Professional Documents
Culture Documents
Giriş
Hz. Peygambere duyulan sevgi ve muhabbetin ifadesi olan salât-u selâm
Kur’ân’ın emriyle her Müslümana görev olarak verilmiştir.1 Hadislerde de Hz.
Peygamber’in ismi anıldığı vakit salavât getirmek gerektiği2, getirilen salavâtla-
1-Tarîkatlarda Salavât
Bursalı İsmail Hakkı’ya göre salavâtlar sayılamayacak kadar çoktur. Mükâşefe
ehline göre on iki bin civarındadır. Nakledilen salavâtlardan başka (Salavât-ı
Menkûle) keşf ile bilinen salavâtlar (Salavât-ı Keşfiyye) de vardır ki bunları her
asırda zevk-yâb-ı ehl-i tahkîk bilir. Her salavât gerçi bâis-i ızzi sermedîdir ama
dereceleri farklıdır. Hepsini okumak mümkün olmadığı için, özel olan bazıları
vird edinilmiş, böylece yaygınlık kazanmıştır.7 Mahmud Sami Bey el-
Kàʹb b. Ucreʹden gelen bir rivâyet de şöyle: ʺRasulüllah (aleyhissalâtu vesselam) yanımıza gelmiş-
ti: ʺEy Allahʹın Resülü, dedik, sana nasıl selam vereceğimizi öğrendik. Ama sana nasıl salât okuyaca-
ğız (bilmiyoruz)?ʺ ʺŞöyle söyleyin! dedi: ʺAllahümme salli alâ Muhammedʹin ve alâ âl-i
Muhammedin kema salleyte alâ İbrahime inneke hamîdun mecîd. Allahümme barik alâ Muhàmmedin
ve alâ âl-i Muhammed, kemâ bârekte ala âli İbrahime inneke hamîdun mecîd.ʺ Buhâri, Daavât 33;
Müslim, Salât 66; Ebü Dâvud, Salât 183; Nesâi, Sehv 51; Tirmizî Vitr, 20.
3 Hz. İbn Mesʹud (r.) anlatıyor: Rasulüllah (s) buyurdular ki: ʺYeryüzünde Allahʹın seyyâh melek-
leri vardır. Onlar ümmetimin selâmını (ânında) bana tebliğ ederler.ʺ Nesâi, Sehv 46.
4 İbnu Mesʹud (r.) anlatıyor: Rasulüllah (s) buyurdular ki: ʺKıyamet günü bana insanların en yakı-
nı, bana en çok salavât okuyandır.ʺ Tirmizî, Salât 357.
5 Tirmizîʹde Hz. Ali (r.)ʹden kaydedilen bir rivâyette şöyle denir: Rasulüllah (s) buyurdular ki:
ʺGerçek cimri, yanında zikrim geçtiği halde bana salavât okumayandır.ʺ Tirmizî, Daavât 110.
6 Hz. Enes (r.) anlatıyor: Rasulüllah (s) buyurdular ki: ʺKim bana (bir kere) salât okursa Allah da
ona on salât okur ve on günahını affeder, (mertebesini) on derece yükseltir.ʺ Nesâi, Sehv 55.
Yine Nesâi’de Ebü Talha (r.)ʹdan gelen bir rivâyet şöyle: ʺBir gün Rasulüllah (s), yüzünde bir
sevinç olduğu halde geldi. Kendisine: ʺYüzünüzde bir sevinç görüyoruz!ʺ dedik. ʺBana melek geldi ve
şu müjdeyi verdi: ʺEy Muhammed! Rabbin diyor ki: ʺSana salavât okuyan herkese benim on rahmette
bulunmam, selam okuyan herkese de benim on selâm okumam sana (ikram olarak) yetmez mi? Nesâi,
Sehv 55. Salavât getirmenin fazîleti hakkında bk. İsmail b. İshak el-Kâdı (ö.282), Fadlü’s-salâti
ale’n-Nebiyyi (s), tahk.: Şeyh Mahmud Nâsırüddin Elbânî. Eserde yüz yedi hadis bulunmakta-
dır. İbn Kayyım el-Cevziyye, Cilâu’l-efhâm fi’s-salâti ve’s-selâm alâ hayri’l-enâm; Fîruzabâdî, es-
Salâtü ve’l-beşer fi’s-salâti alâ hayri’l-beşer; es-Sehâvî (ö.902), el-Kavlü’l-bedi fi’s-salâti alâ habîbi’ş-
şefî.
7 İsmail Hakkı Bursevî, “Tuhfe-i Aliyye”, Üç Tuhfe, haz.: Şeyda Öztürk, ss. 244-246. Osmanlı
dönemide tarîkat çevrelerinde salavât getirme hakkında yazılan eserlerin bazıları da şöyledir:
Süleyman Hakkı Efendi, Mecmuaü’d-deavât ve’s-salavât ve’l-akâid ve’n-nasâyih, Dersaadet Mat-
H. Mahmut Yücer / Tarîkat Geleneğinde Salavât-ı Şerîfe ve Müstakimzâde’nin Şerh-i Evrâd-ı Kâdirî adlı Eseri 255
baa-i Osmaniye 1307; Ebu Said Muhammed b Mustafa b. Osman Hâdimî, Risâle fî hakki’t-tesbih
ve’t-tahmid ve’t-tekbir alâ selâsin, Matbaa-i Âmire, ts., 210s.; Ebü’t-Tâhir Mecdüddin Muham-
med b. Yakub b. Muhammed Firuzabadi, Rasulüllah Üzerine Salavât-ı Şerîfe Getirmek 817/1415,
çev.: Mustafa Demirkan, İsmail Tavman, Konya 1998; Kâdirî Seyyid Muhammed Sâlih
(Yeşilzâde), Dua Mecmuası, Salât-ı Münciye, Salât-ı Nâriye ve Ramazan Duası, İstiklal Matbaası,
1956, 32s.
8 Mamud Sami Bey, el-Mevâhibü’s-seniyye, Kâhire 1951, ss. 111-132.
9 Pazartesi Günü:1-Salavâtu fadliyye, 2-Fadliyye, 3- Fadliyye, 4- Fadliyye,5 Fadliyye, 6-
Fadliyye, 7-Salavâtu’r-rahme, 8-Salavâtu’l-ümmihât, 9-Salavâtu’l-bârikiyye, 10-Salavâtu’l-
hikemiyye, 11-Salavâtu’l-câmiiyye, 12-Salavâtu’l-hayriyye, 13-Salavâtu’l-ensâriyye 14-
Salavâtu’l-adediyye, 15-Salavâtu’l-emriyye, 16-Salavâtu’l-vesîle, 17-Salavâtu ehli’l-beyt, 18-
Salavâtu müntehiye, 19-Salavâtu tahiyye, 20-Salavâtu’ş-şefâat, 21-Salavâtu İbrâhimiyye, 22-
Salavâtu arşiyye-i hâssiyye, 23-Salavâtu kevniyye, 24-Salavâtu fâika, Salı Günü: 25-Salavâtu
adediyye, 26-Salavâtu esrâriyye, 27-Salavâtu tardıye, 28-Salavâtu haremiyye, 29- Salavâtu
vârisiyye, 30-Salavâtu edebiye, 31-Salavâtu ihsâiyye, 32-Salavâtu sahâbe, 33- Salavâtu
mes’ûdiyye, 34-Salavâtu sıfâtiyye, 35-Salavâtu’ş-Şâfii, 36-Salavâtu ebhariyye, 37-Salavâtu’l-
muhîta, 38-Salavâtu imdâdiyye, 39-Salavâtu’l-mûcizât, 40-Salavâtu semâiye, 41- Salavâtu’ş-
şâmme, 42- Salavâtu’l-mîrâc, 43-Salavâtu’z-zabt, 44-Salavâtu’l-inşikâk, 45- Salavâtu’l-hâtim,
46- Salavâtu’l-havârik, 47-Salavâtu’l-bereket, 48-Salavâtu’l-mümecced, 49- Salavâtu’l-hızâ’ 50-
Salavâtu midâdiyye, 51- Salavâtu edâfiyye, Çarşamba Günü: 52- Salavâtu’r-reviyye, 53-
Salavâtu’l-gâfilûn, 54- Salavâtu’z-zâriyât, 55- Salavâtu’l-vesîle, 56- Salavâtu’l-münzel, 57-
Salavâtu’-kerâme, 58-Seyyidü’s-salât, 59- Salavâtu Âdem aleyhisselâm, 60- Salavâtu’l-
mukarrabîn, 61- Salavâtu’-mele’, 62- Salavâtu’l-mezîd, 63- Salavâtu’s-selâm, 64- Salavâtu’l-
kaderiyye, 65- Salavâtu’d-devâm, 66- Salavâtu’s-saât, 67- Salavâtu’l-hubb, 68- Salavâtu’l-
münciyye li Musa ed-Darîr, 69- Salavâtu’r-rızâ, 70- Salavâtu’n-nûr, 71- Salavâtu’l-mîrâciyye,
72- Salavâtu’l-havz, 73- Salavâtu’t-teysîr, 74- Salavâtu’l-vasl, 75- Salavâtu’l-kerâme, 76-
Salavâtu’l-ihtirâm, 77- Salavâtu Talha, 78- Salavâtu’z-zâkir, 79- Salavâtu’l-merhame, 80-
Salavâtu Tâhir, 81- Salavâtu’l-kevser, 82- Salavâtu’t-tavâf, 83- Salavâtu’r-risâle, 84- Salavâtu’z-
zekiyye, 85- Salavâtu evsâfiyye, Perşembe Günü: 86- Salavâtu cüz’iyye veya ümmiye, 87-
Salavâtu zülfâ, 88- Salavâtu türhamiyye, 89- Salavâtu zeyniyye 90- Salavâtu mesvây, 91-
Salavâtu rumûziyye, 92- Salavâtu bahâiyye, 93- Salavâtu kameriye, 94- Salavâtu ıtriye, 95-
Salavâtu teslimiyye, 96- Salavâtu ibrâhimiyye, 97- Salavâtu nebîiyye, 98- Salavâtu memlûiyye,
99- Salavâtu istihkâkiyye, 100- Salavâtu’l-murtazâ, 101- Salavâtu sulbiyye, 102- Salavâtu
256 Tasavvuf: İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, yıl: 6 [2005], sayı: 15
tünciziyye, 103- Salavâtu Hâşimiyye, 104- Salavâtu berriye, 105- Salavâtu tayyibiyye, 106-
Salavâtu fezâiyye,107- Salavâtu İbrahimiyye, 108- Salavâtu meknûniyye, Cuma Günü salavat-
lar yerine peygamberimiz vesilesiyle istenilen çeşitli dualar bulunmaktadır. Cumartesi Gü-
nü:109- Salavâtu İbrâhimiyye, 110- Salavâtu İbrâhimiyye, 111- Salavâtu umûmiyye, 112-
Salavâtu muhîtiyye, 113- Salavâtu müsmiriyye, 114- Salavâtu’l-cinn, 115- Salavâtu vehiyye,
116- Salavâtu’l-hamâme, 117- Salavâtu şefâa, 118- Salavâtu’l-esmâ, 119- Salavâtu’l-hamâim,
120- Salavâtu cihâdiyye, 121- Salavâtu’l-eflâk, 122- Salavâtu İbrâhimiyye, 123- Salavâtu’r-ra’d,
124- Salavâtu’l-teblîğ, 125- Salavâtu tihâme, 126- Salavâtu’l-mukarrabîn, 127- Salavâtu’l-
enbiyâ, 128- Salavâtu İmâm-ı A’zam, eser Salavâtu’s-safâ ile sona ermektedir. Delâilü’l-hayrât,
İstanbul 1285, ss. 38-167.
10 Kuzey Afrika ve Anadolu’da oldukça rağbet gören Delâilü’l-hayrat, birçok defa basılmış ve
şerhleri yapılmıştır. 1- Karadavutzâde Mehmed Efendi (ö.1170/1756), Tevfîku muvaffıki’l-hayrât
li neyli’l-berekât fî hizmeti menbai’s-saâdât (İstanbul 1254), 2- Şeyh Hasan el-Adevî, Bulûğu’l-
müsirrât alâ Delâili’l-hayrât (Mısır 1289), 3-Muhammed Mehdi el-Fâsî, Metâliu’l-müsirrât bi cilâi
Delâili’l-hayrât (Mısır 1298) îzâhı için bk. M. Tâhir, Osmanlı Müellifleri, c. I, s. 399; Süleyman
Uludağ, “Delâilü’l-Hayrât”, DİA, c. IX, ss. 113-114.
11 Osman Ferid Efendi; Salât-ı Tefrîciye okumanın Âdâbını şöyle sıralar; 1-Başlamadan önce
beş-on yada on beş kere “Estağfirullah el-azîm ve etûbü ileyh” çekmelidir. 2-Eûzü besmele ile
“İnnellahe ve melâiketehû yüsallûne ale’n-Nebiy, Yâ eyyühellezîne âmenû sallû aleyhi ve sellimû
teslîmâ” âyetini okumalı. 3- Okuyacağı şeyin, niyet ve muradı için dua etmeli. 4- Önceden ha-
zırladığı sayılabilecek bir alet ile okumaya başlamalı, kaç günde veya ne zamana kadar oku-
yacağını tayin etmeli. 5-Sayıyı tam çekmeli eksik veya noksan olmamalı. 6-Okuyamayacak
durumda olan kişi güvendiği bir kimseye vekâlet vererek de okutabilir. İzmir Müderrislerin-
den Kasabzâde Osman Ferid, Peygamber Efendimiz Üzerine Salavât-ı Şerîfe Getirmenin Dünyevî
ve Uhrevî Fezâili İle Salât-ı Tefrîciye’nin Havâssını Mübeyyin Risâledir, Evkâf-ı İslâmiye Matbaası,
1322, ss. 13-14. Ayrıca bk. Nazillili Seyyid Muhammed Hakkı, Hazînetü’l-esrâr-Sırlar Hazinesi,
çev.: Celal yıldırım, İstanbul 1977, ss. 621-622.
12 İzmir müderrislerinden Kasabzâde Osman Ferid; Aydın, İzmir, İstanbul bölgelerinde gezdiği
dönemde bu salavâtın faydaların anlatmış, tecrübesine dayalı olarak gördüğü faydaları şöyle
sıralamıştır: 1-Üst dereceli memurlar nice emellerine nail olmuşlardır. 2-Doktor tedavisinden
ümit kesilen nice hastalar bu salavât neticesinde şifa bulmuşlardır. 3-Bir âlim müderrisin yir-
mi senedir çektiği sara hastalığından bu salavâta devamla kurtulduğunu gözleriyle görmüş-
tür. 4-1280/1872 tarihinde bir kadın yirmi senedir kapanan gözlerine kavuşabilmesi için bu sa-
H. Mahmut Yücer / Tarîkat Geleneğinde Salavât-ı Şerîfe ve Müstakimzâde’nin Şerh-i Evrâd-ı Kâdirî adlı Eseri 257
lavâta devam etmesini tavsiye etmiş, sekiz günde okuyan kadın da bu salavât neticesinde
gözlerine tekrar kavuşmuş, o tarihten sonra on sene daha yaşamıştır. Osman Ferid, age, s. 12.
13 Hazînetü’l-Esrâr sahibi Hizbü’l-Ebrâr şerhinde Salât-ı Tefrîciye’nin havâssı hakkında der ki;
“Şeyhim Muhammed Tunûsî’den işittim. Fransızlar Cezâyir’i istilâ ettikleri vakit bir kişi in-
sanları cihada teşvik ettiği için Fransızlar tarafından haps edilmiş. O adamın topun ağzına
bağlanarak idamına karar verilmiş Ehl-i havastan bir kişi olayı işitince hapishaneye gelerek
“Azizim, kardeşim; Fransız ümerası senin hakkında topun ağzına bağlanarak idam edilmene karar ver-
di. Bu kararlarını falan günü uygulayacaklar. O gün gelmeden senin necat ve halasına neden olacak
yanında mücerreb havaslardan bir havas var mıdır? diye sormuş. O kişi de; “Benim yanımda havas
yoktur ancak kalbimde iman vardır, benim buradan kurtulmama ne gibi havas bulunabilir” demiş. O
kişi bunun üzerine, Ey azizim idam günü gelmeden önce Salât-ı Tefrîciye’yi 4444 defa oku,
tamam et. Okuduktan sonra ne gibi sırlar ortaya çıkar görürsün demiş ve Tefrîciye’yi
mahbusa ezberletmiş. Sayı tamam olduğu günlerde idârecilerden yüz altın gönderilerek idam
cezasının sürgüne çevrildiği emri gelmiş. İşte Tefrîciye o kişinin hem kurtulmasına hem de
zenginliğine sebep olmuştur. Hizbü’l-Ebrâr sahibinin tecrübelerini bizzat kendinin yaşadığını
söyleyen Osman Ferid; örnek olarak da Yunanlıların İzmir’i işgal ettikleri vakit halkı Salât-ı
Tefrîciye okumaya teşvik ettiğini bi iznillâh o sayede kurtulduklarını verir. Osman Ferid, age,
s. 11.
14 Şeyh Muhammed Tunûsî; “Bir kimse bu Salât-ı Tefrîciye’yi her gün yirmi bir kere okursa
sanki rızkı semâdan iner ve arzdan biter” demiştir. İmâmü’d-Dîneverî; “Bir kimse her beş va-
kit namazın ardından on bir kere okur, kendine vird edinirse rızkı kesilmez, yüksek mertebe-
lere ve devlet-i ganiyyeye nâil olur.” buyurmuştur. Hazînetü’l-Esrâr sahibi der ki; “Bir mü’min
günde yüz kere okumaya devam etse o kişi matlûbuna vâsıl, arzu ettiği şeye nâil olur. Eğer
günde 1000 kere okursa artık hatıra gelmeyen ve göze görünmeyen şeyler kendine münkeşif
olur”. Osman Ferid, aynı eser, aynı yer.
15 “Ey Allahım! Efendimiz Muhammed’e salât-ı kâmil ve selâm-ı tâm ile salât ve selâm eyle!
Zira o, öyle bir zattır ki, kendisiyle düğümler çözülür, sıkıntı ve zahmetler âsân olur, ihtiyaç-
lar karşılanır, arzulara ve güzel sonuçlara ulaşılır. Kendisinin yüzü suyu hürmetine yağmur
istenir. Her lemha (kısa bir göz açıp kapama ya da şimşek çakması gibi bir zaman)da ve her
nefeste sence malum olan mahlukat sayısınca O’nun âline ve ashâbına da salât ve selâm ol-
sun”
258 Tasavvuf: İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, yıl: 6 [2005], sayı: 15
gam ve hüznü giderir, bağlı işini feth eder, zararları giderir, her işini kolaylaştı-
rır, rızkını genişletir.
İslâm dünyasında en meşhur salavâtlardan birisi de Şeyh Hasan Şâzilî’nin
de şeyhi olan Abdüsselâm b. Meşîş Hasenî (ö.625/1228)’ye ait olduğu rivâyet
edilen Salavât-ı Meşîşiyedir. Hakkında yirminin üzerinde şerh yazılmış16 ve bü-
tün tarîkat mensuplarınca yaygın olarak okunagelmiştir. “Allahümme salli alâ
men minhu inşakkati’l-esrâr, ve’n-felekati’l-envâr” şeklinde başlayan Salât-ı İbn
Meşîş, Hz. Peygamber vesile edinilerek yapılan dualarla nihâyete erer. Şâzilî
usulünde günlük vird olan bu salavât metnini temel alan Ali Darkavî, yaptığı
ilâvelerle yeni bir metin oluşturmuş, Darkaviyye mensuplarınca yeni şekliyle
okunmaya başlanmıştır.17
Hz. Peygamber’i rüyada görmek isteyen kişi edebini kuşanarak gece uyu-
madan önce “Allahümme salli ve sellim alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli
seyyidinâ Muhammed. Fî külli lemhatin ve nefesin bi adedi külli ma’lûmi’l-
lek” salâtını okur, sonrada gece gündüz bunu okumaya devam eder, Peygam-
ber Efendimiz’in ismi anıldığı vakit huzurunda bulunuyormuş gibi edeple
okumaya devam ederse bi iznillah onu rüyasında görür. Mahmud Sâmi Bey ise,
Efendimizi rüyasında görmek isteyen kişinin “Allahümme salli alâ seyyidinâ
Muhammedini’n-nebiyyi’l-ümmiyyi ve alâ âlihî ve sahbihî küllema zekerake’z-
zâkirûn ve ğafele an zikrike’l-gâfilûn….” diye başlayan “Salâtü’l-hâfile”yi her
gece yatmadan önce yüz defa okumasını, buna on gece devam etmesini, abdest-
li ve sağ yanı üzerine uzanmasını tavsiye eder. Çünkü bu bilgiyi Nebhânî’nin
Saâdetü’t-dâreyn adlı eserinden almıştır.18 Mevâhibü’s-seniyye’de “Allahümme
salli alâ seyyidinâ muhammedin ve alâ âli seyyidinâ Muhammed, adede külli
dâin ve devâin ve bârik aleynâ ve aleyhim kesîrâ” ibâresiyle kaydedilen salavâ-
tın da “Salâtü’n-Nakşibendiyye” olduğu zikredilmektedir.19
20 ﻭﺍﻟﺴﻼﻡ ﻭ ﺍﻟﻠﻬﻢ ﺻﻞ ﻋﻠﻰ ﺳﻴﺪﻧﺎ ﳏﻤﺪ ﻣﺎﺧﺘﻠﻒ ﺍﳌﻠﻮﺍﻥ ﻭ ﺗﻌﺎﻗﺐ ﺍﻟﻌﺼﺮﺍﻥ ﻭ ﻛﺮﺭ ﺍﳉﺪﻳﺪﺍﻥ ﻭﺍﺳﻘﻘﺒﻞ ﺍﻟﻔﺮﻗﺪﺍﻥ ﻭ ﺑﻠﻎ ﺭﻭﺣﻪ ﻭﺍﺭﻭﺍﺡ ﺍﻫﻞ ﺑﻴﺘﻪ
“ ﺑﺎﺭﻙ ﻭﺳﻠﻢ ﻋﻠﻴﻪ ﻛﺜﲑﺍEy Allahım! Gece gündüz değişmesi devam ettikçe, asırlar birbirini takip et-
tiği müddetçe, yenilenenler tekrarlandıkça, kutup yıldızları göründükçe, Seyidimiz Muham-
med aleyhisselâma ve ehli beytine rahmet eyle. O’nun ve ehl-i beytinin ruhlarına bizden se-
lâm tebliğ et, mübârek kıl ve kıyamet gününe kadar ona selâm ver.”
21 Salât-ı Fâtıhiyye şöyledir; “Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin el-fâtihu lemmâ
uğliga, ve’l-hâtimu lemmâ sebeka, nâsıru’l-hakkı bi’l-hakkı, ve’l-hâdî ilâ sırâtıke’l-müstakîm
ve alâ âlihî hakka kadrihî ve mikdârihi’l-azîm” Allahım! kapalı (müşkil) işleri açan, işleri ta-
mamlayan, hakkı hak ile destekleyen, doğru yoluna ileten Efendimiz Muhammed’e ve âline
büyük miktarda, hakkının kudretince salât et. Jamil M. Abu’n-Nasr, Ticâniye ve Tekrûr Hareke-
260 Tasavvuf: İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, yıl: 6 [2005], sayı: 15
ifâdesi olarak salavât ile başlar, çeşitli esmâ ve lafza-i celâl zikrinden sonra tek-
rar salât u selâma dönülerek sona erer. Meselâ Bektâşilik’te dahi Cem âyinine
çırağın “Bismillahirrahmânirrahîm” ve “ber cemâl-i Muhammed, Kemâl-i
İmâm Hasan ve İmâm Hüseyin râ bülend-i salavât” diyerek başladığı bilinmek-
tedir. “Allahümme Rabbenâ salli alâ Ahmedi hayri’l-mürselinâ, ve alâ sâhibe’l-
havzı emîri’l-mü’mininâ ve alâ Fâtımete’z-zehrâ ümmü’l-etyabinâ ve alâ….”
şeklinde başlayan Bektâşîlerin okuduğu ancak Rifâî evrâdında da yer alan Nâd-
ı Ali duası da sonuç itibariyle, Hz. Peygamberden başlayıp ehl-i beyt ve on iki
imamı içeren salavât metnidir. Nâd’ın sonuna doğru, Hz. Peygamberin nübüv-
vet nûrundan, Hz. Ali’nin velâyet sırrından isteklerde bulunulmakta, “Lâ fetâ
illâ Aliyyen, Lâ Seyfe illâ Zülfikâr, her bela ki pîş u âyed ref’i kon perverdigâr,
yâ kâhira’l-adüvvi yâ veliyyü’l-vâlî yâ mazhari’l-acâibi yâ Murtazâ yâ Ali” de-
nilerek son bulmaktadır.25
Sünbüliyye Tekkelerinde okunan evraddan sonra bu tarîkata ait olarak
“Sünbülî Salâtı” denilen özel besteli bir salât ilâve edilmektedir26.
Sâdeddin Cibâvî’ye ait olduğu söylenen ve Sâdîler arasında okunan bir sa-
lavât metni de şöyledir: “Allahümme salli ve sellim alâ seyyidinâ
Muhammedin ve alâ âlihî mâ ğanne’l-hezâr, ve salli ve sellim alâ seyyidinâ
Muhammedin ve alâ âlihî mâ hanne azîbün ile’d-diyâr, ve salli ve sellim alâ
seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihî salâten tüîdünâ bihâ min şerri’l-cârr.27
Fark makamına eren, dersini ilerleten mutasavvıfın kelime-i tevhîdde oldu-
ğu gibi Allah ile Rasûlünün arasını ayırmak istemediğinden, bazen de sevgisi-
nin ziyâdeliğinden salavât zikrini çok fazla artırdığı da görülmektedir. Meselâ
kaynaklar Tahir Ağa Dergâhı şeyhi İbrahim Hayrânî Efendinin şeyhi Konyalı
Ali Behcet Efendiyi kastederek “Adam olamadım, şeyhim yevmî 20.000 salavât-ı Şe-
rîfe okurdu, biz henüz 12.000 kadar okuyabiliyoruz” dediğini nakletmektedir28. Ali
Behçet Efendinin şeyhi Kerküklü Emin Efendinin ise günlük kırk bin adet Salât-ı
ümmiye çektiği rivayet edilmektedir.29 Hasan Basri Çantay da en fazîletli salavât
ve selâm lafzı olarak Sivas mebusu ve Hâlidî şeyhi Mustafa Tâkî Efendinin
25 Mehmed Said, Evrâdu Seyyid Ahmed el-Kebîr er-Rifâî el-Velî, (Özel Yazma-1357/1939), s. 45-48.
26 Yusuf Sinan Efendi, Pîr Cemâleddin Halvetî’den kendisine kalan irşâd görevini yerine geti-
rememekten korktuğu için bir müddet bir bostan dolabının içerisinde inzivâya çekilmiş, ağır
ağır dönmekte olan bostan dolabının gıcırtısına ve ritmine uyarak okumaya devam ettiği sa-
lavat ürkeklik hâlini anlattığı için Sünbülî Salâtı olarak adlandırılmıştır. Ö. T. İnançer, “Zikir
usulü ve Semâ”, (Sünbülîlikte), DBİA, c. VII, s. 112.
27 Şeyh Şemseddin Ömer es-Sâdî el-Halebî, En-Nefhatü’r-riyâziyye fî tarîkati’s-Sâdiyye, Süleyma-
niye Ktp. H. Hayri, no: 145. vr. 1a.
28 Kaynaklar için bk. Hür Mahmut Yücer, Osmanlı Toplumunda Tasavvuf, s. 214.
29 Şemsî, Yâdigârı, 225-26; Vassâf, Sefîne, c. II, ss. 89-90
262 Tasavvuf: İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, yıl: 6 [2005], sayı: 15
35 “Çokca rabbine yönelen Nebî üzerine olan Salvât-ı şerîfeler hakkında en doğru uslüp” Eser
Türkçe’ye çevrilmiştir. Ebü’l-Hüdâ es-Sayyâdî, Tarîku’s-savâb, çev.: Mehmed Bayrak, İstanbul
2001.
36 Bu risâlede on dokuz adet salavat metni bulunmaktadır. Bunlar; 1-Ahmed er-Rifâî hazretleri-
nin mensuplarından İbnü’l-Hacc’ın “Ümmü’l-Berâhîn” isimli kitabında yazdığı ve mânâ âle-
minde Rasûlüllah aleyhisselâmdan öğrendiği salavât-ı şerîfe, 2- Gizli sırların anlamlarını ve
yüksek mertebelere nâil olma vesîlelerinin en güzellerinden biri olan ve Rifâî seyyidlerinden
kemâl ehli olup buna devam edenler arasında bilinen ve tecrübe edilmiş “Cevheretü’l-Esrâr”
isimli salavât-ı şerîfe, 3- “Mededü’l-müsterşid min cânibi’l mürşid” isimli salavât-ı şerîfe,
4-Rifâî seyyidlerince mârûf olan ve buna devam edildiği takdirde işlerin yolunda gitmesi,
dileklerin hâsıl olması, kişiyi Allah’a yaklaştırmada vesîle olması, tâlibin kalbindeki sırların
anlaşılması, Rasûlüllah aleyhisselâmın himmetinin okuyana yönelmesinin gerçekleştiği sala-
vât, 5-“Salavâtü’l-üns” adlı acaib sırların, görülmedik bereketleri olan salavât-ı şerîfe,
6-Şeyh Seyyid Sirâceddin el-Mahzûmî es-Sayyâdî (ks.)’nin “Kim bu mübarek virde devam
ederse o kimse Allah’ın fazlı keremi ile kimseye muhtaç olmadan ölür, düşman ona asla galib
gelemez, Hz. Rasûl’in bereketiyle iman ile ölür, çok faydalıdır.” dediği salavât-ı şerîfe, 7- Şeyh
İzzeddin Ahmed es-Sayyâd (r.)’in Nebîler nebîsinin sağ elini öpmekle müşerref olduğunu ri-
vâyet ettiği salavât-ı şerîfe, 8-Rifâî büyüklerinin “Hizbü’l-cevhere” adını verdikleri salavât-ı şe-
rîfe, 9-Şeyhülislâm Şeyh Sirâceddin el-Mahzûmî er-Rifâî hazretlerine nisbet edilen “Nibrasü’l-
Hakîkat” isimli salavât-ı şerîfe, 10-Seyyid Mahmud el-Esmer hazretlerinin naklettiği bir sala-
vât-ı şerîfe, 11- Musul’da medfun bulunan sûfî büyüklerinden Seyyid Mahmud Rifâî’ye
nisbet edilen bir salavât-ı şerîfe, 12-Muhammed Bahaeddin Mehdî es-Sayyâdî er-
Ravvâs(ks.)’a atfedilen bir salavât-ı şerîfe, 13-Seyyid Mahmud Bahâeddin hazretlerinin “Te-
veccüh-i Muhammedî” adını verdiği salavât-ı şerîfe, 14- Seyyid Mahmud Bahâeddin hazretle-
rinden nakledilen başka bir salavât-ı şerîfe ve muhtelif beş adet salât daha. Ebü’l-Hüdâ es-
Sayyâdî, Tarîku’s-savâb, çev.: Mehmed Bayrak, İstanbul 2001, s. 7-35.
37 Nûri Efendi bu eserini vefatından yaklaşık dört yıl önce, mânevî oğlu ve mürîdi Palancı Der-
viş Hasan’ın ısrarıyla, ihvân-ı tarîka bir hediye olarak kaleme aldığını söylemektedir. Risâ-
le’nin tarih beyti olan “Müyesser oldu Nûri’ye Kemâliye Salâtı” mısraından 14 Şâban 1268/2
Temmuz 1852 tarihinde Cuma günü tamamlandığı anlaşılmaktadır. Salât-ı Kemâliye Şerhi (İs-
264 Tasavvuf: İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, yıl: 6 [2005], sayı: 15
Salavât literatürü
Eski kitapların giriş kısmında hamdeleden sonra salvele bölümü bulunurdu.
Buhârî’den nakledilen bir Hadîs-i Şerîf’te; “Bir kimse yazdığı bir şeyde bana da sa-
lavât yazarsa benim adım o kitapta kaldığı müddetçe melekler onun için istiğfâr eder”
buyurulması bütün metinlerin başında hamdeleden sonra salavât yazma gele-
neğini oluşturmuştur.
Bir çok mutasavvıfın salavât-ı şerîfe veya evrâda şerh yazdığını daha önce
söylemiştik. Bunların bazıları şöyledir; Hüdâyî Âsitânesi postnişinlerinden
Yâkub Afvî Efendi (ö.1149/1736-37)’ye ait el-Vesîletü’l-uzmâ li Hazreti’n-
Nebiyyi’l-Müctebâ39 ile yine başka bir Celvetî şeyhi olan Ahmed b. Muhammed
(el-Celvetî) (ö.1130/1718)40’nin Hadîs-i Erbaîn fî fadîleti’s-salavâti’n-nebeviyyeti mea
şerhihî41 adlı eseri salât ü selâm getirmenin fazîletine dairdir. El-Celvetî, eserinin
başına kırk hadis derlemenin faziletine dair uzun bilgiler derc etmiş, daha son-
ra hocası Abdulkerim b. Veliyyiddin’in (ö.1100/1688) salavât getirmenin fazile-
tine dair Mecmau’l-fevâid isimli eserinin başındaki kırk hadisi aynen alarak ve
çok basit ilâveler yaparak oluşturmuştur.
tanbul 1328/1910). Mahmud Sâmi Bey, el-Mevâhibü’s-seniyye, s. 120. Ayrıca bk. Selami Şimşek,
“Seyyid Mehmed Nûrî Üsküdârî (ö.1273/1856) ve Salât-ı Kemâliye Şerhi”, Tasavvuf, Temmuz-
Aralık 2003, sayı: 11, ss. 351-376.
38 Mehmed Said, Evrâdu Seyyid Ahmed el-Kebîr, ss. 58-59.
39 Rasûl-i Ekrem Efendimizin hayâtından ve salavât-ı şerifenin faziletlerinden bahseden beş bab
üzerine tertip edilmiş Arapça, matbu bir eserdir. Sahaflar Şeyhi Ahmed Efendi tarafından ter-
cüme edilmiştir. bk. Süleymaniye Ktp. Esad Efendi, no: 285, (1-59 vr.).
40 Ahmed b. Muhammed el-Celvetî hakkında kaynaklarda bir bilgi bulunmamasına rağmen
onun Şeyh Abdulkerim Celvetî’nin (ö.1061/1650) mürîdi ve talebesi olduğu, eserlerini şerh et-
tiği bilinmektedir. Bk. . Yıldırım, Osmanlı’da Kırk Hadis Çalışmaları, İstanbul 2000, s. 66.
41 Süleymaniye Ktp., Esad Ef., no:3632/133a-156b. Eser Arapçadır. Önsözde müellifin belirttiğine
göre salavât-ı şerîfe okumanın fazîletine dair kırk hadis derleyerek kısa kesmeyi düşünmüş,
ancak daha sonra eserinden faydayı artırmak için bunları şerh etmeyi düşünmüştür. S. Yıldı-
rım, Osmanlı’da Kırk Hadis Çalışmaları, s. 67.
H. Mahmut Yücer / Tarîkat Geleneğinde Salavât-ı Şerîfe ve Müstakimzâde’nin Şerh-i Evrâd-ı Kâdirî adlı Eseri 265
usbû gibi bölümlerden oluşan Evrâd; Hâzâ mecmûu bihî ahzâb ve evrâd ve ed’iye li Muhyiddin
Abdulkâdir el-Cîlânî adıyla (Tunus 1304) ve Evrâd-ı Kâdirî adıyla (İstanbul ts.) basılmıştır. Ayrı-
ca Müstakimzâde Sadedin Süleyman (İstanbul 1282), Süleyman Hasbi (İstanbul 1306) ve Şeyh
Naci (İstanbul 1326) tarafından tercüme ve şerh edilmiştir. D. Gürer, age, s.121.
62 Kütüphanelerde bir çok nüshası bulunmaktadır mesela bk., Süleymaniye Ktp., Şâzilî, no: 106,
20vr.; Mustafa Özkul, Beşâiru’l-hayrât-Hayırlar Müjdeleri, İstanbul, ts., 7s.
63 Kütüphanelerde bir çok nüshası bulunmaktadır mesela bk., Süleymaniye Ktp., Esad Ef., no:
313/4, 6 vr.
64 bk., Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud Efe., no: 5334/2, 2 vr.
65 Son dört hizbin metni için bk. Füyûzâtü’r-rabbâniyye, ss. 153-162.
66 Kütüphâne nüshaları için bk. Gürer, Abdulkâdir Geylâni, İstanbul 1999, ss. 120-122.
67 Bu metinlerin kısmı şöyledir; Risâle fi’s-salavâti’ş-şerîfe, İÜ. Ktp. TY, no: 19090; Risâle-i Salât-ı
vüstâ, Süleymaniye Ktp. Fâtih, no: 5451; Hâlet Efendi, no: 405; Şerh-i Salâtü’l-Bedî‘, Millet Ktp.
Ali Emîrî Şer‘iyye, no: 542; Şerh-i Salavât-ı Meleveyn, Süleymaniye Ktp. Pertev Paşa, no: 625.
68 Hz. Enes (r.) anlatıyor: Rasulüllah (s) buyurdular ki: ʺKim bana (bir kere) salât okursa Allah da
ona on salât okur ve on günahını affeder, (mertebesini) on derece yükseltir.ʺ (Nesâi, Sehv 55.) Yine
Nesâide Ebü Talha (r.)ʹdan gelen bir rivâyet şöyle: ʺBir gün Rasulüllah (s), yüzünde bir sevinç ol-
duğu halde geldi. Kendisine: ʺYüzünüzde bir sevinç görüyoruz!ʺ dedik. ʺBana melek geldi ve şu müj-
deyi verdi: ʺEy Muhammed! Rabbin diyor ki: ʺSana salavât salavât okuyan herkese benim on rahmette
bulunmam, selam okuyan herkese de benim on selâm okumam sana (ikram olarak) yetmez mi?ʺ Nesâi,
Sehv 55, (3, 50).
268 Tasavvuf: İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, yıl: 6 [2005], sayı: 15
69 İbnu Mesʹud (r.) anlatıyor: Rasulüllah (aleyhissâlatu vesselâm) buyurdular ki: ʺKıyamet günü
bana insanların en yakını, bana en çok salavât okuyandır.ʺ Tirmizî, Salât 357, (484).
70 Tirmizîʹde Hz. Ali (r.)ʹden kaydedilen bir rivâyette şöyle denir: Rasulüllah (s) buyurdular ki:
ʺGerçek cimri, yanında zikrim geçtiği halde bana salavât okumayandır.ʺ Tirmizî, Daavât 110, (3540).
71 Salavât getirilecek yerler hakkında daha geniş bilgi için bk. Bursevî, Rûhu’l-Beyân, İstanbul
1389, c. VII, ss. 229-231.
72 Abdulvahhab Şârânî, Levâkıhu’l-envâri’l-Kudsiyye fî beyâni Uhudi’l-Muhammediyye, İstanbul
1981, s. 343.
73 İ. Hakkı Bursevî, Rûhu’l-Beyân, İstanbul 1389, c. VII, s. 224.
74 Salât u selâmın fayda ve hikmetleri için bk. Bursevî, age, c.VII, ss. 222-224; Hidayet Işık, agm,
ss. 274-278.
H. Mahmut Yücer / Tarîkat Geleneğinde Salavât-ı Şerîfe ve Müstakimzâde’nin Şerh-i Evrâd-ı Kâdirî adlı Eseri 269
âline ve bütün ashâbına salâtını daimî, en çok artan sermedî bereketini, en temiz
tahiyyâtını âdet ve fazîlet bakımından ilmin adedince, kelimelerin sayısınca, seni ve onu
ananların her anışında, gafillerin seni ve onu zikirden her gaflet edişinde, onun üzerine
kıl. Kıyâmete kadar O’na bol bol selâmet ver.
Bismillâhirrâhmânirrahîm
Hamd bî hadd ve şükr-i mümteniu’l-add ol Cenâb-ı Hakk’a ve feyyâz-ı mutlaka lâyık ve
müstahaktır ki, kendi ezkârını nev-i benî âdeme tâlîm edip ezkârıyla müşerref eyledi. Ve
envâ-ı salavât-ı zâkiyât ve ta’zîmât-ı vâfiyât, ol zât-ı rabb-i zevâlin ve mecma-ı sıfât-ı lâ
misâlin habîbi ve halîli olan Muhammed Mustafa sallallahü Teâlâ aleyhi ve selem haz-
retlerine olsun ki, Hak celle ve alâ hazretleri evvela zevât-ı a’zamının ve sâniyen melâi-
ke-i kirâmının salavâtlarını haber verip sâlisen cemî-i mü’minîne ona salavât eylemekle
emr eyledi. Ve dahi âline ashâb-ı bi efdalü kemâl-ı hazarâtına olsun ki üç âsumân-ı inâ-
yete nücûm-ı hidâyet olmuşlardır.
(Ammâ ba’d) bu fakîr-u kesîr-u pür taksîr el-muhtâç ilâ feyz-i rabbihi’l-kadîr (Sade-
din Süleyman Müstakimzâde) eder iş bu risâle-i celîle-i varaka-i cemîlenin kitâbet-i
tenmîkına bâis ve bâdî odur ki; zikrî âtî salavât-ı şerîfe ve tahiyyât-ı münîfe ki kibâr-ı
evliyâ meşâyih-i ızâm-ı seleften kutbü’l-aktâb ve zübde-i üli’l-elbâb el-mürşidü’l-halâik
ilâ akvami’t-tarîk-ı Nâciye, âyâtü’l-avârif ve vâsıl-ı gayâtü’l-maârif, hâizü’l-
makâşefâtü’r-rabbâniyye, fâizü’l-müşâhedâtü’s-samedâniyye, mefharü’s-sâdât ve
menbaü’s-saadât eş-Şeyh Ebu Sâlih Muhyiddin Abdülkâdir Gîlânî ekramehüllâhü Teâlâ bi’l-
visâli’r-rûhâniyyi ve kaddese mâ hazihî min esrâri bi’l-avni’s-sübhânî ve efâza
rahmetehû aleyhi ve cema’nâ meahû fî mekâidi sıdkın ındehû ve ledeyhi hazretlerinin
Rasûl-i Ekrem ve benî muhterem seyyidü’l-mürselîn ve imâmü’l-müttakîn ve
Hâtemü’n-nebiyyîn ve rahmeten li’l-âlemîn. Kadruhû cesîmun, halkuhû azîmün bi’l-
mü’minîn, raûfün rahîm, el-kâtıu dâbiru ehli’ş-şirki ve’d-dalâli, ve’l-kâliu li asli’l-
gavâyeti ve’l-cehâleti, el-müşerrefü bi şerefi “levlâke”, el-mükerremü bi terkîmi vemâ
erselnâke, el-meb’ûsü ilâ kâffeti’l-enâmi, eş-şâfiu bi’ş-şefâati’l-kübrâ yevme yü’hazü’l-
mücrimûn bi’n-nevâsî ve’l-akdâmi, el-ma’sûmü an cemî-i’l-âsâm bi inâyeti azîzü’l-
allâm, eş-şâhidü, el beşîrü, en-nezîru, ve’s-sirâcü’l-münîr, ed-dâî ile’llahi bi iznihi’l-cedîr
hazretlerinin “men sallâ aleyye vâhideten sallallahü aleyhi aşera merrâtin”75 hadîs-i şerîfinin
ve haber-i münîfinin sırrına mazhar olmak için cem ve tertib buyurdukları salavât-ı mu-
azzama ve ta’zîmât-ı mefhamenin her hâs u âm manasının derki ve fehmi ile mütelezziz
ve muğtenem olsun için Lisân-ı Türkî’ye tercüme olunması bu fakîrin eazzü ahbâbı ve
asdakı muhalefeti sâyi’ ve vâsi’ olmayan kimseler iltimâs ve ilhâh eylemeleriyle bu sala-
vât-ı garîbe ve ta’zîmât-ı acîbe alâ sebîli’l-ihtisâr şerh ve beyân olundu.
Eğer bu salavâtın mânâ-yı latîfesi ve nükat-ı hafiyesi ala kaderi’t-tâka tamam-ı tahkîk
75 “Kim bana bir defa salât ederse Allah ona on defa salât etsin.” Nesâi, Sehv 55.
H. Mahmut Yücer / Tarîkat Geleneğinde Salavât-ı Şerîfe ve Müstakimzâde’nin Şerh-i Evrâd-ı Kâdirî adlı Eseri 271
ve kemâl-i tedkîk oluna idi her fıkrası bir nev-i itnâbı müştemil kitab olup nâzırîne melâl
ve sâmiîne gülâl îrâs-ı bedîhî olduğu ifâde-i sohbet sükut mertebesiyle iktifây-ı kasr ile
ta’cîl olunduğu bu fakîr-i kesîr-i pür taksîr evkât-ı icâbette duâ-i kesîrü’l-hayr ve’l-
berekât ile mû’tenem edeler. Vallahü a’lemü bi’s-savâb.
“es-salâtü ve’s-selâm aleyke yâ Rasûlellâh” manası; Allâhü Tebâreke ve Teâlâ’nın
envâ-ı ta’zîmât ile ta’zîmi ey Rasûl-i Zîşân senin üzerine olsun demektir ki, rahmet-i
Rahmân, gerek istiğfâr-ı feriştegân ve gerek daavât-ı ehl-i îmân olsun o ta’zîmâtın bazısı
dünyevî bazısı uhrevîdir. Dünyevî olan Rasûl-i ekremin zikrini âlî edip kendi ismi ne
zaman anılsa orada Rasûlünün de zikrini gerekli kıldığıdır. Hiç bir teşehhüd veya hutbe
yoktur ki onlarda Bârî Teâlâ’nın ismi peygamberimizin ismine mukarin zikr olunmaya
bu ecilden müfessirîn; “ve rafe’nâke zikrak”76 kavl-i kerîmini bu vecihle tefsir etmişlerdir.
Dünyevî ta’zîminden biri de Rasûl aleyhisselâmın şerîat-i mutahharasını ilâ yevmi’l-
kıyame ibkâ etmesidir. Uhrevî olan ta’zîmi âmme-i halâika, yevm-i kıyamette şefî’ edip
cemî-i ehl-i mahşeri “hevl” mevkiinden halâs için mazhar-ı şefaat-i uzmâ eylemesidir. Ve
bu şekilde dünyada ve âhirette ta’zîmât sayılamayacak kadardır. Nitekim Allahü
azimüşşân Kur’ân-ı Kerîm’de; “ve in teuddû ni’metallahi lâ tuhsûhâ”77 manası; siz Hak
sübhânehû ve Teâlânın nîmetlerini saymaya kalksanız sayamazsınız demektir. Ve “sala-
vât”ın ma’tûfu olan “selâm” lafzı üç manaya gelir.
Birincisi; selâmet senin ile ve senin için olsun ey Rasûl-i zîşân demektir.
İkincisi; Selâm Hak sübhânehû ve Teâlâ’nın esmâsından bir isimdir. Bu takdirde
manası; selâm olan Allah Teâlâ seni muhafaza ve ismet eylesin demektir.
Üçüncü manası; inkıyâttır. Bu takdirde manası; bizim itaat ve inkıyâdımız senin üze-
rine yani sana has olup ve senden uzak olmasın ey Rasûl edemektir. Bu salavât-ı
şerîfede “salât” ile “selâm”ın cem’ olmasında Allah azîmüşşânın Kur’ân’da mezkûr ve
merkûz olan emrine iktidâ ve imtisâl vardır, nitekim buyurur; “sallû aleyhi ve sellimû
teslîmâ”78
“Es’s-salâtü ve’s-selâmü aleyke yâ Habîbellâh” Allah Teâlâ’nın salâtü selâmı senin
üzerine olsun ey Allah’ın Habîbi demektir. “Habîb” “faîl” vezni üzere “mahbûb” manâsı-
na dır. Mahbûb sevilmiş demektir. Nitekim Hadîs-i Şerîf’de vârid oldu. “elâ ve ene
habîbü’llâhi ve’l-efharu” siz âgâh ve mütenebbih olun ki ben Allah tabârake ve Teâlâ’nın
dostuyum. Lakin bu kavli, kibr ve fahrimden nâşî söylemem. Belki Allah Teâlâ’nın nî-
metin izhâr içindir diye buyurur.
“Es’salâtü ve’s-selâmü aleyke yâ Halîlellâh” Allah Teâlâ’nın salâtü selâmı senin
üzerine olsun ey Allah Teâlâ’nın Halîli demektir. Halîl İbrahim aleyhisselâma tesmiye
olunduğu gibi bizim peygamberimiz olan Muhammed aleyhisselâma da tesmiye olun-
du. Bazı ulemâ “Halîl”in manası; kalbi Rabbü’l-erbâbın muhabbeti ile tahlîl edendir de-
diler. Bazıları da “Halîl” cemî-i mâsivâdan Cenâb-ı kibriyâya munkatı olmuş kimsedir
dediler. Bu salât-ı şerîfde “Habîb” “Halîl” üzerine takdim olunduğu, Habîb de kemâl-i
ihtisâs olduğu içindir. Peygamberimizden gayri hiç kimseye Habîb tesmiye olunmadı.
“Es’salâtü ve’s-selâmü aleyke yâ Nebiyyellâh” Allah Teâlâ’nın salâtü selâmı senin
üzerine olsun ey Allah Teâlâ’nın Nebîsi demektir. Nebî aslında “Nebe’e” den olup haber
verici demektir. Yahut “Rif’at-i şerîf” manasına olan “Nübüvvet”ten olmakla mürtefi’
manasınadır. Nebi ismi ile tesmiye olunduğu Allah Teâlâ’nın ahkâmını teblîğ ettiği için
yahut, bütün insanlardan mertebesi âlî ve mürtefi’ olduğu içindir.
“Es’salâtü ve’s-selâmü aleyke yâ safiyyellâh” Allah Teâlâ’nın salâtü selâmı senin
üzerine olsun ey Allah Teâlâ’nın muhtârı demektir. Zirâ Bârî Teâlâ hazretleri Muham-
med aleyhissalâtü ve’s-selâmı bütün insanlar arasında çeşitli nimetler ile mahsûs ve
mevsûf kılması sayılamayacak kadar çoktur. Ez cümle evvelü’r-rusül Adem safiyyullâh
“innellâhe’s-tafâ Âdeme” âyet-i kerîmesi nâtık olduğu üzere fâtih-i peygamberân olmakla
safiyyullâh olduğu gibi bizim peygamberimiz Nebî âhir zamanda dahî hâtem olmak se-
bebiyle muhtâr olup safiyyullâh diye tesmiye kılındı.
“Es’salâtü ve’s-selâmü aleyke yâ hayra halkıllâh” Allah Teâlâ’nın salâtü selâmı se-
nin üzerine olsun ey Cenâb-ı hâlikın cemî mahlûkâtının efdali ve seyyidi ve hayırlısı
demektir. Zira Hadîs-i şerîfde bu manaya işâret; “ene seyyidü veledi Âdeme ve’l-efharu”
kavli ile vârid olmuştur. Ve bir rivâyette “ene seyyidü’l-âlemîne” şeklinde gelmiştir. Ma-
nâ-yı münîfleri; ben bütün insanoğlunun seyyidiyim. Bu kavlim, fahr ve kibrimden de-
ğildir. Ve ben cemî-i mâsivânın seyyidiyim demektir.
“Es’salâtü ve’s-selâmü aleyke yâ nûra arşillâh” yani Allah Teâlâ’nın salâtü selâmı
senin üzerine olsun ey Allah Teâlâ’nın arşının nûru demektir. Zira arş-ı âlâ, peygambe-
rimiz aleyhisselâmın nûrundan halk olundu. Nitekim hadîs-i şerîfte vârid oldu ki;
“hulikati’l-arşü ve’l-kürsü min nûrî”. Manası; arş-ı âlâ ve kürsî benim nûrdumdan halk
olundu demektir.
“Es’salâtü ve’s-selâmü aleyke yâ emîne vahyillâh” yani Allah Teâlâ’nın salâtü selâ-
mı senin üzerine olsun ey Allah Teâlâ’nın vahyinin emîni demektir. Zira peygamberimiz
aleyhissalâtü ve’s-selâm Allâh-ı azîmüşşân hazretlerinin ıbâdine cemî-i evâmir ve
nevâhisini tebliğ edip aslâ bir hükümde ihtilâf etmeyip ve yedinde olan vahy-i hafî ve
celîyi ibâdullaha ifhâm edip tarîk-ı rüşdü ve dalâleti temyîz ve tefrîk eyledi. Nitekim
Kur’ân’da Rabbü’l-erbâb Teâlâ ve takaddes hazretleri kendisine tebliğ ile emr eyleyip
buyurur ki; “belliğ mâ enzele ileyke min rabbik”79 yani sen rabbinden sana nâzil kılınan ce-
mî ahkâmı ibâdullaha tebliğ eyle demektir.
“Es’salâtü ve’s-selâmü aleyke yâ men zeyyenehullâh” yani Allah Teâlâ’nın salâtü
selâmı senin üzerine olsun ey Allah Teâlâ’nın envâ-ı zînet ile müzeyyen kıldığı zât-ı şerî-
fi demektir. Zîrâ Bârî Teâlâ peygamberimizi zînet-i ilm, nübüvvet ve hüsnü’l-huluk ile
halk ve dünyada müzeyyen kılıp zînetini şefaat-i kübrâ ve makâm-ı Mahmûd, Cennet-i
Firdevs ve havz-ı mevrûd ile dahi ukbâda müzeyyen kıldı. Nitekim bu mefhûma delâlet
mûtekıdâttandır.
“es-salâtü ve’s-selâmü aleyke yâ men imâme’l-müttakîn” manası; salât ve selâm se-
nin üzerine olsun ey cemî ehl-i takvânın imamı ve muktezâsı demektir. Zira bizim pey-
gamberimiz aleyhisselâm cemî-i ehl-i takvânın etkıyâsıdır. Nitekim; buyurur; “ene
etkâküm” ve imam lafzı mütteba’ ve hâdî ve mukaddem beyne yedeyi’l-kavmi olduğu
ecilden ehl-i takvânın a’mâlini peygamberimiz aleyhisselâma tâbi olmak ile makbûle
olur. Ve onun sünnet-i seniyyesine iktidâ etmek ile menâb ve me’cûr olurlar. Nitekim
Hak sübhânehû ve Teâlâ buyurur. “Etîullahe ve’r-rasûle lealleküm tüflihûn” yani siz Hak
sübhânehû ve Teâlâya ve Rasûl-i Muhammed Mustafâ’ya itaat ve inkıyâd edin ve ricâ
edin ki o itaat sebebiyle felâh ve necât bulasınız.
“es-salâtü ve’s-selâmü aleyke yâ hâteme’n-nebiyyîn” manası; salât ve selâm senin
üzerine olsun ey cemî-i enbiyânın hâtemi ve âhiri demektir. Ma’lûm ola ki hâtem, feth-i
tâ ile âhir demektir. Ve kesri dahî lügattır zira bizim peygamberimiz sürûr-ı enbiyâ aley-
hi efdalü’t-tahâyâ cemî peygamberlerin âhiridir. Onun için hâteme’n-nebiyyîn tesmiye
olundu. Nitekim Hak sübhânehû ve Teâlâ buyurur. “Mâ kâne Muhammedün âbâe ahadi
min ricâliküm ve lâkin rasûlellahi ve hâteme’n-nebiyyîn”83 ve peygamberimiz buyuruyor; “Lâ
nebiye ba’dî” manası; benden sonra Nebi ba’s olunmaz demektir. Bazıları dediler ki
Hâtem-i enbiyâ tesmiye olundu. Cemî-i enbiyâ aleyhisselâmı Nûr-ı nübüvveti setr ettiği
içindir. Şemsin nûru sair kevâkibin nûrunu setr eylediği gibi. Bu takdîre göre hâtem “sâ-
tir” manasına olur nitekim Isâmüddin tefsir hâşiyesinde bunu zikr eyledi.
“es-salâtü ve’s-selâmü aleyke yâ rahmeten li’l-âlemîn” manası; salât ve selâm senin
üzerine olsun ey cemî âlemler için rahmet olan zât demektir. Nitekim Hak sübhânehû
ve Teâlâ buyurur; “ve mâ erselnâke illâ rahmeten lil âlemîn”84 manası; biz azîmüşşân seni
göndermedik, ancak bütün âlemlere rahmet için gönderdik demektir. Eğer süâl olunur-
sa peygamberimiz aleyhisselâm bu ümmet-i merhûmeye dünyâda tarîk-ı hakka hidâyet
ve âhirette şefaat misilli nîmet-i uzmâlara sebep ve bâis olduğu için rahmet olmasında
rayb ve iştibâh yoktur. Ammâ kâfirlere ne keyfiyet ile rahmet olur. Cevap verilir ki, kâ-
firlere rahmet olması onlardan azap isti’sâli ref’ edip ve onlara mesh ve havften ve dahî
cizye ile sübğdan emin eyledi ki nitekim günahları sebebiyle ümem-i sâlifenin kâfirleri
bu vecihle azap olunurlar idi. Yani eyledikleri isyanın cezasını dünyada kahr u helâk ve
tebdîl-i sûret gibi azaplar ile görürler. Ve âhirette dahi azâb-ı ebedî derkâr idi.
“es-salâtü ve’s-selâmü aleyke yâ şefîa’l-müznibîn” manası; salât ve selâm senin üze-
rine olsun ey cemî âsî ve müznib olan mü’minîn kullara Hak sübhânehû ve Teâlâ haz-
retlerinin izni ile mübâlağa ile şefaat edici zat demektir. Nitekim buyurur: “Şefâatî li eh-
li’l-kebâiri min ümmetî” manası; şefaatim ümmet-i icâbetten ehl-i kebâir içindir demektir.
Ehl-i kebâir şefaate bu hadiste tahsis olunduğu ihtiyaçları ziyade olduğu içindir. Zira
şey’i zikr maadayı münâfî değildir. Ve ehl-i kebâirden gayriye peygamberimiz
85 “De ki: Ey mutlak egemenlik sahibi Allahım! Sen egemenliği kime dilersen ona verirsin.” Âl-i İmrân,
3/26
276 Tasavvuf: İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, yıl: 6 [2005], sayı: 15
cümlenin üzerine takdim olundu. Zira Rasûl-i Ekrem sallallahü aleyhi ve selem
risâletinden önce ubûdiyette kâim idi. Yahut tevâzuan takdim olunmuştur. Yahut ibâde-
tin insana ululuk ve seyitlik verdiğine işârettir. İsevî olan Nasarâya ta’rîz içindir. Zira
onların bazısı peygamberlerini ilâh ittihâz edip, bazısı ibnüllah dediler. Neuzü billah
min zâlik.
“en-nebiyyü’l-ümmiyyi” öyle Muhammed aleyhisselâm ki Nebi-i ümmîdir. Yani bir
kimseden taallüm-i ilm ve kitabet etmiş değildir. Bununla beraber bütün ilimlerin hazi-
neleri kendilerine îtâ olunmuştur. Ümmîlik ile muttasıf olması mûcizelerinden bir mûci-
zedir. Kur’ân-ı Kerîm’in Furkân-ı hakîmin min ındillah olmasına ziyâde delildir. Eğer
Rasûl-i Ekrem sallallahü aleyhi ve sellem bir kimseden telemmüz ve taallüm etseler idi o
kimse kendinden efdal olmak iktizâ ederdi. Bu ise muhâldir. O sebepten kimseden
taallüm etmediler.
“ve alâ âlihî ve sahbihî ve sellim” manası; dahî yâ rab salât u selâm bi’t-tab’ senin
Rasûlün Muhammed aleyhisselâmın âl u ashâbı üzerine olsun demektir.
“Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin en-Nebiyyi’l-melîh” manası; ey
Rabbü’l-erbâb, ve’l-merciu ve’l-meâb; sen bi’z-zât envâ-ı ta’zîmâtını bezl u ihsân ile bi-
zim seyyidimiz ve cemî âleminin seyyidi Nebiyy-i melîh üzerine eyle demektir. Melîh,
feîl vezni üzere ziyâde hüsn manasına dır ki ibtidâ rü’yetten karîb oldukça hüsnü ziyâde
olan kimseye derler. Cemîl, o rü’yetten vardıkça hüsnü noksan olan hüsnü’l-veçhedir.
Melîh ile peygamberimiz sallallahü aleyhi ve selem tavsîf olunduğu zât ve nesebi, cemî
ahlâk ve şemâili kemâl-i hüsn ile muttasıf olup kendi zâtında olan cevher-i hüsn gayr-i
munkasim olduğu içindir. Nitekim İmam Busîrî Kasîde-i Bürde de buyurur; “fe
cevherü’l-hüsni fîhi gayr-i münkasımi”86 nitekim sürûr-ı enbiyâ aleyhi efdalü’t-tahâyâ hadî-
sinde buyurur; “Ene melîhun” ve Hak sübhânehû ve Teâlâ buyurur “ve inneke le alâ
hulukun azîmün”.
“Sâhibi’l-makâmi’l-âlâ” o Rasûl öyle bir azîmü’ş-şândır ki makâm-ı âlâ ve şefaat-i
uzmâ sâhibidir. Zirâ makâm-ı a’lâdan murâd, makâm-ı mahmuddur. Ki Hak celle ve alâ
bizim peygamberimiz sallallahü aleyhi ve selemle mahsus kılmıştır. Bu ecilden o maka-
ma evvelîn ve âhirîn gıbta etseler gerektir. Nitekim Hak sübhânehû ve Teâlâ buyurur:
“Asâ en yebaseke rabbüke makâmen mahmûdâ”.87 Yani Hak celle ve alâ zamân-ı karîbde seni
ey Nebiyy-i Zîşân makâm-ı mahmûda ba’s eder demektir. Makâm-ı Mahmûd tesmiye
olunduğu cemî ins u cin o makama hamd, senâ ve onu medh eyledikleri içindir.
“ve’l-lisâni’l-fasîh” öyle Rasûl-i azîmü’ş-şân ki lügat-i fasîha ve lisân-ı belîğ sahibi-
dir. Zira mütekellimde fesâhat bir keyfiyet-i mütekarriredir ki onun sebebiyle maksûdu
olan şeyden lafz-ı fasîh ile ta’bir etmeye kâdir olur nitekim buyurur: “Ene efsahü’l-Arab”
ve yine buyurur “Ene Arabü’l-Arab” dahi bundan a’lâ kendine cevâmiu’l-kelim îtâ olun-
muştur. Manası; yani lafzı ziyâde kalîl lakin manası; ziyâde kesîr olan dahî tâbir ile edâ-
86 “Ondaki iyilik ve güzellik cevheri bölüşülmemiş” (Ondan kimse bir şey almamış, ondaki gü-
zellik cevheri eksilmemiş)
87 “Rabbinin seni övülmüş bir makama gönder(ip orada oturt)ması muhakkaktır.” İsra, 17/79.
H. Mahmut Yücer / Tarîkat Geleneğinde Salavât-ı Şerîfe ve Müstakimzâde’nin Şerh-i Evrâd-ı Kâdirî adlı Eseri 277
ya kadir olur. Yine kendine fasl-ı hitâb îtâ olunmuştur. Fasl-ı hitâb bir kelâm-ı beyyin ve
vâzıhtır ki istimâ eden muhataba kemâl mertebe kifâyet eder ve kanaat verir Zira iltibas
ve iştibah kendisinde bâkî kalmaz.
“Allahümme’cal efdale salavâtike ebeden” manası; Yâ Allah; sen envâ-ı ta’zîmât ve
ihsânın fazl u îtâ cihetinden ziyâdesini cânib-i müstakbelde müstemir ve dâim olan
ezmine-i mukaddere-i gayr-i mütenâhiye ve münkatıada kıl demektir. Zira ebed lafzının
manası; şey’in vücudu için cânib-i mâzînin ezmine-i mukaddere-i gayr-i
mütenâhiyesinde isti’mâl olunur. Nitekim gizli değildir.
“ve enmâ berakâtike sermedâ” manası; yâ rabbi, sen hayrât-ı kesîrenin mübâlağa ile
ziyâdesini evveli ve âhiri olmayan zamanda kıl demektir. Zira “enmâ” nemânın ism-i
tafdîlidir. Ve nemâ bir şeyde ziyâdelik manasınadır. Berakât, bereketin çoğuludur.
Hayr-ı kesîr manasınadır. Sermedâ, ehl-i lügat ındinde leyl-i tavîl ve dâimî manasınadır.
Lakin örfte evveli ve âhiri olmayan zamana derler. Bu makamda murad, mânâ-yı
örfiyesidir.
“ve ezkâ tahiyyâtike fadlen ve adedâ” Yâ rabbi; sen cemî envâ-i senâ ve medh yahut
envâ-ı selâmet-i azîmenin ziyâdelik ve aded cihetinden enzaf ve atharini kıl demektir.
Zira “ezkâ” ism-i tafdildir. Ethar manasınadır. Tahiyyât, tahiyyatın çoğuludur. Senâ,
medh veya selâm manasınadır. Nitekim hak sübhânehu ve Teâlâ buyurur; “Ve izâ
huyyiytüm bi tahiyyatin”88 yani sizlere bir kimse selâm verirse demektir. Fazl, ziyâdelik
ve aded sâyî manasınadır.
“alâ eşrafi’l-halâikı’l-insâniyyeti” manası; zikr olunan hâl ve minvâl üzere olan sa-
lavât ve berekât ve tahiyyât-i insâniyet ile mevsûf ve cemî mahlûkâtın şeref ve uluv ci-
hetinden ziyâdesi olan zâtı cemîl ve hakîkati temsil üzerine kıl demektir.
“ve mecmai’l-hakâyikı’l-îmâniyyeti” manası; dahî zikr u sâlif olan envâ-ı salavâtı,
îmâna mensûp olan bütün hakîkatlerin mahal-i cemî, menbai ve makarrı olan zâtın üze-
rine kıl demektir. Zira “mecma’” ism-i mekândır. Mahal-i cem’ demektir. Hakâik, hakîka-
tin çoğuludur. Hakîkat örfte şeyin kendi ile şey olana derler. Mesela Rasûl-i Ekrem ve
Nebiyy-i muhterem sâhibü’l-atâ-i ve’l-kerem sallalahü Teâlâ aleyhi ve selem hazretleri
bir sınıf eşyaların mecma’ ve hâfızıdır ki îman onları tasdîk ve iz’ân eylemek ile hâsıl
olur. Ve îmânın icmâlen manâ-yı lügaviyesi mutlakan tasdiktir. Mânâ-yı şer’îsi peygam-
berimiz aleyhisselâmın Hak sübhânehû ve Teâlâ’nın cânib-i mâneviyesinden getirdiği
ahkâm-ı şer’iyenin tamamını kalple tasdik edip ve lisânı ile ikrâr ve itirâf etmektir. Bu
zikr olunan îmân icmâlidir, îmân tafsîl-i mü’min bih olan ahkâmları alâ kaderi’t-tâka
başka başka add ve tafsîl edip her birini alâ haddihî tasdîk ve ikrâr etmektir.
“ve tûru’t-tecelliyâti’l-ihsâniyyeti” manası; zikr-i sâbık olan salavât, ta’zîmât ve
tahiyyatlar, ihsan ve fazl’a mensûb ibâne ve izhârın hâlet-i şettâ ve envâ-ı müteferrikası
olan zât-ı celîlü’ş-şân üzerine kıl demektir. Zira tûr, hâlet-i şettâ ve esnâf-ı müteferrikaya
derler. Ve tecelli, lügatta şey’e izhâr ve âşikâr etmektir. Zira Rasûl aleyhissalâtü ve’s-
88 Nisâ, 4/86.
278 Tasavvuf: İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, yıl: 6 [2005], sayı: 15
selâm umûr-u dîn-i kavîmi ve şer’i mübîn-i müstakîmi ve umûr-ı dünya ve mesâlih-i
ubbâdı bir vecihle âşikâr kıldı ki aslen bir kimseye bir şeyde ihtiyaç bâkî kalmadı. Bu
ecilden kendi zât-ı akdesi hâtem-i rusul ve mükemmel olup kendisinden sonra bir nebi
ba’s olunup umûr-ı dîni, mesâlih-i ümemi izhâr olunmaya iftikâr ve ihtiyâç kalmadı. Ni-
tekim Hak sübhânehû ve Teâlâ buyurur. “el-yevme ekmeltü leküm dîneküm ve etmemtü
aleyküm nîmetî ve radîtü lekümü’l-islâme dînen”89 ve dahî bu tecelliyâtı ihsâne mensûb et-
meden murad, Hak sübhânehû ve Teâlâ’nın bu umûr-ı mezkûreyi peygamberimiz
aleyhissalâtü ve’s-selâm vesâtatıyla izhâr eylemesi mahz-ı lütf ve ihsân olup kendi üze-
rine ba’s-i rusül ve izhâr-ı sübülden bir şey vacib olmadığını iş’âr ve tenbihtir. Yahut te-
cellîden murad, envâr-ı gaybin, kalb-i musaffâ ve fuâd-ı mücellâya zuhûr etmesidir. Ni-
tekim sûfiye ındinde tecellî bu manada isti’mâl olunur. Bu takdîre göre manası; ihsan ve
fazl’a mensup olan envâ-ı gaybiyenin zuhûrunun hâlet-i şettâsı olan zât üzerine kıl zikr-
i sâbıka-i salavât-ı ma’hûdeyi demektir.
“ve mehbiti’l-esrâri’r-rûhâniyyeti” manası, zikri geçen salavât-ı ma’hûde ve
tahiyyât-ı ma’kûde-i Rahmân olan zât-ı pâk-i esrâr ve hafiyyâtının mahall-i nuzûlü ve
mevzı-i hubûtü zât-ı muallâyı ve halk-ı uzmâyı câmi’ olan Muhammedi’l-Mustafâ
sallallahü aleyhi ve selem üzerine kıl demektir. Zira “mehbit” ulüvden şeyin nuzül ede-
cek mahallidir. Esrâr, sırrın çoğuludur. Mektûmât demektir. Rahmâniye, rahmana men-
sup demektir. Rahman Hak sübhânehû ve Teâlâ’nın esmâ-i hüsnâsından bir isimdir. Zi-
ra Lafzatullah gibi gayre itlâk olunmak câiz değildir. Bu ecilden bazı ulemâ ism-i âzam
olmasına zâhib olmuşlardır. Esrâr-ı rahmâniyeden bu makamda murad, Hak sübhânehû
ve Teâlânın ındinde olan mefâtih-u gaybtir ki onu kendi zâtından gayri kimseye bilmez.
O gaybten peygamberimiz bazı esrârı talim buyurup peygamberimiz aleyhissalâtü ve’s-
selâmı o esrâra mahal-i nuzûl kılmıştır. Nitekim buyurur. “ve ındehû mefâtîhu’l-gaybi lâ
ya’lemuhâ illâ hû”90
“ ve arûsi memleketi’r-rabbâniyyeti” manası; zikri murûr eden envâ-ı sıfât ile mev-
sûf salavâtı, Hak sübhânehû ve Teâlâ’nın mahal-i mülki olan arz, semâ, arş, kürsî, cen-
net ve nârın arûsu olan Nebi muhterem üzerine kıl demektir. Bu fıkrada istiâre ve tem-
silde olan nükte beyân-ı hafî değildir. Ki Nebi aleyhissalâtü ve’s-selâm arûs nisâya teş-
bih ve temsil olunmuştur. Nitekim arûs kendi zâtında âmme-i ahvâlî, ahsen te’lîf ile
me’lûf, kâffe-i umûru eşref tertîb ile müretteb olup, arûsun ehli onun ferhiyle
müteferrihîn ve ona i’zâz u ikrâm ile müştâkîn oldukları gibi peygamberimiz
aleyhissalâtü ve’s-selâm dahi kendisinde olan şerâfetten gayri cemî’ halâyık kendisine
kemâl-i tebcîl, ta’zîm ve tevkîr eyleyip kendisiyle müteferrihîn oldukları için arûsu nisâ-
ya teşbih olmuştur. Mevâhib-i Ledünniye’de eden Hak sübhânehû ve Teâlâ’nın “velekad
ra’â min âyâti rabbihi’l-kübrâ”91 kavlinde bazı ulemâ zikr ettiler ki peygamberimiz
89 “Bu gün dininizi (hükümleriyle) kemâle erdirdim, size nimetimi, sizin için din olarak İslâmı beğenip
seçtim.” Mâide, 5/3.
90 “Gaybın anahtarı da O’nun katındadır, onları O’ndan başkası bilemez.” En’âm, 6/59.
91 “Andolsun onu, Sidretü’l-Mühtehâ’nın yanında önceden bir defa daha görmüştü.” Necm, 53/18.
H. Mahmut Yücer / Tarîkat Geleneğinde Salavât-ı Şerîfe ve Müstakimzâde’nin Şerh-i Evrâd-ı Kâdirî adlı Eseri 279
aleyhissalâtü ve’s-selâm kendi zâtının sûretini âlem-i melekûtta müşâhede eyledikte zât-
ı akdesini arûsi memleket görmüştür. Bu ecilden arûsi memleket tesmiye olundu.
“ve vâsitati ıkdi’n-Nebiyyîn” manası; zikri sebkat eden envâ-ı nuût ile men’ûte sa-
lavât-ı hak sübhânehû ve Teâlâ’nın cemî’ enbiyâsının ahd ü mîsâkının vâsıtası olan zâtı
üzerine kıl demektir. Zira vâsıta iki şeyin arasında tavassut eden şeydir. “Ikd” bu ma-
kamda “ahd” manasınadır. Nitekim Hak sübhânehû ve Teâlâ buyurur; “ve izâ ahaze’llâhü
mîsâke’n-nebiyyîne limâ âteytüküm min kitâbin ve hıkmetin sümme câeküm rasûlün
musaddıkun limâ meaküm li tü’minünne bihi vele tensurunnehû, kâle eakrartüm ve ahaztüm alâ
zâliküm ısrî. Kâlû eekrarnâ, kâle feşhedû ve ene meaküm mine’ş-şâhidîn”.92 Şeyh Takiyyüddin
Sıbkî bu Âyet-i Kerîme’de peygamberimiz aleyhissalâtü ve’s-selâma kemâl-i ta’zîm ve
ziyâde terkîm vardır. Hatta peygamberimiz aleyhissalâtü ve’s-selâm kendinden mu-
kaddem ba’s olunan enbiyânın cemîsine ba’s olunduğuna işâret dahî vardır amma
“buistü ilâ’n-nâsi kâffeten” hadîs-i şerîfi kendinden sonra gelen nâsa mahsus değildir. Bel-
ki cemî mahlûkâta ve kâffe-i mevcûdâta şâmildir. Nitekim hadîs-i âhir dahi bu manaya
delâlet eder. “Küntü nebiyyen ve Âdemü beyne’r-rûhu ve’l-cesedi” manası; ben nebi oldum
halbuki Âdem aleyhisselâm rûh ile cesed arasında idi. Ve hadîs-i âhirde buyurur. “Lem
yeb’asi’llâhi nebiyyen men Âdeme fe men ba’dehû illâ aheze aleyhi’l-ahde bi zâlike alâ kavmihî”
“Ve mukaddemi ceyşi’l-mürselîn” manası; mâ rae’z-zekere envâ-ı sıfâtı celîle ile
mevsûf salavât, berekât ve tahiyyâtı cemî mürselîn peygamberlerin mukaddemi ve ev-
veli olan zâta kıl demektir. Zira peygamberimiz aleyhissalâtü ve’s-selâm kabirden kal-
kıp cemî mürselînden mukaddem dâr-ı rıdvâna ve firdevs-i cinâna duhûl etse gerektir.
Nitekim, bu manaya delâlet eder ehâdîs-i kesîre vârid olmuştur. Mâlûm ola ki mukad-
dem “mîm”in zammi ve “dal”ın kesriyle mukaddem ceyş-i ûlâ demektir. Ceyş fetha ile
askerin çoğulu “cuyûş” gelir. Mürselîn, mürselin çoğuludur. Lügatte gönderilmişe der-
ler. Örfte mürselîn-i kitap ile yahut şerîat-i cedîde ile meb’ûs olan enbiya aleyhisselâmın
alemleridir.
“ve kâid-i rakbi’l-enbiyâi’l-mükerramîn” manası; zikri takaddüm eden envâ-ı
ta’zîmâtı Hak sübhânehû ve Teâlâ hazretlerinin ındinde envâ-ı ızâz ve esnâfı tevkîr ile
mükramîn olan enbiyâ aleyhisselâmın rükkâblarını kâid ve sürücü olan zât üzerine kıl
demektir. Zira peygamberimiz aleyhissalâtü ve’s-selâm cümle enbiyâdan mukaddem
kabr-i şerîfinden kalkıp ve cemî enbiyâdan o cennete dâhil ve cemî enbiyâ livâ-ı hamdi
tahtında oldukları için kâid-i enbiyâ tesmiye olundu. Nitekim buyurur; “Ene evvelü men
yedhulü’l-cennete yevme’l-kıyâmete ve bi yedî livâi’l-hamdi ve mâ min benî Âdeme femen sivâhu
illâ tahte livâî”93
92 “Allah, peygamberlerden: “Andolsun ki, size kitap ve hikmet verdim. Sonra size yanınızda olan (Kitap-
ları) tasdik eden bir Rasül geldiğinde, ona mutlaka inanacaksınız ve yardım edeceksiniz” diye sağlam
bir söz alıp “Bunu kabul ettiniz ve bu ağır yükümü (ahdimi) üzerinize aldınız mı?” dediğinde, onlarda;
“Kabul ettik” dediler. (Allah) “Öyleyse birbirinize şahit olun, ben de (bu sözünüze) şahit olanlarda-
nım” buyurdu.” Âl-i İmrân, 3/81.
93 Kıyamet gününde Cennete ilk girecek olan ben ve livâ-ı hamdım altında bulunan mü’minlerdir.
280 Tasavvuf: İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, yıl: 6 [2005], sayı: 15
“ve efdali’l-halkı ecmaîn” zikri geçen salavât-ı âmme-i mahlûkât ve kâffe-i mevcû-
dâtın efdal ve ekremi üzerine kıl demektir. Malum ola ki peygamberimiz aleyhissalâtü
ve’s-selâmın efdal-i mahlûkât olduğu ekseriyâ Kur’ân-ı Kerîm’de ve Furkân-ı Hakîm’de
bu üç âyet ile istidlâl ederler. İlki; “ve rafea ba’dahüm derecâtin” kavlidir. Zira Hak
sübhânehû ve Teâlâ peygamberimiz aleyhissalâtü ve’s-selâmı ve Mi’râca urûc ettirip ve
cemî halâyika seyyid ve efdal kılıp, mûcizât-ı kesîre ve dâimeyi kendine îtâ buyurmasıy-
la derecâtını ref’ eyleyip kendini efdal kıldı dediler.
İkincisi “Ülâike’llezine hüde’llahi fe bihüdâhümü’ktedih”94 kavlidir. Zira Hak sübhânehû
ve Teâlâ peygamberimiz aleyhissalâtü ve’s-selâma cemî enbiyâ aleyhisselâmın hüdâsına
iktidâ ile emir buyurup peygamberimiz aleyhissalâtü ve’s-selâma dahî emr-i bârîyi terk-
i muhâl ve mümteni olduğu için cemî enbiyânın hısâl-i hamîdesine ve hüdâ tarîkatine
iktidâ edip, cemînin hüdâsı kendisinde bulunduğu için cümleden efdal ve ekmel oldu.
Üçüncüsü “Küntüm hayra ümmetin uhricet linnâsi”95 kavlidir. Zira ümmetin hayırlı
olması nebi aleyhissalâtü ve’s-selâmın cümleden efdal olduğu içindir diye ittifak ettiler.
“hâmili livâi’l-ızzi’l-a’lâ” manası; o âmme-i mahlûkâtın efdali ve ekremi ki ziyâde
şerîf ve âlî olan livâ-ı ızzin hâmil ve sahibidir. Hâmil burada sahib manasına istiâre
olunmuştur. Livâ, lâmın kesriyle ve meddiyle ilim ve sancağa derler. Lakin livâ-i ızzi
âlâdan murad, kıyamette peygamberimize îtâ olunan livâ-ı hamddir. Yahut livâdan
murad, peygamberimiz aleyhissalâtü ve’s-selâmın harpleri için getirdikleridir. Bu takdi-
re göre peygamberimiz aleyhissalâtü ve’s-selâmın cihâd-ı azîm ve fütühât-ı
fahîmesinden kinâye olur. Nitekim ilk manaya şu hadis delâlet eder; “inne evvele men
yedhulü’l-cennete Hammâdûne alâ külli hâlin yü’kadü lehüm yevme’l-kıyâmeti livâi’l-hamdi fe
yedhulûn” zira Hammâdûn’dan murad bu ümmettir. Livâ-ı hamdden murad, peygam-
berimiz aleyhissalâtü ve’s-selâmın yed-i şerîfinde olandır. Nitekim hadîsi geçti.
“ve mâliki ezmineti’l-mecdi’l-esnâ” manası; öyle Ekrem halâik ki refî ve şerîf olan
azîmet ve keremin ezme ve dizginin mâliki mutasarrafıdır. Malum ola ki mâlik sâhib ve
mutasarrıfa derler. Ezme, teşdîd ile feresin başına vurdukları nesnedir ki dizgin tabir
olunur. Mecd, azîmet ve kereme derler. Bazıları galebeye dediler bu mana küffâra nisbet
ile zâhirdir. Ve bazıları eder mecd âbâ cihetinden olan şerefe mahsustur. Bu mana dahî
murad olunmak caizdir. Zira peygamberimiz aleyhisselâm aslâb-ı tâhireden ehrâm-ı
nazîfeye intikal etmeden zâil olmadığı için şerîf ve âlî oldu. Ve esnâ, sîn-i mühmele ile
ref ve ziyâde âlî demektir.
“şâhidi esrâri’l-ezel” manası; dahî evvel cemî mevcûdâtın efdali ve erkemi ki ezelin
esrârı olan Hak sübhânehû ve Teâlânın şahididir. Zira şahid lügatta, şehâdet edene der-
ler. Bir şeyin sıhhatini görüp kemâl ile âlim olduktan sonra îlâm edip haber vermektir.
Zira peygamberimiz aleyhissalâtü ve’s-selâm evveli olmayan zamanda mevcut olan Hak
sübhânehû ve Teâlânın cemî’ halâika hâlik ve ancak kemâl-i ibâdet ve taate lâyık oldu-
ğunun sıhatine şâhid ve kemâl-i yakîn ile âlim olduktan sonra emriyle cemî’ nâsa ihbâr
94 En’âm, 6/90.
95 Âl-i İmrân, 3/110.
H. Mahmut Yücer / Tarîkat Geleneğinde Salavât-ı Şerîfe ve Müstakimzâde’nin Şerh-i Evrâd-ı Kâdirî adlı Eseri 281
102 “Allah sana Kitab’ı ve hikmeti indirmiş ve sana bilmediğini öğretmiştir. Allah7ın lütfu sana gerçekten
büyük olmuştur.” Nisâ, 4/113.
103 “O halde (Rasûlüm! Şeraîtin tesisinde, eziyetlere) peygamberlerden azim sahiplerinin sabrettikleri gibi
sen de sabret.” Ahkâf, 46/35.
104 “İyilik edenler ve iyi davrananlara daha güzeli ve ziyâdesi vardır.” Yunus, 10/26.
H. Mahmut Yücer / Tarîkat Geleneğinde Salavât-ı Şerîfe ve Müstakimzâde’nin Şerh-i Evrâd-ı Kâdirî adlı Eseri 283
ademinde bir sınıf menâfi-i azîme ve bir nev-i semerât-ı cismiyenin ademi lazım gelir.
Kezâlik peygamberimiz aleyhisselâm cemî mevcûdât-ı ulviye ve süfliyenin dârında
müntakîm ve müntefi olmasına sebep olduğu ecilden ayn’in noktasına teşbih ve temsil
olunmuştur.
Ve yine malum ola ki vücûd-ı ulvîden murad, melâike-i semâvât yahut mutlakan
melâike yahut enbiya aleyhisselâmdır. Vücûd-ı süflîden murad, ehl-i arz yahut
mutlakan peygamber olmayan nev-i insandır. Zira peygamberimiz aleyhisselâm bunla-
rın cümlesinde sırr-ı ayn olduğunda iştibâh yoktur. Ve bu manaya şairin bu kavli delâlet
eder:
Küllü’l-mekârimi tahte tay-i bi devrihî
Velekad edâe’l-kevni ınde vürûdihî
Ve’l-bahru yekussu an mevâridi cûdihî
İnsânu aynü’l-vücûdi sırr-ı vücûdihî
“rûhı’l-cesedi’l-kevneyni” öyle cemî mevcûdâtın efdali ki âlem-i dünya ve ukbânın
yahut âlem-i gayb ve şehâdetin cesetlerinin rûhu menzilesindedir. Zira cemî mahlûkatın
ervâhları onun sebebiyle dirilip bulundukları gibi. Kezâlik peygamberimiz aleyhissalâtü
ve’s-selâmın halk olunduğu içindir. Nitekim Hak sübhanehû ve Teâlâ Âdem
aleyhisselâma buyurur; “felevlâ Muhammedün mâ halaktü Âdeme velevlâ Muhammedün mâ
halaktü’l-cennete ve’n-nâre”105
İmam Busîrî Kasîde-i Bürde de buyurur; “Levlâhu lem tahrüci’t-dünya mine’l-ademi”106
malum ola ki bu makamda ruhtan murad, insan kendi ile hüsn-i harakete kâdir olduğu
kuvvet-i latîfedir ki ademinden insanın ademi lâzım gelir. Ve cesed-i insanın bedeni ve
cismidir. Ve kevneynden murad, “kün” emrine mensup olan mevcûdâttır ki kimi dün-
yada ve kimi ukbâdadır. Yahut kevneynden murad, âlem-i gayb ve şehâdettir bu iki
takdire göre peygamberimiz aleyhissalâtü ve’s-selâm cemî ehl-i dünya ve âhiretin ceset-
lerinin rûhu menzilesindedir.
“ve ayni hayâti’d-dâreyni” manası; öyle cemî mevcûdâtın efdali ki dâr-ı dünyâ ve
ukbâda olan cemî men lehu’l-hayât, ayn-ı hayatı ve hakîkatıdır. Bu takdire göre mahal-
lin ismini hâle ıtlak kabilinden olur. Nitekim hafi değildir. Malum ola ki ayn-ı hakîkat
zâta derler. Ve hayat bir sıfattır ki mevsûfunu his ve harekete muktedir eder. Ve
dâreynden murad, dünya ve âhirettir.
“el-muhakkıkı bi a’lâ rütebi’l-ubûdiyyeti” manası; öyle cemî mahlûkâtın efdali ki
ubûdiyetin merâtib-i refîa ve menâzil-i aliyyesinin hakîkatini hak üzere beyan edicidir.
Zira muhakkık tahkîk edicidir. Tahkik dahî nesnenin hakîkatini hak üzere beyan eyle-
mektir. Ve rüteb, rütbenin çoğuludur. Merâtib-i menâzile derler.
Ubûdiyet, lügatta kulluk demektir. İbadet gibi. Peygamberimiz aleyhissalâtü ve’s-
selâm ibâdette cemî insanların efdalidir. Hatta salatta (namazda) tûl-i kıyâmından mü-
105 Muhammed (s) olmasaydı Âdem’i yaratmazdım, yine o olmasaydı Cenneti de Cehennemi de
yaratmazdım.
106 O olmasaydı dünya yokluktan kurtulamazdı.
284 Tasavvuf: İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, yıl: 6 [2005], sayı: 15
bârek kadem-i şerîflerine şiş ârız olurdu. Nitekim rivâyet olunur. “Kâme Rasûlüllah
sallahu aleyhi ve selem hatta tûremet kademâhu, fe kîle me’t-tekellüfi li hâzâ ve kad ğaferallahü
leke ma tekaddeme min zenbike vema teahhara. Kâle efelâ ekûnü abden şekûrâ”107 bu sebepten
ubûdiyeti cemî evsâfının efdali olup Hak sübhânehû ve Teâlâ “esrâ bi abdihî” diye haber
verip “esrâ bi rasûlihî” demedi.
“el-mütehallikı bi ahlâkı’l-makâmâti’l-ıstıfâiyyeti” manası; öyle cemî mevcûdâtın
efdali ki Hak sübhânehû ve Teâlânın ıstıfâ ve ihtiyâr kıldığı makâmâtın huy ve halkı ile
mütehallik ve muttasıftır. Zira peygamberimiz aleyhissalâtü ve’s-selâm “Tehallakû bi ah-
lâkı’llâh”108 sırrına vâsıl olup “ve inneke le alâ hulukın azîm”109 hitabına müstehak oldu.
Cüneyd Bağdâdî eder peygamberimiz aleyhisselâmın halk-ı azîm olduğu Hak
sübhânehû ve Teâlâdan gayriye himmeti ve kasdı olmadığı içindir. Hazret-i Ali
radıyellahu anh ve kerremeallahu vecheh eder âyet-i kerîmede peygamberimiz
aleyhissalâtü ve’s-selâmın halkına azîm tesmiye olunup dünyanın emtia-i kesîresine
“metâu’d-dünyâ kalîl” tesmiye olunduğundan malum oldu ki peygamberimiz
aleyhissalâtü ve’s-selâmın ahlâk-ı kerîmesi lâ yüâd velâ yühsâdır. Ve yine Hazret-i Aişe
radıyellahu anhden peygamberimiz aleyhissalâtü ve’s-selâmın halkından süâl olundu-
ğunda buyurdular ki “kâne hulukuhû el-Kur’ân-ı kerîm, eleste takra’ kad eflaha’l-mü’minûne
ellezînehüm fî salâtihim hâşiûn” yani huluku Kur’ân idi. Nitekim sûre-i kad efleha da
Kur’an huluku zikr olundu. Bununla beraber peygamberimiz aleyhissalâtü ve’s-selâm
“Allahümme kemâ hassente halkî fe hassin hulukî”110 kavliyle dua buyururlardı.
“el-halîli’l-a’zam” manası; öyle cemî masnûâtın efdali ki Hak sübhânehû ve
Teâlâ’nın muhabbeti ile kalbi tahallül edip tecrîd fi’llah edip inkıtâ ilallâh, i’râz an
gayrillah, safâ an kalbi billâh, ihlâs el-harekâtü lillâh eden halîlü a’zamdır. Nitekim bu-
yurur: “Lev küntü müttehızen halîlen gayra rabbî le’t-tehaztü Ebâ Bekrin”111
Peygamberimiz aleyhissalâtü ve’s-selâm Hak sübhânehû ve Teâlâdan gayri kimseyi
Halil ittihaz etmediğinden malum oldu ki Hak sübhânehû ve Teâlâ’nın halîlidir.
“el-habîbü’l-ekrem” manası; öyle cemî mükevvinâtın efdali ki, Hak sübhânehû ve
Teâlâ’nın mahbûb-ı erkemidir. Kur’ân-ı Kerîm’de peygamberimiz aleyhisselâmın “Ha-
bîb” olmasını sâhibü Keşşâf; “Mâ veddeake rabbüke vemâ kalâ” âyetinden istifade eyledi
lakin evveli olan “Kul in küntüm tühıbbûnellâhe fe’t-tebiûnî yuhbibkümüllâhi” nazm-ı kerî-
minden istifade olunduğunu kibâr-ı ulemâ tasrih eylemişlerdir. Ve hadîs-i şerîfte dahî
peygamberimiz aleyhissalâtü ve’s-selâm habîbullah olduğu musarrahtır. Nitekim buyu-
rur;“elâ ve ene habîbü’llâhi ve’l-efharu”.
107 Peygamberimiz ayakları şiştiği halde yine namaza kalktı. Denildi ki Allah senin geçmiş ve gelecek gü-
nahlarını bağışlamışken bu tekellüf nedendir? Dedi ki şükreden bir kul olmayayım mı?
108 Allah’ın Ahlâkı ile ahlaklanınız. Hadisçiler bu sözün kelâm-ı kibâr olduğunu, hadîs olmadığını
söylemişlerdir.
109 “Muhakkak ki sen büyük bir ahlâk üzeresin.” Kalem, 68/4
110 Ey Allahım; Yaratılışımı güzel yaptığın gibi ahlâkımı da güzelleştir.
111 Şayet rabbimden başka dost edinseydim Ebu Bekr’i edinirdim.
H. Mahmut Yücer / Tarîkat Geleneğinde Salavât-ı Şerîfe ve Müstakimzâde’nin Şerh-i Evrâd-ı Kâdirî adlı Eseri 285
İmam Cafer-i Sâdık rahimehullah aleyh der ki Hak sübhânehû ve Teâlâ İbrahim
aleyhisselâmın Halîl olduğunu işeretle beyan buyurduğu habîb, habîbinin halini izhâra
razı olmadığı içindir, şimdi bu fıkrada şeyhin halîli, habîb üzere takdimi ednâdan âlâya
terakkîye işâret içindir. Zira Halil muhabbeti galip olana derler. Yahut muhabbeti galib
olmadan mahbûbiyet galib olmadığı için takdim olunmuştur.
“seyyidinâ Muhammed ibn Abdillâh bin Abdilmuttalib” manası; öyle cemî mahlû-
kâtın efdali o bizin seyidimizdir. İsm-i şerîfi ve alem-i münîfi Muhammeddir. Pederinin
ismi Abdullah ve ceddinin ismi Abdulmuttalibdir. Seyyid, siyâdât ile muttasıf olandır.
Ve esbâb-ı siyâdet ile muttasıf olmuştur. Akl, hilm, siyânet, sıdk, sehâ, sabr, tevâzu, ıfâf,
hüsn-i hulk şimdi bu evsâf-ı hasene ve ahlâk-ı müstahsenenin kemâli peygamberimiz
aleyhissalâtü ve’s-selâmdadır ve ism-i Muhammed aslında merraten ba’de uhrâ hamd
ve senâ olmuş demektir. Ve bu ism-i şerîf müsemması olan zâta mutabıktır. Zira pey-
gamberimiz aleyhissalâtü ve’s-selâm dünyada ilim ve hikmeti îlâm eylediği için
mahmûd olup âhirette de Makâm-ı Mahmûd da şefaat-i kübrâsı için mahmuddur. Pey-
gamberimiz aleyhissalâtü ve’s-selâma Muhammed tesmiye olunması ceddi
Abdulmuttalib’e ilhâm iledir ki Hak sübhânehû ve Teâlâ bu mevcûdâtı halktan iki bin
sene önce peygamberimiz aleyhissalâtü ve’s-selâma Muhammed tesmiye edilmiştir. Ni-
tekim haberde vârid oldu; “innehû sümmiye bi Muhammedin kable’l-halkı bi elfi âmin”112
“ve alâ sâiri’l-enbiyâ-i ve’l-murselîn” manası; ve dahi sen yâ Allah cemî salavâtının
efdali ve erkemi olan salavâtı, bâkî âmme-i enbiyâ ve kâffe-i mürselîn aleyhimü’s-
selâmın üzerlerine kıl demektir. Murselîn, enbiyadan ahastır. Bu takdire göre atfü’l-hâs
ale’l-âm kabilinden olur.
“ve alâ melâiketike’l-mukarrabîn” Yâ Allah âmme-i salavâtının efdalini bi’t-tab’i
melâike-i mukarrabînin üzerlerine kıl demektir. Melâike-i mukarrabînden murad, dai-
ma marifet-i hak ile müstağrak olup başka meşguliyetlerden tenezzüh edenlerdir. Nite-
kim muhkem tenzilde Hak sübhânehû ve Teâlâ hazretleri bunları vasf eyleyip buyurur;
“yüsebbihûne’l-leyle ve’n-nehâra lâ yefturûn” Bu Melâike-i mukarrabîne “Illiyyûn”
de derler. Malum ola ki melâikenin bir kısmına da müdebbirât-ı emr derler. Zira Hak
sübhânehû ve Teâlâ’nın emirlerini takdîri üzere tedbir ederler. Ve bir kısmı dahi semâ-
vîdir. Aslâ yere nuzûl etmezler. Ve bir kısmı dahî arazîdir umûr-ı arza ta’yîn olunmuş-
lardır.
“ve alâ ıbâdillahi’s-sâlihîn min ehli’s-semâvât-ı ve ehli’l-aradîn” Yâ Allah sen âm-
me-i salavâtın efdalini bi’tab’ Hak sübhânehû ve Teâlâ hazretlerinin ıbâd-ı sâlihleri ki
hukûkullah ve hukûk-ı ıbâdih âlimler ve muktezâ-yı ilimleri ile âmiller üzerine kıl ki o
zatların kimi ehl-i semâvât ve melâike-i mutahharâttandır. Ve kimi ehl-i arzdandır. Me-
lâike-i mukarrabîn mahsus zikr olunup ve ıbâdüssâlihîn üzerlerine takdim olunduğu
havâs melâike-i avâm-ı beşerden ve avâm-ı melâikeden efdal olduğu içindir. Bu ecilden
havâs-ı beşer havâs-ı melâikeden efdal oldukları için zikirleri takdim olunup bizim pey-
112 Gerçekten mahlûkat yaratılmadan bin sene önce ona Muhammed denildi.
286 Tasavvuf: İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, yıl: 6 [2005], sayı: 15
Bundan sonra malum ola ki salavât-ı şerîfenin fezâili ve kerâmâtı lâ yüâd velâ yühsâdır.
Lakin mâ lâ yüdriku küllühû Lâ yütraku kulluh113 mefhûmunca bazısını zikr edelim. Evvelâ
salât ve selâm etmede Hak sübhânehû ve Teâlâ hazretlerinin emrine imtisâl vardır. Bu
ecilden ol hazretin her seferinde ism-i şerîfi zikr olundukta salâtın vâcib olmasına
Tahâvî zâhib olmuştur. Muhakkıkîn secde-i tilâvete kıyas edip bir mecliste on kere ism-i
şerîfi zikr olunsa bir salât ile vâcib edâ olunur dediler ve cumhûr-ı ulemâ ömründe bir
kere salavât farzdır, sâir sünnet yahut müstehabtır dediler. Ve fetvâ dahî bu kavl üzere-
dir. Hak sübhânehû ve Teâlâ’ya ve melâikeye muvafakat vardır. Zira Hak Teâlâ ve me-
lâike kendine salât ederler. Ve edene on derece ref olunup ve on hasane kitâbet olunur,
on seyyiesi mahv olunur. Hak celle ve alâ salât ile olunan duaları kabul eder. Ve şefaat-i
Nebî’ye müstahak olup mağfiret-i zünûbe sebep olur. Mevtten önce cennet ile tebşîr
olunur. Kıyamet hevlinden necât bulur. Kıyâmette ehline hasret ile rucû etmeden emin
olur. Peygamberimiz aleyhissalâtü ve’s-selâmın ındinde ismi zikr olunur “Bahîl” ismini
insandan nefy eder. Tarîk-ı cennet kendine delâlet olunup mahbesten necât bulur Sırat
üzerinde musallâya hırz olup zikr-i cemîli ehl-i semâ ve arzın beyninde bâkî kalır. Ve
ömrünün berekâtına sebep olur Rasûlullah sallahu aleyhi ve sellemin muhabbetine se-
bep olur. Kendine dahi peygamberimiz aleyhissalâtü ve’s-sselâmın muhabbetini îrâs
eder. Hayât-ı kalbe sebep olur. Zira hukûk-ı rasûlüllah sallallahu aleyhi ve selem lâ
yüad velâ yühsâdır.
Yine salavâtın fâide-i kesîresi ve avâid-i kebîresi muzâyekada ve mühimmâtta ve
kadâ-i hâcâtta zâhir ve müşâhiddir. Amma peygamberimiz aleyhissalâtü ve’s-selâma
salavâtın mevâzi-i dahi çoktur. Lâkin ammeye lâzım olan âhir-i teşehhüde, salât-ı cenâ-
zenin ikinci tekbirinden sonra, Cuma, bayram ve istiskâ hutbelerinde, nikah akdi hutbe-
sinde müezzine icâbetten sonra ve zikrullah için toplandıklarında, her zî-bâl-i emrin ev-
velinde, ortasında, sonunda, mescide girişte, Cuma günlerinde, her ismi zikr olundu-
ğunda, ismi yazılan yerlerde, meclislerden ayrılmadan önce, peygamberimiz
aleyhissalâtü ve’s-selâmın kabr-i şerîfinde ziyarete durdukta, çarşıya çıkışta, eve girişte,
gam ve hüzn vakitlerinde, mağfiret talebi zamanlarında, vaaz ve tezkîre, tedrîs başla-
rında, güneh sâdır olduğu vakit fakri nefy murad, eylediğinde uykudan önce, uykudan
uyanınca, abdestten ayrılırken, Cuma namazından Akşam ve sabah namazından sonra
def-i atâs eyledikte hamdden sonra ve tanîn-i üzünde ve bir şeyi unuttukta hatırlamak
için kazâ-yı havâcı ındinde salavât etmektir. Ulemâ-yı kirâm ve fuzelâ-yı ızâm bu fezâil-
i adîde ve mevâdi-i kesîrenin kimini ehâdis ve ahbâr, kimini kıyas ve îtibâr kimini âsâr-ı
sâlihîn ile isbât edip kitaplarında zikr etmişlerdir ki bu mahalde delâil hazf olunup
mesâil üzerine iktisâr olundu.
Vallâhu a’lemu bi’s-savâb ve ene ahmedullâhi alâ itmâmi hâzihi’n-nîmeti ve
es’elühü’l-mezîde min inâyetihi’l-amiyyeti ve rahmâniyyetihi’r-rahîmeti. Ve üsallî alâ
men kâne fedâilihi meşhûreten bel mütevâtireten ve hasâisühû şâyiatün sâiratün. Ve alâ
âlihî ve ashâbihî salâten münciyeten vâfiraten. Sümme’l-mes’ûlü min efdali’l-efâdıli ve
eşrafi’l-emâsili en yenzurû fî hâzihi’l-evrâkı bi ayni’r-rıdâ bi hakkı’l-meliki’l-hallâkı ve
yüsallihû mâ fîhi sehven ve halelen fe innellâhe lâ yuzîu ecre men husne amelen.
Bi mennihî Teâlâ Kutbü’l-a’zam gavsü’l-efham muktezâ-yı tarîkat ve pîşvâ-yı hakî-
kat muhyi’l-milleti ve’d-dîn kıdvetü erbâbi’l-yakîn, eş-Şeyh Abdulkâdir Gîlânî kıddıse
sirruhu’r-Rahmânî hazretlerinin makâm-ı cem ve rütbe-i kemâlden izhâr ve ibrâz bu-
yurdukları salavât-ı şerîfe-i feyz-i eserlerinden ba’zı icmâl ve rümûzâtını şerh ve îzah
zımnında menbaü’l-irfân Sa’deddin Süleyman Müstakimzâde ekramehu’l-mevlâ bi’l-
288 Tasavvuf: İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, yıl: 6 [2005], sayı: 15
Özet