Professional Documents
Culture Documents
Îmana Medar
Âli Bir Tefekkürnâme
Tevhide Dâir
Yüksek Bir Marifetnâme
7
gözükür ki onlara ünsiyet edilir ve şeklinde gözükür. Çünki sultân-ı
onlardan dehşete düşülmez. Ezelî onları dâr-ı imtihâna vazîfeli
Arz âlemi olan alt cihet ise, olarak göndermiştir.
dalâletteki felsefe nazarıyla Bu hakîkatten dolayı, bu altı cihette
bakıldığı zamân, kendisinde bulunan karanlıkları izâle eden
bulunan vaz‘iyetiyle korkunç îmân ni‘metine edilen hamd dahi
gözükür. büyük bir ni‘met olduğundan hamd
Fakat îmân ni‘metiyle, musahhar etmeyi istilzâm eder. Zîrâ bu
ve çeşit çeşit lezzetler ve mat‘ûmat ni‘metin derecesi ve lezzeti hamd
ile yüklü Rabbânî bir sefîne ile anlaşılır.
şeklinde gözükür ki, Rahmânın Nihâyetsiz bir dâirenin devrinde
memleketi etrâfında seyâhat teselsül eden bir silsile içindeki
etmeleri için, Sânii, nev‘-i beşer ve elhamdülillâh’dan dolayı
cins-i hayvânî ona bindirmiştir. hamd Allâh’a mahsûstur.
Bir de ön cihet vardır ki, bütün
zîhayât sür‘atle kâfile kâfile bu
cihete yönelir. Bu kâfileler adem
İkinci Nokta
zulümâtında bir daha dönmeksizin Cihât-ı sitteyi bize tenvîr eden îmân
kaybolup gider. ni‘metinden dolayı
Fakat îmân ni‘metiyle, bu seyâhat, hamd Allâh’a mahsûstur.
zîhayâtların fenâ yurdundan bekâ Çünki îmân cihât-ı sittenin
yurduna ve hizmet yerinden ücret zulümâtını izâle etmekle,
alma yerine ve zahmet def‘-i belâ cihetinden büyük bir
mahallinden rahmet ve istirâhat ni‘met olduğu gibi, aynen böyle,
makâmına intikâli şeklinde cihât-ı sitteyi tenvîr etmesi
gözükür. Ammâ ölüm dalgaları sebebiyle celb-i menâfi‘ cihetin-den
içinde zîhayâtların sür‘ati ise, sukût îmân yine büyük bir ni‘mettir.
ve musîbet değildir. Belki İnsân, fıtratının câmiiyeti sebebiyle
saâdetlerine doğru, bir iştiyâk ve cihât-ı sittede bulunan mevcûdâtla
bir sür‘atle suûddur. alâkasından ve nereye yönelirse
Arka cihet de aynı şekilde karanlık yönelsin insanın îmân ni‘metiyle
ve korkunçtur. Her biri tereddüd bütün cihât-ı sitteden istifâdesi
ederek ve “Nereden? Nereye?” mümkün olur.
diye suâl ederek hayret içinde kalır. Bundan dolayı “o hâlde nerede
Çünki gaflet, ona bir cevâb (yüzünüzü kıbleye) dönerseniz,
veremez o tereddüd ve o tehayyür, artık orada Allâh’ın râzı olduğu
rûhunda karalıklara dönüşür. cihet vardır” (Bakara Sûresi, 2:115)
Fakat îmân ni‘metiyle, bu cihet, âyetinin sırrıyla, hadsiz uzunluktaki
insânın mebdei ve vazîfesi mesâfesiyle bu cihet ona tenevvür
8
eder. Hattâ sanki mü’min insânın, birinci noktaya istinâd eder ve ikinci
dünyânın evvelinden sonuna kadar noktadan istimdâd ederse, ma‘nevî
uzanan ma‘nevî bir ömrü vardır. Bu lezzetler ve tesellî verici bir ünsiyet
ömür, ezelden ebede kadar ve vicdânının mutmain olacağı bir
uzanan hayât nûrundan yardım i‘timâd hisseder.
ister.
Ve hattâ insân, kendi cihetlerin
îmânın tenvîri sırrıyla, hâzır Dördüncü Nokta
zamânın darlığı ve dar mekândan Emsâlinin deverânını göstermekle
âlemin geniş sâhasına çıkar ve meşrû‘ lezzetlerden hâsıl olan
âlem kendi evi gibi olur. Mâzî ve elemleri izâle eden ve
müstakbel ise rûhuna ve kalbine in‘âmın ağacını göstermekle
hâzır zamân gibi gelir. Ve hâkezâ ni‘metleri devâm ettiren ve emsâlin
kıyâs et. teceddüdündeki lezzeti
göstermekle firâk elemini izâle
Üçüncü Nokta eden îmân nûrundan dolayı
hamd Allâh’a mahsûstur.
İstinâd ve istimdâd noktalarını hâvî Yani her lezzet içinde, zevâlinden
olan îmândan dolayı neş’et eden elemler vardır. İşte
hamd Allâh’a mahsûstur. îmân nûruyla o zevâl izâle olur. Ve
Evet, beşerin gâyet aczi ve emsâlin teceddüdüne inkılâb eder.
düşmanlarının çokluğu sırrıyla, Teceddüdde başka bir lezzet de
hadsiz düşmanlarını def‘ etmek için vardır. Nasıl ki meyve, eğer ağacı
beşer şiddetli bir şekilde bir nokta-i bilinmezse, ni‘met bu meyvede
istinâda muhtacdır ki ona ilticâ münhasır kalır ve yenmesiyle zail
etsin. İhtiyaçlarının ve emellerinin olur. Kaybolmasından dolayı bir
gâyet kesretiyle berâber insânın teessüf îrâs eder. Fakat ağacı
gâyet fakrı sebebiyle, bir nokta-i bilinir ve görülürse, hâzır olan o
istimdâda şiddetli bir şekilde ağacın bekâsı ve o fânî meyvenin
muhtâc olur ki, ondan yardım emsâliyle tebdîlinden dolayı O’nun
istesin ve ihtiyâçlarını onunla taleb zevâlindeki elem zail olur.
etsin. Ve kezâ rûh-u beşerin en şiddetli
Allâh’a îmân, fıtrat-ı beşer için bir hâli, ayrılıklardan neş’et eden
nokta-i istinâddır. Âhirete îmân ise, elemlerdir. İşte o ayrılıklar îmân
O’nun vicdânı için bir nokta-i nûruyla dağılır, belki içinde başka
istimdâddır. Kim bu iki noktayı bir lezzet bulunan emsâlin
bilmezse, O’nun kalbi ve rûhu teceddüdü ile inkılâb eder.
tevahhuş eder ve vicdânı onu Zîrâ her yeni lezzetlidir.
dâimâ muazzeb kılar. Kim îmân ile
9
Bundan dolayı korkunç ve dehşet
Beşinci Nokta verici olmazlar,
Mevcûdâttan düşman ve ecnebî ve enîs ve mûnis olurlar.
korkunç ölüler ve ağlayan yetîmler Dalâlet nazarı
tevehhüm edilen şeyleri, matlablarından âciz olan
dost ve kardeş ve mûnis hayat sâhiblerini,
hayatdârlar ve tesbîh edici ve kendileri için muhabbet eden bir
zikredici kullar şeklinde gösteren hâmî ve onlara sâhib çıkmayı
îmân nûrundan dolayı taahhüd eden bir sâhib olmadığını
hamd Allâh’a mahsûstur. görür. Sanki onlar aczlerinden ve
Yani gaflet nazarı, âlemin hüzünlerinden ve yeislerinden
mevcûdâtını düşman gibi ağlayan yetîmlerdir.
muzır görür ve Fakat îmân nazarı der ki;
her şeyden tevahhuş eder. Zevi’l-hayat ağlayan yetîmler
Ve eşyâyı ecnebîler gibi görür. değildir. Belki onlar mükellef ibâd
Zîrâ dalâlet nazarında, ve muvazzaf me’mûrlar ve
bütün mâzî ve tesbîh edici zâkirlerdir.
istikbâl zamânlarındaki
kardeşlik alâkası kesilir.
O’nun kardeşliği ve alâkası ancak
Altıncı Nokta
hâzır ve küçük ve Dünyâ ve âhireti ni‘metlerle dolu
az bir zamân içindedir. Bu yüzden, iki sofra olarak gösteren îmân
ehl-i dalâletin ecnebîler ile olan nûrundan dolayı
uhuvveti, binler sene içinde hamd Allâh’a mahsûstur.
bir dakîka gibidir. Mü’min olan,
Ehl-i îmânın uhuvveti ise, îmân eliyle ve çeşit çeşit zâhirî ve
mâzînin mebdeinden bâtınî duygularıyla ve
istikbâlin nihâyetine kadar uzanır. îmânın ziyâsıyla inkişâf eden
Hem dalâlet nazarı kısım kısım ma‘nevî ve rûhî
kâinâtın ecrâmını korkunç letâifiyle o iki sofradan
ölüler şeklinde görür. istifâde eder.
Îmân nazarı ise, o ecrâmı, Evet, dalâlet nazarında
her bir cirmin lisân-ı hâliyle ve zevi’l-hayâtın dâire-i istifâdesi,
fâtırının tesbîhâtıyla konuştuğu zevâliyle bulanmış mâddî lezâizi
mûnis hayatdârlar olarak dâiresine doğru küçülür.
müşâhede eder. Îmân nûruyla ise,
Bu cihetten bakılınca onlarda bir istifâde dâiresi,
rûh ve bir hayat vardır. semâvât ve arzı belki dünyâ ve
âhireti ihâta eden bir dâireye
10
doğru tevessü‘ eder. edilmiştir. Allâh’a îmândan
Mü’min olan kimse, bahseden Risâle-i Nûr eczâlarının
güneşi evinde bir lamba ve bütün risâleleri bu ni‘metin
vazîfesinde refîk ve yüzünden o hicâbı kaldırır.
yolculuğunda bir enîs olarak görür. Ona iktifâ ederek
Ve güneş O’nun ni‘metlerinden burada kısa kesiyoruz.
bir ni‘met olur. Allâh-ü teâlânın rahmâniyetinden
Güneş ise kime ni‘met olursa, dolayı zevi’l-hayâttan rahmetin
O’nun dâire-i istifâdesi ve taalluk ettiği kimseler adedince
ni‘metinin sofrası semâvâttan daha ni‘metleri tazammun eden,
geniş olur. hamd Allâh’a mahsûstur.
Evet, Kur’ân-ı Mu‘cizü’l-Beyân Çünki câmiiyeti sırrıyla insân
“Güneşi ve ayı size musahhar fıtratında bütün zevi’l-hayâtla
kıldı” (İbrahim Sûresi, 14:33) ve alâkalar vardır. Onların saâdetleri
“Yeryüzünde olanları size sebebiyle kendisinde ma‘nevî bir
musahhar kıldı” (Hac Sûresi, 22:65) saâdet hâsıl olur. Ve O’nun
fıtratında, onların elemlerinden
emsâli âyetleriyle,
dolayı bir teessür vardır. Onlara
îmândan neş’et eden bu hârika
verilen ni‘met, bu insân için bir
ihsânâta belâgatiyle işâret eder.
nev‘î ni‘met olur.
Allâh-ü teâlânın rahîmiyetinden
Yedinci Nokta dolayı vâlidelerinin şefkatleriyle
kendilerine ni‘met verilen
Allâh’dan dolayı
hamd Allâh’a mahsûstur. çocuklar adedince,
Vâcibü’l-Vücûdun vücûdu hamd Allâh’a mahsûstur.
öyle bir ni‘mettir ki, Çünki fıtrat-ı selîme sâhibi olan
her bir ferd herkes, vâlidesi olmayan aç bir
bir mevcûd için çocuğun ağlamasından dolayı
O’nun fevkınde bir ni‘met yoktur. teellüm ve teveccu‘ ettiği gibi,
Bu ni‘met, nihâyeti olmayan vâlidelerin çocuklarına olan
çeşit çeşit ni‘metleri taattufundan dolayı da aynen öyle
ve sonu olmayan tena‘um eder.
ihsânât cinslerini Allâh-ü teâlânın hakîmiyetinden
ve hudûdu olmayan dolayı kâinâttaki bütün envâ‘-ı
atiyyelerin sınıflarını hikmetinin dakîkaları adedince
tazammun eder. hamd Allâh’a mahsûstur. Zîrâ
Bunlardan bir kısmına Risâle-i Nûr O’nun rahmâniyetinin cilveleriyle
eczâlarında hâssaten Otuz ikinci insânın nefsi tena‘um ettiği ve
Risâlenin Üçüncü Mevkıfında işâret rahîmiyetinin tecelliyâtıyla insânın
kalbi tena‘um ettiği gibi, aynen öyle
11
de O’nun hikmetinin letâifiyle de Muhammed Aleyhissalâtü
insânın aklı telezzüz eder. Vesselâm’dan dolayı hamd
Hak teâlânın hafîziyetinden dolayı nihâyetsiz bir hamd ile Allâh’a
“Vâris” isminin tecelliyâtı adedince mahsûstur. Çünki o, daha önce bu
ve usûlünün ve babalarının ve ikinci bâbda işâret ettiğimiz bütün
sâhiblerinin zevâlinden sonra ni‘metlerin hazînelerinin bütün
geriye kalan bütün şeyler adedince anahtarları içinde olan îmâna
ve âhiret yurdunun mevcûdâtı vesîledir.
adedince ve uhrevî mükâfat Rabbi’l-Âlemînin marzıyâtı olan ve
sebebiyle muhâfaza olunan mâddî ve ma‘nevî çeşit çeşit
âmâl-i beşer adedince ni‘metlerine bir fihriste olan
hamd Allâh’a mahsûstur. İslâmiyet ni‘metinden dolayı hamd,
Çünki ni‘metin devâmı, nihâyetsiz bir hamd ile Allâh’a
ni‘metin kendisinden mahsûstur.
daha büyük bir ni‘mettir.
Lezzetin bekâsı,
lezzetin kendisinden lezzet Sekizinci Nokta
cihetiyle daha yüksek bir lezzettir. Hamd O Allâh’a mahsûstur ki,
Cennetteki devâmlılık, cennetin “Kâinât” diye isimlendirilen şu
kendisinin fevkınde bir ni‘mettir. kitâb-ı kebîr, O’nun evsâf-ı
Ve hâkezâ. cemâlini ve kemâlini izhâr edecek
Hak teâlânın hafîziyeti, bütün bütün bâbları ve fasılları ile ve
kâinâttaki mevcûdât üzerine, bütün bütün sahîfeleri ve satırları ile ve
ni‘metlerinden daha çok ve daha bütün kelimeleri ve harfleri ile O’na
ziyâde ve daha yüksek ni‘metleri hamd eder ve O’na senâda
tazammun eder. bulunur.
Ve hâkezâ “Rahmân, Rahîm, Her birisi, Ehad ve Samed olan
Hakîm ve Hafîz” isimlerini sâir Nakkâşının evsâf-ı celâlinin
Esmâ-yı hüsnâ ile kıyâs et. parlaklığını izhâr ederek her birinin,
Hak teâlânın isimlerinden her bir Rahmân ve Rahîm olan Kâtibinin
isim sebebiyle hamd, nihâyetsiz bir evsâf-ı cemâlinin ziyâsına kendi
hamd ile Allâh’a mahsûstur. Çünki nisbeti mikdârınca mazhariyeti ile
onlardan her bir isimde nihâyetsiz ve her birinin, Kadîr-i Alîm ve Azîz-i
ni‘metler vardır. Hakîm olan münşî ve münşîdinin
Nihâyetsiz in‘âmâtın hepsinden evsâf-ı kemâlinin envârına kendi
geçmişte kalanlarının tamâmına bir nisbeti mikdârınca mazhariyeti ile
tercümân olan Kur’ân’dan dolayı ve her birinin, Esmâ-yı Hüsnânın
hamd nihâyetsiz bir hamd ile sâhibi olan zâtın tecelliyât-ı
Allâh’a mahsûstur. esmâsının şuâ‘larına kendi nisbeti
mikdârınca âyinedârlığı ile kendi
12
nisbeti mikdârınca O’na hamd eder
ve O’nu tesbîh eder O’nun celâli ne
yücedir ve O’ndan başka ilâh
Üçüncü Bâb
yoktur.
hakkındadır.
Yedinci Mertebe
Celâli ne yücedir O Allâh ki, kudret
ve ilim cihetiyle her şeyden en
büyüktür. Zîrâ o öyle Hallâk, Dördüncü Bâb
Fettâh, Fa‘âl, Allâm, Vehhâb,
hakkındadır.
Feyyâz ve Şems-i Ezelîdir ki, şu
kâinât, envâı ve mevcûdâtı ile İki Fasıl'dır.
berâber, O’nun envârının gölgeleri,
ef‘âlinin eserleri, esmâsının envâı Birinci Fasıl
tecelliyâtının elvân-ı nukûşu, O’nun Hazret-i Hızır’ın (a.s.) meşhûr ve
kazâ ve kader kaleminin hatları ve mühim bir virdi mebde’ ve esâs
O’nun sıfât ve cemâl ve kemâlinin olarak ma‘rifetullâhta ve tevhîdin
tecelliyâtının âyîneleridir. (Bu merâtibinde altmış üç mertebeye
esmâ-yı mübârekenin dûrbînleriyle, işâret ediyor. O altmış üç
mevcûdâttaki cilveleri altında ef‘âl-i mertebenin herbirisi iki cümledir.
İlâhiyeye ve âsârına bakmakla,
Müsemmâ-yı Zülcelâl’e intikâl vahdâniyeti isbât
edilir.) Bütün kitâbları ve suhufuyla
ve tekvînî ve Kur’ânî âyetleriyle ettiği gibi ile başlayan isimler,
Şâhid-i Ezelîn’in icmâı, üzerinde Vücûd-u Vâcibi isbât ediyor. Âdetâ
tezâhür eden gınâ-yı mutlak ve birinci cümle vahdâniyeti gösterdiği
servet-i mutlaka ile berâber zâtında zamân bir suâl-i mukadder hâtıra
ve zerrâtındaki iftikârâtı ve geliyor. “O vâhid kimdir? Nasıl
ihtiyâcâtıyla arzın âlemle berâber bileceğiz?” diye vâki‘ olan suâle,
icmâı, ervâh-ı neyyire ve kulûb-i
meselâ
münevvere ve ukûl-ı nûrâniye
24
mevcûdât ve zerrâtında bulunan
ile cevâb
her bir tanzîm ve tevzîn ve
veriyor. Yani kâinâtı dolduran âsâr- temyîzin önünde sana şöyle bir
ı şefkat ve merhamet Onundur. O şehâdeti takdîm ediyorum:
Rahmân’ı tanıttırıyor ve hâkezâ... Şehâdet ederiz ki,
Kıyâs et. (Bu şehâdetlerde iki
hüküm var. Birisi vahdâniyeti
Hay ve Kayyûm olan ancak O’dur.
gösterir. dır. Diğeri o
28
Her şey hâl-i hâzır vücûduyla
şeyleri şâhid yapmak için
Cenâb-ı Hakk’ın vücûduna ve
vahdetine şehâdet ettikleri gibi
muntazaman tebeddül edip denilmiş. Eğer denilse idi,
arkalarındaki emsâllerine yer doğrudan doğruya rubûbiyete râci‘
vermek için gitmesiyle bir teceddüd olurdu.
sûreti altında azîm bir silsileyi
göstermekle Cenâb-ı Hakk’ın
vücûb ve vahdâniyetine delîl
demektir. âyetinin dahi müennes iken
30
kendi lisânımızla o tahiyyâtları yâd meyveleriyle ağaçlar Allâh’a şâhid
edip kendi hesâbımıza dergâh-ı ve tekbîr getiren hayvânât ve
İlâhîyeye takdîm ederiz. Zâten tesbîh eden huveynât ve hamd
lisân o makinelerden birisidir ve eden kuşçuklar ve saf tutup tehlîl
ondan matlûb netîcelerden birincisi eden kuşlar Allâh’a delîldir.
bu tercümânlıktır.) Kâinât mescidindeki ibâdetleri ve
Salavât Allâh’a şâhid ve salâvâtlarıyla ins ve cin Allâh’a
Tayyibât Allâh’a delîldir. şâhid ve tesbîhâtları ve
Mahlûkât Allâh’a şâhid ve ibâdetleriyle âlem mescidindeki
Geçmiş hârikalar Allâh’a delîldir. melek ve rûh Allâh’a delîldir.
Mevcûdât Allâh’a şâhid ve San‘at Allâh’ındır; öyleyse
Gelecek mu‘cizeler Allâh’a delîldir. medih Allâh’a âiddir.
Gökler Allâh’a şâhid ve Sıbgat Allâh’ındır; öyleyse
Arş Allâh’a delîldir. Senâ Allâh’a âiddir.
Güneşler Allâh’a şâhid ve Ni‘met Allâh’ındır; öyleyse
Aylar Allâh’a delîldir. Şükür Allâh’a âiddir.
Yıldızlar Allâh’a şâhid ve Rahmet Allâh’ındır; öyleyse
Seyyâreler Allâh’a delîldir. Hamd âlemlerin Rabbi olan
Cev, tasarrûfâtı ve Allâh’a âiddir.
yağmurlarıyla Allâh’a şâhid ve
yer Allâh’a delîldir.
Yani, yerde zâhir olan kudret ve
onda bâhir olan hikmet ve ondaki
Beşinci Bâb
mükemmel san‘at ve ondaki
müzeyyen renk ve ondaki
mütenevvi‘ ni‘met ve ondaki vâsi‘ hakkındadır.
rahmet Allâh’a delîldir. İki makâmdır.
Binler âyâtıyla Kur’ân Allâh’a şâhid Beş nüktedir. (Ben on üç sene
ve binler mu‘cizâtıyla Muhammed evvel yüksek bir yer olan Yûşa‘
(A.S.M.) Allâh’a delîldir. Tepesi’nden dünyâya baktım.
Acâibi ve garâibiyle denizler Allâh’a Birbiri içindeki mevcûdât
şâhid ve yaprakları ve çiçekleri ve tabakâtına ve mehâsinine herkes
meyveleriyle nebâtât Allâh’a gibi meftûn idim. Âdetâ şedîd bir
delîldir. Yani, yapraklarıyla tesbîh muhabbetle alâkadârdım. Hâlbuki,
eden, çiçekleriyle hamd eden, pek zâhir bir sûrette fenâ ve
meyveleriyle tekbîr getiren o süslü, zevâlde yuvarlanmalarını aklen
çiçekli ve meyveli nebâtât müşâhede ettim. Dehşetli bir elem
Allâh’a delîldir. ve firâk ve hadsiz firâklardan gelen
Tesbîh eden yaprakları ve hamd bir zulmet hissettim. Birden
eden çiçekleri ve tekbîr getiren
31
zevâlini ve fenâsını ve içindeki
âyeti otuz zîhayâtların ölümünü
üç mertebesiyle imdâdıma yetişti. düşündüğümden bu çok elîm ve
Ben de gelecek tarzda remizli derin derdlerime merhem olarak
okuyordum. Mağrible yatsı
i buldum.
ortasında devâm ettiğim yedi
cümle-i mübârekenin herbirisi birer Baştaki cümleler bu sırra göre
lem‘a olarak Otuzbirinci Mektûb’un gidiyorlar.)
Lemeât’ına girecekti. Beş cümlesi Zîrâ O, Mûcid, Mevcûd-ı Bâkîdir.
girdi. Bu ikisi kalmıştı. Onun için Bu yüzden mevcûdâtın zevâlinde
Beşinci, Altıncı Lem‘a’ların yerleri bir beis yoktur. Çünki Vâcibü’l-
açık kalmıştı. Biri Vücûd olan Mûcidinin bekâsıyla,
mahbûbun vücûdu dâimîdir.
diğeri O, Sâni‘ ve Fâtır-ı Bâkîdir. Bu
yüzden masnûâtın zevâline
üzülmek yoktur. Çünki Sâni‘indeki
in merâtibine dâir olacaktı. Bu iki medâr-ı muhabbet bâkîdir.
mübârek kelâmın merâtibi ilimden O, Melik ve Mâlik-i Bâkîdir. Bu
ziyâde fikir ve zikir olduğundan yüzden zevâl ve gidişlerde
Beşinci Bâb olarak Arabî yenilenen mülkün zevâline teessüf
zikredildi.) yoktur.
O, Şâhid ve Âlim-i Bâkîdir. Sevilen
Altıncı Bâb
cümlesinin pek
çok merâtibini kendimde tecrübe ile
hissettim. O mertebelere birer kısa
kelime ile işâretler koymuşum. O
hakkındadır. işâretler vâsıtasıyla o merâtibi
(Çok risâlelerde beyân etmişiz ki: mülâhaza ediyorum. Bu bâbda
İnsânın fıtratında hadsiz bir acz ve kısmen o mertebeleri remzeden
nihâyetsiz bir fakr bulunmakla kelimeler aynen zikredilecektir.)
berâber hadsiz a‘dâsı ve nihâyetsiz Bu mübârek kelime-i tayyibe,
metâlibi vardır. İnsân bu acz ve " " ve " "
fakrından fıtraten bir Kadîr-i
Rahîm’e ilticâya muhtâcdır. Nasıl ki
ve " " ve " "
ve
birinci cümlesi acze merhem ve " ”
bütün a‘dâsına karşı bir melce’
gösterir. olan meşhûr
"bâkiyât-ı sâlihât" tan
38
[bâkî kalıcı beş sâlih amel’den] Ey Hafîz,
beşinci olanıdır. Ey Vekîl!
Ey İlâhım ve Seyyidim ve Mâlikim, Ey ilâhım! Emsâlim gibi, hayâtım
Benim nihâyetsiz fakrım vardır. da sönecek olan bir şu‘le gibidir.
Bununla berâber hâcâtım ve Arzûlarım ve emellerim ise
metâlibim sayısız ve saymakla bitmez. Bu emelleri taleb
saymakla bitmez. etmeye karşı havl ve onları tahsîl
Benim elim ise, etmeye kuvvet ancak sendedir.
metâlibimin en ednâsına ulaşmaz. Ey Hay,
Havl ve kuvvet ancak Sendedir, Ey Kayyûm,
Ey Rabb-i Rahîmim ve Ey Hasîb,
Ey Hâlık-ı Kerîmim! Ey Kâfî,
Ey Hasîb, Ey Vekîl,
Ey Vekîl, Ey Vâfî!
Ey Kâfî! Ey ilâhım! Akrânım gibi, ömrüm de
İlâhî, ihtiyârım zaîf bir kıl gibi; tükenecek bir dakîka gibidir.
emellerim ise saymakla bitmez. Bununla berâber maksadlarım ve
Hiçbir zamân metâlibim sayısızdır ve saymakla
kendilerinden müstağnî bitmez. Onlara karşı havl ve onlara
kalamayacağım şeylerden ise yetecek kuvvet ancak Sendedir,
dâimâ âcizim. Ey Ezelî olan,
Havl ve Kuvvet ancak Sendedir, Ey Ebedî olan,
Ey Ganî, Ey Hasîb,
Ey Kerîm, Ey Kâfî,
Ey Kefîl, Ey Vekîl, Ey Vâfî!
Ey Hasîb, Ey ilâhım! Şuûrum, sönüp gidecek
Ey Kâfî! olan bir lem‘a gibidir.
Ey İlâhım ve Seyyidim ve Mâlikim, Bununla berâber envâr-ı
Benim iktidârım zaîf bir zerre ma‘rifetinden olup muhâfaza
gibidir. Bununla berâber edilmesi gereken şeyler ve zulümât
düşmanlar, illetler, evhâmlar, ve dalâletten olup kendisinden
korkular, elemler, hastalıklar, muhâfaza olunulması gereken
zulmetler, dalâletler ve uzun şeyler sayısızdır ve saymakla
seferler saymakla bitmez. Onlara bitmez. Bu zulümât ve dalâlete
karşı havl ve onlara mukâbele karşı havl ve bu envâr ve hidâyât
etmeye kuvvet ancak sendedir, üzerine kuvvet ancak sendedir,
Ey Kavî, Ey Alîm olan,
Ey Kadîr, Ey Habîr olan,
Ey Karîb, Ey Hasîb,
Ey Mücîb, Ey Kâfî,
39
Ey Hafîz, Ey Rakîb,
Ey Vekîl! Ey Kefîl,
Ey ilâhım! Benim sabırsız bir Ey Vekîl,
nefsim, feryâd eden bir kalbim, zaîf Ey Hafîz,
bir sabrım, nahîf bir cismim, alîl ve Ey Kâfî!
zelîl bir bedenim vardır. Bununla Ey ilâhım! Benim hadsiz bir fakrım,
berâber mâddî ve ma‘nevî nihâyetsiz bir ihtiyâcım vardır.
yüklerden üzerime yüklenen ağırdır Bununla berâber hâcâtım ve
ağır. Bu yüklere karşı havl ve onları metâlibim ve vazîfelerim saymakla
taşımaya kuvvet ancak sendedir, bitmez. Onlara karşı havl ve onlara
ey Rabb-i Rahîmim, ey Hâlık-ı yetecek kuvvet ancak Sendedir,
Kerîmim, ey Hasîb, ey Kâfî, ey Ganî, ey Kerîm, ey Muğnî,
ey Vekîl, ey Vâfî. ey Rahîm!
Ey ilâhım! Zamândan bana âid Ey ilâhım! Kendi havl ve
olan, akışı sür‘atli olan geniş bir kuvvetimden kurtuldum Sana
selde akıp giden bir ândır. yöneldim ve Senin havl ve
Mekândan bana âid olan ise kabir kuvvetine sığındım. Beni kendi havl
kadardır. Bununla berâber sâir ve kuvvetime bırakma. Aczime ve
mekânlarla ve zamânlarla alâkam za‘fıma ve fakrıma ve ihtiyâcıma
vardır. Onlara olan alâkaya karşı merhamet et. Göğsüm daraldı,
havl ve onlarda bulunanlara ömrüm zâyi‘ oldu, sabrım bitti,
ulaşmaya kuvvet ancak Sendedir, fikrim helâk oldu. Gizlimi de
ey mekânların ve kevnlerin Rabbi, açığımı da bilen ancak Sensin.
ey dehirlerin ve zamânların Rabbi, Bana fâide verene de zarar verene
ey Hasîb, de mâlik olan ancak Sensin.
ey Kâfî, Üzüntümü ferahlatmaya ve
ey Kefîl, zorluklarımı kolaylaştırmaya kâdir
ey Vâfî! olan ancak Sensin. Bütün
Ey ilâhım! Benim nihâyetsiz bir üzüntülerimi ferahlat, bana ve
aczim, hadsiz bir za‘fım vardır. kardeşlerime bütün zorlukları
Bununla berâber düşmanlarım ve kolaylaştır.
bana elem verenler ve kendisinden Ey ilâhım! Ona sevk olunmakla
korktuğum şeyler ve beni tehdîd berâber zamâna karşı ve
eden belâlar ve âfetler saymakla korkularına karşı havl ve kendisiyle
bitmez. Onların hücûmlarına alâkalı olmakla berâber mâzî ve
karşı havl ve onları def‘ edecek lezzetlerine karşı kuvvet ancak
kuvvet ancak Sendedir, Sendedir,
Ey Kavî, ey Ezelî,
Ey Kadîr, ey Ebedî!
Ey Karîb,
40
Ey ilâhım! Korktuğum ve İlâhî! Hastalıklara karşı havl ve
kendisinden kurtulamadığım zevâle âfiyete eriştirecek kuvvet ancak
karşı havl ve hayâtımdan hasretini Sendedir,
çektiğim ve kendisine Ey Şâfî,
ulaşamadığım geçmiş şeyleri iâde Ey Muâfî!
edecek kuvvet ancak Sendedir, İlâhî! Elemlere karşı havl ve
ey Sermedî, emellere eriştirecek kuvvet ancak
ey Bâkî! Sendedir,
Ey ilâhım! Adem zulmetine karşı Ey Müncî,
havl ve vücûd nûruna kuvvet ancak Ey Mugîs!
Sendedir, İlâhî! Zulmetlere karşı havl ve
ey Mûcid, nûrlara eriştirecek kuvvet ancak
ey Mevcûd, Sendedir,
ey Kadîm! Ey Nûr,
Ey ilâhım! Hayâta katılan zararlara Ey Hâdî!
karşı havl ve hayâta lâzım olan İlâhî! Mutlak sûrette şerlere karşı
sevinçlere kuvvet ancak Sendedir, havl ve aslen hayırlara eriştirecek
ey Müdebbir, ey Hakîm! kuvvet ancak Sendedir, ey hayır
Ey ilâhım! Zîşuûrlara hücûm eden elinde olan ve her şeye gücü yeten
elemlere karşı havl ve his sâhibleri ve kullarını hakkıyla gören ve
için matlûb olan lezzetlere kuvvet mahlûkâtının ihtiyâclarından
ancak Sendedir, haberdâr olan Zât!
ey Mürebbî İlâhî! Ma‘siyetlere karşı havl ancak
ey Kerîm! Senin ismetinledir, tâate eriştirecek
Ey ilâhım! Akıl sâhiblerine ârız olan kuvvet ancak Senin tevfîkinledir,
kötülüklere karşı havl ve himmet Ey Muvaffık,
sâhibleri için tezyîn edici olan Ey Muîn!
mehâsine kuvvet ancak Sendedir, İlâhî! Benim insânî olan nev‘imle
Ey Muhsin, şiddetli bir alâkam vardır. Bununla
Ey Kerîm! berâber “Her nefis ölümü
İlâhî! Ehl-i isyâna gelen nikmetlere tadıcıdır” (Âl-i İmrân Sûresi, 3:185)
karşı havl ve ehl-i tâate gelen âyeti beni tehdîd ediyor ve nev‘imle
ni‘metlere kuvvet ancak Sendedir, cinsimle alâkalı emellerimi
Ey Gafûr, söndürüyor ve onların ölümlerini
Ey Mün‘im! bana haber veriyor. Bu mevt ve
İlâhî! Hüzünlere karşı havl ve haberden neş’et eden bu hüzn-i
sevinçlere eriştirecek kuvvet ancak elîme karşı havl ve kalb ve
Sendedir. Çünki güldüren ve rûhumdan zâil olanların yerini
ağlatan ancak Sensin, ey Cemîl, dolduracak olan tesellîyi verecek
Ey Celîl! kuvvet ancak Sendedir.
41
Çünki her şeye karşı kâfî gelen rahmetinden bir tek şeye kâfî
fakat her şey kendisine kâfî gelemeyen Zât, ey bir şey için
gelemeyen Zât ancak Sensin. olduğunda her şey o şey için olan
İlâhî! Benim, evim ve menzilim gibi ve o şey için olmadığında o şey
olan dünyamla şiddetli bir alâkam için hiçbir şey olmayan Zât!
vardır. Bununla berâber “O’nun İlâhî! Cismânî şahsiyetimle şiddetli
üzerindeki herkes fânîdir. Celâl ve alâkam ve ibtilâ ve meftûniyetim
ikrâm sâhibi Rabbinin zâtı ise bâkî var. Öyle ki, sanki cismim, zâhirî
kalır” (Rahmân Sûresi, 55:27) nazarımda bütün âmâl ve
âyeti, benim bu evimin harâb metâlibimin tavanına bir direktir.
olacağını ve bu yıkılacak olan evde Bende bekâya karşı şiddetli aşk
kendileriyle berâber oturduğum var. Bununla berâber cismim ne
mahbûblarımın zevâl bulacağını demir ne de taştandır ki filcümle
i‘lân ediyor. Bu korkunç musîbete devâm etsin. Bi’l-akis her ân
karşı ve göçüp giden ahbâbdan dağılmak üzere bulunan et ve kan
ayrılıklara bile karşı havl ve bunlara ve kemiktendir. Yine bununla
karşı bana tesellî verecek ve berâber hayâtım cismim gibi iki
onların yerine geçecek kuvvet tarafı sınırlıdır, yakın bir zamânda
ancak Sendedir, ey tecelliyât-ı mevtin hâtemiyle mühürlenecektir.
rahmetinden bir cilve, benden Bununla berâber ihtiyârlıktan
ayrılan her şeyin yerine geçebilen başım beyâz âlev aldı. Hastalık
Zât! sırtımı ve göğsümü darbelemiştir.
İlâhî! Mâhiyetimin câmiiyeti ve Bu hâlden dolayı ben üzüntü,
bana in‘âm ettiğin cihâzâtımın sıkıntı, ızdırâb, teellüm ve şiddetli
gâyet kesreti i‘tibâriyle alâkalarım hüzün içindeyim. Bu korkunç hâle
ve kâinâta ve envâına şiddetli karşı havl ve beni üzen şeylere
ihtiyâclarım vardır. Bunlar berâber karşı beni tesellî edecek ve benden
“O’nun zâtından başka her şey kaybolan şeyleri telâfî edecek ve
helâk olucudur. Hüküm benden geçip giden şeylerin yerine
O’nundur ve ancak O’na geçebilecek kuvvet ancak
döndürüleceksiniz.” (Kasas Sendedir, ey Bâkî olan ve bâkî
Sûresi, 28:88) Âyeti beni tehdîd isimlerinden bir isme yapışan
eder ve eşyâlarla olan pek çok kimse, kendisinin bekâsı ve ibkâsı
alâkamı keser. Ve her bir alâkanın ile bâkî olan Rabbim!
kesilmesiyle, rûhumda bir yara ve İlâhî Benim ve bütün zîhayâtın,
ma‘nevî bir elem meydana gelir. kendilerinden kaçış olmayan ölüm
İşte bu hadsiz yaralara karşı havl ve zevâle karşı şiddetli bir
ve onları tedâvî edecek kuvvet korkumuz var. Ve benim,
ancak Sendedir, ey her şeye kâfî devâmları olmayan ömür ve hayâta
gelen ve bütün eşyâ, teveccüh-i karşı şiddetli bir muhabbetim var.
42
Bununla berâber ecellerin bizim ednâsına bile ellerimiz yetişmez ki,
cisimlerimize hücûmuyla mevtin bizi sevindirecek bir şeyi bundan
sür‘ati, ne bende başka birinde, celb edelim yâhûd bizi üzecek bir
kesip attığı hâric dünyevî şeyi bundan def‘ edelim.
emellerden ne hiçbir emel ve tahrîb Bu hâle karşı havl ve o hâlin en
ettiği hâric ne de bir lezzet bırakır. güzel hâle tahvîline yetecek kuvvet
Bu korkunç belâya karşı havl ve ancak Sendedir, ey asırların ve
buna karşı bizi tesellî edecek zamânların Rabbi!
kuvvet ancak Sendedir, ey Hâlık-ı İlâhî! Benim fıtratımda ve her bir
mevt ve hayât! Ey hayât-ı ferdin fıtratlarında, ebedü’l-âbâda
sermediye sâhibi olan ve kendisine uzanan ebedî emeller ve sermedî
temessük eden ve kendisine matlablar var. Çünki fıtratımıza
yönelenin ve kendisini tanıyan ve öyle acîb ve câmi‘ bir isti‘dâd tevdî‘
kendisini sevenin hayâtının devâm etmişsin ki, onda, dünyâ ve
ettiği ve ölümün ona teceddüd-i içindekilerin kendilerini
hayât ve tebdîl-i mekân olduğu zât! doyuramayacağı bir ihtiyâc ve bir
Öyle ise “Dikkat edin! Şübhesiz muhabbet vardır. Bu ihtiyâc ve bu
Allâh’ın Velî (kul)larına hiçbir muhabbet bâkî cennetten başka
korku yoktur ve onlar mahzun hiçbir şeye râzı olmaz ve bu
(da) olmayacaklardır” sırrıyla, ona isti‘dâd saâdet-i ebediye
ne hüzün vardır ve ona ne de elem yurdundan başka hiçbir şeyle
vardır. tatmîn olmaz, ey dünyâ ve âhiretin
İlâhî! Nev‘im ve cinsimden dolayı Rabbi! Ve ey Cennetin ve dâr-ı
benim göklerde ve yerde olan karârın Rabbi!
teellümât ve temenniyât ile ve “Seni (her türlü noksânlıktan)
onların ahvâli ile alâkalarım var. tenzîh ederiz; senin bize
Fakat hiçbir cihetle onlara emrimi öğrettiklerinden başka bizim için
dinletecek ve emelimi bu cirimlere bir ilim yoktur. Şübhe yok ki
teblîğ edecek kuvvet bende yok. Alîm, Hakîm ancak sensin.”
Bu belâlara ve alâkalara karşı havl (Bakara Sûresi, 2:32.)
ancak Sendedir, “Bizi buna (bu mükâfâta vesîle olan
ey Göklerin ve yerin Rabbi ve amellere) hidâyet eden Allâh’a
ey onları sâlih kullarına hamd olsun; eğer Allâh bizi
teshîr eden Zât! hidâyete erdirmeseydi, doğru yolu
İlâhî! Benim ve bütün akıl bulamazdık. Gerçekten Rabbimizin
sâhiblerinin, geçmiş zamânlar ve peygamberleri (bize) hakkı
gelecek vakitlerle alâkalarımız var. getirmişlerdir.” (A’râf Sûresi, 7:43.)
Bununla berâber biz daracık bir Allâhım, ümmetimin hasenâtı
zamân-ı hâzırda hapsolunduk; adedince, Efendimiz Muhammed’e
mâzî ve müstakbel zamânın en ve âl ve ashâbına
43
salât ve tutarız; Senin büyük
selâm et. peygamberlerinin hepsini ve Senin
Âmîn. büyük velîlerinin hepsini ve Senin
yüksek asfiyânın hepsini şâhid
tutarız; Senin sayısız ve saymakla
bitmez tekvînî âyetlerinin hepsini
Yedinci Bâb
şâhid tutarız; Senin müzeyyen,
mevzûn, manzûm, mütemâsil
masnûâtının hepsini şâhid tutarız;
Senin âciz, câmid, câhil olan fakat
hakkındadır. havl ve tavlinle ve emir ve izninle
İki makamdır acîb ve muntazam vazîfeleri
taşıyan kâinât zerrelerinin hepsini
Birinci Makâm şâhid tutarız; basît ve câmid
şeylerden olan zerrâtın,
“Şehâdet ederiz ki Allâh’dan başka
mütenevvi‘, muntazam, sağlam ve
ilâh yoktur ve Muhammed (A.S.M.)
san‘atlı hadsiz mürekkebâtının
Allâh’ın Resûlüdür” cümlesinin
hepsini şâhid tutarız; hayât
şehâdeti hakkındadır.
mâddeleri gâyet ihtilât içinde
Allâhım!
karışık olan ve gâyet imtiyâz içinde
Ey seçilmiş olan Muhammed’in
def‘aten birbirinden ayrılan nâmî
(A.S.M.) Rabbi,
mevcûdâtın terekkübâtının hepsini
Ey cennetin ve cehennemin Rabbi,
şâhid tutarız; enbiyâ ve evliyânın
Ey peygamberlerin ve hayırlı
sultânı, mahlûkâtın en efdali ve
kimselerin Rabbi,
apaçık mu‘cizelerin sâhibi olan
Ey sıddîkların ve ebrârın Rabbi,
Habîb-i Ekrem’ini -salavât ve
Ey küçüklerin ve büyüklerin Rabbi,
teslîmâtın en üstünü O’nun ve
Ey habbelerin ve meyvelerin
âlinin üzerine olsun- şâhid tutarız;
Rabbi,
apaçık âyetler ve nûrlu bürhânlar
Ey nehirlerin ve ağaçların Rabbi,
ve vâzıh delîller ve parlak nûrlar
Ey sahrâların ve ovaların Rabbi,
sâhibi olan Furkân-ı Hakîm’ini
Ey kölelerin ve hürlerin Rabbi,
şâhid tutarız:
Ey gecenin ve gündüzün Rabbi.
Bizim hepimiz şehâdet ederiz ki,
Akşamladık ve sabâhladık,
sen ancak Vâcibü’l-Vücûd, Vâhid,
Seni şâhid tutarız; Senin bütün
Ehad, Ferd, Samed, Hay, Kayyûm,
mukaddes sıfatlarını şâhid tutarız;
Alîm, Hakîm, Kadîr, Mürîd, Semî‘,
Senin bütün esmâ-yı hüsnânı şâhid
Basîr, Rahmân, Rahîm, Adl,
tutarız; Senin bütün yüce
Hakem, Muktedir ve Mütekellim
meleklerini şâhid tutarız; Senin
çeşitli mahlûkâtının hepsini şâhid
44
olan Allâh’sın ve bütün güzel ey göklerin ve yerlerin Rabbi! Ona
isimler Senindir. ve âline ve ashâbına ve ihvânına,
Yine şehâdet ederiz ki, tek başına her anda ve zamânda milyonlar
senden başka ilâh yoktur. Senin salât ve selâm olsun. (Bu ikinci
şerîkin yoktur. Ve sen her şeye şehâdette herbir kelime nübüvvet-i
hakkıyla kadîrsin ve her şeyi Ahmediyenin (A.S.M.) birer hak
hakkıyla bilensin. bürhânına îmâ ettiği ve birer
Yine yukarıda geçenlerin hepsi ile vazîfe-i nübüvvete ve birer
ve yukarıda geçenlerin hepsiyle makâmât-ı Muhammediyeye
berâber şehâdet ederiz ki, (A.S.M.) işâret ettiği gibi birinci
Muhammed (A.S.M.) Senin kulun, şehâdette herbir fıkra dahi küllî çok
peygamberin, seçkin kulun, halîlin, berâhîn-i vahdâniyete delâlet
mülkünün cemâli, san‘atının melîki, ettiğinden gûyâ herbiri hem benim
inâyetinin gözü, hidâyetinin güneşi, şâhidim hem benimle şehâdet eder
muhabbetinin lisânı, rahmetinin ve ben onların lisân-ı hâl ile
misâli, mahlûkâtının nûru, şehâdetlerini lisân-ı kâle niyetimle
mevcûdâtının şerefi, kâinâtının kalb edip berâber şehâdet
tılsımının keşşâfı, saltanat-ı getiriyoruz demektir.)
rubûbiyetinin dellâlı, isimlerinin Ey Hafîz, ey Hâfız, ey Hayru’l-
hazînelerinin ta‘rîf edicisi, kullarına Hâfızîn olan Allâhım, bize ihsân
Senin emirlerinin ta‘lîm edicisi, ettiğin bu şehâdetleri Senin hıfzına,
kitâb-ı kâinâtın âyetlerinin Senin himâyene ve Senin
müfessiri, Senin medâr-ı şühûdun rahmetine tevdî‘ ediyoruz. Haşir ve
ve işhâdın, kendi cemâline ve mîzân gününe kadar onları hıfz
esmâna olan muhabbetinin ve
eyle. Âmîn
san‘atına ve masnûâtına ve
mahlûkâtının mehâsinine olan
muhabbetinin âyînesi, âlemlere
rahmet olarak ve âlemler sarâyının
nakışlarındaki boya san‘atının
hikmetiyle saltanat-ı İkinci Makâm
rubûbiyetindeki mehâsin-i kemâlâtı (Bu makâmın îzâhı Ondokuzuncu
beyân etmek ve âlemler kitâbının Mektûb olan Mu‘cizât-ı Ahmediye
satırlarındaki âyetlerin (A.S.M.) risâlesinin âhirindedir. Şu
kelimelerindeki hikmetlerin makâmın herbir kaydı herbir
işâretleriyle Senin isimlerinin kelimesi risâlet-i Ahmediyenin
hazînelerini ta‘rîf etmek ve (A.S.M.) birer delîline işâret eder
marziyâtını beyân etmek için ve Kur’ân-ı Hakîm’in Kelâmullâh
gönderdiğin habîbin ve resûlündür, olduğuna dâir olan bürhânlara îmâ
45
eder. Peygamber Aleyhissalâtü Mürşidi olandır. Şecere-i hilkatin
Vesselâm ile Kur’ân, her ikisi meyvelerinin en münevveridir.
vahdâniyet-i İlâhiyeye birer gâyet Hakkın sirâcı, hakîkatin bürhânı,
parlak delîl olarak burada muhabbetin lisânı, rahmetin misâli,
zikredilmişlerdir.) kâinât tılsımının keşşâfı, muamma-
Hamd, Allâh’a mahsûstur. O’nun yı hilkatin halledicisi, saltanat-ı
Vücûb-ı Vücûduna öyle bir Zât rubûbiyetin dellâlıdır.
delâlet eder, insânlara O’nun Hâlık-ı kâinâtın, mevcûdâtın
evsâf-ı Celâlini ve Cemâlini ve hilkatindeki makâsıdının medâr-ı
kemâlini öyle bir Zât gösterir. zuhûrudur. Kâinâtın kemâlâtının
Ve O’nun Vâhid ve Ferd ve Samed vâsıta-i tezâhürüdür.
olduğuna öyle bir Zât şâhidlik eder Ma‘nevî şahsiyetiyle, Fâtır-ı
ki, o, tasdîk olunmuş Şâhid-i Sâdık Kâinât’a kâinâtın hilkatinde nasbü’l-
ve tahkîk olunmuş Bürhân-ı ayn olduğunu remzeden (yani Sâni‘
Nâtıktır. Enbiyâ ve mürselînin ona bakmış ve O’nun ve emsâlinin
efendisidir ki, onların icmâ‘larının hürmetine bu âlemi yaratmış)dır.
ve tasdîklerinin ve mu‘cizelerinin Düstûrlarıyla, her iki dünyâdaki
sırrını hâvîdir. Evliyâ ve sıddîkînin saâdetin düstûrlarına enmûzec
imâmıdır ki, onların ittifâklarının ve olan dîn ve şerîat ve islâmiyetin
tahkîklerinin ve kerâmetlerinin sâhibidir. Sanki bu dîn kitâb-ı
sırrını hâvîdir. kâinâttan çıkarılmış bir fihristedir.
Hârika irhâsât ve bâhir mu‘cizât ve Kendisine indirilmiş olan Kur’ân
kat‘î ve vâzıh bürhânlar sâhibidir. ise, sanki kâinâtın âyâtını
Zâtında ahlâk-ı âliye, vazîfesinde okumaktır. Hak dîni, kendisinin,
hısâl-i gâliye ve şerîatinde secâyâ- kâinât Nâzımının nizâmı olduğuna
yı sâmiye sâhibidir. işâret edendir. Çünki bu kâinâtı, bu
Vahyi indiren Zât-ı Zülcelâl’in ona nizâm-ı etemm ve ekmel ile tanzîm
tevfîki ile ve indirilen vahyin eden kim ise, bu nazm-ı ahsen ve
îcâzıyla ve kendisine vahiy indirilen ecmeli câmi‘ olan bu dîni tanzîm
Zâtın Ona kuvvet-i îmânı ile ve eden de Odur.
kendilerine vahiy indirilenlerin Yer ve gökler devâm ettiği
keşfiyâtları ve tahkîkâtlarıyla müddetçe salavâtın en efdali ve
berâber icmâıyla, vahy-i teslîmâtın en etemmi, biz
Rabbânînin indiği yerdir. Ademoğulları topluluğunun efendisi
Âlem-i gayb ve melekûtün ve biz mü’minler topluluğunun
seyyârıdır. îmâna hidâyet edicisi olan Abdullâh
Ervâhı müşâhede ve melâikeye İbn-i Abdülmuttalib oğlu
arkadaşlık eden ve cin ve insin Muhammed’in üzerine olsun.
46
Çünki bu Şâhid, âlem-i şehâdette vücûduna delâlet eder. O’nun
bütün şâhidlerin gözü önünde celâlinin ve cemâlinin ve kemâlinin
gaybe dâir, müşâhid tavrıyla evsâfını tasrîh eder. Öyle bir
şehâdet eder. Evet görülüyor ki, Furkân-ı Hakîm ki, meşreblerde ve
kendisi görür, sonra asırların ve mesleklerde muhtelif, kalbleri ve
aktârın arkasında en yüksek akılları müttefik olan enbiyânın ve
sadâsı ile beşer tâifelerine evliyânın ve muvahhidînin bütün
seslenerek şâhidlik eder. kitâblarının sırr-ı icmâını hâvîdir.
Evet, bu O’nun, mâzînin Çünki o kitâbların hakâiki, altı ciheti
derinliklerinden istikbâlin yüksek münevver olan Kur’ân’ın esâsâtını
tepelerine kadar bütün kuvvetiyle tasdîk ederler. Zîrâ Kur’ân’ın
işitilen sesinin sadâsıdır. Evet, o üstünde sikke-i i‘câz, içinde hakâik-
ses yerin yarısını istîlâ etti; benî- ı îmân, altında berâhîn-i iz‘ân
âdem’in beşte biri O’nun semâvî vardır. Hedefi saâdet-i dâreyndir.
boyasıyla boyandı. Nokta-i istinâdı ise, Onu indiren
Ma‘nevî saltanatı 1350 sene Zâtın, âyetleriyle, indirilen
devâm etti; her zamânda Kur’ân’ın, i‘câzıyla, kendisine
sâdık ve mutî‘ raiyetinden 350 Kur’ân indirilen Zât’ın, ona kuvvet-i
milyon kişi üzerinde, seyyidlerinin îmânı ve emniyetiyle ümmîliğiyle
ve sultânlarının emirlerine ve kemâl-i teslîmiyeti ve safvetiyle
nefislerinin ve kalblerinin ve ve nüzûlü sırasında ma‘lûm
rûhlarının ve akıllarının inkıyâdıyla vaz‘iyetiyle berâber icmâıyla mahz-
zâhiren ve bâtınen hükmediyor. ı vahy-i Rabbânîdir. O, bilyakîn
Asırların kayaları üzerine ve mecma‘-i hakâiktir. Bilbedâhe
aktârın meydânlarına çivilenmiş envâr-ı îmânın menbaıdır. Bilyakîn
kuvvet-i düstûrlarının şehâdetiyle saâdetlere îsâl bilmüşâhede, kâmil
gâyet ciddiyetiyle zühdünün ve meyveler sâhibidir. Farklı farklı
dünyâdan istiğnâsının şehâdetiyle emârelerden olan hads-i sâdık ile,
gâyet vüsûku ile seyrinin meleklerin ve ins ve cinnin
şehâdetiyle gâyet itmi’nânı ve makbûlüdür. Âkıl ve kâmil olanların
vüsûku ile herkesin ittifâkıyla ittifâkıyla, aklî delîllerle
herkesten daha fazla ibâdet eden müeyyeddir. Vicdânın ona
ve daha fazla takvâ sâhibi itmi’nânının şehâdetiyle, fıtrat-ı
oluşunun şehâdetiyle gâyet selîme ile musaddaktır.
derecedeki kuvvet-i îmânı ile, Bilmüşâhede ebedî mu‘cizedir.
“Gerçekten şunu bil ki, Basar-ı mutlak sâhibidir ki, eşyâyı
kemâl-i vuzûh ile görür. Gaybı ve
” ile öyle kat‘î ve uzağı, hâzır ve yakîn gibi görür.
mükerrer şehâdet eder ki, Furkân-ı Mutlak inbisât sâhibidir ki,
Hakîm o Zât-ı Zülcelâl’in vücûb-ı mukarrabînden olan mele-i a‘lâya
47
bir dersi öğretir, etfâl-i beşere de
bu dersin aynısını öğretir. Ta‘lîmi
ve ta‘lîmâtı, yükseklerin en
yükseğinden, basitlerin en basitine
kadar zîşuûrun tabakâtına şâmil
olur. “ ” ve “Şunu bil
48