You are on page 1of 32

Süleyman b.

Abdullah

MÜŞRİKLERİ
DOST
EDİNMENİN
HÜKMÜ

29-Recep 1443 – 03.03.2022


MUKADDİME

Rahman ve Rahim olan Allah’ın Adıyla

Süleyman b. Abdullah rahimehullah şöyle demiştir:

Allah sana merhamet etsin! Bil ki insan, kendilerinden korktuğu için


müşrikleri idare eder, şerlerinden korunmak için onlara yağcılık ve onlara
dinlerinde muvafakat gösterirse velev ki dinlerini beğenmese, onlara buğz etse,
sadece İslam’ı ve Müslümanları seviyor olsa bile aynen onlar gibi kafir olur.
Kişinden bundan başka bir şey sadır olmadığında durum böyle ise izzet ve
kuvvet diyarında yaşıyor iken kafirleri davet eden, onların emri altına giren ve
baıl dinlerine muvafakat gösteren, malı ve her türlü desteği ile onlara yardım
eden, onları vesli (dost) edinen, Müslümanlarla arasındaki velayet bağını
koparıp önceden ihlas ve Tevhid ehli iken daha sonra şirkin, kubbelerin ve
ehlinin askeri olan kişinin durumu nedir?

Bir Müslüman bu kimselerin kafir oldukları, Allah Subhanehu ve


Teala’Nın ve Rasulünün en amansız düşmanı olduklarında asla şüphe
duymamalıdır. Ancak ikrah halinde olanlar müstesnadır. İkrah altında olanlar
ise şu kimselerdir ki müşriklerin eline düşmüş, “Küfret veya şöyle şöyle yap!
Eğer yapmazsan seni öldürürz” diye tehdit edilen ya da müşriklerin istediğini
yapıncaya kadar işkence edilenlerdir. Böyle bir durumda kişinin, kalbi iman ile
dolu olmak şartıyla sadece diliyle müşriklerin istediklerini söylemesi caizdir.

Alimler, eğlence olsun diye küfür sözü söyleyenlerin kafir olduğu


hususunda icma etmişlerdir. O halde korku sebebiyle ya da dünyevi bir menfaat
elde etmek için küfür sözünü söyleyen kimsenin durumu nasıl olur? Allah
Subhanehu ve Teala’nın izni ve yardımı ile bu konudaki bazı delilleri maddeler
halinde sunacağım...
Rahman ve Rahim olan Allah’ın Adıyla

BİRİNCİ DELİL

Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur:

“Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hıristiyanlar da asla senden razı


olmayacaklardır...” (Bakara 120)

Allah Subhanehu ve Teala ayette Yahudi, Hristiyan ve aynı şekilde müşriklerin,


onların dinlerine uymadığı ve onların hak üzere olduklarını kabul etmediği
sürece Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den razı olmayacaklarını bildirdi
ve ayetin devamında şöyle buyurdu:

“De ki: Hidayet ancak Allah’ın hidayetidir. Sana gelen ilimden sonra
onların arzularına uyacak olursan andolsun ki Allah’tan sana ne bir dost
ne de bir yardımcı vardır.” (Bakara 120)

Allah Subhanehu ve Teala başka bir ayette şöyle buyurmuştur:

“...Sana gelen ilimden sonra eğer onların arzularına uyacak olursan


işte o zaman sen zalimlerden olursun.” (Bakara 145)

Kafirlerin kötülüklerinden korkamsı ve onları idare etmek için kalben


itikad etmiyor olsa da onlara dostluk göstermesi durumunda Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem bile zalimlerden oluyorsa türbelere ve kubbelere
ibadet edenlere dostluk gösteren ve onların hak üzere olduklarını söyleyen
kimselerin durumu nedir? Hiç şüphesiz onlar, bundan başka bir şeyle razı
olmazlar.
İKİNCİ DELİL

Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur:

“Onlar (kafirler) eğer güçleri yeterse sizi dininizden döndürünceye


kadar size karşı savaşa devam ederler. Sizden kim dininden döner ve kafir
olarak ölürse onların yaptıkları işte dünyada da ahirette de boşa gider.
Onlar cehennemlikler ve orada devamlı kalırlar.” (Bakara 217)

Allah Subhanehu ve Teala kafirlerin güçleri yettiği takdirde Müslümanları


dinlerinden döndürmek için savaşacaklarını bildirdi. Bununla birlikte
Müslümanlara mal, can ve mukaddesatlarına zarar gelme endişesi olsa bile
kafirlerin dinlerine uymaya ruhsat vermedi.

Bilakis kafirler kendilerine savaş açtıktan sonra onların şerrinden


korunmak için kafirlerin dinlerine uyanların mürted olduklarını ve bu hal üzere
ölürlerse cehennemde ebedi kalacaklarını bildirdi. Peki ya kendilerine savaş
açılmadığı halde kafirlere muvafakat gösterenlerin durumu nasıl olur?

Kafirlerin kendilerine savaş açtıktan sonra onlara muvafakat gösterenler


mazeretli kabul edilmiyor ise savaş veya herhangi bir korku olmadığı halde
kafirlerin dinine uymak için yarışanlar nasıl mazeretli kabul edilebilir? Hiç
şüphesiz bunların küfrü ve mürtedliği aşikardır.
ÜÇÜNCÜ DELİL

Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur:

“Müminler, Müminleri bırakıp da kafirleri dost edinmesin! Kim bunu


yaparsa artık onun Allah nezdinde hiçbir değeri yoktur. Ancak onlardan
sakınmanız müstesna!” (Ali İmran 28)

Allah Subhanehu ve Teala Müminlere, Müminleri bırakıp da kafirleri dost


ve arkadaş edinmeyi (bunu onlardan korktukları için yapıyor olsalar bile) kesin
bir şekilde yasaklıyor. Kafirlerle dostluk kuranların Allah Subhanehu ve
Teala’dan bekleyeceği bir şey olmadığını haber veriyor. Yani kafirleri dost
edinenler, Allah Subhanehu ve Teala’nın ahirette kurtuluşa ereceklerini
vadettiği kimselerden olmayacaklardır.

“Ancak onlardan sakınmanız müstesna...” buyruğunda ifade edilenler,


kafirlerle bir arada yaşayıp galebe altına alınmış ve kafirlere karşı düşmanlık
gösteremeyen kimselerdir. Bunlar kafirlere zahiren güzel muamelede bulunsalar
da kalpleri kafirlere karşı buğz ve düşmanlıkla doludur.

Peki, hiçbir özrü bulunmadığı halde Müminleri bırakıp da kafirleri dost


edinen kimsenin hali nasıl olur? Onun bu yaptığı dünya hayatını ahirete tercih
etmek ve Allah Subhanehu ve Teala’dan değil de müşriklerden korkmaktan
başka nedir? Oysa Allah Subhanehu ve Teala kafirlerden korkmayı asla mazeret
olarak kabul etmemiş ve şöyle buyurmuştur:

“İşte o şeytan, ancak kendi dostlarını korkutur. Şu halde, eğer iman


etmiş kimseler iseniz onlardan değil de yalnızca Benden korkun.” (Ali
İmran 175)
DÖRDÜNCÜ DELİL

Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur:

“Ey iman edenler! Eğer kafirlere uyarsanız, gerisin geriye sizi (eski
dininize) döndürürler de hüsrana uğrayanlardan olursunuz.” (Ali İmran
149)

Allah Subhanehu ve Teala Müminlerin kafirlere itaat ettiklerinde kafirlerin


onları kesinlikle İslam’dan döndüreceklerini haber veriyor.

Çünkü kafirler, Müminleri küfre döndürmedikçe onlardan asla razı


olmazlar. Yine Allah Subhanehu ve Teala Müminlerin küfre dönmeleri halinde
dünya ve ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaklarını haber veriyor. Allah
Subhanehu ve Teala Müminlere, korktukları için kafirlere boyun eğmeye ve
onların dinlerine uymalarına ruhsat vermemiştir. Çünkü kafirler, kendilerine
uyup dinlerinin hak olduğunu söylemedikçe ve Müslümanlara kin ve düşmanlık
göstermedikçe Müminlerden ellerini çekmezler.

Allah Subhanehu ve Teala ayetin devamında “Oysa sizin Mevla’nız


Allah’tır ve O, yardımcıların en hayırlısıdır.” (Ali İmran 150) buyurmuştur.
Allah Subhanehu ve Tala Müminlerin Mevla’sı ve yardımcısıdır. Hiç şüphesiz
O, en güzel yardımcıdır. O’nun velayeti kabul edilip yalnızca O’na itaat edildiği
zaman kafirlerin velayetine ihtiyaç kalmaz.

Yazık o kullara ki Tevhidi biliyor hatta bir süre Tevhidi yaşıyor da sonra
Alemlerin Rabbinin velayetini bırakıp kafir ve müşrikleri kendine veli
ediniyorlar! Başkalarının velayetini yardımcıların en güzeli olan ve her şeyin
melekutunu elinde bulunduran Allah Subhanehu ve Tala’nın velayetine tercih
eden zalimlerin yaptığı bu iş ne kadar kötü, ne kadar iğrençtir!
BEŞİNCİ DELİL

Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur:

“Allah’ın rızasını gözetenle Allah’ın gazabına uğrayan kimse bir olur


mu hiç? Zira onun varacağı yer cehennemdir. Cehennem ise ne kötü bir
varış yeridir.” (Ali İmran 162)

Allah Subhanehu ve Teala kendi rızasını arayan ve ona tabi olanlarla öfke
ve gazabını celbedecek ameller işleyenlerin eşit olmadığını ve gazabına
uğrayanların ebedi cehennemi hak ettiklerini bildirmektedir. Kişinin yalnızca
Rahman’a ibadet etmesi, bunu (Tevhidi) destekleyip ehlinden olması Allah
Subhanehu ve Tala’nın razı olduğu amellerdendir. Ancak türbelere ve ölülere
ibadet etmek, bunu (Allah’tan başkasına ibadet etmeyi) desteklemek ve
ehlinden olmak ise Allah Subhanehu ve Teala’nın gazabını celbeden işlerdendir.
Hiç şüphesiz Tevhid ehli olup Tevhid davetine ihlaslı bir şekilde yardımcı olan
ve Müslümanlarla birlikte olan kimselerle müşriklerin içinde olup da şirke ve
ölülere ibadete davet edenler asla bir olmazlar. Onlar “Biz kafirlerden
korkuyoruz” derlerse onlara “Sizler yalan söylüyorsunuz. Allah Subhanehu ve
Tala gazabına uğrayanlara tabi olup rızasını kazandıran şeylerden uzak duran
kimseler için korkuyu mazeret olarak kabul etmemiştir ki! Batıl ehlinin çoğu
hakkı bilmelerine ve kabul etmelerine rağmen dünyalarını kaybetme
korkusundan dolayı onu terk etmişlerdir. Bundan dolayı onlar Müslüman
olamamışlardır” denir.
ALTINCI DELİL

Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur:

“Kendilerine yazık eden kimselere melekler, canlarını alırken ‘Ne işte


idiniz?’ dediler. Bunlar: ‘Biz yeryüzünde çaresizdik’ diye cevap verdiler.
Melekler de: ‘Allah’ın arzı geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya!’ dediler.
İşte onların barınağı cehennemdir, orası ne kötü bir gidiş yeridir.” (Nisa
97)

Yani melekler onlara “Siz hangi gruptandınız? Müslümanlardan mı yoksa


müşriklerden mi?” dediler. Onlar da güçsüz oldukları için Müslümanlardan
yana olamadıklarını söylediler. Bunun üzerine melekler onların bu mazeretini
kabul etmeyerek şöyle dediler:

“Allah’ın arzı geniş değilmiydi? Hicret etseydiniz ya! İşte onların barınağı
cehennemdir, orası ne kötü bir gidiş yeridir.”

Akıllı bir kimse müşriklerle birlikte Müslümanlara karşı savaşa


katılanların, müşriklerin cemaatinden olacağına asla şüphe etmez. Bu ayet
Müslüman oldukları halde hicret etmeyip Mekke’de kalan bazı kimseler
hakkında nazil olmuştur. Bedir savaşında Mekkeli müşrikler bu kimseleri
Müslümanlarla savaşmak üzere beraberinde gelmeye zorladılar. Onlar da
korktuklarından dolayı müşriklerle birlikte savaşa çıktılar. Savaş esnasında bu
kimselerden bazıları Müslümanlar tarafından öldürüldü. Bunun üzerine
Müslümanlar ‘Eyvah! Bizler kardeşlerimizi öldürdük.’ diyerek üzülmeye
başlamışlardı ki Allah Subhanehu ve Tala bu ayeti indirdi.

O halde İslam’ın aleyhine olduklarını açıktan söyleyen, kafirlerin


egemenliğine rıza gösteren, müşriklere dinlerinde muvafakat eden, onların emri
altına giren, muvahhidlerin yenilgiye uğraması için onlara destek olup yardım
eden, kafirlerin yanında Müslümanlarla alay eden, onlara dil uzatan, ayıplayan,
dinlerinde sebat edip Allah yolunda cihad ettikleri için Müslümanları cahillik ve
beyinsizlikle suçlayan ve tüm bu (küfür) fiileri zorlama olmaksızın kendi
iradesiyle samimi bir şekilde yapanların durumu nasıl olur? Bunlar kafirliğe,
vatan sevgisi ve kafirlerden korktukları için hicreti terk eden ve (Bedir’de)
Müslümanlara karşı kafirlerin ordusuna zorla katılan kimselerden daha layık
değiller midir?

Eğer “Bedir Gününde müşrikler tarafından zorla savaşa çıkarılanlar (ikrah


altında oldukları için) özürlü sayılmaları gerekmez mi?” diye sorulacak olursa
şöyle cevap veririz:

“Hayır! Onlar asla mazur sayılmazlar. Çünkü onların bu hallerinin sebebi,


öncesinde hicreti terk edip kafirlerle birlikte kalmalarıydı. Onların hicreti terk
edip kafirlerle bir arada olma hususunda hiçbir mazeretleri yoktu ki ikrah
altında savaşa çıkarılmalarında mazur sayılabilsinler!”
YEDİNCİ DELİL

Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur:

“O (Allah) Kitap’ta size şöyle indirmiştir: Allah’ın ayetlerinin inkar


edildiğini yahut onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman, onlar bundan
başka bir söze dalıncaya (konuyu geçinceye) kadar kafirlerle beraber
oturmayın! Yoksa size de onlar gibi olursunuz...” (Nisa 140)

Allah Subhanehu ve Teala kitabında Müminlere “Allah’ın ayetlerinin inkar


edildiği veya alaya alındığı bir ortamda onlar başka bir söze geçinceye kadar
asla oturmayın” diye emretmiştir. Çünkü Allah’ın ayetlerini inkar eden veya
onlarla alay eden kimselere tepki göstermeyen kimseler tıpkı o alaycı ve
inkarcılar gibi kafirdirler.

Görüldüğü üzere Allah Subhanehu ve Tala ayette korktuğundan dolayı


kafirlerle bir arada oturanları diğer kimselerden ayırmamıştır. Sadece ikrah
altında olanlar istisna edilmiştir. Zikredilen bu olay İslam’ın ilk dönemlerinde
ve Müslümanların zayıf olduğu bir dönemde gerçekteşmişti. Peki ya
günümüzde olduğu gibi İslam beldelerinin çoğaldığı ve Müslümanların izzetli
olduğu bir zamanda gerçekleşseydi durum ne olurdu? Bugün bazı kimseler,
kafirleri ve Allah’ın ayetleriyle alay edenleri kendi ülkelerine davet ediyor,
onlarla oturup kalkıyor, onları dost ve arkadaş ediniyor, onların alaylarını ve
küfür sözlerini dinliyorlar. Bununla birlkte Tevhid ehlini terk ediyor ve onlardan
uzaklaşıyorlar.
SEKİZİNCİ DELİL

Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur:

“Ey iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Zira


onlar birbirinin dostudurlar. İçinizden onları dost tutanar onlardandır.
Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna yol göstermez. Kalplerinde hastalık
bulunanların “Başımıza bir felaketin gelmesinden korkuyoru” diyerek
onların arasına koşuştuklarını görürsün...” (Maide 51-52)

Allah Subhanehu ve Teala Müminlere, Yahudi ve Hıristiyanları veli


edinmeyi yasakladı ve onları veli edinenlerin tıpkı onlar gibi kafir olacaklarını
haber verdi. Aynı şekilde kim Mecusileri, puta tapan kafirleri veya Allah ile
birlikte ölülere dua eden müşrikleri veli edinirse tıpkı onlar gibi olur.

Allah Subhanehu ve Teala kafirleri veli edinenleri, korktuğundan dolayı


veli edinenler veya diğerleri diye ayırmadı. Bilakis kalplerinde hastalık
bulunanların, kafirleri veli edinmelerinin sebebinin korku olduğunu haber verdi.
Günümüzdeki mürtedlerin durumu da öncekiler gibidir. Bunlar da durumun
aleyhlerine dönmesinden ve ileride başlarına bir felaketin gelmesinden
korkmaktadırlar. Çünkü bu kimseler Allah’ın Tevhid ehline vaaad ettiği zafere
iman etmemişlerdir. Bunun için de ileride başlarına bir felaket gelmesin diye
şirk ehline koşarlar. Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur:

“Umulur ki Allah bir fetih yahut katından bir emir getirecek de onlar,
içinde gizledikleri şeyden dolayı pişman olacaklardır.” (Maide 52)
DOKUZUNCU DELİL

Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur:

“Onlardan çoğunun kafirlerle dosltuk ettiklerini görürsün.


Nefislerinin onlar için önceden hazırladığı şey ne kötüdür! Allah onlara
gazap etmiştir ve onlar azap içinde devamlı kalıcıdırlar!” (Maide 80)

Allah Subhanehu ve Teala bu ayette kafirlerle muvalat (dostluk) etmenin


Allah’ın gazabı ve cehennemde ebedi kalmaya sebep olduğunu bildiriyor.
İsterse insan bunu sadece korkusundan dolayı yapıyor olsun fark etmez. Ancak
geçerli bir ikrah altında olanlar müstesna... Kafirlerle dostluğa bir de apaçık
küfür olan Tevhid ve ehline düşmanlık ile Allah’ın dinine davetin sonra erdirilip
başka dinlere davetin sebat bulması için yardımcı olmak da eklenirse durum
nasıl olur?
ONUNCU DELİL

Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur:

“Eğer onlar Allah’a, Peygamber’e ve ona indirilene iman etmiş


olsalardı onları (kafirleri) dost edinmezlerdi, fakat onların çoğu yoldan
çıkmış fasıklardır.” (Maide 81)

Allah Subhanehu ve Teala kafirlerle dostluğun Allah’a, Rasulüne ve ona


indirilene imanı iptal ettiğini bildirmiş ve kafirlerle dostluk kurmalarının
sebebini çoğunun fasıklar olmasına bağlamıştır. Allah Subhanehu ve Teala
burada başına bela ve musibet geleceğinden korkanlar ve korkmayanlar
arasında ayırım yapmamıştır. Çünkü mürtedlerin hali budur, onlar
riddetlerinden önce yoldan çıkmmış fasıklar idi. Bu durumları onları kafirlerle
dostluğa ve İslam dininden dönmeye sevk etti. Böyle bir sondan Allah’a
sığınırız.
ON BİRİNCİ DELİL

Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur:

“Gerçekten şeytanlar dostlarına, sizinle mücadele etmeleri için


telkinde bulunurlar. Eğer onlara uyarsanız şüphesiz siz de müşriklerden
olursunuz.” (Enam 121)

Bu ayet müşriklerin (Müslümanlara) “Kendi öldürdüğünüzü yiyorsunuz


ama Allah’ın öldürdüğünü yemiyorsunuz” demeleri üzerine nazil olmuştur.
İkrah hali müstesna, meytenin etini helal sayma hususunda müşriklere itaat
eden herkes korkan veya korkmayan ayrımına gitmeksizin müşrik oluyorsa,
müşriklerle dostluk kuran, onlara yardım eden, onlarla birlikte olup
Müslümanların malını ve kanını helal gören, müşriklerin hak yolda olduklarına
şahitlik eden, Müslümanların cemaatini terk edip de müşriklerin cemaatine
dahil olan kimselerin durumu nasıl olur? Hiç şüphesiz bu kimseler küfür ve şirk
ile isimlendirilmeye meyitenin etini (hayvan leşini) helal görerek müşriklere
muvafakat gösteren kimselerden daha layıktır.
ON İKİNCİ DELİL

Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur:

“Onlara, kendisine ayetlerimizden verdiğimiz ve fakat onlardan


sıyrılıp çıkan ve şeytanın takibine uğrayan ve sonunda azgınlardan olan
kimsenin haberini oku!” (Araf 175)

Bu ayet, İsrail oğulları arasında yaşamış, alim ve abid olan ve kendisine


“Belam” denilen bir kişi hakkında nazil olmuştur. O, İsm-i Azam’ı bilirdi.

İbn Abbas’tan naklen Ali b. Ebu Talha der ki: “Musa aleyhis selam ve
beraberindekiler, zorbaların bulunduğu yere indiğinde Belam’ın amcaoğulları
ve kavmi kendisine gelerek ‘Musa çok sert ve güçlü bir adamdır. Yanında
kalabalık ordular da var. Eğer o bize galip gelirse mahvoluruz. Allah’a dua et de
Musa ve yanındakileri bizden geri çevirsin’ dediler. Belam: Eğer ben Musa ve
yanındakileri geri çevirmesi için Allah’a dua edersem dünyam ve ahiretim
gider’ dedi. Onlar bu isteklerine devam edince Belam da Musa aleyhisselam ve
beraberindekilere beddua etti. Allah Subhanehu ve Teala da ona verdiklerini
çekip aldı. İşte “Onlara, kendisine ayetlerimizden verdiğimiz ve fakat onlardan
sıyrılıp çıkan ve şetanın takibine uğrayan ve sonunda azgınlardan olan kimsenin
haberini oku!” ayetinin anlamı budur.

İbn Zeyd dedi ki: Onun (Belam) hevası, Musa aleyhisselam ve


beraberindekilerle savaşan kendi kavmiyle idi. Allah Subhanehu ve Teala bu
ayette kendisine ayetlerini öğrettiği ve bu ayetlerden sıyrılıp çıkan yani onlarla
amel etmeyi terk eden kimsenin durumunu zikretmiştir. Onun Allah’ın
ayetlerinden sıyrılıp çıkmasının manası, kendi isteği ile müşriklere yardım edip
destek olması, kavmini Musa aleyhisselam ve beraberindekilerden koruması
için Allah Subhanehu ve Teala’ya dua etmesi idi. Kavmine acıdığı ve onlar için
endişe duyduğu için böyle yaptı. Bununla birlikte Hakk’ı biliyor, ona şahitlik
ediyor, Hakk’ı ibadet ediyordu. Ancak Hakk ile amel etmeyen kavmine,
akrabalarına ve hevasının peşine düştü ve arza çakılıp kaldı. İşte Allah’ın
ayetlerinden sıyrılıp çıkmak budur. İşte bu mürtedlerin de durumu bunun gibi
hatta bundan daha kötüdür. Allah Subhanehu ve Teala bunlara da Allah’ı
birlemeyi, hiçbir otağı olmaksızın yalnızca O’na ibadet etmeyi emreden, şirkten
ve Allah’tan başkasına ibadet etmekten nehyeden ayetlerini vermiştir. Bu
ayetler, Müminlerle dostluğu, onları sevmeyi, onlara yardım etmeyi, topluca
Allah’ın ipine sarılmayı ve Müminlerle birlikte olmayı, müşriklere düşmanlık
göstermeyi, onlara buğzetmeyi, onlarla savaşmayı ve onlardan ayrılmayı da
emreden ayetlerdir. Ayrıca putları yıkmayı, her türlü fuhşu ve livatanın işlendiği
yerleri kapatıp münkerlerin kaldırmasını da emretmektedir. Mürtedler bu
ayetleri öğrendiler, ikrar ettiler ve daha sonra hepsinden sıyrıldılar. Hiç şüphesiz
günümüzdeki bu kimseler, Allah’ın ayetlerinden sıyrılma, küfür ve riddet ile
isimlendirilmeye Belam’dan daha layık kimselerdir...
ON ÜÇÜNCÜ DELİL

Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur:

“Zulmedenlere meyletmeyin; sonra size ateş dokunur (cehennemde


yanarsınız). Sizin Allah’tan başka dostlarınız yoktur. Sonra (O’ndan da)
yardım göremezsiniz!” (Hud 113)

Allah Subhanehu ve Teala bu ayette kafirlerden ya da başkalarından olsun


zulmedenlere meyletmenin cehennemi gerekli kılacağını bildirmiştir. İkrah
altında olanlar hariç korkudan dolayı veya başka bir sebepten dolayı zalimlere
meyledenlerin arasını ayırt etmedi. Öyleyse zalimlere meyletmeyi din edinen ve
güzel gören, tüm güclüyle malı ve fikirleriyle onlara destek olan, Tevhid ve
Ehlinin zail olmasını, şirk ehlinin onlara galip gelmesini isteyen kimsenin hali
nasıl olur? Hiç şüphesiz bu durum küfrün ve zalimlere meyletmenin en
büyüğüdür...
ON DÖRDÜNCÜ DELİL

“Kim iman ettikten sonra Allah’a küfrederse (kalbi iman ile dolu
olduğu halde zorlanan başka) fakat kim kalbini kafirliğe açarsa, işte
Allah’ın gazabı bunlaradır; onlar için büyük bir azap vardır. Bu (azap)
onların dünya hayatını ahirete tercih etmelerinden ve Allah’ın kafirler
topluluğunu hidayete erdirmemesinden ötürüdür.” (Nahl 106-107)

Allah Subhanehu ve Teala değiştirilmesi söz konusu olmayacak bir hüküm


ile (İslam) dinini bırakıp da küfre yönelenlerin kafir olduğuna hükmetmiştir.
Canı, malı veya ehli hakkında korkma şeklinde bir mazereti olsun veya olmasın
fark etmez. Bu küfrü, batınıyla işlemesi ile batınıyla işlemeyip de zahiri ile
işlemesi arasında da fark yoktur. Ayrıca bu küfrü fiiliyle ve sözü ile işlemesi ile
bunlardan biri ile işlemesi arasında da fark yoktur. Bu küfrü müşriklerden
kendisine ulaşacak bir dünyalık için işlemesi ile böyle olmaması arasında da bir
fark yoktur, ikrah altında olanlar hariç her halükarda kafirdir. İkrah altında olan
bizim lugatımıza göre “Mağsub (zorla alıkonulmuş)” demektir.

Bir kimse “Küfret yoksa seni öldürürüz ya da döveriz.” denilerek küfre


zorlanır veya müşrikler kendisini yakalar ve döverler de ellerinden kurtulmak
olnalara muvafakat etmeksizin mümkün olmaz ise bu kişinin zahiren müşriklere
muvafakat etmesi caizdir. Ancak kalbinin iman ile mutmain olması yani iman
üzere sabit ve sapasağlam bir şekilde bağlı olması şarttır. Bununla birlikte her
kim onlara kalben muvafakat gösterirse velev ki ikrah altında olsa da kafirdir.

İmam Ahmed rahimehullah’ın sözünün zahirinden anlaşıldığına göre


müşrikler kendisine işkence edinceye kadar (yukarıda anlatılan) birinci
durumda kişinin ikrah altında sayılmayacağıdır. Nitekim İmam hasta iken
Yahya b. Main yanına gelip selam vermiş ve İmam onun selamını almamıştı.
Bunun üzerine Yahya b. Main özür beyan edip Ammar b. Yasir radiyallahu anh
hadisini ve Allah Subhanehu ve Teala’nın “Kim iman ettikten sonra Allah’a
küfrederse (kalbi iman ile dolu olduğu halde zorlanan müstesna)...” (Nahl 106)
buyruğunu söyledi. İmam yüzünü başka tarafa çevirince Yahya b. Main “Özür
de kabul etmiyor!” dedi. Tam dışarı çıkacağı sırada İmam, Ammar b. Yasir
hadisini delil getirerek şöyle dedi:
“Ammar b. Yasir Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’ e ‘Müşriklerin
yanında geçiyorum sana sövüyorlardı. Onları nehyetmeye çalşında beni
dövdüler...’ dedi. Oysa size sadece ‘Sizi dövmek istiyoruz’ denildi.”

İmamın bu sözü üzerine Yahya b. Main “Allah’a yemin ederim ki şu gök


kubbenin altında Allah’ın dinini senden daha iyi fıkheden hiç kimse görmedim”
dedi.

Ayrıca Allah Subhanehu ve Teala göğüslerini küfre açan bu mürtedlerin,


hak üzere kararlı olsalar ve “Biz bunu sadece korkudan dolayı yaptık” deseler
de üzerlierne Allah tarafından bir gazabın ineceğini ve büyük bir azabın onları
beklediğini haber vermektedir.
ON BEŞİNCİ DELİL

Allah Subhanehu ve Teala Ashab-ı Kehf hakkında şöyle buyurmuştur:

“Şüphesiz onlar size üstün gelirlerse sizi taşa tutarlar ya da sizi


dinlerine döndürürler. O zaman da ebediyen kurtuluşa eremezsiniz.” (Kehf
20)

Allah Subhanehu ve Teala Ashab-ı Kehf’in, eğer müşrikler kendilerine


üstün gelirlerse ve galebe çalarlarsa iki duruma mahkum olacaklarını
konuştuklarını zikretmiştir: Ya onları taşlayacaklar, yani ölümlerin en kötüsü
olan taşa tutma ile öldürecekler. Ya da onları kendi dinlerine döndürecekler. “O
zaman da ebediyen kurtuluşa eremezsiniz.” Yani, onlar size üstün gelip galebe
çaldıktan sonra eğer siz onların dinine uyarsanız, o zaman ebediyen kurtuluşa
eremezsiniz. İşte bu (müşriklerin) üstün gelmesinden sonra onlara uyan
kimselerin durumudur.

Peki, (müşriklerin) üstünlüğü ve herhangi bir ikrah olmadan onlara uyan,


onlarla uzak mesafeden mektuplaşan ve onların istedikleri şeyleri kabul eden,
buna rağmen hala kendilerini hidayet üzere zanneden kimselerin durumu nasıl
olur?
ON ALTINCI DELİL

Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur:

“İnsanlardan öylesi de vardır ki, Allah’a kıyıdan kenardan ibadet


eder. Eğer kendisine bir hayır dokunursa, gönlü onunla hoş olur. Eğer
başına bir kötülük gelirse, gerisingeri (küfre) dönüverir. O dünyayı da
kaybetmiştir, ahireti de. İşte bu apaçık ziyanın ta kendisidir.” (Hac 11)

Allah Subhanehu ve Teala burada, insanlardan bir kısmının Allah’a kıyıdan


kenarda -yani bir yönden ibadet edip diğer yönden ibadet etmeyerek- ibadet
ettiğini bildirmektedir. “Eğer kendisine bir hayır dokunursa” yani kendisine bir
zafer, izzet, sağlık, bolluk, emniyet ve afiyet gibi bir hayır dokunursa “gönlü
onunla hoş olur” yani onunla sükun bulur ve şöyle der: Bu kendisine ancak
hayır bulduğumuz güzel bir dindir. “Eğer başında bir kötülük gelirse” yani
korku, hastalık, fakirlik gibi bir kötülük gelirse “gerisin geri dönüverir” yani
dininden dönder ve şirk ehline tekrar katılır.

İşte bu ayet, bu kötülükte dininden dönen kimselerin durumunu tam olarak


anlatmaktadır. Allah’a kıyıdan kenardan ibadet etmektedirler, Allah’a kesin bir
iman ve sebat üzere ibadet eden kimselerden değildirler. Başlarına bu kötülük
geldiği zaman dinlerinden dönüverirler. Müşriklerle uzlaşmayı açığa vururlar,
onlara itaat ederler. Müslümanların cemaatinden ayrılıp müşriklerin cemaatine
katılırlar. İşte onlar dünyada müşriklerle beraber oldukları gibi ahirette de
müşriklerle beraberdirler. İşte onlar dünyada da ahirette de zarar etmişlerdir.
İşte bu apaçık bir hüsrandir.

Bu bölyedir. Bununla beraber bu kimselerin çoğu afiyet içerisindedir.


Düşmanın baskısı altında değillerdir. Onlar ancak Allah’a kötü zan
beslemişlerdir. Allah’ın, batıl ve ehlini, hak ve ehline üstün getireceğini
zannetmişlerdir. Allah’a olan bu kötü zanları onları helaka sürüklemiştir. Allah
Subhanehu ve Teala kendisi hakkında kötü zan besleyenler için şöyle
buyurmaktadır:

“İşte bu Rabbiniz hakkındaki zannınızdır. Bu sizi helaka götürdü ve


ziyana uğrayanlardan oldunuz.” (Fussilet 23)
Ve sen, ey Allah’ın ayaklarını İslam üzere sabit kılarak lütufta bulunduğu
kişi! Kalbine şüphe adına herhangi bir şeyin girmesinden ya da mürtedlerin
durumunu hoş görmekten ya da canlarına ve mallarına zarar gelmesinden ve
haramlara düşmekten kaçınmaları sebebiyle onların müşriklere muvafakat
etmelerinin, onlara itaat etmelerinin doğru bir görüş olduğuna inanmaktan
sakın! Çünkü bu şüphe, öncekilerden ve sonrakilerden birçoğunu Allah’a şirk
koşmaya sürükleyen bir mazur görmemiştir. Bu kimselerin çoğu hakkı zikrettiği
sekiz şeyi mazeret olarak ileri sürdükleri için şirke düşüyorular. Bu sekiz şey
sebebiyle ye da bunun bir kısmıyla hiç kimse mazeret sahibi değildir.

“De ki: “Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz,


aşiretiniz, kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz bir
ticaret ve beğendiğiniz meskenler size Allah’tan, peygamberinden ve
O’nun yolunca cihattan daha sevgili ise, artık Allah’ın emri gelinceye
kadar bekleyin! Allah, fasık topluluğu doğru yola iletmez.” (Tevbe 24)
ON YEDİNCİ DELİL

Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur:

“Kendileri için hidayet yolu belli olduktan sonra gerisingeri dönenleri,


şeytan aldatıp peşinden sürüklemiş ve kendilerini boş ümitlere
düşürmüştür. Bu, onların, Allah’ın indirdiğini beğenmeyen kimselere,
“Bazı işlerde size itaat edeceğiz” demelerindendir. Allah, onların gizlice
konuşmalarını bilir. Melekler, onların yüzlerine ve sırtlarına vurarak
canlarını alırken halleri nasıl olacak? Bu, Allah’ı gazaplandıran şeylere
uydukları ve O’nun hoşnut olduğu şeyleri beğenmedikleri içindir. Allah da
onların amellerini boşa çıkarmıştır.” (Muhammed 25-28)

Allah Subhanehu ve Teala burada gerisingeri dininden dönenlerin,


kendilerine hidayet belli olduktan sonra ilim üzere döndüklerini zikretmiştir.
Ancak hakkı bilmeleri, mürted olmalarıyla beraber onlara bir fayda
vermemiştir. Şeytan da onları peşinden sürükleyerek ve dinden dönmelerini
süslü göstererek aldatmıştır. İşte bu fitnedeki mürtedlerin durumu da bu
şekildedir. Şeytan onları kandırmış, korkunun riddet için geçerli bir mazeret
olduğunu ve hakkı bilmeyle, onu sevmeyle ve ona şahit olmayla beraber
yaptıklarının bir zarar vermeyeceğini düşündürmüştür. Onlar müşriklerin
çoğunun hakkı bildiğini, sevdiğini ve ona şahit olduğunu ama dünyaya o
sevgileri ve can, mal, rızık, liderlik konusundaki endişeleri sebebiyle hakka tabi
olmayı ve onunla amel etmeyi terk ettiğini unuttular. Allah Subhanehu ve Teala
sonra şöyle buyurmuştur:

“Bu onların, Allah’ın indirdiğini beğenmeyen kimselere, ‘Bazı işlerde size


itaat edeceğiz’ demelerindendir.”

Allah Subhanehu ve Teala burada, onları riddete düşüren şeyi, şeytanın


onları peşinden sürüklemesinin ve boş ümitlere düşürmesinin sebebini, onların
Allah’ın indirdiğini beğenmeyenlere “Bazı işlerde size itaat edeceğiz” demeleri
olduğunu bildirmiştir. Eğer Allah’ın indirdiğini beğenmeyen müşriklere, bazı
işlerde onlara itaat edeceğine dair vaate bulunan kimse vaadini yerine getirmese
bile kafir oluyorsa Allah’ın indirdiğini beğenmeyen müşriklere, yalnız ortağı
olmayan Allah’a ibadet etme, O’nun dışındaki ortaklara, tağutlara ve ölülere
ibadet etme konusunda uyan, onların hidayet üzere olduğunu dile getiren
Tevhid ehlinin onlarla savaştığı için hata içerisinde olduğunu, yapılması
gereken şeyin onlarla barışmak ve onların dinine girmek oduğunu söyleyen
kimsenin durumu nasıl olur? İşte bunlar mürted hükmünü almaya, müşriklere
bazı hususlarda itaat edeceklerine dair söz veren kimselerden daha layıktırlar.

Allah Subhanehu ve Teala sonra, onların ölüm anındaki korkunç


durumlarını haber vermiştir:

“(İşte bu ölüm anındaki korkunç hal) Allah’ı gazaplandıran şeylere


uydukları ve O’nun hoşnut olduğu şeyleri beğenmedikleri içindir. Allah da
onların amellerini boşa çıkarmıştır.”

Hiçbir Müslüman, müşriklere uymanın, onların arasına girmenin, onların


hak üzere olduklarına şehadet etmenin, Tevhidin ve Tevhid ehlinin ortadan
kalkması için onlara yardım etmenin, türbeperestlere, zanilere ve lutilere
yardımcı olmanın Allah’ın gazaplandığı şeye uymak ve onun rızasına değer
vermemek olduğu konusunda şüpheye düşmez. Bunun korku sebebiyle
olduğunu iddia etseler bile bu böyledir. Çünkü Allah Subhanehu ve Teala
müşriklere duyulan korku sebebiyle riddet ehlini mazeretli saymamıştır. Aksine
onlardan korkmaktan nehyetmiştir. Bu hüküm nerede “Biz dinimiz üzere
olduğumuz sürece bize bir şey zarar vermez” diyen kimseler nerede?!
ON SEKİZİNCİ DELİL

“Münafıkları görmedin mi? Kitap ehlinden olan kafir kardeşlerine


“eğer çıkarılırsanız biz de sizinle beraber çıkarız, sizin hakkınızda kimseye
itaat etmeyiz, eğer sizinle savaşılırsa da size yardım ederiz” diyorlar. Allah
şahitlik eder ki onlar yalancılardır.” (Haşr 11)

Burada Allah Subhanehu ve Teala münafıklarla kafirler arasında kardeşlik


bağı kurmuştur. Ve münafıkların kafirlere gizlice “eğer çıkarılırsanız biz de
sizinle beraber çıkarız” yani Muhammed size üstün gelip de sizi yurdunuzdan
çıkarırsa “sizinle berbaer çıkarız ve sizin hakkınızda kimseye de itaat etmeyiz”
yani sizin hakkınızda konuşulan hiçbir söze itibar etmeyiz ve itaat göstermeyiz
“eğer sizinle savaşılırsa size yardım ederiz” yani Muhammed sizinle savaşırsa
size yardım ederiz ve sizinle beraber oluruz dediklerini haber vermiştir. Sonra
Allah Subhanehu ve Teala onların bu söylediklerinde yalancı oldukları haber
vermiştir. Eğer müşriklere, onlara katılma, onlara yardım etme, sürgün
edilirlerse onlarla beraber çıkma konusunda gizlice söz vermek -yalan olsa bile-
nifak ve küfür ise onlara açık olarak sadıkane söz veren, onların ayağına giden,
onlara itaat eden ve onlara itaat etmeye çağıran, onlara yardım eden, onları
destekleyen kimsenin durumu nasıl olur? Bununla beraber münafıklar bunları
ancak başlarına bir kötülük gelmesinden korktukları için yaptılar. Nitekim Allah
Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur:

“Kalplerinde hastalık bulunan kimselerin, onların arasında “başımıza


bir kötülük gelmesinden korkuyoruz” diyerek konuşup durduklarını
görürsün.” (Maide 52)

İşte mürtetlerden birçoğunun bu fitnedeki durumu budur. Bunların


birçoğunun ileri sürdğü mazeret, işte Allah Subhanehu ve Teala’nın kalplerinde
hastalık bulunan mazeret olarak kabul etmemiştir.

Allah Subhanehu ve Teala şöyle şöyle buyurmuştur:

“Ama umulur ki Allah, bir zafer veya katından bir emir getirir ve
onlar içlerinde gizledikleri şeye (nifaka) pişman olurlar. (O zaman) iman
edenler derler ki: “Sizinle beraber olduklarına dair var güçleriyle Allah’a
yemin ederler şunlar mı?” Bunların çabaları boşa çıkmıştır. Böylece ziyan
edenler olmuşlardır.” (Maide 52-53)

Sonra şöyle buyurmaktadır:

“Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, (bilin ki) Allah
onların yerine öyle bir topluluk getirir ki, Allah onları sever, onlar da
Allah’ı severler. Onlar Müminlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı
güçlü ve onurludurlar.” (Maide 54)

Burada Allah Subhanehu ve Teala mürtedlerin bulunduğu zamanda


mutlaka Allah’ın sevgisine mazhar olan, Allah’ı seven ve cihad eden kimselerin
de bulunacağını haber vermiştir. Allah Subhanehu ve Teala bu kimseleri;
tevazuyu, alçak gönüllülüğü ve yumuşaklığı türbelere tapanlara, zina ve livata
ehline, dik başlılığı ve sertliği de Tevhid ve ilhas ehline gösterenlerin tam
aksine, müminlere karşı mütevazi ve alçak gönüllü olmakla, kafirlere karşı ise
onurlu, kaba ve sert olmakla vasıflandırmıştır. Bu -korkuyu mazerete olarak
ileri sürse bile- müşriklere muvafakat edenlerin küfrüne delil olarak yeter. Sonra
Allah Subhanehu ve Teala “Onlar hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar”
buyurmuştur. İşte bu müşriklerden korkarak doğruluğu ve cihadı terk eden
kimsenin tam zıddıdır. Daha sonra Allah Subhanehu ve Teala “Allah yolunda
cihad ederler” buyurmaktadır. Yani O’nun Tevhidi uğruna sabrederek
Rablerinin Vehcini arzu ederek, Allah’ın sözü en yüce olsun diye cihad ederler.
Hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar. Yani dinleri konusunda
kendilerini kınayan ve kendilerine eziyet eden kimselere aldırmazlar. Aksine
dinleri üzere yollarına devam ederler. O’nun yolunda insanlardan hiç birinin
hoşnutsuzluğuna bakmadan cihad ederler. Onların düşünceleri ve arzı ettikleri
şeylerin en yücesi, efendilerinin ve ilahlarının rızasını elde etmek, O’nun
hoşnutsuzluğundan da kaçınmaktır.

Bu, düşüncesi ve arzu ettiği şeylerin en yücesi türbelere tapanların, zina ve


livata ehlinin rızası ve onlardan bir şeyler ümit etmek olan, onların rızasına ters
olan şeylerden kaçan kimselerin tam zıddınadır. Şüphesiz bu dalaletin ve
rüsvaylığın zirvesidir. Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyurmaktadır: “Bu
Allah’ın dilediğine verdiği lütufdur. Şüphesiz Allah Vasi’dir, Alim’dir.”
Bu büyük hayrın ve övülmüş hasletlerin, fitneler baş gösterdiği zaman
dinlerinde sebat eden iman ehline ait olduğunu bildirmiştir. Bu hayır olnların
çabalarıyla ve gayretleriyle elde edilmemiştir. Bu ancak Allah’ın dilediğine
verdiği lütufdur. Allah büyük lütuf sahibidir. Sonra şöyle buyurmuştur: “Sizin
dostunuz ancak Allah, O’nun Rasulü ve boyun eğerek namaz kılan, zekat veren
Mü’minlerdir.”

Allah Subhanehu ve Teala haber kipi kullanarak Allah’ı, Rasulü’nü ve


Mü’minleri dost edinmeyi emretmiş, dolaylı olarak da Allah’ın, Rasulü’nün ve
Mü’minlerin düşmanlarını dost edinmeyi yasaklamıştır. İki gruptan hangsinin
Allah’a, Rasulü’ne ve namazı ikame edip zekatı verenlere daha yakın olduğu
gizli değildir. Bunlardan başkasını dost edinenler, dostluğu olmaması gereken
yere sarf etmiş olurlar. Allah’ın, Rasulü’nün, namazı kılıp zekatı veren
Mü’minlerin dostluğunu, şirk ehlinin, putperestlerin ve türbeperestlerin
dostluğuna değiştirmiş olurlar. Sonra Allah Subhanehu ve Teala üstünlüğün
kendi hizbine ve onları dost edinenlere ait olduğunu şöyle haber vermiştir:

“Kim de Allah’ı, Rasulü’nü ve iman edenleri dost edinirse (bilin ki)


Allah’ın hizbi galip gelecek olanların ta kendisidir.” (Maide 56)
ON DOKUZUNCU DELİL

Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur:

“Allah’a ve ahiret gününe iman eden hiçbir topluluğun, babaları,


oğulları, kardeşleri yahut kendi aşiretleri olsalar bile, Allah’a ve
peygamberine düşman olan kimselere sevgi beslediğini göremezsin.”
(Mucadele 22)

Allah Subhanehu ve Teala Allah’a ve ahiret gününe inanan bir kimseyi,


çok yakını olsa bile Allah’a ve Rasulü’ne düşman olan kimselere sevgi
beslerken göremeyeceğini, bunun iman ile çeliştiğini ve imana zıt olduğunu
haber vermektedir. Bunun ve imanın bir araya gelmesi, suyun ve ateşin bir
araya gelmesi kadar imkansızıdır. Allah Subhanehu ve Teala yine başka bir
yerde şöyle buyurmaktadır:

“Ey iman edenler! Küfrü imana tercih ederlerse babalarınızı ve


kardeşlerinizi dost edinmeyin. Kim onları dost edinirse, işte onlar
zalimlerin ta kendileridir.” (Tevbe 23)

İşte bu iki ayette; mallar, babalar, evlatlar, eşler, aşiretler hakkındaki


korkunun ve buna benzer şeylerden dolayı insanların mazur görüldüğü
sebeplerin, hiç kimse için küfür konusunda uzlaşmaya mazeret teşkil
etmeyeceğine dair açık bir beyan vardır. O, hiç kimseye, onları sevme, onlardan
korkmaları sebebiyle onları dost edinme, onların rızasını önde tutma hususunda
ruhsat vermemiştir. Peki, kendisine uzak olan kafirleri dost ve arkadaş edinen,
yukarıda sayılanlar hakkında duyduğu korku ve sevgi sebebiyle dinleri
hususunda onlarla uzalşmaya varan kimselerin durumu nasıl olur? Bunu güzel
görmeleri ve helal saymaları da şaşılacak şeydir. Böylece riddet ile haramı helal
saymayı bir araya getirmişlerdir.
YİRMİNCİ DELİL

Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur:

“Ey İman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları


dost edinmeyin. Siz onlara sevgi gösteriyorsunuz. Halbuki onlar size gelen
hakkı inkar ettiler. Rabbiniz olan Allah’a inandınız diye Rasulü ve sizi
yurdunuzdan çıkarıyorlar. Eğer rızamı kazanmak üzere Benim yolumda
cihad etmek için çıktıysanız (böyle yapmayın). Onlara gizlice sevgi
besliyorsunuz. Oysa Ben sizin gizlediğinizi de, açığa vurduğunuzu da
bilirim. Sizden kim bunu yaparsa, mutlaka doğru yoldan sapmıştır.”
(Mumtehine 1)

Allah Subhanehu ve Teala akraba bile olsalar, Allah düşmanlarını dost


edinen kimsenin doğru yoldan saptığını yani Sırat-ı Mustakimden çıkıp dalalete
girdiğini haber vermektedir. Bu hüküm nerede, Sırat-ı Mustakim üzere
olduğunu ve doğru yoldan sapmadığını iddia eden kimse nerede?

Bu, Allah Subhanehu ve Teala’yı yalanlamaktır. Kim de Allah’ı yalanlarsa


kafirdir. Bu Allah’ın haram kıldığı yani kafirleri dost edinmeyli helal saymaktır.
Kim bir haramı helal sayarsa o da kafirdir.

Allah Subhanehu ve Teala sonra, akrabalık bağlarını ve evlatları mazeret


olarak ileri sürenlerin şüphelerini zikretmiştir:

“Yakınlarınız ve çocuklarınız size alsa fayda vermeyecektir. Kıyamet


günü Allah aranızı ayıracaktır. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görendir.”
(Mumtehine 3)
Allah Subhanehu ve Teala akrabalık bağlarını, evlatları, onlar için duyulan
korkuyu, onlardan ayrılınca çekilen zorluğu mazeret olarak ileri süren kimseyi
mazur görmemiştir. Aksine onların kıyamet gününde bir fayda vermeyeceğini,
Allah’ın azabından hiçbir şeyi savmayacağını bildirmektedir. Nitekim başka bir
ayette şöyle buyurmuştur:

“Sur’a üfürüldüğünde, o gün aralarında hiçbir nesep bağı kalmaz,


birbirlerini de arayıp sormazlar.” (Mumtehine 101)
YİRMİ BİRİNCİ DELİL

Ebu Davud ve diğerlerinin, Semura b. Cundeb’den naklettikleri hadistir.

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Kim müşrikle beraber olur, onunla oturursa, o da onun gibidir.” (Ebu


Davud 2787; Hakim Mustedrek c.2)

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem müşriklerle beraber olan yani onlarla


birlikte olan, onların arasına karşıan, onlarla oturan, kimselerin onlar gibi
olduğunu söylemiştir. Peki, onların dinine açık bir şekilde uyan, onları
barındıran, onlara yardım eden kimselerin durumu nasıl olur? Eğer derlerse ki:
“Korkuyoruz,” denir ki: “Yalan söylüyorsunuz.”

Evet, korku da mazeret değildir. Allah Subhanehu ve Teala şöyle


buyurmuştur:

“İnsanlardan öyleleri vardır ki, Allah’a iman ettik derler. Allah


yolunda eziyete uğradığı zaman ise insanların eziyetini Allah’ın azabıyla
bir tutar.” (Ankebut 10)

Allah Subhanehu ve Teala eziyet ve korku zamanında dininden dönenleri


mazeretli saymamıştır. Kendisine ne bir eziyet ne bir korku isabet eden, batıla
severek ve başına bir kötülüğün gelmesinden korkarak giden kimsenin durumu
nasıl olur? Bu konuda deliller çoktur. Bu zikrettiklerimiz Allah’ın hidayet
etmeyi dilediği kimse için yeterlidir.

Allah’ın kötülüğünü ve dalaletini dilediği kimseye gelince, o Allah


Subhanehu ve Teala’nın şu buyuruğundaki gibidir:

“Şüphesiz, haklarında Rabbinin sözü gerçekleşmiş olanlar, kendilerine


bütün mucizeler gelse bile, elem dolu azabı görünceye kadar inanmazlar.”
(Yunus 96-97)
Kerim ve Mennan olan Allah’tan, rahmetiyle bizi rezil etmeden ve fitneye
uğratmadan Müslümanlar olarak yaşatmasını, canımızı Müslümanlar olarak
almasını, bizi salihler arasına katmasını dileriz. O merhamet edenlerin en
merhametlisidir. Amin.

Risalenin sonu

Allah’a hamd olsun. Allah’ın salat ve selamı, Muhammed’in, onun alinin


ve ashabının üzerine olsun.

You might also like