You are on page 1of 53

EVR M N M KROB YOL K

ÇÖKÜ Ü

MOLEKÜLER B YOLOJ EVR M TEOR S N HÜCRE


DÜZEY NDE NASIL GEÇERS Z KILIYOR?

HARUN YAHYA
Ç NDEK LER

GR

EN KÜÇÜK CANLI

DNA'NIN G ZL DÜNYASI

HÜCREDEK PROTE N ÜRET M

HÜCRE Ç S STEMLER

MUC ZE MOLEKÜLLER: PROTE NLER

HÜCRE ZARI

HÜCREDEK ENERJ ÜRET M

ANNE KARNINDAK YARATILI

SONUÇ: AKLIN KAYNA I


GR

Bu kitabın konusu, insan vücudunun yapıta ı olan hücredir. Ço u ki iye göre, insan hücresi ile ilgili bir
kitap, ancak bir biyoloji ya da kimya kitabı olmalıdır. Oysa elinizde tuttu unuz kitap bir kimya ya da biyoloji
kitabı de ildir. Kitabın amacı, okuyucunun konu hakkındaki bilimsel birikimini artırmak, ona biyolojik detaylar
ö retmek de de ildir. Çünkü bu bilgiler zaten okullarda ö rencilere aktarılır.
Hemen herkes okuldaki, hayat bilgisi, ya da biraz daha büyüdü ünde fizik, kimya, biyoloji gibi
derslerinde, varlıkların ve olayların "bilimsel açıklama"larını okumu tur. Derslerde insan vücudunu ya da tabiatı
tanır, ama bunların içerdikleri muhte em yapıların, içlerinde i leyen milyonlarca içiçe geçmi sistemin, bu
sistemlerin aralarındaki akılalmaz uyum ve dengenin her zaman süregiden ola an olaylar olduklarına inandırılır.
Asıl sorması gereken sorular ise asla sordurulmaz. Canlı cansız tüm bu varlıklar nasıl meydana gelmi ler? Böyle
bilinçili bir düzen ve tasarımın kayna ı nedir? Bu mükemmel sistemler kendi kendilerine ortaya çıkabilirler
mi?.. Bu gibi soruları hiç sormamayı ö renir.
Örne in a açların nasıl meyve olu turduklarının biyolojik detaylarını ö renir; fotosentezle ya da bitki
yapısıyla ilgili bilgiler yüklenir. Ancak tüm bunlar yapılırken, "nasıl olur da bir tahta parçasının içinden insanın
dama ına ve sa lı ına uygun, dünyanın en güzel ambalajına sahip mükemmel gıdalar çıkar?"; "a acın üretti i
bir meyve ile insan dama ındaki lezzet hissinin böyle inanılmaz biçimde uyu masının sırrı ne olabilir?" gibi
sorular aklına bile gelmez.
Varlıkların varolu amaçları üzerinde dü ünmeye alı ık de ildir. Tek yaptı ı, varlıkların içeri i hakkında
daha fazla bilgi yüklenmektir.
Çocuklu undan itibaren bu ekilde bir programlanmaya tabi tutulan insan artık etrafındaki yaratılı
mucizelerine kar ı duyarlılı ını yitirmi tir. Kuran'ın tabiriyle "kalbi katıla mı ", körelmi tir. Çünkü yine
Kuran'ın tabiriyle, yalnız "gözler kör olmaz, ancak sinelerdeki kalpler körelir".
Hiçbir eye hayret etmemeyi, kendini görür zanneden bir kör olmayı ö renmi tir. Artık daha büyük bazı
telkinleri de kabul etmeye hazır bir hale gelmi tir. te bu noktada, e itimin son halkası olan "evrim teorisi"
devreye girer!
Çünkü, etrafını saran tüm mucizelere ve ola anüstü gerçeklere gözleri kapalı hale gelmi , duyarsızla mı
olan genç insanın vicdanını rahatsız eden tek bir konu kalmı tır: Tüm bu canlıların ilk olarak nasıl ortaya
çıktıkları konusu... te bu noktada evrim teorisi, sahte bir kurtarıcı olarak yardımına ko ar ve her eyin
"tesadüfen" varoldu u gibi akılalmaz bir iddiayı bilimsellik kılıfı altında kendisine a ılar.
Oysa evrim teorisi, sahip oldu u sözkonusu bilimsellik kılıfına ra men, aslında modern bilim tarafından
ısrarla yalanlanan bir safsatadır. Özellikle de mikrobiyoloji ve onun en önemli ara tırma konusu olan canlı
hücresi, Darwin'in ve onu izleyenlerin iddialarını her geçen gün daha fazla geçersiz kılmaktadır. Bugün evrim
teorisi, özellikle mikrobiyolojik düzeyde, tamamen çökmü durumdadır
Bu kitapçı ın amacı ise, evrim teorisinin bu bilimsel çökü ünü gözler önüne sermek ve yaratılı
gerçe inin mikrobiyolojik düzeydeki bazı delillerini ortaya koymaktadır. Az önce okullarda ö rendi imiz kuru
bilgilerin beynimizi uyu turdu unu, çünkü sorulması gereken soruların asla sordurulmadı ını söylemi tik.
lerleyen sayfalarda, okullarda ö rendi imiz gibi bazı teknik bilgileri de inceleyece iz, ama aynı anda sorulması
gerekli soruları soracak, varlıkların ve olayların ardındaki yaratılı gerçe ini ortaya çıkaraca ız.
Elinizdeki kitapçık, Harun Yahya'nın "Evrim Teorisini Çökerten Gerçekler Dizisi"nin 1. cildi olan
"Hücredeki Mucize" kitabının kısaltılmı bir özetidir. Ayrıntılı bilgi edinmek isteyenler, sözkonusu kitaba
ba vurabilirler.
EN KÜÇÜK CANLI

Vücudumuzun her noktasında küçük, ama küçük oldu u kadar da karma ık bir hayat hüküm sürer.
nsanın herhangi bir organının derinliklerini mikroskop altında inceledi imizde, orada o organı olu turmak
üzere biraraya gelmi ve her an faaliyet içinde olan milyonlarca minik canlının ya adı ını görürüz. Yalnızca
insan de il, bütün canlılar hücre denilen bu mikroskobik canlıların biraraya gelmesinden olu urlar.
Hücreler çekirdeksiz (prokaryot) ve çekirdekli (ökaryot) olmak üzere ikiye ayrılırlar. Bakteriler
çekirdeksiz tek hücreli canlılardır. nsan ve hayvan hücreleri ile bitki hücreleri çekirdekli hücrelerden olu ur
ancak yapı olarak birbirlerinden farklıdırlar. Bitki hücreleri içerdikleri kloroplastlar sayesinde güne ı ı ını
kullanarak insanlar ve hayvanlar için besin ve oksijen üretirler. Bu bro ürde genel olarak insan hücreleri
üzerinde durulmu aynı zamanda yer yer bitki hücrelerine de de inilmi tir.
nsan vücudunda 100 trilyondan fazla hücre bulunur. Bu hücrelerden bazıları o kadar küçüktür ki
bunların bir milyon tanesi biraraya gelse ancak bir i ne ucu kadar yer kaplar. Ancak, bu küçüklü üne ra men
hücre, bilim dünyasının ortak kanaatiyle, insano lunun bugüne kadar kar ıla tı ı en kompleks yapı ünvanını
korumaktadır. Halen ke fedilmemi pekçok sırrı içinde barındırmayı sürdüren hücre, evrim teorisinin de en
büyük açmazlarından birini olu turur. Nitekim ünlü Rus evrimcisi A. I. Oparin gözardı edilemeyen bu gerçe i
öyle ifade eder: "Maalesef hücrenin meydana geli i evrim teorisinin bütününü içine alan en karanlık noktayı
te kil etmektedir." (A. I. Oparin, Origin of Life, s.196)
Bu itiraftan, evrimin önünün daha ilk a amada tıkandı ı ve daha fazla ileri gitme ansının kalmadı ı
rahatlıkla anla ılmaktadır. Zira, bilindi i gibi canlı vücudunun ba lıca yapıta ı hücredir. Dolayısıyla, henüz
hücrenin hatta hücreyi meydana getiren proteinler ve proteinleri meydana getiren aminoasitlerin meydana
geli ini bile açıklayamayan bir teorinin, dünya üzerindeki canlıların ortaya çıkı ı hakkında bir açıklama
getirmesi mümkün de ildir.
Aksine, hücre, insanın "yaratılmı " oldu unun en göz kama tırıcı delillerinden birini olu turmaktadır.
Gerçekten de hücrenin, ya amını sürdürebilmesi için, çe itli i levlere sahip bütün temel parçalarının
birarada bulunmaları gereklidir. Bu nedenle, e er hücre evrim sonucu meydana gelmi olsaydı, milyonlarca
parçasının aynı anda ve aynı yerde varolmu olması, bunların da yine aynı anda belli bir düzen ve plan içinde
biraraya gelmi olmaları gerekirdi. Böyle bir olayın tesadüfen gerçekle ebilmesi ise ihtimal sınırlarının çok
ötesinde oldu undan, bu duruma yaratılı demek çok daha makul ve yerinde olacaktır.
Hücrenin, evrimin iddia etti i gibi rastlantılar sonucu meydana gelebilmesi, basımevindeki bir patlamayla
bir ansiklopedinin ans eseri basılıvermi olmasından daha dü ük bir ihtimale sahiptir. Ba ka bir deyi le,
canlılı ın tesadüfen meydana gelmi olması ihtimal dı ıdır.
Buna ra men evrimciler, hala, ilkel dünya artları gibi, olabilecek en kontrolsüz ortamda canlılı ın
rastlantılarla ortaya çıktı ını iddia edebilmektedirler. Bu, hiçbir zaman bilimsel verilerle uyu mayan bir iddia
oldu u için gerçekçilikten tamamen uzaktır. Ayrıca en basit ihtimal hesapları bile, de il canlı bir hücrenin, o
hücredeki milyonlarca proteinden bir tanesinin bile tesadüfen olu amayaca ını matematiksel olarak
kanıtlamı tır. nsan vücudundaki bütün hücreler ba langıçta tek bir hücrenin bölünerek ço almasıyla meydana
gelmi tir. Ve, daha en ba ından, vücudumuzun u anki yapısı, ekli, tasarımı ve tüm özellikleriyle ilgili her türlü
bilgi bu ilk hücrenin çekirde indeki kromozomlarda mevcuttur.
Bütün hücreler genel özellikleri bakımından birbirlerine benzerler. Ancak her organ, yapısına ve görevine
göre özelle mi ekiller ve kabiliyetlerle donatılmı , di er organlardakinden farklı hücrelere sahiptir.
Tek ba ına bir hücre, bütün çalı ma sistemleri, haberle mesi, ula ımı ve yönetimiyle büyük bir ehirle
benzer bir karma ıklık derecesine sahiptir: Hücrenin sarfetti i enerjiyi üreten santraller; ya am için zorunlu olan
enzim ve hormonları üreten fabrikalar; üretilecek bütün ürünlerle ilgili bilgilerin kayıtlı bulundu u bir bilgi
bankası; bir bölgeden di erine hammaddeleri ve ürünleri nakleden kompleks ta ıma sistemleri, boru hatları;
dı ardan gelen hammaddeleri i e yarayacak parçalara ayrı tıran geli mi laboratuvar ve rafineriler; hücrenin
içine alınacak veya dı ına gönderilecek malzemelerin giri -çıkı kontrollerini yapan uzmanla mı hücre zarı
proteinleri bu karma ık yapının yalnızca bir bölümünü olu tururlar.
nsanın hayatının devamlılı ı, kendisini meydana getiren bu hücrelerin hem kendi içlerinde hem de
birbirleri arasında uyum içinde çalı maları sayesinde olur. Hücre, di er hücrelerle uyum içinde çalı ırken, kendi
ya amını da büyük bir düzen ve hassas bir denge içerisinde sürdürür. Bu düzenini devam ettirmek, iç dengesini
korumak için ihtiyacı olan birçok maddeyi, enerjisi de dahil olmak üzere bizzat kendisi tesbit eder ve üretir.
Kendi kar ılayamadı ı ihtiyaçlarını ise dı ardan büyük bir titizlikle seçip alır. Öyle seçicidir ki, dı ortamda
ba ıbo dola an maddelerden bir tanesi bile hücrenin izni olmadan ans eseri onun kapılarından içeri giremez.
Hücrenin içinde lüzumsuz, amaçsız tek bir molekül bile bulunamaz. Hücre dı ına çıkı lar da aynı ekilde hassas
kontroller, sıkı denetimler sonucunda gerçekle ir.
Tüm bunlarla birlikte hücre, her türlü dı tehdit ve saldırıya kar ı kendini koruyacak bir savunma
sistemine de sahiptir. Dahası, içerdi i bunca yapı ve sisteme, içinde süregiden bunca sayısız faaliyete ra men,
ortalama bir hücrenin büyüklü ü modern bir ehir gibi kilometrelerce kare de il, yalnızca milimetrenin 100'de
biri kadardır.
te bu dünyadaki en küçük canlının burada kısaca birkaçını saydı ımız i levlerinden herbiri, kitabın
devamında da inceleyece imiz gibi, ba lıba ına inanılması güç birer mucize niteli indedir.

Dünyanın En Geli mi Fabrikası


Hücredeki üretim sistemini, dünyada henüz benzeri tesis edilememi , son derece ileri teknolojiyle çalı an
hayali bir fabrikaya benzetebiliriz. Bu hayali fabrika, çok sayıda geli mi birimlerden olu an ve her birimde
farklı teknolojik ürünler üreten dev bir tesistir. Ürünlerinin bir kısmını kendi iç yapısında kullanır, bir kısmını
birbirine monte edip yeni üretim makineleri yapar. Üretti i ürünlerin bir ço unu da hammadde ve makina olarak
dı arıya gönderir. Üretimde en az sarfiyatı yapıp, en yüksek verimi elde eder. Yeryüzünde hiçbir fabrikanın
olamayaca ı kadar çevrecidir. Atıklarını kendisi yok edip çevreyi hemen hemen hiç kirletmez.
Fabrikadaki üretim ve i letim sistemleri mükemmel olarak dizayn edilmi tir. Yöneticiler, mühendisler,
i çiler, kısacası bütün personel, görevlerini en mükemmel ekilde yerine getiren üstün nitelikli robot ve
bilgisayarlardan olu mu tur. Bu bilgisayar ve robotlar ise, benzerlerine ancak bilimkurgu filmlerinde
rastlayabilece imiz düzeyde geli mi lerdir.
te hücredeki üretim de aynı bu hayali fabrikadaki gibi gerçekle ir. Fabrikadaki robotların ve
makinelerin yerini hücrede, "enzim" adı verilen, özel i lemler için uzmanla mı karma ık yapılı protein
molekülleri tutar. Fabrikadaki, bilgileri depolayan ve yönetimi sa layan bilgisayarlara kar ılık hücredeki bilgi
ve yönetim, bu konuda uzmanla mı , çok sayıda atomların birle mesinden meydana gelmi , büyükçe, sarmal
eklinde bir molekül tarafından yapılır: "DNA" molekülü.
imdi bu mucize molekülün akıllara durgunluk veren yapısını ve ba ardı ı inanılmaz i leri görelim.
DNA'NIN G ZL DÜNYASI

Teknolojik bir ürünün veya tesisin yapımında ve yönetiminde insano lunun yüzyıllar boyunca elde etti i
tecrübe ve bilgi birikimi kullanılır. Dünyanın en ileri ve karma ık tesisi olan insan vücudunun in ası için
gereken bilgi ve tecrübe ise DNA'da saklıdır. Burada vurgulanması gereken önemli nokta, DNA'nın daha ilk
insandan itibaren imdiki mükemmellik ve karma ıklı ıyla birlikte var olageldi idir. Akıllara durgunluk veren
yapı ve özellikleriyle, böyle bir molekülün, evrimcilerin öne sürdü ü gibi tesadüf ve rastlantılar sonucu
olu masının ne derece mantık dı ı oldu unu ilerleyen satırları okudukça sizler de daha net göreceksiniz.
DNA, hücrenin ortasında yer alan çekirdekte titizlikle korunmaktadır. nsanda (sayıları 100 trilyona
varan) hücrelerin ortalama çapının 10 mikron (mikron=milimetrenin binde biri) oldu u hatırlanacak olursa, ne
kadar küçük bir alandan söz edildi i daha iyi anla ılır. Bu mucizevi molekül, Allah'ın yaratma sanatındaki
mükemmellik ve ola anüstülü ün açık bir kanıtıdır. Öyle ki yalnızca bu molekülü incelemek ve halen pek azı
günı ı ına çıkmı sırlarını ara tırmak için özel bir bilim dalı bile kurulmu tur: "Genetik"... 21. yüzyılın bilimi
olarak kabul edilen Genetik, elindeki her türlü teknolojik olanaklara ra men DNA'nın esrarını çözme konusunda
henüz emekleme safhasındadır.

Çekirdekteki Hayat
nsan vücudu bir yapıya benzetilecek olursa; bu yapının en ince ayrıntısına kadar eksiksiz bir plan ve
projesi, bütün teknik ayrıntılarıyla her hücrenin çekirde indeki DNA'da mevcuttur.
nsanın anne karnındaki ve do umundan sonraki geli melerin hepsi önceden belirlenmi bir program
çerçevesinde düzenlenir. nsanın geli imindeki bu kusursuz düzenleme Kur'an'da öyle ifade ediliyor:

nsan, 'kendi ba ına ve sorumsuz' bırakılaca ını mı sanıyor? Kendisi, akıtılan meniden bir damla
su de il miydi? Sonra bir alak (embriyo) oldu, derken (Allah, onu) yarattı ve bir 'düzen içinde biçim
verdi.' (Kıyamet, 36-38)

Daha anne karnında yeni döllenmi bir yumurta hücresi halinde iken, ilerde sahip olaca ımız bütün
özellikler bir kader tarafından belirlenmi ve "bir düzen içinde" DNA'larımıza yerle tirilmi tir. Otuz ya ına
geldi imizde sahip olaca ımız boy, renk, kan grubu, yüz ekli gibi bütün özelliklerimiz otuz yıl dokuz ay
öncesinden, yani döllendi imiz andan itibaren ba langıç hücremizin çekirde inde kodlanmı tır.
DNA'daki bu bilgiler sadece az önce de indi imiz fiziksel özellikleri belirlemez. Aynı zamanda hücre ve
vücuttaki binlerce farklı olayı ve sistemi de kontrol eder. Örne in, insanın kan basıncının alçak, yüksek veya
normal olması bile DNA'daki bilgilere ba lıdır.
nsan Hücresindeki Dev Ansiklopedi
DNA'da kayıtlı bulunan bu bilgi pek hafife alınacak gibi de ildir. Öyle ki, inanması güç fakat insanın tek
bir DNA molekülünde tam bir milyon ansiklopedi sayfasını dolduracak miktarda bilgi bulunur. Dikkat edin; tam
1.000.000 ansiklopedi sayfası... Yani, her bir hücrenin çekirde inde, insan vücudunun i levlerini kontrol etmeye
yarayan bir milyon sayfalık bir ansiklopedinin içerebilece i miktarda bilgi kodlanmı tır. Bir kar ıla tırma
yapmak istersek, dünyanın en büyük ansiklopedilerinden birisi olan 23 ciltlik "Encyclopedia Britannica"nın bile
toplam 25 bin sayfası vardır. Bu durumda, kar ımıza inanılmaz bir tablo çıkar. Mikroskobik hücrenin
kendisinden çok daha küçük olan çekirde indeki bir molekülde, milyonlarca bilgi içeren dünyanın en büyük
ansiklopedisinin 40 katı büyüklü ünde bir bilgi deposu saklı durmaktadır. Bu da 920 ciltlik, dünyada ba ka e i,
benzeri olmayan dev bir ansiklopedi demektir. Yapılan tesbitlere göre ise, bu dev ansiklopedi yakla ık 5 milyar
farklı bilgiye sahiptir.
Bu son iki kelimeyi tekrarlayalım; "bilgiye sahiptir"...
te burada durup, a zımızdan kolayca çıkıveren bu iki kelime üzerinde dü ünmemiz gerekir. Bir
hücrenin içinde milyarlarca bilgi oldu unu söylemek kolaydır. Ancak bu, hiç de öyle laf arasında söylenip
geçilebilecek bir ayrıntı de ildir. Çünkü, burada sözünü etti imiz bir bilgisayar veya kütüphane de il, yalnızca
protein, ya ve su moleküllerinden olu an, milimetreden 100 kat daha küçük bir küptür. Bu küçücük et
parçasının içinde, de il milyonlarca bilgi, tek bir bilginin var olması ve onun bu bilgiyi muhafaza etmesi bile
son derece hayret verici bir mucizedir.
nsanlar modern ça da bilgiyi saklamak için bilgisayarları kullanıyorlar. Bilgisayar teknolojisi ise bugün
bütün di er teknolojilerin ba ını çeken en ileri teknoloji olarak kabul ediliyor. Bundan 20 yıl önce, oda
büyüklü ündeki bir bilgisayarın sahip olabildi i bilgiyi, bugün küçük "mikroçip"ler saklayabilmekte... nsan
zekasının asırlardır edindi i bilgi birikimi ve yıllar süren çabaları sonucunda geli tirdi i bu son teknoloji bile
daha tek bir hücre çekirde inin bilgi saklama kapasitesine uzaktan yakından ula abilmi de il. Böyle muazzam
bir kapasiteye sahip olan DNA'nın küçüklü ünü yansıtması açısından u kar ıla tırma yeterlidir sanırız:
Bugüne kadar ya amı , gelmi geçmi her canlı türünün bütün özellikleri bilgi olarak DNA'ya yüklense
toplam DNA hacmi bir çay ka ı ının ancak küçük bir kısmını doldururdu. Dahası geriye u ana kadar yazılmı
bütün kitapları saklayabilecek kadar bo luk kalırdı. (Denton Michael, "A Theory in Crisis", s. 334)
Gözle göremedi imiz, çapı milimetrenin milyarda biri büyüklü ünde olan, basit atomların yanyana
dizilmesiyle olu mu bir zincir, acaba böyle bir bilgiye ve hafızaya nasıl sahip olabilir? Bu soruya unu da
ekleyelim: Vücudunuzdaki 100 trilyon hücreden herbiri bir milyon sayfayı ezbere biliyorken, acaba siz zeki ve
uurlu bir insan olarak hayatınız boyunca kaç ansiklopedi sayfası ezberleyebilirsiniz?

Hücrenin Aklı

Bu durumda unu kabul etmelisiniz ki midenizdeki ya da kula ınızdaki herhangi bir hücre sizden kat kat
daha bilgili, bu bilgiyi en do ru ve en kusursuz ekilde de erlendirdi i için de sizden çok daha akıllıdır.
Peki bu aklın kayna ı nedir? Nasıl olur da vücudunuzdaki 100 trilyon hücrenin herbiri ayrı ayrı böylesine
inanılmaz bir akla sahip olabilir? Bunlar sonuçta birer atom yı ınıdır ve bilinç sahibi de ildirler. Tüm
elementlerin atomlarını alın, farklı biçimlerde ve sayılarda birbirlerine ba layın, farklı moleküller olu turun,
yine de akıl elde edemezsiniz. Bu moleküllerin büyük, küçük, basit ya da karma ık olması da bir ey
de i tirmez. Sonuçta, bilinçli olarak bir i i organize edip ba aracak bir zihin asla ortaya çıkaramazsınız.
O zaman nasıl oluyor da, yine aynı ekilde, belli sayıdaki cansız atomun belli ekillerde dizilmesinden
meydana gelmi DNA ve onunla uyumlu olarak çalı an enzimler bilinçli birçok i ler yapıp, hücredeki sayısız
karma ık ve farklı i lemi kusursuz ve mükemmel ekilde organize ediyorlar? Bunun cevabı çok basittir; akıl, bu
moleküllerde ya da bunları içinde barındıran hücrede de il, bu molekülleri, bu i leri yapacak ekilde
programlanmı olarak var edenin kendisindedir.
Kısaca akıl eserde de il, o eseri yaratanda bulunur. En geli mi bilgisayar bile, onu en ince ayrıntısına
dek tasarlayan, onu çalı tıracak programları yazıp ona yükleyen ve kullanan bir akıl ve zekanın ürünüdür. Aynı
ekilde, hücre de, içindeki DNA ve RNA'lar da, bu hücrelerden meydana gelen insan da, kendilerini ve
yaptıkları i leri Yaratanın eserinden ba ka bir ey de ildirler. Eser ne kadar mükemmel, kusursuz ve etkileyici
olursa olsun, akıl her zaman o eserin sahibindedir.
Bir gün bir bilgisayar laboratuvarında, masanın üstünde çok geli mi bir disket bulsanız, ve onu bir
bilgisayar yardımıyla okuyup içinde, sizin ahsınıza özel milyarlarca bilgi oldu unu görseniz, aklınıza gelecek
ilk soru, bu bilgilerin kim tarafından ve ne amaçla yazıldı ı olurdu.
Peki aynı soruyu neden hücre için sormuyoruz? Disket içindeki bilgiler birileri tarafından oraya yazılmı
ise, bundan çok daha üstün ve ileri bir teknolojiye sahip olan DNA, kim ve hangi akıl tarafından en mükemmel
ekilde tasarlanıp, yaratılıp, kendisi de ayrı bir mucize olan minicik hücrenin içine özenle yerle tirilmi tir? Hem
de binlerce yıl öncesinden günümüze kadar hiçbir özelli ini kaybetmeden. (Disketi yapan ve içine bilgileri
yazan insanın beyninin de bu hücrelerden olu tu unu unutmayalım.) Bu satırları okumanız, görmeniz, nefes
almanız, dü ünmeniz, kısaca var olmanız ve varlı ınızı sürdürmeniz için her an görev ba ında olan bu
hücrelerin kim tarafından ve niçin yapıldı ını sormaktan daha önemli ne olabilir? Hayatta en çok merak
etmemiz gereken, bu sorunun cevabı de il midir sizce?

Tesadüfler Düzen Olu turabilir mi?

Ünlü bir yöntemdir: Bir uçak kazası sonucunda ıssız bir araziye dü üp mahsur kalan yolcular, kendilerini
havadan arayan kurtarma ekiplerine yerlerini belli etmek için büyük bir "X" çizerler. Ellerindeki e yaları ya da
topladıkları cisimleri kullanarak düzgün ve büyük bir çarpı olu tururlar. Böylece havadan ke fe çıkan ekip, bu
"akıl ürünü" i areti görür ve orada akıl sahibi varlıkların, yani insanların bulundu unu anlar.
Türkiye'deki ehirlerarası karayollarında ilerlerken, bazen yolun kenarındaki tepelerin yamaçlarında
beyaz ta lardan yazılmı yazılar görürsünüz; "Her ey Vatan çin", ya da "Ne Mutlu Türküm Diyene" gibi. Bu
yazıların orada nasıl olu tu u ise son derece açıktır. Oralarda bir yerde bir askeri birlik vardır ve mıntıka
temizli i yaparken tepenin üzerine beyaz ta lardan olu an bu tür yazılar yazmı lardır.
Peki acaba hiç kimse çıkıp da bu yazıların bilinçli bir zihin, örne in askerler tarafından yazılmadı ını,
aksine tesadüfen olu tuklarını söyleyebilir mi? Hiç kimse, çıkıp da "bu ta lar tepeden a a ı yuvarlanırken
tesadüfen yanyana gelmi ve 'Her ey Vatan çin' cümlesini olu turmu lar" diyebilir mi?
Ya da bir "bilimadamı" çıksa ve, "dünyada trilyonlarca ta var bunlar milyonlarca yıldır yuvarlanıyorlar,
bu durumda ta ların bir kısmının tesadüfen böyle anlamlı bir yazı olu turacak ekilde yuvarlanıp biraraya
gelmesi mümkündür" dese buna çocuklar bile gülmez mi? Üstüne bir de bilimsel üslup kullansa, bilimsel
açıklamalar yapsa, olasılık hesapları gösterse, herkes onun aklından daha da çok üphe etmez mi? Çünkü
bırakın "Her ey Vatan çin" cümlesinin, düzgün bir "H" harfinin bile kendi kendine tesadüfen olu ması gibi bir
ihtimal yoktur. Da ın tepesinde beyaz ta lardan olu mu düzgün bir "H" görseniz, "bunu buraya yazmakla ne
demek istemi ler" diye dü ünürsünüz.
Bu örneklerle anlatmak istedi imiz udur: E er bir yerde en ufak bir planlanmı lık varsa, orada mutlaka
bir akıl sahibinin izleri vardır. Hiçbir akıl ürünü tesadüfen olu maz. Bir da ın üzerine milyarlarca kez beyaz
ta lar yuvarlasanız, "Her ey Vatan çin" yazısı, hatta düzgün bir "H" bile elde edemezsiniz. E er bir yerde bir
harf varsa, herkes kabul eder ki, mutlaka o harf biri tarafından yazılmı tır. Yazarsız harf olmaz.
nsanın bedeni ise, "Her ey Vatan çin" cümlesinden trilyonlarca kez daha kompleks bir yapıya sahiptir
ve bu karma ık yapının kendili inden, ya da "tesadüfen" olu mu olması kesinlikle ve kesinlikle mümkün
de ildir. Öyleyse insanı da, onun hücresini de, DNA'sını da kusursuz ve mükemmel bir ekilde planlayıp
düzenleyen bir Yaratıcı vardır. Bunun aksini iddia etmek, olabilecek en büyük akılsızlık, akılsızlıkla birlikte
samimiyetsizlik ve küstahlıktır. O aklın ve gücün sahibine kar ı büyük bir saygısızlıktır.
Oysa, ne yazık ki, ta ların kendi kendilerine dizilip üç küçük kelimeyi bile yazabilmelerinin imkansız
oldu unu bir çırpıda söyleyecek birçok ki i, milyarlarca atomun tek tek planlanmı bir dizilimle biraraya gelip
DNA gibi muhte em i ler ba arabilen bir molekül olu turmasının "tesadüfler" sonucu oldu u aldatmacasını
itiraz etmeden dinleyebilmektedir. Tıpkı hipnotize edilen bir ki inin yapılan telkinle, kendisinin bir kapı, a aç
ya da kertenkele oldu una itiraz etmemesi, kabul etmesi gibi...

DNA Ansiklopedisinin Dili


Toplumların hayatı bilgi akı ı ve haberle me üzerine kuruludur. Fertler ve nesiller arasındaki bilgi
akı ında en önemli araç ise dildir. Dil belirli ifreler yani harfler ile temsil edilir. Türkçe 29 harften, ya da bir
di er deyi le 29 ifreden olu an bir dildir. Bu ifreler kelimeleri, kelimeler de cümleleri olu turur. Bilgi akı ı ve
depolanması bu ifreler sayesinde gerçekle ir.
Hücredeki lisan da i te buna benzer. nsanın bütün fiziksel özellikleri bu dil vasıtasıyla kodlanarak hücre
çekirde ine depolanmı tır ve yine bu dil sayesinde hücre tarafından kullanılabilir. Bu dil, DNA adlı yönetici
molekülün dilidir. Dört harfli bu DNA dili A, T, G ve C harflerinden olu ur. Her harf, "nükleotid" adı verilen
dört özel bazdan birini temsil eder. Bu bazların milyonlarcası, anlamlı bir sıralama ile üstüste dizilerek DNA
molekülünü olu tururlar. te çekirdekteki bilgi bankasında bilgiler bu ekilde depolanmı tır. Biz bu bilgi
deposundaki ifreleme sistemini anlatırken, kolaylık için, DNA'yı olu turan nükleik asit molekülleri için yine
harf benzetmesini kullanmaya devam edece iz. Bu harfler iki erli olarak kar ılıklı e le ir ve birer basamak
olu tururlar. Bu basamaklar ise üstüste eklenerek genleri meydana getirirler. DNA molekülünün bir bölümü
olan herbir gen insan vücudundaki belli bir özelli i kontrol eder. Boyun uzunlu u, gözün rengi, burnun,
kula ın, kafatasının ekli gibi sayısız özellik ilgili genlerin emriyle meydana gelir. Bu genlerin herbirini bir
kitabın sayfalarına benzetebiliriz. Sayfaların üzerinde ise A - T - G - C harflerinden olu mu yazılar vardır.
nsan hücresindeki DNA'larda 200.000 civarında gen bulunur. Her gen, kar ılı ı oldu u protein türüne
göre, sayıları 1000 ile 186.000 arasında de i en nükleotidlerin özel bir sıralamada dizilmesinden olu ur. Bu
genler insan vücudunda görev yapan yakla ık 200.000 civarındaki proteinin kodlarını saklar ve bu proteinlerin
üretimini denetler.
Bu 200.000 genin içerdi i bilgi DNA'daki toplam bilginin yalnızca % 3'ünü te kil eder. Geriye kalan %
97'lik bölüm ise günümüzde hala esrarını korumaya devam etmektedir. Son yıllardaki ara tırmalar bu % 97'lik
karanlık bölümde vücuttaki çok karma ık faaliyetlerin yönetimini sa layan mekanizmalar ve hücrenin varlı ını
sürdürmesiyle ilgili hayati bilgiler bulundu unu göstermi tir. Ancak daha katedilecek çok yol vardır.
Genler kromozomların içinde bulunur. Her insan hücresinin (üreme hücreleri hariç) çekirde inde ise 46
kromozom vardır. Herbir kromozomu, gen sayfalarından meydana gelmi bir cilde benzetirsek, hücrede insanın
tüm özelliklerini içeren 46 ciltlik bir "hücre ansiklopedisi" vardır diyebiliriz. Daha önceki ansiklopedi örne ini
hatırlarsak, bu hücre ansiklopedisi tam 920 ciltlik "Encyclopedia Britannica"nın içerdi i bilgiye e de erdir.
Her insanın DNA'sındaki harflerin dizilimi farklı farklıdır. u ana kadar dünya üzerinde ya amı
milyarlarca insanın tümünün birbirinden farklı olmalarının altında yatan neden de budur. Organların ve
uzuvların temel yapı ve i levleri her insanda aynıdır. Ancak herkes o kadar ince farklılıklarla o kadar ayrıntılı ve
özel yaratılır ki bütün insanlar tek bir hücrenin bölünmesiyle meydana geldikleri, ve aynı temel yapıya sahip
oldukları halde, milyarlarca de i ik insan ortaya çıkmı tır.
Vücudumuzda bulunan bütün organlar genlerin tarif etti i bir plan çerçevesinde in a edilirler. Birkaç
örnek verirsek; bilimadamlarının çıkardıkları bir gen atlasına göre vücudumuzda, deri 2.559, beyin 29.930, göz
1.794, tükürük bezi 186, kalp 6.216, gö üs 4.001, akci er 11.581, karaci er 2.309, ba ırsak 3.838, iskelet kası
1.911 ve kan hücreleri 22.092 gen tarafından kontrol edilmektedir.
DNA'daki harflerin dizili sırası insanın yapısını en ince ayrıntılara dek belirler. Boy, göz, saç ve cilt
rengi gibi özelliklerin yanısıra, vücuttaki 206 kemi in, 600 kasın, 10.000 i itme siniri a ının, 2 milyon optik
sinir a ının, 100 milyar sinir hücresinin ve 100 trilyon hücrenin planları tek bir hücrenin DNA'sında mevcuttur.
imdi bu bilgilerin ardından dü ünelim: Bir harf bile, bir yazar olmadan olu amadı ına göre, insan
hücresindeki milyarlarca harf nasıl olu mu tur? Bu harfler nasıl olup da böyle mükemmel ve karma ık bir
bedenin e siz planını olu turacak bir düzende birbiri ardına anlamlı bir ekilde dizilmi tir? E er bu harflerin
düzeninde çok ufak bir bozulma olsaydı, kula ınız karnınızda yer alır ya da gözleriniz topuklarınızda
bulunabilirdi. Elleriniz sırtınıza yapı mı olarak do abilir, bir hilkat garibesi olarak ya am sürebilirdiniz. u
anda düzgün bir insan olarak ya am sürdürmenizin sırrı, DNA'larınızda bulunan 46 ciltlik ansiklopedideki
milyarlarca harfin "hatasız" olarak birbiri ardına dizilmi olmasındadır.

DNA Tesadüfe Meydan Okuyor

Matematik bugün DNA'da yazılı bilgilerin olu umunda tesadüfe yer olmadı ını kanıtlamı tır. De il
milyonlarca basamaktan olu an DNA molekülünün, DNA'yı olu turan 200.000 genden tek bir tanesinin bile
tesadüfen olu abilme ihtimali 'imkansız' kelimesinin anlamının dahi zayıf kaldı ı bir durumdur. Evrimci bir
biyolog olan Salisbury bu imkansızlıkla ilgili olarak unları söylemi tir:
Orta büyüklükteki bir protein molekülü, yakla ık 300 aminoasit içerir. Bunu kontrol eden DNA
zincirinde ise, yakla ık 1000 nükleotid bulunacaktır. Bir DNA zincirinde dört çe it nükleotid bulundu u
hatırlanırsa, 1000 nükleotidlik bir dizi, 4 üzeri 1000 farklı ekilde olabilecektir. Küçük bir logaritma hesabıyla
bulunan bu rakam ise, aklın kavrama sınırının çok ötesindedir. (Frank B. Salisbury, "Doubts About The Modern
Synthetic Theory of Evolution", s. 336)
Yani ortamda bütün gerekli nükleotidlerin bulundu unu, bunların aralarında ba lanması için gereken
bütün kompleks moleküllerin ve ba layıcı enzimlerin hepsinin hazır oldu unu farzetsek bile bu nükleotidlerin
istenen sırada dizilmesi ihtimali 4 üzeri 1000'de 1, di er bir ifadeyle, 10 üzeri 620'de 1 ihtimal demektir. Kısaca
insan vücudundaki ortalama bir proteinin DNA'daki ifresinin ans eseri, kendi kendine olu ma ihtimali, 10'un
yanında 620 tane sıfır olan sayıda 1'dir. Bu astronomik olmanın da ötesindeki sayı ise, pratik olarak "0" ihtimal
anlamına gelir. Demek ki böyle bir dizilim ancak akıllı ve uurlu bir gücün bilgi ve kontrolü altında
gerçekle mek zorundadır.
u anda okumakta oldu unuz yazıyı dü ünün. Harflerin (her harf için farklı bir baskı kalıbı kullanılarak)
kendi kendilerine ve rastgele biraraya gelerek böyle bir yazı olu turduklarını iddia eden birisine ne gözle
bakardınız? Belli ki akıllı ve bilinçli birisi tarafından kaleme alınmı tır. te DNA'daki durum da bundan hiç
farklı de ildir.
DNA'nın yapısını ke feden biyokimyacı Francis Crick, konu üzerinde yaptı ı çalı malardan dolayı Nobel
ödülü aldı. lk zamanlarda koyu bir evrimci olan Crick, DNA'nın mucizevi yapısına ahit olduktan sonra yazdı ı
eserinde bilimsel bir gerçe i öyle ifade etmi tir: "Bugün sahip oldu umuz bilgiler ı ı ında, dürüst bir adamın
yapabilece i tek yorum, hayatın bir mucize eseri olarak ortaya çıktı ıdır." Crick'e göre hayat kesinlikle
tesadüflere ba lı olarak dünya üzerinde var olamazdı. Görüldü ü gibi DNA üzerinde en uzman ki i bile
yaratılı ta tesadüfe yer vermiyordu.
Be milyar harften olu an DNA'daki bilgiler, A - T - G - C harflerinin birbiri ardına özel ve anlamlı bir
sıra içinde dizilmesi ile olu ur. Ancak bu sıralamada tek bir harf hatasının dahi yapılmaması gerekir.
Ansiklopedide yanlı yazılmı bir kelime ya da harf hatası önemsenmez, geçilir. Hatta farkedilmez bile. Buna
kar ın, DNA'da herhangi bir basamaktaki, örne in 1 milyar 719 milyon 348 bin 632'nci basamaktaki bir harfin
yanlı kodlanması gibi bir hata bile, hücre için, dolayısıyla insan için korkunç sonuçlara yol açar. Mesela
çocuklarda görülen hemofili (kan kanseri) hastalı ı bu tip bir yanlı kodlanmanın sonucudur.
in aslı, buna "yanlı kodlama" demek do ru olmaz. Çünkü var olan her ey gibi, insanın DNA'sı da
Allah tarafından yaratılmı tır ve nadiren de olsa görülebilecek hatalar belli bir hikmet (ilahi amaç) dahilinde
ortaya çıkar. Kanser meydana getiren kodlama bozuklu u, özel olarak yaratılmı bir bozukluktur. nsana, kendi
güçsüzlü ünü, acizli ini göstermek, insanın aslında ne derece hassas dengeler üzerinde yaratıldı ını ve bu
dengelerdeki en ufak bir bozulmayla ba ına ne gibi sıkıntılar gelebilece ini hatırlatmak için Allah tarafından
özel olarak, belli bir hikmet dahilinde yaratılmı tır.

DNA'nın Kendini E lemesi

Bilindi i gibi hücreler bölünerek ço alırlar. Öyle ki, insan vücudu ba langıçta tek bir hücre iken bu hücre
bölünür ve sonuçta 2-4-8-16-32... oranında bir katlanmayla ço alır.
Peki bu bölünme i lemi sonucunda DNA'ya ne olur? Hücrede tek bir DNA zinciri vardır. Halbuki yeni
do an hücrenin de bir DNA'ya ihtiyacı olaca ı açıktır. Bu açı ı gidermek için DNA, her a aması ayrı bir mucize
olan ilginç bir seri i lem yapar. Sonuçta, hücrenin bölünmesinden kısa bir süre önce kendisinin bir kopyasını
çıkarır ve bunu yeni hücreye aktarır!...
Hücrenin bölünmesi ile ilgili yapılan gözlemler göstermektedir ki hücre, bölünmeden önce belirli bir
büyüklü e ula mak zorundadır. Bu belirli büyüklük sınırını a tı ı anda ise bölünme süreci kendili inden ba lar.
Hücrenin ekli bölünmeye uygun olarak yayvanla ırken, DNA da az önce belirtti imiz gibi kendini e lemeye
ba lar.
Bunun anlamı udur: Hücre bir bütün olarak bölünmeye "karar vermekte" ve hücrenin içindeki farklı
parçalar bu bölünme kararına uygun olarak davranmaya ba lamaktadırlar. Hücrenin böylesine kollektif bir i i
kendi aklı ve iradesiyle yapmadı ı açıktır. Bölünme i lemi, gizli bir emir ile ba lar ve ba ta DNA olmak üzere
hücrenin tümü buna göre hareket eder.
DNA, kendini ço altmak için önce kar ılıklı iki parçaya ayrılır. Bu olay oldukça ilginç bir ekilde
gerçekle ir. Yapısı sarmal bir merdivene benzeyen DNA molekülü, bu merdivenin basamaklarının ortasından
fermuar gibi ikiye ayrılır. Artık DNA iki yarım parçaya bölünmü tür. Her iki parçanın da eksik olan yarıları
(e lenikleri) ortamda hazır bulunan malzemelerle tamamlanır. Böylece iki yeni DNA molekülü üretilmi olur.
Operasyonun her kademesinde enzim denilen ve adeta geli mi robotlar gibi çalı an uzman proteinler görev
yapar. lk bakı ta basit gibi görünse de bu operasyon sırasında gerçekle en ara i lemler o kadar çok ve
karma ıktır ki, olayı ayrıntılarıyla anlatmak sayfalar tutar.
E le me sırasında ortaya çıkan yeni DNA molekülleri denetleyici enzimler tarafından defalarca kontrol
edilir. Yapılmı bir hata varsa—ki bu hatalar son derece hayati olabilir—derhal tesbit edilir ve düzeltilir. Hatalı
ifre kopartılıp yerine do rusu getirilir ve monte edilir. Bütün bu i lemler öyle ba döndürücü bir hızla yapılır
ki, dakikada 3.000 basamak nükleotid üretilirken bir yandan da tüm bu basamaklar görevli enzimler tarafından
defalarca kontrol edilir ve gereken düzeltmeler yapılır.
Üretilen yeni DNA molekülünde, dı etkiler sonucunda normale göre daha fazla hata yapılabilir. Bu sefer
hücredeki ribozomlar, DNA'dan gelen emir do rultusunda DNA onarım enzimleri üretmeye ba larlar. Böylece
DNA kendi kendini korur ve hem kendisini hem soyun devamını güvence altına alır.
Hücreler de insanlar gibi do ar, ço alır ve ölürler. Ancak hücrelerin ömrü meydana getirdikleri insanın
ömründen çok daha kısadır. Örne in altı ay önce bedenimizi olu turan hücrelerin bugün büyük bir ço unlu u
hayatta de ildir. Fakat zamanında bölünerek yerlerine yenilerini bıraktıkları için, siz u anda hayatta
kalabilmektesiniz. Bu yüzden hücrelerin ço alması, DNA'nın kopyalanması gibi i lemler—her ne kadar çok
karma ık da olsalar—insanın varlı ını sürdürmesi açısından en ufak bir hataya yer verilmemesi gereken hayati
i lemlerdir. Ancak ço altma i lemi o kadar kusursuz i ler ki, hata oranı 3 milyar basamakta yalnızca bir
basamaktır. Bu tek hata da herhangi bir probleme sebep olmadan vücuttaki daha üst kontrol mekanizmaları
tarafından yokedilir.
te bütün gün, siz hiç farkında de ilken, vücudunuzda sizin ya amınızın problemsiz olarak devam etmesi
için akıl almaz bir titizlik ve sorumluluk anlayı ı içinde sayısız i lemler ve denetimler yapılır, tedbirler alınır.
Herkes görevini eksiksiz olarak ve ba arıyla yerine getirir. te Allah en büyü ünden en küçü üne, en
basitinden en karma ı ına kadar sayısız atomu ve molekülü sizin ya amınızı güzel ve sa lıklı bir biçimde
sürdürmeniz için hizmetinize vermi tir. Yalnızca bu lütuf ve nimet bile hiç durmadan ükretmeniz için yeterli
de il midir? Yoksa insan aklının ba ına gelmesi için mutlaka bu kusursuz sistemde bir takım sorunlar
yaratılmasını mı beklemelidir?
in en ilginç yönü de, DNA'nın hem üretimini sa layan hem de yapısını denetleyen bu enzimlerin, yine
DNA'da kayıtlı olan bilgilere göre ve DNA'nın emir ve kontrolünde üretilmi proteinler olmasıdır. Ortada içiçe
geçmi öyle muhte em bir sistem vardır ki, böyle bir sistemin kademe kademe olu an tesadüflerle bu hale
gelmesi hiçbir ekilde mümkün de ildir. Çünkü enzimin olması için DNA'nın olması, DNA'nın olması için de
enzimin olması, her ikisinin olması içinse hücrenin, zarından di er bütün kompleks organellerine kadar eksiksiz
olarak var olması gerekir.
Canlıların birbirini izleyen "yararlı tesadüfler" sonucunda "a ama a ama" geli tiklerini öne süren evrim
teorisi, sözkonusu DNA-enzim paradoksu tarafından kesin biçimde yalanlanmaktadır. Çünkü DNA'nın ve
enzimin de aynı anda var olması gerekmektedir. Bu ise bilinçli bir müdahaleyi zorunlu kılar.

Evrim Masalının Son Sı ına ı: Mutasyonlar

Darwin, teorisini ortaya atarken, ne aynı tür içindeki çe itlili in nedenini, ne de kendi uydurmalarından
biri olan, 'bir türün ba ka bir türe de i ti i' iddiasının mantı ını açıklayamamı tı. Açıklayamazdı da çünkü
Darwin'in DNA'dan haberi yoktu. Darwin ne genetik, ne biyomatematik, ne de mikrobiyoloji biliyordu. Bu
bilim dalları Darwin ya adı ında var olmadı ından zaten bilmesine de imkan yoktu. Sahip oldu u imkanlar ile
de i ik hayvanları kesmi , iskeletlerindeki benzerliklerden yola çıkarak bilimsel olmayan hayal mahsulü
çıkarımlar yapmı tı. Yukardaki bilim dalları henüz olmadı ından hücre hakkında bir çalı ma yapmasına da
imkan yoktu.
Bugün geli en teknoloji ile insanlar hücrenin sahip oldu u kusursuz ve kompleks mekanizmalardan
haberdar oldular. Bunların tesadüfen veya zamanla kendi kendilerine varolamayacakları da anla ıldı. Zira, bu
kompleks sistemin bütün parçaları aynı anda, aynı yerde eksiksiz ve fazlasız olarak ortaya çıkmı olmalıydı.
Dahası, sözünü etti imiz bu sistem de binlerce farklı alt sistemlerden olu maktaydı. Bu durumda, aynı anda,
aynı yerde, eksiksiz bir düzenin bir kerede var olmasının tek bir açıklaması vardı: "Yaratılı ". Böylelikle
insanları, yaratılı ı inkar yoluyla Allah'ın yolundan çevirmek için ortaya atılan evrim teorisinin ne kadar büyük
bir yalan oldu u, geli en bilim ve teknoloji ile bir kez daha ispatlanmı oldu.
Ancak, evrim bilimsel bir gerçek de il dine kar ı olan bütün ideolojilerin dayandıkları uydurma bir
temeldi. Bu yüzden de ne pahasına olursa olsun bu yalan sürdürülmeliydi. Çare bir ba ka yalanda bulundu:
"mutasyon".
Evrimciler, ilkel türlerin geli mesinin ve farklı yeni türlerin meydana gelmesinin mutasyonlar sonucunda
gerçekle ti ini öne sürdüler.
Mutasyon canlının DNA'sında dı etkilerle (kimyasal maddeler, X ı ınları, radyasyon) meydana
gelebilecek de i ikliklerdir. Fakat bu de i iklikler hiçbir zaman yeni bir türün olu umuna imkan vermez, çünkü
mutasyonlar genetik bilgide meydana gelen eksilme veya yer de i tirmelerdir. Yoksa genetik bilgiye yeni
bir eyler eklenmez. Her canlının genetik bilgisinde kendi türüne ait bilgiler kaydedilmi tir. Dolayısıyla genetik
de i iklik (mutasyon), o canlı türünde var olan organ ve yapıların sayı, renk ve biçimi üzerinde kısıtlı
de i iklikler yapar. Canlıya hiçbir ekilde yeni bir organ veya özellik kazandıramaz. Kaldı ki mutasyonların
yüzde 99.9'u canlı için zararlı, hatta öldürücüdür. Geri kalan yüzde 0.01'lik kısım ise etkisiz ya da zararı ilk
bakı ta belirlenemeyen mutasyonlardır. Genetik ve fizyolojik yapıları kasıtlı biçimde mutasyona elveri li
kılınmı virüsler dı ında mutasyonun yararlı bir katkısı sözkonusu bile de ildir.
DNA vücut hakkında içerdi i bilgi ve bu bilgiyi saklamasındaki tasarımla son derece geli mi bir yapıya
sahiptir. Bu kadar geli mi bir sisteme yapılacak bir dı müdahale do al olarak sistemi tahrip eder. Karma ık
mekanizmalı bir alete yapılacak rastgele bir de i im aleti daha geli mi bir yapıya getirmez, aksine bozar. Veya
bir deprem bir ehri imar etmez, yıkar; tıpkı mutasyonun DNA üzerindeki etkisi gibi.
Farzedelim ortada faydalı bir mutasyon olsun. Her faydalı mutasyona kar ı binlerce zararlı mutasyon
olacak, genel etki türlerin ölmesine veya dejenere olmasına yol açacaktı. Bugün dünya ufak tefek mutasyonlara
u ramı binlerce çe it hilkat garibesi ile dolu olmalıydı. nsanların kimi üç gözlü, kimi iki burunlu olarak
ya ayacak, kediniz be bacaklı yavrular do uracaktı. Ama mutasyonlar zararlı oldukları gibi aynı zamanda son
derece nadirdirler bu yüzden hayatta hiçbir yerleri yoktur.
Bir ba ka nokta da mutasyonların bir sonraki nesle aktarılması için yalnızca üreme hücrelerinde meydana
gelmesi gerekti idir. Vücudun herhangi bir hücresinde veya organında meydana gelen de i im bir sonraki nesle
aktarılmaz. Örne in bir kadın parma ını kaybedecek olsa, bebe i eksik bir parmakla do mayacaktır. Bin nesil
boyunca her do an maymuna iki ayak üzerinde yürümek ö retilse binbirinci nesil do du unda bu özellik yeni
nesle geçmi olmayacaktır.
Görüldü ü gibi mutasyonlar hiçbir ekilde canlılardaki çe itlili in nedeni olamazlar. DNA'daki kusursuz
dizilim ancak özel bir yaratılı ı gerektirir.
HÜCREDEK PROTE N ÜRET M

Gıda yoluyla alınan proteinler insan vücudunun yapısına aynen katılmazlar. Önce, hücredeki özel
laboratuvarlara alınırlar ve burada "aminoasit" adı verilen daha küçük moleküllere ayrı tırılırlar. Daha sonra ise
bu aminoasitler, hücre DNA'sında ifreleri bulunan 200.000 kadar protein çe idinden o anda gerekli olanlarını
olu turmak üzere yeni dizilimlerle biraraya getirilirler. Her a aması ayrı birer mucize olan bu karma ık i lemler
serisine "protein sentezi" adı verilir. Bu i lemlerin herbirinde de onlarca ara i lem meydana gelir. nsan günlük
ya amında, hiç farkında de ilken, vücudundaki 100 trilyon hücrenin hemen hepsinde bu i lemler her an
tekrarlanır.

Gözle Görülemeyen Dev Fabrika


Bu konuyu daha iyi anlayabilmek için, fabrika örne ini hatırlayalım; hücrenin içinde protein üretimi için
kurulmu olan düzeni dev bir fabrikaya benzetmi tik. Bu dev tesis yüzlerce çe it ürünü, örne in, jet uça ını,
televizyonu, uzay meki ini, diyaliz makinasını, hem de bunların binlercesini aynı anda üretebilir. Yeryüzünde
bu kadar farklı ürünü kusursuz olarak yapabilecek bir fabrika elbette yoktur. Ama biz hücredeki üretimin
mükemmelli ini anlatabilmek için hücreyle benzer özelliklere ve kabiliyetlere sahip bilim-kurgu tarzı bir
fabrika modeli hayal edelim.
Böyle teorik bir fabrikanın u ekilde çalı ması gerekir: Fabrika dı ardan gelen bir emirle, örne in, bir
sava uça ı yapma kararı alır. Uça ın teknik hesapları di er bütün ürünlerin teknik ölçüm ve hesaplarıyla
birlikte fabrikanın bilgisayarında kayıtlıdır. Bilgisayar bütün bu hesap ve ölçümleri montaj ve üretim
robotlarının anlayabilece i planlara döker. Bu planlar özel bir ileti im sistemiyle montaj robotuna gönderilir.
Montaj sistemi titizlikle uça ı yapmaya koyulur. Uça ın herbir parçası, yalnızca o parçadan sorumlu olan
uzman tarafından montaj robotuna getirilir ve ilgili yerlere monte edilir. Yapılacak en küçük hata uça ın
dü mesine neden olacaktır; ama sistem hata yapmaz. Yanlı lıkla hatalı bir ürün üretilirse, bu ürün hassas
kontrolörler tarafından anında tesbit edilir ve kesinlikle devre dı ı bırakılır. Dahası, hatalı ürün, parçalarına
ayrılarak bu parçalar yeni üretimlerde tekrar kullanılır. Hiçbir ey israf edilmez. Fabrika aynı ortamda, yüzlerce
uçak, diyaliz makinesi, bilgisayar, otomobil gibi birbirinden farklı ürünleri aynı anda üretebilmektedir. Bu
ürünlerin bazılarını kendisi kullanır, bazılarını da dı arı satar.
Hücredeki organizasyon bu bilim-kurgu örnekten çok daha mükemmeldir. Ba ta da belirtti imiz gibi,
insan vücudunda 200.000 tane birbirinden farklı protein çe idi kullanılır ve bunların hepsi hücrelerde üretilir.
Her hücrede bütün proteinlerin yapım planları mevcuttur. Buna kar ın, hücre yalnızca kendi içinde kullanaca ı
ve dı arıya ihraç edece i proteinlerin bilgisini kendi DNA'sından seçer ve üretimini bu do rultuda yapar.
Üretilen proteinlerin aralarındaki i levsel farklar ise en az, bir uçakla, televizyonun arasındaki fark kadar
büyüktür.
Protein Üretimi Nasıl Gerçekle ir?

- Vücutta herhangi bir proteine ihtiyaç duyuldu u zaman bunu üretecek hücre ya da hücreler bir seri
kompleks i lemleri gerçekle tirmek üzere harekete geçerler. Bu, hücrenin kendi yapısında kullanaca ı veya
kendi dı ında kullanılmak üzere ihraç edece i bir protein çe idi olabilir. Kendi iç yapısı ile ilgili bir proteinin
üretimine hücre kendisi karar verirken, dı arıda kullanılacak bir proteinin üretimi için o hücreye protein gibi
özel elçilerle mesaj gelir.
- Sözkonusu proteinin yapısı hakkında her türlü bilgi hücrenin çekirde indeki DNA'larda kodludur.
Üretilecek proteinle ilgili gerekli bütün bilgiler pekçok enzimin yardımıyla DNA'dan kopyalanarak DNA
üzerinde erit halinde bir RNA molekülü elde edilir. Artık protein RNA'nın DNA'dan kopyaladı ı bu bilgilere
göre üretilece i için bu RNA'ya mesajcı (m) RNA adı verilir.
- Bilgileri alan mesajcı RNA, hücrenin ana üretim birimi olan ribozomlardan birisine yönelir. Ribozom,
mesajcı RNA'nın eridinin ba langıç ucundan bilgileri okumaya ba lar. DNA'daki üç harften olu an ifrelerin
herbiri protein zincirinin halkalarından olan bir aminoasiti temsil eder.
- Ribozom, mesajcı RNA'dan ö rendi i sıralamayla halkaları (aminoasitleri) birle tirir ve zinciri
olu turur.
- Ribozoma halkaları (aminoasitleri) teker teker, ta ıyıcı RNA (t-RNA) adı verilen moleküller getirir. Her
ta ıyıcı RNA kendisine ait özel bir halkayı (aminoasit) ta ır. Ta ıyıcı RNA'nın bir ucunda ta ıdı ı aminoasit,
di er ucunda ise yükünü bırakaca ı adresi yazan ifre (antikodon) vardır.
- Ribozoma gelen ta ıyıcı RNA elindeki adresin tarif etti i mesajcı RNA kalıbına oturur. Üzerindeki
aminoasitini bırakır ve ribozomdan ayrılır. Ribozom kalıp üstünde bir ifre (üç harf) ileri gider. Yeni ifrenin
adresine sahip di er bir ta ıyıcı RNA gelip kalıba oturur, o da kendi aminoasitini bırakır. Kalıptaki bütün
ifreler okundu unda aminoasitler birbirleriyle ba lanmı ve protein molekülü olu mu tur.
Sizin de tahmin edece iniz gibi yukarıda birkaç cümlede en kaba hatlarıyla özetledi imiz bu olay
gerçekte çok daha karma ık ara i lemler sonucunda gerçekle ir. Ayrıntılara inildikçe görülen mucize i lemler
aklın kavrama sınırlarının çok ötesindedir. Ve bizi çok önemli bazı sorularla kar ı kar ıya bırakır.
lk soru protein üretiminin hemen ba ında akla gelir. Gözle görülemeyen, uursuz moleküllerden olu an
hücre, hangi irade ile bir eyler üretme kararı almaktadır? Çünkü karar alma yetene i, dü ünebilen,
de erlendirme yapabilen uurlu canlılara ait bir özelliktir. O halde, karbon, hidrojen, oksijen, azot atomlarından
olu mu moleküller nasıl bir karar alma yetene ine sahip olabilirler? Ya da bu kararı alıp hücreye ilham eden,
hücreyi de bu karar do rultusunda çalı tıran ba ka bir güç mü vardır?
Karar a amasından sonra sıra mesajcı RNA'nın DNA'daki bilgileri okumasındadır. RNA'nın üretiminden
sorumlu enzim DNA basama ından yalnızca istenen proteine ait bilgiyi bulur. "Bulur" demek kolaydır belki,
ama sözünü etti imiz i lem ola anüstü derecede zordur. Çünkü, DNA'daki gerekli bilgiyi bulmak, 900
basamaklık bir bilgiyi 5 milyar basamak arasından bulup çıkarmak demektir. Bu, 20 ciltlik bir ansiklopedinin,
herhangi bir sayfasına saklanmı , yarım satırlık özel bir yazıyı, hiçbir tarif olmadan o anda bulmaya benzer.
Buna kar ın, hücrede bu sorun yine akıl almaz bir yöntemle çözülmü ve gereken kolaylık sa lanmı tır: DNA
üzerindeki gerekli kısım birer ba langıç ve biti kilidiyle i aretlenmi tir. Enzim bu kilitleri bulur.
Bu noktada yine bir soruyla kar ıla ıyoruz; sadece enzimin anlayabilece i bu kilitleri tam gereken yerlere
kim bırakmı tır? Ya da enzimi, ilerde bu kilitleri tanıyacak niteliklerle donatılmı olarak kim yaratmı tır?
Gerekli Her Türlü Önlem

Enzimler sadece ilgili bilgiyi bulmakla kalmaz, aynı zamanda bu bilginin süratle kopyalanmasını da
sa larlar. Di er taraftan bazı enzimler de çok karma ık bir yapıya sahip olan DNA'nın kopyalanması sırasında
meydana gelebilecek problemleri önlerler. DNA'nın bükülmü ve sarılmı bir merdiven gibi oldu una
de inmi tik. Kopyalama sırasında DNA'nın içindeki bilgilerin okunabilmesi için basamaklar bir enzim
tarafından açılır. Bu açılma öyle hızlı olur ki DNA'nın sürtünmeden dolayı ısınıp yanma tehlikesi vardır. Ama
bu tehlike de önceden alınmı bir tedbir sayesinde a ılır. Özel bir enzim DNA'nın okunan sarmalını iki
tarafından tutarak bu sürtünmeye izin vermez. Yine özel enzimler sayesinde DNA'nın kopyalanma anındaki
açılımı sırasında birbirine karı ması ve arapsaçına dönmesi engellenir.
Bu kadar karma ık ve zor i i yapan enzimlerin kendilerinin de birer protein oldu unu ve aynı yöntemle
yani protein sentezi ile hücre tarafından üretildiklerini hatırlayalım. Bu üretimin bir kere bile gerçekle mesi için
gerekli bütün enzimlerin, enzimleri çalı tıracak vitaminlerin, yardımcı proteinlerin ve enerji kaynaklarının,
gerekli genetik bilginin ve üretim organellerinin hepsinin aynı anda, bir arada bulunması gerekir. Birisinin eksik
olması bile bütün mekanizmayı i e yaramaz hale getirir.
Dolayısıyla, dünyadaki ilk hücrenin, eksiksiz bir biçimde bir anda "olu mu " olması gerekmektedir.
Ku kusuz bunun anlamı, hücrenin yaratılmı olmasıdır. Bu, canlılı ın a ama a ama geli en tesadüfler sonucu
olu tu unu öne süren evrimciler açısından asla açıklanamayacak bir durumdur. Evrimcilerin içine dü tükleri bu
çaresizlik, evrimci biyolog Haskings'in American Scientist'te yazdı ı bir makalede öyle dile getirilir:
... Fakat, biyokimyevi genetik seviyesinde evrimle ilgili birçok önemli sorular hala cevaplanamamı tır...
Bütün canlılarda, hem DNA e le mesi, hem de üzerindeki ifrelerin proteinlere çevrilmesi, oldukça spesifik ve
uygun enzimler sayesinde olmaktadır. Aynı zamanda bu enzim moleküllerinin yapıları da tam olarak bizzat
DNA tarafından belirlenmektedir. te bu gerçek, evrimde çok esrarlı bir problemi ortaya çıkarmaktadır. Acaba,
evrim olayında, ifrenin kendisi ve ifreden proteinlerin sentezinde gerekli olan di er enzimler beraberce mi
ortaya çıkmı tır? Bu bile iklerin ola anüstü karma ıklı ı ve sentezlenmeleri için aralarında hiç aksamayan bir
koordinasyonun olma zorunlulu u gözönüne alındı ında, söz konusu zaman çakı masından bahsetmek çok
saçma olmaktadır. Bu soruya Darwin'in görü leri dı ında cevap aramalıyız. Çünkü, söz konusu durum özel
yaratılı ı öngören çok güçlü bir delil olu turmaktadır.

stenmeyen ifreler Bilmecesi


Bazı hücrelerde RNA, DNA'yı kopyalarken a ırtıcı olaylar gerçekle ir. RNA'yı üreten enzim DNA'daki
üretilecek proteinle ilgili ifreyi sıradan okuyup kopyalarken, bazen o üretim için gerekli olmayan bazı ifrelerle
de kar ıla ır. Bu nedenle, enzim, kopyalama sıralamasında ihtiyacı olan DNA parçasını sıradan okudu unda,
ihtiyacının olmadı ı bilgi parçasını da okumak zorunda kalacaktır. Ve unutmamamız gerekir ki, gereksiz
okunan tek bir bilgi bile üretilecek proteini tamamen i e yaramaz hale getirecektir.
Enzimin kar ıla tı ı bu problemi biraz daha yakından inceleyelim: Diyelimki bin aminoasitli bir protein
üretilecek. Her aminoasit üç ifre ile temsil edildi inden, bu i lem için görevli enzimin DNA üzerinde sırayla
üçbin basamaklık bir ifre zincirini okuması gerekir. Ama DNA'nın üzerindeki üçbin ifrenin arasında enzimin
ihtiyacı olmayan, örne in be yüz ifre, bütün olarak araya karı mı tır. Enzim bu be yüz basama ın üstünden
atlayamaz. Ancak, ilerdeki bilgilere ula abilmek için de bu be yüz basama ın üzerinden bunları kopyalamadan
geçmesi de gerekmektedir. Oysa üstünden geçerse ister istemez bu gereksiz bilgileri de kopyalamı olacaktır.
Enzim dev DNA molekülünü kesemez, üzerinden de atlayamaz. Çözümü tekrar size, akıl sahibi insano luna
soralım. Siz olsanız bu problemi nasıl çözerdiniz?
Bilimadamları son yıllarda yaptıkları çalı malarda bu problemin çok a ırtıcı bir ekilde çözüldü ünü
gözlemlemi lerdir. Fosfat, eker, karbon gibi basit maddelerden olu mu DNA molekülü, hayret verici bir
hareket yapar. Ekson adı verilen okunması istenmeyen ifre dizisini dı arı do ru kıvırır. Böylece ardı ardına
okunması gereken ama arada gereksiz ifrelerin bulunması nedeniyle birbirlerinden uzakta kalan iki ifre
dizisinin uçları birle ir. Gerekli bilgilerin bulundu u bölüm intron olarak adlandırılır. DNA molekülünü okuyan
enzim dı arıda kalan gereksiz bilgiyi okumadan molekülün bükülüp birbirine yakla tı ı noktadan kar ı tarafa
geçer ve okumayı sürdürür. Tahmin edilece i gibi bu olayların her basama ında birçok kimyasal reaksiyon
meydana gelir. Fakat bu reaksiyonların gerçekle ti i ufacık hücre çekirde inin içinde en ufak bir karga a ya da
kaos ya anmaz.
stenmeyen ifreler problemini önlemek için ikinci bir yöntem daha kullanılır. RNA önce gereksiz ifreler
de dahil olmak üzere geni ba ından sonuna DNA'dan kopyalar. Daha sonra, nereden geldi i belli olmayan bir
emre itaat ederek, kendi üzerindeki gereksiz ifreleri bir halka eklinde dı arı do ru büker ve bu bölüm
kopartılıp atılır. Peki RNA'ya, ba langıçta kopyaladı ı halde sonradan kesilip atılan ifrelerin gereksiz oldu unu
kim haber verir, yoksa bunu kendisi mi farkeder?
Bu olayların gerçekle ebilmesi için kullanılan enzimin, DNA'nın ve RNA'nın birbirlerini çok iyi
tanımaları gerekmektedir. Enzim yapaca ı i için çok ayrıntılı bir "e itim" almı olmalıdır. Sorumlulu unu
bilmeli ve i ini yapabilmek için di er enzimlerle tam bir i birli i içinde davranmalıdır. DNA'nın ise ayrı bir
canlı gibi karar verebilmesi, sahip oldu u bazı bilgileri enzime sunup, duruma göre bazılarını saklaması, enzime
yol göstermesi gerekir. Ve elbette hem enzimlerin hem de DNA'nın, üretilecek proteinin ne i e yaradı ını
bilmeleri, onu üretmek istemeleri, bütün bu karma ık hesapları ve planı yapıp ba arıyla uygulamaları gerekir.
Oysa bilmek, hesaplamak, istemek ve yaratmak gibi özelliklerin bu küçük molekül yı ınlarında var
olamayaca ı açıktır. Ancak dikkat edilirse, bu özellikler Allah'ın sıfatlarıdır. Allah da bu sıfatlarını, gözle
görülemeyen bir hücrenin çekirde indeki cansız bir molekülde göstermektedir. Biraz akıl sahibi bir insan bu
sistemin yaratıldı ını ve evrendeki di er bütün sistemlerin oldu u gibi hücrenin de Allah'ın mutlak kontrolünde
oldu unu anlar.

Sipari in Hazırlanması

Yukarıda saydı ımız i lemler sonucunda sipari için gerekli bilgiler DNA'dan mesajcı RNA (m-RNA)'ya
enzimler sayesinde kaydedilmi tir. imdi sıra ribozomun DNA'nın kendisinden istedi i sipari i üretmesindedir.
Ribozom öyle bir fabrikadır ki, tam, kendisine sipari edilen molekülü imal eder. Sipari edilen molekülün yapı
planı da m-RNA molekülündedir. m-RNA, DNA'dan kendi üzerine kopyaladı ı bilgiyle birlikte çekirdekten
çıkar ve sitoplazma içindeki ribozomlardan birine giderek ona kenetlenir. m-RNA'daki her ifrenin kar ılı ı olan
aminoasit, ortamdan ta ıyıcı (t) ba ka bir tür RNA tarafından ribozoma getirilir ve uygun yere yapı tırılır. t-
RNA'nın bir ucunda m-RNA'daki ifrelerden birinin e leni i di er ucunda da bu ifrenin temsil etti i aminoasit
molekülü bulunur. Böylece t-RNA, kendi ifresine kar ılık gelen m-RNA üzerindeki ifreyle birle ince,
otomatik olarak bunun ta ıdı ı aminoasit de do ru sıraya yerle mi olur.
Kullanılan 20 farklı aminoasit için 20 farklı ta ıyıcı RNA vardır. Her aminoasit, ancak kendi ta ıyıcısı
olan RNA ile birle ebilir. Çünkü birbirlerine kenetlenebilmeleri için üç boyutlu yapılarının kar ılıklı hatasız
olarak birbirlerine oturması gerekir. Binlerce atomdan olu an bir ta ıyıcı ve aminoasitin birbirlerinin yapılarına
uygun yaratılmaları Allah'ın yaratı ındaki uyum ve kusursuzluktan kaynaklanır. Çünkü O, "kusursuzca
yaratan" (Barî) dır. (Bakara Suresi, 54)
Protein sentezinin yapıldı ı ribozomlar kendilerine gelen m-RNA üzerinde yazılı olan bilgiye dayanarak
yüzlerce, binlerce aminoasit molekülünü birbirine ekler ve istenilen polipeptid zincirini (protein molekülünü)
kurarlar. Bu molekül içinde, m-RNA'daki plana dahil olmayan tek bir aminoasit bile fazladan eklenmez. Yahut
herhangi bir aminoasit plandaki yerinden ayrı bir noktaya konulmaz, hiç biri de eksik bırakılamaz. Bu
hatalardan herhangi biri yapılsa istenen protein molekülü de il, onun yerine istenmemi ba ka biri, yani yabancı
bir protein üretilmi olur. Halbuki yabancı proteinlere genellikle organizmanın ve hücrelerin tahammülü yoktur.
Onlara kar ı antikorlar yapar ve allerjik reaksiyonlar gösterirler.
Hücredeki di er elemanlar gibi ribozom da atomlardan olu mu cansız bir yı ındır. Ama bu protein yı ını
yine nereden geldi i bilinmeyen bir akılla binlerce çe it ürünü birçok karma ık i lem sonucunda üretmeyi
ba arır.
Hücrede, DNA'daki bilgi do rultusunda sadece tek bir proteinin üretilmesi için, birbiriyle uyum içinde
çalı an en az 75 tane yardımcı moleküle ihtiyaç vardır. DNA'dan bilgi kopyalanması sırasında görev yapan
enzimler ise bu sayının dı ındadır.
Yapımı biten her protein molekülünün, son aminoasiti de yerine takılıp hepsinin tamam oldu u, hücrenin
(daha do rusu ribozomun) bir son kontrol yetkilisi tarafından onaylanmadıkça, bu sentez bitmi sayılmaz. E er
son anda bile eksiklik belirirse 'bu kadarı oldu, bu da böyle çıksın' deyip plan dı ı bir molekül ortama
salıverilmez. Çünkü böyle bir ho görü hücredeki protein sentezini plan dı ına, hesapsızlı a sürükler, kontrol
sistemini dejenere eder ve hücreyi yıkıcı bir anar iye sürükler. Hücrede bu hal ancak patolojik hallerde, belki
ölürken söz konusu olabilir.
Normal durumda ve sıhhatli bir hücrede, yapısı tamam ve kusursuz olmayan molekül derhal bir yıkıcı
enzime teslim edilir. Ve o enzim, onun birçok veya bütün peptid ba larını koparır. Yani molekülü aminoasitler
haline veya çok kısa ve zararsız polipeptid zincirciklerine ayırır. Ba ka sentezlerde kullanılabilecek yapı ta ları
halinde serbest bırakır.
Hücredeki bu sistem evrimcileri bile hayrete dü ürmektedir. Evrimci bir akademisyen ve hücre uzmanı
olan Prof. Dr. Muammer Bilge de a a ıdaki ifadelerinde hayretini gizleyememektedir:
Bütün bu sonuçları lazım geldi i gibi sa layabilen, kendisi için tehlike ve kayıp yaratmayan, çıkmaz
sokaklara girmeyen hücrede, protein sentezi endüstrisi, diyebiliriz ki, çok mükemmel bir organizasyonla ve
kusursuz bir önceden görü le yürütülmektedir... Hücrede bütün bunlar böyle olur. Fakat nasıl becerilir, nasıl
ba a çıkılır? Henüz bunu tam anlayamıyoruz. Sadece sonuçları görüyoruz ve bu sonuçları sa layan mükemmel
organizasyonun ancak bazı noktalarını farkedebilmi bulunuyoruz. (Prof. Dr. Muammer Bilge, Cerrahpa a Tıp
Fakültesi Fizyoloji ve Biyofizik Kürsüleri 'Hücre Bilimi' 3.Baskı, s.131,132)
Canlılık Tesadüfen Meydana Gelemez
Evrim teorisi, canlılı ın ilk basama ı olan proteinin nasıl olu tu unu ne ekilde açıklamaktadır?
Cevap basittir; evrim teorisi proteinin nasıl olu tu unu herhangi bir ekilde açıklamamaktadır.
Evrimcilerin söyledikleri tek ey, proteinin çok büyük bir ans eseri, bir tesadüf sonucu olu tu undan ibarettir.
Bu iddianın tutarlılı ını incelemek, bizlere evrimin ne denli büyük bir aldatmaca oldu unu çok çarpıcı bir
biçimde gösterir.
Dü ünmek gerekir; ilkel dünya gibi olabilecek en kontrolsüz ortamda "ilk" protein molekülü, acaba
evrimcilerin iddialarına göre tesadüfen nasıl olu mu olabilirdi? Aminoasit dizilimi, her türlü olumsuz etkinin
varoldu u ilkel dünya artlarında nasıl "tesadüfen" gerçekle mi olabilirdi?
Tek bir proteinin olu ması da yetmeyecek, bu kontrolsüz ortamda ba ına hiçbir ey gelmeden kendi gibi
aynı artlarda tesadüfen olu acak ba ka bir molekülü daha beklemesi gerekecekti.... Ta ki hücreyi meydana
getirecek milyonlarca uygun ve gerekli protein hep "tesadüfen" aynı yerde yanyana olu sunlar. Önceden
olu anlar o ortamda ultraviyole ı ınları, iddetli mekanik etkilere ra men hiçbir bozulmaya u ramadan, sabırla
binlerce, milyonlarca yıl hemen yanıba larında di erlerinin tesadüfen olu masını beklemeliydiler. Sonra yeterli
sayıda ve aynı noktada olu an bu proteinler anlamlı ekillerde biraraya gelerek hücrenin organellerini
olu turmalıydılar. Aralarına hiçbir yabancı madde, zararlı molekül, i e yaramaz protein zinciri karı mamalıydı.
Sonra bu organeller son derece uyumlu ve ba lantılı bir biçimde, bir plan ve düzen içerisinde biraraya gelip,
bütün gerekli enzimleri de yanlarına alıp bir zarla kaplansalar, bu zarın içi de bunlara ideal ortamı sa layacak
özel bir sıvıyla dolsaydı, tüm bu imkansız olaylar gerçekle seydi bile meydana gelen molekül yı ını sizce
canlanabilir miydi?
Cevap, hayırdır. Çünkü ara tırmalar göstermi tir ki, hayatın ba laması için yalnızca canlılarda bulunması
gereken maddelerin biraraya gelmi olması yeterli de ildir. Ya am için gerekli tüm proteinleri toplayıp bir
deney tüpüne koysak yine de bir canlı elde etmeyi ba aramayız.
Çünkü ya am, organizmayı olu turan parçaların ya da moleküllerin birarada bulunmasından çok daha öte,
metafizik bir kavramdır. Ya am, Allah'ın "Hayy" (Hayat sahibi) sıfatının bir yansımasıdır. Ancak O'nun
dilemesiyle ba lar, sürer ve sona erer. Her ey gibi ya am da Allah'ın tek bir "ol" emri ile olur.
Evrim, canlılık için gerekli malzemenin olu masını da, bir araya geli ini de açıklayamamaktadır; tabii
canlılı ın nasıl ba ladı ını da...
Biz yine de bir an için bu imkansızları kabul edelim; milyonlarca yıl önce, ya amak için her türlü
malzemeyi elde etmi bir hücrenin meydana geldi ini ve bir ekilde "hayat sahibi" oldu unu varsayalım. Ancak
evrim yine çökmektedir: Bu hücre bir süre ya amını sürdürse bile, sonunda ölecek ve öldükten sonra ortada
hiçbir ey kalmayacak, her ey en ba a dönecektir. Çünkü genetik sistemi olmayan bu ilk canlı hücre kendini
ço altamayaca ı için ölümünden sonra geriye yeni bir nesil bırakamayacak, canlılık da bunun ölümüyle birlikte
sona erecektir.
Genetik sistem ise yalnızca DNA'dan ibaret de ildir. DNA'dan bu ifreyi okuyacak enzimler, bu ifrelerin
okunmasıyla üretilecek mRNA, mRNA'nın bu ifreyle gidip üretim için üzerine ba lanaca ı ribozom, ribozoma
üretimde kullanılacak aminoasitleri ta ıyacak bir ta ıyıcı RNA ve bunlar gibi sayısız ara i lemleri sa layan son
derece kompleks enzimlerin de aynı ortamda bulunması gerekir. Ayrıca böyle bir ortam, ancak hücre gibi,
gerekli tüm hammadde ve enerji imkanlarının bulundu u, her yönden izole ve tamamen kontrollü bir ortamdan
ba kası olamaz...
Sonuçta bir organik madde, ancak bütün organelleriyle birlikte tam te ekküllü bir hücre olarak var oldu u
takdirde kendini ço altabilir. Bu da dünya üzerindeki ilk hücrenin, inanılmaz derecedeki kompleks yapısıyla,
bir anda, durup dururken olu tu u anlamına gelmektedir.
Peki kompleks bir yapı, bir anda olu mu sa, bunun anlamı nedir?
Bu soruyu imdi de bir örnekle soralım. Hücreyi kompleksli i itibarıyla geli mi bir arabaya
benzetebiliriz. (Hatta hücre, motoru ve tüm teknik donanımına ra men arabadan çok daha kompleks ve geli mi
bir sistem içermektedir). imdi soralım: Bir gün balta girmemi bir ormanın derinliklerinde bir geziye çıksanız
ve a açların arasında son model bir araba bulsanız ne dü ünürsünüz? Acaba ormandaki çe itli elementlerin
milyonlarca yıl içinde tesadüfen bir araya gelerek böyle bir ürün ortaya çıkardı ını mı dü ünürsünüz? Arabayı
olu turan tüm hammadde; demir, plastik, kauçuk vs. topraktan ya da onun ürünlerinden elde edilmektedir. Ama
bu durum size, bu malzemelerin "tesadüfen" sentezlenip, sonra da bir araya gelerek sonuçta ortaya böyle bir
araba çıkardıklarını dü ündürür mü?
Elbette ki, aklıba ında normal bir insan arabanın bilinçli bir dizaynın, yani bir fabrikanın ürünü oldu unu
dü ünecek, bunun ormanda ne aradı ını merak edecektir.
Tekrar hücreye dönersek, unu söyleyebiliriz: Kompleks bir yapının durup dururken, bir anda bir bütün
olarak ortaya çıkması, onun bilinçli bir varlık tarafından yaratıldı ını gösterir. Hele hücre kadar karma ık bir
yapıda, bu durum apaçık ortadadır. e yarar anlamlı bir proteinin tesadüfen olu ma ihtimali sıfırken, bu hayali
proteinlerden milyonlarcasının biraraya gelerek hücreyi olu turması imkansız kavramının da ötesinde bir
durumdur.
mkansızlıklar zinciri devam eder. nsan vücudu için gerekli olan milyonlarca proteinin tesadüfen
olu tu unu ve tesadüfen aynı noktada biraraya yı ıldı ını varsaysak bile, bunun bir gökdelenin ta ının,
çimentosunun, yapı malzemelerinin bir arsaya yı ılmasından daha öte bir anlamı yoktur. Bütün bu
malzemelerin son derece karma ık bir plan ve proje çerçevesinde, son derece ölçülü, hesaplı, düzenli, akılcı ve
kontrollü bir ekilde, ve bir emir-komuta zinciri içerisinde biraraya getirilmesi sonucunda bir gökdelen in a
edilebilir.
Ama insanlardan kimi vardır ki, gökdelenleri gördüklerinde "kim tarafından in a edilmi " sorusunu
sorarlar da, canlılara gelince "hangi tesadüf sonucunda olu mu " diye merak ederler. Bu gerçekten de
anla ılması zor bir körlüktür.

Di er Bazı Çeli ki Örnekleri

Bilim dünyası, canlı hücresinin insano lunun kar ıla tı ı en kompleks yapı oldu u yönünde ortak bir
görü e sahiptir. Bir benzetmeye göre, ba ımsız ya ayabilme özelli ine sahip en basit canlı organizma olan bir
prokaryot bakteri hücresi bile öyle bir minyatür karma ıklı a sahiptir ki, uzay meki i bunun yanında daha geri
bir teknoloji ürünü olarak kalır.
O halde imkansızı bir an için kabul edelim, bir an için hücrenin tesadüfen olu abildi ini varsayalım ve bu
varsayımın ne denli makul oldu u sorusu üzerinde dü ünelim. Bu durumda; etrafımızda gördü ümüz ve
hücreden çok daha basit yapılara sahip olan sayısız e ya ve araç tesadüflerle binlerce kez daha kolay bir ekilde
olu abilirdi. Çünkü, en temel mantık kurallarına göre, karma ık bir eyin rastlantılarla olu ması, çok daha
karma ık bir eyin rastlantılarla olu masından çok daha kolaydır. E er bu en kompleks yapı bile kendi kendine
olu abiliyorsa, aynı ortamda bundan daha basitlerinin çok daha rahatlıkla ve çok daha fazla sayıda olu mu
olmaları gerekirdi. Dolayısıyla, bir an için tesadüflerin gücü oldu unu farzetsek, ilkel ortamda bir televizyonun,
bir arabanın, bir mikroçipin ya da bir walkman'in hiçbir bilinçli bir üretici olmadan raslantı eseri olu ma
ihtimali, teorik olarak bir hücrenin tesadüfen olu ma ihtimalinden çok daha fazladır. (Ku kusuz, gerçekte hepsi
için tesadüfen olu ma ansı sıfırdır, bu tümüyle hayali bir örnektir.)
imdi de bir ba ka çeli ki üzerinde dü ünelim.
Canlı hücrenin varolması ve ço alıp neslini sürdürmesi için hem büyük bölümü proteinlerden olu mu
parçalarının hem de kalıtımını sa layacak DNA'sının aynı anda birarada bulunmaları gerekir dedik. Bir an için
hem proteinlerin ve bunlardan olu an enzim, organel, hücre zarı, vs.'nin hem de DNA'nın tesadüflerle yanyana
olu tukları gibi çılgınca bir fikri kabul etti imizi varsayalım... Ancak bu bile hücrenin olu ması için yeterli
de ildir. Çünkü ortada büyük bir tehlike vardır; DNA'nın sözkonusu proteinlere kesinlikle de memesi
gerekmektedir. Çünkü biraraya geldiklerinde, DNA asit, proteinler de baz etkisi gösterecek ve anında
reaksiyona girip birbirlerini yokedeceklerdir. Bu nedenle, DNA nükleotidleri ve proteinler, evrimciler
tarafından "ilkel çorba" olarak adlandırılan hayali ortamda bir ekilde olu mu olsalar bile daha ileri bir
formasyona gidemeden birbirlerini tuza çevireceklerdi.
in bir di er mucize yönü de udur: Bir asitle bir baz yanyana geldiklerinde reaksiyona girmeleri
do alken bu ikisi hücrede mükemmel bir i birli i ve uyum içinde birarada faaliyet gösterirler. Üretimi sa larlar.
Oysa hücre dı ındaki serbest ortamda bir araya gelmeleri her ikisi içinde yıkım olacaktır.
Bunun yanısıra i her zaman oldu u gibi ansa bırakılmamı her türlü tedbir dü ünülmü tür. DNA
molekülleri, hücrenin en sa lam bölümü olan çekirde e yerle tirilmi , ve ortamdaki zarar verebilecek
yapılardan özel ve hassas yöntemlerle izole edilmi tir. Kopyalanma gibi i lemler esnasında DNA ve enzim
proteinlerinin teması da o derece kontrollü ve ölçülü bir düzende gerçekle ir ki iki taraf da hasar görmedi i gibi
olabilecek en yüksek verim elde edilir.

Moleküllerin Bilinci Var mı?

Yazarları evrimci olan biyoloji kitaplarında bile sürekli olarak vurgulanan ortak bir konu vardır: Buraya
kadar anlattı ımız olaylardaki elemanların büyük bir uurla hareket ediyor olu ları. Biz de buraya kadar birçok
yerde gerek hücre, gerek DNA veya RNA, gerek enzimler, gerekse organeller için; "okur", "karar verir",
"seçer", "denetler", "düzeltir", ... gibi fiiller kullandık. Açıktır ki, bu fiiller ancak ve ancak bilinç, akıl ve irade
sahibi varlıkların gerçekle tirebilece i fiillerdir. Halbuki buraya kadar sözkonusu olan varlıklar, hiçbir ekilde
dü ünme, karar verme, akletme gibi özelliklere sahip olmayan çe itli atomlar ve moleküllerden ibarettir.
Önceki bölümlerde de belirtti imiz gibi, de i ik moleküllerin de i ik oranlarda birle mesinden meydana
gelmi hücrenin, ne kadar karma ık ve harika bir yapıya sahip olursa olsun, akıl ve bilinç sahibi olması mümkün
de ildir. Dolayısıyla bu hücrenin ya da herhangi bir parçasının istemesi, karar vermesi, kararını uygulamaya
geçirmesi, kontrol etmesi, gibi bir durum da hiçbir ekilde söz konusu olamaz.
te bu nedenle de, hücredeki parçacıkların bilinçlerine ve akıllarına atıfta bulunan, "karar verir",
"denetler", "düzeltir" gibi ifadeler, gerçekte bu parçacıkları Yaratana atıfta bulunmaktadırlar.
Örne in, "bu kitap unu anlatmak istiyor" dedi imizde, bellidir ki kastedilen o kitabın yazarının anlatmak
istedi idir. Yoksa bu ifadeden, kitabın bizzat kendisi, sayfaları ve mürekkebiyle, dü ünmü de bir eyler
anlatmak istiyor gibi bir anlam çıkmayaca ı açıktır. (Böyle bir anlam çıkarmak ise, o ki inin muhakeme
yetene inde ciddi bir bozukluk oldu unun belirtisidir.)
Aynı ekilde, kitabın pekçok yerinde kullandı ımız; "ister", "karar verir", "hesaplar" gibi ifadeler de
olayların tarif ve tasvirini pratik hale getirmek için seçilmi yakı tırma ifadelerdir. Kelimelere amaçlanan
anlamları dı ında yanlı anlamlar yüklemek, insanı köklü yanılgılara sürükler. Belli ki isteyen, karar veren
irade, bu bilinçsiz molekül yı ınları de ildir. Bu özellikler, ancak bu molekül yı ınlarına böyle uurlu, hesaplı
hareketleri yaptıran ve bunları yaptıkları i e uygun olarak yaratan gücün, yani Allah'ın kendisine ait
özelliklerdir. steyen de, karar veren de, yaptıran da Allah'tan ba kası de ildir.
Bu tür kavramlarla uzaktan yakından ilgisi kurulamayacak maddelerin böyle ola anüstü i ler
gerçekle tirmeleri, insanın bunların arkasındaki gerçek güç ve akıl sahibini daha kolay ve rahat farkedebilmesi
içindir.
Buraya kadar anlattıklarımız, hücrede ve insan bedeninde gerçekle en mucizelerden sadece birkaçıdır.
Bunları gören vicdanlı bir insan, kendi yaratılı ındaki mükemmelli i farkedebilir ve Yaratıcı'sı olan Allah'ı
tanıyabilir.
HÜCRE Ç S STEMLER

Protein üretiminin nasıl ba ladı ını, hangi süreçlerden geçilerek bu üretimin gerçekle ti ini inceledik.
Fakat herkes bilir ki, üretimin gerçekle mesi için en ba ta gerekli olan ey hammaddedir. Bu hammaddelerin de
üretim sürecine katılabilmeleri için belli i lemlerden geçip, rafine edilerek kullanıma uygun hale getirilmeleri
gerekir. Örne in plastik gibi birçok ürün petrolden elde edildikleri halde, üretim a amasına gelene kadar
rafinerilerde, kimya laboratuvarlarında birçok ara i lemlerden geçtikten sonra üretime hazır hammadde haline
gelirler.
Aynı teknolojinin daha geli mi i ise hücrede uygulanır.

Hücredeki Laboratuvar
Hücreye giren besinler, çok karma ık kimyasal i lemler sonucunda parçalanarak yeni üretimler için
hammadde haline getirilirler. Böylece artık yepyeni alanlarda kullanılabileceklerdir. Bu hammaddeler yalnızca
sentezlenecek proteinleri olu turacak aminoasitleri de il, hücrenin her türlü i inde kullanaca ı kimyasal
maddeleri de içerir.
çinde bu i lemlerin yapıldı ı "lizozom" adlı organel çok ileri bir kimya laboratuvarını andırır.
Lizozomda yakla ık olarak 36 farklı enzim, farklı besin maddelerinin sindirimi için görev yapar. Örne in
protein sindirimi için 5, nükleik asitler için 4, polisakkaritler için 15, lipitler için 6, organik sülfatlar için 2,
organik fosfatlar için 4 ayrı enzim devreye girer. Tek bir enzimin bile kimyasal yapısı, fiziksel özellikleri,
yaptı ı karma ık i ler ve inanılmaz i lem hızı dü ünülürse, 36 farklı enzimin yakla ık 1 mikronluk
(milimetrenin binde biri) bir organelde görev yapmasının ne kadar büyük bir mucize oldu u daha iyi anla ılır.
Bu kadar güçlü ö ütücülerin böylesine uyumla, hücreye de birbirlerine de hiçbir zaman zarar vermeden
çalı maları hayret vericidir.

Hücre çi Ula ım

Hücre içinde üretilen ürünlerin ve bu ürünlerin hammaddelerinin ula ımı da "endoplazmik retikulum"
denilen kanallar sayesinde sa lanır. Protein üreten ribozomlar genellikle bu ula ım hattının yakınlarında yer
alırlar. Tıpkı fabrikaların özellikle karayolu ve denizyolu ba lantılarına yakın yerlerde kurulmaları gibi.

Hücrenin Paketleme Sistemi

Hücre içindeki her ayrıntının büyük bir akıl sonucu özenle yaratıldı ı ortadadır. Bunun yeni bir örne ini,
hücrenin içindeki "ambalaj tesisleri"ne göz attı ımızda görebiliriz.
Ticaret ve sanayide, üretilen bir malla ilgili en önemli sorunlardan biri paketlenmesi, di eri de tüketiciye
ula tırılmasıdır. Özellikle gıda sanayisinde ürünün bozulmadan uzun süre dayanacak ekilde paketlenmesi
zorunludur. Günümüz teknolojisi bu problemlere ancak son bir kaç on yılda çözüm bulabilmi tir. Buna kar ın
hücrelerde üstün bir paketleme, ula tırma ve depolama sistemi insano lunun yaratıldı ı andan beri binlerce
yıldır, milyonlarca insanın herbirinin trilyonlarca hücresinde her an i lemektedir.
Bu paketleme i ini golgi cisimci i denilen bir hücre organeli gerçekle tirir. Salgılanan maddeleri
biriktirip, onların küçük kofullar halinde paketlenmelerini sa lar. Paketlenen bu maddeler ihtiyaca göre ya
saklanmakta ya da dı arı atılmaktadır.
MUC ZE MOLEKÜLLER: PROTE NLER

Proteinsiz bir ya am mümkün de ildir. Çünkü proteinler hem vücudun temel yapıta larıdır hem de insan
ya amında son derece hayati öneme sahip olan enzim ve hormonların yapılarını olu tururlar. Enzim ve
hormonlar vücutta belirli görevlerde ve reaksiyonlarda uzmanla mı , karma ık protein molekülleridir. Bunlar
vücut içerisindeki koordinasyonun sa lanmasından temel hayat fonksiyonlarının sürmesine kadar bir çok
önemli görevi yürütürler.
Bu bölümde proteinlerin ola anüstü yapılarını ve proteinlerden olu an bu mekanizmaların vücut içinde
gerçekle tirdikleri inanılması zor i lemleri inceleyece iz. Her an içimizde bu i lemlerin milyarlarcasının
gerçekle ti i dü ünülürse, insan vücudunun hayal gücü sınırlarının ötesinde kompleks bir sistem oldu u daha
iyi anla ılır.
Proteinlerin yapısında 20 farklı cins aminoasit yeralır. Aslında do adaki bu yirmi çe it aminoasitin farklı
sayılarda ve dizili lerde sıralanmasından sonsuz çe itlilikte farklı protein türü meydana gelebilir. Proteinleri bir
zincire benzetirsek, aminoasitler bu zincirin halkalarıdır. Canlı varlıklarda bulunan protein türlerinin içerdikleri
aminoasit sayısı 100 ile 3000 arasında de i ir. Bir proteini meydana getiren dizilimlerde, aminoasitlerden
birinin rastgele çıkarılması, eklenmesi ya da sırasının de i tirilmesi genelde proteinin tamamen i e yaramaz,
hatta zararlı hale gelmesine neden olur.
Aminoasitlerin yer ve sayılarının yanısıra, bu aminoasitlerin olu turdu u proteinin üç boyutlu geometrisi
de çok önemlidir. Aminoasitler do ru sayı ve dizilimde biraraya gelmekle kalmaz, belli noktalarda bükülerek,
proteinin görevini yerine getirebilmesi için sahip olması gereken üç boyutlu biçimini de belirlerler. Bunu
sa lamak için bükülme noktalarındaki aminoasitler, belli bir açıda bükülmeye imkan verecek ekilde,
di erlerinden daha zayıf ba larla birbirlerine ba lanırlar. E er böyle olmasa, tüm aminoasitler birbirlerine e it
kuvvetlerle ba lansalardı, dümdüz, vasıfsız ve i e yaramaz bir protein zinciri olu acaktı.
Oysa üç boyutluluk, proteinler için çok önemli bir özelliktir. Özellikle enzimler, ancak sahip oldukları üç
boyutlu yapı sayesinde bir takım reaksiyonları yönetir, denetler ya da hızlandırabilirler. Kısacası, do ru sayı ve
dizilim sa lansa bile, gereken geometrinin sa lanamaması bir proteini i levsiz hale getirecektir. Bunun
sa lanması içinse aminoasitlerin arasındaki çekim kuvvetleri bile akıl almaz bir kontrol ve hassasiyetle teker
teker ayarlanmakta, en ufak bir ayrıntı bile ansa bırakılmamaktadır.
Görüldü ü gibi tek bir protein molekülünün elde edilmesi bile, sayısız i lem ve denetimler sonucunda
gerçekle ebilmektedir. Bugünün teknolojisiyle, bir protein molekülünü laboratuvar artlarında bile yapay olarak
sentezlemek mümkün de ildir.

Enzimler
Vücudumuzun içinde her saniye birçok karma ık olay meydana gelmektedir. Bunlar o kadar
ayrıntılıdırlar ki, hemen her a amalarında, bütün karma ayı denetleyen, düzeni sa layan ve olayları hızlandıran
"süper denetleyiciler"in müdahalesine ihtiyaç duyulur: Enzimler... Her canlı hücre, herbiri kendi özel i ini
yapan, örne in besin maddelerini parçalayan, besinlerden enerji üreten, basit moleküllerden zincir yapımını
sa layan ve bunlar gibi sayısız i ler yürüten binlerce enzim bulundurur.
E er bu enzimler olmasa, en basitinden en karma ı ına kadar hemen hiçbir fonksiyonumuz çalı maz, ya
da dururcasına yava lardı. Sonuç her iki halde de ölüm olurdu. Nefes alamaz, bir ey yiyemez, sindiremez,
göremez, konu amaz kısaca ya ayamazdık.
Enzimlerin olayları hızlandırmasını günlük hayattan bir örne e uyarlayabiliriz. E er "enzimsiz" kalma
gibi bir durumla kar ıla ılsa; normal artlarda okunması birkaç saniye sürecek bir cümleyi okumak, yakla ık on
yıl sürerdi. te enzimler vücuttaki tepkimeleri en az bu örnekteki kadar hızlandırmaktadırlar. Enzimlerin,
protein sentezinden, enerji üretimine kadar hücrenin bütün fonksiyonlarında hayati bir önemi vardır.
Enzimle etkiledi i madde arasındaki ili ki, anahtarla kilit arasındaki ili kiye benzetilebilir. Enzim ve
onun birle ece i madde, üç boyutlu karma ık bir geometride birbirlerine kenetlenirler. Her ikisi de birbirlerine
tam bir uyum gösterecek ekilde özel olarak yaratılmı lardır. Dahası, bu uyum çok etkileyici bir hız içinde i ler.
Bu hız o kadar ba döndürücüdür ki, bir enzim bazen bir saniyede 300 maddeyle belirli bir sıraya uygun olarak
teker teker birle ir, o maddeyi istenen forma sokar, sonra da ayrılır.
Kısacası, hücre enzimler sayesinde ya amaktadır. Ancak enzimler de hücrede üretilmektedir. Her hücre
kendi ihtiyacı olan enzimi, gerekli gördü ü miktarda, kendisi üretir.
Bütün bunlar, bilinçli bir insanın aklında sorular uyandırmalıdır: Bir hücre nasıl olur da bir eyi gerekli
görebilir, ihtiyacını nasıl hesaplayabilir? Birçok karma ık i i yapan, bir robottan daha hızlı çalı an enzim
denilen makineleri hücre kendisi mi tasarlamı tır? Bu planı yapan akıl nerededir?
Bilinçli bir insanın varaca ı cevap da bellidir. Tüm bunlar, "hücre" adı verilen mikroskobik et parçasının
ve onun içindeki daha küçük 'organellerin' eseri olamazlar. Gerçek çok açıktır. Bütün bunlar Allah'ın "her eyi
birbiriyle uyumlu olarak, çeli ki ve uygunsuzluk olmaksızın yaratması" (Mülk Suresi, 3) sonucunda
gerçekle mektedir.

Hormonlar
Çok hücreli organizmalar olan hayvanlar ve insanlar farklı yapı ve görevleri olan hücrelerden meydana
gelmi lerdir. Vücudun bütünlü ü, bu hücreler arasındaki karma ık fakat son derece uyumlu ili kilere ba lıdır.
nsan vücudundaki 100 trilyon hücre sanki birbirlerini tanıyormu çasına hareket ederler. Kendilerine ayrılmı
özel görevleri, sonuna kadar, hiçbir ihmal ve gev eklik göstermeden yerine getirirler. te bu mükemmel
koordinasyonda hormon denilen mesaj ta ıyıcılar hücrelere emir ta ımakla görevlidirler. Vücudun büyümesi,
üremenin düzenlenmesi, vücuttaki iç denge, sinir sistemindeki koordinasyon ve daha birçok i lem hormonların
ilgili hücrelere ula tırdıkları mesajlar sonucunda gerçekle ir. Görünmez bir akıl, hormonlar vasıtasıyla hücrelere
emirlerini bildirir. Sizin haberiniz bile olmadan içinizde muhte em bir emir-komuta sistemi olu turulmu tur.
Bu büyük akıl, yine sizin bilginiz dı ında içinizdeki her eyi kontrol altında tutar. Bu sistemde sizin hiçbir
söz hakkınız yoktur. Örne in vücudunuzun büyümesi: Siz ne kadar isteseniz de boyunuzu oldu undan fazla
uzatamazsınız. Ne yaparsanız yapın içinizdeki hücrelere "bölünün, ço alın ve beni büyütün" gibi bir emir
veremezsiniz. Ancak hücreler, sizin için belirlenmi olan boyu ve vücut eklini bilirler ve o belirli ekle
ula ıncaya kadar ço alarak vücudu büyütürler. Sonra da tam gerekti i anda büyümeyi durdururlar.
Esrarengiz Kontrol
Vücudunuz üzerindeki denetimsizli inizi bir ba ka örnekle gösterelim.
Kandaki eker miktarının belirli limitler içinde olması insan ya amı için zorunludur. Ama günlük hayatta
ekerli gıdalar yerken bu hassas dengenin hesabını siz yapamazsınız elbette. Ancak "sizin adınıza" bu hesap
yapılır. Kanınızdaki eker miktarı yükseldi inde pankreas adı verilen organınız insülin denilen özel bir madde
salgılar. Bu madde karaci er ve vücuttaki di er hücrelere kandaki fazla ekeri geri çekip depolamalarını
emreder. Kandaki eker oranı, böylece hiç bir zaman tehlikeli bir düzeye çıkmaz.
imdi isterseniz bir deneme yapın. Kendi kendinize emir verin ve ba ta karaci erinizdekiler olmak üzere
vücudunuzdaki hücrelere "kanımdaki ekeri geri çek" komutunu verin. Onlar da sözünüzü dinleyip eker depo
etmeye ba lasınlar!...
üphesiz böyle bir ey yapamazsınız.
Bırakın onları kontrol etmeyi, günlük hayatta sizin ne pankreastan, ne insülinden, ne de karaci erden
haberiniz olmaz. Kanınızdaki ekerin yükseldi ini fark etmezsiniz, hatta önünüze farklı eker oranları olan iki
i e kan konulsa aradaki farkı dahi anlayamazsınız. Bunun için laboratuvarlara, geli mi aletlere ihtiyacınız
vardır. Ama hiçbir zaman görmedi iniz ve bilmedi iniz bazı hücreleriniz, kandaki ekeri bu laboratuvar ve
aletlerden daha hassas ekilde ölçer ve ne yapılması gerekti ine karar verirler. Sonra gerekli tedbirler alınır,
hücreler kandaki ekeri tanıyıp, ayırt edip, yakalarlar. Yedi i bir pasta yüzünden kısa bir sürede eker krizine
girip ölmesi i ten bile olmayan insan, bu mükemmel sistem sayesinde hayatta kalır.
Peki bu mükemmel sistemi kime borçludur?
Her zamanki gibi kar ımızda iki farklı açıklama vardır. Ya bu sistem, bilinçli bir Yaratıcı tarafından insan
vücuduna konmu tur, ya da evrim süreci içinde "tesadüfen" olu mu tur.
Ancak bu ikinci "açıklamayı" aslında açıklama olarak saymak mümkün gözükmemektedir; çünkü evrimin
di er iddiaları gibi bu da tek kelimeyle bir safsatadır.
Evrim, insan vücudunun milyonlarca yıllık bir süreç içinde bugünkü haline geldi ini öne sürer. Bu, u
demektir: nsan bedenindeki organların bir kısmı, bir zamanlar yoktu, ancak daha sonra evrimle erek olu tu. Bu
durumda, kandaki eker dengesini kontrol eden pankreasın ve onun salgıladı ı insülinin de evrimin
a amalarından birinde olu tu unu varsaymamız gerekir.
Ancak bu elbetteki bir mantık hezimetidir. Çünkü pankreasa ve insüline sahip olmayan bir insan
bedeninin ya amını sürdürmesine olanak yoktur. Pankreası olmayan bir yarı-insanın milyonlarca yıl önce dünya
üzerinde gezindi ini varsayalım. Ba ına ne gelirdi?.. Cevap basittir; buldu u ilk ekerli gıdadan, örne in bir
eker kamı ından bolca yerdi ve hemen oracıkta eker komasına girerek ölürdü. Aynı ey, tüm öteki
hemcinslerinin de ba ına gelir, hepsi, nedenini anlayamadan, eker komasından ölürlerdi.
Biz yine de bir kısmının çok "bilinçli" bir diyet yaparak—aslında bu mümkün de ildir, çünkü yedi imiz
besinlerin çok büyük kısmında eker vardır—hayatta kaldı ını varsayalım. O zaman u soruyla kar ıla ırız:
Acaba bu "insan ataları", pankreasa ve insüline nasıl sahip oldular?
Acaba günlerden bir gün bir tanesi çıkıp; "artık bu eker sorununu çözmemiz gerek, iyisi mi midenin
altında bir yere bir organ koyalım da bu organ kandaki ekeri dengeleyen bir hormon salgılasın" mı dedi? Ve
sonra kendisini zorlayarak midesinin altında gerçekten de bir pankreas mı olu turdu? nsülinin nasıl bir formüle
sahip olması gerekti ini hesaplayıp sonra da bu formülü pankreasa mı ö retti?
Yoksa, günlerden bir gün, çok "ba arılı" bir mutasyon oldu da, bu pankreası olmayan yarı-insanlardan
birinin DNA'sındaki bir bozulma sonucunda, ortaya birden bire tam te ekküllü bir pankreas ve insülin hormonu
mu çıktı?..
Ancak bu "mükemmel" mutasyon bile yeterli olamazdı. Bir de, kandaki eker oranını sürekli olarak
kontrol altında bulunduracak, gerekti inde pankreasa insülin salgılama komutu yollayacak, gerekti i kadar
insülinin salgılanmasından sonra da "dur" emri verecek bir karar mekanizmasının beynin bir kö esinde bir ba ka
"tesadüf" sonucunda olu ması gerekiyordu.
"Evrimsel mantık" ile dü ünülmü olan bu iki "açıklama" da elbette birer safsatadan ba ka bir ey
de ildir. Belki inanmayacaksınız fakat, evrimcilerin inancı da tam bu anlattı ımız ekildedir. Ancak bunun ne
denli büyük bir saçmalık oldu unu kendileri de bildiklerinden, bu tür konuları gündeme getirmemeyi ve
mümkün oldu unca geçi tirmeyi tercih ederler.
Evrimsel mantıkların insülin örne inde açıkça ortaya çıkan bu sefaleti, bizi tek bir sonuca ula tırır: lk
insanın da aynen bizimki gibi bir pankreası vardı. Bu organın "evrimle mi " olması hiç bir ekilde mümkün
de ildir.
Ku kusuz insülin örne i, vücuttaki di er tüm organlar, binlerce hormon, yüzlerce farklı sistem ve sayısız
i lem için de kullanılabilir. Çünkü vücudun içinde, en az insülin kadar, hatta daha da hayati binlerce hormon ya
da enzim vardır. Bunların her biri, insanın ya amı için "olmazsa olmaz" artlardır ve ço u insülin dengesinden
çok daha karma ıktır. Örne in kan basıncını (tansiyonu) ayarlayan sistem, pankreas sisteminden çok daha
kompleks hesaplar ve i lemler içermektedir.
Aslında vücudun hangi organına bakarsak bakalım, aynı durumla kar ıla ırız. Böbrekleri olmayan bir
insan, en fazla üç gün ya ar. Akci eri olmayan ise bir-iki dakikadan fazla dayanamaz. Sindirim sistemi
olmayan, hatta yalnızca ince ba ırsa ı eksik olan bir insanın bir hafta ya aması mucize olur. Karaci er, iki yüze
yakın fonksiyonu ile eksikli ine bir iki saat dayanılabilecek bir organdır. Kalbin yoklu una, üç-be saniyeden
fazla kar ı konulamaz. Beyni söylemeye artık herhalde gerek yok.
Bu organların hiç biri, "evrim süreci" içinde "a ama a ama" geli mi olamazlar. Hiç bir insan vücudu,
kendisine "mutasyon sonucu" bir böbrek edinmek için milyonlarca yıl bekleyemez. Dolayısıyla, ortada kesin bir
gerçek vardır. O da ilk insanın, bizim bugün sahip oldu umuz vücut yapısının aynısına sahip oldu udur. Yani,
kusursuz ve eksiksiz bir bedenle birlikte yaratılmı tır.
nsan için geçerli olan bu durum, ku kusuz tüm di er canlılar için de geçerlidir. Dünya üzerinde gezen ilk
kaplanla bugünkü arasında hiç bir fark yoktur. Fil, balina, kartal ya da yılan, ilk kez ne ekilde yaratılmı larsa,
halen öyledirler.

Bilinmeyen U runa Harcanan Hayat

Daha önce de indi imiz ve evrim için kesin bir çıkmaz olu turan insülin, vücut içindeki hormonlardan
yalnızca biridir aslında. Di er hormonlara öyle bir baktı ımızda ise, en az insülin kadar çarpıcı 'delil'lerle
kar ıla ırız.
Hücreler ürettikleri bazı enzimleri ve hormonları kendileri kullanmayıp dı ortama gönderirler. Bunlar,
hücrenin tanımadı ı ve hiçbir zaman bilemeyece i kadar uzaktaki bamba ka hücreler tarafından kullanılırlar.
Mesafe o kadar uzaktır ki, hücrenin boyutu dü ünüldü ünde üretti i maddenin aldı ı yol bizim boyutumuzda
binlerce kilometre ile ifade edilebilir. Hücre büyük bir özen ve zahmetle üretti i maddelerin nerede ve nasıl
kullanıldı ını bilmez. Ama bu bilinmeyen amaç u runa, ne i e yaradı ını bilmedi i karma ık ürünleri bütün
hayatı boyunca üretmeyi sürdürür.
Örne in beyinin hemen altında bulunan hipofiz adlı bezdeki hücrelerin ürettikleri özel bir hormon,
böbrek faaliyetlerini düzenler. Hipofizdeki bir hücre, böbre in nasıl bir ey oldu unu bilemez. Peki hiç
bilmedi i ve hayatı boyunca da bilemeyece i bir organ olan böbre in yapısına tam uygun özelliklerde bir
maddeyi nasıl üretebilir? Bu sorunun tek cevabı, ku kusuz bu i için bilinçli bir ekilde yaratıldı ıdır.
Hücredeki bu "bilinmeyen amaca yönelik" hormon üretimini bir örnekle açıklayabiliriz. Yüzlerce insanın
bir fabrikada oturup bütün hayatları boyunca çok önemli bir elektronik aletin özel ve karma ık bir devresini
yaptıklarını dü ünün. Ama bu insanlar birkez olsun ne bu aleti görmü lerdir, ne de ne i e yaradı ını bilirler.
Hatta bu insanlar ya adıkları fabrikanın dı ında hiçbir ey görmemi lerdir. Bütün hayatlarını adayıp, binbir
zahmetle ürettikleri bu karma ık devreleri fabrikanın dı ına bırakırlar. Birileri de bu devreleri alıp binlerce
kilometre ötedeki bir ba ka fabrikada yeni bazı parçalarla birle tirip, söz konusu aleti olu tururlar. Birinci
fabrikadakiler, hayatlarını neye adadıklarını bile bilmeden, hiç yorulmadan, kusursuz bir itaatle yirmi dört saat
çalı maktadırlar.
Böyle bir fabrikanın nasıl olu tu u sorusuna ise tek bir cevap verilebilir: üphesiz, her iki fabrikayı da
tanıyan ve yöneten bir irade, belli bir i bölümü tasarlamı ve birinci fabrikaya yalnızca sözkonusu elektronik
devreyi üretme görevi vermi tir. Bu üretimin nasıl yapılaca ını da çok ayrıntılı bir biçimde tarif etmi ,
ö retmi tir. (Çünkü ortaya konan ürünün tümünü bilmeyen birinci fabrikanın, kendi kararıyla böyle bir üretim
gerçekle tirmesi mümkün de ildir).
te enzim ve hormon üreten hücreler de aynı ekilde çalı ırlar. Hiçbir zaman bilemeyecekleri bir yer için
sürekli üretim yapar, tüm hayatlarını buna feda ederler. En ufak bir bencillik, bıkkınlık ya da kapris yapmazlar,
çünkü onlara öyle ö retilmi , daha do rusu o i i yapacak ekilde yaratılmı lardır. Evrendeki herkes ve her ey
gibi onlar da alemlerin Rabbi olan Allah'ın emrine boyun e mi lerdir. Ba ka seçenekleri de yoktur. Bir ayet, bu
boyun e mi li i öyle ifade eder:

... Göklerde ve yerde her ne varsa O'nundur, tümü O'na gönülden boyun e mi lerdir. Gökleri ve
yeri (bir örnek edinmeksizin) yaratandır. O, bir i in olmasıa karar verirse, ona yalnızca "OL" der, o da
hemen oluverir. (Bakara Suresi, 117)
HÜCRE ZARI

Ba langıçta bilim çevrelerinde, en küçük canlı birimi olarak hücre kabul edilmekteydi. Ancak daha sonra,
hücreyi çevreleyen ve hacim olarak ondan çok daha küçük olan hücre zarı ara tırmacıların kar ısına adeta yeni
bir canlı türü olarak çıktı. Çünkü hücreyi çepeçevre saran bu zar bir canlının, dahası uurlu bir canlının, yani
insanın temel özelliklerinden olan karar verme, hatırlama, de erlendirme gibi özellikler göstermekteydi. Peki 1
mm'nin yüzbinde biri kalınlı ındaki bir zar bu özelliklere nasıl sahip olmu tu?
Hayatımız boyunca farkında olmadan ya adı ımız bu zardan 100 trilyon tanesi her an vücudumuzda
kararlar almakta ve u an dahi bunları uygulamaktadır.
Hücre zarı hücrenin çevresini sınırlayan bir örtüdür. Ama görevi sadece hücreyi sarıp ku atmak de ildir.
Bu zar, hem kom u hücrelerle ileti imi ve ba lantıyı sa lar, hem de en önemlisi, hücreye giri çıkı ı çok sıkı bir
ekilde denetler. O kadar incedir ki sıradan mikroskopla de il ancak elektron mikroskobuyla ayırt edilebilir.
Yapısının çift taraflı ya tabakası ve tabaka üzerinde yer yer bulunan proteinlerden olu tu u tesbit edilmi tir.
Sadece canlı özelli i göstermekle kalmayıp bu zar, sahip oldu u üstün karar verme yetene i, hafızası ve
gösterdi i akıl yüzünden hücrenin beyni olarak kabul edilir. imdi dilerseniz, ya ve protein gibi uursuz
moleküllerden olu an bu ince örtünün ba ardı ı i leri, yani kendisine "canlı" ve "akıllı" dedirten özelliklerini
inceleyelim.
lk olarak bu kadar i i ba arabilen hücre zarının yapısına bir göz atalım. Zar çift taraflı, hem içe hem dı a
do ru dönük ya moleküllerinden olu an uçsuz bucaksız bir duvara benzer. Bu ya parçacıklarının arasında
hücreye giri i ve çıkı ı sa layan kapılar ve zarın dı ortamı tanımasını sa layan algılayıcılar vardır. Bu kapılar
ve algılayıcılar protein moleküllerinden yapılmı tır. Hücre duvarının üzerinde yer alırlar ve hücreye yapılan tüm
giri ve çıkı ları titiz bir biçimde denetlerler.

Kontrol Kimde?

Hücre zarının ilk görevi hücrenin organellerini sararak bir arada tutmasıdır. Ancak bundan çok daha
karma ık bir i daha yapar; bu organellerdeki i lemlerin ve hücrenin ya amının devam edebilmesi için gerekli
maddeleri dı ortamdan temin eder. Hücrenin dı ındaki ortamda sayısız kimyasal madde vardır. O, bunların
içinden hücrenin ihtiyaç duyduklarını tanır ve yalnızca onları içeri alır. Son derece ekonomiktir; hücrenin
ihtiyaç duydu u miktardan fazlasını kesinlikle içeri almaz. Bu kadarla da kalmaz; bir yandan da hücrenin
içindeki zararlı artıkları anında tesbit eder ve hiç zaman kaybetmeden dı arı atar. Zarın bir di er görevi de,
beyinden veya vücudun çe itli bölgelerinden hormonlar vasıtasıyla ta ınan mesajları anında hücrenin merkezine
ula tırmaktır.
Belli ki, bu i leri yapabilmesi için hücre içindeki bütün faaliyetleri ve geli meleri bilmeli, gerekli veya
fazla olan maddelerin listesini çıkarmalı, stokları kontrol altında tutup, üstün bir hafıza ve karar verme
yetene ine sahip olmalıdır.
Acaba hangi "tesadüf" böyle "akıllı" bir ya birikintisini meydana getirebilir?...
Tüm evrim teorisini tek ba ına bir anda çökerten bu sorunun daha da ötesinde bir soru soralım; sözünü
etti imiz i lemler sırasında ortaya çıkan "akıl", zara ait olan bir akıl mıdır?
Dikkat edin; bu saydıklarımızı yapan bir bilgisayar veya robot de il, yalnızca hücrenin etrafını çeviren,
ya dan olu an ve üzerinde yer yer protein bulunan bir örtüdür. Bu kadar karma ık i i hatasız yapabilen hücre
zarında bir dü ünme merkezi veya beyin de aramaya kalkmayın. Bulamazsınız. Çünkü, adı üzerinde kendisi
sadece bir 'zar'dır.
te, hiçbir dü ünme kabiliyeti olmayan böyle basit bir zarda son derece üstün özellikler sergileyen güç
sahibi, Allah'tır. Allah'ın insanlara kendi varlı ını kanıtlayan bu derece bariz bir delil sunması, göz göre göre
O'nu inkar edenleri bir kez daha mazeretsiz bırakmaktadır.

Hücrenin Kapıları
Hücre zarında bazen bir pompa bazen de bir kapı gibi çalı an mekanizmalar vardır. Bunlar hücrenin
ihtiyacı olan maddeleri tanıyıp, seçip, büyük enerji harcayarak bu maddeleri hücre içine sokarlar. Bu tek
cümleyle söylenip geçilebilecek bir ey de ildir, çünkü bu i lem sırasında bir çok mucize daha gerçekle ir. Bu
transferlerdeki birçok olayın sırrı halen çözülememi tir. Hücrenin ya amını devam ettirmesi için zarlardan
geçmesi gereken maddeler arasında elektron ve hatta fotonlar, protonlar, atomlar, su gibi küçük moleküller,
aminoasit ve eker gibi orta boy moleküller, proteinler ve nihayet DNA gibi makromoleküler yapılar bulunur.
Bazen kapının kendisinden çok daha büyük bir molekül yüksek enerjiler harcanarak, birçok enzimin yardımıyla
son derece özenli bir ekilde hücrenin içine alınır. Bazen geçirilecek madde geçece i kapıya göre o kadar
büyüktür ki, bu i ne deli inden halatın geçirilmesine benzer. Geçi in sa lanması için delik önce geni letilir,
sonra yine eski haline döndürülür. Bu i lem esnasında, ne kapıya, ne geçen maddeye, ne de hücreye hiçbir zarar
verilmez.

Hücrenin Yutması
Pinositoz ve Ekzopinositoz; Hücre, kendi zarından kesecikler olu turur. Bu kesecikler sayesinde
depolama ve ula tırma i leri yapılır. Pinositoz denilen i lemde hücre zarı bir miktar içeri gömülür, olu an
çukurun içine hücre dı ında bulunan moleküller girer. Bu çukur içeri do ru iyice çekilerek hücre içine alınır ve
bir kesecik olu turulur. Bir anlamda hücre ihtiyacı olan maddeleri yutar.
Ekzopinositoz denilen i lemde ise hücre, kendi içinde bir kesecik olu turur. Artık maddelerle doldurdu u
bu keseci i hücre zarından dı arı atar. Böylece keseci in ta ıdı ı maddeler dı ortama bırakılmı olur.

Kusursuz Uyum ve birli i

Vücuttaki trilyonlarca hücre birbirleriyle akıl almaz bir i birli i içindedir. Örne in saç tellerinizin
hepsinin beraber uzamalarının nedeni kafa derisi hücrelerinin uyumundandır.
te bu hassas ili ki, hücre zarında bulunan ve di er hücrelerle ili kileri sa layan özel proteinler ve
kancalara benzeyen uzantılar sayesinde olur. Bu mekanizmalar henüz insan anne karnında bir cenin halinde iken
olu maya ba lar. Bölünme sırasında bazı hücreler bilinmeyen bir ekilde aniden farklı proteinler üretmeye
ba larlar. Bu farklı üretimin sonucunda hücreler arasındaki yapısal farklılıklar ortaya çıkar. Bu de i imden
hücre zarı da etkilenir ve dı yüzeyinde kancamsı uzantılar olu ur. Bu uzantılar sayesinde ancak kendi
cinslerinden olan hücrelere tutunabilirler. Böylece milyarlarca benzer hücre bir araya gelerek organları
olu tururlar.
Sözkonusu kancaların neden ve nasıl olu tukları sorusu ise evrim teorisinin bir ba ka açmazıdır. Çünkü,
bir kez daha, ortada bilinçli bir yaratılı vardır.

Organize 100 Trilyon çi


Bir otomobil fabrikasının nasıl çalı tı ını dü ünelim. Fabrikadaki sözgelimi bin i çinin hepsinin disiplin
ve uyum içinde çalı ması gerekir. Bu organizasyonu sa lamak için bir çok denetleme sistemi ve emir-komuta
zinciri kurulmu tur. Her bölüm kendisinden istenen parçayı üretir. Örne in bir yerde motor parçaları, ba ka bir
bölümde ise kapılar yapılır. Herkes, hangi ürünün nerede kullanılaca ını bilir. Her ey kontrol altındadır.
Ancak açıktır ki, e er aynı fabrikaya, araba üretiminden hiç haberi olmayan, alabildi ine cahil bin ki i
konursa, bunlardan neyi nasıl üreteceklerini kendilerinin bulması istenirse büyük bir karga a ve kaos ortaya
çıkar.
Buna kar ın insan vücudunda bin de il, 100 trilyon "i çi" büyük bir uyum içinde çalı ır. Bunlar, bir
fabrikadaki i çilerden çok daha bilinçli ve e itimli olan hücrelerdir. Yalnızca kendi içlerindeki mucizevi
i lemler de il, birbirleri arasındaki koordinasyon da aynı derecede göz kama tırıcıdır. Birbirlerini zarlarında
bulunan özel tanıma sistemleriyle tanırlar. Mide hücresi mide hücresini, saç hücresi saç hücresini tanır.
Kaçınılmaz sorular yine kar ımıza çıkmı tır: ki zar birbirini nasıl tanır? Bu i çileri kim e itmi tir? Nasıl
olur da büyük bir sadakatla görevlerini yaparlar?
100 trilyon hücrenin her biri vücut için kendisinden istenileni yapar. Peki her hücre her an ne yapması
gerekti ini nereden bilir? Örne in bölünmenin olması istenen bölgedeki hücrelere beyin 'bölün' emrini verir.
Bunun için salgılanan hormon denilen özel elçiler vardır. Her hormon ilgili hücreye giderek beynin mesajını
iletir. Elçi, hücreye geldi inde mesajını hücre zarında bulunan algılayıcı proteine bildirir. Protein aldı ı mesajı,
merkeze bildirir. Hücre de bu emri anlar, karar alıp buna göre harekete geçer.
Peki yine size soralım; bir ya denizinin üzerindeki protein adasının verilen emri anlaması, bunu hücrenin
merkezine bildirmesi, hücrenin bu emre itaat etmesi ve ömrünü nerede kullanılaca ını bilmedi i bir maddeyi
üretmeye adaması sıradan bir bilgi olarak kar ılanabilir mi?
Zar üzerinde bulunan yüzlerce geçi noktası, algılayıcılar, kontrolörler hepsi birbirlerinden haberli, büyük
bir uyumla hareket ederler.
Oysa bunların hepsi bilinçsiz proteinlerdir. Hücre zarının bu saydı ımız özelliklerini kendi kendine elde
etmedi i, bu sistemin ba ka biri tarafından yaratıldı ı açıkça ortadadır.
Böyle bir sistem elbetteki bo una yaratılmamı tır. Bundaki amaç, insanın kendisini yaratan sonsuz
merhamet ve efkat sahibi Allah'ın varlı ını ve gücünü daha iyi anlayabilmesidir.
Sıcak Sava , Yakın Temas
nsan vücudunun ba ı ıklık sisteminde gözle görülmeyen büyük bir sava ya anır. Bu sava her gün, her
dakika, hatta her saniye sürmektedir. Çatı ma, vücudu koruyan hücrelerle vücuda dı ardan giren mikroplar ve
virüsler arasında olur. Sava ın en iddetli geçti i an, yakın temas durumudur.
Bu yakın temas anında bazı özel savunma hücrelerinin zarları önemli bir role sahiptirler. Sava ın ön
saflarında görev yapan bu hücreler, her türlü yabancı maddeyi yakalayıp yutmakla görevlidirler. Bunu da zarları
sayesinde yaparlar. Savunma hücrelerinin zarları vücuda girmi olan zararlı yabancı maddeleri tesbit ederler.
Zarın uzantıları gerekti i zaman uzayarak bakterileri, mikropları yakalar. Dü man yakalandıktan sonra da zarın
içinden geçirilerek, hücre tarafından yutulur. Hücre zarı bu sava ta dü manı tanımı , yakalamı ve yutmu tur.
Hücre dü manı sindirir ve açı a çıkan maddeleri tekrar kullanarak vücuda yararlı hale getirir. Kimi zaman da
özel bazı hücreler yabancı maddeye yapı ır ve onu hareketsiz kılarak çökertirler. Böylece dü manı sava çı
hücrelere de ifre ederler. Bu sava ın basamakları elbette burada yazıldı ı kadar yalın de ildir. Her basamakta
haber alma, de erlendirme, ve ar ivleme gibi üstün "istihbarat" tekniklerinden yararlanılır.
Görüldü ü gibi ortada son derece kompleks bir sava mekanizması ve son derece üstün bir teknoloji
i lemektedir. nsan aklının u ana kadar ula tı ı son geli melerle bile bir taklidini üretemedi i bu mekanizma
binlerce yıldır aynı mükemmellikte çalı masını sürdüregelmektedir. Öyleyse ne gibi bir sonuca varmalıyız?
Acaba mikroskopla bile zor görülebilen ve büyük bölümü ya moleküllerinden ibaret olan hücre zarı,
insano lundan daha mı akıllıdır? Yoksa bu ilkel görünümlü zar da, en üstün, en akıllı oldu unu iddia eden insan
da, kendilerinden çok daha üstün bir aklın ilham ettiklerini mi yerine getirmektedirler? Aksini iddia eden birisi
hücrenin aklının kendi aklından daha üstün oldu unu da kabul etmek zorundadır.
Bazı kimseler de bütün olayı beyne ba layıp, "i te emirleri veren bir beyin var, her eyi o idare ediyor"
gibi bir çıkarım yaparak kendilerince bütün olayların açıklamasını yakaladıklarını zannederler. Bu basit
mantıkla büyük bir sırrı çözdü üne inanan ki i, gerisini artık dü ünmeye gerek duymaz. O an için rahatlamı tır.
Kendisini rahatsız eden vicdanını bir süre için bastırmı tır. Daha fazla kurcalarsa yine içinden çıkamayaca ı
olaylarla kar ıla aca ını anlar: "Beyin denen bu organ da aynı hücrelerden meydana gelmiyor mu? Beynin
verdi i emirleri beyindeki bu mikroskobik ya ve protein yı ınları mı kararla tırıyor? E er öyleyse beynin
hangi hücreleri emir veriyor? Yoksa bir kısmı biraraya gelip ortak kararlar mı alıyorlar? Bu hücreler biraraya
gelince birdenbire, haber alma, karar verme, emir verme gibi soyut kavramları nereden ö reniyorlar ve
kusursuzca uygulamaya ba lıyorlar?
nsan daha tek bir hücre halindeyken ve ortada beyin diye bir ey yokken, bu hücrenin bölünmesini,
bölünen hücrelerin farklıla masını, aralarındaki akıl almaz koordinasyonu hangi beyin yönetiyor? Annesinin
beyni mi? Oysa annenin kanı bile bebe inkiyle karı mıyor... Diyelim yine kanaati gelmedi. Peki, dı döllenme
yoluyla, daha tek bir hücre halindeyken geli imine kavanozda ba layan bir "tüp bebek" emirleri hangi beyinden
alıyor? Ya da tavu un üstüne oturup ısıttı ı döllenmi bir yumurta, minik bir civciv olana kadar hangi beyin
tarafından yönetiliyor? Tek bir hücreden civcivi ya da insan yavrusunu beyniyle birlikte yaratan ba ka bir gizli
beyin mi var?, vb..." gibi sorularla kar ıla aca ını ve sonunda yine kar ısında Allah'ı bulaca ını hisseder. Bu
yüzden olayları derinlemesine ve geni bir perspektifle dü ünmekten sürekli kaçar.
Çünkü inkarın mantı ı sürekli olarak Allah'la kar ıla maktan kaçmaya, O'nu hatırlatan, O'na götüren,
O'nun varlı ını ispatlayan her eye gözünü kapamaya ve O'nun yerini dolduraca ını sandı ı en ufak bir ihtimale
bile can havliyle sarılmaya dayanır. Bu nedenle Allah'ı tanımayan inkarcı, ister istemez kendi yaratılı ını,
varlı ını ve ya amının devamını trilyonlarca hücreye, hatta bunları da olu turan moleküllere ve atomlara
ba lamaktadır ya da di er deyimle bütün bunların sayısı kadar ilahlar edinmi tir.
Yukarıda anlattı ımız kusursuz koordinasyonu sa layan ve kayna ını görünürde hiçbir yerde
bulamadı ımız emirlere gelince, bu emirlerin nereden ve niçin geldi i ayette bildirilmektedir:

Allah, yedi gö ü ve yerden de onların benzerini yarattı. Emir, bunların arasında durmadan iner;
sizin gerçekten Allah'ın her eye güç yetirdi ini ve gerçekten Allah'ın ilmiyle her eyi ku attı ını bilmeniz,
ö renmeniz için.(TalakSuresi,12)
HÜCREDEK ENERJ ÜRET M

Enerji her alanda insan için vazgeçilmez bir ihtiyaçtır. Teknoloji, sanayi, ula ım, haberle me gibi birçok
hayati konuda kilit konumdadır. Bu kadar vazgeçilmez bir ihtiyaç olan enerjinin bedeli de elbette yüksektir. Dev
barajlar, rafineriler, hatta nükleer santraller bu amaçla in a edilir. Ülke bütçelerinin büyük bir kısmı enerjiye
ayrılır. Yalnızca gündelik hayatta kullandı ımız bir otomobilin yakıt ihtiyacı için bile yüklü miktarlarda para
harcarız.
Peki enerji temini bu kadar masraflı iken, sizi ta ıyan, dü ünmenizden konu manıza, yürümenize kadar
bir çok i inizi gören vücudunuz, hangi enerjiyi hangi kaynaktan sa layıp, nasıl üretip, ne ekilde
kullanmaktadır?

Hücre ve Enerji
Hücre vücudun ihtiyacı olan enerjiyi üretmek için "mitokondri" denilen yüzlerce küçük enerji
santralinden yararlanır. Bu santrallerde, besinlerden elde edilen kimyasal enerjiler, hücrenin kullanabilece i
enerji paketlerine dönü türülür. Bu paketlere ATP adı verilir. Hücre içinde hayatı sa layan bütün olaylar,
mitokondrilerde üretilen bu kullanıma hazır enerji paketleri sayesinde gerçekle ir.
Peki bu enerjinin bedeli nedir?
Bir kar ıla tırma için, otomobilinizde yakıt olarak kullandı ınız benzini ele alalım. Bu benzin önce yerin
derinliklerinden ham petrol olarak çıkartılır. Sonra gemilerle petrol rafinerilerine ta ınır. Bu rafinerilerde, birçok
karma ık kimyasal i lemden sonra benzin haline getirilir. Aracınızın motoru da, burada kullanılan benzin de
birbirlerine uyumlu bir ekilde üretilmi tir. Aracınız ba ka herhangi bir yakıtla çalı amaz. Aynı ekilde trenleri
çalı tıran elektrik de büyük zahmetler ve masraflar sonucunda barajlarda üretilir. Bu i için dev hidroelektrik
santralleri kurulmu tur. Her iki örnekte de önemli bir bilgi birikimi ve ileri bir teknoloji kullanılmaktadır.

Hücrenin Enerji Santrali


Hücrede bu üstte saydıklarımızdan çok daha mükemmel bir sistem vardır. Kullanılacak enerjinin ilk
kayna ı güne tir. Bitkiler güne ı ınlarını kullanarak besin yaparlar. Daha do rusu, güne ı ı ının enerjisini,
ürettikleri besinlerin içine depolarlar. Vücut da bu bitkilerden ve bunlarla beslenen hayvanlardan aldı ı besinleri
çok küçük parçalara ayırır. Enerjinin hammaddesi olan bu küçük parçacıklar hücre tarafından yakalanır ve
hücrenin "enerji santrali" olan mitokondriye getirilir. Mitokondri bu hammaddeleri en küçük moleküllerine
kadar parçalayarak içlerinde saklı bulunan enerjiyi ortaya çıkarır. Dahası, bu enerjiyi hücrenin kullanabilece i
bir yakıt cinsi olan ATP'ye çevirir. Hücredeki bütün olaylar da bu yakıtın sa ladı ı enerjiyle yürütülür. Buraya
kadar saydıklarımız, bütün olup bitenlerin çok kısa bir özetidir. Mitokondri denilen bu santrallerdeki enerji
üretimi esnasında son derece karma ık kimyasal olaylar meydana gelir. Bu kimyasal mucizeler, milimetrenin
100'de biri kadar olan hücrenin içinde, yani hayal gücünün alamayaca ı küçüklükte bir yerde meydana
gelmektedir.
Hücrede enerjinin üretilmesinde ba rolü oksijen oynar. Enerji üretiminin hemen her basama ında birçok
farklı enzim, devreye girer. Bir basamakta görevini tamamlayan enzimler, bir sonraki basamakta yerini
ba kalarına devrederler. Böylece, onlarca ara i lem, bu i lemlerde devreye giren yüzlerce farklı enzim ve sayısız
kimyasal reaksiyonlar sayesinde, besinlerde depolanan enerji hücrenin i ine yarayacak hale getirilir.
Bu haliyle, hücrenin içindeki "enerji santrali"nin, bir petrol rafinerisinden ya da bir hidroelektrik
santralinden daha kompleks oldu unu söyleyebiliriz.
Bu durum, hücrenin di er i levleri gibi kar ımıza son derece ola anüstü bir tablo çıkarmaktadır. Çünkü
bir petrol rafinerisi, petrolün ne oldu unu bilen, ham petrolü laboratuvar artlarında analiz etmi ve bu teknik
bilgiler ı ı ında hareket eden mühendisler tarafından in a edilir. Petrolün ne oldu unu bilmeyen insanların bir
petrol rafinerisi in a edebileceklerini dü ünmek ise elbette gülünçtür. Böyle bir ey mümkün de ildir.
Ancak bu imkansızlık, hücrenin içindeki enerji santrali, yani mitokondri, tarafından a ılmı tır. Çünkü
hücre anne karnında do ar, büyür, sonra da insan bedeninin içinde ya amını sürdürür. Ya amında bir kez bile
dı dünya ile muhatap olmaz, tek bir bitki bile görmez. Buna kar ın, bitkinin içindeki enerjiyi nasıl açı a
çıkaraca ını bilir ve bu karma ık i i kusursuz bir biçimde yürütür.
Böyle bir sistemi hücre nereden ö renmi tir?
in do rusu, hiçbir hücre biyolojik bir i levi, sözcü ün gerçek anlamında "ö renme" fırsatına sahip
de ildir. Çünkü hücrenin do umu sırasında, böyle bir i levi yerine getirecek özelliklere sahip olmayıp, sonraki
ya am süreci içerisinde bunun üstesinden gelebilecek beceriyi elde etmek gibi bir ansı yoktur. Bu tip olaylarda
önko ul bedende ilgili sistemin daha ya amın ba langıcında tamamlanmı olarak hazır bulunmasıdır. Aksi halde
enerji üretiminde ba rol oynayan "oksijen" hücreyi o anda tahrip eder. u halde hücrenin, do du u anda, aynı
zamanda oksijene kar ı kusursuz bir sistemle de donatılmı olması lazımdır. Ancak bu sayede kendisini yok
edebilecek olan bu gazı alıp, onun sayesinde hayatının devamı için en önemli gereksinimini, yani enerjiyi
üretecektir.
Bu durumun ancak tek bir açıklaması olabilir: mitokondri, hem bitkilerin yapısını hem de insan bedenini
en ince ayrıntısına kadar bilen bir akıl tarafından yaratılmı tır. Bir ba ka deyi le, mitokondriyi yaratan güç,
"ilim bakımından her eyi ku atmı " (Enam Suresi, 80) olan Allah'tır. Bir di er ayette de aynı gerçek öyle
vurgulanır: "Dikkatli olun; gerçekten O, her eyi sarıp-ku atandır" (Fussilet Suresi, 54)
Mitokondrinin amacı, enerjiyi oksijen kullanarak üretmektir. Bunu da, üstte bahsetti imiz gibi, birbiri
ardına çalı an bir enzimler sistemi olmadan ba arması mümkün de ildir. Bu enzimler bir canlıda ya tümüyle
vardır ya da yoktur. Bir sonraki nesile ancak kalıtım yoluyla, yani DNA'da depolanmı bilgi yoluyla
aktarılabilirler. Hiçbir canlı kendili inden, böyle yapısal bir düzenlemeyi ö renemez. Bu sistem o kadar
geli mi ve ayrıntılıdır ki, insan zekası bile bugün bütün imkanlarını kullanarak böyle bir sistemi kuramaz.
ANNE KARNINDAK YARATILI

Herkesin hayatında çok ilginç bir olay mutlaka vardır. Fakat bu olay ne kadar ilginç olursa olsun
ba ımızdan geçen ve u an ço u kimsenin farkında bile olmadı ı büyük maceraya göre çok daha basittir. O
olayın ba ladı ı gün, hayatınızdaki en önemli gündür. Okula ba ladı ınız gün, i e girdi iniz gün, evlendi iniz
gün, ve bunlara benzer bütün günlerden çok daha önemli bir gündür. O gün, "bölünmeye" ba ladı ınız gündür.
u an kaç ya ınızda olursanız olun, u anın tarihinden ya ınızı ve yakla ık dokuz ayı daha çıkartırsanız o
bölünme gününe ula ırsınız. O tarihte siz tek bir hücreden ibarettiniz. Annenizin karnında yeni döllenmi tek bir
yumurta hücresi, u an "ben" dedi iniz eyi olu turuyordu. Derken bölündünüz, iki yeni hücre oldunuz. Sonra
yine bölündünüz, dört hücre oldunuz. Bu bölünmeniz hızla devam etti. Bir süre sonra—adına embriyo denen—
bir et parçası oldunuz. Sonra kemikleriniz, damarlarınız, kalbiniz, deriniz, gözünüz, kula ınız, iç organlarınız
oldu. Bir süre sonra kalbiniz atmaya ba ladı. Görür, i itir, hisseder, konu ur ve dü ünür oldunuz.
Ve bunların hepsi, gözümüzle bile göremedi imiz bir hücrenin bölünmeye ba laması sonucunda ortaya
çıktı. Yeryüzünde ya ayan canlıların hepsi, kendinizden tutun da bir ata, file ya da bir sivrisine e kadar hepsi,
bir zamanlar tek bir hücreden ibaretlerdi. Ama her seferinde o tek bir hücre bölünerek ço aldı ve sonuçta o ilk
hücreden 100 milyon kat daha büyük, 6 milyar kat daha a ır olan insanlar dünyaya gözlerini açtılar.

nsana " ekil ve Suret" Verilmesi


Üstteki satırlarda sözünü etti imiz "bölünme" süreci, ku kusuz basit bir i de ildir. Bölünerek
ço almanın gerçekle mesi için, ilk hücrenin kendinin kopyasını yapması, bu kopyaların da sıraları gelince
bölünüp benzer kopyalar üretmeleri, böylelikle zamanla aynı hücreden milyonlarca kopya meydana gelmesi
gerekir. Fakat tüm bu süreç, göründü ünden daha karma ık ve esrarengizdir. Çünkü bölünme sürecinin bir
a amasında, kopyalanan hücrelerden bazıları nereden geldi i anla ılamayan bir emirle di er karde lerinden
farklıla maya ve tümüyle de i ik bir yapı kazanmaya ba larlar. Bu ekilde, ortak bir ana hücreden gelen
hücreler, bölünme süreci içinde zamanla farklıla ıp ayrı ayrı dokuları ve organ sistemlerini meydana getirirler.
Kimi ı ı a kar ı duyarlı göz hücrelerini, kimi karaci er hücrelerini, kimi sıca ı, so u u ya da acıyı algılayan
sinir hücrelerini veya ses titre imlerini hissedecek hücreleri olu tururlar.
Peki nasıl böyle bir i bölümü olu maktadır; bir hücre, kendi kendine göz hücresi olmaya karar
veremeyece ine göre, bu karar kime aittir?
Bu hücrelerin sahip oldukları DNA, yani genetik bilgi aynıdır. Aradaki fark ise ürettikleri proteinlerdedir.
Farklı proteinleri üreten iki hücre, yapı olarak da farklıla ır. Bu karde hücreler aynı hücreden olu tukları, aynı
genetik bilgiye sahip oldukları halde nasıl olur da birden farklı proteini üretip farklı yapı ve özellikler
sergilemeye ba larlar? Tamamen birbirlerinin kopyası oldukları halde birbirlerinden farklı proteinler üretmeleri
emrini kim vermi tir?
Ku kusuz tüm bu sorular açıkça bilinçli ve kontrollü bir yaratılı ın var oldu unu ortaya koymaktadır.
Nitekim Kuran, bizlere insanın yaratılı ını öyle açıklar:
Andolsun, biz insanı, süzme bir çamurdan yarattık. Sonra onu bir su damlası olarak, savunması
sa lam bir karar yerine yerle tirdik. Sonra o su damlasını bir alak (embriyo) olarak yarattık; ardından o
alak'ı (hücre toplulu u) bir çi nem et parçası olarak yarattık; daha sonra o çi nem et parçasını kemik
olarak yarattık; böylece kemiklere de et giydirdik; sonra bir ba ka yaratı la onu in a ettik. Yaratıcıların
en güzeli olan Allah, ne yücedir. (Müminun Suresi, 12-14)

te insan hücrelerinin bölünme süreci sırasında mükemmel bir hesap ve uyumla insan bedenini
olu turmalarının sırrı, üstteki ayetlerde anlatılan yaratılı sırrından, Allah'ın sonsuz gücünden
kaynaklanmaktadır. Her hücre, Allah'ın kendisine ayırdı ı görevi yerine getirmekte, O, kendisine "Ol" emri ile
neyi olmayı emrettiyse, o hale gelmektedir. Bu nedenledir ki, insanın vücudu, Allah'ın iradesi ile, hiç bir iradesi
olmayan hücreler tarafından kusursuz olarak meydana getirilir. Hücreler bölünerek ço alır ve eksiksiz bir insan
burnu, eli, göz kapa ı ya da böbre i meydana getirirler. Gerekti i kadar ço alır, tam zamanında da dururlar.
Oysa, e er üstün bir aklın kontrolünde olmasalardı, ço almaya devam edebilirler, örne in insan burnunu bir fil
hortumu kadar yapabilirlerdi. Oysa bu bilinçsiz varlıkların hummalı bölünmesi sonucunda, ortaya hem iç
organları hem de dı görünümü açısından kusursuz bir insan çıkmaktadır.
nsanı yaratan irade elbette bu hücrelere ait olamaz. Yaratan ancak Allah'tır ki, tüm evreni kendine boyun
e dirdi i gibi, insan bedenindeki en küçük parçayı da emrine boyun e dirmi tir. Nitekim, Kuran'da da öyle
denir:

" üphesiz, yerde ve gökte Allah'a hiç bir ey gizli kalmaz. Döl yataklarında size diledi i gibi suret
veren O'dur. O'ndan ba ka ilah yoktur; üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir." (Ali mran
Suresi, 5-6)

Bir di er ise Allah, yaratmı oldu u insana öyle seslenir:

"Ey insan, 'üstün kerem sahibi' olan Rabbine kar ı seni aldatıp-yanıltan nedir? Ki O, seni yarattı,
'sana bir düzen içinde biçim verdi' ve seni bir itidal üzere kıldı. Diledi i bir surette seni tertib etti."
( nfitar Suresi, 6)

nsan apaçık bir biçimde Allah tarafından yaratılmı tır. Her nereye baksa, bu yaratılmı lı ın izlerini
görebilir. Oysa, insanın zihnini bulanıkla tıran ve onu bu büyük gerçe e kar ı kör eden, üstteki ayette dendi i
gibi "aldatıp-yanıltan" bir eyler vardır. Evrim, i te bu "aldatıp-yanıltıcı"ların önde gelenlerindendir. Ancak
evrenin en büyük gerçe ini reddetmeye çalı an bu teori, canlılı ın her a aması ele alındı ında, do al olarak bir
kez daha çökmektedir.
Üstte de indi imiz hücre bölünmesi süreci de bunların biridir. Evrimin ısrarlı savunucularından Alman
bilim adamı Hoimar von Ditfurth, anne karnındaki esrarengiz geli meden öyle bahseder:
"Tek bir yumurta hücresinin bölünmesinin, nasıl olup da birbirlerinden öylesine farklıla mı sayısız
hücrenin do u una yol açtı ı, bu hücreler arasında kendili inden olan ileti im ve i birli i, bilim adamlarının
akıl erdiremedi i olayların ba ında gelmektedir. Bugün olup biteni az çok açıklayabilecek kuramsal çatılar
olu turulsa da, olay bütünüyle bir sorular yuma ından olu maktadır.' (Hoimar VonDithfurth, "Dinazorların
Sessiz Gecesi", cilt 2, sf.126)
Von Ditfurth, evrimin hezimetini gizlemek için gerekli "kuramsal çatılar"ın varlı ı gibi anlamsız bir
ekleme yapsa da, olayın evrim tarafından asla açıklanamadı ını kabul etmek zorundadır. Evrimin di er önde
gelen savunucuları da, tek bir hücrenin geli erek farklı farklı organ ve dokuları olu turup 100 trilyon hücreli bir
insan haline gelmesini açıklayamamakta, bu mucizeyi evrimin karanlık bir noktası olarak tanımlamaktadırlar.

Hayati Karar
Üstte, hücrelerin bölünme ve farklıla ma sürecinden ancak çok kaba hatlarıyla söz ettik. Gerçekte olay
çok daha karma ık ve detaylıdır.
Bölünme sonucunda birbirinin aynısı iki hücre olu ur. O iki hücre de büyüyüp bölünecek, birbirinin
kopyası olan dört hücre olu acak ve bu süreç böyle devam edecektir. E er bu "normal" süreç devam etse, anne
karnından bir bebek de il, büyükçe bir et parçası çıkacaktır.
Oysa bazı bölünmelerden sonra, yapı ve görev açısından birbirlerinin kopyaları olmaları gereken
hücrelerden birinde adeta bir anahtar çevrilir. Ve hücre bölünmeye devam etmek yerine birden, kendi yapısını
belirleyecek özel bir protein üretmeye ba lar. Di er hücre ise ikiz karde inin aksine bir ey üretmez ve
bölünmeye devam eder. Onun torununun torunu olan ve dört be bölünme sonra olu an hücrelerden biri yine
birden farklıla ır. O da bamba ka bir protein üretmeye ba lar. Böylece aynı atadan gelmelerine kar ın, farklı
özelliklere sahip yüzlerce hücre olu ur.
Evrimcilerin kastetti i "bilim", tüm bu olayları gözlemleyebilir, ama mantı ını açıklayamaz.
Farklıla ma sürecinde hücreler adeta görevlerini biliyormu çasına hareket ederler. Sadece ürettikleri
proteinler de il, kendi ekilleri de ilerdeki görevlerine uygun olarak farklıla ır. Sinir hücresi olacak hücreler,
elektrik sinyallerini iletebilmelerine imkan verecek ekilde, uzantılı bir yapı kazanırlar. Eklem hücreleri ise
basınca dayanıklı olan küresel ekli seçerler.
Kemik hücreleri de di erleri gibi yine embriyo a amasında olu ur. Sıradan bir görünüme sahip bazı
hücrelerde, ortada hiçbir görünür neden yokken kalsiyum birikmeye ba lar ve bu sayede son derece sert bir
doku geli ir. Bu sert doku ola anüstü güçlüdür, kilolarca a ırlı ı ömür boyu ta ıyabilecek nitelikte yapılmı tır.
Kırıldı ı zaman kendini yeniden onarabilir. Kendisine denk dayanıklılıktaki bir maddeye göre çok daha hafiftir.
çindeki bo luklar hem hafif hem de esnek ve dayanıklı olmasını sa lar.
E er kemi in içinde bu bo lukların esneme payı olmasa en ufak bir darbede kırılırdı. Günümüzün modern
in aatlarında kullanılan "kafes sistemleri" kemikteki bu mükemmel yapının basit bir taklidinden ba ka bir ey
de ildir. Bunlar kemikte oldu u gibi, hem dayanıklılı ı, hem de esnekli i sa larlar.

Önceden Bilinen An—Gelece i Görmek


Anne karnında zaman içinde meydana gelen farklı hücrelerin embriyo geli tikçe birbirlerine ihtiyaçları
oldu u ortaya çıkar. Kas hücrelerinin kendilerine oksijen ta ıyacak kırmızı kan hücrelerine ihtiyaçları vardır.
Kırmızı kan hücrelerinin de var olmak için kemik ili i hücrelerine ihtiyaçları vardır.
Ama embriyonun geli im evresinde ne kullanabilece i kası, ne de kasa ihtiyacı olaca ı bir ortam vardır.
Ne de o kan hücrelerini ta ıyabilece i bir dola ım sistemi vardır. u halde anne karnındaki et parçası gelece i
görmekte, ileride kar ıla aca ı ortama, ihtiyacı olaca ı özelliklere göre gerekli malzemenin üretimini çok
önceden dü ünüp yapmaktadır. Böyle bir üretimin yapılabilmesi için hücrenin bilgi deposu olan DNA'daki
gerekli bilgilerin dosyaları (genleri) önceden bilinen bir anda açılmalıdır. Böylesine üstün bir zaman planının
hücreler tarafından yapılamayaca ı, sistemin hücre içinde programlanmı olarak hazır bulundu u açıktır.

Hücrenin Zaman ve Mekan Planı


nsan vücudunun geli imini bir binanın in asına benzetmi tik. Binanın yapımında oldu u gibi hücrenin
yapımında da belli bir plan izlenir. Fakat organizmanın in ası için sadece bir in aat planı da yetersizdir. Aynı
zamanda hangi i in ne zaman, hangi sırada yapılaca ını gösteren bir zamanlama planına da ihtiyaç vardır.
n aatın nerede ve ne zaman ba layaca ını ve planın tek tek parçalarının hangi zaman sırasına göre yapılaca ını
bildiren projeler yoksa, en iyi plan bile bir i e yaramaz. Bir binada temelden ba layıp, duvarlar bittikten sonra
en son çatıyı yerle tirmemiz gerekti ini biliyoruz. Ama elektrik ve su tesisatı tamamlanmadan da sıvaya
geçemeyiz. Daha duvarlar örülürken, sonradan elektrik kablolarının ve su borularının içinden geçebilece i
uygun bo luklar bırakılması gerekir.
Nitekim her in aatta tıpatıp uygulanan bir in aat planının yanı sıra, detaylı bir zaman düzenlemesi de
vardır.
nsanın in aası ve hücreler için de böyle bir planlama gereklidir. Ancak hücrelerde hangi planın
di erinden daha önce gerçekle ti i konusunda hemen hemen hiçbir ey bilinmemektedir. Hücrenin, elindeki
planın hangi bölümünü ne zaman devre dı ı bırakması gerekti ini ve bunu kimin kontrol etti ini de biyologlar
henüz bulamamı lardır. Bazı genler, yani her özelli e ve organa ait dosyalar, tam gerekti i anda ve do ru
zamanda engellenirken, kimileri üzerindeki kilitlerin nasıl olup kalktı ı, baskıcı genler ile baskıyı ortadan
kaldıran genleri harekete geçiren komutları kimin verdi i, bilimadamlarına göre tamamen karanlıkta cevap
bekleyen sorulardır.
Bilinmeyen bir otorite genlerin do ru zamanda ve do ru yerde, nasıl, ne zaman harekete geçmeleri
gerekti ini belirlemektedir. Böylece de her hücre uzmanla aca ı dalda üretime ba layarak, ihtiyacı olan
proteinleri elde eder. Örne in deri hücreleri, keratin denilen özel bir protein yönünden zengindirler. Keratin,
deriye özel korunma yetene ini veren proteindir. Kas hücreleri myosin denilen bir proteinle sarılmı tır. Bu
proteinin özel yetene i, bir e proteinle etkile ip uzunlu unu de i tirebilmesidir. Böylece kas liflerinin
kasılmasına yol açarlar. Beyin hücreleri ise elektrik iletmeye yardımcı proteinler içerirler. Di er bütün
uzmanla mı dokuların hücreleri, hücrenin özel karakterini belirleyen kendilerine özgü proteinleri üretirler.
Böylece bazı hücreler deri hücresi olmak için keratin üretmeye, di erleri kas hücresi olabilmek için
myosin üretmeye ba larlar. Aslında, bütün hücrelerdeki DNA'larda hem keratin hem de myosin için gerekli tüm
genler bulunur. Bir ba ka deyi le, genler kullanıma hazır olarak beklerler. Ancak deri hücrelerinde keratin için
gerekli olan genler kullanılırken, myosin ile ilgili genler atlanır. Mesajcı RNA'yı üreten enzim, DNA'dan
yalnızca keratin ile ilgili genleri bulup okur ve onları hücrenin üretim merkezi olan ribozoma götürür. Bu
sayede hücre, myosin ya da kendisiyle ilgisiz ba ka herhangi bir protein de il, keratin üretir. Artık, ba ka
herhangi bir hücre de il, deri hücresi haline gelmi tir. Kas hücrelerinde ise DNA'nın miyosin üreten geni
okunur, keratinle ilgili gen atlanır.
Embriyo geli imi sürerken, DNA, programlı bir sıralama ile genlerinin her birini sırası geldikçe
kullanmalı, di erlerini de devre dı ı bırakabilmelidir. Belli türden bir hücre olu umu yüzlerce protein gerektirir.
Di er bir deyi le, bu hücrelerde bir çok gen kullanılırken, çok daha fazlası da (ba ka hücrelerin uzmanla tı ı
proteinleri kodlayan genler) devre dı ı bırakılır. DNA bütün genlerle birlikte, bu genlerin ne zaman i e
ko ulaca ını ne zaman devre dı ı bırakılaca ını da bilmelidir. E er DNA'nın bu kontrolü olmasa, yani
hücrelerin ihtiyaçları olan genlerin yanı sıra, istenmeyen di er genler de harekete geçse, beden, birbirine girmi
farklı cins hücrelerden olu an bir et topuna dönecektir.
Sonuçta yine aynı esrarengiz gerçekle kar ı kar ıya kalırız. Ortada muhte em bir plan ve akıl varken,
böyle bir akla sahip olabilecek hiç bir gözle görülür varlık yoktur. Demek ki, aklın ve planın sahibi, gözle
görülmeyen üstün güç sahibi bir Yaratıcı olmalıdır.

Mucize Yolculuk
Anne karnındaki geli me sırasında, milyarlarca hücreden her birinin kendisine ait olan yere yerle mesi
lazımdır. Bunun için hücreler, embriyo içinde olu tukları yerden ait oldukları yere do ru, akıllara durgunluk
veren bir yolculuk yaparlar. Buna "hücre göçü" denir. Bu yolculuk sırasında gidilecek adresin do rulu u kadar
zamanlama da çok önemlidir. Annenin karnındaki bu geli im sırasında milimetrenin yüzde biri kadar
yapılabilecek küçük bir yer hatası, veya saniyenin yüzde biri kadar bir sürede yapılacak zamanlama hatası;
ayakları kafadan, kulakları gö üsten çıkartabilir. Ancak hiç bir hata yapılmaz.
Hücreler gidecekleri yere kadar embriyo içinde uzun bir yolculuk yapar, bu yolculukta da özel bir yol
takip ederler. Gidecekleri yere ula tıklarında gittikleri yeri tanıyıp burada dururlar. Yani milyarlarca hücre, gidi
yollarını, gidecekleri yerleri bilirler ve dahası, yola çıkmaya, ait oldukları yere gelince de durmaya karar
verirler. Bütün bunların sonucunda, örne in, hiçbir zaman mide hücreleri ile karaci er hücreleri birbirlerine
karı maz. Mükemmel çalı an iç organlar, kollar, bacaklar, yani insan vücudundaki organlar karı ıp bir et yı ını
haline gelmezler. Ba langıçtaki et parçası böylece, yava yava insan eklini alır. En ufak bir karı ıklık ve
düzensizlik meydana gelmez.
Bu olayda göç eden hücrelerin, ve ula tıkları yerde tutunacakları hücrelerin birbirlerini adeta tanımaları
söz konusudur. Örnek olarak, sinir sistemi geli irken milyonlarca nöronun (sinir hücresi) birbirleriyle
ba lantılarını yapabilmek için e lerini bulma çabasında oldukları gözlemlenmi tir. E lerini bulmakla da kalmaz,
meydana getirecekleri organın son eklini ve yapısını olu turacak muhte em bir mühendislik tasarımı içinde
kusursuz olarak birle irler. Örne in beyin hücreleri, aralarındaki gerekli bilgi ileti imini sa layacak yakla ık
120 trilyon elektrik ba lantısı kurarlar. Bu, bir e ine daha rastlanmamı akıl almaz elektronik donanımda tek bir
ba lantı hatası ya da kısa devrenin nelere malolabilece ini tahmin etmek pek güç de ildir.
Trilyonlarca hücrenin birbirleriyle uyum içinde hareket ettiklerini, ve yine trilyonlarca hücrenin içinde
hatasız bir hesap ve planla e lerini bulduklarını söyledik. Oysa hiçbir ekilde dü ünme, planlama, yolunu bulma
gibi yetenekleri olmayan hücrenin böyle bir karma anın içinden tek ba ına çıkması ve yolunu bulup do ru yere
ula ması imkansızdır. Belli ki ona yolunu gösteren, gitmesi gerekti i yere ula tıran, her eyi kontrol ve
hakimiyeti altında bulunduran bir gücün rehberli i sayesinde hareket etmektedir. Bu yüzden yolunu a ırması,
sapması, yanlı yere gitmesi, e lerini karı tırması gibi bir durum söz konusu de ildir.
Geli medeki Akıl Almaz Uyum
Anne karnındaki geli mede gözlemledi imiz di er bir mucize de orantılı büyümedir.
Her organın kendisi için belirlenmi bir büyüklü ü vardır. Bu büyüklü e hiç bir eksik ya da fazla
olmadan ula ılabilmesi içinse, geli menin zamanlaması çok iyi ayarlanmalıdır. El, ayak, kulak, göz gibi bütün
çift organlar aynı anda ekillenmeye ba lamalı, geli meleri aynı anda durmalı, bu geli im durdu unda da aynı
büyüklü e ula mı olmalıdırlar. Aynı ekilde, meydana gelen organların simetrik olması da, hücrelerin e it
olarak, do ru bir zamanlamayla hareket etmeleri sonucunda olur.
Organların e zamanlı büyümelerinin ne denli büyük ve hayati bir mucize oldu u, olayın tersi
dü ünüldü ünde daha da iyi anla ılır. Organların farklı hızlarda, birbirlerinden ba ımsız olarak büyüdüklerini
dü ünelim. Olacak felaketi hayal edebilir misiniz? Örne in beynin, kendisini çevreleyen kafatasından çok daha
hızlı büyüdü ünü dü ünün. Hacmi yeterince geni lememi kafatası beyni sıkı tırıp onun ezilmesine, dolayısıyla
bebe in kısa sürede ölümüne yol açardı. Ya da beyin kafatasını parçalayıp geli imini sürdürecek, sonuçta hem
beyni hem de kafatası hasar görmü bir hilkat garibesi dünyaya gelecekti. Veya deri, vücut çatısına oranla daha
yava geli se, hızla geli en iskelet ve uzuvlar deriyi önce gerip bir süre sonra da yırtarak büyümeye devam
edeceklerdi. Sonuçta ortaya, üzerinde onarılması imkansız deri parçaları bulunan, yamalı ve i renç bir
görünüme sahip bir ceset çıkardı. Bu konuda, hücre zarıyla hücre organellerinin uyumlu geli iminden, iskeletle
iç organlar arasındaki dengeli büyümeye kadar pek çok örnek verebiliriz.
Unutulmamalıdır ki, tüm bu saydı ımız felaketler, "tesadüfen" olu acak bir geli imin do al sonuçlarıdır.
Bir ba ka deyi le, e er insan anne karnında "tesadüfen" geli iyor olsa, üstte sayılan ölümcül kazaların
olu maması için hiç bir neden yoktur. Bunların olu maması ve bizim dünyaya düzgün bir insan olarak göz
açmamızın tek nedeni, Allah tarafından kontrol edilen bir yaratılı la yaratılmamızdır. Kuran'da öyle denir:

"Allah, sizi annelerinizin karnından hiç bir ey bilmezken çıkardı ve umulur ki ükredersiniz diye
i itme, görme (duyularını) ve gönüller verdi." (Nahl Suresi, 78)

Anne karnındaki geli me sürerken, üstte sözünü ettiklerimizden daha da akıl almaz bir olay gerçekle ir:
Bölünen hücreler ço almaya devam ederlerken bazı hücreler kendilerini öldürerek organların ekil kazanmasını
sa larlar. Örne in, el ya da ayak geli imi sırasında bazı hücrelerin belli bir kalıba göre ölmeleri parmakların
ortaya çıkmasını sa lar.
Elbette bu noktada u soruyla kar ıla ırız: Bu ölen hücreler, elin ve aya ın yapısını önceden biliyorlar da,
ilerde do up hayatına ba layacak olan canlı bunları kullansın diye kendi kendilerini öldürüp feda mı ediyorlar?
Ölen hücrelerin, ne u urda öldüklerini bilmekle kalmayıp, u runa öldükleri organın yapısını, eklini, hatta bu
organın çalı ma mekanizmalarını da bilmeleri gerekmektedir.
Bir an için bütün bunları önceden çok iyi bildiklerini varsayalım. Bu noktada da evrimin mantı ını
kökünden çökerten bir durumla kar ıla ırız. Evrim, her canlının ya am mücadelesi verdi i kabulüne dayalıdır.
Oysa burada, bazı hücreler, genel bir menfaat için kendilerini feda etmektedirler. Acaba insanlarda bile zor
rastlanan böyle bir fedakarlık hissine nereden sahip olmu lardır? Yoksa bir yerden, isteseler de istemeseler de
kabul etmek zorunda oldukları, reddetmeye güç yetiremeyecekleri bir emir mi almı lardır?
in do rusu, her ey gibi insanın fiziksel özellikleri de, Allah'ın iradesi ve emri ile meydana gelir. Az
önce bahsetti imiz gibi, elinizi, daha siz bir cenin halindeyken Allah'ın kendilerine ölmelerini emretti i
hücrelerin, ölümleri sonucunda bir kalıp olu turarak elin eklini meydana getirmelerine borçlusunuz. nsanın
yüz ekli, onu kibirlendiren güzelli i, boyu ve kendine ait sandı ı di er bütün özellikleri, "hücre" adını
verdi imiz minicik canlılara Allah tarafından yaptırılan hareketler sonunda meydana gelir.

Bir ayette, Allah'ın yaratı ı öyle tarif edilir: "O Allah ki, yaratandır, kusursuzca var edendir,
' ekil ve suret' verendir." (Ha r Suresi, 24)

O kadar kusursuzdur ki bir et yı ınının bir kaç milimetrelik bir örtüyle kaplanması sonucunda en güzel
varlık olan insan ortaya çıkar.
Bütün insanların burunları a a ı yukarı aynı boyuttadır. Bu boyutların yüzyıllardır hemen hemen aynı
kalmasının nedeni burun ekillenirken hücrelerin bir a amadan sonra bölünmeyi durdurup organın belirli bir
boyutta kalmasını sa lamalarıdır. Böylece kimsenin burnu fil hortumu gibi uzun olmadı ı gibi, kimsenin
yüzünde de geli mesini tamamlamamı yarım bir burun olmaz. Bütün organlar birbirleriyle uyum içinde hep
kendilerine emredildi i ölçüde büyürler.
Boyutları aynı oldu u halde herkesin yalnızca kendisine has bir yüzü olması, ba lı ba ına bir mucizedir.
Herkesin iki kula ı, iki gözü, iki ka ı, bir burnu ve bir a zı oldu u halde dünya üzerinde ya ayan milyarlarca
insan birbirlerinden farklı yüzlere sahiptirler. Yani bu mükemmel organizasyon herkeste farklı bir ekilde olur
ve sayısız bir çe itlilik sa lanır. Güzel bir yüz ile çirkin bir yüz arasındaki fark yüzü olu turan hücrelerin
bölünme planları arasındaki farktadır.
Allah kimi zaman bu mükemmel sistemin ne kadar büyük bir nimet oldu unu hatırlatmak için insana
ibretler de sergiler. Allah'ın bu planlamada yapaca ı küçük bir de i iklik sonucunda, ortaya büyük sakatlıklar,
hatta hilkat garibeleri ortaya çıkar. Yine, Allah'ın emri ile, hücreler bölünmeyi durduramadıkları ve ço almaya
devam ettiklerinde ise kanser dedi imiz hastalık ortaya çıkar. Bundaki hikmet, insana, sahip oldu u her ey için
Allah'a ükretmesi gerekti ini hatırlatmaktır. E er O'na ükretmezse, "seni topraktan, sonra bir damla sudan
yaratan, sonra da seni düzgün bir adam kılanı inkar mı ettin?" (Kehf Suresi, 37) sorusuyla kar ıla acak ve
inkarının cezasını çekecektir.

Kanser
Gözünüzle hiç bir zaman göremeyece iniz, günlük hayatta farkında bile olmadı ınız zaten umrunuzda da
olmayan herhangi bir organınızdaki herhangi bir hücre... Bu hücre di er trilyonlarca arkada ıyla uyum içinde
ya arken, birden ne oldu u bilinmeyen bir hata olur da yapmaması gereken bir eyi yapmaya ba larsa ne olur?
Bu küçük canlı o güne kadar 24 saat görevini yaparken, birden bire yanlı bir i e giri irse, dahası bölünmemesi
gereken bir anda bölünmeye ba larsa ve çevresine hiç aldırmaksızın ço almaya devam ederse ne olur?
te, hiç farkında olmadı ımız o küçük canlı, milyonlarca insanın hayatına son veren kanser hücresi olur.
Hastalıklı Hücreler
Kanser, en genel tanımıyla, hücre tarafından ortaya konan ve sebebi henüz anla ılamamı anormal bir
davranı tır. Bu anormal davranı , bedenin herhangi bir yerinde, herhangi bir hücrede ve herhangi bir zamanda
ba layabilir.
Kanser hücreleri, kom uları olan normal hücrelere göre daha hızlı ço alırlar. Daha önce inceledi imiz
gibi normal hücrelerin büyüme evreleri vardır ama bu sonraları yeti kinli e ula ılınca durur. Kanser hücreleri
ise, besin kayna ı buldukları sürece, hiçbir zaman bölünmeyi durdurmazlar.
Kanserli hücrelerin etraflarındaki hücrelerle her zamanki ili kilerinde bir de i iklik olur. Eskisinden daha
ba ımsız, "egoist", hatta "kötü kom u" davranı ı sergilerler. Örne in hücre yapı kanlı ını yitirirler. Bu
yapı kanlık, geli menin en önemli faktörlerinden biridir; bölünen hücreler yüzeylerindeki özel proteinler
sayesinde kom ularıyla birbirlerine yapı ma e ilimi gösterirler. Normal hücrelerin bu temel niteli inin
kaybolması, habis büyümeye yani kansere yol açan önemli bir unsurdur.
Yukarıdaki iki özelli in birle mesi; yani hücre bölünmesinin artan hızı ile birlikte, hücre yapı kanlı ının
kaybolması öldürücüdür. Bu, yeni ve uyumsuz, garip bir dokunun, do du u noktadan hızla yayılarak büyümesi
demektir. Daha da kötü bir ey gerçekle ebilir; kanserli hücreler "metastaz" yapabilirler, ba ka bir deyi le kan
dola ımıyla bedenin ba ka yerlerine gidip, orada yeni kanserli koloniler olu turabilirler. Zamanla bu habis
hücreler, içinde do dukları bedeni acılar içinde öldürürler.
Normal hücrelerde bölünme programını durduran sınırlamalar ve yasaklar vardır. Hücre bölünmesinin
yasaklanması, hücreler belli bir bo lu u doldurduklarında veya önceden belirlenmi bir toplam kütleye
eri tiklerinde ortaya çıkar. Bu sınırların ne oldu u, nasıl çalı tı ı, bölünmenin ba langıç ve biti emirlerini neyin
verdi i tıbben halen bilinmiyor. Bilinen tek ey, bu yasaklamaların kalkmasının kanserin ba ladı ı anlamına
geldi idir.
Kanserli hücreler besin buldukça, sınır tanımaz ço alma yeteneklerini sürdürürler. Besinlerinin kayna ını
da kurbanları olan içinde ya adıkları beden olu turur. Vücutta 100 trilyon hücreyi besleyen dola ım sistemi,
yani kan, kanserli hücrelere de ihtiyaçları olan besini götürür. Kanserli hücrelerin hızla ço almasıyla, mevcut
damarlar, bu aç gözlü yaratıkları beslemek için yetersiz kalırlar. Ama kanser hücreleri bu engeli de a arlar.
Yakınlarındaki damar hücrelerini yeni kan damarları üretmeye zorlarlar. Kan damarları böylece kanser
kütlesinin içine kadar uzar ve kanser hücreleri yeniden bölünmeye ba larlar. Kan damarları büyüyüp daha çok
besin ta ıdıkça, kanser kütlesi de giderek büyür. Yapılan ara tırmalar kanserli hücrelerin, kan damarlarının
büyümesine neden olan bir sıvı salgıladıklarını göstermektedir. Bu salgının ne oldu u, özellikleri ve hücreleri
ne ekilde etkiledikleri tıbben halen açıklanmamı tır.
Bu gerçekten de son derece ilginç bir durumdur. Kanserli bir hücre ya amını devam ettirmek için, modern
teknolojiyle bile sentezlenemeyen, hatta ne oldu u bile bir türlü çözülemeyen bir maddeyi üretmektedir.
Böylece damar hücrelerini etkileyerek kendisine besin ta ıyacak yeni damarlar yaptırmaktadır. Bu noktada
kaçınılmaz bir soru ile kar ı kar ıya kalırız: Acaba kanserli hücre tüm bu bilgiye nasıl sahip olmu tur?
Bu i i "kendi ba ına" yapabilmesi için; damar hücresinin üreme mekanizmalarındaki bizim bilmedi imiz
sırları çözmü olması, ve bu bilgiler do rultusunda üretti i maddeyi salgılayarak damar hücrelerini harekete
geçirmesi ve kendisine hizmet ettirmesi gerekmektedir. Bu durumda, kanser hücresini bizden çok daha üstün bir
aklın sahibi olarak görmemiz gerekecektir.
Unutmamamız gereken önemli bir nokta, vücuttaki kanseri ba latan ilk hastalıklı hücrenin de aslında
do u tan kanserli bir hücre olmayı ıdır. Normal bir hücre iken, birden ne oldu unu bilmedi imiz bir emir ile
bozulmaya u rar ve bir kanser hücresi haline gelir. Peki sonradan bir kanser hücresi haline geldi ine göre,
damar hücrelerini etkileyerek kanseri besleyecek yeni damarlar ürettiren az önce sözünü etti imiz o "müthi "
sıvının formülünü nereden ö renmektedir?
Ku kusuz Allah'ın bu ekilde kanseri yaratmasının ardında büyük bir incelik ve önemli bir amaç vardır.
Allah kanserle, yarattı ı sistemde en ufak bir de i iklik oldu unda bunun nasıl acı sonuçlar verece ini
göstermekte, insanlara Allah'a kar ı olan zayıflıklarını hatırlatmaktadır.
Kim bilir belki bundan belli bir süre sonra tıp kanserin çaresini bulacaktır. Fakat bu çare bulundu unda
Allah'ın yarattı ı sistemin ne kadar muhte em oldu u bir kez daha anla ılacaktır. E er çözüme ula ılırsa,
yaratılmı bir mekanizmanın detaylarına iyice girilmi ve Allah'ın yaratma sanatındaki incelik, kusursuzluk,
üstün akıl ve ilim bir kere daha gözler önüne serilmi olacaktır.
SONUÇ:AKLIN KAYNA I

Hücrenin akıllara durgunluk veren göz kama tırıcı dünyası evrim teorisini tartı ma götürmez bir biçimde
çökertmekte, "canlıların kökeni"nin tesadüf de il, yaratılı oldu unu ispatlamaktadır.
nceledi imiz tüm parçacıklar; hücreler, DNA'lar, ribozomlar, mitokondriler, enzimler ya da hormonlar,
son derece aktif varlıklardır ve hayret verici i leri ba arıyla yürütmektedirler. Dolayısıyla, bizim "akıl" diye tarif
etti imiz eye, yani; dü ünme, analiz etme, karar verme gibi yeteneklere sahiptirler. Dahası, bu "akıl" insanların
sahip oldu unu kabul etti imiz akıldan çok daha göz kama tırıcıdır. Tek bir protein sentezi sırasında hücre
organellerinin ortaya koydu u "akıl gösterisi", insanlar tarafından kolay kolay eri ilemeyecek düzeydedir.
Ancak, hücrede ortaya çıkan aklın, hücreye "ait" oldu unu kabul etmemiz mantıksal olarak mümkün
de ildir. Çünkü "akıl gösterisi" yaptıklarını söyledi imiz hücre parçacıkları, birer molekül yı ınından ba ka bir
ey de ildirler. Yaptıkları i ler dikkate alındı ında herbirinin sofistike bir biçimde "dü ünebilmeleri" gerekir,
ama bir beyinleri yoktur. Aslında hiç bir eyleri yoktur; ne gözleri, ne kulakları, ne dokunma duyuları, ne de
sinir sistemleri vardır. Bunlar ardı ardına dizilmi aminoasitlerden olu an kimyasal zincirlerden ba ka bir ey
de ildirler.
Ama; görme, duyma, hissetme, dü ünme, karar verme yetene inden yoksun olan bu kimyasal bile ikler,
oldukça ihti amlı bir "akıl gösterisi" sergilemektedirler.
O zaman u soruyu sormamız gerekir: Bu aklın kayna ı nedir?
Balarısı ile ilgili bir ayet, bu konuda bize önemli bir yol göstermektedir:

Rabbin bal arısına vahyetti: Da larda, a açlarda ve onların kurdukları çardaklarda kendine evler
edin. Sonra meyvelerin tümünden ye, böylece Rabbinin sana kolayla tırdı ı yollarda yürü-uçuver.
Onların karınlarından türlü renklerde erbetler çıkar, onda insanlar için bir ifa vardır. üphesiz
dü ünen bir topluluk için gerçekten bunda bir ayet vardır. (Nahl Suresi, 68-69)

Balarılarının da hücredeki organeller gibi "akıl gösterisi" sayılacak i leri vardır. Bal yapmak için
buldukları çiçeklerin "koordinatlarını" birbirlerine haber vermeleri, kovanlarını ve peteklerini de me
mimarlardan çok daha üstün bir biçimde in a etmeleri ve daha pek çok özellikleri, açık birer "akıl ürünü"dür.
Bu aklın kayna ı ise, üstteki ayette açıklanmaktadır. Allah, arılara "vahyetmi ", yani kendi ilminden
onlara aktarmı ve onları yaptıkları kompleks i i ba aracak kadar bir "bilinç" sahibi kılmı tır. Ortaya çıkan akıl
arılara de il, Allah'a aittir.
Ku kusuz bu durum yalnızca arılar için geçerli olamaz. Çünkü do a, "akıl gösterisi yapan akılsız
varlık"larla doludur. Bunların hepsi, küçücük bir böcekten dev bir organizmaya kadar, Allah'ın "vahyetti i" akıl
ile hareket ederler. Allah, hepsine belirli bir görev ve onu yapacak kadar bir "bilinç" vahyetmi tir ve onlar da
Allah'a boyun e mi olarak görevlerini yerine getirirler. Bir ayette öyle denir:

Göklerde ve yerde bulunanlar O'nundur; hepsi O'na 'gönülden boyun e mi ' bulunuyorlar. (Rum
Suresi, 26)
Sonuçta, hücrede ya da do anın ba ka herhangi bir parçasında, ortaya çıkan akıl, "kendi kendine" olu an
bir akıl de ildir. Tüm varlıklar, Allah tarafından kendilerine emredilen i i yapmaktadırlar ve bu i lerde ortaya
çıkan akıl, Allah'ın aklıdır. Bir ayet, insanların ço unun farkında olmadı ı bu büyük sırrı öyle açıklar:

Allah, yedi gö ü ve yerden de onların benzerini yarattı. Emir, bunların arasında durmadan iner;
sizin gerçekten Allah'ın her eye güç yetirdi ini ve gerçekten Allah'ın ilmiyle her eyi ku attı ını bilmeniz,
ö renmeniz için. (Talak Suresi, 12)

You might also like