Professional Documents
Culture Documents
Aziz ve Temiz Din Kardeşlerim! Yeni bir yıla girmenin sevinci ile sevinirken, ömür sermayesinden bir yılı
daha geride bırakmanın hüznü ile de mükedderiz. Geçmiş yıllarımızın hesabını verebilecek miyiz? bu bilinmez.
Ancak umudumuzu her daim canlı tutmalı ve Rabbimizin istediği şekilde yaşamalıyız.
Yılbaşı, milletlerin örf, adet, kültür ve kabul ettikleri takvime göre değişmektedir. Nitekim bir Müslüman için
yılbaşı, kamerî ayları esas alan Hicrî takvime göre Muharrem ayının ilk günüdür. Yüce Allah, güneşi ve ayı
hesap yapabilmemiz için yaratmıştır. Bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:
Dolayısıyla bir Müslüman için güneş ve güneş yılını esas alan takvimi kullanmak önemlidir. Zira
ibadetlerimizin bir kısmını güneşe göre belirleriz. Mesela namaz ibadetini gün içinde güneşin aldığı duruma
göre belirleriz. Yine bizim için ay ve ayı esas alan takvim de önemlidir. Zira ibadetlerin zamanını Kamerî
takvime göre ayarlarız. Mesela zekatı Kamerî yıl olarak hesaplar, orucunu da Kamerî aylardan Ramazan’da
tutarız. Dolayısıyla bir takvimi benimserken diğerini ötekileştirmeyiz. Aslında burada ötekileştirilecek husus
miladi yıl değil, bu yılı benimseyen gayri Müslimlerin İslam’a aykırı hal ve hareketlerini benimsemektir.
Geçmiş yılların muhasebesini yapacak yerde ömrü bize bahşeden Rabbimizi unuturcasına çılgınlar gibi
eğlenerek yeni yıla girmekteyiz. Sözüm ona yeni yıla nasıl girilirse, o yıl, o şekilde geçermiş !? Niceleri yeni
yıla gülerek girdiler de yıl içinde hep ağladılar. Demek ki yeni yıla gülerek girmek, o yılın hep sevinçle
geçeceği manasına gelmezmiş…
Bizim dinimizde yılbaşı ve noel kutlamalarının yeri yoktur. Yılbaşının biz Müslümanlar için, milletler arası
takvim başlangıcı olmasından başka hiçbir özelliği yoktur. Bu nedenle Müslüman bir kimse, İslam kültüründe
hiçbir yeri olmayan Noel'i ve yılbaşını kutlamaması gerekir.
Hıristiyanlarca her yıl 25 Aralık Hz. İsa (as)’ın doğumunun yıl dönümü kabul edilerek bir hafta boyunca çeşitli
etkinliklere yer verilmektedir. Aynı hafta içinde Hıristiyanlar tarafından Noel Yortusu dolayısıyla çam ağaçları
kesilip cadde, balkon ve evler süslendirilip ışıklandırılmaktadır. İlk defa Almanya’da 1605 yılında ortaya
konulmuş, daha sonra da bütün Hıristiyanlık âlemine sirayet eden “Noel Baba” efsanesi de yaygın bir biçimde
işlenmiştir. Noel Baba aslı ve mesnedi olmayan, ancak sözde iyiliği temsil eden ve bu gecelerde çocuklara
oyuncak, şeker vb. hediyeler dağıtan, genellikle karla örtülü, kırmızı başlıklı paltosu ve kocaman beyaz sakalı
ile temsil edilen hayali bir kişiliktir. (Yeni Türk Ansiklopedisi Komisyon, Ötüken Yayınevi, İst. 1985 c. 7, s. 2687)
1
Hak ile batılın mücadelesi, insanlık tarihi kadar eskidir. Hz. Âdem, insanoğlunun baş düşmanı ilan edilen
şeytan ile mücadele etmiştir. Nuh (as) tufanda helak olan kendi kavmi ile mücadele etmiştir. Batıl, Hz.
İbrahim’in karşısına Nemrut olarak, Hz. Musa’nın karşısına da Firavun olarak çıkmıştır. Yine batıl, insanların
ve cinlerin son peygamberi Hz. Muhammed’in (sav) karşısına küfrün babası lakabıyla ünlenen Ebu Cehil ve
avânesi olarak çıkmıştır. Küfürle mücadele dün ve bugün olduğu gibi yarında devam edecektir. Ancak batıl her
dönemde kendisini yenileyecek ve yeni maskeleriyle Hakka karşı duracaktır. Çağımızda Hakkın karşısında
duruş, misyonerlik faaliyetleri şekliyle gerçekleşmektedir. Yılbaşı kutlamaları, adıyla sanıyla bir misyonerlik
faaliyetidir. Misyonerlik faaliyeti genelde, hemen hemen her inanç sisteminde bulunmakla beraber, özelde
Hıristiyanlıkla özdeşleşmiş ve kilisenin Hıristiyan olmayan ülkelerde kendi dinlerini yaymak amacıyla
yaptıkları faaliyetlere denilmiştir.
Müslümanlara yakışmaz yabancı kültürlerin davranışları, adetleri, alkol tüketimi, mahremiyet sınırlarını aşan
birliktelikler, gayr-i meşru kutlamalar; bizlere yakışmayacak ve çıldırırcasına yapılan hazırlıklar. Yılbaşı gecesi
yapılan seviyesiz çılgınlıklar, etkinlikler, çıplaklığın ve rezaletin kol gezdiği eğlenceler bizim dini
hassasiyetimize zarar vermektedir.
Hıristiyanların Noel’i, Yortusu vb. dini kutlamaları 25 Aralık-6 Ocak arasındaki günlerde yapılmaktadır. Yıllar
geçtikçe bu kutlamalar batı tarafından yapılan kültür ihracına dönüşmüştür. Hızır (as)’ı beklediğimiz gibi
beklediğimiz bu Noel Baba’nın posterleri, maskeleri, heykelleri de nedir?
Üzülerek ifade edelim ki o günün akşamında Müslüman çocuklar, kendi dede ya da babalarından değil de Noel
Baba denen ve ne olduğu meçhul birisinden hediye beklemektedirler. Onun için buradan sesleniyoruz.
Dedeler! Mahallenizdeki çocukların gönlünü fethedebilmek ve onların yabancı kültür sahibi kimliklerden bir
şey beklememeleri için sair günlerde ceplerinizde çocuklara verebileceğiniz bir şeyler taşıyınız.
Asya, “yılbaşı neyimiz olur?” diyerek söze başlar ve devam eder. “Ramazan Bayramımız mı? Kandilimiz mi?
Kurban Bayramımız mı? Biz, Muharremlerle, Martlarla başlayan yıllar da biliriz ki, hiçbiri böyle şımarıklıkla,
böyle ayyaşlıkla, böyle kumarbazlıkla açılmazdı. Hepsi, efendi yıllardı. Noel Baba! Bu bunak, neyimiz olur:
Babamız mı, dedemiz mi, amcamız mı, yoksa Avrupalılıktan pîrimiz mi? Bir resmine bakarsanız Havarîlere,
öteki resmine bakarsanız Rasputin'e benzeyen bu iskambil papazı, aramızda neyin nesidir, bunu merak ettiniz
mi? Siz bırakın da ben söyleyeyim onun kim olduğunu: O, Haçlı Seferleri'nden kalma bir kılınç artığıdır. O
zaman silâhla giremediği yerlere, şimdi beyaz sakalıyla saygılar ve sevgiler toplayarak giriyor. O, evimize
girerken eşeğini kapımızın halkasına bağlayan bir Piyer Lermit'tir... Kardeşlerini Mukaddes Savaş'a
hazırlamaktan geliyor. O, adıyla sanıyla bir misyonerdir ki, kılığını değiştirmiş ve bizi avlamaya, kucağında
getirdiği oyuncaklarla en can alıcı noktamızdan çocuklarımızdan başlamıştır. Bu cömertliğinin karşılığını
istemeyecek mi sanıyorsunuz, fedâkarlığının sebebini düşünmediniz mi? Bırakın, onun hakkından ben gelirim:
İşte sakalını çekince gördünüz... sakalı elimde kaldı ve altından Lücifer (şeytan) çıktı. Bilirsiniz ki, câsuslar da
kıyâfetlerini ekseriyâ değiştirirler. Bu, mezar beğenmeyen hortlağa ya mezarını gösterin, yahut bırakın: Haç'ın
da çarmıha gereyim onu! Tehlikeyi sezer de kendiliğinden gitmeye kalkarsa, çıkarken ceplerini yoklamayı
unutmayınız: Muhakkak, bir şeyinizi çalmıştır! (Yeşilay Dergisi Eylül 2002. sayı 826)
3
MÜSLÜMANIN KENDİSİNE HAS BİR DURUŞU OLMALIDIR
Aziz Müslümanlar! İslam; Yüce Allah’ın (cc) razı olduğu bir din, Müslüman ise bu dinin ilkelerini hayat ilkesi
haline getiren kimsedir. Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
Bu nedenledir ki Müslümanın kendisine has bir duruşu olmalıdır. İslam, inananları giyimden tutunuz da
yemeye içmeye varıncaya kadar, hayatın her aşamasında gayri Müslimlere benzemekten alıkoyan bir dindir.
Müslümanın kendisine has bir duruşu olmalıdır iddiamız şu ayet-i kerime desteklenmektedir. Kureyş'in ileri
gelenleri Hz. Peygamber (sav)'e: "Atalarının dinine dön, elbette onlar senden daha faziletli ve senden daha
yaşlıdırlar." demişlerdi de bunun üzerine Allah Tealâ:
Yabancı kültürlerin içinde faydalı şeyler olabilir. Mesela Batıdan bilim ve teknoloji alınması kişinin
dindarlığına zarar vermez. Ancak Müslümanlar olarak bizler, dün olduğu gibi bu günde yeni icat ve buluşlara
imza atmalıyız ki batının teknolojisinin esiri olmaktan kurtulmuş olabilelim. Bununla beraber, “Hikmet,
müminin yitiğidir ve onu nerede bulursa alır.” Ancak, Batı toplumunun tekniği değil de kültürü örnek alınırsa
bu insanın dini hassasiyetlerine ters düşebilir. Bu meseleyi bir misalle açıklayalım. Mürekkep şişesine birkaç
damla su damlatılsa o, yine mürekkeptir. Yazılır okunur. Su ile mürekkep müsavi olursa zayıf yazılır, zayıf
okunur. Su miktarı fazla, mürekkep az olursa artık ne yazılır ne de okunur. Bir misal olarak, dini kültür
mürekkebe benzetilirse yabancı kültürler mürekkep içine katılan suya benzer. Bu nedenledir ki, batı
kültürlerinden ancak bilim ve teknoloji alınmalı, kültürlerinden ise uzak durulmalıdır. Zaten asırlardır elde
edilmiş ve kültürel zenginlikle bezenmiş İslam kültürü bir Müslüman için ziyadesiyle kâfidir.
Batı dünyası dün olduğu gibi tekrar bizi örnek almalı ve medeniyetimizden istifade etmelidir. Zira onların
kültüründe olmayan bizim kültürümüzde yer bulan mazlumun yanında yer alma, zalime mani olma sinelerimize
4
işlemiştir. “Yerdekilere merhamet ediniz ki göktekilerde size merhamet etsin” düsturu bizlere rehber olmuştur.
Yine kültürümüzde “Komşusu açken tok yatmamak” vardır. “Yaratılanı sırf yaratandan ötürü sevmek” vardır.
Bu medeniyette Müslümanların ve mazlumların dertleriyle kederlenmek vardır.
Muhterem Din Kardeşlerim! Batı toplumu İslam’ı ve Müslümanları hiç hazmedememişlerdir. Bu gerçeği
yüce Rabbimiz, Peygamber Efendimize hitaben şu şekilde açıklıyor.
َ صا َرى َحتَّى تَتَّبِ َع ِملَّتَهُ ْم قُلْ ِإ َّن هُ َدى هّللا ِ هُ َو ْالهُ َدى َولَِئ ِن اتَّبَع
ْت َ َّنك ْاليَهُو ُد َوالَ الن َ َْولَن تَر
َ ضى َع
}120{ ير
ٍ ص َ َاءك ِم َن ْال ِع ْل ِم َما ل
ِ َك ِم َن هّللا ِ ِمن َولِ ٍّي َوالَ ن َ َأ ْه َواءهُم بَ ْع َد الَّ ِذي َج
“Ne yahudiler, ne hristiyanlar sen onların dinine uyuncaya kadar asla senden hoşnut olacak değillerdir. De
ki: Allah 'm hidayeti, doğru yolun tâ kendisi odur. Eğer sana gelen ilimden sonra onların hevâlarına uyacak
olursan and olsun ki senin için Allah’tan gelecek azâba karşı sana ne bir dost, ne de bir yardımcı vardır!”
(Bakara 120)
Saadet asrından itibaren Hakikatleri inkâr eden toplumlar Müslümanları hiç sevememiştir. Bu gerçeği Hitler’in
zulmünden kaçarak 1933 yılında Türkiye’ye iltica eden ve İstanbul Üniversitesi İktisat ve Hukuk Fakültelerinde
maliye ve iktisat dersleri veren, 1952 yılında da Almanya’ya döndükten sonra Frankfurt Üniversitesinde
rektörlük yapan Prof. Dr. Fritz Neumark’a ülkemizi ziyarete geldiğinde kendisine: “Avrupa bizi neden
sevmiyor, ebedi düşmanlığının sebebi nedir? diye sorulur. Cevabı aynen şöyledir: “Çok samimi olarak itiraf
edeyim ki, Avrupalılar Türkleri sevmez ve sevmesi de mümkün değildir. Asırlardır Kilisenin Türk ve İslam
düşmanlığı Hıristiyanların hücrelerine sinmiştir. Sebeplerine gelince; en başta Müslüman olduğunuz için
sevmezler. Hıristiyan olsanız da size düşman olarak bakmaya devam ederler. Çünkü sizler hangi kimliğe
bürünürseniz bürünün, her zaman onların korkulu rüyasısınız. Sizi silahla yenemeyenler, sizleri kendilerine
benzeterek hakimiyet sağlamaya çalışırlar. Böylece kendilerini İslamiyet tehlikesinden korumuş olacaklar.
Sizler farkında değilsiniz ama onlar şu gerçeğin farkındalar. En az 400 sene Avrupa’da sırtımızda ve ensemizde
at koşturdunuz. Selçuklular Anadolu’yu, Osmanlılar ise Orta Avrupa ve Balkanları Haçlı ordusuna mezar
ettiler. Bizlere medeniyeti insanlığı öğrettiler. Avrupa Müslüman olma tehlikesi ile karşı karşıya geldi. Sizler
gerçek hüviyetinize döndüğünüz zaman Avrupa’nın refahı ve medeniyeti yıkılır. Bunun için sizler Avrupa’nın
tarihi düşmanısınız ve daima düşman olarak kalacaksınız. Selçuklu ve bilhassa Osmanlı, İslamiyet uğruna her
şeyini feda etmeseydi, İslamiyet bugün belki sadece Hicaz’da varlığını devam ettirirdi. Kaldı ki Vehhabiliği
kuranlar da, İngiliz sömürge Bakanlığının adamlarıdır. Batı her yerde yetiştirdiği adamları vasıtasıyla
İslamiyeti sapık inançlara kanalize etti. Bütün bunlara rağmen Osmanlı’nın inancını bozamadı. Osmanlı, Asr-ı
Saadeti temsil etmeğe devam etti. Bünyesinde bozuk düşünce, bozuk mezhep barındırmadı. Evet, Kilise sizlere
kin kusmaktadır. Ve sebepleri bunlardır.” (Sur Dergisi, 1999, sayı. 278. s. 17; Yeşilay Dergisi, Haziran, 2001, sayı
811, sayfa. 20)
5
MÜSLÜMANLARIN GAYRİMÜSLİMLERİ DOST EDİNMESİ VE ONLARA BENZEMESİ
YASAKTIR
Değerli Müslümanlar! Arap lügatında bir kavmin itikad ve amellerini taklit etme işine “Teşebbüh”
denilmiştir. Teşebbüh, arzu duyarak batıl din ve ideoloji bağlısı topluluklardan biri veya birkaçına, onlara ait
alâmet-i farika vasfındaki hususiyetlerinde benzemektir. Dikkat edilirse inkarcılara olan teşebbüh; İslam’ın
hududlarını aşma olayıdır. Yani kâfirlere benzemek, İslam’ın hudutlarından çıkıp batılın hudutlarına ayak
basmaktır.
Yüce dinimiz İslam, Ehl-i Kitaba karşı tutumumuzun şu şekilde olmasını istemektedir:
ْس ِم َن هّللا ِ فِي َش ْي ٍء ِإالَّ َأن َ ِين َأ ْولِيَاء ِمن ُد ْو ِن ْال ُمْؤ ِمن
َ ِين َو َمن يَ ْف َعلْ َذل
َ ك فَلَي َ ون ْال َكافِ ِر َ ُالَّ يَتَّ ِخ ِذ ْال ُمْؤ ِمن
صي ُرِ وا ِم ْنهُ ْم تُقَاةً َوي َُح ِّذ ُر ُك ُم هّللا ُ نَ ْف َسهُ َوِإلَى هّللا ِ ْال َم
ْ ُتَتَّق
“Mü'minler, mü'mirileri bırakıp da kâfirleri kendilerine çok yakın dost edinmesin. Kim bunu yaparsa ona
Allah'tan hiçbir şey (yardım) yoktur. Meğer ki onlardan gelebilecek bir tehlikeden dolayı sakınmış olasınız.
Asıl Allah size kendisinden korkmanızı emrediyor. Nihayet Allah'adır varış.” (Ali İmran 28)
İbn Abbâs'tan gelen bir rivayete göre ise bu âyet-i kerime Ubâde ibnu's-Sâmit hakkında nazil olmuştur. Şöyle
ki: Ubâde, Bedr gazvesinde bulunmuş müttakî bir sahabî idi. Onun, yahudilerden anlaşmalı oldukları kimseler
vardı. Hendek savaşı günü: "Ey Allah'ın elçisi, yanımda beş yüz yahudi var. Benimle beraber çıkmalarını
düşünüyorum. Böylece düşmana karşı onlarla daha bir güçleniriz.” dedi de Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi
indirdi. (Vâhıdî, Esbab-ı Nuzül s. 72-73)
Ferdî, ailevî ve içtimaî hayatta İslam’ın çerçevesini aşmaya, ilahî yasaları ihlale sebep olan her bir sözü,
davranışı ve işi Allah ve O’nun peygamberi yasaklamıştır. (Yusuf Kardavî, El Helal-u ve’l Haramu Fil İslam,
Sh:82) Nitekim bu konuda önderimiz Hz. Muhammed (S.A.V.) şöyle buyuruyor:
6
benzeşmeye götüreceğini anlatır. İbn-i Haldun da konuyla ilgili olarak önemli tarihi gerçeklere işaret ederek
benzeşmeyi, mağlupların galipleri taklid etme psikolojisi olarak açıklar. (İbn Haldun, Mukaddime, trc. I/374-75.)
Refah seviyesi bizden üstün olan batı toplumlarını sürekli hayranlıkla izlemişizdir. Hâlbuki Yüce Rabbimiz,
sevgili Peygamber Efendimizi (sav) şöyle buyurmak suretiyle uyarıyor:
“İnkârcıların (refah içinde) diyar diyar dolaşması, sakın seni aldatmasın! Onların bu refahı az bir
yararlanmadır. Sonra onların barınağı cehennemdir. Ne kötü bir yataktır orası!” (Al-i İmran 196-197)
İnsan ancak sevdiğini, takdir ettiğini veya büyük gördüğünü taklit eder. Şekli taklit, bir zaman sonra itikadi
taklide götürür ki bu hem dünya, hem de âhiret için felaket sebebidir. Ancak bu kadar ikazlara rağmen
Müslümanlar, gayrimüslimleri dost edinecek ve onlara her meselede benzemeye çalışacaklardır. Bu gerçeği
beyan buyuran Peygamber Efendimiz (sav):
“Sizden öncekilerin yolun karış karış uyacaksınız. Hatta onlar bir keler deliğine girseler sizlerde onları takip
edeceksiniz” buyurdu. Biz “Ya Rasulallah! Bu ümmetler Yahudi ve Hıristiyanlar mıdır?” diye sorduk. O da
“Başka kim olacak” buyurmuşlardır. (Buhari, Enbiya, 50)
Bu hadis-i şerif, âhir zamanda olacak bazı fitneleri önceden haber vererek müminleri uyarı niteliğindedir. Yani
mümkün olduğunca tedbirli olmayı sağlama amacına yöneliktir. Yoksa asla bir ''teslimiyet çağrısı'' değildir.
“Karış karış, arşın arşın onları takip edeceksiniz.” ifadesini âlimlerimiz, küfürde değil günahlarda
gerçekleşeceğine işaret etmekte, hadisin mutlak ifadesini, daha çok sosyal hayattaki tezahürlerle/görüntülerle
yorumlamaktadırlar.
Dünya hayatını, ahiret hayatına yani geçici ömrü, ebedi hayata tercih etmede; Rabbini unutup değersiz ve
kıymetsiz şeylerle meşgul olmada; gayrimüslimlere ait âdet, gelenek ve görenekleri taklit etmede;
kendilerinden önce sapkınlığa dalmış olan toplulukların peşinden gidecek olan müminler çıkacaktır.
7
tam bir kişilik aşınması ve kaybı demektir. Geçen iki yüzyılı iyi tetkik ettiğimizde kendi kendimize, "Ne doğru
sözlüsün ey Allah'ın Rasulü!" dediğimize şahit olacağız.
Çünkü; bir yanda yılbaşını kutlarken, diğer yanda da beş vakit namazında günde en az kırk defa Fâtiha
sûresinde “Rabbim! beni, kendilerine gazap edilenlerin ve de sapkınların yoluna iletme” (Fatiha, 7) derken, bir
yanda, yahûdîlerin ‘gazab edilenler’ Hıristiyanların da ‘sapanlar’ olduğunu ve onların yolundan gitmek
istemediğini haykırır, bu hususta Rabbinden yardım isterken öte yanda da, karış karış onların yoluna giderse, bu
yaptığı ne kadar tutarlı bir davranış olur?
Adaletsizliğin, hırsızlığın ve zulmün kol gezdiği bir dünyada yaşıyoruz. İslam düşmanlığının zirveye ulaştığı
çağımızda, Müslümanların varlığına dahi tahammül edilemiyor. Müslümanlar dünyanın değişik yerlerinde
terörist ilan ediliyorken, sadece Müslüman oldukları için Afganistan’da, Mynmar’da, Çeçenistan’da, Irak’da,
Filistin’de, Arakan’da, Mısır’da, Doğu Türkistan’da, Yemen’de, Libya’da, Suriye’de ve Afrika’nın muhtelif
yerlerinde bütün dünyanın gözleri önünde insanlar katledilirken, namusları kirletilirken, geriye kalanlarda inim
inim inletilip evlerini, işlerini ve memleketlerini terk etmek zorunda bırakılırken, elinde Müslüman kanı
bulunan ve insanlığını kaybetmiş olanların kültürlerine heveslenmek doğru bir şey midir acaba?
Yılbaşı kutlamaları; alkollü içeceklerin çokça tüketildiği, kumarın oynandığı, israfı aşan alışverişlerin yapıldığı
bir zaman dilimi olmuştur. Oysaki dinimiz, alkolü, kumarı ve israfı yasaklamıştır. Kuran-ı kerimde bu hususlar
şöyle ifade edilmektedir.
8
Şehveti tahrik eden, cinsel duyguyu kamçılayan şarkıların, erkek-kadın bir arada yapılan gayri meşru
eğlencelerin dinimiz tarafından yasaklandığını bilmeliyiz. Bu sebepledir ki, hiçbir olgun, şuurlu Müslüman,
yabancıların örf ve adetlerini kutlama hatasına düşmemelidir.
Evet, bir Müslümanın kendi dini ve milli damgasını taşımayan bir takvim başlangıcının figürü olan
Noel’in/Yılbaşının arkasına sığınıp, İslam’ın emir ve yasaklarını, ahlaki değerlerini, millî örf ve adetlerini
kültürel bir yozlaşmanın müdahalesi ile yıpratması maddi ve manevi sefaletin bütün kapılarını açabilecek
niteliktedir.
“Kişi sevdiği ile beraberdir.” (Buhari Edeb 96) Bir kimsenin bir şahsı dost edinmesi nazargah-ı İlahi olan
kalbinde o kimseye yer vermesi demektir. Halbuki kalbimizde sadece Allah sevgisi olmalıdır.
Unutmamalıyız ki Rabbimiz bizi: “Ey iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları dost/sırdaş edinmeyin. Zira
onlar birbirinin dostu/taraftarıdırlar. İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler
topluluğuna yol göstermez.” (Maide 51) şeklinde ikaz etmiştir.
Milli birlik ve bütünlüğümüzü, örf ve töremizi, inancımızı, ahlakımızı korumak, yaşamak, yaşatmak
zorundayız. Birliğimizi, kardeşliğimizi bozmaya, inancımızı yıkmaya vatanımızı bölüp parçalamaya çalışan iç
ve dış düşmanlara karşı, akıllı, uyanık, tedbirli, kararlı etkili olmak zorundayız. Bünyemize karışan yabancı
kültürlere özenme hastalığından kurtulmalıyız. Şifayı batıda değil, İslam’da, Kur’an’da ve Hz. Muhammed
Mustafa (sav)’in hayatında aramalıyız.
O halde Noel’i/Yılbaşını kutlama gibi bir gaflete düşmeyelim ve çoluk çocuğumuza kötü örnek olmayalım.
Kutlayacaksak kendi dini milli bayramlarımızı, Efendimiz (sav) doğum gününü ve kendi Hicri yılbaşımızı
kutlayalım. İslam’ı bütün varlığımızla yaşayalım. İslam’ın dışında hiçbir sistemin, hiçbir düşüncenin insanlığı
saadet ve mutluluğa götürecek güce sahip olmadığını kesinlikle bilelim.
9
Ya Rab! Başta nefsimiz olmak üzere neslimizi Sen hak yolundan ayırma. Rağbet edeni çok da olsa kötü yola
saptırma. Ya Rab! Sen cömertsin ve kerem sahibisin. İhsan ve kereminle bizleri hidayete eren, salih kullarının
yoluna girmiş kimselerden eyle. Bizleri helak olmuş, inkarcıların yoluna dalmış kullarından eyleme.
İslam’ın ve insanlığın hakim kılınmasını arzu ettiğimiz miladi yeni yılın, âlem-i İslam’ın uyanışına vesile
olmasını Cenab-ı Haktan niyaz ederiz.
Mehmet Küçük
Sapanca Vaizi
APA
NCA
VAİZ
İ
10