, “te hakknda fetva
istemekte olduunuz mesele (böylece) olup bitmitir” demitir.

Alimler o iki ahsn, "Biz hiçbir rüya görmemitik" demelerinin sebebi hususunda
ihtilaf etmilerdir. Bu cümleden olarak, onlarn hiçbir rüya görmemi olduklar halde,

Hz. Yûsuf'u rüya tabiri (yorumu) hususunda denemek için böyle söyledikleri ileri

sürüldüü gibi, Hz. Yûsuf’un bu yorumunu beenmedikleri için böyle dedikleri de


ileri sürülmütür. Buna göre eer Hz. Yûsuf, verdii o cevab, Allah tarafndan gelen
vahye dayanarak m, rüya tabiri ilmine dayanarak m
vermitir? Birinci ihtimal, söz
konusu olamaz. Çünkü bn Abbas (r.a.)’dan rivayet edildiine göre, Hz. Yûsuf (a.s.)
bunu rüyâ tabiri yolu ile söylemitir. Hem sonra Cenâb- Hak da, “Bu ikisinden
kurtulacan bildii (zannettii) kimseye Yusuf dedi ki” (Yûsuf, 42) buyurmutur.
244 / 13, Cilt TEFSÎR-t KEBÎR

b) Bu, “zann”n, hakiki manada zannetmek olmas da muhtemeldir. Bu, “Yûsuf


(a.s.) bu yorumu, vahye dayanmakszn, rüya tabiri ilminin usullerine göre yapmtr"

dediimizde söz konusudur. O halde bu, ancak zan ve tahmin manasnadr.

kinci ihtimale göre, bu zann, kurtulacak olan o kimseye Çünkü rüyalarnn aittir.

yorumunu soran o iki adam Hz. Yûsuf (a.s.)’un peygamber olduunu kabul
etmiyorlard, fakat onun hakknda hüsn-ü zan sahibi idiler. Binâenaleyh Yûsuf
(a.s.)’un kendileri hakkndaki görüü onlarca srf zann ifade eder.


Hz. Yûsuf çkp, kraln hizmetine döneceini
(a.s.), hapisten
KNC MESELE söyledii o adama, “Efendine benden bahset ” dedi ki, bu
Yûsuf’un "Efendine Benden Bahset" “Kardeleri tarafndan satlp zulmedilmi; sonra da bu
Demesi hadise sebebi ile hapsedilerek zulme uratlm bir adam
olarak benden ona bahset" demektir. te ayette
bahsedilen "anma"dan murad budur.

Daha sonra HakTeâlâ, jTi oUsuJd' iJ-Jti “Fakat eytan, efendisine anmay

ona unutturdu buyurmutur. Bununla ilgili iki görü vardr:-

1) Bu ifade Hz. Yûsuf ile ilgili olup, “eytan Yûsuf’a rabbini anmasn unutturdu"
demektir. Bu manaya göre, bu hususta u iki izah yaplabilir:

a) Hz. Yûsuf (a.s.) un Allah’dan bakasna sarlp güvenmekle hata eder etmez,
Allah tarafndan kendisine
. bu durum hatrlatlmtr. Bunu da birkaç yönden izah
edebiliriz:

Birincisi: Hz. Yûsuf’un faydasna olan, bu hadise hususunda hiçbir insana


bavurmamak, Allah’dan baka hiç kimseye ihtiyacn arzetmemek ve bu hususta
büyük dedesi Hz. brahim (a.s.) gibi yapmasdr. Çünkü Hz. barihm (a.s.), atee
atlmak üzere mancna konulduunda, Cebrâil (a.s.) ona gelip, “Bir ihtiyacn var
mi?” dedei zaman o: “Sana ise, hayr yok” demiti. Binâenaleyh Yûsuf (a.s) da,
insanlara bavurunca, Allah Teâlâ pek yerinde olarak hadiseyi bu edide tavsif
.
etmitir.öyle ki: "eytan, bütün ileri Allah'a brakp, tevekkül etmeyi ve bu tevhidi
ona unutturmu ve onu, ihtiyacn insanlara arzetmeye sevketmitir.” Cer.âb- Hak
bu hadiseyi bu ekilde tavsif ettikten sonra da, ite bundan dolay Hz. Yûsuf {â.f j un
hapiste kaldn beyan buyurmutur ki bu, “O, Rabbisine bavurup tevekkül etmeyip,
bu insanlara müracaat edince, hapiste birkaç yl daha bekletilmek suretiyle, kendisine
lahî cezâ verilmitir” demektir. Bu iin neticesi Yûsuf (a.s.)’un, insanlara
bavurmasnn u iki eye sebep olmasdr:

lki, eytann, kendisine hükümran olmas ve böylece de Rabbinin zikrini


(hatrlanmasn) ona unutturmasdr. Sonuncusu, bunun, onun uzun müddet bir sknt
içinde kalfasna sebep oluudur.
12. Cüz, YÛSUF SÛRES 12/42 13. Cilt / 245

kincisi: Hz. Yûsuf (a.s.), putlara ibadetin yanl olduunu gösterme hususunda,
“Darmadank birçok düzme tanrlar m hayrldr, yoksa hepsine ve hereye “
galib,

knhhâr olan bir tek tanr m?”(Yûsuf, 39) demitir. Bu ayette de Efendine (rabbine)
benden bahset" diyerek, Allah'dan baka “rab” olduunu söylemitir. Hz. Yûsuf
(a.s.)'un, “ilah” manasnda onun “rab” olduunu söylemi olmasndan Allah’a
snrz. Aksine o, kral hakknda, tpk rabbüd-dâr (ev sahibi) ve rabbu’s-sevb (elbise
sahibi) sözlerinde olduu gibi, sadece "efendilik, sahiplik” manasn kastetmitir.
Çünkü kelimenin zâhirî manas ile o kral hakknda “rabb” kelimesini kullanmas, daha
Önce Allah’dan baka rab olmadn ifade edii ile çeliir.

Üçüncüsii: Hz. Yûsuf o ayette, “Allah’a her hangi bir eyi ortak tutmamz bize
(doru) o/maz” {Yûsuf, 36 demitir. Bu, mutlak olarak irki
) reddir ve hereyi tamamen
Allah’a havale etmektir. Binâenaleyh ite bu sözde, onun Allah’dan bakasna
güvenmi olmas, bu tevhid akidesi ile bir çeliki olurdu.

zulmü savuturma hususunda, insanlardan yardm istemek dînen câizdlr.


Bil ki

Fakat ebrârn (en iyi kimselerin) hasenât (iyi ileri), mukarreb kullarn (en iyi
kimselerin) seyyiat saylr. Bu, her nekadar insanlarn geneli için câiz ise de, sddîk
kullara yaraan, baklarn her türlü sebepten çevirip, ancak müsebbibü’l-esbab olan
Allah’a yöneltmektir.

b) öyle denilebilir: “Farzet ki Hz. Yûsuf, Allah’dan bakasna tutundu ve o


sâkîden, kraln yanna varnca, durumunu anlatmasn istedi. Fakat Hz.
kendisinin
Yûsuf’a gereken, “inaallah" veya “Eer Allah takdir etmi ise” demek sureti ile,
bu sözünü, Allah’n zikrinden ayrmamas idi. Fakat o, sözünü böyle Allah’n adn
anmakszn söyleyince, ite bu istidrâk (hatrlatma) cümlesi söylendi.

2 )“Fakat eytan, efendisine (rabbine) anmay ona unutturdu” ifadesinin, o


kurtulan kimse ile alakal olduu da söylenebilir. Buna göre mana ekilde olur: u
“eytan, o delikanlya, kraln yannda Hz. Yûsuf’u anmay unutturdu da, böylece

aradan çok zaman geçti. Bu sebepten dolay, “o daha nice yllar zindanda kald.
Alimlerden bazlar Hz. Peygamber (s.< .s)’den rivayet edilmi olan, M
J ±4 u üi] jfc jy» jk fa “Allah Yûsuf’un iyiliini versin. O, eer
“ Efendine bejden bahset” dememi olsayd, hapiste (böyle uzun) kalmazd”
eklindeki hadisten ötürü birinci görüün daha evlâ olduunu söylemilerdir.
Katâde’den ise u
görü rivayet edilmitir: “Hz. Yûsuf, burada Allah’dan bakasna
müracaat edip güvenmi olmas sebebiyle cezalandrlmtr.”

brahim et-Teymi’den rivayet edildiine göre:*Hz. Yusuf, zindann kapsna


vard zaman, arkada (o ikisinden biri) ona, “Bir istediin var m?” deyince, Hz.
Yusuf da: “Yusuf’un dedii (anlatt) Rabb’den baka bir rabb (efendi hükümdar)
yannda beni anman” demitir." mam Mallk’den de rivayet u edilmitir: Hz. Yusuf
(a.s.), o sâkiye, “Efendine benden bahset”dedii zaman, ona taraf- lâhiden: “Ey
246 / 13. Cilt TEF SlR-l KEBÎR

Yusuf, sen Benden bakasna m tevekkül ediyorsun? Andolsun ki senin hapsini


uzatacam” denilmi. Bunun üzerine Hz. Yusuf alayarak,'Mihnetin ve skntnn
uzun olmas, bana Rabbimi hatrlamay unutturdu. Bundan dolay bu sözü söyledim.
Yazklar olsun o kardelerime” demitir.

Bu eserin müellifi (Fahrüddin er-Râzi) öyle der: "Hayatmn balangcndan


sonlarna kadar tecrübe ettiim udur
nsan, herhangi bir iinde Allah’dan
ki:

bakasna itimad edip güvendii zaman bu, onun bela ve mihnetlere, sknt ve
darlklara dümesine sebeb olur. Fakat kul, Allah’dan ister ve tevekkül eder de, baka
hiçbir varla güvenip dayanmazsa, o istedii gayesine en güzel bir ekilde ular.
te edindiim bu tecrübe, hayatmn ilk anndan, elliyedi yama ulatm bu zamana
kadar devam edip gelmitir. te o gün bugün kalbimde, insann Allah'n lutfu ve
ihsanndan baka, herhangi bir eye güvenmekle, hiçbir menfaat temin edemeyecei
hususu, kalbimde iyice yerlemitir.”

Baz âlimler ise, ikinci görüü tercih etmilerdir. Çünkü eytann vesvesesinin
o adama yönelik olduunu söylemek, sddîk olan Yusuf (a.s.)’a hamletmekten daha
evlâdr. Bir de zulümden kurtulmak hususunda, insanlardan yardm istemek câizdir.

Bil ki, gerçek ve doru olan ilk görütür. kinci görüü benimseyenlerin söyledii
söz ise, eriâtn zâhirine tutunmaktr. Birinci görüü söyleyenlerin anlattklar eyler
ise, hakikatin srlarna ve eriatn en yüce ve en keremli yönlerine tutunmaktr.
Kendisinin kulluk makam hakknda bir zevki bulunan ve de tevhid pnarndan içmi
olan bir kimse, durumun bizim anlattmz gibi olduunu anlar. Hem sonra ayetin
lafznda, bu ikinci görüün zayf olduunu gösteren bir husus bulunmaktadr. Çünkü
eer maksat bu olsayd, o zaman, ayette "eytan ona Yusuf’u efendisi yannda
anmay unutturdu” denilirdi.

Zulmü savuturmak hususunda, Allah'dan bakasndan


ÜÇÜNCÜ MESELE yardm istemek, er’an câiz olup, bu hususta herhan-
Zulmü Savuturmak çin Vesile gi bir red bulunmamaktadr. Fakat bu durum, kulluk

Aramann Cevaz okyanuslarna dalm olan muhakkik (hakka ulam)


kimseler için, düzeltilmesi gereken bir hata olunca, ite
Yusuf (a.s.) da bundan ötürü muâheze olunmutur. Binâenaleyh biz diyoruz ki: Bu
kadarck bir kusurdan ötürü muâheze edilen bir kimsenin, zinaya yeltenmek ve de
kendisine yaplan iyilie kötülükle mukabele etmekten ötürü muâheze edilmesi, haydi
haydi evlâ olurdu. te biz, Allah Teâlâ'nn onu, bu kadarck bir hatadan dolay
muâheze ettiini ama
meselede kesin olarak muâheze etmeyip onu
o
ayplamadn, hatta medih ve övgü üslûblarnn en ilerisi ile övdüünü görünce,
Hz. Yusuf’un, câhillerin ve Haviyyenin ona isnat ettii eylerden uzak ve münezzeh
olduunu anlam oluyoruz.

t
12. Cüz, YOSUF SÜRES 12/43-44 13. Cilt I 2*1

"eytann vesvese vermesi mümkündür. Ama unuttur-


DÖRDÜNCÜ MESELE mas mümkün Çünkü unutmak, bilginin
deildir.
eytan insana Bir eyi kalbten yok olmasndan ibarettir. Buna ise eytann gücü
Unutturabilir mi? insanolunun kalbinden marifettulah
yetmez. Aksi halde o,

silip götürürdü?” (denilirse), öyle cevap verilir: eytann,

insan dier amellere ve baka ilerle megul olmaya çarp, böylece onu, bu ilim
ve marifeti hatrlamaktan alkoyacak ekilde vesvesede bulunmak sureti ile
unutturmas mümkündür.

Cenâb- Hakk’n, £a> d-ii “O, daha nice


BENC MESELE yllar zindanda kald” buyruu hakknda iki bahis vardr:
Bd’ Kelimesinin izah Birinci Bahis, lügat bakmndandr. Zeccâc öyle demitir:
"Bu kelime, "kestim" anlamna gelen cJ£a> kelimesinden
türemitir buna göre anlam, "saylardan bir parça” eklinde olur.” Ferrâ ise öyle
ki,

demitir: ‘‘Bd”* kelimesi ancak on veya yirmiden doksana kadar olan saylarla bera-
ber zikredilir. Bu da onun, üç ile dokuz arasndaki bir sayya tahsis edilmi olmasn
gerektirir.” Ferrâ sözüne devamla, “Araplarn, jo* dediklerini görmedim”
eklinde sürdürmütür. a’bî Hz. Peygamber (s.a.s.)’in, ashabna öyle dediini
rivâyet etmitir: “Bd” kelimesi ne miktar sayy ifâde eder?” diye sorunca, onlar
da "Allah ve Resulü daha iyi bilir” dediklerinde O: “Bu, ondan aadaki saylrs
için kullanlr” dedi. Ekser ulemâ, buradaki bd’a sinîn tabirinden maksadn yedi
yl olduu üzerinde ittifak etmiler ve "Yusuf (a.s.), o adama, "Rabbine, (efendine)
benden bahset, dedii zaman hapiste be yl kalmt.
Bundan sonra, yedi yl daha
kald" demilerdir. bn Abbas (r.a.) ise öyle demitir: “Yusuf (a.s.) o adama rica
ettiinde zindandan çkma zaman yaklamt. Bunu söyleyince bundan sonra
zindanda yedi yl daha kald.” Rivayet edildiine göre, Haan el-Basrî, Hz.
Peygamber (s.a.s.)’in “Allah, Yusuf’un iyiliini versin; eer onun söyledii o söz

olmasayd, zindanda bu kadar uzun süre kalmazd dediini rivâyet etmi, sonra
da alayarak, "Bizim bamza bir i geldiinde, insanlara yalvarp yakaryoruz”
demitir.

Firavun’un Rüyas
— i

248 /13. Cilt TEFSlR-l KE BÎR

“Kral Ben rüyamda yedi ark inein yemekte olduu yedi semiz
dedi ki: “

inekle, yedi baak ve dier (yedi) kuru (baak) görüyorum. Ey ileri gelenler,
eer rüya tabir ediyorsanz, benim bu rüyam da yorumlaynz ” Onlar da, .

“Karmakark düler ” dediler, biz böyle dülerin tabirini bilmeyiz”

(Yusuf, 43-44)

Bil ki Allah Teâlâ, bir eyi diledii zaman, ona sebepler hazrlar. te Yusuf’un
zindandan kurtulmas yaklat zaman Msr Kral rüyasnda, kuru bir nehirden çkan
yedi semiz inekle, yedi ark inek görür. Ark inekler, semiz inekleri yutar. Yine, tane
tutmu yedi baak ile (danesiz olan) dier yedi kuru baak. Kuru yedi baak da, taneli
baa iyice sarar ve onu yener. Bunun üzerine o kâhinleri toplar ve rüyasn onlara

anlatr ki, Cenâb- Hakk’n, “Ey ileri gelenler, benim rüyam yorumlayn ifâdesinden
murad budur. Bunun üzerine o topluluk ise, “Bu rüya karmakark, biz onu
yorumlayamayz, ve tabir edemeyiz” dediler. te sözün zahirî anlam budur. Bu
ifâdeyle ilgili birkaç mesele vardr:

Leys öyle demitir: \ kelimesi, semizlik halinin

BRNC MESELE yok olmas, arklamak anlamndandr. Bu kelimenin fiili ise

câf ve Ta'bir Kelimelerinin zah


*
- J** eklindedir. Müzekker sfat- müebbehesi
c^**';müennesi ise tüldür. Çouluysa, hem müzekker,
hem de müennes için kelimesidir. Arapça’da, u»**' ve kelimelerinden
baka, çoulu Jl*i vezninde gelen baka bir J**' ve sias bulunmamaktadr.
Bu azz bir kullan olup, onu simân kelimesine hamletmiler ve öyle demilerdir:
Simân ve ’câf kelimeleri birbirine zd olan iki kelimedir. Araplarn âdeti ise nazîr
(benzer)kelimeyi benzere, zt olan da zddna hamletmektir. üjjliS UjjiJ ifâdesindeki

lâm, bazlarnn görüüne göre, mefûlün fiilden önce gelmesinden dolay, zâidbir
lâmdr. Keaf Sahibi ise, öyle der: “Rü’yâ kelimesinin kâne fiilinin haberi-
olmas câizdir. Nitekim sen, bir kimse herhangi bir ii tek bana yapabilip,

ona muktedir olduu zaman _J W Ü M— —T “Falanca bu i


içindir” dersin, ta’burûn kelimesi ise, ikinci haber veya haldir. Arapça’da rüyây
yorumladn zaman, dersin." Ezberi ise unu
nakletmitir: Bu kelime "nehrin kys, kenar” anlamna gelen ibr ve abr
kelimesinden itikâk etmitir.

kepmesinden itikâk etmitir Jt JoHj tabirinin anlam, “Nehri kat ederek, öte

yakasna geçtim” demektir. Rüyann iki tarafn iyice düünüp, etrafnda dönüp
dolaarak tefekkürde bulunduu ve bir tarafndan ötekine geçtii için, rüyay
yorumlayana da âbir ad verilmektedir. Edgâs kelimesi ise das kelimesinin çoulu
olup, bunun anlam da, dik ve uzunlamasna ayakta durmas artyla muhtelif ot ve
17. Cüz, YÛSUF SÛRES 12/43 -44 13 . cilt / 249

bitki çeitlerinden yaplm olan “demet, ba” eklindedir. Nitekim Cenâb- Hak,
jJ-j “Eline bir demet sap al” (Sâd. 44) buyurmutur.

Bunu iyiçe anladn zaman biz diyoruz ki: Eer rüyâ, birbiriyle uyum içinde
olmayan unsurlarla kark ise adetâ böylesi bir demete benzer.

Cenâb- Hak, bu rüyay Yusuf’un zindandan çkmasna bir


KNC MESELE sebepklmtr. Çünkü hükümdar huzursuz olmu, rüyasn-
dan dolay can sklmt. Zira o, zayf ve noksan olann,
mükemmel ve kuvvetli olan alt ettiini görmütü. Onun ftrat, bunun hiç de iyi
olmadn, bunun, herhangi bir kötülük hususunda uyarma olduunu sezip anlamt.
Ancak ne var ki, o, bunun keyfiyetini bilemiyordu. Bir eyse, bir yandan malûm, baka
bir yandansa meçhul, belirsiz olunca, insann bu bilgiyi tamamlamaya olan

dükünlüü noksan ikmâl etmeye olan arzusu kuvvetlenir. Hele bu insann


artar,

makam büyük, gücü de genise. te bu ey, baz yönlerden bir kötülüe iaret
etmektedir. te bu suretle, Cenâb- Hak, kralda bu rüyânn tabirinin bilgisini
tamamlama arzusunu kuvvetlendirdi; sonra da hükümdarn yannda bulunan
yorumcular da, bu sorunun cevabn vermekten aciz brakt ve Yusuf’un bu mihnetten
kurtulmasna vesile olsun diye, rüya karsnda onlar adeta kör etti.

Bil ki o topluluk kendilerinin rüyâ tabiri ilmini bilmediklerini söylememiler, aksine


öyle demilerdir: “Rüyâ tabîri ilmi iki ksmdr:

Düzgün ve muntazam oiarak görülen rüyann


a) tabiri. Böyle olursa, hayalî
eylerden aklî ve ruhânî gerçeklere geçi kolay olur.

Kark ve düzensiz olan rüyann tabiri ki, bu tür rüyalarda, belli bir düzen yoktur.
b)

te bu tür rüyalara edsâz” ad verilir. O topluluk, melikin rüyasnn bu türden


*

olduunu söylemi ve kendilerinin böylesi rüyalarn tâbirini bilemediklerini ifâde


etmilerdir. Sanki onlar öyle demilerdir: “Bu, pek çok eyin birbirine kart bir
rüyadr. Böyle olan rüyalar yorumlayanlayz ve bizim aklmz ona yetmez.” Onlarn
bu sözünde bu ilimde ilerleyip rüsûh sahibi olmu kimselerin, böyle rüyalar tabir
edebileceine bir iaret vardr. te onlar böyle söylerler iken o sâki, Hz. Yusuf
(a.s.)’un hadisesini hatrlam. Çünkü o, Hz. Yûsuf’un bu ilimde rusûh sahibi olduuna
inanyordu.
250 / 13. CIU TEFSlR-l KEBlR

Hapishane Arkadann Gelip Rüyay Tabir Ettirmesi

“(Zindandaki) iki (arkadatan) kurtulan, nice zaman sonra hatrlad ve dedi


ki: “Ben size onun tabirini (yorumunu) haber vereyim. Beni gönderin/’
(Zindana gidip): “Yûsuf, ey doru sözlü (adam)l Kendisini yedi zayf inein
yedii yedi semiz inek ile yedi yeil ve yedi kuru baak hakknda bize bir
yorum yap. Ümid ederim ki insanlara dönerim ve belki onlar anlarlar" dedi"
(Yûsuf, 45-46).

o topluluktan rüyasnn yorumunu sorup, onlardan hepsi de cevap


Bil ki kral,

veremeyeceklerini söyleyince, o arap sâkisi, “Hapiste, ilmi ve itaati çok, salih ve


fazl birisiBen ve ekmekçi ona rüyalarmz anlattk da, o bize o rüyalarn
var.

yorumlarn yapt. Aynen dedii gibi çkt, hiç bir kelimesi amad. Eer müsaade
edersen, ona gideyim ve bu rüya ile ilgili cevab getireyim” dedi. te ayetteki,
“(Zindandaki) iki (arkadatan) kurtulan. . . dedi ki (.....)" ifadesi ile bu kastedilmitir.

Ümmet Kelimesinin Buradaki Manas


Allah Teâlâ’nn i»' 3i* jTSlj “Nice zaman sonra hatrlad” ifâdesi hakknda
diyoruz ki: jS'Sj, fiilinin tefsiri, ’ja ji (Kamer, 15) ayetinin tefsirinde gelecektir.

Keâf sahibi, bu kelimenin dâl ileokunmasnn, en fasih okunu olduunu


söylemitir. Haan el-Basrî’den, bu kelimenin, ayn manada, zal ile jSol eklinde
okunduu da rivayet edilmitir. Ayette geçen “ümmet” kelimesi hakknda u izahlar
yaplmtr:

a) Bu, &' “bir zaman sonra” manasnadr. Çünkü “ümmet” nasl büyük bir
49?
cemaatn biraraya gelmesi ile tahakkuk ediyor ise,“hîn” (zaman) da, pek çok
günlerin biraraya gelmesi ile tahakkuk ediyor. O halde, “hîn”, bir demet gün ve saat
demektir.

b) El-Eheb el-Ukaylî, bunu hemzenin kesresi ile, imme eklinde okumutur.


Bu ise, "nimet” manasna gelmektedir. Nitekim Adiyy tfjli
j dfcjtj ^SÛi
$

12. Cüz, YÛSUF SÛRES 12/45-46 13. Cilt / 251

jy.il ilUi demitir. Buna göre ayetteki bu ifade, “Cenâb- Hak ona kurtulu
nimetini in’âm ettikten sonra” manasnadr.

c) Bu kelime hâ harfi ile emeh eklinde de okunmutur. “Unuttu” manasnda


Arapçada, denilir. Dorusu, bunun mimin fethas ile olmasdr.
Ebu Ubeyde bunu, mimin sükûnu ile emh eklinde okumutur.Velhasl diyebiliriz
ki: “Bundan maksad "Hz. Yusuf (a.s.)’un, kendisine, melîkin yannda kendisinden

bahsetmesini istedii kii, üzerinden pek çok zaman geçtikten sonra bunu hatrlad”
manasdr, yahut da, “O sâki, meliin yannda nimet bulduktan sonra bunu hatrlad”,
yahut da, “O, bunu unuttuktan sonra tekrar hatrlad” manasdr.

Buna göre eer “Ayetteki, “Nice zaman sonra hatrlad tabiri, unutan ahsn
o arap sâkisi olduuna delâlet ediyor. Siz ise, unutann Yusuf (a.s.) olduunu
söylediniz” denilir ise, biz deriz ki: bnü’l-Enbarî öyle demitir: jTSl hatrlad

ve-haber verdi demektir. Bu, unutmann daha önce olduuna delâlet etmez. Belki

de o sâki bunu melie bunun Hz. Yusuf’un hapsolmasna sebeb olan o günah
hatrlatacandan ve böylece de, Hz. Yusuf’a daha çok kötülük yaplacandan
korktuu için söylememitir. Unutmann, hem Yusuf (a.s.) hem de o sâki için söz
konusu olduu da söylenebilir.

Ayetteki b jLjü “Beni gönderin ” sözü, ya “Kral’a ve oradaki toplulua” yahut


da sadece melie bir hitap oJup, saygdan ötürü cemi olarak getirilmitir.

Ayetteki Ju-ji ifadesinde bir hazif vardr ve takdiri: “O gönderildi ve

Hz. Yusuf’a gelip “Yusuf, ey doru sözlü (adam)'’ dedi” eklindedir. Sddîk, "sdk”
(doruluk)’n mübalaa siasdr. Sakî, Hz. Yusuf’da hiç bir yalan görmedii için,
onu böyle nitelemitir. Böyle nitelemesinin, rüyasn dosdoru tabir etmi olmasndan
ötürüolduu da söylenmitir ki bu, herhangi bir kimseden birey örenenin, öretene
sayg göstermesi, onun annn yüce olduunu gösterecek hitablarla ona konumas
gerektiine delalet eder. Sonra o, sorusunu, meliin kulland ayn lafzlarla tekrarlad

ve bunu çok güzel becerdi. Çünkü rüya tabiri, o ilimde de bahsedildii gibi, anlatmada
kullanlan lafzlara göre deiir.

Ayetteki üjIÂj (^U) ^-$1 J\ “ Ümid ederim ki insanlara dönerim ve


^j'
belki onlar anlarlar” ifadesi, “Umid ederim ki, senin fetvan (yorumun) ile insanlara
döner ve belki böylece onlar, senin faziletini ve ilmini anlarlar” demektir. O, "Belki
dier rüya tabircilerinin bu
ben, senin fetvan insanlara götürürüm” demitir. Zira o,
hususta birey söyleyemediklerini gördüü için, Hz. Yusuf’un da buna cevap
veremeyeceinden endielenmitir. te bundan ötürü “Ümid ederim, insanlara (senin
fetvan) götürebilirim” demitir.

252 / M. ( ili
TEFSlR-1 KEBR

Rüyann Tabiri

r\)\y ©
c.

(V ûsu/j dedi "Yedi sene, âdet üzere ekin ekin. Yiyeceiniz az bir miktar
ki:

müstesna, biçtiklerinizi baanda brakn, sonra bunun ardndan yedi kurak


yl gelecek, (tohumluk için) saklayacanz az bir miktar müstesna, önceden
biriktirmi olduklarnz Sonra bunun ardndan da bir yl
yiyip götürecek.
gelecek ki, insanlar o ylda yamura kavuturulacak ve o anda skp
saacaklar
(Yûsuf, 47-49):


Bil ki Hz. Yûsuf (a.s.), bu rüyay tabir etti ve: Ekin ekersiniz” dedi. Bu tpk, 6 Ûiulj
lr^-fi “Boanm kadnlar (....) beklerler” (Bakara, 228) ve 6 lOJIjlj “
Analar
emzirirler...” (Bakara, 233) ayetlerinde olduu gibi, emir manasnda, bir haber
cümlesidir. yice kabul görüp benimsensin diye, emir yerine haber cümlesi; haber
cümlesi yerine de emir cümlesi zikredilebilir. Böylece sanki o i, tahakkuk etmi de,
kendisinden haber veriliyormu gibi olur. Bu ifadenin emir manasna olduunun
delili ûjjO “(Onlar) baanda brakn” cümlesidir.

“Deeb" kelimesi hakknda dilciler öyle demilerdir:“Deeb”bireyin ayn minval


üzere devam etmesi demektir. Bir kimse kendi iine ayn tarz üzere devam
ettiinde '•&*
JAâ. Çs\$ j*j
“Falanca öyle yapmaya devam ediyor” denilir. Yine birisi
yllar boyu ekin ektii zaman i'i - - oU ve“deeb”fiili kullanlr. Ebu Ali el-Farisi
öyle demitir: "Ekseri âlimler, bu kelimenin hemzenin sukûnu ile“de’b”eklinde
olduu görüündedirler. Belki hemzenin fethal okunuu da, baka bir lehçedir.
Binâenaleyh bu tpk nehr veya neher, em’ veya ema’ kelimeleri gibidir. Zeccâc:
"Bu kelime, Ui "Siz, bunu âdet edindiniz” manasnda mef’ûl-ü mutfak
olarak mansuptur” demitir. Bu lafzn, hal mahallinde gelen, bir mef’ûl-ü mutlak olup,
takdirinin jsp öjej’J "Adet edinmi kimseler olarak, ekininizi ekersiniz’’ eklinde
olduu da söylenmitir. Buna göre manas, “Siz hasadnz yapnca, yiyeceiniz az
birbölümü müstesna, hasad ettiiniz o eyleri baanda brakn (depolayn).
Yiyeceiniz ksmn harmanlayp tanelerini çkarn; kalan ksm ise bozulmamas ve

12. Cüz, YÛSUF SÛRES 12/47-49 13. ( l / 253

bitlenmemesi için baanda brakn. Çünkü taneleri baanda brakmak, onun uzun
müddet bozulmadan kalmasn salar” eklinde olur.
3

&
' | /

Daha sonra dJUi j* Jf\j.


y “Sonra bunun ardndan yedi
kurak yl gelecek ” demitir. iddâd”, insanlara iddetli ve zor gelen, çetin eyler

demektir. Onun, “(O yllar), önceden biriktirmi olduklarnz yiyip götürecek ” sözü
mecâzî bir ifadedir. Çünkü yl yemez. Binâenaleyh o senelerde yaayan insanlarn
bunlar yeyii, o senelerin yeyii olarak ifâde edilmitir.

O, ila *>Uî ^1 “Saklayacanz az bir miktar müstesna” demitir. Bu


masdar olan, “ihsân ,, ”koruyup muhafaza etmek ve saklamak” demek olup,
fiilin

bir eyi kaleye (korunaca yere) koymak manasnadr. Nitekim “O, onu korunaca

yere koydu” manasnda üU*£i 1^-' denilir. Buna göre, bu tabir ‘‘Biriktireceiniz,
depolayacanz az bir miktar müstesna” demektir. Bütün bu izahlar, bn Âbbas
(r.a.)’a âittir.
*
'tölij û üi
'

a» j» jfc ^ “Sonra bunun ardndan da bir


j , t

Daha sonra O, ^-$1 jîlp

yl gelecek ki, insanlar o ylda yamura kavuturulacak demitir. Müfessirler öyle


derler: lk yedi yl, bolluun ve nimetlerin çok olduu yllardr. kinci yedi yl ise, ktlk

ve yokluk yllardr ki bunlar rüyadan anlalmtr. Bu son bir yln durumuna gelince,
hükümdarn rüyasnda buna iaret eden hiçbirey yoktur. Binâenaleyh bu, vahiy
mahsûlüdür. Dolaysyla sanki de Yûsuf (a.s.): “Bu yedi bolluk yl ile, yedi ktlk
ylndan sonra, hayr ve nimetleri bol bir yl gelecektir” demektedir. Katade’den: “Hz.
Yûsuf’a, bu bir sene ile ilgili bilgiyi, Allah vahiy ile ilave etti” dedii rivayet edilmitir.

Eer, “Zayf olan ineklerin says durum ktlk yllarnn yediden


yedi olunca, bu
fazla olmayacan göstermitir. Ktln sona ermesinden sonra, bolluun olaca
malumdur ki, bu da rüyann gösterdii hususlardandr. Binâenaleyh siz niçin, binun
vahiy ve ilhamdan elde edilen bir bilgi olduunu söylüyorsunuz?” denilir ise, biz deriz
ki: “Farzet ki ktlk yllarnn, yerini bolluk yllarna brakmas, hükümdarn rüyasndan

anlalmaktadr. Fakat bu husustaki, “nsanlar o ylda yamura kavuturulacak ve


onda (bol bol) skp saacaklar” eklinde ifâde edilen tafsilat, ancak vahiy ile
bilinebilir.”

Ibnu’s-Sikkît öyle der: -“Arapça’da, bir yere çok yamur dütüünde


& - - iSÜl iBi ^ “Allah, o beldelere bol bol yamur yadrd” ve
öUî - jp’^ ci* ‘‘Yer, bol yamur ald” denilir. O halde, ayetteki bu ifadenin

manas “nsanlar bolca yamur alr” eklinde olur. Bu kelimenin, Araplarn, “Allah
falan kimseyi bir skntdan kurtard” manasnda söyledikleri *1)1 iît*l
bela ve
eklindeki sözlerinden alnm olmas da mümkündür. Buna göre ayetin manas
“insanlar o yl, ktlk skntsndan kurtarlrlar” eklindedir.

O, 4Jj “Onda, skp saarlar" yani "onlar, susam skar ya çkarr;


?M / 13. flit Tl-FSR-I Kl'HfR

üzümü skar arap yapar, zeytini skar zeytin ya çkarrlar” demitir. Bu tabir de,
ktlk ylnn tamamen geride kalp bolluk ve nimetlerin geleceini gösterir. Bunun,
“Hayvanlarn memelerini saarlar” manasnda olduu da söylenmitir. Bu fiil, "Onu
kurard” manasna olan «V* fiilinden olmak üzere öjUakJ eklinde de
okunmutur. Bunun manasnn
tabii inden olmak üzere, "Onlara
*
—yamur (Bulutlar yamur yadrd)
yadrlr” manasnda olduu da
söylenmitir. Cenâb- Hakk’n k-lc-J UJjîij “O, skc mengene (gibi

tahllardan) arl arl su indirdi” <Nebe, -i) ayeti de bu manadadr.

Hükümdarn, in Gerçek Yüzünü Açklamas

“(Hükümdar) dedi ki: “ Onu bana getirin.” Bunun üzerine ona haberci
gelince, “Rabbine dön de ellerini kesen o kadnlarn zoru neydi, kendisine
sor. üphe yok ki benim Rabbim onlarn fendini hakkyla bilicidir” dedi.
( Hükümdar o kadnlar toplayp onlara): “ Yûsuf un nefsinden murad almak

istediiniz zaman ne halde idiniz?” dedi. (Kadnlar): “Haa, Allah için biz
onda hiçbir fenalk görüp bilmedik" dediler. Azizin kars da öyle dedi:
“imdi hak meydana çkt. Ben onun nefsinden murad almak istedim. O, hiç ,

üphesiz doru söyleyenlerdendir.” (Yûsuf da dedi ki:) “Bu, gyabnda ona


hainlik etmediimi ve Allah'n hâinlerin hilesini kesinlikle muvaffakiyyete
erdirmeyeceini bilmesi içindi”
(Yûsuf. 50-52).

Bil ki arap padiaha gelip, Yûsuf (a.s.)’uh yapt rüya tabirini arzedince,
sâkisi
padiah bunu çok beendi ve "Onu bana getirin” dedi. te bu, ilmin üstünlüüne
delalet eder. Çünkü Hak Teâlâ, Hz. Yûsuf’un ilmini, onu dünyevi skntlardan
kurtaracak bir sebeb klmtr. Binâenaleyh bu ilim, nasl olur da, uhrevi skntlardan
IJ ( ü/, YÛSUF SÛRES ! 2/50-52 *3. C Ut / 255

sebeb olamaz? Bunun üzerine sâki, Hz. Yûsuf’un yanna döndü ve


kurtarcf bir
"Padiahn davetine icabet et" dedi. Hz. Yûsuf (a.s.) da aleyhindeki töhmet tamamen
kalkp, suçsuzluu açkla kavuuncaya kadar hapishaneden çkmamakta diretti.

Hz. Peygamberin Hz. Yûsuf’u Sena Etmesi



Hz. Peygamber (s.a.s)’den: Allah kendisini affetsin, Hz. Yûsuf’a, o zayf ve
nemiz inekler sorulduunda, ona, onun keremine ve sabrna aanm. Onun yerinde
olsaydm, beni hapishaneden çkarmalarn art komadkça, onlara o rüyay tabir
etmezdim. Yine haberci kendisine gelip haberciye, “Rabbine (efendine) dön" dedii
zamanki durumuna da hayret ederim. Ben onun yerinde olsaydm, hapishanede
bunca yl bekledikten sonra, hemen bunu kabul eder, derhal kapya koar ve mazur
olup olmadmn ortaya çkmasn beklemezdim. Çünkü o, halim ve teennili bir
zat idi ”( 18) buyurduu rivayet edilmitir.

Hz. Yûsuf’un Uygulad htiyat

Bil ki Hz. Yûsuf sabr ve padiahn, Yûsuf (a.s.)’un


(a.s.)’un gösterdii
durumundan haberdar olmas için beklemesi, akll ve kararl kimseye yakan bir
hareket tarzdr. Bunun böyle olduunu birkaç yönden izah edebiliriz:

Eer Yûsuf (a.s.), o anda çksayd, belki de padiahn kalbinde o töhmete dâir
t)

bir iz kalacakt. Ama Hz. Yûsuf, padiahtan o hadisenin hakikatini aratrmasn taleb

edincp, bu onun o töhmetten uzak ve temiz olduuna delâlet etmitir. Binâenaleyh


o, hapisten çktktan sonra, hiç kimse o rezillii ona bulatramaz ve bunu kullanarak

Hz. Yûsuf’u tenkid edemez.

2) Hapishanede oniki yl kadar kalm


padiah isteyip, hapisten
olan bir insan
çkarlmasn' emrettiinde, ondan beklenen ilk ey, onun hemen çkmaya can
atmasdr. Hz. Yûsuf (a.s.) böyle bir hareket tarzna girmeyince, onun son derece
akll, sabrl ve kararl olduu anlalm oldu ki, bu tarz hareketi de, onun her türlü
töhmetten uzak olduuna inanlmasna ve hakknda söylenen her eyin bir yalan,
bir iftira olduuna hükmedilmesine bir sebeb olmutur.'

3) Hz. Yûsuf’un, padiahdan, kendi durumunu o Msrl kadnlardan sorup


örenmesini istemesi de, onun son derece temiz ve namuslu olduuna delalet eder.
Çünkü o, az veya çok böyle bireye bulam olsayd, daha önce geçen eylerin
hatrlanmasndan endie ederdi.

4) O, sâkîye, “Beni, Rabbinin (efendinin) yannda an” dçdii için (ilahi bir cezâ
olarak), hapiste yllarca kalmt. te burada da, padiah kendisini isteyince, ona

18) Kenzu’l-Ummal, 11/32410. hadis.


256 / 13. Cilt TEFSR kebîr

etmemi, bu isteini umursamam^; ancak o, töhmetten uzak olduunun ortaya


ltifat

çkarlmas ile uramtr. •Belki de onun bu tarz hareketten maksad, kalbinde,


padiahn kendisini kabul etmesine veya redetmesine kar hiçbir iltifâtn kalmadn
“ ”
ortaya koymaktr. Binâenaleyh onun bu hareketi, âdeta, Efendine benden bahset
sözündeki kusuru telafi etme gibidir. O, bunu, o sâkiye hatrlatmak için de yapmtr.
Çünkü her iki durumda da, arac ve haberci olan o sâki idi.

Onun j&i jUM JU U Li “Ellerini kesen o kadnlarn zoru


neydi, kendisine sor?” sözü ile ilgili iki mesele vardr:

bn Kesir ve Kisâl, fiili hemzesiz olarak, iLi eklinde;


BRNC MESELE dier kraat imamlar ise, hemzeli olarak iU-li eklinde
Ayette Farkl Kraatler okumulardr. Ebu Bekr’in rivayetine göre Asm, ismi,
nun’un zammesi ile, nüsve eklinde okurken, dier kraat
imamlar nûn’un kesresi ile nisve eklinde okumulardr. Bu ikisi de, kullanlan birer

lehçedir.

Bil ki bu ayette bir çok incelikler vardr:


KNC MESELE a) Ayetin manas öyledir: “Benim o töhmetten uzak
olduumu anlayabilmesi için, padiahtan, o Msrl
kadnlarn durumunu aratrmasn iste” dedi. Fakat Yûsuf (a.s.), lafz padiahn bizzat
bu ii yapmas manasna gelmesin diye, padiahtan o hadiseyi aratrmay istemekle
yetinmitir.

b) Hz. Yûsuf (a.s.), kendisinin uzun bir müddet hapse atlmas için gayret gösteren
esasnda azizin kars olduu halde, ondan bahsetmemi, “(Msrl) kadnlar” ifadesini
kullanmtr.

c) Yûsuf’a, padiahn yannda o kötü ii isnad edenlerin o kadnlar olduu açktr.


Buna ramen Hz. Yûsuf (a.s.), srf ‘Ellerini kesen o kadnlarn zoru neydi” ifadesi
ile yetinmi ve onlardan tafsilatl olarak, belli bir ekilde ikayet etmemitir.

Yûsuf Hakknda Kadnlarn Tuza


Daha sonra O, Jij “üphe yok ki benim Rabbim onlarn
fendini hakkyla bilicidir” buyurmutur. Bununla u iki mana kastedilmi olabilir:

a) Buradaki “Rabbim” sözü ile, Allah Teâlâ’y kastetmitir. Çünkü Allah, bütün
gizli sakl eyleri bilir.

Bu söz ile, vezir kastedilmitir. Hz. Yûsuf (a.s.), o vezir kendisini eitip
b)

büyüttüü için, (mürebbim manasnda) ona, “Rabbim” demitir. Bu ifâdede bu


manaya göre, padiahn o kadnlarn hile ve tuzaklarndan haberdar olduuna bir
iaret vardr.

12 Cüz, YÛSUF SÛRES 12/30-32 13. Cilt / 237

Bil ki o kadnlarn, Hz. Yûsuf’a tuzaklar öyle olmu olabilir:

a) Onlardan her biri, çou kez, Hz. Yûsuf’a arzu duymulardr. Binâenaleyh hiçbiri

gayesine ulaamaynca, onu tenkid etmeye ve ona kötü eyler isnad etmeye
balamlardr.

de onlarn her biri, Yûsuf’u, sahibesi olan o kadnn isteine uymas


b) Belki
hususunda arzulandrmaya çokça uramlardr. Hz. Yûsuf ise, kendisine iyilikte
bulunmu olan efendisine kar böylesi hiyanetin doru olmayacan düünüyordu.
te, “ üphe benim Rabbim onlarn fendini hakkyla bilicidir ifadesi
yok ki le,
o kadnlarn, Yûsuf’u bu hiyanete ne denlü tevik ettiklerine iaret etmitir.

c) Hz. Yûsuf (a.s.)’ u hükümdar yannda kötü göstermek hususunda, hükümdar,


o kadnlardan çeitli hile ve tuzaklar tesbit etmiti. te Hz. Yûsuf, bu ifâdesiyle onu
kastetmitir.

Daha sonra Cenâb- Hak Yûsuf (a.s.)’ un bunu istediinde, padiahn o kadnlarn
toplanmasn emrettiini ve onlara, a~j ‘J- Jujl jfSjljil. “Yusuf’un nefsinden
murad almak istediiniz zaman ne halde idiniz?” dediini nakletmitir. Bunun iki
izah vardr:

a) Bu ifade, cemi sîgasyla getirilmi ise de, bununla müfred sîga (mana)
kastedilmitir. Bu tpk *>*** & J-Ûi o[
$ jlî jjJ “Onlar öyle kimselerdir
i


ki, insanlar (yani o insan ) kendilerine. . . (am imran. 173) ayetinde olduu gibidirf 19)

b) Bununla, “cemî” mana kastedilmitir. Buna göre de u iki izah yaplabilir:

1) Onlardan her biri, Yûsuf’un kendisinden murad almak istemiti.

2) Onlardan herbiri, vezirin karsndan dolay, Yûsuf’dan murad almak istemiti.


Ayetin lafz, bütün bu manalara gelebilir. te tam o esnada, bu istek üzerine, “onlar, ”
“Haa, Allah için biz ondan hiçbir fenalk görüp bilmedik” dediler bu ifade,
onlarn, tâa iin banda Hz. Yûsuf için söyledikleri “Sübhanellah! Bu bir beer deil”
(Yûsuf, si) eklindeki sözlerini adetâ bir te’kid gibidir.

Vezir’in Karsnn Suçunu itiraf

Bil ki vezirin kars da, orada bulunan kadnlardan idi ve o bütün bu münakaalann
ve soruturmalarn kendisi yüzünden olduunu biliyordu. Artk sr perdesini kaldrarak
doruyu açkça ifâde edip jsjiCUJi j* iftjij UÎ J*J j3l
s

“ite imdi hak meydana çkt! Ben, onun nefsinden murad almak istedim. O,
hiç üphesiz doruyu söyleyenlerdendir” dedi. Bu ifade ile ilgili birkaç mesele vardr:

19) Burada geçen birinci nâs kelimesi çoul olduu halde, maksat, bu sözü söyleyen tek kiidir (ç.)
258 / 13. Cilt TEFSÎR-1 KEBÎR

Bu, o kadnn, Hz. Yûsuf (a.s.)’un her türlü günahtan ve


BRNC MESELE kusurdan uzak olduu hususunda kesin ve açk bir
ahidliidir. Burada öyle bir incelik vardr: Hz. Yûsuf (a.s.),
“Ellerini kesen o kadnlarn zoru neydi” diyerek Azizin karsn nazar- dikkate alm,
o kadnn kendisinden bizzat bahsetmeden, Msrl kadnlar söz konusu etmitir.
Böylece o kadn, Yûsuf’un, kendisinin hakkn gözetip, haysiyetini ayaklar altna
vermeyip, ii örtülü brakmak istedii için, kendisinden açkça bahsetmediini
anlamtr. Dolaysyla Yûsuf’u bu güzel ve ince hareketinden ötürü
mükafaatlandrmak istemi, bu sebeple perdeleri kaldrm ve bütün suçun kendisinde
olduunu, Hz. Yûsuf'un ise hereyden berî olduunu itiraf etmitir. Bir kitapta öyle
bir okumutum: Bir kadn kocasn hakimin huzuruna çkartp, kocasnda mihir
hadise
alaca olduunu iddia etmi. Bunun üzerine hâkim, ahidlerin ahidlik edebilmeleri
için, kadnn yüzünü açmasn emretmi. Kadnn kocas bunun üzerine, “Buna hacet

yok. Çünkü onun iddiasnda hakl olduunu kabul ediyorum” deyince, kadn da: “Sen
bana böylesine ikram (ve incelik) gösterdiine göre, herkes âhid olsun ki ben de,
üzerinde olan bütün haklarm baladm” demitir.
i •

Dilciler, “Hak ortaya çkt, gerçek


tabirinin,

KNC MESELE zâhir oldu ve kesin olarak anlald” manasna geldiini


söylemilerdir. Bu, Araplarn, “Deve bir yere çöküp iyice
yerleti” manasnda söyledikleri aTjJ* j-ap deyiminden alnmtr.
Zeccâc ise, bunun “hisse” manasndaki kelimeden itikak ettiini ve Arapça’da darb-
mesel olarak JJ-’Ui ’j* cJU “Hak pay (taraf), batl paydan (taraftan)
ayrld” denildiini söylemitir.

Alimler,
^ J' îlb “Bu, gyabnda ona hâinlik
ÜÇÜNCÜ MESELE etmediimi (....) bilmesi içindir” sözünün kime âit olduu
hususunda ihtilaf etmilerdir. Bu hususta birtakm görüler
vardr:

Birinci Görü: Ekseri âlimlerin görüüne Yûsuf (a.s.)’un sözüdür.


göre, bu Hz.
Ferrâ öyle demitir: "Hakknda karine (ipucu) bulunduu zaman, bir insann sözünün
peine bir bakasnn sözünün getirilmesinde bir saknca yoktur. Bunun misali, Hak
Teâlâ’nn “üphesiz ki hükümdarlar, bir memlekete girdikleri zaman orasn perian
ederler. Halkndan erefli olanlar hor ve hakir klarlar” (Nemi. 34) ayetidir. Bu söz,

Belkls’e âittir. Bunun peinden Cenâb- Hak, Bunlar da böyle yapacaklardr”
buyurmutur. Yine bunun bir dier misali u
ayettir: “Ey Rabbimiz, muhakkak ki
sen, hiç üphe olmayan bir günde insanlar toplayacak olansn. üphesiz Allah
sözünden caymaz” (Ai- Imran, 9). Buradaki birinci cümle, duâ edenlere âittir, kincisi
Allah’n sözüdür. Bu görüle ilgili, birkaç soru vardr:
u Ctlz, YÛSUF SÛRES 12/50-52 »3. CII / 239

Birinci Soru: Zâllke (Bu, o) kelimesi ile, gaib olana iaret edilir. Burada îse,

mevcut ve hâzr olan hadiseye iaret edilmitir?

Cevap: Biz bunu dUi (Bakara, 2) ayetinin tefsirinde cevaplamtk.


Bu aret zamirinin, Hz. Yûsuf’un, "haberciyi geri göndermesi” iine bir olduu
iaret
da söylenmitir. Buna göre, Hz. Yûsuf sanki, “Haberciyi geri gönderme iim,
padiahn, gyabnda ona hâinlik etmediini bilmesi içindir” demitir.

kinci Soru: Hz. Yûsuf (a.s.) bu sözü ne zaman söylemitir?

Cevap: Atâ, bn Abbas (r.a)’n “Hz. YÛ6uf (a.s.) padiahn yanna girince, “Bu,
gyabnda ona hâinlik etmediimi bilmesi içindir” demitir. Hz. Yûsuf bu sözü
padiahn annn yüceliini göstermek için (ona diye) gâib sîgasyla söylemitir”
dediini rivayet etmitir. Halbuki daha uygunu, Hz. Yûsuf’un bu sözü, haberci
kendisine tekrar geldiinde söylemi olmasdr. Çünkü padiahn huzurunda böyle
söz söylenmesi, âdaba aykrdr.

Üçüncü Soru: Bu hâinlik, azize kar söz konusudur. O haide Hz. Yûsuf niçin,

“Bu, gyabnda ona hâinlik etmediimi bilmesi içindir” demitir?

Cevap: Bundan muradn, “Azize gyabnda hâinlik etmediimi padiahn bilmesi


çindir” manasnda olduu söylendii gibi, "Bir kimse, padiahn vezirine hâinlik
ettiinde, baz bakmlardan sanki bizzat padiaha hâinlik etmi gibi olur” manasnda
olduu da ileri sürülmütür. Yine bunun, “sâki Hz. Yûsuf hapiste iken onun yanna
vardnda, Yûsuf (a.s.): “Bu, Aziz’in gyabnda kendisine hâinlik etmediimi bilmesi
çindir” demitir” manasnda olduu da söylenmitir. Daha sonra Hz. Yûsuf (a.s.)
sözünü, “Ve Allah’n hâinlerin hilesini kesinlikle muvaffakiyyete erdirmeyeceini
bilmesi içindir” diye tamamlamtr. Belki de bu, “Eer ben hâin olsaydm, Allah benî
dütüüm durumdan kurtarmazd. O
bundan kurtardna göre, benim onlarn
beni,

isnad ettii eylerden uzak olduum ortaya çkmtr” manasnadr.

kinci Görü: Bu ifade, azizin karsna âit olup, ayetin manas "O, her nekadar
orada iken, ben onun üstüne suçu attysam da, o burada deil iken, onun üzerine
böyle bir suçu atamam" eklinde olur ki bu, “O, hapiste iken onun hakknda dorunun
dnda birey söyleyemem” demektir. Daha sonra o kadn, gerçei iyice te’kit etmek

için, Allah da, hâinlerin hilesini kesinlikle muvaffakiyyete erdirmez” demitir. Bu,
“Ben, böyle bir teebbüs edince, rezil ve rüsvay oldum. Yûsuf ise,
tuzak ve hileye
bu günahtan uzak ve temiz olduu için, haliyle, Allah Teâlâ, onun bundan berî
olduunu ortaya çkard” demektir. Bu görüte olanlar öyle derler: “Bunun

doruluunun delili udur:” Hz. Yûsuf (a.s.) o mecliste, kadn imdi hak meydana
çkt. Ben onun nefsinden murad almak istedim. O sadklardandr” deyinceye kadar
yoktu. Binâenaleyh bu esnada Hz. Yûsuf (a.s.), “Bu, gyabnda ona hainlik

260 /13, cm TEFSÎR-I KEBÎR

etmediimi bilmesi içindir” diyebilmesi


Hz. Yûsuf’un o mecliste bulunmayp,
için,
aksine bu hususta habercinin o meclisten tekrar hapishaneye yanna gelmesine ve
bu sözü kendisine nakletmesine ihtiyaç duyulur. Buna göre, daha sonra Yûsuf (a.
s.),
yeni bir söz olarak, “Bu, gyabnda ona hainlik etmediimi bilmesi içindir” demi
olmaldr. Halbuki bu iki farkl sözün arasnda, böyle bir ilgi, ne nesirde, ne de iirde
bulunmaz. Binâenaleyh biz bunun da, kadnn sözü cümlesinden olduunu anlarz.

Bu ay©t, Hz. Yûsuf (a.s.)’un o günahtan berî ve uzak


DÖRDÜNCÜ MESELE olduuna, pefc çok yönden delildir:
Hz, Yûsuf'un Masum Olduuna Bu a)Padiah, orta haberci gönderip, onu yanma istediinde,
Ayetin Delâleti eer Hz. Yûsuf (a.s.), o kötü fiilin töhmeti altnda olmu
olsa ve gerçekten kendisinden bir suç sâdr olmu, o fuhu
yapm olsayd, örf ve âdet itibariyle, Yûsuf’un, hükümdardan o hadiseyi tahkik
ettirme talebinde bulunmas imkansz olurdu. Zira bu, onun, kendi kendisini rüsvay
etmesi,gizli ve küllenmi, unutulmu ayplarn yenilemesi olurdu. Halbuki, akl olan,
böyle bir ey yapmaz. Farzet ki, masumluu veya nübüvveti
bazlar Hz. Yûsuf’un
hususunda üphe etsinler. Fakat onun akll olduunda üphe eden çkmamtr. Akll
olann da, kendi kendisini rezil-ü rüsvay etmek ve dümanlarn, ayp ve kusurunu
iyice ortaya çkarmaya sevketmeye gayret göstermesi imkanszdr.

b) Msrl kadnlar, tâ batan “Hââ, Sübhanellahl. Bu, bir beer deil. Bu, çok
erefli bir melekten baka birey deil” (Yûsuf, 31) diyerek, onun temiz ve nezih
olduuna ehâdet etmilerdi. Bu defa da, “Hââ, Allah için, biz onda hiçbir fenalk
görüp bilmedik" diyerek, onun lehine âhidlik etmilerdir.

c) Azizin kars da, “Andederim, onun nefsinden murad almak istedim de o


namuskârlk gösterdi” (Yûsuf, 32) diyerek, tâ ilk bata; ikinci olarak da bu ayette onun
namuslu olduunu beyan etmitir.

Bil ki bu ayet, Hz. Yûsuf (a.s.)'un temiz olduunu birkaç bakmdan


göstermektedir:

1) Kadn '“Ben, onun nefsinden murad almak istedim demitir.

Kadn, “O, hiç üphesiz doru söyleyenlerdendir” demitir. Bu, Hz. Yusûf’un,
2)
“O, kendisi benden murad almak istedi" (Yûsuf. 26) eklindeki sözünde doru
söylediine iarettir.

Yûsuf (a.s.), “Bu, gyabnda ona hâinlik etmediimi (.


3) Hz. . .) bilmesi içindir”
,4
demitir. Haviyye”, “Yûsuf (a.s.) bu sözü söyleyince, Cebrâil (a.s.)’in ona, "Bu
ie iyice kastedip, niyetlendiinde de mi?” dediini rivayet etmilerdir. Bu, onlarn
o pis rivayetlerindendir. Bu rivayet itimad edilen hiçbir kitapta dorulanmamtr.
Bilakis onlar Kur’ân'n zâhirî manasn tahrif etmek çabasyla bunu uydurup araya
sokuturmulardr.
12. CÜZ. YÛSUF SÛRESt 12/50-52 13. Cilt / 261

4) Hz. Yûsuf (a.s.), "Allah, hâinlik edenlerin hilesini kesinlikle muvaffakiyete


0 rdlrmez ” demitir. Bu "Hâinlik edenler, mutlaka rezil-ü rüsvay edilirler. Eer ben
hâin olsaydm, benim de Allah tarafndan rezil rüsvay edilmem gerekirdi^flüsvay
•dilmediime ve Allah beni bu dütüüm durumdan kurtardna göre, evet bütün
bunlar, benim hâinlerden olmadma delalet eder" demektir.

Burada, hepsinden daha güçlü, öyle deiik bir izah daha yaplabilir: Bu vakitte,
o hadise tamamen bitip gitmi, o sknt sona ermiti. Dolaysyla Hz. Yûsuf (a.s.)’un,
kendisinin böyle büyük bir hyânette bulunduunu bile bile, "Bu, onun benim hyânet
ütmediimi bilmesi içindir” diyebilmesi, faydasz yere yaplm en büyük bir
utanmazla ve yalana yönelmek olmu olur. Binâenaleyh bo yere, böylesi

yüzsüzlüe yönelmek hiçbir akllya yakmaz. O halde, aklllarn efendisi ve asfiyânn


(seçkin kimselerin) imam ve önderi olan bir kimseye isnad edilmesi nasl uygun
düebilir? Böylece, bu ayetin cahillerin ve Haviyye’nin, Hz. Yusûf (a.s.) hakknda
söyledikleri sözlerden onun uzak ve bert olduuna delâlet ettii sâbit olur.

Kii Nefsini Temize Çkarmamaldr

. • •

"(Bununla beraber) ben, nefsimi tebrie etmem.Çünkü nefis, olanca iddetiyle


kötülüü emredendir. Ancak Rabbimin esirgemi bulunduu müstesna.
Çünkü Rabbim gafur ve rahimdir”
(Yûsuf, 53).

Ayetle ilgili birkaç mesele vardr:

Bil ki bu ayetin tefsiri, kendinden önceki ayetin tefsirindeki


. BRNC MESELE deiik manalara göre deiir. Çünkü biz eer o sözün
Hz. Yûsuf’a âit olduunu söyler isek, bu ifâde de ona âit

olmu Yok eer onun, kadnn sözünün devam olduunu kabul edersek, bu
olur.

ifâde de kadnn sözünün devam olmu olur. Biz ayeti her iki ihtimale göre de tefsir
ederiz.

Bu sözün, Hz. Yûsuf (a.s.)'a ait olduunu söylememiz halinde, Haviyye buna
262 / 13. Cilt TEFSÎR-I KEBlR

tutunarak öyle der: “Yûsuf (a.s.), “Bu, gyabnda ona etmediimi (...)
hâinlik
bilmesi içindir” dediinde, Cebrdil (a.s.)
(Yûsuf, 52) ona "Kuan çözmeye
niyetlendiinde de mi?” deyince Hz. Yûsuf, "Ben, nefsimi kötülükten yani zinâdan
tebrie etmem (yani uzak olduumu söylemem). Çünkü nefis, Allah’n koruyup rahmet
ettikleri müstesna, olanca iddeti ile kötülüü, yani zinay emreder. Çünkü Rabbim,

kötülüe niyetleniimi balayan, onu yaptm takdirde de, bana tevbeyi nasib
edendir" demitir.”

Haviyye’nin Tutarsz Rivayetlerinin Tenkidi

Bil ki Haviyye’nin bu iddias tutarszdr. Çünkü biz, önceki ayetin, Hz. Yûsuf
(a.s.)’un o günahtan uzak ve berî olduuna kesin kes delâlet eden bir delil olduunu
açklamtk. Ancak geriye, "O halde sizin bu ayet karsnda cevabnz ne olacaktr?”
sorusu kalr. Buna kar deriz ki: Bu hususta iki izah yaplabilir: u
Birinci zah: Hz. Yûsuf (a.s.), “Bu, gyabnda ona hâinlik etmediimi bilmesi
içindir” deyince, bu söz âdetâ, kendisini medhetmesi ve tezkiye etmesi gibi olmutur.

Halbuki Allah Teâlâ, Nefsinizi tezkiye etmeyin, temize çkarmayn” (Necm, 32)
buyurmutur. Bundan dolay Hz. Yûsuf, “(Bununla beraber), ben nefsimi tebrie
etmem” diye, bir istidrâk yapmtr. Buna göre ayetin manas, "Ben, nefsimi tezkiye
etmem. Çünkü nefis, alabildiine kötülüü emreden, kötülüe çok meyyal olan ve
günahlara arzu duyandr” eklindedir.

kinci zah: Ayet, kesinlikle Haviyye'nin ileri sürdüü hiçbireye delâlet etmez.

Çünkü Hz. Yûsuf (a.s.), Gyabnda ona hâinlik etmediimi” deyince, bu hâinliin,
nefsinin arzu duymay, tabiatnn meyletmeyii manasnda olmayp, nefsin olanca
iddeti ile kötülüü emreden; insan karekterinin lezzetli olan eylere kar arzu
duyulan bir özellii olduunu beyân etmitir. Binâenaleyh o bu sözü ile, hâinlik
etmeyiinin, isteksizlik yüzünden deil, Allah korkusundan dolay olduunu ifade
etmitir.

Fakat biz bu sözün, o kadnn sözünün devam olduunu söylersek, buna göre
de u iki izah yaplabilir:

"Ben, nefsimi Yûsuf’tan murad alma konusunda tebrie-tezkiye etmem”


a) Bu,
demektir. Bu sözün maksad, Hz. Yûsuf’u, “O, kendisi benden murad almak istedi”
eklincfeki sözünde dorulamaktr.

O
kadn, “Bu, gyabnda ona hâinlik etmediimi... bilmesi içindir” deyince,
b)
(Bununla beraber) ben, nefsimi (tamamen hâinlikten) tebrie edemem (uzak
olduunu söyleyemem). Çünkü ben o günah ona iftira ile atp, “zevcene kötülük
etmek isteyenin cezas zindana atlmaktan, yahud ackl bir azabtan baka ne olabilir’

(Yûsuf, 25) dediimde ve böylece onu hapse düürdüümde, ona hiyânet ettim’
demitir. Binâenaleyh o bu surette, olup bitenlere kar bir özür beyân etmek
istemitir.
13. Cüz. YÛSUF SÛRES 12/53 13. Cin / 263

Eer, “Bu sözün Yûsuf (a.s.)’a âit olduunu mu, yoksa kadna âit olduunu mu
söylemek daha uygundur?” denilirse, biz deriz ki: Bunun Yûsuf (a.s.)’a âit olduunu
söylemek daha mükildir. Çünkü Cenâb- Hakk’n “Azizin kars da öyle dedi:
“ imdi hak meydana çkt ” eklindeki sözü, ba-sonu birbirine uygun bir sözdür.

Binâenaleyh, her iki söz ile her iki meclisin arasna pek çok fasla girdii halde, bu
sözün bir ksmnn Yûsuf’a, bir ksmnn kadna âit olduunu söylemek, uzak bir
ihtimaldir. Bu sözün kadna âit olduunu söylemek de mükildir. Zira, “Ben, nefsimi

tebrie etmem. Çünkü nefis, olanca iddetiyle kötülüü emredendir. Ancak


“Rabbimin esirgemi bulunduu müstesna” sözü, ancak günahtan saknmas
mümkün olan kimseden sadr olursa, güzel ve yerinde olur. Hem sonra bunu söyleyen
kii, nefsini krmak için böyle söylemitir. Bu durum ise, bütün gayretini o günaha

sarfeden azizin karsna uygun deildir.

Alimler, y\ “Rabbimin esirgemi bulunduu


KNC MESELE müstesna” buyruundaki
i
mâ edatnn men manasna olup,

kimse müstesna” eklinde


takdirin,
^
olduunu; mâ
jâ *}|i

ile
“Rabbimin esirgemi bulunduu
men edatlarnn birbirleri yerine
kullanlabildiini; tUJJi j* U (Nisa. 3) ve (Nur. 45)

ayetlerinde de böyle olduunu söylemilerdir.

Ayetteki bu ifadenin, istisna- muttasl veya munkatî olduu hususunda iki izah

yaplmtr:

a) Bu, isisnâ- muttasldr. Buna göre, ayet u iki ekilde izah edilir:

Bu ifâde, “Rabbimin,
1) melekleri koruduu gibi koruduu kimseler müstesna”
manasndadr.

2) Bu, “Rabbimin merhamet edip, koruduu vakitler müstesna yani nefis, Allah

tarafndan korunduu bu vakitler müstesna, her zaman alabildiine kötülüü


emreder” demektir.

b) Bu istisna, istisna- munkatî olup, “Lâkin Rabbimin rahmet edii, insan


kötülükten uzak tutar” manasndadr. Nitekim “Onlar kurtarlmazlar, Lâkin
katmzdan bir rahmet vaki olm ut ur” (Yasin, 43-44) ayeti de böyledir.

emreden nefs"in ne
Feylesoflar, “kötülükleri alabildiine
ÜÇÜNCÜ MESELE olduu hususunda, deiik görüler belirtmilerdir.
Nefs-i Emmarenin Mahiyeti Hakknda Muhakkik alimler öyle demilerdir: “nsandaki nefis tek
ey olup, pek çok sfat ve hali vardr. Binâenaleyh o nefis,
lahî âleme meylettiinde “nefs-i mutmainne”; ehvet ve gazaba yöneldiinde ise,
“nefs-i emmâre” (kötülüü emreden nefis) olmu olur. Ona nefs-i emmâre denmesi,
mübalaa içindir. Bunun sebebi udur: Nefis ilk bata maddi eylere alr, onlardan
holanr ve onlara âdetâ ak olur. Fakat mücerred (manevi) âlemi anlayp, ona
264 / 13. Çili TEFSR-! KEBÎR

meyletmesi, bir nefis için nâdir eylerdendir. Binâenaleyh o nefis maddi âlemden
için

bu syrl ve inkiâf, ömrü boyunca çok ender vakitlerde olur. Genel olan durum,
nefsin maddî aleme meyletmesi olup, manevî âleme yükselmeye temayülü de nâdir
olunca, pek yerinde olarak, bu nefiy için, "kötülükleri, olanca iddetiyle emreden
nefis” denilmitir."

Baz olduunu
kimseler de, "nefs-i mutmainne”nin, nefs-i akliyye-i nutkiyye
söylemiler, ehvetli ve gazabl nefislerin îse, akll nefislerden baka olduunu ileri
sürmülerdir. Bu konuda gerçekle ilgili sözümüz, akliyyât kitablarnda ele alnmtr.

imann ancak Allah’dan olabilecei


Alimlerimiz, taat ve
DÖRDÜNCÜ MESELE hususunda, ayetteki “Ancak Rabbimin esirgemi
buiundudu müstesna” ifâdesini delil getirerek öyle
demilerdir: Ayet, nefsin kötülüklerden ancak Allah’n rahmeti sayesinde
uzaklaabileceine delâlet etmektedir. Ayetin lafz, her ne zaman o rahmet tahakkuk
ederse, o vazgeçmenin de tahakkuk edeceini göstermektedir. Binâenaleyh, biz
diyoruz ki, bu ayette bulunan “rahmet” sözünü, Kâdî’nin dedii gibi, akl, kudret
ve lütuf fiilleri vermek manasna tefsir etmek mümkün deildir. Çünkü bütün bunlar,
kâfirle mü’min arasnda müterek olan hususlardr. Binâenaleyh, ayetteki “rahmet”

kelimesini, baka bir ey ile yorumlamak gerekir ki bu da, "taâta götüren sebebi,
ma’siyete sevkeden sebebe tercih etmektir.” Biz bunu, kesin aklî delil ile de
ispatlamtk. te bu durumda maksat elde edilmi olur.

Yûsuf’un Hükümdarn Müstear Olmas

“Hükümdar: “Getirin onu bana! dedi. Onu kendime has bir (müstear)
edineyim” Onunla konuunca da öyle dedi: “Sen bu günden itibaren bizim
nezdimizde mühim bir mevki sahibisin. Emin (bir müstearsn.” (Yûsuf):
“Beni memleketin hâzineleri üzerine memur et. Çünkü ben onlar iyice

korumaya muktedirim. (Bütün tasarruf ekillerini de) bilenim” dedi


(Yûsuf, 54-55).
13. Cüz, YÛSUF SÛRES 12/34.55 13. C ilt / 263

Ayetle ilii birkaç mesele vardr. -

geçen hükümdarn kim olduu hususunda


Alimler, ayette

BRNC MESELE ihtilaf etmilerdir. Bu cümleden olarak bazlar onun, aziz

olduunu söylerlerken, bazlar da “Hayr, o en büyük melik


olan Reyyân’dr” demilerdir ki, bu görü u
iki sebepten dolay kabule daha fazla

ayandr:

1) Yûsuf (a.s.)’un, Beni memleketin hâzineleri üzerine memur et” sözü, buna
delâlet etmektedir.

2) Hükümdarn Onu kendime has müstearj edineyim” eklindeki sözü,
bir (

Yûsuf’un daha önce meliin yannda, ona âit olmadna delâlet eder. Daha önce
Yûsuf (a.s.) Azizin emrindeydi. Böylece bu durum ayette bahsedilen hükümdarn,
en büyük melik olan Reyyân olduuna delâlet eder.

Yûsuf (a.s.) hapiste iken Cibril’in onun yanna


Alimler,

KNC MESELE geldiini ve ona Allahm benim için katndan genilik ve
,

bir çk
yolu ver ve beni, bilmediim ve birummadm
taraftan nzklandr” dediini, ite bundan dolay da Allah Teâlâ’nn onun duasn kabul
ettiini ve onun hapisten kurtulmas için böyle bir sebep halkettiini söylemilerdir.

Sözün özü, ksaca udur: Hükümdarn u sebeplerden dolay, Yûsuf hakkndaki


güveni ve itimad çok olmutur:

a) Onun ilmine güvenmitir. Zira, yanna toplanm olan kâhinleri rüyây tabir
etmekten aciz olup, Yûsuf (a.s.) da, doruluuna akln ehâdet ettii o uygun cevab
verince, meliin gönlü Yûsuf’a meyletmitir.

Onun, Yûsuf’un sabr ve sebât hususundaki güveni artmtr. Bu böyledir;


b)

zira o, yllarca hapishanede kaldktan sonra, melîk kendisine hapishaneden çkma

izni verince, o oradan çkmak için can atmam, aksine sabredip beklemi ve her

eyden önce, kendisinin bütün töhmetlerden uzak ve beri olduuna delâlet edecek
olan eyin (melik tarafndan) incelenmesini istemitir.

c) Onun çok güzel bir terbiye ve edebe sahip olduu hususundaki inanc artmtr.
Yûsuf (a.s.), her ne kadar maksad azizin
Zira, karsn zikretmek idiyse de, “ellerini
kesen o kadnlarn zoru neydi kendilerine sor?” (Yusuf. 50) ifadesiyle yetinmi, en
büyük belâlar kendisine o Azizin kars tarafndan geldii halde ondan bahsetmemi,
sadece dier Msrl kadnlarn durumuna deinmitir. te bu, çok hayran klc bir
edeb ve terbiyenin mahsulüdür.

Onun, her türlü töhmetten uzak olmasdr. Çünkü kar taraf, onun temizliini,
d)
.nezaketini ve suçtan beri ve uzak olduunu kabul etmitir.
\

266 / 13. Cilt TEFSÎR-1 KEBÎR

e) Sucu, Yûsuf'u, taâtlara koma


ve hapishanede bulunanlara iyilik etme
hususunda, son derece sây-ü gayret göstermekle nitelemitir.

f) O, yllarca hapishanede kalmt. Bütün bunlarn her biri o insan hakknda iyi
niyetli olmay gerektiren eylerdir. Ya bunlarn hepsi tek bir kimsede bir araya
gelmise! te bundan dolay,hükümdarn, Yûsuf hakkndaki hüsn-i niyyeti artmtr.
Allah, bir eyin olmasn istediinde o eyin sebeplerini bir araya getirir ve onlar
kuvvetlendirir.

Bunu iyice kavradnda biz diyoruz ki: Melik tarafndan Yûsuf’un bütün bu halleri
görülüp tesbit edilince, onun Yûsuf’u kendisine müstear edinmek hususundaki
arzusu artm ve bunun üzerine ^ j,Jj “Getirin onu bana!
Onu kendime has bir müstear edineyim!” demitir. Rivayet olunduuna göre elçi,
Yûsuf’a “Hapishane kirlerinden temizlen, güzel elbiseler giyin ve güzel bir görünüm
arzet, kendine çekidüzen ver! Çünkü hükümdarn yanna gideceiz’’ demi, o da
hapishanenin kapsnn üzerine, “Buras, meakkat yeri, dirilerin kabri, dümanlarn
sevinç vesilesi ve dostlarn da tecrübe kazand yerdir!” eklinde yazmtr. Yûsuf
(a. s.), meliin yanna girerken de “Allahm, senden, senin hayrn vastasyla onun

hayrndan istiyorum; ve onun errinden, senin izzet ve kudretine smyorum!” dedi.


Daha sonra, ona selâm vererek, branice ona dua etti.

“stihlâs” bir eyin, ortaklk aibelerinden kurtarlarak arndrlmasn istemek,


has klmak demektir. Bu melik de, Yûsuf'un srf kendi emrinde olmasn ve ondan
hiç kimsenin, kendisine ortak olmamasn istemiti. Çünkü krallarn adeti” nefis ve
güzel eylerin sadece kendilerinde ’
bulunmasn da
istemektir. Binâenaleyh, kral
Yûsuf’un, ozamann tek insan ve ei buiurmaz bir kimse olduunu anlaynca, onun
sadece kendisine has olmasn istemitir.

Rivayet edildiine göre hükümdâr, Yûsuf’a “Ehlim ve benimle birlikte yemek


yemen benim hereyime ortak olman arzu ediyorum” demi; bunun
hariç, senin
üzerine de Yûsuf (a.s.): “Sen, benim seninle beraber yemek yememi istemez misin?
Zira ben, Yûsuf bn Yakûb bn shâk ez-Zebîh bn brahim el- Halil* im (a.s.)”
demitir.

Daha sonra Cenâb- Hak ’ZJf UÂî “Onunla konuunca da" buyurmutur.
Bu hususta iki görü bulunmaktadr:
a) Bu, “Kral, Yûsuf ile konuunca” Ulemâ öyle demitir: “Zira, krallarn
demektir.
meclisinde, hiç kimsenin ilk önce söze balamas doru olmaz. Söze önce balayan,
daima kraldr.”

“Yûsuf kral ile konuunca” demektir.


b) Bu, u
rivâyet edilmitir: “Yûsuf (a.s.)
kraln yanna vardnda otuz yanda idi. Melik onu, genç bir delikanl olarak görünce,
sakiye, "Bütün sihirbaz ve kâhinlerin bilemedii rüyânn tevilini bilen bu mudur?”

11. Cüz, YÛSUF SÛRKS 12/54-35 13. C'ill / 267

dedi.Bunun üzerine sâkl, “Evet!” dedi. Bunun üzerine de melik Yûsuf'a yönelerek:
“Ben rüyann tevilini bizzat senin azndan ifahî olarak duymak istiyorum" dedi.
Yûsuf (a.s.) da o cevâb ifahi olarak bir kez daha tekrarlad ve meliin kalbi de,
o rüyânn tabirinin doruluuna ehâdet etti. te o esnada Yûsuf’a
*j*} "Sen bugünden itibaren bizim nezdimizde mühim
bir mevki sahibisin demitir.

Arapça’da iJl&J' jl» -&• ö'yi “Falanca falancann yannda “mekîY’dir;


beyyinü’l-mekânedir” denilir. “Yani, menzilesi, mevki ve makam aikardr" denir.
Mekâne: Kendisinde bulunan ahsn, kendisi sayesinde istediini yapabilme halidir.
Onun, “emin" sözünün manas ise, “Biz, senin emin olduunu ve sana isnad edilen
eylerden uzak ve beri olduunu örendik, anladk" demektir.

Bil ki kraln, Mühim mevkî sahibisin, eminsin" sözü, kendisine ihtiyaç
bir

hissedilen her türlü fazilet, eref ve an ihtiva eden bir cümledir. Bu böyledir, zira,
onun mekin olabilmesi için, onun kudret ve ilim sahibi olabilmesi gerekir. Çünkü
kudret sayesinde imkânlar elde edilebilir. ancak kendisi sayesinde
lim sayesinde ise,

elde edilebilecek olan hayr fiilleri elde edilebilir. Zira Hz. Yûsuf, neyin uygun neyin
uygun olmadn bilmeseydi, uygun olanlarn yaplmasn; uygun olmayanlarn da
yaplmamasn hassaten belirterek söyleyemezdi. Böylece onun, mekin olmasnn,
kudreti ve ilmi sayesinde olduu sabit olmu olur.

Onun emîn olmasna gelince: Bu, Yûsuf’un, herhangi bir ii arzusuna göre deil,
tam aksine o ii hikmetin muktezasna göre yapan bir hakim kimse olmas demektir.
Böylece Yûsuf un mekin ve emîn olmasnn, O’nun, kadir olduuna, hayr, er,
(a.s.)’

fesât ve salâh yerlerini bildiine ve bir ii, arzusuna ve isteine göre deil, hikmetin
muktezâsna göre yaptna delâlet etmi olur. Böyle olan herkesten, kötülük ve hafiflik
kabilinden olan fiillerin olur. te
bundan dolay Mu’tezile, Allah
sâdr olmas imkansz
Teâlâ’mn kabîh olan eyleri yapmayacan isbât etmeye urarken öyle demitir:
“Allah Teâlâ kabîh olan eyleri yapmaz. Zira O, kabîh olann “kubh”unu bilendir;
O, kendisinin o kabîhi yapmaktan müstani olduunu da bilendir. Böyle olan herkes,
kabîh olan yapmaz." Onlar sözlerini öyle sürdürmülerdir: “O, ancak kâdir olduu
ve cehaletten münezzeh olduunda kabîh olan yapmaktan müstani olur!’ Böylece,
meliin, Yûsuf (a.s.)’ u "mekîn ve emin” diye vasfetmesinin, bu konuda söylenilmesi
mümkün olan eylerin zirvesi olduu sabit olmu olur.

Ülkenin Mâliyesinin Bana Gelmesi

Daha sonra Cenâb- Hak, ite o esnâda, Yûsuf (a.s.)’ un J* uiM


“Beni memleketin hâzineleri üzerine memur et. Çünkü ben onlar
iyice korumaya muktedirim. (Bütün tasarruf ekillerini de), bilenim” dediini

nakletmitir. Bu ifadeyle ilgili birkaç mesele vardr:


268 / 13 . Cilt TEFSlR-I kebîr

öyle demilerdir: Yûsuf (a.s.) hükümdarn


Müfessirler
BRNC MESELE rüyâsm, onun huzurunda tabir edip açklaynca, melik ona:
“Ey dost, ne önerirsin?” demi, bunun üzerine Yûsuf
(a.s.) da “Bolluk olacak yllarda, çokça ekin ektirmeni, depolar yaptrman ve
orada
yiyecekler depolaman öneririm. O ktlk yllar geldiinde araziden elde ettiimiz
bu geliri satarz, ite bu yolla da, çok büyük bir mal elde edilmi olur” dedi. Bunun

üzerine melik "Bu ii kim yüklenecek?” deyince de Yûsuf (a.s.) Beni memleketin
hâzineleri üzerine (memur) et” demitir ki, bu, “Msr topraklarnn hâzineleri üzerine”
demektir. Ahd ifâde etsin diye “ard” kelimesinin bana eliflâm getirilmitir. bn
Abbae (r.a.), Hz. Peygamber’ir, bu ayetle ilgili olarak öyle dediini rivâyet etmitir:
kÜte Jli U ja aUL-Y Ji* jiJ JJ *!)'

Üâ “Allah, kardeim
merhamet etsin. ayet o: “Beni memleketin
Yûsuf’a
hâzineleri üzerine (memur) et” demeseydi, o padiah onu, hemen o anda o ile
görevlendirirdi. Ancak ne var ki o, bunu deyince, o bu vazifeyi ona vermeyi bir

sene geciktirdi.

Ben derim ki bu, alacak eylerdendir. Zira Yûsuf (a.s.) hapishaneden çkmak
istemeyince, Allah bunu, ona en güzel bir biçimde kolaylatrd. Ama, hemen görev
almaya kounca, Allah onun bu gayesini gerçekletirmesini tehir etti. te bu, ahsi
tasarrufu terkedip, ileri tamamen Allah’a brakmann daha evlâ olacana delâlet
eder.

öyle diyebilir: Hz. Peygamber (s.a.s.), Abdurrahman


Birisi

KNC MESELE bn Semure’ye: “darecilik isteme” derken, Yûsuf (a.s.) niçin


Hz. Yûsuf’un Göreve Talip Olmas idarecilik taleb etmitir? Hem Yûsuf (a.s.), kâfir bir kraldan

idarecilik talebinde bulunmutur? Yine o, niçin bir müddet


sabretmemi, hemen o anda idarecilik talebindeki arzusunu ortaya koymutur? Hem
yine ö, niçin bu hareketi bir tür töhmet dourmasna ramen, hemen ilk bata
hâzinelerin iini üzerine alma talebinde bulunmutur? Yine Cenâb- Hak, “Nefislerinizi
tezkiye etmeyiniz” <Necm, 32) buyurduu halde, “Ben onlar iyi korumaya
muktedirim, bütün tasarruf ekillerini de bilenim ” diyerek nasl kendisini
medhedebilmitir? Keza onun, Ji-4^ demesinin faydas nedir? Hem
Jf\
o, bu hususta niçin bir istisnâda bulunmam yani “inaallah” dememitir? Zira
en
güzel olan onun “inaallah” (eer Allah dilerse), ben hafz ve alîm’im demesiydi.
Böyle söylemesinin en güzel oluunun delili ise Cenâb- Hakk’n “Ben yarn elbette
öyle öyle yaparm” deme. “Allah’n dilemesine balaman müstesnâ” (K®hf, 23-24)
ayetidir. Bütün bunlar mutlaka cevaplandrlmas gereken yedi sorudur.
11. Cüz, YÛSUF SÛRE S 12/3 4-33 13. Cilt / 269

Halkn ilerini Islah Ona Vacipti

Buna göre Bu sorularn cevab hususundaki temel kaide öyle


biz diyoruz ki:

denilmesidir: nsanlarn ileri hususunda tasarrufta bulunmak, Hz. Yûsuf’a vacip idi.
Binâenaleyh, onun, hangi biçimde olursa olsun, bu ie teebbüste bulunmas caiz
di. Biz, u
sebeplerden dolay, insanlarn ileri hususunda tasarrufta bulunmas,
çalmas vâcibtir dedik.

O, insanlara, Allah katndan gönderilmi hak bir peygamber idi. Peygamberin,


a)

mkânlar ölçüsünde, ümmetinin menfaatlerini gözetmesi, kendisine vâcibtir.

Yûsuf (a.s.), bir ktln ve çou kez kitlelerin ölümüne sebep olacak o darln
b)

meydana geleceini vahiyle örenmiti. Belki de Cenâb- Hak, Hz. Yûsuf’a bu


hususta tedbir almasn, o ktl, kendisi sayesinde halka az zararnn dokunacak
olduu bir metod uygulamasn emretmiti.

c) Hakedenlere faydalar ulatrmak, zararlar da defetmek hususunda gayret


sarfetmek, akllarca da güzel kabul edilir bir husustur.

Bunun böyle olduu sabit olunca biz diyoruz ki: Yûsuf (a.s.) ite bütün bu
yönlerden halkn menfaatine olan eyleri görüp gözetmekle mükellef idi. Onun, halkn ;

menfaatlerine olan eyleri görüp gözetmesi ise, ancak bu yolla mümkün idi.Vacibin,

kendisiyle tamamland ey de vâcibtir. Binâenaleyh, ite bu tavr taknma, Yûsuf’a


vacip idi. Bu vâcib olunca, bu husustaki bütün sorular külliyyen vacib olur.

“naallah” Demeyiinin zah


Hz. Yûsuf’un “inaallah” dememesi meselesine gelince, Vahidî öyle demitir:
'Bu, bir cezay iktiza eden bir hata olmutur. Bu cezâ da, Allah Teâlâ’nn Hz. Yûsuf’un
o maksadn, bir sene müddetle ertelemesidir.” Ben de derim ki: Belki de bunun
sebebi udur: ayet Yûsuf (a.s.) böyle bir istisnada bulunsayd, melik, Yûsuf’un bunu,
kendisinin bu menfaatleri gerektii gibi, zabt ü rabt altna alamyacan bildii için
söylediine inanacakt, ite bundan dolay Yûsuf (a.s.) inaallah dememitir.

Yûsuf’un Kendini övdüü ddias


Yûsuf’un kendi kendini methetmesine gelince, buna birkaç yönden cevap
verebiliriz:

a) Biz, Yûsuf (a.s.)’un kendisini methettiini kabul edemeyiz. Ancak ne var ki


Yûsuf (a.s.), kendisinin bu gayeyi tahakkuk ettirme hususunda faydal olan bu iki
vasfn kendisinde bulunduunu beyân etmitir. Bu iki ey birbirinden farkldr. Belki
de, Yûsuf (a.s.) o zann- galibine göre, bu vasflar zikretme ihtiyacn hissetmitir.
Zira hükümdar, her ne kadar onun dini ilimlerdeki mükemmeliyetini biliyor idiyse de,

Yûsuf’un bu ii de hakkyla yerine getirebileceini bilmiyordu.


770 / 13. Cilt TEFSlR-I KEBÎR

Sonra, biz öyle de diyebiliriz: Farzet ki o, UJhdni methetmitir. Ancak ne var


ki,insann kendisini methetmesi, bu methiyle büyüklenmeyi, tefahür etmeyi ve
böylece de, helâl olmayan eylere ulamay kasdedince mezmum ve kötü olur. Ama
bu ekilde olmaynca, biz onun haram olduunu kabul edemeyiz. Binâenaleyh,

Cenâb- Hakk’n Nefislerinizi tezkiye etmeyiniz” (Necm, 32) buyruundan kastedilen,
nefsi, onun tezkiye edilmemesi kesin olarak bilindii zaman, onu tezkiye etmektir.

Bunun delili, Cenâb- Hakk’n, bu ifadenin hemen peinden, “Müttaki olan en iyi
bilen O’dur” (Necm, 32) buyurmasdr. Ama insan, kendisinin doru ve hakl olduunu
bildiinde, böyle bir ey yasak deildir. Allah en iyi bilendir.

Ha:. Yûsuf’un Kendisini “Hafz ve Alîm” Olarak Tavsifi

Onun “hafz, alîm”eklinde vasfetmesinin faydas nedir? eklindeki


kendisini,
soruya cevap olarak da öyle diyoruz:

Bu ifade, onun, “Ben kendisiyle gelir ve mallarn elde edilmesinin mümkün olaca
bütün tasarruf yollarn hafîzim (bunlar iyice kavramm); maln nerelere
sarfedilmesinin uygun olaca her yönü de iyice bilirim” demesi gibidir. Nitekim,
“Ben insanlarn faydasna olan eylerin tamamn hafîzim, iyice kavramm; onlarn
bütün ihtiyaç ekillerini de alîmim, iyice bilirim” denilmektedir. Yine, "Ben, senin
bütün nimet ve ikrâm ekillerini iyice kavramm - hafz ve, onlara tâat ve inkyâdmla
mukabelede bulunmamn vacib olduunu da “alîm’im, iyice bilirim” denilir. Bu,
isteyenlerin daha çok misal getirmesi mümkün olan bir konudur.

“te o ülkede Yûsuf'a kudret ve eref verdik O, o yerin neresini dilerse, orada
konaklard. Biz rahmetimizi, kime dilersek, ona nasp ederiz, iyi hareket
edenlerin mükâfaatn zayi etmeyiz. man edip de takvada devam edenlere
has olan ahiret mükâfaat ise, muhakkak ki, daha hayrldr”
(Yûsuf, 56-57).

Bu ifadeyle ilgili birkaç mesele vardr:


|V CIU, YÛSUF SÛRES i 2/36-37 13. Cilt / 271

Bil k Yûsuf (a.8.), hükümdardan kendisini ülkenin


BRNC MESELE hâzineleri memur klmasn isteyince, Allah,
üzerine
Yûsul'a Ülkede Yetki Verilmesi meliin: "Ben bunuyaptm” dediini nakletmemi, aksine
Cenâb- Hak, ^
dUûS'j ‘te o ülkede

Yûsuf’a kudret ve eref verdik” buyurmutur. Binâenaleyh, bu noktada müfessirler


öyle demilerdir: fadede bir hazf olup, bunun takdiri “Hükümdar “tamam, yaptm"
dedi* eklindedir. Ancak ne var ki Cenâb- Hakk’n, o ülkede Yûsuf’a böyle bir imkân
vermesi, meliin de Yûsuf’a istedii bu hususta ona icabet ettiine delâlet etmektedir.

Ben diyorum ki, müfessirlerin bu hususta yapm olduklar bu izah güzeldir. Ancak
ne var ki burada, bundan daha güzel olan öyle bir izah yaplabilir: Meliin, Yûsuf'un
steini kabul edip ona icâbet etmesi, zahirî alemdeki bir sebeptir. Ama hakîkî müessir
se, Cenâb- Hakk’n Yûsuf’a o yerde imkân vermesinden bakas deildir. Bu
böyledir, zira o kral, Yûsuf’un isteini kabul veya reddetmeye muktedir idi. O halde
kabul ve reddetmek hususu, melie eit bir biçimde izafe edilir. Bu eitlik devam ettii
müddetçe, kabûlün tahakkuk etmesi imkânsz olur. Binâenaleyh, o padiahn
zihninde, kabûl tarafnn red tarafna ar basmas gerekirdi. Bu ar basma ii ise,
ancak Allah’n yaratm olduu bir müreccih sebebiyle olabilirdi. Allah, o müreccihl
yaratt zaman, muhakkak ki kabûl tahakkuk etmitir. Binâenaleyh, Yûsuf’un orada
mkân bulmas, kudret sahibi olmas, ancak Allah’n, o padiahn kalbinde tahakkuk
ettiinde neticenin meydana gelmesi kudret ile kesin sebebin toplamn yaratmas
ileolmutur. te bundan dolay Allah Teâlâ, o meliin, Yûsuf’un isteine icâbet
etmesini zikretmemi, sadece lahî imkân vermenin zikredilmesiyle yetinmitir. Zira,
hakîki müessir ancak O’dur;

Rivayet olunduuna göre melik, Yusuf’a yönelmi, meliklik

KNC MESELE yüzüünü çkarm, bunu Yusuf’un parmana takm,


Hz. Yusufun Mutlu dare Dönemi klcn Yusuf’un boynuna asm ve Yusuf’a ve yakut inci

kakmal, altndan bir taht yaptrmtr. Bunun üzerine Yusuf


(a.s.), “Tahta gelince, o taht sayesinde senin mülkünü kuvvetlendiririm; mühür
ile senin ilerini yönetirim. Ama, taca gelince, bu ne benim ne de benim atalarmn
libâs, giysisi deildir” demi ve tahta oturmutur ve halk da kendisine itaat etmitir.

Melik o malum kadnn kocas Ktfîr’i azletmi, bundan sona ise# Ktfîr ölmü ve
padiah Yusuf’u, onun karsyla evlendirmitir. Hz. Yusuf (gerdek gecesi) kadnn

yanna girince, “Bu, senin daha önce istediinden daha hanyl deil midir?” demi,
ve onu bekâr bulmutur. Böylece o kadn, Yusuf’a Efrayim ve adnda iki çocuk Mâ
dourmutur. Hz. Yusuf, Msr’da adâleti uygulam, bu sebeple de kadn erkek,
herkes onu sevmitir. Hem o melik, hem de pek çok insan Hz. Yusuf sayesinde
müslüman olmulardr. Ktlk ylnda Msrllar, ilk sene gümü ve altn mukabilinde;
ikinci sene, süs eyas ve mücevherler mukabilinde; daha sonra da, hayvan, sonra

mal mülk ve akârlar mukabilinde, en sonra da köleler mukabilinde tahllarn


• 272 / 13. Cilt TEFSÎR-1 KEBÎR

satmlardr. Böylece o onlar yllarca köle olarak kullanmtr.. Bunun üzerine onlar
“Allah’a yemin olsun ki biz, bu melikten daha muktedir olan baka bir melik
görmedik” demiler, böylece, bütün herkes, onun kulu kölesi olmutur. Hz. Yusuf
(a.s.) bunu duyunca: “Ben Allah’ ahit tutuyor ve diyorum ki, ben bütün Msr

halkn kölelikten azâd ettim ve mülklerini onlara geri verdim” demitir. Hz. Yusuf,
dier kimselerin de istifade edebilmesi için, tahl talebinde bulunan herkese bir deve
yükünden daha fazlasn» satmamtr. Keaf sahibi, bunu bu ekilde anlatmtr.
Dorusunu yalnz Allah bilir.

„ Kezalik kelimesindeki kaf, mekkenna fiili ile mansub olup,


ÜÇÜNCÜ MESELE bu, daha önce geçmi olan bir eye iarettir. Yani,
Hz. Yusuf’un Hakimiyetinin Baz ona yaklatrmak ve onu,
"Biz, melikin kalbini, sevgisini
Tezahürleri böylece, hapislik gamndan kurtarmamz hususunda
Yusuf’anasl in’am ettiysek, ona o ülkede yetki vermekle
de in’am ettik” demektir. <••***& ifadesinin manas ise, “Biz o
Yusuf’u, engelleri kaldrmak suretiyle istedii her eye muktedir kldk...” demektir.
Cenâb- Hakk’n '£=*' “O yerin neresini dilerse, orada konaklard”
ifadesindeki yetebevveu kelimesi hal olmak üzere nasb mahallinde olup, takdiri,

eklindedir. bn Kesir, fiili, Allah’a nisbet ederek, neâu diye okurken,


dier kraat imamlar yâ ile ve bu ii Yusuf’a izafe ederek, Yeâu eklinde
okumulardr.

Bil ki, Allah’n bu buyruu Hz. Yusuf’un, meliktik hususunda, kendisiyle hiç
kimsenin boy ölçüemiyecei ve hiç kimsenin kar çkamyaca, istedii ve diledii
her eyi tek bana yapabilecei bir mertebede bulunduuna delâlet eder.

Daha sonra Cenâb- Hak bunun bundan önce de böyle olduunu tekid eden
hususu da beyân buyurarak ’J»
Û-a “Biz rahmetimizi kime dilersek,

ona nasîb ederiz” demitir.

Bil ki Allah Teâlâ ilk Önce, bu imkân ve kudret vermenin bakas tarafndan deil,
kendisi tarafndan olduunu belirterek, “ite, o yerde, Yusuf’a kudret ve eref verdik”
buyurmu, daha sonra da bunu ikinci kez “Biz rahmetimizi kime dilersek ona nasîb
ederiz" ifâdesiyle’tekid etmitir ki, bunda iki fayda bulunmaktadr:

Birinci Fayda: Bu, her eyin Allah’dan olduuna delâlet eder. Kâdî öyle demitir:
O saltanat, ancak Allah’n yapt baz eylerle tamamlannca, o saltanatn hepsi,
sanki Allah tarafndan verilmi gibi olmutur. Kâdi’ye, u ekilde cevap verilir: Biz,

o saltanatn bizzat kendisinin, ancak Allah tarafndan tahakkuk ettirildiini iddiâ

ediyoruz. Zira, Kur’ân’n lafz, bizim görüümüze delâlet etmektedir. Bahsettiimiz


kesin aklî delil de, bizim görüümüzü takviye etmektedir. Binâenaleyh, bu lafz, mecazî
bir manaya hamletmek imkânszdr.
IV Cti, YÛSUF SÜRES 12/36-57 13. Cilt / 273

kinci Fayda: Bu mülk, Yûsuf'un eline, srf lahî meîet ve nafiz bir kudret ile

geçmitir. Kftdî ise: “Bu ayet Allah Teâlâ’nn, nimetler vermesinin, kullarn
maslahatnn gerektirdii bir biçimde cereyân ettiine delâlet eder" demitir.

Deriz ki: meîete ve srf lahî kudrete bal olduuna


Ayet, ilerin ilahî delâlet

eder. “Kullarn faydasn gözetmek" kaydna gelince, ayetin lafz buna delâlet
etmeyip, senin bizzat kendin, istein dorultusunda itibâre aldn bir itir.

Daha sonra Cenab- Hak jai-Al j£l Hj “iyi hareket edenlerin mükâfaatn
zayi etmeyiz” buyurmutur. Bu böyledir, zira ücret ve mükâfaat zayi etmek, ya
acziyyetten veya cehâletten. ya da cimrilikten dolay olur bütün bunlarn hepsi ki.

Allah hakknda düünütemeyen eylerdir. Öyleyse, Allah’n, mükâfaatlar zayi etmesi


de imkânsz olur.

Bil ki bu, Yusuf (a.s.)'un muhsinlerden olduuna dair Allah tarafndan yaplm
olan bir kadnn dört ubesi arasna (kucana)
ehadettir. Binâenaleyh, Yusuf’un, o
oturduu, yani onunla cinsi münasebete hazrland eklindeki iddia doru olsayd,
o zaman Yusuf’un, muhsinlerden olduunun söylenilmesi imkânsz olurdu.
Binâenaleyh ite bu noktada, ya Allah’, Yusuf’un muhsinlerden olduuna dair verdii
hükümde yalanlamak gerekir ki, bu, küfrün ta kendisidir; veyahut da Haviyye’nin
rivayet ettii o ey hususunda tekzib edilmesi gerekir ki, bu da iman ve hakkn tâ

kendisidir. Muttakiler çin Ahiret Mutluluu Öafoe Üstündür

Daha sonra Cenâb- Hak, tjilf


j
_pi ^ ej^Y' J*-Yj “man edip de
takvada devam edenlere has olan ahiret mükâfaat ise, muhakkak ki, daha
hayrldr” buyurmutur. Bu ifadeyle ilgili birkaç mesele vardr:

*
Bu ayetin hususunda iki görü bulunmaktadr:
tefsiri

BRNC MESELE Birinci Görü: Bununla “Yusuf (a.s.) bu dünyada her


makam ve derecelere ulam ise
ne kadar, böylesi yüce
de, ancak ne var ki, Allah’n ahirette onun için hazrlam olduu mükafaat, daha
hayrl, daha üstün ve daha mükemmeldir" manas kastedilmitir. Tercih sebeplerini,
biz bu kitapta defalarca anlatmtk. O izahlarn neticesi udur: Mutlak hayr, srf fayda
olan, devaml olan,sayg ve tazimle içiçe olandr. Bu dört kayt, ahiretle ilgili hayrlarda
mevcut olup, dünyann hayrlarnda yoktur.

Hayr Kelimesinin ki Farkl Mânas Hakknda


kinci Görü: “Hayr” hayrdan birinin dierinden üstün olduunu-
lafz bazan, iki

belirtmek için kullanlr. Nitekim “gül suyu sudan daha iyidir (hayrldr)” denilir. Bazan
da, kendisinden “daha üstün olma” manas kastedilmeksizin, o iin bizzat kendisinin
rr
hayrl olduunu ifâde etmek için kullanlr. Nitekim aIJ' j* -kj=)l Tirîd,

hayrdr” denilir. Yani, “Tirîd Allah’n ihsan ve


Allah’tan olan bir lütfü ile meydana
gelen hayrlardan bir hayrdr” demektir.

274 / 13. Cilt TEFSR- KEBR


1

Bunun böyle olduu sabit olunca, Cenâb- Hakk’n, /r'] fâdesini, birinci

manaya göre ele alrsak, o zaman dünya de "hayrl olmakla” tavsif


lezzetlerinin

edilmi olmalar gerekir; yok eer onu, ikinci manada ele alrsak, o zaman, dünya
menfaatlerinin de hayrl olduunun söylenilmemesi gerekir. Aksine bu belki de sadece
ahiretin hayrlarnn hayr olup onun dnda kalan eylerin abes ve bo olduunu
ifâde eder.

Cenâb- Hakk'n, man edip de takvada devam edenlere


KNC MESELE has olan ahiret mükâfaat muhakkak ki daha hayrldr
ise,

buyruunda ,
Yusuf (a.s.)’un durumunun açklanmasnn
kastedildiinde üphe bulunmamaktadr. u halde Yusuf (a. s.) hakknda, onun iman
edip takvada devam eden kimselerden olduunu tasdik etmek gerekir. te bu tabir,
Yusuf (a.s.)’n önceden de müttakilerden olduunun Allah tarafndan açkça ilan
edilmesi anlamna gelir. Burada, Allah Teâlâ’nn, Yusuf hakknda “O andolsun, ona
niyyeti kurmutu. Rabbinin bürhann görmeseydi nerdeyse o da ona kasdetmi”
^;/nî/fi”(Yusuf, 24)buyurduu o zamann dnda, Yusuf’un (zaman olarak) içinde yine

müttakilerden olduunu açklamaya ihtiyaç duyulan daha Önce geçmi olan baka
bir zaman söz konusu deildir. Binâenaleyh bu, Yusuf (a.s.)’un o vakitte de,

müttakilerden olduu hususunda, Allah tarafndan yaplm olan kesin bir ehâdet
olur. Allah’n, “yi hareket edenlerin mükâfaatn, zayi etmeyiz” buyruu da, Yusuf

(a.s.)’un muhsinlerden olduu hususunda Allah tarafndan yaplm bir ehâdettir.


Hak Teâlâ’nn “Çünkü o, (taatde) ihlasa erdirilmi kullanmadand” (Yûsuf, 24)
buyruu da Yusuf’un muhlis kullardan olduu hususunda, Allah tarafndan yaplm
baka bir ehâdettir. Böylece, Cenâb- Hakk’n, Yusuf (a.s.)’un müttakilerden, ,

muhsinlerden ve muhlislerden olduuna ahitlik ettii kesinlemi olur. Halbuki cahil


Havi ise, Yusuf (a.s.)’un hüsrana uram günahkârlardan olduunu iddia ediyor.
,

Bunca tekidli ve muhkem ifâdelere ramen, Allah Teâlâ’nn sözüyle hükmetmeyenin,


hüsrana uram olanlarn ta kendilerinden olacanda hiç bir üphe
bulunmamaktadr!..

Kftdl, "Cenâb- Hakk’n man edip d& takvâda devam
ÜÇÜNCÜ MESELE edenlere has olan âhiret mükâfaat ise, muhakkak ki,

daha hayrldr buyruu, büyük günahlardan korunmayan
kimselerin âhirette mükâfaat elde edemeyeceini iddia eden Mürcienin gürüünün
bâtl olduuna delâlet eder” demitir. Biz deriz ki: "Bu, zayf bir görütür. Çünkü
buradaki “hayr” kelimesini ism-i tafdil (daha hayrl) manasna alrsak, muttakilerin
sevabnn daha üstün olaca manas çkm olur ki, bundan, bakalar için sevab
olmad neticesi çkmaz. Yok eer bu kelimeyi, "hayrl” manasna hamledersek,
bu, o hayrn müttakiler için söz konusu olduuna delâlet eder. Yine bu da hayrn
müttakilerin dndaki kimseler için olmayacan göstermez.
1Î, Cüz, YOSUP SORES 12/58-61 13. Cilt / 275

Kardelerinin Msr’a Gelmeleri


Yusuf’un kardeleri gelip, oun huzuruna girdiler. O, onlar tand. Onlar ise,

kendisini tanmyorlard. Vakta ki o onlarn (zahire) yüklerini hazrlad. Dedi


ki: “ Bana baba
,
bir erkek kardeinizi de Görmüyor musunuz, tam
getirin.

ölçek veriyorum. Ben misafir arlayanlarn hayrlsym. Eer onu bana


getirmezseniz, artk benim yanmda size hiçbir ölçek yok. Bouna )
( bana
yaklamayn .” Onlar dediler ki: “Onu babasndan istemeye çalrz. Herhalde
(bunu) yaparz”
(Yusuf. 53-61).

Bil ki, ktlk bütün beldeleri sarp, Yâkub (a.s.)’ n beldesine de ulap, onlar da

geçim darlna düünce, Hz. Yakûb (a.s.) oullarna: Msr’da herkese yiyecek
datan sâlih bir zât var. Ona paralarnz götürüp, ondan yiyecek eyler aln ” dedi.
Bunun üzerine onlar, on karde, Yusuf’a doru yollandlar. Msr’a gelip onun yanna
girdiler. te
bu hadise, Hz. Yusuf’un, kardeleri ile bulumasna, onlar Yusuf’u

kuyuya atarlarken, Cenâb- Hakk’n ona (vahiyle) bildirdii, Andolsun ki sen onlara,

hiç farknda deillerken (bir gün) bu ilerini haber vereceksin (Yusuf, i5) eklindeki
haberinin doruluunun ortaya çkmasna bir sebeb gibi olmu olur.

Yusuf’un Onlar Tanmas


Hak Yusuf’un onlar tanyacan, onlarn se kesinlikle onu
Teâlâ,
tanmayacaklarn haber vermitir. Hz. Yûsuf’un onlar tanyaca hususu, ayetteki,
Bu ilerini haber vereceksin” cümlesinde, onlarn Hz. Yusuf’un yanna gelip
14

gireceklerini haber vermesi ile tahakkuk etmitir; Hem Yusuf (a.s.)’un rüyas da,
onlarn, bir gün yanna geleceklerine bir iaretti. te bu sebebten ötürü, ö bunu
beklemekteydi. Binâenaleyh o uzak beldelerden, kapsna gelen herkesin, kendi
kardeleri olup olmadn anlamak için, durumlarn aratryor, hallerini öreniyordu.
Kardeleri Yûsuf’un kapsna geldiklerinde, onlarn durumlarn da aratrnca, onlarn
kendi kardeleri olduunu anlad.
27ft / 13. Cilt TEFSÎR-1 KEBÎR

Kardelerinin Yusuf’u Tanmamalar


Onlarn Hz. Yusuf’u tanyamamalarnn sebebleri de unlardr:

1) Yusufkapcsna, onlar içeri sokmamasn emretmi ve onlara bir arac


(a.s.)

ile konumutur. Durum böyle olunca, onlar onu tanyamamlardr,


özellikle,
padiahn heybeti ve onlarn ar ihtiyaç içinde olular, endie ve korkularn artrmt.
Bütün bunlar gerçekletiinde, tam bir anlay salayacak olan mükemmel bir
düünceye mânîdir.

2) Onlar onu kuyuya atarlarken, o küçük idi; halbuki imdi onu sakal gürlemi,
ekli3) emâili deimi
olarak görmülerdi. Zira onlar, Hz. Yusuf’u tahtnda, ipek
elbiseler içinde, boynunda altn halka, banda altn taç olarak otururken görmülerdir.
Yte onlar, aradan uzun zaman geçtii için, Yusuf’un hadisesini unutmu gitmilerdi,
ifc bu sebebten ötürü, onu kuyuya atlarndan o zamana kadar, aradan krk senenin
geçmi olduu söylenilmitir. Bütün bu sebeblerin herbiri, tam bir tanmann
gerçeklemesine mani olur. Ya sebeblerin hepsi birden bulunursa...

Bu bilginin ve tanmann gerçeklemesi, Allah’n yaratmas (bildirmesi) ile

olmutur. Binâenaleyh de Cenâb- Hak, “Andolsun ki sen onlara, hiç farknda


belki
deillerken, (oir gün) bu ilerini haber vereceksin” (Yusuf, s) buyruu ile, ona haber
verdii bu ii gerçekletirmek için, kardelerinin kalblerinde bu tanma ve hatrlama
iini yaratmamtr. Böylece bu, Hz. Yusuf (a.s.)’un mucizelerinden olmutur.

Onlara Zahire Yükletip Göndermesi

Cenab- Hak daha sonra ‘‘Vakta ki o, onlann (zahire) yüklerini hazrlad”


buyurmutur. Leys öyle der: “Arapça’da, bir kimse bir topluluun, yolculukta onlara
lâzrn olacak eyleri karlamay üzerine alp, yüklendiinde, f jü' denilir.
jl^r gelinin çehizi ve ç4J' ölünün techizât ifâdeleri de bu köktendir.
Bu, bu kimselerin ihtiyaç duyduklar eyler demektir. Basrallarn bunu cîm’in kesresi
ile, eklinde kullandklarn da duydum.” el-Ezherl öyle demitir: “Bütün
kurrâ, bunu cim’in fethas ile okumulardr. Kesreli okunuu güzekbir lehçe deidir.”
Müfessirler iöyle demilerdir: “Yusuf (a.s) onlardan herbiri deve yükledi, onlar
için bir
misâfir ederek ikram etti ve yolculuk esnasnda ihtiyaç duyacaklar hereyi verdi,
te ayetteki “Onlarn teçhizatn düzdü” cümlesi bu manayadr.

Ana bir Kardei Bünyamin’i stemesi

Daha sonra Cenâb- Hak, Hz. Yusuf (a.s)’un onlann her türlü ihtiyaçlarn
karlaynca, onlara, ja “Bana, baba bir erkek kardeinizi de getirin”
dediini haber verir.
,

n ( üz, YÛSUF SÛRES 12/58-61 13. Cilt / 277

Bil ki, bu sözün, Yusuf (a.s.)’un o kardeinin durumunu sorabilmek için, mutlaka
daha önce aralarnda ondan bahsedilmi olmas gerekir. Alimler bu hususta çeitli
zahlar yapmlardr:

Birinci zah: Yaplan izahlarn en güzeli olan bu izaha göre, Hz. Yusuf’un herkese
kar tutum ve âdeti, her bir olmakszn bir deve yükü yiyecek
insana, ne fazla ne eksik
vermekti. Yusuf’un yanna gelen kardeleri, on kii idiler. Yusuf (a. s.), onlara da on
deve yükü yiyecek verdi. Onlar^Bizim babamz ve onunla beraber kalm bir
ihtiyar

kardeimiz daha var” dediler. Babalarnn çok yal ve kederli olduu için
gelemediini, o kardelerinin ise, babalarna bakmak için orada kaldn, dolays
le o kisi için de, yiyecek vermesi gerektiini söylediler. Bunun üzerine Yusuf (a.s.)

o deve yükü daha yiyecek verdi. Onlar, bu ekilde bahsedince, Yusuf


ikisi için, iki

(a.s.) “Bu, babanzn, onu sizden daha fazla sevdiini gösterir. Hayret! Güzel, akll

ve edebli olmanza ramen, babanzn o kardeinizi sevmesi, size olan sevgisinden


daha çok olduuna göre; bu, o kardeinizin sizden hay, et uyandracak kadar daha
akll, daha edebli, daha faziletli olduunu gösterir. Onu görüp tanmam için, bana
getiriniz” dedi. te bu sebeb, uygun ve muhtemel bir sebebtir.

kinci zah: Onlar, Hz. Yûsuf (a.s.)’un yanna gelip, o da onlara yiyecek verince:
"siz kimsiniz?” diye serdu. Onlar: “Biz, âmilardan, çobanlk yapan bir topluluuz.
Bize de ktlk geldi. Bundan dolay yiyecek almak için geldik” dediler. Bunun üzerine,
Yusuf (a.s.) “Belki de siz casûs olarak geldiniz?” deyince: ‘“Allah’a snrz. Biz
Ya’kûb ismindeki, doru, yal ve peygamber olan bir babann oullaryz ve hepimiz
kardeiz” dediler. Hz. Yûsuf (a.s.) “Kaç kardesiniz?” dediinde, onlar-: “Oniki
kardetik. Birisi öldü; dieri de, ölen kardeinden ötürü babasma teselli sebebi olsun
diye, babas ile birlikte kald. Biz, on karde olarak sana geldik” dediler. Hz. Yusuf

(a.s.) “Birinizi yanmda renin brakn. Babanzn peygamberliini, bana anlatmas için,

mutlaka o baba bir kardeinizi bana getirin” dedi. Bunun üzerine onlar, aralarnda
kurâ çektiler. em’ûn’a isabet etti. em’ûn, Hz. Yûsuf (a.s.) için, onlarn (o zaman)
en iyi düüneni idi. Böylece em’un’u Hz. Yûsuf’u» <«anna braktlar.

Üçüncü zah: Belki de, onlar babalarndan bahsedince, Hz. Yûsuf (a.s.): “öyle
ise onu yapayalnz braktnz?” dedi. Onlar “Hayr onu yalnz brakmadk.
niçin

Aksine onun yannda birisi kald” dediler. Bunun üzerine Hz. Yusuf (a.s.): Babanz
niçin onu seçti. Bir sakatlndan dolay m bu ii ona verdi?” öe di. Onlar: “Hayr,
aksine babamz onu, dier evladlarindan daha çok sevdii için seçti” dediler. Bundan
dolay» Yûsuf (a.s.): “Siz, babanzn âlim, hakim, rastgele hareket etmeyen birisi
olduunu söylediniz. Sonra da, o kardeinizi daha çok sevdiini söylediinize göre
gördüüm kadar ile hepiniz de âlim, faziletli ve hakim kimseler olduunuza göte,
o kardeinizin fazilet ve olgunluk bakmndan sizden daha üstün olmas gerekir.
O kardeinizi görmek istiyorum. Onu bana getirin” dedi.
278 / 13. C:il1 TEFSÎR-I KEBÎR

kinci izah, müfessirler yapmtr. Birinci ve üçüncü izah’da muhtemeldir. En


iyisini Allah bilir.

Daha sonra Cenâb- Hak, Hz. Yusuf (a.s.)’un: Jîi OjjS Sf'

“Görmüyor musunuz, tam ö/çek veriyorum dediini bildirmitir. Bu, “Ben, tam
ölçüp veriyorum, cimrilik etmiyorum. O kardeiniz için de size bir deve yükü fazla

veriyorum Ulj “Ben, misafir arlayanlarn en hayrlsym”


demektir. Çünkü o, onlar arlarken, çok ikramlarda bulundu. Ben derim ki: Ayetteki
bu ifade, müfessirlerin yapt ikinci izahn zayf olduunu gösterir. Çünkü o izahn
Yûsuf’un onlar itham etmesine ve onlara casusluk isnad etmesine
temeli, Hz.
dayanr. Eer o bu sözü onlara açkça söylemi olsayd, onlara, “Görmüyor
musunuz, tam ölçek veriyorum. Ben, m isâfir arlayanlarn en hayrlsym” demesi
uygun dümezdi. Hem sonra, Hz. Yusuf (a.s.)’un kendisi sddîk (dosdoru) olduu
halde ve onlarn böylesi bir suçtan uzak olduklarn bile bile: “Sîzler casussunuz”
demesi, uzak bir ihtimaldir. Çünkü sddîk olana, iftira etmek uygun dümez.

Daha sonra O, Slj


fa jnfiS ,* OÜ “Eer onu bana
getirmezseniz, artk benim yanmda size hiçbir ölçek yok. (Bouna) bana
yaklamayn” demitir. Bil ki Yûsuf (a.s.), onlardan o kardeini getirmelerini isteyince,
hem tevik, hem he tehdid üslubunu birlikte kulland. Tevik onun: “Görmüyor
musunuz, tam ölçek veriyorum. Ben, misafir arlayanlarn en hayrlsym”
sözüdür. Tehdid ve korkutma ise, “Eer onu bana getirmezseniz, artk benim
yanmda size hiçbir ölçek yok, bana yakkmaym!” sözüdür. Bu ifade, bir tehdiddir.

Çünkü etmeye mecbur idiler. Onu elde edebilmek de, ancak elinde
onlar yiyecek elde
yiyecek bulunan bu kimse vastasyla mümkündü. Binâenaleyh o onlara, yanna
gelmeyi yasak edince, bu son derece ileri bir tehdid ve korkutma olmu olur.

Onlar, Hz. Yûsuf (a.s.)’un bu sözüne kar, lîlj «U' ijljL.

“Onu babasndan istemeye çalrz. Herhalde (bunu) yapabiliriz” dediler. Bu, “Biz,
onu onun elinden almaya çalrz ve bunun yolunu ararz. Herhalde bunu
becerebiliriz” demektir. Bu ikinci cümlenin gayesi, te’kiddir. Bu cümlenin, “Biz, onu
sana getirebiliriz” manasna gelebilecei gibi, “Bu konuda elimizden geleni yaparz”
mânasnda olmas da muhtemeldir.
n. Cüz, YOSUF SÜRES 12/62-64 13. C !
't / 279

"(Yusuf) uaklarna: “Sermâyelerini yüklerinin içine koyun. Olur


,
ki, ailelerine

döndüklerinde, bunun farkna varrlar da, belki yine dönerler ” dedi. Bu


suretle, babalarna dönüp vardklar zaman “Ey babamz, bizden ölçek
yasakland. Bu sefer kardeimizi de bizimle beraber yolla da, ölçek alalm.
Biz, mutlaka onu muhafaza ederiz” dediler. (Hz. Yâ’kub da) dedi ki: “Ben
size inanr mym? Ancak daha evvel onun kardei Yusuf’u size güvendiim
gibi olmas müstesna. Allah en hayrl koruyucudur. O, merhamet edenlerin
en merhametlisidir”

(Yusuf, 62-64).

Bu ayetle ilgili birkaç mesele vardr:

Hamza, Kisâi ve Âsm’n râvisl Hafs, elif ve nün ile,

BRNC MESELE fiiyanihî eklinde; dier kraat imamlar ise, elifiz olarak,
Kraat Meselesi tâ ile, fityetihi eklinde okumulardr ki, her iki ekil de
uygundur. Bu tpk, sbyân ile sbye ve ihvan ile ihve
kelimelerinde olduu Ebu Ali el-Farisî öyle demitir. “Fltye kelimesi, fetâ
gibidir.

(genç, uak) kelimesinin çoulu olup az saydaki kimseler için kullanlr. Fityân ise,
sayca çok olan gençler hakknda kullanlr. Onun, az saydaki gençler (kuaklar) için
kullanlmak üzere türetilmi olmasnn izah öyledir: Hz. Yûsuf’un kardelerinin
sermayelerini, onlarn yüklerinin içine koyanlarn miktarlar sayca azdrlar. Çünkü
bu i, sr kabîlindendir. u halde, bunun, çok saydaki kimseden gizli tutulmas
gerekirdi.

“Fütyân” eklinin, sayca çok olan grup için kullanlmasnn izah da öyledir:

Hz. Yusuf (a.s.), Sermâyelerini yüklerinin içine koyun” demitir. Bu ifâdedeki
,

“yükler (rihâl)” kelimesi, fazla sayda yükü ifâde eden bir kelimedir. Binâenaleyh
bu ii yüklenenlerin de fazla sayda kimseler olmas gerekir.
280 / 1.1, Cilt TEFSlR-i KEBÎR

Alimlerin çou, Hz. Yusuf’un kardelerinin sermayelerinin,


KNC MESELE yüklerinin içine konulduunu bilmedikleri hususunda ittifak
Paralarnn Yükleri çine Geri etmilerdir. Bazlar, onlarnbundan haberdar olduklarn
Konulmasnn Sebebi söylemiler ise de, bu görü zayttr. Çünkü Hz. Yusuf’un,
“Olur ki bunun farkna varrlar” sözü, bunun yanl
olduunu gösterir. Daha sonra âlimler, Hz. Yusuf (a.s.)’un niçin, onlarn
sermayelerinin yükleri içine konulmasn emrettii hususunda, u deiik görüleri
belirtmilerdir:

1) Onlar, yüklerini açtklar ve sermâyelerini onun içinde bulduklar zaman, bunun


Hz. Yusuf’un ikram ve cömertlii olduunu anlarlar. Böylece bu, onlar tekrar
bir

Hz. Yusuf’a gitmeye ve onunla al-veri yapmaya arzulu olmaya sevkeder.

babalarnn yannda,
2) O, tekrar Msr'a gelmelerini salayacak bir parann
olmamasndan korkmutur.

3) O bununla, babasna genilik göstermek istemitir. Çünkü zaman, yokluk-ktlk


zamanyd.

Son derece ihtiyaçlar olduu halde, babasndan ve kardelerinden o yiyecein


4)
bedelini almann bir cimrilik ve uygun olmayan bir davran olacana karar vermitir.

5) Ferra unu söylemitir: “Onlar sermayelerini yüklerinin içinde görünce


kalblerine, kendileri nebî ve de nebilerin oullar olduklar halde, bunu sehven
denklerine koymu olduklar korkusu dütü. Bunun üzerine de, bunun sebebini
anlamak için tekrar geri döndüler. Ya da, mal sahibine iade etmek için geri geldiler.”

Yusuf onlara, kendilerine hiçbir ayp ve de minnet altnda kalma duygusu ârz
6)
olmayacak bir üslub ve yolla, ihsanda bulunmak istemitir.

7) Onun maksad, onlarn, eziyyet veya zulmetmek için, ya da maln bedelini


arttrmak amacyla bu kardein getirilmesini istemediini anlamalardr.

Yusuf, babasnn, onlara ikramda bulunduunu ve daha da fazla ihsanda


8)
bulunmay arzulam olduunu anlamasn, böylece kardeini yollamas ona
kendisinin gelmemesini istemitir.

Bu maln, bu sknt ve darlk zamannda onlara bir yardm olmasn dilemitir.


9)
Hrszlarn yol kesmesinden korktuu için, babalarna ulancaya kadar orada gizlice
kalabilmeleri amacyla, o dirhemleri denklerinin arasna koymutu.

Yusuf (a.s.), onlarn iddetli


10) kötülüklerine ayn younlukta ihsan ve ikramla
mukabelede bulunmak istemitir.

Daha sonra Cenâb- Hak, babalarnn yanna vardklar zaman onlarn, & lîli U

JJnJI “Bu suretle babalarna dönüp vardklar zaman “Ey babamz , bizden ölçek
&

13. Cilt / 281


\\ Cti, YOSUF SÛHBSt 12/62-64

V-, akland" dediklerini hikaye etmitir. Bu hususta iki görü bulunmaktadr:

“Onlar babalar ve onun yanndaki dier kardeleri için yiyecek istedikleri


a)

/aman bundan men olundular. te onlarn, “bizden ölçek yasakland” ifâdesiyle buna
iâret edilmitir.”

b) Bu, “Gelecekte onlardan ölçek men edildi, edilecek” anlamndadr. Bu da


Yusuf (a.s.)’un: “ Eer onu bana getirmezseniz, artk benim yanmda size hiçbir
ölçek yok”{Yusuf, 60) sözüne iâret etmektedir. Bundan muradn bu olduuna delil de,
onlarn js& UW Um “(Bu sefer) kardeimizi de bizimle beraber yolla da,
ölçek alalm” eklindeki sözleridir. Hamza ve Kisaî, nektel kelimesini yâ ile yektel;
dier kraat imamlar da nun ile nektel eklinde okumulardr. Birinci kraat, ilk görüü
kuvvetlendirirken, ikinci kraat ise ikinci görüü kuvvetlendirmektedir.

Daha sonra onlar, J Ü tflj “Biz, mutlaka onu muhafaza ederiz” dediler.

Böylece de, onu koruyacaklarna dair ona teminat verdiler. Onlar bunu söyleyince
... ... 7 > tt
Jp IS&A US V
. .1 ? ."l i
> ti '

Ya’kûb (a. s.) öyle


J-J j-? dedi: Ji
“Ben size inanr mym? Ancak daha evvel onun kardei Yusuf'u size güvendiim
gibi olmas müstesna.” Bunun manas udur: “Siz bu sözü daha önce Yusuf için

de demitiniz ve bana: “Biz onu mutlaka muhafaza ederiz” (Yusuf, 12) diyerek, onu
koruyacanza dair bana teminat vermitiniz. Sonra burada ayn eyi söylüyorsunuz.
Orda güvendiim gibi, burada da m
size güveneyim?” Yani, “Nasl o zaman

güvenceniz boa çkmsa, ayn ekilde burada da boa çkacaktr ” demektir.

Daha sonra öyle buyurdu: j*** Ü3t>- JJ- “ Allah en hayrl

koruyucudur. O, merhamet edenlerin en merhametlisidir.” Hamza ve Kisaî,


lite .fa y> “O, koruyucu olarak sizin için daha hayrldr” manasnda olmak
üzere, temyiz ve tefsir sadedinde olarak elif ile hâfizen eklinde okumulardr. Bu
Araplarn tpk ^rj y> “O, adam olarak, onlarn en hayrlsdr” ve

Ljli aji 4 îj "Allah için ; o, binici olarak çok iyidir” demeleri gibidir Yine bu
kelimenin hâl olmak üzere hâfzan eklinde okunduu da söylenmitir. Dier kraat
imamlar ise.masdarolarak elifsiz hfzan eklinde okumulardr. Yani, “Allah, korunak
bakmndan sizden daha hayrldr”; baka bir ihtimal ile “Bünyamin’i Allah’n
korumas, korumanzdan daha hayrldr” demektir. Bu ifâdeyi A’me j-V-
sizin

“Allah en hayrlsdr; korur gözetir, muhafaza eder” eklinde okurken, Ebu


Hureyre (r.a.) de, bunu 'j-rty (yM “Koruyucularn en hayrls,
merhamet edenlerin en merhametlisi” eklinde okumutur. Bunun manasnn, “Ben,
Yusuf (a.s.)’ korumanz hususunda size güvenmitim, ama ne olduunu biliyorsunuz.
imdiyse, Bünyamîn’in korunmas hususunda Allah’a tevekkül ediyorum” eklinde
olduu da söylenmitir.
282 / 13. an TEFSlR-1 KEBÎR

Bünyamin’i Gönderme Sebebi

Öuna göre eer, "Daha önceki olaylar müahede etmi olduu halde, daha niye
Bünyamin’i onlarla yollad?” denilirse deriz ki:

Bunun birkaç sebebi vardr:

1) Onlar büyümüler hayra ve salaha yönelmilerdi.

2) O, onlarla Büryami arasndaki kskançlk ve kinin, Yusuf’la aralarndaki kadar


olmadn görüyordu.

3) Yokluk ve ktlk, onu buna mecbur brakmt.


de Cenâb- Hak ona vahyetmi ve onu koruyaca ve kendisine
4) Belki geri
döndürecei hususunda teminat vermiti.

Buna göre eer: “Allah en hayrl koruyucudur” ifadesi, onun o zaman, olu
Bünyamin’in onlarla beraber gitmesine izin verdiine delâlet eder mi?” denilirse,
deriz ki:

Ekser ulemâ öyle demitir: "Bu, buna delâlet eder. Dierleriyse, delâlet etmez”
demilerdir. Bu hususta iki izah ekli bulunmaktadr:

1) fâdenin takdiri u ekildedir: "Eer Allah, Bünyamln’in onlarla beraber


çkmasna izin vermise, Bünyamin onlarn deil, Allah’n korumas altndadr.”

2) O, Yusuf’u annca "Allah en hayrl koruyucudur" dedi. Yani, Yusuf’u (korur).


Çünkü o, Yusuf’un yaadn biliyordu.

Yusuf’un Kardelerinin Sermayelerinin Geri Verilmesi

“Metâlarm açtklar zaman, sermayelerini kendilerine geri gönderilmi


buldular. “Ey babamz, dediler, daha ne istiyoruz, ite sermayemiz
de bize
iâde edilmi. (Biz onunla tekrar) âilemize zahire getiririz. Kardeimizi
koruruz.
Bir deve yükü zahire de fazladan alrz. Bu (seferki aldmz) az bir
ölçektir. ”
(Yusuf. 65).
IV Cüz, Y0SUF S0RES[ 12/65 13. Cilt / 283

Bil ki "metA”, kendisinden faydalanmann elverili olduu eylerdir; bu kelime,


her ey için kullanlan genel bir terimdir. Burada ise onunla, onlarn olduklar tam
yiyecein kasdedilmesi mümkün olduu gibi, yine yiyecek kaplarnn murad edilmi
olmas da mümkündür.

Daha sonra Cenâb- Hak, öSj ' jJ*-j “Sermayelerini kendilerine geri

gönderilmi buldular" buyurmutur. Krâat alimleri rüddet kelimesi hususunda ihtilaf

ettiler. dammesiyle rüddet eklinde okurken, Alkame ise, râ’nn


Ekseri âlim râ’nn
kesresiyle riddet eklinde okumutur. Keâf sahibi öyle demektedir: “dâm
edilmi olan daln kesresi, burada (Alkame’nin okuyuunda), râ’ya nakledilmitir.
Tpk y. “satld” kelimesinde olduu gibi.” Kutrub, Arablarn, bizim
sözümüz hakknda râ’y sakin okuyan kimsenin, râ’nn kesresini dâda naklettiini,
(yani eklinde) söylediklerini anlatmtr.

U ifadesine gelince, buradaki mâ hakknda iki görü bulunmaktadr:


Birinci Görü: Bu, olumsuzluk ifâde etmektedir. Buna göre de, bu tabir hakknda
birkaç izah ekli bulunmaktadr:

1) Onlar, Yusuf’u büyük kerem ve cömertlikle vasfetmiler ve: “Biz öyle bir
adamn yanna vardk ki, son derece cömert. Bize, biri öylesine ikramda bulundu
ve bizi öylesine güzel arlad ki, ayet o, Yakub sülalesinden olsayd bunu yapmazd”
demilerdir. te onlarn, ma nebgî sözü, “Yaptmz bu vasf ve nitelemeyle yalan
peinde deiliz; olmam olan bir eyi de anlatmyoruz” anlamndadr.

Bunun anlam udur: "O, ikrâm ve izzette öyle bir mertebeye ulamtr
2) ki,

bundan öte baka bir ey olamaz. Bize son derece ikrâmda bulunduktan sonra, bir
de üstelik sermayemizin bize geri verilmesini emretmitir!.”

Bunun manas: ff Sermayemizi bize geri verdi. Bu sebeple, ona tekrar


3)
varacamz zaman, senden baka bir sermaye istemiyoruz. Çünkü yanmzdaki u
sermaya bize yeter” eklindedir.

kinci Görü: Buradaki mâ Buna göre mana öyle olur:


istifhâm, soru içindir.
“Onlar sermayelerinin kendilerine iâde edildiini görünce: “Bundan sonra daha ne
istiyoruz ki?!” dediler. Yani, “O bize, yiyecek verdi. Sonra da bu yiyecein bedelini
en güzel biçimde bize iâde etti. Bunun ötesinde daha ne istiyoruz ki?”

Bil ki biz, mâ’y istifham manasna alrsak, kelâmn takdiri öyle olur: "Bu ikrâmn
üzerinde daha ne istiyoruz? Zira adam; paralarmz bize iâde etti. Ona tekrar
vardmzda âilemize zahire Kardeimizi koruruz. Kardeimizin de orada
getiririz.

bulunmasyla, bir deve yükü daha fâzla zahire alrz.” Esma’î öyle demitir.
"Arapça’da bir kimse ailesi için yiyecek kazanp getirdii zaman - ijtf

2R4 / 13. Cilt TEFSlR-t KEBÎR

denilmektedir.” Yine bu ifadeden alnm olmak üzere Arapça’da Jj* Yj «A&U


yani, “Onun yannda ne hazr bir yiyecek, ne de sonradan gelecek olan bir yiyecek
bulunmamaktadr” denilir.

Ayetteki jjj “Bir deve yükü zahire de fazladan alrz” ifadesinin ânlam
ise udur: “Yusuf (a. s.), her adama bir deve yükü yiyecek veriyordu. te onun kardei
J'Jftnyamin de oraya giderse, hiç üphesiz bu yük artacaktr.”

Buradaki mâ kelimesini olumsuzluk manasna hamledersek o zaman mana, “Biz


baka bir ey istemiyoruz. te
sermayemiz bize iâde edilmi. kinci gidiimizde
alacamz yiyecein bedeli olarak o bize yeter. Sonra da, öyle öyle yaparz...”
eklinde olur.

Cenâb- Hakk’n, JuT &I3 “Bu (seferki aldmz) az bir ölçektir" tabirine

gelince, bunun birkaç izah ekli bulunmaktadr:

1) Mukâtil öyle demitir: Bunun manas “Bu ölçek, böylesi cömert ve infak edip
harcamaya böylesi dükün bir kimse için azdr” eklindedir ki bu, Zeccâc’n tercih
ettii görütür.

2) Bu, az bir ölçektir. Yani, “Çok az dayanr. Mahsur kalma ve gecikmeler


sebebiyle, böyle bir yiyecein çok fazla dayanmas mümkün deildir” demektir.

3) Bundan maksadn, “kardeimiz olmakszn bu bize verilen ey azdr. Bunun


için, kardeimizi bizimle yolla da, bu azl çoklukla deitirelim” eklinde olmasdr.

Hz. Yakub’un Bünyamin'i Göndermek çin Garanti stemesi

“Etrafnz kuatlp
kalmanz müstesnâ), onu bana muhakkak
(çaresiz
getireceinize dair, Allah’dan, bana salam bir taahhüd vermedikçe onu
sizinle beraber göndermem” dedi. Artk ona teminatlarn verince O da:
,

“Allah, söylediklerimize vekil (olsun” dedi


(Yusuf, 66).
k

13. Cüz, YÛSUF SÜRES 12/66 13. Cilt / 285

Bil ki, burada geçen mevtk kelimesi, sika manasnda bir masdar olup, bu,
"kendisine Itimad edilen söz, ahid” demektir. O halde, bu kelime ism-i mef’ul
manasnda bir masdardr. Buna göre "Siz bana, kendisine güvenilir bir söz
vermediiniz sürece ben onu sizinle berâber yollamayacam’’ demek istemitir.

Mlnellah ifâdesinin manas "Onu, Allah’ ahit tutmak ve Allah'n adn anarak ona
yemin etmek suretiyle, kendisine güvenilen bir ahid, söz" anlamndadr. Ayetteki

kelimesinin bana lâm gelmitir. Zira biz, ^ j* Uf}* ifâdesiyle, yemin manasnn
kasdedilmi olduunu açklamtk. Buna göre kelamn takdiri: "Onu, muhakkak
surette bana getireceinize dair, Allah’a yemin etmedikçe” eklindedir.

Cenâb- Hak, A o' *i[ '‘Etrafnz kuatlp (çaresiz kalmanz müstesna)”


buyurmutur. Bu ifâdeyle ilgili iki bahis bulunmaktadr:

Birinci Bahis: Keâf sahibi öyle demektedir: "Buradaki istisnâ, istisnâ-i

muttasldr. O halde "mef’ûlün leh”dir. Müsbet olan,


kelimesi ise, olumsuz manadadr. Buna göre mana, "sîzler, onu tek bir sebep u
hariç, ne sebeple olursa olsun onu mutlaka bana getireceksiniz” eklinde olur.

kinci Bahis: Vahidî öyle demitir: "Müfessirierin bu hususta iki görüü


bulunmaktadr:

Birinci Görü: Cenâb- Hakk’n jA i)\ Sh tabirinin manas, "helak


olmanz müstesnâ” eklindedir. Mücahid öyle demitir: "Bu, "Hepinizin ölmesi
hali

hali müstesna; ite benim yanmda ancak bu bir mazeret olur.” Araplar birisinin
ölümü yaklat zaman M— derler. Nitekim Cenâb- Allah da
“Ona, onu helak edecek ey isâbet etti” manasnda olmak üzere »yk Jau*4j

“Onun bütün serveti istilaya uratld” (Kent. 42) buyurmutur. Yine Cenâb- Hak

<r-v.
Ja ^' r*'
“Sanrlar ki onlar çepeçevre kuatlmlardr” (Yunus, 22)

buyurmaktadr. Bu kelimenin manasnn asl udur: Kim düman tarafndan ve bütün


kurtulu yollar da kapatlrsa, üphesiz onun helâk vakti de yaklam demektir.
• ^ i

Bundan dolay helâk olmu olan herkes hakknda * & denilir.

tabiri,
kinci Görü: olduu görütür. Buna göre
Bu, Katâde’nin zikretmi ^
"Ancak, malup ve makhûr olup da, geri dönememeniz müstesnâ”
A
anlamndadr.

Cenâb- Hak sonra, jSj J yu U tiil jti «jsi tlü “Artk ona

teminatlarn verince o da: “Allah, söylediklerimize vekil (olsun) dedi” buyurmutur.


O, "ahid” manasn kasdetmitir. Çünkü ahid, bu ahdin kendisine havale edilmi
olmas manasnda bir vekildir. Binâenaleyh, eer siz bu ahdinizi tastamam yerine
getirirseniz, o sizi en güzel ekilde mükafaatlandrr. Yok eer bu hususta hakszlk

ve zulmederseniz, size en büyük cezây vermekle mukabelede bulunur.


Aöö t 1J. Vrlll creiK- kebir

Oullarna Ayr Kaplardan Girmelerini Tavsiye

v
.V

‘Yunu; “Oullarm, hepiniz bir kapdan girmeyin, ayr ayr


söyledi:
kaplardan girin. Allah’n kazasndan hiç bir eyi- sizden gideremem. Hüküm
Allah’dan bakasnn deildir. Ben ancak O’na güvenip dayandm. Tevekkül
edenler de yalnz O’na güvenip dayanmallar”
(Yusuf, 67).

Bil ki, Ya’kûb (a.s.)’un oullar, Msr’a doru hareket etmeye niyetlendiklerinde,
mükemmellik, güzellik ve tek
1)
bir adamn oullar olmak özelliklerinden dolay Ya’kûb

(a. s.) onlara, Hepiniz bir kapdan girmeyin, ayr ayr kaplardan girin demitir.
Bu hususta
2) iki görü bulunmaktadr:
Nazar Demesi Hakknda
Birincisi: Bu, müfessirlerin cumhurunun görüü olup, bana göre Ya’kûb (a.s.),

3) göz
onlara demesinden korkmutur. Bize göre, burada, bahsedilmesi gereken iki

makam vardr:

Birinci Makam: Göz demesi, nazarn hak olduunun isbât edilmesi. Buna, birçok
ey delâlet etmektedir:
*

Geçmi müfessirlerin, bu ayetten maksadn bu mâna olduunda ittifak

etmeleridir.

Rivâyet edildiinre göre Hz. Peygamber (s.a.s.) lylsii


^ y'U& US'Ju
drîi SUj oUv- JT ‘ja “Sizleri, her türlü eytandan, uursuzluktan
” (20)
ve kem gözlerden Allah’a sndrrm diyerek, Haan ile Hüseyin'i Allah’a
smarlyor, sndryor ve " brahim (a.s.) oullar smail ve shak (a.s)’ da böyle
Allah’a smarlyorlard” diyordu.

Ubâdetu bnu’s-Samit’ten rivâyet edilen eydir. O öyle demitir: "Günün u


daha banda Hz. Peygamberin yanna girdim; onun, son derece iddetli ac çektiini

20) Bhirf, Enbiya,. 10(4/119); Müslim, Zikir. 54-55 (4/2081).


IV Cüz, YOSUF SORESI 12/67 I 3 . CJI / 217

gördüm. Sonra, günün sonunda tekrar vardmda se, acsnn sona ermi olduunu
gördüm. Bunun üzerine bana öyle dedi: “ Cebrail bana furkanm (acdan kurtulu
reçetemi) getirdi ve bana öyle dedi: «uUj j* diijl 41' _(*-h

Allah’n adyla, seni, sana eziyyet veren her eye, her kem göze
ve her hasetçiye kar
okuyor ve tedavi ediyorum. Allah sana ifâ. versin”(21> dedi,
liunun üzerine ben, iyileip ayaa kalktm

4) Rivayet edildiine göre, Cafer bn Ebî Tallb’in oullar parlak, beyaz tenli

delikanllar idiler. Bundan dölay Esmâ (r.a.) “Ya Resulallah, onlara,çabuk göz deer.
kem gözlere kar okuyup üfleyeyim mi?”
Onlara dedi. Hz. Peygamber de ona; “Evet”
cevâbn verdi.

5) Hz. Peygamber (s.a.s), Ümmü Seleme’nin odasna girdi. Onun yannda, ar


çekmekte olan bir çocuk bulunuyordu. Bunun üzerine “Ya Resulellah, bu çocua
göz demi” dediler. Hz. Peygamber (a.s.) de: “Ona, göz demesine kar okuyup
?”
üflemiyor musunuz dedi.

î>) Hz. Peygamber’in u hadisi: jAl jÂ\ ç^J jO dlT jJj jr ji/l\

“ Göz demesi gerçek bir olaydr. ayet herhangi bir eyi kaderi geçseydi, göz,
” (22)
kaderi geçerdi.

7) Hz. Aie (r.a) nazar vuran (gözü deen) kimseye abdest almasn, sonra da
bu suyla, kendisine göz deen kimsenin ykanmasn tavsiye ederdi.

Nazar Demesini Kabul Etmeyenlere Reddiye

kinci Makam, göz demesinin mahiyetini izah etme hakkndadr. Biz deriz ki:

Ebu Ali el-Cübbaî, bunu iddetle reddetmitir. Fakat inkârna dair, hüccet bir.yana,
üpheden baka bir ey zikredememitir. Ama, göz demesinin olduunu kabul edip
bunu ikrar edenler, bu hususta birçok izah yapmlardr:

el-Hâfz öyle demitir: “Gözden birtakm parçacklar çkar ve beenilen ahsa


1)
doru giderek ona ular ve ona tesir eder. Bunun tesiri onda, -tesir etme ciheti her
ne kadar baka ise de- akrep sokmasnn, zehirin ve atein yakmasnn tesiri gibi

görülür.” Kadl: “Bu görü zayftr; çünkü, eer durum onun dedii gibi olsayd, bunun
güzel olmayan kimse üzerinde de, güzel olan kimse üzerindeki gibi müessir olmas
gerekirdi” demitir. Bil ki, bu itiraz zayftr; çünkü bir kimse, bireyin güzel olduunu
görse, kendi çocuunu ve kendi bahçesini güzel gördüü zamanki gibi, onun o
güzellii üzere kalmasn ister ve yine bazen de, haset eden kimsenin dümannn
elindeki eye kar hased duyduu zamanki gibi, onun o güzellii üzere kalmasn
istemez. Binâenaleyh, birinci durum olursa, bu kimsede, bu güzel görme esnasnda,

21) Müsned, 5/323; Müslim, Selam, 40/4/1718).

22) BuhArf, tb, 36 (7/24); Müslim, elfim, 41-42 (4/1719)


288/ 13. Cilt TEFSÎR-I KEBÎR

o güzelliin Kaybolacana dair iddetli bir ;.o r ku meydana gelir. iddetli korku da,
rûhun, kalbin içinde skp kalmasn iktiza eder. te o zaman, rûh ve kalb çok snr.
O zaman, rûh- basirede, kuvvetli ve scak bir hal meydana gelir, ikinci durum söz
konusu olduunda bu güzel görme esnasnda, iddetli bir haset; ve bu nimetin
dümann elinde olmas sebebiyle de büyük bir hüzün, keder meydana gelir. Hüzün
ve keder de, yine rûhun kalb içinde skp
kalmasna sebeb olur. Bu durumda da,
iddetli bir snma meydana gelir. Binâenaleyh, böylece sabit olur ki, bu kuvvetli olan
güzel görme esnasnda rûh, gerçekten snr ve böylece, güzel görmedii zamanki
durumun aksine, gözün ualar da snr. Çünkü bu snma, o zaman meydana gelmez.:
Böylece, bu iki durum arasndaki fark ortaya çkmaktadr. te bundan dolay Hz.
Peygamber (s.a.s.), gözü bakasna isabet edene abdest almasn, kendisine göz
isâbet edene de ykanmasn emretmitir.

2)Ebu Hâlm ve Ebu’l-Kasm el-Belhî öyle demilerdir: “Göz demesinin hak


olmas imkânsz deildir. Bunun izah öyle olur: Gözü (deen) kimse bir eye bakp,
güzel bularak ona hayret ettiinde, onun menfaati, kalbi o eye balanp kalmasn
diye, Allah'n o ahs ve o eyi deitirmesindedir. Binâenaleyh, bu durum imkânsz
deildir. Sonra u
da uzak bir ihtimal deildir: Eer o kimse, bu esnada, Rabbini
hatrlasa ve o kimseye hayran olmaktan yüz çevirerek Rabbinden, bundan
korunmasn istese, ite o zaman, onun için uygun olan ey tahakkuk eder. te bu
hal devaml ve muttarid olunca, hiç üphe yok ki “Ayn haktr" denilmitir.

3) hukemânn, feylesoflarn görüüdür. Onlar öyle demitir: “Bu söz, öyle


Bu,
bir mukaddime üzerine bina edilir: Müessirin tesir etmesinin art, onun tesirinin

scaklk, soukluk, rutûbet ve kuruluk gibi, bu hissi ve maddî keyfiyetlere göre olmayp
aksine, srf psikolojik bir tesir olmas, onda maddî ve cismanî etkilerin hiçbir alâkasnn
bulunmamasdr. Buna delâlet eden de udur: Eni dar olan bir levha, yere
konulduunda, insan onun üzerinde yürüyebilir. Fakat o levha, yüksek iki duvar
üzerine konulduunda, insan onun üzerinden yürüyüp geçemez. Bu srf, o kimsenin
oradan düeceinden korkmasndan ileri gelir. Binâenaleyh, anlyoruz ki psikolojik
tesirler mevcuttur. .

Yine insan meselâ falanca kimsenin kendisine eziyyet ettiini düündüünde


kalbinde bir hiddet meydana gelir ve vücudu, mizac da son derece snr. Bu
snmann sebebi, bu psikolojik tasavvurdan ve düünceden baka bir ey deildir.
Bir de bedenî hareketlerin balangc, psikolojik tasavvurlardr. Nefsin tasavvurunun,
kendi bedeninde baz deiikliklere yol açt sabit olunca, baz nefislerin tesirlerinin,
baka bedenlere etkiedecek biçimde olmas da uzak ihtimal görülemez. Binâenaleyh,
aklen nefsin, dier bedenlerde ve mahiyetçe farkl olan nefis cevherlerinde müessir
olmasnn imkânsz olmad sabit olur. Böylece, bir nefsin, o eyi görmesi ve ona
hayranlk duymas artyla baka bir canlnn bedeninde deiiklik meydana getirecek
bir tesire sahip olmas imkânsz deildir. Böylece bu manann, imkânsz bir ey
M. Cüz, YÛSUF SÛRUS 12/67 13. Cilt / 2 89

olmad sabit olur. Ta eski zamanlardan bunu teyid etmekte


beri olan tecrübeler,

ve peygamber? nefisler de bunu söylemektedirler. Öyleyse, bu durumda bunun vukû


bulduu hususunda hiç bir üphe kalmaz. Bu sabit olunca, geçmi müfessirlerin bu
ayetin tefsiri hususunda üzerinde mutabk kaldklar göz demesiyle ilgili görüün de,
reddi imkânsz olan hak bir söz olduu sabit olur.

kincisi: Ebu görüüdür. Buna göre, Hz. Ya’kûb’un oullan,


Ali el-Cübbai’nin

Msr’da çok mehur oldular. Herkes onlardan, onlarn güzelliinden ve


olgunluundan bahsetmeye baladlar. Bunun üzerine Ya’kûb (a.s.): “Bu saynz
ve bu heybetinizle, ehre, tek bir kapdan girmeyiniz. nsanlarn, size haset
etmelerinden emin olamazsnz ” demitir. Yahut öyle de denilebilir: Ya’kûb (a.s.)
Msr kralnn, kendi krall hakknda onlardan endie edip onlar hapsetmesinden
korkmutur. Bil ki bu izah, inkâr edilemeyen muhtemel bir izahtr. Ancak biz, birinci
görüün de aklen imkânsz olmadn ve müfessirlerin de onun üzerinde ittifak ettiklerini
söyledik. u
halde o görüü benimsemek gerekir. Haan el-Basrî’nin öyle dedii
nakledilmitir: “Hz. Yakûb, onlara göz demesinden korkmu ve bir tek kapdan
girmeyin demitir. Sonra Cenâb- Hakk’n ilmine yönelip, “Allah’n kazasndan hiçbir
eyi sizden gideremem” demitir ve böylece, göz demesinin hiçbir tesiri olmadn
anlamtr.” Katâde ayeti “göz demesi” anlamna tefsir etmi ve öyle demitir:
Allah’n kazasndan hiçbir eyi sizden gideremem” tabirinde, bunun yanl olduunu

gösteren bir ey bulunmamaktadr. Çünkü, eer göz demesi hak ise, Allah onun
tesirini izâle etmeye de kâdirdir.

Üçüncüsü: Hz. Ya’kûb (a.s.), olu Yusuf’un Msr hükümdar olduunu biliyordu.
Fakat, Cenâb- Allah ona, bunu izhâr etme izni vermemiti. Bundan dolay o, oullarn
onun yanna yollarken, “hepiniz bir kapdan girmeyin, ayr ayr kaplardan girin”
demiti. Bundan maksad ise Bünyamin’in Yusuf'un yalnz olduu bir vakitte yanna
varmasn temin etmek idi. Bu, brahim en-Nehaî’nin görüüdür.

Kader ve Tedbir Meselesi

Onun j» #& fi* “Allah’n kazasndan hiçbir eyi sizden

gideremem” demesine gelince: Bil ki insan, bu dünyada geçerli olan sebeplere riâyet
etmekle ve ayn zamanda, kendisine ancak, Allah’n takdir etmi olduu eyin
geleceine ve saknmann kendisini kaderden kurtaramayacana kesin olarak
inanmakla memurdur. Bununla beraber insan, öldürücü eylerden, zararl
yiyeceklerden saknmakla; imkân nisbetinde faydal eyleri elde edip zararlar
defetmeye gayret sarfetmeye de memurdur. Sonra bununla beraber onun, kendisine
ancak Allah’n takdir ettii eyin geleceini, ancak Allah’n diledii eyin var
olabileceini kesin olarak kabul etmesi gerekir. te, Hz. Ya’kûb’un, “hepiniz bir

kapdan girmeyin, ayr yar kaplardan girin” sözü, bu dünyada geçerli olan

sebeplere riayet etmeye bir iaret; Allah’n kazasndan hiç bir eyi sizden
290 /I V Cilt TEFSÎR-t KEBR

gideremem” sözü de, sebeplere iltifat etmemeye, srf tevhide ve Allah’n dndaki
her eyden beri olmaya bir iârettir.

Bir kimsenin, “Bu iki sözü ayn anda söylemek nasl mümkün olabilmitir?’’
eklindeki sözü, sadece bu meseleye has bir söz deildir. Çünkü, saîd (cennetlik)
olann, daha annesinin karnnda iken saîd olduuna; yine akî (cehennemlik) olann
da daha annesinin karnnda akî olduuna inanmamzla beraber, tâatlarn ifa edilip,
günah ve ma'siyetlerden saknlmas gerektii hususunda bir anlamazlk
bulunmamaktadr. Burada da böyledir. Yeriz, içeriz, zehirlenmekten, atee girmekten
saknrz, bununla beraber ölüm ve hayat ancak, Allah’n takdiriyle olur. Ya’kûb’un
meselesinde de durum ayndr. Öyleyse bu sorunun sadece bu meseleye has
olmad; aksine, cebr ve kader meselesinin srryla alâkal bir konu olduu ortaya
çkar. Dorusu gerçek udur
Kulun, bütün güç ve gayretiyle çabalamas gerekir.
ki:

Bu, en son derecedeki çabalar ve gayretlerden sonra, o bilir ki, varlk âlemine giren
her ey mutlaka Allah’n kazâs, kaderi, meîeti ve hikmeti ile hükmünün sebkat
etmesi sayesindedir.

Hüküm Yalnz Allah’a Mahsustur.

Sonra Cenâb- Hak bu hususu, a “Hüküm, Allah’dan bakasnn


3 Ol

deildir’’ diyerek tekîd etmitir. Bil ki bu, bizim kaza ve kader görüümüzün
doruluuna delâlet eden en kuvvetli delillerdendir. Bu böyledir. Çünkü hükm
kelimesi ilzâm etmek, gerektirmek ve zddn men etmek manasnadr. te bundan
ötürüdür ki, hayvan geminin azl, hayvan yanl hareketlerden alkoyduu için
hakeme diye isimlendirilmitir. Hükme de, mümkün olan iki taraftan birinin, dier
tarafn meydana gelmesi imkansz olacak bir biçimde, dierine tercih edilmesini
gerektirdii için “hüküm” ad verilmitir. te Allah Teâlâ, ifade ettiimiz manasyla,
hükmün ancak kendisine âit olduunu beyân etmitir. Bu, bütün mümkinâtn, dolayl

veya dolaysz olarak, Allah’n kaza, kader, meiet ve hükmüne dayandna delâlet
eder.

Sonra O 0 y 4* “Ben ancak O’na güvenip dayandm.


Tevekkül edenler de yalnz O’na güvenip dayanmallar" demitir. Bu, “Hereyin
Allah’dan olduu sabit olunca, ancak Allah’a tevekkül edilecei ve ancak mümkinâtn
varlk tarafnn yokluk tarafna üstün gelmesine rabet edilecei sâbit olmutur. te,
zddna mani olan bu üstün geli, “hüküm”dür. Yine aklî delil ile de bu hükmün
ancak Allah’a âit olduu kesinlik kazanmtr. Böylece bütün hayrlarn meydana
gelmesinin ve bütün belâlarn savuturulmasnn da Alfah’dan olduuna kesin olarak
inanmak gerekmitir. Bu da, ancak Allah’a tevekkül edilmesini gerektirir” demektir.
te bu, son derece yüce ve kymetli makamdr. Biz daha önce, bu hususta hak olan
aklî delilin ne olduuna iaret etmitik. Alim Ebu Hâmid el-Gazali (r.h.) hyâ’snda
t Cllz, YÛSUF SÛRES 12/ftH 13. ('ili / 291

lüvokkül bahsinde bu hususu geni ve tafsilatl bir ekilde anlatmtr. Daha geni
bilgi isteyenler, oraya müracaat etsinler.

Tedbir Allah’n Takdirini Deitirmez

"Vakta ki onlar Msr’a, babalarnn kendilerine emrettii ekilde girdiler, bu,


Allah’n kazasndan hiç bir eyi onlardan gidermedi. Sâdece Ya’kûbun
nefsindeki dilei, meydana çkarm oldu. üphe yok ki O, ona örettiimiz
için, bir bilgi sahibi idi. Ancak insanlarn çou bilmezler”
(Yusuf, 68).

öyle demilerdir: Ya’kûb (a. s.), “Allah’n kazasndan hiç bir eyi
Müfessirler
sizden gideremem” deyince, Cenâb- Allah’da, bu sözünde onu tasdik ederek,
“Onlarn, bu ayn ayr kaplardan girii, Allah’n takdir ettii hiçbireyi geri çeviremez”
buyurmutur. Bu hususta iki bahis vardr:

Birinci Bahis: bn Abbas (r.a.) öyle demitir. “Bu, “ Onlarn ayr ayr kaplardan
ehre ne Allah’n kazasn, ne de Allah’n takdir ettii herhangi bir eyi
girmeleri,

geri çeviremez” demektir.” Zeccâc ise öyle demitir: “Onlara göz demesi
mukadder ise, toplu olduklar halde isabet edecei gibi, dank olduklar halde de
sabet eder^bnü’l-Enbârîde öyle demitir: “Eer Allah’n ilmi ve kaderinde, birarada
olduklar zaman, onlara göz demesi mukadder ise, onlarn ayr ayr gelmeleri de
birarada bulunmalar gibidir.” Bütün bu sözler, birbirine yakn olup, hepsinin özü

udur: Tedbir, kaderi savuturamaz.

kinci Bahis: Ayetteki min ey kelimesi mef’ul olduu için, mahallen mansub
elmas muhtemel olduu gibi, fûii olarak raf’ mahallinde olmas da muhtemeldir. Birinci

durum, bu kimsenin ^ ^ demesi gibidir. Bunun takdiri, cJj U


(hiç kimseyi görmedim) eklindedir. te âyette de böyledir. Buna göre âyetin takdiri,

“Onlarn ayr ayr girmeleri, Allah Teâlâ’nn kaza ve kaderinden hiçbir eye fayda

vermez, yani, onlarn böyle dank bulunmalar, Allah’n kazasndan hiçbireyi dta
brakmaz” eklinde olur.

292 ' »-1 - <’»* TEFSlR-1 KEBÎR

kinci duruma gelince, bu senin & j* U demen gibidir. Bunun takdiri,

9-'\ ji\ir U (Bana kimse gelmedi) eklindedir. te ayetin takdiri de böyledir,


yani, “Hiçbir ey, Allah'n kaza ve kaderine kar onlara bir fayda vermez” demektir.

Ayetteki “Sadece Ya’kûb’un nefsindeki


dilei, meydana çkarm oldu” ifadesi hakknda Zeccâcf'Bu, istisna- munkatdr.
Manas, “Fakat, Ya’kûb gönlündeki ihtiyac gidermi oldu” eklindedir. Yani, “Onlarn
dank olarak ehre girmeleri ancak Ya'kûb’un dile getirmi olduu gönlündeki bir
dileini yerine getirmitir” demektir” demitir.

Daha sonra âlimler, buradaki “hâcet” kelimesi ile ilgili birkaç izah zikretmilerdir:

1) Bu, Ya’kûb (a.s.)’un oullarna nazar demesinden korkmasdr.

2) Ya’kûb (a.s.)'un, Msrllarn, oullarna hased etmesinden ko.rkmasdr.

3) Ya’kûb (a.s.)’un, oullarna, Msr kralnn kötülük yapmasndan korkmasdr.

4) Ya’kûb (a.s.)’un, oullarnn geri dönmemesinden korkmasdr. Bütün bunlar


birbirine yakn izahlardr.

Buradaki “lim’’den Maksad

Cenâb- Hakk’n Ui jü «ülj “üphe yok ki O, ona örettiimiz


için, bir bilgi sahibi idi cümlesi hakknda Vâhidî öyle demitir: “Ayetteki mâ edatnn,
masdariyye olup, allemnâhu, kelimesindeki mef’ûl zamirinin Ya’kûb (a.s.)’a râcî
olmas muhtemeldir. Kelamn takdiri, j£ ja
^ jJl âjiJ '‘O, kendisine

örettiimiz için ilim sahibidir” eklindedir. Yine bu mâ edatnn ellezî manasnda


olmas; (ona) zamirinin de, mâ ism-i mevsulüne râcî olmas mümkündür. Buna göre
bunun
hakknda
takdiri, & Ji ^ jj.1 tfj “O, kendisine örettiimiz o ey
bilgi sahibi idi” eklindedir. Yani, “Biz, birey örettiimizde, onda bu eyle
alakal bilgi hâsl olmutur” demektir.”

Ayet hakknda, baka iki görü daha vardr:

Bu ilimden maksad, hfzdr. Yani, “O, kendisine örettimiz eyi hfzetmekte,


1)
unutmamaktadr ve onu gözetmektedir” demektir.

2) “O, kendisine örettiimiz eylerin faydalarn ve güzel neticelerini biliyor”

demektir. Bu ifade onun, ilmi ile âmil olduuna iaret etmektedir.


*

Daha sonra Cenâb- Hak, ûji&S/ ^$1 jS't 'jfSj “Fakat insanlarn çou
bilmezler” buyurmutur. Bununla ilgili iki izah ekli vardr:

1) Bu, “Fakat insanlarn çou, Ya’kûb’un bildii gibi bilemezler” demektir.


1 ‘ < YOSUF SORIiStJ2/ft9-72 _ 13. Cilt / 20.3


2) Bu, "Onlar, Ya’kûb'un bunu bildiini bilemezler" demektir. nsanlarn çou”
•ladesi ile, mürikler kastedilmitir. Çünkü onlar, Allah’n velilerini (dostlarn), hem
dünyada, hem de ahirette fayda verecek ilimlere nasl ulatrm olduunu bilmezler.

Kardelerinin Bünyamin’i Getirmeleri

‘‘Onlar Yûsuf’un huzuruna girince o, kardeini kendi yanma ald: “‘Ben senin
kardeinim. Onlarn yapm olduklarna tasalanma" dedi. Yûsuf, onlarn
yüklerini hazrlaynca, su kabn öz kardeinin yükü içine koyup saklad.
Sonra bir münâdi arkalarndan öyle seslendi: “Ey kâfile, (durun), siz üphe
yok ki hrszsnz." Onlar o münâdiîere dönerek, “Ne kaybettiniz?” dediler.
,

Dediler ki: “Padiahn su kabm eriyoruz. Onu getirene bir deve yükü (bahi)
var. Ben de buna kefilim”
(Yusuf, 60-72).

Yûsuf’un öz kardei Bünyamin’i ona getirince, Hz. Yusuf (a. s.) onlara
Bil ki onlar,
ikramda bulunup, misafir etti. Onlar ikier ikier ayr sofralara oturttu. Bunun üzerine
Bünyamin tek kalp alad ve "Kardeim Yûsuf sa olsayd,, o da beni yanna
oturturdu "'dedi. Bunun üzerine Hz. Yûsuf, onlara: "Kardeiniz tek kald" deyip, onu
da kendisinin bulunduu sofrada yanna oturttu. Sonra onlarn ikier ikier ayr ayr
Onu da benim yanmda brakn"
odalara yerletirilmelerini emretti ve: "Bu, tek kald.
dedi. Böylece O Bünyamin’i kendi yanna ald. Yûsuf (a.s.), onun öldüünü sand
kardei için üzüldüünü görünce: "Benim senin o ölen kardeinin yerini almam ister
misin?" dedi. O: "Senin gibi kardei kim bulabilir? Fakat sen, Ya’kûb’un ve Rahiyl’in
olu deilsin" dedi. Bunun üzerine, Yûsuf (a.s.) alad, kalkp onu kucaklad ve: "Ben,
enin o kardeinim Binâenaleyh onlarn yaptklarna aldrma” dedi.

Bunu iyice anladnda biz diyoruz ki: Ayetteki, “O, kardeini kendi yanma ald”
cümlesi, "O, onu, kendi barnd yere alp, orada misafir etti” demektir.

294 / 1.1. t'ill TEFSlR-i KEBÎR

O, W j “Ben, senin kardeinim demitir. Bu hususta iki görü vardr:

Vehb öyle demitir: “O, bu sözü ile, onun kendisinin neseb cihetinden kardei
1)
olduu manasna deil, fakat yalnzlk hissetmiyesin diye, seni yanma alp avutma
bakmndan, kardein yerini tutarm” manasn kastetmitir.”

2) Doru olan ve dier görüe göre o, bu söz ile, kendisinin


müfessirlerin söyledii
onun öz kardei olduu manasn kastetmitir. Çünkü bu mana, Bünyamin’in
yalnzln daha fazla giderir ve daha çok ünsiyet hasl ederdi. Bir de, sözde asl
olan, hakiki manasdr, mecâzî manas deildir. Binâenaleyh herhangi bir zaruret
olmakszn bu sözü, hakîki manasna deil de mecâzî manasna hamletmeye sebep
yoktur.


Onun, °j4* Sü Tasalanma ” sözü hususunda, dilciler öyle demilerdir:
"Bu kelime, zarar vermek ve çetin olmak manasna gelen bü’s masdarmn iftiâl

babndaki fiil olup “ibti’as”, hüznü ve kederi celbetmek demektir.

O, öjU» l^lTUj “Onlarn yapm olduklarna” demitir. Bu hususta u izahlar


yaplmtr:

a) O, bununla, ‘‘Sen, onlarn bizekar ortaya koyduklar hasedlerine ve babamz


bizden soutmaya gayret etmelerine aldrma” manasn kastetmitir.

b) Hz. Yûsuf (a.s.)’un kalbinde, hiçbir dümanlk yoktu ve kardelerine kar saf
ve temizdi. Bundan dolay O, kardei Bünyamin’in kalbini de onlara kar iyi niyetli
hale getirmek istemi ve: “Onlarn yapm olduklarna tasalanma, aldrma” demitir.
Bu, ‘‘Onlarn önceden yapm olduklar eylere ve kötü ilerine aldrma, önem verme”
demektir.

c) Onlar, Yûsuf’a yapacaklarn yapmlard. Çünkü onlar, babalarnn ona dükün


olmasna ve Yûsuf’a izzet-ikrâm etmesine hased etmilerdi. Bundan dolay
Bünyâmin, o padiahn kendisine ar ikramda bulunmasndan ötürü, kardelerinin
kendisine hased etmelerinden de endie etmiti. Hz. Yûsuf (a.s.) onun bu endiesini,
‘‘Bunlara aldrma. Çünkü Allah seni ve beni biraraya getirdi” diyerek gidermitir.

d) Kelbî, bn Abbas (r.a)’n öyle dediini nakletmitir: “Hz. Yûsuf’un kardeleri,


onunla Bünyamin’i ana tarafndan dedelerinin putperest olduunu ve Yûsuf’un,
annesinin emri ile, bulamadnda kendisine dedesinin tapmaktan vazgeçeceini
umduu, üzerinde put resimleri bulunan bir tabloyu çalm olduu için ayplyorlard,
ite bundan dolay O, kardei Bünyâmin’e: “Onlarn yapm olduklarna tasalanma”
yani, “Onlarn bizi, dedemizin yapt eyler yüzünden knamalarna aldrma” demitir.
Allah en iyi bilendir.

u. «'«*. YÛSUI' SÖKES 12/69-72 1 .1 . liii r w:

"Yûsuf, onlarn
Sonra Cenâb- Hak Jri J
yüklerini hazrlaynca, su kabn öz kardeinin yükü içine koyup saklad demitir.

Daha önce, “cehâz” ve “rahl”in ne demek olduu izah edilmiti. “Sikâye”ye


gelince, Keâf sahibi “Bu, su içilen kabtr, tastr. Bunun, padiahn su içtii ve hem
de ölçü olarak kulland bir kab olduu da söylenmitir ki bu, uzak bir ihtimaldir.

Çünkü böylesine büyük bir padiahn su kabnn ölçek olarak kullanlmas uygun
deildir. Bunun, hayvanlara su verilmek ayn zamanda da ölçek olarak
için kullanlan,

kullanlan bir kab olduu söylenmitir ki, doruya en yakn olan budur” demitir. Daha
sonra sözüne devamla öyle demitir: “Bunun altn kaplama gümü bir kap olduu
söylendii gibi, hep altn ve çeitli kymetli talarla süslü bir kab olduu da
söylenmitir. Bu görü de, uzak bir ihtimaldir. Çünkü hayvanlarn suland kab, böyle
olmaz. Bu hususta en doru olan, onun kymetli bir kab olduunu söylemektir. Fakat
bu, onlarn söyledii kadar da olmamaldr/’

Daha sonra Cenâb- Allah, ojU p£\ ^ $ biy öiî p “Sonra


1 birmünadi
arkalarndan öyle seslendi: “Ey kâfile, (durun), siz üphe yok ki hrszsnz”
buyurmutur. Arapça’da “bildirdi” manasnda ezzene denilir. Ezine ile ezzene
arasndaki fark hususunda u
iki izah yaplmtr:

bnü’l-Enbârî öyle demektedir: “Ezzene” tekrar tekrar bildirdi” demektir.


a)

Çünkü tef’il bab, o fiilin tekrar tekrar yapldn ifâde eder. Bunun, bir tek bildirme
manasna olmas da mümkündür. Çünkü Araplar çou yerde, tef’il babn, if’âl bab
yerinde kullanrlar.”

Sibeveyh öyle demitir: “Hem ezintü hem de ezzentü fiilleri, “Bildirdim, ilân
b)

ettim” manasnadr. Çünkü ikisi arasnda fark yoktur. Binâenaleyh ezzene


“seslenmek ve bararak bildirmek” demektir.”

Kardelerinin Hrsz Diye Durdurulmalar

Ayetteki b //«J p&\ j-*' t$?l “Ey kâfile (durun), siz üphe yok ki hrszsnz”
cümlesine gelince, Ebu’i-Meysem öyle demitir: “Üzerine binilip gidilen deve, eek
ve katr gibi herey sadece devedir” diyen kimsenin görüü yanltr.
“îyr”d.r. “îyr,

Denilmitir ki, îyr kelimesinden maksat, üzerinde yükler bulunan develerdir.


Çünkü
develer yani “gider ve gelirler.” Yine bu kelimenin “eek kafilesi, eek kervan”
yy
olduu söylenmitir. Sonra bu kelime çok kullanld için, her türlü kafileye îyr ad
verilmitir. Buna göre sanki ayr kelimesinin çouludur. Bu kelimenin sîas, saki
ve (çoulu: sukuf) kelimesinde olduu gibi, fu’ul veznindedir.

Bunu anladn zaman biz deriz k, nidasndan makeat, 1


# t*

p
Ey Allah’n atlar, yani atllar ve süvarileri, bininiz!” tabirinde olduu gibi, “kafilede

bulunan kimseler” manasdr. Ibn Mesûd (r.a.), kelimesini, lemma’nn


cevabnn hazfedilmesine göre okumutur. Buna göre sanki öyle- denilmektedir:
V

2VG / .v Cilt
TEFSR KEBÎR

“Yûsuf onlarn yüklerini hazriayp su kabn da öz kardeinin yükü içine koyup


saklaynca, ayrlncaya kadar onlara mühlet verdi; sonra da bir münadî (arkalarndan)
öyle dedi: “Ey kafile, (durun) siz üphe yok ki hrszsnz
Peygamberin Böyle Bir Hileye Bavurmas Nasl Açklanr?
Eer, “Bu nida, Hz.. Yûsuf’un emriyle midir, yoksa onun emri olmakszn mdr?
Eer onun emriyle ise, Allah tarafndan gelmi olan hak bir peygambere, insanlar
itham edip yalan ve iftira olarak onlara hrszlk isnadnda bulunmas nasl uygun
düer? Eer ikinci ihtimal söz konusu ise, yani bu onun emri ile olmam ise, bu
itham esnasnda bunu reddedip onlarn masum ve temiz olduklarn söylemesi
gerekmez miydi?” denilirse, biz deriz ki:

Alimler buna cevap olmak üzere birçok açklama yapmlardr:

1) Hz. Yûsufkardei Bünyâmin’e kendisinin Yusuf olduunu açklaynca,


(a. s.)

ona: “Ben, seni burada alkoymak istiyorum. Bunun ise, hileden baka bir yolu u
yoktur. Eer buna raz isen, sen bilirsin, i sana kalm” dedi. O da, hakknda böyle
denilmesine raz oldu. Bu izaha göre, Bünyâmin’in bu sözden dolay
kalbi, hiç elem
duymad; böylece de bu söz, Hz. Yusuf için bir günah olmaktan çkt.

2) Ayetteki “Siz üphe yok


hrszsnz” cümlesinden maksad, “üphesiz siz,
ki
Yusuf’u babasndan çaldnz” manasdr. Ama, münadîler bu sözü açkça beyan
etmemilerdir. Tarîz ve çtlatmalar ise, ancak bu ekilde olur.

3) Bu münadî, bu nidasn belki de istifham üslûbu ile yapmtr. Bu takdire göre,


bu söz, bir yalan olmaktan çkar.

4) Kur’ân’da, o münadilerin, bu nidây Hz. Yusuf'un emriyle yapm olduklarna


dair bir beyan bulunmamaktadr.duruma en uygun olan, onlarn bunu
Zahirî
kendiliklerinden yapm olmalardr. Çünkü onlar su kabn arayp, onu bulamaynca
ve orada daha önce de onlardan baka kimse de bulunmam olunca, zann-
galibleriyle onlarn alm olduklarn zannettiler.

Sonra Yûsuf’un kardeleri: “Onlar o (münadilere) dönerek, “Ne kaybettiniz?”


dediler.” Ebu Abdlrrahman es-Sülemî, buradaki fiili, bir kimse kaybettii bir eyi
bulduu zaman söylenilen ÜÜ “kaybettiimi buldum” ifâdesinden olmak üzere
tufkldûn “Ne aryorsunuz, bulmak istiyorsunuz?” eklinde okumutur. Bunun
neyi
üzerine onlar da, “Melîkin su kabn aryoruz” demilerdir. Keâf sahibi
süva’ kelimesini, ^lü» sâdn fethal ve dammeli olmas; aynn da noktal
(gayn) ve noktasz (ayn) olmasna göre £ £e ve eklinde
okunduunu söylemitir. Baz alimler de suva’ kelimesinin cemisinin gurâb
(cem’i: gurbân kargalar) kelimesinde olduu gibi, OUaJl (taslar) eklinde;
kelimesinin cemisinin ise, bâb (cem'i ebvâb) kelimesinde olduu gibi, asvâ’ eklinde
298 / 1.1. CHl TEFSlR-t KEBÎR

bulunduu kimsenin kendisidir, ite o kimse, bunun cezasdr. te biz,

zalimleri böyle cezâlandnrz” dediler”


(Yûsuf. 73-75).

Basrallar öyle demilerdir: “Vallahi’deki vâv, tâ’dan bedeldir; tallahi’deki tâ


da, vâv’dan bedeldir (birbirlerinin yerine kullanlrlar). Ta harfi,kasem harfi olarak
baka isimlerde kullanlma hususunda zayf kalm ve fakat kaseme en layk olan
“Allah” lafz- celalinin banda kullanlmtr!'

Müfessirler öyle demilerdir: “Hz. Yûsuf’un kardeleri iki hususa yemin ettiler:
Birincisi, oraya, fesat çkarmak için gelmediklerine dair yemin etmeleridir. Çünkü,
onlarn hallerinden, ne yemek suretiyle, ne de hayvanlarn tarlalara salvermek
suretiyle olsun, kimseye zarar vermeyip insanlarn mallarn kullanmaktan tamamiyle
kaçndklar anlalmtr. Hatta onlarn, ekinleri girip yemesin diye, hayvanlarnn
azlarn baladklar ve devaml olarak, çok çeitli ibâdet yapmakta olduklar rivâyet
edilmitir. Bu özellikte olan kimselerinse, yeryüzünde fesat çkarmalar uygun dümez.
kincisi ise, kendilerinin hrsz olmadna ve bu hususta kesin ahitleri bulunduuna
dair yemin etmeleridir. Çünkü onlar sermâyelerini, daha önce yüklerinin içinde
bulduklar zaman, onu memleketlerinden Msr’a geri getirmiler, onu kendileri için
alkoymay helâl saymamlard. Hrsz ise, kesinlikle böyle yapmaz. Sonra onlar,
kendilerinin bu töhmetten berî ve masum olduklarn beyân edince, Hz. Yûsuf’un
adamlar: “Eer yalanclar iseniz, (çalann) cezas nedir?” demi, onlar da: “Onun
cezas yükünde (çalnan maln) bulunduu kimsenin kendisidir; ite o kimse, bunun
cezasdr” diyerek cevap vermilerdir.
Onlarn eriatnda Hrszn Cezas
bn Abbas (r.a.) öyle demitir. “Onlar o zamanlar, her hrsz, hrszl sebebiyle
köle sayyoriard. Onlarn eriatinde hrszn köle saylmas bizim eriatimizde, ellerinin
kesilmesinin farz olmas yerine geçiyordu...” Ayetin manas, “Bu cürmün cezâs,
çalnan mal, yükünün içinde bulunan kimsenin kendisidir. Yani, “o ahsn kendisi,
o cürmün cezasdr. Yani, onun köle edinilmesi, o cürmün cezasdr” eklindedir.

Zeccâc der ki: Bunda iki izah bulunmaktadr:

1) "Cezûuhu mübteda; drj J> j* ksm ise, onun haberidir.” Buna göre
mana, “Hrszln cezâs, yükü içinde çalnan maln bulunduu kimsenin kendisidir”
eklinde olur. Bu durumda «j'jr jji ifadesi ise, senin, “Hrszn cezâs elinin

kesilmesidir; ite, budur onun cezâs” sözünde olduu gibi, daha fazla açklamak
için getirilmi olur.

2)Cezâuhu mübtedâdr; öj'jr J> -k-j j* ifâdesi de, mübtedânm haberi

makamnda gelmi olan bir cümledir. Buna göre kelamn takdiri, sanki öyle denilmi
olmasdr: ji J rj j* “O’nun cezâs, yükünde, çalnan maln
300 / 13. Cilt TEFSÎR-! KKBlR

onlarn kaplarn aramaya balad ” Ev’iycj Vf 3 kelimesinin Cöm'i Olup, bu kelime


.

de içine bir ey konulduu zaman, onu sarp iyice ihata eden ey demektir. Derken,
Yûsuf (a. s.), su kabn kardeinin yükü arasnda bulup çkard. Haan el-Basrî bu
kelimeyi, vâv’n zammesiyle, vu’â eklinde okumutur ki, bu da bir baka kullan
eklidir. Sâi bn Cübeyr ise, vâv’ hemzeye çevirerek eklinde okumutur.

Buna göre eer, “Daha önce suvâ’ kelimesine râcî olan zamirler birkaç kez
müzekker klnm olduu halde, burada niçin müennes klnd?”denilirse biz deriz ki:

Müennes zamir sikaye; müzekker zamir de suvâ kelimesine racidir. da u


Suvâ’ hem müennes, hem de müzekker saylabilir. Binaenaleyh, her iki
denilebilir.

durum da caizdir. öyle de denilebilir: Belki Yûsuf (a.s.), o su kabn “skâye’,’ adamlar
ise “suvâ” Bundan dolay, Hz. Yûsuf’a ait olan yerlerde
olarak ifâde ediyorlard.
“sikâye” (müennes), adamlarla ilgili yerlerde “suvâ” (müzekker) eklinde vaki
oluyor. Katâde’den öyle dedii rivayet edilmitir: Hz. Yûsuf (a.s.) ne zaman bu su
kabna baksa, onlara yapt iftirâdan dolay tevbe ederek Allah’a istifâr ederdi.
Geriye kardeinden baka yükünü aramad hiç kimse kalmaynca, “Sanyorum ki
o eyi alan budur” der. Bunun üzerine dier kardeler, “Onun yükünü aratrmadkça,
gitmeyiz’’ dediler. Hz. Yûsuf (a.s.)’un adamlar. Bünyâmin’in eyasn aratrnca,
o su kabn, onun yükü içinde buldular. O esnada, Hz. Yûsuf'un adamlar, hrszlk
edenin alkonmasna karar verdiler. Bundan dolay onu boynundan tutup çekerek,
Hz. Yûsuf’un evine getirdiler.

Daha sonra Cenâb- Hak 44^' CM ûlS* U <jL*


£ UJLT “te biz

Yûsuf’a böyle tedbir örettik. Yoksa o kraln dinine göre, kardeini alkoyamayacakt”
demitir. Bu ifâde ile ilgili iki bahis vardr:

Bilinci Bahis: Ayetin manasrBiz, Yûsuf’a, böylesi bir tedbir örettik” demektir.
Bu tabir hrszlk edenin köle olarak kabul edilmesine karar vermesine bir iarettir.
Bu, “Yûsuf’un kardelerinin söyledii o hüküm (ceza) gibi 6fr hükmü Yûsuf’a verdik"
demektir.

kinci Bahis: “Keyd”, hile ve tuzak manasn hatra getirir. Bu ise, Allah hakknda
câiz deildir. Fakat biz, bu gibi hususlarda nazar- dikkate alnmas gerekefl u
prensibi belirttik: Bu gibi lafzlar, bunlardan maksûd olan manalarn balangçlarna
deil, sonuçlarna (neticelerine) hamledilirler. Bu temel prensibi ili' i>\

(Bakara, 26) “Keyd”, hile ve tuzak kurmaya


ayetinin tefsirinde izah ettik. Binâenaleyh
gayret etmek olup, bunun en ileri ekli, insan hiç farkedemeyecei ve kendisini ona
kar savunamyaca bir ekilde kötü bir duruma düürmektir. te Allah hakknda,
“Keyd”, bu anlam ifade eder:

Daha sonra âlimler, bu “keyd” ile neyin kastedildii hususunda ihtilaf etmilerdir:
13. Cüz. YÛSUF SÛRES 12/76 _ J 3. .Cilt / 301

Bazlar öyle demilerdir: “Bununla, “Hz. Yûsuf (a.s.)’un kardeleri, Hz. Yûsuf’un

bu tedbirini boa çkarmak için çalmlardr. Allah Teâlâ ise, Yûsuf’a yardm etmi,
onu takviye etmi ve onun iini üstün getirmitir” manas kastedilmitir.” Baz
müfessirler de, “Bu “Keyd”den maksad, Allah Teâlâ’nn, onun kardelerinin kalbine,
hrszlk yapann cezasnn, onun köle edinilmesi olduu hükmünü getirmesidir. te
maraba Yûsuf’un öz kardeinin yükü içinden çknca, dier kardeler haliyle, onun
köle olmasna hükmetmilerdir. Bu ise, Hz. Yûsuf (a.s.)’un kardeini yannda tutma
imkânn elde etmesine vesile olmutur” demilerdir.
Daha sonra Cenâb- Hak dAUi J
ûtS'U “Yoksa o, kraln dinine

göre, kardeini ahkoyamyacakt” buyurmutur. Bu, “Kraln hrszla ilgili kanunu,


onun dövülmesi ve çaldnn iki mislini ödemeye mecbur tutulmas” eklinde idi.
Binâenaleyh Hz. Yûsuf, kraln dinine ve kanununa göre, kardeini alkoyamyacakt.
Fakat Cenâb- Hak, kardelerinin az ile hrszn cezasnn kendisinin köle olarak
alnmas olduunu Yûsuf
söyletmitir. Binâenaleyh biz, bu söz sayesinde Hz.
(a.s.)’un kardeini almaya ve yannda alkoyma imkanna sahib olduunu
,
beyân
etmitik. te ayetteki, “Ancak, Allah’n diledii müstesna” ifâdesinin manas budur.

Daha sonra Cenâb- Allah tUj ji “Biz kimi dilersek, onu nice

derecelerle yükseltiriz” buyurmutur. Bu tabirle ilgili iki mesele vardr:

Hamza, Âsim ve Kisâî, tenvinli olarak derecât-in

BRNC MESELE okurlarken; dier kraat imamlar, izâfet ile derecâti


eklinde okumulardr.

Bu tabirden maksad, Allah Teâlâ’nn diledii kimseye,


KNC MESELE gayesine ulamasn salayacak doru eyleri göstermesi
lmin En erefli Mertebe Olduu ve ona çeitli ilimleri, çeitli faziletleri vermesidir. Bu ayette
Teâlâ’nn,
Allah her hususta Hz. Yûsuf’un
derecesini, kardelerinin derecesinden daha yüksee çkarmas kastedilmitir.

Bil ki bu ayet, ilmin, en erefli bir makam ve derece olduuna delâlet eder. Çünkü
Allah Teâlâ, Hz. Yûsuf (a.s.)’u, böyle bir çâre, tedbir ve bilgiye iletince, onu ite

bundan ötürü medhederek, “Biz kimi dilersek, onu nice derecelerle yükseltiriz”
buyurmutur. Hak Teâlâ, Hz. brâhim (a.s.) tevhidin delillerini ve günei, ay ve

yldzlar ilah olarak tanmaktan beri olduunu söylerken, onu da ayn ekilde, Biz
kimi dilersek, onu nice derecelerle yükseltiriz” (En âm. 83) buyurarak medhetmitir.
ite bu ayette de Yûsuf (a.s.)’un bu çâre ve düünceye nail etmesini, ayn tabirle
medhetmitir. Bu iki durum arasnda nice fark vardr.
302 / 13. Cilt TEFSÎR-t KEBÎR

Her Bilenden Daha Âlim Olan Var



Daha sonra Allah Teâlâ JJ* JS* Jjij Her ilim sahibinin üstünde,

daha iyi vardr” buyurmutur. Bu “Yûsuf’un kardeleri âlim ve


bilen faziletli

kimselerdi. Fakat Hz. Yûsuf, onlardan daha alim idi” demektir.

Bil ki Mu’tezile, bu ayeti delil getirerek, Allah Teâlâ’nn ilmi ile deil, zat ile âlim

olduunu ileri sürerler ve“Eer Allah, ilmi ile âlim olmu olsayd, O
öyle derler:

ilim sahibi olurdu. Eer ilim sahibi olmu olsayd, bu ayetin genel hükmüne göre,

O’nun üstünde de daha iyi bilen baka biri olurdu ki, bu batldr.”

Bil ki, ehl-i sünnet âlimlerimiz öyle demilerdir: “Kur’ân’n baka birçok ayeti,
Allah’n ilim sfat olduunu göstermektedir. Mesela u
ayetler: “Kyametin ilmi, Allah

katindadr” (Lokman, 34) j Allah onu (Kur’ân’) ilmi ile indirdi” (Nisa, ise); “O’nun
ilminden, yalnz Allah’n dilediinden baka birey kavrayamazlar” (Bakara, 255) ve
“Hiçbir dii, O’nun ilmi olmakszn, gebe kalmaz ve dourmaz” (Fussiiet, 47)
Binâenaleyh durumu söz konusu olunca, biz, muarzmzn tutunmaya
bir tearuz
çalt bu ayeti özellikle varid olduu muhtevaya, yani Hz. Yûsuf ve kardeleri
hadisesi ile ilgili olarak manalandrdk. olsa olsa undan ibarettir: Yapdmz,
ayetteki bu umûmi ifadenin tahsis edilmesinden ibarettir amma, bu ister istemez
yaplmas gereken bir eydir.

Çünkü “âlim” kelimesi, “ilim” kökünden mütak (türemitir). Mütak olan,

mürekkebtir. Kendisinden türetilen (masdar) ise, müfreddir. Müfred bulunmakszn,


mürekkebin meydana gelmesi, akln da bedihî olarak bildii gibi, imkânszdr. O halde
tercih bizden yanadr.

Kardelerinin Bünyâmin’e “Hrsz” Diye Hücumlar

“Dediler ki: Eer


“ o çalm bulunuyorsa, zaten daha önce kardei de hrszlk
etmiti. ’’
O vakit Yûsuf bunu içine att, da
vurmad. (çinden) dedi ki: “Sizin
durumunuz daha kötü! Allah sizin anlatmakta olduunuzun mahiyetini çok iyi

bilendir"
(Yusul, 77).

1 <•«/.. YÛSUF SÛRES 12/77 13. C ilt / 303


1

mi kl Hz. Yûsuf (a.s.), kardeinin yükünün içinden su kabn bulup çkarnca,


liflm kardeleribalarn ediler ve: “Bu hâdise enteresan! Demek ki Râhlyle iki
hr.u/ dourmu” dediler. Daha sonra da, Bünyâmin’e: “Ey Rahiyle’nin olu! Sizin
yüzünüzden ne kadar çok belaya uradk" dediler. Bünyâmin de: “Aslnda biz, sizin
yüzünüzden birçok belâya uradk. Çünkü siz, kardeimi götürüp çölde kaybettiniz.
Sonra da kalkm bana böyle diyorsunuz” dedi. Bunun üzerine onlar: “Öyle ise niçin

hu su kab çkt?” deyince, O: ‘Onu, benim yüküme,


senin yükünden sizin yükünüze
dnha önce sermayenizi koyan koymutur” demitir.

Yusuf Aleyhinde de Hrszlk snad Etmeleri


1)

Bil ki onlarn Hz. Yûsuf'a öyle dediklerini gösterir: “Bu i, pek


bu ayetin zahiri

de garib saylmaz. Çünkü onun ölmü olan öz kardei de bir hrsz idi.” Onlar bu
sözleri ile, “Biz onun yolu ve ahlak üzere deiliz. Bu yol, ona ve kardeine hastr.
Çünkü o ikisi baka anadandr” manasn kastetmilerdir. Alimler onlarn Hz. Yûsuf
(a.s.)'a isnad ettikleri o hrszlk hususunda deiik birkaç görü belirtmilerdir:

Cübeyr öyle demitir: “Onun ana tarafndan dedesi putperest idi.


Saîd b.
Bundan dolay Hz. Yûsuf'un annesi, babasnn putlara tapmay böylece brakaca
ümidiyle- Yûsuf’a o putlar çalp krmasn emretmiti. Yûsuf (a.s.) da, bu ii yapmt.
te bahsedilen hrszlk budur.

2) O, babasnn sofrasndan yiyecek çalp, fakirlere vermiti. Babasnn bir


kuzusunu çalp fakirlere verdii de söylendii gibi, ayn ekilde bir tavuu çalp,
fakirlere verdii söylenmitir.
J

3) Hz. Yûsuf (a.s.)’un halas, onu çok severdi.Bundan dolay onu yannda tutmak
istiyordu. Halasnn yannda (evinde), Hz. shak (a.s.)’dan kalma bir kuak vard ve
onlar o kua teberrüken (bereketini umarak) muhafaza ediyorlard. Halas o kua
Hz. Yûsuf’un beline balad ve onun, o kua çaldn söyledi. Onlarn kanunlarna
göre de, hlrszlk yapann köle edinilmesi gerekiyordu. te böylece O, Yûsuf’u kendi
yannda klkoyabilmiti.

4) Hz. Yûsuf’un kardeleri, hrszl srf iftira ederek ona isnad ettiler. Çünkü
onlarn kalbleri, o hâdise üzerinden uzun bir müddet geçmesine ramen, Yûsuf’a
kar öfke ile dopdolu idi. te
bu hadise hased edenin kalbinin, kesinlikle o hased
ve kininden temizlenemeyeceini gösterir.

snad Karsnda Yûsuf’un çinden Geçenler


Daha sonra Allah Teâlâ, $ j J^y “O, vakit Yûsuf bunu

içine att, da
vurmad buyurmutur. Alimler, ayetteki hâ (bunu) zamirinin neye

âit olduu hususunda, u iki deiik görüü belirtmilerdir:

Birinci Görü: Zeccâc öyle demitir: “Bu, bir “itial”dir. Yani, bireyi, daha
304 / 13. Cilt TEFSR-I KEBR

sonra açklamak art ile, bir zamirle nade etmektir. Bunun açklamas, Dedi ki: “Sizin
durumunuz daha kötü!" cümlesidir. Bu ifâde, bir "kelime” ve "cümle” hükmünde

olduu için, buna râci olan zamir müennes getirilmitir. Zira Araplar, bir dizi söze
"kelime” de derler. Buna göre sanki Cenâb* Hak, "Yûsuf, "Sizin durumunuz daha
kötü!” cümlesini, içinden geçirdi” demitir. bn Mes’ud (r.a.) bu zamiri, bununla "o
"söz” veya "o kelâm” manasn kasdederek, eklinde müzekker okumutur.
Ebu AH el-Ffirisi, Zeccâc’n görüünü zikredip, onu u iki bakmdan tenkid etmitir:

1) tigal, iki ksmdr: Birincisi: Müfred bir lafz ile açklanan zamirdir. Bu,
1*3 yJrj "Ne güzel adam, Zeyd!”' sözümüzde olduu gibidir. Mesela burada,
ni‘me kelimesinin altnda, onun fâili oian gizli bir zamir vardr ve "racul” kelimesi
o zamirin, tefsiridir. kincisi ise, o zamirin bir cümle ile açklanmasdr. Bunda asi

olan, o zamirin, mübtedâ durumunda bulunmasdr. Meselâ, 'jjT ^>jj jLaJÎ


J* M
"ile o zaman o küfredenlerin gözleri hemen belerip kalacak” (Enbiya, 97) ve
•k-' illi j» ji “De ki: “O, AUah’dr, birdir” (ihias, i) ayetlerinde olduu gibi. Bu, "olay
(yani durum) u ki: "O küfredenlerin gözleri hemen belerip kalacak” ve "Durum u
ki: "Allah birdir! (O kadar!)” demektir. Dier taraftan mübteda ve haber cümlesinin
bana gelen âmiller, bunun da bana gelir. Mesela iîj ol* jâ i&\

“Kim, Rabbine mücrim olarak gelirse (Taha, 74) ve jUoJY' V


“Gözler kör olmaz, lâkin sinelerin içindeki kalbler kör olur” (Hac, 46 ) ayetlerinde
olduu gibidir. Bunu anladn zaman biz deriz ki: Her iki çeidde de, itial’n
(muzmerin) kendisi, zamirle ifâde edilen o cümleye baldr. O cümlenin dnda da
deildir, ondan ayr da deildir. Burada tefsir (açklama) olan cümle ise, zamir ile
ifade edilenden, apayr bir cümledir. Binâenaleyh bunun makbul olmamas gerekir.

2) Allah Teâlâ, onun, “Sizin durumunuz daha kötü!” dediini bildirmitir. Bu,
Hz. Yûsuf’un bu sözü bizzat söylediini gösterir. Binâenaleyh eer biz, “Hz. Yûsuf
bu sözü içinden geçirdi, gizledi” der isek, Cenâb- Hakk’n, "O böyle dedi” eklindeki
sözü yalan olmu olur.

Bil ki bu tenkid de u iki bakmdan zayftr:

a) lk iki ksmn güzel ve yerinde oluundan, üçüncü bir ksmn yersiz ve kötü
olaca neticesi çkmaz.

b) Biz bunu, "Hz. Yûsuf, onu gizli olarak (içinden) söyledi” manasna alyoruz.
Bu manaya göre de, ileri sürülen husus, sâkt olur.

kinci Görü: Ayetteki bu zamir, (sözden anlalan) “icâbet” (cevab verme)


masdarna racidir. Buna göre onlar sanki “Eer o çalm bulunuyorsa, daha önce
kardei de zaten hrszlk etmiti” dedikleri zaman, Hz. Yûsuf onlara cevab vermeyi
(icâbeti), o anda içinde tuttu ve onlara açkça cevap vermedi, daha sonraki bir vakte
1 1. Cüz, YÛSUF SÛRES 12/77 13. Cilt / 305

kadar onu onlara açklamad. Bunun, takdir edilen “makâle-söz, kavil” ifâdesine raci
olmas da caizdir. Buna göre mana, “Yûsuf, onlarn sözlerini içinde tuttu, saklad”
eklinde olur. Halk kelimesiyle mahluk, ilm kelimesiyle de mâlum manalar
kasdedildii gibi, makâle sözüyle de, onunla alâkal olan eyler kastedilmitir. Yani,
Yûsuf (a.s.), içinde, o hrszln nasl olduunu gizli tuttu, onlara onun nasl olduunu
ve bunda, onlar tenkit ve ta’n etmeyi gerektiren herhangi bir ey bulunmadn
açklamad.

ibn Abbas (r.a.)’n söyle dedii rivâyet edilmitir: "Yûsuf (a.s.) üç kez cezâya
uratld:

a) O kadn yüzünden hapsedilme.

b) “Ben/ efendinin yannda an, benden


,
bahset!” (Yusuf, 42) demi olmas
sebebiyle, uzunca bir mahpus hayatyla.

c) “Siz, üphe yok ki hrszsnz” (Yusuf, 72) demesi sebebiyle de kardelerinin,

“Eer o çalm bulunuyorsa, zaten daha önce kardei de hrszlk etmiti” (Yusuf,
77) demeleriyle cezalandrld.

Daha sonra Cenâb- Hakk, Yusuf (a.s.)’un “Sizin durumunuz daha kötü” dediini
naklemitir ki bu, “Siz, daha evvel kardeinize zulmetmi, anababamza asi olmu;
derken, kardeinizi tutup kuyuya atm, daha sonra da yalan söylediinizi bile bile
babanza: "Onu kurt yedi” demi olmanz; derken onu, yirmi dirheme satmanz,
aradan uzun bir zaman geçmesine ramen, kalbinizdeki kin ve öfkenizin yok
olmamas ve böylece de ona hrszlk iftirasnda bulunmu olmanz sebebiyle, Allah
katnda daha erlisiniz” demektir.

Daha sonra Cenâb- Hak, O jL»j U< jAti $1 j “Allah sizin anlatmakta olduunuzun
mahiyetini çok iyi bilendir” buyurmutur. Cenâb- Hak, bu buyruu ile, Yusuf'un
hrszlnn Allah rzas için olduunu bildirmitir. Netice olarak diyebiliriz ki: Yusuf’un
hrszl hususunda yazlan bu izahlarn hiçbirisi, Yusuf’u zemmetmeyi ve knamay
gerektirmez. Buna göre mana, “Allah, sizin Yusuf’u tavsif ettiiniz o eyin, Yusuf’un
knanmasn gerektirip gerektirmeyeceini en iyi bilendir” eklinde olur.

* *
*
306 / 13. Cilt TEFSlR-l KEBÎR

Kardelerinin “Bünyemin Yerine Birimizi Al” Teklifleri

“Ey aziz dediler, bunun ihtiyar bir babas Binâenaleyh onun


var.

yerine birimizi alkoy. Seni muhakkak iyilik edenlerden görüyoruz.” Yusuf,


“ Eyâmz nezdinde bulduumuz kimseden bakasn yakalamamzdan Allah’a
snrz. Çünkü o takdirde biz, elbette zalim oluruz” dedi”
(Yusuf, 78-79).


Bil ki Allah Teâlâ, onlarn, Eer o çalm bulunuyorsa, onun daha evvel bir

kardei de çalmt” (Yusuf, 77) demelerinden sonra, Yusuf (a.s.)’un kendilerine

muvafakat etmesini ve efaat yoluna dönmesini, bavurmasn arzuladklarn beyân


buyurmutur. Zira her ne kadar onlar, hrszlk yapan kimse hakknda Allah’n
hükmünün onun köle edilmesi olduunu itiraf etmiler ise de, bununla beraber
affetmenin veya fidyealmann da caiz olduunu ileri sürerek, "Ey aziz, onun bir ihtiyar
babas vardr; yani yaça yal, ihtiyar" demilerdir. Yine eyh kelimesi ile kadr ü
kymet veya dindarlk bakmndan önde geldiini kasdetmi olabilecekleri de
söylenmitir. Onlar bunu, onun v kadr ü kymeti yüce olan bir adamn olu olmasnn,
aff ve balamay gerektireceinden dolay söylemilerdir. Daha sonra onlar, “Onun
yerine birimizi alkoy” dediler. Bu ifadeden, onlarn bunu uzak bir ihtimal görerek
söylemi olduklar anlalabilecei gibi, bununla, "Biz sana fidyesini getirinceye kadar,
birimizi rehin olarak tut” manasnn murad edilmi olmas da muhtemeldir.

Daha sonra j» Öl “ Seni gerçekten muhsinlerden görüyoruz”


dediler, Bu hususta u izahlar yaplmtr:

a) Eer bunu yaparsan, seni muhsinlerden, iyilik yapanlardan sayarz.

b) Bize’ ikram edip, çokça verip, isteimizi en iyi bir ekilde yerine getirip,

yiyeceklerin parasn geri verdiin için, seni muhsinlerden biri olarak görüyoruz.

c) Rivayet edildiine göre, Hz. Yusuf (a. s), ktlk insanlar çok skp, onlar da
yiyecek satn alacak para bulamayp, yiyecek almak için kendilerini satnca, bu hadise
Msr halknn çounun, Hz. Yusuf’un kölesi olmasna sebep olmutur. Daha sonra
Yusuf (a.s) hepsini azâd edince, belki de Yusuf'un kardeleri ite bundan dolay,
"Biz seni köleleri azâd etmek suretiyle herkese ihsan edenlerden görüyoruz.
Binaenaleyh bunu da, dütüü durumdan kurtararak buna da iyilik et” dediler. Bunun
I t ('»/, YÛSUF SÛ Kl S 12/7H -79 13. ( ili / 307

ü/orine Hz. Yusuf (a.s), maazallah! Allah’a



snrm” dedi. Bu, “Eyamz, yükünün
içinde bulduumuz kimsenin dnda, onun yerine bakalarn tutmaktan Allah’a
Ninrm" demektir. Bu ise, “Günahsz olan suçsuz yere alkoyarak günah ilemekten
Allah'a snrm’’ demektir.
M
Zeccâc öyle demitir: *Uu di ifadesinin bandaki en edatnn, bana geldii
cümle mahallen mansubtur. Buna göre mana, “Bakasna mukabil dier bir kimseyi
lutmaktan Allah’a snrm’’ eklindedir. Bu edatn bandaki min kelimesi düünce,
lil ona karlk mansub klnmtr.’’

Hz. Yusuf (a.s) ö jÛû iil di “ Çünkü


o takdirde biz, elbette zalim oluruz”
dedi. Bu, “Eer herhangi bir insana, bakasnn suçundan dolay eziyet edersem,
yemin olsun ki haddi am
ve zulmetmi olurum’’ demektir.

mdi eer sorulursa ki: “Bu hadise batan sona, bir iftira ve bir düzendir. Öyle
ise nasl,önceden beri bir peygamber olmasna ramen, Hz. Yusuf'un bu uydurma
ie yönelmesi uygun olur? Halbuki insanlara sebepsiz yere eziyet etmek, hele hele
bu töhmet sebebiyle olunun alkonulduunu anladnda babasnn hüznü artp,
kederi iddetlenecek olunca, rnasum bir peygambere, böyle bir tertip içine girmek
nasl olur da uygun düer?"

Bu soruya öyle cevap de Allah Teâlâ Ya’kûb (a.s.)’un imtinann


verilir: Belki

(dolaysyle ecrini) artrmak dilemi, bundan ötürü de Yusuf’u affedip fidye almaktan
menetmitir. Bu tpk Cenâb- Hakk’n, Hz. Musa’nn, arkada (Hzr’a), hayatta
kalmas halinde mutlaka azacak ve kâfir olacak çocuu öldürmesini emretmesi gibidir.

Red Karsnda Çekilip Aralarnda Konumalar


3 ”

308
L 1 - aK TEFSfR-l K EBlR

“Vaktaartk ondan ümidlerini kestiler, fsldaarak bir yana


ki çekildiler.
Büyükleri dedi ki: “Babanzn sizden Allah adyla te’minat alm olduunu ve
daha evvel Yûsuf hakknda ilediimiz kusuru bilmediniz mi? Artk ben, ya
babam bana izin verinceye, yahut benim için Allah hükmedinceye kadar,
buradan katiyyen ayrlmam. O, hâkimlerin hayrlsdr”
{Yûsuf, 80).

Bu ayetle ilgili birkaç mesele vardr:,

Onlar ellerinden gelen hereyi yapmak demek olan, “ Onun


BRNC MESELE yerine birimizi alkoy sözünü söyleyince, Hz. Yûsuf (a. s.)
buna cevaben: “Eyamz nezdinde bulduumuz
,

kimseden bakasn yakalamamzdan Allah’a snrm” demiti Böylece onlar, Hz. .

Yûsuf’un onu geri vermesi hususunda, bütün ümidlerini yitirmilerdi. te Cenâb-


Allah, bunu anlatarak: “Vakta ki artk ondan ümidlerini kestiler, fsldaarak bir
yana
çekildiler” buyurmutur ki bu da, ohlarn, Hz. Yûsuf’un o kardelerini geri
vermesinden tamemen ümid kestiklerini gösterir. “Fsldaarak bir yana çekildiler”,
“insanlardan uzak bir köede aralarnda fslt ile konutular” demektir.

Kardelerin çine Dütükleri Çkmaz


Bundan muradn, onlarn, durum üzerinde istiare etmeleri ve
içine dütükleri
fikir al-veriinde bulunmalar olduunda bir üphe yoktur. Çünkü
onlar Bünyamin’i
babasndan, ancak kuvvetli bir söz verdikten sonra almlard ve üstelik daha önce
Hz. Yûsuf (a.s.) hakknda da bir töhmet altnda idiler. Binâenaleyh eer Bünyamln’i
babalarna götüremez iseler, öyle çok büyük skntlar meydana gelecekti:

1) Eer
babalarnn yanna dönmeseler, o çok yal olduu için, yannda
evlâdndan hiçbiri olmakszn tek bana kalmas, büyük bir sknt douracakt.

2) Onlarn âileleri, yiyecee son derece muhtaç durumda idiler.

3) Çou
kez Hz. Ya’kûb’un hatrna, bütün oullarnn öldüü gelecekti ki bu,
çok büyük bir keder demektir. Binâenaleyh, eer onlar babalarna yanlarnda
Bünyamin olmakszn dönecek olsalard, çok utanacaklard. Çünkü i, zâhiren, onlarn
ilk oluna hâinlik ettikleri gibi, bu oluna da hainlik ettikleri zannn douracakt. Hem
bu, onlarn babalarna verdikleri o güçlü söz ve ahidlerine, hiç deer vermediklerini
de düündürecekti. Bu sebeble, orasnn bir aknlk ve bir fikir al-veri yeri
olduunda üphe yok. te bu, en uygun ve en doruyu aratrmak için istiâre etmeyi
gerektiren tyir durumdur. Ayetteki, “Vakta ki artk ondan ümidlerini kestiler,
fsldaarak jbir yana çekildiler” buyruu ile, bu kastedilmitir.
. '

M cm. YÛSUF SÛRES 12/80 „ L?.- Ci !'. / 30?

Vâhidl öyle demektedir: “bu Kesir’in, bunu ve Üt

KNC MESELE ji-jM (Yusuf, no) ayetindeki fiili, hemzesiz olarak


eklinde okuduu rivayet edilmitir. Bu fiil, tpk «irr^ ~ 4-r^
gibi, - lr~i eklinde de kullanlr. Bunu, eklinde okuyan, fiilin

ayne’l fiili ile fâ’al fiilinin yer deitirmi olur. Binâenaleyh, olmu olur ki

bunun asl, J-’O dir.Daha sonra, hafiflik olsun diye hemze kaldrlmtr. KeAf
sahibi, ayetteki ' fiilinin, manasnda olduunu, sin ve tâ’nn mübalaa
çin getirildiini bunun tpk (Yûsuf. 32) tabirindeki gibi olduunu söylemitir.

Ayetteki tabiri ile Vâh dî öyle


ilgili olarak der: “Arapça’da, bireye
karm olan ey, öz olandan ayrld zaman j&û jû*- denilir."

Bununla ilgili, u iki açklama yaplmttr: . ,


'

a) Zeccâc: “Bu, “Onlar, kardeleri olmaksz.n, tek balarna kaldlar"


manasndadr” demitir.

b) Dier alimler buna, “Onlar, yabanclardan ayrldlar” manasn vermilerdir.


Daha doru olan da bu manadr.

Ayetteki neciyyâ tabiri iki manayadr:

a) Keaf sahibi öyle demektedir: “Bu, tpk ve kel melerin in,


i

mu’âir (arkada) ve (Gece sohbet eden) manasna gelmesi gibi,

(fsldaan) manasnadr. Cenâb- Hakk’n, \&J otijj “Onu, çok m ünd'caat eden bir
kimse olarak yaklatrdk ” (Meryem, 52) buyruunda da bu manadadr^

b) Bu, eklindeki masdar manasnadr. Nitekim bunun, “fsldaanlar


olarak” demek olduu da söylenmitir. Binâenaleyh ayetin manas, “Onlar,
insanlardan ayrlp bir kenara çekildiler, içlerine hiçbir yabanc karmad, insanlarda
ayr olarak fsldatlar” eklindedir. Bu kelimenin, eklinde okunduu da
rivayet edilmitir. Bu, “Aralarnda fsldaan bir grup olarak” demektir. Bu izahlarn
en güzeli öyle denilmesidir: Onlar, bir kenara çekilip fsldatlar. Zira bu ilerden
herhangibiri kimin bana gelse, o kimse sanki o eyin bizzat kendisi olarak nitelenir.
Binâenaleyh onlar, iyice fsldamaya dalnca, sanki gerçekten fsldamamn kendisi

olmu saylrlar.

Cenâb- Hak jti “Büyükleri dedi ki" buyurmutur. Bununla, onlarn yaça
büyük olanlarnn kastedildii söylendii gibi, ki bu RûbiyePdir. Aklca büyük olanlarnn
kastedildii de söylenmiti ki o da, Yahûda’dr. Yahûda, onlar daha (önceki
hadisede), Hz. Yûsuf’u öldürmekten vazgeçiren kimsedir.
MO / 13. Cilt tepsIr-I kiibIr

Daha sonra, Cenâb- Hak, o büyüklerinin Uîji Xi fS\i\ jl TjJdti

J-,

w j? <v Babanzn
“ sizden Allah adyla te'minat alm
olduunu ve daha evvel Yûsuf hakknda ilediiniz kusuru ?”
bilmiyor musunuz
dediini bildirmitir.

Bu ifâde ile ilgili iki mesele vardr;

bn Abbâs
öyle demitir: “Hz. Yûsuf (a. s.):
(r.a.)

BRNC MESELE “Eyamz nezdinde bulduumuz kimseden bakasn


yakalamamzdan Allah'a deyince, Yahûda snrm 1
'

sinidendi. O sinirlenip barnca, sesini duyan her gebe kadn çocuunu düürürdü
(yani öylesine korkunç barrd) ve bedenindeki bütün kllar diken diken olurdu;Yakûb
soyundan bir ona dokunmadkça da teskin olmazd. O, kardelerinden
kimse elini,

birine: “Msr halknn pazarclarna kar beni koruyun, ben de sizi padiaha kar

koruyaym” dedi. Bunun üzerine Hz. Yûsuf (a.s.), küçük oluna: “Ona dokun” dedi.
O da ona dokununca, Yahûda’nn gazab teskin oluverdi. Yahûdâ, yeniden
barmaya niyetlenince, Hz. Yûsuf (a.s.) yere indi, onun elbisesinden tutup çekti,
o yere dütü ve o anda, “Ey Aziz Kii” dedi. Onlar, Yûsuf(a.s.)’un isteklerini kabul
etmesinden ümidlerini tamamen kesince, aralarnda istiare etmeye balayarak,
“üphesiz babamz, bizden Allah adna büyük bir söz ald. Hem sonra biz zaten Yûsuf
hadisesinden dolay da töhmet altndayz. Bu belâdan nasl kurtulacaz?” dediler.

Ayetteki fkjü ifâdesindeki mâ edatnn, hangi mâ


KNC MESELE olduu hususunda da u
izahlar yaplmtr.
a) Bunun asl manas “Bundan önce de Yûsuf hakknda
ifrata dümü, ar gitmi ve babanza verdiiniz sözü tutmamtnz” eklindedir.

b) Bu, mâ-i masdariyye olup, mahallen merfû ve mübtedadr, j3 ‘j* “daha evvel”
onun haberidir. Manas: “Sizden Yûsuf hakknda da
'zarf da, bir arlnz daha
evvel sâdr olmutu” demektir.

c) Bu kelime, ^ fiilin mef’ûlüne ma’tûf olmak üzere mahsus olup,


takdiri, “Sîzler , babanzn sizden söz aldn ve daha evvel Yûsuf hakknda
yaptnz ifratnz bilmiyor musunuz?” eklindedir.

d) Bu, ism-i mevsûl manasna olup, “Bundan önce Yûsuf (a.s.) hakknda yapm
olduunuz ifratnz, o büyük hâinliinizi bilmiyor musunuz?” eklindedir. O halde
yaplan her iki izaha göre, bu ifade, mahallen hem merfudur, hem de mansubtur.
Daha sonra O, ’JJ- y>j lûi j' J3 oiU Jâ- (j>‘^ jis

“Ben, (kendisine dönmem


hususunda) babam bana izin verinceye kadar, yahut
da benim için Allah, (benim buradan çkmama yahut kardeimi alanlardan intikam
almama, yahut da hangi yolla olursa, olsun, onu onun elinden kurtarmama dâir
I V Cüz, YÛSUF SÛRES 12/81-82 13. Cilt / 311

bir) hüküm verinceye kadar, buradan (Msr’dan) ayrlmayacam. O, hâkimlerin

en hayrlsdr. Çünkü O Allah, hükmeder” demitir. Velhasl


sadece adalet ve hak ile

onun bu sözünden maksad, Kendisinin babasna ve dier insanlara kar utancn


sona erdirecei bir mazeretin ortaya çkmasn istemektir. O, bu sözü, nasl olursa
olsun, mazeretini ortaya koymak için, sadece Allah’a yalvarp yakarmtr.

Oullarnn Hz. Yakûb (a.s)’un Yanma Dönmeleri

“Siz dönün ve babanza deyin babamz, olun hrszlk yapt. Biz


ki, “Aziz

bildiimiz eyden bakasna âhidlik yapmayz. Gaybm bekçileri de deiliz.


(stersen), içinde bulunduumuz (döndüümüz) o ehrin âhalisine de,
içlerinde geldiimiz kervana da sor. Biz, üphe yok ki doru söylüyoruz”
, . (Yûsuf, 81-82).

Bil ki dorusunun ne olduu hususunda itiâre edince, yaplacak err


onlar, en
doru iin, memleketlerine dönüp, babalarna hadiseyi aynen anlatmalar olduu
ortaya çkt. Bu sözü söyleyenin, “Babam bana izin verinceye kadar (...) buradan
katiyyen ayrlmam” (Yûsuf, eoj diyen o büyük karde olduu açktr. Bur>un, Rûbiyel
olduu; Msr’da kalp dier kardelerini babasna gönderenin o olduu da
söylenmitir.

Buna göre ayet, “Bünyamin, özellikle doyurucu cevap verip, o tas yüküne
koyann, daha önce de onlarn yüklerine sermayelerini geri koyan kimse olduunu
söylediine göre, daha nasl onlar, delil olmad halde, Bünyamin’in hrsz olduuna
karar vermilerdir?” denirse, buna birkaç ekilde cevap verilir:

1) Onlar, o tasn, kendilerinden baka hiç kimsenin giremeyecei bir yere


konulmu olduunu görmülerdi: Bundan dolay, o tas münâdilerin Bünyamln’in
yükünden çkardklarn görünce, zann- galibieri ile, onu Bünyamin’in alm olduu
hükmüne vardlar.

Bünyamin’in, “o tas benim yüküme koyan, sermayelerinizi sizin yükünüze koyan


kimsedir” demesine gelince, aradaki fark açktr. Çünkü onlar orada, sermayeleri

312 / 13. ( ili


TliFSÎR-l KEBÎR

yüklerine konulmu olarak dönünce, sermayelerini yüklerine koyanlarn, onlar yani


Hz. Yûsuf’un adamlar olduunu kabul etmilerdi. Ama bu tasa gelince, hiç kimse
bunu onlarn onun yüküne koyduunu kabul etmemitir. te bu sebebten ötürü zann-
galibleri ile, bunu Bünyamin’in çald neticesine varmlardr. Bu zanna binâen
ahitlik etmi, bununla beraber buna kesinkes ahitlik etmediklerini de, “Biz bildiimiz
eyden bakasna âhidlik etmeyiz. Gaybn bekçileri de deiliz” diyerek
belirtmilerdir.

2) Bu, “Melikin ve adamlarnn demesine göre, olun hrszlk yapm” demektir.


Bunun, Kur’ân’da örnei çoktuk 24 ) Nitekim
Cenâb- Hak, “Hiç üphesiz sen halîm
ve reîdsin” <Hud, 87) yani “sen kendi iddiana göre, halim ve reîdsin” denildiini
Yine Hak Teâlâ, “Tat (azab), çünkü sen azîz ve kerîmsin”, yani “kendi
bildirmitir.
iddiana göre aziz ve kerimsin (ama bize göre hayr, böyle deilsin) ”( Duhân,
49 )

buyurmutur.

3) Senin olunun üzerinde, hrszla benzer bir durum ortaya çkmtr.” Böylesi
eylere de hrszlk Çünkü birbirine benzer iki eyin birinin ismini dieri için
denir.
de kullanmak, Kur'ân’a göre mümkündür. Nitekim Cenâb- Hak, “Kötülüün karl
ona denk bir kötülüktür (urâ. 40) buyurmutur.

4) Hz. Ya’kûb’un oullan o zaman henüz peygamber deillerdi. Binâenaleyh


onlarn böyle bir sözü, hele de bu zann uyandracak bir ey gördükleri zaman, tahminî
olarak söylemi olmalar uzak bir ihtimal deildir.

5) Ibn Abbas (r.a)’n bunu eddeli olarak, jji*


< dliîl ö[ “Oluna hrszlk
isnâd edildi” eklinde okuduu da rivayet edilmitir. Bu kraata dayanarak bir tevil
yapmaya ihtiyaç yok. Çünkü o
ona zaten hrszlk isnad etmiti. Zira biz bu
topluluk
kitapta, böyle kraatlerin sorular defedemeyeceini daha önce söylemitik. Çünkü
problem ancak, dorusu ise bu kraattir” dediimizde ortadan
“Birinci kraat yanltr,
kalkar. Ama biz birinci kraatin doru olduunu kabul ettiimizde, ikinci kraat doru
da olsa, yanl da olsa, o problem devam eder. Binâenaleyh mutlaka daha önceki
gibi izahlar yaplmas gerektii sâbit olmu olur.

ehadet Kavram Hakknda


Onlarn UUe Uj. lij “Biz, bildiimiz eyden bakasna âhidlik yapmayz”
ifâdesine gelince, bunun manas açktr. Bu, âhidliin, bilmekten baka birey
olduuna delalet eder. Bunun delili ite bu ayettir. O halde bu, “ahâdet”in “ilim”den

baka birey olmasn gerektirir. Birde Hz. Peygamber (s.a.s.), l$il p-ilü' cJJt bi

“Bireyi, ancak günei bildiin gibi bildiin zaman, ona âhidlik et” buyurmutur

24) Yani, kardeleri, kendi deerlendirmelerini söylemi olmayp Hükümdarn adamlarnn Bünyamin
aleyhindeki iddalarn nakletmi oluyorlar (ç).
\\. Cüz, YÛSUF SÛRES 12/81-82 13
:
_CII '_}}}

k bu da, bizim söylediimiz ehâdet, insann “Ben ehâdet


hususa delâlet eder.
öderim” demesinden ibaret deildir. Çünkü insann, “Ben ahâdet ederim” sözü,
ahidlik yapacan haber vermedir. Halbuki ehâdet edeceini söylemesi, ahidlik
ötmesinden ayr bir eydir. Bu sabit olunca biz diyoruz ki: ehâdet (ahidlik),
kelamclarn kelâm- nefs (insann içten geçirmesi) dedikleri, zihnî bir hüküm veri

manasnadr.

“Gayb”n Buradaki Manas


Onlarn ^ tij “Gaybm bekçileri de deiliz” cümlesi ile ilgili

olarak u izahlar yaplabilir:


a) Onlar: "Biz, su kabnn onun yükü içinden bulunup çkarldn gördük. Ama
gerçek durum bizce malum deil. Çünkü gayb ancak Allah bilir" demek istemilerdir.

bunun “Beiki de o su kab .gece onun eyas içine saklanmt”


b) Ikrime,

manasnda olduunu söylemitir. Çünkü baz Arapça lehçelerinde gece’ye “gayb”


denir.

c) Mücahid, Haan ve Katâde, buna, “Biz, olunun hrszlk yapacan


bilemezdik. Eer bunu bilseydik, onu padiaha götürmez ve geri getirme hususunda
da Allah adna sana söz vermezdik” manasn vermilerdir.

d) Nakledildiine göre Ya’kûb (a.s.) onlara: “Farzedin ki o hrszlk yapt. Kral,


srâiloullarnn eriatna göre hrszlk yapann köle olarak alkonacan nasl bildi?

Hayr, hayr, aksine bunu ona bir maksadnzdan ötürü siz söylemisinizdir” dediinde
onlar: “Biz bu hükmü ona, henüz bu hadise bamza gelmezden önce söylemitik.
çine dütüümüz bu eyin, bamza geleceini o esnada bilemezdik” demilerdir.

Buna göre ayetteki, Gaybm bekçileri de deiliz” cümlesi, ite buna bir iarettir.

Eer, “Bu görüe göre Ya’kûb (a.s.)’un Allah’n bu hükmünü gizlemeye gayret
göstermesi (oullarnn gizlemi olmasn istemesi) ne derece dorudur?” denilirse,
biz deriz ki: Belki de hüküm, mal çalnan kimsenin müslüman olmas artna
balanmt. te bunda ötürü o, bu hükmün kâfir sand o padiahtan saklanmasnn
mümkün olduunu düünmütür.
Daha sonra Cenâb- Hak onlarn, dii jjij Ljj û J\
“stersen, içinde bulunduumuz (döndüümüz) o ehrin ahalisine de, içlerinde
geldiimiz kervana da sor” dediini anlatmtr.

Bil ki onlar zaten Yûsuf hadisesinden dolay itham altnda olduklar için, bu (yeni)

itham kendilerinden savuturmak için alabildiine gayret göstererek, böyle


söylemilerdir. Alimlerin çou, burada geçen “Karye” (o ehir) sözünden, Msr’n
kastedildii görüünde ittifak ederken, bazlar da bunlar muradn, Msr’n giri kaps
J 14 / 13. ( Il TEFSÎR-Î KEBÎR

üzerinde bulunan ve hrszlk ile bunun aratrlmas hadisesinin cereyan ettii bir
yer olduunu söylemilerdir. Bu hususta u iki izah yaplmtr:
a) Bununla, “O ehrin ahâlisine sor” manas kastedilmitir. Fakat ksa -ve veciz
r
:ifiur diye muzaf olan “ahâlisi” kelimesi hazfedilmitir. Böylesi mecazî ifâdeler
. . .îpça’da mehur ve yaygndr. Ebu Ali el-Fârisî: “Arapça’da bunun câiz olmadn
s' »yitmek, tpk zarûrî eyleri kabul etmemek ve maddi varlklar inkâr etmek gibi olur"
ds-miiir.

o) Ebu Bekr ehire sor, kervana sor, duvarlara sor, onlar sana
el-Enbâri: “Bu,
söyler ve bizim doru söylediimizi sana anlatrlar. Çünkü sen, Allah’n en büyük
peygamberlerindensin. Allah’n, bir mucize olarak bu cansz eyleri konuturmas
ve sana bizim söylediklerimizin doru olduunu haber vermesi uzak bir ihtimal

deildir” demektir” der.

Burada u ekilde, üçüncü bir izah daha yaplabilir: Birey tamamen ortaya çkp,
kapal taraf kalmad
zaman, "Onu göklere, yere ve bütün her eye sor” denilir
ki, bundan murad, o eyin, hakknda üphe kalmayacak derecede ortaya çkmasdr.
• ** s> •

Onlarn U3I JJ' jgi ij “içlerinde geldiimiz kervana da (sor)”


sözü hakknda müfessirler öyle demilerdir: “Kenanllar” dan (hemehrilerinden) bir
grup insan, onlarla yol arkada olmulard. Bundan dolay Ya’kûb’un oullar ona:
“Bu hadiseyi onlardan sor” demilerdir.
' > '

Sonra, sözlerini iyice te’kîd edip anlatnca, 0 Clj “Biz, üphe yok ki

doru söylüyoruz” yani, “Bizi töhmet altnda tutsan da, tutmasan da, biz doruyuz”
demilerdir. Onlarn bu sözden gayeleri, kendi kendilerinin doruluunu ifâde etmek
Çünkü bu, bireyi yine
deildir. kendisi etme gibidir. Aksine insan, bireyin
ile isbat

doru olduuna dâir kesin bir delil zikredince, bundan sonra, “Ben, bu hususta

doruyum” der. Bu, “Sana söylediim delilleri ve açk hüccetleri düünürsen, üphen
tamamen gidecektir” manasna gelir.

Yaküb (a.s)’un Onlara nanmayp Yûsuf ile Bünyâmin’i Bulacan Ummas


M. Cüz. YÛSUF SÛRES 12/83 l3. Cijt


/ 3jJ

"O dedi ki: “Hayr, sizi nefisleriniz aldatp, bir ie sürüklemitir. Artk güzel bir

sabr. Allah’n onlarn hepsini birden bana getirmesi yakn bir ümiddir. O
alîmdir, hakimdir”
(Yûsuf. 83).

Bil ki Ya’kûb (a.s.), oullarndan bu sözü iitince, söyledikleri sözde, daha önce
Yûsuf (a.s.) olduu gibi, doru olmadklarna hükmetti ve: “Hayr,
hadisesinde de
sizi nefisleriniz aldatp, bir ie sürüklemitir. Artk (bana düen) güzel bir sabrdr”

demitir. O, bu sözü ayn ekilde Yûsuf hadisesinde de söylemiti. Fakat Yûsuf



hadisesinde daha sonra: Sizin u
anlatnza kar yardmna snlacak (ancak)
Allah’dr” (Yûsuf, i8) demiti. Bu hadisede ise, daha sonra: “Allah’n, onlarn hepsini
birden bana getirmesi yakn bir ümiddir demitir. Bu ayetle ilgili iki mesele vardr:

Baz müfessirler öyle demilerdir: “Ayetteki: “Hayr, sizi

BRNC MESELE nefisleriniz aldatp, bir ie sürüklemitir” buyruundan


maksad, daha önce Yûsuf (a.s.) hadisesinde “Hayr, sizi

nefisleriniz aldatp, bir ie sürüklemitir” (Yûsuf, 18 dedii zamanki gibi, yalan ve


) hile

Ya’kûb bununla, “Nefisleriniz, Bünyamin’i benden alma ve onu,


deildir. Fakat Hz.
menfaat elde etmek için Msr’a götürme iini size süslü gösterip, sizi aldatt. Halbuki
bundan er ve zarar geldi. Onu sizinle beraber göndermem için bana srar ettiniz,
ama Allah’n takdirinin, sizin hesâb ve planlarnzn aksine tecelli edebileceini
bilmediniz” manasn kasdetmitir. Belki de bunun manas: “Nefisleriniz sizi bu ite
aldatt ve onun çalmad halde, gerçekten çald zannn size verdi” eklindedir.

Rivayet edildiine göre, Rûbiyel, Msr’da kalp


KNC MESELE dönmemeye padiah ona, kardeleri
niyetlendii zaman,
ile birlikte gitmesini emredip: “Benden ayrlp, gidin” dedii

zaman, o öyle bir nâra att ki, ehirde karnndaki bebeyi düürmeyen gebe kadn
kalmad. Bunun üzerine Hz. Yûsuf (a.s.): “Onu brakn (kalsn)” dedi. Dierleri Hz.
Ya’kûb’un yanna dönüp hadiseyi anlattklar zaman, Hz. Ya’kûb (a.s.) alad ve:
“Evlatlarm, ne zaman yanmdan ayrlp gitseniz, biriniz eksiliyorsunuz. Bir defa
gittiniz, Yûsuf eksildi; kincisinde em’ûn; bu üçüncüsünde de Rûbiyei ve
Bünyamin” dedi. Sonra yine alad ve: “Allah’n, onlarn hepsini birden bana
getirmesi yakn bir ümiddir” dedi. u hüküm ve neticeye, u sebeblerden dolay
ulamt:
1) Hüznü, bandaki belas ve çektii mihnetler iyice uzaynca, Allah Teâlâ’mn
çok yaknda artk bir çk yolu vereceini bildi ve Allah’n rahmetine hüsn-ü zan
beslediini gösterir dir üslub ile bu sözü söyledi.

de Allah Teâlâ Yûsuf (a.s)’dan dolay dütüü mihnetten sonra, ona,


2) Belki
Yûsuf(a.s.)’unsa olduunu bildirdi veya onun için bu hususta birçok alâmetler ortaya
,

316 / 13. Cilt TEFSÎR-Î KEBÎR

çkt, o da: “Allah’n, onlarn hepsini birden bana getirmesi yakn bir ümiddir” dedi.
Çünkü onlar Yûsuf’u götürdükleri zaman, oniki kii Yûsuf kayboldu ve onbir
idiler.

kii kaldlar. Hz. Ya’kûb onlar Msr’a gönderdii zaman da dokuz kii olarak
döndüler. Çünkü Bünyamin’i Hz. Yûsuf alkoymutu ve: “Artk ben, ya babam bana
Uin verinceye kadar, yahud benim için Allah hükmedinceye kadar, buradan

katiyyen ayrlmam (Yusuf, 80) diyen büyük kardeleri de kendisini alkoymutu. te

böylece kaybolanlarn, geri dönmeyenlerin says üç olunca, o da: Allah’n onlarn
,

hepsini birden bana getirmesi yakn bir ümiddir” demitir.

Daha sonra o, (-UJ' j* Ü[ “O, alîmdir, hakimdir” demitir. Yani Allah,


ilerin hakikatlerini bilir, fazlna, ihsanna, rahmetine ve maslahata uygun olarak, bu
hususlarda hikmet sahibidir.

“Ya’kûb onlardan yüz çevirdi, “ Vah Yusuf’a olan hasretim vah!” dedi ve
hüznünden ve kederinden iki gözüne ak dütü. (Bununla beraber) o, artk
gamn tamamen yutmakta idi. Dediler ki: “Hâlâ Yûsuf’u anp duruyorsun.
Andolsun ki sonunda ya kederinden hastalanp eriyeceksin, yahut helâke
urayanlardan olacaksn.” O da dedi ki: “Ben kederimi ve hüznümü yalnz
Allah’a ikayet ediyorum ve Allah tarafndan, sizin bilmediiniz eyleri
biliyorum. Evlatlarm gidin, Yûsuf ile kardeinden bir haber arayn. Allah’n
rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Zira hakikat udur ki kâfirler gürûhundan
bakas, Allah’n rahmetinden ümid kesmez”
{Yûsuf. 84-67).

Bil ki Ya’kûb (a.s.), oullarnn sözünü iitince, kalbi gerçekten sknt ile darald
ve onlardan yüz çevirip ayrld. Sonra onlar çartt ve onlara döndü dedi ki:
13. Cüz. YÛSUF SÛRES 12/84-87 13. Cilt / 317

Buradaki birinci makama (duruma) gelince ki bu, onun onlardan yüz çevirip,

ayrlmasdr. Bu “Ya’kûb onlardan yüz çevirdi. Vah Yûsuf’a olan hasretim, vah!”

dedi” ifâdesi ile anlatlan husustur.

Hz. Ya’kûb’un Yûsuf’a Daha Çok Üzülmesinin Sebebi


1)
Bil ki, Hz. Ya’kûb, Bünyamin ile ilgili olarak oullarndan o sözü duyunca, gösü
darald, Yûsuf’a olan tasas ve hüznü iyice büyüdü ve, ‘Vah, Yusuf'a olan hasretim,
vah!” dedi. u sebeplerden dolay bu hadise tahakkuk edince, Hz. Ya’kûb’un,
Yûsuf’undan ayrlmas sebebiyle hüznü büyümütür:

Yeni hüzün, eski ve içte bulunan hüznü kuvvetlendirir. Yara yaraya eklendi
mi, çok fazla ac verir. Nitekim air Mütemmim bn Nüveyre öyle demitir:

Alilpl Jjlâ I 0>


iijis-Aiij ujb $ rfji / ‘4i J Ja
•uu 2 •&
/ jJv Ü ö[ ti di»

Arkadam
", yannda alayarak öldürücü gözyalar akttm için
beni kabirlerin
knad ve dedi ki: “ Gördüün her kabre alyor musun ? Kumlar ve çukurlar arasna
skm2) olan her mezara?!” Ona dedim k:
“ Üzüntü üzüntüyü tahrik eder.

Binâenaleyh beni brak. Bunlarn tamam Malik’in kabridir.”

Zira o, bir kabir gördüü her defasnda, kardei Malik’i kaybetmekten ötürü
tazeleniyor ve çevresindekiler kendisini ayplyorlard. O da, "üzüntü üzüntüyü
3)
dourur’’ diye cevap veriyordu.

Bir bakas da, öyle demitir:

yrj\ zfi tâ jfij I tâ J& p


“ Beni unutmadn, ya da en azndan, ondan sonraki musibetlerde. Fakat, yarann

yarayla dalanmas çok ac vericidir.

Bünyamin ve Yûsuf’un annesi birdi. Dolaysyla hem sûret hem de sfat


bakmndan aralarnda mükemmel bir benzerlik bulunuyordu. Binâenaleyh, Ya’kûb
Bünyamin’i görmekle, Yûsuf’u görür
(a.s.), gibi olarak teselli buluyordu. Olan ey
olunca, teselliyi gerektiren ey de zail olup gitti. Böylece de, Ya’kûb’un elemi ve
itiyak artt.

O’nun bata gelen derdi, Yûsuf’u kaybetmi olmasyd. Ona kar duyduu
üzüntü, her eye kar duyduu üzüntü demekti.
318 / 13. Cilt tefsIr-1 kebîr

4) Bu musibetler, birtakm sebeplere balanabilecek, mümkün


izah
belalar Yûsuf’un hadisesine gelince, Ya’kûb (a.s.),
idi. oullarnn ileri sürmü
olduklar mazerette yalanc olduklarn biliyordu. Gerçek sebep ise, onun tarafndan
malum deildi. Hem Ya’kûb (a.s.), onlarn hayatta olduklarn biliyordu. Yûsuf’a
gelince, onun hayatta olup olmadn bilmiyordu. te bu sebeplerden
Ya’kûb (a.s.)

dolay, Hz. Ya’kûb’un, Yûsuf’tan ayrlmasndan dolay olan itiyâk ve özlemi artm,
(onun ölü mü, diri mi olduuna dair) halini bilmemekten dolay içinde bulunduu
musibet, son derece iddetli olmutu.

Baz câhil kimseler Hz. Ya’kûb’u “Vah Yûsuf’a olan


KNC BV5ESELE hasretim, vah!” demesinden dolay tenkit ederek öyle
Hasret Duymasn Hz. Ya’kûb’a Çok demilerdir: “Zira bu, feryâd u figan etmek ve Allah’dan
Görenlerin Hakszl ikayetçi olmak demektir ki, bu caiz deildir.” Alimler
ise, durumun, bu câhilin zannetii gibi olmadn
açklamlardr. Bunun izah öyle yaplabilir:

Ya’kûb (a.s.), bu sözü söylememitir. Ama, sonraysa, onun alamas büyük


olmutur ki, bu Cenâb- Hakk’n, “Ve hüznünden ve kederinden iki gözüne ak
dütü” buyruundan anlalandr. Sonra o lisann barp çarma ve uygun olmayan
eyler söylemekten alkoymutur ki, bu, ayetteki ifadesinden anlalmaktadr.
Sonra, yine Ya’kûb (a.s.) da açmamtr. Bunun delili,
o ikâyetini hiçbir insana
Ya’kûb (a.s.)’un, “Ben kederimi ve hüznümü yalnz Allah’a ikâyet ediyorum”
demesidir. Bütün bunlar, onun musibet ve skntsnn iddetlenmesi halinde, onun
sabretmi olduuna ve o skntsn ve kederini sînesinde tadna ve hiç kimseye
ikayette bulunmadna, böylece de pek yerinde olarak, bu sayede büyük bir medih
ve büyük bir övgüye mazhar olduuna delâlet eder. -

Ya’kûb’un Hüznünü Cebrail’in Teskin Etmesi

Rivayet olunduuna göre Yûsuf (a.s.) Hz. Cebrâil’e "Ya’kûb hakknda bir bilgin
var m?” sorduunda, Cebrâil “Evet” deyince de: “Onun hüznü ve kederi ne
diye
noktadadr?” der. Cebrâil "Onun kederi yetmi tane "seklâ”nn kederi gibidir” der.
Seklâ tek bir çocuu olup, sonra da o çocuu ölen kadna denilir. Bunun üzerine
Hz. Yûsuf: “Onun için bu hususta bir mükâfat var mdr?” deyince de, Cebrâil (a.s.)
"Evet, yüz ehit mükâfaat vardr” der.

Buna göre ayet, Râuhammed Ibn Ali el-Bakr’n öyle dedii rivayet edilmitir:
Bir pir-i fâni, Ya’kûb’a urayarak, ona "sen brahim misin?” der. Bunun üzerine
Ya’kûb (a.s.) da: “Ben, onun olunun oluyum; skntlarm beni böyle deitirdi,
güzelliimi ve kuvvetimi giderdi” dedi. Bunun üzerine Cenâb- Hak, Ya’kûb’a “Sen
beni her ne zaman kullanma ikayet ettiinde, izzet ve celâlime kasem olsun ki,
,

eer sen beni ikayet etmeseydin, ben sana senin etinden ve kanndan daha iyisini
IV Cüz, YÛSUF SÛRES 1 2/84-87 . 13. Cilt / 319

verirdim (seni gençletirirdim)” diye vahyettl. te, bunun üzerine Hz. Ya’kûb
bundan sonra: "Ben kederimi ve hüznümü yalnz Allah’a ikayet ediyorum" der
oldu.

Hz. Peygamber de öyle dedii rivâyet edilmitir: “Ya’kûb’u karde


(s.a.s)’in

edinen bir kardei bulunuyordu. O, Ya’kûb’a Görmeni gideren, srtn
kamburlatran nedir?" diye sordu. Bunun üzerine Hz. Ya’kûb da: "Gözümü
gideren, Yûsuf sebebiyle alamam; srtm kamburlatran Bünyamin’e olan
da,
kederimdir" deö\. Bunun üzerine Cenâb- Hak, Ya’kûb’a: "Beni, benden bakasna
ikâyet etmekten çekinmez misin?" diye vahyetti. Bunun üzerine Ya’kûb (a.s.) "Ben
kederimi ve hüznümü yalnz Allah’a ikâyet ediyorum” diyerek, sözünü “Ya
Habbi, beli bükülmü, gözleri kör olmu bu pir-i faniye acmaz msn? Yûsuf’un
ve Bünyamin’in kokusunu bana tekrar koklat” diye sürdürdü. Bunun üzerine
Cebrâil, ona müjde vererek Allah’n öyle dediini nakletti: "ayet onlar Ölü dahi
olsalar onlar dirilteceim. Binâenaleyh, fakir ve yoksullar için bir yemek hazrla.
Zira, kullarmn bana en sevimli olanlar peygamberler ve yoksul kimselerdir."
Ya’kûb (a.s.) kahvalt yapmak istediinde bir münadî, "Kahvalt yapmak, yemek
yemek isteyen, Ya’kûb'la beraber yapsn!" diye bard. Yine, Ya’kub (a.s.) oruç
tuttuunda, esnâsnda da ayn ekilde barrd. Rivayet olunduuna göre Ya’kub
iftar
25
(a.s.), yallktan dolay, dökülen kalarn bir bezle saryordu*. Bunun üzerine )

kendisine birisi: “Bu bana gelenler ne?” deyince de o: “Ömrümün uzunluu ve


kederlerimin çokluu” dedi. Bundan dolay Allah Teâlâ ona: “Ey Ya’kub, beni ikâye
mi ediyorsun?” diye yahyedince de o, “Ya Rabbi, bir hatadr yaptm. Binâenaleyh
o hatam bala” dedi” denilirse, biz deriz ki:

Biz Ya’kub’un yaptnn, sadece sabr, sebât edip, feryâd ü figan etmemek
olduunu delilleriyle birlikte bildirmitik. (Artk baka söze itibar olunmaz.) Rivayet
olunduuna göre ölüm melei Ya’kûb’un yanna girince Ya’kûb ona: “Sevgilimi
görmeden önce, canm almak için mi geldin?” deyince Azrail ona: “Hayr, ben senin
hüznünle hüzünleneyim, sevincinle de sevinç duyaym diye geldim” der. Alamak
ise, günah saylmaz. Rivayet olunduuna göre Hz. Peygamber (s.a.s) de, olu

brâhim’e alayarak, "Kalb hüzünlenir; göz, ya aktr. Biz Rabbimizi kzdracak


ey söylemiyoruz. Ey brahim, biz senden dolay kederliyiz, hüzünlüyüz” demitir.
Hem insan hüznün kaplamas, onun irâdesi ve tercihiyle olmaz. Dolaysiyle bundan
herhangi bir sorumluluk domaz. Ama ah, of etmek; alamak, gözlerden bardaktan
boanrcasna göz ya akmasna gelince, kii, bazan bunlar defedemeyebilir.

25) Daha önce Yusuf, 1 8 ayetinin tefsirinde de bu ibarenin ayns geçmiti. Manasn anlayamadk. Yaz-
malara bavurunca birçok nüshada ibarenin bu ekilde olduunu tesbit ettik (Köprülü No: 120, Varak
490/a; Selimaa (Hüdai Ef. No: 118, (tabasma) sayfa: 712; Selimaa (Yakub Aa) No: 4, v. a/b).MU
de manas udur: “Kalarnn mahalli olan aln çöktüü için, gözlerini kapatmamas gayeaiyla ûat taraf-
tan bir bezle balyordu.” (ç.)
320 /13. Cilt TEFS!R-I_KEBIR

Ey bu soruyu soran kimse! Sizin ileri sürdüünüz eylere gelince: Onlar da,
Ya’kûb (a.s.)’a itabvarî gelen hitâplar, ancak ebrârn hasenâtnn, mukarreblerin
seyyiat gibi kabul edilmesinden dolay varid olmulardr. Hem burada, öyle bir baka
incelikde bulunmaktadr: nsan, hayrete düüp tereddüt ettii bir yerde mutlaka
Allah’a bavurur. Ya’kûb (a.s.) Yûsuf’un hayatta yoksa ölmü mü olduunu m
bilmiyordu. O, bu hususta lehte veya aleyhte herhangi birey söylemiyor, tavakkuf
ediyordu. Onun bu hususta tavakkuf etmesi sebebiyle de Cenâb- Allah’a yönelmesi
daha da fazlalam, -bu mesele dnda- O’ndan baka hiçbir eye dönüp bakmaz
olmutu. Onun bu hadisedeki tavr ve hareketleri farkl farkl olmutur. Baz zamanlar
o, çou kez, Allah’ zikretmeye o denli dalard ki, bu hadiseyi hiç hatrlamazd.
Binâenaleyh, bu hadiseyi hatrlamak, o hadiseyi hatrlamamas gibi olmutur. Bu
sebepten dolay Mz. Ya’kûb’a nisbetle bu hadise, Hz. brahim’in atee atlmas ve
kesilmesi istenen olunun kesilmesi hadisesi gibi olmutur.

Hz. Ya’kûb Niçin Tam Teslimiyet Göstermedi?



mdi, eer sorulursa ki: "iddetli bir musibet geldiinde, Hak Teâlâ’nn, Onlar
yok mu? Rablerinden mafiretler ve rahmet hep onlarn üzerindedir ve onlar doru
yola erdirilenlerin tâ kendileridir” (Bakara, 157) buyruunda bahsedilen bu büyük
mükâfaata müstehak olabilmesi için, onun “S/z Allahnz ve biz ancak O’na
döneceiz” (Bakara, 156) demesi daha evlâ deil miydi?” denilirse, biz deriz ki:

Baz müfessirler, "istlrcâ/ 26 ) bu ümmetten baka hiçbir ümmete verilmemitir.


Binâenaleyh Allah, bu ümmete musibet isâbet ettiinde, onlarn böyle söyleyerek
bir

mükâfaat elde etmeleri için, sadece bu ümmete ikrâm etmitir” demilerse de, bu
bana göre, u
sebeplerden dolay zayftr: Zira kiinin “Biz Allahnz” eklindeki sözü,
bizim, Allah’n mülkü olduumuza, bizi yaratp var edenin O olduuna; “ve biz ancak
ona döneceiz” demesi de, har ve Kyametin mutlaka olacana bir iarettir. Bunun
böyle olduunu bilmeyen bir ümmet olaca düünülemez. Binâenaleyh, baz belâ ve

musibetler gelirken, bunu bilen kimse, mutlaka sonunda dâ, Allah'a rücû edeceini,
döneceini bilir. te bu noktada, o musibete kar tam bir teselli meydana gelir. Allah'
tasdik etmi, O’na iman etmi olan kimsenin bunu bilmemesi imkânszdr.


Onun, Vah hasretime!” ifâdesi esefe, tasaya nida etmektir.
ÜÇÜNCÜ MESELE Bu tpk, bir kimsenin, "Ey hayret, ey aknlk”
demesi gibidir ki bu, sanki o, esefe tasaya barm
ve “Bu senin tam gelme ve bulunma zamanndr” demektir. Biz bu açklamay, pekçok
yerde izah ettik. Bunlardan birini, meselâ Cenâb- Hakkn « (Yûsuf, 31) ayetinin
tefsirinde geçmiti. Esef kelimesi, elden kaçrlan eye kar duyulan hüzün ve keder
anlamna gelir. Leys öyle demitir: “Bana birey gelir, sen de ondan dolay mahzun

26) "istircâ, bir musibet ve belâ esnasnda mü’minin 4 \ ^ i 4! ® demesidir.


13. Cüz, YÛSUF SÛRES 12/84-87 13. Cilt / 321

olur ve onu savuturmaya da güçün yetmezse, sen hem esîf, yani hüzünlü, hem
de müteessif, kederlenmi olursun.” Zeccâc da öyle demitir: ‘‘Aslolan, bunun
"Ya esefl” “Ey esefim, tasam” eklinde kullanlmasdr. Ancak ne var ki, izâfet
yA’smn, elif ve fethann hiffetinden dolay, elif-i maksûre ile deitirilmesi caizdir.

Hz. Ya’kûb’un Gözlerine Perde nmesi

Daha sonra Cenâb- Hak öj*]\ j» al# tLht&j “Ve hüzünden ve kederinden
ki gözüne ak dütü buyurmutur. Bu hususta da iki izah yaplabilir: u

Ya’kûb (a.s.) Vah Yûsuf’a olan hasretime, vah” deyince, onu hep alamak
1)
tutmutur. Alamak tutunca da, gözlerindeki su çoalmtr. Böylece, onun gözleri
sanki o suyun beyazlndan dolay beyazianmtr. O halde Cenâb- Hakk'n “ve
hüznünden ve kederinden iki gözlerine perde indi” ifadesi, ona alamann hâkim
olmasndan ve çok alamasndan bir kinâye olmu olur. Bu izahn doruluunun delili
udur: Hüznün tesiri,- körlüün meydana gelmesinde deil, alamann ona hakim
olmasndadr. Binâenaleyh, ayette bahsedilen beyazlanmay, akl, alamann hakim
olmas manasna alrsak, bu sebeb makul ve yerinde olur. Ama onu, kör olmas
anlamna amledersek, bu sebep ve talîl, güzel, makul ve yerinde olmaz. Binâenaleyh,

bizim bahpsttiimizdaha yerinde olmu olur. Bu açklamay, deliliyle beraber Vâhidî,


Ktâbu’l-Basît’inde bn Abbas’tan rivayet etmitir.

2) Bununla, Hz. Ya’kûb’un kör almas keöctedilmitir. Mukatii öyle der: “Ya’kûb
sene kör kalmtr. Derken Allah Teâtâ onun gözlerini, Yûsuf’un gömlei
(a.s.) alt

ile açmtr ki, bu da, Cenâb- Hakk’n, “u benim gömkimi götürün de onu

babamn yüzüne atn., iyice görür (bir hale) geîtr” (Yûsuf, 93) ayetinden anlalan
husustur. .Denildiine göre Cebraîl (a.s.), Yûsuf (a.s.) hapiste iken, onun yanna
varm ve: “Babann gözleri, sana olan kederinden dolay gitti” demi, bunun üzerine
de Yûsuf ellerini bana koyarak: “Keke annem beni dourmasayd ve ben de,
babamn bu denli üzülmesine sebep olmasaydm!" der. Bu öyle görüü ileri sürenler

demilerdir: “Devaml hüzün, devaml alamaya; devaml alama da kör olmaya yol
açar; o halde hüzün, bu yolla körlüün sebebi olmu olur. Devaml alamak körlüe
sebeb olmutur. Zira bu, gözbebeinde bir bulanklk meydana getirir.” Onlardan
bazlar da, Ya’kûb’un kör olmadn, ancak ne var ki onun görmesinin azaldn
söylemilerdir. Yine, Ya’kûb (a.s.)’un gözlerinin, Yûsuf’tan ayrld vakitten, onunla
karlancaya kadar geçen zaman içinde hep yal olduu kurumad; bu ,

müddetin ise seksen yl olduu ve yeryüzünde Allah nezdinde Ya’kûb’tan daha kerim
ve iyi bir kimsenin olmad da' ileri sürülmütür.

Ayetteki ojAJi j», kelimesine gelince, bil ki bu kelime, hânn Ötresi.zânn da


sükûnu hüzn eklinde okunmutur. Haan ei-Basrî ise, hânn ve zânn fethasyla
ile

hazen eklinde okumutur. Vahidî öyle der: “Alimler hüzn ile hazen kelimelerinin
manas hususunda ihtilâf etmilerdir. Bu cümleden olarak bir ksm hüzn alamak;
4

TEFSR-! KEBR

hazan ise “üzüntü ve keder” anlamna geldiini ileri sürerken, bazlar da, bu iki

kelimenin her iki manay ifâde eden iki kullanl olduunu ileri sürmülerdir. Nitekim
Arapça’da Vp- öy-j öy- L'Up “Ona iddetli bir hüzün (veya hazen) isâbet
etti” denilir. Bu, ekseri dil alimlerinin benimsedii görütür. Yûnus, Ebu Amr’n öyle
dediini rivayet etmitir: “Bu kelime, nasb yerinde olduu zaman, Araplar, hem hâ hem de
zâ’y fetha ile okurlar. Bu Cenâb- Hakk’n, üy- ja jaJö “kederlerinden gözleri

ya döke döke döndüler” Tevbe.92) buyruunda olduu gibidir.


( Bu kelime, cer veya
ref yerinde kullanldnda, Araplar hâ’y dammeli okurlar. Nitekim, burada öyû\ j»
(Yusuf, 84) böyledir. Buradaki Jty~j (Yûsuf, 86) kelimesi de mübtedâ olarak ref yerindedir.

Ayetteki y kelimesi, faîl sîas ism-i faîl manasna gelebilecei için

kâzm manasnda olmas caizdir. Kâzm hüznünü tutan, onu ortaya koymayan
demektir. bn
Kuteybe öyle demitir: Buradaki faîl sîasnn ism-i mef’ûl olan
mekzûm manasna gelmesi de caizdir. Buna göre bunun manas, kederden dolmu
eklindedir. Bu ifâde, su kab alabildiine doldurulduunda söylenilen, «U!>
alnmadr. Bunun, Hz. Ya’kûb’un çocuklarna
tabirinden kar öfke ile dolmu olmas
anlamna gelmesi de caizdir.

Bil ki, insanlarn uzuvlarnn en kymetlisi, bu üç eydir. Böylece Allah Teâlâ, bu


uzuvlarn gam ve kedere battn, belendiini beyân buyurmutur. Derken Y’akub’un

lisan Vah hasretime” demekle gözü alama ve beyaz perde inmesi ile; kalbi de,
alabildiince dolmu ve suyun çkmasna imkân vermeyen bir kap haline benzeyen
iddetli bir gam ile megul idi. Bu, o gam iyice vasfeden bir tabirdir.
Hz. Ya’kûb’u Knamalar
Cenâb- Hakk’n j, jt b/s JA bp U>
‘/S \yis 4HS IjilS
“Dediler ki:"Hâlâ Yûsuf u anp duruyorsun. Andolsun ki sonunda ya kederinden
hastalanp eriyeceksin, yahut helâke urayanlardan olacaksn” buyruuna gelince,
bununla ilgili birkaç mesele vardr:

bnu’s-Sikkît öyle demektedir: “Arapça’da ayn manada


BRNC MESELE olmak üzere M $
Uj U cjU
Arapçada Ijsifl Finin Kullanlmas “falan ii yapmaya devam ediyorum” denilir ve bu ifadeler,
Haftada mutlaka olumsuzluk edatyla kullanlr.” bnu Kuteybe
öyle demitir: “Arapça'da, sen herhangi bireyi unuttuun
ve ondan koptuun zaman, ü sLt — -*j Ui ^ ^ dersin.”
Nahivciler öyle demilerdir: “Burada, 'jstf U veya tjstf Y manasnda olmak
üzere, olumsuzluk hali takdir edilmitir. Bunun hazfi de caizdir. Çünkü ayet, bundan
olumlu mana kasdedilmi
o zaman bu ifâde lâm ve nün
olsayd,
ile
tpk
olmak üzere
^0&3 “Vallahi yapacaksn”
eklinde olurdu. Binâenaleyh,
tabirinde,

bu ifâde lâm ve nûnsuz kullanldna göre, burada bir Y edâtnn takdir edilmi
.

13. Cü, YÛSUF SÛRES 12/84-87 13. Cilt / 323

olduu anlalm olur. Nahivciler bu konudalmriu’l-Kays’nu beytini misal olarak


f
zikretmilerdir: cil* “Ben de dedim ki: 'Allah’a yemin olsun,

oturma halimi terketmeyeceim “Bu, “Ben oturmaya devam edeceim” demektir.
Bunun benzeri misaller pek çoktur.
hakknda öyle demilerdir: bn Abbas, Masan
Müfessirlere gelince, bu ifâde
•l-Basrî, Mücâhid, Katâde, bu ifâdeye: “Onu hep anyorsun” manasn verirlerken,
yine Mücâhid’den bu ifâdeye, “Onu anmaktan hiç geri durmuyorsun” manasn
“ fütû ” kelimesini ayn anlama ald
verdii, böylece de onun “fütûr” kelimesiyle
nakledilmitir.

Vahidî, Maânil-Kur’ân müelliflerinden unu nakletmitîr:

KNC MESELE kelimesinin asl, hüzün ve sevgiden dolay, akln


Harad Kelimesinin Manas ve bedenin bozulmas demektir. Binâenaleyh bir kimsenin,
USi sözünün manas, “Onu ona kar
tahrik ettim ve onu, ona kar kztrdm” eklinde olur. Nitekim Cenâb- Hak da
Jüâi Js- Jfi'jf “Ey peygamber, müminleri harbe tevik et!" (Entâi, 65)

buyurmutur.

Bu esas iyice kavradnda biz diyoruz ki: O zat yani Ya’kûb’u bu ekilde
nitelendirmek, ya bir muzafn takdir edilmesi ve meselâ denilmesi suretiyledir^

yahut da Hz. Ya’kub’un bedeninin bozulmas ve aklnn da zayflamas hususunda


son derece kötü durumda olduu manas murad edildii içindir. Böylece, bu ikinci

manaya göre Ya’kûb (a.s.), bizzat bozulma ve zayflamann ta kendisi olmu olur.

Râ’nn kesresiyle hard eklinde okunmasna gelince, bu durumda bu kelime,


ism-i fâil olur. Bu kelime, her iki ekilde de okunmutur.

Bunu da iyice kavradnda biz diyoruz ki: Müfessirlerin bu hususta çeitli

açklamalar bulunmaktadr:

a) jpy- ve kelimesi, bedence ve akl cihetinden bozulan demektir.

b) Nâfi bnPl-Ezrak, bn Abbas (r.a.)’dan, kelimesinin ne demek


olduunu sormu, bunun üzerine o da, “Ar ve müzmin hasta” demitir.

Bu kelime ne diri ne de ölü olmayan, (komada bulunan) kimse anlamna gelir.


c)

Ebu Ravk, Enes bn Mâlik’in bu ayeti hânn dammesi ve rânm da sükûnuyla


eklinde okuduunu ve onun, buna göre bunun manasnn “nerdeyse
sen cöven otu gibi olacaksn” eklinde olduunu söylediini nakletmitir.
*

Ayetteki j* ü j&jl ksmna gelince: Ayetin manas udur: "Onlar •

babalarna, "Sen, Yûsuf’ u^ûzün ve ona alamakla anmaktan hiç geri durmuyorsun.
/ u, um TBFSlR-I KEBÎR

Böylece sen bedeninin artk onulmaz bir derde yakalanmasna sebep olacaksn,
veyahut da kederinden öleceksin” demilerdir. Böylece onlar, sanki, “sen, anda u
çok büyük bir belâ içindesin. Böylece biz bundan daha fazlasnn, daha kötüsünün
meydana geleceinden endieleniyoruz” demiler ve onlar bu sözleriyle onu, çok
alayp çok üzülmekten men etmek istemilerdir.

Buna göre ayet, “onlar niçin, bunu kesinlikle bilmedikleri halde, bu hususta nasl
yemin etmilerdir?” denilirse, biz deriz ki:

Onlar ii, zahire hamletmilerdir. Yine buna göre “Jstf aU sözünü söyleyenler
.
kimdir?” denilirse, biz deriz ki: En açk olan duruma göre, bunlar, onlardan ayrlan
kardeler deildir; aksine bunlar, Ya’kûb’un evinde bulunan torunlar ve
hizmetçilerdir.

Daha sonra Cenâb- Hak Ya’kûb (a.s.)’un uSl

“Ben kederimi ve hüznümü yalnz Allah’a ikayet ediyorum” dediini nakletmitir.


Yani, “Bu söylediim eyi, size kar söylemiyorum. Ben bunu, Allah’n huzurunda,
O'na arzediyorum” demektir. nsan, ikayetini Allah’a arzettiinde, muhakkikler
zümresinden olur. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.) 23 jPj
i j
vUU h. ja “Öfkenden rzana, gazabndan affna ve senden sana snrm "t27)

buyurmutur. Muvaffak klan, ancak Allah’dr.


i

kelimesi datmak, neretmek ve yaymak anlamna gelir. Nitekim



Cenâb- Hak, deprenen her hayvan orada üretip yayd” (Bakara, 164 buyurmutur.
)

O halde, hüznü, kederi insan


Onu bakasna açtndaysa, bu da
aça vurmayp gizlediinde, bu
dJ olur.
^ (keder) olur.

Ulema öyle demitir: “Bess” hüznün ileri derecesi, “hüzün de, “hemm”
(keder)’in ileri derecesidir. Bu böyledir, zira insan, onu söylemedii zaman, o hüzün
o insana hükümran olmaz, ama hüznü büyüyüp de insan onu içinde saklamaktan
aciz kalarak, dili de istemeye istemeye onu söyleyince, bu “bess” diye isimlendirilir
ki, bu durum, insann, ona kar aciz kaldna ve hüznün o insana artk hakim

olduuna delâlet eder.” O halde Hz. Ya’kûb’un 4J» J[ ifâdesinin


manas, “Ben, çok ve az kederlerimi ancak Allah’a açarm, O’na dökerim” eklinde
^
olur. Haan el-Basri, her iki harfin hem fethas hem de dammesiyle hazenî, ve hüzünî

diye okumutur.

Denildiine göre, birisi Ya’kub(a.s.)’un yanna girer ve "Ey Ya’kûb, bedenin


zayflad; bitkinletin. Halbuki daha henüz, 4leri bir,yaa varmadn” der. Bunun üzerine
Ya’kûb (a.s.): “Bama gelen, gammn fazlalndan dolaydr” deyince, Allah Teâlâ,
ona “Ey Ya’kûb, beni mahlûkatma ikâyet mi ediyocsun?” diye vahyeder. Bunun
üzerine Ya’kûb (a.s.) “Ya Rabbil Bir hatadr yaptm; benim bu hatam bala* dedi.

27) Müslim, Sâlât, 222 (1/352).


U. Cüz, YÛSUF SÛRES 12/84-87 13. Cilt / 323

Allahda onun bu hatasn balad. Artk bundan sonra Ya’kûb (a.s.) bir ey isteyince
de, “Ben kederimi ve hüznümü yalnz Allah’a ikâyet ediyorum” der oldu.

olunduna göre Cenâb- Hak Ya’kûb (a.s.)’a öyle vahyetmitir: “ Ben


Rivayet
sizde bir hata buldum, bundan ötürü gücendim çünkü siz, bir koyun kesmitiniz
;

de, kapnza gelen bir fakire ondan yedirmemitiniz Benim yaratklarmn bana
en sevgili olan, peygamberler ve yoksul kimselerdir. Binâenaleyh bir ziyafet hazrla
ve ona, fakir fukaray davet et!” Hz. Ya’kûb’un, çocuu ile beraber bir cariye satn
alp, onun, çocuunu satt; derken o cariyenin alama sonucunda kör olduu da
ileri sürülmütür.

Hz. Ya’kûb’un Ümidinin Sebebleri

Daha sonra Ya’kûb (a.s.) 4Jl “Ve Allah tarafndan sizin

bilmediiniz eyleri biliyorum” demitir ki, bu, “Allah’n rahmet ve ihsanna dair sizin
bilemiyeceiniz nice rahmetini ve ihsann bilirim. O, benim ummadm bir yerden
genilii, ferahl getirendir” demek olup, bu, Hz. Ya’kûb’un, Yûsuf’un kendisine
gelip ulamasn gözettiine, beklediine bir iarettir. Alimler, bu gözetlemenin sebebi
hususunda unlar söylemilerdir:

1) Ölüm melei Ya’kûb (a.s.)’un yanna gelince, Ya’kûb ona: '“Ey ölüm melei,
olum Yûsuf’un cann aidin m” deyince o: "Hayr, ey Allah’n nebisi” der, sonra
da Msr tarafna iaret ederek, "Onu, orada ara” der.
t

2) O, Yûsuf (a.s.)’un rüyasnn gerçek ve sadk olduunu biliyordu. Zira Yûsuf


hakkndaki rüd ve kemâl emareleri, onun üzerinde apaçk ve zahir idi. Yûsuf (a.s.)
gibi kimselerin rüyas boa çkamazd.
de Cenâb- Hak, Ya’kub’a, Yûsuf’u ona ulatracan, kavuturacan
3) Belki
vahyetmi; ancak ne var ki O, o vakti bildirmemiti. te bundan dolay Ya’kûb (a.s.),
bir sknt içinde kalakalmt.

4 ) Süddî öyle demitir: “Hz. Ya’kub’un oullar, kraln hâl ve hareketlerindeki


üslûbunu, O’nun mükemmelliini Ya’kub’a bildirdiklerinde, Ya’kub (a.s) onun Yûsuf
olmas ümidine düerek: "Bu gibi hareket tarznn, kâfirde zuhûr etmesi mümkün
deil!” dedi.

5) Ya’kûb (a.s.), Bünyamin’in hrszlk etmeyeceini kesinlikle biliyordu. O, kraln,

Bünyamin’e eziyet etmediini ve onu dövmediini de duymutu. Böylece o, zann-


gâlibi ile, o kraln Yûsuf olduu kararna vard. Birinci mukaddime hakknda

söylenebilecek sözün tamam budur.

kinci mukaddimeye gelince, buna göre Ya’kûb (a.s.) çocuklarnn yanna varm
ve onlarla yumuak bir biçimde konumutur ki, bu da Ya’kûb’un, '
Jjfö
& ”

326 / 13. Cilt TEFSÎR-t KEBR

<rjj üC*y JA “Evlatlarm gidin, Yûsuf ile kardeinden bir haber arayn
eklindeki sözüdür.

Ya'kûb (a.s.), bahsedilen ipuçlanna binâen Yûsuf’un bulunaca hususunda


Bil ki

ümitlenince, oullarna “Yûsuf’dan haber arayn” demitir. (Tehassüs) bir eyi duyu
organlaryla, hâsse ile aratrmak demektir. O halde hasse, görme ve duymaya
benzeyen ey demektir. Ebû Bekr el-Enbarî öyle demitir: "Bu fiil Arapça’da mln
ile deil de an ile kullanlr. Ayette ise, min edat, an yerinde kullanld için, j*
denilmitir. Bu jf’in, teb’iz, ksm
olduu da söylenebilir. Buna göre mana,
için

"Yûsuf ile ilgili baz haberler aratrn ve Yûsuf’la ilgili haberlerin bir ksmn
deerlendirin” eklinde olur. O halde, kendi ba'ziyyet manas bulunduu için bu
ayette bu fiil min ile kullanlmtr. Bu kelime cim ile \ eklinde de okunmutur.
Hucurat sûresindeki j I
— Yj kelimesi de böyle iki ekilde okunmutur.

Allah'n Rahmetinden Ümit Kesmeyin

Daha sonra Sfj “Allah’n rahmetinden ümidinizi kesmeyin”


demitir. el-Esmaî öyle demektedir: "Ravh insann hissettii ve kendisinde huzur
bulduu tatl ve hafif rüzgara denilir. Râ, vâv ve hâ harflerinin terkibi, hareketi ve
deprenii ifâde eder. Binâenaleyh, insann, kendisi sebebiyle hafif hafif harekete
geçtii ve varlndan lezzet duyduu ey, “ravh”dr!’lbn Abbas (a.s.), bu kelimeye
"Allah’n rahmetinden” manasn verirken, Katâde, “Allah’n fazlndan” ve bn Zeyd
de “Allah’n genilie çkarmasndan ümidinizi kesmeyiniz” manasn vermilerdir
ki, bu lafzlarn ifâde ettii manalar birbirine yakn manalardr. Haan ei-Basri ve

Katâde bu kelimeyi damme


4' £jj jf eklinde okumulardr
ile ki, buna göre
bu kelimenin manas, “Allah’n rahmetinden” demek olur.

Ye’sln Niçin Küfür Olduunun zah


Daha sonra jjjtâ ^
f
*[
“Zira hakikat udur ki, kâfirler
4*' j? jr$i
gürûhundan bakas, Allah’n rahmetinden ümid kesmez” demitir. bn Abbas (r.a.):
“Mü’rnin, her- halükârda Allah’dan olan bir hayr ümidi içindedir: zira rçü’min bir
skntya dütüünde Allah’ görüp gözetir; bolluk zamannda da, O’na hamdeder.”
Allah’n rahmetinden ümit kesmek, ancak insan, âlemin ilâhnn kâmil olan
Bil ki

eylere kâdir olmadna veya, bütün malumat bilmediine veyahut da, onun cömert
deil de cimri olduuna inandnda söz konusu olur. Halbuki bu üç eyden her biri,
o insann küfrünü gerektirir. Binâenaleyh, ümitsizlik, bu üç eyden birisi meydana
geldiinde tahakkuk edince -ki bunlardan her biri, bir küfürdür-, o zaman Allah’n
rahmetinden ümit kesmenin, ancak kâfir kimseler için söz konusu olabilecei sabit
olmu olur. Allah, en iyi bilendir.
II (Uz, YÛSUF SÛRES 12/84-87 13. Cilt / 327

Ayetle ilgili Müteferrik Suallere Cevaplar

Geriye bu ayetle ilgili birkaç soru kalmtr.

Ya’kûb (a.s.)’un Yûsuf’u bu denli sevmesi, ancak Allah’dan gâfil


Birinci Soru: ,

olan kimselere yakr, uygun düer. Zira, Allah’ seveni, Allah da sever. Allah’ seven
kimsenin kalbinde ise, Allah’n dnda bulunan varlklardan hiçbirinin sevgisine yer
yoktur. Hem, eyi alabildiince sevmeye müsait deildir. Binâenaleyeh
tek bir kalb, iki

onun kalbi, çocuunun sevgisine gark olunca, onun kalbinin Allah’n sevgisine gark
olduunun söylenilmesi imkânszlar.
ikinci Soru: Kendisine alabildiince kederin hakim olmu olduu kimseye düen,
Allah’n zikriyle megul olmas, ileri Allah’a havale etmesi ve O’nun kazâ ve kaderine
teslim olmasdr. Ama Ya’kûb (a.s.)’un “Vah Yûsufa olan hasretim vah!” eklindeki
sözü, peygamberlerin büyükleri öyle dursun, dindar ve ilim sahibi olan kimseye dahi
yakmaz.
Üçüncü Soru: Ya’kûb’un, büyük peygamberlerden olduunda üphe yoktur.
Onun babas, dedesi, amcas da, herkesçe tannan büyük peygamberlerden idi. Böyle
olan bir kimsenin bana çocuklarnn kendisine en kymetlisi olan hakknda çetin
ve korkunç musibet geldiinde, bu hadise sakl kalamaz, aksine bunun, mutlaka
bir

herkesin duyabilecei oir yaygnla ulamas gerekir. Hele de bu hususta uzun bir
zaman geçmi ve Ya’küb da böylesi bir keder ve büyük bir üzüntü içinde kalmsa.
Üstelik Yûsuf, Msr’da; Ya’kûb da am’n, Msr’a yakn bir beldesinde $L
Binâenaleyh, mesafenin bu kadar yakn olmas sebebiyle, bu hadisenin gizli ve sakl
kalmas imkânsz olur.

Dördüncü Soru: Yûsuf (a.s.) niçin, birisini Ya’kûb’a gönderip kendisinin hayatta
ve sapasalam olduunu bildirmemitir? Onun, kardelerinden korktuu da
söylenemez. Zira o, böylesine güçlü bir mevki sahibi olduktan sonra, babasna bir
elçi göndermesi her halükârda mümkün olur; kardeleri de o elçiyi geriye
çeviremezlerdi.

Beinci Soru: Yûsuf (a.s.)’un o tas, kardeinin yükünün içerisine koyup, sonra
da oradan bulup çkararak, hrszlkla hiç alakas olmayan bir kimseyi hrzlk töhmeti
altna atmas nasl câiz olabilir?

Altnc Soru: O, babasnn hüznünü artrp çoaltacan bildii halde, bu hrszlk


suçunu Bünyamin üzerine atmay ve onu kendi yannda tutmay nasl isteyebilmitir?

sknt ve belalar, insann kalbinden, bunlarn


Birincisine Cevap: Böylesi çetin
dnda her türlü düünceyi siler götürür. Hem sonra böyle bir sknt içinde olan
kimse, Allah’a çokça bavurur ve o nisbette dua ile, yalvarp yakarma ile megul
olur. Binâenaleyh bu i onun tamamen dua ve niyaza dalmasna. sebep olur.
328 / 13. Cilt TEFSlR-t KEBÎR

kincisine Cevap: nsandaki çeitli düünce ve niyetler, dünya hayatnda sona


ermez. Binâenaleyh o bazan “Vah Yûsufa duyduum hasret vah!” (Yûsuf, 84); hazan-
da

Artk (bana düen) güzel bir sabrdr. Sizin u anlatnza kar yardmna
snlacak (ancak) Allah’dr” (Yûsuf. a> der.

Dier sorulara gelince, Kâdî bütün bunlarn hepsine birden, öyle güzel bir cevap
vermitir: "Bize nakledilen bu hadiseleri, normal hallere göre ele almamz ya
mümkündür, ya deildir. Eer mümkün ise, bunda bir problem yok demektir. Eer
mümkün deil ise, bu takdirde deriz ki: O zaman, peygamberler zaman idi. O
zamanda harikulâde (mûcizevî) hallerin zuhûr etmesi uzak birey deildi. Binâenaleyh
öyle denilmesi imkansz olmaz: Hz. Ya’kûb’un beldesinin, Hz. Yûsuf’un beldesine
yakn olmasna ramen, bir mûcize olarak, onlarn haberleri birbirine ulamamtr.”

Kardelerin Tekrar Msr’a Gelip Hz. Yusuf’tan Merhamet Dilemeleri

“Bunun üzerine onlar onun huzuruna girdikleri zaman dediler ki: “Ey Aziz,
bizi de, ilemizi de darlk bast. Pek ehemmiyetsiz bir sermaye ile geldik. Bize

yine tam ölçek ver. Bize tasaddukta da bulun. Çünkü Allah tasadduk
edenleri mükâfaatlandrr.” O öyle dedi: “Siz, (henüz) câhil kimseler iken,
Yûsuf’a ve kardeine neler yaptnz biliyor musunuz?” Onlar: “Aaa, sen,
yoksa sen Yûsuf musun?” dediler. O da: “Ben Yûsuf’um, bu da kardeim!
Allah bize lütfetti. Çünkü kim Allah’dan ittikâ eder ve sabrederse, mutlaka
Allah iyi hareket edenlerin mükâfaatm zâyi etmez” dedi”
(Yûsuf, 88-90).

Bil ki müfessirler, burada bir hazfinolduu hususunda ittifak etmilerdir. Buna


göre bu fadenin takdiri: "Ya’kûb (a.s), oullarna “ Oullarm gidin, YC{sufla
13. Cüz, YOSUF SpRESt 12/88-90 UCilt/329

kardeinden haber arayn” (Yusu 87 dedii zaman, onlar babalarnn bu


bir t, )

tavsiyesini kabul ettiler ve Msr’a tekrar gelip, Yusuf’un huzuruna girdiler ve ona
" Ey Aziz ” dediler” eklindedir.

Buna göre ayet, "Yakub Yusuf’u ve Bünyamin’i aratrmalarn


(a.s) onlara,

emrettiine göre, niçin onlar hallerinden ikâyet ederek, Hz. Yusuf’tan kendilerine
tam ölçek yiyecek vermesini istediler?” denilirse, biz deriz ki: Aratran ve
soruturanlar, maksadlarna ulamak için, her yolu denerler. Aciz olduklarn, çaresiz
kaldklarn, durumlarnn kritik olduunu, mallarnn az olduunu ve alabildiine bir
sknt içinde olduklarn itiraf etmeleri ise, karlarndakinin kalbini yumuatan
eylerdendir. Bundan dolay onlar, ‘‘Biz onu bütün bu hususlarda daneyelim. Eer
onun kalbi bize kar yumuarsa, maksadmz ona açklarz. Aksi halde birey
söylemeyiz” dediler. te bundan ötürü onlar, önce bu sözlerle balayarak, “Ey Aziz,
bizi de, âilemizi de darlk bast” dediler. “Aziz, güçlü, kuvvetli, tehlikelere

kar koyabilen padiah” demektir, kelimesi ise, fakirlik, ihtiyaç, çoluk-çocuun



çok olmas ve yiyeceih az olmas manasnadr. Onlar, ailemiz” ifadesi ile, geride

braktklar kimseleri kastetmilerdir.

Müzcat Tabirinin zah


Onlar, ry uLrj “Pek ehemmiyetsiz bir sermaye ile geldik” demilerdir.

Bu tabirle ilgili birkaç bahis vardr:

masdar olan) “izcâ”, azar azar


Birinci Bahis: Arapça’da, (bu son kelimenin
vermek demektir. “Tecziye” veznindeki masdar da ayn manayadr. Nitekim,
“Rüzgâr bulutu, yava yava götürüyor” denilir. Cenâb- Hak da,
UUO. jrjt fi “Görmedin mi
i))' O»
j u
hakikati ki, Allah bulutlar sürüyor” (Nur, 43)

buyurmutur. “Falana kar sözlü müdafaa yaptm” manasnda, JjK* U^A* cdJr)
ve “zamana çeitli çarelerle kar koyuyor” manasnda, ö'M denilir.

kinci Bahis: Onlar o sermayeyi, ya noksan olduu için, ya deersiz olduu için,
yahut her sebepten dolay, "pek ehemmiyetsiz” diye nitelemilerdi. Müfessirler,
iki

bütün bu ihtimallerden bahsetmilerdir. Meselâ Haan et-Basri buna “az” manasn


vermitir; dier bazlar ise bunun “deersiz bir sermaye” manasna geldiini
söylemilerdir. Alimler, bunun hangi bakmlardan deersiz olduunda da ihtilaf

almnda geçerli olmayan, düük ve adi


etmilerdir: Ibn Abbae(r.a.), bunun, yiyecek
para manasna olduunu söylemitir. Bunun “eski çuval t ip, eski eya” manasna
geldii söylendii gibi, bedevilerin eyalarnn yün ve yadan ibaret olduu da
süzme yourt, yahut ayakkab
söylenmitir. Bunun, habbetü’l-hadra (çitlenbik), yahut
(nalin), yahut deri, yahut kavut ve keçi kl manalarna olduu söylenmitir. da u
ileri sürülmütür: "Msr paralarnn üstünde, Hz. Yusuf’un resmi vard. Onlarn
3J0 / 1 J. Cilt
TEFSlR-1 KEBÎR

getirdii paralar üzerinde ise Yusuf’un resmi yoktu. Bu sebeple o paralar, Msr halk
nemlinde geçerli deildi.”

Üçüncü Bahis: Bu, az ve deersiz sermayeye niçin “müzcât” denildiinin zah


huausundadr. Bu hususta da izahlar yaplmtr: u -

a) Zeccâc öyle der: “Bu, Araplarn ‘‘Zaman, a1 bitmeyle geçitirmeye çalyor”


manasnda, jry. ö*>ti alnmtr. Buna göre bu
eklindeki deyimlerinden
t 'i:rin manas; "Kendisi ile zaman geçitirmeye çaltmz, azck sermayemizi
gf-t.ii dik. Aslnda o, istifade edilecek eyler cinsinden deildir”
eklindedir. Bu izaha
göre ifade, "Biz, günlerimizi savuturmaya çaltmz o az sermayemizi (elimizde
avucumuzda ne varsa) getirdik” demektir.

h) Ebu Ubeyd öyle demitir: “Deersiz paraya “müzcât” denilmitir. Çünkü


onlar,verenden alnmaz, kabul edilmez cinsten paralardr. Binaenaleyh bunlar,
“tecâ” dandr. Arap nezdinde “izcâ”, itmek, defetmek, kabul etmemek demektir!”

o) Bu ifade, "Harcanmam, geri braklm paralardr. Böylesi paralan, ancak


daha iyisini bulamayan ve mecbur kalan kimseler alr-verir” demektir.
\

“Müzcât” kelimesi, Arapça deildir” der. Bunun, Kptîlerin kulland


d) Kelbî:

bir kelime olduu da söylenmitir. Ebu Bekr el-Enbârî ise: “tikâk ve kökü
belli
olan, Arapça bir kelimenin Kptî dilinden olduunu söylemek yanltr” der.

Dördüncü Bahis: Bu kelimeyi, Hamza ve Kisâî imâle ile okurlar. Çünkü bunun
aslnda yâ harfi vardr. Dier kraat imamlar ise, nasb ile ve tefhim ile okurlar.

bu sermayenin pek ehemmiyetsiz olu hususunda sözün özü udur: Ona böyle
Bil ki

denilmesi, ya az olmasndan, ya deerinin düük oluundan, yahut da her iki


bakmdan dolaydr. Binaenaleyh onlar, sermayelerini ve skntl durumlarn böyle
anlatnca, padiaha, Ü “Bize yine tam ölçek ver” dediler. Bunu
söylemekten gayeleri, padiahn ya bu deersiz ve noksan sermayelerini fazla
onlara,
imi gibi kabul ederek, yahut da âdî olan güzel ve deerli sayarak, kendilerine
müsamaha etmesini istemektir.

Tasaddukun Buradaki Anlam

Sonra onlar, U% “Bize tasaddukta da bulun” demilerdir ki bundan


maksatlar padiahn iki cins para arasnda hiçbir fark gözetmeksizin, iyi paray kabul
ettii gibi, kendileri için de bu âdi paray, verecei yiyecee kar fiyat kabul ederek,
kendilerine müsamahal davranmasn istemektir.

Alimler bu ifadenin, onlarn, Hz. Yusuf’tan kendilerine sadaka vermesini


istemeleri manasna gelip gelmedii hususunda ihtilaf etmilerdir: Süfyân b. Uyeyne
13. Cüz, YÛSUF SÛRES 12/88-90 13. Cill / 331

»öyle demitir: “Sadaka almak, Hz. Muhammed (s.a.s)’e kadarki bütün peygamberler
çin, bu ayete göre, helal idi.o fazladan olacak eyi, sadaka olarak
Buna göre onlar,

stemilerdi." Dier baz âlimler bu izah kabul etmeyerek öyle demilerdir:


“Peygamberlerin ve evladlarnn durumu, sadaka istemeye elverili deildir. Çünkü
onlar, insanlara boyun emezler. Genel olarak onlar, ancak Allah’a yalvarp yakarr,
dier insanlara kar da Allah’dan yardm isterler." Haan el-Basrî ile Mücâhld’in,
bir kimsenin “Allah’m bana tasadduk et” diye dua etmesini kerih görerek öyle
dedikleri rivayet edilmitir: “Çünkü Allah tasadduk etmez. Ancak verdii sadakann
karln bekleyen kimse, tasadduk etmi olur ve “Allah’m, bana ver, bana lutfetl"
der.” Bu izaha göre tasadduk, sadaka vermek; mutasaddk ise, sadaka veren
manasnadr. Leys, dilenci için de “mutasaddk” denilebileceini söylerken, çou
dilciler bunu kabul etmemilerdir. .

Yakub’un Hükümdara Yazd Söylenen Mektup

Rivayet olunduuna göre onlar, “Bizi de, alimlerimizi de darlk bast ” diye,

Yusuf’a yalvarp yakarnca, Yusuf üzüldü ve gözleri süzüldü. te o anda,


?”
JL U ji “Yûsuf’a ve kardeine neler yaptnz biliyor musunuz
dedi. Rivayet edildiine göre, Hz. Yakub’un oullar, onun u muhtevadaki
mektubunu Yusuf’a verdiler: “Halilullah brahim’in olu, Zebiiullah, (Allah’a
kurban) shak’n olu Abdullah Ya’kub’dan, Msr padiahna... mdi, soyumuza hep
belalar ve imtihanlar verildi. Dedemin eli aya baland ve yansn diye atee atld.
Ama Allah onu kurtard. Allah Teâlâ o atei, onun için serin ve emin bir yer kld.
Babamn boynuna, kesilmesi (kurban edilmesi için) bçak dayand, ama Allah, onun
yerine bir koç gönderdi. Bana gelince, benim de bir olum vard ve o evlâtlarm içinde
en çok sevdiim idi. Derken kardeleri onu, sahraya götürdüler. Sonra da kana
bulanm gömleini bana getirerek, “Onu kurt yedi” dediler. Ona alamamdan ötürü
gözlerimi kaybettim. Benim, onun öz kardei bir dier olum daha vard. Onunla teselli
buluyordum. Onlar onu sana getirdiler ve sonra geri dönerek, onun hrszlk yaptm
ve bu yüzden onu hapsettiini söylediler. Bizim soyumuz hrszlk yapmaz. Bizim
soyumuzdan hrsz çkmaz. Eer onu bana gönderirsen ne âlâ, aksi halde yedi nesline
tesir edecekbedduâ yaparm.” Yusuf (a.s), mektubu okuyunca, kendini tutamad,
bir

sabretmeyi brakt ve kendisinin Yusuf olduunu onlara bildirdi.

Daha sonra Cenâb- Hak, bu esnada, Yusuf (a.s.)’ un “Yûsufa ve kardeine neler
?”
yaptnz biliyor musunuz dediini nakletmitir. Rivayet edildiine göre o,
babasnn mektubunu okuyunca bütün vücudu titremeye balad, tüyleri diken diken
oldu, kalbi rikkate geldi, aladkça alad ve kendisinin Yusuf olduunu onlara söyledi.
u da söylenmitir: O, kardelerinin kendisine yalvarp yakarmalarn, içine dütükleri

sknty ve çaresizliklerini görünce, duygulanarak, kendisinin Yusf olduunu açklad.


Binaenaleyh, j* “Biliyor musunuz?” ifadesindeki soru, bana gelen iin
(

332 / 13. Cilt TEFSlR-i KEBÎR

büyüklüünü anlatan bir soru olup, “Yusuf’a yaptnz ne


büyük bir ey, ne kadar
çirkin ve âdî bir i idi” demektir. Bu tpk, suçlu ve günahkâr olan birisine, “Biliyor
!”
musun kime isyan ettiini denilmesi gibidir.

Bil ki bu ayet, Cenâb- Hakk’n, “Biz de kendisine, “Andolsun ki sen onlara,


hiç farknda deillerken, gün) bu ilerini haber vereceksin” diye vahyettik”
(bir

(Yusuf. s) ayetini tasdik etmektedir. Ayetteki “ehîti” tabirine gelince, bundan maksad
onun ana baba kardeinden ayrlmas sebebiyle, onu maruz brakm olduklar
bir

gam ve kederlerdir. Yine onlar, ona eziyet veriyorlard ki, bu eziyyetler cümlesinden
olmak üzere, onun hakknda, “Eer o çalm bulunuyorsa (alacak bir ey yok)
zaten daha evvel bir kardei de çalmt "(Yusuf. 77) diyorlard. “Siz (henüz) cahil
kimseler iken” ifadesine gelince, bu, bir mazeret yerine geçmektedir. Buna göre o
sanki, “Siz bu kötü ve çirkin fiile ancak, çocukluk veya gurur cehaleti içinde
bulunduunuz bir durumda yöneldiniz.” Yani, “Siz imdi böyle deilsiniz” demitir.
Bunun bir benzeri de, Cenâb- Hakk’n U “O,- keremi bol Rabbine
kar ne?” infitâr.6) ayetinin tefsirinde söylenilen eydir. Denilmitir ki:
seni aldatan
Cenab- Allah, bu muayyen vasfn zikretmekle, mezkûr sualine kar verecei cevab
adeta kuluna telkin etmek istemitir. Yani: “Ya Rabbi, senin kerem vasfna sahib
olman beni gevetti” demesini temin etmek istemitir. te burada da bu söz, onlarn
utanma ve sklmalarn gidermek ve meseleyi hafifletmek için zikredilmitir. Sonra
ise onun kardeleri unu demilerdir: J^j-4 U Jtt dJV ÜÎU IJH
“A, sen, yoksa sen Yusuf musun?” dediler. O da, “Ben, Yusuf’um” dedi? bn
Kesir dJ&i kelimesini, haber olmak üzere *2JÖ
*
eklinde okurken, Nafl memdude
t
s
olmayan elifin fethas ve ya ile eklinde; Ebu Amr da, elifin uzatlmas ile

d&T eklinde okumutur ki bu, Kâlûn’un Nafi’den yapm olduu bir rivayettir. Dier
kraat imamlar ise, iki hemze ile olmak üzere, iltfi eklinde okumulardr ki,
bütün bunlar istifham manasndadr. Übeyy bn Ka’b ise cJijl eklinde
okumutur. Böylece bütün bu kraatlardan, baz kurrâ'nn, kelimeyi istifham manas .

üzere, bazlarnn da haber manas üzere okuduklar hususu ortaya çkmtr. Birinci

görütekilere gelince: Onlar öyle demilerdir: “Çünkü, Yusuf onlara, neler


yaptnz biliyor musunuz?” deyip de tebessüm edince, onlar Yusuf’un ön dilerini
gördüler. Bunlar adeta, dizilmi inciler gibiydi. Bunun üzerine onu Yusuf'a benzettiler
de, istifham ve soru yollu öna, “Aaa, sen, yoksa sen Yusuf musun?” dediler. Bunun
istifham olmasnn doruluuna, onun, Ben, Yusuf’um” demesi de delâlet eder.
Zira o onlarn soru sorduu eye cevap vermitir.”

Bu kelimeyi haber manas üzere okuyanlara gelince, onlarn delili de udur: bn


Abbas (r.a.)’dan rivayet edildiine göre, Yusuf’un kardeleri onu, tac bana
koyuncaya kadar tanyamadlar. Yusuf’un saç ayrmnda bir alâmet var idi; Yakub
ve Ishâk’n da, tpk bene benzeyen, böyle bir alâmeti vard. te Yusuf tac bana
koyunca, onu bu alâmetinden tandlar ve *X>y siJY *i)Sl “Sen, muhakkak ki Yusufsun”
13 . Cüz, YÛSUF SÛRES 12/8K-90 13. Cl / 333

dediler. Ibn Keslr’ln istifham murad edip de, istifham harfini hazfetmesi de caizdir.

O’nun uL-ji U “Ben, Yusuf’um” cümlesine


\ gelince, bununla ilgili iki bahis

bulunmaktadr:

Birinci Bahis: Ju-j* cümlesindeki lâm, lâm- ihtidadr. Ente miibtedâ,

Yusuf kelimesi ise, haberdir. Bu cümle ise, inn&’nin haberidir.

kinci Bahis: Burada Yusuf, kardelerinin kendisine yaptklar hakszlk ve


kötülüün büyüklüünü, Cenâb- Hakk’n, buna karlk, kendisine bahetmi olduu
lütufve yardmlarn bolluunu göstermek amacyla, kendisini açkça, sarih bir biçimde
ifade etmitir. Buna göre o sanki, "Evet ben, o en iddetli biçimde kendisine
zulmettiiniz adamm, Yusuf’um. Allah beni, bu en büyük makamlara yüksekti. Evet
planladnz ve bunun için kuyuya attnz, o acizim, Yusuf’um.
ben, o öldürmeyi
Sonra, ne olduumu görüyorsunuz!” demitir. Bundan dolay o, onlar Büny&min’i
pekâlâ tandklar halde, j*) "Bu da kardeim!” demitir. Bundan maksad
ie„unu demek istemesidir: "Bu da benim gibi hakszfa uramtr. Sonra o, sizin
de gördüünüz gibi, Allah tarafndan lütfa mazhar klnmtr.” Sonra Yusuf ti

"Allah bize lütfetti” demitir. bn Abbas (r.a), bunun, "Allah bize dünyada ve ahirette
her türlü izzet ve eref ile lütfetti” manasnda olduunu söylemitir. Dier âlimler

ise, buna, "ayrlktan sonra bizi tekrar bir araya getirmekle lütfetti" manasn
vermilerdir.

Takva ve Sabr Ehlini Allah Terketmez

Cenâb- Hakk’n, j* & "Çünkü, kim Allah’dan ittika eder ve


sabrederse” buyruuna gelince, bunun manas, "Kim Allah’a kar masiyetlerden

ittika eder, kaçnr da, insanlarn eziyetlerine sabrederse” eklindedir.

yr\ yrift il)' öti "Allah, iyi hareket edenlerin mükâfaatn zayi etmez.”

Bunun manas, "Muhakkak ki kim ittika gösterir ve sabrederse, Allah onlarn


mükâfaatlarn zayi etmez” eklindedir. Cenâb- Hak burada, müttakileri de kapsad
için, zamir yerine kelimesini açkça zikretmitir. Bununla ilgili iki

mesele bulunmaktadr:

Bil ki Yusuf (a.s), bu kymetli makamda, muttaki


kendisini

BRNC MESELE olarak vasfetmitir. ayet o, Haviyye’nin iddia ettii gibi,


Züleyha hakknda o ie tevessül etmi olsayd, bu söz,
Hz. Yusuf tarafndansöylenmi bir yalan olmu olurdu. Halbuki, kendisinde kâfirin
emin olaca, isyânkârn da tevbe edecei böyle bir makamda yalan söylemek, akl
banda olan kimseye uygun dümez.
13. Cüz, YÛSUF SORESt 12/91-93 13. C’Hl / 335

Peygamberler Aras Üstünlük Meselesi

Alimlerden bazs bu ayete dayanarak, Yusuf’un kardelerinin peygamber


olmadn ileri sürerek öyle demilerdir: “Zira, peygamberlik makamndan baka
olan bütün makamlar, o makama nisbetle adeta bir hiç gibidirler. Binâenaleyh, ayet
Yusuf’un kardeleri de peygamberlik makamnda Yusuf’la müterek olsalard, onlar
“Allah’a yemin ederiz, Allah seni, hakikaten bizten üstün klmtr” diyemezlerdi.
Böyle olnrças halinde u soruyu ileri süren kimsenin sorusunun da manas kalmaz:
Onlar, nübüvvet açsndan her ne kadar Yusuf gibi peygamber iseler de, Yusuf’un,
melik olmak dünyevi haller açsndan, onlardan üstün olmas kastedilmitir burada.
ile

Zira biz, dünyann hallerinin peygamberlik makam karsnda nazar- dikkate


alnamayacan beyan etmitik.
1
/ •

Cenab- Hak, uS* ö\j “Biz gerçekten suçlu idik” buyurmutur. Hâti
kelimesi, kasten hata ileyen kimse demektir; hâtkkelimesiyle muhtî birbirinden ayr
manalardadrlar. te bu nüanstan dolay, dinî hükümler konusunda içtihad edip de
isabet edemeyen kimse için, “O, hatî’dir” denilmeyip, “O, muhtî’dir” denilmitir.
Müfessirlerin ekserisi, Yusuf’tan özür dileyen kimsenin, onu, o kuyuya atan, onu
satan, onu evinden ve babasndan ayran kimse olduu kanaatindedirler. Ebu Ali
ei-Cübbai ise öyle demitir: “Onlar, o Yusuf’a, bundan dolay özür beyannda
bulunmamlardr: Çünkü bu onlardan, onlar bülua ermeden sâdr olmutur.
Binâenaleyh, bu bir günah saylmaz. Dolaysyla da, bundan dolay mazeret beyannda
bulunmak gerekmez. Onlar ancak babalarna, Yakub’un, Yusuf’un diri olduunu,
kurdun onu yememi olduunu bilebilmesi için Yusuf’a yaptklarn açklamamalar
sebebiyle yapm olduklar hatadan dolay mazeret beyan etmilerdir. Bu açklama,
birkaç yönden zayftr:

1) Biz, ie çocukluk zamannda yeltenmi olmalarnn ileri


ontarn, o
sürülemeyeceini beyan etmitik. Çünkü Yakub gibi kimselerin, çocuklarnn banda,
onlar uygun olmayan eylerden men eden, uygun olan eyleri ise yapmaya sevkeden
akl banda olan bir kimse bulunmakszn, o bali olmayan çocuklarnn hepsini birden

çöle göndermesi, akla pek yatkn görünmeyen bir eydir.”

2) bu i, Cübbâî’nin söyledii gibi olsun. Ancak ne var ki, biz unu


Farzedelim ki

diyoruz: Böylesi, eylerin varaca en son nokta, kiinin bu gibi eylerden dolay özür
beyan etmesinin farz olmaddr. Ancak ne var ki, bu gibi eylerden özür
de güzel olduu söylenebilir. Bunun delili udur: Günahkâr bir kimse
dilenilmesinin
tevbe ettiinde cezâs kalkar. Ama o, yeniden tevbe eder, özür beyan eder. Böylece
biz, insann, bazan tevbe etmesinin kendisine vacib olmad zamanlarda da, tevbe

edebileceini anlam oluyoruz.

Yusuf’un Onlar Balamas


Bil ki, onlar, Hz. Yusuf’un kendilerinden üstün olduunu; kendilerinin ise günahkâr
)

336 /13. Cilt TBPSIR-I KEBR

ve asi olduklarn itiraf edince, Yusuf (a.s) N '

Y
“size, dedi, bugün hiçbir baa kakma ve ayplama yok. Sizi, Allah balasn”
demitir. Bu hususta iki bahis bulunmaktadr:

Birinci Bahis: Tesrib, knamak ve azarlamak anlamna gelmektedir. Hz.


Peygamber (s.a.s)’in 1
4$ ^^ ’*1 “Sizden birisinin

cariyesi zina ona hadd cezas uygulasn; onu (zinadan dolay


ettiinde,
ayplamasn” 27) hadisi de bu manadadr. O halde, C-ijf tabirinin’ manas,
<

“Size knama ve ayplama yok!” demektir. Tesrib kelimesinin asl, ikembeyi saran
ya anlamna gelen, serb kelimesindendir. O halde bunun manas da, tpk teclîd
(soymak) kelimesinin deriyi soymak anlamna gelmesi gibi, “ya gidermek, onu izâle
etmek” eklinde olur. Atâ el-Horasani öyle demitir: "htiyaçlarmz gençlere
arzetmek, ihtiyarlara arzetmekten daha kolaydr.” Yusuf (a.s)’ un kardelerine, "Size
baa kakma ve ayplama yok” eklindeki sözüyle, Yakub’un “Sizin için Rabbimden

mafiret talep edeceim (Yusuf, 98) eklindeki sözüne bir baksana!.

kinci Bahis: Bu ayette yevm sözünün neye taalluk ettii hususunda iki görü
bulunmaktadr:

Birinci Görü: Bu, la tesrîbe ifadesine taalluk eder. Yani, o “kouturma olsa

oha hu günde olurdu; bugün size kouturma yok. Artk dier günlerdeki durumu
sizdüünün !” demektir. Burada söz konusu olan bir baka ihtimal de, "Ben bu günde mutlak
manada bir kouturmann olmadna karar verdim” manasdr. Çünkü, Çij3 Y
ifadesi, mahiyeti nefyeder. Mahiyetin nefyedilmesi ise, mahiyetin fertlerinin tamamnn

yokluunu iktizâ eder. Böylece bu ifade, bütün vakitleri ve durumlar içine alan bir
nefiy cümlesi olmu olur. Buna göre sözün takdiri, "Bugün, bütün vakit ve durumlar

içine alan genel bir Daha sonra o onlara, onlardan


hüküm verdim” eklinde olur.

dünyevî husustaki knamay kaldrdn beyân edince, Cenâb- Hak’tan onlardan


ahire!, cezasn da kaldrmasn talep ederek, “Sizi, Allah balasn” demitir ki,

bununla dua manas kastedilmitir.

ikinci Görü: Yevm kelimesi aAJ' “sizi, balasn” cümlesine tealluk


Allah

eder. Buna göre Yusuf (a.s) sanki, mutlak manada bir kouturmann olmadn
söyleyince, onlara, Allahn bugün onlarn günahlarn da balam olduu müjdesini
vermitir. Bu onlarn gönülleri krk, kalbleri mahzun olup, suçlarn da
böyledir; zira
kabul edip tevbe edince, Allah Teâlâ da onlarn tövbelerini kabul etmi ve günahlarn
balamtr. te bundan dolay da Hz. Yusuf “Size bugün hiçbir baa kakma ve
ayplama yok. Sizi, Allah balasn ” demitir.

27) Benzer bir hadis için bkz. Buhfirî, Itk, 17, 3/125); Müslim, Hudûd, 31 (3/1329).
I V Cüz, YÛSUF SÛRES 12/91-91 13. Cilt / 337

Hz. Peygamberin Mekke’nin Fethinde Müriklere Muamelesi

olunduuna göre Hz. Peygamber (s.a.s) Fetih günü Kâ’be’nln kapsnn


Rivayet
koluna yaparak Kurey’e: “Benim size ne yapacam umuyorsunuz?” dedi. Bunun
üzerine de onlar, “Hayr bekliyoruz, umuyoruz. Bize sen, kerim bir kardesin ve kerim
bir kardein olusun. Güç ve kudret sende” dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber
(s.a.s): “Ben, kardeim Yusuf’un, “ Size ve ayplama
bugün, hiçbir baa kakma
vok” eklindeki sözünü söylüyorum” dedj. Rivayet olunduuna göre Ebu Süfyan,
müslüman olmak için, Hz. Peygamber’in yanna geldiinde Abbas ona, “Hz.
Peygamberin yanna vardnda, ona, ayetini oku!” dedi.
O da öyle yapt. Bunun üzerine Hz. Peygamber de, “Allah, hem seni, hem de sana
öreteni balad” buyurdu.

Hz. Yusuf’un, Kardelerini Onore Etmesi

olunduuna göre Yusuf'un kardeleri Yusuf’u tanynca, ona: “Sen,


Rivayet
sabah akam bizi sofrana çaryorsun. Biz ise, sana kar yaptmz kötülüklerden
dolay utanyoruz” diye haber saldlar. Bunun üzerine Yusuf (a.s): “Ben her ne kadar
Msr halknn meliki olsam da, onlar yine de bana ilk gözle bakyor ve “Yirmi dirheme
satlan köleyi, bu mertebelere ulatran zât, ne yücedir, onu takdis ederiz” diyorlar.
Andolsun ki, hem u
anda sizin gelmenizle eref kazandm, sizin gelmeniz ve Msr
halknn, benim kardeim ve Hz. brahim’in torunlarndan olduumu da
sîzlerin

anlamalar sebebiyle onlarn nazarnda yüceldim” dedi.

Hz. Yusuf’un, Gömleini Babasna Göndermesi

Yusuf (a.s) sonra öyle dedi: oij


^
“ubenim gömleimi götürün de, onu babamn yüzüne koyun, iyice görür bir
hale gelir." Müfessirler öyle demitir: Yusuf (a.s) kendisini onlara tantnca, onlara
babasn sordu. Onlar bunun üzerine, gözlerini kaybettiini söylediler. O da, bundan
dolay onlara gömleini verdi. Muhakkik ulemâ ise öyle demitir: Yusuf (a.s) o
gömlein babasnn yüzüne konulmasnn, onun görmesini salayacan, Allah’dan
ald bir vahiy ile bilebilmitir. Eer bu hususta bir vahiy olmasayd, o bunu bilemezdi.
Zira akl, bunun böyle olacan bilemez.

öyle de de Yusuf (a.s), babasnn kör olmadn, ancak ne


denilebilir:* Belki

var ki, fazla alamaktan ve kalbinin de iyice daralm, cannn iyice sklm olmasndan
dolay zayfladn, görme kuvvetinin zayfladn; babasnn yüzüne gömleinin
konulmas halinde, onun mutlaka ferahlayacan ve gönlünde büyük bir sevinç ve
huzurun meydana geleceini; bunun ise, onun ruhunu, kuvvetlendireceini, görme
kuvvetindeki zayfl gidereceini, böylece de görmesinin kuvvetleneceini ve ondakl
o noksanln zail olacan biliyordu. te bu kadar eyin, kalb ve gönül ile
bilinebilmesi mümkündür. Çünkü, tbbi kanunlar da, bu manann doruluuna delâlet
eder. O halde Yusuf’un; “iyice görür bir hale gelir” eklindeki ifadesi, "görür olur,

T18 /IV < ili TEFSlR-l kebîr

görür" anlamndadr. Hu ifadenin bu manaya geldiine, Cenâb- Hakk'n Aîjl

buyruu da elâdet eder. Bundan muradn, "o, bana, görür olduu halde gelir”
olduu da söylenebilir. O, babasna saygsndan dolay, onu ayrca zikretmi; dierleri

içinse, Bütün ailemizi de bana getirin demitir.

Kolhî, "Onun âilesi yetmi kii kadard” demitir.


Mesrûk da öyle demitir:
“ Yusuf (a.s.)'un kavmi kadn-erkek yetmi üçkii olarak Msr’a girmilerdir." Rivayet
olunduuna göre, mektubu Yahûdâ götürmü ve: "Kana bulanm gömlei götürüp,
onu (babam) ben hüzüniendirmitim. Onu ben hüzünlendirdiim gibi, ben
sevindireceim” demitir. Denildiine göre Yahûdâ bu mektubu, Msr’dan Ken’an
Diyarna kadar olan seksen fersahlk mesafede, yaln ayak ve ba açk olarak
götürdü.

*r -fr

Hz. Yâ’kub Yusuf’un Kokusunu Alyor

“Vakta ki kafile (Msr’dan) ayrld. Babalar dedi


bunak ki: “ Bana
.”
demezseniz, inann ki Yusuf’un kokusunu duyuyorum “Allah’a ycmir
ederiz ki sen hâlâ eski yanhlndasm” dediler. Fakat müjdeci gelip de onu
( Yâkûb’un
) yüzüne koyduu, o da derhal görür bir hale geldii zaman dedi

ki: “Ben size, “Bilmeyeceiniz eyleri, Allah tarafndan olmak üzere ben

biliyorum’’ demedim mi?” (Msr’dan gelen oullar), “Ey babamz, bizim için
istifar et. Biz, gerçekten suçlular idik” dediler. (Ya’kûb da): “Sizin için
Rabbime istifar edeceim. üphesiz O gafur ve rahimdir” dedi”
(Yusuf. 94-93).

Arapça'da, bir kimse birisinin yanndan çkp gittii zaman, Sl ipti j* ûbtf J^î
denilir. Yine, "onu yani mektubu benden ona götürdü” manasnda Usf

IV (•(>/, YÛSUF SÛRES 12/94-98 13. Cilt / 339

Bu fiil, hem lazm 'olur, hem müteaddi. Lazm olduu zaman masdar
denilir.
*
/

müteaddi olduu zaman da, eklinde gelir. Hak Teâlâ öyle buyurmutur: “Kervan,
Msr'dan çkp Ken’an Diyar’na yöneldii zaman, Ya’kûb (a. s), yannda bulunan
çoluk-çocuuna, akrabalarna ve torunlarna, “Bana bunak demezseniz, inann
k Yûsuf'un kokusunu duyuyorum” demitir. Bu konuma onun kendi oullar le
olmamtr. Çünkü onlar, Yakub(a.s)'un onlara, “Gidin Yûsuf’la kardeinden bir
haber arayn” (Yûsuf, 87 demesinin gösterdii gibi, orada bulunmuyorlard. Alimler,
)

bu mesafenin miktar hususunda dümülerdir. Bunun, sekiz günlük veya


ihtilafa

on günlük bir mesafe olduu söylendii gibi, seksen fersahlk bir mesafe olduu da
söylenmitir. Yine âlimler o kokunun Yâ’kub (a.s)’a nasl ulat hususunda ihtilaf
etmilerdir. Bu cümleden olmak üzere Mücahld: “Bir rüzgar esti ve bunun üzerine,
o gömlei havada dalgalandrd. Böylece dünyaya cennet kokular yaylmaya balad.
te bu koku Ya’kûb’a ulat da, o, cennetin kokusunu hissettii zaman, dünyada
olacak bir cennet kokusunun ancak onun gömleindeki koku olacan anlad. te
bundan ötürü o, “nann ki Yûsuf un kokusunu duyuyorum dedi” demitir. Vahidf,
senedli olarak, Enes b. Malik’den Hz. Peygamber (s.a.s)’in öyle dediini rivayet
etmitir: “Yûsuf’un, “u benim gömleimi götürün ve onu babamn yüzüne koyun.
(O zaman) iyice görür bir bale gelir” (Yusuf, 93) ifadesine gelince, zâlim Nemrud da,

Hz. brahim’i atee att zaman, elinde cennetten alnma bir gömlek ve bir yayg
olduu halde Cebrail (a.s) brahim (a.s)’in yanna geldi. O gömlei brahim'e giydirdi
ve o yaygnn üzerine oturtup, yanna oturup konumaya halad. Daha sonra brahim
(a.s) bu gömlei shâk (a.s)'a, o da Ya’kûb’a, Ya’kûb da Yusuf’a giydirdi. Ya’kûb

(a.s) onu, gümüten bir mahfazaya koyarak, Yusuf'un boynuna (bir muska gibi) ast.

Yusuf (a.s) kuyuya atld zaman, ite bu gömlek (parças), Yusuf’un boynunda idi.
te Yusuf (a.s.)’un “u benim gömleimi götürün” sözü bu manayadr.” Bu
meselenin izah, öyle denilmesidir: Allah Teâlâ bu kokuyu, Ya’kûb’a, mucizevî bir
yol ile ulatrmtr. Çünkü böylesi uzak bir mesafeden, bunun ona ulamas, adetin
(allmn) hilâfna bireydir. Binâenaleyh bu, bir mûcize olur. O ikisinden birisinin
mucizesi olmas gerekir. Doruya en yakn olan, Ya’kûb’un ondan haber verip,
oullarnn da onu bu sözleri ile, yakk almayan bir ekilde nitelendirmeleri sebebiyle
Ya’kûb (a.s)’a has bir mucize olmasdr. Böylece durumun, zikredildii gibi olduu
ve bunun, Hz. Ya’kûb’un bir mucizesi olarak meydana geldii ortaya çkmtr.
meânî öyle demitir: Allah Teâlâ, bu iki belde birbirine yakn olduu halde,
Ehl-i

seksen sene Yusuf’un haberi Ya’kûb’a ulamam iken, mihnet (imtihan) devri sona
erip, rahatlk ve sevinç vakti gelince, Yusuf’un kokusunu Ya’kûb’a uzak bir

mesafeden ulatrmtr. Bu da gösterir ki, kolay olan her ey çile zamannda zor,
zor olan her ey de, “Yusufun kokusunu
mutluluk ve ferah zamanlarnda kolaydr.
duyuyorum” demek, “Onu kokluyorum” anlamndadr. Bu mana burada, vecede
(bulmak) fiili ile ifade edilmitir. Çünkü bu onun, koku alma duyusu ile bulduu
bireydir.

cm TEFSR -l KEBR

Yanndakilerln Onunla Alay Etmeleri

Hz. Ya’kûb’un OjiIS 0' Yjl "Bana bunak demezseniz ifadesine gelince: Ebu Bekr bnü’l-Enbârî
öyle demitir: “Arapça’da, birisi hüzünlenip de, akl deimeye balad zaman, Al
denilir Yine bir insan, âlim iken câhil hale düüp de, cehalet ona nisbet edildii, bunad zaman,
•M fiili kullanlr.” Esmâ’i’nin öyle dedii rivayet edilmitir: “Bir adamn saçma
sapan sözleri çoald zaman, onun için “müfnid” denilir.” Keâf sahlbi.de:
“Arapça’da (Bunak yal kadn) denilmez, fakat 1?* Çr* (Bunak ihtiyar
adam) denilir. Çünkü zaten kadnn »gençliinde dikkat çeken görüleri yoktu ki,
yallnda bunam olsun” demitir. Binâenaleyh ayetteki bu tabirin manas, "Eer
sözlerimi, abuk-sabuk eyler saymazsanz” eklindedir.

Ya’kûb (a.s) bunu söyleyince, onun yannda bulunanlar, 2JJ*A> ^ tllîl Jjtf

“Allah’a yemin ederiz ki sen hâlâ eski yanllndasm” dediler. Buradaki, "dalâlet”
kelimesinin, birkaç manas vardr:

1) Mukâtil öyle demitir: "Bununla burada, ekâvet, bedbahtlk manas kastedilir,


yani, dünyann bedbahtl demektir. Buna göre bu tabirin manas u
ekilde olur:
"Muhakkak ki sen, Yûsuf için bu hüzünlere katlanp göüs germen eklindeki, o
eskiden beri olan bedbahtln içindesin.” O, bu görüüne, Cenâb- Hakk’n, “Bu
takdirde biz muhakkak ki bir dalâlet ve delilik içinde (kalm oluruz)” dediler”
(Kamer, 24) ayetini delil getirmitir, yani, "Bu dünyamzda bir bedbahtlk içinde (kalm

oluruz)” demektir.

2) Katâde ise, bunun manasnn: "Muhakkak ki sen, yine Yusuf’a kar olan o
eski sevgin üzeresin. Onu ne unutuyor, ne aklndan çkaryorsun” eklinde olduunu
ve bunun, “Babamz herhalde açk bir yanllk (dalâlet) içindedir” (Yusuf, e)
ayetindeki sözleri gibi olduunu söylemitir. Sözüne devamla, onlarn, bir peygamber
için söylemeleri doru olmayan, sert bir söz söylemi olduklarn if*de etmitir.

3) Hasar el-Basrî ise öyle demitir: "Onlar Ya’kûb’a böyle söylediler. Çünkü
onlar Yusuf’un öldüüne inanyorlard. Ya’kûb (a.s) ise, normal ve uygun tavrn dna
çkarak, hep Yusuf’u sayklyordu.”

"En” Edatnn Kullanl Hakknda


Cenâb- Hakk’n öl lili “Fakat müjdeci gelip de” buyruuna
gelince, buradaki en edat hakknda iki görü vardr:

1) Bu kelimenin i’rabtan mahalli yoktur. Bu ifadede olduu gibi, bazan zikredilir;

bazan da £-
jjl' ÇÂ “brahim’den o korku gittii zaman” ( Hûd, 74)

ayetinde olduu gibi, hazfedilir. Her iki durum da, Arap iirinde mevcuttur.

2) Basrallar, bu en edatnn mâ ile birlikte mukadder bir fiilden ötürü ref’


13. Cüz, YÛSUF SÛRES 12/94-98 13. Cilt / 341

mahallinde olduunu, bunun takdirinin, js~l i o' uü yani ^4^


"müjdecinin gelii meydana çknca" eklinde olduunu, fakat onu ref’ eden fiilin

mahzûf olduunu söylemilerdir. Müfessirlerin ekserisi, bu müjdecinin YahûdA


olduumu, onun, "Kana bulanm gömleini ben götürmü ve "Yusuf’u kurt yedi"
diye ben söylemitim. Bugün de bu gömlei ben götüreceim, bir zamanlar babam
üzdüüm gibi, yine onu ben sevindireceim” dediini söylemilerdir.
Gömlei Yüzüne Sürüp, Görmeye Balamas
Ayetteki, 4-Sll tabiri, “Müjdeci o gömlei Ya’kûb’un yüzünün üstüne
att” demektir. Yahut öyle de denilebilir: Bu, "Ya’kûb o gömlei, yüzüne brakt (örttü)"

anlamndadr, ifadesi de, "yeniden görür hale geldi” demektir. Bunun masdan dan

"Irtldât” bireyin, daha önceki haline dönmesidir. Binaenaleyh ayetteki bu tabirin anlam,
"Allah onu, eskiden olduu gibi görür hale getirdi” eklindedir. Nitekim Arapça’da, hurma aacn,
Allah bitirip büyüttüü halde, i&!) "Hurma uzad” denilir. Alimler bu hususta htilaf

etmilerdir: Bazlar, "O tamamen kör olmutu. Allah Teâlâ onu, ite bu anda görür
hale getirdi" derken;dier bazlar: "Hayr, çok alamaktan ve üzüntüden dolay,
onun görmesi zayflamt. te o gömlei Ya’kûb’un yüzüne atp, Yusuf’un hayatta
olduu müjdesi verilince, onun sevinci büyümü, gönlü ferahlam ve bütün hüzünleri
yok olmutu. te o zaman görmesi yeniden kuvvetlenmi ve görme eksiklii yok
oluvermiti ” te o zaman da, û, YU fi “Ben size,
4)i
J\ fi& Jî»

“Bilmeyeceiniz eyleri, Allah tarafndan olmak üzere ben biliyorum” demedim


mi?” demitir. Bundan maksat, omun rüyâ yolu le, Yûsuf’un hayatta olduunu
bilmesidir. Çünkü bu kendimden önceki ile, mana cihetinden bir ilgisi vardr.
ifâdenin,
Bu ifade Hz. Yâ’kûb’un daha önce söylemi olduu, “Ben, kederimi ve hüznümü
yalnz Allaha ikâyet ediyorum. Bun, Allah tarafndan sizin bilmeyeceiniz (nice)
eyleri de biliyorum” eklindekisözüme bir iarettir. Rivayet edildiine göre o, müjdeyi
getirene Yusuf’un nasl olduunu mormu, o da: “Yusuf, Msr hükümdardr” demi.
Bunun üzerine Hz. Ya’kûb (a.s): "Hükümdar olmasn ne yapaym? Sen, yanndan
ayrldn zaman, hangi din üzere olduunu söyle?" deyince, müjdeci: "slâm dini
üzere idi" cevabn verir. Hz. Ya’kûb da, "te imdi nimet tamamland” der.

Oullarnn Hz. Va’ kûb’dan Dua stemeleri

>nra Y^'küb’un oullar ondan özür dilemeye balayarak


Sonra UJ JiAsU Utjil*

i SI Jj fii j te “Ey babamz, bizim için istifar


et. Biz gerçekten suçlular idik” dedil'er. ( Ya’kûb da): ‘Sizin için Rabbime istifar

edeceim. üphesiz O gafur ve rahînr.\’dir dedi” Ayetin zâhiri, Hz. Yâ’kûb (a.s.)’un
o anda onlar için istifârda bulunmadn, ama ileride onlar için istifar etmeyi
vaadettiini gösterir. Âlimler, bunun sebebini, birkaç deiik ekilde izah etmilerdir:

1) bn Abbas (r.a) ve çou alimler "Ya’kûb (a.s) onlar için, seher vakti istifar
342 / 1.1. Cilt TEFSR KEBR

etmeyi dilemitir. Çünkü seher vakti, dualarn kabulü için en uygun zamandr”
demilerdir.

2) Bir baka rivayete göre yine bn Abbas (r.a), Ya’kûb oullar için
‘‘Hz. istifar
etmeyi, cuma gecesine ertelemitir. Çünkü dualarn kabulü için en uygun vakit o
gecedir” demitir.

3) Ya’kûb (a.s) onlarn gerçekten tevbe edip etmediklerini; tövbelerinin de tam


bir ihlas ile olup olmadn anlamak istemitir.

Ya’kûb (a.s) onlar için, o anda istifar etmitir. Binâenaleyh onun, “Sizin için
4)
Rabbime istifar edeceim” sözünün manas, ‘‘Bu yaptm istifara ileride de devam
edeceim” eklindedir. Rivayet edildiine göre o, yirmi küsûr sene, her cuma gecesi
onlar için istifar ediyordu. Hatta denildi ki, ‘‘O bir vakitte namaza kalkar ve namazn
bitirince, ellerini göe doru kaldrr ve der ki: ‘‘Ya Rabbi, Yusuf’a, olan feryâd-ü
figanm ve ona kar olan sabrszlm bala. Yusuf’a yaptklar ilerden ötürü,
oullanma mafiret et” der. Bunun üzerine Allah Teâlâ ona, ‘‘Seni de, onlarn hepsini
de baladm” diye vahyeder.

Anlatldna göre, Ya’kûb (a.s.)'un oullan, kendilerini korku ve at bürümü


bir vaziyette ona derler ki: ‘‘Eer bizi Allah balamaz ise, kim bize yardm edebilir?”
Bunun üzerine ihtiyar babalar duâ ederek kbleye yönelir. Yusuf da babasnn
arkasndan âmin demeye balar. Dier kardeler de, huû ve tevâzû içerisinde o
ikisinin arkasnda dururlar. Bu, tam yirmi sene devam eder. Sabrlar azalp da, artk

nerede ise helak olacaklar zannna kapldklar bir srada, Cebrail (a.s) iner ve ‘‘Allah
Tealâ,oullarn için yaptn duan kabul etmi ve senden sonra peygamberlik
hususunda onlardan misak almtr” der. Alimler, onlarn peygamber olup olmadklar
hususunda ihtilaf etmilerdir. Bu ihtilaf mehurdur.

Hz. Ya’kûb Hanedannn Yusuf Tarafndan Karlanmas

't

• •

sf- iji j
n (
'«y. YÛSUF SÜRES 12/99-1 00 __
13. Cilt / 343

“ Sonra babasn ve
vakfa ki onlar gelip Yusuf’un huzuruna girdiler. O,
annesini kucaklad ve “Allah'n iradesi ile, hepiniz emin bir ekilde Msr’a
giriniz” dedi. Babasn ve annesini tahtnn üstüne çkarp oturttu. Hepsi onun
secdeye kapandlar. Yusuf dedi ki: “Babacm, ite bu daha önce
için

görmü olduum o rüyann tahakkukudur. te Rabbim onu doru çkard.


Bana iyilik etti. Çünkü beni zindandan çkard. eytan benim ile
kardelerimin arasn bozduktan sonra da, O, sizi çölden getirip (bizleri
kavuturdu ). üphesiz ki Rabbim, dilediini çok ince ve çok güzel olarak
tedbir edendir. üphesiz O, alîm ve hakimdir"
(Yusuf. Ö9-100)

Bil ki Yusuf (a.s), beraberindekilerle birlikte hazrlanp


rivayet edildiine göre
kendisine gelebilmesi için, babasna, ihtiyaç duyulacak her türlü ey ile ikiyüz binit
yollamtr. Hz. Yusuf (a.s) ve kral, Ya’kûb(a.s.)’u karalamak üzere, dörtbin asker
ile, önde gelen devlet adamlar ve bütün Msr halk ile
birlikte yola çkmlard.

Hz.Ya’kûb (a.s), Yahûdâ’ya dayanarak yürüyordu. Böylece atlar üzerindeki kalabal


ve insanlar görüp: “Ey Yahûdâ, bu Msr Yahûdâ: “Hayr,
Firavun’u mu?” dedi.

bu senin olun Yusuf (ve onun adamlar)” diye cevap verdi. Bunun üzerine Yuauf
(a.s) hemen ileri çkp, selam vermek istedi. Fakat selam vermeye frsat bulamadan,

Hz. Ya’kûb (a.s): “es-Selâmü aleyke” dedi. Rivayet edildiine göre, Hz. Ya’kûb(a.s)
ve oullar, kadn-erkek yetmiiki kii olarak Msr’a girdiler. Musa (a.s) ile beraber
oradan çktklarnda ise, çocuklar ve ihtiyarlar hariç, savaacak durumda olanlarnn
says altyüzbin beyüz yetmi küsur kii idiler.

Cenâb- Allah’n ly) 4-2' “O, babasn ve annesini kucaklad”


ifadesi ile ilgili iki bahis vardr:

Birinci Bahis: “Ebeveyhi” (babas ve annesi) ifâdesinden ne murad edildii


hususunda iki görü vardr:

Bundan murad, onun öz babas ve öz annesidir. Buna göre, annesinin o


1)
zamana kadar yaam
olduu söylenildii gibi; annesinin daha önce ölmü olduu,
fakat Cenâb- Hakk’n, Hz. Yûsuf'un rüyasn gerçekletirmek üzere, ona (sayg)
secdesinde h lunsun diye, onu diriltip kabrinden çkarm olduu da söylenmitir.

Bundan maksad Yusuf’un babas ile teyzesidir. Çünkü annesi, kardei


2)
Bünyamin’i dourduktan sonra, henüz nifas halinde iken ölmütü. “Bünyamln”
kelimesinin,. brânice,"aclarn olu” manasna geldii söylenmitir. te annesi
öldüü zaman babas, Yusuf'un teyzesi ile evlenmiti. Bundan dolay Allah Teâlâ,
teyzesini, ebeveyninden biri olarak ifade etmitir. Çünkü çocuu yetitirip terbiye
eden kimseye, annenin yerini tuttuu için “anne” denilir, yahut da amcaya “baba”
344 / 13. C ilt TEFSÎR-t KEBÎR

denilebildii gibi, teyzeye de anne denilir. Cenâb- Hakk’n u ayeti de bu manayadr:


“Babalarn brahim’in, smail’in -ve Ishâk’m ilâhna” (Bakara, 133).

kinci Bahis: 4 \ ifâdesi, “onlar kendisine çekti ve barna bast,


1

kucaklad, boyunlarna sarld '


manastndadr.

Buna göre eer, “Onlarn Msr’a girmeden önce, Hz. Yusuf’un yanna varp
girmelerinin manas nedir?” denirse, biz deriz ki:

Öyle anlalyor ki, Hz. Yusuf onlar karlad zaman, onlar orada bulunan bir
evde veya bir çadrda misafir etti. Binâenaleyh onlar, onun yanna girdiler; o da onlar
kucaklad ve onlara, “Msr’a giriniz" dedi.

Hz. Yusuf’un Aiie Efradn Arlamas


Hz. Yusuf’un J' “Allah’n iradesi ile, hepiniz emin bir
ekilde Msr’a giriniz” ifadesiyle ilgili birkaç bahis bulunmaktadr:

Birinci Bahis: Süddî öyle demitir: "Hz. Yusuf bu sözü, onlar Msr’a girmeden
önce söylemitir. Çünkü o, onlar yolda karlamt." te, bizim kabul edip
anlatmz görü de budur. bn Abbas (r.a)’n öyle dedii rivayet edilmitir: “Bu
söz, “emîn olarak Msr’da oturun” manasndadr. Oturmak, bu iki birbirine bitiik fiil

olduklar için, girmek fiiliyle ifade edilmitir.”

"naallah" Cümlesinin Buradaki Manas


kinci Bahis: Ayet-i kerimedeki, ili' 1 U» “Allah’n iradesiyle” eklindeki
istisna ile ilgili iki görü bulunmaktadr:

1) Bu, emin olmalaryla ilgili olup, girmeyle alakal deildir. Buna göre ayetin
manas, “Eer Allah dilese, inaallah, emin olarak Msr’a Bunun
girin” eklindedir.

bir benzeri de, inaallah emniyet içinde,
,
korkusuzca mutlaka Mescid-i Haram’a
gireceksiniz” (Fetih, 27) ayetidir.

Daha önce zikretmi olduumuz, “bu sözü Hz. Yusuf onlara, onlar Msr’a
2)
girmeden önce söylemitir” eklindeki görüe göre, bu istisnânm girme fiiliyle ilgili
olduu söylenmitir.

Üçüncü Bahis: j -j*' —


“emin olarak” ifadesinin manas, “cannzdan,
malnzdan ve ailenizden emin olarak; hiç kimseden korkmadan” eklindedir. Çünkü
daha önce onlar, Msr krallarndan korkarlard. Bunun, “Ktlktan, skntdan ve ihtiyaç
halinden emin olarak, korkusuzca” manasnda veya, “Daha önce iledikleri o suçtan
dolay, Yusuf’un zarar vermesinden emin olarak ve korkmadan” manasna geldii
de söylenmitir.

Cenâb- Hak j J*J' jj “Babasn ve annesini tahtnn üstüne çkarp


n. Cüz, YÛSUF SÛRES 12/99-100 13. Cilt / 345

oturttu" buyurmutur. “Ar, yüksek sedir anlamndadr” demilerdir. Allah


Dil alimleri,

Teâlâ, “Onun, büyük bir ar, taht vardr" (Nemi, 23) buyurmutur. Burada “Ar”
kelimesinden murad, Yusuf’un üzerinde oturduu yüksek sedir, tahttr.

Onlarn Hz. Yusuf’un Önünde Eilmeleri



Cenâb- Hak, Hepsi secdeye kapandlar" buyurmutur. Bu ifadede bir problem
bulunmaktadr. Çünkü, Ya’kûb (a.s), Yusuf (a.s)’n babas idi. Babalk hakk ise, daha
büyüktür. Nitekim Cenâb- Hak, “Rabbin, “Kendinden bakasna kulluk etmeyin.
Ana ve babaya iyi muamelede bulunun" diye hükmetti" (isra, 23) buyurmu ve
anababa hakkn, kendi hakkyla beraber zikretmitir. Hem sonra Hz. Ya’kûb, yal
idi; genç olann ihtiyara sayg göstermesi gerekir.

Yine, Ya’kûb (a.s), peygamberlerin en büyüklerindendi. Yusuf (a.s) da her ne


kadar bir peygamber ise de, Ya'kûb(a.s.)’un mertebesi ondan daha yüce idi.

Ayn ekilde yine, Ya’kûb (a.s)’un daha çok etme hususundaki gayret ve
ibadet
çabas, Hz. Yusuf’un gayret ve çabasndan daha çok idi. te bütün bu hususlarn
bir araya gelmesi, bilakis; Hz. Yusuf’un Hz. Ya’kûb’a bütün gücüyle hizmet etmesini
ve sayg göstermesini gerektirir. Binâenaleyh, Yusuf daha nasl Ya’kûb’un kendisine
secde etmesine müsaade etmitir? te, bu mükilin izah budur.

Yusuf, Babasnn Önünde Eilmesine Neden Müsaade Etti?

Bunua birkaç ekilde cevap verilir;

1) Bu, Atâ'nn rivayetine göre, bn Abbas (r.a)’n görüü olup,


buna göre ayetten
murad, "Onlar, onun çin, yani onu bulduklar için Allah’a secdeye kapandlar”
manasdr. Netice olarak, bu secde, bir ükür secdesi olup, secde edilen de Allah
Teâlâ idi. Ancak, hu secde, Hz. Yusuf’dan dolay yaplmt... Bu te’vîlin doruluunun

delili ise, Babasn ve annesini tahtnn üstüne çkarp oturttu. Hepsi onun için
secdeçe kapandlar” ifadesinin, onlarn, bu tahta çktklar, daha sonra da secdeye
kapandklar manasn ihsas ettirmesidir. Eer onlar, Yusuf’a secde etmi olsalard,
ona, tahtnn üzerine çkmadan önce secde ederlerdi. Çünkü bu, tevazuyu daha çok
ifade etmektedir.

Buna göre eer, “Bu tevîl, ayetteki "Yusuf dedi ki: “ Babacm ite bu daha ,

önce görmü olduum o rüyann tahakkukudur” ifadesine muvafk deildir.


Buradaki rüyadan maksat, “... gerçekten ben, rüyada onbir yldzla günei ve ay
gördüm. Gördüm bana secde edicilerdir" (Yusuf, 4) ifadesiyle anlatlan
ki onlar

rüyâdr” denilirse, biz deriz ki; Aksine, bu, tam ona uygundur. Buna göre, “... günei
ve ay gördüm. Gördüm ki onlar bana, secde edicidirler” ifâdesinden murad,
“benim için, yani benim iyiliimi istemek ve makammn yükselmesine çaba sarfetmek
için, onlar Allah’a secde ettiler” manasdr. Bu mana muhtemel olduuna göre, soru
düer. Bence bu izah, doru olup, yerindedir. Çünkü, babalk hakk, yallk, ilim,
346 / 13. C ilt
TEFSÎR-! K Ellik

din ve peygamberlik mertebesinin


daha mükemmel olmas bakmndan, Ya’kûb (a.s)
kendisinden
2) daha önde olmasna ramen, babasnn kendisine secde etmesine
müsaade etmesi, Yusuf’un aklna ve dinine göre uzak görülemez.

öyle denilebilir: Onlar, Yusuf’u


Cenâb- Allah’a, onu
bir kble gibi kabul edip,
bulmu olmalar nimetine mukabil, ükür secdesine kapanmlardr. Bu, güzel bir
izahtr; çünkü Arapça’da, sLXe denildii gibi, ayn manada olmak üzere
c-IU “Ka’be’ye yönelerek namaz kldm” da denilebilir. Hassan bn Sâbit
de öyle bir iir inâd etmitir: I J} j* f ^ / Jjâi jS^ ö\ J/\ c*U
üTjÂb.
/
çJkLaI Jfc* Jj' “Ben, //n, Haim (oullarnn
elin) den, ondan sonra da Haan m babasnn elinden çkacan hiç düünmemitim,
o , kblenize yönelerek ilk namaz klan ve insanlarn, Kuran’ ve sünneti en iyi
bileni deil midir?” Bu, ifcail "Kbleye secde etti” denilmesinin caiz
olmas gibi, Ugu ^
o'Aî ‘‘Falanca, kbleye doru namaz kld” denilmesinin

olduuna bir delildir. Binaenaleyh,


caiz
tabirinin manas^Yusuf’u bir kble
edindiler; sonra, onu bulmalar nimetine kar, Alah’a ükür secdesine
kapandlar"
eklindedir.

3) Tevâzu bazan "secde etmek” tabiriyle ifade edilir. Nitekim air, l*j J'V s)
\j^J “ Oralarda tepeleri alçak arazilere
, secde eder halde görürsün ” demitir.
Buna göre burada "secde”den murad, tevâzudur. Ancak ne var ki bu izah da
mükildir. Çünkü Allah Teâlâ, “Hepsi onun için secdeye kapandlar” buyurmutur.
"Secdeye kapanma” tabiri, güzel bir biçimde secde etme manasn hissettirir. Buna
da u
ekilde cevap verilebilir: (Secdeye kapanmak) kelimesiyle bazan,
sadece uramak ve rastlamak manas murad edilir. Nitekim Cenâb- Hak, jj
“Onlar, kör ve sarlar gibi, geçip gitmezler” (Furkan, 73) buyurmutur.

4) öyle diyebiliriz: Ü '


j» deki fail zamiri (vâv), onun ebeveynine ait deildir.
Böyle olmam olsayd,
Cenâb- Hak, j^r t- Ü derdi. Aksine zamir, Hz. Yusuf’un 1

kardelerine ve onu tebrik etmek için yanna gelen dier kimselere aittir. Buna göre
ayetin manas, "Yusuf, anne ve babasn, onlara en mükemmel biçimde sayg
göstermek için, tahtnn üzerine çkartt. Kardelerine ve yanna gelenlere gelince,
onlarn hepsi birden ona secdeye kapandlar” eklindedir.

mdi, eer "Bu izah, ayetteki, “Babacm, ite bu daha önce görmü olduum o
rüyann tahakkukudur” ifadesiyle uyumuyor” derlerse, biz deriz ki:

Rüyann yorumunun, her bakmdan, yani tasvir ve tavsif bakmndan, görülen


rüyaya aynen mutabk olmas gerekmez. Binaenaleyh, yldzlarn, ayn ve günein
secde etmesi, büyük insanlarn ona sayg göstereceine iarettir. Hz. Ya’kûb’un,
ite bu sebepten dolay çocuklaryla beraber Kenan’dan kalkp Msr’a gitmesi,
Yusuf
için, son derece büyük bir tazim olmutur. O rüyann doruluu için, bu kadar ey
II. ( Uz, YÛSUF SÛRES 12/99-100 13. Cilt / 347

Ama, o açklama ve tabirin, sfat ve ekil bakmndan rüyann aslna eit ve


kâfidir.

denk olmas hususuna gelince, hiç kimse bunu gerekli görmemitir.

5) Belki de, o vakit, o muhitte tebrik ve deer vermeye delâlet eden i, secde
etmek idi. Onlarn secde etmelerinden maksad ise, ona tazimdir.

Bu görü son derece uzak bir ihtimaldir. Zira, alabildiine tazim, Yusuf’dan çok
Ya’kûb’a yarar. Binaenaleyh, eer durum sizin dediiniz gibi olsayd, o zaman
Yusuf’un Ya’kûb’a secde etmesi gerekirdi. Belki de Yusuf’un kardelerini, Yusuf'a
tevazu yollu secde etmemeye sevkeden ey, onlarn taassubu ve ona, hâlâ tepeden
bakmalardr. Yusuf (a.s), onlarn böyle yapmamalar halinde, bunun, fitnelerin
yeniden zuhur etmesine ve küllendikten sonra eski kinlerin yeniden ortaya çkmasna
sebep olacan biliyordu. te bundan dolay Ya’kûb (a.s), kadrinin yücelii ve baba
ve ihtiyar olmas sebebiyle hakknn büyük olmas; din, peygamberlik ve ilim
hususlarnda da mertebesinin Yusuf unkinden daha üstün olmas sebebiyle, ve de,
onlarn bunu bizzat müahede etmeleri, taassup ve kalblerindeki nefretin yok
olmasna vesile olsun diye ite o secdeyi yapmtr. Görmez misin ki bir hükümdar,
birini muhtesib* 28) tayin ettiinde, onun otorite salamasn temin etmek gayesiyle
hisbe iini, (hükümdarn) bizzat kendisi üzerinde uygulama imkân verir. Böylece bu
muhtesibin, görevini yapmaktan asla çekinmeyecei hususunda, hiç kimsenin
kalbinde üphe brakmaz.

6) de Allah Teâtâ, sadece kendisinin bilecei çok gizli bir hikmetten dolay,
Belki
Ya’kûb (a.s)’a o secdeyi emretmitir. Bu tpk, Cenâb- Hakk’n, ancak kendisinin
bilebilecei bir hikmetten dolay meleklere, Hz. Adem’e secde etmelerini
emretmesine benzer. Yusuf (a.s) da, kalben buna raz deildi; ancak ne var ki O,
Allah’n bunu emrettiini bildii için, sesini çkarmamt.
Rüyann Gerçeklemesi

Daha sonra Cenâb- Hak, Yusuf (a.s.)’un bu hali görünce ti&j


ütf-
Jtj l£U* ti
J3 ja “Babacm, ite bu daha önce görmü olduum
o rüyann tahakkukudur. Muhakkak Rabbim onu doru çkard” dediini
nakletmitir. Bu ifadeyle ilgili iki bahis bulunmaktadr:

Birinci Bahis: öyle demitir: "Hz. Yusuf, babasnn ve


bn Abbas (r.a)

kardelerinin secde ettiklerini görünce, bu onu dehete düürmü ve tüyleri diken



diken olmu ve babas Ya’kûb’a: ite bu daha önce görmü olduum o rüyann
tahakkukudur” demitir. Ben derim ki, bu da, altnc maddedeki cevab

28) Muhtesib, slâm devletinde, emr-i maruf ve nehy-i münkeri ifa etmekle görevli tekilatn bakamdir (ç.)
348 / 13. Cilt TEFSÎR-t KEBR

kuvvetlendirmektedir. Buna göre ö sanki öyle demitir: “Babacm, ilim, din ve


nübüvvet hususlarndaki kadrinin yüceliinden dolay, senin gibilerin oluna secde
etmesi uygun dümez; ancak'ne var ki bu, kendisiyle emrolunduun ve kendisiyle
mükellef tutulduun bir husustur. Çünkü, peygamberlerin rüyas haktr. Nasl ki,

!brahim(a.s.)’unrüyasnda olunu kurban olarak kesmesi, bunun ona, uyanklk


halinde vacip olmasna sebep olmusa, aynen bunun gibi, Yusuf (a.s.)’ungörüp de
babas Yakub’a anlatm olduu rüya da, bu secdenin vücubiyyetine sebep olmutur,
ite bundan dolaydr ki bn Abbas (r.a), Yusuf (a.s)’un bu rüyay gördüü zaman
onu korkuttuunu, tüylerinin diken diken olduunu, ama bir ey söylemediini
nakletmitir.

Ben de derim ki: Bunun, Cenâb- Hakk’n Ya’kûb (a.s)’a tattrm olduu
skntlarn bir nevi tamamlanmas olmas uzak bir ihtimal deildir. Buna göre ona
sanki öyle denilmitir: “Muhakkak ki sen, ona kavumay hep arzu edip istiyor ve
onun ayrl sebebiyle, daima hüzünleniyordun. O halde, onu bulduun zaman,
ondan ötürü secde et!’’ Böylece bu secdeyi emretmek, o skntlarn tamamlanmas
Olmutur. lerin hakikatlerini ise, en iyi bilen Allah’tr.

Rüya le Rüyann Çkmas Arasndaki Zaman

kinci Bahis: Alimler, bu zaman


o rüya arasndaki müddetin miktar- hususunda
ile

ihtilaf etmilerdir. Bunun seksen sene veya yetmi sene olduu söylendii gibi, krk

sene olduu da söylenmitir ki, bu ekser ulemânn görüüdür. Bundan dolay onlar
öyle derler: “Rüyann tevili, ancak krk sene sonra çkar.” Bunun, onsekiz sene
olduu da söylenmitir. Haan el-Basrî’den rivayet edildiine göre, Hz. Yusuf, onyedi •

yandayken kuyuya atlmt. Kölelik ve hapiste de, seksen sene kald. Daha sonra,
babasna ve akrabalarna kavutu. Bundan sonra da yirmi üç sene yaad ki, böylece
»ömrü yüzyirmi seneye bali olmutur. lerin hakikatini en iyi bilen Allah’tr.

Hz. Yusuf’un Son Derece Nazik Davran



Sonra O, ^ Bana iyilik etti” demitir. Buradaki ^ kelimesi,
-üj

takdirindedir. Arapça’da, hem ^ hem de (Bana iyilik etti) denilir.


air Küseyyir öyle demitir: çJÜ Ol UÜ Yj Y ^-^*1 jl ^s-' 1

“Ey sevgili, bize ister cevr ü cefâ et, istersen iyi davran!. O sevgili bize buzetse
de, biz onu ne knarz, ne de ona buzederiz.”

Ayetteki bu ifâde, “Rabbim, beni hapisten çkard


yapt” zaman bana iyilik

demektir. Hz. Yusuf, Rabbinin onu kuyudan çkarp kurtarmasn, birçok sebepten
dolay zikretmemitir:

a) O kardelerine, “Size, bugün hiçbir baa kakma ve ayplama yok” (Yuauf, 92 )


13. Cüz, YÛSUF SÛRES 12/99-100 13. Cilt / 349

demitir. Eer kuyu hadisesini zikretmi olsayd, bu onlar için, bir ayplama ve knama
olmu olurdu. Binaenaleyh, bunu zikretmemesi, onlara lütuf yerine geçmitir.

b) O, kuyudan çkt
zaman, o melik olmad. Aksine, insanlar onu köle haline
getirdi. Ama, hapisten çknca, insanlar onu balarna hükümdar yaptlar. Binaenaleyh

bu çkarma, tam bir ihsan ve in’âm olmaya daha yakndr.

Kuyudan çkartld zaman, kadnn iftiras sebebiyle pekçok zarar ve skntnn


c)

içine dütü. Hapisten çkartld zaman ise, babasna ve kardelerine kavutu,

üzerindeki töhmet ve sû-i zanlar yok oldu. Binaenaleyh bu, bir fayda olmaya daha
uygundur. .

d) “Onun zindandan çkarlmasndaki nimet daha büyüktür.


Vahidi öyle demitir:
Çünkü, onun hapse girmesi, onun, niyet kurduu bir günah sebebiyle idi. Bunun
da, insan tabiatnn temayülü ve nefsin rabet ve arzusu anlamna alnmas gerekir.
Her ne kadar bu, bakalar için af dairesi içinde ise de, Hz. Yusuf için bir muaheze
ve sorgulama sebebi olur. Çünkü, ebrârn hasenât, mukarrabînin seyyiâtdr.”

Sonra O, j* “O, sizi çölden getirdi” dedi. Bu hususta iki mesele


vardr:

Ayetle ilgili iki görü bulunmaktadr:


BRNC MESELE 1) j-LJ' kelimesi, tod' (çöl) anlamndadr. Vahidi,
Bedv Kelimesinin Anlam “j üzerinde kiinin ta uzaktan görülebildii, düz ve geni

arazi demektir. Kelimenin asl ise, 'j-L


- -U# (ortaya çkmak) kelimesidir. Sonra
ise, mekân, masdar olan kelimeyle isimlendirilerek bedv (düz arazi) ve >* (hazr
olunulan yer, mahal) denilmitir. Yakûb (a. s) ve oullar, Kenân Diyar’nda,
hayvanclk ve ziraatcilikle megul oluyorlard” demitir.

2) bn Abbas öyle demitir: “Hz. Ya’kûb (a.s) çöle gitmi ve orada


(r.a.)

yerlemiti. Oradan, Hz. Yusuf’un yanna geldi. Onun, oradaki dan hemen altnda
bir mescidi bulunuyordu.” bnu’l-Enbarî de:”U£ kelimesi, be'îi bir yerin addr.
Meselâ “o, l’b ile Beda arasndadr” Bu ikisi, iki yere
denilir. verilen isimdir”
demitir. Küseyyir, her ikisini birden zikrederek öyle demitir:

Uilj- Jlt / \1> c-I'j “Sen, (ey sevgili), i’b’i bana,


Bedâ’y da bana tercih eden, (onlar benden çok seven)sin; benim vatanm ise,

baka ”
bu ikisinden olan yurtlardr.

Bu görüe göre bedv kelimesinin manas, kendisine denilen yere yönelip


gitmektir. Nitekim “maaraya (jjAJi) girdiler” manasnda
Arapça’da jlÂ

denildii gibi; "çöle gittiler” manasnda da, ijl» - j; denilir. Buna göre

ay itin manas. “Allah sizi Bedâ tarafndan getirdi” eklindedir. Bu görüe göre, Hz.
” ”

350/13. Cilt TEFSÎR-1 kebîr

Ya’kûb (a.s) ve oullar mukîm idiler, yerleik hayatlar vard. Çünkü, buradaki bedv
kelimesi ile, çöl deil, Bedâ denilen o yer kastedilmitir. Buraya kadar olan açklamay,
Vahidi, el-Basît adl eserinde yapmtr.
Alimlerimiz, kulun fiilinin, Allah’n yaratmas ile olduu
KNC MESELE hususunda, bu ayet bulunmulardr. Çünkü,
ile istidlalde

Hz. Yusuf Çünkü beni zindandan çkard diyerek kul
olan kendisinin zindandan çkmasn ve “O, sizi çölden getirdi’' sözüyle onlarn çölden
gelmesini, hep Allah’a izafe etmitir. Bu, kulun fiilinin, tamamen Allah’n fiili, O’na
aitolduu hususunda apaçk bir beyandr. "Bundan maksat, bunlarn, ancak Allah’n
muktedir klmas ve kolaylatrmas ile meydana gelmesidir” demek, ayetin zahirî
manasndan sapmaktr.

Daha sonra Hz. Yusuf jZtj OÜaJtJl 0' aiî ja “eytan benim ile

kardelerimin arasn bozduktan sonra da” demitir. Keaf sahibi: kelimesi,


"Aramz bozdu ve bizi birbirimize kar kkrtt” anlamndadr. Bu kelimenin esas
manas, at mahmuzlayp onu komaya yöneltmek anlamnda olan tjji £ji

J* deyiminden alnmadr. Arapça’da, bir kii binit hayvann kamçlayp


onu dürttüü zaman, CJ - denilir” demitir. Bil ki, Cübbâî, Ka’bî ve Kadî,
bu ayeti, cebr# pidesinin yanllna delil getirereköyle demilerdir: "Çünkü Allah
Teâlâ, Hz. Yusuf’un, bu iyilii, Allah’a; kkrtmay da, eytana nisbet ettiini
bildirmektedir. Eer bu kkrtma da Rahman olan Allah’dan olmu olsayd, onun,
nimetlerde olduu gibi, bunu da ancak Allah’a nisbet etmesi gerekirdi.”

Buna öyle cevap verilir: Hz. Yusuf’un bu ii eytana nisbet etmesi mecâzidir.
Çünkü, size göre (ey Mutezilîler), eytan, gizli konumaya, insana fsldamaya
muktedir deildir. Halbuki Allah Teâlâ ondan bahsederek, “Zaten benim, sizin

üzerinizde hiçbir hükmüm nüfuzum da yoktu. Yalnz ben sizi çardm,


, siz de bana
hemen icâbet ettiniz (brahim, 22) demitir. Binâenaleyh, Kur'ân’n zahiri, bu fiilin,

aslnda böyle olmad halde,eytana nisbet edilmesini


(mecazî olarak),
gerektirmektedir. Yine, eer kiinin günaha yönelmesi eytann yüzünden ise,
eytann günaha yönelmesi de bir baka eytan yüzünden ise, o zaman teselüsl
gerekir. Bu teselsül ise, muhaldir. Eer bu, bir baka eytann yüzünden deilse,
ayn ey insan için de söylenebilir. Binâenaleyh, sabit olur ki, kiinin cehâlete ve
fika yönelmesi, ne eytan sebebiyledir, ne de kendisi sebebiyledir. Çünkü, hiç
kimsenin tabiat, dünyada knanmaya, ahirette de azâba dümesini gerektirecek olan
fk ve cehâleti seçmeye yönelip onu arzulamaz. O, küfre ve fika dütüüne göre,
onu buna düüren birisinin mutlaka bulunmas gerekir. Bu iki ksm, yani günaha
düürenin, eytan veya insann kendisi olmas batl olunca, geriye ancak, bunun
Allah’tan olduunu söylemek kalr. Bunu, u
husus da tekid eder: Bundan önce
geçen, “Çünkü beni zindandan çkard, sonra da O, sizi çölden getirdi” ayet-i
kerimesi, her eyin, Allah’dan olduu hususunda apaçk bir ifadedir.

352 / 13. Cilt


TEfSÎR-1 KEBÎR

Hz. Yusuf’un Vefat

Rivayet edildiine göre Ya’kûb (a.s), Hz. Yusuf ile birlikte yirmidört sene kald.
Vefat yaklanca ona, kendisini am’a, babas shak'n yanna defnetmesini vasiyet
etti. Hz. Yusuf (a.s) bizzat kendisi babasnn (cenazesini) götürdü ve (oraya)
defnetti.
Sonra Msr’a döndü. Babasnn ölümünden sonra yirmi üç sene daha yaad. te
bu esnada âhiret mülkünü temenni etti ve ölümü istedi. Denildi ki: "Ne ondan önce,
ne de ondan sonra hiçbir peygamber ölümü temenni etmedi.” Böylece Cenâb- Allah
onu, ho ve temiz olarak öldürdü. Msr ahâlisi, onun defni (gömülmesi) meselesinde
Herkes onun, kendilerinin mahallesine defnedilmesini istiyordu. Nerede
ihtilaf ettiler.

ise bu yüzden savaacaklard. Daha sonra en uygun olann, onun için mermerden
bir sanduka yapp, cenazesini onun içine koymak ve Nil nehrinde, suyun akt bir
yere gömmek olduu görüüne vardlar.
Böylece onun bereketi, Msr’da olan herkese
ulaacakt. Hz. Yusuf (a.s)’n Efrâsim ve Mîâ adlarnda iki olu vard. Efrâslm’in
de Nûn isminde bir olu vard. Nûn’un da Yûâ isminde bir olu vard. te bu, Musâ
(a.s)’nn arkada olan gençti. Daha sonra Yusuf (a.s), Allah Teâlâ Musa (a.s)’y
peygamber olarak gönderinceye kadar orada medfûn kald. Hz. Musa (a.s) sonra,
onun kemiklerini oradan çkarp, babasnn kabrinin yanna defnetti.

4O ja ve min edat, ba’ziyyet


j* ifâdelerindeki
KNC MESEL.F, (ksmilik) matlamadr. Çünkü Yusuf (a.s)’a, dünya
mülkünün yahut Msr mülkünün bir ksm ile, rüyâ yorumu
ilminin bir ksm verilmiti. Esamm: "Cenâb- Hak, 4Û! #
(mülkden) demitir. Çünkü,
Yusuf’un üzerinde, hüküm sahibi olan kimse (kral) vard” demitir.

Bil ki varlklar üç çeittir: Tesir edip, kendisine tesir edilmeyen. Bu, sadece Cenâb-
Hak’tr. Tesir edilip, kendisi bakasna tesirli olmayan. Bu da, cisimler âlemidir. Çünkü
cisimler, çeitli ekil, suret ve özellikler ile birbirine zt vasflar kabul ederler.
Binâenaleyh bunlarn, hiçbirey üzerinde bir tesirleri yoktur. Bu iki ksm, iki uçturlar.
Bunlarn arasnda bir üçüncü ksm daha vardr. Bu, hem tesir eder, hem de tesir
olunur. Bu, ruhlar alemidir. Ruhlar aleminin özellii, Allah’n celâl nûru aleminden
gelen tasarruf ve tesiri kabul etmektir. Sonra o ruhlar, maddî aleme yöneldiklerinde,
orada tasarruf ve tesir icra ederler. O halde ruhlarn, maddeler alemi ile ilgisi, orada
tasarrufda bulunup, oray tedbir etmek ile; ulûhiyyet alemi ile ilgisi ise ilim ve marifet
ile olur. Binâenaleyh ayetteki, “Bana mülkden verdin ifadesi nefsin (ruhun) madde
alemi ile olan ilgisine; “sözlerin tecilinden örettin ” ifadesi ise, rûhun Allah’n celâlinin
huzûru ile ilgisine iârettir. Bu iki çeit ilginin, kemal' ve noksanlk, kuvvet ve zayflk,
açklk ve gizlilik hususlarnda sonsuz dereceleri olunca, insanlar için bu iki ilgiden,
ancak snrl miktarlarn elde edilmesi mümkün olur. Böylece, gerçekte elde edilen
ey, mülkün sonsuz ksmlarndan bir ksm ile, ilmin sonsuz ksmlarndan bir ksm
olmu olur. te bu sebepten ötürü, “mülk” ve “te’vil” kelimelerinin bana ksmîlik
ifade eden min edat konulmutur. Çünkü bu kelime, "bir ksm” manasna gelir.
IV Cüz, YÛSUF sOrfsI 12/101 13. Cilt / 353

Fatru’s-Semavati Ve’l-Arz Vasfnn izah



Daha sonra ol ^-Jl jl*li Gökleri ve yeri yaratan" demitir. Bu ifade ile

ilgili birkaç bahis vardr:

Birinci Bahis: “Fâtr” lafz lügat bakmndan hangi manayadr? bn Abbae(r.a):


"Ben, iki bedevî Arap, bir kuyu hususunda münakaa edip, sonra bana
birbiri ile

bavurarak, birisi, U' "o kuyuyu evvela ben emitim” ve "onu ilk ben kazdm"
deyinceye kadar, bu kelimenin ne manaya geldiini bilmiyordum" demitir. Dilciler
öyle demilerdir: “Arapça’da “fatr” kelimesi asl olarak "yarmak” manasnadr.
Nitekim devenin az dii (daman yarp) çkmaya baladnda denilir.

Yine “Onu yardm, o da yarld" manasnda, jkiît denilir. Yeryüzü (biten

bitkiler ile) yarldnda, jejy jLü; aacn dallar, yapraklarn çkmas ile âdeta
yark yark olduunda, denilir. te kelimenin Arapça'daki kök manas
budur. Daha sonra bu kelime, var etme ve yaratma manasna kullanlmtr. Çünkü
var edilen o ey, yok iken sanki bir karanlk içinde imi de, yaratlmak sureti le, o
yokluk ve karanlk yarlm ve içinden o çkm gibi olur.

kinci Bahis: Bu kelimenin bazan, bahsettiimiz itikâkn delil oluu ile, bireyi
srf yokluktan meydana getirme manasna geldii sanlmtr. Ama gerçekte bu, buna
delil deildir. Bunun böyle olduunu unlar gösterir:

Cenâb- Hak, Hamd göklerin ve yerin fâtr olan Allah’a mahsustur” {fm,
a) ,


i) buyurmu; daha sonra da o gökleri ve yeri, Sonra (Allah) göe, ki o, bir buhar
(duhân) halinde idi, yöneldi” (Fussiiet. n) diyerek, onlar buhardan yarattn beyân
etmitir. Binâenaleyh bu ifade, “fâtr" lafznn, Cenâb- Hakk’n onlar srf yokluktan
yaratt manasna gelmediine delâlet eder.


yaratt halde, Yüzünü Allah’n ftratna çevir
b) Allah Teâlâ, insanlar topraktan

ki, O, insanlar bunun üzerine yaratmtr" (Rum, 30) demitir. O, Sizi ondan
(topraktan) yarattk, yine ona döndüreceiz. Sizi bir kere daha ondan (topraktan)
çkaracaz" (Taha, 55) buyurur.

c) Bir ey, maddesi ve sureti (ekli) bulunduu zaman, meydana gelir. Mesela
bir sürahiyi ele Bu ancak, o belli
alalm. madde, o belli özellie sahip olduu zaman,
mevcut olur, meydana gelir. O sûret bilunmad zaman, bunlarn toplam (demek
olan sürahi) meydana gelmez. Bu°sureti var eden, o sürahiyi icad etmi saylr.
Binâenaleyh Onun madde olarak kâinat icad etmesinin, sürahi maddesini icad
etmesini gerektirmediini anlarz. Böylece sabit olur ki “fâtr” lafz, Allah Teâlâ'nn
meydana geldii parçalan var ettiini ifade etmez. Allah
göklerin ve yerin kendisinden
Teâlâ’nn bu parçalarn yaratcs oluu Kur'ân’n zâhiri manalar ile deil, aklî deliller
ile, bizce anlalr.
354 / 13. Cilt TEFSlR-1 KEBÎR


Bil ki ayetteki, “Gökleri ve yerin yaratan ifadesi, vav edatnn tertib (sra) ifâde
ettiini söyleyenlere göre, Allah’n gökleri, yerden önce yaratt zannn
uyandrmaktadr. Akl da bunu destekler. Çünkü bir dâireyi meydana getirmek,
mutlaka onun için bir merkez belirlemeyi gerektirir. Ama merkezi belirlemek, mutlaka
dâireyi meydana getirmeyi gerektirmez. Çünkü tek bir merkez ile, saysz dâireler
çizilebilir. Fakat bir dâirenin, ancak bir tek merkezi vardr. Hem sonra ayetin lafz,
göklerin birden^ fazla, yeryüzünün ise bir tek olduunu göstermektedir. Bunun
hikmetini, *1) UJî (En'am, i) ayetinin tefsirinde anlatmtk.

Üçüncü Bahis: Zeccâc bu kelimenin mansub oluunu, u iki sebepten birine


irca etmektedir:

muzaaf durumundaki münâdâ olan “rab” kelimesinin sfat olduu


a) Kelime,
için mansubtur. Yahut da,

b) ikinci bir münâdâ olarak mansub olmas da mümkündür.

Daha sonra o, ij
J Jj vSJÎ “Sen, dünyada da, âhirette de benim
yârimsin” demitir. Bu "Ya Rabbl, sen hem dünyada, hem âhirette bütün ilerimi
düzenlemeyi üzerine alp, fânîolan bu mülkü, ebedî mülke ilhak edensin" demektir.
Bu, man ve ibadetin hepsinin Allah’dan olduunu gösteren bir tabirdir. Eer bunlar
kulun kendisinden olsayd, o zaman kulun ilerinin velisi, yani ilerini deruhte eden,
yine kulun kendisi olurdu. O zaman da, “Sen, dünyada da, âhirette de benim
yârimsin, velimsin” cümlesinin umûmî manas yanl olmu olurdu.

Bundan sonra O, UiU jiy “Benim canm müslüman olarak


al ve beni saiihlere kat” demitir. Bu ifade ile ilgili birkaç mesele vardr:

Bil ki Hz. Peygamber (s.a.s), Cebrail (a.s)’den naklen, Cenâb-


BRNC MESELE Hakk’n öyl
buyurduunu söylemitir: t* iki o
Dua’dan Önce Hamd Etme Gerektii j-gÜ\ J*\ U j i#*î jiCi “Kim, beni
zikretmekle megul olmasndan dolay, benden birey
istemeye vakit bulamaz ona isteyenlere verdiimin en iyisini veririm!™ te
ise,
bundan ötürü, kim duâ ederse, mutlaka duâdan önce Allah’a hamd-ü senâ etmelidir.
Binâenaleyh Yusuf (a.s), duâ etmeyi isteyince, ite bu ifadede önce Cenâb- Hakk’,
Ya Rab, sen bana mülk verdin ve sözlerin te’vilini örettin. Ey gökleri ve yeri
yaratan” diyerek övmü, sonra bunun peinden, “Benim canm müslüman olarak
al ve beni sâlihlere kat” diyerek duâ etmitir. Bunun bir benzeri de, Hz.
brahim
(a.s)’in yapt itir. O, önce, “(O Rabb) ki, beni yaratan ve bana
doru yolu
gösterendir. Ceza gününde kusurlarm balayacan umduum da O’dur”®u&ri.
78-82) diyerek Allah’ medh-ü senâ etmi; daha sonra da, “Rabbim
bana hüküm

29) Dfirlmî, FuMH-Kur'in, 6 (2/441); TrmM, 8«v*bu'l-Kur'ân, 25 (5/184).


1 3. Cüz , YOSU F SÛRES 12/101 13, Cilt / 33 3

ihsân et ve beni sâlihlere kat” <uâr&. 8 3) diyerek duâda bulunmutur. te burada da


böyledir.

Alimler, Hz. Yusuf (a. s.)’ un Benim


“ canm müslüman
KNC MESELE olarak al” cümlesinin Allah’tan ölümü isteme olup olmad
Ölümü Temenni Etmenin Caiz hususunda ihtilaf etmilerdir. Bu cümleden olarak Katflde:
Olup Olmad “O, Rabbisinden, kendisini huzur-u lâhisine almasn
istemitir. Hz. Yusuf (a.s)’dan önceki hiçbir peygamber,
ölümü istememiti” demitir. Müfessirlerin çounun görüü de budur. Ibn Abbas
(r.a), Atfl’dan gelen bir rivayete göre: “Hz. Yusuf bu duas ile, “Canm aldnda,

müslüman olduum halde canm al” manasn kastetmitir. Bu, Allah Teâlâ'nn,
kendisini slâm Dini üzere öldürmesini istemek manasnadr. Bu sözde, Hz. Yusuf’un
o anda Ölümü istediini gösteren bir ey yoktur” demitir.

Bil ki ayetteki bu ifâdenin lafz, her iki manaya da elverilidir. u sebeplerden


ötürü, akl kemâle ermi bir kimsenin ölümü istemesi ve ölüme kar itiyakl olmas
uzak bir ihtimal deildir:

Sebep: Daha evvel de izah ettiimiz gibi, insan nefsinin kemâle ermesi,
Birinci
ilâhiyyât bilmesine ve maddi eyler üzerinde tasarruf sahibi bir melik ve malik
olmasna baldr. Biz, her iki hususta da sonsuz derece ve merhalelerin olduunu
daha önce anlatmtk. Bu iki hususta, mutlak kemâl sadece Allah'a âittir. Onun
dndaki her varlk noksandr, Noksan olan ise, noksan olduunu anlayp, mutlak
kemâlin tadn aldnda, hep bir üzüntü ve onun peine dümekten hasl olan bir
ac içinde bulunur. Mutlak kemal sadece Allah’a ait olup, bunun insan için
gerçeklemesi mümkün olmaynca, jnsann devaml olarak, o arzudan doan ve o
yorulmadan kaynaklanan bir zdrap ve ac içinde kalmas gerekir. Binâenaleyh insan,,
bu hali taddnda, nefisten bu yorgunluu ve zdrab atmann, ancak ölüm ile
olduunu anlar. te bundan ötürü ölümü temnni eder.

Dünya Hayatnn Doyurucu Olmaynn Sebepleri

kinci Sebep: Hatib ve beli kimseler, hernekadar dünyay knama hususunda


sözü uzatm iseler de, sözlerinin özü aslnda üç eye dayanr: u
Dünyevî mutluluklar çabuk sona erer, hep yok olmaya maruzdurlar. Onlarn
a)

yok olmasndan dolay doan elem ve ac, var olduklarnda meydana gelen lezzet
ve sevinçten daha iddetlidir.

b) Bunlar, saf deil, aksine çeitli keder ve bulanklklarla içiçedirler, karktrlar.

c) insanlarn en rezili ile en faziletlisi, bu bakmdan (dünyevi hazlarda) ayndrlar.


Hatta rezillerin tfu husustaki pay, faziletli kimselerin payndan daha çoktur.
336 / 13. Clll TEFSR-1 KEBÎR

Binâenaleyh bu üç sebep, insanda bu lezzetlere kar bir nefret dourur. Akl banda
olan kimse, bu tür eyleri elde etmenin yolunun, ancak bu üç nefret ettirici eyden
bir

geçtiini anlaynca, bu tür belâ ve skntlardan kurtulmak için, ölümü temenni eder.

Üçüncü Sebep: Bu sebep, muhakkik âlimlere göre, saylan sebeplerin en


Maddî lezzetlerin bir gerçei yoktur. Bunlarn neticesi, hep bir elem
kuvvetlisidir.

gidermeye varp dayanr. Mesela yeme lezzeti, açlk acsn defetmekten ibarettir.
Cinsî münasebetten duyulan lezzet de, menînin menî kesesinde iyice dolup
gdklamasndan meydana gelen acy defetmektir. dareci ve bakan olma lezzeti,
intikâm alma ve ba olma istei ilemeydana gelen acy (tasay) defetmekten ibarettir.
Bu lezzetlerin hepsinin neticesi, elemleri gidermek olduuna göre, akll olan kimse
nezdinde bütün bunlar önemsiz, âdi, düük ve noksan eyler olarak kabul edilir. te
bu durumda, bütün bu âdi eylere ihtiyaç duymaktan kurtulmak için, insan ölümü
temenni eder.

Dördüncü Sebep: Dünyevî lezzetlerin hepsi azdr ve neticesi u üç esas lezzete


dayanr:

a) Yeme-içme lezzeti;

b) Cinsî münasebet lezzeti;

c) Reis ve bakan olma lezzeti... Bunlarn herbirinin, birçok ayp ve kusuru vardr.

Yeme-içme lezzetinde u kusurlar vardr:

1) Bu lezzetler, kuvvetli deildir. Mesela, mâzallah, kuvvetli bir kulunç (kramp)


arsn hissetmek, yemeden dolay olan lezzetten daha iddetlidir.

2)Bu lezzetlerin devaml olmas, hep sürmesi mümkün deildir. Çünkü insan,
yedii zaman doyar. Doyduunda, yemekten lezzet duymaya bir evki kalmaz. Demek
ki bu lezzet zayftr. Zayf olmasnn yannda, devaml da deildir.

3) Bunlar, aslnda deersiz lezzetlerdir. Çünkü yemek, yenen eyi azda biriken
tükrük ile slatp yumuatmaktr. Bunun, çok da ho olmayan, pis bir i olduunda
üphe yoktur. Sonra o yiyecek, mideye vardnda, orada bozulmaya, kokumaya
ve deimeye balar. Bu da, ho olmayan bir hadisedir.

Bütün deersiz canllar (hayvanlar) da bu ekilde lezzet alma hususunda


4)
ayndrlar. Çünkü mesela hayvan pislii, bok böceinin, ondan duyduu lezzete göre,
tpk insann duyduu lezzet bakmndan bademli helva gibidir.nsan nasl ki, bok
böceinin yedii eyi yemekten nefret ederse, bok böcei de insann yedii eyi
yemekten nefret eder. Hem sonra lezzet ve tad alma bütün insanlarn müterek
özelliidir.
l . CÜZ. YÛSUF ORES 12/101 13. Cilt / 337

5) Yemek, ancak insan çok ackt zaman güzel olur. Halbuki zaten bu, iddetli
bir ihtiyaçtr. htiyaç ise, tam bir noksanlk demektir.

6) Yemek, açsndan, önemsiz görülen bir eydir. Nitekim bu hususta öyle


aklllar
denilmitir: “Bütün gayret ve çabas, midesine giren eyler hususunda olan insann
kymeti, midesinden çkan (bedeninden dar atlan) eylerin kymeti kadardr, ite
yeme ve içme lezzetindeki kusurlara, bu ekilde ksaca iaret ettik.

münasebet lezzetine gelince: Yeme lezzeti için ilerh sürdüümüz bütün


Cinsî
kusurlar bunun için de geçerlidir. Ayrca burada öyle birey de söylenebilir: "Evlilik,
çocuk meydana getirme sebebidir. Bu durumda âilenin nüfusu çoalr. O zaman da
mal kazanmaya olan ihtiyaç artar. Bu da insan, çeitli yollarla mal ve geçim elde
etme çaresi aramaya sevkeder. nsan çou kez, böyle mal elde etme gayreti yolunda
ölür.

Reis ve ba
olma lezzetinin kusurlar da çoktur. B r burada, onlardan sadece
f

u birini ele alalm: Her insan, yaratl gerei, hizmetçi olmaktan ve bakasnn emri

altnda olmaktan holanmaz: ancak hizmet edilen ve emreden olmay ister.


Binâenaleyh insan, reis ve bakan olmaya gayret sarfettiinde, bu, kendisinden baka
herkese muhalefet edeceini gösterir. u halde o insan, bu hususta, herkesle
çekimi demektir. Bu reislii elde etme çabasn verirken, arktaki ve garbtakilerln
tamam da, onun bu çabasn iptal etme ve savuturma gayretine girerler. Sebeplerin
fazlalnn, o neticenin kuvvetle meydana gelmesini gerektirdii hususunda üphe
yoktur. Bu böyle olduunda, böyle bir idareciliin meydana gelmesi, adeta imkânsz
gibi olur. Bu, elde edilse bile ne var an ve her zaman, sebeplerden herhangi
ki bu, her
bir sebeple zevâl bulmakla yüzyüzedir. Bunu elde etmeye çalan kimse de onu elde
onun elinden kaçacana dair çok iddetli bir korku içinde kaür; zevâl
ettiinde,
bulduunda da, o zevâl sebebiyle büyük bir üzüntü ve iddetli bir hüzün içine dümü
olur.

Bil ki, akl banda olan bir kimse, bu incelikleri iyice düündüünde o, bu lezzetleri
talep etmek ve bu hayrlar hususunda gayret ve çabasnda, kendisi için kesinlikle
bir kurtuluun bulunmadn katî olarak anlar. Sonra nefis, o riyâseti taleb etmek,

ona iddetli bir biçimde itiyâk duymak ve onu elde etmeye tam bir arçu ve temayül
duyma arzusu üzere yaratlmtr. Bu durumda da, bu ekilde mukayeseler oluur,
insan, bu maddi hayatta olduu sürece, bu lezzetlerin peinde gezer ve bunlar
arzular. O, bunlar istedii müddetçe de, bizzat belalarn ve nedâmetler ummannn
içine dümü olur. Bu lâzm, ho karlanmaz. O halde, melzûm da ho karlanmaz.

te bu durumda o, bu maddi hayatn zevâl bulmasn temenni eder durur.

Ölümü arzu etmeyi gerektiren eylerin sebebi de udur: Maddî lezzetlerin


gerekçeleri hep tekerrür eder durur. Onlara, yenisini eklemek mümkün deildir.
Tekrar ise, bkknlk dourur. Uhrevî mutluluklara gelince, bunlar pekçok olup
358 / 13. Cilt TEFSlR-t KEBR

snrszdr. Allah delillerini nurtandrsn, bu kitabn musannifi mam Fahruddln er-Razî


(r.h) öyle der: Bu ii yapanlardan ve buna iyice dalanlardan birisi de benim.
Binâenaleyh eer bu
konuyu açp, maddî lezzetlerin kusurlarn iyice sayp dökseydim,
ciltler dolusu eser yazar, bu azck bahis ile yetinmezdim. te bu sebepten ötürü,

u
çou zaman Hz. Yusuf’un yapt duaya devam ettim: "Ya Rab, sen bana mülk
verdin ve sözlerin te’vttni örettin. Ey gökleri ve yeri yaratan, sen, dünyada da
ahirette de benim yarimsin. Benim canm müslüman olarak al. Beni sâlihlere kat”
(Yusul. 101).

Alimlerimiz, imann Allah’dan olduunu anlatmak için,


ÜÇÜNCÜ MESELE ayetteki, “Benim canm müslüman olarak al” ifadesine
tutunarak öyle demilerdir: "Eer slâm’ elde etmek ve
onu sürdürmek, birey olsayd, kulun onu Allah’dan
kul tarafndan, kulun elinde olan
istemesi yanl olur ve tpk "Ey yapmayacak kimse, yap” demek gibi olurdu."
Mutezile, hep bizi tenkid eder ve, "Eer kulun fiili Allah’tan olsa idi, o zaman kula,
"Ey fail durumunda olmayan, unu yap" denilmesi nasl caiz olur?" der durur. imdi
biz de burada diyoruz ki: "Eer iman elde etmek ve onu sürdürmek, Allah’tan deil

de kuldan olsayd, kul bunu nasl Allah’tan isteyebilirdi.” Cübbâî ve Ka’bî bu ifadenin
manasnn, "ölünceye kadar slâm üzere kalmak için, Allah’tan bana lütfetmesini taleb
ediyorum” eklinde olduunu söylemilerdir. Bu cevap zayftr. Çünkü ayetteki talep
müslüman olarak ölme ile ilgilidir. Binaenaleyh bunu, lutfu taleb manasna almak,
ifadenin zahir, .i brakmak olur. Hem sonra kaderde olan bütün lutuf fiillerini, Allah
zaten yapmaktadr. Öyle ise onu Allah’tan istemek muhaldir.

Peygamberler, kendilerinin mutlaka ve mutlaka slâm üzere


DÖRDÜNCÜ MESELE öleceklerini bilirler. Binâenaleyh bu, hasl tahsil talebi
slâm'n Buradaki Manas (zaten olann olmasn istemek) olur ki, bu câiz (doru)
deildir.

Cevap: Bu hususta söylenebilecek en güzel ey udur: Müslümann en


mükemmel hali, kalbi, slâm üzere karar klm, Allah’n kaza ve kaderine raz olmu
ve bu hususta nefsi mutmâin olmu, gönlü ferahlam bir ekilde, Allah’n hükmüne
teslim olmay istemesidir. te bu durum, küfrün zdd olan slâm’dan daha ileri bir

durumdur, ite bu dua ile istenen de, bu manadaki bir slâm’dr.

Yûsuf (a.s), büyük peygamberlerdendir. Salâh ise,


BENC MESELE mü’minlerin elde ettikleri ilk derecedir. O halde, zirveye
Peygamberin Salal slemesi Nasl ulam, iin sonuna varm bir kimsenin, tekrar
Açklanr? balangc istemesi nasl uygun düer?
bn Abbas (r.a) ve dier müfessirler öyle demilerdir: "Hz. Yusuf,
“salihler" tabiri ile, atalar Hz. brahim, Hz. smâil, Hz. shak ve Hz. Ya’kûb’u

I». cm, YÛSUF SÛRES 12/102 13. Cilt / 359

Kastetmitir. Buna göre mana, "mükâfaat, mertebe ve dereceleri hususunda beni


de o sallhlere kat, onlar gibi yap” eklindedir. Bu ayeti, mükaefe sahibi kimselerin
fadesine göre de, u
ekilde tefsir edebiliriz: “Bedenden ayrlan ruhlar, lâhi nurlar
ve kudsî parltlarla klandnda, birbirleri ile uyum saladklarnda, aralarndaki
böylesine iyi ilgi ve alâkadan ötürü, içlerinden her birinde bulunan nur, dierlerine
de yansr. Böylece de nurlar kuvvetlenir ve Bu
durumu, tpk cilal
artar. hallerin
aynalar gibidir. Bu aynalar, kendisine güne nn
vuraca bir ekilde bir yere
yerletirildiinde, herbirine vuran k
dierine yansr. te o zaman, güçve kuvvet k
kazanr, aydnlk artar ve böylece bu klar aydnlk ve parlaklk hususunda gözlerin
ve gönüllerin, bakmaya güç yetiremeyecei bir noktaya varr. te burada da böyledlr.

Peygamber Bunlar Vahyle Bildirir

“Bu (kssa), sana vahyedegeldiimiz gayb baberlerindendir. (Yoksa)


onlar, hile yaparak ileyecekleri ii kararlatrdklar zaman, sen yanlarnda
deildin
(Yusuf, 102).

Bil ki ayetteki, zalik (bu) kelimesi, mübtedâ olarak mahallen merfûdur. Bunun
haberi *'—?' j—î “gayb haberlerindendir” ifadesidir.

“Onu, sana vahyediyoruz” ifadesi de ikinci haberdir. Onlar hile yaparak
ileyecekleri ii kararlatrdklar zaman sen yanlarnda deildin ” ifadesi, “Yusuf’un
kardeleri, Yusuf’a hile yaparlarken ve ona ne yapacaklarn müavere ederlerken,
sen (ey Muhammed), onlarn yannda deildin” demektir. Biz, bu hususla ilgili
izahmz, 'j***-^ (Yunus, 7i) ayetinin tefsirinde yapmtk. Bil ki bu ifadeden
maksat, gaybtan haber vermektir. Binâenaleyh bu, bir mucizedir. Bunun gaybtan
haber verme olduunu u ekilde izah ederiz: Hz. Muhammed (s.as), hiçbir kitap
okumam ve hiç kimsenin talebesi olmamtr. Onun yaad belde de, âlimler diyân
onun bu uzun kssay (hadiseyi), hiç bir okumuluu ve öretimi
deildi. Binâenaleyh,
olmad halde ve onlardan hiçbiri de yannda bulunmad halde en ufak bir yanllk
ve hata olmakszn anlatmas, ancak ve ancak bunun bir mucize olmasndan leri
360 / 13. Cilt TEFSlR-l KEBÎR

gelmektedir. Hem sonra,bu nasl bir mucize olmasn ki? Bu hususun izah, bu tefsirde

tekrar tekrar geçti. Ayetteki, Yanlarnda deildin" ifadesi, bunu inkâr edenlerle alay
etmek için söylenmitir. Çünkü herkes, Hz. Muhammed (s.a.s)’in onlarn yannda
olmadn bilir.

Daha Önceki Ksmla Münasebet

“ Senne kadar hrs göstersen de, insanlarn çou iman ediciler deildir.
Halbuki sen buna kar onlardan hiçbir ücret istemiyorsun. O (Kur’ân),
âlemlere bir nasihattan baka birey deildir. Göklerde ve yerde nice ayetler
vardr ki, bunlardan yüzçevirici olarak, üstüne basar geçerler.
(insanlar)
Onlarn çou, ancak mürik olarak Allah’a iman ederler. Onlar (herkesi)
saracak bir azab- lahînin kendilerine gelip çatmasndan, yahut hiç farknda
olmadklar bir anda, anszn Kyametin kendilerine gelip çatmasndan emin
mi oldular?”
(Yusuf, 103-107).

Bil ki bu ayetlerin, kendilerinden öncekilerle alâka ve ilgisi Kurey kâfirleri


öyledir:
ile bir grup yahûdî, Hz. Peygamber’den, srf ii sarpa sardrmak için, bu kssay
anlatmasn Peygamber (s.a.s) de, bunu anlatrsa, onlarn iman
istediler. Hz.
edeceklerini sanmt. Ama O bunu anlatnca, onlar küfürlerinde srar ettiler. Bunun
üzerine bu ayetler nâzil oldu. Bu, sanki Hak Teâlâ’nn, “ Gerçekten sen, sevdiin
kiiyi hidayete erdiremezsin. Fakat Allah, dilediini hidayete erdirir” (Kaaas, 56)
ayetindeki maöaya bir arettir. Ebu Bekr el-Enbârî öyle demitir: "Ayetteki lev
edatnn cevab, mahzufdur. Çünkü bu edatn cevab, kendinden önce bulunamaz.
Zira u-iî jî c-il "Kalktm, eer kalktysan" denilemez.” Ferrö, ayetteki
masdar hakknda öyle demitir: "Arapça’da, esas
denilir. azz (nâdir) olarak da
olarak,

eklinde kullanlr. Hrs,


-
bir
»
fiilin

eyi,
I I. Cü, YÛSUF SÛKKS 12/103-107 13. ClH / 361

mümkün olan en ileri bir gayretle elde etmeyi istemektir." Ayetteki, “Halbuki sen,
buna kar onlardan hiçbir ücret istemiyorsun” ifadesinin manas açktr.

Cenâb- Hak, jrJUÛ y “O (Kur’ân), âlemlere bir nasihattan baka


birey deildir” buyurmutur. Bu, “O Kur’ân, onlara tevhid, adalet, nübüvvet ve
Kyametin delilleri ile, kssalar, mükellefiyetleri ve ibadetleri hatrlatandr” demektir.
Bu da, "Bu Kur’ân, sizden hiçbir mal ve ücret istemeksizin, size böylesine büyük
bir fayday vermektedir. Öyleyse eer aklnz varsa, onu hemen kabul edin, ona kar
diretmeyin” demektir.

Kâfirler Tevhid Delillerinden Yüz Çevirirler

Cenâb- Allah liyey!» ^ ûjji*

“Göklerde ve yerde nice ayetler vardr ki (insanlar) bunlardan yüz çevirici olarak,
J Û j* jfifj

üstüne basar geçerler” buyurmutur. Bu, "Onlar, senin peygamberliine delil olan
eyler üzerinde eer düünmezler ise, bunda alacak birey yok. Çünkü âlem de
tevhid, kudret ve hikmetin delilleri ile doludur. Ama onlar bunlara da bakmaz, bunlarn
üstüne basar geçerler" demektir.

Kâinattaki Deliller Hakknda

Bil ki tevhid, ilim, kudret ve rahmetin delillerinin, mutlaka baz maddi eyler olmas
gerekir. Bunlar da ya felekî (göksel) kütleler (cisimlerdir), yahut da unsurî
(elementlerden meydana gelmi) yeryüzü cisimleridir. Felekî kütleler, felekler ve

yldzlar diye ikiye ayrlr. Feleklerin hem belli bir miktarda oluu, birinin bir dierinin
altnda ve üstünde yer al yaratcnn varlna istidlâ!
ve çeitli hareketleri ile, bir

edilir. Bu istidlâl de, ya onlarn daha evvel hareketsiz olup da, sonra da mutlaka kâdir

bir muharrikten (hareket ettiriciden) ötürü hareket etmeleri; yahut hareketlerinin hzl

veya yava olmas; yahut da o hareketlerin farkl farkl yönlere doru olmas ile yaplr.
Yldzlarn kütlelerine gelince, bazan onlarn miktarlar, bir mekânda yer almalar ve
hareketleri ile, bazan renkleri ve klar ile, bazan aydnlk ve karanln meydana
gelmesindeki tesirleri ile, karanlk ve aydnlk olular ile, bir yaratcnn varlna istidlal
edilir.

Unsuri kütlelerden çkartlan delillere gelince, bu, ya o cisimlerin, basit eylerden


alnmas ile olur ki, bunlar karann ve denizin enteresan durumlardr; yahut da sebeb
ve netice içinde meydana gelen eylerden olur ki, bunlar da kendi aralarnda u
ksmlara ayrlr:

Gök gürültüsü, imek,


a) bulut, yamur, kar, hava, gök kua gibi, gökte
meydana gelen haller.

b) Karakterleri, sfatlar ve durumlar farkl farkl olan madenler.


362 / 13. Cilt
TEFSÎR-I KEBÎR

c) Bitkilerin, aaçlarn gövdesinin, yaprann ve meyvesinin özellikleri ve


herbirinin belli bir yap, belli bir tad ve belli bir özellie sahip olmas.

d) Canllarn durumlarnn, ekil, karakter, ses ve yaratl bakmndan farkl farkl


oluu.

e) nsan bedeninin anatomisinin incelenmesi, insana ait kuvvetlerin aratrlmas


ve bu kuvvetlerde bulunan faydalarn izah. te delillerin tamam bunlardan ibarettir.
Eski kavimlerin kssalarndan ve geçmi insanlarn hikayelerinden yeryüzüne
hükümrân olup, beldeleri ykp harap eden ve insanlar ezip geçen, ölüp de, dünyada
geriye hiçbir eser ve haberleri kalmayan, sadece yaptklar eylerden ötürü günah
ve vebâli kalan meliklerden bahsedilii de, bu deliller cümlesindendir. te bu, hertürlü
delil ile, ulvî ve süflî alemin tamamnn izah demek olan delillerin izahn ihtivâ eden
bir kitabtr. nsan akl, bunlarn hepsini ihata edemez. te bu sebepten ötürü, Cenâb-
Hak bunlar müphem olarak (kapal olarak) zikretmitir.

Keaf sahibi öyle der: “Ayetteki “Arz” (yer) kelimesi, mübtedâ olarak merfu,
^ “üstüne basar geçerler” cümlesi de bunun haberi olarak okunmutur.
Süddî, “Arz” kelimesini, cümlesinin "Onlarn etrafnda döner dururlar”
manasnda tefsir edilmesi takdirine göre, mansub olarak okumutur. Abdullah b.
Mes’ûd (r.a)’un mushafnda ise, bu ifâde öjr+t \e, üzerinde gezip
tozduklar yeryüzü” eklinde okunmutur.

Mekke Müriklerinin Allah’a nanp, irk Komalar



Ayetteki, ^ pijsi ’j*# Uj Onlarn çou ancak mürik olarak
iman ederler” buyruu, "Onlar, Allah’n varln kabul ediyorlar. Bunun delili,
Allah’a
"Andolsun ki onlara, “O gökleri, o yeri kim yaratt? O günei, o ay kim musahhar
kld?” diye sorarsan, mutlaka, “Allah" derler" (Ankebut, 6i) ayetidir. Fakat "bunlar
kullukta ve ibadette, Allah’a ortak koarlar” demektir, ibnAbbas (r.a)’dan, bunlarn,
Allah’ mahlûkata benzeten kimseler olduu görüü rivayet edildii gibi, öyle dedii
de rivayet edilmitir: "Bu ayet, Arap müriklerin hacc telbiyeleri hakknda nazil olmutur.
Çünkü onlar dil* Uj i&iî dil ji Sl', dÛ db^iSl d£J "Allah’m, emrine âmâdeyiz,
Senin, erîkin (ortan) yoktur. Ancak, senin kendisine sahip olduun, kendisinin ise
sana sahip olmad
bir ortan vardr” diye telbiye getiriyorlard.”

Yine bn Abbas (r.a)’dan rivayet edildiine göre, Mekkeliler (Câhiliyye’de) öyle


derlerdi: "Allah, bir ve orta olmayan bir Rabbimizdir. Ama melekler onun kzlardr”
ve böylece, ehl-i tevhid deil, aksine mürik olurlard. Putperestler de: "Allah bizim
bir olan Rabbimizdir. Fakat putlar, onun katnda bizim efaatçilerimizdir”; Yahudiler:
"Rabbimiz bir olan Allah’tr, ama Üzeyr onun oludur”; Hristiyanlar: "Rabbimiz, orta
olmayan bir Allah’tr. Mesih ise, Allah’n oludur”; günee ve aya tapanlar da,

13. Cüz, YÛSUF SORES 12/108-109 13. Cilt / 363

"Rabbimiz, bir olan Allah’tr. Ama güne ile ay da bizim rabbimizdir" derlerken,
Muhacir ve Ensar: “Rabbimiz, eriki olmayan bir Allah’tr” derler."

Kerrâmiye, bu ayeti, “iman sadece dil ile ikrardan ibarettir’’ görüüne delil

getirmi ve “çünkü Allah Teâlâ, mürik olduklar halde, onlarn mü’min olduklarna
hükmetmitir. Bu, imann, srf dil ile ikrardan ibaret olduuna delâlet eder"
demilerdir. Bunun cevab malumdur.

Ayetteki, “Onlar, azab- lahînin kendilerine gelip


(herkesi) saracak bir

çatmasndan yani onlar» saracak, üzerlerine iyice oturacak ve onlar kaplayacak


azabtan, “yahut hiç farknda olmadktan bir anda, anszn Kyametin kendilerine

gelip çatmasndan emin mi oldular ” buyruuna gelince, buradaki anszn ” (ba$te)
kelimesi, hal olarak mansubtur. Arapça’da, bir ey, insanlarn kendisinden
korunamayaca bir ekilde anszn gelir ve vâki olur ise, Â&'j lif -

denilir. Ayetteki, Hiç farknda olmadklar bir anda” tabiri, “anszn” kelimesinin
bir te’kidi gibidir.

Allah’n Yolu Delile Dayanr

“De “ite bu, benim yolumdur. Ben, bir basîret üzere, Allah'a davet
ki:

ediyorum. Ben de bana tâbî olanlar da (böyleyiz). Allah' tenzih ederim. Ben

m üriklerden deilim
(Yûsuf. 108).

Müfessirler öyle demilerdir: “Bu, “Ey Muhammed, onlara de ki: “Kendisine


davet ettiim bu yol, üzerinde olduum, kendi yolum, kendi sünnetim ve kendi
minhâcmdr" demektir. Din, "yol” olarak ifâde edilmitir. Çünkü din, sevaba götüren
bir yoldur. Bu ayetin bir benzeri de, “Rabbinin yoluna hikmet ile davet ef”(N«M,a8|

ayetidir.

Bil ki, “sebil” kelimesi lügatte “yol” manasnadr. Araplar, inançlar, insann
3M / 13. Cill
TEFSlR-l KEBR

üzerinde yürüyüp cennete gidecei yola benzettiler. Binaenaleyh ayet, “Ben, bir
basirete, yani bir hüccet ve delile dayanarak, sizleri Allah’a davet ediyorum. Bana
tâbî olanlar da, benim sünnetime, sîretime ve yoluma-davet
ederler. Bana uyanlarn
gidiât da, Allah’a davet etmektir” manasnadr. Zira delil ileri sürüp de, ortaya
sîreti,

atlan üphelere cevap veren her mü’min, gücü nisbetinde Allah’a davet etmi olur
ki, bu da, Allah’a davetin ancak bu art ile, yani söylenilen eyde
bir basiret, bir
hidayet ve bir yakîn üzere olmas art ile güzel olur. Eer böyle olmazsa, bu srf
bir aldatmaca olur. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s): l
J-j

'-*J. ÖJ-&H j-* Alimler ,
resullerin
insanlar davet eyi örenip muhafaza etmi olduklar için, Allah’n kullar
ettikleri
üzerinde peygamberlerin emin (güvenilir) adamlardr ”( 3 °) demitir. Ayetteki bu
'
ifadenin, *Üi
J[ ksmnda tamamland ve söze* tekrar, ...jtf' Ji. diye
baland, ‘‘Sübhânallah” (Allah’ tenzih ederim) sözünün de «1a “Bu benim
yolumdur” ifadesi üzerine atfedildii de söylenmitir. Buna göre âyetin manas: “De
ki: “Bu benim yolumdur” De ki: “Allah’, müriklerin söyledii eylerden
tenzîh ve
takdis ederim. Ben, Allah’n
yannda, onun zdd, dengi, ei ve çocuu bulunduunu
söyleyen müriklerden deilim” eklindedir. Bu ayet, kelam ilminin ve akâidin,
peygamberlerin sanat ve ilmi olduuna ve Allah Teâlâ’nn peygamberleri, ancak
bunun için gönderdiine delâlet eder.

Peygamber Beerden Olur

“Senden evvel gönderdiklerimiz, ancak senin gibi ehirler halkndan,


kendilerine vahyettiim adamlard. Kendilerinden evvelkilerin akibetinin nice
olduunu görmek için, yeryüzünde hiç gezip dolamadlar m? Ahiret yurdu,
muttakiler için elbet daha hayrldr. Siz hâlâ akllanmayacak msnz?”
(Yusuf. 109).

30) 2/64.
IV Cüz, YÛSUF SÛRF.S 12/110 13, Clll / 363

Bu Ayetteki Farkl Kraatler


Bil ki Asm’n râvlsl Hafs, fiili, nûn ile nûhî (Biz vahyediyoruz); dier kraat
imamlar yûhî (Allah vahyediyor) eklinde okumulardr. Nâfî, Ibn Kesir,
ise, yâ ile

Ebu Amr ve Âsm'n râvisi Hafs, son fiili, muhatab sîas ile, ta’klûn; dier kraat
imamlar ise yâ ile gâib sîas üzere ya’kilûn "(halâ akllanmayacaklar m?)’’ eklinde
okumulardr.
Peygamber Beer Diye Müriklerin tirazlar

Muhammed (s.a.s)’in peygamberliini kabul etmeyenlerin ileri sürdük-


Bil ki Hz.
leri üphelerden birisi de udur: Eer Allah Teâlâ peygamber göndermek istese idi,
melek gönderirdi. te bundan dolay Cenâb- Allah,
“Senden evvel gönderdiklerimiz,
ancak senin gibi ehirler halkndan, kendilerine vahyettiimiz adamlard” buyurmu-
tur. Allah Teâlâ, bu söz ile, "Bütün peygamberler böyle gönderilmi olduuna göre,

daha nasl oluyor da onlar, Ey Muhammed senin peygamberliin hakknda böyle bir
üpheye düüyorlar" demek istemitir. Ayet Allah Teâlâ’nn insanlara peygamber
olarak kadn göndermediine ve yine bedevilerden peygamber göndermediine
delâlet eder. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s), ja “Bedevî,

kaba olur. Av peinde koan, gâfil o/ur”< 31 > buyurmutur.

Daha sonra Cenâb- Hak, j »jjrri “Peygamberlerini yalanla-


yanlarn ne hâle geldiini görmek için, yaadklar yerleri müâhede etmek gayesi
ile, yeryüzünde hiç gezip dolamazlar m?” buyurmutur. “Ahiret yurdu
muttakiler için elbette daha hayrldr” yani, "ahiret yurdunun hali daha hayrldr.
Çünkü, insanlarn, biri dünya hali, dieri âhiret hâli olmak üzere iki durumlar vardr.
Bu ifâdenin bir benzeri de, kiinin Jj*5H ’
(ilk farz namaz) manasnda
' | •

Jyi l demesidir. Ahiretin, dünyadan daha hayrl oluunun delillerini, daha


önce defalarca zikretmitik.

Allah’n Yardm, Nihayette Gelir

31) Tirmlzî, Fiten, 69 (4/5235); Ebu Davud, Sayd. 4 (3/111).


300/ 13. Cilt TEFSÎR.l KEBÎR

"Nihayet o peygamberler iimidlerini kesip de, kendilerinin muhakkak


yalanlandklarn zannettikleri bir srada, onlara nusretimiz yetiip gelmitir.
Biz, kimi dilersek o, kurtulua erdirilmitir. Günahkârlar gürûhundan ise
azabmz asla geri çevrilemez”
(Yusuf. 110).

Bil ki Asm, Hamza ve eddesiz ve zâl'n kesresi ile fiili, küzibû," yalanc
Kisâî,
durumuna düürüldüler” eklinde okurlar iken; dier kraat imamlar edde ile,
kuzzibû “yalanlandlar” eklinde okumulardr. Fiili eddesiz okumann iki sebebi
vardr:

a) Bu zannn, yalanlayanlara ait olmas, yani, “Peygamberler, kavimlerinin iman


etmelerinden ümid kestiklerinde, kavimleri o peygamberlerin, vaad olunduklar yardm
ve muzafferiyet hususunda yalanc durumuna düürüldüklerini zannetmilerdir”
manasna gelmesidir.

mdi, eer, "Kendilerine peygamber gönderilen kimseler, cümlede söz konusu


edilmedikleri halde, bu zamirin, (“zannettiler” fiilindeki zamirin), onlara râcî klnmas
nasl makbul ve yerinde olur?” denir ise, biz deriz k: Peygamberlerden bahsetmek,
sanki gönderildikleri kimselerden bahsetmek gibidir, istersen öyle de diyebilirsin:

Onlar, ayetteki, Yeryüzünde hiç gezip dolamadlar m?” ifadesinde söz konusu

edilmilerdir. Binâaenaleyh bu zamir, o ayetteki, ...
rttf «iri* Kendilerinden
yalanlam kavimlere
evvelkilerin akbeti” ifadesinde bahsedilen peygamberlerini
râcî olur. Buradaki “zan”, vehmetme ve sanma manasnadr.

b)Bunun manas öyle olabilir: “Peygamberler, vaad olunduklar hususlarda,


yalanc çkarldklarn zannettiler.” Bu te’vil ve mana, bn Ebî Müleyke vastas ile,
Ibn Abbas (r.a)’dan nakledilmitir. Buna göre, “O peygamberler, nsanî zaaflarndan
dolay, “i,demek ki böyle!” dediler” demektir. Fakat bu izah, tuhaftr. Çünkü mü’min kimsenin,
Allah’n yalan söylemi olacan zannetmesi câiz deildir. Hatta böyle birey, insan
imandan çkarr. Böyle olunca, bu düünce, peygamberler hakknda ise asla
düünülemez!

Zan Burada ilim fade Eder

Bu fiilin eddeli olarak okunmasna göre iki izah ekli vardr:

Buradaki “zan”, “yakîn” yani “kesin bilme” manasnadr. Buna göre ayet,
1)
“o peygamberler, ümmetlerinin kendilerini yalanladklarn, artk bundan sonra
onlardan imânn sâdr olamayacan te
o zaman onlara bedduâ
iyice anladlar.
ettiler. Bu durumda da Allah Teâlâ, o kavimlerin üzerine, köklerini kazyan bir azap

gönderdi” demektir. “Zan” kelimesinin, “bilmek, iyice anlamak” manasna


gelmesinin Kur’ân’da örnekleri çoktur. Nitekim Allah Teâlâ, “ Onlar Rablerine
( ”

13. Cüz, YÛSUF SÛRES 12/110 13. Cilt / 387

kavuacaklarn zannederler” (Bakara, 46), yani bunu yakînî-kesin olarak bilirler"


buyurmutur.

Hz. Aie’nin Bu Ayeti Tefsiri

2) Buradaki "zan”, "zannetme” manasna olabilir. Buna göre ayetin manas öyle
olur: "O peygamberler, kavimlerinin iman etmelerinden ümitlerini kesip de,
kendilerine imân edenlerin de, kendilerini zaferin gelmesi hususunda
yalanlayacaklarn zannettikleri zaman...” Bu te’vil de, Hz. Ale (r.anhâ)’den
nakledilmitir. Ayetin tefsiri olarak zikredilen manalarn en güzeli budur.

Rivayet edildiine göre, bn Ebî Müleyke, bn Abbas (r.a)’n öyle dediini


Çünkü onlarda insan idiler.
nakletmitir: "Peygamberler, yalanlandklarn zannettiler.
Cenâb- Hakk’n u
ayetini görmüyor musun? "Hatta peygamber ve beraberindeki

mü’minler, "Allah’n yardm ne zaman? diyordu” Bakara, 214). bn Ebî Müleyke diyor
ki: "Bunu, Hz. Aie (r.anha)’ye söylediim zaman, o bu manay ho bulmad ve öyle

dedi: "Hz. Muhammed, Allah Teâlâ’nn kendisine vaadettii hereyi mutlaka yerine
getireceini biliyordu. Fakat belâlar, peygamberlerden hiç kesilmez, öyle ki onlar,
kendilerine iman etmi kimselerin bile, bu yüzden kendilerini yalanlamalarndan
endie ederler." Hz. Aie (r.anha)’den gelen bu red ve tefsir, son derece güzel ve
yerindedir.

Kraat Farklar

Cenâb- Allah,, ...UjUî buyurur. Bu, “Durum, anlatlan bu noktaya varnca,


onlara yardmmz yetiip gelir j* "ve dilediimizi, kurtulua erdiririz

demektir. Âsim ve ibn Âmir, bu fiili, bir nün ile, cîm’in eddesi ve yâ’nn fethas ile,

meçhûl sîa üzere, (kurtarlr) eklinde okumulardr. Mushaf’ta bu kelime


tek nün yazl olduu için, Ebu Ubeyde de bu kraati tercih etmitir. Klsâî’nin,
ile

bunu, iki nûndan birini dierinde idam ederek, bir nün ile, cîm’in eddesi ve yâ’nn
sükûnu ile okuduu rivayet edilmitir. Baz alimler "Bu kraat yanltr. Çünkü harekeli
olan nûn, sâkin olan nûn’a idâm edilemez. Yine nûn harfinin, cîm’e idâm câiz

deildir" demilerdir. Dier kraat imamlar, bu nûn ile, nûn’u eddesiz


kelimeyi, iki

olarak ve yâ’nn sükûnu ile, nuncî (biz kurtarrz) eklinde okumulardr.

Bil ki bu, imdiki zamannGörmüyor musun, geçen kssa da, ancak


hikayesidir.

imdiki zamann bir iini anlatmaktadr. Nitekim, "u kendi taraftarndan, bu da


dümanndand” (Kasas, s) ayeti de, aslnda anlatlan kssa geçmi olduu halde,
hazra (imdiki zamana) bir iarettir.
568 / 13. Cilt TEFSÎR-1 kebîr

Kssalardan bret Alma

“Andolsun, onlarn kssalarn açklamada sâlim akl sahipleri için, bir ibret
vardr. Bu, uydurulmu bir söz deildir, ancak kendinden evvelkilerin tasdiki
ve hereyin tafsilidir. Bu, iman edecekler için de bir hidâyet ve bir rahmettir”
(Yusuf, 111).

Bil ki, "bret” bilinen bir taraftan, bilinmeyen bir tarafa "ubûr” etmek, geçmektir.
Bundan kastedilen mana, düünmek ve tefekkür etmektir. Peygamberlerin
kssalarndan ibret almak, birçok ekilde olur:

1) Hz. Yusuf’u, kuyuya atldktan sonra aziz klmaya, zindanda hapsedilmesinden


sonra yükseltmeye, köle olduu zannedilirken Msr’n efendisi yapmaya kâdir olan
ve aradan uzun zaman geçtikten sonra istedii ekilde ebeveyni ve kardeleri ile

onu bir araya getiren Allah, Hz. Muhammed (a.s) ’i aziz etmeye ve kelimetullah
(Allah’n dinini) yüceltmeye, gâlip getirmeye de kâdirdir.

2) Hz. Yusuf’tan haber vermek, gaybtan haber vermek gibidir. Binâenaleyh bu,
Hz. Muhammed (s.a.s)’in doruluuna delalet eden bir mucize olur.

3) Allah Teâlâ, bu surenin hem banda, “Biz sana, ...en güzel beyân kssa
olarakanlatacaz” (Yusuf, 3); hem de bu surenin sonunda, bu kssann güzelliinin,
kendisinden ibret alnmas, hikmet ve kudretin de bilinmi olmas sebebiyle güzel
olduuna dikkat çekmek için, “Andolsun onlarn kssalarn açklamada salim akl
,

sahipleri için, bir ibret vardr” buyurmutur. Ayetteki, “onlarn kssalar” ifadesinden
maksat, Yusuf (a.s) ile kardeleri ve babalarnn kssalardr. Baz kimseler bundan

muradn, Kur’ân- Kerim’de dier peygamberlerin kssalar da ele alnd için, bütün
peygamberlerin kssalar olduunu ileri sürmüler ise de, ancak ne var ki evlâ olan,
bundan kastedilenin Yusuf (a.s)’n kssas olduudur.

Mürikler Akll Olduklar Halde Niçin bret Almadlar?

mdi ayet, "Hz. Muhammed (s.a.s)’in kavmi, akll ve zeki olduu halde, onlardan
pek çou bundan ibret almamtr. O halde daha niçin Cenâb- Hak, “salim akl
sahipleri için, bir ibret vardr” buyurmutur?” denilirse, biz deriz ki: Onlarn hepsi
ibret alabilecek evsafta idiler. Bu kssaya "ibret” demekten maksat, bu kssann, akl
13. Cüz, YÛSUF SÛRES 12/111 13. Cilt / 369

alnacak ibretler ihtiva ettiini bildirmektir, (yoksa mutlaka


sahibi kimseler tarafndan
bret alnacan bildirmek deildir). Veyahut biz, öyle de diyebiliriz: Ayette bahsedilen
"akl sahiplerinden maksat, o kssalardan ibret alp, tefekkür edip, onlar iyice
düünerek onlar örenerek istifade eden kimselerdir. Çünkü, ulü’l-elbab tabiri,
medhe ve övgüye delâlet eden bir ifâdedir. Binâenaleyh bu övgü, ancak bahsetmi
olduumuz manaya uygun düer.
Bil ki Allah Teâlâ, bu kssay birkaç sfatla tavsif etmitir:

Birinci Sfat: Onun, akl sahipleri için bir ibret olmas. Bunun izah, az önce
geçmiti.

kinci Sfat: Onun, uydurulmu bir söz olmamas. Bu ifade hakknda u iki görü
ileri sürülmütür.

1) "O Kur’ân’ getiren Hz. Muhammed (s.a.s)’in, onu uydurmas doru


Bununla,
ve yakk almaz” manas kastedilmitir. Çünkü o, kitaplar okumam, hiç kimsenin
talebesi olmam ve âlimlerle de içiçe yaamamtr. Binâenaleyh, O’nun bu kssay,
tpk Tevrât’ta bulunduu biçimde arada hiçbir fark bulunmakszn ona mutabk bir

biçimde uydurup düzmesi imkânszdr.

2) Bundan maksat: "O, yalan söyleyen O’ndan yalann sadr


biri deildir, zira
olmas akln alaca ey deildir” demektir. Daha sonra Cenâb- Hak, onun
uydurulmu olmadn tekid ederek, *j& j&j "ancak, kendinden
buyurmutur ki bu, bu kssann, tpk Tevrât ve dier
evvelkilerin tasdikidir”
mukaddes kitapiardakine muvafk olarak varid olmu olduuna bir iarettir.
Jj -Coj kelimesi
ülf jfJj takdirinde olarak, mansubtur. Bu, Cenâb-

Hakk’n tpk, Jj-o ,
’yt 4 ' JuA* jlS'U Muhammed ,

adamlarnzdan hiçbirinin babas deildir. Fakat Allah’n Resûlüdür” (Ahzab, 40)


ifadesi gibidir. Bu açklamay Ferrâ ve Zeccâc yaparak öyle demilerdir: "Bunun,

'J* c/j)'
Jt'Loj j* jfJj takdirinde olarak, nahve göre ref’i de caizdir.”

Üçüncü Sfat: Onun, "her eyin tafsili” olmasdr. Bu hususta da iki açklama
yaplmtr:

1) Bununla, “Yusuf (a.s.)’un babas ve kardeleriyle beraber geçen hadise


hakkndaki her eyin izâhtdr” manas kastedilmitir.

2) Bu, Kur’ân’n tamamyla alâkal bir cümledir. Bu Cenâb- Hakk’n, tpk “B/z
o kitapta hiçbir eyi eksik brakmadk” <En’4m, 38) ayeti gibidir. Çünkü bu vasf,
Kur’ân’n tamamiyie alâkal bir vasf kabul etmek, onu sadece Yusuf (a.s) kssasyla
alâkal bir vasf olarak kabul etmekten daha uygundur. Buna göre bu ifadeden,
Kur'ân- Kerim’in ihtiva ettii, helâl, haram ve slâm diniyle alâkal dier hükümler

370 /13. Cilt TEFSR KEBÎR

murad edilmi olur. Vahidî "Her iki açklamaya göre de bu "hâs”


ifade, kendisiyle
manann kastedildii, umûm (genel) lafzlardan olur. Bu, Cenâb- Hakk’n tpk

^
Cenâb- Hak bu ayet
“ Benim rahmetim
ile,
ise, her eyi kuatmtr” (A’raf, i56)
onun nuhtevâsna girmesi uygun olan her eyi murad etmitir.
ayeti gibidir ki,

Keza bu, J-S” “Kendisine her ey verilmiti (Nemi, 23) ayeti


gibidir" demitir.

Dördüncü ve Beinci Sfatlar: Onun dünyada, inanan toplumlar için bir hidâyet;
Kyamette de lahî rahmetin tahakkuku için bir vesîle olmasdr. Cenâb- Hak, özellikle,

“inanan kavimler için buyurdu; çünkü ondan istifade edenler, ancak inananlardr.;

Bu, CenâtM Hakk’n tpk (Bakara, 2) ayetinin tefsirinde yapm olduumuz

izah gibidir. Doruyu en iyi bilen Allah’tr; dönüümüz ve varmz ancak O’nadr.
Bu kitabn müellifi (r.h), öyle
Bu sûrenin tefsiri, Allah’n hamd ve inayetiyle,,
der:
601 senesinde aban aynn yedinci gününe tekabül eden çaramba gününde
tamamland; hayr ve rzâ ile son buldu. Ben o günlerde, sâlih olum ve salih çocuum
Muhammed’in vefât sebebiyle cidden çok skntlydm. Allah onu, rahmet ve
mafiretiyle bürüsün. Ve ona, fadl ve ihsan derecelerini ihsân etsin. u beyitleri, ona
at olarak, ksaca irad ediyorum:

i
/ hû; jtâiSfî çjr jil

jt JJh» $ / JUu ikfti çjr jjj

J / L: 5b- lii i&ij

/ uîii jüi dû*


/ cJii
^ > f*-
U$ / tiL Uj

£+ J üjAit jU? .ji^i

^
1
/ pr*'?

^ i? Jj* Jt / Jjij ^tb-


/ JSl' L
“ayet kaderler bize boyun emi olsayd; seni korumak için bedenimizi Je,
ruhumuzu da sana fedâ ederdik.

Melekler rüvet alsalard, hem hükmen hem de ismen kendimizi onlara köle
ederdik.

Fakat ne var ki, takdir edilen bir hükmün zaman gelince, Arn karargâhndan,
tâ denizlerin derinliklerine sirayet eder.

Evladm, bütün ömrüm boyunca, daima kanl gözyalaryla sana alayacam.


Halim nice ve nasl olursa olsun, bundan hiç sapmadm, vazgeçmedim de.
13. Cüz. YÛSUF SÛRESf 12/111 13. Cilt / 371

Toprana belenip defnolunduun kabre selâm olsun. Ve çok balayc olan


Allah sana, bol lütuf ve ikramlarda bulunsun.

Gözümü sana mezar (medfun) yapmama mani olan tek ey, onun ebediyyen
gözya aktmaya mahkûm oluudur.
Yemin ederim ki, (öldüümde dahi), çürümü kemiklerime ve parçalarma
dokunsalar, onlarn gizli ve sakl olduu yerlerdeki hüzün ve keder ateini
hissederlerdi.

Hayatm ve ölümüm,
uzaklamanzdan sonra
sizin birdir ve ayndr; hatta ölüm,
bu gam ve kederi devaml çekmekten daha iyidir.

Ben, Allah’n infaz ettii hükmüne razym, raz oldum. Çünkü biliyorum ki,
benim geçerli olacak bir hükmüm yoktur.”

Ben bu kitab mütalaa edip ve ondan çok kymetli istifadelerde bulunan kimselere
v
hem bana hem de çocuuma Fatiha okumalarn ve kardelerinden, babasndan ve
annesinden uzakta gurbet ellerde ölen kimseler için rahmet ve mafiret ile dua
etmelerini vasiyyet ediyorum. Zira ben de, benim hakkmda böyle davranacak olanlara
çokça dua etmekteyim. Salât ve selam, seyyidimiz Hz. Muhammed (s.a.s)’e, O’nun
âline, ashâbna olsun. Âmin. Hamd ancak, alemlerin ftabbi olan Allah’a mahsustur.
RA’D SÛRES
©
Ra'd Süresi,
"O kâfirler, Allah'n vaadi gelinceye kadar,
kendi yaptklar yüzünden
ya anszn balanna gelecek büyük belâ çatp duracak..." (Ra'd, 31)
ile "ve nezdinde kitab ilmi bulunanlar dahi..." (Ra'd, 43)
ayetleri hariç, Mekkî olup, (43) ayettir.
Ebu Bekr el-Esamm,
"Bir Kur’ân ki, eer onun/a dalar yürütülseydi" (Ra’d, 31)
ayeti hariç,

bu sûrenin tamamnn icmâ ile Medenî oMugtfnu söylemitir.


“Elif, lâm, mîm, Bunlar kitabn ayetleridir. Sana Rabbinden
râ... indirilen (bu

Kur'an) haktr. Fakat insanlarn çou inanmazlar”


(Ra’d. 1).

Bil ki bu, bu lafzlar, yani huruf-i mukattaalar hakknda daha önce açklama
yapmtk. bn Abbas (r.a), bunun manasnn, M
W “Ben Allah’m,
en iyi bilenim”; Atâ’nn rivâyetine göre ise, ^ ^ * —Ui L-J'

“Ben Allah; Rahman olan Melik’im” eklinde olduunu söylemitir. Ebu Anrr, Kiaâî
ve dier kraat alimleri buray imâle ile okurken, bir grup kraat imam da, tefhîm ile
(kaln) okumulardr ki, Âsim da bunlardandr. Ayetteki tilke kelimesi “Elif, lâm, mîm,
râ” ad verilen bu sûrenin ayetlerine bir iarettir. Daha sonra Cenâb- Hak, bunlarn,
o kitabn ayetleri olduur\u söylemitir. O kitap ise, onu kendisine indirmek ve
ebediyyen bâk. klmak suretiyle, Hz. Muhammed (s.a.s)’e vermi olduu kitaptr.
Kyas Hakkndakl Hüküm
dJ A* dD j^îl ifâdesi, mübtedâ, kelimesi de onun haberidir.

Baz alimler, kyas reddetme hususunda bu ayete tutunarak öyle demilerdir:


"Kyas ile elde edilen hüküm, Allah katndan gelmi olan hüküm deildir. Aksi

halde Conâb- Hakk’n, Kim Allah’n indirdiiyle hükmetmezse ite onlar kâfirlerin
ta kendileridir” (Maide. 44) ayetinden dolay, onunla hükmetmeyen kâfir olurdu.

376 / 1 3. Cilt TEFSÎR-1 KEBÎR

Halbuki, kyas ilehükmetmeyenin küfre nisbet edilmeyecei iomâ ile sabittir. Böyleoe
kyas ile sabit olan o hükmün, Allah katndan gelmemi olduu sabit olmu olur.
Durum böyle olunca hükmün hak olmamas gerekir. Zira
da, kyas ile sabit olan

Cenâb- Hakk’n j* *üJ! J fi “Sana Rabbinden indirilen (bu Kur’ân)

haktr buyruu, “hakkn, sadece “Allah’n indirdii ey” olmasn iktizâ eder.
Binâenaleyh, Allah’n indirmedii her eyin, “hakk” olmamas gerekir. O, “hakk”
olmaynca da, Cenâb- Hakk’n, “Artk haktan sonra sapklktan baka ne kalr?"
(Yunus, 32) buyruundan ötürü, batl olmas gerekir.”

Kyas kabul edenler ise buna u ekilde cevap vermilerdir: “Kyas ile sâbit olan
hüküm de, Allah katndan inmi
hükümdür. Çünkü Cenâb- Hak, kyas ile amel
bir

etmeyi emredince, kyasn delâlet ettii o hüküm de, Allah katndan inmi bir hüküm
olur. HakTeâlâ, Hz. Muhammed (s.a.s)’e indirilen o eyin, Kur’ân’n hak olduunu

belirtince, bir zecr ve tehdit olsun diye de, insanlarn pekçounun ona iman
etmeyeceklerini de beyan etmitir.

“Allah od ur görmekte olduunuz (ekilde) direksiz


ki, gökleri (u)
yükseltmitir. Sonra (emri), Ar üzerinde hükümran olmutur. Günei, ay da
teshir etmitir ki, her biri muayyen vakte kadar cereyân eder. Her ii yerli
yerinde, O yönetir. Ayetleri, O açklar. Ta ki, Rabbinize kavuacanz
iyice bilesiniz”
(Ra'd 2).

Bil ki, Allah Teâlâ, insanlarn ekserisinin iman etmeyeceklerini belirtince, bunun
peinden, kendisinin birliine, ahiretin varlna delâlet eden bu ayeti getirmitir. Bu
ayetle ilgili birkaç mesele bulunmaktadr:

Keâf sahibi öyle der: “illi lafz- celâli müpteda, &


BRNC MESELE ifadesi de, bunun haberidir. Bunun böyle olduunun
delili, Cenâb- Hakk’n, “O, yeri uzatp
döeyendir” (Ra’d, 3) ayetidir, clj â*Ji ij JJl buyruunun sfat olmas;
ç»lftl J^o jftl ifâdelerinin ise, pepee gelen iki haber olmas da caizdir.” Vahidi
13. Cüz, RA D SÛRES
1
»3/2 13. Cilt / 377

öyle der: “Amed anlamnda olup, bu ImAd kelimesinin


kelimesi, “sütunlar, direkler"
çouludur. Nitekim ihâb (cem’I: eheb) denildii gibi, ImAd (cem’I: amed) denilir."
Ferrâ öyle der: "Amed ve umud kelimeleri, amûd kelimesinin çouludurlar. Bu tpk, edim
kelimesinin çoulunun, udum ve edem (deri); ve; pr* (deri...) kelimesinin çoulunun

da kudum ve kedam eklinde gelmesi gibidir. mâd ve amûd, kendisine yaslanlan


ve dayanlan ey demektir. Nitekim, insanlar, aralarnda kendilerine dayanp
güvendikleri kimseler hakknda ** jî AU “Falanca, kavmin dayana ve direidir"
derler.

Bil ki Allah Teâlâ, göklerin, güne ve ayn, yerin ve bitkilerin


KNC MESELE çeitli hallerini delil getirmitir. Gökleri delil klmas, onlarn,
Göklerin Direksiz Durmas insanlarn görecei direkler bulunmakszn yükseltilmi
olmasyla olmutur. Buna göre mana, “Bu büyük kütleler,
yüce ve yüksek bolukta durmaktadrlar. Halbuki onlarn u iki sebepten dolay, zâtlan
ve kütleleri bakmndan orada durmalar imkânszdr:
a) Cisimler, mahiyetin tamamiyeti itibariyle, eittirler. Binâenaleyh, ayet, bir

cimsinmuayyen bir mekânda bulunmas zorunlu olsayd, bütün cisimlerin orada


bulunmas gerekirdi.

b) Uzayn bir nihayeti yoktur. Mutlak bolukta uzayp giden yayltn mekânlar
da snrszdr. Halbuki o mekânlarn tamam da, birbirine eittir. Binâenaleyh, ayet
bir cismin belirli bir mekânda bulunmas zorunlu olsayd, bütün mekânlarn (mahiyet
bakmndan) eit ve benzemeleri zorunluluundan dolay, o cismin bütün
birbirine
mekânlarda bulunmas gerekirdi. Böylece, felekî kütlelerin kendi mekân ve yönlerinde
bulunmalarnn, zâtlar gerei mecburî ve zorunlu bir durum olmad; tam aksine
bir “muhassis” ve onun öyle olmasn tercih eden bir “müreccih” tarafndan olduu

sabit olmu olur. Onlarn, altlarnda bir direk bulunmakszn üzerlerindeki bir zincir

ile aslm olduklar da söylenemez. Aksi halde söz, o koruyan zincir ile alakal olur
da, böylece de bu i, sonsuza kadar devam (teselsül) edip giderdi. Bu ise, muhaldir.
Böylece, o felekî kütlelerin, kendi yüce mekânlarnda, alemi yöneten Allah Teâlâ ve
Tekaddes hazretlerinden ötürü durduunun; O’nun onlar orada ibkâ ettiinin
söylenilmesi gerektii sabit olmu olur. te bu, kâhir ve kâdir bir lâhn varlna dair
getirilmi olan pek kesin ve çok net olan aklî bir delildir.

Keza bu tabir, o ilâhn bir cisim olmadna ve herhangi bir mekânda da


bulunmadna delâlet eder. Zira o ilah, belirli bir mekânda bulunmu olsayd, O’nun,
zât ve yaps gerei o mekânda bulunmas imkânsz olurdu. Çünkü biz, mekânlarn
tamamnn, mahiyetleri gerei birbirine eit olduunu beyân etmitik. Binâenaleyh
o ilahn, zât gerei yerde bulunmas da, imkânsz olurdu. Böylece de o
belirli bir

in mutlaka, bir tahtla edenin taheis etmesiyle olmas gerekirdi. Halbuki hür bir fail
sayesinde meydana gelen her ey, muhdestlr. O halde, ona muayyen bir mekânn
378 / M. Cilt TEFSlR-l KEBÎR

tahsis edilmi olmas da, muhdes olur. Ve onun zât da bu tahsisin dna çkamaz.
Hâdis olan durumlardan hâlî olmayan da hâdistir. Böylece o ilahn, belirli bir mekânda
olmas onun da hâdis olaca sabit olmu olur ki, bu muhâldir. Böylece,
halinde,
Allah Teâlâ’nn mekân ve cihetten münezzeh olduu kesinleir. Hem senin üstünde
olan her eye, “semâ” ad verilir. Binâenaleyh, ayet Cenâb- Hak, bir cihetin üstünde
olan baka bir cihette olmu olsayd, o da “semâvât” cümlesinden olur ve “Allah
odur ki, gökleri (u) görmekte olduunuz (ekilde) direksiz yükseltmitir” ifadesinin
hükmüne girmi olurdu. Halbuki, bir cihetin üstünde bulunan, baka bir cihete tahsis
edilen her ey, bu ayetin hükmüne göre, o ilahn korumasna muhtaçtr. Binaenaleyh
ilâhn, bir cihetin üzerindeki bir cihette bulunmaktan berî ve münezzeh olmas gerekir.

Cenâb- Hakk'n tyjji ifadesine gelince, bu hususta birtakm görüler ileri

sürülmütür:

a) kelâm olup, buna göre ayetin manas, "O, gökleri direksiz


Bu, müste’nef bir

olarak yükseltendir” eklinde olur. Daha sonra da Cenâb- Hak, “Görüyorsunuz ya”
buyurmutur. Yani, “Onlarn direksiz olarak yükseltilmi olduklarn siz de
görüyorsunuz” demektir.

b) Haan el-Basrî öyle demitir: “Ayetin ifadesinde, takdiri, oijilJl £j


•fi* jb "O, gökleri yükseltendir. Siz o gökleri, direksiz olarak görürsünüz”
eklinde olan bir takdim-tehir bulunmaktadr.” Bil ki, sözü, zahirine hamletmek
mümkün olduu zaman, takdim ve tehire bavurmak caiz olmaz.

Cenâb- Hakk’n
c) ifadesi kelimesinin sfatdr. Buna göre ifadenin
manas, "görülen direkler bulunmakszn” eklinde olur, yani, "Göklerin direkleri
vardr; ama
onlar biz göremiyoruz” demektir. Alimler "o göklerin, zebercedden
meydana gelmi olan ve dünyay kuatan, ama sizin kendisini göremediiniz Kâf
da üzerine kurulmu direkleri vardr” demilerdir. Bu tevil, son derece sakattr.
Çünkü, Allah Teâlâ bu ifadeyi, kâdir bir ilâhn varlna delil olsun diye zikretmitir.
ayet, bu ifadeden kastedilen, onlarn ileri sürdüü o ey olsayd, bu ayetle, kâdir
bir ilahn varlna istidlâl edilemezdi. Zira, “Gökler, Kaf da üzerine dayannca, o
zaman, göklerin bu ekilde durmas daha nasl bir ilahn mevcudiyetine delâlet
edebilir?" denilebilirdi. Bana göre bu hususta yaplan izahlarn hepsinden güzel olan
bir baka izah udur: Imâd kelimesi, kendisine dayanlan, yaslanlan ey demektir.

Biz, o cisimlerin, o yüksek bolukta Allah’n kudretiyle durduklarn söylemitik.

Böylece, o göklerin direklerinin, Allah’n bizzat kudreti olduu sabit olmu olur.
Böylece de bu söz, “O, gökleri, sizin görebileceiniz bir direk bulunmakszn
yükseltmitir. Yani, onlarn gerçekte direkleri vardr, ancak
ne var ki o direkler, Allah
Teâlâ’nn kudreti, O’nun muhafazas, O’nun tedbiri ve O’nun onlar o yüksek yerlerde
tutmasdr. Halbuki sizler o tedbiri göremezsiniz ve o tutmann nasl olduunu da
bilemezsiniz” denilmesi neticesini verir.
II. Cüz, RA’ D SÛRES 13/2 13. Cilt / 379


Cenfib- Hakk’n, Sonra (emri), Ar üzerinde hükümran
olmutur" ifadesine gelince, bil ki bununla, Cenâb- Hakk’n Ar üzerine karar klm
olmas kastedilmitir. Çünkü bu ayetin gayesi, bir yaratcnn varlna delalet eden
eyi belirtmektir. Kendisiyle istidlâl edilecek o eyin, görülen ve bilinen bir ey olmas
gerekir. Halbuki, hiç kimse Allah Teâlâ’mn Ar üzerinde karar kldn göremez. O
halde bununla daha o hususa dair nasl istidlâlde bulunulabilir? Hem, O’nun Ar
üzerinde karar klm olduunun müahede edilebilecei farzedilse bile, ancak ne
var ki O’nun halinin mükemmel ve celâlinin de sonsuz olduunu ihsas ettirmez;
bu,
tam aksine bu O’nun bir mekâna ve bir bolua muhtaç olduuna delalet eder. Hem
ayrca bu tabir, O’nun önce bu hal üzerinde olmadna, daha sonra böyle olduuna
delâlet eder. Bu da, bir deimeyi gerektirir. Hem, “istivâ”, eri bürü olmann
zdddr. Binâenaleyh, ayetin zahiri, Cenâb- Hakk’n önceleri eri bürü bir durumda
ve karmakark bir halde olduuna; ama daha sonra dümdüz, dimdik olduuna
delâlet eder. Bütün bu eyler ise, Allah hakknda imkânszdr. Böylece bu ifâdeden
kastedilenin, O’nun hakimiyeti, kudreti, yönetmesi ve muhafazasyla, cisimler alemine
hükümran olmas olduu sabit olmu olur. Yani, “Arn üstünden yerin dibine kadar
olan her ey, O’nun muhafazas ve tedbiri alannda olup, O’na muhtaçtrlar” demektir.

Güne ve ayn halleriyle istidlâlde bulunmaya gelince, bu da, Cenâb- Hakk'n



Günei ay da
,
teshir etmitir ki, her biri

muayyen vakte kadar cereyân eder” ayetinin ifade ettii husustur.

Bil ki, bu söz, u iki tür delili kapsamaktadr:

Gök Cisimlerinin Dönmelerinin Tevhide Delaleti



Çeit Delil: Bu, Cenâb- Hakk’n, Günei ay da teshir etmitir” ayetinin
Birinci ,

ifade etmi olduu !~.usus olup, bunun neticesi, bu kütlelerin hareketiyle kâdir ve kâhir
bir yaratcn"- varlna istidlâlde bulunmaya varr.

1) Bu böyledir, zira cisimler, mahiyetinin taml itibariyle birbirine eittirler.

Binaenaleyh bu kütleler, hem hareket etmeye hem de durmaya kabiliyetlidirler.


Öyleyse onlarn durma yerine devaml hareket eder klnmasnn, mutlaka bir
“muhassis” tarafndan olmas gerekir.

Hem, o hareketlerin her birinin, meselâ yava olmak veya hzl olmak gibi,
2)
muayyen bir duruma ayarlanm olmas da, mutlaka bir “muhassis” tarafndan
olmaldr. Bu, özellikle “yava hareket etme”nin manasnn, “durma ile kark (yani
aralklarla yaplan) bir hareket” olduunu söyleyenlere göre böyledir. Bu da, o
kütlelerin, baz zamanlar hareket ettiini, bazan da durduunu kabul etmeyi gerektirir.

Binâenaleyh, belli bir yerde hareketin olmas, baka bir yerde ise hareketsizliin
'
bulunmas, mutlaka bir müreccih sayesindedir.

3) O hareket ve sükûnlarn, devir ve dönülerinin belli bir müddete göre eit olacak
380 / 13. Cilt
TEFSlR-l KEBÎR

bir tarzda, muayyen miktarlarda olmas, gerçekten artc bir durumdur; binaenaleyh,
bunun mutlaka bir "mukaddir” tarafndan ayarlanm olmas gerekir.

4) O hareketlerin bir ksm douda, ksm


batda meydana gelmekte, bazs
bir
kuzeye, bazs da güneye doru olmaktadr. Bütün bunlar da, ancak mükemmel bir
yönetim ve son noktasna ulam bir hikmetle tam ve mükemmel olurlar.

kinci Çeit Delil: Cenâb- Hakk’n “Her biri muayyen vakte


kadar cereyân eder, akar” ayetinin ifâde ettii husustur. Bu hususta da u iki izah
yaplmtr:

1) bn Abbas öyle demektedir:


Günein, her gün bir menzili bulunmak kaydyla,
yüzseksen menzili bulunmaktadr, ki bu, alt ayda tamamlanr. O güne, daha sonra
yeniden, bir baka altay zarfnda onlardan birine döner. Ayn da yirmisekiz menzili
vardr. Binâenaleyh, Cenâb- Hakk’n, “her biri muayyen vakte kadar cereyân
eder”
buyruu bu kastedilmi olup, sözün özü udur: Allah Teâlâ, bu yldzlarn her biri
ile

için, hususî bir yöne doru hzl veya yava olmak açsndan hususî
bir miktar ile
hareket etme gücü takdir etmitir. Durum, her ne zaman böyle olursa, bunlar için,
her an ve her dakika, daha önce bulunmayan baka bir haletin bulunmas gerekir.

2) Bundan maksat, güne ayn, Kyamete kadar hareket etmeleri; o gün


ile

geldiinde ise, Allah Teâlâ’nn da, Güne dürüldüü zaman, yldzlar dütüü
zaman (Tekvir, -2); “ Gök yarld zaman ”<lnîkâk, >; “ Gök yarld zaman ”(ln«tar, t) ve
“Günele ay bir araya getirildii zaman ” (Kyama. 9) buyurduu gibi, o hareketler sona
erecek, o gidiât bozulacaktr. Bu, Cenâb- Hakk’n tpk, “sonra ölüm zamann
hükm-ü takdir edendir. Bir de O’nun katnda malûm bir ecel vardr” (e ayeti
gibidir.

Daha sonra Cenâb- Hak, bu delilleri ele alnca, j.Ü “Her ii yerli yerinde
o yönetir” buyurmutur. Müfessirlerden her biri; bu ifâdeyi, âlemin hallerinden bir
baka manasna hamletmilerdir. Ama evlâ olan, bunu, âlemin
çeidini yönetmek
hallerinin tamamn idâre etmek manasna almaktr. Binâenaleyh O onlar
yaratmak-
yok etmek, diriltmek-öldürmek ve zengin klmak-fakir düürmek suretiyle yönetir. Bu
ifadenin içine, vahiy indirmesi, peygamberler gönderip kullarn mükellef tutmas da
dahildir. Bu tabirde, Cenâb- Hakk’n rahmet ve kudretinin mükemmel olduuna dair
çok artc acaip bir delil bulunmaktadr. Çünkü, bu bilinen âlem, Arn üstünden
yerin dibine kadar, saysn ancak Allah’n bilebilecei saysz “cins” ve
"tür”lerle
doludur. Bahsedilen delil ise, bunlardan her birine bir konumun, bir mahallin,
bir
sfatn, birözelliin ve bir güzelliin tahsis edildiine delâlet etmektedir ki bütün bunlar,
ancak Allah tarafndan meydana getirilmilerdir. Allah Teâlâ hariç, bir eyi idâre
etmekle megul olan herkesin, bir baka eyi idâre etmesi mümkün deildir. Zira
Allah’, bir i, baka bir iten alkoyamaz. Akl banda olan kimse, bu ayet
hakknda
iyice tefekkürde bulunduunda, Allah Teâlâ’nn maddeler âlemini, rûhlar alemini;
3

1 . Cüz, RA' D SÛ RES 1 3/2 13. CUt / 381

Küçüünü Idâre ettii gibi, büyüünü de dare- ettiini, herhangi bir in O’nu
bakasndan alkoymadn; bir eyi yönetmesinin, bakasn yönetmesine mani
olmadn anlar ki, bütün bunlar, Allah Teâlâ’nn zât, sfatlar, ilmi ve kudreti
bakmndan muhdes ve mümkin varlklara benzemediine delâlet eder.

Allah’n Ayetleri Açklamas

Daha sonra Cenâb- Hak, ol^li feû "Ayetleri, O açklar..." buyurmutur. Bu

hususta iki görü bulunmaktadr:

1) “Allah Teâlâ, ulûhiyyetine, ilim ve hikmetine delâlet eden ayetleri açklar”


demektir.

2) Bir yaratcnn varlna delâlet eden deliller de ikiye ayrlr:

a) Felekler, ay, güne ve yldzlar gibi devaml ve sürekli olan varlklar. Bu tür

delillerin izah daha önce geçmiti.

b) Sonradan meydana gelen ve deien hadiseler. Bunlar, hayattan sonra ölüm;

zenginlikten sonra fakirlik; gençlikten sonra ihtiyarlk; ahman en güzel yaay içinde
bulunmas, zeki ve akllnnsa, en güç durumda bulunmas vb... Mevcûdatn ve onlarn
hallerinin bu türünün, Hakîm bir yaratcnn varlna delâletleri, çok açk ve çok nettir.

O halde, Cenâb- Hakk’n, Ayetleri O açklar” buyruu, bu alâmetlerin temyiz ve
,

tafsil için birbiri ardnca meydana geldiklerine bir iaret olmu olur.

Allah’n nsanlar Hesaba Çekmesi

Daha sonra Cenâb- Hak b j&j »Uttj jÜ&î “Ta ki, Rabbinize kavuacanz
iyice bilesiniz” buyurmutur. Bil ki, bahsedilen bu deliller, yaratcnn
Hakîm bir

varlna delâlet ettikleri gibi, har ve ner ile ilgili görüün doruluuna da delâlet
eder. Zira, bu tür eyleri yaratmaya, büyüklükleri ve çokluklarna ramen onlar
yönetmeye kâdir olan zât, hara ve nere haydi haydi kâdir olur. Rivâyet olunduuna
göre bir adam Hz. Ali (r.a.)’ye: “Allah Teâlâ, bütün mahlûkat nasl hesaba
çekecektir?” deyince, “Ayn anda onlar rzklandrd ve ayn anda onlarn
o,

çarlarn duyarak icabet ettii gibi..” cevabn vermitir. Sözün neticesi udur: Allah
Teâlâ, her ne kadar mahlûkat bundan aciz iseler de, felekî kütleleri ve aydnlatan
yldzlar o yüksek bolukta tutmas gibi; yine, o Arn üstünden yerin dibine kadar
olan varlklar, biriyle megufolmas, dieriyle megul olmasndan alkoyamayaca
bir biçimde idare ettii gibi, bütün mahlûkat da, birisini hesaba çekmesi, dierini

hesâba çekmesine mani olamayacak bir biçimde hesaba çeker. Alimlerimiz içinde,
bu ayette geçen Ilka kelimesiyle, Allah’n görülecei hususunda istidlâlde bulunanlar
bulunmaktadr. Bu meselelerin izah, bu kitapta defalarca ve zaman zaman geçmiti.
382 /13. Cilt tefsIr-1 kebIr

Yeryüzünün Hayata Elverili Klnmae

“O yeri yayp döeyen, onda oturakl oturakl dalar ve rmaklar meydana


getirendir ve O, meyvelerin hepsinden, yine kendilerinin içinde iki e
yaratmtr. Geceyi gündüze O bürür. Bütün bunlarda iyi düünecekler için
elbette deliller vardr”
(Ra'd, 3).

Bil ki Allah Teâlâ, semâvî delilleri izah ederken, bunun peinden de yerde bulunan
delilleri getirerek, & jM “O, yeri yayp döeyendir” buyurmutur.
Bil ki, Cenâb- Allah’n yeri yaratmas ve onda bulunan haller ile istidlâl etmek,
birkaç yönden olabilir:

1) Bireyin hacmi ve miktar fazla olunca, o hacim ve miktar sanki uzuyormu


gibi olur. Binâenaleyh ayetteki, “O, yeri yayp döeyendir” ifâdesi, Cenâb- Hakk’n
yere, bu belli daha fazla ve daha eksik olmakszn tahsis
miktar, etmi olduuna
bir iaret olmu olur. Bunun böyle olduunun delili udur: Yeryüzünün miktar

bakmndan, u
anda olduundan daha fazla veya daha eksik olmas aslnda mümkün
bir itir. Binâenaleyh bu belli miktar (ölçüyü), mutlaka bir tahsis edicinin ve takdir
edicinin tahsis, ve takdir etmesi ile ona verilmi olmas gerekir.

Ebu Bekr el-Esamm öyle demitir: “Medd, sonuna yetiilemeyen bir eye
2)
doru uzayp gitmek” demektir. Binâenaleyh ayettki, “O, yeri uzatp (meddedip)
döeyendir” ifâdesi, Allah Teâlâ’nn, yeryüzünün hacmini, gözün, sonunu (snrn)
göremeyecei kadar büyük yaptn ihsâs ettirir. Çünkü yerin hacmi, andakinden u
daha küçük olsayd, ondan tam olarak istifâde edilemezdi.
*

Yerin Küre eklinde Olmas


3) Baz kimseler öyle demilerdir. “Yer Onun uzayp yaylmas,
yuvarlakt.
Mekke'den, Kâbe’nin altndan itibaren olmutur. Böylece dünya öyle öyle
yaylmtr.” Dier baz kimseler de, “Yeryüzü Beyt-i Makdis’de toplanmt. Cenâb-
Hak ona, “öyle öyle git, uza!” dedi” demilerdir.

Bil ki bu görü, ancak biz yeryüzünün küre eklinde deil de dümdüz olduunu
13. cm, RA D SÛRES’ 13/3 13._Cüt / 383

görüü benimseyenler, görülerine Cenâb-


kabul ettiimiz takdirde geçerli olur. Bu

Hakk’n, Bundan sonra da yeri yayp döedi” (Nâziat, 30) ayetini delil getirmilerdir.
Bu görü u
iki bakmdan mükillik arzeder:

a) Yerin küre eklinde olduu, delillerle sâbit olmutur. O halde bu hususta,



diretmek nasl mümkün
Buna göre onlar, "Ayetteki, yeri uzatt (meddetti)”
olur?
ifadesi, yerin küre eklinde olmasna ters düer. Öyle ise, daha onun uzamas nasl
mümkün olur?” derlerse, biz deriz ki: “Hayr, biz bunu kabul etmiyoruz. Çünkü
yeryüzü büyük bir cisimdir. Küre, son derece büyük olduunda, onun her bölgesi
ve parças, dümdüz imi gibi görünür. Bunun ile aslnda dümdüz arasndaki fark

ancak Allah bilir. Baksana Cenâb- Hak, Dalan kazklar yapmadk m?” (Net*», r>
buyurmu ve o dalar, baz insanlar onlarn üzerinde meskun olduklar halde, “kazk”
olarak nitelendirmitir. te burada da böyledir.”

b) Bu ayet, sayesinde bir yaratcnn varlna istidlal edilsin diye getirilmitir.


stidlâlin art ise, bir yaratcnn varlna istidlal edilecek eyin, görünen ve bilinen
birey olmasdr. Halbuki “yeryüzünün Kâbe’nin altnda toplanm olup, (oradan
yaylmas) görülmemi ve müâhede edilmemi bir eydir. Binâenaleyh bununla, bir
yaratcnn varlna nasl istidlâl edilebilir? Böylece ayetin gerçek tevil ve tefsirinin,
bizim söylediimiz ekilde olduu sâbit olur.

Sabit Dalarn Çaklmas


kinci tür istidlâl de, Dalarn halleri ile yaplacak olan istidlâldir. Ayetteki,
“Onda oturakl oturakl dalar... meydana getirendir”, yani "yerin
üzerinde devaml duran, oradan hiç ayrlmayan dalar...” ifadesi buna iarettir.
Nitekim, iîji '-u Uj “u kazk iyice yerleti” ve AslJj' “Onu, iyice yerletirdim,
salamlatrdm” denilir. Bununla, ite bizim söylediimiz mana kastedilmitir.

Bil ki Kâdir ve Hakîm bir yaratcnn varlna, dalarn varl ile istidlâl etmek
birkaç yönden olabilir:

Yeryüzünün her tarafnn karakteri ve yaps (özü) ayndr. Binâenaleyh onun


1)
baz bölgelerinde deil de, dier baz bölgelerinde dalarn bulunmas, mutlaka ancak
hakîm ve kâdir bir varln yaratmas ile olmutur. Felsefeciler öyle demilerdir: “Bu
dalar meydana gelmitir, çünkü denizler dünyann bu bölgelerindedirler.
Binâenaleyh o dalar, denizde yapkan bir çamur olarak olutular. Sonra da güne,
bu çamura kuvvetlice tesir edince, talat. Bu tpk, içinde kaymak tabakas teekkül
eden testi gibidir. Daha sonra sular azalm, çekilmitir. Böylece geriye kalan o çamur
ynlar talaarak bu ekilde o dalar olumutur.” Felsefeciler daha sonra öyle
demilerdir: “Denizler dünyann bu bölgelerinde olumutur. Çünkü günein en
yüksek noktas ile en alt ucu hareketli idiler. Çok eski zamanlarda, günein en alt
noktas kuzeyde idi. Güne her ne zaman en alt noktada olursa, yere daha yakn
384 / 13. Cilt TEFSlR-1 kebIr

olur. Böylece de scaklk o nisbette kuvvetli olur. Scakln kuvvetli olmas, nemin
gitmesine sebep olur. Günein en noktas kuzey tarafnda olduunda, denizler
alt

de kuzeyde olur. u anda da günein en üst noktas, kuzey tarafna; en alt noktas da
güney tarafna geçince, denizler de güney tarafna geçmi olur. O zaman da dalar
kuzey tarafta kalm olur.” te felsefecilerin, bu konudaki sözlerinin neticesi budur.

Bu görü birkaç yönden tutarszdr:

Denizde çamurun meydana gelmesi, genel bir durumdur. Günein bu çamur


a)
üzerine vurmas da genel bir durumdur. O halde daha niçin bu da urada deil
de orada meydana gelmitir?

b) Biz, baz dalarda, o kayalarn âdetâ dizi dizi konulmu olduklarn görmekteyiz.
Böylece o yap, sanki üstüste yerletirilmi kerpiçler manzara arzeder. Böyle
gibi bir
bir yapnn, felsefecilerin ileri sürdüü sebebten ötürü meydana gelmi olmas uzak
bir ihtimaldir.

c) Günein u anda en üst noktas, yengeç burcuna yakndr. Buna göre, günein
en yüksek noktasnn kuzeye geçtii zamandan, yaklak dokuzbin sene geçmitir.
Böyle olmas halinde o dalarn bu uzun müddet içerisinde unufak olmalar, da olarak
ortada hiçbir eyin kalmamas gerekirdi. Halbuki durum hiç de böyle deildir. Böylece
onlarn ileri sürdüü görüün zayf olduunu anlarz.

2) Yeryüzünde yedi maden cevheri ile nefis cevherleri yer alr. Yine yeryüzünde
cam, tuz, neft (petrol), zift ve kibrit hem bütün
madenleri vardr. Binâenaleyh
yeryüzünün karakter bakmndan ayn olmas, hem dalarn karakter bakmndan ayn
olmas hem de, günein bütün bunlara ayn tesiri yapmas, bunlarn hepsinin kâhir
ve sonradan olma, mümkin varlklara benzemekten münezzeh olan kâdir bir varln
takdiri ile olduuna apaçk delâlet eder.

3) Dalar sebebi yeryüzünde nehirler oluur. Çünkü ta, kat bir cisimdir.
ile,

Binâenaleyh yerin derinliklerinden buharlar yükselip dalara kavutuunda o buharlar


orada tutulur ve bu i artmaya ve olgunlamaya devam eder. Böylece de dalarn
altnda büyük sular oluur. Sonra bunlar çok ve kuvvetli olduu için deler, oradan da
(kaynak olarak) çkar ve yeryüzünde akmaya balar. Binâenaleyh nehirlerin meydana
gelmesinde dalarn ite bu bakmdandr. Bundan dolay Cenâb- Hak, adet
rolü,

olarak, Kur’an’da ne zaman dalardan bahsetse, onunla birlikte nehirlerden de


bahsetmitir. Mesela bu ayette ve “Orada sâbit sâbit, yüce yüce dalar vücûda
getirmedik mi? Size tatl bir (kaynak) suyu da içirmedik mi?” (MOrset&t, 27 ayetinde
)

olduu gibi.

M. Cüz, RA'D SÛRES 13/3 13. Cilt / 383

Bitkilerin Çift Unsur htiva Etmesi

Üçüncü nevi istldlâl de, Cenâb- Hakk’n yaratt çeit çeit bitkiler ile yaplan
letldlâldir. Cenâb- Hak buna da, j**- oi^Ji JT “O meyvelerin
hepsinden, yine kendilerinin içinde iki e
yaratmtr diye iaret etmitir. Bu ifade
le lgili birkaç mesele vardr:

Tane, yere gömülüp topran nemi ona tesir ettiinde ier


BRNC MESELE ve kabarr. Böylece de hem en üst ucu, hem en alt ucu
yarlr. Daha sonra da en üst ucundan, yukar doru çkan
gövde, alt ucundan da yerin derinliklerine dalan iplikçikler (kökler) çkar. Bu,
çok
enteresan bir durumdur. Hem tanenin karakteri, hem tabiatn, feleklerin ve yldzlann
ona tesiri ayndr. Fakat buna ramen onun üst tarafndan yukar doru yükselen,
alt ucundan da yerin derinliklerine doru inen eyler çkar. Ayn karakterden, birbirine

zt iki karakterde eyin meydana gelmesi aslnda imkanszdr. Binâenaleyh biz, bunu,
tanenin özellii ve tabiat sebebi ile deil, ancak hakîm bir müdebbirin tedbiri, kadîm
bir mukaddirin takdiri ile olduunu anlarz. Sonra o taneden çkp meydana gelen
aacn bir ksm gövde, bir ksm çiçek, ksm
da meyve olur. Sonra o meyvede
bir

de, birbirindden farkl karakterde eyler vardr. Meselâ cevizin, dört çeit kabuu
vardr. En üst kabuk, aaç ksm, onun altnda cevizin özünü saran zar ve cevizin
üzerinde bulunan son derece ince zar vardr ki bu zar, ceviz ya iken onu, dier üç
tabakadan ayrr. Binâenaleyh ayn meyvede farkl farkl özellikte eyler
bulunmaktadr. Mesela turunçgillerin kabuu, kuru ve scak; iç ksm ise nemli ve
scak, asidi (suyu) souk ve kara, tohumu scak ve kuru, çiçei ise scak ve kurudur.
Üzüm de böyledir. Onun kabuu ve çekirdei souk ve kuru, içi ve suyu scak ve
nemlidir. Böylece tabiatn, yldzlarn ve feleklerin tesirleri ayn olduu halde, tek bir
taneden farkl özellikteki bu eylerin meydana gelmesi, mutlaka ve mutlaka hakîm,
kâdir ve kadîm olan bir zat’tan ötürü olduu sâbit olmu olur.

e”ten maksat, iki çeittir. Bu farkllk, ya tatl ve eki


“iki
KNC MESELE gibi, tad bakmndandr; yahut scak ve souk gibi,

karakter (özellik) bakmndandr, yahut da beyaz ve siyah


gibi, renk bakmndandr. Buna göre eer, “Zevç” kelimesi, zaten “iki” manasna
gelir, öyle ise, ayrca, “ikiz” demenin hikmeti nedir?” denilirse, biz deriz ki: “Rivayet
edildiine göre, Allah Teâla önce dünyay, dünya içinde aaçlar, daha sonra da
ilk

her türden ikierini yaratt. Binâenaleyh eer Cenâb- Hak bu ayette "çifti yaratt”
deseydi, bununla tür mü, ahs m
kastedildii bilinemezdi. Ama “ikier çift” deyince,
Allah Teâla'nn ilk olarak her çiftten ikier tane yarattn, ne az, ne çok yaratmadn
anlam olduk. Netice olarak diyebiliriz ki: Mahlukat içinde tür olarak u
anda nsanlar
386 / 13. Cilt TEFSÎR-I KEBÎR

çoktur. Fakat onlar ahs olarak çift olan iki varlktan yani Adem le Havva’dan
yaratlmaya balandna göre, bütün aaç ve bitkilerin durumu da böyledir.l32) Allah,
en iyisini bilendir.

Bu ayetteki dördüncü tür istidlal de, gecenin ve gündüzün halleriyle Istidlâlde



bulunmaktr. Cenâb- Hakk'n jlfSl jJ Geceyi gündüze O bürür” ifâdesiyle
de, buna iaret edilmektedir. Bundan maksat ise, in’âm ve ihsann ancak, gece ve
gündüz ile, bunlarn ard arda gelmesi sayesinde kemâle erdiidir. Nitekim Cenâb-

Hak, Biz gece ayetini silip (eyay) gösterici gündüz âyetini getirdik” (Isrâ, 12 )


buyurmaktadr. Yine Cenâb- Hakk’n, Kendisini durmayp kovalayan gündüze

geceyi O bürüyüp örter (Ar«t. S4) ayeti de bu manadadr. Bunun iyice incelenip
açklanmas ise, daha önce bu kitapta ele alnmt. Hamza, Klsaî ve Asm’n raviai
Ebû Bekr, eddeli ve gaynn fethasyla yuaî; dier kraat imamlar da, tahfif ile
yuî eklinde okumulardr.
Sonra, Cenâb- Hak t>u aydnlk delilleri ve ezici katî hükümleri zikredince,
ol# dU Ol “Bütün bunlarda iyi düünecekler için elbette deliller

vardr” buyurmutur.

Cenâb- Hak, süflî alemde bulunan delilleri zikretmi olduu yerlerde çou
Bil ki

kez, bunun hemen peinden, Bütün bunlarda iyi düünecekler için elbette deliller
vardr” ifâdesini, veya mana cihetinden buna yakn olan ifâdeleri getirmektedir. Bunun
sebebi udur: Feylesoflar, süfli alemde meydana gelen hadiseleri, yldzlarn
ekillerinde meydana gelen farkl durumlara mal etmektedirler. Bu suâlin, bu iddiann
savuturulmas için delil getirilmedii sürece, maksat da tamamlanmaz. te bundan
dolay Cenâb- Hak “Bütün bunlarda iyi düünecekler için elbette deliller vardr ”
buyurmutur. Böylece sanki O, öyle demektedir:” Tefekkür sahas henüz açktr,
mevcuttur. Binâenaleyh bundan sonra, istidlâlin tamamlanabilmesi için, tefekkür edip
iyice düünmek gerekir.”

Bil ki bu soruya u iki ekilde cevap verilebilir:

a) Bizim öyle dememiz: Farzedelim ki sizler, süflî âlemdeki hadiseleri feleki


durumlara ve yldzlarn birbirleriyle olan münasebetlerine mal Ancak ne yar
ettiniz.

ki biz, felek? kütlelerden her birinin, onlarn karakter ve konumlarnn ve de


hususiyetlerinin ancak, kadîm, müdebbir ve hakîm olan bir mukaddirin, takdir edicinin
tahsisi olmas gerektiine dair kati delil getirmitik. te böylece de bu soru
ile

kendiliinden düer. te Cenâb- Hak bu cevâb, bu makamda iyi anlatp

32) Müfessirimiz Razî’nin yaad dönemden alt asr kadar sonra bitkilerin erkek ve dii olmak üzere
iki unsur ihtiva ettikleri örenildi. Bitkilerin eeyli üremesi, erkek unsurla dii unsurun çiftlemesiyle ol-

maktadr. Kur’ân- Kerim meyvelerin bu izdivaç neticesinde ortaya çktn


bu ayette bildirmektedir. Fa-
ka'. bu bilgiye sahib olmayan eski müfessirlerimizin izahlar müphem kalmaktadr. Onlar bunda tamamen
mazurdurlar; knanamazlar. Merhum Razf de onlardan biridir (ç.)
I I. Cüz. RA’D SÛRES 1 13/3 13. Cilt / 387

salamlatrmtr. Zira Allah Tefilâ önce semavi olan delilleri balamtr.


zikretmekle
Bunlarn, yaratcnn varlna nasl delâlet ettiini ise, daha önce açklamtk. Yerle
alâkal delilleri ise, bunlarn peinden getirmitir.

Buna göre eer bir kimse, “yeryüzündeki bu hadiselerin felek? (yldzlara ait çeitli)

haller sebebiyle meydana gelmesi niçin mümkün olmasn?” derse, bizim buna
cevâbmz öyle demektir:

durum böyle olsun; ancak ne var ki bir daha önce, felek? kütlelerin
Farzedelim ki

hakîm olan bir yaratcya muhtaç olduklarn açklamtk. O zaman da böyle bir aoru,
bizim gaye ve maksadmza ters düer.

b) ikinci bir izah ekli ise, süfli alemdeki hadiselerin, yldzlarn birbirleriyle olan
münasebetlerinden dolay meydana gelmesinin mümkün olmayacana dair delil

getlrmemizdir bu da, hemen bu ayetten sonra gelen ayette zikredilen delildir. Bu


ki,

ncelikleri düünen ve onlara vakf olan bir kimse, Kur’ân’n, öncekilerin ve sonrakilerin
limlerini kapsamakta olduunu anlar.

"Arzda birbirine komu ktalar vardr, üzüm balan, ekinler, çatall ve çatalsz
hurmalklar vardr sulanyor. Biz onlarn bazsn,
ki hepsi bir su ile

yenilmelerinde, bazsndan üstün klyoruz, ite bunlarda da akln kullanacak


zümreler için elbette ayetler bulunmaktadr”
(Ra’d, 4).

Ayetle ilgili birkaç mesele vardr:

bu ayetten maksat ve gaye, bu âlemdeki hadiselerin,


Bil ki

BRNC MESELE yldzlarn birbirldriyle olan münasebetleri ve yldzlarn


Farid Özellikteki Topraklar hareketleri sebebiyle meydana gelmesinin caiz
olamyacana dair delil ikâme etmektir. Bu, iki yönden izah
edilebilir:

a) Yeryüzünde, karakter ve mahiyet bakmndan farkl farkl olan kara parçalar


” .

388 / 13. Cilt TEFSlR-l KEBÎR

bulunmaktadr. Bununla beraber bunlar, birbirine koncudurlar. Bunlarn bir ksm


tuzlu, birksm gevek, birksm sert ve kayalk, birksm bitek, bir ksm tal veya
kumlu, bir ksm da çamurlu ve bataklktr. Üstelik birbirine bitiiktir. Günein ve dier
yldzlarn bu toprak parçalar üzerindeki tesiri de ayn seviyededir. Bu da, onlarn

farkl farkl sfatlara sahip olmalarnn, alîm ve kadîr olan Allah’n takdiri ile olduuna
delâlet eder.

Ayn artlarda Yetien Bitkilerdeki Farkllk


'
j .

b) Tek bir toprak parças, ayn suyla ^sulanr. Sonra günein ona tesiride ayn
seviyede olur. Sonraysa o yerde biten meyvelerin tadlar, renkleri, karakter ve
özellikleri farkl farkl olur. Hatta, bazan sen, bir üzüm salkm alrsn, tek birisi hariç,

onun bütün taneleri tatl ve olgun olur. Zira o tek tane, eki ve kuru kalmtr!. Sonra
biz kesin olarak biliyoruz ki, feleklerin ve tabiatlarn, hepsine nisbeti ayn seviyededir.
Daha dorusu öyle diyebiliriz: Burada, bundan daha da acayip olan bir ey
bulunmaktadr. Bu da udur: Baz gül çeitleri içinde öyleleri vardr ki, iki yüzünden
birisi son derece krmz, ikinci yüzü ise, ayn ekilde o da son derece narin ve

yumuak olduu halde, son derece siyahtr. Burada, "Günein tçsîri, dierlerine d6il
de bu birinci yüze ulamtr” denilmesi imkânszdr. Bu da kesin olarak delâlet eder
ki, bütün bunlar bir Fâil-i Muhtar’n yönetmesiyle olmaktadr; yoksa yldzlarn
birbirleriyle Cenâb- Hakk “..ki hepsi bir
olan münasebetleri sebebiyle deil!, ite,
su ile sulanyor. Biz onlarn bazsn, yenilmelerinde, bazsndan üstün klyoruz
buyruundan kasdettii ey budur. te bu delillerin takdir edilip, tefsir ve beyân
edilmesine dair söyleyeceimiz sözün tamam budur.

Bil ki bu cevab zikretmekle, delil de tamamlanmtr. Çünkü, bu süfli alemdeki


hâdiselerin bir müessiri olmas lâzm gelir. bu müessirin, yldzlar, felekler ve
Biz,
tabiat olmadn da beyân ettik, ite o zamanda, bu varlklardan baka olan bir dier
iâilinbulunduuna katî olarak hükmetmek gerekecektir. O vakit de deiil tamamlanr
ve bundan sonra da, muhakkak ki düünmeye sebep kalmaz, ite uu sebepten
dolaydr ki Cenâb- Hak burada, “ite bunlarda da, akln kullanacak zümreler için
elbette ayetleri bulunmaktadr” buyurmutur. Çünkü bu delili reddedebilecek hiç bir
ey yoktur; açicak belki, "süfli alemdeki bu hadiseler, muhakkak ki, herhcr.f
müessire bal olmakszn meydana gelmilerdir” denilebilir. Bu ise, akln
olgunluuyla uyumayan bir eydir Çünkü, j hâdis olan varln bir "muhdis”e muhtaç
olduunun bilinmesi zarurî bir ilim olunca, böyle bir ilmin olmamas dâ, akln kemâl
ve olgunluunu zedeleyici olur, ona yakmaz. te bundan dolay Cenâb- Hak, “ite
bunlarda da, akim kullanacak zümreler için bulunmaktadr
elbette ayetler
buyurmutur. Daha önceki ayette ise, “Bütün bunlarda iyi düünecekler için elbette
deliller vardr” (Ra’d 3) buyurmutu. te bütün bu incelikler, Kur’an ilminin srlarndan

olan nefis izahlardr. Yüce Allah’dan, bu srlara vakf olmay, O’nun rahmet ve
mafiretine nail olmaya bir vesile klmasn dileriz.

13. Cüz, RA’D SÛRES 13/4 13. Cilt / 389

Cenâb- Hakk'n “Arzda birbirine

KNC MESELE komu ktalar vardr” buyruu hakknda Ebu Bakr


el-Esamm: “Bunlar, birbirine yakn otan" toprak
parçalardr; biri iyi, elverili iken, dieri tuzludur; birisi bitek iken, dieri kumludur;
birisi taldr, çaklldr; birisi kzl iken dier karadr” der. Ksaca, toprak parçalarnn
yükseklik ve alçaklk, karakter ve özellik bakmndan farkl farkl olduklar malûm olan
bir durumdur. Baz özel mushaf nüshalarnda, bu ifâde o Ukî eklinde
yazlmtr ki, buna göre de ifâdenin takdiri, “Allah yeryüzünde, kazklar durumunda
dalar yaratt ve yeryüzünde birbirine komu olan ktalar var etti” eklinde olur.


Ayetteki
Jb^j Üzüm balar, ekinler, hurmalklar
buyruu hakknda unu
“Cennet”, içerisinde hurmalklar, balar, ekinler
deriz:
bulunan ve bunlar da aaçlarn çevrelemi olduu bahçe, bostan anlamna gelir."

Bunun delili ise, Cenâb- Hakk’n, biz onlardan birine iki üzüm ba vermi, ikisinin
de etrafn hurmalklarla donatm, aralarnda da bir ekinlik yapmtk” (Katf, 32)
ayetidir. bn Kesir, Ebu Amr ve Asm’n ravisl Hafs,

eklinde, cenndt kelimesine atfedilmek üzere merfû okurlarken, dier kraat âlimleri
ise, cenndt kelimesine atfedilmek üzere, mecrûr olarak okumulardr. Kavvâs’n
rivâyetine göre Asm’n ravisl Hafs, adn dammesiyle sunvân; dier kraat imamlar"
ise sâdn kesresiyle snvân eklinde okumulardr, bu, iki kullan eklidir.' Snvân

tp k knvân kelimesinin, knv kelimesinin çoulu olmas gibi, snv kelimesinin


çouludur. Bu kelime tpki ism kelimesinin esmâ eklinde çoul yaplmas gibi, esni
eklinde de çoul yaplr. Hurmalar çoalp çatal land iin da, o zaman onlara
jii smi verilir. Sâdn kesresi ve fethasyla olmak üzere ve kelimelerinin asl birdir.”

Bu kökten iki,üç veya daha çok hurma aac çkar ki, bunlardan her birine snv
ad verilir. Sa’leb, bnu’l-A’râbî’nin öyle dediini nakleder: “Snv kelimesi misi
(benzer)manasndadr. Hz. Peygamber (s.a.s.)’in ûl 'i \ “Dikkât, bir

kimsenin amcas, babasnn “smv ”, yani, babas gibidir "t33) sözü de bu manadadr.

Bunu iyice kavradn zaman imdi biz diyoruz ki, snv kelimesini birinci tefsire

göre ele alrsak, o zaman ayetin vardr ki, tek bir


manas: "Hurmalardan öyleleri

kökten iki veya daha fazla gövde çkar; böyle olmayanlar da vardr” eklinde olur.
Ama bu kelimeyi ikinci tefsire göre ele aldmzda manas: “Hurmalarn aaçlar
bazan birbune benzer olur; bazan da böyle olmaz” eklinde olur.
_ '

Daha sonra Cenâb- Hak, j *li<


J&4 “hepsi bir su ile sulanyor” buyurmutur.
Âsim ve bn Âmir, & j£4 takdirinde olmak üzere yüskâ;veyahut da, müzekkeri

33) Müslim, zekât, 11 (2/677); Tlrmlzl, Menakb, 29 (5/653); Müsned, 1/94.


390 /13. Cilt TBPSlR t KEBR

müennese talib etmeden dolay böyle okumulardr. Dier kraat imamlar se,
cennât ifadesinden dolay tüska eklinde okumulardr. Ebû Amr öyle der: “Onun

müennes olduuna Cenâb- Hakk’n, JTSi j, pfc* Jjrijj Biz onlarn
bazsn, yenilmelerinde, bazsndan üstün klyoruz” ifâdesi de ehâdet eder,
Hamza ve Kisaî, önce geçen yüdebbiru, yufassilu ve yuf ifadelerine atfederek,
yâ iie.yufâddilu; dier kraat imamlar ise, JjmÎ j*Jj takdirinde olmak üzere nun
,,
ile nufaddilu eklinde okunmulardr.” “yenilmelerinde ifadesiyle ilgili

olarak u iki açklama yaplmtr ki, bunlarn ikisini de Vahidî yapmtr:

a) Vâhidl Zeccâc’dan, ükül kelimesinin, yenilen meyve manasna geldiini;

Bakalarndan da, bu kelimenin, yemek için hazrlanan ey manasna geldiini


b)
nakletmitir. Ben derim ki, Cenâb- Hakk'n, cennetin sfatlaryla ilgili olarak ifade
buyurduu “yemileri... daimdir” (Rad, 35) ayetinden dolay, bu ikinci
mana daha evlâdr. Zira bu mana, bütün yiyecekleri içine alan bir manadr. bn Kesir
ve Nâf, bu kelimeyi Kur’an’tn her yerinde kafin sükunuyla olarak üki eklinde okurlarken,
dier kraat imamlar da kâfin dammesiyle ükül eklinde okumulardr ki, bunlar iki

kullantr.

Ahireti nkâr Edenlere alr

“Eer ayorsan, alacak


olan, onlarn, “Biz toprak olduktan sonra m,
asl
yeniden mi yaratlacaz ?” demeleridir, ite bunlar Rablerini tanmayanlardr,
ite boyunlarnda bukalar bulunanlar bunlar ve ite, içinde müebbet
laleler,

kalacaklar atein yâran da yine bunlar, bunlardr"


(Ra'd 6).

fadeyle ilgili birkaç mesele vardr:

Bil ki, Allah Teâla, yaratlla ilgili ihtiyaç duyulan delillere


BRNC MESELE dair bu kesin burhanlar getirince,, bunun peinden
ahiretle ilgili meseleleri ele alarak, $$ Ojj
13. Cüz. RA'D SÜRES 13/3 I .1. V III / J7I

“Eer ayorsan, anl alacak olan, onlarn... sözleridir" buyurmutur. Bu ifâdeyle


lgili birkaç görü ileri sürülmütür:

1) Abbas (r.a), bunun manasnn, “Ey Muhammed, eer sen onlar, senin
ibn
sadk ve doru olduuna hükmettikten sonra, seni yalanlamalarndan dolay aarsan,
bil ki asl alacak olan, onlarn öyle öyle demeleridir” eklinde olduunu

söylemitir.

“Ey Muhammed, sen onlarn, benim birliime delâlet eden delilleri


2)
anlamalarndan sonra, hâlâ, onlara hiçbir fayda ve zarar veremiyecek eylere ibâdet
etmelerine ayorsan haklsn; bu alacak bir durum.”

3) Kelamn takdiri eyledir: “Ey Muhammed, eer ardysan, haklsn, alacak


yerde ardn. Zira onlar, göklerin ve yerin idârecisinin, bütün mahlûkâtn yaratcsnn
Allah olduunu, gökleri direksiz olarak yükseltenin O olduunu, günei ve ay, kullarn
maslahatlarna uygun olarak teshir edenin O olduunu ve bu alemde her türlü
hayranlk veren ve akl aan her türlü eyleri ortaya koyann O olduunu kabul edince,
böylesi büyük eylere kar tam bir kudret izhâr eden kimse, artk nasl olur da insan,
ölümünden sonra, bihakkn yeniden iâde edemez ? Zira, en kuvvetli ve en
mükkemmel olana kâdir olann, en az ve daha kolay olana kâdir olmas, haydi haydi
gerekir. te bu da, alacak bir husustur.”

Daha sonra Cenâb- Hak bu sözü nakledince onlar aleyhine u üç hükmü


vermitir:

1) Cenâb- Hakk’n “te bunlar Rableini tanmayanlardr” buyruu. Bu ifâde,


ölümden sonra dirilmeyi ve Kyameti inkâr eden herkesin kâfir olduuna delâlet
etmektedir. Ba’si inkâr etmek, ancak Allah'n kudretini, ilmini ve sdkn inkâr etmekle
tamam olabilecei için, ba’si inkâr etmekten, küfür neticesi ortaya çkmtr. Kudreti
inkâr etmeye gelince: Bu, meselâ, “Bu alemin ilah, zât gerei zorunlu olarak
gerektirir, yoksa, fâil-i rçuhtar deildir; bunun için de, tekrar yaratmaya kâdir olamaz;”

veyahut da, “kâdir olsa ancak ne var ki kudreti tam deildir; bundan dolay da,
bile,

canllar var etmesi ancak ana - baba, tabiat(lar) ve felekler vastasyla mümkün olur.
lmi inkâr etmeye gelince: Bu “Allah Teâla cüziyyât bilmez; bundan dolay da, itâatkâr
ile asîyi birbirinden ayrmas mümkün O’nun doruluunu
deildir” denilmesi gibidir.

inkâr etmeyn ~«lince, bu da. “O, her ne kadar bunu bildirmi ise de, böyle yapmaz.
Çünkü O’nun yalan söylemesi mümkündür” denilmesi gibidir. Bütün bunlar küfür
oltnca, ba’si inkar etmenin de Allah’ inkâr etm3k olduu sabit olur.

“Ateten Buka" Ne Demektir?

2) Ayetteki j dbij'j “te boyunlarnda lâleler, bukalar


bulunanlar bunlar” buyruu ile ilgili iki görü bulunmaktadr:
(

392 / 13 CUt .
TEFSÎR-1 KEBÎR

Ebu Bekrel-Esamm öyle demitir: "Alâl kelimesinden murad, onlarn küfrü,


a)
zilleti ve putlara inkiyâddr.” Bunun bir benzeri de, Cenâb- Allah’n, “Hakikat, biz

onlarn boyunlarna öyle lâleler geçirdik ki" (Yasin, gayetidir. air de öyle demitir:

iliij jVii J. $
“Onlar, doruluktan uzak tutan bukalar ve balar bulunur."
kimse hakknda kötü ve adî
Bir fiilinden dolay, J ili “Bu, senin
boynunda bir bukadr”
Bunun anlam, “sen ondan kurtulamyacaksn; sen
denilir.

bundan dolay azâbla cezalandrlacaksn” eklindedir. Kadî: “Bu mâna muhtemel


ise de, sözü hakiki manasna hamletmek daha evlâdr” demitir. Ben de derim ki:
Esamm’n sözü, öyle denilerek desteklenebilir: Ayetin zahiri, anda onlarn u
boyunlarnda bu bukalarn bulunmasn iktiza etmektedir. Oysa bu, anda u
bulunmamaktadr. Siz ise lafz, bu durumun ilerde hasl olaca manasna
hamlediyorsunuz. Biz de onun, u
anda hasl olduu manasna hamlediyoruz, ama
“alâl”dan muradn, zikrettiimiz ey olduunu söylüyoruz. Binâenaleyh siz de biz
de, bir yönden sözün hakikî manasn terketmi oluyoruz. Öyleyse niçin sizin sözünüz
bizimkinden evlâ olsun ki?.

b) Bundan murad udur: “Allah Teâla Kyamet günü, onlarn boyunlarna bukalar
takacaktr. Bunun
Cenâb- Hakk’n,delili,
J il “Boyunlarnda,
bukalar bulunduu zaman" Mü'min, 7i) ayetidir.

Cenâb- Hakk’n, OjjJU*


3) ‘^a jÜJl vUi “te, içinde müebbet
kalacaklar atein yârân da yine bunlar, bunlardr” ayetidir. Bundan maksad “Ebedi
muhalled azâb ile tehdit etmektir.” Ehl-i sünnet alimlerimiz (r.h) ise, bu ayeti, ebedî
azâbn ancak kâfirler için olduu görüüne delil getirerek öyle demilerdir: “Ayetteki
Ifc» fi ifâdesi, bakalarnn deil sadece kâfirlerin ebedî azâb ile mevsûf ve
muttasl olduklarn gösterir. Bu ise büyük günah sahiplerinin ebedî olarak
cehennemde kalmayacaklarna delâlet eder.”

Kelâmclar, “amak”, sebebi bilinmeyen eyle alâkal olur.


KNC MESELE Bu Cenâb- Hak
ise, için muhaldir. Binâenaleh ayetten
Allah Hakkmda Taaccübün Manas maksat ÜJûe. ÇkJi ji
j “Eer aarsan, bu senden
olan bir amadr” eklindedir” demilerdir.

Bir kimse öyle diyebilir: “Baz kraat âlimleri, baka bir ayette, bu teaccübü,
Allah’n kendisine izâfe ederek okumular. O zaman bunun tevil edilmesi gerekir.
balangçlar manasndan Allah’ tenzih edip,
Biz, böylesi lafzlarn, ârazlarn, sfatlarn
onlarn sonuçlarna hamledilmesi gerektiini beyân etmitik. Çünkü insan, bir eye .

taaccüb ederse, onu inkâr eder. Dolaysyla bu ama, netice itibariyle, yadrgama
ve inkâr manasna hamledilir.
13. Cüz, RA’ D SÜRES 13/6 13. Cilt / 393

Kurrâ, A >4»r
!
^^ tîl> UjS W*
sonra mi, yeniden mi yaratlacaz?” ayetiyle, benzeri
“fî/z toprak olduktan

ÜÇÜNCÜ MESELE
Ayetteki Farkl Kraatler ayetlerde ihtilâf etmilerdir. Birinci ve ikinci cümleler
istifham suretinde olunca, baz kraat imamlar, iki istifhamn
arasn cem etmilerdir. Bunlar, bn Kesir, Ebu Âmir, Asm ve Hamza’dr. Sonra,

bu kraat imamlar da kendi aralarnda ihtilâf etmiler ve meselâ tbn Kesir, tek bir
hemzeyle istifham göstermi, ama hemzeyi meddetmemitir. Ebu Amr, istifham,
meddettii uzun bir hemzeyle göstermitir. Hamza ve Asm ise, bütün Kur’an’da
(böylesi yerleri) iki hemzeyle okumulardr.

Kraat alimlerinden, iki istifhamn arasn cem etmeyenler de bulunmaktadr. Sonra


bunlar da kendi aralarnda ihtilâf etmilerdir: Meselâ Nafi, bn Amir ve Kisaî, birinci
cümleyi istifham ile, ikinci cümleyi ise haber cümlesi olarak okumulardr. (Yine ibn
Âmir, birincisini haber cümlesi eklinde, kincisini ise istifham cümlesi olarak
okumutur. Sonra bunlar bir baka bakmdan ihtilâf etmilerdir. Buna göre Nâü, uzun
olmayan bir hemzeyle; bn Amr ve Kisaî de, iki hemze ile okumulardr. Nâfi, Sâffât
sûresi dndaki yerlerde; bn Amir de, Vâka sûresi dndaki yerlerde; Kisaî de,
Ankebût ve Saffât sûreleri dndaki yerlerde böyle okumulardr.

Zeccâc öyle demitir: fyjî iSu ifâdesindeki âmil; yani

DÖRDÜNCÜ MESELE cevap mahzûf olup bunun takdiri, Vy W)


“Biz toprak olduktan sonra m diriltileceiz?” eklindedir.
Bundan sonraki ksm, r.^u^ût olan bu ifâdeye delâlet etmektedir.

Kâfirlerin Hemen Azap stemeleri

V
“ Halbuki onlardan evvel,
Senden ,
iyilikten önce çarçabuk kötülük isterler.

nice ukûbet misâlleri gelip geçmitir. Gerçekten Rahibin, zulümlerine ramen


insanlar için mafiret sahibidir. (Bununla beraber), Rabbinin ikâb da cidden
çetindir”
(Râ’d, 8).

Bil k, Hz. Peygamber, onlar bazan Kyamet azâb ile, bazan da dünya azâb
JV'I / 13. u TEFSR -I KEBÎR

ile Peygamber onlar ne zaman Kyamet azâbyla


tehdit ediyordu. Kâfirler de, Hz.
tehdit etse Kyameti, ba’si ve neri inkâr ediyorlard ki, bu, daha önceki ayette

zikredilmiti. Yine, her ne zaman onlar dünya azâbyîa tehdit etse, O'na, "Bu azâb
bize getir bakalm” diyorlar ta’n ve tenkid, alay yoluyla ve Hz Peygamberin
söylediinin asl olmayan bir söz olduunu göstermek arzusuyla Hz. Peygamber’den
bu azab izhâr edip balarna getirmesini istiyorlard. te bu sebepten dolay Cenâb-
Hak, onlarn Hz. Peygamberden, iyilikten önce, çarçabuk kötülüü istediklerini
4,
na.ldntrnitir. Buradaki kötülük”ten murat, balarna azâbn inmesidir. Nitekim
Conâb- Allah, müriklerin “durma bizim üstümüze gökten ta yadr” (Enfâi, 32) ve
“Biz, dediler, sana kaiiyyen inanmayz. Ta ki bizim için yerden bir pnar aktasn u
(...)” (isrâ, 50-92) dediklerini naktetmitir. Kâfirler bu sözü, Hz. Peygamberin sözünü
tenkit etmek için söylemilerdir. Halbuki Hz. Peygamber onlara, imana karlk,
ahirette mükâfaat, dünyada ise zafer ve yardm tahakkuk edeceini vaadediyordu.
Kâfirler ise, Hz. Peygamber’den, zafer ve yardm gelmesini deil de balarna azâb

gelmesini istiyorlard. te, Senden iyilikten önce çarçabuk kötülük isterler”
,

ifâdesinin manas budur. Baz alimler, buradaki "iyilii”, mühlet verme ve azâb tehir
etme manasna tefsir etmilerdir. Araplar, azâb, "seyyie-kötülük” kelimesiyle

isimlendirmektedirler; çünkü azâb onlara kötü gelip, eziyyet vermektedir.

Müsle Kelimesi Hakknda zahat



Cenâb- Hakk'n, viifüi j* c-U Halbuki onlardan evvel, nice ukûbet
misalleri gelip geçmitir” buyruuna gelince, bil ki Araplar, müsle kelimesinin, ukûbet,
cezâ anlamna geldiini söylerler ve bunun, saduka ve sudka, (mehir) kelimesinde
olduu gibi hem mssüle, hem de müsle olarak her iki ekilde kullanldn söylerler.
Hicâzllarn; kincisi iso Temimlilerin kullandr. Bunu, mesüls, okuyan
Birincisi

mesülat eklinde, müsle okuyan ise, müsülât ve müsSat eklinde cemi yapmtr.
Ferrâ ve Zeccâc da, bu ekilde anlatmlardr. Ibnü’l-Enbarî (r.h.) öyle demitir:
“Rflüftte" cezâlandrlan kimsede iz brakan bir ukûbettir. Bu da, kendisinden ötürü
bedende çirkin bir izin kalm olduu bir tayir ve deiiklik yapmadr. Bu deyim,
Araplarn, bir kimse, bir bakasnn kulan, burnunu k.6smek, gözlerini. oymak ve

karnn demek suretiyle, bir bakasnn eklini ve suratn deitirdiinde Oöt*



eklindeki tabirlerinden alnmtr. te, bu kelimenin esas manas budur.” Sonra
Arapça’da, bedendeki bu devaml utanç verici ve hiç gitmeyen ize “müsle”
denilmektedir.

Vahidî ise öyle demitir: "Bu kelimenin asl, benzer manasna gelen “misi”
kelimesidir. Bundacezânn suça denk ve ona mümasil olmas olduu için,
aslolan,
pek yerinde olarak bu benzerlik müsle diye isimlendirilmitir. Keâf sahibi der ki:
"Bu kelime u
ekillerde okunmutur:

1) Fâu'l-fiili ayne'l-fiile uydurmak sûretiyle iki ötreli olarak müsülat.


13. Cüz, RA’D SÛRES 13/6 13. ClIl / 395

2) Semre kelimesi gibi mimin fethas ve se’nin sükûnu ile meslât.

3) Müsûlat’n tahfifi olarak müslât.

4) Rükbe’nin çoulunun rukebât gelmesi gibi müselât eklinde.”

Bunu anladn zaman biz deriz ki, ayetin manas öyledir: ”0 kâfirler, bizim acele
etmediimiz azâb, hemen acele istiyorlar. Oysa ki onlar, daha önceki ümmetlerin
bana gelen ukûbetlerimizi biliyorlar, ama bundan ibret almyorlar. Halbuki,
kendilerinden önceki kavimlerin hallerinden ibret alarak, bundan ötürü duyacaktan
korkunun, onlar küfürden men etmesi gerekir." .

•I 3 i ^ i
; j “
Cenâb- Hak SJiiijJü iJL'j jl
j Gerçekten Rabbin, zulümlerine
ramen insanlar için mafiret sahibidir” buyurmutur. Bil ki alimlerimiz, bu ayeti,

Allah Teâlâ’nn büyük günah sahibini, tevbe etmese de affedebileceini delil



getirmilerdir. Bununla istidlâl edilmesinin izah öyledir: Zulümlerine ramen,
insanlar için mafiret sahibidir” ifâdesi, ‘‘zulümle megul olduklar bir halde” anlamndadr.
Nitekim, "yemekle megul olduu halde, emîri gördüm” manasnda

denilir. megul olduklar halde onlar


Bu, Allah Teâlâ’nn, insanlar, zulümle
affedebileceine delâlet eder. nsann, zulümle megul olduu arda, tevbe halinde
olmad malumdur. Bu, Allah Teâlâ’nm, tevbe edilmeden önce, bazan günah
balayabileceine delâlet eder. Sonra hakknda bu delil getirilmez.
biz deriz ki, kâfir

Binâenaleyh, geriye, bu ayet ile, büyük günah sahipleri hakknda amel edilmesi
durumu kalr ki bizim anlatmak istediimiz de budur. Ya da öyle deriz: Allah Teâla

burada, sadece, Gerçekten Rabbin, zulümlerine ramen insanlar için mafiret
sahibidir” demekle yetinmemi, bunun peinden, “Rabbinin ikâb da cidden çetindir”
buyurmutur. Binâenaleyh, birinci cümleyi, büyük günah sahipleriyle ilgili klmak:
ikinci cümleyi de kâfirlerin durumlaryla ilgili saymak gerekir.”

Mutezile ’den Gelen Soruya Cevap

mdi, eer denirse ki: "Bu ayetten maksad, Allah’n küçük günahlar affetmesidir.
Böyle anlamak pekâla mümkündür. Hem diyebiliriz ki: Yahut ayetten maksad udur:
"tevbe ettikleri takdirde Allah, büyük günah sahiplerine kar mafiret sahibidir ve
Allah Teâla, onlara, tevbe etmeleri için bir mühlet tanm olmak üzere, azâb çarçabuk
vermemitir. Binâenaleyh, eer onlar tevbe ederlerse, Allah Teâla onlara kar
mafiret sahibidir; ikâb âhireteetmek, bu mafiret cümlesindendir." Hatta
tehir

biz deriz ki, ayeti bu manaya hamletmek gerekir. Çünkü kâfirler, azâbn çarçabuk
getirilmesini istedikleri zaman, bu hususta zikredilen cevâbn, suâle uygun olabilmesi

cezann ertelenmesi anlamna olmas gerekir. Sonra biz yine deriz ki, bu ayetin,
için,

"üphesiz Rabbin mafiret sahibidir; tevbe etmeleri için, onlara bir mühlet olmak
üzere, cezalandrmakta acele etmez. Eer tevbe ederlerse, onlara kar mafiret
sahibidir. Yok eer, zulümlerini arttrrlar ve tevbe etmezlerse, O, ikâb iddetli olandr”
)

m / s. an TEPSR-l JCEBÎR

manasnda olmas niçin mümkün olmasn? Muarzlar tarafndan sorulan bu sûallerden


birincisine öyle cevap verilebilir:

Cezann geciktirilmesi, “mafiret” olarak isimlendirilmez. Aksi takdirde, "Bütün


kâfirler, Allah Teâia onlarn cezalarn ahirete brakt için mafûrdurlar” demek
gerekirdi. .

da öyle cevap verilir: Cenab- Allah ayetteki affedicilik vasf ile


kinci hususa
zatn övmütür. Kendini methetmek ise, ancak bir lütuf ve ikrâm ile olur. Ama, zaten
vâcib olan, yaplmas gereken bir eyle, övünülmez. Siz “Mûtezile’ye göre, küçük
günahlarn balanmas, zaten vacibtir.

öyle cevap verilir: Biz, ayetin zahirinin, günah iliyorken,


Üçüricüye, ise
mafiretin meydana geldiini ifâde ettiini anlatmtk. Keza, günaha devamn
tevbenin mevcudiyetini önlediini de açklamtk. Böylece bu sorularn hepsi düer
ve bizim söylediklerimiz doru olur.

Münkirlerin Baka Mucize stemeleri

r •


© j Ci \\i -y -W ^
“O inkâr edenler: “ Ona Rabbisinden bir mûcize indirilmeli deil miydi?" der.
'Sen, ancak bir uyarcsn, her kavim için de bir hidayet rehberi bulunmutur"
(Ra’d. 7).

Bil k har
ve neri inkâr etmelerinden Ötürü, Hz.
Allah Teâlâ, kâfirlerin önce,
Peygamber’in nübüvvetini inkâr etmi olduklarn; ikinci olarak, Hz.. Peygamber
(s.a.s.)’in uyard, balarna gelecek ve köklerini kazyacak bir azabn inmesine
onlan
dâir bildirdii eyin doruluunu inkâr ettikleri için, yine O’nun nübüvvetini inkâr etmi
olduklarn; üçüncü olarak da, ondan mucize ve deliller istemek sureti ile, nübüvvetini
inkâr etmi olduklarn anlatmtr. te bu ayette anlatlan, bu üçüncü husustur. .

Bil k bunun sebebi udur: Onlar, Kur’an- Kerim’in bir mucize oluunu inkâr
ederek, “Bu, dier kitaplar gibi bir kitaptr. Bir kimsenin, bir kitap yazmas ve bir kitap
getirmesi, kesinlikle bir mûcize olmaz. Mûcize, ancak Mûsâ ve sâ (a.s.)'nn mucizeleri
gibi olur” dediler.
13. Cüz, RA'D SÜRES 13/7 13. Clll / 397

Peygamberimizin Kur’an’dan Baka Mûlzelei


Bli ki, baz kimseler, Hz. Muhammed (s.a.s.)’in doruluu hususunda Kur'an'dan
baka bir mûcizenin zuhûr etmediini iddia etmiler ve "Bu söz ancak O'nun elinde,
baka mûcizelerin zuhûr etmemesi durumunda, Kur’an’n da bir mûcize olduunu
inkâr etmeleri halinde doru olur. Çünkü, Hz. Peygamber (s.a.s.)’in elinden, baka

mûcizelerin de ortaya çktm kabul etmemiz halinde, müriklerin, Ona Rabbisinden
bîr mûcize indirilmeli deil miydi?” demeleri imkansz olurdu, ite bu da gösterir

ki, Hz. Peygamber (s.a.s.)’jn, Kur’an'dan baka mûcizesi yoktur” demilerdir.

Bil ki buna u iki yönden cevap verilir:

1) bu ifadeden maksad, müriklerin, Hz. Peygamber (s.a.s)’den


Belki de,
müâhede etmi olduklar, hurma kütüünün inlemesi, parmaklan arasndan sular
fkrmas ve azck bir yiyecekle çok saydaki insan doyurmas eklindeki
mûcizelerinin dnda, baka mûcizeler istemi olmalardr. Böylece onlar, bunlarn
dnda, denizin, bir asânn vurulmas ile yarlmas ve asânn bir ejderhaya dönümesi
eklinde, Hz. Peygamberden mucizeler istemilerdir.

mdi eer, “Allah Teâlâ’nn onlan mahrum edip, böylesi mûcizeler vermemesinin
sebebi nedir?” denilirse, deriz ki: “Çünkü HakTeâla, mûcize gönderdii zaman
bir

aslnda maksad tamamlanm olur. Binâenaleyh Kur’an’n zuhûru (kendisi) zaten bir
mûcize olduu halde, baka mûcizeler istemek bir tahakküm (keyfine göre hüküm
verme) olmu olur. Halbuki Kur’an ortada iken daha baka mûcize istemeye gerek
yoktur. Yine belki de, Allah Teâla, stedikleri mûcizeler zuhûr ettikten sonra da, onlann
inad ve küfürlerinde srar edeceklerini, o zaman da köklerini kesecek bir azaba
müstahak olacaklarn biliyordu. te bundan ötürü, istedikleri eyi onlara vermemitir.

Allah Teâla bu hususu, Eer Allah onlarda bir hayr görseydi, elbette onlara
duyururdu. Kulaklarna (bunu) soksayd bile, yine onlar muhakkak ki yüz çevirici
olarak arkalarn dönerlerdi”(&M. 23) diyerek beyân etmi ve böylece o mûclzelerden
istifâde edemiyeceklerini bildii için, istediklerini onlara vermediini bildirmitir. Bir

de, bu kapy açmak, sonu olmayan bir eye götürür. öyle ki: Peygamber bir mûcize
zaman, bilileri çkar baka bir mûcize ister. Bu
getirdii ise, peygamberlik iddiasnn
dümesini gerektirir. Bu da batldr

2) Belki de kâfirler, bu* sözü, dier mûcizeleri görmeden önce söylemilerdir.

Daha sonra Cenâb- Hak,


“Sen, ancak
kâfirlerin bu durumunu nakledince,
uyancsm, her kavim için de bir hidayet rehberi
bir
$ j&J
bulunmutur”
Âdi,

buyurmutur. Bu ifâde ile ilgili birkaç mesele vardr:


~ Kraat hnamtan, vasl (geçi) halinde kelimesinin
BRNC MESELE tenvinH Okunaca
ve (kelimenin aslndaki) yâ harfinin
hazfedilecei hususunda ittifak etmilerdir. Vakf (durma)
398 / 13. Cilt TEFStR-t KEBÎR

halinde, nasl okunaca hususunda ihtilaf etmilerdir. Buna göre, Ibn Kesir, yâ harfi
üzerinde vakfederek (durarak), dier kraat imamlar ise, yâ’sz olarak vakfederek
okumulardr. Bu, bn Füleyh’in, bn Kesir’den naklettii hafiflik için okunan kraattir.
Ayetin birkaç ekilde tefsiri yaplabilir:

KNC MESELE 1) Bundan murad udur: Hz. Peygamber (s.a.s.) kendi kavmi
için bir uyarc ve onlar için hükümleri bir beyân edicidir.
Ondan önce her kavmin de, bir hidayet rehberi, bir uyarcs ve bir davetcisi vard.
Hak Teâlâ mûcizeler göstermek hususunda, peygamberlerin hepsini eit klmtr.
Ama ne var ki o husûsi mucizenin kendisine verilmesini hak etmi olduu için, her
kavmin belli bir yolu ve tarz vard. Bundan ötürü Musâ (a.s.) zamannda hâkim olan
ey sihir olduu için, Allah Teâlâ, Musâ (a.s.)'mn mûclzesini, kavminin anlayna
ve tarzna en uygun olan hususta vermitir. Yine Isâ (a.s.) zamannda tp revaçta
olduu çin, O’nun mûcizesini de o konuda vermitir ki, bu da, Hz. Isâ (a.s.)’nn ölüleri
diriltmesi, anadan doma kör ve alacallar iyiletirmesidir. Hz. Mutammed (s.a.s) devrinde

ise, bslâgat ve fesahat hâkim olduu için, Hak Teâlâ, O'nun mûcizesini de, o zamana

uygun olan bir biçimde vermitir. Bu da, Ku'an’n fesahat ve belagatdr. te Araplar,
anlay ve tarzlarna son derece uygun olduu halde, bu mûcizeye iman etmediklerine
dier mûcizeler zuhûr ettiinde, onlara hiç imân etmezler. te bu KâdFnin
göre,
yapt bir açklama olup, sözün kendisi ile uyumlu olduu doru ve güzel bir izahtr.
2) Ayetin manas öyledir: "Kâfirler, Kur’an’n bir mûcize olduunu inkâr
etmiyorlar. Binâenaleyh, bundan ötürü kalbin skmasn. Sen
ancak bir uyarcsn.
Görevin, onlarn kalblerinde iman hasl oluncaya kadar, uyarmaya (inzâra) devam
etmektir. Sen, onlara güç yetiremezsin. Her kavmin bir hidayet rehberi vardr. Onlar,
ancak Allah’n hidâyeti yaratmas ile, Buna göre ayet,
onlar hidayete erdirebilirler.”

“Sana düen ancak, uyarmadr. Hidayete gelince, o, Allah Teâla’dandr" demek olur.

Bil ki ayetlerin zâhirini benimseyen müfessirler, bu hususta birkaç görü


zikretmilerdir:

Münzlr (uyarc) ve hâdî (hidayet rehberi) ayn eydir. Buna göre ifâdenin
a)
manas, “Sen ancak bir uyarcsn. Ayn ekilde her kavmin de bir uyarcs vardr.
Onlardan herbirinin mûcizesi, dierininkinden bakadr” eklindedir.

b) “Münzlr (uyarc) Hz. Muhammed Hâdî ise, Allah Teâlâ’dr.” Bu mana,


(s.a.s.);

bn Ahbas (r.a), Sâ’id b. Cübeyr, Mücâhid ve Dahhâk’dan rivayet edilmitir.

c) Buradaki “münzlr” Hz. Peygamber “Hâdi” (hidayet rehberi) ise,


(s.a.s.)’dir,

Hz.Ali’dir. bn Abbae (r.a.) öyle demitir: "Hz. Peygamber (s.a.s.), elini Hz. Ali’nin

gösüne koydu ve “Ben münzirim” dedi. Sonra da Hz. Ali’ye iaret ederek, “Sen
de hâdisin (hidayet rehberisin). Benden sonra, hidayete erecekler, senin sayende
hidayete ereceklerdir”dedi.
M Ol/, RA*D SÛRES 1.V8-I0 ..
/M»

Allah’n lminin Genilii

neye gebe olduunu, rahimlerin neyi eksik, neyi fazla


“Allah, her diinin
yapacan bilir. O’nun nezdinde her ey bir ölçü iledir. O, görünmeyeni de,
görüneni de bilendir. Çok büyüktür, her eyden yücedir. Sizden, sözünü
gizleyen de, açkça söyleyen de, gece (karanlnda) gizlenen de, gündüz
yoluna giden de, ( O’nun ilminde) birdir”
(Ra'd, 8-10).

Ayetle ilgili birkaç mesele vardr:

Ayetin, önceki ayetlerle ilgi /e münasebeti ile ilgili birkaç


BRNC MESELE izah ekli vardr:
Önceki Ksmla Münasebet 1) Allah Teâlâ o kâfirlerin, Hz. Peygamber'in getirdiinden
baka mûcizeler getirmesini istediklerini nakledince, bu
ayette de, kendisinin hereyi bildiini, binâenaleyh onlarn doruyu bulmak ve
gerçekten açklanmasn istemek için mi; yoksa ii yokua sürüp, inadlamak için
mi baka mucize istediklerini; bu mûcizeler zuhur ettii zaman bunlardan
yararlanacaklar m, yoksa srarlarn ve kibirlerini mi artracaklar. Bütün bunlar
hallerinden bilir. Eer Allah Teâlâ,
onlarn bu mûcizeyi, doruya ulamak, hakikâtin
beyân edilmesini taleb etmek ve daha çok yararlanmak gayesi ile istediklerini bilse
idi, yani durum böyle olsayd, o mucizeleri verir, onlar bundan mührüm brakmazd.

Fakat Allah onlarn bunu srf inad için istediklerini bildii için, onlar bundan mahrum
brakmtr ki, bu, Cenâb- Hakk’n u ayetlerinde ifâde edildii gibidir: “(Mürikler):
“Ona, Rabbisinden, bir ya” derler. Deki: “ Gayb ancak Allah’ndr.
mucize indirilse ,

Bekleyin (görürsünüz)” (yunus, 20); “O’na Rabbisinden ayetler (mûcizeler) indirilmeli


deil miydi?” dediler. De ki: “O, ayetler ancak Allah nezdindendir” (Ankebut, 50).

2) Ayetin, daha önceki ksmla münasebeti udur: Allah Teâlâ, be'sin (ölümden
sonra diriliin) inkâr hususunda,

Eer ayorsan, asl alacak olan, onlarn u
sözüdür” (Ra’d, 5) buyurmutu. Çünkü onlar canllarn bedenlerinin parçalar, cesetlerin
dalmas ve utanmas zamannda birbirine kart
ve birbirinden ayrlmas mümkün
olmad için, öldükten sonra dirilmeyi inkâr ediyorlard. Bundan dolay Cenâb- Hak,
hereyi bilmeyen birisinin, bunlar birbirinden ayrdedemeyecaini, ama hereyi bilen
400 /13. Cilt TEFSlR-l KEBÎR

zatn bütün bunlar birbirinden ayrdedebileceini beyân buyurmutur. Daha sonra


ise, her diinin neye gebe olduunu ve rahimlerin neyi zayi edip neyi artracan

bildiini beyan ederek, kendisinin bütün hereyi bildiine istidlâl etmiir.

3) Bu ayet, kendinden önceki, “Senden iyilikten önce çarçabuk kötülük isterler


99

(Ra d, 6) ifâdesi ile ilgilidir. Buna göre ayetin manas öyledir: “Allah Teâlâ hereyi bilir.
Binâenaleyh azab da, faydal olduunu bildii kimseiçin indirir.” Allah, en iyi bilendir.

Ayetteki, Sttjf Uj joJS Uj j6 Jt U


KNC MESELE ifâdesindeki mâ edatlar, ya lsm-1 mevsuldürler, ya da
mâ-i masdarlyyedirler.
sm-i mevsul olularna göre
mana: "Allah her diinin gebe olduu çocuun, hangi cinsten, yani erkek mi, dii
mi, tam m
yoksa noksan m, güzel mi, yoksa çirkin mi; uzun mu, yoksa ksa m
olacan ve mevcut ve ileride ortaya çkacak hallerini bilir” eklinde olur.

Rahimlerin Zayi Etiti veya Artrd ey


Daha sonra Cenâb- Hak, fU-jV' Uj “Rahimlerin neyi zayi edeceini (bilir) 9’

buyurmutur. Gayd masdar, fiili müteaddi veyâ lazm saylsn "noksanlk”


manasnadr. Arapça’da, “Su eksildi ve ben suyu eksilttim” manasnda, isjafcj *Ul
denilir. Hak Teâlâ’nn, *UJ' )”
Ja*] “su (çekildi, eksildi (hûö. 44) ayeti de bu
manayadr. Tefsir edilen ayette isi f U- jSf' ZzjS Uj “Rahimlerin neyi zayi ettiini bilir" manâs
kastedilmitir. Fakat "hu” zamiri mahzuftur. Cenâb- Hak, daha sonra tojî Uj
9’
“neyi artracan da (bilir) yani, “rahimlerin neyi fazla yapacan da bilir” demitir.
Nitekim sen, IT il» !j il» £>j£\ “Ondan, hakkm olan aldm, u kadar
da fazladan aldm” dersin. IjâlSjtj- “ilaveten dokuz yl daha kaldlar 99
(Kehf, 25)
ayeti de, bu manayadr.

Alimler, rahimlerin neyi artrp eksilttii, fazla veya eksik yapt hususunda u
deiik görüleri ileri sürmülerdir:

Doacak çocuun says hususunda... Çünkü rahim, bazan bir, bazan iki, bazan
1)

üç, bazan dört çocua gebe otur. Rivayet edildiine göre, üreyh, anasnn kamndaki
dört çocuktan birisi idi.

2) Çocuk bazan eksik, bazan tam olarak doar.

3) Çocuun ana karnndaki müddeti, bazan


dokuz ay, bazan daha fazla olur. Ebu
Hanffe ye göre bu müddet, ki seneye kadar; imam afiî’ye göre, dört seneye;
mam Malîk'e göm be seneye kadar uzayabilir. Rivayet olunduuna göre, Dahhâk
iki senede domutur. Herem b. Heyyan da, annesinin kamnda dört yl kakt için,

sanki ihtiyartamtr. Bundan ötürü ona Herem (ihtiyar) denilmitir.

4) Kan hususunda. Çünkü kan (nifas kan) bazan çok, bazan âz olur.
"

13. Cüz, RA’D SÛRES 13/1-10 :


13. Cilt / 401

çocuk tam teekkül etmeden, düük olarak domas sebebi le,


5) Allah Teâlâ,
rahimin noksan yapt i
ve tam domas sebebi ile de, fazla olarak yapt ii bilir.

6) Allah Teâlâ, hayz kannn zuhûr etmesi noksanlaan eyi bilir. Çünkü
ile,

hamilelik esnasnda kan gelirse, rahimdeki çocuk zaytnoksan olur. Meydana gelen
bu noksanlk kadar, bu noksanln telafisi için, hamilelik müddeti uzayabilir, ibn
Abbas (r.a) öyle der: “Hamilelik müddeti esnasnda birgün dahi (hayz) kan aksa,
hamilelik müddeti, bunu telâfi edebilmek için ve i normal olsun diye, bir gün örter.”

Hayz kan, kadnn karnnda (rahminde) toplanan bir fazlalktr. Onun damarlar
7)
bu fazlalklarla dolunca taar, dar çkar ve bu fazlalklar o damarlarn içinden dar
akar. Bu. maddeler aknca, bu damarlar bir kez daha bu maddelerle dolup taar. Bütün
bunlar, biz, mâ kelimesinin ism-i mevsûl olduunu söylememiz halindedir. Ama biz
mâ’nn masdariyye olduunu söylersek, bu durumda mana öyle olur: “Allah Teâlâ,

her diinin hamile kald (eyi) bilir. Yine, rahimlerin eksilttiini de bilir. Rahimlerdeki
o eyin gerek fazlalamas, gerek eksilmesi, gerek vakitleri, gerekse halleri hususunda
hiçbir ey ona gizli kalmaz.”

Her ey ölçü ledir



Cenâb- Hakk’n jTj “ Onun nezdinde her ey bir ölçü iledir
buyruunun manas udur: “Herey bir ölçü ve snr, had iledir ki, o snr ne aabilir,
ne de ondan geri kalabilir.” Bu, “üphesiz ki biz her eyi bir takdir ile yarattk” (Kam*,
49) ayeti ile Furkan sûresinin bandaki, “O her eyin mukadderatn tayin etmitir

(Furkan, 3) ayetinde olduu gibidir.

Bil ki, “Onun nezdinde her ey bir ölçü iledir” buyruundaki “nezdinde
ayetteki
olu”, bilme manasnda olabilir. Buna göre ayetin manas, "Allah Teâlâ, her eyin
kemmiyetini ve keyfiyyetini açk ve mufassal bir biçimde bilir” eklinde olur. Durum
böyle olunca, bu malûmatta bir deiikliin meydana gelmesi imkânsz olur. Yine

ayetteki Indehû nezdindedir ” ifâdesinden muradn, Allah, “her hâdis” varla ezelî
meîeti ve sermedî irâdesiyle, belli bir vakit ve muayyen bir hal tahsis edip vermitir”
eklinde bir mana olmas da muhtemeldir. slâm filozoflarna göre Allah Teâlâ, küllî
eyler (eyâ) vaz edip onlara kuvvet ve özellikler yerletirdi ve onlar hususî ölçülerle
takdir edilmi olan hareketlerinden, belli cüz’î haller ve mukadder hususî
münâsebetler ortaya çkacak bir biçimde hareketlendirmi, tahrik etmitir. Bu ayetin
muhtevasna, kullarn fiilleri, halleri ve düünceleri de dahildir. Bu, Mu’tezile’nin
görüünün batl ve yanl olduunu gösteren en kuvvetli delillerdendir.

Âmu’l-gayb Ve’-ehâde Ne Demektir?

Sonra, Cenâb- Hak, iSlfîJlj s-*l' “O, görünmeyeni de görüneni de bilendir”


buyurmutur. bn Abbas (r.a.) "Allah Teâlâ bununla, insanlara göre "gayb” olan
eyleri müâhede edip bildikleri her eyi bilmekte olduunu beyan etmektedir”
13. CU( TEFSÎR-1 KEBR

der.Vâhldî de: “Buna göre, buradaki "gayb” manasna (kaybolan,


kelimesi “gâib”
gAlb olan) manas kasdediien bir masdardr. ehâde kelimesiyle de “âhid" manas

murad edilmitir” demitir. Alimler, “gâlb” ve “âhid” ile neyin kasdedildii


hususunda ihtilâf etmilerdir. Bazlar: “Gâib, malûm olan, âhid de mevcûd olandr”
demilerdir. Bazlar da: “Gâib, hislerden, idrâkten uzak olan; ahit ise, hazr ve
mevcut olandr” demitir. Dier bazlar ise: "Gâib, insanlarn bilmedii; âhid de
bildii eylerdir” demilerdir.

de diyoruz ki: Malûmat, iki ksmdr: Ma’dûmat (bulunmayanlar) ve mevcûdât


Biz
(bulunanlar). Ma’dûmata gelince, onlardan bazsnn vücûd bulmas imkânsz iken,
bazlarnn ise vücud bulmas imkânsz deildir.

Mevcûdât da iki ksmdr:

1) Yok olmas imkânsz olan mevcûdât;

Yok olmas imkânsz olmayan mevcûdât. te, bu dört ksmdan her birinin,
2)
kendine has hüküm ve özellikleri vardr ve hepsi
de, Allah'n malûmudur
Ayn zamanda hocam olan babam, Ebu’l-Kasm Ensarf vastasyla
mamu'l-Haremeyn ’in (Allah hepsine rahmet eylesin) sözünü nakletmiti: u
“Allah’n, sonsuz malûmat ve bilgisi vardr. Yine, Allah’n, bu mâlûmatlardan her
bir! hakknda, yine sonsuz baka malûmatlar da vardr. Çünkü Cenâb- Hak, cevher-i
ferdin (atomun) halinden, onun bedel mekânlarda bulunabileceini
yoluyla, nihayetsiz
ve keza bedel yoluyla, nihayetsiz saydaki sfatlarla da mevsûf olabileceini bilir. Allah
Teâlâ, her hali ve durumu, tafsilatl olarak bilir.” te bütün bu ksmlar, “O,
görünmeyeni de, görüneni de bilendir ” ifâdesinin kapsamna dahil olmaktadr.

El-Keblru’l-Müteâl Vasflan

Sonra, Cenâb- Hak, bunun peinden el-Keblr “Çok büyüktür” ismini getirmitir.

Allah Teâlâ yücedir; O’nun, cüsse, cisim ve miktar bakmndan büyük olmas
imkânszdr. Binâenaleyh, ilahi kudret ve ölçüler açsndan büyük olmas g»< ,..

Daha sonra CenâtM Hak eyden yücedir” diye


kendisini el-Müteâl “ her
vasfetmitir. O, kendisi için caiz olmayan ve düünülemeyen her eyden münezzehtir.

Bu, Allah Teâlâ’nn, zâtnda, sfatlarnda ve fiillerinde (noksanlklardan) münezzeh


olduuna delâlet eder. Binâenaleyh, ayet-i kerime, Allah’n kâmil bir lim ve tam bir
kudret mevsûf olduuna, kendisine yakmayan her eyden bert olduuna delâlet
ile

eder. Bu da O’nun, kâfirlerin inkâr ettii "ba’s”e, istedikleri mucizeleri getirmeye


ve acele ettikleri o azâb vermeye kâdir olduunu gösterir. Ama O, bir kavim için
lahî meîetine göre; baka bir kavim için de maslahattan dolay bu azâb
geciktirir. Ibn Kesir, bu müteâl sfatn, vakf ve vasl halinde aslna uygun
D 0 ~

1 J . Cüz RA'
, SÜRES 1 3/8- 1
13. Cilt / 403

olarak yâ le, eklinde okumutur. Dier kraat âlimleri de, tahfif gayesiyle,

her iki durumda da yâ’nn hazfiyle okumulardr.

Allah’n lminin Genilii

Sonra Allah Teâla, kendisinin her eyi bilmekte olduunu tekid etmek için

jij a/ jij jjft jâ “Sizden, sözünü


gizleyen de, açkça söyleyen de, gece (karanlnda) gizlenen de, gündüz yoluna
giden de, (O’nun ilminde) birdir” buyurmutur.

Ayetle ilgili birkaç mesele vardr:

Ayetteki sevâun kelimesi, iki kiiyi gerektirir: Meselâ sen,


BRNC MESELE “Zeyd ve Amr eittir'^ dersin. Sonra, bu
Sevâûn Kelimesinin izah kelimeyle ilgili iki izah vardr:
1) Sevâûn kelimesi masdardr; ** "eit olan, eitlik

sahibi” manasndadr. Nitekim sen, ayn manada olmak üzere, zû adlin (adâlet sahibi)

yerine j-1* "Zeyd ve Amr, çok adildir” dersin.

2) Bunun, ism-i fâil olarak müstevî anlamnda olmas da muhtemeldir. Bu


duruma göre burada bir takdir yapmaya gerek yoktur. Fakat Sîbeveyh, j «Si]

demeyi ho karlamamtr. Çünkü ism-i failler nekire (belirsiz) olduklar zaman


mübtedâ olmazlar.

Ama bir kimse, “Aksine bu mana dahauygundur; çünkü, sözü bu manaya


hamletmek, asln hilâfna olan bir takdirde bulunma zaruretini ortadan kaldrmaktadr”
diyebilir.

Âyettkeki ve kelimeleriyle alâkal iki görü


KNC MESELE bulunmaktadr: _
-
,
~
,

Sârib Kelimesinin zah Birinci Görü: Arapça’da i&\


"falan eyi gizledim, onu gizliyorum-gizlemek; o da
gizlendi” tâ "j* ö’bti "Falanca falancadan gizlendi, sakland” denilir.

deyimine gelince, Ferrâ ve Zeccâc öyle demilerdir: "Bu deyim,


gündüzün, açkça kendi yolunda giden kimse” anlamndadr. Arapça’da, ^
^ ^
j
"Onun yolu boald, açld” denilir. Ezheri de öyle der: "Araplar VJ* ~ ^ JtV*

yani "Deve, açktan, arazide istedii yere çekip Bunu anladn zaman, bil
gitti” denilir.

ki ayetin manas, "nsan, ister karanlklar içinde gizlenmi olsun, isterse açkça yollara
dümü olsun; Allah Teâlâ bütün bu durumlarn hepsini ihâta etmi olarak bilir”

eklindedir. bn Abbas: "Bu, Allah kalblerin gizlediini ve lisanlarn açkça söylediini


bilir” manasndadr derken, Mücahid: "Allah, gecenin karanlklar içinde kötülüklere
yönelen kimseyi de bilir, yine gündüzün ortasnda peipeine bunlar ileyen kimseyi de
bilir” demektedir.
13. Cüz. RA'D SÛRES 13/11 13. Cilt / 403

Bunu iyice kavradnda biz diyoruz k: Ayette bahsedilen “mu’akktbâi” sözü ile

lgili u iki izah yaplmtr:

1) Alimlerin çounun benimsedi mehur görüe göre, bununla "hafaza


melekleri’' kastedilmitir. Hafaza meleklerini, u iki sebebten ötürü, mu’akkbât
(takipçiler) diye nitelemek uygun olmutur:

Onlardan gece görevli olanlarn, gündüz görevli olanlar; yahut da gündüz


a)

görevli olanlarn, gece görevli olanlar takib etmeleri, yani onlardan sonra gelip
nöbeti devralmalar sebebi ile.

b) Yahut da onlarn, kullarn yapt amelleri takib etmeleri ve o amelleri yazp


kaydetmeleri sebebiyledir. Bir i yapp, tekrar ayn ie yönelen kimse, o ii ta’kîb
etmi olur. Buna göre, ‘‘mu’akkbât” sözü ile gece ve gündüz (insann amellerini
yazan ve onu koruyan) melekler kastedilmitir.

nsanla Beraber Olan Yirmi Melek

Hz. Osman öyle dedji rivayet edilmitir.‘‘Ey Allah’n Resûlü! Bana, bir
(r.a.)’n

insan için ne kadar melein görevlendirildiini söyle” dedi. Hz. Peygamber (s.a.s.)
“Bir melek sandadr. O, senin hasenâtn (iyiliklerini, iyi amellerini) yazar. Bu

melek, ayn zamanda senin solunda bulunan melein emîri (reisi)dir. Binâenaleyh
bir iyilik yaptnda o buna, karlk on kat sevab yazar. Ama bir kötülük ilediinde,
l

solda bulunan, sada bulunana, “Yazaym m?” diye sorar. Oda, “Hayr, (bekle).

Belki tevbe eder” der. Soldaki melek üç defa böyle deyince, sadaki, “Evet, (artk)
yaz. Allah bizi ondan kurtarsn. O, ne kötü bir arkada. Ne kadar az Allah’ görüp
gözetiyor ve bizden ne az utanyor” der. Bunlardan baka önünde ve arkanda
iki melek daha var. Bunlar, Hak Teâlâ’nn: “Onun (insann) önünde vq arkasnda,
kendisini Allah’n emriyle gözetleyecek ta’kibçi (melekler) var” ayetinde
melek de, senin perçeminden (kâkülünden) tutunutur. Sen,
bahsedilenlerdir. Bir
Rabbine boyun eip itaat ettiinde, ban yukar kaldrr; isyai edip, ban
diktiinde, ban yere çeker ve indirir (zelil eder), iki melek de, senin dudaklarnda
bulunur. Bana getirdiin, söylediin salât-u selamlan yazar, kaydederler. Bir melek
de, aznn içinde bulunur ve azndan içeri, ylanlarn çyanlarn girmesine engel
melek de, iki gözünün üzerinde bulunur, ite bunlar, her insan ile birlikte
olur, iki

bulunan top hm on melektir. Gece melekleri, gündüz melekleri ile nöbet deiirler.
Böylece, her insan üzerinde (görevli) yirmi melek bulunur” buyurmutur. Yine Hz.
Peygamber (s.a.s)’in öyle buyurduu rivayet edilmitir: “Aranzda gece ve gündüz
ta’kibte olan melekler vardr. Onlar sabah namaz ve ikindi namaz vaktinde (günde
iki ker?) nöbetdeiimi için bir araya gelirler.” 34 te, “Sabah namazn da (edâ
t )

et). Çünkü sabah namaz âhidlidir” 78) ayeti ile murad edilen âhidlik budur.
(isra.

34) BuhArî, Mevâkit, 16 (1/139); Nesi!, SalAt, 21 (1/240).


406 /13. Cilt TEFSlR-1 KEBÎR

On gece meleinin yukar çkt esnada, on gündüz meleinin yere indii de


söylenmitir. Ibn Cüreyc bu ayetin, tpk “ Hem sanda, hem solunda oturan iki

de (melek) vardr (Kâi. inayeti gibi olduunu, sadakinin iyilikleri, soldakinin ise
kötülükleri yazp tesbit ettiini söylemitir. Mücahid de: "Her insan ile birlikte, onu,
uykusunda ve uyank halinde, cinlerden, dier insanlardan ve haerâttan koruyan
bir melek vardr” demitir.

Muakkbât Niçin Münnes Getirildi?

Ayetle ilgili birkaç soru vardr:

Birinci Soru: "Melek” kelimesi müzekkerdir. Binâenaleyh niçin, "mu’akkbât”


diye, cemi müennes sigasyla zikredilmitir?

Cevap: Bu hususta iki izah vardr:

Ferrâ öyle demitir: "Mu’akkbât kelimesi, aslnda müzekkerdir. Çünkü,


1)

"melâike”nin cem’i (çoulu), "mu’akkbe” eklindedir. Daha sonra bu kelime, ikinci


kez "mu’akkbât” diye cemilenmitir. Bu tpk, v
-iy 6 'VU jJu- dljUJl

"Sa’d’n oullar ve Bekir’in adamlar” denilmesi gibir. "Ricalât”, ricâl (adamlar)


kelimesinin çouludur. Bunun müzekker olduuna, ayetteki, *

fiilinin cemi müzekker sigasyla getirilmi olmas da delâlet eder.”

2) Ahfe’in görüüne göre, bu ta’kib ii o meleklerce çokça yapld için, (bunu


ifâde eden) "mu’akkb” kelimesi müennes olarak kullanlmtr. Mesela, aslnda
müzekker olduklar halde, nessâbe, (neseb âlimi) ve allâme (çok bilgin) kelimeleri
de, müennes olarak kullanlmtr.

kinci Soru: Mu’akkb meleklerin, insann önünde ve arkasnda olmas ne


demektir?

Cevap: Gece gizlenen ve gündüz yoluna giden insanlar, bazan mu’akkb


melekler sarar ve ona o insann yapt ve söyledii hereyi tastamam sayar, dökerler.
Onlarn gözünden, insann hiçbir ameli ve sözü kaçmaz, onlar hepsini yazar,
zaptederler. Baz alimler, "Aksine bundan murad, “onlar, o kimseyi, önünden ve
arkasndan gelecek Çünkü gündüz yoluna giden, ilerine
hertürlü tehlikeden korurlar.
sa’y-ü gayret gösterdii için, önünden ve arkasndan bir ey gelmesinden saknr”
demilerdir.

Üçüncü Soru: Ayetteki Allah’n emriyle” ifâdesi ile, ne murad edilmitir?

Cevap: Ferra, bu hususta u iki görüü ileri sürmütür:

1) Ayette, bir takdim-tehir vardr ve takdiri, "Onu, Allah'n emri ile gözetleyen
ta’kibçi melekler vardr, onlar onu muhafaza ederler” eklindedir.
1

1 3. Cüz, RA*D SOR ES 1 3/1 13. Cilt / 407

2) Burada bir hazf vardr, yani “Bu muhafaza, Allah’n ermindendir; emrettii
peylerdendir" demektir. Binâenaleyh bu cümlenin ismi (mübtedas) hazfedilmi,
haberi kalmtr. Nitekim, kesenin üzerine, "Bunun içinde ikibin (lira) var" manasnda,
sadece "ikibin” yazlr.

Burada bnü’l-Enbârî’nin söyledii üçüncü izah daha vardr: Buradaki min


bir

harf-i cerri, “bâ” (ile) harf-i cerri manasna olup ifade, "Onlar onu Allah’n emri ve
yardm ile korurlar’’ demektir. Bunun böyle olduunun delili, ne meleklerden, ne

de insandan hiç birinin, hiçbir kimseyi Allah’n emrinden ve takdirinden korumasnn


mümkün olmaydr.
O Meleklerin Görevlendirilmelerinin Hikmeti

Dördüncü Soru: O meleklerin, biz insanlar üzerine vazifeli klnmasnn hikmeti

nedir?

Cevap: Bu, beklenmeyen bir soru deildir. Çünkü müneccimler, her günün
(ilerinin) yönetilmesinin bir yldza ait olduu görüünde ittifak etmilerdir. Her
gecenin (ilerinin) tedbiri de, yine ayn ekilde bir yldza âittir. Müneccimlere göre,
yldzlarn ruhlar olduunda üphe yoktur. Binâenaleyh bu farkl farkl tedbir ve
idareler, gerçekte o ruhlara âittir. Müneccimlerin görüüne göre, ay, Hllac ve KethudA

(yldzlarna) ait tedbirler hususunda söylenecek söz de ayndr. Büyücülerin dilinde


bu söz yaygndr. te bundan ötürü sen onlarn, "Bana gökteki ruhanî bildirdi"

dediklerini görürsün. Onlar "gökteki rûhanî" sözü ile her insann, ilerini gören bela
ve âfetlerini savuturan ruhunun bulunmasn kastederler. Bu, eski
felekî bir

felsefeciler ile (yldzlara bakp) ahkâm kesenler arasnda ittifak edilmi bir husus

olunca, bunun eriatta yer almas nasl tuhaf görülebilir? Bu hususta sözün özü udur:
Beeri ruhlar da, cevherleri karakterleri bakmndan, farkl farkldrlar. Bundan dolay
bazlar hayrl (iyi), bazlar erli (kötü), bazlar aziz, bazlar zelil, bazlarnn kahr
(gücü) ve hükümranl kuvvetli, bazlarnnki zayf ve tesirsizdir. Beerî ruhlarn
durumu böyle olduu gibi, felekî ruhlarn durumu da böyledir. Her hususta ve her
vasfta, felekî ruhlarn beeri ruhlardan daha kuvvetli olduunda üphe yoktur. Beerî
ruhlarn her bir ruhun terbiyesi (tesiri) altnda olduklar
grubu, felekî ruhlardan bir

ve karakterleri ile özellikleri bakmndan o feleki rûha benzedikleri için, belli karekter
ve vasflarda müterektirler. O beeri ruhlar, sanki o feleki rûhun çocuklar gibidir.
Durum bö',ic olunca, o felekî ruh, o beerî rûha her iinde yardmc olmu, faydal
eylere iletmi ve onu her türlü afet ve belâlardan korumu olur. Bu, muhakkik
felsefecilerin ileri görütür. Durum böyle olunca da, eriatn
sürmü olduu bir

bahsettii bu mu’akkb melekler meselesinin hepsi nezdinde geçerli olduunu


anlarz. Binâenaleyh eriatn, böyle bireyi getirmi olmas nasl yadrganabilir?
.

408 / 13. Cilt TEFSÎR-1 KEBÎR

Meleklerin Dier Faydalar


Ayrca o meleklerin, insanoluna has ve vazifeli klnp, onlara hükümran hale
getirilmesinin, yukarda bahsedilen hususlarn dnda, u gibi birçok faydas vardr:

1) eytanlar, insan er ve günah olan eylere çarrlar. Melekler ise hayr ve


taat olan eylere çarrlar.

2) Mücahid: “nsan uyurken ve uyankken, kendisini cin ve insanlardan koruyan


bir melein onunla birlikte bulunduunu” söylemitir.

bazan sebepsiz yere durup dururken insann kalbine bir niyetin geldiini;
3) Biz
sonra da kalbine gelen o eyin kendisi için faydal ve hayrl bir sebeb olarak ortaya
çktn; bazan da bunun, o insann bir belâya ve günaha dümesine bir sebeb olarak
ortaya çktn görüyoruz. Böylece ilk eye davet edenin, onun hayrm ve iyiliini
istedii; kincisine davet edenin ise, onun kötülüünü ve skntsn istedii ortaya
çkm olur. Binâenaleyh birincisinin, hidayet rehberi olan bir melek; kincisinin ise,
dalâlet edici olan bir eytan olduunu anlarz.

nsan, amellerini meleklerin yazp kaydettiini bilince; bu bilme insann,


4)
günahlardan daha fazla saknmasna sebeb olur. Çünkü meleklerin yüceliine ve
mertebelerinin üstün olduuna inanan
günah ileme gayretine girip,
kimse, bir

meleklerin de kendisini müâhede ettiklerini bilince, meleklerden utanma hissi, o


insan o günaha yönelmekten alkor. Bu tpk o insann sayg duyduu bir baka
insandan dolay o günah ilemekten utanmasna benzer, insan amellerini, meleklerin
saydn bildiinde, bu bilme insan günahtan alkoyan birey olur. Yine insan,
tek tek
günahlarn onlarn yazdn bildiinde, bu alkoyuculuk daha mükemmel olur.

lerin Kaydedilmesinin Hikmeti


Beinci Soru: Amellerin yazlmasnn faydas ve hikmeti nedir?

. Biz deriz ki: Bu hususta birkaç mukaddime vardr:

Mukaddime: Bu meleklere "Ketebe Melekleri” denmesi, onlarn yazc


Birinci
olmalarndan Ötürüdür. Kelamclar öyle demilerdir: O sayfalarn yazlmasnn
hikmeti, terazinin iki kefesinden birisinin dierine baskn-ar geldiinin anlalmas
içij, tartlmasdr. Zira, taat kefesi ar geldiinde, muhlûkat tarafndan o kimsenin
cennetlik olduu; bunun zdd ise, o kimsenin cehennemlik olduu anlalm olur.
Kâdî bunun uzak bir ihtimal olduunu söyleyerek öyle der ‘‘Çünkü deliller, herbir
insann, aratrlp incelendiinde, ölümünden önce onun saîd kimselerden veya akî
kimselerden olduunun anlalacana delâlet etmektedir. Bunu anlamak, tartya bal
deildir.” Kadî, daha sonra bu görüüne de cevap vererek öyle der: ‘‘Rivâyet edip
anlattmz eyin, o kimsenin Allah’n cennetteki velî kullarndan olduunun büyük
bir kitle tarafndan anlalmas esnasnda, onun sevinmesine sebep olacak bir iten
13. Cüz, RA' D SORBS 13/11 13. CUt / 409

dolay olmas da mkânsz deildir. Bunun zdd da, Allah’n dümanlar hakknda
söz konusudur.”

Bu Konuda Feylesoflarn Görüleri

kinci Mukaddime: Bu, slâm filozoflarna ait bir görütür. Buna göre, kitâbet
(amellerin yazlmas ii), hususî manalarn bilinmesi stlâh olarak îcad edilmi
için,

birtakm hususî nak ve çizgilerden ibârettir. Biz, o naklarn, bizzât o manalara


ve o eylerin zâtlarna delâlet ettiini farzettiimizde, o yazma ii daha kuvvetli ve
daha mükemmel olmu olur.

Bunun böyle olduu sabit olunca biz deriz ki: nsan, herhangi bir ii defalarca
yaptnda, onu çokça yapmasndan dolay o kimsede kök salm olan güçlü bir
meleke meydana gelmi olur. Binâenaleyh, o meleke, faydal ameller sebebiyle ruhani
mutluluklara, faydal olan amellerden dolay sevinen bir meleke olursa, onun o
kimsenin ölümünden sonra manevî mutluluklar vesilesiyle duyaca sevinç büyük
olur. Yok, eer o meleke, rûhani hallere zarar verici meleke olursa, o kimsenin
bir

ölümünden sonra o haller sebebiyle duyaca zarar da büyük olur.

Bunun da böyle olduu sabit olunca, biz diyoruz ki: Çokça tekrar, o kök salan
melekelerin tahakkuk etmesine sebep olunca, tekrar tekrar yaplan her bir amelin,
o kök salan melekenin tahakkuk etmesinde Bu tesir, her ne kadar
bir tesiri olur.

hissolunmasa dahi, gerçekte mevcuttur. Bunun böyle olduunu anladnda, insann


her an, her hareket ve sükûnunda, onun nefs cevherinde, az veya çok, ya mutluluk
eserlerinden bir eser, veyahut da ekâvet eserlerinden bir eser gelmi olur. te onlara •

göre, o amellerin yazlmasndan kastedilen budur. lerin hakikatim en iyi bilen


Allah’dr. Bütün bu izahlar, biz, Cenâb- Hakk’n, "Onun, önünde ve arkasnda,
takipçiler vardr” sözünü melekler anlamna aldmz zaman söz konusudur.^

2) Bu da, ibn Abbas, (r.a.)’dan nakledilmi olup, Ebu Müslim el-sfehan’nln


tercih ettii görütür. Buna göre bu ifâdeden u kastedilmitir: ‘‘Allah’n ilminde gizli

w* açk birdir. O halde, gecenin karanlnda gizlenen ile, yardmclar ve muâvinlerle


desteklenerek gündüzleyin yolunda gidenler, ancak hükümdarlar ve komutanlardr.
Binâenaleyh, geceye eden kimse, Allah’n emrinden kurtulamaz. Gündüzün
ilticâ

muâkkiblerle -ki bunlar da bekçiler ile onu koruyan yardmclardr- hareket eden
kimseyi, onun bekçileri Allah’tan kurtaramaz.” O halde, ayette geçen muakkib,
“yardmc” anlamndadr. Zira, u
bunu gördüünde, mutlaka bu da onu görür.
Böylece de, onlardan her birinin gözü, dierinin gözünü takib etmi olur. Binâenaleyh
bu takibçiler, Allah’n kazâ ve kaderinden kurtaramazlar. Onlar, hizrhet ettikleri o
kimseleri, Allah’n kaza ve kaderinden kurtaracaklarn zannetseler bile buna asla
kâdir olamayacaklardr. Bu açklamann gayesi, hükümdarlar, emirleri ve büyük
kimseleri, korumasndan taleb edip
kötülüklerden kurtarmay, Allah’n hfz ve
beklemeye ve o kötülükleri def etme hususunda kendi yardmclar ve destekçilerine
dayanmamaya sevkedip tevik etmektir. te bundan dolay Cenâb- Allah hemen
410 / 13. Cilt TEFSlR-1 KEBÎR

bunun peinden, kavmin de


"Allah, bir fenâlm diledi mi artk onu geri çevirmeye
hiçbir çare yoktur” buyurmutur.

Küfran Olmadkça Nimet Geri Alnmaz


Cenâb- Hakk’n u bjfî .fj ^ ö\ "Bir kavim, kendinde
olan durumu deitirip bozmadkça, hiç üphesiz Allah da, onu deitirip bozmaz ”
buyruuna bu hususta, bütün müfessirler bundan muradn, “Allah, onlardan*
gelince,
isyan ve fesatlarn zuhur etmesi durumu hariç, onlardan intikam almak suretiyle,
içinde bulunduklar nimetleri deitirmez” manas olduunu söylemilerdir. Kddi öyle
demitir: “Ayetin zâhiri, ancak bu manaya gelebilir. Zira Allah, dünyada olan her
nimeti, kullardan gelen bir sebep olmakszn verir. Yalnz, cezalandrma böyle deildir.

(Ceza, ancak kuldan gelen bir duruma karlk verilir.) Çünkü Allah Teâla, gerek dinî
gerekse dünyevî nimetleri sebep olmakszn (hak edilmeksizin) verir ve bu hususta
dilediini, dilediinden üstün klar. u halde Hak Teâlâ’nn ayette bahsettii
“deitirme”den murad, helâk etme ve cezalandrmadr.”

Sonra müfessirler ihtilaf etmiler ve bazlar, “Bu söz, daha önce geçen
"Mürikler) senden, iyilikten önce çarçabuk kötülük isterler”{Mö, 6) ayeti ile ilgilidir.
Binâenaleyh Allah Tealâ, o müriklerin bana, onlarn küfür ve günahta srar
edecekleri iyice belli oluncaya kadar, köklerini kazyacak
azab indirmeyeceini
bir
beyan etmitir” demilerdir. Hatta bunlar öyle de demilerdir: “Onlarn içinde, ileride
iman edecek kimseler olduu veya onlarn soyundan iman edecek kimselerin gelecei
bilinir ise, Hak Teâlâ onlarn kökünü kurutacak bir azab indirmez.” Dier bazlar

“Aksine ayetteki bu ifâde, mutlak manas üzere geçerlidir ve bundan murad


"alabildiine fesâda dalm ve Allah’a kulluk etmede yollarn bozup deitirmi her
kavimden, Allah nimetlerini giderir (geri alr) ve onlarn üzerine çeit çeit azablar
manasdr” derlerken, baz alimler de öyle demilerdir: “Bu kavimlerin içinde
indirir"

yaamakta olan mü’minler de, bazan o azaba dûçâr olurlar.” Hz. Ebu Bekir (r.a) Hz.
Peygamber (s.a.s.)’in öyle dediini rivayet etmitir: J* i tjij tti J-lüll öl

o' vÜiji tâ "Eer insanlar bir zalimi görür ve ona


engel olmazlarsa, Allah’n herkese âmil bir azab indirmesinden korkulur.’^

Ebu Ali el-Cübbâî ve Kâdî, bu ayeti iki meselede delil getirmilerdir:

babalarnn günahlar yüzünden, müriklerin


Allah Teâlâ,
BRNC MESELE (küçük iken ölen) çocuklarna azab etmez. Çünkü onlar,
Allah’n kendilerinde olan hiçbir nimetini deitirmemiler-
dir ki, Allah da onlarn halini, nimetten azaba deitirsin.

35) Ebu Davud, Melâhlm, 17 (4/122); Tlrmlî, Fiten, 8 (4/487)


RA'D SORES 13. Cilt / 411
11. Cüz,

Onlar (muhtemelen öyle


ehl-i sünnet’ i kastederek)

KNC MESELE demilerdir: “Ayet, Cebriye’nin ekildeki: “Kul, daha u


bali olur olmaz, ondan ileri gelen bir sebep olmakszn,
Allah onu saptrp hidayetten mahrum brakabilir. Bu ise, cezalandrmaktan daha
müthitir. Üstelik kulun tayiri (bozmas) da sözkonusu deildir” görüünün
yanllna delildir.

Cevap: Ayetin zâhiri, “deitirme” meselesindeki fiilinin, kulun


Allah’n bu
“deitirme” fiilinden sonra olduunu gösterir. Ama “Siz, Allah dilemedikçe,
dileyemezsiniz” {insan, 76) ayeti, kulun fiilinin, Allah'n fiilinden sonra olduuna delâlet
eder. Böylece sanki bir tearuz ortaya çkmaktadr.

Cenâb- Hak, Ü V^ Pp ^ “Allah bir kavmin de fenaln


diledi mi, artk onun reddine yok” buyurmutur. Alimlerimiz, bu ayeti
hiç bir (çare)

kulun fiillerinde bamsz olmadna delil getirerek öyle demilerdir: Çünkü kul, kâfir
olduunda, Allah Teâlâ’nn, o kulun dünyada ayplanmaya, âhirette de cezaya
müstehak olduuna hükmedeceinde üphe yoktur. Binâenaleyh kul ayet iman
elde etmede bamsz olsa idi, o zaman Allah’n, kendisi hakknda irâde ettii eyleri
reddetmeye de kâdir olurdu. Bu durumda Hak Teâlâ’nn, “Allah bir kavmin de
fenaln diledi mi, artk onun reddine hiç bir (çâre) yok” buyruu geçersiz olmu
olurdu. Böylece önceki ayet, her nekadar Mu’tezile’nin görüü lehine bir delil ihtiva
ediyor gibiyse de, bu ayetin de bizim (ehl-i sünnet) mezhebinin doruluuna delâlet
eden en kuvvetli delillerden biri olduu sâbit olur. “O Dahhâk, bn Abbas (r.a)’n:

mu’akkb (takibçi melekler) hiçbireyi savuturamaz” dediini; Atâ da yine bn Abbas


(r.a.)’n: “Allah’n bununla, benim azabm geriye çevirecek olan, benim
hükmümü
bozacak hiç bir ey yoktur” manasn kastetmitir” dediini rivayet etmitir.

Cenâb- Hak, Jl j 4ijS j* $ Uj Onlar için O’ndan baka bir veli de yoktur”

yani, “On 1
.
y n, Allah’n dnda onlara veli olacak, Allah’n kaza ve kaderini onlardan
savu r .urabilecek hiç kimse yoktur" buyurmutur. Bu, "onlarn ilerini deruhte edecek
„ lâhî azab onlardan defedecek bir sahib ve yardmclar yoktur” demektir.
412 / 13. Cilt TEFSÎR-I KEBÎR

“O, size korku ve ümid salarak imei gösteren ve ar bulutlar peydal


edendir. Gök gürültüsü hamd ile , melekler de O’nun korkusu ile O’nu tebih
ederler. O, yldrmlar gönderip, onunla kimi dilerse çarpar öldürür. Halbuki .

onlar Allah hakknda mücâdele edip duruyorlar. O, kudret ve azabnda


'

çetindir”
(Ra'd, 12-13).

Bil ki Allah Teâlâ, kullarn, geriye çevrilmesi mümkün olmayan eyi balarna
getirmekle tehdid edince, bunun peinden bu ayeti getirmitir. Bu ayet, u üç eyi
htiva etmektedir:

a) Allah'n kudret ve hikmetinin delillerini.

b) Bunlar, baz bakmlardan nimet ve ihsana benzerler.

c) Baz bakmlardan da azaba ve kahra benzerler.

Bil ki Allah Teâlâ burada u dört eyden bahsetmitir.


imein Varlndaki Hikmet

Birincisi, imektir. Bu, ayetteki Uikj Jjj “O, size korku ve ümid
salarak imei gösterendir” ifâdesi ile anlatlmaktadr. Bu ifade ile ilgili birkaç mesele
rardr:

Keâf sahibi öyle demitir: “Ayetteki, “havf” ve “tama”


BRNC MESELE kelimelerinin mansub oluu hakknda u izahlar yaplmtr:

1) Bunlar mef’ûl-ün leh olamazlar. Çünkü bunlar, mu’allel


olan fiilin fâilinin ii deildirler. Bunlarn bama ya bir muzaf takdir edilerek, meselâ
âiijl “Korku ve ümid salmay istedii için” denilerek, yahut da, bunlar
UUfclJ “korkutmak ve ümid ettirmek için” manasnda ancak mef’ûlün leh olabilirler.
13. Cüz, RA'D SÛRES 13/1213 13. Cilt / 413

2) Bunlar, “berk" (imek) kelimesinden hal olarak mansubturlar. Bu durumda,


imein bizzat kendisi korku ve ûmid olmu olur. Buna göre bunlarn takdiri ya,
ij “korku ve ümit sahibi” eklinde olur, yahut da, *UMj
“korkutarak, ve ümid vererek” eklinde olmu olur.

3) Bu iki kelime, muhatablarn


1)
‘hal’i olarak mansubtur, yani “onlar korkarak ve
ümid ederek” demektir.

KNC MESELE imein korku ve ümid oluu hususunda u izahlar yaplmtr:


imek çaktnda, yldrm dümesinden korkulur ve

yamur yamas ümid edilir. Nitekim âir el-Mütenebbi yUJlT jâ


/yv'jL} “Yamur yüklü siyah bulutlar gibi bir

Ondan hem korkulur hem de ümit beklenir. Tpk, buluttan hem hayat
delikanl. ,

umulmas, hem de yldrmlarndan korkulmas gibi” demitir.

Mesela yolcu ve torbasnda hurma ile kuru üzüm bulunan bir kimse gibi,
2)
yamurun yamasnda zarar olanlar, yamurdan korkar; yamurun yamasnda
faydas olanlar da onu ümid edip beklerler.

3) Dünyada gerçekleen herey, kimilerine göre en hayrl, kimilerine göre de


en erli eylerdir. te yamur da, ister zaman, ister mekan cihetinden olsun, ona
lam o zaman muhtaç olanlar için en hayrl, yamurdan zarar görecek kimseler için

de en erli birey olur.

Bil ki, imein meydana gelmesi, Allah’n kudretine delâlet


ÜÇÜNCÜ MESELE eden, enteresan bir delildir. Bunu öyle izah ederiz:
sv ve nemli parçalar ile, kuru ve yakc
Bulutlarn, birtakm
parçalardan meydana gelmi cisimler olduunda üphe yoktur. Yine bulutun galib
özelliinin, o sv parçalar olduunda üphe yoktur. Su, souk ve nemli; ate ise
kuru ve yakc bir maddedir. Taban tabana zd olan iki eyden birinin dierinden
meydana gelmesi, akln kabul edecei birey deildir. Binâenaleyh zdd zddan
meydana getirecek, hür ve irade sahibi bir fâilin mutlaka olmas gerekir.

Buna göre ayet, "Niçin öyle denilemesin: Rüzgar, bulutun kütlesinin içine girmi
ve souk da bulutun d
yüzeyini kaplamtr. Böylece bulutun yüzeyi âdeta d
donmutur. Sonra bu rüzgar, bulutu zorlayarak paramparça etmitir. Böylece bu
iddetli parçalanmadan, sert bir hareket meydana gelmitir. Bu sert hareket, snmay
dourur ki, ite imek budur” denilirse, buna öyle cevap verilir: Söylediiniz herey,
akln hilafnadr. Bu hususu, birkaç ekilde izah edibiliriz:
m / 13. cm TEFSÎR-l KEBÎR

a) Eer durum zaman bir imek meydana


böyle olsayd, “her nerede ve her ne
gelirse, mutlaka bir gök gürültüsü de meydana gelir. Gök gürültüsü ise, o bulutun
parçalanmasndan meydana gelen sestir” denilmesi gerekirdi. Halbuki durumun
böyle olmad malumdur. Çünkü çou kez, peisra bir gök gürlemesi olmakszn
imek çakabilir.

b) Bu hareketin çok kuvvetli olmas meydana gelen snma, bulutun


sebebiyle,
soukluunu gerektiren, o sv özelliinin zdddr. Bu kuvvetli zd mevcud olduuna
göre, buluttadaha nasl o kuru ve yakc özellik bulunabiliyor? Aksine biz diyoruz
ki, büyük ateler bile, üzerine su döküldüünde söner. Halbuki bulutun tamam

aslnda sudur. O halde, o bulutta daha nasl, zayf da olsa bir ate ûlesi meydana
gelebiliyor?

c) Size göre, atein rengi yoktur. O halde, farzet ki o bulutun parçalar sebebiyle
meydana gelen mevcut kuvvetten dolay bir ate meydana geliyor. Fakat atein o
krmz rengi nereden peydah oluyor? Böylece, onlarn sürdüü sebebin zayf
ileri

olduu ve srf su olmasna ramen bulutun kütlesinde meydana gelen atein ancak
hakîm ve kâdir bir kudret sâyesinde olabilecei anlalr.

Bulutun Olumas
kincisi, ayetteki JU£J' “(O) ar
peydah edendirbulutlan
buyruu ile anlatlan husustur. Keâf sahibi öyle der: “Sehâb, cins ismi olup,
müfredi, “sehâbetün” (bir bulut)dur. “Sikâl” ise, “sakyletün” (ar) kelimesinin
çouludur. Çünkü sen tpk,
“Ar bulut ve ar
fljf iU-ij
bulutlar”
iijil

da dersin.” Bulutlarn
dediin
ar
gibi, JÜi ^
oluu, tadklar sudan
dolaydr.

Bil kibu da, Allah’n kudret ve hikmetinin delillerindendir. Çünkü bulutun o sv


cüzlerinin, ya hava boluunda meydana geldii, yahut da yeryüzünden yükseldikleri

söylenebilir. Binâenaleyh eer birincisi onlarn o bolukta meydana


olursa,
gelmelerinin, hakîm ve kâdir bir var edicinin onlar var etmesi ile olmas gerekir ki,
elde etmek istediimiz netice budur. Yok eer ikinci ihtimal, yani onlarn yeryüzünden
yükselmi olmalar ihtimali söz konusu olursa, bu hususta, "O sv parçacklar souk
hava tabakasna ulatklarnda donarlar ve böylece arlarlar, daha sonra da
yeryüzüne düerler” denilmesine gelince, biz deriz ki: “Bu, yanltr. Çünkü yamurlar
farkl farkldrlar. Bazan damlalar büyük, bazan küçük; bazan birbirine yakn, bazan
uzak; yamurun uzun zaman yamasnda olduu gibi bazan uzun süreli, bazan ksa
süreli olur. Binâenaleyh yeryüzünün ve buharlar stan günein karekteri ayn
(deimez) olmasna ramen yamurlarn deiik ekillerde olmas, mutlaka hür ve
irade sahibi bir yaratcnn tahsisi ile (bu özellikleri onlara vermesi) ile olmaldr. Hem
sonra tecrübeler de, duâ ve niyazn, yamurun yamasnda büyük bir tesirinin
olduuna delalet etmektedir, ite bundan ötürü yamur namaz merû klnmtr.
D

I V cm, RA' SÛRES 1 3/12-13 13. Clll / 413

Binâenaleyh yamurun yamasnda müessir olann, tabiat ve onun özellii deil,


hür ve irade sahibi bir fâilin kudreti olduunu anlyoruz.

Gök Gürlemesi
Üçüncüsü, bu ayette zikredilen “ra’d” (gök gürültüsüdür. Cenâb- Hak,
uigT ja Â&Ulj “Gök gürültüsü hamd ile, melekler de

O’nun korkusu ile O’nu tebih ederler” buyurmutur. Bu ifâde ile ilgili u görüler
söylenmitir:

1) melein addr. Gök gürültüsü ile iitilen ses ise, o melein Cenâb-
Ra’d, bir

Hakk’ tebih ediinin sesidir. Ibn Abbas (r.a.)’n öyle dedii rivayet edilmitir. “Bir
yahûdi, Hz. Peygamber (s.a.s.)’e, gök gürültüsünün ne olduunu sormu. Bunun
Üzerine Hz. Peygamber (s.a.s.) l* öjrî ja yUtJU 'ja lAi. m
ilil U, “Ra’d, elinde ateten mzrak bulunan ve onlarla bulutlan Allah’n
(36) buyurdu.
diledii yere sürüp götüren, bulutlar üzerinde görevli bir melektir”
Bunun üzerine onlar, “O halde, duyduumuz o ses ne?” dediklerinde, Hz.

Peygamber (s.a.s.), “O da, onun bulutlan sürmesidir buyurdu. Haan el-Basrî'nin,
“O, Allah’n yaratt bir varlktr, ama bir melek deildir” dedii rivayet edilmitir.

Bu görüe göre, “ra’d”, bulutlar üzerinde görevli olan melektir, gök gürültüsü de,
onun Allah’ tebih ediidir. O sese de, “ra’d” denmitir, ibn Abbas (r.a.)’dan rivayet

edilen u husus da bunu tekid eder: ibn Abbas,


gök gürültüsü duyduunda, ”Ey bir

Ra’d, senin tebih ettiin Allah’, ben de tebih ederim” derdi. Hz. Peygamber
(s.a.s.)in öyle dedii rivayet edilmitir: Jlai? JÜ3' ilil o[
iiiîii lilAia)' tethaij “Allah ar bulutlar yaratt. Onlar,

en güzel ekilde konuur, en güzel bir biçimde


bir gülerler, onlarn konumas,
gök gürültüsü; gülmesi de imektir’’ (37 ^

Bil ki bu, uzak bir ihtimal deildir, çünkü ehl-i sünnete göre, hayatn bulunmas
için, mutlaka bünye art deildir. Binâenaleyh Cenâb- Hakk’n, bulutun
bir

parçalarnda hayat, ilmi, kudreti ve konumay yaratmas uzak bir. ihtimal deildir.
Buna göre duyulan ses, bulutun bir iidir. Hem bu, nasl uzak görülebilir ki?
"Semendel”( 30>in, ateten; kurbaann souk sudan; büyük kurtçuklarn, uzun
zaman beklemi kardan meydana geldiklerini görmekteyiz. Hem, Hz. Davud (a.s.)
zamannda dalarn; Hz. Muhammed (s.a.s.) zamannda da çakl talarnn Allah’
tebih etmeleri akldan uzak görülmediine göre, bulutlarn tebihi nasl uzak
görülebilir?

36) Tlrmlzî, tefsir, 14 (5/294); Müsned 1/274.


37) Müsned, 5/435.
38) Matbu nüshada böyle ise de. dorusu Semenderdir. Bu: "küçük bir kurtçuk olup atei söndüren
bir sv salglar. Bu sebepten atete yanmad söylenir." (Müncid).
416 / 13. Cilt TEFSÎR-1 KEBÎR

Bj görüe göre, ister bir melek olsun, ister baka birey olsun, ‘‘ra’d” denen ey
hakknda iki görü vardr:
1- O, melek deildir. Çünkü Cenâb- Hak, bu kelime üzerine ‘Ve melekler”
bir

diye, melekleri atfetmitir. Halbuki ma’tûf, matûfun aleyhden baka bir eydir.

2- Bunun, melekler cinsinden olmas da uzak bir ihtimal deildir. Hak Teâlâ’mn
“Kim Allah’a, meleklerine, peygamberlerine, Cebrâil’e, Mîkâil’e düman olursa”
(Bakara, 98 ) ve “B/z, peygamberlerden, senden, Nûh’dan, brahim’den mîsâk
almtk” (Ahzab, 7) ayetlerinde de olduu gibi, Cenâb- Hak “ra’d”i, erefini
göstermek için ayrca bizzat zikretmitir.

2) Ra’d, o belli (gök gürültüsü) sesin addr. Bununla beraber “o ses”, Allah
Teâlâ’y tebih eder. Çünkü tebih, takdis ve benzeri eyler ancak, Allah Teâlâ’y
'takdis ve tenzih manasnda olan bir lafzn bulunmasdr. Binâenaleyh o sesin
meydana gelmesi, noksanlktan ve mümkin bir varlk olmaktan münezzeh olan bir
zâtn mevcûdiyetine delil olunca, gerçekte bu tebih olmu olur ki, “ Hiçbirey
bir

hâriç olmakszn, herey O’nu hamd ile tebih eder” [\sr&,u) ayetinin anlatt mana
da budur.

tebih etmesinin manas, onu (gök gürültüsünü) duyan insanlarn Allah’


3) Ra’d’in
tebih etmeleridir. te bu sebebten ötürü, insanlarn bu tebihi gök gürültüsüne
(ra’d’a) nisbet edilmitir.

göre ‘‘ra’d”, meleklerin sesleri; “berk” (imek)


4) Sûfilere ise, kalblerinin ve
gönüllerinin scak nefesleri; yamur da, onlarn gözyalardr.

Semavî-Rûhanî Varlklar

Eer, “Ra’d ne demektir?" denilirse, deriz ki: Bu hususta geni izah,


djö 4-j (Bakara, i9) ayetinin tefsirinde yapmtk.
» .
1 V ' •

Cenâb- Allah, ja Â. v dJ
.
l
j Melekler de O’nun korkusu ile (onu tebih
ederler)” buyurmutur. Bil ki baz
öyle demilerdir: "Allah Teâlâ bu
müfessirler
"melekler” ile, “Ra’d”in yardmcs olan melekleri kastetmitir. Çünkü Allah Teâlâ,
Ra’d adl o melee, yardmclar vermitir. O halde, bu ifadenin manas, "O melekler
de, Allah korkusu ve hayetinden ötürü, Allah’ tebih ederler” eklindedir. Ibn Abbas
(r.n..) öyle demitir: "O melekler, Allah’dan korkarlar, ama insanlarn korkusu gibi

deil, çünkü onlardan hiçbiri, sanda ve solunda kimin olduunu bilemez ve onlar,
yeme, içme ve baka birey Allah’a ibadetten alkoyamaz.”

muhakkik feylesoflar “Bu ulvî neticeler, ancak semavî ve ruhânî bir güç
Bit ki

ile tamamlanr. Binâenaleyh bulutlarn, kendilerini idâre eden belli bir semavî rûhu

vardr. Rüzgar ve benzeri dier gök hadiselerinin durumu da ayndr” demilerdir ki


bu, ‘‘Ra’d, Allah’n bir meleinin addr ve o, Allah’ tebih eder” diye naklettiimiz

I l. C üz, RA’D SÛKliSl 13/12 13 13. Cilt / 417

görüün aynsdr. O halde, ite bu ibare ile müfessirlern ifade ettikleri görü,
muhakkiklerin feylesoflardan naklettikleri eyin aynsdr. O halde bunu inkâr etmek,

akl olana nasl yakr?


Yldrm Hakknda
Dördüncüsü; Bu ayette zikredilen delillerin dördüncüsü, Hak Teâla’nn
UiJ ja I4J
4-r^ J*' Jr'jiJ ““O, yldrmlar gönderip, onunla kimi dilerse
çarpar öldürür" ayeti ile ifâde ettii eydir. Bil ki, “savâik”in manasn daha önce,
Bakara suresinde, (Bakara, 19) zikretmitik. Müfessirler bu ayetin, Âmir b. et-Tufeyl
ile, Lebîd b. Rabi’a’nn kardei Erbet b. Rabia hakknda nâzil olduunu
söylemilerdir: Bu ikisi, mahkemelemek için diye Hz. Peygamber (s.a.s.)’e gelmi,
ama aslnda onu öldürmeyi planlamlard. Erbet b. Rabî’a “Rabbimizi bize anlat.
O bakrdan m, yoksa demirden midir?” demiti. Geriye dönünce, üzerine bir yldrm
dümü, onu yakmt. Allah, Âmir’e de, tpk bir deve hastal gibi bir hastalk vermi,
o da Benû Selûl’den bir kadnn evinde ölmütü.

“yldrm” ii, gerçekten enteresandr. Çünküo bazan buluttan çkar. Buluttan


Bil ki

indii zaman ekseriya denize dalar ve denizin derinliklerindeki balklar yakar.


Feylesoflar, onun kuvvetini anlatmada mübalaa etmilerdir. Bunun Allah’n kudretine
delil getiriliinin izah öyledir: "Ate, scak ve kurudur. Onun tabiat ve
zddr. Binâenaleyh scaklk ve kuruluk
karakteri bulutun tabiat ve karakterine
bakmndan bulutun tabiatnn, altmz
ve bildiimiz atein tabiatndan daha zayf
1) gerekir. Fakat durum böyle deildir. Çünkü o (yldrm), bu dünyann ateinden
olmas
daha kuvvetlidir. Binâenaleyh onun, bu özellie sahib oluunun, mutlaka bir fâil-i
muhtarn, bu özellii ona vermesi ile olmas gerekir.

Mücadelenin Buradaki Manas

Bil ki Allah Teâlâ bu dört delili zikredince, 4M J “Halbuki onlar Allah

hakknda mücâdele edip duruyorlar” buyurmutur. Allah Tealâ, U piâj “Allah,

her diinin neye gebe olacan bilir (Ra da, 8) buyurarak ilminin kemalini beyân etmi

idi. Bu ayette de, kudretinin kemâlini beyan etmitir. Onlar ise Allah hakknda
mücâdele edip duruyorlar ” yani “O kâfirler ise, bu delillerin ortaya çkmasna
ramen, Allah hakknda hâlâ mücâdele ediyorlar” demektir. Bu, birkaç manaya
gelebilir:

Bundan maksat, “Rabbimizi bize anlat, O, bakrdan m, demir den mi?” diyen
kâfirin sözüne reddir.

2) Bununla, o kâfirlerin, öldükten sonra dirilmeyi, hari ve neri kabul etmeme


hususundaki mücâdelelerini reddetme manas kastedilmitir.

3) Bununla, onlarn (Kur’an’dan) baka mucize istemeleri reddedilmitir.


3 ” ”

4M/ 1 • cm TEFStR l KEBÎR

4) Bununla, onlarn (çarçabuk) balarna kökünü kazma azabnn gelmesini


istemeleri reddedilmitir.

Bu ifadenin bandaki "vâv” (ve) edat ile ilgili olarak u iki görü belirtilmitir:

a) Bu, vâv- haliyyedir ve ifâdenin manas, “Yldrm, Allah’n diledii kimselere


onlar Allah hakknda mücâdele ederken, çarpar öldürür” eklindedir. Çünkü Erbet
Allah hakknda mücâdele ettii zaman, yldrm çarpp onu öldürmütür.

b) Bu, Buna göre Cenâb- Hak sanki o delilleri zikrettikten


vâv- isti ’nâf iyedir. sonra,
“ Onlar Allah hakknda mücâdele edip duruyorlar" demitir.

edîdü’l-Mihâl

Daha sonra Cenâb- Allah, 4^*^' A!*P* “O, kudret ve azabnda çetindir
buyurmutur. “Mihâl” kelimesi ile ilgili baz izahlar yaplmtr: bn Kuteybe öyle
demitir: “Bunun bandaki mim harfi, zâid ilâve olup, kökü jj*l masdardr.
Bunun bir benzeri de, “mekân” kelimesinin bandaki “mim” harfidir.” Ezherl ise
öyle demitir: “Bu görü yanltr. Çünkü bir kelime, “misâl” gibi, “fi’âl” vezni
üzere olur ve banda meksûr bir mim bulunursa bu mim kelimenin aslî harflerinden
olur, mihâd (beik), midâs (yatak) ve midâd, (hokka) kelimelerinde olduu gibi.

Alimler, bu kelimenin, kökünün ne olduu hususunda deiik görüleri ileri u


sürmülerdir:

1) Bunun, bir kimse bir bakasn ^yakalayp, padiaha götürerek, onu ölümle yüz
yüze getirdiinde söylenen oSl* j_^i deyiminden ve hile yollarna
bavurup, bu hususta gayret gösteren kimse için söylenen ii£) JA^j ifâdesinden
alnma olduu söylenmitir. Buna göre kelimenin manas “Allah Teâlâ'nn,
dümanlarna kar hile ve tuza, cezas ve ikâb çok güçlüdür. Onlar, hiç
beklemedikleri bir ekilde helâk eder” eklindedir.

2) iddet ve sknt manasnadr.


Mihâl, Ktlk ve sknt yllarnn da,
“senetü’l-mahl” diye isimlendirilmesi bu yüzdendir. Yine ayn kökten olarak,
VUy üSti "Falancaya mukavemet
bakalm hangimiz daha iddetli
ettim,

imiiz” denilir. Ebu Müslim ise, bu kelimenin, mahl masdarndan, fi’âl vezninde
“lddet-kuvvet” manasnda bir isim olduunu, bu veznin karlk ve cezâ verme
manasnda kullanldn söylemitir. Buna göre sanki mana, “Allah’n karlk ve ceza
vermesi çok iddetlidir” eklinde olur.

Bu hususta müfessirlerin deiik izahlar vardr: Mesela Mücahid ve Katâde,


buna, "kuvveti çok çetin”; Ebu Ubeyde, “ikâb çetin”; Haan el-Basri, "intikam
çetin”; bn Abbas da, "engellemesi çetin” manalarn vermilerdir.


3) bn Arefe öyle demitir: “Arapça’da, mücâdele etti manasnda, «y» j*
I etiz, RA’D SÛRES 11/14 13, CIU / 419

(ii ile urat) denilir. Binâenaleyh ayetteki bu ifade, “mücâdelesi çok çetin olan"
demektir.

ç) Baz âlimlerin, manasn verdikleri de rivayet


bu ifâdeye, "kini ve öfkesi çetin”
edilmitir. Ama çou alimler bunun doru olmadn, çünkü Allah için kinin
düünülemeyeceini söylemilerdir. Fakat biz, bu Tefsirimizde böylesi lafzlar Allah
hakknda kullanld zaman, bunlarn ârazlarn (yani ifâde ettikleri sfatlarn)
balangçlar (sebepleri) manasna deil, sonuçlan ve neticelerine göre kullanldklarn
söylemitik. Binâenaleyh buradaki "kin" ile de, u mana kastedilmitir: "Allah Teftlft,

irâdesi gizli olmakla berâber, o insana bu erri (cezay) ulatrmay irâde eder."
*

“Hak da’vet ancak O’nundur. (Müriklerin), O’ndan baka dua ettikleri ise,

hiçbirekilde kendilerine icabet etmez. Onlar ancak azna gelsin diye, suya
doru iki avucunu açan kimse gibidir ki, bu kimse asla ona ulaamaz.
Kâfirlerin duâs kaybolup gitmeye mahkûmdur”
(Ra’d, 14).

Bil ki, “Hak davet ancak O’nundur” buyruu ” "Hak davet ancak Allah'ndr,
Allah’a aittir" demektir. Bu ifâde ile ilgili iki bahis vardr:

Birinci Bahis: Müfessirlerin, bu hususta birkaç görüü vardr:

1) krime, bn Abbas (r.a.)’n öyle dediini rivayet etmitir: "Hak davet (gerçek
dua), "Lâilâhe illallah" sözüdür."

2) Haan el-Basri’nin görüüne göre, "Allah, haktr. O’nun duas, yani Ona
yaplan duâ da haktr.” Buna göre Haan el-Basrî sanki u
manay imâ ediyor:
"Sadece Allah’a dua etmek, hak ve gerçektir."

3) Allah’a ibâdet etmek, hak ve sdktr.

Bil ki hak, mevcûd olandr. Mevcûd olan eyler de iki ksmdr:


420 / 13. C ili
TEFSiR-I kebIr

1) Yok olmay kabul eden (yok olabilecek olan) ksm ki, bunun bâtl olmas da
mümkindir.

2) Yok olmay kabul etmeyen ksm ki, bu ksmn


olmas mümkin deildir. bâtl
te gerçek hak budur. Zat itibar ile vâcibu’l-vücûd olan mevcûd (var) olduu zaman,
yokluu kesinlikle kabul etmez (yani onun yok olmas düünülemez). Binâenaleyh
mevcudat “hak” olmaya en layk olan varlk O'dur ve “hak” olmaya en layk
içinde
inanç ve zikir, O’nun var olduuna inanmak, varln zikretmektir. Bu izah ile sâbit
olur ki, varlklar içinde O’nun varl gerçek “hak”tr, inançlar içinde de O’nun varlna
inanç gerçek “hak’tr. O’nu medh-ü senâ etmek, ulûhiyyetini ve kemâlini itiraf etmek
ve zikretmek de, zikirler içinde gerçek hak ,, tr. te bundan dolay O, “Hak da’vet
,,

(dua, ibadet, çar, isim) ancak O’nundur” demitir.

kinci Bahis: Keâf sahibi öyle demitir: “ 5 ifâdesi ile ilgili iki izah vardr:

1) “Da’vet” kelimesi “bâtl”n zdd olan


“hakk”a muzaf klnmtr. Nitekim bu
manada “hak” lafzna, “kelimetü’l-hak” ifâdesinde "kelime” lafz da muzaaf
klnmtr. Bundan maksad, bu da’vetin “hak” olduunu, batllk emârelerinden
tamamen uzak olduunu anlatmaktr. Bu, bireyi sfatna izâfe etmek (muzaf klmak)
çeidinden bir izâfedir.

2) “Allah” manasnda
"hak” kelimesine “da’vet” muzaf klnmtr.
olan
Binâenaleyh bunun manas, “Hakka, yani duyan ve icâbet eden Allah’a yaplm
olan da’vet (duâ)” eklindedir. Haan el-Basri’nin, “Hak, Allah Teâlâdr. O’na yaplan
her duâ da hak duâdr” dedii rivayet edilmitir.

Kâfirlerin Duasnn Sonucu


Daha sonra Cenâb- Hak, ’j* jtjhjO'ndan bakaduâ ettikleri eyler ise”
yani "Kâfirlerin, Allah’n dnda duâ ettikleri ilahlar ise,
$ öjLfrZ.J Y
“hiçbirekilde kendilerine icâbet edemezler” yani” o kâfirlerin istedikleri eylere
ancak iki avucunu, kendisine su gelsin diye suya uzatm kimseye, suyun icâbet
'etmesi (karlk vermesi) gibi icabet ederler” buyurmutur. Su ise canszdr, ellerini
kendisine uzatan kimseyi, onun susuzluunu ve ihtiyacn hissetmez, görmez, o
kimseye karlk vermeye ve onun azna kendiliinden ulamaya kâdir deildir. O
kâfirlerin duâ ettikleri
da canszdrlar, onlarn duâlarn duyamaz, onlara karlk
putlar
veremez ve onlara fayda vermeye kâdir deildirler. Denildi ki, onlarn putlarna
yaptklar duâlarnn faydasnn az oluu, iki avucu ile su içmek isteyip, parmaklarn
açarak ellerini suya uzatan (daldran), ama avucuna su gelmeyen, böylece de su
içme fiiline ulaamayan kimsenin haline benzetilmitir.* 39 ) Buradaki fiil tâ’l olarak

39) Zira parmaklarnn aras açk olduundan suyu tutmaz (ç.)


IV Cüz, RA' D SÛRES 13/15 13. C 'ili / 421

ted'ûne (duâ ettiiniz) eklinde; tâ ifâdesi de tenvinli olarak, tâ Ja

eklinde de okunmutur.

Daha sonra Allah Teâlâ Jt Oij^* “Kâfirlerin duâs kaybulup


gitmeye mahkûmdur” buyurmutur. Yani, “Boa
faydas yoktur.gitmitir, hiçbir
Çünkü onlar Allah’a duâ ederlerse, Allah onlara icabet etmez. lahlarna (putlarna)
duâ ederlerse de, putlar icâbet etmeye kadir olamaz” demektir.

Göklerde ve Yerde Bulunanlarn Allah’a Boyun Emesi

“ Göklerde ve yerde kim varsa onlar da, gölgeleri de sabah akam, ister

istemez Allah ’a secde eder”


(Ra'd, 15).

Bil ki burada bahsedilen “secde”nin manas hususunda iki görü vardr:

Birinci Görü: Bu “secde”den murad, aln yere koyma manasndaki secdedir.

Bu manaya göre, ayetin iki izah vardr:

a) Bu, her ne kadar umûmî bir ifâde ise de, bundan murad huj&Jöî (belli)

varlklardr. Onlar da mü’minlerdir. Çünkü baz mü’minîer, Allah’a kolaylkla ve arzu


ile secde ederler. Baz müslümanlar ise, bu kendilerine ar geldii için, Allah’a kerhen

(zorlanarak) secde ederler. Onlar kendilerini, nefisleri istese de istemese de, bu


ibadetleri yerine getirmeye zorlarlar.

b) Bu ifâde umumîdir ve bundan kastedilen mana da umûmîdir. Buna göre, ayette


bir mükil söz konusudur. Çünkü göklerde ve yerde olan herey, Allah’a secde etmez.
Aksine melekler ile cin ve insanlardan mü’min olanlar Allah’a secde ederler. Kâfirler

ise secde etmezler.

Buna iki ekilde cevap verilebilir:

1)“Göklerde ve yerde kim varsa onlar da Allah’a secde ederler”', yani,


“Göklerde ve yerde olan her canlnn Allah’a secde etmesi gerekir” demektir. Böylece
gereklilik (vücûb) olma ve meydana gelme ile ifâde edilmitir.

2) Secdeden murad, ta’zîm ve kulluu itiraftr. Allah’n da, “Andolsun ki onlara,


422 / s. cm TEPSÎR-I KIîBlR

gökleri ve yeri kimin yarattn sorarsan, muhakkak “Allah” derler” (Lckman, 25)

buyurduu gibi, göklerde ve yerde bulunan her canl, Allah’a kulluu itiraf eder.

kinci etmek, boyun emek ve bakaldrmamak


Görü: Secde, inkyâd
anlamndadr. Bu manaya göre, göklerde ve yerde olan her canl, Allah’a secde ediyor,
demektir. Çünkü O’nun, kudret ve meieti, herkes hakknda geçerlidir. Bu hususta
sözün özü udur: Allah dnda kalan her ey, zât gerei mümkindir. Zât gerei
mümkin olan varln mahiyeti, var olmay veya var olmamay ayn derecede kabui
eoer. Böyle olan her varln, varlnn yokluuna; veya yokluunun varlna üstün
gelmesi, ancak bir mûcidin ve bir müessirin tesiriyle olur. Böylece, Cenâb- Hakk'n
dnda kalan her eyin varl, O’nun var etmesiyle; yokluu da, O’nun yok etmesiyle
olmu olur. Binâenaleyh O’nun tesiri, var etme ve yok etme hususunda, bütün
mümkin varlklar hakknda geçerlidir ki, ite bu da secde etmektir, tevâzu, huzû ve
inkyâd demektir. Bunun bir benzeri ifâde de, Cenâb- Hakk’n “Bilakis göklerde ve
yerde ne varsa hepsi O’nundur. Hepsi de O’nun emrine râmdrlar (Bakara, ne) ve
“Halbuki göklerde ve yerde ne varsa (hepsi) ister istemez O’na boyun emitir”
(Ai-i imrân, 83) ayetleridir.


Cenâb- Hakk’n Ujfj Ujlo ister istemez” ifâdelerine gelince, bununla u
murad edilmitir: “Mesela hayat ve zenginlik gibi baz hadiselere, insann yaratl
temayül eder, onu arzular. Ölüm, fakirlik, körlük hüzün, kötürüm olma ve her türlü
kötülüklerden de, insann yaratl nefret eder, uzaklar. Halbuki bütün bunlar,
Allah’n kazâs, kaderi, tekvini ve icadyla meydana gelirler. Hiç kimsenin, bunlara
kar koyma ve bunlar savuturma gücü yoktur.”

Daha sonra Cenâb- Hak, jAAU “gölgelerinde sabah akam”


buyurmutur. Bu hususta iki görü bulunmaktadr:
Birinci Görü: öyle demilerdir: ster mümin isterse kâfir olsun, her
Müfessirler
ah’n gölgesi, Allah’a secde eder. Mücâhid öyle demitir: Mü’minin gölgesi, Allah'a
isteyerek; kâfirin gölgesi de istemeyerek secde eder. Zeccâc da öyle demektedir:
Tefsirde varid olduuna göre kâfir, Allah’dan bakasna; gölgesi ise Allah’a secde
eder. te bu noktada, bnu’l-Enbari de unu ilâve etmektedir: “Allah Teâlâ'nn tpk
dalara anlay verip, böylece de o dalarn Allah’ tebih etmekle megul olmalar
ve Allah’n da “Derken Rabbi o daa tecelli edince, onu paramparça ediverdi”
(A rat, 143) buyurduu gibi; tecellisinin o dada zuhur etmesi gibi, Allah Teâlâ'nn

dalara, sayesinde secde edebilecekleri akl ve anlay vermesi ve yaratmas da uzak


bir anlay deildir.

kinci Görü: Gölgelerin secde etmesinden murad, onlarn bir taraftan dier tarafa
meyletmeleri,günein alçalmasyla uzayp, yükselmesiyle de ksalmalardr. O halde
o gölgeler, uzamalarnda, ksalmalarnda ve bir taraftan dier bir tarafa
meyletmelerinde, Allah’a inkyâd etmi ve teslim olmular demektir. Burada, hassaten
423
13. Cüz, RA 'D SÛRES 13/16 13. Cilt /

akamdan ve sabahtan bahsedilmitir; çünkü gölgeler, ancak bu iki vakitte büyür

ve o çoalrlar.

Sahte Tanrlarn Aczi

“De ki (Resûiüm), “göklerin ve yerin Rabbi kimdir?" De: “Allah’dr.” Söyle:


“O halde O’ndan baka kendilerine bile ne bir fayda, ne bir zarar vermeye
malik olmayan birtakm veliler mi, (mabûdlar m) edindiniz?” Söyle: “Gözü
görmeyenlerle, gören bir olur mu? Yahut karanlklarla nûr bir olur mu? Yoksa
O’nun yaratt gibi yaratan ortaklar buldular da, bu yaratma,
Allah’a,
kendilerince birbirine mi benzedi?” De ki: “Allah her eyi yaratandr O, birdir .

kâinatn yegâne hâkimi ve sahibidir”


(Ra’d, 16).

Bil ki, “ona boyun eiyor” manasnda, göklerde ve yerde bulunan


Allah Teâla,
her eyin, Allah'a secde ettiini beyan edince, putperestleri reddetmeye
yönelerek ilt Ji jî ““De ki (Resulüm) “göklerin ve ,

yerin Rabbi kimdir?” De: “Allah’dr ” buyurmutur. Bu cevap, kendisine sorulan


kimsenin kabul edecei, tasdik edecei ve reddetmeyecei bir cevap olunca, onlarn
bunu kesinlikle inkâr etmeyeceklerine dikkat çekmek için, bu cevâb hatrlatann Hz.
Peygamber (s.a.s.) olmas için ona böyle demesini emretmitir. Hak Subhanehuve
Teâlâ, kendisinin, her var olann, kainattaki her eyin Rabbiolduunu beyân edince,

“Onlara de ki: “O halde, onlar kendileri için herhangi bir fayda ve zarara malik
olmayan birer cansz varlk olduklar halde daha niçin Allah' brakp da, onlar dost

edindiniz?” demitir. O fayda elde etmekten ve kendilerine


putlar, kendileri için bir

gelebilecek zarar da defetmekten aciz olunca, onlar, bakalar için bir fayda elde
etmekten ve bakalarndan zarar savuturmaktan ise, haydi haydi aciz olurlar...
Binâenaleyh onlar, buna kâdir olamadklarna göre, onlara ibâdet etmek de, mahza
abes bir i ve aklszlk olur.
424 /13. Cl!« TEFSlR-1 KEBÎR

Cenâb- Hak, bu denli açk olan deliller serdedince, bu gibi delilleri bilmeyenin,
anlamayann adetâ “kör” gibi; onlar anlayann ise, "gören” gibi; bu gibi hüccetleri
bilmeyenin karanlklaçbilenlerin ise, nurlar gibi olduklarn beyan etmitir. Herkesin,
zarurî olarak, kör olann görene; karanln nura, eit ve denk olmadklarn bilmesi
gibi; yine herkes, zarurî olarak, bu delilleri bilmeyenin, onlar bilene eit
ve müsavî
olmayacan da bilir..
Hamza, Kisaî, Ebu Bekr ve Asm’n
Amr, yâ ile jjli'j 6uik)l
ravisi
eklinde okumulardr. Zira bu fiil, cemi olan isimden önce gelmitir. Dier kraat
imamlar ise, tâ ile testevl eklinde okumulardr. Ebu Ubeyde de, bu ikinci okuyuu
tercih etmitir.

Putlarn Yaratt ey Yoktur

Daha sonra Cenab- Hak bu izah tekid ederek, ÜTj 4Ü fi


^U
“ Yoksa Allah’a, O’nun yaratt gibi yaratan ortaklar buldular da

da, bu yaratma, kendilerince birbirine mi benzedi?" buyurmutur. Yani "Onlarn,


Allah’n erikleri olduunu iddia ettikleri bu eylerin, Allah’n yaratmasna benzer bir
yaratmalar, mahluklar yoktur yaratma vasfnda Allah’n ortaklan
ki onlar, o putlarn,
olduklarn, böylece de o putlarn, ulûhiyyette Allah’n ortaklar olmalar gerektiini
söyleyebilsinler. Tam aksine o mürikler, bu putlardan, kesinlikle herhangi
bir fiilin
sâdr olmadn, ne yaratmann ne de tesirlerinin bulunmadn zarurî olarak bilirler.
Durum böyle olunca da, onlarn, o putlarn, ulûhiyyette Allah’n ortaklar olduklarna
hükmetmeleri srf aklszlk ve srf cehâlet olur. Ayetle ilgili birkaç mesele vardr:

Bil ki alimlerimiz, fiillerin yaratlmas meselesinde bu ayetle


BRNC MESELE birkaç yönden istidlâl etmilerdir;
Kulun Yaratc Olmasnn Butlan 1 ) Mutezile, canllarn da, tpk Allah’n yaratt hareketler
ve sükûnlar gibi, birtakm hareket ve sükûnlar yarattklarn
iddia etmitir. Böyle olmas halinde, onlar, tpk Allah’n yaratmas gibi yaratan birtakm
erikleri, Allah’a nisbet etmi olurlar. Allah Teâlâ’nn bu ayeti, zemmetme ve kabul
buyurmama sadedinde zikretmi olduu malûmdur. Böylece bu ayet, kulun kendi
fiilini yaratamayacana delâlet etmi olur.

Kadî öyle demitir: Biz her ne kadar, "kul da bir eyler yapar ve yaratr” dediysek
de, ancak ne var ki, kulun mutlak manada yarattn söylemiyoruz. Eer biz
bunu,
mutlak anlamda söylemi olsaydk, o zaman biz, kulun, tpk Allah’n yaratt gibi
yarattn söylemezdik. Çünkü, bizden her biri, Allah’n kudret vermesiyle yapar; o,
yaptn, menfaat elde etmek ya da zarar gidermek için yapar. Halbuki Allah Teâlâ,
bütün bunlardan münezzehtir. Kulun yaratc olduu takdir edilse bile, ancak ne var
ki onun yaratmasnn, Allah’n yaratmas gibi olmad
sabit olmu olur. Hem bu ilzâm
ve susturma, Cebriyye için de geçerlidir. Çünkü onar "Allah’n yaratt eyin
ayns,
kulun kesbi ve fiilidir” derler ki, bu da irkin bizzat kendisidir. Çünkü ilâh ve kul o
n. Cüz. RA' D SÛ RES 13/16 '3. Cll» / 423

llileri yaratma hususunda, tpk, malda paylar bulunan iki ortak gibidirler. Hem
bir

Allah Teâla bu sözü kâfirleri ayplamak ve onlarn davranlarn zemmetmek için


zikretmitir. Binâenaleyh ayet kulun fiili Allah’n yaratt ey olsayd, bu knamann
bir faydas olmazd. Çünkü böyle olmas halinde kâfirler, “Bu küfrü bizde yaratan

Allah olduuna göre, o bulunmas bizim fiilimiz ve ihtiyarmzla olmad


küfrün bizde
halde, daha nasl bundan dolay bizi zemmeder ve bizi, cehâlete ve kusura nlsbet
eder?” diyebilirler.

Birinci Soruya öyle Cevap eyi yokluktan varla


Verilir: “Halk”, ya bir

çkarmak demek, veyahut da ölçüp biçip takdir etmek demektir. Her iki manaya göre
de, kulun muhdis olduunun takdir edilmesi halinde, o kulun “hadis” olmas gerekir.

Bu Konuda Mutezile’nin Yanl


Ama muârzmzn,” kul, her ne kadar yaratc ise de, ancak ne var ki onun
yaratmas Allah’n yaratmas gibi deildir” eklindeki sözüne gelince biz deriz k:

"Halk”, îcâd etmek, var etmek, yokluktan varla çkarmak demektir. Kulun
kudretine göre meydana gelen hareket, Allah’n kudretiyle meydana gelen harekete
denk olunca, o zaman, yaratlan bu iki eyden birisinin, dier kincisinin misli ve dengi
olaca malumdur. Bu durumda da, “Kulun yapt
ey, Allah’n mahlûku olan bu
olan o eye denktir” denilmesi doru ve yerinde olur. Ancak, dier bakmlardan,
bir farkllk ve bakaln bulunduunda da bir üphe yoktur. Ancak ne var ki, dier

bakmlardan bir muhalefetin bulunmas, bu yönden bir denkliin bulunmamasna


zarar vermez. stidlâl hususunda bu kadar ey kâfidir.

Muarzmzn, “Bu, kulun fiili Allah’n yarattdr” dedikleri için, Cebriyye için de
geçerlidir” eklindeki görüümüze gelince, biz diyoruz ki: Bu, gerekli deildir, zira
ayet, kulun yaratmasnn, Allah’n yaratmasnn bir misli olmasnn caiz olmayacana
delâlet etmektedir. Biz, kul için kesinlikle herhangi bir yaratmay kabul etmiyoruz.
O halde bize, böyle bir ey niye gereksin ki?

Muarzmzn, "kulun fiili, Allah’n yaratmas olsayd, o zaman, buna göre kâfirleri

knamak, tenkit etmek makul ve uygun olmazd” eklindeki sözüne gelince, biz deriz
ki: Bunun neticesi una varr: medh ve birzemm bulununca, kulun,
Bir hususunda fiili

bamsz olmas gerekir. Halbuki bu hüküm nakzedilmitir. Çünkü Allah Teâlâ, kâfir
olarak öleceini bildii halde,Ebu Leheb’I, küfründen dolay knamtr. Halbuki biz,
Allah’n bildii eyin aksinin meydana gelmesinin imkânsz olduunu zikretmitik.
te, ayetle ilgili açklamalarn izah bundan ibarettir.

2)Cenâb- Hakk’n, JT j)l^ *)l Ji “De ki: “ Allah her eyi yaratandr” ayetinin
ifade ettii husustur. Kulun “ey” olduunda üphe yoktur.
fiilinin, Binâenaleyh, onun
da yaratcsnn Allah olmas gerekir. Muarzlarmzn bu husustaki sorulan daha önce
geçmiti.
426 / 13. Cilt tefsIr-1 KEBÎR

3) Cenâb- Hakk’n, jv}a)l “O, birdir, kâinatn yegâne hâkimi


ve sahibidir” ayetinin ifâde ettii husustur. Burada, Allah Teâla’nn hangi hususta
tek olduu sorulamaz. Daha önce bahsedilen ey “yaratmak” vasf olunca, buradaki
”vahdet”le, yaratclk hususundaki birlik ve vahdaniyyetin murad edilmi olmas
gerekir. Allah, kendisi dnda kalan eyin yegane hakimidir, kahhârdr. Bu durumda,
bu ifâde de, bizim görüümüzün doruluuna bir delil olmu olur.

Cehmiyye, Allah Teâlâ hakknda "ey” kelimesinin


KNC MESELE kullanlamayacan, yani, O’na ey denilemeyeceini iddia
Allah "ey" bu münakaa, ancak lafzda olup, bu da Ihj
Diye Nitelendirilebilir rni? etmitir. Bil ki

vasfn Allah hakknda kullanlp kulanlamayaca


hususudur. Cehmiyye Allah’a “ey” denilemeyeceini iddia etmi ve ou hususta
u ekilde istidlâl etmitir.

Cenâb- Hak ayet “ey” olsayd, o zaman onun, “Allah her eyi yaratandr”
1)
ifadesinden dolay, kendi kendisinin de yaratcs olmas gerekirdi. Bu imkânsz olunca,
Allah’a “ey” denilmemesi gerekir. “Bu snrlandrlm bir umûm (genel) ifâdedir”
de denilemez. Çünkü, tahsis görmü umum, ancak tahsis edilen ksm, geriye
kalanlardan daha düük ve daha az olduu zaman makbul olur. Bu tpk, bir kimsenin,
"u nar yedim; ancak ne var ki ondan yemediim birkaç tane dütü” demesine
benzer. Burada Allah’n zât, varlklarn en yücesi ve en kymetlisidir. Binâenaleyh,
daha nasl, hakkndaki hüküm hususî olduu halde, genel olan o lafz onu içine
alabilir?

Cehmiyye, Cenâb- Hakk’n, “Onun benzeri gibisi (dahi) yoktur” (ûra, i)


2)
ayetine tutunmutur. Bunlara göre ayetin manas, Allah’n mislinin misli olan birey
yoktur. Halbuki, her hakikatin, kendisinin mislinin misli olduu malumdur. O halde
Allah Teâlâ da, kendisinin mislinin mislidir. Halbuki Allah Teâlâ, kendisinin mislinin
misli olan bir ey olmadna dikkat çekmitir. Binâenaleyh bu da, Allah Teâla’ya
“ey” denilemiyecei hususunda bir nâss olmu olur.

3) Allah Teâlâ’nn, “En güzel isimler Allah’ndr. O halde O’na bunlarla duâ edin”
(Arâf, 180) ayetinin ifâde ettii husustur. Bu ayet, Allah’ ancak, en güzel isimlerle
çarmann caiz olabileceine delâlet etmektedir. Halbuki "ey", mevcûdâtn en
deersizi hakknda da kullanlr. Binâenaleyh bu lâfz, güzellik ve cemâl anlam
vermemektedir. Bu sebeple bu lâfzn, en güzel isimlerden olmamas gerekir.
Binâenaleyh Allah’ bu lafzla çarmann caiz olmamas gerekir.

Ehl-i sünnet alimleri ise, Allah’a “ey” denilebilecei hususunda, O’nun, “ahid
olmak bakmndan hangi ey daha büyük? De ki: “Benimle sizin aranzda Allah
hakkyla âhiddir” (En âm, i9) ayetine tutunmulardr. Kar taraf buna da, Cenab-
Hakk'n jT' frji Ji j “De ki: "ahid olmak bakmndan hangi ey
D

SÛRES 13. Çili / 427


13 . Cüz, RA' 13/16

daha büyük?" fadesi, cevab verilmemi bir sorudur. O'nun "De ki: “Benimle sizin ,

aranzda Allah hakkyla âhiddir” ifâdesi de makabliyle alakas olmayan, yeni


balam müstakil bir cümledir” diyerek cevap vermitir.
Mutezile, Allah Teâlâ’nn, ilmiyle deil, zât gerei âlinij

ÜÇÜNCÜ MESELE kudretiyle deil, zât gerei kâdir olduu hususunda bu


ayete tutunarak öyle demilerdir: “Çünkü, ayet Allah’n
ilim, kudret ve hayat gibi sfatlar olsayd, bu sfatlar, ya Allah’n yaratmasyla var
olacak, veyahut da yaratmas bulunmakszn var olacaklard. Birincisi batldr, aksi halde

teselsül gerekir. kincisi de batldr, zira Cenâb- Hakk’n ^ JJU- ÛI buyruu,


Cenâb- Hakk’n hem zâtna hem de sfatlarna amildir.

bu ayetin, Allah’n zât hakknda tahsis görmü olduuna hükmettik.


Biz
Binâenaleyh bu ifâdenin, Allah’n zâtnn dndaki hususlarda “asi” üzere kalmas
gerekir ki, bu "asi” da Allah Teâlâ’nn zâtnn dnda kalan hereyin yaratcs
olmasdr. Binâenaleyh, ayet Cenâb- Hakk’n ilim ve kudret gibi sfatlar olmu
olsayd, o zaman Cenâb- Hakk’n bunlarn da yaratcs olmas gerekirdi ki, bu
imkânszdr. Mutezile, “halku’l-Kur’an” meselesinde bu ayete tutunarak öyle
demitir: Ayet, Allah Teâlâ’nn, her eyin yaratcs olduuna delâlet etmektedir.
Kur’an, Allah’n kendisi deildir. Binâenaleyh, Kur’an’n da mahlûk olmas ve bu
umûm ifâdenin muhtevasna girmi olmas gerekir.

Cevap: Bu konuda en son söz udur: Gerçi sîa ve lafz, genel olan bir sîadr.
Ancak ne var ki biz bu say, akli delillerden dolay, Allah’n sfatlar hakknda tahsis
ederiz. (Yani O’nun sfatlarn bu genel hükmün dnda tutmak aklen zaruridir)

nkâr, Köpük Gibi Zeval Bulur


,

428 / 13. Cilt TEFSÎR-1 KEBÎR

“O, gökten bir su indirmitir de, vadiler, kendi miktarlarnca akmlardr. Sel
de, yüze çkan bir köpük yüklenip götürmütür. Bir zinet veya bir metâ
elde etmek için atete üzerine yaktklar eylerde de bunun gibi bir köpük, posa
hasl olur. te Allah, hak ile batla böyle bir misâl verir. Amma, derken
köpük atlr gider; insanlara fayda verecek olan eye gelince, ite bu .

yeryüzünde kalr. Allah böylece misâller getirir. Rablerine icâbet edenlere, en


güzeli vardr. Ona icâbet etmeyenler, yeryüzünde bulunan eylerin tamam,
bir misli de berâber kendisininonu muhakkak fedâ ederdi. te onlar
olsa,

hesâbm kötüsü onlar içindir. Barnaklar da cehennemdir. O, ne fenâ


yataktr. Öyle ya, Rabbinden sana indirilenin hak olduunu bilen
kimse, o kör olan kimse gibi midir ? Ancak selim akl sahipleridir ki, iyice
düünür ve idrâk eder”
(Ra’d, 17-19).

Bil ki Allah Teâla, mü’min ile kâfiri, iman ile küfrü, gören ile köre, k ile karanlklara
benzetince, bu sefer iman ve küfür için baka bir misal getirerek,
UjJj SJajl dJU tU frUU' 'ja J>l “O, gökten bir su indirmitir de, vadiler, kendi
miktarlarnca akmlardr” buyurmutur. Suyun dalardan ve tepelerden alçakta olan
vadilerde, o vadilerin geniliine veya küçüklüüne göre karar klp birikmesi gerekir.
olduunda tap yeryüzüne yaylmas, suyun üstündeki
Yine, suyun, o vadilerden fazla
köpüün hakk da, etrafa dalarak sönmesidir. Bu köpük, ister suyun kaynayp
çalkalanmasndan dolay meydana gelen bir beyazlk olsun; isterse suyun tam
olduu küçük ve ince maddelerden meydana gelmi olsun birdir. Cenâb- Hak, suyun
çok iddetli akmasndan meydana gelen bu köpüü zikredince, ate ile meydana
gelen köpük ve tortudan da bahsetmitir. Bu böyledir, zira, yedi maddeden her biri
ya bir süs yapmak, yahut da ev ilerinde kendisine ihtiyaç duyulan eyalardan bir

eya elde etmek atele eritildiinde o maddeden bir tür köpük ve tortu ayrlr.
için,

Bundan yararlanlmaz aksine bu zayi olur, yok olur, geriye o maddenin külü kalr.
Netice olarak diyebiliriz ki: Vadilerden seller aktnda onun üzerinde köpükler olur.
O köpük atlr, geriye ise su kalr. Yedi maddenin her biri de böyledir. Bu yedi
maddeden her biri bir süs eyas elde etmek veyahut da ev ilerinde kullanmak için
bir mal elde edilmek istendiinde eritilir; eritilince, onun posas ve kiri ayrlr; geriye
kendisinden yararlanlacak olan o cevheri kalr. te Cenab- Hak, burada da tpk
bunun gibi, kibriyâ, celâl ve ihsân semâsndan bir su indirir ki, bu Kur’an’dr. Vadiler
ise, kullarnn kalbleridir. Kalbler vadilere benzetilmitir. Çünkü tpk gökten inen
sularn vadilerde karar klmas gibi, o kalblerde de Kur’an ilimlerinin nûrlar karar
klp yerleir. Yamur sularndan her biri, o vadilerin genilii ve darl nisbetinde
olutuu, karar kld gibi, burada da, her kalbte Kur’an ilimlerinin nurundan ancak,
o kalbin temizlii-kirlilii, anlayn kuvvetli veya eksik olmas kabilinden, ona uygun
olan eyler yerleir, karar klar. Suya, erimi yedi maddenin tortusu, pislii karp
13. Cüz, RA’D SÛRES 13/17- 19 13. OU / 42®

onun üzerine çkt; sonra da o tortunun ve kirin giderek, kaybolarak, atlarak, geriye
Buyun cevheriyle o yedi maddenin cevherlerinin kalmas gibi, burada da Kur’an'n
açklamalarna birtakm ekk ve üpheler karr. Ama sonunda, o ekk ve üpheler
zail olur, silinir; geriye ilim, din, hikmet ve mükâefe kalr. te bu meselin izah ve

bu meselin, getirili maksadna uygunluunun izah bundan ibarettir. Müfessirlerin


pekçou, bu temsil ve tebihin nasl olduunu beyan etmemilerdir.

Bu mesele, bu ayette geçen lafzlarla ilgilidir. Bu ayette

KNC MESELE bulunan evdiye kelimesi hakknda birtakm bahisler

Vadi Ne Demektir? • bulunmaktadr:


Birinci Bahis: Evdiye, vadi kelimesinin çouludur.
“VadP'nin ne demek olduu hususunda da u iki görü ileri sürülmütür:

Birinci Görü: “Vâdî” içinde sularn, sellerin akt da ve tepelerden


aada olan mekân, boluk demektir. Bu, bütün dil alimlerinin görüüdür.

kinci Görü: Sühreverdî öyle demitir: "Akt zaman su da vadî adn alr.
Çkp akt için, “vedî”ye de, bu isim verilmitir. Bu görüe göre vadî, suyun akt
yerin ad olmas gibi, akan suyun da ad olmu olur. Mehur olan görü, birincisidir.

Ancak ne var ki böyle olmas halinde, “vadîler akt” deyimi mecazi bir ifâde olmu
olur. Buna göre kelamn takdiri "vadilerin sular akt” ^^0 eklinde

olur. Ancak ne var ki, bu sözde muzaf hazfedilmi, muzafn ileyh de onun yerine
kaim olmutur.

kinci Bahis: Ebu öyle demektedir: "Evdiye kelimesi vâdî


Ali el-Farisî (r.h.)

kelimesinin çouludur. Halbuki biz cem’i kalbnda olan, fâil vezninde bir
isim bilmiyoruz. Bu, ayn ey hakknda, u
örneklerde olduu gibi hem fâil, hem de
faîl kalbnn kullanlmasna benzer: Âlim ve alîm, âhid ve ehîd,
nâsr ve nasîr.
Fâil vezni, tpk sâhib ve tâir (arkada, ku) kelimelerinin ashâb
ve etyâr diye ef’âl

vezninde çoul yaplr. & kalb da, tpk cerîb


vezninde cemilenir.
(ecribe) (uyuzlu-uyuzlular)

arasnda bahsedilen
kelimelerinde olduu gibi, iJUaî Faîl ile fâil

bu münasebet bulununca, hiç üphesiz kalb da faîl kalbnn çoulu gibi cemi
fâil

yaplarak vâdi, evdiye; kalb da fâil kalbnn cemisi üzerine cemi yaplarak
yetim, eytam; erif, erâf denilmitir.” Ebu Ali el-Farisî’nin sözü bundan ibarettir.

Bakalar da, öyle demitir: Vâdi (evdiye) kelimeleri, aynen meclis anlamna
gelen nâdi (endiye) kelimeleri gibidir.

Üçünçü Bahis: Evdiye, kelimesi nekire olarak getirilmitir. Zira yamur, bölgeler

arasnda sra ile yaar. Böylece de, yeryüzünün baz çaylar akarken, bazlar akmaz.

"Bi Kaderihâ" Tabirinin zah


Cenab- Hakk’n.&^i “kendi miktarlarnca” ifadesi ile ilgili .iki bahis vardr:
430 / 13. cm TEFSÎR-1 kebîr

Birinci Bahis: Vahidî öyle der: “Kadrve kader bir eyin mebla ve miktar
demektir. Nitekim Arapça’da, “Bu dirhemlerin miktar, says ne kadardr?" denilir.
Yani “bu dirhemler vezin itibariyle ne kadardr” demektir «o* jJL
fiy
Binâenaleyh, vezin itibariyle bir eye denk olan ey, o ey kadardr.

kinci Bahis: UjJf dL» deyimi “Vadiler miktarnca su akt. Eer vadî
küçük olursa su az olur; eer vadinin hacmi büyük olursa, su da çok olur” demektir.

Zebed (Köpük) Hakknda zah


Cenâb- Hakk’n, l-jlj '-üj “5e/ de, yüze çkan bir köpük yüklenip
götürmütür” ifâdesine gelince, bununla ilgili iki bahis bulunmaktadr:

Birinci Bahis: Ferrâöyle demektedir: Arapça’da s *Ijljyî “Vadi köpük


att, köpüklendi” denilir. O halde zebed isimdir, bij kelimesi hakknda
Zeccâcî'suyun
üzerine çkan, onu bürüyen” manalarn verirken, bakalar, kabarp yükselmesi
sebebiyle (fazlalaan), artan, yükselen anlamn vermilerdir. Nitekim bir ey
arttnda, jijj - Ifj denilir.

Eritilen Madenlerin Köpüü

birmetâ aramak için atete üzerine yaktklar eylerden de bunun gibi bir köpük,
posa hasl olur” buyruuna gelince, bil ki Allah Teâlâ, sudan meydana gelen köpüü
darb- mesel yapnca, bunun peinden ateten meydana gelen köpüü darb- mesel
yapmasn zikretmitir. Bu ifadeyle ilgili birkaç bahis vardr:
Birinci Bahis: Hamza, Kisaî ve Asm’n ravlsl Hafs, yâ ile yûkidûn okumulardr
ki,Ebu Ubeyde bu okuyuu hem Cenâb- Hakk’n ifadesinden dolay,
hem de bu ifâdede bir muhatabn bulunmamasndan dolay tercih etmitir. Dier kraat
imamlar ise, tâ ile tûkidûne eklinde muhatab sîgasyla okumulardr. Bu okuyua
göre bu ifadeyle ilgili iki izah yaplabilir:

a) Bu, Cenâb- Hakk’n “O halde O’nu brakp da birtakm veliler mi edindiniz?”


(Ra'd, i6) buyruunda bahsedilen kimselere hitaptr.

b) Bunun, kendisiyle herkesin murad edildii genel bir hitâb olmas da mümkündür.
Buna göre Cenab- Hak sanki, jû\ J> ü* öjüj Ü»j “Eytututurucular...
atete üzerine yaktklarnzdan” demitir.

ikinci Bahis: Bir ey üzerine yakmak iki ksmdr:


a) O eyin atete olmamas. Bu üUUU JJîjtf “Ey Hâmân, haydi benim için

çamurun üstünde ate yak” (Kasas. 38) ayetinde olduu gibidir.


13. ÇUl, RA’ D SÛRES 13/17-19 13. Cilt / 431

b) Onun birey eyin de atete olmas. Çünkü yedi


üzerine tututurulmas ve o
maddeyi eritmek isteyen kimse, onlar atee kor. ite bu sebebten ötürü Cenâb- Allah
burada, “atete üzerine yaktklarnz eylerden” buyurmutur.

Üçüncü Bahis: Hak Teâlâ, «.U?X“6/r zinet elde etmek için” buyurmutur.
Meânî alimleri öyle demilerdir: “Bir zinet elde edilmek için, üzerineate yak...
ey, gümütür; “veya bir meta’ aramak”, elde etmek için
altn ve üzerine ate yaklan
(yani atete eritilen madenler de, demir, bakr, kalay ve tunçtur. Bunlardan ev eyas

ve istifâde edilecek aletler yaplr. Kendisinden istifâde edilen hereye “metâ” denir.
Cenâb-t Hak, ili* 3uj “bunun gibi bir köpük (hâsl olur” yani, “o selin getirdii

suyun köpüü gibi, bir köpük” buyurmutur.”

Daha sonra da, Jaüi illi “/$te Allah, hak ile batla böyle bir

misal verir” buyurmutur. Bu, “Aliah ite hak ve batla böyle tebih yapar” demektir.

Daha sonra Allah Teâlâ ...JAü U $ j *& 4***^ kjl' ^ “Amma, derken
köpük atlr gider; insanlara fayda verecek olan eye gelince, ite bu yeryüzünde
kalr” buyurur. Ferrâ öyle der: “Cufâ atmak ve terketmek demektir. Nitekim, vâdî
(sel) kuyuya kalntlar attnda, V&r - Üf denilir. Binâenaleyh
“cufâ, biraraya gelmi, birbirine katlm eylerin “cufâ” kelimesi,
ismidir. Ayetteki,

“hâl” olarak mansubtur. Buna göre manas, “Köpük, bazan suyun üzerine bir
kabarck olarak çkar. Fakat sonunda söner, patlar, kaybolur. Böylece de geriye, suyun
cevheri ve o yedi maddenin cevheri kalr. te üphe ve hayaller de böyledir. Bunlar
da bazan kabarr, büyür, güçlenir. Amma sonunda yok olur, patlar, silinir gider. Geriye,
kendisine hiçbir üphe karmam olan srf gerçek kalr” eklindedir. Bu kelimeyi

Ru’be Accâc, cufalen eklinde okumutur. Ebu Hâtlm’den


b. u söz nakledilir:

“Ru’be’nin kraati ile okunmaz; zira o fâre yerdi.”

Hakka Uyann Mükâfaat

Cenâb- Hakk’n ijfo***


' “Rablerine icâbet edenlere, daha
îf'J.
güzeli vardr” buyruu ile ilgil iki izah vardr:

a) Söz, “Allah böylece misaller getirir” cümlesinde tamamlanm, daha sonra



da yeni cümle olarak, Rablerine icabet edenlere, daha güzeli vardr” ifâdesi
bir

balamtr. Hüsnft kelimesi mübtedâ ve mahaien merfudur. Lillezlne ksm da, onun
mukaddem haberi olup, ifadenin manas, "onlar için en güzel hasletler ve en güzel
haller vardr” eklinde olur.

b) Bu söz, kendinden önceki söz« bal olup, sanki Cenâb- Hak öyle demektedir
“O geride kalan, tpk hakka ve hakîkate icâbet eden, bunlar kabul eden gibidir;
atlan ve yok olan köpük ise, hakka, hakikate icâbet etmeyen kimse gibidir.” Daha
sonra bu benzetmenin, benzeyi yönünü beyan ederek övle demitir: “Rablerine
j ”

432 / 13. Cilt


TEFSÎR-I kebîr

Icâbet edenlere, hüsnâ (en güzel) yani cennet; icâbet etmeyenlere se, her türlü
pimanlk ve cezâ vardr.” Burada öyle bir izah daha yaplabilir: Allah Teâlâ, ite
böylece, Rablerine en güzel bir biçimde icâbet eden kimseler için, misaller verir.”
Binâenaleyh hüsnâ, mahzuf bir masdarn sfatdr.
Bil ki Allah Teâlâ, bu ayette hem saîdlerin, hem de akilerin hallerinden
bahsetmitir. Saîdlerin Rablerine icâbet edenlere en güzeli vardr” ifâdesi
hallerini,

anlatmtr. Binâenaleyh bu "Rablerine, onun davet ettii (çard), tevhid, adalet,


nübüvvette, peygamber gönderme ve peygamberlerin lisannda gelen er’i
kanunlar
üstlenmeye icâbet eden kimseler için, “hüsnâ” vardr” demektir. bn Abbas,
“hüsnâ”y "cennet” diye tefsir etmitir. Me’ânî alimleri öyle demilerdir: Hüsnâ
"iyilik hususunda en faydal, en güzel mükâfaat” demektir. Bu da, zarar âibesinden
tamamen uzak, sayg ve erefle içiçe olan, kesintisiz ve devaml bir fayda demektir.
Cenâb- Allah, bir baka sûrede zikrettii için, bu “hüsnâ”nn ilâvesi olan sevabtan
bahsetmemitir. O da, “iyi i, güzel amel yapanlara hüsnâ (daha güzel iyilik), bir
de ziyâdesi vardr ” (Yûnus, 26) ayetidir. akilerin hallerini ise,

Ona icâbet
etmeyenlere” ayeti ile anlatmtr. Binâenaleyh bunlar için dört çeit azab ve ceza
vardr:

akilerin Cezas

1)
tamam,
Ayetteki *.'j U ^ oi jJ "Yeryüzünde bulunan eylerin
bir misli de berâber kendisinin olsa, onu muhakkak fedâ eder (fidye)
kurtulu paras olarak verirdi” ifâdesi le anlatlan husus... ftidâ (fidye verme), iki
eyden birisini dierine bedel (karlk) olarak vermektir. Ayetteki, “ Onu muhakkak
fedâ eder (fidye olarak verirdi)” fiilinin ikinci mef’ûlü hazfedilmi olup, bu, "Onlar
onu, kendi canlarna karlk fidye .olarak verirdi” demektir. Yani, onlar bütün bu
mallar, kendilerini Allah’n azabndan kurtarmak için fidye olarak verirlerdi”
anlamndadr. Buradaki bihi zamiri "yeryüzünde bulunan eyler” ifâdesindeki
"eyler”e yani mâ edatna râcidir.

Bil kibu mana dorudur. Çünkü her insann esasnda sevdii, kendisidir. O,
kendisi dndakileri, ancak kendisinin fayda ve menfaatna vesile olduklar için
sever.
Binâenaleyh insann kendisi bir zarar, ac ve bkknlk içine düüp de, dünyadaki
maddi manevî hereye denk bir mala sahib olursa, bütün bunlar, kendisini o ac
ve zarardan kurtarmak için fidye olarak vermeye raz olur. Çünkü ârzf olarak
sevilenlerin, mutlaka zât gerei (asl olarak) sevilen eye fedâ edilmesi gerekir.

2) Ayetteki, s.ji>
^ dUJjî "te onlar, hesâbm kötüsü onlar içindir
ifâdesi ile Zeccâc öyle der:
anlatlan husus... *Bu böyledir. Çünkü onlarn inkârlar,
amellerini yok etmitir. "Ben derim ki: Burada iki hal vardr: Seni, Allah ile, Allah’a
kulluk ile ve Allah’ sevme ile megul eden herey saîd, kymetli, kutsi ve yüce bir
haldir. Seni, Allah’n dndaki eylerle megul eden (oyalayan) herey ise, zararl,

1.1. Cüz, RA'Ö SÛRES 13/17-19 13. Cilt / 433

deersiz ve eziyet verici bir haldir. Bu iki halin, daha kuvvetli veya daha zayf, daha
çok veya daha az olabileceinde üphe yoktur. Bu hallere uygun olan lere devam
etmenin, bu hallerin kuvvetlenip, insanda kök salmalarna sebeb olacanda üphe
yoktur. Çünkü bireyi çok ve sk yapmann, o eyin köklü bir melekeyi douraca
aklen sâbittir. Yine üphe
bu iler ne kadar çok tekrarlanrsa, kök salan
yok ki

melekeleri o nisbette gerekli hale getirirler. Binâenaleyh o fiillerden her biri, hatta
onlarn bir an, bir lahzas, akla gelenleri, en tutarsz istekleri bile, o hallerin insanda

gerçeklemesi hususunda bir tesir icrâ ederler, ite ayette bahsedilen hesâb budur.

Bu ler üzerinde ayrntl olarak düündüünde, insan Kim zerre arlnca bir hayr
yapyorsa, onu görecek; kim de zerre arlnca er yapyorsa onu görecek” ça\xü,
7-8) ayetinin doru olduunu anlar.

Bu anlalnca bil ki, "saîdler”, Allah’n dndaki hereyden yüz çevirme ve


tamâmen olmaya yönelme hususunda, Rablerine icâbet edenlerdir, ite
Allah’a kul
bundan dolay, cennet onlar içindir. “akîler” ise, Rablerine icâbet etmeyenlerdir.
Bundan dolay da, onlar için "kötü bir hesab’’ söz konusu olmutur. "Kötü hesab”
dan maksad, onlarn dünyay sevip, mevlâ’larndan yüz çevirmeleridir. Binâenaleyh
onlar ölünce, hem sevdikleri dünyadan, hem de Hz. Mevla’ya hizmetten mahrum
kalm olurlar.

3) Ayetteki “(Onlarn) barnaklar da cehennemdir” ifadesi ile

anlatlan husus. Bu böyledir, çünkü onlar Hz. Mevlâ’ya hizmet etme bahtiyarlndan
habersiz olup, dünya lezzetlerini e|de etmeye komulardr. Binâenaleyh öldüklerinde,
sevdikleri hereyden ayrlm olurlar. Bu ayrlktan dolay da, yanp tutuurlar.
Yanlarnda ise, bu musîbeti tedâvî edecek, tefâfî edecek hiçbirey yoktur. te bundan
ötürü HakTeâiâ, “(Onlarn) bannaklar da cehennemdir” buyurmutur. Daha sonra
da bu "barna” tavsif ederek, 4J' “O, ne fena yataktr!” buyurmutur.
Bunun böyle olduunda üphe yoktur.

Allah Teâlâ daha sonra JÂ jk j*t # dOl jjj U3


“Öyle ya, Rabbinden sana indirilenin hak olduunu bilen kimse, o kör olan kimse
gibi midir?”buyurmutur. Bu daha önce bahsi geçen, u darb- mesele bir iarettir:
"Bireyi bilen, gören kimse gibi; onu bilmeyen ise, âdetâ kör kirnse gibidir.” Bunlarn
ise, biri dierine benzemez. Çünkü kör kimse, klavuzu olmadan yürümeye

balaynca, onun bir çukura veya ölecei bir yere düecei, yolu üzerinde bulunan
faydal eyalara çarpp kraca aikardr. Gören kimse ise, ölmekten ve krp
dökmekten emindir.

Allah Teâlâ sonra da, ydS/ 'j)j' Uil “Ancak selîm akl sahiplendir ki,

iyicedüünür ve idrâk ederler” buyurmutur. Bu, "O misallerden ancak, hereyin


manasn aratran, her kabuun içindeki özü alan ve her sözün zâhirinden, onun özüne
ve asl manasna intikal edebilen akl sahipleri istifâde eder” demektir.
434 / 13. Cilt TEFSÎR-1 KEBlR

“Onlar ki, Allah’a olan ahdlerini yerine getirirler, misaklarn bozmazlar. Onlar
ki Allah’n bititirilmesini emrettii eyi bititirirler; Rablerinden korkarlar ve
kötü hesabtan enide ederler. Onlar ki Rablerinin rzasn isteyerek,
sabrederler, namaz dosdoru klarlar; kendilerine verdiimiz rzktan gizli ve
âikâr olarak infâk ederler. Kötülüü iyilik ile savarlar. te onlar, onlar için
bu yurdun bir sonucu vardr ki, o sonuç da Adn cennetleridir. Atalarndan,
elerinden, zürriy etlerinden salah ehli olanlarla birlikte olarak, onlar onlara
girerler. Melekler de, her kapdan, onlarn yanma sokulacaklar (ve öyle
bir

diyecekler): “Sabrettiiniz eylere karlk, sizlere selâm olsun! Bu, o yurdun

(en güzel) bir sonucudur"


.(Râd, 20-24).

Bil ki bu ayetin, kendinden öncekilerle ilgisi olup olmad hususunda iki görü
vardr:

Birinci Görü: Bu ayet, kendinden öncekilerle ilgilidir. Buna göre u iki izah söz
konusudur:

1) Bu ifâde, (geçen ayetteki), “Ulü’l>elbâb” (selim akl sahibleri) ifâdesinin sfat


olabilir.

2) Bu ifâde, (geçen ayetteki ),“Rabbinden sana indirilenin hak olduunu bilen


kimse"hin (Râd, 19) sfatdr.

kinci Görü: a' 4$*? öjij* “Allah’a olan ahdlerini yerine getirirler”
’’
ifâdesi mübteda; “ite onlar için, buhurdun bir sonucu vardr
ifâdesi de onun haberidir. Bu tpk ... 4 1 tip üy/iti jXfi “Allah’a verdikleri sözü
bozanlar” (Râ-d, 25) ifâdesinin mübteda, 2 J&1 ^ »Udjt “ite lânet onlaradr”
I V car, RA’D SÜRES 13/20-24 13 . Cilt / 433

fâdesinin de bunun haberi olmas gibidir. Bil ki bu ayet, bandan sonuna kadar tek
bir cümle olarak, art ve ceza cümlesidir. Bunun hem art cümlecii, hem de cezâ
(cevap) cümlecii, çeitli kaytlar ihtiva etmektedir. art cümleciinde bulunan kaytlar
dokuz tanedir:

Burada Övülenlerin Sfatlar:

1) Ahde Vefa:
Birinci Kayt: *Jd' *4* “Onlar ki, Allah’a olan ahdlerini yerine getirirler”

ifâdesidir. Bu ifâde ile ilgili olarak u izahlar yaplmtr:


1) bn Abbas (r.a.),
"Cenâb- Hak, bununla, “Onlar Hz. Âdem’in sulbünde iken
Allah’n onlardan ald ahdi ve “Ben sizin Rabbiniz deil miyim?” deyip de, onlara
da, “Evet” dedirtip, kendi aleyhlerine ahit tutuunu kastetmitir” demitir.


2) Bu ifâdedeki, Allah’n ahdi” sözü ile, doruluu hususunda delil olan her
ey kastedilmitir. Bu da, u iki ekilde olabilir:

a) Allah’n, haklarnda neshi ve deiiklii kabul etmeyen deliller ikâme ettii

eyler.

b) Allah Teâlâ’nn, hakknda, sem’î deliller getirip hükümleri beyân ettii eylerdir.

Netice olarak denilebilirCenâb- Hakk’n Allah’a olan ahdlerini yerine getirirler”
ki:

buyruunun muhtevasna, hakknda delil bulunan her ey dahildir. “Hüccet” için


“ahd” kelimesinin kullanlmas dorudur. Daha dorusu udur ki, hüccetten daha
salam ve kuvvetli bir ahid yoktur!.. Buna delâlet eden ise, bir eye yemin eden
kimsenin, o yeminin vücubu, srf yemin ile deil de, delil ile de sabit olunca, ahdine

vefa götererek o yeminini yerine getirmesinin gerektiidir. te bundan dolaydr ki,

eer o kendisi için daha hayrl ise, yeminini bozmas gerekir. Binâenaleyh, Allah’n

bunu ona, aklî veya nakli delil ile gerekli klp ilzâm etmesinden daha kuvvetli bir
ahd yoktur. Nasl ki pekçok eye yemin eden kimse, ancak bütün eyleri yapt
zaman yeminini yerine getirmi oluyorsa, bunun gibi kul da ahdi ancak, o eylerin
tamamn yerine getirdiinde ifa etmi olur. Emrolunan bütün eyleri yapmak, bütün
yasaklardan kaçnmak, buna dahil olduu gibi,ayn ekilde muâmelelerdeki ahidleri
yerine getirmek ve emânetleri edâ etmek de buna dahildir. te ayetin tefsirinde sahîh
ve muhtar olan görü budur.

2* Sözlerinden Çaymazlar:

Cenâb- Hakkn Jl — LJ'



Misaklann bozmazlar” ifadesidir.

Bununla ilgili birkaç görü bulunmaktadr:


\

Birinci Görü: Ekser ülemânn görüü olup buna göre, bu söz, “ahde vefa
gösterme"ye yakn olan bir ifâdedir. Çünkü ahde vefâ göstermek, misak ve ahdi
” ”

436 / 13. Cilt


TEFSÎR-I kebîr

bozmamaya yakn olan bir eydir. Bu, onun öyle demi olmas gibidir: “Onun (ahde
vefânn) vücûdu, bulunmas ve tahakkuku vacib olunca, bulunmamalnn mkânsz
olmas gerekmitir.” Evet bu iki mefhûm baka bakadr; ancak ne var ki bunlar
birbirini gerektirmektedirler (mütelâzm). te bunun gibi, ahde vefa göstermek, mi9ak
bozmamay gerektirir.

ahde vefâ göstermek mutluluk mertebelerinin en yücelerindendir. Nitekim


Bil ki,

Hz. Peygamber (s.a.s) öyle buyurmutur: Ü Jj «ttfy jZ.

“Emânete riayet etmeyenin iman, ahdine vefâ göstermeyenin de dini yoktur, "t40 )

Bu konuda, Kur’ân’ Kerîm’de varid olmu olan ayetler ise, pekçoktur.

kinci Görü: "Mlsâk”, mükellefin uhdesine alm olduu eydir: Netice olarak,
Cenâb- Hakk’n, “Allah'a olan ahdlerini yerine getirirler ifâdesi, balangçta,
Allah’n, kullar mükellef kld eylere; “misaklarn bozmazlar ifâdesi de, kulun
kendi ihtiyar ile, tâatlar ve hayrlar yerine getirmek gibi iltizâm edip üstlenmi olduu
çeitli tâatlara iarettir.

Üçüncü Görü: “Ahde vefâ”dan maksat Rubûbiyyet ahdiyle kulluk ahdidir.


"Mîsak”dan maksat ve dier semâvî kitaplarda bulunan, zuhur
ise, Tevrât, Incil
ettiinde Hz. Peygamber’in nübüvvetine iman etmenin farziyyetine dâir mezkûr
misaklardr, ahidlerdir.

ahde vefâ göstermek, hem aklen hem de dinen güzel bir eydir. Nitekim Hz.
Bil ki,

Peygamber öyle buyurmutur: iU* #


cJlS* jOA» *JJl * ji û m
Kim Allah aahid verir de, sonra ona hiyanet ederse, onu yerine getirmezse,
bir

onda nifaktan bir alâmet ve haslet var demektir. ”<41 Yine, Hz. Peygamberden>
u
rivayet edilmitir: jo*\ j£j cJT jij ÂiUl üi LSti

jfij
^ {Aj Jrjj iJJpj aLâ j’£*\ Jarjj j-te
p
“Üç kii vardr ki, ben Kyamet gününde onlarn hasmym. Her kimin de hasm
olmusam, ona galip gelmiimdir: Bir söz verip de, sonra ahdini bozan kimse;
bir içi kiralayp da, onu tam çaltrd halde, ücretinde ona zulmeden
adam ve
hür bir kimseyi satn alarak, o hürrü köleletiren ve onun kazancn yiyen kii!’ 4^) (

Denildiine göre, Muâviye ile Bizans Hükümdar arasnda bir anlama, ahit
bulunuyordu. Muâviye, onlara sefer yapmak ve ahdi bozmak isteyince, birden bir
at üzerindeki bir kimsenin öyle dediini duydu: “Ahde vefâ göstermek gerekir, gadr
yoktur, ahid bozulmaz.” Allah’n Resulünü öyle derken duymutum: “Kimin, bir

40) Müsned, 3/135, 154, 210.

41) Buhar, man, 24; Müslim: man, 106 (1/78).

42) bn Mace, Ruhûn, 4 (2/816); Buhârî, BuyÛ’, 106.


II. Cüz, RA’D SÛRES 13/20-24 13. Cil t / 4 37

kavimle arasnda bir ahid bulunuyorsa, sakn o kavme olan ahdini ( tek tarafl)

bozmasn. Müddet sona ermedikçe, bu helâl deildir. O zaman, karlkl olarak


ahdini fesheder .” "Bu kimdir?" diye sorunca, oradakiler, “Amr bn Uyeyne’dir"
dediler. Bunun üzerine de Muâvlye geri döndü.

3) Allah’n Emrettii eyleri Tam Yerine Getirirler:

Üçüncü Kayt: o' 4j Jl "u jjLai j/Xl) “Onlar ki, Allah’n bititirilmesin! emrettii
J»\

eyi bititirirler” ifâdesi. Burada, öyle bir soru bulunmaktadr: Ahde vefa göstermek ve
misak bozmamak, emrolunan bütün eyleri yapmann, nehyedilen bütün eylerden
de kaçnmann vâcib olduu hükmünü kapsamaktadr. O halde, bû iki ifâdeden sonra
bu kaytlarn zikredilmesinin yarar nedir?

Buna iki ekilde cevap verilir:

1) Allah Teâlâ bunu, hiç kimse sakn bu hususlarn sadece kul ile Allah arasnda
olduunu sanmasn diye zikretmitir. te bundan dolay da muhakkak ki, kul ile dier

kullar arasndaki hususlar da ayrca zikretmitir.

2) Bu, tekiddir.

Sen bunu iyice anladn zaman biz deriz ki: Alimler bu ifâdenin tefsiri hususunda
birkaç izah ekli zikretmilerdir:

1) Bundan murad, sla-i rahimdir, akrabay


ziyarettir: JJî
^

$

fjî
1

^
* *

'Lty 4o s£' :J J 4*3 -J tj


“Kyamet gününde u
üç ey, dillenmi olarak gelir: Rahim, “Ey Rabbim, ben
kesildim, (Ziyaret olunmadm, vaslolunmadm) ” der; emânet, “Ey Rabbim, ben
terk olundum, (edâ edilmedim) der; nimet de, “Ey Rabbim, inkâr olundum,
nankörlük gördüm” der.”

2) Bu ifâdeden murad, Hz. Muhammed (s.a.s.)’i ziyaret etmek, cihadda O’nu


desteklemek ve ona yardm etmektir.

3- Bundan murad, kullara farz olan bütün hak ve hukuka riâyet etmektir. Bu
sebeple buna, sla-i rahim ve, Cenâb- Hakk’n, “Mü’minler ancak kardetirler”
(Hucurat, eklinde de buyurduu gibi iman kardelii vesilesiyle sabit olan yaknlar
o)
,,
ziyâret dahil olduu gibi, bu “‘sla ya, imkân nisbetinde onlara iyilikler yapp
skntlarn gidermek suretiyle yardmda bulunmak; hasta ziyaretinde bulunmak,
cenâze merasimlerinde hazr olmak, insanlara selâm verip selâm yaymak, onlara
tebessüm etmek, onlara eziyyet ve sknt vermemek; yine ayn ekilde bütün canllara,
hatta kedi ve tavua dahi iyi davranmak dahildir.

Fudayl bn iyâz (r.h.)’dan rivâyet edildiine göre Mekke’de bir grup insan, onun
yanna girer. Onlar "Nereden böyle?” deyince onlar, "Horasan’dan” cevâbn verirler.
— — ”

438 / 13. Cilt TEPSÎR-1 KEBÎR

Bunun üzerine o öyle der: “Allah’dan korkunuz ve dilediiniz yerde olunuz,


dilediimiz yere gidiniz.. Ve biliniz ki, bir kimse her türlü ihsan ve iyilii yansa, ama
onun bir tavuu bulunsa da, o da ona kötü davransa, o kimse muhsinlerden olamaz!”
Ben derim ki: Sözün neticesi udur: Cenâb- Hakk’n, “Onlar ki, Allah’a olan ahdlerini
yerine misaklarn bozmazlar” buyruu, Allah’n emrini tazim edip ona sayg
getirirler,

göstermeye; Onlar ki Allah’n ulatrlmasn emrettii eyi ulatrrlar buyruu da
Allah'n yaratklarna efkatli davranmaya bir iarettirler.

4- Rablerini Sayarlar;

Dördüncü Kayt: Cenâb- Hakk’n “Rablerinden çekinirler” ifâdesi.


Bunun manas udur: ‘‘O, Allah’n emrini tazim, O'nun kullarna da efkat hususunda
gücünün yettii her eyi yapm olsa ve fakat kalbini istila etmi ve bürümü bir
durumda Allah’dan hayet duymas ve O’ndan korkmas (havf) kaçnlmazdr ve
zaruridir.” Hayet iki çeittir:

a) bâdet ve tâatlarnda, fesâdna veya onun sevâbnn azalmasna


ibâdetin
sebebiyet verecek bir biçimde bir fazlaln, veya bir eksikliin yahut da bir bozukluk
ve bir halelin meydana gelmesinden korkmak.

b) Allah’n celâl ve azametinden korkmak.. Çünkü insan, kudretli ve heybetli bir

hükümdarn huzurunda bulunduu zaman, o tam tâat içinde bulunuyor olsa dahi,
ancak ne var ki, onun kalbinden o celâlin, yüceliin ve azametin heybeti gitmez.

5- Hesabn Aleyhte Çkmasndan Korkarlar :

Beinci Kayt: Cenâb- Hakk’n ‘Ve kötü hesaptan endie


ederler” buyruunun dördüncü kayt Allah’ saymaya, O’nu
bildirdii husustur. Bil ki

nazar- dikkate almaya iârettir. Bu beinci kayt da, korkuya, hayete ve kötü hesâba
bir iârettir. Bu da Allah’dan korkmadan maksadn, bahsetmi olduumuz O’nun

celâl, azâmet ve heybetinden korkmak olduuna delâlet eder. Aksi halde bir tekrar

olmu olur.

6- Hak Rzas çin Sabrederler:


,
Altnc Kayt: Cenâb- Hakk’n, t $;j
* * k*\ ijj —
Z* û—
Onlar ki, Rablerinin rzasn isteyerek; sabrederler” buyruunun bildirdii husustur.
Bu ifâdenin muhtevasna hem ibadetleri yapmak hususundaki sabr, hem hastalk
ve zararl eylerin, gam ve kederlerin arlklarna sabr, hem de ehevî eyleri
terketmeye kar sabr dahildir. Netice olarak sabr, hem günah olan eyleri brakmak
hem de tâatlar yapma hususunda olur. Ayrca insan, bazan sebeplerden dolay u
sabretmeye yeltenir:

a) O’nun belâlara kar ne kadar sabrl ve güçlü olduunun söylenmesi için

sabretmesi.
3 :

439
1 • Cüz. R A' D SÛR ES 1 3/20-24 13. Cill /

b) Feryâd-ü figân sebebiyle ayplanmamak için sabretmek.

c) Dümanlarn sevinmesine meydan vermemek için sabretmek.

d) Feryâd-ü figân etmenin bir faydas olmadn bilmekten ötürü sabretmek.

O halde insan, bu sebeplerden herhagi birisi için sabrettiinde, bu, nefsin

mükemmellemesinde ve saâdete ermesinde etkisi bulunmayan bir sabr olmu olur.


Ama o kimse, bu belânn, Allâh’, ayplardan, batl ve sefihliklerden münezzeh olan,
ileri bihakkn taksim eden bir datcnn
taksimi olduunu bildii için; hatta, o

taksimatn mutlaka yüce bir hikmete, üstün ve basan bir maslahata amil ar
olduunu ve buna raz olmas gerektiini, çünkü Mâlik'in mülkünde tasarruf hakk
olduunu, O’nun mülkünde tasarruf etmesinden dolay Mâlik’e itiraz edilemiyeceini

da belâya mübtelâ edeni müahadeye gark olduu için sabrederse


bildii için; ya
ite o zaman onun, o belây verenin nûYunun tecellisine gark olmas, onu, o belâdan
ötürü duyaca aclardan adeta habersiz klar; ki ite bu, sddîklarn elde ettii
makamlarn en yücesidir. Binâenaleyh bütün bu üç izah, o kimsenin, Allah m rzasn
srf Allah'n
taleb ederek sabretmi olduunun söylenebilecei izahlar olup, bu “O,
mükafaatn ve rzasn elde etmek için sabretmitir” demektir.

Bil ki, Cenâb- Hakk’n, “Rablerinin rzasn isteyerek” buyurmasnda öyle bir

incelik bulunmaktadr: Ak, maukas dövdüünde, çou kez ak, o dövene bakar

ve bununla Cenâb- Hakk’n, Rablerinin rzasn isteyerek” buyruu,
sevinir. O halde
bu mecazi manaya hamledilir. Yani, ak olan kimse, sevgilisinin yüzüne bakmakla
duyaca hazdan dolay, onun, o dövüüne raz olduu gibi, kul da Hakkn nûrunun
marifetine gark olduu için, O’nun belâ ve skntlarna katlanr, sabreder ve ona raz
olur. Bu çok güzel bir inceliktir.

7- Namaz Hakkyla fa Ederler:


Yedinci Kayt: â^uaJi 'yü'j buyruunun ifâde
namaz dosdoru klarlar”

ettii husustur. Bil ki, namaz ve zekât, her ne kadar ilk cümlenin
muhtevasna dahil
olsalar da, namazn dier ibâdetlerden daha kymetli olduuna dikkat
çekmek için,
Cenâb- Hak onu müstakil olarak zikretmitir. Bu tabirin tefsiri, bu kitabmzda
defalarca geçmi olup, nafile namazlarn da bu ifadenin muhtevasna
sokulmasnda
bir saknca yoktur.

8- Allah Yolunda Mal Harcarlar


“kendilerine
Sekizinci Kayt: Cenab- Hakk’n \j*

verdiimiz rzktan gizli ve aikâr olarak infâk ederler” ayetinin ifâde ettii husus.

Bu ifâdeyle ilgili iki mesele vardr;


440 / *?• Cilt tefsIr-1 kebîr

Haan el-Basri öyle demitir: “Bu ifâdeyle, farz olan zekât


BRNC MESELE kastedilmitir. Binâenaleyh, o kimse
“zekâtn vermiyor"
diye töhmet altnda tutulmayacaksa, evlâ olan, onun
zekâtn gizlice vermesidir. Yok eer, böyle bir töhmet altna alnacaksa, evlâ olan,
onu açktan aça vermesidir."

u da ileri sürülmütür: "Gizli, kiinin kendisinin verdii; “aikâr" ise, onun


imama, (zekât âmiline verdiedir."

Bakalar da öyle demitir: Aksine bu ifâdeyle, hem farz olan zekât; hem de
nafile olarak (fazladan) verilen sadaka kastedilmitir. Binâenaleyh Cenâb- Hakk’n,
"gizli olarak” eklindeki “kayd" nafileyle; “aikar olarak" eklindeki kayd ise, farz
olan zekâtla alâkal olmu olur.

Mu’tezile öyle demitir: “Cenâb- Hak,


rzk olan eyi infak
KNC MESELE etmek hususunda tevikte bulunmutur ki, bu da rzkn
sadece helâl olan ey olduuna delâlet eder. Çünkü,
ayet haram rzk olmu olsayd o zaman Cenâb- Hak, haram infâk etmeye tevik
etmi olurdu ki, bu ise câiz olmazd.

9) Kötülüe iyilikle Mukabele Ederler:

Dokuzuncu Kayt: Cenâb- Hakk’n îJ “


Kötülüü ,
iyilik ile savanlar

ayetinin ifâde ettii husustur. Bu hususta da u iki izah yaplmtr:


a) “Onlar, herhangi bir günah ilediklerinde, o günah tevbe ile siler, ye savarlar."
Nitekim Hz. Peygamber Muâz bn Cebel’e
(s.a.s)’in, jUvi c-Up W
“Bir kötülük yaptnda, onun peinden (yannda) onu silip
yok edecek bir basene, iyilik yap”( 43 dedii rivayet edilmitir.
)

b) Bununla, onlarn, kötülüe kötülükle mukabele etmedikleri, tam aksine kötülüe


yilikle mukabelede bulunduklar kastedilmitir. Nitekim Cenâb- Hak, "bo ve kötü
lakrdya rastladklar vakit erefli olarak geçerler’\ Furkan, 72 buyurmutur. bn Ömer )

(r.a.)’in öyle dedii rivâyet edilmitir: “Sla-i rahim yapan kimse, kendisine
önce sla-i
rahim yaplp da, sonra da buna mukabil sla-i rahim yapan kimse deildir. Ancak
. bu kimse kendisine sla-i rahim yaplmayp da, kendisi sla-i rahim yapan, sonra da,
kendisine sla-i rahim yapmayan kimselere efkat duyan kimsedir. Sabrl kimse,
zulme urayp da sabreden, sonra da birileri kkrttnda galeyana gelen
kendisini
'
kimse deildir. Fakat halîm olan kimse zulmedene kar gücü olup da, buna ramen
onu affeden kimsedir."

43) Feyzu'l-Katfîr, 1/406.


I * C'llz, RA’ D SÛRFS 13/20-24 13. Clll / 441

Haan el-Baarf: “Bunlar, verilmediklerinde veren; zulme uradklarnda affeden


kimselerdir” demitir.

Rivâyet olunduuna göre, akîk bn brahim el-Belhî, kendisini belli etmeksizin

tebdil-i kyafet yaparak, Abdullah bn Mübarek’in yanna girer. Bunun üzerine


Abdullah bn
Mübarek: “Neredensin?” deyince, o: ”Belh”den geliyorum” der.
Bunun üzerine Abdullah bn Mübarek: “akik’i tanr msn?” dediinde O: “Evet!”
der. Bunun üzerine Abdullah bn Mübarek: “Arkadalarnn yolu, yordam, tarikat
nasldr?” dediinde de O: “Onlara bir ey verilmediinde sabrederler; verildiinde
de ükrederler” cevabn verir. Bunun üzerine Abdullah: “Bizim köpeklerimizin hali
de böyledir" der. Bunun üzerine akik: “Bu nasl olur?” diy© sorunca, Abdullah
bn Mübarek: “Kâmil kimseler, verilmediklerinde ükreden, verildiklerinde

bakalarn tercih eden kimsedir” diye cevap verir.

Bunlar Yapanlarn Mükâfaatlar

Bil ki bu dokuz kayt, art olarak zikredilen kaytlardr. Cezâda zikredilen kaytlara
gelince, bunlar da dört tanedir.

Birinci Kayt: j'aJ' jjs-


^ JAdj' “te onlar! Onlar için bu yurdun bir

sonucu vardr ” buyruunun ifâde ettii husus, yani, j'AJi Â.3 U- demektir ki, bu da
cennettir. Çünkü, Cenâb- Hakk’n dünyann akibeti ve nihaî var yeri olmasn istemi
olduu, bu cennettir. Vahidî öyle demitir: “Ukbâ, akbet manasnadr. Bu kelimenin
ûra (ûra, meveret), kurbâ (yaknlk, karabet) ve ruc’â (dönmek) kelimelerinde
olduu gibi masdar olmas da mümkündür. Masdar bazan bunun gibi, necva
(fsldamak) ve da‘va (iddiâ etmek-dava) kelimelerinde olduu gibi fa‘lâ vezni üzere;

bazan da zikrâ (öüt, ibret) ve (zalimlik, hakszlk) kelimelerinde olduu


gibi, fl‘lâ vezni üzere gelir. Bunun bir isim olmas da mümkündür. Bu burada, failine

muzâf olan bir masdardr. Manas da, “te bunlar yok mu? Onlara, amellerinin
peinden mükâfaat olarak, cennet olan o yurt vardr” eklindedir.

kinci Kayt: Cenâb- Hakk’n, öÂ* “ki o sonuç da, Adn cennetleridir”

ayetinin ifâde ettii husustur. Bu ifâdeyle ilgili iki mesele vardr:

Zeccâc öyle demitir: ifâdesi

BRNC MESELE ifâdesinden bedeldir. Bu ifâdeyle ilgili geni izahmz,


Olt ol*- j l jTUJj (Tevbe, 72) ayetinin tefsirinde

yapmtk. Orada müfessirlerin ve lügatçlarn görülerini zikretmitik.

bn ya’nn dammesi ve hânn da


Kesîr ve Ebu Amr, fiili,

KNCMESELE fethas ile, meçhul olarak yudhalünehâ; dier kraat


imamlar ise, girme iini onlara izafe ederek ya’nn fethas
ve hâ’nn dammesiyle yedhulûnehâ diye okumulardr.
442 /13. Cilt TEFSlR-1 KEBÎR


Üçüncü Kayt: Cenâb- Hakk’n M 'J> 3 atalarndan,
elerinden, zürriyyetlerinden salah ehli olanlarla birlikte olarak” ifadesi ilgili birkaç
mesele vardr:

bn Aliyye, fiili lâmn dammesiyle saluha eklinde


BRNC MESELE okumutur. Keâf sahibi fethal okuyuun ise daha fasih
olduunu söylemitir.

Zeccâc, “Buradaki men edat, yedhulûnehâ ifâdesindeki


KNC MESELE vâv üzerine atfedildii için ref mahallindedir. Bunun
'M* & “Onlar Zeyd ile beraber girdiler” (Jj’j sözünde
olduu gibi, bunun nasb mahallinde olmas da caizdir” demitir.

Ayetteki men salaha ifadesiyle ilgili iki görü


ÜÇÜNCÜ MESELE bulunmaktadr:
Salih Kiinin Akrabasna efaati 1) bn Abbas (r.a.): “Allah Teâlâ bununla, “Onlar gibi amel
etmemi olsalar bile, onlarn tasdik etmi olduu eyi tasdik
etmi olan kimse’’yi kasdetmitir” demitir.

Zeccâc: “Allah Teâlâ beraberinde salih ameller bulunmazsa, neseblerin hiçbir


fayda vermiyeceini hatta, babalarn, elerin ve oullarn, cennete ancak salih ameller
sayesinde gireceklerini beyân etmitir” demitir.

Vahidî: “Doru olan, bn Abbas’n.söylediidir. Çünkü Allah, itaatkâr insann


cennette ailesiyle beraber bulunma sevincini, onun mükâfatnn bir ksm klmtr..
Bu, o kimselerin, salih ameller yapan itâatkâr kimseye bir ikrâm olmak üzere cennete
gireceklerine delâlet eder. Eer onlar, cennete, kendi salih amelleriyle girmi olsalard,
bu, o itâatkâr insana bir ikram olmu olmazd; bunu vaadetmenin de bir manas
kalmazd. Çünkü, salih amel ileyen herkes, tabiatiyle cennete girecektir” demitir.

Bil ki bu Çünkü bundan maksat, itaatkâr olan insana, onun sevincini


delil, zayftr.
ve neesini artran her bir eyi hatrlatmaktr. Binâenaleyh Allah mükellefe, o cennete
girdiizaman babalarnn, hanmlarnn ve çocuklarnn onunla birlikte bulunacan
müjdelediinde, hiç üphe yok ki, bundan dolay mükellefin sevinci büyür, neesi
de artar. Hatta, cennetliklerin sevincini salayan en büyük eylerden birisinin, onlarn
orada bir araya gelip, dünyadaki hal ve hatralarndan bahsetmeleri, sonra da,
bunlardan kurtard ve cennete ulatrd için Allah’a ükretmeleri olduu
söylenmitir. te bundan dolay Cenâb- Allah, cennetliklerin halinden bahsederken,
onlarn öyle dediini nakletmitir: "Ne olurdu dedi, kavmim bilselerdi, Rabbimin
beni baladn, beni ikram edilenlerden kldn" (Yasin. 26-27).

Ayetteki ve ezvâcühüm hanmlar arasndan bir


ifâdesinde,
DÖRDÜNCÜ MESELE ayrm yaplmasna delâlet eden bir ey yoktur. Kocasndan
sonraya kalan kadn kadar, kocasndan önce ölen kadn da
13. Cüz, RA' D SÛRES 13/20-24 13. Cilt / 443

daha hayrl bir e olabilir. evde (r.anha)’den rivâyet edilen u haber de, bu
söylediimize bir delil gibidir: Hz. Peygamber (s.a.s.) onu boamaya niyetlendii
zaman o, “Ey Allah’n Resulü, beni boama, senin hanmlarn içinde harolaym!”
dedi.

Meleklerin Mü’minleri Kutlamalar


# ^ '

Dördüncü Kayt: Cenâb- Allah’n JT j* yi* p â&U' j


1
iJül ^^Âp yi U> “Melekler de, her bir kapdan, onlarn yanna
sokulacaklar (ve öyle diyecekler:) “Sabrettiiniz eylere karlk, sizlere selâm
olsun. Bu o yurdun (en güzel) bir sonucudur” ayetinin ifâde ettii husus. Bu ifâdeyle
ilgili birkaç mesele vardr:

bn Abbas öyle demitir: “Onlarn, uzunluu bin fersah, eni


BRNC MESELE bin fersah olan içi bo inciden çadrlar vardr. Bu çadrlarn
kanatlar, altndan olan bir kaps vardr. Melekler her bir

kapdan onlarn yanna girerek, onlara: “Allah'n emrine sabrettiiniz için, sizlere selâm
olsun!” diyecekler.” Ebu Bekr el-Esamm:'Her kapdan” ifadesi, namaz kaps, zekât
kaps ve sabr kaps gibi “iyilik kaplarndan" anlamna gelir. Onlar, “lk yurdunuzdan
sonra, Allah Teâlâ sizi ne güzel mükâfaâtlandrd” derler.

Meleklerin Selamlamalarnn Kabirde Okunmas

eer, meleklerin giriini birinci manaya hamledersek, bu gerçekten büyük


Bil ki,

bir ereftir. Çünkü Allah Teâlâ, bu muti kullarn, ebedîlik, Huld cennetine gireceklerini

ve en güzel bir ekilde babalar, hanmlar ve oullaryla bir araya geleceklerini; sonra,
meleklerin, kendi mertebelerinin büyüklüüne ramen, selamlama ve ikrâmda
bulunmak için onlarn yanna gireceklerini; onlarn yanna girince de, tahiyye ve selâm
ile onlara ikramda bulunup, “Bu o yurdun (en güzel) bir sonucudur" diyerek onlar

müjdeleyeceklerini haber vermitir. Hiç üphe yok ki bu, kelamclarn, “Sevâb, hâlis,

devâml ve tebcil ile tazime bitimi olan bir menfaattir, faydadr” eklinde ifade ettikleri

eyden bakadr. Peygamber (s.a.s.)’in, her sene banda ehitlerin kabirlerine


Hz.
gelip, “Sabrettiiniz eylere karlk, sizlere selâm olsun. Bu, o yurdun (en güzel)

bir sonucudur” dedii rivâyet edilmitir. Dört halife de böyle yaparlard.

Meleklerin Mü’minlere Feyiz Tamalar


Biz bu ifadeyi ikinci manaya hamledersek, ayetin tefsiri u manada olur: “Melekler
ksm ksmdr. Onlarn; Rûhaniyyûn,Kerûbiyyûn ksmlar vardr.

Binâenaleyh kul, sabr, ükür, murakabe, muharebe gibi çeitli riyazatlarla nefsini
krdnda, bu mertebelerin her birinde de kudsî bir cevher ve ulvî bir rûh
bulunduundan, bu sfatlarla Ölüm esnasnda bu kudsî
daha çok muttasf olur.

cevherler parlaynca, semavî ruhlarn her birinden, o ruhlara mahsus olan sfattan
münasib ve uygun eyler o nefiste tecelli eder. Böylece o nefsin üzerine sabr
444 / 13. Cilt TEFSlR-1 KEBÎR

meleklerinden, ancak sabr makamnda zuhur eden nefsle alakal hususî kemaller,
ükür meleklerinden de, ancak ükür makamnda tecelli eden rûhanî kemaller feyezan
eder. te, bütün mertebelerle ilgili durum da ayndr.

Bazlar, meleklerin insanlardan daha üstün olduuna dair,

KNC MESELE bu ayeti delil getirerek öyle demilerdir: Allah Teâlâ,


Melaikenin Beerden Efdal Olduunu insann saadet mertebelerinin hitamn, meleklerin, selâm,
Öne Sürenler ikrâm ve tazim yoluyla olmak üzere, onlarn yanna
girmesi olarak belirtmitir. Binâenaleyh, bundan dolay
onlar, insandan daha yüce bir mertebededirler; eer insandan daha aa bir

mertebede olmu olsalard, o insanlarn yanma, selâm ve tahiyye için girmeleri, o


insanlarn derecelerinin yüceliini ve mertebelerinin erefini gösteren bir ey olmu
olmazd. Baksana, yolculuktan evine dönen bir kimseye mertebesinin kemalini ifâde
etmek için, “Onu, emir, kâdî, vezir, müftü ziyaret ediyor” denildiinde, bu ziyaret
edilen o insann derecesinin, ziyaret edenlerden daha az ve daha olduuna aa
delalet eder. Burada da böyledir.< 44 )

Zeccâc öyle demitir: Burada bir hazf bulunup, takdiri,


ÜÇÜNCÜ MESELE “Melekler onlarn yanna her kapdan girerler ve “Selâmün
aleykum” derler” eklindedir. Binâenaleyh, sözden
anlald için, ayette, “derler” ifadesi hazfedilmitir.

Ayetteki, “Sabrettiiniz eylere karlk, bu, o yurdun (en güze!) bir sonucudur”
sözü hakknda iki izah bulunmaktadr:

1) Bu ifâde, “Selâm” ile ilgilidir ve manas, “Bu selâm, tâatlara ve haramlan


terketmeye sabretmeniz sayesinde sizin için tahakkuk etmitir” eklindedir.

2) Bu ifâde, bir mahzûfa mütealliktir ve de


takdiri u
ekildedir: “Gördüünüz
bu ikrâmlar, ve müahede ettiiniz u hayrlar, ancak o sabrnz vastasyla tahakkuk
etmitir.”
^

Allah’n Ahdi Ne Demektir?

44) Not: Burada, mantken bir noksanlk olduunu zannediyoruz. Zira, Razî'nin yapt izah, betfin da-
ha efdal olduunu göstermektedir. Halbuki matbu nüshaya göre durum tam tersinedir. Kelamda bir iki
kelimelik bir ksm dümü olabilir.
13. Cü , RA’D SÛRES 13/23-26 !
*• C ilt / 443

"Allah’a verdikleri ahdi, kuvvetli teminat de destekledikten sonra bozanlar


ile ,

Allah’n bltitirilmesini emrettii eyi koparanlar ve yeryüzünü fesada verenler


(yok mu), ite onlar, lanet olsun onlara, yurdun kötüsü de onlara!”
(Râd, 25).

Bil ki Allah Teâlâ, saîdlerin sfatlarn ve onlara düen yüce ve erefli halleri
zikredince, bunun pei sra, akîlerin halini ve onlara düen ho olmayan ve hor klc

halleri zikretmi, böylece, izah tam olsun diye, vaadin peine vaîdi, sevâbn peinden ikâb

getirmi ve 41L? a* 'ja Jj' Allah’a verdikleri ahdi, kuvvetli teminat

ile de destekledikten sonra bozanlar ” buyurmutur. Biz daha önce Allah'n ahdi'nin,

akli ve nakli deliller vastasyla kullarn ilzâm edip mükellef klmas manasna geldiini
beyan etmitik. Çünkü bu manada “ahd’\ her türlü ahd ve yeminden daha kuvvetlidir.
Zira yeminler, onlarn muktezâsn yerine getirmenin vacib olduuna delâlet eden
deliller vastasyla ancak tekîd ifâde ederler. Bu ahdi bozmaktan murad, insann

bakmamasdr. te o zaman, insann bu delillerin gerei ile ameli müm-


delillere kesinlikle

kün olmaz veya bu ahdi bozmaktan murad insann o delillere bakp, doru olduunu
anladktan sonra, inat ederek, onlarla amel etmemesi veya, üpheli olan eye itibar
ederek, hak olann aksine itikâd etmesi, inanmasdr. Ayetteki, <3^ j*
kayd, “Allah bu sapasalam ve muhkem bir biçimde ortaya koyduktan
delilleri,

sonra” manasndadr. Çünkü Allah Teâlâ’nn, bir eyin yaplmasnn mutlaka faydal;
terkedilmesinin ise zararl olduuna dair zikretmi olduu delilden daha kuvvetli bir
ey yoktur.

olduuna göre, Allah Teâlâ’nn *y


Buna göre eer, “Ahd; ancak mîsak ile

diyerek, bunu ayrca art komasnn hikmeti nedir!” denilirse, biz deriz ki: Buradaki
“ahd” ile, Allah’n, kulu tuttuu eylerin; “mîsak” ile, onu tekid edici delillerin

kastedilmi olmas imkansz deildir. Çünkü Allah sana olan ahdini, ister aklî olsun,

isterse sem ’î olsun, dier baka delillerle tekîd eder.


Daha sonra Cenâb* Hak j-e> jt û' ili' U Allah’n birletirilmesini
*>.


emrettii eyi koparanlar” buyurmutur. Bu ifâde, daha önceki ayette geçen, Onlar
ki, Allah’n, ulatrlmasn emrettii eyi ulatrrlar” (Râd. 2i) ifâdesinin mukabilidir.

Binâenaleyh, vasletmenin zdd olan sla-i rahmi kesme iinin, bu kimselerin sfat
olduu belirtilmitir. Bu ifâdeden murad, Allah’n, ulatrlmasn, bititirilmesini vacib
kld her bir eyi kesmektir. Bu ifâdenin içine, dostluk ve yardm ile Peygambere,
bitime, onunla irtibat içinde olma; müminlerle birleme, akrabalar ziyâret etme ve
üzerinde hakk olan herkes ile irtibat içinde olma da girer.

Sonra Cenâb- Hakk, üj-LJj “ ve yeryüzünü fesada verenler”


buyurmutur. Bu fesât, Allah’n dininden baka bir eye davet etmek manasndadr.
Bu bazan, mala ve cana zulmetmek, bazan da beldeleri harab' etmek suretiyle olur.
446 / 13. Cilt TEFSlR-i KEBlR

t S, , \ %

Sonra Cenâb- Hak bu sfatlar zikretmesinin peinden îâU ^ »UuJj' "ite onlar,
lanet olsun onlara ” buyurmutur. Bu, “Allah’tan olan lanet, kulun dünya ve ahiret
hayrlarndan uzaklatrlp, bunlarn zdd olan azâb ve gazâba dûçâr klnmas”,
manasndadr. füs t-j* jtjlj "Yurdun kötüsü de onlara" ifadesinden murad, cehennemdir,
çünkü cehennemde, ancak, ona girenlerin holanmayaca eyler bulunmaktadr.

Dünyadaki Nasib mana Göre Deildir

“Allah diledii kimsenin rzkn geniletir, dilediinin rzkn daraltr. Onlar


dünya hayat ile böbürlendiler. Halbuki dünya hayat, âhiret yannda bir
metâdan baka birey deildir”
(Râd. 26).

Bil ki Allah Teâlâ, tevhidi ve nübüvveti kabul hususunda ahdini bozan kimselerin,
dünyada lanetleneceklerini, ahirette de azaba dûçâr olacaklarn belirtince, bunun
üzerine sanki, “Eer onlar Allah’n düman olsalard, Allah dünyada, onlarn üzerine
bunca nimet ve lezzet kapsn açmazd” denilmi de, buna karlk O, bu soruya
bu ayetle cevap vermitir. Buna göre, Allah Teâlâ kimine rzk geni verir, kimine
de rzkn dar verir. Rzkn küfür ve imanla ilgisi yoktur. Dolaysyla bazan mü’min
deil de kâfir bol rzk üzere bulunur; yine bazan kâfir deil de mü’min darlk üzere
bulunur. Binâenaleyh dünya bir imtihan yurdudur.

Vâhidi öyle demitir: “Kadr masdar Arapça’da, bir eyi fazla ve noksan
olmakszn eit parçalara bölmek anlamnadr.” Müfessirler ise “Ayetteki yakdiru
fiili, “daraltmak” anlamndadr. Bunun bir benzeri de, *4* jJ-i

“Kimin de rzk daraltlrsa” (Talak, 7) ayetidir” demilerdir. Buna göre ayetin manas,
“Allah Teâlâ dilediine, yetecek kadar rzk verir, bundan geriye birey kalmaz,
artmaz” eklindedir.

Cenâb- Hakk’n 5U*«JU \y>- “Onlar dünya hayat ile böbürlendiler”


Teâlâ'mn geni rzk verdii kimselerle ilgilidir. Böylece Hak Teâlâ, rzk
ifâdesi, Allah

bollatrmasnn, aslnda böbürlenmeye sebeb olmamas gerektiini, çünkü bu geçici


dünya hayatnn, ahiret hayat yannda, çok az ve deersiz bir eyin, sonsuz olan
bir eye nisbeti gibi olduunu beyân etmitir.
n. Cüz, RA'D SÛRES 13/27-28-29 .
1 3.C«I ./ 447

Keyfî Mucize steine Cevap

S
“O kâfirler, “Ona, Rabbisinden bir ayet ( mucize ) indirilmeli deil miydi?”
derler. Deüphesiz Allah dilediini saptrr; (kendisine) yönelenleri ise
ki: “

hidayete erdirir. Bunlar iman edenlerdir, Allah’n zikri ile kalbleri mutmain

olanlardr. Haberiniz olsun ki kalbler ancak zikrullah ile mutmain olur
(Rad, 27-28).

“Ey Muhammed, eer sen gerçekten bir peygamber isen, MusA


Bil ki kâfirler,

ve sâ gibi, apaçk ve kesin bir mûcize ve ayet getir” dediler. Allah Teâlâ, onlarn
bu isteine, “De ki: “üphesiz Allah dilediini saptrr, (kendisine) yönelenleri ise
hidâyete erdirir” buyurarak cevap vermitir. Bu cevap, birkaç ekilde izah edilir:

1) Allah Teâlâ sanki öyle demektedir: “Allah ona apaçk alâmetler ve kesin
mucizeler indirmitir. Fakat hidayet ve dalalet Allah’dandr. Dolaysyla sizi Allah, o
apaçk
3) ve kesin ayetlerden uzaklatrp saptrm, baka kavimlere ise hidayeti nasib

etmi, onlar da bu deliller sâyesinde, Hz. Muhammed'in peygamberlik iddiasnda


doru olduunu anlamlardr. Durum böyle olunca, daha fazla ayet ve mûcize
göndermeye ne gerek var?”

2) Bu etme yerine geçmektedir. Çünkü Hz.


söz, kâfirlerin sözlerine taaccüb
Muhammed (s.a.s.)’de zuhûr eden, o pekçok ve açk ayet ve mucizeler, hiçbir akll
insana kark gelmeyecek kadar fazla olup, buna ramen onlar halâ baka mûcize
ve ayetler isteyince, bu, taaccübü ve yadrgamay gerektiren bir ey olmutur.
Binâenaleyh onlara sanki öyle denilmitir: “nâdnz ne kadar fazla! üphesiz Allah
sizin gibi küfürde iddetli srar ve inad edenleri saptrr. Dolaysyla her türlü mûcize
inse bile, sizlerin hidâyete ermenize bir imkan yoktur. Allah sizler gibi olmayanlar,
hidayete erdirir.”

Onlar baka alâmet ve mûcizeler isteyince, onlara sanki, “Baka mûcize ve


alâmetlerin zuhûrunda, hiçbir fayda yoktur. Çünkü hidayet ve dalalet Allah’dandr.
Binâenaleyh pek çok mûcize de meydana gelse, Allah’n hidayeti hasl olmad
takdirde, o mucizelerden istifâde etmek mümkün olmaz. Buna karlk sadece tek
birmûcize olsa ve Allah’n hidâyeti de bulunsa, hiç üphe yok ki o mucizeden
yararlanlr, öyle ise mûcize fstemeyi brakn, hidayet isteyerek Allah’a tazarru ve
niyazda bulunun” denilmitir.

448 / 13. Cilt


tefsIr-1 keb!r

4) Ebu Ali el-Cübbâî öyle demitir: “Bu ifâdenin manas udur: “Allah Teâlâ
diledii kimseyi, kâfirliinin bir cezas olmak üzere, rahmet ve mükâfaattan
uzaklatrr. Binâenaleyh sizler, azab ve mükâfaattan saptrlp uzaklatrlmay
hallettiiniz için, Allah Teâlâ’nn, her istek ve dualarna icâbet ettii kimselerden
deilsiniz. Allah “(Kendisine) yönelenleri ise hidayete erdirir yani, “Tevbe edip
(küfürden dönüp) iman eden kimseleri, cennetine hidayet eder, ulatrr.”
Cübbâî,
daha sonra öyle der: “Bu ifâde de delâlet eder ki, “hidayet", peisra “tevbe etti” anlamna
gelen OUI ’J* tabiri geldiine göre, “mükâfaat vermek” manasnadr. Binâenaleyh Allah’n
mü'mine hidayet etmesi, “sevâb vermek” manasnadr. Çünkü mü’min imanndan
ötürü mükâfaata müstehak olur. Bu da gösterir ki, Allah Teâlâ ancak, “ ikâb(ceza)
vermek sureti ile sevabtan “saptrr”, yoksa bize muhalefet eden (ehl-i sünnetin) iddia
ettii gibi, “Küfre düürmek sureti ile dinden saptrmaz.” te Ebu Ali el-Cübbâî’nin
sözünün tamam budur. Ayetteki, enâbe “hakka dönmek” manasna
kelimesi, olup,
asl (kök) manas, “hayr nöbetine girdi (balad)” eklindedir.

Bil kiHak Teâlâ‘nn“£un/ar imân edenlerdir ” ifâdesi, (Kendisine) yönelenler”


sözünden bedeldir. bn Abbas (r.a.): “Allah Teâlâ, Kur’ân’ dinledikleri zaman, onlarn
kalbleri huu duyar ve mutmaîn olur” demek istemitir. Buna göre eer, “Allah
Teâlâ,
Enfâl sûresinde, “Mü'minler ancak onlardr ki, Allah anld zaman yürekleri titrer”
(Enfai,2) buyurmutur. Kalbin titremesi ise, mutmaîn olmann zdddr.
Öyle ise Cenâb-
Allah’, niçin burada onlarn kalblerinin mutmain olduunu söylemitir?”
denilirse, buna
birkaç bakmdan cevap verilir:

1) Onlar, Allah’n ikâblarn hatrlayp günaha dümekten de tam emin olamaynca,


ite bundan ötürü Allah Teâlâ Enfal sûresinde, “Kalbleri ürperen” kimseler diye tavsîf
etmitir. Bunlar, Allah’n mükâfaat ve rahmet vaadlerini hatrladklar zaman ise,
kalbleribuna meyletmi ve sukûna-huzura kavumutur. Bu iki durum birbirine aykr
deildir. Çünkü kalbin titremesi, Allah’n ikâb ve cezasnn hatrlanmas sebebi ile;
mutmaîn olu da, lâhî mükafaatn hatrlanmas sebebi iledir. Kalbin titremesi, onlarn
günahlar düünmeleri hali ile ilgilidir, itminân ise, taatlarla megul olmalar esnasnda
olur.

2) Bundan maksad udur: “Onlarn, Kur’an'n bir mûcize olduunu bilmeleri,


gönüllerinde, Hz. Muhammed Allah tarafndan
gönderilmi hak bir
(s.a.s.)’in
peygamber olduuna dâir bir itminan ve güvenin meydana gelmesine vesile olur.
Ama taatlar tam ve mükemmel bir biçimde yapp yapamadklarna dâir üpheleri
ise, kalplerinde bir ürpertinin hasl olmasn gerektirir.

Onlarn kalblerinde, Hak Teâlâ’nn vaad ve va’îdinde doru olduu ve Hz.


3)
Muhammed (s.a.s.)’in de, haber verdii her hususta doru söyledii hususunda bir
itminan ve güven hasl olur. Fakat mükafaat salayacak taatlar ileyip
M ('(>/, KA’IJ SÜUI'Sl n/27 2X 24 13. Cilt / 44V

izleyemedikleri, cezay gerektiren günahlardan da tam kaçtp kaçamadklar


hususunda da kalblerinde korku ve ürperti bulunur.”

Kalbler Allah’ Anmakla Rahatlar


t n t » * * ,

Bil ki, v jiâ)' juki aJJ' /'Ûj Haberiniz olsun ki kalb'er ancak zikrullah ile

mutmain olur” ayeti ile ilgili, son derece dakik ve ince srlarla dolu bahislerimi? vardr.
Bunlar birkaç yönden izah edilir:

1) Varlklar üç ksmdr: Tesir altnda kalmayan, müessir olan varlklar; müessir


olmayan ama tesir altnda kalan varlklar ve hereyde müessir olup, hiçbir tesir altnda
olmayan varlk. Hiçbir eyden müteessir olmayan müessir varlk, ancak Hak
Subhânehû ve Teâlâ’dr. Müessir olmayp, müteessir olan varlklar ise, cisimlerdir.
Çünkü bunlar, çeit çeit sfatlar ve birbirine zt tesirleri (etkileri) kabul eden
varlklardr. Bunlarn ancak, kabul etme hususiyeti vardr. Bazan müessir, bazan
müteessir olan varlklara gelince, bunlar rûhânî varlklardr. Bu böyledir, çünkü bunlar,
Hz. Allah’a yöneldikleri zaman, O’nun meîetinden, kudretinden, tekvininden ve
îcâdndan feyezân eden tesirleri kabul etme durumuna gelirler. Cisimler âlemine
yöneldikleri zaman ise, onlar üzerinde tasarrufta bulunmaya itiyâk duyarlar. Çünkü
cisimler âlemini yöneten, ruhlar âlemidir.

Bunu iyice anladn zaman, bil ki, kalb, ne zaman cisimler âlemini aratrmaya
ve müâhede etmeye (seyre) yönelirse, o esnada bir daralma ve çarpnt ile o cisimler
âlemini ele geçirip, onda tasarrufta bulunma konusunda iddetli bir tamayül meydana
gelir. Ama aratrmaya ve müâhedeye yöneldii zaman
kalb, Hz. Allat’n azametini

ise, kalbte samedanî nurlar ve lahî klar hasl olur. te kalb o zaman sükûna erer.

Bundan dolay Hak Teâlâ “Haberiniz olsun ki kalbler ancak zikrullah (Allah’ anma)
ile mutmain olur” buyurmutur.

2) Kalb, ne zaman bir hâle vâsl olursa, oradan, dier hale


ondan daha erefli bir

geçmeyi arzular. Çünkü cisimler aleminde bulunan her saadet ve mutluluun


üstünde, lezzet duyulan ve gbta edilen, bir baka mertebe vardr. Ama kalb ve akl,
marifetullah ve mutluluu isteme noktasna ulanca, artk o
samedanî nurlar ile,

noktada kalr ve karar bulur. Böylece de oradan baka bir yere geçmeye kendinde
güç bulamaz. Çünkü saadet bakmndan, bundan mükemmel ve yüce bir derece

yoktur. te bu manadan ötürü Allah Teâlâ Haberiniz olsun ki kalbler ancak zikrullah
ile mutmain olur” buyurmutur.

Hayat iksirinden, bakr madenine bir damla düse, o bakr altn haline gelir
3)
ve bütün çalar ve zamanlar boyunca, ateten hasl olan erimeye dayanarak bâkî
kalr. te bunun gibi, Allah Teâlâ’nn celal ve azamet iksiri insann kalbine dütüü
zaman, onu hiçbir deime ve bozulmay kabul etmeyen, bâkî, saf ve nûrânî bir cevher
halinedönütürmesi haydi haydi evladr. te bundan dolay Hak Teâlâ, “Haberiniz
1

olsun ki kalbler ancak zikrullah ile mutmain olur” buyurmutur.


450 / 13. Cilt TEFSlR-t KEBÎR

Tûbâ Kelimesinin izah

“man edip de, salih ameller ileyenler (var ya), ne mutlu onlara. Dönüp

gidilecek güzel yurt da (onlarn olacak)
(Râd, 29).

Bu ifâde ile ilgili birkaç mesele vardr:

Tûbâ kelimesi ile ilgili üç görü bulunmaktadr: 1

BRNC MESELE 1) Tûbâ, cennetteki bir aacn addr. Hz. Peygamber


(s.a.s.)’in öyle dedii rivayet edilmitir.*^' J>
Je

j UU'
*J*' *'jj 14JU öij jJUj sLJi *AJ'

“ Tûbâ cennette aaçtr. Onu Allah kendi eliyle dikmitir. O, zinetler ve güzel
bir

elbiseler bitirir (meyve gibi verir). Dallan ise, cennet duvarnn gerisinden bile
görünür. ”(45)

Ebu Bekr el-Esamm (r.a.) *se, o aacn


aslnn (kökünün) Hz. Peygamber
(s.a.s.)’in evinde (mescidinde) olduunu ve her mü’minin evinde ondan bir dal

bulunduunu (uzandn) söylemitir.

2) Bu, dil âlimlerinin görüü olup, buna göre bu kelime, tpk “bürâ” (müjde,
müjdelemek) ve "zülfâ” (yakn olmak) kelimeleri
f
gibi 4^ (ho ve güzel oldu)
fiilinin masdarldr. ^ / y

(müjde sana) ifâdesi de, "Sen ho ve güzel olan


elde ettin” demektir.

Daha sonra alimler, deiik birkaç izah yapmlardr:

bn Abbas (r.a.)’dan,
bunun manasnn, "Onlar için sevinç ve göz aydnl vardr”
eklinde olduu; krime’den, bunun manasnn, "Onlar için olan bu eyler, ne güzel”
eklinde olduu; Dahhâk’dan, bunun manasnn: "Gpta ve hayranlk onlaradr,
(Onlara gpta ve hayranlk duyulur)” eklinde olduu; Katâde’den, bunun manasnn:
"En güzel ey onlarndr” eklinde olduu; Ebu Bekr el-Esamm’dan, bunun
manasnn: “Hayr ve ikram onlarndr” eklinde olduu ve Zeccâc’dan da bunun
manasnn: "Ho ve güzel hayat onlarndr” eklindö olduu rivayet edilmitir.

45) Keyfu'l-HafA, 2/49.


431
13. Cür, RA' D SÛRESÎ 13/30 13. Cilt /

bütün bu manalar birbirine yakndr. Farkllk kelimelerdedir, manada deil.


Bil ki

Velhasl bu ifade, onlarn güzel eylere nail olacaklarn tam olarak anlatmaRtadr.
Bütün lezzetler, bu ifâdenin kapsamna girer. Ksaca tefsiri ise, “Her hususta en güzel
ve en ho eyler, onlarn olacaktr” eklindedir.
i

“Bu lafz Arapça deildir.” Bu görüte olanlar, deiik izahlar yapmlardr:


3)
Bazlar, “Tûbâ, cennetin Habeçe ismidir” demilerdir. Bu kelimenin, cennetin
Hindce ismi olduu veya Hindce’de “bostan, (bahçe) manasna geldii de
söylenmitir. Bu görüler zayftr. Çünkü Kur'ân’tJa ancak Arapça kelimeler vardr.
Bilhassa bu lafzn, Arapçadan itikâk ettii açktr.

Keâf sahibi “Ayetteki, '/•' j ifadesi mübtedâ;

KNC MESELE “Sen ho ve güzel


^
olan
ifâdesi

elde ettin”
onun
manasna
haberidir. ili
gelir. Bu cümle nasb veya ref
mahallindedir. Nitekim, usözündeolduu gibi: £11 4-5» - ^ ^ ve £1J — £11 USU...

^t» ifadesinin ref ve nasb ile okunmas da, sana, bu ifâdenin mahallini,

mevkiini gösterir” demitir. Mekûzetu’l-A’râbî ise, bu ifâdeyi ^ eklinde


okumutur.

Cenâb- Hakk’n, ytf 'jLJ-j “ Dönüp gidilecek güzel yurt da (onlarn) olacak

ifadesinden murad, “Dönülecek ve karar klnacak olan güzel yerdir.” Bütün bunlar
Allah’a tâate tevik ve masiyyetten sakndrmak için, Allah tarafndan yaplm en
büyük nimetleri vaadetmektir.

Risaletin nsanlk Tarihinde Köklülüü

kendilerinden evvel nice ümmetler gelip geçmi olan bir


“ Öylece seni de,

ümmete, sana vahyettiimizi kendilerine okuman için gönderdik. Onlar


Rahman ’ inkâr ederler. Sen de ki: “O, benim Rabbimdir. O’ndan baka
hiçbir tanr yoktur. Ben, ancak O’na tevekkül ettim. En son dönüüm de,

yalnz O’nadr
(Râd, 30).

452 / 13. Cilt TEFSÎR-t KEBÎR

Bil ki, £U f ifadesindeki kât tebih içindir. Buradaki tebihin izah


hususunda öyle denilmitir: “Senden önceki peygamberleri gönderdiimiz gibi, seni
de, kendisinden önce pekçok ümmet geçmi olan bir ümmete gönderdik." Bu, ibn
Abbas, Haan el-Basri ve Katâde’nin görüüdür. Buna mana da verilmitir: u
“Geçmi ümmetlerepeygamberler gönderip onlara okunan kitaplar verdiimiz
gibi, ayn ekilde sana da bu kitab verdik ve sen de bu kitab (kendi
ümmetine)
okursun. Binâenaleyh onlar, hala niçin bundan bakasn getirmeni teklif ediyorlar?"
Keaf sahibi: Bu, “Seni, öyle
gönderile gönderdik, peygamber yaptk ki, bu
bir

gönderiin dier gönderilere kar bir an


ve üstünlüü vardr" demektir" demitir.
Sonra, Cenâb- Hak onu nasl gönderdiini tefsir ederek, “kendilerinden evvel nice
ümmetler gelip geçmi olan bir ümmete” yani, “Seni, kendisinden önce birçok
ümmet geçmi olan bir ümmete gönderdik. Binâenaleyh, o ümmet, ümmetlerin
sonuncusu: sen de peygamberlerin sonuncususun" buyurmutur.

Rahman sm-i erifini nkârlar

Cenâb- Hakk’n,
vahyettiimizi kendilerine okuman için
dUJl

gönderdik. Onlar,
U^-j JûJl
^ ijisj

Rahman’ inkâr ederler”



Sana

ifâdesinden murad, “Onlara, sana vahyettiimiz o Kitâb- Aziz’i okuyasn diye seni
gönderdik. Onlarn hali ise, hala udur: Onlar, rahmeti her eyi olan ve kuatm
kendilerindeki her nimetin, kendisinden olan Rahman’ inkar ederler. Yine onlar,
kendilerine, senin gibi birisinin gönderilmesi ve onlara, mucize olan bu Kur’ân’n
indirilmesi nimetini inkâr ettiler” eklindedir .

Jj ji j “Sen de ki: “O, benim


Rabbimdir "O, eriklerden yüce olan tek ve emsalsiz Rabbimdir." O’ndan
yani,
baka hiçbir tanr yoktur. Size kar, bana yardm etmesi hususunda O’na tevekkül
ediyorum. Dönüüm de yalnz O’nadr. Binâenaleyh, O, size kar olan sabr ve
cihadmdabana yardm eder. Rivayet edilmitir ki, “Onlar, Rahman’inkâr f derler”
ifâdesi, Abdullah bn Ümeyye el-Mahzumî hakknda nazil ölmütür. O, öyle derdi:
Rahman’a gelince, O’nu tanmyoruz. Rahmân olarak tandmz
“Allah' biliyoruz..
ancak, Yemâme’nin efendisidir." Böyle demekle onlar, Müseylemetu’l-Kezzâb’
kastediyorlard. Bunun üzerine Cenâb- Hak, “De ki: “ster Allah diye çarn, ister
Rahmân diye çarn: hangisi ile çarrsanz nihayet en güzel isimler O'nundur”

(isrâ,buyurmutur. Bu, Onlara “Rahman’a secde edin!” denildii zaman,
no) ,

Rahman da neymi? dediler” Furkan,60) ayeti gibidir ve yine rivâyet edildiine göre
{

Hz. Peygamber (s. a. s.) Kureylilerle Hudeybiye’de antlama yapt zaman,


antlama metnine, “Bu Allah’n Resulü Muhammed’in" ifâdesini yazdrnca,
mürikler, “Eer sen,
Allah’n Resûlü idiysen, öyle ise biz seninle savatk, böylece
de zulmetmi olduk! (Ama biz bunu zaten kabul etmiyoruz). Fakat sen, “Bu,
Muhammed bn Abdullah’n (...) yapt antlama metnidir" diye yazdr" dediler.
Bunun üzerine aynen öyle yazld. Antlama metnine “Bismillahirrahmânirrâhim"
de,
yazldnda, mürikler, “Rahman da kim, biz onu tanmyoruz?" dediler. Çünkü onlar,

1.1. Cüz, RA’ D SÜRES 13/31 13.


Cilt / 453

mektuplarnn bana, "Ey Allahm, senin isminle..." diye yazarlard. Bunun üzerine
Hz. Peygamber onlara, “siz nasl istiyorsanz, öyle yazn!” dedi.

Bil ki, Rahman ’ inkâr ederler


“Onlar, ifâdesini, bu iki rivayete göre
manalândracak olursak, onun manas öyle olur: "Onlar, bu Rahman adnn Allah'a

verilmesini inkâr ediyorlard; yoksa, Allah’ deil!.” Dier alimler.- "Aksine onlar, ya
tamamen bilerek inkâr edip yok saymak suretiyle, ya da O’na eler komak suretiyle,
Allah’ inkâr ediyorlard” demilerdir. Kad: "Bu görü ayetin zahirine daha uygundur.
Çünkü, “Onlar, Rahman ’ inkâr ederler ” ifâdesi, onlarn, Allah’ inkâr etmi olmalarn
iktiza eder. Rahman lafzndan anlalan budur; yoksa bundan anlalan isim olarak
Rahman lafz deildir Nitekim birisi, "Onlar, Muhammed’i inkâr edip yalanlad”

dedikleri zaman bundan anlalan, Hz. Peygamberin kendisidir; yoksa Muhammed


ismi deildir.

* *
.

Ayetin Nüzul Sebebi

“Bir Kuran ki, onunla dalar yürütülseydi, veya onunla yer parça parça
eer
edilseydi, yahut onunla ölüler konuturulsayd (yine o kâfirler pna iman
etmezlerdi). Fakat, bütün emir, yalnz Allah’ndr. man edenler hâlâ u
hakikati bilmediler mi ki, Allah dileseydi elbette insanlarn hepsine birden

hidâyet ederdi!... O Allah’n vaadi (gelinceye) kadar, kendi


kâfirlere gelince,

yaptklar yüzünden ya anszn balanna büyük bir belâ çatacak yahut (o belâ)
yurtlarnn yaknma konaklayacak. üphesiz ki Allah, vaadinden dönmez.
Râd, 31).

Bil ki, rivâyet edildiine göre Mekkeliler, Mekke meydannda oturmulard. Hz.

Peygamber onlarn yanna geldi ve onlara, slâm’ arzetti. Bunun üzerine,


(s.a.s.)

Abdullah bn Ümeyye el-Mahzurm O'rta: "Bizim için Mekke dalarn yürüt ki,
böylece yerimiz genilesin. Yine orada bizim için nehirler akt da, ziraatçilik yapalm.
454 / 13. Cilt tbfsIr-I kebîr

Yahut, baz ölülerimizi dirilt ki, senin söylediinin doru mu yaln olduunu onlara m
soralm. Çünkü sa, ölüleri diriltirdi. Yahut rüzgar bizim emrimize ver, ona binelim,
beldelerde gezip dolaalm. Çünkü rüzgâr, Süleyman’n emrine verilmiti. Sen
Rabbin katnda Süleyman’dan daha deersiz deilsin” dedi. Bunun üzerine “Bir
Kur’ân ki onunla dalar (yerlerinden) sökülüp yürütülseydi veya onunla yer parça
parça edilse ve nehirler gözeler yahut onunla ölüler
haline getirilseydi
konuturulsayd” ( ite o ancak, sana indirdiimiz bu Kur’ân olurdu)” ayeti nazil oldu.
Bu ayetteki, “Eer” edatnn cevab, bu sözden anlald için hazfedilmitir. Zeccâe
öyle demitir: “ Burada hazfedilen cevap udur: “Eer o, kendisiyle dalarn
yürütüldüü (...) bir Kur’ân olsayd, (onlar buna yine de iman etmezlerdi).” Bu Cenâbn
Hakk’n, “Eer biz onlara melekleri indirseydik ve ölüler de kendileriyle konusayd
(Enâm, i), (onlar yine iman edecek deillerdi)” ayeti gibidir” demitir.

Sonra Allah Teâla, 41 J* “Fakat bütün emir yalnz Allahndr”


buyurmutur. Yani, “Dilerse yapar, dilerse yapmaz. Fiilleri ve hükümlerinde hiç kimse
O’na tahakküm edemez.”

Bundan sonra CenâfrJ Hak JAJt sty îp 1


j>.4 '

“man edenler, hâlâ u hakten Dilmediler mi ki, Allah dileseydi elbette, insanlarn
hepsine birden hidayet edetdi!” buyurmutur. Bu ifâde ile ilgili iki mesele vardr:

ynft (Ui' ifâdesiyle ilgili iki görü bulunmaktadr:


BRNC MESELE 1) Bu, “Onlar bilmediler mi?” demektir. Buna göre ayetin
iki izah vardr:

Tabirinin zah
Birinci izah: kelimesi, Naha kabilesinin lehçesinde bilmek
manasndadr. Bu, Mücahid, Haan el-Basri ve Katâde gibi çou müfessirin
görüüdür. Bunlar görülerine, airin’ ^u beytini delil getirmilerdir:
UU j-^4'
toprandan
jf- cJT j U jjü “Ben her ne kadar, kabilemin
\
\

uzakta idiysem de, toplum benim


^ onun olu olduumu bilmedi mi?”
Ebu U beyde de, bu manada u iiri nakletmitir; ijjJ* il cJuiJU ,4* Jj* 1

«ri
1

^ '_p£ fl' “Beni esir aldklarnda, onlara vadide derim ki: “Sizler,

benim Zehdem (atl atn) binicisinin olu olduumu bilmediniz, anlamadnz m?”
Kisaî: “Ben, Araplarn, “bildim” manasnda olmak üzere, c-L* dediklerini
hiç görmedim duymadm” demitir.

kinci zah: Hz. Ali ve bn Abbas’n bunu eklinde okuduklar; bn


Abbas’a “Bu, deil mi?” denildiinde onun, “zannediyorum ki kâtib bunu,
köndisini uyku bast bir anda yazm. Aslnda kelime eklindedir.
Binâenaleyh katib buna, fazladan bir harf ilâve etmi ve böylece haline gelmi.
13. CUz, RA’D SÛRES 13/31 13. Cüt / 433

Böylece de eklinde okunur olmu...” dedii rivayet edilmitir. Bu görü çok


tuhaf bir iddiadr. Çünkü bu, Kur’ân’n tahrif ve tashif edildii (yarti harflerinin ve
kelimelerinin deimi olduu) neticesine götürür ki, bu, onu bizatihi bir hüccet
olmaktan çkarr. Keâf sahibi de: “Vallahi bu söz kesinlikle ve tartmasz bir

uydurmadr” demitir.

Üçüncü izah: Zeccâc öyle demitir: “Bu ayetin manas "iman edenler Allah
dileseydi bütün insanlar hidayete erdireceini bildikleri için, bu kâfirlerin imanndan
ümidlerini kestiler” eklindedir. Bunun izah öyledir: Bir eyin olmadn bilmek,
onun gerçeklemesinden, meydana gelmesinden ümit kesmeyi gerektirir. Bu
mülâzemot, (birbirini gerektirme), güzel bir mecâz yapmay gerektirir. te bundan
dolay “ye’s” lafznn, "bilmek” manasnda kullanlmas, güzel olmutur.

Alimlerimiz: “ Eer Allah dileseydi, elbette insanlarn


KNC MESELE hepsine birden hidâyet ede rdi” ifâdesini delil getirmi ve
öyle demilerdir: Lev (eer) edat, herhangi bir eyin bulunmamas
sebebiyle ona bal olan dier eyin de olmayacan gösterir. Buna göre ayetin manas, “Allah
Teâlâ, bütün insanlarn fîidayetini dilememitir” eklinde olur. Mutezile ise bu meieti,
dilemeyi,bazan zorlama meieti (ilcâ) manasna; bazan da, cennet yoluna
sevketmek, yöneltmek anlamna hamletmitir. Mutezile içinde, bu ayeti zahiri
manasna hamledip öyle diyenler vardr: "Allah Teâlâ, bütün insanlarn hidayetini
dilememitir. Çünkü O, çocuklar ve delileri hidayetle mükellef tutmamtr.
Binaenaleyh, bütün insanlarn hidayetini istemi olmaz.” Bu mesele hakkndaki izah,

daha önce defalarca geçmiti.

Cenâb- Allah'n j» j' Uj. ijjiT jjiî jij*

-Uj JîU J&- “O kâfirlere gelince, Allah’n vaadi (gelinceye) kadar kendi
yaptklar yüzütden ya anszn balarna büyük bir belâ çatacak., yahut, (o belâ)
yurtlarnn yaknma konaklayacak" ifadesiyle ilgili iki mesele vardr:

Cenâb- Hakk’n ijJÎS' ifadesiyle ilgili iki görü


BRNC MESELE bulunmaktadr:
Birinci Görü: Cenâb- Hakk’n, bu ayetle, bütün kafirleri

kastettii, zira bir ksm kâfir için tahakkuk eden ölüm ve esir alnma gibi iddetli ve
skntl meydana getirdii
hadiselerin, bütün kâfirlerin kalbinde bir keder ve üzüntü
ileri sürüldüü gibi, u
da ileri sürülmütür: Cenâb- Hak, bu ifâdeyle baz kâfirleri
murad etmitir ki bunlar, muayyen bir gruptur. el-Küffar kelimesinin bandaki elif-lam,
ahd içindir. Bu da, muayyen bir topluluu gösterir.

Ayetle Hgili iki izah yaplmtr:


KNC MESELE a) “Bu, "O kâfirler, yaptklar küfürleri ve kötü amelleri
yüzünden, Allah’n onlara ya'çocuklar hususunda her an
indirebilecei çeitli belâ ve musibetlerden onlarn kalblerini hoplatan büyük bir belâ
436 / 13. Cilt TEFSÎR-l KEBÎR

isabet eder. Yahut onlara yakn bir bela iner de, böylece feryad-ü figan basar ve
harekete geçerler. Binâenaleyh o belânn kvlcmlar ve zararlar onlara da ular.”
Böylece, onlarn ölümü yahut Kyamet demek olan vaad-i lâhi gelip çatar” demektir.

b) Bu, u manayadr: “Hz. Peygamber (s.a.s.)’e olan dümanlklar ve


yalanlamalar sebebiyle Mekkelilern bana anszn bir belâ gelip çatar. Çünkü Hz.
Muhammed (s. a. s.), her zaman, onlara seriyyeler (baskn müfrezeleri) gönderirdi.
Böylece Mekke’nin hali deiirdi. O seriyyeler onlar teker teker yakalar, hayvanlarn
toplar götürürlerdi.

Yahut ey Muhammed sen, Hudeybiye’ye konakladn zamanki gibi, ordunla


onlarn yurtlarna yakn bir yöre ota kurarsn. Derken Allah’n vaadi, yeni Mekke’nin
fethi zaman gelir çatar. Bunu Allah, Peygamberine (s.a.s.) vaadetmiti.

Daha sonra Cenâb- Hak U-J' wÂl?uSf Âl ji “üphesiz ki Allah vaadinden


dönmez ” buyurmutur. Bundan maksad, Peygamber (s.a.s. )’in kalbine güç
Hz.
vermek ve endiesini gidermektir. Kâdî öyle der: ”Bu ifâde, Allah Teâlâ’nn va’îd
(tehdid)lerinden cayabileceini ileri sürenlerin görüünün*yanl olduuna delalet
eder. Her nekadar bu ayet kâfirler hakknda ise de, nazar- dikkate alnacak ey, ayetin
sebeb-i nüzûlünün hususi oluu deil, lafznn umûmî manasdr. Çünkü bu lafz,
umûmî manas ile, fasklar için yaplan hertürlü ilahi tehdidleri de içine alr.”

Buna öyle cevap verilir: Hulf (sözden dönmek) baka ey, umûmî bir ifâdenin
tahsis edilmesi(snrlandrlmas) ise baka bir eydir. Biz, Allah Teâlâ’nn hulf
edeceini söylemiyoruz. Ancak umûmî olan va’îd ayetlerini, aff- lâhiyi gösteren
ayetlerle tahsis ediyor (snrlyoruz).

Münkirlere Verilen Mühlet


15. Cüz, RA’DSORHS 13/32-34 13. ClH / 437

"Andolsun ki senden evvelki peygamberlerle de istihzâ edilmidi de, ben o


kâfirlere mühlet vermitim. Sonra ise onlar yakalayverdim. Bak, benim
ikâbm naslm! Her nefsin, kazandnn hepsini bilen Allah'a onlar irk
kotular. De ki: bakalm! Yoksa siz yeryüzünde Ona
“ Bunlara bir ad verin
bilmedii bireyi mi haber veriyorsunuz ? Yoksa sözün zahiri ile mi...?” Hayr
o kâfirlere, tuzaklar süslü göründü ve onlar doru yoldan ahkondular. Allah
kimi artrsa, artk onun için hidayet edecek hiç kimse yoktur. Dünya
hayatnda, onlarn hakk azabtr. Aliret azab ise, daha çetindir. Onlar

Allah’n azabndan koruyacak olan hiç kimse yoktur
(Rad. 32-34).

Bil ki o Peygamber (s.a.s.)’den, istihzâ ve alay yollu, baka mucizeler


kafirler, Hz.
isteyip, bu da Hz. Peygamber (s.a.s.)’in gücüne gidip, bu sözlerden rahatsz olunca,

Cenâb- Allah, onu teselli etmek ve kavminin aklszlna kar ona sabr vermek için
bu ayeti indirerek Ona: “Kavminin seninle alay etmesi gibi önceki peygamberlerin
kavimleri de onlarla alay etmilerdi de ben o kâfirlere mühlet vermitim. Yani
azablarn ertelemek zaman tanm, sureti ile biraz sonra da onlar kskvrak
yakalamtm. Binâenaleyh bak benim, onlara ikâbm naslm! Bil ki ben, o geçmi
kavimlerden intikamm aldm gibi, bunlardan da alrm” demitir.

“mlâ” mühlet vermek ve onlar tpk hayvanlara otlakta bir müddet otlama imkan
verilmesi gibi, bir süre bolluk ve rahatlk içinde brakmaktr. Bu, onlar için bir tehdid
ve Hz. Peygamber (s. a. s.) ile istihza yollu mucize istemelerine bir cevaptr.

Ayette Mahzuf Olan Cevap

Daha sonra Cenâb- Allah, müriklere bir hüccet yerine geçecek, onlar
azarlayacak ve hayrete davet edecek bir ifâde ile öyle buyurmutur: JT J*
Uj ^ ûj “ Her nefsin kazandnn hepsini bilen Allah’a m?” Bu, “Allah Teâlâ

hereye kâdirdir ve hereyi cüz’iyyat ile ve külliyat ile bilir. O, böyle olduuna göre,
Jer nefsin hallerinin tamamn bilir, nefislerin istekleri olan faydal eyleri vermeye,
zararl eyleri defetmeye, yaptklar taatlara mükafaat vermeye ve iledikleri bütün
günahlara cezâ vermeye kadirdir” demektir. te bu ifâdeden kastedilen mana budur.
Böyle olan ancak Hak Sübhânehû ve Teâlâ’dr. Bunun bir benzeri de, UJI

“Adaleti ayakta tutarak” (M-\ imran, 18) ayetidir.

Bil ki bu söze mutlaka bir cevab lazmdr. Alimler bu cevabn ne olduu hususunda
u deiik izahlar yapmlardr:

1
)
Bu, “Her nefsin kazandklarnn hepsini bilen Allah, böyle olmayan gibi olur
mu? faydasz ve zararsz putlardr” demektir. Bu cevab, Hak
Böyle olamayanlar ise,

Teâlâ’nn Allah’a onlar irk kotular” buyruunda sakl olup, bunun takdiri, “Her

458 / 13. Cilt TEFSlR-1 KEBÎR

nefsin kazandnn hepsini bilen Allah, onlarn irk kotuu zarar ve fayda vermeyen

eyler gibi Bunun bir benzeri
midir?” eklindedir. de, Öyle ya Allah'n gösünde

slam için inirah verdii, Rabbinden bir nûr üzere deilmidir?” (Zümer, 22) ayetidir.
Bu ifâdenin de cevab gelmemitir. Çünkü cevab, ayetteki “Kalbleri, Allah’n
zikrinden (bo ve) kaskat kesilmi ol’anlann vay haline!” (zumer, 22) ifâdesinde zmnen
vardr. te burada da aynen öyledir. Keâf sahibi öyle demitir: .

* p

“Mübtedaya haber olabilecek bireyin takdir edilmesi câizdir. Yahut ayetteki j

tif Allah'a irk kotular" ifâdesi bunun üzerine atfedilmi olup,


", takdiri: ‘‘Böyle olan

kimse. Allah’ birlememi, O’nu ululamam ve O’na ortak komu olur” eklindedir.”
Bu izah Hallu’l-‘Ukad adl eserin sahibi yapmtr. O öyle der: "Ayetteki ve
2)
cealû ifâdesindeki vâv vâv- haliyye kabul eder ve mübtedaya bir habe r .aKdir ederiz.
Böylece mübteda haberi ile birlikte, peisra geldii cümleyi izah ed*ri bir cümle olmu
olur. Buna göre ifâdenin takdiri "Her nefsin kazandklarnn hopsini bilen var mdr?”
Halbuki o mürikler, Allah’a ortaklar komutur” eklindedir. Daha sonra zâhir isim,
"Allah” lafz, ulûhiyyeti iyice anlatmak ve izah etmek için, haberin yerini tutmutur.
Bu tpk senin, "insanlara veren ve onlar zengin klan cömert bir zat vardr. O ise,
benim gibileri mahrum eder” demen gibidir.

Ad Olmamak Yokluun fâdesidir

Bil ki Allah Teâlâ bu delili izah edince, yeni bir delil getirerek, J»
"De ki: ad verin bakalm!" buyurmutur. Bu söz, kendine ad
“ Bunlara bir

verilmeyecek ve bir isim konulmayacak kadar deersiz olan ey hakknda söylenir.


te bu durumda, "stersen ona ad koy, yani o bahse demez, isim verilmeye layk
deil, ama istersen ona bir ad koy!” denilir. Buna göre sanki Cenâb- Hak, tehdid
yollu: "Haydi onlara ilah ad verin bakalm!” demek istemitir. Bu, "ster onlara böyle

isimler verin, ister vermeyin; onlar hiç bir akll insann deer vermeyecei kadar âdi
ve kymetsiz eylerdir” manasna gelir.

Daha sonra Cenâb- Allah, yeni bir delil daha ekleyerek, j, föî fi

"Yoksa siz. yeryüzünde O'na bilmedii bir eyi mi haber veriyorsununz?”


buyurmutur. Bu, "Sizler o putlara, Allah’n bilmeyip, sizin bildiiniz bir eyi Allah’a
haber m veriyorsunuz?” demektir. Allah’n mutlak sûrette orta olmad halde,
Cenab- Hak bilhassa yeryüzünde orta olmadn belirtmitir. Çünkü mürikler,
Allah’n yeryüzünde ortaklar olduunu söylüyorlard.
Cenâb- Hak, JJÜ' j* fi
“ Yoksa sözün zâhiri ile mi?” buyurmutur.
Yani, "Sizler gerçei olmayan sözleri söyleyerek göz mü bpyuyorsunuz?” demektir.
Bu, “Bu, onlarn azlaryla (geveledikleri) sözleridir (Tevte, 30) ayetinde olduu
gibidir.
1 .1 . Cüz, RA* D SÛRES 1 3/32-34 13. Cilt / 439

Müriklerin Durumlarn Beenmeleri

Sonra Allah Teâlâ, bu delillerin peine, onlarn yollarnn kötü olduunu beyân
ederek, sürdürdükleri hareketin deersizliini göstermek için fip 'jP jt $ jî
“Hayr, o kâfirlere, öyle der:
tuzaklar süslü göründü” buyurmutur. Vahidî
"Buradaki bel edat, u
manayadr: Allah Teâlâ sanki: "Üzerinde olduunuz konular
zikretmeyi brak, çünkü onlara tuzaklar süslü gösterilmitir” demektedir. Bu böyledir,
zira O, onlarn inançlarnn yanllna deliller getirince, sanki, "Artk delilleri brak,

çünkü bunun onlara faydas yok. Zira onlara inkârlar ve tuzaklar süslü gösterilmitir.
Binâenaleyh onlar bu delillerin hatrlatlmasndan istifade etmezler” demitir." Kftdî
de öyle der: Allah Teâlâ’nm bunu, onlar zemmetmek için zikrettiinde üphe yoktur.

Bu böyle olunca, ayette bahsedilen süslü gösterme” iinin Allah’a âit olmas imkansz
olur. Aksine bunu yapan, insan ve cin eytanlardr.
*

Bil ki Kâdî’nin izah u sebeblerden ötürü zayftr.


ayet, "süslü gösteren”, cin veya insan eytanlarndan birisi olsayd, o eytann
1)
kalbinde bunu süslü gösterenin de, bir baka eytan olmas gerekirdi. Bu durumda
da teselsül gerekir. Eer bu ii yapann Allah olduu kabul edilirse, bu soru düer.

2) Kalblere ancak Allah hâkim ve kâdir olur.

3) Biz, sebebi tercih etmenin ancak Allah tarafndan olduuna ve sebebin


tahakkuk etmesi halinde de mutlaka o fiilin olacana dâir delil getirmitik.

Ayetteki, j&> j “Ve onlar doru yoldan alkondular” buyruuna


^ '

gelince: Bil ki Âsim, Hamza ve Klsâî, hem bu ayette hem de “Ha-mim” sûresinde,
“Kâfirleri bakalar alkoydular” manasnda meçhul olarak ve sâd’n zammesiyle,
...Ij&j (alkondular) eklinde okumulardr. Ehl-i Sünnet’e göre, onlar doru yola
ulamaktan alkoyan Allah Teâlâ’dr.

Mutezile ise bu hususta u iki izah yapmtr:

a) Alkoyan eytandr.

b) Onlar kendileri alkoymulardr. Bu tpk: "Falan


alkoymutur ve biribirlerini

kii mu’ceb (arld)” denilmesi gibidir. Burada maksad, onun olduunu akn
bildirmekti r.Yoksa, onu artan bir kimsenin bulunmas sözkonusu deildir. Bu, Ebu
Müslim’in görüüdür.

Dier kraat imamlar ise, her iki sûrede de, "Kâfirler, Allah yolundan yüz
çevirdiler” manasnda sâd’n fethas ile, saddû eklinde okumulard. Bu kraata
göre,

bu fiilin, "Onlar, bakalarn Allah yolundan çevirdiler” manasnda olduu da


söylenmitir. Binâenaleyh bu hem lâzm hem de müteaddi olmu olur.
fiil
.

460 /1.1 < ili TEFSR KEBR

Birinci Okuyuun Delili, o fiilden önce geçen fiilin meçhul oluudur. Onunla uyum
salamas için, bunun da meçhul olmas gerekir.

kinci Kraatin Delili ise, daha önce geçen keferû fiilinin ma’lûm sîada oluudur.

Hidayet Yalnz Allah’tandr

Cenâb- Hak daha sonra it» j- Ü U ti)


t
ji j “Allah kimi artrsa, artk
onun için hidayet edecek hiç kimse yoktur” buyurmutur.

Bil ki âlimlerimiz, bu âyeti birkaç bakmdan delil olarak getirmilerdir:

1) Allah Teâlâ, “Hayr, o kâfirlere, tuzaklar süslü gör ün dü” buy m uçtur. Biz,
deliller ile, bu süslü gösterenin, Allah Teâlâ olduunu daha önce beyan etmitik.”

2) Ayetteki meçhul (ve suddû) okunuuna göre, bu alkoyma


ifâdenin iini
yapann Allah Teâlâ olduunu beyan etmitik.

3) Ayetteki, “ Allahartrsa, artk onun için hidayet edecek hiç kimse


kimi
yoktur” ifâdesi, bizim görüümüzü destekleyen açk bir ifâdedir ve hem bu süslü
gösterme iini, hem de o alkoyma iini yapann ancak Allah Teâlâ olduunu açkça
göstermektedir.

Hak Teâlâ, “Dünya hayatnda onlarn hakk azabtr. Ahiret azab ise daha
4)
çetindir” buyurmutur. Binâenaleyh Allah Teâlâ onlarn, ahirette cezâya
urayacaklarn haber vermitir. Allah’n haber verdii eyin aksinin olmas
imkânszdr. Bu haberin yanl çkmas imkânsz olduuna göre, bu kimselerden
imann sadr olmas da imkânszdr. Bütün bu izahlar, bu tefsirde defalarca yaptk.

Kâd» öyle demitir: ‘‘Ayetteki, “Allah kimi artrsa” ifâdesi, ‘‘Kimi, kâfir olduu
için cennet mükafaatndan artr, uzaklatrrsa” demektir. “Artk onun için hidayet
edecek hiç kimse yoktur” ifadesi ise, bu mükâfaatn ancak taat ile elde edileceini
bildirmektedir. Binâenaleyh kim taattan yüz çevirir ise, artk bu mükâfaat elde etmeye
bir yol bulamaz.” Bu ifâdeye u manalar da verilmitir:

a) ‘‘Allah kimin dalalette olduuna hükmeder, “saptm” derse...”

,
b) Allah kimi, iman hakk ile bulmaktan saptrr, uzaklatrrsa” demektir. Kâdî
sonra birinci görüün daha kuvvetli olduunu söylemitir.
Bil ki (aksine) birinci izah zayftr. Çünkü söz, onlarn dünyadaki imanlarn ve
anlatmak hususundadr. Bu sözde, onlarn cennete girip gidememelerinden
küfürlerini

bahsedilmemektedir. Binâenaleyh sözü, konusundan alp, konusu dnda bir manaya


hamletmek tuhaf bir davrantr. Hem farzet ki, iin onlarn zikrettii gibi olduunu
kabul etsek bile, Allah Teâlâ onlarn cennete giremeyeceklerini haber verdiine göre,
yine maksad hasl olmu olur. Çünkü Allah'n bildii ve haber verdii halin aksinin
tahakkuk etmesi imkanszdr.
M. Cüz, RA'D SfJRESl 13/15 13. C ilt / 461

Bil k Allah Teâlâ, onlar hakknda bu hususlar haber verince, onlar için dünya
azab le bundan daha zor olan ahiret azabn birletirdiini, bu azablar onla«aan
dünyada da âhirette de soruturacak hiç bir kimsenin olmadn bildirmitir.

Dünyada Musibet Ceza Saylr m?


Dünya azab, ölüm, sava, lanet, knama ve hor-hakir kalma ekillerinde olur.

"Bunlara, musibetler ve hastalklar dâhil midir, deil midir?" meselesine gelince,


âlimler ihtilaf etmilerdir. Bazlar "Bunlar dahildir” derken, bazlar: "Bunlar bir ceza
olmaz. Çünkü bana musibet gelen herkes, ona sabretmekle emrolunmutur.
bir

Eer bu bir cezâ olsayd, ona sabretmek vâcib olmazd” demilerdir. Binâenaleyh,
bu görüe göre ayetten kastedilen, onlarn öldürülmeleri, esir edilmeleri,
lanetlenmeleri ve mallarnn ganimet olarak alnmasdr. Cenâb- Hak ahiret azab daha
fazla olduu için onu, J2.I iy~\
azab ise daha çetindir” diye
“Ahiret
anlatmtr. stersen bu çetin oluu, kuvvet ve iddet manasna; ister çeitlerinin
çokluu manasna; ister içine hiçbir rahatlk sebebinin karmamas manasna,
istersen hep devaml ve sonsuz manasna alabilirsin.

Daha sonra Allah Teâlâ 4’ &^^ “Onlar için Allah’dan koruyacak

olan hiç kimse yoktur " diyerek, hiç kimsenin onlar, balarna gelen azabtan
koruyamayacan beyân buyurmutur. Vahîdî öyle demektedir: “Kraat imamlarnn
çou son kelimeyi, yâ’sz olarak, kâf harfi üzerinde vakfederek okumulardr. Durum,
£l*
# (Zûmer, 36) ayeti ile 4'j (Râd.i) ayetinde de ayndr. Dorusu da budur. Çünkü
sen, vasl halinde de J,'jj '•& ve }'j dersin. Böylece ya harfi de, tenvin de sâkin
olduu için, yâ harfi hazfedilmitir. Binâenaleyh sen vakf yaptn zaman, ref ve
cerr halinde tenvin hazfedilir. Ya harfi- hazfedilmi idi. Böylece vakf, “fâilün” vezninin
dnda kalan yerlerde, kesre olan harekeye tekâbül eder. Böylece sen, üzerinde
vakfettiindier harekeleri hazfettiin gibi, o kesreyi de hazfedersin. Böylece de vâl,
hâd, vâk eklinde olur. bn Kesir, bunlar hâdî, vâlî, vâkî eklinde yâ üzere
vakfederek okur. Bunun izah da, Slbeveyh’in naklettii husustur: Diline güvenilen u
baz Arap kabileleri, ^ ijü* “u benim davetcim” der ve yâ üzerine vakfe yaparlar.

Müttakîlerin Akbeti

© AUi \ -AJ
"

462 / 13. Cilt TEFSlR-1 KEBÎR

“Müttakilere vaad edilen cennetin sfat (udur): Altndan rmaklar akar onun.
Yemileri ve gölgeleri dâimdir, ite ittikâ edenlerin âkbeti. Kâfirlerin sonucu
ise atetir

(Râd, 35).

Ayetle ilgili birkaç mesele vardr:

Bil ki Allah dünya ve âhirette azâb


Teâlâ, kâfirlere
edeceinden bahsedince, bunun peisra, müttakîlere
BRNC MESELE verecei mükâfaat söz konusu etmitir.
Ayetteki meselü’l-cenne “cennetin sfat ” ifadesi ile ilgili
u görüler ileri sürülmütür:

a) Sibeveyh öyle demitir: “Bu tabir, haberi hazfedilmi bir mübteda olup, takdiri,

j» ‘<£4* UJ “size anlattmz eylerde, cennetin sfat vardr” eklindedir.

b) Zeccâc öyle demitir: “Kelamn takdiri i Jfj 'T Le ja il? ju “Cennetin


sfat, vasflar öyle öyle olmasdr” eklindedir.

c) Bu ifade mübtedâdr, haberi de “altndan rmaklar akar" ifâdesidir. Nitekim sen,


“Zeyd'in sfat, isimdir” dersin, (yani “Zeyd” kelimesi bir isimdir).

d) Bu ifâdenin haberi pili “Yemileri ve gölgeleri dâimdir" ifadesidir.


Çünkü böyle oluu, harikulâde bireydir. Buna göre Cenâb- Hak sanki, "Müttakilere
vaadedilen, altlarndan rmaklar akan cennetin sfat, cennetin bildiiniz halleri gibidir.
Ancak ne var ki onun yemileri dâimdir” demitir.

Bil ki bu cenneti
Allah Teâlâ u
üç vasfla tavsif etmitir:
KNC MESELE a) Altndan rmaklar akmas.
Cennetin Balca özellikleri b) Yemilerinin devaml olmas.. Bu, “Dünya cennetlerinin

,
(bahçelerinin), yapraklar meyveleri ve faydalan devaml
olmaz. Ama ahiret cennetlerinin meyveleri devamldr, kesintiye uramaz” demektir.

c) Gölgelerinindevaml olmas... Bu, “Orada scak, souk, güne, ay ve karanlk


diye birey yoktur. Bu ifadenin bir benzeri de “Ehl-i Cennet) orada ne bir güne,
ne de bir zemherir görmeyecek" (insan, 13) ayetidir.

Allah Teâlâ cenneti bu üç vasfla niteledikten sonra, muttakilerin âkibetinin, bu


cennet olduunu beyân buyurmutur. Yani ‘“muttakilerin akibeti (sonu) cennet,
kâfirlerin akibeti ise cehennem olur” demektir. Ayetten çkarlan sonuç udur:

Müttakilerin mükafaat, her türlü aibeden uzak, devaml olma özelliinde birçok
faydalardr.
IV Cüz, RA* D SÛRES 13/36-37 13. Cilt / 463

Cennette Yemilerin Devamllndan Maksat


Bil ki ayetteki,
JÎ “Yemileri dâimdir” ifadesi ile ilgili üç mesele vardr:

Bu, cennet yemilerinin yok olmayacana ve


BRNC MESELE bitmeyeceine delalet eder. Cehm b. Safvan ile ona
uyanlardan bu görü nakledilmitir.

Bu, cennetliklerin hareketlerinin Ebu’l-Huzeyl ve ona


KNC MESELE uyanlarn dedii gibi, devaml bir sükûna varp
dayanmadna delalet eder.

Kâdî öyle demitir: "Bu ayet, cennetin henüz yaratlm


ÜÇÜNCÜ MESELE olmadna Çünkü eer
delalet eder. cennet u
anda
Cennet imdi Mevcuttur mevcut, yaratlm olsayd; sonlu olmas ve yemilerinin
spna erici olmas gerekirdi. Zira HakTeâlâ, “(Yer) üzerinde

bulunan her canl fânidir” (Rahman, 26) ve O’nun zâtndan baka herey helâk
olucudur” buyurmutur. Fakat cennetin yemileri, “Yemileri dâimdir”
(Kasa», 88)

ayetinden ötürü, dâimdir. Binâenaleyh cennetin u


anda henüz yaratlmam olmas
gerekir.” Kâdî daha sonra öyle der: ”Biz, u
anda göklerde meleklerin ve rivayet
edilen haberlere göre, peygamberlerden, ehidlerden ve benzeri kimselerden canl
olanlarn istifâde ettikleri birçok cennet bulunduunu inkâr etmiyoruz. Fakat bizim
benimsediimiz fikir, bilhassa "huld (ebedîlik) cenneti”nin ancak, bütün canllarn
yeniden dirilmesinden sonra yaratlacadr.”

Buna öyle cevap Onlarn (yani Mutezile’nin) delilleri


verilir: iki ayettir: u
“(Yer)yüzünde bulunan her canl fânidir” (Rahman. 26) ve “Yemileri ve gölgeleri
dâimdir” (Rad, 35). Binâenaleyh bu iki umûmî ayetten birisini tahsis ettiimizde, onlarn
delilleri düer. O halde biz bu iki umumî ayetten birisini, cennetin mahlûk olduunu

gösteren delillerle tahsis ederiz. Bunlardan biri u ayettir: “Muttakiler için hazrlanm
cennetin eni, göklerle yer kadardr” (am imran, 133).

Bu Ayette Geçen “ Kitap’ ’dan Maksad?


4M / 13. Cilt T EFS R-! KEBÎR

“Kendilerine kitap verdiimiz kimseler sana indirilen ile sevinirler. Fakat


güruhlar içinde onun ksmn
eden kimseler de vardr. De ki: “Ben
bir inkâr
ancak Allah'a kulluk edip, O'na ortak komamakla emrolundum. Ben ancak
On a dua ederim. Dönüüm de ancak O’nadr
(Ra'd, 36).

Bil ki bu ayette geçen “kitap” ile ne murad edildii hususunda u iki görü ileri

sürülmütür:

Birinci Görü: Bununla “Kur'ân” kasdedilmitir. Buna göre ayetin manas,


“Kur’ân ehli, Hz. Peygamber’e indirilen tevhid, adâlet, nübüvvet, ba’s (dirili), çeitli
hükümler ve kssalardan dolay sevinirler. Yahudi, hristiyan ve dier kâfirlerden baz
güruhlar ise, onun bir ksmn inkâr ederler” eklindedir. Bu görü, Haan eNBasrî
ve Katâde’nindir. Buna göre ayet, "Ahzâb (o güruhlar), Kur’ân’n tamamn inkar
ederler, bir ksmn deil?” denirse, biz deriz ki: “Onlar, Kur’ân’da bulunan hereyi
inkâr etmezler.Çünkü Kur’ân’da Allah’n zatnn, ilim, kudret ve hikmetinin isbat
ve peygamberlerinin kssalar da yer alr. O güruhlar ise bunlar inkâr etmezler."

kinci Görü: Bu “Kitap” ile, Tevrat ve ncil kastedilmitir. Buna göre, ayetle
ilgili u iki görü ileri sürülmütür:

a) bn Abbas öyle demitir: “Kendilerine kitap verdiimiz ” ifâdesi ile,


(r. a.),

Abdullah b. Selam (r.a.), Ka’b b. Ahbar ve arkadalar gibi yahudiler ile Hz.
Peygamber (s.a.s.)’e iman edip müslüman olan hristiyanlar kastedilmitir. Bunlar,
seKsen kii olup, krk Necran’da, sekizi Yemen’de,otuzikisi de Habeistan’dadr.
Bunlarn hepsi, Kur’ân ile sevinmilerdir. Zira onlar Kur’ân’a iman etmi ve onu tasdik
etmilerdir. Ayetteki “ahzâb” (güruhlar) ile de, ehl-i kitabn geriye kalanlar ile

mürikler kastedilmitir.” Kâdî, bu izahn birincisinin daha uygun olduunu


söyleyerek, “Kendilerine Kur’ân verilen kimselerin, Kur’ân’n inii ile sevindiklerinde
üphe yoktur. Binâenaleyh biz bunu bu manaya hamlettiimizde, bu kelamn manas
ancak o zaman aikâr olur.” öyle de denebilir: Kendilerine Kur’ân verilenler, Kur’ân’da görüp
örendikleri pek çok ilimlersayesinde lde ettikleri büyük faydalardan dolay Kur'ân
ile sevinçleri artar. te bu sebepten ötürü, Allah Teâlâ onlarn bununla sevindiklerini
nakletmitir.

b) Kendilerine kitap verdiimiz kimseler ” ifâdesi ile, kendilerine Tevrat verilen
yahudiler ile, ncil verilen hristiyanlar kastedilmi olup; Kur’ân onlarn kitaplarn tasdik
ettii zaman Kur’ân’dan indirilen ayetlere sevinirler. Dier kâfir güruhlar ise, Kur’ân’n
bir ksmn inkâr ederler.
Bu görü, Mücâhid’indir. Kâdî öyle demitir: “Bu izah doru
deildir. Çünkü, “Sana indirilen ile sevinirler” ifadeli; Hz. Peygamber (s.a.s.)’e
indirilen eylerin tamamn içine alan bir ifadedir. Halbuki onlarn (ehl-i kitab’m), Hz.
Peygamber’e indirilen eylerin hepsine sevinmedikleri malumdur.”

Buna öyle cevap verilebilir: “Ayetteki, “Sana indirilen ile ...” ifadesi, kendisine

13. Cüz, RA’D SÛRBS 13/36-37 13. Çili / 463

hem “hepti" hem de “bazs" kelimeleri eklenebilecei için, umûmî manada


deildir. Binâenaleyh ayet bu tabir, umûm ifâde etseydi, buna “hepsi" lafzn ilave
etmek bir tekrar; “bazs" lafzn ilave etmek de bir noksanlk olmu olurdu.

Bütün Emirlerin Özeti

Daha sonra Cenâb- Hak, yaratl ve ahiret bilgisi hususunda insanlarn muhtaç
olduu hereyi, çok az bir sözle beyân buyurunca, “De ki: “Ben ancak Allah’a kulluk
edip O’na ortak komamakla emrolundum. Ben ancak O’na duâ ederim.
,

Dönüüm de ancak O’nadr demitir. Bu, mükellefiyet ile ilgili hereyi kendinde
toplayan bir sözdür. Bu ifade ile ilgili izahlar yaplr: u
a) “Ancak" kelimesi hasr ifade edip, "Ben sadece ve sadece Allah’a ibadet

etmekle emrolundum" demek olup, bu da mükellefiyet, emir ve yasaklarn ancak


bu ekilde olacana delalet eder.

b) bâdet (kulluk), saygnn doruk noktasdr. Ayet de, insann bununla mükellef

olduuna delalet eder.

c) Allah’a kulluk, ancak O’nu tanmakla mümkündür. O’nu tanmann yolu se


delillerdir. Binâenaleyh bu ifade insann, yaratcnn zâtn ve sfatlarn, onun hakknda
vâcip, caiz ve imkânsz olan eyleri bilme hususunda tefekkür ve istidlal ile mükellef
olduuna delalet eder.

d) Allah’a kulluk vâcibtir. hem mükellefiyetin olmadn


Bu da, söyleyenlerin, hem
de Cebriye’nin görüünün yanl olduunu gösterir.

O’na ortak komamakla emrolundum” buyurulmutur. Bu da, Allah
e) Ayette,
Teâlâ’nn, hiçbir orta, benzeri ve zdd olmadn gösterir. Bu ifâdenin içine, Allah'n
dnda herhangidir ma’bûda inanan kimselerin görüünün yanll da girer. O kimse
ister o mabudunun, güne, ay, yldzlar, ister putlar ve heykeller ile yüce ruhlar, ister,
mecûsîlerin dedii gibi Yezdân ve Ehrimen, ister Seneviyye’nin dedii gibi zulmet
ve nûr olduunu söylesin.


f) O’na duâ ederim” buyurulmutur. Bununla, "insana, o ibadetleri yerine
Ayette,
getirmesi vâcib olduu gibi, Allah’a kullua çarmas da vâcib olur" manas
kastedilmi olup, bu ifâde, Hz. Peygamber (s.a.s.)’in nübüvvetine iarettir.

g) Ayette, “Dönüümde ancak O’nadr” buyurulmutur. Bu ifade de, hare, nere


ba’se (dirilie) ve Kyamete Binâenaleyh insan bu ksa ve veciz ayet üzerinde
iarettir.

iyice düünüp manasn anlaynca, bunun, dinde muteber olan bütün taleb ve gayeleri
ihtiva ettiini görür.

“te biz onu böyle Arapça bir hikmet olarak indirdik Andolsun ki sana gelen
ilimden sonra onlarn hevâlarma uyarsan Allah 'dan senin için ne bir yardmc
vardr, ne de bir koruyucu
(Ra!d, 37)

Bu ayetle ilgili birkaç mesele vardr:

Bil ki Allah Teâlâ, bunu “Arapça bir hikmet ” olarak indiriini,

BRNC MESELE önceki peygamberlere indiriine (vahyediine) benzetmitir.


Semavî Kitaplarn Müterek Kayna Binâenaleyh bu, “Biz önceki peygamberlere kendi lisanlar
ile kitaplar indirdiimiz gibi, sana da Kur'ân’ (senin
" ”
lisannda) indirdik” demektir. Ayetteki “Onu" zamiri, geçen ayetteki, Sana indirilen
ifadesine, yani Kur’ân’a râcidir.


Ayetteki, Arapça bir hikmet (hüküm) olarak indirdik"
KNC MESELE ifadesi ile ilgili u izahlar yaplmtr:
Kur'ân Hakknda "Hükm" ifalnn a) Bu, “Araplarn lisannda ifâde edilmi olan bir hikmet
Anlam olarak” demektir.
b) Kur’ân, bütün mükellefiyetleri ihtivâ etmektedir.
Binâenaleyh ancak Kur’ân ile hükmetmek mümkün olur. Kur’ân, hükmetmenin
vastas olduu için, bunu iyice anlatmak için, “hüküm” olarak isimlendirilmitir.

c) Allah Teâlâ bütün mükelleflerin, Kur’ân’ kabul edip, onunla amel etmelerine
hükmetmitir. Binâenaleyh Allah, mahlukatn onu kabul etmelerine hümedince, onu
bir “hüküm” klmtr. Bil ki ayetteki USo- ifadesi “hal” olarak mansub olup,

“Biz o Kur’ân’, Arapça bir hüküm olarak indirdik” manasndadr.

Mutezile öyle der: “Ayet birçok bakmdan Kur'ân’n hâdis


ÜÇÜNCÜ MESELE (mahluk) olduuna
delâlet eder:

Kur’ân’n Mahluk Olma ddiasna Red a) Allah Teâlâ onu, indirilmi ” diye tavsif etmitir. Bu
! ancak muhdes olan bir varla uygun düer.

b) Allah Teâlâ onu, Arapça ” diye tavsif etmitir. Arapça ise, Araplarn icâdna
ve stlahlarna göre olan ey demektir. Böyle olan ise muhdes olur.
1.1. Cüz, RA*D SÜRI-S 1.1/.18 -W t < -i |fy

c) Ayet, Kur'ân’n Arapça bir “hüküm"’ olduuna delâlet eder. Çünkü Allan Teâi*
onu böyle klm ve bu ekilde tavsif etmitir. Böyle olan herey “muhdes" olur."

Cevap: Bütün bu izahlar, harf ve seslerden meydana gelenin muhdes olduuna


delâlet eder. Bunda bir münakaa yoktur. Allah en iyi bilendir.

Rivayet olunduuna göre, Peygamber


mürikler, Hz.
(s.a.s.)’i atalarnn dinine davet etmiler. Bunun üzerine

DÖRDÜNCÜ MESELE Allah Teâlâ, Hz. Peygamber (s.a.s)’i (meselâ onu onlarn
hususlar-
kblesinden çevirdikten sonra, tekrar onlarn kblesine ibadet etmesi gibi) böylesi

da onlara uymamas için kendisini uyarmtr. bn Abbas (r.a.), “Bu hitab Hz. Peygamber'®

yönelik ise de, kastedilen onun ümmetidir” demitir. Aksine bundan maksad, Hz.
Peygamberi hakkyla yerine getirmeye ve o göreve muhalefet
risalei görevini
için de bir
etmekten saknmaya teviktir. Bu, ayn zamanda, bütün mükellefler
sakndrmadn Çünkü makam; böyle yüce olan bir kimse bu ekilde sakndrldna
göre, mükellefler böyle sakndrmaya daha müstehak ve uygundurlar.

Nübüvvet Hakknda üpheleri Red

“ Celalim hakk için biz senden önce de peygamberler göndermi, onlara da


zevceler ve evlatlar vermiizdir. Allah’n izni olmadkça, harhangi bir ayeti
getirmek, hiçbir peygamberin haddi deildir. Her vâdenin yazlm bir hükmü
vardr. Allah ne dilerse silip giderir, dilediini de devam ettirir. Ana kitap

O’nun yanndadr”
(Ra'd, 38-39).

Bil ki mürikler, Hz. Peygamber’in nübüvvetini iptal için pek çok üpheler ortaya
atmlard:

Birinci üpheleri: “Bu nasl peygamber? (Bizim gibi) yemek yiyor, çarlarda
yürüyor” burkan, t) eklindeki üpheleridir. Allah Teâlâ, bu üpheyi baka bir sûrede
zikretmitir.
468 / J3,Çm TEFSlR-1 KEBÎR

kinci üpheleri: "Allah'n insanlara gönderecei peygamber, mutlaka melekler


cinsinden olmas gerekir” eklindeki sözleridir. Allah Teâlâ bu iddiay “(Davanda)
doru söyleyenlerden isen, bize melekleri getirmeli deil miydin?” (H\cr, 7) ve “Onun
üzerine bir melek indirilmeli deil miydi?” En’am.8) ayetlerinde onlardan nakletmitir.
(

Allah Teâlâ, bu üpheye bu ayette, senden önce de


“Andolsun ki biz,

peygamberler gönderdik, onlara da zevceler ve evlâldlar verdik” buyurarak cevap


vermitir. Bu, "Hz. Muhammed’den önceki peygamberler de, melek deil, beer
idiler. Binâenaleyh bu durum onlar hakknda câiz olduuna göre, ayn durum Hz.

Muhammed için niçin câiz olmasn” demektir.

Üçüncü üpheleri: Onlar, Hz. Peygamber (s.a.s.)’i, hanmlar çok olduu için
tenkid etmi ve öyle demilerdir: "Eer Allah katndan gönderilmi bir peygamber
olsayd, kadnlarla uramaz, zühde ve dinî emirlere verip, kadnlardan
kendisini
tamamen yüz çevirirdi.” te Cenâb- Allah buna da, yin e “Celalim hakk için, biz
senden önce de peygamberler göndermi, onlara da zevceler ve evladlar
vermiizdir” diyerek cevap vermitir. Velhâsl bu söz, hem önceki üpheye, hem de
buna cevaptr. Çünkü Hz. Süleyman (a.s.)’n üçyüz hanm ve yediyüz tane de odal
(câriyesi) vard. Hz. Dâvud (a.s.)'un da yüz hanm vard.

Dördüncü üpheleri: Onlarn öyle demeleridir: "Eer O, Allah katndan


gönderilmi bir peygamber olsayd, kendisinden mucize olarak istediimiz hereyi,
beklemeden getirirdi. Durum böyle olmadna göre, onun peygamber olmadn
anlyoruz.” Cenâb- Hak, bu üpheye de, “Allah’n izni olmadkça herhangi bir ayet
getirmek, hiçbir peygamberin haddi deildir” buyurarak cevap vermitir. Bunu öyle
izah ederiz: Tek bir mucize dahi, aslnda (kâfirin) mazeretlerini ve (küfür) sebeblerini
ortadan kaldrma ve delil ile beyyineyi ortaya koyma hususunda yeterlidir. Bundan
fazlas ise, Allah’n dilemesine baldr. Allah isterse, onlar gösterir, isterse göstermez.
Bu hususta hiç kimsenin O’na itiraz hakk yoktur.

Beinci üpheleri: Hz. Peygamber (s.a.s.) onlar, balarna gelecek azab ile ve
kendisi ve inananlar için muzafferiyet olaca ile korkutuyordu. Bu vaad ve va’id

(tehdid) gecikince ve kâfirler, söylenen bu eyleri ortada görmeyince, bunlarn


gerçeklemeydin Hz. Muhammed (s.a.s.)’in peygamberliini tenkid için ileri sürüyor
i,

ve "Eer O, gerçek bir peygamber olsayd, O’nun böyle yalan ortaya çkmazd”
diyorlard. Cenâb- Hak buna da, “Her vâdenin yazlm bir hükmü vardr” diyerek
cevap vermitir. Bu, "Kâfirlere azab- ilâhi’nin gelmesinin ve Allah’n dostlarna fetih
ile ilahi yardmn zuhûr etmesinin, Allah’n hükmettii belli bir vakti vardr. Her
hadisenin böyle belli bir ve her vadenin, yazlm bir hükmü (kaderi) vardr.
vahti vardr
Binâenaleyh o vakti gelmeden, o hadise olmaz. Bu sebeble vaadedilen ve tehdid
edilen eylerin geç gelmesi O’nun yalanc olduuna delâlet etmez” demektir.

Altnc üpheleri: Onlar öyle demilerdir: "Eer O, peygamberlik iddiasnda


SÛRES 13. Cil / 469
13. Cüz, RA' D 13/38-39

doru olsayd, varlna hükmettii Tevrat ve ncil eriatlar gibi, hükümleri


neshetmezdi. Fakat o, kbleyi deitirmek gibi Tevrat ve ncirdeki hükümlerin pek
çounu neshetmitir. Binâenaleyh O'nun gerçek peygamber olmamas gerekir." bir

Hak Teâlâ buna da, Allah ne dilerse silip giderir, dilediini de devam ettirir. Ana
kitap O’nun yanndadr” diyerek cevap vermitir. Yine (bundan önceki), “Her
vadenin yazlm bir hükmü vardr” ifâdesinin, bu cevab anlatan bir giri gibi olmas
da mümkündür. Çünkü biz, Allah Teâlâ’nn, bir damla meniden enteresan hilkatte
ve güzel ftratta bir canl yarattn, sonra belli bir müddet o canly hayatta braktn,
daha sonra onu öldürüp parçalarn ve organlarn küçük cüzlere ayrdn (toprakta
dattn) müahede ediyoruz. Binâenaleyh o varla önce hayat verip (hemen),
sonra öldürmesi niçin imkânsz olsun? Yine bir zaman bir hükmü balatp, baka
bir zaman onu neshetmesi nasl imkânsz olabilir? Binâenaleyh “Her vadenin

yazlm bir hükmü vardr” ifâdesinden murad, bizim söylediimiz mana olur. Sonra,

Allah Teâlâ, bu mukaddimeyi ortaya koyunca, “Allah ne dilerse silip giderir, dilediini

de devam ettirir. Ana kitap O’nun yanndadr” buyurmutur. Bu, "O, bir sefer var
eder, bir baka sefer yok eder. Bir defasnda hayat verir, bir baka defasnda öldürür;
bir keresinde zengin eder, bir keresinde fakir klar" demektir. Ayn ekilde, bir

defasnda hükmü merû klp bir baka defasnda, (ehl-i sünnete göre) meiet-i
bir

Nahiyesinin gereine göre; Mu’tezile'ye göre ise, insanlarn maslahatna riayet


etmesinin
2) gereine göre, o hükmü neshedebilir. ite bu ayetin tefsirinde, tam izah
budur. Sonra bu konuda birkaç mesele vardr:

3) “
Ayetteki CJ& J*r' JÖ Her zamann yazlm bir hükmü
BRNC MESELE vardr” ifadesi ile ilgili birkaç görü vardr:

Her in Bir Vadesi Vardr 1) Her eyini mukadder bir


vakti vardr. Binâenaleyh
o müriklerin istedikleri ayetlerin (mucizelerin) de, Allah'n
4)
hükmettii (takdir ettii), Levh-i Mahfuz’a yazd belli bir vakti vardr. Dolaysyla

bu, kâfirlerin fasit (yanl) istek ve hükümlerinden dolay deimez. Eer Allah Teâlâ,
onlarn istediklerini onlara verseydi, bundan büyük bir feead (yanllk) olurdu,
meydana çkard.

Hayat, ölüm, zenginlik, fakirlik, saâdet ve ekâvet (mutsuzluk) gibi, her


hadisenin, belli bir vakti vardr. Allah, onun o zaman meydana gelmesine

hükmetmitir. Bu zaman deimez.

Bu -cümle, kalbolunmu (kelimeleri yer deimi) bir cümledir. Yani

j*î sJ\£ j&l “Her kitabn bir eceli-vakti var" takdirindedir. Manas öyledir: "Gökten

indirilmi her kitabn, Allah’n onu indirecei bir vakti vardr, yani, her kitabn, kendisi
ile amel olunaca bir vakti vardr. Binâenaleyh Tevrat ve ncirin, amel edilme

vakitleri tamamlanm ve Kur’ân ile amel etme vakti gelmitir.”

Her belli ecelin, hafaza meleklerince bilinen bir vakti vardr. Binâenaleyh insann
470 / 13. Cilt tefsIr-1 kebîr

birçok halleri vardr: Önce menî, sonra bir tutunmu bir parça), sonra
alaka (rahimde
bir çinem et, sonra o, bir delikanl, daha sonra da bir ihtiyar olur. man, küfür, saâdet,

ekâvet, hüsün (iyilik) ve kubüh (kötülük) gibi, bütün haller için söylenecek söz de
ayndr.

5) Her belli vakit, ancak Allah’n bilebilecei bir menfaat ve gizli bir maslahat
ihtivâ eder (tar). Bu vakit geldii zaman, o hâdise (fayda) mutlaka meydana gelir.

Onun baka bir vakitte meydana gelmesi mümkün deildir. Bil ki bu ayet, hereyin
Allah’n kaza ve kaderi ile olduunu, bütün ilerin, vakitlerine bal olduunu açkça

göstermektedir. Çünkü, "Her zamann yazlm bir hükmü vardr” ifadesi, “Her ecelin
(zamann) altnda belli bir hadise vardr. Bu belli oluun, o vaktin özelliinden olmas
mümkün deildir. Bu imkanszdr, zira pepee
meydana gelen olan zamanlarda,
parçalar (hâdiseler) birbirine eittir. Binâenaleyh onlardan her birinin meydana geldii
o belli zamana has klnmasnn, Allah’n fiili ve ihtiyar ile olmu olmas gerekir. Bu,
hereyin Allah’dan olduuna delalet eder. Ayet, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in hadisinin u
bir benzeridir: i y* &)[ J^r “(Kader) kalemi,
Kyamete kadar olacak eyleri yazp kurumutur (bitirmitir).” (
46 >

Ayetteki s L£j XLj U ÜH t ifadesine gelince, Ibn Kesir,


KNC MESELE Ebu Amr ve Âsim,
bâbndan olarak son fiili, sâ if‘al

Ayetteki Kraat Fark harfinin sükûnu ile ve ba’y eddesiz olarak yüsbit
eklinde; dier kraat imamlar ise, tef’il babnda olarak
sâ’nn fethas ve bâ’nn eddesi ile yüsebbit eklinde okumulardr. Bunu eddesiz
okuyanlarn delili “mahv”n zddnn
“tesbit” deil “isbât” oluudur. Birde, edde
teksiri (çokça yapmay) göstermek içindir. Halbuki “mahv” etmekten maksat, teksir
deildir. Binâenaleyh onun mukabilinde olan da böyledir. Bu fiili eddeli okuyanlar
Cenâb- Hakk’n i'j (Nisa, 66) 'ji (Enfai. i2) ayetlerini delil getirmilerdir.


“Mahv” yaznn izini gidermek manasnadr. Nitekim bir
ÜÇÜNCÜ MESELE kimse yaznn izini giderdiinde, onu sildiinde tyüj -
denilir. Ayetteki yüsbit kelimesi hakknda nahivciler,
“Allah bununla, “Allah onu isbat eder” manasn kastetmitir. Fakat birinci
fiil müteaddi olduu için, ikinci fiili müteaddi klmaya gerek kalmamtr. Bu,
ottiUJlj “Namuslarn muhafaza eden erkek ve kadnlar" (Ahzâb, 35)
ayetinde olduu gibidir.

46) Keft’-HafA, 1/332; BuhârI, Nikâh, 8: Kader, 2.


(

13. C üz, RA'D SÛRES 13/38-39 13. C ilt / 471

Bu ayetle ilgili iki görü vardr:


DÖRDÜNCÜ MESELE Birinci Görü: Bu ayet, lafznn zâhirinin de ifâde ettii gibi,

Buradaki "imha" ve "sbal 'tan Maksad herey hakknda umûmidir. Bu görüü ileri sürenler öyle
demilerdir: "Allah, rzk mahveder (siler) veya artrr. Ecel,kiinin saîd ve ak olmas,
iman ve küfür hakkndaki söz de Bu Hz. Ömer ve bn Mes’ûd’un görüüdür.
böyledir.

Bu görüü savunanlar, Allah’a, kendilerini aki deil .de saîd yapmas hususunda
yalvarr yakarrlard. Bu açklamay, Cabir (r.a.), Hz. Peygamber (s.a.s.)’den rivayet
etmitir.

kinci Görü: Bu ayet, unlara deil de beriki akilere hastr. Böyle olmas halinde
ayetle ilgili u izahlar yaplabilir:

Mahv (silmek) ve isbat etmek (brakmak)tan maksat, önceki hükmü neshedip


a)

onun yerine yeni bir hüküm getirmek, isbât etmektir.

b) Allah Teâlâ, hafaza meleklerinin divanndan, kayt defterlerinden, ne güzel ve


ne de günah olmayan eyleri siler. Çünkü hafaza melekleri, her söz ve fiili yazmakla
memurdurlar. Allah, ite bunlar siler; bakalarn ise, yerinde tutar. Ebu Bekr
el-Esamm, bu izah tenkid ederek öyle der: "Allah Teâlâ bu kitab, “Küçük büyük
hiçbir ey brakmayp onlar saym” (
Kehi.49) ve “te kim zerre arlnca bir hayr
yapyorsa, onu görecek. Kim de zerre arlnca er yapyorsa, onu (da) görecek”
(Ziizâi, 7-8) eklinde vasfetmitir."

Kadî buna, "O günaha dair büyük küçük ne varsa brakmaz. Halbuki mübah
kitap,

olanlar, ne saîre ne de kebiredir” diyerek cevap vermitir. El-Esamm Kadî’nn bu


?

cevabna da u
ekilde cevap verebilir: "Sizler, bizzat kendi stlahnz ve ifadenizle,
“saîre”yi küçük günaha, "kebîre”yi de büyük günaha tahsis ettiniz. Halbuki bu,
srf kelamclarn stlahdr. Ama Arapça’da, dilin aslnda, "küçük-büyük” terimi her
türlü fiil ve âraz, sfat içine alr. Çünkü o, eer önemsizse, bu küçük; eer böyle

deil de önemliyse, bu da büyük olur. Bu izaha göre, Cenâb- Hakk’n, Küçük büyük
hiçbir ey brakmayp onlar saym” Keht.49) ifâdesi, mübahlar da içine alm olur.

c) Allah Teâlâ, ayetteki, "mahv” ile unu kasdetmitir: Günah ileyen kimse, o
günah ilediinde, onu divanna, amel defterine kaydettirmi olur. Ama, o günahtan
tevbe ettii zaman da, onu divanndan silmi olur.

d) Allah, "mahv” tabiriyle eceli gelenleri; "isbat eder, brakr” tabiriyle de eceli

gelmeyenleri kasdetmitir.

yln banda, o senenin hükmünü kayt ve isbât eder. O yl geçince,


e) Allah Teâlâ,

o yl mahvolmu olur ve Cenâb- Hak da gelecek yl için, baka bir kader tesbit eder.
f) Allah, ayn nurunu mahveder, günein nûrunu isbât edip brakr.

g) Allah, dünyây mahveder, ahireti isbât eder.


472 /13. Cilt TEFSlR-1 KEBÎR

i) Allah, rzklar, belâ ve skntlar, kitaba kaydeder. Sonra da Allah onlar, kiinin
duâ ve sadakalaryla siler, (rzklar artrr). Bunda, kiiyi, Allah'a yalvarp yakarmaya
tevik bulunmaktadr/

j) Kulun halleri deiir. O halterden, geçip gidenler mahva; kalanlar, geride

braklanlar ise isbâta konu olmulardr.


*
. • .

k) Allah, diledii hükmü kaldrr, dilediini isbat eder. O, gayba, hiç kimseyi muttali
klmaz. O, hüküm vermede yalnzdr, istedii hüküm verir. O, o gayblerden
gibi

hiçbirine, mahlûkatndan hiçkimseyi muttaki klmakszn, var etmede, yok etmede,


diriltip öldürmede ve zengin fakir klmada, muhtâr olup bamszdr. Bil ki bu konu
geni tefsire müsait bir sahadr.

mha Kadere Aykr Deil mi?


Buna göre ayet birisi, "Sizler, kaderlerin daha önceden tayin edildiini, kalem’in
bunlar yazp bitirdiini; ilerin yeni meydana gelmediini iddia etmiyor muydunuz?
Binâenaleyh, bu iddiâya göre, mahv ve isbat hususu nasl doru olabilir?” derse,
biz deriz ki:

O mahv ve isbât da, kalemin bitirdii, yazd eylerdendir. Binâenaleyh O, ilminde,


kaderinde, kzâsnda mahvedilmesi daha önce tesbit edilmi olan eyleri mahveder.

hakknda "Bedâ'nn câiz olduunu söylerler.


Rafiziler, Allah

BENC MESELE “Bedâ”, Allah’n, bir eyin öyle olduuna inand halde,
Bedâ Kavramnn ptali daha sonra da o iin O’na bildiinden baka ekilde
görünmesidir. Rafiziler, bu hususta, Cenâb- Hakk’n,
"Allah ne dilerse mahveder, dilediini de devam ettirir” buyruuna tutunmulardr.

Bil ki bu iddia, batldr. zatnn gereklerindendir. Böyle


Çünkü Allah’n lmi, hususî
olan bir eye, deimenin ve tebeddülün arz olmas imkânsz olur.

Ayette geçen, Ana kitab”a gelince: Bununla "kitabn asl"
ALTINCI MESELE manas kastedilmitir. Araplar bireyin asl yerine geçen
Ümmü’l-Kitap Ne Demektir? her eyi, "O eyin anas” diye adlandrrlar. Meselâ, beyine,
"Ümmü’r-re’s - Ban anas”; Mekke’ye, “Ümmü’l-Kura -

Beldelerin anas” denilmesi de bu manadadr. O halde her ehir etrafnda bulunan


köylerin "anas” demektir, ite tpk bunun gibi, Ümmü’l-Kitâp da, bütün kitaplarn
asl, temeli olan eyi demektir. Bu hususta iki görü ileri sürülmütür: u
Birinci Görü: Ümmü’l-Kitâb, Levh*i Mahfûz’dur. Ulvî ve süfli âleme dair
hadiselerin tamam, o kitapta yazlmtr. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.)’den

fü J» pi\ Jjtf « ju te
"Allah var iken, hiçbirey yoktu. Daha sonra O, Levh’i yaratt ve Kyamete kadar
13. Cü, RA' D SÛRES 13/40 13. CllI / 473

gelecek olan bütün mahlukatm hallerini ona kaydetti" (47) buyurduu rlvâyet
Kelâmclar öyle demektedirler: “Bu husustaki hikmet, meleklere, Allah
edilmitir.
Teâlâ’nn bütün malûmat tafsilat bir biçimde bildiinin zuhûr etmesidir. Bu izaha
göre, bu demektir ki, Allah katnda iki kitap bulunmaktadr:

a) Meleklerin, mahlûkat için yazm olduu kitap. te bu kitap, “mahv” ve isbâtn


mahallidir.

b) kinci kitap, Levh-i Manfûz’dur. Bu kitap da, ulvî ve suflî alemin bütün hallerini
kapsayan kitaptr ki, bu devaml olandr. (Bunda mahv, silip yazma bulunmaz)
Ebu’d-Derdâ, Hz. Peygamber (s.a.s.)’in, jJ» JliSj likli H
U c4'j ity tt
JÜ J yiü j jk jjb J.
Ü-\ jki V tfifl

“Allah Subbanehû ve Teâlâ, gecenin son üç saatinde, kendisi dnda hiç kimsenin

bakamyaca kitaba nazar eder de, böylece istediini siler, istediini de brakr"
(48) buyurduunu rivayet etmitir. Hikmet ehlinin, bu iki kitabn ne olduu hususunda
enteresan açklamalar ve derin srlar bulunmaktadr.

ikinci Görü: Ümmü’l-kitâb, Allah Teâlâ’nn ilmidir. Zira Allah gerek mevcut, gerek
madum (yok) olarak bütün malumat -onlarn deimelerine ramen- bilir. Ancak ne
var ki Allah Teâlâ’nn bunlar bilmesi, devamldr; O’nun bilgisi deimekten
münezzehtirl. O halde, ümmü’l-kitâp’la, ite bu kastedilmitir. Allah en iyi bilendir.

Hüküm ve Hesap Allah’a Aittir

“Bizim onlara söz verdiimizin bir ksmn sana göstersek de, yahut seni
öldürsek de, ancak sana düen, tebli etmektir. Hesab da yalnz bize aittir"
(Rad. 40).

Bil ki azabn bir ksmn sana göstersek de, yahut


bu, "Bizim onlara söz verdiimiz
seni ondan önce öldürsek de” manasndadr. Bu da, “Biz, onu sana ister gösterelim,
isterse de o zuhur etmeden önce senin cann alalm, deimezi. Binâenaleyh, sana
düen, Allah’n hükümlerini tebli etmek ve O’nun emânet ve risaletini bihakkn yerine

47) Buhat, Bad'u'l-Halk, 1; Müanad, 2/431.

48) Müsnedl't-Tayâllaf, s. 296.


474 / 13. Cilt TEFSlR-1 KEBÎR

getirmek; bize düen de, hesâba çekmektir” demektir. Bela kelimesi, tpk “alric"
(lamba) ve“edâ” (edâ etmek) kelimelerinin isim olarak kullanlmas gibi, tebli etme
(masdar) anlamna kullanlan bir isimdir.

* * .

“Görmediler mi ki biz, arza geliyor ve onu, etrafndan eksiltip duruyoruz.


Allah hükmeder. O’nun hükmünün ardna düebilecek de yoktur. O, hesâb
pek çabuk görendir. Onlardan öncekiler de tuzaklar kurmutu. Fakat,
neticede bütün tuzaklar Allah’a aittir. Herkesin ne kazanacan O bilir.

Dünyann sonu kimindir, kâfirler pek yaknda bilecektir”


(Rad, 41-42).

Bil ki Allah Teâlâ, Peygamberine, onlara vaadedilen eylerin bir ksmn


göstereceini, yahut da daha önce onun cann alacan vaadedince, bu ayette de,
o vaîd ve tehditlerin eser ve alâmetlerinin ortaya çkp güçlendiini açklamtr.

Yerin Etrafn Eksiltmenin Manas

geliyor ve onu, etrafndan eksiltip duruyoruz” buyurmutur. Bu ifâdeyle ilgili birkaç


görü bulunmaktadr:
Birinci Görü: Bununla, ‘‘Biz, kâfirlerin arzna, mekânna, onu etrafndan
noksanlatrarak geliriz” manas kastedilmitir. Bu böyledir, çünkü müslümanlar,
Mekke’nin etrafn istila etmi ve Mekke’yi kâfirlerden cebren ve kahren almlardr.
B'nâenaleyh, kâfirlerin durumlarnn gerilemesi, müslümanlarn kuvvetinin artmas,
Allah Teâlâ’nn vaadini yerine getirdiinin en kuvetli alâmet ve emarelerindendir.
Bunun bir Cenâb- Hakk’n, “Fakat imdi görmüyorlar
benzeri de ki biz o arza m
gelip etrafndan eksiltip dururuz. O halde, galip olanlar onlar m?’\ Enbiya, 44) ve
“Ayetlerimizi gerek d dünyada, gerek kendi varlklarnda göstereceiz” (FuMiiet,

53) ayetleridir.
475
13. C ÜZ, RA* D SÛ RES 13/41-42 13. Cilt /

kinci Görü: Bu da, Ibn Abbas (r.a.)'dan nakledilmitir. Bu görüe göre Cenftb-
Hakk’n “Onu. etrafndan eksiltip duruyoruz ” buyruu ile “o memleketin ileri

gelenlerinin, büyüklerinin, âlimlerinin ölmesiyle, salih ve iyi kalmamas”


kimselerin

manas kastedilmitir. Vahidî öyle der: “Lafz, her ne kadar bu görüü de içine
alyorsa da, ancak ayete yakan, birinci izahtr.” Bu izahn da, ayete yakmad
söylenebilir. Bunu u ekilde izah edebiliriz: Onlar, dünyada meydana gelen, meselâ
ümrândan sonra harab olma, hayattan sonra ölüm, .izzetten sonra zillet, kemâlden
sonra noksanlk gibi farkllklar görmediler mi? Bu deiiklikler gözle görülen,
müâhede edilen deiiklikler olunca, Allah’n, o kâfirlere o ii tersyüz edip, aziz iken,
onlar zelîl, kâhr durumda iken makhûr ve ezilmi klmas hususunda onlar kim temin
edebilir? Bu izaha göre, ayetin, daha önceki ksmla münasebeti güzel ve yerinde
olmu olur.

Bir üçüncü görü olarak da öyle denilmitir: Bu ifadeyle, o memleketin halknn


ölmesi, yurtlarnn ve ehirlerinin harab edilmesi kastedilmitir. Binâenaleyh o kâfirler,
kendileri hakknda da böylesi hadiselerin meydana gelmesinden nasl emin olabilirler?

Daha sonra Cenâb- Hak, ite bu hususu tekid ederek, ^


“Allah hükmeder. O’nun hükmünn ardna düebilecek de yoktur” buyurmutur.
Bu, “Onun hükmünü geri çevirebilecek hiçbir kuvvet yoktur” demektir. “Muâkkb”,
bir eyi, bir kimseyi reddetmek ve geçersiz klmak için izleyen kimse anlamna gelir.

“Hak sahibine” “muakkb” denilmesi de bu anlamdadr. Çünkü o, alâkal olduu


kimseyi, onun içerisine düüp alacan ondan talep ederek, takib eder.

Buna göre, ayet “Bu cümlenin i’rabdaki mahalli nedir?” denilirse, biz deriz ki:

Bu, hal olmak üzere mahallen mansub bir cümledir. .Buna göre sanki öyle
denilmek istenmitir: “Allah, hükmü nâfiz, geçerli olduu; kar koyandan, muhalefet
edenden ve kar çkandan hatî, uzak ve berî olarak hükmeder.”

Daha sonra Cenâb- Hak “O, hesab pek çabuk görendir”


buyurmutur. bn Abbas öyle der: “Allah bu buyruu ile intikamnn çok süratli
olduunu kasteder. Yani, hayr ve er ile mukabelede bulunmak için gördüü hesap
çok seri ve hiç kimsenin de savuturmayaca yakn bir hesâp olur.

Kurulan Tuzaklarn Bozulmas


Cenâb- Hak j* jjj' Onlardan öncekiler de, tuzaklar

kurmulard” buyurmutur. Yani "Geçen topluluklarn kâfirleri de, meselâ Nemrûd’un


brahim’e, Firavun’un Musâ’ya, yahudilerin Hz. sa’ya kurduklar tuzak gibi,

peygamberler ve nebilerine tuzaklar kurmulard” demektir.



Daha sonra, J&J' 44 Fakat neticede bütün tuzaklar Allah’a aittir”

buyurmutur. Vahidî öyle der: “Bu, bütün hîlekârlarn tuza, Allah’a âittir ve

476 / 13. Cilt TEFSlR-1 KEBlR

O'ndandr. Yani, o tuzaklar Allah’n yaratmas ve irâdesiyle meydana gelir. Çünkü


Allah Teâlâ’nn, kullarn ilerinin ve amellerinin yaratcs olduu sabit olmutur.
Hem tuzak, ancak Allah’n izni ile zarar verir, ancak O’nun takdiri ile tesir eder.” Bu
ifâdede, Hz. Peygamber (s.a.s.)’i bir teselli ve onu, onlarn tuzaklarndan emin klma,
güven içinde tutma bulunmaktadr. Buna göre sanki öyle denilmek istenmitir:
Tuzaklarn meydana gelmeleri Allah’dan olup, onlarn kendilerine tuzak kurulan
kimselerdeki tesiri de Allah’dan olunca, korkunun da, recâ ve ümidin de ancak
Allah’dan olmas gerekir.

Baz kimseler de manann: “Tuzan cezâs, karl Allah’a aittir” eklinde


olduuna taraftar olmulardr. Bu böyledir, zira onlar mü’minlere tuzak kurduklar
zaman, Allah Teâlâ, o kimselere, kurduklar tuzaklarna karlk vereceini beyân
buyurmutur.

Vahidî öyle der: görüün en açk olandr. Bunun delili, Cenâb-


“Birincisi, bu iki

Hakk’n Herkesin ne kazanacan O bilir!” buyruudur. Cenâb- Hak, bu ifâdeyle,
kullarn kesblerinin tamamnn Allah'a malum olduunu kastetmitir. Allahn bildii
eyin aksinin meydana gelmesi ise, imkânszdr. Durum böyle olunca, Allah’n,
meydana geleceini bildii her eyin, meydana gelmesi vâcib ve zorunlu; meydana
gelmeyeceini bildii eyin de meydana gelmesi imkânsz olur. Böyle olunca da
kul, herhangi bir ey yapmaya veya yapmamaya kâdir olamaz. Binâenaleyh, her ey

Allah Teâlâ’dan olmu olur.” .

Mutezile öyle demitir: "lk ayet, her ne kadar sizin görüünüze delâlet ediyorsa

da, Cenâb- Hakk'n Herkesin ne kazanacam O bilir” buyruu da bizim
görüümüze delâlet eder. Çünkü kesb, herhangi bir zarar defetmeyi veya bir menfaati
celbetmeyi kapsayan bir fiil, i demektir. Binâenaleyh, ayet fiilin meydana gelmesi
Allah’n yaratmasyla olsayd, o fiilde kulun kudretinin bir tesiri olamazd. Böylece
de kesbin kula ait olmamas gerekir.”

Kâdî’ye u ekilde cevap veririz: Biz ehl-i sünnete göre, kudret ile sebep toplam,
fiilin meydana gelmesini iktizâ eder. Buna göre, kesb, kula ait olmu olur.

Daha sonra Cenâb- Hak bu tehdidi tekid ederek, j'AJi jll&


(

“Dünyann sonu kimindir kâfirler pek yaknda


,
bilecektir buyurmutur. Bu ifâdeyle
ilgili iki mesele bulunmaktadr:

Nafi, bn Kesir,Ebû Amr, müfred olarak Ji&'


BRNC MESELE “kâfir bilecektir”; dier kraat imamlar ise çoul olarak
âSsM eklinde okumulardr. Keaf sahibi öyle der:
“Bm kelime JisOijijJiT
,.y eklinde de azz olarak okunmutur. Jâ&
Ot*.
eklindeki okuyua göre ehl mahzuf olup “küfre mensub olanlar” eklinde olur.
CenAh ibn Hubey ise fiili "if’al” babndan olmak üzere “Allah, kâfire bildirecektir”

anlamnda jMÖ eklinde okumutur.”


13. Cü z, RA'13 SÛR ES 13/43 13 . Cilt / 477

Kâfir kelimesiyle, Cenâb-t Hakk’n "Muhakkak ki nsan bir

KNC MESELE zarar içindedir (A*. 2) fadesindeki “insan” kelimesi


gibi, cins manas kastedilmitir. Buna göre ayetin manas,
“onlar, her ne kadar kendi neticelerini bilmeseler dahi güzel akbetin kime ait

olduunu bilecekler” eklinde olur ki, bu da bir tür tehdit ve men etmek gibi olmu
olur.

Bu husustaki ikinci görüe göre ki, bu Atâ’nn görüüdür. Cenâb- Hak bu


ifâdeyle, Islâm’la alay eden be kiiyle, yemin eden onsekiz kiiyi kastetmitir.

Üçüncü görüe göreyse, ki bu da Ibn Abbas’n görüüdür. Cenâb- Hak bu


ifâdeyle Ebu Cehil’i kastetmitir. Doru olan, birinci görütür.

Risaletin sbat

“O inkâr edenler öyle der: “Sen peygamber deilsin.” De ki: "Benim aramla
sizin aranzda âhit olarak Allah yeter ve nezdinde kitap ilmi bulunanlar dahi
(bilirler)”

(Ra d, 43).

Bil ki Allah Teâlâ, müriklerin, Hz. Muhammed’in


katndan gönderilmi Allah bir

peygamber olduunu kabul etmediklerini nakletmi, sonra da onlara kar u iki

ekilde istidlal etmitir:

a) ehâdet etmesi.. Bu ehâdet ile de


Hz. Peygamberin nübüvvetine kendisinin
Cenâb- Hakk’n, Hz.Muhammed (s.a.s.)’in peygamberlik iddiasnda doru olduuna
dair mucizeler izhâr etmesidir ki bu, ehâdet derecelerinin en üst derecesidir. Çünkü
ehâdet, iin öyle olduuna dair zann- gâlib ile hüküm vermeyi ifâde eden bir sözdür.
Mucize ise, Hz. Muhammed’in Allah katndan gönderilmi bir peygamber olduuna
kesin ve kati olarak hüküm vermeyi gerektiren hususi bir itir. Binâenaleyh, mucizeler
izhâr etmek, ahitlik derecelerinin en büyüü olmu olur.
478 / 1.1. cilt
TEFSlR-l KEBÎR

Kitap lmine Vakf Olanlar


d) Cenâb- Hakk’n, jâ} Ve nezdinde kitap ilmi bulunanlar dahi
(bilirler)” buyruudur. Bu ifâde u iki ekilde okunmutur:

t) Mehur kraate göre men indehû eklinde okunmas. Yani, "Nezdinde, kitap
ilmi olan kimse” demek olur.’

2) Min indihi eklinde okunmas... Buna göre kelamn bandaki min, ibtidâ-i gâye,
(yani, mesafenin balangcn) ifâde etmektedir. Yani, “kitabn ilmi, Allah katndan
balamaktadr" eklinde olur. Birinci kraate göre ayetin tefsiri hususunda u görüler
ileri sürülmütür:

Kitabn Tevrat Diye Tefsir Edilmesi

Birinci Görü: Bununla, ehl-i kitaptan olup, Allah’n Resulüne iman edenler
kastedilmitir ki, bunlar Abdullah bnve Selâm, Selmân el-Farisi
Temimu’d-Darî’dir. Sâid bn Cübeyr’in bu görüü kabul etmedii ve öyle dedii
rivayet edilmitir: "Bu sûre Mekkîdir. Binâenaleyh, bu ayetle Abdullah bn Selâm
ve arkadalarnn kastedilmesi mümkün olmaz. Çünkü onlar Medine’de ve hicretten
sonra iman etmilerdir." Bu görüe, öyle denilerek cevap verilebilir: "Bu sûre, her
ne kadar Mekkî bir sûre ise de, bu ayet Medenîdir. Hem peygamberlii, yalandan
masum olmayan bir ve iki kiinin sözüyle isbat etmek de caiz deildir. Binâenaleyh,
bu yerinde olan bir görütür.

Kitabn Kur’ân Diye Tefsir Edilmesi

kinci Görü: Cenâb- Hak, "kitâp” Kur’ân’ kastetmitir. Yani, "Size getirdiim
ile

o kitap, kahir bir mucize, apaçk bir burhândr, delildir. Ancak ne var ki onun bir mucize
olmasn bilmek, ancak bu kitaptaki fesahat ve belâgat, onun gayb ve pek çok ilimleri
ihtiva ettiini bilen kimseler için söz konusu olabilir. Binâenaleyh, kim bu kitabn bu
ekilde olduunu onun mucize olduunu bilir. O halde, Cenâb- Hakk’n bu
bilirse,

buyruunun manas, “katnda Kur’ân ilmi olan” eklinde olur. Bu, Esamm’n
görüüdür.

Üçüncü Görü: Bu ifadeyle “katnda Tevrât ve Incil’in ilmi olanlar” manas


kastedilmitir. Yani, "Bu iki kitab bilen herkes, o iki kitabn, Hz. Muhammed (s.a.s.)’in
peygamber olarak gönderilecei müjdesini de bilir. Binâenaleyh, bu alim kimse, âdil
davranrda yalan söylemezse, Hz. Muhammed (s.a.)’in Allah katndan gönderilmi
bir peygamber olduuna ahit olur” demektir.

Dördüncü Görü: Bu ifâdeyle, Cenâb- Hak kendisini kasdetmitir. Bu, Haan


el-0asrf, Saîd bn Cübeyr ve Zeccâc’n görüüdür. Haan el-Basrî: "Hayr Allah’a
yemin ederim ki, O, bununla ancak kendisini kasdetmitir” demitir. Buna göre mana,
"bâdete müstehak olan ve Levh-i Mahfuz’dakileri ancak kendisi bilen kimse, benimle
I

H. Cüz, RA’D SÛRES 13/43 13. Cilt / 479

sizin aranzda ahit olarak yeter” eklinde olur. Zeccâc “En uygun olan, Allah
da:
Teâlâ’nn, hükmünün doruluuna dair bakasn ahid tutmamasdr” demitir ki,
bu söz ikâl (güçlük) arzeden bir sözdür. Zira, sfatn mevsûfe atf, her ne kadar bir

nebze caiz olsa, da bu atf, aslolann hilafna bir hareket olmu olur. Çünkü
vûJij i‘] I4 “Buna Zeyd ve Fakih ahitlik eder” denilmeyip, tam aksine

jÜj ^s^akih olan Zeyd, buna ahitlik eder” denilir. Zeccâc’n, "Allan,
hükmünün doruluuna, bakasnn ehadette bulunmasn istemez” eklindeki sözü
de uzak bir ihtimaldir. Zira, Allah’n, sözünün doruluuna ^Ij
“ incire ve zeytine yemin oIsun”(Tm, i) diyerek yemin etmesi caiz olunca, Zeccâc’n
ileri sürdüü eyde, hangi imkânszlk bulunmaktadr?
bu min indlhi eklindedir, buna göre mana, “Kitabn ilmi
kinci kraate gelince ki

de, O’nun katndandr. Çünkü herkes kitab, ancak O’nun lütf-u ihsan ve öretmesi
sayesinde bilir” eklinde olur. Sonra bu kraate göre de burada iki okuyu ekli
bulunmaktadr:

a) v-»Uf , t. «
4P 'jaj Bununla, “cehâlef’in zdd olan, “ilim” kastedilmitir.

Yani, “Bu ilim, ancak Allah katndandr” demektir.

b) Fiil meçhul sasnda olarak, Buna göre


kar
^ eklinde...
mana “Allah Teâlâ, nebisine, o kâfirlere bahsedilen eyler hususunda Allah’n
ehâdetiyle delil getirmesini emredip, Allah’n, Onun nübüvvetine ehâdet etmesi
de Kur’ân’, onun dâvasna muvafk olarak getirmesi ve Kur’ân’n mucize oluu da,
onun srlarn çepeçevre kuattktan sonra bilinince, O, bu ilmin
Kur’ân’daki eyleri ve
ancak kendisi katndan olduunu beyan buyurmutur ki bu, “Kur’ân’n mucize
olmasn bilmek, ancak, Allah Teâlâ o kuluna Kur’ân ilmini öretmesi suretiyle onu
ereflendirdiinde mümkün olur” demektir” eklinde olur. Allah doruyu en iyi
bilendir.

Bu sûrenin tefsiri, hicri 601 senesinde, aban aynn 18. pazar gününde
tamamland. Ben, bu kitaba göz gezdiren ve ondan istifâde eden herkesten, olum
Muhammed için, Allah’n rahmet ve gufrann talep etmelerini ve hem de dua ile yâd
etmelerini istiyorum. Ben o çocuuma bir mersiye olmak üzere, beyitleri u
söylüyorum: . ,
jilj SJr J>i /
^UJl ^Ull \jj>

Wj ju &&
“Bu fani alemin izlerinin, korkular ve hüzünlerle karm olduunu görüyorum.
On un hayr ve güzellikleri, korkutucu rüyalar gibidir; yaratklar ve insanlar arasndaki
erri ve kötülüü ise, devaml ve hep yakndr
BRAHM SURES
(Elliiki ayet olup, Mekkîdir.)
Mekkî ve Medenî Olmann önemi

“Elif, lâm, râ. Bu bir kitaptr ki, insanlar Rablerinin izniyle karanlklardan
aydnla, o yegâne gâlib, hamde lâyk olan (Allah)’m yoluna çkarman için

onu sana indirdik"


(brahim, 1).

bu sûrenin Mekkî veya Medenî oluu hususundaki söz, ahâd hadislere


Bil ki

dayanmaktadr. Sûrede, er’î hükümlerle ilgili bir ey olmad müddetçe, onun


Mekke’de veya Medine’de inmi olmas farketmez. Bu durum ancak, sûrede bir nâsih
ve mensûh bulunduu zaman önem arzeder. te o zaman sûrenin Mekkî veya
bir

Medenî olduunu bilmede büyük bir yarar bulunmu olur.

Cenâb- Hak JJi “Elif, lâm, râ, bu bir kitaptr ki” buyurmutur. Bu "Elif,

lâm, râ’’ diye isimlendirilen bu sûre, sana, u u maksattan dolay indirdiimiz bir

kitaptr” demektir. Binâenaleyh Jî'


ifadesi mübtedâ; onun haberi, j!'

ise haberin sfat olmu olur. Bu ifadeyle ilgi birkaç mesele vardr:

Bu ayet, Kur’ân’n "Allah katndan indirilmi olmakla” tavsif


BRNC MESELE edildiine delâlet eder.
Mutezile öyle demitir: “nen de, indirilen.de kadîm
olamaz.”
484 / 13. Cilt TEFSlR-l KEBÎR

Buna öyle cevap veririz: nme ve indirilme ile vasfedilen, bu harf ve seslerdir
ki, bunlar, hiç münakaa edilmeksizin muhdestirler.

Mutezile, Hak Teâlâ’nn buyruundaki


KNC MESELE lam’n, “garaz ve hikmet lâm” olduunu söylemitir
Allah'n FiiHerinin Sebebe Dayanmamas ki bu da, Allah Teâlâ'nn bu kitab, bu maksattan ötürü
indirdiine delâlet eder. Bu ise, Allah Teâlâ’nn fiillerin ve
hükümlerinin, maslahatlar gözetme artna bal olduunu gösterir.

buna
Alimlerimiz u
ekilde cevap vermilerdir: “Bireyi, baka bireyden ötürü
yapan kimse, o eyi ancak, o vasta olmakszn onu elde etmekten âciz olmas halinde
yapar. Bu ise, Allah hakknda düünülemez. Allah Teâlâ’nn fiil ve hükümlerinin
herhangi bir sebebe balanmasnn imkansz olduu delil ile sâbit olunca, zâhiri bu
manay veren her nassn te’vil edilecei, bir baka manaya hamledilecei de sâbit
olmu olur.

Cenâb- Hak, küfrü ancak zulümâta (karanlklara)


ÜÇÜNCÜ MESELE benzetmitir. Çünkü küfür, insann hidayet yolundan at
halin en ileri noktasdr. Hak Teâlâ iman da nûra (a)
benzetmitir. Çünkü bu, hidayet yolunun sâyesinde aydnlanaca en ileri eydir.

Kâdî öyle demitir: "Bu ayette, pek çok bakmdan Cebriye


DÖRDÜNCÜ RESELE (ehl-i sünnet) görüünün batl olduuna delâlet vardr:
Mutezile'nin Yortunu 1) Eer, kâfirde küfrü yaratan Allah Teâlâ olsayd, Onun
o kâfiri küfürden bu kitap ile çkarmas nasl mümkün olur-
du?

2) Allah Teâlâ, zulümattan nura çkarma iini, Hz. Peygamber (s.a.s.)’e izafe
etmitir. Binâenaleyh eer o küfrün yaratcs Allah Teâlâ olsayd, Hz. Peygamber
(s.a.s.)’in, çkarmas nasl mümkün olurdu? O zaman kâfirin, "Sen
onlar o küfürden
bizde bu küfrü yaratann Allah olduunu söylüyorsun. Öyle ise, senin bizi o küfürden
çkarman nasl mümkün olur?” deme hakk doard. Bunun üzerine Hz. Peygamber
(s.a.s.) onlara: “Ben sizi, olup bitmi olan küfürden deil, ileride meydana gelecek

olan zulümattan yani küfürden çkarrm” diyecek olursa, o kâfirler de: "Eer Allah
Teâlâ, o küfrü bizde yaratacaksa, bu çkarma ii doru olamaz. Yok O, onu
yaratmayacaksa, herhangi bir çkarma olmakszn da, biz ondan çkarz” diyebilirler.

3) Hz. Peygamber (s.a.s.), onlar küfürlerinden ancak iyi düünmeleri, o kitap


üzerinde tefekkür etmeleri ve böylece de, istidlâl ve tefekkür ile, Allah Teâlâ’nn âlim,
kâdir ve hakîm olduunu, Kur’ân’n da, Hz. Peygamber (s.a.s.)’in doruluuna dâir
mûcize olduunu bilebilmeleri için, o Kur,’ân’ oniara okumas ile çkarr. te ancak
bu durumda onlar O’nun getirdii bütün hükümleri kabul ederler. Böyle olmas da
ancak, bu iin kendilerine âit olan, ihtiyarlar ile- meydana gelen bir i olmas
13. Cüz, BRAHM SÛRRS 14/1 13. Cilt / 485

durumunda mümkün olur. Böylece onlarn o fiile yönelmeleri ve o fiilde tasarruf


etmeleri doru ve yerinde olabilir."

Kâdi’nin bütün bu görülerine öyle cevap "Kuldan sâdr olan fiil,


verilebilir:

ondan, ya o ii yapmaya ve yapmamaya dâir sebebler eit ve denk olduunda, yahut


da bu iki taraftan birinin dierine üstün gelmesi halinde sâdr olur. Birinci ihtimal

olamaz. Çünkü fiilin meydana gelmesi, varlk (yaplma) tarafnn, yokluk (yaplmama)
tarafna üstün gelmesi demektir. Halbuki yapma ve yapmama sebeblerinin eit olmas
halinde, bir tarafn üstün gelmesi imkânszdr. kinci ihtimal, bizim görüümüzün
aynsdr. Çünkü kuldan bir fiilin sâdr olmas, ancak yapma tarafnn üstünlüü mevcut
olursa söz konusudur. Binâenaleyh eer bu üstün getirme, kuldan olursa, sor^ geri
döner. Yok eer kuldan olmaz, Allah’dan olursa, bu durumda da ilk müessir Allah
Teâlâ olmu olur ki, zaten bizim elde etmek istediimiz netice de bucîur. Allah en

iyi bilendir.

(Ehl-i Sünnet) âlimlerimiz, "kulun fiilini Allah yaratr"


BENC MESELE eklindeki görülerinin doruluuna, Hak Teâlâ’nn ayetteki
Bu Ayetle "zn'in Mânas “Rablerinin izniyle” ifadesini delil getirmilerdir. Çünkü

karanlklardan a manas, "Hz. Peygamber (s.a.s.)’in insanlar


ayetin
çkarmas, ancak Rablerinin izniyle mümkündür" eklindedir.
Bu "izin” ile, ya Allah’n emri, ya ilmi, ya meieti ve yaratmas manas murad edilmi
olabilir. zni, "Allah’n emri” manasna hamletmek imkanszdr. Çünkü cehaletten

ilme çkarmak, emre dayanmaz. Çünkü bir emir olsa da olmasa da, durum deimez.
Ziracehâlet, ilimden; batl da haktan iyice ayrlmtr. “zn”i, "Allah’n ilmi” manasna
hamletmek de imkânszdr. Çünkü ilim, mâlûma, ma’lûmun olduu durum üzere
tâbidir. O halde, zulümâttan nûra çkarmay bilmek, o çka tâbidir. O çkn
tahakkukunun da, çkn
tahakkuk edeceini bilmeye bal olduunun söylenilmesi
imkânszdr. Bu iki ksm batl olunca, ayetteki "izin” ile, "Allah’n meieti ve yaratmas
ile” manasndan baka bir manann murad edilmedii ihtimali kalr ki, bu da, Hz.

Peygamber (s.a.s.)'in insanlar karanlklardan nûra çkarmasnn, ancak Allah’n


meieti (dilemesi) ve yaratmas ile mümkün olduuna delâlet eder.
Buna göre eer, "Ayetteki "izin” sözü ile Allah’n lütuflarnn kasdedilmesi niçin
mümkün olmasn?” denilirse, biz deriz ki: "Lütuf” sözü, kapal bir sözdür.
Binâenaleyh biz onun hakkndaki sözü detaylandryor ve öyle diyoruz: "zin” ile
murad edilen, ya varlk tarafnn yokluk tarafna tercih edilmesini gerektiren bir
emirdir, yahut da bu emir bunu gerektirmez. Eer kincisi olursa, onda kesinlikle bir
6mir söz konusu olmaz. Böylece de, o iin o emir sebebiyle meydana geldiinin
söylenilmesi imkânsz olur. Geriye birinci, ihtimal kalr. Bu da, ayetteki "izin” ile
kastedilenin, varlk tarafm' yokluk tarafna tercih etmeyi gerektiren bir manann
bulunmasdr. Halbuki biz, böyle bir tercihin (üstünlüün) meydana gelmesi halinde,
o eyin mutlaka meydana geleceine, aklî kitaplarda iâret etmitik. Bu da, o eyi

486 /13. Cilt TEFSlR-1 KEBÎR

meydana getiren sebebten baka birey deildir. Binâenaleyh bu, bizim görüümüzün
ayns olmu olur. Allah en iyi bilendir.

Allah’ tanyp bilmenin ancak peygamberin ta'limi


ALTINCI MESELE (öretmesi) ve imamn bildirmesi ile olacan söyleyenler,
Batnyye Mezhebinin ddiasn Red görülerine bu ayeti delil getirerek öyle demilerdir:
"Allah Teâlâ bu ayette, onlar, küfür karanlklarndan imân
nûruna çkarann Hz. Peygamber (s.a.s) olduunu açkça ifâde etmitir ki bu da, Allah’
bilmenin (marifetullah’n), ancak öretme yoluyla elde edildiine delâlet eder."

Buna öyle cevap verilir: Hz. Peygamber (s.a.s.) tpk bir uyarc gibidir.
M^.rifetullah ise, ancak delil ile elde edilir. Allah en iyi bilendir.

Ayet, küfür ve bid’at yollarnn pekçok; hayr yolunun ise ,

YEDNC MESELE tek olduunu göstermektedir. Çünkü Allah Teâlâ, “insanlar


"Zulumal'Tn Çoul, "Nûr"un Tekil Rablerinin izniyle karanlklardan aydnla (nûra) çkarman
fade Edilmesi için buyurmu, cehâlet ve küfrü cemi siasyla "zulumât”
iman ve hidayeti de, müfred olan “nûr” ile ifâde
sözü ile;

etmitir ki bu da, cehâlet yollarnn pek çok, ilim ve iman yolunun ise tek olduuna
delâlet eder.

Ayetteki 4-^' J\ “ Yegâne galib, hamde lâyk


jî J

SEKZNC MESELE olan (Allah) ’m yoluna” ifadesi ile ilgili iki açklama
yaplmtr:

1) Bu, âmil olan ila harf-i cerrinin tekrar ile ifadesinden bedel klnmtr.
Tpk, fa jZl i) (A’rât, 75} ayetinde olduu gibidir.

2) Bunun, bir cümle-i isti’nâfiyye olmas da mümkündür. Buna göre, sanki "Hangi
nûra?” denilmi de, “Yeane gâlib, hamde lâyk (Allah’n) yoluna (nuruna)” cevab
verilmitir.

öyle der: "Fâil ancak, her türlü makdûrâta kâdir


Mu’tezile
DOKUZUNCU MESELE olduunda, bütün malûmât bildiinde ve hereyden
müstani olduunda, doru ve iyi olan yapar, kötü ve abes
olan brakr (yapmaz). Çünkü eer o hereye kâdir olamaz ise, âciz kalaca için
çou kez kötüyü yapar. Eer bütün malûmât bilmezse, câhil olaca için, çou kez
(bilmeden) çirkin ileri yapar. Eer hereyden müstani olmaz ise (baka eylere
muhtaç olursa), ihtiyac sebebi ile çou kez çirkin ve kötü ileri yapar. Fakat o hereye
kâdir, hereyi bilen ve hereyden müstanî olan olursa, çirkin ileri yapmas imkansz
olur. O halde ayetteki “azz” (yeâne galib) ifâdesi, Allah’n kudretinin
mükemmelliine; “hamîd” (hamde lâyk olan) ifâdesi de, O’nun hertürlü fiilinden

dolay hamde lâyk olduuna bir iarettir. Bu da ancak, Allah hereyi bilen ve
hereyden müstani olan olduunda söz konusudur. Binâenaleyh anlattklarmz ile,
13. Cüz, BRAHM SÜRES 14/2-1 13. Cilt / 4H7

“Allah’n yolunun”, aziz ve hamîd stfatlarna sâhib ilah için dosdoru bir yol olduu
için, “kymetli, yüce ve âlî” sfatlarna sahib olduu sâbit olur. te bundan dolay,
Hak Teâlâ kendisini bu ayette bu iki vasfla tavsif etmitir.*

Allah Teâlâ, “aziz” vasfn “hamid" vasfndan önce


ONUNCU MESELE zikretmitir. Çünkü doru olan udur: Allah Teâlâ’y
Aziz sminin balangc, O’nun kadir, sonra âlim, ve sonra
“Hamid”den Önce bilmenin
Gelmesinin zah hereyden müstani olduunu bilmektir. Azîz, kâdir
demektir; hamîd ise, âlim ve müstani olmas demektir.
Binâenaleyh Allah’n kâdir olduunu bilmek, O’nun hereyi bilen ve hereyden
müstani olan olduunu bilmekten önce geldii için, “aziz”i, “hamid” isminden
önce zikretmitir. Allah en iyi bilendir.

C
*

“Allah ki, göklerde ne var, yerde ne varsa hep O’nundur. Çetin azabtan
dolay vay kâfirlere.. Onlar dünya hayatn âhiretten üstün tutup severler,
Allah'n yolundan alkorlar. Onu erilie çevirmek isterler, ite onlar, uzak bir
sapklk içindedirler”
(brahim, 2-3).

Ayetle ilgili birkaç mesele vardr:

Nâfi ve bn Âmir, onu merfû ve mübteda, ondan sonra


BRNC MESELE gelenide haber kabul ederek, ilk kelimeyi iUÎ ekilde
“Allah'’ Lafz- Celâli Mütak Deildir okumulardr. Bu kelimenin merfû okunabilmesi için,
ÜJi (O, Aliah’dr) takdirinde düünülmesi gerektii de

söylenmitir. Dier kraat imamlar ise, geçen ayetteki, “aziz” ve “hamid”


kelimelerine atfederek, bunu cer ile S eklinde okumulardr ki, bu hususta
biraz düünmek Çünkü bir ksm muhakkik alim, “Allah” kelimesinin, Hak
gerekir.

Teâlâ’nn alem (özel) ismi olduunu söylerken, dier bazlar da, bu kelimenin mütak
(türemi) bir kelime olduunu benimsemilerdir ki, bizce doru görü birincisidir.
Bunun böyle olduuna, unlar da delâlet eder:
488 / 13. Cilt TEFSÎR- KEBÎR

1) Mütak isim, kendisi için bir mütâkun minh bulunmas


(türedii kelime)
gereken eydir. Meselâ, “Esved” (siyah) kelimesi “kendisinde ei yahlk bulunan ey";
“Nâtk” (konuan) kelimesi de, "kendisinde konumann meydana geldii ey”
demektir. Binâenaleyh eer, “Allah” kelimesi, herhangi bir manadan itikâk etmi
(türemi) bir isim olsayd, o zaman onun, bir “mütâkun minhi”nin olduu anlalrd
ki o takdirde bu mefhum, bizatihi (mefhum olarak) mütereklie mani olan bir durum

ihtiva etmeyen külli bir mefhum olurdu.

Binâenaleyh eer, “Allah” lafz- celâli mütâk bir lafz olsayd, o zaman, müterek
olmay mümkün klan bir mefhum olurdu.Eer durum gerçekte böyle olsayd, bizim
"Lâ ilahe illallah” (Aiiah’dan baka ilah yoktur) eklindeki sözümüz, tam bir tevhidi

etmi olmazd. Çünkü bu sözde müstesna olan “Allah” lafz olup, kedisinde
ifade
ortakln bulunmasna mânî bir lafz olmam olurdu. Ümmet, “Allah’tan baka ilah
yoktur” sözümüzün, srf tevhidi ifâde ettiinde ittifak ettiine göre, biz “Allah” lafznn
bir alem (özel) isim olduunu anlam oluruz.

2) Biz, Allah Teâlâ'nn dier sfat ve isimlerini söylemek istediimizde, önce


“Allah” lafzn söyler, sonra bunu o sfatlarla tavsif ederiz. Mesela, Sl <^Jl iJJ'

y* S[ (O, kendisinden baka ilah olmayan,, rahman, rahim, melik ve


kuddüs Allah’dr)” deriz. Bizim, bunu ters çevirip de, o**’)' dememiz
mümkün deildir. Binâenaleyh “Allah” lafznn, Hak Teâlâ’nn zâtnn alem ismi, dier
kelimelerin ise O’nun sfatlarna delâlet eden lâfzlar olduunu anlarz.

3) "Allah” lafznn dndaki bütün isim ve sfatlar, ya, “kuddüs ve selâm” gibi,

Allah’n selbî sfatlarna; yahut, “Hâlk, Râzk” gibi izâfî sfatlarna; yahut, “âlim ve
da üçünden meydana gelen eylere delâlet eder.
kâdir” gibi hakîkî sfatlarna, yahut
Binâenaleyh, “Allah sözü Cenâb- Hakk’n husûsî zatnn ismi olmasayd, Allah’n
isimlerinin tamam, O’nun sfatlarna delâlet eden lafzlar olmu olurlard ve bu
hususta, Cenâb- Haîvk’n zâtn gösteren birey bulunmam olurdu ki, bu uzak bir
1

ihtimaldir. Çünkü O, o olmas bakmndan hususi bir isminin olmamas, uzak bir eydir.


Cenâb- Hakk’n, Onun bir ada olduunu bilir misin?” (Meryem, 65) ifadesi.
4)
Bundan murad, “Sen, ad Allah olan baka bir Allah tanr msn?” manasdr. Bu
da delâlet eder ki, “Allah” lafz, O’nun hususi zâtnn addr. te bu mukaddime zuhur
edince, olmas gereken güzel tertib, bunun hemen peinden, “O, öyle Allah’dr ki
vücûde getirecei her eyi hikmeti muktezasmca takdir edendir. Onlar var edendir.
Varlklara sûret verendir” (Har, 24) ifadeleri gibi sfatlarn gelmesidir. Ama bunun
aksini yapp da, meselâ, “O, takdir edendir. Var edendir, Varlklara sûret verendir,
Allah’dr” denilirse, bu caiz deildir.
,
13. Cüz, BRAHM . SÛRES 14/2-3 13. Cilt / 419

Merfû Kraatin zah


Bu sabit olunca biz deriz ki, bu ifadeyi ç>VyZ~Ü J MÜ iÜ\ eklinde merfû
okuyanlar, burada “Allahu” kelimesini mübteda, sonrasn da onun haberi
yapmlardr. Doru olan da budur. Ama, “Allah” — +*)\
kelimesi, 4 3

kelimesine atfederek mecrur okuyanlara gelince, daha önce de açkladmz üzere,


tertibin güzeli, J-J&JI Uii ‘O, Allah’dr, yaratcdr” denilmesi olduu için

bu okuyu
ekli mükildir. “Yaratandr, Allah’dr” denilmesine gelince, bu da güzel
olmaz. te bu durumda alimler, buna verilecek cevap hususunda birkaç vecih üzere
ihtilâf etmilerdir:

1) Ebû Amr bn el-Alâ öyle demitir: “Cer ile okuma, takdim ve tehir yaparak
olur. Buna göre ifadenin takdiri öyle olur: o' jüJt Jt U il ^jj JuM y>y&\ Jll

"Göklerde bulunan her eyin kendisine ait olduu, hamîd, aziz olan Allah’n yolu..."

2) Önce sfatn zikredilip, sonra da ismin zikredilmesi; en sonunda da tekrar sfatn


getirilmesi uzak bir ihtimal deildir. Nitekim Arapça’da, 4 ^' JuA JjpSfî flfifl

“Sayg deer imam Muhammed’e, fakih olan ona uradm” denilir ki, bu ifâde aynen
Cenâb- Hakk’n, oljÜJi j U i) csjJl $ 4?*^' ayetinin bir benzeridir.
Bir husustaki sözün hakikati udur: Biz daha önce, “Srât”n, âlim, kâdîr ve ganî
olan bir zât- Ecell’in yolu, srat olduu zaman ancak medhe ve övgüye mazhar olacan
w*

beyan etmitik. te Cenâb- Hak bu üç hususu 4-**Ji (brahim, i) buyurarak


beyan etmitir.

Hak bu manay zikredince, bu aziz varln kim olduu hususunda


Sonra, Cenâb-
bir üphe hasl olmu, bundan dolay da, Cenâb- Hak, “Allah ki, göklerde ve yerde

olan her ey O'nundur” ifâdesini ona atfetmitir. Böylece de, o üpheyi izale etmitir.

3) Keâf sahibi öyle demitir: “Allah” kelimesi, el-Azizi’l-Hakîm ifâdesi üzerine


bir atf- beyândr...” Bu meselenin hakikati ise, bizim daha önce anlatp ortaya
koyduumuz eydir.

... 4) Biz bu kitabn ta banda, “Allah” kelimesinin esas vad’ bakmndan mütak
bir kelime olduunu, ancak ne var ki onun, örfte alem, yani hususî ve özel yerine
geçtiini zikretmitik. te bundan dolay her ne zaman, önce bu kelime (Allah kelimesi)
zikredilir, sonra da ona dier sfatlar atfedilirse, bu onun bir alem yani özel isim klnm
olmasndan dolaydr. Ama bu ayete gelince, Allah kelimesi, Azz ve Hamîd
kelimelerinin sfat klnnca, bu onun, mütak bir lafz olduuna hamledilmesi
sebebiyledir; böyle olunca da haliyle sfat olarak kalmtr.

5) Kâfirler baz kere, putlar aziz ve hamid olmakla vasfediyorlard. te Cenâb-



Hak, nsanlar Rablerinin izniyle karanlklardan aydjnla, a yegane galib, h 'amde
layk olann yoluna çkarman için..” (brahim, i) buyurunca, putlara tapanlarn
490 / 13. Cilt TEFSlR-t KEBÎR

zihninde, bu aziz ve hamid olanlarn bazan da putlar olabilecei kalvermi, fikri

bunun üzerine Cenâb- Hak bu üpheyi izâle ederek, “Göklerde ve yerde bulunan
her eyin kendisine ait olduu Allah’n yolu..” brahim, 2) buyurmutur. Yani, “Bu
(

Aziz ve Hamid olandan murad, göklerde ve yerde bulunan her eyin kendisine ait
olduu Allah’dr” demektir.

Cenâb- Hakk’n, “Allah ki, göklerde ne var, yerde ne


KNC MESELE varsa hep O’nundur” ifadesi, Allah Teâlâ’nn, kesin olarak
Allah Mekândan Münezzehtir. yükseklik cihetine, yönüne tahsis edilemeyeceine delâlet
etmektedir. Bu böyledir, çünkü, senin üzerinde ve fevkinde
olan her eye, “semâ, gök, semâvât” donilir. Buna göre, Cenâb- Hakk’n zât ayet,
,

üst cihette, üst tarafta bulunsayd, o zaman "semâ ’da bulunmu olurdu. Bu ayet
ise, göklerde bulunan her eyin O’nun mülkü olduuna delâlet etmektedir. O zaman,

O’nun, kendi kendisinin mülkü olmas gerekirdi ki, bu imkânszdr. Böylece bu ayet-i
kerime Cenâb- Hakk’n, üst cihette bulunmaktan münezzeh olduuna delâlet etmi
oiur.

Bizim ehl-i sünnet alimlerimiz bu ayet


Cenâb- Hakk’n, ile,

ÜÇÜNCÜ MESELE kullarn amellerinin yaratcs olduu hususunda istidlâl


etmilerdir. Çünkü Cenâb- Hak, “göklerde ne vac, yerde
ne varsa hep. O’nundur” buyurmutur.

Kullarn amelleri de, göklerde ve yerlerde bulunmakta, oralarda meydana


gelmektedir. te bu durumda O’nun memlûkudur manasnda olmak üzere, Kullarn
fiillerinin Allah’a ait olduunu söylemek vâcib olur. “Mülk” ise, “kudret” yetirmekten
ibarettir; binâenaleyh, o fiillerin, Allah'n makdûru, (yani Allah tarafndan kendilerine
olmas gerekir. Bu fiillerin Allah’n makdûru olduu sabit olunca,
güç, kudret yetirilen)
onlarn Allah’n kudretiyle meydana gelmesi vâcib olur. Aksi halde kul, Allah Teâlâ’y,
makdurunu meydana getirmekten men etmi olur ku bu da imkânszdr.

Bil ki, Cenâb- Hakk’n Jfi'ji' Uj J U Ü “hasr” manas tamaktadr. Bunun


manas udur; “Göklerde ve yerde bulunan bütün eyler, ancak O’nundur; bakasnn
deil!.”Bu da gösterir ki, Allah'dan baka bir mâlik ve bir Hâkim bulunmamaktadr.
Sonra Cenâb- Hak bunu zikredince, bunun hemen peinden tehdidi kâfirlere

yönelterek öyle buyurdu: JjJ-i
Jijj Çetin azabtan dolay vay
anlam ise udur: “Onlar, göklerin ve yerin, ayn zamanda onlarda
kafirlere f'B unun
buhnan her eyin mâliki olan Allah’a ibadet etmeyi brakp da, bir zarar ve bir fayda
veremeyen; kendisi yaratlm olup hiçbir ey yaratamayan; idrâk kabiliyetleri ve fiilleri
bulunmayan nesnelere tapmaya balaynca, ite bundan dolay (onlara) yazklar
olsun! Sonra, böyle olan herkese yazklar olsun!” Cenâb- Hak “Veyl”i, bu kimselere
tahsis etmitir. Çünkü mana, “Onlar iddetli bir azâbtan dolay feryâd ediyor, ondan

ötürü çlklar atyorlar ve “Eyvâh o azâba! Aman!” U) diyorlard” eklindedir.


13. Cüz. BRAHM SÛRBSt 14/2-3 13^C|lt / 49}

Bunun bir benzeri de, kâfirlerin ahirette ölümü temenni edeceklerini ifâde eden
*JUU)k jpi (Furkan, i3) ayetidir. Daha sonra Cenâb- Hak, kendilerini, en
büyük azâb ifâde eden “veyl” ile tehdit etmi olduu p kafirlerin sfatn beyân etmitir.
Onlarn sfatlarndan üç çeidi zikretmitir.

Dünyay Ahirete Tercih Fitnesi

1) Cenâb- Hakk’n, 5j^*l UÎJi “Onlar dünya hayatm,


ahiretten üstün tutup severler ayetinin ifâde ettii husus. Bununla ilgili birkaç mesele
bulunmaktadr:

Sen eer dilersen, ellezine kelimesini önceki ayette geçen


BRNC MESELE kâfirine kelimesinin sfat yaparsn, istersen onu mübtedâ
yapp, ulâike kelimesini de onun haberi kabul edersin,

istersen de, “knama” manas tayan mahzuf bir(fi' fiilinin mef’ûlü olmak üzere);

mansûb kabul edersin.

“el-stihbâb”, eyi sevmenin peine dümektir. Derim


bir

KNC MESELE ki: nsan bazan bir eyi sever de, fakat, o eyi sevmesi
houna gitmez. Meselâ, fsk-u fücura meyleden adamn
hali gibi.. Fakat bu kimse, fsk-u fücûru seviyor olmaktan holanmaz. Bir eyi sevip
de, onu seviyor olmay arzulayarak, ite bu muhabbeti sevmi olmaya gelince, evet

bu, muhabbet ve sevginin zirvesi ve nihâî noktasdr. Binâenaleyh, Onlar dünya
hayatn... severler” ifâdesi, onlarn, dünya hayatna kar duyulan muhabbetin
zirvesinde bulunduklarna delâlet eder. nsan, ahiret hayatndan ve bu geçici dünyann
kusurlarndan habersiz olduu zaman böyle olabilir. Böyle olan bir kimseyse,
mezmûm ve adi sfatlarn en uç noktasnda bulunuyor demektir. Çünkü bu hayat,
kusur ve naksalarn pekçok çeidiyle vasfedilmitir.

Dünya Hayatnn Özellikleri

a) Bu hayat sebebiyle, elemlerin, hastalklarn, gam ve kederlerin, korkularn ve

hüzünlerin kaps açlmtr.


b) Hakikatte bu lezzetlerin salad tek ey, elemleri savuturmaktr. Ruhanî ve
mânevî lezzetler ise bunun aksinedir. Çünkü onlar, bizatihî lezzet ve saadettirler.

c) Bu dünya hayatnn lezzetleri, inktâya, kesintiye ve nihayete ermeleri sebebiyle,


buruktur.

d) Onlar, deersizdir, azdr. Ksaca, bu dünya hayatn, ancak onun kusurlarndan


gafil olan ve yine, uhrevi, manevî hayatn üstünlüklerinden habersiz bulunan kimse
sevebilir. te bundan dolay Cenâb- Hak, “Halbuki ahiret daha hayrl, daha
süreklidir" ( A iâ, 17 buyurmutur. te bu ifâde, daha önce zikretmi .olduumuz her
)

eyi içine almaktadr.


492 / 1.1. Cilt TEFSlR-1 KEBÎR

Cenâb- Hak, “Onlar, dünya hayatn, ahiretten üstün


ÜÇÜNCÜ MESELE tutup severler buyurmutur. Burada bir hazf
bulunmakta olup, bunun takdiri öyledir: “Onlar,
dünya hayatn severler ve onu, ahiret hayatna tercih ederler...” Böylece Cenâb-
Hak, kendisi vastasyla, srf dünyay sevmenin, ancak onu ahirete tercih
etmenin de kendisine bitimesinden sonra mezmûm olaca anlalsn diye, bu iki
vasf birletirmitir. Buna göre, dünya hayatn, kendisiyle gönül faydalarna ve ahiretin
hayrlarna ulamak seven kimseye gelince: Bu kimse, ahiretine zarar verecek
için

.
bir eyi tercîh etmek suretiyle onu ahiretine üstün tutmad sürece, mezmûm ve
knanm olamaz. Mezmûm ve knanan sevgi ise, ancak belirtilen o sevgidir.

Allah Yolundan nsanlar Uzaklatrma


t

2) Cenâb- Hakk’n, 4J' “Allah’n yolundan alkorlar” ayetinin


ifâde ettii husus... Bil ki, dünyay (mezmûm olan) bir sevgiyle sevip üstün tutanlar,
sapmlardr. Bakalarn Allah’n yoluna girmekten men edenler ise, saptranlardr,
azdranlardr. te, birinci safha onlarn dalâlette olduklarna-, onlarn Aliah yolundan
saptrdklarn gösteren bu safha iseOnlarn saptran, azdran, idlâl edenler olduklarna
iâret etmektedir.

Hak Yolu Eriltme Teebbüsü

3) Cenâb- Hakk’n, ‘‘Onu erilie çevirmek isterler” ayetinin ifâde


saptrmak iki safhada olur:
ettii husus... Bil ki,

Birincisi: Bakalarn saptrmaya gayret etmek ve onu, dosdoru olan yola ve


srat- müstakime vasl olmaktan alkoymak.

kincisi: Onun, hak yola çeitli ekk ve üpheler atmak için çaba göstermesi ve
yapabildii her türlü hile ve desise ile, onun durumunu takbih edip çirkin göstermeye
çalmasdr ki bu, dalâl ve idlâlin doruk noktasdr. te bu hususa, Cenâb- Hak,
‘‘Onu erilie çevirmek isterler” buyurarak iâret etmitir.

Keâf “Bu ifâdede


sahibi: aslolan If) oyu] “Onun için erilik isterler”
eklinde olmasdr. Ancak ne var ki, harf-i cer hazfedilmi ve fiil mef’ulü harf-i cer’siz
almtr” demitir.

Dalalet Hakknda “Uzak” Sfatnn Manas


Cenâb- Hak, o kâfirlerin hallerinin bu üç mertebesini zikredince, onlarn •

sfatlaryla ilgüi olarak -lm çj'te»


^ iUji “ite onlar, pek uzak bir sapklk içindedirler”
buyurmutur. Cenâb- Hak u sebeplerden dolay, sapkl “uzak

olmak”la
vasfetm itir:

1) Biz, sapklk derecelerinin en ilerisinin, Allah Teâlâ’nn bu derecede vasfetmi


IV Cüz, BRAHM SÛRES 14/2 3 _ . _ »3. Çiti / 493

olduu o ey olduunu beyan etmitik. Binâenaleyh bu mertebe, haktan son derece


uzak olan bir mertebedir. Çünkü, meselâ siyah ve beyaz gibi, zt olan iki eyin art,
onlarn birbirlerinden son derece ‘uzak’ olmalardr. Binâenaleyh burada da, bu tarz
üzere tahakkuk eden sapklk, haktan son derece uzak olan bir sapklk, dalâl olmu
olur. Zira, bu sapklktan daha iddetli ve daha ileri derecede bir sapklk düünülemez.

Bununla, onlarn sapklk yolundan hidâyet yoluna döndürülmelerinin uzak


2)
oluu kastedilmitir. Zira o sapklk, onlarn içine yerlemi, orada temerküz etmitir.

Bu ayetteki “dalâl” ile, onlarn helâk olmalar murad edilmitir. Buna göre
3)
kelamn takdiri, “Onlar, sona ermeyen ve uzun süren bir helâk içindedirler"
eklindedir. Cenâb- Hak, ayetteki baîd (uzak) sözü ile, o sapkln süresinin
uzamasn ve sona ermemesini kastetmitir.

Dinin Her Ümmete Teblii

peygamberi kendi kavminin dilinden bakasyla göndermedik ki,


“Biz hiçbir
onlara apaçk anlatsn: Artk Allah kimi dilerse saptrr, kimi de dilerse doru
yola götürür. O, yegâne galibtir, tam hüküm ve hikmet sahibidir”
(brahim, 4).

Ayetle ilgili birkaç mesele vardr:

Bil ki bu sûrenin banda, “Bu bir kitaptr ki,


Allah Teâlâ,

BRNC MESELE insanlar Rablerinin izniyle karanlklardan aydnla,



Her Ümmete Peygamber Gönderilmesi çkarman için onu sana indirdik (brahim, i) buyurunca, bu,
bu büyük makamn kendisine verilmesi bakmndan hem
peygamber için bir lütuf, hem de kendilerine, onlar inkâr karanlklarndan kurtarp
imann nûruna ulatran bir peygamberin gönderilmi olmas açsndan da insanlara
ve mahlûkata bir lütuf olmu olur. Binâenaleyh, Cenâb- Hak bu ayette, ite bu iki.

bakmdan, nimet ve ihsann tamamlayacak olan eyi zikretmitir.

Peygamber (s.a.s.)’e nisbetle bunun bir lütuf olmasn^ gelince, Allah Teâlâ:
Hz.
“Ey Muhammed,, dier peygamberler sadece kendi kavimlerine peygamber olarak
494 /13. Cilt TEFSÎR-Î KEBÎR

gönderilmilerdir. Sen
mahlûkata peygamber olarak gönderildin.
ise, bütün
Binâenaleyh, bu in’âm, senin hakknda daha mükemmel ve daha üstün olmu olur”
eklinde beyan buyurmutur.

Bunun, bütün mahlûkata nisbetle olmasna gelince, Allah Teâlâ bunu


bir ikrâm
da, her kavme, ancak o kavmin lisanyla konuan bir peygamber gönderdiini beyan
ederek açklamtr. Zira durum her ne zaman böyle olursa, onlarn, o erîatin srlarn
anlamalar, onun özüne vakf olmalar daha kolay; yanltan ve hatadan uzaklamalar
da, o nisbette müyesser olur. te, ayetin kendinden önceki ifadelerle münasebetleri
budur.

Baz kimseler bu ayet-i kerime le, dillerin tevkîfî deil de,


KNC MESELE stlah olduklar hususunda etmi ve öyle demitir:
istidlal

Diller Tevkîfî mi Istlah midir? Çünkü tevkîfîlik ancak, peygamberler göndermek ile
meydana gelir. Bu ayet-i kerime ise, bütün peygamberlerin
ancak, kendi kavimlerinin lisân ile gönderilmi olduuna delâlet eder. Bu da, dillerin,

peygamberlerin gönderilmesinden önce bulunmasn iktizâ eder. Durum böyle olunca,


bu dillerin tevkif (vahy) ile meydana gelmesi imkânsz olur. Böylece de, dillerin, stlah?
olarak meydana gelmesi vacib olur.

Yahudilerden, kendilerine seviyye denilen bir grup, Hz.


ÜÇÜNCÜ MESELE Muhammed (s.a.s.)’in Allah’n Resûlü olduunu, ama
Hz. Muhammed’in Arapfara dier bütün toplumlara deil de, sadece Araplara
Gönderildii ddias gönderilmi olduunu iddia etmiler ve iki bakmdan bu
ayete tutunmulardr:

1) Kur’ân, Arapça olduuna göre, içinde bulunan fesahat sebebiyle onun


ile nazil

bir mucize olduunu ancak Araplar bilebilir. Bu durumda da Kur’ân, ancak Araplara
bir .hüccet olmu olur. Arap olmayanlar için bir hüccet olmaz.

2) Onlar öyle demilerdir: Cenâb- Hakk’n “B/z hiçbir peygamberi kendi


kavminin dilinden bakasyla göndermedik” buyruundaki ”lisân”dan murad,
Arapça’dr. Bu da öyle denilmi olmasn gerektirir: Hz. Muhammed (s. a. s) için
Araplardan baka kavim yoktur. Bu da, O’nun sadece Araplara gönderilmi olduuna
delâlet eder.

Buna öyle cevap verilir: Ayetteki (kavmihî) kelimesi ile ‘‘Onun beldesinin
halk, ahalisi” manasnn murad edilmi olmas mümkün olmasn? Binâenaleyh,
niçin
kavmihî kelimesinden maksat, onun davet kapsamna giren kimseler deildir. Onun
davetinin umumî ve bütün insanlara amil olduunun delili, “De ki: “ Ey insanlar,
üphesiz ben, Allah’n sizin hepinize, hatta, ins ve cin âlemine gönderdii
peygamberim” (A-raf, ise) ayetidir. Çünkü, meydan okuma, yani tehaddi nsanlara
kar olduu gibi, ayn zamanda cinlere kar da vaki olmutur. Bunun delili, “De
ki: “Andolsun ins ve cin, , u
Kur’ân 'm benzerini (meydana) getirmeleri için bir

1 3. Cüz, BR AHM SÛRES 14/4 13. Cilt / 493

<raya toplansa, birbirlerine yardmc da olsalar, yine benzerini getiremezler (lan,

08 )
ayetidir.

Ehl-i sünnet âlimlerimiz, Cenâb- Hakk’n, dalâlet ve


DÖRDÜNCÜ MESELE hidayetin Allah’dan olduuna, “Artk Allah kimi dilerse

Hidayet ve Dalaleti llah Yaratr saptrr, kimi de dilerse doru yola götürür” ayetini delil

getirmilerdir. Ayetin bu hususa delâleti açktr. Alimlerimiz


öyle demilerdir: “Bunu, u rivayet de tekid eder: Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer (r.a.)

bir grup insan içinde kar karya geldiler ve seslerini yükselttiler. Bunun üzerine
Hz. Peygamber: “Bu nedir, noluyor?” dedi: Ordakilerden birisi: “Ya Resûilallah,
Hz. Ebu Bekir, “hasenat Allah’dandr, seyyiât kendimizdendir” diyor: Hz. Ömer
de: “ikisi de Allah’dandr” diyor. Baz kimseler, Hz. Ebu Bekir’e, bazs da Hz.
Ömer’e tâbi oldular” diye cevap verdi. Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir’in söylediini
aratrp örendi. Sonra onun söylediinden memmun olmad. Bu, yüzünden
anlalyordu. Sonra Hz. Ömer’e yöneldi; onun söylediini de aratrp örendi. Bunun

üzerine, yüzünde bir memnuniyet belirtisi hasl oldu. Sonra da öyle buyurdu: srafil
(a. s.), Cebrail ile Mikâil arasnda nasl hükmetmise, ben sizin aranzda öyle hüküm

vereyim: Cebrâil, ey Ömer, aynen senin söylediin gibi; Mikaîl de, ey Ebu Bekir,
senin söylediin gibi söylemiti. Bunun üzerine srafil, bütün kaderin, onun hayrnn
ve errinin Allah’dan olduuna hükmetti. te, benim, sizin aranzdaki hükmüm bu.”
Metezile’nin Bu Ayeti Te’vili

Mu’tezile öyle demitir: Bu ayetin zahirî manas üzere icrâ edilip anlalmas
mümkün deildir. Bu, birkaç ekilde izah edilebilir:

1) Allah Teâlâ, “Biz hiçbir peygamberi kendi kavminin dilinden bakasyla


göndermedik ki, onlara apaçk anlatsn” buyurmutur. Bu, “Biz, her peygamberi
kavminin lisanyla gönderdik ki, onlara bu mükellefiyetleri kendi lisanlaryla beyan
etsin. Binâenaleyh, onlarn bu beyân anlamalar daha kolay, maksat ve gayeyi
anlamalar ve idrakleri daha mükemmel olur” demektir. Bu söz, eer Allah’n
peygamber göndermekten maksad, mükellefler için imann meydana gelmesi olursa,
ancak sahih ve doru olmu olur. Ama eer Allah’n bundan maksad onlar saptrmak
ve onlarda küfrü yaratmak olursa, o zaman bu söz o maksada uygun olmaz.

Peygamber (s.a.s.), onlara, “Sizde, küfrü ve dalâleti yaratan Allah’dr”


2) Hz.
dedii zaman, onlarn, “Öyle ise, senin beyân ve açklamann faydas nedir?
Gönderilmendeki maksat nedir? Allah’n bizde yaratm olduu küfrü kendimizden

gidermemiz mümkün müdür?” deme hakk doard. Bu durumda, nübüvvetin tebli


ve çars batl olmu, peygamberlerin gönderilmesi de bouna olmu olurdu.
yaratmas ve meietiyle meydana gelirse, o zaman küfre râm
3) Küfür, Allah’n
olmann da vacib olmas gerekir. Çünkü Allah’n kazasna rza, vâcibtir. Bu, akll olan
bir kimsenin söyleyecei bir ey deildir.
496 / 13. Cilt tefsIr-1 KEBÎR

daha önce bu ayetten önceki, “nsanlar Rablerinin izniyle karanlklardan


4) Biz,
aydnla çkarman için” ifadesinin, “adi” görüüne delâlet ettiini, yine bu ayetin
sonunda bulunan, “O, yegâne galibtir, tam hüküm ve hikmet sahibidir” ifadesinin
de ayn eye delâlet ettiine dair deliller getirmitik. Binâenaleyh, küfrü ve kabih fiilleri
yaratan ve bunlar murad eden, daha nasl hakîm olabilir? te bu izahlarla, ayetteki,
“Artk Allah kimi dilerse saptrr, kimi de dilerse doru yola götürür” ifadesinin,
“Allah kulda küfrü yaratr" manasna hamledilmesinin mümkün olmad sabit olur.
Bundan dolay, ayetin teviline yönelmek gerekir. Biz, bu teviller hususunda, Bakara sûresinde,
*4 (Bakara, 26) ayetinin tefsirinde geni açklamalarda bulunmutuk.
Bunlarn bir ksmn tekrarlamakta bir saknca yoktur:

a) murad, o kimsenin kâfir olup dalâlette bulunduuna hükmetmektir.


“Idlâlden
Nitekim, “Falanca, falancann kâfir ve sapk olduuna hükmetti" manasnda
iüifiüj îtti JiSÇ denilir.

“dlâl” onlar cennet yolundan cehennem yoluna götürmekten


b) ibaret;-
“hidâyet” de cennet yoluna ir’âd etmekten ibaret olabilir.

c) Allah Teâlâ, sapm olan dalâleti üzerinde brakp, ona müdahele için, sanki
orü saptrm gibi olmutur. Yine, hidâyete ermi olana da, lütuflaryla yardm ettii
için, sanki onu hidayete erdiren kendisi olmu gibidir. Keâf sahibi öyle demitir:
“dlâlden murâd, Allah'n, kulu tamamen kendi haline brakmas ve lütuflarn ondan
esirgemesidir. Hidayetten murad, Allah’n muvaffakiyet vermesi ve lutfetmesidir."

Razi’nin Mutezile’ye Cevab


Mutezile’nin ilk önce “Onlara apaçk anlatsn” ifâdesi,
söyledikleri, “Ayetteki,
Allah’n onlar saptrm olmasna uygun dümez” eklindeki sözlerine öyle diyerek
cevap veririz: Ferrâ öyle demitir: “Bir fiilden sonra bir baka fiil zikredildii zaman,
eer ikinci fiil, birinci fiile benzer (müâkil) ise, onu ona atfedersin. Eer, müâkelet
bulunmuyorsa, onu yeni bir cümle yapar ve merfû yaparsn. Bunun bir benzeri,
^ “Dilerler ki Allah’n nurunu azlaryla
söndürsünler. Allah ise nurunu tamamlamaktan baka bir eye raz olmaz”
(Tevbe, 32) buyruudur Buradaki aÎI ifadesi ref mahallindedir. Bakas caiz
deildir. Çünkü Ü' Ju o' üjljj denilmesi güzel olmaz. Binâenaleyh, ikinci cümle
birinci cümlenin mevkiinde olmadna göre atf yaplamaz. Yine, bînun bir benzeri,

“Size apaçk gösterelim diye. . sizi . . . . rahimlerde durduruyoruz”


(Hacc, 5) ayetidir. Araplarn u sözü de bu kabildendir: JkJl ^4 23 jj]' 0» 6i jt
“Seni ziyaret etmek istedim; fakat, yamur beni alkoyuyor." Son fiil, zikrettiimiz
sebeplerden dolay, merfû olarak getirilmi olup; kendisinden önceki mansûb fiile
atfedilmemitir. airin u
beyti de bunun gibidir:
1 \. CUz. lBRAHM SÛRLSI4/4 13. CM / 497

"Onu (iiri) beyan edip açklamak ister, (fakat) onu anlalmaz hale getirir.’"

Bunu iyice anladn zaman biz deriz Ki: Allah Teâlâ bu ayette, önce ^4!
buyurmu, sonra da buyurarak, yudllü fiilini merfû olarak
zikretmitir. Bu, o fiilin, müste’nef olarak, kendisinden öncesine atfedilmeksizin
zikredildiine delâlet eder. Ben derim ki: Mana bakmndan bu sözün izah udur:
Allah Teâlâ sanki öyle buyurmaktadr: “Biz gönderdiimiz her peygamberi, bu
eriatlar o kavmine beyân edip anlatmas, kavminin alt ve bildii lisanla olsun
diye,ancak kavimlerinin lisanlaryla gönderdik.” Allah bundan sonra, böyle “
olmakla beraber, Allah dilediini saptrr, dilediine de hidâyet eder” demitir. Bu
ifâdenin gayesi, olmasnn, mutlaka hidayetin meydana gelmesini
beyânn kuvvetli
gerektirmeyeceine, binâenaleyh, çou zaman beyân ve izah kuvvetli olduu halde,
hidayetin tahakkuk etmediine, yine çou zaman, beyân zayf olduu halde hidayetin
tahakkuk edebileceine bir iarette bulunmaktr. Durum ancak böyledir; çünkü,
hidâyet ve dalâlet, sadece Allah tarafndan meydana gelir.

Mutezlle’nin, “Dalâlet eer Allah’n yaratmasyla meydana gelmi olsayd,


peygambere kâfir, “Senin beyânnn ve davetinin hikmet ve faydas nedir?”
diyebilirdi” eklindeki ikinci sözlerine mukabil biz deriz ki: Buna u durum mauarzdr:
Hasmmz olan Mu’tezile’nin kendisinin de bu ayetlerin, o kimsenin sapk olduunu
haber verdiini kabul etmesi de buna aykrdr. Zira kâfir o muarza öyle diyebilir:
“Senin ilâhn benim kâfir olduumu haber verdiine göre, eer ben inanrsam, senin
ilahn yalanc olmu olur. Ben, senin ilahn yalanc klmaya ve O’nun ilmini cehâlete
çevirmeye muktedir miyim? Buna gücüm yetmediine göre, nasl bana bu iman
emredersin?” diyebileceini kabul etmektedir. Muarzmzn bize kar getirmi olduu
bu sorunun kendisi aleyhine de varid olduu sabittir.

Mutezlle’nin, “Buna göre, küfre raz olmak, vacib olmaldr. Çünkü Allah’n kazâ
ve kaderine rzâ, vacibtir. Vâcibin kendisiyle tamamland ey de vacibtir” eklindeki
üçüncü görüüne gelince, biz öyle deriz:

dönütürmeye
Size göre, kulun, Allah’ yalanlamaya ve O’nun ilmini cehâlete
çalmas vacibtir. Bu ise, sizin bizi ilzam etmek için ileri sürdüünüzden daha iddetli
bir biçimde imkânsz olan bir ilzâmdr. Çünkü Allah Teâlâ, o kimsenin kâfir olduunu

ve onun küfrünü bildiini haber verdiine göre, o kimsenin küfrünü gidermek, Allah’n
ilmini cehâlete, doru haberini yalana çevirmeyi iktizâ eder.

“Bundan önceki, “Bütün insanlar Rablerinin izniyle


Mutezile’nin,
karanlklardan aydnla... çkarman için ” {brahim, ayeti, Mutezile’nin görüünün i)

doruluuna delâlet eder” eklindeki dördüncü iddialarna kar deriz ki: Biz, ayetteki
“Rablerinin izniyle ” ifadesinin, ehl-i sünnetin görüünün doruluuna delâlet ettiini

anlatmtk.
498 / 13. Cilt TEFSlR-i KEBÎR

Mutezile nin,'"Allah Teâlâ kendisini, ayetin sonunda hakîm olarak vasfetmitir.


Bu, O’nun, küfrü yaratmasna ve irade etmesine aykrdr” eklindeki beinci görüüne
kar biz de deriz ki: Allah Teâlâ, de vasfetmitir. Azîz,
kendisini burada, "aziz” diye
gâlib ve kâhir olan demektir. Binâenaleyh, meydana gelmeyecei halde kâfirden iman
etmesini isterse, ya da onlardan küfür amelini irâde ederse, aziz ve galib olduu
için, bunlar hasl olur.’ Böylece, Mutezile’nin yapm olduu izahlarn zayf olduu
sabit olur. Yine onlarn
yaptklar üç tevilin batl olduu bu kitapta tekrar tekrar
anlatlmt. Binâenaleyh, yeniden anlatmaya gerek yoktur.

Daha Önceki Ksmla Münasebet

* +
/y ^ ^ * \ +

'

\ '

/
“Biz Musa’y, “kavmini karanlklardan aydnla çkar ve onlara, Allahn
günlerini hatrlat” diye mucizelerle gönderdik. üphesiz ki bunda, çok
sabreden ve çok ükreden herkes bulunmaktadr. Hani Musa
için ibretler

kavmine: “Allah'n üzerinizdeki nimetini hatrlayn. Çünkü O, sizi kötü azaba


sürmekte olan, oullarnz boazlamaya, kadnlarnz diri brakmaya devam
eden Firavun hanedanndan sizi kurtarmt ve bunda, Rabbinizden büyük bir

imtihan vardr” demiti
(brahim, 5-6).

Ayetle ilgili birkaç mesele vardr:

Bil ki Allah Teâlâ, Hz. Muhammed (s.a.s.)’i insanlara,


onlar karanlklardan nura çkarmas için gönderdiini
BRNC MESELE beyan edip, O’nun gönderilmesinde gerek Hz. Peygambere,
gerek O’nun kavmine olan nimetinin kemalini zikredince, bunun peisra, geçmi
I V Cüz, BRAHM SÛRES 14/5-6 13. Cll / 4f*

kavimlere gönderilen dier peygamberlerin bi’setini, ve o kavimlerin onlara kar


davranlarn anlatmaya balam, böylece Hz. Peygambere, kavminln kendisine
yapm olduu eziyetlere sabretmesini tavsiye ederek, onlarla nasl konuacan
ve onlara nasl muâmele edeceini öretmitir. Binâenaleyh Cenâb- Hak, allm
olan adet üzere, baz peygamberlerin kssasn zikretmi ve ie, Hz. Musa (a.s.) ’mn
kssasyla balayarak UîUU uL-ji AÜj “Biz Musa’y (...) mucizelerle gönderdik"

buyurmutur.

Hz. Musa’nn Mucizeleri

Esamm öyle demitir: “Musa (a.s.)’nn mucizeleri, âsâ, yed-i beyzâ, çekirgeler,

kurbaa, kan, denizin yarlmas, tatan pnarlarn fkrmas, dan


bitler, gölgelik gibi

kaldrlmas ve gökten bldrcn etiyle kudret helvas indirilmesidir.”

Cübbâî “Allah Teâlâ Musa (a.s.)’y, kavmi Benî srail’e ayetlerle göndermitir.
Bu ayetler, O’na bildirilen eyler, O’na indirilen kitap ve O’na, dini kavmine açklamas
hususunun emredilmesidir” demitir.

Ebu Müslim el-sfehânî ise, öyle demitir: “Allah Teâlâ, Hz. Muhammed (s.a.s.)
hakknda: “Bu bir kitapdr ki, insanlar karanlklardan aydnla çkarman için onu
sana indirdik” (brahim, i) buyurmutur.

Hz. Musa (a.s.) hakknda da, “kavmini karanlklardan aydnla çkar ” diye
Musa’y peygamber Bu ifâdenin maksad, bi’setten
olarak gönderdik” buyurmutur.
gayenin, bütün peygamberler için ayn olduunu; bunun da, peygamberlerin insanlar,
dalâlet karanlklarndan hidâyet nurlarna çkarmaya gayret etmeleri olduunu
anlatmaktr.

Zeccâc öyle demitir: “Ayetteki dUji ol cümlesinden


KNC MESELE maksad Mji
OU "Kavmini çkarasn diye” manasdr.
Bu Ayette “En" Edalnn Manas Buradaki en edatnn, “yani” manasnda olmak üzere
“en-i müfessire” olmas uygundur. Bu takdirde mana öyle

olur: “Andolsun ki biz Musa’y ayetlerimizle çkar” diye gönderdik.” Sanki öyle
denilmektedir: "Ona öyle dedik: “Kavmini.... çkar.” Bunun bir benzeri de. Jikilj

\fa\ ji “ Onlann elebalanndan birgürûh, “yürüyün” diyerek kalkp gittiler”


fa
(Sâd. 6) ayetidir. Ayetin te’vili öyledir: Onlara, "yürüyün” denilmitir. Yine bu en
edatnn, haber için getirilen “en-i muhaffefe” olmas da uygundur. Buna göre mana,
"Andolsun ki biz Musa’y kavmini dalaletten nura çkarmas için gönderdik”
eklindedir. Fakat bundaki bâ harf-i cerri hazfedilmi ve en edat dorudan emir sfgasna

bititirilmitir. Bunun bir benzeri de $ Ol iSjilj Ol 4\ && "Ona kalk diye yazdm,
kalk diye emrettim” eklindeki sözündür.”
>00/13. Cilt TEFSÎR-Î KEBR

Allah’n Günleri

Zeccâc, bu görüü Sibeveyh’den nakletmitir. Ayetteki dJ» fa.


iki

“ve onlara Allah’n günlerini hatrlat” buyruuna gelince, bil ki Allah Teâlâ Musâ
(a.s.)’ya bu ayette iki eyi emretmitir:

a) Kavmini küfrün karanlklarndan çkarmasn.

b) Onlara, Allah’n günlerini hatrlatmasn... Bu hususta iki mesele vardr:

Vâhldî öyle demitir: “Eyyâm” kelimesi, “yevm”


BRNC MESELE kelimesinin çouludur. “Yevm” kelimesi ise, günein
doumundan, batmna kadarki müddeti (gündüzü) gösterir.
‘‘Eyyâm”n asl, f'ji' eklinde idi, Bunda yâ ile vâv bir araya gelmi ve birincisi,

yani yâ harfi bir sükûn ile vâv’dan önce gelmitir. Bundan dolay biri dierine idâm
edilmi ve idâmda da yâ harfi üstün gelmitir.

“Eyyam’ (günler) kelimesi ile, o günlerde meydana gelmi


KNC MESELE büyük hadiseler kastedilmitir. Nitekim Arapça’da,
Eyyam (Günler) ve Benî srail'in "Falanca Araplarn eyyâmnt (günlerini) bilir’’ denilir.
Vak'alar Bundan maksad, "Araplarn belli bal hadiseleredir.
Nitekim darb- meselde de, i)
j. Uj; j; jZ “Bir gün gören,
bir gün de görülür” günde bakasnn maruz kald
denilmitir. Bu, "Bir kimse bir
felâket sebebiyle sevinçli görünürse, baka bir günde de kendisinin bana gelen
felâketten ötürü hüzünlü görülür” demektir. Nitekim Cenâb- Hak: “te 6 günler...
biz onlar, insanlar arasnda döndürür dururuz” (aw imran. i4o> buyurmutur. Bunu
iyice anladn zaman, bil ki ayetteki bu tabirin manas "sen onlara terîb ve terhib

(tevik ve korkutma) ile, vaad ve va’îd ile öüt ver” eklinde olur. Terîb ve vaad,
onlara Allah’n hem kendilerine, hem de kendilerinden önce olan, geçmi, yaam
zamanda peygamberlere imân etmi olan kimselere vermi olduu nimetleri
hatrlatmasdr. Terhîb ve va'îd (tehdid) ise, onlara Allah’n azabn ve iddetini, geçmi
ümmetlerden peygamberlerini yalanlayanlardan tpk Âd, Semud ve dier kavimlerin
bana gelen azablarda olduu gibi intikam aln hatrlatmasdr. Ta ki onlar va’adlere
arzu duyup tasdik etme (inanma) yoluna gitsin; va’idlerden de saknp yalanlamay
terketsinler. Bil ki Allah Teâlâ’nn Musâ (a. s.) için elan "eyyam” (günleri) arasnda,
srâiloullan’nn Firavun’un zorbal ve kahr altnda bulunduu günler olan, mihnet
(sknt) ve imtihan günleri ile, yine üzerlerine kudret helvas ile bldrcn etinin
indirildii, denizin yarld ve bulutun üzerlerine gölgelik yapld, nimet ve rahatlk
günleri bulunmaktadr.

Daha sonra Cenâb- Hak fa jÖ çfa vLUi J o[ “üphesiz ki bunda çok


sabreden ve çok ükreden herkes bulunmaktadr” buyurmutur. Bu,
için ibretler

"Bu hatrlatma ve dikkat çekmede, çok sabreden ve çok ükreden kimseler için nice

13. Cüz, BRAHM SÛRES 14/5-6 13. Cilt / 501

ibret alnacak eyler vardr. Çünkü durum, ya bir mihnet ve imtihan hali, ya da bir
atiyye ve bolluk hali olur. Eer birinci durum olur ise, mü’min çok sabreder. kinci
hal söz konusu ise, o, çok ükredici olur” demektir. Bu ifadeler, mü'minin, her ânnda

mutlaka bu iki durumdan birisi üzere olmas gerektiine dikkat çekmektedir. Buna
göre eer zaman, onun gönlüne uygun ve arzusuna muvâfk bir biçimde geçiyor ise,
o, ükür ile megul olur; gönlüne uygun bir biçimde cereyan etmiyorsa, o zaman

da sabrla megul olur.

mdi, eer: "Bu hatrlatmalar ve öütler herkes için birer ibret vastasdrlar. O
halde daha niçin bunlar çok sabreden ve çok ükreden kimselere tahsis edilmitir?”
denilirse, biz deriz ki: Bu hususta birkaç izah yaplabilir:

1) Bu ayetlerden istifâde eden, bunlara edenler o kimseler olduu için, “(Bu


itibar
j”
Kur’ân) muttakiler için bir hidayet ( vastasdr (Bakara, 2), ve “Sen ancak O’ndan

korkan inzâr edicisin” (Naziât.45) ayetinde de olduu gibi, bunlar ancak o kimseler
için bir ayet (bir ibret) olmu olur.

2) öyle denilmesi de uzak bir ihtimal deildir: Hatrlatma ve öüt vermenin bu


çeidinden yararlanmak, ancak sabreden ve ükreden kimseler için söz konusudur.
Böyle olmayan kimseler, bu ayetlerden yararlanamaz.

Bil ki Allah Teâlâ, Musâ (a.s)’ya,kavmine Allah’n günlerini hatrlatmasn emrettiini


zikredince, Hz. Musâ’nn da onlara, bu günleri hatrlattn bildirerek, i'j

Vy* üjtji ji j* il, Jj' IjJSal “Hani Musâ kavmine,


‘‘Allah’n üzerinizdeki nimetini hatrlayn. Çünkü O, sizi kötü azaba sürmekte olan...
u
Firavun hanedanndan sizi kurtarmt” buyurmutur. Buradiki i'. Hani sizi
kurtarmt” ifadesi, in’âm etmek manasndaki iüi kelimesinin zarfdr, ona baldr.
Yani, ‘‘Allah’n o zaman (bunu yapmakla) size olan nimetini hatrlayn” demektir.
Geriye ayetle ilgili birkaç soru var:

Ayr in Farkl Lafzlarla Anlatlmas '

Birinci Soru: Cenâb- Hak Bakara sûresinde üyûÜ (Bakara.49).-A’râf süresinde (ayn
sadedde) (öldürürler); bu ayette ise, atf vâv ile, (boazlarlar) eklinde
getirmitir. Bunlar arasndaki fark nedir?

Cevap: Allah Teâlâ, Bakara sûresinde (Ayet, 49) vavsz olarak yüzebbihûn

Boazlarlar buyurmutur. Çünkü bu ifâde, o ayetteki sûe’l-azab ifadesinin bir
tefsiridir. Tefsir sadedinde gelen ifadenin banda atf vâvnn getirilmesi güzel olmaz.
Nitekim sen öyle dersin: “Bana kavim (insanlar) geldi,

yani Zeyd ve Amr” Çünkü “Zeyd” ve “Amr” “kavm” kelimesini tefsir etmek
ile,

istedin. Bunun bir benzeri de, Cenâb- Hakk’n v&fr ü J* JJUi jij
“Kim bunlardan yaparsa, cezaya çarpar; Kyamet günü azab katlanr" (Furken, ee-68)
502 / 13. Cilt TEFSÎR-I KEBÎR

ayetidir. Bundaki Ulîî (cezâ) kelimesi, Vazabn katlanmas" eklinde tefsir

edildii için, atf vâvnn zikredilmemesi gerekmitir. Bu ayetteki bu ifadeye gelince,


fadesinin bana vâv Çünkü bunun manas, "Onlar
getirilmitir.

isrâiloullarna hem boazlama, ayrca boazlama olmayan baka kötü azablar


yapyorlard” eklindedir. Binâenaleyh bu ayette (ve boazlyorlard) ifâdesi,

bir baka çeit ikenceyi ifâde etmekte olup, kendisinden önceki ifadenin tefsiri

deildir.

Firavun’un Yapt kence, Rabden mtihan Olur mu?


kinci Soru: Firavun hânedannn yapm olduu i nasl onlarn Rablerinden
gelen bir imtihan olmu olur?

Buna iki ekilde cevap verilir.

a) Allah Teâlâ’nn, Firavun hânedanna bu ii yapma imkân vermesi, Allah’dan


yana bir imtihan olmu olur.

b) Bu, Allah’n onlar kurtarmasna Bu kurtarma da büyük bir


bir iârettir.

imtihandr. Bela, "imtihan ile snanmak” anlamndadr. Bu,bazan nimet ile bazan

da mihnet ve skntlarla olur. Hak Teâlâ, Biz sizi, fitne olarak hayrlar ile ve erler

ile imtihan ederiz” (Enbiya, 35) buyurmutur. Bu izah, daha uygundur. Çünkü, Hani
Musâ, kavmine: “Allah'n üzerinizdeki nimetini hatrlayn” eklindeki ayetin ba
,

ksmna daha uygun dümektedir.


Kadnlar Hayatta Brakp Hizmetçi Edinmeleri

Üçüncü Soru: Farzedelim ki, oullarn boazlanmas bir imtihan olsun. Fakat
ka jnlarn hayatta braklmas nasl imtihan olur?

Cevap: Onlar, kadnlar, kendilerini öldürmemelerine karlk, hizmetçi olarak


kullanyorlard. Yine Firavun hânedannn, o kadnlar, kocalarndan ayr olarak sa
brakmalar, onlara verilebilecek en büyük zarar idi.

“Hani Rabbiniz unu bildirmiti "ükrederseniz, elbette size olan nimetimi


arttrrm, ve eer nankörlük ederseniz, hiç üphesiz benim azabm pek
çetindir”
(brahim, 7).
1 3 . Cüz, BRA HM SÜRES H/7 13. Cilt / 303

Bil ki, ayetteki, “Hani Rabbiniz unu bildirmiti” ifâdesi, Hz. Mûsa’nn, kavmine
söyledii sözler cümlesindendir. Buna göre sanki, Hz. Musâ (a.s.), kavrpine "Allah’n
size olan nimetlerini hatrlayn” dediinde, “ve unu da hatrlayn ki Rabbiniz unu
bildirmiti” demitir. Buradaki öilî manasnadr. Oitf ile öiT ’nin bir benzeri de

teji ve ile ve jîialî fiilleridir. Tefa’âle vezninde, jüî vezninde bulunmayan

fazla bir manann olmas gerekir. Buna göre sanki, “Rabbiniz size, kendisinde ek
ve üphe bulunmayan çok kesin bir bildiri ile bildirmitir ki” denilmektedir. Dolaysyla

ayetin manas, "Rabbiniz size bildirdi ve buyurdu ki: “Eer ükrederseniz...”

eklindedir. O halde, buradaki öV\i fiili, “Dedi” manasnda zikredilmitir. Çünkü


^ * «j
®

bildirmek de, bir bakma “demek”tir. bn Mes’ûd (r.a.) da dlJj itj eklinde
okumutur.

ükür Nimeti Artrr

Bil ki ayetten maksad, Allah’n nimetlerine ükreden kimseye, Allah’n, nimetlerini


artracan bildirmektir. Burada gerçek ükrü tanmak, ükür ile megul olunduunda
fazladan verilecek olan nimetleri incelemek gerekir. ükür, sayg ile ve nefsi o yola
altrmak sureti ile, nimet verenin nimet verdiini itiraf ve tasdik etmek demektir.
Nimetin artmas birkaç ekilde olabilir. Manevi ve maddi nimetler bunlardandr.

Manevi Nimetler

Manevi nimetlere gelince, bu, ükreden kimsenin devaml bir ekilde Allah’n
çeitli nimetlerini, O'nun çeitli fazi ve keremini düünüp görmesinde olur. Bir kimseye
çokça iyilikte bulunan, hiç üphesiz o kimse sever. Binâenaleyh nefsin, çeitli lahî
fazi ve ihsan düünüp görme ile megul olmas, o kulun Allah Teâlâ’y iyice sevmesini
gerektirir. makamdr. Sonra kul, bazan bu halden
Sevgi (muhabbet) sddklarn en üst
nimet verene olan sevgisinin, nimete bakmaktan alkoyduu bir hâle vjkselir.
Saadetlerin ve bütün hayrlarn kaynann, Allah sevgisi ve marifetullah (Allah bilgisi)
olduunda üphe yoktur. Binâenaleyh ükür ile megul olmann, manevi nimetlerin
artmasna sebeb olduu sabit olmutur. Maddi nimetlerin artmasna gelince, “istikra”
(tam aratrma), Allah’n nimetlerine ükretmekle çok megul olan kimsenin,
bir

nimetleri daha çok elde ettiini gösterir. Netice olarak diyebiliriz ki: ükür makam,
ancak kul; ma’bûdunu tanmakla megul olduu için güzel bir makam olmutur. Kulu,
aldan yurdu dünyadan, âleme sevkeden her makam, hem
kutsi dini, hem de dünyevî
saadetleri gerektiren yüce ve kymetli bir makamdr.

Cenâb- Hakk’n ö[ jsJj “Ve, eer nankörlük ederseniz


hiç üphesiz benim azabm pek çetindir” ifâdesindeki, "küfür” ile, “nankörlük”
manas kastedilmitir, inkâr deil. Çünkü ükrün mukabilinde zikredilen “küfür”,
"nankörlük” manasna, gelir. Bunun sebebi udur: Nankörlük, ancak insann o
504 / 13. Cilt TEFSÎR-I kebîr

nimetlerin Allah’dan olduunu bilmemesi durumunda tahakkuk eder. Nimetleri inkâr


etmek, bilmemek, Allah’ inkâr etmektir. Allah’ inkâr etmek de, en büyük ikâb ve
azab gerektiren eylerdendir. Hem buradaki bir baka incelik de udur: Hak olan
Bir'in dnda kalan her ey, zât gerei mümkindir ve zat gerei mümkin olan
hereyin var olmas, ancak zat gerei vâcib olann var etmesi ile; yok olmas da O’nun
yok etmesi Durum böyle olunca da Hakk’n dnda kalan herey, Hakk’a
ile olur.

boyun emitir. Mümkin varlklarn hepsi, Hak Teâlâ’ya boyun eip, kendisinde Hakk’
tanmann nuru ve Hakk’n celâlinin erefi bulunan her kalb, Hakk’n dnda kalan
her ey de bu kalbin sahibine boyun
eer. Çünkü bu nûrun O’nun kalbinde mevcut
olmas, tabiî olarak, Allah dndaki her varln O’na hizmet etmesini gerektirir. Kalb
bu nûrdan bo ve uzak olduunda, zayflar ve deersizleir. Böylece de, Hak dndaki
her varlk, ondan kendisine hizmet etmesini bekler ve onun dndaki herey onu
hakir görür. te bu zevkî yolla, Hak bilgisi ile megul olmann, dünya ve âhirette
bütün hayr kaplarnn açlmasna; srf maddî eylerle megul olmakla,
marifetullah’dan yüz çevirmenin de dünya ve âhirette çeitli âfet ve korku kaplarnn
açlmasna sebeb olaca örenilir.

Önceki Ksmla Münasebet

“Musâ, yeryüzünde bulunanlarn hepsi de inkâr etseniz, yine eksiz


“Siz de,
üphesiz Allah (hereyden) müstanidir, hakkyla hamde ancak O lâyktr”
demiti. Sizden evvelkilerin, Nûh, Âd ve Semûd kavimlerinin ve onlardan
sonra gelmi, saylarn Allah’dan baka kimsenin bilmedii kavimlerin haberi
size gelmedi mi? Peygamberleri onlara apaçk bürhanlar getirmiti de, onlar
ellerini azlarna götürüp, “Biz size gönderileni inkâr ediyoruz ve sizin davet
ettiiniz dinden, kati ve kesin bir ek ve üphe içindeyiz” demilerdi”
(brahim, 8-9).
13. Cüz, BRAHM SÜRES 14/8-9 13. Clll / 303

Bil ki MusA (a. s.), ükür ile megul olmamn dünyevi ve uhrevi hayrlarn
Hz.
artmasna vesile olacan, küfran- nimetle megul olmann ise, iddetli azab ve
dünyevi-uhrevi çeitli afetlerin meydana gelmesine sebeb olacan açklaynca,
bunun peisra, ükrün faydalarnn, inkârn (nankörlüün) zararlarnn ancak,
ükredene ve nankörlük edene döneceini; ibâdet edilen ve ükredilen zâtn ise,
bu ükürden istifâde etmekten ve o nankörlükten dolay zarar görmekten münezzeh
olduunu beyan buyurmutur.
Allah’n Müstani Oluu

bundan dolay Cenâb- Hak, “Musa, “Siz de, yeryüzünde bulunanlarn hepsi
te
de inkâr etseniz, yine eksiz üphesiz Allah (hereyden) müstanidir, hakkyla
hamde ancak o lâyktr” buyurmutur ki, bu ifâdenin maksad, Allah Teâlâ’mn bu
taatlar, ma’bûd’a yönelik bir menfaatten ötürü deil, ibadet edenin kendisine yönelik
faydalardan ötürü olduunu anlatmaktr.

Bunun böyle olduuna, ayetteki, “üphesiz Allah (hereyden) müstanidir”


buyruu delâlet etmektedir. Bu ifâde u demektir: O, zât gerei vardr. Bütün sfatlar
itibar ile ve her bakmdan “vacibu’l-vücûd”dur. Çünkü eer, zât gerei
vâcibu'l-vücûd olmasayd, varlnn yokluuna üstün gelmesi bir müreccihe bal
olurdu. O zaman da hereyden müstani olmu olmazd ve biz onu müstani
sayyoruz. Bu ise bir O’nun müstani oluunun, zât gerei
“hulf’dür. Böylece
vâcibü’i-vücûd olmasn gerektirdii sâbit olmu olur. O’nun zât gerei vacibu’l-vücûd
olduu sâbit olunca, O’nun bütün kemâlatlar bakmndan vâcibu’l-vücûd olmas da
gerekir. Zira O’nun zât, bu kemâlâtn bulunmas hususunda yeterli olmasayd, O,
bu kemâlâtn meydana gelmesinde baka bir sebebe muhtaç olurdu ve bu durumda
da müstani olmazd. Halbuki biz O’nun müstani olduunu söylüyoruz. O
olmu
zaman bu bir “hulf” olur. Böylece O'nun zâtnn, bütün kemâlâtnn tahakkukunda
yeterli olduu sâbit olmu olur. Böyle olunca da, O zât gerei hamîd olmu olur.

Çünkü hamîd, hamde müstehak olandr. Binâenaleyh, yaptmz bu izahla, Cenâb-


Hakk’n, ganî (müstani) ve hamîd oluunun, ükredenlerin ükrü ile artmamay
ve nankörlüü ile de noksanlamamay gerektirdii sâbit olmu olurdu. te
kâfirlerin

bu manadan ötürü Cenâb- Hak, “ Siz de, yeryüzünde bulunanlarn hepsi de inkâr
etseniz, yine eksiz üphesiz Allah, ganî ve hamîddir” buyurmutur. Bütün bu
manalar, ince srlardandr.

Bil ki yeryüzünde bulunanlarn hepsi de, inkar etseniz
ayetteki, “Siz de,
ifâdesindeki inkâr, ister küfür manasna, ister nankörlük manasna hamledilsin, mana
deimez. Çünkü Allah Teâlâ, bütün kemâlât ve kibriya ve celâl sfatlarnn
tamamnda, âlemlerden müstanidir.

Önceki Kavimlerden bret Almak Gerei

Sonra Cenâb- Hak, îy+Sj tej j^y fjî fa? ^ fa)i “Sizden
306 / 13. Cilt TEFSlR-t KEBR

evvelkilerin,Nûh, Â d ve Semûd kavimlerinin ve onlardan sonra gelmi kavimlerin


haberi size gelmedi mi?” buyurmutur. Ebu Müslim el-sfehânl “Bu ifâdenin de,
Hz. Musâ (a.s.)’nn, kavmine söyledii sözlerden olmas muhtemeldir. Bundan
maksad, Hz. Musâ (a.s.)’mn kendinden önceki kavimlerin helâkini hatrlatarak
,

kavmlnl korkutmasdr. Bunun, geçmi ümmetlerin durumlarn onlara anlatmak için,


Allah tarafndan gelen ve ifâdesini Hz. Musâ’nn dilinde bulan bir hitab olmas da
mümkündür bundan murad da, geçmi ümmetlerin hallerini örenmekle bir ibretin
ki,

tahakkuk etmesidir. Her iki manaya göre de, bu maksad vardr. Fakat çou âlimler
bunun, bizzat Hz. Muhammed (s.a.s.)’in ümmetine bir hitap olduu kanaatindedirler”
demitir.

Bil ki Allah Teâlâ, ayette üç kavimden bahsetmitir. Bunlar, Nûh, Ad ve Semûd


kavimleridir.

Daha sonra Hak Teâlâ, ili' SH i? jt&j “Onlardan sonra,gelmi,


saylarn Allah’dan baka' kimsenin bilmedii...” buyurmutur. Keâf sahibi, bu
hususta öyle iki ihtimal ileri sürmütür:

1) Bu ifade, mübtedâ-haberden meydana gelmi bir cümle-i i'tirâziyedir.

Zalimlerin Direnmesi

2) Ayetteki ^ j— “
Onlardan sonra gelmi” cümlesi
“Nûh, Âd ve Semûd kavimleri” ifâdesi üzerine atftr, Saylarn Allah’dan baka
kimse bilmez” ifâdesi ile ilgili iki görü vardr:
/
a) Bununla, “Onlarn saylarnn künhünü ancak Allah bilir. Çünkü Kur’ân’da
'onlardan ancak genel (mücmel) bir tarzda bahsedilmitir. Ama esas saylar, ömürleri,
nasl ve nice olular Kur’ân’da mevcud deildir’’ manas kastedilmitir.

b) Bununla, "Haberleri bize hiç ulamam olan birtakm kavimler kastedilmitir.


Onlar da, kendilerini (isimlerini) hiç bilmediimiz birtakm peygamberleri
yalanlamlardr. Onlar ancak Allah bilir” manas kastedilmitir. Bu ikinci görüü ileri
sürenler, bütün nesebleri Hz. Âdem’e dayandranlarn görülerini tenkid etmilerdir.
bn Mes’ûd (r.a) bu ayeti okuduunda, “Nesebciler yalan söylüyor” yani, “Onlar,
neseb ilmini bildiklerini iddiâ ediyorlar. Halbuki Allah bunun bilgisini kullarndan
almtr” derdi. bn Abbas (r.a.)’n da: “Adnân ile Hz. smâil arasnda adlarn
bilmediimiz otuz baba (nesil) vardr” dedii rivayet edilmitir. Bu ayetin bir benzeri
de, “Bunlarn arasnda (geçen) birçok (nesilleri) de (helak ettik)” Furkin, 38) ve {

“Onlarn içinden sana kssalarn anlattmz kimseler de var, sana bildirmediimiz


kimseler de var” (Mü’min, 78) ayetleridir. Hz. Peygamber (s.a.s.)’in, nesebini Ma’d b.
Adnân b. Eded’den daha ileri götürmeyip öyle dedii rivayet edilmitir: j*
j* J* ** U fjtc ja .Ji h J^LaîU “Neseblerinizden, (&U
13. Cüz. BRAHM SÛRES 14/8-9 13. CUt / 307

rahim yapacaklarnz (sla- rahim yapmanz gereken akrabalarnz) örenin.


s/74-

Yldz (ilminden de), kendisi ile yolunuzu bulacak kadarn örenin ”< 49)
Kâdî öyle demitir: “Bu izaha göre, Hz. Âdem (a.s.)’den bu zamana (günümüze)
kadar geçen senelerin miktarn kesin olarak bilmek mümkün deildir. Çünkü eer
bu mümkün olursa, Hz. Âdem’e kadar ulaan neseblerin bilinebilmesi de uzak olmaz.

Buna göre eer, “Hangi görü daha evlâdr?’’ denilirse, biz deriz ki:

Bence ikinci görü doruya daha yakndr. Çünkü ayetteki, “(Saylarn) Allah’dan
baka kimsenin bilmedii” kayd, onlarn bilinemiyeceini ifâde etmektedir. Bu,
hiç
onlarn zâtlarnn da bilinememesi™ iktizâ eder. Çünkü, eer onlarn zâtlar, kendileri
malûm olsayd, ama ömürlerinin müddeti ve sfatlarnn nitelii de meçhûl olsayd,
o zaman onlarn zatlarnn bilinmediini söylemek doru olmazd. Ayet, onlarn
zâtlarnn bilinmediine delâlet ettiine göre, doruya en yakn olan, üphesiz ikinci
görü olur.

Ellerini Azlarna Götürmenin Manas

Allah Teâlâ sonra, daha önce bahsedilmi olan bu kavimlerin, peygamberler


kendilerine, apaçk burhân ve mucizeler getirdikleri zaman, baz iler yaptklarn
nakletmitir. Bunlardan birincisi 14 j* “ Onlar ellerini azlarna
götürdüler” ayetinin ifâde ettii husustur. Bunun manasyla alakal iki görü
bulunmaktadr:

1) Buradaki “el” ve “az”dan murad, malûm olan iki uzuvdur.

2) Bunlardan murad, o iki uzvun dndaki baka bir eydir.. Allah bunlar, mecazî
olarak zikredip ifadede bir genilik meydana getirmek dilemitir. Birinci görüte
olanlara göre, bunun üç izah bulunmaktadr:

Birinci zah ve kelimelerindeki zamirler, kâfirlere racidir. Buna


göre birkaç ihtimal söz konusudur:

a) Kâfirler, peygamberleri görmelerinden ve onlarn sözlerini iitmelerinden dolay


ortaya ve skntlarndan ötürü ellerini azlarna götürüp srmlardr. Bunun
çkan kin

bir benzeri de Cenâb- Hakk’n, “(Size kar olan) kinlerinden dolay parmaklarnn

uçlarn srrlar” (Â-iimrân. 119 ayetidir. Bu görü, bn Abbas ve bn Mesûd (r.a)’dan


)

rivâyet edilmitir. Kadî’nin tercih ettii görü de budur.

b) Kâfirler peygamberlerin sözlerini iittikleri zaman buna aakaldlar, alay edip


gülütüler. te bu esnada gülmekten krlan ve elini azna götüren kimsenin yapt
gibi, ellerini azlarna götürmülerdir.

49) Tlrmlzf, Birr, 49 (4/351), Müsned, 2/374.


508 / 13. Cilt tefsIr-I kebîr

bununla, peygamberlere, söyledikleri sözden geri durmalar ve bunu


c) Onlar,

söylememelerini iaret etme anlamna ellerini azlarna götürmüler “sus” demek


istemilerdir. Bu görü, Kelbî'den rivayet edilmitir.

“ ”
d)Onlar elleriyle, dillerine ve Biz size gönderileni inkâr ediyoruz eklindeki
sözlerine iâret etmilerdir. Yani, "Sizin söylediklerinize karlk bizim cevabmz
budur! Bizden, bundan baka cevap beklemeyin!” demektir. Bu, onlarn, hiç tasdik
etmeyeceklerini bildirmek ve bu hususta peygamberleri ümitsiz düürmek için

söyledikleri bir sözdür. Baksana, ayette “Onlar, ellerini azlarna götürüp, “Bizsize

gönderileni inkâr ettik!” dedikleri nakledilmitir.

kinci zah: Buradaki iki zamir de, peygamberlere racidir. Bunda ' u\ mana
muhtemeldir:

1) Kâfirler, peygamberlerin ellerini tutup, onlar susturmak ve sözlerini kesmek


için, azlarna koymulardr.
Peygamberler, o kâfirlerden tamamen ümit kesince, sustular ve ellerini
2)
azlarna koydular. Çünkü kim bir topluluun yannda bir söz söyler, onlar da o sözü
reddederlerse, bundan dolay da o kimse onlardan korkarsa, onlara bir daha bu sözü
asla söyleyemeyeceini göstermek için, çou zaman elini azna kor.

Üçüncü zah: ^^'’deki zamir ‘kâfirlere, ^ijii’deki zamir de peygamberlere


racidir. Buna göre iki izah bulunmaktadr:

1) Kâfirler, peygamberlerin nasihat ve öütlerini, sözlerini iittikleri zaman, onlar


yalanlayp reddetmek gayesiyle, (kes sesini, yeter artk! dercesine) elleriyle
peygamberlerin azlarn göstermilerdir.

2) Kâfirleri, peygamberlerin konumalarn engellemek için, ellerini onlarn


azlarna kapamlardr. Çünkü, birisinin konumasn iyice engellemeye çalan
kimse, ona böyle yapar.

Ayet-i kerimedeki “el” ve “az” mecazî manada zikredildii


kelimelerinin
eklindeki ikinci görüe göre bunun birkaç izah bulunmaktadr:
Birinci zah: Ebu Müslim el-sfehanî öyle demitir: "Buradaki “el”den murad,
peygamberlerin konuup izhar ettikleri hüccetlerdir. Bu böyledir, çünkü, hücceti
duyurmak, büyük bir in’âmda bulunmak; "in’âm”da, “nimet”de “el” olarak
isimlendirilir. Meselâ* bir kimse birisine iyilik yapt zaman, kendisine iyilik yaplan
kimse, Ü iptâ ‘Talâncann bende bir eli var” der. Bazan, “el”, kendisiyle
pazarlk ve yaplan akid murad edilerek zikredilir. Nitekim Cenâb- Hak, “ Gerçekten
sana biat edenler, ancak Allah’a biat etmi olurlar. Allah’n eli, onlarn ellerinin
üstündedir" (Fetih, o) buyurmutur. Binâenaleyh, peygamberlerin zikrettikleri ve
anlattklan deliller, birer nimet ve birer “erdirler. Yine, onlarn, kavimleriyle yapm
,

I V Cüz, BRAHM SÛRES I4/H-9 13. Clll / 509

olduklar anlamalar da, birer "erdir. “Yed" (el) kelimesinin, azlk ifade eden (cem’i
klleti), çoulu eydf; çokluk ifâde eden çoulu (cem-i kesreti) ise. eyâdtdir. Böylece,
peygamberlerin beyyinelerinin ve akidlerinin, "eydî” (eller) diye isimlendirilmesinin,
doru ve uygun olduu sabit olmutur. Onlarn nasihatlar ve ahidleri sadece azdan
çkp, ama kabul edilmediinde, geldii yere dönmü gibi olur. Bunun bir benzeri
de, "O zaman siz o (iftiray) dillerinizle (birbirinize) yetitiriyordunuz, (hakkn
hiçbir bilginiz olmayan eyi azlarnzla söylüyordunuz” (Nûr, 15) ayetidir. Kabul
etmek, azdan azla almak olunca, reddetmek de aza geri göndermek gibi olur."
ite bu izahn anlatmnda, Ebu Müslim’in sözünün tamam budur.

kinci zah: Muhammed bn Cerir, baz alimlerden. “ Onlar ellerini azlarna


götürdüler” ifadesinin, "Onlar, cevap vermediler” manasnda olduunu söylediklerini
nakletmitir.Cevap vermeyen kimse için, "elini azna götürdü" denilir. Araplar, birisi
kendisine cevap vermeyip sustuu zaman, "Falancaya bir hacetimi söyledim de,
o da elini azna kapatt” demektedirler. Sonra Taberî bu görüün zayf olduunu
söyler ve öyle der: "Onlar, bilakis, peygamberleri yalanlayarak cevâp verdiler.
Çünkü, "Biz size gönderileni inkâr ediyoruz” dediler.

Üçüncü zah: Ayetteki "eller"den murad, Allah’n, onlara vermi olduu zahirî
ve batnî nimetlerdir. Onlar, peygamberleri yalanladklar zaman, bu nimetlerin, izâle
ve yok edilmesine sebebiyet vermi oldular. Buna göre, “Onlar, ellerini azlarna
götürdüler” ifâdesinin manas, "Onlar, Allah’n nimetlerini, azlarndan çkan
kelimelerle, kendilerinden reddettiler" anlamndadr. Buradaki "fî” harf-i cerrinin bâ
(ile) manasnda olmas uzak bir ihtimal deildir. Çünkü harf-i çerlerin birbirleri yerl.e

kullanlmas mümkündür.

Allah'n kâfirlerden naklettii davranlarn kincisi, onlarn ** yLj'


“Biz, size gönderileni inkâr ediyoruz” eklindeki sözleridir. Bu, "Biz sizin, Allah’n
sizi gönderdiini iddia ettiiniz eyi, yani peygamberliinizi inkâr ediyoruz” demektir.
Çünkü onlar, o peygamberlerin Allah katndan gönderildiini kabul etmiyorlard. Bil

ki, birinci mertebede onlar, peygamberlerin sözlerini kabul etmek hususunda


susmular ve peygamberleri, bu iddialarnda susturmaya çalmlardr. Bu ikinci

mertebede ise, açkça, kendilerinin bu bi'seti, risâleti inkâr ettiklerini söylemilerdir.

Allah’n kâfirlerden naklettii davranlarn üçüncüsü, onlarn u sözleridir,

yi J* Uijfijj U* db» u'j “sizin davet ettiiniz dinden, kati ve kesin bir üphe
ve ek içindeyiz.” Keâf sahibi öyle demitir: "Buradaki fiil, nünün idamiyle
ÜjtAS eklinde de okunmutur. “Murîb” kelimesi, ya üpheye düüren; ya da
üpheli, üpheye bulam
manasnda olup,
olan Uiji (üpheye düürdü, üpheli
oldu) fiilindendir. Bunun masdar olan "rayb", nefsin daralmas, bir ie tam
snamamas ve kani olamamas anlamndadr.
ayet: "kinci mertebede onlar peygamberlerin peygamberliini inkâr ettiklerini
510 / 13. Cilt TEFSlR-t KEBlR

zikrettikleri daha nasl bundan sonra yine kendilerinin, peygamberlerin


halde,
sözlerinin doruluu hususunda ek ve üphe içinde bulunduklarn söylemilerdir?”
denilirse, biz deriz ki:

Onlar sanki öyle demektedirler: "Biz ya, sizin peygamberliinizi tamamen inkâr
ediyoruz; yahut ta, bunu katî ve kesin olarak söylemiyorsak bile, en azndan biz,
nübüvvetinizin doruluu hususunda da ek ve üphe içindeyiz. Her iki dururflda
da, sizin nübüvvetinizi itiraf edip kabul etmemize imkân yok.” En dorusunu Allah
bilir.

Önceki Ksmla Münasebet

“Peygamberleri de öyle demiti: “Gökleri ve yeri yaratan, günahlarnz


balamak ve size muayyen bir zamana kadar mühlet vermek için (sizi hak
dine) davet etmekte olan Allah hakknda m üphe ediyorsunuz?” Onlar da,
“Siz de bizim beerden baka
gibi, bir bir ey deilsiniz. Siz atalarmzn
bizi,

tapm olduu eylerden döndürmek istiyorsunuz. Öyleyse bize apaçk bir



hüccet getirin" demilerdi
(brahim, 10).

Bil ki bu kâfirler, peygamberlerine: “Biz, sizin davet ettiiniz dinden, kati ve kesin
bir yek ve üphe içindeyiz” (brahim, 9 ) dedikleri zaman, peygamberleri onlara: "Siz,
Allah hakknda, Allah’n, göklerin ve yerin yaratcs, canlarnzn, ruhlarnzn,
rzklarnzn ve bütün menfaatlerinizin yaratas, var edicisi oluu hakknda m üphe
ediyorsunuz? Biz sadece bu Mün’im’e, nimetler veren bu lâh'a ibadete davet
sizi,

ediyor ve O’ndan bakasna ibadetten men ediyoruz. Bütün bu hususlar, doruluuna


sarih akln da delâlet ettii eylerdir. Öyleyse siz daha nasl, “Biz, sizin davet ettiiniz
dinden, kati ve kesin bir ek ve üphe içindeyiz" diyorsunuz” demilerdir. Ayetin
bu tertibi, son derece güzeldir. Bu ayetle ilgili birkaç mesele vardr:
n. Cüz, BRAHM SÛRES 14/10 13. Cilt / 311

“Allah hakknda m üphe ediyorsunuz?” fâdesi,


BRNC MESELE istifham- inkârîdir (yani bu olacak ey mi? üphe etmeyiniz
manasndadr). Cenâb- Hak bu hususu zikrettikten sonra,
bunun peisra, “Gökleri ve yeri yaratan” diyerek, irâde sahibi yaratcnn varlna
delâlet eden hususlar zikretmitir. Biz bu kitapta göklerin ve yerin varlnn, bir Hakîm,
râde sahibi yaratc’ya muhtaç oluuna, nasl delâlet ettiini tekrar tekrar ve geçitli
tarzlarda anlatmtk. Binâenaleyh, onlar burada tekrarlamayacaz.

Keâf sahibi, “stifham hemzesi zarfn (fi harf-i cerrlnin)

KNC MESELE bana gelmitir. Çünkü söz, üpheyle alakâl deil, ancak,
nsann Ftrat, Yaratcy Tanr Allah'n varlndan üphe edilme ihtimali bulunmad
hakkndadr” demitir. Ben de derim ki: Baz alimler insann
ftratnn, ince delillere vakf olmadan önce de, irâde sahibi bir yaratcnn varlna
ehâdet ettiklerini ve insann ilk yaratl ftratnn, buna ehâdet ettiine aadaki
pekçok eyin de delâlet ettiini söylerler:

1) Akll kimselerden öyle demitir: Kim bir çocuun yüzüne bir tokat atarsa,
birisi

bu tokat irade sahibi bir yaratcnn varlna; teklifin mevcudiyetine, cezâ yurdunun,
âhiretin bulunduuna ve peygamberin varlna delâlet eder. Bunun irâde sahibi bir
yaratcnn varlna delâlet etmesine gelince, bu öyledir: Çünkü akll bir çocuk,
yüzüne bir tokat indii zaman barr ve “Bana vuran kim?” der. Bu, ancak onun
ftratnn, o tokadn, hiç yok iken meydana geldii için, meydana geliinin, onu yapan
(vuran) bir fâilden dolay ve onu varlk âlemine sokan (var eden) bir irâde sahibinden
dolay olmas gerektiine delâlet ettiini gösterir. Aslî (yaratl) ftrat, bu tokat
hadisesinin, son derece önemsiz ve az olmasna ramen bir fâile muhtaç olduuna
ehâdet edince, âlemin bütün hâdiselerinin, bir fâile muhtaç olduuna, öncelikle
ehâdet eder.
• •

Bunun, mükellefiyetin mevcut olmas gerektiine delâlet edii de öyledir: O


çocuk, barp çarp, “O adam beni niçin dövdü?” der. te bu da, onun ftratnn,
insann fiillerinin emir ve yasaklar dâiresine girdiini, mükellefiyet emsiyesi altnda
olduunu ve insann, istedii ve arzu ettii hereyi yapmak için yaratlmadn
gösterir.

Bunun, âhiretin mutlaka olacana delâlet etmesi de öyledir: O çocuk tokada


karlk, cezânn verilmesini ister ve bu cezay istemesi, elde etmesi mümkün
bir

olduu müddetçe, bunun peini brakmaz. Binâenaleyh asli ftrat, o azck bir eye
karlk mutlaka bir cezann gerekli olduuna ehâdet edince, bütün amellere kar
da bir cezann gerekli olduuna haydi haydi ahadet eder.

Bunun, peygamberliin bulunduuna delâlet etmesi ise öyledir: nsanlar, suç


ne kadar olursa olsun, suç nisbetinde, bunu ileyene bir cezann gerektiini
kendilerine anlatacak birisine muhtaçtrlar. te peygamber de, bu ileri yapabilen
512 / 13. Cilt
TEFSR-1 KEBÎR

ve insanlara o hükümleri açklayabilen kimse demektir. Böylece, akl ftratnn da,


insan için mutlaka bu dört eyin olacana hükmettii sâbit olur.

2) Bunun yaratcnn varlnetmeye dikkat çekmesi açktr. Çünkü


ikrâr (kabul)
ftrat, çeitli naklarla süslü, hikmete ve maslahata uygun güzel tertib ile binâ
edilmi
bir evin varlnn, ona bu naklar veren, onu yapabilen ve hakîm olan bir
ustas
olmakszn meydana gelmesinin imkansz olduunu bilir. Gerek ulvî ve gerek süflî
âlemdeki hikmetlerin bu küçücük evde bulunan hikmetli ilerden daha çok olduu
malumdur. Binâenaleyh insann ftrat, o naklarn, bir nakçya, o evin bir ustaya
muhtaç olduuna ahâdet edince, bu âlemin, hakim, hür ve irade sahibi bir fâile
(yaratcya) muhtaç olduuna haydi haydi ahâdet eder.

3) nsan, çok iddetli skntya ve güçlü bir belaya dütüünde ve ona göre,
bir
hiç kimsenin kendisine yardm etme ümidi kalmadnda, asl ftratnn ve yaratlnn
bu beladan kurtaracak, o bela balarndan ve alarndan
neticesi olarak; kendisini
çkaracak bir varla yalvarr yakarr. te bu da, ancak ftratn, bir yaratc ve yöneticiye
ihtiyaç hissedildiine ehâdet etmesinden baka birey deildir.

4) Varlklar, ya bir müessire ihtiyaç duymam olurlar, ya duymu olurlar. Eer


ihtiyaç duymam ise, o zaman bu, zat gerei vâcib olan bir varlk demektir. Çünkü
zât gerei vâcib olan, bakasna muhtaç olmayan varlk demektir. Eer bir varlk
müessirden (kendisi var etme hususunda tesirli olan bir varlktan) müstani
bir

olmam ise, bu muhtaç bir varlk demektir. Muhtaç olann da, mutlaka ihtiyaç duymu
olduu bir varln olmas gerekir. O varlk da, hür ve irâde sahibi olan, o yaratcdr'

nsan htiyatl Olan Yolu Seçmelidir

5) Hür ve irade sahibi, mükellef klan bir ilahn varln ve âhiretin varln kabul
etmek, en ihtiyatl olan yoldur. Binâenaleyh bu ihtiyatl yolu seçmek gerekir. Bunun
öyle dört mertebesi vardr:

a) Böyle bir varln kabul etmek en ihtiyatl olandr. Çünkü faraza


ilahn böyle
bir ilah olmazsa, O’nun varln ikrar ve kabul etmenin bir zarar olmaz. Ama böyle
bir ilah varsa, O’nu inkâr etmek en büyük bir zarar olur.

b) Onun fâil-i muhtar olduunu kabul etmek... Çünkü eer o fâil, zât gerei mûcib
(mûcib-i bizzat, iradesiz, otomatik olarak yaratan bir varlk) ise, O’nun hür ve irade
sa.ibi olduunu kabul etmenin bir zarar olmaz. Fakat O, hür ve irade sahibi bir varlk
ise, O'nun böyle olduunu inkâr etmek en büyük bir zarar olur.

O’nun kullarn mükellef tuttuunu kabul etmek. Çünkü eer O, kullarndan


c)

hiçbirini hiç bircyie mükellef tutmam ise, O’nun kullarn mükellef tuttuuna

inanmann bir zarar olmaz. Ama eer mükellef tutmu olduu halde, böyle olduuna
inanlmaz ise, bu en büyük zarar olur.
I I d/. HRAMIM Sl'IMI-.St 14/10 13. Cilt / 513

d) Ahiretin varln kabul etmek... Faraza, gerçek,âhiret diye bireyin olmad


eklinde ise, âhiret var diye inanmada bir zarar yoktur. Çünkü bu inanç, sadece maddî
lezzetlerin elden çkarlmasna sebeb
Maddî lezzetler ise zaten az, eksik ve
olur.

önemsizdir. Yok eer âhiretin varl gerçek ise, onu inkâr etmede en büyük zarar
vardr. Böylece bu hususlar kabul etmenin, daha ihtiyatl bir yol olduu ortaya çkar.
Binâenaleyh bunlara inanmak gerekir. Zira, akl da açkça, insann, mümkün olduu
kadar kendisinden zararlar gidermesinin gerektiine hükmeder.

Cenâb* Allah, göklerin ve yerin yaratcs oluunu bir ilahn


ÜÇÜNCÜ MESELE varlna delil getirince, rahmet, kerem ve cömertlik
vasflarnn en mükemmeli ile o ilah (kendisini) tavsif etmi
ve bunu u iki ekilde beyân etmitir:

.
1)4 & yi °ja
fa jiiû JS" “ Günahlarnzdan balamak için., (hak dine) sizi

davet eder.”

Keaf sahibi öyle demitir: “Eer birisi,


?
ja ifâdesindeki mln
edatnn getirilmesinin sebebi nedir?” derse buna öyle cevap verilir: "Bu, kâfirlere,

hitap edilirken böyle kullanlr. Mesela min zünübikum (günahlarnzdan bir ksmn)
(Nuh, 4 ve Ahkâf, 3i) ayetlerinde de böyledir. Cenâb- Hak, mü’minlere hitab ederken de
zunûbekûm (günahlarnz) (Sâf, 12) buyurmutur. stikra (iyice aratrma) da, bunu
gösterir.” Keaf sahibi sonra da öyle der: “Sanki bu, iki hitab birbirinden fark
yapmak ve ahirette bu iki frkay birbiriyle ayn tutmamak içindir.” “Allah bu ifâde

ile, kâfirler ile kendisi balayacan kastetmi, onlarla insanlar


arasnda olan haklar
arasndaki hakszlklar balamayacam beyan buyurmutur” da denilmitir. Bu
da Keaf sahibi’nin sözüdür.

Vâhidi, "Basit” inde Ebu Ubeyde, bu min edatnn zâid olduunu


öyle der:
söylerken; Sibeveyh “zâid” sözünün, Allah'n kelam için kullanlmasn ho
karlamamtr. Biz, bu kelimenin zâîd olmadn söylediimizde, iki izah yapabiliriz:

a) Bu min ile, ba'ziyyet (bir ksm) manas kastedilir, ama burada mecâzî olarak,
günahlarn tamam manas kastedilmitir.

b) Buradaki min bedeliyye (yani) manasnadr. Buna göre, mana “sizi mafiret
için, yani günahlarnz balamak için” eklindedir. Böylece min günahlara bedel
olarak “mafiret” manasn ihtiva ettii için getirilmitir. Kâdî öyle der: ‘‘Ebu Bekr
el-Esamm, bu edatn, ba’ziyyet (ksmilik) manasn ifâde ettiini söylemitir. Buna
göre mana, “Siz tevbe ettiinizde, Allah sizin büyük günahlarnzdan balar. Ama
küçük günahlara gelince, onlar balamaya hacet yoktur. Çünkü onlar zaten
balanm olur” eklindedir.”

Kâdî öyle der: “Ben bu izah akldan uzak görüyorum. Çünkü kâfirlerin küçük günahlar
ancak tevbe ile affedilmesi hususunda, büyük günahlar gibidir. Küçük günahlarn
R

514 / 13. Cilt TEFSlRj^Ktöî

affedilmesi meselesi, onlarn mükâfaatlarnn, cezâlarndan daha fazla olmas


bakmndan, mü’min ve muvahhidler çin balanr. Fakat hiçbir mükâfaat
bulunmayan kimselerin, hiçbir günah küçük de olmaz, affedilmez de...” O, daha
sonr? sözüne devamla, “Bu hususta bir baka izah da udur: “Kâfir tevbe ©derken
ve Allah’a yönelirken baz günahlarn unutabilir. Binâenaleyh o günahlardan
balanan, ancak onun tevbe ettikleridir” der. Alimlerin bu husustaki görülerinin
tamam bundan ibarettir.
Ben derim Bu ayet, Allah Teâlâ’nn, tevbe etmeksizin
ki:

DÖRDÜNCÜ MESELE mü’minierin günahlarn affedebileceine delâlet eder.


Bunun delili ayetteki; “Günahlarnz balamak. için . .

davet ediyor” ifâdesidir. Cenâb- Hak bu ifâde ile, ehl-i imann, tevbe art olmakszn
günahlarnn bazsn balayacan vaadetmitir. Binâenaleyh baz günahlar
tevbesiz olarak mutlak olarak balamas gerekir. Bu “baz günahlar” küfür deildir.
Çünkü Allah Teâlâ’ nn, küfrü ancak tevbe ile ve imana girmekle balayacana dâir
4

icmâ olumutur.* Dolaysyla tevbesiz olarak balayaca o bir ksm günahlarn,


küfrün dnda kalan günahlar olmas gerekir

^Ayetteki Min Edat Hakknda Çeitli zahlar

imdi,eer, ‘'Ebu Ubeyde’nin dedii gibi, ayetteki min edatnn zâid olduu niçin
ileri sürülmesin? Yahut da biz deriz ki: Buradaki “baz” ifadesi ile, Vahidî'nin dedii
gibi "hepsi” manas murad edilmitir. Yine Vâhidî’nin dedii gibi, deriz ki: Bununla,
günahlarn sevablarta (iyi ilerle) deitirilmesi kastedilmitir. Yahut deriz ki: Keâf
sahibi ’nin de dedii gibi bununla hitab bakmndan mü’minin kâfirden ayrdedilmesi
kastedilmitir. Yahut, Esamm’n dedii gibi, deriz ki: Bununla, bu balamann büyük
günahlara has olduu manas kastedilmitir. Yahut da, Kâdî’nin dedii gibi, deriz
ki:Bununla iman ederken, kâfirin hatrna getirdii günahlar kastedilmitir” denilirse;
biz deriz ki: Bütün bu izahlarn hepsi zayftr. Ayetteki min edâtnn zâîd olduu
görüüne gelince, bu, Allah’n kelamnda bulunan bir kelimenin yersiz olduunu
söylemeye götürür. Zaruret olmadkça, insann bu manay almas câiz deildir.
Vâhidi’nin; "Bu min edat ile, "hepsi” manas kastedilmitir” eklindeki görüü, Ebu

mana “Allah Teâlâ, sizingünahlarnz balar” eklinde olur ki, Ebu Ubeyde’den
nakledilen de bunun aynsdr. Nakledildiine göre Sibeveyh bu izah kabul
etmemitir. Vâhidî’nin: "Bununla, günahlarn sevablarla deitirilmesi kastedilmitir”
eklindeki görüüne min edatnn “bedel” manasna gelmesi Arapça’da söz
gelince,

konusu deildir. Keâf sahibi’nin, "Bununla, erefi göstermek için, mü’mine yaplan
hitabn, kâfire yaplan hitapdan ayr olmas kastedilmitir” eklindeki görüüne
gelince, bu büyüklenme kabilinden olmu olur. Çünkü bu "bazlk” manas eer varsa,
böyle bir cevab zikretmeye hacet yok. Yok eer böyle birey söz konusu deil ise,
cevap yanl olur. Esamm’n görüünün yanl olduunun izah daha önce geçmiti.

13. Cüz, BRAHM SÛRliS 14/10 13. Cilt / 315

Kâdî’nin görüüne de öyle cevap veririz: ‘‘Kâfir müslüman olduunda bütün


günahlar balanr. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.s) Ü eJi Sl 'JS j* ç-AsM

“Günahtan “tevbe eden, o günah ilememi bir kimse gibi olur


”( 50
> buyurmutur

Binâenaleyh bunlarn yaptklar bütün bu izahlarn, birer zorlama ve yersiz izah


olduu sâbit olur. Onlarn aksine, bu ifade ile bizim kastettiimiz husus kastedilmitir.
Çünkü Cenâb- Hak, baz günahlar tevbesiz olarak balayacan bildirmitir. Küfre
gelince, bu da günahlardandr, ama Allah Teâlâ onu ancak tevbe ile balar. Allah
Teâlâ’nn, iman etmesi art ile bir kâfirin büyük günahlarn, o tevbe etmeksizin
balayaca sâbit olduuna göre, bunun mü’min için tahakkuk etmesi daha evlâdr.
Hazrlksz olarak hatrma gelen eyler, bunlardan ibarettir. Allah, iin gerçeini en
iyi bilendir.

2) Allah Teâlâ’nn bu ayette vaadettii eylerden birisi de J*-' JN


“Size muayyen bir zamana kadar mühlet vermek için’’ buyruunun ifâde ettii

husustur. Bununla ilgili u iki izah yaplabilir:

a) “Siz, eer
iman ederseniz, Allah ölümünüzü belli bir zamana kadar er*3ier,

aksi halde pein olarak, kökünüzü kazyacak bir azab verir.”

b) bn Abbas (r.a) öyle demitir: "Bu “O sizi, öleceiniz zamana kadar dünyada,
güzel ve ho eylerle faydalandrr” demektir.”

Eer, “Allah Teâlâ, “Ecelleri geldii zaman artk bir saat geri de kalmazlar, öne
de geçemezler' {Yunus, 59) buyurmam mdr? Öyle ise nasl burada da, “Sizi

muayyen bir zaman kadar mühlet vermek için” buyurmutur?” denilirse, biz de
deriz ki “Bu meseleyi, En’âm sûresindeki ^ (En am, 2 ) ayetinin tefsirinde ele

almtk.”
Beer Olmalar Sebebiyle Resullere tiraz

Daha sonra Cenâb- Hak, peygamberler bütün bunlar kâfirlere anlatnca, onlarn
jlkLo UJ\i Ujl; ülT lU Ujutf b jJüJ U& ö[ “Siz de bizim
beerden baka bir ey deilsiniz. Siz
gibi bir bizi, atalarmzn tapm olduu
eylerden döndürmek istiyorsunuz. Öyleyse bize apaçk bir hüccet getirin
dediklerini nakletmitir.

Bil ki bu ifâde, u üç çeit üpheyi ihtiva etmektedir:

Birinci üphe: nsanlarn ahslar, insanlk mahiyeti açsndan birbirine eittir.

Binâenaleyh ahslar arasndaki farkn, bu dereceye ulamas imkansz olur. Bu fark


da, insanlardan birisinin, Allah katndan gönderilmi, gaybtan haberdâr, melekler

50) bn Mâce, Zühd, 30 (2/1420).


S 16 / I! Cilt Tfcl‘SÎR-1 Kl ;
HÎR

zümresi ile har-neir


peygamber olmas; dierlerinin ise bütün bu eylerden
bir

habersiz olmasdr. Kâfirler öyle diyorlard; “Eer sen bu lâhî, kymetli ve yüce haller
hususunda bizden farkl isen, yeme, içme, def-i hacet ve cinsî münasebet gibi eylere
ihtiyaç duyma eklindeki, âdî ve deersiz hallerde de bizden farkl olmalydn.” Bu
üphe onlarn, “Siz de bizim gibi, bir beerden baka bir ey deilsiniz” eklindeki
sözlerinden anlalmaktadr.

Taklid Ve Gelenekten leri Gelen üphe


kinci üphe; Onlar atalarn, alimlerini, ileri etme
gelenlerini, putlara ibadet
hususunda ittifak etmi ve mutabakat salam bir durumda bulmulard. Onlar öyle
demilerdi: “O öncekiler, çokluklarna ve keskin zekâlarna ramen, bu dinin bâtl
olduunu anlayamamlar da, u bir tek adam m bu dinin fâsid ve batl olduunu
anlam...!?” Halk, çou kez, alim bir kimse öncekilerden birisinin sözünün zayf
ve tutarsz olduunu açkladnda, “Senin sözünün doruluu ancak, o öncekiler
u anda mevcud olsalard o zaman ortaya çkard. Ama ölülerle münazara etmek
kolay!” derler. Bu, ancak ahmaklarn ve beyinsizlerin söyleyecei bireydir ki, kâfirler
böyle söylemilerdir. Bu üphe atalarmzn
ayette, “Siz, bizi tapm olduu eylerden
döndürmek istiyorsunuz” ifâdesinden anlalmaktadr.
Üçüncü üphe: Onlar öyle derler: “Mucize, asla dorulua delil olmaz? Onlar
mucizenin dorulua delil olduunu kabul etseler bile, o peygamberlerin getirdii
mucizeleri tenkid etmi, bunun allagelmi eylerden olduunu, beer takati dnda
kalan mûcizelerden olmadn iddia etmilerdir. te bu üpheye de ayetteki,
“Öyleyse bize apaçk bir hüccet getirin” ifadesi ile iaret edilmitir. Bu ayetin, benim
gücümün yettii nisbette tefsiri ite budur. Allah en iyi bilendir.

t
*

Resullerin Cevab
13. Cüz. BRAHM SÜRS 14/11-12 13. Cilt / 517

“Peygamberleri onlara dedi ki: Biz


“. de sizin gibi, insandan baka bir ey
deiliz.Fakat Allah , nimetini kullarndan dilediine ihsân eder. Allah ’n izni
olmakszn, bizim size bir hüccet getirmemize imkan yoktur. Mü’minler ancak
Allah’a güvenip dayanmaldr. Hem biz niçin Allah’a güvenip dayanmayalm
ki; bize dosdoru yollar O göstermitir. Bize yaptnz eziyetlere elbette
katlanacaz. Tevekkül edenler, yalnz Allah’a tevekkül etsinler”
(brahim, 11-12).

Bii ki konusunu tenkid için ileri sürdükleri


Allah Teâlâ, Kâfirlerin nübüvvet
üpheleri nakledince, peygamberlerin, o üphelere verdikleri cevaplar da nakletmitir.

Birinci üphe, de bizim gibi, bir beerden baka bir ey deilsiniz"


kâfirlerin, “S/z

eklindeki sözleridir. Bunun cevab udur: Peygamberler, durumun böyle olduunu


kabul etmiler, ama beer olma bakmndan ortada olan eitliin, peygamberlik
makamnn baz insanlara verilmesine mânî olmadn;, çünkü bunun, Allah Teâlâ’nn
kullarndan dilediine verdii bir makam olduunu, durum böyle olunca da bu
üphenin düeceini açklamlardr.

Nübüvvetin Vehbî Veya Kesbî Olduu Münakaas


Bil ki bu makamda ince ve kymetli öyle bir Baz slam feylesoflar
bahis vardr:
öyle demilerdir: nsan gerek ruhu, gerek bedeni bakmndan, baz kymetli, yüce
ve kutsî özellikler tamad müddetçe, o kimsede peygamberlik sfatnn tahakkuk
etmesi aklen imkânszdr. Ehl-i sünnet ve’l cemaattan olan Zâhirîler, peygamberliin,
Allah’n diledii kullarna hibe ettii bir ba olduunu, bunun tahakkuk etmesinin,
peygamber olan ahsn dier insanlardan daha çok ruhi irâk (aydnlanma) ve kudsî
kuvvet sahibi olmasna dayanmadn iddia etmiler ve bu ayeti delil getirerek, “Allah
Teâlâ, nübüvvetin tahakkukunun srf kendisinin bir lütfü ve ba olduunu beyân
etmitir" demilerdir. Bu konudaki söz, çetrefilli, derin ve incedir.

Birinci görütekiler, Zahirîlere öyle cevap vermilerdir: “O peygamberler, tevâzu


gösterdikleri için, kendilerinin rûhî ve bedenî faziletlerinden (üstünlüklerinden)
bahsetmemi, sadece, "Fakat Allah nimetini (nübüvvetini), kullarndan dilediine
ihsân eder” demilerdir. Çünkü Allah Teâlâ’nn, bu nübüvvet nimetlerini, ancak, bu
seçimi hakl klacak faziletlere sahib kimselere nasib ettii malumdur. Nitekim Hak
Teâlâ, "Allah, Peygamberliini nereye vereceini çok iyi bilendir” (En'âm, 124)
buyurmutur.

kinci üphe: Onlarn, “selefimizin dinimiz üzerinde mutabakat salam olmas,


bunun hak olduuna delalet eder. Çünkü büyük bir kalabalk tarafndan görülmeyen
(yanlln), bir tek adam tarafndan görülmesi uzak bir ihtimaldir" eklindeki sözleridir.
Bunun cevab, birinci üpheye verilen cevabn ayndr. Çünkü hak ile batl, doru
ile yalan birbirinden ayrdetme kâbiliyeti, Allah'n bir lütfü ve fazldr. Binâenaleyh

518 / 13. Cilt TEFSÎR-1 kebîr

Allah’n kullarndan bazsna bunu lütfedip, büyük bir kalabal bundan mahrum
etmesi uzak bir ihtimal deildir.

Kâfirlerin Keyfî Olarak Mucizeler stemeleri

Üçüncü üphe ise, onlarn, "Biz, getirdiin bu mucizelere râz olmuyor, daha
kuvvetli ve kesin mûcizeler istiyoruz” eklindeki sözleridir.Bunun cevab
peygamberlerin, “Allah’n olmakszn bizim size bir
izni hüccet getirmemize imkan
yoktur eklindeki sözüdür. Bu cevab öyle izah ederiz: "Bizim getirdiimiz ve
tutunduumuz mûcizeler, kesin bir hüccet, ezici bir bürhân vatam bir delildir. Sizin
istediiniz eyler ise, fazladan olan baz ilerdir. Bu hususta hüküm, Allah’a âittir.
Binâenaleyh eer O, bunlar yaratr ve verirse, bu O’nun bir lütfudur. Yok eer
yaratmaz ise, adalet de O’na âittir. Çünkü yeterli mûcize (delil) ortaya çktktan sonra,
O’nun aleyhine hükmedilemez.”

Resullerin Sebat ve Metanetleri

Daha sonra Allah Teâlâ o peygamberlerinin bütün bunlarn peisra, “Mü’minler


ancak Allah’a güvenip dayanmaldr” dediklerini haber vermitir. Görünen odur ki,
o peygamberler kâfirlerin üphelerine kar bu cevaplar verince, kavimleri onlar
aklszlkla itham edip onlar korkutmak istemilerdir. te bu anda peygamberler (a.s.),
"Biz korkutmanzdan çekinmeyiz ve tehdidlerinize aldrmayz, Çünkü biz, Allah’a
sizin

tevekkül etmiiz ve O’nun lütfuna srtmz dayamz” demilerdir. Belki de Hak


Subhânehû ve Teâlâ o peygamberlere, kâfirlerin, kendilerine hiçbir kötülük ve belâ
getiremiyeceklerini vahyetmitir. Böylece bir vahiy olmasa bile, peygamberlerin,
kavimlerinin sefihliklerine (aklszlklarna) iltifat etmemi olmalar da uzak bir ihtimal

Çünkü peygamberlerin ruhlar lahî bilgilerle ve gayb âleminin klaryla


deilidir.
aydnlanmtr. Ruh, ne zaman böyle sfatlara (özelliklere) sahib olursa, maddî
(dünyevî) hallere pek az aldrr, skntl veya sevinçli, bolluk veya darlk hallerinde,
bu eylere pek deer vermezler. te bu sebebten ötürü, Allah’a tevekkül etmi,
Allah'n lutfuna sarlm, arzu ve isteklerini Allah’n dnda kalan hereyden kesip,
sadece Allah’a balamlardr.

Ayetteki U&» j Jl Sfi UJ Uj “Hem biz niçin Allah’a güvenip


dayanmayalm ki? Bize dosdoru yollar O göstermitir” ifadesi de, geçen ifâdeden
kastedilen manann, söylediimiz mana olduuna delâlet eder, yani, "Allah Teâlâ
bu rûhî dereceleri, rabbanî, lâhî bilgileri bize nasîb edince, Allah’a güvenmememiz
bize nasl yakr? Aksine bize yakan O’na tevekkül edip, ilerimizin olmas için
ancak O’na güvenmemizdir. Çünkü kulluk erefini elde edip, ihlas ve mükaefe
makamna ulaan kimsenin, ister mülkü, ister milki, ister ruhu, ister cismi olsun,
herhangi bir i hususunda Hak’dan bakasna güvenip dayanmas çirkin bir i olur"
demektir. Bu ayet Allah Teaâlâ’nn, kendisine kulluk etmede ihlasl olan dostlarn,
dümanlarnn hile ve tuzaklarndan koruduuna delâlet etmektedir.
13. Cüz , I BR AH I M SÛ RES I 14/ 1 1-12 13. Cilt / îlt

t *
Daha sonra o peygamberler U J* 0 “Bize yaptnz eziyetlere

elbette sabredeceiz” çünkü sabr, ferahln anahtar ve hayrlarn douunun


vesilesidir. Hakk mutlaka gâlib ve kâhir, batl da mutlaka malûb ve makhûr olur"
demilerdir.

Tevekkülün Önemi

Daha sonra da, tekrar öjAT “Tevekkül edenler, yalnz Allah’a


tevekkül etsinler” demilerdir. Bu tevekkülün tekrar zikredilmesinin hikmeti udur:
Peygamberler, “Hem biz niçin Allah’a (tevekkül etmeyelim), güvenip

dayanmayalm ki... ifadeleri ile, kendileri için Allah’a tevekkülün gerekli olduunu
belirtmilerdir.

Daha sonra, kendileri ile ilgili eyleri tamamlaynca, kendilerine uyan kimselere

de bunu emrederek, Tevekkül edenler, yalnz Allah’a te vekkül etsinler" demilerdir
ki, bu ifâde iyiyi ve güzeli emreden kimsenin, ancak o eyi önce kendisi yaparsa

tesirli olacan gösterir.

Nebî le Velî’nin Mukayesesi

eyh (âlim) Ebu Hamid el-Gazali (r.h)’nin sözleri arasnda özeti öyle olan güzel
birbölüm gördüm: nsan ya nâks (noksan), ya kâmil olur. Yahut da bu iki durumdan
uzak olur. nsann nâks olmas, ya zât bakmndan olur, fakat bakasnn halini
noksanlatrmaya çalmaz, ya zât bakmndan nâks olur, bununla birlikte bakasn
da nâks hâle getirmeye urar. Birincisi dâll (sapm), kincisi ise hem dâll (sapm),
hem mûdi! (saptirm)tr. Kâmil olan insan da, ya kâmil olur fakat bakasn kâmil
hale getiremez, ki buniar evliyâullahdr; yahut hem kâmil olur, hem de nâks olanlar
kâmii hale getirebilir ki bunlar da peygamberlerdir. te bundan ötürü Hz. Peygamber (s.a.s)

jj'Pî.
51 )
^ tUJlf
J* l “ Ümmetimin âlimleri, Isrâiloullannm peygamberleri gibidir”
( buyurmutur.

Gerek kemiyet (say), gerekse keyfiyet (kalite) bakmndan noksanlk ve kemâl


dereceleri ile saptrma ve kemâle erdirme olduuna göre, hiç
dereceleri nihayetsiz
üphesiz velayât ve hayat dereceleri de, kemâle ve noksanla göre snrszdr.
O halde veli, bakasn mükemmelletirmeye gücü olmayan kimse; nebî ise bakasn
mükemmelletiren (kemâle erdirebilen) kâmil insan demektir. Hem sonra
ruhânî-nefsânî kuvvet bazan, iki noksan insan kemale erdirmeye yeterli olur, bazan
da bundan daha güçlü olur ve on kiiyi,yüz kiiyi kemâle erdirmeye ye -erli olur. Bazan
bu kuvvet, çok güçlü ve kâhir olur, günein dünyaya tesiri gibi tesir eder ve
âlemdekilerin çounun rûhunu cehâlet makamndan marifet makamna, dünyay

51) Kefu’l-Haffl, 2/64.


520 / 13. Cilt TEFSÎR I KBBlR

istemekten ahireti istemeye Muhammed (s.a.s)’in ruhu gibi ki O,


çevirir, Hz.
peygamber olarak gönderildiinde âlem, çou “müebibihe” olan yahudiler, Hulûliye
mezhebine mensub olan hrstiyan ve mecûsilerle dopdoluydu. Bunlarn yollarnn
çirkinlii ise açktr. Yine alem putperestlerle de doluydu. Bunlarn dinlerinin zayf
olduunu açklamaya lüzum yoktur. Binaenaleyh) Hz. Muhammed’in davas ortaya
çknca, O’nun ruhunun kuvveti, bütün ruhlara üstün geldi. Böylece de alemdekilerin çou
irkten tevhîde, tecsîmden (Allah’n cisim olduunu söylemekten) tenzihe (onun böyle
olmadn söylemeye) ve dünyay istemeye batmaktan da ahirete yönelmeye
koyuldular. te bu makamdan, insana nübüvvet ve risâlet makam açlr.

Bunukavradnda biz diyoruz ki: Ayetteki: “Hem biz niçin Allah’a güvenip
iyice
dayanmayalm ki" ifâdesi, onlarn kendilerinin kemâle erdiine; iin sonunda

söyledikleri,Tevekkül edenler, yalnz Allah’a tevekkül etsinler” ifâdesi de, onlarn
kâmil olan ruhlarnn, nâks ruhlar kemâle erdirmede tesirli olduuna bir iarettir.
te bütün bunlar, Kur'ân’n lafzlarnda sakl yüce srlardr. Kim Kur’ân ilimleri ile

megul oduu halde, bunlardan gâfil olursa, Kur’ân’n ilimlerinin srlarndan mahrum

olmu olur. Ayetle ilgili bir baka izah da udur: Ayetteki. Bizim size bir hüccet
getirmemize imkan yoktur. Mü’minler ancak Allah’a güvenip dayanmaldr” ifâdesi
ile, “Baka mûcize isteyen kimselerin, o mûcizelerin gerçeklemesi için, mucizelere
deil Allah’a tevekkül etmeleri gerekir. Binâenaleyh Allah isterse, onlar ortaya kor,
isterse koymaz" manas kastedilmitir.

Ayetin sonundaki, “Bize yaptnz eziyetlere elbette katlanacaz. Tevekkül


edenler, yalnz Allah’a tevekkül etsinler" ifadesi ile de, kâfirlerin erlerini ve beyinsiz
ilerini defetme hususunda Allah’a tevekkül etme emredilmitir. Manann böyle olmas
halinde, ayette bir tekrar söz konusu olmaz. Çünkü, “yalnz Allah’a tevekkül etsinler”
ifâdesi, iki deiik maksaddan ötürü, iki ayr yerde gelmitir. Hem birincisinin,
tevekkülü balatma, kincisinin de onu devam ettirme ve sürdürmeye çabalamak
manasna olduu da söylenmitir. Allah en iyi bilendir.
13. Olz, HRAMIM SflRliSl 14/13-17 13. Cilt t 521

nkârclarn Resulleri Tehdidi

“O kâfirler, peygamberlerine dediler ki: “Ellebtte ya sizi yurdumuzdan


çkaracaz, yahut mutlaka dinimize döneceksiniz ” Bunun üzerine Rableri
kendilerine: “O zâlimleri muhakkak helâk edeceiz ve onlardan sonra sizi,
mutlaka o yurda yerletireceiz ” diye vahyetti. te bu, benim huzurumda
ayakta duracaklar (zamandan) korkan ve benim tehdidimden çekinenlere
hastr. Onlar fütuhât istediler. nâd eden her zorba ise, sükût-u hayale
urad. Onun önünde de cehennem vardr. Ona irinli sudan içirilecektir. Öyle
ki, bunu içmeye çalacak, ama bir türlü (neredeyse) boazndan
zorla
geçiremeyecek. Her yandan kendisine (sanki) ölüm gelecek, ama
ölemeyecek. Önünden de daha ar bir azâb gelip çatacak”

(brahim, 13-17).

Bil ki Allah Teâlâ peygamberlerinin, dümanlarnn erlerini savuturma


hususunda Allah’a tevekkül edip, O’nun korumasna güvenmekle yetindiklerini haber
verince, kâfirlerin de beyinsizlikte çok ileri gittiklerini ve “Elbette ya sizi yurdumuzdan
çkaracaz, yahut mutlaka dinimize döneceksiniz” dediklerini nakletmitir. Bu, “u
iki ihtimalden, yani ya sizi yurdumuzdan çkarmamz, yahut da sizin bizim dinimize

dönmenizden birisi mutlaka olacak" demektir. Böyle söylemelerinin sebebi udur:


“Hak taraftarlar her devirde az olmular, bâtl taraftarlar ise çok olmulardr. Bütün
zâlimler ve fâsklar, bâtl taraftarlarna destek ve yardmc olmulardr. te bundan
dolay onlar bu beyinsizlii yapabilmilerdir.

Peygamberlerin Bi’setten önceki Dinleri

mdi, eer: “Bu ifâde peygamberlerin de, iin balangcnda, onlarn dininde
522 /13. Cilt
tefsIr-1 kebîr

olduklar zarnm uyandrr. Çünkü o "dine dönmeler»" manas, ancak bu takdirde


mümkün olur " denilirse, biz deriz ki: Buna birkaç ekilde cevap verilir:

1) O peygamberler, o diyarlarda doup büyümülerdir vein o milletlerdendir.


banda, kar muhâlif olduklarn göstermemi, aksine zahiren sanki hiç
kâfirlere
muhâlefetleri yokmu gibi, onlarla birlikte olmulardr. te bundan dolay, kavimleri,
iin banda onlarn kendi dinlerinde olduklarn sanmlar, dolaysyla da, “ Mutlaka
bizim dinimize (geri) döneceksiniz ” demilerdir.

2) Bu, kâfirlerin söyledikleri bir sözdür. Binâenaleyh onlarn söyledikleri her sözün
doru olmas gerekmez. Belki de onlar, i aslnda onlarn sand gibi olmad halde,
öyle zannetmilerdir.

3) Belki de bu hitab, her nekadar zahiren o peygamberlere yönelik ise de, bununla
aslnda peygamberlere tâbî olan kimseler kastedilmitir. Binâenaleyh peygamberlere
tâbi olan bu insanlarn, daha önce o kâfirlerin dini üzere olduklarnn söylenmesinde
bir mahzur yoktur.

4) Keâf sahibi: ‘‘ite (dürndü) fiili, Arapça’da, "oldu" manasna çokça kullanlr”
demitir.

5) Belki de o peygamberlerden her peygamber olarak gönderilmeden


biri,

(görevlendirilmeden) önce, herhangi bir eriat üzerinde idiler. Daha sonra Allah Teâlâ
onlara, o eriatlerinin nesholunduunu vahyedip, baka (yeni) bir eriat
benimsemelerini emretmi olabilir. O kavimler ise, küfürlerinde srar ederek, mensûh
(neshediimi) olan o eriât Ü2ere kalmaya devam etmilerdir. Böyle olmas halinde,
onlarn, peygamberlerinden tekrar o eski dinlerine dönmelerini istemi olmalar uzak
bir ihtimal deildir.

6) Bunun u manaya olmas da uzak



bir ihtimâl deildir: Bu ayetteki

Yahut
mutlaka dinimize döneceksiniz ifâdesi, "Yahut siz, peygamberliinizi iddiâ
etmezden önceki tarznza, yani dinimizi ayplamama, onu tenkid etmeme, ona
saldrmama tarznza dönersiniz" demektir. Bütün izahlara göre bu soru düer. Allah
en iyi bileridir.

Kâfirlerin Tutumu Karsnda lahî Tasarruf


bu sözü söyleyince, Cenâb- Allah öyle buyurmutur: “
Bil ki kâfirler, Bunun
üzerine Rabbin kendilerine, “O
muhakkak helak edeceiz ve onlardan
zalimleri
sonra sizi, mutlaka o yurda yerletireceiz’ diye vahyetti. ” Keâf sahibi: “O

zâlimleri muhakkak helâk edeceiz ifâdesi, ya bir kâle(dedi) filinin mahzûf olmasn,
yahut, “vahy" fiilinin “kavi’ (dedi-demek) fiilinin yerini tutmu olmasn gerektirir.
,l
Çünkü vahy de, deme’’nin bir çeidi (türüdür.) Ebu Hayve, bu ifâdeyi j&fJ-j
%Allah) o zâlimleri helâk edecek ve sizi, o yurda yerletirecek" eklinde okumutur.
A

13. Cüz, BRAHM SÛRES 14/13-17 13. Cilt / 323

Bunu evhâ (vahyetti) fiilini nazar- itibara alarak böyle okumutur. Çünkü o, gftlb

sîgasndadr. Bunun bir benzeri, ^3 <*--*' veya “Zeyd, mutlaka


çkaracana yemin etti” veya “mutlaka çkaracam” diye yemin etti" ifâdesidir.

Ayetteki “arz” (yurt) kelimesi ile, zâlimlerin yurtlar ve diyarlar kastedilmitir.


Bunun birer benzeri, “Hakarete uram olan o kavmi, feyzli ve bereketli kldmz
doularna ve batlarna mirasç kldk” (A 137) ve “Sizi, onlarn arzna
yerin (arzn) raf,

ve diyarna mirasç kldk” (Ahzâb, 27) ayetleridir. Hz. Peygamber (s.a.s)’in öyle
buyurduu rivayet edilmitir: ojte ÜJ' tfjj' j* “Kim komusuna eziyet

ederse, Allah komusunu onun evine mirasç klar (yani evi ona kalr) 52 )

Bil ki bu ayet, dümann bandan savuturmak için, kim Allah’a tavekkül ederse,

dümannn errine kar Allah’n ona yeteceine (yardm edeceine) delâlet eder.
Allah’n Divanna Çkmaktan Korkma
Hak Teâlâ daha sonra, jii “te bu, benim
huzurumda ayakta duracaklar (zamandan) korkan ve benim va’îdimden

çekinenlere hastr buyurur. “te bu” ifâdesi, “Allah’n zâlimlerin helâkine ve bu iin
peisra onlarn diyarlarna mü’minleri yerletirmeye hükmetmesi”ne iarettir. Bu i,
“huzurumda ayakta duracaklar (zamandan) korkan için haktr.” Bunun birkaç izah
vardr:

1) Bu, “Benim,huzurumda durmaktan korkan” demektir. Kastedilen, hes^b için


durutur. Çünkü bu duru, Allah’n huzurunda durutur. Kyamet günü kullan, orada
dururlar. Bu ayetin bir benzeri de, “Ama kim Rabbinin huzurunda durmaktan

korkarsa (Nâziât, 40) ve “Rabbinin huzurunda durmaktan korkan için iki cennet

vardr” (Rahman, 46 ) ayetleridir.

2) el-Makâm kelimesi, tpk, el-kyâmetu kelimesi gibi, masdardr. Nitekim


Ulft - UUi - fl denilir. Ferrâ öyle demitir: “Bunun manas, “Bu, ben kendileri
üzerinde kayyûm olmamdan ve onlar murakabe etmemden ve benim onlar
gözetlememden korkanlar içindir” eklindedir. Bu, Cenâb- Hakk’n tpk, “Her nefsin
(hayr ve er) bütün kazandna nazr olan Zât- Ecell-i A ’lâ böyle olmayan gibi

midir? (Ra'd, 33) ayetinde olduu gibidir.

3) Bu ayetin manas, “Benim, doruluk üzerinde durmamdan, srar


adâlet ve
etmemden korkanlar içindir” eklindedir. Çünkü Allah Tâlâ, ancak hak ve adâletle
hüküm verir. Allah Tealâ adalet üzerinde durur, onda srar eder, ondan sapmaz, ve
ondan kesinlikle ayrlmaz.

52) Kefu't-HafA, 2/219


524 / 1.1. Cilt tefsTr-I kebîr

“Benim yanmda bana snan Kimsenin durmas gibi durup da korkan


4) Bu,
kimseler içindir’’ manasndadr. Buna göre, mekamî kelimesi, mef’ulüne muzâf bir
masdar kabîiinden olmu olur.

5) Bu,“Benden korkanlar içindir” demektir. Burada “makâm” kelimesinin


zikredilmesi tpk, “Allah’n selâm falanca yüce meclis üzerine olsun!” denilip de,
“Allah’n selâm falanca üzerine olsun!” manasnn kastedilmesidir. te, burada da
böyledir.


Daha sonra Cenâb- Hak, Benim va 'îdimden çekindi” buyurmutur.
t* +

Vahidî, “Vaîd” kelimesinin “tehdit etmek” aniarnndaki fiilinden türemi


bir isim olduunu söylerken, bn Abbas bu ifâdeye, “kendisiyle tehdît eUigim azâbtan
korktu” manasn vermitir.

Bil ki Allah Teâlâ huzurumda ayakta duracaklar


önce, “çte bu benim
(zamandan) korkan...” buyurmu, daha sonra ca buna, “Ve benim vaîdimden
çekinenlere hastr” ayetini atfetmitir ki, böyle olu “Allah’dan korkmann”, Allah’n
vaîdinden olmasn gerektirir. Sunun bir benzeri de, Allah Teâlâ’y sevmenin, O’nun
mükâfaatn sevmekten baka bir ey olmasdr. te bu. hikmet ve tasdik srlar içinde
yer alan yüce ve kymetli bir makamdr.

Resullerin Zafer stemeleri


a

Daha sonra Cenâb- Hak 'jAscb'j “Onlar fütuhat istediler” buyurmutur.


Bu ifâdeyle alâkal iki mesele vardr:

Burada geçen “istiftâh” kelimesine u iki mana verilebilir:


BRNC MESELA a) yardm sayesinde fethi ve muzafferiydi istemek.
lahi
Buna göre Cenâb- Hakk’n isteftehû ifâdesinin manas,
“Onlar, dümanlarna kar Allah’n yardmn istediler” eklinde olur. O halde bu,
"
Cenâb- Hakk’m tpk, Eer siz feth istiyor idiyseniz, ite o feth size gelmitir” (Enfâi,

i9) ayeti gibidir.

b) manas, takdir edip, hükmetmek demektir. Buna göre, Cenâb- Hakk’n


Fethin
steftehû buyruunun manas, “Onlar, Allah’n takdir etmesini ve aralarnda
hükmetmesini istediler” eklinde olur. Buna göre bu ifâde, hükmetmek manasna
gelen, el-fitâhatu” kelimesinden alnm olur. Bu da, Cenâb- Hakk’n tpk, “Ey
Rabbimiz, bizimle kavmimizin arasnda sen hak olan hükmet” (AVai, 89 ayeti gibi )

olmu olur.

Bunu iyice kavradnda biz diyoruz ki: Her iki görüü de müfessirier
zikretmilerdir. Birinci görüe göre fütuhat isteinde bulunanlar o peygamberlerdir.
Bu böyledir, zira onlar, Allah’n yardmn istediler ve kavimlerinin iman etmelerinden
ümit kestikleri için, onlara azabla bedduâ ettiler. Nitekim Hz. Nûh, “Nuh (öyle)
13. Cüz. BRAHM SORl-Sl 14/13 17 13. Cilt / 323

demiti: “Ey Rabbim, yer(yüzün)de kâfirlerden yurt tutan hiçbir kimse brakma!’’
(Nûh. 26); Hz. Musa, “Sen onlarn mallarn yok et Rabbimiz, kalblerini iddetle sk
ki onlar o çetin azab görecekleri zamana kadar iman etmeyeceklerdir” (Yunus hb>
ve Hûd (a.s.) da, De ki: “Yâ Rab o fesadçlar güruhuna kar bana nusret et”
(Ankebût, 30) demitir.

Takdir edip hükmetmeyi istemek demek olan ikinci görüe göre evlâ olan, fütuhat
isteinde bulunanlarn, o peygamberlerin ümmetleri olmasdr. Bu böyledir, zira onlar,

Alahm ,
eer o peygamberler sadk iseler, bize azâb et!” diyorlard. Kurey
“Ey Allah, eer bu, senin katndan hakkn kendisi ise, durma, bizim
kâfirlerinin,

üstümüze gökten ta yadr” (Enta.32) eklindeki sözleri de bu manadadr. Bu, tpk


bakalarnn da “Eer doru söyleyenlerden isen, Allah’n azâbn getir bize”
(Ankebût, 29 ) demeleri gibidir.

Keâf sahibi öyle der: “Ve’steftehû buyruu, O'nun


KNC MESELE fe evhâ ifadesine atftr. Bu kelime, emir sigas ile ve’steftihû
diye de okunup, nühlikenne ifâdesine de atfedilmitir.
Buna göre ayetinmanas, “Rableri onlara vahyetti ve onlara, “Biz muhakkak ki
zalimleri helak edeceiz” dedi ve yine onlara, “Haydi fütuhat taleb ediniz” dedi”
eklinde olur.

natç Zorbalarn Akibeti

Daha sonra Cenâb- Hak,


urad” buyurmutur.
^^ J£ “ Inâd eden her zorba ise,

sükût-i hayâle

Bu ifâdeyle ilgili iki mesele vardr:

ayet biz, fütuhat talebinde bulunanlarn peygamberler


BRNC MESELE olduunu söylersek, mana, “O peygamberler fütuhat
talebinde bulundular da, onlara yardm edildi. Maksatlarna
nail oldular. Ama, inâd eden her zorba ise, sukût-i hayâle urad” eklinde olur. Bu
kimseler ise onlarn kavimleridir.

Yok, eer biz, fütuhat talebinde bulunanlarn o kâfir kavimler olduunu söylersek,
o zaman da manas, “O kâfirler, kendilerinin hak üzere olduklarn;
ayetin
peygamberlerinin de bâtl üzere bulunduunu zannederek, peygamberlerinin aleyhine
zafer talebinde bulundular, ama onlardan her cebbâr sükût-i hayâle uram ve
fütuhat bulunmakla da peygamberlerinin aleyhine
talebinde bir baar elde
edememitir” eklinde olur.

526 / 13. CUt TEFSÎR-t KEBÎR

Burada geçen, “cebbâr” kelimesinin anlam, Allah'a itaat


KNC MESELE ve O’na kullukta bulunma hususunda tekebbür edip
Cebbar ve Anîd Kelimelerinin zah kaldran demektir. Cenâb- Hakk’n
“Bir serke ve asî de\ldi[\ (Meryem, i4) buyruundaki
Cebbar kelimesi de bu anlamdadr. Ebu Ubeyde de, (Halef) el-Ahmer’den naklen
öyle demitir: "Arapça’da bu kelime, “ceberlyyet cebrût, cubrût ve cebûre”
eklinde geçmektedir.” Zeccâc bu kelimeleri cim’in ve bann kesresiyle el-clbiriyye,
el-cibr, necbâr, cibriyâ eklinde kullanldklarn nakletmitir. Vâhidi: "O halde bunlar
cebbâr masdannn sekiz deiik ekilde kullanlmasdr” demitir.

olduuna göre bir kadn, Hz. Peygamber (s.a.s)’in yannda


Hadiste varid
bulunuyordu. Derken Hz. Peygamber ona birev emretti de, o kadn bunu kabul

etmedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber ipr tflf Onu brakn, zira o, cebbardr
l

yani tekebbür edendir” buyurdu.

Ayetteki anîd kelimesine gelince, dil alimleri bu kelimenin neden itikâk ettii

hususunda ihtilaf etmilerdir. Nadr bn umeyl unûd, baka olmak; uzaklamak ve


terketmek anlamndadr derken, bakalar da, bunun aslnn, kenar, köe, taraf

anlamna gelen ind kelimesi olduunu söylemilerdir. Nitekim Arapçada ö*Ai

denilir. Yani, "Falanca tam kyda köede geziyor” denilir. O halde, ânede ve “önede”
kelimelerinin manas, "yüz çevirerek bir köeyi kapt, köede yürüdü” eklindedir. Yine
0 \ f * \ *

bir kimse bir kimseden uzaklap kenar bucak gezdiinde, U^Ai -ül*

denilir.

Sen bunu kavradnda, biz deriz ki: Onun cebbâr ve mütekebbir olmas,
iyice

ruhî haline ve huyuna; anîd olmas da, o huylardan sâdr olan fiillere ve neticeye
iaret olmu olur ki, bu da onun, hakdan uzaklamas ve ondan sapmasdr. O halde,
huyu, tekebbür ve tecebbür etmek; zorbalk de, haktan ve dorudan sapmak
fiili

demek olan “ânîd” kimsenin, her türlü hayrdan mahrum olup sükut-i hayâle
urayacanda ve bütün mutluluk nevilerini de kaybedeceinde üphe yoktur.

Bil ki Allah Teâlâ, o kimsenin, sukût-i hayale urayacana hükmedip, onu cebbâr
ve anîd olmakla vasfedince, onun azâbnn nasl olacan da unlarla tavsif etmitir:

Verâ Kelimesinin zah


“ Onun önünde de cehennem vardr ” buyruu
1) Ayetteki j*
hakknda öyle bir mükillik bulunmaktadr:

"Onun önünde cehennem vardr” manas kasdedilmitir. O halde,


“Bununla,
daha nasl “verâ” (arka) lafz, ön ve önünde manasnda kullanabilmitir?”

Alimler, buna birkaç ekilde cevap vermilerdir:


13. Cül, BRAHM SÛRES 14/13-17

a) Verâ kelimesi sana görünmeyen, senden gâib olan herey hakknda kullanlan
bir isimdir, “ön” ve "arka” da, sana görünmez. O halde, "verâ" lafz, bunlardan

her biri hakknda kullanlabilir. Nitekim air,

/ 4j dz j.\ (jjJ j^
"Umulur ki, içinde gecelediin bu skntnn arkasnda, yakn bir genilik ve rahatlk
bulunur demitir.

Yine, ölümün herkesin arkasnda olduu da söylenilmektedir.

Ebu Ubeyde ve bnu’s-Sikkît de öyle demilerdir: "Verâ” kelimesi ezdâd olan


kelimelerdendir. Hem arka, hem de ön anlamna gelir. Bunun sebebi ise, arka olan
her eyin, öne dönümesinin, ya da aksinin olmasnn mümkün olmasdr. te bundan
dolay üphesiz ki verâ kelimesinin, "ön” manasnda kullanlmas câiz olmutur.

Cenâb- Hakk’n, Ü* ûlf j arkalarnda her (salam) gemiyi zorla
almakta olan bir hükümdar vard” (Kehf, 79) buyruu da bu manadadr. Yani,
“önlerinde” demektir. Yine "Ölüm insanlarn peinde gezer” denilir.

(Bununla, her insann önünde ölüm vardr) manas kastedilir.

c) bnu’l-Enbarî, verâ kelimesinin "sonra” manasna geldiini söylemektedir.


Nitekim air de s-iü demitir. Yani “kii için Allah’dan sonra,
gidecei bir yer yoktur” demektir.

Bunun böyle olduu sabit olunca biz deriz ki: Allah Teâlâ, “nâd eden her zorba
ise, sükut-i hayâle urad” buyurarak onun sükut-i hayâle urayacana hükmetmi,
bunun ardndan da fâr jijjj j* buyurmutur ki, bu "O sukût-i hayâlden
sonra da cehenneme girer” demektir.

Cehennemde rin çirilmesinin Hikmeti



Cenâb- Hakk’n, *1^4 al&S/j Uj*» *
2) Ona irinli sudan
içirilecektir. Öyle ki o, bunu zorla içmeye çalacak, ama (neredeyse) bir türlü

boazndan geçiremeyecek” ayetinin ifâde ettii husustur. Bu ifâdeyle ilgili birkaç


soru bulunmaktadr:

Birinci Soru: Ve yüskâ kelimesi neye atfedilmitir?

Cevap: Bu kelime, takdiri öyle olan mahzûf bir kelimeye atfedilmitir: a


SJ jj j*
^ “Onun peinden de cehennem gelir. çine atlr ve orada irinli

sudan içirilir.”

kinci Soru: Cehennemliklerin azâb pek çok yöndendir. Öyleyse niçin ayet-i
kerimede cehennemliklerin sadece bu hallerinden bahsedilmitir.
MB MI. Cilt TEFSlR-l KI-BlR

Cevap: Bu hal, cehennemliklerin azâb çeitlerinin en iddetli olmasna benzer.


Binâenaleyh, Cenâb- Hakk’n, “Her yandan kendisine (sanki) ölüm gelecek, ama
ölemeyecek" buyruunun yansra. özellikle bu ifadeye yer verilmitir.

Üçüncü Soru: Ayetteki t'u ja sözünün cümledeki yeri nedir?

Cevap: Bu, atf- beyân olup, kelamn takdiri, “Cenâb- Hakk, “ sudan içirilirler"

deyince, sanki, “o su nasldr?” denilmi de, bunun üzerine O da, "irinlidir” demitir”
eklindedir. “Sadîd” cehennemliklerin derilerinden akan eydir. Ayetin takdirinin
jjAaJlT tU "ja Jid j "ite, irin gibi olan bir sudan içirilir” eklinde olduu da ileri

sürülmütür. Bu, kokma, kat pislik olma hususlarnda, Cenâb- Hakk’n


vb.
cehennemde, irine benzeyen bir eyi yaratmasyla olur ki, bu ayn zamanda bizzat
irinin kendisi olmu olur. Çünkü onun, almaya ve içmeye
tiksindirici özellii, kendisini

mani Cenâb- Hakk’n


olur. Bu, tpk, “Hiç bunlar, o atete ebedî kalan ve
barsaklarn parça parça eden kaynar sudan içirilen kimseler gibi midir?”

(Muhammesi. i5) ayetiyle Eer onlar feryâd edip yardm isterlerse, kaln bir svya
benzeyen yüzleri kavuran bir su ile imdâd olunacaklardr. O, ne fenâ içecektir/”
(Kehi, 29) ayeti gibidir.

Dördüncü Soru: Ayetteki “Öyle ki o, bunu zorla içmeye çalacak, ama


neredeyse bir türlü boazndan geçiremeyecek” buyruu ne demektir?

Cevap: “Tecerru” devaml


içilecek eyi, bir biçimde yudum yudum, azar azar
içmek demektir. Nitekim Arapçada ifcUJ - - te - jUJi
"çecek boazda kolayca akp gitti, boazdan geçirmek” denilir.

“Kâde” Fiili Hakknda zah


Bil ki kâde fiiliyle alakal olarak iki görü ileri sürülmütür:

Birinci Görü: Bu fiilin menfisinde, olumsuzunda olumlu; olumlusunda da, olumsuz

mana bulunmaktadr. Buna göre ÂA-J Sfj buyruunun manas, "O, onu
boazndan, gecikerek aktabiliyordu, ancak...” eklinde olur. Çünkü Araplar,

fy' oAf li “Neredeyse kalkmayacaktm” derler; bu, "bir müddet sonra kalktm”
demektir. Nitekim Cenâb- Hakk’n da, Ijâlf Uj (Bakarâ, 7i) buyruu da böyledir.

"Onu ancak, gecikmeyle, istemeye istemeye yaptlar” demektir. Onun, boazndan


Yani,
aktnn delili de, Cenâb- Hakk’n, “Bununla karnlarnn içinde ne varsa, hepsi ve
derileri eritilecektir” (Hacc, 20) ayetidir. Eritilme ii ancak, onun boazdan
aktlmasndan sonra olabilecektir. Üstelik Cenâb- Hakk’n, “onu yudumlar”
buyurmas da, onlarn o eyi, azar azar boazlarndan aktacaklarna delâlet eder.
O halde nasl olur da bu i hakknda isae tabiri kullanlabilir?
kinciGörü: Kâde mukârebe ifâde etmektedir. O halde, Cenâb- Hakk’n
fiili,

la yekâdü sözü, yaklama olmadn bildirmek için zikredilmitir. Buna göre mana,
13. Cüz, BRAHM SÛR2S 14/13-17 13. erili / 529

‘O onu, boazndan aktmaya yaklamad bile.. Artk nasl olur da onu boazndan
aktabilir ki?” eklinde olur. Bu Cenâb- Hakk’n tpk, •&> ^ “elini

çkardnda, nerdeyse kendi elini bile göremez’’ (Nûr, 40) ayeti gibidir. Yani, “O
onun, görmeye dahi yaklaamamken, o onu daha nasl görebilir?” demektir.

Buna göre ayet, "siz boazdan aktma iinin olacana delil getirdiniz;

binâenaleyh bu görüle o izah nasl birletirebilirsiniz?” denilirse, biz deriz ki:

Buna iki ekilde cevap verilmitir:

1) Bunun manas, "O, onun tamamn boazndan aktamaz. O, onun bir ksmn
yudumlar, ama hepsini içemez” eklindedir:

2) Sizin zikrettiiniz delil, o içecein sadece bir ksmnn


karnna girdiine kâfirin

delâlet etmektedir. Ama ne var ki, bu “boazdan kolayca aktmak” deildir. Çünkü
Arapça’da ‘isâa” kelimesi,içilecek eyi, gönül holuu ve içilen eyin ho olduu
kabul edilerek boazdan aktmak” anlamna gelmektedir. Halbuki kâfir, o eyi,
istemeye istemeye yudumlar. Onu güzel ve ho bulmaz; onu bir nefeste içmez. Bu
iki izaha göre de, la yekâdü deyimini, yaklamay nefyetmek manasna hamletmek

yerindedir. Allah en iyisini bilendir.

Cenâb- Hakk'n, j* j? ojJ 4Jtjj “Her yandan kendisine


(sanki)ölüm gelecek, ama ölemeyecek" ayetinin ifâde ettii husustur. Bu, “Ölümü
gerektiren haller, o kimseyi her yönden kuatmtr. Ama buna ramen o, ölmez”
anlamndadr. Buna, ölümü gerektiren haller, onun bedeninin cüzlerinin her birini
kuatmtr” anlam da verilmitir.
4) Cenâb- Hakk’n, M* 4/Iöp *îijj “Önünden de daha ar bir azâb gelip
çatacakbuyruunun beyan
’’
ettii bir husustur. Bu ifâdeyle ilgili u iki açklama
yaplmtr:

a) Bu ifâdeyle, o azâbn kesintiye uramyaca ve devaml olduu kastedilmitir.


“O kimse, önüne çkan her anda, bir öncekinden daha iddetli olan bir azabla
b)
karlar” manasndadr. Mufaddal: “Bu, nefesleri kesmek ve onlar bedenlere tkayp
hapsetmek anlamndadr” demitir. Allah en iyisini bilendir.
530 / 13. CUt TEFSlR-1 kebIr

Önceki Ksmla Münasebet

“Rablerini inkâr edenlerin misâli udur: Yaptklar iler, frtnal bir günde
rüzgarn iddetle savurduu bir küle benzer. Kazandklarndan hiçbir eyi elde
edemezler. te bu, hakdan uzaklam olan sapkln ta kendisidir.
Görmedin mi ki, Allah gökleri ve yeri gerçek bir maksadla yaratmtr. Eer dilerse
bir sizi giderir, yepyeni bir halk getirir. Bu Allah ’a güç deildir”
(brahim, 18-20).

Bil ki Allah Teâlâ, önceki ayette, o kâfirlerin çeitli azâblarndan bahsedince, bu


ayette de, onlarn amellerini tamamnn zayi olacandan ve boa çkacandan;
onlarn hiçbirinden faydalanamayacaklarndan söz etmitir. te bu esnada, onlarn
tam hüsrana uradklar ortaya çkar. Çünkü onlar Kyamette, iddetli bir azâbtan
baka bir ey göremezler ve dünyada iken yaptklar her eyin de zayi ve batl
olduunu görüp müahede ederler ki, ite en korkunç hüsrân ve hayal krkl da
budur. Bu ayetle ilgili birkaç mesele vardr:

Cenâb- Hakk’n ifadesinin merfû oluu hakkn-


BRNC MESELE da u izahlar yaplmtr:
Mesel Kelimesinin Cümledeki Yeri 1) Sibeveyh öyle demitir: “Ayetin takdiri, “ve size
okunanlar arasnda, o kâfirlerin misâli de vardr” veyahut,
ayetin takdiri, “kâfir olanlarn misali, size okunan eyler arasndadr” eklinde olur.

mukadder bir suâlden dolay, “müs K3’*fif” bir


Ayetteki ke>remâdin kelimesi de,
cümledir. Buna göre o soruyu soran sanki, “Onlarn misâlleri nasldr?” aemi de,
"onlarn amelleri,... kül gibidir” denilmitir.

2) Ferrâ öyle der: “Ayetin takdiri, “Rablerini inkâr edenlerin amellerinin durumu,
tpk bir kül gibidir” eklindedir. Buna göre, “muzafun ileyh” durumunda olan
kelimenin daha sonra zikredileceine itimâd edilerek, burada muzâf hazfedilmitir.
Bu, Cenâb- Hakk’n tpk, “Ki O, yaratt her eyi güzel yapandr” (Secde, 7) ayeti
gibidir. Yani, "Her eyin yaratln, güzel yapandr” demektir. Yine “Yalan

söyleyenlerin Kyamet günü yüzleri, göreceksin ki kapkaradr” (Zümer, 60 ayeti de )


13. CUz, BRAHM SÛRES 14/18-20 13. Cilt / 531

böyledir. Bu, “Sen, Allah’a kar yalan söyleyenlerin yüzlerinin simsiyah olduunu
görürsün” demektir.

3) Ayetin takdiri, “Kâfir olanlarn durumu, amellerinin kül gibi olmasdr"


eklindedir. Bu, senin, "Zeyd’in sfat, namusunun korunmu, malnn da bezledilmi
olmasdr” demen gibidir.


4) Amelleri ifadesi kafir olanlarn misali... ifadesinden bedeldir. Buna göre
kelamn “Onlarn amellerinin misâli, tpk bir kül gibidir” eklinde olur ki, buna
takdiri,

göre, “Amellerinin misâli” ifadesi mübtedâ; “kül gibidir” ifâdesi de haber olmu olur.

5) Ayetteki mesel kelimesinin zâid olduu kabul edilerek, kelamn takdirinin, “Kâfir

olanlarn amelleri, kül gibidir” eklinde olmasdr.

Bil ki, bu mesel ile bu ameller arasndaki “vech-i ebeh”


KNC MESELE (benzeme yönü) udur: iddetli bir rüzgarn, külü her tarafa
uçurup, o külden herhangi bir eser ve iz kalmayacak bir

biçimde, onu darmadan etmesidir. Burada da böyledir, zira onlarn küfürleri,


amellerini boa çkarm, o amellerden onlarn yannda herhangi bir iz, herhangi bir
eser kalmayacak bir biçimde, onlarn amellerini yakp kül etmitir. Daha sonra alimler,
o amellerle neyin kasdedildii. hususunda da u
ekilde ihtilaf etmilerdir:

Bununla, onlarn sadaka, sla-i rahim, ana-babaya sayg, ve açlar doyurmak


1)
kabilinden yapm
olduklar iyi iler kastedilmitir. Bu böyledir, zira o ameller, onlarn
yok olup, boa çkmtr.
küfürleri sebebiyle ayet onlar, küfretmemi olsalard,

mutlaka o amellerinden faydalanacaklard.

2) O amelleri ile, onlarn, putlara tapmalar ve iman sandklar, kurtulua götüren


yol bildikleri o küfürlerini üzerlerine almalar kastedilmitir. O halde onlarn hüsrana
uramalarn u ekilde izah edebiliriz: Onlar, kendilerinden istifâde etsinler diye,
uzun zaman bedenlerini o amellerle yorup ypratmlardr, ama o ameller onlara ancak
bir yük olmutur.

3) O ksm da kastedilmitir. Çünkü onlar, haddizâtnda hayr


amellerle, her iki

zannettikleri o amellerin boa çktn; hayr sandklar ve uruna ömürlerini tükettikleri

o amellerin batl olduunu görünce ve o uradklar azâbn gerekçelerinin


ameller de,
en büyüklerinden olunca, haliyle onlarn hasret ve nedâmetleri de fazlalamtr. te

bundan dolay da Cenâb- Hak, te bu, hakdan uzaklam olan sapkln tâ
kendisidir ” buyurmutur.

jf
jî eklinde, yani cemi ekliyle de
ÜÇÜNCÜ MESELE okunmutur. Bu ifâdede, esme ii, güne nisbet edilmitir.
Bu, o günün ihtiva ettii ey, yani rüzgar veya rüzgarlar

sebebiyledir. Bu senin tpk, >U (yaan gün) veya iD (sarho eden gece)
532 / 13. Cilt TEFSlR-1 KEBÎR

demen gibidir. sarho etme özellii geceye deil, gecede esen rüzgara aittir.
Halbuki,
Ferrâ da öyle demitir: “Sen istersen, “esintili bir günde" dersin; istersen de,
“rüzgar esen bir günde” dersin!. Böylece buna göre, daha önce bahsedildii için

eklinde de okunmutur.
rh kelimesi hazfedilmi olur.” Bu ifâde, izafetle fji j

Cenâb- Hak, t Ji Ji- \ & OjjojSl “Kazandklarndan


DÖRDÜNCÜ MESELE hiçbir eyi ede edemezler” buyurmutur. Bu, “Onlar,
kazand eylerden ne dünyada ne de ahirette istifâde

edebilecekleri herhangi bir eyi elde edemezler” demektir. Bu böyledir, zira, o


kazandklar ey tamamiyle zayi olmu ve fesâda uramtr. Bu ayet, kulun kendi
fiillerini kesbedeceine delâlet etmektedir.

Bi’l-Hakk Tabirinin izah


. . »

Bil ki Allah Teâlâ, bu tebihi tamamlaynca, iH 0' ')


fi
“ Görmedin mi ki, Allah gökleri ve yeri gerçek bir maksad ile yaratmtr”
buyurmutur. Bu ifâdeyle ilgili birkaç mesele vardr:

Bu deyimin, daha önceki tabirlerle münasebeti udur: Allah


BRNC MESELE Teâlâ, onlarn amellerinin batl, olduunu, boa çktn
beyân buyurunca, bu batl olma ve boa çkma iinin ancak
onlardan kaynaklanan bir sebepten dolay olduunu beyan etmitir ki, bu sebep de
onlarn, Allah’ tanmamalar ve kulluktan yüz çevirmeleridir. Çünkü Allah Teâlâ, ihlasl

olan kimselerin amellerini, sebepsiz yere iptâl etmez. O halde, böyle bir ey yapmas,
O’nun hikmetine nasl uygun düebilir? Allah, bütün bu âlemi, ancak hikmet ve doru
olan anlalsn diye yaratmtr.

Hamza ve Klsaî fiili ism-i fâil kalbnda ve ûl’nin

KNC MESELE haberi olmak üzere, “gökler ve yer” fâdesini de muzâfun ileyh

o'jJJU JU- eklinde okumulardr.


olmak üzere

Bu Cenâb- Hakk’n tpk, “Gökleri, yeri yoktan var eden (En am, i4), “sabah yarp
çkarandr” (En’âm, 96) ve “Geceyi bir sükun klan "(En’am. 96) —J 1
(bir kraate Qofis)

ifadeleri gibidir. Dier kraat imamlar ise, fiili, mazi sîasndaj, “gökler ve
yer” kelimesini de mef’ûl olduklar için mansub olarak JfrjSlîj JU eklinde
okumulardr.

Bu ayetteki bi’l-hakk tabiri Cenâb- Hakk’n, Yunus sûresindeki


ÜÇÜNCÜ MESELE Y' dAJ> ilil jUu (Yunus, 5); Âl-i mrân sûresindeki
üi» U UÎJ (Âi-i imrân 191) ve Sâd sûresindeki
S&U TuUi Uj (Sâd, 27) ayetleri gibidir.

Ehl-i sünnete gelince, onlar,


>s
i[ derler. Bu hak da o gökler ile yerin, o
13. Cüz, BRAHM SORKS 14/18-20 13. Ci . / 533

yaratcnn varlna, ilim ve kudretine delâlet etmesidir. Mutezile de, Sl'

der; yani, “Cenâb- Hak, bunu bouna deil, tam aksine sahih, doru bir maksat
için yaratmtr” demektir.

Daha sonra Cenâb* Hak, JjJjt uuUj ^ “


Eer dilerse

sizi giderir, yepyeni bir halk getirir” buyurmutur. Bu, “Gökleri ve yeri hak ile

yaratmaya kadir olan, bir kavmi yok edip, bir bakasn var ederek diriltmeye haydi
haydi kadirdir” demektir. Çünkü, en büyüüne ve en zoruna muktedir olan, en kolay
ve en küçüüne, haydi haydi muktedir olur. bn Abbas, bu hitabn, Mekke kâfirlerine
yapldn ve Cenâb- Hakk’n, “Ey kâfirler topluluu, ben sizi öldürür, sizden daha
hayrl ve daha itaatkâr olan bir topluluk yaratrm" manasna kastettiini söylemitir.
V

Daha sonra Cenâb- Hak, j/t Ji- Uj “Bu, Allah’a güç, yani imkânsz deildir"

buyurmutur. Çünkü “Bütün âlemi yok edip, onu yeniden yaratmaya muktedir
biz,

olann, belli birtakm ahslar yok edip onlar gibilerini yemden yaratmaya haydi haydi
muktedir olacam” söylemitik. Allah en iyi bilendir.

Sapanlarla Saptranlarn Ahirette Münakaalan

“Hepsi toplanp. Allah’n huzuruna çkarlar da zayflar, o büyüklük


tebeanzdk. imdi siz, Allah’n azâbndan herhangi
taslayanlara: “Biz sizin
bireyi bizden uzaklatrp defedebiliyor musunuz?” derler. Onlar da: “Eer,
Aliah biz** n.aâyet verseydi biz de size, elbette doru bir yo! gösterirdik. imdi
bizler, siziansak da katlan sak da birdir. Bizim için snacak hiçbir yer yoktur”

derler *
(brahim, 21).

Bil ki Allah Teâlâ o kâfirlerin çeitli azâblarndan bahsedip bunun peinden de


onlarn amellerinin boa çktn ve zayi olduunu belirtince, bu ayette de, kendilerine
tâbi olanlarn yannda onlarn nasl utandklarn, rezil ve kepâze olduklarn beyân
334 / 13. Cilt
TEFSlR-t KEBÎR

etmitir. Bu, rezil kepâze olma ve utanç sebebiyle tahakkuk edecek olan
rûhanî-manevi bir azâba iaret etmektedir. Bu ayetle ilgili birkaç mesele vardr:

Yj>. kelimesinin manas “gizlilikten sonra ortaya çkt"


BRNC MESELE eklindedir. Ortaya çkp göründüü, saklanamad için,
büyük ve geni yerlere de jij?» (berâz) denilmesi de bu
manadadr. Cenâb- Hakk’n, âjjU j? j*j/ “Sen yeri (çrçplak) bir çöl göreceksin”
(Kehf.47) buyruunda da “apaçk olarak, onu hiçbir ey örtmedii halde" manas
verilmitir. nsanlarn içine katlp onlara görünen kadna da jj Üjij. denilir. Yine,
bir kimse emsallerinin üstüne çkp onlar geçtiinde *i\J\ Jâ denilir ki
bu kelime aslnda, biri dierini geçtiinde, hakknda kullanlr da,
atlar
"Bereze’l-haylu aleyhâ" denilir. Sanki o, örtüsünden birden bire çkvermi, böylece
de görünüvermi...

Bunu iyice kavradnda, biz diyoruz ki: Bu ifadeyle ilgili birkaç bahis
bulunmaktadr:

Birinci Bahis: Cenâb- Hakk’n, 'jjjij tabiri, her ne kadar mâna bakmndan
gelecekle ilgili olsa dahi, mazî sigasyla getirilmitir. Zira, Allah Teâlâ’nn haber verdii
her ey doru olup, Böylece o eyler sanki, olup bitmi ve varlk âlemine
gerçektir.
girmiler, varolmular demektir. Bunun bir benzeri de “cehennemlikler
cennetliklere
nidâ ettiler” (A'râf, 50) ayetidir.

Allah’a Hiçbir ey Gizli Kalmaz


kinci Bahis: Biz bürûz kelimesinin Arapça’da, saklanmann peinden ortaya
çkmak manasna geldiini söylemitik. Halbuki, Allah’a gizli kalan bir ey
olmadndan, bu ifâdeyi tevil etmek gerekir. Bu tevîl de birkaç yönden yaplabilir:

a) Onlar, kötü
eyleri irtikâb ederken, gözlerden saklanrlar, gizlenirler ve bunun,
Allah’a da sakl kalacan zannederlerdi. Kyamet günü geldiinde Allah Teâlâ’nn,
ilmi ile kendi yanlarnda bulunduunu iyice tesbit eder ve O’na hiçbir eyin sakl
kalmadn anlarlar.

b)Onlar kabirlerinden çkarlar, böylece de Allah’n hesâb ve O’nun hükmetmesi


için görünürler, ortaya çkarlar.

ç) Bu, feylesoflarn yapm olduu tevîl olup, buna


göre, mana, “Rûh bedenden
ayrldnda, sanki perde ve örtü aradan kalkar ve rûh, zat itibariyle dndaki her
eyden soyutlanarak mücerred bir biçimde kalverir. te, Allah’a görünmek budur"
eklinde olur.

Üçüncü Bahis: Ebu Bekir el-Esamm öyle demitir: “Bu tabir ile, bir önceki
ayetteki, “Önünden de daha ar bir azat gelip çatacak” ifadesinin manas kastedilmitir.
13. Cüz. BRAHM SÛRES 14/21 13. Cilt / 533

Hak Teâlâ’nn, “Hepsi toplanp Allah’n huzuruna çkarlar ” ifâdesinin


Bil ki

manas, “O günde (bütün) srlar yoklanp meydana çkarlacaktr. Artk o (insan)


için ne bir kudret ne de bir yardmc yoktur” Tark 9 -o) ayetinin manasna yakndr.{

Bu böyledir. Çünkü o günde içtekiler da


çkacak, gizli haller ortaya dökülecektir.
Binâenaleyh o insanlar eer cennetlik olanlardan ise, hakîm olan hâkime, kutsî

sfatlar, yüce halleri, nurlu yüzleri ve münevver, saf, temiz ruhlar ile gözükecekler.
Böylece onlara Allah’n celâlinin nuru tecelli edecek ve o ruhlarda kutsî âlemin
aydnlklar artp çoalacaktr. Bu haller ne yüce hallerdir! Yok eer onlar cehennemlik
olanlardan iseler, azamet dura ve kibriya menzili için, zelil olarak, hor ve hakir bir

durumda, huzû ve huû içinde, utancn verdii rezillik ile rezil rüsvay olarak, çlklar
atlan, hor ve hakir klnan bir yerde durduklar halde gözükecekler. Bu halden Allah’a
snrz.

Daha sonra Allah Teâlâ, o zayf kimselerin, idare eden reislerine, Allah’n azabn
?”
bizden uzaklatrabilir misiniz dediklerini nakletmitir. Bu, “Biz, srf bugün bize
faydanz olur diye size tabi olmutuk" demektir. Sonra o reisler, bakanlar, liderler,

kendi rezilliklerini, âcizliklerini ve zelilliklerini itiraf ederek j* Üli f'

“imdi bizler szlansak da, katlansak da birdir. Bizim için (Allah’n azabndan)
snacak hiçbir yer yoktur” dediler. Gerek liderlerin, gerek onlara tâbî olanlarn
acziyetlerini, perianlklarn ve cezay hakettiklerini itiraf etmelerinin, büyük bir
pimanl ve tam bir zilleti ifâde ettii malumdur. Binâenaleyh ayetteki bu ifadenin
getirilmesinin maksad, önceki ifâdelerde bahsedilen çeitli azabve cezalarn yansra,
bu rezil ve perian olma, utanç ve zillet azabnn da onlar saracan bildirmektedir.
Allah en iyi bilendir.

Ayetteki “Duâfâ” (zayflar) kelimesi, baz mushaflarda


KNC MESELE hemzeden önce bir vav getirerek j — eklinde
yazlmtr. Bunun hemzeden önceki
sebebi, bu kelimeyi,
elifi kaln okuyup, onu vâva imâle edenlere göre yazlmasdr. Bunun bir benzeri
de, j-îtpl, 1
uârâ. 197) ayetidir.

Duâfâ (zayflar), tâbî olanlar, avam ve halk; “büyüklük


ÜÇÜNCÜ MESELE taslayanlar’’ (müstekbirler) de, liderler ve ileri gelenlerdir.
bn Abbas (r.a.) öyle demitir: “Bununla onlarn, Allah'a
ibadet etmekten yüz çeviren, tekebbür eden ileri gelenleri kastedilmitir.”

Cenâb- Hak, U 3 fa & ü'



Biz sizin (dünyada) tebeânzdk” dediklerini
nakletmitir. Ferra ve ekseri dilciler öyle demitir: “Hâdim, bâkr, hâris
kelimelerinin çoullar, srasyla badem, bakar, hares, eklinde geldii gibi tâbi’nin
de çoulu tebe, gelir. Bunun, isim olarak kullanlan bir masdar olmas da câizdir,
yani, "Biz, uyma taraf olan kimselerdik” demektir.”
W

536 / 13. Cilt


TEFSfR-1 KEBR

Bil ki bu uyma ile, küfürdeki uyma kastedilmi olabilecei gibi, bütün dünya
hallerinde ve ilerindeki uyma da kastedilmi olabilir.

Onlar «•Jâ j* j* öjli*


J$î

& ^
imdi siz, Allah'n azabndan
herhangi bireyi bizden uzaklatrp defedebiliyor musunuz?" demilerdir. Bu, “Sizin,
Allah’n azabn bamzdan savuturmanz mümkün mü?" demektir.
* •*

mdi eer *ü)' yUâ ’ja ifadesindeki min ile, min ey’in ifadesindeki min
arasnda ne fark vardr?” denilirse, biz deriz ki: Bunlarn ikisi de, ba’ziyyet, ksmîlik
manasnadr. O halde bu ifâde, “Siz bizden, Allah’n azabndan (bir ksmn) giderebilir
misiniz?” demektir

Liderlerin Yanllarn tiraf Etmeleri

Allah Teâlâ, ite tam bu esnada, reislerin, (STâ*) Ll UjJu jS “Eer Allah bize
hidayet verseydi, biz de elbette doru bir yol gösterirdik” dediklerini nakletmitir.
Bu hususta u izahlar yaplmtr:

1) Abbas (r.a) bunun manasnn, “Eer Allah bizi doruya iletseydi, biz de
Ibn
sizi doruya erdirirdik” eklinde olduunu söylemitir. Vâhidî: “Bu,
“Onlar ötekileri,
ancak dalâlete çarmlardr. Çünkü Allah Teâlâ kendilerini saptrm, hidâyete
erdirmemitir. Binâenaleyh onlar da kendilerine tâbî olanlar dalâlete (sapkla) davet
etmilerdir. Eer Allah o reisleri hidâyete erdirseydi, onlar da kendilerine uyanlar
hidâyete erdirirlerdi” demektir” demitir.

Bu tirafn Mutezile’ce Yanl Yorumu


Keaf sahibi öyle der: “Belki de onlar bunu, kendilerinin bu hususta yalanc
Olduklarn bile bile Bunun böyle olduuna, HakTeâlâ’nn, münâfklar
söylemilerdir.
anlatt u
ayet de delâlet eder: “O gün Allah, onlarn hepsini diriltecek de, O na
da, size yemin ettikleri gibi yemin edecekler” (Mücâdele, s).

Bil ki Kyamette insanlarn yalan söyleyebileceklerini mümkün


Mu’tezile,
görmemektedir. Binâenaleyh Zemaherî’nin bu görüü, üstadlarnn prensiplerine
terstir. Binâenaleyh onun bu görüü kabul edilemez.

2) Keâf sahibi, “Bu, “Eer biz, kendilerine lutfedilenlerden olup da Rabbimiz de


bize lutfetse ve biz de hidayeti bulsaydk de imâna iletirdik” demektir” demitir.
sizi

Kftdî, bu izah zikretmi ve öyle diyerek zayf olduunu göstermitir: "Bu hidayeti,

“lutuf” manasna hamletmek câiz deildir. Çünkü lutuf Allah’n bir iidir.”

3) Bu, “Eer Allah ikâbndan kurtarp cennet yoluna iletseydi, biz de sizi oraya
bizi

iletirdik” demektir. Bunun bu manaya olduunun delili udur: Hidayetten maksad,

bizim söylediimiz u
husustur: Bu (hidayet), onlarn isteyip aratrdklar bir eydir.
Binâenaleyh “hidayet” ile bu manann kastedilmi olmas gerekir.

IV Cüz, BRAHM SÛRES 14/21 _13._CIH / 337


Daha sonra Cenâb- Hak, f'
Up yr\ UIp imdi bizler szlansak
da. katlansak da bir” dediklerini nakletmitir. Bu, "Bizim szlanmamz veya
sabretmemiz, eyi deitirmez, ayndr" demektir. Ayetteki, istifham hemzesi ve
bir

em edat, "eit olma", "bir olma" manasna gelir. Bunun bir benzeri de,
• , , , #

\jJ “ister sabredin, ister sabretmeyin, sizce birdir



(Tor. i6) ayetidir. O reisler daha sonra, Bizim için snacak hiçbir yer yok” yani
"Kurtulacak ve kaçacak birMehîs (snak), tpk meîb
yer yok” demilerdir.
(batmak),meîb (ihtiyarlamak) gibi bazan, masdar (snmak) bazan da, tpk mebît
(geceleyecek yer) ve madîk (dar geçit) gibi, ism-i mekan olur. Gerek hâse, gerek
hâde ayn (snmak) manasmadrlar. Allah ©n iyi bilendir.

eytann Ahiretteki Hitabesi

—— . \ •Y_L ^
^ ^1 Yr . • -U_\ \ r m S

“’j olup bitince eytan der ki: üphesiz Allah size sözün dorusunu söyledi.
Ben de size vaadettim ama
yalanc çktm. Zaten benim, sizin üzerinizde
size

hiçbir hükmüm (ve nüfuzum) da yoktu. Yalnz ben sizi çardm, siz de bana
hemen icabet ettiniz. O halde kusuru bana yüklemeyin kendinizi knayn. Ne
ben sizi kurtarabilirim, ne de siz beni kurtarabilirsiniz. Esasen htni evvelce
(Allah’a) ortak tutmanz da inkâr etmitim. Zâlimlerin hakk, elbet pek ackl
bir azabtr”
(brahim, 22).

Bil ki uyan kâfirler arasnda geçen münakaay


Allah Teâlâ, o liderlerle, onlara
anlatnca, eytan ile ona uyanlar arasnda geçen münakaay da anlatm ve
“ olup bitince eytan der ki" buyurmutur. Ayetteki, Jrtfl J-aS ti) olup bitince” “
ifâdesi ile neyin kastedildii hususunda çeitli izahlar yaplmtr:
(

338 / 13. Cilt TEFSlR-1 KEBÎR

Birinci Görü: öyle demilerdir: “Cennetlikler cennette,


Müfessirler
cehennemlikler de cehennemde iyice yerleince, cehennemlikler iblisi knamaya ve
ona atp tutmaya baladlar. Bunun üzerine o, cehennemde onlarn ortasna çkp,
onlara, ayette “i olup bitince eytan der ki...” diye haber verilen sözleri söyler.”

kinci Görü: Bu ifade ile, hesabn sona ermesi kastedilmitir.

Birinci görü daha uygundur. Çünkü Kyamettekilerin ilerinin sonu, itaatkâr


olanlarn cennete, kâfirlerin cehenneme yerletirilmeleridir.. Hesabtan sonra da bu
i devam eder.

Üçüncü Görü: Biz ehl-i sünnete göre, ehl-i salâtn (namaz klanlarn), günahkâr
olanlar cehennemden çkp cennete gireceklerdir. Binâenaleyh ayetteki

olup “
bitince. ifadesi ile, bu vaktin kastedilmi olmas uzak bir ihtimal saylmaz. Çünkü
. .

o vakitte, yaplmas gereken iler artk sona erer. Bundan sonra, sadece daha önce
yaplmayan iler yaplr.

eytan Hakknda
Ayetteki eytan kelimesi ile, iblis kastedilmitir. Çünkü bu, müfred bir lafzdr ve
dolaysyla tek eytanlarn
bir ferdi ifâde eder. blis, ba ve reisleridir'. Binâenaleyh
“eytan” lafzn, bu manaya hamletmek daha uygun olur. Hem sonra Hz. Peygamber
(s. a. S.) £&* J+i 43 Jilisjl 'i',

j jait \J* jji; dU> J /Cij ii


J4 uL>i H\ > U UJ -Allah mahlukat
toplayp, aralarnda hüküm verdiinde, kâfirler, “Müslümanlar, kendilerine efaat
edecek olan buldular. Ya bize kim efaat edecek? O, bizi saptran iblis’den bakas
olamaz ” derler ve ona gelip, ondan kendilerine efaat etmesini isterler. te iblis
bu sözü o esnada söyler ”( 53) buyurmutur.

O, AÂj 5' ji “üphesiz Allah size sözün dorusunu


söyledi. Ben de size vaadettim, ama size yalanc çktm ” demitir. Bu ifâde ile ilgili

birkaç bahis vardr:

Birinci Bahis: Bu ifade ile, “Allah size sözün dorusunu, yani öldükten sonra
dirileceinizi ve amellerinize karlk vereceini söyledi (vaadetti) ve vaadettiini
tastamam yerine getirdi. Ben ise size, bunun aksini vaadettim, ama yalanc çktm” manas
kastedilmitir. Sözün özü udur: Nefs, insan dünyaya çarr, uhrevî mutlukluklar ile rûhânî
mükemmelliklerin nasl (kymetli) olduunu düünemez. Allah Teâlâ ise, insan
bunlara davet eder, bunlara tevik eder. Nitekim O, “Ahiret daha hayrldr, daha
bâkî (devamldr)” A’ia, i7) buyurmutur.

53) Dârlmt, Rikâk 84 (2/327).


13. Cüz, BRAHM SÛRES 14/22 13. Clll / 539

yine
kinci Bahis:
kendisine
^ izâfeti
(sözün, vaadin
kabilindendir.
dorusu)
Bu tpk
ifâdesi Kûfelllere göre, bireyin
J “biçilecek

taneler” (Mt, 9) ifâdesi ile “mescidü’l-câmî” Buna göre mana, “Allah


ifâdesi gibidir.
size, hak vaadi vaadetti. eklindedir. Basrallara göre kelamn takdiri, “Hak olan günü,

yahut hak olan ii vaadetti” eklindedir. Yahut da, “Allah size hakk vaadetti” eklinde
olup, fiilin masdar te’kid için getirilmi olur.

Ayette Mukadder Olan Ksm


Üçüncü Bahis: Ayette, u iki açdan bir takdir (mahzuf) vardr:

t) Kelamn takdiri, “Allah size hak olan vaadde bulundu ve size olan vaadinde
de doru çkt. Ben de size vaadde bulundum ama, yalanc çktm” eklindedir.
“Vaadinde doru çkt” ifadesi, siyakn, vaadin doruluuna delalet etmesi sebebiyle
hazfedilmitir. Çünkü onlar bu durumu bizzat görüp müâhede etmilerdir. Gördükten
sonra artk izaha gerek kalmaz. Bir de eytann vaadinde durmadndan
bahsedilmitir. Bu durum da, Allah’n vaadinde doru olacana delâlet etmitir.

2) eytann “Ben de size vaadettim, ama size yalanc çktm” sözündeki “vaad"
fiili, ikinci bir mef’ûlü gerektirir. Bu anlald için hazfedilmitir
mef’ûl karinelerden
ve kelamn takdiri, “Ben size, cennet ve cehennemin, har ve hesabn olmayacan
vaadettim ama...” eklindedir.

eytann nsan Üzerinde Hakimiyeti Yoktur

O öüap ja (3UP jlT Uj “Zaten benim sizin üzerinizde hiçbir hükmüm


(venüfuzum) da yoktu” yani “Benim gücüm, kuvvetim ve hükmeden bir kudretim
yok ki, sizi küfre ve isyana zorlam olaym, onlar yapmaya mecbur klm olaym.
Ben ancak si7> bunlara davet ettim” yani “vesveselerimle ve süslü göstermelerimle
sizi dalâ'^e çarmamdan baka bir gücüm yoktur” demitir. Nahivciler, “Drvet,
sultan (güç-kudret) cinsinden birey deildir. O halde eytann “yalnz ben sizi

çardm (davet ettim)” sözü, Araplarn4»JÜa)i U“Onlarn selamlar, dayak


atmaktr” eklindeki sözlerine benzer” demilerdir. Vahidi, buradaki istisnânn,
“istisnâ-y munkatî olduunu söylemitir. Yani kadar ki ben size davette “u
bulunmutum...” demektir.

Buna göre, bu hususta öyle de denilebilir: “Bu ifadedeki illa kelimesi hakîkî
manada bir istisnadr. Çünkü insann bakasn herhangi bir ie sevkedebilmesi,
bazan zorlayarak ve zulmederek, bazan da onun içine vesveseler atmak suretiyle,
o ii yapmasna sebeb olacak niyeti kuvvetlendirmesi ile olur. Bu da bir çeit sultadr,
nüfuzdur. Ayrca, ayetin zâhiri, avâmn ve Haviyye'nin dedii gibi, eytann insan
çarpmaya, uzuvlarn felç etmeye, akln almaya kadir olmadna delâlet eder. Sonra,
o, “O halde kusuru bana yüklemeyin, kendinizi knayn ” demitir. Yani, “Ben
ancak sizi çardm ve size vesvese verdim. Siz ise, Allah’n delillerini duymu, O’nun
340 / 13. Cilt
TEFSlR-l KEBlR

peygamberlerinin geliini müahede etmitiniz. Size gereken, benim sözlerime


aldanmamanz ve bana iltifât etmemenizdi. Ama siz, benim sözümü apaçk delillere
tercîh edince, bu konuda knanmas gereken siz oldunuz, ben deil!.” demektir.

Bu ayette ilgili iki mesele bulunmaktadr:

Mutezile, bu ayetin birkaç eye delâlet ettiini söylemitir:


BRNC MESELE 1)ayet, küfür ve masiyet Allah’dan olsayd, o zaman
Mutezile'nin Bu Ayete Tutunmak “Ne beni knayn, ne de kendinizi. Çünkü Allah size küfrü
istemesi yazd ve sizi ona mecbur etti” denilmesi gerekirdi.

Bu ayetin zahîri avâmn ve Haviyye’nin dedii gibi, eytann insan çarpmaya,


2)
akln almaya ve uzuvlarn felç etmeye muktedir olmadna delâlet eder.

Bu ayet-i kerime, .insann, bakasnn fi’ilinden dolay knanmasnn,


3)
ayplanmasnn ve cezâlandrlmasnn caîz olmadna delâlet eder. O vakit, kâfirlerin
çocuklarnn, babalarnn küfürlerinden dolay cezalandrlmalarnn caîz olmad
ortaya çkar.

Ehl-i sünnetten bazlar bu açklamalara, “Bu, eytann sözüdür. Binâenaleyh delil


olarak ona tutunmak caiz olmaz?” diyerek cevap vermitir.

Buna mukabil hasm ise ona, ‘‘Bu söz ayet, ondan sâdr olmu batl bir kelâm
olsayd, Allah onun batl olduunu beyân eder ve onu açkça yadrgard. Yine, (batl
olmas halinde), bugün bu batl sözün ve fasit kelâmn zikredilmesinde bir fayda da
yoktur. Baksana, Cenâb- Hakk’n, "üphesiz Allah size sözün dorusunu söyledi.
Ben de size vaadettim, ama size yalanc çktm ” sözü hak bir sözdür; ayn ekilde,
“Zaten benim sizin üzerinizde hiçbir hükmüm de yoktu” ifadesi de, Cenab- Hakk’n

“Benim kullarm üzerinde senin hiçbir tahakkümün yoktur. Azp sapanlardan sana

tâbi olanlarsa müstesna” (h 42) ifâdesinin delâletiyle hak bir sözdür.


icr,

Bu ayet, asl eytann nefs olduuna delâlet etmektedir.


KNC •
• •

MESELE Çünkü eytan, ancak vesvese verdiini beyan etmitir.


Asl eytan Nefistir ayet ehvet, gazab, vehim ve hayalden Jolay meydana
gelen meyi bulunmasayd, onun vesvesesinin herhangi bir
tesiri olamazd. B; da delâlet eder ki, aslî eytan, nefsin kendisidir,

-
Vesvesenin Mahiyeti

mdi eer birisi, “Bize vesvesenin hakikatini beyân ediniz” derse, deriz ki:

Tabiî ve gerekli bir biçimde birbirine terettüp eden dört ey bulunduunda,


insandan sâdr olur. Bunu öyle açklarz: nsann uzuvlar, aslî olarak salam ve
fiil

tabiî olarak da müsait ve elverili olmalar tibariyle, bir ii yapp yapmamaya, bir ie

atlmaya veya ondan geri durmaya elverilidir. nsann kalbinde yapmay yapmamaya
veya yapmamay yapmaya tercih ettirecek bir meyil bulunmad sürece, fiilin
13. Cüz, BRAHM SÛKKS 14/22 13. Cilt / 541

meydana gelmesi imkânsz olur. Bu temayül ise, kesin kararl irâde ve kesin kararl,
Sonra bu kesin kararl irâde ise ancak, o fiilin bir fayda ya
azimli kasttr, niyettir.
da bir zarar sebebi olduuna dair bir ilim, ya da bir inanç, yahut da bir zan
bulunduunda hasl olabilir. Kiide böyle bir inanç meydana gelmezse, yapmaya ya
da yapmamaya dair herhangi bir temayül de bulunmaz. Netice olarak diyebiliriz ki:

nsan bir ey hissettii zaman, onda, onun kendisine ya uygun veya uygun olmad;
veyahut da ne uygun ne de aksi olmad hususunda bir uûr ve bilinç hasl olur.
Eer, onun kendisine uygun olduuna dair bir bilinç ve uûr meydana gelirse, fiili
yapmaya yönelik olarak kesin kararl meyli o eye terettüb eder, ona yönelir. Ama
onda, onun kendisine aykr olduuna dair bir uûr ve bilinç hasl olur ise, o zaman
da ona, yapmamaya yönelik olan kesin kararl meyli, temayülü terettüp eder. Ama,
fiili

ne bu, ne de öteki hasl olmazsa, o zaman da ne o eye bir meyil meydana gelir,
ne de onun zddna. Aksine insan, olduu gibi kalr. te, ancak bu kesin meyil
bulunduu zamandr ki bu meyille berâber kudret o fiili yapmay gerektirir.

Sen bunu iyice anladn zaman biz deriz ki: Fiilin, kudret ile sebebin toplamndan
sâdr olmas gerekli bir i olup, eytann bu ite bir dahii olamaz. O eyin hayr
olduunu ya da er olduunu tasavvur etmesinden meylin meydana gelmesi de,
vacib, zorunlu bir i olup, yine eytann bunda da bir pay yoktur. Onu bizatihi
alglamak yoluyla, onun hayr olmasnn meydana gelmesi, ya da er olduunun
tasavvur edilmesi, yine lâzm, gerekli, zorunlu bir i olup, eytann onda bir dahil
bulunmamaktadr. Binâenaleyh eytann, bu safhalardan hiçbirinde hiçbir tesiri
bulunmamaktadr. Onun pay ancak, onun sözünü ve fsltsn atmak suretiyle insana
bir eyi hatrlatmas ile olur. Meselâ insan', bir kadnn biçim ve sûretinden habersiz

iken, eytan onun kalbine, o kadnn sözünü, fsltsn atverir. te eytann, ancak
bu safhada bir kudret ve gücünden bahsedilebilir. Bu, Cenâb- Hakk’n ondan
nakletmi olduu u
eyin aynsdr: “Zaten benim, sizin üzerinizde hiçbir hükmüm
de yoktu. Yalnz ben sizi çardm, siz de baha hemen icabet ettiniz’.’ Yani “Benden
ancak sadece bu çar vaki olmutur. Dier safha ve mertebelere gelince, onlar
benden sudûr etmedi; benim onlarda herhangi bir tesirim bulunmamaktadr”
demektir.

Geriye bu konuyla ilgili iki soru kalmtr:

eytan Nasl Vesvese Verir? .

eytann, insann uzuvlarnn


Birinci Soru: içine girip, ona vesveseler atabilmesi
nasl düünülebilir? Bu makul müdür?

Cevap: Alimlerin melekler ve eytanlar hakknda iki görüü bulunmaktadr:

Birinci Görü: Allah’n dnda bulunan varlklar, aklî taksimata göre üç


ksmdrlar:

1) Mütehayyiz (mekân tutmu)


542/13. Cilt tefsIr-1 kebîr

2) Mütehayyiz varla hulûl etmi,

3) Ne mütehayyiz ne de mütehayyize hulul etmi olmayan.


Bu üçüncü ksmn mevcût olduunu söylemenin yanllna dair kesin bir delil
bulunmamaktadr. Aksine, doru olduunu kabule dair pekçok delil mevcuttur. te,
ervah (rûhlar) olarak isimlendirilenler, bu ksma dahildirler. Bu rûhlar eer temiz ve
mukaddes iseler, kudsî ruhlar alemindendirler ki, bunlar meleklerdir. Ama habîs,
erlere, bedenler âlemine ve karanlk mekânlara davet ediyor iseler, onlar da
eytanlardr.

Bunu iyice kavradn zaman deriz ki: Bu duruma göre eytan, bedenin içine girme
ihtiyacn duyan bir cisim deildir; aksine o, fiilleri habîs ve kötü, er ve kötülük üzere
yaratlm olan rûhanî bir nsan
de bunun gibidir. Bu duruma göre,
cevherdir. nefsi
bu ruhlardan herhangi bireyin, herhangi birisinin, nsanî nefs cevherine çok çeitli
vesveseler ve batl eyler atvermesi uzak bir ihtimal deildir.

Alimlerden birisi bu konuda, ikinci bir ihtimal daha zikretmitir ki, bu da udur:
Beerin nefs-i nâtkalar çeit bakmndan muhteliftirler. Onlar, çok çeitli grupturlar.
Onlardan her ksm, bizzat semavî ruhlardan birinin yönetimi altndadr. Beerî
nefislerin bir grubu, güzel ahlâkl, fiilleri iyi, mutluluk, sevinç ve kolaylkla muttasftrlar.
Bunlar, semavî ruhlardan muayyen
ruha müntesiptirler. Bu nefislerin dier grubu
bir

ise, hiddet, kuvve-i gazabiyye, katlk, herhangi bir eye aldrmamak ile muttasftrlar.
Bunlar ise, semavî ruhlardan baka bir ruha müntesiptirler. te bu beerî ruhlar,
o semavî ruhlarn çocuklar, onlardan meydana gelmi yavrular ve onlardan neet
etmi dallar gibidirler. Onu kendi maslahat ve faydasna olan eyle irâd etme iini
üstlenmi olan, ite bu semavî
Uyku ve uyanklk hallerinde onlara ilhâmlar
rûhtur.
veren ite odur!.. Kudema (önceki) alimler bu semavî rûha, et-tbâu’ttâm
(eksiksiz-kusursuz tabiat) adn veriyorlard. üphesiz, asl ve kaynak olan bu semavî
ruhun, pekçok dallar ve saysz ubeleri bulunuyor. Bunlarn tamam da, bu insann
rûhu cinsindendir. Bunlar, birbirlerine benzediklerinden ve ayn cinsten olduklarndan
dolay da, kendilerine uygun düen ameller ve karakterlerine münasip olan fiiller

konusunda birbirlerine yardm etmektedirler.

Sonra bunlar hayrl, temiz ve güzel iseler, melektirler ki, bunlarn yardmna
“ilhâm” ad verilir; eer kötü, habîs ve amelleri de çirkin ise, bunlar eytanlardrlar ki,

onlarn bu iâne ve yardmlarna “vesvese” ad verilir.

Alimlerden bu konuda üçüncü bir ihtimal daha zikretmitir: Buna göre*


birisi,

beerî nefisler ve nsanî rûhlar, bedenlerini terkettikleri zaman, o bedenlerde


kesbetmi, kazanm olduklar o sfatlar konusunda kuvvetlenmi ve bu hususta
mükemmellemi olurlar. Ayrlan nefsin terkettii bedene benzeyen baka bir
bedende, o ayrlan nefse benzeyen baka bir nefis meydana geldii zaman ise bu
beden ile, daha önce, onu terketmi olan nefsin bedeni olan o ey arasnda bulunan
13. Cüz, BRAHM SÛRES 14/22 13. C1U / 343

ayrlm olan o nefis ile bu bu beden arasnda bir tür münasebet


benzerlikten dolay,
ve alâka meydana gelir. Böylece de, ayrlm olan o nefsin bu bedenle sk bir
münasebeti olmu olur. Bundan dolay da, daha önceki ayrlm olan nefis, bu bedene
tutunmu olan nefse benzerlikten dolay, ve hallerinde yardmc ve destekçi olmu
fiil

olur.

Sonra bu, hayr ve bereket konularnda olursa, bir ilham; er konularnda olursa,
bir vesvese olmu olur. Binâenaleyh bütün bunlar maddeden ve mekân tutmaktan
uzak, kudsî, ruhanî birtakm varlklarn, cevherlerin varlnn kabul edilmesi görüüne
dayanan, muhtemel birtakm izahlardr. Temiz ve pis ruhlarn varlyla ilgili hüküm,
kadîm felsefecilerin üstadlar nezdinde de muteber ve yaygn bir görütür.
Binâenaleyh onlarn, bu tür eyleri, bizim eriatimizin sahibi olan Hz. Muhammed
nezdinde de kabul olunmasn yadrgamamalar gerekir.

eytanlar Cisim Olarak Düünenler

kinci Görü: Bu “eytanlarn, mutlaka cisim olmalar gerekir” eklindeki


görütür. Biz diyoruz ki: olduunun
Böyle olmas halinde onlarn, kesif (kat) maddeler
söylenmesi imkânsz olur. Aksine onlarn, latîf birtakm cisimler olduunu söylemek
gerekir ki, Allah Teâlâ onlar çok özel bir biçimde halketmitir. Bu da, onlarn latîf
olmalarnn yan sra, dalmay, parçalanmay, bozulmay ve yok olmay kabul
etmemeleridir. Latîf olan kütlelerin, kesif olan maddelerin içine girmesi uzak ihtimal
saylmaz. Baksana, insan rûhu, latîf bir cisimdir. Ama o, buna ramen, insann
batnnn derinliklerine nüfuz edebilmitir. Binâenaleyh, insan bunlar düündüünde,
pekçok çeit latîf cisimlerin, insann içine girebilmesini nasl imkânsz görebilir? Atein
kütlesi, kömürün kütlesine; gül suyu, gül yaprana; susam ya, susamn maddesine
sirâyet etmemi midir? te olay, burada da böyledir. Bütün bu anlattklarmzla,
cinlerin ve eytanlarn varln kabul etmenin, akllarn imkânsz göremiyecei ve
delillerin iptal edemiyecei olduu; inkârda srâr etmenin de, ancak bir
bir hakikât
cehâletin ve akl noksanlnn neticesi olduu ortaya çkm
olur. eytanlarn varlna

dair, hüküm genel olarak sabit olunca, biz deriz ki, daha uygun ve uar.a gerçek olan

öyle Bu görüe göre melekler, nûrdan; eytaniar ise dumandan ve


denilmesidir:
alevden yaratlmlardr. Nitekim Cenâb- Hakk, “iblisi de, daha önce çok zehirleyici
olan ateten yarattk ”(Hicr, 27) buyurmutur. Bu söz, felsefecilerin otoriteleri nezdinde
de mehûr olangörütür. Binâenaleyh onu, eriatimizin sahibi olan Hz. Muhammed
bildirdiinde^ akldan uzak sayp kabul etmemek nasl uygun düebilir?

kinci Soru: Niçin eytan, knayn’’


“O halde kusuru bana yüklemeyin, kendinizi

demitir? Halbuki eytann kendisi de, o batl vesveseye yönelmesinden dolay


knanmtr.
Cevap: eytan bu ifâdesiyle, “yaptklarnzdan dolay beni knamayn. Kendinizi
544 / 13. Cilt TEFSlR-1 KEBlR

knayn, zira sizler, sizin için Allah’n hidâyetini salayan eyden yüz çevirdiniz”
manasn kastetmitir.

Daha sonra Cenâb- Hak, eytann lij


^
U U “Ne ben sizi
kurtarabilirim, ne de siz beni kurtarabilirsiniz” dediini nakletmitir. Bu ifâdeyle ilgili
iki mesele vardr:

bn Abbas (r.a.) “Bunun manas,” Ne ben size yardm edip


BRNC MESELE kurtarabileceim; ne de siz bana yardm edip
kurtarabileceksiniz” eklindedir” demitir. bnu’l-Arâbî ise:
“Sârih, müstagîs (yardm isteyen); musrih ise “yardm eden” manasndadr ”
demitir.
«• ' %

Nitekim Arapça’da birisi bir yardm talep ettiinde OVi birisi bakalarna
yardm ettiinde ise denilir.

Hamza, yânn kesresiyle, musrihiyyi eklinde okumutur.


KNC MESELE Vahidî, bu okuyuun, A’me ve Yahyâ bn Vessab’n
Kraatle lgili Bir Mesele kraati olduunu söylerken, Ferrâ öyle demitir: “Belki de

bu okuyu kurrânn yanl zanlarndan kaynaklanan bir

okuyutur. Çünkü onlardan, vehimden uzak olabilen pek azdr. Belki de o, bu


ifâdedeki bâ harf-i cerrinin, bu kelimenin tamamn cerrettiini zannetmitir!.. Bu
yanltr, zira mutekellim yâs, kelimenin aslndan deildir. Cenâb- Hakk’n,
Jy ü (N»â. us) buyruunda geçen kelimeyi nuslih eklinde okumada
da ayn zanna dütüklerini görmekteyiz. Allah daha iyi bilir ya, onlar hâ harfinin
cezmedileceini zannetmilerdir. Oysa ki bu, yanltr. Çünkü, bu ifâdelerdeki hâ,
nasb mahallindedir. Halbuki, hâ harfinden önce gelen fiil, yâ harfinin dümesiyle
meczûm olmutur. Baz nahivciler, bu kraatin doruluunu ortaya koymak için zoraki
izaha kalkmlar ise de, onlarn ekserisi, bunun kraatta bir hata olduunu
söylemilerdir. Allah en iyisini bilendir.

eytann erik Koulmas



Daha sonra Cenâb- Hak, o eytann JJ j* Uj ojîsT Jîi Esasen beni
evvelce (Allah’a) ortak tutmanz da inkâr etmitim” dediini nakletmitir. Bu
ifâjeyle ilgili birkaç mesele vardr:

Uj ifâdesindeki mâ edat ile ilgili iki görü vardr:


BRNC MESELE 1) manas, “Esâsen beni,
Bu, ma-i masdariyyedir ve sözün
evvelce taatlarnzda Allah’a ortak komanz da inkâr
etmitim” eklindedir. Buna göre ayet u
manayadr: blis, tâbî olan bu insanlarn,
bu âlemin idaresinde kendisinin Allah’n erîki (orta) olduuna inanmalarn da kabul
etmemi, inkâr etmiti. Yahut u
manaya da olabilir: “Onlar, hayr amellerde Allah’a

13. Cüz, BRAHM SÛRKS 14/23 13 . Cilt / 343

itaat ettikleri gibi, er (kötü) âmellerde de iblis’e itaat ediyorlard. te, ortak komaktan
murad budur.”

2) Ferrâ’nn görüüne göre, ayetin manas öyledir: “blis, “Ben, küfrünüzden


önce, beni kendisine ortak komu olduunuz Allah’ inkâr ettim” demitir. Bu,
“blis’in küfrü, kendisine tâbî olanlarn küründen önce idi” demektir. Bun göre
buradaki mâ edat, men (kim) manasnadr. Kabûle ayan görü birincisidir. Çünkü
ayetin sra ve tertibi, birinci tefsire göre uyumlu-ahenkli olmaktadr. Yine, sözün ikinci

tefsire de uygun olduunu söylemek de mümkündür. Kelamn takdiri öyle olur: iblis

sankiöyle demitir: Sizin küfre girmenizde, benim vesvesemin bir tesiri yoktur.
Bunun delili, benim sizden önce kâfir olmam ve benim küfrümün baka bir vesvese
sebebiyleolmaydr. Aksi halde teselsül gerekir." Bununla, küfre düme sebebinin,
vesvese dnda baka birey olduu ortaya çkar. Bu manaya göre de, söz muntazam
ve ahenkli olur.

Ayetteki ji-jlj 4*' & ^ "


Zalimlerin hakk, elbet pek ackl bir azabtr

ifâdesinde açk olan husus, bunun Allah Teâlâ’nn sözü olduu, iblisin sözünün de
bundan önce tamamlanm olduudur. Bunun, o kâfirlerin yardm ve destek ümidlerini
iyice kesmek için, iblis’in söyledii bir söz olmas da uzak bir ihtimal deildir. Allah

en iyisini bilir.

Cennetliklerin Karlanmas

“man edip, sâlih ameller ileyenler, Rablerinin izniyle, içerisinde ebedî


kalmak üzere, altlarndan rmaklar akan cennetlere sokulacaktr. Onlarn
oradaki tahiyyeleri “selam”dr
(brahim, 23).

Bu ayetle ilgili iki mesele vardr:

Hak Teâlâ, akîlerin (cehennemliklerin) hallerini, pek


Bil ki

BRNC MESELE çok yönden iyice açklaynca, bunun peisra da sa’îd


(cennetlik) olanlarn hallerini açklamtr. Sen, daha önce
mükâfaatn, takdir ve sayg ile verilen, hâlis (katksz) ve devaml bir menfaat olduunu

546 / 13. Cilt TEFSÎR-f KEBÎR


örenmitin. te, man edip, sâlih ameller ileyenler... cennetlere sokulacaktr

buyruu ile, katksz menfaate; içerisinde ebedi kalmak üzere” ifadesi ile de, bu
menfaatin devaml olduuna’iaret edilmitir. Burada sayg iki yönden tahakkuk
etmitir:

1) Bu menfaat, ancak Allah’n izni ve emri ile olmutur.

2) Hak Teâlâ’nn "Onlarn oradaki tahiyyeleri "selam” dr” beyannn anlaitt


husus... Çünkü onlar orada birbirlerini bu kelime ile selamlarlarken, ayn ekilde,
“Melekler de her bir kapdan onlarn yanma sokulacaklar (ve öyle diyecekler):
“Sîzlere selam” {w d, 23-24) ayetinde anlatld gibi, melekler de onlar bu kelime ile
selamlayacaktr. “Rahman olan Rablerinden bir de selâm (var) dr” (Yâsm, 58 )

ayetinde de bildirildii gibi, Rahîm Allah da onlar bu kelimeyle selamlayacaktr.

Bil ki “selâm” kelimesi, selamette (esenlikte) olmak” manasna gelen “selâmet”


masdarndandr. Doruya yakn olan, buradaki ifadeden muradn, onlarn dünyann
belâ ve pimanlklarndan, yahut dünyann elem ve hastalklarndan ve onun çeit
çeit gam ve kederlerinden kurtulmu olmalardr. Alimlerimizin sözü ne kadar u
güzeldir: “Meydana gelmi ve bozulacak u
cesedler âleminin (dünyann)
mihnetlerinden kurtulmak, nimetlerin en büyüklerindendir. Hele hele bundan
kurtulduktan sonra, ruhânî güzellikler ve meleklere has mutluluklar elde edilince..”

Haan el-Basrî ayetteki “Onlar ben


üdhile fiilini

KNC MESELE girdireceim” manasnda udhilu eklinde okumutur. Bu


kraate göre, ayetteki “Rablerinin izniyle” ifadesi,

kendisinden sonraki ifadeye müteallik (bal)dr. Yani “Onlarn oradaki tahiyyeleri,


Rablerinin izniyle "selam”dr ” demektir. Bu, da “Melekler onlar Rablerinin izniyle
selamlarlar” manasnadr.

iyi ve Kötüler Hakknda Darb- Mesel


13. CUz, BRAHM SIJRLS M/24-26 13. Cilt / 547

"Görmedin mi Allah sana nasl bir mesel getirmitir: Güzel bir kelime, kökü
sâbit ve dallar gökte olan güzel bir aaç gibidir. Ki o. Rabbinin izniyle her
zaman yemiini verir durur. Allah insanlara meseller getirir. Olur ki onlar çok
iyi düünüp, ibret alrlar. Kötü bir kelimenin meseli (hali) de. topran

üstünden koparlvermi kötü bir aaç gibidir ki. onun hiçbir sebat yoktur"
(brahim, 24-26).

BilCenâb- Hak, bedbahtlarn halleri ile sa’îd (mutlu) kullarnn hallerini


ki

açklaynca, her iki toplulua âit hükmün durumunu beyan eden bir misal zikretmitir.
te bu da, getirilmi bu mesellerdir. Ayetle ilgili birkaç mesele vardr:

Bil ki Cenâb- Hak, dört sfatla nitelenmi olan bir aaç


BRNC MESELE zikretmi, sonra da güzel kelimeyi (sözü) bu aaca
benzetmitir.

Güzel Söz, Verimli Aaç Gibidir

Birinci Sfat, bu aacn “güzel” olmasdr. Bu birkaç manaya gelebilir:

1) Aacn görünüünün, biçiminin ve eklinin güzel olmas.

2) Kokusunun güzel olmas.

3) Meyvesinin güzel olmas, yani, ondan elde edilen meyvelerin son derece lezzetli

ve ho olmas.

4) Bu aacn, fayda bakmndan güzel olmas, yani, meyvelerinin yenilmesinden


nasl lezzet ve tat alnyorsa, ayn ekilde aacn kendisinden de çok faydalanlmas...
Ayetteki “ecere-i tayyibe” tabirini, bütün bu izahlara, birlikte hamletmek gerekir.

Çünkü bu hususlarn birlikte bulunmas, lezzetin mükemmel olmasn salar.

kinci Sfat, ayetteki ‘Kökü sabit" ifadesidir. Bu, “Kökü salamlam,


bakî, sökülmekten, kesilmekten, yklmaktan ve yok olmaktan emin” demektir. Bu
böyledir,çünkü bo olan bir ey, yklma ve sona erme durumunda olursa, onu elde
etmeden dolay bir mutluluk hâsl olsa bile, hep yokolupsona erecek diye korkulmas
dolays ile, meydana gelecek olan hüzün (endie) son derece büyük olur. Ama
hâlinden, onun bâkî, dâim, yklmaz ve sona ermez olduu bilinince, onu elde
etmekten duyulan sevinç son derece büyük, onu bulmaktan ötürü duyulan sürür son
derece mükemmel olur.

Üçüncü Sfat, ayetteki j> t^Jij “Dallar gökte olan” ifadesidir. Bu sfat,

o aacn durumunun, u iki yönden mükemmel olduunu gösterir:

1) Aacn dallarnn yükseklii ve boy atmadaki gücü, kökünün salamlna ve


toprak altndaki köklerinin sebâtna delalet eder.
548 / 13. Cilt
riiFSlK-l KI-UfK

2) Ne zaman aacn
boyu yüksek ve çok boylu olsa, yeryüzündeki pisliklerden
ve evlerin çöp ve atklarndan uzak olur. O zaman da onun meyveleri bütün
aibelerden temizlenmi, son derece güzel ve ho olur.

Dördüncü Sfat, ayetteki Ijfj jiU jt Jjji “O. Rabbinin izniyle her
zaman yemiini verir" ifâdesidir. Bundan murad udur: "Bahsedilen aaç, bu sfatla
muttasftr. Bu sfat da, onun meyveferihin dâima ve her zaman mevcut oimasi.
meyveleri bazan bulunan bazan Dulunmayan aer aaçlar gibi olmamasdr." ite
Allah Teâlâ’nn bu Kitab- Kerim'de bahsettii aacn izah budur. Kesin olarak bilinir
ki, böyle bir aac elde etme
arzusu son derece büyük olur. Akll olan bir kimsenin
onu elde etme ve ona sahip olma imkânn bulduunda, ondan gâfil olmas ve onu
elde etme hususunda geveklik göstermesi mümkün deildir.

Allah’ Tanmadaki Lezzet


Bunu iyice anladn zaman biz deriz ki: Marifetullah ve muhabbetullah'a, Allah’a
hizmete, O’na itaate dalmak, bu dört sfat bakmndan bu aaca benzemektedir:

Birinci Sfat, aacn güzel olmasdr bu tahakkuk etmitir. Hatta


ki biz deriz ki,
hakikatte güzel ve leziz olan, marifetullah (Allah’ bilmek)tir. Çünkü, belli bir meyveyi
elde etmekle (yemekle) meydana gelen lezzet, meydana Çünkü bu meyveyi
gelmitir.
yemek, bedenin yapsna uygun bireydir. te bu uygunluk ve uyumun söz konusu
olmasndan dolay, bu büyük lezzet meydana gelmitir. Beri tarafta ise, nefs-i nâtka
ve kutsî ruh cevherine uygun düen ey,
ancak marifetullah, muhabbetuJlah ve
bunlardan huzur ve itminân duymaya dalmadr. Böylece bu marifetin (bilginin)
gerçekten leziz olmas gerekmitir. Hatta deriz ki, meyveyi yemekten dolay alnan
lezzetin, nefs cehverinin (rûhun), marifetullah ile aydnlanmasndan elde edilen
lezzetten çok deersiz olmas gerekir. Bu fark ise, birkaç yönden izah edilebilir:

Birinci zah: Maddi olarak hissedilen ve idrâk edilen eyler ancak, hissedenin,
hissolunan eyin yüzeyi ile temas etmesi neticesinde idrâk edilirler. Ama
"Hissedilenin cevheri hissedenin cevherine nüfuz etmitir” denilmesine gelince,
durum böyle deildir. Çünkü cisimlerin birbirlerine hulûl etmeleri imkanszdr. Beri
tarafa gelince, marifetullah, marifetullahn nuru ve bununla aydnlanma, nefis
cevherine (rûha) sirayet eder ve onunla birleir. Sanki nefis, bu aydnlanma hâsl
olduu zaman, bu aydnlanmann olmasndan önceki nefisden baka bir nefis haline
gelir. te bu iki durum arasnda bulunan pek büyük bir farktr.

.rfinci zah: Yenen meyveden duyulan lezzette olan ey, bir tadma kuvvetidir.
Hissolunan, idrâk edilen ey ise, belli bir taddr. Beri tarafta ise, idrâk eden, hisseden
ey, kutsî nefis cevheridir. Bu nefis (ruh) ile bilinen ve hissedilen ey de, Allah
Teâlâ’nn zât, onun celâl ve ikram sfatlardr. Binâenaleyh bu iki lezzetten, birisinin
dierine nisbetle durumu, idrâk edilen bu iki eyden birisinin dierine nisbetle durumu
gibidir.
I V ( il/. BRAHM SÛR'S M/24-26 l.V OH / 549

Üçüncü zah: Güzel bir meyveyi yemeden doan lezzetler, meydana gelir gelmez,
hemen yok olurlar. Çünkü lezzet öyle bireydir ki, çabucak kaybolur ve süratle deiir.
Cenâb- Hakk'n, kemâl ve celâline gelince, bunlarn deimesi ve deiiklie
uramas imkanszdr. Nefis cevherinin bu mutluluu kabul etme kabiliyetinin
deimesi de imkanszdr. Binâenaleyh bu açdan da, iki durum arasnda büyük bir
fark oiduu.ortaya çkmtr. Bil ki bu iki ey arasndaki fark, nerede ise sonsuz
bakmlardan olabilecek kadar çoktur. Fakat akl- selim sahibi olan bir kimse,
dierlerine dikkatini çekmek üzere zikredilen bu üç izah ile yetinebilir.

kinci Sfat, aacn kökünün sâbit olmasyd. te


bu sfat, marifetullah aacnda
daha kuvvetli, daha mükemmel olarak mevcuddur. Bu böyledir. Çünkü bu marifetullah
aac kutsî nefis cevheri içinde kök salmtr. Bu cevher, var olma ve bozulma (kevn-u
deimekten ve yok olmaktan berî bir cevherdir.
fesâd)dan uzak, Yine bu kök
salmann, yardm ve meded-ü inayeti, Cenâb- Hakk’n celâlinin tecellisinden

gelmektedir. Bu tecelli ise, Allah Teâlâ’nn, zâtnda nûrun nûru ve zuhûr ile tecellinin

mebdei olmasnn zarurî neticelerindendir. Bu ise, kaybolmas ve yok olmas aklen


imkansz olan eylerdendir. Çünkü Allah Teâlâ, zâtndan dolay vâcibu'l-vücûddur,
ayn zamanda bütün sfatlarnda da yine vâcibu’l-vücûddur. Binâenaleyh deime,
yok olma, zeval, cimrilik ve vermeme gibi sfatlar O’nun hakknda düünülemez.
Böylece kökü sâbit olarak vasfedilen aacn, ancak (marifetullah) aac olduu
kesinlik kazanr.

Marifetullahn Meyveleri

Bil ki Marifetullah aacnn da, lahî âlemin göklerinde yükselen dallar ve cismâni
alemin göklerinde yükselen dallar vardr.

Birincisi, pek çok ksm olup. Hz. Peygamber (s.a.s.)'in Allah'n emrine ta'zim
göstermek" ifâdesi, bütün bu ksmlar içine alr. Marifetullahn ruhlar âlemindeki,

cisimler âlemindeki delillerini, felekler ve yldzlar âleminin hallerini ve süfli âlemin


(dünyann) hallerini iyice tefekkür etmek ile, muhabbetullah, evkullah, zikrullah’a
devam, bütünüyle Allah’a itimad (tevekkül) ve Allah’n dndaki hereyden kesilmek,
bu ksmlara dâhildir. Bu ksmlar iyiden iyiye aratrp zikretmek, anda istenilen u
birey deildir. Çünkü bunlar, sonsuz denecek kadar çok olan muhtelif hallerdir.

kinicisine gelince, bunlar da pekçok ksmdr. Hz. Peygamber’in *U l

^ Ji> ü&Jt

"Allah'n mahlûklarna efkat duymak” ifâdesi, bütün bunlar kendisinde


toplamaktadr. Rahmet, re’fet müsamaha, günahlardan geri durma, insanlara iyilik
,

yapmaya ve onlardan kötülüü uzaklatrmaya gayret etme ve kötülüe iyilikle


mukabele etmek, bunlara dehildir. Bu ksmlar da sonsuzdur. Bunlar, Marifetullah
aacnn, sâbit olan dallardr. Çünkü insan, Marifetullah’a ne kadar çok dalarsa,
ondaki bu haller de, o nisbette daha mükemmel, daha güçlü ve daha üstün olur.

Dördüncü Sfat, bu aacn, Rabbinin izniyle her zaman yemiini verip durmasdr.
350 / 13. t 'Il
TEFSÎR-I ki hîr

Binâenaleyh bu Marifetullah aac, bu sfata, maddi aaçlardan daha layk ve


müstehaktr. Çünkü Marifetullah aac, bu halleri iktizâ ettirmektedir ve bunlarn
meydana gelmesinde de müessirdir. Sebep, müsebbepten (sonuçtan) ayrlmaz.
Dolaysyla, Marifetullah aacnn kalb topranda kök salmasnn tesiri, kalbin,
nazarnn ibretle bakar hale gelmesidir. Nitekim Cenâb- Hak da, “te ey akl ve
basiret sahipleri, siz ibret aln" (Har buyurmutur. Yine bunun
2) tesiri, Allah
Teâlâ nn, (O kullarm ki) onlar söze kulak verirler de onun en güzeline uyarlar'
(Zümer, i8) eklinde de beyan ettii gibi, onun iitmesinin hikmetle olmas; “adaleti
ayakta tutanlar ve Allah için ahitlik edenler olun. Velev kendinizin (...)
titizlikle

aleyhinde olsun” nu, 135) buyruunda da belirtildii gibi, konumasnn doruluk ve


(\

sdk olmasdr. Nitekim, Hz. Peygamberde (Liî' J* jjj “Aleyhinize de


olsa, doruyu söyleyin ”( 54
> buyurmutur. Marifetullah aacnn, insann kalb
topranda kök salmas ne kadar kuvvetli ve mükemmel olursa, bu tesirlerin ondaki
zuhuru da, o nisbette fazla olur. Çou zaman, insan bu meseleye dalar da gördüü
her eyde Hak Teâlâ’y görecek bir hale gelir ve çou zaman, bundaki terakkisi artar
da, gördüü herhangi bireyde, ondan önce Allah’ görür bir hale gelir, ite Allah
Teâlâ’nn “Rabbinin izniyle her zaman yemiini verip durur" buyruu ile kastedilen
budur. Yine zikrettiimiz bu eyler, nefsanî ilhamlara ve rûh cevherlerinde bulunan
rûhanî melekelere bir iarettir. Sonra nefisten her an, her lahza ve her saniye, bu aacn
meyveleri gibi güzel söz, salih amel, huzû, huû, alama ve tevâzû yükselir.

Ayetteki Oil? Rabbinin izniyle" kaydnda dikkate ayan bir incelik var.
Çünkü bu yüce ve yüksek derecelerin meydana gelmesi esnasnda bazan,
hallerin
insan bunlar, bunlar olduu için, bunlardan dolay sevinir; bazan da yükselir
ama,
bunlar bunlar olduu için, bunlardan dolay sevinmez, ancak bunlar Allah’dan olduu
için sevinir. te o zaman sevinci aslnda, bu hallerden dolay deil de, mevlâsndan
dolay (mevlas için) olmu olur. Bundan ötürü muhakkiklerden birisi öyle demitir:
“Kim irfan, irfan olduu için seçerse (alrsa), fânî olan kabul etmi olur. Kim de irfan,
irfân olduu deil, onunla bilinenden dolay tercih eder (alrsa), vuslat (Allah’a
için

kavuma), denizine dalm olur.’’ Yaptmz


bu izah ve tafsilatlandrdmz bu
açklama ile,, Allah Teâlâ’nn bu kitabnda zikretmi olduu u ‘misâl, kudsiyyet
alemine, Allah’n Celâlinin huzuruna ve O’nun kibriyasnn saraylarna ulatran
bir
misaldir. Binâenaleyh biz, Allah Teâlâ’dan daha çok rahmet ve hidayet talep
ediyoruz.
O, semîdir, icabet edendir.

Alimlerden birisi, bu meseli izah için, saknca olmayan öyle bir


zikredilmesinde
söz söylemitir: Allah Teâlâ, iman aaca benzetti. Çünkü aaç, ancak üç ey olursa
aaç diye isimlendirilmeyi hak eder: Derin kök, ayakta duran bir gövde ve yüksek

54) Kenzu'l-Ummai, 16/44158.


I V Cüz. BRAHM SURUM i4/**-*o

dallar, iman da ancak üç eyle tamam olur: Kalbdekl marifetullah,


böyledir; dildeki
ikrar ve bedenlerle amel etme... Allah en iyisini bilendir.

Keâf öyle demitir: “Kellmeten tayyibeten


sahibi
KNC MESELE kelimesinin mansub olmasyla iligili iki izah bulunmaktadr:
Kelime- Tayyibenin zah 1)
Bu, mahzûf bir fiilin mef’ûlü olarak mansub olup, bunun
takdiri, "Ho bir kelimeyi, ho olan bir aaç gibi yapmtr"
eklindedir. Bu ayetteki "Allah bir mesel getirmitir” ifadesinin bir tefsiridir.

2) Mesel ve kelime kelimelerinin darebe fiilinin mef’ûlü olarak mansub olmalar


caizdir. Yani, "Allah Teâlâ, ho kelimeyi bir mesel yapmtr” demektir. ‘Ço
ifâdesi, mahzuf bir mübtedânn haberi olup, bunun takdiri de *3» \ ^ "O güzel
bir aaç gibidir” eklindedir.”

Bu husustaki üçüncü bir görüe göre ise Hallu’l-Ukad adl eserin sahibi öyle
demitir: "En uygun olan, ‘‘kelime” lafzn, atf- beyân kabul etmektir.
kelimesindeki kâf da, ‘‘güzel bir aaç gibi” manasnda olmak üzere
nasb mahallindedir.

bn Abbas (r.a.): "Kelime-i tayyibe, "Lâ ilâhe illâllâh”


ÜÇÜNCÜ MESELE sözüdür” demitir. ecere-i tayyibe, ekseri müfessirlerin
görüüne göreyse, hurma aacdr. Keâf sahibi: "Bu,
hurma, incir, üzüm ve nâr ho olan her meyveli aaçtr. Cenâb-
aaçlar gibi, meyvesi
Hak buradaki aaç meyvesi güzel olan aac kastetmitir, ama sözden anlâld
ile,

için, bunun hangi aaç olduunu belirtmemitir” demitir. Asluhâ demek, "Bunun

kökü, yani bu güzel aacn kökü sabittir; ve dallar, yani üst ksmlar, semâdadr.
Semâdan murad ise göktür, havadr. Çünkü senden yukarda olan her ey, semâdr.
Bu aaç, yemiini, yani meyvesini ve yenilecek eylerini her an verir” demektir.

Müfessirler, bu zaman hususunda ihtilaf etmilerdir. bn Abbas: "Bu, senenin alt


aydr. Çünkü aacn
meyveye durmasyla, meyvenin devirilmesi arasnda alt ay
bulunur” demitir. Bir adam bn Abbas’a gelip: "Kardeimle, bir zamana, bir "hîn”e
kadar konumamaya and içtim" der. Bunun üzerine o da "Hîn, alt aydr" der ve
bu ayeti okur. Mücâhid ve bn Zeyd: "Bu, bir senedir; çünkü aaç seneden seneye
meyve verir” demilerdir. Saîd bnu’l-Müseyyeb: "Bu, iki aydr; çünkü, hurmann
meyve verme müddeti, iki aydr” demitir. Zeccâc: "Bizim dil alimlerinden
gördüklerimizin hepsi, “hîn” kelimesini, "vakit” kelimesi gibi, ister uzun ister ksa
olsun her zaman hakknda kullanlan bir isim olduu görüünü benimsemilerdir.
Buna göre, "Her zaman yemiini verir durur” ifadesinden maksat, "gece ve gündüz;
yaz k; her saat ve her vakit ondan istifâde edilir” manasdr” demitir. Müfessirler
"Bunun sebebi udur: Çünkü hurma aac, eer meyvesi toplanmaz da üzerinde
braklrsa, insanlar bütün sene boyunca ondan istifade edebilirler” demilerdir. Ben
de diyorum ki: Bu alimler, her ne kadar ayetin kelimelerinin manalarn ortaya
552 / 13. Cill TEFSR- KEBÎR
1

koymada isabet etmi iseler de, esas maksad anlayamamlardr. Çünkü Allah Teâlâ
bu aac, bahsedilen o sfatlarla nitelemitir Dolaysyla bunun hurma aac veya
bir baka aaç olduunu bilmeye ihtiyacmz pek yoktur (!) Biz, bahsedilen dört sfatla

mevsûf olan bu aacn, bu aaç dünyada ister bulunsun ister bulunmasn, her akllnn
onu elde etmeye gayret etmesi gereken kymetli bir aaç olduunu zarurî olarak
anlamaktayz. Çünkü bu sfatlar, elde edilmesi arzulanan eylerdir. Müfessirlerin

“hîn” kelimesi hakkindaki ihtilaflar da bu kabîl bir ihtilâftr. leri en iyi bilen, Allah'dr.

Mesel Getirmenin Gayesi

Allah Teâlâ daha sonra jjJS'ûa jisfti Ül “Allah insanlara


meseller getirir. Olur ki onlar, çok iyi düünüp ibret alrlar "
buyurmutur. Bu “Darb-
meselde, daha çok anlatma, daha çok hatrlatma ve ibret verme ve manalar daha
iyi ortaya koyma bulunmaktadr” demektir. Bu böyledir zira srf aklî konular, his,
hayâl ve vehm anlayamaz. Binâenaleyh, bu konulara mahsûsât aleminden benzer
olan eyler zikredildiinde, his, hayâl ve vehm, bu çekimeyi terkeder, makûl ile

mahsûs olan birbirine mutabk olur, böylece de tam bir anlay meydana gelir; bu
ekilde de matluba ulalm olur.

Kötü Söz Kötü Bitkiye Benzer

Jü j “Kötü
i
Allah Teâlâ # $JU j»
bir

kelimenin meseli (hali) de, topran üstünden kopanlvermi kötü bir aaç gibidir
ki, onun hiçbir sebat yoktur” buyurmutur.

Bil ki, “Kötü aaç” Allah’ bilmemektir. Çünkü o afetlerin ilki, korkularn ba,
bedbahtlklarn da en bata gelenidir. Allah Teâlâ, bunu, u üç sfatla muttasf olan
bir aaca benzetmitir:

Birinci Sfat, onun kötü aaç olmasdr. Baz âlimler, bunun sarmsak aac
bir

olduunu, çünkü Hz. Peygamberin, sarmsa ecere-i habîse” (kötü aaç) diye
nitelediini söylemilerdir: Yine bunun, prasa olduu; Hanzala (Ebu Cehil karpuzu)
olduu, çünkü onda çok zararlar bulunduu; ayn ekilde bunun diken aac olduu
da söylenmitir.

Bil ki bu tafsilata ihtiyaç yoktur. Çünkü aaç bazan, kokusu sebebiyle, bazan
tad sebebiyle, bazen ekli ve görünüü sebebiyle, bazan da birçok zararlara sebeb
olduu için kötü’ olabilir. Bütün bu özellikleri kendisinde toplayan bir aaç her ne
kadar mevcut deil ise de, bu özellikleri bilindiine göre, ona tebihte bulunmak,
gayeye ulamak için yararldr.

kinci Sfat: Ayetteki *3 i* & “ topran üstünden kopanlvermi’”


tabiridir. Bu sfat, ”ecere-i tayyibe”nin, “kökü sabit” eklindeki sfatna mukabil
zikredilmitir, disf kelimesi, kökünden koparld” anlamndadr. Bunun masdar olan
IV ( U/, HRAMIM SÜRIS 14/24-26 M. ( ih
/J53

“ictisâs" kelimesinin esas manas, cüsseyi tamamen çekip almaktr. j*


ifâdesi de, “Onun, ne gövdesi ne de kökleri var” demektir. Allah'a irk
komak da böyledir. Onun da, ne bir delili, ne bir sebât, ne de bir kuvveti vardr.
*

Üçüncü Sfat:“Onun hiçbir sebat yoktur " ifâdesidir. Bu sfat, birincinin tamamlaycs
* /

gibidir ve “Onun bir istikrar yok" demektir. Arapça’da btf - cJ (Sebât ettir-
î
sebât etmek) denilmesi gibi, 'j ' } '} denilir. Bir hüccet ile desteklenmemi
söz, ite burada buna benzetilmitir. O da sabit, dayankl deildir; binâenaleyh, yklp
gider.

Bil ki kötü söz hakknda yaplan bu benzetme, son derece mükemmeldir. Çünkü
Allah Teâlâ, bu aac, çok zararl ve bütün faydalardan hâlî olarak nitelemitir. Zararl
oluuna, habise tabiriyle iaret etmitir; her türlü faydadan uzak olmasna da,
“topran üstünden koparlvermi. Onun hiçbir sebât yoktur” ifâdesiyle iâret
etmitir. Allah, en iyisini bilendir.

ir ir
7

ÇNDEKLER
HÛD 29-31. AYELERN TEFSR 5
Kâfirleri Memnun Etmek çin Fakir Mû'mlnler Uzaklatrlmaz 5
MÛ'minleri Kovmay Engelleyen Sebepler 6

HÛD 32-34. AYETLERN TEFSR 9


Hakk Yüceltmek çin Mücadele, Peygamberlerin Yoludur 9

HÛD 35-30. AYETLERN TEFSR 13


Hz. Nuh'un Teskin Edilmesi - 13

HÛD 37. AYETN TEFSR - 15


Hz. Nuh’a Gemi Yapma Emri Veriliyor 15

HÛD 38-39. AYETLERN TEFSR - 17


Hz. Nuh Gemi Yapyor 1

HÛD 40. AYETN TEFSR - 20


Geminin Tamamlanmas ve Bindirme leminin Yaplmas 20
Geminin htiva Ettii eyler 1 22
Hz. Nuh (a.s.)’un Ailesi — - 23
HÛD 41. AYETN TEFSR 25
Gemi Hareket Ediyor 26

HÛD 42-43. AYETLERN TEFSR 28


Hz. Nuh Dalgalar Arasnda Oluna Sesleniyor 28
HÛD 44. AYETN TEFSR 33
Tûfan Hadisesi .:. 33
HÛD 45-47. AYETLERN TEFSR 36
Mühim Olan, Soy Yaknl Deil Din Yaknldr 36
HÛD 48. AYETN TEFSR 41
Tûfan Sonras 41
Hz. Nuh’un kinci "Âdem" Olmas 42
HÛD 49. AYETN TEFSR 44
GaybT Haberlerin Nübüvvete Delâleti 44
HÛD 50-51. AYETLERN TEFSR ..... 45
Hz.Hûd’un Tebliinin Esaslar .... — 46
HÛD AYETN TEFSR
52.
Hûd (a.s.)’un Tebliinin Mükâfaat
Tevbe ve stifarn Faydas —
— — —
47
47
48
HÛD 53-56. AYETLERN TEFSR 49
Kavminin Hz. Hûd'u Reddetmesi 49
HÛD 57. AYETN TEFSR 52
Haktan Sapmann Zarar - 52
HÛD 58-80. AYETLERN TEFSR 53
Ad Kavminin imha Edilmesi 53
Hz. Hûd (a.s.) ile Mü’minlerin Kurtarlmas .._ _. _. 53
HÛD 61-82. AYETLERN TEFSR 56
Hz. Salih’in Semud Kavmini Dine Daveti 56
HÛD 63. AYETN TEFSR 59
Hz. Salih, Kavmini kna Etmek stiyor 1 59
HÛD 84-85. AYETLERN TEFSR 60
Mucize Olarak Verilen Deveyi Kesmeleri _ :. „ 60
HÛD 88-88. AYETLERN TEFSR 62
HÛD 68-71. AYETLERN TEFSR 65
Hz. brahim’e Meleklerin Misafir Olarak Gelmeleri 86
?.% /I V C ili
TEFSR -I KEHlR
HÛD 72-73. AYETLERN TEFSR 72
Olan Çocuu le Müjdelenen Hz. brahim’in Hanmnn Hayreti 72
HÛD 74-7S. AYETLERN TEFSR 75
Hz. Lût Kssas .......
75
HÛD 76-77. AYETLERN TEFSR 77
Azap Hükmü Kaçnlmaz 77
HÛD 78-80. AYETLERN TEFSR 79
Ahali Misafirlere Hücum Etmek stiyor 79
HÛD 81 AYETN. TEFSR 85
Hz. Lût’a Meleklerin Müjde Vermesi
85
HÛD 82-83. AYETLERN TEFSR 88
HÛD 84-86. AYETLERN TEFSR 92
Medyen Kavmi’nin Kssas 92
HÛD 87. AYETN TEFSR 97
HÛD 88-90. AYETLERN TEFSR
99
Hz. uayb’n Onlara Cevab ...... i, 99
HÛD 91. AYETN TEFSR 104
Kavmi uayb’i Anlamak stemiyor 104
Kör insan Peygamber Olabilir mi? 1 106
HÛD 92-93. AYETLERN TEFSR 108
HÛD 94-95. AYETLERN TEFSR 109
HÛD 96-99. AYETLERN TEFSR 111
Yedinci ve Son Kssa: Hz. Musa ve Firavun : m
HÛD 100-101. AYETLERN TEFSR ....... 115
Kssalarn Faydalar 1 15

HÛD 102-104. AYETLERN TEFSR . 117


Çarpnca iddetle Çarpar
Allah Zalimleri 117
Bütün nsanlarn Maherde Toplanmas 119
HÛD 105-108. AYETLERN TEFSR ....
'

120
Kyamet Günü Suçlular Konuacak m? 121
A’raf Ehli Hakknda ; 122
HÛD 109. AYETN TEFSR 131
Putlarn Mahiyeti Hakknda 131
HÛD 110-111. AYETLERN TEFSR 132
HÛD 112-113. AYETLERN TEFSR 135
HÛD 114-115. AYETLERN TEFSR ; 138
HÛD 116. AYETN TEFSR 141
Beldelere Toptan Felaket Gelmesinin Sebebi 141
HÛD 117-119. AYETLERN TEFSR 143
Allah irk Yüzünden Bir Beldeyi imha Etmez 143
Allah (man Yaratmadkça Kii, inanamaz 145
Allah insanlar Rahmet Etmek çin Yaratt 146
HÛD 120. AYETN TEFSR 147
Kssalarn Hikmeti 147
HÛD 121-123. AYETLERN TEFSR 149
Surenin Hülasas Durumundaki Sonucu 149

YÛSUF SÛRES
YÛSUF 1-2. AYETLERN TEFSR
Kur’an’n Mübin Sfat, Kur’an’n Arapça Sfat
K NIH KI t K I.V Cilt / 5S7

YÛSUF 3. AYETN TEFSR 157


YÛSUF 4. AYETN TEFSR 158
YÛSUF 5-6. AYETLERN TEFSR ... .... 162
YÛSUF 7-8. AYETLERN TEFSR 167
YÛSUF 9-10. AYETLERN TEFSR 171
Kardelerinin Yusuf çin Kurduklar Tuzak 171

YÛSUF 11-12. AYETLERN TEFSR 174


YÛSUF 13-14, AYETLERN TEFSR 175
Hz. laKuo’u Yusuf'u Gönuer iner, istememesi 175
YÛSUF 15. AYETN TEFSR 1 177
Yusuf’u Götürmeleri Ve Kuyuya Atmalar 177
YÛSUF 16-18. AYETLERN TEFSR ... 180
Kardelerinin Eve Dönmeleri _ 180
YÛSUF 19-20. AYETLERN TEFSR 188
Yolcu Kafilesinin Yusuf’u Kuyuda Bulmalar 188
YÛSUF 21. AYETN TEFSR „ „• 193
Yusuf Devrindeki Msr Hükümdar 193
YÛSUF 22. AYETN TEFSR ... 196
YÛSUF 23. AYETN TEFSR ;... ; 198
YÛSUF 24. AYETN TEFSR 202
YÛSUF 25-29. AYETLERN TEFSR ! 212
Kadnn Yusuf’u Kovalayp Gömleini Yrtmas 212
Beikte Konuan Be Kii 215
YÛSUF 30-31. AYETLERN TEFSR ....: 217
Vezirin Karsnn KAdnlara Ziyafet Vermesi 219
YÛSUF 32. AYETN TEFSR 224
YÛSUF 33-34. AYETLERN TEFSR 225
Günahtan Koruyan Allah'tr 227
YÛSUF 35-36. AYETLERN TEFSR 228
Yusuf’un Zindana Atlmas 228
YÛSUF 37-38. AYETLERN TEFSR 232
YÛSUF 39-40. AYETLERN TEFSR 237
irkin Mahiyeti Hakknda önemli Bir Mütalâa 240
YÛSUF 41. AYETN TEFSR 24J.

YÛSUF 42. AYETN TEFSR 243


YÛSUF 43-44. AYETLERN TEFSR , 247
Firavun’un Rüyas — 247
YÛSUF 45-46. AYETLERN TEFSR 250
Hapishane Arkadalarnn Gelip Rüyay Tabir Ettirmesi 250
YÛSUF AYETLERN TEFSR
47-49. 252
YÛSUF 50-52. AYETLERN TEFSR 254
Hükümdarn, in Gerçek Yüzünü Açklamas 254
YÛSUF 53. AYETN TEFSR 261
Kii Nefsini Temize Çkarmamaldr 261
YÛSUF 54-55. AYETLERN TEFSR 264
Yusuf’un, Hükümdarn Müstear Olmas 264
YÛSUF 56-57. AYETLERN TEFSR 270
YÛSUF 58-61. AYETLERN TEF8R 278
Kardelerinin Msr'a Gelmeleri — 276
V<N M. ( ili TEFSlR-l KEBÎR

YÛSUF 62-64. AYETLERN TEFSR 279


YÛSUF 65. AYETN TEFSR •
282
Yusuf’un Kardelerinin Sermayelerinin Geri Verilmesi 282
YÛSUF 66. AYETN TEFSR 284
Hz Yakub’un, Bünyamin'i Göndermek çin Garanti stemesi 284
YÛSUF 67. AYETN TEFSR 286
Nazar Demesi Hakknda 286
Kau-.- ve Tedo.r Meselesi 289
YUSUF 68. AYETN TEFSR 191
Tedbir Alian'm Takdirini Deitirmez 291
YÛSUF 69-72. AYETLERN TEFSR i 1 293
Kardelerinin Bünyamin’i Getirmeleri 293
YÛSUF 73-75. AYETLERN TEFSR , _ _ , 297
YÛSUF 76. AYETN TEFSR 299
Marabann Bünyamin’in Yükünden Çkmas 299
YÛSUF 77. AYETN TEFSR J 302
Kardelerinin Bünyamin’e "Hrsz" diye Hücumlar 302
YÛSUF 78-79. AYETLERN TEFSR 306
Kardelerinin "Bünyamin Yerine Birimizi Al" Teklifleri 306
YÛSUF 80. AYETN TEFSR 307
Red Karsnda, Çekilip Aralarnda Konumalar 307
YÛSUF 81-82. AYETLERN TEFSR _ 311
Oullarnn Hz. Yakub (a.s.)’un Yanna Dönmeleri 311
YÛSUF 83. AYETN TEFSR 314
Yakub (a.s.)’un Onlara nanmayp, Yusuf ile Bünyamin’i Bulacan Ummas 314
YÛSUF 84-87. AYETLERN TEFSR 316
YÛSUF 88-90. AYETLERN TEFSR 328
Kardelerinin Tekrar Msr’a Gelip Hz. Yusuf'tan Merhamet Dilemeleri 328
YÛSUF 91-93. AYETLERN TEFSR 334
Yusuf’un Üstünlüünü krar Etmeleri - 334
Peygamberler Aras Üstünlük Meselesi 335
YÛSUF 94-98. AYETLERN TEFSR 338
Hz. Yakub Yusuf'un Kokusunu Alyor 338
Yanndakilerin Onunla Alay Etmeleri ...
.'
340
YÛSUF 99-100. AYETLERN TEFSR 342
Hz. Yakub Hanedannn Yusuf Tarafndan Karlanmas 342
YÛSUF 101. AYETN TEFSR 1 1 351
Hz. Yusuf’un Babasna Haber Vermemesinin Sebebi 351
ölümü Temenni Etmenin Caiz Olup Olmad 355
YÛSUF 102. AYETN TEFSR 359
Peygamber Bunlar Vahiyle Bildirir
'

359
YÛSUF 103-107. AYETLERN TEFSR _ 3Ö0
YÛSUF 108. AYETN TEFSR 363
Allah'n Yolu Delile Dayanr -
363
YÛSUF 109. AYETN TEFSR 364
YÛSUF 110- AYETN TEFSR 365
Allah’n Yardm Nihayette Gelir ___ _... 365
YÛSUF 111. AYETN TEFSR 1 368

RA’D SÛRES
ÇNDEKLER 13. ( ili /

RA’D 1. AYETN TEFSR


Hurûf-u Mukatta'a ve Kyas Hakkndaki Hüküm
— — 37S
375

378
RA’D 2. AYETN TEFSR - -

382
RA’D 3. AYETN TEFSR -

Klnmas, Yerin Küre eklinde Olmas 382


Yeryüzünün Hayata Elverili

RA’D 4. AYETN TEFSR — Farkllk


~~ 387
388
Ayn artlarda Yetien Bitkilerdeki

RA’D 5. AYETN TEFSR^ — - - 390


3uu
Arireii inKâr Eaen«re u.ir
RA’D 6. AYETN TEFSR .. . - : - 393
Kâfirlerin Hemen Azab istemeleri ._ —- - 393

AYETN TEFSR - 396


RA’D 7.
Münkirlerin Baka Mucize stemeleri * — - 396

AYETLERN TEFSR - - - - 399


RA’D 8-10.
401
Her ey Ölçü iledir ... ...

404
RA’D 11. AYETN TEFSR
404
nsandan Ayrlmayan Melekler -

RA’D AYETLERN TEFSR


12-13. — 412
412
imein Varlnn Hikmeti 414
Bulutun Olumas
415
Gök Gürlemesi *
417
Yldrm Hakknda ----- -

RA’D 14. AYETN TEFSR — - - 419

AYETN TEFSR - - 421


RA’D 15. -

Göklerde ve Yerde Bulunanlarn Allah'a Boyun Emesi 421

RA’D 16. AYETN TEFSR — ... 423


— 423
Sahte Tanrlarn Aczi
RA’D 17-19. AYETLERN TEFSR
nkâr Köpük Gibi Zeval Bulur - -
— ... 427
427
Hakka Uymann Mükâfaat - 431

RA’D 20-24. AYETLERN TEFSR - .... 434


övülenlerin Sfatlar - 435
Salih Kiilerin Akrabasna efaati - — - 4*2

AYETN TEFSR 444


RA’D 25.
Allah’n Ahdi Ne Demektir? — ....

... 444

RA’D 26. AYETN TEFSR - - 446


Dünyadaki Nasib imana Göre Deildir

446

RA’D 27-28. AYETLERN TEFSR 447


Keyfi. Mucize steine Cevap - - 447
Kalbler Allah' Anmakla Rahatlar .. 440

RA’D 29. AYETN TEFSR — 450


RA’D 30. AYETN TEFSR .... 451
Risaletin insanlk Tarihinde Köklülüü 451

RA’D AYETN TEFSR


31. __ 469
RA’D 32-34. AYETLERN TEFSR
Münkirlere Verilen Mühlet
— — -
456
456

RA’D 35. AYETN TEFSR 451


Muttakilerin Akibeti - .... 461

RA’D 36. AYETN TEFSR 459

RA’D 37. AYETN TEFSR 465


Kur’an'n Mahlûk Olma ddiasna Red 466
Vu n. Clh TEFSÎR-I KEBlf

RA'O 38-39. AYETLERN TEFSR 467


Nübüvvet Hakknda üpheleri Red 467
RA'O AYETN TEFSR
40. 473
RA’D 41-42. AYETLERN TEFSR 474
RA'D 43. AYETN TEFSR 477

.

Risaletln isbat 477

BRAHM SÛRES
BRAHM 1. AYETN TEFSR ... 483
Mekk ve Medenî Olmann Önemi 483
BRAHM 2-3. AYETLERN TEFSR 483
AllahMekândan Münezzehtir .... 490
Dünyay Ahlrete Tercih Fitnesi r_ 491
Dünya Hayatnn Özellikleri 491
BRAHM 4. AYETN TEFSR 493
Her Ümmete Peygamber Gönderilmesi 493
Hidayet ve Dalaleti Allah Yaratr 495
BRAHM 5-8. AYETLERN TEFSR 498
Hz. Musa'nn Mucizeleri 499
BRAHM 7. AYETN TEFSR 502
ükür Nimeti Artrr 503
BRAHM 8-9. AYETLERN TEFSR 504
BRAHM 10. AYETN TEFSR 510
nsann Ftrat Yaratcy Tanr 511
BRAHM 11-12. AYETLERN TEFSR 1, 516
Resullerin Cevab 516
Nebi le Veli’nin Mukayesesi _. _ 519
BRAHM 13-17. AYETLERN TEFSR 521
nkarclarn Resulleri Tehdidi; Peygamberlerin Bi’setten önceki Dinleri 521
Kâfirlerin Tutumu Karsnda ilahi Tasarruf ... 522
Resullerin Zafer stemeleri 524
inadç Zorbalarn Akibeti 525
Cehennemde irin çirilmesinin zah 527
BRAHM 18-20. AYETLERN TEFSR 530
BRAHM 21. AYETN TEFSR 533
Sapanlarla Saptranlarn Ahirette
Allah’a Hiçbir ey Gizli Kalmaz
Münakaalar — 533
534
BRAHM 22. AYETN TEFSR 537
eytann Ahiretteki Hitabesi 537
eytann nsan Üzerinde Hakimiyeti Yoktur 539
Asl eytan Nefistir .-. 540
eytan Nasl Vesvese Verir? 541
eytann erik Koulmas 544
BRAHM 23. AYETN TEFSR .. 545
Cennetliklerin Karlanmas 545
BRAHM 24-26. AYETLERN TEFSR 546
yi ve Kötüler Hakknda Darb- Mesel 546
Güzel Söz, Verimli Aaç
Gibidir ..... 547
Allah' Tanmadaki Lezzet 548
Marifetullah’n Meyveleri 549
Kötü Söz Kötü Bitkiye Benzer 1 552
ÇNDEKLER 555

You might also like