You are on page 1of 145

1

2
3
PUBLİTORY YAYINCILIK

HAKİKAT HER ŞEYİN


ÖTESİNDE

Ahmet YÜCEL

Kocaeli
2018

4
Kitap ile ilgili tüm işlemler yazar tarafından yapılmıştır.

5
ÖNSÖZ

Bu kitabı 21 yaşımda yazdım. Aklın yaşta değil başta


olduğunu bilmeyen ahmaklar bana henüz gençsin veya
küçüksün diyerek fikirlerimi örtbas etmeye kalkışıyor. Bu kitap
tamamıyla düşünmelerimin kâğıda dökülmüş halidir. Bu
yüzden içinde birbiriyle çelişebilecek fikirler olabilir. Şunu
söylemeliyim ki benim amacım bir şeye inandırmak değil
hakikati aramaya teşvik etmektir. Bu nedenle kitabımda
hakikatin ne kadar önemli olduğundan bahsettim. Sabit ve
dogmatik savunmalar yapmayarak serbest düşünüp serbest
yazdım. Referans aldığım şeyler ise akıl, bilim ve felsefedir.
Bilim belki de bize hakikati öğreten tek şeydir hatta daha da
ötesi. Önsözleri pek sevmememe karşın baştan birkaç şeyi
belirtmek istedim. Bu yüzden belki de çok kısa bir önsöz
olmuştur.
Hayatta tek önemli şeyin hakikat olduğunu
düşünüyorum. Doğruluğundan tek şüphe duyulmayan yol da
doğruyu yani hakikati arama yoludur. Bu yüzden hakikati
ararken mutluluğunuzu veya toplumun huzuru gibi önemli
gözüken şeyleri bile bir kenara atın ve özgürce düşünmeye

6
çalışın. İnsanın zaten biyolojisinden dolayı yeterince özgür
olmadığını bilin. Bildiğiniz kadar özgürsünüz ve neredeyse
hiçbir şey bilmediğiniz için neredeyse özgür değilsiniz.
Unutmayın! İnancınız başkasına bırakılmayacak kadar riskli bir
mesele, hakikat de yalnız bir kişiden öğrenilmeyecek kadar
büyük bir şeydir.
Bu kitabımda Tanrı ’sız nasıl yapacağımızı anlattım.
Nietzsche’nin de bahsettiği gibi artık Tanrısızız ve özgürüz
belki de buna mahkumuz. Tanrı ’sız yapmaya mahkumuz. Ve
artık Tanrı’nın düzenlediği ahlakı ben düzenledim. Toplum
öncelikle hiçbir şey bilmediğini kabul etmeli, ancak böyle
düzen sağlanabilir. Artık ne dindarlık ne de materyalizm
düzeni sağlar ancak agnostizm gereklidir bunun için.
Aşkıninsanların erdemli olması için cehennemden
korkmalarına gerek yoktur. Aşkıninsanlar kendilerinin
önemsiz ve bilgisiz olduğunu bilir ve haddi aşmazlar.
Müslümanların Allah’a teslim olmaları gibi hakikate teslim
olmalı toplum. Bir çocuk sorar madem ölünce cennete
gideceğim o halde hemen ölmem gerekmez mi? Mantıklı olan
bu değil midir? İşte asıl felaket Tanrı öldüğü halde halen ona
inanılıyor olunması ve çocuklara da bu inancın öğretilmeye
çalışılmasıdır. Eğer bir çocuğa ölümden sonra ne olacağını
bilmiyoruz derseniz o çocuk merakından bir bilim insanı
ve/veya filozof olur. Tanrı’nın cesedi artık hakikat yolunun
ortasında bir engel oluşturuyor. Gömülmeli bu ceset ve
kabullenilmeli insanoğlunun önemsizliği ve bilgisizliği, ancak

7
böyle ahlaklı ve korkusuz olunur. Ve korkusuzlar herkesten
daha özgürdürler.
Ben ahlak felsefesi üzerine yazdım ve bugüne kadar
yapılan doğru ve yanlış tanımlarını değiştirdim ve yeniledim,
hatta bazılarını alt üst etmiş olabilirim. Ahlaksızlığın bazen iyi
olduğunu söylüyorsam aslında eski ahlak anlayışından
bahsediyorum. Tıpkı Tanrı’nın öldürülmesi gerektiğini veya
öldüğünü söylerken bizim yarattığımız Tanrı’dan bahsediyor
oluşum gibi. Evrenin bir yaratıcısı olabilir fakat biz bunu
bilemeyiz bilsek bile onunla bir iletişim kuramayız, kursak bile
tabii ki hiçbir şey anlamayız.
Bu kitap aslında doğru ve yanlışı araştırma ve sorgulama
sürecimi yansıtıyor. Yani baştan sona doğru düşüncelerim
gelişiyor ve sonra şüphesiz doğru ve yanlış tanımını
buluyorum. Bu buluşumun bir hayli önemli olduğunu
düşünmemden ve herkesin anlamasını istediğimden
sorgulama sürecimi de yazarak okuyucunun beni anlamasını
kolaylaştırmaya çalıştım.
Toplumun düzenini amaçlayanlar din üretti, sadece
hakikati amaçlayanlar ise bilimi ve felsefeyi ilerletti. Ve şunu
bilmenizi isterim ki benim için bir insanın dindar olup
olmaması veya hangi ideolojide olduğu önemli değil, doğru
eylemlerde bulunmaya çalışıp çalışmadığı önemlidir. Hatta
ben ya aşkıninsanlarla yani dini inancı olmadığı halde
erdemliliğin zirvesine ulaşmaya çalışan insanlarla ya da dindar
insanlarla arkadaşlık kuruyorum.

8
9
İnsan nedir? Tanımı tekrar yapılmalı aslında. Çünkü biz
insanı özgür irade sahibi olarak tanımlarız ancak insan
neredeyse hiç özgür değildir. İnsan bir hayvandır ve bu
hayvanın da ihtiyaçları vardır. Bu ihtiyaçları geçmişte
Abraham Maslow sınıflandırıp bir piramit oluşturmuştur.
Piramidin en altında fizyolojik ihtiyaçlar yer alır. Bunlar yemek
yeme, su içme, seks yapma gibi ihtiyaçlardır. Konuyu fazla
dağıtmadan kendi kafamın da sizin kafanızın da başka yerlere
takılmasını engellemek için bu ayrıntıları geçip asıl söylemek
istediğime geleceğim. İnsanın ihtiyaçlarını daha ayrıntılı olarak
başka bir yazımda ele almak isterim.
İnsanın özgür olduğunu söylüyoruz en azından seçimler
konusunda. Fakat insan neredeyse hiç özgür değildir,
ihtiyaçlarının kölesi haline gelmiştir. Tarih boyunca insanlar
hep ihtiyaçlarını karşılamak için yaşamış ve bu amaç uğruna
bir şeyler yapmıştır. Bilim, teknoloji, felsefe ve din hep bu
ihtiyaçlardan doğmuştur. Felsefeyi şu şekil tanımlarız: gerçeği
aramak, bu yolda ebedi ilerlemek. Peki gerçeği neden
arıyoruz?
Nasıl başladı ve ne zaman çıktı bu felsefe. İlk soru “Bir
Tanrı var mı?” İdi. İnsanın ilk ve en çok merak ettiği soru
budur ama tabii ki ilk olarak nasıl çıktığını kimse bilemez ama
sonuç olarak biri evren ve kendisi veya Tanrı hakkında bir soru

10
sorduğu konusunda hem fikiriz. Peki bu soruyu zeki olduğu
için mi sordu? Erdemli olmak için mi sordu? Yoksa gerçeğin
öğrencisi olmak için mi sordu? Hiçbiri değil, tamamıyla ihtiyaç
için sordu. İnsan diğer hayvanlardan farklılaştığı ve toplum
olgusunun oluştuğu vakit bununla beraber çok büyük
ihtiyaçlar doğdu. İlk başta bu büyük toplumların bir düzeni
olması gerekiyordu. Bu yüzden insanlar belirli kurallar
uydurdular. Bunlar toplumun düzenini sağlayacak kurallar
olmalıydı. İnsan geleceği göremeyen aciz bir varlık olduğu için
bu kurallar ilk başta saçma sapandı belki. Örneğin hamurrabi
kuralları. Fakat o zaman küçük küçük toplumlar olduğu için bu
kurallar işliyor ve büyük sıkıntılar ortaya çıkmıyordu.
Günümüz insanı bu kuralların ahlak dışı olduğunu söyler. Peki
neye göre söyler? Tabii ki yaşadığı çağın kurallarına göre ama
o bunun yaşadığı çağın kuralları değil Tanrı’nın kuralları
olduğunu sanır ve uymayanları çetin bir azabın beklediğini
düşünür. İşte bu kişi buna kesinkes inanır ve zaten düzen
sağlanması için öyle olması gerekir. Bu kurallara kesinkes
inanmaz ise toplumun düzenini bozacak bir hareket yapma
olasılığı yükselir. Ancak Tanrı ve cehennem onu korkutur. Din
toplumu düzene sokmakta şu an en işe yarar yöntemdir. Tabii
insanın bunu öğrenip dini üretmesi çok zaman almıştır. İlk
ürettikleri dinler çok yanlış ve çelişki doluydu. Bu yanlış ve
çelişkilerin fark edilmesi için bir müddet bu dini toplumun
yaşaması gerekiyordu ki o dindeki hatalar toplumda fark
edilsin ve bazı insanlar bunu dile getirsin ama insanlar uzun
müddet bu dinin Tanrı’dan olduğu fikrini iyice benimsedikleri
için o dine laf ettirmez ve dindeki yanlışları gün yüzüne

11
çıkaran insanları şeytan olarak görürler fakat bu insanlara
saldırılsa da söyledikleri işe yarar. Onların dinleri hakkında
söyledikleri ve sordukları sorudan dolayı insanlar din hakkında
şüpheye düşmesin diye dinlerini düzeltirler ve bu bir türün
evrimi gibi zamanla evrimleşir ve git gide gelişir ve neredeyse
mükemmelleşir. Nasıl insan basit bir bakteriyken evrimle
şimdiki halini aldıysa din de böyle çok uzun zaman içinde
evrimleşir ve insanın evrimini tam olarak idrak edemediğimiz
gibi dinin evrimini de tam olarak idrak edemeyebiliriz.
Söylediğim gibi insan ihtiyaçlarının esiridir ve din insanın
en temel ihtiyacıdır. İnancı olmayan insan yemek bile yiyemez
ve ancak ıstırabıyla baş etmeye çalışır. Nietzsche bu konuda
iyi bir örnektir. Nietzsche dini reddetti Tanrı öldü dedi ve
dinsizliğe geçti fakat kaçtığı şeyin yerini dolduracak kendine
özgü felsefeler üretti. Dinsizlik zamanlarında hep hayatın
olmayan anlamını aradı. Aslında bu dediğim gibi çok normal
çünkü inanç en temel ihtiyacıydı.
Dine karşı din olayı şudur Karl Marx ’ın tanımladığı afyon
olan dinlere karşı gelmektir ama karşı olduğunuzu söylediğiniz
şey insanın en temel ihtiyacı olduğu için bu ihtiyacını
karşılamak için kendiniz bir alternatif sunmalısınız. Örneğin
seks yapmaya karşıysanız mastürbasyon yaparsınız çünkü
cinsel ihtiyaçlarınızı karşılamak zorundasınız. Aynı bunun gibi
dine karşı çıkıyorsanız bu din ihtiyacını karşılamak için başka
bir şey sunmalısınız. Ne sunacaksınız ki yine aynı şeyden başka
bir şey sunabilir misiniz?

12
Hayatın anlamanı falan aramayın dostlarım. Bu sizin
özgürlüğünüzü elinizden alır ve en temel ihtiyacınızın esiri
olursunuz.
Hayvanlarda da bu ihtiyaç var mıdır? Gruplar halinde
yaşayan insanlar gibi büyük toplumlar olmadıkları için büyük
kurallara ihtiyaçları yoktur bu yüzden küçük uyulması gereken
kuralları vardır. Arılara bakabilirsiniz onların belirli düzenleri,
yönetimleri ve kendi aralarında uydukları kurallar vardır.
Karıncalar, maymun grupları vs.
Dini kurallara baktığınız zaman bunların toplumun
düzenini sağlamak için söylenmiş mükemmel kurallar
olduğunu görürsünüz. Tıpkı milyonlarca yıllık evrim süreci
olan mükemmel insan gibi.
Bu dini kuralların büyük bir kısmına uymakta yanlış
yoktur. Zaten bunlar toplumun asırlarca düşünüp
geliştirdikleri kurallardır ancak tabii ki toplumun henüz fark
etmedikleri yanlışlar da vardır. Bu yanlışlar aslında toplumun
düzenini bozar fakat henüz etkisi büyük ölçüde görülmemiştir.
Ayrıca kötü niyetli, sadece kendi çıkarlarını düşünen insanlığın
çıkarlarını zerre kadar düşünmeyen insanlar da mevcuttur bir
de bunlar din adamıysa dinin işi yaştır çünkü değil yanlış
kuralların düzeltilmesi daha da yanlış kural eklenebilir.

***

13
Felsefede ulaştığın bir sonuca ne kadar zor ulaşmışsan
yani ne kadar çok araştırma ve bilgi ile ulaşmışsan o sonucun
doğru olma ihtimali o kadar yükselir ve şunu bilin ki ulaştığınız
sonucun doğru olma ihtimali taş çatlasa %99 dur. Sadece bir
sorunun cevabını bile ölene kadar aramak gayet makul
olacaktır. Önemli olan doğru cevabı bulabilmek değildir zaten,
doğru soruları sormaktır. Doğru yol, a yolu veya b yolu
değildir. Doğru yol, a ve b yollarını sorgulamak, araştırmak ve
şüphe duymaktır.
Tanrı varsa bizden evreni sorgulamamızı isteyeceğini
düşünüyorum. Ona inanıp tapmamız da karşı gelmemiz de
yanlıştır çünkü bu ikisinde de insan haddini aşar. Nasıl ki Tanrı
yoktur veya Tanrı kötüdür dediğimizde haddi aşıyor isek aynı
şekilde Tanrı var ve Tanrı iyidir dediğimizde de haddimizi
aşmıyor muyuz? İnsanın haddi ve sınırları nelerdir bir
düşünün. İnsanın sınırları çoktur ve haddi pek yoktur. Evrenin
büyüklüğünü, sonsuzluğunu ve bilinmezliğini düşünün. Aynısı
ilim için de geçerlidir. İlim sonsuz, bilinmez, son derece
karmaşık ve şüphe doludur. İnsanın bildikleri bu sonsuz bilgi
arasında çok az şeydir. Misal bir milyon bilgi bilelim ve sonsuz
bilgiyle oranlıyalım bunu; Bir milyon/sonsuz=0. İşte bir milyon
bilgi bile bilsek sonsuza oranı 0’dır. Aslında hiçbir şey
bilmiyoruz. Azıcık bildiğimiz şeylerin dışında sonsuz bilgi var
ve bu sonsuz bilgi içinde bizim bildiklerimizin yanlış olduğunu
gösterecek bilgi illaki mevcuttur. Yani azıcık şey biliyoruz -ki
bunlar büyük ihtimal yanlıştır- ve aslında hiçbir şey

14
bilmiyoruz. Bu durumda aslında bizler de pek bir şey değiliz,
belki de hiçiz. Bu yazdıklarım bile belki yanlıştır çünkü ben de
hiçbir şey bilmiyorum.
Bunu ilk anladığımda laboratuvarda çalışıyordum. Orada
anladım hiçbir şey bilmediğimizi ve küçücük bir bakteriyle bile
başa çıkamayacak kadar sınırlı olduğumuzu. Tabii bu insana ilk
başta biraz ıstırap verip bunalıma sokabilir. Bende de aynısı
oldu. Çok fazla çalışıp kendimi yordum, bunalıma girdim,
kendimi harap ettim ve bu aşırı şiddetli karın ve bel ağrılarıyla
sonuçlandı. İşte dostlarım doğru yol budur, hakikat budur.
Hiçbir şey bilmiyoruz ve sınırlarımız çok dar. Üstün insana da
evrimleşsek evrende sonsuz bilgi mevcut olduğu için yine
aslında hiçbir şey bilmiyor olacağız. İşte Sokrates böylesine
ebediyen doğru kalacak bir söz söylemiştir.

***

Sana anlatılanlar, doğru bildiğin hatta doğruluğundan


nasıl oluyorsa kanıtsız emin olduğun bilgiler. İşte bunları
beyninden silmekten korkma ve insanların çoğunluğunun az
düşündüğünün farkına var. Ne derler “Çoğunluk bir şey
söylüyorsa bir bildikleri vardır ve o şey doğrudur.” Bu
çoğunluğun uydurmasıdır bu sözün gerçek olmadığının kanıtı
aslında çoğunluğun yanıldığının da kanıtıdır. Bu sözün gerçek
olmadığı birkaç örnekle kanıtlanabilir. Ülkenizde yaygın olan

15
dinin veya demokraside en çok oy alan partinin genellikle
yanlış olduğu gibi. İşte böyle kanıtlarsak aynı şekilde
çoğunluğun yanlış konuştuğunu da kanıtlamış oluruz.
Beşere karşı dünyanın en cesur adamı ol Tanrı’ya karşı da
dünyanın en korkak adamı. Fakat hangi Tanrı’ya? Beşerin
uydurduğu Tanrı’ya mı yoksa evreni yaratan, yürüten ve
sonsuz güç sahibi olan tanrıya mı? İşte asıl yol burada
başlıyor.
“Dolu bir bardağı dolduramazsın önce bardağı boşaltman
gerek”
Beşerin bilgileriyle dolu bir beyni gerçeğin bilgileriyle
dolduramazsınız, önce beşere karşı büyük cesaret gösterip,
sizin öğrettiğiniz bütün bilgeleri kafamdan siliyorum deyip bu
bu bilgileri çöpe atmayı bileceksin. Bunun sonucunda
sayılamayacak kadar düşman kazanabilirsin ve tüm dostlarını
da kaybedebilirsin. Evet tüm dostlarını çünkü kimsenin bunu
yapmaya cesareti yok ve korkaklar cesurları sevmezler. Peki
ya sen bir korkak mısın bir cesur mu? Hangi cesur böyle bir
şeye kalkışabilir? Buna cesareti olmayan tüm insanlar
hakikate ulaşamazlar ve hep hata yaparlar, hata üstüne hata.
Neden mi bu kadar hata yaparlar? Çünkü beyinlerinde beşerin
yanlış bilgileri var ve yaptığı hataların doğru olduğunu
sanıyorlar. İnsan büyük bir istekle hata yapmaz veya yaptıktan
sonra iyi ki yaptım demez. Örneğin cinayet, kim cinayetten
sonra iyi ki yaptım der ki? Cinayet yapmanın gerçekten doğru
bir şey olduğuna inanan kimse çünkü hıncını almak rahatladır
ve zevk verir. Bir de yaptığının iyi bir şey olduğunu

16
düşünüyorsa sürekli yapar. Bir insanı öldürdün mü? Hayır
değil mi? Peki neden? Çünkü bu çok yanlış bir şey. Peki
odanda sabaha kadar seni uyutmayan o sinir bozucu ve her
yerinde kaşıntılı sivilceler bırakan sivri sineği öldürdün mü?
Peki öldürdükten sonra ne hissettin? Bir rahatlama hissettin
çünkü rahat uyudun ve o sineğe çok sinirlenmiştin. Peki ne
farkı var şimdi insanla sineğin? İşte buna da bir cevabın var
biliyorum “İnsan üstün yaratıktır”.
Hangi insan üstün söyle bana? Atom bombasını atan,
hapishanelerde insanlara acımasızca işkenceler yapan, et
yemek için hayvanları öldüren ve bunda bir sorun görmeyen
ve sivrisinek sadece azıcık kaşıntı verdi diye türlü türlü
öldürücü aletler ve kimyasallar üretip onu öldüren, bir anlık
zevk için hamile kadına tecavüz edip öldüren ve yanındaki
küçücük çocuğa da tecavüz edip öldüren ve bu olayda o
tecavüz edenlerin pisliğinin yanında aslında şeytan gibi olan
ve ortalığı karıştırmak için fitne çıkaran, dedikodu yapan, iftira
atan, üç kuruş para için erkeklerin duygularını sömüren -tabii
hiç masum olmayan cinsel duygularını- kadının temiz
görünmesi. İşte hangi insan temiz? Erkek kadından aşağılık
zaten ama kadının da arta kalır yanı yok. İşte bu
aşağılıklılığının farkına var. Hatta sözümü geri alıyorum.
İnsanla sivrisineğin ne farkı var demiştim, farkı uçurum kadar.
İnsan en aşağılık yaratık aslında. Tek hücreli bakteriden gelişe
gelişe en son maymundan türeyen insan nasıl oluyor da o tek
hücreli canlıdan da aşağılık oluyor düşün bunu. Peki hangi
insan üstün? İşte beşere karşı büyük cesaret gösterip, onların

17
bilgilerini çöpe atıp, mutlu olma isteğini köreltip, hakikati
arayan insan üstündür.

***

Güzel şeylere acıyla ulaşılır. Nedir güzel şey? Büyümenin


hazzı mı yoksa zinanın hazzı mı? Öğrenmenin hazzı mı yoksa
kafa dinlemenin hazzı mı? Nedir güzel şey? Ve sen hangi güzel
şeyi istersin? Eğer zinanın hazzını istersen, zina sonunda
yaşadığın o iğrenç pişmanlığı yaşayacaksın -ki zina hayvansı
bir arzudur. Eğer büyümenin hazzını istersen işte bu ebedi
hazdır, bitmez ve büyüdükçe çoğalır. Pişmanlığın tersine
rahatlık ve hoşnutluk olur bunun yanında biraz da acı ve
ıstırap olur fakat hakikate yaklaşmanın verdiği keyfin yanında
gerçeklerin verdiği ıstırapların lafı bile olmaz. Hangi haz daha
güzel söyle bana ve hangisi daha güzel ise ona daha çok çetin
bir acıyla ulaşılır.
Acı çek, daha fazla ve daha fazla. Acı çekmekten haz duy.
Mutluluk peşinde koşanlar hiç mutlu olmayacaklar ancak
mutluluktan vazgeçip ıstırap dolu günleri ve geceleri yaşayıp
erdemliliğin zirvesine ulaşmaya çalışanlar az da olsa mutludur
ve kimse yeterince mutlu olamaz, bu imkansızdır. Tüm
mutluluklar geçicidir.
Yoksa ortalama mı olmaktır isteğin? Yoksa mecburiyet
midir bu dileğin? Büyümenin hazzını yaşamak için çektiğin
acıya mı dayanamıyorsun artık? Bıktın mı? Yoruldun mu?

18
Dinlenme ihtiyacı mı hissediyorsun? Nasıl dinleneceksin ki
sapmışsın bir kere kolay ve yoldan zor yola girmişsin,
çıkamazsın ki. Nasıl dinleneceksin yapayalnız yolunda. Yoksa
bu yolda olmayanlarla mı dinleneceksin. Ya onlar seni aşağı
çekerse.
- Kötü ol dostum ne kadar yükselirsen toplumun gözünde
o kadar kötü olursun zaten. Kötü ol yükselmek için.
Gerçek erdemliliğin zirvesine ulaş.
- Yüzde yüz erdemli olmadıktan sonra buna zirve demem
ki ben nasıl kötü olayım?
- Kötüyü hak edene mi iyi olmaktır erdem? Hayır bu
aptallıktır.
- Peki kim kötülüğü hak eder?
- Çalışmayan tembeller, sorumsuzlar, arsızlar, üstünlük
taslayanlar, hayatı senin kadar ciddiye almayanlar,
beşerden korkup itaat edenler, hakikat için hiç
düşünmeden canını veremeyecekler vb.
“Kim kötü kim iyi?” sorusu çıkar karşına ve bunun
içinden çıkamazsın. Kafan karışır ve aşağı çekilirsin. O
halde vazgeç yüzde yüz hatasız olmaktan, olamazsın
zaten. Sen büyük erdemleri yap, seni zirveye ulaştıracak
erdemleri.

***

İnsanın yaratıcılık özelliği müthiş gelişmiştir bunu her


alanda görebiliriz fakat her iyi şeyin bir yan etkisi olabiliyor.

19
Bunun yan etkisi de dinlerdir. Bunu belki kötü niyetinden
yapmamıştır. Ben bu yazılarımı da kötü niyetimden
yazmıyorum fakat nelere sebep olacağını kesin ölçüde
öngöremem

***

“Uçmayı doğal olarak merak eden bir kuş yavrusu bunu


denerken çamura düşer. Çamur içinde çırpınır ama bir türlü
çıkamaz. O esnada bir kedi gelir kuş yavrusunu çamurdan
çeker çıkarır, elleri arasına alıp yalaya yalaya temizlemeye
başlar. Yavru, o kedinin temizleyici dilini tüylerinde hissettikçe
o kadar mutlu olur ki kendi kendine “Altın kalpli bu kedinin
koynunda yaşadığım bu mutluluğu anamın koynunda bile
bulamadım” der. Sonra ne mi olur? Ne olacak, kedi kuş
yavrusunu temizledikten sonra onu yer ve karnını doyurur.
Bizi bunalımdan çıkarıp mutluluk hissi veren her şey, ne
olursa olsun iyi olmak zorunda değil.”
Din toplumu düzene sokar, kişiyi erdemli yapar.
Dayanışma, iyilik, vicdan, merhamet ve hoşgörü gibi ahlaklı ve
iyi görünen davranışları öğütler. En çok hangi din bunları
öğütlüyorsa o dine doğru din deriz. Düşünün ki bir dinde hiç
yanlışlık olmasın. Hiç vicdansızlık, kötülük, ahlaksızlık ve
akılsızlık gibi olumsuz şeyler olmasın ve o din toplumda
hakkıyla yaşandığında ütopya toplumunun gerçekten
oluştuğunu görelim. Şimdi bu din Tanrı’nın gönderdiği hak din

20
midir? Birçok kişi bunun hak din olduğunu söyler ama bu din
gerçekten doğu mudur? Doğru olduğunun kanıtına dinin iyi
olduğunu ve toplumu gerçekten iyi hale getirdiğini söylemek
çamura düşen serçenin durumuna benzemez mi?

***

İnsan ihtiyaçlarının esiridir. Bu yüzden kendimizi çok iyi


tanımalı ve ihtiyaçlarımızın neler olduğunu gerçekten ve
gerçekten iyi bilmeliyiz. İhtiyaçlarımızın neler olduğunu
gerçekten ama gerçekten neler olduğu iyi bilmeliyiz. Hatta
öylesine ki bütün yolumuz ve amacımız bu olabilir.
Nihilizmde anlamsızlığın ve yok olma korkusunun verdiği
acı ve ıstırap. Yok olma ıstırabı adeta işkence gibi. Zaman
geçmiyor, acı çekiyorum. Dayanamıyor ara sıra kendimi
kandırıp hayatın anlamı vardır. Tanrı vardır belki diyorum.
Sonuçta evrenle ilgili henüz pek bir şey bilmiyoruz deyip bu
ıstırabı geçici süreliğine dindiriyorum. Fakat sordum kendime
yok olmaktan neden korkayım ki? Yok olmak, olmamak.
Bunun ne iyi ne kötü bir tarafı var. İnsan kötü şeylerden
korkar ve korkmalıdır. Fakat kötü bir tarafı olmayan şeyden
korkmak da nedir? İşte bu DNA ile alakalı çok basit bir
açıklaması olan anlamsız bir korkudur. Canlılık DNA temellidir.
DNA canlı sistemlerin bir nevi yöneticisi gibidir fakat canlı
sistemler kompleks oldukları için kendi kuralları da vardır.
Aslında canlı sistemlerin en önemli ve en temel kuralı şudur:

21
Yaşa! Kendini koru ve yaşamını devam ettir. Bu yasalar bizi
yönetir ve biz ölümden alabildiğine korkarız. Yaşamayı çok
severiz, hem de çok çok severiz. Bu yüzden hiç ölmek istemez,
ölümün bahsi bile bize ıstırap verir. Bu ıstıraptan kurtulmak
için insanlık çeşitli yollar denemiştir ve biz insanların çok
sevdiği bir şey yapılmıştır. Masallar uydurulmuştur. İnsan hep
uydurdu. Hayata anlam yükleyip mutlu olmaya çalıştı ve
başardı. Görüyoruz ki en uzun ömürlü, huzurlu ve mutlu
insanlar Tanrı’ya içtenlikle inanan ve eğer hayatın çilelerine
hiç üzülmez ve sabrederse ebedi cennetle ödüllendirileceğini
düşündüğü için sabırlı ve iç huzurlu olan insanlardır. Fakat
gerçek bu değildir. Gerçek son derece acıdır. Gerçek ve
mutluluk arasında seçim yapın. Mutluluk istiyorsan dindar ol.
Fakat hayatının sonuna kadar ıstırap çekmeyi göze
alabiliyorsan ve çektiğin acıların karşılığında hiçbir ödül
almayacağını sadece ölüp yok olacağını bile bile gerçeklerin
peşinde gideceksen o zaman senin yaptığına gerçek erdem
denir, kutsal erdem.

***

Yalnızım, yalnızlığımın sebebini bilmiyorum. Ne zaman


başladı bu yalnızlık onu da bilmiyorum. Hiçbir şey bilmiyorum.
Hiçbir şey bilmemek acı vermez bunun farkında olmak acı
verir. Herkes yalnızım diyor ben daha yalnızım!
- Hayır ben!

22
- Hayır ben!
Yalnızlığım nerede ve ne zaman başladı bir bilsem
sebebini de bulurum belki fakat şu an ki yalnızlığımın sebebi
aşk. Aşk insanı yalnızlaştırır. Sadece âşık olduğun şeyle vakit
geçirir hatta aşkınla vakit geçirmediğin ufacık anlarda bile
aşkını düşünürsün. Ancak şu anki sebep bu.
Çocukken çok hastaydım ve bu hastalıklar yüzünden
dışarı çıkıp oyun oynayamıyor korkunç duvarlar arasında
yalnız kalıyordum. Bu yüzden boş duvarları sevmem şimdi.
Belki de çocukluk alışkanlığıdır bu yalnızlığım çünkü bazen
hoşuma gitmiyor değil. Fakat bu yalnızlığın kötü tarafları da
var. Ama o kötü taraflarını çocukluğumda daha şiddetli
yaşadığım için şimdi pek de zor gelmiyor. İstesem
kurtulabilirim bu yalnızlıktan... Belki istesem de kurtulamam
çünkü aşığım yoksa niye istemeyeyim ki?
Aşığım fakat bu aşk farklı bir aşk. Beşeri bir aşk değil. Ben
gerçeğe aşığım. Hiç görmediğim, bilmediğim ve belki de hiçbir
zaman göremeyeceğim gerçeğe aşığım. Bu aşk bana yanlış
gelmiyor fakat biraz yasak bir aşk. Bu aşk yüzünden bir
kuytuda veya bir meydanda ibret-i alem olsun diye öldürülen
çok insan biliyorum kitaplardan, o kitaplara da aşığım, o
ölüme de aşığım ve o işkencelere de aşığım.
Kimse durduramaz beni aşığım ben hem de tereddütsüz
bir aşık hem de kaybedecek bir şeyi olmayan. Tek amacım
gerçeğe ulaşmak. Sevdiğim bir kız yok. Bazen olur gibi oluyor
da bir gönülde iki sevgili durmuyor. Kaybedecek bir şeyim yok

23
benim. Hakikate olan aşk Mecnun’un aşkından da yamandır
korkun benden. Benden korkun da bu korkunuzun sebebi
gerçeklerden korku olmasın.
Bana yapmak istediğiniz belki de yapacağınız işkenceler
olabilir beklerim fakat bu işkencelerin verdiği acı, gerçeklerin
verdiği acı kadar olamaz. Gerçeklerin verdiği acıyı tadan artık
hiçbir şeyden korkmaz. Aşk bu, verdiği acının da tarifi yok
verdiği keyfin de. Gerçeklerden korkmanız belki bundandır.
Âşık olmaktan korkmadığınız kadar gerçeklerden korkmanız
benim en korkulan şeye maruz kalıp artık hiçbir şeyden
korkmadığımın kanıtıdır.

***

Tanrı meselesi hayatınızın en önemli meselesi sayılabilir.


Ancak siz ne olduğu hakkında kesin bir şey diyemeyeceğim
sebepler yüzünden bu meseleye yeterince vakit
ayırmıyorsunuz fakat para için her gün sekiz saat veya daha
fazla mesai yapabiliyorsunuz. İster bir dine inanıyor olun ister
dinsiz olun size “İnandığın şeyin doğru olduğunu nereden
biliyorsun?” denildiğinde inandığınız iddia kadar büyük bir
delil sunmanız gerekir. Görüyorum ki ne dindarlar ne ateistler
inandığı iddia kadar büyük bir delil sunuyorlar.
Bir Tanrı var ve şu dini gönderdi iddiası en büyük iddiadır.
Dinsizin iddiası daha ufak kalır. Ve sundukları sözde delillerin
büyüklüğüne bakarsak dinsizler burada daha iyi konumdadır

24
çünkü iddialarıyla sundukları sözde delillerin büyüklükleri
birbirine daha yakındır. Özetle iki olgu da küçüktür diyebiliriz.
Ancak dindarların iddiası çok büyük olmasına karşın tam tersi
sundukları sözde deliller akıl, mantık ve bilim dışıdır fakat
dindarlardan samimi olanlar bunun farkında bile değildirler.
Bunun sebebi insanın din ve anlam ihtiyacı ve arayışından
kaynaklanır. Bir kişi dini ve hayatın anlamını reddetse bile
anlamsızlık ve yok olma korkusunun verdiği acı ve ıstıraba
dayanamayıp anlam aramaya başlar fakat hiçbir şeyin anlamı
yoksa anlam aramanın da anlamı yoktur. Hiçbir şeyin anlamı
yoksa hayatın anlamı yok diye üzülmenin de anlamı yok, yok
olma korkusunun da anlamı yok ama insan yine de anlam
arıyor.
Peki insan neden anlam arar? Bu üzerine düşünülmesi
gereken henüz net bir açıklaması olmayan bir şeydir. Ben
bilimsel açıklaması olmayan konular üzerinde pek yorum
yapmam -ki bu hataya çok düşülür.
Eğer ortada büyük bir iddia varsa sunulan delil de bir o
kadar sağlam olmalıdır. Kişi eğer gerçeğin öğrencisi olmak
istiyorsa büyük bir cesaretle bu delili gerekirse yıllarca bile
incelemelidir. Tanrı yıllarca anlaşılmayacak bir delil sunmaz
diyerek Tanrı’nın keyfinin kâhyası olunmamalıdır. İnsan ilk
önce Tanrı’yı objektif bir şekilde düşünüp nasıl olması
gerektiğini anlamalıdır. Tanrı varsa onun yaptıklarına aklımızın
yetmeyeceğini bilmeliyiz ve eğer bunu bilmiyorsak bilimsel
bilgimizin yetersiz olduğundandır. Tanrı varsa ve din
gönderdiyse bunun sağlam bir delili olmalı ve bu sağlam delile

25
tanıklık edersek artık o dinin buyruklarını kendi keyfimize göre
yorumlamadan uygulamamız gerekir.
Bu düşüncem birçok çağdaşım tarafından ağır
eleştirilebilir. Onları çok iyi anlıyorum. Onların bu
eleştirilerinin hatta yeri geldi mi öfkelenmelerinin sebebi
duygularının kölesi olmalarıdır. Bunlar insan görünümünde
fakat ahlaksızlık konusunda zirveye ulaşmış olmalarına karşın
en çok ahlakı dile getiren ve halkın da en çok ahlaklı olarak
gördüğü kişilerdir. Bu yüzden Nietzsche gibi filozoflar ahlak
kelimesine bile karşı nefret duyarlar. Çünkü böyle
düşünürlerin hayattaki amacı rahatlık değil gerçeğin öğrencisi
olmaktır. Böyle filozofların ölümden sonra gerçeğin öğrencisi
olduğu için çektiği acıların karşılığını almayacaklarını
bilmelerine rağmen gerçeklerin peşinden gitmekte kararlı
oldukları görülür.
Tanrı hususunda kendi kafamıza göre yorum yapmamız,
örneğin o böyle yapar şöyle yapmaz gibi cümleler kesinlikle
akıl dışıdır. Tanrının neyi yapıp neyi yapmayacağını hiçbir
insan bilemez ve karar veremez hatta düşünemez. Tanrı varsa
“sırf ben ona inanmıyorum diye beni cezalandırmaz” deyip
“Tanrı var mı?” sorusu hakkında delicesine araştırma
yapmamak akıl dışıdır. Ya Tanrı sana neden ömrün boyunca
her gün araştırma yapmadığından dolayı cezalandırırsa. Tanrı
neden böyle yapsın ki demenin de akıl dışı olmasının sebebi
bu davranışın yanlış olduğunu düşünmen ve Tanrı’nın yanlış
yapmayacağını iddia etmendir. Tanrı senin sınırlı ve kusurlu
beyninle ürettiğin şeylerden münezzehtir.

26
Tanrı varsa ve din göndermiş veya kendi varlığını
bilmemizi istiyorsa bir delil vardır. Yalnız dikkatinizi çekmek
isterim önümüze bir delil sunmuştur demiyorum. Bir delil
vardır ve sizin o delili bulmanız gerekir. Hatta bu amaç uğruna
ömrünüzü harcayabilmeniz bile gerekebilir. O halde sana bu
rahatlık nereden geliyor? Ey sen bu hususta kendini
paralamayan rahat insan! Sendeki cesaret kimsede yok. Nasıl
bir cesarettir ki aciz benliğinle bütün evrene hatta Tanrı’ya
kafa tutmaktan korkmuyorsun. Ölümden sonra sana ne
olacağını bilmediğin halde yerinde durabiliyorsun.
Cesaretinden dolayı seni tebrik ederim fakat bu cesaretinin
dayanağı nedir? Eğer bir dayanağın yoksa sen aptal mı aptal
zavallı bir şeysin. Sen kendini üstün sanan bir aşağılıksın. En
aşağılık insan şüphesiz ki skolastik şeytanlardır sonrasında da
felsefe yapmayanlardır.

***

Hiçbir anlamı olmayan şu hayatta Schopenhauer’ın


dediği gibi yaşama istencimizi reddetmenin de bir anlamı yok
Nietzsche’nin dediği gibi üstüninsana evrimleşip üstüninsanın
bir anlamı olmayan hayata anlam katmaya çalışmasının da bir
anlamı yok.

27
Homo sapiens’in çok sevdiği babası öldü ve çok üzüldü
çünkü babasının ona kattığı çok şey vardı. Babası çok iyi
biriydi. Bu yüzden onun çok önemli olduğunu düşünüyordu.
Çok iyi ve önemli birinin sonu böyle olamazdı. Ne yok mu oldu
şimdi o? Hayır olamaz, sadece onun bedeni öldü. O ölmedi
çünkü o çok önemliydi ve yaptığı iyilikler karşılıksız kalamazdı.
Bu yüzden o ödüllendirileceği başka bir dünyaya gitmiş olmalı.
İşte Homo sapiens kabullenemediği şeylere böyle anlam
yükledi. Sevdiğinin yok olduğunu düşünmek ona ıstırap verdi.
Onun gibi kendisi de mi yok olacaktı?
Homo sapiensin Doğanın zorlu şartlarında hayatta
kalabilmek için gelişen zekâsı sadece alet üretmeyi ve
avlanmayı değil yaşadığı kayıpları da düşündü. Gelişmiş
zekalar hayatı anlamlandırdı. Eğer insan üstüninsana
evrimleşirse üstüninsan hayata gerçekten anlam katabilir
fakat bunu düşünmemizin ve istememizin sebebi gelişmiş
zekâmızın ölümü ve anlamsızlığı kabullenemeyişidir. Anlam
katmaya çalışmak yerine kabullenmeliyiz. Çünkü dinler ve din
ürünleri hep insanın kabullenemeyişinden doğmuştur ve biz
de aynı hataya düşmemeliyiz. En iyi seçenek yaşam istencimizi
reddetmek değil, yaşamı seviyorsak onun her şeyini sevmeli
ve kabullenmeliyiz. Eğer hayatın bir anlamı olsaydı o zaman
asilik yapmanın da bir anlamı olurdu fakat yok. Acılar,
hüzünler, sevinçler ve hazlar yaşamın asla kopmayacak
parçalarıdır. Eğer anlamsızlık size dayanılmaz ıstırap veriyorsa
şunu bilin ki bir hakikat var ve hayata anlam katan şey odur.
Hakikate hiçbir zaman yüzde yüz ulaşamayacağız fakat ona

28
yaklaşmak bile muazzam bir şeydir. Benim hayatımın anlamı
ne olursa olsun gerçekleri öğrenmektir. Dindar kalıp, iyilik
yapıp, mutlu olabilirdim fakat ben doğru olanı istedim. Bazen
kendi kendime “İstemez olaydım, ıstırabımı arttırdım” desem
de doğruluk, erdem ve hakikate yaklaşmak her şeye değer.
Dindarlar afyonlu afyonlu geziyorlar. Mutlu ve rahatlar fakat
ben onlardan üstünüm çünkü hakikate daha yakınım. Bana
afyonlu kafalarıyla “ya Tanrı varsa sen zararlı çıkarsın”
diyorlar. Erdemin ne olduğunu anlayamamışlar.
Şunu bilin ki düşünmenin verdiği ıstırabı saymazsak en az
acı çeken canlı biziz. Biz en gelişmiş canlıyız. Yemek bulmak ve
seks yapmak bizim için çok daha kolay. Bize acı veren birçok
hastalığın tedavisini buluyoruz, çok iyi ağrı kesiciler
üretiyoruz. Tek ıstırap sebebimiz düşünmek. Düşünmeyin
demiyorum çünkü düşünmezseniz hakikate yaklaşmanın
güzelliğini yaşayamazsınız. Düşünün fakat bu düşünmeler
yararlıysa düşününün. Sizi üzecek şekilde sevdiğiniz insanın
ölümünü ve kendi ölümünüzü düşünmeyin. Sizi üzecek fakat
size pek bir yararı olmayacak düşünmeler yapmayın. Bu
felsefe değildir. Sadece sizi üzecek düşünmeler felsefe
değildir.
Belki ben bilime ve felsefeye büyük katkılarım olacak ve
çok erdemli bir insan olmuş olacağım fakat ben de öleceğim
ve yaptığım erdemlerin hiçbir karşılığını almayacağım. Karşılık
alıp almamak artık hiç umurumda değil, belki de bunu
içgüdüsel olarak yapıyorum veya özgür iradem var ve ben

29
ıstırap çekmeyi göze alarak erdemli olmaya çalışıyorum,
bilmiyoruz.

***

Karşılık beklenerek yapılan iyiliğe pek iyilik denmiyor ise


Tanrı’nın sevgisini ve cenneti kazanmak için yapılan iyi
davranışlar iyilik midir? Tanrı’ya inanmayan ve yaptığı
davranışların hiçbir şekilde karşılık bulmayacağına emin olan
bir kişi kendisine hiçbir yararı dokunmayacak iyilikler yapar
mı? Eğer dinlerde anlatılan Tanrı iyilik yapmayı buyursaydı ve
cennet ve cehennemin olmadığını ölünce yok olacağımızı
söyleseydi dindarlar hiç iyilik yapar mıydı?
Asıl iyilik: Hiçbir karşılık beklenmeden başkasına yapılan
yararlı bir eylemdir.
Sözde iyilik: Herhangi bir şekilde karşılık beklenerek
başkasına yapılan yararlı bir eylemdir.
Eğer bir davranışa iyilik deniyorsa bu davranışı yapan
kişinin yaptığı iyiliğin hiçbir karşılığını almayacağına emin
olmasına rağmen onu yapıyor olması gerekir. Burada şu
çıkmaza giriliyor ki karşılık almayacağından kesin emin olan
kişinin yaptığı kötü davranış gerçekten kötülük müdür.
Kötülükler hep çıkar gözeterek mi yapılır? Eğer çıkar
gözetmeden yapılan bir kötülük varsa yani kişinin yaptığı kötü
davranış kendisine hiçbir yarar sağlamıyorsa fakat yine de

30
nefsi bunu arzuluyorsa bu nedir? Biyolojik olarak
arzuladığımız her şey aslında canlılığımızın devamını sağlama
ve canlı kalma yolunda bir katkı gözeterek oluşur.
Sözde iyiliğin ve asıl iyiliğin ne olduğunu tanımladım
fakat sözde kötülük ve asıl kötülük nedir veya böyle bir şey
var mıdır?
Ya gerçekten Tanrı varsa ve ben ona inanmazsam beni
cezalandırır diye korkmak yeterince gelişmemiş zekâların
düşüncesidir. Şöyle düşünün: Tanrı varsa ve evreni kendi
yokluğunu kanıtlayacak şekilde yaratmış ve insanı, acı çekip ve
bu acıların karşılığında hiçbir ödül almayacağını ve hatta Tanrı
varsa onu cezalandıracağını düşündüğü halde evrende
gördüğü gerçeğe mi inanacak yoksa gerçeği umursamayıp
sözde kendini garantiye almak için Tanrı’nın var olduğuna mı
inanacak diye test ediyorsa.
Eğer gerçekten bir Tanrı varsa ve bize imtihan yapıyorsa
imtihan dediğin böyle olur. İyilik yapmanın karşılığında cennet
verileceğini, kötülük karşılığında da ebedi azaplı işkenceli
cehennemden korkutmayla bizi imtihana sokması mantıksız
değil mi? Zaten korkup da erdemli oluyorsak buna erdem mi
denir yoksa sadece korku mu? Asıl erdem karşılık
düşünmeyenin erdemidir. Cenneti ve cehennemi
düşünenlerin yaptıkları kötülük de kötülük değil iyilik de. Ne
hakkıyla kötülük ne de hakkıyla iyilik yapar onlar. Sadece
Tanrılarının emirleriyle adeta robot gibi davranırlar.

31
Asıl iyilik ve sözde iyiliği tanımladım. Peki asıl kötülük ve
sözde kötülük nedir?
Sözde kötülük: Kişinin kendi çıkarı için başkasına zarar
vermesidir.
Sözde iyilik: kişinin kendi çıkarı için başkasına yarar
sağlamasıdır.
Gördüğünüz gibi iki cümle de neredeyse aynı gibidir. Yani
karşılık düşünenlerin yaptığı sözde iyiliğe hiç iyilik denmese
daha mâkul olur. Şimdi asıl kötülük kavramını tanımlamak
gerekirse, bunun tanımını yapmak zordur. Her kötülük
durumunda başkasına yapılan zararlı davranış vardır. O halde
“Kişi çıkar gözetmeden başkasına zarar vermesi” durumunu
ele almak gerekir fakat böyle bir şey mümkün müdür
bilinmez. Sadece şu vardır ki nasıl ki gerçek iyilikte sırf iyilik ve
erdem olsun diye eylemde bulunuluyorsa gerçek kötülükte de
sırf kötülük olsun diye eylemde bulunulması gerekir. Bunu
yapanlar gerçekten de şeytanlaşmış olmalıdır.
Bir kişinin nasıl ki kendisine hiçbir şekilde yarar
sağlamayacak iyiliği yapması zor ise kendisine hiçbir yarar
sağlamayacak kötülüğü de yapması zordur. Bu canlının
doğasında vardır. Sadece ahireti düşünerek hareket edenler
Tanrıları onlara neyi emrediyorsa kendinden emin bir şekilde
onu yaparlar -ki kendi uydurukları olan tanrılar yine kendi
uydurukları emirleri verecektir ve bu emirler tabii ki kendi
çıkarlarına göre uydurulacaktır.

32
Bir insan sadece kendi çıkarlarına göre davranırsa yaptığı
davranışların büyük bir kısmı kötü davranışlar olacaktır ve
aynı şekilde kendi uydurduğu Tanrı emirleri de öyle. Yani en
erdemli ve gerçek erdemli kişi agnostik veya bir ateisttir.
Az bilen bir şey bildiğini sanır, çok bilen hiçbir şey bilmediğini
anlar ve agnostik olur.

***

İyilik ve kötülük kavramlarımı doğru tanımlayıp


tanımlamadığımı değerlendirelim:
Eğer doğru tanımlar benim yaptığımın tam tersi ise yani
iyilik başkasına değil kendimize yarar sağlama işi ise ve
kötülük de başkasına değil kendimize zarar sağlama işi ise o
halde sürekli iyilik yapmak isteyen kişi çevresinde sevdikleri
insanlar hariç herkesi öldürür, kendisini rahatsız eden tüm
hayvanları öldürür, kiminle sevişmek isterse ona tecavüz bile
eder ve hatta gerekirse öldürür, kendisine bir yararı olmayan
ama ağlayıp kendisini rahatsız eden bir bebeği öldürür ve tüm
insanlar bu kişi gibi sürekli iyilik yapmak isterse dünya
birbirine girer. İyiliği ve kötülüğü böyle tanımlarsak adeta bir
paradoks gibi olur ve olayların cılkı çıkar. Yani bu tanımın
doğru tanım olmadığını görüyoruz.

***

33
İyilik ve kötülük kavramlarını tanımladım. Kendine yarar
sağlamak ise ne iyilik ne kötülüktür sadece başkasına karşı
yapılan davranışlar iyilik veya kötülük olarak adlandırılır. İyilik
ve kötülük kavramlarını tanımlamak için dine ihtiyacımız
yoktur. Sadece mantığa ihtiyaç vardır. İyiliğin ve kötülüğün iki
çeşit tanımı var ve bir tanım zaten sistemi çökertiyor o halde
benim tanımladığım şekil doğrudur. Bu durumda dine ihtiyaç
kalmaz. Zaten dinler de birçok davranışın doğru olup
olmadığını ele almamıştır. Ama benim tanımımı baz alarak
bütün davranışların iyilik mi yoksa kötülük mü olduğunu
kendiniz mantık ile çözebilirsiniz.
Zekâmız gelişti ve bilgimiz arttı artık dine ihtiyacımız
kalmadı. Dinin yan etkileri de ortadan kalkarsa gelişimimiz
daha da artacaktır. Tanrının ölmesi gerekli fakat bu Tanrı
bizim uydurduğumuz Tanrı olmalı. Gerçekte belki bir Tanrı
vardır, ona karışmamalıyız. Skolastik ve mitolojik tanrılar
ölecek çünkü artık ihtiyacımız yok. Eğer bu dediğim her yerde
olursa Nietzsche’nin düşündüğü gibi bir felaket olmayacak
tam tersi insanlık büyük ölçüde ilerleyecektir. Hatta bu
ilerleme çok hızlı olacaktır. Bugün ibadet yapan milyarlarca
insanın ibadetine sarıldığı gibi bilime sarıldığını düşünün. İşte
dinler tamamıyla yok olursa insan o an anlamsızlığın içine
düşecektir ve bu ıstırabı benim yaptığım gibi hakikate
yaklaşmanın hazzıyla dindirmeye çalışacaktır. Bu da bilimin ve
felsefenin ilerlemesine müthiş ölçüde katkı sağlayacaktır. Yani
bir felaket olur gibi olacaktır fakat bu felaketin sonuçları çok

34
iyi olacaktır. Felaket olan dinin ölüp insanın anlamsızlığın içine
düşmesidir. Felaket dediğimiz şey sadece budur. Gerisinde
felaket olmayacak, tam tersi mükemmel bir gelişim olacaktır.
Ateistlerin ve agnostiklerin dindarlardan daha entelektüel
olması söylediklerimin kanıtıdır.

***

Bugüne kadar yaptığım sorgulamalar sonucu gerçeğe


yaklaşıp yaklaşmadığımı bile bilmiyorum. Gerçeği
bilmememize rağmen onun var olması bile bir anlamdır belki.
Fakat hiçbir şey bilmiyor hissiyatının verdiği ıstırabı dindirmek
için kendime “En azından hurafelere inanmıyorum” diyorum.
Eğer gerçekten gerçeği bulsaydım belki de asıl o zaman
yaşamanın bir anlamı kalmayacaktı.
Bana yaşam enerjisi veren şey meraktır. Gerçekten
hayatın hiçbir anlamı yoksa bile öğrenmek insana anlamlı bir
haz verir. Hayatın hiçbir anlamı yok ise yaşamanın da bir
anlamı yok denebilir fakat şunu bilin ki hiçbir şey bilmiyoruz.
Her sayı alfabedeki bir harfe tekabül etse ve pi sayısını
rakamları temsil eden harflerle yazsaydık, pi sayısında sonsuz
rastgelelik olduğu için sonsuza kadar giden harf karmaşasında
“hayatın bir anlamı vardır” cümlesi de “hayatın bir anlamı
yoktur” cümlesi de çıkardı. Yaşadığımız evrende de hakkında

35
hiç tahmin bile yürütemediğimiz ve bilmediğimiz sonsuz bilgi
olduğuna göre buradan şu anlaşılmalı ki şu an bildiğimiz bir
şeyin doğruluğunu çürüten bir bilgi de mevcut olabilir. O
halde değil haddimizi bilmek, haddimizin hiç olmadığını
bilmeliyiz. Ancak bu hiç haddimizin olmayışı doğrusunu
çürüten bir bilgi de mevcut olabilir. Söylediklerim karışık
geliyor ise bunun sebebi ben değilim, evrendir.
Hiçbir şey bilmediğimiz gibi insanın sonunun da ne
olacağını bilemeyiz. Hiçbir şey bilmediğimiz gibi yaptığımız
kötü davranışların karşılığını alıp almayacağımızı da bilemeyiz.
O halde biz iyi davranışlar sergilemeliyiz. Nezaketli ve
mütevazı olmalıyız. Medeni olmalıyız. Medeniyete giden
kestirme yol modernizm ve agnostizmden geçer. Bildiğini
iddia edenler her zaman bilimin özgürce ilerlemesi yolunda
engel olacaktır. Eğer bilim tüm insanlığa yayılırsa insanların
bilgisi artacağı için nezaketi ve mütevazılığı da o ölçüde
artacaktır.
“Ebediyete kadar emzirilmek bebeğin arzusudur”
Nietszche
Ebediyete kadar yaşayacağını düşünen dindarlar, sadece
dini ritüelleri yerine getirerek cennetin hayalini kurarlar. Fakat
acı gerçeği bilen insan hiçbir şey bilmediğini anlar ve bu
dünyayı ve insanlığı ilerletip modernizmin oluşturduğu
cennetin hayalini kurar. Aksi ise bu kişiye ıstırap verir ve
yaşama isteğini yitirir. Hayatın anlamsızlığı düşüncesinin

36
verdiği ıstırabı felsefe, modernizm ve gerçeği arayış dindirir.
Hatta belki bunlar yeterince benimsenir ise ıstırabı bitirebilir.
İnsanın hamurunda acı çekmek vardır. Dinsizin acı çektiği
kadar dindar da acı çeker ve tek tesellisi cennet hayalidir.
Dinsizin böyle bir avutması yoktur. Kendini kandırmak ona
daha zor gelir.
Ütopya hayalden ibarettir. İnsan ütopyayı hayal ettiği gibi
daimî mutluluk hayal ederek kendini hayatın asla bitmeyecek
acılarına ve arzularına daha duyarlı hale getirip daha fazla
ıstırap çeker. Halbuki insan uyumsuzluk yapıp, neyin iyi neyin
kötü olduğunu çözememiştir.
Trajedinin kötü bir tarafı yoktur. Trajedi bulutlu hava
gibidir. Bulutlu havanın dinginleştirici atmosferini
hissedemeyen daima bulutlu bir havada kendini keyifsiz
hisseder. Trajedi ve hüzün de böyledir. Aslında trajik olayların
iyi tarafları ile kötü taraflarını karşılaştırırsak daima iyi tarafları
daha fazla çıkacaktır. Hüzün ve mutluluk hayatın güzel
parçalarıdır. Kötü olan skolastik ve mitolojik tanrıların
yarattığı strestir.
Modernist dünya, bu anlayış ve bu bilgi üzerine
şekillenmelidir. Felsefe nasıl ki sadece erdemi amaçlamıyor,
hakikate ulaşmayı ve medeni yaşamı da amaçlıyor ise
modernizm de medeni yaşam ile beraber felsefenin de
amaçladığı şeyleri amaçlarsa ancak o zaman mümkün ve
daimî olabilir.

37
Duygusal mazoşistler trajediden zevk alırlar. Duygusal
mazoşistler her ne kadar hasta olsalar da trajediden zevk
almayı, hayatın gerçeklerini hissetmeyi ve bundan şikayetçi
olmamayı bilirler. Sadece onlar hasta oldukları için aşırıya
kaçarlar.
Adeta bir bukalemun gibi bulunduğunuz ana uyum
sağlayıp hayattan keyif almayı bileceksiniz. Dindarlar her ne
kadar modernizme karşı olsalar da içten içe modernizm
onlara da siner. Çünkü bilgisi artan insanlar dinde kusur
gördükçe dinsizlik sayısı o kadar artıp, din adamlarına nefret
de o kadar çoğalacaktır. Bunu fark eden din adamları dindeki
kusurları bazen halkın modern anlayışına uydurmaya çalışır.
İnsanların ilerleme yolundaki en önemli engel de budur. Fakat
insanların bilgisi arttıkça dinin, insanların kendi arzularına
göre uydurulup şekillendiğini fark edeceklerdir. Ancak büyük
bir sorun vardır ki bu da toplumun etik kurallarıdır. Örneğin
insan klonlama gibi bilimsel çalışmalara en büyük engel
budur. Etik yasaları sıfırdan inşa edilmeli ve bu inşa dine ve
duygulara göre değil akla göre yapılmalıdır.
Acılar gerçeğe yaklaşma konusunda bize yardımcı
olabilir. Hayattaki iyi-kötü her şey bize birçok şey öğretir.
Şüphesiz ki yaşadığımız trajik olaylar mutluluk veren
olaylardan daha öğreticidir.
Hayatın benim için anlamı öğrenmektir. Öğrenmek ise
gerçeğe yaklaşmaktır. Bizi gerçeğe yaklaştıran her şey aslında
çok anlamlı ve değerlidir. Bir teist için hayatın anlamı Tanrı’dır
ve Tanrı’ya yaklaştıran her şey anlamlıdır. Benim için hayatın

38
anlamı gerçektir ve gerçeğe yaklaştıran her şey anlamlıdır. Bir
teist için Tanrı’ya en iyi yaklaşma yolu dindir. Benim için
gerçeğe en iyi yaklaşma yolu öğrenmektir. Öğrenmeyi
sağlayan en iyi şeylerden biri ise acılardır.

***

Evrenin işleyişini, yasalarını, nasıl oluştuğunu ve canlılığın


nasıl başladığını yani düzensizliğe giden evrende homeostaz
yapan bir sistemin nasıl oluştuğunu tam olarak
anlayamamışken bu evreni yaratan Tanrı’yı anlayamayız.
Eğer bir Tanrı varsa ve imtihan yapıyorsa bu imtihan
teistlerin anlattığı gibi basit olamaz. Bunu onun yarattığı
evrenden anlayabiliriz. Evreni son derece kompleks ve sonsuz
bilgi içerecek şekilde yarattığına göre teistlerin anlattığı basit
imtihan şekli Tanrı’nın yaratış tarzına uymuyor. İnsan hayatı
boyunca ikileme düşer. Toplumun kabul ettiği bazı kuralların
yanlışlığını fark eder. Ya gerçeği seçip acısını arttırır ya da
hakikat için acı çekmeyi göze alamaz. Bu ikilem asla bitmez
çünkü insan yüzde yüz hakikate ulaşamaz. Eğer Tanrı varsa
kendisine yalakalık yapanları değil hakikat için gerekirse
Tanrı’nın varlığını bile yok sayabilecek insanları sever çünkü
en çok ıstırabı bunlar çeker. İşte Tanrı böyle bizim
anlayamayacağımız kadar kompleks ve farklı düşünür.
Kuranda Enbiya suresi 22. ayette “Eğer yerde ve gökte
Allah’tan başka Tanrı’lar olsaydı, o ikisi de mutlaka fesada

39
uğrardı. Arşın sahibi o Allah, onların yakıştırdığı şeylerden
uzaktır.” Denir.
Tefsiri ise şöyledir: Allah’tan başka ilahlar olsaydı yer ve
gök de fesada uğrardı. Çünkü bu ilahlar arasında mutlaka
kavgalar oluşurdu. Allah her şeyden münezzehtir.
İşte Tanrı’ya asıl hakareti dindarlar yapar. Eğer gerçekten
Tanrı birilerini cezalandıracaksa hakikat peşinde koşanları
değil kendisine böyle yakıştırmaları yapanları cezalandırır.
Doğruluğundan tek şüphe duymadığımız yol felsefe
yoludur. Benim için hayatın anlamı hakikattir, ona yaklaşma
yolu da öğrenmektir. Hayatın hiçbir anlamı olmadığını
düşünüp Schopenhauer’ın dediği gibi yaşam istencimizi
reddedip intihar etmek bir teze kuşkusuz inanmaktır.
Dediğim gibi eğer Tanrı varsa en yüksek ıstırapları
çekmeyi göze alarak hakikat peşinde koşanları sever. Hakikat
peşinde koşmaktan vazgeçip o anki fikrinin de doğru
olduğundan emin olup intihar edenleri sevmez. Ki doğru olan
Tanrı’nın sevgisi değildir. Kant’ın da dediği gibi doğru olan
doğrusunu yapmaktır.
Dindarların buyurgan olanları her ne kadar bizi Tanrı
sözcüğünden tiksindirmiş olsalar da özgür düşünmeliyiz.

***

40
Karşı cinsten birine âşık olduğunda o kişi senin için çok
iyi, erdemli, zeki ve güzeldir fakat gerçeği sorarsan öyle değil.
Bunu sen de bilirsin fakat vücudun seni ve fikirlerini kontrol
altına almıştır. Mesela âşık olduğun kişi senin kalbini sürekli
kırsa bile sen onun merhametsiz olduğunu düşünüp ona olan
aşkını bitiremezsin. Ne olursa olsun onu hep affeder ve her
zaman seversin. İşte insanın fikirlerinin bile yeterince özgür
olmadığının göstergesidir bu. Doğadaki bir konuyu
değerlendirirken o konuyu genellikle Tanrı’nın var olduğuna
ve hayatın anlamının olduğuna yorarsın. Peki o konuyu
değerlendirirken özgür müsün yoksa Tanrı’nın ve hayatın
anlamının olmaması ıstırabı senin özgürce düşünmeni
engelliyor mu? Hayatın hiçbir anlamının olmadığını bilmek
insanı bir saniye bile yaşatmaz. Anında yaşamına son vermek,
doğanın bir hatası olan insan türünün yok olmasını ve bir
daha oluşmamasını istersin. Bertrand Russell’ın dediği aklına
gelir: “Düşüncem için ölmem, çünkü yanılıyor olabilirim” ve
anlamsızlığın verdiği ikinci kurtuluş yolu da kapanır. İşte
ıstırabın kaynağıdır şüphe duymak, yanılıyor olabilmek. Ne
Tanrı’ya inanıp ıstıraptan kurtulunabilir ne intihar edip. Çünkü
ikisinde de yanılıyor olabiliriz. Fakat yine de gerçeğin öğrencisi
olmanın hazzı vardır bende. Gerçeği bilmenin ve gerçeği
gerçekten bilsen bile yine gerçeği bilip bilmediğin konusunda
yanılıyor olabilme ihtimalini düşünüp ıstırap çekmenin yanı
sıra, vicdanın rahat olması güzeldir. Tuhaf bir haz ve huzur
olur o zaman. Ancak hayatın anlamsız olma ihtimalinin büyük
oluşu ve hiçbir şey bilmediğini bilmenin verdiği ıstırap bu haz
ve huzurdan daha büyüktür. Ya da Arthur Schopenhauer’ın

41
dediği gibi acımız mutluluğumuzdan daha küçük olsa bile biz
tüm benliğimizle acıyı hissederiz. Yine vücudumuzun bize
yaptığı oyunlar yüzünden gerçeği bilemeyişimiz…
Tek bildiğim ve doğruluğundan şüphe duymadığım şey
felsefe yoludur. Gerçeği yıllardır bilemeyişimiz ve belki de
hiçbir zaman öğrenemeyeceğimiz düşüncesinin verdiği
yorgunluk ve çaresizlik… Bana bazen “Boşuna yoruluyorsun,
felsefeyi bırak” gibi düşünceler gelse de hayatımın tek anlamı
öğrenmek olduğundan bu ıstıraplarım ve arayışlarım asla
bitmeyecek.

***

Benim düşündüğüm şeyleri herkes düşünse iyi mi olur


yoksa kötü mü olur diye düşündüm. Ben ateistim, peki ya tüm
insanlar ateist olsa ne olur. Aslında ilk düşünce bir felaket
olacağını söyler. Fakat biraz gözlem yapınca aslında hiçbir şey
değişmeyeceğini; kötü insanların yine kötü olmaya, iyi
insanların da yine iyi olmaya devam edeceğini gördüm. Çünkü
aslında insanlar Tanrı’ya iman etmiyor. İnandığını söyleyen
kimse Tanrısına tam itaat göstermiyor. Tam itaat gösteren de
Tanrısına yakınlaşıyor ve onu daha iyi tanıyınca onun mitolojik
olduğunu görüp dinden çıkıyor. Hristiyan olduğunu söyleyen
insanlar İncil’de neler anlatıldığını bilmiyor, bilen de dini terk
ediyor.

42
Eğer dininin gereklerini yapmayana da ateisttir dersek bu
durumda tüm insanlar ateist olmuş olur. Yani ateizmin veya
agnostizmin kötülüğü getireceğine inanmıyorum. İyiliği
getireceğini de düşünmüyorum. Ama her halükârda hakikati
bilmek, bilmemekten daha iyidir. Hayatın hiçbir anlamı ve
Tanrı’nın olmadığını söyleyen filozofların hatta acıma
duygusunun olmaması gerektiğini söyleyen Nietzsche’nin bile
günlük hayatında merhametsiz bir barbar olmaması, hayatın
anlamı olduğunu ve Tanrı’ya itaat etmezsek bizi
cezalandıracağını söyleyenlerin bir kısmı da günlük hayatında
merhametsiz bir barbar veya yobaz olması bunun kanıtıdır.
Filozofların hiç bir türlü kötü olmamaları ve hayatı
ciddiye alıp sorgulamaları güzel karakterlerindendir. Şunu
görüyoruz ki dindar veya dinsiz fark etmeksizin felsefe
yapmayan insanlar cahil, zorba, yobaz ve tam bir geri
zekâlıdır. Yine dindar veya dinsiz fark etmeksizin felsefe
yapanların da son derece haddini bilen, bilge, erdem ve ahlak
sahibi olduklarını görürüz. Doğru yol ne dindarlık ne
dinsizliktir, doğru yol şüphecilik yoludur. Şüpheci kişi haddini
bilir, kendini tanır ve daima aklıselim davranır.

***

Şöyle bir durum var ki hayatın hiçbir anlamı olmadığını


düşündüğüm için mutlu olmaya çalışmayı da anlamsız
görüyorum. Belki de sadece hakikatin peşinde koşmaktan haz

43
duyuyorum çünkü diğer insanların mutlu oldukları şeylerden
mutu olamıyorum. Mutlu olsam da sonum aynı mutsuz olsam
da. O halde ben mutluluğu da mutsuzluğu da istemiyorum.
Ben duygusuzlaşmayı göze alarak gerçeğin öğrencisi olmak
istiyorum.
Çıkarcı olmadığını sanan çıkarcılardan olmayın. Çıkarcı
olduğunuzu bilin, kendinizi bilin.

***

Tanrı’nın varlığı bilimsel olarak nasıl bulunabilir ki?


Örneğin evrenin en temel yasaları olan termodinamik yasaları
ele alarak araştırma yapsak ve doğada bir olayın bu yasayı
çiğnediğini görsek o zaman bunu Tanrı mı yapıyor yoksa
açıklayamadığımız farklı yasalar mı var diyeceğiz? Tabii ki akla
uygun olan ikincisidir. Fakat bu yolla hiçbir zaman Tanrı’nın
varlığını bulamayız çünkü evrende her şeyin bilimsel olarak
“Nasıl?” sorusunun cevabı vardır.
Canlı sistemlerin nasıl oluştuğu hakkında kesin bir
bilgimiz yok. Entropinin arttığı evrende kendini kopyalayan,
entropiye direnen ve homeostaz yapan bir sistemin oluşması
ilgi çekici bir olaydır. Entropinin devamlı arttığı bir evrende iki
kararlı molekülün birleşmesi için o iki molekülü
birleştirebilecek yüksek bir enerji gerekir. Bu yüzden organik
moleküllerin bulunduğu bir göle yıldırım çaktığını böylece
bunların birleştiğini söyleriz. Eğer en basit canlı sistem

44
oluşursa gerisi kolaydır. Bu olayı incelerken eğer Tanrı’yı
bulmak isterseniz. Tanrı’nın tam da burada bir müdahalede
bulunduğunu söylersiniz. Tanrı’ya inanmamak isterseniz de
sadece bir yıldırımın neden olduğuna inanabilirsiniz. Bu
yüzden her konuda olması gerektiği gibi bu konuda da bir şey
istemeyin. Bu olayda gerçek şudur ki elimizde kesin bir bilgi
yok. Elimizde olan bilgilerle mantıksal muhakeme yapmalı ve
en akla uygun olanına inanmalıyız. Fakat yine de yanılma
payımızı gözden kaçırıp haddimizi aşmamalıyız. Bildiğini iddia
eden insan haddini aşmış bir cahildir. Bir kitap okuyan da cahil
olabilir bin kitap okuyan da.
Açıklaması olmayan şeyler üzerinden Tanrı’nın varlığına
kanıt aramak ne kadar saçma ise her şeye materyalist
mantıklı-mantıksız açıklama getirmeye çalışıp materyalizme
inanma isteği de o kadar saçmadır. Canlıların ve doğanın çok
güzel ve estetik duruşunun altında bir anlam da olabilir gayet
basit bilimsel bir açıklaması da olabilir.

***

Din, toplumu daha düzenli ve yaşanılabilir bir hale


sokmak niyetiyle üretilir. Niyet kötü değildir ve şimdiye kadar
sonuçlar da kötü değildi. Ama artık insanın bilgi birikimi dine
ihtiyaç duymuyor fakat din bu bilgi birikiminin ilerlemesinde
engel olduğu için dinin sonuçları kötü olmaya başladı. Bilim
su, din ise ateştir. Suyu ve ateşi nasıl kullanacağınızı

45
bilmezseniz zarar verebilirsiniz. Su ile insanları boğabilir ateş
ile yakabilirsiniz. Su ateşi söndürebilir, ateş ise suyu
buharlaştırabilir. Önce suyu nasıl kullanacağınızı öğrenip
sonra ateşi söndürmelisiniz. Su ile ateşi beraber kullanmaya
çalışabilirsiniz. Bir süreliğine kullanabilirsiniz de fakat zamanla
göreceksiniz ki ikisi birbirini engellemiyor görünse de
engelliyor.

***

Dinden çıkmak konusunda herkes korkar. Çünkü


bulunduğu dindeki Tanrı, “Eğer bu dine inanmaz ve bana karşı
gelirseniz sizlere çok şiddetli azaplar çektiririm, sizi
cehenneme atarım ve bu dünyada da asla mutlu olamazsınız”
diyerek insanı zayıf noktasından vurur. İnsan doğası gereği
yaşamak, mutlu olmak ve gelişmek ister. Bu tüm canlıların
temel yasalarıdır aslında. Homeostaz ve DNA’nın kendini
kopyalayabilme yani çoğalma özelliklerinden kaynaklanır.
Canlı sistemlerin bu özellikleri yüzünden insan ölümden ve
yok olmaktan korkar. Acı çekmek de ölümün habercisi
olabileceğinden vücudumuz ne olursa olsun acıdan kaçmaya
çalışır. İşte birçok konuda özgür düşünmemize engel
olabilecek olgular vardır.
İlk önce kendimizi tanıyıp korkularımızın ve zayıf
noktalarımızın farkına varmalıyız. Sonra da bu korkularımızı
gerektiğinde nasıl bertaraf edebileceğimizi öğrenmeliyiz.

46
Şöyle düşünün: Ya benim inandığım Tanrı da diğer
dinlerin inandığı Tanrı’lar gibi uydurma bir Tanrı ise ve
gerçekte var olan Tanrı bu uydurma Tanrı’ya inandığım için
beni cezalandırırsa. Benim inandığım Tanrı’nın doğru olup,
diğer dinlerin de inandığı Tanrı’nın uydurma olduğunun bir
delili var mı? Yok. İşte sadece bunu aklınıza sokmanız bile
özgür düşünmenizi sağlayacaktır.
Ya Tanrı evreni kendi yokluğunu kanıtlayacak şekilde
yaratmış ve insanları gerçeğe inanıp inanmama konusunda
imtihan ediyorsa.

***

Bilimin ilerlemesindeki en büyük hatta tek engel


uyduruk din ve etik yasalarıdır. Nietzsche Tanrının öldüğünü
söyledi fakat görüyorum ki hala ölmemiş, can çekişiyor ve
ölmemekte ısrar ediyor. Onu öldürmeliyiz ve asla
canlanmamalı. Tanrıyı öldürmemiz bir felakete neden
olmayacak. Elimize kan bulaşmayacak tam tersi insanlık
kanlardan, savaştan ve skolastik düşüncelerden temizlenecek.

***

Mutlu olmak ve mutlu olmayı istemek beşeri bir


özelliktir. Beşeri bir özelliğe göre hakikat aranmaz. Hakikati

47
arama amacın mutlu olmaksa saf hakikati bulamazsın. Hakikat
her şeyden bağımsızdır ve ona ancak beşeri duygularımızdan
sıyrılıp özgür düşündüğümüzde ulaşabiliriz ve bu çok zordur.
En azından bunu bilin ki mutluluk arayan filozofların düştüğü
hataya düşmeyin.
Yaşadığımız hayat bir oyun gibi fakat biz bu oyunun
içinde olduğumuz için bunu oyuna alıp rahat olmamalıyız.
Mutluluğu arzulamak yerine her şeyin ötesine ve en ötesine
ulaşmayı yani hakikati öğrenmeyi arzulamalıyız. Bunun için de
kendimizi acıya hazırlamalıyız. Bir bebek yürümeyi öğrenene
kadar kaç kere düşüp canı acıyor ve bir boksör dövmeyi
öğrenene kadar kaç kez dayak yiyip hastanelik oluyor. Fakat
bebek yürümeyi öğrendikten sonra artık düşüp canı acımıyor
boksör de şampiyon olduktan sonra dayak yiyip hastanelik
olmuyor çünkü artık bu ikisi de büyümüyor. Büyümek acıyla
olur. Eğer bir şey uğrunda acı çekiyorsanız ona
yaklaşıyorsunuz demektir. Bebek yürümek uğrunda boksör de
şampiyonluk uğrunda acı çeker ve acı çekmeleri hedefe
yaklaştıklarının göstergesidir. Hedefe ulaştıklarında ise acı da
biter ilerleme de. Yücelmek istiyorsanız bu uğurda devamlı acı
çekin. Bir boksör gibi korkusuzca ve bir bebek gibi kararlıca.
Yaşıtların iş güç sahibi olmuş, evlenmiş ve çocukları
olmuş, artık mutlular ve acı çekmiyorlar. Sen ise hala
şampiyon olmamış bir boksör gibi acı çekiyorsun. Bu hala
küçük olduğunu değil büyümeye ve yücelmeye devam ettiğini,
durmadığını gösterir. Mutlu olanlar ilerledikleri yolda durup
istirahat edenlerdir. Sen hiç durmuyor daima ilerliyorsun ve

48
mutlu olanlar senin çok gerinde kaldılar ve hatta bir süre
sonra gözden kaybolacaklar ve sen yalnızlığınla baş başa kalıp
daha çok ıstırap çekeceksin.

***

Yok olmaktan korkuyor ve daha çok yaşamak istiyorsan


yaşamalısın fakat gerçek manada. Mutlu ve rahat hissettiğiniz
anlarda mı yoksa ıstırap çektiğiniz anlarda mı yaşadığınızı ve
geçen zamanı hissediyorsunuz. Mutluluk ve rahatlık
zamanlarında zamanı unutursunuz, o eğlenceli zaman bitip
hayata geri döndüğünüzde zamana bakar ve nasıl da hızlı
geçti dersiniz. Aslında zaman hep aynı geçer de siz bazen
yaşamdan uzaklaşırsınız. Mutlu olunduğu kadar yaşamdan
uzaklaşılır ve ıstırap çekildiği kadar da yaklaşılır. Kişi ancak
başına musibet geldiğinde hayatını biraz olsun ciddiye alıp
üzerine düşünür. Daima mutlu olan kişi hayatı üzerine
düşünmeye gerek duymaz çünkü onun için bir sorun yoktur.
Bu sınırsız sorularla dolu hayatın farkına bile varmaz yazık.
En büyük ıstırap hiçbir şey bilmediğinizi anladığınızda ve
artık bir şeye şüphesiz inanamadığınızda başlar. Karşınıza bir
mucize bile çıksa şüphe duyarsınız bundan. Bilirsiniz çünkü
insanın acizliğini ve geçmiş tarihte şimdi basit açıklaması olan
olayların mucize olarak görüldüğünü. Şimdi gördüğün
mucizenin mucize olduğu ne belli. Ancak sen kendi

49
hayatından sorumlu olman gerekir. Ya sadece bilinen bilgiler
arasında en akla uygun ve gerçeğe yakın olanına inanırsın ya
da hiçbir şeye inanamaz daima ıstırap içinde kıvranırsın. İki
durum da iyidir. İyi olmayan, mutlu ve huzurlu olmaktır.
Huzur, sorunsuz ve tehlikesiz bir ortamda olur. Bu hayat
sonsuz sorun ve sorularla doludur. Tehlike olup olmadığı bile
bir sorudur aslında. Ölümden sonra ne olacağı sorusu bu
hayatın tehlikeli olup olmadığı sorusudur. İşte budur ıstırap.
Kendi ölümümüzden sonrasını bile bilmeyiz. Bize, ailemize,
dostlarımıza ve insanlığa ne olacağını bile bilemeyiz. Bildiğini
sanan insan mutlu ve huzurludur. Gerçeğin öğrencisi olmak ile
mutlu olmak arasında seçim yapmalısın. Bunlar ikisi arasında
sıra dağlar kadar fark bulunan olgulardır.
Bu hayatın hiçbir anlamı olmayabilir. Özgür irade
olmayabilir. Bu durumda iyi ve kötü kavramı da ortadan
kalkar.

***

Skolastik ve mitolojik tanrılar öldü, kokusu hâlâ


duyuluyor. Aptallar ise bu koku içinde onlara inanmaya
devam ediyor. Beyinsizlik böyle bir şey olsa gerek. Kokuyu da
mı hissetmiyorlar? Onlara kokudan bahsedince seni bir
taşlamadıkları kalır. Belki de acı çekmekten korkarlar. Annesi
ölmüş küçük bir çocuğun çaresizliği gibi tanrılarının öldüğüne
inanmak istemiyorlar. Belki de onların yaptığı daha iyidir

50
çünkü eğer hayat son derece anlamsız ise gerçeğin öğrencileri
boşuna ıstırap çekmiş olabilir. Ama eğer hayat son derece
anlamsız ise ve iyi kötü kavramları ortadan kalkıyorsa ne
mutlu olmak iyidir ne de mutsuz olmak kötüdür. O halde
hurafelerin esiri olup mutlu olmak mı? Gerçeğin öğrencisi
olup ıstırap çekmek mi?
Skolastik ve aptallık tanrıları öldü. Ölmeyen varsa
öldürün. Bunu bir bıçakla kanlı bir şekilde yapamazsınız, o
tanrılar kan akıtarak ölmez. Onlar yalan akıtarak ölür.
Yalanları kan gibi akıp göz önüne çıktığında ölürler. Bunun için
bıçak gibi darbeler vuran keskin gerçekler gerekir. Gerçekler
bıçak gibi olduğundan cahiller korkar. Kanın elinize bulaştığı
gibi onların da akan yalanları size bulaşmasın. Kandan daha
bulaşıcıdır ve zor silinir onların akan yalanları. Cinayete
hazırlanan bir kusursuz katil gibi hazırlanın o tanrıları
öldürmeye. Önce zırhınızı giyin. Bu gerçek zırh giymekten çok
daha zordur, giymesi yıllar alabilir ve belki de hiç
giyemezsiniz. Eğer akan yalandan koruyan zırhı giymesseniz
asla öldürmeye kalkışmayın o tanrıları yoksa siz daha ağzınızı
açmadan onlar sizin kellenizi uçurur ve söyleyeceğiniz etkili
sözleri bile söyleyemezsiniz.
Bu tanrılar belki de hiç ölmeyecek çünkü mutluluk
peşinde koşan insanlar oldukça kendisini masallarla uyutup
mutlu eden tanrılara inanlar daima olacaktır. Ve ölen bir
insanın ismini anarak onu yaşattığımız gibi bu tanrılara
inananlar onları yaşatacaktır. Belki de en iyisi onları
öldürmektir ancak bunu yaparsak akan kan bize bulaşabilir.

51
Bunu asla yapmayın. Hatta onlarla tartışmaya bile girmeyin
çünkü siz gerçeklerden de bahsetseniz yalanlarla dolu ve
kimsenin sizi dinlemediği bir ortamda haksız görünen daima
siz olursunuz.

***

Ne yapıyorsak ölümden korktuğumuz için yapıyoruz.


Buda’nın bedenini yenmeye çalışması, ölümden sonraki hayat
gibi kavramlar uydurmamız, bazı kimselerin kendi adlarını
tarihe yazarak ölümsüz olmaya çalışması gibi bir sürü örnek
verilebilir. Bize verilen acı çorbanın tadını çıkarmak yerine ya
daha fazla çorba istiyor ya da çorbanın acılığından şikayetçi
oluyoruz. Ne Buda bedenini yenebildi ne simyacılar
ölümsüzlüğü bulabildi. Mutlu olan biri varsa o da
kabullenendir. Schopenhauer’ın öğütlediği gibi yapandır yani
ölüm korkusunu yenendir. Bruce Lee’nin öğütlediği gibi
yapandır yani su gibi olan. Bruce Lee şöyle der: “Zihnini
boşalt. Su gibi formsuz, şekilsiz ol. Şimdi, suyu bir bardağa
doldurursan, su bardak olur. Onu çay demliğine doldur, o
zaman su çay demliği olur. Bak, su akar, yayılır, damlar ya da
parçalanır. Su gibi ol dostum.” İşte durumundan şikayetçi
olursan kaynar parçalanırsın.
İnsan doyumsuz varlıktır. Bu doyumsuzluk tadılan şey ne
kadar zevk veriyorsa o ölçüde artıyor. En sevdiğimiz şey

52
yaşamaktır. Acısıyla tatlısıyla yaşamak. Yok olmak en
istemediğimiz şeydir. Acı bile çeksek yok olmayı gerçekten
istemeyiz. Doyumsuzluk burada devreye girer. Bize bir
armağan verilmiştir: Yaşam. Bu armağanı bir süre tadacağız ve
her şey gibi o da bitecek fakat doyumsuzluğumuz yüzünden
bu armağanın kıymetini bilmeyip daha fazlasını istiyoruz hatta
bu durumu o kadar abartmışız ki armağanın bitecek olması
bize korku veriyor ve yaşadığımız her anı işkence haline
getiriyoruz. Halbuki korkulacak hiçbir şey yok, tam tersi
sevinilecek bir şey var ki o da armağan bitince biz de yok
olacağız ve armağanın yokluğunu tatmayacağız. Aslında bu iyi
bir şey de insan aciz işte, ne istediğini bile bilmiyor.
Victor hugo’nun şu sözü her şeyi gösteriyor aslında:
“Öldükten sonra yaşamak istiyorsanız; ya okumaya değer
şeyler yazın ya da yazılmaya değer şeyler yaşayın”
Nedir bu yaşam istenci? Sanatçıların bir eser bırakması
bile ölümsüzlük arzusundan, kahramanların destan yazdıracak
erdemler yapması bile ölümsüzlük arzusundan. Nedir bu
yaşam istenci? Nedir bu yok olma korkusu? Ahmaklık
etmeyin!
Ben bilimin öğütlerini dinliyorum ve bilim bana şunu der:
Kesin kanıtlarla sana sunulan şeye bile körü körüne inanma
yanılıyor olabilirsin çünkü bilim sürprizlerle doludur. Ve ben
hakikat ne ise onu söylerim. Ben hakikati bilmek uğruna tüm
ıstırapları göze almışım ve ne kendi mutluluğum ne toplumun
mutluluğu pek de umurumda değil. Bana en çekici gelen şey
hakikattir. Biz nasıl mutlu olacağımızı bile bilmiyorken hakikat

53
mutluluğumuzu bozuyor diye onu nasıl reddederiz? Bu akıl
alır şey değil. Hem mutlu muyuz sanki? Hakikat, mutluluk
değil; hakikat, toplumun huzuru değil. Birçok filozof sezgiyi ve
huzuru önemsemiştir. Sırf filozoflara olan saygımdan çok bir
şey demek istemiyorum fakat şunu bilin ki mutluluk ve huzuru
arzulamak kötülüklerin anasıdır.
Neden ahlaklı olmamız gerektiğini sorduğumda
kendimizin ve toplumun huzuru için cevabını alıyorum.
Toplum yalanlarla yaşamaktan huzur buluyorsa öyle huzur
olmaz olsun. Hakikatle yaşayalım da varsın ıstırap çekelim.
İnsan soyu tükendikten sonra çok gelişmiş varlıklar oluşursa
ve geçmişe bakıp insanları araştırınca bunlar huzur ve ahlak
için yalanlarla yaşamış demesinler, bunlar hakikat uğruna
cehennemi seçmişler desinler. Ahlaklı ve erdemli olmanın
kendisi amaçtır ve başka nedenlerle yapılmaz. Başka
nedenlerle yapılırsa erdem olmaz.
İnsan tarımla daha mutlu olacağını sandı fakat buğdayı
evcilleştirirken kendisi daha çok evcilleşip türlü türlü
hastalıklarla uğraştı. İnsan teknolojiyle daha mutlu olacağını
sandı fakat teknoloji ile ekosistemi bozup infeksiyoz
hastalıkları yaydı, CO2 yayarak ozonu inceltti, daha çok ürün
elde etmek için havaya kanserojen yaydı ve akciğerlerine
büyük zararlar verdi. Sigaranın bile faydalı olduğunu
sanıyordu. Şimdi de benim söylediğim şeylerin toplum
ahlakını bozacağını ve toplumda huzur kalmayacağını
söylüyor. Hakikat toplumun huzurunu bozmaz. “Yarım hekim
candan eder, yarım hoca imandan eder” derler. Yarım felsefe

54
de insanlıktan eder. Felsefe yapıyorsan büyük bir cesaretle
sonuna kadar yaparsın. Bir noktaya gelince küstahlık yapıp
toplumun huzuru için durmayacaksın. Toplumun nasıl huzurlu
olacağını sen mi bileceksin. Sen kendini Tanrı mı sanıyorsun?

***

Dağlarda ve ormanlarda gezmeyi çok severim. Hafta


sonumu ormanda geçirdim. Hava oldukça kapalı, soğuk ve
yağmurluydu. Gün boyunca hiç güneş görmemiştik ve gece
olunca uluma sesleriyle uyumaya çalıştık. Sabaha kadar uluma
ve yağmur sesi vardı. Sabah olunca uluma sesleri bitti. Sonra
yağmur şiddetlendi ve her şeyimiz ıslandı. O an asırlar önce
yaşayan güneşe tapan insanları düşündüm ve empati yapınca
aslında kendilerince haklı olduklarını anladım. Düşünün ki
anne ve babanız size güneşin kutsal olduğunu anlatarak
büyütüyor ve hayatınız benim kısa hafta sonu maceram gibi
geçiyor. Günümüz insanı için bir macera iken o insanlar için
hayatın ta kendisiydi. Güneşin kutsal olmadığını söyleyen kişi
buna karşı hiçbir kanıt gösteremiyor, insanlar güneş olmazsa
biz de olmayız diyor ve bu sözüyle haklılar. Güneşin battığını
söyleyen kişiye de bunun bir imtihan meselesi olduğunu
söylüyor ve güneşin yeniden doğacağını belirtiyorlar. İşte
bilim olmazsa yalanlara inanmamak için hiçbir neden olmazdı.
İlle de bir şeyi kutsal görecekseniz bilimi kutsal görün.

55
***

İnsan ya anlamın verdiği bir huzur ile yaşar ya ıstırapla


yaşar ya da boş bir mutluluk ile yaşar, şüphesiz ki ilk ikisi
üçüncüsünden iyidir.

***

Doğanın renklerinin uyumu ile şehirdeki renklerin


rahatsız edici uyumsuzluğu arasındaki bariz fark ilginçtir.

***

Bir şeyi çok ararsan öyle bir şey olmasa bile bulursun
(bulduğunu sanırsın). Hayatın bir anlamı yok. Tek sorunumuz
kabullenemeyişimiz. Görüyoruz ki maymunlar bir ağacı kutsal
kabul edip ritüel yapıyorlar. Maymunlar anlam üretmeye
başladı, insan anlam üretti ve ona şüphesiz inandı,
aşkıninsana doğru gidenler bir anlam olmadığını düşündü
fakat felsefe yoluyla anlamı bulmaya çalıştı, aşkıninsan ise
olgun kişiliğiyle acıya dayanabildi ve hiçbir anlam olmadığını
kabullendi. Acıya evet deyin, mutluluğa ve rahatlığa karşı
temkinli olun çünkü bunlar sizi aldatabilir ama acılar asla

56
aldatmaz. Onlar hayatın gerçeklerini gösterir ve hakikate
ulaşma konusunda en iyi yollardan biridir.

***

Schopenhauer’ın da bahsettiği gibi varoluşumuzdan önce


sonsuz bir zaman akıp gitti ve aynı şekilde varoluşumuzdan
sonra da sonsuz bir zaman akıp gidecektir. “Ölümden sonrası
için endişe duymak, doğumdan öncesi için endişe duymak
kadar saçmadır” Ünlü filozofun bu güzel tespiti bizim yok oluş
endişemizi bir hayli azaltır.
X’in sonsuza oranı sıfırdır. Var olduğumuz zamana “x”
dersek ve x’i ölümden sonraki sonsuz zamana oranlarsak x
sıfıra eşit olur. Aynı şekilde doğmadan öncesine oranlarsak x
yine sıfıra eşit olur. Sıfırın anlamı yok demektir. Yani
varoluşumuzu ele alıp incelediğimizde her hâlükârda sıfıra
yani yoka eşit olduğunu görürüz. Bize en sağlam bilgiyi
sağlayan şey matematiktir ve matematiğe göre aslında
varoluşumuzun değeri sıfırdır. Yol kenarındaki bir taşın değeri
neyse insanın değeri de odur. Evrende tüm şeylerin değeri
birbirine eşittir çünkü değerli olan bir şey yoktur. Eğer bir
Tanrı varsa değerli olmak ona mahsustur. Nasıl ki yol
kenarındaki bir taş hiçbir şey bilmiyorsa biz insanlar da hiçbir
şey bilmiyoruz. Yol kenarındaki taş ile biz eşitiz ve taşa göre iyi
ve kötü olmadığına göre bizim için de iyi ve kötü yoktur. Eğer
bir Tanrı varsa bilmek ona mahsustur, iyiyi ve kötüyü yalnız o

57
bilir. Yol kenarındaki taştan erdem olarak alçak veya yüksek
olabiliriz. O taş hiçbir şey bilmediğini bilmez, bir şey bilip
bilmediğini de bilmez. İnsan eğer bir şey bildiğini iddia ederse
taştan daha alçak olur ancak insan hiçbir şey bilmediğini
bilirse taştan daha bilgili ve erdemli olur. İnsan hiç
düşünmeler yapmayıp bilip bilmediğini de bilmez ise taşa eşit
olur. Fakat bu sadece insani bir bakış açısıdır. Belki erdem
denen şeyi de biz uydurduk. Hiçbir şey bilmediğini söyleyen
kişi, hiçbir şey bilmediğini bildiği için taştan daha değerli
olduğunu bildiğini iddia etmesi kendi içinde çelişmesine
neden olur. Descartes var olduğumuzu ispatlamıştır. Ben ise
var olmamızın hiçbir değeri olmadığını söylüyorum.
Hiçbir şey bilmediğiniz bir konu hakkında söylediğiniz bir
yargının yanlış olma ihtimali neredeyse yüzde yüzdür. Biraz
bir şey bildiğiniz bir konu hakkındaki söylediğiniz yargının
yanlış olma ihtimali ise neredeyse yüzde yüz olmasa da çok
büyüktür. Kâinat hakkında çok az bilgiye sahibiz -ki eğer
kâinatta sonsuz bilgi varsa oranlama yaptığımızda bir yargının
yanlış olma ihtimali kesindir. Eğer kâinatta sonsuz bilgi
mevcut değilse bile yargının yanlış olma ihtimali çok büyüktür.
O halde haddimizi bilmek bir yana hiç haddimizin olmadığını
bilmemiz gerekir.

***

58
Öğrenmekten zevk alıyorsan sana bir şeyler öğreten
olgulardan da zevk almalısın. Hayatın gerçeklerini en iyi
öğrenme yolu da acı çekmektir. O halde neden acı çekmekten
şikayetçi oluyorsun? Hakikate yaklaşmaktan şikayetçi olmak
zayıfların işidir. Zayıflar ki hakikati işitseler dahi onun verdiği
ıstıraptan korkarlar. Zayıflar ki kendilerinin, kendini kopyalan
DNA’dan ibaret olduğunu bilmez ve kendilerini önemli bir
varlık sanırlar. Bir insana ıstırap verirsen onun senden nefret
etme ihtimali yüksektir, hele bir de o zayıf kişiyse sana nefret
kusar ve seni boğazlamak ister ancak ıstırapların hakikate
yaklaşma konusunda en iyi yol olduğunu bilen kişi böyle
değildir. Bu bilgeler hayatın tüm acılarından haz duyar fakat
ayak takımının mutlu olduğu şeylerden sıkılır ve kaçarlar.
Hakikati öğrenmenin hazzı hayatın tüm acılarını çekmeye
değer.

***

Ölmekten korkuyorsun da asıl ölümsüzlükten korkman


gerek. Şu an sonsuza kadar sürecek bir hayat yaşadığını
düşün. Eğer sonsuza kadar yaşasaydık işte o zaman şiddetli bir
korku ve ıstırap yaşardık çünkü korktuğumuz bir olay başımıza
illaki gelecekti. Ebediyete kadar yaşayacağımız için her şeyi
yaşayacaktık illaki ve bize asıl ıstırap veren de bu olmaz mıydı?
Arthur Schopenhauer’ın söylediği gibi doğumdan önceki
geçen zaman hakkında korku ve endişe duymuyorsak

59
ölümden sonraki geçecek zaman için de korku ve endişe
duymamız mantıksız bir şeydir. Hayatı güzelleştiren ölümdür.
Filozofların felsefe yapmalarının nedeni ölümdür. İnsanların
birbirlerine bazen iyi davranmalarının sebebi ölümdür. Asıl
felaket insanların hakikati öğrenmesiyle değil ölümün ortadan
kalkmasıyla olur. Hakikat, bizim önemsiz, âciz ve yetersiz
canlılar olduğumuzu söyler ve bunu bilmemiz haddimizi
bilmemizdir.
Benim felsefe yapmamın nedeni korkumdur. Ben bu
konuda korkak ve kaygı doluyum. Korku çok iyi bir duygudur,
asla kötü değildir. Gerçek korkaklık kişiyi erdemliliğin zirvesine
ulaştırmaya iter. Asıl kötü olan korkusuzluktur. Hakikati
bilmemekten, yalanla ve erdemsiz yaşamaktan veya ölüm
sonrasından korkmamaktır. İşte kişiyi erdemli yapan
korkudur. Ölüm olmasaydı korku da olmaz ve erdem de
olmazdı. Aslında hayata ilk anlam katan şey ölümdür,
sonrasında ise ölümün insana verdiği hakikati öğrenme
dürtüsüdür. Bir hakikat var ve ben bunu öğrenmeliyim çünkü
hakikate göre yanlış yapıyorsam işte o zaman korkarım.
Hakikati öğrenme isteği de korkudandır ve bu korkuyu
yaratan şey ölümdür.
Aslında hakikati amaçlamak sadece korkudan değil
erdem amacıyla veya sadece meraktan da olabilir fakat
burada anlatmaya çalıştığım ölümün yararlarıdır.
Sevgilerimiz, sevinçlerimiz ve üzülmelerimiz biyolojimiz
yüzündendir. Âşık olduğumuz kişiye duyduğumuz sevgi
anlamsızdır. Aşk, anlamlı bir şey değil, türün devamı için

60
gerekli olan bir şeydir ve neredeyse her olgu gibi onun da
basit bilimsel bir açıklaması vardır. Yaşamayı, doğayı, kuşları,
suları ve ışıltılı yeşil ağaçları sevmemiz de bilimsel açıklaması
olan basit ve anlamsız olgulardır. Ölümden korkmamız ve onu
kötü ve çok kötü bir olgu olarak görmemiz de biyoloji ile
açıklanan bir şeydir. Basit bir bilimsel açıklaması olan yaşam
istencinize kanıp ölümden korkmayın. Ölüm belki de en güzel
şeydir fakat duygularımız o kadar ağır basıyor ki bunu özgürce
düşünemiyoruz. Aşıklar sevdiğini hırsızlık yaparken bile görse
duyguları o kadar ağır basar ki utanmasalar hırsızlığın kötü bir
şey olmadığını söyleyecekler. İşte yeterince özgür
düşünemiyoruz.
Konu özgür düşünceye gelmişken şunu belirtmek isterim:
ne babam ne annem ne de soyumdan biri hakikatçidir. Tam
tersi hepsi cahil ve annem hariç hepsi bağnaz ve hakikat
düşmanı mutlulukçulardır. O halde hakikat uğrunda
cehennemi göze almam genetiğimin veya fizyolojimin dürtüsü
değil benim cesur tercihimdir. Yani özgür düşünmek en
cesaret gerektiren zor bir şey olsa da bu bizim tercihimizle
mümkün olabilir.
Ölümü düşünürken de duygularının farkına varıp düşün.
En bilge kişi kendini en iyi bilendir.

***

61
Dünya, Güneş’e göre küçük, Ay’a göre büyük, aslında ne
küçük ne büyük. Odanda rahat bir pozisyonda olduğunu veya
bunu okurkenki durumunu düşün. Bir de başının şiddetli bir
şekilde ağrıdığını düşün. Başının ağrıması durumu şu anki
durumundan daha kötü. Şırıl şırıl akan bir şelalenin altında
dünyanın en güzel kızıyla beraber olduğunu düşün. Başının
ağrıması kötü bir şeydi değil mi? O zaman şu anki durumun da
kötü çünkü şu anki durumun o şelalenin ve dünyanın en güzel
kızının yanında olan durumundan daha kötü. Başının
ağrıdığını düşün bir de kanser olduğunu, başının ağrıması
daha iyi. O halde baş ağrısı iyi mi kötü mü? Dünya küçük mü
büyük mü?
“Bütün olasılıkları yaşadığımız saçmalıklara göre
değerlendiriyoruz. Daha iyi ve daha kötü. Bence insan
muammadan başka bir şey değildir. Ne istediğini asla
bilemeyecek. İkinci bir şansa sahip olsa bile.”
Desiderius Erasmus’un şu sözünü hatırlatıp devam
edelim: “Körlerin ülkesinde tek gözlü insan kral olur”
İyilik yapmak yapmamaya göre iyi, kötülük yapmak hiçbir
şey yapmamaya göre kötü, hiçbir şey yapmamak iyilik
yapmaya göre kötü (örneğin aç bir kediyi doyurmayanın kötü
olması gibi), aç bir kediyi doyurmak tüm açları doyurmaya
göre kötüdür. Örneğin tüm insanlar 100 aç doyursaydı ben
sadece bir aç kediyi doyursaydım ben kötü ve hatta en kötü
insan olmuş olurdum. Tüm insanlar kedileri öldürseydi, ben
hiçbir şey yapmasaydım en erdemli insan ben olmuş olurdum.
O halde dünya ne küçük ne büyüktür. Baş ağrın ne iyi ne

62
kötüdür. Ben ne iyiyim ne kötüyüm ben bir hiçim. Ben sadece
kendini kopyalayan DNA molekülüyüm. İşte hakikat,
Nietzsche’nin de dediği gibi iyinin ve kötünün ötesinde.

***

İyi ve kötü diye bir şey olmadığını anlattım. Eğer bir Tanrı
varsa ona göre zaten iyi ve kötü diye bir şey olmayacağı gayet
açıktır. O halde Tanrı’nın iyi olduğunu hangi ahmak söyledi?
Tanrı bize göre kötü de olabilir. İyilik yaptığımızı
düşündüğümüz halde bizi cehenneme de atabilir. O’nun işine
asla akıl erdiremeyiz. O’nun bizim düşünebildiğimiz küçük
işlerle uğraşacağını düşünmüyorum. Tanrı ile iyiyi, dini,
imtihanı ve ölüm sonrası yaşamı birbirlerinden ayrılmaz
olgular haline getirmişiz ve hâlâ daha böyle yapıyorsak
gerçekten de ahmağızdır. Tanrı varsa bir imtihan yapıyor ve
imtihanı kazananın cennete gideceğini söylüyoruz da bence
bizim şu anki asıl sorunumuz yok oluşu kötü görmemiz. Yok
olmak hayat kadar güzel bir şeydir. Her şeyi dozunda
bırakmak gerek. Yaşayacağız, hayatın zevklerini ve acılarını
tadacağız ve artık ölümün gelmesi gerekecek ve tam
zamanında gelecek. Bir hastalık veya bir felaket bize acı verir
fakat bu hastalık veya felaket aşırı durumlarda olursa
vücudumuz buna dayanamaz ve ölür. Ben bu olaya şu açıdan
bakıyorum: aşırıya kaçan acı durumlarından doğa bizi kurtarır.
Bilincimiz yok olur ve acı da biter.

63
Doğayı acımasız olarak görüyordum fakat pek de
acımasız sayılmazmış. Şunu belirtmek isterim ki insanın
yaşaması için ille de uyacağı kuralların olması gerekir. Ya
doğanın kurallarına uyarız ya da yine doğanın kurallarına
uyarak biraz da dini kurallara uyarız. Tamamıyla doğanın
kurallarına uymak ile biraz uymak arasında fark vardır. Hiç
uymazsak zaten ölürüz ve bu da intihar olur ve intihar etmek
konusuna değinmiştim. İnsan sürüler halinde gezen bir
hayvandır ve bu sürüdekiler ne kadar kendi aralarında uyumlu
olursa o kadar iyi yaşarlar. Bu doğanın kanunudur ve
medeniyeti, kibarlığı, barışı ve centilmenliği doğuran da bu
kanundur. Yani bugüne erdem sandığınız şeyler aslında
doğanın bize zorladığı ve bizi ya yaparız ya ölürüz durumuna
düşürdüğü doğa kanunlarıdır. Uyulabilecek doğa kuralları var
fakat bir de benim dikkatimi çeken ve o konuyu ayrı bir zaman
anlatmak istediğim özel bir şey var; Bilim. Bilimin öğretileri
sanki bir din öğretisi gibi.
Konumuza dönersek doğanın yaptıkları aslında çok güzel
şeylerdir. Örneğin doğal seçilim mükemmel bir disiplin
uygulamasıdır. İşe yaramayanlar ölür ve molekülleri
ekosisteme karışır. Bu gerçekten de çok iyidir. Keşke
insanlarda da bu durum olsa da ahmaklar ölse. Toplum
yararına bir meslek icra etmeyenler ölse ve molekülleri
ekosisteme karışırsa. Örneğin çocuk tecavüzcülerinin
öldürülüp cesedinden yararlanılması gerekirken onlar
hapishanelerde besleniyor ama fikirleriyle yolumuzu
aydınlatabilecek bazı dâhi filozoflar öldürülmeye çalışılıyor.

64
İnsan ne kötülük yapıyorsa kendini önemli bir varlık
sanmasından ötürüdür. Kendini ve kendi uydurduğu dinini
önemli sanarak başkalarına baskı yapıyor. Keşke kendisinin
kendini kopyalan DNA’dan ibaret olduğunu bilse de
yeryüzünde bu kadar azgınlık yapmasa. Hiçbir ateistin veya
agnostiğin inancı uğruna intihar bombacısı olup masum
insanları öldürdüğünü görmedim. Ancak ölümden sonraki
yaşamdan emin olan kişi bunu yapar. Tıpkı kuranın birçok
ayetinde tekrar edildiği gibi “O müminler ahirete kesinkes
inanırlar” (Örneğin Neml suresi üçüncü ayet). Bilimin
öğretilerinden biri de şudur: Hiçbir şeye kesinkes inanma
çünkü her zaman yanılıyor olabilirsin.
Bir ağaç eğer biz ahmak insanlar gibi sonucunu
düşünmeden ölümsüz olmayı dileseydi ve bu dileği gerçek
olsaydı ebediyen büyür ve ormanda büyük bir yer kaplayarak
diğer bitkilerin büyümesine engel olurdu. Doğa herkese eşit
davranır. İnsan, hastalıkları bitirmek için elinden geleni
yapıyor. Laboratuvarda hayvanlar üzerinde türlü türlü
deneyler yaparak bakterilere karşı türlü türlü ilaçlar üretiyor.
Yani yaşamak için kendisi dışındaki canlılara acımıyor. Peki
şimdi sen bu insanın ölümsüz olmasını mı istiyorsun?
Ahmaklık etmeyin dostlarım insan ne kötülük yapıyorsa daha
iyisini istediği için yapıyor. Ölümsüzlüğü istemek boş bir
arzudur.
İnsan doğanın temiz ve sağlıklı ortamında yaşarken orada
yaşamanın fiziksel zorluğundan şikayetçi olup şehirleşti ve
şimdi de şehrin boğucu ortamından şikayetçi olup ormanlara

65
gidiyor. İnsan böyle aciz işte. Daha ne istediğini bile bilmezken
benim söylediklerimin toplumun huzurunu bozacağından
bahsediyor. Eğer bir toplumun düzenini ve huzurunu sadece
din ile sağlayabiliyorsanız o toplumun şempanze sürüsünden
hiçbir farkı yoktur. Tahmin ediyorum ki toplum dinlerin
çelişkilerle dolu olduğunu anlayacak ama dinsiz
yapamayacaklar ve bilim bir din olacak fakat insan yeterince
gelişirse bir dine ihtiyacı kalmayacak. Bunu söyleyen ben bile
hâlâ o kadar geliştiğimi düşünmüyorum. Yani ben de anlamsız
yaşayamıyorum fakat aşkıninsan anlama ihtiyaç duymayacak.

***

Sonsuza kadar yaşasaydık bir şeyin anlamı kalır mıydı?


Sonsuza kadar mutlu olsaydık mutlu olabilir miydik? Ölüm
olmasaydı kıymet olur muydu?
Yaşamak için hayatımıza bir anlam, bir amaç arıyoruz.
Mesela cennete gitsek orada hayatımızın anlamı ne olacak ki?
Orada da anlamsızlık ve amaçsızlık ıstırabına düşmeyecek
miyiz? Kısacık ve ıstırap dolu bir ömrün ödülünü mü
istiyorsun? Sen elindeki ödülü ıstırap sanıp bir ödül istiyorsun.
Ne kadar da acizsin. Ne istediğini bilmiyorsun aslında.

66
67
Erdem nedir?

Aristoteles, Sokrates ve Platon’un erdem tanımlarını


inceledim. Onlar erdemi, mutluluğu ve iyiyi amaç alarak
tanımlamışlar. Aristoteles erdemi iyiyi baz alarak tanımlamış
ve aşırıya kaçmamak, dengede olmak, cömertlik gibi iyi
sayılan şeylere erdem demiştir. Fakat bu şüphelidir çünkü iyi
ve kötü izafidir. Bir eylemin iyi olması erdem olduğu anlamına
gelmez. Bir şeyin iyi olduğuna karar vermek kişisel bir
yanılsamadır. Erdem dediğimiz davranışın doğruluğu
kanıtlanmış olması gerekir. Aristoteles’in erdem tanımı
kanıtlanmış değildir.
Sokrates erdemin bilgelik olduğunu söylemiştir ve bunu
şu şekilde açıklamıştır: kimse bile bile kötülük yapmaz. O
halde herkes kötülüğün ve iyiliğin ne olduğunu bilirse kimse
kötülük yapmaz demiştir ve buradaki asıl önemli olananın bilgi
olduğunu anlamış ve erdemin bilgelik olduğunu söylemiştir.
Bu tanım zekice bir tanımdır fakat görüyoruz ki insanlar haz
uğruna bile bile kötülük yapabiliyorlar. Örneğin bazı
Müslümanlar alkol içmenin ve zinanın kendi dinine göre yanlış
olduğunu bildiği halde anlık haz uğruna bu davranışları

68
yapabiliyorlar. Onların münafık olduğunu düşünebilirsiniz.
Fakat tek örnek bu değildir. Kendinizi takip ederek de insanın
bile bile kötülük yapabileceğini anlayabilirsiniz. Yanlış
olduğunu düşündüğünüz bir şey eğer haz ve mutluluk
veriyorsa bazen arzularınıza yenilerek bile bile yanlış
yapabilirsiniz. Bir de Sokrates, Aristoteles’in dediği gibi
teorikte kalmıştır. Halbuki erdem, Aristoteles’in de dediği gibi
sadece bilmek değil yapmaktır.
Platon erdemin ruhun düzeni olduğunu söylemiştir.
Ruhun düzeninden kast ettiği şey ise doğasına uygun
olmasıdır. Fakat bu da doğruluğu kanıtlanmış bir şey değildir
ve görecelidir. Spinoza erdemi Tanrı’nın varlığına
dayandırarak tanımlamış sanki Tanrı’nın varlığından şüphe
yokmuş gibi. Arthur Schopenhauer erdemi doğanın ve
insanların bütünleşmesine yani toplumca tek bir birey olmaya
dayandırarak ve geleneksel tanımlarla tanımlamış. Örneğin
cesaretin erdem olduğunu söylemiş. Bu söylem geleneksel bir
şeydir. Nietzsche ise güç istencini temel alarak tanımlamıştır.
Ona göre güce hizmet eden şey iyi, zarar veren şey ise
kötüdür. Güç istencinin doğru olduğunun kanıtı yoktur. Bu
sadece evrimle oluşan bir dürtüdür.
Descartes ilk muvakkat(geçici) bir ahlak oluşturmuş
sonra kati (temelli) bir ahlak oluşturacakmış fakat buna ömrü
yetmemiş. Bence geçici ahlak oluşturmayıp değerleri yıkıp
baştan inşa etmeye çalışsaydı bu daha kolay olacağından ve
Descartes’in zekâsına güvendiğimden ömrü yeterdi diye
düşünüyorum. Descartes buna ömrü yetmemiştir fakat kati

69
ahlaka temel olacak esaslardan bahseden eserler bırakmıştır.
Bu eserlerinde şunları söyler: “Hayatın her fırsatında yapmak
ve yapmamak gerekeni bilmek için her zaman elden geldiği
kadar, düşünceyi kullanmaya çalışmaktır”, “…aklın örgütlediği
her şeyi ihtiras ve iştihalara kapılmaksızın yerine getirmek
için, sağlam ve sabit bir karar sahibi olmaktır”, “Bence fazilet
bu karar sağlamlılığı olsa gerektir, bununla beraber şimdiye
kadar onu bu şekilde anlayan bir kimse de tanımıyorum:
Hâlbuki o, türlü türlü şeylere şamil olduğundan, birçok
çeşitlere ayrılmış ve dolayısıyla başka başka adlar almıştır.”,
“Fakat fazilet akılla aydınlanmadığı zaman yanlış olabilir, yani
iyi yapmak irade ve kararı, bizi iyi sandığımız kötü şeylere de
götürebilir”, “…böylece elden geldiği kadar, akla göre hareket
ederken, elde olmayan bütün nimetlere tamamıyla
gücümüzün dışında şeyler gözüyle bakmak ve bu yolla onları
hiçbir zaman arzu etmemeye alışmaktır. Zira memnun
olmamıza engel olan biricik şey, arzu, esef veya nedamettir”
Descartes erdemi bu sözlerle tanımlamıştır. Bu sözleri oldukça
doğrudur. Akıl erdeme götürürken duygular, arzular ve hırslar
erdemsizliğe götürür. Descartes maalesef temelli ahlakı
üretmeye ömrü yetmemiştir. Sokrates’in bilgelik erdemdir
demesi ve Descartes’ın da erdem aklı kullanmaktır demesi her
ne kadar doğru olsa da ikisi de erdemin ne olduğu sorusuna
yeterince açıklık getirememiştir.
Kant ise erdemli eylemlerin neler olduğunu açıklamamış
fakat şu sözleriyle çok önemli bir noktaya parmak basmıştır:
“Doğru olanı yap çünkü doğrusu budur.”, “Bir eylemin ahlaklı

70
sayılabilmesi için hiç bir çıkar taşımaması gerekir.”. Kant bu
sözleriyle erdemin kendisinin amaç olduğunu benden önce
dile getirmiştir. Kant’ı okumadan önce de erdemin amaç
olduğunu düşünüyordum. Hatta sırf Aristoteles’in erdemin
eudaimonia’ya (mutluluk) ulaşmak için yapıldığını
söylemesinden dolayı onun erdemsiz olabileceğini
düşünmekten kendimi alamıyordum. Kant bu konuda bir hayli
zekice doğruları söylemiştir. Erdemin kendisinin amaç
olduğunu başka yazılarımda kanıtlamaya çalışacağım.
Görüldüğü gibi hiç bir filozof şüphesiz ve açık bir şekilde
doğru ve yanlış eylemleri açıklamamıştır. Ben ise şüphesiz bir
temele dayandırmak isteyerek araştırmalar ve sorgulamalar
yaptım ve sonuçta şüphesiz bir temel bularak gerek direkt
gerek usa vurmalarla şüphesiz tanımlar yaptım. Bu
sorgulamalar sonucu vardığım bilgiyi direkt vermek yerine bu
bilgiye varana kadar sorgulama sürecimdeki düşüncelerimi ve
sorularımı da yazarak sokratik yöntem benzeri bir anlatım
yaptım. Vardığım bilginin anlaşılmasını istediğim için beni o
bilgiye ulaştıran basamakları da yazarak anlaşılmasını
kolaylaştırdım.

***

Daha öncesinde iyilik ve kötülük kavramlarını bize


tanımlanan şekilde tanımlamış ve aksinin toplumun düzenini
ciddi şekilde bozarak bir yıkıma sebep olacağı için doğru bir

71
tanım olmayacağını söylemiştim. Şunu fark ettim ki bu
tanımların amacı doğruluk değil toplumun düzenini
sağlamaktır. İyilik nedir? Doğru davranış nedir? Bu soruların
sağlam bir cevabını bulmak gerekir. İsterseniz kendi
tanımlarımı çürütmekle başlayayım:
İyilik: Başkasına karşı yarar sağlayan bir davranıştır.
Kötülük: Başkasına karşı zarar veren bir davranıştır.
Eğer bu tanımlar yanlış ise tam tersi tanım yaparsam
insanlığın sonu gelir demiştim. Fakat farklı bir açıdan
düşününce isterse insanlığın sonu gelsin ve ne olursa olsun
hakikat neyse onu dile getirmek gerektiğini anladım. Yani bu
tanımlar toplum düzenini sağlamaya yönelik diye kesin
doğrudur diyemeyiz. Şüphesiz bir tanım gerekir.
Doğruluğundan tek şüphe olmayan şeyin felsefe yapmak
olduğunu söylemiştim. İşte bir din felsefe yapmanın yanlış
olduğunu söylüyorsa o dini çöpe atın. Din felsefi soruların
neredeyse tamamına cevap verir ve hayata anlam katar. Bu
sebeple hangi dini ele alırsak alalım aynı sonucu verir. Yani
herhangi bir eşyaya din dersek bile durum böyle olabilir.
Bundan mütevellit şunu sorabilirsiniz: Bilime din diyerek
felsefi sorulara cevap veriyorsun da bilimin din olduğunu
nereden çıkardın? Herhangi bir eşyaya din diyelim; örneğin
şu içinde kitaplar olan tahta dolap bir din olsa yaşlıya yardım
etmek doğru mu olurdu yanlış mı? yardım etmezsek ve
toplumun düzeni bozulursa tahta dolaba zarar gelir mi? Tahta
dolabın çevresini demirle örersek yaşlıya yardım edip

72
etmemenin hiçbir önemi olmaz. Aslında ben bilime din
dediğimde de yaşlıya yardım etmek eskisine göre o kadar
önemli olmuyor. Örneğin yaşlıya yardım etmek toplumu daha
yaşanılabilir yaptığı için bilime de zaman ayrılır ve bilim ilerler.
Bu yüzden yardım bir erdem olarak görülebilir fakat yaşlı
insana yardımla uğraşırken o kişi bilime vakit ayıramıyor ise
bu sefer bu davranış günah olabilir. Yani bilime din demekle
herhangi bir şeye din demek aynı değildir çünkü bilimin bir
ayet bir din olduğunun birçok belirtisi olduğunu
düşünüyorum. İçinde kitaplar olan tahta dolabın dine benzer
ne tarafı olabilir ki? Fakat yine de bu şekilde doğru ve yanlış
eylemleri şüphesiz temellere dayandırarak şüphesiz tanımlar
yapamıyoruz.

***

Doğruluğundan tek şüphe olmayan şey doğruyu yani


hakikati aramaktır. Hakikat nasıl aranır peki? Soru sorarak
tabii ki fakat bu tek başına yeterli değildir. Bizi cevaba yani
doğruya götürecek şeyler de gereklidir. Bunlar bilim ve akıldır.
İngilizlerin bilime en katkıda bulundukları zaman
ekonomilerinin en güçlü olduğu zamandır. İngilizlerin tek
problemi skolastik oluşları ve Hristiyanlıktır. Bu da akıllarının
özgürce düşünememesine sebep olmuştur. Bilim yani
deneyler akılla beraber kullanılarak doğruya ulaşılır.
Osmanlı’nın bilime en katkıda bulunduğu zaman, Osmanlı’nın

73
altın çağı denilen zaman yani topraklarının en geniş olup
ekonomisinin en güçlü olduğu zamandır. Bu çağda tıp, kimya,
astronomi, matematik, felsefe ve daha nice ilime katkıda
bulunulmuş ve doğruya ilerlenilmiştir. Yunanların bilimi ve
felsefeyi doğurduğu zaman ege denizini çevreleyen toprakları
barındırıp refah seviyesinin ve ekonomisinin iyi olduğu
zamanlardır. Yunanlarda en önemli etken dinlerinin semavi
dinler gibi baskıcı olmamasıdır. Bu konuyu ayrı bir kitapta tüm
imparatorlukları ve milletleri inceleyerek ele alacağım.
Bilim insanlarının ve filozofların yaşamlarına baktığımızda
görüyoruz ki kaliteli ve bilime ve en azından düşünmeye bol
vakit olan bir yaşam sürmüşlerdir. Bazı filozoflar kötü hayatlar
yaşamışlar fakat bizi felsefede daha sağlam temellere
dayandırarak düşünmemizi sağlayanlar daha düzgün ve
olanaklı hayatlar sürmüşlerdir. Bir kişinin bilim ile uğraşması
için özgür ve kaliteli bir yaşam sürmesi gerekir. Kaliteli bir
yaşam için ise toplumun mutlak bir düzen içinde olması
gereklidir. Tarih boyunca devlet yönetimi için çeşitli fikirler ve
ideolojiler üretilmiştir. Hiçbiri kusursuz değildir. Bu rejimler
bilimde ve felsefede ilerlemeyi amaçlayarak düzenlenir ve
uygulanırsa üstün bir kalitede olacaktır.
Eylemlerimizin doğruluğunu ve yanlışlığını kesin olarak
bilebilmemiz için bir referans gerekir. Eğer şüphesiz bir tanım
arıyorsak kaynak aldığımız şeyin de şüphesiz olması gerekir.
Doğruyu aramanın doğruluğundan şüphe olmadığına göre ve
bize asıl doğruları gösterecek şey hakikat olduğuna göre o
halde hakikati arama yolunun da doğruluğundan şüphe

74
yoktur. Sorular ne kadar önemliyse o sorulara cevap veren ve
daha yeni ve kaliteli sorular doğuran cevaplar da o kadar
önemlidir. Şimdilik şunu diyebiliriz: Doğru ve yanlışı ayırt
edebilmek için kaynak noktamız doğruyu aramanın
doğruluğundan şüphe olmayışıdır. Bizi doğrulara götüren
felsefe ve bilim olduğuna göre bilim ve felsefenin ilerlemesi
için yapılan eylemlerin doğruluğundan şüphe yoktur.
Toplumun düzeni bilimin ilerlemesi için son derece
önemli olduğuna göre toplumun düzenini sağlamaya yönelik
eylemler de önemlidir ve doğrudur. Çünkü doğruyu aramanın
doğruluğundan şüphe olmadığı gibi direkt veya dolaylı olarak
doğruyu arama yoluna katkıda bulunmanın doğruluğundan da
şüphe yoktur. Yani bugüne kadar iyilik diye tanımladığımız
eylemler genel olarak doğrudur. Fakat özgür düşünmeyi
engelleyen her şeyin, özellikle de dinlerin yanlış olduğunu
burada kanıtlamış oluyorum. Dinler toplumun düzenini
sağlamak için üretilmiş fakat doğruyu arama yoluna engel
olmuştur. Yani asıl amaç toplumun düzeni değil doğruya
ulaşmak ve doğruya ulaşma yolunun ilerlemesi olmalıdır.
Toplumun düzeni bu uğurda bir araçtır.
Toplumun düzenini bozmak bilime katkıda bulunmayı
engeller. Bilime katkıda bulunmayı engellemek doğruya
ulaşmayı da engeller. Doğruyu aramaya engel olmanın da
yanlışlığından şüphe olmadığına göre toplumun düzenini
bozacak eylemlerde bulunmanın yanlışlığından şüphe yoktur.
Böylece bugüne kadar belirtilen toplumun düzenini bozmaya
yönelik davranışların da kötü olduğunu söyleyebiliriz.

75
Camiler yerine laboratuvarlar, kütüphaneler ve toplum
düzeni ve sağlığı için uğraşan hizmet sektörleri bulunacaktır.
Hakikatler ilk öğrenildiklerinde insana bir acı yaşatsa da
aşkıninsanların olduğu bir dünyada mutlak kaliteli yaşam
olacağı için kimse bunalıma girmeyecektir. Düşük
düşünülmeyecek aşkın düşünülecektir ve aşkıninsan üzülmez
beşeri şeylere. Hakikati amaçlayan bir toplum, sağlıklı olup
daha kaliteli yaşayıp bilime ve felsefeye daha fazla katkıda
bulunmak için sağlığa zarar veren sigara, alkol ve şekerli
gıdaları ellerinden geldiğince tüketmeyecektir.
Amacım ne toplumun düzenini sağlamak ne de düzenini
bozmak. Beni insandan nefret ettiren topluma ne olacağı
umurumda bile değil. Ben hakikat uğruna bu kadar acı
yaşamışken bu saatten sonra zaten mutlu olarak vakit
kaybetmem, acılarla hakikate yaklaşmaya devam ederim. Ben
çektiğim ve çekeceğim acıların ödülünü almak isterim ve bu
ödül isteğim düşük bir istek değildir. İstediğim ödül bilgidir.
Eğer bir insanın bilime ve felsefeye, en azından topluma
hiçbir yararı yoksa onu öldürmenin hiçbir sakıncası yoktur.
Tam tersi erdemdir. Öldürmenin nesi erdemdir diyenlere
şunu hatırlatmak isterim: Siz karnınız doysun diye başka
canlıyı öldürüyor ve bunda bir sakınca görmüyorsunuz. Ve
benim bu savunduğum tanımlara karşı ellere tutulur hiçbir
kanıtınız da yok. Ancak kendi uydurduğunuz ama delicesine
savunduğunuz geleneksel değerleriniz var. Başka canlıyı
öldürüp yemenin doğanın bir kanunu olduğunu
söylüyorsunuz. Topluma hiçbir yararı olmayan, boşa oksijen

76
ve besin tüketen ahmakların ve yaşlıların öldürülmesi ise
doğadan daha üstün olan hakikat yolunun bir kanunudur.
Yaşlıların bilgeliklerinden yararlandığımızı düşünseniz de
ölüme yakın olan çoğu yaşlı çevresine zarar vermekten başka
hiçbir işlevi yoktur. İnandığınız din size bunu emretseydi
düşünmeden yapardınız. Ki çoğu dinde işkenceli ölüm cezaları
vardır. Örneğin Sünnilik ve Şiilik dininde (Sünnilik ve Şiilik dini
diyorum çünkü Sünnilik ve Şiilik mezhep olmaktan çok İslam
ile ve birbirleriyle çelişen başka dinler haline gelmiştir.) kendi
iradesiyle zina yapanların taşlanarak öldürülmesi emredilir ve
birçok yerde bu uygulanır. Hatta benim gördüğüm kadarıyla
sadece kadına uygulanmıştır. Zina yapan kişi bir meydanda
toplum tarafından, çoluk çocukla beraber öldürülene kadar
taş atılır. Böyle insanlık dışı bir uygulama hurafelerin
ürünüdür. İnsanlık suçu işleyenlere bakıyorum da genellikle
hayatın bir anlamı olduğuna inanıyor ve yaptığı suçların da bu
anlamın bir emri olduğunu söylüyor. Varoluşsal nihilist bir
kimsenin bile Cengizhan, Hitler veya Amerika gibi katliamlar
yapacağını düşünmüyorum. O sadece anlamsızlığın verdiği
ıstırapla kabuğuna çekilip hayatın acılarını kabullenmeye
çalışıyordur.
Dinler toplumu düzene sokmak için üretilmiş fakat
yalanlarla dolu olduğu ve çelişkiler barındırdığı için başarılı
olamamışlardır. İngilizler Hristiyanlık, Türkler İslam, İsrailliler
de Yahudilik adı altında kim bilir kaç insanı öldürmüştür. Fatih
Sultan Mehmet’in savaş çıkarıp İstanbul’u fethetmesi İslam’a
göre büyük bir başarı olarak görülüyor ve benim bu eleştiriyi

77
yapmam bile onların sinirlerini zıplatıyor. Dindarların bana ve
insanlığa karşı yaptıkları sinirlerimi zıplatmazken o kendini
bilmez mutaassıplar azıcık eleştiri aldıklarında
barbarlaşıyorlar.
Hitler, Yahudi’ler başta olmak üzere birçok insanı
öldürdü fakat belki o ölen insanlardan biri büyük bir filozof
veya bilim insanı olup hakikat yoluna katkıda bulunacaktı veya
büyük bir sanatçı olup filozof ve bilim insanlarına ilham ve
motivasyon verecekti. Hitler, Fatih Sultan Mehmet’in kendi
çıkarlarına dini alet etmesi gibi o da Nietzsche’nin üstinsan
felsefesini alet ederek ırkçı katliamlar yapmıştır.
Hakikati arama yolunda döktüğüm göz yaşlarını
biriktirebilseydim en az birkaç kova dolardı. Büyürken
yapraklarını döken bir ağaç gibiyim. Nasıl ki ağaç döktüğü
yaprakları önemsemez ve sadece güneşe yaklaşarak daha
fazla ışık almayı amaçlar ve daha fazla ışık aldıkça da büyür.
İşte ben de o ağacın güneşe yaklaşması gibi hakikate
yaklaşıyorum ve hakikatin verdiği ışık ile büyüyorum ve daha
fazla yaklaşıyorum ve daha çok aydınlanıyor ve daha çok
büyüyorum. Bir ağacın görkemine ulaşması için fırtınalı
havaya ihtiyacı vardır, benim de öğrenip büyümem için acılara
ihtiyacım var.

78
79
İyilik yapmak insanın yok olduğu bir zamanda yoktur
fakat hakikat her zaman vardır ve onu aramak ve bilmek
erdemlilik ve asilliktir. İntihar asil görünebilir fakat âcizliktir.
Asıl asil olandan mahrum olmaktır, hakikat yolunu
bırakmaktır. İyiliğin tanımını insanın ürettiği şeyleri referans
alarak yapmak gelişmemiş beyinlerin sonucudur. Gelişmiş
beyinler, ahlak felsefesinde düşünürken her şeyi sıfırdan ele
alır. Fakat filozoflar bile bu konuda çoğunlukla hataya düşerler
ve duyguları baz alarak iyiliğin tanımını yaparlar.
Hakikati sevmek iyidir. Hakikat ahlaksız ve kötüyse
ahlaksızı ve kötüyü sevmek iyidir. Görüldüğü gibi hayatta tek
doğru ve iyi hakikattir. O halde bu tek doğru üzerinden
eylemler değerlendirilmelidir. Hakikati bilmediğimize göre tek
doğru onu aramaktır. Materyalizme kesinkes inanıp erdemler
yapmak ahmaklıktır. Bir şeyin anlamı yoksa o anlamsızlıktan
anlamlı eylemler yapmaya çalışmak boşa yumruk sallamaktır.
Bilim bize “Hiçbir zaman bildiklerine kesinkes inanma
yanılıyor olabilirsin” der. Hayatın anlamsız olduğu ve insan
zekâsının doğanın bir hatası olduğunu düşünüyorum fakat
yanılıyor olabilirim -ki bu sınırlı zekamla belki her şeyde
yanılıyorumdur. O halde ben tehlikelisine göre düşünürüm ve
tehlikeli olan hayatın bir anlamının olmasıdır. Bir anlam varsa
bunu kesinlikle bilmemiz gerekir. Şu anlık hayata anlam katan

80
şeyin hakikat olduğunu söyledim o halde hakikate doğru yani
anlama doğru ilerlemek anlamlı bir iş olacaktır.

***

Bir proteinin nedeni birleşmiş amino asitlerdir. Amino


asitlerin birleşme nedeni protein sentezi kompleksinin bir
araya gelmesidir. Bu kompleksin bir araya gelmesinin nedeni
mRNA’nın ribozom alt birim ve üst biriminin birleşmesine
neden olması ve amino asit taşıyan tRNA’ların art arda gelip
amino asitleri bırakmasıdır. tRNA’lar amino asitleri bıraktıktan
sonra ribozom sayesinde amino asitler birleşir ve amino asit
zincirleri oluşur. Tabii iş burada bitmiyor, amino asit zincirleri
oluştuktan sonra bunlar işleniyor ve sonra protein oluşuyor.
Anlatmak istediğim şey determinizmdir. Eğer
deterministler haklıysa özgür irade yoktur. Örneğin benim bu
kitabı yazmayı seçmemin nedenleri varsa ve bu nedenler
moleküler biyoloji ile açıklanabiliyorsa ortada özgür bir irade
yoktur. Eğer özgür irade varsa biyokimyasal olaylar silsilesinin
bir yerinde yer alıyor ve bu olaylara yön verebiliyor. Protein
oluşumuna benzer, düşünce ve eylem oluşumunun da
biyokimyasal olayları vardır ve özgür irade tam da burada bir
müdahalede bulunma yani düşünceye veya eyleme yön
verebilme yetisine sahiptir. Bir eylem oluşurkenki
biyokimyasal olaylara müdahale edip kendi tercihini
uygulama yetisine sahiptir. Ancak böyle özgür irade olabilir.

81
Çünkü her şeyin bir nedeninin olduğu bu evrende özgür irade
var diyorsak bunun nedenlerden bağımsız olması gerekir.
Maddeselde her şey bir nedene bağlıysa özgür irade madde
üstü yani metafizik bir şeydir ve buna ruh diyebiliriz. Ve ruhu
kabul ediyorsak ruhun ölümsüzlüğü söz konusu olabilir. Ruhu
kabul ediyorsak belki bir Tanrı’yı da kabul edebiliriz veya o
Tanrı biziz.
Putperestler taştan oydukları heykellere değil onun içine
giren Tanrılara taptıklarını söylerler. Belki biz de o Tanrılar gibi
bir bedenin içine girip yaşıyoruzdur. Ve bu bedenin sağlıklı
olmasını ve ölmemesini istememiz de ruhumuzun bedensiz
kalmaması içindir. Peki ruh ölümsüz ise ölümden neden bu
kadar korkar insan. Ruh ölümsüz ise ve ruh dediğim şey de
aslında “Ben” ise ben neden ruha inanmayabiliyorum. Ruh ne
zaman oluştu? Bedenim olmadan önce var mıydı? Ruh bir
madde olmadığına göre ezeli olabilir mi? Buda o kadar
uğraşmasına rağmen neden bedenine hükmedemedi? Ruh
sadece insanda mı var?
Canlıları gözlemlediğimizde gelişmiş zekalarına göre
farklılıklar gösterdiğini görürüz. Bir bakterinin ne yapacağını
zor da olsa tahmin edebilirken maymunun ne yapacağını
tahmin etmek daha da zordur ve insanın ne yapacağını
tahmin etmek neredeyse olanaksızlaşır. Özgür irade fikrinin
dayanaklarından biri de budur. İnsanın davranışları ve
seçimleri pek öngörülemiyor fakat bu bir yanılgıdır. Bir
kediden tek farkım zekâm daha çok gelişmiş ve daha çok şey
biliyor olmamdır. O da küçük sorular soruyor aslında ama ben

82
bu konuda çok daha ilerdeyim. Bu örneği inceleyince
yanıldığımızı anlarsınız.
Bir de şu var ki özgür irade bir ruh ve ruh, madde üstü bir
şey ise maddeden bağımsız, maddesel kanunlara uymayacak
bir iş yapabilmeliyiz fakat bütün davranışlarımız doğanın
kanunlarına uyuyor. Yemek yemeği, uyumayı ve seks yapmayı
id olarak görüyor ve bunların bedensel şeyler olduğunu
söylüyoruz. İnsanlığa hizmet etmeyi bunlarla aynı kefeye
koymuyoruz ancak insanlığa hizmet etmek ile seks arasında
hiçbir fark yoktur. İkisi de doğa kanunlarının sonucudur.
Canlılığın kanunlarını sayacak olursak: Kendini koruma,
gelişme ve türünün devamını sağlama. İnsanlığa hizmet
etmek ise gelişme kanunundandır. Gelişme kanunu doğanın
çok güzel bir kanunudur. Nietzsche güç istenci başlığı altında
bu kanuna uyarak fikirler üretmiştir.
Ruhun ne olduğunu ne isteyeceğini bilemeyiz. Hakikati
aramak ve bilmek yaşattığı tüm acılara rağmen bana büyük bir
haz veriyor. Belki de sadece bu haz için felsefe yapıyorumdur.
Ruhun olması çelişkiler ve bir sürü sorular doğurur. Eğer ruh
varsa bedensel arzularımızdan çok daha öte davranışlar
sergileyebilmeliyiz ve bu mümkün değil. Bir annenin
çocuğunu beslemesinin nedeni kendi mutluluğudur.
Hormonları ona bunu yaptırır.
Yaşımdan büyük bir kadını çok sevdim, onunla evlenmem
imkânsız, ona bunu söylemem de imkânsız. Yani sevgimin
karşılığında hiçbir şey almayacağımı bilmeme rağmen onun
yanına gidiyor ve ona işlerinde yardım ediyorum. Bu

83
davranışım çıkarsız görülebilir fakat değil. Ben onun yüzünü
bile görünce mutlu oluyorum. Onun gülüşü beni mutlu ediyor.
Yani ben onun için değil içimde oluşan mutluluk için ona
yardım ediyorum ve aksi mümkün değil.
Böyle basit ve nedensel bir evrende özgür iradeden nasıl
bahsedilebilir ki? Tarih boyunca ruhun varlığından söz edilmiş
ve Buda gibi insanlar bunu ispatlamaya çalışmasına rağmen
kimse ispatlayamamış ve bilim ilerledikçe ruhun olmadığı,
determinizmin olduğu fikri daha çok yükselmiştir. Hücrelerde
de determinizmin olduğunu düşündüm ve laboratuvarda
bunun üzerine çok kafa yordum fakat o kadar çok
biyokimyasal olay var ki bunu hesaplamak şu anki beynimizle
mümkün değil. Entropiye uysa bile hesaplamak çok zor. Eğer
beynimiz yetseydi hesaplayabilirdik diye düşünüyorum. Ve bu
şekilde hakikati öğrenirdik fakat yetersiziz. Bir bilardo
masasında kütleleri ve şekilleri farklı binlerce topun birbirine
çarpıştığını hayal edin. Topların özgür iradeleri olmamasına
rağmen bir topun masada nasıl yol alacağını
hesaplayamazsınız. Canlı sistemler bu masadan çok daha
karmaşıktır.

***

Evrim sürecinde doğal seçilim ile mantıklı seçimler yapan


insanlar seçildi. Şu şekilde olur: Bir eylemde bulunmadan
önce yapacağı eylemin doğru olup olmadığını düşünenler

84
daha çok doğru eylem yaparak tehlikelere karşı korundu.
Doğru eylemden kastım doğada kendisine yaşaması için yararı
olacak eylemlerdir. Bu şekilde doğa, türü arasında en çok
düşünerek hareket edenleri seçti. Düşünmeden hareket
edenler ise yanlış eylemde bulunduğu için tehlikelerden
korunamadı ve öldü. Evrim süreci boyunca Homo sapiens’in
zekâsı, düşünme ve sorgulama yetisi gelişti. Günümüzde ise
doğru ve yanlış tanımları değişmiştir. En azından benim için
çünkü bazı filozoflar bile doğrunun tanımını ilkel
dönemdekiler gibi yapmaktadır. İlkel dönemde insanın amacı
bedeninin emrettiği amaçlardı. Bunlar; yaşamak, mutlu olmak
ve neslinin devamını sağlamaktır. Bedeni ona bunu
yaptırabilmek için ödül ve ceza sistemi uygular. Neslini devam
ettirmek üzere evlendiğinde mutlu olur ve yaşamak için
yemek yediğinde de mutluluk ve haz duyar. Kalorisi ve
vitamini yüksek besinlerin bize daha lezzetli gelmelerinin
sebebi budur. Günümüzde ise doğru, yaşamak amacıyla değil
erdemli olmak amacıyla yapılır. Erdemin tanımı ise kişinin
fikirlerine göre değişse de bütün inançların ve dinlerin hep
şüphe barındırdığını biliyoruz. Sadece hakikati aramanın
şüphesiz doğru olduğunu da biliyoruz. O halde erdem sadece
hakikat için yapılan eylemlerdir. Yardıma ihtiyacı olana yardım
etmek, hakikati arama yoluna katkı sağlıyorsa erdem, katkı
sağlamıyorsa boş bir iştir.
Doğru ve yanlışı, doğruyu aramanın doğruluğundan
şüphe olmadığı gerçeği üzerinden değerlendiriyorsak, bilime
engel olan dinin en yanlış şey olduğunu belirtmeliyim. İşte

85
şimdi doğrunun tanımı değişmiş olsa da yine de doğrusunu
yapmaya çalışıyoruz ve bin bir türlü ıstırabı göze alarak
gerçeğin öğrencisi olmayı seçiyoruz. Fakat ilginç bir şey de var
ki doğa bizi mutlu olmaya iterken biz buna ters olarak
felsefeyi seçiyoruz. Eğer doğanın kanunlarıyla çelişen bir
davranışımız olabiliyorsa özgür irademiz olabilir. Gerçeğin
öğrencisi olmayı seçmeyi doğa kanunlarıyla pek
bağdaştıramadım.
Özgür irade ile ruhun aynı şey olduğunu söyledim. Şimdi
gerçeğin öğrencisi olmayı seçmenin de bizim çıkarımıza
olduğunu söyleyebilirim çünkü bunun doğru olduğunu
bildiğimiz için bunu seçmenin sebebi, bir Tanrı varsa bize bu
seçimimizden dolayı ödül vereceğini düşünmemiz olabilir.
Fakat ben şunu diyorum: Tanrı beni hakikati aradığım için
ebedi cehennem azabıyla cezalandıracağını bilsem, ben hiç
düşünmeden hakikati arama yolunu seçerim. İşte bu doğa
kanunlarına uymayan bir şeydir. Ben böyle bir seçimde
bulunduğum için benim özgür iradem olabilir fakat böyle
seçimler yapmayıp tamamıyla doğa kanunlarıyla açıklanabilen
eylemlerde bulunanların özgür iradeleri yani ruhu olmadığını
düşünüyorum.
Belki ruh yoktu ve onu biz yaratıyoruz. Özgür iradesi
olmayanlar ölüp yok olacakken biz hakikati arayarak
yarattığımız ruhumuzdan dolayı ölümsüsüzdür. Ya da Tanrı
insana ruh verdi fakat çoğu insan doğanın kanunlarına uyarak
hakikati reddetti ve bu davranışını senelerce sürdürdüğü için
ruhu öldü ve anlamsız ve maddeden ibaret bir varlık oldu.

86
Çünkü DNA’mız bize hakikati aramamızı emretmez. Eğer biz
hakikati aramayı seçersek anlamlı ve ruhlu bir varlık oluruz.
DNA’mızı dinlersek anlamsız ve ruhsuz bir varlığa dönüşürüz.
Fakat hakikati seçmemiz doğanın bir hatası olabilir. Çünkü
insanın sorgulama kapasitesi evrimle çok fazla gelişti. İlk
başlarda sadece hayatta kalmak için zekâmız gelişiyordu fakat
iş çığırından çıkıp bu hale gelmiş olabilir.
Eğer hayatın hiçbir anlamı yok ve biz doğanın bir
hatasıysak -ki doğa çok hata yapar. O halde mutlu olmamın da
mutsuz olmanın da bir anlamı yoktur. Fakat hayatın anlamı
varsa o zaman mutlu olmayı seçip hakikatten uzaklaştığımız
için çok şey kaybederiz. Hakikati aramanın sebebi mutlu olma
isteği derseniz buna cevabım şöyle olur: Ben ölünce yok
olacağımızı düşünüyorum ve ölene kadar da bilim ve felsefe
ile uğraşmaya kesin kararlıyım. Peki ne zaman mutlu
olacağım? Tabii ki hiçbir zaman mutlu olmayacağım -ki zaten
istemiyorum beşeri arzuyu ve karşılığını. Maddesel olarak
hiçbir cevap yok bunu neden yaptığım sorusuna. Ruh var ve
ben ruhuma yatırım yapıyorum da diyemiyorum çünkü bu
konuda elimde sağlam bilgiler olmadığı için ve bilim
ilerledikçe ruhun olmadığı daha da doğrulanmaya başladığı
için ruhun olmama ihtimali de oldukça büyüktür.
Bazen hiçbir şeyin anlamı olmadığını düşünüyor ve ıstırap
çekiyorum. Bazen de hakikati aramanın anlamlı bir iş
olduğunu düşünüyor ve biraz olsun bir amaç edindiğim için
kendimi iyi hissediyorum. Belki de gerçekten hiçbir şeyin
anlamı yoktur ve biz, iyi hissettiren şeyleri seçiyoruzdur. En

87
makul eylemin intihar olduğunu düşünüyorum fakat hakikati
arama isteğim yüzünden intihar edemiyorum. Her intihara
yeltendiğimde yeni şeyler öğrenmekten ve düşünmekten
mahrum kalacağımı düşünerek vazgeçiyorum. Hakikati bilmek
Tanrı gibi hissettiriyor. Tanrı gibi hissetmenin hazzını yaşamak
intihardan daha güzel geliyor. Fakat yine de intiharın mantıklı
bir eylem olduğunu düşünmekten kendimi alamıyorum.
İntihar isteğim benim duygularımdan kaynaklanıyor olabilir
çünkü bu eylem hakikati arama yolunu bırakmak demektir ve
bu tabii ki yanlıştır. Eğer ruh varsa bu ruh Descartes’ın dediği
gibidir çünkü insan neredeyse ihtiyaç ve arzularının kölesidir.
Yani ruh varsa da onun çok az yetkin olduğunu düşünüyorum
-ki zaten ruhun bedeni tam kontrol edebileceğini düşünmek
ruhun Tanrı olduğunu düşünmektir ve böyle olmadığını Buda
sayesinde öğrendik.
Ben oldukça duygusal bir insanım ve duygularım
istemediğim kadar yoğun oluyor. Bir kıza âşık olduğum da -ki
kolayca âşık oluyorum- o kızı hiçbir şekilde unutamıyorum
ancak hiçbir şekilde gidip kızla da konuşmuyorum. Peki
sadece karşı cinsi arzulayıp onunla çiftleşenler üredi ve ben
onların çocuğuysam nedir benim bu hakikat için aşktan
kaçışım? Nedir bu felsefe aşkım? Benim atalarım felsefeye
âşık olduğu için değil karşı cinsten birine âşık olduğu için ben
oldum. Belki varlığımın tek sebebi aşk olabilmesine rağmen
nedir benim bu varlığımın sebebine olan başkaldırım?
İnsan sadece çıkarlarına göre hareket ettiği için ruhun
olmadığı söylenebilir fakat ruhun da bizim şu maddi

88
bedenimiz gibi olmadığı ne belli. Ruhun kendi iyiliğini
düşünmesi normal değil mi? Ruhun zaten eski dönem
insanlarının düşündüğü gibi olduğunu hiç sanmıyorum. Ben
sadece tamamıyla maddeden ibaret olabileceğimiz fikrinin
henüz yanıtlayamadığı birçok sorunun olduğu ve bilim sadece
maddeyi incelediği için madde dışı bir şey varsa onu
bilemeyeceğimizi savunuyorum ve ruhun varlığını savunanlara
da yokluğunu savunanlara da karşı kafa karıştırmasını
umduğum yazılar yazıyorum. Kafa karışıklığı ıstıraplı olduğu
olduğu kadar da iyidir. Zaten hep acılar ve çektiğimiz ıstıraplar
bizi hakikate yaklaştırmaz mı? Toplumun genel mutluluğu
dışında hangi kişisel mutluluk bizi hakikate yaklaştırdı ki?
Toplum hiçbir zaman Buda’nın çocukluğu gibi olamayacağına
göre refah seviyesi ve ekonomisinin iyi olduğu her an hayatı
sorgulayacağını ve bilim için çalışacağını düşünüyorum.
Bir robot kendi farkına varsa da kendisine karşı çıkabilir
mi? Kendi içindeki elektriksel uyaranları bastırmaya çalışabilir
mi? Eğer bunu yapan bir robot görürseniz onun robot
olduğuna ve özgür iradesinin olmadığına inanabilir misiniz?

***

Her seçimimizin doğru olması amaçlıyoruz. Attığımız bir


adımdan seçtiğimiz inanca kadar hepsini sorgulayıp en
doğrusunu seçiyoruz. Yani en iyisini. En iyisi olması gerçekten
iyi olduğu anlamına gelmez. Aslında iyi ve kötü diye bir şey

89
olmadığından bahsetmiştim. Ben erdemi seçtim fakat neden?
Doğruyu seçme isteğimiz de maddeden kaynaklanıyor olabilir.
Doğruyu seçme amacımız erdemli olmak, erdemli olmaktaki
amaç da daha iyi yaşamak veya bir Tanrı varsa bizi
erdemlerimizden ötürü sevip mutlu etmesi olabilir. İşte bu
gibi amaçlar insani, bir diğer deyişle de hayvani amaçlardır.
Aşkıninsan; mutluluğu, iyi yaşamı ve Tanrı sevgisini
amaçlayarak ilerlemez. Aşkıninsan, insandan öte olduğu gibi
onun amaçlarından da doğruların da ötedir. Hakikat her şeyin
ötesindedir. Aşkıninsan da her şeyin ötesindekini seçen ve bu
uğurda her şeyi yapabilendir. Hakikati seçmek doğrusunu
seçmek değildir. Çünkü hakikate ulaşmak için kişi bazen
yanlışı da seçebilmelidir.
Yaşlı insanlara karşı bir sevgim var. Onlara hastahanede
çalışırken elimden geldiğince yardımcı oluyorum. Hakikate
yaklaşmak için onları öldürmem gerekse gerçekten
zorlanırdım fakat aşkıninsan olmaya çalışan kişi sevginin de
nefretin de ötesine geçebilmelidir. Aşkıninsan, insanın haz
duyduğu şeylerden haz duymaz o sadece hakikate
yaklaşmaktan haz duyar. Aşkıninsan, insanın nefret ettiği
şeylerden nefret etmez o sadece hakikat yoluna zarar
verenlerden nefret eder. Hakikat yolundaki engeller ne acılar
ne başka bir şeylerdir. Çünkü hakikat yolunda öğrenerek
ilerlenilir ve aşkıninsan her şeyden bir şeyler öğrenebilendir.
Acılardan olduğu kadar olmasa da mutluluktan da bir şeyler
öğrenebilendir. Hakikat yolundaki engel, kişisel olarak

90
ıstıraptan korkup kapalı fikirli olmak, toplumsal olarak da
buyurgan kapalı fikirlilerin nefes almasıdır.

***

Gün boyu çalışıp düşündükten sonra severim uyuyup


ölümü biraz tatmayı. Ölümü de uyumak kadar severim.
Hakikati aramanın yanında pek sevmesem de uyumayı,
bilinmezlik dolu bu hayatta iyi olur bazen bilincin kapanması.
Ölüm korkulacak şey olsaydı insan çok acı çektiğinde ister
miydi ölmeyi?
Hayatta mutluluk ile acılar eşit yaşanır. Belli dönemlerde
mutlu olur belli dönemlerde de acı çekeriz. Ölüm mutluluktan
kötü, acılardan iyidir. Yaşamanın ne iyi ne kötü olduğunu
söyleyebiliriz. Zaten iyi ve kötü kavramlarının aslında
olmadığını ve biz yaşadığımız durumlara göre değerlendirme
yaptığımızı kanıtlamıştım. Ölüm; acı dolu bir hayata göre iyi,
mutlu bir hayata göre kötüdür. Kişi acı çektiğinde ölmek ister,
bilmez acılardan sonra mutluluk geldiğini. Yine kişi mutlu
olduğunda ölmemek ister, bilmez mutluluktan sonra acı
geldiğini.
Yaşamı iyi ve kötü üzerinden değerlendirirsek hep
yanılırız. Yaşamı ancak her şeyin ötesinde olan olan hakikat
üzerinden değerlendirmeliyiz. Ölmeyi istemek de istememek
de aşkın bir istek değil, ilkel ve düşük bir istektir. Ne ölümü ne

91
yaşamayı istemeli, aşkınlık ve her şeyin ötesi istenmeli. Ancak
böyle varılır erdemliliğin zirvesine.
Nasıl ki insan birine âşık olduğunda ona ulaşmak için iyiyi
de kötüyü de her şeyi yapabilir, ona yaklaştıkça gözü başka bir
şey görmez olur, onun dışında her şeyden soyutlamıştır
kendini, en yalnız insandır aşık, sormaz kendine neden ona
ulaşmak istediğini ve ulaşınca ne olacağını, işte hakikate olan
aşk da böyledir, tarif edilemez kelimelerle. Onun varlığı anlam
katar hayatına, yaşama sebebidir o. Bazen anlamsızlığın
verdiği boşluktan kurtulmak için yok olmak istese de aşkını
bırakamaz. İşte en ıstıraplı aşktır bu, kurtulmak istesem de
kurtulamam.

***

Düşüncelerim o kadar yoğunlaşıyor ki kafamdaki sesler


kontrolüm dışına çıkıyor. Geçirdiğim hastalıktan mıdır? Yoksa
fazla düşünmemden mi? Bilemiyorum. Felsefe yapmam da
hastalığım yüzünden mi yoksa hastalığım mı felsefe
yüzünden? Ben hastalığım yüzünden olduğunu düşünüyorum
çünkü hiçbir anlamı olmayan şu hayatta felsefenin de anlamı
olmadığına göre sorun bende. Ben deliyim. Deli olduğumun
farkında olduğum için aslında deli olmadığımı söylüyorlar.
Böyle bir kaide mi var? Beni benden daha iyi kim bilebilir ki?
Deliyim işte itiraf ediyorum. Zeki olduğum için deli olmamın
bile farkına varmamın nesi tuhaf. Bence tuhaf olan zinanın

92
haram olduğunu söyleyip zina yapan Müslümandır. Ben bu
zekâmla bunu çözemedim.
Kendi kendine konuşana ve gülene deli diyorlar. İkisini de
yapıyorum çok şükür. Bir deliden hiçbir eksiğim yok hatta
fazlam olabilir. Fakat ahmak değilim. Bugüne kadar deli
olduğumu söyleyen çok kişi oldu ancak ahmak olduğumu ben
de dahil kimse bana demedi. Bir ben varım bir de “ben”
varım. Birinin ne olduğunu çözdüm de diğer benle birlikte
kendisinin de farkına varan benin ne olduğunu çözemedim.
Kendimi çözdüğüm gün her şeyi çözmüş olacağım belki de.
Ahmaklıkla delilik arasında benzerlik bile yok. Ahmaklar
mutluluk için her şeyi yapar. Fakat deliler ne mutludur ne
üzgün, onlarınki başka bir şey. Deliler dışarıdan coşkulu ve
mutlu görünür fakat içleri çok farklıdır. İçleri çok gelgitlidir,
fırtınalıdır. İnanın bana kendimden biliyorum.
Ahmaklar toplumun yasaları ne olursa olsun uyarlar.
Ahmakların öldürülmesini istiyorum. Onlardan o derece
nefret ediyorum ki bazen ahlaksız biri bile hoşuma gidiyor.
Ahlaksız ama en azından ahmak değil diyorum. Cennete
gitmek için iyilik yapandansa ahlaksızı severim. En iyisi karşılık
beklemeksizin iyilik yapandır.
Yok olacağımı ve yaptığım eylemin hiçbir karşılığını
almayacağımı bile bile intihar etmek istiyorum. Sebebi
doğanın kanunlarına uymayı istememek ve erdemli olmak. Bu
davranış bana ruhun olabileceğini düşündürüyor ve
intihardan vazgeçiyorum. Var olmamın hiçbir değeri

93
olmadığını matematiğe dayandırarak kanıtladım. Yok olmanın
değeri ise söz konusu bile değilken yine de hiçlik varlıktan
daha hoş geliyor.
Sorguladıkça hayatın anlamının olmadığına daha çok
inanıyor fakat bunun ıstırabına dayanamayıp belki bir anlam
vardır diyorum. Şöyle dedim kendime: duygularının yanıldığını
akıl yoluyla anlıyorsun çünkü akıl duygudan üstün peki aklının
yanıldığını nasıl anlayacaksın. Bilim maddeyi inceliyor, fakat
maddesel olmayan bir şeyi akıl ve bilim yoluyla nasıl anlarız,
sezgiyle mi? Sezgiyle anlaşılıyor ise hakikat bir olduğuna göre
herkesin sezgilerinin başka şeyler söylemesinin sebebi ne?
Bunu da mı sezgiyle anlayacağız, bu tamamen saçmalık çünkü
sezgi denilen şey aslında duygulardan, duygu dediğimiz şey
ise hormonlardan ibarettir.
Sezgiciliğin yanılttığını aklımızla çözebiliriz fakat aklımızın
yanılttığını asla çözemeyiz çünkü daha üstün bir organımız
yok. Aklımın da yanılıp yanılmadığını bilemiyorsam ben ne
aklımın bulduğu nihilizm düşüncesine ne de sezgi yoluyla
bulunan Tanrı’ya inanırım. Akıl işi olan bilim bile hâlâ
yeterince ilerleyebilmiş değil. Bilim tüm evreni bile çözse ben
tam olarak inanmam. Bilim Tanrı’nın olduğunu bile söylese
ben agnostik kalırım.
Tanrı bana vahiy indirseydi yine de şüphe duyardım.
Tanrı bana şüpheciliğimden ötürü beni cezalandıracağını
söyleseydi Tanrı’nın varlığından da Tanrı’nın bana bunu
söylemesinden de şüphe duyardım. Belki beni doğru bildiğim
şeylerden korkum yüzünden vazgeçip geçmeyeceğimi test

94
ediyordur diye düşünürdüm. Tarih boyunca hep yeni gelen
bilgiyle yanıldığımızı gördük ve bu örüntü bugüne kadar
değişmediyse bugün de yanıldığımızı tahmin etmek zor
olmasa gerek. Bu konuda iddiaya girseydik ve ben
yanıldığımızı söyleseydim benim kazanma ihtimalim daha çok
olurdu. Yanılıp yanılmadığımız konusunda bile kesin bir şey
söylenemez. Hiçbir şey bilmediğimizi bildiğimi söylemiştim ve
artık büyük ihtimal yanıldığımızı da biliyorum ve bu çok tuhaf
hissettiriyor. Bildiğime sevinsem mi? Bilmediğim şeyler için
üzülsem mi? Yoksa bilip bilmemek arasında fark bulunmadığı
ve yanılıp yanılmadığımızı bile bilmediğim için ne yapacağımı
bile şaşırsam mı? Yoksa ne yapacağımı şaşırmayıp hayatın
benim için tek anlamı olan hakikate yaklaşma yolunda
ilerlemeye ve böylece ıstırap çekmeye devam mı etsem?
Bu soruları bile sorarken aslında devam etmiş oluyorum.
Hakikate olan aşktan istesem de kurtulamam. Gözyaşlarım
artık gözümü yakıyor ve o yanığı yüreğime kadar
hissediyorum. Sorularım zaten yeterince ıstırap veriyorken
bulduğum cevaplar daha çok ıstırap veriyor. Bulduğum
cevapların doğruluğunu asla kesin olarak bilemeyecek olmam
da cabası.

***

Tanrı öldü. O halde neden hala arıyorsun Tanrı’yı? Bilimle


mi yoksa sezgiyle bulunur Tanrı diye düşünüyorsun. Hiçbiriyle

95
çünkü biz uydurduk Tanrı’yı. Tek boynuzlu uçan at bilimle mi
bulunur yoksa sezgicilikle mi? Hakikati kimse uydurmadı, o
hep olan, yaklaşıldıkça erdemli olunan ve doğruluğundan
şüphe duyulmayan tek şeydir. En yücedir o. Her şeyin
ötesindedir. Sezgilerimizin çok ötesindedir ve isteme
hastalığıyla ulaşılamayacaktır ona.
Eski çağ filozofları sezgiciliğe inanarak yanıldığı gibi
bilimciler ve Marx gibi yeni dönem filozofları ve benim
yaşadığım çağdaki düşünürler de materyalizme inanarak
yanılıyorlar. Ve benden sonra gelecek filozoflar da benim
yanılgılarımı gün yüzüne çıkaracaktır ve umarım öyle olur
çünkü bu onların benden daha gelişmiş zekâya sahip
olduklarını gösterir.
Bir nevi Buda’nın öğretisi gibi Tanrı’nın varlığı hakkında
pek düşünmeden sadece erdemler için uğraşılmalıdır.
Nietzsche gibi nihilist filozoflar sayesinde erdem tanımları
değişmiştir. İyilik meleği olmaya çalışmak artık eskide kalmış
gelişmemiş beyinlerin istemidir. Kendi uydurduğumuz kavram
üzerine düşünmek zaten saçmadır. Ancak bilinmelidir ki
sezgiciliğin yanıldığını akıl ve bilim yoluyla anladık fakat aklın
ve bilimin yanıldığını belki de hiçbir zaman anlamamıza
gücümüz yetmeyecek. Materyalizm dindarlık gibidir
abartıldığında. Dindarlar içinde bulunduğu inancın
doğruluğundan şüphe etmezler. Ve din, şüpheciliğe karşıdır.
Materyalistler de öyle. Bilim maddeyi inceler. Fakat eğer
madde dışında varlık varsa bunları bilemeyiz. Madde dışı

96
varlık dedim ise anlam arayan ahmakların akıllarına ruh
gelmesin.
Bugüne kadar hiç görmediğiniz bir renk veya benzerini
bile tatmadığınız bir tat hakkında düşünmenizi istesem bu
isteğimin gerçekleşmesi imkânsız olurdu. Ahmağın biri de ben
düşündüm deyip bir yorum yapsaydı ne gülünç olurdu. Fakat
bu ahmağın söyledikleri insanların içine huzur verseydi
çoğunluk inanırdı buna. Sezgicilik ve hayatın anlamını aramak
da böyledir işte. Bir bebeğin annesine ihtiyaç duyduğu gibi
olgunlaşmayan insanlar da anlama ihtiyaç duyarlar. İstemler
yıkılıp tehlikeli oyunlar oynanmalı. Ve tehlikelilerin en
tehlikelisi hakikat yoludur.

***

Hayat filmlerdeki gibi değildir. Eğer bir film hayatın


aynası olsaydı izlemesi oldukça sinir bozucu olurdu. Filmin baş
rolündeki kişi en olmadık yerde ölebilir veya filmin kötü
karakteri yaptığı kötülüklerin değil cezasını ödülünü bile alırdı.
Filmdeki geleceği parlak bir çocuk o kötü karakter tarafından
öldürülmesi de filmi bir hayli sinir bozucu hale getirirdi.
Doğanın bir bilinci yoktur. Kim yetenekli, kim iyi, kim kötü
diye bakmaz. Bir veba salgınında çocuk da ölür anne de kötü
de ölür iyi de. Her şeye anlam katmaya çalışanlar felaketlerin
bir imtihan olduğunu söylerler. O halde felakette ölen
çocuklar imtihanı kazandı mı kazanmadı mı? Eğer kazandıysa

97
neden hayatın uzunca ıstırabını çekmeden kısa yoldan
kazandı? Eğer kaybettiyse suçu neydi? İki sorunun da akla
uygun bir cevabı yoktur. Sadece duygulara göre cevabı vardır.
Aklımız hakikati bulmak için değil hayatta kalmak için
evrimleşti. Sadece hayatta kalmaya yönelik olan bu akılla aklın
da ötesinde olan hakikat hakkında tezler sunmak haddi
aşmaktır, ahmaklıktır. Diyelim ki insanın ruhu var ve diğer
hayvanlardan üstün ve Tanrı insanı evrimle yarattı ve onu
imtihan ediyor. Evrim sürecindeki bir fare sadece Tanrı’nın bu
amacında bir geçitten başka bir şey değil. İşte biz o fareyiz. Biz
evrenin ve kendimizin ne amaç uğruna oluştuğunu da
anlayamayız. Bir amaç uğruna mı yoksa kendi kendine mi
oluştuğunu da.

***

Hakikati yoğun bir şekilde düşünürkenki acım yüzüme


yansıyamayacak kadar farklı bir duygu. Yüzüme yansısaydı
veya kelimelerle anlatabilseydim eminim ki karşımdakilere
cehennemi yaşatabilirdim. Şimdi anlıyorum hakikatten
kaçanları. Hakikati gördükleri halde onu seçmemeleri bana
özgür iradenin olabileceğini düşündürüyor. Fakat belki de
hakikatin acısına benim kadar dayanamıyorlardır. Yoksa
bilseler öğrenme acısını çektikten sonra yaşam kalitelerinin ne
kadar artacağını, hayattaki amaçları mutluluk olduğu için
koşarlardı hakikat peşinden. Belki de iyi ki bilmiyorlardır.

98
Yoksa yanlış amaçlara sahip insanlar doğru yoldan gidiyor
olacaklardı.
Cennet hayaliyle yaşarken gerçek hayatımız cehennem
oluyor. Kuranda bu dünyanın bir aldatma olduğu ve asıl
hayatın ahiret olduğu söylenir. Sonsuza kadar cennette veya
cehennemde kalınacağı anlatılır. Bu anlayış sistemi
uygulandığında çöker. Çünkü yüzyılın sonsuza oranı sıfırdır,
yani bu dünyada ahiret için çalışmanın dışında geçen her an
aşırı bir kayıptır. Bunu ciddi bir şekilde düşünüp uygulamaya
çalışırsanız vücudunuz hastalanacaktır. Ben bu hastalığın
geçmesi için çok uğraştım. Mutlu olamama hastalığıdır bu.
Mutlu olunan her an bir kayıp olarak görülür -ki ahirete
inanıyorsan tutarlı olmak adına böyle düşünmen gerekir, sırf
ahiret için çalışman gerekir. Ve dediğim gibi dinini tam
yaşayanlar dinin sisteminin hayata geçirilemez çelişkili bir
sistem olduğunu anlayıp dinden çıkarlar. Yani dinini tam
uygulayan bir dindar göremezsiniz. Nasıl oluyor da Tanrı'nın
buyrukları var deyip hepsini uygulamama gibi bir cesaret
gösterebiliyorlar. Nasıl oluyor da doğruyu gördükleri halde
işlerine geleni kabul ediyorlar.

***

Erdemsizlere erdemli davranmak erdemsizliktir çünkü


kendine kötülük yapmaktır. Gerektiğinde erdemsizlere kötü
olunmalı. Onlara kötü olmak erdemliliğe göre iyidir. Tanrı’ya

99
karşı haddi aşıp hakikatin peşinde koşmayanlar hak eder
kötüyü. Gerçek Tanrı’ya tapmak hakikate tapmaktır. Hakikat
bir Tanrı da olabilir yalın gerçeklik de. Hakikat hakkında onu
aramanın doğruluğunun şüphesizliğinden başka bir şey
bilmiyorsak tapmalıyız ona. Hakikat Tanrı’ya tapmamız
gerektiğini söylüyorsa tapılmalıdır. Aynı şekilde hakikat
Tanrı’ya karşı gelmemizi söylüyorsa karşı gelinmelidir. Demek
istediğim hakikate karşı değil hakikat için aşırı cesaretli
olmaktır erdem.
Ahmaklarla sosyalleşmektense asosyal olurum. En
azından asosyalken daha çok düşünürüm hakikati. Açık sözlü
yüksek insanları sevmez ayak takımı. Açık sözlüler bildiklerini
herkese karşı söylerler fakat bilmezler bunun zararlı bir eylem
olduğunu. Çünkü ahmaklar gerçek bilgileri yalanlarla dolu
beyinlerine sığdıramazlar ve gerçek bilgilerin verdiği ıstıraptan
korkup yüksek insana saldırırlar.
Aileden, cinsellikten, nefretten, sevgiden ve korkaklıktan
nefret ederim. Korkakların yaptığı hiçbir iyilik erdem değildir.
Hiç tanımadığım, görmediğim aç bir insan ailemden şüphesiz
daha önemlidir. Ailem dururken başkasına yardım etmek ne
mantıklı ne mantıksızdır. Hiçbir önemi yoktur ailenin. Anne
çocuğunu çıkar beklemeden büyütmez. Çıkar beklemeden
yapılan bir eylem varsa o da dürtülerin yaptırdığı bir eylem
olabilir. Yani annenin çocuğunu büyütmesinde hiçbir anlam ve
güzellik yoktur. Evlilik de böyledir ve sevmem hatta tiksinirim
evlilikten. Cinsel dürtülerle sevilen bir kişinin hakikatten daha
fazla düşünülmesidir. Nasıl ki bir vejetaryensem aynı şekilde

100
cinsellik konusunda da doğanın dayattığı kanuna uymam.
Cinsel dürtülerden doğar birçok kötülük ve ahmaklık. Tecavüz,
biriyle beraber olmak için onunla beraber olmak isteyen diğer
kişilerle yapılan kavgalar, karşı cinsi cinsel obje olarak görmek
ve daha niceleri. Bir eylem toplumun hakikate ulaşmasına
zarar veriyorsa kötülüktür, vermiyorsa hiçbir sakınca yoktur.
Çünkü şüphe yoktur doğruyu aramanın doğruluğundan.

***

Mutluluk istenci, hakikate giden yolda engeldir.


Mutluluğu tek amaç edinmek ise hakikate karşı düşman
olunmaya neden olur. Benim de düşmanımdır o
mutlulukçular. Hakikatçileri çevremde göremiyor ve
yalnızlıktan seviyorum mazoşistleri ve satanistleri.
Mutlulukçuluktan iyidir onlar. Fakat tuzaktır bir nevi spiritüel
ve laVeyan satanizm. Dinden kaçan yine dine düşüyor bu
yüzden. Dinden kaçıp din aramak da nedir? Bir de aradığı
şeyin din olduğunu da bilmiyor ve kendisi de bir din üretiyor
spirütüel satanistler gibi. Bebekler emzirilmeye ihtiyaç duyar,
olgunluğa erişmiş hakikatçiler ise hiçbir şeye ihtiyaç duymaz,
onlara hakikat yeter. Doğru ve yanlış, doğruluğundan şüphe
olmayan bir şey referans alınarak belirlenmeli. Ve bilir bunun
ne olduğunu hakikatçiler. Mutlulukçular düşünmez bile
bunları, onlar nefret eder düşünmekten. Ve nefret eder
bebekler annesizlikten. Huzuru da sevmem. Huzur, ancak

101
vicdan rahatlığında olabilecek bir şeydir. Ve hakikati bilip
bilmediğimizi bile bilmediğimiz bu dünyada huzurlu
olabiliyorsan sen de ayak takımındansın. Vicdan rahatsızlığının
verdiği huzursuzlukla ise nasıl baş edeceğini bilir hakikatçiler.

***

Uykuluyken gergin oluyor ve ahmak insanların


öldürülmesini istiyorum. Keyfim yerindeyken ise ya bu konu
hakkında düşünmüyor ya da onlara acıyor ve yaşam haklarının
elinden alınmaması gerektiğini düşünüyorum. İşte doğru ve
yanlış ne vicdana ne duygulara göre yapılmalı çünkü sözü
dinlenecek tutarlılıkta değildir onlar. Ancak doğruluğundan
şüphe olmayan hakikat yoluna göre belirlenmeli doğru ve
yanlış. Hakikat, doğruyu ve yanlışı tanımlamasını beklediğimiz
Tanrı'dan bile yücedir.

***

İnsan doğru eylemleri seçmek üzere evrimleştiyse sırf


mutluluk ve refah için bile bile neden yanlış eylemde bulunur
mutlulukçular? Mutlulukçularla hakikatçiler arasındaki
tutarsızlık nedir? Özgür irade yoksa nedir bu uyumsuzluk?
Doğru eylemleri seçenler üredi ve bu gene işlediyse nedir bu
şerefsizlik, hayasızlık ve alçaklık? Yoksa sadece mutlu olmaya

102
çalışanlar mı üredi? O halde nedir bu hakikat uğruna
cehenneme girenler ve hakikate ulaşmak için yanlış ve acı
verici eylemleri bilerek göze alanlar? Hem acıyı hem de yanlış
eylemi göze alanlar ile mutluluk için yanlış eylemi göze alanlar
arasındaki yasa tutarsızlığı. İki çelişen yasa doğayı
yönetemeyeceğine göre var bir ruhsallık. Yoksa bir ruhsallık
ancak farklı türdür mutlulukçular ve hakikatçiler.
Peki ya doğruya giden yolda yanlış yapma ihtimalini göze
almak. Şüphesiz olan doğruya giden yolda yapılan şüpheli
eylemlerin şüphesiz doğruya göre doğru ve yanlış ifadesinin
kalmayışı. Benim öğretilerime göre hakikate giden yolda her
şey mübah oluyor. Barışa giden yolda savaşın mübah olması
gibi midir bu? Peki gerçekten mübah mıdır Fransız İhtilalinden
önceki kaos? Mutluluğa giden yolda yapılan yanlış eylemler
doğa yasalarıyla bağdaştırılabilir fakat doğrunun ve yanlışın
ötesinde olan hakikati öğrenmek uğruna her şeyin göze
alınabilmesi insanüstülüğü ve ruhsallığı düşündürüyor.
Hakikati arama sebebimiz doğru eylemlerde bulunup mutlu
olmaktır denebilir fakat hakikatçiler bilir bu yolda belki de asla
ahmaklar kadar mutlu ve huzurlu olamayacaklardır. Çünkü bu
yolda yapılan eylemlerin sadece hakikat yoluna göre doğru ve
yanlış tanımları yapılabilir. Düşünür hakikatçi belki de
hakikate göre yaptığı eylemlerin tümüyle yanlış olabileceğini
ve hatta hakikati bulmanın bile yapılan yanlışları telafi
edemeyebileceğini. Ne huzurlu ne mutludur hakikatçi, o
düşünmez böyle düşük şeyleri. Ah Hypatia sen ne güzel bir

103
kadınsın ki insanüstülüğü ve ruhun varlığını düşündürüyorsun
bize.

***

Hiçbir anlamı olmayan yaşamın yüceltilmesine ve


mutlulukçulara karşıyım. Ancak anlamı olan bir şey
yüceltilmeli. Ve bu hayatta anlamı olan tek şey hakikat
yoludur. Ve istenmemeli hakikat dışında bir şey. Onun dışında
ne isteniyorsa doğrudan veya dolaylı olarak ona ulaşmak için
istenmeli. Yaptığımız her eylem hakikat yoluna yararlı olduğu
kadar doğru, zararlı olduğu kadar da yanlıştır. Şüphesiz doğru
ve yanlışlar ancak böyle tanımlanır. Kim şüphe edebilir ki
yalan olamayacağını düşündüğünüz Tanrı'nın sözlerinden bile
daha şüphesiz olan hakikat yolunun doğruluğundan.

***

Eğer materyalistler haklıysa bütün sorularımızın cevabı


maddeyi inceleyen bilimle açıklanabilir fakat benim
bulunduğum dönemde bilimin açıklayamadığı çok şey var. Bu
yüzden bilime ciddi önem verilmeli. Ve ben moleküler
biyolojinin ve felsefenin ilerlemesi için elimden geleni
yapacağım. Bir şey bilmediğim için gerçekten çok
zorlanıyorum ve intihar etmek istiyorum fakat elimden

104
geldiğince hakikat yoluna katkıda bulunmak için yaşayacağım
çünkü şüphesiz ki hakikat benden daha önemli.
En zor şey agnostizm. Eğer ateist olsam ona göre
yaşarım, eğer deist veya teist olsam da ona göre yaşarım fakat
agnostizm insanı iki arada bir derede bırakıyor. Bulduğum
iyilik ve kötülük tanımlarından şüphe duymuyorum fakat
benim düşüncemin geliştirilmesi gerekli. Örneğin yaşlıların
öldürülmesi ve vejetaryenliğin doğru olup olmadığını ancak
toplum bilimciler ve psikologlar ürettiğim felsefe ile benden
daha iyi çözebilirler.
Özgür iradenin olmadığı kanısına varıyorum fakat sonra
bilim bana “Henüz tam olarak bilmiyorsun” diyor. Ruha
inanıyorum fakat evrimi düşününce aslında bize ruhun
varlığını düşündüren her şeyin materyalist açıklamaları
olabileceği aklıma geliyor.

***

Descartes ruhu ve Tanrı’yı çok mantıklı bir şekilde


açıklamış. Tanrı tam yetkin ruh ise az yetkin demiş. Yani
bedenimize karşı tam yetkin değiliz ama az da olsa bir
yetkinliğimiz var. Ruh varsa bedenimi az da olsa ruhumun
isteği üzerine kontrol edebilmeliyim. Ruhumun yetisini
kullanabilmeliyim. Eğer ruhumun yetisini hiçbir şekilde
kullanamıyorsam ruh yoktur varsa da olması hiçbir anlam
ifade etmiyordur. Bedenimin cinsel arzularını bastıracağım.

105
Buda’nın yaptığı gibi bu konuda aşırıya kaçmayacağım. Buda
ruhunu tam yetkin sanmış ve bedenini tam kontrol etmek
istemiştir fakat ruh içinde bulunduğu bedene bir ölçüde
uymak zorundadır. Misafir olduğumuz evin kurallarına uymak
zorunda olduğumuz gibi bulunduğumuz bedenin de
kurallarına bir ölçüde uymak gerekir. Eğer misafir olduğunuz
evin kurallarını aşırı bir şekilde çiğnerseniz evden atılırsınız.
Bedenin kurallarının hepsini çiğnemeye kalkarsanız bedeniniz
ölür ve ruhunuz bedenden atılır. Fakat dediğim gibi bu ruhun
az da olsa bir yetkinliği olması gerekir. Zaten ruhun tek özelliği
budur. Yoksa ruhun varlığı hiçbir anlam ifade etmez veya
ruhun olmadığı kanısına varmamız gerekir.
Eğer cinsel arzularımı aşırıya kaçmadan istediğim ölçüde
kontrol edebilirsem ruhun varlığına biraz daha inanmaya
doğru gideceğim. Çünkü maddeden ibaret isek madde ne
diyorsa anında o yapılırdı. Doğanın ürettiği beyin, canlılığın en
temel kurallarından biri olan üreme kanununa ters düşmesi
biraz ilginç olabilir. Sonuçta cinselliğe karşı çıkan canlılar
neslini devam ettiremediler ve cinselliğe karşı çıkma yetisi
biyolojimizden silinmiş olmalı. Sadece cinselliğe düşkün
olanlar ve cinsel performansı iyi olanlar neslini devam ettirdi
ve biz cinselliğe düşkün olanların çocuklarıyız. Yani sadece
maddeden ibaretsek bizim bu gibi şeyleri düşünmeden anında
evlenmek için uğraşmamız gerekli. Evlenmek diyorum çünkü
evlilik dışı ilişki toplum tarafından ayıplandığı için bundan
kaçabilmek materyalizm tarafından açıklanabilir. Fakat
evlenip yuva kurmak ayıplanmış bir şey olmasının aksine

106
toplumun adeta dayattığı bir şeydir. Yani eğer özgür iradem
yok ise hem bedenin hem toplumun dayattığı bir şeye itiraz
edebilmem söz konusu bile olamaması gerekir. Bu konuda
yaşadıklarımı yazacağım.
Amacım tamamıyla bastırmak değil zaten. Sadece
isteğim doğrultusunda kontrol edip edemeyeceğime
bakacağım. Zaten bugüne kadar ilişkiye girmedim,
mastürbasyon yapmayı da bırakacağım. Ciddi bir şekilde bir
süreliğine cinselliği hayatımdan çıkaracağım. Eğer bunun
sonucunda bedenim kontrolüm dışına çıkarsa ruhun
varlığından daha çok şüphe duyacağım ama bedenim
kontrolüm dışına çıkmazsa ve sadece bu konuda zorlanırsam
ruhun varlığına biraz daha inanacağım. Ben ne ruhun var
olmasını ne olmamasını istiyorum. Ben sadece hakikati
istiyorum. Bu yüzden bu konuda gerçekten objektif bir
değerlendirme yapacağıma inanıyorum. Fakat şüpheci biri
olarak hakikati aramın doğruluğu dışında hiçbir şeyden emin
olmam ve kesin bir yargıya varmam. Yani bu gibi eylemleri ve
sorgulamaları yapmak hiçbir şekilde benim çıkarıma değil.
Ben sadece felsefe için yapıyorum. Zaten yazılarımı,
eylemlerimi ve düşüncelerimi anlayan yok. Hatta bazen
toplum tarafından yanlış karşılanıyorum.
Cinsel duygularımı kontrol etmeye çalışmamın
sonucunda bedenim kontrolüm dışına çıkarsa bu da başımı
belaya sokmama neden olabilir. Benim bu denli felsefe için
kendimi feda etmeye hazır olmam ve bunun bana hiçbir yarar

107
sağlamaması olayı bile bana ruhun var olabileceğini
düşündürüyor.
Ne üniversitede ne felsefe dünyasında bir düşünür veya
bir yazar olarak saygı ve değer görüyorum. Bu benim açımdan
iyi bir şey çünkü eğer filozof olduğum için değer görseydim
şımarabilirdim ve özgür düşünme olanağım daha da azalırdı.
Kimsenin umurunda bile olmadığım için kendi başıma özgürce
felsefemi yapabiliyorum. Belki çoğunlukla olduğu gibi bana da
öldükten sonra saygı ve sevgi duyacaklar fakat bu benim için
hiçbir anlam ifade etmiyor çünkü benim olmadığım bir
zamanda beni ilgilendiren hiçbir şey olamaz. Belki bencil
diyebilirsiniz bana fakat şunu bilin ki toplumu çıkar
gözetmeden ilerletmeye çalışıyor görünenler emin olun ki
genellikle yine kendini düşünerek yapmışlardır. Örneğin hitler
üstüninsanı yaratmaya çalışmıştır çünkü üstüninsan da tanrıyı
doğuracak düşüncesi onun için ölümden sonra tekrar dirilme
umudunu doğurmuştur. Ben ise üstüninsan ve üstüninsanın
tanrıyı doğurması konusunda bunun istenilesi bir şey
olmadığını söyledim. Tanrıya ihtiyaç duymuyorum ve onun
var olması inanın yaşamı olduğundan daha çetrefilli yapar.
Hele sonsuzluk cehennemi en karşı olunası şey olabilir.
Üstüninsana ulaşmaya çalışmak konusunda birey olarak değil
toplum olarak ulaşılmaya çalışılması gerekir çünkü bireycilik
bencilliği doğurur ve bencillik toplumun refahını bozar ve
toplumun refahı olmazsa bilimde ve felsefede ilerlenilemez ve
hakikat yoluna zarar verilmiş olur. Hakikat yolunun

108
doğruluğundan şüphe olmadığına göre bireyciliğin
yanlışlığından da şüphe yoktur.
Gördüğünüz gibi benim fikirlerim ve eylemlerim sadece
hakikat içindir. Eğer materyalizm benim bu eylemlerimi
maddeye dayandırabilirse ve bu gerçekten şüphesiz deneyler
sonucunda açıklanırsa o zaman benim ulaşmaya çalıştığım
cevaba ulaşılmış olur. Ancak şu anki materyalistler bütün
inancını bilimdeki birkaç teoriye indirgiyor. Her ne kadar o
teoriler şüphe götürmez görünse de bilim bizim aklımızın
ürünü olabilir ve aklımız da yanılıyor olabilir.
Tanrı bizi kandırıyor olabilir. Tanrı’nın bizi kandırabileceği
fikrini insanlar tam olarak algılayamıyor ve Tanrı bunu neden
yapsın diyorlar. Tanrı’nın ne yapacağını ve neden yapacağını
bizim düşünebilme şansımız yok. İnsanlar kendileriyle
çelişiyor. Hem Tanrı fikrini ortaya atan onlar ve onun her şeyi
yapabileceğini, bizi imtihan ettiğini ve onun bizim algılarımızı
aşacak kadar üstün olduğunu söylüyorlar hem de benim
Tanrı’nın anlatılandan daha karmaşık bir imtihan yapacağı ve
bu imtihanda bizi kandıracağını söylediğimde saçmaladığımı
söylüyorlar. Herhalde kendi dediklerine kendileri
inanmıyorlar. Öğrencilerine sınav kağıdını verip cevapların
tümünü de tahtaya yazan bir öğretmen şimdi imtihan mı
yapmış oluyor? Sözde ben inanmıyorum Tanrı’ya ama asıl
Tanrı’ya hakaret eden, onu küçük düşüren ve Tanrı’yı
kendilerine benzeten onlar.
Bırakın ahmaklığı ve yerinizde saymayı da biraz
ilerlemeye çalışın. Tanrınıza soru sormaktan korkmayın da

109
Tanrınız size bir şeyler öğretsin. Bilim insanları, şu akıl almaz
büyüklükte olan evrenin başlangıçta bir tenis topu kadar
olduğunu buluyorlar ve bu parçacığın nasıl patladığını ve
patlarken neler olduğunu araştırırken siz hâlâ herhalde
evrenin güneş sistemimizden ibaret olduğunu sanıyor ve
dünyamızın yaşam için en iyi noktada olduğunu söyleyip
duruyorsunuz. Bir bilseniz büyük patlamada bir hassaslık
olduğunu hemen oraya atlar ve papağan gibi “Hassas ayar!
Hassas ayar!” demeye başlarsınız. Ah ne önemsiz işlerle
uğraşıyorsunuz. O kadar ahmaksınız ki maddeden bağımsız
Tanrı’yı sadece maddeyi inceleyebilen bilimle bulmaya
çalışıyorsunuz.
Buda da benim gibi ruhu aramış fakat sonuçta Tanrı’nın
olup olmadığı konusunda pek kafa yormamamız ve sadece
erdemli olmaya çalışmamız gerektiği kanısına varmış. Şimdi
Buda’nın öğretilerinin peşinden gittiğini söyleyenlerin bile
Buda kadar kafaları çalışmıyor. Ben de ruhu aramakla belki
aynı şeyi deniyor olabilirim fakat amacım bir yargıya varmak
değil, aslında hiçbir şey bilmediğimizi kanıtlamaya çalışmaktır.
Çünkü gireceğim bu yolda büyük ihtimalle ne ruhun var
olduğu ne de olmadığı kanısına varacağım çünkü evren öyle
bir şey ki bize metafizik konusunda ısrarla hiçbir şey
bilmediğimizi söylüyor ve ben yine ısrarla bu soruyu tekrar
soracağım ve tekrar aynı cevabı alacağımı düşünüyorum.
Fakat belki bunu merak etmem ve yerimde duramayışım bile
bir dürtüdür. Belki hiperaktifliğimin ve hareketsiz
durduğumda hemen hastalanmamın sebebi aşırı merak

110
dürtüleridir. Çünkü hareketsiz durduğumda kendimi kötü
hissediyorum.
Bu kitabı da yazarken bir yandan yazdığım romanıma
dertlerimi, sıkıntılarımı ve felsefemi döküyorum. Roman
yazmamın sebebi biraz postmodern tarzdan uzaklaşıp
felsefeyi de sevmeyenlerin bir roman okuyarak hem felsefeyi
sevmesi hem de bir filozofun felsefe için çektiği zorlukları ve
hislerini bilmesidir. Soren Kierkegaard’an aklıma gelen günlük
tarzı bir roman yazma amacım ilk başta böyleydi fakat
yazarken fark ettim ki sıkıntılarımı kâğıda dökmek beni
rahatlatıyor.
Kitaplarımın okunup okunmaması ve bana filozof deyip
dememeleri umurumda değil çünkü amacım bu değil. Kitap
yazmaktaki amacım düşüncelerimin bir plana oturması ve
böylece kendimle çelişmekten kurtulmak ve hakikate daha
sistemli bir şekilde ilerleyebilmek. Ve gerçeği gün yüzüne
çıkarmak. Ben şeytanın ruhuyum gerçeği gün yüzüne
çıkarmaya geldim!
Romanı yazmaktaki amacım ise ilk başta dertlerimi
anlayacak kimsenin bulunmamasıydı. Fakat sonrasında
romanımı bir düzene oturtarak nasıl aşkıninsan olunacağını
anlattım. Asıl korkum amacımın filozof olmak olması. Asıl
korkum hakikat dışında bir amacımın olması. Hakikat dışında
bir sürü arzuları olan bir bedenle yaşıyor olmak her ne kadar
bunu engelliyor olsa da her seferinde bu engeli aşmaya ve
bedenimi elimden geldiğince kontrol etmeye çalışacağım.
Eğer bu konuda hiçbir şekilde başarılı olamazsam ruhun

111
varlığına inanmamaya başlayacağım ve aslında yine hakikate
yaklaşmış olacağım.

***

Mutluluk gibi aşağılık bir duyguyu konu almak bile gerçek


felsefe yapmamıza engeldir. Mutluluğu amaçlayan ve/veya bu
konuda yöntemler sunan filozoflara filozof oldukları için her
ne kadar saygım olsa da gerçek felsefeden uzak olduklarına
inanıyorum.

***

Cinsellikle İlgili Deneyimin Sonucu

Bir müddet hiçbir şekilde cinsel arzularımı tatmin


etmedim ve oldukça zorlandım. Testosteron hormonumun
artmasıyla kadınlar gözüme daha da güzel gözükmeye başladı
ve orada anladım Kant’ın “Dünyayı olduğu gibi değil
olduğumuz gibi algılarız” sözünün ne kadar doğru olduğunu.
Kadınlar dişi bir fare kadar güzel ve çirkindir. Erkek fare
için dişi fare ne kadar güzelse benim için de kadınlar o kadar
güzeldir. Gerçekler ve algılar farklıdır. Bana sorarsanız

112
kadınlar çok iyi ve güzeldir ama hakikate sorarsanız eminim ki
o benim aklıma bile gelmeyen şeyler söyler. Ve sanat
dediğimiz şu doğa bile belki tiksinilesi bir şeydir. Nereden
bilelim ki büyük ihtimalle özgür irademiz bile yok çünkü
kontrol edemedim kendimi bu deney sonucunda. Kontrol
edemezken bile farkındaydım kontrol edemediğimin fakat
yine de edemedim. Oysa çok kısa sürmüştü bu deney. Ne
anlamı var o zaman ruhun? Daha şu küçücük şeyleri bile
kontrol edemiyorum. Artık bir kez daha inandım özgür
iradenin büyük ihtimal olmadığına ve olsa bile neredeyse hiç
özgür olmadığımıza.

***

Ne yaparsak yapalım öleceğiz fakat eğer vicdanımızı


dinleyip bencillik yapmamamız gerekirse ve hayatın aranıp
bulunası gerçekleri ve/veya anlamı da yoksa daha fazla
yaşayıp daha fazla canlının ölümüne sebep olmaktansa intihar
edip cesedimin doğaya karışmasına sebep olmak daha
erdemli olur. İşte sorum da burada doğuyor. Ben sırf erdem
olsun diye acıları ve kendi adıma kötü bir sonu göze almam
erdemin kendisinin amaç olduğunu kanıtlamaz mı? O halde
Aristoteles'in dediği gibi erdem mutluluk için değildir ve
aslında aranma nedeni erdemli olmak olan hakikati arama
nedeni de mutluluk değildir.

113
***

Acı çekmeden ölmek istemem. Orgazm zevkin doruk


noktasıdır, ölüm de acının. Ölüm orgazm gibi tadılması
gereken muazzam bir şeydir.

***

İnsanlar içine düştükleri bu tuhaf şeyi neden


sorgulamazlar. Başka fırsatları olmayacaktır oysa. Bu ilk ve son
şanstır. Böylesine belirsiz ve tuhaf bir şeyin içine düşmüş
olmalarına karşın bunu hiç umursamamaları ne tuhaftır. Hatta
o derece tuhaftır ki benim neden sorguladığım sorusu kadar
önemlidir bu soru.

***

Hakikate öylesine koşuyoruz ki kendimize dönüp tam


olarak neye koşuyorum sorusunu soramıyoruz. Bir gerçeği
ararken asıl gerçeği göz ardı ediyoruz. Ah şu Tanrı’nın da
ötesinde olup filozofları filozof yapan hakikat.
Hakikat nedir sorarız fakat neyin hakikatini arıyoruz? Yani
hangi sorunun cevabını? Hayatın anlamı var mı? Özgür irade
var mı? Tanrı var mı? Bu gibi soruları şu an soruyoruz ve

114
hakikat dediğimiz şeyi bunları cevaplayan bir şey olarak
görüyoruz. Peki bu soruların cevabını öğrendiğimizde sorular
bitecek mi? Özgür iradenin olmadığını öğrendiğimizde
Tanrı’nın olup olmadığını soracağız, Tanrı’nın olduğunu
öğrensek onun nasıl olduğunu soracağız, Tanrı’nın olmadığını
öğrenirsek de evrenin işleyişini tam olarak anlamaya
çalışacağız. Ölümsüzlüğü bulsak bunun bir cehennem mi
yoksa cennet mi olduğunu soracağız.
Asırlardır her sorunun cevabı yeni bir soru doğurdu.
Cevapların soru doğurduğu evrende hakikat dediğimiz şey
ancak bir sembol olabilir. Asıl hakikat, hakikati armanın
kendisidir. Doğruluk, inanılan veya savunulan şeylerin
doğruluğu değil amacın hakikat olup olmadığıdır. Yani ben
doğru ve yanlışı doğruyu aramanın doğruluğunu yani hakikat
yolunu referans alarak tanımladığımda aslında hakikate göre
tanımlamış oluyorum.

***

Hep anlam arayışından ve hayalinden doğdu savaşlar.


Üst insanı doğurmaya çalışan Hitler, peygamberinin
müjdelediği komutan olmaya çalışan Fatih Sultan Mehmet,
şehit olup cennete gideceğini sanan intihar bombacısı. Üst
insana evrimleşeceğiz fakat bu üstinsan Nietzsche’nin dediği
gibi hayata anlam katmayacak tam tersi anlamı ve anlam
arayışını ortadan kaldıracak. Ölüme evet diyecek. Ölümün ne

115
kadar güzel bir şey olduğunu anlayacak. Emzirilmeye ihtiyaç
duymayacak. Erdemli olma yolunda kötülük yapmayacak
çünkü erdemli olmak da kötülük denilen şey gibi ne iyi ne de
kötüdür aslında. Kişisel değil toplumsal evrimle ilerlenilecek.
İşte bu aşkıninsandır, aşkıntoplumdur. Bir çocuğa iyi eğitim ve
düşünecek bol zaman sağlarsanız onun bir yobaz olma
ihtimali, bir çocuğun eğitimini engelleyip sürekli ağır işlerde
çalıştırırsanız onun filozof olma ihtimali yoktur.
Özgür iradenin varlığının hiçbir kanıtı olmamasına karşın
olmadığının birçok göstergesi var, az önce verdiğim örnek
mesela. Hakikati aramak doğa yasalarıyla pek uyuşmadığı için
özgür iradenin varlığı düşünülebilir fakat hakikati neden
aradığımız sorgulanmalı.

***

Ölüm olmasaydı hayatın anlamının hiçbir şey ifade


etmemesine neden olmaz mıydı? Ayak takımından sıyrılıp,
uykudan uyanıp, ölüme evet deme cesaretini gösterebilendir
aşkıninsan, kötüdeki iyiyi görebilendir.

***

Ah şu felsefe ne güzeldir ki doğanın üstünde. Benden


erdemli olmamı istiyor fakat hiçbir şey vadetmiyor. Tam tersi

116
acılara hazır olmam gerektiğini söylüyor. Ve hangi doğa yasası
açıklayabilir benim bu nedensizce erdemliliğin zirvesine doğru
kararlı adımlarla yürüyüşümü?

***

Aristoteles her şeyin haz olduğunu ve mutluluğun da


amacın kendisi olduğunu hatta bazı söylemlerinde erdemin
bile mutluluk için yapıldığını söyler ve nasıl mutlu olacağımız
konusunda bize dersler verir. Fakat hayatta kendisi amaç olan
sadece mutluluk değildir. Bunun gibi birkaç kendisi amaç olan
şey vardır. Erdem ve hakikati burada söyleyebiliriz. Kişi
erdemli olduğunda bundan ötürü bir onur duyar ve bu onur
onun mutlu olmasına sebep olur fakat o kişi erdemi mutluluk
veya onurluluğun verdiği haz için yapmamıştır. O erdemi
erdem için yapmıştır. Hatta bazen bir erdem yaptığımızda
kimse bunu bilmez ve bilseler de takdir etmezler. O zaman
kişi toplum gözünde erdemli olmaz. Hatta bazı erdemler
vardır ki toplum tarafından taşlanmaya sebep olur. Yani
mutluluk getireceğine sıkıntılar getirir fakat kişi yine de bu
erdemleri yapmaya devam eder.
Dindarlar cennet hayaliyle erdem yapıyor olsalar da
felsefeciler başka bir şey amaçlayarak erdem yapmaz ve
bilgeler için erdemin kendisi amaçtır. Yani erdemin yanında
promosyon gibi gelen onur ve haz amaç değil yan üründür
çünkü bazen de onur ve haz geleceğine taşlar ve sopalar gelir.

117
Hakikat de sadece kendisi amaç olan bir amaçtır. Ancak
erdemli kişiler bilgilerini arttırıp nasıl daha çok erdemli olunur
diye bilmek için öğrenme yoluna girerler. Erdemliler için
öğrenmek, erdeme giden yolda en güzel araçtır. Bir de
gerçekten meraklı kişiler vardır ki bunlar sadece merak
duygularını tatmin etmek için öğrenirler. Sadece merak
ederler ve başka hiçbir şey istemezler. Bu meraklı kişiler ve
erdemli kişiler sayesinde bilim ve felsefe ilerlemiştir.
İşte benim gördüğüm üzere kendisi amaç olan üç amaç
vardır. Nietzsche’ye göre güç istenci vardır ki şu an anlattığım
konuyla pek alakası olmadığı için onu ele almayacağım. Bana
göre hakikati öğrenmek, erdemli olmak ve mutlu olmak
sadece kendisi amaç olan amaçlardır.
Kimileri erdemi düşünmeden sadece hakikati öğrenmeyi
amaçlar, kimileri sadece erdemi amaçlar ve kimileri de vardır
ki bu ilk ikisini hiç umursamadan mutluluğu amaçlar. İşte bu
üçüncüsü en alçak ve iğrenç amaçtır. Ve bir diğer alçak amaç
da vardır ki o da güç istencidir. Bana göre hakikat ve erdem
dışındaki amaçların hepsi alçak ve iğrençtir.

***

Önerme: Bir bilgi ya yanlıştır ya doğrudur. Buna


dayanarak şunu söyleyebilirim ki her epistemolojik eylem ya
yanlıştır ya doğrudur. Ve her eylem ya yanlıştır ya doğrudur

118
fakat özgür irade yoksa sadece epistemolojik eylemler ya
yanlıştır ya doğrudur.
Kanıt: “Doğru ve yanlış diye bir şey yoktur” cümlesini
inceleyelim;
Bu cümle doğru mudur? Eğer bu cümle doğruysa aynı
zamanda yanlış olur çünkü doğru diye bir şey olmuş olur. Bu
cümle yanlışsa yine cümle yanlış olur çünkü yanlış diye bir şey
olmuş olur. Zaten bunun bir paradoks olduğundan bu
cümlenin yanlış olduğunu çıkartabilirken bir de üstüne her
hâlükârda cümlenin yanlış olduğunu görürüz. O halde doğru
ve yanlış diye bir şey vardır.
Bir de şu cümleyi inceleyelim; “Her şeyden şüphe etmek
mümkün değildir.”
Bu cümlenin doğruluğundan şüphe duyamayız çünkü
Descartes varlığımızı ispatlamıştır ve şüphe duyduğumuzdan
şüphe duymak imkansızdır. Bir de doğru ve yanlış diye bir
şeyin olduğundan şüphe etmek mümkün değildir çünkü bunu
da ben kolayca ispatladım.
Şimdi de eylemleri inceleyelim;
Doğru ve yanlış diye bir şeyin olmadığını savunmak üzere
yapılan her eylem yanlıştır çünkü bu cümlenin yanlışlığından
şüphe yoktur ve savunulan şey yanlışsa savunmak da yanlıştır.
Descartes varlığımızı ispatladığına göre kendisinin var
olduğunu savunmak üzere yaptığı her eylem doğrudur çünkü
var olduğu şüphesiz doğrudur. O halde bu doğruyu
savunmanın doğruluğundan da şüphe yoktur. O halde doğru

119
ve yanlış bir eylem vardır ve “Doğru ve yanlış bir eylem
vardır” cümlesinin doğruluğundan şüphe yoktur. “’Doğru ve
yanlış bir eylem vardır’ cümlesinin doğruluğundan şüphe
yoktur” cümlesinin doğruluğundan da şüphe yoktur ve bu
böyle sonsuza kadar gider. Bunun böyle sonsuza kadar
gittiğinden de şüphe yoktur. Ve bu savunmalarımın hiçbirinin
doğruluğundan şüphe yoktur.
Fakat her eylem doğru veya yanlıştır cümlesinin
doğruluğundan şüphe vardır çünkü eğer özgür irade yoksa
yemek yeme, tuvalete gitme veya su içme gibi davranışlar da
hiçbir anlam ifade etmez ve bunlara ne yanlış ne de doğru
diyebiliriz. Sadece doğrudan bilgi ifade eden veya dolaylı
olarak bir bilgiyi savunan veya savunmak için yapılan eylem
veya savunmak için bir şeyler yapmak için yapılan her eylem o
bilginin doğru olup olmadığına göre ya doğrudur ya da
yanlıştır.
Kişinin hayattaki tek amacı doğru bir bilgiyi savunmaksa
ve sabah uyandığında bile ilk bunu düşünüyor ve tüm gününü
buna göre düzenliyorsa bu amaca hizmet eden her eylem
şüphesiz doğrudur. Eğer savunulan ve amaç edinilen bilgi
yanlış ise de bu yolda yapılan her eylem yanlıştır. Hatta en
basit ve anlamsız görünen tuvalete gitmek veya bir bardak su
içmek bile bilgi savunma amacına olan hizmetine göre doğru
veya yanlıştır. İşte görüldüğü üzere ahlak bilmecesini sağlam
ve şüphesiz temellere dayandırarak bir kez daha çözdüm.
Doğrunun ve yanlışın tanımları hakikat ve bilgi yoluna göre
şüphesiz yapılabilir.

120
***

Eğer Tanrı sonsuz kudretli ve yüce ise sınırlı ve kusurlu


beynimizle onun hakkında yapacağımız her yorum ona
hakaret olacaktır. Ona yani Tanrı’ya hakaret etmeyi göze alan
ne çok filozof var. Ve Tanrı’ya açık açık hakaret eden ne de
çok din var. Sonlu bir beyinle sonsuzluk sahibi olan bağımsız
varlığı düşünmeye ve anlamaya çalışmak da nedir? Sen daha
Onun yarattığı şeyleri anlayabildin mi ki şimdi aşıyorsun
haddini? Sen daha Onun var olup olmadığını bile bilmiyorsun.
Var olduğuna dair birçok tezin olsa bile tezlerin doğru olduğu
ne belli? Kanıtın bile olsa bizim yanılmadığımız ne belli?
Evrende sonsuz bilgi mevcutsa neredeyse kesin olarak hep
yanılacağımızı kanıtlamıştım. O halde nedir bu inanç?
Böylesine karmaşık, anlaması güç ve kompleks bir evrende
nasıl şüpheci olmazsın da inanabilirsin bir şeye? En şüphesiz
olan matematik ve matematiğe dayandırılmış fikirler ve felsefi
kanıtlamalardan başka neye nasıl inanabiliyorsun? Hatta
aklımızın bile yanılma payının olabileceğini düşünmeden nasıl
şüphesizce yaklaşabilirsin aklımızın ürettiği matematiğe.

***

Ben aklı da duyguları da vicdanı da küçümsüyorum.

121
***

Önerme: Vicdanı referans alarak doğru ve yanlışları


tanımlarsak ve kişi erdemli olmak isterse o halde intihar
etmesi gerekir.
Kanıt: Yaşadığımız müddetçe yaşayabilmek için başka
canlıları yemek zorundayız. Yemesek bile -ki bu mümkün değil
bir ot da olsa yememiz gerek- yolda yürürken, ellerimizi
sabunla yıkarken, evimizi haşere bastığında ilaçlarken, hasta
olduğumuz zaman antibiyotik aldığımızda veya köpek ve kene
gibi vektörler tarafından ısırıldığımızda aşı olunca birçok
canlıyı öldürmüş oluyoruz ve bu vicdana uymaz.

***

Özgür irade yok desem de var desem de büyük ihtimalle


yanılıyorum çünkü salağım ve salağız. Bir maymun ne kadar
düşünebilir ki? Bir fare pi sayısının bir düzeni olup olmadığı
konusunda ne düşünebilir ki? Bir zamanlar şimdi savunduğum
bilgilerin yanlış olduğunu söylüyordum ve belki de şimdi yanlış
olduğunu savunduğum bilgileri ileride savunacağım ve belki
hiç olmayan bir inanç ve bilgi bulacağım.

122
***

Önerme: Şüpheciliğin doğruluğundan şüphe yoktur.


Kanıt: Sen, ben olsaydın ben olacağın için ben neysem
sende o olmuş olurdun ve benim savunduğum şeyleri
savunuyor olurdun. Ben de sen olsaydım sen neysen ben de o
olmuş olurdum ve sen neyi savunuyorsan ben de onu
savunuyor olurdum. Bundan şüphe olmadığına göre ne sen
kendi savunduğun şeylerin doğruluğundan emin olabilirsin ne
de ben kendi savunduğum şeylerin doğruluğundan emin
olabilirim. Bu, birinci fikre dayandığına ve birinci fikirle
doğrulandığına ve birinci fikrin doğruluğundan da şüphe
olmadığına göre bu fikrin doğruluğundan da şüphe yoktur. O
halde burada tek şüphesiz doğru bu iki şeydir. O halde senin
savunduğun doğrudan da benim savunduğum doğrudan da
emin olunamayacağından şüphe yoksa bu söylediğim şeyin
yani bu söylediğime dayandırılan şüpheciliğin doğruluğundan
da şüphe yoktur.

***

Toplumun düzenli ve kaliteli oluşu hakikat yoluna yarıyor


ve hakikat yolunun doğruluğundan şüphe yoksa o halde
toplumun düzenini amaçlamak da doğrudur diyebilirsiniz
fakat şunu hatırlatmam gerekir ki din, tolumun düzenini

123
oldukça iyi sağlar. Din toplumun afyonudur demiş Marx.
Yalanlar toplumun düzenini sağlayabilir fakat din ve/veya
yalanlar hakikat yolunda en büyük engeldir.
Dini ve yalanları toplumun düzenini sağlamak için
kullananlar, radikallikten doğacak kavga ve savaşları öngörme
yetisine sahip değildirler. Mutlak düzen ancak doğruluğundan
şüphe olmayan hakikat yolunu referans alarak yapılan doğru-
yanlış tanımlarıyla sağlanabilir.
İnsan öngörme konusunda birçok alanda olduğu gibi bu
alanda da yeteneksizdir. Marx, kendisi açısından doğru bir
rejim ürettiğini düşünse de bunun sebebi olduğu ekonomik
zayıflıkları ve özgürlük kısıtlanmalarını öngörememiştir.
Ekonomist, sosyolog veya psikolog olmadığım için kusursuz
bir rejim üretemesem de referansımın doğrulundan şüphe
yoktur.

***

Mutluluk istencinin aşağılıklığıyla ruhun var olup


olmadığı ölçülecekse evrimsel biyolojiyle açıklanmış olan bir
şey vardır ki insan ve diğer canlılar da kendi türünün veya
gurubunun lehine mutluktan da yaşamdan da vazgeçebilme
yetisine ve dürtüsüne sahiptir. O halde eylemlerin ruh
kutsallığını içerip içermediğini mutluluk istencini içerip
içermediğine göre değerlendirmek biyolojinin ve psikolojinin
kanıtladığı üzere yanlış bir yöntem olacaktır.

124
Eğer ruhun olmadığının doğruluğu, doğruyu aramanın
doğruluğu kadar şüphesiz olsaydı mutlu mu olmaya çalışırdım
yoksa direkt intihar mı ederdim bilmiyorum. Bunun cevabını
öğrenebilmek adına kısa bir süreliğine kendimi kandırmaya
çalışsam da şüpheciliğin doğruluğundan şüphe olmadığını
bilen biri olarak bunu beceremiyorum.
Savunmaktan asla vazgeçmem diyebileceğim bir fikrim
yok. Bilgelik yolu insana yanlışlığından şüphe olmayan en
büyük şeyin radikallik olduğunu öğretiyor. Aynı şekilde farklı
hatta zıt fikirlere bile saygılı olmamız gerektiğinin
doğruluğundan şüphe olmadığı da benim keşfettiğim
yönteme dayandırılabileceğinden şüphesiz olduğu aşikârdır.
Maalesef düşüncelerimi kelimelere döküş zorluğu,
düşüncelerimin asilliği ve yüceliğiyle doğru orantılıdır.
Gerçekten mükemmel güzellikte olan bazı fikirlerimi
kelimelere dökmekte bazen bir hayli zorlanıyorum fakat yine
de elimden geldiğince tüm düşüncelerimi yazacağım. Benim
için anlaşılıp anlaşılmaması, mutluluğumun ve
mutluluğunuzun umurumda olmayışı kadar önemsizdir.
Benim için mühim olan tek şey doğruların en doğrusu,
erdemlerin en yücesi, yalanlardan en münezzeh olan
hakikattir. Hatta öyle ki o, onun ne olduğu hakkında bir fikir
sahibi bile olamayacağımız yücelikte ve asilliktedir. Eğer bu bir
Tanrı ise bu övgülerim onadır, eğer ateizm ise bu övgülerim
ateizmedir. Kısacası benim canım da sizin canınız da bu en
yüce şey olan hakikatin varlığında kesinlikle önemsizdir ve

125
hakikat hep var olduğuna göre mutlulukçular, inkârcı ve
hakikat tanımazcılardır.

***

Ben kimsenin bir şeyi değilim. Ben hürüm. Bir Tanrım


olsa onun kulu olmuş olurum, bir ablam veya abim olsa
onların kardeşi olmuş olurum, bir annem veya babam olsa
onların çocuğu olmuş olurum, bir hayvanım olsa onun sahibi
olmuş olurum, bir öğretmenim olsa onun öğrencisi olmuş
olurum, bir öğrencim olsa onun öğretmeni olmuş olurum,
dayım, halam, amcam veya teyzem olsa onların yeğeni olmuş
olurum, dedem veya nenem olsa onların torunu olmuş
olurum, malım mülküm olsa onların sahibi olmuş olurum, bir
ülkem/bir ulusum olsa bunların bir ferdi/bir vatandaşı olmuş
olurum, bir karım olsa onun kocası olmuş olurum, çocuğum
olsa onun babası olmuş olurum. Ben kimsenin ve bir şeyin bir
şeyi değilim, hiçbir yere ve hiç kimseye ait değilim. Ben
özgürüm. Ben sadece benim. Bu yüzden hiç kimsenin bir şeyi
olmadığım için benim de kimsem yoktur. Hiçbir yere ait
olmadığım için toprağım ve memleketim yoktur, hiçbir
eşyanın da sahibi olmadığım için bir şeyim yoktur. Benim
görünen belki kitaplar ve belki bir kalemim vardır ancak kitap
ve kalemler kimseye ait değildir. Kitap ve kalem tıpkı bir fikir
gibi insandan insana geçmesi ve yayılması gereken bir
şeylerdir.

126
Hakikat yolunda ilerlemek için aşkın ve özgür
olunmalıdır. Ancak aşkın insanlar ve toplumlar hakikate
yaklaşabilirler. Tüketim toplumları ancak mutlulukla dost
olurlar. Dostumun düşmanı düşmanımdır, düşmanım dostu
da düşmanımdır. Hakikat dostumdur o halde mutluluk
düşmanımdır, mutluluk dostu tüketim toplumu ise hakikatin
düşmanıdır, o halde benim de düşmanımdır. Düşmanımdır
zevkler, mutluluklar, mal mülk ve cinsellik. İnsan zaten
ihtiyaçlarının esiriyken bir de isteklerinin esiri olursa tam bir
köle olur. İsteklerimizi öldürebiliriz ve İhtiyaçlarımızı ise
elimizden geldiğince kontrol etmeli ve onların esiri
olmamalıyız. Ancak böyle erdemli ve bilge olunur. Ancak
böyle hakikate yaklaşılır.
Diyojen, Nikola Tesla, Hypatia ve adını hatırlayamadığım
daha niceleri bize erdemin maldan, isteklerden, ihtiyaçlardan,
aileden, sevgiden, duygulardan ve bedenden çok daha değerli
olduğunu gösterirler. Diyojen’e kalpazan veya Yunan veya
dinsiz diyerek hakarette bulunmaya çalışanlar ve Hypatia’yı
öldürenler ise bize özgür iradenin olabileceğini ve şerefsizliğin
sınırının olamayacağını gösterirler ve erdemliliğin değerini bir
kez daha hatırlatırlar.

***

Sürekli tok olursanız yemek yemenin ve doymanın keyfini


yaşayamazsınız, sürekli sıcakta olursanız üşüyüp ısınmanın

127
keyfini yaşayamazsınız, sürekli dinlenik olursanız yorulup
sırtınızı bir yere yaslamanın keyfini yaşayamazsınız,
susuzluğun zorluğunu çekmezseniz kana kana su içmenin
hazzını yaşayamazsınız, sıcaktan bunalmazsanız serin bir çaya
girip serinlemenin keyfini yaşayamazsınız, diş ağrısı
yaşamazsanız sonrasında bir ağrıdan kurtulduğunuz için
sevinmezsiniz. İşte görüldüğü gibi dinlerin anlattığı içinde
hiçbir olumsuzluğun ve zorluğun yaşanmadığı cennet kendi
içinde çelişmektedir.

***

Savaştan barış doğacağına inanmıyorum. Savaş ancak


geri kafalılıklardan doğan ve toplumu oldukça geriye götüren
şeydir. Savaş olmadan barışın oluşturulacağına inanıyorum.
Tabii bu ancak aşkın toplum ve insanlar tarafından yani
oldukça zeki insanlar tarafından gerekli stratejiler ile
sağlanabileceğinden günümüz insanı bu stratejileri
düşünemez ve Yin Yang felsefesine inanırlar.
Fransız devrimi öncesindeki kaosa, Hitler’in olumlu bir
şey olan üstüninsanı yaratma çabasıyla yaptığı katliamlara,
komünist liderlerin bu mantığa inanarak sebep olduğu
savaşlara aslında gerek olmadığını aşkıninsanlar anlayacaktır.

***

128
Dişi bireylerde iki adet X kromozomu bulunurken erkek
bireylerde bir adet X ve bir adet Y kromozomu bulunur. Eğer X
kromozomuna bağlı bir hastalık varsa erkek bireyin
fenotipinde bu hastalık görülür. Eğer Y kromozomundan bir
hastalık varsa yine erkek bireyin fenotipinde bu hastalık
görülür. Kadın bireyler ise bu konuda gerçekten şanslıdırlar.
Eğer kadının X kromozomunda bir hastalık varsa bir adet daha
X kromozomu olduğundan bu hastalığın virulensi erkekteki
kadar yüksek olmayabilir. Bir de kadınlarda X inaktivasyon
mekanizması vardır ki bu gerçekten mükemmel bir şanstır.
Embriyodan vücut oluşurken her hücredeki X
kromozomlarından biri yoğunlaşıyor ve bu yoğunlaşma
rastgele oluyor. Yoğunlaşan X kromozomu belirli
mekanizmalar ile inaktive ediliyor. Yani bu kromozomda
bulunan genlerin ifade edilmeleri engelleniyor. Eğer bu
rastgele olan seçim hastalık taşıyan kromozoma denk gelirse
kadın hasta olmuyor. İşte kadınların hastalıklara daha dirençli
olmasının sebebi budur.
Bu mekanizmayı genetik dersi alırken fark ettiğimde
kadınların hastalıklara dirençli olmasının sebebinin bu
olduğunu hocama söylemiştim. Hocam ise bana gülmüş ve
kadınların dirençli olmasının sebebinin kadınların muhteşem
iradesi olduğunu söyleyerek kadınları övmeye çalışmıştı.
Hocama kesinlikle saygım ve sevgim vardır çünkü bu bilgeleri
onun sayesinde biliyorum fakat bu şekilde düşünen
insanlardansa materyalistler gerçekten daha zekidirler.

129
***

Geçekler insanoğlunun yüzüne bir tokat gibi vurur.


Gerçekler, insanlık için değil, sebep olacağı her şey göze
alınarak gün yüzüne çıkarılması içindir. Gerçek, amacın
kendisidir. İnsan merkezli değil hakikat merkezli bir anlayışla
ancak erdemliliğin zirvesine ve hakikate ulaşılır. Aşkıninsan
kendisinin son derece önemsiz olduğunu bildiği için acı
çekmez. İnsan merkezli anlayış sistemine sahip olanlar ise
değil hakikat uğrunda göze alınabilmesi gereken insanlığın
ölümünü kendi ölümünü bile kabullenemez o önemsiz
benliğini önemli sanarak.
Malı mülkü olana ben erdemli demem hele filozof hiç
demem. Kendini önemli sananlar asla erdem sahibi olamazlar.
Kendini filozof sanıp kibirlenenler de bilsinler ki kibirden ve
bencillikten tam anlamıyla arınamamış kişi filozof değildir. O
ancak aşkıninsan müsveddesidir. Eğer kibri felsefe dünyası
dışına da taşarsa insan müsveddesi olur. Çok şey bildiğini
sanan akademisyenler ve diğerleri de aslında en önemli bilgiyi
bilmiyorlar. Ve bu en önemli bilgiden yoksun kimse ancak
cahilliğe mahkûmdur. Bu en önemli bilgiyi Sokrates dile
getirmiştir.

***

130
Mutlu ve sağlıklı olunca daha rahat düşünülebiliyor.
Daha rahat düşünebilmek de bilime ve felsefeye daha yararlı
olmaya ve böylelikle doğruluğundan şüphe olmayan hakikat
yoluna yararlı olmaya sebep olacağına göre hakikati
amaçlayarak mutlu ve sağlıklı olmak için bir şeyler yapılması
mübahtır fakat bunun sadece hakikati amaçlayarak yapılması
gerektiğini tekrar belirtmek istiyorum. Çünkü eğer mutluluk
amaçlanırsa bu hakikat yoluna zarar vereceğinden yanlış bir
davranış olur. İkisi arasında gerçekten çok ince bir çizgi olsa
da aşkıninsan için bu gayet basittir.
Nasıl ki mutluluğu amaçlayarak erdemde bulunmaya
çalışanlar sadece mutluluğu düşünüyorsa hakikati
amaçlayarak mutlu ve sağlıklı olmaya çalışanlar da sadece
hakikati düşündüğünden bu eylem onları felsefeden
uzaklaştıramayacaktır.
Nasıl sağlıklı ve mutlu olunur sorusuna gelirsek eğer ben
nasıl mutlu olunacağı konusunda tavsiyelerde bulunmam. Ben
ancak nasıl sağlıklı olunacağını anlatırım çünkü zaten
mutluluğu anlatan yeterince boş insan ve felsefeci var.
Bunlara felsefeci diyorum çünkü bunlar iyi ve güzel yaşamı
amaçladıkları için filozof olma erdemine sahip değildirler.
Bunlar kendilerini filozof sansalar da bir fareden hiçbir farkları
olmadığını bile bilmezler.
Spor ve stresten uzak durmak kadar sağlığa yararlı bir şey
yoktur. Daima neşeli ve eğlenceli olmak kişinin hem kendi

131
sağlığına hem de çevresindekilerin sağlığına oldukça
yararlıdır. Beslenme konusunda ise basit karbonhidratlardan
uzak durulmalı, kaliteli yağlı ve proteinli gıdaların yanında
kompleks karbonhidratlar tüketilmelidir. Vücudun ikinci beyni
olan bağırsak sağlığı için de yoğurt ve diğer probiyotik gıdalar
tüketilmeli ve bol bol su içilmelidir. Sigara ise gerçekten iğrenç
bir şeydir çünkü kişinin kendi sağlığına en çok zarar veren
madde olmasının yanı sıra çevresindekilerin sağlığına daha
çok zararlıdır çünkü pasif içicilikte serbest radikaller daha çok
alınır. Alkol ise en fazla ayda bir şişe tüketilmelidir fakat hiç
tüketilmezse tabii ki daha iyidir. Spor olarak da dağcılık ve
trekking oldukça yaralıdır. Bunlar hem mutluk verici hem de
güçlendirici sporlardır. Bunların yanında bütün sporların da
sağlığa faydaları saymakla bitmez. Eğer bu dediklerim
uygulanmaz ise sağlıksız ve kısa ömürlü olunacağından ve bu
da hakikati aramaya ve felsefeye ve bilime katkıda bulunmaya
engel olacağından bu yanlış olur.
Cinsellik ise oldukça lüzumsuz bir afyondur. Moleküler
biyolojinin de gelişmesiyle ilişkiye girmeden çocuk
yapılabiliyor. O halde insanoğlu cinsellikten uzaklaşıp daha
yararlı işlerle uğraşmalıdır. Keşke cinsellik denen iğrenç şey
olmasa da kadın erkek daha sağlıklı ve insancıl bir şekilde
birbirini sevse. Kadınlara karşı olan kutsal sevgime cinselliğin
bulaşmasından nefret ve tiksinti duyuyorum. Sevdiğim
kadınlar benim sevgimin kutsallığını anlayamadıkları için
benimle evlenmek istiyorlar. Evlenmek istemiyorlarsa da

132
benden kaçıyorlar. Bir ağacı neden seviyorsam kadınları da
ağaç gibi güzel sesi, ışıltısı ve estetiği olduğu için seviyorum.
Nasıl ki meyveler doğal seçilim sayesinde zamanla
muhteşem güzelliklere sahip olmuşlarsa kadınlar da böyledir.
Eğer aşkın düşünemeseydim kadınlardan nefret ederdim
çünkü birçok kadın benim duygularımı sömürdü. Birçok kadın
benim bilgilerimden faydalanmak için güzelliğini kullandı.
Fakat ben bunları aştım ve cinselliği kullanan tüm insanlardan
nefret ediyorum. O kadar asil iş varken cinsellik gibi boş işlerle
uğraşanlardan nefret ediyorum. Ve nefret duygusundan da
nefret ettiğim için nefret ettiğim kişileri değil sevdiğim kişileri
düşünüyorum. Sağlıklı ve aşkın olmak için böylesi iyidir.

***

Tanrı kendisine tüm insanlar tarafından yapılan bu kadar


hakareti nasıl kaldırıyor anlamıyorum. Düşük beynimizle yüce
Tanrı hakkında yaptığımız her yorum ona hakaret ve eziyet
değil mi? Tanrı’ya acıyorum. Yoksa Tanrı bu sözüme kızacak
mı? Acıma duygumu yaratan o değil mi yoksa? Tanrı’ya bu
kadar karışmayın ne olur. Resmen dalga geçiyorsunuz. Size ne
o ne yapmış, niye yapmış ve ne yapacak. Siz kimsiniz
hadsizler. O kadar haddinizi aşıyorsunuz ki Tanrı
yaratıyorsunuz. Size oha ki kendi yarattığınız Tanrıyı
öldürdünüz. Ve size yine oha ki bir insanın Tanrı’nın elçisi
olduğunu söyleyip onu göklere çıkarıyorsunuz. Ancak kuru bir

133
yaprak kadar önemli olan insanoğlu nasıl oluyor da yüceliğine
akıl eremeyecek bir varlığın elçisi oluyor? Yazık ki size Tanrı’yı
ağzınızda sakız ettiniz. Sizin bu saçmalıklarınızı dile getirmek
için ben de ağzımda sakız ettim aslında.

***

İlle de bir dine ihtiyaç duyuluyorsa bilim din olarak kabul


edilmelidir fakat olgunluğa erişmiş olan aşkıninsan ne bir
anneye ne de onun öğütlerine ihtiyaç duyar.

***

Yaşamın hiçbir anlamı yok. Anlamlı ve doğru olan tek şey


hakikattir. O halde anlamlı ve doğru tek eylem hakikati
aramaktır ve “gerekirse” bu uğurda katil bile olunabilmelidir.

***

Ölen hayvan imiş aşıklar ölmez imiş der Yunus Emre.


Fakat ben ölmek istiyorum. Âşık olmak kaderimse suçum
erdemi amaçlamak mıdır? Erdem de suç olduysa hakikat
dışında kutsal olan ne kaldı o zaman?

134
***

Sürünün arasında olmaktansa yalnızlığın asil acısını


çekmeyi tercih ederim. Yalnızlıktan kafayı yeme ihtimalini
göze alarak erdemliliğin zirvesine tırmanmalıdır aşkıninsan.

***

Laboratuvarda çalışırken bir makine mühendisinin öyle


azimle çalıştığını gördüm ki aklıma evrimin Tanrı’yı yaratacağı
fikri geldi. Doğa Tanrı'yı yaratacak ve Tanrı maddeyi değil,
madde Tanrı'yı yaratmış olacak. İnsan Üstüninsan'ı,
Üstüninsan Tanrı'yı doğuracak. Tanrı doğayı yönetiyor gibi
gözükse de doğa Tanrı'yı yönetecek bizi yönettiği gibi.
İstenilesi bir şey değil belki de bu fakat kaçınılmaz bir şey
olabilir. Özgür olmayan bir beyinle düşündüğümüz için büyük
ihtimalle hayatta kalma becerileri dışında kalan her konuda
yanılıyoruz. Evrimin kölesi olursak böyle olacak fakat bilinçsiz
evrime bilincimiz sayesinde hükmedip yaratmalıyız bilinçli
evrimi.
Beynimin de ötesine geçip görmeliyim beyni, beynimin
duyguları gördüğü gibi. Ah bana akıl verecek bir üst akıl
olsaydı. Çaresiz ve yalnız hissediyorum ancak beynimin
ötesine geçip beynime akıl verebilmek bir çare olabilir. İşte

135
tek çare olan çarenin imkansızlığıyla kanıtlanmıştır benim
çaresizliğim.

***

Tanrı, cennet ve cehennem gibi kavramlar gerçek erdem


yapılamamasına neden olur çünkü gerçek erdem, erdem
dışında hiçbir şey amaçlanmayarak yapılan şeydir. Cennet
diye bir şeyin olmadığı zaten çok açıktır fakat Tanrı’nın olup
olmadığı açık değildir. Tanrı’yı bir bilinmeyen olarak
düşünürüz çünkü bilimle açıklayamadığımız yerde veya bilimle
açıklasak da yanılma payımızın bulunduğu yerde durur Tanrı.
Tanrı yoktur diyemiyorum çünkü bir yanılma payım var ve
Tanrı orayı kendine ev edinmiş. İnsan bunları aşmalı. İnsan;
Tanrı, cennet, cehennem ve anlam gibi kavramları aşıp her
şeyi göze alarak erdemliliğin zirvesine ulaşıp hakikati bulmayı
amaçlamalı.
Ne yazık ki kuantum fiziği ve pi sayısı veya kök iki veya
sıfır faktöriyel gibi konulardan da anlaşılacağı üzere bilim bize
her zaman açıklayamadığımız şeyler olacağını gösterir ve bu
açıklanamayan ve belki de hiç açıklanamayacak şeyler
yüzünden bir bilinmeyene ve her zaman bir yanılma payımızın
bulunduğuna inanırız. Ve ne yazık ki insana en ıstırap veren
şey bilmediğini bilmek olduğu için insanoğlu bilinmeyene bir
anlam yüklemeye çalışır. Burada insanı suçlamıyorum çünkü
denize düşenin yılana sarılması suç değil sadece bir çaresizlik

136
ve bir tükenmişliktir. Anksiyete bozukluğu yaşadığım
zamanlarda yaşadığım şeyin anksiyete bozukluğu olduğunu
bilmediğimde gerçekten başım dönüyor ve nefesim daralıyor
sanıyordum fakat yaşadığım şeyin anksiyete bozukluğu
olduğu bilgisine ulaştığımda aslında başımın dönmeyip
nefesimin de daralmadığının farkına varınca ne baş dönmesi
kaldı ne nefes daralması. Kalan tek şey kaygımın farkında
olmak oldu. İşte bu örnekte de görüldüğü yanılsamalarımızın
farkında olduğumuzda yanılsamalar uçup gider ve kalan tek
yanılsamalarımızın farkında olmak olur. İşte aşkıninsan
bilmediği şeylerin sadece bir bilinmeyen olduğunun ve insanın
ümit amacıyla bir şeylere anlam yüklemeye çalışan bir varlık
olduğunun farkında olduğu için ne boğulur ne de yılana sarılır.
Sadece denizde çırpındığının farkında olmanın ıstırabını yaşar.
İşte bu ıstırap ilerletir bilimi ve felsefeyi. İşte bu ıstırap
insanoğlunu uyandırır ve yalanlardan uzaklaştırıp hakikate
yaklaştırır.
Başımın döndüğünü sanarak yaptığım tek şey baş
dönmemin geçmesi için şekerli veya tuzlu bir şeyler yemeye
çalışmak oluyordu. Fakat asıl yapmam gereken kaygımı
azaltamaya çalışmak olsa da bilmediğimin farkında olmadığım
için gerçeğe yaklaşmak yerine tam tersi uzaklaşıyordum
ondan. İnsan, düşmanının bilinmeyen değil bilinmeyeni açığa
çıkaran olduğunu sanarak bilime ve felsefeye engel oldu. Artık
insanoğlu bilsin birçok şeyin bilinmediğini ve o
bilinmeyenlerin sadece bilinmeyenden ibaret olduğunu.

137
Bilinmeyen şeyler var diye ümitlenirsek ne gerçek erdemlerde
bulunabiliriz ne de hakikate yaklaşabiliriz.
Hristiyanlık ve İslam öğretilerinin kurtuluş, cennet ve
imtihan fikirlerini insanoğlunun aklına sokması yüzünden
görüyorum ki birçok filozof mutluluğu arayarak zaman
kaybetmişlerdir. Schopenhauer, mutlu olamayacağımızı ve
aslında hiç var olmamamız gerektiğini, Nietzsche mutlu olmak
adına acılarla büyük bir güçle savaşmamız ve yaşamın
kendisini yüceltmemiz gerektiğini söyleyerek acılardan
kurtulup mutluluğu amaçladıklarını belli etmişlerdir. Felsefe
bedenin düşük arzularıyla yapılmaz. Felsefe, sofradan değil
fıçıdan yapılır ve ne sofra ne fıçı amaçlanır. Ancak her şeyden
bağımsız olan bilgi amaçlanır çünkü hakikat ve gerçek erdem
budur.
Evrimi bilmeseydim belki hâlâ İslama veya bir Tanrıya
inanıyor olacaktım fakat bilim sayesinde az da olsa hakikate
yaklaştım. İşte bizi doğrulara yaklaştıran ne sezgicilik ne de
başka bir şeydir, bizi doğrulara yaklaştıran bilimdir. Bilim
diyorsam beni bilime körü körüne inanıp maddesel bir
yanılsama içinde olan materyalistlerle karıştırmayın. Ne
madde dışında bir şey vardır diyebilirim ne yoktur diyebilirim.
Sadece bilmiyorum diyebilirim.
Elimden gelen tek şey bilim olduğuna göre doğruyu
aramanın aracı olarak bilimi kullanmaktan başka bir yol
yoktur. Biyolojinin gelişmesi ile de biliyoruz ki sezgicilik
yalnızca duyguların bir aldatmacasıdır. Doğruyu aramanın
doğruluğundan şüphe olmadığına göre bilimin ilerlemesine

138
doğrudan veya dolaylı olarak katkıda bulunan eylemler
erdem, bilimin ilerlemesine doğrudan veya dolaylı olarak
zarar vermek ve/veya engel olmak ise erdemsizliktir. Bu
düşüncelerimden dolayı beni psikopat bir bilim insanı olarak
görebilirsiniz fakat şüphesiz erdemlilik budur. Sizin erdem
sanarak yaptığınız davranışlar düşük bedeninizin düşük
arzularından ve duygularından kaynaklanan anlamsız
davranışlardır. Ne bir hastayı iyileştirmek ne de bir kişinin
hayatını kurtarmak erdemdir. Erdem ancak küçük veya büyük
fark etmeksizin doğru bilgiye ulaşmaya çalışmaktır. Doğru
bilgiye ulaşmaya çalışmak adına bir kişiyi öldürmek erdemdir.
İslam’da Allah’ın emirleriyle kurban kesilir veya savaşlarda
insanlar öldürülür ve bunlar erdem olarak görülür. Kurban
kesip o canlının etiyle fakirleri doyuran insan cani değil de tam
tersi son derece erdemli ve vicdanlı görülür. Fakat İslam’ın
doğru olduğunun hiçbir kanıtı yoktur.
Kesin doğruları skolastik görmek mantık hatasıdır.
Descartes’ın varlığımızı ispatlaması üzerine varlığımızdan
emin olmak nasıl ki skolastiklik değilse benim ürettiğim
şüphesiz temellere dayandırılmış doğruluğundan şüphe
olmayan ahlak sistemi de skolastiklik değildir.
Şüpheciliğin doğruluğundan şüphe yoktur dediysem bu
şüphecilik Phyrrhon’un şüpheciliği değil Descartes’ın
şüpheciliğidir. Çünkü Phyrrhon’un şüphecilik anlayışına göre
doğru bilgi yoktur. Aslında Phyrrhon’un anlayışı mantıklı
görünür fakat bu anlayış her şeyi kesip atmaktan başka bir şey
değildir. Descartes göstermiştir ki doğruluğundan şüphe

139
olmayan şeyler vardır. Nasıl ki Descartes düşünüyorum
öyleyse varım dediyse ben de doğruyu aramın doğruluğundan
şüphe yoktur diyorum.

***

Ağlayan çocuğa annenin tokat atması duyguların insanı


aptallaştırdığına kanıttır. O annenin duygusu ile iyi ve kutsal
sanılan sevgi duygusu aynı şeydir, sonuçta ikisi de duygudur.
Duyguları ya öldürmeli ya da Aristoteles’in dediği gibi ortada
ve dengede olunmalı.

***

Ben gerçeği bilsem de bilmesem de hayatta değişen bir


şey yoktur. Gerçekler sabittir. Değişen tek şey benim daha
önce bilmediğim gerçeği öğrenmiş olmamdır. O halde gerçek
olumsuz bile olsa öğrenince üzülmem son derece mantık
dışıdır. Aksine öğrendiğim için sevinmem gerekir ve aciz ve
zayıflar bunu beceremez. Ancak aşkıninsan becerebilir.
Misal vermem gerekirse birinin hapishaneye atıldığını
fakat gözü bağlı olduğu için bunun farkında olmadığını
düşünün. Ve hatta kendini evinde sandığını düşünün.
Hapishanede olduğunu öğrense de öğrenmese de o kişi
hapishanededir. Hapishanede olduğunu bilmeyip kendini

140
evinde sandığından mutlu olması iyi değil gerçeği bilmediği ve
durumunun farkında olmadığı için kötüdür. Bu kişinin gözü
açılınca bir hayal kırıklığına uğrayıp son derece strese girer
fakat aşkıninsan analitik düşünerek mantıklı olanı yapar ve
gerçeği öğrendiği için sevinir. Bu hapishanedeki kişi için en
mantıklı şey ise gerçeği öğrendiği için sevinmesi ve bu
sevincin de verdiği güçle gerçeğe göre hareket etmesidir.
Böylelikle ya hapisten çıkar ya da buna göre hareket ettiği için
daha mutlu ve güçlü olur.

***

Zombilere acıdıkça toplum ilerlemeyecektir ve hatta


diyalektik düşünce yüzünden zombilerle toplumun ilerlediğini
sanıcaksınız. Zombilere zalim, insanlara melek olunmalı.
Şeytana melek olan şeytan, şeytana şeytan olan melektir.

***

Moleküler birleşmelerde ve ayrılmalarda eşik değer


denen şey olmasaydı evrende kaos olurdu. Bu ve bunun gibi
evrenimizde bulunan tüm yasalar canlılığın oluşması için
mükemmel ayardadırlar. Eğer evrenimizden başka bir evren
yoksa yasaların, canlılığın oluşması için ayarlanmış gibi olması
göz ardı edilebilecek bir şey değildir. Evrenimizde canlılığın

141
oluşmasının kaçınılmaz olduğunu fizikçiler ve kimyacılar
bilirler. Ben de biyolojiye vâkıf biri olarak şunu biliyorum ki
canlılar oluştuktan sonra zeki ve bilinçli bir canlının oluşması
kaçınılmazdır. Bunu özellikle parazitoloji laboratuvarında
çalışırken görebiliyorum. Trichomonas spp, Trichuris trichiura,
Ascaris spp. ve daha nice parazitleri laboratuvarda incelerken
evrim mekanizmasının mükemmelliğini görebiliyorum.
Yaşamak için her şeyi yapıyorlar ve bu yaşam yolu o kadar
sert ki iyi olmayanlar anında eleniyor ve hep iyi olanlar
kalıyor. Ve kademe kademe bu şekilde daha iyiye giderek
adeta bir Tanrı oluşacakmış gibi görünüyor. Bu mekanizma ilk
organik moleküllerin ve sonrasına DNA molekülünün
oluşmasından insanın oluşmasına kadar işler. İlk organik
molekülü de işin içine katıyorum çünkü evrim sadece canlı
sistemlerde değil maddelerde de geçerlidir. Bu yıl (2018)
Nobel Kimya Ödülünü alan değerli bilim insanları da kimyada
evrim mekanizmasını kullanarak adeta bir devrim
yapmışlardır. Laf israfından hoşlanmadığım için çok ayrıntıya
girmeyeceğim.
Aslında sadece şunu bilmenizi isterim ki kimyadan
biyolojiye nereye bakarsam bakayım sanki moleküllerin ve
tüm maddelerin ve tüm canlıların bir amacı varmış gibi
görülüyor. Bunu basit ve dar çerçeveden bakarsanız asla
göremezsiniz. Sosyologların ve psikologların adeta kendilerine
dışarıdan bakabilmeleri gibi biyologların da kendileri dahil
gelmiş geçmiş tüm canlılara dışarıdan bakabilmeleri ve
bütündekini görebilmeleri gerekmektedir. İşte evren böyle

142
karmaşık ve sonsuz bilgi doludur. Ne bir inanca inanabilirim
ne bir şey bildiğime.

143
144
145

You might also like