Professional Documents
Culture Documents
ĠSTANBUL ÜNĠVERSĠTESĠ
TEZ DANIġMANI
ĠSTANBUL - 2016
T.C.
ĠSTANBUL ÜNĠVERSĠTESĠ
TEZ DANIġMANI
ĠSTANBUL - 2016
ÖZ
KADI ABDÜLCEBBAR‟IN ĠSLAM DIġI DĠNLERE TEHVĠD
EKSENLĠ YÖNELTMĠġ OLDUĞU ELEġTĠRĠLER
iii
ABSTRACT
iv
ÖNSÖZ
Ġslamî Ġlimler içerisinde iki asıl olarak telakki edilen ilimlerden bir tanesi de
kelam ilmidir. Hz. Peygamber‟in vefatından sonra ortaya çıkan yeni olaylar,
karĢılaĢılan dini unsurlar bu ilmin ortaya çıkmasında temel saiklerden birisi kabul
edilmiĢtir. Kelam âlimleri karĢılaĢtıkları yeni fikri ve dinî akımları, Ġslamî kriterler
açısından değerlendirmiĢler, gelen eleĢtiri ve tenkidleri cevaplandırıp onlara karĢı
reddiyeler kaleme almıĢlardır. Diğer dinlere ve fikri akımlara karĢı yürütülen bu ilmi
hareketlilik “tevhid” inancı perspektifinde ilerlemiĢtir. Kelam âlimleri tevhid
inancına aykırı buldukları noktaları eleĢtirirken aynı zamanda tevhid inancını farklı
açılardan da ispat etmiĢlerdir.
v
önüne alınarak, Kadı Abdülcebbar‟ın yaĢadığı dönem, coğrafya incelenmiĢ; hayatı,
ilmi kiĢiliği ve Mutezile içerisindeki konumu tahlil edilmiĢtir.
vi
ĠÇĠNDEKĠLER
vii
2. Teslis EleĢtirisi ................................................................................................ 50
3. Ġttihâd ve Hulûl EleĢtirisi ................................................................................ 59
4. Tanrıya Oğul Nispet Edilmesinin EleĢtirisi .................................................... 61
5. Mesih‟e Ġbadetin EleĢtirisi .............................................................................. 67
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
KADI ABDÜLCEBBAR‟IN TEVHĠD ĠNANCINA AYKIRI BULDUĞU EHL-Ġ
KĠTAP DIġI DĠNLERE YÖNELTTĠĞĠ ELEġTĠRĠLER
A. Senevî/Düalist Ġnançlara Yönelttiği EleĢtiriler ....................................... 71
1. Maniheizm....................................................................................................... 72
2. Mazdekiyye ..................................................................................................... 75
3. Deysaniyye ...................................................................................................... 76
4. Merkuniyye ..................................................................................................... 77
5. Sıyamiyye ........................................................................................................ 77
6. Maklasıyye ...................................................................................................... 78
7. Senevîlik EleĢtirisi .......................................................................................... 78
B. Mecûsîliğe Yönelttiği EleĢtiriler ............................................................... 83
1. Mecûsîlik ......................................................................................................... 83
2. Mecûsilik EleĢtirisi ......................................................................................... 85
C. Sâbiîliğe Yönelttiği EleĢtiriler .................................................................. 88
1. Sabiîlik ............................................................................................................ 88
2. Sabiîlik EleĢtirisi ............................................................................................. 90
D. Cahiliye Arap Ġnançlarına ve Hind Alt Kıtası Geleneklerine Yönelttiği
EleĢtiriler................................................................................................................... 93
SONUÇ...................................................................................................................... 98
KAYNAKÇA .......................................................................................................... 103
viii
KISALTMALAR LĠSTESĠ
ix
GĠRĠġ
A. Konunun Önemi
Tarihin her döneminde insanlık bir yaratıcı inancına sahip olmuĢtur. Bir dine,
bir ilaha inanmak insanın fıtratındandır. GeçmiĢ kavimlerin ve Ģu anda yaĢayan
insanların dillerinde yaratıcı mefhumuna dair çeĢitli kelimelerin kullanılması da
bunun göstergesidir.
Kelime anlamı bir Ģeyin bir olduğuna hükmetmek, birlemek olan tevhid1,
yaratıcı mefhumuna inanma içerisinde önemli bir noktadır. Istılah bakımından
tevhid; Allah-u Teâla‟nın zatının tasavvur edilebilen vehimlerden, tahayyül
edilebilen her türlü düĢünceden soyutlanması; zat, sıfat ve fiillerinde bir olduğuna
inanılması Ģeklinde tanımlanmıĢtır.2 Yani tevhidden maksat Allah‟ın hiçbir Ģekilde
ortağının, benzerinin, denginin olmadığıdır. Kur‟an‟da Allah‟ın varlığı, O‟nun
birliğine paralel olarak anlatılmaktadır. Bu da imanın tevhid ilkesi içerisinde sahih
olacağının göstergesidir. Ġslam‟ın özünün tevhid olduğunda yani her Ģeyden
münezzeh tek yüce yaratıcıyı kabul etmekte Ģüphe yoktur.3 Bundan dolayı “Ġslam
tevhid dinidir, Ġslam‟ın temel esası tevhiddir”4 denilmiĢtir.
1
Seyyid ġerif el-Cürcani, et-Tarifat, thk: Ġbrahim Enbari, Beyrut, 1984, s. 96.
2
Cürcani, a.g.e., s. 96.
3
Ġsmail Raci Fârûkî, Tevhid, trc: Dilaver Yardım, Ġstanbul, 1987, s. 29-30.
4
Fârûkî, a.g.e., s. 179.
5
el-Enbiya, 21/25.
6
en-Nahl, 16/36.
1
inancını düzeltmeleri için gönderildikleri ifade edilmektedir.7 Hz. Peygamber de
insanları tevhid akidesine davet etmiĢ, tevhid inancı üzerinde sıklıkla durmuĢ ve
tevhide aykırı pek çok hususa dikkat çekmiĢlerdir.8
7
Bkz. el-Araf, 7/65; Hûd, 11/50, 61, 84; el-Araf, 7/85, 140; el-Enbiya, 21/87, 107, 108; el-Kehf,
18/110.
8
Bkz. Mevlüt Özler, Ġslam DüĢüncesinde Tevhid, Ġstanbul, 2005, s. 27-28.
9
Yazılı tartıĢmalar olan reddiye kültürü Ġslam literatüründe önemli bir yer teĢkil etmektedir. Ġslam‟ın
erken dönemlerinden itibaren, “Kitabü'r Redd ala…” baĢlığıyla baĢlayan çeĢitli risale ve eserler telif
edilmiĢtir. Ayrıca bazı eserlerde nakz, nakd, tehafüt, tenakuz isimleri ile yazılmıĢtır. Ġbn Kuteybe‟nin
Kitabu Ġhtilafi‟l Lafz ve‟r Reddi ale‟l Cehmiyye ve‟l MüĢebbihe‟si, Hayyat‟ın Kitabu‟l Ġntisar ve'r
Redd ala Ġbni‟r Ravendi‟si, EĢ‟ari‟nin Kitabu‟l Luma fi‟r Redd ala Ehli‟z Zeyğ ve‟l Bida‟sı ve
Bâkillanî‟nin Kitabu‟t Temhid fi‟r Redd ale‟l Mülhide ve‟l Mu'attıla‟sı bu literatüre örnek
gösterilebilir. Bkz: Mustafa Sinanoğlu, “Reddiye” md., DĠA, Ġstanbul, 2007, XXXIV, s. 516-521.
10
Kadı Abdülcebbar, ġerhu Usuli‟l Hamse, trc: Ġlyas Çelebi, Ġstanbul, 2013, c. 1, Mütercimin GiriĢi,
s. 26.
2
ĠĢte bu yüzden Mutezile mezhebi Ġslam düĢünce tarihinde tevhid ismi ile aynîleĢmiĢ
ve “Ashabu‟t Tevhid, Ashabu‟l Adl ve‟t Tevhid” Ģeklinde bilinir, anılır olmuĢtur. Bu
gibi sebeplerden dolayı Hayyat (ö. 300/913[?]), tevhid ilkesini müdafaa eden tek
mezhebin Mutezile olduğunu söylemektedir.11
11
Ebü‟l Hüseyin Hayyat, el-Ġntisar, thk: N. Nasr Nader, Beyrut, 1957, s. 13-14, 17.
3
içinde yetiĢen bir Mutezilî âlimin aynı zamanda diğer dinlere ve mezheplere bakıĢ
açısını da ortaya koymaya çalıĢacağız. Ayrıca mezheplerin birer beĢeri oluĢumlar
olduğunu göz önüne alarak, mezhep üzerindeki etkili önemli Ģahısların incelenmesi
mezhebin fikirsel açıdan kodlarını da ortaya çıkaracağından12 bu çalıĢmamız bize
Mutezile‟nin tevhid ilkesi hakkındaki temel kanaatlerini, hangi açıdan ele aldıklarını
ve hangi mesele ve kavram etrafında konuyu tartıĢıp münazara ettiklerini
gösterecektir.
B. Metod
AraĢtırma, bir giriĢ ve üç ana bölümden oluĢmaktadır. GiriĢ bölümünde
konunun önemi, araĢtırma yapılırken takip edilecek yöntem ve kaynaklar
belirtildikten sonra, birinci bölümde Kadı Abdülcebbar‟ın hayatı, yaĢadığı sosyal
çevre, ilmi kiĢiliği ve kelam yöntemi üzerinde durulacaktır. Çünkü bir Ģahsiyetin
oluĢmasında çevrenin rolü oldukça önemlidir. Biz de burada “Kadı Abdülcebbar‟ı bu
tartıĢmalara yönelten sebep nedir?, Kadı Abdülcebbar‟ın yaĢadığı dönemdeki mevcut
siyasi durum nedir?, Kadı Abdülcebbar‟ın yaĢadığı dönemde bulunan dinler ve
mezhepler nelerdir?” gibi soruların cevabını bulmaya çalıĢacağız. Bu araĢtırmayı
yaparken, öncelikli olarak Mutezilî bilginleri ihtiva eden tabakât kitaplarına ayrıca
Kadı Abdülcebbar hakkındaki eserlere veya onun eserlerine yapılan tahkiklere
bakılacaktır. Ayrıca günümüzde telif edilmiĢ eserlerle birlikte konu hakkında
yapılmıĢ doktora tezleri ve yazılan makalelerden faydalanılacaktır. Alınan verilerde
öncelikli olarak Kadı Abdülcebbar‟a yakınlığı ile tanınan müellifler tercih
edilecektir. Çünkü daha yakında olması ve aynı dönemde yaĢaması bilginin birinci
kaynaktan geldiğini ifade etmektedir.
12
Sönmez Kutlu, Ġslam DüĢüncesinde Ġlk Gelenekçiler, Ankara, 2002, s. 14.
4
kullandığı üslup ve değerlendirmeler göz önüne alınarak Hristiyanlığın tevhid
ekseninden sapmasına neden olan görüĢler tespit edilmeye çalıĢılacaktır.
C. Kaynaklar
Bir konu hakkında, Ģahıs hakkında veya grup hakkında yapılan çalıĢmalarda
en önemli kaynaklar birinci elden olan kaynaklar ve o gruba mensup kiĢiler
tarafından yazılmıĢ kaynaklardır. Daha sonra ileriki dönemlerde yazılmıĢ eserler
veya muhalif görüĢü benimseyenler tarafından kaleme alınan eserlere müracaat
edilebilir.
5
Mihne sürecinden sonra Mutezile‟ye uygulanan baskı neticesinde mutezilî eserlerin
büyük bir çoğunluğu yakılmıĢtır. Bundan dolayı biz Kadı Abdülcebbar‟ın eserlerinin
tahkikinden önce Mutezile hakkındaki bilgileri Sünnî kaynaklardan öğrenmekteydik.
Kadı Abdülcebbar‟ın eserlerinin tahkik edilmesinden sonra direk birinci kaynaktan
araĢtırma yapma imkânına sahip olduk. Bundan dolayı çalıĢmamızda el-Mugnî ayrı
bir öneme haizdir.
6
isimli eseri ile Marshall G. S. Hodgson‟un Ġslam‟ın Serüveni Ģeklinde Türkçeye
tercüme edilen “The Venture Of Islam” eserinden istifade ettik. Her ne kadar dönemi
Suyuti‟nin “Tarihu‟l Hulefa”sından; Ġbn‟ül-Esîr‟in “El-Kamil Fi‟t Tarih”inden
okuduk ise de güncel ve son değerlendirme olan modern çalıĢmaların yapmıĢ
oldukları tespitleri önceledik. Ayrıca bunlara ilaveten yapılmıĢ çeĢitli tez ve
makaleleri de taradık.
7
BĠRĠNCĠ BÖLÜM
8
A. Kadı Abdülcebbar‟ın YaĢadığı Dönem
Bir fikrî akımı incelerken, onun içinde yetiĢmiĢ kiĢileri veya mezheple
birlikte isimleĢmiĢ âlimleri incelerken; fikirlerin oluĢum sürecini, dönemin etkili
Ģahsiyetlerini, dönemin olaylarını incelemek gerekmektedir.13 Bir insanın
yetiĢmesinde, geliĢmesinde yaĢadığı çevrenin, bulunduğu dönemin siyasi ve sosyal
Ģartlarının, dönemin itikadî tartıĢmalarının etkisi oldukça aĢikârdır. Kelam meseleleri
içinde konuları ve Ģahısları tarihsel bağlamdan koparamayız. Bundan dolayı ele
aldığımız Ģahısların görüĢlerini “fikir-hadise irtibatı”14 içinde değerlendirmemiz
gerekmektedir.
1. Siyasi Durum
Kadı Abdülcebbar‟ın hayatta olduğu zaman zarfında yaĢadığı coğrafyaya
hâkim devletler Abbasiler ve Büveyhiler‟dir. Hicrî dördüncü asrın sonları ile beĢinci
asrın baĢları Abbasiler‟in otorite gücünün zayıfladığı ve halifelerin etki gücünün
kalmadığı bir dönemdir. Bundan dolayı bu döneme Abbasilerin ikinci dönemi
denmektedir. Çünkü bu dönemde yönetimin etkisi zayıflamaya baĢlayarak asli
unsuru Türk komutanlar oluĢturmaya baĢlamıĢ; Halife‟nin ve devletin zayıflığından
dolayı çeĢitli yerel devletler ortaya çıkmıĢtır. Bu emirliklerin bir kısmını Araplar
oluĢtururken, diğer kısmını da Türk-Ġran asıllı unsurlar oluĢturmaktadır.15
13
Sönmez Kutlu, Türklerin ĠslamlaĢma Sürecinde Mürcie ve Tesirleri, s. 1; a. mlf., Ġslam
DüĢüncesinde Ġlk Gelenekçiler, Ankara, 2002, 14.
14
Sönmez Kutlu, “Ġslam Mezhepleri Tarihinde Usûl Sorunu” Ġslâmi Ġlimlerde Metodoloji (Usûl)
Meselesi I, Ġstanbul, s. 437.
15
Bkz. Suyuti, Tarihu‟l Hulefa, Mısır, 1952, s. 346-399.
9
Hicri dördüncü asırda Ġslam dünyası siyasi bakımdan sıkıntılı günler
geçirmiĢtir. Bu dönemde merkezi güç olan Halife, gittikçe güç kaybetmiĢ ve Abbasi
hilafet Ģemsiyesi altında bağımsız güçler ortaya çıkmıĢtır. Ayrıca halife de tamamen
askeri otoritenin etkisi altında kalmıĢtır.16 Askeri otorite altında kalmak, nüfuz
alanında çeĢitli siyasi devletlerin oluĢması ve hilafetin bölünmesine de sebep
olmuĢtur. Çünkü bağımsızlığını ilan eden bazı devletler halkı etki alanına almak için
halifeliği de eline geçirmek altına almak istemiĢlerdir.
16
Bahriye Üçok, Ġslam Tarihi, Ankara, 1983, s. 107.
17
Ahmed Emin, Zuhru‟l Ġslam, Beyrut, 1969, c. 1, s. 91; Ayrıca Bkz. Ġbn‟ül-Esîr, El-Kamil Fi‟t
Tarih, Daru‟l Kütübi‟l Ġlmiyye, Beyrut, 1979, VII, s. 78-118.
18
Abbasiler döneminde ilk emiru‟l ümeralık makamı Türk komutan Basra ve Vasıt‟ın valisi
Muhmmed b. Raike verilmiĢtir. Daha sonraki dönemlerde yaygınlaĢan ve giderek elindeki gücü
arttıran emiru‟l umeralar, yönetimi ele geçirdiler ve halifeyi istedikleri gibi yönlendirip
kullanabildiler. Adeta halifenin yetkilerini kendi ellerine aldılar ve kendi adlarına hutbe okuttular. Ġbn
Esir, a.g.e., c. VIII, 322-323; Hakkı Dursun Yıldız, “Emirü‟l Umera”, DĠA, Ġstanbul, c. XI, s. 158-
159.
19
Suyuti, Tarihu‟l Hulefa, s. 336.
10
Ġslam düĢünce tarihi açısından ortaya koydukları siyasi tavır nedeniyle önemli
etkilere sahip olan Büveyhiler, Deylem asıllı bir hanedandır. Deylemîler M.Ö. II.
yüzyıla kadar uzanan köklü bir Ġran kavmidir. Deylemîlerin önceleri Mecûsî ve
putperest oldukları ve ayrıca bölgede Hıristiyanlık ve ZerdüĢtlüğün de yaygın olduğu
bilinmektedir.20 Bulundukları bölge sarp, kayalık bir bölge olması onları daima
korunaklı kılmıĢtır. Sarp, geçit vermeyen bir bölgede yaĢam süren Deylemîler aynı
zamanda geleneklerine bağlı bir topluluktur. Geleneklerine bağlılıklarını milliyetçilik
Ģeklinde de yorumlamak mümkündür. Çünkü Deylemîler, kendi gelenek ve
göreneklerinde tutucudurlar. Hatta onların kendilerinden baĢka kavimlere kız
vermedikleri, Ģayet bunu ihlal eden olursa öldürdükleri bilinmektedir. Karakteristik
olarak savaĢçı kimliğe sahip bir halk olması bölgenin uzun bir süre bağımsız
kalmasına da olanak sağlamıĢtır.21 Hatta bölgede etkili bir hâkimiyet kuran Sâsâniler,
hiçbir zaman Deylemîleri etkisi altına alamamıĢlardır.22 Nitekim Deylemîler uzun bir
süre baĢka bir gücün otoritesi altına girmemiĢlerdir. Hatta bağımsızlık tutumları
Ġslam‟ı kabul etmelerinden sonra da devam etmiĢ, uzun süre halifeden bağımsız
kalmıĢlardır.23 Genel anlamda bakıldığında savaĢçı kimliğe sahip Deylemîler, IV. –
VII. asırlar arasındaki süreçte Sâsâniler ile Bizans arasında paralı asker olarak görev
yapmıĢlardır.24
20
Metin BozkuĢ, Büveyhiler ve ġiilik, Sivas, 2003, s. 19; Muharrem Akoğlu, Büveyhiler
Döneminde Mutezile, Ankara, 2008, 115.
21
Ahmet Güner, Büveyhiler‟den Adudu‟d Devle ve Dönemi, (BasılmamıĢ Doktora Tezi), Ġzmir,
1992, s. 13-14.
22
Khanoghlan Hacıyev, Irak Büveyhîleri‟nin KuruluĢu Ve Muizzüddevle Dönemi (334-356/945-
967), (BasılmamıĢ Doktora Tezi), Ġstanbul 2012, s. 34.
23
Tahsin Yazısı, “Deylem”, DĠA, Ġstanbul, 1994, IX, s, 263-265.
24
Ahmet Güner, Büveyhiler‟den Adudu‟d Devle ve Dönemi, s. 15.
25
Metin BozkuĢ, Büveyhiler ve ġiilik, s. 21.
26
Muharrem Akoğlu, Büveyhiler Döneminde Mutezile, s. 24.
11
ilk olarak Deylemliler arasında görülmüĢtür.27 Bu da onların ġiiliği benimsediğini
göstermektedir.28 Bundan dolayı Büveyhilerin mezhepsel hareketlerini ġii
düĢüncenin devlet politikası haline getirilmesi Ģeklinde yorumlayanlar olmuĢtur.29
27
Ġbn Esir, El-Kamil fi‟t Tarih, c. VIII, 549-550; Tahsin Yazıcı, “Deylem”, DĠA, c. IX, s, 264; Metin
BozkuĢ, Büveyhiler ve ġiilik, s. 141.
28
Büveyhiler ileride geleceği üzere, Zeydî ġiî inancını benimsemiĢlerdir. Hasan b. Zeyd ve kardeĢi
Muhammed b. Zeyd‟in Abbasilerden kaçarak bölgeye gitmeleri, orada inançlarını yaymaları
Zeydiliğin bölgedeki yaygın olmasının en etkili sebeplerindendir. Ayrıntılı bilgi için bkz. Metin
BozkuĢ, Büveyhiler ve ġiîlik, s. 30-37.
29
W. Montgomery Watt, Ġslam DüĢüncesinin TeĢekkül Devri, trc. Ethem Ruhi Fığlalı, Ankara,
1981, s. 395.
30
Ġbn Esir, El-Kamil, c. VIII, 264.
31
Hasan Ġbrahim Hasan, Siyasi-Dini-Kültürel-Sosyal Ġslam Tarihi, trc: Ġsmail Yiğit, Sadreddin
GümüĢ, Hamdi AktaĢ, Ġstanbul, 1987, c. III, s. 399; Ahmet Güner, “Ġmadu‟d Devle”, DĠA, Ġstanbul,
1995, c. XXII, s. 173; Yılmaz Öztuna, Ġslam Devletleri, Ankara, 1989 c. I, s. 715; Erdoğan Merçil,
“Büveyhiler”, DĠA, Ġstanbul, 1992, c. VI, s. 496-500.
32
Ġbn Esir, a.g.e., c. VIII, 449-450; Ahmet Güner, Büveyhiler‟den Adudu‟d Devle ve Dönemi, s. 23-
29; Erdoğan Merçil, “Büveyhiler”, DĠA, Ġstanbul, 1992, c. VI, s. 496-500.
33
Metin BozkuĢ, Büveyhiler ve ġiilik, s. 108.
12
da tebaasını elinin altında tutmak için gerekli olan bir yöntemdir. Çünkü Sünnî halka
karĢı meĢruluklarını ispat etmekte çeĢitli sıkıntılarla karĢılaĢmıĢlardır. 34 Halifeliğe
bağlı halkın Sünnî olması ve ayrıca o sırada Bağdat‟ta hâkim olan ve ağırlığını
Türklerin oluĢturduğu Sünnî ordu bulunmaktaydı. Böyle bir orduya bu Ģekilde bir
değiĢikliği kabullendirmek zor görünmekteydi. Çünkü onların gözünde hilafetin özel
bir yeri vardı.35
34
Erdoğan Merçil, “Büveyhiler”, DĠA, c. VI, s. 498; Ayrıca Bkz. Ġbn Esir, El-Kamil fi‟t Tarih,
Beyrut, c. VIII, 452-453.
35
Hasan Ġbrahim Hasan, Ġslam Tarihi, c. III, s. 399; Ahmet Güner, Büveyhiler‟den Adudu‟d Devle
ve Dönemi, s. 154-155; Metin, BozkuĢ, Büveyhiler ve ġiîlik, s. 109.
36
C. H. Bosworth, Ġslam Devletleri Tarihi, trc: Erdoğan Merçil, M. ĠĢpirli, Ġstanbul, 1980, s. 59-60;
Mehmet Azimli, Sünnî Hilafete Tahakküm KurmuĢ Bir ġii Hanedan: Büveyhiler, DÜĠFD, Diyarbakır,
2005, c. VII, sayı: II, s, 22-23.
37
Erdoğan Merçil, “Büveyhiler”, DĠA, c. VI, s. 496-500.
38
Ġbn Esir, El-Kamil, c. VIII, 495; Metin BozkuĢ, a.g.e., s. 119-120; Adam Mez, Onuncu Yüzyılda
Ġslam Medeniyeti, trc: Salih ġaban, Ġstanbul, 2000, s. 87.
13
dönemi yönetimin, halifeyle, akrabalarıyla ve askerleri ile sorunlar yaĢadığı bir
dönemdir.39
39
Ġbn Esir, El-Kamil fi‟t Tarih, c. VIII, 648; Erdoğan Merçil, “Büveyhiler”, DĠA, c. VI, s. 496-500.
40
Hasan Ġbrahim Hasan, Ġslam Tarihi, c. III, s. 405; Abdülkerim Özaydın, “Adudu‟d Devle” DĠA, c.
I, s. 392-393; Erdoğan Merçil, “Büveyhiler”, DĠA, c. VI, s. 496-500.
41
Abdülkerim Özaydın, “Adudu‟d Devle” DĠA, c. I, s. 393
42
Mehmet Azimli, Sünnî Hilafete Tahakküm KurmuĢ Bir ġii Hanedan: Büveyhiler, s, 26.
43
Ahmet Güner, Büveyhiler‟den Adudu‟d Devle ve Dönemi, s. 127.
14
Hemedan, Nihavend, Cürcan, Taberistan‟ı kardeĢi Müeyyedü‟d-Devle abisine bağlı
olarak yönetmekte; Kirman‟ı oğlu yönetmekteydi. Ayrıca Umman, Huzistan‟a da
diğer oğlu bakmaktaydı. Kalan bölgelerde ise valileri vardı.44
15
aldığı mağlubiyet üzerine topraklarını bölüĢmek zorunda kalmıĢtır. Samsamu‟d-
Devle 388/998 de öldürülünce hâkimiyet tekrar Bahau‟d-Devle‟ye geçmiĢtir.49
Abbasi tarihinde yüz on yıl etkili olan Büveyhiler, sosyal, dinî ve ırki
açılardan birbirlerine bağlı birer askeri güç olmuĢlardır. Büveyhiler özellikle
Bağdat‟ı ele geçirerek iç çatıĢmaları biraz dindirseler de zaman geçtikçe mezhepsel
bir çatıĢma ortamına sebep olmuĢlardır. Büveyhilerin önemli etkilerinden bir tanesi
de halifeliği tamamıyla etki altına almalarıdır. Halifeleri tahttan indirip, gözlerine mil
çektirmeleri, istedikleri halifeleri baĢa geçirmeleri, halifeliğin itibarını iyice
yitirmesine sebep olmuĢtur.
49
Erdoğan Merçil, “Büveyhiler”, DĠA, c. VI, s. 497.
50
Erdoğan Merçil, “Büveyhiler”, DĠA, c. VI, s. 497.
51
Erdoğan Merçil, “Büveyhiler”, DĠA, c. VI, s. 497; M. Altan Köymen, Tuğrul Bey ve Zamanı,
Ġstanbul, 1976, s. 34; Nesimi Yazıcı, Ġlk Türk-Ġslam Devletleri Tarihi, Ankara, 2002, s. 212.
16
Büveyhilerin dikkat çeken özelliklerinden biri de ġii olmalarına rağmen ġii-
Fatımi halifesine biat etmemeleridir. Hatta aralarında husumet olduğu da vakidir.
Muhtemelen bu Büveyhilerin karakteristik yapıları gereği boyunduruk altına girmek
istememelerinin bir tezahürüdür.
2. Ġlmî Durum
Kadı Abdülcebbar‟ın hayatını kapsayan hicri dördüncü asrın sonu ile hicri
beĢinci asrın baĢı Ġslam Tarihi açısından büyük öneme sahiptir. Çünkü bu dönem
siyasi açıdan çalkantılı bir dönem olmasına rağmen, ilmî ve fikrî bakımdan oldukça
canlı bir dönemdir. Ġslamî ilimler açısından baktığımızda ise, ilimlerin sınırlarının
belirlendiği, ilimlerin birbirinden ayrıldığı yani ilimlerin makasıd, mesâil, mebâdî ve
vesâilini oluĢturduğu bir dönemdir. Hicrî beĢinci asırda Ġslam düĢüncesinin felsefe ve
edebi ilimler sahasındaki kurumsallaĢması tamamlanmıĢ, gelenek ve ekoller oluĢtuğu
görülmektedir.52
52
W. B. Barthold, Ġslam Medeniyeti Tarihi, trc: Fuad Köprülü, Ankara, 2004, s. 57.
53
Ġlyas Çelebi, Ġslam Ġnanç Sisteminde Akılcılık ve Kadı Abdülcebbar, Ġstanbul, 2002, s, 206.
17
sağlamıĢtır.54 Merkezi otoriteden bağımsızlaĢan devletlerin mali gelirlerini de kendi
ellerine almaları ve farklı mezheplerin birbirleri arasında gerçekleĢtirmiĢ oldukları
ilmî münakaĢalar bu zengin ilmî ortamın temel sebepleri arasında sayılmaktadır.
Görüldüğü gibi siyasi açıdan çok iyi olmasa da bu dönemin ilmî açıdan oldukça
parlak bir dönem olduğu anlaĢılmaktadır. Dinî ilimlerden, dil, edebiyat ve diğer bilim
dallarına kadar önemli geliĢmeler, baĢarılar elde edilmiĢtir. Bu asırlar ilmi bakımdan
“Ġslam Medeniyetinin Altın Çağı” ve “Ġslam Rönesansı”nın gerçekleĢtiği dönemler
olarak değerlendirilmiĢtir. 55
Kadı Abdülcebbar‟ın yanı sıra dönemin meĢhur ilim adamları arasında çok
yönlü eserleri ile tanınan Birûnî (453/1061), siyaset ve ahlak teorileri ile tanınan el-
Mâverdî (450/1058), ġafii fakihi Ebu Hâmid el-Ġsferâyini (406/1015), ġia‟nın kelâmî
temellerini oluĢturan ġeyh Saduk (381/991), ġia‟nın önde gelen âlimlerinden ġeyh
54
Ahmet Güner, Büveyhiler Dönemi ve Çok Seslilik, DEÜĠFD, Ġzmir, 1999, XII, s. 60; a. mlf.,
Büveyhi Devlet Adamlarının Kitaba Ġlgileri ve Kütüphaneleri, , DEÜĠFD, Ġzmir, 2001, XIII-XIV, s.
36.
55
Claude Chan, Ġslamiyet DoğuĢundan Osmanlıların KuruluĢuna Kadar, trc: Esat Mermi Erendor,
Ġstanbul, 1990, s. 219.
56
Ahmet Güner, Büveyhiler Dönemi ve Çok Seslilik, s. 61; a. mlf., Büveyhi Devlet Adamlarının
Kitaba Ġlgileri ve Kütüphaneleri, s. 36.
57
Ahmet Güner, a.g.m., s. 36.
18
Müfid (413/1022), EĢ‟arî kelamcısı Bâkıllanî (403/1013), Hanefi fakihi Ebu Bekir el-
Cessâs (370/981) ve tasavvuf alanında meĢhur eseri Kutu‟l Kulub ile tanınan Ebû
Talip el-Mekkî (ö. 386/996) vardır.58 Bunların yanı sıra el-Mütenebbî (354/965), Ebû
Ġshak es-Sabî (384/994), Bedîüzzaman el-Hemedanî (398/1007), Ebu Ali el-Farisî
(377/987), Ġbn Cinnî (392/1001) gibi dil bilginleri; Ebu Süleyman es-Sicistanî
(375/985), Ġbn Sina (428/1037), Ġbn Miskeveyh (421/1030), Ġbnü‟n Nedim (385/995)
gibi felsefe ve tarih alanında tanınmıĢ âlimler; el-Bûzcânî (388/998), el-Kûhî (380-
390/990-1000), es-Sûfî (376/986), el-Mecûsî (383/994) gibi müspet ilimlerde meĢhur
âlimler dönemin meĢhur simalarındandır.59 Görüldüğü gibi hepsi Ġslam ilim ve bilim
sahasındaki çeĢitli alanlarda kendilerini ispatlamıĢ âlimlerdir. Bu da yaĢanan ilmî
canlılığı göstermesi bakımından önemli bir noktadır.
58
Ġlyas Çelebi, Ġslam Ġnanç Sisteminde Akılcılık ve Kadı Abdülcebbar, s, 206.
59
Ahmed Emin, Zuhru‟l Ġslam, c. 1, s. 221; Ahmet Güner, Büveyhiler Dönemi ve Çok Seslilik, s.
63-65.
60
Bkz. Ahmet Güner, a.g.m., s. 66.
61
Erdoğan Merçil, “Büveyhiler”, DĠA, c. VI, s. 499.
62
Ahmet Güner, Büveyhi Devlet Adamlarının Kitaba Ġlgileri ve Kütüphaneleri, s. 39.
19
zamanla önemli bir tıp merkezine dönüĢmüĢtür. Adudu‟d-Devle bilim ve kültüre
önem vermesinin yanı sıra kendisi de bizzat ilimle meĢgul olmuĢ bir liderdir. Arapça
Ģiir yazabilen Adudu‟d Devle, çeĢitli ilim dallarında kendisini geliĢtirmeye
çalıĢmıĢtır. ġiraz‟da olsun, Bağdat‟ta olsun, sarayını her türden ilim adamlarının ilmî
münazaralarda bulunmak için toplandığı bir medrese haline getirmiĢtir. Felsefeciler
için halk baskısından korumak amacıyla sarayında özel bir bölüm hazırlatmıĢtır. Ġyi
bir okuyucu olduğu ifade edilen Adudu‟d-Devle‟nin kitaplarını her daim yanında
götürdüğü söylenmektedir. Ġlme ve ilim adamlarına verdiği önemden dolayı,
dönemin önemli ilim adamları birçok kitaplarını onun adına telif etmiĢlerdir.63
63
Bkz. Ahmet Güner, Büveyhiler‟den Adudu‟d Devle ve Dönemi, s. 179; Abdülkerim, Özaydın,
“Adudu‟d Devle” DĠA, c. I, s. 392-393.
64
Ahmet Güner, Büveyhi Devlet Adamlarının Kitaba Ġlgileri ve Kütüphaneleri, s. 44.
65
Ahmet Güner, a.g.m., s. 47-48.
66
Ahmet Güner, a.g.m., s. 49; Bkz. Ġlyas Çelebi, “Sâhib b. Abbâd”, DĠA, Ġstanbul, 2008, c. XXXV, s.
512-514.
20
kurmuĢtur. Kütüphane öğrencilerin yararına tahsis edilmiĢ vakıf hüviyeti
taĢımaktadır.67
67
Ahmet Güner, Büveyhi Devlet Adamlarının Kitaba Ġlgileri ve Kütüphaneleri, s. 52.
68
Ahmet Güner, a.g.m., s. 55.
69
Ġsmail Erünsal, Ġslam Medeniyetinde Kütüphaneler, DoğuĢtan Günümüze Büyük Ġslam Tarihi
XIV(içinde), Ġstanbul, 1989, s. 227.
21
3. Sosyal-Dinî Durum
Kadı Abdülcebbar‟ın yaĢadığı coğrafya görüldüğü üzere oldukça renkli
gözükmektedir. Deylem tarihine baktığımızda burada yaĢayanların Ġslam öncesinde
Mecûsî oldukları görülmektedir. Bunun yanı sıra bölgede ZerdüĢtlük, putperestlik ve
Hıristiyanlığın varlığından da söz edilmektedir. Ġslam‟ı kabul etmelerinden sonra
bazı eski inançlarına dair izler taĢımaya devam ettikleri göze çarpmaktadır.70
22
yazılmıĢ,75 ġia‟nın inanç esasları da yine bu dönemde kurumsallaĢmıĢtır.76 Aynı
zamanda Büveyhiler‟den önce Bağdat‟ta büyük bir ġiî topluluğunun olmadığı,
Büveyhilerin çalıĢmaları, 10 Muharrem gününü resmi bayram ilan etmeleri, herkesi
bu günde siyah giydirerek Hz. Hüseyin‟in matemini tutmaya zorlamaları, 77 Gadir‟i
Hum gününü bayram ilan etmeleri78, ġiî ezanını okutmaları79 gibi çeĢitli tasarrufları
Bağdat‟taki ġiî nüfusun artıĢında etkili olmuĢtur.80 Lakin Büveyhilerin ġiî hareketleri
özellikle Sünnî kesimde desteklemeleri Bağdat‟ta mezhep çatıĢmalarına yol açmıĢtır.
Zaten h. 334 yılında Büveyhilerin Bağdat‟a geliĢinden itibaren Sünnî kesim ile ġia
taraftarları arasında çatıĢmaların dikkat çekici biçimde arttığı görülmektedir.81 Genel
anlamda sürekli ġiî-Sünnî çatıĢmasının olduğundan bahsedebiliriz.
75
Ethem Ruhi Fığlalı, Ġmamiye ġiası, Ġstanbul, 1984, s. 180.
76
Mehmet Azimli, Sünnî Hilafete Tahakküm KurmuĢ Bir ġii Hanedan: Büveyhiler, s. 30.
77
Ġbn Esir, El-Kamil fi‟t Tarih, Beyrut, c. VIII, 549-550; Metin BozkuĢ, Büveyhiler ve ġiilik, s.
141; Yusuf ġevki, Yavuz, “AĢura”, DĠA, Ġstanbul, 1991, c. IV, s. 25-26.
78
Ġbn Esir, El-Kamil fi‟t Tarih, c. VIII, 549-550; Ethem Ruhi Fığlalı, “Gadir-i Hum”, DĠA, 1996, c.
XIII, s. 280.
79
ġiî ezanı olarak telakki edilen bu anlayıĢ, “Hayye ale'l felah"tan” sonra “Hayye ala hayri'l-amel”
Ģeklinde bir ilavenin yapılmasıdır. ġiî inancına göre ezanda bu ibare ilk zamanlarda mevcut iken daha
sonra Hz. Ömer tarafından çıkartılmıĢtır. ġiî ezanından ikinci bir farklılıkta Ģehadet cümlesinden sonra
“EĢhedü enne Aliyyen veliyyullah” veya “EĢhedü enne Aliyyen emirü'l-mü'minine hakkan”
ifadelerinin eklenmesidir. Bkz. Abdurrahman Çetin, “Ezan”, DĠA, c. XII, s. 37; Muharrem Akoğlu,
Büveyhiler Döneminde Mutezile, s. 130.
80
Metin BozkuĢ, Büveyhiler ve ġiilik, s. 141; Ahmet Güner, Büveyhiler‟den Adudu‟d Devle ve
Dönemi, s. 126.
81
Erdoğan Merçil, “Büveyhiler”, DĠA, c. VI, s. 498; Bkz. Süleyman Genç, Halife el-Kadir
Döneminde Bağdat‟ta YaĢanan Dini-Siyasi Hadiseler ve Onun Sünnî Siyaseti, Marife, Konya, 2004,
sayı: II, s. 222-223.
82
Metin BozkuĢ, Büveyhiler ve ġiilik, s. 93; Bkz. Ahmet Güner, Büveyhiler Dönemi ve Çok
Seslilik, s. 56.
23
ġiîlerin kendilerini toplum olarak ifade etmeleri Sünnîleri onlara cevap
vermeye itmiĢtir. Çünkü ġiîlerin ortaya koydukları çeĢitli uygulamaları ve bu
uygulamaları Sünnî kesime diretmeleri güç gösterisi özelliği taĢımaktadır. Bundan
dolayı Sünnî kesimde ġiîlere cevap olması bakımından iki faaliyet ihdas edilmiĢtir.
ġiîlerin AĢure merasimlerine alternatif olarak üzere 18 Muharrem‟i Mus‟ab b.
Zübeyr‟in katledildiği gün kabul ederek matem ilan etmiĢler ve AĢure merasimleri
gibi telkin etmiĢlerdir. Ayrıca Gâdir-i Hum uygulamasına karĢı da 26 Zilhicce
gününü, Hz. Peygamber ile Hz. Ebu Bekir‟in mağarada buluĢtukları gün olarak ilan
etmiĢler “Yevmü‟l Gar” olarak kutlamıĢlardır.83 Bu uygulamalarda dikkat çeken
ayrıntı ise Sünnîlerin ortaya koydukları uygulamaları ġiîler‟den sekiz gün sonra
yapmalarıdır.
Bölgede ortaya çıkan siyasi ve dinî hadiseler aslında devletin güttüğü din
siyasetinin halk içindeki yansımasıdır. Bir yanda kendisini Sünnî Ġslam devletinin
koruyucu ve yegâne temsilcisi addeden Abbasiler, diğer yanda doğuda Ġslam
dünyasında siyasî ve askerî gücü elinde bulunduran Büveyhiler, diğer tarafta
83
Bkz. Ahmet Güner, Büveyhiler Dönemi ve Çok Seslilik, s. 57.
84
Ġsmail Aka, X. Yüzyıldan XX. Yüzyıla Kadar ġiilik, Milletler Arası Tarihte ve Günümüzde
ġiilik Sempozyumu, Ġstanbul, 1993, s. 76.
85
Bkz. Muharrem Akoğlu, Büveyhiler Döneminde Mutezile, s. 134-135; Ġsmail Aka, X. Yüzyıldan
XX. Yüzyıla Kadar ġiilik, Milletler Arası Tarihte ve Günümüzde ġiilik Sempozyumu, s. 92.
24
kendilerinin Ehli Beyt‟ten geldiklerini iddia eden ġiî-Fatımilerinin olması halk
bazındaki infiallerde önemli etken olarak gözükmektedir. ġiî ve Sünnî kesimleri karĢı
karĢıya getiren ve çatıĢmalara sebep olan bu mezhep kavgalarının ortaya çıkısında,
büyük ölçüde devrin siyasi güçlerinin tahrikleri; bu kesimlerin siyasi temsilcileri
konumundaki Fatımî, Büveyhî ve Abbasî saiklerinin mevcudiyeti ve bunların
birbirleri ile olan mücadelelerinin payı büyüktür.86
86
Bkz. Süleyman Genç, Halife el-Kadir Döneminde Bağdat‟ta YaĢanan Dini-Siyasi Hadiseler ve
Onun Sünnî Siyaseti, s. 233.
87
Muharrem Akoğlu, Büveyhiler‟in Mezhebî Eğilimleri/Politikaları Üzerine, Bilimname, XVII,
2009/2, s. 124.
88
Bekir Topaloğlu, Kelam Ġlmi, Ġstanbul, 2006, s. 193-194.
89
Mehmet Ümit, Zeydiyye-Mutezile EtkileĢimi ve Kasım er-Ressi, (BasılmamıĢ Doktora Tezi),
Ankara, 2003, s. 122.
90
Ġlyas Çelebi, “Mutezile”, DĠA, 2006, c. XXXI, s. 392.
91
Marshall G.S. Hodgson, Ġslam‟ın Serüveni, c. II, s. 40-41.
25
Büveyhilerin halk bazında olsun veya devlet bazında olsun ġiiliği
desteklemelerine rağmen, devlet kadrolarında ilmî ve mezhebi bakımdan bir
ayrımcılık yapmadıkları gözükmektedir. Çünkü onlar dinî ve mezhebi görüĢlerine
bakmaksızın farklı düĢünce ekollerine mensup kiĢileri önemli kadrolara
getirmiĢlerdir. Bu bağlamda Mutezilî Ebu Sa‟d BiĢr b. el-Hüseyin‟in kâdılkudat
olması, Hanefi fakihi Ebu Bekir ġahaveyh‟in kadı olarak atanması, Kadı
Abdülcebbar‟ın kâdılkudatlık görevine getirilmesi örnek gösterilebilir.92 Büveyhi
Devlet Reisi Adudu‟d Devle‟nin Bizans‟a ilmi münazarada temsilci olarak EĢ‟arî
Kelam âlimi Bâkillanî‟yi göndermesi de bunun diğer bir göstergesidir.93
92
Muharrem Akoğlu, Büveyhiler‟in Mezhebî Eğilimleri/Politikaları Üzerine, s. 136.
93
Bkz. Kadı Ġyaz, Tertibü‟l Medarik ve Takribü‟l Mesalik li Ma‟rifeti A‟lami Mezhebi Malik,
thk: Ahmed Bekir Mahmud, Beyrut, 1968, c. III, 594-601.
94
Ahmet Güner, Büveyhiler Dönemi ve Çok Seslilik, s. 54-55.
26
Kadı Abdülcebbar‟ın doğduğu Ģehir olan Hemedan‟ın, tarihi milattan önce
VII. yüzyıla kadar uzanan köklü tarihi ile Elvend dağının eteklerinde yer almaktadır.
Bugün Ġran sınırları içinde kalmakta olan Hemedan, tarih boyunca birçok millete
baĢkentlik yapmıĢ, çeĢitli savaĢlara tanık olmuĢ önemli bir Ģehirdir. H. 21 yılında
Nihavend savaĢından sonra imzalanan barıĢ antlaĢması ile Ġslam Devleti‟ne dâhil
olmasına rağmen daha sonra halk isyanı neticesinde Ġslam devletinden kopmuĢtur.
Hz. Osman döneminde ise savaĢ yoluyla tekrar Ġslam topraklarına dâhil edilmiĢtir.
Hemedan her zaman baĢĢehir özelliğini koruması bakımından bir ilim ve kültür
merkezi olmuĢtur. Bunun neticesinde çeĢitli din ve mezheplere ev sahipliği
yapmıĢtır. Hatta 351 yılında büyük bir mezhep çatıĢmasına sahne olmuĢ ve bunun
sonucunda birçok insan hayatını kaybetmiĢtir.95
Rey Ģehri, Tahran‟ın güneyinde bulunan eski bir Ġran Ģehridir. Nihavend
savaĢından sonra Ġslam topraklarına barıĢ yoluyla dâhil olmasına rağmen Hemedan
gibi halkın isyan etmesi neticesinde Ġslam Devleti hâkimiyetinden kopmuĢtur. Sa‟d
b. Ebi Vakkas isyanı bastırarak Ģehri tekrardan ele geçirmiĢtir. Rey, Abbasi
otoritesinin zayıfladığı dönemde siyasi çekiĢmelerin ortasında kalmıĢ çeĢitli git-
geller yaĢamıĢ ve en son Büveyhilerin hâkimiyeti altında yaklaĢık yüz yıl kalmıĢtır.
Rey Ģehri ipek yolu üzerinde bulunması nedeniyle oldukça zengin bir Ģehirdir.
Abbasiler ile Büveyhiler döneminde Rey halkının büyük bir kısmının Hanefi ve ġafii
mezhebine mensup olduğu bilinmektedir. Hatta Ģehrin ulu camisinde bir gün Hanefi,
bir gün ġafii imamın namaz kıldırdığı aktarılmaktadır. Ayrıca Gazneli Mahmud‟un
hâkimiyeti esnasında baskı ve takibe uğrayan Karmati ve Mutezile mensuplarının
olması Ģehirde ġia ve Mu‟tezile‟nin varlığını da göstermektedir. Selçuklu döneminde
meydana gelen mezhep çatıĢmaları ve Ġsmailî faaliyetlerin yaygınlığı ġia‟nın bölgede
etkin olduğunun diğer bir delilidir.96
Kadı Abdülcebbar ayrıca ilim öğrenmek için bugün Ġran sınırları içerisinde
kalan Askerimükrem, Râmhürmüz gibi Ģehirlere de gitmiĢtir. Kadılığı esnasında
Kazvin, Kum, Demâvend, Cürcan, Taberistan gibi bölgelerden sorumlu olarak görev
yapmıĢtır. Zaman zaman bu Ģehirlere seyahatleri olsa da asıl yaĢadığı yer Rey
95
Bkz. Tahsin Yazıcı, “Hemedan”, DĠA, Ġstanbul, 1998, c. XVII, s. 183-185.
96
Osman Gazi Özgüdenli, “Rey”, DĠA, Ġstanbul, 2008, c. XXXV, s. 40-41.
27
Ģehridir. Bu sayılan Ģehirlerin özellikleri ise hem kadim Ġran geleneğine ait inançları
korumaları ve çeĢitli Ġslami mezheplere de aynı anda ev sahipliği yapmalarıdır. Aynı
zamanda bölgede Hıristiyanlık, Maniheizm ve Sabiîlik gibi inançları da
görülmektedir.97
28
dinlerinden izleri kısmen taĢıdıkları olgusunu güçlendirmektedir. Bu meyanda Kadı
Abdülcebbar‟ın Mecûsîler ile ilgili münakaĢalarını değerlendirmek faydalı olacaktır.
100
Zehebi, Siyeru A‟lamin Nübela, c. XVII, s. 244, Beyrut, 1983; Hayruddin ez-Zirikli, el-A‟lam,
Beyrut, 1995, c. III, s. 273.
101
Zehebi, Siyeru A‟lamin Nübela, c. XVII, s. 244.
102
Kadı Abdülcebbar, ġerhu Usuli‟l Hamse, thk. Dr. Abdülkerim Osman, Muhakkikin Mukaddimesi,
Kahire, 1988, s. 15; Metin Yurdagür, “Kâdî Abdülcebbâr”, DĠA, Ġstanbul, 2001, c. XXIV, s. 103.
103
( )ﺣﻼّﺝi. (Ar. ḥalc “pamuğun çiğit denilen tânesini çıkarmak”tan ḥallāc) Pamuk veya yünü bu iĢ
için yapılmıĢ bir âletle, tokmak ve yay ile kabartan kimse, pamuk atıcısı. Bkz. Hallaç mad, Misalli
Büyük Türkçe Sözlük, Kubbealtı NeĢriyat, Ġstanbul, 2015.
104
Kadı Abdülcebbar, ġerhu Usuli‟l Hamse, Muhakkikin Muhaddimesi, s. 15.
105
Metin Yurdagür, Son Dönem Mutezilesinin En MeĢhur Kelamcısı Kadı Abdülcebbar Hayatı ve
Eserleri, MÜĠFD, Ġstanbul, 1986, sayı IV, s. 125.
29
bilinmektedir.106 Daha sonra Bağdat‟ta önemli bir Mutezili âlim olan Ebu Abdullah
el-Basri‟den ders almak için Bağdat‟a gitmiĢ ve bir müddet orada kalmıĢtır.
Ardından Ramehürmüz, Askerihürmüz gibi Ģehirlere eğitim için gitmiĢtir.107
106
Ġbnu‟l Murteza, Tabakâtü‟l Mutezile, thk. Ali Sami NeĢĢar, Ġskenderiye, 1972, s. 112.
107
Ġbnu‟l Murteza, Tabakâtü‟l Mutezile, thk. Ali Sami NeĢĢar, Ġskenderiye, 1972, s. 105-107.
108
Niyazi Kahveci, Mu‟tezile ile ġia Arasındaki Siyasal TartıĢma, Ankara, 2006, s. 62.
109
Kazvine bağlı, Tâlekan‟da veya Ġstahr‟da 326 (938) yılında doğduğu kabul edilen Büveyhi veziri
Sahib b. Abbâd, küçük yaĢtan itibaren Mutezilî görüĢleri benimsemi olan babasından çeĢitli ilim
dallarında eğitim almıĢtır. Babasının dıĢında bölgede bulunan çeĢitli ilim adamlarından da hadis, fıkıh,
kelam gibi dersler okumuĢtur. Sâhib b. Abbâd, küçüklüğünden itibaren Müeyyidüddevle ile arkadaĢ
olduğu, onun kendisini “Sâhib” diye çağırdığı veya Ġbnü‟l-Amîd‟le arkadaĢlık ettiği ve kendisine
“Sâhibü Ġbni‟l-Amîd” denildiği için “Sâhib” lakabıyla meĢhur olmuĢ, ondan sonra vezirlik makamına
gelenler de bu lakapla anılmaya devam etmiĢtir. Ayrıntılı bilgi için bkz. Ġlyas Çelebi, “Sâhib b.
Abbâd”, DĠA, Ġstanbul, 2008, c. XXXV, s. 512.
110
Hayruddin ez-Zirikli, el-A‟lam, c. III, s. 273.
111
Es-Subki, Tabakatu‟Ģ ġafiiyyeti‟l Kübra, thk. Muhammed et-Tanahi, 1992, c.III, s. 230.
112
Es-Subki, a.g.e., c. V, s. 97.
113
Metin Yurdagür, “Kâdî Abdülcebbâr”, DĠA, Ġstanbul, 2001, c. XXIV, s. 103.
30
itibaren kendinî ilme ve eser telif etmeye adayan Kadı Abdülcebbar, 415/1025
Zilkade ayında Rey‟de vefat etmiĢtir.114
Kadı Abdülcebbar ilim hayatı sürecinde çeĢitli hocalardan ders aldığı gibi
çeĢitli öğrenciler de yetiĢtirmiĢtir. Hatta öğrencilerinin çokluğundan dolayı Ebu Said
es-Semman “gittiğim her beldede Kadı Abdülcebbar‟dan ders okumuş birine
rastladım” demektedir.117 Zeydî-Mutezilî bir âlim olan Ġsmail b. Abdillah b. Ahmed
Ebu‟l Kasım El-Busti (420/1029), Kadı Abdülcebbar‟ın vefatından sonra Rey‟de
onun medresesini devam ettiren Ebu ReĢid Said b. Muhammed b. Said en-Nisaburî
(460/1068), Kadı Abdülcebbar‟ın fıkıh usulüne dair kaleme almıĢ olduğu el-Umed
isimli eseri el-Mutemed ismiyle Ģerheden Ebu‟l Hüseyn Muhammed b. Ali b. Tayyip
el-Basrî (436/1044), Kadı Abdülcebbar‟ın el-Muhit bi‟t Teklif adlı eserini derleyen
Ebu Muhammed el-Hasan b. Ahmed b. Metteveyh (469/1076) ve Ebu Yusuf
114
Es-Subki, Tabakatu‟Ģ ġafiiyyeti‟l Kübra, c. V, s. 97; Zehebi, Siyeru A‟lamin Nübela, c. XVII,
s. 244.
115
Hâkim el-CüĢemî, ġerhu‟l Uyun (Tabakatü‟l Mutezile içinde), (thk. Fuad Seyyid), Tunus, 1974, s.
367.
116
Zehebi, Siyeru A‟lamin Nübela, c. XVII, s. 244; Bkz. Metin Yurdagür, Son Dönem
Mutezilesinin En MeĢhur Kelamcısı Kadı Abdülcebbar Hayatı ve Eserleri, s. 125.
117
Ġlyas Çelebi, Ġslam Ġnanç Sisteminde Akılcılık ve Kadı Abdülcebbar, s. 207.
31
Abdusselam b. Muhammed el-Kazvini (488/1090) gibi âlimler Kadı Abdülcebbar‟ın
öğrencileri arasında zikredilmektedir.118
118
Bkz. Metin Yurdagür, a.g.m., s. 135-136; Kamil GüneĢ, Ġslamî DüĢüncenin ġekilleniĢinde Akıl
ve Nas Bakıllânî ve Kadı Abdülcebbar‟da Kelamullah Meselesi Örneği, Ġstanbul, 2003, s. 59.
119
Mustafa es-Sıbai, es-Sünne ve Mekânatuha fi‟t TeĢrii‟l Ġslami, ġam, 1978, 142.
120
Bzk. Macit Yüksel, Mutezile‟den Aforizmalar, Ġstanbul, 2004, s. 19.
121
Bkz. Ġbnu‟l Murteza, Tabakatu‟l Mutezile, s. 125.
122
Es-Subki, Tabakatu‟Ģ ġafiiyyeti‟l Kübra, c. V, s. 97.
123
Ġbnu‟l Murteza, Tabakâtü‟l Mutezile, s. 118.
32
mezhebinde kalmasını tavsiye ederek ders vermemesi de bu görüĢü
124
desteklemektedir.
Ġslam Hukuk‟unda usul alanında malum olduğu üzere temelde iki yöntem
mevcuttur. Bunlar “Hanifiyye metodu” ve “Mütekellimin Metodu”dur. Furu‟ fıkha
dayanarak yöntem çıkarmak yerine, delillere dayalı usul kaideleri koyan
Mütekellimin metodu, kelam ilmi ile iĢtigal etmelerinden dolayı bu Ģekilde
isimlendirilmiĢtir. Bu metoda aynı zamanda “ġafiiyye metodu” da denmektedir.125
Çünkü bu metodu ġafii âlimler geliĢtirmiĢtir. Bahsi geçen metodun ilk önemli
eserlerinden birini de Kadı Abdülcebbar, el-Umed isimli eseriyle vermiĢtir. Eser daha
sonra öğrencisi Ebü‟l-Hüseyin el-Basrî tarafından el-Mutemed adıyla Ģerh
olunmuĢtur.126 Asıl nüshaya ulaĢılamasa da eserin ġafiî metodu üzerine yazılması ve
bu metodun ilk kaynaklarından sayılması, Kadı Abdülcebbar‟ın ġafiî mezhebini
benimsediği görüĢünü güçlendirmektedir. Ayrıca Kadı Abdülcebbar‟ı kadılığa
getiren Sahib b. Abbad‟ın da ġafii olduğu bilinmektedir.127
Diğer mevzu ise Zeydî bir hanedanın ġafiî bir kadısının olmasıdır. Öncelikli
olarak bölgenin inanç yapısına baktığımızda ekseriyetle ġafiî olduğu yukarıda beyan
edilmiĢtir. Bölgenin ġafii ve Sünnî alt yapısının olması, bölge halkının nüfusu göz
önüne alındığında ġafiî bir kadı oldukça makul gözükmektedir. Hem bölge halkının
isteklerine kolaylıkla çözüm üretebilmesi, hem de Büveyhiler‟in mezhep siyasetine
uygun düĢmesi açısından oldukça önemlidir. Diğer taraftan Kadı Abdülcebbar‟ın
yaĢadığı dönemler Büveyhiler‟in devlet bazında mezhepsel özgürlük tanıdığı bir
döneme rast gelmektedir. Bu dönemde sadece Mutezile‟ye müntesip olanlar değil,
diğer dinlere mensup ilim adamlarının dahi devlet kadrolarında yer aldığı
bilinmektedir.128 Ayrıca Büveyhi hanedanında ilk defa göreve gelen Mutezilî âlim
124
Metin Yurdagür, “Kâdî Abdülcebbâr”, DĠA, c. XXIV, s. 103.
125
Zekiyyüddin ġaban, Ġslam Hukuk Ġlminin Esasları, trc: Ġbrahim Kâfi Dönmez, Ankara, 2007, s.
34.
126
Abdülvehhab Hallaf, Ġslam Hukuk Felsefesi, trc: Hüseyin Atay, Ankara, 1985, 83-86.
127
Muharrem Akoğlu, Büveyhiler Döneminde Mutezile, s. 141; Ġlyas Çelebi, “Sâhib b. Abbâd”,
DĠA, Ġstanbul, 2008, c. XXXV, s. 513.
128
Büveyhi hükümdarı, Adudu‟d-Devle, Hristiyan olan Nasr b. Harun‟u vezirlik makamına
getirmiĢtir. Dönemin ünlü edebiyatçılarından Ebû Ġshak es-Sâbî, Sabiî olduğu halde devletin özel
yazıĢmalarının yapıldığı resail divanının baĢına getirilmiĢtir. Bkz. Ahmet Güner, Büveyhiler Dönemi
ve Çok Seslilik, DEÜĠFD, Ġzmir, 1999, XII, s. 59-60.
33
Kadı Abdülcebbar değildir. Kadı Abdülcebbar‟ı kâdılkudatlık görevine getiren
Mutezile mensubu Sahib b. Abbad vezirlik görevi yapmaktadır. Bu sebeple Kadı
Abdülcebbar‟ın Zeydî bir devlette kadı olması gayet makuldür. Ayrıca Kasım Er-
Ressî ile baĢlayan Zeydiye Mutezile etkileĢimi tamamlanmıĢ olup uygulamaya
geçilmiĢtir. Kadı Abdülcebbar, Vasıl b. Ata ve Amr b. Ubeyd‟in Muhammed b. el-
Hanifiye‟nin oğlu olan Ebu HaĢim‟in öğrencileri olduğunu ve bu yol ile Hz. Ali‟ye
kadar silsilenin gittiğini ve en sonunda Hz. Peygamber‟e dayanmadığını belirterek
Zeydî-Mutezile etkileĢimini gözler önüne sermektedir.129 Mihne sürecinden sonra
kırsal bölgelere giden Mutezile‟nin Büveyhi topraklarında olduklarını hatta
Mutezile‟nin ikinci altın çağını burada yaĢadığı yukarıda beyan edilmiĢti. Bölgede
Mutezile mensuplarının olduğu ve Mutezile ile etkileĢimini tamamlamıĢ Zeydiliğin
hâkim olduğu bir devlette, Mutezile mensubu olan ve bölge halkının mezhebi
açısından ġafii olan bir âlimin kâdılkudatlık görevine getirilmesi gayet makul hatta
isabetli gözükmektedir.
129
Kadı Abdülcebbar, Fazlü‟l Ġ‟tizal ve Tabakatu‟l Mutezile, thk: Fuad Seyyid, Tunus, 1974, s. 164,
215.
130
Macit Fahri, Ġslam Ahlak Teorileri, trc: Atilla Arkan, Ġstanbul, 2004, s. 20.
131
Ġlyas Çelebi, Ġslam Ġnanç Sisteminde Akılcılık ve Kadı Abdülcebbar, s. 215.
34
Kadı Abdülcebbar hem dersleri hem de yazdığı eserler ile bulunduğu
dönemin önde gelen isimleri arasına girmiĢ ve ilmi otoritesini kabul ettirmiĢtir.
Bulunduğu Hemedan çevresinde “zamanın Mutezile imamı” Ģeklinde meĢhur
olmuĢtur.132
Kadı Abdülcebbar yeni görüĢler beyan etmek yerine Ebu HaĢim El-
Cübbai‟nin görüĢlerini tercih etmiĢ ve bundan dolayı eklektik bir yöntem takip
etmiĢtir.135 O kendisinden önceki Mutezilî birikimden istifade ederek, ortaya koyulan
görüĢleri derleyip tasnif etmiĢ, Mutezile‟ye yöneltilen eleĢtirileri göz önünde
bulundurarak ona yeni bir Ģekil vermiĢtir. Onun bu çalıĢmaları neticesinde
Mutezile‟nin temel fikirleri günümüze kadar intikal etmiĢtir. Bu çalıĢmaları ile Kadı
Abdülcebbar, Bakıllâni‟nin EĢ‟arilik‟te ve Ebu‟l Muin en-Nesefi‟nin (ö. 508/1115)
Maturidilik‟te oynamıĢ olduğu rolü Mutezile içerisinde oynamıĢtır.136
35
koyarak, adaleti ikinci sıraya koymakta ve tevhidin asıl, temel ilke olduğunu
vurgulamaktadır.137
137
Kadı Abdülcebbar, ġerhu Usuli‟l Hamse, Mütercimin GiriĢi, c. 1, s. 42.
138
Kadı Abdülcebbar, ġerhu Usuli‟l Hamse, Mütercimin GiriĢi, c. 1, s. 45.
139
Bkz. Ġbrahim Aslan, Kadı Abdülcebbar‟da Kelam Yöntemi, s. 37-68.
140
Kadı Abdülcebbar, ġerhu Usuli‟l Hamse, c. 1, s. 64-65; Ġbrahim Aslan, Kadı Abdülcebbar‟da
Kelam Yöntemi, s. 33.
36
metodunu bırakmasına sebep olmamıĢtır. Bilakis bu metotları kullanmıĢ ve Yunan
felsefesinin verilerine karĢı reddiyeler yazmıĢ ve asıl metot olan gaibin Ģahide
kıyaslanmasını sürdürmüĢtür.141 O, direk Yunan felsefesindeki akılcılığı almak
yerine Ġslamî veriler çerçevesinde özgün bir Ģekilde aklı yorumlamıĢtır. Ona göre
insanın doğuĢtan getirdiği kuvve ve yetileri vardır. Ve bu bilgiler ile akıl, dinî açıdan
muhatap olmanın ve bundan ahlaki sorumluluk çıkarmanın temeli olmaktadır.142
Kadı Abdülcebbar aklı, belirli bilgi ve kuvvelerin bulunduğu bir alan olarak
değerlendirmiĢtir.
141
Kamil GüneĢ, Ġslamî DüĢüncenin ġekilleniĢinde Akıl ve Nas Bakıllânî ve Kadı
Abdülcebbar‟da Kelamullah Meselesi Örneği, s. 76.
142
Ġbrahim Aslan, Kadı Abdülcebbar‟da Kelam Yöntemi, s. 26-27.
37
için, insanların nasıl yanlıĢ inançlar etrafında durduklarını gördüğünden dolayı böyle
bir yorum geliĢtirmiĢtir. Onun meselelere bakıĢ açısında temel noktalardan bir tanesi
eldeki realitedir. Sünnî kelam yönteminin sunmuĢ olduğu ön kabuller ona göre
geçersizdir. Sünnî kelam sisteminde ilk önce Allah‟ın ulûhiyeti perspektifinden
kelam sıfatının kadim olduğu kabul edilip naslar ve görüĢler bu minvalde
değerlendirilmiĢtir. Belirli ön kabuller ile naslar yorumlanmıĢtır. Kadı
Abdülcebbar‟da ise eldeki veriler baz alınarak ve daha önceki dinlerdeki yanlıĢ
görüĢler de dikkate alınarak değerlendirilmiĢtir. Çünkü ona göre kelam sıfatı
hakkında Allah‟ın kullarına göndermiĢ olduğu Kitabı‟nı göz önüne almadan temel
kıstaslar belirlemek sakıncalı görüĢler doğurabilmektedir.143 Kadı Abdülcebbar‟a
göre Ģahidde bilinmeyen bir Ģeyle Allah hakkında konuĢmak tamamen cehalettir.144
143
Ayrıca bkz. Kamil GüneĢ, Ġslamî DüĢüncenin ġekilleniĢinde Akıl ve Nas Bakıllânî ve Kadı
Abdülcebbar‟da Kelamullah Meselesi Örneği, s. 282-302.
144
Kamil GüneĢ, a.g.e., s. 205.
145
Ġbrahim Aslan, Kadı Abdülcebbar‟da Kelam Yöntemi, s. 187-219.
146
Kamil GüneĢ, a.g.e., s. 408.
38
göstermektir.147 Kadı Abdülcebbar‟ın kelam felsefesinde akıl ve nakil iki temel
sabite olarak kabul edilmektedir. Sadece naklin açıklanmasında aklın varoluĢsal
üstünlüğünün olduğu belirtilmektedir. Ona göre bir fiili ve hitabı anlamadan önce
failin ve hitap sahibinin tanınması gerekmektedir. Mevcut bir nass varsa bunu ön
kabul ve değerlendirmeler ile okumak yerine nassın iĢaret ettiği Ģekilde anlamak
gerekmektedir.148 Burada Kadı Abdülcebbar tarafından aklın nassın önüne geçirildiği
Ģeklinde bir izlenim doğabilir. Fakat Kadı Abdülcebar‟ın yaptığı akıl ve nakil
arasında mutlak olarak aklı tercih etmek değildir. Nassın esas alınmasında, yorumun
nasıl olması gerektiğinde aklın fonksiyonu ortaya çıkmaktadır. Ona göre akıl dine
muhatap olmanın, mükellef olmanın temelidir.149 Felsefede olduğu gibi nassın
karĢısında mutlak bağımsız bir akıl Kadı Abdülcebbar tarafından kabul
edilmemektedir. Yukarıda da ifade edildiği gibi bu tarz nassın karĢısında aklı
savunan felsefi akımlara karĢı ilk reddiye ve münazaralar bilakis Kadı
Abdülcebbar‟ın içinde bulunduğu gelenek olan Mutezile‟den gelmiĢtir.150
Kadı Abdülcebbar akıl ile nassın, akıl ile dinîn arasında bir çeliĢkinin
olmadığını savunmaktadır. O, akıl ile din arasında bir uyumun olduğunu
söylemektedir. Akıl ile nakli birbirinden ayırmak yerine onları bir bütün olarak ele
almıĢtır. Akıl, varlık, dil ve dinîn arasını ayırmamıĢtır. Ona göre akıl yaratılıĢ gereği
dinî ve varlığı anlayıp ispat edebilmektedir.151
39
sonuçlarıdır. Kadı Abdülcebbar‟ın temel hedefi Ġslâm‟ı yani tevhid ilkesini aklî
metot ve kaideler ile açıklamak, savunmaktır.153
Küllî bir âlim olan Kadı Abdülcebbar‟a ait birçok eserin olduğu kaynaklarda
geçmektedir. Günümüze, ismi zikredilen bu eserlerin bir kısmı ulaĢmıĢ olup kalan
kısmının yazma nüshalarına dahi ulaĢılamamıĢtır.155 Kadı Abdülcebbar‟ın günümüze
ulaĢmıĢ eserlerini söyle sıralayabiliriz:
153
Kamil GüneĢ, a.g.e., s. 424.
154
Ġlyas Çelebi, Ġslam Ġnanç Sisteminde Akılcılık ve Kadı Abdülcebbar, s. 209-211.
155
Metin Yurdagür, “Kâdî Abdülcebbâr”, DĠA, c. XXIV, s. 103; Kadı Abdülcebbar, ġerhu Usuli‟l
Hamse, c. 1, s. 15.
156
Ġsmail Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, Ankara, 1988, c. 1, s. 339.
40
çürütmektedir. Dr. Abdülkerim Osman tarafından tahkik edilerek iki cilt
halinde neĢredilmiĢtir.
4- El-Mugni fî Ebvabi’t Tevhid ve’l Adl: Kadı Abdülcebbar‟ın en hacimli eseri
olan Muğnî‟nin 20 ciltten müteĢekkil olduğu tahmin edilmektedir. I, II, III, X,
XVIII ve IXX ciltleri günümüzde mevcut değildir. 1960 yılında Taha
Hüseyin‟in editörlüğünde bir heyet tarafından tahkik edilmiĢtir. Mutezile
hakkında ansiklopedik bir eserdir. Çünkü Mutezile düĢüncesini bize en
kapsamlı ve sistemli sunan eserdir. Kadı Abdülcebbar bu eserinde
Mutezile‟nin kelam sistemini tevhid ve adalet esasları üzerine inĢa etmiĢtir.
5- El-Muhtasar fi Usuli’d Din: Sahib b. Abbad‟ın önerisi ile kaleme alınmıĢ
giriĢ eseridir. Mugni‟deki konuların özüne değinilmeye çalıĢmıĢ özet bir
eserdir. Tehvid, adalet, nübüvvet ve Ģerâi esasları temel alınarak yazılmıĢtır.
Muhammed Amara tarafından tahkik olunarak 1971 yılında neĢredilmiĢtir.
6- Fazlü’l İtizal ve Tabakat’ül Mutezile: Fuad Seyyid tarafından tahkik
edilerek, 1974 yılında Tunus‟ta neĢredilmiĢtir. Mutezilî ulemayı tanıtmayı
hedefleyen bir tabakat kitabıdır.
7- Şerhu’l Usuli’l Hamse: Mutezile‟nin beĢ ana esasını açıklayan bu eser Dr.
Abdulkerim Osman tarafından 1965 yılında tahkik edilerek Mısır‟da
neĢredilmiĢtir. Eserin Kadı Abdülcebbar‟a nispeti konusunda tartıĢmalar
vardır. Eserin Zeydî Kasım er-Ress‟iye ait olabileceği veya birkaç yazarın
yazmıĢ olabileceği de söylenmektedir. Eseri Tahkik eden Abdulkerim
Osman‟a göre eser Kadı Abdülcebbar‟a aittir.157
8- El-Mecmu fi’l Muhit bi’t Teklif: Öğrencisi Ġbn Metteveyh tarafından
derlenen eser Kadı Abdülcebbar‟ın görüĢlerini içermektedir. Ömer Seyyit
Azmi tarafından 1965 yılında Mısır‟da neĢredilmiĢtir.
157
Kadı Abdülcebbar, ġerhu Usuli‟l Hamse, c. 1, s. 27.
41
en-Nihaye fi Usuli’l Fıkıh, Kitabü’d Ders, el-Hilaf Beyne’ş Şeyheyn” gibi eserler
Kadı Abdülcebbar‟a atfolunmaktadır.
42
ĠKĠNCĠ BÖLÜM
KADI ABDÜLCEBBAR‟IN
43
A. Ehl-i Kitab‟a Yönelttiği EleĢtiriler
Ġslam fetihlerinin hızla artması neticesinde Müslümanlar yeni din ve
kültürlerle karĢılaĢmıĢtır. Bu da beraberinde karĢılıklı etkileĢimi, bilgi alıĢveriĢini
getirmiĢtir. Ġslam âlimleri karĢılaĢılan bu yeni dinî unsurları Ġslam açısından
incelemeye tabi tutmuĢlar ve inanç noktasında sakıncalı gördükleri noktaları
eleĢtirerek reddetmiĢlerdir. Onlardan gelen cevap ve eleĢtirileri de cevaplandırmaya
çalıĢmıĢlardır. Bu Ģekilde kelam dediğimiz, inanç esaslarının savunulmasını, yanlıĢ
inanç ve akımların eleĢtirilmesini esas alan disiplin ortaya çıkmıĢtır. Daha önce
değinildiği üzere bu disiplinin ilk ve önemli temsilcisi Mutezile olmuĢtur. Mutezile
hem Ġslam inanç esaslarını savunmuĢ hem de bahsi geçen akımlarla fikri sahada
mücadele etmiĢtir. Tevhid prensibini merkeze alan Mutezile içerisinden gelen Kadı
Abdülcebbar da Ġslam düĢüncesinin en temel ve en hassas konusu olan tevhid ilkesini
savunmak amacıyla tevhid inancına aykırı bulduğu din ve mezhepleri eleĢtirmiĢtir.
el-Mugni‟nin V. Cildini tevhid inancına aykırı bulduğu din mezheplere ayırmıĢtır.
Buradaki mezhep ve dinlerin özelliği Kadı Abdülcebbar‟ın yaĢadığı dönemde
kurumsal açıdan var olmalarıdır. Ġçinde yaĢadığı sosyal durum Kadı Abdülcebbar‟ı
diğer din ve mezhepleri incelemeye, Ġslam açısından değerlendirmeye yöneltmiĢtir.
Ayrıca kendisinin 25 yıllık kadılık görevini ve yaĢadığı bölgeyi göz önüne
aldığımızda Müslümanların sorunlarına cevap vermek, Ġslam inancını bahsi geçen
akımlara karĢı müdafaa etmek Kadı Abdülcebbar için kaçınılmaz olmuĢtur. Ona göre
tevhid inancına aykırı olan dinî inançların incelenip eleĢtirilmesi elzemdir.158 Bu
bağlamda Ehl-i Kitaba mensup dinlerden Hıristiyanlığı, düalist inançları, Sabiîliği ve
Cahiliye Arap inançlarını eleĢtirerek reddetmiĢtir.
44
bölgede kadı olması hasebiyle Müslümanların meselelerine çözüm üretmek en temel
vazifesidir. Bu açıdan bakıldığında onun tenkitlerini yaĢadığı çevreden ve
bağlamından koparmadan bir bütün halinde okumak daha sıhhatli olacaktır.
Ehl-i kitap olarak kastedilenin ilahi kaynaklı bir dine mensup olanlar
olduğundan hareketle, bu kimselerin temel inançlarının “tevhid” olduğunu
söyleyebiliriz. Çünkü tüm ilahî kitapların temel hedefi insanlığı saf tevhid inancına
yönlendirmektedir. Zamanla dinlere sokulan hurafe ve bidatler neticesinde oluĢan
sapmalar, ehl-i kitabı da farklı bir mecraya sürüklemiĢtir. Ġslam‟ın doğduğu ve
geliĢtiği bölgelerde etkin bir Ģekilde bulunan ehl-i kitap müntesipleri yani Yahudi ve
Hristiyanlar, daima Müslüman kelamcıların dikkatini çekmiĢtir. Ġlk dönemlerden
itibaren “er-reddü ala‟n nasara”, “er-reddü ala‟l yehûd” Ģeklinde reddiye türü eserler
kaleme alınarak, ehl-i kitabın tevhid inancına ters düĢen noktaları tenkit edilmiĢtir.
Kadı Abdülcebbar da el-Mugni isimli eserinin V. cildinde tevhid inancı noktasında
sadece Hristiyanlığı incelemiĢtir. Burada Yahudiliğin olmaması muhtemelen
yaĢadığı dönem ve bölgede müntesiplerinin bulunmaması ile alakalıdır. Kadı
160
Ragıb el-Ġsfahani, el-Müfredat, “ehl” mad.; Ġbn Manzur, Lisanü‟l Arab, “ehl” mad.
161
Bkz. Bakara 2/101, 144, 145; Al-i imran 3/19, 20, 100, 186.
162
Remzi Kaya, “Ehl-i Kitap”, DĠA, 1994, c. X, s. 516.
45
Abdülcebbar‟ın Hristiyanlığa müstakil olarak “er-Reddü‟n Nasâra” isminde bir
reddiye eser yazdığı kaynaklarda geçse de eser günümüze ulaĢmamıĢtır.163
1. Hristiyanlık
Ġslam kaynaklarında Nasrânî, Mesihî ve Ġsevî gibi isimlerle geçen
Hristiyanlık165 Ġsa Mesih inancı üzerine bina edilmiĢ bir dindir. Ahd-i Cedid‟e göre
Ġsa Mesih hem tanrının oğlu hem de insanlığın kurtarıcısıdır. Hristiyanlara göre Tanrı
tek bir cevherdir ve üç uknumdan oluĢmaktadır. Ġlk uknum Baba166, ikincisi Oğul167,
üçüncüsü de Ruh168‟tur. Oğul kelime/logos, Ruh, Hayat, Baba‟da kadim, hayy ve
163
Mehmet Aydın, Müslümanların Hristiyanlara KarĢı Yazdığı Reddiyeler ve TartıĢma
Konuları, Ankara, 1998, s. 36.
164
Ayrıntılı bilgi için bkz. Fikret Soyal, Ġlk Dönem Ġslâm Kelamcılarının Teslis EleĢtirileri,
(BasılmamıĢ Doktora Tezi, 2011, Ġstanbul, s. 90-132.
165
Hıristiyanlığın tarihi, kutsal metinleri, dini literatürü, inançları, mabedleri, ibadetleri, mezhepleri,
tarikatları ve Ġslam kaynaklarında nasıl geçtiği hakkında bkz. “Hıristiyanlık”, DĠA, 1998, c. XVII, s.
328-372.
166
Baba, Teslis‟in birinci ve asıl unsurudur. Hristiyanlıktaki Baba inancı Allah olarak tasavvur
edilmektedir. Hristiyanlara göre Baba herĢeyin yaratıcısıdır ve bundan dolayı Baba‟ya tapınmak
gerekmektedir. Kendisine ibadet edilmesini isteyende bizzat Baba‟dır. Onlara göre Baba gökte
bulunmaktadır. Hristiyanlara göre Baba dünyayı çok sevmektedir ve bundan dolayı sevgili oğlunu
dünyaya göndermiĢtir. Teslis unsurunun temeli olan Baba tüm unsurları kendinde cem eden asıl
uknumdur. Bkz. Mehmet Aydın, Müslümanların Hristiyanlara KarĢı Yazdığı Reddiyeler ve
TartıĢma Konuları, Ankara, 1998, s. 97-98.
167
Teslis‟in ikinci unsuru kabul edilen Oğul, yeryüzüne rahmet ve kurtuluĢ için Baba tarafından
gönderilmiĢtir. Hristiyanlıkta Rab olarak kabul edilen Ġsa‟nın Oğulluğu, Hristiyan teolojideki temel
sapmaların baĢlangıcıdır. Bkz. Mehmet Aydın, Müslümanların Hristiyanlara KarĢı Yazdığı
Reddiyeler ve TartıĢma Konuları, s. 98-99.
168
Teslis‟in teorisinin son unsuru Ruh yani Ruh‟ul Küdüs‟tür. Hristiyanlarca Baba ve Oğul‟la aynı
cevherden olduğuna inanılan Ruh‟un, menĢei noktasında ihtilaflar bulunmaktadır. Baba‟dan mı,
46
mütekellimdir. Bu üç uknum cevheriyet bakımından aynı iken, uknum özellikleri
bakımından farklıdırlar. Buradaki Baba-Oğul iliĢkisi de nesil iliĢkisi cihetinden
değildir. Buradaki tevellüd, kelimenin akıldan, sıcağın ateĢten, güneĢ ıĢığının
güneĢten çıkması gibidir. Genel anlamda teslis inancı budur.169
Oğul‟dan mı yoksa her ikisinden mi zuhur ettiği Hristiyanlar arasında tartıĢılmıĢtır. 869 yılında
Ġstanbul‟da toplanan Konsil kararı ile Baba ve Oğul‟dan zuhur ettiği kabul edilmiĢ ve bunu kabul
etmeyenin aforoz edilmesine karar verilmiĢtir. Hristiyanlara göre Ġsa‟nın vaftizinde güvercin Ģeklinde
gelerek Ġsa‟nın üstüne konarak onun Oğul‟ olduğunu açıklayan Ruh‟tur. Bkz. Mehmet Aydın,
Müslümanların Hristiyanlara KarĢı Yazdığı Reddiyeler ve TartıĢma Konuları, s. 99-100.
169
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 86-87.
170
Mesih ile Oğlun birleĢmesinden dolayı Hristiyanlar içinde ona ibadet edilemeyeceği tartıĢılmıĢtır.
Mesih‟in kendisinde ulûhiyet barındıran bir Ģeyle birleĢmesinden dolayı ona da ibadet edilmesi
gerektiğini belirten görüĢ ağır basmaktadır. Ayrıca bu birleĢme neticesinde öldürülenin insan mı yoksa
kendisinde ulûhiyet barındıran oğul mu olduğu da tartıĢılmaktadır. Bu noktada ki temel nokta, bir
cisimle tanrının birleĢmesi veya ona hulul etmesidir. Bkz. Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 135-
136.
171
Antakya Ġlahiyat okulunda öğrenim görmüĢ, Halife Me‟mun zamanında yaĢayan ve Ġncili kendi
görüĢlerine göre tefsir eden Patrik Nestûr‟un görüĢleri etrafında toplananlara verilen isimdir.
Nesturilere göre Ġsa sadece tanrı değildir. O hem tanrı hem de insan olarak çift tabiatlıdır. Nestûriler
ilk günah meselesinde insanın günahsız olarak dünyaya geldiğini savunarak diğer Hıristiyanlara karĢı
çıkmaktadır. Ayrıca Nestûriler diğer Hıristiyanlar gibi evlerinde resim, heykel bulundurmazlar.
Kadir, Albayrak, “Nestûrilik”, DĠA, 2007, c. XXX, s. 15-16; Ayrıca bkz. ġehristani, el-Milel ve‟n
Nihal, s. 202-203; Mehmet Aydın, Ansiklopedik Dinler Sözlüğü, s. 549-553.
172
Ġslam Kaynaklarında Melekiyye, Melkiyye, Melkâniyye olarak geçen bir Hıristiyanlık mezhebidir.
Kadıköy Konsilinde alınan Ġsâ‟nın hem tanrı hem de insan tabiatlı olması kararını reddederek Ġsa‟nın
tanrı tabiatlı olduğunu öne çıkarmıĢlar, bu özelliğine vurgu yapmıĢlardır. Bu tarz düĢünceleri de onları
diğer Hıristiyan Mezheplerinden ayırmaktadır. Mustafa Sinanoğlu, “Melkâiyye”, DĠA, 2004, c.
XXIX, s. 84-85; Ayrıca bkz. ġehristani, el-Milel ve‟n Nihal, s. 200-202; Mehmet Aydın,
Ansiklopedik Dinler Sözlüğü, s. 485-486.
173
Süryanilik olarak bilinen Yakubilik, Doğu Hıristiyan kiliselerinde yaygınlık kazanmıĢ bir
mezheptir. Hıristiyanlık tarihinde etkili olan Pavlus‟ta bu okul içerisinde yetiĢmiĢtir. Yakubileri diğer
Hıristiyan Mezheplerinden ayıran nokta Mesih‟in tek bir cevher olduğuna inanmalarıdır. Mehmet
Çelik, “Süryanilik”, DĠA, 2010, c. XXXVIII, s. 175-178; Ayrıca bkz. ġehristani, el-Milel ve‟n Nihal,
s. 203-205.
47
da artık ikiden bir doğmuĢ olduğundan dolayı tek bir cevherin ortaya çıktığını
savunmaktadır.174
Ebu Ali el-Cübbai‟nin bildirdiğine göre Hristiyanların bir grubu hariç hepsi
Allah‟ın eĢyanın yaratıcısı olduğuna, hayy ve mütekellim olduğuna; O‟nun hayatının
Ruhu‟l Kudüs diye isimlendirilen ruh olduğuna ve kelamının da ilim olduğuna
inanmaktadır. Hayat sıfatının Allah‟ın kudreti anlamına geldiğini söyleyenler de
vardır.176
174
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 87-88, 136.
175
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 88.
176
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 85.
177
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 85.
178
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 85.
48
inanılan tanrının nefesini sembolize etmektedir. Fakat Baba, Oğul ve Kutsal Ruh
tanrının farklı görünümleri ve yansımalarıdır. Bundan dolayı üçlükte teklik ifadesi
ortaya çıkmaktadır.
179
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 86.
180
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 87.
181
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 89.
49
ÇeĢitli ittihad/birleĢme teorilerinin yanında, Mesih‟in Meryem‟den doğmuĢ
bir insan olduğuna ve Allah‟ın onu peygamber seçtiğine daha sonra onu doğum
bakımından değil, sadece evlatlık edinme bakımından evlat edindiğine inanan
Hıristiyan gruplar da bulunmaktadır.182
2. Teslis EleĢtirisi
Sözlükte “üçleme” anlamına gelen teslis, Hristiyanlığın Tanrı inancını ifade
etmek için kullanılmakta ve bununla Baba, Oğul, Kutsal Ruh‟u ifade eden üçlü Tanrı
anlayıĢı kastedilmektedir. IV. Yüzyıldan itibaren günümüzde Ģeklini aldığına
inanılan teslis, Hristiyan inancının merkezini oluĢturmaktadır.183 Kitab-ı
Mukaddes‟te geçmeyen teslis ifadesi II. Asırdan sonra geliĢen felsefi akımlar
neticesinde Ģekillenen Hristiyan inancı içinde açık bir Ģekilde gözükmektedir. M. 325
yılında Ġznik‟te bir araya gelen Konsil‟de Teslis resmen kabul edilmiĢ olup Hristiyan
inancında bugünkü Ģekliyle yerini almıĢtır.184
182
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 90.
183
Fikret Soyal, Ġlk Dönem Ġslâm Kelamcılarının Teslis EleĢtirileri, (BasılmamıĢ Doktora Tezi,
2011, Ġstanbul, s. 20.
184
Mehmet Aydın, Müslümanların Hristiyanlara KarĢı Yazdığı Reddiyeler ve TartıĢma
Konuları, s. 95.
185
Ebu Muhammed Abdullah b. Said b. Küllab el-Kettan el-Basri(ö. 240/854)‟e nispet edilen ekolün
adıdır. Ġbn Küllab kelam hareketlerinin doğuĢunda önemli rol oynamıĢ bir kiĢidir. EĢ‟ari mezhebinin
teĢekkülünde de önemli etkileri vardır. Ebu‟l Hasen el-EĢ‟ari Mutezile‟den ayrıldıktan sonra Ġbn
Küllab‟ın görüĢlerini benimsemiĢtir. Ġbn Küllab genelde Selef‟in inanç esaslarını akli yöntemlerle
savunan ilk kiĢi olarak kabul edilir. Ġbn Küllab Mutezile‟ye karĢı mana sıfatları anlayıĢını
benimseyerek savunmuĢtur. Sadece zâti sıfatların ezelî olduklarını savunmuĢ ve fiilî sıfatların zât ile
kaim olmadıklarını savunmuĢtur. Bkz. EĢ‟ari, Ġlk Dönem Ġslam Mezhepleri, trc: Mehmet Dalkılıç,
Ömer Aydın, Ġstanbul, 2005, s. 163; Yusuf ġevki Yavuz, “Ġbn Küllab”, DĠA, Ġstanbul, c. XX, s. 156.
50
çoğaltmaktadır.186 Kadı Abdülcebbar‟a göre Ġslam coğrafyasında en tehlikeli görüĢe
sahip olanlardan bir tanesi Küllabiyye ekolüne müntesip olanlardır. Onlar
Hristiyanlar ile lafzen aynı Ģeyi söylemeseler de mana bakımından aynı Ģeyi ifade
etmektedirler. Kadı Abdülcebbar, kadim varlık üzerine, çeĢitli kadim manaların ifade
edilmesi, zâta müĢterek farklı manaların izafe edilmesinin tevhide aykırı olduğunu,
açtığı tehlikeli yolları Hristiyanlık üzerinde göstererek Küllabiyye‟yi 187 de eleĢtirmiĢ
ve onları bu noktada tekfir etmiĢtir.188
Kadı Abdülcebbar kadim bir varlığa ortak olan varlığın da kadim olması ve
aynı zamanda ortak olduğu kadim varlığın özelliklerini de taĢıması gerektiğini ifade
etmektedir. Bu da Baba, Oğul, Ruh üçlemesinin birbirlerinin aynısı olmasını
gerektirdiğinden teslis inancı temelden çökmektedir. Daha önceki Mutezile uleması
da aynı Ģekilde delil getirmiĢlerdir. Onlar Oğul‟un, Baba‟ya ortaklığından dolayı
kadim olması gerektiğini Tanrı ile aynı özellikleri taĢıması gerektiğini söyleyerek
teslis inancını çürütmeye çalıĢmıĢlardır. Ayrıca eğer babanın bir oğlu varsa, onun da
oğlunun olması gerekmektedir. Hristiyanların inandığı gibi Ģayet Baba‟nın ilim ve
Kelime/Logos‟den mürekkeb bir oğlu varsa, Oğul‟unda aynı Ģekilde ilim ve
Kelime/Logos‟den mürekkeb oğlunun olması gerekir. Bu da teselsülü ifade
etmektedir ki sonsuza kadar gider. Diğer taraftan Kadı Abdülcebbar Mutezilî
âlimlerin, Baba‟nın Ruhu olduğunu söyleyen Hristiyanların söylemlerinden
hareketle, kadimliğin ortaklığından dolayı Ruh‟un da bir ruhu olması, hatta ruhun
ruhunun ruhu da olması gerektiğini söyleyerek, teslisi farklı bir cihetten çürütmeye
çalıĢtıklarını bildirmektedir.189
186
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 90, 91.
187
Kadı Abdülcebbar sadece Ġbn Küllabı değil daha sonraki dönemde onun öğrencisi ve çağdaĢı olan
Bâkıllâni‟yi de aynı sebepten tekfir etmiĢtir. Kadı Abdülcebbar‟a göre Bakıllani ve Sünnî kelamın
sıfat teorisi Hristiyanlara göre daha tehlikelidir. Çünkü Hristiyanlar iki kadim kabul ederken,
Bâkillanî‟nin on beĢ kadîm kabul ettiğini, on altıncı olarak ta Allah‟ı kabul etmiĢlerdir. Buda tevhid
inancının geçersiz olduğu anlamına gelmektedir. Bkz. Kamil GüneĢ, Ġslamî DüĢüncenin
ġekilleniĢinde Akıl ve Nas Bakıllânî ve Kadı Abdülcebbar‟da Kelamullah Meselesi Örneği, s.
195-204.
188
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 92.
189
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 90-91.
51
kadar teselsül edeceğini bunun da muhal olduğunu söyleyerek teslisi çürütmektedir.
O, burada Oğul ve Ruh değil de neden Baba‟nın evlat edindiğini izah edemediklerini
belirterek, Hristiyan teolojinin çıkmaza girdiğini söylemektedir.190
190
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 91.
191
Hristiyanlardan bir grup tanrının sayı bakımından üç olmasını, üç sayısının kendi içerisinde tek ve
çift sayı barındırmasıyla açıklamaktadır. Hem tek bir sayıyı hem de çift sayıyı içerisinde barındıran
Ģey, kapsadıklarından daha mükemmeldir. Çünkü bu sayı türünden biri, bu sayıların toplamından
azdır. Bundan dolayı üçün noksanlık ile vasıflanması doğru değildir. Onlara göre tek ve çift sayıları
kapsaması bakımından üçün sayıların mükemmeli kabul edilmesi gerekmektedir. Kadı Abdülcebbar,
öyle kabul ederse Baba‟nın tek baĢına iki sayı türünü kapsadığı gibi Oğul ve Ruh‟un da kapsaması
gerektiğini, bunun sonucu olarak da Baba‟nın tek baĢına üç uknum olmasını, diğer iki uknumunda
aynı Ģekilde olması gerektiğini söylemektedir. Bu da uknum sayısını dokuza çıkarmaktadır. Ayrıca
içinde iki sayı barındıran her Ģeyin daha mükemmel, daha güzel olmasını; sayının artması
mükemmelliğinde artması demek olmaktadır. Buda tanrı için çok sayıda uknum belirleme olduğu gibi,
görünür âlemdeki güzellik ifade eden vasıfları ona vermeleri gerekir ki bu tanrıyı cisimleĢtirmek
demektir. Bkz. Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 102-103.
192
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 91-92.
193
Hristiyanlar içeride teslis meselesini Ģu misalle açıklayanlar da vardır: GüneĢ ve ıĢık iki ayrı Ģahıtı
ve tek bir cevher onları bir araya topladı, böylece GüneĢ ve ıĢık cevheriyet bakımından aynı iken,
Ģahsi açıdan farklıdırlar. Aynen bu Ģekilde olduğu gibi, üç uknumdan oluĢan kadim varlıkta cevheriyet
bakımından uknumlarla aynı, uknum ve Ģahsilik açısından onlardan farklıdır. Kadı Abdülcebbar bu
örneği de yanlıĢ bulmaktadır. Çünkü GüneĢ ıĢığı güneĢ olmadığı gibi, özelliğide onun özelliği gibi
değildir. Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 104.
52
açıklamalarını makul görmemektedir. Lafızda, ibarede farklı olan söylemlerin ihtiva
ettiği manayı ortadan kaldırmaz. Yani Kadı Abdülcebbar‟a göre, bir görüĢü
çürütmeye vesile olan her söz, o görüĢün farklı bir Ģekilde ifade edilmesiyle ortadan
kalkmaz. Buradaki asıl problem lafız yönünden değil mana yönündendir. Hristiyanlar
Baba, Oğul ve Ruh‟tan oluĢan üç zâtın ezelde var olduğunu; Ruh için hayat takdir
edip onunla hayat sahibi olduğunu; Oğul için de bir ilim takdir edip onunla âlim
olduğunu söylemeleri gerekmektedir. Bu mana yönündeki ihtilaflarının sonucudur ve
ibaredeki farklılık bunu etkilemez. Bu da Kadı Abdülcebbar‟a göre kendisinin
yönelttiği eleĢtirilerin sağlamlığının ifadesidir. Ayırca Kadı Abdülcebbar‟a göre
Hristiyanların yapmıĢ olduğu “Üç uknumun birbirinden farklı olduğunu ve onların
cevherden ayrı olduğunu söylemiyoruz” Ģeklinde ki itirazı, Küllabiye‟nin “sıfatlar
Allah‟ın Gayri Değildir” sözüne benzemektedir.194
Ayrıca Hristiyanlar içerisinde cevheri tek kabul edip, uknumları uknum olma
özelliği bakımından farklı kabul edenler de bulunmaktadır. Bu Ģekilde bir ifade,
tanrıyı bir açıdan değiĢken kabul ederken, diğer açıdan değiĢken kabul etmemek
anlamına gelmektedir. Bu ise eĢyanın bir yönden bileĢik, diğer yönden ayrıĢık olması
bakımından imkânsızdır ve kendi içerisinde çeliĢik, tutarsız bir fikirdir. Çünkü
eĢyanın değiĢken olmaması, onun değiĢkenlik özelliğinden ârî olmasını
gerektirmektedir. Bu açıdan baktığımızda Hristiyanların bu söylemi bir Ģeyin oluĢ
bakımından hem bir Ģey hem de çok Ģey olmasını gerektirmektedir. Bu da Kadı
Abdülcebbar tarafından tutarsız, mantığa aykırı bulunarak tenkit edilmiĢtir.195
194
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 92.
195
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 92.
53
“10 sayısının toplamına dâhil bir sayı, 10 sayısına nispetle farklı
değildir. Şayet tek başına telaffuz edilirse farklıdır. Çünkü bu sayı
kendisine ait özellikleri de ihtiva eden farklı bir sayıdır. Mesela 1
sayısı 2 sayısından, 2 sayısı diğer sayılardan farklıdır. Hepsinin farklı
anlamları vardır. Bu konuda lafızlar itibara alınmaz. Şayet
söylediklerinde bu şekilde bir görüşü onaylarsalar, uknumların mana
yönünden birbirlerinden farklı olduklarını kabul etmiş olurlar. Bu da
Hristiyanlar için sonsuz sayıda tanrı ve kadim varlığı kabul etmek
demektir. Eğer bu mana yönünden olan ifadeyi kabul etmezlerse,
diğer açıdan çelişkiye düşmektedirler.”196
196
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 93.
54
çelişki içermemesi durumunu sizin benimsemiş olduğunuz görüşleriniz
için söyleyemiyoruz.” 197
197
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 93.
198
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 93-94.
199
Hristiyanlar buna insan örneğini vermektedirler. Ġnsan nasıl ki tek bir insan olduğu halde canlı,
konuĢan ve ölen vasıflarıyla sahipse, tanrıda onlara göre tek cevher olduğu halde mevcut, hayat sahibi
ve konuĢabilendir. Kadı Abülcebbar, insanın canlı, konuĢabilen, ölen vasıflarına sahip olduğu için
insan olmadığını belirtmektedir. Onun insan olabilmesi için fariğ vasfının olması gerektiğini
söylemektedir. Ayrıca sadece bu vasıfları değil, baĢka vasıflarının da olduğunu, o halde böyle kabul
edersek bunu tanrı içinde uygulamamız gerekeceğini belirtmektedir. Diğer taraftan organlar için
belirtilen özellikler birbirlerinden farklıdır. Yani her organın iĢlev ve fonksiyonu farklılık arz
etmektedir. Ġnsanın cüzlerden oluĢması ve hayat sahibi olması bir gerçektir. Ġnsan ona bahĢedilen ve
ona hulul eden bir hayat ile yaĢamaktadır. Hayatın cüzlerinin bir bünye olarak meydana gelmesiyle
insan için hayat sıfatından bahsedilebilir. Fakat Tanrı için kendisi dıĢında ve belli bir bünye ile hayat
sahibi olması düĢünülemez. Çünkü bu hâdislik emarelerindendir. Bkz. Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî,
c. V, s. 104-105.
200
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 94.
55
olmasına olan gereksinimi, hay ve âlim olmasından daha güçlü bir gereksinimdir. Bu
açıdan da ayrı bir sıkıntı teĢkil etmektedir. Ayrıca hay olduğunu ispat ettiğimiz zâtın
aynı zamanda, iĢiten, gören, idrak eden bir özellikte olması gerekir. Fail, fiillerini
âlim olmasıyla bildiği gibi aynı zamanda dilemesi, irade etmesi gerekmektedir.
Bundan dolayı Tanrı‟nın irade vasfını da ikrar etmeleri gerekmektedir. Aynı Ģekilde
Tanrı mefhumunun ulûhiyeti gereği, azamet, izzet ve vahdaniyet sıfatlarına haiz
olması da gerekmektedir. ġayet bunları inkâr ederlerse aynı Ģekilde Tanrı için ispat
ettikleri hay ve âlim özelliklerini de inkâr etmeleri gerekmektedir. Bu da uknum
teorisini ortadan kaldırmaktadır. Ali Cübbâi “şayet tanrının kudretiyle değil de,
zatıyla kadir olduğunu söylerlerse, aynı şekilde ilim ve hayatla değil zatıyla âlim ve
hayat sahibi olduğunu itiraf etmeleri gerekmektedir” diyerek gelebilecek itirazların
da önünü tıkamaktadır. Kadı Abdülcebbar da hocası Ali Cübbai‟nin itirazlarını
devam ettirerek, iddia ettikleri Tanrı‟nın görme, iĢitme, idrak etme, kudret gibi
özelliklerinin de olması gerektiğini muarızlarına ikrar ettirerek teslis inancını farklı
cihetten çürütmektedir.201
201
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 95.
56
konusu olması tanrının acizliği ya da iradelerin çeliĢik olması anlamına geleceğinden
geçersiz bir Ģeydir.202
Kadı Abdülcebbar “fiil, üç olan birin fiilidir” Ģeklinde gelebilecek bir itirazı,
bu fiili “üçün fiili” kabul etmekle “gerçekte üç olan failin fiili” kabul etmek arasında
bir fark olmadığını beyan ederek reddetmektedir. Bunun Kadı Abdülcebbar‟a göre üç
ayrı izahı vardır:
- Ya üç ayrı fail,
- Ya üçün tek faili,
- Ya üç uknumun her biri failin bir bölümünü oluĢturmaktadır.
202
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 96.
203
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 96.
204
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 98.
57
iddiası bu Ģekilde ortadan kalkmaktadır. Bu da insanlaĢan bir tanrı anlayıĢı
demektir.205
- Ya cevherin kendisidir,
- Ya cevher olmadan uknumların kendileridir,
- Ya da uknumların ikisidir.
O halde;
- Tanrı olan varlık uknumlar olmadan cevherin kendisi ise Baba, Oğul ve
Ruh‟un tanrılıktan soyutlanmaları gerekir. Kaldı ki onlar da cevherin
uknumlardan farklı olduğunu iddia etmektedirler.
- Ġkinci olasılığı kabul ederlerse, o halde kadim olan cevheri tanrı olarak
kabul etmeleri gerekmektedir ki bu da teslise dördüncü bir unsurun ispatı
demektir.
- Son olasılığı kabul edip, tanrı olan uknumların ikisidir derlerse, Baba,
Oğul ve Ruh‟u tanrılığın dıĢına çıkarmaları demektir.207
205
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 103.
206
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 98.
207
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 99.
58
sınırlandırılması küfrü gerektirmektedir. Çünkü bu Allah‟ın kâdir, müdrik, mürid,
semi‟, basir olmasını inkâr demektir. Buda apaçık bir küfürdür.208
208
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 105.
209
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 112.
59
baĢka bir Ģeyde hâsıl olması veya bir özde birleĢmesidir. Uknumların tek bir bedende
veya cevherde birleĢmesi anlamına gelen ittihâd ve hulul, teslis inancının tespiti
noktasında Hristiyan teologlar tarafından kullanılan temel yapı taĢlarındandır.210
Ġttihâdın hadis bir olay olduğu noktası da fikir birliğinin olduğunu söyleyen
Kadı Abdülcebbar, buradaki ihtilafın mahiyeti noktasında olduğunu belirtmektedir.
Ġttihadın hulul yoluyla meydana geldiğini savunanlar olduğu gibi imtizaç yoluyla
meydana geldiğini savunanlar da bulunmaktadır. Bunlara ilaveten Kelam/Logos‟un
insanın bedenine intikal etmesi yoluyla olduğunu veya insanın aynadaki yansımada
olduğu gibi yansıma Ģeklinde olduğunu savunanlar da bulunmaktadır. Kadı
Abdülcebbar genel olarak Hristiyanların ittihâd söyleminden, Tanrı ile Mesîh‟in
ittihâd etmesi sonucu Mesîh‟te ortaya çıkan ilahî ve insanî yönünün anlaĢılması
gerektiğinin altını çizmektedir.213 Kadı Abdülcebbar bu üç Hristiyan mezhebine
ilaveten bazı gruplarında Tanrı ile Ġsa‟nın iradelerinin ittihâd ettiğine inandığını
söylemektedir. Bu da kadîm olan irade ile hâdis olan iradenin birbirlerine mümasil
210
Fikret Soyal, Ġlk Dönem Ġslâm Kelamcılarının Teslis EleĢtirileri, s. 176.
211
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 128-129.
212
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 116-120.
213
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 114.
60
olamayacağını ifade ederek, iki denk olmayan iradenin de birbiri ile ittihâd
edemeyeceğinden dolayı geçersiz kabul edilmiĢtir.214
Kadı Abdülcebbar Tanrının Ġsa ile karıĢması/imtizaç etmesi, Tanrının Ġsa ile
yakınlaĢması/Mücaveret etmesi veya Tanrının Ġsa‟nın bedenini mekân edinerek ona
hulul etmesi Ģeklindeki tüm ihtimalleri değerlendirerek, ittihâd teorisini
reddetmektedir. Hulul, imtizaç ve mücaveret gibi Ģeylerin hâdislik ifade ettiğini,
bunların ancak cisimlerde olabileceğini ifade etmektedir. Kadîm varlık için hulul,
imtizaç ve mücaveretin muhal olduğunu belirten Kadı Abdülcebbar, bunun gayrı
makul ve mitolojik bir inanç olduğu söylemektedir.215
214
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 115.
215
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 114.
216
Bkz. Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 131, 134, 135, 139.
217
Fikret Soyal, Ġlk Dönem Ġslâm Kelamcılarının Teslis EleĢtirileri, s. 19.
61
kaynaklanmamaktadır. Akıllı olmayan kiĢilerden de kelimeler, sözcükler
çıkmaktadır. Aynı Ģekilde bazen de konuĢamayan kimselerde akıl bulunabilmektedir.
Kelimenin kelam olabilmesi, failin iradesiyle olmaktadır. AteĢin sıcaklığı
meselesinde de, ateĢin sıcaklığı eğer bir cevherden ortaya çıkmıĢsa, o halde her
cevherin sıcaklık bakımından ateĢ konumunda olması gerekmektedir. Kadı
Abdülcebbar verdikleri ıĢık örneğini de ıĢığın cisim olması hasebiyle, cismin de
cisimden doğamayacağını belirterek reddetmektedir.218
Diğer taraftan tek cevherden var olmaları dıĢında da Oğul‟u Baba kabul
etmeleri gerekmektedir. Çünkü onların nazarından babalık ulûhiyet sıfatlarındandır
ve eksikliğinin giderilmesi gerekmektedir. O halde Oğul da tanrı uknumlarından bir
tanesi ise onun da Baba olması, oğul edinmesi gerekmektedir. Bu çıkarım Oğul‟u
Baba‟ya eĢitlediği gibi kendi altında da ayrı bir sonsuza kadar devam edecek teselsül
oluĢturmaktadır.219 Ayrıca evlat sahibi olmamayı eksiklik olarak saymaları, çocuğu
yoksa kısır saymaları ve bu yüzden Tanrı‟yı Baba kabul etmeleri, aynı zamanda onun
bir eĢ edindiğini de kabul etmelerini gerektirir. Çünkü eĢ edinmesi imkân dâhilinde
olmayan kimse de nâkıstır. Aynı zamanda bu söylemler meleklerin de nakıs olduğu
anlamına gelmektedir. Melekler için evlenme, baba olma meseleleri söz konusu
değildir. Hıristiyanlar bu açıdan da melekleri hem insanlardan daha üstün kabul
etmekte hem de onlara noksanlık izafe etmektedirler.220
218
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 104.
219
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 98.
220
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 102.
221
Kadı Abdülcebbar, evlatlık edinme hususu Ġsa‟ya itibar ve vasıf kazandırsa da, bu aynı zamanda
Allah için noksanlık ifadesi olacağından, tazim manasına kullanılsa da Allah için oğul kelimesinin
kullanılmasını caiz görmez. Çünkü böyle bir tanrının sonradan meydana gelmiĢ olmasını
gerektirmektedir. Bkz. Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 110.
62
olabileceğini söylemektedirler. Kadı Abdülcebbar burada hocası Ali Cübbai‟den bir
nakil yapmaktadır:
222
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 106-107.
63
karşılaşmaktayız. Bu gayret ve fedakârlıklar da onun Allah‟ın dostu
şeklinde nitelenmesine vesile olmuştur. Allah‟ın Hz. İbrahim‟i dostu
olarak ifade etmesi, Kâbe‟yi evi, mekkelileri Allah‟ın ehli, Hz. Salih‟in
devesini de, Allah‟ın devesi diye isimlendirmesi gibidir. Bu şekilde
daha nice isimlendirme vardır. Mesela Allah‟ın laneti, Allah‟ın ateşi,
Allah‟ın aslanı, Allah‟ın kitabı, Allah‟ın kelimesi, Allah‟ın ruhu gibi…
Buradaki manalar mecazi olup, onların Allah katındaki kıymetini
ifade etmektedir. Fakat “Oğul” kelimesi için bu söz konusu değildir.
Farz edelim ki bir köpek yavrusunu alıp bakan bir kimse onun babası
mıdır? Hayır. Lakin bir çocuğu alıp yetiştiren kimse onun babasıdır
çünkü onun hemcinsidir. Evlat sahibi olabilen bir kimse, cisim olması
açısından benzerlik taşısa bile köpek yavrusu örneğinde olduğu gibi
çocuğa benzemeyen bir şeyi evlatlık edinemez. O halde hiç bir şeye
benzemeyen Allah‟ın evlat edindiğini ifade etmek asla kabul edilebilir
bir şey değildir.”223
223
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 108.
224
Hristiyanların aynı Ģekilde ittihat teorilerinde de Kadı Abdülcebbar bu eleĢtiriyi yapmaktadır. Ona
göre tanrı Hz. Ġsa‟ya hulul ettiyse, niye diğer peygamberlere hulul etmemiĢtir. Hz. Ġsa‟dan önce geçen
peygamberlere, en baĢta Hz. Âdem‟e hulul etmesi gerekmektedir. Kadı Abdülcebbar madem Hz.
Ġsa‟nın tanrı ile birleĢtiğini iddia ediyorlar, o halde Hz. Ġsa‟yı diğer peygamberlerden ayrıcalıklı kılan
özelliği de açıkları gerektiğini söylemektedir. Bkz. Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 139.
225
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 108.
64
olduğunun altını çizmektedir. Ayrıca manası Allah hakkında düĢünülmesi imkânsız
olan Ģeylerin kıyas ve mecaz Ģartlarını taĢısa da bir geçerliği yoktur. Bir insanın yaĢlı
bir ihtiyara, ölü birine veya herhangi bir hayvana seni evlatlık edindim demesi nasıl
doğru değilse aynı Ģey Allah hakkında da doğru değildir. Kimse kendisinden yaĢlı bir
ihtiyarı evlatlık edinemez, ölü ve hayvanları da aynı cins olmadığı için evlatlık
edinemez. Bütün noksanlıklardan münezzeh Allah‟ın da insanlardan birini evlatlık
edinmesi söz konusu değildir. Çünkü böyle bir Ģeyin söz konusu olması Allah‟ın
cisme indirgenmesi demektir. Böyle bir Ģey Allah için imkânsız bir Ģeydir.226
226
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 109.
227
Yuhanna, 16: 5.
228
Matta, 6: 7-13.
229
Haber-i Vahid; bir kiĢinin baĢka bir kiĢiden naklettiği haber demektir. Hadis usulünde tevatür
derecesine ulaĢmayan haber demektir. Terim zamanla anlam değiĢmesine uğradığı için bir, iki veya üç
sahabeden rivayet edilen haberleri de haber-i vahid hükmünde değerlendirmek için tevatüre ulaĢma
Ģartı gelmiĢtir. Haber-i Vahidin dinde delil olup olmayacağı tartıĢmalı bir konudur. Lakin kelam
âlimleri haber-i vahidin inanç alanında delil olamayacağını ekseriyetle benimsemiĢlerdir. Çünkü
haber-i vahid kendi içerisinde Ģüphe barındırmaktadır. Ġnanç sahasında Ģüpheye mahal
olmayacağından dolayı da haber-i vahidlerin inanç sahasında kullanımına temkinli yaklaĢmıĢlardır.
Bkz. Mustafa Ertürk, Yusuf ġevki Yavuz, “Haber-i Vahid”, DĠA, c. XIV, s 349-355.
230
Matta, 4: 22.
231
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 109-110.
65
Kadı Abdülcebbar, Ġncil ve Tevrat‟ta geçen bu ifadelerin doğru olması
ihtimalini de düĢünmektedir. Ona göre eldeki veriler neticesinde bunlar haber-i vahid
hükmündedirler. Lakin haberi vahidin uydurma ihtimali olabileceği gibi, doğru
olabilme ihtimalini de taĢımaktadır. ġayet bu ifadeler doğru ise, o dönemin dil ve
sosyal Ģartlarının buna imkân tanıması ile alakalı olabilir. Kadı Abdülcebbar, bizim
dilimizin bu anlama imkân tanımadığını belirterek, “eğer bu ifadeler doğru olsa dahi
bunun Hıristiyanların kasdettiği mana ile bir alakası yoktur” demektedir. Yani
buradaki sorun Hristiyanların inançlarına delil arama veya gelen eleĢtirileri bertaraf
etme çabasıdır. Kadı Abdülcebbar‟ın temel irdelediği mesele manadan kasıttır. Ona
göre Allah‟ın ulûhiyetine ters düĢecek hiçbir mana O‟nun hakkında düĢünülemez.232
232
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 110.
233
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 111.
66
Cebrail‟in ruh olarak isimlendirilmesi sabittir. Fakat isimlendirmeler Cebrail‟in ve
Kur‟an‟ın Allah‟ın oğlu olmasını gerektirmemiĢtir. ġayet Hıristiyanlar buraya kıyasla
Hz. Ġsa‟nın Allah‟ın oğlu olduğunu iddia ederlerse, Cebrail ve Kur‟an‟ın da Allah‟ın
oğlu olduğunu kabul etmeleri gerekmektedir.234
Kadı Abdülcebbar Ġslam inancı açısından Allah‟a oğul isnat etmenin mümkün
olmadığını savunmaktadır. Bu ister mana yönünden ister lafız yönünden olsun imkân
dâhilinde değildir. Çünkü Allah, “bizler Allah‟ın oğullarıyız” diyenleri ve melekleri
Allah‟ın kızları olarak kabul eden Arap inanç ve söylemlerini reddetmiĢtir. ġayet
mana veya lafız yoluyla buna imkân tanınsaydı, Allah bunları reddetmezdi.235
Bunun yanında Mesih ile Oğlun birleĢmesinden dolayı Hristiyanlar içinde ona
ibadet edilemeyeceğini söyleyenler de olmuĢ bu nokta uzun tartıĢmalar yaĢanmıĢtır.
Mesih‟in kendisinde ulûhiyet barındıran bir Ģeyle birleĢmesinden dolayı ona da
ibadet edilmesi gerektiğini belirten görüĢ ağır basmaktadır. Ayrıca bu birleĢme
neticesinde öldürülenin insan mı yoksa kendisinde ulûhiyet barındıran oğul mu
olduğu da tartıĢılmaktadır. Bu noktadaki temel nokta, bir cisimle tanrının birleĢmesi
veya ona hulul etmesidir. 237
Kadı Abdülcebbar Hz. Ġsa‟nın cisim olduğunu bundan dolayı cisimlerin, rızık
vermesi, baĢka cisimleri yaratmasının muhal olduğunu söyleyerek cisim olan ve
hâdis olan varlığın ibadete layık olmadığını söylemektedir. Ġbadet edilmeye
234
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 112.
235
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 109.
236
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 135-136.
237
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 135-136.
67
insanların layık olmadığını belirten Kadı Abdülcebbar, beĢeriyet açısından
bakıldığında tüm insanlara ibadet edilmesi gerektiğini söylemektedir. Bunun geçersiz
mantık dıĢı olduğunu söyleyen Kadı Abdülcebbar, ibadete tek layık olanın Allah
olduğunu, nimet verilene Ģükür olarak ibadet edilmesi gerektiğini bundan dolayı da
mutlak anlamda nimeti verenin Allah‟a yegâne ibadet edilmesi gerektiğini
söylemektedir.238
Hristiyanlar Hz. Ġsa için bahsedilen çeĢitli mucizeleri delil getirerek onun
Tanrının oğlu olmaya ve ibadet edilmeye layık olduğunu ispat etmeye
çalıĢmaktadırlar. Kadı Abdülcebbar da mucizenin ilahî oğulluğa delil olup
olamayacağını sorgulamaktadır. Kadı Abdülcebbar‟a göre bir peygamberin elinde
zuhur eden mucize ne hulûle ne de ibadete edilmeye delil olarak gösterilemez. ġayet
bir hulul olacaksa bunun Hz. Ġsa‟da değil de mucizenin üzerinde gerçekleĢtiği nesne
de vaki olması gerektiğini savunmaktadır. Ayrıca mucizenin sadece Hz. Ġsa‟ya
verilmediğini belirten Kadı Abdülcebbar, o halde diğer peygamberlerin de ibadete
layık olması, onların da tanrının oğlu olması gerektiğini söyleyerek, mucizenin ilahî
bir vasıf kazanmaya delil olmadığını, bununla diğer peygamberlere üstünlük
sağlanamayacağını söylemektedir. Kadı Abdülcebbar elinde zuhur etmiĢ
mucizelerden dolayı Hz. Ġsa‟nın Hristiyanlarca insani vasıflardan çıkartılarak ilahî
238
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 136-137.
239
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 137.
240
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 138.
68
forma sokulduğunu belirtmektedir.241 Bunlar göstermektedir ki Hıristiyanlar aslında
bir nübüvvet problemi yaĢamaktadırlar. Nitekim Ġmam Mâturidî‟nin Kitabü‟t
Tevhid‟te bu konuyu nübüvvet bahsinde incelemesi, Hıristiyanların nübüvvet
problemi yaĢadığını destekler mahiyettedir.
241
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 139.
242
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 89, 132-135.
69
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
70
A. Senevî/Düalist Ġnançlara Yönelttiği EleĢtiriler
Kadı Abdülcebbar yaĢadığı bölgenin kadim inançlarından olan Senevî
akımlar hakkında bilgi vermektedir. Gayrı makul olarak nitelendirdiği, sağlam
deliller üzerine oturmayan inançlar içerinde Senevî akımlarda vardır. 243 BaĢlangıçta
Senevî fırkaları tek tek tanıttıktan sonra onların görüĢlerini çürütmektedir. KarĢıt
görüĢleri eleĢtirirken öncelikle kendi delillerini ortaya koymakta daha sonra Mutezilî
âlimlerin ve kendisinden önce yaĢamıĢ âlimlerin244 görüĢlerini zikretmektedir.
243
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 27.
244
Kadı Abdülcebbar, yer yer “selef böyle dedi, Ģu Ģekilde deliller kullandı” Ģeklinde açıklamalarda
bulunmaktadır. Kadı Abdülcebbar‟ın yapmıĢ olduğu açıklamalardaki “selef” ifadesi terim anlamından
ziyade, kendisinden önce yaĢamıĢ âlimleri kastetmektedir.
245
Asıl adı Ebû Muhammed el-Hasan b. Ebi‟l Hasan Musa b. el-Musa b. Ebi‟l Hasan Muhammed b.
el-Abbas b. Ġsmail b. Ebi Sehl b. Nevbaht el-Müneccim el-Bağdadî‟dir. Hicri 310 yılında Bağdat‟ta
vefat eden Nevbahtî‟nin tam olarak doğum tarihi bilinmemektedir. Felsefe, kelâm, dinler tarihi, Ġslâm
mezhepleri, astronomi ve tıp gibi alanlarda yetkin olduğu anlaĢılan Nevbahtî kaynaklarda III. (IX.)
yüzyılın seçkin Ģahsiyetlerinden biri olarak tanıtılmıĢtır. Bkz. Ġbn Nedim, Fihrist (thk: Ġbrahim
Ramazan), Beyrut, 1998, s. 251-252.
246
Eserin varlığı Kadı Abdülcebbar gibi atıflarda bulunanlar sayesinde bilinmektedir. Lakin
günümüze ulaĢmamıĢtır. Bkz. Ġbn Nedim, Fihrist, s. 251-252.
247
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 27.
248
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 28.
249
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 28.
71
1. Maniheizm
Kadı Abdülcebbar‟a göre Senevî akımlar içerisinde en önemlisi bugün
Maniheizm olarak bildiğimiz Maneviyye‟dir. Bundan dolayı Maneviyye fırkası
üzerinde ayrıntılı bir Ģekilde durmuĢ, diğer fırkaları Maniheizm‟in benimsediği temel
inançlara muhalefet neticesinde ortaya çıkan farklılıklar olarak değerlendirmiĢtir.
250
Hâkim Mani b. Farik, Kuzey Babil‟de Fırat ile Dicle‟yi birbirine bağlayan Mardînu‟da dünyaya
gelmiĢtir. Behram b. Hürmüz b. Sabur tarafından 277 yılında öldürülmüĢtür. Mecûsîlik ve Hristiyanlık
arasından bir kurduğu söylenen Manî, Hz. Ġsa‟yı kabul etmekle birlikte Hz. Musa‟nın risaletini kabul
etmemektedir. Mani‟ye göre âlem biri nur, diğeri zulmet olmak üzere iki kadim asıldan oluĢmaktadır.
Bu nurla zulmet ezelî ve ebedî mahiyettedir. Bkz. ġehristani, el-Milel ve‟n Nihal, trc: Mustafa Öz,
Ġstanbul, 2008, 223; Mehmet Aydın, Ansiklopedik Dinler Sözlüğü, Konya, 2005, 464.
251
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 28.
252
Ġbn Nedim, Fihrist, s. 310.
253
Ahmed Emin, Fecru‟l Ġslam, Kahire, 1975, 106-107.
72
yaĢadığı dönemde ve yaĢadığı bölgede 300 civarında Maneviyye mensubu Ģahıs
bulunmaktadır.254
Maneviyye‟ye göre Nur ve Zulmet‟in beĢ cinsi ve dört bedeni vardır. Bu beĢ
cinsin her biri hayat ve idrak sahibi olup, beĢ tane duyuya sahiptirler. Bazıları Nur‟un
tayin edilemeyen temiz bir hayat içerisinde olduğunu bunun aksine Zulmet‟in ise
254
Ġbn Nedim, Fihrist, s. 310.
255
Bazılarına göre karıĢım Zulmet‟in Nur‟un sınırına dayanması ile olmuĢtur. Diğer bir görüĢe göre
ise Zulmet‟in kendi mahallinde iken herhangi bir kasıt olmadan tesadüfen Nur ile karĢılaĢmıĢtır. Her
iki durumda da karıĢım neticesinde Zulmet Nur‟a zarar vermiĢtir. Böylelikle iki kadim arasında savaĢ
baĢlamıĢtır. Genel inanca göre Zulmet Nur‟un kendisine ait olmadığını görünce beĢ bedenini Nur‟a
karıĢmaya itmiĢtir. Nur bunu görünce beĢ cins ve beĢ cüzden oluĢan meleklerini buna karĢı koymaya
göndermiĢtir. Böylelikle beĢ Zulmet bedeni ile beĢ Nur bedeni birbirine karıĢmıĢtır. Bu karıĢımın
neticesinde altın, gümüĢ, demir, taĢ toprak gibi ağır maddeler oluĢmuĢtur. Netice itibariyle bütün
varlıklarda olan iyi ve güzel yönler Nur‟dan, kötü ve zarara sebep olan yönleri Zulmet‟ten
kaynaklanmaktadır. Bkz. Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 28.
256
Ebu Ġsa Muhammed b. Harun el- Verrak hicri 247 yılında Bağdat‟ta ölmüĢtür. Doğum tarihi
bilinmemektedir. ÇeĢitli din ve mezheplerin görüĢlerini savunduğu iddia edilen Verrak, Senevî inanç
mantalitesini benimsemiĢ birisidir. Bkz. Fuat Aydın, “Verrak” mad., DĠA, Ġstanbul, 2013, c. XLIII, s.
59-60.
257
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 28-29.
73
bozuk bir Ģekilde ölü olduğunu iddia etmektedirler. Nurdan olanlar ateĢ, ıĢık, rüzgâr,
su ve ruhtur. Ruh bu bedenlerde hareket etmektedir. AteĢ, karanlık, zehir, sis ve
duman da Zulmet‟in bedenleridir. Nurun bedenleri farklılık arz etse de, Nur‟un kendi
zâtında birleĢmektedirler. Nur‟un ruhu her zaman bedenlerine fayda sağladığı gibi
bedenlerde ruha fayda sağlamaktadır. Zulmette ise bu tam tersine sürekli bir zarar
söz konusudur. Bu beĢ cinsin siyah, beyaz, kırmızı, sarı ve yeĢil olmak üzere farklı
renklerinin olduğu söylenmektedir. Bu renklerin her biri bir anlama gelmektedir.
Nur‟un beyaz rengi hayrı, Zulmet‟in rengi ise Ģerri ifade etmektedir. 258
Ebu Ġsa el-Verrâk‟ın belirttiğine göre bu iki cevherin fiilleri kendi tabiatlarını
aĢmayacak Ģekilde kendi seçimleri iledir. EĢyanın tabiatındaki, varlığındaki ilim-
cehalet, güzellik-çirkinlik, hayır-Ģer gibi özellikler, bu iki cevherin o eĢyada bulunma
oranına göredir. Bazısında Nurun cüzleri daha fazla iken bazısında Zulmet‟in cüzleri
ağır gelmektedir. 259
258
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 29.
259
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 29.
260
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 30.
261
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 30.
74
Kadı Abdülcebbar aynı zamanda Maneviyye‟nin kurucusu olan Mani b.
Fatek‟in bazı sözlerine yer vermektedir. Mani‟nin Hz. Âdem‟den itibaren gelen bir
silsilenin son halkası olduğunu iddia ettiğini söylemektedir. Mani‟nin “Allah ilmi ilk
başta Âdem‟e, sonra Şit‟e vermiştir. Ardından Zerdüşt‟ü Fars‟a, İsa‟yı da batı
topraklarına göndermiştir. Ve Mani en son peygamber olmuştur” diyerek
peygamberlik iddiasında bulunduğunu da zikretmektedir.262
2. Mazdekiyye
Kaynaklarda Mezdekiyye, Mezâdika ve Mezdekân gibi isimlerle geçen
Mazdekiyye Ġran‟da çıkmıĢ senevî bir akımdır. Miladi V. Yüzyılda Ġran‟ın sosyal ve
ekonomik anlamda sıkıntıda olduğu bir dönemde etkili olmuĢ ve bölgede nüfusunu
arttırmıĢtır. VIII. yüzyıldan itibaren çeĢitli fırkalara bölünen Mazdekiyye Ġslam
coğrafyasında Batinilik ve aĢırı ġiî fırkalar üzerinde etkili olmuĢtur.264
262
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 31.
263
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 33.
264
Ġbn Nedim, Fihrist, s. 315-316; Kenan Has, “Mezdekiyye”, DĠA, 2004, c. XXIX, s. 523-524;
Ayrıca Bkz. ġehristani, el-Milel ve‟n Nihal, s. 226-227; Mehmet Aydın, Ansiklopedik Dinler
Sözlüğü, s. 477-482.
75
Mazdekiyye‟ye göre insanlar arasındaki anlaĢmazlıkların ve savaĢların
genelde sebebi kadın ve maldır. Bundan dolayı Mazdek kadınların ve malların ortak
kullanımını mübah görmüĢtür. ġayet bunlar üzerindeki mülkiyet hakkı kaldırılırsa
savaĢlar ve anlaĢmazlıklar da son bulacaktır.
3. Deysaniyye
Maneviyye ve Senevî akımları iyi öğrenip bunlar üzerinde etkili olmuĢ Ġbn
Deysan tarafından miladi II. ve III. yüzyıllarda Ġran‟da etkili olmuĢ düalist bir
akımdır. Önceleri Hristiyan olan Ġbn Deysan daha sonra Hristiyanlığı terk ederek
yeni bir Nur-Zulmet teorisi geliĢtirmiĢtir. Genel olarak bakıldığında Süryanilik,
Hristiyanlık ve Maneviyyenin karması bir sistemdir.266
265
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 33-34.
266
Ġbn Nedim, Fihrist, s. 311-312; Mustafa Öz, “Deysâniyye”, DĠA, 1994, c. IX, s. 220-272; Ayrıca
Bkz. ġehristani, el-Milel ve‟n Nihal, s. 227-228.
267
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 34-35.
76
manasına da gelmemektedir. Ve ayrıca Nur Zulmetin içine girerek ona bir ikramda,
lütufta bulunmuĢtur. Zulmetin sebep olduğu kötülükleri düzeltmek istemiĢtir.268
4. Merkuniyye
Kadı Abdülcebbar‟a göre bir diğer senevî fırka Merkuniyye‟dir. Ġslamî
kaynaklarda Merkuniyye veya Merkıyûniyye Ģeklinde geçen akım Hristiyan bir
piskopos olan Marcion tarafından kurulmuĢtur. Miladi II. yüzyılda ortaya çıkan bu
akım ilk baĢlarda Hristiyanlık ile iç içe iken, düalist tanrı tasavvurundan dolayı Kilise
tarafından reddedilmiĢ ve zamanla Maniheizm‟e doğru kaymıĢtır. Merkuniyye
Hristiyanlık içinde doğmuĢ, Ġsa Mesih inancını farklı yorumlayıp zühd hayatına
önem vermesinden dolayı Ġslam kaynakları genel olarak onu Senevî bir akım olarak
değerlendirmektedir. Ayrıca Kadı Abdülcebbar‟ın yaĢadığı dönem ve coğrafyada
Merkunilerin etkili olduğu da kaynaklarda zikredilmektedir.269
5. Sıyamiyye
Bir diğer senevî fırka ise Sıyamiyye‟dir. Sıyamiyye her Ģeyden yüz çevirerek
Allah‟a yönelmiĢler ve Allah‟a tazim amacıyla ateĢe ibadet etmiĢlerdir. Hayvanları
kurban etmeyi yasaklamıĢlardır. Bazı Sıyamiyye mensuplarında reenkarnasyon
inancı da görülmektedir.271 Bazıları Sıyamiyye‟yi Sabii‟liğe nispet ederken, bazıları
da Senevî bir fırka olduğunu beyan etmektedir. Zühd‟e verdikleri önem ile ön plana
268
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 34-35.
269
Ġbn Nedim, Fihrist, s. 312; Bülent ġenay, “Merkuniyye”, DĠA, 2004, c. XXIX, s. 207-208; Ayrıca
Bkz. ġehristani, el-Milel ve‟n Nihal, s. 228-229.
270
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 35.
271
ġehristani, el-Milel ve‟n Nihal, s. 230.
77
çıktığı bilinen Sıyamiyye‟nin diğer Senevî fırkalar ile aynı görüĢü benimsediği
söylenmektedir.272
6. Maklasıyye
Kadı Abdülcebbar‟ın zikrettiği son Senevî fırka Maklasıyye‟dir. Genel olarak
Senevî akımlardan olan Maklasıyye, imtizaç teorisinde farklı görüĢ beyan etmiĢtir.
Ġmtizaç gerçekleĢtikten sonra kesinlikle Nur cevherinden bir Ģeyin Zulmet‟te
kalacağını, Nur‟un kendisini tam anlamıyla kurtaramayacağını savunmaktadır.273
7. Senevîlik EleĢtirisi
Kadı Abdülcebbar senevî fırkaları tanıttıktan sonra tek tek eleĢtiriye tabi
tutmuĢtur. Ġlk olarak Senevîlerin temel inancı olan Nur ve Zulmet düalitesinin
cevher-araz iliĢkisi bağlamında hâdis olduklarını ispatlamak istemiĢtir. Çünkü
onların temel teorisi Nur ve Zulmet düalitesinin kadim ve karĢıt iki varlık olması ve
birbirleri ile imtizaç etmesi/karıĢmasıdır. Kadı Abdülcebbar öncelikli olarak
Senevîliğin bu tutumunun makul bir çerçevede olmadığını, lakin bu anlayıĢlarını
âlem tasavvurlarına ve her Ģeye yansıttıklarını dile getirmektedir.274
272
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 35.
273
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 36.
274
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 40.
78
iddia ettikleri imtizaç/birleĢme, ayrılma teorileri araz özellikleridir. Çünkü onlara
göre imtizaç Nur‟un cüzleri ile Zulmet‟in cüzlerinin karıĢmasıdır. Bu da arazların
karıĢması demektir. Hem araz olması hem de bu olayın sonradan olması bakımından
hâdistirler. Bu da Nur ve Zulmet‟in kadimliğinin batıl olduğunu göstermektedir.275
Senevîlere göre kadim olan Nur ve Zulmet, Kadı Abdülcebbar‟a göre araz
hükmündedir. Çünkü Nur ve Zulmet Seneviler tarafından cevher olarak kabul
edilmektedir. Kadı Abdülcebbar‟a göre de cevherler arazsız olamazlar ve mecbur
olarak araz kabul etmek zorundadırlar. Senevîler âlemde olan hayır-Ģer, fayda-zarar,
lezzet-elem gibi zıtlıkları kabul etmektedirler. O halde hareket-sükûn, telif-itimad
gibi daha açık olan arazları da kabul etmeleri gerekmektedir ki bu da arazların ispatı
anlamına gelmektedir.276
275
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 39-40.
276
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 41.
277
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 41.
79
görüĢü kabul edilirse Nur ve Zulmet cevherlerinin temelinde problem teĢkil edecek,
hâdisliği sabit olan araz mevzusu gündeme gelecek ve bu da bu iki cevherin
hâdisliğini gerektirecektir. Bunları baĢka bir Ģey kabul ettiğimizde Nur‟un ve
Zulmet‟in krallarının sonradan olması gerekecektir. ġayet sonradan olmazsa bu sefer
kadimlerin sayısı çoğalacak, Nur ve Zulmet cevherlerine aynı zamanda rakip ortaya
çıkacaktır. Bu da kendi içerisinde çatıĢacak ve sonunda bu kavramların hâdis olduğu
ortaya çıkacaktır.278
Kadı Abdülcebbar‟a göre hayy sıfatı aklın verileri neticesinde vardır. ġayet
hayy sıfatı yok dersek, ölüm sıfatını ispat etmiĢ veya madum demiĢ oluruz. Aynı
Ģekilde bu ilim, kudret sıfatları için de söz konusudur. Bu sıfatların varlığı aklın
verileri neticesinde ortaya çıkmakta ve üzerinde ihtilaf vuku bulmamaktadır. Arazları
kabul etmedikleri için doğal olarak sıfatları da kabul etmeyen Senevî teoriye göre
Nur tek bir cevherdir ve herhangi bir sıfatı yoktur. Hayy ve kudret sıfatlarını
barındırmayan kadim bir cevher inancının kendi içerisinde tekrardan bir çıkmaza
girdiği ortaya çıkmaktadır. Bununla beraber bu gibi sıfatları kabul etmediklerini
söylemeleri, kadim cevherde bir noksanlık ifade ediyor anlamına gelmektedir ki bu
da kadimliği ortadan kaldırmaktadır. Ayrıca bu aklın üzerinde Ģüphe duymadığı
sıfatları sadece Nur için kabul etmek söz konusu değildir. Zulmet için de aynı Ģeyler
mevzu bahistir. Bu da bu iki cevherin aynı olmasını, bir olmasını gerektirmektedir ve
zıtlığı ortadan kaldırmaktadır. Bu da Senevî teoriyi kendi içerisinde çıkmaza
sokmaktadır.280
Senevîliğe göre Nur tabiatı itibariyle hayrı ifa etmeye mecbur iken Zulmet de
kötülüğe mecburdur. Her türlü iyilik ve hayır zorunlu olarak Nur‟dan
278
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 41.
279
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 42.
280
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 42-43.
80
kaynaklanmakta, kötülükler ise Zulmet‟ten zorunlu bir Ģekilde ortaya çıkmaktadır.
Kadı Abdülcebbar‟a göre bu imtizaç açısından mümkün değildir. Varlığı zorunlu
olan varlıkların birbirlerine karıĢmaları mümkün değildir. Çünkü zorunlu olarak
zıtlığa programlanmıĢ iki kadim varlığın karıĢması söz konusu olamaz. Aynı
zamanda bu karıĢımdan sonra tabiatlarının aynı kalması da söz konusu değildir.
Lakin Senevîlik tabiatlarının zorunlu olduğunu ve değiĢmediğini iddia ederek kendi
sözlerinin batıl olduğunu ortaya koymaktadır.281
Senevîliğe göre Nur ve Zulmet arasında zıtlık vardır. Bu zıtlık mecburi bir
Ģekilde olduğu gibi imtizaca da engel değildir. Kadı Abdülcebbar iki cevher
arasındaki iliĢkiye aynı zamanda zıtlık ve birleĢme teorileri açısından tutarsızlığa
dikkat çekmektedir. Senevîler‟e göre imtizaç belirli bir vakitte Zulmet‟in isteğiyle
veya baĢka bir görüĢe göre Nur‟un tercih ve Zulmet‟e yönelmesiyle ya da son bir
görüĢe göre Nur ve Zulmet‟in anlaĢmaları neticelerinde vuku bulmuĢtur. Kadı
Abdülcebbar bu üç görüĢü de bu iki cevherin zorunlu olmaları açısından tutarsız
bulmuĢtur. Çünkü bakıldığında üç görüĢte de ya tek bir cevher ya da ikisi birden bir
irade beyan etmiĢ, belirli bir yönelime geçmiĢtir. Bu da zorunlu olarak belirli bir
fiillere programlanmıĢ varlık anlayıĢıyla çeliĢik, ters bir durumdur.282
281
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 43-44.
282
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 44-45.
81
mutluluk ifade ederken; malı çalınan için ise üzüntü ve keder ifade etmektedir. Bu
gibi örnekler göstermektedir ki bir fail iki zıt hükme veya olaya kaynaklık edebilir.283
Seneviler burada hayır ve Ģerri bir failin yapmasını ispat edip aynı zamanda
Allah‟ın Ģerri iĢlemesinden tenzih edilmesinin birbiriyle çeliĢtiğini söyleyerek
itirazda bulunmaktadırlar. Kadı Abdülcebbar öncelikli olarak burada kiĢinin yani
Ģahısların hayrı ve Ģerri yapabilme imkânına sahip olmalarının Allah içinde
düĢünülmediğinin altını çizmektedir. Bize göre elem olan Ģey Allah için bu Ģekilde
değildir. Mesela o elemi hayır olarak yapmaktadır. Elem kiĢiye acı verdiği gibi onun
283
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 45-46.
284
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 47-48.
285
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 48-49.
82
kurtuluĢuna ve affına da sebep teĢkil edebilmektedir. Ġyilik ve kötülük Ģahıslar
açısından söz konusudur. Kadim bir varlık için böyle bir tasnif yapmak muhaldir ve
makul değildir. Bizim açımızdan Ģer olarak gözüken bir Ģey hayrı da ifade edebilir.
Burada bilgi söz konusudur. Allah tüm fiillerin akıbetini ve hikmetini bildiği için
onun kötü fiil iĢlemesi söz konusu değildir ve bu fiillere gereksinim duymaz.286
1. Mecûsîlik
Kaynaklarda genel olarak ZedüĢtlük veya Mazdeizm olarak bilinen Mecûsîlik
de asıl itibariyle Senevî bir ekoldür. Ġbadetlerindeki ateĢ sembolünden dolayı
286
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 49-50.
83
“AteĢperestlik” olarak da tanınmaktadır.287 Mecusîliğin kurucusu ZerdüĢt‟ün ne
zaman nerede yaĢadığı kesin olarak bilinmemekle birlikte milattan önce 6. yüzyılda
Ġran bölgesinde yaĢadığı tahmin edilmektedir. ÇeĢitli bölgelere gerek seyahat gerekse
sürgün ile giden ZerdüĢt; Ġran coğrafyası, Hint kıtası, Orta Asya gibi bölgelerde
inançlarını yayarak etkili olmuĢtur. ZerdüĢt ile baĢlayan Mecusîlik inancı yayılarak
devam etmiĢ Sasanîler‟in yıkılıp bölgenin Ġslam hâkimiyetine girmesiyle tarih
sahnesinden yavaĢ yavaĢ çekilmiĢtir.288 Bölgenin Ġslam hâkimiyetine girmesi ile
Mecûsîlerin bir kısmı Hıristiyanlığı benimserken, bir kısmı da Müslüman olmuĢtur.
Müslüman olan Mecûsîler ile birlikte Ġslam coğrafyasında çeĢitli fikri problemler
ortaya çıkmıĢ, bunun neticesinde Mecûsîliğe reddiye eserler kaleme alınmıĢtır.289
Mecusîlik, Senevîlik gibi birbirine zıt iki varlık üzerinden kendisini ifade
etmektedir. Aslında kaynaklar genelde Mecusîliği de Senevî akımlar içerisinde
değerlendirmektedir. Kadı Abdülcebbar‟ın bu akımı burada ayrı baĢlık altında
incelemesinin sebebi muhtemelen genelde Senevî akımların Maniheizm‟den
türediğini benimsemesi ile alakalıdır. Hem Mecûsîlerin Senevî ekoller gibi iki kadim
anlayıĢı benimsemediği de ayrı bir etkendir. Ayrıca Kadı Abdülcebbar‟ın yaĢamıĢ
olduğu bölgenin kadim dinlerinden olan Mecusîliği, bölgede yaygın olması itibariyle
özel olarak inceleme ihtiyacı da duymuĢ olabilir.
287
Ekrem Sarıkçıoğlu, BaĢlangıçtan Günümüze Dinler Tarihi, Fakülte Kitabevi, Isparta, 2002, s.
124.
288
ġinasi Gündüz, “Mecusîlik”, DĠA, Ġstanbul, 2003, c. XXVIII, s. 279-280; Ayrıca Bkz. Ekrem
Sarıkçıoğlu, BaĢlangıçtan Günümüze Dinler Tarihi, s. 116-120.
289
ġinasi Gündüz, “Mecusîlik”, DĠA, 2003, c. XXVIII, s. 281.
84
gelmiĢtir. Yani Ģeytan Allah‟ın korkusu, kaygısı anlamına gelmektedir. BaĢka bir
görüĢe göre Allah‟ın yanından var olan en yüce varlığın Ģüpheye düĢmesi neticesinde
ortaya çıkmıĢtır. Üçüncü bir görüĢe göre Allah ile birlikte olan geliĢi güzel bir
varlıktan türemiĢtir.290
Görüldüğü üzere abu huĢularda Ģırı derecede mitolojik ve hurafeye dayalı bir
anlatım vardır. Anlatımın sonunda ölüm ifadelerinin kadim varlığa yakıĢtırılması gibi
çeĢitli tutarsızlık ve çeliĢkilerle dolu olan bu inanç tarzını Kadı Abdülcebbar akıldan
ve mantıktan tamamiyle uzak olması, tutarlı bir tarafının olmaması nedeniyle
değerlendirmeye bile gerek duymamıĢtır.291
2. Mecûsilik EleĢtirisi
Kadı Abüdülcebbar Mecûsilerin tüm elemleri kötü, tüm lezzetleri de iyi kabul
ederek Seneviyye ile aynı görüĢü paylaĢtığını belirtmektedir. Senevviye gibi bir
failden iki zıt fiilin vuku bulmasını imkânsız gördükleri için Allah‟a karĢı kadim
veya O‟ndan ayrılmıĢ hâdis bir Ģeytan anlayıĢı inĢa etmiĢlerdir. Kadı Abdülcebbar,
elem ve lezzetin aslı itibariyle birbirlerine zıt olmadıklarını, hayır ve Ģer diye
290
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 77.
291
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 77-78.
85
nitelendirilemeyeceğini failin kasdı ile anlam kazanacağını tekrar hatırlatarak bunun
geçersiz bir görüĢ olduğunu belirtmekte ve üzerinde fazla durmamaktadır.292
Mecûsilere göre kötülük kadim bir varlıktan sadır olamaz. ÇeĢitli hastalıklar,
yaralar, sakatlıklar hikmet sahibi Allah tarafından yapılamaz. Bu da kötülükleri
yapan ikinci bir failin ispatını gerektirmektedir. Acının faydaya, faydanın da acıya
hamli görüĢünü geçersiz kılmaktadır. Kadı Abdülcebbar bu görüĢü eleĢtirerek Ģöyle
cevap vermektedir: Bir kiĢiyi yılanın ısırıp, soktuğunu düĢünelim. Zehirin bedenin
tamamına yayılmasını engellemek için bir organın kesilmesi gerekmektedir. Bu
kiĢinin bir uzvunu kesmesi iyi ve fayda içermektedir. Fayda ifade eden elem veren
bir Ģeyin çokluğu ile azlığı arasında bir fark da yoktur. KiĢinin kendisini ve çocuğunu
öldürmesinde bir fayda düĢünülemez. Elem veren Ģeylerin de faydalı olabileceğini
inkâr eden bir kiĢi, aslında zarûriyattan bir Ģeyi inkâr etmektedir.293
Bu gibi daha nice delil, elem ve lezzet veren fiiller için iki failin ispatının
geçersiz olduğunu ve mantıki bir izahının olmadığını göstermektedir. Bir Ģey oluĢ
bakımından hayra da Ģerre de eĢit mesafededir. Yani fiiller nötrdür. Failin irade ve
kasdı ile anlam kazanmaktadır. Ayrıca Allah hikmet ve ilim sahibidir bundan dolayı
zarar niteliğinde olan bir Ģey faydalı olabilir ve Allah da bu Ģekliyle bu fiili
gerçekleĢtirebilir. ġayet bir fiil aslında kötü ise zaten hikmet sahibi Allah onu ihtiyar
etmez. Bir kiĢi aynı anda hayır da Ģer de yapabilir. Bunların her birini ayrı faillere
atfetmek doğru değildir. Allah‟ı takdis ve tenzih etmek amacıyla böyle bir yola
baĢvuran Mecûsîler de Senevîler gibi tevhid ilkesinden sapan, tutarsız görüĢler
sarfeden, mantık dıĢı tevil ve açıklamalar yapan gruplardandır.294
Mecûsilerin söylemini göz önüne alırsak, iyilik veya kötülük ya kendisi var
olmuĢtur, ya da Allah‟ın onu ihdas etmesiyle meydana gelmiĢtir. ġayet kendi
kendisine var olduğunu kabul edersek, diğer bütün canlılar, cisimler, arazlar da
kendileri var olması gerekir. Bu yaratıcının, muhdisin varlığını gereksiz kılmaktadır.
Aynı zamanda hayır ve Ģerrin kaynağı olarak kabul edilen iki kaynağın da varlığını
gereksiz kılacaktır. Hâdis varlıkların, var olabilmeleri için kudret sıfatına sahip bir
292
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 78.
293
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 79.
294
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 79-80.
86
yaratıcı tarafından var edilmeye ihtiyaçları vardır. Bir hâdis, muhdis olmadan var
olamaz. Bu da kendiliğinden var olma ihtimalini ortadan kaldırmaktadır.295
295
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 80.
296
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 80-81.
87
da sebebin hâdis olması demektir. O halde ġeytan hâdis ise, ġeytan‟ı var eden endiĢe
ve tasanın da hâdis olması gerekmektedir. Kadı Abdülcebbar Ģayet ġeytan Allah‟tan
tevellüd ettiyse, onun da kadim olması gerektiğini söylemektedir. Çünkü tevellüd
etmek, doğduğu kiĢinin hükmünü alması demektir. Yani tevlid ettiği varlığın
özelliklerini barındırmaktadır. Kadim bir varlıktan tevlid edenin de, kadim özelliğini
taĢıması gerekmektedir. Bu açıdan da Mecûsîlik ayrı bir çıkmaza girmektedir. 297
1. Sabiîlik
Kur‟an‟da da bir inanç olarak bahsedilen Sabiîlik299, Kadı Abdülcebbar‟ın
yaĢamıĢ olduğu dönemde etkisini hissettirmektedir. Sabiîlik hakkındaki bilgilere göz
atıldığında Ġslam âlimleri arasında bir ittifak yoktur. Genelde Mandeen ve Harran
Sabiîliği Ģeklinde ikili bir tasnif bulunmaktadır. Genel olarak Yahudilik ve
Hristiyanlığın bir kolu olarak addedilen Mandeen Sabiîliği‟nin Kur‟an da zikredilen
inanç grubu olduğu kabul edilmektedir.300 Sabiîlik denildiğinde ise bugün akla gelen
Harran Sabiîleridir. Bu Sabiîlik türü paganizmi andıran, yıldızlara tapan ve ıĢık-
297
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 81-82
298
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 83.
299
Bkz. Bakara 2/62; Maide 5/69; Hac 22/17.
300
ġinasi Gündüz, Kur‟an‟daki Sabiilerin Kimliği Üzerine Bir Tahlil ve Değerlendirme, Türkiye I.
Dinler Tarihi AraĢtırmaları Sempozyumu, (24-25 Eylül), Samsun, 1992, s. 43-81; Ayrıca Bkz. A.
mlf., Sabiiler Son Gnostikler, Vadi Yayınları, Ankara, 1995, s, 64-67.
88
karanlık düalitesine inanan bir inanç sistemidir.301 Kadı Abdülcebbar‟ın yaĢadığı
dönemde de Sabiîliğe tabi olanlar bulunmaktadır. Sabiîlik hakkında Ġslam âlimleri
arasında görüĢ birliğinin olmaması, aynı zamanda birbirinden tamamen farklı
bilgilerin olması demektir. Genel anlamda Mandeen ve Harran Sabiîliğinden
bahsedilse de, bu ifade aynı zamanda dinden dönenler anlamında bir karalama ifadesi
olarak da kullanılmaktadır. Örneğin Hz. Peygamber ve ona inananlara dinden
dönenler anlamında “Sabiî” denilmiĢtir.302 Bu gibi farklı kullanımlardan dolayı net
bir Sabiîlik çerçevesi çizmek zordur. Fakat genelde günümüzde de Sabiîlik denilince
akla gelen Harran Sabiîliği‟dir. Kanaatimizce Kadı Abdülcebbar‟ın eleĢtirilerini
yönelttiği Sabiîlik de Harran Sabiîliği‟dir.
301
ġinasi Gündüz, “Sâbiîlik”, DĠA, Ġstanbul, 2008, c. XXXV, s. 342.
302
Bkz. Buhari, Menakıb 3; Meğazi 2; Teyemmüm 5.
303
Heyula kelimesinin aslı „orman, ağaç, hammadde‟ manasında hyle‟dir. Felsefede cisme arız olan
değiĢmeyi kabul eden kuvve halinde cevher olarak tanımlanan heyula, âlemin ilk maddesini teĢkil
etmektedir. Bkz. Topaloğlu, Bekir, Ġlyas, Çelebi, Kelam Terimleri Sözlüğü, Ġstanbul, 2010, s. 125.
304
Kelime anlamı yuvarlak nesne, kubbe Ģeklindeki tepe, devreden nesne gibi manalara gelen felek
kelimesi, terim olarak Ortaçağ Ġslam evren anlayıĢında yıldızları taĢıdığına ve hareket ettiğine inanılan
Ģeffaf gökküre, gezegenlerin yörüngesi olarak geçmektedir. Bkz. Bekir Topaloğlu, Ġlyas Çelebi,
Kelam Terimleri Sözlüğü, Ġstanbul, 2010, s. 125.
305
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 140.
306
Zuhal yıldızının günümüzdeki karĢılığı Satürn Gezegen‟idir.
89
sebata delalet ettiği için kendisi de bâkidir ve bundan dolayı ona yapılan ev Allah‟ın
evi olarak kabul edilmiĢtir.307
Sabiîlerden bir kısmı, Allah hakkında teĢbihe düĢmemek için, ispat metodu
yerine nefiy üslubunun geçerli olacağını söylemektedir. Yani Allah, hâdis, ölü, cahil,
aciz, sefih değildir. Eksiklikleri nefyetme üzerine kurulu bir tanrı tasavvuruna
inanmaktadırlar. Aynı Ģekilde bu grup onun peygamberlerinin ve özel Ģeriatının
olduğunu söylemektedir.308
2. Sabiîlik EleĢtirisi
Kadı Abdülcebbar Sabiîlerin inandığı görüĢleri aslında daha önceki Senevîlik
ve Hristiyanlık akımlarına yönelttiği eleĢtirilerde çürüttüğünü belirtmektedir.
Sabiîlerin görüĢlerinin geçersiz ve boĢ olduğunu söyleyen Kadı Abdülcebbar
cisimlerin kadimliği üzerine bir inanç sistemi inĢa edilemeyeceğine dikkat
çekmektedir. Cisimlerin hâdis olduğunu daha önce ispat ettiğinden dolayı detaya
girmeden, heyula görüĢünün sakıt olduğunu ifade etmektedir. Sabiîlerin ilah
edindikleri ve âlemdeki düzenlemeleri yaptığına inandıkları yıldızlar aslında
cisimdirler. Cisimlerin ise ilah olmaları ve âlemin düzenini sağlamaları
imkânsızdır.311 Yıldızların kadim olduğunu düĢünürsek, teslis inancındaki gibi
307
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 140.
308
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 140.
309
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 140.
310
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 141.
311
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 141.
90
kadimlerin çoğalması anlamına geleceğinden bu imkânsızdır. Yıldızların cisim
olduğunu biliyorsak bu onların hâdis olmasını gerektirmektedir. Hâdis olan bir varlık
yokluğa eĢit demektir. Yani âdemi caizdir. Yoklukla malul olan bir varlığın ilah
olması, âlemdeki var olan her Ģeyi düzenlemesi imkânsızdır. Sabiîlerin varlık
anlayıĢının, yaratılıĢ anlayıĢlarının temelini oluĢturan bu görüĢün geçersiz olması,
onların inanç sisteminin iptali demektir.312
312
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 141.
313
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 141.
314
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 141.
91
Abdülcebbar‟a göre Sabiîlik ile Hıristiyanlık arasındaki ortak nokta; her iki inanç
sisteminin de aklen makul olmaması ve Ģeriat dairesinde olmamalarıdır. Bunun
dıĢında bu iki inanç sisteminin benzerliği söz konusu değildir.315
315
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 141.
316
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 142.
317
ġinasi Gündüz, Kur‟an‟daki Sabiilerin Kimliği Üzerine Bir Tahlil ve Değerlendirme, s. 51-52.
318
ġinasi Gündüz, “Sâbiîlik”, DĠA, Ġstanbul, 2008, c. XXXV, s. 342.
92
ettikten sonra da kendilerinin Sabiî olduğunu söylemiĢler fakat eski inançlarını
Sabiîlik adı altında sürdürmüĢlerdir.319
319
ġinasi Gündüz, Sabiiler Son Gnostikler, s, 29.
320
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 142.
321
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 143.
93
Kadı Abdülcebbar genel anlamda inançlarının bu Ģekilde devam ettiğini ve bu
inançlarına zamanla çeĢitli ilaveler yaptıklarını söylemektedir. Zamanla içlerinden
bazı kiĢilerin de peygamber hükmünde olabileceğini, yıldızların Allah‟a mertebe
olarak en yakın olduğunu, bu yıldızların aynı zamanda âlemdeki düzeni
sağladıklarını iddia ederek yıldızlara tazim göstermiĢler ve onlara kurbanlar
kesmiĢlerdir. Yıldızların gündüz vakti kaybolduğu, gecenin bazı vakitlerinde
bulutların arkasında kalarak görülmediklerini fark ettiklerinde de, her vakit
görülebilmeleri için yedi yıldız adına putlar inĢa etmiĢlerdir. Ayrıca her yıldıza da
farklı bir sınıf hayvan ithaf etmiĢlerdir. Yani koyun bir yıldıza kurban ediliyorken,
sığır da baĢka bir yıldıza kurban edilmiĢtir. Yaptıkları putlara tazim gösterdiklerinde,
yıldızların onların istediği gibi hareket edeceğine inandıkları için putlara birer anıt da
yapmıĢlar ve bu yaptıkları anıtları yıldızların evi Ģeklinde isimlendirmiĢlerdir. Bu
Ģekildeki sürekli aĢırıya doğru giden inançları sonucunda asırlarca putlara ibadet
etmiĢler, kurbanlar kesmiĢlerdir.322
322
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 143.
323
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 144.
324
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 144.
94
Allah‟a ulaĢmada aracı olarak kabul ederek putlara ibadet etmektedirler. BaĢka bir
grup mutlak yaratıcıyı kabul ederken, ahireti, tekrar dirilmeyi reddetmektedir. Yine
baĢka bir grup “O (hayat), dünya hayatımızdan başka bir şey değildir, ölürüz ve
diriliriz. Ve bizi dehrden (zamandan) başka bir şey helâk edemez” 325 ayetinde
belirtiği Ģekilde yaratıcıyı inkâr ederek, dehre326 iman etmektedirler.327
325
Casiye, 45/24.
326
Kelime anlamı mutlak zaman demektir. Âlemin temelde düzenini sağladığına inanılan tanrısal bir
terimdir. Bkz. Bekir Topaloğlu, Ġlyas Çelebi, Kelam Terimleri Sözlüğü, s. 68.
327
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 144.
328
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 145.
329
Mü‟minun, 23/81-83.
330
Saffat 37/16.
331
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 145.
332
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 145.
333
Araf, 7/194.
95
edildiğini belirten Kadı Abdülcebbar, bu Ģekildeki sapkın bir inancın Çin, Hind
geleneklerinde de mevcut olduğunu bildirmektedir.334
334
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 145.
335
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 146.
336
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 146.
96
olmamaktadır. Allah‟tan baĢka bir varlığa ibadet etmek, ona ortak koĢmak demektir
ve bu da Ġslam dairesinden, tevhid çizgisinden çıkmıĢ olmak demektir.337
337
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 146.
338
Kadı Abdülcebbar, El-Mugnî, c. V, s. 146-147.
97
SONUÇ
Kadı Abdülcebbar mezhepler tarihi veya dinler tarihi alanında bir eser
vermemiĢtir. Onun burada verdiği tarihsel bilgilerin çoğunluğu da belirtiğimiz
Ģekilde Nevbahti kanalıyla gelmektedir. Zaten bakıldığında da anlaĢılmaktadır ki
belirli sayıda din ve mezheple ilgilenmiĢtir. O yaĢadığı dönem ve çevrede bulunan
inanç akımlarını gerektiği kadarıyla incelemiĢ ve doğurdukları problemleri çözmeye
çalıĢmıĢtır. Onun gayesi bu akımların görüĢlerini Ġslam açısından ele almak, yanlıĢ
olan yönlerini eleĢtirerek Ġslam akidesini savunmak ve Müslümanların sorunlarına
cevap üretmektir. Bu da aynı zamanda bir Ġslam Kelam âliminin diğer din ve inanç
akımlarına karĢı tutumunu, onları değerlendiriĢ tarzını bizlere göstermektedir.
Hristiyanlığı aslından tahrif edilmiĢ bir din olarak gören Kadı Abdülcebbar,
temel inançlarını üzerine bina ettikleri teslisi reddetmekte, mantıkî bir izahının
bulunmadığını savunmaktadır. Teslis, Mesih‟in Tanrı‟yla ittihâdı, Tanrı‟ya oğul
nispet etme ve Ġsa‟ya ibadet gibi noktalardan eleĢtirler yönelten Kadı Abdülcabbar,
Hristiyanlığın asıl formundan uzaklaĢmıĢ, tahrif edilmiĢ bir din olarak
değerlendirmektedir. Kadı Abdülcebbar Hristiyanlığın çeĢitli inançlarını eleĢtirmiĢ
olsa da temelde eleĢtirdiği nokta teslis olmuĢtur.
99
Senevîler âlemde var olan kötülüklerden ve noksanlıklardan Allah‟ı tenzih ve
takdis etmek için ikili bir ilah tasavvuruna gitmiĢlerdir. Ġyilikleri yapan bir ilah ve
bunun karĢısında kötülükleri yaratan ayrı bir kadim ilah belirlemiĢlerdir. Daha sonra
bu iki kadim varlığın birbirleri ile olan iliĢkileri neticesinde çeĢitli imtizaç/karıĢım
teorileri ihdas etmiĢlerdir. Birbirine iki zıt kadim varlığı ihdas etmenin temelsiz ve
batıl bir görüĢ olduğu Kadı Abdülcebbar‟a göre aĢikârdır. Allah‟tan baĢka kadim bir
varlık olmayacağını belirten Kadı Abdülcebbar, hem iki zıt kadimin varlığını iddia
edip, aynı zamanda bunların çeĢitli Ģekilde imtizaçlarını/karĢıtıklarını iddia etmek
saçmadır. Kadı Abdülcebbar, Senevîliği tevhid ilkesinden uzak ve efsanevi içeriklere
sahip mitolojik bir din olarak değerlendirmekte, onların Nur ve Zulmet cevherleri
ekseninde geliĢtirdiği teorileri reddetmektedir.
100
tarafın öncül ve kabullerinden hareketle yapılan çıkarımlar muarızı iknada en önemli
adımlardandır.
101
göz önünde tutarsak, onun yapmıĢ olduğu tenkitlerin hedef noktasını da tespit
edebiliriz.
102
KAYNAKÇA
Ahmed Emin:
Fecru‟l Ġslam, Kahire, 1975.
Zuhru‟l Ġslam, Beyrut, 1969.
Aka, Ġsmail:
X. Yüzyıldan XX. Yüzyıla Kadar ġiilik, Milletler Arası Tarihte ve
Günümüzde ġiilik Sempozyumu, Ġstanbul, 1993.
Akoğlu, Muharrem:
Büveyhiler Döneminde Mutezile, Ankara, 2008, 115. Büveyhiler‟in Mezhebî
Eğilimleri/Politikaları Üzerine, Bilimname, XVII, 2009/2.
Büveyhiler Döneminde Mutezile, Ankara, 2008.
Albayrak, Kadir:
“Nestûrilik”, DĠA, 2007, c. XXX.
Aslan, Ġbrahim:
Kadı Abdülcebbar‟da Kelam Yöntemi, (BasılmamıĢ Doktora Tezi),
Ankara, 2007.
Aydın, Mehmet:
Müslümanların Hristiyanlara KarĢı Yazdığı Reddiyeler ve TartıĢma
Konuları, Ankara, 1998.
Ansiklopedik Dinler Sözlüğü, Konya, 2005.
Azimli, Mehmet:
Sünnî Hilafete Tahakküm KurmuĢ Bir ġii Hanedan: Büveyhiler, DÜĠFD,
Diyarbakır, 2005, c. VII, sayı: II.
Bilge, Mustafa:
“Askerimükrem” DĠA, Ġstanbul, 1991, c III.
BozkuĢ, Metin:
Büveyhiler ve ġiilik, Sivas, 2003.
C. H. Bosworth:
Ġslam Devletleri Tarihi, trc: Erdoğan, Merçil, M. ĠĢpirli, Ġstanbul, 1980.
Cerrahoğlu, Ġsmail:
Tefsir Tarihi, Ankara, 1988.
103
Chan, Claude:
Ġslamiyet DoğuĢundan Osmanlıların KuruluĢuna Kadar, trc: Esat Mermi
Erendor, Ġstanbul, 1990.
Çelebi, Ġlyas:
Ġslam Ġnanç Sisteminde Akılcılık ve Kadı Abdülcebbar, Ġstanbul, 2002.
“Kâdî Abdülcebbâr”, Kelam Bölümü, DĠA, Ġstanbul, 2001, c. XXIV.
“Mutezile”, DĠA, Ġstanbul, 2006, c. XXXI.
“Sâhib b. Abbâd”, DĠA, Ġstanbul, 2008, c. XXXV.
Çelik, Mehmet:
“Süryanilik”, DĠA, 2010, c. XXXVIII.
Çetin, Abdurrahman:
“Ezan”, DĠA, Ġstanbul, 1995, c. XII.
Dursun, Yıldız, Hakkı:
“Emirü‟l Umera”, DĠA, Ġstanbul, 1995, c. XI.
el-CüĢemî, Hâkim:
ġerhu‟l Uyun, (Fazlu‟l Ġtizal ve Tabaku‟l Mutezile Ġçinde) Tunus, thk: Fuad
Seyyin, 1974.
Ertürk, Mustafa, Yusuf ġevki Yavuz:
“Haber-i Vahid”, DĠA, Ġstanbul, 1996, c. XIV.
Erünsal, Ġsmail:
Ġslam Medeniyetinde Kütüphaneler, DoğuĢtan Günümüze Büyük Ġslam
Tarihi XIV(içinde), Ġstanbul, 1989.
Es-Subki, Ebû Nasr Tâcüddîn Abdülvehhâb b. Alî b. Abdilkâfî:
Tabakatu‟Ģ ġafiiyyeti‟l Kübra, thk. Muhammed et-Tanahi, 1992.
EĢ‟ari, Ebu‟l-Hasan Ġbn Ebû BiĢr Ali b. Ġsmail b. Ġshak:
Ġlk Dönem Ġslam Mezhepleri, trc: Mehmet Dalkılıç, Ömer Aydın, Ġstanbul,
2005.
ez-Zirikli, Hayruddin:
el-A‟lam, Beyrut, 1995, c. III.
Fahri, Macit:
Ġslam Ahlak Teorileri, trc: Atilla Arkan, Ġstanbul, 2004.
Fârûkî, Ġsmail Raci:
104
Tevhid, trc: Dilaver Yardım, Ġstanbul, 1987.
Fığlalı, Ethem Ruhi:
“Gadir-i Hum”, DĠA, 1996, c. XIII.
Ġmamiye ġiası, Ġstanbul, 1984.
Genç, Süleyman:
Halife el-Kadir Döneminde Bağdat‟ta YaĢanan Dini-Siyasi Hadiseler ve
Onun Sünnî Siyaseti, Marife, Konya, 2004, sayı: II.
Gündüz, ġinasi:
“Mecusîlik”, DĠA, Ġstanbul, 2003, c. XXVIII.
“Sâbiîlik”, DĠA, Ġstanbul, 2008, c. XXXV.
Kur‟an‟daki Sabiilerin Kimliği Üzerine Bir Tahlil ve Değerlendirme,
Türkiye I. Dinler Tarihi AraĢtırmaları Sempozyumu, (24-25 Eylül), Samsun,
1992.
Sabiiler Son Gnostikler, Vadi Yayınları, Ankara, 1995.
Güner, Ahmet:
“Ġmadu‟d Devle”, DĠA, Ġstanbul, 1995, c. XXII.
Büveyhi Devlet Adamlarının Kitaba Ġlgileri ve Kütüphaneleri, , DEÜĠFD,
Ġzmir, 2001, XIII-XIV.
Büveyhiler Dönemi ve Çok Seslilik, DEÜĠFD, Ġzmir, 1999, XII.
Büveyhiler‟den Adudu‟d Devle ve Dönemi, (BasılmamıĢ Doktora Tezi),
Ġzmir, 1992.
GüneĢ, Kamil:
Ġslamî DüĢüncenin ġekilleniĢinde Akıl ve Nas Bakıllânî ve Kadı
Abdülcebbar‟da Kelamullah Meselesi Örneği, Ġstanbul, 2003.
Hallaf, Abdülvehhab:
Ġslam Hukuk Felsefesi, trc: Hüseyin Atay, Ankara, 1985.
Has,Kenan,
“Mezdekiyye”, DĠA, 2004, c. XXIX.
Hasan, Hasan Ġbrahim:
Siyasi-Dini-Kültürel-Sosyal Ġslam Tarihi, trc: Ġsmail Yiğit, Sadreddin
GümüĢ, Hamdi AktaĢ, Ġstanbul, 1987.
Hayyat, Ebü‟l-Hüseyn Abdürrahîm b. Muhammed b. Osmân:
105
el-Ġntisar, thk: N. Nasr Nader, Beyrut, 1957, s. 13-14, 17.
Hodgson, Marshall G.S.:
Ġslam‟ın Serüveni, trc: Alp Eker ve ArkadaĢları, Ġstanbul, 1995.
Ġbn Hazm, Ebû Muhammed Alî b. Ahmed b. Saîd:
Halifeler ve Fetihler, trc: ġaban Öz, Ankara, 2004, s. 60.
Ġbn Nedim, Ebü‟l-Ferec Muhammed b. Ebî Ya„kūb Ġshâk b. Muhammed b. Ġshâk:
Fihrist (thk: Ġbrahim Ramazan), Beyrut, 1998.
Ġbn‟ül Murteza:
Tabakâtü‟l Mutezile, thk. Ali Sami NeĢĢar, Ġskenderiye, 1972, s. 112.
Ġbn Manzur, Ebü'l-Fazl Muhammed b. Mükerrem b. Ali el-Ensârî:
Lisanü'l Arab, Beyrut, t.s.
Ġbn‟ül-Esîr, Ebü‟l-Hasen Ġzzüddîn Alî b. Muhammed b. Muhammed eĢ-ġeybânî:
El-Kamil Fi‟t Tarih, Daru‟l Kütübi‟l Ġlmiyye, Beyrut, 1979.
Ġlhan Ayverdi;
Misalli Büyük Türkçe Sözlük, Ġstanbul, 2005.
Kadı Abdülcebbar, Ebu‟l Hasan Abdülcebbar Ahmed b. Halil b. Abdullah el-
Hemedânî el-Esedabadî:
El-Mugnî fi Ebvâbi‟t Tevhidî ve‟l Adl –el-Fırak Gayr-ı Ġslamiyye- (thk:
Hıdır Muhammed Nebha), Beyrut, 1971, c. V.
Fazlü‟l Ġ‟tizal ve Tabakatu‟l Mutezile, thk: Fuad Seyyid, Tunus, 1974.
ġerhu Usuli‟l Hamse, thk. Dr. Abdülkerim Osman, Kahire, 1988.
ġerhu Usuli‟l Hamse, trc: Ġlyas Çelebi, Ġstanbul, 2013.
Kadı Ġyaz, Ebü‟l-Fazl Ġyâz b. Mûsâ b. Ġyâz el-Yahsubî:
Tertibü‟l Medarik ve Takribü‟l Mesalik li Ma‟rifeti A‟lami Mezhebi
Malik, thk: Ahmed Bekir Mahmud, Beyrut, 1968.
Kahveci, Niyazi:
Mu‟tezile ile ġia Arasındaki Siyasal TartıĢma, Ankara, 2006.
Kaya, Remzi:
“Ehl-i Kitap”, DĠA, Ġstanbul, 1994, c. X..
Khanoghlan Hacıyev:
Irak Büveyhîleri‟nin KuruluĢu Ve Muizzüddevle Dönemi (334-356/945-
967), (BasılmamıĢ Doktora Tezi), Ġstanbul, 2012.
106
Köymen, M. Altan:
Tuğrul Bey ve Zamanı, Ġstanbul, 1976.
KurtulmuĢ, Rıza:
“Cürcan”, DĠA, Ġstanbul, 1993, c. VIII.
Kutlu, Sönmez:
“Ġslam Mezhepleri Tarihinde Usûl Sorunu” Ġslâmi Ġlimlerde Metodoloji
(Usûl) Meselesi I, Ġstanbul.
Ġmam Maturidi ve Maturidilik, Ankara, 2003.
Türklerin ĠslamlaĢma Sürecinde Mürcie ve Tesirleri, Ankara, 2000.
Ġslam DüĢüncesinde Ġlk Gelenekçiler, Ankara, 2002.
Marcel, Bazın:
“Kazvin” DĠA, Ġstanbul, 2002, c. XXV.
“Kum” DĠA, Ġstanbul, 2002, c. XXVI.
Merçil, Erdoğan:
“Büveyhiler”, DĠA, Ġstanbul, 1992, c. VI.
Mez, Adam:
Onuncu Yüzyılda Ġslam Medeniyeti, trc: Salih ġaban, Ġstanbul, 2000.
Mustafa es-Sıbai:
es-Sünne ve Mekânatuha fi‟t TeĢrii‟l Ġslami, ġam, 1978.
Öz, Mustafa:
“Deysâniyye”, DĠA, Ġstanbul, 1994, c. IX.
Özaydın, Abdülkerim:
“Adudu‟d Devle” DĠA, Ġstanbul, 1988, c. I.
“Zencan”, DĠA, Ġstanbul, 2013, c. XLIV.
Özgüdenli, Osman Gazi:
“Rey”, DĠA, Ġstanbul, 2008, c. XXXV.
“Taberistan”, DĠA, Ġstanbul, 2010, c. XXXIX.
Özler, Mevlüt:
Ġslam DüĢüncesinde Tevhid, Ġstanbul, 2005.
Öztuna, Yılmaz:
Ġslam Devletleri, Ankara, 1989.
Öztürk, Levent:
107
Abbasîler Döneminde YaĢayan Hıristiyan Doktorların Ġslam Toplumuna
Katkıları, ĠSTEM, Yıl: 2, Sayı: 3, 2004.
Ragıb el-Ġsfahani, Ebü‟l-Kāsım Hüseyn b. Muhammed b. el-Mufaddal:
Müfredatu elfazi‟l-Kur‟an, thk. Safvan Adnan Davudi, Beyrut, 2002.
Sarıkçıoğlu, Ekrem:
BaĢlangıçtan Günümüze Dinler Tarihi, Isparta, 2002.
Seyyid, ġerif el-Cürcani:
et-Tarifat, thk: Ġbrahim Enbari, Beyrut, 1984.
Sinanoğlu, Mustafa:
“Reddiye”, DĠA, Ġstanbul, 2007, XXXIV.
“Melkâiyye”, DĠA, Ġstanbul, 2004, c. XXIX.
Soyal, Fikret:
Ġlk Dönem Ġslâm Kelamcılarının Teslis EleĢtirileri, (BasılmamıĢ Doktora
Tezi, Ġstanbul, 2011.
Aydın, Fuat:
“Verrak”, DĠA, Ġstanbul, 2013, c. XLIII.
Suyuti, Ebü‟l-Fazl Celâlüddîn Abdurrahmân b. Ebî Bekr b. Muhammed el-Hudayrî:
Tarihu‟l Hulefa, Mısır, 1952.
ġehristani, Ebü‟l-Feth Tâcüddîn Muhammed b. Abdilkerîm b. Ahmed:
el-Milel ve‟n Nihal, trc: Mustafa Öz, Ġstanbul, 2008.
ġenay, Bülent:
“Merkuniyye”, DĠA, Ġstanbul, 2004, c. XXIX.
Topaloğlu, Bekir, Ġlyas, Çelebi:
Kelam Terimleri Sözlüğü, Ġstanbul, 2010.
Kelam Ġlmi, Ġstanbul, 2006.
Uyar, Mazlum:
ġiî Ulemanın Otoritesinin Temelleri, Ġstanbul, 2004.
Üçok, Bahriye:
Ġslam Tarihi, Ankara, 1983.
Ümit, Mehmet:
Zeydiyye-Mutezile EtkileĢimi ve Kasım er-Ressi, (BasılmamıĢ Doktora
Tezi), Ankara, 2003.
108
W. B. Barthold:
Ġslam Medeniyeti Tarihi, trc: Fuad Köprülü, Ankara, 2004.
Watt, W. Montgomery:
Ġslam DüĢüncesinin TeĢekkül Devri, trc. Ethem Ruhi Fığlalı, Ankara,
1981.
Yavuz, Yusuf ġevki:
“Ġbn Küllab”, DĠA, Ġstanbul, c. XX.
“AĢura”, DĠA, Ġstanbul, 1991, c. IV.
Yazıcı, Nesimi:
Ġlk Türk-Ġslam Devletleri Tarihi, Ankara, 2002.
“Deylem”, DĠA, Ġstanbul, 1994, c. IX.
“Esterabad”, DĠA, Ġstanbul, 1995, c. XI.
Yurdagür, Metin:
“Kâdî Abdülcebbâr”, DĠA, Ġstanbul, 2001, c. XXIV.
Son Dönem Mutezilesinin En MeĢhur Kelamcısı Kadı Abdülcebbar Hayatı ve
Eserleri, MÜĠFD, Ġstanbul, 1986, sayı IV.
Yüksel, Macit:
Mutezile‟den Aforizmalar, Ġstanbul, 2004.
Zehebi, Ebû Abdillâh ġemsüddîn Muhammed b. Ahmed b. Osmân:
Siyeru A‟lamin Nübela, c. XVII, s. 244, Beyrut, 1983.
Zekiyyüddin ġaban:
Ġslam Hukuk Ġlminin Esasları, trc: Ġbrahim Kâfi Dönmez, Ankara, 2007.
109