You are on page 1of 6

GÖZETİM DEMOKRASİSİ

Ahmet Erkan Koca

Sivil toplum, demokrasi ve devlet üzerine çalışmalarıyla tanınan, Türkiye’de de oldukça ilgi
gören John Keane’nin yeni bir kitabı daha gün yüzüne çıktı: Kısa Demokrasi Tarihi (Say
yayınları). Bu da diğerleri gibi, uzun ve derinlemesine düşünülmüş fikirlerle dolu. Sadece
fikir olsun diye yazmadığı da hissediliyor. Yazdıklarını yaşıyor adeta ve bu sayede
söylediklerinin ötesinde bir duyguyu okuyana geçirmeyi başarıyor. Sevilmesinin sırrı da
burada yatıyor galiba, yaşadığını yazıyor ve yazdıkça yeniden yaşıyor.

Demokrasi gibi, herkesin bildiğini zannettiği bir alanda kalem oynatmak ve onun bütün
tarihini kısaca anlatmak hiç de kolay bir iş değil elbette. Bunun için, konuyu en derin yerinden
tutup çıkarmanız gerekli ki kısa süreliğine bulup elinize aldığınızda bir anda kaybolup
gitmesin. O da bunu yapıyor, uzun uzun anlatmıyor ama tam kalbinden ve en acıtıcı
yerlerinden yakaladığı için sarsıcı ve üzerinde derinlemesine düşünme ihtiyacı duymamızı
sağlıyor.

Demokrasi tarihini eski Yunan’la başlatmıyor her şeyden önce. Daha geriden,
Mezopotamya’dan alıyor. İyi bildiğimizi sandığımız pek çok şeyin aslında birer mit olduğunu
anlıyoruz kitaptan. Örneğin, demokrasi için orta sınıfın ve ekonomik gelişmenin şart olduğu
düşüncesinin neredeyse bir safsata olduğunu anlıyoruz. Demokrasinin sanılanın aksine
kapitalizmle tam bir uyuşmazlık gösterdiğini anlıyoruz ve de. Hindistan demokrasisinin
aslında ne denli demokrasi olmadığını anlıyor bir de.

İlk iki devrede bunlar epeyce konuşulduğu ve tartışıldığı için burayı geçip üçüncü devreyi ele
almak istiyorum ben. Keane demokrasi tarihini üç büyük devreye ayırıyor: Meclis
demokrasisi, seçim demokrasisi ve gözetim demokrasisi. İlk iki devreyi epeyce biliyoruz
diyelim (ya da öyle zannediyoruz, biraz futbol gibi yani herkes bildiğini sanıyor ama
oynamaya kalktığınızda bilen insan yok denecek kadar az oluyor!). Üçüncü devre henüz
olgunlaşmış değil fakat çok belli ki geleceğe umutla bakmak için elimizdeki tek seçenek. Bu,
nedenle önemli; ben de bunu ele almak istiyorum.

Keane’e göre demokrasi, yeni olasılıklar demek. Her çağa göre değişebilen akışkan bir yapıya
sahip. Önemli olan kalıcı ve yerleşik olması değil, zamanın gereklerine göre yeniden şekil
alabilmesi. Diğer bütün özellikleri, toplumun ve siyasal hayatın katılaşıp ideolojik
kamplaşmalara ve buna bağlı totaliter ve baskıcı idarelere dönülmemesi için araç ya da
yardımcı. Aslolan, güçler ayrılığı, demokratik kurumların yerleşikliği, insanın yüceliği ve
hatta seçimler vb. değil, insanın her şeyi yeniden düşünüp değiştirebilme olasılığının hep
etkin bir biçimde kullanılabilir olması. Bu belirsizlik demektir ama demokrasi aynı zamanda
belirsizliklerden korkmamak da demektir.

“Demokrasi, olasılıkların dostudur. Halkın toplanma özgürlüğü, yolsuzluk karşıtı örgütler ve


düzenli seçimler gibi tedbirler yardımıyla belirsizliği teşvik eder. İnsanların işler bugün nasıl
yürüyorsa, gelecekte de öyle kalmasının şart olmadığını fark etmelerini sağlar. Demokrasi,
işlerin ‘esası’ hakkındaki söylentiler, esnek olmayan alışkanlıklar ve güya değişken olmayan
düzenlemeler hakkında kuşku yayar. İnsanları dünyalarının değiştirilebileceğini görmeye
cesaretlendirir. Bazen de devrimi ateşler.” (s.18)

Demokrasiler, her şeyin baştan belli olduğu değil, hiçbir şeyin baştan belli olmaması gerektiği
politik alanlar oluşturur. Sonucu baştan belli seçimler, bir demokrasinin ne kadar kötü
işlediğinin en çarpıcı kanıtıdır (anket şirketlerinin seçimler konusunda yanılması
zannedildiğinin aksine başarıdır, ülke demokrasisinin başarısı!). Bu durum da biraz futbola
benzer. Futbol oyununun güzelliği sonucun baştan belli olamayışı ve en umulmadık maçlarda
bile kestirilemez -yani belirsiz!- bir yanın hep var olmasıdır. Sonucu baştan belli maçlar ne
kadar ruhsuz ve keyifsizse sonucu belli seçimlerin yaşandığı demokrasiler de o denli keyifsiz,
heyecansız ve asimetriktir: iki tarafın da durumu değiştirme olasılığı kalmamış, oyun -yani
hayatın kendisi!- herkes için olmaktan çıkmış demektir.

Bu tür bir oyun yalnızca yenenler ve yenilenler arasında geçer. Kaybetmek ve kazanmak
dışındaki her şey oyun dışıdır. Oysa biliyoruz ki bir futbol maçını güzel yapan bu ikisi dışında
kalanlar toplamıdır. Kazanmak ya da kaybetmek, bu diğer her şeyin nihai bir zorunlu
sonucudur, o kadar. Esas olan ya da asıl amaç hiçbir zaman bu değildir. Eduardo Galeano’nun
harika kitabı Gölgede ve Güneşte Futbol’da (Can Yay.) İtalyanların en çok beraberlikle biten
maçları sevdiğini söylemesi boşuna ya da anlamsız değildir. Bilakis, en iyi maçlar berabere
bitenler arasından çıkar. Yenmek de yenilmek kadar boşluk hissi bırakır bir yerde ve galibiyet
ne kadar eziciyse içinizde bir şeylerin ezildiğini ve gerçekte çok da iyi hissetmediğinizi
hissedersiniz.

İyi demokrasilerde galibiyet ve mağlubiyet kaçınılmaz olarak olsa da skorlar hep birbirine
yakındır bu yüzden. Kimse gerçek manasıyla kaybetmemektedir. Üstelik bir sonraki maçı
kazanmaya da oldukça yakın olunduğu hissi hep hissedilmektedir. Ayrıca burada herkes
mütevazıdır. “Demokrasi ideali, mütevazıların mütevazılar tarafından mütevazılar için
yönetimdir. Bu halkın hakimiyeti demektir, halkın karar almaya yönelik egemen güçleri,
hayali tanrılara, geleneğin gür seslerine, otokratlara veya uzmanlara devredilemez ya da
kamuoyu için öneme sahip konularda başkalarının karar vermesine yol açacak şekilde
düşüncesiz tembelliğe basitçe terk edilemez.” (s.19)

Bununla birlikte, biliyoruz ki demokrasi tarihi aynı zamanda halk iradesini despotça bir
baskıya dönüştürmekten hiç çekinmeyen, halkı kamplara bölerek hem gücünü hem de
kurnazlıklarını yönetim biçimine dönüştüren, hesap vermeyi hiç ama hiç sevmeyen sayısız acı
iktidar tecrübesiyle doludur. Bu alanda ilerleme ve gerileme her zaman iç içe yaşanmış,
insanlık tarihinin en acı sayfaları belki de demokratik ülkelerce yazılmıştır. Buna rağmen
dönüp dolaşıp tek çarenin demokrasi oluşunun anlamı nedir sorusu son derece kritiktir ve
Keane de gözetim demokrasisi ile tam olarak bunu anlatmaktadır.

İşler ne kadar kötü giderse gitsin, yönetimler ne kadar baskıcı yapılara dönüşürse dönüşsün,
demokratik kurumlar ne kadar zayıflamış olursa olsun halk hemen her zaman yeniden
demokrasiye dönüş için direnmiş ve elinden geleni yapmıştır. Başka bir ifadeyle,
demokrasiden uzaklaşılmasında halkın düşüncesiz tembelliğinin ne kadar etkisi varsa her
defasında ona geri dönülmesinde de onun imzası vardır. Peki ama neden? Bile isteye Hitler
gibi bir diktatöre coşkuyla selam duran milyonlar sonra yeniden demokrasiye dönmek için
neden yanıp tutuşurlar? Çünkü, hangi alanda ve hangi konuda olursa olsun gücün kötüye
kullanımı insanları çıldırtan bir etki yapar. Eğer bir halk otoriter bir yöneticiyi desteklemeyi
sürdürüyorsa bunun nedeni gücünü her şeye rağmen kötüye kullanmadığına olan inancının
henüz yeterince kırılmamış olmasıdır.

Gözetim demokrasi anlayışında, demokratik düzen insanın yüceliğine ve akıl sahibi


oluşundan hareketle kendi yolunu en iyi şekilde aydınlatacağı fikrine dayanmamalıdır. İnsana
dair aşırı iyimser ve aşırı kötümser olmanın her ikisi de demokratik düzenler açısından
sakıncalıdır. Keane’in İrlandalı düşünür C.S.Lewis’ün sözleriyle söylediği gibi,
“İnsanoğlunun herkes hükümetten bir pay almayı hak edecek kadar bilge ve iyi olduğunu
düşünen insanların fikirlerinden büyük bir coşku akıyor. Demokrasiyi bu zemin üzerinde
savunmanın tehlikeli tarafı, bunların doğru olmamasıdır…Demokrasinin gerçek nedeni,
hiçbir insana diğerleri üzerinde kontrolsüz güç teslim edilemeyecek kadar
güvenilememesidir.” (s.166)

O nedenle, gözetim demokrasisi tam da gücün kötüye kullanımının her alanda engellenmesine
dayanır. Yine Keane’in ifadesiyle söylersek:

“Gözetim demokrasisi, gücün kötüye kullanıldığı her yerden fışkırır. Aile yaşamından çalışma
dünyasına kadar her alanda kısıtsız güç, sadece hükümetteki seçilmiş temsilciler tarafından
değil, milyonlarca vatandaşa basit ama kalıcı bir hakikati anımsatan bir dizi yeni kurum
tarafından da kontrol edilir; o hakikat şudur: demokrasi halkın gündelik yaşamında devasa
dönüşümler gerektirir. Kalplerindeki alışkanlıklar ve gündelik rutinleri, gücün kötüye
kullanılmasına karşı daha alerjik davranmalıdır. Halk itilip kakılmaya karşı direnmek için
kendi içinde demokrasi ruhunu beslemek ve başkalarına da yayarak canlı tutmak
zorundadır.” (s.163)

Bu konuya haftaya devam etsek iyi olacak sanırım. Şimdilik gözetim demokrasisinin futbol
gibi bir şey olduğunu hatırda tutsanız yeterli olur!

DEMOKRASİ NEDEN HEP VAR OLACAK?

Geçen hafta kaldığı yerden devam etmek istiyorum.

Demokrasi üzerine oldukça derinlikli kitaplar yazmakla kalmayıp, aynı zamanda onun güçlü
şekilde savunusunu yapan John Keane’in, yakın zamanda güzel bir çeviriyle (Ali Nalbant)
basılan (Say Yay.) Kısa Demokrasi Tarihi kitabından bahsediyordum.

Kitabın ana fikirlerinden biri demokrasi tarihine baktığımızda, farklı zaman ve toplumlarda
demokrasinin çok farklı şekillerde anlaşılabildiği ve de kendini çok farklı şekillerde var
edebildiğini gördüğümüzdür. Bu nedenle, bambaşka ve hatta birbiriyle çelişkili gibi
gözükebilecek farklı demokrasi modellerinden bahsetmek mümkündür. Her toplumun kendi
demokrasi modeli vardır demek istemiyorum ama her toplumun demokrasiyi kendine göre
şekillendirme hakkı olduğunu kabul etmek gerekir. İkisi farklı şeylerdir.

Her toplumun kültürü, yapısı ve siyasi tarihi benzersiz bir başkalık içerir ve buna bağlı olarak
farklı modellerden söz etmek her zaman mümkün ve kaçınılmaz bir gerekliliktir. Standart bir
demokrasiden söz edemeyeceğimiz gibi “demokrasinin standartları” diye başlayan hakimane
cümleler kurma konusunda da daha temkinli davransak yeridir. Demokrasinin evrenselliği,
modelinde veya standartlarında değil çıkış nedeninde gizlidir.

Keane’in gayet iyi ortaya koyduğu gibi, demokratik bir rejimin esas özü ve gayesi, gücün
kötüye kullanılmasını engellemekte yatar. Onun en evrensel tarafı budur. Tarih boyunca her
zaman için elindeki gücü kötüye kullanan yöneticiler olmuştur ve demokrasi tam da bu
nedenle doğmuş, bu nedenle, başka biçimlerde de olsa hep var olmuştur.

Gücün ve iktidarın olduğu yerde, özellikle de kötüye kullanıldığı yerlerde kaçınılmaz olarak
demokrasi fikri de varlık bulur ve gelişir. Onun esas meselesi, gücün kötüye kullanılmasını
engellemek ve bozulmayı önlemek olduğu için diğer nitelikleri ya da kazanımları -önemsiz
değil ama- daha ikincildir. Halkın kendi kendini yönetmesi, gücün kötüye kullanılmasının
engellenmesinin arkasından gelir. Bu, daha önemli olmayabilir demektir!

Yine demokrasi tarihine baktığımızda önce meclis demokrasilerini, sonrasında ise seçim
demokrasilerini görürüz. Açmak gerekirse, önce bir grup insanın istişaresine dayandığı için
gücün kötüye kullanılmasını nispeten azaltıcı olduğu düşünülen ve halkın da daha küçük
ölçekli dünyalarda yüz yüze katılımlarına izin veren konsey tipi yönetim yapıları söz konusu
iken daha sonrasında bununla yetinilmeyip halkın da belli ölçülerde yönetime ve hiç değilse
yönetecek kişilerin kimler olacağının belirlenmesi süreçlerine katıldığı bir döneme
geçilmiştir. Burada yüz yüze ilişkiler söz konusu olamayacak kadar toplumlar büyümüş ve
yönetenlerle yönetilenler arasındaki mesafe hiç olmadığı kadar arttığı için biraz da zorunlu
olarak temsilciler üzerinden kurulan yeni ilişkiler söz konusu olmuştur.

Son yıllarda ise -yaşanan iletişim ve mobilizasyon devriminin de büyük yardımıyla- ortaya
çıkan yeni dönemi ise öncekilerden ayırmak gerekir. Burada bir nitelik farkı söz konusudur.
Gözetim demokrasisi kavramı bu yeni dönemi ifade için kullanılmaktadır. Yani, yalnızca
seyirci olmakla ya da kimlerin yöneteceğini belirlemekle kalmayıp her an her konuda olan
bitenleri gözleyen, izleyen ve gerektiğinde sivil ve demokratik yollarla, zaman geçirmeksizin
müdahale edebilen insanların örgütlü ya da örgütsüz olarak aktif şekilde gücün kötüye
kullanılmasını engelleyici oldukları son merhale. Bu aynı zamanda ilk merhalenin bilince
çıkması ve ilk kez yapılabilir olmasıyla mümkün hale gelmiş özdür.

Demokrasi, gücün kötüye kullanılmasını engellemek için vardır ve bugüne kadar gelişini
sayısız halkın ve de insanın bu uğurda bedeller ödeyerek karşı çıkmasına borçludur.
Demokrasi bir karşı çıkma ve itiraz rejimidir. Bütün tarihi bize bunu söylemektedir. Diğer bir
deyişle, halkın gücüdür, gücün kötüye kullanılmasını engelleyerek demokrasiyi hep var eden
kaynak halkın karşı koyma ve itiraz etme gücüdür.

Demokrasinin eşitlik ve özgürlük gibi ana vaatleri bile bunun yanında hep ikincil olmuştur.
Gücün kötüye kullanılmasının halkın gücüyle engellenebilir olması demokrasinin üzerinde
var olabileceği yegâne kaynaktır. Hindistan’da hiçbir şekilde eşitlik söz konusu değildir
mesela, ama demokrasi için güçlü bir zemin olasılığı her zaman mevcuttur. İran, özgür bir
ülke değildir belki, ama -yakinen şahit olduğumuz gibi!- demokrasi için içten içe hep yaşayan
bir nüveye sahiptir. Hatta, buradan bakınca dünya üzerindeki en güçlü demokrasilerden biri
İran bile olabilir!

Gözetim demokrasisi, “şimdiye kadar gelmiş geçmiş en karmaşık ve canlı demokrasi


biçimidir.” (s.161) Sadece devletler ve onu yöneten iktidarlarla sınırlı olmayıp gücün olduğu
her alanda varlık bulur. Bindiğiniz minibüste, hizmet aldığınız bir devlet dairesinde ya da
satın aldığınız bir ürünün bozuk çıkması halinde hayat bulma olasılığı vardır. Hiçbir şey
yapmasanız ya da söylemeseniz bile gözetmekte ve izleyip not etmekte, her şeyi bir gün
mutlaka bir yerlerde kullanmak üzere kaydetmektesinizdir. Gözetmek zannedileninin çok
ötesinde aktif eylemdir ve gözetim demokrasisi herkesin eliyle, diliyle ya da kalbiyle karşı
çıkma gücünden beslenmektedir.

Gözetim demokrasisi için seçim, belirleyici bir final değil her şeyin yeni başladığı bir sınır
çizgisidir. “Demokrasi bu yeni şartlar altında seçimlerden çok daha fazlası demektir.
Devletlerin içinde ve dışında, bağımsız ve sivri dişli bekçi köpeği kuruluşları, iktidarın
manzarasını yeniden şekillendirmeye başlamıştır. Bu yeni gözetim kuleleri, şirketleri ve
seçilmiş hükümetleri, partileri ve politikacıları sürekli diken üstünde tutarak güçlerini kötüye
kullanıp kullanmadıklarını sorgular, hükümetleri ve işletmeleri gündemlerini değiştirmeye
zorlar, bazen de halkın karşısında onurlarını kırar.” (s.161)

Kısacası, “Demokrasi artık basitçe seçilmiş hükümetlerin gücünü kullanmanın ve


dizginlemenin bir yolu olmadığı gibi, artık bölgesel devletlerle kısıtlı da değildir.
Demokrasinin istatistiğin kötüye kullanılması olarak tanımlanıp bir sonraki solukta,
‘çoğunluğun kısıtsız iradesinin hakimiyeti’ olarak suçlandığı; ya da…‘halkın oyu uğruna
verilen rekabetçi bir mücadele aracılığıyla karar verme gücünü elde eden bireylerin politik
kararları alması için kurumsal düzenleme’ olarak tanımlandığı günler geride kalmıştır.”
(s.162)

Gözetim demokrasisi, seçime dayalı demokrasilere büyük bir meydan okumadır. İktidarların
dizginlenmesi ilk kez olarak aşağıdan yukarı yapılma olasılığı taşımakta ve sadece siyasal
alanla sınırlı kalmayıp sosyal alanın tamamında bunu yapabilme gücüne ulaşılmaktadır. Başka
bir ifadeyle, yerleşik olan düzen hem sosyal hem de siyasal açıdan büyük bir sarsıntı
içerisindedir ve gücün kullanım biçiminin bütünüyle yeniden tanımlanacağı yeni bir döneme
doğru hızla gidilmektedir. Bu, siyasetin en sivil, en kendiliğinden ve en aşağıdan yukarıya
halidir. “Gözetim demokrasisi çağının farklı tarafı, daha önce hiç olmadığı şekilde, organize
olan kamuoyunun sosyal hayatın tamamında keyfi güç kullanımını gözetlemesini ve
reddetmesini mümkün kılmasıdır.” (s.162)

Sivil toplumun zaman içerisinde getirilen bütün eleştirilere rağmen ayakta kalmasının nedeni
de budur. Dillerden düşürülmemesinin nedeni de: keyfi güç kullanımını engellemekteki işlevi
ve etkisi. Çünkü, “Demokrasinin gerçek nedeni, hiçbir insana diğerleri üzerinde kontrolsüz
güç teslim edilecek kadar güvenilememesidir.” (s.166)

Bir sivil toplum organizasyonunun amacı kanarya sevmek bile olsa yanı sıra kendi amacı
dışında görünmeyen gizli bir amacı daha vardır: gözetmek ve karşı çıkabilmek. Bu tür
yapılardaki insanlar doğal bir potansiyel olarak gücün kötüye kullanılmasına karşı çıkma
gücüne sahip olduklarını gösterirler çünkü böylesi bir organizasyonda yer almak aktif bir tavır
ve toplumsal konularda sorumluluk alma bilinci anlamı taşır.

“Demokrasilerde çareler tükenmez” sözü ilk başta yönetenler için ve onlar açısından
söylenmiş bir söz iken bugün tam aksine yönetilenler için ve onlar açısından söylenmelidir.
Halk artık çaresiz bir bekleyişe teslim olmak, seçimden seçime önüne getirilecek sandıkları
beklemek zorunda değildir. Her an her konuda söz söyleme ve dahası müdahil olabilme
gücüne sahiptir ve gözetim demokrasisi tam da her an her yerde yaşatılan en sivil demokrasi
biçimi olduğu için her türlü despotluğu geriye dönülmemek üzere bitirici bir olasılığı içinde
taşımaktadır.

O nedenledir ki, bugünkü hayata bakıldığında gücün kötüye kullanıldığı pek çok durum söz
konusu olabilmektedir ama ilk kez olarak bütün bu kötülüklerin hepsi gözetim altında
yapılmakta, kayda alınmakta ve Keane’in de söylediği gibi, bunu yapanların her an halkın
karşısında onurlarının kırılma olasılığı olduğu hiç olmadığı kadar bilinmektedir.

Kısacası, sadece kanarya severek bir yandan da iktidarları denetlemek mümkündür; bu iş


gözetim demokrasisinde işte bu kadar basit olabilir! Gözetim demokrasisi dönemi,
sandığımızdan daha güçlü şekilde gelmektedir!
Serbestiyet, 20.11.2022 https://serbestiyet.com/featured/gozetim-demokrasisi-110555/

Serbestiyet, 27.11.2022 https://serbestiyet.com/gunun-yazilari/demokrasi-neden-hep-var-


olacak-111246/

You might also like