You are on page 1of 41

BİRİNCİ BÖLÜM: GENEL BAKIŞ

I. HUKUK KAVRAMI
Hukuk, toplum halinde yaşayan kişilerin sosyal bakımdan önemli olan eylem ve davranışlarını
düzenleyen, ortak toplum hayatının huzur, barış ve güvenlik içinde akıp gidebilmesini sağlayan
emir ve yasaklardan oluşan sosyal davranış kurallarının tümüdür.
Müspet hukuk (pozitif – yürürlükte olan – de lege lata): Belirli bir zamanda belirli bir
toplumdaki ilişkileri düzenleyen hukuk kuralları bütünü. Somut bir hukuk probleminin bu
hukuk kuralları ile çözülmesi zorunludur.
Mevzu hukuk: Belirli bir zamanda yürürlükte olan belirli bir makam tarafından konulmuş
sadece yazılı hukuk kurallarının tümü.
Tabii hukuk (ideal – de lege ferenda): Olması gereken hukuk.
Tarihi hukuk: Yürürlükten kalkmış hukuk.

II. KAMU HUKUKU – ÖZEL HUKUK AYRIMI


Kamu Hukuku, kamu gücüne ve otoritesine sahip kuruluşların bu gücü kullanarak, bu otoriteye
tabi kişilerle veya birbirleri ile olan ilişkilerini düzenleyen kurallar bütünüdür.
Özel Hukuk, kişilerin eşit şart ve yetkilere tabi kimseler olarak kendi aralarındaki ilişkilerini
düzenleyen kurallar bütünüdür.

KAMU HUKUKU ÖZEL HUKUK


Devlet, hukuka uygun davrandığı sürece Herkes eşittir. İrade serbestisi vardır.
üstündür.
Hukuk ilişkisi tek taraflıdır. Hukuk ilişkisi iki taraflıdır.
Devlet için hukuka uygunluk karinesi vardır. Herkes kendi iddiasını ispatlamak
zorundadır.
Devlet, istediğini empoze eder. Kimse bir şey empoze edemez.
Devlet, zor kullanma yetkisine sahiptir. Kimse zor kullanma yetkisine sahip değildir.

KARMA YAPILI OLANLAR


• Anayasa Hukuku • Medeni Hukuk
• İdare Hukuku • İş Hukuku • Ticaret Hukuku
• Ceza Hukuku • Medeni Usul Hukuku • Milletlerarası
• Ceza Usul Hukuku • İcra İflas Hukuku Özel Hukuk
• Mali Hukuk • Toprak Hukuku • Deniz Hukuku
• Devletler Hukuku • Rekabet Hukuku
III. MEDENİ HUKUKUN ANLAMI
Medeni Hukuk, bir ülkedeki vatandaşların kişisel durumlarını, ailevi ilişkilerini, mallar
üzerindeki hak ve yetkilerini, diğer kişilerle olan borç ilişkilerini, ölümlerinden sonra
malvarlığında yer alan hak ve borçların akıbetini düzenleyen kuralların oluşturduğu hukuk
dalıdır.

IV. MEDENİ HUKUKUN KONUSU


Medeni Hukuk, kendi içinde alt dallara ayrılır.
• Kişiler Hukuku: Kişilerin durumları ile ilgilenir.
• Aile Hukuku: Ailenin oluşumu ve kişilerin aile çevresi içindeki ilişkilerini inceler.
• Borçlar Hukuku: Kişilerin başka kişilerle olan borç ilişkilerini inceler.
• Eşya Hukuku: Kişilerin mallar üzerinde sahip olduğu hak ve yetkileri ve buna bağlı
meseleleri inceler.
• Miras Hukuku: Bir insanın ölümü üzerine, hayattayken sahip olduğu malın akıbetini
inceler.

İKİNCİ BÖLÜM: MEDENİ HUKUKUN YÜRÜRLÜK


UYGULANMASI
KAYNAKLARI VE UYGULANMASI

§1. HUKUKTA “KAYNAK” KAVRAMI VE MEDENİ HUKUKUN


YÜRÜRLÜK KAYNAKLARINA GENEL BAKIŞ

I. “KAYNAK” KAVRAMI
“Kaynak” kelimesi bir anlamda, hukuk kurallarını meydana getiren güçler olan “yaratıcı
kaynaklar”ı ifade eder.
Diğer bir anlamda, hukuk kurallarının ortaya çıkıp yürürlüğe girerken büründüğü şekil olan
“yürürlük kaynakları”nı ifade eder. Yürürlük kaynakları aynı zamanda birer bilgi
kaynağıdır.
Üçüncü bir anlamda ise, hukuku tanımamızı ve bilmemizi sağlayan araçlar olan “bilgi
kaynakları”nı ifade eder.
II. MEDENİ HUKUKUN YÜRÜRLÜK KAYNAKLARINA GENEL BAKIŞ
Medeni Kanun m. 1
“Kanun sözüyle ve özüyle değindiği bütün konularda uygulanır.
Kanunda uygulanabilir bir hüküm yoksa, hakim, örf ve adet hukukuna göre, bu da yoksa
kendisi kanun koyucu olsaydı nasıl bir kural koyacak idiyse ona göre karar verir. (HAKİMİN
HUKUK YARATMASI)
Hakim karar verirken bilimsel görüşlerden ve yargı kararlarından yararlanır. ”
Bazı kanun hükümlerinin ahlaka da yollama yaptığı görülmektedir. Bu durumlarda ahlak
kurallarına, kanun koyucunun bir hükmün içinde isteyerek bıraktığı boşluğu doldurmak
üzere, yine kanun hükmü gereğince başvurulacaktır. Yani ancak bir kanun hükmüyle
öngörülebilirse ahlak kuralları kullanılabilir. Burada söz konusu olan ahlak da “genel
(sosyal) ahlak”tır.
Ahlaka yollama yapan hükümlerle, temeli ahlaka dayanan fakat yollama olmadan
doğrudan doğruya kanun hükmü haline gelmiş olan kurallar birbirine karıştırılmamalıdır.

§2. KANUNLAR, TÜZÜKLER, YÖNETMELİKLER


I. KAVRAMLARA GENEL BAKIŞ
ANAYASA: Diğer kanunların üstündeki temel yasadır. Kanunlar anayasaya aykırı olamaz.
Diğer kanunların hazırlanışından ayrı ve özel bir prosedürü vardır.
KANUNLAR: Yetkili yasama organı olan TBMM tarafından Anayasa’da belirtilen usul ve
şekillere uygun olarak kabul edilip yürürlüğe konulan yazılı hukuk kurallarıdır.
OHAL CB KARARNAMELERİ: OHAL durumunda çıkarılabilir ve kanun hükmündedir. AYM’ye
kararnameyi iptal için başvurulamaz. RG’de yayınlanır ve aynı gün TBMM’nin onayına
sunulur; 3 ay içinde TBMM’de görüşülür ve karara bağlanır. Aksi halde, 3 aylık sürenin
sonunda kararname kendiliğinden yürürlükten kalkar. OHAL sona erince de kalkar.
OLAĞAN CB KARARNAMELERİ: Sadece CB’nin yürütme yetkisine sahip olduğu konularda
çıkarılabilen (mahfuz alan) kararnamelerdir. Kanunla açıkça düzenlenmiş bir konuda CB
Kararnamesi çıkarılamaz. Kararname ile Kanun arasında çatışma varsa Kanun hükmü
uygulanır. Aynı şekilde KHK ve CB Kararnamesi arasındaki çatışmada KHK üstün gelir. Aynı
konuyu düzenleyen bir kanun çıkarılırsa, CB Kararnamesi hükümsüz hale gelir. AYM
denetimini yapar.
MİLLETLERARASI ANTLAŞMALAR: TBMM tarafından uygun bulunup bir kanunla
onaylanan ya da bazı hallerde onaya dahi gerek kalmadan yayınlanan milletlerarası
antlaşmalar da kanun hükmündedir. AYM’ye bunlara ilişkin başvurulamaz.
 Temel hak ve özgürlüklere ilişkin bir milletlerarası antlaşma ile mevcut kanun
hükmü arasında çatışma varsa antlaşma hükümleri üstün tutulur.
TÜZÜKLER: Kanunların uygulanmasına ve emrettiği sair hususları düzenlemeye ilişkin
Bakanlar Kurulunca Danıştay’ın incelemesinden geçirilerek çıkarılan, CB imzası ile kanunlar
gibi RG’de yayınlanarak yürürlüğe sokulan yazılı hukuk kurallarıdır.
YÖNETMELİKLER: CB, Bakanlıklar ve kamu tüzel kişilerinin kendi görev alanlarını
ilişkilendiren kanunların ve CB kararnamelerinin uygulanmasını sağlamak üzere ve bunlara
aykırı olmamak şartıyla yürürlüğe konulan yazılı hukuk kurallarıdır.

II. YÜRÜRLÜĞE KOYMA VE YÜRÜRLÜKTEN KALDIRMA


ʘ Yürürlüğe girmesi için Kanunlar ve CB Kararnameleri RG’de yayınlanmalı.
ʘ Çoğu zaman hangi tarihte yürürlüğe gireceği kanun, yönetmelik ve kararnamenin
metninde belirtilir. Belirtilmeyenler için ise RG’de yayınlandığı tarihte yürürlüğe girer.
ʘ RG’de yayınlanmayan bir yönetmelik ise kabul edildiği gün yürürlüğe girer. Aynı konuda
yeni bir yönetmeliğin yürürlüğe girmesi ile eski yönetmeli ortadan kalkar.
ʘ Bazen bir kanun yürürlük süresini kendi belirler.
ʘ AYM tarafından iptal edilen kanun hükümleri de yürürlükten kalkar.
ʘ Yeni bir kanun, eski bir kanunu açıkça yürürlükten kaldırabilir. Aynı şekilde, yeni yürürlüğe
giren bir kanunla önceki kanunun bazı hükümlerinin değiştirilmesi halinde de, değişikliğe
uğrayan hükümlerin eski şekli yürürlükten kalkar.
ʘ Eski hükmün uygulanmasını imkansız kılan yeni bir kanun yürürlüğe konarsa, eski hüküm
zımnen (örtülü) bir biçimde kaldırılmış olur.
ʘ Bütün yeni kanunların eski kanunu kaldırması için, her ikisi de aynı konuyu düzenlemelidir.

III. MEDENİ HUKUKLA DOĞRUDAN İLGİLİ TEMEL DÜZENLEMELER


MEDENİ HUKUK VE BORÇLAR KANUNU:
Yeni Medeni Kanun m.5’e göre;
“Bu kanun ve Borçlar Kanunu’nun genel nitelikli hükümleri, uygun düştüğü ölçüde tüm özel
hukuk ilişkilerine uygulanır.”
Medeni Kanun ve Borçlar Kanunu’nun bir hükmünün özel hukukun diğer alanlarında da
uygulanabilmesi için:
1. Özel hukuk alanına giren bu mesele için ilgili kanunda bir hüküm bulunmamalıdır.
2. MK’da ve BK’da yer alan ve o meseleye uygulanması söz konusu olan genel hüküm, o
özel hukuk ilişkisinin bünyesine ve kendisine özgü yapısına aykırı düşmemelidir.
Aynı şartlar ve esaslar, MK’da yer alan bir hükmün Borçlar Hukuku alanına veya BK’da bulunan
bir hükmün Medeni Hukuk alanına uygulanmasında da geçerlidir.
Bu uygulama tekniği “kıyasen uygulama”dır.
IV. KANUNLARIN UYGULANMASI
Kanunun uygulanması noktasında başlıca üç sorun vardır.
1. Karşılaşılan olaya kanunda uygulanacak hükmün bulunması ve uygulanması
2. Mevcut hükmün uygulanış tarzı, bu hükümde bir hüküm içi boşluk bulunması
halinde bunun doldurulması ve özellikle hakimin takdir yetkisini kullanması
3. Kanunda uygulanacak hüküm bulunmaması

A. KANUNDA UYGULANACAK HÜKMÜN BULUNMASI

1. Kanun Hükmünün Düz ve Zıt Anlam İtibariyle Kapsamı: Düz anlam, hükmün
doğrudan doğruya ifade ettiği anlamdır. Zıt anlam (mefhum-u muhalif) ise bu
ifadenin aksinden çıkan sonuca göre beliren anlamdır. Bir hükmün zıt anlamı tespit
edilirken ve uygulanırken dikkat edilmelidir, çıkarılan zıt anlam her zaman doğru
olmayabilir. Doğru olup olmadığı hükmün amacına bakılarak anlaşılır. Son olarak zıt
anlamın uygulanması başka hükümlerle sınırlandırılmış olabilir.

2. Kanun Hükmünün Yorumlanması:


Yorum Türleri - Yasama organı tarafından yapılan yoruma “yasama yorumu” denir,
hakimlerin davayı çözümlerken yaptığı yorum ise “yargı yorumu”dur. Bilim
adamlarının yaptığı yorum da “bilimsel yorum”dur.

Yorum Yöntemleri (Metodları);


Bir kanun maddesinin anlamı, bu maddenin kelimelerine, bu
LAFZİ YORUM kelimelerin cümle içindeki yerlerine, maddenin sözdizimine,
noktalama işaretlerine bakılarak tespit edilir.
Kanun koyucunun kanunu koyarken izlediği amaç araştırılır. Kanunu
koyduğu zamandaki muhtemel iradesi, yani sübjektif iradesi
TARİHİ araştırılarak yapılan yoruma "sübjektif tarihi yorum" denir. Sübjektif
YORUM tarihi yoruma yapılan eleştiriler sonucu kanunlarda yer alan
kuralların toplumun gereksinimlerini karşılayacak, toplumsal ve
teknik gelişmelere cevap verecek şekilde yorumlanma yöntemi olan
"objektif tarihi yorum" yöntemi ortaya çıkmıştır.
Kanunun amacını ve özellikle zamanın ihtiyaçlarını gözden uzak
GAİ YORUM tutmamak gerekir. Bu yönteme göre kanunlar, uygulandığı zamanın
ihtiyaçlarına göre yorumlanmalıdır.
SERBEST Kanun metnine bağlı kalmaksızın tamamen serbest bir şekilde, adil
YORUM sayılan bir çözüme varılabileceğini, hatta bu çözümün kanun
metnine dahi aykırı olabileceğini savunan yorum sistemidir.
MANTIKSAL Maddenin anlamı; maddenin içinde bulunduğu bağlama, diğer
YORUM maddeler karşısındaki durumuna, kanunun sistematiğine, planı
(BÜTÜNSEL içindeki konumuna bakılarak tespit edilir. Bu yorumlama
YORUM yönteminde özellikle kanunun kısım ve bölüm başlıkları ile
İLKESİ)
maddelerin kenar başlıkları önemli bir rol oynar.
 Kanunun ruhuyla bağdaşmayan bir lafzi yorum kabul edilemez. Kanunun lafzı
ile ruhu çatışıyorsa ortada bir kanun boşluğu olduğu kabul edilmeli ve bu
boşluk hakim tarafından MK m.1’e bağlı kalınarak kanun ruhuna uygun bir
çözümle doldurulmalıdır.
 Kanun boşluğunu doldurmak adına kullanılan “kıyas” ve “evleviyet”
tekniklerinin yorum yaparken de kullanılabileceği bazıları tarafından kabul
edilmektedir.
 Kanun hükmünün amacının (ratio legis) da bilinmesi hükmün anlamının
tespitinde önemli rol oynar.

3. Bulunan Hükmün Uygulanabilir Olması:


Yer İtibariyle - Tüm kanunlar esas itibariyle TC sınırları içinde uygulanır. MÖHUK
kuralları, bazen Türkiye’de cereyan etmiş bir olaya yabancı bir devlet kanununun
veya yabancı bir devletin sınırları içinde cereyan etmiş bir olaya Türk Kanununun
uygulanmasını gerektirebilir.

Zaman İtibariyle;
• Kanunlar yürürlüğe girdiği tarih ile yürürlükten kalktığı tarih arasındaki sürede
cereyan eden olaylara uygulanır. Bu ilkenin istisnaları tabi ki mevcuttur. Ama
yürürlükten kalkan bir kanunun, kendi yürürlük döneminde kazanılan haklara
ve durumlara uygulanmasına devam olunması bu sorundan tamamen
bağımsızdır. Çünkü yeni kanunun eskisi zamanında değil, eski kanunun yeni bir
kanun zamanında uygulanması söz konusudur. Bu ikisi birbiri ile
karıştırılmamalıdır. Kazanılmış hak ve statüler ile kurulmuş ilişkilerin yeni kanun
zamanında dahi eski kanun hükümlerine tabi olması, yeni kanunun kamu
düzenine ve genel ahlaka dayanan esasları ile çatışmamasına bağlıdır.

Yeni bir kanunun eski bir kanun zamanında cereyan etmiş olaya uygulanmasına
“kanunun geçmişe etkisi (makable şümulü)” denir. Yeni kanunların geçmişe
etki etmesi hukuk güvenliğine ters düşmektedir.

Bazen de bir kanun belirli konulara ilişkin eski hükümlerin uygulanıp


uygulanmayacağını açıkça düzenlemiş olabilir.

• Aynı anda yürürlükte bulunan iki ayrı kanunda, somut olaydaki uyuşmazlığa
ilişkin farklı çözümler öngören hükümler bulunuyorsa kanunlar arasında bir
çatışma vardır. Bu durumda iki temel ilke mevcuttur.

“Özel kanun, genel kanunu kovar”


“Her ikisi de özel veya her ikisi de genel ise, sonraki kanun önceki kanunu kovar”

Fakat mesele her zaman bu iki ilke yardımıyla çözülecek kadar basit değildir.
1. Aynı konuya ilişkin farklı kanunlarda birbirine zıt iki ayrı düzenleme olmalı.
Birbirine yakın konuları düzenleyen ve birbirini tamamlayan kanunlarsa bu
ilkeler kullanılamaz.
2. Bir kanunun genel veya özel olması, o kanuna yapıştırılacak standart bir
yafta değildir. Ancak diğer bir kanunla yapılan karşılaştırma sonucu böyle bir
kanıya varılabilir. (Dernekler Kanunu, Medeni kanun karşısında özeldir;
Sendikalar Kanunu karşısında geneldir.)
3. Kanunların biri genel, diğeri özel ise: Genel kanun önce, özel kanun sonra
yürürlüğe girmiş ise özel kanun uygulanır. Özel kanun önce, genel kanun
sonra yürürlüğe girmiş ise bu duruma uygulanacak sabit bir ilke yoktur.
Hakimin yorumuna tabiidir.
Nitelik İtibariyle - Bazı kanun hükümleri ancak taraflar aksini kararlaştırmamışsa
(genellikle sözleşme ile kararlaştırma olur) uygulanır. Bu açıdan kanun hükümleri
“aksi kararlaştırılamayan (emredici hukuk kuralları)” ve “aksi kararlaştırılabilen
(yedek hukuk kuralları)” olmak üzere ikiye ayrılır. Yedek hukuk kuralları da
“tamamlayıcı” ve “yorumlayıcı” olmak üzere ayrılabilir.
1. Emredici: Aksinin kararlaştırılmasına izin vermeyen kurallardır. İlişkiye bu
kuralların uygulanmayacağına dair yapılan sözleşmeler hüküm ifade etmez.
Bazen bizzat madde metninde hükmün emredici olduğu açıklanır. Bazen ise
lafzından anlaşılmaz. Emredici olup olmadığı, hükmün lafzının ruhu ile kontrol
edilmesi ve özellikle amacının da hesaba katılmasıyla ortaya çıkarılır. Amaçları
gereği “kamu düzenine ilişkin hükümler”, “genel ahlaka ilişkin hükümler”,
“kişinin kişiliğini koruyan hükümler” ve “zayıf olanı koruyan hükümler”
emredici hukuk kuralı sayılmaktadır.
2. Yedek: Taraflar arasında aksi kararlaştırılmadıkça uygulanabilen kurallardır.
Bazıları sözleşmede düzenlenmeyen bir boşluğu doldurur, bunlara
“tamamlayıcı hukuk kuralı” denir. Bazıları ise sözleşmede kullanılan ve ne
anlama geldiği açıklanmayan bir hususu yorumlar, bunlara da “yorumlayıcı
hukuk kuralı” denir.

B. HÜKMÜN UYGULANIŞ TARZI VE HAKİMİN TAKDİR YETKİSİNİ KULLANMASI

Yer, zaman ve nitelik itibariyle uygulanabilir olduğu tespit edilen kanun hükmünün düz
veya zıt anlam itibariyle kapsamına giren bir olaya doğrudan doğruya uygulanması
mantık kuralları uyarınca olur.

Düz veya zıt anlam itibariyle bir kanun hükmü uygulanırken hüküm doğrudan doğruya
olayı kapsamaktadır. Halbuki öncelik (evleviyet) veya kıyas (örnekseme) yolu ile bir
hükümden yararlanmada, yararlanılan hüküm uygulanacağı olayı değil, yakın veya
benzer bir başka durumu düzenlemektedir. Hakimin önündeki olayı doğrudan doğruya
kapsamamaktadır.
Bir kanun hükmünün bir olaya uygulanabilmesi için gerekli unsurları içinde
bulundurmayıp, hakime bir araştırma ve değerlendirme ile hükmün unsurlarını
tamamlama görevi bıraktığı bütün hallerde bir hüküm içi boşluk söz konusudur. Bu
hükmün mahalli örfe veya genel ahlaka yollama yaptığı hallerde de durum böyledir.
Hakim bu hükmü uygulayabilmek için mahalli örfü veya genel ahlak kurallarını
araştırarak kanun hükmünü tamamlayacak ve ondan sonra uygulayacaktır.

Aynı şekilde hakim, kendisine takdir yetkisi veren hükümleri uygularken de bu yetkisini
kullanarak hüküm içi boşluğu doldurmak zorundadır.

HAKİMİN TAKDİR YETKİSİ

Medeni Kanun m. 4:
“Kanunun takdir yetkisi tanıdığı veya durumun gereklerini ya da haklı sebepleri göz
önünde tutmayı emrettiği konularda hakim, hukuka ve hakkaniyete göre karar verir.”

Bu hükme göre, kanunda hakimin takdirine bırakılan durumlarda, hakimin halin


gereklerini dikkate alarak veya haklı sebeplere göre hüküm vermesi gereken hallerde,
hakim bir takdir yetkisine sahiptir.

Gerçekten kanunun hakkaniyete göre hüküm verilmesini aradığı hallerde veya


hakimin uygun miktarda maddi veya manevi tazminata hüküm vermesini yahut
gerekli önlemleri almasını emrettiği durumlarda da hakim takdir yetkisine sahiptir.
Keza, bir kanun hükmünün uygun zaman, önemli sebepler, somut olayın şartları gibi
niteliği gereği hakimin takdirinde bulunmasını gerektiren hallere yer verdiği
durumlarda da bu yetki söz konusudur.

 Hakimin takdir yetkisini kullanacağı haller ile hukuk yaratacağı haller de birbiriyle
karıştırılmamalıdır. Takdir yetkisini kullanacağı hallerde kanunda bir hüküm
vardır fakat bu hükmün içinde boşluk bulunmaktadır. Hukuk yaratması gereken
hallerde ise, esasen kanunda uygulanabilir hiçbir hüküm bulunmamaktadır.
Hakime takdir yetkisi veren hükümler doktrinde iki gruba ayrılmıştır. Hükmün
uygulanması için gereken şartların gerçekleşmiş olup olmadığını takdir konusunda
hakimin yetkili olduğu hükümler bir grupta; hükmün uygulanmasıyla varılacak sonucu
saptamada hakime takdir yetkisi veren hükümler diğer bir grupta yer alır. Bazı olaylarda
hakim, aynı anda hem şartlarda takdir yetkisi veren bir hükmü, hem de sonucu tayinde
takdir yetkisi veren bir hükmü uygulayarak her iki yönde de takdir yetkisini kullanma
durumunda olabilir.
Hakim takdir yetkisini, olayın özelliklerini göz önünde tutarak, kanunun ilgili hükmünün
çizdiği sınır içinde adil bir sonuca varacak şekilde kullanacaktır. Yani bu yetkiyi
kullanırken hakim tamamen serbest değildir, keyfi davranamaz. Hakim hakkaniyete
göre takdirde bulunurken somut olayın tüm özelliklerini nazara almak ve bunların
hangisini, ne yönde değerlendirdiğini kararında gerekçeli biçimde belirtmek
zorundadır. Dayandığı noktaların hükmü neden hukuka ve hakkaniyete uygun kıldığını
da kararın gerekçesinde göstermelidir. Takdir yetkisinin varlığı, hakimi hiçbir şekilde
“gerekçe gösterme” zorunluluğundan kurtarmaz.

C. UYGULANABİLİR HÜKÜM BULUNMAMASI: KANUN BOŞLUĞU

Mevcut hükümlerin araştırılması ve yorumlanması sonucunda soruna cevap veren,


olaya uygulanabilir bir hüküm bulunmazsa bu konuda bir kanun boşluğunun varlığı söz
konusudur.

Kanun boşluğu ile hüküm içi boşluk aynı şey değildir. Hüküm içi boşluk halinde
kanunda bir hüküm vardır, fakat uygulanabilmesi hüküm dışı unsurlarla
tamamlanmasına bağlıdır. Kanun boşluğunda ise, kanunda uygulanabilir bir hüküm
yoktur. Bu durumda örf ve adet hukukuna başvurulması ve gerektiğinde hakimin yeni
kural koyması (hukuk yaratması) gereklidir.

“Hukukta boşluk” kavramı da kanun boşluğundan farklıdır. Örf ve adette de


uygulanabilir bir hüküm bulunmazsa burada “hukuk boşluğu” var demektir.

Ayrıca kanun boşluğundan bahsedebilmek için öncelikle ortada hukuk düzeni


tarafından düzenlenmesi gereken bir konunun bulunması şarttır. Bu bilgiye göre;
görgü, ahlak veya din alanına giren bir konuda kanunda hüküm bulunmuyorsa o
noktada bir kanun boşluğu söz konusu değildir.

Kısacası şöyle özetlemek gerekirse, bir kanun boşluğu durumu için:


1. Olay, herhangi bir hükmün ne düz anlamıyla ne de zıt anlamıyla kapsamına
girmelidir.
2. Kanunda uygulanabilir bir hüküm bulunmamalıdır.

KANUN BOŞLUKLARININ ÇEŞİTLERİ


a. Bilinçli Boşluklar – Bilinçsiz Boşluklar
Kanun koyucu, bir kanun boşluğunu bilerek ve isteyerek bırakmışsa ortada “bilinçli
boşluk” mevcuttur.
Kanun koyucu özen eksikliğinden ötürü, aslında düzenlemesi gereken bir hususta
hüküm getirmeyi ihmal etmişse veya boşluk zaman içinde değişen koşullar ve
ortaya çıkan yeni ihtiyaçlar sebebiyle meydana gelmişse “bilinçsiz boşluk” söz
konusu olur. Bilinçsiz boşluk bilerek yaratılmış değildir.
Bilinçsiz boşluklardan, kanun koyucu kanunu yaparken gerekli özeni göstermezse
ortaya çıkan boşluklar “ihmalden doğan boşluklar”, kanunun yapılmasından sonra
ortaya çıkan durumlara göre şekillenen meselelere ilişkin ve öngörülmesi fiilen
mümkün olmayan boşluklar da “fiili boşluklar”dır.
Kanun boşluğu mutlaka bir unutma sonucu ortaya çıkacağını söylemek de doğru
değildir. Çok fazla rastlanmasa bile bazı kanun boşlukları kanun koyucunun arzusu
sonucu bilerek ve isteyerek bırakılmış olabilir. Genellikle bu durumlar çözüme
ulaşamamış ve tartışmaya açık konular üzerinde oluşmaktadır.
Bazen de kanun boşluğu, mevcut kanun hükmünün yürürlükten kalkması ve yerine
yasama organınca henüz bir düzenleme getirilmemesi üzerine ortaya çıkar.

b. Açık Boşluklar – Örtülü Boşluklar


Hukuken çözüme varılması gerekli olan ve bu yüzden de kanun tarafından
düzenlenmesi icap eden bir konuda, kanunda ne lafzı ne de yorumla belirlenen
içeriği itibariyle uygulanabilir hiçbir hüküm yoksa “açık boşluk” vardır.

Buna karşılık kanunda, somut olayda çözümlenmesi gereken soruna ilişkin bir
hüküm bulunmasına rağmen, bu hükmün lafzı ile ruhunun bağdaşmaması veya
mevcut hükmün aynı değerde başka bir hükümle çatıştığı ya da hükmün lafzı ve
ruhu itibariyle tespit edilen anlamda uygulanmasının dürüstlük kuralına aykırı
olduğu hallerde de uygulanabilir bir hükmün bulunmadığı sonucuna varılır. Bu
hallerde “örtülü (gizli) kanun boşluğu” söz konusudur.

c. Gerçek Boşluklar – Gerçek Olmayan Boşluklar


“Gerçek boşluk”, tam anlamıyla açık boşlukları karşılamaktadır. Yani kanunda bir
hukuki meseleye hiçbir cevap bulunamıyorsa “gerçek boşluk” söz konusudur.

Bir örtülü boşluk söz konusu olmadığı halde, hükümde öngörülen çözüm tatminkar
sayılmıyor, beğenilmiyor ve ihtiyaçlara uygun görülmüyorsa ortada yine bir kanun
boşluğu vardır. Bu boşluk “gerçek olmayan boşluk”tur. Gerçek olmayan boşluk bir
kanun boşluğunu değil, bir kanun sakatlığını veya yetersizliğini ifade etmektedir.
Çünkü ortada uygulanabilecek bir kanun vardır ama beğenilmemektedir.

KANUN BOŞLUĞU BULUNMASININ SONUÇLARI


Medeni kanun m.1’e göre kanun boşluğu durumunda hakim diğer hukuk kaynaklarına
başvuracaktır. Önce örf ve adet hukukuna bakacak, bir örf ve adet hukuku kuralı
mevcutsa boşluğu bununla dolduracaktır. Örf ve adet hukukunda da bir kural yoksa,
kendisi bir hukuk kuralı yaratacak ve koyacağı kurala göre hüküm verecektir.
§3. ÖRF VE ADET HUKUKU
I. KAVRAM
Sürekli şekilde tekrarlanan davranışlar sonucunda, toplumda bu davranışa uyulmasının
zorunlu olduğu kanaati yerleşince, bu yerleşik hale gelen davranış biçimi bir örf ve adet hukuku
kuralı haline gelir. Bu kurallar örf ve adet hukukunu meydana getirir.

Toplumda mevcut örf ve adet hukuku kurallarının neler olduğunu belirli bir kaynağa bakarak
önceden tespit edebilme imkanı yoktur. Bu hususta, somut bir sorunla karşılaşan hakim, belirli
bir davranış biçimi açısından bir örf ve adet hukuku kuralının aşağıdaki varlık şartlarının
gerçekleştiğine kanaat getirirse, böyle bir kuralın varlığına hükmedecek ve bir hukuk kaynağı
olarak kullanacaktır. Bu konuda hakim, uzman bilirkişilerden ve – özellikle ticari alandaki örf
ve adet kuralları açısından – meslek kuruluşlarından görüş alabilir.

II. BİR ÖRF VE ADET HUKUKU KURALININ DOĞUMU İÇİN GEREKLİ ŞARTLAR

1) Sürekli Uygulama: Bir olay karşısında ilgililerin davranış tarzının, aynı tip olaylarda
sürekli olarak tekrarlanmasıdır. Maddi unsur olarak da bilinmektedir.
2) Doğan Bu Geleneğe Uymanın Zorunlu Olduğu Kanısının Yerleşmesi: Bir geleneğin
alelade örf ve adet olmaktan çıkıp örf ve adet hukuku kuralı haline gelmesi için,
toplumda bu geleneğe uyulmasının zorunlu olduğu kanısının yerleşmiş olması gerekir.
Manevi unsur olarak bilinmektedir.

III. ÖRF VE ADET HUKUKUNUN ROLÜ

• Esas rolü, ikinci derecede bir hukuk kaynağı olarak kanun boşluğunu doldurmaktır. Buna
“tamamlayıcı rolü” denilebilir.
• Kanunun örfe ve adete yollama yaptığı hallerde, bu konulardaki hüküm içi boşluğu
doldurmaya yarar. Bu gibi hallerde boşluğun doldurulması için alelade bir geleneğin
(teamülün) varlığı yeterdir, bu geleneğin bir örf ve adet hukuk kuralı niteliğini kazanmış
olması zorunlu değildir.
• Bazı kanunların yorumlanmasında yardımcı rol oynayabilir.
• Yasama organını bir kanun hükmünü değiştirmeye veya yeni bir kanun hükmünü kabule
zorlayabilir.

§4. HAKİM TARAFINDAN YARATILAN HUKUK


I. GENEL BAKIŞ
Medeni Kanun m.1/2
“Kanunda uygulanabilir bir hüküm yoksa, hakim, örf ve adet hukukuna göre, bu da yoksa
kendisi kanun koyucu olsaydı nasıl bir kural koyacak idiyse ona göre karar verir.”
Bu, hakim için bir yetki olduğu kadar aynı zamanda bir görevdir. Hakim, hüküm bulunmadığı
gerekçesiyle davadan kaçınamaz.

II. HAKİMİN HUKUK YARATMASININ ŞARTLARI


1. Hakimin çözmek zorunda olduğu meseleye uygulanabilir bir kanun hükmü
bulunmamalıdır.
2. Örf ve adet hukukunda da söz konusu kanun boşluğunu dolduracak bir kural
bulunmamalıdır.

III. HAKİMİN HUKUK YARATIRKEN UYGULAYACAĞI YÖNTEM


MK m.1’de uygulayacağı metot açıklanmıştır: Kanun koyucu gibi hareket etmek.

Buna göre hakim, kanun boşluğunu doldurmak için dava konusu olan olayla aynı tipteki
olaylara uygulanabilecek genel ve soyut nitelikli bir kural koymak zorundadır. Hakimin sadece
önündeki olayın özelliklerini düşünerek kabul edeceği, o somut duruma özgü bir kural bu ilkeye
uymaz.

Hakim, tarafların karşılıklı menfaatlerini tespit edecek, bunları adalet duygusu içinde tartarak
hayat ihtiyaçlarını karşılamaya elverişli ve aynı zamanda mevcut hukuk düzeniyle ve hukuk
güvenliğiyle bağdaşacak bir kural bulacaktır. Buna karşılık hakim, hukuk yaratma faaliyeti
sırasında, gerçekte mevcut olmayan olguları varsaymak, sadece somut olaya özgü bir çözüm
getirmek veya basit yorum yöntemlerine başvurmak gibi olumsuz yaklaşımlardan da
kaçınmalıdır.

Keza hakim, aslında hukuk kaynağı olmayan normlara veya yalnızca bazı doktrin görüşlerine
veya yargı kararlarına doğrudan dayanarak kural koymaktan da sakınmalıdır. Bu normlara
hukuk yaratma faaliyeti sırasında sadece bir “araç” olarak başvurulabilir.

Menfaatlerin tespiti ve tartılarak değerlendirilmesi, konulacak hukuk kuralının temel


noktasıdır. Zira bu kural, ortadaki menfaat çatışmasını çözecektir. Bu husus, “menfaat
içtihatçılığı” denilen akımın hareket noktasıdır. Akım, kanunun yorumlanmasında ve
boşlukların doldurulmasında menfaatlerin esas alınmasına dayanan ve “kavram içtihatçılığı”
yaklaşımını reddeden bir akımdır.

IV. HAKİMİN HUKUK YARATIRKEN YARARLANACAĞI İMKANLAR


1. Kanunun benzer durumları düzenlemek için koyduğu fakat söz konusu kanun boşluğuyla
alakalı meseleyi kapsamına almayan bir hükümden öncelik (evleviyet) veya kıyas
(örnekseme) yoluyla yararlanmak. Kıyasta, kanunda uygulanacak bir hüküm yoktur, ama
yakın veya benzer bir olaya ilişkin hüküm vardır. Bu hükmün kullanılmasıyla kanun
boşluğunun doldurulması kıyastır. Öncelik (evleviyet) tekniğinde ise mantıksal akıl
yürütme yolu ile bir sonuca varılarak, mevcut kuralın daha dar veya geniş bir kapsamda
uygulanması söz konusudur.
2. Başka bir kanun hükmünden yararlanma imkanı olmasa bile kanunun ruhundan
yararlanmak.
3. Doktrinden ve mahkeme içtihatlarından yararlanmak.
4. Hukuk tarihinden ve karşılaştırmalı hukuktan yararlanmak.
5. Ülkenin hukuk yaşamındaki gelişmeleri nazara almak.

V. HAKİMİN YARATTIĞI HUKUK KURALININ ROLÜ


Hakimin yarattığı hukuk kuralı bir “kanun hükmü” niteliğinde değildir. Bu bakımdan koyulan
kural ne o hakimi ne de diğer mahkemeleri bağlar. Gerek hukuk yaratma şartları bulunup
bulunmadığı, gerek konulan kuralın isabetli olup olmadığı ve gerekse kuralın uygulanışının
uygun olup olmadığı Bölge Asliye Mahkemesi ve Yargıtay tarafından kontrol edilebilir. Fakat
özellikle, daha önce bir hukuk kuralı yaratmış olan hakim, aynı tip olayda bundan farklı bir kural
koymaya kalkışırsa, bunu çok sağlam gerekçelere dayandırmak zorundadır.

Ancak, Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararları, benzer olaylarda bütün mahkemeleri bağlayıcı
bir güce sahip olduğu için, bu kararlar kanun boşluğunu doldurucu nitelikte ise bütün
mahkemeleri bağlar.

§5. MEDENİ HUKUK UYGULAMASINDA BİLİMSEL GÖRÜŞLERİN VE


YARGI KARARLARININ ROLÜ
I. GENEL BAKIŞ
Medeni Kanun m.1/3
“Hakim, karar verirken bilimsel görüşlerden ve yargı kararlarından yararlanır.”

II. DOKTRİNDE YER ALAN BİLİMSEL GÖRÜŞLER


Bilimsel görüşlerden maksat, hukuk bilimi ile uğraşanların eserlerinde hukuki meseleler
hakkında açıkladıkları düşüncelerdir. Bu düşünceler “doktrin (öğreti)” üst kavramı altında
toplanır. Bu kategoriye hukuk felsefesine, hukuk tarihine ve hatta hukuk sosyolojisine ait
eserler de girer. Hatta hakim, yabancı hukuk düzenlerine ait eserlerden de yararlanabilir.

ESER TİPLERİ
a) Sistematik Eserler: Hukuk kurallarını ve müesseselerini bir bütün halinde ele alıp
sistematik bir plan uyarınca inceleyen eserlerdir. Özellikle öğretim alanında
yararlıdırlar.
b) Şerhler: Kanun maddelerini kanundaki sıra uyarınca birer birer ele alıp maddedeki fikir
silsilesini takip ederek inceleyen ve yorumlayan eserlerdir. Hukuk uygulamacılarına
yararlıdır. Türkiye’de gerçek anlamına uygun bir şerh henüz bulunmamaktadır.
c) Monografiler: Belirli bir konuyu derinlemesine ve çeşitli yönleriyle inceleyen
eserlerdir.
d) Makaleler: Belirli bir konuyu inceleyen ve dergilerde veya belirli kişi veya olay anısına
çıkarılan armağan kitaplarında yayınlanan yazılardır. Konuyu daha dar bir açıdan fakat
çok daha detaylı ele alır.
e) Eser veya İçtihat Tahlilleri: Bir eserin veya mahkeme kararının özelliklerini belirtmek
ve eleştirmek üzere yayınlanan yazılardır.
f) Notlu Kanunlar: Kanun metnini ihtiva eden, fakat kanun metni altında o maddeye
ilişkin bazı önemli noktalarda küçük açıklamalara yer veren eserlerdir.
g) Diğer Eserler

DOKTRİNİN ROLÜ
Yürürlükteki hukukun anlaşılmasını kolaylaştırır, hukukun gelişmesine ve gelecekteki hukukun
oluşmasına katkı sağlar. Ayrıca hakimin kararlarında da yardımcı olur.

HAKİMİN DOKTRİNDEKİ BİLİMSEL GÖRÜŞLERDEN YARARLANMASI


Hakim, gerek kanun hükümlerini yorumlarken ve uygularken, gerekse kanun boşluğunu
doldururken doktrinden yararlanır. Doktrine bağlı değildir, sadece yararlanır. Fakat bu
serbesti, doktrini hiç nazara almama hakkını vermez. Hakim doktrinden yararlanacaktır ve
savunduğu görüşü neden savunduğunu, reddettiği görüşü neden reddettiğini de kararında
açıklayıp gerekçesini gösterecektir. Gerekçe, kararın zorunlu unsurudur. Hakim, gerekçe
belirtmeksizin hüküm tesis edemez.

III. YARGISAL İÇTİHATLAR

A. ANLAMI
Yargısal içtihatlar, yargı organı durumundaki mahkemeler tarafından verilen kararlardan
çıkan prensiplerdir. Bu kararlar içinde üst mahkeme kararları daha fazla önem taşır.
Yargıtay’ın içtihadı birleştirme kararları ise hakimleri bağlayıcı rol oynar.

B. MAHKEME KARARLARININ ÇEŞİTLERİ


KARARIN NİTELİĞİ BAKIMINDAN
Olay Kararları: Bir kanunun yorumlanması veya boşluğunun doldurulması yönünden bir
özellik taşımayıp, bir uyuşmazlığı, kanun hükmünü basit bir şekilde uygulayarak çözen
kararlardır.
Prensip Kararları: Bir kanun hükmünün yorumlanması veya kanun boşluğunun
doldurulması açısından özellik taşıyan, bir prensibi ortaya koyan veya teyit eden
kararlardır.

KARARI VEREN MAHKEME BAKIMINDAN


Medeni Hukukla İlgili Davalar: Sulh Hukuk veya Asliye Hukuk Mahkemelerinde bakılır.
Asliye mahkemesi derecesinde olmak üzere, Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemeleri, Aile
Mahkemeleri ve Kadastro Mahkemeleri gibi mahkemeler de bakabilir. Bir davayı inceleyip
hüküm vermekle görevli mahkemelere “Hüküm Mahkemesi”, “Esas Mahkemesi”, “İlk
Derece Mahkemesi” veya “Bidayet Mahkemesi” denir.
İlk Derece Mahkemeleri Hükümlerini Kontrol Eden Kurum: Öncesinde Yargıtay veya eski
adıyla “Temyiz Mahkemesi”dir.
Ancak artık Yargıtay’ın yanı sıra ikinci derece istinaf mahkemesi olarak “Bölge Adliye
Mahkemeleri (BAM)” de bulunmaktadır. İlk derece mahkemesinde verilen hükmün Bölge
Adliye Mahkemesince incelenmesi “istinaf” ile olur. Hakkında istinaf yoluna
başvurulmayan veya istisnaen istinafa başvurulması mümkün olmayan mahkeme kararları
BAM’a gitmeden kesinleşir. Diğer hallerde ise karar BAM’ın görevli Dairesince incelenir.
Daire, mahkeme kararını aynen onaylayabilir, gerekçesi bakımından düzelterek hüküm
tesis edebilir veya mahkeme kararını tümden kaldırarak yeni bir hüküm kurabilir.
BAM’ın bazı kararlarının temyizi mümkün değildir. Bu halde, dava dosyası ilgili mahkemeye
geri gönderilir ve BAM’ın kararı doğrultusunda işlem yapılır. Temyizin mümkün olduğu
hallerde ise kararın tebliğinden itibaren 2 hafta içinde Yargıtay nezdinde temyiz yoluna
başvurulabilir. Yargıtay’ın dosyayı ele alan ilgili Dairesi, BAM’ın kararını ya onar ya
düzelterek onar ya da bozar. Bozma kararının niteliğine göre dosya ilk derece
mahkemesine veya BAM’a geri gönderilir. Bozma kararı karşısında BAM’ın ve ilk derece
mahkemesinin direnme hakkı vardır.
Direnme olmazsa ilgili mahkeme bozma kararına uyarak davayı sonuçlandırır. Verdiği yeni
karar da yine temyiz edilebilir. Direnme olursa, ilgili konu incelenmek üzere Yargıtay Hukuk
Genel Kurulu’na intikal eder. Genel Kurul direnmeyi uygun bulursa mahkeme kararını onar,
uygun bulmazsa direnme kararını bozar.

C. HAKİMİN MAHKEME KARARLARINDAN YARARLANMASI


Genel Kurul kararları genellikle bir prensibi ortaya koyar ve bu açıdan prensip kararı niteliği
taşır.
İçtihadı birleştirme kararları somut bir uyuşmazlığı ve görülmekte olan bir davayı
sonuçlandırmakla ilgili değildir, sadece soyut bir ilkenin belirlenmesine ilişkindir. Genel
Kurul ve Daire kararları hakimi bağlamazken, içtihadı birleştirme kararları, benzer hukuki
konularda Yargıtay Genel Kurullarını, Dairelerini ve Adliye Mahkemelerini bağlar. İçtihadı
birleştirme kararları, tahkim prosedüründe de Hakem Kurulları için bağlayıcıdır.
Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararlarından bir kanun boşluğunu dolduranlar, hukukun bir
yürürlük kaynağı niteliğini taşır. İçtihadı Birleştirme Kararları Resmi Gazete’de yayınlanır.
Hakim, içtihadı birleştirme kararlarına uymak zorundayken bu kararlar dışındaki prensip
kararı niteliğindeki diğer kararlardan da yararlanır.
Türk hakimi için ilk planda Türk mahkemelerinin kararları vardır. Fakat bu, Türk hakiminin
yabancı mahkeme içtihatlarından da yararlanamayacağı anlamına gelmez.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: MEDENİ HUKUKUN BAZI TEMEL


KAVRAMLARI
§1. “HAK” KAVRAMI
Hak, hukuken korunan ve sahibine bu korumadan yararlanma yetkisi tanınan menfaattir.

§2. HAKLARIN ÇEŞİTLERİ


I. PARA İLE ÖLÇÜLEBİLEN DEĞERİ BULUNUP BULUNMAMASI AÇISINDAN

Mal Varlığı Hakları Şahıs Varlığı Hakları

Kişinin para ile ölçülebilen haklarıdır. Aktif ve Kişinin para ile ölçülemeyen, manevi değer
pasif olmak üzere iki kısımdan oluşur. Kişinin taşıyan ve başkalarına devredilemeyen
para ile ifade edilebilen bütün hakları aktif haklarıdır. Bu haklar kişiye sıkı sıkıya bağlı
kısmı, borçları ise pasif kısmı oluşturur. Mal olduğundan ölümle sona erer, mirasçılara
varlığı haklarını, mal varlığının bu aktif kısmı geçmez, başkasına devredilemez, hukuka ve
oluşturur. Kural olarak başkalarına ahlaka aykırı olarak sınırlandırılamaz,
devredilebilir ve mirasçılara geçebilir. haczedilemez ve kişi bu haklarından
vazgeçemez.
Mal varlığı hakları 4’e ayrılır.
Kişinin Kendi Şahsı Üzerindeki Hakkı: Kişinin
1. Alacak Hakları vücut tamlığı, onur ve haysiyeti, bilimsel ve
2. Ayni Haklar mesleki kimliği, sırları, adı ve resmi gibi manevi
3. Fikri Haklar varlıkları üzerindeki hakları bu kategoriye girer.
4. Maddi Değeri Olan Yenilik Doğuran
Kişinin Başkasının Şahsı Üzerindeki Hakkı:
Haklar
Velayet ve vesayet bu kategoriye girer.

ALACAK HAKLARI: Alacaklıdan borçluya bir edimi yerine getirmesini; yani bir şey yapmasını,
vermesini veya yapmamasını isteme yetkisi sağlayan haklardır. Sadece alacaklı ile borçlu
arasındaki bir hukuki bağa dayanır. Bu bağa “borç ilişkisi” denir.

Alacak hakkının doğumunu sağlayan kaynakların başında sözleşmeler gelir. Haksız fiil, sebepsiz
zenginleşme, vekaletsiz iş görme, sözleşme görüşmelerinde kusurlu davranma (culpa in
contrahendo) ve özel bir kanun hükmü de bir kişinin alacak hakkına sahip olmasını sağlayabilir.

AYNİ HAKLAR: Bir kimseye bir mal üzerinde doğrudan doğruya hakimiyet sağlayan ve bu
nedenle de herkese karşı ileri sürülebilen haklardır. Bir mal üzerinde ayni hakkın
kazanılabilmesi için kural olarak taşınırlarda zilyedliğin elde edilmesi, taşınmazlarda ise hakkın
tapuya tescili gerekir. Mallar (eşya) üzerindeki haklardır. Hukuki anlamda eşya, üzerinde
bireysel hakimiyet kurmaya elverişli olan ve ekonomik bir değer taşıyan, cismani (somut)
değerlerdir. Kanunda öngörülen modeller dışında bir ayni hak tipi taraf iradeleriyle
yaratılamaz.

a) Mülkiyet Hakkı – En geniş ayni hak, mülkiyet hakkıdır. Mülkiyet hakkı, sahibine hakkın
konusu olan şeyi kullanma (usus), semerelerinden yararlanma (fructus) ve tüketme
(abusus) yetkilerini sağlar. Hak sahibinin adedi bakımından mülkiyet hakkı “tek şahıs
mülkiyeti” ve “birlikte mülkiyet” ayrımını tabi tutulur. “Birlikte mülkiyet” de kendi
içinde ikiye ayrılır: Paylı mülkiyet ve elbirliği mülkiyeti. Birden fazla kişinin bir eşya
üzerindeki mülkiyet hakkına hisseler halinde sahip olması “paylı mülkiyet”, ortaklık
ilişkisi içinde sahip olması “elbirliği mülkiyeti”dir. Diğer bir ayrım olan “toplum
mülkiyeti” ve “özel mülkiyet” ayrımında ise malların topluma ait olmasını “toplum
mülkiyeti”, bireylere ait olmasını “özel mülkiyet” ifade eder. Tek şahıs mülkiyeti ve
birlikte mülkiyet, özel mülkiyetin çeşitleridir.

b) Sınırlı Ayni Hak – Bir ayni hakkın eşya üzerinde sağladığı yetkinin sınırlı olmasıdır.
Sahibine mülkiyette bulunan yetkilerden birini veya ikisini sağlar.
• Rehin Hakkı: Hak sahibinin bir alacağını teminat altına alan; borçlunun borcunu
yerine getirmediği ve alacaklının alacağını elde edemediği hallerde, alacaklıya
malı cebri icra yoluyla sattırma ve alacağını, rehin konusu malın satışından elde
edilecek paradan karşılama yetkisini sağlayan haklardır. Alacak hakkı sona erince
rehin hakkı da sona erer. Alacak bir başkasına temlik edildiğinde rehin hakkı da
kendiliğinden yeni alacaklıya geçer. Bunun sebebi “fer’i hak (alacağa bağlı hak)”
niteliği taşımasıdır. “Taşınır rehni” ve “taşınmaz rehni” diye ikiye ayrılır.
• Taşınmaz Yükü: Bir taşınmaz malikinin, mülkü dolayısıyla o taşınmaz karşılık teşkil
etmek üzere bir başka kişiye bir şeyi verme veya bir şey yapma zorunluluğu altına
girmesidir.
• İrtifak Hakkı: Malın malikine, mülkiyete ait bazı hakları kullanmama veya bu
yetkiyi sınırlı ayni hak sahibinin kullanmasına müsaade etme külfeti yükleyen ve
böylece hak sahibine malı kullanma ve ondan yararlanma yetkisi sağlayan ayni
haklardır. Hak sahibinin maldan yararlanmasını sağlıyorsa olumlu, malikin
yetkilerini kısıtlıyorsa olumsuz irtifaktır. Ayrıca başkasına devredilemeyen, hak
sahibi ölünce sona eren ve mirasçılara geçmeyen irtifaklara “şahsi irtifak”; bir
taşınmaz üzerine verilen ve taşınmaz maliki kim olursa olsun o kişi lehine tesis
edilen irtifaklara da “arzi irtifak (ayni irtifak)” denir.

İrtifak haklarının sağladıkları yetkiye göre çeşitleri vardır. “İntifa Hakkı”, bir malı
kullanma ve semerelerinden yararlanma hakkı sağlar. İntifa hakkı ile yüklü
mülkiyete “çıplak mülkiyet” denir. “Sükna Hakkı (Oturma Hakkı)”, bir evde veya
evin bir kısmında oturma yetkisi veren irtifak hakkıdır. Başkasına devredilemez ve
sadece konutlarda söz konusudur. Sükna hakkı, tapuda resmi şekilde tesis edilir.
“Üst Hakkı”, hak sahibine başka bir kişinin mülkiyetinde olan arazinin altında ve
üstünde bir yapı inşa edip, hakkın devamı süresince bu yapı üzerinde hak sahibi
olma veya arazide zaten mevcut olan yapıyı muhafaza etme yetkisi sağlayan
irtifak hakkıdır. Bu hak başkasına devredilebilir, tüm taşınmazlarda mümkündür.
“Kaynak Hakkı”, başkasının arazisindeki bir kaynaktan yararlanma yetkisi sağlayan
irtifak hakkıdır. Başkasına ait bir taşınmazdan geçme yetkisi sağlayan “geçit
irtifakı” gibi başkaca irtifaklar ise özel olarak belirtilmeyerek “diğer irtifaklar”
başlığı altında toplanmıştır.
FİKRİ HAKLAR: Kişilerin zeka, düşünce ve yaratıcılıklarını kullanarak yarattıkları fikir ürünleri
üzerindeki haklarına fikri haklar denir. Kitaplar, tablolar, heykeller, bilgisayar programları,
ticaret unvanları, markalar, yeni bir ilaç, yeni bir teknoloji gibi şeyler fikri hakları olan
eserlerdir. Eser sahibinin eseri üzerindeki fikri hakkının bir mali yönü, bir de kişiliği ilgilendiren
manevi yönü vardır.
MADDİ DEĞERİ OLAN YENİLİK DOĞURAN HAKLAR: Bunlar bir hak sahibine, tek taraflı irade
beyanında bulunarak, yeni bir hukuki ilişki kurmak, mevcut bir hukuki ilişkiyi değiştirmek yahut
sona erdirmek yetkisini verirler. Örnek verecek olursak alım hakkı para ile ölçülebilen bir
değere sahip olduğu için malvarlığı hakları arasında yer aldığı halde; boşanma davası açma
hakkı bu nitelikte olmayıp şahıs varlığı haklarındandır. Bu nedenle bütün yenilik doğuran
hakların değil, sadece maddi değeri bulunan yenilik doğuran hakların malvarlığı hakları
kategorisine dahil olduğunu vurgulamakta fayda vardır.

II. İLERİ SÜRÜLEBİLECEĞİ ÇEVRE AÇISINDAN

MUTLAK HAKLAR NİSBİ HAKLAR


Bu haklar, sahibine maddi ve maddi olmayan Mutlak haklar “herkese karşı ileri
mallar ile şahıslar üzerinde en geniş yetkileri sürülebilme” özelliğine sahiptir. Buna karşın
veren ve hak ihlal edildiğinde herkese karşı nispi haklar herkese karşı değil, sadece belli
ileri sürülebilen haklardır. Mutlak hakların kişi veya kişilere karşı ileri sürülebilen
herkese karşı ileri sürülebilmesi, bunlara haklardır. Nisbi hakların en önemli örneğini
herkesin uyma zorunluluğu anlamına gelir. alacak hakları oluşturur. Burada alacak hakkı
Kanunda sınırlıdır. herkese değil, yalnız borçluya karşı ileri
sürülebildiği için nispi haklardandır.

1. Mallar Üzerinde 1. Alelade Nisbi Haklar


• Maddi mallar üzerinde (ayni haklar) • Haksız fiil, hukuki işlem ve sebepsiz
→ Mülkiyet hakkı zenginleşme gibi borç ilişkilerinden
→ Sınırlı ayni haklar (irtifak, doğar. Sadece belirli kişilere karşı ileri
rehin, taşınmaz yükü) sürülebilir. Alacak hakkı buna
• Maddi olmayan mallar üzerinde örnektir.
→ Fikri haklar (telif, patent vb.)
2. Etkisi Kuvvetlendirilmiş Nisbi Haklar
2. Kişiler Üzerinde • Alelade haklardan farklı olarak tapuya
• Kişinin kendi üzerinde (maddi şerh edilebilmesi ile kuvvetlenen ve
bütünlüğü, manevi bütünlüğü, eşyaya sahip olacak diğer kişilere karşı
iktisadi özgürlüğü) da ileri sürülebilen haklardır.
• Kişinin başka kişiler üzerinde • Sözleşmeden doğan alım, önalım,
→ Velayet gerialım hakları; taşınmaz satış vaadi
→ Vesayet sözleşmesi, kira sözleşmesi, inşaat
sözleşmesinden doğan inşaat hakkı
gibi haklar buna örnektir.
III. KULLANILMASININ ETKİSİ BAKIMINDAN

Yenilik Doğuran Haklar Alelade Haklar

Kurucu YDH: Bir hakkın kullanılması yeni bir Yenilik doğurmayan haklar, kullanılmakla yeni
hukuksal ilişkinin doğmasına yol açmakta ise bir hukuksal durum yaratmazlar. Bunlara
buna kurucu yenilik doğuran hak denir. Alım, hâkimiyet içeren haklar da denir. Velayet,
önalım, gerialım hakları gibi. vesayet hakkı.

Değiştirici YDH: Var olan bir hukuksal durumun


tek taraflı irade açıklaması ile değiştirilmesini
sağlayan haklara denir. Kısacası mevcut olan
hukuki ilişkide değişiklik oluştururlar. Seçimlik
borçlardaki seçim hakkı, bedelin giderilmesi,
ayıbın giderilmesi gibi.

Bozucu YDH: Kişilere, var olan bir hukuksal


durumu sona erdirme yetkisi tanıyan haklara
denir. Sözleşmeden dönme, mirasın reddi gibi.

YENİLİK DOĞURAN HAKLARIN ORTAK ÖZELLİKLERİ


1. Bu hakların kullanılmasına ilişkin beyanın hüküm ifade etmesi kural olarak bir şarta bağlı
tutulamaz. Bu durum dava yolu ile kullanılması zorunlu olanlar için kesindir. İstisnai bazı
hallerde şart, ancak şartın yarattığı şüpheli durumun, hakkın yöneldiği kişinin meşru
menfaatlerini ihlal etmediği ve ona zarar vermediği hallerde uygun görülmektedir.
2. Hakkın kullanılması için süre öngörüldüğü takdirde öngörülen süreler hak düşürücü süre
niteliğindedir.
3. Usulüne uygun biçimde kullanılmakla sona ererler. Çünkü hakkın kullanılması ile amaca
ulaşılmış olur.
4. Hak kullanılıp sonuç meydana getirildikten sonra bundan geri dönülemez. Ancak
doktrinde bazı şartlar meydana gelirse istisnaen geri alınabileceği ileri sürülmektedir
(hakkın muhatabının korunmaya değer bir hukuki menfaati yoksa, muhatap böyle bir
korunmadan kendisi vazgeçiyorsa, hakkı sağlayan kanun hükmünün amaca uygun
yorumu sonucunda mevcut hak kullanımının geri alınması makul ve hakkaniyete uygun
görülebiliyorsa).
IV. KULLANMA YETKİSİ AÇISINDAN

Şahsen Kullanılması Zorunlu Olan Haklar Şahsen Kullanılması Zorunlu Olmayan Haklar

Bu haklar kural olarak kişiye sıkı sıkıya bağlı Özel hakları oluşturan hakların büyük bir
haklardır ve devri mümkün olmayan hakları çoğunluğunu devredilebilen haklar oluşturur.
kapsar. Bu hakların KURAL OLARAK hak sahibi Bu haklar başkalarına devredilebildiği gibi miras
tarafından kullanılması gerekir, bir temsilci yoluyla da geçerler ve bu haklar temsilciler
aracılığıyla kullanılamazlar. Fakat hak sahibi aracılığıyla kullanılabilir.
hakkını kullanmaya bizzat karar verdikten
sonra, hakkın kullanılması için gerekli işlemleri
yapmak üzere bir temsilciyi yetkili kılabilir.
Kanuni temsilci, velayet veya vesayet altındaki
kişinin bu hakkını temsil yoluyla kullanamaz.
Ancak velayet veya vesayet altındaki kişi ayırt
etme gücüne sahip değilse, bu durumdaki
küçük veya kısıtlının bu hakkını kullanma yetkisi
istisnaen kanuni temsilciye tanınır. Ayrıca bu
haklar icra takibine de konu olmazlar.

V. BAĞIMSIZ OLUP OLMAMA AÇISINDAN

Bağımsız Haklar Bağlı Haklar

Hak sahibinin doğrudan doğruya sahip olduğu Eşyaya Bağlı: Bir kimsenin bir mala malik olması
haklardır, şahsına tanınmıştır. Devredilemez, sebebiyle sahip olduğu haklardır.
miras bırakılamaz. Bir kişinin kişilik hakkı,
mülkiyet hakkı, alacak hakkı, iştira hakkı, fikri Alacağa Bağlı: Bir kimsenin bir alacak hakkına
(fer’i hak) sahip olduğu için elinde
hakkı vb.
bulundurduğu diğer haklardır.

Borç İlişkisine Bağlı: Bir borç ilişkisine taraf


olmaya bağlı haklardır.

Bir Topluluğa Mensup Olmaya Bağlı: Bir


topluluğa mensup olma sıfatına bağlı haklardır.

§3. HAKLARIN KAZANILMASI VE KAYBEDİLMESİ


Bir hakkın kazanılması (iktisabı) ya da kaybedilmesi için kazanmaya veya kaybetmeye konu
olan bir hakkın varlığı gerekir.
I. “HUKUKİ OLAY”, “HUKUKİ FİİL” VE “HUKUKİ İŞLEM” KAVRAMLARI
Dış dünyada meydana gelen her olay hukukun ilgi alanına girmez. Örneğin, bir
yaprağın dalından kopması, bir kimsenin öksürmesi, uyuması, uyanması vb. Buna
karşın hukuk düzeni insan iradesinin sonucu olup olmadığına bakmaksızın bazı
olaylara hukuki sonuç bağlar. İşte hukukun sonuç bağladığı, dış dünyada
HUKUKİ değişiklik meydana getiren bu tür olaylara "hukuki olay" denir. Bu tabii bir olay
OLAY olabileceği gibi aynı zamanda insan merkezli de olabilir. Örneğin, yıldırım
düşmesi tek başına hukuki bir olay değilken, yıldırım, sigortalı bir eve düşer ve
zarar verirse, sigortanın ödenmesi sonucu hukuki bir olaydır. Aynı şekilde doğum,
ölüm, kişinin ergin olması durumları da hukuki olaydır.
İnsan iradesi sonucu oluşan davranışlara hukuki fiil denir. Bunlar hukuka uygun
HUKUKİ FİİL fiil veya hukuka uygun olmayan fiil olarak oluşabilir. Örneğin, bir kimseyi
yaralamak, hırsızlık yapmak hukuki fiil olarak tanımlanır.
Hukuka uygun fiillerin bir kısmında hukuk düzeni fiili gerçekleştirenin iradesini
göz önünde tutarak hukuki bir netice bağlamıştır. Bunlara hukuki işlem denir.

HUKUKİ İŞLEM TÜRLERİ


1. Gerekli İrade Beyanının Sayısı Açısından
a)Tek Taraflı İşlemler: Tek bir kişinin irade beyanının yeterli olduğu hukuki
işlemlerdir. Örneğin vasiyetname yapma.
b)İki Taraflı İşlemler (Sözleşmeler): Hukuki sonucun meydana gelmesi için iki
tarafın karşılıklı ve birbirine uygun irade beyanında bulunmasının gerekli
olduğu işlemlerdir.
c)Kararlar: Kişi topluluklarında hukuki bir sonucu gerçekleştirmek üzere
yeter sayıda kişinin iradelerini aynı yönde açıklamaları ile oluşan hukuki
HUKUKİ işlemlerdir.
İŞLEM d)Müşterek İşlemler: Bir irade beyanının birden çok kişinin beyanlarının
birleşmesiyle meydana gelmesini ifade eder. Bazı hukuki işlemlerde işlem,
çok sayıda kişinin irade beyanının ortak noktada birleşmesiyle oluşur (dernek
kurma işlemi gibi). Buna “toplu hukuki işlem” denilir.

2. İrade Beyanının Yönetilmesi Açısından


Bir irade beyanının belirli bir kişiye veya bir makama yöneltilmesinin gerekip
gerekmemesine göre hukuki işlemler;
a)Yöneltilmesi Gerekli İrade Beyanına Dayanan İşlemler: Hukuki işlemlerin
büyük bir çoğunluğu böyledir.
b)Yöneltilmesi Gerekmeyen İrade Beyanına Dayanan İşlemler:
Vasiyetname yazılması buna örnektir.

3. Etki Doğurduğu Alan Bakımından


a)Kişiliği İlgilendiren İşlemler: Doğrudan doğruya kişiye etki eden
işlemlerdir. Evlenme buna örnektir.
b)Malvarlığını İlgilendiren İşlemler: Doğrudan doğruya malvarlığını
etkileyen işlemlerdir.

4. Malvarlığına Yaptıkları Etki Bakımından


a)Borçlandırıcı İşlemler: İşlemi yapan kimsenin malvarlığının pasifini
çoğaltan işlemlerdir. Yani işlemi yapanı bir borç altına sokar.
b)Tasarruf İşlemleri: İşlemi yapanın malvarlığındaki bir hakka doğrudan
doğruya etki yaparak, o hakkı başkasına devreden ya da sınırlayan, külfet
yükleyen, değiştiren veya sona erdiren işlemlerdir. Genellikle bir
borçlandırıcı işlemle yüklenilen borcun yerine getirilmesi için yapılır ve “ifa”
anlamını taşır.
c)Kazandırıcı İşlemler: Malvarlığının aktifinin artmasını, pasifinin azalmasını
ya da aktifinin azalmasına engel olmayı sağlayan işlemlerdir. Kazandırma
işlemini yapan kişi, karşı tarafa sağladığı malvarlığı karşılığında bir edim elde
ediyorsa “ivazlı kazandırma (işlem)”, böyle bir karşı edim söz konusu değilse
“ivazsız kazandırma (işlem)” söz konusudur. Kazandırıcı işlemler belli bir
amaçla yapılır. Bu amaç kazandırmanın hukuki sebebidir. Kazandırıcı
işlemlerin başlıca 3 hukuki sebebe dayanabileceği kabul edilmektedir. Bir
kazandırma birden fazla sebebe dayanabilir.
1.İfa Sebebi>> Bir borcu ifa etmek amacıyla yapılan kazandırmanın
sebebidir. (Borç Ödeme İşlemleri sonucunda)
2.Alacak Sebebi>> Karşılık olarak bir alacak hakkı elde etmek amacıyla
yapılan kazandırmanın sebebidir. “İktisap Sebebi” de denir. (Satış vaadi
sözleşmesi gibi)
3.Bağışlama Sebebi>> Karşı tarafa tamamen karşılıksız olarak yapılan
kazandırmanın sebebidir. (Bir malın bağışlanması veya vasiyet edilmesi
HUKUKİ gibi)
İŞLEM Kazandırıcı işlemin geçerli bir sebebinin bulunmamasının iki türlü etkisi
olabilir.
1.Kazandırmayı hükümsüz kılar. (Genellikler borçlandırıcı işlemlerde ve
tasarruf işlemlerinde)
2.Kazandırma hükümsüz hale gelmez. Ama mevcut kazandırma, bunu
elde eden kişi açısından bir sebepsiz zenginleşme teşkil eder.

5. Hüküm İfade Edeceği An Bakımından


Hukuki işlemler, bu konu bakımından ikiye ayrılır.
a)Hayatta Hüküm İfade Eden (Sağlararası) İşlemler: Çok çeşitli şekilde
ortaya çıkabilirler.
b)Ölüme Bağlı Tasarruflar: Arzu edilen sonucu, o hukuki işlemi yapanın
ölümünde meydana getiren işlemlerdir. Ancak vasiyetname veya miras
sözleşmesi ile yapılabilir.

HUKUKİ İŞLEMİN UNSURLARI


1. Hukuki İşlemin Kurucu Unsurları
Her hukuki işlemin temel unsuru, hukuki sonuca yönelik bir irade beyandır.
Bazen irade beyanının yapılmış olması yeterliyken, bazen de bu irade
beyanının ayrı olarak bir kişiye veya makama yöneltilmesi de gereklidir.
a)İrade Beyanı Kavramı: Hukuki bir sonuca yönelmiş arzunun açıklanmasıdır.
Ancak söz, yazı veya davranış unsurlarını içeren bir fiil gerçek anlamda bir
irade beyanı ifade eder.
İşlem İradesi>> Belirli bir hukuki sonuca yönelik arzuyu ifade eder.
Fiil İradesi>> Beyan sahibinin iradesini ortaya koyan hareketi yapma
isteğini ifade eder.
Açıklama İradesi>> Beyan sahibinin, yaptığı hareketle arzusunu dışa
yansıtma, özellikle muhataba bildirme iradesini ifade eder.
b)İrade Beyanı Çeşitleri:
1. Açık ve Örtülü İrade Beyanları – İrade Beyanı Sayılan Davranışlar: Bir
kimsenin arzusunu tereddüde yer vermeyecek şekilde ortaya koyan irade
beyanı, açık irade beyanıdır. Arzu, ancak arzuyu açıklamak için yapılan
hareketten, bu hareketin yapıldığı hal ve şartlar göz önünde tutularak
dolaylı biçimde anlaşılıyorsa, örtülü irade beyanı söz konusudur.
Kanaatimizce, iradeyi ortaya koyan davranış beyan arzusu ile yapılmışsa
bu davranış bir örtülü beyandır.

2. Yöneltilmesi Gereken ve Gerekmeyen İrade Beyanları: Bununla


kastedilmek istenen şey, muhatabın bunu öğrenmesine imkan verecek
tarzda beyanın açıklanmasıdır. Hukuki işlemlerin büyük çoğunluğu
yöneltilmesi gerek irade beyanları ile gerçekleşir. Yöneltilmesi gereken
irade beyanları, ilgili kişiye yöneltilmesi zorunlu olan beyanlardır,
yöneltilme yoksa işlem gerçekleşmez. Doktrinde büyük çoğunlukla,
yöneltilmesi gereken irade beyanlarının varma (ilgiliye ulaşma) ile hüküm
ifade edeceği kabul edilmektedir. Yöneltilmesi gerekmeyen beyanlar ise,
arzunun açıklanmasıyla hukuki işlemin oluşmasını sağlayan beyanlardır.
Buna vasiyetname örnek olarak verilebilir.
HUKUKİ
İŞLEM 3. Vasıtalı ve Vasıtasız İrade Beyanları: Vasıtasız beyan, başkasının araya
girmesine gerek kalmadan doğrudan muhataba ulaştırılan beyanlardır.
Vasıtalı beyan ise, arzunun muhataba ulaştırılabilmesi için bir başkasının
fiilinin araya girdiği beyandır. Bir haberci kullanılması, gazeteye ilan
verilmesi, tercüman yardımı ile konuşulması vasıtalı beyandır.

2. Hukuki İşlemin Geçerliliği İçin Aranan Şartlar


a)Her Türlü Hukuki İşlemde Aranan Şartlar
1. Hukuki işlemi yapan kişi o işlemi yapma konusunda gerekli ehliyete
sahip olmalıdır. Ayırt etme gücüne sahip, ergin ve kısıtlı olmayan her
birey fiil ehliyetine tam anlamıyla sahiptir.
2. Hukuki işlemin konusu emredici hukuk kurallarına, kamu düzenine,
genel ahlaka, kişilik haklarına aykırı olmamalı veya işlemin kendisi
imkansız olmamalıdır. Bu hallerde kesin hükümsüz sayılır.
3. Hukuki işlemi meydana getiren irade beyanları sağlıklı olmalıdır. Hata
(yanılma), hile (aldatma) veya ikrah (korkutma) sonucu meydana gelen
beyanlar sakattır, işlemi “iptal edilebilir” kılar.
4. İrade beyanları muvazaalı (hileli, danışıklı) olmamalıdır. Bu beyanlar
üçüncü bir tarafı kandırma güder. Dışa açıklanan iradeler sonucunda
işlem ortaya çıkmış gözükür ancak gerçekte işlemin hiçbir hükmü yoktur
ya da işlemin doğurması gereken hükümden farklı biçimde sonuç
doğurması kararlaştırılmıştır. Muvazaanın yaptırımı doktrinde, işlemin
kesin hükümsüz sayılmasıdır.
b)Bazı Hukuki İşlemler İçin Aranan Ek Şartlar
1. Bazı hukuki işlemlerde irade beyanının bir şekle uygun yapılması
gerekir. Bu şekil zorunluluğu ya kanundan doğar ya da taraflarca
kararlaştırılır. Gerekli şekil uygulanmazsa işlem geçersiz olur.
2. Tasarruf işlemlerinde, tasarrufta bulunan kişi fiil ehliyetinden başka
tasarruf yetkisine de sahip olmalıdır.
3. İlli (sebebe bağlı) tasarruf işlemlerinin geçerli olması, ortada buna
temel teşkil eden geçerli bir borçlanma işleminin bulunmasına bağlıdır.
Bu borçlandırıcı işlem geçersiz ise tasarruf işlemi de geçersiz olur.
4. Karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde gabin (aşırı yararlanma) söz
konusu olmamalıdır. Yani tarafların üstlendiği edim değerleri arasında
açık bir dengesizlik ya da oransızlık bulunmamalıdır.
c)Bazı Hukuki İşlemlerin Hüküm Doğurması İçin Gereken Tamamlayıcı
Unsurlar
1. Ayırt etme gücüne sahip kısıtlı ve küçüklerin kendilerini borç altına
sokan hukuki işlemelerinin hüküm ifade etmesi için, kanuni temsilcinin
izni veya icazet gerekir.
2. Temsil, bir kimsenin bir hukuki işlemi, bir başkası adına yapmasıdır.
Temsilci yetkili ise işlem, temsil olunanı bağlar. Temsilci yetkisiz ise
yapılan işlem temsil olunanı bağlamaz. Ancak temsil olunanın icazet
vermesi sonucu işlem geçerli olur.
3. Eşler için söz konusu olan tasarruf yetkisi sınırlaması hallerinde,
tasarruf işleminin geçerliliği diğer eşin rızasına tabi tutulmuştur. Diğer eş
rızasını “izin” tarzında baştan verirse sorun yoktur. Ancak, işlem diğer
eşin rızası olmadan yapıldıysa noksandır, diğer eşin icazet verdiği an
baştan geçerli olur ve hüküm ifade eder. Aksi takdirde hükümsüz sayılır.
4. Bazı işlemlerde, işlemin hüküm ifade etmesi için, bunun bir resmi
makamın fiili ile tamamlanması aranmıştır (Bir sözleşmenin hakim
tarafından tasdiki, vesayet ve denetim makamlarının izni, bir ayni hakkın
kazanılması için gereken tescil gibi). Bazen de resmi makamın bu
HUKUKİ tamamlayıcı fiili yapıp yapmaması onun takdirine bağlıdır.
İŞLEM 5. Şart, gelecekte gerçekleşmesi beklenen fakat gerçekleşip
gerçekleşmeyeceği şuan belli olmayan bir olaydır. Bir hukuki işlemin
hüküm doğurmaya başlaması için bir şart öngörülmüşse, bu takdirde bir
“geciktirici şart” söz konusudur. İşlemin hüküm doğurması şarta
bağlanmışsa, o işleme “geciktirici şarta bağlı işlem” denir. İşlemin
hüküm doğurmasını sona erdirmek üzere bir şart kararlaştırılmışsa da
buna “bozucu (infisahi) şartlar” denir.
6. Bir hukuki işlemin hüküm doğurması için kurucu unsurların
gerçekleşmesinden sonra belirli bir sürenin de geçmesi gerekiyorsa, o
işleme “vadeye bağlı işlem (vadeli işlem)” denir. Bazen vade belirli bir
tarih olarak belirlenir (10 Mart ya da 30.04.2019 gibi), bazen de vade,
gerçekleşeceği kesin olan ama ne zaman gerçekleşeceği bilinmeyen bir
olay olabilir (kayak sezonu açıldığında gibi). Buna da “belirsiz vade”
denir.

HUKUKİ İŞLEMLERİN HÜKÜMSÜZLÜĞÜ


Yokluk: Bir hukuki işlemin kurucu unsurlarının eksik olduğu hallerde, o hukuki
işlem ve onun hedeflediği ilişkinin hiç doğmamış olduğu hükümsüzlüktür.

Kesin Hükümsüzlük (Butlan): Bir hukuki işlemin kurucu unsurları tamam olmakla
birlikte, geçerlilik şartlarından biri eksik ise, o işlemle kurulan ilişki ya ölü ya da
sakat olarak doğar. Bu, o hukuki ilişkinin kesin hükümsüzlüğü demektir. Nisbi
butlan tarzında ifade edilen “iptal edilebilirlik” hallerinden ayırmak için buna
“mutlak butlan” da denilmektedir. Genel ahlak kurallarına aykırılık söz konusu
ise işlem kesin hükümsüzdür. Yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden
sakatlık durumları da kesin hükümsüzlük doğurur.

İptal Edilebilirlik: Çeşitli görünümlerde ortaya çıkmaktadır. Bunların ortak


yanları, sakat işlemin tam olarak hükümsüz hale gelmesi için ihlal edilen geçerlilik
şartı ile korunan tarafa bir iptal hakkı tanınmış olmasıdır. İptal hakkı, bozucu
yenilik doğuran haktır, bu hakkın kullanımı ile işlem kesin hükümsüz hale gelir.
Ancak, kişi bu hakkı öngörülen süre içinde kullanmazsa veya bu hakkından
feragat ederse, işlem baştan itibaren geçerli hale gelir. Bu nedenle iptal
edilebilirlik hallerinin bu grubunda bir “düzelebilir hükümsüzlük” söz konusudur.

Bir sözleşmede hata, hile veya korkutma sebebiyle bir sakatlık var ise düzelebilir
bir hükümsüzlük söz konusudur. Bu durumda iptal hakkı, hata veya hilenin
anlaşılmasından ya da korkutmanın kalkmasından itibaren 1 yıl içinde
kullanılmalıdır.
HUKUKİ
İŞLEM Noksanlık: Bir hukuki işlemin kurucu unsurları ve geçerlilik şartları tamam
olmakla beraber, hükümlerini doğurması için gerekli tamamlayıcı unsurlar eksik
ise söz konusu olur. Bu durumda işlem askıdadır. Ya tamamlayıcı unsur
gerçekleşecek ve işlem hüküm ifade edecektir, ya da bu unsurun
gerçekleşmeyeceği kesin olarak belli olacak ve işlem tamamen
hükümsüzleşecektir.

Nisbi Etkisizlik: Bir tasarruf işlemi ile meydana gelen değişikliğin bazı sebeplerle,
bazı kimselere karşı ileri sürülememesi, başka bir deyişle, değişikliğin onlara karşı
etkili olmaması halinde söz edilir. Örneğin, bir alacak devredilince, bu devir
borçluya bildirilmemişse, bu devir tamamen geçerli bir işlem olmasına rağmen,
devirden haberi olmayan iyiniyetli borçluya etki etmez.

II. HAKLARIN KAZANILMA (İKTİSAP) TARZI


→ Aslen Kazanma: Daha önce hiç kimsenin üzerinde mülkiyet hakkına sahip olmadığı bir
eşya üzerinde mülkiyet hakkının kurulmasıdır. Örneğin, (A)’nın gölden balık tutmasında
ki kazanımı aslen kazanımdır.
→ Devren Kazanma: Bir kimsenin, sahip olduğu hakkını bir başkasına devretmesi ile
devralan kişinin hakkı kazanma durumudur. Örneğin, (A) kendisine ait kitabı (B)’ye
satarsa (B)’nin hak kazanımı devren kazanma ile gerçekleşmiş olur. Devir yoluyla hakkın
kazanılması kapsam bakımından iki şekilde ortaya çıkar: Belli bir ya da birkaç hak, bir
kimseden ötekine geçerse buna tikel kazanma (cüz'i intikal) denir. Satımda ya da
bağışlamada yalnızca satımın ya da bağışlamanın konusunu teşkil eden mal kazanılır.
Buna karşılık miras yoluyla intikal bir tümel kazanma (külli intikal) biçimidir.
→ Tesisen Kazanma: Eşya üzerinde mülkiyet hakkına sahip olan bir kimsenin, bu hakkını
saklı tutmak koşuluyla başka bir kişiye eşya üzerinde hak tanımasıdır. Örneğin, (A)
mâliki olduğu evi (B)’ye kiraladığında (B) kiracılık hakkını tesisen kazanmış olur.

III. HAKLARIN KAYBEDİLİŞ TARZI


Bir hak, bir kişiden diğerine geçtiği zaman, yeni hak sahibi hakkı iktisap ederken, eski hak sahibi
de hakkını kaybetmektedir. Buna hakkın “nisbi kaybı” denir.
Bir hakkın kaybı, hakkın tamamen ortadan kalkması tarzında ise buna da hakkın “mutlak
kaybı” denir. Belirli bir zaman parçasının geçmesi de bazı hallerde hakların mutlak biçimde
kaybedilmesine sebep olmaktadır. Zamanın geçmesinin bir hakkın sona ermesine doğrudan
doğruya sebep olduğu hallerde “süreye bağlı hak” söz konusudur. Hakkın düşmesine yol açan
süreler de “hak düşürücü süre” olarak adlandırılmaktadır.

IV. HAKLARIN KAZANILMASINDA İYİNİYETİN ROLÜ (Sübjektif İyiniyet)


Bir hakkın kazanılmasında veya daha geniş bir ifade ile bir hukuki etkinin ya da sonucun
meydana gelmesinde buna ait bir engeli bilmemek ve bilebilecek durumda olmamaktır. Özetle
sübjektif iyiniyet, hakkı kazanması söz konusu olan kişideki mazur görülebilir bilgi eksikliğidir.
İyiniyet, bir kimsenin iyiniyetli olmaması halinde karşılaşacağı bazı hukuki sonuçlardan
korunmasını ve normalde o kişi için söz konusu olması gereken hukuki sonucun değişmesini
sağlar. Bazen iyiniyetin koruyucu etkisi derhal değil, belirli bir süre sonunda gerçekleşir. Bir
kimsenin elinden isteği dışında çıkmış bir malı bir üçüncü kişinin iyiniyetle iktisap etmesi,
kazandırıcı zaman aşımı şartlarının gerçekleşmesine bağlıdır. Kısacası, iyiniyet ancak kanunun
izin verdiği hallerde ve ölçüde koruyucu rol oynar.
İyiniyet karinesinin en önemli bir diğer sonucu ise iyiniyetli kişinin ispat külfetinden
kurtulmasıdır.

İYİNİYETİN ARANACAĞI KİŞİ


Temsil Halinde: Söz konusu kişi, işlemde bir başkası tarafından temsi edildiği takdirde hem
temsil edilenin hem de temsilcinin iyiniyetli olması aranır.
Tüzel Kişilerde: İyiniyet, o hukuki ilişkide tüzel kişiyi temsil etmeye yetkili organı oluşturan
kişilerde aranır.
Tüzel Kişiliği Bulunmayan Kişi Topluluklarında: Tüzel kişiliği bulunmayan fakat elbirliği
ortaklığı sebebiyle bu ilişkiye katılan kişilerin birlikte hareket etmek zorunda oldukları kişi
topluluklarında, topluluğu oluşturan bütün kişilerin iyi niyetli olmasına bağlıdır.

NOT: İyiniyetle hak kazanabilmek için aranan şartlar şunlardır.


1. Kişide mevcut bilgisizlik veya yanlış bilgi hoş görülebilecek nitelikte olmalıdır.
2. Kanun uyarınca ilan edilmesi zorunlu tutulan hususlar hakkında bilgisizlik ileri
sürülemez.
3. Kanunen açıklık ilkesine tabi tutulan sicillerdeki kayıtların bilinmediği ileri sürülemez.
4. Kişi, hakkın kazanımında gerekli olan dikkat ve özeni göstermiş olmalıdır.
AYNİ HAKLARIN KAZANILMASINDA İYİNİYET
İyi niyetin ayni hakların kazanılmasındaki önemi, özellikle hak sahibi olmayandan hak
kazanılmasını mümkün kılmasında görülür. İyi niyet somut olayın özelliklerine göre bazen
doğrudan doğruya bazen de dolaylı olarak kazanıma etki eder.

UYARI: İyiniyetle hak kazanımında dikkat edilmesi gereken hususlar:


1. Henüz ilan edilmemiş kısıtlanma kararı iyi niyetli kişiye karşı ileri sürülemez.
2. İşlem ehliyetsizliği karşısında iyi niyet korunmaz.
3. Kamuya duyurulması (ilanı) kanunca zorunlu olan olguların bu zorunluluğa uyularak
ilanı yapılmış olan noktaların bilinmediği savında iyi niyet korunmaz.
4. Halef mirasçı, selefi miras bırakanın iyi niyetinden yararlanabilir.
5. Aslında miras bırakana ait olmadığı halde ona ait sanılan eşyada mülkiyet
kazanılamayacağı gibi, aslında terk edilmiş olmadığı halde terk edilmiş sanılan eşyada
da mülkiyet kazanılamaz.
6. İyi niyetin hak kazandırıcı işlevi kural olarak sadece ayni hak kazanımlarında söz konusu
olur. Nispi (şahsi) hak kazanımlarında söz konusu olmaz. Örneğin kiracılık hakkı iyi
niyetle kazanılmaz.
7. Alacak hakkı bir senede bağlandığında (çek, poliçe, bono), borçlu alacaklısıyla kendisi
arasındaki danışıklığı, yani hükümsüzlüğünü senedi devralan iyi niyetli üçüncü kişiye
karşı ileri süremez.
8. Alacağın devredildiğini bilmeksizin eski alacaklıya ifada bulunan borçlu borcundan
kurtulur.
9. İyi niyetli kadın butlanına hükmedilmiş olsa bile bu batıl evlenme sayesinde kazanmış
olduğu kişisel durumunu, erginliğini, vatandaşlığını korumaya devam eder.
10. Evliyken yeniden evlenen bir kimsenin önceki evliliği sona erer ve ikinci evlenmede de
diğer eş iyi niyetli olursa, bu batıl evlenme geçerli sayılır.
11. İyi niyetli zilyet, şeyin kaybedilmesinden, yok olmasından veya hasara uğramasından
sorumlu olmaz.
12. İyi niyetli zilyet, geri vermeyi isteyen kimseden şey için yapmış olduğu zorunlu ve yararlı
giderleri tazmin etmesini isteyebilir ve bu tazminat ödeninceye kadar şeyi geri
vermekten kaçınabilir.
13. Bir taşınırın emin sıfatıyla zilyedinden o şey üzerinde iyi niyetle mülkiyet veya sınırlı
ayni hak edinen kimsenin edinimi korunur.
14. Bir taşınır, açık artırmadan veya pazardan ya da benzeri eşya satanlardan iyi niyetle
edinilmiş ise; iyi niyetli birinci ve sonraki edinenlere karşı taşınır davası, ancak bedelin
geri verilmesi koşuluyla açılabilir.
15. Zilyet, iradesi dışında elinden çıkmış olsa bile, para ve hamile yazılı senetleri iyiniyetle
edinmiş olan kimseye karşı taşınır davası açamaz.
16. Üçüncü kişi, rehin konusu taşınır üzerinde daha önce kurulmuş rehin hakkı
bulunduğunu bilmeden ve bilmesi gerekmeden iyi niyetle bir sınırlı ayni hak kazanırsa,
bu sınırlı ayni hak daha önce kurulan rehinden sıra itibariyle önce gelir.
17. Üçüncü kişi rehin konusu taşınırın mülkiyetini rehnin varlığını bilmeksizin (iyiniyetle)
kazanmış olup da, iyi niyeti dolayısıyla kazanımı korunuyorsa, bu mal üzerindeki rehin
hakkı sona erer. Buna karşılık üçüncü kişi taşınır üzerinde sınırlı bir ayni hak kazanmışsa,
rehin hakkı sona ermez. Fakat rehin sıraca kazanılan sınırlı ayni haktan sonra gelir.

İYİNİYETİN İSPATI
Bir kimsenin bir engeli bilmediğini ispat etmesi çok güç, hatta imkansızdır.
İyiniyetin koruyucu etkisinden yararlanacak kişi iyi niyetli olduğunu ispat etmek zorunda
değildir. Onun iyiniyetli olmadığını ispat etmek, o kişinin iyi niyetli olmadığı ispat ettiği takdirde
yarar elde edecek kişiye düşer.
İspatla yükümlü kimse, korunan kişinin söz konusu engeli bildiğini, mesela bu engelin o kişiye
haber verildiğini ispat ederse, iyiniyetin koruyucu etkisi artık uygulama alanı bulamaz. Başka
bir deyişle iyiniyet karinesi çürütülmüş olur.
Fakat karşı taraf tarafından bu durumun ispatı zordur. Bu bakımdan uygulamada böyle bir
durumla nadiren karşılaşılır. Bu yüzdendir ki başvurulan yol genellikle karşı tarafın, iyi niyetli
olduğunu iddia eden kişinin söz konusu engeli bilmesi gerektiğinin ispat edilmesidir. Eğer bu
husus ispat edilirse, hukuki işlem konusunda gereken özeni göstermeyen kimse iyiniyetli
sayılamayacaktır.
Bazen kanunda, gösterilecek özenin konusu ve kapsamının ne olduğu açıkça belirtilir. Bazen
ise kanun, hile veya ağır kusurun varlığının ispatını aramıştır. Özel bir hüküm bulunmayan
hallerde de özenin gösterilip gösterilmediğine dair ileri sürülen delillere göre hakim takdir
edecektir.
Dava dosyasında kişinin iyiniyetli olmadığı anlaşılıyorsa, karşı taraf ileri sürmese dahi hakim
re’sen bu durumu nazara alacaktır.

V. HAKLARIN KULLANILMASINDA İYİNİYETİN ROLÜ - DÜRÜSTLÜK KURALI


(Objektif İyiniyet)
Objektif iyiniyet, hakların kullanılması ve borçların ifasında dürüst davranmayı ifade eder.
Dürüstlük kuralı, namuslu, dürüst ve makul bir insan olarak beklenen davranışı ifade eder.
Hakların nasıl ve hangi kurallara uyularak kullanılacağını ve borçların nasıl ve nelere uyularak
yerine getirileceğini gösterir; böylece de hakların içeriğini ve kapsamını belirler. Medeni Kanun
da buradan hareketle “herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük
kurallarına uymak zorundadır” diyerek toplumsal düzenin devamını sağlamaya çalışmıştır.
Dürüstlük kuralı ve hakkın kötüye kullanımı farklı şeylerdir, birbirlerini tamamlarlar.

Bir kişinin dürüst davranmış sayılması için:


- Davranışında menfaati olmalıdır
- Menfaati olan kişinin davranışı ile karşı tarafın zararı arasında oransızlık olmamalıdır
- Tarafın davranışı ahlaka aykırı olmamalıdır
- Tarafın davranışı güven ilkesini zedelememelidir.
 Bu şartların aksi bir durum varsa hakkın kötüye kullanılması söz konusudur.

Dürüstlük kuralının uygulandığı başlıca alanlar:


- Hukuki işlemin kurulmasında
- Hukuki işlemin kurulmasından önce
- Sözleşme öncesi görüşmelerden doğan kusur sorumluluğunda (culpa in contrahendo)
- Hukuki işlemin yorumunda
- Hukuki işlemin tamamlanmasında
- Sözleşme yapma zorunluluğunun belirlenmesinde
- Borçların yerine getirilmesinde
- Hakların kullanılmasında
- Hukuki işlemin değişen koşullara uyarlanmasında (emprovizyon teorisi)
- Kanunların yorumlanmasında ve boşlukların doldurulmasında
- Kanuna karşı hilenin önlenmesinde

VI. HAKKIN KÖTÜYE KULLANILMASI


Hak sahibi, hakkını kullanmada tamamen serbest değildir. Bir hakkın amacına aykırı olarak
kullanılması dürüstlük kuralı ile bağdaşmaz. Böylece o hak kötüye kullanılmış olur.
Bir hakkın kötüye kullanıldığını kabul etmek için failin kusurlu olması ve özellikle zarar verme
kastının bulunması zorunlu değildir. Birine fiilen zarar verilmiş olması veya zarar tehlikesi
bulunması da hakkın kötüye kullanıldığının kabul edilebilmesi için şart değildir.

HAKKIN KÖTÜYE KULLANILDIĞINI GÖSTEREN DURUMLAR


1. Hakkın kullanılmasında meşru (yasal, geçerli) bir menfaat (kazanç) bulunmaması
2. Hakkın kullanılmasının hak sahibine sağlayacağı kazanç ile başkasına vereceği zarar
arasında aşırı oransızlık olması
3. Kendi ahlaka aykırı davranışına dayanarak hak kullanması
4. Karşı tarafta uyandırılan (yaratılan) güvene aykırı davranılması

HAKKIN KÖTÜYE KULLANILMASININ YAPTIRIMI


Bazen, kötüye kullanılan haktan zarar gören kimseye bu zararını gidermek üzere bir dava hakkı
tanınır. Bu dav, hakkın kötüye kullanılmasının doğuracağı zararın önlenmesi, zarar verici
durumun giderilmesi davaları olabileceği gibi bir tazminat davası da olabilir. Tazminat davası
olabilmesi için hakkı kötüye kullanma fili aynı zamanda bir “hukuka aykırı fiil” niteliğini
taşımalıdır. Diğer bir yönden, bir tarafın hukuki ilişkinin devamını istemesi hakkın kötüye
kullanılmasını teşkil ediyorsa, mahkemece ilişkinin değiştirilmesine veya sona erdirilmesine de
karar verilebilir.
Dava dosyasında hakkın kötüye kullanıldığı anlaşılıyorsa, karşı taraf ileri sürmese dahi hakim
bu durumu re’sen nazara alacaktır. Fakat her halde kararının gerekçesini açıklamak
zorundadır.

VII. DÜRÜSTLÜK KURALI VE HAKKIN KÖTÜYE KULLANILMASI YASAĞININ


UYGULAMA ALANI

A. KANUNUN YORUMLANMASINDA VE BOŞLUKLARIN DOLDURULMASINDA


Kanun hükmünün yorumlanmasında da dürüstlük kuralına başvurmak gerekir. Bazen bir
hükümde kanun koyucu dürüstlük kuralına yollama yapmış olabilir.
Kanunların uygulanmasını incelerken, yorumla anlamı tespit edilen hükmün uygulanmasının
dürüstlük kuralı ile bağdaşmadığı, böyle bir hükmün uygulanmasını istemenin hakkın kötüye
kullanılması sayıldığı hallerde, hakimin, söz konusu hükmü uygulamaktan kaçınması ve bu
yüzden ortaya çıkan örtülü boşluğu doldurması gerekir.

B. KANUNA KARŞI HİLENİN ÖNLENMESİNDE


Bir emredici hukuk kuralına aykırı bir fiile veya hukuki işleme uygulanacak yaptırımı bertaraf
etmek amacıyla, hukuken uygun görülen başka yollara başvurarak aynı sonuca ulaşmaya
“kanuna karşı hile” denir.
Bir anlamda kanuna karşı hile, o kanun hükmünde öngörülen yaptırımla karşılaşmamak için,
hükmün etrafından dolaşıp, menzil dışına çıkılması demektir. Kanuna karşı hile, kanunun sözü
geçen hükümlerinden yararlanma hakkının kötüye kullanılmasıdır. Bu meseleye uygulanacak
yaptırım, hile ile amaçlanan kanuni korumadan yoksun olmaktır. Bu sebeple kaçınılan hükmün
yaptırımı ne ise, kanuna karşı yapılan hileye de bu yaptırım uygulanacaktır.

C. HUKUKİ İŞLEMİN OLUŞMASI, YORUMLANMASI VE TAMAMLANMASINDA


1. Bir hukuki işlemin varlığını saptamada ve oluşan bir hukuki işlemin yorumlanmasında
önemli rol oynayan “güven prensibi” dürüstlük kuralına dayanır. Buna göre:
a) Bir kişinin belirli bir davranışını, dürüstlük kuralı uyarınca kendisine yapılmış bir
irade beyanı saymakta haklı görünen kimseye karşı, sözü geçen davranışın, o
davranış bir irade beyanının unsurlarını ve özellikle hukuki sonuca yönelmiş
arzuyu taşımasa dahi, güven ilkesi karşısında irade beyanı varmış gibi hukuki
sonuç doğuracağı kabul edilmektedir.
b) Dürüstlük kuralı hukuki işlemlerin, özellikle de sözleşmelerin yorumlanmasında
birincil önem taşıyan bir esastır. Yönetilmesi gereken bir irade beyanı ile
gerçekleştirilebilen tek taraflı hukuki işlemden doğan bir hakkın veya borcun
kapsamı, irade beyanının dürüstlük kuralına göre yorumlanmasıyla tespit
edilecektir. Sözleşmelerde ise tarafların ortak arzularının tespitinde yine
dürüstlük kuralı rol oynayacaktır.
2. Yapılan yorum ancak hukuki işlemde yer alan hükümleri açıklar. Fakat bir hukuki işlem
ve özellikle bir sözleşme ile kurulan hukuki ilişkinin ortaya çıkardığı bütün meselelerin
çözümüne ait esaslar işlemde yer almayabilir. Bu takdirde hukuki işlemde “boşluk” söz
konusudur. Bu boşluğun doldurulmasında kanunun yedek hukuk kurallarına
başvurmak gerekir. Ancak yedek hukuk kuralı da yoksa işlemdeki boşluğu hakim,
dürüstlük kuralına göre tarafların farazi iradesini tayin ederek doldurur.

Esaslı unsur, ya sözleşme tipi için varlığı zorunlu olan esaslı noktalardır ya da ikinci
dereceden bir nokta olmasına rağmen taraflardan biri tarafından önem verildiği için
müzakere masasına getirilen husustur. Taraflar ikinci dereceden bir noktayı hiç
müzakere etmemiş veya müzakere edip karara varamamış fakat ileride halledilmesi
konusunda mutabık olmuş ise ortaya “sözleşme boşluğu” çıkar. Bu durumda hakim
“tamamlayıcı hukuk kuralı”na bakar. Böyle bir kural yoksa tarafların ortak farazi
iradesini araştıracak; “taraflar mutabık olsaydı, dürüst ve makul olarak nasıl bir
düzenleme yapardı?” sorusunun cevabına göre sadece o sözleşme için geçerli olacak
bir kural yaratarak boşluğu dolduracaktır.

D. BORÇLARIN DOĞUMUNDA
1. Sözleşme Yapma Zorunluluğu: Kural olarak bir kimse, başka bir kimse ile bir sözleşmeyi
yapıp yapmama konusunda özgürdür. Ancak bu özgürlüğün bir ön sözleşmeden doğan
bazı sınırlamaları mevcuttur ki, artık bu hallerde sözleşme yapma zorunluluğundan
bahsedilir. Bu zorunluluk öncelikle kamu idareleri veya bunlara bağlı kuruluşlar
açısından söz konusudur. Bu kuruluşlar, şartlarına uygun şekilde kendilerine başvuran
herkesle sözleşme yapmakla yükümlüdür. Özel hukuk bakımından sözleşme yapma
zorunluluğu ise, ya yasal düzenlemeye ya da böyle bir hüküm bulunmaya hallerde
dürüstlük kuralına dayanır. Dürüstlük kuralının sözleşmeyi zorunlu kıldığı bu hallerde
sözleşme yapmaktan kaçınmak, hakkın kötüye kullanımıdır.

2. Yan Borçlar: Bir borç ilişkisinde taraflar veya kanun, çoğu kez sadece asli borçları
düzenler. Halbuki bir borç ilişkisi bir kısım yan borçların doğmasına da yol açar. Bu yan
borçlar bazen kanun tarafından belirtilir; çoğu zaman ise sözleşme ile tespit edilir.
Fakat kanunun veya sözleşmenin yorumundan bir yan borcun varlığı sonucuna
varılamasa bile, böyle bir yan borç dürüstlük kuralından çıkarılabilir.
Yan borçların bir kısmı koruma amacı güder. Bazı hallerde de açıklamada bulunma ve
bilgilendirme yükümü tarzında ortaya çıkar. Aslında sözleşme kurmaya yönelen her bir
taraf, kendisi bilgi edinme görevi altındadır. Buna karşılık, dürüstlük kuralı karşısında
gerekli kılıyorsa, aydınlatma yükümlülüğü söz konusu olabilir.

Bir hukuki işlemle ilgili belgeleri sağlama yükümü de dürüstlük kuralına dayanan bir yan
borç olabilir. Keza, bazı şartlar altında iş birliğinde bulunma yükümü de dürüstlük kuralı
icabı yerine getirilmesi gereken bir yan borçtur.

Bağımlı yan borç, asli borcun ifasına yardım eden ve asli borçtan ayrı dava edilemeyen
borçlardır.

Bağımsız yan borç ise, asli borcun amacına ulaşmasına yardım eden ve asli borçtan ayrı
olarak dava edilebilen borçlardır.

3. Sözleşme Görüşmelerinde Dürüst Davranma Borcu: Dürüstlük kuralı, bir sözleşmeye


yönelik olarak görüşmelere başlayan taraflara; birbirlerine karşı dürüst davranma,
sözleşmenin yapılması veya şartlarının tespiti hususundaki kararlarına etki edecek
hususlar hakkında birbirlerine bilgi verme ve görüşmeleri dürüst ve ciddi bir tavırla
sürdürme yükümlülüğünü yükler. Bu hususa “culpa in contrahendo’dan sorumluluk”
denilir.
4. Davranış Yükümlülükleri: Dürüstlük kuralı, sözleşme görüşmelerine başlayan kişilere
culpa in contrahendo’dan kaçınmak dışında, temasa geçtiği karşı tarafı zarardan
koruma yükümlülüğü de yükler.

E. SÖZLEŞMELERDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASI VEYA SONA ERDİRİLMESİ


1. Eski Borçlar Kanunu Açısından
Borç ilişkilerinin sonradan ortaya çıkan sebepler üzerine, bundan olumsuz etkilenen
tarafa, ilişkinin değişen duruma göre ayarlanmasını veya sona erdirilmesini isteme
hakkını veren genel nitelikli bir hüküm mevcut değildi. Kanun koyucu sadece bazı
ilişkiler için getirdiği özel düzenlemelerle buna imkan tanımıştı.

Ortaya çıkacak adaletsiz sonuçları önlemek adına çeşitli çözümler ortaya atılmıştı.
Meselenin çözümü için dayanak olabilecek genel prensip dürüstlük kuralıydı. Buna
göre sözleşmenin kurulmasından sonra ortaya çıkan beklenmedik sebepler yüzünden
edimler dengesinin aşırı ölçüde bozulmasına rağmen, borcun hala mevcut sözleşme
şartlarına göre ifası talep ediliyorsa ve bu talep dürüstlük kuralına aykırıysa, borçlu,
mahkemeye başvurarak işlem temelinin çöktüğünü ileri sürebilir ve akdin ya yeni
şartlara göre ayarlanmasını ya da sona erdirilmesini isteyebilirdi. Hakim de durumun
özelliğini göz önünde tutarak bu iki karardan birini verebilirdi. Fakat böyle bir kararı
verebilmesi için bugün için de geçerli olan şu şartlar aranmaktaydı.
- Sözleşmenin kurulmasından sonra, sözleşme yapılırken öngörülemeyen,
objektif nitelikli ve olağanüstü bir sebep ortaya çıkmalıdır.
- Bu sebep yüzünden borç ilişkisinde tarafların yüklendikleri edimler arasındaki
denge aşırı ölçüde bozulmalıdır.
- Bu durumun oluşmasında hakimin müdahalesini talep eden tarafın kusuru
bulunmamalı ve sorumluluğunu gerektiren özel bir sebep mevcut
olmamalıdır.
- Bu yeni duruma rağmen, borcunu hala sözleşme şartlarına uygun biçimde ifa
etmesi dürüstlük kuralı karşısında borçludan beklenmemelidir.
- Sözleşmede veya kanunda bu konuya ilişkin özel bir hüküm bulunmamalıdır.
- Edimler henüz ifa edilmemiş olmalıdır.

2. Yeni Borçlar Kanunu’nun Konuya İlişkin Düzenlemesi

BK m.138
“Sözleşmenin yapıldığı sırada taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de
beklenmeyen olağanüstü bir durum, borçludan kaynaklanmayan bir sebeple ortaya
çıkar ve sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesini
dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirir ve borçlu da
borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını
saklı tutarak ifa etmiş olursa borçlu, hâkimden sözleşmenin yeni koşullara
uyarlanmasını isteme, bu mümkün olmadığı takdirde sözleşmeden dönme hakkına
sahiptir. Sürekli edimli sözleşmelerde borçlu, kural olarak dönme hakkının yerine fesih
hakkını kullanır.

Bu madde hükmü yabancı para borçlarında da uygulanır.”

VIII. MEDENİ KANUN M.2 UYGULANIRKEN GÖZ ÖNÜNDE TUTULACAK


ESASLAR
1. MK m.2, ancak uygulama şartlarının gerçekleştiği olaylarda başvurulabilecek, istisnai bir
düzenlemedir.
2. MK m.2 gelişigüzel kullanılabilecek bir hüküm değildir.
3. Gereken hallerde dürüstlük kuralına başvurmaktan çekinmemek, fakat bunu uluorta
kullanmaktan mutlaka kaçınmak gerekir.
4. Hakim MK m.2’ye dayanılması gereken hallerde bunu re’sen nazara alacaktır. Ayrıca
hakim, dürüstlük kuralını ve hakkın kötüye kullanılması yasağını uyguladığı her olayda bu
uygulamanın somut gerekçelerini mutlaka açıklama zorundadır. Bu konuda hakim keyfi
davranamaz.
5. Tarafların MK m.2’nin uygulanmasını anlaşma ile bertaraf etmeleri kural olarak
mümkündür. Ancak, bu yolda yapılacak bir sözleşmenin kişilik haklarına aykırı olmaması
gerekir; aksi halde sözleşme kesin hükümsüz sayılacak ve MK m.2 hükmünü devre dışı
bırakamayacaktır.

§4. HAKLARIN KORUNMASI


Bir hak sahibinin hakkı, bu hakka uymak zorunda olanlar tarafından ihlal edilince, hakkın
korunması meselesi ortaya çıkar.
Hak sahibinin hakkını korumak için sahip olduğu temel yetki, hakkın uyulmasını talep
yetkisidir. Bu talep amacına ulaşırsa hak korunmuş olur.
Buna karşılık, talep istenilen sonuca ulaşamazsa, hak sahibinin hakkını korumak için
başvuracağı normal yol, devletin yargı organına müracaat ederek dava açmaktır. Hakkı ihlal
eden kimse, dava sonucu ortaya çıkan hükme uyarsa hak korunmuş olur.
İhlalde bulunan kişi yargı kararına uymazsa, hak sahibi devletin sağladığı cebri icra yoluna
başvurmak durumunda kalacaktır.
Devletin müdahalesini istemenin güç olduğu bazı durumlarda ise, hak sahibine istisnaen kendi
gücünü kullanarak hakkını koruma imkanı tanınmıştır.
Bütün çabalara rağmen hakka uyulması sağlanamazsa veya sağlanmasına rağmen arada geçen
sürede hak sahibi zarara uğrarsa, kanun hükümleri çerçevesinde hak sahibi zararının tazminini
isteme hakkına sahiptir.
I. TALEP
Başkasından bir şeyi yapmasını veya yapmamasını isteme hakkıdır. Alacak hakkı ile talep hakkı
farklıdır. Alacak hakkı sadece borç ilişkilerinden doğar. Ancak belirtmek gerekir ki, borç
ilişkilerinden doğan talep hakları bakımından, alacak hakkı ve talep hakkı arasında bir fark
yoktur.
Nisbi haklardan alacak hakkı hakkında, alacağa bağlı talep hakkı çoğu kez alacak hakkı ile aynı
anda doğar. Ama vadeye bağlı borç bu durumun istisnasıdır. Vadeden önce alacak hakkı
mevcuttur. Ama vade zamanı geldiği zaman borcu talep hakkı doğar.
Talep, asıl hakka bağlı bir yetkidir. Mutlak haklarda talep yetkisi, hak başkası tarafından ihlal
edildiği zaman doğar.
Yenilik doğuran haklar ise hak sahibine talep hakkı değil, irade beyanında bulunarak bir hukuki
sonucu sağlama yetkisi verir. Burada talep hakkı söz konusu değilse de, yenilik doğuran hakkın
kullanılması ile ortaya çıkan yeni durumda bazı hakların ve bunlara bağlı taleplerin doğumu
söz konusu olabilir.

II. DAVA
Burada sözü geçen dava, talebin yargı organı aracılığıyla kullanılmasıdır. Normal tanımıyla ise
dava, bir uyuşmazlığın halledilmesi ya da önlenmesi veya bir kişiye karşı bir hukuki etkinin
sağlanması için mahkemeye başvurulmasıdır. Dava, bir Usul Hukuku işlemidir.

A. DAVA ÇEŞİTLERİ
Davayı açan: Davacı.
Aleyhine Dava Açılan: Davalı.
Çekişmeli Yargı: Davalı ve davacı var. Dava sözünü sadece çekişmeli yargı için kullanmak
doğrudur.
Çekişmesiz Yargı: Sadece davacı var.

1. Eda Davaları: Davacı, davalının bir şey yapmaya, vermeye veya yapmaktan kaçınmaya
mahkum edilmesini ister. En çeşitli davadır. Eda davası, bir zararın tazminini ele alıyorsa
“tazminat davası” adını taşır. Yargılama sonunda hakim, davacıyı haklı bulursa davalıyı
edaya mahkum eden bir karar verir. Cebren icrası mümkündür. Eda ilamı adı verilen bu
karar iki hususu içerir.
- Davanın dayandığı hakkın veya ilişkinin varlığının tespiti.
- İstenilen edanın yerine getirilmesi konusunda davalıya yöneltilmiş bir emir.
2. Tespit Davaları: Hukuki ilişkinin varlığının tespiti isteniyorsa “olumlu tespit davası”,
yokluğunun tespiti isteniyorsa “olumsuz (menfi) tespit davası” söz konusudur. Hukuki
bir yarar söz konusu değilse hakim davayı reddeder. Maddi vakıalar için tespit davası
açılamaz. Cebren icrası yoktur.

3. Yenilik Doğuran Davalar: Ancak mahkemeye başvurularak kullanılması gereken yenilik


doğuran hakların kullanılması anlamını taşıyan davalardır. Hakim, davacının istediği
kararı verirse, istenilen hukuki sonuç kendiliğinden gerçekleşir. Böyle kararlara “yenilik
doğuran karar” denir. Bu kararların icrası olmaz, herkese karşı ileri sürülebilen bir sonuç
meydana getirir. Ama, kararda bazı edimlerin yerine getirilmesine mahkumiyet de dahil
ise kararın bu kısmında icra gerekebilir. Doğan hukuki sonuç prensip gereği geçmişe
etkili değildir. Ama istisnaları vardır.

B. DAVAYA KARŞI SAVUNMA İMKANLARI


Dava, bazı istisnalar sonucu genellikle davacı lehine sonuçlanır.
Davacının dayandığı olguların doğru olmadığının beyanına “inkar”, ileri sürülen olgular doğru
olmakla beraber davayı haklı kılmayacağının ileri sürülmesine “dava sebebinin inkarı” veya
“dava temelinin yetersizliği savunması” denilir.
Maddi hukuka dayanan savunma imkanları iki gruba ayrılır.

• İtiraz: Bir hakkın doğumuna engel olan veya hakkı sona erdiren olguların ileri
sürülmesidir. Davalı, itiraz teşkil eden hususu ileri sürmese dahi dava dosyasında bu
durum belli oluyorsa hakim bunu re’sen nazara alacaktır.
• Defi: Davalının borçlu bulunduğu edimi özel bir sebebe dayandırarak yerine
getirmekten kaçınmasına imkan sağlayan savunma yoludur. Borçlu, yargılama
sırasından defi ileri sürerse dava reddedilir. Davalı defi ileri sürmezse hakim bunu
re’sen nazara almaz. Bazı defiler (zamanaşımı defi) borçluya sürekli olarak borçtan
kaçınma hakkı verir, bunlar kesin defidir. Bazı defiler ise (ödemezlik defi, peşin dava
defi) borçtan geçici bir süre kaçınmayı sağlar, bunlara da geciktirici defi denir.

C. DAVANIN VE SAVUNMANIN İSPATI


İspat Yükü
İspat edilemeyen iddia veya savunma sonuca etki etmez. Bir davada önce hangi tarafın, hangi
hususu ispat etmesi gerektiğinin tespiti davanın kaderini tayin eder. Bu meseleye ispat yükü
(külfeti) denir. İspat yükü kendisine düzen taraf bunu yerine getirmezse davayı kaybeder. İspat
yükü kendisine düşen taraf, karşı tarafın hakimiyet alanında bulunan bir delile de dayanabilir.
İspat yükü, iddia edilen duruma bağlı hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir.
İspat Konusunda Temel İlke
“Kanunda aksi bir düzenleme olmadıkça, tarafların her biri, hakkını dayandırdığı olguların
varlığını ispatla yükümlüdür”. Bu esaslar çerçevesinde öncelikle davacı, davasını dayandırdığı
olguları, sonra da davalı savunmasını dayandırdığı olguları ispat edecektir.

Özel Esaslar
1. Hakim önünde ikrar edilen olguların ispatı gerekmez. İkrar, bir tarafın, kendi aleyhine
olan ve karşı tarafça ileri sürülmüş bulunan bir olayın doğruluğunu beyan etmesidir.
Fakat, tarafların anlaşmasının sonuç sağlamaya yetmediği konularda ikrar tek başına
yeterli olmaz. Ayrıca hakimin, ikrar konusu olan olayın gerçekliğine kanaat getirmesi de
aranır. Mahkeme dışında ikrar da, delillerle ispatı mümkün olursa delil olarak ileri
sürülebilir. Karşı tarafın ileri sürdüğü bir vakıanın doğru olduğunun, herhangi bir şart
veya ek beyan ileri sürülmeksizin kabul edilmesi “basit ikrar”dır. Belirli bir şart ve
çekinceyle yapılan ikrarlar “vasıflı ikrar”dır. (Örneğin A, B’ye 1000 tl verdi ve
sonrasında bu edimin iadesi için dava açtı. B ise kendisine 1000 tl verildiğini ama
ödünç niyetiyle değil, bağışlama niyetiyle verildiğini savunmuştur. B’nin açıklaması
vasıflı ikrardır. Keza B, 1000 tl’yi ödünç olarak aldığını ama iade ettiğini ileri sürseydi
bu da bileşik ikrar olacaktır).
2. Hayatın olağan akışına uyan olguların ispatı gerekmez. Tam tersine, böyle bir olgunun
olayda söz konusu olmadığını ispat yükü, bu tarz bir iddiada bulunan tarafa aittir.
3. Herkesçe bilinen olguların ispatı gerekmez. Bununla kastedilen şey, herkesin bildiği
veya öğrenmesi mümkün bulunan olgulardır.
4. Kanuni bir faraziye veya karineye dayanan kimse, bunun kapsamına giren konuda ispat
yükünden kurtulur. Kanuni faraziyeden kasıt, belli bir olaya kanunun kesin bir sonuç
bağlamış olmasıdır. Kanuni faraziyenin aksi iddia ve ispat olunamaz. Bu hususta
“kanuni kesin karine” veya kısaca “kesin karine” deyimleri de kullanılır. Karineler ise
kendi içinde “kanuni karine” ve “fiili karine” olarak ikiye ayrılır. Kanuni karine, kanunun
ispat edilen bir olguyu – aksi sabit oluncaya kadar – ispatı gerekli bir başka hususun
delili saymış olmasıdır. Karineye dayanan taraf, o konuda ispat yükünden kurtulur.
Karşı taraf, olayda karinenin doğru olmadığını ispat ederse, karine çürütülmüş olur.
Buna “karinenin aksinin ispatı” denir. Fiili karine ise kanun tarafından öngörülmüş
olmamakla beraber, ispat edilen bir olgudan, başka bir olgunun varlığı veya yokluğu
sonucunun çıkarılmasıdır. Hakim, varlığı kanıtlanan fiili bir olgunun, ispat edilecek
husus için bir fiili karine niteliğini taşıyıp taşımadığını delilleri takdir yetkisi
çerçevesinde değerlendirerek sonuca bağlayacaktır. Fiili karineler ispat yükünü
ortadan kaldırmaz ya da ispat yükünün yer değiştirmesini de sağlamaz; sadece ispat
yükünün içeriğini değiştirir.
5. Kanunun, ispat yükünü özel olarak belirlediği hallerde bu hükümlerde yer alan esaslar
uygulama alanı bulur.
6. İddiasını resmi sicil ve senetlere dayandıran kimse ispat yükünü yerine getirmiş olur.
Özel Olarak: Resmi Sicil ve Senetlerin İspat Gücü
Resmi sicilden maksat, kanunun alenileşmesini istediği bazı hukuki ilişkileri veya olayları
kaydetmek için devlet memurları ve noterlerce tutulan sicillerdir. Kişisel hal sicili olarak nüfus
kütüğü ile taşınmazlar üzerindeki ayni hakları alenileştiren tapu sicili, bu sicillerin en
önemlilerindendir.
İspat açısından senet, bir kimsenin, kendi aleyhine delil teşkil etmek üzere düzenlediği
belgedir. “Senet” ve “belge” ayrı kavramlardır. Belge, senet kavramını da kapsayan bir üst
kavramdır. Güvenli elektronik imza ile oluşturulan veriler de senet hükmündedir.
Resmi senet ise, resmi bir makamın katılması ile düzenlenen belgedir. Ülkemizde resmi senet
düzenleme yetkisi kural olarak noterlere tanınmıştır. Ayni haklarla ilgili resmi senetleri
düzenleme yetkisi ise tapu sicil memurlarına verilmiştir. Bazı hallerde sulh hakimlerinin de
resmi senet düzenleme yetkisi vardır.
Resmi senetler, resmi memurun re’sen düzenlediği veya sadece imzayı tasdik ettiği senet
olarak ortaya çıkar. MK’nın geçerlilik şartı olarak resmi senet aradığı hallerde, kural olarak
ancak re’sen düzenlenen senetler bu şartı gerçekleştirir. Bununla birlikte, sadece imza
tasdikinin arandığı istisnai haller de vardır.
MK m.7, resmi sicil ve senetlerin içerdiği hususların doğru sayılacağını ifade eder. Resmi siciller,
ancak fonksiyonları kapsamında kalan ve kanunen içermeleri gereken hususlar çerçevesinde
delil teşkil eder. Örneğin, tapu sicilinde malikin yaşı ve medeni durumu konusunda bir kayıt
var olsa da sicilin fonksiyonu dışındadır. Bu bakımdan, kişinin yaşı veya medeni hali noktasında
tapu sicili, bir delil niteliği taşımamaktadır.
Resmi senette yer alan bir hususun gerçeğe uymadığının ileri sürülmesi konusuna gelince:
Resmi memurun tanıklığına dayanan bir husus söz konusu ise (noterce düzenlenmiş bir
sözleşme gibi), gerçeğe aykırılık iddiasında ancak senedin sahteliği ispat edilmek suretiyle
başarı kazanılabilir. Resmi senette yer alan fakat resmi memurun, tanıklığına değil, takdirine
dayanarak senede yazdığı hususların doğru olmadığının ispatı ise bir şekle tabi değildir.
Mesela, noterin “tarafları ayırt etme gücüne sahip gördüğü” yolunda senede koyduğu kayıt
böyledir.

III. CEBRİ İCRA


Mahkemede verilen eda ilamındaki emri davalı rızası ile yerine getirmezse hakkında cebri icra
yoluna başvurmak gerekir.
Cebri icra, eda ilamlarının Devletin bu konuda yetkili İcra Müdürlükleri tarafından zorla yerine
getirilmesidir.
1. Para alacaklarında, borçlunun mallarının haciz ve iflas yolu ile paraya çevrilmesi
suretiyle alacaklının alacağı olan paranın kendisine sağlanması tarzında icra edilir.
2. Alacaklıya iadesi gerekip de borçlunun zilyed olduğu bir taşınır malın iadesi
hususundaki ilamlar, cebri icra teşkilatı tarafından malın borçludan alınıp alacaklıya
teslim edilmesi suretiyle olur. Taşınır bir malın mülkiyetini devretme borcunun yerine
getirilmemesi üzerine açılan davada, davanın kabulü yönünde verilen ilamın cebri kirası
da kıyasen aynı hükme tabi olmalıdır. Şu farkla ki, ayrıca bir de mülkiyetin geçmesi
bakımından rolü vardır.
3. Taşınmaz mülkiyetinin devredilmesi veya taşınmaz üzerinde bir irtifak hakkı veya
taşınmaz yükü kurulması konusunda, verilen ilamların ayrıca cebri icrası söz konusu
olmaz. Mahkeme ilamının icraya gerek kalmadan sonuç doğurması durumu, alacağın
temlikinde de görülür.
4. Taşınmazların tahliye ve teslimi hakkındaki ilamlar icra teşkilatı tarafından zorla yerine
getirilir.
5. Yapma borçları için kanaatimizce cebri icra imkanı yoktur. Her ne kadar İcra ve İflas
Kanunu m.343, yalnız kendisi tarafından yapılacak olan bir işin yapılması hakkındaki
mahkeme kararına haklı bir gerekçe olmaksızın uymayan borçlunun hapisle
cezalandırılması imkanını öngörmüşse de, bu, borcun cebren icrası demek değildir.
6. Yapmama borçlarının da cebri icrası mümkün değildir. Alacaklı ancak borcun ihlali
yüzünden uğradığı zararın tazminini talep edebilir.
NOT: İflas takibi sadece tacirlere yapılabilir. İcra takibi ise herkese yapılabilir.

IV. HAKKINI KENDİ GÜCÜ İLE KORUMA


Bir kimsenin hakkını kendi gücü ile koruması ancak istisnai hallerde hukuka uygun olur.

A. HAKLI SAVUNMA (MEŞRU MÜDAFAA)

Bir kimsenin gerek kendisinin, gerek başkasının şahıs varlığına veya mal varlığına karşı
yapılan haksız ve halen mevcut bir saldırıyı savuşturmak için tecavüzde bulunana karşı
zorunlu bir karşı tecavüzde bulunmasıdır.

Medeni Hukuk anlamında haklı savunmanın söz konusu olabilmesi için aranan şartlar
şunlardır:
1. Ortada kişi varlığına veya mal varlığına yönelik bir tecavüz bulunmalıdır.
2. Tecavüz hukuka aykırı olmalıdır.
3. Tecavüz halen mevcut olmalıdır. İleride ortaya çıkması ihtimali bulunan bir tecavüz
tehlikesini önlemek üzere haklı savunma yapılamaz.
4. Tecavüz gerçek olmalıdır. Gerçekte mevcut olmayan fakat mevcut sanılan bir
tecavüze karşı savunmada bulunulamaz.

Haklı savunma esnasında, o anda başvurulabilecek çeşitli savunma araçlarından en


az zararlısı seçilmelidir.
B. ZORUNLULUK (IZTIRAR) HALİ

Haklı savunma ile karıştırılmaması gereken bir kavramdır. Bir kimsenin gerek
kendisinin, gerek başkasının şahsını veya mallarını derhal vuku bulacak bir tehlikeden
kurtarmak için bu tehlikeyi yaratmış olmayan diğer bir şahsın mallarına zarar
vermesidir.

Meşru müdafaadan farklı olarak, zorunluluk halinde verilen zararın tazmininden


tamamen kurtulmak mümkün değildir. Zararın ne oranda tazmin edileceğini
hakkaniyete göre hakim belirler. Zorunluluk halindeki faile ceza verilmez.

C. HAKKINI ORUMAK İÇİN KUVVET KULLANMA

Güvenlik güçlerinin zamanında müdahalesi mümkün değilse ve hakkın ortadan


kalkmasını veya kullanımının güçleşmesini önlemek için başka bir araç da yoksa, bir
kimse, hakkını korumak için kendi gücünü kullanabilir.

Bu hususta aranan şartlar şunlardır.


1. Hakkı korumak için resmi makamların zamanında müdahalesinin sağlanması
mümkün olmamalıdır.
2. Kuvvete başvurularak korunmadığı takdirde, hakkın, sonradan ileri sürülmesi
imkansızlaşacak veya ciddi biçimde zorlaşacak olmalıdır.
3. Kuvvete başvurma, hakkı korumaya elverişli olmalı ve bu yolda başka bir çare de
bulunmamalıdır.

Kuvvet kullanılması halinde verilen zararın tazmin yükümlülüğü yoktur.

V. UĞRANILAN ZARARI TAZMİN ETTİRME


Gerçekten, bütün çabalara rağmen, hakka uyulması sağlanamazsa veya hakka uyulması
sağlansa bile, aradan geçen sürede hak sahibi zarara uğramış ise, hak sahibi için zararın
tazminini isteme hakkı doğar.
Eğer zarar failin, genel davranış kurallarına aykırı bir fiilinden doğmuş ise, tazminat talebi,
haksız fiili sorumluluğunu düzenleyen hükümlere dayanır.
Eğer zarar failin bir borcuna aykırı davranışı yüzünden doğmuşsa, tazminat talebi borca aykırı
davranıştan sorumluluk hükümlerine göre şekillenir.
Zarar verici fiil hem borca aykırılık hem de haksız fiil teşkil ediyorsa, bu durumda hangi esasa
dayanılacağı tartışmalı bir konudur. Borçlar Hukuku kapsamına girmektedir.

You might also like