You are on page 1of 57

OSMANLI-TÜRK ANAYASAL GELİŞ MELERİ (1789-1980)

Bülent Tanör 1940'ta İstanbul'da doğ du. Galatasaray Lise- si'ni ve İstanbul Hukuk
Fakültesi'ni bitirdi. Paris X, Dijon, Cenevre ve İstanbul Hukuk Fakültelerinde öğ retim
üyeliğ i yaptı. Tanör, 28 Kasım 2002 tarihinde aramızdan ayrıldı.
Başlıca Yapıtları: Siyasi Düşünce Hürriyeti ve 1961 Türk Anayasası; Anayasa Hukukunda
Sosyal Haklar; TCK 142. Madde, Düşünce Özgürlüğ ü ve Uygulama; İki Anayasa (1961-
1982); Türkiye'nin İnsan Hakları Sorunu; Türkiye'de Yerel Kongre İktidarları (1918-1920);
Türkiye'de Demokratikleşme Perspektifleri (TÜSİAD 1997); Kurtuluş-Kuruluş; Türkiye'de
Kongre İktidarları (1918-1920); Türkiye'de Demokratik Standartların Yükseltilmesi
(TÜSİAD 1999); 1982 Anayasasına Göre Türk Anayasa Hukuku (Bülent Tanör- Necmi
Yüzbaşıoğ lu (2001); Anayasal Gelişme Tezleri (2007).
BULENT TANOR
Osmanli-Türk Anayasal Gelişmeleri (1789-1980)
(OTAĞ )
ODO
YAPI KREDİ YAYINLARI
İÇİNDEKİLER

Sunuş *13 BİRİNCİ KISIM


OSMANLI İMPARATORLUĞ U DÖNEMİ
Birinci Bölüm
Gerileme Döneminde Devlet Düzeni • 21
I. Devlet Sistemi • 21
II. Devlet-Halk İlişkileri • 25
İkinci Bölüm
Tanzimat'a Hazırlık Dönemi • 33
I. III. Selim Yenilikçiliğ i • 33
A- Yeniliklerin Ortaya Çıkışı • 33 B- Reformlar ve Uygulama • 36 C- Tepkiler • 38 D-
Değ erlendirmeler • 40
II. Sened-i İttifak (Sİ) • 41 A- Hazırlanış ı • 42 B- Getirdikleri • 44 C- Uygulama • 49
D- Değ erlendirmeler • 50
1) Sİ Olayı • 50
2) Hukukî Niteliğ i • 54
3) Katkısı • 56
İçindekiler
7
B- Meşrutiyet'e Doğ ru *124
1) Hükümet ve Saray Darbeleri *124
2) İç Dinamikler »126
3) Dış Etkiler »128
4) Cemaat Nizamnameleri • 131
II. Kanun-ı Esasî • 132
A- Hazırlamşı ve Niteliğ i • 132 B- Devlet ve İktidar • 135
1) Anakuruluş »136
2) Yetkiler ve İşleyiş *137
3) Sorumluluk ve Denetim • 142
4) Yargılama • 144
C- Haklar, Özgürlükler, Yargısal Güvenceler *145 D- Anayasanın Üstünlüğ ü ve
Korunması • 147
III. Uygulama «150
A- İlk Tepkiler ve Geliş meler • 150 B- Seçimler »152
C- İlk Osmanlı Parlamentosu *155
D- İlk Parlamentoculuk Denemesinin Sonu »159
E- Abdülhamit Mutlakiyeti «161
IV. Değ erlendirmeler »164
Beşinci Bölüm İkinci Meşrutiyet »167
I. Meşrutiyet'in Yeniden Doğ uşu •167
A- Jön Türk Muhalefeti • 167
1) İlk Örgütlenmeler »168
2) Jön Türk Düşüncesi • 168
3) Programlar ve Eylemler «171
4) Uluslararası Durum • 172
5) Askerlerin Siyasileşmesi «173 B- Meşrutiyet'in İlanı »175
II. Anayasal Düzene Dönüş • 178
A- Kanun-ı Esasî'nin Uygulamaya Konulması »179
1) İlk Anayasal Belgeler »179
2) Anayasal-Siyasal Alanda İlk Sonuçlar • 181
3) Seçimler ve Meclisin Toplanması «183
İçindekiler 9
II. 1921 Teşkilât-ı Esâsiye Kanunu • 247
A- Hazırlanış ı • 247 B- Esasları • 252
1) Yeni Bir Devlet: "Türkiye Devleti" • 253
2) Egemenlik • 255
3) Kuvvetler Birliğ i ve Meclis Hükümeti • 258
4) Yerinden Yönetim • 263
5) İki Anayasaldık ve TEK'in Geleceğ i • 267
III. Uygulama • 269
A- Hükümet Sistemi • 269
1) Olgular • 270
2) Pozitif Hukukta Değ işiklikler • 273 B- Devlet Sistemi • 277
1) Osmanlı Devleti'nin Sonu ve Saltanatın Kaldırılması • 277
2) Gruplar, Seçimler ve İkinci Dönem • 280
3) Cumhuriyet İlanı • 283
4) Hilafetin Kaldırılması • 285
IV. Değ erlendirmeler • 287
İkinci Bölüm 1924 Anayasası • 290
I. Hazırlanış ı • 290
II. Esasları • 294
A- Genel Esaslar • 294 B- Yasama • 296 C- Yürütme • 301 D- BMM-Hükümet İlişkileri •
304 E-, Yargı • 306
F- Kişi Hak ve Özgürlükleri • 308 G- Anayasanın Üstünlüğ ü • 312
III. Uygulama »313
A- Tek Parti Rejimi • 314
1) Aşamalar *314
2) Demokrasi/sizlik • 315
3) Hükümet Sistemi «317
İçindekiler
11
C- Anayasanın Hazırlanması ve Kabulü • 371
1) Ön Tasarılar • 371
2) Kurucu Meclis • 373
3) Halkoylaması • 375 II.Anayasanın Esasları • 377
A- Birey-Toplum » 378 B- Ulus-Temsil • 384 C- Devlet-İktidar • 388
1) Devletin Biçimi ve Nitelikleri • 388
2) İktidarın Kuruluşu ve İşleyiş i • 394 D- Sınırlama-Denetleme • 402
III. Uygulama • 405
A- Siyasal Hayat • 405 B- Kurumlar Pratiğ i • 408 C- Anayasa Değ işiklikleri *412
D- Anayasaya Son Tepkiler ve Anayasanın Sonu »418
IV. Değ erlendirmeler • 420
A- İki Demokrasi-İki Anayasa Anlayışı • 421
1) Çoğ unlukçu Yaklaşım • 421
2) Çoğ ulcu Yaklaşım • 424
B- Anayasamn Yapısal Zorlukları • 425 C- "Güçsüzlük" Tezleri • 427 D- Sistemin Teknik
Kusurları • 430
Seçilmiş Kaynakça • 433
I. Genel • 433
II. Osmanlı-Genel • 435
III. Tanzimat'a Hazırlık ve Tanzimat • 436
IV. Birinci Meşrutiyet • 438
V. İkinci Meşrutiyet • 438
VI. Ulusal Devletin Kurulması • 440
VII. Çok Partili Dönem * 442
VIII. Toplu Eserler • 444 Kitap Özeti • 446
Sunuş
Anayasa ve anayasacılık, Batı kökenli olgu ve kavramlardır. Bunların temelinde hak
ve özgürlük talepleri (siyasal liberalizm) ile parlamentoculuk hareketleri (demokrasi)
yatar. Hak ve özgürlük bildirgeleri İngiltere'de 13. yüzyıldan itibaren, Kuzey Amerika ve
Fransa'da da 18. yüzyılın sonlarında ortaya çıktı. İngiltere, monarşinin sınırlanması,
kuvvetler ayrılığ ı ve parlamentoculuk alanında da öncülük etti. 18. yüzyıl sonlarında
hemen hemen bütün Avrupa yerel, meclisler geleneğ ini yaşamış, ulusal
parlamentolara geçiş sürecine girmişti. Anayasacı- lık, bu liberal ve demokratik
değ işimlerin taçlandırılması ve güvenceye bağ lanması demek oluyordu.
Bu köklü dönüşümlerin gerisinde hem düşüncenin hem de maddenin gücü yatar.
Düşüncenin gücü, devrimci fikir ve ideolojilerdir: Özgürlük, eşitlik, liberalizm, bireycilik,
demokratik (ulusal) egemenlik, vb. Maddenin gücü ile kastedilen, sınıfsal ve siyasal
mücadele ve pratiktir. Çünkü yukarıdaki kazanımlar, "akıl yolu birdir" denerek
elbirliğ iyle gerçekleşmedi; çekişe çekiş e ve kopartılarak elde edildi. Burada da
belirleyici rolü, fe- odal-aristokratik kumrulara karşı (monarşi, vb.) halk sınıflarının da
muhalefetini arkasına alarak iktidar mücadelesi veren burjuvaziler oynadı.
Batı dünyasında bu türden bir devrim yaşanırken, Osmanlı imparatorluğ u nasıl bir
değ işim içindeydi? Uç kısımdan oluşan bu kitap ilkin bu soruya ışık tutmaya
çalışmaktadır: Çokuluslu Osmanlı İmparatorluğ u. Bunu izleyen ikinci kısım, Türkiye'de

Sunuş
15
form, anayasal belge ya da anayasa ş ekline büründükleri araştırılmaktadır. Buna
kısaca, değ işmenin içeriğ i de denebilir.
(3) Uygulama: Reform, anayasal-siyasal belge ya da anayasa tipi getiriler,
uygulamada nasıl bir serüven izlemekteler? Anayasal-siyasal pratik ne yöndedir?
Devlet katından süzülüp gelen yenilikler somut yaşamda ne gibi kırılmalara
uğ ramaktadır? Bu gibi sorunların yanıtları da bu baş lıklar altında irdelenecektir.
Burada da gözlem yöntemi öne çıkar.
(4) Değ erlendirmeler: Her bir siyasal-anayasal basamağ ın topluca ve eleş tirici
gözle tartılması, bölümlerin son durağ ıdır. Doktrindeki değ iş ik ve bazen de zıt değ er
yargıları bu kertede devreye sokulmuştur. Toplum bilimlerinde ve hukukta, farklı
yöntem ve dünya görüşlerine sahip yazarların, aynı olayı değ işik biçimlerde
değ erlendirmeleri doğ aldır. Bu yorum çeşitliliğ ini tanımak da, bir kitabın okurları için
herhalde yararlıdır; hattâ bir haktır.
Ş unu da belirtmek gerekir ki, kitap başlığ ındaki Gelişmeler sözcüğ ü, sürekli ve
şaşmaz bir ilerlemeler dizisi anlamına gelmez. Kaldı ki, gelişme-gerileme ya da
ilerleme-gerileme kavramları da mutlak ve tartışılmaz değ ildir. Bu nedenle, Gelişme
kavramını ve terimini, Değ işmeler şeklinde daha tarafsız bir içerikle anlamak gerekir.
O halde, bu kitap nedir, daha doğ rusu ne değ ildir? Bu bir tarih çalışması ya da
hukuk tarihi çalışması sayılmaz. Her şey bir yana, yazarının bu alanlarda bir uzmanlığ ı
yoktur. Tarihya- zımı (historiyografi) konusunda özgün bir kalem ş öyle diyor: "Tarihe
bir sosyal bilim kategorisi olarak yaklaşmak"2. İşte bu kitabın ve yazarının yöntemi de,
belki daha az "tarihçi" bir vurgulamayla, ş öyle anlatılabilir: Anayasa hukukunun konu
ve sorunlarını belli bir tarihsel mekânda incelemeye çalışmak.
2 İ. TEKELİ, Tarihyazımı Üzerine Düş ünmek, Dost ktb., Ankara 1998, s. 16.
BİRİNCİ KISIM
Osmanlı İmparatorluğ u Dönemi
Osmanlı İmparatorluğ u'ndaki siyasal değ işmelerin dinamikleri baş lıca şu
kanallarda aranabilir:
a) feodal tepki (âyân, derebeyi direniş leri)
b) halkın tepkisi (köylü, orta sınıf hareketleri)
c) dış baskılar (yabancı devletler)
d) liberal-reformist giriş imler (seçkinler, padişah)
e) ulusal tepkiler (Türk olmayanların talepleri).
Hemen belirtmek gerekir ki bu döküm, etki kaynaklarını sayıp tüketmek iddiasını
taşımaz. Amaç, anayasal oluşumların itici güçlerinin incelenmesinde ne gibi noktaların
hesaba katılması gerektiğ i konusunda bir fikir vermekten ibarettir.
Vurgulanması gereken bir başka yöntemsel husus da, OsmanlI siyasal-anayasal
değ işmelerinin yalnız Türklerin değ il, Balkan milliyetleri ile Türk ve / ya da Müslüman
olmayanların da yaşamlarıyla ilgili bir süreç oluşudur. Bu doğ aldır çünkü Osmanlı
İmparatorluğ u çokuluslu bir olgudur. Dolayısıyla anayasal değ işmelerin dinamiklerini
de bu çoğ ulcu toplumsal yapı içinde aramak gerekir. Burada, Balkan halklarının ulusal
anaya- sacılık hareketlerinin Osmanlı sistemi ve Türkler üzerindeki etkileri özel bir
değ er taşır.
Bu bağ lamda, şu sorgulama son derece yerindedir: "OsmanlI modernleşmesi,
matbaanın kurulması, Osmanlı kültüründe ve hayat tarzında Batılılaş ma girişimleriyle
mi, yoksa II. Mahmut'un reformlarıyla veyahut Gülhane'de okunan Hatt-ı Hümâyun'la
mı baş ladı? Böyle bir başlangıcı II. Osman'ın başarısız reform isteklerine kadar
indirenler de vardır. Bu gibi etno- santrik (içedönük) değ erlendirmeler bir yana, niçin
Dimitri
BİRİNCİ BÖLÜM
Gerileme Döneminde Devlet Düzeni
19. yüzyıldaki yenilik ve anayasa hareketlerini kavrayabilmek için, bunların
kaynaklandığ ı düzeni gözden geçirmek gerekiyor. Bu, Devlet Sistemi ve Devlet-Halk
İlişkileri açılarından yapılabilir.
L Devlet Sistemi
Bu dönemin özelliğ i geleneksel Osmanlı devlet sisteminin çözülmesidir. Bunun
temelinde ekonomik ve sosyal nedenler yatar.
Ekonomi açısından Osmanlı 17. ve 18. yüzyılları gerileme ve çöküntü dönemidir.
Esas olarak tarıma ve fetih gelirlerine dayalı ekonomik yapıdaki çöküntünün baş lıca
göstergeleri, toprak rejiminin (dirlik düzeni) bozulması, vergide iltizam usulünün
ortaya çıkması, üretimin düşmesiydi. Başlıca sosyal olgu ise köylü üzerindeki baskı ve
yükümlülüklerin artması, bu kesimin iyice güçsüzleş ip yoksullaşmasıdır. Anarşik ortam
ve ayaklanmalar da toplum yapısındaki dağ ılmanın kesin belirtileridir. Ekonomik
çöküntü, dirlik ve vergi düzeninin bozulması ve buna bağ lı olarak tımarlı sipahi
örgütünün felce uğ raması, tarıma ve fetih kazançlarına dayalı devletin de ekonomik ve
askerî kaynaklarını kurutmaktadır.1
1İ. ORTAYLI, "17. Yüzyıl Sonlarında Orta Anadolu Vilayetlerinin Toplumsal-Ekonomik
Durumu Üzerine", TOPLUM VE BİLİM, sayı 15-16, s. 53-60; H. CİN, Osmanlı Toprak
Düzeni ve Bu Düzenin Bozulması, Selçuk Üniv. Yay, Konya 1991, özellikle s. 328 vd.
Osmanlı İmparatorluğ u Dönemi 23
dar kuvvetli ve devlet nezdinde etkili olabildiğ i görülmüş değ ildir."4
Yeniçeri ocağ ı da çoktan yozlaşmış bir kurumdur. Esnaflaş- tığ ı için açık ekonomik
ilişkilere girmiş, mesleğ inden kopmuş, bir politika aracı ya da politik hakem durumuna
gelmiştir. Büyük vezir ve memurların oluşturduğ u "askerî cunta" onu, padişah,
sadrazam ya da vezir devirmede bir koçbaşı olarak kullanmaktadır.5
Böylece, daha önceleri var olan ve sistemin iş lemesini sağ layan Padiş ah-Ulema-
Yeniçeri uyumunun yerini 17. ve 18. yüzyıllarda çatışma almakta, kurallara bağ lılığ ın
yerine de kuvvet gösterileri ve sistemi bozan ittifaklar geçmektedir.
Merkezî kuramların uğ radığ ı aş ınmaya bir örnek de Di- van-ı Hümâyun'un içine
düştüğ ü durumdur. Yükseliş döneminin bu saygın ve sürekli danışma kurulu, gerileme
döneminde öbür kuramlar gibi yozlaş acak, düzenli meş veret'in yerine kapalı kapı
siyaseti geçecek, devlet işleri yalnızca padişah ile ve- zir-i azam'ı arasında görüşülür
hale gelecektir.6
Gerileme döneminde yalnız devletin merkez organları felce uğ ramakla kalmaz,
özellikle 18. yüzyılda İmparatorluğ un siyasal bütünlüğ ü tehlikeye düş meye baş lar.
Tehditler başlıca iki kaynaktan doğ maktadır: Feodal muhalefet ve ulusal hareketler.
İlk büyük tehdit, yeni türemiş yerel derebeyleri ve müte- gallibe zümresinden
gelmektedir.
Ayan adıyla anılan taşra zenginleri, 14. yüzyıldan beri padişah buyruklarının
taşrada uygulanabilmesi için zorunlu unsurlar durumundaydılar. 1595-1610 yılları
arasındaki karışıklık ve ayaklanmalar sırasında Osmanlı vergi ve toprak sistemi (tımar)
değ işime uğ rayınca, âyânlar devlet topraklarını kiralayarak tımar sahiplerinin yerini
almışlar, devlet ve hattâ kendileri adına vergi toplama hakkını elde etmişlerdi. "İş
erleri" de denen âyânlar yörenin ileri gelenlerince kendi aralarından seçilir ve hükümet
ile halk arasında aracılık rolü oynardı. 1768'den
4 OLIVIER, Türkiye Seyahatnamesi (çev. O. Gökmen), Ayyıldız Matb., Ankara 1977, s.
127.
5 M. Ph. PRICE, Türkiye Tarihi, s. 63-66.
6 A. MUMCU, Divan-ı Hümâyûn, AÜHF yay., Ankara 1976, s. 168.
Osmanlı İmparatorluğ u Dönemi
25
kalmamakta, büyük arazi ve mülk sahiplerinden oluş an ve "Batı Avrupa feodalitesine
çok noktada benzeyen bir Osmanlı feodalitesi" imparatorluğ un bütünlüğ ünü de
sarsmaktadır.9
Siyasal sistemi tehdit eden ikinci olay ulusal hareketler'dir. İlk başlarda Merkez'e
karşı direnişe yol açan nedenler daha çok ekonomik ve sosyal nitelikliydi: Topraksızlık,
topraksızlaşma, mülksüzleşme, vergiler vb. Buna, kötü yönetim ve dinsel baskılara
karşı duyulan tepkiyi de katmak yerinde olur. 19. yüzyıl başlarından itibaren bu tepkiler
siyasal-ulusal boyutlar kazanmaya başlayacak, İmparatorluğ un siyasal sistemini sarsan
ulusal ayaklanmalar biçimine bürünecektir. Uluslaşma süreci ve bağ ımsızlık hareketleri
karşısında çokuluslu Osmanlı İmparatorluğ u, her geçen gün biraz daha çağ dış ı
kalmaya mahkûmdur. Ulusal tepkilerde, Fransız Devrimi'nin getirdiğ i ulus, ulusçuluk,
ulusallık ve özgürlük gibi yeni fikirlerin payı olduğ u kadar, Balkanlardı kendi yayılma
alanları olarak gören büyük devletlerin (özellikle Rusya'nın) rolü de önemlidir.
Özetlemek gerekirse; gerileme döneminde Osmanlı İmpa- ratorluğ u'nun devlet
sistemindeki çözülme, hem merkez organlarının hem de taşra yönetiminin
bozulmasında, kural ve kuramların yerini fiilî durumların ve keyfiliğ in almasında ken-
dini gösteriyor. Öte yandan, feodal ve ulusal kaynaklı tepkiler de imparatorluğ un
siyasal bütünlüğ ünü sarsmaktadır.
II. Devlet-Halk ilişkileri
Devlet-Halk ilişkilerinin çağ daş siyasal bilim ve Anayasa Hukuku açısından özü,
otorite ve özgürlük çatışması ve bundan doğ an dengeler sorunudur. Ne var ki
Osmanlı mutlak monarşisini bu eksene bakarak yargılamak, gerçekçi bir tutum olmaz.
Çünkü hem klasik Osmanlı devlet sistemi "otorite-özgür- lük dengesi" gibi bir sorana
yabancıdır, hem de ele aldığ ımız dönemde (17-18. yüzyıllar) çağ daş anlamda özgürlük
anlayış ının Batı'da bile henüz kuramsallaştığ ı söylenemez. Bu nedenle, Osmanlı
İmparatorluğ u'nun bu döneminde "Devlet-Halk" iliş-
9 C. ÜÇOK, Türk Hukuk Tarihi Dersleri, AÜHF yay., Ankara 1972, s. 157.
Osmanlı İmparatorluğ u Dönemi
27
adalet görevlilerinin yanısıra zaman zaman bunlarca da desteklenen eşkıya, tımarlı
sipahi ve birtakım asî grupların (suhteler, sekban ve levendler, daha sonra celaliler, vb.)
baskısına uğ rayan reaya can, mal ve ırz (kadın, kız ve oğ lan kaçırmaları) güvenli-
ğ inden yoksun durumdaydı. Merkez organları (padişah divanı) ile merkezden
gönderilen yetkililer (eş kıya müfettişleri, vb.) ve taşra yöneticileri, eşkıyayı bastırma ya
da suhte teftişi bahanesiyle halka topluca zulüm uygulamaktaydılar. Yerel egemen
güçler (eşraf, ağ a, bey, mütegallibe, tımar sahipleri, âyân vb.) de köylüyü zaman
zaman kollayan, ama aslında ezen ve sömüren tabakalardı.11 Bir halk deyişi bunu şöyle
ifade etmiştir:
Ş alvarı şaltağ Osmanlı Eğ eri kaltağ Osmanlı Ekende yoğ , biçende yoğ Yiyende ortağ
Osmanlı
17. yüzyılda yaşamış olan Koçi Bey, Sultan Murat'a sunulmuş "Risale" sinde,
çöküntü nedenlerini Kanuni Sultan Süleyman dönemine kadar dayatır. Koçi Bey'e göre;
padişahların Di- van-ı Hümâyun'a bizzat katılıp devlet işleriyle ilgilenmeleri, herkesin
engelsiz Sultan'm huzuruna çıkıp derdini anlatabilmesi, asker-sivil devlet ileri
gelenlerinin, özellikle ş eyhülislam ve kadıların olur-olmaz nedenlerle görevlerinden
almamamala- rı, haklarında esaslı suçlama nedenleri yoksa mahkûm edilememeleri
gibi olumlu ilkelerden, Kanuni devrinde uzaklaşılmaya başlanmıştır. Bunu daha
sonraları, has, tımar ve zeametlerin, toprağ ı gerçekten iş leyecek ve asker besleyecek
olanlara değ il, İstanbul ve saray çevresindeki asalaklara verilmesi, vergilerin artırılması,
reayanın yoksullaştırılması, vergilerin alınabilmesi için baskı yöntemlerine
başvurulması, adaletin yerini rüşvet ve zulmün alması gibi bozulmalar izler. Koçi
Bey'den alman aşağ ıdaki satırlar, zulmün artması ile Osmanlı devlet sisteminin çöküşü
ve "hakkaniyet çemberinin kırılması arasındaki bağ ı berrak bir şekilde ortaya
koymaktadır:
11 M. AKDAĞ , Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası, Celali İsyanları, Bilgi yay., Ank.
1975 (bütün kitap).
Osmanlı İmparatorluğ u Dönemi
29
Âlîyemiz beliyyeden (karışıklık) kurtulamaz. İşte, çekilen mi- hen ve meşakm bütün
sebebi fukaranın feryat ve figanıdır... Fukaranın refah ve asayiş halleri hasıl olmadıkça,
her bir maslahatın (işin) sarpa saracağ ı zahir ve aşikârdır. İşin sebeb-i hakikisi
mezalimden neş et ediyor" (doğ uyor).15
Adalet ve zulüm karşıtlığ ının canalıcı noktası yaşama hakkı ve ölüm cezalan' dır.
Yaşama hakkı ve adalet duygusu, en azından, usulüne uygun bir şekilde
yargılanmadan ölüm cezasına çarptırılmamayı gerektirir. Türk-İslam devlet teorisi
siyasî idamlara "siyaseterı kati" adını veriyordu. Siyaseten kati, İslam hükümdarının
mutlak otoritesine dayanarak ülke yönetimi ve politika zorunlulukları nedeniyle verdiğ i
en ağ ır cezadır. İşte bu kurum Osmanlı Kamu Hukukuna zamanla öylesine keyfileşip
yozlaşarak yerleşmiştir ki, hükümdar, onun mutlak vekili olan sadrazam ve öbür
yetkililer, uyrukların canı üzerinde kesin ve mutlak bir yetkiye sahip olmuşlardır. Bu
durum 16. yüzyıldan Tanzimat'a kadar böyle sürecektir.16
Kişi dokunulmazlığ ı ve kişi güvenliğ i ile ilgili göstergeler de bu tablonun bir
parçasıdır. Aslında klasik Osmanlı hukukunun, şeriatın da büyük ağ ırlığ ıyla bu
alanlarda öngördüğ ü ve belli durumlarda da uyguladığ ı güvenceler vardı.
İngiltere'deki Ha- beas Corpus'u hatırlatan bir kurum Osmanlı rejiminde de yer almıştı.
Yargıç kararı olmadan bir kimseyi tutuklamak ya da evini aramak yasalara ve şef-i ş erif
e aykırıydı. Yargı yetkisi de her davaya bakmaya yetkili kadılar tarafından görülürdü.
Duruşmaların açıklığ ı (aleniyet), tanık-gözlemcilerin varlığ ı, baskısız ve işkencesiz
sorgulama, soy, cins ve mezhep ayrımı gözetmeksizin eşit yargılama, asıl önemlisi
cezalandırmaya sadece mahkemenin yetkili olması gibi kurallar vardı. Yönetici tabaka-
nın (Enderunlular, büyük yöneticiler) cezalandırılması ve idamı padiş ahın
yetkisindeyken, tebaanın yargılama güvenceleri bu sistemle korunuyordu. Ancak 16.
yüzyıldan beri süregelen ve yukarıda değ inilen bozulma ve karışıklıklar ortamı içinde
bu
15 R. G. OKANDAN, Amme Hukukumuzun Ana Hatları, İÜHF yay., İstanbul 1977, s. 62,
not 45.
16 A. MUMCU, Osmanlı Devletinde Siyaseten Kati, AÜHF yay., Ankara 1963, s. 205-
207; R. ZELYUT, Osmanlı'da Karşı Düşünce ve İdam Edilenler, Alev yay., İstanbul
1992.
Osmanlı İmparatorluğ u Dönemi
31
vb.) teslim olması, "ben" olmaktan çıkıp "biz"leşmesi, tevekkül ve kayıtsız şartsız
başeğ meyi öğ renmesi gibi esaslara dayalıydı. Böylece kentte olsun (esnaf toplulukları)
köyde olsun, tasavvuf ve tarikat odakları, otoriteye baş eğ me felsefesini tabana indiri-
yor, kaderci ve hiçbir ş eyi sorgulamayan bir kitle yaratmaya aracılık ediyorlardı.
Merkezî otorite ve iktidar da; pîrler ve ş eyhler çevresinde örgütlenen tarikatlar, esnaf
toplulukları, dinsel ve ekonomik nüfuzları olan taşra mütegallibesi gibi tabakalar eliyle
Çevre'ye doğ ru dağ ılabiliyordu. Tarikat ahlakı, kentte ve köyde uysal bir tabaka
ruhiyatı yaratıyor, kitlelerin feodal bağ ımlılığ ı içlerine sindirebilmelerini ve
sorgulamamalarını sağ lıyordu. Ayrıca, bu dinsel-mistik çevrelerin kendileri de birer
iktidar merkezi dummundaydı. İlk zamanlarda İslamın karşı çıktığ ı ruhbanlık,
tasavvufla birlikte başka isimler altında yeniden belirmiş, kişi ile Tanrısı arasında bir
aracı tabaka oluşmuştu. Çoğ unlukla tarikat ve toprak ağ alığ ı karışımından oluşan bu
tabakalar halk üzerinde bir "tahakküm odağ ı" durumundaydı.19
Sonuç olarak; gerileme dönemi Osmanlı devlet sistemindeki çözülmenin Devlet-
Halk ilişkilerindeki izdüşümü, keyfî, baskıcı ve anarşik bir tablo biçiminde
belirmektedir.20
Bu durumdan anayasal bir rejime geçebilmenin gerekli koşulları ise oluşmamıştır.
İslam öncesi Türk devletlerinden beri süregelen siyasî iktidarın tek elde toplanması
ilkesi, askerî ihtiyaçlar (fetih ya da toprakları elde tutma) nedeniyle daha da pekişmiş,
İslam devlet anlayış ının emrettiğ i "devletbaşkanma itaat" kuralı da sultanı ve onun
devletini dokunulmaz, denetlenmez, "beş erî takdir"in üstünde bir kurum haline
getirmiştir.
Anayasalı bir rejimin maddî temelleri de yok gibiydi. Batı'da kapitalizmin ve
burjuvazilerin yükselişi bir siyasal iktidar mücadelesine de yol açmış bulunuyordu.
Devlet iktidarının sınırlanması, insan hak ve özgürlükleri, parlamentolar, anayasa-
^ S. F. ÜLGENER, Zihniyet ve Din; İslam, Tasavvuf ve Çözülme Devri İktisat Ahlâkı, DER
yay., İstanbul 1981, s. 73-78, 94, 99-104.
20 İ. ARSEL, "Asayiş-Anarşi-Despotizm veya Siyasi İktidar ile Hürriyet Arası Denge",
AÜHFD, c. XXIX, sayı 1-2, 1972, s. 61-104; T. AKÇAM, Siyasi Kültürümüzde Zulüm ve
İşkence, İletişim yay., İstanbul 1992, Birinci Bölüm; Ş . KEÇELİ, Osmanlı Kim, Ş eriat
Ne?, Ardıç yay., İstanbul 1995.
İKİNCİ BOLUM

Tanzimat'a Hazırlık Dönemi


Bu dönem III. Selim reformlarıyla başlar, Sened-i İttifak köprüsünden geçer, II.
Mahmut'un yenilik hareketleriyle sürer.
I. III. Selim Yenilikçiliğ i
Osmanlı Devleti'nde ilk ciddî reform girişimi III. Selim'in saltanatına (1789-1807)
rastlar. Devlet çarkı esaslı bir şekilde gözden geçirilmiş, birtakım düzeltmeler de
yapılmıştır.
A. YENİLİKLERİN ORTAYA ÇIKIŞ I
III. Selim dönemi, yukarıda anlatılan bozukluklara karşı değ işik kaynaklardan gelen
tepkilerle doludur. Bunların ayaklanmalara kadar vardığ ı da olmuştur. Dağ lı eşkıyası
hareketi, Ahmet Cezzar Paşa olayı, Mısır beylerinin başkaldırış ı, Arabistan'da Vehabîlik
hareketi, Sırp reayasının ayaklanması, Akdeniz Rum korsanlarının hareketi gibi... Âyân
ve derebeyleri, kimi zaman eşkıya, bazen de başıbozukluktan bunalan "ehl-i ırz"
("halk") bu hareketlerin başını çekmekteydi. Çoğ u defa da bütün bu unsurlar birarada
bulunmaktadır. 1804'ten sonra ise Türk ve Müslüman olmayan halkların ulusal amaçlı
başkaldırdıkları görülecektir. Önce "DayT'larm zulmüne karşı, sonra da Osmanlı
Devleti'ne karşı ayaklanan Sırp reayanın hareketi
Osmanlı İmparatorluğ u Dönemi
35
III. Selim'in reform tasarılarını hazırlarken baş vurduğ u yöntemin özelliğ i, devrin
ileri gelen kişilerinden (hattâ yabancılardan) "lâyihalar" (raporlar) istemesidir. E. Z.
Karal'a göre, OsmanlI toplumunda yenilikçiliğ in özel güçlükleri ve önceki padişahların
(özellikle III. Mustafa) uğ radıkları başarısızlıklar III. Selim'i, ıslahat hareketlerini bir tek
kişinin değ il, devletin malı yapmak düşüncesine yöneltmişti; lâyihalar yöntemi de
bunun sonucuydu. 1791'de kendisine gönderilen 22 lâyiha, yenilikçi padişahın reform
dağ arcığ ını oluşturmasına yarar. Yusuf Akçu- ra, Osmanlı İmparatorluğ u'nun Dağ ılma
Devri adlı eserinde bu lâyihaları, Fransız Devrimi tarihindeki "Dilek Defterlerine (Cahiers
de doléances) benzetir.6 Akçura'nm da katılmasıyla hazırlanmış olan eski bir Tarih
kitabında da aynı fikre rastlıyoruz.7 Lewis ise, bu benzerliğ i rastlantısal buluyor.8
Lâyihalara baş vurma yöntemi, geleneksel bir Osmanlı devlet usulü olan
"meşveret"!n (danışma) çerçevesinin yabancılara bile açılacak derecede geniş letilip
canlandırılmasını göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Bir başka ilginç nokta, bu
geleneksel yöntemden bu defa artık Batılı düşüncelerin içeriye akış ını sağ layıcı yönde
yararlanılmış olmasıdır. Gerçekten de, Avrupa'dan esinlenerek yenilikler yapma, III.
Selim'in reform anlayışının ayırt edici özelliğ idir. O kadar ki, daha sonraları yalnız
askerî reformu anmak için kullanılan "Nizam-ı Cedîd" deyimi bile, ilk başlarda çok
daha geniş bir anlamda kullanılmış tır. Bu kapsamıyla Nizam-ı Cedîd, III. Selim'in,
"yeniçerileri kaldırmak, ulemanın nüfuzunu kırmak, Osmanlı Devleti'ni Avrupa'nın bilim,
sanat, tarım, ticaret ve uygarlıkta yaptığ ı ilerlemelere ortak kılmak için giriştiğ i yenilik
hareketlerinin bütünüdür". Bu terim ilk defa olarak padişahla sadrazamı arasındaki bir
yazışmada, Fransız Devrimi kastedilerek "Yeni Düzen" anlamında kullanılmıştı.
Sonradan, içerde girişilecek olan yenilik
6 E. Z. KARAL, Osmanlı Tarihi, c. V, 4. baskı, s. 62, Y. Akçura'dan aktaran E. Z. KA- RAL
Nizam-ı Cedîd, s. 34-35.
7 "Padişah, ihtimal ki Fransız İhtilali'nin iptidalarındaki Cafer'lerden mülhem olmuş tu"
(TARİH III, Türk Tarihini Tetkik Cemiyeti yay., Maarif Mat., Ankara 1941, s. 191, notl)
8 B. LEWIS, The Emergence of Modern Turkey, p. 58. Aynı yönde: A. G. SAYAR, Os-
manlı İktisat Düşüncesinin Çağ daşlaşması, DER yay., İstanbul 1986, s. 179, dn. 35.
Osmanlı İmparatorluğ u Dönemi
37
da bu konuda güvence vermektedir. Bu dönemde oluşturulan bu kurulun adı Meclis-i
Meşveret idi.
Bu yenilik, karar almayı kişisellikten çıkardığ ı, danışma iş ini az çok
kurumsallaştırdığ ı için ileri bir adımdı. Hattâ Kübalı, bunu padişahın mutlak
egemenliğ ini kendi eliyle ve fiilen sınırlaması yönünde bir davranış saymakta,
"Meşrutiyet rejiminin kurulmasını hazırlayan bir hareket" olarak değ erlendirmektedir.12
III. Selim, siyasî, İdarî, adlî, askerî, diplomatik vb. alanlarda birtakım ıslahat
kararlarına ihtiyaç olduğ unu görerek, bu kurulun gündemini sürekli bunlarla dolu
tuttu. Sonuçta ortaya çıkan reform kararlarının başlıcaları şunlardır: Âyânlarm eskiden
olduğ u gibi yine seçimle iş başına gelmeleri, bunların seçimine valilerin hiçbir şekilde
karışmaması; şehir kethüdasının (yöneticisi) da halk tarafından seçilmesi ve kadıların
buna karı- şamaması; kadı ve naiplerin (yardımcıları) usulsüz iş lemlerine son verilmesi;
halktan alman resimlerin (vergi) sınırlanması vb. Askerî alandaki yenilik ise, Nizam-ı
Cedîd ordusunun kurulmasıydı. Diplomatik planda da, belli başlı Batı başkentlerine ilk
defa sürekli temsilciler gönderildiğ ini görüyoruz. Ne var ki, devlet kadrolarının
çürümüşlüğ ü başta olmak üzere pek çok engel, bu kararların hayata geçirilmesine
olanak verdirmedi. Alman önlemleri bütünlemek için çıkarılan ve amacı toprak rejimini
yeniden düzenlemek olan tımar ve zeamet kanunnamesi de aynı akıbete uğ radı.13
Buna karşılık askerî ve diplomatik alandaki atılımlar, ilerki dönemlerin siyasal ve
anayasal hareketlerini de besleyecek önemli sonuçlar doğ urdu. Batı tipi bir ordu
kurma yoluna gidilmesi ve bu amaçla Fransız öğ retmen, uzman ve yöntemlerinden
yararlanılması, Osmanlı ülkesinde ilk defa olarak Batı'ya dönük bir asker aydın tipinin
doğ masına yol açıyordu. Yabancı ülkelerle sürekli diplomatik temasların kurulması ve
bu ülkelere genç kadroların gönderilmesi de, Batı düşüncesinin tanınmasına zemin
hazırladı. Böylece, asker aydınlara paralel olarak, Batı'ya dönük bir sivil aydın tipi de
oluşmaya başladı. Bu geliş imle birlikte, o zamana kadar Batı'yla olan ilişkilerin
12 H. N. KUBALI, Türk Esas Teşkilât Hukuku Dersleri, Tan Mat., İstanbul 1960, s. 46.
13 E. Z. KARAL, Nizam-ı Cedîd, 114-121.
Osmanlı İmparatorluğ u Dönemi
39
son vereceğ inden, bu "iratçılar" (rantiye) takımını zarara uğ ratacaktı. Nizam-ı Cedîd
askerinin araç ve gereçlerinin bir bölümü dış arıdan alındığ ından, eski askere bunları
sağ layan esnafın da (ki bunların da bir kısmı yine yeniçeriydi ya da kayıtlarda öyle
görünüyorlardı) kârları azalacaktı. Ulûfe alış verişi sayesinde doğ an spekülatif kârların
tadını alan tefeciler de bu önlemlerden hoşnut değ illerdi. Bütün bu muhalefet
cephesine, İlmiye'nin her türlü yeniliğ e karşı çıkan kesimini de katmak gerekir. Taşraya
gelince, burada da muhalefetin başını âyân ve voyvoda denen, hükümet
memurluğ undan azma ya da yerinde türemiş "feodal beyler" çekecektir. Çünkü,
Osmanlı ordusuna yeniden çekidüzen verilip merkezî hükümetin güçlenmesi
durumunda taşrada da reformlara girişileceğ inden, bu türedi beylerin keyfî ve zalimce
davranışlarının önüne geçilecekti. İşte, temeli ekonomik ve İdarî olan bu etkenler
birtakım fikrî ve manevî gerekçelerle örtülerek Nizam-ı Cedîd yenilikçiliğ inin karşısına
çıkıldı.16
Öte yandan, yeniliklerin esin kaynağ ı olarak bilinen Fransa'nın Osmanlı
egemenliğ indeki Mısır'a saldırması ve bunun sonucu olarak bu devletle diplomatik
ilişkilerin kesilip savaş durumuna geçilmesi de (1798), içteki reform karşıtlarını güç-
lendirmiş, reformcuları ise İngiliz ve Fransız yanlısı klikler halinde parçalamış
bulunuyordu.17
Bu gelişmeler III. Selim yenilikçiliğ inin sonunu hazırladı. Geniş muhalefet
cephesinin direnişi ve saldırısı Kabakçı Mustafa ayaklanmasıyla noktalandı. Kalkışma
kısa zamanda bütün asker ocaklarını sardı, İstanbul'un tutucu toplum katlarından
destek bulup ş eyhülislam fetvasıyla "meşruluk" kazandı. III. Selim tahttan indirilip
yerine IV. Mustafa geçirildi (1807). Ni- zam-ı Cedîd kaldırıldı. Islahat yanlıları öldürüldü
ya da dağ ıtıldı (1808).
16 TARİH III, s. 193-195. Berkes, Nizam-ı Cedîd askerî reformunun malî dayanak ve
kaynağ ı olarak yapılan vergi reformunun (İrad-ı Cedîd) âyân ve derebeylerini nasıl
tedirgin ettiğ ini ayrıntılarıyla anlatır ( Türkiye'de Çağ daşlaşma, s. 97-99).
17 N. BERKES, Türkiye'de Çağ daşlaşma, s. 111-112.
Osmanlı İmparatorluğ u Dönemi
41
II. Sened-i İttifak (Sİ)
Osmanlı Devleti 19. yüzyıla, İ. Ortaylı'nm deyimiyle "İmparatorluğ un en uzun
yüzyılı"na20 hızlı bir giriş yaptı. Yenilikçi Padişah III. Selim'in ıslahat hareketi
başarısızlığ a uğ ramış tı. Onun tahttan indirilmesi (29 Mayıs 1807), Nizam-ı Cedîd'in ve
yenilik yanlılarının dağ ıtılması, tutucuların yeniden iktidara gelmesi gibi olaylar hızla
birbirini izledi. Ancak bu gelişmeler de karşıtlarını yaratmakta gecikmeyecekti. Yenilik
yanlısı Rusçuk Âyâm Alemdar (Bayraktar) Mustafa Paşa, İstanbul'dan ve dağ ıtılan
ordudan kaçıp gelen yenilik önderlerinden altı kişinin (Rusçuk Yârânı) kendisine
katılmasıyla bir direniş odağ ı oluşturdu. Bunlar, yenileşme çabalarının devamını
sağ lamak ve III. Selim'i yeniden tahta çıkarmak için eyleme geçtiler. Edirne'deki Rumeli
Ordusu'yla İstanbul'a gelen Alemdar ve arkadaşları duruma elkoyup III. Selim'e karşı
ayaklananları ve bunları destekleyen bir kısım ulemayı sindirdiler. Nihayet Alemdar,
Babıâli'yi basarak sadrazamlık mührünü eline geçirdi. Ancak, bu arada III. Selim'in
öldürülmesi üzerine, IV. Mustafa'nın hal' edilerek yerine II. Mahmut'un tahta
çıkarılmasından başka çare kalmayacaktı (28 Temmuz 1808). Ulema, devlet
ilerigelenleri ve yeniçeri ocağ ı da durumu onayladılar. Bundan sonra, II. Mahmut
tarafından sadrazam seçilen Alemdar ile onun destekleyicileri olan Rusçuk yârânı, bir
süre için Merkez'deki asıl siyasî güç odağ ı haline geldiler.21
Bu gelişmelerin Osmanlı-Türk anayasa hukuku açısından ilk önemli ürünü, Sened-i
İttifak (Sİ) adlı belgenin ortaya çıkmasıdır.
20 i. ORTAYLI, İmparatorluğ un En Uzun Yüzyılı, Hil yay., İstanbul 1983.
21 E. Z. KARAL, Osmanlı Tarihi, c. V, 4. baskı, TTK yay., Ankara 1983, s. 87-88; S. J.
SHAW/E. K. SHAW, Osmanlı İmparatorluğ u ve Modern Türkiye, c. II, E yay.,
İstanbul 1983, s. 25-26
Osmanlı İmparatorluğ u Dönemi
43
Âyânlarm toplantıya katılma oranı ve sayısı, bir "sözleşme" olarak nitelenen ve bir
toplantıdan doğ acak olan Sİ'nin ne derece temsilî değ er taş ıdığ ı sorusuyla ilgilidir. Ne
var ki, gerek o dönemin gerekse günümüzün tarih yazarlarında bu konuda bir netliğ e
ve görüş birliğ ine rastlanmıyor. Yukarıda sayılan örneklerden de anlaşıldığ ı gibi,
Anadolu ve Rumeli'nin bütün âyânlarmın bu toplantıya katıldıklarını ileri süren Arapyan
Efendi' nin iddiası herhalde gerçeğ e uymamaktadır. Asım, Ş ani- zade ve Cevdet Paşa
tarihlerinde de gelen âyânlarm hepsi sayılmamış, sadece yedi isim verilmiştir. İ. H.
Danişment'e göre bunların sayısı 7'den fazla olmalıdır.24 B. Lewis'e göre ise çağ rılı
âyânlarm üçte ikisi toplantıya gelmişlerdir.25
29 Eylül 1808'de Kâğ ıthane köşkünde yapılan bu toplantıya {Meş veret-i Amme)
âyânlardan daha fazla sayıdaki Merkez temsilcileri katıldılar (devlet ilerigelenleri, valiler,
ulema, vb.). Alemdar, Meşveret-i Amme'yi bir söylevle açtı. Bunda ağ ırlık, yeniçeriliğ in
geriliğ ine ve yeniden düzenlenmesi gereğ ine verilmişti. Bu da, sadrazamın esas
niyetinin ıslahat hareketlerine ve özellikle askerî reformlara yeniden el atmak
olduğ unu ortaya koymaktadır. Bundan sonra, siyasal birlik ("yek cihet olma") gereğ ini
vurgulayan Alemdar, birtakım dilek ve önerilerde bulunarak, Ahmet Cevdet Paşa'nm
deyimiyle "gayet samimi olarak" başladığ ı bu konuşmasına son verdi.26
AlemdarTn önerileri ve ortaya attığ ı konular oturuma katı- lanlar arasında
tartışıldıktan sonra "meşveret" son buldu. Varılan ortak sonuçlar "Sened-i İttifak" adı
verilen bir protokolle saptandı ve imzalanıp mühürlendi (7 Ekim 1808). Toplantıya
katılan âyân ve hanedan temsilcilerinden ise sadece dördü Se- ned'e mührünü bastı.27
Öbür âyânlar, bağ ımsızlıklarının sınırlanacağ ını hissedince askerlerini alıp
memleketlerine dönmüşlerdi.28
24 İ. H. DANİŞ MEND, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, c. IV, Türkiye yay., İstanbul
1972, s. 94-95.
25 B. LEWIS, The Emergence of Modern Turkey, p. 75.
26 Söylevin metni ve özeti: E. Z. KARAL, Osmanlı Tarihi, c. V, s. 91-92; Tarih-i Cevdet, c.
V, s. 2241-2242.
27 İmzalayanların kimlikleri: Tarih-i Cevdet, c. V, z. 2243.
28 SHAW/SHAW, c. II, s. 27.
Osmanlı İmparatorluğ u Dönemi
45
na, padişah buyruklarının yerine getirilmesine çalışmaya, buna karşı gelenleri birlikte
cezalandırmaya söz veririz.
4. Öteden beri padiş ah buyruk ve yasaklarının onun mutlak vekili olan
sadrazamdan çıkması nasıl kanun idiyse, bundan böyle de öyle olacak, her iş ona
sunulup onun izni alındıktan sonra hareket edilecektir. Buna karşı gelenlerden hepimiz
davacı olacağ ız. Ama sadaret makamı da yasadışı ve devleti zarara sokacak işlere
kalkışır ya da mutlak yetkisini kötüye kullanıp keyfî hareketlerde bulunursa, bunun
önlenmesine de elbir- liğ iyle çalış acağ ız.
5. Padişah ve devlet otoritesinin korunmasına nasıl kefil ol- duysak, hanedanların
devlete, merkezdeki devlet adamlarının da birbirlerine güven duymaları en büyük
şarttır. Bu, birlik içinde birbirimize kefil olmamızla sağ lanabilir. Ş öyle ki, hanedanlardan
birine bir suçu olmaksızın devlet ya da taşra vezirlerinden (valiler) bir saldırı gelirse,
hepimiz elbirliğ iyle bunu önlemeye bakacağ ız. Hanedan temsilcilerinin ve bunlar
ölünce de hanedanların korunmasını vekiller taahhüt edecek, hanedanlar da kendi
yönetimleri altındaki âyân ve ilerigelenleri koruyacaklardır. Hiçbir hanedan kendisine
verilen toprakların dış ına el atmayacaktır. Aksine davranış lar birlikte önlenecektir.
Bütün hanedan ve âyânlar, karışıklık ve ayrılık yaratanları, reayaya zulüm yapanları ve
şeriat buyruklarının yerine getirilmesine karşı koyanları cezalandıracaklardır.
Hanedanlar vekillere, ulemaya ve büyük-küçük devlet memurlarına haksız işlem yapıl-
mamasına kefil olurlar. Birinin suçu varsa, soruşturma yapıldıktan sonra sadaret
makamı suçuna göre onun cezasını vermelidir.
6. Başkentteki asker ocakları ayaklanırsa, bütün hanedanlar izin ve çağ rı almadan
gelerek o ocağ ı dağ ıtacaklardır. Bu işe kalkışanlar sıradan kişilerse, bunların
soruşturma sonucu idam edilmelerini âyân taahhüt eder.
7. Yoksulların ve reayanın korunması esas olduğ undan, âyân kendi yönetimindeki
yerlerin asayişine ve vergilerin ezici olmamasına dikkat edecektir. Bunun için vükelâ ile
hanedanlar arasındaki görüşmeler sonunda haksız vergiler kaldırılacaktır. Hanedanlar
birbirlerinin davranış larını gözetleyecekler, zulüm
Osmanlı İmparatorluğ u Dönemi
47
âyânlarm yönetim ve etki alanlarının korunması, hanedan haklarının babadan oğ ula
geçmesinin kabul edilmesi ve bunların kendilerine bağ lı küçük âyânlar üzerindeki
egemenliklerinin onaylanması, fiilî feodal statülere süreklilik ve hukukîlik kazandırmak
demekti.31
Genel kazanımlar; yönetici "kullar", yoksullar ve reaya ile ilgili güvencelerdir. Bunlar;
yine sadrazamın keyfî eylemlerinin yasaklanması (Ş art 4), yoksulların ve reayanın
korunması, vergilerin haksız ve ezici olmaması (Ş art 7), reayaya zulmün yasaklanması
(Ş art 5 ve 7), suç işlenmesi durumunda soruş turma yapümadan ceza verilmemesi,
cezaların suça göre sadrazam tarafından verilmesi (Ş art 5), ayaklanan kişilerin de
soruşturma yapılmadan idam edilmemesi (Ş art 6) gibi noktalarda belirir. Sİ'de, devlet
yönetimine verilmek istenen yön açısmdan da konumuzu ilgilendiren bir nokta vardır.
Padişahın bütün buyruk ve yasaklarının sadrazamdan geçmesi kuralının pekiştirilmesi
(Ş art 4), bu makama özel bir yer verildiğ ini göstermektedir.32 Her yeni sadrazamın
Sened'deki yeminle bağ lı olması ise, Ş art 4'te her ne kadar sadrazamdan yine
"padişahın mutlak vekili" (Makamı Vekâleti Mutlaka) diye söz edilmişse de, Onu
eskiden olduğ u gibi sadece padişahın mutlak vekili olmaktan çıkarıyor,33 Sened'le
bağ lı bir konuma getiriyordu.
Buraya kadarki tablodan, pratikteki değ erleri ya da gerçeklikleri ne olursa olsun,
kazanımlarm dağ ılımı bakımından birtakım ara sonuçlar çıkartılabilir. Birincisi;
kazanımlar sadece Merkez üe Taşra'yı değ il, genel'i ve kamu'yu da ilgilendirmektedir.
İkincisi; Merkez ile Taşra egemen güçlerinin kazınmaları arasında bir eşitlik ve
dengeden çok, Merkez'in daha kârlı çıkması söz konusudur. Üçüncüsü; genel
kazanımlarm (yönetici kullar+yoksullar+reaya) gözden kaçırılmaması gereken
önemidir: Keyfîliğ in yasaklanması ya da kiş i dokunulmazlığ ı, suçlarda ve cazalarda
yasallık (kanunilik) ilkesinin aranması vb.
31 H. İNALCIK, "Sened-i İttifak", s. 607.
32 O. ALDIKAÇTI, Anayasa Hukukumuzun Gelişmesi ve 1961 Anayasası, 4. baskı, İÜHF
yay., İstanbul 1982, s. 37.
33 H. İNALCIK, "Sened-i İttifak", s. 607.
Osmanlı İmparatorluğ u Dönemi
49
bu güvence ve yaptırımlar, devlet aygıtı dış ında, örgütlü olmasa bile (âyânlar kendi
aralarında örgütlenmiş, kurumsal bir yapı oluşturmuş değ illerdi) kolektif bir karakter
taşımaktaydı.
C. UYGULAMA
Sİ'nin uygulanış ına gelince; buna, "uygulanmayışı" demek daha doğ ru olur. Çünkü
Sİ, Alemdarın ortadan kaldırılmasından sonra unutuldu ve hükümden düştü. Sİ'nin
imzalanmasıyla Alemdarın bir ayaklanma sonucu ölümü arasından topu topu beş
hafta geçmişti (7 Ekim 1808/15 Kasım 1808). Böylece Sİ'nin pratikteki etkisi ve önemi
çok sınırlı kaldı.35 Bunun nedenleri üzerine çeş itli varsayımlar kurulabilir.
Bir kere, Sİ'deki esasların uygulanabilmesi büyük çapta, âyânm elbirliğ iyle
davranabilmesine bağ lıydı. Zaten örgütlü ve kurumlu olmayan âyân ise birliğ ini
koruyamadı ve merkezî hükümet, Alemdar'm safdışı kalmasından sonra âyânm ilerige-
lenlerini birer birer ayıklayıp etkisizleştirdi.36
Ayrıca Sİ'de, uygulamayı ve verilen sözlerin tutulup tutulmadığ ını denetleyecek
"özel bir örgüt" de öngörülmemişti.37 Bunun akla gelebilecek ideal şekli, temsilî değ eri
ve sürekliliğ i olan bir kurul, parlamento benzeri bir tartışma ve denetleme organı
olabilirdi. Sİ, böyle bir denetim sistemi ve organı oluşturmadığ ı gibi, "isyan hakkı" nm
meşruluk koşullarını da belirtmemişti. Bu yüzden de daha baştan "Ölü doğ muş bir
belgeydi.38
Sİ'nin her yeni sadrazam ve şeyhülislâm tarafından imzalanması usulü de, bu
belgenin sürekliliğ inin ve kalıcılığ ının ne kadar zayıf olduğ unu göstermektir. Alemdar'
dan sonra bu belgeyi yeniden ortaya çıkarıp imzalayan bir sadrazam olmamış tır.
35 SHAVV/SHAVV, II, s. 27.
36 H. İNALCIK, "Sened-i İttifak", s. 609.
37 H. İNALCIK, "The Nature ofTraditional Society: Turkey", p. 53.
38 N. BERKES, Türkiye'de Çağ daşlaşma, s. 127-128.
Osmanlı İmparatorluğ u Dönemi
51
lara göre de Sİ; âyân ve beylerin padişaha ya da hükümet merkezine kabul
ettirdikleri,41 hattâ metnini de bizzat daha önceden hazırladıkları42 ya da "kendisi de
bir âyân olan Alemdar Mustafa Paşa'nın (II. Mahmut'a) zorla kabul ettirdiğ i"43 bir
belgedir.
Bunun tam karşı kutbunda ise, Sİ'yi Merkez'in ya da daha doğ rusu Merkez adına
davranan Alemdarın bir buluşu, formülü ve dayatması olarak algılayan görüş yer
almaktadır. Örneğ in Kubalı'ya göre, askerî yenilikler için vakit kazanmak isteyen
Alemdar, derebeyi kesilen âyânları geçici olarak da olsa tatmin ederek devlete
bağ lamak için, "çok realist bir düşünce ile" söz konusu senedi "tanzim ve kabul
ettir"miştir.44 Shaw'lar da aynı yönde düşünüyor, reform ve özellikle askerî reform
hareketini yeniden başlatmak isteyen Alemdarın âyâm kazanmak amacıyla "kendi
kişisel prestijini kullanmak zorunda kaldığ ı" nı yazıyor.45
Bu zıt yorumlar arasında kalan, ikinci yoruma daha yakın olmakla birlikte, Merkez
ve Çevre güçlerinin ağ ırlıklarını birlikte hesaba kattığ ından, daha dengeci ve uzlaştırıcı
sayılabilecek bir üçüncü yaklaşım daha vardır. Buna göre; birinci ve ikinci
yaklaşımlardan farklı olarak Sİ, âyânm ya da Merkez'in tek yanlı olarak dayattığ ı bir
formül değ il, esas olarak Merkez kaynaklı, fakat çevre güçleriyle "anlaşma" ve
"uzlaşma”yı simgeleyen bir metindir. Sİ'yi, Merkez'e bağ lılığ ı yeniden kurmak için
yönetimde ıslahat yapılması ve bu yolla da muhalefetin kaldırılması perspektifinde
kavrayan Özçelik bu grupta yer almaktadır. Yazara göre Sİ, iç ve dış zayıflatmayı
gidermek ve otoriteyi yeniden sağ lamak amacıyla "memleketin ilerigelenleriyle
anlaşma zarureti"nden doğ muştur. Böylece Osmanlı tarihinde ilk defa olarak
"kamuoyu" nun dikkate alınması zorunluluğ u
41 R. G. OKANDAN, Amme Hukukumuzun Ana Hatları, İÜHF yay., İstanbul 1977, s. 57;
H. HAZIR, "Sened-i İttifakın Kamu Hukuku Bakımından Önemi", DİCLE ÜNİ-
VERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ DERGİSİ, sayı 2,1984, s. 24.
42 S. S. ONAR, İdare Hukukunun Umumi Esasları, c. 1,3. baskı, İ. Akgün Matb., İstanbul
1966, s. 146; M. SOYSAL, Anayasanın Anlamı, 6. baskı, Gerçek yay., İstanbul 1986, s.
26.
43 C. ÜÇOK/A. MUMCU, Türk Hukuk Tarihi (ders kitabı), 2. baskı, AÜHF yay., Ankara
1981, s. 307. Aynı yönde: M. SOYSAL, Anayasanın Anlamı, s. 26.
44- H. N. KUBALI, Türk Esas Teşkilat Hukuku Dersleri, s. 49.
45 SHAW/SHAWII, 26-27.
Osmanlı İmparatorluğ u Dönemi
101
riminin yerine de "tebaa" (uyruklar) sözcüklerini kullandı. Elbette, bu eksiltme ve
düzeltmeler onun mutlak saltanat haklarından vazgeçtiğ i anlamına gelmiyordu. Ama
mutlakiyetçi yönetimin dinsel dayanaklarının silikleşmesi dikkat çekiciydi.64 Abdülaziz
1868'de Ş ûra-yı Devleti açış konuşmasında daha da ileri gitti ve şunları söyledi:
"Teşkilat-ı Cedide, kuvvei icraiye- nin kuvvei adliye, diniye ve teşriiyeden tefriki esasına
müste- niddir" (Yeni örgütlenme biçimi, yürütme gücünün adliye, "diniye" ve yasama
güçlerinden ayrılığ ı temeline dayanır). Böyle- ce, kuvvetler ayrılığ ı ile paralel olarak
din-devlet ayrılığ ı yolunda da bir eğ ilim belirmiş oluyordu.65
Ş eyhülislam'm konumu açısından meydana gelen değ işmede de bu yönde bir
anlam vardır. Onun; şeriye mahkemelerinin başı, medreselerin nazırı, Heyet-i
Vükelâ'da yer alan bir fetva mercii, yani siyasal, yargısal, yönetsel ve eğ itimsel yetkiler
de elde etmiş bir kabine üyesi haline gelmesinin, bu makamın güçlendiğ i izlenimini
yarattığ ına yukarıda değ inilmişti. Ama madalyonun öbür yüzü, gerçeğ in de öbür
yarısı demektir. Ş öyle ki, Vükelâ'ya dahil olan ş eyhülislam fetva bağ ımsızlığ ını yitirmiş,
devletin denetimi altına girmiş, bakanlar kurulunun gerekli gördüğ ü anlarda bunun
isteğ i üzerine onay bildiren bir makam durumuna doğ ru gerilemiş de oluyordu.66
Teokratik ilkelerden uzaklaşma çizgisi kanunlaştırma hareketlerinden de izlenebilir.
Bir kere yeni yasaların bir bölümü yabancı kökenli (aktarmalar, reception'lar), bir
bölümü de yerli ama din ötesi kaynaklıydı (örfî hukuk geleneğ inin mirası). Bunlarda,
dinsel hukukta yer almayan, hattâ şeriata ters düşen kurum ve kurallar bulunuyordu.
Örneğ in 1850 tarihli Kanun- name-i Ticaret, İslam hukukunda yeri olmayan tüzel
kişileri ve yasaklanan faizi tanımıştı. İslam hukukunun bir kurumu olan "suçtan zarar
görenin suçluyu affedebilmesi" kuralı 1851 yeni ceza yasasıyla (Kanun-ı Cedîd)
kaldırılıyor, bunun yerini, devletin suçluyu cezalandırmasını ve özel af yetkisinin
kalkmasını
64: E. Z. KARAL, Osmanlı Tarihi, c. VII, s. 115-116.
6^ İ. H. DANİŞ MEND, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, c. IV, Türkiye yay., İstanbul
1972, s. 227.
66 E. Z. KARAL, Osmanlı Tarihi, c. VII, s. 137-139.

Osmanlı İmparatorluğ u Dönemi 151


formcu"yla karşılaşmaktan duydukları korkunun da payı var-
dı.33
Mithat Paşa'yı asıl köş eye sıkıştıran ise, yukarıdan gelen engellemeler olmuştur.
Pek çok isteğ i Saray tarafından geri çevriliyor ya da bekletiliyordu. Bu engellemelerin
sürüp gitmesi karşısında Saray'a karşı ses tonu gittikçe yükselen Paşa, bazı kaynaklara
göre 18 Ocak 1877 günü padişaha önemli bir takrir sundu. Cüretli ve ağ ır ifadelerle
dolu olan bu "ariza"da şu sözler özellikle dikkati çekiyor:
"... Kanun-ı Esasiyi ilândan muradımız yalnız mesele-i Ş arkiye- nin (Doğ u sorunu)
hüsn-ü tesviyesine (çözümüne) medar olmak ve AvrupalIların aleyhimize açılan
ağ ızlarını kapamak nümayişinden ibaret bir cemile değ ildir.
Bu babta Zat-ı Ş ahanelerine bazı izahat arzeyliyeyim. Evvela Zat-ı mülûkânelerine
ait olan vezaif-i hükümdaranenizi (hükümdarlık görevlerinizi) mutlaka bilmelisiniz. Zira
bilcümle harekâtımızdan millet nazarında mesul olacaksınız. Bunun için vükelâ-yı
devlet ve memurin-i hükümet icra-yı vezaifinden (görevlerini yerine getirmelerinden)
emin olmalıdır ki, dört yüz seneden beri milletimizi demete (düşkünlüğ e) alıştırıp
devleti duçar-ı tedenni eden müdahin- likten (alçaltan dalkavukluktan) yakayı sıyıralım.
Bendeniz zat-ı mülûkânelerine fevkalade riayetim vardır. Ancak ahkâm-ı şer'-i
şerife tatbikan milletimizin menfaatine muzır (zararlı) olan en ufak hususta bile size
itaat etmekte mazurum...
(....)
Padişahım, dokuz gün oluyor ki maruzat-ı mütekaddimeyi is'af etmemekte (arz
etmiş olduğ um hususları yerine getirmemekte) devam ediyorsunuz (...)
Bina-yı devleti tamire çalıştığ ımız sırada siz adeta yıkmak istiyorsunuz..."34
Anlaşılan, bu "takrir" bardağ ı taşıran son damla oldu. Mit-
33
34
B. LEVVIS, The Emergence of Modern Turkey, p. 167,169.
Metin: A. B. KURAN, Osmanlı İmparatorluğ unda İnkılâp Hareketleri, s. 100-101; M. K.
İnal ise (Osmanlı Devrinde Son Sadrazamlar, İstanbul cüz, III, s. 359) böyle bir "takrir"in
verilmediğ i kanısındadır. Ayrıca bkz. İ. AKIN, Siyasi Tarih, İstanbul 1983, s. 130-132.
Osmanlı İmparatorluğ u Dönemi
201
Temmuz 1912). Meclisin güvenini almış bir kabinenin çekilmek zorunda kalması,
ülkede kamuoyu ve asker baskısının eriştiğ i boyutları gösterir.
Yeni hükümeti kuran Meclis-i Âyân Reisi Gazi Ahmet Muhtar Paş a'nm kabinesi
kısmen tarafsız kısmen de muhalefete yakın kişilerden oluşuyordu. Üç eski sadrazamı
da içine aldığ ından "Büyük Kabine" diye anılan bu kabineyle birlikte IT'nin de ayağ ı
hükümetten kesilmiş oldu. Hükümetle anlaşmazlığ a girip dağ ıtılma (fesih) vesilesi
yaratmak istemeyen meclis de, bu ş artlarda güvenoyunu esirgemeyecekti.
Yeni kabine, Hürriyet ve İtilâfçılar ve öbür muhaliflerin istekleri doğ rultusunda,
şaibeli seçimler sonucu oluşmuş olan meclisin dağ ıtılması çarelerini yine de aramaya
koyuldu. Denenen yolların mecliste tıkanması sonucu, bu defa da başka bir "formül"
bulundu. KE'yi yorumlama yetkisine sahip olan He- yet-i Âyân'dan alman "Görüş"te,
bu meclisin sırf eski meclisle kabine arasında doğ an anlaşmazlığ ı giderme amacıyla
oluştuğ u belirtiliyor, bu nedenle de dağ ıtılmasının anayasaya uygun düşeceğ i
sonucuna varılıyordu. Bu yoruma dayanılarak meclisin feshine karar verildi (4 Ağ ustos
1912). Böylece aynı yıl içerisinde ikinci defa meclisin feshi mekanizması çalıştırılmış olu-
yordu. Bu arada hükümet, ne olur ne olmaz düşüncesiyle sıkıyönetim ilân etmeyi de
ihmal etmedi. Önce hükümetten ayağ ı kesilen İT, şimdi de meclisin dağ ıtılmasıyla
büyük bir darbe yemiş oluyordu. Onun, iktidara doğ ru ve önlenemez gibi görünen
yükselişi, beklenmedik bir düşüşle noktalanmıştı. Ama buna "virgüllü bir nokta"
demek daha doğ ru olur. Çünkü başlayan yeni dönem de kısa bir parantez olarak
kalacak, çok geçmeden İT kendine özgü yöntemlerle siyasal iktidara yeniden ve bu
defa tam oturmacasma gelecektir.62
62 R. G. OKANDAN, Amme Hukukumuzun Ana Hatları, s. 340-377; A. BİRİNCİ,
"Hürriyet ve İtilaf Fıkrasını Destekleyen Matbuat", TARİH VE TOPLUM, sayı 42,
Haziran 1987, s. 9-14; Halil Menteşe'nin Anılan, Hürriyet Vakfı, yay., İstanbul 1988, s.
159.
Ulusal Devletin Kurulması
251
tici tabakaları (çiftçi, zanaatkâr, vb.), "memurin sınıfı" (bürokrasi) karşısında daha güçlü
kılacağ ı düşüncesine dayanmışlardır. Meslekî temsil, o zamanlar meclisteki en etkili
düşünce akımı olan Halkçılık ilkesinin bir gereğ i olarak savunulmuştur. Buna karşı
çıkanlar ise özellikle bu sistemin uygulanma gücünün bulunmadığ ına işaret ederek,
meslekî temsilin esnaf vb. tabakaların siyasî bakımdan yetersiz mensuplarına ya da
yerel nüfuz sahiplerine mecliste etkinlik vereceğ ini vurgulamış lardır. Sonuçta meslekî
temsil önerisi reddolunmuş genel-siyasal temsil üzerinde çoğ unluk sağ lanmıştır.
İkinci önemli tartışma konusu, seçimlerin tek dereceli olup olmaması idi. Encümen
tasarısında halkın "doğ rudan doğ ruya" seçme hakkını kullanacağ ı belirtilmekle, tek
dereceli seçime yer verilmişti. Meslekî temsille birlikte bu hüküm de reddolundu ve
seçimlerin iki dereceliliğ inin sürmesine çoğ unlukla karar verildi. Meslekî temsili ve tek
dereceli seçimi öngören tasarı hükmü şöyleydi: "Büyük Millet Meclisi vilayetler halkınca
meslekler erbabı temsil edilmek üzere doğ rudan doğ ruya müntehap (seçilmiş)
azadan mürekkeptir." Kabul edilen hüküm ise şu oldu: "Büyük Millet Meclisi vilayetler
halkınca müntehap azadan mürekkeptir."
Bu arada Tunalı Hilmi Bey'in biraz da Rusya'daki uygulamadan esinlenerek
önerdiğ i "Ş ûra'dan şûra'ya seçim" (köy, nahiye ve vilayet şûraları kademeleri) usulü
de, "eşraf meclisi"ne yol açacağ ı endiş esi başta olmak üzere sakıncalı bulunup red-
dolundu. Kabul görmeyen iki demokratik öneri de, halkoylaması (referandum) ve
halkın kanun teklif etme hakkı'nm tanınması yolundaki önergeydi.39
Yine reddedilen bir baş ka ilginç öneri BMM'nin görevi ve oluş um biçimiyle ilgilidir.
Mustafa Kemal tarafından hazırlanan ve sunulan Lâyiha'da (Halkçılık Programı) bu
konu şöyle düzenlenmişti: BMM, toplanmasından sonraki dördüncü aym bitiminde
kendi içinden gizli oyla üçte bir üye seçer. Bunda, her vilayetten bir üye olması
gözetilir. Bu heyet, BMM yerine geçerek ve ona ait bütün hak ve yetkileri kullanarak
göreve de-
39 İ. GÜNEŞ , Birinci Büyük Millet Meclisi'nin Düşünsel Yapısı, s. 196 vd.; E. ÖZBU- DUN,
2922 Anayasası, s. 34-35.
Ulusal Devletin Kurulması
301
du. Üyeler, hangi makam ya da kişi olursa olsun meclise karşı böyle bir yetkiyle
donatılamayacağ ı yolunda söz birliğ i içindeydi. Sonuçta, oylamaya katılanlarm ezici
çoğ unluğ uyla (126 ret, 2 kabul, 2 çekimser), tasarıdaki öneri reddolundu.20
C. YÜRÜTME
1924 Anayasası'nda yürütme erki de BMM'ye aittir. Ancak, yasama yetkisini bizzat
kullanan meclis (md. 6), yürütme yetkisini kendi seçtiğ i cumhurbaşkanı ve onun
atayacağ ı İcra Vekilleri Heyeti eliyle kullanır (md. 7).
"Vazife-i îcraiye" başlıklı Üçüncü Fasıl, cumhurbaşkanının statüsünü düzenleyen
maddelerle başlamaktadır.
Cumhurbaşkanı BMM tarafından ve kendi üyeleri arasından bir seçim dönemi (dört
yıl) için seçilir. Yeniden seçilmek mümkündür (md. 31). Anayasa komisyonunun,
cumhurbaşkanının meclis dış ıdan da seçilebilmesi ve yedi yıl görev yapması yolundaki
önerileri kabul görmemiştir. Benimsenen sistemde her meclis kendi yasama
döneminin cumhurbaş kanını seçer. Bunun görev süresi de meclisinkine bağ lı olarak
uzayıp (seçimlerin ertelenmesi) kısalabilir (seçimlerin yenilenmesi). Böylece
cumhurbaşkanı kendini seçen meclise bağ lıdır ve onun varlığ ı ile makamında kalır.
Dahilî Nizamname (md. 8) bu seçimin gizli oyla ve salt çoğ unlukla yapılmasını
buyurmuştur.21
Cumhurbaşkanı devletin reisidir. Bu sıfatla özel törenlerde Meclis'e, gerekli
gördükçe de İcra Vekilleri Heyeti'ne başkanlık eder. Ancak, meclisteki tartışma ve
görüşmelere katılamaz ve oy veremez (md. 32). Özel törenlerden kasıt, yasama
dönemi başındaki ya da olağ anüstü nitelikteki toplantılardır. Cumhurbaşkanı ayrıca
her yasama yılı başında, hükümetin bir önceki yıl çalışmalarına ve o yıl alınmasını
uygun bulduğ u kararlara ilişkin görüşlerini mecliste bir nutukla açıklar ya da bunu
başbakana okutur (md. 36).
2^ aynı kaynak, s. 179-215.
21 Daha geniş bilgi için bkz. O. ALDIKAÇTI, Modern Demokrasilerde ve Türkiye'de
Devlet Başkanlığ ı, s. 210 vd.

Çok Partili Rejim Dönemi


351
nin yarattığ ı adaletsiz sonuçlar nedeniyle bu parti kazandığ ı oy oranlarının çok
üstünde temsil oranlarına erişti. 1950 seçimlerinde DP %53.35 oy oranıyla TBMM'de
%83.57'lik bir temsil oranı ve 408 sandalye kazanırken, CHP %39.78 oy oranıyla ancak
%14.40'lık bir temsil gücüne (69 milletvekilliğ i) erişebilmişti. 1954 seçimlerinde DP'nin
oy oranı %56.61, temsil oranı %92.98 (503 sandalye), CHP'nin oy oranı %34.78, temsil
oranı ise %5.52 (31 sandalye) idi. 1957 seçimlerinde DP %47.70'lik oy oranı ile
%69.50'lik bir temsil gücü tuttururken (424 sandalye), CHP %40.82 oy oranıyla
%29.18'lik bir temsil gücü (178 sandalye) sağ layabilmiş ti. Yuvarlak rakamlarla DP
seçmen oyunun yarıdan azını (%48) alıp yaklaşık %70'lik bir temsil olanağ ı sağ larken,
oyların yarıdan fazlasını (%52) alan muhalefet partileri yaklaşık %30'luk bir temsil
gücünü tutturabilmiş lerdi.44
Çoğ unluk egemenliğ ine ve hattâ diktasına yol açan bir başka etken, parti içi katı
disiplinin ve iki partili sistemin yarattığ ı sonuçlardır. Meclis'teki ezici çoğ unluk, onun
parti içi katı disiplini, parti içi demokrasisi yerine lider egemenliğ inin doğ ması, bu
mutlak ve disiplinli çoğ unluğ a dayalı hükümetlerin hem bu çoğ unluğ a hem de
meclise ve ülkeye tek elden hükmetmeye çalış maları sonucunda, meclisin hükümet
üzerinde bir denetimi kalmadığ ı gibi, siyasal çoğ unluğ un muhalefeti ezmesinin yolları
da açılmıştır.
Böylece, Meclis çoğ unluğ unu elde eden siyasal parti, onun grubu ve hükümeti,
"millî irade"yi temsil yetkisini yalnızca kendisinde görmüştür. Hükümet ve parti içinde
oluşan dar bir liderler grubunun yarattığ ı oligarşi, partinin meclis grubunu da
denetimi altına alarak, "millî irade"nin tek sözcüsü ve gerçekleştiricisi kimliğ ine
bürünmüştür. Bu etkenler, 1924 Anayasasının öngörmüş olduğ u meclis üstünlüğ ü
sistemini de tersine çevirmiş, fiilî bir yürütme üstünlüğ ü ya da parti oligarşisi sistemi
yaratmıştır.
Bu dönemde yapılan bir içtüzük değ iş ikliğ iyle Meclis'in, daha doğ rusu muhalefetin
hükümeti ve iktidarı denetleme yolları da esaslı bir şekilde daralmıştır.45
44 Türkiye Tarihi 4, s. 182 (M. Tunçay).
45 Kt. 28.12.1957 (RG. 6.1.1958-9800). Bu Değ iş iklikler, 1961 Anayasasının Geçici 3.
maddesiyle yürürlükten kaldırılacaktır.

Çok Partili Rejim Dönemi


353
maları yasaklandı. Partilerin radyodan seçim propagandası yapmalarına da son verildi.
"Devlet ve hükümet işlerinde vazife alanlar" m yapacakları konuşmalar ve yayımlar ise
seçim propagandası sayılmayacaktı.52 Böylece, radyonun partizanlaş - tırılması süreci
başladı.53 1957 yılında yeni bir yasa değ işikliğ iyle muhalefet partilerinin seçimler için
tasarladığ ı "Güç Birliğ i" yasaklandı.54 Bu arada, partilerin seçim dönemleri dışında
toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenlemeleri de yasaklanmıştı.55 Hükümet ve
dolayısıyla iktidar partisi ise, bu konuda da serbest bırakılmıştı. Ayrıca, Anayasanın açık
hükmüne rağ men (md. 29) ara seçimler yapılmadı.
Anamuhalefet partisine yönelik asıl büyük darbe 1960 yılında sahneye konacaktı.
DP çoğ unluğ unun kararıyla kurulan bir "Tahkikat Encümeni" (18 Nisan 1960), "CHP'nin
yıkıcı, gayrimeşru ve kanundışı faaliyetleri" ni araştırmakla yükümlüydü ve DP'li 15
üyeden oluşmaktaydı. Böylece, daha soruşturma (!) başlamadan mahkûm edilen CHP
ve anamuhalefet silinmek isteniyordu. Komisyon ayrıca, basın alanında adlî ve İdarî
mevzuatın nasıl uygulandığ ını, uygulanıp uygulanmadığ ını araştırma yetkisiyle de
donatılmıştı. Dahası, her türlü siyasal hareket ve faaliyeti durdurma yetkisini de
kuşanan komisyon; parti kongrelerini, toplantılarını, bütün siyasal faaliyetleri, yeni teş-
kilat kurulmasını, Komisyon faaliyetleriyle ilgili yayınları, hattâ TBMM'nin tahkikat
kararıyla ilgili görüşmelerinin yayımını yasakladı. Bu görüşmeler sırasında I. İnönü DP
milletvekillerine, "Bu yolda devam ederseniz, ben de sizi kurtaramam (...). Ş artlar
tamam olduğ u zaman milletler için ihtilâl meş ru bir haktır. İhtilâl meş ru bir hak olarak
kullanılacaktır" demişti.56
Ne var ki, çoğ unluk diktatörlüğ ünü kurmaya kararlı görünen DP Meclis çoğ unluğ u
daha da ileri bir adım attı ve TBMM Tahkikat Encümenlerinin Vazife ve Selahiyetleri
Hakkında Kanun'n çıkardı57 Buna göre; encümenler sorgu ve sulh hâkimi ile aske-
52 No: 6428-30.6.1954 (T. ERDEM, Anayasalar ve Seçim Kanunları, s. 244 vd.).
53 M. AKSOY, Partizan Radyo ve DP, Ankara 1960.
54 No: 7053-11.9.1957 (T. ERDEM, Anayasalar ve Seçim Kanunları, s. 249 vd.).
55 No: 6761-27.6.1956 (RG. 27.6.1956-9346).
56 C. EROĞ UL, Demokrat Parti, s. 173 vd.
57 No: 7468-27.4.1960 (Metin: S. FERİDUN, Anayasalar ve Siyasal Belgeler, s. 64-65).

Çok Partili Rejim Dönemi


355
yayınlara karşı cezaî soruşturmanın adeta "otomatik" hale getirilmesi vb. Bunların
sonucunda basın özgürlüğ ü hemen hemen ortadan kalktı.59
Kamu görevlilerine yönelik baskıların en ağ ırı, re'sen emekliliğ e sevk yetkisinin
idareye tanınması ve buna karşı itiraz (yargı) yolunun da kapatılmasıdır. Emekli Sandığ ı
Kanunu'nda yapılan bu değ işiklik (md. 39/b) Yargıtay, Danıştay ve Sayıştay üyeleri ile
üniversite öğ retim üyelerini de kapsamına aldığ ından, adlî ve akademik güvenceler de
bundan etkileniyordu. Zaten yargıç güvenceleri ve bağ ımsızlığ ı yönünden zayıf olan
sistem, bu gibi önlemlerle daha da yıpranacak, yargı bağ ımsızlığ ı iyice ortadan
kalkacaktır.60
C. YARGISAL VE ANAYASAL ARANIŞ LAR
1924 Anayasası çok partili dönemde esasa ilişkin bir değ iş iklik geçirmedi. Tek
değ işiklik biçime, dile ilişkin olandı. Oysa çok partili hayattaki tıkanıklıklar ve sorunlar
anayasadan da kaynaklanmaktaydı. Bunları aş ma yolundaki bazı aranışlar da buradan
doğ muştur. Çözüm denemeleri yargısal ve anayasal boyutlu olmak üzere baş lıca iki
kanatta toplanabilir.
1- Yargısal Çözüm Aramışları
Yargısal çözüm arayışının esası, varolan anayasa çerçevesinde yasaların anayasaya
uygunluğ unun yargısal denetimine olanak bulunup bulunmadığ ı noktasında
düğ ümlenmiştir. 1924 Anayasası yargısal denetimi öngörmüş değ ildi. Bununla birlikte
konu doktrinde tartışılmış, hattâ yargı çevrelerinde de izdüşümler yaratmıştır. 1924
Anayasası'nm tek parti dönemindeki uygulanış ı sırasında defi ya da itiraz yoluyla
denetim olanak-
59 Ç. ÖZEK, Türk Basın Hukuku, İÜHF yay., İstanbul 1978, s. 20-21; F. GÖLCÜKLÜ,
Haberleşme Hukuku, AÜSBF yay., Ankara 1970, s. 42; Türkiye Tarihi 4, s. 1798 (M.
Tunçay).
60 No: 6422-21.6.1954 (RG. 25.6.1954-8738). Bu hüküm, Anayasa Mahkemesi'nin
30.1.1963 tarihli kararıyla iptal edilecektir (AYMKD, sayı 1, s. 71).
Çok Partili Rejim Dönemi
357
nınmış olan böyle ş erefli bir hakkın Türk hâkiminden esirgen- memesi lâzım geldiğ ine
ve bu şerefli adalet geleneğ inin memleketimizde de kökleşmesinin" gerekli olduğ una
özellikle değ inilmiştir. Bu direnme kararı Yargıtay Genel Kurulu'nda görüşülmeden
önce, davada uygulanan yasanın antidemokratik ve anayasaya aykırı hükümleri bir
yasa değ iş ikliğ iyle kaldırıldı.63 Böylece somut olayda adalet ve anayasaya uygunluk,
yargıç- meclis (yargı-yasama) işbirliğ iyle gerçekleşmiş oluyordu.
Ne var ki, bu seçkin yargıcın öncülük etmek istediğ i gelenek ülkemizde o dönemde
kökleşemedi. Yasaların anayasaya uygunluğ unun bu yoldan denetlenebilmesi çığ ırı
içtihat eliyle açılamadı. Kuşkusuz, o gün bugün "içtihat hukuku"na bağ lanan umutların
karşılanamayışmm, yargıç ve yargılama kültürü ile de ilgili pek çok nedenleri vardır. 64
Anayasaya uygunluğ un yargısal denetiminin gerçekleşebilmesi için 1961 Anayasası'nı
beklemek gerekecekti.
2- Anayasa Değ işikliğ i Talepleri
Çok partili yaşamdaki tıkanmalara ve antidemokratik uygulamalara karşı ikinci
tepki kanalı, anayasa değ iş ikliğ i önerileri biçiminde ortaya çıkacaktır. Bu talepler
muhalefet çevrelerinden gelmiş olup bunların başlıca belgeleri şunlardır: CMP'nin
1954 seçimlerine girerken yayımladığ ı 12 Mart 1954 tarihli bildiri, 1957 seçimlerinden
önce muhalefet partilerinin temsilcilerinin yayımladıkları ortak bildiri, CHP'nin aynı se-
çimler için yayımladığ ı seçim beyannamesi, Hürriyet Parti- si'nin (HP) 1957 seçim
beyannamesi, CHP 14. Kurultayı'nda Ana Davalar Komisyonu'nca hazırlanıp açıklanan
(14 Ocak 1959) İlk Hedefler Beyannamesi65. Bu belgelerde dile gelen talepler şöyle
sistemleştirilip özetlenebilir:
63 N. ARYOL, "Yargıç A. Refik Gür'ü Anarken", Cumhuriyet 7.7.1987. Ayrıca bkz. A.
R. GÜR, Demokrasiler ve Demokrasimiz, 1953.
64 Bkz. B. TANÖR, Türkiye'nin İnsan Hakları Sorunu, s. 250 vd. ("Yargıç ve Yargılama
Kültürü" altbölümü).
65 M. SOYSAL, Anayasanın Anlamı, s. 58.62.
Çok Partili Rejim Dönemi
359
olarak çalışmak zorunda kalan TBMM, artık normal bir parlamento durumunu almıştı.
Bu parlamento, anayasayı çeş itli hükümleri açısından değ iş tirebilir, ama yeni bir
anayasa yapamazdı.66
Bir siyasal gözlem olarak bu saptamada kuşkusuz isabet vardır. Ama TBMM'nin
hukuken yetkili olup olmadığ ı sorusu farklı yönde de değ erlendirilebilir. Bir kere
Anayasa bir kurucu meclis öngörmemiş, yeni anayasa yapımını böyle bir güce emanet
etmemiştir. Ayrıca, A. Mumcu'nun da haklı olarak belirttiğ i gibi, Devlet şeklinin
"Cumhuriyet" olduğ unu bildiren hüküm dışındaki bütün hükümler değ iştirilebilir. Bu
ise yepyeni bir anayasa yapmak (da) demektir. Öte yanda, 1950 sonrasının muhalefet
çevreleri yalnız anayasada değ işiklik formülüyle değ il, aynı zamanda yeni bir anayasa
talebiyle yola çıkmışlar ve bu yüzden herhangi bir tepkiyle de karşılaş mamışlardır.
Çünkü, 1920'lerden beri süzülen genel kanı, TBMM'nin en üstün organ olarak yeni
anayasa yapımında da yetkili olduğ u yönündeydi. Kaldı ki, 1924 Teşkilât-ı Esâsiye
Kanunu'nun kendisi de bir kurucu meclis tarafından değ il, olağ an bir yasama
meclisince yapılmıştı.
IV. Değ erlendirmeler
Çok partili yaşama geçilirken iktidar ve muhalefet çevrelerinin gündeminde bir
anayasa sorunu yoktu. Çoğ unluk yönetimini alabildiğ ine kolaylaştıran bir anayasadan
iktidar partilerinin ş ikâyetçi olmaları zaten pek beklenemezdi. Nitekim 1945- 50
arasında CHP, 1950-60 arasında da DP anayasa ile barışıktılar. Yeni anayasal aranışlar
ancak muhalefet günlerinde ve 1954'ten sonra başlayacaktır. Ama çok partililiğ e
geçişte yalnız iktidar değ il, muhalefet de (DP), eldeki anayasa ile demokrasinin
gerçekleştirilebileceğ i inanandaydı.
Oysa, uzmanların ve aydın kamuoyunun soruna bakış ı daha o zamandan farklıydı.
İnönü'nün 19 Mayıs 1945 söyleviyle,
66 A. MUMCU, "1924 Anayasası", s. 398.
Çok Partili Rejim Dönemi
361
bağ lı hukukçuların değ erlendirmeleri arasında anlamlı farklar vardır.
Birinci çizginin tipik temsilcisi Celal Bayar'dır. Bayar'a göre 1924 Anayasası
yapılırken, "En doğ ru tefekkürün, halk tefekkürü kaynağ ından geleceğ i düşüncesinden
hareket edilerek, müesseselere itibar edilmemiş ve bütün kuvvet Büyük Millet
Meclisi'nin ş ahsında toplanmıştır (...). Devlet ağ acını Kayıtsız Ş artsız Millet Hâkimiyeti
ile aşılayan ve bunun kullanılmasını Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne veren
Atatürk'tür."69 BayarTn, "itibar edilmeyen müesseseler"den kastı, 1961 Anayasası'nm
egemenliğ in kullanılışına kattığ ı "yeni ortaklar" olarak "Senato, Anayasa Mahkemesi,
Milli Güvenlik Kurulu, Muhtar Üniversite, Muhtar TRT, Planlama, vb."dir. Anlaşılacağ ı
gibi burada, 1924 Anayasası'nm egemenliğ in kullanılış ını tek bir organa, yasama
meclisine bırakması, bu organın bu yetkiyi "kayıtsız ş artsız" kullanacak durumda olması
olumlanmaktadır. Bayat'ın, resmî ve geleneksel formül olan "Egemenlik kayıtsız- şartsız
millete aittir" ibaresini, "kayıtsız-şartsız millet egemenliğ ine dönüştürmesinin anlamı
da, bu egemenliğ in TBMM tarafından kullanılışının herhangi bir kayıt ve şarta
(kuvvetler ayrılığ ı, kurumlar dengesi, anayasa yargısı, anayasanın üstünlüğ ü) bağ lı
olmadığ ını, olmaması gerektiğ ini vurgulamaktır. Bayana göre, "Demokrat Parti,
Atatürk anayasasından yana idi ve millet egemenliğ ini barajlayan, daraltan, güçten
düşüren bir anayasa modeline karşı idi."70
Ama yalnız DP iktidarı değ il, 1945-50 arası CHP iktidarı da çoğ unluk kararlarını
millet iradesiyle özdeş leştirmiş, millet egemenliğ inin tek kullanıcısının TBMM olduğ u
tezine sarılmıştı. Kısacası, gerek CHP gerekse DP iktidarları "1924 Anayasası'nm Millet
Meclisi'nin milletin kayıtsız şartsız mümessili" olduğ u ilkesine yaslanarak kendilerini
rahatlatıyorlardı.71 Ilginç-
69 C. BAYAR, Başvekilim Adnan Menderes, (deri. İ. Bozdağ ), Baha Matb. İstanbul, s.
12,13.
70 C. BAYAR, Atatürk'ün Metodolojisi ve Günümüz, (deri, İ. Bozdağ ), Kervan yay., İs-
tanbul, s. 59. Bayanın görüşlerinin eleştirisi için bkz. B. TANÖR, İki Anayasa (1961-
1982), Beta yay., İstanbul 1986 (ya da tıpkı basımlar).
71 S. AĞ AOĞ LU, Demokrat Partinin Doğ uş ve Yükseliş Sebepleri, Bir Soru, Baha Matb.
İstanbul 1972, s. 60-61, 69,70.
Çok Partili Rejim Dönemi
363
yasaya yeni bir yorum kazandıramaymca, günlük politika hayatındaki bütün
aksamaların suçu anayasadaki çözümlere yüklenmekte", "anayasa ayarlamaları yoluyla
demokrasiyi yaşatma çabası" öne çıkmakta, "yüzeysel anayasa çözümleri" nin ya da
"kurumsal ve kuralsal çözümlerin kolaylığ ı" na sığ ınılmakta, adeta "Anayasa
değ işikliğ inden mucizeler beklenmekteydi." Bunda da, siyasal kadronun geniş ölçüde
hukukçular arasından çıkmış olmasının payı büyüktü.72
Demokratik gelenekleri ve kurumsallaşması çok köklü olan Batı ülkeleri için isabetli
sayılabilecek bu saptamalar, Türkiye gibi azgelişmiş Üçüncü Dünya toplumları için pek
yerini bulamamaktadır. Bu toplumlarda hukukun ve anayasanın nispi rolü, olumlu ve
olumsuz yönleriyle çok daha önemlidir. Üstyapı kurumu olan hukuk ve anayasalar
siyasal çağ daş laşmayı (demokrasi) hızlandırabilecekleri gibi (1961 Anayasası), köstek-
leyebilirler de (1982 Anayasası). Ş üphesiz hukuksal ve anayasal etkenler belirleyici
değ ildir. Demokratik karakterli 1961 Anayasası' nın öngörmüş olduğ u çoğ ulcu-
özgürlükçü demokrasinin 1980'de kopukluğ a uğ raması, 1982 Anayasası döneminde
zaman zaman kendini gösteren nispi demokratikleşmenin de büyük çapta bu
anayasanın otoriter karakterine rağ men ortaya çıkmış olması, bunun kanıtlarıdır. Ama
bu çerçeve içinde, hukukun ve anayasanın olumlu ya da olumsuz rolleri yabana ahla-
maz. Anayasa sosyolojisi açısından bu da bir gerçekliktir. 1945- 1960 döneminde TEK'e
yönelen eleştiriler ve yeni anayasal ara- nış lar da aydın fantezisi ya da sürrealizm
ürünü değ ildi; hukukçuların meslekî sapması da sayılamazdı. Somut siyasal ve
anayasal hayat, bunların üretimini gerekli hale getirmişti. Bu taleplerin
karşılanamayışıdır ki, siyasal-anayasal yaşamda krizin yoğ unlaşmasına ve patlama
noktasına sürüklenilmesine yol açan nedenlerden biri olmuştur.
72
M. SOYSAL, Anayasanın Anlamı, s. 58-62.
Çok Partili Rejim Dönemi
365
tır. Örneğ in C. Bayat'a göre bunun anlamı, Osmanlıdan kalma Ordu-Medrese
(Üniversite-Aydın) işbirliğ inin, kanun yapma ve yürütme gücüne karşı direnişi,
"bürokrasinin asker kanadının devlete el koymasıdır."1 Değ iş ik bir kesimde de benzeri
görüşlere rastlanır. Ş öyle ki, 27 Mayıs "burjuvazi bürokrasi dengesinin bozulmasına ve
bürokratik yanın zayıf düşürülmesine karşı bir tepki" dir;2 "bir kısım asker ve sivil
bürokratlar, CHP'nin zımnî icazetini alarak halkın ve burjuvazinin karşısında yer almak
pahasına devleti ve hükümeti ele geçirerek bir sağ lamlaştırma işlemine
girişmişlerdir;"3 "bürokratlar, geliş en yerli güçler karşısında kendi varlıklarını savunmak
istemişlerdir."4
DP döneminde, orta sınıfların etkili tabakası olan asker-si- vil aydın ve memurların
ekonomik, sosyal ve politik güç kaybına uğ radıkları açıktır. Sınıfsal planda bu çelişki
küçük ve orta burjuvazi ile DP iktidarına ağ ırlığ ını koyan büyük burjuvazi ve toprak
sahipliğ i arasında beliriyordu.5 Nitekim 27 Mayıs sonrasının bazı resmî ya da yarı-resmî
açıklamalarında bu tabakaların uğ radıkları sosyo-ekonomik çöküntü ile askerî
müdahale arasındaki bağ vurgulanmış tır. Bu çelişki, Anayasanın sosyal karakterini
(sosyal devlet, sosyal adalet, sosyal haklar, vb.) açıklayan nedenlerin başında gelir.6
Ancak, 27 Mayıs'a götüren yakın nedenler ekonomik ya da sosyal değ il, siyasal dır:
DP'nin baskıcı bir rejim kurma girişimleri ve buna karşı giderek güçlenen muhalefet ve
gençlik hareketi. Din sömürücülüğ ü ve Atatürk Devrimi ilkelerinden verilen ödünler de
bir gerginlik unsuruydu. Menderes hükümetinin muhalefet liderlerinin yurt gezilerini
engellemede ordudan yararlanması ve 28 Nisan öğ renci hareketi üzerine sıkıyönetim
ilân etmesi ise, silahlı güçleri politik arenaya iyice itmişti. Süre-
ı
2
3
4
5
6
C. BAYAR, Başvekilim Adnan Menderes (deri. İ. Bozdağ ), Baha matb. s. 14; Atatürk'ün
Metodolojisi ve Günümüz (deri. İ. Bozdağ ), Kervan yay., İstanbul 1978, s. 60. M.
SOYSAL, Anayasaya Giriş, s. 190; Anayasanın Anlamı, s. 64.
S. DİVİTÇİOĞ LU, "Yarınki Türk Sosyalizminin Potansiyeli", ANT, sayı 146.
İ. KÜÇÜKÖMER, Düzenin Yabancılaşması, Ant, yay., İstanbul 1969, s. 124. Ş NUROV-
ROZALİYEV, Türkiye'de Kapitalistleşme ve Sınıf Kavgaları (çev. G. Bozka- ya). Ant yay.,
İstanbul 1970, s. 95; C. EROĞ UL, Demokrat Parti, s. 198; Y. SERTEL, Türkiye'de İlerici
Akımlar, Ant yay., s. 105; H. KIVILCIMLI, 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi,
Ant. yay., İstanbul 1970, s. 259 vd. bkz. B. TANÖR, îki Anayasa, Beta yay., İstanbul 1986,
s. 12.
Çok Partili Rejim Dönemi
367
ni yapan Türk Milleti" ibaresine yer verecek olan 1961 Anayasasıdır.8
B. GEÇİŞ REJİMİ
Askerî müdahale ve rejim bir yandan kendini meşrulaştırmaya çalış ırken, öbür
yandan da geçiş rejimini hukukileş tirici iş lemler yaptı. Bunlar iki aşamalıdır: 1 ve 157
sayılı yasalar.
1- Geçici Anayasal Düzene İlişkin ı Sayılı Kanun
1924 Anayasası'nın bazı hükümlerini kaldıran ve değ iştiren 1 sayılı kanun 12
Haziran 1960 tarihlidir, ama 27 Mayıs gününden itibaren geçerli sayılmıştır (md. 26).
Yasanın ilk biçiminde varolan "geçici" sıfatı daha sonra 12 Ağ ustos 1960 tarih ve 55
sayılı yasayla kaldırılacaktır. "Geçici anayasa” niteliğ indeki metin, geçiş döneminin
hukukî yapısını kuran ilk işlemdir.9
Yasanın giriş bölümünde, eski iktidarın meşruluğ unu yitirdiğ i, "Türk Ordusu'nun
(...) Hukuk devletini yeniden kurmak için Türk Milleti adına harekete geçerek, Milleti
temsil vasfını kaybetmiş olan Meclisi dağ ıtıp iktidarı geçici olarak Milli Birlik
Komitesi'ne emanet etmiş" olduğ u ifade edilmiştir. Böylece, müdahalenin
meşruluğ unun bir kez daha vurgulanmasının ya- nısıra hareketin amacı ve rejimin
geçiciliğ i de belirtilmiş oluyordu. Bunların daha somut ifadesi 1. maddededir: Anayasa
ve seçim kanununu demokratik usullerle kabul edip en kısa zamanda genel seçimlere
gitmek ve iktidarı yeni TBMM'ye devretmek.10 Üyeler bu yolda yemin ederler (md. 2).
Geçiş döneminin 1 sayılı yasayla oluş an anakuruluşunda merkezî organ Millî Birlik
Komitesidir (MBK). Org. C. Gürsel başkanlığ ında 37 subaydan oluşan komite bu
dönem içinde "Türk milleti adına hâkimiyet hakkını kullanır." 1924 Anayasa-
8 Metinler: S. FERİDUN, Anayasalar ve Siyasal Belgeler, s. 65 vd.
9 Metin: S. FERİDUN, Anayasalar ve Siyasal Belgeler, s. 68 vd.
10 Bu süre "en geç 1961 yılı sonbaharı" olarak saptanmıştır (Milli Birlik Komitesi Direktifi,
RG. 16.9.1960-10605; S. FERİDUN, Anayasalar, s. 82 vd.).
Çok Partili Rejim Dönemi
369
lu olduğ unu bildiren TEK hükmüne dayanılarak (md. 41) YAD önüne çıkarılmış ve
mahkûm edilmiştir. Gerçi TEK'e göre gerekli görüldüğ ünde TBMM tarafından Yüce
Divan kurulabilirdi (md. 67). Ama bu TEK'in öngördüğ ü bir mahkemeydi, üyeleri de
Yargıtay ve Danıştay tarafından seçiliyordu (md. 62). YAD ise bu nitelikte değ ildi.
2- Kurucu Meclis'e İlişkin 157 Sayılı Kanun
1 sayılı kanunla baş layan ilk aşamada MBK iktidarını başka bir güçle paylaşmıyor,
tek başına kullanıyordu. 157 sayılı yasayla baş layan ikinci aşamada bu iktidar, sivil ve
siyasal bir kurul olan Temsilciler Meclisi'yle paylaşılacaktır.
İstanbul Üniversitesi Anayasa Komisyonu'nun çalışmalarının gecikmesi, Ankara
Üniversitesi'nden ve kamuoyundan "kumcu meclis" düşüncelerinin yükselmesi üzerine
1 Sayılı Kanuna Ek Kurucu Meclis Teşkili Hakkında Kanun çıkarıldı.12 Yasa; "Türk
Milletinin zulme karşı direnme hakkını" kullanıp "meşruiyetini kaybetmiş" bir iktidarı
devirdiğ ini belirttikten sonra, iki kanatlı bir Kumcu Meclis oluşturmaktaydı. Bunlardan
biri, "14'ler"in tasfiyesi ve bir üyenin çekilmesiyle üye sayısı 23'e inmiş olan MBK, öbürü
de "milletin en geniş manasıyla temsili"ni sağ lamak için oluşturulacak olan Temsilciler
Meclisi'ydi (md. 1). Amaç, Kurucu Meclis eliyle anayasayı ve seçim kanununu en kısa
zamanda tamamlayarak, iktidarı en geç 29 Ekim 1961 tarihinde yeni TBMM'ye
devretmekti. Bu süre içinde de kurucu Meclis yasama ve yürütmeyi denetleme
yetkilerini kullanacaktır (md. 2). Böylece anayasa ve yasa yapımı süreçlerinde kısmî bir
sivil katılım ve saydamlık sağ lanmış oluyordu.
Bu yasaya ve bundan sonra çıkarılan Temsilciler Meclisi Seçimi Kanunu'na13 göre
temsilciler şu organ ve kuruluşlarca seçilir: Devletbaşkanı (10), MBK (18), İller (75), CHP
(49), CKMP (25), Barolar (6), Basın (12), Eski Muharipler Birliğ i (2), esnaf kuruluşları (6),
gençlik (1), işçi sendikaları (6), odalar (10), öğ retmen kuruluşları (6), tarım kuruluşları
(6), üniversiteler
12 No: 157-13.12.1960 (RG. 16.12.1960-10682). '
13 No: 158-13.12.1960 (RG. 16.12.1960-10682).
Çok Partili Rejim Dönemi
371
C. ANAYASANIN HAZIRLANMASI VE KABULÜ
Burada başlıca üç aşama vardır: Ön tasarılar, Kurucu Meclis ve halkoylaması.
1- Ön Tasarılar
Bunlar, biri İstanbul Hukuk Fakültesi, öbürü de Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi
çıkışlı olmak üzere iki tanedir.14
MBK ile TSK Başkumandanlığ ı yeni bir anayasa ön tasarısı hazırlamaları için
İstanbul Hukuk Fakültesinden yedi öğ retim üyesini görevlendirmişti (S. S. Onar, N.
Ş ensoy, H. V. Velidede- oğ lu, H. N. Kübalı, R. Sarıca, T. Z. Tunaya ve İ. Giritli). Bu bilim
kurulu 28 Mayıs 1960 tarihli “Anayasa Ön Projesini Hazırlama Komisyonunun Tespit
Ettiğ i Esaslar" başlıklı raporunda, önce DP iktidarının hukuk ve meşruluk dışına
kaydığ ını ve askerî müdahalenin haklılığ ını vurguladıktan sonra, yeni anayasanın
"hakikî bir hukuk devleti"ni kurmak, kişi hak ve özgürlüklerini ve sosyal hakları
güvenceye bağ lamak, devlet kurumlan arasında dengeleri sağ lamak gibi işlevleri
yerine getirmesi gerektiğ ini belirtmişti. Kurul, Ankara Üniversitesi'nden de üç üye ala-
rak (İ. Arsel, B. Savcı ve M. Aksoy), yaptığ ı anayasa anketleri ve hararetli tartışmalardan
sonra 18 Ekim 1960 tarihinde Ön Tasarı'yı tamamlayıp MBK'ye sundu.
Bir "Başlangıç" bölümü, 191 madde ve 9 geçici maddeden oluşan bu metnin
özellikleri, çok uzun ve ayrıntılı oluşu, klasik ve sosyal haklara geniş yer vermesi ve
güvenceler getirmesi, yargı bağ ımsızlığ ını ve anayasa yargısını öngörmesi, genel oya
ve siyasal partilere ürkek bakması, yürütme içinde sorumluluk verilmemiş olan
Cumhurbaşkanına önemli yetkiler tanıması, yürütmeyi siyasal (yasama) ve yargısal
denetimle esaslı bir biçimde sınırlarken, devlet yönetimini yardımcı ve/veya özerk
kuramlarla (Devlet Ş ûrası, Milli Savunma Ş ûrası, Millî İktisat Ş ûrası, Türkiye Millî
Bankası, üniversiteler, TRT, Millî Müze ve kütüphaneler, devlet konservatuvarları, opera
ve tiyatroları, vb.) ayrıştırarak içeriden dengelemesidir. Öngörülen ikinci
14 Metinler: S. FERİDUN, Anayasalar ve Siyasal Belgeler, s. 65-68,167-205.
Çok Partili Rejim Dönemi
373
2- Kurucu Meclis
Türkiye'de ilk kumcu meclis uygulaması, 1961'de yaşanan bu deneydir. Gerçi
1920'de TBMM'ye giden yolda Mustafa Kemal ilkin bir "meclis-i müessisan"
tasarlamıştı, ama aldığ ı tepkiler yüzünden deyim değ işikliğ ine giderek, "selahiyeti
fevkalâdeyi haiz bir meclis" biçimindeki daha ılımlı formülde karar kılmıştı. Ayrıca 1920
meclisinin asıl ve öncelikli görevi bir anayasa yapmak değ il, ülkeyi kurtarmaktı. Nitekim
yeni bir anayasa yapma ihtiyacı ve fikri, meclisin açılmasından birkaç ay sonra (Eylül
1920) ve biraz da pratik nedenlerden doğ acaktı.18 1960- 1961 döneminde kurucu
meclis düşüncesi ve uygulaması ise doğ rudan doğ ruya ve öncelikle yeni bir anayasa
hazırlama amacıyla bağ lantılıdır. Gerçi bu meclisin oluşum biçimi tam demokratik ve
temsilî değ ildi ama seçilecek temsilcilerin esas görevinin bir anayasa yapmak olduğ u
açıkça biliniyordu. Bu nedenle bu deney ve bunu izleyecek halkoylaması, Türkiye'de
birer "ilk" tir.
Kurucu Meclis'in aydın ağ ırlıklı oluşu, genel oya dayalı demokratik ve eşitlikçi bir
temsilin öngörülmemiş olmasmdandı. Ayrıca, bu çerçeve içinde bile DP ve çizgisinin
temsiline olanak tanınmamıştı. Bu ise seçmen tercihlerinin yarısına yakın bir oran
demekti (DP 1957'de, %47.7 oranında oy almıştı). Dolayısıyla Kurucu Meclis ile
Temsilciler Meclisi'nin (TM) oluşum biçimi, demokratik teori ve anlayış açısından
özürlüydü. Ama işte tam bu eş itsizlik ve kısıtlayıcılıktır ki, TM'nin DP biçimi bir taşra
tutuculuğ una değ il, CHP eğ ilimli bir kentli-aydm üstünlüğ üne sahne olmasını
mümkün kılmıştır. Bunlar genelde, seçim kanalları ne olursa olsun ilerici, demokrat,
Atatürkçü, sosyal eğ ilimli gruplar olarak TM'de üst düzeyde bir temsil oranına
ulaşmış lardır.
Kurucu Meclis 6 Ocak 1961'de açıldı ve çalışmalarını 157 sayılı yasa gereğ i aralıksız
ve hızlandırılmış bir tempoyla (md. 24, 31, 32) sürdürdü. TM'nin kendi içinden seçtiğ i
20 kişilik Anayasa Komisyonu, anayasa tasarısını hazırlamada
18 İkinci Kısım, Birinci Bölüm, I, A, 2.
Çok Partili Rejim Dönemi
375
çalışmalara katıldılar.20 En hararetli tartışmalar toprak reformu, devletleştirme,
kamulaştırma gibi konularda cereyan etti. Bu konularda, tarım ve sermaye kesiminden
gelen üyelerin direnişi dikkat çekiciydi. 1960'lar Türkiyesi'nin gündemine damgasını
vuracak olan "sağ -sol" ya da "reformcu-tutucu" ayrışması burada ilk ipuçlarını verdi.21
Denebilir ki bu ayrışmada partisiz aydınlar politikacılara, TM Anayasa Komisyonu
üyeleri de genel kurula oranla daha reformist bir çizgideydi.
TM genelde MBK'den de oldukça bağ ımsız bir tutum içindeydi. TM'deki
görüşmeler tamamlandıktan ve tasarı MBK'de görüşüldükten sonra iki kurulun
metinleri arasında, biri Baş- langıç'la 17'si de maddelerle ilgili bazı uyuşmazlıkların
belirdiğ i görüldü. Bu ayrılıklar, yukarıda değ inilen Karma Kurul'un oluşturduğ u yeni
metinlerin kurucu meclis birleşik toplantısında oylanıp kabul edilmesiyle çözüme
bağ landı.22
157 sayılı yasanın da verdiğ i ivmeyle çalışmalarını aralıksız ve hızlı biçimde
sürdüren Kurucu Meclis, öngörülmüş olan tarihte (27 Mayıs 1961) 260 kabul, 2
çekimser oyla son metni kabul ederek, bir defaya mahsus olmak üzere tanınmış olan
15 günlük uzatma süresini de kullanmadan, anayasa yapıcılığ ı görevini tamamladı.
3- Halkoylaması
157 sayılı kanun, anayasanın halkoylamasma sunulmasını öngörmüştü. Oylama
sonucunda ret oyları çoğ unluk sağ larsa, yeni seçim yasasına göre genel seçimlerle
oluşacak yeni bir Temsilciler Meclisi'nin kabul edeceğ i metin bu defa halkoylamasma
sunulmadan kesinleşecekti (md. 35, 36). Fakat bu hükümlerin uygulanmasına gerek
kalmayacaktır.
Kurucu Meclis gibi halkoylaması da Türkiye'de ilk defa gündeme girmişti. Konu
Anayasanın Halkoyuna Sunulması Hak-
20 O. ALDIKAÇTI, Anayasa Hukukumuzun Gelişmesi, s. 156-158.
21 M. SOYSAL, Anayasaya Giriş, s. 196.
22 Kurucu Meclis görüşmeleri ve yeni anayasayla ilgili bütün belgeler için bkz. K.
ÖZTÜRK, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, 3 cilt, Türkiye İş Bankası yay., 1966.
(uyuşmazlık konusu maddeler için bkz. c. I, s. 613).
Çok Partili Rejim Dönemi
377
ma gibi noktalarda, kamu (daha doğ rusu ordu) önünde söz vermek durumunda
bırakılmışlardı. Genel seçimlerden sonra da Adalet Partisi'nin Cumhurbaşkanlığ ı için
aday göstermekten vazgeçmesi yolunda baskı yapıldı. C. Gürsel, bu sayede ri- zikosuz
bir şekilde Cumhurbaş kanı seçildi. Nihayet, hiçbir partinin mecliste çoğ unluğ u
sağ layamamış olduğ u ortamda, CHP- AP koalisyon hükümetinin CHP'nin genel
başkanı (I. İnönü) tarafından kurulması yolunda yine TSK etkili oldu.
II. Anayasanın Esasları
Bir Başlangıç bölümü, 157 madde ve 22 geçici maddeden oluşan 1961 Anayasası o
tarihe kadarki Osmanlı-Türk Anayasalarının en uzunudur. Hacim bakımından, II. Dünya
Savaş ı sonrasının demokratik anayasalarının (Fransa, Federal Almanya, İtalya, vb.)
ortalamasının da üstündedir. Kapsamlı ve ayrıntılı düzenlemelere olan gereksinim bu
durumu yaratmıştır. Bu açıdan Anayasa, 1960 öncesi yaşanan özgürlük ve demokrasi
darboğ azlarının somut önlemlerle aş ılabileceğ i inancıyla yazılmıştır. Kazüistik
düzenlemelerin çokluğ u, "Tepki Anayasası" nitelemesini doğ uracaktır.
Biçimsel açıdan iki yenilik "Başlangıç" ve "Kenar Başlıklarla. ilgilidir; bunlara ilk defa
olarak bu Anayasada yer verilmiştir. "Direnme hakkı"ndan ve "27 Mayıs 1960
Devrimi"nden söze baş layıp anayasanın dayandığ ı temel ilkeleri belirten Başlangıç
(md. 2), anayasa metnine dahildir (md. 156/1). Anayasa Mahkemesi'nin birçok
kararında bu bölüme yollama yapılacaktır.26 Madde kenar başlıkları ise yalnız ilgili
maddelerin konusunu ve maddeler arasındaki sıralama ve bağ lantıyı gösterir; bunlar
anayasa metninden sayılmaz (md. 156/2).
Anayasanın dili sade ve durudur; adeta TEK'in 1945'te Türkçeleştirilen ama 1952'de
üstü örtülen metnindeki dilin yeniden canlanış ı niteliğ indedir.
Başlangıç'tan sonraki metin, altı kısımdan oluşmaktadır:
26 bkz. ANAYASA YARGISI (haz. M. Aykonu/A. Özkul), Anayasa Mahkemesi yay., 1981,
kod No: 30.
Çok Partili Rejim Dönemi
379
Başlangıç bölümü, "Türk Milleti" nin ya da burada kullandığ ımız deyimle
Toplum'un tarihini "bağ ımsızlık ve hak ve hürriyetler için savaşmış" olmakla
tanımlamakta (paragraf 1), meşruluğ unu yitirmiş iktidara karşı "direnme hakkı" nm
kullanılmış olduğ undan söz etmektedir (parag. 2). Bundan sonra Başlangıç,
anayasanın konuş nedenini ve amacını belirlerken, "insan hak ve hürriyetlerini" ve
"demokratik hukuk devletini bütün hukukî ve sosyal temelleriyle kurmak" noktasına
özel bir ağ ırlık vermekte (parag. 5), anayasanın asıl güvencesini de "hürriyete, adalete,
ve fazilete âş ık evlatlarının uyanık bekçiliğ i" nde bulmaktadır (parag. 6).
Genel Esaslar başlığ ı altında Cumhuriyet'in nitelikleri sayılırken, "insan haklarına ve
başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, millî, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk
devleti" ibareleri de yine İnsan ve Birey eksenli bir felsefeyi yansıtmaktadır (md. 2).
Temel Hakların Niteliğ i ve Korunması kenar başlıklı 10. madde de ilk fıkrasında,
"Herkes, kişiliğ ine bağ lı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve
hürriyetlere sahiptir" demekle, İnsan ve Birey'in doğ al hukuktan kaynaklanan ya da
liberal felsefeyi içeren ve Devlet'ten önce gelen ayrıcalıklı konumunu açıklamış
olmaktadır. Buna göre özgürlük asıl ve en çok korunmaya lâyık değ erdir. Maddenin
esas yenilik getiren bölümü ise 2. fıkrasıdır: "Devlet, kişinin temel hak ve hürriyetlerini,
fert huzuru, sosyal adalet ve hukuk devleti ilkeleriyle bağ daşmayacak surette
sınırlayan siyasî, İktisadî ve sosyal bütün engelleri kaldırır; insanın maddî ve manevî
varlığ ının gelişmesi için gerekli şartları hazırlar." Burada artık, ilk fıkrada olduğ u gibi
varolan bir değ erin korunmasından ötede, onun geliştirilmesi ve gerçekleştirilmesi
buyruğ u vardır. İlk fıkra "özgürlük", İkincisi ise dinamik bir kavram olarak
"özgürleştirme" anlayış ına iş aret etmektedir.27 Sosyal devlet anlayış ı ile bu fıkra
arasında kurulan bağ , dengeci bir anlayışla toplumun değ işik katları arasmda sosyal
adaletin yaygınlaştırılmasını emretmektedir.28 Bu iki fıkranın
27 M. SOYSAL, Anayasaya Giriş, s. 238.
28 M. AKAD, Teori ve Uygulama Açısından 1961 Anayasasının 10. Maddesi (Doçentlik
tezi), İÜHF yay., İstanbul 1984 (bütün kitap).
Çok Partili Rejim Dönemi
381
sı'nın bu konudaki tavrı daha evrensel ve insancı'dır. Ş öyle ki, yukarıda anılan hak ve
özgürlüklerin hemen hemen tümünde söze "Herkes" sözcüğ üye girilmektedir.
Dolayısıyla hak ve özgürlüklerin öznesi, ister Türk ister yabancı olsun İnsan'dır, Birey'
dir.
Ş u var ki, yabancılar bunlardan tam eşit olarak yararlana- mayabilirler. Anayasaya
göre, "Bu kısımda gösterilen hak ve hürriyetler, yabancılar için, milletlerarası hukuka
uygun olarak, kanunla sınırlanabilir" (md.13). Ancak, bu sınırlamanın da sınırı yine bir
hukuk sistemidir. Üstelik, bazı açılardan ulusal hukuka da üstün olabilecek olan
uluslararası hukuk.
İkinci grup, "sosyal haklar"dır.30 "İkinci kuşak" adı da verilen bu haklar burjuva
demokratik devrimlerinden sonra kapitalist toplumlarda hızla artan eşitsizlik ve
yoksunlukları azaltmaya, İktisadî ve sosyal yönden zayıf durumdaki kişi ve sınıfları
kollamaya yöneliktir. Bu anlamda bunlar herkes için değ il, güçsüzler içindir. Sınıfsal
deyimlerle konuşmak gerekirse, "emekçi sınıflar" denebilir. 1961 Anayasası'nm en
önemli katkılarından biri, sosyal devlet ve sosyal adalet ilkelerinin yanı- sıra bu yeni
haklara da yer vermiş olmasıdır. Bu gruba giren hakların bir bölümü, tıpkı klasik
haklarda olduğ u gibi Devlet'e sadece bir "karışmama", "müdahale etmeme", "pasif
durma" görevi yükler. Sendika, grev, toplu sözleşme hak ve özgürlükleri bunların tipik
örneğ idir (md. 46, 47). Bazı sosyal haklar karşısında ise Devletin pasif kalması değ il
aktif bir rol oynaması, birtakım işler yapıp hizmetler üretmesi gerekir. Bu anlamda
Devletin olumlu edimlerde bulunma yükümlülüğ ü, bireylerin de bunları isteme hakları
vardır. Anayasa bunlara da genişçe yer vermiştir: İş hakkı (md. 42), uygun ve sağ lıklı
koşullarda çalışma (md. 43), dinlenme (md.44), âdil ücret (md. 45), sosyal güvenlik
(md.48), sağ lık (md. 49), öğ renim (md. 50) hakları, vb. Bunlardan kısmen
yararlanabilen yabancıların hakları, yine uluslararası hukuka uygun olarak yasayla
sınırlanabilir (md. 13).
Hak ve özgürlüklerin üçüncü demeti "siyasî haklar"dır. Ka-
30 Bu konuda bkz. B TANÖR, Anayasa Hukukunda Sosyal Haklar, MAY yay., İstanbul
1978.
Çok Partili Rejim Dönemi
383
1) Anayasmm sözüne ve ruhuna uygun olmalı (uygunluk kuralı),
2) Anayasanın öngördüğ ü sebeplere dayanmalı (nedensellik kuralı),
3) Kanunla yapılmalı ve İdarî işlemlere bırakılmamalı (yasallık kuralı),
4) Hakkın ve özgürlüğ ün özüne dokunmamalıdır (öze dokunma yasağ ı).
Burada tartışma, sınırlama sebeplerinin neler olduğ unu belirlemede çıkmıştır.
Anayasa hak ve özgürlüklerin sınırlama nedenlerine ilgili maddelerinde ayrı ayrı yer
vermiş, bazıları içinse hiçbir sınırlayıcı özel neden göstermemişti. Özel sınırlama
nedenleri gösterilmeyenlerin ise ortak bir özelliğ i vardı: Nitelikleri gereğ i demokratik
bir toplumda sınırsız olmaları (düşünce, bilim-sanat, hak arama, savunma, dilekçe hak
ve özgürlükleri). Bu durumda mantıklı yorum, özel sınırlanma nedeni gösterilenlerin
ancak o nedenlerle sınırlanabilmesi, özel sınırlama nedeni olmayanlarınsa
smırlanamamasıydı. Madde 11 hükmü "genel koruyucu" kurallar getirmiş, neyin hangi
nedenle sınırlanabileceğ ini değ il, sınırlamanın sınırlarını koymuştu.31
Buna karşılık doktrinin çoğ unluğ u ve bunu izleyen Anayasa Mahkemesi ise, 11.
maddenin 2. fıkrasındaki "kamu yararı, genel ahlâk, kamu düzeni, sosyal adalet ve millî
güvenlik" kavramlarını bütün hak ve özgürlükler için geçerli "genel sınırlama nedenleri"
olarak algılamıştır.32
Devletin sosyal ödevlerinin ya da bazı "isteme hakları" nm sınırıyla ilgili 53. madde
de şöyledir: "Devlet, bu Bölümde belirtilen İktisadî ve sosyal amaçlara ulaşma
ödevlerini, ancak İktisadî gelişme ve malî kaynaklarının yeterliliğ i ölçüsünde yerine
getirir."
Bu ifade, çok basit ve bilinen bir gerçeğ i yineliyormuş, adeta "malûmu ilân"
ediyormuş gibi görünse bile, aslında hukukî
31 bkz. B . TANÖR, Siyasi Düşünce Hürriyeti ve 1961 Türk Anayasası, Öncü yay., İs-
tanbul 1969, s. 127 vd.; TCK 142, Madde, Düşünce Özgürlüğ ü ve Uygulama, Forum
yay., İstanbul 1979, s. 35. vd.
32 bkz. F. SAĞ LAM, Temel Hakların Sınırlanması ve Özü, AÜSBF yay., Ankara 1982, s.
54 vd.

Çok Partili Rejim Dönemi


385
na sahip bulunmalarıdır.34 1982 Anayasası ise 1995 değ işikliğ ine kadar,
milletvekillerinin parti değ iştirmesini üyeliğ in düşürülmesi yaptırımıyla karşılayacaktır
(md. 84).
Egemenliğ in sahibi olan Millet bu hakkını seçimler yoluyla ifade eder. Zaten
demokratik teoride meşru iktidar halk kabulünden gelendir. Bu da serbest ve özgür
seçimlerle belirir. İktidar zora değ il oya dayanır.35 15 yıllık acı deneylerin ış ığ ında
hazırlanan Anayasa bu konularda da duyarlılık göstermiştir. Gerçi DP zorla değ il, oyla
iktidar olmuş ama iktidardan gitmemek için hukuk dışı yollara ve zora baş vurmaktan
da geri kalmamıştı. 1961 Anayasası'nm seçimler, partiler ve muhalefet hakları
konusunda gösterdiğ i özenin yakın nedeni burada yatar.
Öbür siyasal haklar gibi, seçme ve seçilme hakkı da yalnız vatandaşlar içindir.
Anayasa vatandaşlık statüsünü ş öyle tanımlar: "Türk Devletine vatandaşlık bağ ı ile
bağ lı olan herkes Türktür" (md. 54). Anayasanın seçme ve seçilme hakkı konusundaki
düzenlemeleri şöyledir: "Vatandaşlar, kanunda gösterilen şartlara uygun olarak,
seçme ve seçilme hakkına sahiptir" (fıkra 1). Seçimler, serbest, eş it, gizli, tek dereceli
genel oy, açık sayım ve döküm esaslarına göre yapılır" (md. 55); "Millet Meclisi
seçimlerinde seçmen olan her Türk, Cumhuriyet Senatosu seçimlerinde de aynı
şartlarla oy kullanır" (md. 71). Anayasa, seçilme koşullarını ayrıca düzenlemiştir (md. 68
ve 72).
Görülüyor ki, seçme ve seçilme hakkını ve seçimlerin genel ilkelerini koyan anayasa,
seçmenlik koşulları ve seçim sistemi de dahil olmak üzere öbür konuları yasalarla
yapılacak düzenlemelere bırakmıştır. Bu hususlar 298 sayılı Seçimlerin Temel
Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun (26.4.1961), 304 sayılı Cumhuriyet
Senatosu Üyelerinin Seçimi Kanunu (24.5.1961), 306 sayılı Milletvekili Seçimi Kanunu
(25.5.1961) ve 648 sayılı Siyasî Partiler Kanunu'dur (13.7.1965). Bunlarla gelen esas ve
yeniliklerin en önemlileri seçmen yaş ının 21 olarak saptanması, subaylara oy hakkı
verilmesi, parti adaylarının önse-
34 İ. ARSEL, Türk Anayasa Hukuku, s. 237-238.
35 T. KARAMUSTAFAOĞ LU, Seçme Hakkının Demokratik İlkeleri, AÜHF yay., Ankara
1970, s. XIII.
Çok Partili Rejim Dönemi
387
mek için bu alanı da anayasal düzenlemelere bağ lamış lardır. Bunlar üç esasta
toplanabilir.
Birincisi, hak ve özgürlük tanımıyla ilgilidir: Vatandaşlar, siyasal parti kurma, bunlara
üye olma ve üyelikten ayrılma hakkına sahiptir. Partiler, önceden izin almadan kurulur
ve serbestçe faaliyette bulunur. Bunlar, ister iktidarda ister muhalefette olsunlar,
demokratik siyasal hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır (md. 56). Parti, kuruluş iradesini
açıkladıktan itibaren anayasa güvencesinden yararlanır; ama bir "kamu kuruluşu" na
dönüşmez. Partiler, devlet dışı özgür siyasal kuruluşlardır. Kısacası, Anayasa
çokpartililiğ i ve muhalefeti kurumsallaştırmıştır.36
İkinci nokta, partilerin uymaları gereken esaslara ilişkindir: "Siyasî partilerin
tüzükleri, programları ve faaliyetleri, insan hak ve hürriyetlerine dayanan demokratik
ve laik cumhuriyet ilkelerine ve Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmezliğ i temel
hükmüne uygun olmak zorundadır." Bunların iç işleyişleri de demokrasi esaslarına
uygun olarak yasayla düzenlenir (md. 57/1, 2). Ayrıca, devletin sosyal, İktisadî, siyasî ya
da hukukî temel düzenini kısmen de olsa din kurallarına dayandırma veya siyasî veya
şahsî çıkar ve nüfuz sağ lama amacıyla, her ne suretle olursa olsun, dini veya din
duygularını yahut dince kutsal sayılan ş eyleri istismar eden ve kötüye kullanan veya
başkasını bu yoldan kış kırtan siyasal partilerle ilgili özel bir yaptırım (kapatma)
getirilmiştir (md. 19/son). 1966 tarihli Siyasî Partiler Kanunu ayrıca ek yasaklar
koyacaktır. Böylece anayasal ve yasal sistem partisel çoğ ulculuğ u iyice sınırlı
tutmuştur.
Üçüncü husus, yaptırım ve güvenceler konusudur. Partilerin malî denetimleri
Anayasa Mahkemesi'nce yapılacağ ı gibi, bunlar hakkmdaki davalara bakmaya ve
temelli kapatma kararı vermeye de ancak bu mahkeme yetkilidir (md. 57). Eskiden
(siyasal) dernek sayılıp adî mahkemelerce kapatılabilen partilerin (MP, DP), ancak
Anayasa Mahkemesi'nce denetlenip kapatı- labilmeleri, geçmişe oranla daha esaslı bir
güvencedir. Parti kapatmanın konumuz olan temsil açısından sonuçlarına gelince,
kapatılan partinin parlamenterleri bu sıfatlarını partisiz ola-
36 D. PERİNÇEK, Türkiye'de Siyasî Partilerin îç Düzeni ve Yasaklanması Rejimi, AÜHF
yay., Ankara 1968, s. 30-31,55; B. N. ESEN, La Turquie, p. 159.
Çok Partili Rejim Dönemi
389
yasal düsturdur. Bu açıdan, "II. Cumhuriyet" (1960-1980) ya da "III. Cumhuriyet" (1980
sonrası) biçimindeki dönemlemeler anlatım kolaylığ ı sağ lamakla birlikte, yukarki
saptamalar açısından yerlerine oturmaktadır.
"Türkiye Devleti ülkesi ve milletiyle bir bütündür" (md. 3/1) hükmüne gelince; bu
kural o gün bu gün, yalnız ülkenin parçalanamayacağ ı ya da bir bölümünün terk
edilemeyeceğ i anlamında değ il, aynı zamanda devletin basit (tek egemenlikli, tek
yapılı, tekil, üniter) karakterli olduğ u, yani tek hukuklu, tek yasamalı, tek yürütmeli ve
tek yargılı olduğ u şeklinde yorumlanmıştır.38
Cumhuriyetin nitelikleri şöyledir: "Türkiye Cumhuriyeti, insan haklarına, Başlangıçta
belirtilen temel ilkelere dayanan, millî, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir"
(md. 2). Bu nitelemeleri, sırasıyla biraz açmakta yarar var.
Millî sıfatı, tanımı en zor olanıdır. TEK'in 1937'de değ iştirilen hükmü devletin
niteliklerini sayarken (altı umde) "milliyetçi" deyimini kullanmıştı (md. 2). 1961
Anayasası'na da bunun konmasını isteyen üyeler oldu. Ancak bu sözcük demokratik
dünyada hiçbir anayasada bulunmadığ ı gibi, ırkçı, saldırgan, şoven çağ rışımlar da
yüklenmişti. Bu yüzden onun yerine "millî" deyimi yeğ lendi. Bir demokraside ancak bir
partinin ad ya da programında bulunabilecek bir deyim olan "milliyetçilik" de, "Türk
Milliyetçiliğ i" tamlamasıyla Baş langıç'a kaydırılır- ken, bunun barışçıl ve ruhsal
karakterli olduğ u açıklandı. "Millî devlet" kavramına "ekonomik ulusçuluk", "tek yapılı
devlet" ya da "dinî olmayan devlet" anlamları da yüklenmek istenmiş tir.39 Türkiye'nin
Avrupa Ortak Pazarı'na tam üyeliğ i politika gündemine girdiğ inde, bu hükmün buna
engel olup olmayacağ ı da tartışma konusu olmuştur. 1982 Anayasası bu terime yer
vermemiş, yerine "Atatürkçü milliyetçiliğ i" ibaresini koymuştur (md. 2).
Demokratik devlet Anayasa Mahkemesi'nce ş öyle tanımlanmıştır: "Egemenliğ in bir
kişi, zümre ve veya sınıf tarafından, belli sınıflar yararına kullanılmadığ ı, serbest ve
genel seçimin
33 Bkz. İ. ARSEL, Türk Anayasa Hukuku, s. 15-156; M. SOYSAL, Anayasa Giriş, s. 206. 39
M. SOYSAL, Anayasaya Giriş, s. 204, 206,233.
Çok Partili Rejim Dönemi
391
amaçla çıkarılmış yasalara uygun olmak koşuluyla serbesttir. Kimse bunlara katılmaya,
inançlarını açıklamaya zorlanamaz.43
Din eğ itim ve öğ retimi, bu yönde istekte bulunanlara sunulur.44 Antilaik ereklerle
ya da çıkar sağ lamak için din sömürüsü yasaktır. Buna aykırı davranan gerçek ve tüzel
kişiler hakkında yaptırım uygulanır; siyasal partiler Anayasa Mahkemesince temelli
kapatılır (md. 19). Çağ daş bilim ve eğ itim esaslarına aykırı eğ itim ve öğ retim yerleri
açılamaz (md. 21/son). Siyasal partiler laik cumhuriyet ilkesine uymak zorundadır (md.
57). Aksi halde Anayasa Mahkemesince temelli kapatılırlar.45 Çağ daş uygarlığ a
ulaşmayı ve laikliğ i korumayı amaçlayan ve Anayasada adları yazılı 8 Devrim
kanununun bu tarihte yürürlükte bulunan hükümleri anayasaya aykırıymışçasına
anlaşılamaz ve yorumlanamaz (md. 153). Nihayet, 1924'ten beri varolan Diyanet İş leri
Başkanlığ ı (md. 154) anayasallaştırılmıştır.46
Görülüyor ki buradaki yaklaşım, klasik din-devlet ayrılığ ı Ve bunların ayrı
örgütlenmesi modelinden farklıdır. Anayasa Mahkemesi de bu yorumu pekiştirmiştir.
Buna göre, laiklik ilkesi her ülkenin ve dinin özel koşullarına göre değ işik düzenle-
melere uğ rayabilir. Klasik anlamda laiklik, Hıristiyan dinine bağ lı milletlerde din (kilise)
ve devletin ayrı örgütlenmelerini mümkün kılmışken, Türkiye'nin ve 1961 Anayasası'nm
tercihi, "bağ ımsız bir dini örgütlenme anlayışının ülkemiz için pek ağ ır tehlikelerle
yüklü olduğ u" saptamasına dayanır. "1961 Anayasasıyla güdülen ana erek, Başlangıç
bölümünde (Türk Ulusunun daima yücelmesi) ve 153. maddesinde ise (Türk Ulusunun
çağ daş uygarlık seviyesine erişmesi) biçiminde saptanmıştır." Dolayısıyla bunlar,
"Anayasada benimsenmiş laiklik düzenine
43 Bu hükme rağ men Anayasa Mahkemesi, Nüfus Kanununda yer alan ve aile kü-
tüklerinde kişinin "dini"nin de belirtilmesini isteyen kuralı Anayasa'ya aykırı
saymamıştır (E. 1979/9, K. 1979/44, kt. 27.11.1979 - AYMKD, sayı 17, s. 332 vd.).
Ayrıca bkz. B. DİNÇKOL, 1982 Anayasası Çerçevesinde ve Anayasa Mahkemesi Ka-
rarlarında Laiklik, Kazancı yay., İstanbul 1992, s. 187.
44 Bu hükmün "zorunlu din dersleri" ni yasakladığ ı açıktır. Buna karşılık 1982 Anayasası
laikliğ i de bozan bir dayatmayla, din derslerini zorunlu kılmıştır (md. 24).
45 Millî Nizam Partisi'nin kapatılması: E. 1971/1, K. 1971/1, kt. 20.5.1971, AYMKD, sayı 9,3
vd. Bu konuda bkz. B. DİNÇKOL, age, s. 175 vd.
4^ bkz.İştar B. TARHANLI, Müslüman Toplum, "Laik" Devlet (Türkiye'de Diyanet İş leri
Başkanlığ ı), AFA yay., İstanbul 1993 (bütün kitap).

Çok Partili Rejim Dönemi


393
Mahkemesi sosyal devleti tanımlamada özellikle şu unsurları vurgulamıştır: "Kişi ile
toplum arasında denge kuran, emek ve sermaye ilişkilerini dengeli olarak düzenleyen
(...), çalışanların insanca yaşaması ve çalışma hayatının kararlılık içinde gelişmesi için
sosyal, İktisadî ve malî tedbirler alarak çalışanları koruyan, işsizliğ i önleyici ve millî
gelirin adalete uygun biçimde dağ ılmasını sağ layıcı tedbirleri alan devlet..."49 Mülkiyet
hakkının kamu yararı ve toplum yararı gibi nedenlerle sınırlanması ile, planlama,
kamulaştırma, millileştirme-devletleştirme gibi işlemler de sosyal devlet anlayışıyla
yakından ilişkilidir.50
Hukuk devleti deyimi Almanya kökenli olup ilkin I860' larda iki Alman hukukçu
tarafından kullanılmıştır (Rechsstaat). Kavram öbür dillerde "Hukukun üstünlüğ ü"
şeklinde karşılanmıştır (Primauté du droit, rule of law). Terimler ne olursa olsun,
kastedilen esasta şudur: Devlet'in hukuka bağ lı olması, hukuk üzerine kurulu olması,
hukuk tarafından yönetilmesi, bütün eylem ve işlemlerin yargı denetimine tâbi olması.
Bu denetimin iş leyebilmesinin yargı bağ ımsızlığ ı ve güvencelerine bağ lı olduğ u
açıktır. Bu unsurlarıyla hukuk devletinin, keyfiliğ in ya da "polis devleti" nin karşıtı
olduğ u kolayca anlaş ılır. Amaç, hukukî istikrar ve güvenliğ in sağ lanmasıdır.
Türkiye'nin anayasal tarihinde Tanzimat, keyfî yönetimden "kanun devleti"ne doğ ru
sıçramaydı. 1876 Kanun-ı Esasisi "anayasalı bir devlet" getirmişti ama "anayasal devlet"
, yani gerçekten sınırlamış (meşrutî) monarşi kurulmamıştı. 1909 dönemeci bu yolda
ileri bir adımdı, "anayasal devlet"e geçişti. Ulusal devletin kurulması ve reformlar
döneminin canalıcı sorunu ise hukuk devleti değ il, bağ ımsızlık, uluslaşma ve çağ daş-
laşmaydı. Bu açıdan 1961 Anayasası'nın yalnız anayasal devlet noktasından değ il,
hukuk devleti açısından getirdiğ i katkı son derece önemlidir.
Ş öyle ki, hukuk devletini, "insan haklarına saygı gösteren ve bu hakları koruyucu,
âdil bir hukuk düzeni kuran ve bunu
49 E. 1963/336, K. 1967/29, kt. 26-27.9.1967 (AYMKD, sayı 6, s. 26).
50 bkz. E. ÖRÜCÜ, Taşınmaz Mülkiyetine Bir Kamu Hukuku Yaklaşımı (Mülkiyet Hak-
kının Sınırlanması), İÜHF yay., 1976; A. Ü. ARZAK, Millileştirme ve İdare Hukuku,
İÜHF yay, 1976.
Çok Partili Rejim Dönemi
3i
çimseldir. Osmanlı çift meclisliliğ i ve ikinci meclisi (Âyân) aris tokratik ve tutucuydu; asıl
görevi padişah haklarını korumaktı Seçimle değ il, atamayla gelmesi de bunu
gösteriyordu. 1961 sisteminin senatosu ise tek meclis sisteminden de kaynaklandığ ı
düşünülen çoğ unluk diktatörlüğ ü tehlikelerine karşı duracak, seçkin kişiler eliyle
yasaların daha iyi hazırlanmasını sağ layacak ve sisteme ılımlılık getirecek bir denge ve
denetim organı olarak tasarlanmıştır.52
Nitekim meclislerin oluşum biçimi de bunu gösterir. Her iki meclis genel oy ve aynı
seçmen topluluğ u tarafından seçildiğ i ve esas olarak partililerden oluştuğ u halde,
Millet Meclisi üyeliğ i adaylığ ı için 30 yaş ve okur-yazarlık yeterli görülmüş, Cumhuriyet
Senatosu'na seçilebilmek içinse 40 yaşını doldurmuş ve yükseköğ renim görmüş olma
koşulu aranmıştır. Ayrıca, 450 kişilik Millet Meclisi'ne karşılık 150 seçilmiş üyesi
bulunan Cumhuriyet Senatosu'nda genel oy ve parti dışından gelen "denge unsurları"
da vardır: Cumhurbaşkanınca atanan 15 kontenjan üyesi, eski cumhurbaşkanları ve
MBK üyeleri. Nihayet, milletvekilleri dört yıl için, senatörlerse altı yd için seçilirler;
Senato'nun üçte biri her iki yılda bir yenilenir. Anlaşıldığ ı gibi ikinci meclisin daha
seçkinci bir karakter taşıması istenmiştir.
Yasama yetkisi TBMM'nindir ve devredilemez (md. 5). Malî işlerde de (vergiler, vb.)
salt TBMM yetkilidir (md. 62/2). Bu duyarlılık, bakanlar kuruluna yetki aktarılmasını
önlemek içindir.
İki meclis yasama ve denetleme görevlerini ayrı ayrı ya da birlikte yürütürler. Kural
ayrı çalışmadır. İstisnaî olarak "birleşik toplantı"ya gidilir. TBMM İçtüzüğ ünün
yapılması (md. 85), silahlı kuvvet gönderme (md. 66), meclis soruşturması (md. 90),
karma komisyon raporlarını görüşme (md. 92), Cumhurbaşkanı seçme (md. 95), Yüce
Divan'a gönderme (md. 99), sıkıyönetim ilânını onaylama ya da ret (md. 124) gibi
konular TBMM Birleş ik Toplantısı"nın gündemine girer.
bkz. C. EROĞ UL, T ürk Anayasa Düzeninde Cumhuriyet Senatosu'nun Yeri, AÜSBF
yay., 1977; M. PANTÜL-B.S.YALÇIN, Türk Parlamento Hukukunda İkinci Meclisler,
Cumhuriyet Senatosu Vakfı yay., Ankara 1982.
Çok Partili Rejim Dönemi
397
"tâbi ve müştak (türev)" bir yetki olduğ u, kanun olmadığ ı yerde yürütmenin de
olamayacağ ı, yürütme organının kaynağ ını kanundan almayan bir iş lem
yapamayacağ ı sonucu çıkar.
Yürütme görevi Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından yerine getirilir (md.
6). Elbette bunlara, iki başlı yürütmenin gövdesi demek olan "İdare"yi de katmak
gerekir; zaten yürütmeye ayrılan bölümün üçüncü altbaşlığ ı "İdare" dir.
Cumhurbaşkanı, 40 yaşını doldurmuş, yükseköğ renim görmüş TBMM üyeleri
arasından, birleşik toplantıda, gizli oyla, 2/3 çoğ unlukla ve 7 yıl için seçilir. İlk iki turda
gerekli çoğ unluk sağ lanamazsa salt çoğ unlukla yetinilir. Bir kimse iki defa arka arkaya
Cumhurbaşkanı seçilemez. Seçilenlerin, varsa partisiyle ilişiğ i kesilir, TBMM üyeliğ i de
sona erer (md. 95). Bu "şartlamalar'Tn her biri eski dönemin partizan, aynı zamanda
da "özel tahsilli" cumhurbaşkanlarına tepkidir. TBMM üyeleri arasından seçilme koş ulu,
yasamanın geleneksel üstünlüğ üne bir iş arettir. Cumhurbaşkanının görev süresinin ve
seçilme anının yasama meclisininkinden farklı ve ayrı tutulmasının amacı da, meclis
çoğ unluğ unun daima kendi siyasal eğ iliminden birini seçmesini önlemeye, seçileni
meclislerden nispeten bağ ımsız kılmaya, değ işen siyasal çoğ unluklar karşısında devlet
üst yönetiminde sürekliliğ i sağ lamaya yöneliktir. Cumhurbaşkanının yetkilerinin çoğ u
eski dönemindeki gibi klasiktir: Cumhuriyeti ve milletin birliğ ini temsil etmek,
başbakan ve bakanlar kurulunu atamak, gerekli gördüğ ünde bu kurula başkanlık
etmek, yabancı devletlere temsilciler göndermek, antlaşmaları onaylamak ve
yayımlamak, belli kiş ilerin cezalarını hafifletmek ya da kaldırmak, yasaları bir kez daha
görüşülmek üzere TBMM'ye geri göndermek. Yetkilerin bazıları ise yenidir: Anayasa
Mahkemesi'nde iptal davası açmak, kontenjan senatörü seçmek, TBMM'nin manevî
varlığ ına bağ lı olan başkumandanlığ ı temsil eden kişi olarak (md. 110/1) Millî Güvenlik
Kurulu'na başkanlık etmek (md. 111/2), vb.
Cumhurbaşkanı, göreviyle ilgili iş lemlerden sorumlu değ ildir. Bütün kararları
başbakan ve ilgili bakanlarca imzalanır; sorumluluk da bunlarca yüklenilir (md. 98).
Yalnız vatan hainliğ inden dolayı suçlanabilen Cumhurbaşkanı hakkında, TBMM
Çok Partili Rejim Dönemi
399
için değ il, hükümetin meclisin güvenine sahip olup olmadığ ının anlaşılması içindir.
Göreve baş larken güvenoyu almış sayılmak için toplantıya katılanlarm salt çoğ unluğ u
yeterlidir (md. 86/1). Bakanlar Kurulunun görevi sırasında güven isteminde bulunması
ya da gensoru sonucu güvenoylamasma gidilmesi durumunda ise hükümetin
düşürülebilmesi için üye tamsaya- sınm salt çoğ unluğ u gereklidir (md. 104/son,
89/son). Böylece göreve devamı kolaylaştırılmış, düşürülmesi zorlaştırılmış bir
bakanlar kurulu ile, hükümet istikrarı sağ lanmak istenmiştir.57
İdarenin kuruluş ve işleyişinin Anayasa Hukuku bakımından ilginç yönü
merkeziyetçiliğ in ve İdarî yekpareliğ in yumuşatılması, iç dengelerin kurulmasıdır.
Yerinden yönetim ilkesi, yerel yönetimlerin organlarının seçimle oluş ması, seçilenlerin
organlık sıfatları konusundaki uyuşmazlıkların ancak yargı kararıyla çözülebilmesi ve
özerk kurumlar (Üniversite ve TRT) bunun kanıtlarıdır.
Yürütme ve idareye iliş kin düzenlemelerin bir de askerî güç ve bürokrasiyi
ilgilendiren boyutları vardır.
Askerî kurumlar ve sivil otorite ilişkileri açısından anayasanın durumu özellik taş ır.
Normal sivil demokratik bir sistemde, askerî güç-sivil otorite ayrımı ve birincinin
İkinciye bağ lılığ ı kuraldır. Askerî bir müdahale ertesinde doğ an 1961 Anayasası ise
buna önemli istisnalar getirmiştir. Bir kere yasama organının içinde, askerî müdahaleyi
yapmış olan MBK üyelerine yer verilmiş, bunlar Cumhuriyet Senatosu'nda ömür boyu
üye sayılmıştır. İkincisi, askerî yargı ve Askerî Yargıtay anayasal düzeye yükseltilip
anayasa kurumu haline getirilmiş tir (md. 141). Üçüncüsü, askerî bürokrasinin yürütme
aygıtı içinde ayrıcalıklı bir yere tırmandığ ı görülmektedir.
Gerçekten, parlamenter rejimde iki başlı olan yürütme (Cumhurbaşkanı ve
Bakanlar Kurulu), bu anayasayla, deyim yerindeyse üç baş lı hale gelmektedir. Bu
üçüncü baş askerî bürokrasidir. Yürütmenin ikinci başı olan Bakanlar Kurulu'na ya da
parti-hükümetine bağ lı olması ve genel idare içinde yer alması gereken askerî güçler
ve bürokrasi, sivil otoriteye karşı
57 Ş ubat 1965'de İnönü hükümeti, bütçenin reddini güvensizlik sayıp istifa etmekle bir
teamül baş latmıştır.
Çok Partili Rejim Dönemi
401
kendi kurulları olan Bakanlar Kurulu'na "temel görüşlerini bildirmeleri" söz konusu
olamayacağ ına göre, "MGK ve görüş leri" aslında askerî kanat ve onun istemleri
demektir. Nitekim uygulamada da bu "görüş" ya da "tavsiyeler" in (1971 Anayasa
değ işikliğ i) yerine getirilmediğ i görülmemiştir.60
Yasama-Yürütme ilişkileri yeni anayasada nasıl kotarılmak istenmiştir?
Yasamayı bir "yetki", yürütmeyi ise "kanunlar çerçevesinde yerine getiren bir görev"
saymış olmasına rağ men anayasanın parlamenter rejime özgü yumuşak bir kuvvetler
ve fonksiyonlar ayrılığ ı getirdiğ i söylenebilir. Yürütme esas olarak yasama organının
içinden çıkmaktadır. Onunla işbirliğ i yapmakta ve onun faaliyetlerine katılabilmektedir.
Yine parlamenter rejime özgü olarak, Bakanlar Kurulu yasama organı tarafından de-
netlenmekte ve gerektiğ inde Millet Meclisi tarafından da düşürülebilmektedir.
Nihayet, parlamenter rejimin karşılıklı denetleme ve dengeleme ilkesinin bir göstergesi
olarak, yürütmenin de elinde kozlar vardır.
Bunların birincisi, güvenoyu istemedir (md. 104). Yürütme bununla, yasa tasarılarını
kabul ettirebilmek için Millet Meclisi'ne baskı yapabilir. Eldeki ikinci karşı silah fesih
kurumudur. Ancak bu yöntem anlamlı bir farkla ve başka bir baş lıkla düzenlenmiştir:
"Millet Meclisi seçimlerinin Cumhurbaşkanınca yenilenmesi" (md. 108). Buna göre;
Bakanlar Kurulu güvensizlik oyu yüzünden (md. 89 ve 104) 18 aylık bir süre içinde iki
defa düşmüş ve üçüncü defa güvensizlik oyuyla karşılaş ılmışsa, Başbakan
Cumhurbaşkanından Millet Meclisi seçimlerinin yenilenmesini isteyebilir.
Cumhurbaşkanı da Meclislerin başkan- larma danışarak buna karar verebilir.
Görülüyor ki mekanizmanın iş lemesi son derece zordur ve zaten işletilememiştir.
Nasıl yürütme bir "yetki" değ il "görev" sayılarak yasama karşısında denk olmayan bir
konuma itilmişse, Meclislerin denetim, Millet Meclisinin de düşürme olanakları
karşısında, yürütmenin bu silahı oldukça etkisizdir. Burada
60 Türkiye'de askerî-sivil otorite ilişkilerinin kurumsal ve pratik yönü konusunda bkz. H.
ÖZDEMİR, Rejim ve Asker, AFA yay., İstanbul 1989; O. M. ÖZTÜRK, Ordu ve
Politika, Gündoğ an yay., Ankara 1993.
Seçilmiş Kaynakça
437
Bilgen, R, "Osmanlı İmparatorluğ unda hukuk devleti fikri ve 3 Mayıs 1840 tarihli Ceza
Kanunname-i Hümâyûnu", Toplum ve Ekonomi, sayı 2,1991.
Bozkurt, G., "Osmanlı Devletinde köle ticaretinin önlenmesi için yapılan çalışmalar", XI.
Türk Tarih Kongresi, TTK yay, Ankara 1990.
Davison, R.H., Reform in the Ottoman Empire (1856-1876), Princeton Univ. Press, 1963.
Engelhardt, Ed., La Turquie et le Tanzimat, t.l, A. Collin et Cie, Paris 1882.
Gökbilgin, T., "Tanzimat hareketinin Osmanlı müesseselerine ve teşkilatına etkileri",
Belleten, c. 31, sayı 121,1967.
Hazır, H., "Sened-i İttifakın kamu hukuku bakımından önemi", Dicle Üniversitesi Hukuk
Fakültesi Dergisi, sayı 2,1984.
İğ demir, U., Kuleli Vakası Hakkında Bir Araştırma, TTK yay., Ankara 1937.
İnalcık, H., "Sened-i İttifak ve Gülhane Hatt-ı Hümâyûnu", Belleten, c. XXVIII, sayı
112,1964.
İnalcık, H., "Tanzimat'ın uygulanması ve sosyal tepkiler", Belleten, c. XXVIII, sayı
112,1964.
Karal, E.Z., Selim UT ün Hatt-ı Hümâyûnları, TTK yay., Ankara 1942.
Karal, E.Z., Selim IITün Hatt-ı Hümâyûnları, Nizamı Cedit (1789-1807), TTK yay., Ankara
1946.
Kaynar, R., Mustafa Reşit Paş a ve Tanzimat, TTK yay., Ankara 1954.
Morel, E., Türkiye ve Reformları (çev. S. Belli), Süreç yay., İstanbul 1984.
Ortaylı, İ., Tanzimat'tan Sonra Mahallî İdareler (1840-1878), Ankara 1974.
Özçelik, S., "Sened-i İttifak", İÜHFM, c.XXIV, sayı 1-4.
Poole, S.L., Lor d Stratford'un Türkiye Anıları (çev. C. Yücel), Yurt yay., Ankara 1988.
Tahiroğ lu, B., "Osmanlı İmparatorluğ unda Kölelik", İÜHFM, 1982.
Toledano, E.R., Osmanlı Köle Ticareti (çev. H.Eldem), Tarih Vakfı yay., İstanbul 1994.
Ubicini, Türkiye 1850 (çev. C. Karaağ açlı), c.II, Tercüman yay., İstanbul.
Uzunçarşılı, İ.H., "Selim IITün Veliahd iken Fransa kralı Lui XVI ile muhabereleri",
Belleten, c.II, No 5-6,1938.
Uzunçarşılı, İ.H., Meşhur Rumeli Ayanlarından Tirsinikli İsmail, Yılık Oğ lu Süleyman
Ağ alar ve Alemdar Mustafa Paşa, TTK yay., Maarif matb., İstanbul 1942.
Seçilmiş Kaynakça
437
Bilgen, R, "Osmanlı İmparatorluğ unda hukuk devleti fikri ve 3 Mayıs 1840 tarihli Ceza
Kanunname-i Hümâyûnu", Toplum ve Ekonomi, sayı 2,1991.
Bozkurt, G., "Osmanlı Devletinde köle ticaretinin önlenmesi için yapılan çalışmalar", XI.
Türk Tarih Kongresi, TTK yay., Ankara 1990.
Da vison, R.H., Reform in the Ottoman Empire (1856-1876), Princeton Univ. Press,
1963.
Engelhardt, Ed., La Turquie et le Tanzimat, t.l, A. Collin et Cie, Paris 1882.
Gökbilgin, T, "Tanzimat hareketinin Osmanlı müesseselerine ve teşkilatına etkileri",
Belleten, c. 31, sayı 121,1967.
Hazır, H., "Sened-i İttifakın kamu hukuku bakımından önemi", Dicle Üniversitesi Hukuk
Fakültesi Dergisi, sayı 2,1984.
İğ demir, U., Kuleli Vakası Hakkında Bir Araştırma, TTK yay., Ankara 1937.
İnalcık, H., "Sened-i İttifak ve Gülhane Hatt-ı Hümâyûnu", Belleten, c. XXVIII, sayı
112,1964.
İnalcık, H., "Tanzimat'ın uygulanması ve sosyal tepkiler", Belleten, c. XXVIII, sayı
112,1964.
Karal, E.Z., Selim UT ün Hatt-ı Hümâyûnları, TTK yay., Ankara 1942.
Karal, E.Z., Selim IITün Hatt-ı Hümâyûnları, Nizamı Cedit (1789-1807), TTK yay., Ankara
1946.
Kaynar, R., Mustafa Reşit Paş a ve Tanzimat, TTK yay., Ankara 1954.
Morel, E., Türkiye ve Reformları (çev. S. Belli), Süreç yay., İstanbul 1984.
Ortaylı, L, Tanzimat'tan Sonra Mahallî İdareler (1840-1878), Ankara 1974.
Özçelik, S., "Sened-i İttifak", İÜHFM, c.XXIV, sayı 1-4.
Poole, S.L., Lord Stratford'un Türkiye Anıları (çev.C. Yücel), Yurt yay., Ankara 1988.
Tahiroğ lu, B., "Osmanlı İmparatorluğ unda Kölelik", İÜHFM, 1982.
Toledano, E.R., Osmanlı Köle Ticareti (çev. H.Eldem), Tarih Vakfı yay., İstanbul 1994.
Ubicini, Türkiye 1850 (çev. C. Karaağ açlı), c.II, Tercüman yay., İstanbul.
Uzunçarşılı, İ.H., "Selim IlI'ün Veliahd iken Fransa kralı Lui XVI ile muhabereleri",
Belleten, c.II, No 5-6,1938.
Uzunçarşılı, İ.H., Meşhur Rumeli Ayanlarından Tirsinikli İsmail, Yılık Oğ lu Süleyman
Ağ alar ve Alemdar Mustafa Paşa, TTK yay., Maarif matb., İstanbul 1942.

You might also like