You are on page 1of 161

ÇALINMIŞ HASAT

Küresel Gıda Soygunu

Vandana Shiva

b g s t Yayınları
b g s t Yayınlan-6
Ekoloji-ı
Ç alınm ış H asat
K ü resel G ıd a Soygu n u
Vandana Shiva
South End Press, Cambridge, MA (2000)
Türkçesi: Ali K. Saysel

Birinci Basım
İstanbul, Şubat 2006
© b g s t Yayınları

Yayına Hazırlayan: Ali K. Saysel


Kapak ve Kitap Tasarım ı:'Rauf Kösemen
Kapak Fikri: Mahir Karaçam
Kapak Deseni: Murat Özgül
Mizanpaj: Meltem Aravi

Baskı: Mart Matbaacılık Sanatları


Kağıthane/İstanbul
0212 321 23 00

ISBN: 975-6165-05-7

Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu


Tomtom Mah. Kaymakam Reşat Bey Sok. 9/1
Beyoglu/lstanbul
0212 2 5 119 21
www.bgst.org
bgstyayin larisbgst.org
ÇALINMIŞ HASAT
Küresel Gıda Soygunu

Vandana Shiva

Türkçesi: Ali K. Saysel

b g S t Yayınları
Vandana Shiva: Vandana Shiva, dünyaca ünlü çevre ve ekoloji
düşünürü, araştırmacı ve aktivisttir. Biyoçeşitlilik ve gen kaynaklarının
korunması; gıda güvenliği; büyük şirketlerin egemenliğindeki küreselleşmeye
karşı kırsal yoksulların savunulması: ve kadının güçlendirilmesi başlıca
faaliyet alanları arasındadır. 1982 senesinde, "halkın üzerinde değil, halkla
birlikte katılıma anlayışa dayalı araştırmalar yapmak üzere" Bilim. Teknoloji
ve Ckotoji Arattırma Vakanı kurmuştur. Hindistan'ın canlı kaynaklarını
ve özellikle yerli tohum çeşitliliğini ve bütünlüğünü korumak üzere, 1991
senesinde, kırsal cemaatlerle birlikte N avdanya ulusal hareketeni
başlatmıştır (www.vshiva.net).

Vandana Shiva, Uluslararası Küreselleşme Forumunun önderlerindendir


ve 1993'te Alternatif Nobel Ödülüne (Ri$hl Livetihood Aıvard) layık
görülmüştür. Tarmı, ekoloji, küreselleşme ve kırsal cemaatler hakkında
çok sayıda kitabı bulunan Shiva. Znet sitesine (www.zmag.org) aylık yorum
ve makaleleriyle katkıda bulunmaktadır. Bu yazıların bir kısmının
Türkçe çevirilerin e w w w .zm ag.org/turkey adresin den ulaşm ak
mümkündür. Vandana Shiva'nın diğer bir kitabı, Su Savaşları (VVater
VVarâ. South End Press, 2001) bgst yayınları tarafından yayınlanacaktır.
İÇİNDEKİLER

7 G iriş

12 ı. B ö lü m . Küresel Gıda Soygunu

31 2. B ö lü m : Soya Emperyalizmi ve Yerel Gıda


Kültürlerinin Yok Edilişi

48 3 . B ö lü m . Denizin Altında Çalınmış Hasat

71 4. B ö lü m . Deli Danalar ve Kutsal İnekler

96 5 . B ö lü m . Çalınmış Tohum

115 6. B ö lü m . Gen Mühendisliği ve Gıda Güvenliği

140 7. B ölüm . Gıda Demokrasisini Yeniden Kazanmak

148 S o tu ö z

151 İn d e k i
GİRİŞ
Son yirmi yıldır bir ekoloji aktivisti ve organik entelektüel olarak
uğraştığım her meselede, endüstriyel ekonominin "büyüme" olarak
adlandırdığı şeyin aslında doğa ve insanlar aleyhine yapılan bir tür
hırsızlık olduğu ortaya çıktı.

Ormanları yok etmenin veya endüstriyel hammadde elde etmek için


doğal ormanları çam ve okaliptüs monokültürlerine" dönüştürm e­
nin kâr.ve büyüme yarattığı doğrudur. Ama bu büyüme, orman bi-
yoçeşitlilığinin" ve toprak ve su koruma kapasitesinin çalınması üze-
-rine kuruluyor. Bu büyüme, orman köylülerinin gıda, yem, yakıt, lif
ve ilaç kaynaklarının, taşkın ve kuraklık güvenliğinin çalınm ası
üzerine kuruluyor.

Pek çok çevreci, bir doğal ormanın monokültüre dönüştürülm esi­


nin yoksullaşm a olduğunu kabul ettiği halde bu kavrayışı endüst­
riyel tarımı da kapsayacak şekilde genişletmez. Endüstriyel tarımın
daha fazla gıda üretmek ve açlığı azaltmak için bir ihtiyaç olduğu
safsatası büyük şirketler tarafından üretilmiştir ve pek çok anaakım
çevreci ve kalkınma örgütü tarafından da paylaşılm aktadır. Bir­
çokları, yoğun ve endüstriyel tarımın kaynak tasarrufu sağladığı­
na ve dolayısıyla da türleri koruduğuna inanmaktadır. Fakat büyü­
me yanılsaması, ormancılıkta olduğu kadar tarımda da doğaya ve

Tek bir ürün çeşidine dayalı tarımsal üretim sistemi - y. h. n.


Bir ekosistemde yaşayan canlıların gen ve tür zenginliği —y. h. n.
8 I Çalınm ış H a m t | V an d an a Shiva

yoksullara karşı yapılan soygunu gizlemekte, kıtlık yaratılmasını bü­


yüme olarak maskelemektedir.

Küreselleşm iş ekonominin yaygınlaşm aya başlam asıyla bu soygun


daha da şiddetlenm iştir. Güm rükler ve Ticaret Genel Anlaşma-
sf(GATT) Uruguay Turunun 1994'te tamamlanması ve Dünya Tica­
ret Örgütü'nün" (DTÖ) kurulması, büyük şirketlerin doğadan ve
insanlardan hasat çalm aya dayalı büyümelerini kurumsallaştırmış
ve yasallaştırm ıştı. DTÖ'nün Ticaretle İlgili Fikri Mülkiyet Haklan
Anlaşması“ " tohum saklama ve tohum paylaşmayı suç haline getir­
mektedir. Tarım Anlaşması, genetiği değiştirilmiş gıda ürünlerin­
den diğer ülkelere ucuz fiyata satmak yoluyla kurtulmayı yasallaş­
tırmakta, farklı gıda sistem lerine temel oluşturan biyolojik ve kül­
türel çeşitliliğin korunmasına yönelik eylemleri suç olarak kabul et­
mektedir.

GATT’a bir tepki olarak başlayan küreselleşm e karşıtı hareket mu­


azzam bir şekilde büyüdü ve ben de bu harekette yer alma onuru­
na sahip oldum. Üçüncü Dünya Şebekesi'nde’" ’ yer alan -araların­
da Chakravarty Raghavan’m da bulunduğu- arkadaşlarım ve Ulus­
lararası Küreselleşm e F o r u m u n d a y e r alan harika insanlar, ta­
rihin sona erdiğinin iddia edildiği bir dönem de küreselleşm eye
meydan okuma cesareti gösteren cesur ve yaratıcı bir topluluk
oluşturm ayı başardılar. Küresel ölçekte, gen m ühendisliğine ve
büyük şirketlerin tarım üzerindeki kontrolüne karşı çıkan yurttaş
hareketlerinin, genetiği değiştirilmiş ürünlere ilişkin kaygıları tica­
ret ve ekonom iyle ilgili tartışm aların merkezine taşıdıklarına tanık

General Agreement on Tariffs and Trade

” World Trade Organization.


Trade Related Intellectual Property Rights Agreement.
Third World Network.
Global Forum on Globalization.
BCST | Ekoloji D izin | 9

olduk. Biyoyıkım’ konulu St. Louis Toplantısı’nda, İsviçre ve Avus­


turya'da gen mühendisliği için yapılan halkoylam alarm da ve Bri­
tanya'da, genetiği değiştirilm iş ürünlerin ticaretini "Beş Yıl Don­
dur" kam panyasında dev şirketleri karşılarına alan ve onların ka­
derini etkileyen, zamanımızın en cesur ve yaratıcı insanlarının
bazılarıyla çalıştım. Hükümetleri kendi kuklaları haline getiren ve
kendi çıkarlarını korumak için DTÖ gibi kurum ve araçları yaratan
büyük şirketler artık sıradan insanlar karşısında hesap verm ek
zorunda kalıyorlar.

Çalınmış Hasadı Kurtarm ak İçin Verilen M ücadelenin


Kısa Bir Tarihi

1987'de Dag Hammarskjöld Vakfı "Yaşamın Kanunları”” başlıklı bir


biyoteknoloji toplantısı düzenledi. Bu etkinlik, gen mühendisliği ve
patentlem eye ilişkin yeni yeni ortaya çıkmakta olan problem lerin
saptanmasında temel bir dönüm noktası oldu. Bu toplantıda, dev
kimya şirketlerinin kendilerini "yaşam bilimleri" şirketleri konumu­
na getirm eye çalıştıkları ve bunun amacının da patentler, gen mü­
hendisliği ve şirket birleşm eleri yoluyla tarımı kontrol altına almak
olduğu tespit edildi. O toplantıda hayatımın gelecek on yılını, y a ­
şam ve canlı kaynaklar üzerindeki tekelleri önlemenin bir yolunu
bulmak için direnm eye ve yaratıcı alternatifler üretm eye adamam
gerektiğine karar verdim.

Attığım ilk adım N a vd a n y a hareketini başlatmak oldu. Navdanya,


tohumları saklamayı, biyoçeşitliliği korumayı, tohum ve tarımı te­
kellerin denetiminden kurtarmayı amaçlayan bir hareketti. Navdan­
ya ailesi Hindistan’ın altı eyaletinde, topluluğa ait 16 tohum ban­
kası kurdu. Navdanya bugün biyoçeşitliliği koruyan, kimyasallardan

Bıodevasiation

"Lavvs o f Ufe*.
ip | Çalınmış H asat | Vandana Shiva

arındırılmış tarımcılık yapan ve doğanın ve atalarının kendilerine


armağanı olan tohumlan ve biyoçeşitliliği saklamaya ve paylaşm a­
ya devam etmekte kararlı olan binlerce üyeye sahiptir. Navdanya'nın
tohum saklama kararlılığı, tohum saklamayı suç sayan patent y a ­
salarıyla işbirliği yapam ayacağımızı göstermektedir.

Üçüncü Dünya'nın yoksul halklarına alt kaynakların dev şirketle­


re kazanç sağlamak am acıyla soyulm asının tek aracı DTÖ'nün d a­
yattığı tohum patent yasaları değildir. 1994’te Hindistan'ın kıyı top­
lulukları, 7000 kilometrelik kıyı şeridi boyunca bir kanser gibi y a ­
yılmakta olan endüstriyel karidesçiliğe karşı yürüttükleri m ücade­
leyi desteklemem için beni davet etti. Jaganathans adındaki Gand-
Itivari muhteşem bir çift, kıyı ekosisteminin ve kıyı topluluklarının
mahvolmasını engellemek için şiddet içermeyen doğrudan eylemin,
"karides icıtyagra/ra'sm ın''' önderliğini yürütüyordu. 1996 senesin­
de Hindistan Yüksek Mahkemesi’ne getirilen bir davada karides ye­
tiştirme endüstrisine karşı koymak üzere Orıssa'dan Bankey Beha-
ri Das, Kerala'dan Tom Kochery, Tamil Nadu'dan Jesurithinam ,
Goa'dan Claude Alvares ve Andhra Pradesh'ten Jacob Dharmaraj
gibi insanlarla bir araya geldik. Mahkeme bizim lehimize karar ver­
miş olmasına karşın ticari çıkarlar, bu kararı tersine çevirm e gay­
retini sürdürmektedir.

Ağustos ıgçB'de soya fasulyesi yağının zorla kabul ettirilmesinin ar­


dından Hindistan yemeklik yağ ekonomisinin yok edilişine tanık ol­
dum. Bu, tarım ve gıda ekonom isinin her sektöründe tekrarlanan
bir kalıptı. Kadın ve çiftçi hareketleri, geçim kaynaklarının ve ge-

‘ Sapıagm ü n terimi, Hini dilinde 'g e rç e k ' ve "sıkı sıkıya bağlı olm ak' sözcüklerinin
birleşiminden oluşmakladır Gandhı bu terimi, adıl olmayan bir yasaya karşı çıkmak, yasayı
ihlal etmek ve bu İhlalin sonuçlarına katlanmak üzerine kurulu pasif direniş yoluyla, yasayı
çıkaranların gerçeğin farkına varmasını, kararlarını ve eylemlerim değiştirmesini sağlamaya
yönelik eylem stratejisini tanımlamak için kullanmıştır yhıı
BOST | Ckoloji Dızıtı | 11

leneksel gıda kültürlerinin yok edilmesini engellem ek amacıyla,


sübvanse edilen soyayağıntn ithaline karşı direndiler. Bunu yapa­
rak, gen mühendisliğinden arınmış gıdanın sadece zengin tüketici­
lere özgü bir lüks olmadığını gösterdiler. Bu da. güvenli, erişilebi­
lir ve kültürel açıdan uygun gıda hakkının temel bir unsurudur.

Mohandas K. Gandhi'nin Britanyalılara verdiği "Hindistan'ı Terk Et"


mesajını anma çerçevesinde Hindistanı Terk Et Günü olarak kutla­
nan 9 Ağustos 1998'de, tohum ve gıdamızın büyük şirketler tarafın­
dan soyulmasına karşı "Monsanto, Hindistan’ı Terk Et" kam panya­
sını başlattık. Genetiği değiştirilmiş tohumlara ve gıdaya karşı geliş­
tirilen bu hareket artık, çiftçileri, tüketicileri, aktivistleri ve bilimin-
sanlarını içeren küresel bir yurttaş hareketine dönüşmüştür. Bu ki­
tap, küresel şirketlerin gıda ve tarım sistemlerini yok edişinin oldu­
ğu kadar buna karşı direnen halk hareketlerinin de bir hikâyesidir.

Heyecan verici bir zamanda yaşıyoruz. Bu kitabın gösterdiği gibi, bü­


yük şirketlerin yaşamımızı kontrol etmesi ve dünyaya hükmetme­
si hiç de kaçınılmaz değildir. Kendi geleceğimizi biçimlendirmek için
gerçek olanaklarım ız var. Bu noktada, bizleri besleyen gıdanın ça ­
lınmasını engellemek için ekolojik ve toplumsal bir görevle karşı kar-
şıyayız.

Bu hareket bizlere. tüm türlerin ve tüm insanların özgürlüğü ve kur­


tuluşu için çalışabilm e şansı tanıyor. Gıda kadar basit ve tem el bir
şey, bu çok sayıda ve çok çeşitli özgürlükler için bir buluşma yeri
haline gelmiştir ve her kim olursak olalım, her nerede bulunursak
bulunalım, hepimiz bu hareketin bir parçası olma imkânına sahibiz.
1

KÜRESEL GIDA SOYGUNU

Gıda en temel ihtiyacımızdır, yaşam ın temelidir.

Eski bir Hint U p a n iih a d 'ı' şöyle der: "Tüm canlılar o n n a'd an (gı­
da) doğmuştur. Dünyada var olan her şey a n n a ’dan doğar, a n n a ’yla
yaşar ve sonunda antta ile buluşur. Aslında varlıklar arasında dün­
yaya ilk gelen a n n a ’d ır.’’1

Bengal'de, 1943'teki kıtlıkta 3,5 milyondan fazla irvsan yaşam ını yi­
tirdi. 20 milyon insan bu kıtlıktan doğrudan etkilendi. Gıda ürün­
leri köylülerden sömürgeci bir rant toplama sistemi altında zorla
alınmıştı. Halkın giderek daha fazla a ç kalmasına rağmen gıda ih­
racı devam etti. Bengalli yazar Kali Charan Ghosh'a göre 1943'te, aç­
lıktan çok kısa bir süre önce, Bengal'den 80.000 ton yemeklik ta­
hıl ihraç edildi. O sıralar, Hindistan, Britanya Ordusu için bir ikmal
üssü olarak kullanılmaktaydı. "Açlığın gölgesi Hindistan ufukların­
da dakika dakika yükselirken, diğer ülkelerin insanlarını beslem ek
için muazzam boyutlarda ihracata izin verilm ekteydi."2

Hindistan’ın ulusal üretiminin beşte birinden fazlasına savaşta kul­


lanılmak üzere el konmuştu. Açlıkla pençeleşen Bengal köylüleri üret­
tikleri gıdanın üçte ikisinden vazgeçmek zorunda kalmış; borçları
ikiye katlanmıştı. Bunlara bir de tacirlerin yaptığı spekülasyon,
stokçuluk ve vurgunculuk eklenince fiyatlar tavana vurmuştu. Yok-

Genel felsefi meseleleri işleyen, MÖ 1500 ile 500 seneleri arası Hindu kültürü ve tarihine
alt bir risale sınıfı - y . l ı ı ı
BGST | ek o lo ji Dizisi | u

sul Bengal köylüleri İmparatorluk'un savaşırım bedelini açlıkla ve


"Bengal köylülerinin, balıkçılarının ve zanaatkârlarının cenazesini
kaldırarak” ödemiştir.*

Yoksul düşmüş köylüler Kalküta'ya göçmüş; binlerce yoksul kadın


fahişeliğe, ebeveynler çocuklarını satmaya başlamıştı. "Köylerde ça­
kallar ve köpekler yarı ölü bedenleri kapabilmek için kavgaya tu-
tuşm uşlardı.”'*

Kriz başladığında, Bengal’de binlerce kadın gıda haklarını savunmak


üzere örgütlenm eye başladı. "Daha fazla tayın dağıtın" ve "gıda fi­
yatlarını düşürün" gibi sloganlar Bengal'in her yerindeki kadın
gruplarının sloganları olm uştuk

Kıtlığın ardından, köylüler üretilen gıdanın üçte ikisine veya tebha-


ş a ' payına sahip olmak düşüncesi etrafında örgütlenm eye başladı­
lar. Tebhaga hareketi doruğa ulaştığında 19 bölge ve 6 milyon insa­
nı kapsamaktaydı. Köylüler hasatlarının toprak ağaları ve Britanya
İmparatorluğunun vergi memurları tarafından çalınmasına göz yum­
mayı reddettiler. Her yerde şunu haykırıyorlardı: "Ja n debo tabu dhan
debo ne" —"canımızı veririz pirincimizi vermeyiz”. Thumniya köyün­
de polis, hasatlarının çalınmasına karşı koyan bazı köylüleri tutuk­
ladı. Bu köylüler, "çeltik çalmak" suçuyla yargılandılar.6

Bengal kıtlığından yarım yüzyıl sonra, hasat soygununu hak, hasat


saklamayı suç haline getiren yeni ve daha kurnaz bir sistem uygu­
lamaya kondu. Doğanın hasadını, tohum ve gıda için elde edilen ha­
sadı gasp etm eye yönelik yeni yöntemler, karmaşık serbest ticaret
anlaşm alarının ardına gizlendi.

Tebhaga'nın sözlük anlamı hasadın üçe bölünmesidir. Tebhaga hareketi, hasadın üçte
birinin mülk sahibine, üçte ikisinin yarıcılara kalmasını savunan yarıcıların hareketidir. -
y. h n
h | Çalınm ış H asat | Varidatın Slılva

Büyük Şirketlerin Gıda v e Tarım Soygunu

Gıdanın büyük şirketler tarafından kontrolünün ve tarımın küresel­


leşmesinin milyonlarca insanın rızkını ve gıda hakkını nasıl soydu­
ğunu anlatmak için Hindistan üzerinde odaklanıyorum; çünkü hem
ben bir Hintliyim, hem de Hindistan tarımı küresel şirketler tara­
fından özellikle hedef alınmaktadır. Hindistan halkının % 75'i rızkı­
nı tarımdan temin ettiği ve dünyadaki her dört çiftçiden biri Hint­
li olduğu için, küreselleşmenin Hindistan tarımı üzerindeki etkisi kü­
resel bir önem taşımaktadır.

Ne var ki bu çalınmış hasat fenomeni yalnızca Hindistan’a özgü d e­


ğildir. Küçük çiftçilerin ve çiftliklerin yok oluşa sürüklendiği; ürün
çeşitliliğinin yerini monokülrürlerin aldığı; tarım faaliyetinin, bes­
leyici ve çeşitli ürünlerin üretimi olmaktan çıkıp genetiği değişti­
rilmiş tohumlar, herbisitler ve pestisitler* için bir pazar-yaratma fa­
aliyetine dönüştüğü tüm toplumlarda yaşanmaktadır. Çiftçiler üre­
tici olmaktan çıkıp büyük şirketlerin patentlediği tarımsal ürünle­
rin tüketicisi haline dönüştükçe, pazarlar yerel ve ulusal düzeyde
çökertilip küresel düzeyde genişledikçe, "serbest ticaret" safsata­
sı ve küresel ekonomi de yoksulun gıda hakkının ve hatta yaşam a
hakkının zenginler tarafından çalınmasını sağlayan bir araç haline
gelmektedir. Çünkü dünya halkının % 70 gibi büyük bir çoğunluğu
geçimini gıda üretiminden elde etmektedir. Bu çiftçilerin çoğunlu­
ğu da kadındır. Oysa, endüstrileşm iş ülkelerde nüfusun yalnızca %
2’si çiftçidir.

Gıda Güvenliği Tohum dadır

Yüzyıllar boyunca, Üçüncü Dünya çiftçileri tarım ürünlerini geliş­


tirmiş ve bugün beslenmemizi sağlayan gıda çeşitliliğini bize arına-

Herbısıl. zararlı bitkileri yok eden kimyasal maddeler,- pestisit- zararlı canlıları yok eden
kimyasal maddeler - y h n.
BGST | Ckolojl DizM | ıs

ğan etmişlerdir. Hint çiftçileri yenilik ve çaprazlam,


çeşit pirinç türü geliştirm işlerdir. Basmati gibi pi
tirmişlerdir. Kırmızı, siyah ve kahverengi pirinç tür
lerdir. Ganj'ın taşkın sularında beş metre büyüye
ve denizlerin kıyı sularında yetişen tuza dayanık
yetiştirm işlerdir. Çiftçilerin yaptığı bu yenilikler
Doğal tohum çeşitliliğini korumayı amaçlayan biz
ceketimizde yer alan çiftçiler de hâlâ yeni türler

Çiftçi için tohum yalnızca gelecekteki bitkiler ve


nak değildir; kültür ve tarih de tohum içinde sak
zincirinin ilk halkasıdır. Tohum gıda güvenliğinin r

Çiftçiler arasında serbest tohum değiş tokuşu biyt


ğu kadar gıda güvenliğinin de temelini oluşturmak
kuş, işbirliği ve karşılıklılığa dayanır. Tohum deği
teyen çiftçi, genellikle aldığı tohumun karşılığı ol
stndan eşit miktarda tohum verir.

Çiftçiler arasındaki serbest değiş tokuş sadece tc


ğildir; fikir ve bilgilerin, kültür ve mirasın değiş tc
Bu, geleneğin ve tohumların nasıl işleneceği bilgi:
dir. Çiftçiler ileride yetiştirm ek istedikleri bitkileri
bitkilerin diğer çiftçilerin tarlalarında nasıl yet
edinirler.

Çeltik ya da pirinç ülkenin pek çok yerinde dinsel


tir ve pek çok dinsel törenin önemli bir parçasıc
pirinci türlerinin yetiştirildiği Chattisgarh'ta düzı
livali, biyoçeşitliliği korumanın pek çok ilkesine
ney Hindistan'da pirinç taneleri uğurlu veya a k i
bul edilmektedir, kumkum ve hintsafranı ile kanştıı
cıyla dağıtılır. Rahibe, dinsel bir saygının ifadesi o
it | Çalınmış Haza; | Vanriana Shıva

hindistanceviziyle birlikte pirinç hediye edilir. Tohum, yaprak ve çi­


çekleri dinsel törenlerin önemli bir parçasını oluşturan diğer tarım­
sal ürünler hindistancevizi, tembul bitkisi, areka cevizi, buğday, par-
makdarısı ( e le m in e c o ra c a n a ) ve küçük darı (p a n ie u n mitiare).
bakla, karabarbunya, nohut, bezelye, susam, şekerkam ışı, caka
(a rto ca rp m h e te ro p h y llm ) tohumu, kakule, zencefil, muz ve bek-
taşiüzümüdür.'

Yeni tohumlara önce tapınılır ve ancak ondan sonra bu tohumlar


ekilir. Yeni ürünlere de tüketilmeden önce ibadet edilir. Hasat fes­
tivallerinin yanı sıra tohum dikiminden önce tarlalarda yapılan
festivaller de insanların doğayla yakınlığını sembolize e d e r? Çift­
çi için tarla anadır; tarlaya tapınmak, bir ana olarak kendi çocuk­
ları olan m ilyonlarca yaşam biçimini besleyen toprağa saygının
göstergesidir.

Fakat, Dünya Ticaret Örgütü’nün (DTÖ) Ticaretle İlgili Fikri Mülki­


yet Hakları Anlaşması'yla evrenselleştirilen yeni fikri mülkiyet hak­
kı rejimleri, büyük şirketlere, tohum bilgisini gasp etm e ve bu bilgi­
yi özel mülkiyet ilan ederek tekelleştirme hakkı tanımaktadır. Zaman­
la tohumun kendisi üzerinde büyük şirket tekelleri yaratılmaktadır.

ABD'li RiceTec gibi bazı şirketler Basmati pirinci üzerinde patent hak­
kı iddia etmektedir. Doğu Asya'da evrimleşm iş olan soya fasulye­
si, şimdi M onsanto'nun sahibi olduğu Calgene tarafından patent-
lenmiştir. Calgene. Hindistan kökenli bir bitki olan hardal üzerin­
de de çeşitli patentlere sahiptir. Büyük şirketlerin tohumlar ve bit­
kiler üzerinde fikri mülkiyet hakkı iddia etmesi nedeniyle köylüle­
rin ve çiftçilerin yüzyıllara yayılan kolektif yenilik ve buluşları gasp
edilmektedir.8

Bitkilerin latince adları orijinal metinde yer almamaktadır Türkçe ve başka dillerdeki
karşılıklarım daha kesin ilade edebilmek İçin çeviriye eklenmiştir. - y h. n
BGST I ekoloji Diztil I 17

"Serb est Ticaret” veya "Zoraki Ticaret”

Bugün on büyük şirket, ticari tohum pazarının % 32'sini. yani 23


milyar dolarlık bölümünü, genetiği değiştirilmiş veya gen aktarıl­
mış tohum pazarının da % loo'ünü elinde bulundurmaktadır. 9 Bu şir­
ketler aynı zamanda küresel tarım kimyasalları ve pestisit pazar­
larını da kontrol etm ektedir. Küresel tahıl pazarı sadece beş şirke­
tin egemenliği altındadır. 1998’te bu beş şirketten en büyüğü Car-
gill. ikinci büyük Continental'i satın alarak tahıl ticaretinde yegâ­
ne büyük faktör haline gelmiştir. Cargill ve Monsanto gibi tekeller
uluslararası ticaret anlaşm alarının, özellikle de Dünya Ticaret Ör-
gütü'nün (DTÖ) kuruluşuyla sonuçlanan Gümrükler ve Ticaret G e­
nel Anlaşması Uruguay Turu’nun biçimlenmesinde aktif olarak rol
almışlardır.

Tekellerin tarımsal üretim üzerindeki bu egemenliği, ihracatı her ne


-pahasına olursa olsun destekleyen yapısal uyum politikalarıyla bir­
leştiğinde. ABD ve Avrupa'dan Üçüncü D ünyaya doğru muazzam bir
gıda ihracatı yaratm aktadır. Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaş-
ması’nın (NAFTA) bir sonucu olarak, Meksika'da tüketilen ithal gı­
da oranı 1992'deki % 20 seviyesinden 1996'da % 43 seviyesin e yük­
selmiştir. NAFTA'dan 18 ay sonra 2,2 milyon Meksikalı işini kaybet­
ti. 40 milyon Meksikalı aşırı yoksulluk içerisine düştü. Her iki köy­
lüden biri yeterli gıdaya sahip değil. Victor Su aresin söylediği gi­
bi. "daha ucuz ithal ürünler yemek, Meksikalı yoksullar için hiçbir
şey yiyem em ek dem ektir."10

Filipinler'de şeker ithalatı ekonom iyi çökertti. Hindistan Kerala’da


zengin kauçuk plantasyonları kauçuk ithalatı nedeniyle y a şay a ­
maz hale geldi. 350 milyon dolarlık yerel kauçuk ekonomisi silindi
ve bu durum Kerala ekonom isinde 3,5 milyar dolarlık bir çarpan et-

North American Frce Trarie Agrcement.


la | Çalınmış H asat | Vandana Shiva

kist doğurdu. Kenya'da mısır ithalatı, fiyatları o derece düşürdü ki,


yerli çiftçiler üretim m aliyetlerini bile karşılayamadı.

Hindistan’da tarım ticaretinin liberalleştirilm esi 1991'de Dünya


Bankası/Uluslararası Para Fonu (IMF) yapısal uyum paketinin bir par­
çası olarak başladı. Pamuk üretilen arazi miktarı 1970'ler ve i98o!ler-
de azalmış olmasına karşın Dünya Bankası/IMF reformlarının ilk al­
tı ayında pamuk ekim alanı 1,7 milyon hektar arttı. Pamuk, gıda bit­
kilerinin yerini alm aya başladı. Yeni, melez pamuk tohumlarını
çiftçilere satm ak için köylerde karavanlar üzerinde video film gös­
terimlerini de içeren yırtıcı pazarlam a kam panyaları başlatıldı.
Tanrılar, tanrıçalar ve azizler bile bu kampanyadan kendilerini kur­
taramadı: Monsanto, Pencap'ta, ürünlerini Sih dininin kurucusu Gu-
ru Nanak'ın imajını kullanarak satmaktadır. Büyük şirketlerin me­
lez tohumları yerel çiftçilerin kullandığı .cinslerin yerini almaya
başlamıştır.

Ürün zararlılarına karşı dayanıksız olan yeni melez tohumlar daha


fazla pestisit ihtiyacı yaratm ıştır. Son derece yoksul olan çiftçiler
hem tohum hem de kimyasalları aynı şirketten krediyle satın almak
durumunda kalmışlardır. Ürün zararlılarının yoğun istilası veya ge­
niş ölçekli tohum başarısızlığı nedeniyle tüm ürün tarladan silin­
diğinde, çiftçiler kendilerini borç batağına sürükleyen başlıca ne­
den olan bu pestisitleri içerek intihar etmişlerdir. VVarangal bölge­
sinde, 1997'de. yaklaşık olarak 400 çiftçi ürün başarısızlığı nedeniy­
le intihar etmiştir; 1998’de de onlarca çiftçi intihar etmiştir.

Hindistan'ın birçok eyaletinde, ticari ürün yetiştirm e baskısı sonu­


cu özel şirketlere yüzlerce hektar araziyi kapatma izni verilmiştir.
Maharashtra eyaleti bahçecilik projelerini tavan arazi yasasından

’ Cash crop: gıda tüketimi amaçlı olmayıp satılmak iizcre yetiştirilen ürünler - y. h. n.

" Land celling legislation- bir tarım İşletmesinin sahip olabileceği en büyük arazi mlktannı
belirleyen yasa — y, h. n
B(OT I e k o lo ji Diziit I 19

muaf tutmuştur. Madhya Pradesh. özel işletm elere uzun vadeli ki­
ralama sistem iyle arazi tahsis etmektedir; işletm eler bu vadenin en
az 40 yıl olmasını istiyorlar. Andhra Pradesh ve Tamil Nadu'da özel
şirketler bugün ihracata yönelik karidesçilik için 120 hektardan faz­
la arazi elde etme hakkına sahipler. Bu arazilerde yapılacak tarım ­
sal üretimin büyük bir kısmı, temelde ulusaşırı şirketlerin içinde bu­
lunduğu yükselen gıda işleme endüstrisini besleyecek. Bu arada ABD,
Hindistan’ı gıda ithalatına getirdiği kısıtlamalar nedeniyle DTÖ'nün
uyuşmazlık jürisine şikâyet etti.

Bazen pazarlar başka araçlarla ele geçirilir. 1998 A ğustosunda Del­


hi hardalyağı üretiminin saflığı, katkı maddesi karıştırılarak gizem­
li bir şekilde bozuldu. Bu bozulma tek bir marka ile sınırlı değildi, tüm
Delhi'yi kapsıyordu, yani belirli bir işletmenin veya tacirin işi ola­
mazdı. 50'den fazla insan öldü. Hükümet tüm yerel yağ işleme tesis­
lerini kapattı ve soyayagı ithalatının serbest bırakıldığını duyurdu.
Küçük, ekolojik, soğuk baskı değirmenlerinde yağ elde eden milyon­
larca insan geçim kaynağından oldu. Yerli yağ tohumlarının fiyatı e s­
ki değerinin üçte birine düştü. Karnataka eyaletinde. Sira'da. polis
düşük fiyatları protesto eden gösterici çiftçilere silahla ateş açtı.

ithal edilen soya fasulyesinin Hindistan pazarını ele geçiriş hikâ­


yesi küreselleşm enin üzerine kurulu olduğu emperyalizmin çarpı­
cı bir örneğidir. Tek bir ülkeden bir iki büyük şirket tarafından it­
hal edilen tek bir bitki, yüzlerce gıda ve gıda üreticisinin yerini al­
mış, biyolojik ve kültürel çeşitliliği, ekonomik ve politik dem okra­
siyi yok etmiştir. Artık küçük değirm enler küçük çiftçilere ve yok­
sul tüketicilere düşük maliyetli, sağlıklı ve kültürel açıdan tüketil­
mesi uygun yağ hizmeti verememektedir. Çiftçilerin üretecekleri bit­
kiyi seçm e özgürlükleri ve tüketicilerin beslenecekleri gıdayı seç­
me özgürlükleri gasp edilmiş, çalınmıştır.
zo | Çalınmış H a s a t | V an d an a Shıva

M onokültürler M arifetiyle Açlık Yaratm ak

Son zamanlarda kendilerini "yaşam bilimleri” şirketleri olarak a d ­


landırmaya başlayan küresel kimya şirketleri, kendileri ve sahip ol­
dukları patentli ürünler olm asa dünyanın aç kalacağını iddia etm e­
ye başladı.

Monsanto Avrupa'ya yönelik ı,6 milyon dolarlık kampanyasında rek­


lamını şöyle yapmaktadır:

G elecek k u şakların aç lık la k arşılaşacağı kaygısını taşım ak on ları d o ­


yu rm aya yelm ez. D ünya nüfusu hızla bü yüm ekte, h e r on y ıld a üzeri­
n e Çin'in nüfusuna d en k bir n üfus eklenm ektedir. Eklenen bu m ilyar­
larca boğazı b e sle y e b ilm e k için d ah a fazla tarım sal arazi k u llan ab i­
liriz y a d a m evcu t arazi üzerinde d ah a fazla ürün e ld e e tm e y e 'ç a lış a ­
biliriz. 2 0 30 ’larda n üfusu ikiye k atla n a cak o lan bir d ü n yad a top rağa
bağım lılığım ız d ah a da artacaktır. T op rak erozyonu v e m ineral k ayıp ­
ları elimizdeki toprağı tüketecektir. Yağm ur orm anları gibi araziler ta ­
rıma a çılm aya zorlanacaktır. Gübre, insektisit’ v e herbisit tüketimi kü­
re se l o la ra k arta c ak tır. Biz M on santo o la ra k inan ıyoruz ki gıd a biyo-
tek n o lojisi g e le c e k için dah a doğru bir y o ld u r."

Fakat gıda tüm canlı türleri için gereklidir. Bu nedenledir ki Taitt-


reya Upani&had'i insanlara, erişebildikleri tüm canlıları beslem e­
leri çağrısında bulunur.

Endüstriyel tarım daha fazla gıda üretmemiştir. Aksine, çok çeşitli


gıda kaynaklarını tüketmiş, belirli ürünleri pazara daha fazla sü re­
bilmek için diğer türlerin gıdalarını çalmış ve bunu yaparken aşırı
miktarlarda fosil yakıt, su ve toksik" kimyasal madde kullanmıştır.

' Zararlı böcek yok edici kimyasal maddeler - y. h. n.


" Zehirli, zehirleyici - y . h. n.
BGST | Ckolojt D iziti | 21

Modern endüstriyel tarımda yaşanan Yeşil Devrim'in’ sözde muci­


ze türlerinin yüksek verim sağlam ak suretiyle açlığı önlediği iddia
edilir. Fakat bu yüksek verim, çiftliklerin toplam verimi dikkate
alındığında geçerliliğini yitirecektir. Yeşil Devrim, bitkinin büyüme­
sini sap kısmından tanelerine kaydırarak daha fazla tane üretir. Bu
"ayrıştırm a’ bitkileri cüceleştirm ek suretiyle başarılm ıştır; böyle­
likle bitkilerin aşırı dozda kimyasal gübre karşısında ayakta kala­
bilmesi de sağlanmıştır.

Fakat daha az sap, daha az hayvan yemi ve toprağa, kendisini oluş­


turan ve yeniden canlandıran milyonlarca organizmayı beslem esi
için daha az organik madde kalması anlamına gelmektedir. Yani yük­
sek buğday ve mısır verimi, çiftlik hayvanlarından ve toprak orga­
nizmalarından çalm an gıdalar sayesinde mümkün olabilmiştir. Sı­
ğırlar ve solucanlar gıda üretiminde bizim ortağımız ve yardım cı­
mız oldukları için onların gıdasını çalmak, gıda üretimini sürdüre­
bilmeyi zamanla imkânsızlaştırır; yani elde edilen kısmi verim a r­
tışları sürdürülebilir değildir.

Endüstriyel tarımla birlikte buğday ve mısır verim lerinde gözlenen


artış aynı zamanda küçük çiftliklerde üretilen diğer ürünlerden
vazgeçilmesi pahasına gerçekleşmiştir. Fasulye, baklagiller, m eyve­
ler ve sebzeler hem çiftliklerden hem de ürün hesaplarından silin­
mişlerdir. Ulusal ve uluslararası pazarlara bir iki üründen daha faz­
la tane ulaşacak diye. Üçüncü Dünya’nın çiftçi aileleri daha az gı­
da ile yetinm ek durumunda kalmıştır.

öyleyse, endüstriyel olarak üretilen ürünlerdeki "verim" artışı di­


ğer canlı türleri ve Üçüncü Dünya'nın yoksul kırsal halkından gıda
çalınması üzerine kuruludur. Küresel ölçekte daha fazla tahıl tane-

1960 lardan sonra dünya tanırlında yüksek tane venını sağlayan ve bol tanmsal girdi gerektiren
yeni melez tarla bitkisi türlerinin yaygın üretimini destekleyen topyekûn dönüşüm - y. h. n.
22 | Çatınmış H asat | Vandann Slntta

si üretildiği ve daha çok alınıp satıldığı halde. Üçüncü Dünya'da d a­


ha fazla insanın açlıkla karşı karşıya kalmasının nedeni de budur.
Küresel pazarlarda daha fazla ticari ürün bulunmaktadır, çünkü
doğadan ve yoksul insanlardan gıda çalınmaktadır.

Geleneksel tarım yöntem lerinin çok az dışsal girdi gerektirdiği ha­


tırlanacak olursa bunların üretkenliğinin her zaman için çok yük­
sek olduğu görülecektir. Yeşil Devrim’in mutlak anlamda daha yük­
sek üretkenliğe sahip bir sistem miş gibi tanıtılmasına karşın, kay­
nak kullanımı hesaba katıldığında üretkenliği önlediği ve verimsiz
olduğu görülmektedir.

Belki de Yeşil Devrim’in savunucuları tarafından yayılan en tem el­


siz uydurmalardan biri de yüksek verimli türlerin işlenen arazi mik­
tarını azalttığı ve böylelikle geriye kalan milyonlarca hektar arazi­
yi biyoçeşitlilik için koruduğudur. Fakat Hindistan'da koruma amaç­
lı olarak değerlendirilen arazi miktarı artmamakta, aksine endüst­
riyel besicilik arazi üzerindeki baskıyı artırmaktadır. Çünkü m ono­
kültürler tek bir ürün sağlamakta ve yerinden edilen diğer ürünler
ilave arazilerde veya "gölge arazilerde" üretilm ektedir.12

Geleneksel polikültürlerle* endüstriyel monokültürleri karşılaştı­


ran bir çalışma, bir polikültürün 5 birim girdi kullanarak 100 birim
gıda üretebildiğini, buna karşılık aynı 100 birimi üretecek bir mo-
nokültürün 300 birim girdi gerektirdiğini göstermektedir. İsraf edi­
len 295 birim ile 5900 birim ilave gıda üretilebilir. Yani endüstriyel
sistem 5900 birim gıda kaybına neden olmaktadır. Bu beslenm ek
için değil açlık için bir reçetedir

Kaynak israfı açlık yaratır. Yoğun dışsal girdi kullanımıyla ayakta


tutulan tek boyutlu monokültür uygulamaları yüzünden kaynak is­
raf eden yeni biyoteknolojiler, açlık ve gıda riski yaratm aktadır.

■ Çok çeşitli çiftlik ürünlerinin bir arada yetiştirilmesine dayalı tarımsal üretim sistemleri
— y, h. n.
BG ST | Ekoloji D im i \ a

İthal Ürünlerin Taşıdığı Risk

Pamuk gibi ticari ürünlerin üretiminin artması, temel gıda üretimi­


nin azalmasına, temel gıda Fiyatlarının yükselm esine ve yoksulla­
rın gıda tüketiminin düşm esine neden olur. Kıt arazi ve su kaynak­
ları Kuzey ülkelerindeki zenginlerin lüks tüketimine tahsis edildik­
çe yoksullar açlık çeker. Çiçekler, m eyveler, karides ve et Üçüncü
Dünya ülkelerinde desteklenen ihraç ürünleri arasındadır.

Hindistan'da 1991'de serb est ticaret politikaları ilk uygulam aya


alındığında tarım bakanı "gıda güvenliği depolardaki ürün değil, cep­
teki dolardır" demişti. Gıda güvenliğinin "kendi kendine yeterlilik"e
(yerel tüketim için yerel olarak yetiştirilen gıdalara) değil, "kendi
ayakları üzerinde durm a"ya (uluslararası pazarlardan satın alm a­
ya) bağlı olduğu defalarca söylenm işti. Kabul gören serbest ticaret
ideolojisine göre çiftlik karidesi, çiçek ve et ihracatından elde edi­
len gelir, gıda ithalatını finanse etmek için kullanılacaktır. B öyle­
likle, üretken kapasitenin yerel tüketim için gıda üretiminden alı­
narak Kuzeyli tüketicilerin lüks tüketim maddelerinin üretimine
tahsis edilmesinin neden olduğu herhangi bir eksilm e fazlasıyla
telafi edilecektir.

Ama İhracat için karides, çiçek ve et üretmek Hindistan gibi ülke­


lerde ne verimli ne de sürdürülebilirdir. Çiçek ihracı ele alındığın­
da, Hindistan'ın çiçek tarımını desteklem ek için döviz cinsinden 1,4
milyar rupi harcadığı ve sadece 320 milyon rupi kazandığı görüle-
cekrir.'* Diğer bir deyişle Hindistan, çiçek tarımından elde ettiği ge­
lirle, üretebilecek olduğu gıdanın ancak dörtte birini satın alabil-
m ektedir.1* Demek ki gıda güvenliğimiz % 75 azalmış ve döviz açığı­
mız 1 milyon rupiden fazla artmıştır.

Et ihracı söz konusu olduğunda, Hindistan’ın kazandığı her dolar,


sürdürülebilir tarım için çiftlik hayvanlan tarafından sağlanan 15 do­
24 | Çalınm ış H a ia t | Vandana Shiva

lar değerindeki ekolojik hizmeti yok etmektedir. Yeşil Devrim'den


önce, ekolojik serm aye yani sığırın kendisi değil, Hindistan'ın kül­
türel açıdan gelişkin ve ekolojik açıdan makul olan hayvancılık
ekonomisinin deri gibi yan ürünleri ihraç edilirdi. Bugün, tarımda
ihracat mantığının ağırlık kazanmasıyla birlikte, yüzyıllardır koru­
duğumuz ekolojik sermayemiz ihraç ediliyor. Dev mezbahalar ve hay­
van fabrikaları Hindistan'ın geleneksel hayvancılık ekonomisinin ye ­
rini alıyor. Sığırlar kesilip etleri ihraç edilirken, küçük çiftçi ve kü­
çük çiftliklere sağladığı yenilenebilir enerji ve gübre de bununla bir­
likte ihraç edilmektedir. Sığırların çiftlik sistem lerindeki bu çok
çeşitli fonksiyonları Hindistan'da kutsal inek metaforuyla korunmuş­
tur. Hükümet kuruluşları pek çok Hintli için kabul edilemez olan inek
kesimlerini "buffalo eti" diyerek kurnazca saklamaktadır.

Karides çiftlikleri söz konusu olduğunda, her bir hektar endüstri­


yel karides çiftliği için 200 hektar üretken ekosistemin feda edildi­
ği görülmektedir. İhracat geliri olarak elde edilen her bir dolar için
yerel ekonom ide altı ila on dolar değerinde tahribat meydana gel­
mektedir. Su kültürü çiftliklerinden elde edilen karides hasadı
Üçüncü Dünya'nın kıyı bölgelerindeki balıkçı ve tarımcı topluluk­
lardan çalınan bir hasattır. ABD, Japonya ve Avrupa pazarlarına ya­
pılan karides ihracatından elde edilen kârlar ulusal ve küresel eko­
nomik büyüme tablolarında sergilenm ektedir. Fakat, yerel gıda tü­
ketiminin. yeraltı sularının, balıkçılığın, tarımın ve bu sektörlerde­
ki geleneksel m esleklerle ilgili çeşitli geçim kaynaklarının tahriba­
tı, ihraç karidesin küresel ekonomik değerini değiştirmemektedir;
bu tahribat yalnızca yerel düzeyde yaşanmaktadır.

Hindistan'da yoğun' karides üreticiliği verimli kıyı şeritlerini mezar­


lığa çevirmiş, hem balıkçılığı hem de tarımı yok etmiştir. Tamil Na-

Intenslve: yoğun girdi kullanımına dayalı tarımsal ü r e ıld llk - y. h. n.


BGST | Ckoloji D izlii | 25

du ve Andhra Pradesh'te balıkçı ve çiftçi topluluklarına mensup ka­


dınlar karides çiftçiliğine karşı a a fy a g ra h a hareketiyle direnm ek­
tedir. Karides çiftçiliği yarattığı her iş karşılığında 15 işi yok etm ek­
tedir. İhracattan kazanılan her bir dolar için ç dolar değerinde eko­
lojik ve ekonom ik serm aye yok edilmektedir. Bu kârlar bile yalnız­
ca üç beş sene sürdürülebilir, ardından karides endüstrisinin baş­
ka bir yere taşınması gerekir. Endüstriyel karides çiftçiliği sürdü­
rülemez bir faaliyettir, Birleşmiş Milletler kuruluşları tarafından bir
"tecavüz et ve kaç" endüstrisi şeklinde tanımlanmaktadır.

Dünya Bankası tüm ülkelere "önce gıda" politikalarından "önce ih­


racat" politikalarına yönelmelerini tavsiye ettiği için, bu ülkeler bir-
birleriyle rekabet etm ekte ve lüks ürünlerin fiyatları şiddetle düş­
mektedir. Ticaretin serbestleşmesi ve ekonomik reform aynı zaman­
da para birimlerinin devalüe edilmesini de içermektedir. Böylelik­
le ihraç ürünleri daha az kazandırmakta, ithalat daha pahalıya mal
olmaktadır. Üçüncü Dünya’ya gıda üretimini bırakmaları, bunun y e ­
rine ticari ürün ihraç edip uluslararası pazardan gıda satın alm ala­
rı önerildiği için küreselleşm e süreci Güney'in tarımsal toplumla-
rını giderek gıda ithalatına bağımlı hale getirmiş, fakat bir taraftan
da bunu ödeyebilecek yeterli dövizden yoksun bırakmıştır. Endo­
nezya ve Rusya ithalat bağımlılığı ve yerel para biriminin devalüe
olması nedeniyle gıda yeterliliğinden açlığa doğru hızla kayan iki
ülkedir.

Doğanın Hasadını Çalm ak

Küresel şirketler yalnızca çiftçilerin hasadını çalm ıyorlar. Gen mü­


hendisliği uygulam alarıyla ve canlı türleri üzerinde patent oluştu­
rarak doğanın hasadını da çalıyorlar.

Büyük şirketlerin ürettiği genetiği değiştirilmiş bitkiler ciddi eko­


lojik risk oluşturmaktadır. Monsanto'nun Roundup Ready soya fa­
2iı | Çalınmış H a ia t | VnnrianaShiua

sulyesi gibi herbısitlere karşı dirençli olarak tasarlanm ış olan bit­


kiler, biyoçeşitliliğin yok olm asına ve artan miktarlarda tarım kim­
yasalı tüketimine neden olur. Ayrıca herbisit dirençli genleri zarar­
lı bitkilere aktararak oldukça işgalci "süper zararlı bitk ilerin orta­
ya çıkmasına yol açabilir. Pestisit fabrikası olarak tasarlanan bit­
kiler, bakteri, akrep, yılan ve eşek arılarından aktarılan genlerle tok­
sin ve venom ’ üretmek üzere genetiği değiştirilmiş olan bitkiler, za­
rarlı olmayan türleri tehdit edebilir ve zararlılarda direnç gelişimi­
ne ve böylelikle "süper za ra rlıla rın ortaya çıkmasına yol açabilir.
Her gen mühendisliği uygulamasında, büyük şirketlerin kârlarını ola­
bildiğince artırmak amacıyla başka türlerden gıda çalınmaktadır.

Büyük şirketler, yaşam türleri ve canlı kaynaklar üzerindeki patent­


leri güvence altına alabilm ek için tohum ve bitkilerin kendi "buluş­
ları" ve kendi mülkleri olduğunu iddia etmek zorundadırlar. Demek
ki Cargill ve Monsanto gibi büyük şirketler doğanın yaşam ağını ve
yenilenm e döngülerini kendi mülklerinin "çalınması" olarak d e­
ğerlendiriyorlar. 1992'de Cargill'in Hindistan'a girişi sırasında ya­
şanan tartışm alarda bu şirketin bir yöneticisi "Hindistan çiftçileri­
ne arıların poleni gasp etm esini önleyen akıllı teknolojiler getiri­
yoruz" dem işti.'6 Birleşmiş M illetlerin Bıyogüvenlik Müzakereleri
sırasında Monsanto, "zararlı bitkilerin güneş ışığını çaldığını" iddia
eden bir literatürü dolaşım a sokmuştu .'7 Polenlemeyi "arıların hır­
sızlığı" olarak gören, çeşitli bitkilerin güneş ışığını "çaldığım" iddia
eden bir dünya görüşü doğanın hasadını çalmayı amaçlar. Bunu açık
polenlenen varyantları melez ve kısır tohumlarla ikame ederek ve
M onsanto'nun Roundup ürününde olduğu gibi, biyoçeşitliliğe sa ­
hip florayı’’ herbisitlerle yok ederek yapar.

■ Toksin, bitki ve hayvanlarda bakterilerce üretilen zehirli madde: venom-. bazı yılan ve
böceklerin salgıladıktan sıvı zehir - y. h. n.
" Flora: belirli bir coğrafyada ve belirli bir donemde yetişen bitki türleri - y. h n.
BGST | i ’koloji Dizin | i7

Bu kıtlığa dayalı bir dünya görüşüdür. Karıncalar için kapılarının önü­


ne besin bırakan, k o la m ,' m a n d a la " ve ra n g o /ı'le rd e " pirinç
unuyla mükemmel sanat eserleri yaratan Hindistan kadınlarının dün­
ya görüşü ise bolluğa dayanır. Bolluk, kuşlar tarladan besleneme-
dikleri zamanlarda tüketebilsinler diye onlar için güzelim çeltik
desenleri örüp asan köylü kadınların dünya görüşüdür. Bu bolluk
görüşü diğer varlıkları ve canlı türlerini beslem ekle kendi gıda gü­
venliğimizi de sağlam akta olduğumuzun farkındadır. Bu, lsho Upa-
nishad'da ifade edilen, evrenin Büyük Güç tarafından tüm yaratık­
lar için yaratılm ış olduğu fikridir. Her bir canlı türü, diğer türlerle
yakın ilişki içerisinde sistemin bir parçasını işleyerek onun nim et­
lerinden yararlanmayı öğrenmelidir. Tek bir türün diğerlerinin hak­
kına tecavüz etm esine izin verm eyin.18 lâho U p a tıiih a d ayrıca
şunları da söyler:

Kendi doym ak bilm eyen İhtiyaçlarını karşılam ak için doğanın k ayn ak ­


larını aşırı ku llan an b en cil bir insan, hırsızdan b a şk a bir ş e y değildir;
çünkü bir kişinin kendi İhtiyaçlarının ötesin de kaynak kullanm ası, baş­
kaların ın hakkı o lan k ayn akların da k u llan ılm asın a yol a ç a c a k tır.'9

Ekolojik dünya görüşüne göre ihtiyacımız olandan fazlasını tüket­


tiğimiz veya doğayı açgözlü bir şekilde sömürdüğümüz zaman hır­
sızlık yapm ış oluruz. Büyük tarım şirketlerinin yaşam karşıtı görüş­
lerine göreyse doğayı yenilem ek ve korumak hırsızlıktır. Bu dünya
görüşünde bolluğun yerine kıtlık, doğurganlığın yerine kısırlık hâ-

Afolam. evlerin önündeki avlulara ya da Hindu dininin tanrılarına dua edilen, adak ve
kurban sunulan kutsal yerlerin zeminine işlenen dekoratif süslemelerdir. Özellikle Güney
Hindistan’daki sanaısal ifade biçimlerinin en önemlilerinden biridir - y. h. n.

Tibet Budizm'inde m andala, nıeditasyon sürecinde tahayyül edilen bir saraydır. Bu hayalı
saraydaki her nesne bilgeliğin bazı veçhelerini temsil eder ya da medııasyon yapan kişiye
bazı rehber ilkeleri hatırlatır. Bu nesnelerin renkleri, şekilleri ve büyüklüklerine dair bazı
gelenekler vardır - y. h n

Karıydı. beyaz taş tozu ya da pirinç unu ve tutkal kullanılarak evlerin, İbadethanelerin
ya da yemekhanelerin zeminlerine işlenen süslemelerdir. —y. h n
m | Çalınmış H a ia t | V aridatla Sluva

kimdir. Doğanın soyulm asını bir pazar mecburiyeti addeder ve bu


soygunu verimlilik ve üretkenlik hesaplarının arkasına saklar.

Gıda Demokrasisi

Gördüğümüz şey, bir avuç büyük şirketin tüm gıda zincirini kont­
rol altına alarak diğer alternatifleri yok ettiği bir gıda totalitarizmi­
nin doğuşudur. Böylece, insanların ekolojik olarak üretilmiş çeşit­
li ve güvenli gıdaya erişimi engellenm ektedir. Yerel gıda pazarları,
tohum ve gıda sistemi üzerinde tekel oluşturmak am acıyla kasten
yok edilmektedir. Hindistan'da yemeklik yağ pazarının yok edilm e­
si ve çiftçilerin kendi tohum kaynaklarından çeşitli araçlarla mah­
rum bırakılması; ticaret kuralları, mülkiyet hakları ve yeni tekno­
lojilerin insan ve çevre dostu alternatifleri yok etmek üzere sefer-
ber edildiği, insan ve doğa karşıtı gıda sistem lerinin küresel ölçek­
te dayatıldığı topyekün bir dönüşümün küçük tezahürleridir.

Küreselleşme ve serbest ticaret adı altında hak mefhumu silinip yok


olmuştur. Kendin için üretmek ve kültürel önceliklere ve güvenlik
kaygılarına göre tüketmek yeni ticaret kurallarına göre yasadışıdır.
Büyük şirketlerin dünya vatandaşlarını kültürel açıdan uygun olm a­
yan zararlı gıdalarla zorla besleme hakkı mutlakiyet kazanmıştır. Gı­
da hakkı, güvenlik hakkı, kültür hakkı gibi hakların hepsi ticaretin
önünde engel kabul edilerek tasfiye edilmeye çalışılmaktadır.

Bu gıda totalitarizmi ancak gıda sisteminin dem okratikleştirilm esi­


ni hedefleyen büyük yurttaş hareketleriyle durdurulabilir. Bu ha­
reketlilik Avrupa, Japonya, Hindistan, Brezilya ve dünyanın başka
bölgelerinde hız kazanmaya başlamıştır.

Tohum saklama ve biyoçeşitlilik hakkımızı yeniden kazanmalıyız. Bes­


lenme ve gıda güvenliği hakkımızı yeniden kazanmalıyız. Büyük
şirketlerin doğaya ve yoksul insanlara karşı yürüttüğü bu soygunu
BGST | CkOlOjl ü lılt ı | 29

durdurmalıyız. Gıda demokrasisi, demokrasi ve insan haklarının ye­


ni gündemidir. Ekolojik sürdürülebilirlik ve toplumsal adaletin y e ­
ni gündemi gıda dem okrasisidir.

Notlar:
ı T aitlreva Upanlshad.Gorakhpur: Glta Press, s. 124.

I Kali Charan Ghosh, Famines in Bengal. 1770-1943. Kalköta: Indian Associated Publishing
Company. 1944.

3 Bondhayan Chattopadhyay, 'N otes Towards an Understanding o f the Bengal Famine of


1943*. Transaction. Haziran 1981.
4 MARS (Mahlla Atma Raksha Samıti veya Kadınların özsavunm a Ugl). İkinci Senelik
Toplantı için Hazırlanan Politik Rapor. Yem Delhi: Research Foundation fo r Science.
Technology, and Ecology (RFSTE), 1944.

5 Peier Custers. Women, in rlıe Tebhaga Uprising. Kalküta: Naya prokash. 1987, s. 52.

6 Peter Custers, s. 78.

7 Uganda. Ramaiinvami. Akthay Trateeya. Ckadaahi Aluyano Amauase. Afaga Pancltamc


Noolu Hunime. Ganeth Chaturthi. Rishl Pane/iami. Naeartri. Deepavali. R arhasapram i.
Talsı Vtvtıha Carnpasrusti veB h o o m l Puja gibi festivallerin hepsi tohum etrafında yapılan
dinsel törenleri İçerir.
8 Vandana Shıva. Vanaja Ramprasad, Pandurang Hegde, Omkar Krishnan ve Radha Holla-
Bhar, T h e Seed Keepers*. Yem Delhi: Navdanya. 1995.
9 Bu şirketler şunlardır: DuPont/Pioneer (ABD). Monsanto (ABD). N ovartis (İsviçre).
Groupe Umagrain (Fransa). Advanta (Ingiltere ve Hollanda), Gulpo Pulsar/Semins/EIM
(Meksika), Sakata (Japonya). KWS HG (Almanya), ve Takı (Japonya).

10 Victor Suares, Uluslararası Küreselleşme. Gıda Güvenliği v e Sürdürülebilir Kalkınma


Konferansı nda sunulan makale. 30-31 Temmuz 1996.

II 'M onsanıö: Peddling 'Life Sciences' or 'Death Sciences'7", Yeni Delhi RFSTE. 1998.
12 ASSINSEl (International Association o f Plant Breeders), ’ Feeding the 8 Billion and
Preserving the Planet". Nyon, İsviçre: ASSINSEL
■3 Francesca Bray, "Agriculture for Developing Nations'. Scientific American. Temmuz 1994.
s- B -35
>4 B usiness India. Mart 199B.
•S T.N. Ptakash and Tcjaswtni "Floriculture and Food Security Issues: The Case o f Rose Cultivation
in Bangalore'. ClobalUatton a n d food Security: Proceedings of Conference on Globalization
a n d Agriculture içinde, ed. Vandana Shtva, Yenl Delhi, Ağustos 1996.
John Hamilton'la mülakat, Su n d a y Observer. 9 Mayıs 1993.
io | çalın m ış H a s a t | Vandana Shiva

17 Hendrik Verfatllle. Doğa ve İnsan Toplumu Forumu’nda yapılan konuşma, National


Academy o f Sciences, Washington, DC. 30 Ekim 1997.
18 Vandana Shiva. "Globalization. Gandhi, and Swadeshi: What is Economic Freedom?
Whose Economic Freedom?", Yeni Delhi: RFSTE, 1998.
19 Vandana Shiva, "Globalization. Gandhi, and Swadeshi".
2

SOYA EMPERYALİZMİ VE YEREL GIDA KÜLTÜRLERİNİN YOK EDİLİŞİ

Toprakların, iklimlerin ve bitkilerin çeşitliliği tüm dünya üzerinde çe­


şitli gıda kültürlerinin gelişmesini sağlamışiır. Orta Amerika'da mı­
sır, Asya'da pirinç, Etiyopya’da te f {e ro s ro itii tefi), Afrika’da darı te­
melli gıda sistemleri sadece tarımın bir parçası değildir; kültürel çe­
şitlilik açısından da merkezi önem e sahiptir. Gıda güvenliği sadece
yeterli gıdaya erişm ek demek değildir. Aynı zamanda kültürel ola­
rak uygun gıdaya erişmek demektir. Ete dayalı bir diyetle beslenm e­
leri istendiğinde vejetaryenler zayıf düşeceklerdir. Avrupa’da y aşa­
yan AsyalIların ekmek, patates ve ete dayalı diyet nedeniyle ken­
dilerini tümüyle mahrumiyet içinde hissettiklerine tanık oldum.

Hindistan biyoçeşitlilik ve gıda kültürlerinin çeşitliliği açısından zen­


gin bir ülkedir. Yüksek Himalaya dağlarında halk amarant (am arant-
haceae), karabuğday, v e chenopod (ch en opodiu m ) gibi tahıl ben­
zeri ürünlerle beslenir. Batı Hindistan’ın kurak bölgelerinde ve
Deccan'ın yarıkurak arazilerinde yaşayan insanlar darıyla beslenir.
Doğu Hindistan’ın Goa ve Kerala eyaletleri pirinç ve balıkçılık kül­
türlerine ev sahipliği yapar. Her bölgenin kendine özgü bir de y e ­
meklik yağ kültürü vardır. Kuzey ve Doğu'da hardal. Batı da yerfıs­
tığı. Deccan'da susam ve Kerala’da hindistancevizi temel yağ kay­
naklarıdır.

Yağ tohumlarının çeşitliliği ürün toplam a sistem lerinin çeşitliliği­


ne de katkıda bulunmuştur. Yağ tohumlan tarlalarda her zaman ta­
32 | Ç giınm tj H tu a t | V an d an a Shıua

hıllarla karıştırılır. Buğday hardalla, susam da darıyla birlikte eki­


lir. Tipik bir aile çiftliği yardım laşm a halinde yetişen 100 kadar bit­
ki türü içerir.

Hindistan'da soyayagının birkaç ay süren serbest ithalat sonucun­


da hardalın yerini alış hikâyesi tüm dünyada, farklı gıdalar, bitki­
ler ve kültürler üzerinde kendisini tekrar etmektedir. Endüstrileş­
miş ülkelerde sübvanse edilen tarımsal ürünler tarım toplumları ta­
rafından ithal edilip bu bölgelere yığıldıkça geçimlik ekonomiler, bi-
yoçeşitlilik ve gıdanın kültürel çeşitliliği de yok olmaktadır. Yerel
pazarların yapay olarak ucuzlatılmış ithal ürünlerle dolup taşm a­
sı, bu pazarları ve geçim kaynaklarını yerel çiftçiler ve yerel gıda
işleyicilerinin elinden almaktadır. Küresel pazarların genişlemesi
yerel ekonom iler ve kültürlerin yok edilmesi pahasına gerçekleş­
mektedir.

"H ardal Bizim İçin Yaşam dır”

Bengalliler için hardalyağında kızartılan Hilsa balığı son derece


lezzetlidir, Kuzey H indistanlılarda hardalyağında kızartılan pako-
rn 'larını eşsiz lezzet ve arom ası nedeniyle çok severler. Güney'de
hardal tohumları pek çok yemeğin tercih edilen çeşnisidir. Hardal-
yağı Kuzey Hindistan kuşağında -B ih a r, Bengal, Orissa ve Doğu
Uttar Pradesh’t e - temel yemeklik yağ ve çeşnidir.

Hindistan'da geliştirilmiş bir bitki olan hardalın tek kullanımı y e ­


meklik yağ değildir. Hardal, yerli sağlık sistem inde önemli bir ilaç­
tır. Terapi amaçlı m asajlar ile kas ve eklem sorunları için kullanı­
lır. Sarımsak ve hintsafranı karıştırılan hardalyağı romatizma ve ek­
lem ağrıları için uygulanır. Hardalyağı aynı zamanda sivrisinek ko-
vucu olarak da kullanılır ki bu, sıtma vakalarının binlerce insanı ö l­
dürdüğü bir bölgede çok önemli bir işlevdir.
HCST I Ekoloji D izili j j ı

Hardalyağı ve tohumunun daha pek çok kişisel ve sağlık amaçlı kul­


lanımı vardır. Hardal türünün birçok varyantı farklı am açlar için ye­
tiştirilir ve değerlendirilir.' D eepavali kutlamaları sırasında hardal­
yağı d iya lambalarını yakmak için kullanılır. Bu sadece bir kutla­
ma geleneği değildir, aynı zamanda mevsim değişiminin hastalık­
lara ve zararlı canlı türlerinin patlamasına neden olduğu bir dönem­
de ekolojik bir kontrol yöntemidir. D eepavali lambalarını yakmak
için kullanılan hardalyağının dumanı çevresel bir arıtıcı ve zarar­
lılarla mücadele aracı olarak işlev görür, depolanm ış tahılları yok
eden hastalıkların yayılm asını önler, evlerin ve köylerin atm osfe­
rini temizler. Bu hardalyağı lambalarının yerini şim dilerde parafin
mumu aldığı için, çevreyi temizleyen bir festival artık çevreyi kir­
leten bir festivale dönüşmüştür.

Yağ içeriği yüksek yerli tohumlar, çevre ve sağlık dostu teknoloji­


ler yardımıyla küçük ölçekli tesislerde işlemek için uygundur. Bu te­
sislerd e üretilen yağ düşük bir m aliyetle yoksul insanlara ulaştırı­
lır. Kırsal Hindistan'da yüzbinlerce zanaatkar küçük aile işletm ele­
rinde yerel bitkilerden yağ çıkarmakta, insanlar için yemeklik yağ
ve sığırlar için küspe üretmektedirler. Yağ tohumlarının ana bölü­
mü bir milyon g h a n i (yağ çıkarıcı) ve işlenen yemeklik yağın %
68'ini üreten 20.000 küçük öğütücü tarafından işlenm ektedir.2 Bu
taşbaskı yerli teknolojilerden elde edilen yağ taze, besleyici ve
katkısızdır ve doğal bir lezzet ta ş ır J

S a a t lile r d e , veya gecekondularda yaşayan kadınlar genellikle


kendi yerel g h a m ’lerine gidip gözlerinin önünde işlenen hardalya-
ğından az miktarda satın alırlar. Toplumun yağ işleme üzerindeki
bu doğrudan denetimi gıda güvenliğinin en büyük garantisidir. Bu­
na karşın bu topluluk temelli gıda ve sağlık güvenliği sistemleri, 1998
yılında Delhi yemeklik yağ üretiminin gizemli bir şekilde kirletilme­
sinin ardından, yerel hardalyağı işletmelerinin yasaklanıp soyaya-
§1 ithalatının serbest bırakılm asıyla birlikte hızla tasfiye edilmiştir.
u | Çalınm ış H asat | Vandana Sliiua

Hardalyağının ani bir şekilde piyasadan çekilmesi yoksul kadınlar


için büyük sorunlar yaratm ıştır. Çocukları ithal çam veya soyaya-
ğında pişirilen yemekleri yiyem eyecek ve yatağa aç gideceklerdir.
Yoksul olmaları nedeniyle, yerel yağ üretiminin yasaklanm asının
ardından piyasada tek ürün haline gelen paket yağlardan satın
alabilecek ekonomik güçleri yoktur. Çinliler ve Japonların m ayalan­
mış gıda olarak soya ürünlerini tüketiyor olm alarına karşın Doğu
Asya dışındaki pek çok kültürde soya fasulyesi ürünleri yenmem ek­
tedir. Onlarca yıldır okullarda serbest dağıtım yoluyla yürütülen ta­
nıtım kampanyalarına karşın soya, bir yağ veya protein seçeneği ola­
rak Hindistan'da rağbet görmemiştir.

Ödem" Salgını

Ağustos 1998'de Delhi'de, hardalyağının Argem one m extcan a za­


rarlı bitkisinin tohumlarının yantsıra dizel, atık yağ ve endüstri ya­
ğı gibi maddelerle şiddetli bir şekilde kirletilmesinin ardından bü­
yük bir trajedi yaşandı.

Katkılı yağın tüketilmesi, "ödem" olarak adlandırılan ve vücuttaki


sistem ler ve organlarda ortaya çıkan çeşitli belirtilerle tanınan bir
salgına neden oldu. Bulantı, kusma, ishal, karın şişkinliği, karaci­
ğer zehirlenmesi, böbrek hasarı, kardiyotoksisıte ”, akciğerlerde su
birikiminin neden olduğu nefes darlığı ve kalp yetmezliği sonucu
ölüm bu belirtilerden bazılarıdır. Katkılı yemeklik yağ ve ödem
arasındaki bağlantı ilk olarak ıg26’da Bengal’de Hintli bir doktor ta­
rafından ortaya konmuştu. 1998 Eylül ayının başında resmi rakam ­
lara göre 41 kişi ölmüş ve 2300 kişi etkilenmişti.

Hardalyağı satışları Delhi. Assam, Bihar. Haryana, Madhya Pra-


desh, Orissa, Uttar Pradesh, Batı Bengal, Arunachal Pradesh. Sik-

Dropsy
~ Kalbi etkileyen zehirlenme - y. h. n.
BCST | e k o lo ji DlzM | K

kum. Tripura ve Karnaıaka'da yasaklandı. Temmuz'da Hindistan, it­


halatın gerekliliğini ve güvenliliğini sorgulayan yurttaş gruplarının
ve tarım bakanının protestolarına rağmen yağ tohumu olarak kul­
lanılmak üzere bir milyon ton soya fasulyesi ithal edeceğini duyur­
du. Ardından soya fasulyesi ithalatı serbest bırakıldı. Bu soya fa­
sulyelerinin genetiği değiştirilmiş soya fasulyelerince kirletilm eye-
ceğine dair hiçbir garanti yoktur. Ayrıca bu geçiş, yerel yağ işleme
endüstrisinin yanı sıra bu endüstriye dayalı gıda kültürü ve ekon o­
misine de derinden zarar vermiştir.

4 Eylül’de hükümet paketlenm em iş tüm yemeklik yağların satışını


yasakladı; böylelikle hane veya topluluk ölçeğindeki tüm yem ek­
lik yağ üretimi durdurulmuş oldu ve yemeklik yağ üretimi tamamen
endüstriyel hale geldi. Yoksulların, ucuzluğu ve daha küçük miktar­
larda satın alınabildiği için tercih ettikleri paketlenmem iş yağa da­
yalı olan ekonom ileri tümüyle yok edildi.

Bu acı etkileri tetikleyen yağ sahtekârlığının kökenleri hâlâ gizemi­


ni korumaktadır. Birincisi, yerel tacirler tüketiciyi kandırmak için
gözlerden uzak ve kenar köşe m ecralarda bazı yağ m arkalarına
katkı ilave ederlerdi; fakat 1998 hardalyağı kirliliği neredeyse tüm
markaları etkiledi ve bundan en ağır şekilde etkilenen y e r de Hin­
distan'ın başkenti Delhi oldu. Bu kirlilik ani bir tepkiyi harekete ge­
çirdi ve bu tek bir yerel tacir tarafından başlatılm ış olamazdı.

İkincisi, geçm işte de sahtekâr tacirlerin hardalyağına argem on ka­


rıştırmış olm alarına karşın, 1998 trajedisinden önce katkı m adde­
si hiçbir zaman yağın % fin in üzerinde çıkmamıştı. Bu sefe r kirle­
tilmiş yağ % 30’a varan miktarlarda argemon ve diğer katkı m adde­
lerini içeriyordu. Yüksek miktarda argemon. dizel ve atık yağ gibi
toksik m addelerle yaratılan bu kirlilik trajedinin normal bir ticari
sahtekârlık sonucu olmadığını göstermekteydi.
38 I Çalınmış H a sa t | Vaııdang Shiva

Delhi sağlık bakanına göre bu sahtekârlığın organize bir komplo o l­


maması mümkün değildi. İnsanları çabuk ve bariz olarak öldürebi­
lecek bir şekilde yapılmıştı ve hardalyağının derhal yasaklanıp so ­
ya fasulyesi ithalatının serbest bırakılması kaçınılmaz olmuştu. Ra-
jasthan Yağ Sanayicileri Derneği’ hardalyağı ticaretinin altını o y ­
mak am acıyla bir "komplo"nun tezgâhlandığını iddia etti ve "çoku­
luslu şirketlerin görünmez elinin" işin içinde olduğunu hissettikle­
rini ifade etti.

Çokuluslu Şirk etler Hardalyağı Trajedisinden Kazançlı


Çıkıyor

Yağ krizi esnasında Hindistan soya fasulyesi lobisi, küreselleşm e­


yi ve Hindistan'ın yemeklik yağ ekonomisinin m onokültürleştiril-
mesini desteklem ek için "Globoil H indistan’98" adında büyük bir
konferans düzenledi. ABD Soya Derneği ’ de soya ithalatını destek­
lemek üzere bu konferansta bulunuyordu.4 Buöineaa Line'a göre "ABD
çiftçilerinin yeni büyük ihraç pazarlarına ihtiyacı var... Hindistan mü­
kemmel bir aday. "5

Hardalyağı trajedisinden çokuluslu şirketler kazançlı çıktı. Yerel üre­


tim üzerine getirilen yasaklam a yerel, küçük ölçekli yemeklik yağ
ekonomisini ortadan kaldırdı. Küçük ölçekli yağ işlemeciliğini suç
haline getirdi. Küçük taciri suçlu yaptı. Ve çiftçilerin yerel pazarla­
rını yok etti. Hardal fiyatları her 100 kg için 2200 rupiden 600-800
rupi seviyesine geriledi.

Bu tahribat muazzam tehlikeler içeriyor. Eğer tacirler hardalyağı-


nı satamazlarsa çiftçilerden hardal satın almazlar ve çiftçiler de har­
dal yetiştirm ekten vazgeçerler. Bu süreç, baharın sembolü olan bir
bitki türünün yok olm asına neden olacaktır. Hardal bir kez yok ol-

Rajasıhan Oil Industries Association.

“ US Soybean Association.
BCıST I e k o lo ji D iilti I i l

duktan sonra yasak kalksa dahi yemeklik yağ için soya fasulyesine
bağımlı kalacağız.

Şimdi M onsanto’nun sahibi olduğu Calgene, Hini hardal bitkisi In-


d ia bra&âica'yı patentledi. Eğer Hindistan ileride hardalı tekrardan
ekmeye karar verecek olursa genetiği değiştirilmiş, patentlenmiş har­
dal varyantlarına bağımlı olacak. Çiftçiler ve tüketiciler hem soya
fasulyesi hem de hardal için Monsanto'nun patentlenmiş tohum­
larına bağımlı hale gelecekler.

İthal yağ tohumlarına bu derece bağımlı olmak şiddeti ve istikrar­


sızlığı kolaylıkla tetikleyebilir. 1990'ların sonunda Endonezya'da ya­
şanan gıda ayaklanm aları, Endonezya'nın yağ tüketiminde, tahri­
bat yaratacak boyutta soya fasulyesi ithalatına bağımlı hale geti­
rilmiş olm asından kaynaklanmıştır. Endonezya para birimi çöktü­
ğünde yağ fiyatları tavana vurdu ve sonuçta şiddet yaşandı.

Yerel yağ endüstrisinin yok edilmesi, hükümetin savunduğu gibi da­


ha güçlü bir gıda güvenliği d e sağlam ayacaktır ABD ihraç ürünle­
rinin "amaçlı kontam inasyon veya ‘karıştırma’"" adı altında ağır bir
şekilde kirletilmiş olduğu herkesçe kabul gören bir gerçektir. Tüm
Hindistan'a yayılan zararlı bitki parteniyum (parthenium hy&terop-
horui), ABD'den yüklenen buğday tarafından getirilmiştir.

Daha önemlisi, gen mühendisliği tarafından yaratılan gıda kirliliği


gen seviyesinde gerçekleştiği için gözle görülmez. Gen m ühendis­
liği, argemon zehirli tohumu gibi "dışsal" olarak eklenen kirletici­
ler kullanmaz, bunun yerine toksin üreten bakteri, virüs ve hayvan
geni aktararak gıda kirliliğini "içsel" bir şekilde yaratır. Gen mühen­
disliği besinleri sıçan ve akreplerden alınan genlerie kirletmektedir.

Purposeful conıamlnallon and blending


ili I Çalınmış l i a i a t | V an d an a Shiva

1998 senesinde 7 milyon hektardan fazla arazi üzerinde genetiği d e­


ğiştirilmiş Roundup Ready soya fasulyesi ekildiği tahmin edilmek­
tedir. Bu soya fasuyesi Monsanto tarafından üretilmiştir ve yine Mon­
santo tarafından üretilmiş olan Roundup herbisitine karşı dayanık­
lılık göstermektedir. Bu bitkinin genetiği verimini veya besleyici de­
ğerini artırm ak amacıyla değiştirilmemiştir. Roundup Ready so ya­
nın tek amacı daha fazla kimyasal madde satmaktır.

Amerika Birleşik Devletleri kendi ürettiği genetiği değiştirilmiş so­


yayı Avrupa'ya satamamışttr; çünkü Avrupalı tüketiciler, bu tarz ürün­
lerin etiketlenmesini talep etm ektedir. Bu uygulama tarım şirket­
leri ve ortaklarının çıkarlarıyla çelişmektedir. ABD Eski başkanla-
rından jimmy Carter’a göre bu etiketlem e ABD ürünlerinin dünya
limanlarında çürüm esine neden olacaktır. (ABD’li billminsanların-
dan, sağlık mesleği mensuplarından, tüketicilerden, çiftçilerden
ve dini liderlerden oluşan genjş bir koalisyon zorunlu etiketlem e
talep eden bir dava dilekçesi imzalamışlardır.)'

Bu nedenle ABD şirketleri genetiği değiştirilmiş soya fasulyelerini


Hindistan gibi ülkelere yollamak için can atmaktadır. Hardalyağı tra­
jedisi mükemmel bir "pazar a çılışıd ır. Çünkü Hindistan hükümeti,
yerel yemeklik yağ endüstrisine paketleme ve etiketlem e zorunlu­
luğu getirm ekte hiç vakit kaybetmezken, genetiği değiştirilmiş s o ­
yanın ayrıştırılm ası ve etiketlenm esi için hiçbir adım atmamıştır.

Hindistan’da yeni bir vadeli soya işlemleri piyasası" açılmıştır. So­


ya Derneği'nden Harsh Maheshvvari'ye göre bu pazarın hacmi için
yapılan en düşük tahminler 2,3 milyar dolar civarındadır. Bazıları
bu hacmin beş misli daha büyük olacağını iddia etmektedir. Bilim­
sel Araştırma Konseyi ve Yağlı Tohum Teknolojisi M isyonu" soya-

' Futures exchange: belli bir vade sonunda belirlenmiş fiyat üzerinden mal alım satımı
- y. h. n.
" Scientific Research Council v e Technology Mission on Oilseeds.
SGST | Ekoloji Diziti | w

nin yem eklerde kullanılmaya başlanması için çeşitli adım lar attık­
larını duyurmuşlardır. ABD ve Hindistan'daki her hükümet kurulu­
şu, soya lobisi tarafından, soya monokültürünü yaygınlaştırm ak ve
gıda çeşitliliğini yok etmek için kullanılmaktadır.

Büyük tarım sal şirketlerin kârları artarken ABD çiftçilerinin üret­


tikleri soya karşılığında aldığı fiyatlar dibe vurmuştur. Küresel ser­
best ticaret büyük küresel şirketlerin yararına işlemekte, hem ABD
hem de Hindistan çiftçileri kaybeden taraf olmaktadır.

Küresel Soya Tacirleri

1921’d e ABD tahıl ihracatının % 85’i 36 şirketin elindeydi. 1970'lerin


sonunda ABD, Kanada, Avrupa, Arjantin ve A vustralya’nın tahıl ih­
racatının % 90'm dan fazlası altı dev "Tahıl Taciri” tarafından kont­
rol edilm ekteydi. Günümüzde Cargill ve Continental'in h er biri
dünya tahıl ticaretinde % 25'er paya sahiptir.

Demokrat Parti'den eski Oregon milletvekili Jam es W eaver bu güç


temerküzü hakkında şunları söylemektedir:

Bu ş irk e tle r b ire r d ev d ir. S a d e c e tan e tahıl alım satım ın ı d eğil, onun
n ak liyesin i. d ep o lan m a sın ı v e g e riy e kalan h e r şeyi k ontrol e tm e k ­
ted irler. Bu iğ ren ç bir ş e y . O nlara karşı d e fa la rc a v e d e fa la rc a h a re ­
k ete geçtim . B e n c e gıd a e n ön em li - la n e t olsun . G ıd a arzın ı k ontrol
e d e n le r in s a n la n h a ya la rın d an y akalam ış d em ektir. V e biz h â lâ altı
şirk etin bunu gizli b ir şe k ild e y ap m a la rın a s e s çıkarm ıyoru z. Akıl a lır
gibi d e ğ il!6

Amerika Birleşik Devletleri bir Doğu Asya bitkisi olan soyanın en


büyük üreticisidir ve bu bitki aynı zamanda ABD'nin en büyük ih­
raç ürünüdür. ABD ekili alanlarının X 26'sında soya yetiştirilm ek­
tedir. Bu üretim 1972 ve 1997 yılları arasında iki misli artışla 34,6 mil-
Yon tondan 74,2 milyon tona yükselmiştir. Bu ürünün yarıdan faz­
lası soya fasulyesi veya soyayağı olarak ihraç edilmektedir.
<0 | Ç atın ım ) H a ia t | V an dan n Shlya

ABD'de genetiği değiştirilmiş soya ekilen arazi miktarı 1996’da 0,5


milyon hektarken 19 98 ’de 18 m ilyon hektara sıçram ıştır. Soya,
ABD'de genetiği değiştirilmiş ürünlerin % 40’ını teşkil etm ektedir .7
Yani ihraç ürünlerin nakliyesi sırasında konvansiyonef soya ile ge­
netiği değiştirilmiş soyanın karışması kaçınılmaz hale gelmektedir.

Amerika Birleşik D evletlerin d e soya sığır ve balık yemi, tutkal,


pestisit, plastik, çözücü, sabun, boya ve mürekkep üretiminde kul­
lanılmaktadır.8 Avrupalı tüketicilerin Monsanto Roundup soya içe­
ren gıda ürünlerini boykot etm eye çalışırken keşfettiklerine göre
artık, endüstride işlenen gıdaların % ö o ’i soya ihtiva etmektedir.

Soya üretiminde ABD'yi 1997 senesinde 30,7 milyon ton üretimle Bre­
zilya takip etmektedir. Arjantin en büyük üçüncü üreticidir.. Arjan­
tin’de soya ekilen arazi miktarı 1960'larda sıfırdı, 1998'de yaklaşık
7 milyon hektara ulaştı ve bunun yarısından fazlasını genetiği d e­
ğiştirilmiş varyantlar oluşturmaktadır. Aynı şekilde Hindistan'da da
1960'larda soya yoktu, 1998'de ise 6 milyon hektarın üzerinde so ­
ya tarımı yapılmaktadır.

Diğer tarım ürünlerinin ticaretinde olduğu gibi soya ticareti de a l­


tı Tahıl Taciri tarafından kontrol edilm ektedir: Cargill, Corifthen-
tai (şimdi Cargill tarafından satın alındı), Louis Dreyfus, Bunge, Mit­
sui Cook, ve Andre S Company .9 Bu şirketler aynı zamanda d ep o ­
lama ve nakliye tesislerini, böylelikle ürün fiyatlarını da kontrol
etm ektedir.

Soya Patentleri ve Tohum Tekeli

Çokuluslu şirketlerin hâkimiyeti ticaretle sınırlı değildir; tohum üze­


rindeki egem enlik nedeniyle soya tarımı da giderek tekelleşm ek­
tedir.

Kabul edilmiş geleneksel uygulamalara ve ölçülere uygun - y. h n


BGST | Ekoloji D iz in | <ı

Cargill, Agraceius, Calgene, Asgrow Seed, Delta and Pine Land,


Holden, Unilever, ve Sementes Agrocetes gibi şirketlerin tohum iş­
leri Monsanto tarafından satın alınmıştır. Monsanto çok çeşitli so ­
ya tohumu varyantları üzerinde patent hakkını elinde bulundurmak­
tadır. W. R. Grace’in bir şubesi olan Agracetus tüm genetiği değiş­
tirilmiş soya varyantları ve tohumları üzerinde -kullanılan genler
ve dönüştürme yöntem leri ne olursa olsun- patent sahibidir.

Agracetus'un sahip olduğu bu muazzam kapsamlı soya patentine bir


kamu çıkar grubu olan Uluslararası Kırsal Gelişme Vakfı' karşı çık­
maktadır. Roma’daki Uluslarası Bitki Gen K aynaklan " Enstitüsü
Genel Müdürü Dr. G eoffrey Havvtin bu patentler hakkındaki kay­
gısını şöyle dile getirmektedir:

Söz konusu gen in n e old u ğ u n d an v e b u n ların n asıl ak tarıld ığın d a n


bağım sız o la ra k b ir türün gen etiğ i d eğiştirilm iş tüm v a ry a n tla rı için
p a te n i v erm e k , çiftlik le rim izd e v e b ah çelerim iz d e yetiştird iğ im iz
h e r ş e y in k on trolü n ü tek b ir bu lu ş sah ib in e teslim etm ek tir. S a yısız
çiftçi v e b ilim in san ın ın ara ştırm a la rı küçük bir kalem o y u n u yla, b ir
tek y asal ekonom ik soygu n eylem iyle p otan siyel olarak y o k sayılm ak ­
ta d ır.10

Önceleri Monsanto bu patente karşı çıkmışsa da, Agracetus'u sa ­


tın aldıktan sonra bu eylem inden vazgeçmiştir.

Monsanto herbısit dirençli bitkiler üzerinde de patent sahibidir. Bu


patent herbisit dirençli mısır, buğday, pirinç, soya, pamuk, şek er­
pancarı, yağ tohumu, kolza, kanola, keten, ayçiçeği, patates, tütün,
alfalfa, kavak, çam, elma ve üzüm bitkilerini içermektedir. Aynı
zamanda zararlı bitki kontrolü, tohum ekimi, glifosat (bir tür her-
bısit) uygulaması yöntem lerini de içermektedir. Kısacası Monsan-

Rural Advancemenı Foundation International.

International Planı Genelle Resources


42 j Çalınmış H a sa t | Vandana Sfılva

to, bu bitkilerin üremeden ekime ve satışa kadar tüm üretim süre­


cini kontrol etmektedir.

Roundup Ready soyanın genetiği, Monsanto'nun geniş spektrum-


lu herbisiti Roundup’a karşı dirençli olacak şekilde değiştirilmiştir.
Soyaya transfer edilen üç gen - b ir bakteri, bir karnabahar virüsü
ve bir petunya g e n i- fasulyenin besin değeri ve lezzetini etkilem e­
mektedir. Aksine, doğa tarafından yaratılması hiçbir şekilde müm­
kün olmayan bu genetik kom binasyon soyayı bir zararlı bitki öldü­
rücüsüne karşı dirençli hale getirmekledir. Normalde soya, yerden
filizlenmeye başladığı andan itibaren herbisite karşı son derece has­
sastır. Ama şimdi, her iki ürün -fa s u ly e ve zararlı bitki öld ü rü cü -
iç içe geçirilmiş olduğu için M onsanto ikisinden de daha fazla sa ­
tabilm ektedir," Monsanto bunun her bir bitkiden elde edilen soya
fasulyesi miktarını artıracağını iddia etmekte, amâ bunu garanti ede­
memektedir.

Endüstriyel İşleme

Soyanın tohumundan dağıtımına, dağıtımından işlenmesine kadar


tüm süreçleri güç temerküzünden etkilenmektedir. Hindistancevi-
zinin yağ içeriği % 75, yerfıstığının % 55, susamın % 50, keneotunun
(hintyağı) % 56 ve nigerin (guizotia a b y a in ic a ) % 40 iken soyanın
yağ içeriği yalnızca % 18’dir. Ama ders kitaplarına bakacak olu rsa­
nız "soya bol miktarda yağ içerir" ve "soyanın yağ içeriği diğer bak­
lagillere göre çok daha fazladır."12

Yağ içeriği düşük olduğu için soyayağı büyük çözücü-ekstraksiyon’


fabrikalarında üretilir. (Çözücü-ekstraksiyon Amerika Birleşik Dev-
letleri’nde ilk defa çöp, kemik, kraking" ve ev ambalaj atıklarından

Solvent-extracııon: bir madde içeriğinin eter, benzen, kloroform gibi çözücü bir madde
içinde çözülerek çıkarılması —y lı. n

" Cracklng ağır hidrokarbonları ısı ve basınç ya da katalizörlerle daha düşük molekül ağırlıklı
hafif hidrokarbonlara bölme işlemi; petrolden gazyağı üretmek gibi - y. İt n
BC ST I g - c l o j i ü i : l i i 1 a

gresyağı çıkarmak için kullanılmıştır.) Yağ çıkarmak için kloroeti-


ien gibi klorinlenmiş çözücüler kullanılır.

Büyük ölçekli endüstriyel işleme esnasında gıda güvenliğinden zo­


runlu olarak ödün verilir, çünkü:

• İşleme, yemeklik olm ayan yağlarla yemeklik yağların karış­


masına izin verir,

• İşleme, kimyasallara dayalıdır,

• İşleme, doymuş yağlar üretir,

• Uzun m esafeli nakliye, yağın kirlenmesi riskini taşır; ayrıca,


nakliye sırasında "gıda mili”' şeklinde yaratılan CO2 kirlili­
ği iklim değişim ine etkide bulunur,

• Tüketicilerin ya ğ üretim i sırasın d a hangi m addelerin ve


hangi işlemlerin kullanıldığını bilme hakları yoktur.

Soya Ürünleri Sağlıklı m ıdır?

Soya fasulyesi ve soya ürünleri, küresel düzeyde farklı kültürlerin


çeşitli gıda kaynaklarının yerini alabilecek bir ürün olarak ön eril­
mektedir. Hindistan'daki çok çeşitli yağ tohumlarının ve baklagil­
lerin. tüm dünyada tahılların ve mandıra ürünlerinin yerini alabi­
leceği iddia edilmektedir. Amerikan Soya Derneği "analog” bakla­
gillerin reklamını yapmaktadır. Bunlar karabarbunya, yeşil nohut,
bezelye, mercimek ve barbunyaya benzeyen tabletler şeklinde bi­
çimlendirilmiş soya kalıplarıdır. Öngörülen beslenm e bir so ya mo-
nokültürüdür, gıdanın sadece görünüşü farklıdır.

Soya temelli gıdaların desteklenmesi sağlık ve beslenme gibi neden­


lerle haklı gösterilm eye çalışılsa da araştırm alar soyaya dayalı bir

Bir gıda ürününün üretildiği yerden tüketildiği yere kadar katettigl m esafe - y. h. n.
<4 | Çalınmış H a ia t | Varidatta Slıica

yemek kültürüne doğru bu ani yönelişin sağlık için zararlı olabile­


ceğini gösterm ektedir. Ham ve işlenmiş soya gıdaları, insanlar ve
hayvanlar üzerinde ciddi sağlık riski oluşturacak konsantrasyon se ­
viyelerinde çeşitli zehirli m addeler içermektedir.

Soya fasulyesi pankreasın doğal çalışm a süreçlerini engelleyip


pankreas boyutlarının ve ağırlığının artmasına ve hatta kansere ne­
den olabilecek tripsin m addesi içerm ektedir.^ Amerika Birleşik
Devletieri'nde pankreas kanseri en çok rastlanan beşinci ölümcül
kanser türüdür ve vakaların sayısı giderek artmaktadır. En yüksek
tripsin inhibitör" konsantrasyonuna soya ununda rastlanmaktadır.
Soya unu, m ayalanm ış soya ürünlerini tüketen geleneksel soya
kültürlerinde tüketilmeyen bir üründür.'4

Soya aynı zamanda bağışıklık sistemini ve midenin mikrobik ekolo­


jisini bozan lektinler" içerir. Soyadan çıkarılan lektinin sıçanlara şı­
rınga edildiğinde öldürücü olduğu görülmüştür. Ağızdan uygulandı­
ğında sıçanların büyümesini engellediği saptanmıştır.'5 Soya aynı za­
manda kalsiyum/magnezyum, çinko, bakır ve demir gibi önemli mi­
nerallerin soğurulmasını engelleyen fitik asit içerir. Hindistan gibi
ülkelerde kalsiyum ve demir eksikliğinin kadın ve çocuklarda görü­
len yetersiz beslenmenin en önemli belirtileri olduğu dikkate alına­
cak olursa, vücudun bu zorunlu mineralleri soğurma kapasitesinin
zedelenmesinin tehlikeli sonuçlar doğuracağı görülecektir.'6

Soya fasulyesince zengin diyetlerin ve özellikle de genetiği değiş­


tirilmiş soyanın neden olduğu en önemli sağlık problemi yüksek öst-
rojen içeriğinden kaynaklanmaktadır. Östrojenik bileşiklerin yıkı­
cı etkileri, sentetik östrojen almış kadınlardan doğan kadınların di­
ğer kadınlara göre üç misli daha fazla düşük yaptıklarının ve ender

Yavaşlatıcı - y. h. n.
Bir çeşit p r o te in -y . h. n.
BGST I Ekoloji P iziai | 45

rastlanan öldürücü bir vajina kanserine yakalanm a ihtimallerinin


daha yüksek olduğunun anlaşılm asıyla gün ışığına çıkmıştır. Sen­
tetik östrojen alan kadınlardan doğan erkeklerde, diğer erkeklere
göre daha yüksek kısırlık oranları görülmektedir. '?

Soya fasulyesi bebek mamaları dahil pek çok gıda ürününde kulla­
nılmakta olduğu için, çocuklar, kadınlar ve erkekler tarafından
yüksek dozlarda östrojen tüketilmektedir. Soyaya dayalı gıdalarla
beslenen çocuklar her gün 8 ila 12 doğum kontrol tableti eşd eğe­
rinde östrojen alm aktadır.'8 Yeni ZelandalI ekolog Richard Jam es'e
göre soya ürünleri "her dozda ve her biçimde güvensizdir ." '9 Soya
temelli gıdaların küreselleşm esi bugünkü ve gelecek kuşaklar üze­
rinde yapılan büyük bir deneydir. Fakat bu deney son d erece ge­
reksizdir; çünkü doğa bizlere muazzam çeşitli, güvenli gıdalar ve r­
miş ve çeşitli kültürler, doğanın bu armağanı içinden besleyici gı­
daları seçm işler ve evrimleştirmişlerdir.

1998 hardalyağı krizi sırasında Delhi yoksul m ahallelerinde "Sabla


Sangh" isimli bir grup altında örgütlenen kadınlar bu krizin köken­
lerini tartışmak üzere beni davet ettiler. "Hardal bizim yaşamımız-
dır... Ucuz ve güvenli hardalyağımızı geri istiyoruz" dediler. Sonun­
da, gıda hakları için bir kadın birliği oluşturuldu. Protesto etkinlik­
leri düzenledik ve halkı güvenli, ucuz ve kültürel olarak uygun gı­
dadan mahrum bırakan yasa ve politikalara hayır diyen Ş a n o n Sat-
y a g ra h a programının bir parçası olarak saf, organik hardalyağı
dağıttık.

Kadınların Gıda Hakkı İçin Ulusal Birlik’ küçük ölçekli işleme ve açık
yağın yerel satışı üzerindeki yasağı Hindistan Yüksek Mahkemesi'ne
götürdü. Çiftçilerin rızkını ve tüketicilerin çeşitli kültürel seçenek­
lerini savunm ak üzere doğrudan üretici-tüketici birlikleri kuruyo-

The National Alliance for Women's Food Rlghls.


46 I Ç alın m ış H a sa t | Vandmm Shiva

ruz. Soya ithalini protesto ediyor ve genetiği değiştirilm iş soya


ürünleri ithalatının yasaklanm ası için çağrıda bulunuyoruz. Delhi
yoksul mahallelerindeki kadınlar şu şarkıyı söylüyorlar: "Ş a n o n Bac-
hao. Soya Bhagao", yani "Hardalı Kurtar, Soyadan Kurtul.”

Özgürlük ve kölelik, demokrasi ve diktatörlük, çeşitlilik ve mono-


kültür arasındaki en yüksek düzeydeki politik ve ekonomik çeliş­
kiler artık yemeklik yağın satın alınması ve sofradaki yemeğin pi­
şirilmesi gibi en basit eylem lerim ize kadar girmiş durumdadır. Hin­
distan'ın yemeklik yağ kültürünün geleceği hardal ve diğer yem ek­
lik yağ tohumlarına mı dayanacak, yoksa küresel soya monokültü-
rünün ve bununla ilişkili fakat gizli tüm gıda tehlikelerinin bir par­
çası haline mi gelecek?

Notlar:
ı Bunlardan bazıları şunlardır: hlnthardalı. ВгаллЮа ju n c c a : karahardal, Brassica nigra:
şalgam: kahverengi ve sarı Broaaıea eam peafrii; hintkolzası ve roka.
2 "Conspiracy in Mustard Oil Adulteration'. The Hindu. 17 Eylül 1998.

3 "Ghanl Oil Industry" Durum Raporu. Mumbai: KVIC.

4 "Oilseeds Sector Needs 10 be Liberalized: U.S. Soya Body". Economic I I тел. zz.Eylül 1998.
5 Вилтелл üne. 12 Ekim 1998.
6 A. V. Krebs. "The Corporate Reapers: The Book of Agribusiness’ . Washington. DC:
Essenlial Books. 1992.

7 Clive James. "Global Status of Transgenic Crops In 1997". ISAAA Briefs, Cambridge, MA
MIT Press, 1996. Ayrtca, Greg D. Horstmeter, "Lessons from Year One: Experience Changes
How Farmers Will Grow Roundup Ready Beans in 98". Farm Jo u rn al. Ocak 1998. s.16
8 American Soybean Association, "Soy Stais, 1998".
9 A. V. Krebs.
10 Brian Belcher and Geoffrey Hawtln, "A Patent on Life Ownership of Planı and Animal
Research", Ottawa, Canada; International Development Research Centre, 1991.

11 Vandana Shiva, "Mustard or Soya? The Future of India's Edible Oil Culture'. Navdanya,
1998.

12 Dr. Irfan Khan. Genetic Improuement of Oil Seed ('горл. Yeni Delhi: Ukaaz Publications.
1996, s 334.
BGST | Ckolojt Dizişi | 17

13 M. G. Fitzpatrick. "Report on Soybeans and Related Products-. An Investigation into Their


Toxic Effects". Yeni Zelanda. Allan Aspell and Associates, Analytical Chemists and Scientific
Consultants. 31 Mart 1994, s. 5

14 B. A. Charpentıer ve D. E. Lcmmel, 'A Rapid Automated Procedure lor the Determination


of Trypsin Inhibitor Activity in Soy Products and Common Food Stuffs" Jo u r n a l of Agricultural
a n d fo o d C hem lnty. Vol. 32,1984, s. 908.

15 I. E. Uener ve M. J. Pallansch, "Purification of a Toxic Substance from Defatted Soy Bean


Flour’ J o u r n a l of Biological Chemistry. Vol. 197,1952, s. 29.

ıft S. L. Fitzgerald ct al., "Trace Element Intakes and Dietary Phytat/Zn and CazPhytate/Zn
Mllllmolar Ratios in Periurban Guatemalan Women During the Third Trimester of Pregnancy",
American lo u m a I of Clinical Nutrition, Vol. 57,19 9}. S; 725. Ayrıca bkz. J. W. Erdman ve
E. J. Fordyce, "Soy Products and the Human Diet", Am erican lo u rn a 10(1 Clinical Nutrition.
Vol. 49,1989, s. 725

17 F. A. Klnll, 'Hormone Toxicity in the Newborn". M onograph* on endocrinology, Vol.


31,1990. Ayrıca bkz. R. J. Apfel and S. M. Fisher, To Do No Harm: DCS a n d the Dilemma*
0} M odern M edicine. New Haven: Yale University Press, 1984.

18 A. Axelsol et al.. 'Soya - A Dietary Source of the Non-Steroidal Oestregen Equal in Man
and Animals', Jo u rn a l of endocrinology. Vol. 102,1984. s. 49. Ayrıca bkz. K: D. R. Setchell
et al., 'Non-Steroidal Estrogens of Dietary Origin: Possible Roles in Hormonfedependont Disease",
Am erican Jo u rn a l of Clinical Nutrition. Veil. 40.1984. s. 569.

J 9 Richard Jam es. "The Toxicity o f Soy Beans and Their Related Products', yayımlanmamış
metin. 199-4, s- >•
3
DENİZİN ALTINDA ÇALINMIŞ HASAT

Balık dünya üzerinde, insan diyetindeki hayvansal proteinin % 17si-


ni karşılamaktadır. İki yüz m ilyondan fazla insan geçimini balıkçı­
lıkla sağlamaktadır.

Balık çeşitliliği tropikal sularda yoğunlaşmıştır. Hint ve Batı Pasi­


fik Okyanusları yaklaşık 1500 balık ve 6000 yumuşakça türü barın­
dırmaktayken Doğu Atlantik'te 280 balık ve 500 yumuşakça türü bu­
lunmaktadır. Brezilya 3000, Tayland ise 1000'den fazla tatlı su ba­
lığı türüne ev sahipliği yapmaktadır.

İnsanların tükettiği balığın % 75'i doğal türlerin avlanm asıyla elde


edilmektedir. Endüstriyel balık çiftlikleri veya su kültürleri küresel
balık üretiminde en hızlı büyüyen sektördür. Tropikal ülkelerde ka-
ridesçilik su kültürleri içinde en yüksek biiyüme hızına sahiptir. Kü­
resel ölçekte tüketilmekte olan karides ve somonun yarıdan fazla­
sı denizden avlanm ak yerine çiftliklerde yetiştirilmektedir.

Son 40 yıldır avlanan balık miktarı dört kattan daha fazla artm ış­
tır. Bu muazzam hasat endüstriyel balıkçılık filolarının sayıca pat­
lamasıyla mümkün olabilmiştir. Endüstriyel filolar balık yakala­
mak için çok büyiik akıntı ağları kullanırlar. Her yıl 3,5 milyon ki­
lometre, dünyayı 88 kez sarmalamaya yetecek kadar sentetik ağ kul­
lanılmaktadır. Bu 'ölüm duvarı”na yakalanan balıkların yaklaşık il­
ç e s i ticari olm ayan 200 türe aittir.
8GST | CkoloJI Pİ2 UI | <9

Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Teşkilatı'na’ (FAO) göre bu sür­


dürülemez faaliyetlerin sonucunda dünya deniz balık stoklarının tah­
minen %70'i ya aşırı avlanm ış ya da tümüyle tüketilmiştir. Azalan
hasat 100.000'den fazla insanın geçim kaynağını kurutmuştur-, mil­
yonlarca insan da tehdit altındadır. Örneğin Kanada morina balık­
çılığının çökmesiyle birlikte 80.000 balıkçı kadın ve erkek geçim kay­
naklarını yitirmişlerdir.

Denizkaplumbağaları ve Karides

Hindistan'da kaplumbağa kutsal kabul edilir. Yaradılış tanrısı ve ko­


ruyucu Vfynu'nun on tezahüründen biridir. Sa ta p a th a B rah m an a
şöyle söyler: "Kaplumbağa kılığına giren doğum tanrısı döl verdi.
Tüm yaradılışı meydana getirdi ve kaplumbağa Kurma adını ald ı.’’1

Okyanusların çalkalanm ası m itolojisinde tanrı Vişnu kaplumbağa


kılığında ortaya çıkar ve eski tufanda kaybolan varlıkları kurtarır.
Mitolojiye göre kaplumbağa kılığındaki Vişnu yüzerek okyanusun
dibine ulaşır, üzerinde Mandara Dağı'nın konumlandığı bir dayanak
oluşturur ve okyanusu çalkalam aya başlar. Mitoloji yaşam ın sü r­
dürülmesinde kaplumbağanın önem ine işaret eder; bu nedenledir
ki Hindistan’ın kıyı köylüleri kaplumbağalara saygıyla yaklaşır. Ge­
leneksel balıkçı toplulukları kaplumbağa gibi deniz canlılarının öl­
mesini veya zarar görmesini engellem ek için vahşi olm ayan balık­
çılık teknolojileri kullanır.

insanlar ve kaplum bağalar Hindistan kıyılarında yüzyıllarca birlik­


te yaşamışlardır. Fakat son yirmi otuz yıldır kalkınma fonları ara­
cılığıyla "modernleşme" adına Hindistan'a getirilen mekanize tro l"
tekneleri kaplumbağaları ciddi bir şekilde tehdit etmektedir. Endüst­
riyel karides trolleri 10 saatte 1 kilom etrekare deniz yatağını tara-

Unltıtl Nations Food and Agriculture Organization


Deniz dibini tarak ağlarıyla tarayan balık avlama teknolojisi y. h. n.
âtı | Ç a lın m a lla t a t | Vandono Shiuo

yabilm ekledir, ve tahm inlere göre her yıl 150.000 kaplumbağa bü­
yük trol ağlarına takılarak boğulmaktadır.

Tehdit altındaki Olive Ridiey kaplumbağalarının yeryüzündeki en


büyük yumurtlama bölgesi olan Orissa Kıyısı şimdi bir mezarlık ha­
line gelmiştir. Kasım 1998’de 26 ölü kaplumbağa Orissa'da kıyıya vur­
muştur. Sonraki ay 652 ölü kaplumbağa daha kıyıya vurmuş ve
Ocak 1999'da bu sayı 4682yi bulmuştur. Bu ölümlerin pek çoğu me-
kanize trollerle doğrudan ilişkilidir. 1998’de kaplumbağaların Oris-
sa'nın Gahirmata Kumsalı'na toplu halde yumurta bırakmak üzere
ikinci yıl bir daha gelmedikleri görülmüştür.2

Hindistan dünyanın yedinci büyük balık üreticisi ve ikinci büyük tat­


lı su balığı rezervidir. 7000 kilom etre uzunluğundaki kıyı şeridi mil­
yonlarca balıkçı ve çiftçi ailesinin yaşam kaynağıdır. |95o'lerin s o ­
nuna kadar Güney Asya balık hasadı, o yıllarda yeni avlanm a tek­
nolojilerinin bulunmamasına rağmen, her sene % 5 artmıştır. Bu dö­
nemde her sene 5000 ila 6000 ton deniztekesi" Hindistan’dan Bur­
ma, Tayland ve M alezya'ya ihraç ediliyordu. Bu miktar, yıllık kari­
des ihracatının % 25 ila 30’unu oluşturmaktaydı.

Dip tarama ağları (trol) Güney A sya'ya ıgöo’larda getirildi. Genel­


likle sığ sularda yaşayan karidesleri yakalayabilm ek için deniz ya­
tağını sürekli eşelediler, deniz suyunu bulandırdılar ve genç dip ba­
lıklarının ve yumurtaların yaşam alanlarını yok ettiler, t 1970'lerin
sonunda ve 1980'lerin başında deniz balık hasadının büyüme hızı %
2'ye geriledi. Fakat genel balıkçılık ekonomisinin durgunlaşmasına
rağmen deniztekesi ihracatı -bunların tamamı dondurulmuş halde
Japon ve Amerikan pazarlarına gönderiliyordu-çarpıcı boyutlarda
arttı.

İri karides - y. h. n
BCST | Ckolojt D izin | 51

Trol tekneleri hiçbir ticari değer taşımayan fakat ekosistem için çok
değerli olan balıkları da kepçeyle çıkarır. Küresel pazarlarda hiç­
bir değeri olm ayan veya pazarlam a ve paketlem e standartları açı­
sından yanlış boyutlarda olan balıklar öldürülür ve denize atılır. Bu
balıklar "yaramaz av" ve "ıskarta” olarak adlandırılır. The Ccologiöt'in
raporuna göre ticari balıkçılığın neden olduğu yıllık küresel ıskar­
ta miktarı en düşük tahm inlere göre 27 milyon tondur, yani dün­
yadaki tüm ticari balıkçılığın karaya çıkardığı balık miktarının üç­
te biri kadardır.t Alaska'da yapılan bir araştırm a Bering Denizi kır­
mızı kral yengeç ıskartası miktarının karaya çıkarılandan beş kat faz­
la olduğunu göstermektedir. Norveç morina balıkçılığında 1986-1987
sezonunda senelik ıskarta miktarı 100.000 tondu. 1986-87'de 2 mil­
yon ton balık teknelerden denize döküldü.

Dünya çapında en büyük miktarda ıskartayı karides ve denizteke-


sı trolleri üretir: senelik yaklaşık 16 milyon ton. Bazı karides balık­
çıları karaya indirilen her ton karides için 15 ton balığı denize dök­
mektedir. İçinde kaplumbağaları da barındıran bu yaramaz avın bü­
yük bir kısmı ölü veya ölm ek üzereyken denize atılmaktadır. Deni­
ze dökülen bu çeşitli türler geleneksel balıkçı topluluklarının eko­
nomik temelini ve deniz ortam ının sürdürülebiimesini sağlayan
ekolojik temeli oluşturmaktadır.

Kısa vadede en yüksek ticari avı yakalam ayı hedefleyen endüstri­


yel balıkçılık teknolojileri, geçim kaynakları, tür çeşitliliği ve gele­
cekte sürdürülebilirlik açısından son derece verimsizdir. Aşırı ya­
tırım yapılmış olan balıkçılık filoları her yerde birbirinin peşi sıra
çökmektedir. Dünyanın belli başlı balık avı bölgelerinden dokuzu
tehdit altındadır. Bunlardan dördü ticari balıkçılık açısından bitmiş­
tir. Kuzeydoğu Atlantik'te toplam balık avı son 20 yılda üçte bir ora­
nında azalmıştır. Nevvfoundland'de balıkçılık alanları 1992’den be­
ri süresiz olarak kapatılmıştır. FAO 1991'de balık avının artmaya de-
52 | Çalınm ış H a m t | Uondcmg Shlva

vanı edeceğini söylem işse de şimdilerde küresel balık stoklarının


tahminen % 70'inin "tüketilm iş’' veya "neredeyse tüketilmiş” oldu­
ğunu ve "okyanuslardaki en değerli ticari türlerin tümüyle avlan ­
mış olduğunu" kabul etm ektedir .5

Deniz ekolojisi vasıfsızlaştıkça karides avı da azalmıştır. G üneyba­


tı Hindistan’ın başlıca deniztekesi sahasında av miktarı 1973 ve
1979 yılları arasında 45.477 tondan 14.582 tona gerilemiştir. Ticari
kaynaklar deniztekelerinin ihraç karışımında iri çeşitlerden (naran.
k azhandan ) ufak çeşitlere (k a rik a d i. p oo vala n ) doğru bir kayma
olduğuna işaret etmektedir. Bu olguların bir aşırı avlanm anın gös­
tergesi olduğu fikri genel kabul görm ektedir.6

Denizkaplumbagası Trole Karşı

Geleneksel balıkçı toplulukları deniz yaşamını ve kendi geçim kay­


naklarını korumak için 1970’ten beri mekanize trol avının yasaklan­
ması çağrısında bulunuyorlar. Hindistan karidesinden faydalanan
Kuzeyli tüketicileri bu yasağı desteklem eye ve mekanize trollerle
avlanm ış veya sürdürülemez su kültürlerinde yetiştirilmiş karides­
leri boykot etm eye çağırıyorlar. Bu boykot tabii ki. zenginlerin tü­
ketiminin ve küresel ticaretin sınırlandırılmasını gerektirecek, ama
deniz kaynaklarının ve balıkçı toplulukların geçim kaynaklarının y e ­
niden yeşerm esini sağlayacaktır.

Amerikalı çevrecilerin Hindistan'daki güçlü geleneksel balıkçı ha­


reketlerinden ve çevre örgütlerinin bakış açısından m aalesef bi­
haber olm aları, durumu daha da vahim hale getirmiştir. Ameri­
ka’daki çevre toplulukları karides çiftçiliğinden kaynaklanan deniz-
kaplumbağası ölüm leriyle ilgilenmelerine karşın Hindistanlı çevre­
cilerin trol yasağı ve karides boykotu çağrılarına katılmamışlardır.
Aksine, 1990’larda Amerikalı çevre örgütleri Denizkaplumbagası
BOST I Ekoloji D izin | t )

Tahliye Araçları'nın" (DKTA) kullanılması çağrısında bulunuyorlar­


dı, bu aleti kullanmayan teknelerle avlanan karideslerin ithalatının
yasaklanmasını savunuyorlardı. Trol teknelerinin tarama ağlarına ya­
kalanan kaplumbağalar DKTATar sayesinde kaçabileceklerdi.

ABD çevre gruplarınca hazırlanan bir bildiride şunlar söyleniyor:

ABD d ü n yad aki en b ü yü k iki k arid e s tü keticisin d en b irid ir v e b u tü ­


ketim d en izkap lu m bagası ölü m lerinin en önem li n ed en lerin d e n b i­
ridir. Trol kap an ı v e kap lu m b ağa ölü m leri arasın d ak i n ed en se llik
d ikk ate alınd ığınd a, ABD k arid es tüketim inin azaltılm ası v e b ö y le lik ­
le d en izkap lu m bagaları üzerindeki etk ilerin hafifletilm esi teh like a l­
tındaki bu türün koru n m ası aç ısın d an h ayati ön em taşım aktad ır.
T eh like alım d ak i tü rlerin korunm ası için ABD’nin k u llan ab ileceği
çe v re se l açıd an en etkili v e makul yön tem , A m erikan p azarına hiz­
met v eren k arid es trol tek n e lerin d e DKTA'ların k ullan ılm asın ı zo ru n ­
lu kılm aktır. B ö ylelik le k arid esçilik d e bü yü k b ir se k te y e uğram ad an
d evam ed eb ilec e k tir.7

ABD 1997’de bu karides yasağını uygulamaya başlamıştır. A raların­


da Hindistan, Malezya, Tayland ve Pakistan'ın da bulunduğu Asya
ülkeleri bir Dünya Ticaret Örgütü (WTO) toplantısında bu yasağa kar­
şı çıkmışlardır. DTÖ'nün nihai kararı yasağın çevresel etkilerine ka­
yıtsız kalmıştır ve yalnızca ticari boyutuyla ilgilidir. Tüm çevresel
regülasyonlar" çevreyi tahrip eden ticareti sınırlandırdığı için DTÖ
açısından ticaret kısıtlayıcıdır ve Ticaret ve Gümrükler Genel An-
laşması'na (GATT) göre yasadıştdır.

Şurası son d erece açık ki küreselleşm e karşısında çevrenin korun­


masını gerektiren bu yeni çağda. Güney ve Kuzey’deki çevre h are­
ketleri arasında yeni bir dayanışm a ve işbirliğine ihtiyaç vardır. Bu

Tunic exclusion devices CIEDs).

Bir ekonomik faaliyetin yasalar tarafından kurallara bağlanması, sınırlandırılm ası


~ V h. n.
54 | Ç atm m tt H tu at | Vartdana Shlua

tür yeni bir dayanışma anlayışı, trolle karides avcılığı konusunda­


ki asıl ihtilafın insanlar ve denizkaplumbağaları arasında olm adı­
ğını göz önünde bulundurmalıdır. Kaplumbağaların korunması,
hem çevreyi hem de insanları savunan çevre kanunlarının güçlen­
dirilmesi, bu sayede geleneksel balıkçı topluluklarının ve onların
koruma kültürlerinin savunulm ası anlamını taşımalıdır. Amerikalı
çevrecilerin karides ithalatının kısmi sınırlandırılması üzerindeki ıs­
rarı çevre tahribatının hız kazanmasına neden olmuştur. Çevresel
deregülasyon' serbest ticaretin önemli bir bileşeni olduğundan,
"serbest ticaret" ve çevre koruması bir arada bulunamaz. Eğer kap­
lumbağalar kurtarılacaksa yok edici ticaret ve yok edici teknoloji­
lerin kullanımı durdurulmalıdır.

DTÖ kararı hiçbir ülkeye ve hiçbir ekosistem e sadakat beslem eyefı


ticari çıkarların bir zaferidir. Hindistan açısından bir zafer değil­
dir; çünkü Hindistan, küresel karides endüstrisi değildir: Hindistan,
kıyıları ve denizleridir, dağları ve nehirleridir, çiftlikleri ve orm an­
larıdır. Hindistan, geçim kaynakları çevre tahribatıyla yok edil­
mekte olan köylüleri, göçerleri ve balıkçılarıdır. Hindistan, sahip ol­
duğu denizkaplumbağalarıdır.

"M avi D evrim "in Şiddeti

Uluslararası Gıda Politikaları Araştırma Enstitüsü'ne göre "dünya,


artmakta olan balık ihtiyacını karşılayabilm ek için giderek su kül­
türlerine bel bağlamak durumunda kalacaktır."8

Endüstriyel su kültürlerini haklı gösterm ek için kullanılan başlıca


iki dayanağın birisi deniz kaynaklarının tükenmesi krizi, diğeriyse
Üçüncü Dünya'da yoksulların yetersiz beslenm e krizidir. Örneğin,
Dünya Bankası ve büyük yatırım cılar karides su kültürlerini deniz-

Bir ekonomik faaliyeti düzenleyen kuralların iptal edilmesi - y. h. ıı.


International Food Policy Research Instllute
BGST | Ekoloji D im i | 55

lerden elde edilen ürünün azalmakta olduğu bir dönemde, artm ak­
ta olan talebi karşılam anın bir aracı olarak desteklem ektedirler.

Kültür karidesi üretimi 1985 senesinde toplam karides üretiminin


% 10'unu oluşturuyordu, bu değer 19 9 2d e 1 3 0 a yükseldi. 1989-91
yılları arasında üretilen toplam 98 milyon ton karides içinde kül­
tür karidesinin payı 12 milyon tondur, bu payın 2010'da 15 ila 20 mil­
yon tona ulaşması beklenmektedir.9 Karides, hem ulusal hem de ulus­
lararası kuruluşlarca dünya gıda kıtlığına, özellikle yoksul insanla­
rın diyetlerindeki protein eksikliğine bir yanıt olarak düşünülme­
sine karşın, daha çok kalkınmış dünyanın zenginleri tarafından tü­
ketilen bir lüks tüketim maddesi olması itibariyle gerçekte dünya
yoksullarının beslenm e ihtiyacına pek az katkıda bulunmaktadır.

Karides ve balık çiftçiliği yapmak doğal ortamında yetişmiş karides


ve balık avcılığından çok farklıdır. Su kültürü çiftçisi karides çiftli­
ğini tıpkı bildiğimiz tarla çiftçisi gibi idare etmek, sağlıklı bir ürün
elde edebilm ek için hava koşullarına, besin m addelerine ve yem ­
lerine dikkat etmek durumundadır. Sürdürülebilir su kültürleri çe­
şitli antik tarım sistem lerinin bir parçası olmuştur. Fakat modern
endüstriyel su kültürleri, yani "Mavi Devrim" oldukça yenidir. Tıp­
kı endüstriyel bitki üretimi gibi endüstriyel balıkçılık ve su kültür­
leri de ürettiklerinden daha fazla kaynak tüketm ektedirler. Dr.
John Kurien’e göre 1988 senesinde kültür karidesçiliği küresel öl­
çekte 900.000 ton taze balıktan üretilen 1,8 milyon ton balık yemi
tüketmiştir. 2000 yılı itibariyle Asya'da 5,7 milyon ton kültür balı­
ğı üretileceği tahmin edilmektedir. Bu boyutlarda bir hasat için 11
milyon ton balık yemi, yani 5,5 milyon ton taze balık gerekecektir.
Bu miktar bugün Hindistan denizlerinden elde edilen balık mikta­
rının yaklaşık iki katıdır.

Balık yemi, endüstriyel su kültürleri ve endüstriyel balıkçılık ara­


sındaki yaşam sal bağı oluşturur; çünkü balık yemi için kullanılan
S6 | Çalınmış H asat ı Vondana Shıva

balıklar denizlerden trol ve gırgırla avlanmaktadır. Bu yöntemlerin


balık stoklarını tükettiği bilinmektedir. Bu gerçek Dünya Banka-
sı'nın su kültürlerinin avcılık ve toplayıcılıktan yerleşik tarıma doğ­
ru bir ilerleme olduğu ve deniz kaynakları üzerindeki baskıyı azal­
tacağı şeklindeki argümanının mantıksızlığını ortaya koymaktadır.10

Özel Kazanç İçin Kamu Desteği

Su kültürleri için yapılan uluslararası yardım 1978-84 yılları arasın­


da 368 milyon dolarken 1988-93 yıllarında 910 milyon dolara yük­
seld i" Dünya Bankası, Asya ve Latin Amerika hükümetlerine kari­
des havuzları inşa etmeleri için kredi açtığı i97o’ten beri su kültür­
lerini destekliyor. Banka bu tür kalkınma projelerini Endonezya,
Filipinler, Tayland ve Bangladeş'te destekledi. 1980'lerde desteğini
Çin, Hindistan, Brezilya, Kolombiya ve Venezüella'yı da içine alacak
şekilde genişletti.12 Bu yardım lar yol ve soğuk depolama tesis'leri.gi-
bi altyapı yatırımları üzerinde duruyor ve endüstriyel karides çift­
çiliğinin 1980'lerdeki genişlemesinin önünü açmayı hedefliyordu.15

1992'de Banka tarım ve balıkçılık için 1,7 milyar dolar ayırdı; Hin­
distan karides ve balık kültürleri bundan 425 milyon dolar pay a l­
dı. Banka, son yirmi yıldır dünyanın en büyük karides üreticisi ve
ihracatçısı olan Hindistan'ın geleneksel karides kültür sistem leri­
ni uyguladığını söylüyordu. Bu sistem lerde göletler yağışlı mevsim­
de genellikle çeltik için kullanılmakta ve senenin geri kalanında ka­
rides ve balık kültürlerine dönüştürülmektedir. Bankaya göre bu sis­
tem nedeniyle karides verimi düşüktü (hektar başına 300 kg); alt­
yapı yetersizdi; karides yoğunluğu az, su değişimi yetersizdi veya
hiç yapılmıyordu; besinler azdı ve teknoloji yetersizdi.1,5 Banka ya-
rıyoğun karides çiftçiliğinin Hindistan'ın karides üretimini artıra­
bileceğini, yeni iş olanakları sağlayabileceğini ve ülkeye döviz ge­
tirebileceğini savunuyordu.15
BGST | Ckotojl ÜİZM | 57

1991’de Hindistan Hükümeti ihracata yönelik su kültürlerini destek­


lemek üzere Deniz Ürünleri İhracat Geliştirme İdaresini* kurdu. Bu
teşkilat Hindistan'da su kültürlerinin gelişmesi için önemli yardım
ve sübvansiyon sağladı.16

Batı'nın Lüks Gıdaları v e Üçüncü Dünya'nm Üreticileri

ABD gibi batı ülkelerinde son derece verimli ve kârlı karides çiftlik­
leri olmasına karşın, karides çiftçiliği ne ABD'de ne de diğer sana­
yileşmiş ülkelerde yaygın hale gelmiştir. ABD'nin bu sektördeki ya­
tırımları Meksika ve Ekvador gibi ülkelerde yoğunlaşmıştır. Dünya
toplam karides üretiminde Batı ülkelerinin payı % 25'in altındadır .>7

Bu durumdan da anlaşılacağı gibi, başlıca karides tüketicileri zen­


gin ülkelerde yaşadığı halde karides çiftliklerinin Üçüncü Dünya ül­
kelerinde yaygınlaşm asının en önemli nedenlerinden biri bu çift­
liklerin yol açtığı çevre tahribatıdır. Karides çiftçiliği denenm iş
olan tüm ülkelerde, bu sektörün sürdürülemez bir faaliyet olduğu
kanıtlanmıştır. Bu nedenle bu endüstri bir "tecavüz et ve kaç” en ­
düstrisi olarak bilinmektedir.

Tayvan 19 88’e kadar dünyanın en büyük kültür karidesi üreticisiy-


di; ardından bir salgın hastalık patlak verdi, tüm karides endüstri­
si çöktü ve bugüne kadar kendisini toparlayamadı. Ardından 1993'e
kadar liderliği Çin üstlendi, bir süre sonra bu ülkede de verimlilik
benzer nedenlerden dolayı düştü. Hindistan’daki karides çiftlikle­
ri 1994 ve 1995 başlarında şiddetli bir virüs saldırısına maruz kaldı;
bunun sonucunda hükümet tüm sektör için "ürün tatili" ilan etmek
zorunda kaldı.

§u anda hem üretim hem de pazar fiyatları salgın hastalıklar tara­


fından belirlenm ektedir. Fakat karides pazarı başka nedenlerle de

Marine Products Export Development Authority.


M | Çalınm ış H asat | Randana Sftıvg

istikrarsızdır. Üçüncü Dünya üreticilerinin kazançları dünyadaki


seçkin azınlığın gıda tüketim modasına da bağımlıdır. Bu azınlık lez­
zet veya sağlık nedenleriyle başka gıdalara yönelm eye başladığın­
da tüm karides pazarı çökecektir.

M angrovların’ Y ok Edilmesi

M angrovlar kıyı ekosistem lerinde yaşam sal bir role sahiptir; tropi­
kal yağmur fırtınalarının neden olduğu çamur akışını tutarak eroz­
yonu önler, balık ve diğer deniz canlıları için sığınak ve yaşam a la ­
nı oluşturur.18

Karides göletleri son yirmi otuz yıldan beri mangrov tahribatının


en önemli nedeni haline gelmiştir. Mangrov arazileri Sri Lanka'nın
PutTIam bölgesinde 1983'ten 1994'e kadar 3650 hektardan zooo
hektara gerilem iştir.1^ Vietnam'da 1983-87 yılları arasında 102.000
hektar mangrov, karides çiftçiliği için traşlanm ıştır.20 Ekvador'da
21.600 hektar alana yayılan karides çiftliklerinin büyük bir kısmı ön­
ceki mangrov arazileri üzerine kuruludur.21 Tayland'da 1961-1993 yıl­
ları arasında yok olan 203.765 hektar mangrovun % 32'si karides çift­
liklerine dönüştürülmüştür.22

M angrovların kaybı deniz kaynaklarının tükenmesine ve küçük


balıkçı toplulukların geçim kaynaklarının azalmasına neden olmak­
tadır.

Kıyı Sularının Kirlenmesi

Karides çiftlikleri hektar başına dört ila altı ton yem tüketir. Bu y e ­
min yalnızca % 17'si karides biyokütlesine" dönüşür. Geri kalanı atık
haline gelir, pestisit ve antibiyotiklerle ağır bir şekilde kirlenmiş olan

Bataklık arazide ve sulak yerlerin yakınlarında yetişen, sarkan dallan toprağa girip yeni
kökler salan tropikal bir agaç - y h. n.
" Birleşik, toplam net kuru ağırlık - y. h. n.
BGST | Ekoloji Dıztii | 59

bu atık ya doğrudan denize verilir ya da komşu mangrov ve tarım


arazilerine bırakılır. Ardından karides göleti deniz suyuyla tekrar
doldurulur. Atıkların deniz ve sulama kanallarına açık tahliyesi ba­
lık ölümlerinin artmasına, yeraltı sularının kirlenmesine ve çeşitli
sağlık problem lerine neden olm uştur .23

Ayrıca kültür türlerinin doğal ortamın yanı sıra yabancı ortam lara
kaçarak yerel su ekolojisini olumsuz etkilemesi olasılığı endişesi gi­
derek artmaktadır.24

Tuz Çölleri ve Susuzluk

Karides çiftçiliğinde deniz suyunun göletlere pompalanması gere­


kir; çünkü yetiştirilen pek çok karides türü trilyonda 25 ila 30 par­
çacık düzeyinde bir tuzluluğa ihtiyaç duyar. Örneğin bir hektarlık
bir çiftlik için her yıl 120.000 metreküp deniz suyu gerekir. Karides­
lerin büyüme dönem inde - 1 2 0 ila 150 gün kadar— tuzlu su, komşu
tarlalara ve yeraltı suyuna sızar.

Gölet tuzluluğunun kontrolü için yeraltı akiferlerinden’ tatlı su çe ­


kilmesi, problemi derinleştirir. Dört aylık büyüme döneminde bir
hektar genişliğinde, bir m etre derinliğinde bir göletteki deniz su ­
yunu seyreltm ek için kabaca 6 600 metreküp tatlı su gerekir. Bu ka­
dar büyük miktarda suyun çekilm esinin ardından boşalan akifer-
ler tuzlu su istilasına karşı özellikle savunmasızdır.

Yeraltı sularının tuzlanması kıyı toplulukları için ciddi bir içme su­
yu krizi yaratmaktadır. 1997'de Delhi'deki bir kamu davasına katı­
lan kıyı köylerinden insanlar, karides çiftliklerinin önceleri su bol­
luğu içinde olan bölgelerde nasıl su kıtlığı yarattığını anlattılar,
ftamnad bölgesi Jagidapattinam köyünden Chandramohan şunları
söyledi;

Yeraltı suyu hazneleri - y. h. n.


60 | Çalınmış H asat ; Vandanu Shıvıı

Beş altı yıl ö n c e sin e k ad ar içm e suyu y a d a hin distan cevizi v e p alm i­
y e ağ açların ın büyüm esi d iye b ir problem yoktu. Ama 39 tan e çiftlik
kurulduğundan beri içm e su yu en bü yü k soru n. A ğaçlar y a so ld u lar
ya da su kültürleri için kesildiler. K öylü ler su tem in etm ek için ya 10
kilom etre yol gitm ek ya da k am yo n larla taşınan suyun bir kabı için
b e ş rupi öd em ek zoru nd alar.

Nellore bölgesi Kurru köyünden Govindamnıa ise şunları söyledi;

Köy d ö rt tara ftan den iztekesi ç iftlik le riy le sarılm ış v aziyette... Ö nce­
leri bu bö lged e dokuz tan e kuyu vardı, şim di tüm içm e sularım ızı k a y ­
bettik. A kiferlerin bo şalm ası v e tuzlanm a n ed en iy le tüm e v le r çö k ­
tüğü için biz artık bu k öyd e yaşam ıyoru z. B eş yüz aile evin i terk etti.
Su şirk etleri top lu m sal gerilim y a ra tıy o r; su şirk etleri v e k ö ylü ler
ara sın d a çatışm a la r çıktı, üç köylü öldü.

Kıyı ekosistem lerinin yok olması nedeniyle ahalinin geçim kay­


naklarının da yok olması sonucu ortaya çıkan bu sıkıntılar yüzün­
den insanlar kıyı köylerinden göç etmek zorunda kalmaktadır.2’

Gıda Yok, Su Yok: Acıların Dişileştirilmesi

Bir zamanların verimli çeltik arazileri yerel halkın "mezarlık" ola­


rak adlandırdığı tarıma elverişsiz topraklar haline geldi. Bu durum
sadece Hindistan için değil başka ülkeler için de geçerlidir. Yoğun
karides çiftliklerine sahip olan Bangladeş'te senelik pirinç üretimi
1976-86 arasında 40.000 tondan 36 tona geriledi. Tayvanlı çiftçi­
ler de karides çiftliklerinin neden olduğu benzer kayıplardan söz
ediyorlar.

Karides endüstrisinin büyüm esinden özellikle kadınlar etkileni­


yor. Arazi kıt bir kaynak haline geliyor. Balık kurutulacak bir p ar­
ça arazi için komşular arasında kavgalar çıkıyor. Suyun tankerler­
le getirildiği bölgelerde su kuyruklarında yaşanan rekabet kadın­
lar arasında diğer bir toplumsal rahatsızlık haline geliyor.
BGST | Ekoloji Dizin | m

Nellore bölgesi Kurru köyünde, içme suyunun tuzlanması nedeniy­


le geçimini balıkçılıktan sağlayan 600 kişi tüm içme suyu kaynak­
larını yitirmiştir. Yerli kadınların protesto eylem leri düzenlem esi­
nin ardından hükümet tankerlerle içme suyu sağlam aya başlam ış­
tır. Her hane, içmek ve her tür temizlikte kullanmak için sadece iki
kap su alabilmektedir. Bir kadın sormaktadır: "Erkeklerimiz balık­
tan sonra yıkanmak için on kap su istiyor, bu iki kap su neye y e ­
ter?" Kadınlar karides çiftliklerinin neden olduğu çevre tahribatı ne­
deniyle, yakacak ve su temin edebilm ek için her gün dört ila altı sa ­
at daha fazla çalışm ak zorunda kaldıklarını söylüyorlar.26

Andhra Pradesh'teki diğer bir köyde hükümet iki sen e boyunca


tankerle içme suyu sağladıktan sonra 500 ailenin yerini değiştirme­
ye karar verdi. Hâlâ, insanların sulam a ve kullanma için tuzlu su­
dan başka hiçbir seçeneklerinin bulunmadığı pek çok bölge m ev­
cuttur.

Kirli içme" Suları pek çok büyükbaş hayvanın ölmesine neden olmuş­
tur. Ayrıca yem bitkilerinin büyümesi de önemli ölçüde yavaşlam ış­
tır, Kurru köyünde karides çiftçiliği başladığından beri iki yüz bü­
yükbaş hayvan ölmüştür.

Karides çiftliklerinin kurulduğu bölgelerde balıklar daha derin ve


durgun sulara doğru göçmüşlerdir. Balıkçılar karides endüstrisi ge­
lişmeden önce dört saatte avlayabildikleri balık miktarını bugün an­
cak sekiz saatte avlayabildiklerini söylem ektedir.

Karides çiftliklerinin yarattığı tüm bu m aliyetler dikkate alındığın­


da bu çiftliklerin sürdürülebilir olmadığı görülecektir. Bu çiftlikler,
Kıyı ekosistem leri ve kıyı topluluklarının geçim kaynakları için bir
tehdit oluşturmaktadır. Bu tehdit nedeniyle 1994'te Hindistan çev­
recileri ve kıyı toplulukları Hindistan Yüksek Mahkemesi’nde kari­
des çiftlikleri aleyhine bir kamu davası açmışlardır. 19 9 5te mahke­
62 | Çalınmış Haaal | Vandana Shlua

me su kültürlerinin toplumsal ve ekolojik m aliyetlerini araştırmak


üzere bir bilirkişi komitesi atamıştır.

Sürdürülebilir Deniztekesi Kültürleri

Beş yüz yıldır kullanılmakta olan geleneksel su kültürü sistem leri­


nin çeşitliliklerinin yanı sıra bazı ortak özellikleri vardır. Yerel çift­
lik sistem lerine dayalıdırlar, yerel ekoloji üzerindeki olumsuz e t­
kileri çok azdır ve ekosistem deki çeşitli canlı türlerinin korunma­
sını ve sürekliliğini güvence altına alırlar. Ayrıca, çok daha yoğun
ve endüstriyel olan ticari su kültürleri kadar da kârlıdırlar. Hindis­
tan, dünyanın en büyük karides üreticisi olma ününü bu geleneksel
sistem lere borçludur ve bu sistem ler kıyılarda yaşayan çiftçi ve ba­
lıkçıların evsel ve yerel gıda güvenliğini de garanti altına almıştır.

Örneğin bheri su kültürü sistemi Batı Bengal'de Aşağı.ve Yukarı Sun-


derban'larm gelgit çamurları ve bataklık arazileri üzerinde gelişmiş­
tir. Düzensiz biçimlere ve boyutlara sahip olan bu bheri'ler z ila 267
hektar arasındadır. İki türü vardır; mevsimlik ve sürekli olanlar. Mev­
simlik bh eri'ler kasım ve aralık ayları arasında kullanılmakta ve a r­
dından bir sonraki mevsime kadar güneş altında kurumaya bırakıl­
maktadır. Sürekli bheri je r kesinlikle çeltik yetişmeyen yüksek tuz­
lu bölgelerde bulunur; balık ve karides tüm yıl boyunca yetiştirilir.

Orissa'da gfıeri adı verilen geleneksel su kültürü göletleri d eltala­


rın, deniz kıyılarının yakınlarında ve göl kenarlarında kurulur. Ha­
latlarla birbirine bağlanan bambu çubuklarıyla inşa edilir ve deniz-
tekelerini ve balıkları yakalamak için ağ kullanılır. Gelgit, balıkla­
rı, deniztekelerini ve diğer deniz canlılarını ağların içine sürükler.
Canlılar gheri’ye bir kez yakalandıktan sonra bir daha dışarı kaça­
mazlar ve gelgit sularının taşıdığı besinlerle beslenirler. Balık ve de-
niztekeleri olgunlaştıktan sonra toplanırlar. Modern g/teri'ler şim ­
dilerde daha çabuk sonuç alabilmek için bazı suni yem lerle destek­
lenmektedir.
BGST I Skolojl Dlziil I 63

Geleneksel karides çiftçiliği ve su kültürü Kerala'nın birikinti su la­


rında yüzyıllardır yapılmaktadır. Mevsimlik arazilerde çeltik, mu­
son mevsiminde üretilir (temmuz-ekim) ve arazinin tuzlu sular ta­
rafından istila edildiği yılın geri kalan bölümünde buralarda deniz­
tekesi ve balık yetiştirilir. Yükseltilmiş yataklar güneş ışığının eri­
şimini kolaylaştırır ve biriken tuzun topraktan sızmasını sağlar,
böylelikle pirinç üretimine elverişli bir ortam hazırlar. Çeltik tohum­
ları ekilir ve üzerleri hindistancevizi yapraklarıyla örtülür. Tohum­
ların kökleri sağlamlaştıktan sonra arazi suyla doldurulur. Birikin­
ti suları taşıdıkları besin maddeleri sayesinde toprağın verimliliği­
ni artırır. Haşat zamanı, ürünün üst kısımları kesilir ve geri kalanı
deniztekesi ve balık üretimi için bırakılır. Pirinç daha çok çiftçile­
rin kendileri tarafından tüketilir, küçük bir kısmı da yerel pazarlar­
da satılır.

Balıkçılık içinse, genç karides ve balıkların tarlalara dolmasını sağ­


lamak üzere gelgit sularının yükseldiği bir zamanda deniz suyunun
tarlalara dolmasına izin verilir.’ Gelgit çekilm eye başladığında ka­
pı bambu kamışlarından yapılmış sık örgülü bir ızgara ile kapatılır,
su dışarı bırakılırken genç karides ve balıklar içerde kalır. Bu ya­
kalama işlemi mevsim boyunca her gelgitle tekrarlanır. Hasat a ra ­
lık ortalarında başlar. Nihai hasat mevsim sonunda bentler, salma
ağlar ve elle yapılır.

Çeltikçiler deniztekesi üretimi için arazilerini genellikle bu işten da­


ha iyi anlayan diğer deniztekesi/balık yetiştiricilerine kiralarlar. Fa­
kat şimdilerde bazı çeltik çiftçileri arazilerini kiraya vermek isteme­
mektedir; çünkü karides çiftçileri suni yem ve kimyasal madde kul­
lanarak çeltik arazilerini kirletm eye başlam ışlardır.

Balıkçılar kuşaklar boyunca el yapımı ağlarla balık avlamışlardır. Ba­


zı geleneksel ağ dokuma teknikleri tek bir kişi tarafından uygula­
m | Çalınmış H a sa t | V an d an a Shıua

nabilir ve günde 100 ila 200 rupi arası gelir getirebilir. Balıkçılar,
ayın balık avlam ak için en uygun zamanını (genellikle 15 gün) ast­
ronomi ve gelgit gözlemlerine dayalı geleneksel yöntem ler yardı­
mıyla tespit ederler. Bu 15 günün beş altı günü balıkçılık için özel­
likle idealdir. Balıkçılık tüm sene boyunca denizde, nehirlerin dur­
gun sularında, kanal ve göletlerde yapılır.

Karides ve balık çiftçiliğinin diğer bir geleneksel biçimi de M alaya-


lam dilinde "aramak" anlamına gelen fhap pai'd ır. Geigit yükseldi­
ğinde balıkçılar kıyıya sürüklenmiş olan deniztekeleri, istiridye ve
balıkları elleriyle yoklayarak yakalarlar. Av tuzlu su dolu bir kap­
ta toplanır. Thappal'larda kullanılan diğer bir teknik de kurutulmuş
ot ve kınaçiçeği’ (im p a tie m cap en siâ) bitkisinden yapılan ve üst
tarafının iç yüzüne pirinç taneleri yerleştirilen bir hşısır sepet kul­
lanılmasıdır. Pirinç taneleri yerleştirilm iş hasır sepet, ağzı alt ta­
rafa gelecek şekilde suya indirilir. Pirinç taneleri deniztekelerini cez-
beder ve sepetin içine giren tuzağa düşerler. Balık ve deniztekesi
yakalamak için kullanılan bu ve buna benzer teknikler kıyı halkla­
rının yaşam kaynaklarının yüzyıllar boyunca sürdürüiebilmesine kat­
kıda bulunmuştur.

İkinci "M avi Devrim "

Tüm dünyada yaklaşık 50 kadar laboratuvarda gen aktarılmış b a­


lık üzerine araştırm alar yapılmaktadır. Bu araştırmaların çoğu hız­
lı büyümeyi ve soğuğa karşı dayanıklılık sağlamayı am açlam akta­
dır. Kanada ve ABD merkezli A/F Protein, Atlantik som onuna bü­
yüme geni aktarmak suretiyle, pazarlama büyüklüğüne ulaşması için
normal süre olan 3 yılı 12 ila 18 haftaya indirdiğini bildirmiştir. Bu
şirket gen ve aktarma yöntemi üzerinde patent hakkına sahiptir ve

Sarı beyaz yaprakları olan, nemli bölgelerde yetişen, dokunulduğunda olgunlaşmış


tohum zarfları parçalanıp içindeki lohunıları saçılan bir bıikl - y. h. n,
BGST | Ekoloji Di zıtl | ts

genetiği değiştirilmiş somonlarının adı da Biogrou/dur.^lskoçya'da


Strathclyde'a ait Otter Ferry Salmon da daha hızlı büyüyen somon
üzerinde genetik araştırm alar yapmaktadır. Şili'de bir şirketler kon­
sorsiyumu normalden on misli daha hızlı büyüdüğü iddia edilen gen
aktarılmış balık üretimini ticarileştirm eye çalışmaktadır.

Gen mühendisliği tıpkı endüstriyel tarım gibi balık üretimini artı­


racağı iddiasıyla destekleniyor, fakat taşıdığı ekolojik riskler balık
stoklarının sonunu getirebilir. Örneğin, daha hızlı büyüyen gen ak­
tarılmış balık daha fazla besin gerektirebilir. Soğuğa direnç genle­
ri aktarılan ve bu m üdahaleye uğramayan akrabalarına kıyasla da­
ha soğuk deniz sularına dayanabilen bu balıklar diğer türlerin y e ­
rini alabilir.

Yeni genlerin aktarılm ası diğer fizyolojik süreçleri etkileyebilir.


Örneğin, insan veya öküz büyüme hormonu genleri aktarılan do­
muzun yüksek proteinli bir diyetle beslendiğinde daha hızlı büyü­
düğü gözlenmiştir. Fakat dişiler kısırlaşmış ve her iki cinste de le­
tarji (uyuşukluk) ve kas zayıflığı görülmüş ve ayrıca da artritis (maf­
sal iltihabı) ve mide ülserine yatkınlık tespit edilmiştir.28

Gen aktarılan balıklar diğer yerli türleri avlayarak ve onlara yaşam


hakkı tanımayarak ekosistemi tahrip edebilirler. Genetiği değişti­
rilen balıklar doğal türlerle çiftleşerek biyoçeşitliliği yok edebilir­
ler. Gen aktarılan balık özel bir egzotik’ balık türü olarak değerlen­
dirilmelidir. Egzotik türlerin ortam a karışması, tahmin edilem eyen
ciddi etkiler yaratabilir. Davis'teki Kaliforniya Üniversitesi'nden
Peter Moyle yerli balık türlerinin ortam a karışan egzotik türler ta­
rafından yok edilmesini "Frankenştayn Etkisi” olarak adlandırmak­
tad ır.^

Yabancı, dışsal - y. h .n.


6t. | Ç alınm ış H a sa t | Vandana Shiva

Florida'da Effie Gölü ne getirilen mavi tilapia ve Montana’da Flat-


head G ö lü n e aktarılan opossum karidesi Frankenştayn Etkisi'nin
bazı örnekleridir. Tilapia 1970'te aktarıldığında Effie Gölü'ndeki
balık biyokütlesinin % ı'ini teşkil ediyordu, bu oran 1974'te % 90'dı.

Opossum karidesi 1968 ve 1975 yılları arasında Kakonee som onu­


nun besin koşullarını iyileştirm ek am acıyla Flathead Göltî'nün
membaında yer alan çeşitli göllere aktarıldı. Fakat tam tersi oldu.
Karidesler doymak bilmez Zooplankton’ yiyicilerdi ve Zooplank­
ton, somon için çok değerli bir besin kaynağıydı. Sonunda, Zoop­
lankton miktarı orijinal seviyesinin % 10'una düştü ve somon balık­
çılığı tepetaklak geriledi. 1985’ren önce senelik somon avı loo.ooo’di.
1987'de sadece 600 somon avlanabildi. 1989'da ise kayıtlı hiçbir ava
rastlanmamaktadır.

Genetiği değiştirilmiş balık türlerinin İkinci Mavi Devrim m arifetiy­


le doğal ortamlara salıverilmesi eş derecede yıkıcı toplumsal ve eko­
lojik sorunlar doğurabilir. Balıkçılıkta yeni bir mucize olarak tanı­
tılan genetiği değiştirilmiş balıklar. Mavi Devrim’in daha fazla üre­
tim ve daha hızlı büyüme sağlayan balık yetiştirm eye odaklı tek bo­
yutlu yörüngesini güçlendirmektedir. O halde Birinci Mavi Dev-
rim'de yaşanmış ve tecrübe edilmiş olan yıkımın İkinci Mavi Dev-
rim'de şiddetlenip ivmelenmesini bekleyebiliriz.

Çevresel Adalete Giden Uzun Yol

!996'da Hindistan Yüksek Mahkemesi, Hindistanlı çevreciler ve kı­


yı toplulukları tarafından açılan bir dava sonucunda kıyı regülas-
yon bölgelerinde yer alan tüm karides su kültürlerinin kapatılm a­
sını emreden bir karar aldı. Bu bölgeler Bengal, Orissa, Andhra

' Suda yaşayan, dalga ve akıntılarla sürüklenerek hareket eden, küçük veya mikroskobik
canlılar. Proıozoa ve çeşitli hayvanların larva aşamaları gibi lotosentez yapmayan canlıları
içerir. — y. h. n
büst [ t'koiojt Dizm | <,?

Pradesh, Tamil Nadu. Kerala, Karnataka, Goa, Maharashtra ve Gu-


ju rat'ı içine alıyordu.

Mahkeme "ister yoğun ister yanyoğun, ister yaygın ister yarıyay-


gm olsun, hiçbir su kültürü endüstrisine izin verilm eyeceğine, y a l­
nızca geleneksel veya geliştirilm iş geleneksel su kültürlerinin işle­
nebileceğine" karar verdi. Mart 1997 sonuna kadar bölgedeki tüm
su kültürlerinin kaldırılması ve işçilerine tazminatla birlikte altı
senelik m aaş ödenm esi gerekiyordu. Bölgedeki çiftçilerin kayıpla­
rı da tazmin edilecekti. Mahkeme çok sayıda kişiyi etkileyen ve bir
dönüm noktası teşkil eden bu kararların uygulanması için federal
hükümetin yetkili atam ası gerektiğini de belirtmişti. Böylece. mah­
keme yaşamın, karides ihracatından elde edilen dolarlardan daha
değerli olduğuna karar verm iş oldu.

Günlük finans gazetelerinden birine göre hükümetin en temel ön ­


celiklerinden biri mahkeme kararını geçersiz kılmaktı. Gerçekten
de hükümet, iş dünyasının çıkarlarına uygun bir şekilde, kararın uy­
gulanmasını engellem eyi başardı. Karides çiftlikleri halen mahke­
me kararını hiçe sayarak üretim lerine devam ediyor.

Çevreciler ve kıyı toplulukları Yüksek Mahkeme’nin bu tarihsel ka­


rarının tümüyle hiçe sayılmasını engellemek amacıyla büyük bir ulu­
sal ve uluslararası hareket örgütlediler. Fakat yoksul kıyı topluluk­
larının temel hak ve özgürlükleri karides endüstrisinin dolar gücü
nedeniyle sürekli tehdit altındadır. Artan karides tüketiminin ger­
çek maliyetini yaşam kaynakları ve özgürlükleriyle ödeyenler bu in­
sanlardır.

•5 Ağustos 1997'de Hindistan bağımsızlık günü kutlamalarında re s­


mi Hindistan boş retorik üretip, radikaller hükümetin başarısızlık-
terına karşı "Siyah Bayrak" gösterisi düzenlerken, Kıyı Endüstriyel
бв Çalınm ış Нала t I V andana Shiua

Su Kültürlerine Karşı Ulusal Eyiem Komitesi’ önderliğindeki kıyı köy­


lüleri üç renkli Hindistan bayrağını gururla taşıyarak, ulusal marş
eşliğinde yasaklı karides çiftliklerine doğru yürüdüler. Özgürlük
kavramına hem halk hem de ülke için Hindistan kıyılarından yeni
bir anlam kazandırılmış oldu.

Bağımsızlık Günü, su kültürü endüstrisinin kurbanları için kendi do­


ğal kaynakları ve rızkları üzerindeki egemenliklerini kutladıkları bir
gündü. Kendilerini, kıyıları tümüyle yok eden su kültürü endüstri­
sinden kurtarma mücadelesine bir kez daha adadıkları bir gündü. Kı­
yı halklarını ve kıyıları savunan Yüksek Mahkeme kararını hiçe say­
maya çalışan hükümeti, politikacıları, iş dünyasını kınama günüydü.

Özgür Hindistan için verilen bu yeni mücadele gayet doğru bir şe ­


kilde, Hindistan'ın toplumsal ve çevresel kıyılarından; kadınların,
geleneksel balıkçıların, topraksızların ve köylülerin önderliğinde,
deniz kıyılarından büyüyerek geliyor. Kıyılarda yeni bir Hindistan
doğuyor; sürdürülebilirlik ve adalet, barış ve uyum, demokrasi ve
çeşitlilik ilkeleri üzerinde yükselen bir Hindistan.

Bu ikinci özgürlük mücadelesi henüz yeni başladı.

Notlar:
ı Bu tezahüre İlk olarak S a ta p a r h a B ra h m a a a 'd a değinilir: M a h a b a ra lh a (1.18).
Kuma.yort« (1.45). vcP uran aa'tadaM gn i Purona. 3. kısım; kurma Purana. 299. kısım: Vıatınu
(’u ra n a 1.9: Padm a P uran a 6.299; ve fifıagauara Purana) değinilmektedir.
2 Shn Banka Beharı Das, "SeriousTrouble for Bhitarkanika", wild.alllndıa com, zyTcmmı»
1998.
3 Vandana Shivn. "Ecology and The Polltics of Survival Conflıcts Över Natura) Resources
ın Indla", Yeni Delhi: SAGE Publlcatlons, 1991.

4 £co!ogi6t Aaıa. Voi. 3, No 4, Temmuz / Ağustos 1995.

National Action Committee against Coastal Industrial Agriculture.


BGST I Ekoloji Dizin I 69

5 Birleşmiş Milletler Tarım ve Olda Orgûtil (FAO), "The State o f the World Fisheries and
Agriculture', Roma, 1995.

6 Vandana Shiva, 'Ecology and the Politics of Survival", Ycm Delhi: SAGE Publications, 1991.
s. 320.

7 Tim Eichenbcrg ve Durwood Zaelke, "Amicus Submission in the United States - Import
Prohibition and Certain Shrimp and Shrimp Products Dispute", Washington. DC: C1EL, 1997.
s. 18-19.

8 N. Suresh, "Aquacullure is Answer to Fish Shortage", The Timet of India. 5 Mayıs 1996

9 FAO. Fisheries Department, “Agriculture, Towards 2010". Roma-. Kasim 1993. s. 183.

10 Vandana Shiva, "Globalization o f Agriculture and the Growth o f Food Insecurity". Ycm
Delhi: Research Foundation for Science. Technology and Ecology (RESTE), 1996.

11 FAO. "Review o f the World Fishery Resources: Aquaculture". FAO Fisheries Circular. 886.
199s, s. 1-127.
12 Steve Creech, "Sweet Yl’ Sour Prawns - Slumping in South East Asia", Appropriate Technology.
Vol 22. No. 2. Eylül 1995. s. 2;.
13 "Farming Has Expanded on World Bank Millions', n t h Farming International. Temmuz
1994. s. 10
14 World Bank, India-Shrim p a n d Fith Culture. Washington, DC: Aralık 1991. s. 1.
15 Vandana Shiva ve Gurpreel Karir. 'Chcnm m eenkeltu: Towards Sustainable Aquaculture*.
Ycni Delhi; RFSTE, 1996, s. 16.
16 Bu teşvikler şunları içermektedir: yeni çiftlik geliştirmede sermaye yatınmının %25Y veya
maksimum 150.000 rupiye kadar hektar başına 30.000 rupi: 30.000 tohum/yıl veya daha fazla
kapasiteye sahip orta Ölçekli karides brelim çiftlikleri için 500.000 rupiye kadar % 25; yem
ve tohum için hektar başına sırasıyla 3000 ve 450 rupiye kadar X 25: damızlık bankası kurmak
İçin maksimum 150.000 rupiye kadar % 25. Son olarak, karides çiftçileri karides yemi
İthalatında gümrük indiriminden yararlanabiliyorlar.

17 Solon Barraclough ve Andrea Flnger-Sıiıch, "Some Ecological and Social Implications of


Commercial Shrimp Farming In India", Cenevre: UNRISD and WWI, Mart 1996. s. 31.

IB Jamulur Rahman ve Frederick Vande Vusso, "Mangrove Forests: A Valuable Bui Threatened
Indo-Padfic", Agriculture Department of Ihe Asian Development Bank, s, 9.

19 S. Uyanage. "Pilot project on participatory management of Seguwanthive mangrove habitat


in Puitalan District of Sn Lanka", International Conference on Wetlands and Development,
Selangor. Malaysia, 8-14 Ekim 1995 .

20 M. S. Tuan. "Proceedings o f Ecoione v. Community Participation in Conservation,


Sustainable Use and Rehabilitation of Mangroves in Southeast Asia", eds. P N. Hong et a l„
UNESCO, 1997.

21 A Alvarez. B. Vasconez, ve L. Guerrero, "Establishing a Sustainable Shrimp Mariculture


Industry in Ecuador", eds. S. Olsen ve L Arriaga, M ull 1 tem poral ttu d y of mangrove, thrlm p
tarm an d t a ll fla t a re a t in the coastal zone o f Ecuador, through inform ation pro vid ed
70 | Çatınm ış H asa t \ Vandana Shlva

by rem ote sen sı ng. University o f Rhode Island Coastal Resource Center, USA; Mlnisterlo de
Energia y Minas, Ecuador; v e US Agency for International Development, USA; 1989, s. 141-46,

22 P. Mertasveia, "Mangrove destruction and shrimp culture systems", Asian Shrimp News,
1996 -
2} Justice Surcsh et al., "Expert Committee Report on Impact of Shrimp Farms along the
Coast of Tamil Nadu and Pondicherry", Hindistan Yüksek Mahkemesi ne sunulan bilirkişi raporu.
<9 95. s 37-
24 FAO, "Reducing Environmental Impact ö f Coastal Aquaculture", FAO Reportsand Studies.
Al. S. 5-
25 Taban hareketlerinin ifadeleri, Ulusal Kamu Davası, Su Kültürleri Hakkında ve Kıyıların
Korunması İçin Ulusal Dayanışma Mukavelesi, Yeni Delhi. Hindistan, 10 Temmuz 1997.
26 PUCl ve RESTE tarafından organize edilen Su Kültürlerine Karşı Ulusal Kamu Davası'nda
verilen ifadeler, Yeni Delhi, toTemuz 1997.
27 Karol Wrage. "Biogrow Salmon receives gram ", Biotech Reporter. Nisan 1995. s. 7.

28 Anne Kapuscinski ve Eric Hallerman, T ransgenic Fish and Public Policy; Anticipating
Environmental Impacts o f Transgenic Fish", f isheries. Vol. 15, No. 1. s. g.

29 "Native Fish, Introduced Fish; Genetic Implications", National Audojton Society, 1992.
A
DELİ DANALAR VE KUTSAL İNEKLER

Dalai Lama, 60. doğum gününde yaptığım konuşmanın ardından ba­


na şu sevgi ve şefkat dolu satırları yazmış-. “Duyu ve algı sahibi tüm
yaratıklar, küçük böcekler de dahil, kendi kendilerine sevgiyle dav­
ranırlar. Acının üstesinden gelmek ve mutluluğa ulaşmak hepimi­
zin hakkıdır. O nedenle hepsine sevgi ve şefkatle yaklaşmamız için
dua ediyorum.

Diğer türlere karşı sorumluluklarımız nelerdir? Türler arasındaki sı­


nırların bir bütünlüğü var mıdır? Yoksa bu sınırlar, insanların kon­
foru adına yıkılabilecek basit v e sıradan kurgular mıdır? Hem ata­
erkil kapitalistler hem de postm odem fem inistlerce savunulan "sı­
nırların ihlali" hiç de o kadar basit değildir. Çeşitli sınırlar arasın­
daki farklılıkları ayırt eden karmaşık bir görüşü, hangi sınırların ki­
mi koruduğu ve hangi sınır ihlalinin kime özgürlük kazandırdığı
kavrayışını temel almalıdır.

Hindistan'da inek yüzyıllardır kutsal kabul edilir; zenginlik tanrıça­


sı Lakshmi olarak bilinir ve tüm tanrı ve tanrıçaların içinde y aşa­
dığı kâinat olarak görülür. İnek ekolojik açıdan Hint m edeniyetinin
merkezinde yer almıştır. Hint tarım dünyası, hem maddi hem de kav­
ramsal olarak, sürdürülebilirliğini ineğin bütünlüğü üzerine kurmuş,
onu dokunulmaz ve kutsal kabul etmiş ve zengin gıda sistem leri­
nin anası olarak görmüştür.
72 | Ç alın m ış H a s a t | Pandana Shlva

Britanyalılardan bağımsızlık kazanılmasının ardından Hindistan'ın


ilk tarım bakanı olan K. M. Munshi’ye göre:

İn ek lere boşun a tap ın ılm ıyor. O nlar eski çağ lard an beri toprağı zen-
g ın leştirırler: d oğan ın m u hteşem arazi d ön ü ştü rü cü lerid ir; işlen d ik­
ten sonra çok değerli bir besine dönüşen organik m addeleri temin ed er­
ler. H indistan’d a g elen ekler, dinsel du yarlılıklar v e ekonom ik ihtiyaç­
lar, sığır nüfusunu bu çevrim i a y ak ta tutm aya y etecek büyüklükle tut­
m aya çalışm ıştır.2

Ürün artıklarını ve ekilmemiş arazileri kullanan yerli sığırlar besin


için insanlarla rekabet etmezler, daha ziyade tarlalar için organik
gübre temin eder ve gıda verimini artırırlar. İneğin kutsallığının a r­
dında bu ekolojik mantık ve toprak koruma zorunluluğu yatm ak­
tadır. İnek, tezek enerjisi, besin ve deri kaynağıdır. İneklerin s a ğ - '
ladığı bu katkı, ineklerin sütünü sağan, tezek toplayan, onları bes­
leyen ve gerektiğinde tedavi eden kadınların emeği sayesinde müm­
kün olur. Kadınlar kalifiye birer hayvancılık uzmanı olmalarının ya­
nı sıra geleneksel mandıracılıkta da ustadırlar, tereyağı, çökelek,
eritilmiş yağ ve yayık ayranı üretirler.

Hint sığırları, sağladığı gıdadan altı misli fazlasını tüketen ABD en ­


düstriyel sığırlarının aksine, tükettiğinden daha fazla besin üretir.5
Bunun yanı sıra, Hint sığırı her sen e 700 milyon ton geri kazanıla-
bilir gübre üretir; bunun yarısı yakıt olarak kullanılır. Bu yakıt,
hepsi de Hindistan için kıt birer kaynak olan 27 milyon ton gazya­
ğı, 35 milyon ton kömür, 68 milyon ton oduna eşdeğerdir. Diğer y a ­
rısı gübre olarak kullanılır.

Hindistan'da yaklaşık 80 milyon sığırdan elde edilen tezek, kırsal


enerji ihtiyacının üçte ikisini sağlar. (Bu sığırların yaklaşık 70 m il­
yonu endüstriyel besicilerin, az süt veren "yararsız" inekler olarak
adlandırdıkları yavrulardır.) Hindistan'ın tarımda hayvan enerjisi-
BGST | Ckolojl D lzı.jı | 73

ni ikame edebilmesi için her yıl ı milyar dolarlık gaz harcam ası ge­
rekir. Diğer hayvan ürünlerine gelince, deri ve diğer ürünlerin yıl­
da 150 milyon dolar gelir sağladığını söylem ek yeterlidiM

Buna rağmen, sığırın çok çeşitli faydalarına dayalı olan bu son d e­


rece verimli gıda sistemi verimlilik ve kalkınma adına tasfiye edil­
miştir. Yeşil Devrim, tarımın asli gübre kaynağını yenilenebilir o r­
ganik girdilerden yenilenem ez kimyasal girdilere doğru kaydırmış,
temel gıda üretiminde hem sığırı hem de kadınların sığırlar üzerin­
deki emeğini değersizleştirm iştir. Batının müsrif besicilik ve man­
dıracılık anlayışını taklit eden Beyaz Devrim dünyanın en gelişkin
mandıra kültürünü yok etm ekte ve kadınları mandıracılıktaki rol­
lerinden uzaklaştırmaktadır.

Yeşil Devrim, Beyaz'ın düşmanı olarak ortaya çıkmıştır, çünkü yük­


sek verimli ürün'çeşitleri sap üretimini azaltmakta; yan ürünleri hay­
vanlarca tüketilmemekte, yem olarak kullanılamamaktadır. Daha­
sı, melez ürünler toprağı besin m addelerinden yoksun bırakmak­
ta, yem üretiminin azalm asına ve hayvan hastalıklarına neden ol­
maktadır. Buna karşılık, Beyaz Devrim ise hayvanları tarla bitkile­
riyle ekolojik bir bütün olarak görmek yerine ineği basit bir süt ma­
kinesine indirgemektedir. Shanti George'un da gözlemlediği gibi:

Sorun şu ki m andıra p lanlam acıları ineğe baktıklarında sad ec e m em e­


lerini görm ektedirler; halbuki ço k dah a fazlası vardır. Sığırı sü tle e ş ­
d eğ er görm ekte v e d iğer h a yv a n ürünlerini, hayvan işgücünü, gü bre
ve yakıt üretim ini, deri, boynuz v e toynaklarını ihmal etm ektedirler. 5

Halbuki Hindistan'da inek sütü, tarım ve hayvancılık arasındaki


karşılıklı bağımlı ilişkinin çeşitli yan ürünlerinden sadece biridir. Sı­
fırla r gıda sistem inde üretimi gerçekleştiren unsurlardan biri o la­
rak kabul edilirler; tüketim maddesi üretme işlevleri bunun ardın­
dan gelir. Fakat Beyaz Devrim süt üretimini birincil ve pahalı hale
74 | Çalınmış H a s a t | Pandana Shtua

getirmektedir. Kraliyet Komisyonu' ve Hindistan Tarımsal Araştır­


ma Konseyi'ne göre eğer süt üretimi uygunsuz bir şekilde artırı­
lacak olursa Hint tarımının tüm temellerini dolaylı olarak etkileye­
bilir.6

Daha kötüsü Hindistan'da serbest ticaret politikaları et ihracatı


için sığır kesimlerine neden olmakta, hastalıklara karşı dirençli çe ­
şitli sığır türlerini ve küçük çiftçilerin entegre hayvan-bitki ürerim
sistem lerini yok oluşa sürüklemektedir. Britanya'da dev kesimha-
neler ve fabrika hayvancılığı 1,5 milyon ineğe bulaşan "deli dana has­
talığı” (BSE - bovin spongiform encephalopathy) salgınıyla birlik­
te sorgulanmaya başlamıştır. Bu hastalık, Britanya'nın sürdürüle­
mez hayvancılık ekonomisinin ölüm çanlarını çalarken Hindistan'ın
"kutsal inekleri", "gelişmiş" ülkelerin sığır eti ithalatını ve tüketimi­
ni karşılayabilmek için mezbahalara gönderilmektedir. Sürdürüle­
mez ve zararlı gıda üretim sistem lerinin küreselleşm esi, Britanya
ineklerine bulaşan hastalıktan daha derinlerdeki bir deliliğin belir­
tileri olarak olarak kabul edilmelidir.

Süt M akinesinin Dişlilerini Sıkm ak

İneğin bir süt makinesi olarak kabul edilmesi dünya ölçeğinde so ­


runlarla karşılaşırken, çokuluslu biyoteknoloji endüstrileri süt ü re­
timini artıracak yeni gen mühendisliği mucizelerini desteklem ek­
le, küçük üreticilerin geçim kaynaklarını bir kez daha tehdit etm ek­
tedirler. Elanco (Eli Lilly’nin bir şubesi), Cynamic, Monsanto ve
Upjohn gibi çokuluslu şirketler gen mühendisliği yöntem leriyle
üretilen bovin som atrofin (BST) büyüme hormonunu ekolojik etki­
leri hakkındaki tüm tartışm alara karşın pazara sürm eye hazırlan­
m ad ad ırlar.7

Royal Commission
** Indian Council of Agricultural Research
DfiST I ekoloji Dizii l I 73

BST ineklere günlük olarak şırınga edildiğinde enerjiyi süı üretimi­


ne yönlendirmektedir. Eğer süt üretimi için çok fazla enerji yönlen­
dirilirse inekler bir deri bir kemik kalabilirler. Ve modern tarım bi­
liminin tüm diğer "mucizeleri"nde olduğu gibi süt üretiminde göz­
lenecek artış endüstriyel yem kullanımı ve bilgisayar destekli bes­
lenme programı gibi diğer bir dizi faktöre bağlıdır.8 Son olarak da,
kadınların ineğin beslenm esi ve sütün işlenmesindeki geleneksel
rolleri erkeklerin ve makinelerin eline geçmektedir.

Gen mühendisliği yöntem leriyle üretilen BST veya bovin büyüme


hormonu (BGH) tüketici direnişine neden olmakta ve sütlerin eti­
ketlenmesi talep edilmekte, fakat biyoteknoloji endüstrisi buna
aktif bir şekilde karşı çıkmaktadır. Avrupa Birliği genetiği değişti­
rilmiş ürünlerin etiketlenm esine karşı oy kullanmıştır ve Monsan­
to sütlerini "BGH içermez" şeklinde etiketleyen ABD çiftçilerini
mahkemeye vermiştir. Böylece demokrasi, "serbest ticaret” tarafın­
dan ayaklar altına alınmaktadır.

Beyaz Devrim, yanlış şeyi yanlış miktarlarda üretmeleri durumun­


da küçük çiftçiler ve diğer canlıların ihtiyaçlarının değersiz ve vaz­
geçilebilir olduğunu düşünmektedir. Beyaz D evrim e içsel olan şid­
det de burada yatm aktadır. Hindistan sığırını (bütünsel olarak de­
ğerlendirildiğinde son d erece üretken olm alarına karşın) "üretken
değil" diyerek harcayan küresel m etalaştırm a süreci aynı zaman­
da Avrupa sığırını da aşırı üretken olduğu için değersizleştirm ek-
tedir. Hayvan çeşitliliği yok edildiğinde yaşam ın kaynağı olan can­
lı türlerinin nasıl korunacağı bilgisi de beraberinde yok edilm ekte­
dir. Bu koruma bilgisi yerini zengin çiftçilerin kârlarının nasıl ko­
runacağı anlayışına ve tarım işletm elerinin egemenliğine terk et­
mektedir.
76 | Çalınmış H a sa t | Vandana Slüva

Tarla Bitkileri Hepimizin Gıdasıdır

Ekolojik tarım kültürlerinde teknolojiler ve ekonomiler, bitkiler


ve hayvan yetiştiriciliğinin bütünleştirilmesine dayalıdır. Birinin atık­
ları diğeri için besin maddesi sağlar; karşılıklı ve iki taraflı bir iliş­
ki vardır. Bitki yan ürünleri sığırı, sığır atıkları bitkileri yetiştiren
toprağı besler. Bitkiler sadece tane vermez, aynı zamanda yem ve
organik madde sağlayan sap da verir. Bitkiler; insanlar, hayvanlar
ve topraktaki pek çok organizma için gıda değeri taşır. Organik
olarak beslenen bu topraklar verim artırm ak için çalışan milyon­
larca mikroorganizmaya ev sahipliği yapar. Bakteriler çiftçilerin
tarlalara bıraktığı sapların selüloz lifleri üzerinde beslenir. Hektar
başına 100 ila 300 kg amip bu bakterilerle beslenerek kömürleşmiş
lifleri bitkiler tarafından alınm aya hazır hale getirir. Toprağın her
gramında organik madde sağlayan ve yaşamsal önemdeki azotu bağ­
layan 100.000 yosun bulunur. Her hektar, bir ila iki ton arasında
mantar ve eklembacaklı,' yumuşakça ve tarlafaresi gibi makrofauna"
içerir. Tarlaların altında yaşayan kem irgenler toprağı havalandıra­
rak toprağın su tutma kapasitesini artırırlar. Örümcekler, kırkayak­
lar ve böcekler toprağın yüzeyindeki organik maddeleri ufalayarak
zenginleştirici taneciklere dönüştürürler .9

Çiftlik gübresiyle beslenen topraklar işlenmeyen topraklara oran­


la 2 ila 2,5 misli daha fazla solucan içerir. Bu solucanlar toprağın y a ­
pısını, havalanmasını ve drenajını koruyarak, organik maddeyi par­
çalayıp toprağa karıştırarak toprak verimliliğine katkıda bulunur.
Charles Darvvin'e göre "yaratıklar tarihinde bu derece önemli rol oy­
namış daha başka hayvanların olup olmadığı şüphelidir."10

’ iskelet ve eklembacakları olan, pek çoğu gelişkin sinir sistemi, bir nevi kalp ve dolaşım
sisıenıine sahip toprak organizmaları. Örneğin, örümcek gibi - y. h. n.
" Fauna; belirli bir coğrafyada ve belirli bir dönemde yaşayan hayvan türleri; makrofauna;
çok hücreli hayvan türleri - y . h n.
Toprakta görünmeden çalışan küçük solucan aslında bir traktör, güb­
re fabrikası ve barajdır. Solucanların işlediği topraklar diğerlerine
göre daha kararlı su dengesine sahiptir ve solucanların yaşadığı top­
raklar organik karbon ve azot yönünden daha zengindir. Solucan­
lar sürekli hareketleriyle toprağı havalandırır, hava hacminin %
30'lara ulaşmasına katkıda bulunurlar. Solucanların yaşadığı top­
raklar suyu diğerlerine göre dört ila on misli daha hızlı boşaltırlar
ve su tutma kapasiteleri % 20 daha fazladır. Her yıl hektar başına
15 tonu bulabilen solucan atıkları veya toprak kümecikleri verim için
son derece önemli mikrobiyolojik aktiviteleri destekleyecek karbon,
azot, kalsiyum, magnezyum, potasyum, sodyum ve fosfor içerir.

Endüstriyel tarım yöntemleri bu canlı türlerinin gıda kaynaklarını


yok eder ve onlara kimyasallarla saldırır; topraktaki zengin biyoçe-
şitliliği yok ederek verimin yenilenebilmesinin temellerini çökertir.

Yoğun H ayvancılık Ekonomisi

Avrupa’nın yoğun hayvancılık ekonomisi, sığır yemi üretimi için di­


ğer ülkelerden Avrupa'nın yedi misli büyüklüğünde arazi talep e t­
m ektedir." Yem üretimi için gerekli olan bu "gölge hektarlar” aslın­
da kaynakların aşırı bir şekilde kullanılmasını gerektirmektedir.
Bu yem üretim sistemi arazi tasarrufu sağlamadığı gibi hayvanların
yaşanam az ortam lara hapsedilm esine de neden olur. Yoğun hay­
vancılık endüstrisi verimlilik konusunda her zaman şu soruyu so ­
rar: "En düşük m aliyet ve en yüksek kazanç sağlamak için en küçük
mekâna en fazla kaç hayvan kapatılabilir?’’12

Tamamlayıcı bir tarım sistem inde sığır, insanların tüketemedikle-


riyle beslenir. Ürünlerin saplarını, meralardaki ve tarla kenarların­
daki otları yer. Hayvancılık endüstrisi gibi rekabetçi bir modelde ta­
ne tahıl, insanlardan alınıp yoğun yem olarak hayvanlara verilir. Bir
kilogram kümes hayvanı eti üretm ek için iki kilogram, bir kilogram
Çalınm ış H a sa t | Randana Shiva

domuz eti üretmek için dört kilogram, bir kilogram dana eti üret­
mek için ise sekiz kilogram tane tahıl gereklidir.

İnekler tem elde otoburdur. Yedikleri biyokütle, ineğin dört mide­


sinin ilk ve en büyük haznesi olan işkembede hazmedilir. Hayvan­
cılık endüstrisi ineklerin et ve süt üretimini onları yoğun, protein
değeri yüksek yem konsantreleriyle besleyerek yükseltmiştir. Bu uy­
gun bir diyet değildir; çünkü ineklerin kaba yeme ihtiyaçları var­
dır. Hayvancılık endüstrisinin bu ihtiyacı karşılamak için geliştirdi­
ği yöntem lerden biri ineklere plastik bulaşık süngeri yutturmaktır.
Bunlar işkembede yaşam boyunca kalırlar.'5

Sığırın ihtiyaç duyduğu kaba yemi esirgem ek bu hayvanlara karşı


gayri ahlaki bir muameledir. Diğer taraftan, bu uygulama, sığırları
beslem ek için gereken arazi miktarını da azaltmaz; çünkü yem kon­
santresi insanları besleyebilecek olan tane tahıllardan yapılm ak­
tadır. Yardımlaşmacı ve kaynaşm ış bir sistemden rekabetçi ve p ar­
çalı bir sistem e yönelm ek kıt arazi ve tane tahıl kaynakları üzerin­
de ek baskı yaratır. Bu ise sürdürülemezlik, hayvanlara yönelik
vahşet ve tüm sistem ler bir arada değerlendirildiğinde düşük üret­
kenlik anlamına gelmektedir.

Sınırları İhlal Etmek: Otoburları Yam yam lara Dönüştürmek

Çiftliklerde yem üretimi ortadan kalktıkça hayvan yemi giderek baş­


ka kaynaklardan üretilmeye başlandı. Bu kaynaklar arasında hay­
van leşleri de bulunmaktadır. Deli dana hastalığının koşulları işte bu
şekilde yaratıldı. Koyunlarda "skrapi" olarak bilinen BSE enfeksiyo­
nu türe özgü olarak beyne ve sinir sistemine yerleşir ve hasta hay­
van yetişkin olana kadar kendini saklar. Hasta inekler sinirli ve tit­
rektir, hızla çıldırmaya ve ölüme doğru sürüklenirler. Hastalık kap­
mış hayvanların beyin kesitleri incelendiğinde beyin bölümleri a ra ­
sındaki bağların kopmuş olduğu ve beynin deliklerle dolu olduğu gö­
HGSJ | ek o lo ji D iz isi \ n

rülmektedir. Bu hastalığın insanlarda görülen tipi iki Alman dokto­


run adıyla, Creutzfeldt-Jakob hastalığı olarak adlandırılmaktadır.

Britanya'da ilk BSE vakası Kasım 1986'da tasdik edildi. 1988'de


2000’den fazla BSE vakası tasdik edilmişti. Ağustos 1996'ya gelin­
diğinde tasdik edilen BSE vakası 137.000'di; bu rakam, hükümetin
"en kötü durum" senaryosunda tahmin ettiğinin altı misliydi.

Hastalık hasta sığır artıklarının sağlıklı sığırlara yem olarak veril­


mesiyle yayıldı. 1987'de 1,3 milyon ton hayvan leşi "dönüştürme fab­
rikalarında" hayvan yemi haline getirildi. İşlenen hayvanların en bü­
yük kısmı, % 45'i ineklerdi. % 21'i domuzlardan, % 19’u kümes hayvan­
larından, % 15'i de koyunlardan oluşuyordu. Buradan 350.000 ton
et ve kemik yemi, 230.000 ton içyağı üretildi.H Skrapi hastalığı ta­
şıyan koyunlar bu şekilde ineklere yedirildi; inekler hastalığı kap­
tılar ve daha sonr-a onların leşleri de tekrar koyunlara yedirildi. 1996'da
1,6 milyondan fazla sığır BSE kurbanı olmuştu.

Endüstriyel sığır yemine giderek daha fazla bağımlı hale gelen Bri-
tanyalı çiftçiler sığır yeminin kaynaklarının etiketlerde belirtilm e­
si için çağrıda bulundularsa da yem endüstrisi, çiftçilerin ve tüke­
ticilerin "bilme hakkını” inkâr etti. Yem endüstrisi bunun yerine, yem­
leri kimyasal içeriğine göre etiketlem ekte ve böylece biyolojik içe­
riğini gizlemektedir.

BSE Salgını: Türlerin Sınırlarını Aşmak

BSE salgını patlak verdiğinde bilimciler bu hastalığın koyunlardan


ineklere geçtiği gibi ineklerden de insanlara sıçrayabileceği konu­
sunda uyarılara başladılar. Hükümet ısrarla bunun imkânsız oldu­
ğunu savundu.

Fakat Ocak 1996'da on çocukta görülen beyin rahatsızlığı BSE bu­


laşmış sığır eti tüketimine bağlandı. On bin okul sığır etini yemek-
so | Çalınmış l l a s a t | Vanda tig Shiga

lerinden kaldırdı. Avrupa'daki pek çok ülke ve Yeni Zelanda. Sin­


gapur gibi çok uzak ülkeler dahi Britanya'dan et ithalatını durdur­
dular. Nisan 1996'da Avrupa Birliği 4.7 milyon Britanya sığırının im­
hasını finanse edeceğini duyurdu.'5

Hem hükümet hem de resmi bilim çevreleri, BSE’nin bulaşma me­


kanizmasını ısrarla inkâr ederek, hayvan yeminin biyolojik olarak
etiketlenmesi çağrılarına kulak tıkayarak ve sorunu başka bahane­
lerle geçiştirmeye çalışarak BSE salgınının kontrolden çıkmasına ne­
den oldular. Ticaretin ahlaki, ekolojik ve sıhhi önceliklere tabi o l­
madığı bir ekonom ide ticaretin hizmetindeki "bilim", yurttaşları
sistem atik bir şekilde yanlış yönlendirm eye devam edecektir. Y e­
ni hastalıklar çiftlik hayvanlarının ve tüketicilerin yaşam larım ve
sağlıklarını tehdit ederken bile resmi bilimsel kuruluşlar "ciddi bi­
limsel kanıt yok" teranesini okum aya devam edeceklerdir. Fakat bu
arada tüketiciler kendi kararlarını veriyor, sığır etini boykot ed e­
rek zararlı fabrika hayvancılığına karşı tavır alıyorlar.

Britanya sığır eti ve ürünlerinin tüketimi Avrupa’da % 40 azaldı ve


Avrupa Birliği Britanya sığır eti ve ürünlerinin ithalini yasaklam ak
zorunda kaldı.

Yeni Apartheid": G ü ney'e K ontam ine" Sığır Eti

1991'de Dünya Bankası’nın başekonomisti, nüfusu daha yoksul ve


hayat daha ucuz olduğu için toksik atıkların Üçüncü D ünyaya ih­
racının ekonomik açıdan mantıklı olduğunu söyledi. Bir içyazışma-
da Lawrence Summers şunları söylüyor:

Aram ızda kalsın am a, sizce D ünya B an k a sfn ın , kiril en d ü strilerin az


gelişm iş ü lk e le re göçü n ü d ah a k u vvetli teşv ik etm esi g erek m iy o r
m ıı?.. Zehirli atıkların , ü cret sev iy e le rin in en düşük olduğu ü lk elere

' Güney Afrika'da 1994 öncesi ırkçı rejimin adı - y, h. n.


“ Katkı maddesiyle kirletilmiş, kirliliği bünyesinde taşıyan - y. h n.
BGST | Ekoloji Dizin | ai

atılm asının ark asın d ak i m antık kesin lik le d oğrudur v e bizim d e bu ­


nu c e sa re tle savunm am ız g erek ir... A frika'nın nüfussuz ü lkeleri bü ­
yük ölçü d e tem izdir; hava k aliteleri, Los A ngeles v e M exico City ile
karşılaştırıldığında, m uhtem elen çok verim siz d ereced e düşüktür... İn­
san la rın p ro sta t k an serin e y a k a la n a c a k k ad ar uzun yaşay ab ild ik le ri
bir ülkede, p ro sta ı k a n se rin e yakalan m a riskind e m ilyond a bir a r tı­
şa neden olan bir m adde konusundaki kaygılar, beş yaş a lıı ölüm o r a ­
nı binde 2 0 0 o lan bir ü lked en d ah a fazla o laca k tır e lb e tte '6

Bu soykırım ekonomisinde, Kuzey’in genelde beyaz ve erkek seç­


kinleri diğer toplumsal grupları temel yaşam, güvenlik ve insan
haklarından mahrum bırakmak için sınıf, ırk ve cinsiyet sınırları ya­
ratmaktadır. Avrupa Birliği 1996 senesinde BSE bulaşmış olma ihti­
mali bulunan sığır etleri ve sığır ürünlerinin Üçüncü Dünya'ya ihra­
cı üzerindeki yasağı kaldırmakla, Üçüncü Dünya halklarının temel hak­
larına karşı yapıjan bu utanmazca saldırıyı güçlendirmiş oldu.

Ekolojik sınırlar ve toplumsal olarak inşa edilmiş sınırlar arasında


bir fark Var. Otobur ve etoburlar arasındaki sınır ekolojiktir. Hem
ineklerin hem de insanların iyiliği adına bu sınırlara saygı gösteril­
mesi gerekir. Kuzey’deki insan yaşam ının değeri ile Gûney’deki in­
san yaşamının değeri arasındaki fark politik olarak kurgulanmış bir
sınırdır. Bunun da insanlık onuru adına kırılması gerekir.

Vejetaryenleri Etobur Hale Getirm ek

Batı ülkelerinde et tüketiminin azalmaya başladığı bir dönemde Hin­


distan'ın serbest ticaret programı büyük çoğunluğu vejetaryen olan
bir toplumu etobur hale getirm eye çalışmaktadır. Bu program hay­
vansal proteinin tek protein kaynağı olduğu ve daha fazla hayvan
tüketiminin daha yüksek yaşam kalitesi anlamına geldiği şeklinde
yanlış bir eşitlem eye dayanıyor.

Tayvanlı bir kümes hayvancılığı şirketinin başkanı Dr. Panya Cho-


tiawan’a göre "protein hem kas hem de beyin yapısını güçlendirir.
a ı | Çalınmış H a s a t | V andana Slıma

Bu nedenle yeterli protein tüketimi daha sağlıklı bir vücut yaratır


ve zekâyı geliştirir."17

Fakat daha fazla hayvansal protein tüketiminin yaşam kalitesini ya


da zekâ seviyesini artıracağı doğru değildir. Aslına bakılacak olur­
sa. yaşam kalitesini gerçekten artırm ak isteyen insanların vejetar­
yenliği tercih etme eğiliminde oldukları görülür. ABD'de hayvansal
protein tüketimi azalmıştır ve deli dana salgını da insanların v e je ­
taryenliğe yönelm esinde etkili olmuştur.

Büyük çoğunluğu vejetaryen olan H intlilerin zeki olmadıkları söy­


lenemez. Bizim protein kaynağımız bitki temellidir. Bizim diyetimiz
çok çeşitli baklagillerden oluşur,- bu bitkiler, insanlar için sağlıklı
proteinler sağlar ve toprağın azot içeriğini zenginleştirir. Pek çok
yerli tarım sistemi baklagilleri içeren polikü!türlere dayanır.

Zengin ülkelerde görülen başlıca üç-hastalık -k an ser, enfarktüs ve


kalp h astalıkları- kesin olarak sığır eti ve diğer hayvansal ürünle­
rin tüketimiyle ilişkilendirilmektedir. Farklı ülkelerin diyetlerini
karşılaştıran uluslararası çalışm alar yüksek et tüketiminin kişi ba­
şına bağırsak kanserinden kaynaklanan ölümleri artırdığını göster­
mektedir. Amerika’da yaşayan ve bol et içeren diyetlerle beslenen
Japonların kalınbağırsak kanserine yakalanm a ihtimali, az et içe­
ren Japon diyetiyle beslenenlere göre üç kat daha fazladır.'8 Mo­
dern. yoğun et üretim sistem leri et üretiminin sebep olduğu sağlık
problemlerini şiddetlendirmiştir. Modern etler endüstriyel olm a­
yanlara göre daha fazla ilaç ve antibiyotik kalıntısının yanı sıra y e ­
di kat daha fazla yağ içermektedir.

İhracat İçin Hindistan'ın Sığırlarım Kesmek

Hindistan’da yaygın vejetaryenliği koruyan kültürel tavırlar, yem


gelişen et yem e kültürünün kurum sallaştırılm asının önünde bir
BGST | tto lo jl DLliii ) 8i

engel olarak görülm eye başlanmıştır. Hindistan'ın "Yeni Hayvancı­


lık P o litikasın a göre;

H indistan'da sığ ır eti üretim i süt v e hayvan gücü üretim inin tam am en
bir yan son u cu n iteliğind ed ir. K esilen h a yv a n lar yaşlı, derm ansız, kı­
sır v e g en ellik le y etersiz b eslen m iş olan lard ır. O rganize bir p az arla­
ma ve sın ıflan d ırm a sistem i y o k ıu r v e et fiyatları besiciliği ek on om ik
kılacak s e v iy e d e değild ir. B esicilik y ap ılan hiçbir y e re , hatta eti için
b e slen en tek bir h a yv a n a dahi rastlanm am ak tad ır. Sığır kesim i a le y ­
hindeki d in sel in a n ışla r (özellikle Kuzey v e Batı H indistan’da) sanki
bu ffaloları da kap sıyorm u ş gibi görü n m ekte v e pek çok erk ek d a n a ­
dan fayd alan ılm asın ı e n g ellem ek ted ir.1?

Tarım Bakanlığı mezbaha kurulması için % 100 kredi ve vergi teşvi­


ki getirmektedir. 1996 tarihli bir Birlik Çevre Bakanlığı’ raporuna gö­
re son beş yıl içerisinde 32.000 yasadışı mezbaha kurulmuştur.
1995 itibariyle'et ihracatı 20 kattan daha fazla artarak 137.334 tona
ulaşmıştır.2 0 1990 ve 1995 yılları arasında sığır, dana ve buffalo eti
ihracatı neredeyse iki misline çıkmıştır. Fakat 1991 ve 1996 yılları
arasında sığır, dana ve buffalo sayısı bunun yalnızca yarısı kadar
artmıştır. Başka bir deyişle, Hindistan yenilenenden daha fazla et
ihraç etmektedir.

Et ihracı yalnızca hayvan nüfusunun azalm asına sebep olm am ak­


ta, dayanıklılıkları, süt üretimleri ve sağladıkları hayvan gücüyle ta­
nınan pek çok sığır türünün yok olm asına da yol açmaktadır. Bir­
leşmiş Milletler Gıda veTarım T eşkilatına (FAO) göre "yerli hayvan
türlerinin çeşitliliği hızla azalmaktadır. Yok olan her tür beraberin­
de yenilenmesi olanaksız genetik özellikleri de götürmektedir ki bu
özellikler hastalıklara karşı korunmak, üretkenlik ve çetin şartlar
altında yaşayabilm ek için anahtar unsur olabilir."21 Eğer bu eğilim­
leri durduracak önlem ler şimdi alınam azsa, pek çoğumuz kendi

Federal bir idari yapısı olan Hindisıan'ın merkezi çevre bakanlığıdır. - y. h. n.


e< | Çalınm ış H a sa t | V an d an a Shtva

yaşam süremiz içerisinde hayvan varlığının yok oluşuna tanık ola­


cağız ve sürdürülebilir tarımın tem elleri de bununla birlikte orta­
dan kalkacak.

Sığırların azalm asında etkili olan diğer bir faktör de yüksek verim ­
li tane üretimine ağırlık verilmesi, okaliptüs gibi yem bitkisi olm a­
yan türlerin monokültürünün çoğalması ve ortak mülklerin kapa­
tılması sonucu mera ve otlakların azalması dolayısıyla ortaya çıkan
yem bitkisi kıtlığıdır.

Hayvan varlığının gerilem esi kırsal ekonomiyi ve kırsal geçim kay­


naklarını yok etmektedir. Bu durum topraksızları, aşağı kastları ve
kadınları son derece olumsuz etkileyecektir. Hayvancılıktaki işgü­
cünün neredeyse % 9 0 1 kadınlardır. Hayvancılıkla geçinen 70 mil-,
yon ailenin üçte ikisi küçük veya kıt kanaat geçinen çiftçiler ve top­
raksız işçilerdir. Artan sığır ihracatı nedeniyle hayvan fiyatları çok
artmış bulunmaktadır ve gübre ve yakıt olarak kullanılabilecek dış­
kı miktarı giderek azalmaktadır. Sığırların kırsal ekonom iye bedel­
siz olarak sağladığı enerji ve verimi ikame edebilmek için daha faz­
la gübre, fosil yakıt, traktör ve kamyon ithal edilmesi gerekm ekte­
dir. Yani hayvan ihracatı ülkeye 10 milyon rupi kazandırırken hay­
van varlığının yok edilmesi 150 milyon rupiye mal olmaktadır.

İhracata yönelik en büyük mezbahalardan biri olan Andhra Pradesh'te-


ki Al-Kabeer, özellikle incelenm esi gereken bir örnektir. Al-Kabe-
er her sene 182.400 buffalo kesmektedir; bunların dışkısı her biri
beş kişilik 90.000 ortalam a Hint ailesinin yakıt ihtiyacını karşıla­
yabilecek miktardadır. Bu yakıtı ikame etm ek üzere hükümet tara­
fından yollanan gazyağı yüz milyonlarca rupi değerindedir; yani yok­
sul insanlar yakıt için muazzam derecede yüksek harcama yap ­
maktadır. 1987-88'de 5,5 m ilyar rupi değerinde gazyağı ithal edil­
miştir. 1992-93'te bu rakam hemen hemen dörde katlanmıştır.
BC5T | Ckolojı Dlztii | »5

Andhra Pradesh'te hayvanlar kesilmese, bunların gübresiyle 384.000


hektar tarla beslenebilir, 530.000 ton tane tahıl üretilebilir.22 Andh­
ra Pradesh eyaleti önceleri hayvanların ömürleri boyunca sağladı­
ğı azot, fosfor ve potasyumun ithalatı için şimdi 9,1 milyon rupi har­
camaktadır. Demek ki Al-Kabeer’in hayvan kesimlerinden beklenen
200 milyon rupi yerine hiç hayvan kesm eyerek aslında 9.1 milyar
rupi döviz tasarruf edilebilir.2!

Al-Kabeer sadece 300 kişiye istihdam sağladı. Yerel tüketim için ya­
pılan küçük ölçekli kesim ise rızk sağlar ve hayvanın tüm p arçala­
rının kullanılmasına imkân verir. Postundan deri üretilir, kemik ve
boynuzlardan zanaat malzemesi ve gübre elde edilir. Büyük ölçek­
li endüstriyel m ezbahalarda bu yan ürünlerin her biri atık olarak
kabul edilir ve kirleticiye dönüşür. Al-Kabeer'i çevreleyen tüm alan
kan, deri ve kemik artıklarıyla kirletilmiştir. Al-Kabeer bu hayvan
atıklarını sığır yemi olarak değerlendirm ek üzere bir tesis kurma­
yı taahhüt etmiştir ki, bu da kutsal inek kültürünün yerini deli d a­
na kültürünün almakta olduğunun bir belirtisidir.

Al-Kabeer aleyhindeki bir dava sonucunda mahkeme, Andhra Pra-


desh'in hayvan varlığını ve kırsal ekonomisini korumak için şirket
kapasitesinin % 50 azaltılm asına karar vermiştir. Bir mezbaha hak-
kındaki diğer bir davada da hâkim, Hindistan’ın et değil bir şefkat
mesajı ihraç etmesi gerektiğine karar vermiştir. Yargı şu şekildedir:

A n ayasa'd a y e r aian, tüm c a n lıla ra karşı sevgi v e şe fk a tle yaklaşm a


görevi Hint v atan d aşla rı v e Hint top rak lan üzerinde y a şa y a n iste r kü­
çük iste r bü yü k tüm h a y v a n la r arasın d ak i y asal ilişkiyi b e lirle r... Bu
to p rak ların a n a y a sa sın d a y e r alan bu m adde h a yv a n ların k o ru n m a­
sın a yön elik tüm kan u nların k ayn a ğ ıd ır v e yaln ızca h a yv a n lara k ar­
şı kötü m uam eleyi yasak lam ak la kalm az, o n lara in san larla uyum içe­
risin d e "yaşam a hakkı’ da tanır.

D evletin bu yaptırım ı iyi an laşıld ığı takd ird e bunun b elirli so n u ç lan
olacaktır. Blrinciti. H indistan d evleti öldürülm ek üzere can lı h ayvan
at | Çalınmış H aşat V andana S/una

ihraç edem ez; v e İk in cisi, kesilip kutu v e am b a la jlara tıkılan öliı h a y ­


v an ların ihraç ed ilm esini o n ay la m a k su re tiy le h ayvan ö ld ü re n lerle
işbirliği yap am az. Bunun ö n le n m esi H indistan K ültürel M lrası'nın
korunm ası açısınd an zoru nludur... H indistan tüm m ed en iyetlerin asıl
v e o rta k D h arm a'sı o lan ek o lo jiy i korum ak için b ir ön cü o larak s a ­
d ece, d ü n y a n ın tüm can lı varlık la rın a b ir şcugı ve bejken m eaa-
jt ih r a ç e d e b ilir.2*

Fakat Hindistan Anayasası'nın hayvanları ve kırsal geçim kaynak­


larını koruyan niteliği uluslararası ticaret anlaşmalarının tehdidi al­
tındadır. Mart 1998’de Dünya Ticaret Örgütü (WTO), Avrupa Birli-
ği'nin Hindistan'ın ham deri ve yün ihracatına getirdiği kısıtlam a­
ya karşı bir uyuşmazlık görüşmesi başlatacağını duyurdu. Avrupa
Birliği, serbest yün ve post ihracatının engellenm esinin Gümrük­
ler ve Ticaret Genel A nlaşm asının (GATT) XI. m addesine aykırı ol­
duğunu savunm aktadır.25 GATT'ın XI. m addesine göre ihracat ve it­
halat üzerindeki her türlü kısıtlama, bu kısıtlam alar kültürel, eko­
lojik ve ekonomik nedenlerle gerekli bile olsa, yasadışıdır.26

Ham deri ve yün ihracatı Hindistan'ın sığır varlığını ve zanaatkar­


ların. kunduracıların, kundura tamircilerinin, çiftçilerin ve diğer kü­
çük üreticilerin geçim kaynaklarını tehdit edecektir. 1993'te Hindis­
tan pamuk ihraç sınırlamasını kaldırmak zorunda bırakıldığında 2
milyon dokumacı geçim kaynağını kaybetmişti.

McDonaldlaşma

Küreselleşm e dünya gıdalarını MeDoncıldlaştırmış. sürdürülebilir


gıda sistem lerini yok oluşa sürüklem iştir. Tektip bir hamburger
kültürü üretm eye çalışmaktadır. Deli dana hastalığı salgını bizlere.
bu gıda kültürü ve gıda ekonom isinin gizli m aliyetleri hakkında bir
şeyler anlatmaktadır.

Dlıarmn Sanskrııçede genelde yasa ya da ynl anlamına gelen bir sözcüktür. Hinduizm.
Budizm, Caynizm ve Sili dininde nihai gerçege giden yol anlamında kullanılır - y. h. n
BGST \ ekoloji Dizıtl I 87

1994'te Pepsi Food Ltd.'e Hindistan’da 60 tane restoran işletmesi


için izin verildi: 30 Kentucky Fried Chicken (KFC) ve 30 Pizza Hut.
Bu restoranlarda sunulan işlenm iş tavuk ve dana etleri, ABD sen a­
tosu tarafından her yedi saniyede bir. bir Amerikalıda ortaya çıkan
kanserlerin kaynaklarından biri olarak tanımlandı. Venky's adında­
ki bir Hint şirketinden tedarik edilecek olan tavuklar antibiyotik­
ler ve arsenik bileşikleri, sulfam it ilaçları, hormon, boya maddesi
ve nitrofuran gibi diğer ilaçları içeren "modern" bir diyetle besle­
neceklerdi. Halen pek çok tavuk hastalıklardan özellikle tavuk kan­
serinden (lökosis) telef olmaktadır. Sıradan pişirme işlemi sonucu
ölm eyen salm onella hastalığını taşım aları da olasıdır.

Hem KFC hem de Pizza Hut iş imkânı yaratacaklarını taahhüt etti­


ler. Fakat Çevre Bakanlığının diğer et endüstrileri üzerinde yaptı­
ğı çalışmalara göre Al-Kabeer 500 ila 2000 rupi arasında değişen a y ­
lık ücretlerle sadece 300 kişiyi istihdam ederken, 300.000 kişiyi işin­
den etmiştir. Venky's tavuk şirketi, KFC ve Pizza Hut ile sözleşm e­
sini imzalamasının ardından bir kişiyi bile işe almamıştır. Aslında
bu şirket istihdam artırm aya çalışm ak şöyle dursun, üretimi gide­
rek daha mekanize hale getirm eye çalışmaktadır.

KFC ve Pizza Hut gibi abur cubur zincirleri, çevre üzerindeki olum­
suz etkileri nedeniyle ABD ve diğer gelişmiş ülkelerdeki belli başlı
çevre gruplarının m uhalefetiyle karşı karşıyadır. Bu restoranlar
için yapılan yoğun hayvan üretimi ormansızlaşma, toprak vasıfsız-
laşması, su ve diğer doğal kaynakların kirlenm esine neden olm uş­
tur. Üretilen her kilogram kırmızı et, tavuk eti, yumurta ve süt için
Çiftlik arazilerinden 5 kilogram yenilenem ez toprak örtüsü kaybe­
dilmektedir. Yoğun besicilik için gerekli sıı miktarı hayvan başına
Sünde 860 litreyi, yani normal bir Hint ailesinin - e ğ e r bulabilirler­
se- kullandığı varsayılan suyun on mislini bulmaktadır.
| fa lın m ış H aşat J Vandana S ftıa a __________ ______________ _______________________

KFC ve Pizza Hut, tavuklarının mısır ve soya ile beslenm esinde ıs­
rarlıdır. Yarım kilo tavuk üretmek için 2,8 kilogram mısır tüketilir.
Folluklar için de 1,2 kilogram mısır ve soya gerekir. Bir kilo domuz
eti üretmek için yaklaşık yedi kilogram mısır ve soya tüketilir. Top­
lamda hayvan çiftlikleri dünya tane tahıl üretiminin % 40'ını tüket­
mektedir. ABD’de tane tahıl üretiminin yaklaşık % 70'i hayvanlara
yedirilmektedir.

Hindistan'da mısır temel bir gıda bitkisi olm asa da geleneksel o la­
rak insan tüketimi için üretilmektedir. Tarlalar insanlar için gıda bit­
kisi üretiminden alınarak tavuklar için mısır üretimine tahsis edi­
lecektir. Hindistan’daki ekilebilir arazilerin % 37'si bu amaçla kul­
lanılacaktır. Tarım Bilimi ve Teknolojisi Konseyi ne’ göre, üretilen
tane tahılın tamamının insanlar tarafından doğrudan tüketilmesi du­
rumunda, süt, et ve yumurtaya dönüştürüldükten sonra tüketilm e­
sine nazaran beş misli daha fazla insan beslenebilecektir.

Hindistan'ın gıda kültürü, ekosistemi ve halkları gibi çeşitlidir. Çok


çeşitli tahıllar, baklagiller, sebzeler ve her türlü ihtiyaç ve koşula
uygun pişirme yöntemleri içerir. Ne var ki reklamlar şimdiden Hin­
distan'ın yem e içme alışkanlıklarını olumsuz etkilem eye başlam ış­
tır. Artık m isafirlere ev yapımı çeşniler, limonata veya yayık ayra­
nı değil cips ve gazlı meşrubat sunulmaktadır.

Ekolojik Kültür v e Endüstriyel Kültür M etaforları

Deli dana endüstriyel tarımdaki "sınır ih lalfn in ürünüdür. Oıobur-


larla etoburlar arasındaki sınırın ihlal edilmesinin ürünüdür. Diğer
varlıklara karşı ahlaki bir yaklaşım ile en yüksek kâr arayışı ve in­
san açgözlülüğünü doyurmak adına yapılan vahşi hayvan söm ürü­
sü arasındaki sınırın ihlal edilmesinin ürünüdür.

Counctl of Agricultural Selence and Technology.


BCST | Ckolojt Oizln | ot

Hindistan'daki türleri Avrupa'daki daha "üstün" türleri kullanarak


"geliştirmeyi" amaçlayan çapraz çiftleştirme programları, sadece bir
süt makinesi olarak görülen sığır türleri üretmektedir. Hindistan'da
M atlu P onsal festivali sırasında köylüler kendi hayvanlarım süs­
ler, onlara tapınır ve serbestçe gezinmeye bırakırlar ama benim gö­
rebildiğim kadarıyla çapraz çiftleşm e ürünü sığırlara bu şekilde
davranm ıyorlar. El ihraç programları kutsal ineği bir et m akinesi­
ne dönüştürmekte, hayvan sayısının ve sığır çeşitliliğinin azalm a­
sına neden olmaktadır.

İnsanlar ve sığırlar arasındaki tür sınırları da fabrika hayvanların­


dan sağlanan süt ortamında ilaç üretmek suretiyle aşılmaktadır. Bu
"memeli biyoreaktörler" sığırların makinelere indirgenmesindeki son
aşam ayı temsil etmektedir.

Büyük şirketlerin seçkinleri tarafından kâr amacıyla desteklenen bu


sınır ihlalleri, popüler postmodern tavrı benimseyen bazı akademis­
yenler tarafından rasyonalize edilmektedir. Teknofeminist Donna
Haraway şöyle yazmaktadır:

G en aktarm ak su retiyle sın ırların aşılm ası. Batı kültürlerinin ırksal s a f­


lık, d oğan ın izin verd iği k ateg o rile r v e izzetinefis gibi fik irlere tarih ­
se l o larak sa p la n ıp k alm ış p ek ç o k ü yesi için "yaşam ın k u tsallığı"na
ciddi bir m eyd an oku m ad ır... K endini aktivizm e ad am ış kişiler, gen
ak tarıla n o rgan izm aların ü retim in e k arşı ç ıkarken v e ö z e llik le d e
bunların p aten tlen m esın e v e özel sektörü n d iğer ticari söm ürü biçim ­
le rin e k arşı çıkarken , d oğal çe şitle rin v e d oğal tiplerin bozulm am ış-
lığı v e y a h er y aşam form unun kendi varlığın ı tan ım layan am acı gibi
fik irlere sığ ın m aktad ırlar.2?

Kendi gıda ve geçim kaynaklarını korumaya çalışan Üçüncü Dün­


ya hareketlerine ve çevreye yönelik saldırıyı destekleyen bu aka­
demik gerekçe pek çok yanlış varsayım üzerine kuruludur. Birinci­
si, "yaşamın kutsallığın ın sadece B atıya ait bir fikir olduğu va rsa ­
90 j Çglmmtş H a sa t [ Vandana Stilim

yımıdır. Çeşitli kültürler, hayvan hakları aktivisileri ve ekolojistle­


rin hepsi de canlı varlıklara saygı gösterilm esi gerektiğine inanır­
lar. Yaşamın kutsal görülmesi pek çok yerli kültürünün karakteris­
tiğidir. Jerry Mander'in söylediği gibi, endüstriyel Batı medeniyeti
kutsal olanın yokluğunda evrim leşm iştir.28

İkinci hatalı varsayım "yaşamın kutsallığın ı ırkçılık ve ırksal saflık


saplantısıyla eşitlemektir. Aslında ırkçılık ve yaşamın kutsallığı bir­
birini dışlar. "Irksal saflık" saplantısı olan bir ırkçı, kendine "etnik
temizlik" yapılm asını istemediği halde başkasına yapm ayı haklı
görmek suretiyle yaşam ın kutsallığını ihlal eder. Farklılık ve çeşit­
liliklerin varlığı kendiliğinden ırkçılığa yol açmaz. Bu çeşitlilik "üs­
tünlük” temelinde hiyerarşik olarak düzenlendiği takdirde ırkçılık
ortaya çıkar. Irkçılık karşıtı olmak siyahın siyahlığını, kahverengi-’
nin kahverengiliğini silip atmayı gerektirmez, siyahı ve kahveren­
giyi beyaz karşısında aşağı gören fikre karşı mücadeleyi gerektirir.
Örneğin Güney Afrika’da apartheid döneminde beyazlar ve siyah­
lar arasındaki sınırın aşılması siyahları özgürleştirmemiş, yeni bas­
kı biçimleri yararm ıştır.2^

Bir inek, endüstri öyle görse bile, basit bir süt veya et makinesi de­
ğildir. Bu nedenledir ki inekler maruz kaldıkları endüstriyel muame­
leden zarar görüyorlar. Otobur yerine etobur olm aya zorlandıkla­
rında BSE oluyorlar. Büyüme hormonları enjekte edilince hastala­
nıyorlar. İneklerin ve diğer hayvanların birer özne olduklarını yad­
sımak, onlara sadece hammadde gözüyle bakmak kapitalist ataer­
kil yaklaşım a yakınlık duymak demektir.

Kutsal inekler, bir inekte tüm kâinatı gören ve dolayısıyla hem


ekolojik ilişkileri, hem de kendi zekâsına ve kendi kendini organi­
ze etm e kapasitesine sahip bir varlığı muhafaza etmek adına ineği
koruyan bir kültürün kurgu ve sem bolleridir, hayvanların ve diğer
fi(İST | CkoloJl Dlziti | <>[

canlı varlıkların kendi kendilerini düzenleme yetenekleri konu­


sunda Goethe şu yargıda bulunmaktadır:

B öylelikle biz h e r b ir hayvan ı kendi o lan ak ları d ah ilin d e kendisi için


v a r o lan küçük bir d ü n ya o la ra k görürüz. Her yaratık v a r olm ak için
kendi n ed en lerin e sahip tir. H er b ir p arçası b ir diğerini d oğru d an e t­
kiler, bir d iğeriyle ilişkilidir ve bu şekild e yaşam çem berini sürekli o la ­
rak yen iler.?0

Deli danalar, m akineler ve canlılar arasında, etoburlar ve otobur-


lar arasında, Sindhi ve Sahiwal arasında ya da Je rsey ve Holstein
arasında hiçbir fark görmeyen bir dünya görüşünün ürünüdür. Kut­
sal inekler ekolojik bir medeniyetin metaforudur. Deli danalarsa an-
tiekolojik, endüstriyel bir medeniyetin metaforudur.

Üçüncü binyılın eşiğinde özgürleşm e stratejileri insan özgürlüğü­


nün başka türler pahasına kazanılamayacağını, bir ırk ya da cinsi­
yetin özgürlüğünün başka ırk ve cinsiyetlerin tahakkümü üzerine
kurulamayacağını garanti altına almalıdır. Her özgürlük m ücadele­
sinin amacı Öteki'ni de içermek olmalıdır.

İki yüzyıldan uzun bir süredir ataerkil, Avrupamerkezci ve insan-


merkezli bilimsel söylem ler kadınları, diğer kültürleri ve diğer can­
lı türlerini birer nesne olarak gördü. Uzmanlar, meşru bilginin y e ­
gâne sahipleri olarak kabul edildiler. Yirmi yılı aşkın bir zamandan
beri feminist hareketler. Üçüncü Dünya ve yerli halk hareketleri,
ekoloji ve hayvan hakları hareketleri bu nesneleştirm eyi ve özne­
ldin yadsınmasını sorguluyorlar.

Ekolojik feminizm her türün içsel değerini, tüm yaşamın zekâsını ve


canlı türlerin kendi kendilerini organize etme kapasitelerini tanır.
Ayrıca bilgi ve pratik, teori ve aktivizm, akademik düşünce ve gün­
lük yaşantı arasındaki hiyerarşinin hiçbir şekilde haklı gösterilem e­
yeceğini kabul eder. Bu hiyerarşilerin politik temelleri olmakla bir­
92 | Ç alın m ış H a sa t | V an d an a Shiug

likte hiçbir epistem oiojik temeli yoktur. Bu çerçevede, geçerli olan


yegâne bilginin sadece Batılı endüstriyel yetiştiricilerin bilgisi o l­
duğu ve bunların sahip olduğu bilginin tüm diğer bilgi sahiplerinin
—yerli sığır yetiştiricilerinin, çiftçilerin, kadınların ve hayvanların-
bilgisinin yerini alması gerektiği doğru değildir.

Dünyanın M cDonaldlaştırılm asını Tersine Çevirm ek

"Kişi yaşam zincirine ne yaparsa kendisine de onu yapmış olur." Di­


ğer canlı türleriyle nasıl ilişki kuracağımız, üçüncü binyılın bir has­
talıklar ve yıkım, dışlama ve şiddet devri mi olacağını yoksa şiddet
karşıtlığı ve barışı, sağlık ve huzuru, kapsayıcılık ve şefkati mi te ­
mel alacağını belirleyecektir.

Sürdürülemez sonuçlar, kadınlar da dahil "aşağı türler" olarak ad--


Iandırılagelen türleri anlama ve bu türlerle şiddet içermeyen iyi iliş­
kiler kurma biçimleri üzerinde giderek derinleşen ataerkil tahak­
kümün kaçınılmaz bir sonucudur. Fakat sürdürülebilirlik, kapsayı­
cı bir feminizm yoluyla, her bir türün özgürlüğünün kadının kurtu­
luşuyla bağlantılandıran, en küçük canlı formunun dahi İçsel değe­
rini, bozulmamışlığını ve özerkliğini tanıyan ekolojik bir feminizm
yoluyla kazanılabilir.

Bizim kuşağımızın kadınlan, büyükannelerinin yaşamın devam et­


tirilmesi konusundaki bilgi ve erdem lerini korumak ile küresel şir­
ketlerin; pek çok canlı türünü yok oluşa sürüklemesine, kârlı gör­
düklerini sakatlayıp işkenceden geçirmesine, dünyanın ve dünya üze­
rinde yaşayan toplulukların sağlık ve huzurlarının altını oymasına
izin vermek arasında bir tercih yapm ak durumundadır.

Sınır ihlalinin bir ürünü olan deli dana. Donna Haravvay'in "siborg"
feminizminde bir ”siborg"dur51 Haravvay "bir tanrıça olmaktansa si-

* Cyborg: elverişsiz veya yabancı bir çevrede yaşayabilmesi için yapay organlar İlave
edilmiş insan - y. h. n.
BCST | Ckoloji Dlziti | 93

borg olmayı" tercih etm ektedir.!2 Hindistan'da inek Lak6hmi, yani


zenginlik tanrıçasıdır. İnek dışkısına da Lakshmi gibi tapınılır; çün­
kü organik gübre olarak dünya veriminin yenilenmesinin kaynağı­
dır. inek kutsaldır, çünkü tarımsal bir m edeniyetin sürdürülebilir­
liğinin tam kalbinde yer alır. Bir tanrıça ve kâinat olarak inek ilgi,
şefkat, sürdürülebilirlik ve adaleti sembolize eder.

Hem inekler hem de insanlar açısından, deli dana olacağım a kut­


sal inek olmayı tercih ederim.

Notlar:
ı 'R everence lor Life' konulu özel sayı. Q uarterly Monitor. No 13. Yeni Delhi: Research
Foundation for Science. Technology and Natural Resource Policy.

3 K. M Munshi. T ow ards Land Transformation'. Government o f India, Ministry o f Food


and Agriculture. 1951

.j Hindistan'da sığırlar kendilerine verilen organik maddenin 1 29'urıu. enerjinin X 22'sını


ve proteinin t ; unii tüketir: ABD'dekl yoğun sığır endüstrisinde bu değerler sırasıyla % 9 ,7
ve 5'tir. Shanti George. O peration Flood. Delhi: Oxford University Press, 1985, s. 31.
4 Shanti George, s, 31,

5 Shanti George, s. 30.


6 Shanti George, s. 59.

7 ’ Buttercup Goes in Hormones'. The econom ist. 9 Mayıs 1987.

8 B. Kneen, "Blocow". Rom'a Horn: N ew&leuerot the. Nutrition Policy /»arltulC, Toromo,
Ontario, No. 40, Mayıs 1987.

9 Claude Bourgulgnon, ARISE Workshop konuşması, Aurovılle, Hindistan, Nisan 1995.


to Charles Darwin, "The Formation o f Vegetable Mould through the Action of Worms with
Observations on their Habits', London: Faber and Faber, 1927.

11 'Sustainable Europe". Friends o f the Earth (International), 1995.

12 David Coats. Old M acD onald's Fact cry farm . New York: Continuum, 1989, s. 73.
ıj Denemeler, 1 100 konsanıre artı bulaşık süngeri ile beslenen Öküzlerin % 85 konsantre
anı X 15 yiyecek kabası ile beslenen sığırlarla yaklaşık aynı hızda büyüdüklerini ortaya
■koymuştur S Loerch, "Efficiency of plastic pot scrubbers as a replacement for roughage In
high concentrate caitle diets’ . Jo u rn a l of Anim al Science. No. 60 ,19 9 1, s, 2321-28.
'4 Richard W. Lacey. M ad Cow Diaeaae.- The Hizlory o( BS£ in Britain. Channel Islands:
Cypsela Publications Limited, 1994, s. 32.
44 | Çalınm ış H a sa t | Vandana Shiva

19 "EU agrees to fund slaughter of millions o f British cattle”. Cable News Network, 3 Nisan
1996.
16 Vandana Shiva, 'Ecological Balance in an Era o f Globalization'. Global Cthtcs a n d
environm ent, ed Nicholas Low, Londra; Routledge. 1999'dan alıntılanan şekliyle Lawrence
Summers'a amir.
17 D. Juday, ‘ Intensification of Agriculture and Free Trade”, VIII. World C on feren ces Animal
Production, Seul. Kore, 28 Haziran - 4 Temmuz 1998 den alıntılanan şekliyle Panya Chotiawan'a
ailıır.
18 Vandana Shiva. "The New Livestock Policy; A Policy of Ecocide of Indigenous Cattle Breeds
and a Policy of Genocide for India's Small Farmers". Yenl Delhi; Research Foundation for
Science, Technology, and Ecology, 1999
19 "New Livestock Policy'.de "Meal Production", konulu bölüm 2.10. Mınlsıry of Agriculture,
Department of Animal Husbandry. 1999.

20 www.fao.org, 1996.

21 Bugünlerde azalmakla olan yeril türlerden bazıları şunlardır. Pangunur. Kızıl Kadhan, Veefıur,
Bhngnan Dhenanl, Lohanl, Rojhan, Bengal, Chluagong Kızılı, Nepal Yamaç Sığın. Kachah, Siri,
Taraı, Lulu ve Sinhala. "Tlıe Hindu Survey of Indian Agriculture". The Hindu 1996, s 115.

22 1991 senesinde hektar başına üretilen ortalama tane gıda temel alınarak hesaplanmıştır.
1382 ton
23 Her sene 1.924.000 bufTalo ve 970.000 koyunun dışkı ve İdrarından elde edilen ıt.171,79
ton azot, bugünkü sübvansiyonsuz azot fiyatı zo.97 rupt/kg temel alındığında toplam 234.2
milyon rupiye Iıhal edilmekledir, 2.164,19 ton fosfor, bugünkü sübvansiyonsuz fosfor fiyatı
21,29 rupi/kg temel alındığında 46 milyon rupiye mal olmakladır; 10.069,29 potas, bugünkü
sübvansiyonsuz potas fiyatı 8.33 rupı/kg temel alındığında 83,9 milyon rupi değerindedir
Yani, toplam ithalat bedeli 364.1 milyon rupidir. Hayvanların ortalama ömürlerini beş yıl kabul
edersek, önceleri hayvanlar tarafından sağlanan ürünlerin ithalatı İçin 1,8 m ilyar rupi
harcanmakta olduğu ortaya çıkar. Aynı akıl yürütmeyi takıp ederek. AI-KabeerTn beş yıllık
operasyonu süresince kesilecek olan tüm hayvanların normal ömürlerini yaşamaları halinde
devletin İthalat için 9.1 milyar rupi harcaması gerekeceğini söyleyebiliriz. Beş sene İçerisinde
Al-Kabcer. şirketin kendi tahminlerine göre yılda 200 milyon rupi karanmak için 920.000
bufalo ve 2.890.000 koyun öldüFdü. Sadece 300 İş imkanı sağladı Maneka Gandhi. T h e Crimes
o f Al-Kabeer". People to r A nim als Newsletter. Mayıs 1999

24 TIS Hazarı Mahkemesi. 23 Mart 1992 tarihli karar. Dava No. 2267/90, Delhi.
29 Renato Ruggiero. "Policing the World Economy". Cenevre'de düzenlenen konferansta,
23-29 Mart 1998'de yapılan konuşma.

26 World Trade Organization, GATT Agreement, Cenevre. 1994.


27 Donna Haraway, fe m ale M a n * Meets - Oneo A1ousem . New York-. Routledge, 1997.
s. 80.
28 jerry Mander, In the A bsence o j the Barred. Sierra Club Books. 1999
29 Bazıları gen naklinin toplumdaki ırkçı tavırları "tedavi edeceğini" söyleyecek kadar ileri
BGST 1 Ekoloji Dızııı | şs

gitmektedirler. Fakat aksine, 'gen geliştirm e" tedavisi deri rengini değiştirmek için talep
edilmektedir. (Bkz. Flick Weiss, 'Gene Enhancements' Thorny Ethical Traits’ , Washington Post,
ii Ekim 1997.) Gen mühendisliği, yeni ırkçılığın temelini oluşturacağına dair her türlü sinyali
vermektedir. Bu ırkçılığa göre mavi göz. sarı saç ve beyaz deri her şeyin ölçütü olacaktır. .
30 J. W. Goethe, Scien tific Slv tlle t. ed Douglas Miller. New York: Suhrkamp. s. 121.

31 Donna Haraway, 'A Manifesto for Cyborgs: Scienre. Technolgy. and Socialist Feminism
in the 1980s", Sociollai Keview. Vol. 80, s. 65-108.
32 Dona Haraway, ’ A Manifesto for Cyborgs'.
5

ÇALINMIŞ TOHUM

Çiftçiler, 10.000 yıldan uzun bir süreden beri farklı iklim şartlan ve
kültürler için uygun bitki çeşitlerini doğayla işbirliği içerisinde ev-
rimleştirdi. Hindistan çiftçileri binlerce pirinç çeşidi geliştirdi. And
çiftçileri 3000'den fazla patates çeşidi üretti. Papua Yeni Gine'de
5000'den fazla tatlı patates çeşidi ekilmektedir.

Geçmişten beri gıda arzının temelini oluşturmuş olan bu muazzam


çeşitlilik günümüzde gen erozyonu ve gen korsanlığının tehdidi a l­
tındadır. Doğa ve tarım kültürlerinin bize binlerce yıldır sağla­
makta olduğu zengin tohum kaynakları monokültürler ve tekeller
tarafından yok ediliyor.

Günümüzde mevcut 250.000 ila 300.000 canlı bitki türü içinde en


az 10.000 ila 50.000 kadarı yenebilir niteliktedir. Yedi bin bitki tü­
rü tarımsal olarak üretilmekte ve gıda olarak kullanılmaktadır. Sa­
dece 30 tür, dünya kalori tüketiminin % 90'ını karşılamakta ve yal­
nızca dört tür -pirin ç, mısır, buğday ve soya fasu ly e si- küresel ti­
caret sayesinde dünya nüfusunun tükettiği kalori ve proteinin çok
büyük bir kısmını sağlamaktadır.

Uluslararası Kırsal Gelişme Vakfı’ndan' Hope Shand'in de belirtti­


ği gibi:

Bu an a bitkilerin k ü resel ekon om ik ön em i hakkında herhangi bir


şü p h eye y e r yok; fakat bu az sa y ıd a bitki üzerinde od ak lan m a egill-

Rural Advancement Foundation International (RAFI).


BGST [ Skolojı Dizisi | 97

mi bitki tü rlerin in çeşitliliğin in d ü n ya gıda a r a açısın d an taşıdığı


önem i m askelem ektedir. K adınların yem ek ten cerelerin e bir bakacak
o lu rsak, y e re l p az arla n a ra ştırırsa k v e h an e h alkların ın e v c ille ştiril­
m em iş tü rlerd en nasıl yararlan d ık la rın a dikkat ed ersek çok farklı bir
m anzara o rta y a çıkacak tır.'

Yerel pazarlar ve yerel kültürler tarlalarımızda mahsul çeşitliliğinin


artmasına imkân tanımış, çiftçilerin çeşitli türler geliştirmeye devam
etmelerine, tohum ve bitki çeşitlerini korumalarına yardımcı o l­
muştur. Bu tohum ve bitkilerin kullanımını güvence altına almanın
en iyi yolu onları korumaktır; ekonomik sistem hangi bitki türleri­
nin nasıl kullanılacağını belirlemekle, hangi bitki türlerinin yaşaya­
cağına ve hangilerinin yok olacağına da etkide bulunmaktadır.

Küresel pazarlar yerel pazarların yerini aldıkça monokültürler de


çeşitliliğin yerini almaktadır. Çin'de geleneksel olarak 10.000 buğ­
day çeşidi üretilmekteydi. Bu sayı 1970'lerde sadece 1000'e düştü.
Meksika mısır çeşitlerinin yalnızca % 20'si bugün varlığını koru­
maktadır. Bir zamanlar Amerika Birleşik Devletleri’nde 7000 çeşit
elma üretilirdi. Şimdi bunların 6 000'den fazlası yok olm uş durum­
dadır. Küçük çiftçilerin geleneksel olarak binlerce pirinç çeşidi y e ­
tiştirdiği Filipinler’de, 1980'lerin ortalarından itibaren tüm pirinç
arazilerinin % 9 8 ’ini sadece iki tane Yeşil Devrim çeşidi kaplamaya
başladı.

1996'da Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Teşkilatı (FAO) Leipzig Bit­


ki Gen Kaynaklan Konferansı’nı düzenledi. Bu konferansta tür ç e ­
şitliliği ve yerli tohumların kitlesel yok oluşunun en önemli yegâ­
ne nedeni olarak yeni bitki çeşitleri gösterildi. Fakat çeşitlilik y a l­
nızca monokültürlerin değil tekellerin de saldırısı altındadır.

M onokültürler v e T ek eller

Endüstriyel tarım, m onokültürleri destekler, çünkü gıda üretimi


ve dağıtımını merkezi olarak kontrol etm e ihtiyacındadır. Monokül-
ад | Çalınm ış H m at | Vnndanu Shıvn

türler ve tekeller birbirini bu şekilde güçlendirir. Günümüzde gıda


zincirinin ilk halkasını oluşturan tohum üzerindeki tekel egem en­
liğini şu üç süreç güçlendirm ededir: ekonomik temerküz, patent­
ler ve fikri mülkiyet hakları, gen mühendisliği.

Eskiden, asıl olarak Turuncu Ç im e n le bağlantısı yüzünden hafı­


zalarda yer eden Monsanto, günümüzde tohum endüstrisinin bü­
yük bir bölümünü kontrol etm ektedir. 1995 ve 1998 arasında Mon­
santo tohum şirketlerini satın alm ak için 8 milyar dolar harcam ış­
tır. Monsanto, Kaliforniya kökenli bir bitki biyoteknoloji şirketi
olan ve "Flavr-Savr" domatesini piyasaya süren Calgene’in ana his­
sesine sahiptir. 1996'da W. R. G race’in bir şubesi olan Agracetus'a
ait biyoteknoloji varlıklarını 150 milyon dolara satın almıştır. 1997'de
ise 267 milyon dolar karşılığında Sem inis'ten Asgrovv şirketini sa -,
tın almıştır.

Kasım 1997'de Monsanto, Holden Seeds şirketini pazar değerinin 30


katı bir fiyata üzerine geçirmiştir. ABD mısır arazilerinin %25 ila 30'una
Holden tohumu ekildiği tahmin edilmektedir. Mayıs 1998'de Mon­
santo ABD'nin en büyük ikinci mısır şirketi Dekalb'ı 2,3 milyar do­
lar karşılığında devraldığını açıklam ış ve böylelikle mısır pazarın­
da en büyük oyuncu haline gelmiştir.

Monsanto 1,8 milyar dolar karşılığında Delta and Pine Land'i satın al­
mıştır. Bu satın alma. Monsanto’nun, ABD pamuk tohumu pazarının
% 85 gibi çok büyük bir payını ele geçirmesini ve pamuk tarımı en­
düstrisinde küresel ölçekte hâkim bir konum elde etmesini sağlamış­
tır. Monsanto böylece, "sonlandırıcı teknoloji"’* olarak adlandırılan
bir kısır tohum üretim yönteminin ABD Tarım Bakanlığı (USDA)-Del-
ta and Pine la n d ’e ait ortak patentini de üzerine geçirmiştir.

Vietnam Savaşında kimyasal silah olarak yaygın bir şekilde kullanılan, dtoksln içerikli
bitki öldürücü (herbisit) - у h. n.
~ Terminator technotogy.

**' US Department o f Agriculture (USDA).


BGST | C ko lo ji D iz isi | 99

Monsanto Temmuz 1998'de Unilever'in Avrupa buğday üretim işi­


ni 525 milyon dolara satın almıştır. Bu hamle, genetiği değiştirilmiş
buğdayın üretim ve satışını tekelleştirm ek yönünde atılm ış bir
adımdır. Monsanto, Hindistan'ın en büyük tohum şirketi MAHYCO
hisselerini de oldukça yüksek bir değere, pazar değerinin 24 katı yük­
sek bir fiyata satın almış ve Monsanto-MAHYCO ortak girişimini kur­
muştur. M onsanto’dan Jack Kennedy ye göre şirket "Hindistan ta­
rım sektörüne büyük bir giriş yapm ayı planlam aktadır ve MAHYCO
da bunun için iyi bir araçtır.”2 M onsanto 1,4 milyar dolar karşılığın­
da Cargill'in Orta ve Latin Amerika, Avrupa, Asya ve Afrika'daki ulus­
lararası tohum işlemlerini de satın almıştır.

Tohum, pestisit, gıda, ilaç ve veteriner ürünleri pazarını M onsan­


to ile birlikte denetim altında tutan diğer bir şirket de N ovartis’tir.
Novartis; Sandoz. Ciba-Geigy ve kendisi de Astra/Zeneca ve DuPont'un
birleşim i olan Aventis’in birleşm esiyle kurulmuştur. DuPont dün­
yanın en büyük tohum şirketi Pioneer Hi-bred'i tümüyle üzerine ge­
çirmiştir. The Wall Street Jo u m a T a göre bu operasyon "ABD tohum
endüstrisinin büyük bir kısmının DuPont ve Monsanto arasında fi­
ilen paylaşım ıyla sonuçlanm ıştır."5

Sonlandırıcı Mantık: M utlak Kontrol Mühendisliği

1998 Mart ayında ABD Tarım Bakanlığı (USDA) ile Delta and Pine Land
şirketleri masum bir adlandırm ayla "Bitki Geni İfadesinin’ Kontro­
lü" denen yeni bir tarımsal biyoteknoloji üzerinde ortak patent sa ­
hibi olduklarını ve bu ürünü birlikte geliştireceklerini duyurdular.
Bu yeni patent, patent ve lisans sahiplerinin bitki DNA'sını kendi
embriyolarını öldürecek şekilde program layarak kısır tohum elde
edebilm esine izin verm ektedir. En az 78 ülkede kullanılmakta olan

Plant Gene Expression: bir bitkinin genetik karakterinde gözle görülebilir ya da Ölçülebilir
değişiklikler üretme süreci - y. h n
ıoo Ç alın m ış H a ta t 1 Vtmdano Shura

bu patent her türden bitki ve tohuma uygulanabilmektedir. Bir hü­


kümet kuruluşu olan USDA içsel "gen polisi"'* olarak adlandırdığı bu
tohumların satışından % 5 kâr payı almaktadır.

Sonuç mu? Eğer çiftçiler bu bitkilerin tohumlarını sonraki mevsim


için saklayacak olurlarsa gelecek nesil bitkiler büyümeyeceklerdir.
Bezelyenin tohum zarfları, dom atesler, biberler, buğday başları ve
mısır kulakları birer tohum morguna dönüşecektir. Böylece, bu sis­
tem, çiftçileri her sen e tohum şirketlerinden tohum alm aya m ec­
bur kılacaktır. Uluslararası Kırsal Gelişm e Vakfı (RAFI) ve diğer
gruplar bu yöntemi "sonlandırıcı teknoloji" olarak adlandırmakta,
çiftçilerin bağımsızlığını ve Üçüncü Dünya ülkelerindeki bir m ilyar­
dan fazla çiftçinin gıda güvenliğini tehdit ettiğini iddia etmekledir.

USDA'dan biliminsant Melvin Oliver'a göre:

Ç iftçilerin tohum sak lam asın ın ö n ıin e k an u n lar v e y asal e n g e lle r


k oym aya çalışm ak y e rin e kendi teknolojim izin polisliğini kendim izin
yap m asın a o lan ak sağ la y a n bir sistem bulm alı v e yab an cı çıkar gru p ­
larının bu tek n o lojiyi çalm asın ı en gellem eliyiz.*

Moleküler biyologlar, sonlandırıcı fonksiyonun kasten yerleştiril­


diği bitkinin genom undan’ kaçarak çevrede açık döllenen türlere
veya komşu tarlalardaki yabani, akraba bitkilere bulaşma riski üze­
rinde çalışmaktadır. Doğanın muazzam uyum yeteneği ve bu tek­
nolojinin geniş ölçekte hiç denenm emiş olduğu dikkate alındığın­
da sonlandırıcı genin çevredeki gıda bitkilerine veya doğaya sıçra­
ması ciddi bir olasılık olarak karşımıza çıkmaktadır. Tohumların kı­
sırlık özelliğinin tohum veren bitkilere aşamalı olarak yayılması, ni­
hayetinde insanlarınki de dahil, daha yüksek yaşam biçimlerini
yeryüzünden silecek bir felaketle sonuçlanabilir.

Genom: bir organizma veya türün tüm genleri - y. h. n


BGST | Ckolojt P im i | ip i

RA FIye göre "Sonlandırıcı teknolojinin yaygın olarak uygulanma­


sı. çokuluslu tohum ve tarım kim yasalları endüstrisine, dünya gı­
da arzını kontrol etm e konusunda benzeri görülmemiş ve son d e­
rece tehlikeli bir kapasite sağlayacaktır.’ 6 RAFI'nin tahminlerine gö­
re 2oıo'dan itibaren sonlandırıcı tohum ve onunla ilişkili tohum pa­
zarı tüm küresel pazarın % 8 o ’ine veya daha fazlasına egem en ola­
bilir, senelik 20 m ilyar dolar hacme ulaşabilir.

Üçüncü Dünya hükümetleri ve çiftçileri bu "gen kontrol" teknolo­


jilerini reddetmişlerdir. Hindistan hükümeti sonlandırıcı teknolo­
jinin Hindistan'a sokulmasına izin verm eyeceğini söylemiştir. Dün­
yanın en önemli tarımsal araştırm a sistemi olan Uluslararası Tarım
Araştırmaları Danışma Grubu’ bu teknolojiyi kendi üretim çalışm a­
larında kullanmayacağını.kesin bir dille açıklamıştır. Monsanto'nun
planlı "Haydi Hasat Başlasın" reklam kam panyasına karşılık olarak
Afrika hükümetleri "Bırakın Hasat Devam Etsin" adında bir bildiri
yayım lam ışlardır:

Bu şirk etle rin v e g en tek n o lo jilerin in , çiftçilerim izin 21. y ü zyıld a ih­
tiyaç d uyulacak gıdayı üretm esin e yardım e d eceğin e inanm ıyoruz. Ak­
s in e bu tek n o lo jilerin , çeşitliliğ i, y e re l bilgiyi, çiftçilerim izin b in le r­
c e y ıld ır g eliştirm ekte o lduğu sü rd ü rü leb ilir tarım sistem in i y o k e d e ­
ceğini v e b ö y le lik le kendi kendim izi b e sle m e k ap asitem izin altını
o yacağ ın ı d ü şü n ü yoru z.7

Yazar Geri Guidetti şunları söylüyor.

İnsanoğlu d ah a ö n c e hiç. geçim kayn aklarım , gıd a arzın ı, v e h atta ge­


zegen deki tüm in sa n ların yaşam ın ı kontrol e d eb ilec e k bu k a d a r s in ­
si, teh likeli, g en iş kap sam lı v e p o tan siy el o la ra k "m ü kem m el” bir
p lan yaratm am ıştı. İn san oğlu elin in büyük v e utanm azca bir d a rb e ­
siy le, bitki - tohum - bitki-tohum d öngüsünü, g ezeg en d e n e re d e y ­
s e tüm y aşam ı d e ste k le y e n bu döngüyü, geri d ön ü şü olm a ya cak bir

The Consuhative Group on Im ernaıional Agrlcullural Research.


102 | Çalınm ış H a ia t | Vandann Shıyg

şek ild e p arçalam ış o lacak. D aha fazla tohum satın alm adığınız s ü re ­
c e ne tohum var n e gıda. Sonlandırıcı T eknoloji p arlak bir bilim sel bu­
luş v e h erh ald e "iyi bir iş", fakat sınırı d eha v e çılgınlık arasın d ak i o
ince sınırı aştı. Bu, y asak lan m ası g erek en tehlikeli v e kötü bir fikir.
0 k ad ar.8

Üçüncü Dünya çiftçileri tohum ektiklerinde "bu tohum daim ol­


sun" diye dua ederler. M onsanto ve USDA ise sanki bunun aksine
"tohum sonlansın ki bizim kârlarımız ve tekelimiz daim olsun" d e­
mektedir.

Büyük şirketler sonlandırıcı tohum teknolojisinin, yatırımlarını çe­


virebilm ek için gerekli olduğunu iddia etm ektedirler. Fakat bu ar­
gümana göre silah üreticilerinin silah satm aları ve nükleer endüst­
rinin bomba üretmesi de serbest bırakılmalıdır. Gezegendeki y a ş a - '
mı koruma görevi taşıyan insanlar olarak bizler bazı faaliyetleri, ne
kadar kâr sağlarsa sağlasınlar, ekolojik ve toplumsal nedenlerle dur­
durma yükümlülüğü taşıyoruz.

Gelişen uluslararası muhalefet karşısında Monsanto Ekim 1999’da


sonlandırıcı teknolojiyi ticarileştirm e planını geri çektiğini açıkla­
mıştır. Fakat Monsanto, tohum kontrol teknolojileri de dahil olmak
üzere tüm diğer zararlı teknolojileri geliştirm eye devam edecektir .9

Tohum Korsanlığı

Tohum ve mahsul, yenilenen yaşam ın kaynağı ve doğurganlığın ci­


simleşmesi olarak kutlanmışlardır. Asya'da pirinç hem beslenm e­
nin hem de kültürel kimliğin önemli bir kaynağı olmuştur.

Pirinç bir gıda kaynağı olarak Asya'da evrimleşmiştir. Asya pirinci


Oryza ia tiv a iki alt türe sahiptir, indica ve jap o n ica. Ja p o n ic a tür­
leri daha kısa, yuvarlak ve yarısaydam dır. İn d ica türleri ise pişti­
ğinde ayrı kalan daha uzun, narin tan elere sahiptir.
BGST | Ckolojl D izisi | laı

Japonya'da pirinç ve çeltik tarlaları "benlik" metaforu olarak da önem­


lidir. R iee öd Se/fl'in’ yazarı Emike Ohnuiki-Trerney'e göre "Tarım­
sal ritüeller, tanrı-insanların armağan eniği orijinal tohumlara kar­
şılık yeni pirinç türlerinin armağan edildiği kozmik bir alışveriş
döngüsünü temsil eder.”10

Hindistan'da pirinç, p ra n a , yaşam ın soluğu olarak bilinir. Yeşil


Devrim tür çeşitliliğini yok eden monokültürleri getirmeden önce
Hindistan'da 200.000 pirinç tiirü yetiştirilmekteydi. Bu yerli pirinç
türleri hem taşkınlara' hem kuraklıklara dayanacak, hem yüksek böl­
gelerde hem de kıyı ekosistem lerinde yetişecek, bol lezzet ve şifa
dağıtacak şekilde evrimleşmişti.

Hindistan Yarım adasın da Basmati pirinci yüzyıllardır yetiştiril­


mekte ve eski m etinlerde, folklor ve şiirlerde adından söz edil-
mektedir"Doğâl bir kokusu olan bu pirinç türüne yabancılar da
her zaman çok değer verm iş ve gıpta etmiştir.

Hindistanlı ve PakistanlI çiftçilerin Basmati soyları üzerinde yap­


tıkları araştırm alar son derece geniş bir Basmati çeşidi yelpazesiy­
le sonuçlanmıştır. Basmati'nin üstün özellikleri bu çiftçilerin katı
kurallara bağlı olm ayan üretim ve yenilik denem elerinin bir sonu­
cudur. Bugün Hindistan’da, belgelenm iş 27 farklı Basmati türü üre­
tilmektedir. Navdanya adındaki bir yerli tohum koruma programı
aracılığıyla 14 Basmati çeşidi saklanmış, toplanmış ve dağıtılmıştır.

Geçi iğimiz yıllarda Basmati pirinci Hindistan'ın en hızlı büyüyen ih­


raç ürünlerinden birisi olmuştur. Her sene Hindistan'da 650.000 ton
Basmati yetiştirilm ekte ve bu miktar pirinç ekili arazilerin % 10 ila
*5’ini kaplamaktadır. Her yıl 400.000 ila 500.000 ton Basmati ihraç
edilmektedir. Basmati'nin başlıca ithalatçıları Ortadoğu (% 65), Av-

Benhfc olarak pirinç.


im i Ç a lt n m t t H a s a t | V andana Shıva

rupa (% 20) ve ABD’dir (% 10 ila 15). Basmati ton başına 850 dolar fi­
yatla Avrupa Birliği’ne satılan en pahalı pirinçtir. Pakistan Basma-
ti’sinin fiyatı ton başına 700 dolar. Tayvan’ın kokulu pirincinin ton
başına fiyatı ise 500 dolardır.12

Fakat yeni bir patent, çiftçilerin geliştirdiği yenilikleri gaspetm ek-


le tehdit etmekte ve ticareti tekelleştirmektedir. 2 Eylül 1997de mer­
kezi Teksas'ta bulunan RiceTec. Inc.'e Basmati pirinç soyları ve ta ­
neleri için 5663484 numaralı patent verilmiştir. RiceTec bu p aten­
ti aldığında bu pirinci zaten Kasmati, Texmati ve Jasm ati gibi mar­
kalar altında alıp satm aktaydı. Bu patent RiceTec’e Basmati'nin
yeni bir çeşidi olduğunu iddia ettiği her şeyi Basmati adı altında ulus­
lararası piyasada satm a özgürlüğü verecektir.

RiceTec'in patentini aldığı Basmati çeşidi, Hint Basmati’sinin indi


cö çeşitleri de dahil, cüce varyantlarla çaprazlanması suretiyle üre­
tilmiştir. Bu çeşitlerin hepsi de yüzyıllardan beri Hindistan Yarıma-
dası’nda üretilmekte olan ve çiftçilere ait çeşitlerdir. RiceTec’in ni­
telikleri karıştırmak içiri farklı çeşitleri çaprazlama yöntemi - b u ör­
nekte Basmati’den Basmati özelliklerinin, yarıcüce türlerden de ken­
di özelliklerinin alın m ası- yeni bir şey değildir. Oldukça yaygın bir
yöntem dir ve bitki üretim iyle az buçuk ilgili herkes tarafından da
bilinir. Yine de ABD Patent ve Ticari Marka Bürosu RiceTec’e çok
geniş bir patent vermiş, bu şirketin Basm ati’sini ve üretme yönte­
mini "yeni”, "yüksek kaliteli Basmati pirincine benzer veya daha üs­
tün özelliklere sahip” pirinç yetiştirilmesini sağlayan bir yöntem ola­
rak nitelemiştir.'*

Patentlerin, alışılagelm iş yollarla ortaya çıkarılandan çok daha


farklı bir yenilik içeren endüstriyel buluşlara verilmesi beklenir.
Fakat patentin yeni olduğunu iddia ettiği Basmati aroması hiç de
yeni değildir. RiceTec'in Basmati'si aynı zamanda hem yeni olup hem
B6ST I Ckolojt Dizisi | iq?

de geleneksel Basmati'ye benzeyemez. Çeşitlerin çaprazlama yoluy­


la son derece geleneksel bir şekilde türetilmesi ne orijinaldir ne de
alışılagelmişin dışında bir adımdır. Aslında RiceTec patenti, türet­
m eye yaratım, korsanlığa da buluş olarak yaklaşmaktadır. ABD pa­
tent ofisi buluşu değil biyokorsanlığı korumuştur.

RiceTec Basmati patenti canlı kaynakların patentlenmesinin özün­


de bulunan sorunları açık olarak göstermiştir. Bitki çeşitleri konu­
sunda buluş yapıldığını iddia etmek hem doğanın hem de çiftçile­
rin yaratıcılıklarını inkâr etmektir. Buluşun ne olduğuna dair bu yan­
lış iddia sürdürülecek olursa, Basmati çiftçilerinin RiceTec p aten­
tini ihlal ettikleri gerekçesiyle cezalandırılmasına yol açabilir. Bas­
mati yetiştiren Hindistan çiftçileri RiceTec'e patent ücreti ödem e­
ye zorlanabilirler.

RiceTec patentinin Hindistan tarımına maliyeti büyük olacaktır.


Hindistan ve Pakistan'da Basmati yetiştiren 250.000 çiftçinin geçim
kaynakları tehlikeye girecektir. Pazar tekelleri yeniliğin gerçek mi­
m arlarını, yerel, ulusal ve küresel pazarlara ulaşm a hakkından
mahrum bırakacaktır.

Basmati korsanlığı büyük şirketlerin biyoçeşitlilik ve Üçüncü Dün-


ya'nm yenilikleri üzerinde nasıl "fikri mülkiyet hakkı" iddia ettik­
lerini, yoksul insanların küresel pazarın dışında yaşayabilm elerini
sağlayan son kaynaklarını da ellerinden nasıl aldıklarını gösteren
örneklerden sadece biridir. Diğer örnekler biber, zencefil, hardal,
neem (azadirachta in d ic a )v e hinthardalı üzerindeki patentlerdir.15

Kanak Soygunu
Kuzey Hindistan'da buğday kanak. yani altın olarak adlandırılır.

Hindistan buğday ekonomisi ademi merkeziyetçi, küçük ölçekli bir


yerel üretim, işleme ve dağıtım sistemi üzerine kuruludur. Buğday
106 | Çalınm ış H a s a t | V a n d a n a Shıpg

ve un milyonlarca çiftçi, tacir (a rfii) ve işlemecinin (Ciıakki Wal-


la i veya yerel un değirmenleri) geçim ve gıda kaynağıdır. Buğday
unu aynı zamanda, evlerinde çalışan milyonlarca kadın tarafından
da üretilir ve buğday unu hamurundan lavaş açmak için kullanılan
merdane, kadın gücünün daima bir sembolü olmuştur.

Buğday ekonomisi toplamda son derece büyüktür. Hem taze, sıh­


hi. sürdürülebilir bir şekilde üretilmiş ve işlenmiş ucuz gıda temin
eder, hem de milyonlarca insanın geçim kaynağıdır. Milyonlarca Hin­
distan çiftçisi her yıl 6 milyar ton buğday üretir. Bunun büyük kıs­
mı yerel ticarethanelerde doğrudan tüketicilere satılır ve yerel
buğday değirm enlerine götürülür.

Hintli tüketicilere buğday temin eden, ailelerce işletilen kirin dük­


kânlarının sayısının 3,5 milyondan fazla olduğu tahmin edilm ekte-'
dir. Yakın çevresine hizmet veren 2 milyondan fazla değirmende ta­
ze un üretilir. Alınıp satılan 40 milyon ton buğdayın sadece 15 mil­
yon tonu hazır paketlenmiş una dönüştürülür; çünkü Hintliler, gıda­
nın taze ve kaliteli olmasından hoşlanırlar. Paketlenmiş markalı un­
lar, Hindistan'da tüketilen un içerisinde % ı'den daha az yer tutar.

M ilyonlarca üretici, işleyici ve tacire dayalı bu ademi m erkeziyet­


çi, küçük ölçekli ekonomi pek az bir serm aye ve küçük bir altyapı
ile çalışır. Sermaye ve altyapıyı insanlar ikame ederler. Böyle in-
sanmerkezli bir ekonomi, büyük ölçekli tarım şirketlerinin büyük
ölçekli kâr elde etmesinin önünde bir engeldir. Bu yüzden bu şir­
ketler Hindistan buğday ekonomisini bir kâr kaynağına dönüştür­
mek için fırsat kollamaktadır.

tAlDA (kâr) başlığını taşıyan bir endüstri raporuna göre küresel ta­
rım şirketleri yerel tohum üretimini, yerel arfid'leri ve yerel un de­
ğirmenlerini ortadan kaldırmak suretiyle çiftçileri doğrudan ken­
dilerine bağımlı hale getirmeyi planlamaktadır. İnsanların taze ve
ucuz una erişimlerinin engellenm esi, "gıda zincirinin modernizas-
SGST I ekoloji DiztH [ 107

yonu" olarak adlandırılmaktadır. Paketlenmiş gıda tüketimi zengin­


lerin gıda kültürü olarak tasvir edilmektedir. Fakat endüstrileşm iş
ülkelerde zenginler taze, paketlenmem iş gıda tüketm ektedirler.
Yoğun bir şekilde işlenmiş ve paketlenmiş gıdayı tüketmeye zorla-
naniar yoksullardır.

Hindistan'ın buğday ve un ekonomisi karmaşık ve oldukça gelişmiş


olmasına karşın küresel tarım şirketleri bunu "azgelişmiş" olarak ad­
landırmaktadırlar; çünkü Cargill ve Archer Daniels Midland (ADM)
gibi büyük oyuncular bu ekonomi üzerinde egemenlik kuramamak-
tadırlar. FAIDA raporuna göre "Hindistan buğday sektörü şu anda
yeni yeni kalkınmaya başlam ıştır."

Tarım şirketleri, Hintli tüketicilerin kendi kalite kontrol sistem le­


rinden şüphe duymalarını ve bunun yerine m arkalara güvenm ele­
rini sağlamak için şimdiden çalışmaya başlamıştır. Bu şirketlerin ön­
görülerine göre, kendilerince kontrol edilen un pazarı, paketlen­
miş mâ'rka satışlarıyla 30 milyar rupi gelir ve 10 milyar rupi kâr sağ­
layacaktır. Endüstriye göre X h a k k i Walla geçmişte kalacaktır."

FAIDA raporuna göre Hindistan yerel buğday ekonomilerinin ele


geçirilmesiyle birlikte 50 milyon iş "yaratılacaktır." Fakat eğer 2 0 -30
milyon çiftçi, 5 milyon Chakki Walla, 5 milyon artit, 3,5 milyon ki­
rana dükkânı ve bunlara bağımlı olan hane halkları dikkate alına­
cak olursa, buğday ekonomisinin endüstrileşmesi sonucu en azından
100 milyon insanın rızkı ve geçim kaynakları yok edilmiş olacaktır.

Amerika Birleşik D evletlerin d e ADM'ye ait 200 adet yüklem e bo­


şaltm a makinesi. 1900 mavna, 800 kamyon ve 130.000 vagon bu­
lunmaktadır. Bunlar tane tahılları hava basınçlı makineler yardımıy­
la yükleyip indirerek buğdayı oradan oraya taşıyabilmekte, önem ­
li bir istihdam yaratm amaktadır. Altyapı yatırım ları insanları yer­
lerinden etmek için kullanılmaktadır.
108 | Çalınmış H a sa t | V a n d a n a Shiva

FAIDA raporuna göre:

D eğirm encilerin k u llan dıkları yetersiz tek n o loji n ed en iy le H indis­


tan 'da unun r a f öm rü 15 ila 20 gü n le sın ırlıd ır. Bu, ABD 'de ulaşılm ış
olan 6 a y ila bir sen elik ra f ö m rü n e g ö re çok kısadır. F abrika v e p a ­
zarlar a rasın d ak i büyük m e sa fe v e uzun dağıtım sistem i d ikkate alın ­
dığında m arkalı ü reticilerin çok dah a uzun bir ra f öm rünü gü ven ce
altın a alm aları g erek m ek ted ir.'5

Gıdanın tüm pozitif özellikleri -tazelik , yerel tedarik, düşük mali­


yet, düşük çevresel etki, yüksek besin değeri—yok edilmekte ve ne­
gatif özelliklerle -b ayatlık , uzun m esafeli tedarik, yüksek maliyet,
yüksek çevresel etki ve aşırı işlemeden kaynaklanan düşük besin
d e ğ e ri- yer değiştirmektedir.

DTÖ ve Biyokorsanlığm Teşvik Edilmesi

Biyokorsanlık, ABD yasaları ve Dünya Ticaret Örgütü'nün (WT0 ) Ba­


tı tarzı "fikri mülkiyet hakları"nı küreselleştiren anlaşm aları tara­
fından teşvik edilmektedir. ABD yasalarında şirketler için patent edin­
me sürecini kolaylaştıran çeşitli çarpıtm alar yer almaktadır. Bu
çarpıtm alardan birisi "m evcut durum"* yorum udur. Bu yorum,
ABD’de gerçekleştirilm iş olan buluşlara, bunların aynılarının dün­
yanın diğer yerlerinde halen mevcut ve kullanımda olup olm adığı­
na bakılmaksızın patent tahsis edilmesine izin vermektedir. ABD pa­
tent yasasının bu kısmı (102. bölüm) düzeltilmediği sürece, biyokor-
sanlığın yeni örnekleri yaşanm aya devam edecektir.

Gümrükler ve Ticaret Genel Anlaşması (GATT) ticaretle ilgili fikri


mülkiyet hakları (TRIP) konusunda 1999'dan beri tektip bir patent

' Çoğu patent yasasına güre mevcut durum, verili bir tarihten önce herhangi bir biçimde
kamuya açıklanmış olan tüm enformasyon anlamına gelir. Bu enformasyonun, söz konusu
işkolunda çalışan ortalama bir işçiyi bilgilendirmeye yelecek düzeyde, belirli bir lornıda yayımlanmış
ve kamuya açık kütüphanelerde mevcut olması gerekmektedir. - y h. n.
IIC ST | C ko lo ji D iz is i | n »

yasası talep etmekte, yaşam ın kutsal sayıldığı ve patentlerden mu­


af olduğu Üçüncü Dünya ülkelerinin ahlak ve değer sistem lerinde­
ki farkları yok saym aktadır. TRIP anlaşm aları görüşülürken bir
Monsanto temsilcisi bu anlaşm alar hakkında şunları söylemişti-.

G ATT'ta buna ben zer bir ö rn ek şim d iye k ad ar k esin likle görülm em iş­
tir. Endüstri u lu slararası tic arette çok tem el bir soru nu tespit etm iş­
tir. Bir çözüm geliştirm iş, bunu somut bir ön eriye dönüştürm üş v e hem
kendi hüküm etim ize hem d e d iğer h ü kü m etlere satm ıştır... D ünya ti­
caretin in en d ü strileri v e tacirleri ayn ı zam anda hem hasta, hem de
teşhis v e ted avi ed en d ok to r rolünü ü stlen m işlerd ir.'6

Sözleşmeyi hazırlayan büyük şirketler bunu uygulamakta da son


derece kararlılar. Fakat TRIPler, DTÖ'ye karşı halk direnişinin en te­
mel gündemidir. Protestolar ve parlamento içi tartışmalar Hindis­
tan hükümetinin TRIPleri reddetmesini gerektirmiş, bunun üzerine
ABD hükümeti Hindistan aleyhine bir DTÖ uyuşmazlığı başlatmıştır.

1998'deDTÖ, Hindistan'ın kendi patent yasalarını düzeltmekteki ba­


şarısızlığını G A H gereği yasadışı ilan etmiştir. Bu karar Hindistan'ı
Amerikan tarzı patent rejimlerini kabul etmeye zorlamaktadır ve özün­
de Hindistan demokrasisine karşı alınmış bir karardır. Hindistan DTÖ
"an ayasasrn a göre suçlu ilan edilmiştir; çünkü Hindistan halkı,
Hindistan parlam entosu ve Hindistan hükümeti ulusal anayasanın
kendilerine tanıdığı haklar ve yükümlülüklere uygun bir şekilde de­
mokratik olarak hareket etmişlerdir.

RiceTec patenti ve benzerlerine karşı mücadele etmenin en etkili yo­


lu çiftçi haklarının tanınması ve yasal olarak korunmasıdır. Yerli halk­
ların geliştirdiği yenilikler de dünya hükümetleri tarafından 1992'de
Rio Dünya Zirvesi'nde imzalanan Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi"
(CBD) tarafından tanınmakta ve korunmaktadır. Bu sözleşm e biyo-

Conventıon on Bıologieal Diversity.


im | Ç alın m ış H a sa t | Vgndgna SMva

çeşitliliğin korunmasını hedeflemekte, ülkelerin kendi biyolojik zen­


ginlikleri üzerindeki egemenliklerini tanımakta ve biyolojik kay­
nakların kullanımında sürdürülebilirlik ve adaleti desteklemekledir.

Genelde biyolojik çeşitliliğin, özelde tarımsal biyoçeşitliliğin korun­


masının önemi artık tartışmasız kabul görmektedir. Hem CBD hem
de Leipzig Küresel Eylem Planı hükümetlerin tarımsal biyoçeşitli­
liğin korunmasını ve çiftçi haklarının tanınmasını taahhüt etm ele­
rini gerektirmektedir. CBD'yi imzalayan hükümetler, biyolojik çeşit­
liliğin korunması ve sürdürülebilir kullanımı açısından önemli oldu­
ğu durumlarda, yerli ve yerel toplulukların bilgi, yenilik ve uygula­
malarının yaygın kullanımının saygıyla karşılanmasını, korunması­
nı, sürdürülmesini ve teşvik edilm esinisağlam akla yükümlüdür.

Patentler v e Polis D evletler

Fikri mülkiyet hakları ve patentler insan türü ile diğer türler a ra ­


sındaki ve insan toplulukları içindeki ilişkileri yeniden organize
etmektedir. Büyük şirketler, karşılıklı iyi ilişkilere, yardımlaşmaya,
süreklilik ve bitip tükenmez bir doğurganlığa dayanan tohum kül­
türünü bir yana bırakıp tohum kültürünü korsanlık, avcılık, doğur­
ganlığın sonlandırılması ve kısırlık mühendisliği yapılması temelin­
de yeniden tanımlamaya çalışmaktadır.

Bitki ve tohumlara sanki birer şirket buluşuymuş gibi yaklaşan çar­


pık fikri mülkiyet hakları sistemi çiftçinin en temel görevini -tohum
saklama ve onu komşularıyla değiş tokuş etme yükümlülüğünü- bir
suç haline getirmektedir. Dahası, tohum yönetmelikleri çiftçileri yal­
nızca "kayıtlı" çeşitleri kullanmaya zorlamaktadır. Ekilen çeşitler ka­
yıtlı olmadığı ve küçük, bireysel çiftçilerin kayıt maliyetini karşıla­
ması güç olduğu için çiftçiler yavaş yavaş tohum endüstrisine ba­
ğımlı olm aya itilmektedirler.
BGST | Ctolojı DfcHtı | m

Jo se f Albrecht, B avyera’da Oberding’in bir köyünde organik çiftçi­


dir. Ticari olarak edinilebilecek tohumlardan hoşnut kalmadığı için
kendi ekolojik buğday çeşidini üretmiştir. Komşu köylerdeki diğer
on organik çiftçi de onun buğday tohumlarını kullanmışlardır. 1996
senesinde Yukarı Bavyera hükümeti Albrecht'i kayıtsız tohumun ti­
caretini yaptığı gerekçesiyle para cezasına çarptırmıştır. Albrecht
bu cezaya ve bu cezayı mümkün kılan Tohum Y a sa sın a bu yasanın
bir organik çiftçi olarak kendi mesleğini icra etmesini engellediği
gerekçesiyle karşı çıkmıştır. Leipzig Bitki Gen Kaynakları Konferan­
sı sırasında Albrecht, tohum yönetm eliklerine ve büyük şirketlere
karşı bir hareket başlatmış ve bunu 1986 senesinde Doğu Alman ko­
münist hükümetine karşı demokrasi hareketinin başlatıldığı Leip­
zig kilisesinde duyurmuştur .'7

Iskoçya’da pek çok çiftçi tohumluk p atates yetiştirir ve satar.


1990'iara kadar tohumluk patatesi birbirlerine, tacirlere ve çiftçi­
lere serbestçe satabiliyorlardı. 1990 larda bu satışlar yasadışı ha­
le geldi. Tohumluk patates yetiştiricileri tohum endüstrisiyle yap­
tıkları sözleşm e şartları çerçevesindeki çeşitleri yetiştirmek zorun­
da bırakıldılar. Tohum endüstrisi ürünü hangi fiyattan geri alaca­
ğına karar veriyor ve ürünün başkalarına satılmasını yasaklıyordu.
Şirketler ekilen araziyi küçültmeye, fiyatları yükseltm eye başladı­
lar. 1994'te İskoç çiftçilerinden 140 sterline alınan tohumluk pata­
tes iki mislinden yüksek bir fiyata İngiliz çiftçilerine satıldı; bu ara­
da bu iki çiftçi kesiminin birbiriyle doğrudan ilişki kurması da en­
gellendi. Tohumluk patates yetiştiricileri birkaç şirketin yarattığı bu
cenderenin bir kartele dönüşm esinden şikâyet eden bir dilekçe
imzaladılar.

Çiftçiler aynı zamanda Ingiliz çiftçilere doğrudan sertifikasız tohum


satm aya da başladılar. Tohum endüstrisi çiftçiler arasındaki bu
doğrudan ticaret nedeniyle satışlarda 4 milyon sterlin kayba uğra-
| Çalınm ış H a sa t | V an ü an a Sluva

dıgını iddia etti.'8 Şubat 1995'te Britanya Bitki Üreticileri Demeği Aber-
deenshire'dan bir çiftçiyi, çiftçiden çiftçiye doğrudan satış nedeniy­
le dava etti ve endüstriye 30.000 sterlin tazminat ödem eye mah­
kûm ettirdi.

Çiftçiden çiftçiye tohum değiş tokuşu Amerika Birleşik Devletlerinde


de yasadışıdır. Bu durum artık M onsanto tarafından satın alınmış
olan Asgrow Seed Company'nin Dennis ve Becky VVinterboerler’e
karşı açmış olduğu davanın sonucunda tescil edilmiştir. Winterbo-
erler iovva'da 200 hektar toprağa sahip çiftçilerdir. 1987'den beri ge­
lirlerinin büyük bir kısmını ürünlerini diğer çiftçilere tohumluk
olarak kullanmaları için satarak elde etmişlerdir. 1995 senesinde Asg-
row (kendi soya tohumları için bitkiçeşitlilik koruması vardır) Win-
terboerler'i doğrudan ticaret yaparak şirketin mülkiyet haklarını ih-_
lal ettikleri gerekçesiyle dava etmiştir. Mahkeme VVinterboerler
aleyhine karar vem iş ve W interboerlerin çiftçiler arasındaki tica­
reti korumasını umdukları Bitki Çeşitliliği Yasası değiştirilmiştir.
1994 değişikliği tohum endüstrisi için mutlak bir tekel tesis etmiş,
çiftçiden çiftçiye satış ve değiş tokuşu yasadışı kılmıştır.

Monsanto kendilerine ait Roundup Ready soya fasulyesinin satış


şartnamesi olarak dayattığı "Roundup Ready Gen Anlaşması'yla çift­
çi haklarını bir kez daha ihlal etmektedir. Bu anlaşma yetiştiricile­
rin tohumları saklamasını veya bunlardan geliştirilmiş olan tohum
ve malzemeleri diğer bir kişi veya kuruma satmasını veya verm e­
sini yasaklamaktadır. Anlaşma normal tohum fiyatına ek olarak
2,3 dolar/kg “teknoloji ücreti" ödenmesini öngörmektedir. Eğer an­
laşmanın herhangi bir maddesi ihlal edilecek olursa yetiştirici ha­
sarın 100 misli tazminat ödeyecektir. Son olarak, anlaşma Monsan-
to'ya. anlaşma tarihinden sonraki üç yıl boyunca çiftçilerin izni
veya nezareti olmaksızın tarlaları ziyaret etme hakkı verm ektedir
(Şiddetle reddeden bir çiftçi "içeri gireni vururuz" demektedir.)
BGST | Ckolojt D izisi | ın

Anlaşma yetiştiricilerin varisleri ve haleflerinin kişisel tem silcile­


ri üzerinde de bağlayıcıdır ama çiftçilerin hakları Monsanto'nun iz­
ni olmaksızın transfer edilememektedir. Bunun yanı sıra anlaşm a
hiçbir yükümlülük maddesi içermemektedir. Roundup Ready soya
fasulyesinin perform ansına dair hiçbir referansta bulunmamakta­
dır ve tohumların vaat edilen ürünü vermemesi, ekolojik hasar ya­
ratması halinde Monsanto hiçbir sorumluluk almamaktadır. Mon­
santo'nun genetiği değiştirilmiş pamuğu Bollgard'ın vaat edilenin
aksine pamuk kurdu karşısındaki başarısızlığı dikkate alındığında
bu durum özellikle önem kazanmaktadır.

1998'de Monsanto, Amerika Birleşik Devletleri'nin çeşitli yerlerin­


de 1800 çiftçi ve tohum tüccarını taciz etmek üzere Pinkerton d e­
dektiflerini tutmuş ve 475 potansiyel "tohum korsanlığı” vakası so ­
ruşturmaya alınmıştır. Kentucky, Iowa ve lllinois'de tohum sakla­
yan bir grup çiftçi Monsanto'ya kişi başına 35.000 dolara varan mik­
tarlarda ceza Ödemeye zorlanmıştır. M onsanto’dan Scott Baucum
şöyle konuşmaktadır: "Şu iki bedelden birini seçin diyoruz, dükkân­
da 6,5 dolar veya mahkemede 600 dolar .'''9

Çiftçilerin suçlulaştırılmasının en dramatik örneği Kanada Saskatc-


hewan'da Percy Schiemer’in yaşadıklarıdır. Bir dönüm noktası oluş­
turan bu davada Monsanto Schiemer'i hiçbir Monsanto tohumu
almamış olmasına karşın tohum saklamaktan dava etmiştir. Schi-
emer in tarlası M onsanto’nun Roundup Ready kanolası’tarafından
istila edilmiştir. Roundup Ready ürünlerinin polenleri tüm Kana­
da çayırlarında uçuşmakta, tarlaları istila etmektedir. Fakat Mon­
santo, kendi yarattığı biyolojik kirliliğin maliyetini ödeyecek y e r­
de Schiemer'i mülk "hırsızlığı" nedeniyle dava etmektedir.

Monsanto aynı zamanda çiftçilerin, komşularının yaptıklarını ispi-


yonlayabilmeleri için ücretsiz bir "haber h attfnın da sponsorluğu-

Kanola. tohumlarından yemeklik yağ elde edilen bir bitkidir - y h n.


i n | Çatınm ış H asa t | Va n d a n a Shiva

nu yapm aktadır. RAFI'den Hope Shand’e göre ’ kırsal toplulukları­


mız büyük şirketlerin polis devletlerine, çiftçilerimiz de suçlulara
dönüşm ektedir.’ 20

Notlar:
ı Hope Shand. 'Human Nature: Agricultural Biodiversity and Farm Based Food Security",
Rural Advancement Foundation International (RAF1). 1997.

2 "Monsanto: Peddling 'Life Sciences' or 'Death Sciences?", Yeni Delhi: Research Foundation
for Science. Technology and Ecology (RFSTE3, 1998.

3 Wall Street Journal. 16 Marl 1999.


4 Leora Broydo. "A Seedy Business', Mother Jones Online, www.mojones.com/news.vvlre

; Leora Broydo.

6 Hope Shand, "Human Nature: Agricultural Biodiversity and Farm Based Food Security".'
Rural Advancement Foundation International (RAFI). 1997.

7 ’ Lei Nature's Harvest Continue!" Third World Resurgence. No. 97.

8 Geri Guidetti, The Ark Institute. Okford, OH: 199B.

9 Monsanio’nun bu konudaki açık mektubuna www.monsanto.com adresinden ulaşılabilir

10 Emike Ohnuıki-Tremey, Rice a s Self, Princeton: Princeton University Press, 1993, s. 9.

11 Hissar CCS Haryana Tarım Üniversitesi ne göre Basmati’y e cn eski göndermelerden biri
1766'da Varis Shah tarafından yazılmış olan meşhur Heer R anjha epiğinde yapılmaktadır.

ız Basmati Bioplracy, RFSTE, 1998.

13 U.S. Patent and Trademark Office. Patent No. 9663484.

14 Biopiracy Fact Sheets, RFSTE. 1998.

19 McKınscy and Co. and Confederation of Indian Industry, VAIDA raporu, Yeni Delhi.
India, 1999.

16 James Enyart, "A GATT Intellectual Property Code". Les Nou vetles. Haziran 1990, s. 94-96

17 Bija Newsletter, No. 17 ve 18, RFSTE, 1998.

18 T racey Clunıs Ross. "G row ing Problem s: The Issue o f Sovereignty o v er Seed s"
yayımlanmamış makale, 1999.

19 Ronnie Cummins, fo o d Hytes. No. 13,31 Ekim 1998, s. 2.

20 "‘Gene Police' Raise Farmers Fears". Washington Post. 3 Şubat 1999, s. 1.


6

GEN MÜHENDİSLİĞİ VE GIDA GÜVENLİĞİ

Gen mühendisliği doğayı ve biyoçeşitliliği koruyacak yeşil bir tek­


noloji gibi pazarlanmaktadır. Fakat gen mühendisliğinin kullandı­
ğı araçlar, biyoçeşitliliği yok etmek, herbisit ve pestisit tüketimini
ve geri dönülmez gen kirliliği riskini artırmak suretiyle doğanın
hasadını çalmak için tasarlanm ıştır.

M onsanto'nun başkanı Hendrik Verfaillie’ye göre kendilerinin pa-


tentlemediği ya da sahip olmadığı her çeşit biyolojik tür "güneş ışı-
ğını çalan” bir zararlı bitkidir. Halbuki, gen mühendisliğini destek­
leyen “büyük şirketler gerek biyoçeşitliliği kasten yok etmek sure­
tiyle gerekse ekosistem de kasti olm ayan biyolojik kirlilik y a rat­
mak suretiyle doğanın hasadını çalmaktadır. Dünyanın sağlıklı ve
besleyici gıda hasadını çalmaktadırlar. En nihayetinde de, bağım­
sız bilimi boğmak ve tüketicinin gıda içeriğini bilme hakkını tanı­
mamak suretiyle yurttaşlardan bilgi çalmaktadırlar.

"D ünyayı Beslem ek”

"Dünyayı beslem ek" biyoteknoloji endüstrisinin ana sloganıdır.


Monsanto 1998'de Avrupa’da 1,6 milyon dolarlık bir medya kampan­
yası esnasında aşağıdaki ilanı yayımlamıştır:

Açlıkla K arşı K arşıya Bulunan G elec ek N esiller İçin D uyduğum uz En­


d işe O nları D oyu rm ayacak. Bunu G ıd a B iyotek n oiojisi B aşaraca k .

Dünya nüfusu, h e r on yıld a bir y e rk ü re y e yen i bir Çin e k le y e c e k ş e ­


k ild e hızla artm aktad ır. Eklenen bu m ilyarlarca boğazı d oyu rm ak için
| Çalınm ış H a sa t | Vandana Slılua

tanm alanlarım ızı genişletm eyi v ey a v a r olan tarım alanlarım ızdan d a­


ha fazla ürün e ld e etm eyi d en eyeb iliriz. Fakat. 203o'lu y ılla rd a n üfu ­
sunu ikiye k atlayacak o lan bir g ez egen d e top rağa olan bağım lılık d a ­
ha d a artacaktır. Erozyon v e m in eral kaybı top rakları verlm sizleşti-
recek tir. Yağm ur orm an ları gibi ara zile r tarım a açılm aya zo rlan acak ­
tır. Gübre, in sektisit v e h erb isit kullanım ı k ü resel o larak artacaktır.

Biz M on santo o la ra k inan ıyoru z ki, gıda biyotek n o lojisi d ah a iyi bir
g elecek v aa t etm ektedir. Bizim b iy o tek n o lo jik tohum larım ız gen y a ­
p ıların a ö rn eğin b ö cek v e y a zararlılara karşı d iren ç sağlam ak üzere
yerleştirilm iş, fayd alı d o ğ al g e n le r içerm ekted ir.

Bunun gıda üretim inin sü rd ü rü lebilir gelişim i açısın d an taşıdığı önem


çok büyüktür: tarım da dah a az kim yasal kullanım ı, kıt kaynakların ko­
runm ası, d ah a yü ksek verim , h a sta lık lara karşı d iren çli bitkiler. Tek
ham led e dü nya a çlık problem im çözdüğüm üzü iddia etm iyoruz; fa k a t
biyotek n o loji d ü n yayı d ah a etkin bir şek ü d e doyurm ak için bir o la ­
nak sunm aktadır.

Tabii ki biz tem eld e ticari bir şirketiz. K âr e ld e e tm ey e çalışıyoru z ve


bunu yap ark e n b iy o tek n o lo ji hakkında bizim kinden d ah a farklı g ö ­
rüşlerin varlığını kabul ediyoruz. Bununla birlikte, dünyanın çeşitli y e r ­
lerindeki 20 hükümet kuruluşunun bizim tohum larım ızdan y etişen bit­
k ilerin gü ven li olduğunu tescil ettiğim bildirm ek istiyoru z.1

Kerameti kendinden menkul diğer bir "yaşam bilimleri şirketi" olan


Hoechst de ı6 Nisan 1999'da F in a n cia l Tirneö'a benzer bir ilan v e ­
rerek bizlerden "hasadın nüfus kadar hızlı arttığı bir dünya" hayal
etmemizi istemiştir.

Monsanto, ironik bir şekilde, gelirinin en büyük kısmını kimyasal


satışlarından elde etmektedir; yani bir "yaşam bilimleri” şirketi ol­
duğu iddiası yalandır.2 Bu gerçeği, sattığı Roundup ve ilgili tarım kim­
yasallarını "tarım sal” ürün şeklinde tanım layarak gizlemeye çalış­
maktadır.
BOST | ekoloji Ш л i | ıi7

Sürdürülebilirlik Yanılsam asının Üretimi

Genetiği değiştirilmiş bitkilerin sürdürülebilir olduğu şeklindeki


"yeşil" imaj tümüyle büyük şirketler tarafından üretilmiş bir yanıl­
samadır.

Bu yanılsam a çeşitli yollardan yaratılmaktadır. Birincisi, büyük şir­


ketler bıyoteknolojiyi hiçbir maddi ekolojik etkisi olm ayan bir "en­
form asyon" teknolojisi olarak resm etm eye çalışmaktadır. M onsan­
to başkanımn da dediği gibi; "O halde biyoteknoloji temel olarak
bize malzeme yerine enform asyon kullanmak yoluyla sürdürülebi­
lirliği sağlam a şansını verm ektedir.” Biyoteknolojinin "malzeme
yerine enform asyon kullanmak yoluyla" sürdürülebilirliği sağla­
yacağım söylem ekten daha büyük bir yalan olabilir mi acaba? Gen
mühendisliğinin tüm maddi etkileri ortadan kalkacak ve bu saye­
de gen mühendisliğinin olumsuz ekolojik etkileri problemi de gö­
rülmeyecektir. Fakat Roundup enformasyon değil “malzeme'dir. Ro­
undup Ready soya fasulyeleri malzemedir, Bollgard pamuk m alze­
medir. bunlara enjekte edilen genler malzemedir ve bu malzeme­
lerin ekolojik etkileri vardır.

İkincisi, büyük şirketler gen aktarılm ış bitkilerin daha az kimyasal


gerektirdiği şeklinde yanlış bir bilgi yaym aktadır. Aslında, olgular
gen aktarılmış bitkilerin daha fazla zararlı kimyasal kullanımına ne­
den olduğunu gösterm ektedir (aşağıda anlatılmaktadır).

Üçüncüsü, büyük şirketler gen mühendisliğinin faydalarını açıklar­


ken onu ekolojik ve küçük ölçekli tarımla değil, büyük ölçekli en­
düstriyel tarımla karşılaştırm aktadır. Fakat dünya çiftçilerinin ço­
ğunluğu hem kendi temel gıda ihtiyaçlarını karşılam ak hem de bir
miktar ürün pazarlam ak için bir hektardan daha küçük arazi işle­
yen küçük çiftçilerdir.
ııa | Ç alınm ış H asat ' Vandana Shiva

Örneğin biyoteknoloji endüstrisi danışmanı Clive James, herbisit di­


rençli patatesin hektar başına ıç d olar kazandırdığını iddia etm ek­
tedir; fakat bu karşılaştırma, hektar başına 75 ila 300 dolar arasın­
da insektisit harcaması yapan bir çiftlik temel alınarak yapılmak­
tadır.} Herbisit dirençli patates, organik ekolojik bir çiftlik için ma­
liyeti hektar başına 60 ila 290 dolar artırmaktadır, ayrıca daha faz­
la insektisit kullanımı da gerektirmektedir.

Tarım K im yasallan Kullanımının Azaldığı Safsatası

Tarımsal biyoteknoloji araştırm alarının % 8o'i herbisitlere ve bö­


ceklere karşı dirençli bitki türlerinin geliştirilm esiyle ilgilidir. Fa­
kat gen mühendisliğinin zararlı bitki, böcek ve hastalıkları kontrol
etm ek bir tarafa, kimyasal madde kullanımını artırdığına ve süper-
zararlı bitki ve böcekler veya süper virüsler yaratabildiğine dair ol­
gular halihazırda mevcuttur.

Herbisit dirençliliği gen mühendisliği uygulamalarının %71'ini olu ş­


turmaktadır. Büyük şirketler, gen mühendisliği yaparak bitkilere her­
bisit dirençliliği aşılamak suretiyle hem kimyasal hem de tohum sa­
tışlarını artırmaktadırlar. Monsanto'nun Roundup Ready soya fa­
sulyesi herbisit dirençli bitkilere bir örnektir.

Roundup herbisit, M onsanto’nun en gözde tarımsal ürünüdür. Şir­


kete göre glifosat temelli bir herbisit olan Roundup, "her yerde, her
zararlı bitkiyi ekonomik bir şekilde yok etm ektedir.” Halbuki Roun­
dup zararlı bitkiler ve yetiştirilen ürün arasında fark gözetmeyen,
seçici olm ayan bir herbisittir, yani tüm bitkileri öldürmektedir ve
dolayısıyla asla ekonomik değildir. Roundup, bitki büyümesi için ha­
yati önem taşıyan EPSP sintaz enziminin oluşumunu durdurmak su­
retiyle çok geniş bir ot ve yapraklı bitki grubunu etkin bir biçimde
kontrol eder, bu bitki türlerinin metabolik yollarını tıkar.
BGST | Ekoloji Dizltl | i n

M onsanto'ya göre:

M orısanto'nun Roundup h erbisitini hem en hepiniz d uym uşsunuzdur.


Zararlı bitkileri ö ld ü rm ek te birebird ir, o k ad ar etk ilid ir ki ikisiyle de
tem as etm esi h alin de hem zararlı bitkileri hem d e s o y a fa su lye lerin i
öld ü recektir.

Bu durum , M on santo, Roundup R ead y s o y a fasu lyesin i ü re te n e k a­


d ar bö yleyd l. R oundup R ead y so ya, k en d isiyle rek abet ed en zararlı
bitkileri k ontrol etm ek ü zere ku llan ılan Roundup h erb isite m aruz
kaldığında bile se rp ilip bü yü m esin e izin v eren yen i bir p rotein iç e r­
m ektedir.5

Roundup Ready bitkilere yerleştirilen gen, bitkilerdeki EPSPsintaz


proteini miktarını artırır ve Roundup'ın tıkadığı metabolik yolların
etrafından bir geçiş sağlar. Yani çiftçiler, zararlı bitkileri önlemek
için aslında ihtiyaç duymadıkları veya tüketmedikleri bir bitkiyi
yetiştirm eye teşvik edilmektedir.

1995're M onsanto genetiği değiştirilm iş Bollgard isimli pamuğu


üretti. Amaç, yaygın pamuk kurduna karşı dirençli bir tür geliştir­
mekti. Bu sayede, çiftçilerin halen zararlı böceklerle m ücadele için
kullanmakta olduğu sentetik insektisitlerden kurtulması mümkün
hale gelecekti. Fakat yarım santim den daha büyük ya da iki ila dört
günden daha yaşlı olan larvaların Bollgard tarafından tek başına kont­
rol edilmesinin çok güç olduğunu bizzat şirket de kabul etm ekte­
dir.5 M onsanto'ya göre "eğer bu boyutlarda yeterli miktarda larva
varsa aralıklı olarak ilave işlem yapılması gerekebilir.”6

Şirket, Bollgard pamuk için bir koruma alanı oluşturulmasını ön er­


mektedir: yani, ekilen her 100 hektar Bollgard için koruma m aksat­
lı 4 hektar farklı pamuk ekilmesi önerilmektedir. Hindistan’ın pa­
muk arazilerindeki çok sayıda küçük çiftlik açısından bu tür koru­
ma alanları oluşturmak son derece güçtür.
120 | Ç aU nnut H a s a t | V an d an a Shtva

1997'de ilk ticari Roundup Ready pamuğun %20'sinde tohum kabu­


ğu bozulması ve erken tohum kabuğu dökülmesi görüldü. M onsan­
to 1998'de Hindistan'da Bollgard için denem e ekimi başlattı ve
amacı da genetiği değiştirilmiş tohumları 1999-2000'de pazarla­
maktı. Hindistan'daki çeşitli denem e sahalarındaki çiftçiler arasın­
da, pestisit serpintisi konusunda yapılan bir araştırma, Bollgard pa­
mukta pestisit kullanımından vaz geçilemediğini açık olarak orta­
ya koydu7

Pamuğa zarar veren bazı tırtıllar üzerinde yapılan deneyler kimi za­
rarlı böceklerin (örneğin, Spodoptera ve Heliothi&) Bollgard'a y e r­
leştirilmiş olan toksinlere karşı direnç geliştirebildiğini ortaya koy­
muştur. Nihayetinde, her bitki türü çok çeşitli zararlı böceklere
sahip olduğu için, sadece bir böcek türüne karşı koyabilecek şek il­
de genetiği değiştirilmiş olan bitkiler için insektisit kullanılması
hâlâ gerekli olabilir. Greenpeace adına Pe&ticide& Tru&t tarafından
yapılan bir analize göre, bu tür herbisit dirençli varyantlar herbi­
sit kullanım biçimlerini değiştirecek ama kullanılan toplam herbi­
sit miktarını değiştirm eyecektir8

Ürün Veriminin ve Kazançların Arttığı Safsatası

İnsan zekâsı, hasadı her zaman nüfus artışının üzerinde tutmuştur.


Clifford Geertz'in 22 çiftlik sistemini karşılaştırarak gösterdiği üze­
re, biyoçeşitlilik ve işgücü yoğunlaşması ürün artırmanın en verim ­
li ve sürdürülebilir yoludur.

Marc Lappe ve Britt Bailey nin Agatnal The Grain adlı kitapların­
da gösterdikleri gibi herbisit dirençli soya hektar başına 3.285 ila
3.468 kilogram verim sağlarken elle işlenen soya hektar başına
3.486 kilogram verm ektedir. Yazarlara göre bu durum, genetiği de-

Ürûne Karşı.
BG ST | E ko lo ji D iz isi | 121

Şiştirilmiş olan bu bitkilere yerleştirilen genlerin herbisit uygulan­


madığı zamanlarda bitki büyümesini seçici bir şekilde yavaşlatıyor
olması ihtimalini gündeme getirmektedir. "Eğer doğruysa, bu haliy­
le veriler M onsanto'nun kendi çalışmalarının hem botanik hem de
çevresel açıdan zararsız olduğu şeklindeki temel iddiasını derin
bir şüphe altında bırakmaktadır.'’*5

Her halükârda, büyük şirketlerce kontrol edilen bir gıda sistem in­
de. bir şirket hem araştırma yapmakta, hem tohumları satmakta, hem
de ürün hakkında verileri sağlam aktadır. Yani, hem hasta, hem
teşhis eden, hem de tedavi eden aynı kişidir ve dolayısıyla verim
performansı ve ekolojik etki değerlendirmelerinin hiçbir nesnel
temeli kalmamaktadır.

Monsanto'nun Hindistan'daki reklam kampanyası Bollgard pamuk


veriminin % 50 daha yüksek olduğunu söylese de, Bilim Teknoloji
ve Ekoloji Araştırma Vakfı* (RFSTE) tarafından yapılan bir araştır­
ma tüm deneme arazilerinde gözlenen verimin şirket tarafından va­
at edilenin altında olduğunu gösterm ektedir. Yerel melez varyant
ile Bollgard verimleri aşağı yukarı birbirine eşittir.

Bollgard'm verim başarısızlığı tüm dünyada belgelenmiştir. Mis­


sissippi Tohum Hakem Kurulu” 1997'de Monsanto'nun Roundup
Ready pamuğunun reklamlarında iddia edildiği şekilde ürün verm e­
diği kararına varmış, büyük ürün kayıpları yaşayan üç çiftçiye yak­
laşık 2 milyon dolar tazminat ödenm esini tavsiye etmiştir.

Gıda üretimi artışının gen mühendisliğini destekleyen en kuvvetli


argüman olarak kullanılmasına karşın, çiftçiler üzerindeki potan­
siyel olumsuz etkilerin gündeme geldiği durumlarda, biyoteknolo-
ji endüstrisinin bizzat kendisi gen mühendisliğinin üretim artışı ge-

Research Foundation lor Science. Technology, and Ecology.


Mississippi Seed Arbitration Council.
122 Çahnmifl H aaat | Vandana Sfııva

tirmediğini itiraf etmektedir. Örneğin. Monsanto CEO'su Robert


Shapiro B u âin eiâ £ fh ic a te Posilac (M onsanto’nun bovin büyüme
hormonu) hakkında bir yandan:

Eğer bizlere k atılacak olan tüm in san ları d oyurm ak istiyorsak, m an ­


dıra ürünleri dahil, tüm tarım sal üretim in artm ası, ikiye katlanm ası
gereklidir. Bu n ed en le P o silac tartışm asız iyi bir üründür d iy e d ü şü ­
n ü yo ru m .10

derken, diğer yandan da, ürünün çiftçiler üzerindeki ekonomik et­


kisi sorulduğunda "bu ürün mandıra üretimini artırmakta oldukça
küçük bir rol oynayacaktır” demektedir.

Genetiği Değiştirilmiş Tohum ların Sosyoekonom ik


M aliyetleri

Genetiği değiştirilmiş bitki yetiştirm ek yüksek tohum maliyeti, tek­


noloji harcamaları ve daha fazla kimyasal kullanma gereksinimi ne­
deniyle geleneksel bitkilerden daha pahalıdır. Organik tarımda to­
humlar saklanır ve bir sonraki sezon ekilir, tohum ekimi için gerek­
li olan diğer girdiler de çiftlikten sağlanır. Genetiği değiştirilmiş to­
humlar ekildiğindeyse tüm bu girdiler için harcama yapılması gere­
kir ve çiftçiler kaçınılmaz olarak ağır bir mali yükün altına girer. Boll­
gard pamuğu yetiştirmenin Hintli çiftçilere maliyetinin geleneksel
bir pamuk çeşidine kıyasla dokuz kat fazla olduğu tahmin edilmek­
tedir. Eğer Hindistan'da pamuk ekimi yapılan 8,7 milyon hektar ta­
rım arazisinin tamamı genetiği değiştirilmiş pamuğa tahsis edilecek
olursa bunun maliyeti yaklaşık olarak 224,7 milyar rupi olacaktır.

Artan m aliyetler çiftçileri iflasa ve hatta intihara sürükleyebilir.


1998’de Andhra Pradesh’te melez pamuğun böcek istilasına uğrama­
sının ardından -h e k ta r başına 12.000 rupi pestisit harcaması yap­
mış o la n - çiftçilerin borçları nedeniyle intihar etmesi, tarımsal sis­
temlerimizin ne kadar hassas ve kırılgan hale geldiğini gözler önü­
ne sermektedir.
Güvenilir Gıda Safsatası
Monsanto ve diğer şirketler, tohum ve gıdalarının güvenlik açısın­
dan sınandığını ısrarla dile getirmektedirler. Fakat genetiği değiş­
tirilmiş bitki ve gıdalar için ticarileştirilmeden önce hiçbir ekolo­
jik test veya gıda güvenlik testi yapılmadığı gibi, şirketler yurttaş­
ların ve tüketicilerin güvenli ve besleyici gıda haklarını ellerinden
alabilmek için ellerinden gelen her şeyi yapmaktadırlar.

ABD'de 500'den fazla tarlada yapılan uygulamalarda hiçbir olum­


suz etkiye rastlanmadığı sık sık dile getirilmektedir. 1993'te ilk de­
fa. ABD Tarım Bakanlığının (USDA) tarla deneme verileri değerlen­
dirilmiş ve sonuçların bu iddiaları destekleyip desteklem ediği in­
celenmişti. Değerlendirmeyi yürüten Sorumlu Biliminsanları Birli­
ği’ (UCS) USDA tarafından küçük ölçekli den eylerle toplanan veri­
lerin ticari risk değerlendirm esi açısından pek değer taşımadığına
karar vermişti. Pek çok rapor çevresel riskin sözünü bile etm e­
mekte, çok az sayıda rapor çevresel risk ölçümü içermektedir. Üs­
tü kapalı dahi olsa çevresel riskten söz eden raporların çoğunda,
arazi parsellerinde serseri bitkiler veya akrabalarından kopmuş
test bitkileri var mı diye görsel taramayla yetinilmiştir. UCS, bu yüz­
lerce testin sonucunda "hiçbir şey olmamıştır" sonucu çıkarılam a­
yacağı yargısına varmıştır. Pek çok durumda olumsuz etkiler kolay­
ca fark edilemez ve tarlanın görsel olarak taranm asıyla teşhis edi­
lemez. Diğer durumlarda ise risk teşhis edilememesi testin kapsa­
dığı koşullarla yakından ilgilidir. Bu denem elerde test bitkileri dış
bitkilerle döllenmeyi engelleyecek şekilde yabani akrabalarından
yalıtılmışlardır. UCS şu uyarıda bulunmaktadır: "arazi çalışması ra­
porlarını genetiği değiştirilmiş bitkilerin güvenli olduğuna dair kuv­
vetli bir kanıt olarak sunarken ihtiyatlı olunm alıdır.""

Union ol Concerned Scientists.


m | Ç alın m ış H a s a t | V an d an a S hiva

Tüm genetiği değiştirilmiş bitkiler, aktarılan genlerin başarılı bir şe­


kilde yerleştirilip yerleştirilmediğinin tespit edilebilmesi için anti­
biyotik dirençli genler içerir. Bu işaret genleri, antibiyotik direnci­
nin insanlar arasında yayılmasına neden olabilir. Bu tür kaygılar ne­
deniyle Britanya, Ciba-Geigy'nin kampisilin direnci taşıyan daha za­
yıf bir gen içeren gen aktarılmış mısırını reddetmiştir.

Pek çok gen aktarılmış bitkiye viral' hastalıklara karşı, o virüsün dış
proteini kullanılmak suretiyle direnç kazandırılmıştır. Bu viral gen­
ler yeni hastalıklara neden olabilir. Büyük salgınlara yol açacak tür­
den yeni geniş spektrumlu rekombinant virüsler ortaya çıkabilir.

Bu gıdalar tüketildiğinde, genetiği değiştirilmiş DNA'ları parçalana­


rak kana karışıp dolaşım sistemine girebilir. Çok uzun zamandan be­
ri insan midesinin DNA’yı çabuk sindirebilecek enzimler içerdiği var­
sayılmaktaydı. Fakat viral DNA'nın midede yaşam süresini sınayan
bir deneyde fareler, bakteriyel bir virüsten alınan DNA ile beslen­
miş ve bu maddenin önemli bir kısmının mideden geçerek kana ka­
rıştığı görülmüştür.12 Diğer pek çok çalışma mideye giren DNA'nın
dalak ve karaciğerin yanı sıra akyuvarlara da karışabileceğini gös­
term ektedir.'}

Midede, antibiyotik dirençli işaret genleri taşıyan vektörler" mide


bakterisi tarafından da alınabilir, daha sonra bunlar patojenik bak­
teri için bir antibiyotik direnç deposu haline gelebilirler. Mide bak­
terileri arasında yatay gen transferi fareler, tavuklar ve insanlar üze­
rinde kanıtlanm ıştır.'1*

L-ıriptofan adındaki bir besin katkısı genetiği değiştirilip ilk defa pi­
yasaya sürüldüğünde 37 kişi ölmüş ve ıçoo kişi de eo&inophilia m yal­
gia olarak adlandırılan acı verici ve güçten düşürücü bir dolaşım

Virüslerin neden olduğu - y. h. n.


Bir canlıdan başka bir canlıya lıasıalık bulaştıran taşıyıcılar - y. h n,
BG ST | Eko lo ji P i li s i , 125

düzensizliği nedeniyle ağır hastalanm ıştı.'5 Protein içeriğini artır­


mak için Brezilya fıstığından soya fasulyesine gen aktarıldığında, fıs­
tığın alerjiye sebep olan özelliklerinin de taşındığı görülm üştür.'6

Greenpeace ve diğer hükümetdışı kuruluşlar Roundup püskürtülen


soya fasulyesinin daha östrojenik olduğunu ve hormon veya endok­
rin sistem ' bozucu şekilde etki edebileceğini belirtmektedir. Roun­
dup Ready soya ile beslenen mandıra inekleri normal soya tüke­
ten ineklere göre daha yağlı süt vermektedir.

Gıda Güvenliği Safsatası

Yeşil Devrim, besin d eğen yüksek çeşitli gıda bitkilerini yok edip
onların yerine pirinç, buğday ve mısır monokültürlerini yaygınlaş­
tırarak gıda güvenliğinin temellerini daralttı. Fakat Yeşil Devrim, te­
mel gıdalar ve bunların verimi üzerine odaklanmıştı. Gen mühen­
disliği devrimi ise temel gıda çeşitliliğini ihmal etmesi ve yüksek ve ­
rime değil herbisit direncine odaklanm ast nedeniyle Yeşil Dev-
rim'in sınırlı kazançlarını dahi ortadan kaldırmaktadır.

Clive Jam es’e göre gen aktarılan bitkiler yüksek verim için gelişti­
rilmemiştir. Gen aktarılmış bitkilerin % 54'ü herbisit direnci taşıyan­
lardır ya da diğer bir deyişle gen aktarılmış bitkilerin yaygınlaşm a­
sı gıda artışını değil, herbisit tüketim artışını hedeflemektedir. Bir
endüstri raporunda şöyle yazmaktadır: "Herbisitlere direnç göste­
ren genin kendi başına verim üzerinde herhangi bir etkisi yok­
tur.”'7 Dünya ölçeğinde genetiği değiştirilmiş ürünlerin ekildiği ara­
zilerin % 4o‘ı soya, % 25’i mısır. % 13 u tütün. % n ‘i pamuk. % 10'u ka-
nola ve % ı’i de dom ates ve patatese ayrılmıştır. Tütün ve pamuk
gıda bitkisi değildir; soya gibi bitkiler de Doğu Asya dışındaki pek
çok kültür için geleneksel gıda bitkisi değildir. Bu bitkiler aç olan-

Kana karışan hormon salgılarıyla ilgili - y . h n


126 | Çalınmış H a s a t | Vandana -Shıt'g

ları doyurmayacaktır. Ne dal' yiyen Hintliler için soya, ne de Afri­


ka’nın sorgum kuşağı için mısır bir gıda güvenliği sağlayabilir.

Genetiği değiştirilmiş bitki tarımının yaygınlaşm ası yönündeki eği­


lim gıda arzının genetik temelinin zayıflamakta olduğunu göstermek­
tedir. Halihazırda ticarileşmiş yalnızca iki tane temel gıda bitkisi bu­
lunmaktadır. Dünyada tüketilmekte olan yüzlerce baklagil ve fasul­
ye çeşidine karşılık yalnızca soya; çok çeşitli darı, buğday ve pirinç
çeşitlerine karşılık sadece mısır. Ayrıca, çeşitli yağlı tohumların
yerini de sadece kanola almaktadır.

Bu bitkiler, aynı çeşidin genetiği tek bir işlev için değiştirilmiş ürün­
lerinin giderek genişleyen monokültürlerine dayanmaktadır, tggb'dü
dünyada 750.000 hektar üzerinde gen aktarılmış pamuğun yaln ız--
ca iki varyantı ve 500.000 hektar üzerinde Roundup Ready soya ekil­
mişti. Biyoteknoloji endüstrisi küreselleştikçe bu monokültür eği­
limi güçlenecektir, tarımsal çeşitlilik daha da zayıflayacak, ekoloji
daha da kırılgan hale gelecektir.

Dahası, tütün ve pamuk gibi gıda bitkisi olmayan ürünlerin yaygın­


laşm asıyla gıda üretimi için ayrılan araziler azalacak, gıda güven­
liği bir kez daha zarar görecektir.

Biyoçeşitliligin Y o k Edilmesi •

Hindistan tarımında kadınlar, biyoteknoloji endüstrisinin "zararlı"


olarakadlandıracağı 150 farklı bitki türünden ilaç, gıda ve yem bit­
kisi olarak yararlanır. Biyoçeşitlilik en yoksullar için bir yaşam
kaynağıdır. Batı Bengal'de pirinç tarlalarından toplanan 124 "zarar­
lı bitki" türünün yerli çiftçiler için ekonomik değeri vardır. Bir Tan­
zanya köyünde sebze yemeklerinin % 8 o ’inden fazlası ıslah edilme­
miş bitkilerle hazırlanm aktadır.'8 0 halde Roundup gibi herbisiıler

Mercimeğe benzeyen kuru bir baklagil - y h n.


BGST | Ekoloji Dizisi | ıtı

ve genetiği bunlara karşı dayanıklı olacak şekilde değiştirilmiş bit­


kiler en yoksulların, özellikle d e kadınların ekonomisini yok etm ek­
tedir. Monsanto için zararlı olan bitki, kırsal topluluklar için bir ilaç
ya da bir gıdadır.

Biyoçeşitliiik ve polikültürler kırsal kesimde yaşayan yoksullar için


önemli bir gıda kaynağıdır. Ayrıca polikültürler, toprak ve su ko­
rumanın, zararlı böcek ve bitkilerle ekolojik mücadelenin en etki­
li yöntemidir. Bu nedenle, Roundup Ready teknolojiler, aslında gı­
da güvenliği ve ekolojik güvenliğe yönelik doğrudan bir saldırıdır.

Genetik Kirlenm e Riski

Genetiği değiştirilmiş bitkiler kimyasal kullanımını artırır ve gene­


tik kirlenme riski yaratır: Herbisit dirençli bitkiler tarımda yoğun her­
bisit kullanımı için geliştirilmiştir. Fakat aynı zamanda, herbisit di­
rençli genetik özelliklerin, genetiği değiştirilmiş ürünlerden bunlar­
la yakından ilişkili diğer bitkilere sıçraması suretiyle bazı zararlı
bitkilerin "süper zararlı bitkilere" dönüşmesine de neden olabilirler.

Danimarka'da yapılan bir araştırm a herbisit dirençli olm ası için


genetiği değiştirilen kolza yağ tohumunun, genlerini, zararlı nite­
liğinde doğal bir akrabasına m elezleşm e yoluyla aktarabildiğini
göstermiştir. Kolzanın zararlı akrabaları günümüzde hem Danimar­
ka'da hem de dünyada yaygındır. Bu "zararlı bitkileri" herbisit di­
renç geni taşıyan "süper zararlı bitkilere" dönüştürmek büyük ürün
kayıplarına ve ağır herbisit kullanımına neden olacaktır. Bu neden­
le Avrupa Birliği, genetiği değiştirilm iş bitkilerin ticari ekimini fiili
olarak askıya almıştır.

Çoğu zaman ıslah edilmiş bitkilere zarar veren zararlı bitkiler o


bitkilerin akrabalarıdır. Yabanpancarı 1970'lerden beri Avrupa şe ­
kerpancarı tarımının baş belası olmuştur. Zararlı pancarlarla şeker­
126 | Çalınmış H a sa t | Vandana Shiı-a

pancarı arasındaki gen alışverişi dikkate alındığında herbisit direnç­


li şekerkam ışının yalnızca geçici bir çözüm oluşturabileceği anla­
şılacaktır. '9

Süper zararlı bitkiler yerel çeşitliliği yok eden ve tüm ekosistemi tes­
lim alan bir "biyoistilaya" neden olabilirler. İstilacı türler proble­
mi biyoçeşitlilik karşısında önemli bir tehdit olarak kabul edilmek­
tedir. Monsanto'nun Roundup Ready gibi ürünlerin herbisit tüke­
timini azaltacağı şeklindeki iddiaları yanlıştır; çünkü bu tür geliş­
tirilmiş bitkilerin, tarımda herbisit kullanılmayan ve yerli soya tür­
lerinin mevcut olduğu bölgelerde ekileceği gerçeğini dikkate alm a­
maktadır. Çin, Tayvan, Japon ya ve Kore soya fasulyesinin evrim-
leştiği ve ıslah edilmiş soyanın pek çok yabani akrabasının mevcut
olduğu bölgelerdir. Bu bölgelerde M onsanto'nun.Roundup Ready
soyası herbisit kullanımını artırabilir ve herbisit dirençli genetik özel­
likleri yabani bitkilere aktarmak suretiyle yerli biyoçeşitliliği kirle­
tebilir. Bu durum, yeni zararlı problem lerine ve biyoçeşitlilik kay­
bına neden olabilir. Dahası, Üçüncü Dünya, gezegendeki biyoçeşil-
liliğin büyük bir bölümüne ev sahipliği yaptığı için bu ülkelerdeki
genetik kirlenme riski daha büyük önem taşımaktadır.

Herbisit dirençli gen aktarılmış bitkiler, bu bitkilerin tohumları ha­


sattan sonra filizlendiğinde de zararlı bitkiye dönüşebilir. Bu "ken­
diliğinden yetişen bitkileri” yok etm ek için daha fazla herbisit kul­
lanmak gerekecektir.

Zehirli Bitkiler: Süper Zararlılar İçin Davetiye

B a c illM thuringie?uiâ (Bl) bakterisi 1911'den beri topraktan ayrış-


tırılabilmektedir. 1930'dan beri organik böcek kontrolü amacıyla kul­
lanılmaktadır. Organik çiftçiler bu bakteriyi kullanmaya 1980'ler-
de başlamışlardır.
BGST | E ko lo ji D iz ltl | uy

Monsanto ve diğer "yaşam bilimleri" şirketleri Bt bakterisindeki tok­


sin üretici geni bitkilere yerleştirm e tekniğini geliştirmiştir. Bu özel
Bt geni böcekleri kuvvetten düşüren bir toksin üretir ve böylece de
genetiği değiştirilmiş Bt bitkileri kendi pestisitlerini üretir. G ene­
tiği değiştirilmiş Bt-bitkiler 1996’dan beri ticari amaçlı olarak ekil­
mektedir.

Monsanto Bt-bitkilerini pestisit kullanımını azaltacağını iddia ede­


rek satsa da bu bitkiler "süperpest" yaratarak pestisit kullanımını
artırmaktadır. Bt-bitkiler büyüme dönem lerinde sürekli olarak Bt-
toksin salgılarlar. Uzun süre toksinlere maruz kalmak böcek popü-
lasyonunda direnç gelişimini güçlendirir. Bt-toksine uzun süre ma­
ruz kalmak zararlı böceklerin her büyüme aşam asında bitkinin her
kısmı üzerinde tüm sezon boyunca direnç oluşturacak şekilde se-
çilimine neden olabilir.

ABD Çevre Koruma Teşkilatı’ (EPA) Bt-bitkilerin böcek direnci oluş­


turma riski nedeniyle ancak şartlı ve geçici olarak kaydına izin ver­
mektedir. EPA şartnam esine göre bir Bt-pamuk tarlasındaki pa­
muğun % 4 u konvansiyonel” pamuk olmalı ve Bt-toksin salgılama-
malıdır. Konvansiyonel pamuk böceklere yaşam ak ve üremek için
bir sığınak oluşturmakta ve böylelikle popülasyon içerisindeki di­
rencin düşük seviyede kalmasını sağlamaktadır.

Monsanto propagandası çiftçilerin pestisit kullanmak zorunda kal­


mayacağını iddia etse de gerçekte durum direncin yönetilebilm e­
si için konvansiyonel pamuk ve pestisitlerin sürekli olarak kulla­
nılması gerektiği yönündedir. %4 konvansiyonel pamuk oranıyla bi­
le böcek üç dört sene gibi kısa bir süre içerisinde direnç geliştire­
bilmektedir. Şimdiden sekiz böcek türü Bt-toksinlere karşı direnç

US Environmental Protection Agency.


Kabul edilmiş geleneksel uygulamalara ve ölçülere uygun - y. h. n.
mı I Çalınm ış H aşat | Vandana Sinen

geliştirmiştir. Bu türlerden bazıları şunlardır: karagüve, Hindistan


yemek güvesi, tütün kurdu, kolorado patates böceği ve iki sivrisi­
nek türü.20

Bt-bitkiler bazı zararlı böcekleri uzaklaştırsalar bile, her bitkinin çok


çeşitli zararlıları vardır. Bt-toksinden etkilenmeyen böcekler için
insektisit kullanılması gerekecektir. Kuşlar, arılar, kelebekler ve bö­
cekler gibi polenlem e için faydalı olan ve böcekler üzerinde avla­
narak onları kontrol eden faydalı türler de Bt-biıkilerin tehditi a l­
tındadır.21 Toksinlerce kirlenmiş organik maddelerin çürümesini sağ­
layan toprak organizmaları da toksinden zarar görebilir. Patates ve­
ya mısır gibi Bt-bitkilerin insanlar tarafından tüketilmesinin veya
Bt-pamukyağı ve Bt-mısır yeminin hayvanlara yedirilmesinin sağ­
lık üzerindeki etkileri hakkında ise hiçbir şey bilinmemektedir. -

Biyogüvenlik Politikası

Biyogüvenlik veya gen mühendisliğinin neden olduğu zararların


önlenmesi günümüzün en önemli çevresel veya bilimsel m eselesi
haline gelmektedir. Biyogüvenlik sorunları bilim politikasıyla ve fark­
lı bilimsel kültür ve geleneklerin ihtilaf halindeki perspektifleriyle
yakından ilişkilidir.

Bu ihtilaflardan bir tanesi ekolojik bilimlerle indirgemeci bilimler


arasındadır. Birincisi gen mühendisliğinin çevre ve insan sağlığı üze­
rindeki etkilerini incelerken İkincisi gen mühendisliğine dayalı üre­
timi desteklem ektedir.

İkinci bir ihtilaf kamu çıkarına ve özel çıkarlara hizmet eden bilim­
ler arasındadır. Rekombinant DNA teknikleri 1970'lerin sonu ve
Bo'lerde yaygınlaşırken d en eylerde ortaya çıkan sakat organizma­
ların çevrede yaşatılması düşünülmüyordu. Bu dönemde başlıca ça-

Diamond black moth; Indian meal moth; tobacco budwarm: Colorado potato beetle.
BGST | Ekoloji Uizısı | n ı

lışanlar üniversiteden biliminsanlanydı ve bu kişiler bizzat kendi­


leri rekombinant DNA araştırm aları için bir moratoryum" çağrısın­
da bulunmuşlardı.

Gen mühendisliği tekniklerini geliştiren bilimciler 1980 ve ço 'lar-


da üniversiteyi bırakarak biyoteknoloji şirketlerine geçtiler. Bu dö­
nemde güvenlik kaygıları biyoteknoloji mucizesi vaatlerinin karşı­
sında geri plana itildi. Günümüzde genetiği değiştirilmiş organizma­
lar üretim ve tüketim amaçlı olarak küresel pazara sürülmekte; kü­
çük ve başlangıç aşam asındaki yeni biyoteknoloji şirketleri dev
kimya şirketleri tarafından satın alınmaktadır.

Ana hatları sakat organizmaları kullanan üniversiteli biliminsanla-


rı tarafından belirlenmiş olan güvenlik meseleleri, küresel pazar için
üretim yapan ulusaşırf büyük şirketler tarafından üretilen dayanık­
lı organizmaların yarattığı güvenlik m eselelerinden çok daha fark­
lıdır. Bu konular gen mühendisliği tarım pazarının genişlemesine za­
rar Verdiği için endüstri tarafından dörr ana yöntemle bastırılm aya
çalışılmaktadır.

Birincisi, "makul bilim"in sesine kulak verm e çağrısı yapılmaktadır.


Aslında "makul bilim" olarak adlandırdıkları şey endüstri dostu
bilimdir ve endüstriden bağımsız olan tüm bilimi “sahte bilim"
olarak adlandırmaktadırlar. "Makul bilim” güvenlik düzenlemelerini
unutturmanın bir sloganı haline gelmiştir. Bu terimler 1997 Denver
G7 Zirvesinde, endüstrinin Başkan Clinton'a yazdığı bir mektupta
kullanılmaktaydı.22 Aynı retorik, "sahte bilim”e kulak vererek hor­
monla beslenmiş sığır evinin ithalatını yasakladığı için Avrupa’yı kınayan
ve DTÖ'nün yasak karşıtı kararını "gerçek b ilim i temel aldığı için
alkışlayan bir The Wall Street Jo u rn a l başyazısında da kullanılmak­
tadır.25 ABD’nin genetiği değiştirilmiş ürünlerin arkasında duracağını

Askıya alma - y. h. n.
uz | Çalmmif Hasat | Vandana Shnıg

ve Avrupa'nın etiketlem e konusundaki tüm isteklerine bir serbest


ticaret ihlali olduğu gerekçesiyle karşı çıkacağını peşinen ifade
eden ABD Tarım Bakanı Dan Glickman şöyle konuşmaktadır:

Benim tarih sel kültür o la r a k ad lan d ırd ığ ım , m akul bilim e d a y a n ­


m ayan şeyin değil, makul bilimin galip gelm esini sağlam alıyız. Avrupa,
gıda kültürü konusunda büyük bir duyarlılık gösterdiği halde gıda bilimi
kon u su n d a o k ad ar d u yarlı d eğil. Fakat m od ern d ü n yad a h er zam an
bilim den y a n a olm alıyız. Bu tip k ararla rd a iyi bilim galip g elm eli.2*

Fakat genetiği değiştirilmiş ürünler ve gıda üzerindeki ihtilaf "kül­


tür” ve "bilim” arasındaki bir ihtilaf değildir, iki bilim kültürü arasın­
dadır: bu kültürlerden birincisi saydamlık, kamuya hesap verme, çev­
re ve insanlara karşı sorumluluk ilkesi üzerine kuruludur. Diğeriy­
se kâr, kapalılık, gizlilik ve sorumsuzluk üzerine kuruludur.

İkinci olarak endüstri, genetiği değiştirilmiş ürünler ve doğal ürün­


ler arasında "esas itibariyle eşdeğerlik” olduğunu iddia etmektedir.
Büyük şirketler, tohumlar ve bitkiler üzerinde tekel hakkı talep et­
meleri söz konusu olduğunda genetiği değiştirilmiş organizmaların
(GDO) "yeni" olduğunu savunmaktadır. Ama aynı şirket, güvenlik değer­
lendirmeleri ve zarar analizlerini engelleyerek risk sorumluluğun­
dan sıyrılmaya çalışırken ise GDOTarın doğal olarak yetişenlere e ş­
değer olduğunu söylemektedir. Aynı organizma hem "yeni” hem de
"eski” olamaz. Bu ontolojik şizofreni mutlak haklar ve mutlak sorum­
suzluğa dayalı bir rejim inşa etmek için çok uygun bir kurgudur. Bu
ontolojik şizofreni DTÖ aracılığıyla ABD'den tüm dünyaya yayıl­
maktadır.

Gıda ve İlaç İdaresi’ (FDA) talimatlarının temel varsayım ı, genetiği


değiştirilmiş ürünlerin tıpkı doğal olarak yetişenler gibi davrandığıdır.
Bu talim atlar aynı zamanda "genetiği değiştirilmiş organizmaların

’ Food and Drug Admlnlsıraılon.


BGST I ClfOİOJI Pİ2 I4 İ I 13»

davranışının geleneksel yöntem lerle geliştirilm iş organizm alara


kıyasla daha tahmin edilebilir” olduğu varsayımına dayanmaktadır.
Bu varsayım lardan hiçbirisi doğru değildir. GDOlar doğal karşılık­
ları gibi davranm azlar ve GDO davranışı da son d erece tahmin
edilemez ve kararsızdır.

Örneğin doğal KlepMella p la n tic c la bitkileri öldürmez ama Oregon


Üniversitesi'ndeki bir araştırma genetiği değiştirilmiş (GD) Klepsiel-
la'nın bitkiler için öldürücü olduğunu gösterm iştir.25 Doğal B acil-
lu& thuringien& ii zararlılarda direnç gelişimine neden olmazken,
genetiği değiştirilmiş Bt-bitkiler süratli direnç gelişimine neden o l­
maktadır-, çünkü bu bitkiler "tüm" hücrelerinden "sürekli" Bt-tok-
sin salgılam aktadır. Yani "esas itibariyle eşdeğerlik" varsayım ı
geçersizdir.

"Tahmin edilebilirlik" varsayım ı da tümüyle yanlıştır. Gen m ühen­


disliği diğer organizm aya aktarılacak olan genin "tanımlanmasını"
daha tahmin edilebilir kılsa da aktanlan genin ev sahibi organizmadaki
ekolojik "davranışı" tümüyle tahmin edilemez niteliktedir. Daha
hızlı m ayalanma için tasarlanan gen aktarılmış bir m ayanın belirli
bir metaboliti zehirli seviyelerde biriktirdiği gözlenmiştir. Birinci kuşak
genetiği değiştirilmiş tütün bitkilerinin %64 ila 92si kararsızdır. Petun­
yaların* renkleri kararsız değildir, fakat genetiği değiştirilmiş petun­
yalar "gen susturulması"** nedeniyle renklerini tahmin edilem ez
bir şekilde değiştirirler.26

19 9 8 ’de Dr. Arpad Pusztai, sıçan lar üzerinde yaptığı d en ey le r


sonucunda genetiği değiştirilmiş patates ve konvansiyonel patates
arasında gerek içerik gerek de metabolik sonuçlar açısından bir eş-

Mavımsı kırmızı veya beyaz renkle, borazan gibi genişleyen çiçeklen olan bir bahçe bitkisi
~ y . h. n.

Gene silendng: bir genin İfadesinin başka bir gen tarafından engellenmesi - y. h. n.
134 | Ç alın m ış H a s a t | V an d an a Shiua

değerlik olmadığını kanıtlamış, ardından, büyük şirketlerin egemen­


liği ve kazancı için kurban edilmişti. Pusztai'nin laboratuvarı kapatıl­
mış: bilimsel sahtecilikle suçlanmış ve elde ettiği sonuçlar hakkın­
da basına konuşması yasaklanmıştı. 1999'da 14 ülkeden 20 bilimin-
sanı Pusztai raporunu inceledi ve işvereni Iskoçya Rowett Ens-
titüsü’nii kamu baskısına boyun eğmekle suçladı. Raporun örtbas
edilmeye çalışıldığına dair iddialar Rovveıt'in Monsanto'dan 140.000
sterlin destek aldığı ortaya çıkınca daha da güçlendi. 1999’da Aber-
deen Üniversıtesi’nden kıdemli patolog Dr. S. W. B. Even, Pusztai'nin
bulgularını destekleyen güçlü deliller yayım ladı.27

Üçüncüsü, yukarıda da anlatıldığı gibi, biyoteknoloji endüstrisi,


kontrol altında gerçekleştirilen yapay deneyleri güvenliği kanıtlayan
"tarla denemeleri" şeklinde tarif ederek ve genetiği değiştirilmiş gıdanın '
etiketlenmesinin, tüketicilerin "bilme'’ ve "seçme hakkı"nm se r­
best ticareti engellediğini öne sürerek biyogüvenlik meselelerinden
iyice sıyrılm aya çalışmaktadır.

Dördüncü ve son olarak, gıda sistemi üzerinde mutlak egemenlik


tesis etmek üzere atılan nihai adım ABD Tarım Bakanlığı'nın (US-
DA) çiftçiler ve tüketiciler için organik seçeneği tümüyle yok etmeye
yönelik girişimidir. Eğer benim senir ve uygulanırsa USDA stratejisi
gerçek organik üretimi tüm dünyada yasadışı ilan edecektir.

Bu politika doğrultusunda USDA, genetiği değiştirilmiş, radyasyon­


lu, katkılı ve kirli lağım çamurunda yetiştirilm iş m eyve ve seb ­
zelerin "organik" olarak etiketlenm esine izin verecektir. "Organik"
hayvanlar fabrika kafeslerinde barındırılabilecek, diğer hayvan­
ların sakatatıyla beslenebilecek ve bu hayvanlara antibiyotik şırın­
ga edilebilecektir.

Dahası bu politika, bakanlığın oluşturduğu standartlardan daha


yükseğinin tesis edilmesini yasaklamaktadır. Diğer bir deyişle, çift-
BG ST | E ko lo ji D iz isi | us

çilerin iyi ve güvenli gıda üretmeleri ve satmaları kanunla yasak ­


lanmaktadır. Thames Üniversitesi'nden Profesör George Monbiot
şöyle yazmaktadır: "Amerika Oligopolisi’nin cesur yeni dünyasın­
da organik ürünlerin konvansiyonel zehirli gıdadan ayırt edilebil­
mesi mümkün olm ayacaktır."28 Bugüne dek bu politikanın uygulan­
ması büyük yurttaş hareketleri sayesinde engellenmiştir.

Biyogüvenlik Yasalarının Kaldırılması

Birleşmiş Milletler Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi’ (CBD) uluslararası


biyogüvenlik yasalarının genel çerçevesini çizmektedir. Üçüncü
Dünya Şebekesi’nden" küçük bir grup bu kuralların CBD'ye dahi! edil­
mesi için Üçüncü Dünya hükümetleriyle yakın çalışma yürütm üş­
tür. Sözleşmenin 19.3 no'lu maddesi şunu söylem ektedir:

T araflar... uygun y ö n te m le r için gerekli İhtiyaçları d ikkate a la c a k la r­


dır. Bu. özellikle b iyo lo jik çeşitliliğin korunm asını v e sü rd ü rü leb ilir
kullanım ını olum suz etkileyeb ilecek, biyoteknoloji ürünü herhangi bir
değiştirilm iş can lı organizm an ın , gü ven li bir şek ild e n akled ilm esi,
işlenm esi v e kullanım ı konusunda ö n ced en bilgilendirm eye d ayalı uz­
laşm ayı d a içerm ekted ir.

"Değiştirilmiş canlı organizma” kavramı "genetiği değiştirilmiş organiz­


ma” kavramı yerine ABD tarafından gen mühendisliği üzerindeki
kamu duyarlılığını yatıştırmak amacıyla ortaya atılmıştır. "Değiş­
tirilmiş canlı organizma” kavramı sadece gen mühendisliği türleri için
değil konvansiyonel üreme yöntem leriyle geliştirilmiş tüm organiz­
malar için geçerlidir. Dönemin ABD Başkanı George Bush, 50 milyar
dolar değerindeki ABD biyoteknoloji endüstrisinin büyümesine ket
vuracağı gerekçesiyle CBD’yi imzalamayı reddetmişti.

ABD sözleşmeye taraf olmamasına karşın bununla ilgili her müzakerede


yer almıştır. Birleşmiş Milletler tarafından biyogüvenlik hakkın-

United Nations Convention on Biological Diversity,


Third World Network
j Çalınmış H a sa t | Vandana Shıug

daki CBD maddelerini oluşturmak üzere kurulmuş olan Panel IV'ün


çalışmalarını etkisizleştirm eye çalışmıştır. Çevreciler ABD'nin uz­
laşmaz ve mantıksız tavırlarına karşın biyoçeşitlilik meselesini yedi
yıl boyunca ayakta tutmayı başarmışlarsa da ABD ile birlikte bir grup
küçük ülke Biyoçeşitlilik Protokolü'nü DTÖ serbest ticaret kurallarına
zarar vereceği gerekçesiyle 1999'da kadük hale getirmiştir.

Çeşitliliği Ekmek

Garhwal Himalaya dağ tarım sistem inde b a ra n a ja adı verilen bir


ekim yöntemi vardır. B a ra n a ja "12 tohum” anlamına gelir. 12 veya
daha fazla ürünün tohumlan karıştırılarak inek dışkısı ve çiftlik
gübresiyle beslenm iş olan araziye gelişigüzel ekilir. Ürünlerin tar­
lanın farklı yerlerine dengeli bir şekilde dağıtılmasına özen gösterilir.
Ekimden sonra çiftçi, bitkileri tarlanın bir köşesinden alıp diğer köşesine
aktararak dengeli bir dağılım sağlamaya çalışır. Diğer ekim yöntem ­
lerinde olduğu gibi zararlı bitkilerin sürekli olarak toplanm ası
gerekir. Ürünlerin hepsi mayısta ekilir ama ağustos ve kasım arasın­
da farklı tarihlerde biçilir. Böylelikle çiftçi için sürekli bir gıda kay­
nağı oluşur. Farklı bitkiler çiftçiler tarafından bitkiler ve bitkilerle
toprak arasındaki belirli ilişkiler gözlenerek asırlar boyunca seçil­
miştir. Örneğin rajrna sarmaşığı tarlada mar&ha bitkisinden baş­
ka hiçbir bitkiye tırmanmaz.

Farklı bitkiler arasındaki sim biyotik’ ilişkiler bitki üretkenliğini a r­


tırır. Çiftçiler b a ra n a ja ektiklerinde daha yüksek verim, çeşitli
ürün, ve soya m onokültürüyle karşılaştırıldığında daha yüksek
pazar fiyatı elde ederler. Soyanın değeri 5 rupi/kg'dır, en erken ol­
gunlaşan b a ra n a ja ürünü j akh ia ise 60 rupi/kg değerindedir.

0 halde biyoçeşitlilik ekimi yüksek verim ve yüksek gelir için bir çift­
lik stratejisi olabilir. Fakat bu verim ve gelirler farklı ürünlerden kay-

Symbıotic: orıak yaşamla ilgili - y. h. n


BGST | E ko lo ji D iz in | 137

naklandığı için m erkezileşmiş ticari çıkarlar açısından çekici değil­


dir. Onlar için tektip üretim ve monokültür bir zorunluluktur. Fakat
küçük çiftçiler açısından çeşitlilik hem üretken hem de sürdürülebilir­
d ir.^

Gen Mühendisliği v e Gıda Güvenliği

Çok çeşitli ürünler ve dışarıdan temin edilen girdilerin maliyeti


dikkate alındığında çeşitlilik ve üretkenliğin el ele gittiği görülecek­
tir. Monokültür paradigması tek bir ürünün verimi üzerinde odak­
lanır ve kimyasalların ve enerjinin maliyetini dışsallaştırır. Böylelik­
le verimsiz ve müsrif endüstriyel tarım, verimli ve üretken olarak
tanıtılır.50

Verim artışı safsatası genetiği değiştirilmiş bitki tarımını haklı gös­


termek için kullanılan en temel argümandır. Fakat gen mühendis­
liği aslında bir "verim engeli" yaratm aktadır. 1998'de 8200 üniver­
sitede yapılan soya denem elerinde, Roundup Ready soyanın hek­
tar başına 52 kilogram verdiği ve belli başlı konvansiyonel çeşitlere
göre %6,7 daha düşük verim sağladığı görülmüştür. Çevre danışmanı
Dr. Charles Benbrook şöyle söylem ektedir:

Eğer tohum şirketleri üretim önceliklerini herbisit direncine doğru k ay­


dırmamış olsaydı, 1999'da Roundup Ready soya belki de ulusal ortalam a
so ya veriminin %2 ila 2,5 altında verim sağlayacaktı. Eğer gelecek üretim
ç alışm alarıyla tersin e ç ev rilm ey ecek o lu rsa so y a verim p o tan siy elin ­
deki bu azalm a, ü zerin d e tek bir gen etik d eğişim yap ılm ış olan tem el
bir ürün için şim d iye k a d a r gözlenm iş en ciddi kayıp o la b ilir.5'

Hindistan'da Bt-pamuk üzerinde yapılan denem elerde de, bazı


durumlarda % 75'lere varan devasa verim kayıpları gözlenm iştir.52

Biyoteknolojinin herbisit dirençli ve toksin üreten bitkiler üzerin­


deki çalışmaları hakkındaki eleştiriler büyüyedursun, biyoteknoloji
endüstrisi azot sabitleyecek, tuza karşı dayanıklı ve yüksek besin
ısa | Çalınmış H a sa t \ Vandana Shlva

değerine sahip bitkilerden söz etm eye başlamıştır. Fakat bu genetik


özelliklerin her biri çiftçilerin yetiştirdiği çeşitlerde ve tarlaların­
da mevcuttur. Tahıllarla birlikte ekilen yapraklı ve tane baklagil­
ler azot sabitler. Kıyı ekosistemlerinde çiftçiler bir dizi, tuza dayanık­
lı bitki evrim leştirm işlerdir. Besin değeri yüksek bitkiler için de
biyoteknolojiye ihtiyacımız yok. Horozibiği, buğdayın dokuz misli,
pirincin kırk misli daha fazla kalsiyum içeriyor. Pirinçle karşılaştırıl­
dığında demir içeriği dört kat, protein içeriği ise iki kat daha fazla.
Ragi (parmakdarısı) pirincin 35 katı kalsiyum, iki katı demir, ve beş
katı mineral içeriyor. Çiftlik d an sı pirincin dokuz misli mineral
içeriyor. Darılar ve baklagiller gibi besleyici ve kaynak dostu bit­
kiler gıda güvenliğine giden en emin yoldur.

Biyoçeşitlilik, gen mühendisliğinin çözüm önerdiği sorunların p e k -


çoğuna cevap veriyor. Monokültürcü zihniyetten biyoçeşitliliğe
doğru ve mühendislik paradigmasından ekolojik bir paradigmaya
doğru yönelm ek biyoçeşitliliği korumamıza, gıda ve besin ihtiyaç­
larımızı karşılamamıza ve genetik kirlenme riskini önlememize yar­
dımcı olabilir.

Notlar:
1 "Monsanto: Peddling Life Sciences' or Death Sciences'7" Yeni Delhi: Research Foundation
for Science, Technology, and Ecology (RFSTE), 1998.
2 "Monsanto: Peddling 'Life Sciences' or 'Death Sciences?" s. 12.
4 International Association of Plant Breeders. "Feeding the 8 billion and Preserving the
Planet", NY0 N, İsviçre.

5 Monsanto tanırım malzemesi, 1996.

6 Monsanto, Bollgard, 1996.


7 Vandana Shiva. Afsar Jafrl ve Ashok Emani, "Globalization of the Seed Sector", Bombay
EPW. 1999.
8 International Agricultural Development. 1998.
9 Marc Lappe vc Britt Bailey, Against the Grain: Biotechnology and the Corporate
Takeover o j y o u r Food. Monroe, ME: Common Courage Press. 1998.
_________________________________________________________________________ BG ST I E k o lo ji D utlu | us

10 Robert Shapiro ile mülakat. B u siness Ethics. Ocak-Şubat 1996. s. 47.

11 Margaret Mellon ve Jan e Rlssler. Risks of Genetically Engineered Crops. Cambridge.


MA: MIT Press. 1996.

12 Mae Wan Ho, Genetic Engineering: Dream o r Nightmare. Bath. U.K.: Gateway Books.
1998, s. 165.

13 Philip Cohen, ’ Can DNA In food finds Its way into cells?" New Scientist. 4 Ocak 1997. s. 14

14 Mae Wan Ho.

15 Lappeve Bailey, s. 134.

16 J. A. Nordlee et al.. "Identification o f a Brazil Nut Allergen in Transgenic Soybeans', The


New England Jo u rn a l of M edicine. No. 334,1996. s. 688-92.

17 Clive james, s. 14.

18 Jane Rissler ve Margaret Mellon, 7h e Ecological Risks oj Engineered Crops. Cambridge.


MA: MIT Press, 1996.

19 P. Bondry, M Morchen, et. al., "The origin and evolution of weed beets consequences
for the breeding and release of herbicide resistant transgenic sugar beets'. Theoretical and
Applied Genetics: No. 87,1993. s. 471-78.

20 Miguel ’Altieri. "Ecological Impact o f Genetic Engineering", yayımlanmamış makale. 1998.

21 Vandana Shiva ve Afşar H. Jafri, "Seeds ol Suicide". RFSTE, 1998.

2 2 . ABO iarım endüstrisinin Başkan Cllntoria G7 Zirvesi nde yolladığı mektup. Denver. 18
Haziran 1997.

23 Wall Street Jo u rn a l Başyazı. 6 Kasım 1997.

24 Dan Glıckman. Vandana Shiva. Betting on Biodiverslly'den alınmıştır. Yeni Delhi:


RFSTE. 1998, s. 4 ;

2; Bağımsız Bilim ve Hukuk Uzmanlan Grubunun Bıyoçeşitlılik konulu raporu. 1996.

26 Bağımsız Grup raporu. 1996.

27 COST 98 Action (Avrupa Topluluğu Programı) Lund, İsveç. 25-27 Kasım 1998.

28 George Monbiot. "Food Fascism", Guardian. 3 Mart 1998.

29 Research Foundation for Science. Technology, and Natural Resource Policy, "Cultivating
Diversity: Biodiversity Conservation and the Politics o f the Seed". Yem Delhi. 1993

30 Vandana Shiva. "Biodiverstty-Based Productivity". Yem Delhi: RFSTE. 1998; Peter Rosset
ve Miguel Altieri, "The Multiple Functions and Benefits o f Small Farm Agriculture". International
Forum on Agriculture, San Francisco, 1999.

31 Charles Bonbrook. "Evidence o f th e Magnitude and Consequences o f the Roundup


Ready Soybean Yield Drag from University-Based Varietal Trials In 1998", InfoNet Technical
Paper. No. 1. Sandpoini, Ohio: 13 Temmuz 1999. s. 1.

32 Vandana Shiva et al.. "Globalization and Seed Security: Transgenic Cotton Trials*. EPW.
Vol. 34. No. 10-11.6-19 Mart 1999. s. 605.
7

GIDA DEMOKRASİSİNİ YENİDEN KAZANMAK

Gıda demokrasisi, bir avuç küresel şirketin dünya gıda arzını kon­
trol ettiği ve kendi kazançlarını artırm ak ve iktidarlarını pekiştir­
mek uğruna onu yeniden biçimlendirmekte olduğu bu gıda dik­
tatörlüğü çağında bir zorunluluk haline gelmiştir. Gıda dem ok­
rasisi, çevre, sürdürülebilir tarım, çiftçi, tüketici hareketleri ve top­
lum sal o larak duyarlı bilim insanları arasın d a gelişen yeni bir
dayanışm a aracılığıyla inşa edilmektedir.

Kuzey ve Güney’deki yurttaş hareketlerinin temel kaygısı gıda sis­


temi üzerinde, sürdürülebilir ve güvenli üretimi, adil dağıtım ve erişimi
güvence altına alacak bir dem okratik kontrol oluşturmaktır. Gıda
üzerinde dem okratik bir kontrol kurabilmek için büyük şirketlerin
denetlenemez iktidarlarının dizginlenmesi gerekmektedir. Bu, büyük
şirketlerin "serbest ticaret" despotluğunun, dünyanın, çiftçilerin ve
tüketicilerin korunduğu ekolojik ve adil bir gıda üretim ve dağıtım
sistem iyle yer değiştirmesini içerir.

Genelde endüstriyel tarım ve özelde de tarımda gen mühendisliği,


pazar için meta üretimini artırırken doğanın besin payını gasp eder;
pestisit, herbisit ve sentetik gübre gibi dışsal girdilerin kullanımını
artırır. Doğa ve doğal türlerin gıda paylarının iade edilmesi sadece
ahlaki ve ekolojik bir zorunluluk değildir; insanlar için gıda üret­
kenliğinin korunması açısından da elzemdir.
BOST I ekoloji Dizİti I uı

İndirgemeci, parçalı ve rekabetçi dünya görüşünden beslenen en ­


düstriyel tarım-, ortaklık, dayanışm a ve yardımlaşmayı rekabet şek­
linde yorumlar. İnekleri ve toprak solucanlarını bizim gıda üretimin­
deki yardımcılarımız olarak görmek yerine gıda tüketimindeki rakip­
lerimiz olarak görür, onları beslenm e haklarından mahrum bırak­
mayı insanlar için bir kazanç kabul eder. Böylece, tane gıda üretimin­
deki artış, sap ve samanın eksilmesi pahasına; insan gıdasındaki ar­
tış. inek ve solucanların aç kalması pahasına gerçekleşir.

Gıda üretiminde demokrasinin geri kazanılması tüm türlerin besin


haklarının iade edilm esi anlam ına gelecektir. Bu ekolojik adım
sayesinde tüm insanların ve gelecek nesillerin gıda hakları geri
kazanılmış olacaktır. Kapsayıcı bir gıda demokrasisi adalet ve demok­
rasinin en yüksek biçimidir. Böylesi bir dem okrasi bizi bol bol
doyuracaktır; çünkü diğer türler kendilerini bizim gıdamızın eksilmesi
pahasına doyurmazlar, kendilerini beslerken bizleri de beslerler.

Organik Tarım H areketleri

Hindistan'da en yoksul köylüler organik çiftçilerdir, çünkü hiçbir zaman


kimyasal satın alacak güce sahip değildirler. Bugün, kimyasal kul­
lanımı ve gen mühendisliğini bilinçli bir şekilde durdurmaya çalışan,
giderek büyüyen uluslarası bir organik tarım hareketinde birleşmiş­
lerdir. Tarımsal endüstri yandaşı Uluslararası Gıda Güvenliği Kon­
seyi" tarafından Kasım 1998 de açıklanan bir ulusal araştırmanın sonuç­
larına göre ABD tüketicilerinin % 89 u gıda güvenliğinin "çok önem ­
li" bir ulusal m esele old u ğu n u -su çla mücadeleden daha önemli ol­
duğunu- düşünmektedir. Tüketicilerden % 77'si beslenm e alışkan­
lıklarını güvenlik kaygısıyla değiştirmektedir.1 7 ı me dergisinin 13 Ocak
1999 tarihli sayısında yayım lanan bir kamuoyu araştırm ası ABD’li

International Foods Safety Council.


uz | Ç alın m ış H a s a t | Vandana Stiiua

tüketicilerin X 8 ı’inin genetiği değiştirilmiş gıdanın etiketlenmesi


gerektiğine inandığını göstermektedir. Tüketicilerin %58'i etiketlen­
mesi halinde genetiği değiştirilmiş gıdaları tüketmeyeceklerini sö y­
lemektedir. ABD'de 1998 senesinde 5 milyar dolar değerinde organik
gıda tüketilmiştir ve bu pazar her yıl % 25 büyümektedir.

Hindistan'da ulusal organik tarım şebekesi ARISE kimyasal bağım­


lılıktan kurtulmak isteyen çiftçilere köy seviyesinde kurslar düzen­
lemektedir. Ekolojik ve organik tarım Hindistan'da genellikle ahim-
âic kri&hi, yani "şiddet içerm eyen tarım ” olarak adlandırılm ak­
tadır; çünkü tüm türlere sevgi ve şefkat gösterilmesine, yani tarım ­
da biyoçeşitliliğin korunmasına dayalıdır.

Organik tarım az girdi gerektiren düşük maliyetli bir üretim, yani


yoksullar için uygun bir seçenek olm asına karşın "zenginlere özgü'
bir lüks" olarak tanıtılmaktadır. Endüstriyel olarak üfetilen gıdanın
ucuz, organik gıdanın pahalı olm ası üretim m aliyetlerini yan sıt­
mamaktadır, çünkü endüstriyel tarım ağır bir şekilde sübvanse
edilm ektedir. U luslararası Organik Tarım H areketleri Federas-
yonu’organik tanmın küresel ölçekte demokratikleştirilmesi için mücadele
vermektedir.

Gen Mühendisliğine Karşı H areketler

Kasım 1998'de Hindistan Andhra Pradesh ve Karnataka'da çiftçiler


Monsanto’nun deneme tarlalarında ekili Bollgard bitkilerini söktüler
ve yaktılar. Şubat 1998’de çevreciler ve çiftçiler gen mühendisliği
denem elerinin sonlandırılması ve genetiği değiştirilmiş ürünlerin
ithalatının yasaklanması talebiyle Hindistan Yüksek Mahkemesi'nde
dava açtılar.

Britanya'da 1998'de beş kadının Monsanto'nun Oxfordshire'daki bit­


kilerini sökmesiyle başlayan Genetix Snoıvball hareketi çevreyi korumak

The International Federalion of Organlc Aşrlcullure Movements.


BGST | E ko lo ji l)i2i&t | N3

için genetiği değiştirilmiş bitkileri denem e tarlalarından sökm ek­


tedir. Şubat 1999'da Britanya çiftçi, tüketici, kalkınma ve çevre
gruplarının oluşturduğu bir birlik gen mühendisliği uygulamalarının
"beş yıl dondurulması" için bir kampanya başlatmıştır.

1993'te İsviçre'de taban hareketleri tarafından finanse edilen İsviç­


re Gen Mühendisliği Çalışma Grubu" adındaki bir örgüt, ııı.oo o im­
za toplayarak gen mühendisliğinin yasaklanm ası için bir referan ­
dum çağrısı yapm ıştı. B iyo tek n o lo ji end ü strisi, referand um u
kazanabilmek için 24 milyon dolara bir halkla ilişkiler şirketi kiralamış;
Haziran 1998'de yapılan oylam a ikiye bir farkla kaybedilmişti. Fakat
gündem kapanmamıştı. Benzer bir referandum Avusturya'da. Green­
peace ve Global 2000 tarafından organize edilmişti.

Almanya'da gen mühendisliğine karşı direnişe Gen-Etik Şebekesi "


BUND ve G enetik Laboratuvarından Gıda*’’ adındaki bir taban
hareketi öncülük etmektedir.

İrlanda’da, Galce Dünya Özgürlük Cephesi " ”, Oakport'ta Teagase


Araştırma Merkezi’ndeki Roundup Ready şeker pancarı tarlasını tah­
rip etti. Fransa'da Köylü Konfederasyonu hareketine bağlı çift­
çiler Novartis'in genetiği değiştirilm iş tohumlarını yok ettiler. Ar­
dından Fransa gen aktarılmış bitkiler için iki senelik bir m orator­
yum ilan etti.

Tüm Avrupa'da büyüyen yurttaş baskıları karşısında gen mühendis­


liği için yasaklam alar getirilmekte ve m oratoryumlar ilan edilm ek­
tedir. Temmuz 1998'de dünyanın çeşitli yerlerinden gelen yurttaş-

Swiss Working Group on Genelle Engineering.


Gen-Ethlsches Network
Food from the Genetics Laboratory.

Gaelic Earth Uberaııon Front


Confédération Paysanne.
m | Çatınmıj H asat | Vandana Stıtuo

lar Monsanto yönetim merkezinin bulunduğu Missouri St. Louis'te


toplanarak "biyoyıkım" hakkında bir toplantı düzenlediler ve Mon-
santo’yu protesto ettiler. Bu toplantı yaşamımızın temelini kontrol
etm eye çalışan küresel şirketlere karşı yeni bir yurttaş hareketi dal­
gası yarattı.

Tohumu Kurtarın

Gıda dem okrasisini yeniden kazanmak için diğer bir girişim de


tohumu küresel şirk etlerin yıkıcı egem enliğinden kurtarm aya
yöneliktir. Hindistan çevrecileri ve çiftçileri on yılı aşkın bir süredir
tohumu kurtarmaya yönelik N avdanya hareketini inşa etmektedir.

Adaletsizlik ve dış tahakküm dönemlerinde, halkın ekonomik ve politik


özgürlüğü yok edildiğinde özgürlüğün yeniden kazanılması, adalet­
siz yasa ve rejim lere karşı barışçı itaatsizlik eylem lerini gerektirir.
A d aletsizliğe karşı b arışçı itaatsizlik H indistan'ın dem okratik
geleneğidir ve Mohandas Gandhi tarafından Aatyagrcıha adıyla
yeniden eanlandırılm ıştır. S a fy a g ra h a 'n ın anlam ı hakikat için
mücadeledir. Gandhi’ye göre hiçbir despotluk, adil olmayan yasalara
itaat ermenin ahlaki olmadığına inanan bir halkı köleieştiremez. Hinci
S w a ra j adlı eserde şunları söylem ektedir: "Halkın adil olmayan
yasalara itaat etmesi gerektiğine dair boş inanç var olduğu sürece
kölelik de var olacaktır. Ve şiddet kullanmayan bir direnişçi tek başına
bu boş inancı yok edebilir."

Gandhî’nin tuz â a ty a g ra h a 'sı çağrısının yıldönümünde. 5 Mart


1998’de, 2000'den fazla grubun oluşturduğu bir koalisyon tohum ve
bitki patentlerine karşı bija A a ty a ç r a h a ’yı başlattı.

Tohum yaşamın sürekliliği için zorunlu bir kaynaktır. Tohum doğanın


eşsiz ve bedelsiz bir armağanıdır ve çiftçiler tarafından binlerce yıl­
dır insanlara gıda temin etmek için evrimleştirilmiş, üretilmiş ve kul­
lanılmıştır. Çiftçiler iyi bir ürünün en iyi tohumlarını seçer ve bir
BGST | Ekoloji OizW | ı«s

sonraki mevsim tekrar ekerler. Bu tohum seçimi, saklam a ve tek­


rar ekm e döngüsü tarımın başlangıcından beri devam etmektedir.

Tuz satycıgraha'sı Hindistan’ın adaletsiz tuz yasalarını reddediyor­


du ve Hindistan'ın özgürlük ve adalet arayışının bir ifadesiydi. Bija
öatyagraha bizim, yaşamın patentler ve mantıksız teknolojilerle sömür­
geleştirilmesin!, gıda güvenliğinin DTÖ serbest ticaret kurallarıyla
ortadan kaldırılmasını reddedişimizdir. Tüm insanlar ve tüm canlı
türleri için özgürlük arayışının bir ifadesi ve bizim gıda haklarımızın
dile getirilmesidir.

N avdanya’nın amacı tüm ülkeyi tohum bankaları ve organik tarım


inisiyatifleriyle donatmaktır. Navdanya, tohum üzerindeki de dahil,
yaşam üzerinde hiçbir patent kabul etmeyecektir. Patentlerden, kim­
yasallardan ye gen mühendisliğinden arındırılmış bir gıda ve tarım
sistemi inşa etm eyi amaçlamaktadır. Bu hareket, bizlerin biyoçeşit-
liliHe ortaklığımızı güçlendirmek suretiyle gıda özgürlüğünü yeniden
kazanacaktır.

M onsanto Kam panyası

"Monsanto Hindistan’ı Terk Et” hareketinin gen mühendisliği ve Mon­


santo hakkında yarattığı ulus çapındaki bilinçlenme sayesinde, bu
şirketin Hindistan'daki gen mühendisliği denem elerine dair haber­
ler 1999'da basına sızdı. Bu denem eler 9 eyaletteki 40 noktada
yapılmaktaydı. Tarımla ilgili kararların bölgesel hükümetlerce alın­
ması gerektiği için eyalet tarım bakanlıkları denem eler konusun­
da kendilerine damşılmadığı gerekçesiyle itiraz ettiler. Deneme
sahalarının yerlerini ifşa ettiler ve Karnataka ve Andhra Pradesh’teki
çiftçiler genetiği değiştirilm iş ürünleri derhal söküp yaktılar.

Andhra Pradesh çiftçileri parlam entodan bir önerge geçirm eyi de


başardılar ve hükümete denem eleri durdurması için baskı yaptılar.
H6 | Ç alın n u t H a s a t | V an d an a Shıva

Çiftçilerin gerçekleştirdiği ilk bitki sökümünün ardından hükümet


diğer noktalardaki Bt-bitkileri kendisi söktü.

Güçbirliği Oluşturmak

Küresel gıda demokrasisi hareketi, kamuya karşı sorumlu bilimin-


sanları ve halk, üreticiler ve tüketiciler, Kuzey ve Güney arasında
geniş güçbirlikleri oluşturuyor. Çok çeşitli gruplar arasında dayanış­
ma ve sinerji oluşturabilmek son derece önemli; çünkü, küresel şir­
ketlerin gen mühendisliğindeki ısrarı çok farklı düzeylerde demok­
rasi m eseleleri yaratıyor.

Ekolojik etki bilimi üzerinde çalışan kamu biliminsanları bu hareketin


önemli bir parçası. 1994'te önde gelen gelişim biyologu" Brian Good­
win, Etiyopya'nın Çevre Bakanı Tewolde Egziabher, Filipinler’den
Nicanor Perlas ve ben, biyolojiye indirgemeci yaklaşmayan bilimin-
sanları arasında bir toplantı yapılm asını önerdik. Penang'daki
Üçüncü Dünya Şebekesi bu toplantıya ev sahipliği yapm ayı öz­
veriyle kabul etti. Penang’da toplanan kamu biliminsanları ekibi,
Mae Wan Ho, Christine Von Weiszacker, Beatrix Tappeser, Peter Wills,
Jo se Lutzenberger, Elaine Ingham, Beth Burrows, Terje Traavik ve
diğerleri, ekoloji ve güvenlik m eselelerinin gündeme taşınm asın­
da anahtar rol oynadılar.

Eğer biliminsanları ve yurttaşlar arasında bir dayanışm a hareketi


olmasaydı endüstrinin, tartışmayı sanki "bilgili biliminsanları” ve "bil­
gisiz biliminsanları" veya "akıl ve duygu" arasındaym ış gibi kutup­
laştırma çabaları başarılı olabilirdi. Protestolar bir kenara süpürülebilir.
genetiği değiştirilm iş organizm aların ticarileştirilm esi sorgusuz
sualsiz devam edebilirdi.

Üreticiler ve tüketiciler arasında da dayanışma gereklidir. Güney'deki


insanların pek çoğu çiftçi olduğu ve dünya çiftçilerinin sadece % 2 si

Development biologist.
BG ST I E ko lo ji D iz is i | U 7

Kuzey'de yaşadığı için, gıda dem okrasisi h areketleri K uzey'de


tüketici. G üney'de ise hem çiftçi hem de tüketici hareketleri şek­
lini alacaktır.

Biyoçeşitlilik ve ortak fikri mülklerin yeniden kazanımı için verdiğimiz


m ücadele gıda sistem inin dem okratikleştirilm esinin temelidir. Bir
taraftan, yaşamın çeşitliliğinin büyük şirketlerin buluşu ve mülkü
olarak tanınmasını reddetmek, tüm canlı türlerinin içsel değerinin
ve özörgütlenm e kapasitelerinin pozitif anlam da tanınm asıdır.
Diğer taraftan, canlı kaynakların patentler aracılığıyla özelleştiril­
m esini reddetmek, doğanın serm ayesine bağımlı ve yoksul olduğu
için pazarlardan dışlanmış olan üçte iki çoğunluğun yaşam a hak­
kını savunmaktır. Bu aynı zamanda kültürel çeşitliliğin de savunul­
masıdır, çünkü kültürlerin büyük bir kısmı diğer canlı türlerini ve
bitkileri "miilk" olarak değil akraba olarak görürler. Bizim va&ud-
h aiva k utu m bakum olarak adlandırdığımız dünya dem okrasisine
dayanan bu en kapsayıcı yaşam dem okrasisi, m ilyonlarca canlı
türünü yok oluşa ve m ilyonlarca insanı ölüm kalım sınırına sürük­
leyen "yaşam bilimleri endüstrisinin" kaba kuvvetine karşı gerçek
direniş gücüdür.

Eğer gıda özgürlüğünü hayal edebilir ve onu gerçekleştirebilmek için


çalışırsak gıda diktatörlüğüne karşı koyabiliriz. Gıda demokrasisini
geri kazanabiliriz.

Notlar:
ı Ronnıc Cummins. Food Bjytes, No. 16, 28 Ocak 1999.
SONSÖZ
Dünya Ticaret Örgütü'nün 1999da Seattle’daki Üçüncü Bakanlar Top­
lantısının yenilgiye uğraması tarihsel bir olaydır. Sokaktaki ve DTÖ
müzakerelerindeki isyan yeni bir dem okrasi hareketini başlatm ış­
tır. Dünyanın çeşitli yerlerindeki yurttaşlar ve Güney hükümetleri
kendi söz hakları olan kararlardan dışlanmayı ve kenara itilmeyi red­
detm ektedirler.

Seattle da dünyanın her yerinden ve her kesimden gelen 50.000 yurt­


taş dört gün boyunca küreselleşm e sürecini genişletm ek ve hızlan­
dırmak için düzenlenecek yeni bir ticaret müzakereTurunu engel­
lemek amacıyla sokaklarda barışçı gösteriler düzenlediler.

Asya, Latin Amerika ve Karayipier’den gelen ticaret bakanlan kapalı


kapılar ardında "yeşil oda” sürecinde yapılan müzakerelerden dış­
landıkları için "zoraki" bir mutabakata destek verm eyi reddettiler.
Şeffaflık, açıklık ve katılım koşullan sağlanmadığı sürece kalkınmak­
ta olan ülkeler mutabakata taraf olm ayacaklardır. Onların bu tav­
rı, endüstrileşm iş ülkelerin gelecekteki ticaret m üzakerelerinde
bildiklerini okumalarını zorlaştıracaktır.

Seattle Üçüncü Bakanlar Konferansı'na ev sahipliği yapm ak üzere


ABD tarafından özellikle seçilmişti, çünkü Boeing ve M icrosoft’a ev
sahipliği yapıyordu ve DTÖ kurallarının korunmak ve genişletilmek
üzere tasarlanm ış olduğu büyük şirket iktidarını sembolize ediyor­
du. Fakat şirketler arka planda kaldılar,- serbest ticaret ve DTÖ
yandaşlan DTÖ'nün demokratik kararlar alan hükümetlerin denetimin­
de, "üyeleri tarafından yönetilen” bir kurum olduğunu söylemek zorun­
da kaldılar.
BCST I Ckolajt P in t i \ n i

DTÖ, Dünya Tiranlık Örgütü' gibi yeni isimler edinm eye başlam ış­
tır, çünkü büyük şirketlerin, dünya basadım gizli, antidemokratik
yapılar ve süreçlerle çalm alarına izin veren despotik, halk ve doğa
karşıtı kararları uygulatma çabasındadır. DTÖ serbest ticareti değil
zoraki ticareti kurumsallaştırmaktadır, fakat baskı ve kuvvet ancak
bir yere kadar işe yarar.

DTÖ tiranlığı Seattle'da, hem sokaklarda hem de müzakerelerin


yapıldığı Washington State Convention Center’da açıkça görülüyor­
du. Diktatörlüğün alameti farikası tahammülsüzlük kaba kuvvete dökül­
dü. Ağaçlar ve dükkânlar Noel kutlamaları için ışıklandırılırken
sokaklar polis tarafından bloke edildi ve şehir bir savaş alanına çev­
rildi. İçinde genç insanları ve yaşlı kadınları, işçi aktivistlerini ve
çevre aktivistlerini ve hatta yerel halkı barındıran şiddet dışı e y ­
lemcilere gaddarca saldırıldı, göz yaşartıcı gaz sıkıldı ve yüzlerce gös­
terici gözaltına alındı.

Medya göstericilerden "iktidarın şakşakçıları" ve "özel çıkar grup­


ları" şeklinde söz etti. ABD Ticari Genişlem e İçin G üçbirliği'nden"
Scott Miller gibi küreselleşmeciler göstericilerin cehalet ve korkularını
ifade ettiklerini iddia etti.

Fakat Seattle sokaklarında barış ve dayanışma içinde yürüyen bin­


lerce genç, çiftçi, işçi ve çevreci bunu korktukları veya cahil olduk­
ları için yapm adılar; hiddetliydiler çünkü DTÖ’nün ne kadar an­
tidemokratik olduğunu biliyorlardı, ekolojik ve toplumsal etkilerinin
ne kadar yıkıcı olduğunu v e DTÖ kurallarının, büyük şirketlerin
yaşamın her boyutu üzerinde -g ıd a , sağlık, çevre, iş ve geleceğimiz
üzerinde- egemenlik kurması amacına yönelik olarak geliştirildiğini
biliyorlardı.

World Tyranny Organization

US Alliance tor Trade Expansion.


150 | Çalınmış H a s a t | Vandana S hlva

Ç evrecilerle el ele veren işçiler, genetiği değiştirilm iş bitkilere


"hayır" demek üzere ortak bir taahhütte bulunan Kuzeyli ve Güney­
li çiftçiler, kendi özel çıkarları için hareket etmiyorlar. Onlar tüm
insanların ortak çıkar ve haklarını temsil ediyorlar. Tüketicileri
üreticilerle, Kuzey'i Güney je , işçileri çevrecilerle karşı karşıya getir­
meye çalışan böl yönet politikası artık başarısızlığa uğramıştır.

Çalınmış Hasadı Geri Kazanmak

Yurttaşlar Seattle'a "yeni bir tur yok, geri dönün” sloganıyla gittiler.
Yeni bir turu engellemekte başarılı oldular. Önümüzdeki mesele küresel­
leşme ve serbest ticareti tersine döndürmek ve ticareti, dünyayı ve
insan yaşamını korumak gibi yüksek bir amaca hizmet edecek şekil­
de yeniden düzenlemektir.

Bu kitap göstermektedir ki, dünyanın çok çeşitli yerlerinde yaşayan


milyonlarca insan her şeye karşın ekolojik tarım uygulamaktadır.
Seattle sonrası görev, ticaret kurallarını ve ulusai gıda ve tarım
politikalarını, ekolojik tarım uygulamalarını geliştirip yaygınlaş­
tırabilecek şekilde değiştirmektir. Küçük çiftlikleri ve köylülerin geçim
kaynaklarını koruyan ve güvenli gıda temin eden ekolojik tarımın
suç haline getirilmesini ve marjinalleştirilmesini önlemektir. Çalın­
mış hasadı geri almanın zamanı gelmiştir. Gıda yetiştirmek ve dağıt­
mak en yüksek erdem ve en devrim ci eylemdir.

Vandana Shiva
Yeni Delhi, Hindistan
Aralık, 1999.
İNDEKS 132; gen mühendisliği 131-132,134-
135; Patent ve Ticari Marka
Bürosu 104; patent yasaları 109;
Bitki Çeşitliliği Yasası ıız
A/F Protein 64
Amerikan Soya Demeği 36
açlık 12-13, 20 .2 2 -2 3,115-116
Andhra Pradesh, Hindistan 10 ,19 , 84,
ademi merkezileştirme: hardalyağı 85,122; aktivizm 142.145; karides
işlemenin 32-36, 45-46; buğday çiftçiliği 25. 61, 66-67
endüstrisinin 105-108
Andre 8 Company 40
Afrika 31, 8i, 90, 99, io i , 126
antibiyotikler 58, 82, 8 7 ,12 4 ,13 4
A gaim t the Grain (Bailey ve Lappe)
120 Archer Daniels Midland 107

Agracetus 41, 98 argemon 34-35,37

aktivizm 9-1.1, 6 1,14 0 .14 1-14 2 ,14 8 -15 0 ARISE 142


(Ayrıca bkz. Navdanya; Arjantin 39-40
-iatyagraha); tarımda 13,111-112,
135-136,141-142,148-150; A sgrow Seed 41, 9 8 ,112
m ahkem elerde 10. 45-46, 61. 67- Astra/Zeneca 99
68, 85-86; küresel 11, 28, 52-53,
140-147,148-150 Asya (Ayrıca ülkelere bkz.): balık
endüstrisi 50, 54-57; tane tahıl 31,
Albrecht, Jo se f 111 9 9 ,10 2 ; Asya ve Dünya Ticaret
Al-Kabeer m ezbahası 8 4 -8 5,8 7 Örgütü 148

Almanya 143 Aventis 99

Alvares, Claude 10 Avrupa: aktivizm 28.141-144;


Avrupa'da inekler 74-81, 89;
am arant 31
ihracat için tarım 17, 24. 40. 86.
Amerika Birleşik Devletleri (Ayrıca 103; gen mühendisliği 7 4 .12 7 ,13 1-
bkz. tüketim); Ticari Genişlem e 132; Avrupa'da M onsanto 9 9 ,115
İçin Güçbirliğl 149; ABD'de
Avusturya 9 ,14 3
inekler 72,7 5, 93; Tarım Bakanlığı
(USDA) 9 8 -10 0 ,10 2 ,12 3 ,13 4 ;
Çevre Koruma Teşkilatı (EPA)
129; çevrecilik 52-54. 86-88;
ihracat İçin tarım 17, 24 .36, 41, Baclllu i thurlngiem ti (Bt
50, 103-104; Gıda ve İlaç İdaresi bacterium) 12 8 -12 9 ,130 .133 .14 6
152 | Çalınm ış H asat | V a nd a n a Sh iv a

Bailey. Brltt 120 biyogüvenlik. bkz. sağlık kaygıları

balık 48-49 (Ayrıca bkz. karides); Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi 10 9 ,135


A sya'da 50, 54-56: gen
biyoteknoloji endüstrisi 13, 9 7 -9 9 ,131-
mühendisliği 64-66; Hindistan'da
132,135 (Ayrıca bkz. gen
49-50, 58-64
mühendisliği: çokuluslu
Bangladeş 56, 60 şirketler); biyoteknoloji
endüstrisi ile reklam 115-116 ,118 -
Basmati pirinci 15-16,103-105
122,143; gen mühendisliği ve
Baucum, Scott 113 biyoteknoloji endüstrisi 75. 99-
102.134 ,137-138
Benbrook, Charles 137
Boeing 148
Bengal, Hindistan 32,34, 62, 66, 94,
126; açlık 12-13 Bollgard pamuk 113,117. 119-122
Beyaz Devrim 73.75 Brezilya 28, 40, 48, 56 .12 5
BGH (bovin büyüme hormonu) 75 Britanya Bitki Üreticileri Derneği 112
bheri su kültürü 62 Britanya 9 ,12 ,12 4 ; aktivizm 13,142-143;
gen mühendisliği.64-65. 99: deli
biber patenti 105
dana hastalığı 73-74, 79-81
Bıhar, Hindistan 32,34
BSE (bovin spongiform
bilim 80, 9 1,130-135 encephalopathy, aka deli dana
Bilim Teknoloji ve Ekoloji Araştırma hastalığı) 74, 78-81, 90
Vakfı 121 BST (bovin somatrofin büyüme
Bilimsel Araştırm a Konseyi 38 hormonu) 74-75

Birleşmiş M illetler 25-26.135: Bt-bitkiler (Bacillus rhurinsiensıs)


Biyogüvenlik m üzakereleri 26; 12 8 -12 9 ,130 .133 ,14 6
Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi buğday; biyoçeşitlilik ve buğday 21.
10 9 ,135; Gıda ve Tarım Örgütü 9 6 ,111.12 5 -12 6
(FAO) 49, 51, 83. 97
BUND 143
birlikte ekim 32,136
Bunge 40
biyoçeşitlilik 2 8 ,12 6 .12 7 ,13 8 ,14 5 ,14 7
(Ayrıca bkz. monokültür); gıda Burrows, Beth 146
güvenliği ve biyoçeşitlilik 7-8, Bush. G eorge 135
96-97: gen mühendisliği ve
Business Ethics 122
biyoçeşitlilik 25-26 ,115,125-128 ;
endüstriyel tarım ve Business Line 36
biyoçeşitlilik 20-22, 51, 77;
büyük şirketler, bkz. çokuluslu
geleneksel tarım v e biyoçeşitlilik
şirketler
31-32,102-105, |2°- 13b: Biyolojik
Çeşitlilik Sözleşmesi 10 9 .135
BGST I Ckolojl D lziil | 153

C D

Calgene 16,37, 4 1,9 8 Dag Hammarskjöld Vakfı 9

Cargill 17 ,2 6 ,3 9 -4 1,9 9 ,10 7 Dalaı Lama 71

Carter, Jimmy 38 darı 16 ,3 1-3 2 ,12 6 ,13 8

Chandramohan 59 Darwin, Charles 76

Chotıavvan, Panya 81 Das, Bankey Behari 10

Ciba-Geigy 9 9 ,124 Dekalb 98

Clinton, Bili 131 Delhi, Hindistan 19 ,33-36 ,4 5 -4 6 .5 9 .


150
Continental 17,39-40
deli dana (Ayrıca bkz. BSE); deli dana
Creutzfeldr-Jakob hastalığı 79 kültürü 84, 90-93
CynamiC74 Delta and Pine Land 41, 98-99

dem okrasi 19, 46, 68. 7 5 ,10 9 ,111,14 0 -


141.144,146-148
Ç
Deniz Ürünleri İhracat Geliştirm e
çeşitlilik, bkz. biyoçeşitlilik; kültürel
İdaresi 57
çeşitlilik
denizkaplumbağaları 49. 53-54
çevrecilik 7 -8 ,9 0 ; karides çiftçiliği ve
çevrecilik 5 3,6 1, 67; Amerika deniztekesi. bkz. karides
Birleşik D evletleri'nde 53, 87,
DharmaraJ, Jaco b 10
135-136
din; festivaller 15-16,29 , 33, 89; kutsal
çiçekler 16 .2 3 inekler 24, 74, 85, 90-91, 93:
çiftçiler (Ayrıca bkz. tarım) 39,75; m etinler 12, zo, 27, 49, 68
çiftçilerin aktivizmi 9 -10 ,15 ,10 3 , domuzlar 78-79, 88
142, 144-145,146-147; fikri mülkiyet
DuPont 99
hakları ve çiftçiler 14 -15,10 5,110 -
114; çiftçi intiharları 18,122 Dünya Bankası 18, 25, 54, 56, 80

Çin 20,56-57, 9 7 ,115 ,12 8 Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ)-. karşı


aktivizm 148-150: Tarım
çokuluslu şirketler (A yrıca bkz.
Anlaşması 8; uyuşmazlık jürisi 19,
bıyoteknoloji endüstrisi;
52-54, 86; gen mühendisliği ve
ekonomik küreselleşm e; tekeller.-
DTÖ 130-131,135-136; fikri
belirli büyük firketler): karşı mülkiyet hakları ve DTÖ 7 -9 ,14 -
aktivizm 8-ıt; çokuluslu 16 .10 8 -110
şirketlerin egemenliği 17-19, 28.
3 6 ,1 2 1,12 9 ,13i; fikri mülkiyet
hakları 7-11,14 -16 , 25-28,102-105,
e
110-114 The £colo$itl 51
155 | Çalınm ış H a s a t | V an d an a Shiva

Egzlabher, Tevvolde 146 Filipinler 17, 56, 9 7.14 6

ekolojik serm aye 24 F in an c ia l Times 116

ekolojik sürdürülebilirlik (Ayrıca bkz. Frankenştayn etkisi 65-66


ekolojik iarım; biyoçeşitlilik);
biyoteknoloji ve ekolojik
sürdürülebilirlik 117-118,123-125,
127-128; balıkçılık endüstrisinde
G7 Zirvesi 131
48-49. 49-S2. 57-6 4
G alce Dünya Özgürlük Cephesi 143
ekonom ik küreselleşm e (Ayrıca bkz.
ihracat için tarım; çokuluslu Gandhi. Mohandas K. 11.144
şirketler; yoksul insanlar);
Geertz. Clifford 120
aktivizm ve ekonomik
küreselleşm e 7-11,52 -54 ,150 ; gen mühendisliği (Ayrıca bkz.
biyoçeşitlilik ve ekonom ik biyoteknoloji endüstrisi;
küreselleşm e 96-99; İnekler patentler v e yaşam ; Roundup
ve ekonom ik küreselleşm e Ready bitkiler) 8 9 .9 4 .115 -116 ;
73-74; açlık ve ekonomik karşı aktivizm 8-10.142-144;
küreselleşm e 22 hayvanlar v e gen mühendisliği
Ekvador 57-58 & 5.75; hiyoçeşlıUfik ve gen
mühendisliği 25-26, 96,125-128;
Elanco 74 kimyasal kullanımı ve gen
Eli Lilly 74 mühendisliği 117-119: ekonomi ve
gen mühendisliği 17,140; gen
elma 41, 97 mühendisliğinin başarısızlığı 113,
Endonezya 25, 37, 56 120-122; gıda güvenliği ve gen
mühendisliği 123-126,137-138; gen
endüstriyel tarıma karşı yasal
mühendisliğinin etiketlenm esi 38,
m ücadeleler 10, 45-46, 61, 67-68,
7 5 ,1 3 1 ,14i; zararlılarla m ücadele
85-86
ve gen mühendisliği 128-130,133:
etiketlem e: sığır yeminin gen mühendisliğininin güvenliiiğı
etiketlenm esi 79-80; genetiği 123-125; bilim ve gen mühendisliği
değiştirilm iş ürünlerin 130-136; sonlandırıcı teknoloji
etiketlenm esi 38, 75,131-132,14 1 99-102
etobur/otobur ayrımı 89 Genetik Laboratuvarından Gıda 143
Even, S. W. B. 134 Gen-Etik Şebekesi 143

Genetix Snowball 142


f George. Shanti 73
FA/DA raporu 106-108 gheri su kültürü 62
feminizm 91-92 Ghosh, Kali Charan 12
fikri mülkiyet haklan (Ayrıca bkz. gıda güvenliği (Ayrıca bkz. açlık) 14-
patentler) 8 ,16 , 9 8 ,1 0 8 ,11 0 15, 23, 27-28, 31. 33, 37, 43, 6 2,10 0 ,
BGST | Ekoloji Dizisi | 155

125-127; gen mühendsiligi v e gıda mühendisliği ve herbisitler 115-117


güvenliği 115-119,137-138
Hind Swaraj (Gandhi) 144
gıda işleme: endüstriyel 18, 42-43, 74,
Hindistan Tarımsal Araştırma
107; geleneksel 33-35, 45-46, 72.
Konseyi 74
75,10 5-10 8
Hindistan-, aktivizm 10-11, 45-46,61,
Glickman, Dan 132
142-144; biyoçeşitlilik 14-15,31-33,
Global 2000 143 9 6 .10 2 -10 5 ,: sömürgecilik 12;
Globoil Hindistan '98 Konferansı 36 inekler 23-24,71-92.93; kültürel
çeşitlilik 28 -29 ,31, 88; balıkçılık
Goa, Hindistan 10 .31, 67 endüstrisi 24-25, 49-54, 58-68;
Goethe, J. W. 91 gen mühendisliği 10 1,12 0 -12 1,13 7 ;
çokuluslu şirketler 18-19, 25-28,
Goodwin, Brian 146
40, 9 9 ,10 7 ; hardalyağı krizi 7-9,
Govindamma 60 32-36. 45-46; geleneksel tarım 8,
60-62,126-127,141-142; Dünya
G reenpeace 12 0 ,12 5,14 3
Ticaret Örgütü ve Hindistan 18-
Guidetıi, Geri 101 19. 53, 108-110
Gujurat, Hindistan 67 hintsafranı patenti 105
gübre: kimyasal 115-116 ,141; hayvan Ho, Mae Wan 146
- gübresi 72-73, 85-86, 94
Hoechst 116
Gümrükler ve Ticaret Genel
Holden Seeds 98
Anlaşması (GATT) 8, 53, 86,
108-109

Güney Afrika 90

Ingham. Elaine 146


H ırkçılık 90
Haraway. Donna 89, 92

h ardal, yağ krizi io -ii, 19, z 8 , 32-39.


45-46: p a te n tle r 16, 37 ,10 5
ihracat için tarım (Ayrıca bkz. balık;
Hawtin. G eoffrey 41 karides) 17, 23,25
hayvan haklan 90-91 inekler (Ayrıca bkz. BGH; BSE; BST);
’ Hayvancılık Politikası, Yeni" bovin büyüme hormonu 74-75.
(Hindistan) 83 122; ihracat için tarım ve inekler
72-73. 79-80, 82-86,130-136;
herbisit (Ayrıca bkz. Roundup
kutsal inekler 24,74, 8 5,9 0 -9 1.
herbisit) 4 1.12 0 ,14 0 ;
93: geleneksel tarımda inekler
biyoçeşitlilik v e herbisiıler 25-26,
20-22.72-73, 78, 94,141
126-127; bitkilerin herbisit direnci
26, 4 1,118 ,12 0 ,12 7 ,12 8 ,13 7 ; gen insektısit. bkz. zararlılarla m ücadele
156 | Çalınmış H a ia t | V an d an a Slıiııa

intihan çiftçi intiharları 18 .12 2 kirlenm e 43,58-59, 8 7 ,12 7-12 8 ,13 8

istihdam, bkz. rızk Kochery, Tom 10

İsviçre Gen Mühendisliği Çalışma kolza yağ tohumu, bkz. kanola


Grubu 143
koyun 78-79

Köylü K onfederasyonu 143


J Kraliyet Komisyonu 74
Ja g an ath an s10 Kurien. John 55
Jam es, Clive 118 ,12 5 ,13 9 kutsal inekler 74, 90-91
Jam es, Richard 45 Kuzey Amerika Serbest Ticaret
Jap on ya 24, 2 8 .10 3 ,12 8 Anlaşması (NAFTA) 17

Jesurithinam 10 kültürel çeşitlilik 8, 89; gıdanın


kültürel çeşitliliği 10 ,19 , 28,31-32,
83. 88
K kümes hayvanları 79
kadın: aktivizm 10 ,13 , 25, 45, 60-62, küresel aktivizm 11, 28. 52-53,, 140-147.
144-145; inekler ve kadınlar 72-74; 148-150
feminizm 89, 92; geleneksel
tarımda 14. 2 7 ,10 6 ,12 6 küreselleşm e, bkz. ekonomik
küreselleşm e
Kadınların Gıda Hakkı İçin Ulusal
Birlik 45

Kanada 39, 49, 6 4 ,113

kanola 4 1,113,12 5-12 6 Lakshmı 71, 93

karides: İhracat 23, 50-52; gen Lappe, Marc 120


mühendisliği v e karides 65; Latin Amerika: balık endüstrisi 56-58.
endüstriyel su kültürleri ve 65; tane tahıl endüstrisi 31. 40.
karides 10, 25, 54-62, 67-69; deniz 99; Kuzey Amerika Serbest
kaplumbağaları ve karides 49, Ticaret Anlaşması (NAFTA) 17;
52-54 Dünya Ticaret Örgütü ve Latin
Amerika 150
Kam ataka, Hindistan 19, 35, 6 7,14 2.145
Leipzig Bitki Gen Kaynakları
Kennedy, Jack 99
Konferansı 9 7 .111
Kentucky Frıed Chlcken (KFC) 87-88.
Leipzig Küresel Eylem Planı 110
113
Louıs Dreyfus 40
Kerala, Hindistan 10 ,17 ,3 1, 63, 67
Lutzenberger, Jo se 146
Kıyı Endüstriyel Su Kültürlerine Karşı
Ulusal Eylem Komitesi 68
_________________ BGST [ Ekoloji D iz in | ıs7

M N
Madhya Pradesh. Hindistan 19, 34 Navdanya 9 -10 .15 .10 3 ,14 4 -14 5
Maharashtra. Hindistan 18 .6 7 neem patenti 105
Maheshwari. Harsh 38 Novartis 9 9 .14 3
M alezya 50. 53

Mander, Je rry 90 O
mandıra endüstrisi, bkz. inekler Ohnuiki-Tremey, Emike 103
m angrovlar 58 Oliver, Melvfn 100
Mavi Devrim 54-55, 64, 66 Orissa io. 32, 34,50, 6 2 .6 6
m aya, genetiği değiştirilm iş 133 orm anlar 7 ,2 0 ,5 4 .1 1 6
MAHYCO 99 otoburlar 78, 88, 91
Meksika 17,57, 97 Otter Ferry Salm on 65
mısır 2 1,31, 8 8 ,9 7 ,9 8 ; ihracat için
tarım ve mısır 18 ,9 6 ; gen
mühendisliği ve mısır 41.124, Ö
125-126 "ödem" salgını 34
hljcrosoft 148 özgürleşm e 11, 28-29. 68, 92.147;
Miller, Scotı 149 satyagraha İle özgürleşm e
144-145
Mississippi Tohum Hakem Kurulu 121
Mitsui Cook 40
P
Monbiot. G eorge 135
Pakistan 53,10 4-10 5
monokültür (Ayrıca bkz. bıyoçeşitlilik)
7, 8 4 .9 6 -9 8 .12 6 .13 7 ,13 8 ; soya pamuk (A yn c a bkz. Bacillu i
fasulyesi monokültürü 3 6 .4 6 .13 7 thuringiem i «) 18 ,2 3. 4 1,8 6 , 98,
12 5,12 6 ,12 9 ,13 7 ; Bollgard 113,117.
M onsanto (Aynca bkz. çokuluslu 119 .120 -122.14 2
şirketler; Roundup Ready
bitkiler): karşı aktivizm 11.142- pancarlar 4 1.12 7,14 3
143.145-146; reklam kam panyaları patates 31.4 1, 96. m . 118 ,12 5 .13 0 .13 3
18 .2 0 .2 6 .115 ,117 ,12 1; gen
mühendisliği 7 4 ,10 1-10 2 ,118 -12 2 , patentler, yaşam üzerinde (Aynca
127-128,134; fikri m ülkiyet hakları bkz. gen mühendisliği; fikri
16. 37,41; tekelleşm e 40-42, 99, mülkiyet hakları) 9, 25. 41,
112-114; zararlılarla m ücadele 128- 108-109-, karşı aktivizm 9 -10 .15 ,
•30 103. 89.144-145; biber patenti 105;
hardal patenti 16 .3 7 ,10 5 ; pirinç
Moyle. P eter 65
patenti t 6 ,104; tohumlar
Munshi. K. M. 72 üzerinde patent 10 .16 ; soya
ise I Ç alm m u H asat | V andana Shiva

fasulyesi patenti 16, 40-42,112; Rowett Enstitüsü 134


baharatlar üzerinde patent 105;
Rusya 25
sonlandırıcı teknoloji 98, 99-102;
hintsafranı patenti 105

Pepsi Food, Ltd. 87 S


Perlas, Nicanor 146 Sabla Sangh 45
Pesticides Trust 120 sağlık kaygıları; biyogüvenlik 123-125,
130-137; inekler ve sağlık kaygıları
Pioneer Hi-bred 99
74, 78-82, 86. 89; hardalyağı ve
pirinç 15, 27,31 41. 60, 63, 6 4 ,10 2 ,10 3 , sağlık kaygıları 19,32-34; soya
125,138; varyanıları 9 6 .10 4 ürünleri ve sağlık kaygıları 42-46
Pizza Hut 87-88 Sandoz 99
protesto, bkz. aktivizm Satapatha Brahm ana 49
Pusztai, Arpad 133-134 sa ty a g r a h a 10. 2.5. 45, 144-145

Schiemer, Percy 113

Sem em es Agrocetes 41
Raghavan, Chakravarty 8 Seminis 98
Rajasthan Yağ Sanayicileri Demeği 36 serbest ticaret, bkz. ticaretin
rızk (Ayrıca bkz. çiftçiler) 17, 8 9 ,14 6 - serbestleşm esi
147; balıkçılık endüstrisi ve rızk Shand, Hope 9 6 .114
48-49, 5 2 ,6 0 , 66-67; et
endüstrisi ve rızk 84, 86; Shapiro. Robert 122
hardalyağı endüstrisi ve rızk 19, sığır eti. bkz. inekler
32. 45; buğday endüstrisi ve rızk
105-108 skrapı 78-79

Rice as Self (Ohnuiki-Trerney) 103 solucanlar 21, 76-77,141

RiceTec. Inc. 16 ,10 4 -10 5 ,10 9 somon (Ayrıca bkz. balık) 48, 64-66

Rio Dünya Zirvesi 109 sonlandırıcı teknoloji 9 8 ,10 0 -10 2

Roundup herbisit (A yrıca bkz. Sorumlu Bilimınsanları Birliği 123


Roundup Ready bitkiler:
Soya Derneği (Hindistan) 38
Roundup Ready soya fasulyesi)
116 .12 6 soya fasulyesi (Ayrıca bkz. Roundup
Ready soya fasulyesi): küresel
Roundup Ready bitkiler (soya
ekonom ide 19, 36-40, 45, 88:
olmayan) 113 .12 1.12 7 ,14 3
sağlık ve soya 43-46; soya
Roundup Ready soya fasulyesi 38, 40, monokültürü 125-126,128 ,136 ;
4 1,112 ,12 5 ,13 7 ; ekolojik etkileri hardalyağı krizi ve soya 10-11. 34.
2 5 -2 6 .117 .118 ,12 8 34-39. 45-46; soya patentleri 16,
HOST | Ckolojj P i m i | iv»

32-42; soya İşleme 36, 42-43; soya etiketlem e v e ticaretin


verimi 120 ,137 serbestleşm esi 75,134

su kültürü bkz. balık Ticaretle İlgili Fikri Mülkiyet Hakları


Anlaşması 8 .1 6
suçlulaştırm a 8-9. 36 .110-114
ticari ürün bkz. ihracat İçin tarım
Summers. Lawrence 80
tilapia balığı 66

Time dergisi 141


5
tohum; değiş tokuş 15,112; gıda
şiddet 37. 92; hayvanlara karşı 75;
güvenliği v e tohum 14-16,25:
intihar 18 ,12 2
tohum endüstrisi 18.25, 97-99:
fikri mülkiyet hakları v e tohum
102-105.108-114; tohum saklam a
T
8, 9 -10 ,2 8 -2 9 .10 0 ,113 .12 2 .14 4 -
Tamil Nadu. Hindistan 10 .19 .2 4 . 67 145; sonlandırıcı teknoloji ve
tohum 98-102
tane tahıl (A yn ca bkz. am arant; darı;
pirinç; buğday) 15,2 1, 3 9 .6 4 ,7 6 , toprak koruma 72
77.8 4, 88, 9 4 ,10 2 ,10 4 ,10 7 ,13 8 ,
Traavtk. T erje 146
141
tuzlanma 59-61
Tappeser, Beatrix 146
tüketim-. Kuzey'de 23-25, 74, 7 8 ,10 6 ,
farım Bilimi ve Teknolojisi Konseyi 88
146-147; karides tüketimi 50, 52,
tavuklar, bkz. kümes hayvanlan 5 4 -5 5 . 5 7 -5 8
Tayland 48, 50 .53, 56, 58 tütün 4 1.125-126.133
T easase Araştırm a Merkezi 143

Tebhaga hareketi 13
tekeller 9,132: tahıl ticareti tekelleri Uluslararası Gıda Güvenliği Konseyi
16, 39-40; pirinç tekelleri 102-105: 141
tohum tekelleri 16,4 0 -4 2,9 7-9 9 ,
Uluslararası Gıda Politikaları
112,120
Araştırma Enstitüsü 54
f happal su kültürü 64
Uluslararası Kırsal Gelişm e Vakfı
ticaretin serbestleşm esi (A yrıca bkz. (RAFI) 41, 9 6 ,10 0
ekonomik küreselleşm e: Dünya
U luslararası Küreselleşm e Forumu 8
Bankası; Dünya Ticaret Örgütü)
18 ,2 8 .3 8 . 8i; karşı aktivizm 150; Uluslararası Organik Tarım
çevrecilik ve ticaretin Hareketleri Federasyonu 142
serbestleşm esi 53-54; ihracat İçin
U luslararası Para Fonu (IMF) 18
tarım v e ticaretin serbestleşm esi
17.23-25.74; sağlık kaygıları ve Uluslararası Tarım Araştırm aları
ticaretin serbestleşm esi 79-80; Danışma Grubu 101
im | Çalınmış Hatat \ Vandana Shiva

Unilever 41. 99 "Yaşamın Kanunları” toplantısı 9


Upaniihad 12, 20, 27 yemeklik yag (Ayrıca bfcz. hardal) 42-
43; kanola 4 1.113
Upjohn 74
Yeşil Devrim 21-22, 24, 73, 9 7 ,10 3 ,12 9
Uttar Pradesh. Hindistan 32,34

0
zararlı bitkiler (Ayrıca bfcz. herbisit)
Üçüncü Dünya Şebekesi 8 ,13 5 ,14 6
26,127-128
Üçüncü Dünya (A yrıca belirli
zararlılarla mücadele: Bollgard
ülkelere b kz.) 10 ,14 -16 . 80, 89;
pamuk ve zararlılarla mücadele
biyoçeşitlllik 128.139; ihracat için
120: kimyasal m ücadele 18, 99,
tarım 17-19, 23-29, 81; açlık 20-21;
118 -120,122,14 0: ekolojik
fikri mülkiyet haklan 109, 108-
m ücadele 33,128: gen
ııo: karides çiftçiliği 94-96;
mühendisliği ve zararlılarla
Üçüncü Dünya'da sonlandırıcı
m ücadele 2 6 ,119 -117 ,128 -130 ,133
teknoloji 99-102
zencefil patenti 103

V
vejetaryenlik 31, 81-82

Venky's 87

Verfaillie, Hendrlk 119 .

Vişnu 49

Von W eiszacker. Christine 146

W
W. R. G race 41, 98

Wall Street Jou rn al 9 9 ,13 1


W eaver, jam es 39

Wills, P eter 146

W interboerler, Becky ve Dennis 112

y
Yağlı Tohum Teknolojisi Misyonu 38

yapısal uyum politikaları 17

You might also like