Professional Documents
Culture Documents
Felsefi Al<ımlar
*
ANURADHA GHANDY
Türkçesi
Deniz Nihan AKTAN
Anuradha Ghandy
ıı Giriş
45 Ekofeminizm
50 Sosyalist Feminizm
66 Postmodernizm & Feminizm
69 Özet
Anuradha Ghandy: Anuradha Shanbag
· ya da kendisini bizzat tanıyanla
rın deyişiyle "Anu," 28 Mart ıg54'te Hindistan'da dünyaya geldi. Öğrenci
lik yıllarında, Naxalbari Ayaklanması'nın devamcılarından İlerici Gençlik
Hareketi ile tanıştı ve mücadeleye atıldı. Bir yandan öğrenci hareketinde
yer aldı, bir yandan ise sosyoloji alanında yükseköğrenimini tamamladı.
Ardından, bir süre Mumbai Üniversitesi'nde ders verdi. 197o'lerin sonla
rındaki OHAL döneminde kentlerdeki demokratik haklar mücadelesinin
ön saflarında yer aldı. 198o'lerde Nagpur'a geçti. Bir yandan üniversitede
ders vermeyi sürdürdü, bir yandan ise işçi örgütlenmesinde yer aldı; ev
işçileri, inşaat işçileri ve "dokunulmazlar" arasında faaliyet yürüttü, çok
sayıda grevin örgütlenmesine katkı sundu. Birçok kez gözaltına alındı,
hapis yattı. 199o'larda hareketin çağrısına uyarak Bastar kırsalına gitti ve
üç sene köylerde, kabileler arasında yaşadı. Daha sonra da Bastar yöre
sini merkez alarak mücadeleyi sürdürdü. Kırsal bölgelerde; kadın sağlı
ğı, kadın ezilmesi, yeni demokratik devrim ve Marksizm'in temel ilkeleri
gibi konularda kitle bilgilendirme faaliyetleri yürüttü. ı99o'ların sonla
rında ve 2ooo'lerin başlarında devlet baskısının artmasıyla birlikte iyiden
iyiye yeraltına geçti. Hindistan Komünist Partisi (Maoist)'in 2007 sene
sindeki birlik kongresinde merkez komiteye seçildi. Kırsaldaki mücade
lenin çetin koşulları altındayken sıtma hastalığına yakalandı ve ı2 Nisan
2008'de ölümsüzleşti. Hindistan'ın önde gelen komünist liderlerinden
biriydi; anısı, ülkesinde ve dünya çapında hala capcanlıdır.
*
Önsöz
3 [Naksalit: 1967 sen esinde B atı Beng al ' i n N ax a l bari köyün de yoksul
köy l ü l e r aya klan m ı ş, devl et g ü çl e riyl e çat ı ş m ı şl a rd ı. H ind istanl ı Maoistler
b un u m üca del el eri ndeki bir kopuş an ı, bir d ön ü m n o ktası ol ara k değer
l e n d i ri rl er; ka m u oyu ta rafın d an da g en e l li kl e " N a ksal it" ismiyle a n ıl ı rlar.
- e d .n . ]
4 [H i n d istan' d a ki kast d üzen in in en al t kat m an ın d a yer al an l a r, "dokunul
mazlar." - e d .n .]
5 [İ ng il izce a d ı, "People's Liberation Guerilla Army" ( PLGA ) . Hin d ista n Kom ü
nist P a rtisi (Maoist)' e bağl ı ord u . - çev i rmen i n notu (ç. n . )]
6 [T ürkçeye "Dev rimci Ad ivasi Kad ın la r B irl iği" o l a ra k çev ri l eb il i r. - ç .n . ]
7 [B ug ün kü H i ndistan Kom ün ist P a rtisi (M aoist)' i n ön cül leri nd en biri, H in
dista n Kom ü n ist P a rti si (Ma rksist-L en i nist} / H a l k Sav a ş ı i d i . B u rada da ol
d uğ u ü zere, g en e l l i kl e " H al k Savaşı g rub u" ad ıyla an ıl ma ktad ı r - e d .n .]
6
derlemede8 yer alan, Avanti takma adıyla kaleme aldığı bir yazısın
da, Anuradha şöyle diyordu:
8 [B u önsöz, asl ı nda "Scripting the Change" ( Değişi mi Yaz ıya Dökmek) baş
l ı k l ı , d a ha g e niş bir derleme için yaz ı l m ı ştı . Söz kon usu derl eme, 2012 se
nesinde H i nd ista n'd a ki Daanish Books ta rafı ndan yay ı ml a n m ıştı . E l i n i zdeki
meti n ise 2016 senesi nde, Avru pa'daki Foreign Languages Press ta rafı n
d a n, ayn ı önsözl e yay ı ml a n a n b roşürü temel al m a ktad ı r. - ed . n .]
9 [H i n d istan da da hil o l m a k üzere, G ü ney A sya ül kel e ri n i n bir kısmında b i r
i d a ri bölg eye v e ri l en isim. - ç . n. ]
7
da yoksulu kadınlar arasında gerçekleşen, toplumsal ve siyasi
bir uyanış bu. Burjuva medyasının görmeyen gözlerinden, TV
kameralarının flaşlarından ve parıltısından uzakta gelişen bir
senaryo. Bunlar, kırsal kesimdeki yoksulların, büyük devrim
mücadelesine katıldıkları zaman hayatlarında yaşanan dönü
şümün işaretleri.
Ancak bu devrimci kadın hareketi, ne bir gecede ortaya çıktı
ne de yalnızca propaganda yoluyla oluşuverdi. Kadın hareketi,
silahlı mücadelenin yükselişiyle büyüdü. Genel kanının ak
sine, 198o'lerin başında koınünist devrimci güçler tarafından
ülkenin çeşitli yerlerinde başlatılan silahlı mücadele, feodal
baskıya karşı yürütülen militan mücadele, köylü kadınlara bu
mücadeleye birlikler halinde katılmak ve hakları için ayaklan
mak yönünde güven verdi. Bir kimliğe, sese ve hatta bir isme
bile sahip olmayan, ezilenin de en ezileni, yoksul ve topraksız
köylü kadınlar, kendi köylerindeki kadın örgütlenmeleri içeri
sinde birer faaliyetçiye ve gerilla savaşçısına dönüştüler. Böy
lece, silahlı mücadelenin büyümesi ve yayılmasıyla birlikte,
kadınların seferberliği ve örgütlülüğü de gelişti. Bugün ülke
deki en güçlü kadın hareketlerinden birisi olan devrimci kadın
hareketinin ortaya çıkması da bunun sonucunda gerçekleşti ."
9
Anuradha, kendi partisinin geçmişte kast meselesini doğru
dürüst anlamak noktasında hatalar yaptığına dikkat çekmektedir.
Dalit hareketini ise bir kimlik mücadelesine dönüşmekle, dev
rimci değil reformist olmakla, özünde adaletsiz olan bir düzenin
içinde beyhude bir adalet arayışını sürdürmekle eleştirmektedir.
Ona göre, patriyarkayı ve kast sistemini parça parça ortadan kal
dırmadan Yeni Demokratik Devrim'in gerçekleştirilmesi mümkün
değildir.
Kast ve toplumsal cinsiyet üzerine yazdığı yazılarda Anurad
ha Ghandy, nüanstan da dogmayla çatışmaktan da vaziyeti hem
yoldaşlarına hem de hayatı boyunca savaştığı sisteme olduğu gibi
söylemekten de korkmayan bir zihni ve bir tavrı bizlere gösteriyor.
Ne kadındı ama!
Giriş
11
şime öncülük etmişti; ilerici toplumsal sınıflardan kadınlar da
kolektif b içimde öne atılmışlardı. Böylece tarihte ilk kez, top
lumdan haklarını ve özgürlüğünü talep eden bir kadın hareketi
ortaya çıkmıştı. D iğer tüm toplumsal hareketler gibi, bu hareket
de iniş çıkışlar yaşamıştı tabii. Ancak, H indistan gibi sömürgeler
de her ne kadar sınırlı ve çarpık gelişmiş olsa da kapitalizm niha
yetinde ilerici kadınları ve erkekleri etkilemişti.
Hindistan'daki kadın hareketi, yirminci yüzyıl ın başlarında
ortaya çıkmıştı. Dönemin uluslararası ölçekli heyecan dalgası
nın bir parçasıydı bu, ancak asıl kaynağı Hindistan toplumunun
kendi çelişkileriydi . Kapitalist ülkelerde doğan teoriler H indis
tan'a ulaşmış ve buranın koşullarına uyarlanmıştı. Keza, Batı'da
196o'ların sonunda yükselen çağdaş kadın hareketiyle birlikte
de ilk dalgaya benzer bir süreç yaşanmıştı; üstelik belki bu kez
daha da keskin bir şekilde. Emperyalizm evresindeki kapitaliz
min sınırları artık açıkça gözler önündedir; dolayısıyla, çağdaş
kadın hareketi, bu topluma ciddi bir meydan okuyuş olmuştur.
Yine de eşitlik talebinin resmi meşruiyet kazanması için büyük
mücadeleler gerekmiştir. Sadece geri kalmış ülkelerde değil, ABD
ve Fransa gibi ileri kapitalist ülkelerde bile bu meşruiyetin kaza
nılmasından sonra da eşitlik hemen sağlanmamıştır.
Buradan hareketle de kadın hareketi, baskının toplumsal
düzen içerisindeki köklerini incelemeye başlamıştır. Patriyarkal
sistemi çözümleyen kadın hareketi, patriyarkanın kökenini tarih
te aramaya koyulmuştur. Sosyal bilimlerle de mücadele etmiş,
alana içkin olan eril ön yargıları meydana çıkarmıştır. Kadının
tarihteki ve çağdaş toplumlardaki yerine dair tüm çözümlemele
rin nasıl da patriyarkal bir düşünme biçimiyle yoğrulduğunu teş
hir etmiştir. "Kadınların bir tarihi var, kadınlar tarihin içindeler,"
demiştir (Gerda Lerner) . Tarih çalışmaları sayesinde, kadınların
insan toplumunun gelişimine, büyük hareketlere ve mücadele
lere yaptığı katkıları açığa çıkarmıştır. Kapitalizmde toplumsal
cinsiyete dayalı iş bölümünün, kadınların çok büyük bir kısmını
vasıfsız ve düşük gelirli kategorilere sürdüğünü göstermiştir. Ege
men sınıfların, özellikle de kapitalist sınıfın, patriyarkadan nasıl
ekonomik açıdan kazançlı çıktığını gözler önüne sermiştir. Dev
letin, yasalarının ve düzenlemelerinin patriyarkadan yana oldu
ğunu ortaya koymuştur.
12
Feministler, toplumların sembol ve geleneklerini incelemiş,
bunların patriyarkal sistemi nasıl sürdürdüğünü göstermişlerdir.
Sözlü tarihe önem vermiş, böylece de tarih boyunca baskılanmış
kadınların seslerini gün yüzüne çıkarmışlardır. Hareket, hem
kadınları hem de erkekleri kendi tutumlarına, düşüncelerine,
eylemlerine ve kadınlar hakkındaki sözlerine eleştirel bir şekil
de yaklaşmaya itmiştir. İlerici, devrimci hareketlere bile bulaşmış
ve bu şekilde kadınların katılımını olumsuz etkilemiş patriyarkal
ve kadın-karşıtı pek çok farklı tutum ile mücadele etmiştir. Tür
lü teorik kafa karışıklıklarına ve zayıflıklarına rağmen feminist
hareket, günümüz dünyasında kadın meselesine dair anlayışımı
za önemli ölçüde katkıda bulunmuştu r. Dünya çapındaki demok
rasi ve sosyalizm hareketi, kadın hareketiyle zenginleşmiştir.
Çağdaş kadın hareketinin en önemli özelliklerinden biri,
feministlerin kadınlık hallerini kuramlaştırmak için gösterdikle
ri çaba ol muştur. Çözümlemelerine ve yaklaşımlarına felsefi bir
temel sunabilmek için, bu hareketin içerisinde yer alanlar, felsefe
alanına yönelmişlerdir. Özgürlük felsefesini araştırmış ve kadın
mücadelesine dair bir ufuk sunabileceğini düşündükleri felsefi
akımları incelen1işlerdir. ABD ve İngiltere'deki faal kadın hareke
ti varoluşçuluk, Marksizm, anarşizm ve liberalizm gibi çeşitli fel
sefi akımları irdelemiş ve benimsemiştir. Yani aslı nda fen1i nistler,
benimsedikleri felsefi akıma göre farklı yaklaşımlara, ba kış açı
larına ve kavramsal çerçevelere sahip, eklektik bir gruptur. Yine
de kadınların deneyimlerine ses verıneye ve kadının ikincilliği
ni sona erdirmeye kendilerini adan1ak noktasında ortaklaşı rlar.
Batı hegemonyası göz önüne alındığında , bahsi geçen bu akım
ların H indistan'daki kadın hareketi üzerinde de güçlü bir etkisi
olmuş olduğu söylenebilir. Bu yüzden kadın hareketine dair cid
di bir çalışma, bu hareketteki çeşitli teorik akın1ların bilgisini de
içermelidir.
Feminist filozoflar; Locke, Kant, Hegel, Marx, Derrida, Nietz
sche ve Freud gibi birbirinden çok farklı düşünürlerden etkilen
mişlerdir. Bununla beraber, geleneksel felsefenin erkek yanlı
sı olduğu ve bu felsefenin başlıca kavramlarının, teorilerinin ve
kendisine dair geliştirdiği kavrayışın "dünyaya belirgin biçimde
eril bir perspektifle baktığı" çıkarımlarında çoğu ortaklaşmak
tadır (Alison Jagger) . Bu yüzden de geleneksel felsefeyi dönüş-
türmeyi denemişlerdir. Tüm bunları akılda tutarak, burada,
feministler arasındaki temel felsefi akımların bazılarını tanıt
ma görevini üstlendik. Fakat dikkat edilmesi gereken bir nokta
da şudur ki bu akımlar sabit, birbirinden açıkça ayrı bir şekilde
varlık göstermezler. Feministlerin bir kısmı bu kategorilere karşı
çıkmıştır mesela. Bir kısmının yaklaşımlarında zaman içinde bir
takım değişiklikler söz konusu olmuştur, bir kısmı ise iki ya da
daha fazla akımı bir arada benimsemiştir. Yine de bu genel akım
lar, bu meseleye dair bir fikir geliştirmeye yardımcı olabilirler.
Teorik tartışmaya geçmeden önce, kadın hareketinin Batı'daki,
özellikle de ABD'deki gelişimini kısaca anlatarak işe başlayaca
ğız . Feministler arasında bu teorik gelişmelerin yaşandığı orta
mın daha iyi anlaşılabilmesi için bunu gerekli görüyoruz.
Batı'daki Kadın Hareketi'ne Genel Bir Bakış
15
ı 868'de ABD Anayasası'na Siyahların oy hakkını tanıyan, ama
kadınlardan bahsetmeyen bir ek madde (on dördüncü ek mad
de) getirildi. Stanton ve Anthony, bu ek maddeye karşı kampan
yalar düzenlediler; ancak bunu engellemekte başarısız oldular.
Bunun sonucunda kadınlar ve kölelik karşıtları arasında bir ayrı
lık yaşandı . Bu sırada, işçi sınıfı hareketi de büyüyordu; her ne
kadar yerleşmiş sendikaların başkanları, kadın işçileri örgütle
mekle ilgilenmeseler de. Çok düşük ücretler karşılığında uzun
saatler çalışan kadın işçileri örgütleme çabalarına sadece Dünya
Sanayi İ şçilerP destek veriyordu. Konfeksiyon işçisi olarak çalı
şan binlerce kadın vardı. Anarşistler, sosyalistler ve Marksistler
(ki bunların bazıları kadındı) işçi lerle birli kte çalışmaya ve onla
rı örgütlemeye başladılar. Araları nda Emma Goldman, Ella Ree
ve Bloor, Jones Ana [Mary Harris Jones] ve Sojourner Truth gibi
isimler vardı. ı88o'lerde militan mücadeleler de bunlara yönelik
baskı da çok yaygındı . Süfraj etlerin büyük bir kısmı ise işçi sömü
rüsüyle ilgilenmiyor, işçi hareketine destek vermiyordu.
Yüzyılın sonuna ve yirminci yüzyılın başına doğru, kadı n işçi
hareketi hızla gelişti. Bunun en yüksek noktası , ıgo9'da neredey
se 40 bin kadın konfeksiyon işçisinin katıldığı grev oldu. Sosya
list kadınlar, Avrupa'da da oldukça faaldi ; Eleanor Marx, Clara
Zetkin, Alexandra Kollontai ve Vera Zasulich gibi önder komü
nist kadınlar, işçi kadınların örgütlenmesi nde en ön saflarda yer
alıyorlardı . Bu dönemde binlerce kadın işçi örgütlendi , kadın
gazeteleri ve dergileri yayımlandı .
Kopenhag'da düzenlenen İkinci Uluslararası Sosyalist Kadın
Konferansı'nda uluslararası kadın hareketinin ünlü liderlerinden
Alman komünist C lara Zetkin, Ameri kalı işçi kadınların müca
delesinden ilhamla, 8 Mart'ı uluslararası ölçekte Kadı nlar Günü
olarak anma önerisinde bulundu . Yüzyılın sonuna gelindiğinde
de ABD 'de de kadınların durumu büyük bir değişim geçirmişti.
Oy hakkını henüz kazanamamış olsalar da eğitim, iş ve mülki
yet hakkı alanlarında pek çok kazanım elde etmişlerdi. Bunun da
etkisiyle, oy hakkı talebi daha çok itibar görür oldu. Fakat hare
ket, oy hakkı meselesini diğer tüm toplumsal ve politik mese
lelerden ayırarak muhafazakar bir hamle yaptı. Bu manevranın
3 [İng. lndustrial Workers of the World/IW W: 1905 senesi nde ABD' de ku ru
l a n, a n a rşist eği li m l i i şçi sendika s ı . - ed . n .]
'16
temel amacı, imza kampanyaları düzenlemek ve senatörlerle lobi
faaliyeti yürütmekti. Grev gözcülüğü, açlık grevi, oturma eylemi
gibi militan yöntemleri İngiliz süfrajetlere tanıtan Alice Paul'ün
de sürece dahil olmasıyla birlikte, 1914 'te bu hareket faal hale gel
di. Etkin kampanyaları ve militan yöntemleri sayesinde, kadınlar
ıg20 yılında ABD'de oy hakkını elde ettiler.
Birleşik Krallık'ta ise kadın mücadelesi, ABD'dekinden daha
geç başladı. Ama yirminci yüzyılın başında daha militan bir
biçim aldı. Emmeline Pankhurst, onun kızları ve destekçileri,
taleplerine dikkat çekebilmek için militan yöntemlere başvurdu
lar ve birçok kez bu talepleri bastırma aınacıyla yapılan tutuk
lamalarla karşılaştılar. Önceki örgütlenmelerin iş yapma biçi
minden hayal kırıklığına uğradıklarından, ıgo3 'te Kadı nların
Sosyal ve Politik Birliği'ni [Women 's Social and Political Union/
WSPU] kurdular. WSPU oy hakkı hareketi ne öncülük etti . Ama
ıgı 4 'te Birinci Dünya Savaşı patlak verdiğinde İngiliz hükume
ti ile uzlaştı . Hem ABD'de hem de İngiltere'de hareketin liderle
ri beyaz ve orta sınıfb; taleplerini de orta sınıf kadınlarla sınırlı
tuttular. Sosyalistler ve komünistler ise oy hakkı talebinin sade
ce mülkiyet sahipleriyle sınırlı ol masına itiraz ettiler ve bu talebi,
işçi sınıfından kadınlar da dahil olacak şekilde, tüm kadınlar için
geni şlettiler. Kadı nların oy hakkı talebini destekleyen, ayrı kitle
sel eylemler düzenledi ler.
Kadın hareketi , Büyük Buh ran, faşizmin yükselişi ve İkinci
Dünya Savaşı dönem lerinde devaın etmed i . İkinci Dünya Sava
şı sonrasında, ABD ekonomisi canlandı ve orta sınıf büyüdü .
Savaş yıllarında kadınlar ekonomiyi ayakta tutmak için her tür
işin başına geçmişlerdi , ancak sonrası nda işlerini bırakmaya ve
iyi birer ev kadını ve anne olmaya zorlandılar. Bu refah ve rahat
lık balonu ıg6o'lara kadar devam etti . Siyahların Yurttaşlık Hak
ları Hareketi'yle4 birlikte toplumsal huzursuzluk daha da yüksel
di, sonrasında da (Vietnam Savaşı'na karşı) Savaş Karşıtı Hareket
ortaya çıktı.
Bu, son derece çalkantılı bir dönemdi. Çin'de başlayan Kül
tür Devrimi'nin de genel vaziyete birtakım etkileri oldu . Üniver-
17
site öğrencileri arasında politik faaliyetler arttı. Kadın hareketi
de topl umsal ve politik açıdan çalkantılı bu ortamda bir kez daha
ortaya çıktı; bu kez, öğrenciler ve öğretim üyeleri arasından.
Kadınlar istihdamda, ücretlerde ve genel olarak da toplumun
kendilerine yaklaşım b içimindeki ayrımcılıkların farkına vardı
lar. Tüketim ideoloj isi de hedef tahtasına kondu. Simone de Bea
uvoir, İkinci Cins'i5 19 49'da yazmıştı; ama etkisi yeni yeni hissedi
liyordu. Betty Friedan ise Kadınlığın Gize m i'ni 6 1963 'te yazmıştı;
bu da yine bu dönemde çok popüler hale geldi. Friedan, kadın
ların karşılaştığı ayrımcılıkla savaşmak ve Eşit Haklar Ek Mad
desi7 [Equal Rights Amendmen t/ERA] için mücadele etmek
için 1966'da Ulusal Kadın Örgütü'nü [Na tional Organization of
Women/NOW] kurdu.
Otonom kadın hareketi ( radikal feminist hareket) ise, sol eği
limli öğrenci kitlesinin içerisinden çıktı. Siyahlar için yurttaşlık
hakları mücadelesi veren Şiddetsiz Öğrenci Koordinasyon Komi
tesi [Studen t Non-violent Coordination Council/SNCC] Siyah ,
i ı8
-��
bir Kadın Kurultayı8 oluşturdular. Chicago'dan Naomi Weisste
in ve Marlene Oixon bunun öncüleriydi. Shulamith Firestone ve
Pamela Allen, New York'ta benzer bir faaliyete başladılar ve Radi
kal Kadınlar New York'u [New York Radical Women/NYRW] kur
dular. Yasalardaki değişikliklerin ve Eşit Haklar Ek Maddesi'nin
kadınların gördüğü baskıyı çözeceğini savunan liberal görüşü
reddettiler ve toplum yapısının tamamen dönüşmesi gerektiği
ne kani oldular. Bu yüzden de kendilerine radikal dediler. Sosya
list parti, SOS ve yeni sol gibi karma ( kadın ve erkek} grupların
ve partilerin kadın özgürleşmesi mücadelesini ileri taşıyamaya
caklarını ve partilerden bağımsız bir kadın hareketinin gerekli
olduğunu savundular. NYRW'nun ilk kamusal eylemi, Amerika
Güzellik Yarışması'nı protesto etmek oldu. Bu, henüz yeni filiz
lenmeye başlayan kadın hareketine ulusal çapta ün kazandırdı.
Bundan bir yıl sonra NY RW, Uzun Kırmızı Çoraplar [ Red
stockings] ve WITCH9 [Women's International Terrorist Con
spiracy from Hell/ Kadınların Cehennemden Gelen Gizli Terörist
Örgütü] adlı iki gruba bölündü. Uzun Kırm ızı Çoraplar, ıg69'da
yazdığı manifestoda radikal feminizmin pozisyonunu ilk kez
net bir biçimde duyuruyordu : "... ezilmemizin fail lerinin erkek
ler olduğunu tespit ediyoruz. Erkek üstünlüğü, en eski ve en
temel tahakküm biçimidir. Sömürü ve baskının diğer tüm biçim
leri ( ırkçılık, kapitalizm, emperyalizm, vb. ) erkek üstünlüğü
nün uzantılarıdır; erkek kadına hükmeder, birkaç erkek de geri
kalan herkese hükmeder..." " Kız kardeşlik güçlüdür" ve "kişisel
olan politiktir" sloganları da bu dönemlerde popüler hale gel
di. Tüm bunlar olurken, ıg68'de SOS de kadın özgürlüğü konu
sundaki pozisyonunu ortaya koyan bir makale yayımladı . Maka
le, çeşitli bakış açılarına sahip kadınlar tarafından tartışıldı. Öte
yandan, Ekmek ve Güller'i [ Bread and Roses] yazan Kathy McA
fee ve Myrna Wood da mücadelenin sadece ekonomik sömürü
ye ("ekmek") karşı olamayacağını, aynı zamanda kadınların karşı
karşıya kaldığı psikolojik ve toplumsal baskıya da karşı ("güller"}
olması gerektiğini söylüyorlardı.
8 [İng. Caucus: Öze l l i kl e ABD'de, genelde bir siyasi parti ni n d estekçi lerince
d üze n l e n en m üza kere top l a ntı ları na veri l e n isimdir. -ed . n .]
9 [ Grub u n orij i n a l ismi n i n baş h arfleri nden o l uşa n b u kısa ltma ayn ı za m a n
d a İ ngili zcede ca d ı a n l a m ı n a geliyor. - ç . n . ]
Bu tartışmalar, o dönemde ortaya çıkan kadın grupları tara
fından yayımlanan çeşitli dergiler aracılığıyla sürdürüldü. Cid
diyetle yürütülen bu tartışmalar, hem ABD'deki hem de diğer
ülkelerdeki kadın hareketlerin in gidişatına ve genel akımlara
etki etti. Bu dönemdeki gruplar, genellikle bilinç yükseltme ama
cıyla oluşturulmuş ufak çevreler şeklindeydi. Tüm bunların, sol
hareket içerisinde Troçkizm'i veya Küba sosyalizmini takip eden
kesimler olduğunu da eklemek gerekli . Bu kesimler, her türlü
hiyerarşik yapıya karşı çıkıyorlardı. Böylelikle de kadın hareke
ti içerisindeki sosyalist feminist ve radikal feminist akımlar orta
ya çıktı. Marksist bir perspektiften bakıldığında kısıtlı kaldıkla
rı pek çok yer olsa da birtakım sorular yükselttiler ve kadınlara
yönelik baskının pek çok veçhesini açığa çıkardılar.
196o'ların sonu ve 197o'lerin başında, ABD ve Batı Avrupa'da
"farklı grupların devrime dair farklı öngörüleri vardı . Feministler,
Siyahlar, anarşistler, Marksist-Leninistler ve devrimci siyasetin
diğer türlerine riayet eden türlü çevreler mevcuttu. Ancak devri
min o ya da bu şekilde eli kulağında olduğu inancı bu ayrı mların
ötesine geçiyordu" ( Barbara Epstein) .
Sosyalist (Marksist) ve radikal feministler devrim hakkında
belli bir ufku paylaşıyorlardı. Bu feministler, ilk dönem boyunca
Marksist teoriyle; üretim , yeniden üretim,1° sınıf bilinci ve emek
gibi temel kavramlarla uğraşmışlardı . Hen1 sosyalist feminist
ler hem de radikal feministler, kadının konumuna dair feminist
bir anlayışı da kapsamasını sağlamak amacıyla Marksist teoriyi
değiştirmeye çalışıyorlardı. 1975 'ten sonra ise genel yönelimde
bir değişim yaşandı . Sistemik analizin (yani kapitalizmin ve tüm
toplumsal yapının analizinin) yerini kültürel feminizm aldı.
Kültürel feminizm, kadın ve erkeğin temelde farklı olduğu
varsayımından yola çıkar. Patriyarkal baskının kültürel özellik
lerine odaklanır, bu alanda reformu aınaçlar. Radikal ve sosya
list feminizmden farklı olarak, kapitalizme yönelen eleştirileri
katı bir şekilde reddeder ve kadının yaşadığı baskının kökenin-
20
de patriyarkanın bulunduğunu vurgulayarak ayrılıkçılığa mey
leder. 197o'lerin sonlarında ve 198o'lerde de lezbiyen feminizm,
feminist hareket içerisinde bir akım olarak ortaya çıktı. Yine bu
dönemde renkli kadınlarıı ( Siyah kadınlar, ileri kapitalist ülkeler
deki Üçüncü Dünya kadınları) dönemin feminist hareketine dair
eleştirilerini dile getirmeye ve kendi feminizmlerini somutlaş
tırmaya başladılar. Ayrıca işçi sınıfından kadınlar da iş ortamın
da eşit muamele ve çocuk bakımı gibi konularda örgütlenmeye
başladılar. Feminist hareketin, ileri kapitalist ülkelerdeki beyaz,
orta sınıf ve eğitimli kadınlarla sınırlandığı ve ağırlıklı olarak bu
kadınların sorunlarına odaklandığı eleştirileri daha görünür hale
geldi . Bu da "küresel" veya "çok kültürlü" feminizmin ortaya çıkı
şına sebep oldu.
Üçüncü Dünya ülkelerinde de kadın grupları aktif hale geldi ;
ancak burada, tüm meseleler "saf olarak" kadın meselesi değil
di. Kadına yönelik şiddet, özellikle tecavüz, büyük bir sorundu.
Fakat bununla beraber, sömürgeci ya da yeni-sömürgeci ilişkile
rin dayattığı sömürüden doğan başka sorunlar da vardı . Mese
la toprak ağalarının sömürüsü, yoksulluk, köylülerin sorunları,
yerinden edilme, Apartheid12 ve bu ülkelerde önem taşıyan pek
çok başka sorun . .. 199o'ların başında ise postmodern izm, femi
nistler arasında ağırlığını hissettird i . Ancak ıg8o'lerde muhafa
zakar sağcıların feminizme karşı yükselttiği itiraz da büyümüştü
ve feministlerin kürtaj hakkı için verdikleri mücadeleyi hedef alı
yordu . Ayrıca, kadının aile içindeki rolünün önemini vurgulaya
rak feminizme, aileyi yok ettiği gerekçesiyle saldırıyorlardı .
Yine d e feminist perspektif geniş bir alana yayıldı. Sayı
sız aktivist grup ortaya çıktı . Tabandan gelen, gerek toplumsal
gerekse kültürel projeler arttı ve bunların etkinliği devam etti .
Kadın çalışmaları da yayıldı. Sağlık hizmetleri ve çevre sorunları
bu grupların çoğunun odaklandığı konulardı . Ancak bu dönem
de, pek çok öncü feminist de kendisini akademik uğraşlara verdi .
Yine ayn ı dönemde pek çok büyük örgütlenme ve kurultay, geniş
11 [ İ ngili zcesi "women of color" ola n teri mi n en yaygı n çevi ri si terci h edi l mi ş
ti r. - ç . n . ]
1 2 [1990' 1a rı n ba şla r ı na ka d a r G ü ney A fri ka 'da h ü kü m süren ı rk teme l li ay
rı mcı lı k d üzeni . T eri m, b u na benzerli k göstere n ba şka ayrı mcı lı k sistem le
ri n i ta rif etmek i çi n de kul la nı lı r ba zen. - ed . n .]
21
tabanlı kurumlara dönüştü; personeli olan yerleşmiş bürokratik
tüm kurumlar gibi düzene dahil oldu. Aktivizm ivme kaybetti.
199o'lardaki feminist hareket, daha çok bu örgütlerin faaliyet
lerinden ve akademik alandaki feministlerin yazılarından öğre
niliyor. Barbara Epstein, Monthly Review'un 2ooı Mayıs sayısın
daki yazısında şöyle diyordu: "Feminizm, bir hareketten ziyade
bir fikre dönüştü ve bir zamanlar sahip olduğu çığır açıcı nite
likten yoksun kaldı." Öte yandan, yine 199o'larda, işçi sınıfının
ve ezilen azınlıkların ekonomik koşulları ile orta sınıfın ekono
mik durumu arasındaki uçurumun büyümesi ve buna ek olarak
devam eden cinsiyet eşitsizliği, kadına yönelik şiddetin artışı,
küreselleşmenin saldırısı ve bunun, Üçüncü Dünya'daki kadınlar
başta olmak üzere, insanlar üzerindeki etkisi Marksizm'e ilginin
yeniden gelişmesine yol açtı.
Tüm bunlar olurken de kadınların, özellikle de genç kadın
ların, küreselleşme-karşıtı ve savaş-karşıtı hareketler gibi pek
çok farklı politik harekete katılımları, uyanış sürecine destek
oldu. Batı'daki kadın hareketinin gelişimine dair bu kısa ve genel
bakışın ardından, şimdi feminist hareket içindeki başlıca teorik
akımların önermelerini inceleyeceğiz.
22
Liberal Feminizm
23
muhafazakar yorumuna cevap olarak, 179ı'de Kadzn Haklarznzn
Gerekçelendirilmesi'ni13 yazmıştı. Bu kitapçıkta, kadının erkeğe
doğalında bağımlı olduğu , erkeği memnun etmek için yaratıldı
ğı, bağımsız olamayacağı gibi feodal patriyarkal i nanışlara kar
şı çıkıyordu. Wollstonecraft, yazılarını kadın hareketinin yük
selişinden önce yazmıştı; öne sürdüğü argümanlar da mantık ve
akılcılığa dayanıyordu . Dolayısıyla, analizinin temelinde Aydın
lanma'nın esas ilkeleri yatıyordu: Yani Amerikan ve Fransız dev
rimlerine öncülük ve eşlik eden özgürlük ve eşitlik kavramlarına,
bir de insanın muhakeme kapasitesine duyulan inanç. Wol lsto
necraft, aklı yegane otorite olarak görüyordu. Ona göre kadınla
rın kendi muhakeme potansiyellerini geliştirmelerine ve kendi
yargılarına güvenmelerine destek verilmemesi, insanlığın ilerle
yişine ket vuruyordu. Her şeyden önce, kadınların erkeklerle aynı
eğitimi almalarını savunuyordu . Böylece, rasyonel düşünceyi
benimseyebilecek, bağımsız bir yaşam sürebilmeleri için gereken
kaynaklara ve fırsatlara erişebileceklerdi. Rousseau'nun kadınla
rın eğitimine dair fikirlerini ise sertçe eleştiriyordu.
Ona göre Rousseau'nun, kadınları n eğitiminin erkeklerin
kinden farklı olması gerektiği yönündeki argümanı , kadınları
gerçekli kten uzak, zayıf karakterler haline getiriyordu . Rousse
au, kadınlara, itaatin en üstün erdem olduğu fikrini benimsete
cek bir biçimde eğitim veril mesi gerektiğini savunuyordu . Yine
de Wollstonecraft'ın argümanları, kavrayışının sınıfsal sınırla
rını ortaya koyuyordu. Bir yandan "avam sınıflardan" kadınla
rın, çalışmaları ve bir noktaya kadar bağımsız olmaları sebebiyle
daha erdemli olduklarını söylüyordu; diğer yandan ise, "en say
gın14 kadınların aslında en çok ezilenler olduğuna" inancını dile
getiriyordu .
Kitabı, o dönemler Amerika'da bile etkil i olmuştu. Yine Lond
ra'daki entelektüel burjuva çevrelerinde gezen, tanınmış faydacı
filozof James Stuart Mill'in eşi Harriet Taylar da ABD 'de henüz
ortaya çıkmış kadın hareketini desteklemek amacıyla ı8 5ı 'de
Kadznlarzn Haklarznzn Ta nznmasz'nı15 yazmıştı. Kadın hakla-
2sl1.
,.J
w
talep, liberal feministler tarafından gündeme getirildi. Eşit Hak
lar Ek Maddesi için verilen mücadele de bu kanattaki feminist
lerin öncülüğünde yürütülmüştü. Femi nistler arasındaki l iberal
kanadın çalışmaları, ulus ölçekli örgütler yoluyla verildiği için,
medya tarafından da fark edildi. Liberal feministler arasında, Zil
lah Eisenstein'ın da dahil olduğu bir grup, liberalizmin özgürleş
tirici bir ideoloj i olarak potansiyeline dikkat çekiyordu. Bu grup
içerisinde yer alanlar, çalışan kadınların, l iberal demokrasi ide
oloj isi ve bu ideolojinin vadettiği eşitliği kendilerinden esirge
yen kapitalist patriyarka arasındaki çelişkiyi, kendi deneyimle
ri yoluyla fark edebileceklerini öne sürüyorlardı. Ne var ki, bu
döneme gelindiğinde kadın hareket içerisinde esas etkili olan
akım artık l iberalizm değildi .
Eleştiriler
27
burjuva devletleri de yarı-sömürge ve yarı-feodal H indis
tan devleti de patriyarkaldır. Bunlar, kadının özgürleş
me mücadelesini desteklemeyecektir. Devlet, kadınların
ikincilliğinden ve değersizleştirilmiş konumundan besle
nen egemen sınıfların çıkarlarını korur.
6. Yasal değişikliklere ve kadınlar için devlet yardımlarına
odaklandığı için, taleplerine erişme araçları olarak lobici
lik ve imza kampanyalarını öne çıkarır. Liberal akım, faa
liyetlerini çoğunlukla toplantılar, sözleşmeler ve değişim
çağrısı yapan imza kampanyaları ile sınırlar. Kadınların
gücünü nadiren seferber eder ve açıkçası, yoksul kadınla
rın büyük kitleler halinde, militanca seferber olmaların
dan korkar.
Radikal Feminizm
17 [Bu, tekil bir kurum deği l d i r, b u rada bahsi geçe n d iğer to p l u msal hare ket
lerle bağl a ntı içerisinde ortaya çı ka n ve ABD'de 1960' 1 a rl a 1970' 1erde ciddi
bir n üfuz elde eden türl ü sol a k ı m l a rı n ta m a m ı için kul l a n ı l a n bir ta bird i r.
- ed . n .]
ezilmesinin b içimlerini analiz etmek ve bunun köklerini keşfet
mek amacıyla pek çok teorik kitap yazılmıştı. Yine de bu akım
içerisindekilerin, yazılarında yalnızca kendi toplumlarını dikkate
almış oldukları unutulmamalıdır.
Dolayısıyla da tüm eleştirileri, betimlemeleri ve analizleri, ile
ri kapitalist toplumlara, özellikle de ABD'ye odaklı haldeydi. Kate
Millett, 197o'te yayımladığı Cinsel Politika18 kitabında resmi poli
tika yaklaşımına karşı çıkıyor, kadın ve erkek arasındaki ilişki de
dahil olmak üzere, toplumdaki güç ilişkilerine dair daha kapsam
lı bir yaklaşım sunuyordu. Kate Millett, kadın ve erkek arasındaki
ilişkiyi bir güç ilişkisi olarak görüyordu; ona göre, erkeğin kadın
üzerindeki tahakkümü, toplumdaki iktidar biçimlerinden biriy
di. Bu yüzden kitabına cinsel politika adını vermişti. Bu kitap
ta, feminist harekette popüler bir slogana dönüşen, "özel alanın
politik olduğu" yönündeki savını vurguluyordu. "Özel alan poli
tiktir" diyerek, kadınların hayatlarında tekil olarak hissettikleri
hoşnutsuz luğun bireysel başarısızlıklara değil, kadını i kincilleş
tiren ve pek çok farklı biçimde baskılayan toplumsal sisteme bağ
lı olduğunu dile getiriyordu. Yani bir kadının kendi hislerinin, bu
sebeple, politik olduğunu belirtiyordu.
Oysaki kadın erkek ilişkisinin toplumdaki tüm iktidar iliş
kileri için bir çerçeve sunduğunu ileri sürerek tarihsel mater
yalist anlayışı ters yüz etmiş oluyordu . Ona göre bu "toplumsal
kast" (egemen erkek ve ikincilleştirilmiş kadın), ırksal, politik ya
da ekonomik tüm diğer eşitsizlik biçimlerinden önce gel iyordu.
Bu birincil insan durumuydu . Diğer baskı sistemleri bu birincil
durumdaki baskıdan hem mantıksal hem de duygusal meşrui
yet devşirdikleri için varlıklarını sürdürebiliyorlardı. Patriyarka,
Millett'a göre, erkeğin özel ve kamusal dünya üzerindeki kontro
lüydü. Patriyarkayı ortadan kaldırmak için kadınlar ve erkekler,
toplumsal cinsiyeti (cinsel statü, roller ve mizaç) ortadan kaldır
malıydı; çünkü bunlar, patriyarka altında inşa edilmişti. Patriyar
kal ideoloji, kadın ve erkek arasındaki biyoloji k farklılıkları uca
çekerek kadını iki ncilleştirmekteydi. Millett, buna karşı yeni bir
toplumu savunuyordu ; bu, cinsiyet/toplumsal cinsiyet sistemi
ne dayalı olmayacak, kadın ile erkeğin eşit olacağı bir toplum
du. Bununla birlikte, itaat ( kadınlar arasında) ve kibir (erkekler
3ı
olmaları gerektiğini öne sürüyordu . Ancak kadının ezilmesini
sonlandırmak için önerdiği çözümle Kate M illett'tan daha ileri
gidiyordu. Ona göre, kadınlar üremedeki rollerini -yani çocuk
doğurmayı- bırakmadıkları, var olan ailenin de temeli değişme
diği müddetçe kadınların tam anlamıyla özgürleşmeleri müm
kün değildi.
Yani Firestone'a göre, yapay üreme doğal üremenin, istene
rek kurulan (yönelimsel) aile de geleneksel biyolojik ailenin yeri
ni almadıkça cinsiyetler arasındaki biyolojik farklar ortadan kal
dırılamazdı. Ona göre, üyeleri (ebeveyn ve çocuklar) arasında
genetik bağlar bulunan aileye biyoloj ik aile denirken, arkadaşlık
veya uygunluk yoluyla seçilen aileye istenerek kurulan (yönelim
sel) aile denmekteydi . Bu dönüşüm gerçekleştiğinde, güncel top
lumda varlık bulan çeşitli kişilik hezeyanlarının ortadan kalka
cağına inanıyordu. Başka isimler de tarihsel açıdan ilk toplumsal
çatışmanın kadın ve erkek arasında olduğu şeklinde görüşler öne
sürüyorlardı. Bu kesimlere göre de erkek, ya da avcı, şiddete yat
kındı ve kadınları tecavüz yoluyla kontrolü altına almıştı (Susan
Brownmiller) .
Bu yazılar, kadın hareketinin içerisinde yer alan ve libe
ral feministlerin yasaları değiştirmek için verdikleri mücadele
yi, düzenledikleri kampanyaları yetersiz bulan radikal kesimin
hareketinde belirleyici olmuştu. Radikal feministler, kadınların
bugüne kadar doğal görülmüş üreme rollerini ve cinsiyet/top
lumsal cinsiyet farklarını derinlemesine araştırmak ve patriyar
kal, hiyerarşik ve baskıcı toplum yapısını sorgulamak için öne
atıldılar. Toplumda topyekun bir dönüşüm çağrısında bulun
dular. Bu yüzden de kendilerini reformist değil devrimci olarak
görürler. Vurguladıkları esas nokta, kadının ezilme nedeninin
cinsiyet/toplumsal cinsiyet sistemi olduğudur. Toplumsal siste
min kalanından soyutlanmış bir kadın erkek ilişkisini temel bir
çelişki olarak görürler. Bunun sonucu olarak da gerek analizle
rinde gerekse eylemlerinde yöneldikleri asıl yer bu çelişkidir, bu
da onları ayrılıkçı lığa götürmüştür. Kadının üremedeki rolüne
odaklandıkları için, cinsel ilişkileri ve aile ilişkilerini toplumu
dönüştürmek için giriştikleri mücadelenin başlıca hedefleri hali
ne getirmişlerdir.
Cinsiyet-Toplumsal Cinsiyet Sistemi ve Patriyarka
34
liğine dair kararları21 gibi meseleler tartışma konusu haline geldi.
Radikal feministlere göre patriyarkal bir toplumda, cinsel ilişki
lerde ve pratiklerde bile erkek egemenliği hüküm sürmekteydi.
Bu, ilk akım tarafından "bastırılma" olarak adlandırılmıştı; kül
türel feministler ise bunu cinsel nesneleştirme ideolojisi olarak
tanımladılar. Onlara göre cinsellik toplumda kötü, tehlikeli ve
olumsuz bir şey olarak görülüyordu. İzin verilen ve kabul edi
lebilir görülen tek cinsellik biçimi, evlilik içi heteroseksüel pra
tikti (heteroseksüellik, farklı cinsiyetlerden insanlar, yani kadın
ve erkek, arasındaki cinsel ilişkiler anlamına gelir) . Patriyarkal
toplum tarafından heteroseksüel olma baskısı vardır; lezbiyen
ler, travestiler, transseksüel ler gibi ci nsel azınlıklar kabul edile
mez görülürler. Patriyarkal toplum, cinsel hazzı, bu etki li doğal
gücü ; sözde iyi, normal ve sağlıklı ci nsel pratik ile kötü, sağl ık
sız ve uygunsuz cinsel pratik arasında bir ayrım yaparak kontrol
altına alır.
Ancak bu iki akım, cinsellik konusunda çok farkl ı anlayış
lara sahiptir. Bu da bu kesimlerin bu konulardaki taleplerini ve
çözüm önerilerini etki lemişti r. Radikal feminist akıma göre bas
tı rılmış cinsellik, uygarlık güçlerinin insan davranışın ı kontrol
altına alma biçimlerinin en kaba ve akıldışı olanlarından biridir.
Cinsel serbesti, kadınların da erkeklerin de yararına olacaktır.
Kültürel feministler ise heteroseksüel cinsel ilişki lerin, erkekle
ri efendi/özne konumuna koyan, kadınları ise köle/ nesne konu
munda nesneleştiren bir ideoloj iyle nitelendiğini düşünürler.
Buna göre, "Heteroseksüellik belli yönleriyle sömürgeciliğe ben
zer: Paternalizmin22 reddedildiği durumlarda bunu güç kullana
rak sürdürmesi, tahakkümü doğal görmesi, kadınları vasıfsızlaş
tırması, vb." (Sarah Lucia Hoagland).
Bu, erkeğin kadına uyguladığı cinsel şiddet biçimlerinden bir
tanesidir. Bu yüzden de feministler, eril cinsel şiddeti normal-
2 1 [ İ ngil izce metinde "sexual choice" ku l l a n ı l m ıştır. Çevi ride ise "cin sel yöne
l i m" ya da ya n l ış ku l la n ı mıyla "ci nsel terci h" teri m l e rini çağrıştı ra b i l eceği ni
düşü nerek d i rekt "cinsel seçim" şekl i ndeki ka rşı l ığ ı n ı ku l l a n m a k yerine,
meti nde geçtiği ye rlere uygun o l a ra k "ci nsel ka ra r" veya "ci nsel l iğe d a i r
ka ra r" ifa d e l eri ku l l a n ı l m ı ştı r.
2 2 [ E n ge nel şekliyle, b i r güç odağı n ı n başka i nsa n l a r a d ı n a , genelde söz ko
n usu şa h ı s ya da gru bun ya ra r ı n a olacağı idd iasıyla, b i rta k ı m ka ra r l a r a l ma
sı . - ed . n .]
35
leştiren her tür cinsel pratiğe karşı çıkmalıdır. Kültürel feminist
lere göre kadınlar, erkeğin önceliklerinden ayrışan kendi cinsel
önceliklerine dair bir ilgi geliştirerek cinselliklerinin kontrolü
nü geri almalıdırlar. Kadınlar, onlara göre, performanstan ziyade
yakınlık ve şefkat arzusundadır. Dolayısıyla kadınların erkeklerle
heteroseksüel ilişkiler kurmayı reddetmeleri ve lezbiyen olmaları
gerektiğini savunurlar.
Diğer tarafta ise Gayle Rubin'in de içlerinde bulunduğu radi
kaller, kadınların kural koymak yerine hazlarının peşinde olma
ları gerektiğine inanıyorlardı. Kültürel feministler için hetero
seksüellik, erkek tahakkümü ve kadınların ikincilleştirilmesi
demekti. Bu nedenle de pornonun, fuhşun,23 cinsel tacizin ve
kadına şiddetin zeminini hazırlıyordu. Dolayısıyla, kadınların
heteroseksüel ilişkileri bırakıp duygusal bağlılığı da içeren lezbi
yen ilişkilere girmeleri gerektiğini savunuyorlardı.
Kültürel feministler, kadınların asli " kadınlıklarını" geliştir
meleri gerektiğini vurguluyorlardı. 8o'lerin başlarında Batı'daki
kadın hareketi içerisinde lezbiyenizm bir hayli ön plana çıkmışsa
da birkaç yıl içinde geriledi. Kadınların ikincilleştirilmesini son
landırmak için kültürel feministler tarafından önerilen çözüm,
kadın-erkek arasındaki cinsel ilişkiyi bitirmek ve kadınların ken
di aralarında ayrı bir sınıf oluşturmaları olmuştu. İlk akım ise,
kadınlarla da erkeklerle de herhangi bir duygusal bağlılık içer
meyen özgür cinsel ilişkileri savunuyordu.
Aslında bu akıma mensup şahısların öne sürdükleri bu çözüm
ler, yakın insan ilişkilerini, insani yönünü yitirmiş meta ilişkile
rine dönüştürüyordu . Bunun bir adım ötesi, pornoyu ve fuhşu
desteklemekti. Kültürel feministler pornoya sert bir biçimde kar
şı çıkmışlardı ; ancak radikaller, pornonun erkeklerin kadınlara
dair görüşlerini herhangi bir şekilde olumsuz etkilediğini düşün
müyorlardı . Aksine, pornonun bastırılmış cinselliği aşmak için
kullanılabileceğine i nanıyorlardı. Üreme teknolojileri meselesin
de dahi bu iki taraf birbirinden ayrışıyordu. Radikaller bu yön
temleri destekliyor, kültürel feministler ise buna karşı çıkıyordu.
Kültürel feministler, kadınların ellerindeki tek güç olan annelik
ten vazgeçmemeleri gerektiğini düşünüyorlardı. Üreme tekno-
Eleştiriler
39
alternatif bir kültür kurmanın bir adım ötesine geçememişler
dir; kadın kitlelerini, yaşadı kları sömürüden ve baskıdan özgür
leştirmekte başarılı olamamışlardır. Kadının erkekten tamamen
ayrı bir varlığı olabileceğini düşünmek, elverişsiz ve doğa dışı bir
yaklaşımdır. Radikal feministler, daha iyi bir insan toplumu oluş
turma hedeflerinden tamamen vazgeçmişlerdir. Bu stratej i, geniş
kadın kitlelerine hitap etmemektedir.
Nesnel olarak da bu akım, kadınların özgürleşmesi için geniş
çaplı bir hareket inşa etme görevini farklı bir yola saptırmıştır.
Pornoyu destekleyerek ve soyut bir özgür seçim argümanı öne
sürerek gerici bir yöne sapmıştır. Ezilen etnik topluluklardan ve
Üçüncü Dünya ülkelerinden yüz binlerce kadını cinsel sömürü
ye ve tarifsiz acılara maruz bırakan, emperyalistler tarafından
da teşvik edilen seks turizmi endüstrisine meşruiyet kazandır
mış, destek sunmuştur. Radikal akım, bir yandan gerici burjuva
zinin ve kilisenin iki yüzlü ve baskılayıcı cinsel ahlakını eleştir
se de teşvik ettiği alternatif, yalnızca insanları birbirine daha da
yabancılaştırmakta, en içten insani ilişkileri değersizleştirmek
tedir. Cinselliği aşktan ve yakınlıktan ayırdığınızda, insan ilişki
leri mekanikleşir ve insaniliğini yitirir.
Dahası, bu cenahın argümanları, kadınların hayatlarında
ki gerçek koşullardan, kadınların acı tecrübelerinden tamamen
soyutlanmıştır. Maria Mies'ın yönelttiği eleştiri, söz konusu yak
laşımın zayıflığını özetlemektedir: "Eğitimin, kültürel eylemin
ve hatta kültürel devrimin değişim getirecek unsurlar olduğu
na duyulan inanç, şehirli orta sınıfın tipik bir özelliğidir. Bunla
rın kadın meselesine yaklaşımları, temel maddi üretim ilişkile
riyle kadın ezilmesinin hiçbir ilişkisi olmadığı varsayımı üzerine
kuruludur. Bu varsayım ; daha ziyade Batılı, özellikle de Amerika
lı, çoğunlukla da kapitalizmin sözünü bile etmeyen feministlerde
görülür. Pek çok Batılı feminist için kadınların ezilmesinin köke
ni, patriyarkal medeniyetin kültürüne dayanır. Dolayısıyla onlara
göre feminizm, ekseriyetle, kültürel bir harekettir; yeni bir ideo
loj i ya da yeni bir bilinçtir" (1986) .
Kültürel feminizm, Batılı feminizme yön vermiş ve Üçüncü
Dünya ülkelerindeki feminist düşünce üzerinde de etkili olmuş
tur. Kadın hareketinin yönünü tamamıyla değiştirmiş, bunu,
kadınların yaşamlarındaki maddi koşulları değiştirme mücadele-
si olmaktan çıkarıp "temsil lerin" ve sembollerin analizine dönüş
türmüştür. Bu yönüyle, postmodernist akımla kolayca ortaklaş
maktadır. Ayrıca, dişinin şiddetsiz doğasını vurguladıkları için de
kadınların militan bir güç haline gelmeleri fikrine karşı çıkmış
lardır. Kadınların, tarih boyunca, zorbalara karşı verilen savaşlar
da oynadıkları rolü hiçe saymışlardır. Kadınlar, baskıyı ve sömü
rüyü b itirmeyi amaçlayan haklı savaşlarda etkin bir rol almaya
devam edeceklerdir, devam etmek zorundadırlar da. Böylelikle,
değişim için verilen mücadelenin aktif katılımcıları olacaklardır.
Özetle, radikal feminist akımın, kadınlar için ayrılıkçılı
ğı savunarak kadın hareketini bir açmaza sürüklemiş olduğu
görülmektedir.
42
Dolayısıyla, bu yaklaşıma göre, sürecin kendisi ve örgütlen
me biçimleri son derece önemlidir. Tahakküm ve ikincilleştirme,
devlet ve ekonomi k zorlamalar yoluyla (özel mülkiyet üzerinde
kontrol, vb.) pekiştirilen hiyerarşik toplumsal yapılara bağlıdır.
Anarşistlerin toplum eleştirileri, sınıfa ve sömürüye ya da dev
letin sınıfsal yapısına değil, hiyerarşiye ve tahakküme dayalıdır.
Devlet, bu hiyerarşik yapıları korur, destekler. Merkezde verilen
kararlar, hiyerarşide altta yer alanlara dayatılır. Yani, anarşistle
re göre, hiyerarşik toplumsal yapılar toplumdaki tahakkümün ve
ikincilleştirmenin kaynağıdır.
Onlara göre bu, ideolojik tahakküme de yok açmaktadır. Çün
kü toplumsal yapılara ve süreçlere dair teşvik edilen bakış açısı,
resmi bakış açısıdır; yani tahakküm edenlerin görüşüdür. Anar
şistler, Marksistleri de eleştirirler; çünkü devrimcilerin değişi
mi getirmek için bir araya gelirken de hiyerarşik örgütler (parti
ler) kurduklarını düşünürler. Anarşistlere göre, hiyerarşi bir kez
yaratıldığında, tepedekilerin güçlerinden vazgeçmeleri imkan
sız hale gelmektedir. Bu yüzden, değişimi gerçekleştirme yolu
nun arandığı sürecin de eşit derecede önemli olduğuna inanırlar.
" Hiyerarşik bir örgütlenme içerisinde otoriter ol mayan biçim
lerde davranmayı öğrenemeyiz," derler. Anarşistlerin vurguladı
ğı, "eylemli propaganda" yaklaşımı, örnek eylemlerin ve olum
lu örneklerin başkalarını da bunlara katıl maya teşvik edeceğini
öne sürmektedir. Anarka-feministler, toplum odaklı faaliyetler
le öne çıkan grupları kendi pratiklerine örnek olarak gösterme
eğilimindedirler - örneğin, bir radyo kanalı yahut ABD'de, top
luluk-temelli pek çok etkinlik düzenleyen bir yemek kooperatifi
gibi. Yani, hiyerarşi ve tahakküm içermeyen küçük gruplara mer
kezi bir önem atfetmişlerdir.
Ancak bu tür grupların pratikteki işleyişi ve bu işleyişin örtük,
despotik liderlikler (Joreen) üretmiş olması nedeniyle pek çok
eleştiri almışlardır. Örtük liderlikleri, ana-akım basın tarafın
dan belirlenen siyasi gündemleri, ellerinde çok boş zaman olan
orta- sınıf kadınların hareket içerisindeki aşırı temsiliyeti, kadın
ların katılabileceği çalışma gruplarının yokluğu ve inisiyatif alan
ya da liderlik üstlenen kadınlara karşı husumet gibi türlü sorun
larla karşılaşmışlardır. Komünistler, emperyalistler tarafı ndan
kontrol edilen merkezileşmiş devletin nasıl ortadan kal dırıla-
43
cağını kendilerine sorduklarında, anarşistler, çabalarının küçük
olduğunu ve başkalarıyla birlik halinde, eşgüdüm içerisinde
hareket etmeleri gerekeceğini kabul ederler. Ancak devleti ala
şağı etmek için merkezileşmiş bir devrimci örgü tün gerekliliğini
değerlendirmeye gönüllü olmazlar.
Sözün özü, onların teorisine göre, kapitalist devletin ortadan
kaldırılması değil aşılması gereklidir (Örneğin: " Patolojik devlet
yapısına karşı nasıl ilerleyeceğimiz konusuna gel irsek, belki de
en iyi sözcük alaşağı etmek değil aşmak olacaktır," Anarka-fem.i
nist bir manifestodan - Siren ıg71) .
Analizleri, devrimci yaklaşımdan fazlasıyla ayrıştıklarını açık
ça göstermektedir. Burjuva/emperyalist devleti alaşağı etmenin
esas sorun olduğuna inanmazlar ve enerj ilerini kooperatif faa
liyetleriyle meşgul olan küçük gruplar kurmaya ayırmayı tercih
ederler.
Tekelci kapitalizm çağında, bu faaliyetlerin genişleyip büyü
yeceğini ve zaman içinde bütün bir toplumu kaplayabileceği
ni düşünmek, bir yanılsamadan ibarettir. Anarşistler, ancak
ABD gibi, aşırı bir artık ürün barındıran toplumlarda bir tuhaf
lık, egzotik bir bitki olarak hoş görüleceklerdir. Dolayısıyla da
bu tür gruplar sistem tarafından kapsanır hale gelmeye yatkın
durumdadırlar.
Radikal feministler, bu fikirleri kendi bakış açılarına uygun
görmüşlerdir ve örgütlenmeye dair anarşist fikirlerden büyük
ölçüde etkilenmişlerdir. Böylece, örgütlenme meselesine dair
anarşist fikirler ile aynı konudaki radikal feminist fikirler ara
sında bir yakınlaşma yaşanmıştır. Anarka-feminist fikirlerin bir
başka boyutu da ekoloj iye duyulan ilgi olmuştur; dolayısıyla,
ekofeminizmin de anarka-feminizm içerisinden geliştiğini sap
tayabiliriz. Batı ülkelerindeki anarşistler, bilindiği üzere, çevre
meselelerinde de faal olmuşlardır.
44
Ekofeminizm
47
de, temel ihtiyaçlarından bile yoksun bırakılmışlardı. Üretim
araçları üzerinde hiçbir hak iddia edemedikleri gibi, bağımsız da
değillerdi. Bu bağımsızlıktan mahrum bırakılma halini, Shiva ve
M ies, Üçüncü Dünya'daki kadınların toplulukla bağlarına değer
verdikleri için kendi kaderlerini tayin etmekten ve özerklikten
vazgeçmiş olmaları şeklinde yorumluyorlar. Bir alternatifi olma
yan kadınların birtakım destekleyici yapılara verdikleri değeri,
Shiva, kendi kaderini tayin etmenin bilinçli bir reddiymiş gibi
yansıtıyor. Yani aslında ekofeminizm adına, Batılı bilime ve tek
nolojiye karşı çıkmak adına, patriyarkal pre-kapitalist geçimsel
ekonomiyi sahipleniyorlar. Bu bağlamda da bilim ve gelenek ara
sında sahte bir ikilik yaratmış durumdalar.
Bu, kapitalist kalkınma paradigmasına saldırmak adı altın
da, Üçüncü Dünya toplumlarının geleneksel patriyarkal kültür
lerini savunan ve kitlelerin gel işimine karşı çıkan kültürelciliğin
ve postmodernizmin bir türüdür. Bizler, kar düşkünü emperya
list tarım endüstrisi tarafından tarım teknoloj isine yönelik tahrip
edici ve gelişigüzel müdahalelere karşıyız (buna, genetiği değiş
tirilmiş tohumlar da dahildir) . Ne var ki, bilimin ve tarım tek
nolojisinin tarımsal üretimi geliştirmek için kullanılmasına karşı
değiliz. Günümüz sınıf ilişkileri içerisinde, bilim dahi emperya
listlerin hizmetine verilmiş durumdadır; ancak demokratik/sos
yalist sistemde bu böyle olmayacaktır.
Geleneklerimizdeki olumlu yönleri kaybetmemek önemlidir.
Fakat bu geleneklerin tümünü övmek halk düşmanlığıdır. Ekofe
ministler, kadın ve doğa arasındaki ilişkiyi idealize ederler, bakış
açıları sınıfsal değildir. İleri kapitalist ülkelerde de H indistan gibi
geri kalmış ülkelerde de üst sınıflardan kadınlar, emperyalizmin
teşvik ettiği küresel tüketim kültürünün öylesine içerisindedir
ler ki, doğaya bir duyarlılık sergileme eğilimi pek göstermezler.
Emperyalizmin dünya çapında bir sömürü sistemi olduğunu
düşünmezler. Ayrıcalıklarını ve temel yaşam tarzlarını değiştir
mek, bu sayede de çevre tahribatını azaltmak konusunda da bir
isteklilik göstermezler. Köylü kadınlar içinse ekolojinin tahriba
tı, tarifsiz zorlukları beraberinde getirmektedir; yakıt ve su teda
rik etmek, hayvanları beslemek gibi gündeli k işleri yerine getir
meleri bir hayli zorlaşmaktadır. Büyük kalkınma projeleri adına
ormanlarına ve topraklarına el konulması1 bunun sonucunda da
yerlerinden edilmeleri de onları olumsuz etkilemektedir.
Dolayısıyla1 ekolojik yıkımın beraberinde getirdiği bu etkiler1
köylü kadınların mücadeleye seferber olmalarını sağlamaktadır
ve sağlayacaktır da. Ancak buradan kadınların1 erkeklere kıyasla1
doğayı korumaya dönük "doğar' bir eğilimleri olduğu çıkarımı
na varamayız. Dur durak bilmeksizin doğayı mahveden tekelci
kapitalizme karşı verilen mücadele1 politik bir mücadeledir; hal
kın1 kadınıyla erkeğiyle1 bir bütün olarak dahil olması gereken bir
halk gündemidir. Nitekim ekofeministler1 Chipko mücadelesini
örnek verseler de aslında kadınların ve erkeklerin ekoloj ik mese
leler ve haklar başlığı altında düşünülebilecek konularda birlikte
eyleme geçtikleri başka pek çok mücadele vardır.
1
Narmada eylemliliği,26 Orissa daki köylülerin büyük maden
proj elerine ve nükleer füze projesine karşı eylemli likleri1 ya da
1
Bastar ve Jharkhand daki kabilelerin orman tahribatına ve büyük
çelik projelerine karşı verdikleri mücadeleler bunun örnekleridir.
49
Sosyalist Feminizm
50
lendirilmesi talebi yükseldiğinde, Dalla Costa bunu, toplumun
ev işlerinin önemini fark etmesi için taktiksel bir hamle olarak
görüp desteklemişti. Ev işlerinin artı değer ürettiği yönünde
ki çıkarımlarına pek çok kişi katılmasa da ev işi için ücret tale
bi destek buldu. Analizleri de dünyadaki feminist ve Marksist
çevrelerde bu konuların çok daha fazla tartışılmasını sağladı ve
ev işlerinin sermayeye nasıl hizmet ettiği konusunda yüksek bir
farkındalık oluşturdu. Çoğu sosyalist feminist bu talebe eleşti
rel yaklaşsa da bu, yine de enine boyuna tartışıldı. Başlangıçta
( 7o'lerin başlarında ) , ev işi meselesi tartışmaların önemli bir kıs
mını oluşturuyordu ; ancak 8o'lere gelindiğinde, açıkça görüldü
ki kadı nların büyük bir bölümü ya ev dışında çalışıyordu ya da
yaşamlarının bir kısmını ev dışı işlerde çalışarak geçiriyordu .
ıg8o'lerin başına gelindiğinde, ABD'deki toplam iş gücünün
0/045 'i kadınlardan oluşuyordu. Buna bağlı olarak, sosyalist femi
nistler, kendi ülkelerindeki iş gücü içerisinde kadınların duru
muna odaklanır oldular. Sosyalist feministler, ABD'deki kadınla
rın iş yerinde ve ücretlerde nasıl ayrımcılıklarla karşılaştıklarını
incelediler. İş kolları arasındaki toplumsal cinsiyet ayrımcılığını
da (yani kadın iş gücünün düşük ücretli belirli işlerde yoğunlaş
masını ) etraflıca belgelediler. Bu çalışmalar, kapital i zmin patri
yarkal doğasını teşhir etmek açısından yararlı oldu. Bu metnin
amacına bağlı olarak burada, söz konusu çevrelerin kadın ezil
mesine ve kapitalizme dai r teorik pozisyonları nı mercek altına
almakla yetineceğiz. Temel sosyalist feminist pozisyonu anla
mak için, Heidi Hartmann'ın Marksizm ve Femin izmin Mu tsuz
Evliliği: Daha İlerici Bir Birlikteliğe Doğru27 adlı, oldukça yay
gınlaşmış ve tartışılmış makalesinde ortaya koyduğu pozisyonu
inceleyeceğiz .
Heidi Hartmann'a göre Marksizm ve feminizm, birbiriyle evli
iki analiz sistemidir. Bu, mutsuz bir evliliktir; çünkü sermayeyi
çözümleyici bir analitik güce sahip olan Marksizm, bir tahakküm
kurmuş haldedir. Oysaki Hartmann'a göre, Marksizm tarihsel
gelişimin ve sermayenin bir incelemesini sunsa da kadın-erkek
ilişkilerini analiz etmemektedir. Hartmann, kadın ve erkek ara-
51
sındaki ilişkilerin de bir sistem yoluyla belirlendiğini söylemek
tedir; bu sistem, feministlerin çözümlediği üzere, patriyarkaldır.
Ona göre hem Marksizm'in hem de tarihsel ve toplumsal
bir yapı olarak patriyarkanın tarihsel materyalist analizi ; kapi
talist Batı toplumunun gelişimini, kadınların bunun içerisinde
ki konumunu, erkekler arasındaki ilişkilerin nasıl oluştuğunu ve
patriyarkanın kapitalizmin gelişim seyrini nasıl şekillendirdiğini
kavramak için gereklidir. Hartmann, Marksizm'in kadın mese
lesindeki tutumuna da eleştirel yaklaşmaktadır. Marksizm'in
kadın meselesine, yalnızca ekonomik sistemle ilişkisi üzerinden
yaklaştığını söylemektedir. Ona göre Marksizm, kadınları yalnız
ca işçi olarak görüyordu ve Engels de kadınların üretime katılma
sıyla cinsiyete dayalı iş bölümünün ortadan kalkacağına inanı
yordu . Türlü boyutlarıyla kadın yaşamı, sadece kapitalist sistemi
nasıl devam ettirdiği yönünden ele alınıyordu. Ev işi hakkındaki
çalışmalar dahi, nihayetinde, kadının erkekle ilişkisine bakma
yıp yalnızca sermayeyle ilişkisine eğiliyordu . Marksistler, kadın
ların yaşadıkları acıların farkında olsalar da kadına yönelik baskı
nın kaynağı olarak özel mülkiyete ve sermayeye odaklanmışlardı.
Ancak, Hartmann'a göre, erken dönem Marksistler kadınların
ve erkeklerin kapitalizme dair deneyimlerindeki farkları dikka
te almakta eksik kalmışlardı ve patriyarkayı önceki dönemin bir
artığı olarak görmüşlerdi. Hartmann ise, sermayenin ve özel mül
kiyetin kadınları kadın oldukları için ezmediğini, bu yüzden de
ilga edildiklerinde kadın ezilmesinin bitmeyeceğini söylüyordu.
Ona göre, Engels ve diğer Marksistler, kadının aile içindeki eme
ğini hakkıyla incelememişlerdi. Dahası Hartmann, evdeki kadın
emeğinden kimin yararlandığını soruyordu ; bundan yararlana
nın, yalnızca kapitalistler değil, aynı zamanda erkekler olduğunu
söylüyordu . Oysa, ona göre, materyalist bir yaklaşımın bu haya
ti noktayı göz ardı etmemesi gerekirdi. Bu yorumun devamında
da erkeklerin kadın ikincilleştirmesinin sürmesinden maddi bir
çıkarları olduğunu söylüyordu.
Dahası Marksizm, kapitalizmin üretim yapısını, mesleki yapı
sını, egemen ideolojisini, yedekler ordusunu ve ücretli işçi sını
fını anlamamıza yardımcı olsa da Hartmann'a göre bu kavramlar
nihayetinde topl umsal cinsiyet körüydü. Çünkü bu kategorilerin
altını kimin dolduracağına dair; yani kimin ücretli işçi olacağı ya
da yedekler ordusunda kimlerin yer alacağı gibi noktalara dair
Marksizm'in hiçbir analizi yoktu. Buna göre kapitalizm; cinsiyet
ten, ırktan, milliyetten bağımsız olarak buraları herkesle doldu
rabilirdi. Ancak Hartmann, işte bu noktada, kadın meselesiyle
ilgili bir sorunun baş gösterdiğini söylemektedir.
Feministlerin bir kısmı, kadın emeğini analiz ederken Mark
sist metodoloj iden, bunu türlü şekillerde kendi koşullarına uyar
lamak suretiyle, yararlanmıştır. Örneğin Juliet Mitchell, piyasa
daki kadın emeğine ek olarak kadının üreme, cinsellik ve çocuk
yetiştirmedeki emeğini de incelemiştir. Ona göre, piyasadaki
emek üretimdir; geri kalanı ise ideoloj idir. Mitchell'e göre pat
riyarka; üreme, cinsellik ve çocuk yetiştirme alanları üzerinden
işlemektedir. Mitchell, toplumsal cinsiyete dayalı kişiliklerin
kadınlar ve erkekler için nasıl biçimlendiğini araştıran psikana
litik bir çalışma da gerçekleştirmiştir. Buradan hareketle, şöyle
demektedir : "Kapitalizmin ekonomik biçimi ve patriyarkan ın
ideoloj ik biçimi şahsında iki otonom [değişken ] ile muhatabız."
Hartmann ise, patriyarkayı sadece ideolojik temelli gören ve ona
maddi bir temel atfetmeyen Mitchell'e katılmamaktadır.
Hartmann'a göre patriyarkanın maddi temel i, erkeğin kadı
nın iş gücü üzerindeki kontrolüdür. Kadınların topl umdaki üre
tici kaynaklara erişimini engelleyerek (yani onları, geçinmeye
yetecek bir maaşı sağlayacak işlerden mahrum bırakarak) ve cin
selliklerini kısıtlayarak bu kontrolü sağlarlar. Bu kontrol, yalnız
ca aile içinde değil dışarıda iş ortamında da işlemektedir. Kadın,
evde kocaya, işte ise patrona hizmet etmektedir. Bu noktada,
Hartmann'ın egemen sınıflara mensup erkekler ve diğer erkek
ler arasında bir ayrım yapmadığını not düşmek önemlidir. Yi ne
de neticede, Hartmann, saf bir patriyarka ya da saf bir kapitalizm
olmadığı sonucuna varmıştır. Üretim ve yeniden üretim, bir top
lumun örgütlenme biçimi yoluyla bir bütün halini alır. Patriyar
kal kapitalizm dediği sistem de işte bu yüzden mevcuttur.
Hartmann'a göre, patriyarka ve kapitalizm arasında güçlü bir
iş birliği söz konusudur. Marksizm ise, patriyarkanın gücünü
ve esnekliğini azımsarken sermayenin gücüne olduğundan faz
la önem atfetmiştir. Sermaye esnektir, eskinin üretim biçimle
riyle karşılaştığı zaman bunları sermaye birikimine adapte ede
cek şekilde kapsar; patriyarka da tüm bunlara uyum sağlamıştır.
53
Kadının emek piyasasındaki rolü ve evdeki emeği, cinsiyete daya
lı iş bölümü tarafından belirlenmektedir; kapitalizm bunu kadın
ları ikincil işçiler olarak görmek ve işçi sınıfını bölmek için kul
lanmıştır. Ne var ki sosyalist feministler arasında bir başka grup,
Hartmann'ın, üretim alanında kapitalizm ve yeniden üretim ve
ideoloj i alanında patriyarka olacak şekilde, otonom halde işleyen
iki sistem olduğu yönündeki argümanına katılmaz. Buna, iki
li sistem kuramı adını verirler. Örneğin iris Young'a göre, Hart
mann'ın ikili sistemi patriyarkayı, kapitalizmden önce de bilinen
her toplumda var olan, tarih dışı bir tür evrensel olgu haline getir
mektedir. Bu da Hartmann'ın kültürel ve ırksal ön yargılarından
kaynaklıdır. iris Young ve başka sosyalist feministler, kapitalist
patriyarka denilen tek bir sistem olduğunu iddia etmektedirler.
Young'a göre bu durumu çözümlemek için yardımcı olacak
kavram, cinsiyet körü olması sebebiyle, "sınıf" değildir; bunun
yerine "iş bölümü" kavramına dönmek gerekmektedir. Cinsiye
te dayalı iş bölümünün, üretim yapısında ve üretim ilişkilerinde
temel, merkezi bir konumda olduğunu ileri sürmektedir.
Yakın zamanda etkili olan sosyalist feministlerden Maria M ies
da (ki kendisi ayrıca bir ekofeministe evrilmiştir) , benzer şekil
de, iş bölümüne odaklanmakta ve şöyle demektedir: " Kadınlar ve
erkekler arasındaki hiyerarşik iş bölümü ve burada erkekler için
var olan dinamikler, egemen üretim ilişkilerinin (hem belirli bir
dönemdeki ve toplumdaki sınıf ilişkilerinin hem de geniş, ulu
sal ve uluslararası çaptaki iş bölümünün) ayrılmaz bir parçasıdır."
Ona göre, materyalist bir açıklama, kadınların ve erkekle
rin doğayla ilişkilerinin niteliğini, bu ilişkiler aracılığıyla hem
insan hem de toplum karakterini nasıl inşa ettiklerini çözümle
meyi zorunlu kılar. Bu bağlamda Engels'e, meselenin bu boyutu
nu dikkate almadığı için bir eleştiri yöneltmektedir. Kadınlık ve
erkeklik, her tarihsel dönemde farklı tanımlanmıştır. Bu yüzden,
matristik28 adını verdiği toplumların bulunduğu önceki dönem
lerde kadın, üretici olması -yani yaşamı üretmekteki etkin rolü
sebebiyle önemliydi. Kapitalist koşullar içerisinde ise bu değiş-
54
mişti; kadınlar, tüm yaratıcı ve üretici niteliklerinden yoksun
bırakılmış ev kadınları haline getirilmişlerdi. Eskiden kadınların,
çocukları ve sütü üretenler olarak, toplayıcı ve bitki yetiştiricileri
olarak, doğayla erkeklerinkinden farklı bir ilişkileri vardı. Erkek
lerse, doğayla aletler aracılığıyla ilişki kurmuşlardı. Erkek üstün
lüğü, erkeklerin ekonomik katkılarının daha fazla olmasından
kaynaklı değildi ; kadınlar, doğa ve diğer erkekler üzerinde tahak
küm kurabilmelerini sağlayan yıkıcı aletler icat etmeleri nede
niyle ortaya çıkmıştı. Sonrasında, Mies, patriyarkal ilişkilerin
yerleşmesini sağlayanın, pastoral ekonomi olduğunu söyleyerek
argümanına devam etmektedir. Bu dönemeçte erkekler, üreme
sürecindeki rollerinin öğrenmişlerdi. Silah üzerindeki tekelle
ri ve erkeğin üremedeki rolü hakkındaki bilgileri, iş bölümün
deki değişiklikleri beraberinde getirmişti. Kadınlar artık besin
toplayıcıları ya da üretici olarak önemlerini yitirmişlerdi; rolleri,
çocuk doğurmak haline gelmişti. Bu yüzden, Mies der ki : " Kadın
lar ve erkekler arasındaki simetrik iş bölümünü, bu yırtıcı üretim
-ya da daha ziyade el koyma- biçimine bağlayabiliriz . Bu, cinsi
yetler arası kalıcı sömürü ve tahakküm il işkilerinin yaratılmasına
ve sürdürülmesine yarayan, silah ya da doğrudan şiddet gibi bas
kı araçları üzerindeki erkek tekeline dayanıyordu."
Bu durumu sürdürmekte aile, devlet ve din önemli rol oyna
mıştır. Mies, biyolojik belirlenimcil iği terk etmemiz gerektiği
ni söylese de kendisi de nihayetinde oraya meyletmektedir. Bu
hattaki sosyalist feministlerin toplumsal değişim için yaptıkla
rı birçok öneri, radikal feministlerde olduğu gibi, kadın-erkek
ilişkilerinin ve çocuk yetiştirme sorumluluğunun dönüşümüne
odaklanmıştır. Mies'a göre sosyalist feministlerin dert etmele
ri gereken temel mesele, üreme özgürlüğüdür. Bir diğer deyişle,
kadınların çocuk doğurup doğurmamak konusunda kontrolü ele
geçirmeleridir.
Üreme özgürlüğü şunları içerir: Güvenli doğum kontrol yön
temlerine erişim hakkı, güvenli kürtaj hakkı, kreşlerin açılma
sı, çocuk bakımına yetebilecek makul bir maaş, tıbbi bakım ve
barınma. Ayrıca, cinsel kararlarda özgür olmayı; yani çocuğun,
sadece bir kadın ve bir erkekten oluşan bir ailede büyütülebi
leceğini söyleyen sosyokültürel normun dışında büyüyebilme
hakkını da içerir. Ki bu düzen içerisinde yer almayan kadınların
55
da çocuk doğurma ve yetiştirme hakkı olmalıdır. Dahası çocuk
yetiştirme, uzun vadede, kadının görevi olmaktan çıkıp erkek ve
kadının paylaştığı bir görev haline gelmelidir. Kadınlar, çocuk
suzluk ya da zorunlu annelik nedenleriyle acı çekmemelidir. Tüm
bunlara ek olarak, şunların da farkındadırlar: Yukarıda bahsedi
len her şeyi güvence altına alabilmek için toplumun ücret yapı
sı ve kadınların rolü değişmelidir, zorunlu heteroseksüellik sona
ermelidir ve çocukların bakımı kolektif bir iş haline getirilme
lidir. Bütün bunlar, kapitalist sistem içerisinde mümkün değil
dir. Kapitalist üretim biçimi dönüştürülmelidir; ancak tek başına
değil, üreme biçimiyle birlikte dönüştürülmelidir.
Sonraki dönem yazarları arasında, önemli bir katkı da Ger
da Lerner'dan gelmiştir. Lerner, Patriyarkan ı n Oluşum u29 adlı
kitabında patriyarkanın kökenlerine dair detaylı bir açıklama
ya girişmiştir. Patriyarka, tek bir sebebe bağlı olarak tarihin bir
noktasında ortaya çıkmış bir şey değildir, der. Aksine, M . Ö. 3 100
ve M . Ö. 600 tarihleri arasındaki 2500 yıllık bir süreçte oluşmuş
tur. Lerner, Engels'in öncü çalışmalarında, kadının toplumda
ki ve tarihteki konumuna dair anlayışımıza büyük katkılar yap
tığını söylemektedir. Ona göre Engels, ardından gelecek yüz
yılın büyük teorik sorularını tespit etmiştir. Kadın ikincilleşti
rilmesinin tarihselliğine dair önermelerde bulunmuştur, ancak
bu önermeleri temellendirememiştir. Lerner, antik toplumlar
ve devletler hakkında bizzat yaptığı çalışmalardan yola çıkarak,
özel mülkiyetin temelinde kadınların cinsel kapasitelerine, üre
me kapasitelerine erkekler tarafından el konulmasının yattığını
iddia etmektedir. Bu, özel mülkiyetten önce gelmiştir.
İlk devletler ( Mezopotamya ve M ısır) patriyarkal biçimde
düzenlenmişti . Antik hukuk kuralları, kadınların cinsel ikin
cilleştirilmesini (ailenin kontrolünün erkekte oluşu) ve köleliği
kurumsallaştırmış, bunların devlet gücü yoluyla uygulanmasını
sağlamıştı. Bu zor, kadının ekonomik bağımlılığına dayanarak ve
üst sınıflardaki kadınlara birtakım sınıfsal ayrıcalıkların bahşe
dilmesi yoluyla pratiğe geçirilmişti. Mezopotamya ve diğer antik
devletler ü zerine yaptığı çalışmalarda Lerner, patriyarkal cinsi
yet/toplumsal cinsiyet ilişkilerinin Batı uygarlığına dahil olma
sını sağlayan fikirlerin, sembollerin ve metaforların gelişimi-
56
nin izini sürmektedir. Buna göre erkekler, kendi toplumlarının
kadınları üzerinde tahakküm kurarak, başka toplumlar üzerinde
nasıl tahakküm kuracaklarını öğrenmişlerdi. Ancak bu süreçte de
kadının rahibe ve şifacı olarak oynadığı önemli rol devam etmiş
tir; süregiden tanrıça inanışları da buna kanıttır. Kadının din içe
risindeki değerinin de düşmesi, daha sonra gerçekleşmiştir.
Sosyalist feministler, kapitalist ekonomi ve siyasetin analizi
ne odaklanarak Marksist teoriyi sahiplenen kesimleri tarif etmek
için mekanik Marksistler, geleneksel Marksistler ve ekonomik
Marksistler gibi terimler kullanıyor ve kendilerini bu kesimler
den ayrıştırıyorlardı. Tüm Marksistleri, kadın ezilmesine karşı
verilen mücadeleyi, kapitalizm karşıtı mücadelenin merkezinde
görmedikleri için eleştiriyorlardı. Onlara göre, kadınların örgüt
lenmesi (feminist örgütlenme proj eleri) bir sosyalist politik faali
yet olarak görülmeliydi ve sosyalist politik faaliyetin feminist bir
yönü olmalıydı.
57
feminizmin hedefi, kapitalist patriyarka da denilen, kadınları
yaşamlarının her alanında yabancılaşmaya maruz bırakan top
lumsal düzeni tümüyle alaşağı etmektir. Sosyalist feminist stra
tej i, bazı 'karma' sosyalist örgütlenmeleri desteklemek anlamına
gelir. Ancak aynı zamanda bağımsız kadın gruplarının oluştu
rulmasını ve nihayetinde de kendisini hem kapitalizmin hem de
erkek tahakkümünün imhasına adamış bağımsız bir kadın hare
ketinin yaratılmasını desteklemek demektir. Bu kadın hareketi
diğer devrimci hareketlerle koalisyonlara dahil olacaktır; ancak
örgütsel bağımsızlığından feragat etmeyecektir."
Sosyalist feministler, anti-kapitalist ve erkek tahakkümü kar
şıtı konularda propaganda yapmış ve kampanyalar yürütmüşler
dir. Yeniden üretim biçimlerini (üreme, vb. ) , kadın ezilmesinin
temeli olarak tespit ettikleri için bunu Marksist altyapı kavramı
kapsamına almışlardır. Dolayısıyla da tecavüze ve cinsel istisma
ra karşı çıkmak, ücretsiz kürtaj talebini yükseltmek gibi pek çok
mücadelenin anti-kapitalist olduğuna ve erkek tahakkümüne bir
meydan okuma olduğuna kani olmuşlardır. Kolektif ruhu teşvik
eden bir kadın kültürü geliştirmeye yönelik çabaları da destek
lemişlerdir ; mesela, sağlık hizmetleri veren alternatif kuruluş
lar inşa etmeyi denemiş, komün hayatı ya da daha ara formda
düzenlemelere dönük çabalarda bulunmuşlardır. Bu yönleriy
le radikal feministlere benzerler. Ancak bu kurumlar aracılığıyla
kadınların patriyarkal ve beyaz kültürden uzaklaşıp kendi liman
larına sığınabileceklerini düşünen radikal feministlerden farklı
olarak sosyalist feministler, kapitalist bir sistem içerisinde böy
lesi bir inzivanın mümkün olduğuna inanmazlar. Kısacası sos
yalist feministler bu tür faaliyetleri kadınların örgütlenmesinin
ve yardımlaşmasının bir aracı olarak görürken, radikal feminist
ler bunları erkeklerden tamamen ayrışma hedefleri kapsamında
değerlendirirler. Radikal feministler gibi sosyalist feministler de
aileyi kadın ezilmesinin temel taşı olarak nitelendirirler ve aile
yapısını değiştirmeye yönelik çabaların hemen şimdi başlaması
gerektiğine inanırlar. İ nsanların iş paylaşımındaki ve çocuk bakı
mındaki cinsiyete dayalı ayrımı aşmayı denedikleri, lezbiyenlerin
ve heteroseksüellerin bir arada yaşayabildiği bir komün yaşamını
veya benzer bir tür ara formu da bu yüzden teşvik ederler.
58
Bunun kısmi bir çaba olduğunun ve kapitalist bir toplum içe
risinde başarıya erişemeyeceğinin farkında olsalar da bu çaba
yı göstermenin önemine inanırlar. Radikal feministler ise bu
tür düzenlemelerin "devrimde yaşamak" olduğunda ısrarcıdır
lar. Onlara göre bu eylem, devrimin kendisidir. Fakat sosyalist
feministler, dönüşümün yavaşça gelmeyeceğinin farkındadırlar;
büyük ve ani değişiklik dönemleri olacaktır, tüm bunlar ise buna
bir hazırlıktır.
Yani öncelikleri budur. Hem radikal feministler hem de sos
yalist feministler, Siyah kadınların durumunu temelden göz ardı
ettikleri ve türn analizlerini beyaz, orta-sınıf kadınların duru
muna dayandırdıkları, kuramsallaştırmayı da buradan yaptıkla
rı için Siyah kadınlar tarafından sert bir şekilde eleştirilmişler
dir. Örneğin Joseph, hiçbir zaman "kadınsı" görülmeyen Siyah
köle kadınların durumuna dikkat çekmektedir. Tarlalarda ve
plantasyonlarda, işte ve cezada erkeklerle eşit muamele görüyor
lardı . Siyah aile, kölelik koşulları altında hiçbir zaman kurum
sallaşamamıştı. Siyah erkekler köle olmaları sebebiyle, kadınla
rı tahakküm edecek pek bir konum elde edememişlerdi. Ayrıca
devam eden süreçte, Siyah kadınlar geçimlerini sağlamak için
çalışmak durumunda kalmışlardı ; pek çoğu da zengin beyazla
rın evlerinde hizmetçi olmuştu. Oralarda karşılaştıkları istismar
ve uzun çalışma saatleri, deneyimlerini, beyaz kadınlarınkinden
çok daha farklı kılmıştı. Dolayısıyla, ailenin ezilmenin kaynağı
olduğu (Siyahlar için aile, ırkçılığa karşı bir direniş kaynağıydı),
kadınların erkeklere bağımlı olduğu (Siyah erkekler arasında
ki yüksek işsizlik oranları göz önüne alındığında Siyah kadınlar
nadiren erkeklere bağımlıydı) , kadının yeniden üretimdeki rolü
(beyazların evlerindeki ev içi istihdamları yoluyla beyaz iş gücü
nü de yeniden üretiyorlardı ve beyaz çocukları yetiştiriyorlardı)
gibi kavramsallaştırmalara katılmıyorlardı . Irkçılık, onlara göre
her yere nüfuz etmiş bir durumdu . Bu yüzden beyaz kadınlardan
ziyade Siyah erkeklerle ittifak yapma yolunu seçmişlerdi. Daha
sı, beyaz kadınların ırkçılığı sürdürmekte bizzat rol aldıklarını
ve feministlerin bu konuda kendilerini sorgulamaları gerektiği
ni belirtiyorlardı . Başlangıçta Siyah kadınlar feminist harekete
pek dahil olmamışlardı; ancak ı98o'lerden bu yana, yavaş yavaş
erkek tahakkümüne karşı verilen mücadeleyi ırkçılık ve kapita-
59
l izm karşıtı mücadelelerle birleştirmeye çaba gösteren bir Siyah
feminist hareket gel işmiştir. Tüm bunlar ve diğer Üçüncü Dünya
ülkelerindeki kadınlar tarafından yapılan benzer eleştiriler, femi
nizm içerisinde küresel feminizm adı verilen bir akımın oluşma
sına yol açmıştır. Bu bağlamda, postmodernizm de feministler
arasında taraftar toplamıştır.
Eleştiriler
60
konusu bu fikirler, egemen sınıfların fikirleridir. Sıradan erkek
lerin konumu ile egemen sınıftan erkeklerin konumu da aynı
kefede değildir. Yeniden üretimi vurgulayan sosyalist feminist
ler, kadınların toplumsal üretimdeki rollerini ve bunun önemini
hafife almışlardır. Buradaki hayati soru şudur : Kadınlar üretim
araçlarının, yani ihtiyaçları karşılayan ve refahı üreten araçla
rın, kontrolünü ele almadan kadının ikincilleştirilmesi nasıl
sona erdirilebilir? Bu yalnızca ekonomik bir mesele değildir; aynı
zamanda bir iktidar meselesidir, siyasi bir meseledir.
Bu, pratikteki toplumsal cinsiyete dayalı iş bölümü bağlamın
da düşünülebilecekken sosyalist feministler, heteroseksüel aile
içerisindeki ilişkilere ve patriyarka ideoloj isine yoğunlaşmışlar
dır. Öte yandan Marksist yaklaşım, kadının toplumsal üretim
deki rolünü vurgular. Kadının toplumsal üretimdeki belirli bir
rolden geri çekilmesinin sınıflı toplumda ikincilleştirilmesinin
temeli olduğunu söyler. Bu nedenle biz, iş bölümünün, üretim
araçlarıyla kurulan ilişkilerin ve emeğin kendisinin bir toplumda
nasıl örgütlendiğiyle ilgileniriz. Bu yolla egemen sınıfların kadın
ları nasıl sömürdüklerini, kadınları nasıl tahakküm altına aldık
larını anlamaya çalışırız . Patriyarkal normlar ve yasalar, kadın
sömürüsünü yoğunlaştırmaya, kadın emeğinin değerini azalt
maya yardımcı olmuşlardır.
Firestone'un argümanını destekleyen sosyalist feministler,
kadınların yeniden üretimdeki rolünü tüm argümanlarının kuru
cu noktası olarak vurgularlar. Bu bağlamda, Engels'in şu sözleri
ni alıntılarlar: "Materyalist anlayışa göre, tarihte, egemen etken,
sonunda, maddi yaşamın üretimi ve yeniden-üretimidir. Ama bu
üretim, ikili bir özlüğe sahiptir. Bir yandan, yaşam araçlarının,
beslenmeye, giyinmeye, barınmaya yarayan nesnelerin, ve bun
ların gerektirdiği aletlerin üretimi; öbür yandan bizzat insanla
rın üretimi, türün üremesi. Belirli bir tarihsel dönem ve belirli bir
ülkedeki insanların içinde yaşadıkları toplumsal kurumlar, bu iki
türlü üretim tarafından, bir yandan emeğin, öbür yandan da aile
nin erişmiş bulunduğu gelişme aşaması tarafından belirlenir."3°
Bu alıntı ışığında, analizlerinde ve çalışmalarında Engels'in
yalnızca üretime odaklandığını, yeniden üretimi tümden göz
30 [ Fried rich E ngels ( 1990 [1884] ) . Ail e n i n, Devleti n ve Öze l M ü l kiyeti n Köke
ni ( K. Somer, Çev. ) . Anka ra : Sol Yay ı n la rı, s . 1 2 . ]
ardı ettiğini söylerler. Fakat Engels'in sözleri, toplumsal yapı için
temel bir çerçeve sunmaktadır. Tarihsel materyalizm, yani bizim
tarih incelemelerimiz, bir boyutun yalıtılarak ele alınamayacağı
nı, diğerlerini dikkate almadan anlaşılamayacağını açıkça ortaya
koymaktadır. Gerçek şudur ki tarih boyunca kadınlar toplumsal
üretimde önemli bir rol oynamışlardır. Bunu görmezden gelmek,
bunun yerine kadının yeniden üretim alanındaki rolünün kil it
önemde olduğunu ve analizin odak noktası olması gerektiğini
iddia etmek, aslında patriyarkal egemen sınıfların kadının yeni
den üretimdeki toplumsal rolünden daha önemli bir şey olmadı
ğı yönündeki argümanını kabul etmek demektir.
Sosyalist feministler, analizlerinde altyapı ve üstyapı kav
ramlarını da çarpıtmakta, anlamsız kılmaktadırlar. Firestone (ve
Hartmann gibi sosyalist feministler de) yeniden üretimin altya
pının bir parçası olduğunu söylemektedir. Buradan hareketle,
ona bağlı olan tüm toplumsal ilişkilerin de (aile, diğer kadın-er
kek ilişkileri, vb. ) altyapının bir parçası olarak düşünülmesi
gerektiğini belirtmektedir. Eğer tüm ekonomik ilişkiler ve yeni
den üretim ilişkileri altyapının parçasıysa, o zaman altyapı kavra
mının kendisi çok geniş bir hale gelir; anlamını tümden kaybeder
ve iddia ettiği gibi bir analiz aracı olamaz . Toplumsal cinsiyete
dayalı iş bölümüne odaklanmak, belirli toplumların ekonomik
yapılarındaki patriyarkal ön yargıları çözümlemekte yararlı bir
araç olmuştur. Ancak toplumsal cinsiyete dayalı iş bölümünün
bir kavram olarak özel mülkiyetten daha yararlı olduğunu ileri
süren sosyalist feministler hem tarihsel hem de analitik açıdan
meseleyi ıskalıyorlar. İlk iş bölümü, kadın ve erkek arasındaydı .
Doğal ya da biyolojik sebepler - yani kadının çocuk doğurmak
taki rolü - nedeniyle ortaya çıkmıştı . Ancak başlı başına bu, ara
larında bir eşitsizlik olduğu , bir cinsiyetin diğeri üzerinde tahak
küm kurduğu anlamına gelmiyordu.
Grubun hayatta kalmasında kadınların rolü çok önemliy-
di. Topladıkları besin, bitki yetiştirme ve bakımında yaptıkları
keşifler, hayvanların evcilleştirilmesinde oynadıkları rol, grubun
hayatta kal ması ve gelişimi için zaruriydi. Aynı zamanda, cinsiye
te dayalı olmayan pek çok iş bölümü biçimi de ortaya çıkıyordu.
Hayvanların evcilleştirilmesi, çanak çömlek yapımı, metal işle
me ve tarım h akkında edinilen yeni bilgiler, yeni aletlerin icadı
gibi pek çok gelişme işbölümünü daha karmaşık bir şekle soku
yordu . Ancak tüm bunlar, toplumun bütünü ve toplumsal yapı
bağlamında ele alınmalıdır. Yani klan ve akrabalık yapılarının
gelişimi, diğer gruplarla gerek etkileşim gerekse çatışma durum
ları ve geliştirilmekte olan üretim araçları üzerindeki kontrolün
nasıl şekillendiği dikkate alınmalıdır. Kadınların toplumsal üre
timden çekilme süreci, artık ürünün ortaya çıkışıyla, savaşlarla
ve iş gücü olabilecek diğer grupların tabi kılınmasıyla başlamış
görünmektedir.
Bu, üretim araçlarının ve artık ürünün klan/kabile başla
rı tarafından toplanmaya başlamasına yol açmıştı . Bu da erkek
tahakkümü olarak zuhur ediyordu. Üretim araçlarının kontrolü
nün şeklen müşterek mi kaldığı yoksa özel mülkiyet şeklinde mi
geliştiği ve o zamana kadar sınıfların bütünüyle ortaya çıkıp çık
madığı meseleleri ise, toplumdan topluma farklılık gösteriyordu.
Bu bağlamda, verili herhangi bir toplumdaki özel koşulları dik
kate almamız gerekmektedir. Yaşadığı dönemde var olan bilgiler
ışığında Engels, Batı Avrupa'daki süreci antik dönemlere uzana
cak şekilde incelemişti. Fakat bu süreçlerin kendi toplumları
mızdaki izini sürmek bizlere kalıyor. Patriyarkanın tam anlamıy
la kurumsallaşması, daha sonra gerçekleşmiştir; yani, kadının
toplumsal üretimden çekilmesinin ve kadının tek eşli ilişkilerde
ki yeniden üretimle sınırlı bir role hapsedilmesinin savunusu ve
ideolojik açıdan meşrulaştırılması, ancak sınıflı toplumun tam
anlamıyla gelişmesiyle ve devletin ortaya çıkmasıyla söz konusu
olmuştur.
Dolayısıyla toplumsal cinsiyete dayalı iş bölümü, tek başına
eşitsizliği açıklamaz. Sınıfın değil de toplumsal cinsiyete dayalı
iş bölümünün kadın ezilmesinin temeli olduğunda ısrar etmek,
hala sorgulanmaya muhtaç bir tutumdur. Çünkü eğer eşitsizlik
için belirli birtakım toplumsal ve maddi sebepler yoksa, o zaman
erkeklerin doğuştan güç ve tahakküm dürtüleri olduğu argüma
nını kabul etmek durumunda kalırız. Bu argüman, kendi kendi
sine ket vurmaktadır asl ında; çünkü eşitlik için mücadele etme
mizin h içbir faydası olmadığı anlamına gelmektedir. Buna göre,
eşitlik hiç gerçekleşmeyecektir. Dahası, çocuk doğurma görevi
de tek başına bu eşitsizliğin sebebi olamaz; çünkü, daha önce de
söylediğimiz gibi, bu rol ilkel toplumlarda yüceltilir ve sevinçle
karşılanırdı. O halde radikal ve sosyalist feministlerin araştırma
dığı başka birtakım maddi sebepler ortaya çıkmış olmalıydı . Ki
ideoloji alanında sosyal ist feministler toplumlarındaki patriyar
kal kültürü (annelik miti gibi) teşhir edecek detaylı incelemeler
yapmışlardır.
Ancak aralarından bazılarının, yalnızca ideolojik ve psikolo
jik unsurlara odaklanan bu tek yönlü vurgusu, söz konusu ideo
lojinin ve psikoloj inin temelini oluşturan daha geniş sosyoeko
nomik yapıyı gözden kaçırmalarına sebep olmuştur. Sosyalist
feministler, örgütlenme meselelerinde radikal feministleri ve
anarka-feministleri takip ederler. Stratejileri açıktır; ancak bu,
sosyalist devrimi getirecek bir stratej i değildir. Tamamen refor
misttir, çünkü sosyalizmin nasıl getirileceği sorusuna değinmez.
Eğer inandıkları gibi, bunu sosyalist/komünist partilerin yap
maması gerekiyorsa o vakit kadın grupları, tekelci burjuvazinin
erkeğini alaşağı etmek için bir stratej i geliştirmelidir. Sosyalist
feministler, pratik faaliyetlerini küçük gruplar halinde örgütlen
mek, alternati f topluluklar kurmak, genel propaganda ve belirli
talepler etrafında seferber olmak ile sınırlıyorlar. Bu, bir ekono
mizm31 pratiğidir. Bu faaliyetler, insanları temel seviyede örgüt
lemek için kendi içlerinde yararlı olsalar da kapitalizmi alaşağı
etmek ve kadın özgürleşmesi sürecini ileri taşımak için yeterli
değildir. Bunun gerçekleşebilmesi, devlete -devletin istihbara
tına ve silahlı kuvvetlerine- meydan okumayı içeren büyük bir
örgütlenme çalışmasını gerektirir.
Sosyalist feministler bu meseleyi bir kenara bırakmışlardır.
Bir anlamda, tam da eleştirdikleri o revizyonist ve devrimci par
tilerin eline bırakmışlardır. Bu nedenle de var olan sistem içe
risinde kısıtlı birtakım örgütlenme ve propaganda faaliyetle
ri yürütme temelinde şekillenen genel doğrultuları, bütünüyle
reformisttir. Radikal feminist ve sosyalist feminist akımlara dahil
kuramcıların büyük bir kısmı, üniversite ve kolejlerdeki yüksek
ücretli, orta-sınıf mevkileri tarafından yutul muşlardır. Yazıları
na sızan elitizmde ve kitle hareketine aldıkları mesafede bunun
yansımaları görülmektedir. Bir Marksist feministin belirttiği üze-
3 1 [Ya za rı n b u rada bu kavra m ı bahsi geçen faa l iyetleri n siyasa l i kti d a r pers
pektifinden yoks u n o l u şu n u vurgu l a m a k içi n k u l l a n m ı ş o l ması olasıd ı r.
- ed . n .]
re bu durum, teori alanına da yansımıştır: "198o'lere gel indiğinde
ise, üniversiteler ve kolejlerde ya da bu kurumlarla yakın ilişkide
çalışan pek çok sosyalist ve Marksist feminist, profesyonel orta
sınıfa tamamıyla uyumlanmakla kal mayıp tarihsel materyaliz
min sınıf analizini de terk etmişti .. :'
65 11
Postmodernizm & Feminizm
66
yışına göre, dil gerçekliği kurar. Bu yüzden de pek çoğu, dilin
"yapı bozumuna" odaklanmıştır. Bunun pratikteki sonucu, kişi
nin elinde hiçbir şeyin kalmamasıdır. Hakkında kesin yargıya
varabileceğimiz hiçbir maddi gerçeklik yoktur. Bu, bir tür aşı
rı öznelciliktir. Postmodernist feministlerin odağında, psikolo
ji ve dil vardır. Ünlü Fransız filozof Foucault ile mutabık olarak,
postmodernistler, "iktidar ilişkileri" dedikleri şeye karşıdırla.r.
Ancak burada iktidar kavramı dağınık haldedir ve net biçimde
tanımlanmamıştır.
Peki, tahakküm eden kimdir? Foucault'ya göre iktidar sade
ce yerel düzeyde gerçekleşir, bu yüzden iktidara karşı direniş de
sadece yerel düzeyde olabilir. Bu, insanları -mesela- yereldeki yol
suz bir iktidar odağına karşı seferber edip daha üst iktidar merci
leri, mesela merkezi hükumet ya da eyalet hükumetleri, aracılı
ğıyla birtakım değişiklikler gerçekleştirmeye çalışan sivil toplum
kuruluşlarının (STK) işleyiş şekli değil midir? Fiiliyatta, post
modernizm son derece ayrıştırıcıdır; çünkü insanlar arasında
bölümlenmeyi savunur. Kimlik oluşumunun tarihsel nedenleri
ni anlamaya ve çeşitli kimlikler arasında bağlar kurmaya yaraya
cak bir teorik çerçeve olmaksızın, kimliklere göreli önem atfeder.
Böylelikle, mesela Dünya Sosyal Forumu [ World Social Foru m/
WSF] gibi bir STK'ler buluşmamız olabilir: Kadınlar, fahişeler,
geyler, lezbiyenler, kabileler, Dalitler gibi pek çok kesim bir ara
ya gelip kendi kimliklerini kutlarlar. Ancak ortada, herkesin kap
samlı bir anlayış ve ortak bir stratej i etrafında bir araya gelmesini
sağlayacak bir teori yoktur. Haliyle her bir grup, kendi algısın
ca, kendisini etkiliyor görünen bir zulmedene karşı direnecektir.
Böylesi bir argümanla, mantıklı düşünürsek, hiçbir örgütlenme
söz konusu olmayacaktır; en iyi ihtimalle, kendiliğinden gelişen
yerel düzeyde örgütlenmeler ve geçici ittifaklar olacaktır. Örgüt
lenmeyi savunmak, postmodernistlerin anlayışına göre, iktidarı
-yani hiyerarşiyi, baskıyı- yeniden üretmek anlamına gelmekte
dir. Aslen ise bireyi kendisi için direnmeye terk etmektedirler;
kal ıcı, örgütlü ve silahlı direnişe karşıdırlar.
Marksist feministlerden Carol Stabile, bu cenahın durumunu
şu sözlerle ifade eder : "Örgütlenme karşıtı önyargılar, postmo
dernist paketin ayrılmaz bir parçasıdır. En geçici ve en kendili
ğinden ittifaklar dışındaki herhangi bir örgütlenme, postmoder-
nist sosyal teorisyenler ve feministlere göre; baskıyı, hiyerarşiyi
ve zorlu tahakkümü yeniden üretmek demektir. Kapitalizmin
son derece örgütlü olması da onlara pek bir şey ifade etmez ; çün
kü buna göre kişi, iktidarın çok farklı yerlere dağılmış bir biçi
mine karşı direnmektedir. Yapısızlığın, Joreen'in de yirmi yıldan
uzun süre önce işaret ettiği gibi, kendi tiranlık biçimlerini yarat
ması da onlar için önemsiz görünmektedir. Dolayısıyla postmo
dernist sosyal teori bize, herhangi bir örgütsel siyaset yerine,
çoğulculuk, bireycilik, bireyselleşmiş eyleyenlikler hakkında bir
takım çeşitlemeler ve son derece bireyselleşmiş çözümler önerir.
Bu öneriler, yapısal sorunları çözmeye hiçbir zaman yetmemiştir
ve asla da yetmeyecektir" (1997) .
Postmodernistlerin kapitalizmi, emperyalizmi vs. sade
ce birer iktidar biçimi olarak görüyor olmaları şaşırtıcı değil
dir. Postmodernizm, Hindistan gibi yarı-sömürge bir toplumda
gelişmiş halde bulunmasa da bt:Irada da pek çok burjuva feminis
ti etkilemiştir. İster devrimci ister de revizyonist örgütlenmelere,
bürokrasi ve hiyerarşi temelinde getirilen hiddetli eleştiriler de
yine postmodernizmin günümüzdeki etkisinin bir yansımasıdır.
1 68
*
Özet
71