Professional Documents
Culture Documents
Nisan - Sayı 112 Aylık Şiir ve Eleştiri Dergisi ISSN 1305 - 7685
Peru’da, And Dağları’nın bugünkü Bolivya’ya inen Kül Tabletler Tarihi (III)
yamaçlarında, Tiyahuanako’dayız. Önümüzde Titikaka
Gölü uzanıyor. Gece. Yay halinde sıralanmış devasa taş sorular sorardı
dikitlerin önünde oturuyoruz. Ortada yakılan ateş kendi sorularına
topluluğumuzu bir fanus gibi örtüyor. Alevlerin O ki, biliciydi
tenimizde ışık ve gölgelerini dolandırırken bizi münkirdi eli öbür eline
birbirimize bağladığını, birlikte bedenleştiğimizi suskusu: çığlıklar ve çağıltılar
duyumsuyorum. Ateşin başında kıvrak devinilerle ki, yuvasıydı
konuşan ozanı dinliyoruz. Öykü, şarkı ve şiir iç içe. konuştuğunda: şen
Neredeyse hece düzeninde ilerliyor. Rehberimize, ozanın sarsıyordu tarihi
kim olduğunu soruyorum. “O, Ayar Virakoça”., diyor. gövertirken
- Virakoça? Tanrınızın adını mı kullanıyor?
- O, Kontiki Virakoça’ydı. Şimdi yok. Şimdi hepimiz kırk fasatı, kırk kez yontulmuş elmas
ayrı Virakoça’larız. Hepimiz tanrıyız. O, kırk birinci yüzü ile
- Kontiki’yi ne yaptınız?
- Hiç’ten geldi, yok’u gösterdi. Karanlıktı. Gece, Dedi:
gündüz hep karanlıktı. Yolumuzu bulamadık, birbirimizi
öldürdük, el koyduk, dağıldık. O köpürüp Tufanı saldı. “kırk birinci kartal havalanacaktır
Her şeyi bozdu, her şeyi sildi. Gelip, bizi taşlardan, gölgesi yüzünü kapladığında
ırmaklardan ve ormanlardan bir daha yarattı; ışık salıp, yanacaktır
var’ı gösterdi. Yaratmayı öğretti, yaratmayı öğrendik. O külleri yağdığında, yağdığında gölgene..
zaman o gitti. Cuzco’nun sahillerinde hepimize ırmağın saklı gülşeninde
gülümsedi. Dalgaların üzerine basa basa yürüyerek .. belli belirsiz bir kuğu şarkısı*
güneşe doğru gitti. Bir daha görünmedi. Bozan ve kanatlanacaktır
yeniden yapabilen tanrılar şimdi bizleriz. düş peşine
- Şimdi.. İnka’lar.. Tanrılar kabilesi misiniz? yok’da, var yok
- İnka, sonra. Biz, Aymara: Tanrıların kardeşliği. hiç’i dene
- Baş tanrı, yardımcıları?.. yokla köklerini
Bir şarkı söyler gibi yanıtladı beni: “Yok. Hepimiz varlık ormanlarının gümmleyen nabızlarından
kardeşiz. Topraklar, ağaçlar, çiçekler, kuşlar, ırmaklar,.. rüzgâr ol
hepimiz.” Dionysos’un uçuşan saçları arasından
Unutulmuş bir şarkıyı anımsadım. O, esrik miydi? hiç özgürlüktür
Burnumun ucuyla, şimdi az ileride oturmakta bulunan kazandıkça beliren ve kendini silen
ozanı gösterdim: “Peki, ozan-tanrı?”
- O türküleriyle, birbirimizden korkmamayı öğretir. kardeşlerinle hiçi dene
Tanımayı öğretir. Her gece kardeşliği yeniden yaratır. kardeşlerin özgürlüktür
Yan yanalığı danseder. Sesi, neyi neden bozacağımızı, çöz mülkü
neyi nasıl yeniden yapacağımızı içimize duyurur. bir daha dene
Çadırından doymuş kalkarız. hayat sınadıkça seni
Gözümüm takılı kaldığını görünce, eliyle ozanı ateşler yağdığında
çağırdı. Ozan sessizce gelip bana “Bak”, dedi; “Gör”.
“Yıldızların külleri. Yeni yıldızlar doğuyor.” yanarken bir daha dene”
Nefes alıp-verişinin ritmiyle konuşuyor, aradaki
suskular şiire dönüşüyordu. “Gökgürültüsüydük”. ikimizi birden vuran
“Denizlerin köpüğüyüz”. “Elbette”, dedim; “Çünkü sen soluyup yayılan boşluğa taşan
ozansın.” buyruk tını
Mallarmé’nin sesi uçuşuyordu içimde: “..nesnelerin nabzın uçurumuna birlikte yuvarlanarak
uyandırdığı düşlemlerden uçuşan imgeye bakmak, ve birbirimize tutunarak
şarkıdır”. Rehberimiz içimden geçeni okumuş gibi damarlarımızda tomurlanıp açamayan
“Yok”, dedi; “Bu, hakikatin kendisidir.” Sonra ekledi: nefeste çürüyen kan
“Kontiki Virakoça geldiğinde gökgürültüsüydü. İndi. Bizi söyle ateşin söylemeye çekindiğini**
bize bırakıp gittiğinde denizlerin köpüğü. Şimdi hepimiz
2
kafasını yasladı dizlerime İNTERNETTE GEZİNEN,
üşüyorum, dedi
bedeninle ört beni. YAZARI BELİRSİZ
ON ÇAĞDAŞ HAİKU
Ben, kendime
GÖVDE
Botanik bahçelerinde
Dedim:
Umutsuz güz çiçekleri arasında
Çıplak gövdesi
ışığın peşindeyim hem gölgenin
birbirinin
UZAK TREN DÜDÜĞÜ
Ben, kardeşlerime Uzak tren düdüğü
otlar bitiyor arasında dişlerimin
Dedim: yüzüm bir yabankazı
3
HAİKU: FANTEZİ DEĞİL, GERÇEK Şairin haiku ilgisi, Erol Güney’in deyimiyle “var gücüyle
çalıştığı”5 Tercüme dergisinin 19 Mart 1946’da çıkan “Şiir Özel
Sayısı”na da yansır. Fransızcadan çevirerek 1937’de bazılarını
Mehmet Can DOĞAN Varlık’ta yayımladığı yirmi haikuyu, Tercüme dergisinde de
yayımlar. Şiiri ve poetikası göz önünde bulundurulduğunda,
Orhan Veli’nin haikuyu anayurdunda algılandığı ve anlaşıldığı
“Haiku”, “hayku”, “hokku” veya “haikai” diye bilinen, gibi benimsediğini söylemek mümkün değil. Zaten 1940’ların
5/7/5 heceli üç dizeden oluşan küçük nazım biçimi, Japon ortalarından itibaren “Garip Önsöz”ü olarak bilinen poetikasını
şiirinde XIV. yüzyılın sonlarında, beş dizeli ve 5/7/5/7/7 heceli esnettiği ve Yaprak girişimi ile farklı bir poetikaya yöneldiği
“tanka”dan doğar.1 Japon kültürünün incelikle yansıtıldığı açıktır. Böyleyken onun şiirinin 1940’ların ortalarına gelene
“haiku”, modern Türk şiirinde görülen pek çok yenilik gibi, kadar yazdıklarıyla tanımlanması ilginçtir. Ayrıca Türk şiirine
şiirimize Fransa’dan geçmiştir. “Haiku” sözcüğü, 1930’lara haikunun girişini, onun çabalarıyla belirlemek de yanlıştır.
gelene kadar ne şairlerimizin dünyasında ne de kaynaklarda yer Salâh Birsel’in bu yanlışı düzeltme girişimine aşağıda
alır. “Garip Şiiri” ile -belki de Orhan Veli’nin dikkati ve değineceğim. Bundan önce Orhan Veli ile kavranmak istenen
deneyimi ile denilmeli- bu küçük nazım biçimi dikkati çeker.2 “Garip Şiiri”nin haikuyla ilişkilendirilmesine dair dikkat çekici
Orhan Veli, Fransızcadan çevirdiği bazı “hai-kai”ları 1937’de bir yazıyı hatırlatmak gerekiyor.
Varlık dergisinde yayımlar. Aynı yılın Eylül’ünde Varlık’ta Cumhuriyet’te yazdığı yıllarda Melih Cevdet Anday, Ali
“İnsanlar” adlı bir şiiri de çıkar. Garip Şiiri’nin tutunmasında ve Gemicigil adlı bir okurunun haiku ile ilgili bir mektubunu
yaygınlaşmasında önemli bir etkisi bulunan Nurullah Ataç, “ yayımlar. Haikuyu özlü bir biçimde açıklayan Gemicigil,
‘Varlık’ Şairleri” başlıklı yazısında, Oktay Rifat ile Orhan mektubunun sonunda şunları söyler:
Veli’nin şiirlerini “haiku”ya benzeterek, “Hani Japonların hai- “Daha önce böyle bir benzetme yapıldı mı bilmem ama;
kai dedikleri küçük manzumeler var. Orhan Veli, Oktay Rifat, her ne kadar haikular katı kurallarla yazılmışsa da gündelik
Mehmet Ali Sel onları hatırlatan küçük parçalar yazmışlar.”3 sözleri ve konuları kullanması, kısa olması, duygu, şiirsellik
der. Nurullah Ataç’ın, genç şairlerin şiirleri ile “haiku” arasında gibi unsurlardan arınma, yalınlık gibi özellikleriyle bizim Garip
ilişki kurarken şiirin hacmini gözettiği açıktır. Bununla birlikte, şiirine yaklaşıyor sanki. Tabii haiku bunu çelişkili gibi görünen
söz konusu ettiği şiirleri, örneğin “mani” ile değil de “haiku” ile hece kurallarıyla yapıyor. Kuralların getirdiği yalınlık bu.”6
ilişkilendirmesinde, Orhan Veli’nin “haiku” çevirilerinin Garip Şiiri ile haiku arasında daha 1937’de Nurullah Ataç
yönlendirici olduğu rahatlıkla söylenebilir. Aslında Ataç’ın tarafından benzerlik kurulduğuna yukarıda işaret etmiştim.
Japon haikularına âşina olduğu bile şüphelidir. Çünkü Gemicigil’in sıraladığı özelliklerle kurmaya çalıştığı ilişkinin
“İnsanlar”ın “haiku” ile duyuş yönünden herhangi bir ilgisi her iki şiiri de indirgediği kanısındayım. Öncelikle haiku, esaslı
yoktur. Böyle bir ilgi için bir ay sonranın Varlık’ını beklemek bir evren algısına ve sağlam bir şiir geleneğine bağlıdır.
gerekecektir. Orhan Veli, derginin 15 Ekim 1937 tarihinde Kurallarının katılığı, belli bir algının ve terbiyenin sonucudur;
yayımlanan ve dize öbeklenişiyle haikudan çok “mani”ye duygu ve şiirsellik gibi unsurlardan arınmış olduğu da, öyle pek
benzeyen “Asfalt Üzerine Şiirler”inde, önce bir manzara kolay iddia edilemez; “yalınlık” ise, tanımlayıcı doğru sözcük
aktarır; sonra da bu manzaranın bırakabileceği duyguları ya da olmasa gerektir, “yalınlık” yerine “dinginlik” veya “esenlik”in
oluşturabileceği titreşimleri okuyucunun sezebileceği şekilde tercih edilmesi gerektiğini düşünüyorum. “Şiirsellik” sözcüğü
açık bırakır. Bu dört şiirden ilkini aktararak, söylenenleri ile gözetilen, Orhan Veli’nin “Şiire Dair” yazısında vurguladığı
somutlaştırabiliriz: gibi ritim ve ahenk, söz sanatlarının kullanımı, estetize etmekse,
haikularda Japonca’nın imkânları dâhilinde hepsine yer
“Ne kadar güzel şey: verilmiştir.7 Eleştirilen yaklaşımın bir okur mektubunda görülen
Yolun üstündeki bina değil, bu mektuptakine benzer yaygın ve genel bir kanı veya
Yıkıldığı zaman kabul olduğunu belirtmeliyim.
Bilinmeyen bir ufku görmek.” Yazının başından buraya kadar Türk şiirine haikunun
Manzaraya “:” işareti ile geçildiğinin gözden kaçmadığını Orhan Veli ile girdiği yolunda bir kanaat oluşmuş olabilir. Öyle
düşünüyorum. Melih Cevdet, Oktay Rifat ve Orhan Veli’nin olmadığını açıklayan bilgiyi, yazının sonuna bıraktım. Ataç’ın
ortak kitabı Garip’te (1941) yer alan bir şiir de Orhan Veli’nin “Varlık Şairleri”ni sunma çabası, Yahya Kemal’in Orhan Veli
haikuya ilgisini belirginleştirir. Orhan Veli’nin “Bütün merkezli şiiri haiku ile açıklamasını hazırlamıştır. Salâh Birsel;
Şiirleri”ne, her nedense, başlıktaki “Hay-Kay’lar” açıklaması Orhan Veli ve onun şiirlerinin üzerinden giden Nurullah
çıkarılıp “İstanbul İçin” başlığı altında alınan dört küçük şiir, Ataç’ın dikkat çekmesiyle haikunun Türkiye’deki macerasının
Garip’te “İstanbul İçin Hay-Kay’lar”4 başlığı altındadır. Şiirin başlangıç noktasının yanlış belirlendiğini deliliyle ortaya koyar.
altına, ne zaman yazıldığını belirsizleştiren “Neşredilmemiş” Şunları söyler Birsel:
açıklaması konulmuştur. “Ataç’ın bilmediği bir şey de bu hay-kay’ları daha önceki
“İstanbul İçin Hay-Kay’lar”ın üçü, duyuş itibariyle Japon yıllarda bir başkasının da yazmış olduğudur. Ama bunu bilmek
haikularını hissettirir. Muhafazakâr çevrenin eleştirileri için için 1931 yılına dönmek ve Fikret Adil’in çıkardığı Artist
malzeme hâline getirdikleri “Düşünme, /Arzu et sade! / Bak, dergisinin altıncı sayısına bakmak gerekir. O sayıda,
böcekler de öyle yapıyor.” dizelerinden oluşan “Böcekler” adlı Avrupa’dan yeni dönmüş olan Mehmet Raif’in bir sürü hay-
şiir de bu haikulardandır ve duyuşun kaynağı hatırlandığında, kay’ı vardır:
esaslı bir düşünce ürünü değil, anlık bir fantezi olduğu Sessizce / Evimi bekle /Çekirge / İlkbahar / Bütün gün
söylenebilir. “İstanbul İçin Hay-Kay’lar” başlığı altındaki kımıldamayan / Deniz. / Çok şeyler hatırlatan /Kiraz ağacı
“Nisan” ve “Arzular ve Hatıralar” adlı haikular da, anlık Nedir, Mehmet Raif’in hayku adını verdiği bu hay-kay’lar
hassasiyet ürünüdür. zamanında hiçbir yankı uyandırmamış ve Mehmet Raif de bir
Orhan Veli, 17 Ekim 1942 tarihli İnkılâpçı Gençlik daha hiçbir dergide görünmemiştir. Ataç da Mehmet Raif’in
dergisinde yayımladığı “Hay Kay”ında, şiirin biçim ve ardından koşacak değil ya, Orhan Veli’yi pehpehlemeyi daha
içerik özelliğine bağlı kalır: kolay bulmuş (…).”8
Salâh Birsel’in söylediklerinde dikkat çekici bir nokta,
“Yosun kokusu Mehmet Raif’in “hayku”larının zamanında hiçbir yankı
Ve bir tabak karides uyandırmamış olmasıdır. 1930’ların başında, bir tarafta hece
Sandıkburnu’nda”
4
şiirinin ilk kuşağı “mani” nazım şeklinin hızlı ve hareketli
dizesiyle şiirler yazmakta; diğer tarafta ise hece şiiri, ikinci
Gökçenur Ç.
kuşağın elinde poetik bir tutumla işlenmektedir. Ayrıca Nâzım
Hikmet’in şiirleriyle popülerleşen “serbest nazım”, haikunun HAİKULAR
dinginliğine ve esenliğine bakılacak bir ortam bırakmamıştır.
1940’lara gelirken Orhan Veli ve arkadaşlarının şiirleriyle
gerçekleşen en önemli değişim, şiir dilinin farklılaştırılmasıdır. Meşe kaçmış mı
Bu, hece şiirinin söyleyiş özelliğini yıkmıştır. Dolayısıyla ki ben kaçayım bu güz
onların, önceki şiir diliyle mümkün olan “mani” formunu günü yağmurdan
kullanmaları beklenemezdi. Bununla birlikte yönelişin
“haiku”ya doğru olduğunu söylemek, haikuyu indirgemek Bütün gün konuşmadım
anlamına gelir. Burada, Japon şiirinin 1880’lerden başlayarak deniz rakı kokuyor
giriştiği Batı şiiri merkezli yenileşme çabaları içinde haikunun dalgalandıkça
göz ardı edildiğini, hatta bazı çıkışlarla küçümsendiğini de
belirtmek gerekir. İkinci Dünya Savaşı yıllarına gelene kadar
Yusuf ağacına
Japon şiiri, bizim şiirimizdeki 1950’lerde yaşanan deneyime
yaslandım— uykum geldi
benzer yoğun bir arayışa girişmiştir. İkinci Dünya Savaşı’nı
sonlandıran hazin ve insanlık onurunu ayaklar altına alan atom
gelmedi kuşlar
bombaları sonrasında Japon şairleri, gelenekli diğer şiir
biçimleri gibi haikuyu da güncellemiştir. Bununla birlikte Batı Dağdan hışımla
paradigmalı hayatın, güncellenen şiirin imkânlarını sınırladığı inen kış rüzgârı yatışıyor
söylenebilir. Dayandığı değerler ve inançlarla farklı bir evren bahçene girince
algısı sunan haiku, yeni hayata karşı tanıdık bir sestir.
Ülkemizde, 1950’li yıllardaki çeviri oburluğu haikuları da Denizden
içermesine rağmen, bu rikkat dolu şiiri kimse fark etmez. Öyle havalanan bir martı—
ki L. Sami Akalın’ın 1962’de yayımlanan Japon Şiiri adlı güneş, bu yaz sabahı
önemli antolojisi, şairlerimizin dikkatini bile çekmez. Bizde
haiku, ancak 1990’larda anayurdunda algılandığı gibi Bir ben bir de saka
algılanmaya başlar. Bununla birlikte, haikunun evren algısının kenevir tohumu
1990’lar Türkiyesi’ne neler söyleyebileceği de sorulmalıdır. sanıyoruz yazı
Nitekim bu soru, 1880’lerden itibaren Japon şairleri tarafından
Japonya’da sorulmaya başlanmıştır.
Türkiye’de son on beş yılda haikunun gördüğü rağbet,
yaşanan sosyal ve siyasî gelişmelerin izdüşümlerinden biri
olduğu kadar, şiirdeki tıkanmanın aşılması yönündeki Yüksel PAZARKAYA
çabalardan biri olarak da yorumlanabilir. “Haiku” bugün
Türkiye’deki şiir vasatında görülen fenomenlerden biridir. Bu
fenomene, farklı dikkatlerle yaklaşılabilir. Burada işin özüyle 2009 KIŞI ÜZERİNE ÜÇLÜKLER
ilgili olduğunu düşündüğüm bir noktayı vurgulamakla
yetineceğim. Haiku, belli bir değerler dünyasının şiiridir ve bu bacadan duman
dünyanın merkezinde insan vardır. İnsanı anlamak için çizilen savruluyor her yana
manzaralarda, rikkatle getirilen önerilerde inancın derin izleri üşüyor kuşlar
hissedilir. Böyle bir zeminden mahrum “haiku”, ancak bir
fantezi olabilir. Türkiye’de “haiku” adı altında yayımlanan pencere önü
metinlerin çoğu, böyle bir malûliyet içindedir. Kişisel görüşüm, ak çiçek açmış sabah
bu malûliyetin haikunun doğasına aykırı olduğudur. Çünkü solmasın akşam
haiku, fantezi değil, gerçektir.
gölet buz tuttu
buza esre yazıldı
________________________________________________ sevincin sesi
1
sokakta yatan
L. Sami Akalın, Japon Şiiri, Varlık Yay., İstanbul, 1962, s. 52- evsiz kadın kaskatı
53. gün ışığında
2
Yazının ilerleyen satırlarında belirtileceği üzere, daha önce dikkat
çekmesi gerekirdi.
3
Nurullah Ataç, “Hayata Dair/ ‘Varlık Şairleri’ ”, Haber, 22 Eylül apak bir tablo
1937. kuşun ayak izleri
4
Orhan Veli, Garip, Resimli Ay Matbaası T. L. Şirketi, İstanbul, bahçede resim
1941, s. 55.
5
Haluk Oral-M. Şeref Özsoy, Erol Güney’in Ke(n)disi, YKY, ayazlı günün
İstanbul, 2005, s. 168. güneşi sevgilinin
6
Melih Cevdet Anday, “Kurbağa Prens”, Cumhuriyet, 4 Nisan saran kolları
1997.
7
Bu çıkarımlara, L. Sami Akalın’ın Japon Şiiri adlı oylumlu
başka bir mevsim
antolojisinde verdiği bilgiler ve örnek haikulardan ulaştığımı
belirtmeliyim. hayalimdeki özlem
8
Salâh Birsel, “Orhan Veli Nisuaz’da”, Yeni Ortam, 1 Mayıs 1974. öfkelenme kış
5
SOLUCANIN ŞİİRİ: HAİKU TÜRKÇE HAİKU KÜLTÜRÜ
6
Pelin ÖZER Muzaffer KALE
... TEPE
Titrek saksağan
Mavi yeşil dönerek ‘Hadi birlikte çıkalım’, diyor
Kuyruğunu gözler ‘Ay ışığında tepeye’
(6 Nisan 2004, Ataköy) sözünü tamamlamıyor; fakat ben
... duyuyorum derinden:
Lodosu içmiş ‘Sen yalnız dön sonra
Yorgun dallar üstünde benim dönesim yok
Uyuyor meşe gerisingeri eve.’
(6 Nisan 2004, Ataköy)
ESİNTİ
...
Yürüdü gitti
İlaç yazmıyorum,
Gece alıp başını
üşütmüşsünüz biraz, geçer,
Bahar olmaya
(6 Nisan 2004, Şirinevler)
diyor genç doktor, yalnız,
sizde kalacak bir süreliğine
... anlattığınız tepelerde
Utanır bahar o gün yediğiniz esinti.
Toprağın öpüşünden
Yırtılır boynu _____________________________________________
(7 Nisan 2004, Şirinevler)
... ...
Küçükken böcek Dal takılmış
Büyüdükçe kuşlaşır Böceğin kanadına
Ölüp taş olur Uçmuyor bahar
(8 Nisan 2004, Ataköy) (19 Nisan 2007, Marlow-İngiltere)
... ...
Muz ağacını Mavi yusufçuk
Dikiyor yaşlı çoban Gölü dalgalandırıp
Dumanlı dağa Güneşe kondu
(10 Nisan 2004, Sülüklügöl yolu) (22 Nisan 2007, Alton-İngiltere)
... ...
Kuru gelincik Dalgakıranı
Rüyadan kanatlanır Çakıldan ayıran
Ürkek Nisana Ufuk şakası
(21 Nisan 2004, Beşevler-Bursa) (18 Nisan 2008, Karaköy-Kadıköy vapuru)
... ...
Üflesem uçar Koklasan dağı
Defterimin böceği Sana doğru uzanır
Bahara konar Bahar buğusu
(21 Nisan 2004, Beşevler-Bursa) (19 Nisan 2004, Bursa)
7
Serdar ÜNVER Zeynep UZUNBAY Tuğrul ÇAKAR
1. 1. Alıç ağacı
Ay doğsa şurdan Güneş battı Serçeleri çağırmış.
Bir güzel bakakalsak yıldız saçıyor göğe Davetsiz karga.
Köpeğim ve ben anız alevi
Şu yaşlı karga…
2. Bir bildiği olmalı,
Derede yunsa 2.
Hep aynı dalda.
Yine tozu üstünde- Poyraz kokusu
Yaz, uzak yoldan büyüdü kum tepeciği
karıncaların Sarmaşık işte…
Topraktan uzaklaşır,
3. Ama terk etmez.
Hoşnut olsun yer 3.
Bir çiçeği incecik Pembe mor çiçek
Esenledin ya beş diken arasında Sudaki yaprak.
bir tutam bulut şimdi Nereye gittiğini
4. Bilemez artık.
Çalçene bülbül-
Az önce düşümdeydi 4. Deli kavaklar.
Şimdi bahçemde Pamuk topluyor Yalnız bir söğüt.
dalgının parmağında Dere yatağı.
kan tomurcuğu
5.
Tuttuğu da ne Su azalınca,
Ağ çeken balıkçının- En alttaki dalını
Üç beş yakamoz 5.
Mısır tarlası Öldürmüş söğüt.
sonbaharda soyulmuş
6. talan tarlası
Geçmediysen sen Bahar gülü ya…
Neden çağıl yaz günü Kelebekleri bekler
Böyle derecik Yağmur sonrası.
6.
Köstebek
7. karanlığı görüyor Bahar gecesi.
Asmaya konmuş bahçe sarardı Gömleğim sandalyede,
Bir çift çalıbülbülü- İçinde yokum.
Bağlar bozuldu!
7.
Balçık arıyor Akşamüstü ya…
8. site okaliptüsü Leblebi lazım şimdi,
Kalıtı kime? kuru gözlerle Birkaç tane de.
- Haylaz gece kuşuna
İvecen günün... Bir kadeh rakı,
8. Leblebi parçaları,
9. Yağmur, koala Yeter bu akşam.
İzini sürsem düşlerinden uyanmış
Bintelaş karıncanın- ah okaliptüs
Yağmur yağıyor.
Kilerim bomboş!
Yine aklımda işte
9. O eski sevda.
10. Sobalar yandı
Akşama ezgi süslemiştir yuvasını
Gıcırtısı köprünün- Beklersin işte.
alakarga Azalırsın giderek…
Sürü dönüyor!
Ama yine de…
11. 10.
Topal tosbağa Dolana dolana Yalnızlık sarar.
Söyle kim kazanacak sırma örüyor ay Nereye dönersen dön,
Güzle yarışı? kış denizine Sarar yalnızlık.
8
Hakan CEM Yelda KARATAŞ SOLO RENGAY
* * Ne güzel şey-
kırık şemsiye altında
gün emziriyor o mavi turna iki insan gölgesi
ovadaki bereket – ne zaman havalansa
suyun sevinci kokusu gelir gülün
*
* ____________________________
kiraz çiçeğim!
gözlerinde yaş kalmış –
çiy tanesi ya krematoryum
hangi mevsim unutulur
Yelda Karataş’ın Ödüllü
* çocukların ölü ayak izleri Haikusu
birden havlıyor – ölüme ne kadar yakın
sevincin kokusuyla * unutulmaz çocukluğumun
süsen çiçeği ağır çiçekli ıhlamur ağacı
* mezar taşının üstünde yaz (2007, Uluslararası 10. Mainichi
erirken Erzurum’da kar Haiku Yarışması Büyük Ödülü)
erik ağacı İstanbul’da bahar
gürültüyle uyandı – “Tıpkı mandalina ağaçlarının
yeşil yapraklar çiçekleri gibi limon ağaçlarının da
* küçük, beyaz çiçeklerinin ferah
kokusu insanların yüreklerini uzak
* zamanlardaki tatlı anılara götürüyor.
bu sormadan gelen kış Sayın Karataş, Heian dönemi
gagası nisan yok söyleyecek sözüm şairlerinin yazdığı gibi uzun zaman
penceremde bekliyor – yavrusunun peşinde kedi önce birileri tarafından giyilen bir
yusufçuk işte gömleğin yenine sinmiş parfüm
kokusunu değil, çiçekler açtığında
* * ağaçların arasında oyun oynadığımız
o masum günleri anımsatıyor.
hoşça kal dedim – bir yaşımı daha aldı hayat Onunki, acı veren ve hüzünlü ama bir
ah!söğüt dalındaki kırık gençliğimin hızlı çemberi o kadar da güzel bir haiku.” –Prof.
yağmur kuşuna kapıda akşamsefaları Dr. Toru Haga
9
Ümit İNATÇI 7. 14.
Kana siner kin Sancılanır gök
Mevsimi yok bu devrin Hançerleşir yıldırım
Çok üşüyorum. Yağmur kandandır.
KIRK BİR KERE HAİKU 8 Mart 2003 9 Nisan 2003
Londra Londra
1.
Beyoğlu’nda kış 8. 15.
Tramvaya gün bindi de Sevdanın adı Göğsünde kurşun
Göz akşamcıydı. Hüznün yüzünde yazar Yarasında Kerbela
Sevmek beladır. Gözünde petrol.
11 Aralık 2002
Beyoğlu-İstanbul 8 Mart 2003 11 Nisan 2003
Londra Londra
2.
Deniz soğur da 9. 16.
Üşür mavisini gök Gebedir kara Yarılır sabır
Tenhalaşır ten. Yürüyüşünde yara Ötenin bağrı açık
Yanağında kış. Hırs dörtnaladır.
21 Şubat 2003
Londra 9 Mart 2003 18 Nisan 2003
Londra Londra
3. 10. 17.
Toprak kurudur Gölgelerde cin Ağlıyor gök
Çiçekler ölüm vakti Gece düşten inerim Büyüyordu koyuluk
Rengini çözer. Sarıdır sabah. Uyuyakaldım.
23 Şubat 2003 10 Mart 2003 29 Nisan 2003
Londra Londra Londra
4. 11. 18.
Yaprak düşer de Bahçemde kıştır Avcumda Güneş
Toprak ona aldırmaz Ağlamaklıdır serçe Sükûnetin eti yok
Hazan değil ya. Nem düşer göze. Ufuk kayıptı.
12. 19.
5.
Bilinçaltım dar Yaralanır göz
Yatağımda kar
Yâr ki düşüme konar Gece düşer sahneye
Tenim turuncu kanar
Soğuk ellidir. Gözyaşı kandır.
Tin uykudadır.
20 Mart 2003 3 Mayıs 2003
1 Mart 2003
Londra Londra
Londra
20.
6. 13. Penceremde gün
Bahar uğradı Maviden gelir Cama güvercin sıçtı
İtin sikinde ateş İnci gözlüdür gelin O üşüyordu.
Şehvet sefildi. Aşka bilenir.
8 Mayıs 2003
7 Mart 2003 1 Nisan 2003 Londra
Londra Londra
10
21. 28. 35.
Mavisi uçuk Çekmecemde düş Keskindir rüzgâr
Çok şişmandır bulutu Göğe ters yağar yağmur Kulak uçlarımda kar
Bu ne gökyüzü. Gece delikti. Duyamıyorum.
11
EMEKLİLİK GÜNLÜĞÜ -3- işlem. Nitekim tıpkı öyle oldu, bunaldım. Ol bunalmakla “Yeter
efendi!” dedim ben bana, devamında şu sakin cümleleri
söyledim: “Emeklisin artık, telaşlanma, usandığında bırak.
Sina AKYOL Hatta, ben galiba on dakika sonra usanacağım de, bunu dediğin
andan başlayarak yavaş çekime geç, süre dolduğunda, çok
çalıştım, az biraz dinleneyim deyip ara ver, çok biraz dinlen,
Sonunda facebook’a da üye odum, kim tutar bundan sonra
sonrasında devam edersin fotoğrafları ayırmaya.”
beni!
“Fakat” diye sürüyor yazı, o dinlenmelerimden birinde,
Hakan Cem, “Şükrü Kırkağaç’ı tanır mısın?” diye sordu.
aklıma bakın ne geldi:
“Tanıdığımı sanmıyorum.” dedim. “Facebook’da S.A. ‘Fun
“Eyvah, babam benden bir yaş büyükken ölmüştü, kes
Club’ kurmuş.” dedi. “Nasıl yani?” dedim. Anlattı. Merak mı
dinlenmeyi, çalış.. çalış.. çalış, bitir!” dedim. Beş bin
etsem, yoksa etmesem mi diye düşündüm. Devamında bunu
civarındaki fotoğrafı, şirin şehrimiz İzmir’in Kemeraltı’sındaki
düşünüyor olmak sıktı beni, “Boş ver, düşünme!” dedim bana.
toptancılardan aldığımız albümlere -Şumayer de neymiş, adını
Ama devam etmişim demek ki düşünmeye. Ner’den mi belli,
şimdi hatırlayamadığım öbür şampanya patlatıcısı da kimmiş,
şur’dan: Birden aklıma geldi; tanımadığım birileri e-posta
hepsini yaya bırakan bir- süratle yerleştirdim. Amaç şu:
adresime yazıyorlar, beni ‘arkadaşlığa davet’ ediyorlardı. Ben
“Düzyazdım”a bir an önce başlamak!
de n’apıyordum, “Tövbe estafurullah!” deyip siliyordum o e-
“Düzyazdım”, 1982’den bu yana yazdığım düzyazılarımı
postaları. İşte o sildiklerim S.A. ‘Fun Club’le ilgili olmasındı
toplamaya uğraştığım kitabın adı. Yüzde doksan beşi emekli
sakın! Derken bir gece benzer bir e-posta daha geldi. Eh az
olmadan önce bitmişti. Kalanını da emeklilik günlerimde
biraz bilgilenmiştim ya, facebook’la ilgili olduğunu anladım.
bitiririm demiştim. Ne var ki bitirmek için işe girişmeye
“Peki” dedim, “haydi deneyeyim şunu.” Başladım, ilerledim,
korktum. Fotoğrafları albümlere yerleştirmeyi bu nedenle
‘anamın kızlık soyadı’na benzer soruları da yanıtladım, ama bir
önceye aldım. Albüm işi de bittiğine göre, artık girişebilirim
nokta geldi ki işte or’da tıkandım. “Dön geri, bir facebook’un
“Düzyazdım”a, değil mi? Olmuyor, kaytarıyorum.
eksikti, kısmet buraya kadarmış!” deyip kapattım; ‘sene 1936,
Son şiir kitabım 2006’da yayımlanmıştı, o tarihten bugüne
sağ cenahımda Jessey Owens, sol cenahımda Yaşar Erkan,
yazdığım şiirlere bakınıyorum şimdilerde, neler yapmışım diye.
Berlin Olimpiyatlarına gidiyoruz’ kadar eskimiş olan g-
Mümkün olabildiğince yukarıdan, soğukkanlı bir bakışın
mail’ime döndüm; “bakalım bizim şuara milleti birbirine hangi
peşindeyim. Yetmiş civarında şiir var elimde. Bunları bir
salvolarla girişmiş, görüp okuyalım, öğrenelim.” dedim.
kitapta toplayacak olsam, yüzde kaçı kitap dışında kalır’ın
***
hesabını yapıyorum. Hoşnut mu değilim şiirlerin bir
Biliyorum, Ramis Dara uyaracak, “kısa kes!” diyecek.
bölümünden, henüz bilmiyorum, bakacağım.
Ama kesemem kardeş, emekli oldum, bende vakit çok. Üstelik
Peki, niye ha bire erteliyorum “Düzyazdım”a girişmeyi?
şunun şurasında yazı yazıyoruz, öyle mini minnacık S.A. şiirleri
Niye bir yandan erteliyor ve niye bir yandan da -pekâlâ o
attırmıyoruz.
kitapta yer alabilecek- işbu yazıyı yazıyorum, bu nasıl bir
Emekliliğimin ilk günleriydi; kutular.. kutular içinde duran
çelişkidir, henüz bunu da bilmiyorum.
toplam beş bin civarındaki fotoğrafı konularına göre ayırmaya
Tam olarak bilmediğim başka bir şey daha var: Facebook’a
kalkışmıştım. “Niye beş bin?” derseniz, şunun’çin: 70’li yılların
üye olduktan sonra değerli Ahmet Say abi’nin gönderdiği bir
başıydı, kayın biraderim Sinan Çetin fotoğrafa merak sarmıştı,
mesajı okudum. Bir cümlesini aktarayım, diyor ki: “Sizi yıllar
dahası birlikte yaşadığımız evin en büyük odasını karanlık oda
öncesi olduğu gibi, başarılarınızdan ötürü kutluyorum.”
yapmıştı. Abisinin hediye ettiği makinesini yanından eksik
Değerli Ahmet Say abi’nin beni geçmişte kutladığını -
etmiyor, sinek uçsa deklanşöre basıyordu. Sözünü ettiğim
anımsamak sözcüğünü hiç mi hiç sevmediğim için-
karanlık odada, içleri eczalı su dolu kaplar var idi.
hatırlayamıyorum. Bugüne kadar yüz yüze de gelmedik. Ola ki
Agrandizörden ışık verdiği kartları o kaplara atıyor, birinden
sessiz kutlamıştır. (Bu tür sessiz kutlamaları olağanüstü
ötekine aktarıyor, gün boyu birlikte ne işler işlediğimizi
derecede önemli gördüğümü geçerken belirteyim ve “Türkiye
belgeliyor, biz de eczalı sulara batırıp çıkardığı parmaklarındaki
Yazıları” dergisine geleyim.)
kahverengileşen deriyi ovup duruyorduk. Nasıl ki alın kiri
1968-73 arasında, az olmayan sayıda şiir yazdığımı
ovmakla çıkmazsa, parmaklardaki -tırnaklardaki- hatta avuç
söyleyebilirim. Bunlar Yansıma (Tekin Sönmez), Dost (Salim
içlerindeki kahverengi de -yahu taze gelin kınası ovmakla çıkar
Şengil), Forum (Hasan Hüseyin Korkmazgil), Meltem (Oğuz
mı, işte o hesap- çıkmıyordu bir türlü!
Tümbaş), Güney (Atıf Özbilen-Metin Eloğlu) gibi dergilerde
Devamla: Sinan uçan sineği dahi ‘tespit ettiği’ çıraklık
yayımlandı. Sonrasında, “Bu işler şiirle miirle olmaz!” deyip
döneminde -gerekli gereksiz- üç bin civarında fotoğraf
küçümsedim yazmayı-çizmeyi; İsmet Paşa’nın deyişiyle
‘bağışlamış’ oldu bize. Ben ki hatıralara hürmet gösteren bir
söyleyeyim: “hayta”lık etmeye giriştim. Altı yıl sonrasıydı,
adamımdır, elim gitmedi, atamadım.
yeniden yeşillendim. Ankara’da yaşıyordum; Türkiye Yazıları
Devamla: “Beş bin fotoğraf” demiştik. Sonrasında az
adlı bir dergi çıkıyordu o yılların Ankara’sında., önemli bir
Şadiye, az da ben, gayret ettik, iki evlat doğurduk; onların da
dergiydi. TRT’de çalışıyordum, Oğuzhan Akay yan oda
bir yığın fotoğrafı; çoğunu da ben çekmişim, nasıl atarım, işte
arkadaşımdı; şiirler yazdığımız için de olsa gerek, pek
böylece, gelmiş olduk “beş bin”e.
sevmiştik birbirimizi, iyi ahbap olmuştuk.
Geçerken belirteyim: Demişti ki Sinan: “Bendeki fotoğraf
Günlerden bir gün Oğuzhan ‘mutlu’ haberi verdi: Gencecik
aşkı senin çektiğin fotoğraflar sayesinde doğup gelişmiştir.”
şair, Türkiye Yazıları’nın çalışma grubuna seçilmişti. ‘Fırsattan
Haydi şişineyim biraz; sözün burasında Üsküdar’la
istifade’, üç-beş şiir verdim Oğuzhan’a, “Al bu şiirleri, dergiye
Karaköy çekişsin; geçmiş zaman, hatırlayamam, işte o ikisinden
götür” dedim. Aldı götürdü, satamadan getirdi. “Çalışma grubu
birinde, iskeleye yanaşmış vaporları çekmişim, ama sahiden de
senin şiirleri okudu, Ülkü Uluırmak etkisi buldu ve
güzel çekmişim, meğer o fotoğraflar azdırmış bizimkini.
yayımlanamayacağı kararına vardı.”
Ne mi diyorduk, “beş bin fotoğraf” diyorduk. Dahası,
Şaşırdım. Ülkü Uluırmak’ın yalnızca bir kitabı vardı
“emeklilik” diyorduk. Planım şuydu: Onca fotoğrafı ayırmak,
bende; “Küçük Şeyler”… O tek kitabıyla beni, ben farkına
yoruculuğu bir tarafa, bir süre sonra insanı sıkacak ve hatta
varmadan etkileyen şairi okumaya başladım. Hiçbir etkilenme
bunaltacak bir işti, hep aynı işlem yapılacaktı çünkü;
göremedim. Oğuzhan’a niye şaşırayım ki -yalnızca bir elçiydi
bakılacaktı, şu köşede.. bu köşede.. köşe kalmadığında
o- Türkiye Yazıları’nın çalışma grubu kararına şaşırdım.
koridorda.. koridor bittiğinde ise merdivenlerde devam edecekti
12
İhsan ÜREN Adil İZCİ
*
Ramis DARA
Lâle Müldür’ün (1956) 9. şiir kitabı Güneş Tutulması 1999’da,
78 parçalık dolaylı bir anlatı-şiir halinde, 17 Ağustos 1999’da
Oruç Aruoba’nın (1948) Başo’dan (1644-1694) derleyip çevirdiği Marmara’da meydana gelen büyük deprem, öncesi ve sonrası, ayın
275 haiku ve konu çevresindeki bilgilerle zenginleştirdiği Kelebek dünyayla güneşin arasına girmesiyle yaşanan güneş tutulmasıyla
Düşleri’ni iki şekilde ve üç kez okudum: Kitabın bütününü, bir kez; ilişkilendirilerek ve yarı düşsel bir ötekine kavuşma özlemi içinde
sadece haiku çevirilerini, bu çevirilerin de ilk önerilenlerini, iki kez. yorumlanıyor. Biraz büyücü, biraz bilici ve egosu şişkin, yakınmacı bir
Kitabı okuyanlar, hatta şöyle bir karıştıranlar hemen göreceklerdir, şair ağzıyla. Gökyüzü ve yeryüzü dengesinin bozulmasıyla ya da gök
burada haiku üzerine bir “giriş”, bazı haikuların birden fazla çevirisi ya cisimlerinin birbirleriyle etkileşimiyle oluştuğundan söz edilir gibi olan
da “açımlama ve yorumlama”ları var. sarsıntının, “doğanın majör manifestosu”nun sanki ülkemiz
Neden sadece haikuları, hem de kitabın bütününü okumayı araya koşullarında daha çok yıkıma yol açmasından yakınılarak.
alarak, iki kez okuduğumu söylemem gerekirse, elbette şiir tadı almak, Biraz ötelerdeki, adı da zaten “Sen Orada” (Toi là) demek olan
haikunun “yalınlık, dinginlik” özüne daha çok yaklaşabilmek için. Portekizli bir kahramana, aşk özlemi öznesine, anlatılıyor bir anlamda
Haikunun özgün yapısının 3 dize = 17 heceden oluştuğu göz önüne bu altüst oluş; deprem sonrası uçakla Marmara’dan kaçışın orgazma
alınırsa, 275 haikuyu bir gün içinde birkaç kez okumanın mümkünlüğü, benzetilmesi ve daha büyük bir İstanbul depreminin gelip
kolaylığı kendiliğinden ortaya çıkar. gelmeyeceğinin endişesiyle sonuçlandırılarak.
Çevirinin büyük bölümü teknik, fiziktir; bilgi; az bir bölümü de Her şeyin metafizik, gizemcilik ve içrekçilikle (esoterism)
yorumdur, denebilirse yaratım. Araya ikinci (aracı) bir dil girince ikinci açıklanmaya çalışıldığı bu yarı tevekkül, yarı çaresizlik durumunun
bölümün oranının biraz artması söz konusudur ki elbette bu aslında bir sunumunda şiirin payına düşenin yüksek boyutta olmadığını söylemek
risktir ve Batı’nın sayılı kültür dilleri dışından çeviri yapılacaksa – yerinde olur kanısındayım.
internetin sunmaya koştuğu imkânlara rağmen– günümüzde bu durum Künye: Lâle Müldür, Güneş Tutulması 1999, YKY; İstanbul,
hâlâ bir zorunluluktur. Ekim 2008, 88 s.
Aruoba derleme-çevirisinde bu konuya da değiniyor ve
araştırmasını çeşitli kaynaklara yayıp çevirdiği haikuların Japoncalarını *
vererek sakıncayı azaltmaya çalışıyor.
Haikuları her ne kadar tat almak için okusam da bir çiçeğin Osman Konuk’un (1961) üçüncü şiir kitabı Beyaz Savunma’nın
Türkçe adına takılmadan duramadım. ilk bölümünde toplumsal eleştiri, ikinci bölümünde daha çok bireysel
“Yorgun-argın / handa oda sorar ya / fuji çiçeği” (s. 226) dünyadan yola çıkan yine eleştirel gözlem şiirleri var gibi görünüyor.
haikusunda adı geçen çiçek için değerli derlemeci-çevirmen Aruoba, İkilemli, çokgenli bir zihnin tespitleri.
“Türkçe’de ‘hatmi’ olabilir mi?..” diye soruyor. Dindar-laik ayrımı yapılmadan, 21. yy başlarındaki Anadolu
Hemen söyleyeyim; bu çiçek, gen merkezi Çin ve Japonya olsa insanının yaşama tarzının betimi ve eleştirisi. Eskiden olsa burjuva
da, Anadolu-Türk kültüründe de yaygın bir yeri olan, Morsalkım toplumunun eleştirisi derdik kolayca ve bunu derken de taşı gediğine
(Wisteria sp)! koyduğumuzu düşünürdük. Göstermelik kuralların, nezaketin ya da
Bu kitapla ilgili bağımsız bir yazı da yazdım. toplumsal yaşamın, toplumsal varlık olmanın getirdiği zorunlu davranış
Şimdilik, teşekkürler Başo-Aruoba, teşekkürler Bahar mevsimi ve kalıplarının eleştirisi. Alaycı, yergici bir yaklaşım, ama kırgınlığını
Morsalkım! gizleyecek ölçüde de mağrur bir edayla.
Künye: Başo, Kelebek Düşleri, Derleyip Çeviren Oruç Aruoba, Gözlersiz, kulaklarsız birliktelik özlemi. Belki de ölümlü
Metis Yayınları 2008, 364 s. insanların birlikteliğinin imkânsızlığı.
Böyle bir içeriğin doğrudan yansıtılmasıyla, sanki özel bir çaba
* harcanmadan, istenmeden, yakalanacağı umulmuş kendiliğinden bir
şiirsellik ve şiir.
1998’de Doğu Karadeniz kıyılarından Yeni Biçem’e gelen şiirlerin Künye: Osman Konuk, Beyaz Savunma, Pan Yayıncılık, İstanbul,
meraklı bir öğretmene, bir şiir heveslisine ait olmadığı hemen 2009. (54 s.)
anlaşılıyordu. Derginin altı sayısında 14 şiirini yayımlandı Fatma
N.’nin (1958). Hatta gerçek soyadı yerine Nur soyadını yanlış *
hatırlamıyorsam bizde şiir yayımlamaya başlarken seçmişti. Cem Yayınevi… Hey gidi günler… İçeriği kadar kapağıyla da
Enver Ercan’ın iyi şiirin sesini, kokusunu hemen aldığına ilginç bağlandığımız nice edebiyat ürününün; roman, öykü, deneme, şiir
bir tanıklıktır ki o sıralar adsız sansız taşralı bir şairin şiirlerini bizden kitaplarının yayımlandığı yayınevlerinin en başta geleniydi... Şiirimizin
hemen sonra başlayıp günümüze kadar yayımlayagelmiştir. usta adlarına yer vermesiyle buradan çıkan şiir kitaplarının başka bir
Biz Akatalpa’nın başlarındaki üç sayıda daha (2000-2001) şiir ağırlığı, değeri olurdu gözümüzde. Ahmed Arif, Behçet Necatigil, Edip
yayımladık ondan ve yine Nur soyadıyla. Cansever, Turgut Uyar, Ülkü Tamer…
Kitabının yayımlandığını öğrenince sevindim Fatma N.’nin; ama Arife Kalender’in (1954) 9. şiir kitabı Dil Altı’nın (2009)
Heyelan’ı elime alınca gördüm ki içinde dergilerde yayımlanan şiirler buradan çıkması bana bir an o eski günleri, hüzünlü ama güzel yılları
değil; biraz başka tür bir şiir vardı. Riskli bir sağlık sorunu atağının çağrıştırdı...
şiiriydi, Heyelan’daki “Mektup Bitti” adlı upuzun şiir. Benliğin, Kalender, kitaptaki üç bölümün gerekçesini sormam üzerine, “ilk
gövdenin yeryüzünden ayrılabilme ihtimalini yoğun ve soğukkanlıca bölümde aşk, ikinci bölümde savaş-ölüm-zaman, son bölümde ise
düşünmenin şiiri bir bakıma. biyografik göndermelerle anılar ve kadın sorunsalı” söz konusu olduğu
Uzun süre her bir parça bağımsız tek şiirler gibi de okunup sonra yanıtını iletti e-maille. “Bölmemin başka nedeni de kitabı
sonra bazı teyel yeri zafiyetleriyle tümünün tek şiir olduğunu kabul durağanlıktan, tekdüze sayfa gidişinden kurtarmaktı” ekiyle birlikte.
ettiğimiz parçalardan oluşma. Ben kitabı dikkatle okumama rağmen sözü edilen ayrımı pek
İhsan Üren Akatalpa’nın Eylül 2000 tarihli 9. sayısının eki olarak yakalayamadığım için daha önce yaptığım şu özet cümleyi alıyorum:
verdiğimiz “Yüzyıl Eşiğinde Şiirimizin Yeni Meteorları” seçki ekinde Çağdaş kadın dünyasının, kadın-erkek geriliminin, cinsiyetçi
Fatma Nur’a şöyle dikkat çekmişti: “… ve bir de Fatma Nur... bence yaklaşımın, baba-koca-oğul üçgeninin kadına yüklediği yükün, insanlar
bir başka açıdan Longuzlar / Akıntılar şairi çok önemli. Yaşar Miraç’ın arasındaki diğer eşitsizlik ve ayrımcı yaklaşımların, platonik ve bildik
yerelliğini değişik kullanan başarılı bir Karadenizli. Kimse bunu işaret aşkın, sorunlu İstanbul ve Türkiye manzaralarının, bozulan çevrenin,
etmedi. İşte bu noktaya dikkat çekiyorum!” toplum çoğunluğunun dillendirmekte zorlandığı haksızlıkların, geçen
Fatma N.’ye uzun, sağlıklı ve güzel bir hayat dilerken; dergilerde zamanın; içlilikle saldırganlığı bağdaştırıp kaynaştırabilen bir dille dile
duran şiirlerin de kitaplaşmasını beklemek bir başka dilek olsun. getirilişi söz konusu kitapta.
Ve bir dize: “bir meyve sıkacağı kadar çok parça ruhum”. Dil Altı’nda en ilgi çeken iki şiir de, “Gülün Gürültüsü”yle
Bir de dört dize –dörtlük değil: “sonsuz öyle bir şeydir işte / “Uykuda Sevilen Oğlanlar”.
kalbinle baktığın bir şeyi / tuz ruhu kolisiyle taşımaktır / ama nereye Künye: Arife Kalender, Dil Altı, Cem Yayınevi, İstanbul, Şubat
hiç kestiremeden”. 2009, 72 s.
14
okuru, bu da biline. Dilimizin tek ve ilk haiku dergisi, Haikum,
ORUÇ ARUOBA MI, BAŞO MU? Haziran / Temmuz 2005’te hayata geçmişti coşkulu bir biçimde. 2. ve
3. sayısını edinemediğim bu dergi ne yazık ki, sürdürülemedi. (Bu
sayıda haikuları yer alan şairleri saymama gerek yok burada.) Küçük
Gültekin EMRE bir haiku turu oldu bu şiirimizin coğrafyasında.
Sözü, Büyük Gözler’e mi? –yoksa Büyük Tomurcuklar’a mı,
Büyük Goncalar’a mı?– getirmek istiyorum. Almanya’da birkaç yıldır
Kelebek Düşleri, geldi. Yolumu şaşırdım. Uçamayan bir kelebeğe, yayımlanan 2007 Haiku Yıllığı’na, yani. Bu yıllıktan öğreniyorum
doğmayan bir dolunaya, akmayan bir nehre, açmayan bir kiraz ağacına, Almanya’daki 60 haiku yazan şairin (haijin) 226 haikusunun burada
çiçeklerini özleyen bir şeftaliye döndüm. Sonra Başo mu, Oruç Aruba yer aldığını. www.Haiku-Heute.de sitesinde haikuları yayımlanmış
mı yazdı bu haikuları diye düşünmeye başladım. Hangi haiku şairlerin ürünlerini içeriyor bu yıllık. Böylece Almanca yazılan
Başo’nun, hangisi Aruoba’nın -fark etmiyor aslında- merakımı yendim haikularla Oruç Aruoba’nın dilimize kazandırdığı Başo haikuları
de tadına öyle vardım bu –birleşik ya da ortak yazılan- haikuların. arasında, -salıncağında- gidip geliyorum. Oruç’un dili ve çevirileri
Nisan geldi mi haiku damarı, fırçası, kalemi depreşirmiş şairlerin tartışılmaz - elmas değerinde. Almanca takır tukur geliyor bana
–haikucuların. Kuzeye Giden İnce Yol’a (1994) –haikunun haritasını şairlerin kelebeklere, günbatımına, güneşin doğumuna, karabataklara,
belirlemeye mi?- çıkarmış Başo’yla birlikte haikular ve şairleri. kurbağalara, mevsimlere, kara, sevdalara... dalıp çıkmalarına rağmen.
Doğanın balını derlemeye, gün doğumunun doğumuna yardım etmeye, Günlük yaşamdan da izler taşıyor burada yer alan örnekler. “Uzun tren
Fuji Dağı’nın sisinde kaybolmaya, kelebeklerin peşinde çiçekten çiçeğe yolculuğu”, “Elbise dolabı”, “Kanser”... dizelere yerleşip kalmış ama
konmaya, hayatın özünü kavramaya, ölüme bir adım daha beni sarsmıyorlar. Haiku-düzyazı örnekleri de –haikunun oluşum
yaklaşmaya... “Kar beklerken / şairler taslarında / şimşek görürler”miş sürecini yorumlayan- şiirin dünyasına geçişi, girişi... gözler önüne
aslında. sermeye çalışıyor bu anlamlı yıllık. (Şairlere ulaşıp çeviri izni
Ne Ki Hiç (1997), -Oruç Aruoba’nın- “12 Mart 1993 – 18 Mart alamadığım için dilimize aktarmaya çalışamadım kimi örnekleri.) Yani
1995” arası, neredeyse günü gününe yazılan kendi haikularından Almanya’da da epeyce eskiye giden bir haiku yazma geleneği var.
oluşuyordu. O zaman için bir başyapıttı bu; bir başvuru, bizim haiku Haiku dostları, okurları, şairleri... kalabalık bir yekûn oluşturuyorlar
tarihimize ışık tutan önemli ve titiz bir çalışmaydı- derlemeydi. Haiku burada da.
geleneğinin tüm ince, ipekten, ses geçiren, 5-7-5 formu ve mevsimler, Peki Başo ne öneriyor haiku yazanlara –şairlere-, yazacaklara?
doğa özellikleri, iç yapıyı –yani anlamı- sonuna kadar sımsıkı koruma- “Çamı öğrenmek istiyorsan, çama git; sazı öğrenmek istiyorsan da,
haikular, bize, çağdaş Başo’nun yanı başımızda olduğunu göstermişti saza. Bunu yaparken, kendi kendinle uğraşmalarını bir kenara
unutulmaz bir biçimde. “İlk pencereler yandı / ama karanlığa / daha çok bırakmalısın; yoksa, gidip baktığın konunun üstüne kendini koyar, o
var” – “31 Mart ’95 / Çiftehavuzlar”. zaman da onu öğrenemezsin. Kendin ile konun tek bir şey haline
Bir yıl sonra da Başo Haiku’nun (1998) ilk biçimi çıkageldi: Çok gelirse, şiirin kendiliğinden çıkar ortaya- sen konunun içine yeteri
doyurucu, tamamlayıcı –hiçbir eksik yanı yok-, öğretici –ders verir gibi derinlikte girebilmiş, onda gizli duran pırıltıyı görebilmişsen. Şiir ne
değil-, bir ilki gerçekleştirici. “Başo’yla ilk kez Mayıs 1993’te, kadar iyi dile getirilmiş olursa olsun, senin duygun kendilikli değilse-
Stryk’ın... derleme / çevirisi aracılığıyla” tanışır Oruç Aroba ve kalemi konun ile sen ayrı duruyorsanız- şiirin sahici şiir değil, yalnızca senin
“hemen gıdıklan”ır. “bir yandan Başo’yu çevirmeğe, bir yandan da” özel yapıtın olur.” (çev. o. a.) Konuyla ve benlikle sımsıkı, iç içe,
kendisi haiku yazmaya başlar. Sonra da bu iki “uğraşı”sının “ilk midye gibi olmayı önerdiği ortada değil mi?
sonuçlarını okur önüne çıkarma ataklığını” gösterir - yukarıda “Haikuda... önemli olan ‘ne kadar’ ses çıktığı değil, çıkan seslerin
andığımız kitaplarıyla. ne kadar uyumlu olduğudur”. Başo’nun, Oruç Aruoba’ca derlenen
Aslında haikuya ilişkin ilk ön bilgileri L. Sami Akalın’ın Japon “sanat-şiir-haiku” anlayışını sıraladığı, özetlediği başlıklar şöyle
Şiiri (1962) –tarih ve antoloji- kitabından almıştım. Japon şiirinin ve (Japoncalarını yazmadan): şairin ve şiirin yapısındaki “incelmişlik /
haikunun geçmişinin, tarihi çerçeve içinde sunulması, sonra –sırasıyla- incelik”; “şairin yapıtı ile yaşamına ortak olan” “incelmiş beğeni”;
örneklerle beslenmesi tam bir başvuru kitabı kılmıştı bu çalışmayı. günlük yaşamın hay huyundan soyutlanarak yapıtına odaklanmak,
Öyle ya haiku, “hokku”, haikai”... 16. Yüzyılın sonlarına doğru “çılgınlık”; abartıdan ve hırslardan uzaklaşarak yalınlaşmak, “önemsiz,
“tanka”dan (kısa şiir) –waka– doğmuş: 5 dizelidir. Hece vezniyle küçük şeylerin güzelliğine” varmak; “tek başına / yetinmek”; “soğuk
yazılır. 5-7-5-7-7, hece ölçüsü budur. Toplam hece sayısı, 31’dir. Bir /buzsu” duygulardan kurtulmak; “yalınkat güzelliği” yakalamak,
“tanka” 12-20 sözcük arasında gider gelir. Haiku’ya gelirsek, “kuruluk”; “ince ve kırılgan olanın güzelliği”ni bulmak, “tükenmişlik”;
“tanka”nın son iki dizesinin atılmış halidir; haiku. Dizeler önce bir gösterişten kaçınmak, “mayhoş / kekre”yi bulmak; “zerafet,
atmosfer oluşturur. Mevsimlerin biriyle (ilk kural) ilgili bir dize açılışı incelmişlik, çokanlamlılık, karanlık, dinginlik, uçuculuk ve
sağlar. Şair, “şiirine konu olacak olayı, varlığı veya duyguyu yerleştirip hüzünlülük”, yani “gizli / örtük” olmak; “yalnızlık”ın hüznünden, çoğul
sunar” şiirini. (Ayrıca Yılbaşı, Yılsonu, Bahar, Yaz, Güz, Kış.. “bir olmanın verimliliğinden yararlanmak...
kuş, bir çiçek, bir ağaç, bir böcek... haikunun kuralını tamamlayan Oruç Aruoba, Başo’nun haikularını –iki yüz yetmiş beş haikuyu–
ayrıntılardır.) Şairin işi biter ama hemen okurun duygu ve algı dünyası başka çevirilerle de karşılaştırıyor; rehberini ve beslendiği kaynakları
çalışmaya başlar. Okurun haiku’yu çözüm, yorumlama çabasıdır bu. geniş tutuyor. Ayrıntılı açıklamaları da ihmal etmiyor, doyurucu
Çünkü, haiku, “şiir özellikleri taşıyan bir düzyazı; düzyazı yorumlarını da... Örnek mi? İşte: “Kirazın altında- / bahar çorbası /
özellikleriyle yazılmış bir şiir biçimidir.” Haiku, yani, “Olamayacak bahar salatası” çevirisinin yorumu, bir başka çeviri versiyonu -
olanın olanağını yakalar”, “anlamsız olanın anlamını bulur” çıkarır, “sözdizimine göre-: “ Ağacın altında / çorba da salata da / kiraz işte”.
ortaya koyar. Yani, örnekte de görüldüğü gibi olabilecek çevirileri de eklemeyi ihmal
Oruç Aruoba, Başo’yu, yani “Yaprakmuzu” –mahlası böyle-, 2. etmiyor. Sonra Başo’nun yaşamını izleyerek, haiku dönemlerini ele
basımında hem ilk basımdaki eksiklerden, hatalardan, yanlışlıklardan... alıyor tarihsel olarak, açıklamalarıyla da zenginleştirerek.
arındırır –kurtarır- hem de yeni eklemelerle daha hacimli, doyurucu bir Kelebek Düşleri, geleli beri, ben kendimde değilim sanki. Bir
çalışma kotarır. Onun “Giriş”teki “Haiku Üzerine” yazısı yalnızca şiir yandan Başo, öte yandan Oruç Aruoba yalnız bırakmıyor beni.
yazanların değil, şiire ilgi duyanların da belleğinde yer etmesi gereken Durmadan haiku “muhabbeti” yapıp duruyoruz gece demeden, gündüz
akıcı, yalın, tarihsel (geleneksel de) içerikli... bilgilerle yoğrulmuştur. demeden, mevsimleri, çiçekleri, denizi, bulutları, sevdalarımızı,
“Gemliğe doğru / Denizi göreceksin / Sakın şaşırma”. Orhan deneylerimizi... de işin içine katıp. “Çıplak dala / karga konmuş bile /
Veli’nin bu dört dörtlük haiku’sunu kim unutabilir? Ya Sabahattin güz akşamı”. Bu haikunun on bir değişik biçimde yazılışını da
Eyüboğlu’nun haiku çevirilerini? – Orhan Veli’yi anarak. Cevat tartışıyoruz elbette.
Çapan’ın Başo, Buson, İssan’dan çevirdiği haikuları tadı hâlâ – Ömür biter –Başo da ölür ve sonra ermişler katında kendisine yer
damağımızda- usumuzda. Enis Batur’un sımsıkı “Hai-Kai”lerinin ayrılır- ama haikular bitmez! Oruç Aruoba mı, Başo mu yazmış bu iki
devamını gören var mı? İhsan Üren’in Japongülü Gibi’sini –haikular- yüz yetmiş beş haikuyu? Ne fark eder.
(1997) anmamak olur mu? Coşkun Yerli’nin Yağmurun Direnişi’ndeki Haiku mu dediniz? “Şiiri dilinizin ucunda bin kez çevirin.”
(1998) –‘Bak Oradan Bize’- haikularını yeniden okuyorum;
çarpılıyorum! “Geldiği gibi / gitti Bayan Kelebek, / neş’eli, titrek.”
______________________
Sina Akyol’un Avluda’sını (1996), Coşkun Yerli’ye ithaf ettiği “Haiku
hayranlıkları”nı unutmadım elbette: “Çilekli bahçe / kime göz kırpar,
niçin / krmızı duta?” Serdar Ünver’in dünyasında az mı gezindim, düş Başo, Kelebek Düşleri, Derleyen, Çeviren Oruç Aruoba, Metis
kurdum? Gediz dergisinin 3. sayısında da bir dizi haiku selamlıyor Yayınları 2008, 364 sayfa.
15
AVUSTRALYA’DA HAİKU Fazıl Hüsnü DAĞLARCA
Yayın Yönetmeni : Ramis Dara (Mollagürani Mah. Teker Sok. Katkı Payı : 20 YTL
No: 8, Zemin Kat, Osmangazi-BURSA) Posta Çeki : Ceyhun Erim adına 5742436 numaralı hesap
Yayın Danışmanları : İhsan Üren, Gültekin Emre, (Ya da) Banka hesabı : Ceyhun Erim adına, Finansbank Bursa -
Serdar Ünver, Nahit Kayabaşı. Fomara Şubesi, Hesap no:15121799
Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü : Tülay Elal Muş (Barış Mah. Adalet Sok. Abone ve satış için E-Posta : cerim66@hotmail.com
: Adaletkent Sitesi H Bl. D: 3 Nilüfer – BURSA) Baskı : Akın Erim Mat. Hocaalizaade Cad. 7/27
Yazışma Adresi : Ramis Dara PK 68 16361 Ulucami – BURSA Setbaşı - Bursa
E- Posta : akatalpa@hotmail.com Yayın Türü : Yaygın süreli yayın. ISSN 1305 – 7685
_________________________________________________________________________________________________________________________________
Ocak 2000’de Bursa’da Ramis Dara, Melih Elal, Serdar Ünver, Ali Özçelebi ve arkadaşları tarafından kurulan şiir ve eleştiri ağırlıklı aylık edebiyat dergisi
Akatalpa, şair ve yazarlarının bağışladıkları telifler ve İhsan Üren’in sürekli katkısıyla yayımlanmaktadır.
16
17