Okumaktan, araştırmaktan ve sorgulamaktan uzak yetişmiş bir
toplumun bireyi olarak aslında daha küçücükken ilk yapmamız
gereken şey “Bir dini inancımız olmalı mı?” , “Eğer olacaksa hangi dine inanmalıyım?” sorularını sormaktır. Yine aynı zamanda felsefeden de son derece uzak bir toplum olmamız sebebiyle biz bir dine inanmayı veya inanmamayı sorgulayarak ve araştırarak öğrenmek yerine anne/babamızın bize geçirdiği dini bilgileri esas alarak hayatı yaşamayı tercih ediyoruz ki bu bizde son derece anlamlandırılmamış içi boş bir inanç veya inançsızlık sistemi oluşturmuştur. Yani felsefeden ve araştırmaktan uzak büyümek/yetişmek bizim neye niçin inandığımızın veya inanmadığımızın cevabını veremeyecek kadar aciz bırakmıştır.
Fakat bizler okuyarak ve sorgulayarak, kendi inandığımız
düşündüğümüz her şeyden şüphe ederek kapsamlı bir araştırma ile inanç sorununu bir sonuca ulaştırabiliriz. “Bir inancımız olmalı mı?” “Olacaksa bu hangi din olmalı?” araştırmasını bir kutsal kitap okumakla başlamak çok yanlış bir adımdır. Bir dini inanışa mensup olabilmek veya inançsız olabilmek için Kutsal kitapları okumakla başlamak neden yanlıştır? Doğruluğu kesin olmakla birlikte Dünya’nın yaşının 4,5 milyar yıl, ilk insanların varlığının günümüzden 65-55 Milyon yıl (Paleosen Dönemde) öncesinde ortaya çıkmaya başladığı düşünülüyor. Bunların doğruluğu karbon testi ve fosil inceleme sistemiyle kanıtlanmış ve bu incelemelerin güvenirliği herkes tarafından kabul edilmiştir. İlk indirildiği söylenen Tevrat ise yalnızca günümüzden yaklaşık 3300 yıl önce yeryüzünde hüküm sürmüştür. O zaman M.Ö 3300 ve M.Ö 65-55 Milyon yıl arasını o kadar detaylı ve hassas incelememiz gerekir ki; henüz bir dinin dünyada hakim olmadığı zamanlarda: -İnsan yaşamı nasıldı? -İnsan zekası tarih öncesi ve sonrası dönemlerde ne tür bir gelişim gösterdi? - Yıllar boyunca insanların aktardığı bilgi birikimi sayesinde insan zihninin mitolojide yaptığı gibi bir din oluşturma potansiyeli mümkün olabilir mi?
Gibi en önemli ama en az bunlar kadar
önemli daha bir çok saymayacağım soruyu sormamız gerek. Doğru soru sormayı ve doğru cevap vermeyi hatta doğru araştırma yapmayı ve karşındakini dinlemeyi yalnızca ve yalnızca “Felsefe” nin ilkeleri sayesinde öğrenebiliriz. Bu soruları da ancak o muhteşem büyüklükteki geniş zaman aralığını aynı bir tarihçi/felsefeci/dinci gibi araştırarak sorabilir ve cevaplarını da yine o dönemden alarak adım adım dinlerin indirilmeye başladığı tarihe kadar gelmeliyiz. Ve sonrasında aynı titizlikle indirilen dinleri tek tek yine o dönemin koşulunun ve ondan önceki insan yaşamının ışığında değerlendirerek bir dine inanışı veya inançsızlığı elde etmeliyiz. Çünkü görülen o ki 65 Milyon yıllık korkunç bir zaman dilimi var.(Bu tarihin belirlenmesinde kullanılan bütün bilim yöntemlerinin (karbon testi vs.) doğruluğu kanıtlanmıştır.) İşte bu korkunç zaman dilimindeki müthiş bilgi aktarımının her şeyi yapma olanağı kuvvetle muhtemeldir.Ve yalnızca din değil bilim ve sanatın da bu şekilde oluştuğunu düşünmek akıl ve mantığa tam anlamıyla uygundur. HER ŞEY BU 65 MİLYON YILDA GİZLİDİR. Bütün bu sebeplerden ötürü dinlerin indirilmeye başladığı zamana kadar olan 65 milyon yılı doğru düzgün araştırmadan ve öğrenmeden direk Tevrat/İncil/Kur’an okumaya başlanılması tümden yanlış ve samimi bir inancı sağlamayacak bir harekettir.
İşte gerçeğe en yakın ve en samimi dini
inanış veya inançsızlık bütün bu aşamalardan geçmiş olandır. Yalnızca en büyük ve en önemli adım bu serüvenden geçmektir!