Professional Documents
Culture Documents
Egitim Bilimine Giris
Egitim Bilimine Giris
BÖLÜMÜN HEDEFLERİ
Bu bölümü başarıyla bitiridiğinizde aşağıdaki hedeflere ulaşmanız
beklenmektedir.
1. Eğitim ile ilgili belli başlı kavramların anlam bilgisi
2. Eğitimle ilgili kavramları ayırabilme
3. Eğitim olan ve olmayan davranış değişikliklerini izah edebilme
ARAŞTIRALIM-DÜŞÜNELİM-TARTIŞALIM
1. Eğitimi içinizden gelen biçimiyle tanımlayınız.
2. Yaptığınız tanımları alt alta yazınız.
3. Her bir tanımı analiz ediniz.
4. Bu tanımlarda eğitimin hangi öğeleri öne çıktı.
5. Bu olmazsa olmaz öğeleri bir araya getirerek eğitimin tam ve doğru bir
tanımına ulaşmaya çalışınız.
6. Günümüzün formal eğitim kurumları olmasaydı ne olurdu?
Eğitim Nedir?
Günümüzde eğitimin çeşitli tanımları yapılmakta ve eğitim sözcüğüne farklı
anlamlar verilmektedir. Bunun nedeni her düşünür ve eğitimcinin inandığı felsefi
görüş doğrultusunda eğitimi tanımlaması ve ona anlam vermesidir.
Ertürk (1975:9), eğitim sözcüğünün Türkçe’de birbirinden farklı en azından
altı anlamı ifade edecek biçimde kullanıldığını söylemektedir. Bunlar:
1. Disiplin,
2. Sosyal hizmet,
3. Kazantı,
4. Öğrenim,
5. Sosyal kurum ve
6. Kasıtlı kültürleme sürecidir.
Eğitim literatüründe yer alan değişik eğitim tanımlarından bazıları aşağıda
verilmiştir (Fidan,1986:10).
Eğitim,
-Geniş anlamda, bireylerin toplumun standartlarını, inançlarını ve yaşama
yollarını kazanmasında etkili olan tüm sosyal süreçlerdir.
-Kişinin yaşadığı toplum içinde değeri olan, yetenek tutum ve diğer davranış
biçimlerini geliştirdiği süreçlerin tümüdür.
-Seçilmiş ve kontrollü bir çevrenin (özellikle okulun) etkisi altında sosyal
yeterlik ve optimum bireysel gelişmeyi sağlayan sosyal bir süreçtir.
-Eğitim, önceden saptanmış esaslara göre insanların davranışlarında belli
gelişmeler sağlamaya yarayan planlı etkiler dizgesidir.
Felsefi görüşlere göre de eğitimin tanımı değişmektedir. Sözgelişi idealistlere
göre insanın bilinçlice ve özgürce Allah’a ulaşmak için sürdürdüğü biteviye
çabalardır. Realizme göre eğitim; yeni kuşağa kültürel mirası aktararak onları
topluma uyuma hazırlama sürecidir. Pragmatizme göre eğitim; kişiyi yaşantıları
inşa yoluyla yeniden yetiştirme sürecidir. Marxizme göre eğitim; insanı çok yönlü
eğitime doğayı denetleyerek onu değiştirecek ve üretimde bulunacak biçimde
yetiştirme sürecidir. Natüralizme göre eğitim; kişinin doğal olgunlaşmasını artırma
ve onun bu özelliğini göstermesini sağlama işidir (Sönmez,1991:41-42).
Bu tanımları çoğaltmak mümkündür. Ülkemizde eğitim camiasında geniş
kabul gören ve Ertürk tarafından yapılan tanıma göre eğitim; “bireyin davranışında
kendi yaşantısı yoluyla ve kasıtlı olarak istendik değişme meydana getirme
sürecidir” (Ertürk,1975:12).
Son zamanlarda “genetik mühendisliğindeki” gelişmeler, fiziksel uyarımlar
sonucu beyinde biyo-kimyasal değişmelerin olduğunu ortaya koymakta ve oluşan
bu biyo-kimyasal değişmeler öğrenme olarak tanımlanabilmektedir. Öğrenmenin
bu yeni görüntüsünden hareketle eğitim, çevre ayarlaması yoluyla kişinin beyninde
istendik biyo-kimyasal değişmeler oluşturma süreci biçiminde ele alınabilir.
Yukarıda yapılan çeşitli eğitim tanımlarının da ortak yanı eğitimin bir
“süreç”oluşudur. Özetle eğitim bir ”davranış değiştirme sürecidir.” Bu süreç sonunda
bireyde davranış değişikliğinin olması beklenmektedir. Ayrıca bu davranışın istendik
yani olumlu yönde olması amaçlanmakta ve kasıtlı yapılmaktadır. Bu bakımdan
eğitim “kasıtlı kültürleme süreci “ olarak da tanımlanmaktadır.
Eğitim nasıl tanımlanırsa tanımlansın temelinde şu özelliklerin bulunduğu
söylenebilir:
1. Nesne (obje) olarak insanın alınması,
2. Nesnenin hali hazırdaki durumunun yetersiz kabul edilmesi,
3. Nesnenin istendik yönde değiştirilmesi,
4. Bu iş için çevrenin ayarlanması, yani tutarlı, etkin araç, gereç, strateji,
yöntem, teknik vb. gibi uyarıcıların devreye sokulması,
5. Nesnenin istendik davranışları (hedefleri) kazanıp kazanmadığın
yoklanması gerekir. Kazandıysa hedeflerin, davranışların, çevre ayarlamasındaki
araç-gereç, uyarıcılar, strateji, yöntem, tekniklerin vb. elde tutulması, kazanmadıysa,
bunların ya onarılması ya yenilenmesi, ya da atılması, eksiklerinin tamamlanması ve
yanlışların düzeltilmesi gibi işlemleri kapsar .
Tüm bu görüşlerin ve verilerin ışığında eğitim; “çevre ayarlaması yoluyla
kişinin davranışlarını istendik yönde değiştirme ve değerlendirme süreci” olarak
tanımlanabilir (Sönmez, 1991:43).
Eğitimin yukarıda yapılan tüm tanımlamalarında “eğitimin bir süreç olduğu”
hep vurgulanmaktadır. Bu itibarla eğitimi “eğitim bir davranış değitirme sürecidir”
biçiminde kısaca tanımlamak mümkündür. Ancak, bu tanım eğitsel anlamda
yetersiz bir tanımdır. Bu tanıma şu soruyu sormak gerekir: “Eğitim nasıl bir süreçtir?”
Bu sorunun yanıtı şu üç unsuru içermelidir: (1) yaşantı ürünü, (2) kasıtlı, (3) istendik
(olumlu).
Tanımlarda yer almamasına rağmen eğitimciler eğitim sürecinin üç temel
özelliğinin daha olduğu konusunda hem fikirdirler. Bunlar; (1) Eğitim uzun bir
süreçtir, (2) Uzun olduğu için de pahalı bir süreçtir ve (3) Geriye dönüşü imkânsız
bir süreçtir. İşte bu özellikler eğitimi rast gele bir süreç olmaktan çıkarır. Bu uzun ve
pahalı süreçte yanlışa hemen hemen hiç yer yoktur. Bu yüzden eğitim ciddi ve son
derece önemli bir süreçtir denilebilir.
21- Örgün ve yaygın eğitim ile ilgili olarak aşağıdaki ifadelerden hangisi
doğrudur?
A) Yaygın eğitim kurumlarında hedef program ve kontrol yoktur
B) Örgün eğitim, bireylere ilgi ve gereksinim duydukları alanlarda verilir
C) Yaygın eğitim kurumlarında yarı-formal eğitim yürütülür
D) Örgün eğitim kurumlarında belli bir sıra izlenmez
E) Örgün eğitim belli yaş gruplarındaki bireylere verilir
CEVAP ANAHTARI
1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11
C D C B B D B B D E D
12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22
C B C A B A A A D E B
KAYNAKÇA
ÖLÜMÜN HEDEFLERİ
Bu bölümü başarıyla bitiridiğinizde aşağıdaki hedeflerin davranışlarını
kazanacaksınız:
1. Eğitimin tarihsel temelleriyle ilgili kavramlar bilgisi
2. Eğitimin tarihsel temelleriyle ilgili olgular bilgisi
3. Eğitimin tarihsel temelleriyle ilgili ilkeler bilgisi
4. Eğitimin tarihsel temelleriyle ilgili ilkeleri açıklayabilme
5. Eğitimin tarihsel temelleriyle ilgili ilkeleri yeni durumlarda kullanabilme
ARAŞTIRALIM-DÜŞÜNELİM-TARTIŞALIM
1. Formal anlamda eğitim ve eğitim kurumları ne zaman ortaya çıkmıştır.
2. Osmanlı İmparatorluğu’nun Yükselme, Duraklama ve Gerileme
Dönemlerindeki eğitimi ve eğitim kurumlarını tartışınız.
3. Atatürk’ün eğitime verdiği önemi araştırınız ve tartışınız.
Giriş
Eğitimi, sadece tarihle etkileşimi dikkate alınarak anlaşılabilen bir süreç olarak
tanımlayan eğitim tarihine göre, tarih boyutu ihmal edilerek, eğitim sistemlerini
ve öğretim yöntemlerini açıklamak mümkün değildir. Eğitim tarihi birçok ihtiyaca
cevap verebilir. Onun sayesinde eğitim geleneklerinin orijinleri keşfedilebilmektedir
(Mialaret 2001).
Eğitim insanlık tarihi kadar eskidir. Toplu halde yaşamanın söz konusu
olduğu her ortamda insanlar arasında sürekli bir etkileşim ve bilgi akışı vardır.
Bu bilgi akışının sistemli olarak aktarıldığı kurumlar eğitim kurumları olmuştur.
Eğitim ve öğretim kurumları da diğer sosyal kurumlar gibi toplumun ihtiyaçlarına
cevap verdikleri sürece yaşamışlardır. Bu görevi yerine getiremediklerinde ya
değişikliklere uğramışlar ya da yerlerini yeni kurumlara bırakmışlardır. Geçmişten
günümüze milletlerin bugününün ve yarınının şekillenmesinde eğitimin yeri
ve önemi her zaman vurgulanmıştır. Eğitim, hayatın her döneminde devamlılık
gösterirken, eğitim kurumları da teknik donanımların katkısı ile ülkelerin sosyal,
kültürel, ekonomik gelişimlerini etkileyerek şekillendirmiştir (Çağlayan 2006).
Selçuklularda Eğitim
Selçuklu Devleti Türk, İslam ve dünya tarihi içinde çok önemli bir yer tutar.
İç Asya’daki Karahanlılar ve öteki Müslüman-Türk devletleri yöresel devletlerdi.
Selçuklu Devleti ise Maveraünnehir’den Ege kıyılarına kadar uzanan muazzam
bir imparatorluktu. Onun, Hristiyan Batı ile çok geniş temasları oldu. Batının Haçlı
Seferlerine Selçuklular başarı ile karşı koydular (Akyüz 1999). Dünyada ilk sistemli
yüksek eğitim ve öğretim yuvası olarak “medrese”, İslam-Türk dünyasında Sultan
Alparslan tarafından 1066’da kurulmuştur. Bağdat’ta 60 bin dinara mal olduğu
söylenen “Nizamiye” adlı bu medreseyle, çarşılar, hanlar, hamamlar ve çiftlikler
vakfedilmiştir. Dini bakımdan Hanefi ve Şafii fıkıhlarını öğreten Bağdat Nizamiyesi,
ilim ve fikir alanında da büyük rol oynamış, bilginler yetiştirmiştir (Göde 1992).
Nizamiye Medreseleri arasında Kuran, Hadis, Fıkıh, Tefsir, Kelam, Feraiz, Arap Dili ve
Edebiyatı, Fars Dili ve Edebiyatı, Felsefe, Mantık, Adap, Hikmet, Tıp, Heyet ve Nücum…
gibi çok çeşitli bilimin bir arada okutulduğu medreseler bulunduğu gibi birkaç
bilimin öğretimine hasredilen medreselerde vardı. Ancak medreseler arasında
gerçek anlamda ihtisaslaşma, Anadolu Selçuklu Medreselerinde görülmüştür.
Nitekim Konya’da İnce Minareli Medrese’de Hadis, Konya’da Sırçalı Medresede Fıkıh,
Kırşehir ve Kütahya medreselerinde Heyet ve Nücum, Kayseri’de Çifte Medrese’nin
birinde Tıp öğretimi yapılıyordu (Taşdemirci 2001). Nizamülmülk zamanında
Bağdat’tan sonra İsfahan, Rey, Nişabur, Merv, Belh, Herat, Basra ve Amul gibi
şehirlerde de nizamiye adıyla medreseler kurulmuştu. Bu medreselerde devrin ileri
gelen alimleri dersler vermiş, talebe yetiştirmiş ve çevrelerine kültür saçmışlardır
(Kazıcı 1995).
Selçuklu medreselerinde durum, Doğudakilerden farklı idi. Burada öğretim
ve bilim dili Arapça’dır. Açıklamaların Türkçe yapıldığı oluyordu. Bu medreselerde,
öğretim yöntemi, anlama söz konusu olmadığı için genelde “ezber”e dayanıyordu.
Sınıf yönetimi yoktu. Öğretim süresi belli değildi. Belli bir kitabın bitirilmesi esastı.
Bu da, öğretmenine ve öğrencisinin yeteneklerine göre değişiyordu (Binbaşıoğlu
1995). II. Kılıçarslan Anadolu’daki siyasi istikrarı sağladıktan sonra ilmi çalışmaları
hızlandırmıştır. XIII. Yüzyıla girildiğinde hemen hemen bütün Selçuklu şehirlerinde
bir veya birden fazla medreseler olmuştur. Çünkü medreseler, Anadolu Selçuklu
döneminde de Şii ve Fatımi’lerin aşırı mezhep propagandalarına devam etmeleri,
dört büyük mezhebin tam ve doğru bir şekilde anlatılarak, bu mezheplerin
koruyuculuğunun üstlenilmesi, devlete gerekli olan insan kaynaklarının
oluşturulması, İslamiyet’i yeni benimsemiş ve Anadolu’ya göç eden Oğuz boylarının
yeni inançlarını pekiştirme ve eskilerinin silinmesi gereği, din adamlarının az oluşu,
Anadolu’yu Müslümanlaştırma gayesi, ilmi ve dini yanda ağırlığı olan insanların
belli bir sistem içerisinde faydalanılmak istenmesi gibi nedenlerle Anadolu’ya hızla
yapılanma sürecine girmiştir. Bunun yanında Selçuklularda atabeylik gibi yüksek ve
resmi bir görev olan bir mevki de vardır. Atabeyler şehzadelerin en iyi bir biçimde
yetişmesini sağlayarak hem iyi bir ordu kumandanı hem de iyi bir devlet adamı
olarak yetiştirilmiştir. Bu anlayış Osmanlılar zamanında da devam ederek, lala
unvanı altındaki bir kişi tarafından eğitim, öğretim ve rehberlik göreviyle Osmanlı
Şehzadeleri yetiştirilmiştir (Çatakoğlu 2002).
Medrese teşkilatının bir düzene oturtulması ve geliştirilmesinde en büyük
pay Büyük Selçuklular’a aittir. Medreselerin tam anlamıyla devlet tarafından
kurulması, geliştirilmesi, programının yapılması, talebeye karşılıksız olarak
bakılması vb. hep Selçuklular tarafından ortaya konmuştur. Her bakımdan Büyük
Selçuklu medreselerini kendilerine örnek alan Anadolu Selçuklu ile diğer Anadolu
Beyleri birçok medreseler kurmuşlardır. Bunların en eskisi Konya’da II. Kılıç Arslan
tarafından yaptırılan Şemseddin Altın Aba Medresesi’dir (Er 1999).
Selçuklularda eğitimin temel özellikleri şunlardır (Akyüz 1999):
• Selçuklu devlet adamları, eğitime, öğretime ve bilimin gelişmesine büyük
önem vermişlerdir.
• Medreseler gelişmiş Selçuklu ülkelerinin her yerine yayılmıştır.
• Ahilik gibi bir yaygın eğitim kurumu, atabeylik gibi şehzade eğitimini
amaçlayan uygulamalar ortaya atıldı.
• Selçukluların ilk zamanlarında eski Türk değerleri henüz canlı iken zamanla
bunlar önemini yitirdi.
Osmanlılarda Eğitim
Bir İslam-Türk devleti olan Osmanlı İmparatorluğu’nun geleneksel eğitim
politikasının şekillenmesinde rol oynayan hakim faktör, İslam medeniyetidir. Çünkü
bir toplumun kaderi, tarihini içinde yaşadığı medeniyetin kaderi ile sıkı sıkıya
bağlıdır. Bilindiği gibi İslam medeniyeti İslam, Arap, Fars, Türk, Yunan, Çin, Hint…vb
unsurları ihtiva eden bir sentezdir (Taşdemirci 2001).
Tarihte kurulan büyük devletlerden biri olan Osmanlı Devleti döneminde,
bilim alanında önemli gelişmelerin olduğu görülmektedir. Osmanlıların ilme
verdikleri değer, kuruluş yıllarından itibaren kendisini göstermeye başlamıştı. Zira
Osmanlı bey ve sultanları, belli bir kültür ve anlayış hareketi çerçevesinde, devrin
ilim adamlarını etraflarında toplamış ve ülkelerinde genç ilim adamlarının yetişeceği
medreseleri kurmaya başlamışlardı. Medrese, devletin kuruluşundan başlayıp XX.
Asrın ilk çeyreğine kadar inişli çıkışlı bir seyir izlemekle beraber, ülkenin ilim, irfan,
kültür, medeniyet ve sosyal hayatına doğrudan doğruya büyük hizmetleri geçmiş
bir eğitim kurumudur. Bundan başka, belirtilen tarihler arasında siyasi, askeri, dini,
adli ve sosyal hayatın gerektirdiği yöneticileri yetiştirmek suretiyle de ülke insanına
hizmet etmiş bir müessesedir. Bu akımdan medrese, Osmanlı devlet ve toplumunun
ihtiyaç duyduğu pek çok alandaki uzmanı yetiştirmek suretiyle gerçek görevini
yerine getiriyordu (Kazıcı 2004).
Osmanlı Türklerinde, hatta Selçuklularda eğitim, öteki İslam ülkelerinde
olduğu gibi, ağırlık merkezi dini eğitime dayanan bir sistem, yani medrese sistemiydi.
Buna göre her ne kadar dini eğitim yanında günlük yaşayışın gerektirdiği bilgilere
yer veriliyorsa da, ne onun ilk basamağı olan sıbyan mektepleri(ilkokullar)nde ne de
kendi içinde bulundurduğu diğer bölümlerinde, dünyevi ihtiyaçlarını ön plana alan
insan yetiştirme amacı güdülmemiştir. Aslında bu tür insan yetiştirme, Ortaçağda
doğu ve batı dünyasının karakteristik bir niteliğidir. Onun içindir ki, bu sistemin
ilk basamağını teşkil eden sıbyan okullarının öğretmenleri birer din adamı, müd
errisleri(profesörleri) ise, derecelerine göre, din bilgini veya devrin matematik ve
mantığına az çok aşina olan din adamlarıdır (Koçer 1991).
Kız ve erkek ayrımı yapmadan herkese Müslümanlığın esaslarını öğretmek,
sıbyan okullarının temel amacıdır. Bunun için okullardaki eğitim ve öğretime
dini bilgiler hakimdir. Öğrenciler Kuran okumayı, namaz kılma usüllerini, namaz
surelerini ve dualarını öğrenirlerdi. Biraz hesap öğrenirler ve süslü yazıları da kopya
etmeye çalışırlardı. Bu okullarda ne Türkçe ne de Arapça öğretilirdi. Sadece Arapça
metinler ezberletilir ve Türkçe ilmihaller okutulurdu. Türkçe, sıbyan okullarında
konuşma dili olarak kullanılırdı. 19. yüzyılın ortalarına kadar sıbyan okullarında Türk
dili, tarihi ve kültürü ile ilgili bir ders okutulmamıştır. Yine 19. yüzyılın ortalarına
kadar sıbyan okullarının belirli bir öğrenim süresi yoktur. Erkek çocuklar ergenlik
çağına, kız çocuklar ise “kaç-göçü” gerektirecek bir yaş ve bünyeye erişinceye kadar
okula devam ederlerdi. Okulu bitirmiş sayılmak için Kuran’ı en az bir defa hatmetmiş
olmak şarttır. Böylece Arap harflerini tanıyan, Kuran’ı okuyabilen, namaz kılmayı
usullerine uygun bir şekilde öğrenen, biraz hesap ve süslü yazıları kopya etmeyi
öğrenenler tamamlamış sayılırlardı. Bu okullarda Kuran, Elifba ve İlmihal ders kitabı
olarak kullanılırlardı (Taşdemirci 2001).
Sıbyan mektepleri, sabahleyin erkenden açılıp ikindiye kadar derslere
devam ederdi. Günümüz okullarında olduğu gibi teneffüs yoktu. Sadece öğleyin
yemek için tatil ederlerdi. Bu esnada yemekten başka namaz da kılınırdı. Aslında
çocuklar mektebe yakın yerlerde oturdukları için yemeklerini evlerinde yerlerdi.
Bu arada diğer işlerini bitirdikten sonra mektebe gelirlerdi. Bu mekteplerde
teneffüse ihtiyaç görülmemesi, derslerin fasılalarla verilmesinden ileri geliyordu.
Hoca bir kısım talebe ile meşgul olurken diğerleri serbest kalıyorlardı. Bu arada
isteyen çalışır, isteyen yazı yazar, arzu eden biraz dışarı çıkabilirdi. Bir şey yapmadan
oturan öğrencilere de müdahale edilmezdi. Yalnız hocanın dersini ihlal edecek ve
dersin sükûnetini bozacak kadar gürültü edilmesine müsaade edilmezdi (Kazıcı
2004). Sıbyan mektebini bitiren bir öğrenci, büluğ çağı olan unfuvan-ı şebabda
yani 12-15 yaşlarında iken Haşiye-i Tecrid medreselerine girerek medresedeki
öğrenim hayatına adım atarlardı. Bu müptedi öğrencilere müfred olarak suhte ve
bundan bozma softa, suhtegan veya softa taifesi denirdi. Bunlar, Haşiye-i Tecrid
medreselerinde “mukaddimat-ı ulum” veya “mebani-i ulum” denen sarf, nahiv,
mantık ve adab’ul-bahs gibi muhtasarat derslerini gördükten sonra danişmend
oluyorlardı (İzgi 1997).
Osmanlı eğitim sisteminin ilk basamağını oluşturan sıbyan okullarının genel
özellikleri şunlardı (Erdem 2005):
• Eğitimin temel amacı dinidir.
• Yöntem olarak nakilci ve ezbercidir.
• Kızlara açıktır.
• Osmanlıca denilen bir dil gelişmiştir.
Anadolu beyliklerinden biri olarak kurulan Osmanlı Devleti hükümdarları,
Devletin kuruluşundan itibaren eğitim ve öğretim işlerine önem vermeye başladılar.
Selçuklu, Mısır ve Türkistan medreselerini örnek alarak medreseler açmaya
başlayan Osmanlıların bu faaliyeti, kendilerinden önce Anadolu’da bu alanda
yapılan faaliyetlerin bir devamı sayılır. Osmanlı Devletinin kuruluş döneminde
bilim politikasının temel ilkesi, diğer İslam ülkelerinde ün yapmış bilim adamlarını
ve tahsillerini bilim bakımından daha çok gelişmiş İslam ülkesinde tamamlamaya
gidenleri celbetmektedir (Taşdemirci 1989). Osmanlı dünyasında eğitim, yüzyıllarca
resmi ve gayri resmi müesseseler yoluyla yürütülmüştür. Bu farklı müesseseler
arasında en önemlisi ve ilim ile ilgili faaliyetlerin başta gelen kaynağı şüphesiz
medreselerdir (İhsanoğlu 1999).
İlk Osmanlı medresesini Orhan Gazi kurdu. Bu hükümdar, İznik’i aldıktan
sonra oradaki kiliselerden birini 1331 yılında medrese haline getirdi; gerekli
vakıflarını yapıp müderrisliğine de Kayserili Davud’u getirdi. Gerek Kayserili Davud
gerekse ondan sonra gelenler, devrin büyük bilginleri arasında sayılıyorlardı. XVI.
Yüzyılda Osmanlıların ilim merkezi İznik şehriydi. Daha sonraları bu merkez Orhan
Gazi, Murad-ı Hüdavendigar, Yıldırım Bayezid, Çelebi Mehmet ve II. Murad’ın
yaptırdıkları medreselerle Bursa’ya itikal etti. Bursa’nın yanında II. Murad’ın yaptırdığı
medrese ve darülhadisler o zamanki ilme verilen değeri pek güzel açıklamaktadır.
Sonraları Edirne de ilim merkezleri arasına girdi (Koçer 1991). Medreselerde dersler
“müderrisler” ve müderris yardımcıları olan “muid” ler tarafından verilirdi. Öğretim
parasızdır. Ayrıca da öğrenicinin yiyeceği ve giyimi medrese yönetimince karşılanırdı.
Medreselerde bilim adamları, kadılar, müftüler, müderrisler, öğretmenler…vb gibi
elemanları içinde toplayan “ilmiye sınıfı” yetiştirirdi. Medreseler, alt kademeden üst
kademeye kadar kendi içinde 12 derece üzerine kurulmuştur. Medreseleri, başlıca
şu gruplar içinde toplamak mümkündür(Cicioğlu 1982):
• Genel Medreseler: Bunlar, daha çok ilk ve orta kademeyi meydana getiren
medreselerdir. Bunlarda bilim alanlarına göre bir ihtisaslaşma söz konusu
olmayıp, “İslami ilimler” ile diğer bilim dalları birlikte okutulurdu.
• Tetimme Medreseleri: Bunlar, ihtisas medreselerinde okuyacak öğrenciyi
hazırlayan bir çeşit lise derecesindeki medreselerdir.
• İhtisas Medreseleri: Medreseler, çeşitli derece ve kademelerdeki kuruluşları
dışında, öğretim alanlarına göre de kendi aralarında ihtisaslaşmış idiler.
Örneğin, Edebiyat, İlahiyat, Hukuk, Tıp, Matematik, Tabiat Bilimleri…vb
gibi.
Osmanlı devrinin ikinci medresesi de, bilindiği gibi, Orhan Bey’in büyük
kumandanlarından Lala Şahin tarafından, İznik fethinde görülen yararlığına
mükafat olarak Taceddini-Kürdi fetvasıyla kendisine bağışlanan birçok ganimet
malının tutarıyla Bursa’da kurulmuştur. Bu ilk medreselerde ne okutulduğunu
açık bir şekilde bilmek pek faydalı olabilirdi; fakat bu hususta kesin bilgilere
sahip olmamakla birlikte, o vakitler hemen bütün ilim kitapları Arapça yazılmış
olduğundan, medreseler programında bu dilin önemli bir yer tuttuğu muhakak
olup, fıkıh ve kelam yanında, akli ilimlerden mantık ve matematiğin de tamamıyle
ihmal edilmediği kestirilebilir (Adıvar 1991).
Osmanlı’nın ilk devirlerinde medreselerin ilmi seviyesini göstermede
medreseler değil, müderrisler daha mühim rol oynuyorlardı. Bir sultan veya devlet
adamı medrese yaptırdığı zaman en bilgili ve en meşhur ilim adamını oraya
tayin ediyordu ve seviyece en yüksek medrese burası kabul edilirdi (Er 1999).
Osmanlı hükümdarları, medreselere, Türk beylikleri ve İslam ülkelerindeki değerli
müderrisleri, bilim adamlarını davet etmişler, ya da bunlar Osmanlı hükümdarlarının
bilim sevgilerini, bilim adamlarına gösterdikleri saygıyı duyarak kendileri Osmanlı
ülkesine gelmişlerdir. Bunlar arasında Kayserili Davut, Fahrettin Acemi, Alaettin Tusi
vb. görüyoruz. Bunlar ilk Osmanlı müderrisleri ve bilim adamlarının yetişmesine
de katkıda bulunmuşlardır (Akyüz 1999). İlk devir Osmanlı medreselerinin
eğitim dereceleri, medreseyi kuran kişinin politik ve sosyal statüsü ve kurulan
şehrin önemine göre belirleniyordu. Mesela sultanlar tarafından devrin başkenti
konumunda bulunan İznik, Bursa ve Edirne’de kurulan medreseler zamanlarının
en yüksek öğretim kurumlarını teşkil ediyorlardı. Üç Şerefeli Medrese ve Sultan
Medrese Edirne’de, Muradiye Bursa’da, II. Mehmed tarafından İstanbul’da kurulan
Sahn-ı Seman medreselerine kadar en gözde eğitim kurumları idiler (Sarıkaya
1997).
Fatih, İstanbul’u fethettikten sonra, Nizamül-Mülk tarzında bir medrese
sistemi kurmaya başlamıştır. Bu hareketiyle bir devlet üniversitesi kurmayı
amaçlamıştır. Böyle bir yüksek medrese kurmasında iki temel amaç vardır. Birincisi
ilime hizmet etmek ve büyük bilim adamları yetiştirmektir. İkincisi ise, devletin
ihtiyacı olan yüksek dereceli memurları yetiştirmektir. Bilhassa, devrin yetersiz
ulaşım ve haberleşme vasıtaları karşısında merkezi ve mutlak yönetime dayanan
imparatorluğu gerçekleştirebilmek için, ülkenin her tarafında görevlendirilecek
yöneticilerin, kadıların ve müftülerin belli bir seviyede ve birbirine denk tahsillerinin
olması, yerine getirilmesi gereken en önemli şartlardan biridir. Fatih bu amaçları
gerçekleştirebilmek için, önce yüksek dereceli Zeyrek ve Ayasofya medreselerini,
sonra Sahn-ı Seman medreselerini, daha sonra da bunlara “mahreç” olmak üzere
Musıla-ı Sahn(Tetimme) medreselerini kurdu (Taşdemirci 1989).
Sahn-ı Seman ve Tetimme medreseleri kurulduktan sonra ülkedeki değişik
medreseleri bir sistem içerisinde toplamak ve derecelerine göre yeniden örgütlemek
için medreselerin eğitim hiyerarşisi içerisinde geniş kapsamlı bir organizasyona
ihtiyaç duyuldu. Zira hem başkent İstanbul’da, hem de Rumeli ve Anadolu’da çok
sayıda medrese açılmış fakat bir sistem içerisinde derecelerine ve yapılarına göre
kategorileştirilip genel eğitim bünyesine bağlanamamıştı. Nihayet medreselerin
bir sistem içerisinde sınıflandırılması ve derecelere ayrılması işlemi, aralarında Vezir-
i Azam Mahmut Paşa, ünlü matematikçi Ali Kuşçu ve ulemadan Molla Hüsrev’in de
bulunduğu ulema ve bürokratlardan oluşan bir heyetin ortaklaşa yürüttüğü çaba
ve çalışmalar sayesinde neticelendirilmiştir (Sarıkaya 1997).
Fatih Sultan Mehmet zamanında bir de “Enderun Mektebi”(Saray Okulu)
kuruldu. Bu okulun amacı, devlete yüksek yönetici ve devlet adamı yetiştirmekti.
Öğrencileri, devşirme olan Hıristiyanlardan bugünkü zeka testlerine benzeyen
testlerle dikkatle seçiliyordu. Bu okullarda da medreselerde okutulanlardan ayrı
olarak, Türk örf ve adetleri, görgü kuralları ve askeri sporlar öğretiliyordu. Bu okullar,
18. yüzyıldan itibaren eski özelliklerini kaybetti ve en sonunda 1908’de kapatıldı.
Fatih Sultan Mehmet zamanında, eğitim tarihi açısından önemli bir nokta vardır.
O zamanın ilkokulu sıbyan okulunda öğretmenlik yapacak olanların, medreseyi
bitirmiş olması gerektiği gibi, bununla ilgili özel dersleri de ayrıca almış olması
gerekirdi. Bunları almayanların öğretmenlik yapması yasaklanmıştı. Gerçi, bu
yasağa uyulmamıştır; ama yine de fikir olarak değeri vardır. Bunlar, bugün bizim
“meslek dersleri” ya da “pedagojik formasyon” dediğimiz dersler olarak görmek
mümkündür (Binbaşıoğlu 1988).
Osmanlı Devleti’nin yükselmesinde mevcut eğitim ve öğretim müesseselerinin
büyük bir rolü olduğu bilinmektedir. “Medrese” ve “sıbyan mektepleri”, eğitim ve
öğretim bakımından devletin kontrol ve dayatmasından uzak, ilmi bakımdan
müstakil ve bağımsız kurumlardı. Bunlar, vakıflara bağlı idiler. Başlangıçta güçlü
olmaları, iki sebeple izah edilebilir: Vakıflara bağlı olmaları ve bu bağlılıktan dolayı
siyasi otoritenin kontrolünde uzakta bulunmaları. Bu dönemde hem devlet güçlü,
hem de toplum istikrarlı olduğu için vakıflarda gerçek görevlerini gereği gibi yerine
getiriyorlardı (Kazıcı 2004).
Kanuni devrinden sonra genel olarak devlet teşkilatındaki bozulma
medreseye de sirayet etmiştir. İlmiye rütbeleri nizamlara uyulmadan ulema ve
devletin ileri gelenlerinin evladına verilmeye başlanmıştır. Medrese tahsilini
yapmadan rüşvet ve iltimasla mezun olma ve mülazemet usulüne uyulmadan
memuriyetlere girme olayları, böyle usulsüz yollara başvurma imkânına sahip
olmayan öğrencileri XVI. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren eşkıyalığa ve isyana sevk
etmiştir. Bu sırada Osmanlı-İran ve Osmanlı-Avusturya savaşlarının olması, öğrenci
olaylarının bastırılmasını güçleştirmiştir(Taşdemirci 1990). Bu bozulmayı önlemek
ve düzeltmek için ilmiye sınıfı ve medresenin ıslahına ilk olarak 15 Ekim 1577’de
III. Murad tarafından verilen fermanı görmekteyiz. Fermanda ulemanın statüsünün
Kanun-ı kadim-i, Sultan II. Mehmet zamanındaki usullere uyulmasını, talebenin
derslerinden gayri işlerle meşgul olmamasını ve mansıp elde etmek için bir takım
usulsüz yollardan ilerlemeye çalışan müderrislere yol verilmemesi gibi konular
işlenmektedir. Bundan sonra zaman zaman medrese ve ilmiye sınıfının ıslahı için
birçok fermanlar verilmişse de bir netice alınamamıştır (Er 1999). Medreselerin
bozulma nedenlerinin başlıcaları şöyle sıralanabilir (Akyüz 1999):
• Siyasetin bilim anlayışını baskı altında ve dar kalıplar içinde tutması.
• Her şeyin ve bilimin temelinde iman esaslarının görülmesi. Böylece özgür
düşüncenin ve arayışlarının hoş görülmemesi.
• “Mezhepçilik” anlayışına göre fıkhın ayrıntıları üzerinde çok fazla durulup
enerjilerin esas olarak bu nakilci, kuralcı alanda harcanması ve “öz”ün
kaçırılması.
• Batı ile karşılaştırmalar yapılmak istenmediği ve yapılmadığı için, ülkedeki
eğitim öğretim ve bilimin içinde olduğu durumun zamanında ve iyi
anlaşılamaması.
• Medrese sisteminin kendi iç dinamiklerinin (müderrislerin yükselmesi,
ezbercilik, vs) bilimsel gelişmeyi zorlaştırıcı unsurlar taşıması.
• Duraklama ve gerileme dönemlerinde Rumeli’de yenilgiler yüzünden
Türk kitlelerinin geriye doğru göç etmesi ve böylece İstanbul ve başka
kentlerde sağlıksız, düzensiz bir nüfus yoğunluğu oluşması, bu kişilerin
medreselerde de barındırılması yüzünden bunların hayır kurumları haline
dönüşmesi.
• Devletin çeşitli kurumlarının (Maliye, ordu,vs.)da bozulmaya başlaması.
Medreselerin ıslahı için ilk teşebbüsler 16. yüzyılın sonlarından itibaren
başladı. İlk defa 15 Ekim 1577 tarihinde III. Murat, vezir-i azama gönderdiği fermanda
medreselerdeki usulsüzlüklerin önlenmesini ve dağa çıkan öğrencilerin isyanının
bastırılmasını istemiştir (Taşdemirci 1990). Medrese eğitimine karşı ilk tepkilerden
biri de, 17. yüzyılda Katip Çelebi (1609-1658)’den gelmiştir. O, “Mizan’ül Hak” adlı
eserinde, medreselerin içine düştüğü aymazlığı, gafleti, müderrislerin bilgisizliğini
ileri sürmüş ve öğretimde doğru yöntemlerin uygulanmasını, Batı’daki bilimsel
gelişmelerden yararlanılmasını önermiş ise de, bu görüşleri dikkate alınmamıştır
(Binbaşıoğlu 1995).
Tanzimat’tan Sonra Eğitim
Tanzimat dönemine kadar ilköğretimdeki ruh, medreseli olan imam ve
hatiplerin kontrolündeydi. Öğretme yöntemleri, cezalandırma gelenekleri, okutulan
derslerdeki geleneksellik, ezbercilik, korkutma ve hoca otoritesi hep bu dönemin
geleneksel anlayışı idi. Artık çağa ayak uydurmak eğitim ve öğretimdeki yenilik ve
gelişmelere göre yeni eğitim ve öğretim müesseseleri oluşturulmalıydı. İlerlemenin
ve gelişmenin temelinde bilimlerin öğrenilmesi gerektiği ortaya konulmuştu (Er
1999).
3 Kasım 1839’da kapsamlı bir reform paketi mahiyetindeki Tanzimat
Fermanı, hariciye vekili Mustafa Reşid Paşa aracılığı ile Gülhane parkında iç ve
dış kamuoyuna sundu. Eşitlik, din hürriyeti, hayat, namus ve mal emniyeti gibi
temel insan haklarını garanti eden bu ıslah paketi, devletim eğitim politikasından
hiç bahsetmiyordu. Gerçekten de 1845 yılına kadar eğitimle ilgili hiçbir gelişme
tespit edilememektedir. Ancak Tanzimatçıların modern bir eğitim sistemi kurmayı
düşündükleri de açıktı. Nitekim, Mustafa Reşid Paşa, halkın okuma yazma bilmediği,
çağa uygun bir eğitiminde mevcut geleneksel kurumlar aracı ile yapılamayacağı,
mutlaka eğitim kurumlarının modernleştirilmesi gerektiğini açıkça söylemiştir.
Yine Sultan Abdülmecid 1845’de yaptığı konuşmaların birinde ilmin ve bilginin
hem dini hem de dünyevi(teknik ve tabii ilimler) alanlarında elzem olduğunu ifade
etmiştir. Aynı konuşmasında Sultan, eğitim için ulema, bürokrat ve yüksek seviyeli
askeri temsilcilerden oluşan geçici bir komisyonun (Meclis-i Maarif-i Muvakkat)
kurulduğunu ilan etti (Sarıkaya 1997).
Bu arada rüşdiyelerin sayısı arttı. Okullara öğretmen yetiştirmek için bir
Darü’l-Muallimin kuruldu. Orta okul seviyesinde Darü-l Maarif adında bir okul açıldı.
Ayrıca bir de Ziraat mektebi kuruldu. Bütün bunlara ilaveten 1851 yılında, amacı
ders kitapları hazırlamak ve ilmi eserleri Türkçe’ye tercüme etmek olan “Academie
Française” tarzı bir bilimsel araştırma akademisi sayılan Encümen-i Daniş kuruldu.
Nihayet 1857 yılında Maarif-i Umumiye Nezareti adı altında bir Eğitim Bakanlığı ihdas
edildi. Medrese dışında bütün okullar bu kurma bağlandı. Sami Abdurrahman Paşa
ilk bakan olarak görevlendirildi. 1859 yılında bakanlık tarafından bir kız rüşdiyesi,
devlet memurlarının yetiştirilmesi için Mekteb-i Mülki ile birlikte Orman Mektebi,
Maden Mektebi, Ticaret Mektebi gibi bir dizi mesleki okullar açıldı (Sarıkaya 1997).
Tanzimat döneminde genel eğitim veren okullardan çok, meslek ve
teknik eğitime önem verildiği görülmektedir. Bunun da en önemli sebebi bir an
önce Batılıların ulaştığı teknik düzeye erişebilmek arzusuydu. Muhtelif zamanlar
ormancılık okulundan ebe okuluna, kaptan ve çarkçı okulundan müze okuluna
kadar akla gelebilecek pek çok meslek dallarında okullar açıldı. Bunların kimi
yeterince öğrenci bulunamadığından, kimisi öğretim elemanı, para veya ilgi
yetersizliğinden kapandı. Bazıları ise Cumhuriyet devrine kadar devam ettirilebildi.
Bu okulların genel olarak Osmanlı sanayileşmesine, yetersiz de olsa katkıda
bulunduğu söylenebilir(Saydam 1999).
Tanzimat döneminde Avrupa’daki okullara benzer nitelikte açılan ilk orta
dereceli okul “Galatasaray Sultanisi”dir. Bu okul, 1856 Islahat Fermanına uygun
olarak açılmıştır. Bu fermanda Müslüman ve Hıristiyan bütün Osmanlı tebasının eşit
şartlarla sorumluluk alabilecek bir düzeyde yetiştirilmesi ve Batı kültürü ile beslenmiş
aydın bir sınıfın bir an önce oluşması gereğinden doğmuştur. Bu ıslahata yardım
etmek için dış tavsiyelerde oldu. Öğrenim dili Fransızca olan bu lisenin açılması için
Fransa’dan gelen öneri, o zamanki yöneticilerce kabul edildi(Binbaşıoğlu 1982).
Tanzimat döneminde, hedef, laik bir sistemle Müslüman ve Hıristiyanları
kaynaştırmak iken, Hıristiyan cemaatler ve onların eğitim müesseseleri bir tarafa
bırakılarak, sadece Müslüman cemaate hitap eden laik eğitim müesseseleri tesis
edilmeye kalkışıldı. Bu uygulama ile de, Müslüman cemaatin bütünlüğü az veya
çok muhafaza eden mevcut eğitim sistemi ikiye bölünerek, mektep-medrese
ikiliği ve rekabeti başlatıldı. Bu ikilik Türk aydınlarını ve devlet adamlarını medrese
ve mektep zihniyeti etrafında ikiye bölerek, birbirleriyle amansız bir mücadeleye
sevk etmiştir(Yiğit 1992). Türk eğitim sistemi, yapı bakımından Tanzimat’ta ve
Cumhuriyet’te olmak üzere iki önemli değişiklik geçirmiştir. Tanzimat’a kadar devlet
kuruluşları dışında vakıflara bağlı olarak yürütülen eğitim ve öğretim büyük ölçüde
“Sıbyan Mektepleri” ve “Medreseler” de yapılmıştır. Tanzimat’la birlikte eğitim ve
öğretim devletin, görevleri arasına alınarak yeni bir okul sistemi kurulmuştur. Ancak
kurulan bu yeni okul sistemi ile birlikte, eski okul kuruluş sistemi de durumunu
korumuştur(Cicioğlu 1982). Tanzimat Dönemi eğitiminin temel özellikleri şunlardır
(Akyüz 1999):
• Eğitimin geliştirilmesi, devleti kurtaracak bir yol olarak görülmeye
başlanmıştır.
• Eğitim bir bilim olarak görülmeye ve eğitim bilimi kitapları yazılmaya
başlanmıştır.
• Medrese dışındaki örgün eğitimde ilk, orta, yüksek şeklinde bir
derecelemeye gidilmiş ve kısmen kağıt üzerinde kalsa da kapsamlı
düzenlemeler görülmüştür.
• Medreselerin düzeltilmesine gidilmemiş, bazı meslek medreseleri
açılmıştır.
• Azınlık ve yabancı okulları çok büyük gelişmeler göstermiş, devlet için
tehlike haline gelmeye başlamışlardır.
• Medrese dışındaki okullarda, Osmanlıca denen Türkçe, öğretim dili olarak
benimsenmiştir. Maarif-i Umumiye Nizamnamesi(1869)’nin gerekçesinde
“bir milletin eğitiminde ilerleme sağlamasını, kendi dilinde eğitim öğretim
yapmasında aramak gerekir; bir topluma yabancı dille bilim ve sanatta
ilerleme yolunu göstermek zordur” denilmesi çok önemlidir.
• Mesleki ve teknik eğitimin temelleri atılmaya başlanmıştır.
• İlk kez, öğretmen yetiştiren meslek okulları açılmıştır.
• Halk eğitiminin önemi daha iyi anlaşılmaya başlanmış, bu alanda
gelişmeler görülmüştür.
Cumhuriyet Dönemi’nde Eğitim
Tanzimat döneminde (1839-1876) ahiret kadar dünya yaşamını da
amaç edinen bir eğitim prensibi benimsenebilmişti. 29 Ekim 1923’te ilan edilen
Cumhuriyet’in üzerinden daha alt ay geçmeden, eskilerin düşünüp de daha adını
söyleyemedikleri medrese-mektep ikiliğinin kaldırılması, milli, halkçı, çağdaş ve
laik eğitime geçilmesi tartışmaya açıldı (Sakaoğlu 1993). Cumhuriyet döneminde
eğitimin temel amacı, her düzeydeki okullarda Cumhuriyet rejiminin gerektirdiği
ve yeni Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu nesiller yetiştirmek olmuştur (Akyüz 1999).
Cumhuriyetin devraldığı eğitimin özelliği ve geçirdiği süreç, kültürde yaşananların
bir yansıması, iç içe gelişmesi ve yeni tercihler için kadro kurmaya yönelik faaliyetler
şeklinde olmuştur (Yiğit 1992) .
Cumhuriyet döneminde, eski “sıbyan mektepleri” ilkokul adını aldı. Bu okullar,
daha önce altı yıllık iken, Cumhuriyet döneminde beş yıla indirildi. Cumhuriyet
döneminde program ve yönetmelikleri yeniden düzenlendi (Binbaşıoğlu 1988).
Cumhuriyetin ilk yıllarında eğitim alanında yapılan yenilikler, Mustafa Kemal’in
eğitim sistemine ilişkin sorunları tespit edip çözüm önerilerini uygulamaya
geçirmesidir. Mustafa Kemal’e göre eğitimin sorunları ve çözüm önerileri şunlardır
(Akyüz 1999):
• Toplumumuzda yaygın olarak bilgisizlik hâkimdir, kısa zamanda
giderilmelidir.
• Kullanılan eğitim yöntemleri uygun değildir, çağdaş olmalıdır.
• Çocuk üzerinde aile baskısı vardır, aileler eğitilmelidir.
• İstikrarlı bir eğitim politikası yoktur, bir eğitim politikası en kısa zamanda
oluşturulmalıdır.
• Eğitimimiz milli değildir, milli olmalıdır.
• Eğitimimiz bilimsel değildir, bilimsel bulgulara dayanmalıdır.
Mustafa Kemal ve onunla birlikte yeni Türk eğitimin ilkelerini, yönünü
saptayanlar, olası bir devrimin temelleştirilmesi bakımından bir fırsat olarak
değerlendirdiler (Sakaoğlu 1993). Osmanlı’daki mektep-medrese ağırlığı
konusunda; daha Milli Mücadele yıllarından itibaren Mustafa Kemal, bütün
memleket evladının yükseköğretime kadar birlikte okutulacağını, aynı bilim ve
diğer vakıf okulları probleminin çözüleceğini belirtiyordu. Nutuk’ta belirtildiği gibi,
medreselerin ve tekkelerin kapatılarak öğretim birliğinin sağlanması; Cumhuriyet’in
ilanı, hilafetin kaldırılması gibi politikalar daha baştan planlanmış ve aşama aşama
hayata geçirilmiştir. Buna paralel olarak, öğretimde birliği sağlamada gecikmenin
neden olabileceği zararları önlemek için 3 Mart 1924 tarihinde “Tevhid-i Tedrisat
Kanunu” çıkarıldı. Bu kanunla, tanzimattan bu yana süregelen, değişik duygu ve
düşüncede insanlar yetiştiren mevcut ikili eğitim sistemi kaldırılarak, yerine ulus
bilinciyle öğrenci yetiştirecek yeni bir “milli eğitim sistemi” öngörülmüştü (Dinçsoy
1995).
Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile eğitimimize aşağıdaki yenilikler getirilmiştir
(Akyüz 1999):
• Tüm eğitim ve öğretim kurumları Eğitim Bakanlığına bağlanmakla, eğitim
işlerinin tek elden yürütülmesi mümkün olmuştur.
• Türk eğitim tarihinde en uzun süre yaşamış medreseler ve sıbyan
mektepleri kapatılmıştır. O sırada 16 bin kadar medrese öğrencisi vardı.
Bunlardan isteyenler, düzeylerine göre, ilkokullara, ortaokullara ve liselere
ve öğretmen okullarına aktarılmıştır.
• Eğitimde laiklik ilkesine doğru önemli bir adım atılmıştır.
Cumhuriyet yönetimi, eğitimi millî esasta düzenlemiş, Osmanlının
kurumlarda yaptığı değişimi, bu defa insanları da kapsayacak şekilde, onları “medeni
ve müreffeh” hale getirme hedefini de vurgulamıştır. Buna bağlı olarak belirlenen
milli eğitimin amaçları şu şekilde sıralanmıştır (Dinçsoy 1995);
• Türk milletini, medeniyet safında en ileriye götürmek,
• Gençleri, Türk milletini yüceltecek şekilde aşk, irade ve kudretle yetiştirmek;
onları milli, medeni, insani fikir ve hislerle donatmak,
• Milliyetçi, cumhuriyetçi, halkçı, inkılâpçı, laik cumhuriyet vatandaşları
yetiştirmek,
• Gençleri sağlam vücutlu, şen ve gürbüz yurttaşlar olarak yetiştirmek,
• Gençlerin, çevrelerine faal bir şekilde intibak etmelerini sağlamak; onların
ekonomik hayatta başarılı olmalarını sağlayacak bilgi ve becerileri vermek,
böylece ülkenin ihtiyacı olan hizmet ve sanat adamlarını yetiştirmek,
• Bir üst okula öğrenci hazırlamak.
DEĞERLENDİRME SORULARI
CEVAP ANAHTARI
1-C, 2-D, 3-E, 4-B, 5-C, 6-C, 7-D, 8-B, 9-E, 10-A
KAYNAKÇA
BÖLÜMÜN HEDEFLERİ
Bu bölümü başarıyla bitiren öğrenci;
1. Felsefenin ne olduğunu bilir.
2. Felsefe alanlarını bilir.
3. Felsefe ve eğitim arasındaki ilişkiyi kavrar.
4. Eğitim felsefesi akımlarını kavrar.
5. Felsefenin eğitime katkısını analiz eder.
6. Eğitim felsefesi ve program geliştirme arsındaki ilişkiyi tahlil eder.
7. Eğitimde felsefeden nasıl yararlanıldığına yönelik görüş bildirir.
ARAŞTIRALIM-DÜŞÜNELİM-TARTIŞALIM
1. Felsefe nedir?
2. Eğitim felsefesi alanları nelerdir?
3. Eğitim felsefesi akımları nelerdir
4. Eğitim ile felsefe arasında nasıl bir ilişki vardır?
5. Felsefeyi eğitimde nasıl kullanabiliriz?
6. Felsefe ile program geliştirme arasında nasıl bir ilişki vardır?
7. Program geliştirme çalışmalarında felsefeden nasıl yararlanılır?
8. Felsefenin eğitime katkısı nedir?
Giriş
Geçmişten günümüze kadar felsefe, anlaşılması zor ve derinlemesine
düşünme gerektiren bir uğraş alanı olmuştur. Felsefenin böylesi bir alan oluşu
gerçekte gerçeğin, güzelin, doğrunun, yanlışın, kötünün, iyinin neliğine ışık
tutmasından da kaynaklanmıştır. Dünyayı üzerine oturttuğumuz kavramlara
yönelik sorgulamalar hem şimdi hem de gelecek için önemli çıktılara da neden
olmuştur. Bu çıktılar hem güncel yaşantımızı hem de bireylere verdiğimiz eğitime
yönelik düşüncelerimizi etkilemektedir.
Eğitim felsefesi, eğitim teorilerinin nasıl ortaya çıktığını ve bu teorilerin eğitim
uygulamalarına nasıl uygulanabileceğine yol göstermesi bakımından önemlidir.
Benzer biçimde neden farklı eğitim kuramlarının olduğu ve temeldeki farklılıklarının
ya da birbirlerini tamamlayan yönleirnin neler olduğunun görülmesi açısından da
önemlidir. Felsefibilgi,okullardaverilecekeğitimin hedeflerinibelirlemede,hedeflere
yönelik içeriğin geliştirilmesinde ve öğretim metodlarında öğretim doğasına ilişkin
düşüncelerin ortaya konularak uygulamaya yansıtılmasında, değerlendirilmesinde
fayda sağlar. Dolayısıyla felsefenin düşünce alanları ve felsefe akımlarının eğitime
etkisi en genel anlamda uyguladığımız eğitim programının teorisini, temelini ve
uygulanmasını geliştirmektedir. Bu bağlamda bu bölümde öncelikle felsefenin
tanımı, eğitim ile ilişkisi açıklanmış daha sonra felsefe ve program geliştirme ilişkisi,
felsefe alanları, felsefe akımları ve eğitim felsefesi akımlarına yer verilmiştir.
Felsefe
Felsefe yunanca Philosophia (philia – sevgi, sophia – bilgi, bilgelik)
kelimesinden gelen ve varığın nedenselleği ve anlamlılığından kaynaklı sorularla
ortaya çıkan bilgi, bilgelik sevgisi anlamına gelen bir kavramdır). Philosophia
terimi kesin anlamını Platon ve Aristoteles felsefesinde kazanmıştır. Platon’a göre
felsefe, doğruya varmak, var olanı bilmek için düşüncenin yöntemli bir çalışmasıdır.
Aristoteles’te felsefe, var olanın ilk temellerini ve ilkelerini araştıran bilimdir, kısaca:
ilkeler bilimidir (TDK, 2009).
Felsefe; gerçeğin tümüyle, temellendirmeye dayanarak bağ kurma süreci ve
bunun sonunda elde edilen dirik ürünlerdir (Sönmez, 1993: 13). En genel anlamda
felsefe, insanın evren ve evrenin inasanlarla ilişkisi üzerine sistematik, derinlemesine
ve spekülatif (tasavvuri) düşünmesi sonucunda oluşmuş bir bilgi alanıdır (Gutek,
1997: 2). Felsefe, iyinin doğasında her zaman var olarak eşyanın yapısıyla ve tanrının
varlığıyla ilgilenen antik yunanlar gibi her şeyi hesaba katan bir çalışma alanıdır.
Felsefe Alanları
Felsefe varlık ve onun sırrı olan bilgiyi konu alırken, bu bilgiye ulaşmanın
ne olduğunu, insanla bunlar arasındaki ilişkilerin insanda yarattıkları yaklaşımların
sonucu oluşan değerleri ve bu değerlerin insana kazandırılmasında gelişen
olayların neden ve sonuçlarını da görmezlikten gelmez (Bilhan, 1991: 21).
Felsefenin üzerinde çalıştığı alanlar genel olarak, Epistemoloji (Bilgi Sorunu),
Ontoloji (Varlık Bilgisi), Aksiyoloji (Değerler Sorunu) ve Mantık olmak üzere
dört alan olarak ifade edilmektedir. Şimdi sırasıyla bu alanları ve kapsamlarını
inceleyelim.
Mantık
Doğru ve geçerli düşünme nasıl olur? Düşünceleri ve önermelerimizi doğur
olarak temellendirip ne tür çıkarsamalar yapabiliriz? Yaptığımız çıkarsamalar doğru
mudur? Duruma uygun olarak nasıl akıl yürütebiliriz? Gibi soruları cevaplamaya
çalışan felsefenin çalışma alanıdır. Akıl yürütmeye ve çıkarsama yapmaya verilen
önem eğitim sistemini de etkilemektedir. Örneğin, genel durumlar, yargılardan
özel ilkelere veya durumlara varılabileceği gibi (tümdengelim), özel ilkeler veya
durumlardan genellemelere varan bir bakış açısıyla istendik özellikler düzenlenebilir.
Dolayısıyla eğitimde hedefleri belirlerken çıkarsama ve akıl yürütmeyi benimseyen
bir anlayışla hareket edilirse, öğrencilerin sorunu çözmeleri için gerekli kuralları
bulup önermeler kurmasını, çıkarsamalar yapmasını sağlayarak problemi çözmesini
kolaylaştıran bir öğrenme yaşantısı düzenlenmelidir.
Felsefe Akımları
Eğitimi etkileyen felsefe akımları genellikle şu başlıklar altında ele
alınmaktadır. İdealizm (Ülkücülük), Realizim (Gerçekçilik), Pragmatizm (Yararcılık),
Varoluşçuluk (Existentialism), Marxism (Materyalist Felsefe). Aşağıda bu felsefe
akımlarının detaylı açıklamalarına yer verilmiştir.
Realizim (Gerçekçilik)
Bu felsefi akım nesnelerin varlığı insanın algılamasından bağımsızdır. Bir
başka deyişle, madde önceden vardır ve insan onunla etkileşimde bulunarak
zihnini geliştirir. Varolanların hepsi gerçektir. Akıl bu gerçekliği keşfettikçe gelişir.
Realizm’de gerçek dünyaya gözlem, deney ve araştırma yapılarak ulaşılabilir. Bunun
için tümevarım kullanılabilir. Kavramlardan birer birer yararlanarak evrensel, mutlak
ve doğru bilginin bulunması olanaksız değildir
Bu bakış açısı aslında idealizme zıt bir anlayışı benimsemektedir. Gutek
(1997: 35) realizim’in temel ilkelerini şu şekilde sıralamaktadır:
1. Biz kişiler; nesneler gibi birçok şeyin gerçek olarak varoldukları bir dünyada
yaşamaktayız.
2. Gerçek, nesneler, onların varlıklarına ve yararlarına ilişkin istek ya da
tercihlerimize bağlı olmaksızın vardır.
3. Bu nesnelerin bilgisine aklımızı kullanarak ulaşmak mümkündür.
4. Bu nesnelere ilişkin bilgiler, bunların bağlı olduğu kanunlar ve bunların
birbirleriyle ilişkileri insan davranışlarına yol gösteren en güvenilir
olgulardır.
Realizm temelde dünyanın ve dünyadaki her şeyin önceden varolduğunu,
insanların düşüncelerine bağlı olarak anlamlanmadığı ancak onları anlamak
için insanın aklını kullanması gerektiğini ve gerçekte insanın davranışlarını da
varolan nesnelerin durumları ve ilişkilerinin yönlendirdiğini savunmaktadır.
Realizim’i temele alan bir eğitim anlayışı öğrencilerin aklını geliştirmeyi ve bunu
yaparken de bilginin aktarımı ile araştırmaya yönlendirme olmalıdır. Öğrencilerin
yaşadıkları toplumun gelenek ve göreneklerine uymaları, toplumsal değerlerini
benimsemelerini sağlaması ve kültürel değerleri aktarma toplumun bireylerde
görmek istediği özellikler olabilir. Realizmin en büyük savunucusu Aristotelesdir.
Pragmatizim (Yararcılık)
Yararcılık temelde bir uygulamanın pratikte getirdiği faydaya ve bunu
değerine odaklanmıştır. Pragmatikler, gerçeğin insanın deneyimlerinden,
yaşantısından kaynaklanarak test edilebilir ve deneysel bir kavram olduğunu
düşünmektedirler. Tecrübe edilebilirlik, pratikte uygulanabilir olma ve bundan
bir fayda sağlanmasıdır. Buradaki fayda kişinin herhengi bir olaydan bireysel çıkar
sağlama değil, olay, durum ya da nesneden elde edilecek düşüncesel, üretimsel
ve öğretimsel değerdir. Kısacası prtatikte bize fayda sağlayan, öğrenmemizi,
düşünmemizi ve üretmemizi geliştirip destekleyecek olan her şey Pragmatizm’in
ilgi alanı içerisine girmektedir.
Bu felsefi akımın savunucuları arasında, J. Dewey, W. James, Schiller, Pierce,
M. Paradines gibi kimseleri sayılabilir. Ancak Pragmatizm’in babası diyebileceğimiz
kişi şüphesiz John Dewey’dir. Dewey Türkiye de dahil olmak üzere çeşitli ülkeleri
gezerek eğitime ilikin birçok kitap, makale ve raporlar yazmıştır. Dewey’in fikirleri
eğitim ve öğretime yön veren uygulamalara esas olmuştur. Dewey deneycilik
dşüncesine uygun olarak bir resatuar okulu kurmuş ve burada eğitim kuramlarını
test etmiş, öğrencilerin eğitim boyunca toplumsal tecürbeler okuşturmaları
sağlanmıştır. Okulun sosyal işlevine önem veren Dewey, çocuğun deney, gözlem
ve uygulama yaparak öğrenmesinin desteklenmesi gerektiğini düşünmektedir.
Dewey’e göre düşünem becerisinin öğretimi eğitimin temel hedeflerinden olmalı
ve etkili düşünme için problem çözme gereklidir.
Problem çözme yöntemi beş adımda gerçekleşmektedir;
1. Problemli durumlar karşılaşma; bu aşamada kişi problemle karşılaşarak
şaşkınlığa uğramıştır. Birey problemin varlığını hissetmektedir.
2. Problemin tanımlanması; Bu durumda problemin ne olduğunun
anlaşılarak tanımlanması gerekmektedir.
3. Problemin sınırlarının belirlenmesi; problemin içeriğinin analiz edilerek,
problemin çözülmesine yaracak araç gereçlerin bulunması ve problemi
sistematik olarak çözmeye çalışılır.
4. Hipotezler oluşturmak; olması muhtemel durumlar ve sonuçlar üzerine
denenceler ileri sürmektir.
5. Hipotezlerin test edilmesi; kurulan denecelerin sonuçları test edilerek
istenilen sonuçlara varılıp varılmadığının kontrol edilmesi gereklidir. Eğer
denecelerin test edilmesi ile problem çözülememişse yeniden denence
kurmak gereklidir.
Problem çözme yöntemi pragmatik felsefesenin temelinde yer aldığı gibi
kişiyi hem kendi hem de toplumun problemlerini çözmeye götürecek bir yöntemdir.
Bu yöntemle toplumu oluşturan bireyler sorunlara çözüm bulabilmekte dolayısıyla
böylesi bir toplumda yaşayan bireyler de özgür ve baskıdan mutlakiyetten uzaktılar.
Böylesi bir toplum da demokratik anlayışlar hâkimdir. Pragmatik felsefenin
oluşturduğu deney ve gözleme dayalı demokratik bir toplum anlayışı eğitim yoluyla
öğrencilere kazandırılabilmektedir. Buradaki fayda hem toplumun hem de bireyin
gelişimini ve devamını sağlamaktadır. Deney yapma ve test etmeye, problem
çözmeye dayalı bir eğitim, yaşantı sürecinde tecrübe etmeler nasıl bitmiyorsa aynı
şekilde böylesi bir etiğim hiç bitmeyen bir sürecin bir parçası hükmündedir. Ayrıca
pragmatiklere göre, eğitim, çocuğun gelişimi kendi istek, gelişim ve beklentilerine
uygun şekilde düzenlenmelidir. Yaparak yaşarak öğrenmeyi destekleyen
Pragmatikler ilerlemeci, öğrenen merkezli bir eğitim anlayışının da savunucusu
olmuşladır.
Varoluşçuluk (Existentialism)
Varoluşçuluk temelde toplumun karşısında insanın özgürlüğünün
ön planda olduğunun ve her bireyin kendi varoluşunun kendini anlatma ve
tanımada sorumluluğunu bağımsızlığını savunmaktadırlar. Varlık özden önce gelir
düşüncesine sahip olan varoluşçulara göre insan önce doğar ve zaman içerisinde
kendini geliştirir, kısaca kendini yapan kendisidir. İnsanın öznelliğini vurgulayan
bir bakış açısını savunmaktadırlar. Bu felsefi akımı savunan düşünüler arasında S.
Kierkegaard, F. Nietzsche, Fydor Dostoevkski sayılabilir.
İnsan varoluşunu yaratan ve anı yaşayan bir canlıdır. Öğrenme sezgiler
yoluyla gerçekleşmektedir. Bilgi akıl yoluyla elde edilmez daha çok duyumsama
yoluyla alınabilir. İnsanın doğasını yaratılışını ve dünyayaı inceleyen ve bunların
varoluşları içerinde kişinin varlığının yeri ve önemine dikkat çeken felsefe akımıdır.
Varolanlara insanın öz varlığından hareketle bakmak gerekir. İnsan yaşayarak kendini
var edendir, kendisini nasıl yaparsa o olur görüşünü savunmaktadırlar. Varoluşçuluk
genel olarak insanı ön plana çıkararak, kişisel özgürlükleri savunmuşlar, bireye
özgürlük kazandıracak bir eğitim analyışını desteklemişlerdir. Öğrencilerin kendi
öğrenmesinden sorumlu ve bağımsız öğrenenler olarak yetiştirilmesi sağlanırken,
öğretmen ve öğrenci arasındaki ilişki de oldukça yakın ve öğretmenin otoritesini
ortadan kaldıran bir anlyışla gerçekleştirilmelidir.
Gutek (1997: 145)’e göre Varoluşçu bir eğitimin nitelikleri ise şöyle
sıralanabilir;
1. Özgürlüğü sınırlayan kurumların, güçlerin ve eğilimlerin farkına vardırır.
2. Seçme özgürlüğünün ne kadar anlamlı, değerli olduğunu anlatır.
3. Her bireye kendini belirleme sorumluluğunu ve eylemlerinde kendi
varlığına önem vermeyi öğretir.
4. Anlamlı ve önemsiz tercihler arasındaki farkı gösterir.
Eğitimde kullanılan programlar ve sistem anlayışı da bireysel özgürlüğü
desteklememektedir. Bu nedenle bireye daha fazla özgürlük verecek kendisini
yönelendirip yönetmesine izin verecek bir program anlayışıyla eğitim sistemi
geliştirilmelidir. Kişiye bir takım değerler ve özellikler dayatılmaya çalışılmamalıdır.
Birey, çevresinde gördüğü değerleri seçme ve benimseme özgürlüğüne sahip olduğu
gibi kendi değerlerini üretme ve benimsemede de özgürdür. Bu düşüncelerinden
dolayı varoluşçuluk hümanistik psikolojiyi de etkilemektedir.
İlerlemecilik (Progressivism)
Geleneksel eğitimin şekilciliğine tepki olarak ortaya çıkan bir anlayıştır.
Öğreneni merkeze alan bir bakış açısıdır. En önemli savunucuları arasında, J.
Dewey ve William H. Kilpatrick sayılabilir. Bu eğitim felsefesi akımı Pragmatizmden
etkilenmiştir. Dolayısıyla eğitime kişiye sağladığı fayda bakımından değer verilir. Bu
fayda kişisel çıkarlar üzerine kurulu bir fayda değil, bireye kazandıracağı düşünme
ve öğrenme süreçlerini destekleyen beceriler bağlamında düşünülür. Bu anlayış
J. Dewey’in deneycilik felsefesinden etkilenmiştir. Öğrenciye temel beceriler
kazandırılırken, yaparak yaşayarak öğrenmesi deneyerek keşfetmesini odak noktası
olmuştur. Öğrencinin yaparak yaşayarak öğreneceği şeyler bir değer arz etmelidir.
İçi boş faaliyetlerle, bir başka deyişle öğrencinin işine yaramayacak fazla bilgi
yükünden farklı olarak gerekli ve önemli becerilerin kazandırılması için öğrencinin
aktif olması sağlanır. Eğitim hayata hazırlık değil, ta kendisidir.
İlerlemeci bir eğitim, konulardan ziyade öğreneni merkeze alan, bilgi
kazanımından ziyade deneyim ve beceri kazandıran, bireysel rekabet oluşturmaktan
ziyade grupla çalışmaları teşvik eden, bir doğrudan ziyade birden fazla doğrunun
varlığını destekleyen bir anlayışa sahiptir. İlerlemeci bir eğitimde mutlak değişmez
bir içerik yoktur, konular duruma ve şartlara, bireye göre değişebilir niteliktedir.
2005 yılında ülkemizde yeniden yapılandırılan eğitim programlarının da temel
felsefesi ilerlemeciliktir. Yapılandırmacılığı temel odak noktasına koyan ilerlemeci
anlayışa göre, bireyin bir konuya ilişkin düşüncelerinde tek bir doğru yoktur kişiye
göre değişen doğruların varlığından sözedilebilir.
Öğrenciler çalışmalarını kolektif bilince sahip şekilde yaptıklarından
birbirlerinin öğrenme ve düşünme süreçlerini de fark edebilmektedirler. Öğretmen
temel kavramları vererek öğrencinin bilgiyi zihninde yapılandırmasına izin verir.
Öğrenci proje, problem çözme, bilimsel çalışma, işbirlikli çalışmalar, araştırma
inceleme yoluyla öğrenme gibi yöntemlerle bilgiyi hem yapılandırır hem
keşfeder hem de anladığı biçimde ifade eder. Öğretmen yol gösteren, rehber
konumundadır. Öğretmen öğrencisine saygı duyan ve onunla iletişime geçerken,
öğrencinin akranlarıyla iletişimine izin veren kişidir. Öğrenciye ceza verilmez,
öğrenci kendi yaptıklarının ve öğrenmesinin sorumluluğunu almalıdır. Öğrenciyi
üst düzey düşünmeye yönlendirirken, yaratıcı ve eleştirel düşünmesine izin veren
bir anlayışla eğitim-öğretim yapılır. Öğrencilere gerçek yaşamdan örnek olaylar
sunularak problem çözme becerilerinin de gelişmesi sağlanır. Eğitim demokratik
bir ortamda gerçekleşir herkes fikirlerini ifade edebilir. Değerlendirme anlayışı
ise sadece ürünü değerlendirmeyle olmaz aynı zamanda süreç değerldirmesi de
yapılır. Bunun yanında öğrencinin kendisini değerlendirmesi, öz değerlendirme
yapması ve portfolyo değerlendirme teknikleri de sıklıkla kullanılan teknikler
arasında sayılabilir.
Naturalizm (Doğalcılık)
Bu bakış açısı varolan her şeyin doğal olduğunu doğaüstü bir şey yoktur.
İnsan doğal bir varlıktır ve doğanın kanunlarına göre yaşamaktadır. J.J.Rousseau ve
Pestalozzi insan doğasına ilişkin düşünceleriyle naturalizmi savunan bilim adamları
arasında sayılabilir. Bu felsefi akım, öğrenen merkeze alan bir bakış açısına sahiptir.
18. yy’da eğitimde Naturalizm’in etkisini savunan Rousseau “Emile” adlı eserinde
insanın doğal bir varlık oluşu ile özgür oluşunu vurgulamaktadır. Emile, kendi
başarılarının mutluluğunu yaşayıp kendi hatalarının cezasını çeken ve bundan
da memnun olan bir kişilik olarak özgür biridir. Dolayısıyla Naturalizm eğitimde
öğretmenin otorite oluluna karşıdır. Birey kendinden sorumludur, öğretmen hem
rehber hem de öğrenen kişidir.
Bu felsefiakıma göre eğitimde öğrenen merkezli yöntem teknik ve stratejilerin
bolca kullanılabilmektedir. Naturalist anlayışa göre, çocukluk çok önemli bir dönem
olduğu için oldukça uzun yaşanmalıdır ve bunun belli bir aşamasına gelindiğnde
ancak eğitime başlanmalıdır. Eğitimde öğrencilerin doğal bir çevrede bulunması
ve öğrenmeye güdülenerek hazır hale getirilmeleri, yaratıcı düşüncelerine izin
verilerek düşünme becerilerinin de geliştirilmesi gereklidir. Eğitimde ortam ve
öğretmen öğrenciyi özgür bırakan ancak kendi öğrenmesinden sorumlu tutan bir
anlayışa sahip olmalıdır. Böylece öğrenci sorumsuz bir özgürlük değil, yerinde ve
gerekli bir anlayışla özgür bırakılmış olacaktır.
Naturalizm’in eğitime ilişkin varsayımları arasında şunlar sıralanabilir;
1. Öğretimde, derslerin içeriği öğrencilere direk aktarılmamalı, öğrencilerin
çevreleriyle duygusal etkileşim kurarak öğrenmelerine izin verilmelidir.
2. Programın ve öğretimin düzenlenirken çocuğun içgüdüleri ve duyguları
dikkate alınmalıdır.
3. Çocuğun gelişim evreleri dikkate alınarak öğrenme yaşantıları
düzenlenmelidir.
4. Öğretim çocuğun çevresini de içine almalıdır (Gutek, 1997: 86).
Görüldüğü gibi Naturalistler ilerlemeci bakış açıcını destekleyen bir
anlayışa sahiptir. Öğrenciyi merkeze alarak onun aktif ve özgür öğrenenler olarak
yetiştirilmesi esasına dayalıdır. Bu süreçte de hem öğretmen hem de çevre oldukça
önemlidir ve öğrenciyi özgür kılacak şekilde düzenlenmelidir.
Politeknik
Marxist felsefenin benimseyen bir eğitim felsefesi akımıdır. Eğitim yoluyla
bireylerin zihinsel, duygusal ve psikomotor gelişimlerinin sağlanmasının yanında
bireylerin toplumdaki üretim biçimleri ve bunların sağladığı yararlar konusunda
bilgilendirilmesi esastır. Politeknik eğitim, ekonomiye dayalı bir sistemin gerek
duyduğu uzmanlık alanlarının kazandırılması yoluyla toplumsal bir fayda sağlamayı
amaçlamaktadır. Politeknik eğitim bireyi çok yönlü yetiştirmeli, okullarda sanat
ve fen ağırlıklı bir içerikle bütünleştirilmiş müfredat uygulanmalıdır görüşünü
savunmaktadır. Bunun yanında komünist ve marxist görüşün kazandırılması da
amaçlanmaktadır. Eğitim sadece kuramsal ve teorik bilgi aktarmamalı, bir işin nasıl
yapıldığını gösteren beceriler de kazandırılmalıdır. Bu yolla ekonomik kalkınma
sağlanarak kişiler iş sahibi olup üretime geçer bu da toplumun kalkınmasını
sağlarken aynı zamanda işçi sınıfının ezilmesi engeller. Sınıflar arasındaki farklılığı,
üst sııfın alt sınıfı sömürmesini engellemeyi ve insanlar arasında eşitlik, adalet,
barışı sağlamayı amaç edinir. Politeknik eğitime göre, okullarda verilen eğitim
yaparak yaşayarak öğrenmeye dayalı olmalıdır. Öğrenciler elde edecekleri becerileri
uygulama yaparak öğrenirken aynı zamanda grupla çalışmalı, grup bilincini de
kazanmalıdırlar.
DEĞERLENDİRME SORULARI
1. E 2. C 3. B 4. C 5. B 6. B 7. D 8. B 9. E 10. A
11. C 12. B 13. C 14. D 15. E 16. D 17. D 18. A 19. B 20. A
KAYNAKÇA
Bilhan, S. (1991). Eğitim Felsefesi, Kavram Çözümlemesi. I. Cilt, I. Kısım.
Ankara Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Fakültesi Yayınları, No: 164, Ankara.
Demirel, Ö. (2005). Eğitimde Prgram Geliştirme. Pegem A Yayıncılık,
Sekizinci Basım, Ankara.
Doğan, H. (1997). Eğitimde Program ve Öğretim Tasarımı. Önder
Matbaacılık, Ankara.
Ertürk, S. (1991). Eğitimde Program Geliştirme. Meteksan Yayıncılık, Altıncı
Basım, Ankara.
Gutek, G. L. (1997). Eğitime Felsefi ve İdeolojik Yaklaşımlar. (Çeviren: Nesrin
Kale), Anı Yayıncılık, Birinci baskı, Ankara.
Jaspers, K. (2001). Felsefe Nedir?. Çeviren: İ. Zeki Eyuboğlu, Say Yayınları,
İstanbul.
Jones, J & William, W. (2006). An Incomplete Education. The Random House
Publishing
Group, A Division of Random House, Inc., Third Edition. New York.
Jordan ,A.;Carlile,O.;Stack,A.(2008).Approaches to Learning,a guied for
teachers.Open University res.England
Sönmez, V. (1993). Eğitim Felsefesi. Adım Yayıncılık, İkinci Baskı, Ankara.
Sönmez, V. (2005). Program Geliştirmede Öğretmen El Kitabı, Anı Yayıncılık,
12. Basım, Ankara.
Sönmez, V. (2006). Eğitim Bilimine Giriş. (Editör: Veysel Sönmez), Bölüm 3:
Eğitimin Felsefi Temelleri (ss. 61-93), Anı Yayıncılık, İkinci Baskı, Ankara.
TDK, (2009). Türk Dil kurumu, Büyük Türkçe Sözlük. (http://tdkterim.gov.
tr/bts/?kategori=veritbn&kelimesec=121358), 01.07.2009 tarihinde ulaşıldı.
Bölüm 4 EĞİTİMİN TOPLUMSAL
TEMELLERİ
Yrd. Doç. Dr. İsmail AYDOĞAN
BÖLÜMÜN HEDEFLERİ
Bu bölümü başarıyla bitirdiğinizde aşağıdaki hedeflere ulaşmanız
beklenmektedir:
1. Eğitimin toplumsal temelleriyle ilgili kavramlar bilgisi
2. Eğitimin toplumsal temelleriyle ilgili olgular bilgisi
3. Eğitimin toplumsal temelleriyle ilgili ilkeler bilgisi
4. Eğitimin toplumsal temelleriyle ilgili ilkeleri açıklayabilme
5. Eğitimin toplumsal temelleriyle ilgili ilkeleri yeni durumlarda
kullanabilme
ARAŞTIRALIM-DÜŞÜNELİM-TARTIŞALIM
1. Eğitim-toplum ilşkisini araştırınız ve sınıfta tartışınız.
2. Eğitimin toplumsal yönünü ortaya koyan bir tanımı nasıl yapılabilir?
Giriş
İnsan toplumsal bir varlıktır. İnsanın toplumsallığı onun bir toplum içinde
yaşama zorunluluğunun bir sonucudur. Çünkü insan çok özel anlamda bir grup
içinde, genelde ise bir toplum içindedir. Doğduğu grup ve çevrenin niteliklerini
kazanır (Doğan 2002).
Toplumlaşma, yardıma gereksinimi olan bebeğin, yavaş yavaş içerisinde
doğduğu kültür için geçerli olan becerileri edinerek kendi bilincinde olan, bilgili
bir kişi haline gelmesi sürecidir (Giddens 2000). Toplumsallaşma süreci, doğuştan
başlayarak tüm yaşam boyunca süren uzun bir dönemi kapsar. Bu süreç aracılığıyla
birey, bir kişilik kazanmaktadır. Başka bir deyişle toplumsallaşma, belirli bir
toplumun davranış kalıplarını kişiliğine mal ederek o topluma ait bir birey durumuna
geliş olayıdır (Tezcan 1984). Toplumsallaşma, farklı kuşakları birbirine bağlar. Bir
çocuğun doğuşu, onun yetişmesinden sorumlu olanların yaşamlarını değiştirir-
bunların kendileri de yeni öğrenme deneyimlerini yaşarlar. Anne babalık, genellikle
yetişkinlerin etkinliklerini çocuklara bağlar ve bu her iki tarafın yaşamlarının geri
kalanında sürer. Kuşkusuz, yaşlı insanlar büyük anne, büyük baba olduklarında da
anne baba olmayı sürdürürler; bu da farklı kuşakları birbirine bağlayan bir başka
ilişkiler kümesi ortaya çıkarır. Kültürel öğrenme süreci bebeklik ve çocuklukta,
sonrasına kıyasla çok daha yoğun olsa da, öğrenme ve uyumlanma bütün bir yaşam
çevrimi boyunca sürer (Giddens 2000).
Toplumsallaşma, birey ve toplum bakımından ele alındığında iki açıdan
incelenebilir (Tezcan 1984):
A. Nesnel bakımından toplumsallaşma
Burada, toplumun birey üzerindeki etkisi söz konusudur. Böylece toplum
kendi kültürünü bir kuşaktan diğerine aktarır. Toplum, ortaklaşa olarak benimsediği
beklenti ve isteklerini, değer sistemlerini, ideallerini bireye aşılar ve bireye toplumsal
rolünü öğretir.
B. Öznel bakımından toplumsallaşma
Bu anlamdaki toplumsallaşma, bireyin içinde bulunduğu çevreye uyarlanması
olayıdır. Böylece birey, örgütlenmiş toplumsal yaşamın herkes tarafından kabul
edilmiş ve onaylanmış hareket biçimlerine uyarlanır. Bu uyarlanma için, toplumun
davranış biçimlerini öğrenir. Birey, kültürel değerleri, normları benimseyip
içselleştirir.
Toplumsallaşma, tuvalet alışkanlıklarından, bilim yöntemine kadar uzanan
temel disiplinleri aşılar. Ayrıca beklentilerin zihne yerleşmesini sağlar. Öte yandan
toplumsal rolleri ve onları destekleyen tutumları öğretir ve bireye yetişkin
eylemlerine katılması için temel becerileri öğretir.
Toplumsallaşma birey açısından “başkası düşüncesi” çevresinde gelişir.
Aileden sonra bu düşünce ilk kez sokağa yöneltilir. Mahalle ve sokak başkası
düşüncesinin kişi özelinde ilk önemli etkilere sahip olan toplumsallaşma
ortamlarıdır. Bu ortamın en önemli öğeleride arkadaş ve arkadaş gruplarıdır. Okul,
kültürel ortamlar, dini ortamlar siyasi partiler, dernekler de toplumsallaşmayı
sağlayan ortamlardır. Kitle iletişim araçları da toplumsallaşmanın önemli aracıdır.
Toplumsal kimliğin oluşumunda diğerlerine göre etkisi daha derin ve süreklidir
(Doğan 2002).
Sosyalleşme ve Eğitim
Sosyalleşme topluma ve toplumlara uyum sağlama, din ve milliyet farkı da
olsa insanlarla iyi geçinebilme, iyi bir vatandaş olabilme demektir (Celkan 1989). Bu
uyum olayını da kendi içinde üç grupta ele alabiliriz (Çelikkaya 1996):
a. Genel uyum
Buna birbiriyle görüşebilen, konuşabilen, birbirini rahatsız etmeyen,
iyi vatandaşlar yetiştirmektir, denebilir. Başka ifade ile anarşiden ve terörden
uzak, disiplinli, huzurlu ve uyumlu bir toplum oluşturmaktır. Günümüz tabiriyle
demokratik düşünce ve davranışlı bir nesil yetiştirmektir.
b. İçten uyum
Bu, kişinin, kendi vatanına ve milletine gönülden bağlı, milli ve manevi
değerlerini gönülden benimsemiş, onlar uğruna fedakârca çalışan, hatta onların
korunması uğruna gerektiğinde canını bile seve seve vermeye hazır olması halidir.
c. Dıştan uyum
Bu da kişinin, yaşadığı toplumun manevi değerlerini benimsememekle
beraber onlara karşı çıkmaması ve yine yaşadığı toplumun hukuk düzenini kabul
etmiş olması halidir.
Din ve Eğitim
Dinlerin hiçbirini yok sayamayacağımıza göre din eğitiminin varlığı, vicdan
ve inanç özgürlüğünün doğal bir gereğidir. Eğitim denilince belleğimize yapılan
çağrışımlar arasında ‘din eğitimi’ kavramı da vardır (Bilhan 1991). Çağdaş toplumda
dinin eğitimde belirli ölçüde rolü vardır. Özellikle çocuğun toplumsallaşmasında
dinin oldukça önemli bir rolü vardır. Ülkemizde, din eğitimi örgün eğitim içinde
yer alır. İslam anlayışına göre eğitimle insanların iyi ve güzel davranışlar kazanması
mümkündür. Ancak yaratılışlarından gelen özelliklerin tamamen yok edilmesi
yahut insanda olmayan bir kabiliyetin sonradan kazandırılması mümkün değildir
(Ayhan 1986).
Aile ve din kurumlarının yanı sıra eğitimin hukuk, yönetim, teknoloji,
güvenlik, politika gibi kurumlarla da ilişkisi vardır. Eğitim, okullar ve diğer örgütlerle,
bu kurumların ihtiyaç duyduğu bireyleri yetiştirir. Örneğin toplumun ve devletin
yaşaması için hukuk kurallarına uyum göstererek yaşayan bireyler yetiştirme amacı
olduğu gibi, hukuk kurumlarının ihtiyaç duyduğu bireyleri de (hakim, avukat gibi)
yetiştirme sorumluluğunu amaç edinir. Aynı şekilde devletin politik anlayışına
bireylere aktardığı gibi, politika yapacak kişileri de yetiştirir. Teknolojiyi geliştirmeyi
amaç edindiği gibi, teknoloji bilen bireyler de yetiştirir.
Tüm bunlardan sonra eğitimin sosyal temellerinin gerçekte eğitim
sosyolojisinin problem alanına girdiği söylenebilir. Bundan dolayı, eğitimciler
eğitim sosyolojisi bilmelidir. Çünkü (Tezcan 1984):
a) Bugün eğitimciler, geçmiştekinden daha fazla çeşitli toplumsal
sınıflardan, ırklardan, yabancı kökenli ve çok farklı tipteki komşuluk
çevrelerinden gelen öğrencilere kavramsal araçlar ve toplumsal beceriler
öğretmektedirler. Eğitimcilere bu bilgiyi eğitim sosyolojisi sağlar.
b) Öğretmen, eğitim sosyolojisi ile okul ve topluluk konusunda tam bir
görüşe sahip olur. Aynı biçimde öğrenci de eğitim psikolojisi, felsefesi
ve tarihi ile eğitim sosyolojisi çalıştığı zaman daha geniş düşünebilme
yeteneği kazanır. Bireyin görüş açısını genişletir.
c) Bugün eğitimci, moderne öğretim konusuyla uğraşırken daha iyi bir duruma
gelmek için araştırma sonucu yayınlanan incelemeleri yorumlamak, temel
istatistiksel araştırmalar yapmak ve genel olarak araştırmada yeterli bir
düzeye varmak gereksinimindedir. Eğitim sosyolojisi ise, bilimsel bilgi ve
araştırma yöntem ve tekniklerini grup davranışı ile ilgili araştırmalarında
kullanan ve bu yetenekleri eğitimcilere sağlayan bir dalıdır.
d) Eğitim sosyolojisi, eğitimciye mesleksel davranış ve tutumlarından
bölgecilikten kaçınmaya yardım eder. Ona başkalarının da geçerli,
yürürlükte olan bir kültürleri olduğu bilgisini sağlamaya çalışır.
e) Eğitim politikasını saptayan eğitimciler, eğitimi, eğitim sistemini etkileyen
toplumsal güçler ve biçimleri hakkında hatırı sayılır derecede bilgiyi
eğitim sosyolojisi yoluyla edinebilirler.
f ) Bütün eğitimciler, bizatihi okul içinde yerine getirilen farklı toplumsal
roller hakkında bu dal yoluyla daha iyi bir görüş kazanırlar.
g) Eğitim sosyolojisi, ayrıca, eğitsel psikoloji ve eğitsel felsefe ile birlikte
muayyen nüfus birimleri arasında uygulanacak ya da uygulanmayacak
politikanın saptanmasında eğitimcilere yardımcı olarak, onlara
yan katkılarda bulunabilir. Güdülecek politikanın tayininde eğitim
sosyolojisi, okul ile çevrenin başarıya ulaşması için amaçların tespitinde
kullanılabilir.
h) Toplumsal gelişmeye bireylerin katkısı, rol, süreç, kurum, işlev, v.s. gibi
sosyolojik kavramların teknik çözümlenişin bilinmesiyle daha farklıdır.
Eğitim sosyolojisi de bu kavramları eğitimle ilgileri açısından inceleyen
bir bilim dalıdır.
i) Toplumdaki rollerin yerine getirilmesi, bilimsel sosyolojik bilgi sayesinde
daha başarılı olur.
j) Eğitim sistemimizin düzeltilmesi çalışmalarında, çeşitli ülkelerden benzer
sorunlar karşısındaki tutumlarının öğrenilmesinde ve ülke gerçeklerine
uygun bir eğitim sistemi modelinin geliştirilmesinde bu dalın büyük
katkısı vardır.
k) Bu alandaki çalışmalar, araştırmalar ve elde edilen kuramsal yasalar, aynı
zamanda sosyoloji bilimine ve gelişimine akademik bakımdan katkıda
bulunur.
DEĞERLENDİRME SORULARI
14- “Ülkemizde doğurganlık oranının çok yüksek olması, kalabalık bir çağ
nüfusu yaratmaktadır. Özellekle ilköğretim yönünden eğitsel eşitsizliğe yol açan bu
durum hem aile hem de devletin mali yükünü artırmaktadır.”
Bu ifade yukarıdaki etmenlerden hangisi ile ilgilidir?
A) I B) II C ) III D) IV E) V
15- “Ülkemizde, çeşitli siyasal partiler arasında değişik görüş ayrılıkları, bir
eğitim politikası, felsefesi ve planlamasını olanaklı kılmamıştır.”
Bu ifade yukarıdaki etmenlerden hangisi ile ilgilidir?
A) I B) II C ) III D) IV E) V
17- “Ülkemizde köy ve kent olmak üzere farklı iki yerleşim düzeni mevcuttur.
Kırsal alanda kurulu bulunan köyler sayıca çok ve dağınıktır. Devlet yeterli
nüfusa ve öğrenci sayısına sahip olmayan köylere eğitim hizmeti götürmekte
zorlanmaktadır.”
Bu ifade yukarıdaki etmenlerden hangisi ile ilgilidir?
A) B) II C) III D) IV E) V
CEVAP ANAHTARI
1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17
C B C D C A D C D D D E D A C A E
KAYNAKÇA
Ayhan, H. (1986). Eğitime giriş ve İslamiyet’in eğitime getirdiği değerler (1.Baskı).
Bursa: Damla Yayınevi.
Bilhan, S.(1991). Eğitim felsefesi (1.Baskı). Ankara: Ankara Üniversitesi
Basımevi.
Celkan, H.K. (1989). Ziya Gökalp’ın eğitim sosyolojisi (1.Baskı). İstanbul: Milli
Eğitim Basımevi.
Çelikkaya, H. (1996). Fonksiyonel eğitim sosyolojisi (1.Baskı). İstanbul: Alfa
Yayınları.
Doğan, İ. (2002).Sosyoloji kavramlar ve sorunlar (1.Baskı).Ankara: Pegema
Yayıncılık
Doğan, İ. (2002). Sosyoloji kavramlar ve sorunlar. (5.Baskı). Ankara: Pegema
Yayınları.
Ergün, M. (1994). Eğitin sosyolojisine giriş: eğitim ve toplum (1.Baskı). Ankara:
Ocak Yayınları.
Erkal, M.E. (2004). Sosyoloji (Toplum Bilimi) (12.Baskı). İstanbul: Der Yayınları.
Giddens, A. (2000). Sosyoloji (1.Baskı). (H. Özel ve C. Güzel, Çev.). Ankara:
Ayraç Yayınevi.(Orijinal çalışma basım tarihi 1991)
Güvenç, B. (1994). İnsan ve kültür (6.Baskı). İstanbul: Remzi Kitapevi.
Ozankaya, Ö. (1979). Toplum bilime giriş (1.Baskı). Ankara: S.B.F. Basın ve Yayın
Yüksekokulu Basımevi.
Şimşek, C.(01 Nisan 2003). Çocuk ve aile eğitimi. 23 Mart 2009, http://
egitisim.inonu. edu.tr/csimsek_aileegitimi.html.
Tezcan, M. (1977). Boş zamanlar sosyolojisi (1.Baskı). Ankara: Doğan
Matbaası.
Tezcan, M. (1984). Eğitim sosyolojisi (3.Basım). Ankara: Çağ Matbaası.
Tezcan, M. (1992). Eğitim sosyolojisi (1.Basım). Ankara: Zirve Ofset.
Bölüm 5 EĞİTİMİN PSİKOLOJİK
TEMELLERİ
Yrd. Doç. Dr. Murat İSKENDER
BÖLÜMÜN HEDEFLERİ
Bu bölümü tamamladığınızda aşağıdaki hedeflere ulaşmanız
beklenmektedir:
1. Gelişimle ilgili temel kavramları açıklayabilme.
2. Gelişimin temel ilkelerini kavrayabilme.
3. Gelişim dönemlerinde meydana gelen gelişmeleri kavrayabilme.
4. Öğrenme ilgili temel kavramları kavrayabilme.
5. Öğrenme kuramlarını kavrayabilme.
6. Öğrenme kuramlarına ilişkin öğretim ilkelerini kavrayabilme.
ARAŞTIRALIM-DÜŞÜNELİM-TARTIŞALIM
1. Eğitimciler neden öncelikle psikoloji bilminin verilerine muhtaçtır?
2. İnsan zekâsının şekillenmesinde kalıtım ve çevrenin etkisini tartışınız.
Giriş
Çağdaş anlayışa göre eğitim, bireyin tüm yönleriyle kendisi ve toplumu
için en uygun düzeyde geliştirilmesi sürecidir. Bu süreçte eğitimin genel amacı,
içinde yaşadığı topluma uyum sağlayabilen, bedenen ve ruhen sağlıklı bireyler
yetiştirmektir. Bu amacı gerçekleştirmek için eğitim, psikolojinin bulgularına
gereksinim duyar.
Psikoloji, davranışı ve altında yatan zihinsel süreçleri inceleyen bilim dalıdır.
Yaşamımızın hemen her yönü ile ilgili olan psikolojinin bulguları gelişim, duygular,
algı, dikkat, bellek, öğrenme, düşünce ve dil, zeka, motivasyon, duygular, heyecanlar,
kişilik, stres ve sosyal davranış alanlarındaki bulguları sağlık, iş, yönetim, ekonomi,
iletişim gibi alanlarda davranışları anlama ve yönlendirmede kullanılmaktadır.
Psikoloji biliminin bulgularının daha çok kullanılması gereken bir diğer alan ise
eğitimdir. Eğitim kurumlarında öğrenci ile doğrudan etkileşimde bulunan ve
onların kişiliklerine dokunan öğretmenlerin psikoloji ile ilgili temel bilgilere sahip
olmadan mesleklerini gerçekleştirebilmeleri mümkün görülmemektedir.
Eğitim sisteminin bugünkü amacı okur-yazar yetiştirmek değil; yaratıcı,
girişken, küresel düşünüp yerel hareket edebilen girişimciler yetiştirmektir. Okullara
düşen yeni görev, değişimin dinamiğini kavramış ve yeni durumlara kolayca
uyum sağlayabilen, hatta değişimin önderliğini yapabilecek kapasitede gençler
yetiştirmektir (Özden,1999:6).
Eğitim sisteminin amacına uygun öğrenciler yetiştirebilmesi, iyi yetişmiş ve
mesleğinde söz sahibi öğretmenlere bağlıdır. Öğretmen adaylarının profesyonelce
yetiştirilmesinin iki boyutu vardır: Bilgi donanımı ve meslek ahlakı. Öğretmen
adayının mesleğinin profesyonelce icra edebilmesi için mezun olmadan önce
alan bilgisi, öğretmenlik meslek bilgisi ve genel kültür alanlarında yetişmesi
gerekmektedir. Alanının temel konularına hakim olamayan, alanının perspektifini
kazanamamış, alandaki temel konuları ve aralarındaki ilişkileri yakalayamayan
öğretmenin profesyonel davranabilmesi olası değildir. Eğitim-öğretimdeki
başarı; büyük oranda öğretmenin öğrencilerle kişi olarak ilgilenip, her öğrencinin
olabileceğinin en iyisi olması için rehberlik ve önderlik etmesine bağlıdır (Özden,
2003:16-17). Bunu yapabilmek için ise öğretmenin psikoloji alanındaki temel bilgi
ve bulgulara ihtiyacı vardır.
Öğrencilerin akademik – sosyal başarıları, farklı alanlardaki yapabilirlik
durumları öğretmenlerini mutlu etmektedir. Fakat bunların ortaya çıkarılması,
geliştirilmesi ve sürdürülmesinde öğretmenin etkin rolü vardır. Bu nedenle
öğretmenlerin meslekteki başarıları ve iş doyumları için psikoloji alanındaki temel
bilgilere ihtiyacı vardır. Bu ihtiyaçların giderilmesi için öğretmen adaylarının
eğitimleri süresince aldığı psikoloji derslerinin sayısının ve saatlerinin arttırılması
gerekmektedir.
Öğretmenlere psikoloji bilmeleri şu yönlerden katkıda bulunur.
1. Öğretmelerin kendilerini tanımalarını sağlar.
2. Öğrencilerini tanımasını sağlar.
3. Öğrencilerin öğrenmelerine etkin katkıda bulunmasına yardımcı olur.
4. Öğrencilerinin gelişimlerine nasıl etkide bulunduğunun farkına varmasına
yardım eder.
5. Bireysel farklılıkların dikkate alınmasını sağlar.
6. Olumlu sınıf atmosferi oluşturmasına yardımcı olur.
7. Öğrencilerini öğrenmeye nasıl güdeleyeceği konusunda bilgiler sunar.
8. Öğrencilerinin kendine güvenen, kendisini ifade edebilen, sorgulayan
bireyler haline gelmesine yardım eder.
Psikoloji biliminin bulgularından eğitim alanına en çok uygulananlar gelişim
ve öğrenme psikolojisi ile ilgili olanlardır. Öğretmenler etkileşimde bulundukları
öğrencilerinin gelişim özelliklerini ve öğrenmelerine nasıl rehberlik yapabileceklerini
bilmek durumundadırlar.
Bu bölümde gelişim ve öğrenme ile ilgili temel kavramlar, gelişimin kapsamı
ve öğrenme kuramlarına ilişkin bulgular ele alınacaktır.
GELİŞİM VE KAPSAMI
Temel Kavramlar
Gelişim: Belli bir doğrultuya yönelik sistemli değişiklikler olarak tanımlanabilir
(Baymur, 1994:50). Gelişim, döllenme ile başlayıp yaşam boyu devam eden hareket
ve değişim anlamında kullanılır.
Gelişim İlkeleri : Her bireyde gelişim belli ortak ilkelere göre oluşur. Gelişimin
daha iyi anlaşılabilmesi için bilinmesi gereken bu ilkeleri şu şekilde sıralayabiliriz
(Ülgen,1997; Baymur,1994; Başaran,1992; Bacanlı,1999; Aydın,1999):
1. Gelişme, genetik ve çevresel değişkenlerin karşılıklı etkileşiminin
ürünüdür. Genetik araştırmalar göz rengi, cinsiyet, beden biçimi, boy,
zeka gibi bir çok özelliğin kalıtsal etkilere bağlı olduğunu göstermektedir.
Ancak kalıtım yoluyla getirilen birçok özelliğin çevresel değişkenlere göre
biçimlendiği de bir gerçektir.
2. Gelişim yaşam boyu sürer. Gelişim belli aşamalara bölünmüş ve her biri
önceki aşamaların birikimlerine dayalı olarak oluşan bir süreç içinde
gerçekleşir.
3. Gelişimin kritik dönemlerine özgü karakteristik özellikleri, hem düzenli
hem de sıçramalı bir seyir içinde gerçekleşir. Örneğin, çocuğun duyusal
ve dilsel gelişimi arttıkça konuşması da gelişirken, yürümeye başladığı
aşamada konuşma yeterliliği bir ölçüde duraksar.
4. Gelişim içten dışa, baştan ayağa doğrudur. Doğum öncesi evreden
başlayarak, öncelikle başın ve sırası ile gövde, kol ve bacakların geliştiği,
aynı şekilde iç organların gelişimini, bedene şekil veren dışsal gelişimin
izlediği bilinmektedir.
5. Gelişim genelden özele, bütünden parçaya doğrudur. Gelişim süresince de
önce bedenin ana bölümleri olan baş, gövde, kol ve bacaklar oluşmakta,
daha sonra bu organların belli bir etkinlikte kullanmayı sağlayan ince
kasların gelişimi başlamaktadır. Örneğin, çocuklar belli bir gelişim
aşamasında, sadece ellerini bir bütün olarak kullanırken ince kasların
gelişimi ile parmaklarını kullanmaya başlamaktadırlar.
6. Gelişim özellikleri ayrılmaz bir bütün oluşturur. Gelişim alanları karşılıklı
olarak birbirlerini etkilemektedir. Örneğin çocuğun zihinsel gelişimi dil
gelişimini hem etkilemekte hem de ondan etkilenmektedir.
7. Gelişimin kritik dönemleri vardır. Organizma, belli bir zaman diliminde bazı
gelişim alanlarında, nispeten parametrik bir evrimleşme içinde bulunur.
Bu dönemlerde birey, belli öğrenme yaşantılarına ve çevresel etkilere
daha duyarlı hale gelir. Örneğin 0-3 yaş grubu içerisinde, çocuğun temel
güven, sevgi ve kabul görme duygularının doyurulması, ileriki yaşlarda
özerk ve bağımsız bir bireyselleşme yetkinliğine ulaşmasına neden olur.
8. Gelişim bireysel farklılıklar gösterir. Aynı yaş gurubunda dahi olsalar farklı
şekillerde duyar, düşünür ve davranırlar.
Büyüme: Büyüme kavramı kilonun artması, boyun uzaması gibi nicel
değişiklikleri ifade eder, kalıtsal ve çevre faktörlerinin etkisiyle değişik hız ve
yoğunlukta gerçekleşir, ergenliğin sonuna kadar devam eder.
Olgunlaşma : Olgunlaşma, bireyin belli işlemleri (konuşma, yazma, yürüme
vb.) yapabilme eşiğidir (Özbay, 2002:42). Birey bir işi yapabilecek duruma geldiğinde
olgunlaşma gerçekleşmiştir. Bir çocuğun beş aylıkken yürüyememesi, üç yaşında
düzgün yazı yazamaması, büyük ve küçük kasların olgunlaşmaması ile açıklanır.
Aynı şekilde ilkokul ikinci sınıf çocuğunun soyut işlemleri çözememesi, soyut
işlemler ile ilgili zihinsel olgunluğa ulaşmadığının göstergesidir. Belli olgunlaşma
eşiğine gelmeden öğrencilerin öğrenmesi mümkün değildir. Olgunlaşma öğrenme
için ön koşuldur.
Hazırbulunuşluk: Hazırbulunuşluk öğrenme ve olgunlaşmayı da içine alan
bir kavramdır. Bireyinin olgunlaşma ve öğrenme sonucu belli davranışları yapmaya
hazır olmasıdır. Bireyin hazırbulunuşluk düzeyine ulaşması için olgunlaşması, bazı
bilgi ve becerileri öğrenebilmek için alıştırmalar yapması ve öğrenilecek konu
ile ilgili gerekli bilgileri ve alışkanlıkları kazanmış olması beklenmektedir (Sargın,
2007).
Kritik Dönem: Kritik dönem, bireyin gelişimsel süreçte kazanması gereken
bir özelliği kazanmasına katkı sağlayacak uyarıcılara karşı açık olmasıdır. Her bir
gelişimsel dönemde kazanılması gereken davranışlar vardır ve her bir davranışı
kazanmaya katkı sağlayacak yaşantılar ve uyarıcalar vardır. Gelişimsel döneme
uygun olmayan yaşantılar içine girmek ya da uyarıcılar ile karşı karşıya gelmek
gelişimin istenilen düzeyde olmasını engeller. İlgili davranış ilgili dönemde
kazanılmadığı zaman, daha sonraki dönemlerde kazanılamaz.
Gelişim Dönemleri
Doğumla başlayıp yaşam boyu devam eden gelişim süreci bebeklik, çocukluk,
ergenlik, yetişkinlik ve yaşlılık olmak üzere 5 dönemde incelenmektedir. Bu bölümde
ilk ve orta öğretim çağındaki çocuk ve gençleri kapsayan son çocukluk ve ergenlik
dönemleri sosyal, duygusal, zihinsel ve bedensel yönlerden incelenecektir.
ÖĞRENME
Öğrenme ve öğretme hakkındaki yeni bilgiler öğrenmenin parmak izi
kadar kişiye özgü bir olgu olduğunu, herkesin öğrenme tür, hız ve kapasitesinin
farklı olduğunu, uygun öğrenme olanağı sağlandığında öğrenemeyecek birey
olmadığını ortaya koymaktadır (Özden,1999:20). Öğrenme, genelde deneyimlerin
bir sonucu olarak davranışta meydana gelen nispeten sürekli bir değişiklik (Davis,
Palladino,1997:216) olarak tanımlanmaktadır.
Göreceli olarak deneyim yolu ile edinilen organizmadaki davranış kalıcı
değişiklik olarak alındığında hiç bir konu psikolojinin özüne öğrenmeden daha
yakın değildir (Myers,1999:257). Öğrenme, yaşam boyu sürer ve yalnızca yeni bir
beceride ya da akademik bir konuda uzmanlaşmayı değil, duygusal gelişmeyi,
toplumsal etkileşimi ve hatta kişilik gelişimini de kapsar. Neden korkmak, neyi
sevmek gerektiğini, nasıl nazik ya da içten olunduğunu öğreniriz (Atkinson ve
diğ.,1996:233). Nesnel dünyaya ait bilgileri kazanma, tutum ve alışkanlıklar, çevre
ile etkileşim ve kişisel gelişim gibi yaşamın her alanı öğrenme ile ilgilidir. Okul
yaşamı, öğrencilerin uzun yıllarını öğrenme ile geçirdikleri bir dönemdir ve bu uzun
dönemin öğrencilere üst düzeyde yarar sağlaması, öğretmenlerin öğrenme ile ilgili
bilgiler ile donanık olmasına bağlıdır.
Bu bölümde temel kavramlar ve öğrenme kuramları kısaca özetlenip bu
kuramların öğretim ilkeleri ve düşünmeyi öğrenme konusuna yer verilecektir.
Temel kavramlar
Uyarıcı: İnsanların duyu organlarını harekete geçiren ve insanlarda bir
tepkiye yol açan iç ve dış durum değişikliğidir. Organizmayı eyleme iten güce uyarıcı
denir. Çevre tarafından üretilen tahrik edici kuvvet olarak da tanımlanmaktadır. Bu
kuvvet, organizmanın içinden gelebileceği gibi dışından da gelebilir. Bir kuvvetin
uyarıcı olabilmesi için, bireyin duyu organlarının özelliklerine göre kodlanmış
olması, duyum eşiğini aşması ve organizmayı eyleme iterek bir yaşantı meydana
getirmesi gerekir (Ersanlı, 2005).
Tepki: Uyarıcılara karşı organizmanın gösterdiği davranıştır. Tepki uyarıcısına
göre değişebilir. Çünkü bir durumda tepki olan bir davranış aynı zamanda bir uyarıcı
durumunda olabilir (Bacanlı, 2004). Örneğin stres kaynağına yönelik olarak verilen
fizyolojik tepkilerin her biri birey için birer uyarıcı haline gelebilir. Kalbinin hızlı
atmasını ölüyorum ya da kalp krizi geçiriyorum diye algılayabilir. Organizmanın bir
uyarıcıya verdiği tepki gözlenebilir olabildiği gibi gözlenemez de olabilir. Bunlar
açık tepkiler -yürümek- ve örtük tepkiler-düşünmek- şeklinde de ifade edilebilir.
Refleks: Bacanlı (2004) refleksi, doğuştan getirilen, belli bir uyarıcıya karşı
organizmanın belli ve basit bir davranış gösterme eğilimi olarak tanımlamakta ve
refleksin üç özelliğine vurgu yapmaktadır.
1. Refleks doğuştan getirtilmiştir.
2. Belli bir uyarıcının olması
3. Belli ve basit bir tepki olmasıdır.
Refleksler engellenemez ancak ertelenebilir ve organizmanın ilk rahatlama
durumunda tekrar ortaya çıkarlar (Bacanlı,2004). Reflekslerin bazıları doğuştan
getirilir -nefes almak- ve bunların yaşamsal anlamda çok büyük önemleri vardır. Bazı
refleksler ise potansiyel olarak vardır ve olgunlaşma ile ortaya –yürümek- çıkarlar.
Refleksler normal olarak bilinçli tepkiler değildir. Refleksif tepkilerle benzerliklerden
dolayı karıştırılan, bazen refleks zannedilen diğer otomatik tepkide tiklerdir (Çırak,
2007). Tikler, aniden ortaya çıkan, hızlı, yineleyici bir motor hareket ya da ses
çıkarma şeklinde olabilir. Genelde normal davranış gibi görünen ani ve tekrarlayıcı
hareket, jest ve seslerdir.
Performans: Organizmanın bizzat yaptığı şeylerdir. Performanstan
bahsedildiğinde; hem doğuştan getirilenlerin, hem de sonradan öğrenilenlerin
etkileşimi sonucuda meydana gelen davranış düzeyi anlaşılmaktadır (Bacanlı, 2004;
Akbaba, 2007). Bireyin bir duruma ilişkin performansı ölçülerek onun bu alandaki
öğrenme düzeyi ile ilgili bilgi edinilebilir. Bir anlamda performans öğrenmenin
ölçülmesini sağlayan temel göstergelerdendir denilebilir. Performansın ölçülmesi
ve gözlenmesi ile bireyin ne yaptığı sonucuna ulaşılırken geleceğe ilişkin
yapılacak bir yordama içinde referans oluşturması açısından önemlidir. Sonuç
olarak performans bireyin ne öğrendiğinin ve ileride neleri öğrenebileceğinin bir
göstergesidir denilebilir.
Pekiştirme: Bir davranışın yinelenme olasılığını artıran eylem pekiştirme,
yinelenme olasılığını azaltan eylem ise ceza olarak tanımlanır (Burger, 1993).
Psikologlar olumlu ve olumsuz pekiştirme olarak iki tür pekiştirmeden söz
etmektedirler. Olumlu pekiştirme, olumsuz pekiştirme, sönme ve cezanın yöntem
amaç ve uygulama gibi faktörler açısından karşılaştırılması Tablo 5.1’de verilmiştir.
Bir davranışın ortaya çıkma olasılığını artıran her türlü uyarıcıya pekiştirme adı
verilir (Cüceloğlu, 1991).
Tablo 5.1. Yöntem, Amaç ve Uygulama Faktörleri Açısından Olumlu-
Olumsuz Pekiştirme ve Cezanın Karşılaştırılması
Pozitif pekiştireç bir tepkinin olma ihtimalini artıran ve onu takip eden bir
uyarandır. Negatif pekiştireç ise ortadan kaldırılmasıyla istendik tepkinin yapılma
ihtimalini artıran uyarandır (Özbay,2002). Çoğu zaman negatif pekiştireç ile ceza
karıştılmaktadır. Olumlu pekiştirmeye ödül denilebilir fakat olumsuz pekiştirmeye
ceza denemez. Çünkü hem olumlu pekiştirmede hem de olumsuz pekiştirmede
amaç istenen davranışın sıklığını artırmaktır. Cezada ise amaç bir davranışın ortaya
çıkma sıklığı azaltılır.
Güdülenme: Davranışın altında yatan nedenlerden biri de güdülerdir.
Organizmanın herhangi bir şeyin eksikliğini hissettiği zaman yaşanan gerilime
dürtü, organizmayı eyleme geçiren ve eylemde tutan güce ulaşmasını sağlayan
güç ise güdü olarak tanımlanmaktadır. Yaşanan gerilimi ortadan kaldırmak üzere
eyleme geçen bireyin yönünü belirleyen güce de güdülenme denir (Ersanlı, 2005).
Güdü (motivasyon) istekleri, arzuları, gereksinimleri, dürtüleri ve ilgileri kapsayan
genel bir kavramdır. Açlık, susuzluk, cinsellik gibi fizyolojik kökenli güdülere dürtü
adı verilir. İnsanlara özgü sevilme, sevme ve başarma isteği gibi yüksek dürtülere de
gereksinme denir. Güdüler organizmayı; (1)uyarır ve faaliyete geçirir, (2) organizmanı
davranışını belli bir amaca doğru yöneltir. Organizmanın davranışında bu iki özellik
gözlendiği zaman organizmanın güdülenmiş olduğu söylenir (Cüceloğlu,1991).
Öğrenme Kuramları
Genel anlamda öğrenme, çevresi ile etkileşimi sonucu kişide oluşan düşünce,
duyuş ve davranış değişikliğidir. Ancak bu değişikliğin nasıl oluştuğu konusunda
farklı görüşler vardır. Öğrenmenin doğasını ve sonuçlarını açıklamaya çalışan bu
kuramlar dört grupta toplanabilir (Özden, 2003:21-49) :
1. Davranışçı öğrenme kuramları
2. Bilişsel öğrenme kuramları
3. Duyuşsal öğrenme kuramları
4. Beyin Temelli öğrenme kuramları
Öğrenme kuramları ve öğretim ilkeleri aşağıdaki şekilde özetlenebilir
(Özden,2000) :
Davranışçı kuramlar
Bu kuramlar öğrenmenin uyarıcı ile davranış arasında bir bağ kurularak
geliştiğini ve pekiştirme yolu ile davranış değiştirmenin gerçekleştiğini kabul eder.
Ivan Pavlov’un geliştirdiği klasik koşullanma, davranışçı akımın en çok bilinen
öğrenme kuramıdır.
Öğrenmeyi Pavlov gibi koşullanış bir tepki olarak açıklayan Guthrie,
öğrenmedeki tüm zihinsel öğeleri reddetmektedir. Ona göre öğrenme, uyaran
ve tepki arasındaki ilişkiden ibarettir. Bir uyarana eşlik eden eylem, söz konusu
uyaranın her görülüşünde tekrar ortaya çıkar.
Davranışçı akımın diğer ünlü çalışması Thorndike tarafından yapılmıştır.
Thorndike, öğrenmeyi bir problem çözme olarak görmüş ve problem ile
karşılaşıldığında yapılan çeşitli deneme-yanılma davranışları ile çözüm üretildiğini
savunmuştur.
Thorndike’ın çalışmalarından hareket eden Skinner, organizmanın
davranışlarını uyarıcılara karşı gösterilen otomatik bir tepki olmaktan çok kasıtlı
olarak yapılan hareketler olarak kabul etmektedir. İnsanların karmaşık uyarıcı
durumlar ile karşılaştıklarında gösterdikleri davranışlara operant (edim) adı veren
Skinner, bu operantların, onları izleyen sonuçlardan etkilendiğini ileri sürmektedir.
Skinner’in çalışması operant koşullanma olarak bilinmektedir.
Organizmayı olumlu bir sonuca götüren davranışlar kalıcı olur. Diğer bir
deyişle, insanlar davranışları sonucu olumlu bir durumla karşılaştıklarında, o
davranışın tekrarlanma olasılığı artar. Buna pekiştireç denir. Davranışçı yaklaşımlarda
önemli olan, gözlenebilen, başlangıcı ve sonu olan, dolayısıyla ölçülebilen
davranışlardır.
Uyarıcı yaşamın kendi yolunda akması gerektiğini düşünene Albert Bandura,
insan doğasına ilişkin radikal davranışçı görüşleri reddetmiş (Burger, 1993:405),
geliştirdiği sosyal öğrenme kuramında dikkat, hatırda tutma, davranışı meydana
getirme ve güdüleme yoluyla öğrenmenin gerçekleştiğini belirtmiştir.
Davranışçı kuramların öğretim ilkeleri aşağıdaki şekilde özetlenebilir:
1. Yaparak öğrenme esastır. Öğrenci öğrenme sürecinde aktif olmalıdır.
Öğrenmede öğrencinin yaparak öğrenmesi esastır, çünkü öğrenci kendi
yaptığı ile öğrenir.
2. Öğrenmede pekiştirme önemli bir yer tutar. Pekiştirme, davranışların
tekrar edilme sıklığını arttıran uyarıcıların verilmesi işlemidir.
3. Becerilerin kazanılmasında ve öğrenilenlerin kalıcılığın sağlanmasında
tekrar önemlidir. Tekrar, öğrenmede gelişmeyi sağladığı sürece yararlıdır.
4. Genelleme ve ayırt etmeyle ilgili kazanılan davranımlar, değişik ve çok
çeşitli durumlarda öğrenilmeli ve kullanılmalıdırlar (Sönmez,1999:149).
5. Öğrenmede güdülenmenin çok önemli bir yeri vardır. Öğrencinin bir
davranışı öğrenebilmesi için o davranışı yapmaya istekli olmasa lazımdır.
Bu nedenle olumlu pekiştirme güdüleyici bir etkiye sahiptir.
Özbay (2002:230), öğrencileri öğrenmeye güdülemenin yollarını şu şekilde
sıralamıştır:
1. Her konuyu ilginç yapmaya çalış. Çalışmayı mümkün olduğunca aktif,
araştırıcı, maceracı, sosyal ve faydacı hale getir.
2. Öğrencilerin alıştırma yapmaları ve uzak amaçlara yönelik çalışmaları için
davranış modifikasyonu tekniklerini kullan.
3. Öğrencilerin ne yaptıklarını, nasıl yapacaklarını, amaçlarına ulaşıp
ulaşamadıklarını bildiklerinden emin ol.
4. Yetenek, geçmiş, okul ve değişik konu alanlarına yönelik tutumlarında
bireysel farklılıkları göz önünde bulundur.
5. Temel ihtiyaçların (fizyolojik, güvenlik, ait olma, ego) karşılandığından
emin ol.
6. Çekiciliği arttır, tehlikeleri en aza indir.
7. Gerçekçi başarma duygusu etrafında öğrenme yaşantılarını yönlendir,
benlik saygısını artır.
8. İhtiyaç hisseden öğrencilere başarı, kendine güven ve kendine yön verme
duygularını geliştirmelerini teşvik et.
9. Öğrencileri öğretim materyallerinin dışına çıkar, öğrendiklerini günlük
hayatta kullanma arzusu uyandır
Dr. Deming, “eğiticiler çocukları motive etmeyi değil, nelerin onların
motivasyonlarını bozduğunu bilmeli ve bu uygulamalara son vermelidirler”
diyerek, ne zaman ki öğretmenler; (1) herkesin motive edilmiş olarak doğduğunu;
(2) hayatları boyunca gözlemlediklerinin motivasyonu bozduğunu; (3) yetişkinlerin
motivasyonunu bozan şeylerin çocuklarınkini de bozduğunu benimserlerse, o
zaman okul müdürlerinin kendilerine uygulanmasını istedikleri yönetim tekniklerini
öğrencilere uygulamaya hazır olacaklarını belirtmektedir (Jenkins, 1998:59).
Bilişsel kuramlar
Bilişsel kuramlara göre öğrenme, doğrudan gözlenemeyen zihinsel bir
süreçtir. Bu akımın temsilcileri olan Gestalt okulu psikologları, Piaget ve Bruner’e
göre öğrenme, kişinin davranımda bulunma kapasitesinin gelişmesidir. Bilişsel
kuramlara göre davranışçıların davranışta değişme olarak tanımladıkları olay
gerçekte kişinin zihninde meydana gelen öğrenmenin dışa yansımasıdır. Bilişsel
kuramcılar daha çok anlama, algılama, düşünme, duyu ve yaratma gibi kavramlar
üzerinde dururlar. Bilişsel kuramlara göre öğrenme, bireyin çevresinde olup bitenlere
bir anlam yüklemesidir. Piaget öğrenmeyi, bireyin gelişim özelliklerini dikkate
alarak incelemiş, Ausubel ise öğrenmeyi bellek sürecine dayalı olarak incelemiştir.
Bu yaklaşımda bilgiler, bellek süreci/bilgi işlem kuramı ile açıklanmaktadır (Ülgen,
2001:25).
Bilgi işlem kuramı bilişsel yaklaşımın en önemli kuramlarından biridir. Bu
kuram bilginin kişi tarafından pasif bir şekilde alınmadığının altını çizer. Buna göre
birey bilgiyi alır ve kendine göre işler, yani şekillendirir.
İnsan zihni, kendisine ulaşan her şeye anlam bulmaya çalışan dinamik bir
bilişsel yapı grubudur. Bu anlam bulma öğrencinin deneyimine, sahip olduğu
kültüre, içinde öğrenmenin gerçekleştiği etkileşimin doğasına ve öğrencinin bu
süreçteki rolüne göre değişmektedir.
Bilgi işleme kuramına göre dış dünyaya ilişkin veriler, duyu organları kanalı
ile zihnimize bir farkında olmasak da kaydedilir. Daha çok sinirsel olarak gerçekleşen
bu işlemden sonra veriler önce kısa süreli belleğe kaydedilir. 5-15 saniye kadar
kısa süreli bellekte saklanan bilgiler zihince anlamlandırılarak (gerekçelendirme,
sınıflama, birleştirme), ilişkilendirilerek, görselleştirilerek ve tekrar yolu ile uzun
süreli belleğe aktarılır.
Bilişsel kuramların öğretim ilkeleri aşağıdaki şekilde özetlenebilir:
1. Yeni öğrenmeler öncekilerin üzerine bina edilir. Öğretmen anlattığı konu
hakkında öğrencinin daha önceden bildiklerinin farkında olmalı, bu
bilgilere saygı göstermeli ve öğretme esnasında değerlendirmelidir.
2. Öğrenme bir anlam yükleme çabasıdır. İnsanların karşılaştıkları her
şeye anlam yükleme çabası içinde oldukları düşünülerek, öğrenme,
derinliğine, düşünme, konunun özünü kavrama olanağı verecek şekilde
düzenlenmelidir.
3. Öğrenme uygulama şansı tanımalıdır. Öğretim öğrenciye öğrendiklerini
kullanmak için değişik fırsatlar vermelidir.
4. Öğretmen otorite figürü olmamalıdır.
5. Öğrenme, öğretmen ve öğrencinin karşılıklı etkileşimi ile gerçekleşir.
Senemoğlu, bilgiyi işleme modeline göre öğretimin düzenlenmesinde
aşağıdaki noktalara değinmiştir (Senemoğlu, 1997:343-346):
1. Öğrencinin dikkatini konunun üzerine çekmeye özen gösterilmelidir.
2. Ders sırasında öğrencinin temel ve önemli bilgiyi temel olmayan
ayrıntılardan ayırt etmesine ve önemli olan bilgide odaklaşmasına yardım
edilmelidir.
3. Öğrencinin yeni kazanacağı bilgi ile halihazırda kazanmış olduğu bilgiyi
ilişkilendirmesine, diğer bir deyişle eklemleme yapmasına yardım
edilmelidir.
4. Öğrencinin yeni kazanacağı bilgiyi anlamlı bir şekilde öğrenmesi için
sınıfta örgütleme stratejilerini kullanmasına rehberlik edilmelidir.
5. Öğrencinin soyut fikirleri somutlaştırmasını sağlayacak örnekler
verilmelidir.
6. Öğrencinin bilgiyi tam olarak öğrenmesini sağlamak üzere ders
sırasında aralıklı tekrarlara ve özetlemelere yer verilmelidir. Ayrıca izleme
değerlendirmeleri yoluyla yanlış ve eksik öğrenmeler zaman geçirilmeden
düzeltilmelidir.
7. Öğrenciye öğrenme sonuçları hakkında bilgi verilerek kullandığı öğrenme
stratejilerini gözden geçirmesine yardım edilmeli, böylece dönüt alan
öğrencinin hata yapmasını önlenmelidir.
Duyuşsal kuramlar
Duyuşsal kuramlar öğrenmenin doğasından çok sonuçları ile ilgilidirler. Bu
kuramlar, sağlıklı benlik ve ahlak (moral) gelişimini vurgular. Davranışçı kuramlar
öğrenmenin edimsel sonuçları, bilişsel kuramlar zihinsel sonuçları ile ilgilenirken,
duyuşsal kuramlar, öğrenmenin benlik ve ahlak gelişimi gibi duyuşsal sonuçları ile
ilgilenirler.
Esasen öğrenmenin düşünsel, duyuşsal ve devinişsel sonuçlarını
birbirinden ayırmak mümkün değildir. Kişinin kendisini yeniden yaratması olarak
nitelendirilebilecek öğrenme için davranış, duyuş ve zihnin birlikte değişmesi
gereklidir. Öğrenmenin sonul hedefi kişiliği değiştirmek ise, öğrenme, psikomotor
ve bilişsel olduğu kadar duyuşsal gelişmeye de ağırlık vermelidir.
Bilişsel kuramcılar, benlik ve ahlak gelişiminin belli dönemler içinde ortaya
çıktığını kabul ederler. Davranışçılara göre ise ahlaki yargılar, dış etkenlere bağlı
olarak ortaya çıkar; onay gören ve pekiştirilen davranışlar doğru hoş görülmeyen
davranışlar da yanlış olarak kabul edilir.
Duyuşsal kuramların öğretim ilkeleri aşağıdaki şekilde özetlenebilir:
1. Eğitimin, öğrencinin kendisine güvenmesi, yeterliliğine inanması, yüksek
akademik ve kariyer beklentileri taşımasında yardımcı olması gerekir.
2. Özsaygı (self esteem) kişinin zihin sağlığı ile ilgilidir. Okulda başarısız
olanların öz saygıları genellikle daha düşüktür. Bundan dolayı, eğitim
hiçbir koşulda çocuğun öz saygısına zarar vermemelidir.
3. Sağlıklı benlik gelişimi için çocuklara hiçbir zaman kötü insan muamelesi
yapılmamalı ve yakışıksız sıfatlar takılmamalıdır.
4. Zayıf ve güçlü yönleri ile kendilerini oldukları gibi kabul eden öğrencilerin
benlik algısı daha sağlıklıdır. Eğitim benlik tasarımının oluşumunda
öğrenciye destek sağlamalıdır.
5. Akademik başarısızlık çocukların kendilerini değersiz hissetmelerine ve
kapasitelerine güvenmemelerine yol açar. Özellikle çok çalıştığı halde
başarısız olan bir öğrencinin benlik duygusu zaten büyük zarar alır,
bundan dolayı akademik başarısızlık ayrıca çocuğun kişiliğine saldırma
gerekçesi olmamalıdır.
6. Öğrenci zoru başardığında kendini çok iyi hisseder. Bu şekilde, başarı hem
yeteneğe hem de çok çalışmaya atfedilmektedir. Bunun için öğrencilere
başardığı hissini vermek gerekir.
7. Benlik duygusu kişi için çok değerlidir. Öğretmen öğrencinin benlik
duygusuna değer vermeli, zarar vermemeye özen göstermelidir.
8. Ahlaki gelişimde nasihat en etkisiz yöntemdir. Bunun yerine çocuklara
kuralları ve normları öğrenebilecekleri yaşantılar sunmak gerekir. Ahlaki
değerler bu ad altındaki bir ders içerisinde değil, tüm derslerin içeriğine
serpiştirilmiş tartışmalar ile daha kolay kazandırılabilir.
Beyin temelli kuramlar
Beyin temelli öğretim kuramı olarak da bilinen bu kuramı sistematik hale
getiren Hebb, beyindeki devrelerin çalışma şeklini bilmeksizin öğrenmenin
doğasının anlaşılamayacağını savunmaktadır. Beyin; insan zekasının, güdülenmenin
ve öğrenmenin merkezidir. Öğrenme, eğer canlı bir dokuya sahip olan beyinde
gerçekleşiyorsa, beynin öğrenmeden önceki ve sonraki yapısı arasında farklılık
olması gerektiği düşüncesindedir.
Beynimizde 100 milyar civarında hücre vardır. Bu hücrelerin çoğunluğunu
glial olarak adlandırılan ve destek görevi yapan hücreler, 10-15 milyarını ise nöronlar
oluşturur. Nöronlar sayesinde dünyayı anlar ve tepkide bulunuruz. Öğrenme
nöronlarda meydana gelen elektro-kimyasal işlem sonucunda gerçekleşir. Beş
duyumuz ile algıladığımız her şey beynimizde yeni bağlantılar oluşturarak zihinsel
yapımızın niteliğini artırır.
Beyin temelli kuramların öğretim ilkeleri aşağıdaki şekilde özetlenebilir:
1. Beyin bir paralel işlemcidir. İnsan beyni birçok işlevi eş zamanlı olarak
yerine getirebilir. Düşünce, duygu ve imgeleme gibi farklı işlemler aynı
zamanda işleme sokulur. Etkin öğretimde aynı anda yapılması gereken
işlemler ahenk içerisinde, dayandığı kuram ve yöntemler üzerine bina
edilmelidir.
2. Öğrenme fizyolojik bir olaydır. Etkili öğretim stres yönetimi, beslenme,
egzersiz ve sağlıkla ilgili diğer konuları da içermelidir.
3. Beyin kendisine ulaşan verilere anlam yüklemeye çalışır. Etkin bir
öğrenme sağlanabilmesi için beynin yenilik, keşif, problem çözme gibi
alıştırmalar ile zorlanması gerekir. Bu yüzden üstün yetenekli çocukların
öğretiminde kullanılan bu ve benzeri teknikler tüm öğrencilerin öğretimi
için kullanılmalıdır.
4. Anlam yükleme, örüntüleme yolu ile olur. Etkili bir öğrenme için anlamlı,
birbiri ile ilişkili bir örüntü yaratılmalıdır.
5. Duygular örüntülemede önemli bir yer tutar. Bireyin öğrenmesi beklenti,
eğilim, önyargı, özsaygı ve sosyal etkileşme ihtiyacı gibi duygulardan
etkilenir. Karşılıklı sevgi, saygı ve kabullenmenin mevcut olduğu bir
ortamda öğrenme daha kolay olur.
6. Beyin, parçaları ve bütünü aynı anda algılar. Bir konunun öğretilmesinde,
konunun bütünü ve parçaları karşılıklı etkileşimde bulunacak şekilde aynı
anda verilmelidir.
7. Öğrenme kasıtlı ve kasıtsız süreçlerden oluşur. Bir öğrenme ortamında
bilinçli olarak farkına vardığımız şeylerden çok daha fazlasını öğreniriz.
Etkili öğrenme ortamındaki tüm uyarıcılar öğrenme amacına hizmet
edecek şekilde düzenlenmelidir.
8. Öğrenme zihni zorlayan etkinlikler ile artar, tehditle ketlenir. Etkili
öğretim, öğrencinin zeka seviyesini belli bir oranda zorlayan ancak, tehdit
içermeyen bir ortamda gerçekleşir.
9. Hiçbir beyin diğerine benzemez. Öğretim bütün öğrencilerin görsel-
işitsel ve duygusal tercihlerini ifade etmelerine olanak tanıyacak şekilde
düzenlenmelidir.
Okuldaki öğrenciler önlerine konan şeylere tepki vermeye koşullanır(Ders
kitapları, öğretmenlerin yorumları televizyon dizileri vb.). Ancak okuldan ayrılır
ayrılmaz sadece tepki vermekten çok daha fazla şeyler yapmak zorunda kalırlar.
İnisiyatif kullanmak, planlama yapmak ve uygulamada bulunmak gibi gereksinimler
doğar. Bunların hiçbiri tepkisel düşünme kullanılarak başarılamaz (De bono,
2002:16).
Geleneksel yapıdaki öğrenme-öğretme süreci, genellikle, bir dizi bilgi
parçalarının öğrencilere aktarılması ve bu bilgi parçalarının öğrenciler tarafından
daha sonra olduğu gibi hatırlanmak üzere ezberlenmesi üzerine yoğunlaşmaktadır.
Söz konusu bu tür süreçte, öğrencilerin düşünme ve problem çözme yeteneklerinin
geliştirilmesine yönelik öğrenme etkinliklerine pek fazla yer verilmemektedir.
Sonuçta düşünme yetenekleri gelişmeyen öğrencilerin en büyük zihinsel etkinlikleri
de depoladıkları bilgileri kendilerinden istendiğinde geri çağırmak olduğundan,
bu öğrenciler, dağarcıklarındaki bilgileri nerede ve nasıl kullanacaklarını dahi
bilememektedirler (Saban, 2000:103). Dolayısıyla, düşünme yetenekleri gelişmeyen
öğrenciler anlamlı öğrenmeyi gerçekleştirememekte, bilgileri kendilerine mal
edememekte, eleştirel düşünemeyen, sorgulayamayan bireyler olarak yetişkin
yaşamına atılmaktadırlar. Oysa eğitimin her kademesinde öğrencilere düşünme
becerileri kazandırılabilmektedir.
Harmin (1994), düşünmeyi geliştiren öğretim stratejilerini tasnif etmek,
sınıflandırmak, fark nedir, benzerlik nedir, ne açıklayabilir, varsayımları sorgulamak,
tahmin etmek, yüksek sesle düşünmek, seçenek çizelgesi hazırlamak, özet yazmak
şeklinde sıralamaktadır (Saban, 2000:107).
Öğrenciler için düşünmeyi öğrenmenin önemine işaret eden Özden
(2003:138)’e göre, bireyler okul yıllarında eleştirel düşünme yeteneğini
kazandıklarında, dinlediği konuşmacının kanaatlerini, varsayımlarını ve iddialarını
ayırt edebilecekler, konuşmada açıklığa kavuşmayan noktaları ve argümanın
eksik kalan kısımlarını görebilecekler ve tanımlamaların yeterliliğini ve sonuçların
uygunluğunu değerlendirebileceklerdir. Zorunlu eğitimi bitiren öğrenciler,
okuduklarından ve dinlediklerinden mantısal çıkarımlarda bulunmayı, satır aralarını
okumayı, değişik imaları görebilmeyi ve sonuç çıkarmayı alışkanlık haline getirmiş
olmalıdır. Konular, seçilen bir yönü ile değil, zıt ve alternatif yanlarıyla birlikte
verilmelidir. Böylece her konuda zıt görüşler olabileceğini, çocuk daha küçük
yaşlardan itibaren öğrenecektir. Öğrenciler bu sayede alternatif bakış açılarını
değerlendirme yeteneği kazanacaklardır. Daha da önemlisi, her konuda farklı
bakış açıları getirebileceğini gören öğrenciler, kendi bakış açılarını oluşturmayı da
öğreneceklerdir.
DEĞERLENDİRME SORULARI
13.Ali ilköğretim 8.sınıf, Veli 3. sınıf, Selami ise ana sınıfı öğrencisidir.
Bu öğrencilerin zihinsel gelişim dönemleri hangisinde doğru olarak
verilmiştir?
Ali Veli Selami
A) Somut işlemler İşlem öncesi Duyu hareket
B) Soyut işlemler Somut işlemler İşlem öncesi
C) Soyut işlemler İşlem öncesi Duyu hareket
D) Somut işlemler Soyut işlemler İşlem öncesi
CEVAP ANAHTARI
1 2 3 4 5 6 7 8 9 10
C B A C C B A D B D
11 12 13 14 15 16 17 18 19 20
A C B D C B D B D A
KAYNAKÇA
BÖLÜMÜN HEDEFLERİ
Bu ünitede aşağıdaki hedeflerin davranışlarını kazanacaksınız.
a. Eğitimin ekonomik temelleriyle ilgili kavramlar bilgisi
b. Eğitimin ekonomik temelleriyle ilgili olgular bilgisi
c. Eğitimin ekonomik temelleriyle ilgili ilkeler bilgisi
d. Eğitimin ekonomik temelleriyle ilgili ilkeleri açıklayabilme
e. Eğitimin ekonomik temelleriyle ilgili ilkeleri yeni durumlarda
kullanabilme
ARAŞTIRALIM-DÜŞÜNELİM-TARTIŞALIM
3. Eğitim-ekonomi ilişkisini tartışınız.
4. Eğitim mi ekonomiye yön vermektedir, yoksa ekonomi mi eğitimi
şekillendirmektedir?
5. Eğitim yatırımlarını fayda-maliyet açısından tartışınız.
Giriş
Ekonomi sözcüğünün iki farklı anlamı vardır. Ekonomi, toplumun bir alt
sistemini, toplumdaki üretim ve dağıtım etkinliklerini gerçekleştiren kurumları,
bu kurumların işleyişini ifade eder. Örneğin Türkiye’nin ekonomisi denildiğinde,
Türkiye’de üretimin yapılabilmesi ve üretilenlerin bireylere dağıtılabilmesi için
gerçekleştirilen her türlü etkinlik, işleyen her türlü mekanizma, yani üretim ve
dağıtım etkinlikleriyle ilgili işleyişin bütünü anlaşılır. Ülkede bunları gerçekleştirmek
için oluşturulmuş tüm kurum ve kuruluşlar, bankalar sistemi, fabrikalar, çalışanlar…
v.b. ekonominin öğeleridir. Ekonomi sözcüğü aynı zamanda bir bilim dalını da ifade
eder. Ekonomi bilimi; ekonomiyi ve onunla ilgili işleyiş kurallarını inceleyen bilim
dalıdır. Ekonomi bilim dalı, kendi içinde bazı uzmanlık alanlarına sahiptir. Örneğin;
kalkınma ekonomisi, tarım ekonomisi, kamu ekonomisi, çalışma ekonomisi
bunlardan bazılarıdır. 1950’lerden sonra, eğitim ekonomisi de bunlardan biri
olmuştur. O yıllarda, işgücü piyasası ile ilgili analizlerin yoğunluk kazanması ve
eğitim konusunun vurgulanmaya başlanması ile birlikte eğitim ekonomisi başlı
başına bir çalışma alanı haline gelmiştir (Ünal 1996).
Eğitim ve ekonomi etkileşimi yüksek alanlardır. Eğitim sistemi ekonomi
piyasasının istediği nitelikleri üretirken, bireylere de bir mesleğin niteliklerini
kazandırarak onu üretici yapmaktadır (Tural 2002). Öte yandan eğitim sisteminin
ekonomi piyasasının istediği ilke ve kurallara göre hareket etmesi gerekir, aynı
zamanda ekonominin istediği nitelikte ve nicelikte işgücünü yetiştirmesi beklenir
(Karakütük 2000).
İnsan sermayesi kavramı, eğitim ekonomisinin odak noktasını oluşturur. Bu
kavram, insanların eğitim, yetiştirme veya diğer etkinlikler aracılığıyla kendilerine
yatırım yapmaları ve böylece yaşam boyu kazançlarını artırarak gelecekteki
gelirlerini yükseltme gerçeğine dayanır. İnsan sermayesine yatırım hem bireye hem
de bir bütün olarak topluma fayda sağlar. Eğitime katılan birey, istihdam şansını ve
yaşam boyu kazancını artırma yollarıyla fayda sağlar. Eğitilmiş işgörenlerin artan
üretkenliğinden toplumun fayda sağlaması gibi, eğitimin hem maliyetleri hem de
faydaları bir bütün olarak toplumun tümünü etkiler (Woodhall 1994).
Eğitimle ekonominin bağıntısı, eğitimin ekonomik bir mal olmasından
kaynaklanır. İnsanın ihtiyaçlarını karşılamaya yarayan pek çok şey gibi, eğitim de
üretilmesi gereken bir maldır. Eğitimin üretilmesi için madde, insangücü, teknoloji
ve zaman gerekir. Örneğin eğitim için gerekli olan bina, şüphesiz diğer binalar gibi
demir, çimento, kereste, makine ve insangücü gibi şeylerle sağlanır. Bu sınırlı miktarın
rakip kullanım alanları ise son derece geniştir. Çünkü okul binasına ihtiyaç olduğu
gibi hastaneye, baraja, konuta da ihtiyaç vardır. Yani ihtiyaçlar sınırsız, kaynak kıt
olduğuna göre, herkesin her zaman, her türde eğitim ihtiyacı karşılanamaz. Bu ise
eğitim üretimini ekonomik verimlilik esasına dayandırma zorunluluğunu doğurur.
Bu nedenle eğitim üreten kişi ve kuruluşlar ya hedef alınan belirli bir nitelik ve
nicelikteki eğitim üretmek için mümkün olan en az kaynağı kullanmak veya tespit
edilen belli bir kaynağı kullanarak mümkün olan en yüksek nitelik ve nicelikteki
eğitim hizmeti üretmek ile karşı karşıya olduğunu gösterir. Eğitimle ekonominin
diğer bir bağlantı alanı, eğitimin kişisel gelirle olan ilişkisinden kaynaklanır. Eğitim
eğer kişiye toplum tarafından ihtiyaç duyulan şeylerin üretilmesine yol açan bilgi ve
beceriyi sağlayabiliyorsa ve kişi de bu bilgi ve becerilerini üretimde kullanabiliyorsa
normal olarak kişinin üretime katkısı da artacaktır. Bu üretimden alınacak karşılık
da kişisel geliri teşkil eder. Eğitim, kişilerin üretim bilgi ve becerisini ve dolayısıyla
kişinin üretimini arttırıyorsa, kişilerden oluşan toplumun üretimini de arttırmış olur
(Özgü 1987).
Eğitimin girdi ve çıktıları arasındaki ilişkileri analiz etmede birçok farklı
ekonomik teknik kullanılır. Bunlardan biri maliyet- etkililik analizidir. Örneğin
farklı okullar, farklı okul tipleri veya farklı öğretim yöntemleri arasındaki bu tür
karşılaştırmalar, önceden belirlenmiş bir hedef veya çıktı düzeyini en az maliyetle
başarmayı göstermekle ilgili olabilir. Çıktıyla ilgili ölçümler, eğitimin niteliğini
ihmal etmeleri nedeniyle doyum sağlayıcı olmamasına rağmen, öğrencilerin başarı
testleri veya sınavdan aldıkları notlara, okul bitirme sürelerine veya okulu terk
edenlerin sayısına bağlı olabilir. Eğitimin girdi ve çıktıları arasındaki ilişkiyle ilgili bir
diğer teknik ise, verimlilik ölçümüdür. Verimlilik girdi ve çıktılar arasındaki ilişkidir
ve her birim girdisi, çıktısı açısından ölçülür. Toplam faktör verimliliği; işgücü, fiziki
sermaye ve hammadde dahil tüm üretim faktörleri ve çıktı arasındaki ilişkiye işaret
ederken, işgücü verimliliği, fiziki sermaye ve hammadde dahil tüm üretim faktörleri
ve çıktı arasındaki ilişkiyi belirtmektedir. Öte yandan işgücü verimliliği istihdam
edilen kişi başına çıktı anlamında kullanılmaktadır (Woodwall 1994).
Eğitim Ekonomisi
Ekonomik kuramın eğitime uygulanmasıyla eğitim ekonomisi doğmuştur.
Eğitimin ekonomisi 1950’li yıllardan beri hızlı bir gelişme içersindedir. Eğitimin
ekonomik sorunlarının önemi, son çeyrek yüzyılda hemen bütün ülkelerce
benimsenen planlı kalkınma politikasında, öteki üretim etmenleri (toprak, işgücü,
sermaye) yanında insan etmenine özel bir yer verilmesinden ileri gelmektedir.
Yani planlama uzmanları, iktisatçılar, eğitimciler, devlet adamları için eğitim
hedeflerinin, toplumsal ve ekonomik kalkınmanın insangücü gereksinmelerine
göre belirlenmesi, planlanması, bugün her zamankinden daha önem taşımaktadır.
Eğitim ekonomisi şu konular üzerinde durmaktadır (Adem 1995);
a) Eğitim ve ekonomik büyüme,
b) Eğitim harcamaları,
c) Eğitim maliyeti,
d) Eğitim finansmanı,
e) Eğitimin verimliliği,
f ) Eğitimin yatırım ve tüketim özelliği,
g) Eğitimde arz talep özellikleri,
h) Eğitimde maliyet/fayda analizi,
i) Eğitim, insangücü ve istihdam.
Eğitim ekonomisinin birinci amacı, öğrencilerin etkili üretici ve bilinçli
tüketici olarak yetiştirilmesidir. Bunun için öğrencilere kıtlığa karşı savaş
açmalarının; ulusun birer üyesi olarak, kıt kaynakları etkili ve tam kullanmalarının;
üretim yoluyla kıt kaynakları artırmalarının ve savurganlığı önlemelerinin yollarının
nasıl öğretileceğini araştırır. Eğitim ekonomisinin ikinci amacı, okula ulusal gelirden
ayrılan kaynakların, ekonominin ilke, kural ve yasalarına uygun kullanma yollarını
göstermektir. Eğitim ekonomisi ayrıca okulun, dolayısıyla eğitim sisteminin verimli
işlemesi için gereken yöntemleri de araştırır. Eğitim ekonomisinin üçüncü amacı
ülkenin gereksindiği nitelikli insan gücünün yetiştirilmesi için gerekenleri araştırmak
ve insangücü planlarının uygulanmasının yol ve yöntemlerini ilgililere önermektir
(Başaran 2007).
Eğitim Finansmanı
Eğitim bir kamu hizmetidir. Devletin kamu hizmetlerini görebilmek için çeşitli
mal ve hizmetlere ihtiyacı vardır. Bu mal ve hizmetler para harcayarak sağlanmaktadır.
Devlet finansmanını üzerine alarak kamu hizmeti şeklinde yürüttüğü pek çok
hizmetten biri eğitimdir. Eğitim gibi kamusal hizmetlerin karşılanmasını devlet,
görevleri arasına alınca, finansmanını sağlamak için vergi koyma gücünü kullanır,
resim ve harçlar alır ve gerekirse vatandaşlarından borç alma yoluna gider (Serin
1972). Eğitimin baslıca finansman kaynakları (MEB 2008);
• Merkezi yönetim bütçesinden ayrılan pay,
• İl özel idareleri bütçesinden ayrılan kaynaklar,
• Eğitime katkı payı gelirleri,
• Dış ülke ve kuruluşlardan sağlanan dış krediler, burslar ve bağışlar,
• Halkın, kişi ve kuruluşlar olarak eğitime katkıları, bağışları ile
• Okul aile birliği gelirlerinden oluşmaktadır.
Eğitim Harcamaları
Devletin sınırlı miktardaki fonlarının çeşitli hizmetlerin topluma
götürülmesinde çeşitli alanlara yapılacak harcamalar ile özellikle yatırım
harcamaları birbiriyle rekabet halindedir. Bu nedenle sınırlı imkânların en rasyonel
şekilde kullanılmasına ve toplumun ekonomik, sosyal ve kültürel gelişmesine,
en düşük maliyetle en yüksek verimi sağlayacak hizmetlere öncelik tanınmasına
çalışılacaktır. Devletin kamusal mal ve hizmetlerin teminini gerçekleştirmek için
yaptığı harcamalara kamu harcamaları denilmektedir.
Eğitim harcamaları ise, genel ve katma bütçeli dairelerin, özel kesim ve kamu
iktisadi kuruluşları bütçelerinden eğitim hizmetlerine yapılan tüm harcamalardır
(Adem 1993). Eğitim yarı kamusal (karma) bir maldır. Karma mallar, hem kamusal
hem de özel mal özelliği gösteren mallardır. Faydanın bir kısmı topluma (dışsallık)
bir kısmı da hizmetten yararlanan kişiye ait olmaktadır. Finansman biçimi kamu
ve özel (karma finansman)’dir. Eğitim hizmetlerinin de içinde bulunduğu yarı
kamusal mal ve hizmetlerden fayda elde edenler yararlanma karşılığında belli bir
bedel ödeyebilmektedirler. Ödenecek bedel malın piyasa fiyatı değil, siyasi otorite
tarafından belirlenen bir değerdir. Bu mal ve hizmetlerin faydalarından yararlanmada
bir bedelin alınıp alınmayacağı, alınacaksa seviyesinin ne olacağı, toplumların
sosyal ve iktisadi gelişmişlik düzeylerine göre farklılıklar göstermektedir. Eğitim ve
gelir seviyesinin düşük olduğu gelişmekte olan ülkelerde eğitim hizmetleri ücretsiz
olarak sunulabilmektedir. Ücret alınmaması veya bedelin marjinal maliyetin altında
tutulması halinde finansman vergilerle sağlanacaktır. Ancak vergi ile finansmanda
toplum tarafından katlanılan maliyet, her zaman, eğitim hizmetlerinden ücret
karşılığı yararlanılması nedeniyle ortaya çıkacak olan toplumsal maliyetten düşük
olacaktır (Karaarslan 2005).
Kaynak:www.meb.gov.tr
Konsolide bütçe içerisinde son 9 yıllık süreçte eğitim harcamaları dalgalı bir
görüntü çizmektedir. Konsolide bütçe içerisinde eğitim harcamaları 2003 yılında, %
6,91 oranı ile son 9 yılın en düşük seviyesinde gerçekleşmiştir. Son 9 yılda konsolide
bütçe içerisinde eğitim harcamalarının en yüksek olduğu yıl ise % 10, 64 ile 2009
yılıdır. Milli Eğitim Bakanlığının bütçe büyüklüğüne bakıldığında ise, 2009 yılının bir
önceki yıla oranla artış sağladığı görülmektedir. Merkez yönetim bütçesinin artışına
paralel olarak, eğitim bütçesinin de arttığı söylenebilir (Tablo 6.3).
Tablo 6.4- 2009 Yılı Millî Eğitim Bakanlığı Bütçe Tasarının Ekonomik
Sınıflandırmaya Göre Dağılımı
MEB bütçesine
Ödenek türü 2009 yılı bütçe (YTL)
oranı (%)
Personel giderleri 18.488.279.548 66,30
Sos.Güv.Kur.Dev.Pir.giderleri 2.131.919.452 7,65
Mal ve Hiz.Alım giderleri 2.867.398.00 10,28
Cari transferler 2.472.543.000 8,87
Sermaye giderleri 1.504.417.000 5,40
Sermaye transferleri 419.139.000 1,50
TOPLAM 27.883.696.000 100,00
Kaynak:www.meb.gov.tr
2009 yılı MEB bütçesinin fonksiyonel sınıflandırmasına bakıldığında (Tablo
6.5), en büyük oranın (%90) eğitim hizmetlerine, ikinci sırada ise genel kamu
hizmetlerine ayrıldığı görülmektedir.
Kaynak:www.meb.gov.tr
Milli Eğitim Bakanlığı dışında diğer önemli bir eğitim harcamaları ise
Yükseköğretim Kurumu ve Üniversitelere yapılmaktadır. Tablo 6.6’ya bakıldığında
2009 yılı YÖK bütçesinin %19,87 oranında bir önceki yıla göre artış olduğu
görülmektedir. Bu bütçenin en büyük artışı cari transferler ve sermaye giderlerinde
yapıldığı görülmektedir.
Kaynak:www.meb.gov.tr
YÖK bütçesi ise MEB bütçesinin birlikte ele alınarak toplam eğitim bütçesi
olarak konsolide bütçeye oranına bakıldığında ise, son dokuz yıldaki en büyük artışın
2007, 2008 ve 2009 yıllarına ait olduğu gözlenmektedir. Genel olarak bakıldığında
ise toplamda eğitim bütçesinin arttığı söylenebilir. (Tablo 6.7). YÖK ve Üniversitelerin
Konsolide Bütçe içerisindeki payları yıllar itibariyle eğitim harcamalarına oranla
daha istikrarlı bir görünüm çizmektedir. Ancak bu dönemde üniversitelerin ve
üniversitede okuyan öğrencilerin sayılarının artmış olduğu dikkate alındığında kişi
başına eğitim harcamalarının azaldığı rahatlıkla söylenebilir.
Toplam Eğitim
YÖK+ Bütçesinin
MEB Bütçe
Yıllar Üniversite Toplam Konsolide/Merkezi
Bütçeleri Yönetim
Bütçe Payı
2000 1 054 610.7 3 350 330 000 4 404 940,7 9,4
2001 1 364 901.5 4 046 305 625 5 411 207.1 11,2
2002 2 495 967.7 7 460 991 000 9 956 958.7 10,1
2003 3 346 669.0 10 179 997 000 13 526 666.0 9,2
2004 3 689 754.7 12 854 642 000 16 544 396.7 11,0
2005 5 218 465.0 14 882 259 500 20 100 724.5 12,9
2006 5 846 822.7 16 568 145 500 22 414 968.2 12,8
2007 6 586 692.0 21 355 634 000 27 942 326.0 13,6
2008 7 318 284.60 22 915 565 000 30 233 849.6 13,6
2009 8.772.719,23 27.883.696,00 36.656.415,2 14,0
Kaynak:www.meb.gov.tr
Son yıllarda eğitim harcamalarının önemli bir kısmı il özel idareleri tarafından
yerine getirilmektedir. Personel harcaması dışındaki kalan eğitim harcamalarının
önemli bir kısmı genel bütçeden il özel idarelerine ödenek ve nakit aktarmak
suretiyle yerine getirilmektedir. Eğitim yatırımları il özel idareleri tarafından yerine
getirilmekte, taşımalı eğitim, yemek alımı gibi cari harcamalarda il özel idarelerine
ödenek devri yöntemiyle yapılmaktadır. Bu yöntem, ihtiyaçların en iyi yerinde tespit
edilip yerinde temin edileceği gerçeğinden hareket edilerek ortaya konulan isabetli
seçilmiş bir yöntemdir. Bu yöntemin belirlenmesiyle birlikte eğitim harcamalarının
önemli bir kısmını da il özel idareleri yapar konuma gelmiştir (Karaarslan 2005).
Tablo 6.9 incelendiğinde 2000 yılı içerisinde tüm konsolide bütçe
yatırımlarının % 28’i Milli Eğitim Bakanlığı yatırımlarına ayrılmıştır. Ancak 2001
yılından itibaren uygulanan kamu tasarruf politikalarının sonucunda eğitim
yatırımları tekrar azalma eğilimine girmiştir. 2000 yılından bu yana konsolide
bütçe yatırım harcamaları içerisinde eğitim yatırımlarının payı sürekli azalmıştır. Bu
azalma eğilimi 2003 yılından itibaren iyice belirginleşerek, 2005 ve 2006 yıllarında
Konsolide Bütçe Yatırım Harcamalarının % 12’si seviyesine gerilemiştir. Nüfusun
niteliğinin artırılmasına yönelik harcamaları içeren eğitim yatırımlarının fiziki
yatırımlara göre daha az verimli olduğu düşüncesi artık terk edilmektedir. Beşeri
sermaye yatırımları olarak tanımlanan ve bireylerin bilgi ve becerilerini geliştirme
aynı zamanda da sağlık açısından iyi olma haline yönelik olarak yapılan harcamaların
büyük bir bölümü yatırım harcaması olarak kabul edilmektedir. Çünkü bu
harcamaların çoğu kişisel olarak gelir akımını olumlu yönde etkilediği gibi özellikle
eğitim harcamaları makro ekonomik büyüklükleri olumlu yönde etkilemektedir.
Nitekim eğitim yatırımları gelir dağılımındaki adaletsizliği düzeltmekte, işsizliği
azaltmakta, verimliliği artırmakta, tarım ve sanayi sektörlerinin yeni teknolojilere
adaptasyonunu hızlandırmaktadır (Karaarslan 2005).
Tablo 6.9 Konsolide Bütçe Yatırımlarından Millî Eğitim Bakanlığı
Yatırımlarına Ayrılan Pay
MEB bütçesinden
MEB Bütçe MEB yatırım
Yıllar yatırıma
ödeneği
ayrılan pay
2000 3 350 330 000 666 782 000 19,90
2001 4 046 305 625 779 855 000 19,27
2002 7 460 991 000 1 281 690 000 17,18
2003 10 179 997 000 1 479 050 000 14,53
2004 12 854 642 000 1 244 150 000 9,68
2005 14 882 259 500 1 230 306 000 8,27
2006 16 568 145 500 1 241 498 000 7,49
2007 21 355 634 000 1 490 000 000 6,98
2008 22 915 565 000 1 296 704 000 5,66
2009 27.883.696.000 1.754.417.000(1) 6,29
Kaynak:www.meb.gov.tr
Her ekonomik yatırım gibi eğitim yatırımının da harcamaları vardır. Bu
harcamalar karşılığında yetişmiş insan gücü elde edilmeye çalışılır. Gelişen sanayi
yeni işgücü niteliği ortaya koymakta ve bu işgücüne yanıt verecek nitelikli insan
gücü istemektedir. Örneğin, önceleri, insan ineğinden aldığı sütü, birkaç odun
parçasını yakarak ısıtır ve en kestirme yoldan tüketir veya üretime sunardı. Oysa
bugün bir bardak sütün arkasında sayısız sanayi çeşitleri görülmektedir: pastörize
fabrikaları, kimyagerler, laboratuarlar, soğutucular, nakliyeciler, depolar, şişeler,
cam ve plastik sanayi, buralarda çalışan tüm işçiler, bunların bağlı bulunduğu
sendikalar, iş ve işveren arası ilişkiler…bugün çok sayıda insana mühendisten
nakliyeciye, veterinerden hukukçuya kadar değişik nitelikte insangücüne ihtiyaç
vardır. Bunlardan birinin eksikliği veya nitelik ve kapasite eksikliği tüm sistemi
işlemez hale getirebilir. Bunlar göz önünde bulundurulunca nitelikli insangücü elde
etmek için yapılan harcamaların sadece tüketim olarak düşünülmesi hatalı olur. Bu
açıdan eğitim harcamalarını üretim, tüketim ve insan yatırımları olarak görmek
mümkündür. Bunlar (Bilhan 1996);
a) Harcamalar sadece tüketim niteliğinde olabilir. Harcayıpta onun
karşılığında herhangi bir üretim elde edilmiyorsa bu tüketim harcamaları
niteliğindedir. Giyilen elbiseler, ayakkabılar gibi.
b) Harcamalar doğrudan doğruya üretime yönelik ise, burada tüketimden
söz edilmez. Ekilen tohum, bir fabrikayı çalıştıran elektrik harcamaları
gibi.
c) Üretimi kısa vadeli olarak gözükmeyen ve hatta meçhul olan, yapılan büyük
harcamaların sonucunda neyin elde edileceği önceden kestirilemeyen
yatırım çeşidi insan yatırımıdır. Bu yatırım çok uzun vadelidir ve büyük bir
tüketimi gerektirir. Bu yatırımın adı eğitimdir.
Eğitim harcamaları kişilerin veya kurumların eğitimin tüketimi veya üretimi
için yaptıkları ödemelerdir. Kişisel harcamalar, kişisel yatırım veya tüketim amacıyla
eğitimle ilgili yaptıkları ödemelerdir. Kitap ve diğer araç ve gereçler, ulaşım giderleri,
kurumlara yapılan öğrenci ödemeleri, eğitimi sürdürebilmek için sağlanan konut ve
benzerleri için yapılan ödemeler kişisel eğitim harcamalarıdır. Fakat bireyin eğitim
hizmetinden yararlandığı süre içersinde yaptığı tüm harcamaları eğitim harcamaları
olarak ele almak doğru değildir. Örneğin bireyin bu süre içinde giyim, beslenme
ve benzeri şeyler için yaptığı harcamalar eğitim harcamaları değildir. Eğitimle ilgili
yapılan kurumsal harcamalar ise, eğitim hizmetinin üretimiyle ilgili harcamalardır.
Bunların çok büyük oranını kamu harcamaları oluşturur (Ünal 1996).
Eğitim alanına yapılan kamusal harcamaların miktarı, çeşitli kademelerde
okula devam etme çağındaki genç insanların sayısına ve bunların eğitim
kurumlarına devam oranına bağlıdır. Bugün hemen hemen bütün ülkelerde, söz
konusu ülkenin gelir seviyesine oranla, eğitim için çok önemli miktarda harcama
yapılmakta ve harcamalar devamlı bir artış göstermektedir (Serin 1972).Toplam
eğitim harcamalarının temel belirleyicisi ise, öğretmen ücretlerinin düzeyidir.
Çünkü eğitim emek-yoğun bir üretim sürecidir. Woodhall (1987)’ında belirttiği gibi
azgelişmiş ülkelerin bazılarında ilkokul ve ortaöğretimde ücretlerin harcamalar
içindeki oranı %90’dan fazladır ve bu nedenle de öğretmen-öğrenci oranı ile
öğretmen niteliklerinin düzeyi eğitim maliyetlerinin önemli bir belirleyicisidir (Ünal
1996).
Eğitim harcamalarının bir özelliği de eğitim harcamalarının niteliğidir.
Eğitim harcamalarını da, insan ihtiyaçlarını tatmin eden niteliği gereğince tüketim
harcaması olarak kabul etmek mümkündür. Çünkü kendi bütçe imkânları içinde
fertler, özel ve kamu kurumları, kendi tercihlerine göre ellerindeki imkânları en
yüksek tatmini sağlayacak şekilde kullanırlar. Aile, fert veya çocuğu için eğitim
amacıyla harcama yaparken, başka bir mala veya mallara harcama yapmaktan
vazgeçmekte ya da diğer mallara yaptığı harcamalardan kısmaktadır. Bunun nedeni
de böyle bir davranışın sağlayacağı tatminin daha yüksek olmasıdır. Hükümetler
de eğitime bütçelerinden pay ayırırken kaynaklarını en rasyonel şekilde kullanarak
toplumu en yüksek tatmin seviyesine ulaştırmaya çalışmaktadır. Çünkü eğitim
malları diğer bütün tüketim mallarından daha uzun ömürlüdür (Serin 1972).
Eğitim harcamalarının, insan sermayesine bir yatırım olarak görülmesi, bu
yatırımın getiri oranının ölçülmesini de gerektirir. Çünkü bu yatırımlar bireye ve
bütün olarak topluma yarar sağlamaktadır. Eğitilmiş bireylerin artan verimliliğinden
toplumun yarar sağlaması yanında eğitim için yapılan harcamalar da toplumu
etkilemektedir. Maliyetlerine karşılık eğitim, bireylerin dolayısı ile örgütlerin
verimliliklerini arttıran bir faaliyettir(Türkmen 2002; Hoşgörür ve Gezgin 2005).
DEĞERLENDİRME SORULARI
CEVAP ANAHTARI
BÖLÜMÜN HEDEFLERİ
Bu ünitede aşağıdaki hedeflerin davranışlarını kazanacaksınız.
1. Eğitimin teknolojik temelleriyle ilgili kavramlar bilgisi
2. Eğitimin teknolojik temelleriyle ilgili olgular bilgisi
3. Eğitimin teknolojik temelleriyle ilgili ilkeler bilgisi
4. Eğitimin teknolojik temelleriyle ilgili ilkeleri açıklayabilme
5. Eğitimin teknolojik temelleriyle ilgili ilkeleri yeni durumlarda
kullanabilme
ARAŞTIRALIM-DÜŞÜNELİM-TARTIŞALIM
2. Teknoloji eğitim ilişkisini tartışınız.
3. Eğitim teknolojisi ve öğretim teknolojisi kavramlarını açıklayınız.
Giriş
Yirmi birinci yüzyılın en değerli gücü olan bilgi, teknolojik gelişmelerle
birleşince bilişim teknolojilerini oluşturmuş ve bu bilişim teknolojileri yaşamın her
alanına girmiştir (Tuti 2005). İster geri kalmış olsun ister gelişmiş olsun, bilişimin
gücünün farkına varan tüm ülkeler, teknolojik gelişmelere ayak uydurabilmek
için planlar yapmakta, mevcut sistemlerini sorgulamakta ve bilgi toplumunun
temel taşı olan insan gücünü her şeyin önüne çıkarmaktadır. Çünkü artık ülkelerin
zenginlikleri para ile ya da doğal kaynaklarının zenginliği ile değil, bilgi ve insan
kaynaklarının zenginliği ile ölçülmektedir (Bilişim Şurası 2004).
Bilgi ve iletişim teknolojileri toplumun her kesimine yayıldığı ve bir ağ etkisi
yarattığı zaman teknolojinin sağladığı katkı daha hızlı ve daha somut olarak ortaya
çıkmaktadır. Örneğin 1990’lı yılların ikinci yarısından itibaren bilgi ve teknolojinin
iş gücü verimliliği artışı üzerindeki katkısının ABD için %60, Avrupa Birliği için %40
seviyelerinde olduğu tahmin edilmektedir. Türkiye’de ise ağ etkisinin ortaya çıkması
ile bilgi ve iletişim teknolojisinin ekonomiye katkısının önümüzdeki otuz sene
içinde ortalama yüzde 0.6 istihdam artışı ve yüzde 1.4 iş gücü verimliliği artışı ile
yüzde 2 seviyelerinde GSMH büyümesi olarak ortaya çıkacağı tahmin edilmektedir
(DPT 2006).
Öte yandan, bilgi ve iletişim teknolojileri, iletişim hızını artırıp maliyetini
düşürerek, daha hızlı ve ucuz etkileşim sağlayarak, birçok ürünü ve faaliyeti
bölgeselleştirip entegre ağlar sayesinde dağıtımı kolaylaştırarak küreselleşmeyi
mümkün kılmıştır. Ayrıca, doğrudan ve hızlı iletişim bağları kurarak, ekonomik
uzaklıkları azaltmış, iş dünyasının faaliyetlerinin koordinasyonu için gereken
zamandan tasarruf sağlamış, değişim maliyetlerini düşürmüş ve finans pazarlarını
ülkeler ve kıtalar boyutunda 24 saat faal konuma getirmiştir (Odyakmaz 2006).
Şekil 7.1’de de görüldüğü gibi Türkiye’de, son yıllarda kamu bilgi ve iletişim
teknolojisi yatırımlarının hızlı bir şekilde arttığı görülmektedir. 2002 yılında, 2006
yılı fiyatları ile 380,3 milyon YTL olan kamu bilgi ve iletişim teknolojileri yatırım
ödeneği, 2006 yılında 758,3 milyon YTL olmuştur ( DPT 2006).
Öğretim Teknolojisi
Öğretim teknolojisi iki şekilde tanımlanabilir: Yaygın bilinen anlamıyla
öğretim teknolojisi, iletişim devriminin yarattığı, öğretmen, kitap ve yazı tahtası
yanında öğretimsel amaçlar için kullanılabilecek kitle iletişim araçlarıdır. Başka
bir tanımıyla daha etkili bir öğretim sağlamak amacıyla, öğrenme ve iletişim ile
ilgili araştırmalara dayalı, insan ve maddi kaynakları birlikte kullanarak, öğretme
ve öğrenme süreci bütününün belirli özel hedefler açısından sistematik olarak
tasarlanması, değerlendirilmesi ve uygulanmasıdır. Eğitim teknolojisi, eğitimle ilgili
özellikleri kazandırmak üzere yapılan tüm sistemlerin tasarımını ifade ederken,
öğretim teknolojisi derslerin öğretimi ile ilgili sistemlerin tasarlanması, geliştirilmesi,
kullanma, yöntem ve değerlendirmeyi içine alan sistematik bütünü ifade eder (Şahin
Yanpar ve Yıldırım 1999). Öğretim teknolojisinin, eğitimin yöneticisi değil, hizmet
vereni olması gerekir. Yalnızca varolduğu için ya da kurumun ortaya çıkan gösterişli
gelişmeleri izleyemeyeceği endişesi ile kullanılmaması gerekir (Kaya 2005).
Şimdiye kadar yapılan tanımlarda da görüldüğü gibi, her ne kadar öğretim
teknolojisi ve eğitim teknolojisi kavramları birbirinin yerini alacak şekilde de
kullanılsa da, öğretim teknolojilerini eğitim teknolojilerinden farklı düşünmek
ve uygulamak zorunluluğu vardır. Kavram olarak öğretim, öğrenme-öğretme
ortamının içerdiği etkinlikleri tanımlamaktadır. Bunun yanında, eğitim kavramı
ise, öğretimin yanı sıra, yönetim ve rehberlik gibi diğer eğitimsel etkinlikleri de
içermektedir. Dolayısıyla, öğretim teknolojisi, öğrenme-öğretme ortamının en etkili
şekilde düzenlenmesi için gösterilen sistematik ve planlı etkinlikler bütünü olarak
tanımlanabilir(Şahin Yanpar ve Yıldırım 1999) .
Soru:4- Ülkemizde bilgisayar ilk kez hangi yıl ve hangi kurum tarafından
kullanılmıştır?
A) 1983 - Sanayi ve ticaret bakanlığı
B) 1982 – Kültür Bakanlığı
C) 1982 – Dışişleri Bakanlığı
D) 1984 – Milli Eğitim Bakanlığı
E) 1983 – Milli Eğitim Bakanlığı
Soru: 5-Türkiye internet kullanımı ile ilk hangi yılda tanışmıştır?
A) 1990 B) 1991 C) 1992 D) 1993 E) 1994
CEVAP ANAHTARI
1-E,2-C, 3-A, 4-D, 5-D, 6-E,7-D, 8-B, 9-A, 10-C
KAYNAKÇA
Akpınar, B. ve Turan, M. (2003). İlköğretim okullarının bilgisayar ve
donanımları konusunda mevcut durumları ve sorunları. Kıbrıs: Doğu Akdeniz
Üniversitesi 3.Uluslararası Eğitim Teknolojileri Sempozyumu ve Fuarı.
Alkan, C. (1997). Eğitim teknolojisi. (5. Baskı). Ankara: Anı Yayıncılık
(17 Şubat 2004). Türkiye 2. bilişim şurası. Eğitim Grubu: Taslak rapor. 28 Kasım
2006, http://www.bilisimsurası.org.tr
Kaya, Z.(2005). Öğretim teknolojileri ve materyal geliştirme (2. Baskı).
İstanbul: Pegem Yayıncılık.
Koşar, E., Yüksel, S., Özkılıç, R., Avcı, U., Alyaz, Y. ve Çiğdem, H. (2003).
Öğretim teknolojileri ve materyal geliştirme. (2. Baskı). Ankara: Pegem Yayıncılık.
Odabasi, F.(1998). Bilgisayar destekli Eğitim. Y. Hoşcan, (Ed.), Bilgisayar.
Eskişehir: Açikögretim Fakültesi Ilkögretim Ögretmenligi Lisans Tamamlama
Programi.
Özden, Y. (1999). Eğitimde dönüşüm-eğitimde yeni değerler. Ankara: Pegem
A Yayıncılık
Senemoğlu, N. (1997). Gelişim, öğrenme ve öğretim kuramdan uygulamaya.
Ankara: Spot Matbaacılık.
Şahin, Y.T. ve Yıldırım, S. (1999).Öğretim teknolojileri ve materyal geliştirme.
Ankara: Anı Yayıncılık.
Şimşek, N. (2002). Derste eğitim teknolojisinin kullanımı. (2. Baskı).
Ankara: Nobel Yayınları.
Tandoğan, M.(2007). Öğretmen ve teknoloji http://www.aof.edu.tr/kitap/
IOLTP/1265/unite02.pdf
Tuti, S.(2005). Eğitimde bilişim teknolojileri kullanımı performans göstergeleri,
öğrenci görüşleri ve öz-yeterlik algılarının incelenmesi. Yayınlanmamış yüksek lisans
tezi, Hacettepe Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü.
Yalın, H.İ. (2004). Öğretim teknolojileri ve materyal geliştirme. (12. Baskı).
Ankara: Nobel Yayınları.
Arseven, A.(1986). Bilgisayar destekli öğretim. Ankara:TED Birinci Bilgisayar
Eğitim Toplantısı, ss-63-69.
DPT. (2006). Bilgi Toplumu stratejisi. (01.11.2006). www.tubisad.org.tr/
BilgiToplumuStratejisi_28072006.doc.
Bilişim Şurası (2002). Türkiye bilişim şurası. (01.11.2006). Eğitim Grubu:
Okulöncesi Eğitim, İlköğretim ve Ortaöğretim Alt Komisyon Raporu- 8-10 Mayıs.
http://www.bilisimsurası.org.tr/listeler/tbs-egitim/Feb/att-0024/01-tbsraporzhan_
m.doc
Çağıltay, K., Çakıroğlu, J., Çağıltay, N. ve Çakıroğlu, E.(2006). Öğretimde
bilgisayar kullanımına ilişkin öğretmen görüşleri. 1 Kasım 2006, http://www.metu.
edu.tr/kursat/jenk_hu_makale.doc.
Çelik, H. (08.01.2007). Bilişim teknolojileri sınıflarının halka açılması.
10.01.2007, http://www.meb.gov.tr.
Hızal, A.(1989). Bilgisayar eğitimi ve bilgisayar destekli öğretime ilişkin öğretmen
görüşlerinin değerlendirilmesi. Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayınları.
Anonim, (2006a). Internet world stats usage and population statistics.12.12.2006,
http://www.internetworldstats.com.
Karabıyık, İ.Z. (2004). AB Socrates-Arion programı İrlanda eğitim sisteminde
bilgi ve iletişim teknolojileri çalışma ziyareti bireysel raporu. 25 Aralık 2006, http://
www.meb.gov.tr/duyurular/duyurular/DublinZiyareti/ABARION.doc.
Kaya, Z.(2006). Avrupa ülkelerinde yeni bilgi teknolojilerinin ilköğretimde
kullanılması. 1 Aralık 2006, http://www.aof.edu.tr/kitap/IOLTP/1265.
Anonim, (2006). Eğitimde teknoloji devrimi. 6 Aralık 2006, http://www.
microsoft.com/turkiye/mslife/sayi†.
NCES.( 2003). U.S. Department of education, national center for education
statistics. Internet Access in U.S. Public Schools and Classrooms: 1994-2002,
NCES 2004-011, by Anne Kleiner & Laurie Lewis. Project Officer: Bernard Grene.
Washington, DC:
Odyakmaz, N.(2006). Bilgi teknolojileri, küreselleşme ve kalkınma. 1 Aralık,
http://www.foreigntrade.gov.tr/ead/DIDERGI/tem2000/bilgi.htm.
Özden, Y.(1999). Eğitimde dönüşüm-eğitimde yeni değerler. Ankara: PegemA
Yayıncılık.
Rıza, E.T. (2000). Eğitim teknolojisi uygulamaları ve materyal geliştirme. İzmir.
Anadolu Matbaası.
Anonim, (2005). turk.internet.com haber merkezi.(23-09-2005). Her
öğretmene bir bilgisayar kampanyasında rekor. 30.10.2006, turk.internet.com.
Tuti, S.(2005). Eğitimde bilişim teknolojileri kullanımı performans göstergeleri,
öğrenci görüşleri ve öz-yeterlik algılarının incelenmesi. Yayınlanmamış yüksek lisans
tezi, Hacettepe Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü.
Uşun, S.(2003). Eğitim ve öğretimde bilgisayarların yararları ve bilgisayardan
yararlanmada önemli rol oynayan etkenlere ilişkin öğrenci görüşlerinin
değerlendirilmesi. Kastamonu Eğitim Dergisi, 11(2), 367-378.
Üney, T.(29.04.2005). İnternet ve okullar. Hürriyet. 31.10.2006, http://www.
hurriyetkurumsal.com
Wabuyele, L.(2003). Understanding teachers’ and administrators perceptions
and experiences towards computer Use in Kenyan classrooms: A case study of two
schools. A dissertation presented to the faculty of the College of Education of Ohio
University.
MEB, (2007).MEB internet erişim projesi. 10.03.2007, http://www.meb.gov.
tr/ADSL/adsl_index.html
Cotton, K.(1991). Computer-assisted ınstruction. School Improvement
Research Series. Regional Education Laboratory. 01.12.2005, http://www.nwrel.
org/scpd/sirs/5/cu10.html.
Bölüm 8 EĞİTİMİN YÖNETSEL VE
DENETSEL TEMELLERİ
BÖLÜMÜN HEDEFLERİ
Bu bölümü başarıyla tamamlayan öğrenci;
1. Milli Eğitim Bakanlığı’nın görevlerinin ne olduğunu söyler
2. Milli Eğitim Bakanlık teşkilatının kaç bölümden oluştuğunu söyler
3. Bakanlık merkez teşkilatını oluşturan birimlerin görevlerini açıklar
4. Taşra örgütünün oluşturan il ve ilçe Milli Eğitim Müdürlükleri’nin görev
alanlarını sıralar
5. Yurt dışı örgütünün amacını ve görevleri söyler
6. Milli Eğitim Bakanlının bağlı kuruluşlarının görevlerini açıklar
ARAŞTIRALIM-DÜŞÜNELİM-TARTIŞALIM
1. Milli Eğitim sistemimizde ne gibi yapısal sorunlar vardır?
2. Kendinize göre bir örgütlenme modeli oluşturunuz.
Giriş
Yaşamımızın çeşitli dönemlerinde her birimiz bazı örgütlerin üyesi oluruz.
Okullar, spor kulüpleri, dinsel birlikler, silahlı kuvvetler vb. Ait olduğumuz bu örgütler
birbirlerinden çeşitli açılarla farklılık gösterirler. Bazıları formal, bazıları informal
olan bu örgütlerin her ne kadar farklı yönleri olsa da, benzeyen noktaları da vardır.
Bu ortak noktalardan en belirgin olanı her birinin amaçlara sahip olmalarıdır. Her
örgütün kendine göre farklı amaçları ve bu amaçlara ulaşmak adına izledikleri yolları
vardır. Yönetim, örgütlerin bu amaçlarını gerçekleştirmede rol oynar. Yöneticiler
amaçların gerçekleşmesine yardım ederler (Stoner 1978). Nerede ve ne zaman
olursa olsun bir grup oluşur ve ortak amaçlar edinilirse orada yönetim gerekli hale
gelir (Sisk 1977). Çünkü yönetim, başkalarıyla beraber örgütsel amaçları başarmak
için birlikte çalışılan bir süreçtir (Kreitner 1989). Yönetim, örgütün insan ve madde
kaynaklarıyla verimli bir şekilde çalışarak, amaçlanan örgütsel hedeflere ulaşmanın
bilimsel sanatıdır. O nedenle yönetim, her türlü örgütte olmazsa olmaz bir süreçtir.
Yönetim, amaçların etkili ve verimli bir biçimde gerçekleştirilmesi amacıyla
bir insan grubunda işbirliği ve koordinasyon sağlamaya yönelik faaliyetlerin
tümünü ifade eder (Tosun 1998). Diğer bir tanım yönetimi, “örgüt amaçlarının etkili
ve verimli olarak gerçekleştirilmesi amacıyla, planlama, örgütleme, koordinasyon
ve denetim fonksiyonlarına ilişkin, kavram, ilke, kuram, model ve tekniklerin
sistematik ve bilinçli bir biçimde uygulanmasıyla ilgili faaliyetlerin tümü” olarak
tanımlamaktadır (Baransel 1979).
Eğitim yönetimi, eğitim örgütlerini saptanan amaçlara ulaştırmak üzere
insan ve madde kaynaklarını sağlayarak ve etkili biçimde kullanarak, belirlenen
politikaları ve alınan kararları uygulamaktır. Eğitim yöneticileri örgütlerini Türk Milli
Eğitiminin genel amaçları ve temel ilkeleri ile örgütün özel amaçları çerçevesinde
yönetmekten sorumludur (Taymaz 2000). Okul yönetimi ise, eğitim yönetiminin
sınırlı bir alan olarak okula uygulanmasıdır. Okul yönetimi, aynı zamanda eğitim
yönetiminin özelliklerini de yansıtır ((Balcı ve Pehlivan Aydın, 2001).
Yönetim bir süreçtir. Süreç, bir zaman dilimi içinde bir durumdan başka bir
duruma geçmeyi, amaçlara doğru giden bir oluşumu anlatır (Başaran 1983). Vetire,
süreç, proses gibi terimlerle sözlendirilen bu kavramlar, bir çok yazarlar tarafından
çeşitli yollarla sıralanmıştır. Gerçekte bunların çoğu değişik terimleri fakat aynı
özellikleri kapsamaktadır. Klasik sayılabilecek ilk yönetim süreçlerinin sıralanması
Fayol tarafından yapılmış ve yönetim sürecinin öğeleri planlama, örgütleme,
yöneltme, koordinasyon ve kontrol olarak gösterilmiştir. Bundan sonra yönetim
süreçleri, POSDCORB denilen bir formül içinde planlama, örgütleme, kadrolama,
yöneltme, koordinasyon, raporlama ve bütçeleme olarak toplanmıştır. Zamanla
eğitim yönetimi alanındaki yazarlar da eğitimde yönetim süreçlerini inceleyip
birbirine çok yakın ve az farklı bazı öğeler ileri sürmüşlerdir (Bursalıoğlu 1991).
Genel kabule göre yönetim süreçleri karar verme, planlama, örgütleme, iletişim, etki,
koordinasyon ve değerlendirme olarak ele alınmıştır.
Karar Verme
Karar süreci, örgütte değişiklik yapmak, bir çatışmayı önlemek, örgüt
üyelerini etkilemek amaçlarıyla kullanılır. Karar, yönetimin kalbi ve diğer süreçlerin
eksenidir. Örgütün yaşaması alınan kararların doğruluğuna bağlıdır (Bursalıoğlu
1991). Çünkü karar verme, bir durum karşısında çeşitli seçeneklerden en doğru
olarak kabul edilen birini seçmek demektir. Bu açıdan yöneticilerin kişiliği karar
vermede önemlidir. Diğer bir etkende yöneticilerin değer yargılarıdır. Örgütün
yapısı, sahip olduğu kaynaklar ve karar verenin yaratılışı, çevrenin durumu, diğer
örgütlerle ilişkiler karar vermeyi etkileyen etkenlerdir (Binbaşıoğlu 1988).
Karar verme gereksinimi tüm örgütlerde vardır. Tüm yöneticiler, hatta tüm
örgüt üyeleri örgütsel nitelikli karar verme durumundadır. Karar vermeyi gerektiren
sorunla ilgili bilgi hazır olmadıkça ussal bir karar verilemez (Aydın 1994). Karar
verilirken şu aşamalar izlenmektedir (Bursalıoğlu 1991):
• Problemin anlaşılması,
• Probleme ilişkin bilgi toplanması,
• Bilginin çözümlenmesi ve yorumu,
• Seçeneklerin değerlendirilmesi,
• En iyi seçeneğin bulunması,
• Uygulama,
• Değerlendirme.
Planlama
Planlama, bir örgütün amaçlarını gerçekleştirebilmesi için gereken
girdilerin sağlanma ve kullanma yollarının kararlaştırılması sürecidir (Başaran
1994). Yönetimde planlama, örgütün amacını gerçekleştirebilmek için yapılması
gereken işleri ve bütün kaynakları sıraya koyma ve uygulanacak yöntemleri, genel
çizgileriyle belirtme işlemidir (Binbaşıoğlu 1988). Planlama sürecinde yanıtlanması
gereken iki temel soru vardır. Bunlar:1-Gerçekleştirilmesi ya da başarılması gereken
nedir? 2-Nasıl gerçekleştirilecektir? sorularıdır. Planlama bir anlamda bu soruların
yanıtlanmasıdır. Bu iki sorunun içinde bir dizi alt sorular bulunmaktadır. Ne zaman
yapılacaktır? Ne kadar sürede yapılacaktır? Kim tarafından yapılacaktır? Nasıl
yapılacaktır? Gerekli kaynaklar nereden sağlanacaktır? soruları planlama sürecinde
dikkate alınması ve yanıtlanması gereken sorulardır (Aydın 1994).
Planlama sürecinde iletişimin büyük önemi vardır. Plan için toplanan bilgiler
ne denli sınırlı bir çevre içinde tutulursa, planlama da o denli kısır bir döngü içinde
kalır. Çok yönlü bir iletişim personelin planlamaya katılmasında önemli bir araçtır
(Başaran 1994). Verilen kararlar ve hazırlanan planlar tarafından etkilenen kişilerin
bu süreçlere katılmaları, benimsenmiş bir demokrasi ilkesidir. Planlamaya katılma
yolu ile örgüt üyeleri, oluşan programları anlama ve benimseme ile kalmayacak,
bireysel yeterlikte gelişme sağlanacaktır (Aydın 1994). Ayrıca planlama sürecinde,
planın uygulanmasını sağlayacak olan yetke, sorumluluk göçeriminde düzenlenmesi
gerekmektedir. Planda hangi eylemin kim tarafından gerçekleştirileceği belirtilirken
bu eylemin yapılabilmesi için gereken yetke ve sorumluluğun verilmesi gerekir
(Başaran 1994).
Planlama, yönetim sürecinin karardan sonra, fakat iletişim ve koordinasyon
gibi diğer aşamalardan önce gelir. Bu yüzden okul yöneticisinin aldığı her
kararı bir planlama eylemi izlemelidir. Bu eylemde bulunmadan diğer süreçleri
gerçekleştirmek, hem olanaklı hem de doğru olmaz. Ayrıca planlama, programlama
çalışmalarının temelidir. Böylece, bir okul yöneticisi okulun eğitim ve öğretim
çalışmalarını, bunların uygulanmasından çok önce bir plana bağlamak zorundadır.
Bu açıdan her plan ve sonuçları örgüt amaçlarının gerçekleşmesine olumlu katkıda
bulunması gerekir. Planlama her yöneticinin görevidir, bu görevi olmayan kimsenin
yöneticiliği tartışmaya açıktır. Planlama girişilen yüklenmelerin gerçekleşmesini
kestirebilecek kadar uzun bir zaman sürecini kapsamalıdır ve planlar kontrol
edilemeyen çevre değişkenlerine uydurulabilecek kadar esnek olmalıdır (Bursalıoğlu
1991). Okul yöneticisi, planın uygulanabilmesi için gerekli olan yetkiyi öğretim
elemanlarına vermesi gerekir. Çünkü planların uygulanması öğretim elemanları
ile olmaktadır. Bu açıdan planlama etkinliğinde öğretim elemanlarının işbirliğine
dikkat edilmelidir.
Örgütleme
Her örgüt, belirlenmiş amaçlarını gerçekleştirmek ister. Bu açıdan
yöneticilerin, örgütte bulunan insan ve madde kaynaklarını, örgütsel amaçlar
doğrultusunda düzenlemeleri gerekir. Örgütün yapısı amaçların gerçekleşmesine
uygun olmalıdır. Bir örgütte kurulacak işlevsel yapı, amaçlara uygun olduğu kadar,
içinde bulunduğu çevreye, amaçları bizzat gerçekleştirecek olan işgörene, işgörenler
arası iletişimi ve ilişkileri artırmaya yönelik olmak zorundadır. Örgütte yönetim
basamağının olabildiğince az basamaklı olması gerekir. Bu, yönetime katılım ve
kişiler arası ilişkileri artırmada önemli bir etkendir. Örgütleme girişiminde örgütün
amaçları kadar personelin durumu da (yetenek, ihtiyaç) göz önünde bulundurulması
gerekir. Bir örgüt yapısını kurabilmek için örgütteki basamakların bunların yetki ve
sorumluluk derecelerinin ve bunların aralarındaki ilişkilerin belirtilmesi gerekir.
Ayrıca yapının informal yanını oluşturan kişiler arası ilişkilerin ahenkleştirilmesi
zorunludur (Bursalıoğlu 1991). Örgütleme girişiminde görev, yetki ve sorumluluklar
belirlendikten sonra buna uygun personelin atanması gerekir. Aşağıda belli başlı
örgütleme türleri hakkında bilgi verilmiştir (Başaran 1989) .
• Sistem Yaklaşımı: Bu yaklaşıma göre, her örgütün birimleri birer alt sistem
olarak kurulmalıdır. Örgütün asıl işi amaçlarını gerçekleştirmektir.
• Amaçsal Örgütleme: Örgütün üreteceği ürününün türüne göre
örgütlemedir.
• İşlevsel Örgütleme: Bu örgütlemede örgütün yapısı, yönetimin
gerçekleştireceği işlevlere göre kurulmuştur. İşlevsel örgütlemede üretim
birimi, yalnız üretim süreciyle uğraşır. Örgütün genel işlevleri, alış-veriş
işlevleri, işgören hizmetleri, bütçeleme işlevi gibi diğer işlevleri ayrı
birimlerce yapılır.
• Süreçsel Örgütleme: Süreçsel örgütlemede üretim biriminin işlerini
kolaylaştırmak amacıyla yönetim süreçlerinin her biri için ayrı bir birim
kurulmaktadır. Yönetimin gerçekleştireceği planlama, örgütleme,
iletişim, denetim gibi süreçlerin her birini, bu adlarla adlandırılan birimler
üstlenmektedir.
• Destekli Amaçsal Örgütleme: Örgütleme amaçsal olmakla birlikte üretim
birimine yardımcı olacak başka birimler de kurulmaktadır. Destekli
amaçsal örgütlemede, üretimi desteklemek üzere bütçe yönetimini,
genel hizmetler yönetimini, işgören hizmetler yönetimini yapacak işlevsel
birimler kurulmaktadır.
• Bölgesel Örgütleme: Bazı örgütleri, ürününü pazarladığı bölgelere ya da
müşterilerine göre örgütlemek gerekir. Bu tür örgütleme, daha çok ticaret
ve aracı örgütlerde görülür. Bu örgütlerin temel işi, üretim değil, ürününü
alıcılara ulaştırmaktır.
• Proje Örgütleme: Bir örgütte günlük işlerin dışında, belli bir sürede
gerçekleştirilmesi gereken önemli işler için genellikle bir proje
oluşturulması gerekir. Bu proje için, örgütün yapısında ayrı, ama çatısının
altında bir yapı oluşturulur. Bu yapıya proje örgütü denilir. Bu örgütler
geçici bir süre için kurulur. Proje bittiğinde proje örgütü de ortadan
kalkar.
• Göze Örgütleme: Göze örgüt, proje örgüt ile işlevsel örgüt yapısının bir
bireşimidir. Göze örgütleme yaklaşımı, büyüyen örgütlerin giderek katı
bir sıradizinsel bir yapıya düşmelerine ve hantallaşmasına çözüm için
ortaya çıkmıştır.
• Dikey Örgütleme: Yönetme yetkisi, örgütün tepesinde toplanır ve
tepeden aşağı doğru aktarılır. Her ast, bir üst düzeydeki yöneticiye karşı
sorumludur.
• Yatay Örgütleme: Bu örgütlemede emirler hiyerarşik bir sıra izlememektedir.
Önemli olan görevin etkili biçimde yapılmasıdır. Yönetme yetkisi en üst
yöneticide olmasına rağmen, bu yönetici aşağı katmanlardaki yöneticileri
yetkilendirmiştir. Türkiye’de örgütler, kendileri için hazırlanmış özel
yönetmeliklerle örgütlenirler. Ayrıca iç hizmet yönetmeliğinde de
okuldaki yönetmen ve öbür eğitim işgörenlerinin görevlerine ilişkin
maddeler vardır.
İletişim
İletişim, insanların birbirine anlam gönderme ve birbirini yanıtlama çabalarını
içeren bir etkileşim sürecidir. İnsanların olduğu her yerde iletişim kaçınılmaz
olmuştur. Örgütler amaçlarını yine iletişimle sağladıkları bilgi ile gerçekleştirirler.
Örgütteki bozulmalar, yıpranmalar gibi olumsuz durumlar yine iletişimle
çözülür. Örgütün karar vermesinde, planlama yapmasında, örgütlenmesinde,
koordinasyonun sağlanmasında ve denetiminde iletişim kendini gösterir. Her çeşit
örgütte olduğu gibi okulda da iletişim iki türlüdür. İlki, yönetim basamağında olan,
ast-üst ilişkisini oluşturan formal iletişimdir. Diğeri de işgörenlerin kendi aralarında
oluşturduğu informal (doğal) iletişimdir. Formal ve İnformal iletişim bireylerarası
bilgi taşıdığı gibi dış çevreden de girdi sağlar. Emirleri astlara, yakınma ve dilekleri
üste taşır. Sonuç hakkında bilgi verir ve kararın oluşmasında etki yapar. Kişilerarası
ilişkilerin artması örgütün verimini artırır. Okuldaki müdür, sınıftaki öğretmen
olumlu bir iletişimin oluşmasında ve sürdürülmesinde önemli bir yere sahiptir.
Okuldaki yönetici iletişimi başlatır, güçlendirir ve sonuçlandırır. Ayrıca okula gelen
iletileri seçer (Başaran 1994).
Okulda olumlu bir iklimin oluşmasında yöneticiye büyük görev düşmektedir.
Yönetici, bürosunda oturmakla olumlu bir iklim oluşturamaz. Yönetici, okulda
bulunan öğretmenler arasındaki etkileşimi iletişimle sağlayabilir. Bir okulda kurulan
iyi bir iletişim sistemi, okul demokrasisini güçlendirir. Başka bir ifadeyle, okulda
iletişim demokrasi anlayışıyla mümkündür. Bu durum kararlara katılımı gerektirir.
Okul yöneticisinin personeliyle etkileşime girmesi okulun iklimini etkiler ve karar
süreci için olanak sağlar. Okul personelinin birikimleri, karşılıklı etkileşimleri zamanla
okulda, o okula özgü bir kültürün gelişmesine neden olmaktadır. İnformal iletişimle
oluşan bu süreçte insanlar birbiriyle düşünce, duygu, tutum ve görüş değiş-tokuşu
yapabilirler (Can 1994). Bu, okul personelinin işten aldığı hazzı artırır, kendine olan
güveni sağlar ve sürdürür.
Okulda iletişimin önemi hayli büyüktür. Çünkü öğretim iletişime dayanır.
Öğrenci ile öğretmen, iletişim ağı içinde, iletişim araç ve gereçlerini kullanarak
öğrenme ortamını yani öğrenmeyi gerçekleştirir (Can 1994). Okul yönetiminde
iletişim a) örgütün amacı ile yönetimsel uygulamaların sonucu arasındaki bir
durumu karşılaştırmak, b) yöneticinin doğru karar vermesini sağlamak c) örgütün
gelecekle ilgili plan ve programlarını hazırlamak d) örgütü denetleyecek amaca
kısa yoldan varabilmek için gereklidir. İletişim okulda görev yapan işgörenler
açısından ise a) yaptığı işten haz duyması b) işinde başarılı ve üretken olabilmesi
c) insan ilişkilerinin sağlanmasında ve olumlu bir havanın oluşması için gereklidir
(Binbaşıoğlu 1988).
Etki
Yönetici, okulu amaçlarına ulaştırmayı sağlayan yetkiyi elinde bulundurur.
Yöneticinin temel işlevi, örgütün işgörenlerine belli emirler verme değil, onların
yaratıcılıklarını en üst düzeye çıkarmalarına yardım etmektir. Örgüt üyelerinin
davranışlarını yönlendirmede ve eşgüdümlemede başarılı bir yönetici çeşitli
etkileme yolları kullanır (Aydın 1994). Fakat etkileme sürecinde tek taraflı bir
değişme söz konusu değildir. Ancak taraflardan birinin üzerinde daha fazla etkiye
sahip olması beklenir. Bu taraf, örgütlerde yöneticidir. Yöneticinin işgörenleri
etkilemesi a) formal b) informal c) amaçlı d) kendiliğinden olmaktadır. (Erçetin
1995). Yöneticilerin örgüt amaçlarının gerçekleştirilmesinde informal etkileme
yolunu kullanmaları gerekir. Zaten yönetimsel liderliğin ölçütü, örgüt üyelerinin
örgütün amaçlarının gerçekleştirilmesinde düzenli ortak çabaya katkıda bulunacak
biçimde etkilemeleri derecesidir. Bu konuda şu noktalara dikkat edilmelidir (Aydın
1994):
• Örgüt üyeleri açısından çekici örgüt amaçlarının saptanması,
• İlgili personelinin tümünün kişiliklerinin ve liderlik becerilerinin
vurgulanması,
• Örgütle olan ilişkilerde doyumla sonuçlanan bireysel deneyimlerinin
sağlanması,
• Gerekli enformasyonun kullanabilecek herkese sağlanması,
• Örgüte bağlılığın geliştirilmesi,
• Yararlı öneri ve öğütlerin verilmesi,
• Bireylerin gelişimlerinin sağlanması,
• Yönetici ve diğer statü liderlerine verilmiş yetkilerin kullanılmasıdır.
Yukarıda belirtilenler yöneticiler tarafından işgörenleri etkilemede
kullanılmaktadır. Aşırı derecede merkezci olan eğitim örgütlerinde etki, pek dikkate
alınmamaktadır ve yönetim süreçlerinin sadece formal yetkiye dayanan emirler
ile yürütüleceği varsayılır. Bu yanlış varsayım yüzünden de karar sürecine katılma
savsaklanır. Etkinin hedefi karar sürecidir ve iki yolla sağlanır: a) dış etki yolları;
yetki, enformasyon ve hizmet içi eğitimdir. Yetki aktarımı ve mevcut duruma uyum
sağlayabilmek için düzenlenen hizmet içi eğitim etkinlikleri işgörenleri etkiler. b) İç
etki yolları; bireysel gereksemelerin karşılanması, örgütün benimsenmesi ve karar
sürecine katılma olanağıdır (Bursalıoğlu,1991).
Koordinasyon
Koordinasyon, örgütteki madde ve insan kaynaklarının birleştirilmesi, bilgi
ve becerilerinin uzlaştırılması ve bu yollarla örgüt amaçlarının gerçekleştirilmesi için
yapılan eylemleri kapsar (Bursalıoğlu 1991). Örgütlerin en önemli girdisi insandır.
Yönetici, örgütsel amaçların gerçekleştirilmesi için işgörenlerin çabalarını yeterli
düzeyde koordine etmek zorundadır. Yönetici, insan gücünün çalıştırılmasından,
birbirine uyumlu kılınmasından sorumludur.
Makine, araç gibi insan gücünün dışındaki güçleri koordine etmek,
işgörenleri bunlarla ve birbiriyle koordine etmekten daha kolaydır. Örgütte
bulunan mevcut teknolojinin yeterli biçimde kullanılması gerekir. Bu durum örgüte
giren insan dışı güçlerin koordinasyonunu yeterli düzeye ulaştırabilir. İşgörenler
arası koordinasyonu sağlamak, onları işlerine sarmak, edimlerini istenen düzeye
çıkartmak oldukça zordur (Başaran 1994). Fakat, örgütte koordinasyon yetersizliği,
para, enerji ve zaman kaybına yol açar (Kaya 1993). Çünkü koordinasyon, belli
bir amacı gerçekleştirme doğrultusunda eldeki insan ve madde kaynaklarının
katkılarını bütünleştirme sürecidir (Aydın 1994).
Örgütlerde sağlam bir koordinasyon, yöneticiye bağlıdır. Bursalıoğlu
(1991) bir eğitim örgütünde koordinasyonu sağlamaya yarayacak koşulları şöyle
sıralamıştır.
• Görevsel bir yönetim yapısı,
• Görevleri ve ilişkileri açıkça belirten bir örgüt şeması,
• Yazılı politika ve tüzükler,
• Etkili bir iletişim sistemi,
• Koordinasyon biçimi ve uzman personel,
• Yazılı plan ve programlar,
• Yetkinin kendi kavram ve ilkeleri içinde kullanılması,
• Düzenli raporlar ve kayıtlardır.
Koordinasyon üç evrede düşünülebilir. Birinci evrede grubun tüm üyeleri için
ortak bir davranış planı oluşturulur. İkinci evrede planın tümü ya da ilgili kısımlarının
ilgili bireyler tarafından anlaşılması sağlanır. Üçüncü evrede de her birey plana
uygun olarak davranmaya isteklendirilmektedir. Karar verme, planlama ve iletişim
koordinasyonun ilk iki evresi için gereklidir (Aydın 1994).Bir örgütte koordinasyonu
sağlamanın çeşitli yolları vardır. Örgütlerde koordinasyon yatay biçimde (okullarda
düzenlenen öğretmenler kurulu) sağlandığı gibi, dikey biçimde de (bir yöneticinin
daha alt basamaklarda çalışanları bir arada toplaması) sağlanabilir (Binbaşıoğlu
1988).
Yine örgütlenme yoluyla koordinasyon sağlanabilir. Örgütlerde belli işlerden
sorumlu olan birimler, bir kişinin yönetimine verilir. Yukarıdan aşağı inildikçe yeni
alt birimler ve buna paralel olarak yeni yöneticiler oluşur. Üst düzey yönetici,
bu birimler arasındaki ilişkileri sağlar. Ayrıca örgütte işgörenler için uygun bir
amaç geliştirir. Herkesin bilgi ve becerisini bu amaca yönelterek koordinasyonu
gerçekleştirir (Kaya 1993).Bunların dışında gözdağı, ödül, ceza, borçlandırma,
rekabeti sağlama, işe sarma, işi çekici kılma ve takım kurma yolları ile koordinasyon
sağlanabilmektedir. (Başaran 1994)
Koordinasyonun sağlanmasında ve sürdürülmesinde önemli bir araç,
denetimdir. Denetim, örgüt koordinasyonundaki hataların yerinde ve zamanında
düzeltilmesi demektir. Bu durum bir örgüt için yaşamsal bir önem arzetmektedir.
Koordinasyonu yetersiz ve sağlıksız olan örgütlerde, örgütsel iklim can sıkıcıdır.
Bireyler işlerinden haz duymazlar. Bireyler tüm yeteneklerini kullanamadıkları gibi
mevcut yeteneğini kaybetme tehlikesi ile karşılaşırlar. Örgütün verimi azalır. Etkili
yöneticiler, uygun bir örgüt yapısı kurma, yetenekli astları seçme ve eğitme, etkili
bir denetim uygulama, astların uygulayabileceği bütünleşmiş plan ve programlar
hazırlama ve gerekli açıklamayı yapma görevlerini yerine getirirler (Aydın, 1994).
Tüm bu düzeni kuran ve işleten yöneticiler, hem astlarının maddi ve tinsel
gereksinimlerini karşılamış olacak, hem de amaçlarına ulaşmış olacaklardır.
Değerlendirme
Değerlendirme, gerçekleştirilmesi gereken amaçların, etkili biçimde
gerçekleştirilmesini sağlamak ya da belirlenen hedefleri gerçekleştirebilme
derecesini saptamaktır (Aydın 1994). Her kurumun bir amacı vardır. Kurumlar
amaçlarını programlar dahilinde gerçekleştirirler. Bu açıdan kurum yöneticisinin
sorumluluğundan en önemlisi, değerlendirme etkinliğine liderlik yapmasıdır.
Bundan dolayı, yöneticinin veya değerlendirme durumunda olan bireylerin
tarafsız olması beklenir. Değerlendirmenin tarafsız olabilmesi için değerlendirme
ölçüsünün uygulamaya girilmeden önce hazırlanması gerekir (Bursalıoğlu 1991).
Değerlendirme yoluyla girişimin güçlü yanları saptanır ve vurgulanır. Yetersizlikler
belirlenir, sonra da azaltılır ya da giderilir. Değerlendirme sürecinin etkili kullanımı,
benimsenmiş amaçların gerçekleştirilmesinde örgüt planlarının ve prosedürlerin
birey ve grup çabalarını sürekli geliştirilmeleri ile sonuçlandırılır (Aydın 1994).
Değerlendirmenin en stratejik sorunları, örgüt amaçlarının ne derece açık ve işlek
olduğu, üyelerin bu amaçlara ne kadar bağlı bulunduğudur. Değerlendirmenin
formal ölçüleri yeterlik ve kıdem, informal ölçüleri ise üstlerle fikir birliği ve
meslektaşları ile iyi geçinmedir (Bursalıoğlu 1991).
Eğitimde değerlendirme yollarından biri de teftiştir. Teftiş, kamu yararı adına
davranışı kontrol yöntemi olarak tanımlanabilir (Bursalıoğlu 1991). Ayrıca, yönetim
sürecinde yapılan işlerin örgüt ve yönetim ilkeleri ile eğitim ve öğretim ilkelerine,
yasa ve tüzüklere göre yapılıp yapılmadığını anlamak, araştırmak amacıyla yapılan
her türlü etkinlik de teftiş kavramı içinde yer alır (Binbaşıoğlu 1988). Örgütlerde
yönetim sürecinin kusursuz işlemesi ve yönetimin örgütsel amaçlardan sapmaması
için teftişe gereklilik vardır. Yönetim sürecinin kusursuz oluşması yönetimin her
eylem ve işlemlerine ilişkin dönütlerin anında toplanması ile olanaklıdır. Yönetimin
örgütsel amaçlarından sapmasını önleme ise örgütün ürününün niteliğine ve
niceliğine ilişkin dönütlerin gerektiğinde elde edilmesine bağlıdır. Bu yüzden teftiş
süreci olmadan yönetimin iyi çalışacağını söylemek olanaksızdır (Başaran 1989).
Kurumlarda teftiş hizmeti müfettişler tarafından yerine getirilir. Müfettişler,
örgütün amacına ulaşabilmesi için sahip olduğu ve yararlanabileceği kaynakları en
iyi biçimde kullanıp kullanmadığını denetler. Ayrıca örgütte yapılan etkinliklerin
örgütsel amaçlara uygun biçimde yapılmasını da denetler. Gözlem ve incelemeler
sonucu gereken yaptırım ve işlemler usulüne uygun olarak yerine getirilir. Teftiş
örgüt açısından zorunludur. Örgütün kendi varlığını sürdürmeye kararlı oluşunun
doğal bir sonucudur. Her örgüt varoluş nedeni olan amaçlarını gerçekleştirme
durumunu sürekli olarak izlemek ve bilgi edinmek zorundadır. Bu da örgütün
girdilerinin, sürecinin ve çıktılarının planlı ve sürekli biçimde kontrol edilmesi ve
değerlendirilmesi ile olanaklıdır. Bu olgu sürekli bir izleme, inceleme, değerlendirme
ve geliştirme etkinliğini kapsayan teftişin önem ve zorunluluğunu göstermektedir
(Aydın 1994).
Karagözoğlu’na göre (1972) okullarda yapılan teftişin kapsamına şunlar
girmektedir:
• Eğitim ve öğretim etkinliklerinden neler beklenildiğini saptamak ve
açıklamak,
• Çeşitli disiplinlerde öğretim metotlarını geliştirmek ve bu konuda
öğretmenlere yardımcı olmak,
• Başarıyı etkileyen faktörleri saptamak, çeşitli değerlendirme yöntemleri
kullanmak,
• Öğrenci başarısının bilimsel yöntemlerle ölçülmesi ve değerlendirilmesinde
rehberlik yapmak,
• Mesleki yayınları izlemek, öğretmen ve yöneticilere meslekleri ile ilgili
yayınları tanıtma,
• Öğretim etkinliğini artırmak üzere eğitim teknolojisinden yararlanma,
olanak ve yöntemlerini açıklama,
• Yasa dışı davranışları incelemek gerektiğinde ilgililer hakkında soruşturma
açmak,
• Okul-çevre ilişkileri, disiplin kurulu, öğretmenler kurulu toplantılarının
kararlarını incelemektir.
B) Taşra Örgütü
Bakanlığın taşra teşkilatı ana hizmet birimlerine bağlı olan İl Milli Eğitim
Müdürlükleri (81 il) ve bunlara bağlı İlçe Milli Eğitim Müdürlüklerinden (924 ilçe)
meydana gelir. İlçe Milli Eğitim Müdürlükleri yürüttükleri çalışmalarda İl Milli Eğitim
Müdürlükleri’ne, onlar da ana hizmet birimlerine karşı sorumludurlar.
C) Yurtdışı Örgütü
Bakanlığın yurtdışı teşkilatı, bakanlığın kararı doğrultusunda yabancı
ülkelerde oluşturulan “Eğitim Ateşelikleri” ve “Eğitim Müşavirlikleri”nden meydana
gelir.
D) Bağlı Kuruluşlar
Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı kuruluşlar Milli Eğitim Akademisi ve
Yükseköğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumu Genel Müdürlüğüdür.
A) Okul Çalışanları
1. Müdür; Müdürler okulların idari işlerini yürüten en yetkili kişilerdir.
Okul müdürü eğitim-öğretim faaliyetlerinin belirlenmiş esaslara uygun biçimde
yürütülmesinden sorumludur. Bunun yanında personelin çalışmalarının denetimi,
öğrencilere ait işler, okulun yapım, onarım ve bakım işleri; ilgili makamlarla okul
adına yürütülecek çalışmaların takibi ve üst makamlarla yürütülmesi gereken iletişim
faaliyetleri de müdürün görevleri arasındadır. Bağımsız müdürlüğü bulunmayan
ilköğretim okullarında sınıf öğretmenlerinden biri, müdür yetkili öğretmen olarak
görevlendirilir. Müdür yetkili öğretmen, müdürün görev, yetki ve sorumluluklarını
üstlenir. Bunun yanısıra yöneticinin sorumluluklarını şöyle sıralayabiliriz (Werner
1993):
• Yönetici örgütün işlerini planlar.
• Yönetici, örgütün insangücünü ve kaynaklarını hedeflere en büyük
verimlilik ve en düşük kayıpla ulaşılacak şekilde örgütler.
• Yönetici, günlük işlerin yanında, örgütün insan kaynaklarının gelişmesini
güvence altına alır.
• Yönetici, yetki dağıtarak, gerekli işlevleri belirleyerek, özel görevlere kadro
atayarak, kilit insanlara yaratıcılık için özerklik tanıyarak, kabul edilebilir
çıktılar için ölçütler saptayarak ve sonuçları bu ölçütlerle karşılaştırıp
hesap sorarak yönetir.
• Yönetici bir bütün olarak iş görebilmeleri için birey ve grupların çalışmasını
koordine eder.
• Yönetici, işbirliği ve karşılıklı dayanışma atmosferi yaratarak, örgütsel
hedeflere ulaşmak için insanların kendisiyle ve birbiriyle işbirliği yapmasını
sağlar.
• Yönetici, düzeltme girişimleri için gerekli geçerli verileri kendisine mümkün
olduğu kadar erken sunacak ve performansı politika ya da iyilikseverlikten
çok adalet temelinde ödüllendirmesini ya da cezalandırmasını sağlayacak
bir geri besleme sistemi oluşturarak kendine bağlı insanların çabalarını
denetler.
• Yönetici, insanların çalışmasını biçimsel ve biçimsel olmayan tarzda
gözden geçirir ve değerlendirir.
• Yönetici, insanları, yapılması gereken şeyleri istekli olarak yapacakları
ve tersi durumda sıradan bir kalitede yapılacak şeylerin en iyi kalitede
yapılacağı şekilde yönlendirir.
• Yönetici, sahip olduğu başlıca dört kaynağı-zaman, bilgi, yetenek ve
davranış- kendisi ve örgütüne yarar sağlayacak şekilde kullanır.
Yöneticinin görevi, öncelikle yapılması gerekeni saptamak, sonra da herhangi
bir tarzda bunun yapılmasını sağlamaktır. Yöneticinin sorumluluğu genel hedeflere
ulaşmak için gerekli örgüt girdilerinin temin edilmesini sağlamak ve örgütün
bütününün çalışmasını iyileştirmek için bu girdilerle diğer girdileri koordine
etmektir. Bütün bunların ötesinde yönetici bir değişim etmenidir; performansı
artıran ve personelin gelişmesini destekleyen yenilikler getirir (Werner 1993).
Yönetim alanyazınında, yönetici dışında kullanılan kavramlardan biri de
lider/liderlik kavramıdır. Lider, örgütsel yol göstericilere mekanik olarak uymanın
üstünde ve ötesinde bir etkileme gücüne sahip olan kişidir. Bu anlamda liderlik,
bir örgütün amaçlarını gerçekleştirme ya da bu amaçları değiştirmek için yeni bir
yapı ve prosedür başlatma olarak tanımlanabilir. Buna göre bir yönetici, yönettiği
personelin düşüncelerini, duygularını, değer yargılarını, inançlarını ve davranışlarını
etkilemede ve yönlendirmede, alışılmış uygulamaları ve belli otorite kaynaklarını
aşabilmişse liderlik özelliğini sergilemiş olur (Erdoğan 2000). Bir başka ifadeyle
lider, örgütsel amaçları başarmada etkileme gücüne sahip olan kişidir. Liderler
sahip oldukları gücü kullandıklarında insanları etkileyebilirler. Bahsedilen bu güç
başkalarının davranışlarını etkileme gücüdür ve bireylerin veya grupların sahip
olmadığı ama ihtiyaç duyduğu kaynakların elde edilmesiyle kazanılır (Elkins 1980).
Bu gücün aşağıdaki altı kaynağa bağlı olduğu belirtilir (Bartol ve Martin 1991):
• Yasal Güç: Liderin gücü hiyerarşik konumundan kaynaklanır. Bulunduğu
statü ona gücünü verir.
• Ödül Gücü: Liderin gücü kontrol etme ve değerli ödüller sağlama
kapasitesine dayanır.
• Cezalandırıcı Güç: Arzu edilen davranışlara uyulmadığında cezalandırabilme
yetisinden kaynaklanır.
• Uzman Güç: Başkalarınca kabul gören uzmanlığa sahip olmaktan
kaynaklanır.
• Bilgi Gücü: Önemli bilgileri örgütsel operasyonları ve gelecek planlarını
kontrol etme ve kullanmadan kaynaklanır.
• Karizmatik Güç: Tanınan, beğenilen, sevilen biri olmaktan kaynaklanan
güçtür. Kişilerde onlar gibi olma isteği, kendilerini takip etme güdüsü
uyandırırlar.
Liderlik özelliği bir yöneticide bulunması gereken saygınlık ve hayranlık
uyandıran bir özelliktir. Lider planlar, örgütü ve altında çalışanları bir noktada
birleştirir ve bütünleştirir. Etkili liderler birleştirip bütünleştirirken, cezalandırıcı
gücü mümkün olduğunca en aza indiren; uzman ve karizmatik gücü en üst düzeye
çıkarabilen liderlerdir (Bartol, Martin 1991).
2. Müdür Başyardımcısı; Öğrenci ve öğretmen sayısı belli bir miktarın
üzerinde, idari işleri çok ve karışık olan okullarda müdür başyardımcıları bulunur.
Müdür başyardımcıları müdürlerin olmadığı zamanlarda müdürlere vekâlet ederler.
Ayrıca müdür başyardımcıları, müdür tarafından verilen eğitim-öğretim, yazışma,
tahakkuk, temizlik, halkla ilişkiler gibi görevlerin yerine getirilmesinde en önemli
sorumluluğa sahip kişilerdir.
3. Müdür Yardımcıları; Müdür yardımcıları da müdür başyardımcısının
yapmakla görevli olduğu görevlerle yükümlüdürler. Söz konusu görevler müdür,
müdür başyardımcısı ve müdür yardımcıları arasında alınan kararlarla paylaşılırlar.
4. Öğretmenler; Öğretmenlik mesleği ilköğretim okullarının 1.2.3.4. ve 5.
sınıflarında “sınıf öğretmenliği” 6.7. ve 8. sınıfları ile orta öğretim kurumlarında
“branş öğretmenliği” biçiminde ifa edilir. Öğretmenler kendilerine verilen sınıflarda
ya da derslerde üzerlerine düşen eğitim-öğretim faaliyetlerini yürütmek, öğrencilere
rehberlik etmek ve okul idaresince verilen görevleri yerine getirmekle görevlidirler.
Ayrıca Milli Eğitim Bakanlığı tarafından alınan kararlar ve mevzuat değişikliklerinin
takibi de öğretmenlerin görevleri arasındadır.
5.Okul Rehber Öğretmeni; Okul rehber öğretmenleri, okulun rehberlik
servisinde sınıf ve branş öğretmenleri ile iş birliği içinde çalışarak öğrencilere
rehberlik ederler.
6. Vekil, Ücretli Öğretmenler ve Usta Öğreticiler; Okulda norm kadro açığı
bulunması durumunda ve öğretmenlerin izinli olmaları halinde okul müdürünün
görevlendirmesi ile öğretmenlerin yetki ve sorumlulukları dâhilinde “vekil, ücretli
öğretmenler” ya da “usta öğreticiler” çalıştırılabilir.
7. İdari Memurlar; Müdür ve müdür yardımcılarına görevlerinde yardımcı
olmak ve yükümlüsü oldukları işlerden bir kısmını yapmakla görevli idari memurlar
okul kadrosu içinde istihdam edilir. İdari memurların görevleri arasında özellikle
tahakkuk, öğretmenlerin özlük işleri, sağlık ödenekleri, yolluklar, vergi iadesi
ödemeleri ve arşiv işleri vardır.
8. Yardımcı Personel; Okulun temizlik, nöbet ve teknik işlerini yürütmekle
görevli yardımcı personeller vardır. Bu görevlilerin işbölümleri okul idaresi
tarafından belirlenir.
9. Diğer Memurlar; Yukarıda sayılan personel dışında okulların türüne, öğrenci
sayısına ve tesis büyüklüğüne göre başka personel de bulunabilir. Bunlar arasında
belletici, bekçi, şoför, kaloriferci, tesisatçı, bahçıvan, aşçı, aşçı yardımcıları ve sağlık
personelleri sayılabilir.
B) Kurul ve Komisyonlar
1. Öğretmenler Kurulu; Öğretmenler kurulu, okul müdürünün başkanlığında
müdür yardımcıları ile bütün öğretmenler ve okul rehber öğretmenleri ile
ilköğretim kurumunun özelliği dikkate alınarak kurumda görevli uzman ve usta
öğreticilerden oluşur. Öğretmenler kurulu; ders yılı başında, ikinci yarıyıl başında,
ders yılı sonunda ve okul yönetimince gerek duyulduğunda toplanır. Kurulun
toplantı günleri ve gündemi, müdür tarafından iki gün önceden yazılı ve imza
karşılığı ilgililere duyurulur. İlk toplantıda önceki yılın değerlendirilmesi ile yeni
öğretim yılı çalışma esasları belirlenir ve iş bölümü yapılır. Ders yılı içinde yapılan
toplantılarda çalışmalar gözden geçirilip değerlendirilir, eksiklik ve aksaklıkların
giderilmesi için alınacak önlemler görüşülür ve kararlaştırılır. Ders yılı sonunda
yapılan toplantıda öğrencilerin devam-devamsızlık ve başarı durumları gözden
geçirilir, üst makamlarca ve okul yönetimince verilen konular görüşülür ve
kararlaştırılır. Öğretmenler kurulu toplantılarında alınan kararlar tutanakla tespit
edilir ve toplantıya katılanlar tarafından imzalanır, katılmayanlar tutanakta belirtilir.
Tutanakların aslı, toplantı tutanakları dosyasında saklanır. Alınan kararlar, karar
defterine yazılır. Uygulanmak üzere yönetici ve öğretmenler tarafından imzalanır.
Toplantıların ders saatleri dışında yapılması esastır. Ancak, ikili öğretim yapan
okulların tüm öğretmenlerinin aynı anda toplanmalarına gerek duyulduğunda,
okul yönetimince bağlı bulunduğu millî eğitim müdürlüğüne bilgi vermek şartıyla
toplantı günlerinde yarım gün öğretim yapılır.
2. Zümre Öğretmenler Kurulu; Zümre öğretmenler kurulu, 1, 2, 3, 4 ve 5 inci
sınıflarda aynı sınıfı okutan sınıf öğretmenleri ve varsa branş öğretmenlerinden, 6,
7 ve 8 inci sınıflarda branş öğretmenlerinden oluşur. Zümre öğretmenler kurulu,
okul müdürlüğünce yapılacak plânlamaya uygun olarak öğretim yılı başında,
ortasında, sonunda ve ihtiyaç duyuldukça toplanır. Toplantılar, okul müdürünün
görevlendireceği bir müdür yardımcısının veya branş öğretmenleri arasından
seçimle belirlenen öğretmenin başkanlığında yapılır. Zümre öğretmenler
kurulunda: a) eğitim-öğretim programları incelenir ve ortak bir anlayış oluşturulur,
b) uygulamalarda karşılaşılan güçlükler üzerinde durulur ve bunların çözüm
yolları aranır, c) öğrencilerin çalışma ve eğitim durumları ile çevrenin özellikleri
incelenir ve alınacak önlemler kararlaştırılır, ç) meslekî eserler ve eğitim alanındaki
yeni gelişmeler incelenir, d) uygulamak ve değerlendirmek üzere ortak ölçme ve
değerlendirme araçları hazırlanır.
3. Şube Öğretmenler Kurulu; Şube öğretmenler kurulu, 4, 5, 6, 7 ve 8 inci
sınıflarda aynı şubede ders okutan öğretmenler ile okul rehber öğretmeninden
oluşur. Kurula, gerek görülürse öğrenci velileri, sınıfın başkanı ve öğrencilerce
seçilen öğrenci temsilcileri de çağrılabilir. Şube öğretmenler kurulu, okul
yönetimince yapılacak planlamaya göre birinci yarıyılın ikinci ayında, ikinci yarıyılın
birinci veya ikinci haftasında ve yılsonunda okul müdürü ya da görevlendireceği
müdür yardımcısı veya şube rehber öğretmeninin başkanlığında toplanır. Şube
öğretmenler kurulunda; şubedeki öğrencilerin kişilik, beslenme, sağlık, sosyal
ilişkilerin yanı sıra, başarıları ile ailenin ekonomik durumu değerlendirilerek alınacak
önlemler görüşülür ve karar bağlanır.
4. Öğrenci Kurulu; Öğrenci kurulu, okulun 1-8 inci sınıf öğrencileri tarafından 6,
7 ve 8 inci sınıf öğrencileri arasından seçilen bir başkan; 4 ve 5 inci sınıflar arasından
seçilen ikinci başkan ve 1-8 inci sınıf şubelerinden seçilen birer temsilciden oluşur.
Bu kurula öğretmenler kurulu tarafından seçilen bir öğretmen rehberlik eder.
Okul öğrenci kurulu rehber öğretmeninin veya öğrenci başkanının çağrısı ile
toplanır. Kurul, eğitim-öğretim ortamının daha uygun duruma getirilmesi, verimin
artırılması, öğrenci sorunlarının giderilmesi ve sosyal etkinliklerin düzenlenmesi
gibi çalışmalar yürütür.
5. Öğrenci Davranışlarını Değerlendirme Kurulu; Öğrenci davranışlarını
değerlendirme kurulu; müdür başyardımcısı, müdür başyardımcısı bulunmayan
okullarda müdür yardımcısının başkanlığında öğretmenler kurulunca seçilen birer
sınıf ve birer şube rehber öğretmeninden bir asil, bir yedek üye, bir okul rehber
öğretmeni ile okul-aile birliği başkanı ve öğrenci kurulu başkanından oluşturulur.
Öğrenci davranışlarını değerlendirme kurulu aşağıdaki görevleri yapar;
• Okul düzenini sağlamak üzere okul yönetimi, öğretmen, okulun diğer
personeli, öğrenci ve veli tarafından getirilen olumlu veya olumsuz
davranış ve uygulamalara ilişkin önerileri görüşmek ve aldığı kararları
okul müdürüne bildirmek,
• Okulda örnek davranışlarda bulunan, derslerde başarılı olan, bilimsel,
sanatsal, sosyal, kültürel ve sportif etkinliklere katılarak üstün başarı
gösteren öğrencileri belirleyerek ödüllendirilmelerine karar vermek,
• Özel yeteneği belirlenen öğrencilerin alanlarıyla ilgili gelişimlerini
sağlayacak tedbirleri almak,
• Uyum sağlamakta güçlük çeken öğrencinin davranışlarını incelemek,
nedenlerini araştırmak, değerlendirmek ve bu konuda uygun görülen
rehberlik çalışmalarının yapılmasını sağlamak ve gerektiğinde ailesi,
rehberlik ve araştırma merkezleri ile iş birliği yapmak,
• Öğrencilerin gösterdikleri olumsuz davranışlarıyla ilgili olarak sağlık
kurum ve kuruluşlarına sevklerini önermek,
• Öğrencilerde görülen olumsuz davranışların, olumlu hâle getirilmesinde;
eleştiri, öz eleştiri bilincini geliştirmek, yanlış davranışların farkına
varılmasını sağlamak ve doğruyu kavramalarına yardımcı olmak amacıyla
yaptırım yerine, ikna sürecinin işletilmesi ile olumlu davranışlarının
ödüllendirilmesi için gerekli önlemleri almak,
• Öğrencilerin sorumluluk almalarına, dürüst, güvenilir, saygılı ve başarılı
olmalarına katkıda bulunmak, zararlı alışkanlıklar edinmelerini ve uygun
olmayan yerlere gitmelerini önlemek için girişimlerde bulunmak ve bu
amaçla veli-çevre iş birliğini sağlamak,
• Okul düzeninin olumlu işleyişini sağlamak amacıyla çeşitli etkinlikler için
programlar hazırlamak ve uygulanmasını sağlamak,
• Çalışmalarını okul rehberlik ve psikolojik danışma servisi ile eşgüdüm
içinde yürütmek,
• Bütün tedbirlere rağmen uyumsuzluk gösteren öğrencilerle ilgili olarak
uygulanacak yaptırıma yönelik karar almak.
6. Okul Gelişim Yönetim Ekibi; İlköğretim okullarında; paylaşımcı ve işbirliğine
dayalı yönetim anlayışıyla eğitim-öğretimin niteliğini ve öğrenci başarısını artırmak,
okulun fizikî ve insan kaynaklarını geliştirmek, öğrenci merkezli eğitim yapmak,
eğitimde planlı ve sürekli gelişim sağlamak amacıyla “Okul Gelişim Yönetim Ekibi”
kurulur. Ekip, çalışmalarını ilgili Yönerge hükümlerine göre yerine getirir. Ayrıca,
zümrelerden gelen raporları birleştirir, projeleri inceler ve okulun yıl sonu raporunu
hazırlar.
7. Satın Alma Komisyonu; Satın alma komisyonu, okul müdürlüğünce satın
alma işlerini düzenlemek ve yürütmek üzere müdür yardımcılarından birinin
başkanlığında öğretmenler kurulunca seçilecek en az bir öğretmen, tahakkuktan
sorumlu müdür yardımcısı, ihale işlerinden sorumlu bir memur ve maliyeden bir
kişinin katılımıyla oluşturulur.
8. Muayene ve Teslim Alma Komisyonu; Muayene ve teslim alma komisyonu,
her okulda müdür başyardımcısının veya müdür tarafından görevlendirilecek bir
müdür yardımcısının başkanlığında öğretmenler kurulunca bir yıl için seçilen bir
öğretmen ile varsa ambar memuru, ayniyat memuru, sağlık elemanları ve nöbetçi
öğretmenden oluşur. Bu komisyon, şartname ve sözleşmeler uyarınca satın alınan
eşya ve gereçleri muayene ve kontrol ederek kabulü veya geri çevrilmesi hakkında
gereken işlemi yapar Bu komisyona ihtiyaç duyulmayan okullarda, komisyonun
görevi okul yönetimi ve görevlendireceği öğretmenlerle yapılır.
Eğitim Sisteminin Denetimi
Eğitimin denetimi, hem kalite bakımından bir sınama, hem belirlenmiş yasa
ve usullere uyumun ne oranda gerçekleştiğinin belirlenmesi hem de belli konularda
eğitim çalışanlarına rehberlik etmek amacıyla yapılan faaliyetlerin tamamını
kapsar. Ülkemizde eğitimin denetimi tamamıyla Milli Eğitim Bakanlığı’nın kontrolü
altındadır. Bu denetim görevlerinin bir kısmı bakanlığın merkez teşkilatında görevli
“Bakanlık Müfettişleri” tarafından; bir kısmı da İl Milli Eğitim Müdürlüklerindeki
Teftiş Kurulu Başkanlıklarındaki ilköğretim müfettişleri aracılığı ile yürütülür.
Teftiş ve Değerlendirme
Müfettişlerin en önemli görevleri arasında ilk sırayı teftiş almaktadır. Eğitim
sisteminin topyekun olarak uyumlu biçimde çalışması ve varsa aksamaların
belirlenmesi teftiş sürecinde ortaya çıkmaktadır. Teftiş çeşitleri şunlardır: kurum
teftişi, yönetici teftişi, öğretmen teftişi ve diğer personel teftişi ve seminer ve kurs
teftişidir (MEB Teftiş Yönergesi, 2001). Bunlar;
a) Kurum Teftişi; Kurum teftişi, kurumların sistemindeki yeniliklerin ilgili
kurumlara iletilmesi, kurumun çalışmalarını güçleştiren veya zayıflatan nedenlerin
belirlenmesi, gerekli önlemlerin yerinde ve zamanında alınması, kurumun
amaçlarını gerçekleştirmede insan ve madde kaynakları ile bunlardan yararlanılma
durumunun gözlenerek yerinde ve etkili bir biçimde kullanılmasının sağlanması,
eğitim-öğretim ve yönetim etkinliklerinin geliştirilmesi, öğretme-öğrenme ve
yönetim sürecinin etkili duruma getirilmesi için objektif verilere, yasa, tüzük,
yönetmelik, genelge emir ve kararlara dayalı olarak gözlenmesi, kontrol edilmesi
ve ölçütlere göre değerlendirilerek geliştirilmesidir.
b) Yönetici Teftişi; Kurumlarda görevli yöneticilerin gözlenen çalışmalarının
değerlendirilmesidir. Yöneticilerin teftişinde kurumların özelliğine göre “Yönetici
Teftiş Formu” kullanılır. Yönetici teftiş formu olmayan kurum yöneticilerinin durumu,
kurum teftiş raporu ile birlikte değerlendirilir.
c) Öğretmen Teftişi; Kurumlarda görevli öğretmenlerin başarı durumları, teftiş
yapılarak belirlenir. Öğretmenlerin teftişinde kurumun özelliğine göre “Öğretmen
Teftiş Formu” kullanılır. Öğretmen teftişi, Millî Eğitimin amaçlarını gerçekleştirmek
için düzenledikleri etkinliklerin süresini ve niteliğini gözlemlemek üzere; dershane,
salon, laboratuar, atölye ve işliklerde teftiş edilir.
ç) Diğer Personelin Teftişi; Kurumda çalışan yönetici ve öğretmenlerin dışında
kalan diğer personelin çalışmaları, kurum teftişi ile yapılarak, olumlu veya olumsuz
ifadelerle değerlendirilir.
d) Seminer ve Kurs Teftişi; Öğretmenlerin, öğretim yılı başı ve sonunda belli bir
plân ve programa bağlı olarak yaptıkları çalışmalar ile öğrenci başarısını artırmak
amacıyla yapılan ders dışı kurslar teftiş edilir. Teftiş sonunda yapılan çalışmalarla
ilgili “Seminer ve Kurs Teftişi” rapor düzenlenir. Seminer ve Kurs Teftişinde, seminer
ve kurs programı ile plânlar; çalışmaların belirlenen plân ve programlarına göre
yürütülüp yürütülmediği ve kurs ve seminerle ilgili iş ve işlemlerin amacına
uygunluğu değerlendirilir.
İlköğretim Müfettişleri
Ortaöğretim kurumları Bakanlık Müfettişlerince denetlenir. Bunun dışındaki
kurumlar ise Teftiş Kurul Başkanlıklarında görevli İlköğretim Müfettişlerince
denetlenir. Bu eğitim kurumları şunlardır:
• İlköğretim okulları,
• Yetiştirici ve tamamlayıcı sınıflar ve kursları,
• Özel eğitime muhtaç çocuklar için açılmış okullar ve sınıfları,
• Okul öncesi eğitim kurumları, uygulama sınıfları ile tamamlayıcı sınıflar ve
kursları,
• Halk eğitim merkezi ve akşam sanat okulları ile bunlara bağlı kursları,
• Çıraklık eğitim merkezleri,
• Eğitim araçları ve donatım merkezi ve akşam sanat okulu müdürlükleri,
• Rehberlik ve araştırma merkezlerinde ve akşam sanat okulu
müdürlükleri,
• Öğretmen evi ve akşam sanat okulları, öğretmen evi lokalleri ve sosyal
tesisleri,
• Millî eğitim yayınevleri,
• Sağlık eğitim merkezleri,
• Hizmet İçi Eğitim Enstitüleri ve Akşam Sanat Okulları ile Hizmet İçi Eğitim
Merkezleri,
• Spor ve izcilik okulları,
• Gençlik ve izcilik eğitim tesisleri,
• Öğrencileri yetiştirme ve sınavlara hazırlama kursları,
• Özel öğretim kurumlarına bağlı, dershane ve okulları ile her türlü özel
yaygın eğitim kursları,
• Diyanet İşleri Başkanlığına bağlı Kur’an kursları,
• Dernek ve vakıflarca açılan ve Bakanlığın denetimi ve gözetimi altında
bulunan gerçek, tüzel (şirket) kişilere ait öğrenci yurtları,
• Valilikçe denetimi uygun görülen diğer okul ve kurumlar.
İlköğretim müfettişlerinin görevleri ise şunlardır (MEB İlköğretim Müfettişleri
Yönetmeliği 1999) :
• Rehberlik ve iş başında yetiştirme: Her öğretim yılı başında ve sonunda,
ayrıca gerektiğinde öğretim yılı içinde, öğretmenlerle meslekî toplantılar
düzenlemek, eğitim öğretim ve yönetim ile ilgili olarak sorunların
belirlenmesinde ve çözümünde rehberlik etmek ve meslekî yayınları
ve meslekle ilgili gelişmeler ile mevzuat değişikliklerini izlemek ve
aday memurların yetiştirilmesine rehberlik etmek bu kapsamda
değerlendirilecek görevlerdir.
• Teftiş ve Değerlendirme: Okul ve kurumların amaçlarına göre öğrencilerin
yetiştirilmeleri ile yetenek, bilgi ve becerilerinin geliştirilmesi durumunu;
okul ve kurumların eğitim, öğretim, yönetim ve diğer görevlilerinin
mevzuata göre çalışmalarını; okul veya kurum personelinin yeterlilik ve
verimliliklerini teftiş etme ve değerlendirme çalışmalarıdır.
• İnceleme: Başkanlıkça verilen veya teftiş sırasında karşılaşılan konularla
ilgili; okul, öğretmen ve diğer personel ile ders araç ve gerekçelerine ilişkin
ihtiyaçlarla ilgili; okul ve kurumlar ile ilgili mevzuatın ve programların
uygulanması sırasında karşılaşılan aksaklıkların belirlenmesine yönelik
yapılan incelemelerden oluşur.
• Soruşturma: İlköğretim Müfettişleri, valilikçe verilecek soruşturma emirleri
gereğince resmî ve özel okul ile kurumlarda görevli öğretmen, yönetici
ve diğer personel hakkında soruşturma yapmak ve görev alanı ile ilgili
aldıkları şikâyet ve ihbar üzerine veya bizzat, delillerin kaybına meydan
verebilecek hallerde delilleri toplayarak, olaya el koymak ve soruşturma
emri istemekle görevlidir.
• Araştırma: Görev alanlarındaki okul/kurumların eğitim-öğretim, yönetim
ve öğrencilerle ilgili ihtiyaç duyulan konularda ve okul/ kurum personelinin
yeterlilik ve verimliliklerini araştırmak bu görev kapsamındadır.
DEĞERLENDİRME SORULARI
11-“ Bakanlığın görev alanına giren ve özel önem ve öncelik taşıyan konularda
Bakana yardımcı olmak üzere görev alır”
Bu görevleri yerine getiren MEB birimi aşağıdakilerden hangisidir?
A) Müsteşar
B) Ortaöğrenim Burs ve Yurtlar Dairesi Başkanlığı
C) Talim ve terbiye Kurulu Başkanlığı
D) Eğitim Araçları ve Donatım Dairesi Başkanlığı
E) Bakanlık Müşaviri
CEVAP ANAHTARI
1- E 2- B 3- C 4- B 5- B 6-D 7- C 8- A 9-E 10-A 11- E 12- C 13- E 14- E 15- C
KAYNAKÇA
İlköğretim Kurumları Yönetmeliği, Resmi Gazete, 27 .08. 2003, sayı 25212.
3797 Sayılı Milli Eğitim Bakanlığı’nın Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunu,
Resmi Gazete, 12 .05.1992, sayı 21226
Milli Eğitim Bakanlığı Teftiş Yönergesi, Milli Eğitim Bakanlığı Tebliğler Dergisi,
Şubat 2001, sayı 2521.
Milli Eğitim Bakanlığı İlköğretim Müfettişleri Yönetmeliği, Resmi Gazete . 13
.05. 1999.
Tosun. K.(1998). İşletme yönetimi. İstanbul: Fakülteler Matbaası.
Baransel. A.(1979). Çağdaş yönetim düşüncesinin evrimi. İşletme Fakültesi .
Cilt I,
Başaran. İ. E.(1994). Eğitim yönetimi. Ankara: Gül Yayınevi.
Başaran. İ. E. (1983).Temel eğitim ve yönetimi. Ankara Üniversitesi Yayınları ,
117
Başaran.İ. E. (1996). Türk eğitim sistemi. Ankara: Gül Yayınevi.
Başaran, İ. E. (1989).Yönetim. Ankara : Gül Yayınevi.
Bursalıoğlu, Z. (1991). Okul yönetiminde yeni yapı ve davranış. Ankara: Pegem
Yayınları,
Binbaşıoğlu, C. (1988). Eğitim yöneticiliği. Ankara: Binbaşıoğlu Yayınevi.
Aydın, M.(1994). Eğitim yönetimi. Ankara: Hatiboğlu Yayınları..
Açıkalın, A.(1995). Okul yöneticiliği. Ankara: Pegem Yayınları.
Can, N. (1994). İnsan ilişkileri. Ankara: Gün Yayınları
Erçetin, Ş. (1995). Okul müdürü ve öğretmenlerin birbirini etkilemekte
kullandıkları güçler. Ankara: Şafak Matbaası..
Werner, I. (1993). Liderlik ve yönetim. (V. Üner, Çev.). İstanbul: Rota Yayını.
Stoner J, (1978). Management. EnglewoodCliffs. New Jersey: Prentice-Hall.
Sisk, H. L. (1977). Management & organization. (3rd ed.). Ohio:South-Western
Publishing Com.
Kreitner, R.(1989). Management.(4th ed.). Boston: Houghton Mifflin
Company.
Erdoğan, İ. (2000). Okul yönetimi ve öğretim liderliği. İstanbul: Sistem
Yayıncılık.
Elkins, A. (1980).Management structures, functions and practices.
Massachusetts:Addison-Wesley Publishing.
Bartol, K. M & Martin, D. C. (1991). Management. New York:McGraw-Hill.
Kaya, Y.K (1993). Eğitim yönetimi, kuram ve Türkiye’deki uygulamalar . Ankara :
Set Ofset Matbaacılık Ltd. Şti
Balcı, A. ve Aydın P. İ. (2001). Anadolu öğretmen liseleri için eğitim yönetimi,
Ankara: MEB Yayınları.
Karagözoğlu, G. (1972) Türk eğitim düzeninde bakanlık müfettişlerinin rolü,
Ankara: MEB Yayınları.
Taymaz, H. (2000). Okul yönetimi. (5.Baskı) Ankara: Pegem A Yayıncılık.
Bölüm 9 EĞİTİMİN HUKUKSAL VE
SİYASAL TEMELLERİ
Yrd. Doç. Dr. Muhammed TURHAN
BÖLÜMÜN HEDEFLERİ
Bu bölümü başarı ile tamamlayan öğrenci;
1. Hak, hukuk ve adalet kavramlarını tanımlar,
2. Demokrasi, eğitim hakkı ve sosyal adalet arasındaki ilişkileri sentezler,
3. Hukukun yazılı kaynaklarını tanımlar,
4. Uluslar arası antlaşmalarda eğitimin yerini açıklar,
5. Anayasamızın eğitim ile ilgili bölümlerini analiz eder,
6. Milli Eğitimimizin Genel Amaçlarını söyler,
7. Milli Eğitimimizin Temel İlkelerini yazar,
8. Eğitim ve siyaset arasındaki ilişkileri analiz eder.
ARAŞTIRALIM-DÜŞÜNELİM-TARTIŞALIM
1. Devletler neden vatandaşlarını eğitim sürecine tabi tutma ihtiyacı
duyar?
2. Eğitim görme bir hak mıdır? Neden?
3. Uluslar arası yasal metinlerde eğitim konusuna neden yer verilmiştir?
4. Demokrasilerde eğitimin yeri ve önemi nedir?
5. Devletlerin siyasal sistemleri ve eğitim anlayışları arasında bir ilişki var
mıdır?
GİRİŞ
Temel girdisi ve çıktısı insan olan eğitim sistemi, içinde insanların yer
aldığı diğer bütün sistemler ve kurumlarla ilişki içerisindedir. Eğitimin tanımını
derinlemesine kavrayabilmek için eğitimle ilgili bu sistemler ve kurumların
anlaşılması gerekir. Bu kurumlardan ikisi de hukuk ve siyasettir. Bu bölümde
eğitimin hukuksal ve siyasal temelleri incelenecektir. Öncelikle hak, hukuk ve adalet
kavramları tanımlanacak, demokrasi, eğitim hakkı ve sosyal adalet arasındaki
ilişkiler incelenecektir. Daha sonra ulusal ve uluslar arası yasal metinlerde eğitim
ile ilgili maddeler analiz edilecektir. Son olarak eğitim ve siyaset arasındaki ilişkiler
üzerinde durulacaktır.
Eğitim ve Siyaset
Siyaset ya da politika en genel anlamı ile “devlet yönetimi bilim ve kuramı”
olarak tanımlanabilir. Başka bir ifadeyle, en karmaşık ve en büyüğünden, en yalın ve
en küçüğüne kadar bütün kurumlarda alınacak kararlara ve yapılacak eylemlere yön
vermek amacıyla konulmuş ilkeler bütünü olarak ifade edilebilir (Aslan, 1997: 335).
Bu anlamda siyaset, devlet yönetiminde, bütün birimlerde atılacak adımlara yön
veren yazılı ya da yazılı olmayan ilkeler bütünüdür. Eğitim de belirli kurumlar vasıtası
ile vatandaşlara ulaştırılan bir hizmet olduğuna göre siyasetten etkilenmemesi söz
konusu değildir.
Bir ülkede Eğitim ve siyaset birbiri ile yakın ilişki içerisinde olan kurumlardır.
Eğitimin temel girdisini ve çıktısını insan oluşturmaktadır. Eğitim sisteminden geçen
insanlar gerek devlet hizmetinde gerekse özel kuruluşlarda görev almaktadırlar.
Siyaset ise genel ilkeler geliştirerek bu kurum ve kuruluşlarda görev alan insanların
iş yapma biçimini doğrudan veya dolaylı olarak etkilemektedir. Diğer yandan ülke
içerisinde siyaseti yapan kişiler de yine eğitim kurumlarından geçerek gelmiştir.
Bu açıdan bakıldığında bir ülkede hem yöneten hem de yönetilen konumundaki
kişiler eğitim sisteminin çıktılarıdır.
Sosyal sistem yaklaşımına göre, tüm toplumsal kurumların karşılıklı bir ilişki
içinde oldukları kabul edilir. Dolayısıyla siyasal kurum ve eğitim kurumu da böylesi
bir etkileşim içindedir. Bir yandan siyasal kurum eğitim kurumunu etkilemekte ve
eğitimin siyasal bir işlevi olarak öngörülen niteliklere sahip vatandaşlar yetiştirmeyi
amaçlamaktadır. Diğer yandan, eğitim ülkenin yönetim kadrolarında görev yapacak
bireylerin yetiştirilmesini sağlamaktadır (Şişman, 2001: 56).
Devletlerin yönetim biçimlerinin değişmesi, eğitim sistemlerinin
değişmesinde de en önemli faktör olurken, temelde o ülkenin eğitim sisteminin
ürünü olan bireyler yönetim biçimini belirlemektedirler. Örneğin, Rönesans’ın
doğuşu nasıl aydın kesimin etkisi ile olmuşsa, Rönesans sonrası eğitim yaklaşımları
da Rönesans’ın etkisi ile büyük değişme göstermiştir (Varış ve diğerleri, 1998: 144).
Siyasal işlevleri açısında değerlendirildiğinde, eğitimin başlıca iki görevi
vardır. Birincisi, mevcut siyasal sisteme sadakati sağlamaktadır. Bütün siyasal
sistemler çocuklara ve yurttaşlara bir siyasal eğitim vermek isterler. Böylece
toplumda birlik ve dayanışma ruhu oluşturulmak amaçlanır (Tezcan, 1996: 68).
Siyasal sistemler genellikle toplumdaki büyük değişimler sonucunda (göçler,
savaşlar, ihtilâller vb.) oluşturulur veya değiştirilirler. Bu değişimlerin topluma
benimsetilmesi ve sürekliliğinin sağlanmasında eğitim çok büyük bir rol oynar.
Eğitim sisteminde yetiştirilecek bireylere, yetiştirildikleri ülkenin kültürü ile birlikte
yönetim biçimi de benimsetilir. Böylece eğitim kurumlarından mezun olan bireyler
ülkenin siyasal düzeninin korunmasına da yardımcı olurlar.
Toplumlar genellikle mevcut siyasal rejimlerini korumak isterler. Eğitim
kurumları toplumdaki bireylere millî ideolojiyi, değerleri ve idealleri kazandırarak
onları mevcut siyasal düzene bağlı vatandaşlar olarak yetiştirirler. Eğitim
kurumlarında bireylere küçük yaşlardan itibaren millî değerleri ve sembolleri
benimsemeleri öğretilir (Fidan ve Erden, 1998: 71).
Eğitimin ikinci siyasal işlevi, liderlerin seçimi ve eğitilmesiyle ilgilidir.
Liderlerin seçilmesi ve yetiştirilmesinde yine okullar çok önemli rol oynarlar. Tarihsel
süreç içerisinde bütün devletler liderlerin seçilmesine ve eğitimine büyük önem
vermişlerdir. Ancak, demokratik rejimlerde siyasal lider yetiştirilmesi genellikle
ihmal edilmiştir (Tezcan, 1996: 69).
Demokratik rejimlerde eğitimin bir diğer siyasal işlevi seçmen yetiştirmektedir.
Çoğulcu parlamenter sistemin en önemli özelliği, halkın yönetime katılımını temin
etmektir. Bu katılım ise, halkın oy kullanması ve kendi yönetiminde söz sahibi
olması ile gerçekleşir (Gül, 2007: 147). Demokrasinin temel ilkelerini vatandaşlara
kazandırmak ve bilinçli seçmen yetiştirmek eğitimin önemli bir siyasal işlevidir.
Eğitim kurumlarında sosyal etkinlikler, öğrencilerin okul yönetimine katılması, okul
meclisleri ve seçimler gibi etkinlikler ile bu işlev yerine getirilmeye çalışılır.
Demokratik ülkelerde eğitimle siyaset kurumu arasındaki ilişkilerin, eğitim
kurumlarının oluşturulması, yönetiminin ve bireylere kazandırılacak tutum ve
davranışların demokratik ilke ve değerlere dayalı olması öngörülmektedir. Başka
bir ifadeyle, gerek okul yönetimi gerekse okuldaki eğitim-öğretim süreçlerinde,
demokratik ilke ve değerlerin yaşama uygulanmasıyla demokrasi bilincinin
kazandırılması büyük önem taşımaktadır. Demokratik toplumlarda eğitimin
temel işlevi, vatandaş olmanın gerektirdiği hak ve sorumlulukları bilen bireyler
yetiştirmektir. Bu açıdan bakıldığında, demokratik ülkelerde devlet, eğitim
kurumları üzerinde bir denetim yetkisine sahip olduğu gibi, bireyler de devletin
karşısında bütünüyle edilgen olmayıp yasalar çerçevesinde haklarını bilme ve
kullanma yetkisine sahip olmaktadırlar (Şişman, 2001: 58).
OKUMA PARÇASI
Selim, derslerine çalışan, çevresiyle uyumlu bir lise son sınıf öğrencisiydi. Hem
öksüzlük hem de yetimliğin vermiş olduğu bir hüzün vardı yüzünde. Daha 18
yaşında olmasına rağmen bakımsızlığın belirtisi solgunluk ve yanaklarında ara
ara oluşmuş puslu beyaz lekeler, gözlerinin altındaki çukur morluklar ve zayıflığın
belirtisi o kendine özgü duruşu ile çevresinde hemen dikkat çekerdi. Nedendir
bilinmez ama arkadaşları da hep farklı gözle bakarlardı ona. Çok fazla aralarına
almak istemezlerdi. Öğretmenleri de çok ilgi göstermezdi.
Derslerine çalışmasına rağmen, özellikle matematik ve fizikten istediği başarıyı
bir türlü elde edemiyordu. İkinci dönem üniversite sınavı hazırlıkları tüm hızıyla
sürüyordu. Selim’in dershaneye gitmek için parası yoktu. Üç ayda bir aldığı emekli
maaşıyla geçim mücadelesi veren ihtiyar bir dede ve kendisi Selim’den daha fazla
bakıma muhtaç bir nine. Nasıl gidecekti ki dershaneye.
Bir gün okul öğretmenlerinin hafta sonları ücretsiz kurs vereceklerini duydu. Selim
o kadar mutlu oldu ki öğretmenlerine sarılıp öpmek geldi içinden. Mahalledeki
arkadaşlarına anlattı. “Paramız olmasa da öğretmenlerimiz var” dedi. Ertesi gün
kursa ismini yazdırmak için sınıf öğretmeninin yanına gitti. Ancak aldığı cevap
karşısında yıkıldı. Sınıf öğretmeni ona; sabah öğretmenler kurulunun toplandığını
ve tüm okuldan kursa katılmak için başarı düzeyi yüksek ve zeki olduğuna inanılan
15 öğrencinin seçildiğini söyledi. Her zamanki mahzunluğuyla boynunu bükerek
öğretmeninin yanından ayrıldı. Selim biliyordu ki, kendisinin o 15 öğrenciden daha
fazla bu kursa ihtiyacı vardı.
Okuma parçasının buraya kadar olan bölümünü;
• İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi
• 1982 Anayasası
• 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanununda ifadesini bulan Milli Eğitim
Genel Amaçları ve Milli Eğitimin Temel İlkeleri
Bağlamında arkadaşlarınızla tartışınız.
Selim üniversite sınavlarına kendisi hazırlandı. Gecesini gündüzüne kattı ve
üniversite sınavları geldi çattı. Selim’in sınavı tam olarak istediği gibi geçmemişti
ama, çok kötü de geçmemişti. “İnşallah” dedi kendi kendine. Sonuç ne oldu
dersiniz. Selim Matematik Öğretmenliği bölümünü kazandı. Devletin sunduğu
burs ve kredi olanaklarıyla üniversiteyi bitirdi. Başka illerde 5 yıllık hizmetten
sonra kendi okuluna tayin oldu.
DEĞERLENDİRME SORULARI
8. Yasama organının konu, süre ve amacı belirleyen bir yetki kanunu ile
verdiği yetkiye veya doğrudan doğruya Anayasadan aldığı yetkiye dayanarak,
hükümetin çıkardığı, maddi anlamda kanun gücüne sahip, parlamentonun tasdiki
ile şekli ve organik anlamda kanun gücünü kazanacak olan yazılı metinlerdir.
9. Yetkili bir makam tarafından yapılan ve usulüne uygun olarak ilan edilen,
uyulması zorunlu kurallardır.
13. Aşağıdaki eğitim ile ilgili konulardan hangisi anayasamızda yer almaz?
A) Eğitim ve öğrenim hakkı
B) Zorunlu Eğitim
C) Yoksul ve başarılı olan öğrencilerin desteklenmesi
D) Eğitim Dili
E) İnsan Hakları Eğitimi
14. Aşağıdakilerden hangisi 1739 Sayılı Milli Eğitim Temel Kanununda yer
alan Milli Eğitimin Genel Amaçlarından biri değildir?
A) Her vatandaşa okuma yazma öğretmek.
B) Atatürk ilke ve inkılâplarına bağlı bireyler yetiştirmek.
C) İnsan haklarına saygılı vatandaşlar yetiştirmek.
D) Bireylerin dengeli bir kişiliğe ve karaktere sahip olmasını sağlamak.
E) Devlete karşı görev ve sorumluluklarını bilen yurttaşlar yetiştirmek.
15. “Eğitim kurumları dil, ırk, cinsiyet ve din ayırımı gözetilmeksizin herkese
açıktır. Eğitimde hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz” ilkesi
Milli Eğitim Temel kanununda hangi başlık altında ifade edilmiştir?
A) Ferdin ve toplumun ihtiyaçları
B) Genellik ve eşitlik
C) Eğitim hakkı
D) Fırsat ve imkân eşitliği
E) Demokrasi eğitimi
16. “Din kültürü ve ahlak öğretimi ilköğretim okulları ile lise ve dengi
okullarda okutulan zorunlu dersler arasında yer alır” ifadesi Milli Eğitim Temel
Kanunundaki hangi Temel ilke altında belirtilmiştir?
A) Laiklik
B) Bilimsellik
C) Her yerde eğitim
D) Karma eğitim
E) Okul ile ailenin işbirliği
CEVAP ANAHTARI
1. D 7. D 13. E
2. E 8. A 14. A
3. D 9. B 15. B
4. E 10. B 16. A
5. E 11. A 17. C
6. C 12. E 18. D
KAYNAKLAR
Aslan, B. (1997). Eğitim Politikaları. Eğitim Bilime Giriş. (Editör: Prof.Dr. Leyla
Küçükahmet). ss.335-348. Gazi Kitabevi, Ankara.
Fendoğlu, H. T. (1995). Hukuka Giriş. Mimoza Basım, Yayım ve Dağıtım A.Ş.
Konya.
Fidan, N. and Erden, M. (1998). Eğitime Giriş. Alkım Yayınevi, İstanbul.
Furman, G. C., & Starratt, R. J. (2002). Leadership for democratic community
in schools. In J. Murphy (Ed.), The educational leadership challenge: redefining
leadership for the 21st century (pp. 105-133). National Society for the Study of
Education, Chicago.
Gül, İ. (2007). Eğitimin Toplumsal Temelleri. Eğitim Bilimine Giriş. (Editör:
Zuhal Cafoğlu). ss. 115-168. Grafiker Yayınları, Ankara.
Gözler, K. (2003). Hukuka Giriş. Ekin Kitabevi, Bursa.
Adalet Bakanlığı (2009). Türkiye Cumhuriyeti Anayasası. 22.06.2009’da
indirildi: http://www.mevzuat.adalet.gov.tr/html/1113.html
MEB (2009). Özel Eğitim Hakkında Kanun Hükmünde Kararname.
30.05.2009’da indirildi: http://mevzuat.meb.gov.tr/html/104.html
Rebore, R. W. (2001). The Ethics of Educational Leadership. Prentice-Hall
Inc, New Jersey.
Strike, K.A. (1999). Can Schools Be Communities: The Tension Between
Shared Values and Inclusion. Educational Administration Quarterly. 35(1). Pp.46-
70.
Şişman, M. (2001). Öğretmenliğe Giriş. Pegem A Yayıncılık, Ankara.
Taşdemir, M., Baloğlu, N. ve Topcan, C. (2000). Milli Eğitimin Yasal Temelleri.
Ocak Yayınları, Ankara.
Tezcan, M. (1996). Eğitim Sosyolojisi. Feryal Matbaası, Ankara.
Töremen, F. (2008). Eğitimle İlgili Yasal Düzenlemeler. Türk Eğitim Sistemi
ve Okul Yönetimi (Editör: Vehbi Çelik). Ss.16-47.
Türk Dil Kurumu (2009). Büyük Türkçe Sözlük. 30.05.2009’da indirildi:
http://tdkterim.gov.tr/bts/?kategori=veritbn&kelimesec=158560
Türk Dil Kurumu (2009). Büyük Türkçe Sözlük. 27.05.2009’da indirildi: http://
tdkterim.gov.tr/bts/?kategori=veritbn&kelimesec=346746
Varış, F. ve diğerleri. (1998). Eğitim Bilimine Giriş. Alkım Yayınları, İstanbul.
Wikipedia (2009). Hak. 26.05.2009’da indirildi: http://tr.wikipedia.org/wiki/
Hak
Wikipedia (2009). Kanun Hükmünde Kararname. 28.05.2009’da indirildi:
http://tr.wikipedia.org/wiki/Kanun_H%C3%BCkm%C3%BCnde_Kararname
Yaman, H. (2004). Eğitim Hakkı. 27.05.2009’da indirildi: http://www.
turkhukuksitesi.com/makale_22.htm
Bölüm 10 ÖĞRETMENLİK MESLEĞİ
VE YETERLİKLERİ
Prof. Dr. Mehmet ARSLAN
BÖLÜMÜN HEDEFLERİ
Bu bölümü başarıyla bitirdiğinizde aşağıdaki hedeflerin gerçekleşmesi
beklenmektedir:
1. Öğretmenliğin temel alanlarını bilir.
2. Öğretmenlik Mesleğinin duyuşsal yönünü bilir ve benimser.
3. Mesleğin gerektirdiği bilgi, beceri ve tutumları uygular.
ARAŞTIRALIM-DÜŞÜNELİM-TARTIŞALIM
2. Türkiye’deki öğretmen yetiştirme sistemini gelişmiş ülkelerin sistemleri
iel karşılaştırınız.
2. Ülkemizde hali hazırdaki öğretmen yetiştirme sisteminin belli başlı
sorunlarını ve çözüm yollarını tartışınız.
Giriş
Yirmibirinci yüzyılı yaşadığımız şu günlerde toplumlar, sosyal, siyasal,
ekonomik vb. yönlerden çeşitli değişme ve gelişmelere tanık olmaktadırlar.
Şüphesiz bu gelişmelerden en çok etkilenen alanların başında eğitim gelmektedir
(Gürbüztürk ve Genç 2004). Dinamik bir etkileşim süreci olan eğitim, toplumu
biçimlendirmektedir. Her birey eğitimden etkilendiği gibi eğitimi de etkilemekte
ve yönlendirilmesine katkıda bulunmaktadır. Sağlıklı bir etkilenme ve yönlendirme,
eğitimde bireysel ve toplumsal amaçların birlikte açıklıkla saptanmasıyla başlar
(Ataünal 1998).
Bilgi toplumu düşüncesi, insanın kendi kendini kontrol ve sosyal katkısına
dayanmaktadır. Globalleşme ile paralel ve uyum içerisinde gideceği düşünülen
bilgi toplumunun yapısını oluşturan temel öğelerin başında yenilikçi teknolojide
meydana gelen değişmeler vardır. Sanayi toplumunun özündeki buharlı
makinelerin yerini, bilgi toplumunda bilgisayar; fiziksel emeğin yerini, zihinsel emek;
maddi üretim gücünün yerini de, bilgi üretim gücü almıştır. Küreselleşme, bilgi
toplumunda yükselen temel değerlerdendir. Eğitim sisteminin, bilgi toplumunun
ve küreselleşmenin gereklerine uyum sağlayabilmesi için, amaçlarının çağın
ihtiyaçlarına karşılık verecek şekilde yeniden belirlenmesi gerekmektedir (Özden
1999).
Bilgi ve teknoloji toplumu, fert ve toplum hayatını etkileyerek sosyal yapı ve
fonksiyonları değiştirmektedir. Bu değişmelere paralel olarak eğitim kurumlarında
da değişme ve gelişmelere ihtiyaç duyulmaktadır. Bu sebeple, eğitim kurumlarını
değişen ve gelişen sosyal, kültürel, ekonomik ve teknolojik ihtiyaç ve şartlara
cevap verecek şekilde hazırlamak gerekmektedir (Yetim ve Göktaş 2004). Karaköse
(2005)’nin de belirttiği gibi, içinde bulunduğumuz çağda, geçen zaman süreci
içerisinde inanılması güç gelişmeler ve değişimler yaşanmaktadır. Bir toplumun
gelişmesinde bilimsel ve teknolojik gelişmelere ayak uydurabilmesinde eğitimin
önemli bir rol oynadığı bilinen bir gerçektir. Ülkelerin geleceği, eğitim kurumlarının
işlevlerini tam olarak yerine getirip getirmemelerine bağlıdır. Eğitim kurumlarında
verimlilik makine ile değil, insanla sağlanır. Eğitim sisteminin en stratejik öğesi
kuşkusuz öğretmendir.
Genel anlamda öğretmenlik, öğretmenin görevi, meslek ise bir kimsenin
geçimini sağlamak için yaptığı iş demektir. Bir yaşamsal etkinlik olgusu olan meslek,
toplumsal, kültürel ve ekonomik yapının ve teknolojinin gerektirdiği bir iş bölümü
sonucu ortaya çıkar. Meslekler, genellikle gelişmemiş toplumlarda görenekle
babadan oğula veya anadan kıza geçer, az gelişmiş toplumlarda usta-çırak ilişkisiyle
öğrenilir, gelişmiş toplumlarda örgün eğitimle edinilir. Çağdaş toplumlarda ise belirli
diploma gerektiren profesyonel bir uğraş niteliği kazanır. Günümüzde öğretmenlik
mesleği öğretmen olan kimseler tarafından yürütülür. Günümüzde öğretmen,
öğretmenlik mesleğinin gerektirdiği yeterlikleri kazandıran yüksek öğrenimi bitirip
öğretmenlik yapma yetkisini elde etmiş olan kimsedir (MEB 2007).
Öğretmenlik mesleği yetişmekte olan nesli, ailesi, çevresi, ulusu, devleti
ve vatanı için daima yararlı, yapıcı “üretici” iyi bir insan ve iyi bir vatandaş olarak
yetiştirme sanatıdır. Öğretmenlerin yetiştirdiği bireyler, ailesini ve ulusunu mutlu
kılar, vatanını kalkındırır ve devletini güçlendirir. Bu bakımdan ulusun, vatanın ve
devletin geleceği; ekonomik yönden kalkınması her şeyden önce öğretmenlerin
göstereceği başarıya bağlıdır (Vural 2004).
Öğretmen, eğitim-öğretimde önemi tartışılmaz kişidir. Öğretmen niteliği,
toplumun gelişmişlik düzeyini, insan anlayışını etkilemektedir. İnsanların olumlu
ve olumsuz davranış özellikleri kazanmalarında öğretmenlerin etkisi büyüktür.
Bu nedenle olumlu davranış özelliklere sahip insan yetiştirebilmek için nitelikli
öğretmenlere duyulan ihtiyaç da fazladır. Bir ülkede yeni nesillerin yaratıcı, verimli,
yapıcı, meslek sahibi, ülkesine karşı sorumluluklarının bilincine varmış vatandaşlar
olarak yetiştirilmesinde öğretmenler önemli bir rol oynar (Davran 2006).
Övet (2006)’e göre, tarih boyunca öğretmenlik mesleği, toplumdaki her fert,
kimlik, grup, kurum, olay ve olguyla etkinlik-edilgenlik ilişkisi bağlamında çoğunlukla
pozitif değer ifade etmiştir. Buna bağlı olarak öğretmenler de her zaman kendi
toplumlarının toplumsal-kültürel-ulusal açıdan kimlik yapılandırıcıları, stratejik
destek unsurları, toplumsal-kültürel miras taşıyıcıları ve bireyin sosyalleşmesini
sağlayıcı insan kaynağı olagelmiştir.
Toplumsal çözümleri gelecek nesillere taşıyıcı ve sosyal/siyasal sistemi
meşrulaştırıcı rolü nedeniyle uygarlık tarihini inşa eden en önemli sosyal
kuvvetlerden biri olan öğretmenler, dolayısıyla da öğretmenlik mesleği, başlangıçta
iptidaî özellikler gösterirken zaman içinde çeşitli toplumsal değişme dinamiklerinin
etkisiyle giderek profesyonelleşmeye başlamıştır (Özpolat, 2005).
Orakçı (2005)’nın da belirttiği gibi, öğretmenlik, dünyanın her yerinde,
milletlerin geleceğini inşa eden belki de en önemli ve en onurlu bir mesleğin adıdır.
Milletlerin ruh ve karakterini şekillendirmede etkin rol oynayan öğretmenlerin
işlevlerini yerine getirebilmesinde onların üretkenliğinin önemli bir etkisi vardır.
Bu işlevini layıkıyla yerine getiren öğretmenler için; “bütün bir toplum onların
eseridir” denilebilir. Öğretmenler, gerekli bilginin kazanılmasını kolaylaştıran,
gerekli ortamları hazırlayan bir rol benimsemek durumundadır. Bunu en iyi
biçimde yapabilmek için de öğretmenin çağı yakalamış, gelişme ve yeniliklere açık,
kendini devamlı yenileyen bir yapıda olması gerekmektedir. En az öğrencileri kadar
öğrenme ile aralarının iyi olması beklenir. İstenmeden de olsa insan eğitiminde
yapılacak bir hata, sadece yetiştirilen bireye zarar vermeyecektir. Aynı zamanda
toplumun geleceğini de olumsuz yönde etkileyecek sonuçlar doğuracaktır (Özkan
2005).
Çağdaş öğretim anlayışında öğretmen merkezli öğretim ya da buna tepki
olarak ortaya çıkan öğrenci merkezli öğretim, yerini öğretim etkinliği sonucunda
öğrencide oluşması istenen niteliklerin belirlenen standartlara ulaştırılmasını
merkeze alan ve standart öğrenci niteliği merkezli olarak adlandırabileceğimiz
bir öğretim yaklaşımına bırakmıştır. Bu yaklaşımda her öğrencinin sözel bilgi,
bilişsel beceri, bilişsel strateji, devimsel beceri ya da tutumlar gibi öğrenme
ürünlerinin önceden belirlenen standartlarına erişmesi amaçlanmaktadır. Bu
durum, öğretmenin geleneksel öğretim anlayışındaki bilgi aktaran ve öğrencinin
sorduğu her soruya yanıt veren kişi rolünde değişiklik yaratmıştır. Yeni yaklaşımda
öğretmene, öğrencilere öğrenme ile ilgili sorunlarının çözümünde ve bilginin elde
edilmesinde kılavuzluk rolü verilmiştir (Tandoğan 2007).
Öğretim sürecinde sınıf içi öğretim ortamında ve dolayısıyla bu ortamın
sağlanmasında öğretmenin üstlendiği rol gereği, öğretmenin öğreteceği konuyla
ilgili yeterli alan bilgisine sahip olması yanında, belirlenmiş olan program
amaçlarını dikkate alma, öğretimi planlama, öğrenciyi tanıyabilme, öğrencinin
öğrenme problemlerini belirleme, öğrenciye daha kolay nasıl öğrenebileceği
konusunda destek sağlama, pekiştireç, motivasyon ve güdü sağlama, yetenekleri
değerlendirme, zeka türlerini/öğrenme stillerini belirleme, tekrar öğretim gibi
etkili öğretim yöntemini sağlamaya yönelik pek çok becerilere sahip olması
gerekmektedir (Türk 2006).
Bir bütün olarak eğitimi, özel olarak da öğrenme sürecindeki uygulamalarını
önemli ölçüde destekleyen, başarılı kılan öğretmenin, yeni görüş ve yaklaşımda
bulunmak için araştırıcı olması, bilinenler ve uygulananlarla yetinmemesi, daha
başarılı çalışmalar için eğitime kendine özgü yorum ve uygulama yöntemleri katma
çabası içinde olması, öğrenme sürecini bireyselleştirip her öğrencinin yetenekleri
ve olanakları içinde yetişmesini sağlaması, eğitimle ilgili görüş, araştırma, deney ve
gözlem birikimlerinden uygulamalarda yararlanılması için, yönetici ve deneticilerle
sürekli iletişim ve etkileşim içinde olması, okul-çevre ilişkilerini, eğitim amaçlarının
gerçekleştirilmesini destekler nitelikte geliştirmeye çalışması gerekmektedir (Ercan
1999).
Bunların yanı sıra öğretmenin Türkçe’yi iyi kullanma becerisi, sağlıklı beden
yapısı ve görünümü, olaylar karşısında soğukkanlı ve dengeli tutumu, yeteneklerini
enerjik biçimde kullanması, çocukları sevmesi, başkalarıyla iletişim ve etkileşim
kurma becerisi, kendi kendine karar verebilmesi ve özgüveni, yaşamının düzenli
olması öğretmeni öğretmen yapan davranış özellikleridir (Alıcıgüzel 1998).
Öğretmen kendini geliştirdiği oranda, yenilikleri öğrencilerine aktarabilecektir. Eğer
derste sadece kendi bildiklerini anlatırsa öğrenciyi de kendi bildikleri ile sınırlamış
olur. Öğretmen; inceleme, araştırma yani bilimsel olma özelliği kazandıran bir
rehberdir. Bilgi sunmanın yanında öğrencinin performansını ortaya çıkaran ve
bu doğrultuda onu yönlendiren, yol gösteren kişidir. Okul ve öğretmen, topluma
uyumun yanında gençleri zararlı alışkanlıklardan da korumada etkilidir. Öğrenciler
için, sosyal faaliyetler olmaksızın okulun ve derslerin albenisi daha azdır. Bu durumun
farkında olan öğretmenler, öğrencilerin ihtiyaçlarını göz önünde bulundurarak
okul ortamını daha renkli hale getirmeye çalışırlar. Düzenledikleri satranç, spor
müsabakaları, gezi, izcilik, müzik çalışmaları vb. faaliyetlerle öğrencileri zararlardan
uzak tutmayı başarırlar (Aksoy 2005).
Etkili Okul ve Etkili Öğretmenlik
Binbaşıoğlu (1993)’na göre, etkili okul, öğrencilerin bilişsel, duyuşsal ve
psiko-motor gelişmelerinin en uygun sağlandığı bir öğrenme çevresidir. Etkili okul
kavramına göre, bütün öğrenciler öğrenebilirler, bütün öğretmenler öğretilmesi
gerekenleri öğretebilirler, bütün öğrencilerin yüksek beklentileri olabilir, bütün
öğrenciler yüksek başarı normları geliştirebilirler ve düşük öğrenci başarısı
yararsızdır. Etkili okulu belirleyen beş boyut tespit edilmiştir. Bunlar:
• Okul yöneticisi
• Öğretmenler
• Okul ortamı
• Öğrenciler
• Veliler.
Okulun bu boyutları, çocuğun eğitimine ne derece katılabilirse, o
çocuğun eğitimi de o derece etkili ya da başarılı olacaktır. Etkili öğretim,
öğrenmenin doğasını ve değişik gelişim aşamalarındaki öğrencilerin özelliklerini
anlamayı gerektirir. Öğretimi düzenlemede bu iki öğe önemli rol oynamaktadır.
Öğretim; içsel bir süreç ve ürün olan öğrenmeyi destekleyen ve sağlayan dışsal
olayların planlanması, uygulanması ve değerlendirilmesi sürecidir. Eğitimin
gerçekleşebilmesi için öğretimin, belli hedeflere yönelik öğrenmeleri oluşturmak
üzere planlanması, uygulanması ve değerlendirilmesi gerekmektedir. Öğretimi
düzenleyen ve uygulayan kişi olarak öğretmenin görevi, belirlediği öğrenme
hedefleri doğrultusunda, öğrenci ve öğrenme süreci özelliklerine uygun olarak
dışsal olayları seçme, düzenleme, uygulama gibi görevleri vardır (Güven 2004).
Etkili okulda öğretmenler, eğitim ve öğretimde bir rehberdir. Çocuğun
geleceği, onun tutum ve davranışlarına bağlıdır. Bu nedenle öğretmen, etkili
okulun, çocuğa etki yapan en önemli bir öğesidir. Öğretmenlerle ilgili etkili okulda
ilk koşul, öğretmenler arasında, çeşitli eğitim konularında, görüş ve anlayış birliğinin
bulunmasıdır. Bunun olmadığı bir yerde etkili bir öğretimden söz edilemez. Ayrıca
etkili okulun öğretmeni, bilimsel araştırmalarla ortaya konmuş olan etkili öğrenme
yöntemlerine sahip çıkmalıdır. Etkili öğrenme yöntemlerinin esasları şunlardı
(Binbaşıoğlu 1993);
• Öğrenme konusuna karşı öğrencinin ilgi göstermesi,
• Öğretilecek konunun öğrenci için bir anlam taşıması ve bir ihtiyacı
karşılaması,
• Öğretilecek konunun öğrencinin yaş ve zihin düzeyine uygun olması ve
bunların uygun bir miktarda bulunması,
• Öğretilecek konunun, öğrenmeye yardım edecek birtakım ayırt edici
özelliklerinin bulunması,
• Başarı sonuçlarının, uzun vakit geçirilmeden öğrenilmesi, ödül ve
cezalandırmada ölçülü davranılması, ceza yerine ufak davranışlarla
yetinilerek, ödüle daha çok yer ve önem verilmesi,
• Öğretilecek konunun niteliğine en uygun öğrenme yöntemlerinin
seçilmesi
Açıkgöz (2003)’e göre etkili öğretmen, yalnızca öğretimin nasıl yapılacağını
ya da öğretim sırasında karşılaşılan sorunların nasıl çözüleceğini bilen değil,
bildiklerinden hangisinin belli bir alanda uygulanabileceğine karar veren ve
bunu uygulayan öğretmendir. Eğitim sisteminin en küçük birimi sınıftır. Etkili
sınıf yönetiminin önemli değişkenlerinden birinin öğretmen davranışları olduğu
söylenebilir. Başarılı bir sınıf yönetiminin en temel anahtarı uygulamalar ile
ilgili olarak plân yapmaktır. Öğretmen yapacağı plânla birlikte etkili bir biçimde
başarılı olabilmek için istenmeyen davranışları ortaya çıkaran olayları da hesaba
katarak davranışını oluşturmalıdır. Bu bağlamda öğretmen, uygun bir öğretim
yöntemi belirlemez ve esnek bir yaklaşım biçimi sergilemezse en iyi ders plânı bile
başarısızlığa uğrayabilir. Sınıftaki zamanın kullanımı ile ilgili çalışmalar zamanın
öğrenme üzerinde önemli bir faktör olabileceğini, zamanın kullanımına sadece
öğretmenlerin değil, öğrencilerin de ihtiyacı olduğunu göstermiştir (Terzi 2002).
Etkili öğretmenler, güdüleyici ve teşvik edici bir kişiliğe sahiptirler. Bu
öğretmenler işini severek yaparlar, öğrencileri desteklerler ve güvenilir kişilerdir.
Güdüleyici bir kişiliğe sahip öğretmenlerin üç özelliği vardır: İsteklilik, yakınlık
ve mizah duygusudur. İstekli öğretmenler öğrencilerine güvenen, saygı duyan,
onlarda öğrendikleri konuların değerli ve zevkli olduğu izlenimini yaratan, işini
seven öğretmenlerdir. Öğretmenin yakınlık ve mizah özelliğine sahip olması,
güvenli ve verimli bir ortama katkı sağlayarak dolaylı olarak öğrenmeyi artırır. Bir
öğretmenin içtenliği öğrencileriyle olan olumlu, destekleyici ilişkilerle kendini
belli eder. Öğretmenin mizahını etkili kullanımı öğrenmeyi pekiştirir ve uzun süreli
kalıcılığını artırır. Mizahın etkili kullanımının hem spontane ve hem de amaçlı ya da
planlı bir boyutu vardır. Sınıfta yapılan şakaların çoğu spontane olmakla birlikte,
sınıfta şakanın etkili kullanımının aynı zamanda amaçlı bir boyutu vardır. Örneğin
ders planı yaparken konunun gülünç ve eğlendirici noktalarını içeren bir plan
yapılabilir (Yalın ve Özdemir 1998).
Öğretmenin akademik ve bilişsel gelişmişliği öğretmenin etkililiği üzerinde
önemli bir rol oynamaktadır. Yani öğretmenin konu alanı bilgisi, entelektüel ilgileri,
okuma alışkanlıkları gibi özellikleri etkililiği belirler. Bunun yanında öğretmenin
öğretmeyi kolaylaştırma amacıyla etkinlikler düzenlerken gösterdiği, soru sorma,
açıklama yapma, pekiştirme, dönüt-düzeltme, güdüleme, alıştırma, öğrencinin
dikkatini canlı tutma, ipucu verme, dersin akıcılığını sağlama vb. davranışları
etkililikte önemlidir. Ayrıca öğretmenin sevecenlik, başkalarına değer verme,
özsaygı, benlik kavramı, denetim odağı, güvenirlik, dürüstlük, saydamlık gibi
özellikleri de etkili öğretmeyi sağlamaktadır (Açıkgöz 2003).
Öğretmen-Öğrenci İletişimi
İletişim, insanlar arasındaki sözel ve sözel olmayan konuşmalardır. Öğretim
ortamında öğrenciler ve öğretmenler birbirleriyle sözel ya da sözel olmayan
yollarla etkileşimde bulunurlar. Öğretimin etkili olabilmesi iletişim süreçlerinin iyi
işletilmesine bağlıdır (Açıkgöz 2003). Bir iletişim sürecinde kaynak, mesaj, kanal,
alıcı ve dönüt öğeleri bulunmaktadır. Bunlar (Ünal 2003);
Kaynak: Bir iletişim sürecinde hedeflediği kişi ya da grupta davranış değişikliği
oluşturmak üzere iletişim sürecini başlatan kişidir. Eğitim sürecinde, öğrencilerde
davranış değişikliği oluşturmak üzere bu görevi üstlenen kişi öğretmendir.
Mesaj: Kaynağın alıcıyla paylaşmak istediği düşünce, duygu ve davranışları
temsil eden sembollerdir. Eğitim sürecinde mesajı; ders kitabı, program içeriği ya
da öğretmenin yaptığı konuşmalar oluşturmaktadır.
Kanal: İletişim sürecinde kaynağın amaçları doğrultusunda alıcıya
gönderdiği mesajları taşıyan araç-gereç, yöntem ve tekniklerdir. Eğitim sürecinde
öğretmenin konuşması, kullanılan teknolojik araç-gereçler, ders kitapları, bilgisayar
yazılımları kanallara örnek olarak verilebilir.
Alıcı: Kaynağın gönderdiği mesajlara hedef olan kişi ya da kişilerdir. İletişim
sürecinde istenen tepkiyi vermesi beklenenler, süreçte “alıcı” rolünü üstlenirler.
Mesajı veren öğretmense istenen tepkiyi vermesi beklenen öğrenci, mesajı veren
öğrenciyse istenen tepkiyi vermesi beklenen öğretmendir.
Dönüt: Kaynak, alıcısına gönderdiği mesajların alınıp alınmadığını,
alındıysa anlaşılıp anlaşılmadığını ya da ne derece anlaşıldığını alıcıdan kendisine
gelen tepkilerden anlayacaktır. Alıcıdan kaynağa yönelen bu tepkilere “dönüt”
denilmektedir. Öğretmen tarafından sorulan bir soruya verilen yanıt veya
öğrencilerin mimiklerinden konunun anlaşılıp, anlaşılmadığının sezilmesi dönüte
örnek olarak verilebilir.
Çınkır (2004)’ın belirttiği gibi, öğrenciler zamanlarının büyük bir çoğunluğunu
okulda öğretmenleri ve arkadaşları ile geçirmektedir. Öğrenciler ve öğretmenler
kurdukları ilişkinin niteliğine göre birbirlerini iyi ya da kötü olarak tanımlayabilirler.
Aslında iyi ve kötü öğretmen olmadığı gibi iyi ve kötü öğrenci de yoktur. İyi ve kötü
ile belirtilmek istenen öğretmen-öğrenci arasındaki ilişkinin niteliğidir. Öğrencilere
okul yönetimi, öğretmenleri ve diğer personel hakkında onların iyi ve kötü
yanları sorulduğunda, öğrenciler genellikle sevdikleri ve sevmedikleri yanlarını
söyleyeceklerdir. Bu da okuldaki insan ilişkilerinin düzeyi ve yönü hakkında bilgi
verebilir. Okulda öğretmenler ve öğrenciler arasında karşılıklı güven-değer-
diyaloğa dayalı bir ilişki kurmak önemlidir. Okuldaki insan ilişkilerinin bu üç önemli
parçasını ilişki = Güven + Değer + Diyalog seklinde formüle edilebilir.
İyi bir öğretmenin en önemli özelliklerinden biri, her öğrencisiyle içten
ilgilenmesidir. Öğrencileri güler yüzle kutlamak, onlara cesaret verici birkaç
söz söylemek, omuzlarına ellerini koymak, ellerini sıkmak, iyi ürünlerini gösteri
panosuna asmak öğretmenin öğrenciyle yakından ve içten ilgilendiğini gösteren
davranışlardır. Öğrencilerini kontrolde sorunu olan birçok öğretmenin bu
sorununun temel nedeni tutarsız davranmasıdır. Öğrenciler, günü gününe uyan
ve her öğrenciye adil davranan öğretmeni, hatta sert tavırlı bile olsa, sever ve
sayarlar. Öğretmenin sözüyle davranışları, duygularıyla düşünceleri arasında uyum
bulunmalıdır. Öğrenciler üzerlerine alacakları çeşitli etkinliklerle ilgili konularda
öğretmenlerinin nasıl bir tepki göstereceği konusunda önceden bilgili olmak
isterler. Tutarlı davranışlar, dikkatli bir planlamayla, normların açık seçik biçimde
belirtilmesiyle ve bunların sürekli gözden geçirilmesiyle mümkündür (Alıcıgüzel
1998).
Günlük yaşantımızda önemli bir yere sahip olan sözel olmayan iletişim
(sözsüz mesajlar veya beden dili), eğitim sistemimizde öğretmenler tarafından
da kullanılmaktadır. Öğretim hizmetlerinin niteliği büyük oranda öğretmenin
davranışlarına bağlı olduğu için, öğretmenin sınıftaki sözel olmayan davranışları,
verilen eğitim hizmetinin niteliğini etkilemektedir. Yapılan araştırmalar her eğitim
sisteminin kendine özgü bir sözsüz iletişim yapısına sahip olduğunu ve bu yapının
öğretmenler tarafından kullanılmasının öğrencileri etkilediğini ortaya koymuştur
(Ünal 2003).
Kuşkusuz her zaman mesajlar, gönderildiği gibi anlaşılmaz. Sık sık yanlış
anlamalar ortaya çıkabilir. Örneğin; öğretmenin görüşünü almak ya da konuşma
fırsatı vermek için soru yönelttiği bir öğrenci, öğretmenin kendisini küçük düşürmek
için soru sorduğunu düşünebilir. Bu durum, kaynağın duygu ve düşüncelerini
uygun iletişim biçimine çevirememesi, doğal davranmaması, alıcının gönderilen
mesajı çözümleyememesi vb. nedenlerden kaynaklanıyor olabilir. Bu, tarafların
etkili iletişim becerilerinden yoksun olması demektir (Vural 2004).
Sonuç olarak öğretimin etkili olmasında iletişimin merkezi bir rol taşıdığı,
bunun için öğretmenlerin etkili iletişim becerilerine sahip olması ve bunları
öğrencilere de kazandırmaya çalışması gerektiği söylenebilir. Öğretmenlerin bu
becerilere sahip olması, öğretmen adaylarının etkili iletişim kurup kurmadığına
bakılarak ve etkili iletişim kuranlar tercih edilerek ve öğretmenleri etkili iletişim
becerileri konusunda yetiştirerek sağlanabilir (Açıkgöz 2003).
Öğretmenle öğrenci arasındaki iletişimi formal ve informal olarak ayırmak
da mümkündür. Sadece formal iletişim, okulun doğasına aykırıdır. Çünkü, okulların
öğretimden başka eğitsel amaçlarının da olduğu unutulmamalıdır. Belirli bir
düzeyi korumak şartıyla (ki bu düzeyi öğretmen belirlemelidir) öğretmen-öğrenci
iletişiminde informal iletişime ağırlık verilmelidir. Gerek okul bahçesinde, gerek
koridorlarda ya da diğer yerlerde öğretmenlerin öğrencilerle yapacağı bire-bir, küçük
gruplarla veya tüm sınıfın katılımıyla informal iletişimin öğrencinin gelişiminde
etki yapacağı bir gerçektir. Model olma-alınma gerçeğinden kaçınamayacak olan
okul ya da sınıf ortamında öğretmenin, toplumun kültürel özelliğini dikkate alarak
informal iletişimde bulunması gereklidir.
Teknoloji ve Öğretmen
Ülkemizde öğretimin büyük ölçüde kitaba (metne) bağlı yapılmakta olduğu
yadsınamaz bir gerçektir. Metne dayalı öğretim, sözel ağırlıklı olması nedeniyle,
ezberci öğrenmeyi teşvik etmekte; öğrenilen bilgiler buz üzerine yazılan yazılar
gibi kısa zamanda unutulmaktadır. Okullardaki öğrenme-öğretme sürecinde,
iki ve üç boyutlu araçlardan yeterince yararlanılmaması sebebiyle, öğrenciler
konuları daha anlamlı ve etkili biçimde öğrenememektedirler. Bundan başka,
metne dayalı öğretimden her çocuk, bireysel farklılıklar nedeniyle, aynı oranda
yararlanamamaktadır. Örneğin mekanik tipteki çocuklar, mevcut öğretimden soyut
konuları kavrayan tipler kadar yararlanamamaktadır. Oysa eğitim teknolojisine
(görsel-işitsel araçlara) dayalı öğretimle öğrencilerin tümü çalışmalardan aynı
ölçüde yararlanmakta ve tam öğrenme gerçekleşmektedir (Alıcıgüzel 1998).
Eğitim teknolojileri içinde bilgisayarlar Amerika ve Avrupa ülkelerinde
eğitim alanında etkin olarak kullanılmaktadır. Ülkemizde Bilgisayar Destekli Eğitim
ile birlikte bilgisayarlar eğitim alanında kullanılmaya başlanmıştır (Arslan 2003).
Bilgisayarların eğitim sürecine girmesi sonucunda “öğrenme”nin içeriği de (Tablo-
10.1) değişmiştir (Kocasaraç 2003).
Tablo-10.1 Günümüzdeki ve Gelecekteki Öğrenme Biçimleri
Öğretmen Yeterlikleri
Öğretmenler ve öğretmenlik mesleğindeki nitelik konusu sadece
Türkiye’de değil, dünyanın pek çok ülkesinde çok sık gündeme gelen bir konudur.
Öğretmenlik mesleği ve bu mesleği yürüten profesyonellerin mesleğin gereklerini
yerine getirişleriyle ilgili düzenlemeler Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan beri
üzerinde hep konuşulan bir konu olagelmiştir. Özellikle son 30 yılda gerçekleştirilen
ve gerçekleştirilmeye çalışılan düzenlemeler bu konuda çok uzun yıllar sürebilecek
çalışmaların da işaretçileridir. 1998 yılında öğretmen yetiştirme alanında YÖK
tarafından yapılan yeni düzenlemeler bu halkanın en son zincirlerinden birisi
sayılabilir (Seferoğlu 2004). Bugün gelinen noktada öğretmenliğin görünürde
öneminin ne derecede olduğunu tespit etmenin yanı sıra, öğretmenlerin nasıl
bir işlevle donatılması ve görevlerini nasıl ve ne için yerine getirmeleri gerektiğini
kavratmak ve kavramak gerekmektedir. Bütün bunların yapılabilmesi için de
bu durumu engelleyici faktörlerin de ortadan kaldırılması gerekmektedir.
Öğretmenliğin görev alanının okulla ve sınıfla sınırlı olmadığının, bilgi toplumun
gereklerinin ancak, daima artan bilgi birikimiyle karşılanabileceğinin bilinmesi
gerekmektedir (Özkan 2004).
Yeterlik Nedir?
Yeterlik, bir görevi icra etmek ve görevin gerektirdiği sorumlulukları yerine
getirmek için ihtiyaç duyulan yetenek, bilgi ve becerileri ifade eden bir kavramdır. Bu
kavram, belirli bir görevi ya da rolü kabul edilebilir bir düzeyde yerine getirmek için
sahip olunması gereken kapasiteyi vurgular. Öğretme yeterlikleri ise, farklı öğretme
ortamlarında etkili bir performans için gerekli olan bilgiler, beceriler, tutumlar ve
kişilik özelliklerinin bir bütünü olarak tanımlanabilir. Öğretme yeterlikleri eğitimin
hedeflerini etkili bir şekilde gerçekleştirmek için öğretmenin kullanımında olan
bir repertuar olarak düşünülmelidir. Öğretmen, farklı öğretim ortamlarında
programın hedeflerinin etkili şekilde gerçekleşmesi için bir bütün olarak ele aldığı
bu repertuarın ortama uygun kısımlarını kullanır (Şahin 2004).Öğretmenin yeterlik
alanları genel kültür, alan bilgisi ve pedagojik formasyon yeterliğidir.
a. Genel Kültür: Genel kültür alanı, bağımsız bir alan olmayıp öğretmenin
eğitim sürecindeki genel kazanımlarının bir bileşkesidir. Genel kültür öğretmenin
mesleğini uygularken bir sorunla karşılaştığında alan bilgisine ve pedagojik
formasyon becerisine ek olarak bu sorunun çözümüne katkıda bulunan diğer
disiplinler arası bilgi ve becerileri kapsamaktadır. Genel kültür bilgileri alana ilişkin
olay ve olguların açıklanmasında, disiplinler arası ilişkilerin kurulmasında, konunun
öğretiminde bütünlük, somutluk-soyutluk, yakınlık-uzaklık ve güncellik gibi
öğretim ilkelerinin yaşama aktarılmasında eğitim öğretim yeterliklerinin ayrılmaz
bir boyutunu oluşturur (Yetim ve Göktaş 2004).
b. Alan Bilgisi: Öğretmen, alanına ilişkin temel bilgileri (kavram, olgu,
ilke, genelleme, yasa, model, kuram vb.) bilmelidir. Ayrıca öğretmen, anlama,
gerekli oldukça alanındaki bilgilerini daha üst düzeylere çıkarma becerisine sahip
olmalıdır(Vural 2004). Öğretmen, öğreteceği alanın temel kavramlarını, araştırma
ve inceleme araçlarını ve yapılarını anlamalı ve alanın bu özelliklerini öğrenciye
anlamlı bir biçimde öğrenme deneyimleri yaratmalıdır. Öğretmen alanına ait
bilgilerin, gerçeklerin sabit bir bütünü değil, karmaşık, sürekli ve değişen bir yapıda
olduğunu fark etmelidir. Farklı perspektifleri kabul edip, bilginin nasıl geliştiğini
öğrenciye aktarmalıdır. Öğrettiği alana yakın ilgi duymalı ve günlük hayatla ilişkisini
kurmalıdır. Sürekli öğrenmeyi alışkanlık haline getirmeli ve alanla ilgili faaliyetlerle,
alanın öğretimi konumundaki profesyonel etkinliklere aktif olarak katılmalıdır(Yetim
ve Göktaş 2004).
c. Pedagojik Formasyon (Eğitme-Öğretme) Yeterlikleri: “Pedagojik
formasyon” olarak da ifade edilen ve öğretmen eğitimi programlarının önemli bir
boyutunu oluşturan öğretmenlik meslek bilgisi derslerinin öğretmen adaylarına
gerek hizmet öncesi, gerekse hizmet içi eğitim programları yoluyla etkili bir şekilde
kazandırılması, öğretmenin niteliği ve dolayısıyla da eğitimin niteliği bakımından
gereklidir. Öğretmenlik mesleğinden söz edilebilmesi için bir öğretmenin “Kim,
niçin, nerede, nasıl öğretilmelidir?” sorularına cevap verebilecek pedagojik
formasyon bilgisine sahip olması gerekir. Günümüzde “bilen öğretir” ve “hiç bir
şey olamadıysan bari öğretmen ol” sloganları, artık geçerliliğini yitirmiştir. Bilmek
kendi başına sadece yeterli olmayıp; bilineni, nasıl, hangi yöntem ve tekniklerle
karşısındaki hedef kitleye uygun olarak organize bir biçimde öğretileceğinin de
bilinmesi gerekir (Atasoy 2004).
Pedagojik formasyon (eğitme ve öğretme) yeterlikleri; öğrenciyi tanıma,
dersi planlama, materyal hazırlama, öğrenme ortamlarını düzenleme, ders dışı
etkinlikleri düzenleme, bireysel farklılıkları dikkate alarak öğretimi çeşitlendirme,
zaman ve davranış yönetimi, ölçme ve değerlendirme yöntem ve tekniklerini
belirleme, çevreyi tanıma, çevre olanaklarından yararlanma, okulu kültür merkezi
durumuna getirme, aileyi tanıma ve ailelerle ilişkilerde tarafsızlık olarak belirtilebilir
(MEB 2003).
Öğretmenin öğrenciyi tanımasının eğitim-öğretimde başarıyı artırdığı
yönünde genel bir kanı vardır. Eğitim ve öğretim müfredatları öğrenci boyutu
vurgulanarak hazırlanır. Öğrencinin yaşı, çevresi, ilgi alanları bu sistemde
önemlidir. Öğrenciye verilecek bilgiler, öğrencinin daha önceki eğitimine, nasıl
yetiştiğine ve onun şartlarına uygun hazırlanır. Öğrenci merkezli bir eğitimde,
öğrenci sistemin temelidir. Öğretmen öğrencilerini çeşitli özellikleriyle (fiziksel,
sosyo-ekonomik, zihinsel, duygusal ve psiko-motor) tanır. Bu özelliklerine uygun
öğrenme deneyimleri yaratır. Öğrencilerin öğrenme biçimlerindeki farklılıkları
anlar. Bu farklılıklara uygun âdil öğrenme fırsatları düzenler. Öğretmen, bireysel
farklılıkların, içsel ve dışsal motivasyonun, çalışma ve öğrenme alışkanlıklarının,
kalıcı ve anlamlı öğrenmede önemli olduğunu bilir. Buna uygun öğrenme
deneyimleri oluşturmak için çaba gösterir (Aktepe 2004). Bu çerçevede öğretmen
aşağıdaki yeterlikleri gösterir (MEB 2003):
• Öğrencilerin gelişim ilkeleri ile gelişim alanlarının özelliklerini bilir ve
uygulamalarına yansıtır.
• Öğrencinin gelişim düzeylerini ve bireysel farklılıklarını gözlem, görüşme,
bireysel ve grup projeleri, ölçekler vb teknikler kullanarak belirler.
• Öğrencinin gelişim düzeyi, öğrenme biçimi, ilgi ve gereksinimlerine
uygun ödev ve sorumluluklar verir.
• Öğrenciye ait bilgileri sınıf içi ve dışı çalışmaları çeşitlendirmekte kullanır.
• Öğrenciye ait bilgileri öğrenme ve öğretme sürecini planlama, uygulama
ve değerlendirmede kullanır.
• Öğrenciye ait kişisel gelişim dosyalarını inceler.
• Öğrencinin kişisel gelişim dosyasına gerekli bilgileri ekler.
• Öğretme-öğrenme sürecini bireysel farklılıklara göre planlar.
• Öğretme-öğrenme sürecinde öğrencinin ilgi ve ihtiyaçları doğrultusunda
değişiklikler yapar.
• Bilgi ve iletişim teknolojilerini de kullanarak, farklı deneyimlere, özelliklere
ve yeteneklere sahip öğrencilere uygun öğrenme ortamları hazırlar.
• Öğrencinin ilgi ve ihtiyaçları doğrultusunda değerlendirme yöntemlerini
çeşitlendirir.
• Öğrenciye ismiyle hitap eder.
• Öğrencilerle ilgili kayıtlarda gizlilik ilkesine uyar.
• Öğrencilere uygun tartışma ortamı yaratır.
• Öğrencinin kendini ifade edebileceği fırsatlar sunar.
• Öğrencinin fikirlerine ve ürettiklerine değer verir.
• Öğrencilere, diğerlerinin fikirlerine ve ürettiklerine değer vermeleri için
model olur.
• Öğrencilerin sahip olduğu değerlere saygı gösterir.
• Öğrencilerin sahip olduğu kültürel değerleri dikkate alır.
• Öğrencinin gelişim özellikleri ile ilgili elde ettiği bulguları onlarla
paylaşır.
• Öğrencinin güçlü ve zayıf yanlarını fark etmesini ve geliştirmesini
sağlayacak ortamlar oluşturur.
• Öğrencinin ilgi ve ihtiyaçları doğrultusunda ilgili uzmanlarla işbirliği
yapar.
• Öğrenciyi ilgi ve ihtiyaçları doğrultusunda ilgili uzmanlara yönlendirir.
• Öğrencinin kişisel gelişimini ailesi ile paylaşır.
Öğretmenlik Mesleği
1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanununda öğretmenlik, devletin eğitim,
öğretim ve bununla ilgili yönetim görevlerini üzerine alan özel bir ihtisas mesleğidir.
Öğretmenler görevlerini yerine getirirken Milli Eğitim Bakanlığı tarafından belirlenen
amaç ve esaslara uygun biçimde görev yapmakla yükümlüdürler.
A) Göreve Başlama
Bakanlık tarafından ilk atama, açıktan atama, askerlik dönüşü atama ya da
yer değiştirme suretiyle atama biçimlerinde atana öğretmene ait kararname il ve
ilçe milli eğitim müdürlükleri kanalıyla okula gönderilir ve öğretmenin okulunda
işlemlerinin yapılması ile fiilen göreve başlanılmış olur. İlk atamalarda görev yeri
kendisine tebliğ edilen öğretmen adayı 15 gün içerisinde okulunda fiilen göreve
başlamak zorundadır. Bu süre içinde göreve başlamayanlar haklarını kaybederler
(657 sayılı Devlet Memurları Kanunu).
B) Stajyerlik (Adaylık)
İlk atama ile göreve başlayan öğretmenler bir yıldan az, iki yıldan çok
olmamak kaydıyla ilgili yönetmelik uyarınca bir eğitim ve uygulama faaliyetine tabii
tutulurlar. Bu süre içinde verilen eğitim ve uygulama döneminde başarılı olan aday
(stajyer) öğretmenler, asil öğretmen olmaya hak kazanırlar. Aday öğretmenlerin
eğitim ve uygulama süreçleri, temel eğitim, hazırlayıcı eğitim ve uygulamalı eğitim
olarak üç safhadan oluşur. Bu dönemde okul idaresi tarafından belirlenen rehber
öğretmenler aday öğretmen yardımcı olurlar. Stajyer öğretmen okul kadrosunda
eksiklikler olmaması halinde nöbet görevi ve asli öğretmenlere has bir takım
görevlerden muaf tutulurlar. Fakat okulda öğretmen eksiği olması durumunda
aday öğretmenler de bu görevlere tabii olurlar. Aday öğretmenler teorik ve
uygulamalı eğitim süreçlerini başarıyla bitirmelerini takiben göreve başlamalarının
üzerinden bir tam yıl (365 gün) geçtikten sonra ilgili makamın onayı ile adaylıkları
kaldırılır. Söz konusu eğitim sürecinde başarısızlıkları belirlenen ve göreve başlama
tarihinden itibaren geçen iki yıl dâhilinde bu durumu olumlu yönde değiştiremeyen
öğretmenlerin memuriyetle ilişikleri kesilir (657 sayılı Devlet Memurları Kanunu).
C) Nakil Yolu İle Görevden Ayrılma
Nakil başvurusu bakanlık tarafından değerlendirilen ve kabul edilen
öğretmenin kararnamesi ilgili milli eğitim il müdürlüğüne ulaştığında kendisine
bildirilir. Öğretmen kararnamenin ulaşması takiben okul ile ilişiğini keser. Öğretmen
görevinden ayrılırken maaş ve nakil ilmühaberi düzenlenir. Söz konusu belge
öğretmenin kurumu ile ilgili maddi alacaklarını ve (varsa) borçlarını içerir. Atamasının
yapıldığını herhangi bir iletişim aracı vasıtasıyla öğrenenler, atandıkları il millî eğitim
müdürlüğüne göreve başlamak üzere başvurduklarında görev yerlerinin belirli
olması hâlinde tebligat beklemeksizin göreve başlatılırlar. Öğretmen nakil yolu ile
görevden ayrıldığında yeni görev yerine uzaklığı oranında yolluk alır. Başka bir ilde
görevlendirilen öğretmene ait sicil dosyası ayrılmasına müteakip yeni görev yerine
gönderilir (Atama ve Yer Değiştirme Yönetmeliği).
Ç) Öğretmenliğin Sona Ermesi
Öğretmenlik mesleğini sona erdiren sebepler şunlardır: Çekilme, çekilmiş
sayılma, çıkarılma, emeklilik, ölüm, diğer durumlar. Bunlar (657 sayılı Devlet
Memurları Kanunu);
1. Çekilme; Devlet memurunun kendi isteği doğrultusunda görevden
ayrılmasıdır (istifa etme). İstifa bir haktır. Ancak kanun hükmüne göre istifa sonucu
kurumun işlerinin aksamaması sebebiyle çekilme isteğinin kurum amirleri tarafından
kabulüne kadar göreve devam şartı konmuştur. Çekilen memurun zorunlu olarak
görevde kalma süresi ise bir ayla sınırlı tutulmuştur.
2. Çekilmiş Sayılma; Memurun durumu ile ilgili olarak kurum yönetimi
tarafından yapılan işlemleri kapsar. Kurum, tabii olduğu yasalardaki yükümlülüklerini
yerine getirmediği durumlarda memuru görevden çekilmiş (müstafi) sayar. Söz
konusu görevden çelikmiş sayılma gerekçeleri şöyle sıralanmıştır:
• Atandığı göreve, belirtilen süre dâhilinde başlanmaması,
• Nakil yolu ile görevden ayrılma durumlarında 15 gün içinde yeni göreve
başlanmaması,
• Memurun izinsiz veya özürsüz olarak görevine gelmemesi ve bu durumun
aralıksız olarak 15 gün sürmesi,
• Askerlik hizmetinin tamamlanmasını takiben göreve başlanmaması,
• Herhangi bir görevle kurumları tarafından yurt dışına gönderilip, izin
süresi bitiminde göreve başlanmaması.
3. Çıkarılma; İki türlü çıkarılma tanımlanmıştır. Bunlardan biri meslekten
çıkarılma, diğeri ise memurluktan çıkarılmadır. Her iki durum da bir disiplin
uygulamasıdır. Meslekten çıkarılan memurun görevi sona erer. Artık o göreve bir
daha dönemez. Memuriyetten çıkarılma disiplin cezasına çarptırılan memur ise
devlet memurluğundan temelli ayrılır. Memuriyetten çıkarılma bu sebepler dışında
olumsuz sicil alma durumunda da uygulanabilir. İki yıl üst üste olumsuz sicil alan
memur başka bir sicil amirinin emrine atanır. Burada da olumsuz sicilini sürdürmesi
halinde memurlukla ilişiği kesilir.
4. Emeklilik; Memurun mevzuatta belirlenen süre hizmetini takiben emekliye
ayrılması ile de memurluğu sona erer.
5. Ölüm;Memurun ölümü memurluğunu sona erdiren sebeplerdendir.
6. Diğer Durumlar; Memurluğa atanan kimsenin söz konusu görevin yasa ile
belirlenmiş şartlarından herhangi birine sahip olmadığının sonradan anlaşılması da
memurluğu sona erdirir. Ayrıca memurların görevleri ile bağdaşmayan bir hallerinin
belirlenmesi de memurluklarını sonlandırır.
CEVAP ANAHTARI