Professional Documents
Culture Documents
Medeni Hukuk Temel Kavramlar (Oğuzman & Barlas)
Medeni Hukuk Temel Kavramlar (Oğuzman & Barlas)
I. “KAYNAK” KAVRAMI
“Kaynak” kelimesi bir anlamda, hukuk kurallarını meydana getiren güçler olan “yaratıcı
kaynaklar”ı ifade eder.
Diğer bir anlamda, hukuk kurallarının ortaya çıkıp yürürlüğe girerken büründüğü şekil olan
“yürürlük kaynakları”nı ifade eder. Yürürlük kaynakları aynı zamanda birer bilgi
kaynağıdır.
Üçüncü bir anlamda ise, hukuku tanımamızı ve bilmemizi sağlayan araçlar olan “bilgi
kaynakları”nı ifade eder.
II. MEDENİ HUKUKUN YÜRÜRLÜK KAYNAKLARINA GENEL BAKIŞ
Medeni Kanun m. 1
“Kanun sözüyle ve özüyle değindiği bütün konularda uygulanır.
Kanunda uygulanabilir bir hüküm yoksa, hakim, örf ve adet hukukuna göre, bu da yoksa
kendisi kanun koyucu olsaydı nasıl bir kural koyacak idiyse ona göre karar verir. (HAKİMİN
HUKUK YARATMASI)
Hakim karar verirken bilimsel görüşlerden ve yargı kararlarından yararlanır. ”
Bazı kanun hükümlerinin ahlaka da yollama yaptığı görülmektedir. Bu durumlarda ahlak
kurallarına, kanun koyucunun bir hükmün içinde isteyerek bıraktığı boşluğu doldurmak
üzere, yine kanun hükmü gereğince başvurulacaktır. Yani ancak bir kanun hükmüyle
öngörülebilirse ahlak kuralları kullanılabilir. Burada söz konusu olan ahlak da “genel
(sosyal) ahlak”tır.
Ahlaka yollama yapan hükümlerle, temeli ahlaka dayanan fakat yollama olmadan
doğrudan doğruya kanun hükmü haline gelmiş olan kurallar birbirine karıştırılmamalıdır.
1. Kanun Hükmünün Düz ve Zıt Anlam İtibariyle Kapsamı: Düz anlam, hükmün
doğrudan doğruya ifade ettiği anlamdır. Zıt anlam (mefhum-u muhalif) ise bu
ifadenin aksinden çıkan sonuca göre beliren anlamdır. Bir hükmün zıt anlamı tespit
edilirken ve uygulanırken dikkat edilmelidir, çıkarılan zıt anlam her zaman doğru
olmayabilir. Doğru olup olmadığı hükmün amacına bakılarak anlaşılır. Son olarak zıt
anlamın uygulanması başka hükümlerle sınırlandırılmış olabilir.
Zaman İtibariyle;
• Kanunlar yürürlüğe girdiği tarih ile yürürlükten kalktığı tarih arasındaki sürede
cereyan eden olaylara uygulanır. Bu ilkenin istisnaları tabi ki mevcuttur. Ama
yürürlükten kalkan bir kanunun, kendi yürürlük döneminde kazanılan haklara
ve durumlara uygulanmasına devam olunması bu sorundan tamamen
bağımsızdır. Çünkü yeni kanunun eskisi zamanında değil, eski kanunun yeni bir
kanun zamanında uygulanması söz konusudur. Bu ikisi birbiri ile
karıştırılmamalıdır. Kazanılmış hak ve statüler ile kurulmuş ilişkilerin yeni kanun
zamanında dahi eski kanun hükümlerine tabi olması, yeni kanunun kamu
düzenine ve genel ahlaka dayanan esasları ile çatışmamasına bağlıdır.
Yeni bir kanunun eski bir kanun zamanında cereyan etmiş olaya uygulanmasına
“kanunun geçmişe etkisi (makable şümulü)” denir. Yeni kanunların geçmişe
etki etmesi hukuk güvenliğine ters düşmektedir.
• Aynı anda yürürlükte bulunan iki ayrı kanunda, somut olaydaki uyuşmazlığa
ilişkin farklı çözümler öngören hükümler bulunuyorsa kanunlar arasında bir
çatışma vardır. Bu durumda iki temel ilke mevcuttur.
Fakat mesele her zaman bu iki ilke yardımıyla çözülecek kadar basit değildir.
1. Aynı konuya ilişkin farklı kanunlarda birbirine zıt iki ayrı düzenleme olmalı.
Birbirine yakın konuları düzenleyen ve birbirini tamamlayan kanunlarsa bu
ilkeler kullanılamaz.
2. Bir kanunun genel veya özel olması, o kanuna yapıştırılacak standart bir
yafta değildir. Ancak diğer bir kanunla yapılan karşılaştırma sonucu böyle bir
kanıya varılabilir. (Dernekler Kanunu, Medeni kanun karşısında özeldir;
Sendikalar Kanunu karşısında geneldir.)
3. Kanunların biri genel, diğeri özel ise: Genel kanun önce, özel kanun sonra
yürürlüğe girmiş ise özel kanun uygulanır. Özel kanun önce, genel kanun
sonra yürürlüğe girmiş ise bu duruma uygulanacak sabit bir ilke yoktur.
Hakimin yorumuna tabiidir.
Nitelik İtibariyle - Bazı kanun hükümleri ancak taraflar aksini kararlaştırmamışsa
(genellikle sözleşme ile kararlaştırma olur) uygulanır. Bu açıdan kanun hükümleri
“aksi kararlaştırılamayan (emredici hukuk kuralları)” ve “aksi kararlaştırılabilen
(yedek hukuk kuralları)” olmak üzere ikiye ayrılır. Yedek hukuk kuralları da
“tamamlayıcı” ve “yorumlayıcı” olmak üzere ayrılabilir.
1. Emredici: Aksinin kararlaştırılmasına izin vermeyen kurallardır. İlişkiye bu
kuralların uygulanmayacağına dair yapılan sözleşmeler hüküm ifade etmez.
Bazen bizzat madde metninde hükmün emredici olduğu açıklanır. Bazen ise
lafzından anlaşılmaz. Emredici olup olmadığı, hükmün lafzının ruhu ile kontrol
edilmesi ve özellikle amacının da hesaba katılmasıyla ortaya çıkarılır. Amaçları
gereği “kamu düzenine ilişkin hükümler”, “genel ahlaka ilişkin hükümler”,
“kişinin kişiliğini koruyan hükümler” ve “zayıf olanı koruyan hükümler”
emredici hukuk kuralı sayılmaktadır.
2. Yedek: Taraflar arasında aksi kararlaştırılmadıkça uygulanabilen kurallardır.
Bazıları sözleşmede düzenlenmeyen bir boşluğu doldurur, bunlara
“tamamlayıcı hukuk kuralı” denir. Bazıları ise sözleşmede kullanılan ve ne
anlama geldiği açıklanmayan bir hususu yorumlar, bunlara da “yorumlayıcı
hukuk kuralı” denir.
Yer, zaman ve nitelik itibariyle uygulanabilir olduğu tespit edilen kanun hükmünün düz
veya zıt anlam itibariyle kapsamına giren bir olaya doğrudan doğruya uygulanması
mantık kuralları uyarınca olur.
Düz veya zıt anlam itibariyle bir kanun hükmü uygulanırken hüküm doğrudan doğruya
olayı kapsamaktadır. Halbuki öncelik (evleviyet) veya kıyas (örnekseme) yolu ile bir
hükümden yararlanmada, yararlanılan hüküm uygulanacağı olayı değil, yakın veya
benzer bir başka durumu düzenlemektedir. Hakimin önündeki olayı doğrudan doğruya
kapsamamaktadır.
Bir kanun hükmünün bir olaya uygulanabilmesi için gerekli unsurları içinde
bulundurmayıp, hakime bir araştırma ve değerlendirme ile hükmün unsurlarını
tamamlama görevi bıraktığı bütün hallerde bir hüküm içi boşluk söz konusudur. Bu
hükmün mahalli örfe veya genel ahlaka yollama yaptığı hallerde de durum böyledir.
Hakim bu hükmü uygulayabilmek için mahalli örfü veya genel ahlak kurallarını
araştırarak kanun hükmünü tamamlayacak ve ondan sonra uygulayacaktır.
Aynı şekilde hakim, kendisine takdir yetkisi veren hükümleri uygularken de bu yetkisini
kullanarak hüküm içi boşluğu doldurmak zorundadır.
Medeni Kanun m. 4:
“Kanunun takdir yetkisi tanıdığı veya durumun gereklerini ya da haklı sebepleri göz
önünde tutmayı emrettiği konularda hakim, hukuka ve hakkaniyete göre karar verir.”
Hakimin takdir yetkisini kullanacağı haller ile hukuk yaratacağı haller de birbiriyle
karıştırılmamalıdır. Takdir yetkisini kullanacağı hallerde kanunda bir hüküm
vardır fakat bu hükmün içinde boşluk bulunmaktadır. Hukuk yaratması gereken
hallerde ise, esasen kanunda uygulanabilir hiçbir hüküm bulunmamaktadır.
Hakime takdir yetkisi veren hükümler doktrinde iki gruba ayrılmıştır. Hükmün
uygulanması için gereken şartların gerçekleşmiş olup olmadığını takdir konusunda
hakimin yetkili olduğu hükümler bir grupta; hükmün uygulanmasıyla varılacak sonucu
saptamada hakime takdir yetkisi veren hükümler diğer bir grupta yer alır. Bazı olaylarda
hakim, aynı anda hem şartlarda takdir yetkisi veren bir hükmü, hem de sonucu tayinde
takdir yetkisi veren bir hükmü uygulayarak her iki yönde de takdir yetkisini kullanma
durumunda olabilir.
Hakim takdir yetkisini, olayın özelliklerini göz önünde tutarak, kanunun ilgili hükmünün
çizdiği sınır içinde adil bir sonuca varacak şekilde kullanacaktır. Yani bu yetkiyi
kullanırken hakim tamamen serbest değildir, keyfi davranamaz. Hakim hakkaniyete
göre takdirde bulunurken somut olayın tüm özelliklerini nazara almak ve bunların
hangisini, ne yönde değerlendirdiğini kararında gerekçeli biçimde belirtmek
zorundadır. Dayandığı noktaların hükmü neden hukuka ve hakkaniyete uygun kıldığını
da kararın gerekçesinde göstermelidir. Takdir yetkisinin varlığı, hakimi hiçbir şekilde
“gerekçe gösterme” zorunluluğundan kurtarmaz.
Kanun boşluğu ile hüküm içi boşluk aynı şey değildir. Hüküm içi boşluk halinde
kanunda bir hüküm vardır, fakat uygulanabilmesi hüküm dışı unsurlarla
tamamlanmasına bağlıdır. Kanun boşluğunda ise, kanunda uygulanabilir bir hüküm
yoktur. Bu durumda örf ve adet hukukuna başvurulması ve gerektiğinde hakimin yeni
kural koyması (hukuk yaratması) gereklidir.
Buna karşılık kanunda, somut olayda çözümlenmesi gereken soruna ilişkin bir
hüküm bulunmasına rağmen, bu hükmün lafzı ile ruhunun bağdaşmaması veya
mevcut hükmün aynı değerde başka bir hükümle çatıştığı ya da hükmün lafzı ve
ruhu itibariyle tespit edilen anlamda uygulanmasının dürüstlük kuralına aykırı
olduğu hallerde de uygulanabilir bir hükmün bulunmadığı sonucuna varılır. Bu
hallerde “örtülü (gizli) kanun boşluğu” söz konusudur.
Bir örtülü boşluk söz konusu olmadığı halde, hükümde öngörülen çözüm tatminkar
sayılmıyor, beğenilmiyor ve ihtiyaçlara uygun görülmüyorsa ortada yine bir kanun
boşluğu vardır. Bu boşluk “gerçek olmayan boşluk”tur. Gerçek olmayan boşluk bir
kanun boşluğunu değil, bir kanun sakatlığını veya yetersizliğini ifade etmektedir.
Çünkü ortada uygulanabilecek bir kanun vardır ama beğenilmemektedir.
Toplumda mevcut örf ve adet hukuku kurallarının neler olduğunu belirli bir kaynağa bakarak
önceden tespit edebilme imkanı yoktur. Bu hususta, somut bir sorunla karşılaşan hakim, belirli
bir davranış biçimi açısından bir örf ve adet hukuku kuralının aşağıdaki varlık şartlarının
gerçekleştiğine kanaat getirirse, böyle bir kuralın varlığına hükmedecek ve bir hukuk kaynağı
olarak kullanacaktır. Bu konuda hakim, uzman bilirkişilerden ve – özellikle ticari alandaki örf
ve adet kuralları açısından – meslek kuruluşlarından görüş alabilir.
II. BİR ÖRF VE ADET HUKUKU KURALININ DOĞUMU İÇİN GEREKLİ ŞARTLAR
1) Sürekli Uygulama: Bir olay karşısında ilgililerin davranış tarzının, aynı tip olaylarda
sürekli olarak tekrarlanmasıdır. Maddi unsur olarak da bilinmektedir.
2) Doğan Bu Geleneğe Uymanın Zorunlu Olduğu Kanısının Yerleşmesi: Bir geleneğin
alelade örf ve adet olmaktan çıkıp örf ve adet hukuku kuralı haline gelmesi için,
toplumda bu geleneğe uyulmasının zorunlu olduğu kanısının yerleşmiş olması gerekir.
Manevi unsur olarak bilinmektedir.
• Esas rolü, ikinci derecede bir hukuk kaynağı olarak kanun boşluğunu doldurmaktır. Buna
“tamamlayıcı rolü” denilebilir.
• Kanunun örfe ve adete yollama yaptığı hallerde, bu konulardaki hüküm içi boşluğu
doldurmaya yarar. Bu gibi hallerde boşluğun doldurulması için alelade bir geleneğin
(teamülün) varlığı yeterdir, bu geleneğin bir örf ve adet hukuk kuralı niteliğini kazanmış
olması zorunlu değildir.
• Bazı kanunların yorumlanmasında yardımcı rol oynayabilir.
• Yasama organını bir kanun hükmünü değiştirmeye veya yeni bir kanun hükmünü kabule
zorlayabilir.
Buna göre hakim, kanun boşluğunu doldurmak için dava konusu olan olayla aynı tipteki
olaylara uygulanabilecek genel ve soyut nitelikli bir kural koymak zorundadır. Hakimin sadece
önündeki olayın özelliklerini düşünerek kabul edeceği, o somut duruma özgü bir kural bu ilkeye
uymaz.
Hakim, tarafların karşılıklı menfaatlerini tespit edecek, bunları adalet duygusu içinde tartarak
hayat ihtiyaçlarını karşılamaya elverişli ve aynı zamanda mevcut hukuk düzeniyle ve hukuk
güvenliğiyle bağdaşacak bir kural bulacaktır. Buna karşılık hakim, hukuk yaratma faaliyeti
sırasında, gerçekte mevcut olmayan olguları varsaymak, sadece somut olaya özgü bir çözüm
getirmek veya basit yorum yöntemlerine başvurmak gibi olumsuz yaklaşımlardan da
kaçınmalıdır.
Keza hakim, aslında hukuk kaynağı olmayan normlara veya yalnızca bazı doktrin görüşlerine
veya yargı kararlarına doğrudan dayanarak kural koymaktan da sakınmalıdır. Bu normlara
hukuk yaratma faaliyeti sırasında sadece bir “araç” olarak başvurulabilir.
Ancak, Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararları, benzer olaylarda bütün mahkemeleri bağlayıcı
bir güce sahip olduğu için, bu kararlar kanun boşluğunu doldurucu nitelikte ise bütün
mahkemeleri bağlar.
ESER TİPLERİ
a) Sistematik Eserler: Hukuk kurallarını ve müesseselerini bir bütün halinde ele alıp
sistematik bir plan uyarınca inceleyen eserlerdir. Özellikle öğretim alanında
yararlıdırlar.
b) Şerhler: Kanun maddelerini kanundaki sıra uyarınca birer birer ele alıp maddedeki fikir
silsilesini takip ederek inceleyen ve yorumlayan eserlerdir. Hukuk uygulamacılarına
yararlıdır. Türkiye’de gerçek anlamına uygun bir şerh henüz bulunmamaktadır.
c) Monografiler: Belirli bir konuyu derinlemesine ve çeşitli yönleriyle inceleyen
eserlerdir.
d) Makaleler: Belirli bir konuyu inceleyen ve dergilerde veya belirli kişi veya olay anısına
çıkarılan armağan kitaplarında yayınlanan yazılardır. Konuyu daha dar bir açıdan fakat
çok daha detaylı ele alır.
e) Eser veya İçtihat Tahlilleri: Bir eserin veya mahkeme kararının özelliklerini belirtmek
ve eleştirmek üzere yayınlanan yazılardır.
f) Notlu Kanunlar: Kanun metnini ihtiva eden, fakat kanun metni altında o maddeye
ilişkin bazı önemli noktalarda küçük açıklamalara yer veren eserlerdir.
g) Diğer Eserler
DOKTRİNİN ROLÜ
Yürürlükteki hukukun anlaşılmasını kolaylaştırır, hukukun gelişmesine ve gelecekteki hukukun
oluşmasına katkı sağlar. Ayrıca hakimin kararlarında da yardımcı olur.
A. ANLAMI
Yargısal içtihatlar, yargı organı durumundaki mahkemeler tarafından verilen kararlardan
çıkan prensiplerdir. Bu kararlar içinde üst mahkeme kararları daha fazla önem taşır.
Yargıtay’ın içtihadı birleştirme kararları ise hakimleri bağlayıcı rol oynar.
Kişinin para ile ölçülebilen haklarıdır. Aktif ve Kişinin para ile ölçülemeyen, manevi değer
pasif olmak üzere iki kısımdan oluşur. Kişinin taşıyan ve başkalarına devredilemeyen
para ile ifade edilebilen bütün hakları aktif haklarıdır. Bu haklar kişiye sıkı sıkıya bağlı
kısmı, borçları ise pasif kısmı oluşturur. Mal olduğundan ölümle sona erer, mirasçılara
varlığı haklarını, mal varlığının bu aktif kısmı geçmez, başkasına devredilemez, hukuka ve
oluşturur. Kural olarak başkalarına ahlaka aykırı olarak sınırlandırılamaz,
devredilebilir ve mirasçılara geçebilir. haczedilemez ve kişi bu haklarından
vazgeçemez.
Mal varlığı hakları 4’e ayrılır.
Kişinin Kendi Şahsı Üzerindeki Hakkı: Kişinin
1. Alacak Hakları vücut tamlığı, onur ve haysiyeti, bilimsel ve
2. Ayni Haklar mesleki kimliği, sırları, adı ve resmi gibi manevi
3. Fikri Haklar varlıkları üzerindeki hakları bu kategoriye girer.
4. Maddi Değeri Olan Yenilik Doğuran
Kişinin Başkasının Şahsı Üzerindeki Hakkı:
Haklar
Velayet ve vesayet bu kategoriye girer.
ALACAK HAKLARI: Alacaklıdan borçluya bir edimi yerine getirmesini; yani bir şey yapmasını,
vermesini veya yapmamasını isteme yetkisi sağlayan haklardır. Sadece alacaklı ile borçlu
arasındaki bir hukuki bağa dayanır. Bu bağa “borç ilişkisi” denir.
Alacak hakkının doğumunu sağlayan kaynakların başında sözleşmeler gelir. Haksız fiil, sebepsiz
zenginleşme, vekaletsiz iş görme, sözleşme görüşmelerinde kusurlu davranma (culpa in
contrahendo) ve özel bir kanun hükmü de bir kişinin alacak hakkına sahip olmasını sağlayabilir.
AYNİ HAKLAR: Bir kimseye bir mal üzerinde doğrudan doğruya hakimiyet sağlayan ve bu
nedenle de herkese karşı ileri sürülebilen haklardır. Bir mal üzerinde ayni hakkın
kazanılabilmesi için kural olarak taşınırlarda zilyedliğin elde edilmesi, taşınmazlarda ise hakkın
tapuya tescili gerekir. Mallar (eşya) üzerindeki haklardır. Hukuki anlamda eşya, üzerinde
bireysel hakimiyet kurmaya elverişli olan ve ekonomik bir değer taşıyan, cismani (somut)
değerlerdir. Kanunda öngörülen modeller dışında bir ayni hak tipi taraf iradeleriyle
yaratılamaz.
a) Mülkiyet Hakkı – En geniş ayni hak, mülkiyet hakkıdır. Mülkiyet hakkı, sahibine hakkın
konusu olan şeyi kullanma (usus), semerelerinden yararlanma (fructus) ve tüketme
(abusus) yetkilerini sağlar. Hak sahibinin adedi bakımından mülkiyet hakkı “tek şahıs
mülkiyeti” ve “birlikte mülkiyet” ayrımını tabi tutulur. “Birlikte mülkiyet” de kendi
içinde ikiye ayrılır: Paylı mülkiyet ve elbirliği mülkiyeti. Birden fazla kişinin bir eşya
üzerindeki mülkiyet hakkına hisseler halinde sahip olması “paylı mülkiyet”, ortaklık
ilişkisi içinde sahip olması “elbirliği mülkiyeti”dir. Diğer bir ayrım olan “toplum
mülkiyeti” ve “özel mülkiyet” ayrımında ise malların topluma ait olmasını “toplum
mülkiyeti”, bireylere ait olmasını “özel mülkiyet” ifade eder. Tek şahıs mülkiyeti ve
birlikte mülkiyet, özel mülkiyetin çeşitleridir.
b) Sınırlı Ayni Hak – Bir ayni hakkın eşya üzerinde sağladığı yetkinin sınırlı olmasıdır.
Sahibine mülkiyette bulunan yetkilerden birini veya ikisini sağlar.
• Rehin Hakkı: Hak sahibinin bir alacağını teminat altına alan; borçlunun borcunu
yerine getirmediği ve alacaklının alacağını elde edemediği hallerde, alacaklıya
malı cebri icra yoluyla sattırma ve alacağını, rehin konusu malın satışından elde
edilecek paradan karşılama yetkisini sağlayan haklardır. Alacak hakkı sona erince
rehin hakkı da sona erer. Alacak bir başkasına temlik edildiğinde rehin hakkı da
kendiliğinden yeni alacaklıya geçer. Bunun sebebi “fer’i hak (alacağa bağlı hak)”
niteliği taşımasıdır. “Taşınır rehni” ve “taşınmaz rehni” diye ikiye ayrılır.
• Taşınmaz Yükü: Bir taşınmaz malikinin, mülkü dolayısıyla o taşınmaz karşılık teşkil
etmek üzere bir başka kişiye bir şeyi verme veya bir şey yapma zorunluluğu altına
girmesidir.
• İrtifak Hakkı: Malın malikine, mülkiyete ait bazı hakları kullanmama veya bu
yetkiyi sınırlı ayni hak sahibinin kullanmasına müsaade etme külfeti yükleyen ve
böylece hak sahibine malı kullanma ve ondan yararlanma yetkisi sağlayan ayni
haklardır. Hak sahibinin maldan yararlanmasını sağlıyorsa olumlu, malikin
yetkilerini kısıtlıyorsa olumsuz irtifaktır. Ayrıca başkasına devredilemeyen, hak
sahibi ölünce sona eren ve mirasçılara geçmeyen irtifaklara “şahsi irtifak”; bir
taşınmaz üzerine verilen ve taşınmaz maliki kim olursa olsun o kişi lehine tesis
edilen irtifaklara da “arzi irtifak (ayni irtifak)” denir.
İrtifak haklarının sağladıkları yetkiye göre çeşitleri vardır. “İntifa Hakkı”, bir malı
kullanma ve semerelerinden yararlanma hakkı sağlar. İntifa hakkı ile yüklü
mülkiyete “çıplak mülkiyet” denir. “Sükna Hakkı (Oturma Hakkı)”, bir evde veya
evin bir kısmında oturma yetkisi veren irtifak hakkıdır. Başkasına devredilemez ve
sadece konutlarda söz konusudur. Sükna hakkı, tapuda resmi şekilde tesis edilir.
“Üst Hakkı”, hak sahibine başka bir kişinin mülkiyetinde olan arazinin altında ve
üstünde bir yapı inşa edip, hakkın devamı süresince bu yapı üzerinde hak sahibi
olma veya arazide zaten mevcut olan yapıyı muhafaza etme yetkisi sağlayan
irtifak hakkıdır. Bu hak başkasına devredilebilir, tüm taşınmazlarda mümkündür.
“Kaynak Hakkı”, başkasının arazisindeki bir kaynaktan yararlanma yetkisi sağlayan
irtifak hakkıdır. Başkasına ait bir taşınmazdan geçme yetkisi sağlayan “geçit
irtifakı” gibi başkaca irtifaklar ise özel olarak belirtilmeyerek “diğer irtifaklar”
başlığı altında toplanmıştır.
FİKRİ HAKLAR: Kişilerin zeka, düşünce ve yaratıcılıklarını kullanarak yarattıkları fikir ürünleri
üzerindeki haklarına fikri haklar denir. Kitaplar, tablolar, heykeller, bilgisayar programları,
ticaret unvanları, markalar, yeni bir ilaç, yeni bir teknoloji gibi şeyler fikri hakları olan
eserlerdir. Eser sahibinin eseri üzerindeki fikri hakkının bir mali yönü, bir de kişiliği ilgilendiren
manevi yönü vardır.
MADDİ DEĞERİ OLAN YENİLİK DOĞURAN HAKLAR: Bunlar bir hak sahibine, tek taraflı irade
beyanında bulunarak, yeni bir hukuki ilişki kurmak, mevcut bir hukuki ilişkiyi değiştirmek yahut
sona erdirmek yetkisini verirler. Örnek verecek olursak alım hakkı para ile ölçülebilen bir
değere sahip olduğu için malvarlığı hakları arasında yer aldığı halde; boşanma davası açma
hakkı bu nitelikte olmayıp şahıs varlığı haklarındandır. Bu nedenle bütün yenilik doğuran
hakların değil, sadece maddi değeri bulunan yenilik doğuran hakların malvarlığı hakları
kategorisine dahil olduğunu vurgulamakta fayda vardır.
Kurucu YDH: Bir hakkın kullanılması yeni bir Yenilik doğurmayan haklar, kullanılmakla yeni
hukuksal ilişkinin doğmasına yol açmakta ise bir hukuksal durum yaratmazlar. Bunlara
buna kurucu yenilik doğuran hak denir. Alım, hâkimiyet içeren haklar da denir. Velayet,
önalım, gerialım hakları gibi. vesayet hakkı.
Şahsen Kullanılması Zorunlu Olan Haklar Şahsen Kullanılması Zorunlu Olmayan Haklar
Bu haklar kural olarak kişiye sıkı sıkıya bağlı Özel hakları oluşturan hakların büyük bir
haklardır ve devri mümkün olmayan hakları çoğunluğunu devredilebilen haklar oluşturur.
kapsar. Bu hakların KURAL OLARAK hak sahibi Bu haklar başkalarına devredilebildiği gibi miras
tarafından kullanılması gerekir, bir temsilci yoluyla da geçerler ve bu haklar temsilciler
aracılığıyla kullanılamazlar. Fakat hak sahibi aracılığıyla kullanılabilir.
hakkını kullanmaya bizzat karar verdikten
sonra, hakkın kullanılması için gerekli işlemleri
yapmak üzere bir temsilciyi yetkili kılabilir.
Kanuni temsilci, velayet veya vesayet altındaki
kişinin bu hakkını temsil yoluyla kullanamaz.
Ancak velayet veya vesayet altındaki kişi ayırt
etme gücüne sahip değilse, bu durumdaki
küçük veya kısıtlının bu hakkını kullanma yetkisi
istisnaen kanuni temsilciye tanınır. Ayrıca bu
haklar icra takibine de konu olmazlar.
Hak sahibinin doğrudan doğruya sahip olduğu Eşyaya Bağlı: Bir kimsenin bir mala malik olması
haklardır, şahsına tanınmıştır. Devredilemez, sebebiyle sahip olduğu haklardır.
miras bırakılamaz. Bir kişinin kişilik hakkı,
mülkiyet hakkı, alacak hakkı, iştira hakkı, fikri Alacağa Bağlı: Bir kimsenin bir alacak hakkına
(fer’i hak) sahip olduğu için elinde
hakkı vb.
bulundurduğu diğer haklardır.
Kesin Hükümsüzlük (Butlan): Bir hukuki işlemin kurucu unsurları tamam olmakla
birlikte, geçerlilik şartlarından biri eksik ise, o işlemle kurulan ilişki ya ölü ya da
sakat olarak doğar. Bu, o hukuki ilişkinin kesin hükümsüzlüğü demektir. Nisbi
butlan tarzında ifade edilen “iptal edilebilirlik” hallerinden ayırmak için buna
“mutlak butlan” da denilmektedir. Genel ahlak kurallarına aykırılık söz konusu
ise işlem kesin hükümsüzdür. Yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden
sakatlık durumları da kesin hükümsüzlük doğurur.
Bir sözleşmede hata, hile veya korkutma sebebiyle bir sakatlık var ise düzelebilir
bir hükümsüzlük söz konusudur. Bu durumda iptal hakkı, hata veya hilenin
anlaşılmasından ya da korkutmanın kalkmasından itibaren 1 yıl içinde
kullanılmalıdır.
HUKUKİ
İŞLEM Noksanlık: Bir hukuki işlemin kurucu unsurları ve geçerlilik şartları tamam
olmakla beraber, hükümlerini doğurması için gerekli tamamlayıcı unsurlar eksik
ise söz konusu olur. Bu durumda işlem askıdadır. Ya tamamlayıcı unsur
gerçekleşecek ve işlem hüküm ifade edecektir, ya da bu unsurun
gerçekleşmeyeceği kesin olarak belli olacak ve işlem tamamen
hükümsüzleşecektir.
Nisbi Etkisizlik: Bir tasarruf işlemi ile meydana gelen değişikliğin bazı sebeplerle,
bazı kimselere karşı ileri sürülememesi, başka bir deyişle, değişikliğin onlara karşı
etkili olmaması halinde söz edilir. Örneğin, bir alacak devredilince, bu devir
borçluya bildirilmemişse, bu devir tamamen geçerli bir işlem olmasına rağmen,
devirden haberi olmayan iyiniyetli borçluya etki etmez.
İYİNİYETİN İSPATI
Bir kimsenin bir engeli bilmediğini ispat etmesi çok güç, hatta imkansızdır.
İyiniyetin koruyucu etkisinden yararlanacak kişi iyi niyetli olduğunu ispat etmek zorunda
değildir. Onun iyiniyetli olmadığını ispat etmek, o kişinin iyi niyetli olmadığı ispat ettiği takdirde
yarar elde edecek kişiye düşer.
İspatla yükümlü kimse, korunan kişinin söz konusu engeli bildiğini, mesela bu engelin o kişiye
haber verildiğini ispat ederse, iyiniyetin koruyucu etkisi artık uygulama alanı bulamaz. Başka
bir deyişle iyiniyet karinesi çürütülmüş olur.
Fakat karşı taraf tarafından bu durumun ispatı zordur. Bu bakımdan uygulamada böyle bir
durumla nadiren karşılaşılır. Bu yüzdendir ki başvurulan yol genellikle karşı tarafın, iyi niyetli
olduğunu iddia eden kişinin söz konusu engeli bilmesi gerektiğinin ispat edilmesidir. Eğer bu
husus ispat edilirse, hukuki işlem konusunda gereken özeni göstermeyen kimse iyiniyetli
sayılamayacaktır.
Bazen kanunda, gösterilecek özenin konusu ve kapsamının ne olduğu açıkça belirtilir. Bazen
ise kanun, hile veya ağır kusurun varlığının ispatını aramıştır. Özel bir hüküm bulunmayan
hallerde de özenin gösterilip gösterilmediğine dair ileri sürülen delillere göre hakim takdir
edecektir.
Dava dosyasında kişinin iyiniyetli olmadığı anlaşılıyorsa, karşı taraf ileri sürmese dahi hakim
re’sen bu durumu nazara alacaktır.
Esaslı unsur, ya sözleşme tipi için varlığı zorunlu olan esaslı noktalardır ya da ikinci
dereceden bir nokta olmasına rağmen taraflardan biri tarafından önem verildiği için
müzakere masasına getirilen husustur. Taraflar ikinci dereceden bir noktayı hiç
müzakere etmemiş veya müzakere edip karara varamamış fakat ileride halledilmesi
konusunda mutabık olmuş ise ortaya “sözleşme boşluğu” çıkar. Bu durumda hakim
“tamamlayıcı hukuk kuralı”na bakar. Böyle bir kural yoksa tarafların ortak farazi
iradesini araştıracak; “taraflar mutabık olsaydı, dürüst ve makul olarak nasıl bir
düzenleme yapardı?” sorusunun cevabına göre sadece o sözleşme için geçerli olacak
bir kural yaratarak boşluğu dolduracaktır.
D. BORÇLARIN DOĞUMUNDA
1. Sözleşme Yapma Zorunluluğu: Kural olarak bir kimse, başka bir kimse ile bir sözleşmeyi
yapıp yapmama konusunda özgürdür. Ancak bu özgürlüğün bir ön sözleşmeden doğan
bazı sınırlamaları mevcuttur ki, artık bu hallerde sözleşme yapma zorunluluğundan
bahsedilir. Bu zorunluluk öncelikle kamu idareleri veya bunlara bağlı kuruluşlar
açısından söz konusudur. Bu kuruluşlar, şartlarına uygun şekilde kendilerine başvuran
herkesle sözleşme yapmakla yükümlüdür. Özel hukuk bakımından sözleşme yapma
zorunluluğu ise, ya yasal düzenlemeye ya da böyle bir hüküm bulunmaya hallerde
dürüstlük kuralına dayanır. Dürüstlük kuralının sözleşmeyi zorunlu kıldığı bu hallerde
sözleşme yapmaktan kaçınmak, hakkın kötüye kullanımıdır.
2. Yan Borçlar: Bir borç ilişkisinde taraflar veya kanun, çoğu kez sadece asli borçları
düzenler. Halbuki bir borç ilişkisi bir kısım yan borçların doğmasına da yol açar. Bu yan
borçlar bazen kanun tarafından belirtilir; çoğu zaman ise sözleşme ile tespit edilir.
Fakat kanunun veya sözleşmenin yorumundan bir yan borcun varlığı sonucuna
varılamasa bile, böyle bir yan borç dürüstlük kuralından çıkarılabilir.
Yan borçların bir kısmı koruma amacı güder. Bazı hallerde de açıklamada bulunma ve
bilgilendirme yükümü tarzında ortaya çıkar. Aslında sözleşme kurmaya yönelen her bir
taraf, kendisi bilgi edinme görevi altındadır. Buna karşılık, dürüstlük kuralı karşısında
gerekli kılıyorsa, aydınlatma yükümlülüğü söz konusu olabilir.
Bir hukuki işlemle ilgili belgeleri sağlama yükümü de dürüstlük kuralına dayanan bir yan
borç olabilir. Keza, bazı şartlar altında iş birliğinde bulunma yükümü de dürüstlük kuralı
icabı yerine getirilmesi gereken bir yan borçtur.
Bağımlı yan borç, asli borcun ifasına yardım eden ve asli borçtan ayrı dava edilemeyen
borçlardır.
Bağımsız yan borç ise, asli borcun amacına ulaşmasına yardım eden ve asli borçtan ayrı
olarak dava edilebilen borçlardır.
Ortaya çıkacak adaletsiz sonuçları önlemek adına çeşitli çözümler ortaya atılmıştı.
Meselenin çözümü için dayanak olabilecek genel prensip dürüstlük kuralıydı. Buna
göre sözleşmenin kurulmasından sonra ortaya çıkan beklenmedik sebepler yüzünden
edimler dengesinin aşırı ölçüde bozulmasına rağmen, borcun hala mevcut sözleşme
şartlarına göre ifası talep ediliyorsa ve bu talep dürüstlük kuralına aykırıysa, borçlu,
mahkemeye başvurarak işlem temelinin çöktüğünü ileri sürebilir ve akdin ya yeni
şartlara göre ayarlanmasını ya da sona erdirilmesini isteyebilirdi. Hakim de durumun
özelliğini göz önünde tutarak bu iki karardan birini verebilirdi. Fakat böyle bir kararı
verebilmesi için bugün için de geçerli olan şu şartlar aranmaktaydı.
- Sözleşmenin kurulmasından sonra, sözleşme yapılırken öngörülemeyen,
objektif nitelikli ve olağanüstü bir sebep ortaya çıkmalıdır.
- Bu sebep yüzünden borç ilişkisinde tarafların yüklendikleri edimler arasındaki
denge aşırı ölçüde bozulmalıdır.
- Bu durumun oluşmasında hakimin müdahalesini talep eden tarafın kusuru
bulunmamalı ve sorumluluğunu gerektiren özel bir sebep mevcut
olmamalıdır.
- Bu yeni duruma rağmen, borcunu hala sözleşme şartlarına uygun biçimde ifa
etmesi dürüstlük kuralı karşısında borçludan beklenmemelidir.
- Sözleşmede veya kanunda bu konuya ilişkin özel bir hüküm bulunmamalıdır.
- Edimler henüz ifa edilmemiş olmalıdır.
BK m.138
“Sözleşmenin yapıldığı sırada taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de
beklenmeyen olağanüstü bir durum, borçludan kaynaklanmayan bir sebeple ortaya
çıkar ve sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesini
dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirir ve borçlu da
borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını
saklı tutarak ifa etmiş olursa borçlu, hâkimden sözleşmenin yeni koşullara
uyarlanmasını isteme, bu mümkün olmadığı takdirde sözleşmeden dönme hakkına
sahiptir. Sürekli edimli sözleşmelerde borçlu, kural olarak dönme hakkının yerine fesih
hakkını kullanır.
II. DAVA
Burada sözü geçen dava, talebin yargı organı aracılığıyla kullanılmasıdır. Normal tanımıyla ise
dava, bir uyuşmazlığın halledilmesi ya da önlenmesi veya bir kişiye karşı bir hukuki etkinin
sağlanması için mahkemeye başvurulmasıdır. Dava, bir Usul Hukuku işlemidir.
A. DAVA ÇEŞİTLERİ
Davayı açan: Davacı.
Aleyhine Dava Açılan: Davalı.
Çekişmeli Yargı: Davalı ve davacı var. Dava sözünü sadece çekişmeli yargı için kullanmak
doğrudur.
Çekişmesiz Yargı: Sadece davacı var.
1. Eda Davaları: Davacı, davalının bir şey yapmaya, vermeye veya yapmaktan kaçınmaya
mahkum edilmesini ister. En çeşitli davadır. Eda davası, bir zararın tazminini ele alıyorsa
“tazminat davası” adını taşır. Yargılama sonunda hakim, davacıyı haklı bulursa davalıyı
edaya mahkum eden bir karar verir. Cebren icrası mümkündür. Eda ilamı adı verilen bu
karar iki hususu içerir.
- Davanın dayandığı hakkın veya ilişkinin varlığının tespiti.
- İstenilen edanın yerine getirilmesi konusunda davalıya yöneltilmiş bir emir.
2. Tespit Davaları: Hukuki ilişkinin varlığının tespiti isteniyorsa “olumlu tespit davası”,
yokluğunun tespiti isteniyorsa “olumsuz (menfi) tespit davası” söz konusudur. Hukuki
bir yarar söz konusu değilse hakim davayı reddeder. Maddi vakıalar için tespit davası
açılamaz. Cebren icrası yoktur.
• İtiraz: Bir hakkın doğumuna engel olan veya hakkı sona erdiren olguların ileri
sürülmesidir. Davalı, itiraz teşkil eden hususu ileri sürmese dahi dava dosyasında bu
durum belli oluyorsa hakim bunu re’sen nazara alacaktır.
• Defi: Davalının borçlu bulunduğu edimi özel bir sebebe dayandırarak yerine
getirmekten kaçınmasına imkan sağlayan savunma yoludur. Borçlu, yargılama
sırasından defi ileri sürerse dava reddedilir. Davalı defi ileri sürmezse hakim bunu
re’sen nazara almaz. Bazı defiler (zamanaşımı defi) borçluya sürekli olarak borçtan
kaçınma hakkı verir, bunlar kesin defidir. Bazı defiler ise (ödemezlik defi, peşin dava
defi) borçtan geçici bir süre kaçınmayı sağlar, bunlara da geciktirici defi denir.
Özel Esaslar
1. Hakim önünde ikrar edilen olguların ispatı gerekmez. İkrar, bir tarafın, kendi aleyhine
olan ve karşı tarafça ileri sürülmüş bulunan bir olayın doğruluğunu beyan etmesidir.
Fakat, tarafların anlaşmasının sonuç sağlamaya yetmediği konularda ikrar tek başına
yeterli olmaz. Ayrıca hakimin, ikrar konusu olan olayın gerçekliğine kanaat getirmesi de
aranır. Mahkeme dışında ikrar da, delillerle ispatı mümkün olursa delil olarak ileri
sürülebilir. Karşı tarafın ileri sürdüğü bir vakıanın doğru olduğunun, herhangi bir şart
veya ek beyan ileri sürülmeksizin kabul edilmesi “basit ikrar”dır. Belirli bir şart ve
çekinceyle yapılan ikrarlar “vasıflı ikrar”dır. (Örneğin A, B’ye 1000 tl verdi ve
sonrasında bu edimin iadesi için dava açtı. B ise kendisine 1000 tl verildiğini ama
ödünç niyetiyle değil, bağışlama niyetiyle verildiğini savunmuştur. B’nin açıklaması
vasıflı ikrardır. Keza B, 1000 tl’yi ödünç olarak aldığını ama iade ettiğini ileri sürseydi
bu da bileşik ikrar olacaktır).
2. Hayatın olağan akışına uyan olguların ispatı gerekmez. Tam tersine, böyle bir olgunun
olayda söz konusu olmadığını ispat yükü, bu tarz bir iddiada bulunan tarafa aittir.
3. Herkesçe bilinen olguların ispatı gerekmez. Bununla kastedilen şey, herkesin bildiği
veya öğrenmesi mümkün bulunan olgulardır.
4. Kanuni bir faraziye veya karineye dayanan kimse, bunun kapsamına giren konuda ispat
yükünden kurtulur. Kanuni faraziyeden kasıt, belli bir olaya kanunun kesin bir sonuç
bağlamış olmasıdır. Kanuni faraziyenin aksi iddia ve ispat olunamaz. Bu hususta
“kanuni kesin karine” veya kısaca “kesin karine” deyimleri de kullanılır. Karineler ise
kendi içinde “kanuni karine” ve “fiili karine” olarak ikiye ayrılır. Kanuni karine, kanunun
ispat edilen bir olguyu – aksi sabit oluncaya kadar – ispatı gerekli bir başka hususun
delili saymış olmasıdır. Karineye dayanan taraf, o konuda ispat yükünden kurtulur.
Karşı taraf, olayda karinenin doğru olmadığını ispat ederse, karine çürütülmüş olur.
Buna “karinenin aksinin ispatı” denir. Fiili karine ise kanun tarafından öngörülmüş
olmamakla beraber, ispat edilen bir olgudan, başka bir olgunun varlığı veya yokluğu
sonucunun çıkarılmasıdır. Hakim, varlığı kanıtlanan fiili bir olgunun, ispat edilecek
husus için bir fiili karine niteliğini taşıyıp taşımadığını delilleri takdir yetkisi
çerçevesinde değerlendirerek sonuca bağlayacaktır. Fiili karineler ispat yükünü
ortadan kaldırmaz ya da ispat yükünün yer değiştirmesini de sağlamaz; sadece ispat
yükünün içeriğini değiştirir.
5. Kanunun, ispat yükünü özel olarak belirlediği hallerde bu hükümlerde yer alan esaslar
uygulama alanı bulur.
6. İddiasını resmi sicil ve senetlere dayandıran kimse ispat yükünü yerine getirmiş olur.
Özel Olarak: Resmi Sicil ve Senetlerin İspat Gücü
Resmi sicilden maksat, kanunun alenileşmesini istediği bazı hukuki ilişkileri veya olayları
kaydetmek için devlet memurları ve noterlerce tutulan sicillerdir. Kişisel hal sicili olarak nüfus
kütüğü ile taşınmazlar üzerindeki ayni hakları alenileştiren tapu sicili, bu sicillerin en
önemlilerindendir.
İspat açısından senet, bir kimsenin, kendi aleyhine delil teşkil etmek üzere düzenlediği
belgedir. “Senet” ve “belge” ayrı kavramlardır. Belge, senet kavramını da kapsayan bir üst
kavramdır. Güvenli elektronik imza ile oluşturulan veriler de senet hükmündedir.
Resmi senet ise, resmi bir makamın katılması ile düzenlenen belgedir. Ülkemizde resmi senet
düzenleme yetkisi kural olarak noterlere tanınmıştır. Ayni haklarla ilgili resmi senetleri
düzenleme yetkisi ise tapu sicil memurlarına verilmiştir. Bazı hallerde sulh hakimlerinin de
resmi senet düzenleme yetkisi vardır.
Resmi senetler, resmi memurun re’sen düzenlediği veya sadece imzayı tasdik ettiği senet
olarak ortaya çıkar. MK’nın geçerlilik şartı olarak resmi senet aradığı hallerde, kural olarak
ancak re’sen düzenlenen senetler bu şartı gerçekleştirir. Bununla birlikte, sadece imza
tasdikinin arandığı istisnai haller de vardır.
MK m.7, resmi sicil ve senetlerin içerdiği hususların doğru sayılacağını ifade eder. Resmi siciller,
ancak fonksiyonları kapsamında kalan ve kanunen içermeleri gereken hususlar çerçevesinde
delil teşkil eder. Örneğin, tapu sicilinde malikin yaşı ve medeni durumu konusunda bir kayıt
var olsa da sicilin fonksiyonu dışındadır. Bu bakımdan, kişinin yaşı veya medeni hali noktasında
tapu sicili, bir delil niteliği taşımamaktadır.
Resmi senette yer alan bir hususun gerçeğe uymadığının ileri sürülmesi konusuna gelince:
Resmi memurun tanıklığına dayanan bir husus söz konusu ise (noterce düzenlenmiş bir
sözleşme gibi), gerçeğe aykırılık iddiasında ancak senedin sahteliği ispat edilmek suretiyle
başarı kazanılabilir. Resmi senette yer alan fakat resmi memurun, tanıklığına değil, takdirine
dayanarak senede yazdığı hususların doğru olmadığının ispatı ise bir şekle tabi değildir.
Mesela, noterin “tarafları ayırt etme gücüne sahip gördüğü” yolunda senede koyduğu kayıt
böyledir.
Bir kimsenin gerek kendisinin, gerek başkasının şahıs varlığına veya mal varlığına karşı
yapılan haksız ve halen mevcut bir saldırıyı savuşturmak için tecavüzde bulunana karşı
zorunlu bir karşı tecavüzde bulunmasıdır.
Medeni Hukuk anlamında haklı savunmanın söz konusu olabilmesi için aranan şartlar
şunlardır:
1. Ortada kişi varlığına veya mal varlığına yönelik bir tecavüz bulunmalıdır.
2. Tecavüz hukuka aykırı olmalıdır.
3. Tecavüz halen mevcut olmalıdır. İleride ortaya çıkması ihtimali bulunan bir tecavüz
tehlikesini önlemek üzere haklı savunma yapılamaz.
4. Tecavüz gerçek olmalıdır. Gerçekte mevcut olmayan fakat mevcut sanılan bir
tecavüze karşı savunmada bulunulamaz.
Haklı savunma ile karıştırılmaması gereken bir kavramdır. Bir kimsenin gerek
kendisinin, gerek başkasının şahsını veya mallarını derhal vuku bulacak bir tehlikeden
kurtarmak için bu tehlikeyi yaratmış olmayan diğer bir şahsın mallarına zarar
vermesidir.