Professional Documents
Culture Documents
Baskı Notları
Birinci Baskı, Çankırı Karatekin Üniversitesi Yayınları, 2013
İkinci Baskı, Mayıs 2016
OTORİTE KİTAP
LOTUS YAYIN GRUBU
Gelemiş Mahallesi Tömler Sokak No: 27 Kaş-Antalya
www.otoritekitap.com
İsmet SARIBAL
Çankırı, 2016
İÇİNDEKİLER
d
Giriş ....................................................................................................................................................................................7
General Colmar Baron Von der Goltz .......................................................................................................... 15
Millet-i Müselleha.................................................................................................................................................... 19
İfade-i Mütercim ...................................................................................................................................................... 21
Mukaddime-i Müellif............................................................................................................................................. 25
Birinci Kısım
Asr-ı Hazır Orduları ............................................................................................................................................... 31
Birinci Fasıl
Milel-i Hazıra Ordularının Vücudunu Haklı Gösteren Esbâb........................................................ 31
İkinci Fasıl
İdare-i Harp ve Tensikat-ı Askeriye Memleketin Ahvâl-i Umumiyesine Tabidir
Mevadd-ı Tarihiye .................................................................................................................................................. 36
Üçüncü Fasıl
Orduların Aksamı.................................................................................................................................................... 47
Dördüncü Fasıl
Ordunun Suret-i Taksimi.................................................................................................................................... 52
Beşinci Fasıl
Heyet-i Zabitan ......................................................................................................................................................... 67
İkinci Kısım
Birinci Fasıl
Orduların Usul-i Sevk ve Tahriki
Kumandanlık .............................................................................................................................................................75
İkinci Fasıl
Karargâh-ı Umumîler ve Ümerası ................................................................................................................. 97
Üçüncü Fasıl
İdare-i Evâmir ........................................................................................................................................................ 115
Üçüncü Kısım
Harpte Muvaffakiyet Şerâ’iti.......................................................................................................................... 143
Dördüncü Kısım
Hareket ve Muharebe ........................................................................................................................................ 155
Birinci Fasıl
Mülahazat-ı Umumiye ....................................................................................................................................... 155
İkinci Fasıl
Hareket ve Muharebede Zabt u Rabt-ı Askerînin Ehemmiyeti ................................................ 165
Üçüncü Fasıl
Orduların İçtimaı .................................................................................................................................................. 173
Dördüncü Fasıl
Sefer Planı ................................................................................................................................................................. 187
Beşinci Fasıl
İstihbarat ve İstikşafat Hizmeti.................................................................................................................... 201
Altıncı Fasıl
Yürüyüşler, Seyahatler ve Konaklara Yerleşmek.............................................................................. 217
Yedinci Fasıl
Taarruz ve Müdafaa............................................................................................................................................ 250
Sekizinci Fasıl
Askeri Dağıtmak, Cem‘ Etmek ve Manevra Yapmak ....................................................................... 269
Dokuzuncu Fasıl
Muharebe .................................................................................................................................................................. 297
Onuncu Fasıl
Meydan Muharebesi........................................................................................................................................... 320
Onbirinci Fasıl
Takip, Muzafferiyyetten İstifade, Ricat ................................................................................................... 349
On ikinci Fasıl
Harekât-ı harbiye ve Muharebe Esnasında Tedâbîr ve Tertibatın
Yek-diğerlerini Muntazaman Takip Etmesi Beynlerinde Bir İrtibat-ı
Mantıkî Mevcut Bulunması.Kanun-ı İcabât .......................................................................................... 362
On Üçüncü Fasıl
İta-yı Karar, Sebat, Mesuliyeti Der-uhde Ederek Hod Be-hod Hareket,
İstiklal, Hareket-i Keyfiye ................................................................................................................................ 368
On dördüncü Fasıl
Harekât-ı Harbiye ve Muharebe Üzerine İcra-yı Nüfuz ve Tesir Eden
Ahval-i Mahsusa.................................................................................................................................................... 381
On beşinci Fasıl
Kalelerin Nüfuz ve Tesiri ................................................................................................................................. 392
On Altıncı Fasıl
Karaya Asker Çıkarmak.................................................................................................................................... 408
Beşinci Kısım
Esna-yı Harpte Orduların İaşesi ve Neferat ve Zahiresinin Tedarik Ve İstikmali ......... 412
Altıncı kısım
Maksad-ı Harbin İstihsali ................................................................................................................................ 441
Yedinci Kısım
Hâtime ..........................................................................................................................................................................449
Dizin .............................................................................................................................................................................456
GİRİŞ
1 Carter V.Findley, Modern Türkiye Tarihi (İslam, Milliyetçilik ve Modernlik 1789-2007), Timaş
Yayınları, İstanbul, 2011, s. 154.
2 Mesut Uyar, Hayrullah Gök, “Modern Alman Ordusunun Temelini Teşkil Eden Prusya Askeri
Sisteminin Kuruluşu ve Olgunlaşması”, http://koltukgenerali.blogspot.com/2007.05.5.html, e. t. 21.
03.2013
3 Jacques Pirenne, Büyük Dünya Tarihi, C.3, Çev. Nihat Önol, Meydan Gazetesi Yayınları, İstan-
bul, 1972, s. 1359.
7
Von der GOLTZ
4 İlber Ortaylı, II. Abdülhamit Döneminde Osmanlı İmparatorluğu’nda Alman Nüfuzu, Ankara
Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara, 1981, s. 8.
5 Feroz Ahmad, Bir Kimlik Peşinde Türkiye, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2010, s. 53.
6 Ortaylı, aynı yer.
8
Millet-i Müselleha
Alman askerî yardım misyonunun daveti için ilk adım 1880 yılı mayıs
ayının başında II. Abdülhamit tarafından atıldı. II. Abdülhamit, eski bir
Fransız subayı olan askerî danışmanı Dreysee’ den Alman hükûmetine
askerî uzman talebinin iletilmesini istedi. Dreysee, Alman büyükelçisi Count
von Hatzfeld ile görüşerek II. Abdülhamit’ in isteğini iletti. İlk görüşmelerin
başlamasından iki yıl sonra Kahler Heyeti 11 Nisan 1882’de İstanbul’ a
geldi. Heyette Kurmay Albay Kaehler dışında Piyade Yüzbaşı Kamphövener,
Süvari Yüzbaşı Hobe, Topçu Yüzbaşı Ristow bulunuyordu. Osmanlı Devleti,
askerî okulların eğitim-öğretim faaliyetlerini denetlemek üzere bir uzman
gönderilmesini de istemiş; fakat bu talep reddedilmişti. Kaehler Heyeti’nin
gelmesinden sonra bu talep yenilendi. Bunun üzerine Alman Genelkurmayı
Binbaşı Von der Goltz’u bu göreve atadı. 18 Haziran 1883’te İstanbul’a gelen
Von der Goltz 25 Ağustos 1883’te Alman imparatoru tarafından kendisine
verilen yetkiyle görevine başladı7.
Von der Goltz, Avusturya ve Fransa’ya karşı yapılan savaşlarda üstün
şekilde hizmet etmiş bir subaydı. 1870-1871 Fransız-Alman Savaşı’nın
tarihini etkili ve tarafsız bir dille yazmıştı. Osmanlı ordusundaki görevine
başlamadan önce tamamladığı Das Volk in Waffen – Millet-i Müselleha- adlı
eseri birçok Avrupa diline çevrilmişti. Hatta Fransız ordusundaki her subayın
bu kitaptan edinmesi zorunlu hâle getirilmişti8. Goltz, XX. yüzyılın topyekûn
savaş doktrini olacağı tahmin edilen bu iki eseriyle adından söz ettiren askerî
bir teorisyendi ve Almanya için önemli bir değerdi9.
Askeri Okullar Müfettişi olarak göreve başlayan Goltz, öncelikle
kendisinden önce gelen reform heyetinin çalışmalarını inceleyerek heyetin
artı ve eksilerini tespit etti. Goltz gelene kadar Alman reform heyetinin
çalışmaları, başta Gazi Osman Paşa olmak üzere Osmanlı subayları tarafından
engellenmeye çalışılmıştı. Goltz’a göre ne Osmanlı ordusunu sil baştan
düzenlemek ne de reformları bir an önce hayata geçirmek mümkündü. Goltz,
Türklerin Batı medeniyetini anlayacak yaratılışta olduklarını, sıradan bir
Türk’ün bile korkusuzluk, disiplin, özgüven ve otoriteye saygı gibi hasletlere
sahip olduğunu ve bunların geleneksel hayat tarzından ve İslam inancından
7 Jehuda L. Wallach, Bir Askeri Yardımın Anatomisi, Çev. Fahri Çeliker, Genelkurmay Başkanlığı
Yayınları, Ankara, 1977, s. 25-45.
8 Von der Goltz’un biyografisi için günümüz harflerine aktardığımız metnin girişinde bulunan Ebüz-
ziya Tevfik’in değerlendirmelerine bakılabilir. Ayrıca Goltz Paşa’nın biyografisi hakkında bakınız;
İbrahim Ulus, “Colmar Freiherr Von der Goltz (Goltz Paşa)’un Biyografisi”, Askeri Tarih Bülteni, Yıl:
11, S. 21, Genelkurmay Basımevi, Ankara 1986, s.73-83.
9 Feroze Yasemee, “Colmar Freiherr von der Goltz and the Rebirth of the Ottoman Empire”,
Diplomacy and Statecraft, 9:(2), 91-92.
9
Von der GOLTZ
10 Kemal Karpat, İslam’ın Siyasallaşması, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2010, s.
354
11 Süleyman Kocabaş, Pancermenizmin Şarka Doğru Politikası Tarihte Türkler ve Almanlar, Vatan
Yayınları, İstanbul, 1988, s. 55.
12 Philip P.Graves, İngilizler ve Türkler, Çev. Yılmaz Tezkan, 21.Yüzyıl Yayınları, İstanbul, 1999, s.
41.
13 Ortaylı, a.g.e, s. 64.
14 Hayrullah Gök, Arşiv Belgelerinin Işığında Kara Harp Okulu Tarihi (1834-1883) , Hacettepe
Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Ankara, 2005,
s. 157-158.
15 Kazım Karabekir, Türkiye’de ve Türk Ordusunda Almanlar, Yay. Haz. Orhan Hülagü-Ömer Hakan
Özalp, Emre Yayınları, İstanbul, 2001, s. 205-235.
10
Millet-i Müselleha
Von der Goltz, II. Meşrutiyet’in ilanından sonra danışman sıfatıyla ikinci
kez Osmanlı ordusunda göreve getirildi. Goltz, 1909’un ekim ayı ortalarından
1910’un ocak ortalarına kadar Türkiye’de kaldığı üç ay içinde kapsamlı bir
program uyguladı: Kasım başlarında büyük bir tümen manevrası; Selanik,
Manastır, Serez ve Üsküp’te garnizon tatbikatı; birçok küçük tatbikat ve
atışlar; ocak ayı ortalarında İstanbul’da kapanış manevrası18. Trablusgarp
Savaşı ve Balkan Savaşı sürecinde -her ne kadar ordu ile irtibatını
kesmediyse de- İstanbul’a gelmedi. Goltz, son olarak I.Dünya Savaşı devam
ederken ilerlemiş yaşına rağmen tekrar göreve çağırıldı. Irak’taki 6. Ordu
Komutanlığı vazifesini sürdürürken tifüs hastalığına yakalandı ve 19 Nisan
1916’da Bağdat’ ta hayatını kaybetti19.
Von der Goltz, özü Sanayi Devrimi tarafından şekillenen Prusya askerî
sisteminin bir temsilcisiydi. Temel olarak Clausewitz’in görüşlerinin takipçisi
ve savunucusuydu. Goltz, muharebe sahasında yetişmiş uygulamaya dönük
16 İlhan Tekeli-Selim İlkin, Osmanlı İmparatorluğu’nda Eğitim ve Bilgi Üretim Sisteminin Oluşumu
ve Dönüşümü, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1999, s. 81.
17 Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, Yay. Haz. Ahmet Kuyaş, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul,
2010, s. 346.
18 Wallach, a.g.e., s. 89-92.
19 Karabekir, a.g.e., s. 203-214.
11
Von der GOLTZ
20 Oral Sander, Siyasi Tarih: İlkçağlardan 1918’e, İmge Yayınları, Ankara, 2009, s. 168-169.
21 Ayşe Gül Altınay-Tanıl Bora, “Ordu, Militarizm ve Milliyetçilik” , Modern Türkiye’de Siyasi Düşün-
ce: Milliyetçilik, C.4, İletişim Yayınları, İstanbul, 2008, s. 140.
12
Millet-i Müselleha
22 Hasan Ünder, “30’ların Ders Kitaplarından ve Kemalizm’in Kaynaklarından Biri: Millet-i Müselle-
ha ve Medeni Bilgiler”, Tarih ve Toplum, Aralık 1999, S. 192, s. 46-56.
23 The Nation in Arms için bakınız; http://archive.org/details/nationinarms00ashwgoog, e.t. 21. 03.
2013.
13
14
General Colmar Baron Von der Goltz
15
Von der GOLTZ
16
Millet-i Müselleha
Colmar Baron Von der Goltz, Şarkî Prusya’da kâin Labiau civarında
Bilkenfeld nam mahalde 1843 senesi Ağustosunun 12’sinde tevellüt ederek,
1855 senesinde 13 yaşında olduğu hâlde mekteb-i harbiyeye duhul etmiş
ve 1861’de mülazım-ı sânîlik rütbesiyle Prusya Ordusu’nda 41’inci alaya
memur olmuştur.
Yüzbaşı Von Der Goltz bu ordu ile beraber 1870 Ağustosunda vuku
bulan muharebelerin cümlesinde ve Metz Kalesi’nin muhasarasında ve
Orleans ile Le Mans Muharebeleri’nde hazır bulunduğundan, muharebat-ı
mezkûreyi mu’ahharen “Metz Kalesi’nin Sukutuna Kadar İkinci Ordunun
Harekât-ı Harbiyesi” ve “Le Mans’da Geçirilen 7 Gün” ve “İkinci Ordunun Loire
Havzasındaki Harekât-ı Harbiyesi” ve “Lion Gambetta ile Orduları” ünvanıyla
tahrir ve neşretmiş olduğu eserlerinde gayet mufassal ve vazıh bir surette
hikaye ve tasvir eylemiştir.
17
Von der GOLTZ
18
Millet-i Müselleha
Millet-i Müselleha
Ekseriya münasip bir ünvan bulmak bir kitap yazmak kadar müşküldür.
Bu telifin muhteviyatı ne tabiyedir, ne sevkülceyştir ne de harbe dair kavait
ve zavâbıttır. Hâlbuki telif hitam bularak, pîş-i nazarda durduğu hâlde dahi
buna verilecek ünvanda mütereddit idim. Bu kitap öyle bir isimle müsemma
olmalıdır ki hem muhteviyatı nâtık olsun hem de maksadın haricinde fazla
bir fikre şumülü bulunmasın.
1 Bu nutku irat eden müteveffa İmparator Birinci Frederick William ise de o tarihte biraderi
Dördüncü Frederick’e niyabet etmekte idi. Zira kendisi 1861 senesi Teşrinievvelinin 18’inde
kâ‘id-i taht-ı hükümdarî olmuştur.
19
Von der GOLTZ
Millet-i müselleha
Müellifi
_____________________________________________________
Mütercimi
Def‘a-i sâniye
Konstantiniyye
1305
Matbaa-i Ebüzziya
20
Millet-i Müselleha
İfade-i Mütercim
Aslı olan Almancasının iki sene zarfında üç defa ve Fransız lisanına dahi
iki defa tercüme edilmiş olması ve bâ-husus “Revue Des Duex Mondes” nam
mecmua-i meşhurenin bu babda yazmış olduğu bir makale-i takriziyede
“Harbiye nazırı eğer vatanına gerçekten büyük bir hizmet ifa etmek isterse
bu kitaptan her zabite birer nüsha ita etmelidir.” cümlesini irat etmesi eserin
derece-i ehemmiyetini ispata kâfidir sanırız.
Zann-ı âcizanemizce askerlik hakkında bir fikir hâsıl etmek isteyen bir
adam birçok âsâr-ı askeriye tetebbü‘ne mecbur olduğu hâlde bu eseri baştan
21
Von der GOLTZ
22
Millet-i Müselleha
23
24
Mukaddime-i Müellif
Clausewitz’den sonra harbe dair yazı yazmaya kıyam eden bir askerî
muharriri Goethe’den sonra “Faust” ve Shakespeare’den sonra “Hamlet”
tahririne yeltenen bir şaire benzemek muhatarasında bulunur. Zira harbe dair
şayan-ı ehemmiyet her ne söylemek mümkün ise o koca askerî muharririn
muhallefat-ı kalemiyesinde bulunmamak kâbil değildir. Clausewitz, harbe
müteallik yazmış olduğu eseri kendisi nâ-tamam ve gayr-i mükemmel
addetmiş ise de müşârun-ileyhin imasını kendisinin dahi sair erbâb-ı ilm ve
faziletin hâline tabi olarak vücuda getirdiği eserin ma‘rız-ı müfekkiresinde
daima muallak bulunmuş olan hayalden pek aşağı kalmış olduğu itikadında
bulunmuş olmasına hamletmelidir. Binaenaleyh müşârun-ileyhin hayaline
muttali olmadığımız cihetle vücuda getirdiği eserin hakikaten nadirü’l-
emsal bir eser-i mükemmel olduğunu kabul etmek bizim için zaruriyât-ı
umurdandır.
Bunun için ben dahi fenn-i harbe dair yeni ve kavaid-i umumiyeye
müteallik başka bir şeyi yazmaktan sarf-ı nazar ederek nazar-ı dikkatimi
asrımız usul-i harbine hasr ile iktifa eyledim; bu kitap yalnız asr-ı hazır için
yazılmıştır.
Kavaid-i esasiye-i fenn-i harp her ne kadar ebedî ve daimî ise de kavaid-i
mezkûrenin meşgul olduğu ve her vakit nazar-ı dikkat ve ehemmiyete almaya
mecbur bulunduğu hâlât ve vukuat bir tebeddül ve teceddüd-i daimîye
tabidir. Harp, münasebat-ı beyne’l-milelin bir fiili bulunduğu cihetle ahval-i
milel ne türlü tebeddülata düçar olsa harbin dahi suret-i zâhiresi aynıyla o
tebeddülat ile müteessir olmaktan asla kurtulamaz. Ticarete turuk-ı cedide
feth ve küşat eden şimendifer ve telgraflar, harbe dahi o vakte kadar mesdûd
tuttuğu birtakım yollar açmış ve sanayiye daha mükemmel makineler
tehiyye eden fünûn, efrad-ı askeriyenin eline de tesiri pederlerinin rüyasına
bile girmemiş esliha-i cedide vermiştir. Binâberîn kavaid-i fenn-i harbin
suret-i tatbik ve istimali mütemadiyen tebeddül üzere olup her asrın, her
zamanın kendisine mahsus bir usul-i harbi var idi, dense becâdır.
1870 senesinde bizi muzafferiyet ve muvaffakiyete isal eden usul-i
harp bile bugün, yani on sene sonra bilâ tadil istikbal için nümune ittihaz
25
Von der GOLTZ
26
Millet-i Müselleha
27
Von der GOLTZ
Bir insan vasıl-ı sinn-i kemâl ve en ziyade faal bulunduğu zaman istikbal
için bir sa‘y-ı nâ-mahdut sarf etmemelidir. Zira vücuda getirdiği eserin
asırlardan ziyade devamını arzu edecek olur ise eser-i mezkûrun asr-ı hazır
için olan derece-i ehemmiyetini tenkis ve izale etmek tehlikesinde bulunur.
Bundan başka bir de dârü’l-harp, Vasatî Avrupa’nın her tarafı mezru olan
bir kıt‘a-i arazi farz olunacaktır. Asya çöllerinde veya Afrika’nın hatt-ı istivâ
semtlerinde edilecek bir muharebe ile Almanya, Fransa, İtalya vesairede
edilen muharebat beyninde fark-ı küllî vardır.
28
Millet-i Müselleha
“İnsan mümkün olduğu kadar bir fikr-i âlî sahibi gibi düşünüp fakat
herkesin söylediği gibi söylemelidir kaidesini Almanya muharrirleri zihinlerine
yerleştirseler pek iyi olur.” Bu ihtar askerî muharrirleri hakkında dahi
yazılmıştır.
29
30
Birinci Kısım
Asr-ı Hazır Orduları
Birinci Fasıl
Milel-i Hazıra Ordularının Vücudunu Haklı Gösteren Esbâb
31
Von der GOLTZ
başka her devletinkinden daha kavî ve daha cesim bir kuvve-i bahriyeye
mâliktir. Mamafih mevkiinin kâffe-i fevâ’idiyle beraber yine saika-i zamana
tebaiyetle kuvve-i berriyesinin tezyit ve tensikine mecbur olacak veyahut
karada olan nüfuz ve kuvvetinin dereke dereke zeval ve inkırazını görecektir.
Asr-ı hazırda servet-i milliyeye mâlik milletlerin icabı hâlinde bütün
kuvvetlerini bilâ perva istimal edebilmek için tedarikât-ı harbiyelerini
gittikçe tezyit etmeleri bir emr-i tabiîdir. Kabineler muharebatı zamanı
geçti. Re’s-i kârda bulunan bir zatın veyahut memlekete hâkim bir fırkanın
bitap kalması artık kâfi olmayıp yek-diğerleriyle mübâreze eden milletlerin
kuvvetinden sakıt olmasına ve harpte devamda bî-iktidar kalmasına ihtiyaç
vardır.
Fransız milleti el-ân 1870 Muharebesi’ni tecviz etmemiş olduğunu iddia
ediyor. Lâkin harb-ı mezkûru ilan eden imparatorluk mevki-i iktidardan
sukut eder etmez harpte derece-i nihayeye kadar devama kıyam eden
yine bu millet idi! 1870 senesi Temmuzunda alelacele edilen ilan-ı harp
aleyhinde en şiddetli itirazı irat eden zat, eylülde ser-kâra geçip harbin en
şedit mürevviçlerinden olmak üzere orduları taht-ı idaresine aldı. Harp
bugünkü günde büsbütün milletlerin bir fiil-i lazımı hâline gelmiştir. Hatta
teşebbüsat-ı harbiyeden kalben müteneffir olanlar bile vatan muzaffer veya
mağlup olduğu zaman harbe hasr-ı nefs etmek vazifesini hisseder. Böyle
bir hissi ahlak-ı haseneden addetmeyen hiçbir kimse tasavvur olunamaz.
Müsademe-i menâfi‘, harbi intaç eder ise de böyle bir harpte ne raddeye kadar
devam edileceğini ancak milletlerin ağraz-ı nefsaniyesi tayin edebilir. Harp
makâsıd-ı siyasiyeyi istihsal zımnında politikaya hâdim olup fakat derece-i
sâniyede bazı makâsıdın ele geçirilmesi için düşmanı tamamen kuvvet ve
iktidardan ıskat etmek neticesini istihsale kadar ileriye gider. Binaenaleyh
netice-i mezkûrenin emel-i istihsali düşmanı kuvvetten ıskat zımnında
kâffe-i kuva-yı maddiye ve maneviyenin sarfını müstelzem olduğu cihetle
esna-yı harpte layıkıyla istimal olunabilecek bir hâle getirmek için kuva-yı
harbiyeyi hengâm-ı sulh ve asayişte tertip ve tensik ezher cihet muvafık-ı
hikmet ve maslahattır.
Bir millet hissiyat-ı insaniyete tebaiyetle işin nihayetine kadar gitmek
istemeyip de evvelden kendisine tayin eylediği hudut dâhilinde kalmak istese
bilahare harbe devama icbar edildiğini görür. Hiçbir düşman böyle bir hudut
ile harekât-ı hasmanesine set çekildiğini kabul etmez. Bilakis tarafeynden
biri diğerinin bi’l-ihtiyar harpten çekildiğini görse derhal her türlü kuvvetini
toplayarak düşmanına tefevvuk ve galebeye müsâra‘at eylemesi şüpheden
berîdir.
32
Millet-i Müselleha
33
Von der GOLTZ
34
Millet-i Müselleha
2 Fusile ã repãtion denilen mükerrer ateşli tüfekler ise bu farkı bir kat daha artırmıştır.
(Li’t-tâbi‘)
35
İkinci Fasıl
İdare-i Harp ve Tensikat-ı Askeriye Memleketin Ahvâl-i
Umumiyesine Tabidir
Mevadd-ı Tarihiye
36
Millet-i Müselleha
37
Von der GOLTZ
38
Millet-i Müselleha
39
Von der GOLTZ
40
Millet-i Müselleha
“Biz kavaid-i fenn-i harbi ahlak-ı askeriyeden daha ziyade takdir etmeye
başladık. Bu ise kâffe-i ezminede milel ve akvamın inhizamını mucip olmuştur.”
41
Von der GOLTZ
42
Millet-i Müselleha
ederek kuradan daha ziyade muhassenatı şamil olan bir usul ihdas eyledi.
Usul-i mezkûrenin ihdasına sebebiyet veren fikr-i aslî hizmet-i askeriyeyi
umum ahali miyânında bir suret-i mütesaviye ve adilânede taksim etmek
idi. Hizmet-i askeriyenin tamimi umum efrad-ı milletin istimal-i eslihaya
alışmasına ve hizmet-i askeriyede esaslı bir terbiye almasına bais oldu.
Napolyon zamanında meçhul bulunan şimendiferler kuva-yı harbiyenin
fevkalade bir süratle içtimaını teshil etti. Eski zaman muharebelerinde bi’l-
mecburiye vukua gelmekte olan mukaddemat harbi bertaraf edip buna
mukabil hâl-i hazarîde tedarikat-ı lazime icrasını ve ordunun hâl-i hazarîden
hâl-i seferberîye serian geçebilmesi hususunu en mühim bir mesele hükmüne
koymuştur. Bugünkü esliha-i nâriyenin tesiri Napolyon devrinin muharebe
kollarını itibardan ıskat etmiş ise de bu kolların sürat-ı hareketi her nev‘
arazide hareket ile ülfet eden avcı hatlarına intikal eylemiştir. Ondan başka
esliha-i cedide kendilerinden evvelkinden pek ziyade işler talep edilmekte
olan avcıların mükemmel talim görmesini ve istimal-i eslihada kesb-i
maharet etmesini istilzam ediyor.
İşte umum ahali içinde ordular teşkil ve hâl-i hazarîde onları harp için
terbiye ve tehiyye ve zeka ve servet ve ticaretin arz eylediği kâffe-i esbâb
ile teçhiz ve hâl-i hazarîden bir müddet-i kalîle zarfında hâl-i seferberîye
geçmesini teshil eden bir nev‘ teşkilat itası için tuttuğumuz tarik ve meslek
budur.
Asr-ı hazır fenn-i harbinin zuhurâtı bu misillü orduların bekası ve onları
bilâ istisna makâsıd-ı harbiyede istimal esası üzerine müesses bulunuyor.
Tensikat-ı askeriye ondan daha az tabi değildir, tensikat-ı mezkûre
milletin ahval-i umumiyesiyle şiddetli bir rabıta ile merbut bulunur.
Evvelki zamanların parlak bir muharriri ve Scharnhorst’un dost ve
muavini bulunan Hannoverli Frederick Von Decken muhtelif milletlerin
barınmak hususunda tuttukları usulü bu babda mikyas addeylemiştir.
İhtiyarların, kadınlarla çocukların muharebeden istisna edilmeyerek
muharebeye iştirak etmeleri ancak bir mesken-i sabite mâlik olmayan
aşiretlerde görülür. Çünkü onların maişetleri cengaverânedir. Ondan başka
zayıf ve müdafaaya gayr-i muktedir olanları saklamak için bir melce’e mâlik
olmadıklarından ve bir hezimet vukuunda cümlesinin ta‘m-ı şemşîr-i intikam
olması mukarrer bulunduğundan hiçbir kimse kendisini vazife-i müdafaadan
müstağnî tutamaz.
43
Von der GOLTZ
Bir kavim bir mahalde yerleşti ve intizam-ı dâhilîsini temin etti mi,
o zaman ekseriya bekasını veya maişetini temin zımnında komşularıyla
mütemadiyen harp üzere bulunacak bir devir geçirir. İşte bu devir esnasında
silah taşımaya muktedir olan efrad-ı kavmin cümlesi gönüllü olarak
muharebeye gider. Erkek ve muharip kelimelerinin manası birdir. Her
kavmin kahramanlığı zamanı işbu tevessüü devrine tesadüf eder.
Milletin haricen emniyeti husule geldikten sonra hiref ve sanayi pek
çabuk terakkî ederek mal ve mülk muharebe hevesinden daha ziyade kesb-i
ehemmiyet etmeye başlar. “İstirahat ve sefahata muhabbet bir illet-i sâriye
misillü pek çabuk tevessü eder.”Müdafaa-i memleket vazifesi nüfusun bir
kısmına havale olunmakla buna mukabil kısm-ı mezkûru bazı imtiyazat-ı
mahsusaya ve şeref ve şana mazhar olur. Millet bir taraftan kesb-i zaaf
etmekte olduğunu ve diğer taraftan vücut ve bekasının kıymetini hissetmeye
başladığı zaman esliha-i mevcudenin ıslahına müsâra‘at olunur. İşte Milis
Orduları ve erbâb-ı zeametin cem‘ ettikleri asâkirden mürekkep fırkalar
devri bu zamana müsadiftir.
Teşkilat-ı askeriyede terakkî olundukça daimî ordu teşkil mecburiyeti
münasebat-ı hariciyeden neşet etmiştir. İmparator Augustus Roma hududunu
daimî surette muhafaza fikrini terviç ettiği günden itibaren Roma Ordusu
milis hâlinden çıkarak daimî bir ordu hâline girmiştir. Bu kabilden olan yeni
ordular zeamet usulünün harabezârı üzerinde teşekkül eden hükûmât-ı
müstakilenin kuvvet ve iktidarı sayesinde vücuda gelmiştir.
Daimî ordunun tensikatı, nev‘-i teşekkülüne nazaran suver-i muhtelife
üzere bulunabilir. Von Decken “En mükemmel daimî ordu bir kısmı ücretli
efrattan ve kısm-ı diğeri memleketten alınan neferattan mürekkep olan
ordudur.” demiş idi.
Müşârun-ileyh kitabını 1800 senesinde Hannover’de neşrettigi cihetle
o tarihte böyle bir fikirde bulunmak kâbil idi. Kendisi kitabını yazar iken o
zamanda tensikat-ı askeriyenin yegâne numunesi addolunan Prusya’nın
eski nahiye usulü gözlerinin önünde bulunuyor idi. Vakıa tensikat-ı mezkûre
mahirâne tertip edilmiş bir şey idi. Kendisi tensikatın ahval-i hükûmet ile
rabıtasına bir misal-i alenî olduğu cihetle ona dair burada birkaç söz daha
söylemek isterim :
Prusya Hükûmeti Almanya’da Habsburgların4 pîş-i azametinde
istiklalini muhafaza etmek için mutlaka büyük bir ordu müheyya tutmak
44
Millet-i Müselleha
mecburiyetinde bulunur idi. Lâkin fakir ve hiref ve sanayii o vakit kalîl olan bu
memleket öyle bir ordu teşkiline kıyam etse pek çok efrada işten el çektirilmiş
ve bunun neticesi memleketin zaaf-ı umumîsini müntec olmuş olur idi. Bu
mülahaza orduyu kısmen ücretli efrattan ve kısmen memleket ahalisinden
mürekkep olarak teşkil fikrini tevlit eyledi. Ordunun esası dünyanın birçok
memleketlerinde toplanmış olan ücretli efrattan teşekkül eylemekle bunlar
ölünceye kadar hizmet-i askeriyede kalıp bir arada yaşayarak daimî orduyu
teşkil ederler idi. Efrad-ı merkûme müddet-i medîde hizmet-i askeriye ile
meşgul bulunduklarından yeni gelen acemi efradın talimi emrinde pek
iyi muallimler idi. “Beyaz” grenadierler fevkalade bir itibara mazhar idi.
Hizmet-i askeriyede devam edemeyecek kadar ihtiyar ve alîl olduktan sonra
mezuniyet-i mahsusa üzerine memleketin her tarafına hicretle oralarda
ikamet ederek nüfusun tezâyüdünü mucip oldukları gibi hizmet-i askeriyede
bulundukları esnada bile ekseriya hariçte bir hizmet veya sanat ile meşgul
olurlar idi.
45
Von der GOLTZ
46
Üçüncü Fasıl
Orduların Aksamı
47
Von der GOLTZ
48
Millet-i Müselleha
49
Von der GOLTZ
50
Millet-i Müselleha
ettirmek üzere orduya oldukça müssin olan veyahut hâl-i hazarda asla
silahaltında bulunmayan efradı celp ile onlardan istifade etmek mümkündür.
Sefere azimet eden ordu için icap eden efrad-ı cedidenin talimine ve
vakit ve zamanında zayiatın yerini doldurmak üzere orduya izamına memur
bulunan “asâkir-i ihtiyata” bu hâlden büsbütün müstesna addolunur. İşbu
ordu hizmetinin derecesi 1870 senesi harbinde görülmüştür. Almanya
Ordusu’nda vuku bulan her nev‘ zayiatın yerini doldurmak için mezkûr
orduya mu’ahharen 2.000 zabit ve 220.000 nefer gönderilmiş ve 1871
martı nihayetine doğru bu miktar asâkir daha memlekette talim ile meşgul
bulunmuş idi. Ahval-i istisnaiyede asâkir-i merkûme dahi makâsıd-ı sairede
istihdam olunabilir. Mesela, talim için ifa ettikleri hizmet kılâ‘ vesaire
muhafazası hizmetiyle mezc edilebilir. Lâkin vazife haricinde olan bu
hizmet mahzurdan sâlim olmayıp seferde bulunan orduya vaktinde asker
yetiştirmek hususunun zayi olması muhatarasını tevlit edebilir.
51
Dördüncü Fasıl
52
Millet-i Müselleha
Ordu
53
Von der GOLTZ
54
Millet-i Müselleha
muazzama ile iştigal edecek bir zatın hususat-ı cüz’iye ile iştigali caiz olamaz
, zira bir iş ile meşgul olduğu sırada diğer iş köşe-i nisyânda kalır ve bundan
birtakım mazarratlar tevellüt eder.
Bidayet-i harpte Almanya’nın İkinci Ordusu yedi kolordudan mürekkep
bulunduğu cihetle ordunun başkumandanı makinanın cesametinden dolayı
sevk ve idaresinde bazı müşkülat hisseyledi.
Müşârun-ileyh ağustosun sekizinci günü ordunun cenahlarından birine
doğru gidip de diğeri nazar ve nüfuzundan ba‘îd kaldığı zaman bu keyfiyetin
farkına vardı. Vakıa Metz Kalesi önünde bir başkumandanın zîr-i idaresinde
olmak üzere sekiz kolordu içtima etmiş idi. Fakat burada askerin tûl-ı müddet
kalmaklığı muhakkak olmasından içtima-ı mebhûs-ı anhda bir mahzar yok
idi.
Pişdar, kısm-ı küllî, dümdar ve meymene ve meysereler için aksam-ı
mahsusaya mâlik bulunmak keyfiyeti bugünkü gün o kadar haiz-i ehemmiyet
değildir. Kolordular ekseriya her biri müstakil bir ordu gibi ve her birinin
kendisinden pişdarı olmak üzere ayrı yollardan hareket eder. Bütün bir
kolordunun birden pişdar veya dümdarlık hizmetine memur edilmesi
nadiren vukua gelir bir keyfiyettir.
1870 senesinde Almanya’nın ikinci derecesinde görüldüğü gibi büyük
orduların birkaç kademe üzere yürüyüş icra etmeleri arasıra vaki olarak
sene-i mezkûre ağustosunun 18’inci günü olduğu gibi dahi muharebe
esnasında bütün kolordular ihtiyat olarak hatt-ı harbin gerisinde kalabilir.
Lâkin harekât-ı cesime-i askeriye esnasında böyle bir tefrik ekseriya bî-fayda
ve lüzumdur.
Binaenaleyh işbu meseleyi hal için ordunun sevk ve idaresi ve erzak
ve cephaneyi bir mahalden yetiştirmek hususunda görülecek müşkülat bir
mikyas-ı muteber addolunmalıdır. Muharebat-ı ahîrede görülen tecrübeler
nazar-ı dikkat ve itibara alınır ise bir orduyu teşkil zımnında ekalli üç ve
azami altı kolordu kâfi bulunduğu neticesi meydana çıkar.
1870 senesinde Almanya’nın Üçüncü Ordusu’nda görüldüğü gibi
altı kol ordunun sevk ve idaresi o kadar müşkül değildir. Bir orduyu teşkil
zımnında lâ-ekall üç kolordu olmalıdır demiş idik. İki kolordudan mürekkep
bulunan ordunun bir kolordusu mutlaka birtakım aksama ifraz edilmiş ve
hutût-ı muvasalat ve muhaberesi münkesir bulunmuş olur. Nitekim 1870
senesi Kanunıevvelinde ve 1871 senesi Kanunısanisinde Birinci Ordu’da
55
Von der GOLTZ
Kolordu
Kolorduların teşkili zımnında hemen ale’l-umum 30.000 kişilik bir
kuvvet kâfi addolunmuştur. Her ne kadar kolordu kuvveti mürur-ı zaman
ile ve hemen tesadüfi olarak tayin edilmiş ise de kuvveti şerâ’it-i tabiîye-i
maslahata tamamıyla muvafıktır.
1795 senesinde Prusya’da ordunun kolordulara taksimi tecrübe
olunduğu hâlde mevki-i fiile konmamış idi. Fakat Fransa’nın düvel-i müttefika
ile olan birinci harbi esnasında bu keyfiyet Fransızlar tarafından mevki-i
icraya konulmuş ve bugünkü kolordular kuvvetinde olmak üzere müteaddit
müstakil ordular teşkil edilmiştir.
1792 senesinde Fransızlar 35.000 kişi kuvvetinde bir şimal, 28.000
nefer kuvvetinde bir merkez ve 17.400 nefer kuvvetinde bir Rhin Ordusu’na
mâlik idiler. Mu’ahharen buna bir de Samhre, Ardennes, Moselle Ordusu
munzam oldu. Mezkûr orduların başında bir başkumandan mevcut olmayıp
umumî kumanda hükûmetin elinde bulunuyor idi. Umumî kumanda birinci
konsülün ve mu’ahharen imparatorun eline geçtiği zaman bu ordular
itibarca birer derece tenezzül ederek kolordu namını aldılar ki bu tertip
Napolyon’un asâkir-i külliye ile ettiği muharebata pek muvafık idi. Mamafih
1805 senesine kadar Fransa’da general veya mareşallerin kumandasında
bulunan kolordulara pek çok defalar ordu namı verilmiş idi.
O vakitten beri umum ordunun kolordulara taksimi keyfiyeti hukûk-ı
mülkiyeden addolundu. Napolyon uzunca ve kendi fikrine muvafık bir
sulha mazhar ola idi , taksimat-ı mezkûreyi sulh zamanında dahi ibkâ eyler
56
Millet-i Müselleha
idi. Fakat böyle bir şeye mazhar olmadığı cihetle müşârun-ileyh her harp
zuhurunda umum orduyu kolordulara taksim ve istihsalini emel eylediği
makâsıda göre tertip ve terkip eder idi.
Prusya Hükûmeti istiklal muharebelerinde hâsıl ettiği tecrübeler
üzerine umum ordunun kolordulara taksimi usulünü vakt-i hazar için dahi
muteber tutarak birtakım tensikat-ı cedide ile mezkûr kolorduların kuvveti
şimdiki raddeye iblağ olundu.
Bugünkü usul üzere mücehhez ve sunûf-ı selâseden mürekkep bulunan
30.000 kişilik bir ordu bir cadde üzerinde yürüyüş icrasına muktedir olduğu
gibi, yine o hînde yürüyüş kolunun baş tarafına doğru hatt-ı harp açmaya
muvaffak olabilir. Piyadeler bir sırada dört ve süvariler üç nefer olarak hareket
ederek arabalar ile toplar birer hareket eder. Bu mikyas keyfi olmayıp bittabi
cadde ve yolların hâlinden neşet etmektedir. Araba müruruna müsait olan
yolların cümlesinde piyadeden dört veya süvariden üç nefer bir sırada olarak
hareket edebilir. Sunî ve daha vasi caddelerde kolların daha geniş olarak
yürümesi ve birkaç araba veya topun bir sırada hareket etmesi mümkün
olduğu der-kâr ise de yürüyüş esnasında yolun daraldığı bir mahalle
muvasalat olunduğu zaman sıraların arzını tekrar tenkis etmek ve bu tenkis
esnasında edilecek tevakkuf ile vukua gelecek izâ‘a-i vakt sebebiyle geniş
sıra ile edilen hareketle istihsal olunan menâfi‘i bittabi zayi eylemek lazım
geleceğinden, en iyisi kolun arzını yürüyüşe mübaşeret olunduğu mahalden
itibaren her yerden suhuletle geçilebilecek vechle tertip etmektir. Avrupa’nın
şebîke-i turuku ne zaman tebdil-i şekil ve hâl edecek olur ise kolların arzını
dahi tevsi etmek ancak o zaman mümkün olabilecektir. Lâkin terakkiyat-ı
medeniye ile beraber arazinin fiyat ve kıymeti dahi artmakta bulunduğu
cihetle yolların tevessüünü asla ümit etmemelidir. Ondan başka kolun arzını
tezyit etmeye bir sebep daha mâni olur. Mevsim-i sayfta hareket olunduğu
zaman sıraların arzı ziyade olacak olur ise sıraların vasatında hareket eden
efrad-ı askeriye toz ve sıcaktan fevka’l-gaye müteessir olurlar. Kolun ziyade
tevessüüne müsait olan ve yolun hâricinde bulunan arazi üzerinde az bir
mesafede pek rahat hareket olunur ise de böyle bir arazide hendek, çit,
buğday tarlaları vesaire bulunacağından efrad-ı askeriye pek çabuk yorulur.
İşte ahval-i mezkûreye binaen şimdiki yürüyüş usulü daha çok
zaman meri kalacak ve bu vechle gayet ağır olarak ileriye hareket eden
bir kolordunun yürüyüş kolunun nihayet kıt‘aları kol başından yirmi dört
kilometre, yani bir günlük mesafede bulunacaktır. Kolbaşı tarafında bir
muharebe zuhur edecek olur ise o hâlde kolun en gerisinden giden kıt‘alar
57
Von der GOLTZ
ahval-i adiyede muharebe meydanına vasıl olmazdan evvel bir hizmet daha
edasına mecbur bulunurlar. Bunların gerisinde yürüyenler var ise muharebe
meydanına vasıl oldukları zaman iş görülmüş bitmiş olur veyahut onlar iş
göremeyecek kadar yorgun bulunur. Mevsim-i sayfta hararet-i hava pek
şedit olmaz ise sabahleyin yürüyüşe bede’ edilerek otuz kilometre mesafe
kat‘etmek ve biraz tevakkuftan sonra muharebeye girmek mümkün olabilir.
Mevsim-i şitada bu keyfiyet asla mümkün olamaz. Çünkü memleketemizde
(yani Almanya’da) mevsim-i şitada (alafranga) saat sekizde sabah ve saat
dörtte akşam olmaktadır. Bunun için bir kolordu kuvvetinin mikyası kâffe-i
mevâsimin ihtiyacatıyla mütenasip olmalıdır. 40.000 kişilik bir ordu otuz iki
ve 50.000 kişilik bir kolordu dahi kırk kilometre tûlünde bir yürüyüş kolu
husule getirir.
Lâkin bir kolordu için bu hesaba kolordu için mukteza olan zahire ve
cephaneyi ve sıhhıyeye, köprücülüğe vesaireye lazım olan ecza ve edevatı
hâmil bulunan arabalar dâhil edilmemiştir. Yürüyüşün intizamını muhafaza
ve yürüyüş esnasında lüzumsuz tevakkufları men‘ etmek için icap eden
fasılalar dahi verildiği hâlde mezkûr arabalar kolunun tûlü takriben otuz
kilometre eder. Binaenaleyh Almanya kolordularında ağırlık kolunun
nihayetinde yürüyüş kolunun başına kadar iki günlük bir mesafe bulunur.
50.000 kişilik bir kolorduda bu mesafe üç günlük olacağından ağırlığın
nihayetinde bulunan arabalar yürüyüşe uzun bir fasıla verilmedigi hâlde kol
başına hemen bir vakit vasıl olamaz .
Bir kolordunun kuvveti 30.000 kişiyi tecavüz ettiği gibi mezkûr
kolorduyu hemen taksim ile ayrı yollardan ve bununla beraber her kolu ayrı
kumanda altında hareket ettirmek lazım gelir. Binaenaleyh bu taksimi daimî
olarak ibkâ etmeli, yani kolları küçük teşkil eylemelidir.
Daha zayıf olan kollarda yolların cümlesinden istifade gayr-i kâbil olmuş
olur. Hâlbuki ordularımızın cesameti ve hareketindeki müşkülat hasebiyle
bu keyfiyet pek mühimdir. Bu küçük kollardan ikisi yek-diğerini müteakip bir
cadde üzerinde hareket ettirilecek olsa bununla dahi büyük bir iş görülmüş
olmaz. Zira geriden hareket eden kolun başı daima birinci kolun arabaları
nihayetine çarpar ve kolun baş tarafından bir günlük mesafede bulunur
veyahut birinci kol ile arabalarının teşkil ettiği kolun arasına girmeye mecbur
olur. Bu ise birinci kolun nakliyesinden infikâkına netice verir.
Velhâsıl orduda büyük ve tabiî bir cüz’-ü tâmm bugünkü 30.000 kişiden
mürettep olan kolordudur. Miktar-ı mezkûru büsbütün muayyen bir miktar
58
Millet-i Müselleha
olarak addetmek lazım gelmez. Çünkü mesela piyadede dört nefer yerine altı
nefer yürütülecek ve kıtaat-ı askeriye beynindeki mesafeler tenkis edilecek
olur ise bir cadde üzerinde daha ziyade asker sevki mümkün olacağı âzâde-i
kayd-ı iştibahtır. Napolyon’un vakıa o zaman ziraati bugünkü derecede
olmayan arazi üzerinde pek çok kerre icra eylediği vechle, piyadeyi yolun
haricinde hareket ettirerek yolu dahi yalnız süvari, topçu ve nakliyeye
hasretmek mümkün olduğu gibi kolların nakliyesini muvakkaten terk ile iki
kolu bir biri arkasında yürütmek dahi kâbil ise de hususat-ı mezkûre hâlât-ı
istisnaiyeden addolunmalıdır.
Düşman dahi aynıyla bu hâlâta merbut bulunduğu cihetle bir günde
bizim kolordudan daha ziyade askeri muharebeye sokamaz. Binâberîn sırf
nazariyat nokta-i nazarından bakıldığı hâlde bir kolordu düşmanın yalnız
bir caddeden gelmesi mefrûz olmak şartıyla her nasıl bir kuvvete olursa
olsun tamam bir gün mukavemet edebilir. Vakıa ameliyatta bunun nadiren
hüküm ve ehemmiyeti olabilir. Çünkü müteaddit hutûtü’l-harekât mevcut
bulunduğu hâlde düşman elindeki kuvvetinin servetini sarf edebilmek için
elbette bahsolunan hutûtü’l-harekâttan istifadeye müsâra‘at edecektir.
Hususât-ı mezkûreden anlaşılır ki bir kolordunun ordu aksamından
birisinin muharebe veya hareket esnasında muhtaç bulunacağı kâffe-i vesaiti
müstakilen haiz olmaklığı lazımdır.
Binaenaleyh mezkûr kolordu sunûf-ı selâseden, yani piyade, süvari ve
topçudan mürekkep olduktan başka istihkâm askerine, köprücülük edevatına
ve erzak ve mühimmatını yetiştirecek bir levazım idaresine ve hastalar ile
mecruhlarına bakmak için iktiza eden vesaite, hatta yedek bârgîrlere mâlik
bulunmalıdır. Ondan başka başkumandan memlekette zayiata mukabil sevk
olunacak efrad-ı ihtiyatiye üzerine dahi amir-i müstakil olmalıdır.
İşte mütemeddün olan bir memlekette harp edecek olan bir kolorduya
ancak şerâ’it-i mezkûrenin husulünden sonra her nev‘ memuriyet verilebilir.
Bundan anlaşılır ki daha zayıf kolların teşkilinde âdeta büyük bir israf edilmiş
olur. Çünkü 15.000 kişi için teşkil edilecek olan idare heyetleri 20.000 kişilik
bir kolordunun idare heyetlerine hemen muadil bulunur.
Misal olmak üzere burada bir Almanya Ordusu’nun suret-i teşkilini
zikredelim : Mezkûr kolordu umum kumanda heyetinden, yani başkumandan
ile erkân-ı harbiyesi ve levazım sıhhıye ve divan-ı harp heyetlerinden iki
piyade fırkasıyla mezkûr iki fırkadan birisinin maiyetine verilen bir avcı
taburundan ve topçu, cephane ve nakliye kollarından mürettep bulunur.
59
Von der GOLTZ
İki piyade fırkasıyla topçu kolu “kısm-ı muharip” tabir olunan kısmı
teşkil ettiklerinden mülahazatımız başlıca onlara racidir. Aksam-ı saire bi’t-
tecrübe hissolunacak lüzuma nazaran teşkil olunur. Cephane kolları bir
muharebe gününe lazım gelen cephaneyi hâmil olarak, o miktar cephane
dahi bizzat askerin nezdinde bulunur. Binaenaleyh bu cephane, nizamı
üzere tamam bulunuyor ise iki günlük kanlı ve katî bir muharebe cephane
fikdânını asla hissettiremez. Erzak ve arpa, saman kolları efrat ve hayvanatı
beş gün iaşe edebilir. (Dikkat ile hesap olunduğu hâlde kolordunun beş erzak
kolu, efrat için dört günlük ve beş arpa, yem kolu hayvanat için yedi günlük
zahireyi hâmil bulunur. Hakikatte iki kol aynıyla bu hizmeti eda ettiğinden
arabalar layıkıyla yüklendiği hâlde efrat ve hayvanat için beş ve belki on
günlük zahireyi daima hâmil bulunabilir).
60
Millet-i Müselleha
61
Von der GOLTZ
62
Millet-i Müselleha
der ki : “Bir orduyu üç kısma taksim etmek kadar fena şey olamaz. Fakat iki
kısma taksim edilse bu da pek fena olur. Zira bu suretle kumandanın nüfuzu bî-
taraf hükmünde kalmış oluyor.” Vakıa bu söz kolorduya tamamıyla mutabıktır.
Çünkü kumandan olan zat ya nüfuzunun bî-taraf kılındığını istemeyerek
fırkalar beynindeki rabıtayı kesretmek veyahut rabıta-i mezkûreyi muhafaza
fikrinde ise kendi nüfuzunun bî-taraf kaldığını görmek mecburiyetinde
bulunur.
Lâkin bu usul taksimat bizde mürur-ı zaman ile husule gelmiş ve
hâl-i hazırdaki teşkilat-ı askeriyemiz ile şediden merbut bulunmuş olduğu
cihetle teşkilat-ı mezkûreyi ihlal etmeksizin bu taksimatı bertaraf edemeyiz.
Binaenaleyh şimdiki tensikat-ı askeriyemiz devam ettikçe kolordunun iki
fırkaya taksim edilmesine razı olmaya mecburuz. Bu taksim baki bulunduğu
müddetçe topçu kolu dahi daima kolordunun bir kısm-ı sâlis-i elzemi hâlinde
bulunacaktır. Mezkûr topçu kolunun fırkalar beyninde taksimi pek çok defa
teklif olunmuş ise de bu teklif mahzuru cihetiyle kabul olunamaz. Zira topçu
kolu fırkalar arasında taksim edildiği surette başkumandan vakt-i münasipte
bizzat muharebeye iştirak ederek bir nokta-i müntehabe üzerinde ziyade
vakit ibraz etmek için en âlâ bir vasıtadan mahrum edilmiş olur.
Süvari Fırkası
Ezmine-i cedidede ordunun büyük aksamından olarak başlı başına
harekât-ı askeriye icrasına memur olan kolordular değildir. Başkumandan
hesabını, kolordular ve süvari fırkaları ile icra eder. Evailde yalnız esna-
yı harpte teşkil edilen mezkûr süvari fırkaları şimdi hâl-i hazarda dahi
müctemi‘ bir surette bulunur veyahut talim zımnında muayyen vakitlerde bir
mahalde içtima eder. Kolorduda olduğu gibi süvari fırkasının kuvvetine dair
dahi bir mikyas-ı tabiî olmayıp bu husus ahval-i teşkilattan ve muamelat-ı
nazariyeden neşet ediyor. Süvari fırkasının kendisi gibi kuvveti dahi bir nev‘
eser-i sunîdir.
Süvari muharebesinde netice veren şey hücum yürüyüşüyle gelen
süvarilerin müsademesi olarak bunda dahi tesadüflerin medhal-i küllîsi
bulunduğu cihetle hücuma mübaşeret eden süvarinin muharebenin hâlât-ı
muhtelifesinden istifade ve mazarratına mukabele edebilecek vechle tertip
edilmesi lazım gelir. Binaenaleyh süvari yek-diğerlerine muavenet ederek
hücum eden birtakım kademelere taksim edilir. Süvariyi biri müsademe,
diğeri manevra ve üçüncüsü istinat olmak üzere kademe-i sülüseye taksim
63
Von der GOLTZ
64
Millet-i Müselleha
Mamafih bize kalır ise bu ikinci suret-i taksim daha ziyade muvafık-ı maslahat
olarak zaten Almanya’da hâl-i hazara mahsus mülahazat, fırkanın vech-i sânî
üzere taksimini istilzam eylemektedir.
Bu babda en ziyade dikkat olunacak bir şey nasıl bir kıt‘a-i askeriye olursa
olsun, birdenbire düşman ateşiyle harap olmak tehlikesinde bulunmayarak
muharebe meydanına yanaşık nizamda olarak gelebileceği kaziyyesidir.
Taburun pek büyük bir hedef olup düşman mermiyatının daire-i tesiri
dâhiline girdiği gibi dört bölüğe ifraz olunmak mecburiyetinde kalacağı cümle
nezdinde malum ve musaddaktır. İşte bundan anlaşılır ki tabur en küçük cüz’-ü
tâmm olmayıp 250 kişilik bir bölük bu hâli kesb etmiştir. Lâkin bir kolorduda
bölüklerin adedi fevkalade ziyade olduğundan yüz bölüğe birden kumanda
etmek gayet müşkül ve yirmi beş taburu idare etmekten daha müte‘assirdir.
Bizzat alay kumandanı bile tabur rabıtası bertaraf edildiği hâlde münferit on
iki bölüğe kumanda etmekte müşkülat çeker. Binaenaleyh taburları ibkâ ve
anları cüz’-ü tâmm itibar etmek muvafık-ı maksat ve maslahat olarak yalnız
şurasını bilmelidir ki onların ibkâsı mahzâ kumandayı ve kıtaat-ı cesimenin
harekâtını teshil etmek maksadına mübtenîdir.
65
Von der GOLTZ
Her biri sekiz bölükten mürekkep üç livayı şamil olan süvari fırkası 3.600
süvariden ve maiyetinde olan iki süvari bataryası 12 toptan mürekkeptir.
İhtiyat asâkiri için seferber ordunun haiz olduğu taksimat-ı azamî pek
münasiptir. Binaenaleyh asâkir-i merkûmeyi fırkalara ve mümkün olur ise
kolordulara taksim etmelidir. Kılâ‘ ve mevâki‘de kalan asâkir için eğer asâkir-i
merkûmeden bir kısm-ı küllîsi mesela : Bir sahilin bir mevki-i müstahkemin
bir büyük kalenin veya bir eyaletin vesairenin muhafazasına memur ise
keza bâlâdaki usul taksim caiz olabilir. Mamafih küçük cüz’-ü tâmmları ibkâ
etmek lazımdır. Çünkü onlardan büyük kıt‘alar teşkil olunduğu hâlde yine
bir iş görmek için onları ifraz ve rabıtalarını kesretmek lüzumu tahakkuk
edeceği aşikârdır.
6 Kitaba rabt olunan bir plan, seferber kolordunun terkib-i aslîsini ve yürüyüş nizamını,
teferruatının izahıyla beraber irâ’e eder.
66
Beşinci Fasıl
Heyet-i Zabitan
67
Von der GOLTZ
68
Millet-i Müselleha
69
Von der GOLTZ
70
Millet-i Müselleha
71
Von der GOLTZ
Zira o zaman esna-yı harpte heyet-i zabitana zabit yetiştirecek olan sunûf-ı
mahsusanın hukukuna taarruz edilmiş olur.
Esna-yı seferde muvazzaf orduyu bile kâmilen muvazzaf zabitan ile
idare etmek mümkün olamaz. Umum ordunun seferber hâle konulması
esnasında pek çok zabitan büyük zabitan sınıfına nakledileceğinden,
ekseriya ilk muharebelerden sonra birçok bölükler redif zabitanının elinde
kalmış bulunur.
1870-1871 Harbi’nin hitamına doğru bölük eminleri pekçok defa
bölükleri kumanda etmişlerdir. Daha 1870 senesi Kanunıevvelinde Bavyera
piyade fırkalarından birisi o kadar perişan olmuş idi ki fırkanın cephesi
önünde yalnız bir nefer yüzbaşı görülebildi. Acaba harp bir veya iki sene
daha devam ede idi ne olacak idi? Suali kendi kendine vârid-i hatır oluyor!
Edilen tecrübeler neticesi olmak üzere ileride bir zaman gelecektir ki bu
misillü hâlâtta muvazzaf zabitan ancak kıtaat-ı cesime-i askeriyenin idare ve
kumandasına memur olarak kıtaat-ı sağîre kumandası ise tamamıyla redif ve
mustahfaz zabitanının elinde kalacaktır.
Lâkin uzun bir sefer esnasında zayiatın yerini doldurmak veyahut
düşmana miktar ve kuvvetçe tefevvuk etmek için kıtaat-ı cedide-i askeriye
teşkili lüzumu tahakkuk edeceğinden bu misillü bir ceht ve gayret-i fevkalade
esnasında muvazzaf zabitan hemen tükenmiş bulunacağı cihetle bittabi
kumanda umurunu silk-i askerîden çekilip köşe-i inzivada imrâr-ı evkât
eden zabitana havale etmek icap edecektir7. Bundan sonra seferde husul-i
muvaffakiyyet bu zabitanın derece-i liyakat ve gayretine vâbeste kalır. Zira iyi
zabitlere mâlik olan bir devlet iyi asker dahi bulmuş olur. Binâberîn heyet-i
zabitanın ehemmiyeti vâreste-i kayd-ı iştibah olup ehemmiyet-i mezkûreyi
dahi umuma tasdik ettirmek lazıme-i maslahattır.
Sulh ve asayiş esnasında muvazzaf zabit bulunmaya herkeste meyl
olmaz ise de ahalinin sunûf-ı aliyesine mensup ve gayûr olan her bir kimse
esna-yı harpte muvazzaf zabitlerin yerini tutabilecek vechle hazırlanmayı
bir vazife-i mukaddese bilmelidir.
7 Almanyada beher sene birkaç zabit miktar-ı münasip maaş ile açığa çıkarılır bunlar ek-
seriya tekaüdlüğe kesb-i istihkak etmiş zevattan olmayıp ya hizmetlerinde kusur görülerek
veyahut esbâb-ı saireye isnat edilerek hizmetlerinden istifaya mecbur edilirler. Binaenaleyh
bunlar Devlet-i Osmaniye’deki mütekaid zabitana teşbih edilemez. Devlet-i Osmaniye’de
esna-yı seferde muvazzaf ordu zabitanı kifayet etmediği hâlde redif zabitanına müracaat
olunur ve onların fikdânı hâlinde dahi Mekteb-i Harbiye-i Mülûkâne şakirdânından veya
alaylardaki çavuş ve başçavuşlardan derhâl zabit yetiştirilir. Li’l-mütercim
72
Millet-i Müselleha
Harpte kâffe-i hidemât bir sadelik kesb eylediği cihetle tahsili mükemmel
ve kuvve-i bedeniyesi dahi yerinde olup da müdafaa-i vatan vazife-i
mukaddesesine hasr-ı nefs etmeyi şiar-ı insaniyet-perverîden şümâr eden
her bir kimse muvazzaf zabitin hidemâtını ifaya muktedir olabilir. Meselenin
ifasına kemâl-i şevk ile müsâra‘at edileceğinden asla şüphe edilemez.
Zabit rütbesiyle hizmetten çekilmeyi mukteza-yı namus bir fiil add ile
iktifa etmeyerek bu hareketin ehemmiyeti ve o zabitin daima mazhar olacağı
şeref ve itibarı takdir etmelidir.
Sulh ve asayiş zamanında bile hizmetten çekilmiş zabitanın büyük bir
vazifesi vardır. Çünkü bunların bir ayağı daima ehemmiyetini adi neferden
ziyade takdir eyleyecekleri orduda ve diğer ayağı ahali içinde bulunacağından
ahali beyninde silk-i askerîye muhabbet ve silah istimaliyle ülfet hususlarını
neşr ve tamime en ziyade onlar muktedir ve binaenaleyh ordu menâfi‘inin
faal vekilleri olabilirler.
Hizmetten çekilmiş en cesim ve en mükemmel bir heyet-i zabitana
Almanya’nın mâlik bulunduğu şüphesizdir. Bu âdeta ötedenberi kalmış
bir âdet-i milliyedir. İşi esasen nazar-ı tetkikten geçirecek olur isek bizde
ahalinin hemen her ferdi muayyen bir askerlik devri geçirmekte olarak
çiftlik sahibi, fabrikacı, hâkim, memur vesaire meslek-i askerîden büsbütün
ba‘îd bir meslekte bulundukları hâlde redif veya mustahfaz hidemâtında
ifa-yı vazife ederek ötedenberi cây-gîr-i zamîrleri olan arzuya nail olmaya
teşebbüs ettikleri görülür. Bunlar arasıra bâ-şevk derûn-ı askerlik ile iştigal
ederler. Bu hâl ise vatan ve memleket için medâr-ı saadet ve iftihardır. Zira
bir gün olup da birkaç düşmana birden mukabele ve mukavemet etmesi
lazım gelir ise selametini ancak zabitanının fikdânını hissetmemekte bulacak
ve düşmanları acemi efrat toplayıp muharebe meydanına girmeye mecbur
oldukları zaman efrad-ı mu‘alleme toplamaya muvaffak olacaktır.
Zabitan hakkında talep ettiğimiz imtiyazat derecesinde küçük zabitan ve
efrad-ı askeriye için imtiyazat verilmesini istememekliğimiz bir nev‘ haksızlık
gibi görünür ise de küçük zabitan ve efrat orduda muvakkat bir müddet
kalmakta olduklarından onlar ile zabitanın hâli beyninde fark-ı küllî vardır.
Vazife-i askeriye zabitan indinde olduğu gibi onlar için yegâne meşguliyet ve
yegâne medâr-ı iftihar ve maişet olmaktan başka hizmetlerini henüz gamsız,
kasvetsiz olan genç yaşlarda icra ve ifa ederek hizmet-i askeriyenin cüzî olan
müddetinin hitamından sonra bir istikbal-i emin tesisine muvaffak olmak
ümidine mâliktirler. Bundan başka küçük zabit, hizmet-i askeriyede ibraz-ı
73
Von der GOLTZ
74
İkinci Kısım
Birinci Fasıl
Kumandanlık
75
Von der GOLTZ
76
Millet-i Müselleha
olsa idi hiç şüphe yoktur ki Napolyon Bonapart ve Carnot kaymakam veya
miralay rütbesiyle itmâm-ı meslek ve tekmil-i enfâs-ı hayat etmiş olurlar idi.
Büyük Frederick prens olarak dünyaya gelmemiş olsa idi mutlaka mülazımlık
rütbesinde iken açığa çıkarılır idi. Adolf Schmidt nam zat bir mukayese-i
tarihiyede der ki : “Veliaht Prens Frederick firara niyet ederek, niyeti meydana
çıkıp da 1729 senesinde taht-ı tevfike alındığı zaman pederinin emriyle idam
edilmiş olsa idi, tarih müşârun-ileyhi hiçbir işi şevk ve gayret ile yapmaz,
muannit, sefih ve hiçbir şeye yaramaz velhâsıl ahlak-ı pederinin tamamıyla
zıt ve mugayiri ahlak ile mütehallî bir prens olmak üzre yâd ve tavsif eder
idi.” Kumandanlar, etraflarında olan ahval ve münasebata tabi olmayarak
kumandanlık rütbesine nihayet orduların akvam tarafından az çok intihap
usulüyle efrad-ı askeriye toplandığı zamana kadar tereffü‘ etmeye muvaffak
olabilir idi. Bu misillü orduların kâffe-i ahvalinde henüz tabiî bir hâl hüküm-
fermâ bulunduğu cihetle bu gibi ahvalde kumandanın kuvvet ve iktidarı ve
tesir-i nüfuzu vasi bir saha-i fiil ve hareket bulabilir. Her şeyi tanzim ve tahdit
eden terakkiyat-ı medeniye ile beraber işbu saha-i fiil ve hareket hududu
tenakus eder. Nadir Şah mesleğine bir haydut çetesi sergerdeliğiyle başlamış
olduğu cihetle bugünkü Almanya’da zuhur etmiş olsa idi mutlaka şimdi
tımarhanede köşe-i güzîn olur idi.
77
Von der GOLTZ
9 Müellifin bu kavline yalnız Selâtîn-i Osmaniye içinde on kadar şahid-i ali ikame ede-
biliriz. Li’t-tâbi‘
78
Millet-i Müselleha
olan işlerin hâl ve nev‘inden ziyade bu işlerin bir ittihad-ı tam ve bir kuvvet-i
münasibe ile icra edilmesi şayan-ı ehemmiyettir.” Müşârun-ileyhin ihtarı
tesirsiz kalıp her ne kadar meclis-i mezkûrda malumatlı ve dirayetli zevat
dahi bulunmuş ise de yine mevki-i icraya konulan şey ancak bazı tedâbîr-i
cüziyeden ibaret bulundu.
79
Von der GOLTZ
80
Millet-i Müselleha
81
Von der GOLTZ
82
Millet-i Müselleha
83
Von der GOLTZ
84
Millet-i Müselleha
85
Von der GOLTZ
86
Millet-i Müselleha
harita üzerinde hesap etmek mümkün olur idi. Lâkin muharebenin hararet
ve heyecanı esnasındaki şekil ve sureti gözümüzün önüne getirmelidir. Bu
babda bazı tereddüt ve hataların zuhura gelmesini men‘ için kumandan olan
zat, kuvve-i muhayyilesini daima talim etmeye ve onu mütemadiyen hâl-i
yakzâda bulundurmaya çalışmalıdır.
Bir kumandan için lazım olan kuvve-i hafıza ehemmiyeti dahi ekseriya
istisgâr olunmaktadır.
Napolyon Bonapart zeka ve malumata mâlik ve fakat kuvve-i hafızadan
mahrum bir adamı esastan hâlî güzel bir haneye ve askersiz bir kaleye
teşbih eder idi. Muharebe düşmanın bize hazırladığı yahut hazırlamak üzere
bulunduğu birtakım ahval ile mütemadiyen uğraşmaktan ibaret olduğundan
ve bazı mü’ellim hâllerden kurtulmak için o anda vesait-i lazıme bulmak
ehem bulunduğundan, bu hususta evvelki zamanların o kabilden olan hâlât ve
vekâyi‘ini ve hatta tarih-i harpte mezkûr misalleri hatıra getirmek ziyadesiyle
mucib-i menfaat olur. İcada muktedir en iyi bir zihin bile mükemmel bir
kuvve-i hafızanın muavenet-i hakikiyesine mazhar olmadığı hâlde icatta
ibraz-ı atalet eder. Tecrübelerden istifade hususunu ancak kuvve-i hafıza
temin eder. Muharebede, zahirde pek ehemmiyetsiz olan ve fakat hakikatte
askerin selamet ve nekbeti üzerine büyük bir tesir gösteren bazı cüziyâtı
dahi nazar-ı dikkatten dûr etmemek lazım gelir. Bir karargâh-ı umumîde
yolunu şaşırmış bir nakliye neferinden ta yüz binlerce kişiden mürekkep
ordulara müteallik kâffe-i mesâ’ili halletmek ve her şeyi süratle ve maksada
muvafık bir surette tesviye eylemek icap eder. Buna muvaffak olmak için dahi
başkumandan mükemmel bir kuvve-i hafızaya mâlik bulunmalıdır. Kuvve-i
hafıza herşey için bir derecede bulunmayıp isimlere, eşhasa, vekâyi‘e, a‘dâd-ı
vesaireye nazaran birtakım derecat-ı mütenevvia gösterir. Vekâyi‘-i tarihiye
ve ahval-i coğrafyayı ihtar eden kuvve-i hafızadan başka, kumandana en
lazım olan kuvve-i hafıza, kendisine eşhası tahattür ettiren kuvvettir. Çünkü
bu vechle daima münasip mahal ve memuriyetlere münasip adamlar tayin
etmeye muvaffak olur.
Fikr-i icat tabirini biraz adi addettiğimizden, kumandan olan zatın
“kuvve-i ibdâ‘” tabir edeceğimiz hassaya dahi mâlik olması lazım olduğunu
der-miyân ederiz. Evvelden hiç düşünülmemiş fikirlere mâlik pek az adamlar
bulunabilir. Ricâl-i meşhûre-i Arap’tan Ukbe10 nam zatın “her şey evvelden
10 Müellifin Ukbe’den muradı Ukbe bin Nafi’dir ki Afrika’nın fatihi ve Tunus’da vaki Kirvan
şehrinin bânîsidir.
87
Von der GOLTZ
mevcut idi” sözü gerek âlem-i efkâr ve gerekse saha-i vekâyi‘de daima
muteberdir. Zamanımızda ekser adamlar ya kendilerine ırsen intikal eden
veya kendileri tarafından kazanılan şeyler ile iş görmektedir. Harpte ahval
ve vekâyi‘ yek-diğerine müşabih olmak üzere tekerrür eder ise de hiçbir
vakit aynı değildir. Esbâb ve kuva-yı muharrike adet ve miktarı müsavât ve
mutabakata müsaade etmeyecek derecede büyük olduğundan, kumandan
olan zat vaktiyle bir kerre istimal edilmiş olan vesaiti tekrar aynıyla istimal
edemeyerek hiç olmaz ise vesait-i mezkûrenin vech-i istimalinde büsbütün
yeni bir şey bulunacaktır. Bunun için kendi fikrinden bir şey icat ile zam ve
bu suretle daima ihdas üzere bulunan bir kuvve-i zihniyeye mâlik bulunarak
icada heves etmek lazım gelir.
Kuvve-i mezkûre zihni her günkü hâlât-ı adiye dairesinden çıkmaya
ve müstakilen hareket etmeye teşvik eder. Bununla kumandan hassa-i
mezkûreden mahrum bulunan hasmına tefevvuk ederek mutlaka kendisini
memulünün gayri bir hâle düçar ederek şaşırtır.
Kuvve-i ibdâ‘, metanet, hırs ve arzu-yı şeref ve şan ile ittihat eder ise
bunların imtizacından ef‘âle heves hassası tevellüt eder. İki kumandanda
mevcut hassalarını aynı aynına bir kuvvette olsa daha ziyade faal bulunan
kumandanın mazhar-ı zafer ve galebe olacağı sözü pek doğru söylemiştir.
Ef‘âle heves hassası ilerlemeye ziyadesiyle teşvik ve kuva-yı bedeniye
ve zihniyemizden büyük fedakârlıklar talep eder. Kavî bir sıhhat ve vücudun
enva-ı mihn ve meşakka tahammülü kumandan için derece-i nihayede
kıymettar havastandır. Vakıa vücutca hastalıklı meşhur generaller misal
olarak irat olunabilir ise de bu hâl kendilerinin harikulâde bir kuvvet-i
kalbiyeye mâlik bulunduklarını ve kuvve-i kalbiyelerinin bir kısmı imrâz-ı
bedeniyenin tazyiki altında bulunmamış olsa anları daha pek çok ziyade
işler görmeye muvaffak etmiş olacağını ispat eder. Torstenson nam zat
ordusuna sedye içinden kumanda ve pek parlak seferlere teşebbüs etmiştir.
Lâkin şurasını dahi biliriz ki müşârun-ileyh kırk yaşını biraz tecavüz
etmiş bulunduğu hâlde ilel ve imrâza tâb-âver-i mukavemet olamayarak
ordusunu ve muzaffariyetlerini hâlî üzre bırakarak fart-ı elem ve ızdırap
içinde imrâr-ı eyyam etmek için çiftliğine çekilmeye mecbur olmuştur. Bir
Müşârun-ileyh muttasıf olduğu cüret-i kahramanî ile Cibal-i Atlası aşarak Sus Nehri kenarı
ile şimdi coğrafyada Kanarya Adaları namıyla maruf olan (Cezayir-i Hâlidât) pîşgâhına
kadar varmıştır. Bu seferindedir ki râkib olduğu deveyi beher muhite sürerek su hayvanın
karnına kadar gelince “Ya rab şu derya-yı umman mâni olmasa ism-i celîlini aksa-yı
âleme kadar isal ederdim” demiştir. Müşârun-ileyh Yezid Bin Muaviye zamanında irtihal
eylemiştir. Li’t-tâbi‘
88
Millet-i Müselleha
89
Von der GOLTZ
90
Millet-i Müselleha
91
Von der GOLTZ
Zâhiren o kadar çirkin bir hissizlik olan adem-i terahhüm, harpte büyük
iş görmek istiyenler için elzem bir hassadır. Kumandan için tarihin hiçbir vakit
affedemeyeceği yalnız bir cinayet vardır o da mağlup olmaktır. Kaviyyü’l-kalp
bir kumandan onu asla fikrinden çıkarmaz. Etrafında bulunanların dil-gîrligi
kendisine ne kadar az tesir eder ise sertliği ve cebbarlığı dahi o nispette
tezâyüd eder.
92
Millet-i Müselleha
müşkül ahvalde bile mütezelzil olmayan bir sebat ve metanet hâsıl ettiren şey,
kendilerinin min-tarafillah memur bulunmalarına olan itikatlarıdır. Esasen
düşünüldüğü zaman itikad-ı mezkûr talihin ancak liyakatli ve cesur olanlara
daimî olarak sadık kaldığı ve Büyük Frederick’in “Sa sacree majeste le hazard”
tabiriyle tavsif eylediği talihin bize muavenet eylediği gibi, aleyhimizde dahi
bulunabileceğini ispat eder. Büyük kumandanlara min-tarafillah memur
bulunmak itikadını ita eden şey taraf-ı ileyhten müntehap oldukları itikadı
değil, belki kendilerinde hissettikleri fart-ı kuvvet ve makderettir.
İşte bu suretle sertliği anlamaya ve onu mazur görmeye ve fikirde
görülen noksanları başka bir şey olarak tanımaya başlarız. Bir kahramana
mahsus olan tabiatın birtakım teferruatı daha vardır ki her ne kadar daha
fena şeyler ise de yine zamanımız bile onları talep etmektedir.
Bugün İskender-i Rûmî veya Sezar gelecek olsa yine kumandanlığa olan
istidat ve liyakatini meydan-ı tecrübeye vaz‘ edinceye kadar mülazım-ı sânîlik
rütbesinden, generallik mertebesine kadar olan silsile-i merâtib-i askeriyeyi
kat‘ etmek mecburiyetinde bulunur. Bu uzun yol esnasında birtakımı gaile-i
maişetten ve birtakımı dahi vazife ve hizmetten neşet eden birçok kayaları
dolaşmak icap eder. İşte bu kayalara en ziyade çarpılan uluvv-ı fikre ve
asalet-i kalbe mâlik olan tabiatlarıdır. Sehavet ve rüfekaya müzâheret,
kesesinin ağzı açık olan pek çok zevatın bâdî-i idbârı olmuştur. Sadakat ve
muhabbet bazısını arkadaşının veya amirinin düçar olduğu felakete hissedar
etmiştir. Pek çok mükemmel zabitler, kendilerinden dûn rütbede olanlar
hakkında edilen muamelat-ı i‘tisâfkârâneye nazar-ı bî-kaydî ile bakmayarak
onları müdafaaya kıyam ettiklerinden, onların idbârıyla beraber kendileri de
mesleklerinden dûr ve mehcûr edilmişlerdir.
Bu misillü tehlikelerden vikâye-i nefs edebilmek için ihtiyatkârâne
yaşayarak arkadaşlar ile uzun uzadî ihtilat ve münasebetten içtinap etmek
lazım gelir. Heyet-i zabitan bahsinde, heyet-i mezkûrenin umumuna
en ziyade muzır olmak üzere tarif ettiğimiz bir hassanın burada faydası
olduğunu tasdike mecburuz. Hassa-i mezkûre ise hod-perestliktir. Hayf ki
hod-perestlikten içtinap mümkün değildir. Çünkü az çok hod-perestliği haiz
olmaksızın dünyada hiçbir kimse büyük işler görmeye muvaffak olamamıştır.
Mamafih burada adi işler ile bir de hilkaten büyük işler görmeye müstait olan
tabâyi‘-i aliye beyninde bir fark-ı müphem vardır.
Birinci kısım insanlarda hod-perestlik ancak nefs-i süflâsına münhasır
olan muhabbetinden ibaret bulunduğu hâlde ikinci kısımda bu his, zuhurunu
memul ettiği fırsatlarda dünyanın menfaatine olarak büyük işler görmek için
93
Von der GOLTZ
İhtilattan içtinap ederek eser-i burûdet ibraz etmek, ister bilerek isterse
bilmeyerek vukua gelsin, murûr-ı zaman ile tabiat-ı beşere hakikî hod-
perestlik hassası verdiği kâbil-i inkar değildir.
İşte bundan dolayıdır ki büyük kumandanlar ve büyük diplomatlarda
iktisab-ı servet ve yesâr için fevkalade bir hırs ve tama‘ görüle geldiğinden,
âhâd-ı nâs onlarda gördügü havass-ı aliyeye havass-ı saire-i hasene dahi
isnat ederek kendilerine perestiş etmek raddesinde bulunur iken zevat-ı
müşârun-ileyhümün mahrem-râzı olanlar halkın etvâr-ı pereştiş-kârânesine
bakarak kemâl-i rikkat ile izhar-ı işmi’zâz ederler. Fakat esasen zevat-ı
müşârun-ileyhümde görülen hâl yine büyüklüklerine bais olan hassa
netâyicinden olmak lazım gelir. Büsbütün bî-taraf ve menfaat-perestlikten
ari zevat kumandanlık makamına vasıl oluncaya kadar kat‘ edecekleri
mesafe-i ba‘îde esnasında mutlaka bir sadmeye uğrayarak yolda kalırlar.
Yukarıda söylediğimiz gibi arkadaşlık âleminde böylelerin ekseriyet üzere
bulunmasını arzu ederiz. Zaten en ali olan mevkilerde ancak bazıları su‘ûd
edebilirler.
Mamafih müstesnalarda görüldü, yani kuvvetlerini mütemadiyen
sarfettikleri hâlde asla bitap kalmayan zevat-ı aliye var idi ; lâkin bunlar
büyük adamlar arasında dahi nevâdirden ma‘dûttur.
Birinci derecede kumandanlarda makâsıd-ı tarihiyede olan emelleri,
namlarının şeref ve şanı muhabbetiyle daima memzûc bulunarak yek-
diğerlerinden asla ayrılmazlar. İşte bu da hubb-ı nefsin bir alamet-i
zâhiresidir ki Büyük Frederick Hohenfriedberg muharebe-i kat‘iyesinden
evvel Başvekili Podewils’e yazdığı mektupta pek güzel tarif etmiştir. Müşârun-
ileyh mektubunda der ki : “Benim hırs ve tama‘ım sülaleme mensup olarak
geçmiş olan krallardan daha ziyade kendi sülalemin büyüklüğüne hizmet
ve Avrupa tâcdârânı miyânında büyük bir ehemmiyyet kesbetmiş bulunmak
hususuna münhasırdır. Bu hususta ibraz-ı sebat ve metanet benim bir vazife-i
94
Millet-i Müselleha
zatiyem olarak, saadet ve hayatımı sarf ile, onun istihsaline çalışacağım. Artık
intihap edecek bir cihetim olmadığından, ya iktidar ve nüfuzumu muhafaza ve
âlâ edecegim veya olmadığı takdirde Prusyalı namıyla beraber mahv ve nâ-
bûd olduğunu göreceğim!” Bu kahraman hükümdar “Frederick’in büyüklüğü
olmadıkça Prusya’nın büyüklüğü olamaz” der idi ki bu sözleri söyler iken
kalbinde husule gelen hissiyat-ı aliyeyi nazar-ı dikkat ve mütalaaya alır isek,
büyük kahramanların cümlesini gösterdikleri ali hod-perestlikten dolayı
muaf ve mazur görürüz.
Fevkalade bir zeka ve istidada mâlik olan erbâb-ı harbin kendilerine
peyda-yı muhabbet ettirecek bazı havastan mahrum bulunduktan başka bir
de asayiş zamanında âdeta kendilerine nefret davet edecek bazı hassalara
dahi mâlik bulundukları tetkikat-ı tarihiye ile müspet olduğuna mebni
orduda genç ve müstait zabitanın terfii emrinde bu misillü hassalara bir
dereceye kadar iğmâz-ı ayn etmek lüzumu tahakkuk eder.
Ordudan infisali vukuunda yerine âharın tayini muhal derecesinde
hiçbir kimsenin mevcut olmadığı ve en iyi zabitler infisal ettikleri hâlde bile
ordunun bekası tabiî olduğu fikir ve esası her ne kadar âlâ ise de yine zekî
ve müstait zabitlerin mücerred bazı sevilmez hassalardan dolayı adem-i
tefeyyüzlerine sebep olmamalıdır.
Fransa miralaylarından Mösyö Desprels bundan iki sene mukaddem
neşreylediği eserinde gayet mahirâne bir surette icra eylediği tetkikat-ı
tarihiye ile büyük kumandanların kalplerinde merkûz olan havass-ı aliye ile
beraber alelade merhametsizlik, adem-i emniyet, haset, arzu-yı tahakküm,
hubb-ı nefs, endişe-i ikbal vesaire misillü ahlak-ı zamîmeye istidat mevcut
bulunduğunu ve binaenaleyh esna-yı hazarda şimdiki ahval ve ihtiyacına
nazaran terakkî ve tefeyyüze pek az müstait bulunduklarını ispat etmiştir.
Onların yerine şahsen muhabbet ve meveddeti câlib olanları tefeyyüz
ettirmek emeli pek çabuk tevessü eder. Binaenaleyh hüsn-i suretle idaresi
matlup olan bir orduda harpte ibraz-ı liyakat ve maharet hususuna müteallik
olmayan sair hassalara bir dereceye kadar iğmâz-ı ayn etmek lazımdır.
Huysuz mâ-dûnlar ve imtizaçsız arkadaşlardan sonraları pek büyük
generaller yetişmiştir.
Vakıa bazı hassalar vardır ki heyet-i zabitanın cemiyet-i medeniyye
arasında haiz olduğu mevki hasebiyle havass-ı mezkûreden sarf-ı nazar
etmek caiz olamaz ise de yine eda eyledikleri hidemât-ı mühimme ile havass-ı
zatiyelerinin noksanını setredenler hakkında müsamaha edilmesi lazımdır.
95
Von der GOLTZ
96
İkinci Fasıl
Karargâh-ı Umumîler ve Ümerası
97
Von der GOLTZ
en âlâ tedbirleri icra ederek hareket ettiği hâlde yine muharebeyi kaybeder.”
“Her karargâhta birtakım adamlar bulunur ki mevki-i mezkûreye konulan
her teşebbüste mevcut müşkülatı kemâl-i dikkat ile meydana çıkararak
hiçbir tasavvur ve teşebbüs sehm-i itirazlarına hedef kılmaktan sarf-ı nazar
edemezler. Ve teşebbüs edilen bir harekette bazı müşkülat zuhur eder etmez
hemen ‘Söylememiş mi idik? Bu müşkülatı biz evvelden haber verdik. Fakat
sözümüzü dinleyen olmadı.’ yollu tefevvühât ile harekât ve teşebbüsâtı tezyîfe
kıyam ederler. Bunlar daima haklı çıkarlar. Çünkü kendileri ne muayyen bir
teklifte bulunurlar ve ne de bir gûne icraatları vardır. Bu cihetle hâsıl olacak
her nev‘ netice onları tekzip etmez. İşte itirazât ile meşgul bu gibi zevat,
kumandanların harabını mucip adamlardır.”
“Fakat en bedbaht olan kumandan üzerinde daimî bir teftiş icra edilen
kumandandır ki her gün planlarından, niyyât ve tasavvurâtından cevap
vermek mecburiyetinde bulunuyor. Karargâhta hükûmet tarafından murahhas
bir memur veyahut karargâhın gerisinde hükûmet-i merkeziyeye merbut ve
kumandanı daimî bir istintak ile meşgul bir telgraf hattı bulunur ise artık
kumandan olan zat ne katî bir karar verebilir ve ne kendisinde istiklal kalır.
Hususat-ı mezkûrenin fikdânı hâlinde ise hiçbir vakit layıkıyla idare-i harekât-ı
harbiye mümkün olamaz.”
(Müşârun-ileyh işbu mülahazatı Avusturya’nın 1859 karargâh-ı
umumîsi hakkında irat ediyor. )
Bir karargâh-ı umumînin fena surette terekkübüyle husule gelen
sû’-i netayici mütalaa etmek için ecnebi tarih-i harplerinde misal aramaya
muhtaç değiliz. Zira vatanımız tarih-i harbinin buna bir misal-i mükemmel
irâ’e etmekte olduğunu ma’a’t-teessüf itiraz ederiz.
1806 sene-i miladiyesinde Prusya Ordusu’nun ser-kârında suret-i
terkibi ordunun hüsn-i idaresini muhal hükmünde bırakan bir karargâh-ı
umumî var idi. Clausewitz ordunun idaresine memur edilmiş bir “kongre”den
latife tarîkiyle bahsediyor. Vakıa mezkûr karargâh-ı umumînin bir kongreye
epey müşabih bulunduğu münker değildir. Dük Brunswick umum orduya
kumanda etmeye memur olmuş iken başlıca ordu tesmiye olunan bir kısım
kuvvetin doğrudan doğruya kumandası dahi yine müşârun-ileyhe ihale
kılınmış idi.
( Vakıa 1757 senesinde dahi buna müşabih bir hâl görülmüştür. Büyük
Frederick Bohemya’ya doğru hareket eden dört kolun umum kumandanı iken
98
Millet-i Müselleha
Dresd şehrinden hareket eden kolun dahi hususî kumandanı idi. Her hâl ve
kârında nüfuz ve iktidarını muhafaza edebilmekten emin olan bir Frederick
böyle bir şeyi der-uhde edebilir idi. Fakat maiyetinde Hohenlohe’dan birisi
bulunan ve müstakil olmayan bir Dük Brunswick’in böyle bir şeyi der-uhde
etmesi büyük bir cüret addolunsa sezâdır.
Ordunun diğer bir büyük kısmına kumanda eden Prens Hohenlohe,
gâh zikrolunan dükün yanında ve gâh maiyetinde bulunur idi. General
olarak kadr ü haysiyeti dükün itibar ve haysiyetine muadil olarak belki ordu
içinde kendisine daha ziyade itibar olunur idi. Kendisi bile orduda müstakil
bulunması ve nüfuzun kısm-ı azamını ele geçirmesi selamet-i vatana nafi
bulunduğuna mutekit olarak Erkân-ı Harbiye Reisi Von Massenbach dahi
bu itikadına kuvvet vermeye çalışır idi. Rüchel’in hâli dahi buna müşabih
idi. Bunlardan memul edilen muvaffakiyetleri temin zımnında ikisi için
müstakil ordular tertip olundu. Dükün başlıca ordusu nezdinde kral dahi
bulunuyor idi. Vakıa kral ancak huzuruyla ittihaz olunacak tedâbîrin daha
ziyade dikkat ve sürat ile icrasını istilzam niyetiyle gelmiş ise de müşârun-
ileyhin nüfuzu bittabi tevessü ettiğinden, Dük Brunswick, her yapacağı
hareketi kralın taht-ı riyasetinde inikat eden meclis-i meşveretin re’y ve
kararına tabi kılmış idi. Hükümdarın refakatinde ordunun en kıdemli erkân-ı
harbiye zabiti ve hakikî Erkân-ı Harbiye Re’isi olan General Paull bulunuyor
idi. Çünkü Erkân-ı Harbiye Reisi bulunan General Geusau harbiye nezaretine
ait umur-ı idareye dalmış olduğundan, ordunun sevk ve idaresi hususatıyla
asla iştigal etmez idi. Bundan başka kral Feld Mareşal Mouendorf’u dahi
yanına almış idi. Müşârun-ileyh seksen iki yaşında bir pîr bulunmakla
her ne kadar bilfiil kumanda etmeye muktedir değil ise de harpte pek çok
tecrübesi sebk etmiş olduğundan, nesâyih ve ihtarâtından istifade etmek
memul olunuyor idi. (Müşârun-ileyh Mouendorf 1805 senesinde bir ihtiyat
kolordusuna kumanda etmiş idi. ) Kezâlik Kral Üçüncü Frederick William’ın
ötedenberi hüsn-i teveccüh ve emniyetine mazhar bulunan General Zastrow
dahi karargâh-ı umumîye davet olunmuş idi. Ser-yaver Miralay Kleist haiz
bulunduğu mevki-i nüfuz ve iktidar hasebiyle bittabi karargâhta mevcut idi.
Başlıca ordunun ihtiyatına kumanda ettiğinden ekseriya kralın ve dükün
kurbunda bulunan General Kalckreuth dahi derece-i sâniyede bir nüfuz icra
etmekte idi. Müzakerat esnasında ve kararların itası hengamında diplomatlar
bile hazır bulunuyorlar idi!
Müzakerat esnasında Dük Brunswick’in tarafını iltizam eden ancak
müşârun-ileyhin erkân-ı harbiye reisi ve kıdem cihetiyle Paull’den ve hatta
99
Von der GOLTZ
100
Millet-i Müselleha
diğeri münferit orduları idare eden ordu karargâhları veya tabir-i âharla
ordu kumandası heyeti namıyla iki kısma tefrik ve bu tefriki muhafaza etmek
iktiza eder.
Esas maslahata bakılır ise bunların ikisi de bir şey olarak birisi için
söylenen şeyler ekseriya diğeri için dahi söylenmiş olur. Binaenaleyh bir
tefrik-i esasîden sarf-ı nazar eder ve bu tefriki icap eden yerde icra ile iktifa
eyleriz.
Karargâhın hüsn-i suretle tertip ve terkibi ve başkumandan ile erkân-ı
harbiyesi beyninde hüsn-i imtizaç husulü keyfiyetleri başkumandanda
bâlâda lüzumunu ispat ettiğimiz havass-ı fikriye ve kalbiyeden mefkûd
bulunanların yerine kaim olabilir. Bu babda kavaid-i muayyene ityân etmek
bittabi mümkün olamaz.
Başkumandan ile erkân-ı harbiye reisinin müttefikan ordunun
selametine çalışabilmelerini teshil eden esbâbının birincisi beynlerinde yek-
diğerinin zatına samimi riayeti istilzam eden bir muhabbet ve meveddet
bulunmasıdır. Bu iki zat beyninde ittifak ve meveddet olmaz ise kavaid-i
nazariyenin hiçbirisinden fayda bekleyemeyiz. Muhtelif tabiatların yek-
diğerlerini ikmal etmesi esasta müttefik bulunarak, ihtilafları ancak malumat
ve âmâlın bazı kısımlarında menûttur.
Erkân-ı harbiye reisi, başkumandana nazaran karargâh-ı umumîde
başka bir mevkide bulunur. Müşârun-ileyh karargâh-ı umumîde mevcut
zevatın cümlesi arasında münasip gördüğü adamları istediği hizmetlere
tayin etmek hak ve salahiyetine mâlik ve sevdiği adamları tayin etmeye
muktedir iken başkumandan mutlaka yalnız erkân-ı harbiye reisiyle iş
görmek mecburiyetinde olarak bir karışıklığa sebep olmaksızın erkân-ı
harbiye reisinin muavenetinden sarf-ı nazar edemez. Binaenaleyh erkân-ı
harbiye reisinin hüsn-i intihabı en ziyade şayan-ı ehemmiyet bir keyfiyettir.
Başkumandan ile erkân-ı harbiye reisi miyânında burûdet ve adem-i emniyet
vücudu umum ordu üzerine gayet fena tesirler husule getirir. Böyle burûdetin
vücudu ekseriya nadiren işâ‘a edileceğinden bir muvaffakiyetsizlik vukuunda
adem-i muvaffakiyet esbâbı menba-ı aslîsinde taharrî olunacağı yerde
büsbütün başka cihetlerde aranır. Yalnız büyük felaketlerden sonra münazaa
yolunda yazılan şeyler veyahut divan-ı harpler tahkikatı ahval-i dâhiliyeyi
biraz meydan-ı alaniyete çıkarır.
Trianon Davası’yla adem-i imtizaçları sabit olan Mareşal Bazaine
ile Erkân-ı Harbiye Reisi Jarras’ın hâli henüz yakında görülmüş bir misal
101
Von der GOLTZ
102
Millet-i Müselleha
103
Von der GOLTZ
104
Millet-i Müselleha
(Bâlâda söylenen sözler bugünkü günde teşkili mutat olduğu üzere beş
yahut altı kolordunun ve birkaç süvari fırkasından mürekkep olan büyük
ordular hakkında carî ve muteberdir. )
105
Von der GOLTZ
106
Millet-i Müselleha
ve asayiş zamanında ordu revâbıtı olmadığı cihetle, ordu erkânı dahi keyfe-
me’t-tefak müteşekkil bulunur. Binaenaleyh erkân-ı harbiye zabitanı ve
yaverân memleketin her tarafından gelerek, ekseriya ne reislerini ve ne de
yek-diğerlerini tanırlar. Rütbe ve kıdem sırasıyla herkesin vazifesi evvelden
tayin kılınmış olsa elbette kâffe-i hidemâtın süratle tertip edilmesi menfaatini
şamil bulunur. Lâkin bu menfaat pek cüzîdir. Zira lazım gelen memuriyetlere
müstehak ve layık adamların tayin edilip edilmeyeceği şüphesinden neşet
eden mahzura galebe edemez. Biraz müddet boş vakit bulunacak olur ise o
hâlde memur olan zevat hem yek-diğerlerine alışır ve hem de kendilerine
münasip olan memuriyetleri bulmaya muvaffak olurlar. Binaenaleyh heyet-i
mezkûrenin silsile-i merâtibe tevfikan değil, belki aza-yı heyetin hüsn-i
imtizacını temin edecek vechle tertip edilmesi şayan-ı ehemmiyettir.
Erkân-ı harbiye reisini yalnız işinden değil, belki ordunun umur-ı
cüz’iye-i yevmiyesinden mümkün olduğu kadar kurtarmak lazım olarak, reis
karargâh-ı umumînin hâl ve tavrına daima nâzır bulunur ise de elli altmış
veya yetmiş zabit ve memurun biraraya gelmesiyle zuhur edecek birtakım
mesâ’il-i cüz’iye ile reisin her anda işgali asla caiz olamaz : Umum orduların
karargâh-ı umumîsinde zabitan ve memurîn-i mûmâ-ileyhümün miktarı beş
altı misli kadar tezâyüd eder. Ne kadar tasarruf ile davranabilir ise davranılsın
yine mutlaka bir çokta ağırlık bulunur.
Binaenaleyh her nev‘ istizanlar ve şübhât ve müşkülat müşârun-ileyhi
izaç etmemek için kendisi bir muavin veya vekile muhtaçtır.
İşbu mülahazadan karargâh-ı umumîde erkân-ı harbiye reisine vekalet
edecek bir zatın bulunması lazım olduğu anlaşılır. Bu zat ise şimdiki erkân-ı
harbiye reis-i sânîsi veya vekilidir.
1870 senesinde Fransa’nın Rhin Ordusu’nda erkân-ı harbiye reisinden
maada iki mirliva dahi bulunarak erkân-ı harbiye umurunu müştereken ifa
ve bu vechle reise muavenet ederler idi.
Umum orduların erkân-ı harbiye reis-i sânîsi ve kezâlik bir ordunun
erkân-ı harbiye reis-i sânîsi esna-yı seferde iştigal edecek pek çok umur ve
mesâlihe tesadüf eder. Çünkü bazı ahval ve hususat vardır ki her ne kadar
ordunun hâline katî bir tesir icra etmez ise de ahval-i mezkûre bir araya
geldiği takdirde yine tesir-i küllî gösterir. Zabitan ve efrad-ı askeriyenin
umur-ı zatiyesine dair her gün birçok mesâ’il zuhur edeceği tabiî ise de
bunlar ile uğraşmaya ne başkumandanın ve ne de erkân-ı harbiye reisinin
vakti olabilir. Erkân-ı harbiye reis-i sânîsinin vazifesi ordunun harekâtından
107
Von der GOLTZ
Gayet mühim olan işbu aklâm hidemâtının daha ziyade tanzimi zımnında
“aklâm riyasetine” diğer bir zabit daha tayin olunur ise de kendisine “aklâm
reisi” ünvanının itası ne lazım ne de maslahata muvafıktır. Evâmirin hüsn-i
tertip ve tanzimi ne kadar mühim ise evâmir-i mezkûrenin sürat üzere
mahall-i maksûda irsali keyfiyeti dahi o nispette mühimdir. Bir emrin yanlış
irsal olunmasıyla veyahut cüzî bir sehv veya hata ile en büyük müşkülat ve en
büyük felaketler hâsıl olabilir. Bir emirname tarafının üzeri yanlış yazılması
bir kolorduyu büyük bir tereddüde ve iştibaha ve diğerini fena bir karışıklığa
düçar edebilir. Belki ekseriya maiyet zabitanının eser-i tekâsül olarak zuhur
eden bu misillü hataların kesret-i zuhuru bütün ordunun kumanda heyetine
olan emniyetinin zevaline sebep olur. Bu hizmete meyl ve hevesi olmayan
bir kimseyi icbar etmek güç olduğundan, bu hususta dahi silsile-i merâtibe
riayet lüzumunu bertaraf ederek, hizmet-i mezkûreye en ziyade layık olduğu
tebeyyün eden kimseyi hemen intihap ve tayin etmelidir. Umur-ı kalemiyeye
ve iyi yağlanmış bir kalem makinesine, heveskâr ve bir kumandan bir
muharebe kazandığı vakit ne kadar memnun olur ise dağ kadar yığılmış
evrakın muamelatını tesviye edince o derecede memnun kalan adamlar
hiçbir vakit eksik değildir. Yalnız oldukça harici ve şamatalı olan bu hizmetten,
zatına ziyade ehemmiyet vermek isteyen kimseleri uzak tutmak lazım gelir.
Çünkü bu makûle kimseler âleme nümâyiş için birtakım cüz’iyâtı en mühim
işlere takdim ve bu suretle cüz’iyât ile uğraşır iken umur-ı mühimmenin
tesviyesini men‘ ederler. Burada bulunacak memurlar işini sekînet-i kâmile
ile ifa ve zafere fürûşluktan içtinap eder zevattan ibaret olmalıdır.
108
Millet-i Müselleha
Kezâlik istidad-ı tabiîye muhtaç olan bir fenn-i mahsusa dahi evâmirin
tertibidir. Bu hizmet herkesin kârı değildir. En mükemmel efkâra mâlik olan
zevat, fikirlerini kâğıt üstünde açık bir surette ifadeye muktedir olamazlar.
Evâmirin esna-yı tahririnde onları ahval-i maziyeye rabt ve isnat etmek,
yani mütemadiyen kuvve-i hafıza ile çalışmak lazım geldiği cihetle hizmet-i
mezkûrenin daima erbâb-ı ihtisastan olan zevat uhdesinde ibkâsı lazımdır.
Bundan başka vaktin tazyikinden naşi evvelden malumat-ı mahsusa
hazırlayarak hizmet-i mezkûre ile müştegil bulunan erkân-ı harbiye zabitine
yardım etmek dahi ekseriya mümkün olamaz . Her anda tertibat-ı cedidenin
lüzumu tahakkuk edeceğinden, zabit-i mûmâ-ileyhin gece gündüz çalışmaya
hazır bulunması iktiza eder. İşte buradadır ki fikir ve kelamın açıklığıyla
beraber “kuvve-i kâr-güzârî” lazım olarak, binaenaleyh bu hizmeti der-
uhde eden zabitin birinci hassası “işinden yorulmamak” olmalıdır. Az bir
zaman zarfında reisin müsteşarı makamına geçtiğinden, ileride birtakım
uygunsuzlukları mucip olmamak için hizmet-i mezkûreye beyne’l-akran bir
nev‘ nüfuza mâlik bir zabit tayin olunmalıdır.
Ondan sonra düşmana dair ahbâr ve malumat istihsali hizmeti dahi
erkân-ı harbiye heyetinin vezâ’ifinden olduğundan, bu hizmete en ziyade
düşman memleketinin hâline, lisanına ve düşman ordusunun ahval ve
tensikatına vâkıf olan zabit müstehak olarak, kendisinde bir nev‘ “hassa-i
keşf” bulunması dahi lazım ise de bu hassayı tayin etmek güçtür. Mamafih
ahbâr ve malumat hizmetinde keşf-i esrar hassasından ziyade ikdam ve
gayret şayan-ı ehemmiyettir.
Ordunun harekâtına dair raport, jurnal ve mektuplar yazmak,
şimendifer ile telgraf muamelatına bakmak, düşman ile mutlaka edilecek
bazı muhaberatı icra etmek ve harp edilen memleketin idare-i mülkiyesiyle
muhabere eylemek, haritalara, kitaplara müteallik işleri görmek ve nihayet
her günün jurnalini tutmak vazifesi dahi erkân-ı harbiye kalemine aittir.
Bundan başka gerek ordu dâhilinde ve gerek düşman cihetinde
istikşafât-ı muhtelife icrası, bazı evâmir ve talimatın mahalline isali, bazı
sehvlerin izalesi ve evâmirin mevki-i icraya konulmasında edilecek nezarete
muavenet dahi erkân-ı harbiye vezâ’ifindendir.
Karargâh-ı umumîde yaverânın hizmeti ise hususat-ı şahsiye, terfi-i
rütbe, istida, nişan işleri ve kuvvet ve zayiat defterinin tutulması, efrat,
hayvanat ve esliha yetiştirilmesi ve gayr-i resmi zevat ile mukâleme
vezâ’ifinden ibarettir.
109
Von der GOLTZ
110
Millet-i Müselleha
İşte bu sırada pek ali bir rütbede olmayan bir zatın başkumandanı
düşmanın ahvalinden bî-haber bırakmamak vazifesiyle mükellef bulunması
fevkalade hüsn-i tesiri mucip olur. Kendisine erkân-ı harbiye ve yaverân
heyetlerinin bazı aksamı üzerine bir nüfuz-ı müstakil ita olunur ise bu sayede
askerin istikşafât hizmetine veya hizmet-i mezkûre ikmal edilmiş olur.
111
Von der GOLTZ
112
Millet-i Müselleha
113
Von der GOLTZ
114
Üçüncü Fasıl
İdare-i Evâmir
Evâmiri maksada tamamıyla muvafık bir hâlde idare etmek müşkül bir
sanattır. Herkes müddet-i ömrü esnasında ne ve ne kadar emretmek lazım
geleceği değil, ancak nasıl emredileceği hususunun şayan-ı ehemmiyet
bulunduğunu öğrenir. Ebeveyn bu babda evlatları üzerinde en güzel bir
tecrübeyi icra ederler. İtaatın, emrin az veya çok muayyen ve katî bir surette
verilmesine tabi bulunduğunu bilirler. Ekseriya sedanın perdesi verilen emrin
tesirinde iştibahta bulunduğunu işrâb eylediğinden, en şiddetli sözler ve en
metin ifadeler ile beraber yine o zaman emre itaat edilmeyeceğinden emin
olmalıdır. Terbiye-i etfâlimizin kavaidi der ki : “İlca-yı ahval ile memnuiyetine
riayet edilmeyeceği evvelden keşfedilen hiçbir şeyi emretmemeli.”Lâkin
herşeyden evvel – bunu herkes de bilir –verilen emir açık olmalıdır ki emri
eden kimse ne yapması lazım geleceğini tamamıyla bilsin.
Harpte her emir büyük bir mesuliyete merbut olarak eğer emirde bir
hata mevcut ise o hatayı ekseriya şedit bir ceza takip eder. Binaenaleyh
bu keyfiyet emir veren zatın kalbini endişe ile imla eyleceğinden, idare-i
evâmirde muvaffakiyetin dirayet ve zekadan ziyade metin bir tabiatın
müessir bulunduğunu suhuletle anlarız.
115
Von der GOLTZ
116
Millet-i Müselleha
12 Müellif-i kitap ahval-i hususiye-i askeriyemize tamamıyla vâkıf olmadığı bir zamanda
serdetmiş olduğu bu mülahazayı kitabını kendi lisanında tekrar tabettirdiği zaman muttasıf
olduğu fetanet ve hakkaniyet hasebiyle tashih etse gerektir. Li’t-tâbi‘
117
Von der GOLTZ
Metz şehri ve civarının her hangi haritasına istenirse müracaat etmek kifayet
eder.)
“Vârid olan haberlere nazaran düşmanın niyeti Le Point de Jour ile
Montigny La Grange arasında kâin mürtefi ovada birleşip mukavemet
etmektir.”
“Düşmanın dört taburu Oenivaax Ormanı’na doğru ilerilemiştir. “Zat-ı
hazret (kralî) On İkinci Kolordu ile Hassa Kolordusu’nu şayet düşman Briey
istikâmetinde gider ise kendisine St. Marie Aux chenes civarında yetişmek ve
şayet mürtefi ovada kalacak olur ise kendisine Amanvillers üzerinden taarruz
etmek için Batilly istikametinde yürütmek muvafık-ı maslahat olduğu fikrinde
bulunuyor.”
118
Millet-i Müselleha
119
Von der GOLTZ
120
Millet-i Müselleha
121
Von der GOLTZ
122
Millet-i Müselleha
123
Von der GOLTZ
memur olduğu veyahut enhâr veya cibâl vesaire vesâtatıyla ordunun aksam-ı
sairesinden müneffek bulunduğu zaman zuhur eder.
“Evâmir-i umumiye” tertip ve tahriri esnasında ekseriya bazı hâlât-ı
muhtemeleyi nazar-ı dikkate almak iktiza eder. Vaktiyle muhtemelâtı nazar-ı
dikkate almak hususuna, tereddüdü müvellid bir hata nazarıyla bakılır
idi. Vakıa evâmiri öyle mütezelzil esaslara bina etmekte daima meşum bir
şey vardır. Düşman nazar-ı dikkate alınan hâlât-ı muhtemelenin büsbütün
haricinde bir harekette bulunabileceği cihetle, o zaman evvelden hatıra
getirilmeyen işbu hareket o vakit şüphe ve tereddütler tevlit eder.
Lâkin harpte bazı hâller zuhur eder ki mutlaka bazı tedâbîr-i kat‘iye
ittihazı elzem bulunmakta iken beri taraftan düşmanın ne hâl ve muamelede
bulunacağı ihtimalâtı arasında en iyi bir ihtimali kestirmek mümkün olamaz.
Karargâh-ı umumî tarafından ağustosun on sekizinci günü vuku bulacak
hareket-i taarruziyeye dair Batilly üzerine gönderilmesi mukarrer bulunan
iki kolordusu için İkinci Ordu’ya gönderilen emirnamede, biri düşmanın
Briey üzerine ricat etmesi ve diğeri Metz önünde ihrâz-ı mevki eylemesi
olmak üzere iki ihtimal göz önüne alınmış idi. Her ihtimale göre başka başka
tedâbîr ittihazı lazım geleceği ise tabiî bulunmuştur.
Bu lüzum, General Manteuffel ordusunda 1871 senesi Kanunısanisinin
24’üncü günü ordunun Besangon pîşgâhına muvasalat ettiği zaman daha
garip bir surette meydana çıktı. General Bourbaki Lisaine mevkii üzerine
ettiği taarruzda muvaffak olamayınca Yukarı Doubs Vadisi boyunca
hareket ve Besangon Kalesi’nin istihkâmâtı sayesine iltica etmiş ve General
Werder kendisini Doubs ile Orignon arasından takip eylemiş idi. General
Bourbaki cihet-i şimaliyede mevki tutarak İkinci ve Yedinci Kolordular dahi
karşısında ihrâz-ı mevki ettiler. Bourbaki’nin Besangon yanında tûl-ı müddet
kalamayacağı şüphesiz idi. Çünkü bir orduyu iaşe edecek zahire mefkûd
olduğundan, mûmâ-ileyh birkaç gün sonra istihkâmâtın himayesinden çıkmak
mecburiyetinde idi. Lâkin hangi cihetten ricat edecek? Cenup tarafında olan
hatt-ı hareketi Almanlar cânibinden seddedilmiş bulunduğu cihetle hatt-ı
hareket-i mezkûr ile İsviçre hududu arasından geçip gidebileceği gibi, bir de
ordusunu kurtarmak zımnında doğrudan doğruya Doubs’un iki sahilinden
ve cihet-i cenub-ı garbîden hücum ederek Almanların hatt-ı harbini yarmaya
cüret etmesi ihtimali dahi mevcut idi.
124
Millet-i Müselleha
125
Von der GOLTZ
“İmdi her emirname düşmana dair alınan ahbâr ve malumat ile bede’
eder.”Bu babda ihtiyatlı davranmak lazım olup şayet alınan malumata
tamamıyla emniyet edilebileceğinde kumandanın dahi cüzî şüphesi olacak
olur ise malumat-ı mezkûrenin nereden ve hangi taraftan alındığını
emirnameye yazmalıdır. Zira emirnameye, “Düşmana dair alınan malumata
nazaran ve ilâ âhir” bede’ edilecek olur ise emirnameyi ahzeden kimse
malumat-ı mezkûrenin tamamıyla muvafık-ı sıhhat olduğunu zan ve itikat
edebileceğinden pek çok hataların zuhuruna sebebiyet verilmiş olur.
Malumat-ı mezkûrenin menbaı zikredilir ise “Köylüler, casuslar, tecessüs
kolları vesaire vesâtatıyla alınan malumata göre” demek lazım gelir ki bu
hâlde her kıt‘a-i askeriye kumandanı malumat-ı mezkûreye ne dereceye
kadar emniyet edilebileceğini pek suhuletle anlayabileceğinden, bu keyfiyet
ya adem-i emniyetini veya ihtiyat-perverliğini daha ziyade ikaz veyahut
emniyetini tezyit etmiş olur.
126
Millet-i Müselleha
127
Von der GOLTZ
üzerinden imtidat ederek nizam-ı harp almış gibi görünüyor” denilmiş ise de
yine iptidaki emirnameler ile düşmanın sağ cenahını Amanvillers civarında
aramak lazım geleceğine kanaat getirilmiş ve kâffe-i tedâbîr-i lazıme ona göre
ittihaz kılınmış idi. Hassa Kolordusu Amanvillers istikametinde hareket ile
oradan itibaren düşmanın her hâlde mevki-i mezkûrun cihet-i cenubiyesinde
bulunduğu zan ve itikat olunan sağ cenahı aleyhine bir çevirme hareketi
icrasına emir almış iken, düşmanın sağ cenahı hakikatte Amanvillers’ın
cihet-i şimaliyesinde epeyce bir mesafede bulunmakta olduğundan, mezkûr
ordu düşman hatt-ı harbinin hemen merkezine tesadüf etmiş olacak idi.
Emirnamelerde verilen malumat düşmana dair alınan malumat-ı sahihaya
tevfik edilmiş ve emirnamenin iptidasında şu vechle : “Düşmanın sol cenahı
La Point de Jour Tepelerinde nizam-ı harp hâlinde bulunuyor. Sağ cenahının
nereye kadar mümted olduğu el-ân meçhulümüzdür ilâ ahir” yazılmış olsa idi
o gün mevcut bulunan hatayı evvelden izale etmek mümkün olur idi.
Gerçi vekâyi‘in netâyicini gördükten sonra bu misillü hataları yâd ve
tadat iş esnasında mezkûr hataları görmekten daha kolaydır. Binaenaleyh
bizde buradaki ilmimizi “Esprit d’escalier” yani “merdiven başı efkârı” tabiriyle
tavsif etmiş idik. Bu misillü efkâr bize alelade bir mahkeme salonundan
çıkıp da merdivenden aşağı iner iken hatırımıza “Acaba mahkemede daha
âkılâne neler söyeleyebilir idik?” fikirlerinin gelmesinden ibarettir. Mamafih
tahkikât-ı dakîkadan mevki ve mahall-i mezkûrda hakikat-i hâli keşfetmiş
adamlar bulunmuş olduğu anlaşılmaktadır. Muharebe günü öğleden evvel
Fransız nizam-ı harbini mufassalan tarif eden bir raportta şu “Düşmanın
sağ cenahı bir çalılıkla mestûr olduğundan, nihayetinin nereye kadar mümted
olduğu görülemiyor” sözü muharrer idi. “İşbu raport ikinci ordu karargâh-ı
umumîsi zabitanından biri tarafından yazılmıştır.”
İşte mülahazat-ı mezkûreden anlaşılacağı üzere emirnamelere
mukaddime olarak, düşmana dair yazılan malumata derece-i nihayede
sıhhat ve hakikate riayet etmelidir. Binaenaleyh mukaddimeyi teşkil eden bir
iki satırı kemâl-i dikkat ve itina ile yazmak lazım gelir.
Her emirnamenin ikinci kısmı başkumandanın niyyâtını büyük harfler
ile yazılmış olarak şamil buluncaktır. Niyyât-ı mezkûre doğrudan doğruya
düşmana dair alınan malumattan neşet eylediği cihetle malumat-ı mezkûre
akibetinde yazılması mukteza olduğu bedihîdir.
Başkumandanın veya bir kıt‘a-i askeriye kumandanının fikir ve emelini
gayet açık ve her nev‘ müphemattan ari olarak beyan etmesi lazım geleceği
128
Millet-i Müselleha
129
Von der GOLTZ
130
Millet-i Müselleha
Şayet bu vechle tabiî bir sıra tertibi mümkün olamaz ise o hâlde en
ziyade ileriden giden kıt‘a-i askeriyeden ve mesela bir ordunun ilerisinden
131
Von der GOLTZ
hareket eden süvari kolundan başlamak iktiza eder. İşte zikr-i tedâbîrde böyle
en ziyade ileride bulunan kıt‘a-i askeriyeden bede’ edilir ise emirnameyi
mütalaa ve ahkâmını tetkik için haritaya müracaat olundukta tedâbîr-i
âtiyenin icrasında şayan-ı ehemmiyet bulunacak mevâki‘ ve tarîk vesaire
evvelden öğrenilmiş ve mevâki‘-i mezkûreye muvasalat olundukça onların
ahvaline itlâ‘ ve bu suretle tez elden bir fikr-i icmalî hâsıl edilmiş bulunur.
Süvariye ait olan mülahazat beyan olunduktan sonra ordunun pişdarına
ve ba‘dehû kısm-ı küllîsine ve nihayette canip-dârlarıyla kıtaat müfrezesine
nakl-i kelam olunur.
Bu vechle icraat sırasına tamamıyla mutabık bir sıra istihsal edilmiş
olacağından, emirnamenin anlaşılması hususunda büyük bir fayda istihsal
edilmiş bulunur.
Hiç kimse -ricat hakkında olan emirnamelerde olsun- kıtaat-ı askeriye
hakkında yazılan emirnamelerde vesait-i nakliye ve köprücü vesaire misillü
kollar için olan emirleri takdim veyahut ikisini mezc ve halt etmez. Vesait-i
nakliyeye ve köprücü ve cephaneci misillü kollara ait olan evâmir daima
nihayette gelmelidir.
Bir de şurasını nazar-ı dikkate almalıdır ki esna-yı harpte emirnameler
ahval-i müşküle arasında yazıldığı gibi anları okuyup anlamak dahi ahval-i
müşküle içinde vaki olur. Tarih-i harpte bir maddenin görülmediğine veya
diğer bir maddenin ferâmuş edildiğine dair itirafâta tesadüf ettiğimiz zaman,
o anda bu keyfiyeti şediden muhakemeye ve bir “Nasıl mümkün idi?” sözüyle
beyan-ı itiraza fevkalade meyyal bulunuruz. Lâkin bir generalin, vazifesini
ne kadar bilirse bilsin, daima müteyakkız ve müteharrik olamayacağı ve
herkeste olduğu gibi onun dahi kuva-yı bedeniyesinin bilahare yorgunluğa
mağlup olacağı hususları asla hatıra getirilmez.
Belki müzakerat, tertibat, raportlar ve jurnaller ahzı kendisini burûdet-i
şita ve nüzûl-ı berf ü bârân içinde gecenin geç vaktine kadar bârgîr üstünde
olarak uykusuz bırakmıştır. Tamamen esbâb-ı istirahattan mahrum olan
konak mahallinde biraz uykuya dalmış iken bir de makam-ı bâlâdan birtakım
evâmiri hâmil bir emir zabiti vasıl olarak kendisini kemâl-i zahmet ile
bulabildiği bir uykudan bîdâr ederek yeniden iş görmeye mecbur eder. Emir
zabitinin vüruduyla beraber gelen evâmiri okumak, icap eden tedâbîre karar
vermek ve aşağı doğru emirler ısdâr etmek lazımdır. Ekseriya böyle tacizler
bilâ lüzum dahi vaki olur. Kâffe-i aza-yı bedenin şiddetle talep ettikleri
böyle bir istirahattan insan pek güç ayrılabilir. Mumun fena ziyası yanında
132
Millet-i Müselleha
ve ocağın sönmek üzere bulunan ateşi veya hariçte ateş ışığı önünde belki
kezâlik acele ile yazılmış olan emirnameyi okuyup istihrac-ı meale bede’
olunur. Haritalar celp olunarak ekseriya onları yapabilmek için bin su‘ûbetle
bir masa buldurulur. Bu misillü ahvalde emirnameler ne kadar uzun, şamil
olduğu esâmi ne kadar ziyade, tertibatı ne derecede müsenna‘ olur ve başlıca
maddeler cüz’iyât ile ne kadar ziyade karıştırılmış bulunur ise hatalara, yanlış
anlamaya, mühimmi ehemme takdim etmeye ve daha sair bu misillü sehvlere
o nispette ziyade sebebiyet verilmiş olur. Bir de şurasını düşünmelidir ki -hiç
olmaz ise bizim orduda - rüteb-i aliyeyi ihraz etmiş zevatın cümlesi kuva-yı
fikriye ve bedeniyenin tenakusa yüz tuttuğu bir çağda bulunurlar.
Napolyon Bonapart kırk bir yaşında iken evvelki kuvvet ve cebbaretinin
fikdânından şikayet eder ve “Esb-süvar olarak en ufak bir yürüyüş beni
yormaktadır.” diye yazar idi. Büyük Frederick kırk beş yaşında iken muhibbi
bulunan D’Argens hissiyat-ı kalbiyesini şu suretle ifade eder idi : “Kuva-
yı bedeniyemin beni terk ve zaafım tezâyüd eylediği ve daha doğrusunu
söyeleyeyim bedbahtların medâr-ı tesellisi olan ümit bile bende zail olduğu bir
sinde Herkül’e mahsus birçok cesim işleri görmek mecburiyetindeyim.”Bizde
silsile-i merâtibin en büyük kısmı henüz önlerinde bulunan pek çok tabur
binbaşıları aynıyla bu sinde bulunuyorlar. O sinde yalnız birkaç alay
kumandanı mevcut olup hele bu sinde mirlivalar piyade sınıfında bile nadiren
tesadüf olunabilir. Lâkin idare-i harpte ehemmiyeti haiz rüteb-i askeriye asıl
bundan sonra bede’ eder. Altmış yaşında veya altmış yaşını tecavüz etmiş
zevatta mukarreratta sürat ve kuvve-i hafızada evvelki kudret mümkün değil
mevcut olamaz.
İşte hususat-ı mezkûreyi emirnamelerde dahi nazar-ı dikkat ve itinaya
almalı ve mezkûr emirnameler suhuletle anlaşılabilecek ve başlıca maddeleri
kolayca hıfzolunabilecek vechle tahrir ve tertip edilmelidir.
Bu hususu vücuda getirmek için ise evvela hareket ve muharebeye
dair olan tertibat ve evâmirden umur-ı saireyi tefrik etmelidir. Vakıa vesait-i
nakliyeye ve muhtelif levâzım ve araba kollarına ait evâmir ve tertibattan
sarf-ı nazar olunamaz. Çünkü cephane, erzak, hastahaneler ve sairenin nerede
bulunduğunu kıtaat-ı askeriyenin bilmesi elzemdir. Lâkin bu babda yalnız
mezkûr kollar vesairenin bulundukları nukâtı zikretmek ekseriya kifayet
eder. Bunlara ait sair tedâbîr ve tafsilatın ayrıca bir emirname ile beyan ve
işarı daha ziyade münasip olacağı der-kârdır. Bu vechle kıtaat-ı askeriyyenin
harekâtına dair başkumandanın efkârı ve tedâbîri her nev‘ libâs-ı teferruat
ve zevâ’idden mücerred olarak nazar-ı dikkate tamamıyla tesadüf eder.
133
Von der GOLTZ
Bir de bir şart dahi vardır ki emirnamelerde ifası her zaman elzemdir.
Bu şart ise ihbar ve istizan zımnında kumandanlar tarafından gönderilecek
muharreratın eline vasıl olabilmesi için başkumandanın bulunduğu mevkii
muayyen bir surette işar etmektedir.
Esna-yı harpte yazılacak her bir emirnamenin suret-i tertibi her kısım
inşaası iyân olan bir Yunan-ı kadîm mabedi misillü kâffe-i aksamı yek-
nazarda suhuletle görebilecek surette olmalıdır. İşte o zaman tasavvuratta
revnak ve icraatta sıhhat hâsıl olabilir. (Emirnamelerin tahriri esnasında
haritaların istimali dahi ehemmiyetsiz bir şey değildir. Evvela haritalardaki
esâmi kemâl-i dikkat ile yazılmış bulunmalı, sâniyen her orduda emirnameler
yazılır iken hangi haritalara müracaat olunduğu malum bulunmalıdır. Her
harita araziyi başka türlü gösterdikten başka isimlerin suret-i tahririnde dahi
tahallüf görülür. Emredenler ve emri ahz eyleyenler başka başka haritalar
istimal edecek olurlar ise bir ismi uzun uzadi taharrî ederek boşuna pek
çok vakit sarfedilmiş bulunur. 1870-1871 Harbi esnasında bir karargâh-ı
umumî maiyetinde bulunmuş olan müellif-i kitap, vârid olan bir raportta
zikrolunan bir çiftlik ismini harita üzerinde bulmak için bir gece uğraşmış
olduğunu hatırına getirmektedir. Nihayet bi’t-tesadüf eline başka bir harita
geçtiğinden mezkûr ismi bulmaya muvaffak olmuştur. Çünkü raportun
yazılması esnasında istimal edildiği muhtemel olan işbu haritada çiftliğin
ismi büyücek harfler ile yazılmış bulunur idi.)
134
Millet-i Müselleha
135
Von der GOLTZ
136
Millet-i Müselleha
137
Von der GOLTZ
138
Millet-i Müselleha
tezâyüd eden tehlikenin bir alamet-i bâhiresi değil mi? Tane parçaları damlar,
tarlalar içinde enva-ı sedalar çıkararak tesadüf ettikleri yerleri tahrip eder ve
top gülleleri bütün istikametlerden gelir iken yanımızdan süratle geçer veya
başlarımızın üstünden aşar. Nihayet tüfek kurşunlarının kesretli bir ıslık sadası
kulağımızı muzdarip etmeye başlar. Biraz daha ilerileyelim de birkaç saatten
beri kemâl-i sabır ve mekânet ile uzun bir ateş muharebesi içinde bulunan
piyade askerinin yanına gidelim! Burada hava-yı nesîmî ıslıklar ile kulaktan
baştan ve candan kaç santimetre uzaktan mürur ettiklerini bildiren mermiyat
ile memlûdur. Fazla olarak mecruh ve sakat veya telef olanların manzara-i dil-
hirâşiyle hâsıl olan rikkat ve merhamet dahi zaten şiddetli çarpmakta bulunan
kalbimize darabât-ı mü’ellime icra etmektedir.”
Bâlâdaki tarif bugünkü günde dahi muvafık-ı sıhhat ve hakikat olarak
yalnız esliha-i hazıra menzillerinin daha ziyade olmasından dolayı tarif edilen
âfâk daha vasi bulunmaktadır. Kuvve-i müessirenin tezâyüdü nispetinde
tesirat dahi kesb-i şiddet etmiştir. Gayet seri bir surette atılan eslihamızın
yaylım ateşi yanında eski zamanların en kesif kurşun yağmuları bile pek
geride kalır.
Yukarıda dahi bi’l-münasebe söylediğimiz vechle tehlike ve muhatara
önünde müteessir olmayacak pek az adam vardır. Clausewitz’in fikrince
acemi kimse âfâk-ı mezkûreden her birine dâhil oldukça mutlaka burada
ziya-yı akıl ve fikrin başka birtakım vesait ile tahrik edilmekte ve şu‘â‘âtının
evvelden tasmîm edilmiş bir fiil ve hareket esnasında olduğundan başka
bir tarzda münkesir olmakta bulunduğunu hisseder. Muharebenin içerisine
ne kadar ziyade sokulur ise nabızları o nispette seri çarpmaya, efkârı daha
seri ve fakat muğlak bir vechle dalgalanmaya ve kuvve-i müfekkire ve
mülahazası o nispette şahsına ait mütalaat ve muhtemel olan fena-yı karîb
tevehhümâtıyla düçar-ı teşvîş olmaya başlar. Bu anda insan maddî olarak
kaybedebileceği şeylerin en kıymetlisi ömrühayat olduğundan bütün sa‘y ve
gayretini ve fikir ve mütalaasını onun muhafaza ve ibkâsı cihetine sarf eder
ve başka şey düşünmez.
Kumandan muharebenin suret-i cereyanı üzerine ne kadar nazar ve
tesir-i zihnîsi matlup ise müşârun-ileyhin o nispette muhatara-i ciddiyeden
uzak bulundurulması lazımdır. Kumandan için en âlâ mevki kendi ordusu
kollarının hutûtü’l-harekâtını ve düşmanın hatt-ı harbini layık-ı vechle
görmeye müsait olan mevki olup bu misillü mevâki‘ ise ekseriya büyük bir
mesafede ve düşmanın daire-i ateşi haricinde bulunabilir. Lâkin mevâki‘-i
mezkûrenin düşmanın ateşi dairesi haricinde olmalarından dolayı kabul
139
Von der GOLTZ
edilmemeleri pek sahte bir hırs-ı şöhret eseridir. Zira bir kumandan
muhatara ve tehlikeden korkmayarak askere ibret-bahş olmaya çalışır ise en
aşağı rütbede bir zabit kadar iş göremez. Lâkin revnak-ı fikir ve sükûnet
mülahaza ile kendisi yüzbinlerle kişinin velinimeti olabilir.
Ağustosun 31’inci ve eylülün birinci günleri Noisseville mevkiinde
vuku bulan muharebe esnasında Metz şehrini muhasara eden ordunun
karargâh-ı umumîsi Moselle Nehri vadisinin sol kenarı üzerinde kâin olup
gayet keskin olarak ileriye doğru çıkmış bir dağ kısmından ibaret olan ve
meydan-ı muharebeden mesafe-i ufku ile iki ve yollar dâhil-i hesap edildiği
hâlde üç Alman mili mesafesinde bulunan Horimont Tepesi’nde bulunuyor
idi. İptidadan oradan yalnız ilerideki araziyi suret-i umumiyede görmek
istenilmiştir ki rasat mevkiinin büyük dürbünü bu babda pek güzel bir
hizmet eda etmiştir. Lâkin biraz sonra başlayacak muharebe esnasında
karargâh-ı umumî için bundan âlâ bir nokta bulunamayacağı anlaşılmış
olduğundan, başkumandan maiyetiyle beraber mezkûr noktada kalarak icap
ettikçe zabitleri muharebe meydanına izam eder idi.
Metz şehrinin bütün etraf ve civarı, haneleri, varoşları, istihkâmâtı ve
Fransızların ordugâhları ile beraber Horimont Tepesi önünde bir resim
levhası gibi bulunuyor idi. Nehir vadisinin öbür tarafından düşmanın harekâtı
ve mahsur bulunan Fransız Ordusu’nun nizam-ı harp ahz ettikten sonra
açılıp taarruz için yürüyüşe bede’ etmesi pek güzel müşahade olunuyor idi.
Kezâlik ilerlemekte bulunan Alman kollarının yürüyüşünü dahi göz ile
takip etmek mümkün olduğundan insan iki tarafın harekâtını âdeta bir harp
oyunu seyreder gibi pek güzel muhakeme edebilir idi. Muharebenin hâli
pekâlâ görüldükten başka bir de düşmanın ittihaz ettiği tedâbîre nazaran ne
gibi harekâta teşebbüs etmek lazım geleceği suhuletle fark olunabilir idi.
İşte bunun içindir ki işbu muharebede kumanda heyet-i aliyesinin
evâmir ve tedâbîri ve muharebe meydanında kumanda eden generallerin
icraatı beyninde şayan-ı tebrik bir ittihat ve mütabakat görülmüştür.
Umum kuvvetin başkumandanı bulunan Prens Frederick Charles’ın
niyeti şeref-i muzafferiyeti kâmilen Noisseville mevkiinde muharebe eden
General Von Manteuffel’e terk etmek idi. Mamafih bu mülahaza-i zatiyesinden
sarf-ı nazar, yine müşârun-ileyhin Horimont Tepesi’nde kalması tamamıyla
muvafık-ı hâl ve maslahat bulunuyor idi. Çünkü karargâh-ı umumî, mevki-i
mezkûru terk etmiş ola idi muharebe meydanına olan medd-i nazarını ve
telgraf hatlarıyla olan irtibatını kaybettikten başka bir de birkaç mil mesafeyi
140
Millet-i Müselleha
141
Von der GOLTZ
142
Üçüncü Kısım
Harpte Muvaffakiyet Şerâ’iti
143
Von der GOLTZ
144
Millet-i Müselleha
145
Von der GOLTZ
146
Millet-i Müselleha
hulus veya adem-i hulusü pek mühim olup a‘mâl-ı harbiyeye ziyadesiyle mâni
olabileceği gibi, a‘mâl-ı mezkûrenin fevkalade revacına dahi hizmet edebilir.
Hususat-ı mezkûreden başka politika, ilan-ı harp zamanını dahi tayin eder ki
bunun hüsn-i suretle tayin ve intihabı fevkalade mühimdir. Velhâsıl “politika
bir devletin âlem-i harbe duhulü esnasındaki kâffe-i ahvalini” vücuda getirir
ki işbu ahval başkumandanın etvâr ve mukarrerâtına ve ordunun ahval-i
maneviyesine bile büyük bir tesir icra eder.
Zamanımızın herşeyi herc ü merc eden vekâyi‘-i harbiyesinin şiddeti
nazar-ı dikkate alınır ise topların seda-yı dehşet-fezâsı vasıl-ı sâmi‘a olur
olmaz politikanın ezmnine-i sâlifeye nispeten daha ziyade geriye çekileceğini
şüphesizdir. Asr-ı mazi harpleri esnasında muharebeye mübaşeret edilmiş
olduğu hâlde hemen her vakit taahhüdât-ı saire için ordularının bir kısmını
ihtiyat olarak elde tutmak ve muharebede bulunan kuvvetin tezyit veya
adem-i tezyidi hususunu politikanın karar ve tensibine menût bırakmak
devletlerin mutadı idi. (Ondan başka muharip bulunan devletler beyninde
münasebat-ı siyasiye dahi ekseriya devam üzere bulunur idi. Mesela
İngiltere’nin Petersburg Sefiri Muharebe-i Heft-sâle’nin devam ettiği
müddette asla memleketine çağrılmamış idi). Şimdi ise bidayet-i emrden
itibaren bütün kuvvet ve makderet mevdû‘-ı dest-i talih ve baht olduğundan
takdire tevfikan ya galebe etmek veya mağlup olmak lazımdır.
Muharip bulunan tarafeynden biri nezdinde idame-i harpten ziyade
akd-i müsalaha heves ve arzusu galebe ettiği ve harpte istihsal-i muvaffakiyyet
ümidi zail olduğu hissolunur olunmaz politika tekrar nüfuz-ı sâbıkını kazanır
ve tarafeyni münazaaya bir nihayet vermeye razı edecek münasebet-i
cedidenin tanzimine memur olur. Düvel-i sairenin nüfuzu dahi o zaman
baş göstermeye başlar. Çünkü ekseriya bu nüfuz galibin matlubatından ne
dereceye kadar ileri gidebileceğini ve mağlubun ne raddeye kadar fedakarlık
edeceğini tayin eder.
Seferin neticesi artık hilye-i şükûktan te‘arrî eden edvâr-ı ahîresinde
politika unsuruna nazaran unsur-ı askerî gittikçe geriye çekilmek üzere
bulunur. Ekseriya politikanın nüfuzu başkumandanın mukarrerâtında dahi
izhar-ı tesir eder. Mülahazat-ı siyasiye tarafeynden biri canibinden son
bir gayret ve diğeri tarafından nihayet bir vasıta-i tazyik addolunacak bir
muharebenin vukuuna daha sebebiyet verebilir ki sırf menâfi‘-i askeriye
nokta-i nazarından bakıldığı hâlde mezkûr muharebenin lüzumsuzluğuna
hükmolunur. Muharibeynden biri bu son gayreti belki kendi menâfi‘i için
elzem addeder. Zayıf bir hükûmet ümid-i zafer ve muvaffakiyeti zayi ettiği
147
Von der GOLTZ
hâlde bile mahzâ ahalisine akd-ı müsalaha lüzumunu layıkıyla tefhim için
böyle bir muharebe-i kat‘iyeye muhtaçtır. Bir harp nihayetinde politikanın ne
yolda netâyic-i garibe tevlit edeceğine 1871 senesi bir misal-i alenîdir. Sene-i
mezkûrede mütareke akdedilmiş bulunduğu hâlde Metz talimhanesinde
umumî düelloya hitam verildiği esnada henüz hiddet ve şiddetlerini teskin
edememiş olan iki hasmın düelloda devam etmelerine müsaade olunduğu
gibi dârü’l-harekâtın bir kısmında cenk ü cidâl devam etmekte idi.
Harp, daima politikanın hâdimidir. Yalnız mahv ve tahrip için bir harp,
bugünkü günde tasavvur olunamaz. Harbi ilan için ortada velev iki hükûmetin
rekabet-i nüfuzu vesaire misillü bir keyfiyet olsun, mutlaka devlete daimî
olarak zî-kıymet bir maksada müstenit bir sebep olmalıdır. Sebeb-i mezkûr
ise ancak nazariyat-ı siyasiyeden neşet edebilir.
Maksad-ı harp o kadar mühim ve milletlerin onu istihsal zımnında
sarfettikleri mesai ve himem o derecede müessirdir ki yalnız ondan dolayı
biz politikayı harpte şerâ’it-i muvaffakiyetin baş tarafına vaz‘ eder idik.
Buna pek çok esbâb daha inzimam etmekte olduğundan, bilâ tereddüt şu
sözü söyleyebiliriz : “İyi bir politika olmadıkça muvaffakiyetli bir harp etmek
muhtemel değildir.”
Başkumandan ile umur-ı siyasiyeyi idare eden diplomat, harbin politikaya
edebileceği en büyük hizmet “düşmanı tamamıyla kuvvet ve iktidardan ıskat
etmek” olduğu noktasını layıkıyla anlarlar ise bununla harbin ne ehemmiyeti
tenkis ve ne de istiklali tahdit edilmiş olur, belki kaide-i mezkûre politikaya
en vasi bir serbestî ita edeceği gibi kuva-yı harbiye istimaline dahi cesim bir
meydan hazırlamış bulunur.
Umur-ı siyasiye ve askeriyenin derece-i nihayede müttehit bulunmaları
elzem olduğu âzâde-i kayd-ı güftârdır. Binaenaleyh bu keyfiyet dahi bize
başkumandanlık ile politika riyaseti bir büyük hükümdarın zatında içtima
eden devletin en âlâ bir hâlde bulunduğunu ispat etmektedir.
Her iyi tensikat-ı askeriyenin muayyen bir tabiat-ı milliyeye mâlik
bulunacağını bâlâda söylemiş idik. Bu husus başkumandanın ve kıtaat-ı
askeriyenin muamelatında dahi nümâyân olmalıdır.
Sevkülceyş ve tabiye fenlerine dair kitap yazanlar millî bir sevkülceyş
ve tabiye tedrîsini asla nazar-ı dikkatten dûr etmemelidir. Çünkü böyle bir
sevkülceyş ve böyle bir tabiye fenni mensup bulunduğu milette fayda-bahş
olabilir.
148
Millet-i Müselleha
149
Von der GOLTZ
150
Millet-i Müselleha
151
Von der GOLTZ
karşı bir iş görmemesi buna güzel bir misal olmuştur. Ondan başka cesim
ve fakat ta‘allüm ve terbiyesi noksan bulunan bir ordu, mu‘allem bir ordu ile
muharebeye tutuştuğu zaman miktarının cesâmeti kendisine bais-i müşkülat
olur. Yek-diğerlerine muadil olmayan a‘dâd ile muadele-i hesabiye vücuda
getirilemeyeceği gibi bir arslanın karşısında üç koç gören bir âkil hiçbir vakit
koçların galebe edeceğini kâle almak değil hayaline bile getiremez.
Clausewitz Büyük Frederick’in Kolin mevkiinde 30 bin kişi ile 50 bin
Avusturyalıya ve Büyük Napolyon’un 160 bin kişi ile 280 bin nefer müttefikîne
karşı başa çıkamadıklarını nazar-ı dikkat ve ibrete alarak bugünkü Avrupa’da
en mahir ve en zeki bir başkumandanın bile kuvvetçe kendisinin iki misli bir
düşmana pek güç galebe edeceğini beyan ettikten sonra diyor ki :
“İki misli bir kuvvetin en büyük kumandanlar karşısında bile mizan-ı
muvazenetini o derecede ihlal ettiğini gördüğümüz hâlde artık ahval-i adiye
arasında vukua gelen muharebat-ı cesime ve sağîrede ahval-i saireden sarf-ı
nazar yalnız iki mislini tecavüz etmemek üzere olan bir tefevvukun mutlaka
muzafferiyeti temin edeceğini tasdike mecburuz. Vakıa bazı geçit muharebeleri
tasavvur olunabilir ki on misli bir kuvvet geçidi müdafaa eden askere galebe
edemez. Lâkin bu misillü ahval hakikî muharebenin lakırdısı bile olamaz.”
152
Millet-i Müselleha
ve teçhizin derece-i ehemmiyeti bir kat daha meydana çıkar. Asker bu babda
düçar-ı tekâsül olduğu ve karşısında bir şey yapmaya muktedir bulunmadığı
silaha bilâ ihtiyâr mağlup olacağı zan ve itikadına zâhib olur ise bundan daha
fena bir şey tasavvur olunamaz. Bu keyfiyet ise mağlubiyet ve hezimetleri
haklı göstereceği gibi askerde husule gelen böyle bir fikir kadar galebe ve
muvaffakiyete bir düşman tasavvur olunamaz.
Silah dediğimiz vakitte onu istimal etmeyi bilmek hususunu dahi dâhil-i
hesap edeceğimiz tabiîdir. Yoksa tesiri makinenin kıymet ve ehemmiyetiyle
asla mütenasip olamaz.
153
Von der GOLTZ
hareket edecek olsa üç milyon kişiyi silahaltına almış olur idi.) Düvel-i
muazzama-i saire nezdinde dahi ahval bu merkezde olduğundan, insan
diyebilir ki kâffe-i vesait-i maddiye tükenir de yine askere alınabilecek
nüfusun miktarı tükenmez. Daha silaha ve akçaya mâlik olan hükûmet henüz
kuvvet ve iktidardan sakıt olmamıştır.
Harpte derece-i nihayede devam etmeye muktedir olan devlet, esbâb-ı
muvaffakiyetin zî-kıymet olanlarından birine mâlik bulunmuş olur.
Vakıa bu bâbda yalnız paraya mâlik olmak keyfiyeti temin-i hâl etmeyip
parayı kolaylık ve güçlükle istimal edebilmek dahi dâ’î-i ehemmiyettir. Bir
harp esnasında deniz cihetindeki yolları açık bulunan devletler elbette
bidayet-i harpte bütün limanları seddedilen devletlerden daha ziyade suhulet
ile itibar-ı malîlerini istimal edebilirler. Ondan başka deniz tarafı kendilerine
açık bulunan devletler yeni ordular teşkil ve teslih için sanayi-i ecnebiyeden
daima istifade edebilirler. Eğer bu husus olmamış olsa idi Almanya - Fransa
harb-ı ahîri esnasında müdafaa-i milliye hükûmeti bütün dünyayı taaccüp ve
hayrette bırakan teşkilat-ı cesime-i askeriyeyi icra edebilir mi idi?
1814 senesinde Napolyon tıpkı bu hâlde bulunmuş olsa idi ahval
ve vekâyi‘ büsbütün başka bir renk kesb eder idi. Amerika’nın istiklal
harbi esnasında hükûmet-i cenubiye gayet mu‘allem ve muntazam askere
mâlik olmakla beraber mücerred deniz tarafından turuk-ı muvârede ve
muhaberelerinin inkıtaından naşi mağlup olmuşlardır. Donanmalar karada
bulunan ordulara muavenete muktedir olmasalar bile yine denize hâkim
bulunmak hususu büyük bir kuvvet bahşeder.
Servet-i umumiye devlete mühim bir kuvvet ita eder ise de bu servetten
semerât-ı hasene istihsali ancak milletin vakit ve zaman-ı münasipte
fedakârlık etmesine menût ve mütevakkıftır. Teehhürü hasebiyle vakt-ı
lazımında edilen tekâsülleri tamire muktedir olamayan fedakârlıkların
ehemmiyetsizliğini Kartaca Hükûmeti Hannibal’ın hâlinden öğrenmiş
ve hürriyetinin mahvıyla işbu hatasının cezasını çekmiştir. Muamelat-ı
harbiyede hiçbir vakit yek-diğerlerinden ayrılmaları caiz olmayan esbâb-ı
maddiye ve maneviye burada dahi müttehiden icra-yı nüfuz eder.
Bahsimize hitam vermek için kuva-yı harbiyenin hüsn-i istimalinden
neşet eden kâffe-i şerâ’it muvaffakiyeti zikr ve tadat eylemek iktiza eder
idi. Lâkin şerâ’it-i mezkûreyi kısm-ı âtîde harekât-ı harbiye ve muharebeye
dair olan hususât-ı muhtelifenin beyanı sırasında birer birer tarif ve izah
eylemeyi daha münasip görmekteyiz.
154
Dördüncü Kısım
Hareket ve Muharebe
Birinci Fasıl
Mülahazat-ı Umumiye
155
Von der GOLTZ
156
Millet-i Müselleha
fevkalade bir suret-i istimal ile tehiyye edilecek bir müdafaa-i musırrâne
nokta-i mu‘tenâbihâsına tevcih ve imale etmişlerdir. Bundan birkaç sene
evvel neşrolunup bir harb-ı müstakbelden bâhis olan bir Fransız kitabından
âtîdeki kelamı zikretmeyi münasip görürüz :
“Biz (Fransızlar) Almanlara memleketleri dâhilinde galebe edebilecek
derecede henüz kuvvetli değil ise de kendi memleketimiz dâhilinde onlara
suhuletle galebe edebiliriz.”
Fransa’da yeniden tesis edilmekte olan hutût-ı istihkâmiyeyi bâlâda bi’l-
münasebe zikretmiş idik. Son on sene içinde Fransa’nın hudud-ı şarkiyesi
sebebi mülahazat-ı harbiye ile pek suhuletle anlaşılabilir ancak bazı gedikleri
gösteren kılâ‘ ve istihkâmâttan mürettep bir zırh ile ihata olunmuştur. Cihet-i
şarkiye veya taraf-ı şimal-i şarkîden düşmanın tecavüzüne müsait olan bi’l-
cümle turuk ve me‘âbiri sedd ü bend etmek meselesi tamamıyla hallolunmaya
yaklaşmıştır.
Kılâ‘ ve mevâki‘e birçok asâkir-i muhafaza memur edilmesi
mecburiyetiyle orduya zaaf gelmesi ve bu sırada mesârif-i külliyeye dahi
ihtiyaç messetmesi tabiî bulunduğundan biz böyle bir teceddütte taklid-i
hareket etmesini Almanya Devleti’ne tavsiye edemeyiz. Mamafih hâl-i
tedafüi indlerinde mültezem ve servet-i milliyeleri bizimkinden mükemmel
olan düvel-i saireye muhafaza-i mülkleri için bu misillü tedâbîre tevessül
eylemelerini tavsiyeden geri duramayız.
Ezmine-i kadîmede dahi bu hâle müşabih hâller görmekteyiz. Romalılar
hudutlarını asırlarca kıymetten sakıt olmayan birtakım kılâ‘ ve istihkâmât
ile tahkim etmişler idi. Esbâb-ı hafiyyeleri daima bir olduğu için bu misillü
vekâyi‘ ve hâlât arasıra nümâyân olmaktadır. Bir memleketin fenne ve icab-ı
hâl ve maslahata muvafık bir surette müdafaa hâline vaz‘ olunması istihkâm
mühendislerine meleke ve maharetlerini göstermeye bir vesile ve fırsat
vermek maksadıyla olmayıp belki edilecek harbin hassa-i hareketini tenkis
eylemek içindir. Bir ordunun yaşayabilmek ve hususuyla levazım-ı sairesiyle
beraber cephanesini tedarik etmek için neye muhtaç bulunduğunu pekâlâ
biliriz. Yalnız orduları sevk ve tahrik etmek için değil levazım ve maişet ve
teçhizatını nakleylemek için dahi birçok yollara ve şimendifer hatlarına
mâlik bulunmak iktiza eder. Binâberîn zuhur edecek bir Almanya - Fransa
Muharebesi kılâ‘ ve mevâki‘-i müstahkeme etrafında bir silsile muharebattan
ibaret bulunmuş olur. Taarruz eden taraf hudut üzerinde tesis edilen kılâ‘
ve istihkâmât hattını kesre muvaffak olsa dahi müdâfi‘în geride bulunan bir
157
Von der GOLTZ
158
Millet-i Müselleha
ihtimal ve fırsatını dahi ita ve bu suretle tevakkufa bir sebeb-i diğer zuhur
etmiş olur. Bu misillü müessesat-ı istihkâmiye ile uğraşmaya mecbur olacak
bir usul-i harbin mutlaka muvakkat bir “sürünme” tabiatı ahz edeceğinden
asla şüphe yoktur.
Avrupa cihet-i şarkiyesinde - her ne kadar orada dahi müessesat-ı
cesime-i istihkâmiyeden bahsedilmekte ise de - şimdilik başka bir surette
bulunmaktadır. Orada vasi ovalar vekâyi‘-i harbiyenin tevkifi nâ-kâbil olan
terakkîsine küşâde bulunmaktadır.
Lâkin memâlikin vüsat-i cesimesi ve ona nispeten şebîke-i turukun
cüzî terakkîsi bir gün o misillü ahvali yani geriden olan hutût-ı ricat ile
bir rabıta husul veyahut harekât-ı harbiyeye mübaşeret edebilmek için
mevsim-i müsaide vusul buluncaya kadar muvakkat birtakım tatil harekâtı
mucip olacaktır. Şark tarafında bir muharebenin yalnız sefer ile vukuu gayr-i
mümkün olarak netice-i harbi istihsal bir sıra seferlerin vukuuna muhtaç
bulunacaktır13.
Binaenaleyh gelecek bir harp esnasında ordularımızın idaresine
memur heyet-i aliye evvelki gibi mahir, askerimizin cesaret ve şecaati
evvelki kadar mükemmel olsun, yine evvelki gibi süratle ilerlemeyi ve 1866
ve 1870 senelerinde süratle istihsal edilen netâyic-i hasenenin tekrar
sinîn-i mezkûrede olduğu gibi müddet-i kalîle zarfında istihsalini hatırımıza
getirmek bile caiz olmadığını layıkıyla anlamalıyız.
Kral Frederick, Lowositz Muharebesi’nde ihtiyar Feld Mareşal
Schwerin’e “Biz artık eski Avusturyalıları bulamıyoruz.” sözünü yazmaya nasıl
mecbur olduysa biz dahi ileride zuhur edecek bir harp bidayetinde “Biz artık
eski düşmanlarımızı bulamıyoruz” demeye mecbur olacağız. Filhakika ileride
zuhur edecek bir harbe yanlış tasavvurat ve faraziyat ile dâhil olmamak
için bu keyfiyeti layıkıyla anlamak muktezadır. Tahayyülât-ı nîk-bînânenin
arkasından mutlaka vehm ve tahayyülümüzü izale edecek vekâyi‘-i meşume
takip eder. Bu hâl ise vekâyi‘-i harbiyenin ağır ağır ilerlemesi tabiat-ı
maslahat iktizasından iken yine askerimizin kumanda heyetine olan
emniyetini izale etmiş olur. İleride iş pek ziyade müşkül olacak ve zahmet ve
meşakkate mukabil bidayet-i emrde istihsal edilecek mükâfat evvelki kadar
vasi olmayacaktır.
13 Vakıa bir harbi serian neticeye isal zımnında Almanya arzisi el-ân güzel bir dârü’l-
harekât arz etmekte ise de biz daima çalışmalıyız ki arazi-i mezkûre bir daha dârü’l-harekât
olmasın ve münazaatımız hududumuz haricinde hal ve fasl edilsin. Li’l-müellif
159
Von der GOLTZ
Harbin taharrük unsuruna mâni olan bir husus dahi cesim orduların
gittikçe tezâyüd-i miktarıdır. Milyonlarca kişiler bin kişiden mürettep
taburlar gibi suhuletle oraya, buraya sevk ve izam edilemez. Her şeyden
evvel onlar taburlar gibi her yerde taayyüş edemeyeceklerinden istimalleri
hâlinde tedâbîr-i mahsusa ittihazına lüzum vardır.
1866 Seferi hikâyâtındandır ki Feldzeugmeister Benedek’in kumandası
altında olarak Moravya’dan Bohemya’ya dâhil olan yalnız bir ordu kolunun
tûlü on beş Alman milinden daha aşağı değil imiş. Bir hatt-ı ufkî ile mesâha
edildiği zaman mezkûr kol Berlin’den Magdeburg’a, Stutgart’dan Anspach’a
yahut Würzburg’a ve Münih’ten Regensburg’a kadar varır idi. Mamafih
mezkûr kol, zaman-ı hazır yürüyüş kollarının cesâmetine nazaran pek büyük
değil idi. İşbu kol, üç kolordu ile bir süvari fırkasından yani bugünkü ordular
a‘dâdında pek büyük bir ehemmiyeti haiz olmayan 90 bin neferden mürekkep
bulunuyor idi. Ondan başka bu kadar mesafe üzerinde imtidat eylemesi dahi
askerin bir eser-i tekâsülü değil idi. Bâlâda bir kolordunun kuvvetine ve
terkibine dair yazmış olduğumuz mütalaattan mezkûr kol kadar bir kuvvette
bulunan askerin bir cadde üzerinde yürümesi hâlinde iyi hareket edebilmek
için mutlaka on beş mil imtidadında bir mesafeye muhtaç bulunduğu pek
güzel anlaşılmıştır.
Bu misal muharebat-ı cedidenin ne gibi mesafâta muhtaç olduğunu
pek vazıh surette irâ’e etmektedir. Lâkin bu misali daha ziyade mükemmel
ve muvazzah kılmak dahi mümkündür. Tecrübe olarak bugünkü Almanya
Ordusu’nu bir cadde üzerinde yola çıkaralım! Burada dahi alacağımız süvari
fırkalarından her biri 2/3 Alman mili tûlündedir. Ondan sonra kolordular
gelir. Yürüyüş üzerinde bulunan kolların bütün aralıklarını sıra sırayı,
araba arabayı bilâ fasıla takip edecek vechle kapatacak olsak bile yine on
sekiz kolordunun hepsini yürütmek için yüz Alman mili mesafeye muhtaç
bulunuruz. Bundan başka muvazzaf orduyu takip eden asâkir-i ihtiyatiyeyi
dahi dâhil-i hesap etmelidir. Bundan sonra orduların kumanda heyetleri ve
memurîn-i muhtelifesiyle arabaları ve kolordular beyninde münkasim değil
ise levazım-ı askeriye vesait-i nakliyesi ve memurîni ve daha birçok şeyler
orduyu takip eder. Bütün bu hesabı nazar-ı dikkat ve mütalaaya alır isek
yürüyüş kolunun başı Frankfurt Caddesi üzerinde kâin Mayence şehrine vasıl
olduğu esnada kolun nihayet sırası ancak Rusya hududu üzerinde bulunan
Eydtkuhnen mevkiinden müfârakat edebileceğini me‘a’l-istiğrâb müşahade
ederiz. Rhin Nehri’nden Rusya hududuna kadar mümted olan bütün cadde
asker, top ve arabalar ile işgal edilmiş bulunur idi. İşbu kolu gece gündüz
160
Millet-i Müselleha
devam etmek üzere bir şehir kapısından dışarıya çıkaracak olsak bütün
kolun dışarı çıkması için on beş günlük bir müddet iktiza eder idi.
Bu misillü cesim orduların bir araya geldikleri zaman bütün eyaletleri
doldurmaları tabiîdir. Avusturya’nın 1866 Ordusu konaklara yerleşmek için
bütün Moravya’yı (Margraviate’i) işgal etmiş ve cihet-i cenubiyede olarak en
geride yerleşmiş olan asker, en ileride bulunan asker ile birleşmek için dokuz
günlük bir yürüyüş icrasına mecbur bulunmuş idi.
1870 senesinde Rhin havzasında içtima eden Almanya’nın on altı
kolordusu yüz yirmi mil murabba‘ında gayet mahsüldar bir araziyi işgal
etmiş idi. Bugünkü günde bütün Almanya Ordusu’nu konaklara yerleştirmek
için her kasaba ve karye bilâ istisna konak mahalli ittihaz kılındığı hâlde yine
iki yüz mil murabba‘ında bir araziye ihtiyaç vardır.
Bugünkü cesim orduları bir hat üzere takip etmek lazım gelse hâsıl
olacak cephe dahi harikulade cesim olmuş olur idi. Fransız Ordusu Epinal’den
Verdun’a kadar varabilir idi. Kolordular yek-diğerlerinden rabıtaları gevşek
olarak bulunmayıp mevcut olan birçok müessesat-ı istihkâmiye sayesinde
yek-diğerlerine mükemmelen merbut oldukları hâlde bir sıra üzerinde
bulunurlar idi. Taarruz eden taraf seri ve nagah-zuhur hareketler ve çevirme
harekâtı ve gayr-i memul hücumlar icrası zımnında lazım gelen mesafeyi
bulmakta büyük zahmetler çekerek, nihayet efkâr-ı muhtelife zuhuruna bais
olan muharebat-ı mütekaddime ile düşman askerini bazı noktalara cem‘
etmeye ve diğer bazı noktaları harekât-ı taarruziyeye maruz bırakmaya
mecbur edildikten sonra iktiza eden serbest mesafe bulunabilir idi.
Hâl-i hazırda bidayet-i sefer harekâtının pek batî’ olacağını anlamak
için âdeta inanılmayacak derecede cesâmet kesb etmiş olan orduları hatıra
getirmek kâfidir.
Bu cesim orduların ordulara, asâkir-i ihtiyatiyeye ve derece-i sâniyede
olan vezâ’ifi ifaya memur ordu aksamına tefrik edilmesi işin müşkülatını
biraz tadil ve tenkis eylemekte olmakla beraber aksam-ı mezkûreden her
biri yine cesim ve idaresi müşkül bir hâlde kalmaktadır.
Ordunun yukarıda muvafık-ı maslahat bulduğumuz suret-i terkibini ele
alalım! Bâlâdaki mütalaata nazaran en kuvvetli bir ordu altı kolordu ve üç
süvari fırkasından mürettep bulunur idi. İşbu ordunun bir dârü’l-harekât
üzerinde içtimaı hâlinde askerin bir kısmı mesela iki kolordusu tefrik ve
cephenin gerisinde tabiye ve bir süvari fırkası başka tarafa izam edilse yine
161
Von der GOLTZ
ilerideki hatta dört kolordu kalmış bulunur. Bir kolordu layıkıyla hatt-ı harp
açmak için yarım Alman milinden biraz ziyade bir mesafeye muhtaçtır.
İşbu miktar Almanya - Fransa Harbi’nin muharebat-ı cesimesinde görülen
tecrübeler ile müspettir14.
Binâberîn hâlât-ı adiyede en büyük ordumuz için iki buçuk Alman mili
ve üç kolordu ile bir veya iki süvari fırkasından mürekkep bulunan en küçük
ordumuz için dahi miktar-ı mezkûrun nısfı tûlünde bir cephe hâsıl olacağı
aşikârdır.
14 Blume’nin Sevkülceyş kitabının 161 ve 162 sahifelerinde bir piyade taburunun hatt-ı
harb-ı adisi cephesi 200, saff-ı harp nizamında bulunan bir süvari alayının cephesi 300, bir
bataryanın 90, bir piyade fırkası topçu kolunun 400, bir topçu kolunun 700 metreyi ve bir
kolordunun umum topçusunun cephesi 1.500 metreyi mütecaviz bulunacağını beyan edi-
yor. Bu hesapça bir piyade fırkasının cephesi 1.500 ve bir kolordunun cephesi dahi 4.000
metre olmuş olur.
15 Vakıa o anda tamiri nâ-kâbil bazı top zayiatı dahi vukua gelir ise de beraberce getir-
ilen toplar miktarının azametine nazaran zayiat-ı mezkûre pek cüzî bir ehemmiyeti haizdir.
162
Millet-i Müselleha
163
Von der GOLTZ
164
İkinci Fasıl
Hareket ve Muharebede Zabt u Rabt-ı Askerînin Ehemmiyeti
165
Von der GOLTZ
talep edilen meşakk ve mihan pek ziyade olduğu cihetle elbette onlara
memnuniyet ile katlanamazlar. Vakıa bir millet-i mütemeddüne ordularında
cinayât vukuu bir kavm-ı bedevî cemiyetlerinde vuku bulduğu kadar vaki
olmaz. Lâkin zabt u rabt-ı askerî, askerden yalnız hidemât-ı mütenevvi‘anın
layıkıyla ifasını talep etmeyip düşmana galebe etmek için ömrühayatını
dahi feda eylemesini ve kendisinden fevkalade şeyler talep ederek onlar ile
âdeta ünsiyet peyda etmesini ve onlara gayr-i mütehavvil zaruriyât-ı tabiîye
nazarıyla bakmasını ister.
Zabt u rabt-ı askerîyi ve onun kuvvet ve iktidarını beyan ve izah için
meşhur Darwin’in16 “İnsanın Asıl ve Menşei” nam eserinde münderiç bulunan
sözü en güzel bir tarif addolunabilir : “Asâkir-i muntazamanın fark-ı gayr-i
muntazamaya olan tefevvuku, asâkir-i muntazamada her ferdin arkadaşlarına
olan emniyet ve istinadının neticesidir”. İşte zabt u rabt-ı askerînin en âlâ
vasıta-i müessiresi dahi işbu emniyet-i mutlaka olup zabt u rabt-ı askerî tabir
ettiğimiz bir hususu her şeyden daha iyi tefhim ve irâ’e etmektedir. Vakıa
icrası mutlaka elzem addolunacak evâmir-i aliyeyi icra ettirecek kadar şedit
bir kanun-ı askerîye dahi ihtiyaç olduğu bedihidir.
Scharnhorst der ki : “Hevesât-ı nefsaniye kuvveti, kanunun muaveneti
olmaksızın tahdit edilemez”. İtaatsizlik göründüğü yerde saati saatine ve
derece-i kâfiyede düçar-ı ceza ve ukûbet olmalıdır. Kanunun kâffe-i ahkâmını
harfiyyen tatbik ve icra etmek lazım olmadığı zehâbına sapmak pek büyük bir
eser-i belâhet olur idi. Ahkâm-ı kanuniyenin bi-temâmihâ tatbik ve icrası ise
zabt u rabt-ı askerînin esasıdır. Bu babda ta‘mîk-i fikir eylediği hâlde orduda
küçük büyük her kim olur ise olsun herkesin müsâvâten itaatına mecbur
olduğu istintaç olunur. İbret ve misal, söylenen veya yazılan kelamdan
daha müessirdir. Efrad-ı askeriye amirlerinin itaat ettiklerini görerek
ibret-bîn olacaklarından, kendileri dahi itaat ederler. Fakat askerin yalnız
amiri tarafından emrolunan bir şeyi o anda icra etmesi kâfi olmayıp itaat-ı
askeriyesi kâffe-i hidemât-ı askeriyeye karşı daimî ve gayr-i mütehavvil bir
hassa olmalıdır.
Asker indinde vezâif-i askeriyesinden daha ali ve daha mukaddes bir
şey bulunmamalıdır. Adi nefer vezâ’if ve hidemât-ı adiyeyi vezâ’if-i aliyeden
daha iyi anlar17.
16 Darwin İngiliz meşâhir-i tabiîyûnundan olarak insanın nesnastan neşet eylediği iddiasını
meydana koymuş ve o meslek erbâbına pîşvâ olmuştur vefatı 1882’dedir. Li’t-tâbi‘
17 İşte Alman Ordusu’nda bir zabitin mesleğine, bir nefere mahsus hidemât-ı adiyeden
bed’e ve mübaşeret eylemesinin kıymet ve ehemmiyeti bundan neşet etmektedir. Kend-
166
Millet-i Müselleha
Şimdiye kadar idare-i levazımın bir kısmı yani efrad-ı askeriyenin iksâ
ve iaşesine dair olan umurun kıtaat-ı askeriye zabitanı uhdesinde kalmak
âdetine riayet olunmuştur. Bu husus mülahazat-ı tasarruf ve idareye müstenit
olmayıp mâ-fevk ve mâ-dûn arasındaki münasebeti daha ziyade samimi
kılmak ve mâ-fevkin nüfuzunu tezyit eylemek maksadına mübtenîdir.
Efrad-ı askeriye kışla dâhilinde daha müssin ve daha büyük bir rütbeyi
haiz zabitanın bağırıp çağırdığını her gün gördüğü hâlde yine bilhassa elbise
ambarındaki işleri, efrad-ı askeriye koğuşlarını, kiler ve matbahı küll-i yevm
ziyaret ve teftiş eden ve zabt u rabt-ı askerînin rükn ü esası ve askerin babası
bulunan yüzbaşıyı bi’t-tercih latife makamında “baba” lakabıyla yâd ederler.
isi ileride emredebilmek için evvela itaata alışmış bulunmalıdır. Yani sade ve neferin
anlayabileceği bir tarzda emretmeyi öğrenmelidir. Ondan başka ileride kendisinden uzak
kalacak olan umur-ı cüziyeye dahi kesb-i vukûf etmelidir. Çünkü ileride zabit olduğu zaman
efrad-ı askeriye kendisinin dirayet ve malumatına umur-ı cüz’iye-i mezkûrede göstereceği
ilm ve vukûfuna nazaran hükmederler.
167
Von der GOLTZ
168
Millet-i Müselleha
bir fikir peyda eyleyecek ve kendisinin kâffe-i azasının gaye-i makâsıdı ifa-yı
vazifede sadakat ve hükümdar ve vatan hizmetinde fedakârlık olacak surette
bulunmasıdır.
Vakıa zabt u rabt-ı askerî âdât ve ahlak üzerine müesses ise de yine sırf
zâhirî bazı hususat vardır ki onların dahi nazar-ı dikkatte tutulması elzemdir.
18 1864 Seferi bidayetinde Danimarka harbiye nazırının iki kat ziyade seferber taburlar
vücuda getirmek emeliyle mevcut taburları taksim etmesinin Danimarka Ordusu’na ne ka-
dar îrâs-ı mazarrat eylediği malumdur.
169
Von der GOLTZ
karışacak olur ise eyalât farkı dahi nazar-ı dikkate çarpar. Almanya’da kavmin
birisi hadîdâne, diğeri halimâne, öbürü şiddetli ve daha öbürü dostâne bir
muamele görmeyi ister. Birisini vaktinde edilen bir tekdir, diğerini dahi bir
meth ü sitayiş en ziyade teşvik ve tergîb eder. Berlinli veya Brendenburglu
ile Westfalyalı beyninde ve Şarkî Prusyalı ile Rhin Nehri mücaviri arasında
tabiat ve ahlakça pek büyük farklar vardır. Bir kıt‘a-i askeriyeyi kumanda
eden zat işbu farkları daha sulh ve asayiş zamanında öğrenmiş bulunmalıdır.
Her ferdin “damarına nasıl gireceğini” layıkıyla bilmelidir.
Sancak altındaki hizmet-i askeriyelerini ba‘de’l-ifa bir harp zuhurunda
tekrar silahaltına davet olunan efrad-ı askeriyenin vaktiyle terbiye-i
askeriyelerini almış oldukları kıtaat-ı askeriyeye ithal edilmeleri zabt u
rabt-ı askerîce muhassenât-ı adîdeyi mucip bir keyfiyettir. Çünkü onlar orada
kendilerine suhuletle emniyet edecekleri eski bildiklerini, arkadaşlarını
ve eski amirlerini ve vaktiyle alışmış olduklarından tekrar pek çabuk ülfet
edeceklerini ahval ve münasebatı bulmuş olacaklardır.
Ondan başka mensup oldukları kıt‘a-i askeriyenin şöhret ve saadetine
kendileri doğrudan doğruya iştirak ettiklerinden, ona mensubiyetiyle
müftehir bulunur. Velhâsıl orada kıtaat-ı saire ile bir hiss-i rekabet tevlit
eyleyen bir ittihat fikri hüküm-fermâ bulunur.
Vakıa bir orduyu seferber hâline vaz‘ etmek esnasında nazar-ı dikkate
alınması lazım olan birçok mülahazattan dolayı yeniden silahaltına davet
olunan her neferi evvelden mensup olduğu kıt‘a-i askeriyeye vermek her
yerde kâbil-i icra olamaz ise de bu hususu mümkün olduğu mertebede
tervice gayret eylemiştir.
Âdât-ı müntakile ve fikr-i ittihat ancak bir kıt‘a-i askeriyede zabitanın
kesretle tebeddül etmemesiyle husule gelebilir. Bu keyfiyet ale’l-husus
efrad-ı askeriyenin terbiyesine memur olan piyade, süvari bölükleri ve
batarya yüzbaşılarına racidir. Ondan başka kıtaat-ı askeriyenin mevcud-ı
hazarîsi dahi pek zayıf olmamalıdır. Bir kıt‘a-i askeriye âdât-ı müntakilesini
muhafaza edebilmek için mevcudu cihetinden mükemmel bulunmalıdır19.
Bununla beraber talim ve terbiye zımnında dahi birçok adamlara
muhtaç olup hâl-i hazarîde mevcutça zayıf bulunan bölük ve taburlar bilahare
istiklallerini kaybederler. Zira talim ve manevra esnasında seferî bölük ve
taburların ifa ettikleri vezâ’ifin ifasına muktedir olamayacaklarından birkaç
19 Blume’nin Sevkülceyş kitabı, askerin terbiyesine dair olan fasıl, sahife 67.
170
Millet-i Müselleha
Zabt u rabt-ı askerînin bir nev‘ine daha ihtiyaç vardır, ahlâk üzerine
müesses olup bâlâda tarif ettiğimiz zabt u rabt-ı askerîye mukabil buna fikir
ve zeka üzerine müessestir diyebiliriz. Bir orduda fikir ve zeka bir suret-i
gayr-i muntazamada icra-yı tesir ediyor ise o orduyu hüsn-i idare etmek pek
güç olur. İşte alelacele cem‘ edilen orduların felaketine ekseriya bu keyfiyet
sebep olmuştur.
171
Von der GOLTZ
ise bunların cümlesi daha sade bir hâl kesb eder. 1870 senesinde Almanya
Ordusu Rhin Nehri havzasında içtima ettiği zaman, o anda Fransa’ya
tecavüzü tensip etmeyecek hiçbir general bulunmaz idi. Kavî ve seri bir
taarruz ile ordumuzun düşman ordusuna nazaran olan mükemmeliyetinden
istifade etmek fikri hepimizin zihninde merkûz idi. Bu kaideyi ise biz mektep
havasıyla beraber teneffüs etmiş olduğumuzu itikat ederiz.
172
Üçüncü Fasıl
Orduların İçtimaı
Her seferden evvel orduların içtimaı yani kuvve-i harbiyenin tehdit
altında bulunan hudut üzerinde toplanması vukua gelir. Ordular mevcudu
ne kadar tezâyüd eyler ise onların layıkıyla içtimaı meselesi dahi o nispette
ehemmiyet kesb etmektedir.
Almanya erkân-ı harbiyesi heyetinin Almanya – Fransa Seferi’ne dair
yazdığı kitap der ki : “Vaktiyle orduların içtimaı emrinde irtikap edilen kusur
ve hatalar hemen bütün sefer esnasında tamir olunamaz.”
Vehle-i ûlâda kelam-ı mezkûrun sıhhatı şüpheli görünebilir. Bilakis ilk
cenk ve muharebelerin neticesi daha mühim olduğu ve netâyic-i mezkûrenin
orduların içtimaında vukua gelen kusurları izale edebileceği zannolunabilir.
Vakıa tarih-i harpte bidayet-i sefer harekâtı gayet fena iken yalnız
muvaffakiyetli bir muharebe ile fenalıkların cümlesinin izale olunduğuna
ve seferin bir hüsn-i suret peyda eylediğine dair misaller eksik değildir. Bu
babda yalnız Büyük Frederick 1741 senesi nisanında icra eylediği birinci
seferdeki hâlini der-hatır etmek kâfidir. Feld Mareşal Neipperg’in genç krala
bulunduğu Yukarı Silesia dâhilinde nagehanî taarruz ederek Neisse Nehri
üzerinde icra eylediği geçit hareketiyle Frederick umum ricat hatlarından
mahrum ve ambarları ile topçu parkını tehdit ettikten sonra kendisini arkası
düşman memleketlerine müteveccih bulunduğu hâlde bir muharebeye
girişmeye mecbur etmiştir. Frederick bu muharebede muzaffer olmamış olsa
idi ordusuyla beraber mahvolup gider idi.
Bidayet-i sefer Avusturya için bundan parlak ve Prusya için bundan
daha meşum bir hâlde tasavvur olunamaz. Lâkin Mollwitz mevkiinde Prusya
piyadesinin daha âlâ olan ta‘allüm ve terbiyesi galebe etmekle ahval büsbütün
bir şekl-i âhar kesb eyledi. Bir darbe ile Frederick hâle hâkim oldu. Vekâyi‘-i
mezkûre sırasında münasebat-ı sevkülceyş büsbütün tesirsiz kalmış gibi
görünüyor. İnsan Czaslau, Hohenfriedberg ve Leuthen muharebelerini ve
onlara takaddüm eden ahvali düşündüğü zaman hep bir surette müteessir
olur.
173
Von der GOLTZ
Lâkin işbu misaller bilâ istisna eski zamanlara mensup bulunuyor. İdare-i
harb-ı cedidin hassalarından birisi de harekât ile muharebenin yek-diğerleri
üzerine bir tesir-i müşterek icra etmesi olduğundan, bugünkü günde dahi
mukaddemâtı fena bir hâlde icra olunan bir seferin yalnız kazanılmış bir
muharebe ile bir suret-i müsaade kesb etmesi muhal değil ise de ziyadesiyle
ba‘îdü’l-ihtimaldir. Ordunun taksimine, işgal eylediği mesafenin vüsat
ve cesâmetine ve bazı ordu aksamının istiklal-i hareketine nazaran daha
harekât-ı mütekaddime-i mezkûrenin bile ekseriya muharebata sebebiyet
verecekleri suhuletle anlaşılır. Zaten bazı muvaffakiyetli muharebeler
olmadıkça harekât-ı mezkûreden istifade etmek mümkün olamaz. Nitekim
Almanların Fransa’ya duhul ve tecavüzünü Weissembeurg, Wörth ve
Spicheren Meydan Muharebeleri takip etmiş idi.
İşte ordular içtimaında vuku bulan kusurlar tesirinin pek ziyade imtidat
etmesinin sır ve hikmeti budur. Mezkûr kusurlar kuvvetçe yek-diğerlerine
muadil iki hasımdan birisinin ricata şitâb ve diğerinin ilerlemeye müsâra‘at
etmesini intaç eder. Avusturya’nın 1805 Seferi bu babda en güzel bir misal
olabilir. Avusturya’nın en iyi alaylarından mürettep olmak üzre 100 bin
kişiden mürekkep en kuvvetli ordusu, askerlikte şöhretini vikâye etmiş olan
Arşidük Charles’ın kumandası altında olarak, İtalya’ya izam olunmuş idi.
Çünkü kâffe-i alâ’ime nazaran 1796, 1797, 1799 ve 1800 seneleri seferlerinde
olduğu gibi bu seferde dahi netâyic-i kat‘iyenin zuhuruna bais muharebatın
yine İtalya’da vukua geleceği memul idi.
174
Millet-i Müselleha
175
Von der GOLTZ
Nehri’ne kadar olan Prusya arazisinin tahliyesiyle bede’ ettiği hâlde efkâr-ı
ahalide hâsıl olacak tesir bir kere tasavvur edilsin!
Tedâbîr-i mezkûreyi asker olanlar nezdinde belki haklı gösterecek
olan esbâb halk indinde mestûr ve binaenaleyh meçhul kalacağından ahali
büyücek arazi kıt‘alarının bir lüzum-ı zâhirî olmadığı takdirde kendi askeri
tarafından tahliye ve terke ve düşmanın dest-i tecavüzüne teslim olunduğunu
görerek daimî bir heyecan ve endişe içinde bulunur. Bir eyalet bi’l-ihtiyar
terk olunduğu takdirde o mahallin kuvâ ve vesaitinden istifade etmek
hususundan dahi keff-i yed edilmiş olur. Düşman bu eyaleti işgal edecek olur
ise netice-i sefer müsait olduğu zaman bile yine akd-ı müsâlahadan evvel
eyaletin zabt ve istirdadı lazım gelir.
1806 sefer-i meşumundan sonra fenn-i harp nazariyatıyla müştegil
mu’ahazekârân, Prusya Ordusu’nun Ruslar ile birleşmek için bilâ tereddüt
Napolyon’un önünde Oder Nehri’ne kadar ricat etmesi lazım geleceğini iddia
ediyorlar idi.
Saksonya ittifaktan ayrılmış ve bu uzun ricat yürüyüş esnasında vukuu
mutlak olan firarlar ile ordunun mevcudu epeyce tenakus etmiş olsa dahi
yine Oder Nehri üzerinde mâlik olacakları kuvvet kendilerine müsait bir
hâlde bulunur idi. Vakıa burası pek doğrudur. Lâkin Napolyon Oder hattı
üzerinde icra ettiği taarruz esnasında mağlup olsa bile yine Prusya’nın en
âlâ eyaletleri düşman elinde bulunmuş olacağından, Prusya Ordusu bidayet-i
seferde bulunduğu hâle vasıl olabilmek için vaktiyle ricat ederek terk ettiği
kendi memleketini tekrar muzafferâne muharebeler ile zabt ve istila etmek
mecburiyetinde bulunur. Binaenaleyh mezkûr memleketleri daha bidayet-i
seferde muhafazaya çalışmak şayan-ı takbîh bir hareket olamaz. Latince
“beati possidentes” darb-ı meselinin hükmü harpte dahi cari ve muteberdir.
İşte bunun içindir ki Büyük Frederick 1757 senesinde Şarkî Prusya’yı
elinden geldiği kadar muhafazaya sa‘y etmiştir. Müşârun-ileyh Lusatia’da
yahut Bohemya’da icra eylediği esfâr-ı muhtelife esnasında Yukarı Silesia’nın
temin ve muhafazası keyfiyetini daima nazar-ı dikkatte tutmuştur.
1805 senesinde Prusya Ordusu Thuringian ve Franconia’da içtima
edip de bir kolordu Glatz ile Neisse mevkilerinde kaldığı zaman vukuat yek-
diğerlerinin aynı idi.
Hatta 1866 senesinde Bohemya’ya tecavüz edecek Prusya Ordusu’na
Gitschin mevkii suret-i kat‘iyede hedef-i istikamet olmak üzere tayin edilmiş
iken yine Prusya ordularından birisi orada içtima eyledi.
176
Millet-i Müselleha
“Orduların ilk içtimaı esnasında en evvel icrası lazım olan şerâ’itin biri
tehdit altında bulunan eyalâtın temin ve muhafazasıdır.”
Mamafih bunu “hudut”ların doğrudan doğruya “işgali” suretinde
anlamamalıdır. Ekseriya tehdit altında bulunan eyalete bir büyük ordunun
mücavir bulunması ve tahliye edilen eyalete tecavüzü tehlikeli addettirmesi
düşmanı tecavüz ve istiladan fâriğ kılabilir. Şayet hâl-i taarruzî ihtiyar
edilecek olsa zaten taarruz üzere bulunan ordunun harekâtıyla iki tarafta
bulunan eyalât temin edilmiş bulunur. Pek uzak bulunan memleketlere
düşman bile ancak pek az asker izam edebilir. Binaenaleyh dârü’l-harekâttan
uzak bulunan o misillü memleketlerin emr-i muhafazası asâkir-i ihtiyatiyeye,
mevâki‘ askerine ve asâkir-i mustahfazaya ihale olunabilir.
1795 senesinde Rusya ile Prusya arasında bir harp zuhuru kaviyyen
melhûz olmağla Harbiye Nâzırı Von Schroetter göl, tepe ve ormanları kesîr
olan Şarkî Prusya kıt‘asının muhafazasını bazı mevâki‘-i müstahkemeye
istinat etmek üzere 50-60 bin nefer Landsturm askerine havale etmeye karar
vermiş idi.
177
Von der GOLTZ
“İmdi kendi memleketini temin ve muhafaza elzem olarak fakat bir vechle
hareket ve askeri bir surette taksim etmek lazım gelir ki darabât-ı kat‘iye
ve şedide icrası musammem olduğu zaman, umum kuvvetlerin müttehiden
hareket ve muamele etmesi temin edilmiş bulunsun.”
178
Millet-i Müselleha
Tuna Nehri sahilinde cem‘ eylemeye muktedir olur idi. İçtima-ı mezkûra
mâni olmak için Osmanlıların nehrin öbür sahiline tecavüz edeceklerinden
asla korkulmaz idi. Kendilerine emniyet edilemeyen komşuları ve tehlikenin
tehdidi altında bulunan müttefikleri, icabı hâlinde kendilerinin himaye
edileceğini vaat ile dâhil-i ittifak etmek istenilen mütereddit hükûmetleri ve
her nev‘ zarardan vikâyesi muvafık-ı hikmet ve maslahat görünen bî-taraf
araziyi düşünmek hususâtı her bir ordu içtima‘ında icra-yı tesir ve nüfuz
edecek sebeplerdir.
“Lâkin her şeyden evvel orduların merkez-i içtimaına isal eden
turuk-ı muvârede ve muhabere ve hususuyla şimendifer hatları şayan-ı
ehemmiyettir.”Muharip bulunan tarafeynden hangisi orduların içtimaını
daha evvel ikmal etmiş ise onun taraf diğere bir tefevvuk kazanmış olduğu
suhuletle anlaşılır. Çünkü hazır olan taraf daha evvel harekâta mübaşeret
etmeye ve iradesini hasmına cebren kabul ettirmeye muktedir olabilir.
Kuvveti hasmının kuvvetine karîb bir derecede bulunduğu takdirde, ilk
muharebatı dahi kazanıp manen müstefit olduktan başka hem ordusunun
emniyetini tezyide ve hem de sairlerin dahi emniyetini celbe muvaffak olur.
Velhâsıl kendisi bir meslek-i muamelat kabulüne mecbur olacağı yerde
öyle bir mesleği hasmına kabul ettirir. Harbin bidayetinde tefevvuku kendi
tarafında olacağından, bu hâli seferin nihayetine kadar muhafaza ve ondan
layıkı vechle istifade etmesi için yalnız onu layıkıyla anlamaya muktedir
olmalıdır.
İşte zamanımızın büyük ordularının hudut üzerinde içtima için
gösterdikleri rekabet-i fevkaladenin sebebi bu olup rekabet-i mezkûre ise
artık işini günler ile değil, saatler ile hesap etmektedir. Binaenaleyh orduların
hudut üzerine sevki esnasında mehmâ-emken birçok ve mümkün ise
dârü’l-harekât dâhiline isal eden bi’l-cümle şimendifer hatlarından istifade
etmelidir. Hatta orduların hudut üzerine içtimaı zımnında yapılacak tertibat
layihasında dahi en evvel bu husus-ı mühimmenin nazar-ı dikkat ve itinaya
alınması iktiza eder. Askerin içtimaı lazım olan hudut üzerine ne suretle sevk
ve cem‘ edileceği suali bittabi en evvel irat olunacak bir sualdir.
Ordular içtima‘ının serian icrasının ehemmiyeti tasdik olunduktan sonra
içtima-ı mezkûrun umum ordunun tedarikât-ı harbiyesiyle olan rabıta-i
kaviyyesi pek kolay anlaşılır. Hiçbir kıt‘a-i askeriye bulunduğu mahalden
doğrudan doğruya düşman üzerine hareket etmeye muktedir olmayıp evvela
efrad-ı müstebdele sancak altına cem‘ edilir ve bu suretle şayan-ı teessüf
karışıklıkların önünü almak matlup ise hareket-i mezkûrenin evvelden
179
Von der GOLTZ
180
Millet-i Müselleha
: “Ahval-i hazırada bir ordunun hâl-i seferberîye vaz‘ı keyfiyeti umum idare-i
hükûmetin ve efkâr-ı ahalinin bir mehakkıdır21.”
Ordunun serian hâl-i seferberîye vaz‘ı zımnında icap eden tedarikât icra
edilmemiş ise başkumandanın planları muhayyilât hükmünde kalır. Bütün
bir milletin sevk ve gayreti bu noksanı bertaraf edemez.
Müddet-i medîde harbiye nezaretini ifa etmiş olan bir ordu erkân-ı
harbiyesi reisi kolordu kumandanlarından birine şöyle bir telgraf çekiyor :
181
Von der GOLTZ
182
Millet-i Müselleha
183
Von der GOLTZ
184
Millet-i Müselleha
dâhilinde içtima ile bertaraf etmek mümkün olabilir idi. Lâkin bu keyfiyet
daha evvelden hesaba çekilmiş idi. Her hâlde cüretli bir hareket olduğu zâhir
olan işbu hareketin icrası yine muvafık-ı tedbir ve hikmet olarak hareket-i
mezkûreden hâsıl olan netice ise bir baht veya tesadüf eseri olmayıp belki
vaktiyle tetkik edilmiş tedâbîr ve mülahazatın bir netice-i tabiîyesi idi.
Kuvve-i mülahazası pek âciz olan muharrirlerden birisi Prusya
Ordusu’nun o vakitteki içtimaını ve harekât-ı evveliyesini şu söz ile mu’ahaze
etmek istemiştir:“Prusyalıların erkân-ı harbiyesi heyeti tertibat-ı sevkülceyşte
vasat derecenin fevkine itila edememiştir22.”
Bu babdaki malumat ve neşriyatı şöhret-gîr-i âfâk olan bir zat dahi
kavl-i mezkûra âtîdeki sözler ile pek güzel bir cevap vermiştir :
“Kâffe-i ahvali pek müşkül olan harpte ma‘rız-ı müfekkirede muallak
bulunan hayale vusul gayet müşkül ise de harb-i mezkûr neticesinden anlaşıldığı
üzere vasat derecede olan tertibat dahi maksadın istihsaline kâfidir. Prusya
Ordusu’nun vakt-i lazımında hudut üzerinde içtimaı meselesi Prusya Erkân-ı
Harbiyesi tarafından hiçbir vakit gayet ali bir fikir eseri veya fevkalade derin
bir ilm ve vukûf neticesi nazarıyla görülmemiştir. Bu mesele, ancak bidayet-i
seferde görülen gayr-i müsait ve fakat elzem bir hâlin icbar etmesi üzerine
kemâl-i dirayet ile icra kılınmış bir tedbirden ibaret idi23.”
1870 senesinde Almanya Ordusu’nun içtimaı, evvela Fransa’nın nagehanî
ilan-ı harp etmesiyle beraber yine pek münasip bir cürete tebaiyetle içtima-ı
mezkûrun Rhin Nehri’nin öbür sahiline nakledilmesinden ve sâniyen Cenubî
Almanya’yı doğrudan doğruya muhafaza etmekten sarf-ı nazar ile umum
kuvvetin Palatinate (Pfalz) Kıt‘ası dâhilinde cem‘ edilmesinden dolayı şayan-ı
dikkattir. Bu hareketten daha doğru bir hareket tasavvur olunamaz. Çünkü
Saar Nehri sahilinde baş gösteren Almanya’nın cesim orduları, Fransa’yı ve
Paris şehrini bir derecede doğrudan doğruya tehdit ettiler, düşman artık
mühim birtakım teşebbüsata girişmeyi hatırına bile getiremez idi.
Harbin kâffe-i hâlâtı için olduğu gibi orduların içtimaı emrinde dahi
kavaid-i muayyene beyan etmek mümkün olamaz. Binaenaleyh yalnız
ordular içtimaı mukaddemâtının şerâ’itini nazar-ı tetkikten geçirebiliriz.
Bunlar her bir hâlde ya kısmen veya kâmilen başka bir tarzda icra-yı tesir
ve nüfuz ederler. Kâffe-i ahval-i hakikiyede bunların tatbiki için basiret-i
185
Von der GOLTZ
askeriye hassasına mâlik olmak lazım gelir. Mamafih ulûm-ı askeriyede iyi bir
tahsilin bu babda pek büyük bir yardımı vardır. Nazariyat-ı fenniye-i askeriye
hiç olmaz ise harekât-ı mütekaddimede ittihaz olunacak iyi ve doğru olan
tedbirleri herkese öğretmek için tedrîs ediliyor ise yine yalnız bu sebepten
dolayı nazariyat-ı mezkûre haiz-i ehemmiyyettir.
186
Dördüncü Fasıl
Sefer Planı
“Je n’ai jamais eu un plan d’operation” “Ben hiçbir vakit bir sefer planına
mâlik olmadım” kavli Napolyon Bonapart’ın lisanından sâdır olmuştur.
Bununla beraber bir sefer planına itikat bugüne kadar bakidir. Müteşekkir
bir milletin namlarına heyâkil rekziyle ibraz-ı hürmet eylediği büyük askerler
şan ve şereflerini asker kumandasında iktisap etmişler ise namlarına
rekzedilen heykellerin eline bir yalın kılıç verirler. Bilhassa erbâb-ı tefekkür
ve mülahaza addolunan kumandanların elinde ise kılıç yerine bir tomar
bulunur. İşte bu tomar zevat-ı müşârun-ileyhümânın hidemât-ı sâbıkalarının
esası addolunan “sefer planını” irâ’e etmektedir. Zevat-ı müşârun-ileyhümâ
hakkında düşmanı nerede ve nasıl mağlup edeceklerini evvelden hesap ve
keşfettikleri rivayet edilmektedir. Büyük Frederick hakkında yanlış olarak
tamam bir asır müddet hikâye olunur idi ki güya müşârun-ileyh mayısın
4’üncü günü Prag şehri civarına muvasalat ve 6’ncı günü Avusturyalıları
düçar-ı hezimet etmek istemiştir. Hele Könnigratz, Thionville, Metz ve Sedan
muharebatının Almanya Erkân-ı Harbiyesi’nin hesabât-ı evveliyesi neticesi
bulunduğuna hayli vakit itikat edilmiş idi.
Lâkin Almanya Erkân-ı Harbiyesi heyetinin 1870 Harbi hakkında
yazdığı kitap bu babda bize şu malumatı ita ediyor : “Bir seferin edvâr-ı
muhtelifesi esnasında evvelden tanzim ve tertip edilmiş bir sefer planının kâffe-i
teferruatıyla beraber mevki-i icraya konulduğuna ancak askerlikten bî-haber
olanlar itikat eder. Vakıa başkumandan olan zat maksad-ı aslîsini daima göz
önünde tutarak zuhur eden vekâyi‘ ile maksat ve emelini ferâmuş etmez ise de
maksad-ı mezkûru istihsal zımnında ihtiyar edeceği turuk ve vesaiti pek ilerisi
için hiçbir vakit kemâl-i sıhhat ile tayin edemez.”
İşbu kelam Napolyon Bonapart’ın sözüne takarrüp etmektedir. Evet,
hatta Napolyon’un bâlâdaki sözüyle aynı bu manayı murat etmiş olduğunu
bile iddia edebiliriz. İlk teşebbüsatın neden ibaret bulunacağını anlayabildiği
mertebede müşârun-ileyh onlar hakkında icap eden tedâbîri ittihaz eyler
idi. Napolyon cüretli olmakla beraber gayet dûr-endîş bir kumandan
bulunduğundan, bâlâdaki sözü ancak eski askerî “hükemâsının” zâhirde hayli
187
Von der GOLTZ
188
Millet-i Müselleha
Muharip bulunan tarafeynden her birinin böyle bir hâle nail olmaya
çalışacağı bedihi olduğundan, harbin pek basit bir kaidesine ittibâ‘ ederek
iki taraf düşman ile bir muharebe-i kat‘iye etmek sa‘y ve gayretinde bulunur.
Hele en ziyade katî bir karara mâlik olan ve kendisine daha ziyade emin
bulunan taraf işbu muharebenin vukuunu daha ziyade arzu eder. “Binaenaleyh
harekât-ı harbiye istikametinin ilk hedefi düşmanın başlıca olan kuvvetidir.”
189
Von der GOLTZ
Mağlup olan tarafın iradesi daima az çok bir tesir-i nüfuz muhafaza
eder. Mareşal Macmahon, Wörth mevkiinde mağlup olmuş ve Chalons’ta
yeniden takviye edilen ordusunun nevâkısı küllî bulunmuş iken yine
iradesi, Almanların başlıca ordusunu Paris’e olan hareketinin terkiyle şimal
hududuna doğru harekete mecbur etmeye kifayet eylemiştir.
Nazar-ı dikkate alınacak pek çok şeyler vardır. Bir tarafa muavenet
ve şevk ve gayreti derece-i ifrata varan diğer bir tarafın hareketini tadil
etmek lazım gelir ki cümlesi ileride lem‘a-nisâr olan hedefe doğru âzim ve
müteveccih bulunsun. Kâffe-i hâlât-ı cedide yeni birtakım planlar husulünü
istilzam ettiği cihetle bütün planlar arasından bir fikr-i müdîrin İngiltere’nin
tahtü’l-bahr mümted olan telgraf hattının târ-ı ahmeri gibi ne dereceye
kadar imtidat ettiğini bilmek başkumandan olan zatın dirayet ve zekavetine
muhavvel bir şeydir.
190
Millet-i Müselleha
24 İşbu hatırat 1867-1869 mevsim-i şitâsında yazılmıştır. Erkân-ı harbiye heyetinin eser-i
telifi olan tarih-i harbin birinci cildinin 73’üncü sahifesine müracaat oluna.
191
Von der GOLTZ
192
Millet-i Müselleha
193
Von der GOLTZ
194
Millet-i Müselleha
195
Von der GOLTZ
196
Millet-i Müselleha
25 Miralay Blume’nin fikrine nazaran etrafı istihkâmât ile muhat bir şehri şiddetli bir top
atışına tutarak teslime mecbur etmek memul olduğu zaman yine muvaffakiyeti münhasıran
sahra topçusundan beklemek nadiren mümkün olabilir. Sevkülceyş sahife 245.
26 İşbu harekât-ı harbiye layihasına bir de şimendifer katarlarının suret-i hareketine dair
olan tedâbîr ve seferber orduların terkibine ait malumat-ı umumiye düşmanın mevâki‘-i
mühimmesine, kuvvetine vesairesine dair icap eden malumat layihayı ikmal etmek üzere
derc ve ilave olunur. Ve malumat-ı mezkûre birkaç nüsha olarak tertip olunur.
197
Von der GOLTZ
Bir nokta-i esasiye daha vardır ki ona dahi atf-ı nazar-ı dikkat ve
ehemmiyet etmelidir :
198
Millet-i Müselleha
199
Von der GOLTZ
200
Beşinci Fasıl
İstihbarat ve İstikşafat Hizmeti
201
Von der GOLTZ
Ders kitapları güzel bir bârgîre mâlik yalnız bir nefer süvari zabitinin
maiyetinde birkaç cesur nefer olduğu hâlde düşmanın ileri karakolları
arasından geçip cenahlarından birini dolaşarak ahvalini tahkik zımnında
cephesine takarrüp veyahut kısm-ı küllîsinin gerisine doğru azimet etmesi
lazım geleceğinden pek çok bahsetmekdedirler. Bu misillü harekât-ı cüret-
perverâne doğrusu her vakit şayan-ı meth ü sitayiş ise de düşman dahi kendi
202
Millet-i Müselleha
203
Von der GOLTZ
204
Millet-i Müselleha
205
Von der GOLTZ
206
Millet-i Müselleha
207
Von der GOLTZ
208
Millet-i Müselleha
31 Buradaki istila tabiri “occupation” tercümesidir ki bazı mütercimîn “işgal” lafzıyla ter-
cüme etmektedirler. Biz bu hususda dahi Kemal Bey Efendi’nin re’yine ittibâ‘ eyledik.
209
Von der GOLTZ
210
Millet-i Müselleha
211
Von der GOLTZ
kesb-i vukûf etmesinde bir be’s olmayan havadisin neşrini emin ve sadık
adamlara ihale eylemek evlâ ve uhrâdır32.
Kral Frederick vaktiyle ordusunun muhbirliğini kendisi der-uhde
eylediği gibi General Scharnhorst dahi kendisine şayan-ı meth ve sitayiş
kahramanlıkları ve ahval-i saire-i harbiyeyi neşr için karargâh-ı umumîde
bir ceride-i askeriyenin tesisini tavsiye eylemiş idi. Vakıa matbuata adem-i
emniyet ile bakmak kâfi olmayıp belki matbuatı devlete nafi olan yollara
sevk etmek lazımdır.
Münasebat-ı beyne’l-milel harp esnasında bile muhafaza-i vücut için
iktiza eden vesaiti bulmaya daima muvaffak olabilmiştir. Menâfi‘-i ticariyenin
kuvvet ve iktidarı ehemmiyyetini nazar-ı dikkatten dûr etmelidir. Bizim için
pek de şayan-ı memnuniyet olmayan bir darb-ı mesel Almanların para için
herşeyi yapacağını söyler. Kazanç ümidi, izalesi asla memul olunmayan
bazı müşkülata galebe eder. Âlem-i ticaretin daima malumat-ı hususiye-i
mükemmele almakta olduğuna tamamıyla vâkıf olan Napolyon Bonapart,
teşebbüs eylediği seferden evvel 1806 senesi Eylülünün üçüncü günü Erkân-ı
Harbiyesi Reisi Mareşal Berthier’e Rusya’daki ahvali anlamak için Augsburg
ve Nuremberg şehirleri tüccarına Rusya’dan vârid olan mektupları tutup
açmasını emreylemiştir. Telgraf ise her nev‘ muhaberâta, evâ’ilde tasavvur
olunduğundan ziyade, teshilât vermekte ve dolaşık yollardan muharebe
mahzurunu tamamıyla izale etmektedir.
1871 senesi şubatının birinci günü General Von Manteuffel, Pontarlier
tarîkiyle Jura cibâline ricat eden Şark Ordusu’nun dümdarıyla şiddetli bir
muharebe üzere iken o gün öğleden evvel İsviçre Hükûmeti tarafından
Berlin’de mukim sefirine keşîde edilen bir telgrafname ile Fransız Ordusu’nun
İsviçre arazisine tecavüz ve iltica eylediği bildirilmiştir. Mezkûr telgrafname
meali derhâl General Von Manteuffel’in Dampierre 33 civarında kâin La Barre
mevkiindeki karargâh-ı sabıkına işar olunmuş ise de müşârun-ileyhi orada
bulamadığından menzil postası vesâtatıyla ve buz tutmuş yollardan on iki
mil mesafede olup karargâh-ı umumî-i cedit ittihaz edilen Pontarlier’ye
gönderilmiş ve mezkûr telgrafname şubatın ikinci gecesi mahall-i mezkûra
vasıl olmuştur.
212
Millet-i Müselleha
213
Von der GOLTZ
bulunur. Çünkü ihbarat için kimse de vakit olmaz. Tarih-i harpte pek çok
vakalar zikrolunur ki vekâyi‘-i mezkûre esnasında başkumandan maiyetinde
bulunan kumandanların işarâtına şediden muntazır olmuş iken hiçbir gûna
malumat ahzına muvaffak olamamış ve hâlbuki kumandanların cümlesi
malumat-ı lazımeye mâlik bulunmuş oldukları hâlde onları işar etmeye vakit
bulamamışlardır.
214
Millet-i Müselleha
İstihbaratın emr-i teftişi onların hakikatini tetkik ile iktifa etmeyerek her
birini ehemmiyetlerine nazaran sıraya dahi vaz‘ eylemelidir. Sulh ve asayiş
esnasında ahval-i düşmana dair istihsal olunup beraberce getirilen malumat,
memâlik-i ecnebiyede bulunan sefaret ve konsoloshaneler vesâtatıyla bi’t-
tedric ikmal edilmekte bulunur. Ondan sonra malumat-ı mezkûre birden bire
kesilir. Onların yerine dahi gazeteler ve her nev‘ istihbarat kaim olur. Casuslar
efkâr-ı umumiyeye dair malumat verip başkumandanın tevsi-i malumatına
hizmet ettikleri gibi bazan düşmanın niyyâtına dair malumat ita ve ekseriya
mesmuatlarına bir de kendileri tarafından bazı mütalaat ilave ederler. Lâkin
kâffe-i istihbarat ancak kıtaat-ı askeriye ve hususuyla süvari tarafından
verilen malumata isnat edildiği zaman kesb-i ehemmiyet edebilir. Malumat-ı
mezkûre istihbarat-ı mütekaddimenin sıhhat veya adem-i sıhhatini tasdik
ve istihbarat-ı mezkûreye ne dereceye kadar itimat etmek lazım geleceğini
tayin eder.
Mamafih icrası en müşkül bir mesele kalıyor, bu mesele ise istihbarattan
hüsn-i suretle istifade eylemek hususudur. Tarih-i harp ekseriya bize en
mühim olanlarını nakil ve hikâye etmektedir. Fakat insan istihbarat-ı
mezkûrenin muharebede muhat bulundukları heyecanları der-hatır
etmeyerek mütalaa edecek olur ise sehv ve hatanın nasıl irtikap edilebilmiş
olmasına âdeta istiğrâb eder.
Lâkin o sırada vârid olan birçok yanlış, karışık ve müphem haberler
hatıra getirilir ise bütün bu karışıklığın içinden doğruyu tefrik etmek ne
kadar müşkül olduğu suhuletle anlaşılır. Başkumandan, vârid olan haberlerin
karışıklığı arasında bir karar vermek ister ise mutlaka ihtimalât kanununa
rabt-ı fikir eylemesi iktiza eder. Düşman tarafında hâl ve maslahata muvafık bir
hareketin vücudunu dahi farz ve tasavvur etmelidir. Lâkin zâhirde muhakkak
görünen ihtimalâta itikatta musirren sebat ve ihtimalât-ı mezkûrenin aksini
ispat eden delâ’il ve hâlâta atf-ı nazar-ı ehemmiyet etmekte inat edecek olur
ise yine yanlış fikirlere zâhib ve birçok sehv ve hataları mürtekip olmuş olur.
Harpte evvelce gayr-i muhtemel zannolunan hâlât ve vukuatın pek çok zuhur
eylediği görülmüştür. Binaenaleyh hâlât ve vukuat-ı mezkûreyi muhtemel
addederek onları asla nazar-ı dikkatten dûr etmemeli ve şayet onları tasdik
edecek alamet tekessür edecek olur ise onların vuku bulacağına âdeta itikat
eylemelidir. Binâberîn muvafık-ı maslahat bir netice istihraç edilinceye kadar
bir taraftan fikrin sebatı ve diğer taraftan elastisitesi bulunmak iktiza eder.
Fakat bunlardan birinin diğerine ne zaman galebe etmesi lazım geleceğine
dair kavaid-i muayyene beyan olunamaz.
215
Von der GOLTZ
216
Altıncı Fasıl
Yürüyüşler, Seyahatler ve Konaklara Yerleşmek
“Uzanmış ve aralıkları açılmış sıralar ile ve kol nizamı üzere dağ ve vadileri
aşarak ormandan geçen eğri, büğrü caddeyi takip ettiğimiz ve mûsîka ve şarkı
sedası havayı istila eylediği esnada kalbim inbisâta gelerek meserretli ümit ve
hülyalar ile memlû bulunur. Vakıa yürüyüş üzere bulunan bir asker kolunun
manzara-i müruru hakikaten insana gayet latif bir surette tesir eder. Fakat
bunda resm-i geçitlerimizden bahsetmiyoruz. Burada nazara isabet eden şey
resm-i geçitlerde olduğu gibi, dimdik saflar olmayıp aralıkları açık sıralardan
mürettep bulunan kol dâhilindeki efrattan her biri havass-ı mahsusasıyla
meşhut ve sükûnetle ileriye doğru hareket eden kol dâhilinde hayatın ali ve
mütenevvi birer manzarası nümâyân olur. Her nefer taze ormanın yeşil
ağaçları arasında elbisesiyle şaşaa-nisâr olur ve nefer gözden nihan olduktan
sonra dahi silahı vadinin kenarlarından büyük bir irtifaa kadar terfi edip de
uzak mesafede bulunanlara bir ordunun hareket-i mestûresini ilam eden bir
toz bulutu arasından parlar. Hatta silah ve ağırlığıyla beraber dağ ve tepeleri
aşan kolların ettikleri gayret neticesi olan yorgunluk bile tasvirin hüsn-i
manzarasına başka bir letafet ilave eder. Yalnız küçük bir kıt‘a-i askeriye
efradının bir araya toplanarak uzun ve zahmetli bir seyahate teşebbüs
etmeleri ve nihayette binlerce muhatarâtı câmi‘ bulunan dârü’l-harekâta vasıl
olmaları ve cümlesinin bir fikr-i mukaddese tebaiyet eylemeleri mülahazası bu
manzaraya kalbimizi fevkalade müteessir kılan bir suret vermektedir.”
İşte General Clausewitz bir asker yürüyüşünü genç yaşında yazdığı bir
mektupta ber-vech-i bâlâ tarif ve tavsif etmiştir ki kendisi gibi hissetmeye
muktedir olanların tarif-i mezkûrun letafet ve hakikatini tasdik edeceğinde
şüphe yoktur.
Hissiyat-ı şairâne ile memlû bir kalp bile güzel bir mûsîka havasıyla bir
köy veya kasaba dâhilinden parlak asker kollarının mürurunu ve ahalinin
onları temaşa için pencerelere koştuğunu ve bir büyük kalabalığın sokaklarda
içtima ile geçen bir askeri bir muhabbet ve meserret ile alkışladığını görür ise
mutlaka müteessir olur. Kalb-i beşerdeki heves-i seyahat uyanarak nazar-ı
217
Von der GOLTZ
temaşa önünde yeniden yeniye arz-ı vücut eden memleketler dahi kuvve-i
muhayyileyi tahrik eder. Çünkü gençlikte mahal ve mekan ve suret-i maişet
memnuniyetle değiştirilir.
Lâkin bir yürüyüş gününde böyle meserretli fasılalar pek nadir
olduğundan böyle onunla letafetini insan güzel bir ata binip de kolların yan
tarafı hizasında oynatarak gittiği zaman sıralar arasına girerek mâşiyen
süründüğü vakitten daha iyi his ve takdir edebilir.
Büyük ordu aksamının yürüyüş hareketinde atalet ve yorgunluk
havass-ı tabiîyeden madûddur. Mûsîkanın sedası münkati‘ olduğu zaman
efrad-ı askeriyeye takarrüp edilecek olur ise bunların farkına varılır. Yoksa
Clausewitz’in bulunduğu mesafeden bunları görmek mümkün olamaz.
Burada bir biçare nefer sırtında ağır bir çanta olduğu ve tüfeğini omuzuna
atmış bulunduğu hâlde geride kalmamak için var kuvvetini sarfeder. Biz bile
kendisine baktığımız vakit ayağını vuran çizmenin kendisine verdiği zahmet
ve ızdırabı der-hatır ederek bilâ ihtiyar ayağımızda bir sızı hissederiz. Orada
diğer birini görürüz ki alnından su gibi ter akar ve çehresinin gerilmiş olan
hutûtu bitap kaldığını irâ’e eder. Vakt be-vakt bitap kalan neferattan birisi
yolun kenarına getirilir ve biçare orada bayılarak yığılır kalır. Saatten saate
kolun yürüyüşü gittikçe ağırlık peyda ederek insan, bârgîr ve arabalar
artık göz ve ağız açmaya müsaade etmeyen bir toz ile mestûr bulunur.
Şems merhametsiz bir hâlde şu‘â‘ât-ı hareretini mütemadiyen yolun yan
tarafında bulunan cebel sırtlarına isal ettiğinden oralardan münakis olan
şu‘â‘ât tahammül olunamaz bir hararet husule getirir. Yalnız kolun baş
tarafı daha biraz ciyâdet ile ilerilemekte olarak kolbaşının gerisine doğru ne
kadar gidilir ise o nispette insan ve hayvanların yorgunluğa dayanmayarak
âdeta sürünmek kabîlinden yürüdükleri görülür. Burada şarkı sedası dahi
işitilmez. Yürüyüş kolu ne kadar uzun olur, yanında top ve ağır esbâb-ı
nakliye ne kadar ziyade bulunur ise hareket o nispette ağırlık peyda, fasıla o
derecede ziyade zuhur eder ve bilâ ihtiyar teveffuklar husule gelir. Yürüyüş
kolunu teşkil eden askerin miktarı ne derecede az olur ise yürüyüşte suhulet
ve rahat o nispette tezâyüd eder ve ileriye daha süratle gidilir.
Harp ve seferi yalnız ders kitaplarında mütalaa etmiş olan bir
kumandanın fikri ve kuvve-i muhayyilesi büyük yürüyüş kollarının
hareketindeki ağırlığı anlamaya her şeyden ziyade muhtaçtır. Çünkü öyle bir
kumandan fikrinde ve harita üzerinde serian verdiği bir karar mûcebince
yürüyüş kollarını hiçbir fasıla zuhur etmeksizin oraya buraya sevk eder. Onları
218
Millet-i Müselleha
34 Mesela Almanların İkinci Ordusu’nun Metz’den Loire’a doğru icra eylediği yürüyüşte
vekâyi‘-i maziyenin tesir-i mu’ahharı müşahade olunmuştur. Her ne kadar bu hareket
esnasında icra olunan yürüyüşler pek büyük olmayıp hava latif ve yollar muntazam
bulunmuş ise de yine yürüyüşte birçok vakit zayi olduğu görülmüştür. Çünkü yürüyüş
219
Von der GOLTZ
ziyade işbu yürüyüşlerde elzem olan meleke ve nihayet yürüyüşü talep eden
kumandanın nüfuzu büyük bir tesir-i icra eder sebeplerdir. Üç mil mesafeyi
kat‘ etmek bir günlük iş olup asker işbu mesafeyi hâlât-ı adiyede altı ve hâlât-ı
fevkalade arasında dahi sekiz veya on saat zarfında kat‘ edebilir.
Mamafih Napolyon Bonapart’ın St. Bernard’tan icra eylediği geçit
hareketi esnasında günde tıpkı o kadar mesafeyi dağlık bir araziden kat‘
etmek ve hem de bu yürüyüşe yek-diğerini müteakip tamam yedi gün devam
etmek üzere bir yürüyüş icra ettirdiğini görmekteyiz.
Yürüyüşe müsait arazi üzerinde günde beş altı veya yedi mil mesafe kat‘
etmek Napolyon indinde fevkalade şeylerden değil idi.
1806 senesinde Mareşal Murat süvarisiyle Prusyalıları takip eylediği
zaman haftalarca günde dörder Alman mili mesafeden ziyade kat‘ etmiştir35.
Esfâr-ı cedidede bazı münferit günlerde bu misillü ve bundan daha
mühim yürüyüşler pek çok defalar icra olunmuştur.
1870 senesi Kanunuevvelinin 16’ıncı günü öğleden sonra Almanların
Dokuzuncu Kolordusu Blois ile Vendom arasında kâin La Chapelle Vondomise
civarında harekete hazır bulunuyor idi.
Almanların Loir üzerindeki mevzilerinin tehdit altında bulunduğu
haberi vârid olmakla her ne kadar asker La Chapelle civarına vasıl oluncaya
kadar iki Alman mili kat‘ etmiş ve orada saatlerce yağmur altında ve çamurlu
tarlalarda kalmış ise de yine Prens Frederick Charles, zulmet-i leylin
hululüyle beraber mezkûr kolorduyu dokuz Alman mili mesafede bulunan
Orleans istikametinde hareket ettirmiştir. Orleans’a isal eden yollar gayet
fena ve üzerleri yeniden getirilen taş yığınlarıyla mestûr bulunduğu gibi,
İkinci Ordu’yu takip üzere bulunarak yolda tesadüf edilen arabalar dahi
ileriye harekete hayli mâni olmuş iken yine kolordu zayiat-ı mühimmeye
düçar olmaksızın ertesi günü öğle vakti Orleans’a vasıl olmuştur. Binâberîn
üzere bulunan kıtaat-ı askeriyenin cümlesi Metz Kalesi’nin tesliminden evvel pek çok
meşâkk ve metâ‘ibe düçar olmuş ve hayli zahmet ve zaruret çekmişler idi. Mu’ahharen
icra olunan yürüyüşler her ne kadar daha ziyade mucib-i ta‘ab ve meşakkat bulunmuş ise
de efrad-ı askeriye biraz istirahat etmiş ve meşiyyete tekrar alışmış olduklarından evvelki
kadar zayiat verilmeyerek yürüyüşe devam olunmuştur.
35 Mareşal Murat iptida Jena Muharebesi meydanından General Hohenlohe’yi
Prenzlau’ya ve ba‘dehû General Blucher’i Lübeck’e kadar takip etmiş ve ondan sonra
Posen tarîkiyle Varşova’ya azimet ve şehr-i mezkûru zabt ve işgal eylemiştir. Müşârun-
ileyh birçok mâh zarfında 188 Alman mili mesafe kat‘ etmiştir.
220
Millet-i Müselleha
mezkûr ordu 10 ½ - 11 Alman mili mesafeyi 33-36 saat zarfında kat‘ etmiş
idi. Lâkin bu zaman içinde gece istirahatı ve La Chapelle’de edilen tevakkuf
dahi dâhildir. Yürüyüşte beraber bulunmuş olan bir tabur yürüyüş esnasında
hiçbir nefer zayi etmediğinden dolayı müftehir bulunmuş ve 4000 bârgîrden
yalnız 13 bârgîr telef olmuş idi36.
Bundan âlâ bir yürüyüş hemen hiçbir vakit icra olunmamıştır. General
Suwarow 1799 senesi Haziran’ında Alexandria civarından kıyam ederek
Tidone’ya kadar gitmiş ve 36 saat zarfında 11 Alman mili mesafe kat‘
eylemişdir. Mareşal Junot 1808 senesinde Lizbon’a doğru icra eylediği seferde
Salamanca’dan kıyam ederek Ciudad Rodrigo tarîkiyle Alcantara geçmiş ve
35 Alman milinden ibaret bulunan bir mesafeyi beş yürüyüşte kat‘ eylemiştir.
Lizbon’a olan hareketine dahi aynıyla devam etmiş ise de ordusu meşâkk
ve metâ‘ibe tahammül edemeyerek zayiat-ı külliyeye düçar ve binaenaleyh
perişan olmuştur. Ezmine-i atîka ahval-i harbiyesinden misaller intihap ve
zikrinden sarf-ı nazar ederiz. Çünkü ahval-i mezkûre hakkında bize kadar
vasıl olan nakliyat-ı mu’ahazât cedide-i tarihiyeye mukavemet edemez.
221
Von der GOLTZ
Daha iyi yürüyüş icra eden bir ordunun hasmına ne kadar tefevvuk
edeceği, mezkûr ordu kumandanının düşmandan daha evvel asâkir-i külliye
cem‘ ile taarruz edebileceği hususuyla dahi müspettir. İşte “düşmanı çizme
ile dövmeli” darb-ı meselinin manası budur. Muharebe esnasında vaktinde
yetişmiş cüzî bir muavenet pek büyük işler görebilir. Lâkin müşkül bir
yürüyüşün uzun müddeti esnasında bu mümkün olamaz. Yorulmuş ve
bitap kalmış bir yürüyüş kolunun tedâbîr-i cebriyye ve zecriyye istimaliyle
dahi ileriye götürülmesi pek müşkül olur. Bir kerre birkaç yüz nefer yolun
kenarında olan hendeklere yattı mı, artık mucâzât etmek imkânı kalkmış
olacağı gibi, geriye yürümek istemeyenler için dahi düşüp geriye kalmakta
bir muhatara olmaz. Zor bir yürüyüş icrasına mübaşeret eden bir askerin
iyiliğine, fenalığına geride bıraktığı döküntünün az veya çok olmasına
nazaran pek doğru olarak hükmedilebilir.
222
Millet-i Müselleha
223
Von der GOLTZ
37 Yürüyüş tertibatına dair malumat almak arzusunda bulunan zevata en yeni eserlerden
olan Meckel’in Tabiye’sindeki “Yürüyüşler” ünvanlı bahse müracaat etmelerini tavsiye ed-
eriz. Sahife 148-177.Miralay Blume’nin “Sevkülceyş”i ise bu yürüyüşlerin ancak harekât-ı
cesimede olan ehemmiyetinden bahsetmektedir. Sahife 81-90.
224
Millet-i Müselleha
38 Her nev‘ dolaşmak hareketleri ve konak ve içtima mahallerine olan azimetler bu hesapta
dâhil değildir.
225
Von der GOLTZ
39 Meckel, hâlât-ı fevkalade tesiri olmadıkça kıtaat-ı cesime-i askeriyeyi mevsim-i say-
fte alafranga saat altı ve mevsim-i şitâda saat sekizden evvel hareket ettirmemek lazım
geleceğini kaide olarak beyan ediyor. Çünkü münferit piyade veya süvari bölüğü veya-
hut bir batarya yürüyüşe mübaşeret etmezden evvel mensup oldukları tabur ve alay ile
birleşmeye ve ondan sonra kolordu veya fırkalarının aksam-ı cesimesine iltihaka mecbur
olduklarından bittabi daha erken davrancaklardır.
226
Millet-i Müselleha
227
Von der GOLTZ
mevki almış cesur bir miktar düşman askeri pek suhuletle def‘ ve tard
edebileceği muhakkak iken topçunun iyi nişanlanmış bir iki şarapneli veya
güllesi oradaki askeri pek çabuk kaçırır. Ondan başka ilerlemekte olan bir
düşmanı tevaffuka ve hatt-ı harp açmaya mecbur edecek iktidar en ziyade
süratle gidip ileride mevki ahz eden bir bataryaya mahsustur. Pişdar kolu
pek az piyadeye muhtaçtır. Evvelleri geriden gelen kısm-ı küllî kolunun hatt-ı
harp açması emrinde icap eden vakti kazandırmak için pişdar nezdinde
külliyetli piyade bulunması lazım olduğuna itikat edilir idi. “Fakat esfâr-ı
cedide kısm-ı küllînin ekseriya ancak ilerisinde bulunan ve kuvvetçe faik bir
düşman ile uğraşmakta olan pişdara alelacele ve kısım kısım kuvve-i imdadiye
göndermek lüzumu hâsıl olmasından dolayı müddet-i matlube zarfında hatt-ı
harp açmaya muvaffak olmadığını defaat ile göstermiştir.” Bu hâl pek tabiî
idi. Pişdarın tesadüf ettiği mâninin kavî veya zayıf olduğu vehle-i ûlâda
kestirilemez. Fakat her böyle bir şüpheye düçar olduğu zaman durup nizam-ı
harp almaya teşebbüs edecek pişdar kumandanı yürüyüş kolunun hareketine
mütemadiyen mâni olmuş olacağından başka tesadüf edilen mâninin
ehemmiyetsiz olduğu tahakkuk ettiği takdirde dahi acı acı tekdire düçar olur.
Her iyi asker fevkalade ihtiraz ve mülahazadan dolayı tekdir olunmaktan ise
cüret ve cesaretten dolayı söz işitmeyi daha ziyade sever. Şayet teşebbüste
şahid-i muvaffakiyet cilve-nüma-yı zuhur olmadığı takdirde hiç olmaz ise
Kral Birinci Fransuva’ya iktifâ’en “Tout est perdu forsl’honneur” “namustan
gayri herşey kayboldu” sözünü söyleyerek müteselli olabilir. İkinci hâlde ise
bu gayr-i mümkündür.
Ondan başka harekâta mail bir orduda sefer akîbinde hiçbir vakit cüret-
perver ve mail-i teşebbüsat olup fakat bir defa büyük bir ihtiyatsızlıkta
bulunmuş olmakla ittihâm olunan bir general istifaya mecbur edilmez. Fakat
âlim ve mülahaza-perver olmakla beraber gayet muhteriz tanılan bir general
hizmetinden affedilmek muhatarasında daha ziyade bulunur. Binâberîn her
cesur pişdar kumandanının şüpheli hâllerde tereddüt göstermeyerek derhâl
taarruza karar vereceğini bilmelidir. Maiyetinde bulunan süvari ve topçudan
başka şayet yanında bir alay veyahut bütün bir liva piyade bulunacak olur
ise muharebeye girişmeye büyük bir sebep mevcut bulunmuş olur. Öyle bir
kuvvetin başında bulunduğu hâlde birkaç nefer düşman tarafından edilen
ateşe aldanarak tevakkuf etmiş veyahut düşmana güzel bir darbede bulunmak
için bir güzel fırsatı kaybetmiş yollu sözlerin aleyhinde söylendiğini kim arzu
eder? Aleyhinde öyle sözler söyletmekten ise cesaret etmek evlâdır!
228
Millet-i Müselleha
Bir muharebede henüz yalnız süvari ile topçu girişmiş bulunduğu zaman
o muharebeye nihayet vermek pek kolaydır. Bataryaların tabiye olundukları
mevki düşmandan pek uzak olduğu gibi süvari dahi mâlik olduğu sürat
sayesinde istediği zaman düşman ile temastan kurtulabilir. Lâkin bir kere
piyade askeri muharebeye girdi mi, artık ateşi kestirmek ve muharebeye
nihayet vermek müşkül bir mesele olur. Her nefere ayrı ayrı ateş kes!
kumandası vermek mümkün değildir. Bir tarafta ateş kestirildiği esnada diğer
tarafta yeniden ateşe başlanır. Civarda bulunan askerden dolayı işaret istimali
nadiren mümkün olabilir. Bizim taraf avcıları ateş kestiği yerde artık bir gûna
mukavemet görmeyen düşman hâlden istifade ile ilerlemeye çalışır ve tekrar
ateşe başlanmasına mecburiyet verir. İş kaideten her taraftan bi’t-tedric
kızışır ve kumandanlar nihayette ahvalin mecra-yı mahsusunda cereyanına
müsaade etmekten gayri çare bulamaz. Muharebeye girişmiş olan piyadenin
kuvveti ne kadar ziyade olur ise ateş kestirerek muharebeye nihayet vermek
dahi o nispette imkândan ba‘îd bulunur. Bir pişdar kumandanı bi’l-farz yalnız
bir tabur piyadeye mâlik bulunacak olur ise kendisine bir mâniye tesadüf
ettiği zaman fırka veya kolordu kumandanına icap eden kararı vermeye vakit
bırakmak için durmak daha kolay olur. Hiç kimse kendisinden ufak tefek
muharebeler etmeye muktedir ve fakat kuvvetli bir düşman karşısında âciz
olan böyle bir kuvve-i kalîle ile kendisine faik bir düşmana taarruz etmesini
talep etmez. İleriye hareket olunduğu esnada pişdarı teşkil eden süvari
fırkasıyla iki batarya ve pişdar refakatinde bulunan piyade mâniyi bertaraf
ederek ilerlemeye muktedir olmadığı yerde mâni-i mezkûru bertaraf etmek
için ciddi bir muharebeye girişmek lüzumu tahakkuk eder ve buna dahi
kısm-ı küllî kumandanı en âlâ bir karar verebilir. Mülahazât-ı meşrûhada
bir fırkada ve bir kolordu da bile ileriden hareket eden süvarinin gerisinden
pişdar olarak yalnız bir tabur piyade kâfi olacağı anlaşılır. Bu tabur pişdar
olmakla beraber ileriden hareket eden topçu bataryalarının, mezkûr
bataryalar süvari bataryası olup da süvari ile beraber hareket etmedikleri
hâlde muhafızı makamında bulunur.
229
Von der GOLTZ
taburdan mürettep bir piyade livasıyla bir veya iki süvari alayı ve iki batarya
ile levazım-ı saireden teşkil etmek âdet hükmüne girmiştir40.
Hatt-ı harp açmak için vakit kazanmak zımnında en kolay tarîk süvariyi
ziyade mesafe ileriden hareket ettirmektir. Bu suretle düşmanın takarrübü
haberi pek erken alınacağından, nerede hatt-ı harp açılacağına dair vakit
ve zamanıyla bir karar-ı kat‘î verilebilir. İcabında hatt-ı harp açmak için
iktiza eden vakti kazanmak maksadıyla ileriye gönderilecek birkaç batarya
vesâtatıyla şiddetli ateş ederek düşmanı hatt-ı harp açmaya mecbur etmeye
çalışmak kuvvetli bir piyade pişdarı muharebesine girişmekten daha âlâdır.
Sevk olunan bataryalar kısm-ı küllîyi hiçbir şeye mecbur etmedikleri hâlde
kuvvetli bir piyade pişdarı kısm-ı küllîyi katî bir muharebeye girişmeye
mecbur edebilir.
40 İşbu iki süvari alayı kısm-ı küllî nezdinde bırakılan birkaç bölük müstesna olmak üzere
birleştirilerek bir liva teşkil olunur.
230
Millet-i Müselleha
edeceği gibi kısm-ı küllîyi dahi kendisine imdat için geriye dönmeye yani
maksadının büsbütün hilafında bir harekette bulunmaya mecbur edebilir41.
Binaenaleyh dümdarda dahi topçu sınıfı mühim bir vazifeyi haiz
bulunacak ve belki de dümdarın başlıca sınıfını teşkil edecektir. Onun
uzak mesafeye giden ve fevkalade bir surette icra-yı tesir eden mermiyatı
düşmanı uzakta tutmak için en âlâ bir vasıtadır. Zaten dümdardan maksat
dahi budur42.
Binaenaleyh kısm-ı küllî refakatinde bulunan topçu kolundan ziyadece
miktar bataryalar tefrik ile dümdarın maiyetine memur edilmek iktiza eder43.
Pişdar ve dümdar hakkında olan nukât-ı esasiyenin tetkiki sırasında
beyan olunan mülahazât, her bir yürüyüş kolu dâhilinde sunûf-ı muhtelifenin
bulunacakları “sıraya” dair dahi bir mikyas addolunabilir. Süvariden sonra
daima bir kısım topçu yani mukaddemât-ı muharebede daima istimal olunan
sınıfın hareket etmesi iktiza eder. Lâkin kuvvetli bir düşmanın ileriden
hareket eden süvariyi bozarak ricata mecbur etmek ve bu sırada yürüyüş
üzere olup himayesiz kalan bataryaları zabt eylemek muhatarasından dolayı
süvarinin arkasından ve top bataryaları ilerisinden cüzî olsun bir miktar
piyade askeri sevk etmek kaide hükmünde tutulmaktadır.
Filhakika mevcut olan bataryaların cümlesi birden ileriden hareket
ettirilmez. Çünkü böyle olsa geriden gelen piyade askeri muharebe meydanına
pek geç varır idi. Yürüyüş kolu dâhilinde olduğu hâlde yedi kilometrelik bir
mesafe istiap eden bir kolordu topçu kolu bittabi bir fırka dâhilinde hareket
ettirilemez. Çünkü onun gerisinden hareket eden piyadenin bir buçuk
saat sonra muharebe meydanına vasıl olması lazım gelir idi ki bu hâlde
başkumandan onun vusulüne değin kuvve-i mevcudesinin nısfıyla düşmana
mukavemet etmek mecburiyetinde kalmış olur. Binaenaleyh kolordu yalnız
bir caddeden hareket ediyor ise topçu kolu iki fırka arasında hareket ettirilir44.
41 Bir dümdar ancak zulmet-i leylin hululünden sonra ciddi bir muharebeye girişebilir.
Çünkü o zaman düşman mâlik olduğu tefevvuktan istifadeye muktedir olamaz. Lâkin
bulunduğumuz arzlarda karanlığın birden bire basmadığı ve binaenaleyh düşmanın tüfek
ziyası sayesinde daha pek çok iş görebileceğini hatırdan çıkarmamalıdır.
42 Bataryalar bu sırada ne kadar sebat ederlerse vazifelerini o nispette iyi ifa etmiş
olurlar. Fakat bu sırada birkaç top zayi etmek muhatarasına hiçbir vakit ehemmiyet verme-
melidir. Yani bu husus bataryaların vaktinden evvel ricat etmesine asla sebep olmamalıdır.
43 Şayet bazı bataryaların dümdar nezdinde lüzumu kalmayacak olur ise mezkûr batar-
yalar süratli bir yürüyüş ile daima kısm-ı küllî topçu koluna iltihak edebilirler yani onlar
yürüyüş emrinde asla mutazarrır olmazlar.
44 Bu babda kitabın nihayetinde bulunan zeyle dahi müracaat olunabilir.
231
Von der GOLTZ
Evâ’ilde ordular bir kere nizam-ı harp aldıktan sonra onların tahriki
pek müşkül idi. Çünkü onların nizam-ı harbini bozmak caiz olmaz idi.
Binaenaleyh düşmanın yan yürüyüşünün farkına varıp da bir mukabil
hücum icra etmesinden asla korkulmaz idi. Zaten Büyük Frederick o misillü
bir hücum ve taarruza uğramaktan hiçbir vakit ihtiraz etmez idi. Lâkin bu
hâller şimdiki zamanlardan külliyyen tebeddül etmiştir. Şimdi ordunun her
kısmı müstakil bulunduğu cihetle yan yürüyüşü icra eden düşman kolları
üzerine bir mukabil hücum icrası onlar için daha kolay bulunuyor. Mamafih
bugünkü günde dahi hatt-ı harp açmış büyücek bir ordu kısmını evvelden
mukarrer olmayan bir istikamette tahrik eylemek hayli müşkülatı dâ‘î bir
keyfiyet olarak ya iş görmek için icap eden vakit geçmiş veyahut kumandan
olan zatın hücum-ı mezkûru icra için iktiza eden vaktin geçip geçmemiş
olduğu hususunda tereddüt ve şüpheye düşerek teşebbüs-i mezkûrdan sarf-ı
nazar etmesinden dolayı ele geçen bu fırsat kaçırılmış olur. Şayet düşman
ordusunun kâffe-i aksamı yan yürüyüşü icra etmez de bir kısmı yürüyüş
üzere iken kısm-ı diğeri tevakkuf edecek olur ise45 taarruz esnasında yürüyüş
üzere bulunan ve tevakkuf eden kısımlar arasında kalmak ve bu suretle
fena bir hâle düçar olmak endişesi dahi nümâyân olur. İşte bu sebeptendir
ki büyük manevralar esnasında bile düşmanın daire-i nazarı dâhilinde yan
yürüyüşlerinin kemâl-i muvaffakiyet ile icra olunduğunu görmekteyiz.
Fakat yan yürüyüş icra olunur iken düşman dahi hareket üzere bulunur
ise muhataranın daha büyük olduğu aşikârdır. O zaman ya yürüyüş kolunu
düşmanın kol başlarından daha uzak mesafede tutmaya veyahut kendisiyle
yan yürüyüşünü icra etmeyen kıtaat-ı saire ile muharebeye tutuşarak nazar-ı
dikkatini kâmilen kıtaat-ı mezkûreye münhasır kılmaya gayret etmelidir.
232
Millet-i Müselleha
233
Von der GOLTZ
47 Buradaki mevziin arzı dört kilometre hesap edilmiş olduğundan kolun nihayetinde
bulunan kıt‘alar yalnız mevziin cenahına vasıl olmak mecburiyetinde bulunurlar.
48 Lâkin kolun başı veya nihayeti hizasında bir mevzi ahz ve intihap edilecek olur ise
yürüyüş bittabi daha uzun olur. Mamafih bu hâl nadiren zuhur eder.
234
Millet-i Müselleha
235
Von der GOLTZ
51 1870 Seferi esnasında Prens Frederick Charles İkinci Ordu’dan geride kalan ve il-
erilemekte muktedir olmadıklarını beyan eden neferâtı hutût-ı ricat üzerindeki mevâki‘e
göndererek onlardan hem asâkir-i muhafaza teşkil etmiş ve hem de mevâki‘-i mezkûre
için ordudan işe yarayacak efradın ifrazı misillü bir mahzuru bertaraf eylemiştir. Bu usulün
muhassenâtı görüldü. Çünkü biraz sonra efrad-ı merkûme mevâki‘-i mezkûrede kesretli
nöbetlerden usanarak ekserîsi bir an evvel mensup oldukları kıtaat-ı askeriye nezdine
azimet arzusunda bulunmuşlardır.
236
Millet-i Müselleha
237
Von der GOLTZ
Yalnız bir hattan ibaret olan ve Doubs Nehri vadisini takip eden
şimendifer ile icra-yı nakliyatta ısrar edileceğine ara sıra yürüyüşlere
müracaat edilmiş olsa idi daha iyi olur idi. Hatt-ı mezkûr üzerinde bulunan
istasyonların darlığı menkulatın ihracını tas‘îb ettiği gibi nehir ile cebel
sırtı arasındaki dar mesafede alelacele icap eden hat şubeleri ve vagonları
yerleştirmeye mahsus hatlar tesisi dahi mümkün değil idi.
Hele düşman memleketi dâhilinde harekât-ı taarruziye icrasıyla meşgul
bir ordu cesim asker nakliyatını daha az hatıra getirmelidir. Kendisi ele
geçirdiği şimendifer hatlarını tamire muvaffak olsa bile onlar vesâtatıyla
ancak zahire, cephane ve efrad-ı ihtiyatiye nakliyatı icra edebilir52.
Şimendifer ile seyahatin yürüyüşlere nazaran olan fayda-i azimesi
şundan anlaşılabilir ki yürüyüş üzere bulunan bir asker adi bir günde üç
mil mesafe kat‘ eylediği hâlde, bir şimendifer katarı vasat derecede bir
sürat ile 24 saat zarfında doksan mil mesafe kat‘ eder. Vakıa şimendifer
ile azimet eden asker geceler rahat yüzü görmeyeceğinden mâşiyen giden
askerden daha ziyade zahmet çeker. Lâkin şurasını dahi düşünülmelidir ki
demiryoluyla naklolunan asker katardan çıktıktan sonra vasat derecede bir
yürüyüş daha icrasına muktedir bulunur ve vagonlarda uzun bir müddet
oturmaktan usanmış olduğundan bu yürüyüşü âdeta bir memnuniyet ile
icra eder. Büyücek kıtaat-ı askeriyenin şimendifer vesâtatıyla naklinde
Dördüncü piyade fırkası teşrinievvelin 16’ıncı günü öğle vakti Pont-a Mousson nam
mahalde ameliyat-ı irkâbiyeye mübaşeret etmiş ve teşrinisaninin 6’ıncı günü mezkûr
fırkanın kısm-ı muharibiyle sıhhiye kolu ve seyyar hastahanesiyle sair lazım olan kolları
Lonjumeau etrafında toplanmış idi. Kolordunun bir kısmı mâşiyen Paris’e doğru azimet
etmiş idi.
238
Millet-i Müselleha
olan müşkülat bir mahalden kalkıp diğer mahalle azimetten ziyade askeri
bindirmek ve levazım-ı mütenevviayı yüklemek ve tekrar şimendiferden
çıkarmak hususunda neşet eder.
Ondan başka avdet üzere bulunan şimendifer katarları için mahsus
hatlara mâlik olmayan demiryollarda katarların hareketinde birçok tevakkuf
ve fasılalar hâsıl olacağından, mezkûr hatlara çift hatlara mahsus olan
emniyet ile bakılmayacağı gibi çift hatlardan memul olan hizmetler dahi
onlardan beklenemez.
Tek hatlı demiryolunun en büyük hizmeti yevmî on, çift hatlı
demiryolunun dahi yevmî onsekiz katar olduğuna hükmedilebilir. Miralay
Blume 1870-1871 Seferi tecrübelerine istinaden erkâm-ı mezkûre yerine
sekiz ile on iki rakamlarının kabul edilmesi daha münasip olacağını beyan
ediyor. Vakıa bu hesapça pek büyük bir emniyet ile hareket olunabilir. Çünkü
erkâm-ı mezkûre 1870 Seferi’nde Fransız nakliyatında şikayâtı mucip olan
bazı şimendiferlerin hareketine muadildir.
Ahval her nerede müsaade eder ise şimendiferler ile nakliyat mâşiyen
olan yürüyüşlere tercih olunmalıdır. Çünkü mâşiyen olan yürüyüşler
esnasında vukua gelen zayiat şimendifer nakliyatında vaki olmaz. Mamafih
kâffe-i ahvalde hedef-i maksûda hangi usul ile daha evvel vusul müyesser
olabileceğini hesap etmek iktiza eder. Bir kolordu kâffe-i levazımıyla beraber
naklolunabilmek için tek hatlı olan demiryolunda on bir ve çift hatlı olan
demiryolunda yedi günlük bir müddete muhtaçtır. Mezkûr kolordu mâşiyen
gidecek olur ise on bir günde otuz ve yedi günde yirmi mil mesafe kat‘
edebilir. Binâberîn şimendifer ile kat‘ olunacak mesafe daha büyük olur ise
şimendifer ile naklolunmakta bütün kolordu vakit kazanmış olur. Lâkin pek
çok defa bir kısım kuvvetin serian bir mahalle nakli matlup olur ise o hâlde
kısm-ı mezkûr şimendifer ile izam olunur ve kısm-ı mütebaki kendisini
mâşiyen takip eder53.
Bu iki usul-i sevki maslahata muvafık bir surette mezc etmek dahi
münasiptir. O hâlde piyade askeri demiryolu ile hareket eder ve topçu, süvari
ve nakliye kollarıyla, muhtelif erzak cephane vesaire kolları fakat mutaddan
ziyade mesafe kat‘ etmek üzere yol yürüyüşüyle hareket ederler. Mahall-i
maksûdda edilecek istimale nazaran piyade ile beraber bir miktar süvari
ve topçu dahi sevk olunabilir. Diğer taraftan yol yürüyüşüyle hareket eden
53 Meckel’in “Tabiye”sinin 23’üncü sahifesinde buna dair şayan-ı dikkat müteaddit mis-
aller zikr ve ityân olunmuştur.
239
Von der GOLTZ
54 Esna-yı harpte şimendiferlerin istimali için erkâm-ı âtiye mikyas makamında tutula-
bilir. Bir şimendifer katarı bir piyade taburu veya bir süvari bölüğünden biraz ziyade is-
tiap edebilir. Binaenaleyh dört bölükten mürettep bulunan bir süvari alayı veya bir batarya
veyahut bir cephane veya saire kolu için üç katar hesap etmek lazımdır. Bir kolordu bütün
levazımıyla beraber doksan katar, bir piyade fırkası nakliyesiz yirmi, bir süvari fırkası na-
kliyesiz kezâlik yirmi katara muhtaçtır. Bunlar malum olduktan sonra bir ordu kısmının
naklolunmak için kaç günlük vakte muhtaç olduğu suhuletle hesap olunabilir.
Mesela bâlâda zikrolunduğu gibi tek hatlı demiryollarında yevmî sekiz ve çift hatlılarda
on iki katarın hareketi farz edilir ise o hâlde bir kolordu birinci hat üzerinde kâmilen naklol-
unmak için on bir ve ikinci hatta dahi yedi buçuk güne muhtaç bulunur. Piyade ve süvari
fırkası dahi birinci hat üzerinde 2 ½ ve ikinci hat üzerinde 1 2/3 günde naklolunabilir. Bunda
bir de bir katarın hareket mahallinden maksûd olan mahalle vasıl olmak için sarfeylediği
zaman zammedilir ise nakli matlup olan ordu kısmının bir mahalden diğer mahalle azimet
için sarf edeceği zaman meydana çıkmış olur. Bir askerî katarı saatte azami olarak dört
Alman mili mesafe kat‘ etmekte olduğundan zikrolunan kıtaat-ı askeriyenin yüz Alman
milinden ibaret bir mesafeyi kat‘ için muhtaç oldukları müddet ber-vech-i âtî irâ’e olunur.
240
Millet-i Müselleha
Sene-i mezkûrede 63.000 nefer ve 207 pare top 330 kıt‘a sefine üzerinde Kırım’a
naklolunmuştur. Mamafih bu nakliyatın tedarikatını layıkıyla icra zımnında vaktin müsait
olması ve esna-yı râhda müşkülat ve mevâni‘e tesadüf etmek muhatarasının bulunmaması
nakliyat-ı mezkûrenin icrasını teshil etmiş idi.
241
Von der GOLTZ
56 1871 senesi Şubatında Fransızların 18.000 nefer ve 10 batarya top kuvvetinde bulu-
nan 22’nci Kolordusu şimalî dârü’l-harekâtta bulunduğu hâlde sefâ’ine irkâb olunarak bir
müddet-i kalîle zarfında Cherbourg’a nakl olunmuştur. 1878 senesi Temmuzunun 16’ncı
günü 49 Osmanlı taburu Antivari (Bar) Limanı’nda sefâ’ine irkâb olunarak mâh-ı mezkûrun
19’uncu günü Meriç mansıbında karaya çıkmıştır.
242
Millet-i Müselleha
mavnalardan mürekkep bir filo teşkil etmiş ve bu filonun vazifesi Rhine Nehri
üzerinde Worms, Mayens, Bingen mevkileri arasından müteharrik ambar
hizmetini ifa etmekten ibaret bulunmuş idi. Sefâ’in-i mezkûre, hududunu pek
çabuk seddeden Flemenk’den mübayaa ve Rhine Nehri’nin kısm-ı süflâsına
mücavir olan memleketlerde ve bizzat içtima vuku bulan memleketler ile
Coblense, Cologne ve Wesel kalelerinde iştira olunan zehâyir ile imla edilir
idi. Alman orduları Fransa memâlikine süratle tecavüze başladığı esnada
sefâ’in-i mezkûrenin hâmil oldukları zahire Bingen ve Worms kalelerinde
tesis edilen cesim ambarlara nakil ve teslim edilmiştir.
Yürüyüş ve seyahat meselesine şediden merbut bir mesele vardır ki
o da askerin “konaklara yerleşmesi” meselesidir. Zahmetli bir yürüyüşten
sonra iyi bir konak mahalli bulmaya muvaffak olan bir asker pek suhuletle
yorgunluğunu alır ve ertesi gün için lazım olan kuvveti kazanır. Hâlbuki kırda
ve hava ile rüzgarın şiddetine maruz kalsa belki yürüyüşe devam iktidarını
kaybetmiş olur. Binaenaleyh yürüyüş zayiatına düçar olamamak için en âlâ
çare askeri münasip surette kondurmaya çalışmaktır. Terakkiyat-ı medeniye
bizi bir hâle getirmiştir ki artık ormana konak ve kamere şems nazarıyla
bakamıyoruz.
Şayet ilan-ı harbın zuhuruyla beraber asker ordugâhlarda cem‘ edilmiş
olsa bu asker muharebesiz mahvolmuş olur.
Yalnız 1870 senesi Ağustosunun ilk günlerinde askerimizin yağmur
altında ne kadar zahmet çekmiş olduğunu der-hatır etmek kâfidir. Ahvalin
ilcâ ettiği zamanlarda geceleri açıkta geçirmekten ihtiraz olunmaz ise de
yine bu hâl bir mahzur-ı azim olmaktan kurtulamaz. Binâberîn istikbalde
dahi askeri mümkün olduğu mertebede konaklarda daha ziyade bırakmaya
gayret olunacaktır. Hele bu husus bidayet-i seferde daima elzem bulunacaktır.
Çünkü bu sırada orduda tanzime muhtaç pek çok hâller mevcut olduğu gibi
bu cesim cemiyeti teşkil eden efrat arasında dahi pek çok kimseleri yavaş
yavaş âlem-i askerî ve seferberîye alıştırmaya ihtiyaç messedecektir.
En fena konak en âlâ bir ordugâha müreccahtır. Mamafih fena konaklar
dahi ordu ahvali üzerine icra-yı sû’-i tesir eder bir mazarrattır. Bu misillü
konaklardan ihtiraz rahata alışmış olmaklığın değil belki mülahazat-ı
âkılânenin bir neticesidir.
Seferi tanıyanlar bir ordu akıntısına mecra olan bir mahalde vesait-i
maişetin ne kadar çabuk tükendiğini pekâlâ bilirler. Dükkanlar boşanır veya
kapanır. Zahire tükenir. Ve hariçten zahire vürudu dahi münkati‘ olur. Ziyade
243
Von der GOLTZ
dolmuş olan konaklarda gündüzün rahat etmek gece vakti uyku uyumak
mümkün olamaz. Binânerîn askeri büyük bir mesafe üzerinde taksim etmek
lazımdır. Bu babda ise ahalinin serveti, iştigalâtı, suret-i maişeti bir mikyas
addolunabilir. Ahalisi münhasıran ziraat ile meşgul olan ovalık memleketlerde
askerin rahatça yerleştirilmesi mümkün ise ahaliden bir nefs başına askerden
bir neferi hesap olunur. Fabrikaları ziyade olan mahaller, keten dokumak ile
meşgul köy ve kasabalar, maadine mücavir karyeler ve büyük şehirler bittabi
bu kaideden müstesna bulunur. Bir milyon nüfusa mâlik olan Berlin şehrine
bir milyon asker yerleştirmek hiçbir vakit mümkün olmadığı hâlde adi bir
köyde nüfusundan ziyade asker yerleştirmek mümkündür. Ahval-i adiyede
bir kolordu konaklara yerleşmek için bi-hesap takribi 8 -10 Alman mili
murabba‘ında bir araziye muhtaçtır. Bu ise bir kolordunun yürüyüş kolunun
nakliyesiz olarak tûlünden ibarettir.
244
Millet-i Müselleha
245
Von der GOLTZ
246
Millet-i Müselleha
247
Von der GOLTZ
için kâfidir. Şayet bir mütareke akdolunur veya harekâta bir fasıla verilir de
konak mahallinde daha ziyade müddet kalınacağı tebeyyün eder ise o hâlde
daha ziyade yayılmak mümkün olabilir. Bu hâlde ise konak mahallerini şamil
olan arazinin murabba‘î veya dairevî bir şekilde olması tavsiye olunur. Çünkü
bu şekilde bir arazide ortada bulunacak olan karargâh-ı umumî her kıt‘a-i
askeriye ile suhuletle muhabere edebilir. Ondan başka konak mahalli ittihaz
olunan arazide bir müdafaada bulunmak matlup olur ise kıtaat-ı muhtelife-i
askeriyeyi suhuletle cem‘ etmek faydası dahi nümâyân olur58.
Münferit kurâ ve kasabâtta hane ve ahırlardan layıkıyla istifade etmek
için sunûf-ı selâse karışık olarak kondurulmalıdır. Bundan ise hareket-i
umumiyeye mübaşeret olunduğu zaman ahz olunan yürüyüş nizamının
muhafaza edilemeyeceği tahakkuk etmektedir59.
Binaenaleyh konak mahallerinin hâl ve vaz‘ına nazaran kıtaat-ı askeriye-i
cesime dairesi dâhilinde sunûf-ı selâseden mürettep birtakım kıtaat-ı sağîre
yerleşmiş bulunacaktır. Mesela kolordular ve fırkalar dâhilinde bir miktar
süvari ve topçu ile beraber livalar yerleşir ve bunlar yürüyüş esnasında
dahi beraber kalır. Başkumandan olan zat yalnız topçusu koluna asâkir-i
saire ile karıştırmaya gayret ederek mezkûr kolun bir arada olarak yürüyüp
konmasına dikkat eder.
Burada dahi kıtaat-ı münferideyi lüzumsuz yere yürütmekten mümkün
olduğu kadar içtinap etmelidir. Çünkü her hareketin neticesi muharebe
neticesi gibi sırf kuvvetten ibaret bulunur. Revâbıt-ı esasiyede tabiye nizam-ı
aslîsini daima iadeye çalışmak gayretinden sarf-ı nazar etmek asla caiz değil
ise de bu keyfiyeti harekete mecbur olan kıtaat-ı askeriyenin fevkalade zahmet
ve meşakkate düçar olmayacağı münasip zamanlarda icraya sa‘y etmelidir.
Yürüyüş ve konaklara yerleşmek hususunda bâlâda serd eylediğimiz
mütalaat ve mülahazat, mesela Napolyon’un 1812 senesinde icra eylediği
yürüyüş misillü orduların taraf ve mahal-i meskûnesi mefkûd olan vasi çöller
içinde icra ettikleri yürüyüşlere raci değildir. Bu misillü yürüyüşler esnasında
askeri hânelere yerleştirmek veyahut mahal-i meskûnesi tedarik edilecek
zâd u zahîre ile beslemek asla mümkün olamayıp her hâlde ordugâhlara
müracaat etmek iktiza eder. Ordugâhlar ise böyle bir beyâbânda ve havanın
fenalığı esnasında asker üzerine fevkalade bir sû’-i tesir icra edeceğinden
248
Millet-i Müselleha
249
Yedinci Fasıl
Taarruz ve Müdafaa
250
Millet-i Müselleha
251
Von der GOLTZ
252
Millet-i Müselleha
253
Von der GOLTZ
fedakârlık edecek olanlara tefhim etmek pek güç olur. Müdafaa üzere
bulunan taraf büsbütün başka bir hâlde bulunur. Düşman, hududu tecavüz
ve gittikçe takarrüp edip de tehlike ve muhatara iyân olduğu nispette müdâfi‘
için dahi menâbi‘-i cedide küşat olunur. Fevkalade bir surette asker toplamak
silah ve para celp etmek için ittihaz olunacak tedâbîri herkes tasdik eder.
Harbin vekâyi‘-i iptidaiyesi felaketli olsa bile ordunun gerisinde cesur ve
vatan-perver bir millet bulunduğu zaman hâl-i müdafaa pek büyük işler
gösterebilir. Amerika’nın muharebe-i istiklali esnasında Hükûmet-i Şimaliye
ve Almanya-Fransa Harbi’nin devr-i sânîsinde Fransa Hükûmeti bu babda
pek güzel misaller irâ’e etmişlerdir.
Lâkin usul-i müdafaanın haiz bulunduğu bütün bu menâfi‘e mukabil
usul-i taarruziyede ordunun kuva-yı maddiye ve maneviyesini tahrik iktidarı
müdafaa usulünde olduğuna nispeten pek çok ziyadedir. İşte bu iktidara
mebnidir ki muzafferiyyetlerin kısm-ı azamı taarruz eden tarafta bulunur.
Zaten taarruz eden taraf işin iptidasından itibaren bir hedef-i maluma
doğru hareket eder. Taraf-ı mezkûr bidayet-i emrde kendisine bir hedef
intihap eylediği cihetle kâffe-i kuva-yı maneviye ve fikriyesi bir istikamet-i
muayyeneye mâlik bulunur. Ahvalin icbarı ise kuva-yı mezkûrenin daha
ziyade semeredâr olmasına hizmet eder. Zaten usul-i taarruzun usul-i
tedafüîye daha ziyade faal bulunması bir menfaat addolunabilir. Çünkü yek-
diğerlerine muadil olan iki hasımdan hangisi daha ziyade faal bulunur ise
onun muzaffer olacağı vâreste-i kayd-ı iştibâhtır.
254
Millet-i Müselleha
şahsı olabilir.) Bir mil tûlunda bir hatt-ı müdafaa suret-i umumiyede ne
kadar mükemmel intihap olunsa dahi yine mutlaka zayıf bir noktaya mâlik
bulunabilir.
255
Von der GOLTZ
256
Millet-i Müselleha
257
Von der GOLTZ
258
Millet-i Müselleha
fevkalade bir gevşeklik zuhuruna sebebiyet verir. Bir defa düçar-ı atalet
olan harekât-ı taarruziyeye tekrar mübaşeret, harekât-ı harbiye esnasında
pek müşkül ve hele muharebe hengâmında fasıla sebebiyle ifâte edilen
şeyi miktar-ı kâfi kuvvet ile tamir edecek kadar kuvve-i imdadiye vürut
etmez ise hemen gayr-i kâbil olur. Binaenaleyh bi’l-ihtiyar vukua gelen bir
fasılayı ancak kuvve-i imdadiye vürudu ümidi haklı gösterebilir. Hücum ile
zabtı nâ-kâbil olan mevâzî‘ ve mevâki‘i dolaşmak ve tehdit etmek emrinde
icra edilecek en cüretli teşebbüsat yine bir zaman-ı münasibe intizar ile
imrâr-ı vaktten daha âlâdır. Zira hiç memul olunmadığı hâlde, düşmanının
kendisine taarruza cesaret etmediğini gören bir hasım, hâl-i tedafüîde iken
birden bire hâl-i taarruzîye geçebilir. Ondan başka hâl-i müdafaada bulunan
tarafın muharebeyi tehiyye eylediği mahalde muharebeye tutuşmamak dahi
taarruz eden tarafın menâfi‘i iktizasındandır. Bunun için müdafaada bulunan
düşmanı başka meydanlara celp etmeye yani kendi hareketiyle müdâfi‘îni
dahi cebren hareket ettirmeye daima sa‘y etmelidir. Böyle bir hâlde ise usul-i
taarruz her hâlde usul-i müdafaaya galip ve faik olur.
Kaideten bir hücum ve taarruz ne kadar şedit olur ise mucip olacağı
telefat ve zayiat bazı noktalar üzerinde ziyade olsa dahi yine bi’n-nisbe az
olur. Hususuyla taarruz-ı tabiyevîde istimal-i sürat lazımdır. Büyük Frederick
kavaid-i esasiye-i fenn-i harp nam eserinde der ki : “Bunun içindir ki bir
hücum ne kadar şiddetli olur ise mucip olacağı telefat ve zayiat o nispette kalîl
olur.”
Taarruz üzere bulunan taraf kuvvetinin bi’t-tedric tenakusu
keyfiyeti vesait-i umumiye-i harbiyenin hüsn-i suretle idaresini istilzam
eyleyeceğinden, bir taarruz ve hücum bir zaman içinde daima yalnız bir
hedefe mâlik bulunarak sair hedefleri ise muvakkaten nazar-ı dikkatten dûr
etmelidir. Kâffe-i kuva-yı maddiye ve maneviyeyi o yegâne hedefin istihsali
uğrunda istimal eylemelidir.
Bir taarruz-ı tabiyevînin icrası esnasında kesr ve tahribi murat edilen
nokta üzerinde behemahâl düşmana faik olmak lazım geldiğini daima der-
hatır etmelidir ki düşman bir daha o nokta üzerindeki mağlubiyeti tamir
edecek iktidardan mahrum kalsın. Bu husus hâsıl olduktan sonra mucib-i
muvaffakiyât olacak umur-ı saireyi nazar-ı dikkate almalıdır. Bir taarruz-ı
sevkülceyşîde ise bütün kuvve-i tahribiyeyi mağlubiyetleriyle bizim tarafı
hâlin ilerisine hâkim kılacak ordu aksamına tevcih etmek iktiza eder.
Lâkin taarruz-ı sevkülceyşîde hedefin intihabı sırasında daha başka
mülahazat lazımdır. Evvela bütün seferi birden tekmil etmek mi, yoksa
259
Von der GOLTZ
onu taksim ile müteaddit hedefler intihap ederek bu hedefleri göz önüne
aldıktan sonra yine bir ve büyük hedef ve maksada müteveccih olacak birkaç
sevkülceyş taarruzlarının birden icrası mı münasip olacağı düşünülmelidir.
Her bir sevkülceyş-i taarruzînin tûl ve imtidadı elde mevcut olan vesaite
nazaran hesap edilmelidir. Bu babda âkılâne bir itidal, başkumandanın
birinci fazileti addolunabilir. Napolyon Bonapart’ın 1812 senesinde bu
fazilete mâlik olmaması kendisinin felaket ve inhizamına sebebiyet vermiş
idi.
1812 senesi Ağustosunun nıfs-ı ahîrinde Smolensk’ten Moskova’ya
doğru hareket-i taarruziyeye devam edilmesi en tehlikeli bir hareket-i cüret-
perverâne idi. Müşârun-ileyhin teşebbüsüne netice verecek olan işbu hareket
1813 senesi ilkbaharında icra edilecek bir sefer-i sânîye tahsis olunmak ve
mevsim-i şitâ sefer-i mezkûr için icap eden tedarikat-ı harbiyenin icrasına
hasredilmek lazım gelir idi. Napolyon Bonapart bütün seferi bilâ fasıla bir
hareket ile ikmal etmeye karar verdiği zaman kendi zekasına lüzumundan
ziyade emniyet etmiştir. Buna mukabil İskender-i Rûmî Asya’yı zabt ve
istila eylediği vakit istihsali her hâlde mümkün bulunmuş olan ehdâf-ı
ba‘îdeyi müdebbirâne bir surette tefrik ve seferi taksim ile âkılâne bir itidal
göstermiştir.
Müşârun-ileyh, Asya’nın dâhiline tecavüz etmezden evvel Asya-yı Suğra
sevâhilini ve hatt-ı Mısrıye’yi zapt ederek ibraz-ı âsâr-ı dirayet edip hatt-ı
ricatini temin ve ordusunu takviye ve bir kuvve-i bahriye cem‘ ettikten sonra
meçhulü olan memâlik-i şarkiyeye doğru teveccüh eyledi. Müşârun-ileyh
bu vechle Xenophons’un düçar olduğu felaketten kurtulmuş ve bunun için
dessâs ve dûr-endîş olan Romalılar ecânib arasında “büyük” olarak ancak
kendisinin zuhur ettiğini tasdik etmişlerdir. Bu misillü müdebbirâne itidali
1870-1871 Seferi’nde Almanya erkân-ı harbiyesi heyeti dahi ibraz ederek
Paris’in muhasarası esnasında her şeyden evvel payitahtı zabt ve teshîr ve
bu zabtı tamamıyla temin etmek emeliyle Fransa eyalâtına doğru hareket-i
taarruziyenin daha ziyade temdidine rıza göstermemiştir. Bu sırada
karargâh-ı umumîden vârid olan evâmir-i umumiye şu mealde idi:
“Ahval-i umumiye bizi bir galebe ve muzafferiyetten sonra düşmanı
takipte ancak başlıca kuvvetini perişan ve tekrar içtimaını uzunca bir müddet
için gayr-i mümkün etmek derecesinden ziyade ileriye gitmemekliğe mecbur
etmektedir. Biz kendisini Lille, Havre ve Bourges şehirleri misillü nihayet istinat
noktalarına kadar takip edeceğimiz gibi Normandiya, Britanya yahut Vendee
gibi ba‘îd olan eyaletlerini dahi daimi surette işgal etmek istemeyiz. Hatta
260
Millet-i Müselleha
261
Von der GOLTZ
262
Millet-i Müselleha
Ondan başka taraf-ı müdâfi‘ başlıca kuvvetinin düşman üzerine büyük bir
cazibe icra etmekte olduğunu layıkıyla bilmelidir. Bu kuvvet yalnız gerisinde
bulunan memleketi değil hatta mağlup olmadıkça etrafında bulunan bütün
araziyi temin ve muhafaza eder. Binâberîn büyük ordular harekât-ı harbiyeye
mübaşeret ettiği zamandan itibaren müdâfi‘în dahi memleketin her tarafını
muhafaza emeliyle birtakım müfrezeler tefrikinden ihtiraz etmelidir.
Muharebe için dahi yalnız bir noktanın tehiyyesi caiz olmayıp hiç
olmazsa sair mahallerde dahi birkaç başlıca istinat noktası bulunmalıdır ki
taraf-ı mütecaviz o noktalara vasıl olduğu zaman mükemmel bir mukavemete
tesadüf etsin. Bu husus Fransa’da pek güzel surette nazar-ı dikkat ve itinaya
alınmış ve memleketin şimal-i şarkîsi mükemmelen tehiyye edilmiş bir
muharebe meydanı addolunabilir. Orada muharip ordular yek-diğerlerine
tesadüf ettikleri günden itibaren mevcut olan kılâ‘ ve istihkâmât arasında
gece vakti yeni birtakım sahra istihkâmâtının zuhur ettiğini müşahade
edeceklerdir.
263
Von der GOLTZ
vazife olmuş olur. Bu ise düşmanı âmâl ve niyyâtı arasında taciz edecek
mukabil taarruzlar ile mümkün olabilir ise de bu misillü teşebbüsat
daima müşkül bir keyfiyettir. Zira teşebbüsat-ı mezkûre için düşmana dair
malumat-ı mükemmeleye ve asâkir-i müdafaayı lüzumundan ziyade ileriye
götürmeyecek âkılâne ve müdirâne idareye muhtaçtır. Bu misillü mukabil
taarruzlar ekseriya muvaffakiyeti intaç eder ise de düşman akıllı olup da
şaşırmayacak olur ise müdâfi‘înin fikrini derhâl anlayıp başlıca kuvvetlerini
oraya toplayarak katî bir muharebeye girişmeye icbar edebilir. Binaenaleyh
biraz ziyade ileriye varmış bir mukabil mutaarrız canibinden arzu olunan ve
taraf-ı müdâfi‘ canibinden orada vukuu asla istenilmeyen ve hazırlanmayan
katî bir muharebeyi intaç edebilir.
Bununla ise taraf-ı müdâfi‘ o yönünün nısfını kaybetmiş olur. Taraf-ı
mütearrızın harekâtını yanları üzerinde ahz-ı mevki ile tehdit etmek daha
az muhataralıdır. Müdâfi‘ başlıca kuvvetiyle nokta-i müntece addeylediği
tarafa doğru azimet eylediği esnada ordunun bazı kısımlarını düşmanın yan
tarafında vaki mevâzî‘-i mezkûrede bilâ muhatara bırakabilir. Çünkü aksam-ı
mezkûre ciddî bir taarruza düçar olmazdan evvel onları ordunun pîşinde
hareket ettirmek kolaydır.
İşte mütalaat-ı mezkûreden anlaşılır ki müdâfi‘ kendi faaliyetini
hiçbir vakit müdafaa mürevviclerinin iddiaları gibi sırf bir müdafaaya
hasretmeyerek, müdafaaya hareket ve muharebeye meyyal bir unsur zam
ve ilave etmelidir. Bu unsur ise düşman tard olunup da kendisini tamamıyla
mağlup etmek için üzerine taarruza kıyam olunduğu zaman tamamıyla hâkim
olur. İşte bu sırada müdafaa nikâbını büsbütün ref‘ ederek hâl-i taarruzîye
geçmek zamanı gelmiş bulunur.
Hâl-i taarruzî ve tedafüînin aslına ve suret-i icrasına dair izahat-ı
umumiye vermiş olduğumuzdan şimdi dahi erbâb-ı fen nazarından en
müşkül bir mesele addolunan ikisinin mezc ve terkibine dair birkaç söz
söyleyelim :
Hâl-i taarruzînin fevâ’idi en ziyade harekâtta ve hâl-i tedafüîninki dahi
muharebede olduğundan sevkülceyşte taarruz ve tabiyede müdafaa üzere
bulunmak en âlâ bir şey olduğuna hükmedilmişdir. Bu kaideye binaen
düşman memleketine tecavüz ile, düşmanın behemahâl elden çıkarmamaya
çalışacağı bazı nukâtı zapt ve düşmanı muharebeye mecbur ettikten sonra
hâl-i tedafüîyi iltizam ederek düşmanı daha ziyade müşkül ve zayiat-ı
külliyeyi mucip olan “hâl-i taarruzî” ve “muharebat-ı tedafüiye” pek kolay
264
Millet-i Müselleha
düşünülür ise icrası gayet müşkül ve emsali tarih-i harpte hemen hiç sebk
etmemiş bir şeydir.
Bâlâda orduların hudut üzerine içtimaına dair verdiğimiz malumattan
anlaşılacağı üzere bugünkü günde ordular içtimaı akîbinde düşmanın
mukavemetine tesadüf etmeksizin ileriye doğru harekât-ı mühimme icrası
mümkün değildir. Binâberîn harekât-ı taarruziye akîbinde muharebat-ı
taarruziyeye dahi girişmek lâbüddür. Şayet taarruz üzere bulunan ordu
o anda hâl-i tedafüîye geçecek olur ise o vakte kadar hasmından kemâl-i
meşakkat ilen nez‘ eylediği hürriyet-i sevkülceyşîyi tekrar düşmana iade ve
tabir-i âharla kendisinin başlıca tefevvuk ve rüçhanını kaybetmeye mecbur
olur. Bir hâlden diğer hâle birdenbire geçmek hususu askere dahi icra-yı
sû’-i tesir etmekten geri kalmaz. Ondan başka başkumandan hiçbir vakit
muharebe-i kat‘iyenin şekil ve zamanını evvelden tayin etmeye muktedir
değildir. Ale’l-umum muharebeler gibi meydan muharebeleri dahi doğrudan
doğruya harekât-ı harbiyeden neşet eylediği cihetle ileriye doğru tecavüz
üzere bulunan orduların düşmana tesadüf ettikleri yerde taarruz etmeleri
bir emr-i tabiîdir.
Muharebe ise o zaman kâffe-i kıtaat-ı askeriye üzerine bir cazibe icra
edeceğinden onlara hâl-i tedafüîyi iltizam ettirmek ekseriya mümkün olamaz.
Binaenaleyh taarruz-ı sevkülceyşî bittabi taarruz-ı tabiyevîyi icap ettirir.
Taarruz-ı tabiyevî olmaz ise taarruz-ı sevkülceyşînin icrası mümkün değildir.
Zira taarruz-ı sevkülceyşîye kuvvet veren kendisini ikmal eden ve netâyicini
istihsal eyleyen ancak taarruz-ı tabiyevîdir. Taarruz-ı sevkülceyşî tohumu
saçar taarruz-ı tabiyevî dahi mahsülatı toplar. En zayıf bir düşman bile bir
taarruz-ı sevkülceyşî altında muztarr kalır ise yine kendi mağlubiyetini
tasdik etmezden evvel meydan-ı muharebe üzerinde talih-i harbe müracaat
eylemeyi elzem addeder. Şayet taraf-ı mütearrız bu sırada hâl-i müdafaada
olan fevâ’idden istifade azmiyle hâl-i mezkûru iltizam edecek olur ise serian
bir netice istihsali hususunu düçar-ı teehhür etmiş olur. Çünkü o vakte kadar
intizar ve müdafaa üzere bulunan taraf o sırada hâl-i taarruzîyi iltizamda
bir fayda tasavvur edemeyeceğinden bittabi hâl-i müdafaada sabit-kadem
bulunur.
Filhakika bazı hâller zuhur eder ki taraf-ı müdâfi‘ tesiri altından
kurtulamadığı bir meyusiyet veya icbar ilcâsıyla birden bire taarruz-ı
tabiyevîye geçer ve o vakte kadar taarruz üzere bulunan düşmanı hâl-i
tedafüîyi iltizam etmeye mecbur eder. Bu hâl mesela müdâfi‘în taraf-ı
265
Von der GOLTZ
266
Millet-i Müselleha
62 Deunewitz’de General Bülow bütün kuvveti gelinceye kadar hâl-i müdafaada kalarak
ba‘dehû taarruza geçmeyi evvelden tasavvur etmiş idi. Austerlitz’de dahi müdafaa düşmanı
iğfal için zâhirî bir hareket ve taarruz ise evvelden karar-gîr olmuş bir keyfiyet idi.
63 Cesur bir mütearrıza karşı hatta faik bir kuvvetle bile vakt-ı münasibinde mukabil hü-
cum icrasının ne kadar güç olduğunu Silezia Ordusu Laon mevkiinde ispat etmiştir. Her ne
kadar General York ve General Kleist 1814 senesi Martının 10’uncu gecesi Athies mevkii
civarında Fransızların sağ cenahı aleyhine muvaffakiyetli bir hücum icra etmişler ise de
yine martın onuncu günü Napolyon Bonapart’ın mahv ve izmihlaline sebebiyet verebilecek
olan bir mukabil hücum icra olunamamıştır.
267
Von der GOLTZ
268
Sekizinci Fasıl
Askeri Dağıtmak, Cem‘ Etmek ve Manevra Yapmak
“Kıtaat-ı cesime-i askeriyenin her ne suretle olur ise olsun bir mahalde
yığılması büyük bir mazarrattır. Eğer asker bu suretle içtimaı doğrudan
doğruya muharebeye isal edecek ise o zaman hem caiz ve hem de elzemdir.
Düşman muvacehesinde bu içtimadan çıkmak muhataralı olduğu gibi onda
ziyade müddet kalmak dahi gayr-i mümkündür.”
“İyi bir erkân-ı harbiyenin müşkül bir vazifesi askerin vakit ve zamanıyla
içtimaı ihtimalini muhafaza etmekle beraber kıtaat-ı askeriyeyi dağınık bir
hâlde bulundurmaktır.”
64 Bu husus 1870 Seferi’nde Metz Kalesi önünde bulunan Almanlara hayli ızdırap vermiş
idi.
269
Von der GOLTZ
nakliyenin vakit ve zamanıyla gelememesi, her noktası asker ile işgal edilmiş
yol ve caddeler üzerinde hastegân ve mecruhînin rahatça naklinin adem-i
imkânı, fena havalarda yolların bozulması, yürüyüş üzere bulunan veyahut
ileriye, geriye hareket ettirilen asker kollarının esna-yı râhda yek-diğerlerine
tesadüfü ve yüz binlerce kişiler çekirge sürüsü gibi bir memleketin içinden
mürur ettiği zaman arkalarında bıraktıkları âsâr-ı harabî misillü mazarrat
ve mahzurat-ı adiyeden bahsetmek isteriz. Toz, duman ve yangın kokusu
hava-yı nesîmiyi teşkil eder. En ileride hareket edenler bir az rahatça
yürüyebilirler. Lâkin askerin müruru yek-diğerini müteakip iki üç veya dört
gün imtidat edecek olur ise o zaman nihayette hareket edenleri âdeta bir çöl
istikbal eder. İşte kuva-yı cesimenin içtimaı hususuna fevkalade bir lüzum
ve zaruret zuhur etmedikçe müracaat edilmemesi lazım geleceğini yalnız
ahval-i mezkûre pek güzel ispat etmektedir.
Herşeyden evvel bir ordu yaşamak ister, bunun için yemeli, içmeli,
istirahat etmeli ve hareket edebilmelidir.
270
Millet-i Müselleha
yol ve caddeler üzerinde hareket eden kıtaat-ı askeriye dahi celp edilir
ki buna da “orduların aralıklarını yanaştırmak” denilir. Büyük meydan
muharebelerinden evvel düşman ordusuyla müsademe etmezden birkaç
gün mukaddem mezkûr aralıkları yanaştırmak hususu icra olunur. Eğer
bir cadde üzerinde yalnız bir kolordu hareket ediyor ise o zaman mezkûr
kolorduda kol yanaştırmak hareketi bir gün zarfında icra olunabileceği gibi,
iki veya üç kolordu hareket ediyor ise o hâlde muharebeyi takaddüm eden
nihayet iki veya üç gün esnasında yürüyüş kolunda kol yanaştırmak hareketi
vukua gelir.
271
Von der GOLTZ
yürüyen kıtaatı geriye çektiğimiz mevziye vasıl olmak için dört ve en geriden
hareket eden kıtaat-ı askeriyesi belki yedi mil mesafe kat‘ına mecbur olur.
Fakat yedi mil mesafe yürümüş olan askerden bizim korkumuz olamaz.
Çünkü onlar kuvvetlerini sarf ve ifnâ etmiş ve bitap kalmışlardır. Ondan
başka şayet düşman şafaktan evvel hareket edip de iki misli bir yürüyüş
icra etmemiş ise mezkûr mesafeyi kat‘ edinceye kadar icra edeceği yürüyüş
gecenin hululüne kadar imtidat eder. Mevsim-i şitâda yolların fenalığı ve karın
kesreti bulunduğu bir zamanda düşmanın her nev‘ taarruzat-ı cedidesinden
masûn olmak için bu kadar mesafeye dahi lüzum yoktur.
66 Miralay Blume bir kolordunun üç mil mesafe kat‘ etmek veyahut kol yanaştırarak bir
kol teşkil eylemek için beş saate muhtaç olunduğunu beyan ediyor. Sevkülceyş – sahife
84.
272
Millet-i Müselleha
273
Von der GOLTZ
olsalar yine üçü dahi ortada hareket eden kolordunun baş tarafında bir gün
içinde cem‘ olabilirler. Yalnız içtima yan tarafta hareket eden kolordulardan
birinin baş tarafında vukua gelecek olur ise o zaman iki günlük yürüyüş
icrasına hâcet messetmiş olur. Mezkûr üç kolorduyu bir cadde üzerinde yek-
diğerini müteakip olarak yürütecek olur isek birinci kolun baş tarafına doğru
kol yanaştırmak hareketini icra etmeleri için üç günlük bir müddete ihtiyaç
vardır67.
274
Millet-i Müselleha
275
Von der GOLTZ
Prens Henry’e karşı bir ziyafette irat eylediği şu : “Cüretli yürüyüşler ile
talihi okşamakta idi. Dyrrhachium mevkiinde muharebe eden Sezar’dan daha
bahtiyar, Rocroi mevkiinde muharebe eden Conde’den daha büyük olarak namı
ilelebet ferâmuş edilmeyecek olan Berwick gibi muzafferiyeti muharebesiz
istihsal eyledi.” sözleriyle müşârun-ileyh prense ilanihaye baki kalacak bir
heykel rekzediyor zannetmiştir. Bu cümle kulağımıza pek şüpheli bir methiye
gibi geliyor. Muharebesiz kazanılan muzafferiyetlerin kıymeti ancak zayıf bir
düşmanın gayet gevşek davrandığı vakitler nispetinde muteber olabilir.
Binaenaleyh manevra denildiği zaman biz sunî değil hatta cüretli
yürüyüşler bile anlamayıp ancak bir nokta üzerinde düşmana faik asker
cem‘ ile onu mahv ve münhezim etmek hedef-i vâhidini takip eden harekât-ı
harbiyenin terkib-i umumîsini anlarız. Her manevranın neticesi faydalı bir
muharebe olmak lazım geleceğinden, bu cihetle manevra kelimesi dahi
münasebetsiz olan manasını kaybetmektedir.
Ordu aksamının içtimaı kol yanaştırmak usulüne nisbeten aralık
yanaştırmak ile daha suhuletli olduğuna mebni en evvel ihata manevrasına
dair bazı mülahazatın serd ve ityânı iktiza eder.
İhata zımnında icra olunan harekât-ı harbiyenin ezmine-i cedide
harplerinde büyük bir itibar kazanması bu usule ancak daha bidayet-i emrde
düşmana faik olan tarafın müracaat etmiş olması sayesindedir. Harekât-ı
mezkûreye düşmanın cephesinden bede’ ile cenahları üzerinde daha ziyade
temdid-i hat etmek iktidarından ve kumandanların dirayet ve liyakati
ve askerin besâlet ve şecaati sayesinde daha ziyade temdid-i hat etmek
ve bu suretle düşmana tefevvuk eylemek emniyetinden dolayı müracaat
edilmektedir. Zayıf olan taraf kuva-yı harbiyesini daha ziyade toplu bir hâlde
bulundurarak ihata hareketi karşısında kuvvetini dağıtmaktan ihtiraz eder.
İhata hareketinin en büyük menfaati harekât-ı mezkûre hüsn-i suretle
icra kılındığı hâlde bütün düşman ordusunu veyahut mezkûr ordunun bir
kısmını muharebe meydanında iki ateş arasında bırakmasıdır. Scharnhorst’un
âsârında şu cümle vardır:“Birkaç taraftan düçar-ı taarruz olan bir askere
mağlup olmuş nazarıyla bakmalıdır.”
Vakıa bu söz harfiyen doğru diye telakkî olunamaz ise de yine muhtelif
istikametlerden gelen hasımların arasında kalan bir ordunun mutlaka
kuva-yı harbiyesini mezkûr istikametlere doğru dağıtmaya yani bir kuvve-i
dâfi‘a-i merkeziye vücuda getirmeye mecbur iken hasımları her taraftan bir
noktaya doğru müteveccih yani kuvve-i cazibe-i merkeziyeye tabi bulunmuş
olacakları hakikatine müstenit bulunmaktadır.
276
Millet-i Müselleha
277
Von der GOLTZ
278
Millet-i Müselleha
279
Von der GOLTZ
kol yanaştırmak için 9-10 günlük bir zamana ihtiyaç var idi. Hakikatte vukua
geldiği gibi mahall-i içtima Elbe Nehri’nin kısm-ı ulyâsına nakledilir ise bu
müddet 13 güne baliğ olur.
Avusturya Ordusu Haziranın 18’inci günü hareket ettiği hâlde Elbe
Nehri’nin kısm-ı ulyâsına ancak mâh-ı mezkûrun 30’uncu günü muvasalat
edebilir idi. Hâlbuki Prusyalılar Dresden ile Naisse’den Gitschin’e azimet
ve muvasalat için en ziyade sekiz yevmiye yürüyüşü icrasına mecbur idiler.
Binaenaleyh onlar dahi haziranın 30’uncu günü içtima hareketlerini tekmil
etmeye muvaffak olurlar idi. Bugüne kadar ise kendilerine Avusturyalıların
bazı kolordularının mukavemet göstermeleri muhtemel olabilir idi ise de
umum Avusturya Ordusu’nun mukavemetine tesadüf etmeleri mümkün değil
idi. Fakat müfrez bulunan Prusya ordularından her biri 125.000-140.000 kişi
kuvvetinde bulunmuş olduklarından kuvvetçe Avusturya kolordularından
herhangi birine olursa olsun faik bulunuyorlar idi. “Binaenaleyh burada iş
cüret-perverâne bir teşebbüs ve eser-i belâhet değil idi.” Teşebbüsün mazhar-ı
muvaffakiyet olacağını düşmanın başlıca kuvvetinin vürudundan evvel ele
geçirilmesi mümkün olan bir hedefin intihabı temin etmekde idi. Vakıa o
vakit Avusturya Ordusu’nun hâli bugünkü kadar layıkıyla bilinmeyip mezkûr
ordunun büyük bir kısmına Bohemya’nın şimal tarafında tesadüf edileceği –
yanlış olarak – zannolunmuş idi. Arazinin avârız-ı cesimesine tesadüf etmek
mümkün idi. Mamafih seferde emniyet-i mükemmele dâhilinde hareket
etmek isteyen kimse hedef ve maksadına pek güç muvasalat edebilir68.
Devr-i tehlike ve muhatara ekseriya birkaç güne münhasır bulunur. Bu
günler ise müfrez yürüyüş kollarının umum orduya îrâs-ı zarar etmeksizin
düşmanın büyücek bir kuvveti önünde savuşabilecek derecede yek-
diğerlerinden uzak olmadıkları ve yek-diğerlerine muavenet edebilecek
raddede yakın dahi bulunmadıkları zamandan ibarettir.
Mezkûr kollardan birisi mağlup dahi olsa yine dârü’l-harekâttan
büsbütün nâ-büd olmaz. Bugünkü tesir-i esliha ve usul-i harp 1814 senesi
Şubatının onuncu günü Napolyon Bonapart’ın aksam-ı müfrezesi arasına
girerek taarruz etmesiyle Silezia Ordusu’nun düçar olduğu hezimet-i seria
ve külliyeyi mümteni kılmaktadır. Düçar-ı mağlubiyet olan bir kol, muzaffer
olan düşmanı kendisinin yakasını bırakıp da diğer bir kola teveccüh ettiği
gibi yine takip edebilir. Binâberîn sair kolların ilerlemesine yardım etmeye
daima muktedir olabilecektir.
280
Millet-i Müselleha
281
Von der GOLTZ
69 Vakıa Fransızlar ittihaz ettikleri tedâbîrden daha başka türlü tedbir ittihaz edebilirler
idi. “Çifte Muharebe”den evvel Fransız Ordusu’nun çektiği meşâkk ve metâ‘ib mezkûr or-
duda tesirde hâlî kalmıştır.
282
Millet-i Müselleha
Birinci hâlde serian cem‘ edilen kuvvet ile düşman kuva-yı askeriyesinin
en tehlikeli olan yani daha doğrusu ihata manevrasını icra etmek üzere
bulunan kısmına taarruz etmelidir. Şayet bu darbe kifayet etmese bile yine
manevranın devamını ihlal ve ihata olunan tarafın hürriyet-i hareketini
iade eder. Lâkin cepheye doğru ilerlemekte bulunan düşman kollarına karşı
edilecek taarruzda muvaffak olunamaz ise hâl iki kat ziyade fenalaşmış olur.
Zira o sırada düşman ihata manevrasına devam etmiş ve mezkûr manevra
daha ziyade müessir bir hâle gelmiştir. Vakıa muvaffakiyet hâlinde burada
büyük bir netice istihsal olunabilir. Çünkü düşman ordusunun bir kısmı
mağlup ve diğer kısmı ondan ve hutût-ı irtibattan müneffek olmuş olur.
Eğer ihata manevrası iki cihetten vukua gelecek olur ise o zaman ihata
edilen tarafın işi ziyadesiyle kesb-i müşkülat eder. Burada dahi düşmanın
cenahlarından biri aleyhine cüretli bir taarruz icrası işin içinde bir tadil
283
Von der GOLTZ
Bu gibi hâlât arasında ekseriya elde bulunan kuvveti iki veya birkaç türlü
istimal ederek bir defa sağa ve başka defa sola imale ile muhtelif düşmanlara
taarruz ve kuvvetli darbeler ile düşmanın müfrez bulunan kuvvetlerinin
birleşmesine mümanaat ederek nihayet bir meydan muharebesi tesirini
verecek müteaddit münferit galebeler istihsaline gayret etmek bâdî-i necât
olabilir.
284
Millet-i Müselleha
285
Von der GOLTZ
286
Millet-i Müselleha
öyle bir hâlde bulunan bir ordu düşmanı takip etmeyi büsbütün hatırından
çıkarmalıdır. Kendisi başka hasımlara dahi teveccüh mecburiyetindedir.
Zaten bugünkü günde seri ve katî darbeler ile nail-i muvaffakiyet olmak
hususuna güvenilmeyeceğini bâlâda söylemiş idik. Büyük Frederick ile
Napolyon Bonapart’ın muvaffakiyetleri, kumandanların istiklallerinin henüz
şimdiki kadar tevessü ve terakkî etmemiş olduğu bir zamana müsadiftir.
Binaenaleyh o zamanlar, kollardan birini perişan etmekle hem-civarı olan
sair kolların hepsini şaşkınlığa ve hasmın bi’l-cümle tertibatını bir hâl-i
teşvişe düçar etmek mümkün idi. Bugünkü günde ise bu hâl mümkün değildir.
Düşman generallerinin cümlesinin nokta-i merkeziyeye doğru musırrâne ve
sebatkârâne bir surette ilerlemekte gayret edeceklerini bilmelidir. Şimdiki
ordularımızın kuvve-i cesîmesi dahi “hutûtü’l-harekât-ı dâhilî” istimalini
müşkül kılmaktadır. Zira hutûtü’l-harekât-ı dâhilîyi hüsn-i istimal edebilmek
için serian içtima ve askerin bir noktadan diğer noktaya kemâl-i sürat ile sevk
ve izam edilmesine ihtiyaç vardır. Bu husus bir veya iki ordu ile pek kolay icra
olunabilir ise de on veya oniki kolordu ile öyle suhuletle icra olunamaz. Bu
misillü kuva-yı cesîme hutûtü’l-harekât-ı dâhilî üzerinde kendilerine verilen
hürriyet-i hareketten daha büyük bir hürriyet-i harekete yani layıkıyla
hareket edebilmek için daha vasi bir mesafeye muhtaçtır.
Hutûtü’l-harekât-ı dâhilînin bir faydası var ise o da kolorduların
yek-diğerlerine yakın olması ve başkumandanın nüfuzunun daha büyük
bulunmasıdır. Kendisi aleyhinde ihata veya merkezî bir manevra icrasıyla
meşgul bulunan düşmandan daha ziyade askerini eli altında bulundurmuş
olacağı gibi derece-i sâniyede olan kumandanların mütesaviyen mâhir
olmalarına dahi buralarda o derecede hâcet yoktur. Düşmanın muvakkaten
tarassut ve nezaret altında tutulması matlup olan aksamına karşı
sevk olunacak askerin kumandasına memur edilmek için bir iki mâhir
kumandanın mevcut bulunması kâfidir. Napolyon Bonapart, Montmirail
ve Chateau Thierry Muharebelerinde General Sacken ve General York’u
mağlup ve perişan ettiği esnada General Blucher’i uzak tutmak için yalnız
Mareşal Marmont’un muavenetine muhtaç olmuştur. Lâkin buna nispeten
başkumandanlıktan talep edilecek hususat daha büyüktür. Kuvvetli
düşmanlar ortasında bulunduğu zaman muzafferiyet ve muvaffakiyete ancak
sebat ve metanet, fevkalade bir gayret ve şecî‘âne bir cüret isal edebilir.
Velhâsıl denilebilir ki hutûtü’l-harekât-ı dâhilî üzerinde muvaffakiyetle
bir müdafaa icrası ihata veya merkezî bir taarruz icrasından daha müşküldür.
Vakıa biz bu neticeyi iki hasmın kuvvetini ve gayretlerini ve kumandada
olan maharetlerini müsavi farz eden birtakım faraziyat-ı mahsusaya istinat
287
Von der GOLTZ
288
Millet-i Müselleha
“Saale Nehri vadisi ise cibal arasında her taraftan dağ ve tepeler ile muhat
bir çukurdan ibaret olduğundan düşman onu ancak müfrez kollar ile mürur
edebilir idi. Nehrin sol sahili boyunca ordumuzun her nev‘ harekât-ı harbiyeyi
kemâl-i muvaffakiyetle icrasına müsait mürtefi ve düz bir ova bulunmaktadır.
Ordumuzun bazı aksam-ı sağîresi bizzat Saale Vadisi’ni taht-ı istilada tutup
müddet-i medîde mukavemet eylediği esnada ordunun kısm-ı küllîsini mevzi-i
merkezîden çıkarıp düşmanın en ziyade faydalı görünen bir kısmı aleyhine
icra-yı taarruz edebilir idi71. Düşman ancak hatt-ı harp açmaya müsait bir
arazi üzerinde ve gerisi Saale Nehri vadisi uçurumlarına müteveccih olduğu ve
kezâlik gerisinde Bohemya krallığı ve Voigt memleketine doğru çekilebilmek
için yegâne hatt-ı ricatı yan tarafında bulunduğu hâlde muharebe ediyor idi.”
289
Von der GOLTZ
Düşmanın yan tarafında ahz edilen bir mevzi düşmanı memulü hilâfında
olarak istemediği ve her hâlde hoşuna gitmeyecek bir istikamette hatt-ı harp
açmaya ve bir mahalde muharebeye girişmeye mecbur eder. Düşman hatt-ı
hareketi olan caddeyi terk ile bittabi hutût-ı irtibat-ı tabiîsinden ayrılarak
yan tarafa doğru ve muharibine nazaran kendisine gayr-i müsait ahval-i
umumiye arasında hatt-ı harp açarak muharebeye girişir ve bir dereceye
kadar bilmeyerek bir yan yürüyüşü icrasına başlamış iken yürüyüşün
ortasında tevkif edildiğini görerek mütehayyir kalır. Evvelden takarrür
eden bir yan yürüyüşü esnasında ancak düşman muvacehesine tesadüf
olunduğu zaman bir caddeden suret-i umumiyede istikameti ona muvazi
olan diğer bir caddeye nakl-i hareket edilir. Burada hutût-ı irtibattan infikaka
mecburiyet olmadığı hâlde bi’l-mecburiye bir yan mevziine karşı hatt-ı harp
açan taraf mutlaka hutût-ı irtibatını kaybetmiş olur. Binaenaleyh taarruzda
muvaffakiyet hâsıl olmadığı hâlde ricat etmek ziyadesiyle güçleşmiş bulunur.
Lâkin yan tarafta ahz edilen mevzilerin müsait olması için birtakım
şerâ’itin vücudu daha lazımdır. Düşman oldukça geniş bir cephe ile vürut
ettiği cihetle eğer yan tarafta vaki mevzii erkenden keşfedecek olur ise
yürüyüş kolları başlarına başka bir istikamet göstererek mevziin kendisi
için ihzar eylediği mazarrattan tahlîs-i girîbân edebilir. Ve eğer yan tarafta
vaki bir mevziin önünden düşman bir cadde üzerinden geçmeye mecbur
olur ise o mevziin hâli fevkalade âlâdır. Bu ise düşman bir büyük nehri geçip
de gerisinde yalnız bir köprü bulunduğu zaman vaki olur. Burada düşman
memnuniyetle yolundan inhiraf dahi edemez. Ondan başka bir yan mevzii
dahi ilerlemekte bulunan düşmana kendi yanını maruz bırakmış olur.
Binaenaleyh yan tarafta vaki bir mevziin düşmana maruz olan cenahı
ya avârız-ı arazi ile mahfuz bulunmalı veyahut düşmanın her nev‘ ihata
hareketini mümteni kılacak surette geriye doğru bükülmüş olmalıdır. Bir de
ahz ettiğimiz mevziin daha kavî olması için önünde bulunacak mâni, düşman
mevziin önünden mürur eder iken kendisine doğru icra edeceğimiz harekât-ı
taarruziyeye mâni olmayacak surette bulunmalıdır. Bu hususu daima nazar-ı
itinada tutmak lazım gelir. Çünkü evvelden mevcut olan niyetten başka birde
bazan bir dikkatsizlik eseri harekât-ı taarruziyeye başlanmasına sebebiyet
verebilir.
Bu kadar şerâ’itin birden içtimaı nadiren vaki olduğundan 1871 senesi
Kanunusanisinde Belfort Kalesi’ne doğru hareket eden General Bourbaki’nin
ordusuna karşı General Werder’in Vesoul civarında ahz eylediği mevzi ile
1877 senesi mevsim-i sayfinde ilk defa olarak Balkan silsile-i cibâlini tecavüz
290
Millet-i Müselleha
eden Ruslara karşı Gazi Osman Paşa hazretlerinin tuttuğu mevzi gibi müessir
yan mevziler müstesnalardan addolunabilir.
Burada dahi muvaffakiyeti intaç eden şey mevziin hâli olmayıp o
mevzide bulunan askerin kesretidir. Zayıf bir düşman istediği kadar bir
tarafta mevzi tutsun, bununla ancak düşmanın kendisini bir kuvve-i kâfiye ile
tarassut altında tutarak yine hedef-i maksûda doğru müsterihen ilerlemesine
sebebiyet verebilir. Yoksa düşmanı, hedefine doğru isal eden istikametten
hiçbir vakit inhiraf ettiremez.
Prens Frederick Charles 1871 senesi Kanunusanisinin altıncı günü Le
Mans’a doğru ilerilediği esnada General Curten’in kumandası altında olan
Fransız fırkası St.Amand civarında Prensin yan ve hemen geri tarafında zuhur
etmiş ise de teşebbüs edilen hareketi birgün için olsun tehir edememiştir. Bu
da mezkûr fırkadan asla korkulmadığından neşet etmiştir.
Nerede vakit kazanmak veyahut kendi tedâbîr-i kat‘iyemizi ittihaz
etmezden evvel düşmanın niyyâtını bir dereceye kadar layıkıyla anlamak
matlup olur ise orada düşmanın yan tarafında muvakkaten bir mevzi ahzı
caizdir. Maksat istihsal olunup da düşman dahi hatt-ı harp açmış bulunur
ise düçar-ı taarruz olmazdan evvel mevzi-i mezkûru terk etmek iktiza eder.
İşte General Werder’in Vesoul civarındaki mevziinden maksat bu olduğu
gibi 1806 senesinde Saale Nehri gerisinde mevzi tutmuş bulunan Prusyalılar
bu vechle hareket etmiş olsa idiler Napolyon Bonapart’ın ihatasından
kurtulmuş ve 1870 senesi Ağustosunda Nied mevziini tutmuş bulunan
Fransızlar kavaid-i mezkûreye tebaiyet eylemiş bulunsa idiler Almanların
ihata manevralarını ihlal etmiş olurlar idi. Mamafih böyle bir şey için
derece-i nihayede mukavemet etmek ve mevzii terk için dahi vakt-i münasibi
fevt etmemek iktiza eder. Binaenaleyh bu hareket daima muhataralı bir
keyfiyettir.
Bir de yan tarafında vaki bir mevziye tesadüf eden hutût-ı irtibat-ı
tabiîsini kaybettiği gibi mevzi-i mezkûru istila eden taraf dahi hutût-ı
mezkûreyi kaybeder. Mevzi tutmuş olan taraf, mevziden çıkıp düşman
aleyhine manevra çevirmek için büyük bir hürriyet-i harekete mâlik olmaya
yani kendi memleketi dâhilinde veyahut düşmanın memleketinin kendisinin
tamamıyla dest-i tahakküm ve istilasında bulunan bir kısmının içerisinde
bulunmaya muhtaçtır.
Esna-yı sefer ve harpte icra olunan manevralarda daima efrad-ı
ihtiyatiye mühimmat-ı harbiye ve zâd u zahire gelen ve üzerinde hastegân
291
Von der GOLTZ
292
Millet-i Müselleha
yanlardan birine merbut bulunacak olur ise en fena bir hâlde bulunmuş
olur. Zira o zaman ordunun hutût-ı mezkûreyi muhafaza etmesi mümkünsüz
olarak, onların muhafazası zımnında tedâbîr-i mahsusa ittihazına ihtiyaç
messeder. Tedâbîr-i mezkûre ise faydasız bir kuvvet sarfını istilzam eyler.
Cesim bir ordunun yalnız bir cadde üzerinde hareket ettirilmesi fevkalade
nadir hâllerde vaki olarak biz memâlik-i mütemeddünede her kolorduya bir
cadde göstermeyi tercih etmekteyiz.
İşte mezkûr kolordunun efrad-ı ihtiyatiyesi ve her nev‘ mühimmatı
memleketten çıkararak kolorduyu bu cadde üzerinde takip eder ve bu
cadde daimî bir hatt-ı irtibat hükmüne girer. Binaenaleyh ordular pek cesim
olmadığı ve ahval dahi müsait bulunduğu zaman her kolordu yalnız kendisi
tarafından istimal olunmak üzere bir hatt-ı irtibata mâlik bulunur72.
Yalnız düşman memleketinin içerisine ziyade girilecek olur ise hutût-ı
irtibat-ı mezkûr bütün ordu için bir şimendifer hattına tebeddül edebilir.
Çünkü aynı istikamette giden ve yek-diğerlerine muvazi bulunan müteaddit
şimendifer hatları bulmak nadiren mümkün olabilir.
Ordunun gerisinde bulunan hutût-ı irtibat üzerinde âmed ve şod
hususunda tedâbîr-i mütenevvia ittihazı lazım olduğuna ve tedâbîr-i mezkûre
dahi bir müddet için ittihaz eylediğine binaen hutût-ı mezkûrenin tebdili
kolay bir şey değildir. Hatta buna teşebbüs edilse bile yine icrası için uzunca
bir müddete ihtiyaç vardır. İşte harekât-ı harbiye esnasında bu hususu daima
nazar-ı dikkat ve itinada tutmalıdır. İki kolordu, ordunun cephesi ilerisinde
tekâtu‘ ettikleri hâlde hutût-ı irtibatlarını tebdil etmeyecek olur ise hutût-ı
mezkûre dahi bittabi tekâtu‘ ederler. Hâlbuki yürüyüş üzere bulunan nakliye
ve mühimmat kollarının esna-yı râhda tekâtu‘ etmeleri daima birtakım hata
ve karışıklıkların zuhuruna sebebiyet verir. Ordunun ileri tarafında hareket
eden kolordularda yürüyüş tertibatında vuku bulan tadilat hutût-ı irtibat
üzerinde her zaman vakt-i münasibinde malum olmaz ki nakliye kollarının
yollarını şaşırmaları hususu men‘ edilsin. Her ne zaman harekât-ı harbiyede
bir fasıla zuhur edecek olur ise başkumandan derhâl bir cenahtan diğer
cenaha kadar kolorduların tertib-i aslîsini bildirmelidir. Ekseriya icra olunan
manevralar buna güzel bir fırsat ita eder. Mamafih her vakit bir nev‘ endişe
ile tertib-i aslîye sarılmaya dahi hâcet yoktur. Rahatsızlık henüz ciddî bir
mahzur değildir.
72 Zaten kendisine ait levazımı yine kendisi düşünmeye ve levazım hususunda ancak
tedâbîr-i umumiye için başkumandanlığa müracaata mecbur olan kolorduların istiklallerine
bu usul pek muvâfıktır.
293
Von der GOLTZ
294
Millet-i Müselleha
295
Von der GOLTZ
296
Dokuzuncu Fasıl
Muharebe
“L’arme a feu tout, le reste ce n’est rien!”74 sözü kendisine kuvvetini daima
cesim kıt‘ada tek süngü ile hücumunda aramış olduğu isnat olunan Napolyon
Bonapart’ın lisan-ı hamasetinden sâdır olmuştur. Eğer bugünkü günde bir
297
Von der GOLTZ
tüfek kurşunuyla bin metreden ziyade ve bir top mermisiyle bu miktarın iki
veya üç misli bir mesafeye kadar yine mühim bir tesir icra edilmekte olduğu
düşünülür ise kelam-ı mezkûrun sıhhat ve hakikatine asla şüphe edilemez.
Erbâb-ı harbe sual edilse bir ekin makinesi tohum tanelerini serptiği
gibi mütemadiyen mermiyat serpecek makinelere mâlik olmak arzusunda
bulunduklarını beyan ederler. Mamafih süngü ile hücum hakkında öteden
beri mevcut olan ve General Suwarow tarafından “Kurşun şaşkındır. Lâkin
süngü fatîndir.” sözüyle tarif edilen itikat boş olmayıp süngü ile hücumun el-
ân büyük bir ehemmiyeti vardır. Esliha-i nâriye düşmanı zayiata düçar eder.
Süngü yani yaklaşmak ise îrâs edeceği havf ve dehşet ile zayiat-ı mezkûrenin
tesirini tezyit eder. Muharebeden maksat düşmanı mahvetmekten ziyade
cüret ve cesaretini kesreylemek olduğundan bunların ikisi de el ele gitmelidir.
Düşmana ümid-i muvaffakiyeti kat‘ ettirmekle beraber muzafferiyete nail
olunmuş bulunulur.
298
Millet-i Müselleha
ricata müsâra‘at eder. İşte bu hücuma her ne kadar – süngünün onda büyük
bir işi yok ise de – süngü ile hücum derler75.
299
Von der GOLTZ
300
Millet-i Müselleha
veya köyler içinden mürur ettiği zaman pek çok neferat, zabitanın gözünden
nihân olur. Çünkü zabitan maiyetlerinde bulunan askeri sırada oldukları gibi
daimî bir nezaret altında tutmaya muvaffak olamaz.
İşte bunun için dahi pek büyük mesafeleri avcı hâlinde olarak kat‘
etmekten içtinap etmeli ve bu hususta lazım gelen itidale riayet etmelidir.
Yakın vakitlerde bütün avcı cemiyetleri üzerine bir nüfuz-ı kâmil icra
etmek ve adem-i intizamı intizama tahvil eylemek hususu tecrübe ve buna
muvaffak olmak için evvel-i emrde avcı cemiyetlerini kesif bir hâle tahvil
ile mümkün olacağı zannedilmiştir. Bizim avcı zincirlerimiz zaten Büyük
Frederick’in piyade saflarına müşabihtir. Mezkûr saflardan bir farkları var
ise o da hatve-i mevzûne ile ileriye doğru gitmemeleri ve ayak üstünde
olmayarak yatmış oldukları hâlde ateş etmelidir.76
Ondan başka bizim avcı hatlarımız bir hatt-ı müstakîm üzere hareket
etmeyi terk ile kendilerine himaye ve menfaat veren mevâni‘-i araziden
istifade ederler.
Bununla beraber yüz sene evvel olduğu gibi ateşi kumanda ile idare
ve tanzim etmeye gayret olunuyor. Fakat bu meselenin halli o vakit olduğu
gibi bugünkü günde dahi yine müyesser değildir. Çünkü süratle edilen ateş
esnasında karışıklık, dağınık bulunmak hâli ve edilen ateşin gürültüsü
tezâyüd etmiş olduğundan insan, sesini işittirmeye muvaffak olamayacağı
gibi muharebenin kalb-i beşere ilkâ ettiği heyecan her vakitten ziyade bütün
zeka ve nazar-ı dikkatinizi o nokta-i hâ’ileye celp ve itidal-i deminizi yine
kendisine hasretmiştir.
Cephanenin sarfı hususunu dest-i idare ve iktidarda tutmak arzusu
tabiîdir. Çünkü cephane sarfında israf derecesine varılır ise geriden cephane
yetiştirmek pek müşkül olduğu gibi cephanesini tamamıyla sarf ve ifnâ eden
bir asker dahi bir kuvve-i meyyite hükmüne girer77.
76 El-ân mükemmel bir nezarete muhip bazı muharrirler bu hususa mümanaat etmek
isterler. Bu bir münazaadır ki bizi nihayette Mollwitz’e kadar götürür. Fakat sulh esnasında
icra olunan manevralarda bu nezaretin mümkün olmasıyla mütesellî olmaya mecburdur-
lar. Çünkü muharebe esnasında bu nezaret kendi kendine adem-i imkân dairesine gir-
er. Mamafih bir fikirde olanlar itiyat kuvvetini layıkıyla tefekkür etmezler. Zira yanlış bir
oyundan mu’ahharen ahval-i ciddiyede şaşkınlık hâsıl olmak neticesi tevellüt eder.
77 Son muharebelerin tecrübesi cephane yetiştirmek hususunda ittihaz edilen tedâbîr
sayesinde cephanesiz kalan bir kıt‘a-i askeriyenin kendisine mücavir olan kıtaattan istim-
dat onlardan cephane alması hususunun bir tarafta zuhur eden cephane fikdânının diğer
tarafın muavenetiyle bertaraf edilebileceğini ispat etmiştir. Fakat umumî bir cephane mah-
301
Von der GOLTZ
Wolff tesmiye edilen Baron Lüdinghausen mükemmelen yazdığı Hassa İkinci Piyade
Alayı Tarihi’nin 234’üncü sahifesinde Dördüncü Bölük’ün nişancı çavuşu Schulz’un, St-
Privat Muharebesi’nde şaşırmış olan neferatın eski usul iğneli tüfeğinin dört yüz hatve-
lik kertesiyle ateş ettiklerini görerek hemen efradın nişan derecelerini sahihen müsâra‘at
eylediğini makam-ı meth ü senada beyan ediyor. Bu sade keyfiyet bir zabitin tehlike
ortasında askerin nişan derecelerini tashih edecek kadar itidal-i dem ve kuvve-i mülahaza
muhafaza ettiğini ispat ile doğrusu ya fevkalade bir şey göstermekte ise de yine muharebe
esnasında aksam-ı askeriyenin ale’l-umum iyi nişan alacağına emin olmalıdır.
Talimhanelerde istihsal olunan neticeleri muharebe esnasında istihsal etmek için efrad-ı
askeriyenin nişan derecesini mesafeye tamamıyla muvafık bir hâlde bulundurmasına, he-
defi gayet iyi nişanlamasına, silahın iyi bir hâlde olmasına, iyi sıkılmasına ve daha birçok
302
Millet-i Müselleha
Nefer zabitin sesini işitir işitmez barut dumanına doğru ateş eder ve
ekseriya ateş ettikten sonra kurşunun ne tarafa gitmesi lazım geleceğini
düşünür. Hatta malumatlı ve daha çabuk düşünmeye alışmış bir adam bile
söylenen şeyi işittiği hâlde yine muhatabından ne söylediğini sual edebilir.
Muhatabı sözünü ikinci defa tekrar etmezden evvel o söylenen şeyi hatırına
getirir. Demek ki bunda da kuvve-i sâmi‘a tesirinin zihnine intikal keyfiyeti
betâ’etle vukua gelmiştir. Hiçbir muhatara içinde bulunmayan bir adam için
güç olan şey muharebenin şiddetli heyecanı içinde olan bir adam için icrası
muhal bir şey hükmüne girer.
Binâberîn istihsali arzu olunan tesirin yalnız pek cüzî bir kısmıyla iktifa
etmelidir. Kıtaat-ı askeriye zabitanı ateşin bidayeti esnasında maiyetlerinde
olan asker üzerine bir dereceye kadar icra-yı nüfuz edebilirler. Bu
nüfuzun bir eseri muharebenin ahval-i âtiyesinde dahi muhafaza edilmiş
bulunur. Ondan sonra asker nişan almaya ve ateşlerinden bir netice-i
hasene hâsıl olup olmayacağını muhakeme etmeyi öğrenir. Binâberîn
muharebat-ı müstakbelede mermiyat hüzmelerinin evâ’ile nispeten nukât-ı
mühimmeye daha ziyade isabet edeceklerini zan ve tahmin etmek her
hâlde caizdir. “Taarruz eden ve harekât-ı harbiyesiyle bir hedef-i muayyene
müteveccih bulunan taraf nukât-ı mühimme-i mezkûreyi müdâfi‘înden daha
iyi göreceğinden, ateş muharebesinde müdâfi‘înin daha müsait bir hâlde
bulunduğunu zannetmek hatalıdır.”
Muharebede ancak ateş cereyanları netice vermekte olduğu cihetle
hangi taraf bütün silahlarını bir vakitte ve müttehit bir surette istimal
edebilir ise o taraf muvaffakiyet için büyük bir ümit beslemiş olur. Fakat
bu hususu tamamıyla fiile getirmek gayr-i mümkündür. İleriye hareket
esnasında galebesi iktiza eden muhtelif mevkiler için kuvvetten bir kısmının
geride bırakılmakta olduğunu bâlâda görmüş idik. Ondan başka memulün
gayri olan bazı hâlât zuhuru takdirinde yine ihtiyat olarak bir miktar askere
mâlik bulunmak iktiza eder. Bütün kuvvet ancak peyder pey muharebeye
dâhil olur. Lâkin şurasını bilmelidir ki kuvve-i askeriyenin peyderpey istimali
bugünkü usul-i harbin bir menfaati değil, belki çâr ü nâçâr iltizam edilen bir
mahzurudur.
İşte muharebeye girişir iken bu hususu nazar-ı dikkat ve mütalaaya
almalıdır. Kuvve-i askeriyenin peyderpey sarfı keyfiyeti ekseriya muharebeye
cidden girişilmemiş olmasından neşet etmiştir. Aşağı derecelerde
şeylere muhtaç olduğundan bâlâdaki vaka gayet müşkül ve zikre şayan bir şey gösterildiği
hâlde bundan büsbütün sarf-ı nazar etmek lazım gelir.
303
Von der GOLTZ
Hatta muharebe düşman ile nagehanî bir tesadüften dahi zuhur etse
yine kuvvetin bir kısmıyla düşmanı oyalandırıp muharebeye ne yolda devam
edileceği güzelce tetkik ve mütalaa olunduktan sonra elde bulunan kuva-yı
harbiyeyi kavaid-i mahsusaya tevfiken istimal eylemek mümkün olacaktır.
Topçu, piyade sınıfının infikakı asla caiz olmayan bir refiki olarak piyade
askerinin geçemediği yerlerde kendisine yol açar ve muharebeyi tehiyye
eylediği gibi, en iyi kuvvetleri bile tahribe muktedir olan mevâni‘-i kaviyye
önünde piyade sınıfını himaye ve onu bî-lüzum zayiattan muhafaza ve ricati
vukuunda dahi ateşiyle ricatini teshil eder. Düşman kendi topçusunu yine
bu vechle istimal edeceğinden, piyade muharebesinden evvel alelade bir top
muharebesi vukua gelir, düşman bataryalarının sükûtuyla mağlubiyetleri
304
Millet-i Müselleha
nümâyân olmaya başladığı vakit piyade taarruzu bede’ edip topçu dahi
kendisi doğrudan doğruya muharebeye girişmeksizin mermiyatıyla piyadeye
muavenet eder. Uzaktan düşman topçusuna mukabele ile kendi piyadesinin
nukât-ı müstahkemeye takarrübünde düçar olabileceği felaketlerin önünü
almaya çalışır. Tüfek kurşunu bir bahçe duvarını delemez. Bu duvarın
mazgalları gerisinde duran bir piyade askeri manevra meydanında
bulunduğu vakit gibi kemâl-i sekînet ve emniyet ile düşmanına karşı kurşun
yağmurunu yağdırabilir. Bu misillü ahval arasında dünyanın en iyi bir piyade
askeri bitap ü takat kalarak mahv veya perişan olabilir.
Hatta böyle bir mâniye hücum eden piyade askeri ne derecede cesur ve
şeci olur ise kendi harabını dahi o nispette terviç etmiş olur.
Piyadeyi böyle bir felaketten muhafaza için topçunun muaveneti
lazımdır. Hatta topçunun humbara ve şarapnelleri maddi büyük bir zayiata
sebebiyet vermese bile yine müdâfi‘îni siperler arkasında gizlenmeye ve
oradan ne tarafa olduğunu görmeksizin ale’l-ımiyyâ ateş etmeye mecbur
olurlar. Muharebede topçu mermiyatıyla düçar-ı zarar olmayan bir piyadeye
karşı edilen taarruz ile müddet-i medîde topçu ateşinin tesiri altında düçar-ı
zayiat olan bir piyade aleyhinde icra edilen taarruz beynindeki farkı görmüş
olan kimse bu farkı hiçbir vakit ferâmuş etmez. Yalnız birkaç humbaranın
düşmanın siperler arkasında bulunan piyade sınıflarına düşmesi o anda
nüfuz ve ehemmiyeti irâ’e eder.
Piyade muharebesi cidden kızıştığı gibi düşmanın top muharebesi
esnasında sükûta varmış olan topları dahi yine meydana çıkıp düşmanın
yed-i zabtına geçmek muhatarasını asla düşünmeyerek kendi piyadesiyle
beraber mevzilerde derece-i nihayede sebat ve mukavemet ederler. İşin
nihayetinde düşmanın hücumunu ret için piyadeye muavenet veyahut
mağlup olan müdâfi‘înin ricatini himaye ve teshil ederler.
Topçu sınıfının gördüğü iş katî değildir. Çünkü piyadenin hücumunu
beklemeksizin yalnız uzaktan atılan top mermiyatından korkarak mevzilerini
terk etmeye ancak hâli gayet fena bir düşman razı olabilir. Mamafih topçunun
gördüğü iş pek büyüktür. Piyade sınıfı artık topçunun muavenetinden asla
sarf-ı nazar edemez.
General Seydlitz, Kolin, Rossbach ve Zorndorf Muharebelerinde taarruz
ve hücum ettiği vakitte olduğu gibi süvari sınıfı şimdi dahi muharebenin
ef‘âl-i kat‘iyesine iştirak etmek ister. Muharebat-ı ahîrede vuku bulan cesim
piyade muharebelerinin bazı vukuatı bu ümidi tevlit eylemiştir. Muharebat-ı
305
Von der GOLTZ
306
Millet-i Müselleha
307
Von der GOLTZ
Süvari askeri hücumlarını tekrar ederek piyadenin üzerine şiddetli bir baskın
tesiri husule getirmek emelinde bulunarak birinci hattı düşman piyadesinin
bütün nazar-ı dikkatini üzerine celp ve kaldırdığı cesim toz dumanıyla
arkasından gelen sair süvari hatlarını setretmeye çalışır. Bu suretle arkadan
gelen kademeler düşman hiç memul etmediği hâlde, düşmanın yanında zuhur
etmiş ve hücum eden süvari bir dereceye kadar zayiat-ı cüz’iyeye düçar olmuş
olur. Ondan başka dalgalı veya tepeler ile mestûr bir arazi kendisi için her
taraftan esliha-i nâriye taht-ı tesirinde bulunan düz bir araziden daha ziyade
müsait olarak kendisine hiç memul olunmadığı zamanlarda hücumlarını
icra etmek iktidarını ita eder. Lâkin işbu ahval-i müsaite bile piyade esliha-i
nâriyesi tesiriyle ender olarak bir muvazenet husule getirebilir.
Süvariyi muharebe esnasında piyade kadar ateşe arz-ı vücut edebilecek
bir raddede terakkî ettirmek, kendisinden dahi muvaffakiyat-ı cesime
istihsaline kâfi olacağı sözleri pek çok işitilmektedir. Lâkin bu talepte büyük
bir “haksızlık” mevcut bulunduğu unutulmaktadır.
General Clausewitz, Prenzlau Muharebesi’nde Fransız süvarisinin Prens
August’un granadirlerleri aleyhine icra ettikleri semeresiz hücumları ber-
tafsil tarif eyledikten sonra diyor ki : “Bu vesile ile bir süvarinin kendisini
öldürtmemeye gayret etmesi süvarinin tabiatı iktizasından bulunduğuna bir
kanaat-ı kâmile hâsıl ettim.” Bârgîre mâlik olmak hususu nefere en ziyade
sıkıldığı bir zamanda tahlîs-i girîbân etmek vasıtasını ita etmekte olduğundan,
merkûm neferin bu vasıtaya müracaat etmemesi tasavvur olunamaz. Piyade
askeri bile bârgîrlere mâlik olsa bazı kere mahall-i ma‘rekeden savuşur gider
idi. Lâkin piyade askeri düşmanın kendisine faik olduğunu gördüğü zaman
bile yine onun daire-i tesirinden savuşmaya muktedir olamaz. Bizi bihakkın
bir taaccup ve istiğrâba düçar eden piyadenin şayan-ı hayret mukavemet
ve müdafaasının kısm-ı azamı mukavemet etmediği hâlde mahvolacağını
bildiğinden neşet etmektedir.
Ölümden kurtulmak için bârgîrden istifade etmek hissiyat-ı beşer
indinde o kadar tabiî birşeydir ki esbâb ve maksat firar-ber olduğu hâlde
yine piyade olarak firar eden kimseyi esb-süvâr olarak firar eden kimseden
daha ziyade takip etmekteyiz.
Şair-i meşhur Schiller Friedland’lı Wallenstein’a âtîdeki sözleri pekâlâ
söyletebilir:
Atımın sürat-i reftârı beni kurtardı
Bannier’in zorlu süvarilerinin destinden
308
Millet-i Müselleha
Musırrâne bir surette icra olunan bir avcı muharebesi esnasında süvari
askeri kendi piyadesi arasından geçerek düşmanın cephesine hücum edebilir.
Barut dumanının sayesinde ileriye varabileceğinden, düşmana âdeta bir
baskın suretiyle mülâkî olur. Ahval-i kat‘iye esnasında süvarinin bir hücumu
neticesi muvaffakiyet olmasa dahi yine büyük bir hizmet eda edebilir. Çünkü
bu hücum ile düşmanın ateşini bir müddet tatil ve kendi piyadesine o vakte
kadar yanına varmaya muvaffak olamadığı düşmanın üzerine atılmak fırsatını
ita eder. Fakat piyade askeri bu sırada ekseriya vaki olduğu gibi önündeki
manzarayı temaşa ile durup kalacağı yerde serian geçen bu an-ı fırsattan
bi’l-istifade hemen süvari ile beraber hareket ve süvarinin arkasından ileriye
doğru mesafe kazanmaya gayret etmelidir. Mamafih bu misillü bir harekette
309
Von der GOLTZ
310
Millet-i Müselleha
311
Von der GOLTZ
312
Millet-i Müselleha
tesir icra eder. İlca-yı ahval ile dağılarak yek-diğerlerinden müfrez olarak
muharebe etmeye mecbur bulunan ve mamafih birinin mağlubiyetiyle
yine müteessir olan kıtaat-ı askeriyenin ne kadar gayr-i müsait bir hâlde
bulundukları bâlâda ber-tafsil-i beyan ve izah edilmiştir. Her muhataralı
bir inkısam yine bu gibi neticeler tevlit eder. Lâkin bazı kere bu hâl tesirat-ı
hasene dahi gösterebilir. Burada bir vaka-i tarihiyeyi zikretmekliğimize
müsaade buyurulsun : Feld Mareşal Moltke henüz genç iken Nizip muharebe-i
meşhuresinden evvel Osmanlı başkumandanına ordusunu arkası Fırat
Nehri’ne mukabil olmak üzerine tabiye etmesini ihtar ve tavsiye etmiş idi. Bu
husus muharebede her hâle karşı amelî bir çare bulmak lüzumuna dair en âlâ
bir misal bulunmaktadır. Çünkü yek-diğerine karşı gelmiş olan iki ordunun
hâli nazar-ı dikkatten geçirildikten sonra hangi ordu daha ziyade sebat ve
mukavemet gösterecek olur ise nesîm-i zafer ve galibiyetin ondan tarafa
vezân olacağına hükmolunabilir idi. Hâlbuki istihsal-i sebat ve mukavemet
için taraf-ı ricati kat‘ ve seddetmekten âlâ bir çare yoktur79.
İspanyalı Cortez dahi askerine ye’sten mütevellit bir cesaret vermek
için sefinelerini ihrak etmiştir80.
Böyle bir tesir bir geçidi veya bir nehiri mürur ettikten sonra kendisini
düşmanın bütün kuvveti önünde gören her pişdar kolunda müşahede
olunacaktır. Burada en adi bir nefer bile ricatin felaket ile murâfık olduğunu
79 Hayfa ki Feld Mareşal Moltke’nin bu ihtarına tatbik-i harekete bedel müneccim başı
tarafından verilen zâyiçe ahkâmına itimat edilmiş ve bu suretle Osmanlı Ordusu’ndan rug-
erdân olan şahid-i zaferi Mısır fırkası kumandanı der-âgûş eylemiştir.
80 Mûmâ-ileyh Fernan Cortez İspanyalı bir kaptan olarak birçok sefâ’in-i harbiye ile
Amerika’ya azimet ve Meksika Kıt‘ası’nı istila etmiştir. Meksika’yı istilası esnasında yerli
ahali hakkında irtikap eylediği mezâlim-i vahşiyâne meşhurdur. Kendisi 1485 sene-i mi-
ladisinde tevellüt 1547 senesinde vefat etmiştir. (Meşâhir-i kahramanân-ı İslam’dan Tarık
Bin Ziyad dahi bu vechle hareket etmiş idi. Müşârûn-ileyh maiyetinde bulunan on iki bin
nefer Berber askeriyle doksan iki sene-i hicriyesinde İspanya’ya hücum eylediği esnada
İspanyolların cesim bir ordusunun neferini istihbar etmekle sahilde bulunan sefinelerini
ihrak ve askerini muharebeden gayri tarîk-i necât olmadığını ifhâm etmiştir. Müşârûn-ileyh
İspanyollar ile sekiz gün mütemadiyen muharebe ettikten sonra askerinin pây-ı sebatı
mütezelzil olduğunu görmesiyle atının dizginini çekerek ve üzengiye dayanıp yükselerek
bülend-seda ile “Ey gâziyân-ı mağrib-i zemin ve ey şüce‘ân-ı selimîn nereye gidersiniz
ve âkılâne hangi mahalle firar etmek istersiniz. Zira önünüz düşman arkanız deryadır.
Size lazım gelen nusret-i mev‘ûde-i ilahîden istimdat ve şecaat-i fıtriyenize istinat ile
tâb-ı takaddüm meydan-ı kâr-zâr olmaktır. Ey süvariler benim hareketime taklit ediniz.”
[Düstûrü’l-mücahidîn nam eser-i muteberden me’hûzdur] sözlerini söyledikten sonra esb-i
sabâ-reftârını sufûf-ı düşmana sürmüş ve asker dahi kendisini takip etmiş olduğundan
mazhar-ı galebe olmuş ve İspanya kralının ser-maktû‘unu cânib-i halifeye irsal eylemiştir.
Li’l-mütercim
313
Von der GOLTZ
314
Millet-i Müselleha
82 Orleans şehri Fransa’da Loire Eyaleti’nin merkezi olup Paris’ten 161 kilometre me-
safede ve 52.157 nüfusu şamildir. Şehr-i mezkûr meşhur Jan Dark’ın ser-güzeştiyle ve
1427-1429 senesinde İngilizlerin vuku bulan muhasarasıyla şöhret-gîrdir. Li’l-mütercim
83 Bunlardan maksat iptida-yı muharebede avcı hattını peyder pey beslemek için
geride yanaşık nizamda olarak hazır tutulan küçük küçük cemiyetler olmayıp geride
başkumandanın muharebe esnasında zihnine gelecek fikirleri fiile çıkarmak emeliyle eli
altında tuttuğu ordu aksam-ı cesimesidir.
315
Von der GOLTZ
316
Millet-i Müselleha
85 Mükerreren atılır tüfekler ihtiraıyla piyade ateşinin tezâyüd-i tesiri muharebenin hâlini
asla değiştirmeyecektir. Muharebe hâlinin tebeddülü ancak barut yerine diğer bir kuvve-
i dâfi‘anın icadıyla vukua gelebilecektir. Fünûn ve sınayiin terakkiyat-ı mütemadiyesine
bakıldığı zaman barutun artık vaktini geçirmiş ve modadan düşmüş bir alet olduğuna ve
istimali ancak henüz kendisinden daha iyi bir şey bulunmadığından naşi meri olduğuna
hükmedilebilir. Lâkin barutun bertaraf edilmesi hususuna asrımızın bir mesele-i fenniyesi
nazarıyla bakılmalıdır. Barut gibi kuvvetli bir seda çıkarmayarak ve o kadar duman hâsıl
etmeyerek yine mermi üzerine bir tesir-i şedit icra edecek diğer bir vasıta-i dâfi‘a keşfine
muvaffak olunur ise hiç şüphe yoktur ki usul-i muharebede şimdiki hâlde layıkıyla takdir
edilmesi gayr-i kâbil tebeddülat-ı cesime vukua gelecektir.
Bâlâdaki mülahaza dumansız barutun zuhurundan evvel söylenmiş bir sözdür ki kailinin
ihtiraât-ı müstakbele hakkındaki kuvve-i keşfiyesini gösterir. Li’t-tâbi‘
317
Von der GOLTZ
318
Millet-i Müselleha
319
Onuncu Fasıl
Meydan Muharebesi
86 Könnigratz, Avusturya’nın Bohemya Eyaleti dâhilinde bir mevki olup 1866 Seferi’nde
mevki-i mezkûr civarında Prusyalılar ile Avusturyalılar beyninde büyük bir meydan mu-
harebesi vukua gelmiş ve Prusyalılar galebe etmişlerdir. Li’l-mütercim
87 Mareşal Daun Avusturya kumandanlarındandır.
88 Kolin mevkii Avusturya dâhilinde altı bin nüfusu şamil bir kasabadır. Mareşal Daun
1757 senesinde mevki-i mezkûr civarında Prusya Kralı İkinci Frederick’e galebe etmiş idi.
320
Millet-i Müselleha
89 İtalya’da Pisa Sicilya Eyaleti’nde bir karyedir. İşbu karye civarında 1857 senesinde
Fransızlar Avusturyalılara galebe etmişlerdir.
90 Gravolette, Fransa’da Metz Eyaleti dâhilinde kâin Correze Nahiyesi’nde bir karyedir
ki 1870-1871 Seferi’nde Fransa ile Almanlar beyninde vuku bulan muharebatın en kanlısı
burada vukua gelmiştir. (1870 Ağustos 18)
91 Saksonya krallığı dâhilinde bir şehirdir ki civarında İsveç kralı Gustav’dır ki 1635 sen-
esinden 1642 senesine kadar imparator askeri üzerine müteaddit galebelere nail olmuş ve
yine bunun civarında ve 1813 senesinde Fransızlar ile düvel-i müttefika miyânında büyük
bir muharebe vukua gelmiştir. Şehrin nüfusu 127.387’dir. Li’l-mütercim
321
Von der GOLTZ
322
Millet-i Müselleha
323
Von der GOLTZ
arazi iki taraf için dahi hemen müsavi bir hâlde bulunur92. Şimdi “tesadüfi
meydan muharebesi”nin suret-i cereyanını takip edelim.
Düşman bir akşam evvel mevzilerini terk ve tahliye ile hangi maksada
mebni olduğunu henüz bilemediğimiz harekât-ı harbiyeye yeniden
mübaşeret eylediğinden, biz dahi kendisine yeni bir hatt-ı müdafaaya azimet
niyeti istinat ve kendisinden evvel hatt-ı mezkûra muvasalat etmeyi ümit
ederiz. Kendisine daha evvel mülâkî olmak mümkün ise pek de muhtemel
addolunmuyor. İşte başkumandan bu tahminata istinaden emrini ita eder.
Evâmir-i mezkûre serian ileriye varılmasını nâtık olur. Çünkü kaybedilecek
vakit yoktur. Mamafih evâmir-i mezkûre muharebeden henüz bahsetmiyor.
Onlar yalnız düşmana yetişmek karar-ı umumîsini beyan ederler. Bu işaret
derece-i sâniyede olan kumandanlara kâfidir.
İştikşafat ve aksam-ı askeriyenin yek-diğerlerine muaveneti hususunda
ittihaz edilen bazı tertibat-ı mahsusa ertesi günlerde zuhura gelecek vekâyi‘
hakkında olan merakı tezyit eder.
Dağların tepeleri tulû‘ eden şems-i cihan-tâbın şu‘â‘âtıyla ziyadâr
olduğu esnada süvari– mutaddan biraz daha erken olarak – yola çıkar. Bunu
kolorduların yürüyüş kolları takip ederler. Bir müddet hiçbir vakaya tesadüf
edilmeksizin hareket olunur. Asker beyninde düşmanın mesafe kazanmak
için geceden istifade ettiği rivayeti devrana başladığı esnada ileriden ilk
haberler vasıl olur. O sırada birkaç tüfek sedası dahi işitilir. Düşmanın küçük
ve kemâl-i süratle geriye çekilen ve çalılıklar, evler ve ağaçlar arkasında
gözden nihân olan ileri karakollarına tesadüf edilmiştir.
Ortalık bir daha sükûta vararak bir müddet sonra tekrar canlanır.
Raportlar sık sık gelmeye başlar. Şimdi keşif kolları veyahut ileri karakolları
olmayıp bir yürüyüş kolu ve belki de bir ordugâh keşfolunmuştur. Güzel
bir darbe icra etmek fırsatı kendi kendine arz-ı dîdâr etmiş ve düşman
kuvvetlerinden müfrez kalan bir kısmını makhûran ricata mecbur veyahut
büsbütün mahv ve perişan etmek imkânı gelmiştir. Pişdar kumandanı çukur
324
Millet-i Müselleha
bir mahalde içtima etmiş olan süvarinin nezdine azimet eder. Bunların
önünde bulunan tepenin üzerinden düşman askeri görülebilir imiş. Bunun
için pişdar kumandanı hemen süvari ümerasını beraber alarak tepeye
çıkar ve orada onlar ile o anda ittihazı lazım gelen tedâbîri müzakere eder.
İleriye doğru yürüyüşe mübaşeret olundu. Düşmana taarruz etmek lazım
geleceği herkesçe malum olduğundan bu fırsatı kaçırmamak lüzumunda
bütün fikirler müttehittir. Emir zabitlerinden birisi süratle avdet ederek
pişdar bataryasının ileriye sevk olunması emrini getirir. Batarya kumandanı
zaten vazifesi iktizasından olarak mürtefi bir noktadan batarya mevkiini
daha evvelden keşf ve tayin etmiş olduğundan toplarını piyadenin yanından
serian geçirir. Askeri bataryalara yol vermek için yolun biraz yan tarafına
doğru çekilir.
Diğer taraftan bir de süvari bataryası yetişir. İkisi birden ahz-ı mevki
etmiş olduklarından yek-diğerini serian takip eder birkaç top sedası işitilir.
Düşman hakikaten bir baskına düçar olmuş ve tertibatta muvaffakiyet
husule gelmiştir. Suikatçılarda muharebe hevesi demeyelim de şikâr hevesi
uyanır. Kıtaat-ı askeriye yürüyüşlerini tesri etmek emrini alırlar. En ileride
bulunan tabur gayret ile yürümüş olduğundan toz ile mestûr olduğu ve
kumandanı baş tarafında bulunduğu hâlde bu tarafa doğru gelir tamam
vaktinde yetişir. Çünkü o vakte kadar yalnız süvarinin himayesi altında
olarak mükemmel surette iş görmüş olan bataryalar piyadenin ateşine
maruz olmaya başlamıştır.
Kumandan bu tabura topçunun cenahını himaye ve mümkün olduğu
kadar düşmanı teb‘îd etmek yolunda bir emr-i mühim verir. Tabur kumandanı
her ne kadar o vakte kadar vuku bulan şeylerin pek azına vâkıf olduğu hâlde
yine kumandana birçok sualler irat olunduğunu ve kumandanın bir heyecan
içinde bulunduğunu görerek daha ziyade bir şey sormaya cesaret edemez.
Kendi bölüklerine hat açtırdıktan sonra onları neferatın başından aşan
kurşunların geldikleri istikamete doğru hareket ettirir. Bu istical arasında
daha âlâ bir hedef irâ’e edemez ise hemen ileride bulunan bir orman, bir
tepe veya bir çiftliği istikamet-i hedef olarak irâ’e eder. O anda bir “kumanda
sözleri” israfı zuhur eder.
Alelade umumî kumanda yanlışlık zuhur edeceğinden bütün zihinler
buna masruf kalarak her kafadan bir ses işitilmeye başlar.
Bu esnada düşmana biraz daha takarrüp edilmiş olduğundan düşmanın
ateşi gittikçe kesb-i şiddet eder. Çünkü karşısındaki düşmanın hedef
325
Von der GOLTZ
istikameti olan mahallere daha ziyade asker sevk edip yerleştirmiştir. Telefat
ve zayiat bir anda kesb-i cesamet eder. Lâkin bu hâle karşı, mülahazat-ı
dûr-â-dûrda bulunmak dahi muhal hükmüne girmiş ve binaenaleyh iş artık
mümkün olduğu mertebede daha çabuk ileriye varmaya münhasır kalmış
olmakla ava yayılmış olan bölükler şiddetli bir muharebenin tesiriyle
eriyerek ileriye doğru şitâb edip düşmanı o mahallerden def‘ ve tard ederler.
Lâkin düşman daha birkaç yerden baş gösterdikten başka bir bataryası dahi
ilerlemekte olan piyadeye ateş etmeye başlar.
Birinci taburun akîbinde meydan-ı kâr-zâra vasıl olan ikinci tabur,
topçunun diğer cenahını himaye etmek emrini alır. Bunun düçar olacağı
hâllerin bâlâda sebk eden muharebede kendisine refakat ettiğimiz taburun
düçar olduğu hâllerden hiçbir farkı yoktur. Alayından iki taburun müfrez
olarak şiddetli bir muharebeye giriştiğini gören miralay endişeye düşerek
hiç olmaz ise iki taburu bir arada tutmak için eli altında kalmış diğer iki
taburun birisiyle ileriye doğru varır. Biraz sonra pişdarın bütün piyadesi (biz
burada pişdarın kuvvetini ders kitaplarında kabul edilen vech ve tertibine
nazaran farz ederiz) şiddetli bir muharebeye girişmiş bulunur. Düşman
evvelden zannolunduğundan ziyade kuvvetli olarak onun tarafından birkaç
batarya top ateşe devam ediyorlar.
Kumandanların bulunduğu tepe üzerinde bir hareket müşahade olundu.
Başkumandan oraya vasıl olmuş idi. İptidadan yüzünden adem-i hoşnudî
âsârı görünüyor zannolunur. Lâkin kendisine naklolunan esbâb-ı münasibeyi
istimâ‘ eyledikten sonra o vakte kadar yapılan şeyleri tasdik eder. Zaten vuku
bulan şeyi değiştirmek vakti dahi geçmiştir. Herşeyden evvel o esnada biraz
düçar-ı tezelzül olan muvazeneti iade etmek lazımdır.
Topçu kumandanı dahi oraya yetişmiş olduğundan kısm-ı küllînin
topları hemen oraya celp olunur. Bunlar dahi piyadenin ilerisine şitâbân olur.
Biraz müddetten beri düşman tarafında yeni bir hâl görülmeye başladı. Ufku
tahdit eden ormanın üzerinden donuk bir kır renginde semaya doğru bir şey
kalkmış idi. Kimi bunu bir bulut ve kimisi dahi toz dumanı zannettiler. Lâkin
biraz sonra şüphe ve tereddüt büsbütün zail oldu. Görünen şey bir yürüyüş
kolunun husule getirdiği toz dumanı idi. Şimdi dahi yürüyüş üzere bulunan
kolun bir fırka yahut bir kolordudan hangisi olduğu hususunda mübâhase
cereyan eder. Başkumandan civarında bulunan kendi kolordularına malumat
verilmesini münasip görür. Derhal yaverler kurşun kalem ile yazılmış ufak
pusulalar veyahut evâmir-i şifahiyeyi hâmilen oradan kemâl-i sürat ile her
tarafa doğru koşup giderler.
326
Millet-i Müselleha
Gelelim başkumandana!
Kendisi sabahleyin yola çıktığı vakit umur-ı kalemiyeye devam olunması
için karargâh-ı umumîyi eski mahallinde bırakmış idi. Yeni karargâh-ı
umumîye ancak öğle vakti nakledilecek idi. O gün ileriye doğru vuku bulan
yürüyüşlere dair raporlar vüruduna kemâl-i iştiyak ile intizar edilir ise de bir
meydan muharebesinin vukuuna henüz intizar olunmaz. Bu sırada uzaktan
top sedası işitilmekte olduğu rivayeti çıkar. Top sedası bir müddet fasıla
verdikten sonra yeniden işitilmeye başlar. Bu top gürültüsünün neye delalet
edebileceği hususu üzerine mübâhase olunur. Ekseriya topların bizim
taraftan yoksa düşman tarafından mı atıldığı hususunda şüphe edilir.
İşsiz birkaç zabit şehri ihata eden tepelere çıkıp avdetlerinde tüfek
ateşinin dahi pekâlâ farkedilebildiğini, muharebenin gittikçe tevessüü
melhuz olduğunu ve zannedildiğinden ziyade ciddî bulunduğunu ihbar
ve temin ederler. Nihayet bir rapor vasıl olur. Lâkin bu rapor muharebeye
tutuşmuş olan kolordunun pişdarı tarafından düşmanın henüz zayıf olan ileri
kıt‘alarına tesadüf olunduğunu zannettiği zaman gönderilmiş bir rapordur.
Binâberîn muhteviyatı, düşmanın ricata mecbur edilmekle şimdi
takibine gayret olunacak zayıf birtakım müfrezelereden bahsetmektedir.
Demek ki iş – bu rapora nazaran verilen manaya göre – yalnız derece-i
sâniyede adi bir muharebeden ibaret olduğundan tertibat-ı cedideye
teşebbüs etmeye mahal yoktur. Herkes kesb-i sükûn eder. Bir müddet için
herkes başka şey düşünmeye başlar. Lâkin az bir müddetten sonra kolordu
kumandanının düşmanın hâlini bizzat keşfettikten sonra irsal eylediği rapor
vasıl olur. Bu rapor düşmanın kıtaat-ı cesimesinden bahsedip fakat ihtiyata
riayeten düşmanın kuvveti faik olup olmadığı hususunu müphem bırakarak
nihayette kolordunun bütün kuvvetiyle düşmana taarruz edileceğini beyan
ediyor. İş gittikçe kesb-i ciddiyet etmiş ve top ateşinin şiddeti artmakta
olduğu haber verilmiştir. Diğer bir kolordu erkân-ı harbiyesi zabitlerinden
o sırada karargâh-ı umumîde bulunan biriyle mensup olduğu kolorduya,
muharebede bulunan kolorduya serian muavenet emrini şamil bir emirname
gönderilir. Bu muavenetinin lazım olup olmadığı henüz meçhul ise de bu
hususun nazar-ı dikkate alınmasını ihtiyat-perverlik her hâlde tavsiye eder.
Kumanda heyet-i aliyesi maiyetinde bulunan zabitlerden biri esb-süvâr
olarak kemâl-i sürat ile muharebe meydanına doğru azimet eder.
Bu sırada muharebe gürültüsü gittikçe işitilmeye ve yaklaşmaya
başlar. Herkes bârgîrini ister, yeni karargâh-ı umumîye gitmek kararından
327
Von der GOLTZ
328
Millet-i Müselleha
surette su‘ûd ederler. Oraya vasıl olan başkumandan ile erkân-ı harbiyesini
her taraftan hurra sedaları istikbal eder. Mecruh bulunan bir büyük zabitten
hemen pek az malumat alınabilir. Çünkü söylediği birkaç sözü anlamak pek
güç olur.
Birkaç dakika sonra küçük süvari cemiyeti birkaç saat evvel muharebeyi
açan bataryaların bulunmuş oldukları tepeye gelip durur. Yerde yatan ölü ve
yaralıların kesret-i miktarı muharebenin burada ne kadar şiddetli bulunmuş
olduğunu gösterir. Biraz daha ileriye varılınca başkumandanın gözü önünde
muharebe manzarası kendisini arz eder. Uzun topçu hatları birbirlerine
mütemadiyen ateş ederek yek-diğerleri karşısında bulunuyorlar. Düşmanın
bulunduğu tepelerin yamaçları hizasından hareket eden ince barut dumanı
hatları piyadenin avcı zincirlerini irâ’e ederler. Bu hatlar gâh ileriye ve
gâh geriye doğru hareket ederler. Ötede bazı kıtaat-ı askeriyenin yanaşık
nizamda olarak arazinin bir mânisi arkasında veya çukur bir mahalde
sığındığı görülür. Düşman tarafından cephenin boyunca birtakım kıtaat-ı
askeriye hareket eder.
Artık şüphe kalmadı. Önümüzde olan şey adi bir muharebe olmayıp
âdeta katî bir “meydan muharebesidir.”
Böyle bir hâlde herhangi başkumandan olursa olsun muharebenin
âtîsi için bir suret-i umumiyede bir karar-ı katî itasına muvaffak olur ise
o kumandan mazhar-ı tefevvuk olmuş olur. Bu husus harbi tanımayanlara
göründüğü kadar kolay değildir.
Başkumandan harekât-ı umumiyenin bin türlü teferruatına karar
vermek mecburiyetindedir. Burada bir asker kolu rabıtasız ve intizamsız
hareket ettiğinden onu durdurmak icap eder. Ötede bir diğer kısım asker
mühim bir noktadan çekilmeye başladığı cihetle kendisine imdat göndermek
lazım olur. Diğer birisi imdat talep eder. Öbürü cephanesi kalmadığını haber
verir. Daha öteki dahi yanlarından birisinin tehdit edildiğini ihbar eder. Süvari
329
Von der GOLTZ
330
Millet-i Müselleha
331
Von der GOLTZ
332
Millet-i Müselleha
terviç edecek surette ittihaza itina etmek iktiza eder. Ahvale nazaran tahallüf
etmesi tabiî olan bazı tertibat için ise ale’l-umum muharebede muteber olan
kavaid-i asliyeyi der-pîş-i nazar mülahaza etmek kifayet eder.
Evvelden musammem ve mukarrer olan “meydan muharebe”sinde iş
başka türlü bulunur.
Başkumandanlık tarafından vârid olan emre imtisalen aksam-ı askeriye
içtima etmişlerdir. “Meydan Muharebe”sinden evvel icra olunan muharebat-ı
cüz’iye-i mütekaddimede düşmanın ileri karakolları birinci avcı hendekleri
hattına ve sunî olarak tahkim edilen mahallere ricat ettirilmiştir ki düşmanın
daha kuvvetli bulunan kıtaatı onları himayeleri altına alırlar. Orduların
yek-diğerleriyle olan temasları gittikçe tezâyüd eder. Şimdi kılıçları bağlı
iki hasım gibi karşı karşıya durup birbirlerine bakıyorlar. Tarafeynden biri
daha kemâl-i gayret ve istical ile hatlarını tahkim etmeye çalışmakta ve
diğeri mesafât-ı ba‘îdeden menzil yürüyüşüyle şitâbân olan ordu aksamının
vüruduna kemâl-i iştiyak ile intizar etmektedir. Nihayet herşey hazırlandı.
Tecessüs ve keşif kolları daha önünde bile bir temas-ı mütemadi üzere
bulunuyorlar idi. Muharebeye vakt-i münasipten daha evvel şurû‘ etmemek
için temastan husule gelen piyade muharebelerini men‘ etmek hususunda
pek büyük zahmetler çekilmiş idi. Gece vakti semaya doğru aks-i ziya ettiren
ateşler düşmanın hâlâ pek yakın bulunduğunu ilam ederler. Başkumandanlar
karargâh-ı umumîsini hatt-ı harbin cephesine naklederler. Son geceyi belki
ordugâhların birinde geçirirler. Herkes gelmek üzere bulunan yevm-i
müntecin takarrübünü his ile kendisini hazırlamaya çalışır. Tarafeynden her
biri kuvvet ve imtidad-ı harp hususunda düşmana dair oldukça malumat
almıştır. Vakıa başlıca kuvvetler henüz kemâl-i dikkat ile geride bırakılır
ve mümkün olduğu mertebe düşmanın nazarından gizli tutulur. Mamafih
onların taksimatını tahminen keşfetmeye çalışılır.
Nihayet yek-diğerleriyle o kadar yakından temas etmiş bulunan
orduların bu temasından elzem hükmüne girmiş olan “muharebe”ye bede’ ve
mübaşeret olunması emri verilir. Muharebeye hâkim olacak olan fikr-i müdîr
daha evvelden karar-gîr olmuştur. Fikr-i mezkûr mukaddema icra olunan
istikşafattan müstahsal netâyice ve ordunun en mâhir zevatından müteşekkil
bir mahfel-i mahsus müzakeratıyla tetkikat-ı amîka-i evveliyeye müstenit
bulunur. Bütün harbin, icrasında hüküm-fermâ olan fikr-i aslîye bir irtibat-ı
mantıkî ile merbut olacağı ise vâreste-i kayd-ı tezkârdır. Orduyu kumanda
eden heyet mâhir ve tecrübe-dîde ise esbâb-ı muharebenin mükemmelen
tehiyye edilmiş bulunacağı bedihi olup binaenaleyh kuva-yı harbiye hüsn-i
suretle hesap edilmiş ve efrad-ı askeriye şeci ve cesur bulunmuş olur ise bir
333
Von der GOLTZ
hüsn-i netice istihsaline kemâl-i emniyet ile intizar olunabilir. Lâkin başlıca
nokta-i müntece büsbütün başka yerdedir.
Hiçbir muharebe evvelden tasavvur edildiği vechle güzerân etmez. Bu
muharebelerden her biri birtakım hâlât-ı fevka’l-memul izhar ve her birinin
suret-i cereyanı istenildiğinin gayri birtakım ahval-i mahsusa ibraz eder.
Binaenaleyh burada kumanda heyetinin en büyük vazifesi mukarreratı terk
ile ihtiraata müracaat ve nazariyatta doğru görülen hususattan sarf-ı nazar
ve onun icap ettirdiği tedâbîr-i mahsusayı ittihaza sâlih olan vakt-i münasibi
layıkıyla bulup intihap etmektir. Bu keyfiyet pek müşküldür. Muharebenin
suret-i cereyanı üzerine insan mukaddema kuvve-i muhayyilesinde husule
getirdiği tasvirden öyle kolaylıkla ayrılamaz. 1806 senesi Teşrinievvelinin
onuncu günü vuku bulan Saalfeld Meydan Muharebesi vekâyi‘-i âtiyeyi
evvelden tasvir etmek ne kadar muhataralı bir keyfiyet olduğunu ispat
etmiştir.
Prens Louis Ferdinand95 teşrinievvelin 9’uncu günü Rudolstadt civarında
bulunup Prusyalıların başlıca ordusunun pişdar kolu gelip kendisinin yerini
tuttuğu gibi Neustadt tarîkiyle Mittel-Poellnitz’de bütün ordusunu bir
mevziye yerleştirmeye karar vermiş olan Prens Hohenlohe ile birleşmeye
emir almış idi96.
O zamanlarda dağlar arasından geçmek üzere Rudolstadt’tan doğrudan
doğruya Neustadt’a isal edecek hiçbir yol bulunmadığından çâr ü nâçâr
Saalfeld tarîkiyle gitmek ve Saale Nehri üzerinde olan köprüden istifade
etmek lazım gelir idi. Hâlbuki Fransızlar bu köprüye pek yakın bulunmuş
olduklarından şayet köprü Fransız yedine düşmüş olsa Prens Louis
Ferdinand’ın Prens Hohenlohe ile olan irtibatı büsbütün münkati olur idi.
Binaenaleyh Prens Louis Ferdinand teşrinievvelin onuncu günü Saalfeld’e
doğru ilerilediği zaman pek iyi hareket etmiş idi. Saalfeld’e muvasalatında
orada tevakkuf etmesi dahi pek münasip idi. Çünkü Prusya’nın başlıca
ordusunun pişdar kolu henüz vürut etmemiş ve kendisi aldığı emre imtisalen
ona intizar etmek mecburiyetinde bulunmuş idi. Saale Nehri vadisinde ahz
olunan ve birçok kimseler tarafından zemm ve takbih edilen şayan-ı dikkat
mevzinin tutulması tabiî ve maslahata muvafık idi97.
95 Prens Louis Ferdinand 9.000 nefer kuvvetinde bulunan bir pişdar kolu kumandanı idi.
96 Mevziye yerleşmek hususunda olan bu niyetten daha teşrinievvelin 9’uncu günü sarf-ı
nazar edilmiş ise de ne çare ki bu keyfiyet vakit ve zamanıyla Prens Hohenlohe’a ihbar
edilememiştir.
97 Tabiyece pek fena icra edilen bazı tertibat-ı müteferria müstesna olmak üzere.
334
Millet-i Müselleha
Lâkin Prens mevziyi tuttuktan sonra ahval-i âtiye için zihninde tahayyül
ettiği tasvirden katî ve müntec bir zamanda bir türlü ayrılamadı. Kalbi,
Fransızları geçidin önünde şiddetli bir sadme ile ricata mecbur etmek şevk ve
gayretiyle memlû olup Fransızlara böyle parlak bir surette galebe ettikten ve
başlıca ordunun vürudunu gördükten sonra Poellnitz’de ordu ile birleşmek
için azimete niyet etmiş idi.
Filhakika ahval, müşârun-ileyhin tasavvuru vechle güzerân etmiş ola
idi bu hareket pek parlak bir muzafferiyeti intaç eder idi. Lâkin Fransızlar
tedbir ve ihtiyata riayet ederek orman ve dağlardan çıkıp taarruz etmeye
asla teşebbüs etmediler. Dağların tepelerinden aşağıda bulunan Prens ve
askerinin zaafını pekâlâ müşahade ediyorlar idi. Binaenaleyh kendisini
dağ yolları vesâtatıyla ihataya ve büyük bir kuvvet ile Prensi büsbütün
Saale Nehri’ne doğru tazyik için evvela sağ cenahı aleyhinde bir çevirme
hareketi icrasına başladılar. İşte bu sırada Prens için, tasavvur ettiği şeylerin
fiile çıkmayacağını anlayıp evvelden karar verdiği plandan sarf-ı nazar ile
ya Saale nehrinin öbür sahiline geçmek veyahut tekrar Rudolstadt’a avdet
etmek vakti gelmiş idi. Çünkü ancak bu suretler ile tehlikeden kurtulabilir
idi. Lâkin müşârun-ileyh artık serbest bulunmayıp evvelki tasavvuratının
dest-i teshîrinde bulunmuş olduğundan vakt-i münasip güzerân ederek
Fransızların hücumuyla askeri perişan olmuş ve kendisi dahi meydan-ı kâr-
zârda kahramanâne bir yolda terk-i can etmiş ve bu suretle vatanın birçok
güzel ümitlerini dahi kendisiyle beraber mezara götürmüştür.
Müşârun-ileyhin hâli evvelden tasavvur ve tehiyye edilen bir meydan
muharebesi esnasında mukaddema zihinde takarrür eden tasavvurat ve
mülahazattan asla inhiraf etmemeye çalışmak hususunun ne dereceye kadar
muzır olduğunu ispata kâfi bir misal addolunmaya şayandır.
Vionville Meydan Muharebesi’nden iki gün sonra yani 1870 senesi
Ağustosunun 18’inci günü vuku bulan muharebe evvelden tasmîm edilmiş
bir meydan muharebesi idi. Bu muharebe dahi evvelden matlup edildiğinden
daha başka bir surette cereyan etti. Düşmanın sağ cenahı zannolunan
mahalde bulunmuyor idi. Binaenaleyh cenah-ı mezkûr aleyhine icrası karar-
gîr olan çevirme hareketi hitam buluncaya kadar düşmanın cephesine karşı
ciddi bir taarruzda bulunmamak niyeti Dokuzuncu Kolordu’nun vakitsiz
olarak derin ve bir katî muharebeye tutuşmasından dolayı büsbütün boşa
çıktı. Bunun için bu muharebede eski plan kısmen erkân-ı harbiye heyeti ve
kısmen derece-i sâniyede olan kumandanlar tarafından tadil edilmiş oldu.
Tadilat-ı mezkûre iktizasınca umumen ordu tarafından düşmanın cephesine
335
Von der GOLTZ
daha ciddi bir taarruz icra ve ihata manevrası daha ziyade şimale doğru
temdit edilerek maksad-ı aslî turuk-ı cedide ile istihsal olundu. Matlup ve
müsammem bir meydan muharebesinde başkumandanın arîz ve amîk
mütalaa ile bir fikr-i müdîr istihzar etmesi lazım ise de muharebenin vekâyi‘-i
hakikiyesi cereyanını mütemadi bir nazar-ı tetkikten geçirmesine fikr-i
mezkûr mâni olmamalıdır. Böyle hâllerde daha işin bidayetinde serian karar
vermek hassasına o kadar ihtiyaç olmayıp belki lüzumu nadiren hissolunur.
Ahval-i meşrûhadan münfehim olacağı üzere tesadüfi meydan
muharebesiyle müsammem bir meydan muharebesinin başkumandanın
dirayet ve zekasından talep edecekleri hususat muhtelif olduğundan
başkumandan olan zatın hususat-ı mezkûrenin birinde fevkalade ibraz-ı
dirayet eylediği hâlde diğerinde layıkıyla eda-yı vazife edememesi hâlât-ı
muhtemeledendir.
Ezmine-i ahîrede vukua gelen cesim meydan muharebelerine bir
cenah aleyhinde icra olunan ihata taarruzları netice vermiştir. Bu husus
Büyük Frederick’in hatt-ı harb-ı mail ile icra ettiği taarruzların fikri
üzerine müessestir ki bu fikir kâffe-i muharebat mukaddemelerinde hâkim
bulunmalıdır. Elde bulunan bütün ordu ile düşmanın bütün kuvvetine
taarruz edilmeyip kuvvetin yalnız bir kısmına taarruz etmeye gayret olunur.
Taarruz eden taraf bir nokta üzerinde düşmana faik bir kuvvetle taarruz
eylediği hâlde ekseriya muzaffer olduğu cihetle bu fikir en doğru bir fikir
addolunmalıdır. Taarruzun kâffe-i envaından fikr-i mezkûr bir veya diğer
suretle nümâyân olur. Yalnız asr-ı mazide olduğu gibi düşmanın kendisine
taarruz edilmeyecek bir kısmını işgal etmeyerek hâlî üzere bırakmak asla
caiz değildir. Kendisini tevkif etmek için cidden taarruza lüzum hâsıl olur.
Orduların hareket hassası ve kumandanların istiklali bugünkü günde bir
derecede tezâyüd etmiştir ki artık müdafaa ordusunun bir nısfı mağlup
olmakta iken diğer nısfının seyirci olarak kalacağını asla memul etmemelidir.
İkisini dahi bir anda işgal etmek lazımdır. Vaktiyle bu maksadın istihsali
zımnında istimal olunan ve onların sayesinde maksadın istihsalini dahi
temin eden nümâyişler ve sahte taarruzlar şimdi pek eskimiş olduklarından
kaideten istihsal-i maksada kifayet edemezler. Muharebelerin mukaddematı
uzun bir müddet sürdüğü gibi böyle vesait-i zayıfa ile icra olunacak iğfalatın
devamına müsaade etmeyecek derecede olarak istikşafat hizmeti terakkî
etmiş ve erkân-ı harbiye heyetinin harekât-ı harbiyeyi mütalaada olan iktidarı
tevessü eylemiştir. Düşmanı iğfal etmek için meydan muharebesinin devr-i
evvelini teşkil eden muharebat-ı mütekaddime bir suret-i mütesaviyede
336
Millet-i Müselleha
ciddi olmak lazım olarak bu babda en büyük işi gören sınıf topçu sınıfıdır.
Taarruz eden taraf canibinden teşebbüs edilecek şiddetli bir top muharebesi
piyade sınıfının sadmesini istihzar ve teshil etmekle beraber nukât-ı saireye
doğru icra olunan harekât-ı harbiyeyi dahi setr ve temin edebilir. Bu top
muharebesine bakarak düşmanın bize isnat edeceği ve ona göre iyi veya fena
tedâbîr ittihazına mübaşeret eyleyeceği fikir ve niyeti bizzat muharebenin
tesir ve nüfuzundan neşet etmeyip büsbütün başka gûna esbâbdan neşet
eylemektedir.
337
Von der GOLTZ
Ondan başka muharebeye istediği bir kısm-ı askerîyi pek uzak mesafeden
celp etmek mecburiyetinde bulunacağı gibi taraf-ı mütearrız karar ve
tertibatıyla kendisinden evvel davranmış olacaktır. Lâkin bununla beraber
taraf-ı mütearrız dahi ordusunun bir kısmıyla değil, belki bütün kuvvetiyle
düşmanın yanı veya cenahı karşısında ispat-ı vücut etmek mecburiyetinde
bulunmuş olur.
Şimdiye kadar üç dört veya beş kolordu düşmanın cephesini tevkif ve
bir veya nısf-ı kolordu cenahlarından birini ihata etmiş ise bundan sonra
birinci hareket için ekalliyet ve ikinci hareket için ekseriyetin istimali yani
bu babdaki tertibatın ber-akis edilmesi lazım gelecektir.
Fakat bu keyfiyetin zikr ve tarifi icrasından daha kolaydır. Evvela
müdâfi‘in cephesine karşı hareket edecek olan kolordular adedinin azlığı
ekseriya düçar-ı tazyik ve müşkülat olacaktır. Çünkü bunlar kendilerine
kuvvetçe faik bir düşman ile uğraşmaya mecbur bulunacaklardır. İhata
manevrasına teşebbüs eden kolordular ise düşmanın mukabil taarruzuna
düçar olmak muhatara-i daimesinde bulunurlar. Her ne kadar bu mukabil
taarruzun icrası taraf-ı müdâfi‘ için haylice müşkül bir hareket ise de taraf-ı
mütearrız başkumandanı düşmanın böyle bir harekete teşebbüsü ihtimalini
daima der-pîş-i nazar mütalaa edeceğinden bu husus sebat ve metanetini
epey mütezelzil eder.
Sâniyen: İhata manevrası icra etmekte bulunan ordu aksam-ı cesimesini
karışıklık îkâ‘ etmeksizin mahdut bir mesafe dâhilinde hareket ettirmek pek
müşkül bir keyfiyettir. Bu manevrada herşey saat gibi işlemelidir. İşte bu
manevra muharebat-ı ahîrede olduğundan ziyade yanaşık nizamda bulunan
ordu aksam-ı cesimesini müttehiden hareket ettirmek için meleke ve
maharet ibraz etmek emrinde güzel bir fırsattır. Biz bu babda bir nev‘ “yek-
cihetî”den henüz kurtulamamışızdır. Biz yalnız esna-yı seferde en rahat ve
binaenaleyh kaide hükmünde olan şeyi yani ince ve üç Alman mili tûlündeki
yürüyüş kollarını kâbilü’l-icra addetmişiz.
Prens Frederick Charles 1870 senesi Ağustosunun 18’inci günü
sabahleyin ordusuna bu kaideden inhiraf etmeyi emreylediği zaman, bu
inhirafın nâ-kâbil-i icra olduğunu ispat zımnında pek çok kişiler ref‘-i seda-
yı iştika ve itiraz etmişler idi. Hatta bu inihiraf,seferden sonra bile bazı
taraflardan düçar-ı takbih olmuştur.
İşte inhiraf-ı mebhûsün anh istikbalin hüsn-i kabul edeceği bir
teceddütün birinci vakası olmuştur. Prens Frederick Charles kumandası
338
Millet-i Müselleha
altında bulunan ordu altı kolordu ve iki süvari fırkası kuvvetinde olarak
sabahleyin cephesiyle Metz’den Mars La Toure tarîkiyle Verdün’e isal
eden caddeye karşı bulunup sağ cenahı önünde Rezonville ve sol cenahı
pîşgâhında Hannonville karyeleri bulunduğu hâlde 1 ½ Alman milinde bir
mesafe üzerinde durmuş idi. Bu ordu şimale doğru hareket ederek ba‘dehû
münasip bulduğuna göre ya sağa veya sola doğru tebdil-i istikamet edecek
idi. Çünkü rastgeleceği düşmana hangi tarafta tesadüf edeceğinden henüz
şüpheli idi. İleriye yürüyüş bir mil veya iki mil tûlünde olabileceği gibi sol
cenah için hakikatte üç milden daha ziyade mümted idi. Başkumandan olan
zat ordugâhta içtima eden kolordular yürüyüş nizamına vaz‘ ve yek-diğeri
arkasına rabt edilir ve mu’ahharen bunları muharebe nizamına vaz‘ etmek
lazım gelir ise bütün gün bu tertibat ile geçmiş ve askerin bütün bir kısmı
vakit ve zamanıyla muharebe meydanına vasıl olamamış bulunacağını
evvelden anlamış olduğundan, âtîdeki emirname-i umumîyi tahrir ve ısdâr
eylemiştir : “İleriye yürüyüş uzun yürüyüş kolları hâlinde icra olunmayarak
yanaşık fırkalar hâlinde icra olunacak ve kolordu topçusu fırkalar arasında
hareket ettirilecektir.” Her ne kadar bu emir kolorduların cümlesi tarafından
icra edilmemiş ve bazı tevakkuf ve temaslar zuhur etmiş ise de üç Alman
mili bu‘dunda bulunan muharebe meydanında ikinci ordunun bir gün
zarfında içtima etmesi yine emr-i mezkûr sayesinde vukua gelebilmiştir.
Emr-i mezkûrun zamanımız muahazesine düçar olması mücerred harekât-ı
cesime-i harbiye için dar yürüyüş kolları istimalini tavsiye eden ve kusursuz
addolunan kaide-i kadîmeye mugayir bulunmasından neşet etmiştir. Vakıa
bu kaide ahval-i adiye için pek doğru ise de bazı hâlât-ı istisnaiyede kaide-i
mezkûreden inhiraf etmekten hazer etmemelidir. Bu misillü hâlât-ı istisnaiye
müstakbeldeki muharebatta ve onlardan evvel icra olunan harekât-ı harbiye
esnasında pek çok defa zuhur edecektir.
Büyük Frederick bir gece yürüyüş icra ettikten sonra 1757 senesi
mayısının 6’ıncı günü sabahleyin 65.000 kişiden mürettep bir orduyu yanaşık
nizamda olarak Prag şehri civarında Avusturyalıların mevzisi karşısında
bulunan Jarosik Tepelerine cem‘ etmiş ve ondan sonra bütün bu kuvvet ile
yanaşık nizamda olarak mevâni‘i 1870 senesi Ağustosunun 18’inci günü
Prens Fredrik Charles’ın mürur ettiği arazinin mevâni‘inden dûn kalmayan
bir araziden 1 ½ Alman mili kadar sola doğru hareket ederek öğle vaktine
doğru düşmanın ihata olunan sağ cenahına karşı katî bir taarruz icra etmek
üzere kuvve-i mezkûreye hatt-ı harp açtırmıştır. Napolyon Bonapart dahi
pek çok defalar mevcudu, bir kolordu mevcudunu mütecaviz bir kuvvet
ile sabahleyin hareket ederek bir istikameti takip etmiş iyi bir yürüyüş
339
Von der GOLTZ
icra ettikten sonra öğle vaktine doğru bütün kuvvet ile düşmana taarruza
muvaffak olmuştur. Prusyalıların eski “resm-i geçit tabiyesi” bile 20,25,28
taburu yanaşık nizamda ve bir istikamette olarak sevk ile onlara bir nokta
üzerinde müttehiden iş gördürmeye muvaffak olabilmişlerdir. Bunların
cümlesi yeniden lazım olacaktır. Müstakbelde cesim kolorduları bir nokta-i
müntece üzerinde vakit ve zamanıyla cem‘ etmek pek çok kereler ancak
yürüyüş kolları arzının tezyidiyle tûlünün tenkîsi, süvari ve topçusunun
caddeler üzerinde ve piyadenin caddelerin yan taraflarından hareket
ettirilmesi ve ağustosun 18’inci günü tasmîm eylediği vechle bir ordunun
ileride içtimaı fevkalade bir hâl zuhurunda fevkalade vesaite müracaat
lazımdır. Genişçe bir cadde üzerinde nısf-ı takım ile kol nizamında yürümek
ve bu suretle bir fırkanın yürüyüş kolu tûlünü yarım ve bir kolordu yürüyüş
kolunun tûlünü dahi bir buçuk Alman miline tenzil etmek her hâlde mümkün
olabilir98.
Taarruz eden taraf nikâb-ı leylden istifade etmeye dahi muktedir
olarak zulmet-i leyl sayesinde tedarikatını düşmanın nazar-ı tecessüsünden
setreylediği gibi düşman mevzisine gündüzün büyük bir zayiata düçar
olması muhakkak bir dereceye kadar takarrüp etmeye dahi muvaffak olabilir.
Taarruz eden taraf düşmana takarrüp için ateş içinden kat‘ etmeye mecbur
olacağı mesafeyi ihtisar emrinde elinde bulunan kâffe-i vesaiti istimal
etmelidir. Buna zayiattan içtinap etmekten ziyade mevzi üzerine edilecek
sadme-i kat‘iyenin kuvvet ve şiddetini evvelden düçar-ı zaaf etmemek için
gayret olunmalıdır.
1870 senesi Eylülünün birinci yani Nevasil Meydan Muharebesi’nin
ikinci günü Fransızların gece vakti ağustosun otuz birinci günü vuku bulan
muharebe esnasında iki taraf muamelat-ı harbiyesinin hedefi bulunmuş
olan karyelere bi’l-hücum zabt etmeye çalışmış oldukları haberi vasıl oldu.
İşte o zaman Prens Frederick Charles birinci defa olarak “ileride esliha-i
hazıranın şiddetinden naşi gündüzün zabt ve teshîri gayr-i kâbil olmayan
mevâki‘-i müstahkemeyi gece vakti zabt ederek ertesi günler onlar içinde sebat
ve mukavemet etmek lazım geleceği” fikrini beyan eyledi. Her hâlde gece,
bir muharebeyi hazırlamak için iktiza eden ve ekseriya mahdut bulunan
müddeti temdide hizmet edebilir. Vakıa bütün bu tedâbîr-i cebriyenin
harekât-ı harbiye esnasında istimali ancak lüzumunda caizdir. Çünkü bu
misillü tedbirler askeri ziyade yorarak kuvvetin kendisinden tamamıyla
istifade etmek istenilen bir kısmını mu‘attel bırakır. Birkaç günler imtidat
340
Millet-i Müselleha
341
Von der GOLTZ
hatırına gelmemiş idi. Çünkü kâffe-i inzar-ı dikkat geriye ve ricata doğru
değil ileride icra olunan harekât-ı taarruziyeye ve zafer ve galebeye doğru
müteveccih bulunuyor idi. İşte bunun içindir ki taarruz pek şiddetli bir
surette vukua geldi. Zaten her vakit böyle olmak lazım gelir.
Bir meydan muharebesinin tarifi sırasında bilmeyerek bir “taarruzî
muharebe” tarifine dalmışız. Zaten hangi Alman askeri başka türlü yapabilir
idi. Lâkin hubb-ı intizam “muharebe-i tedafüiye”den dahi bahsedilmesini
istilzam etmektedir.
Taarruz eden taraf daima cepheden ihtiraz eder. Çünkü taraf-ı müdâfi‘in
kuvveti cephede bulunduğundan taraf-ı mezkûr bu kuvvetine layıkıyla vâkıf
bulunmalıdır. Müdafaa tarafı cepheyi ileride bulunan arazinin her tarafını
kuvvetli ateş içinde bırakacak surette tertip etmiş ise bütün bir meydan
muharebesi günü ihtiyatlara müracaattan sarf-ı nazar edebilir. Binaenaleyh
düşmanın cephe veyahut üzerinde diğer bir muharebe meydanı taharrî
edeceğini bilerek bu ihtiyatları oralarda hazır tutmalıdır.
Yanlar taraf-ı müdâfi‘ için “Achilles’in topukları”dır99.
Lâkin ekseriya ahval yanlardan birinin bi’t-tercih daha ziyade veyahut
büsbütün tehdit olunduğunu gösterir. İşte elde bulunan ihtiyatlar bu yan
üzerine sevk olunmalıdır.
Emr-i müdafaa düçar-ı atalet olmamak için mümkün mertebe şiddet
ile mukavemet ve muharebe etmek iktiza eder. Zaten müdafaa sözünde bir
kere kumandanların efkâr ve mukarreratını zapt eden kurşun gibi bir sıklet
vardır.
Ezmine-i cedide muharebelerinde ihata tehdidi altında bulunan cenahı,
mevziyi temdit ile himaye etmek pek çok defalar tecrübe ve gayret edilmiş ise
de mevzinin bu vechle temdidi münasebetiyle cenah-ı mezkûr gittikçe kesb-i
zaaf ederek nihayet bu temdide mukabil olarak yalnız daha ziyade bir mesafe
ileriye doğru ihata manevrası temdide mecbur olan düşman tarafından
bütün mevzi suhuletle düşürülebilmiştir. Cenahların himayesi müteharrik
ordu aksamı vesâtatıyla daha suhuletle icra olunacağına mutekittir, bu
342
Millet-i Müselleha
343
Von der GOLTZ
100 Miralay Bulume’nin “Sevkülceyş” nam eserinin 170’inci sahifesine müracaat oluna.
344
Millet-i Müselleha
345
Von der GOLTZ
346
Millet-i Müselleha
inandırmak daha suhuletli olur. Lâkin bununla düşmanı iğfale memur olan
askerin muhatarası dahi tezâyüd etmiş olur. Onlar düşmanın yakınında
bulunduklarından düşman kendi tarafından mukabil taarruzlara kıyam
ederek cephe muharebesine evvelden tasmîm verebilir. Böyle bir hâlde
taarruz eden tarafa hemen kazmaya müracaat ile siperler inşa ve onların
arkasında müdâfi‘înin mukabil taarruzlarına mukavemet etmek tavsiye
edilmektedir. Bu vasıta tehlikelidir. Çünkü bu tertibat-ı tedafüiyeyi müşahede
eden düşman taarruz-ı katînin o nokta üzerinde vuku bulmayacağını derhâl
anladı. Mamafih bu çareye büsbütün nazar-ı istihkar ile bakmamalıdır. Belki
asker büyük bir boş mesafe kat‘ etmeye mecbur olmaksızın son hücumu icra
edebilmek için buna bir ikinci defa dahi müracaat etmek iktiza eder.
Hareket ve manevra icrası taraf-ı müdâfi‘e bir cenah aleyhinde icra
olunan taarruz ve gerekse bir ihata taarruzu esnasında pek büyük bir hizmet
edebilir. Kendisi hâle pek çabuk vâkıf olduğu takdirde tehdit edilmeyen
cenah üzerinden ilerleyip cephesi karşısında bulunan düşmanı düşürmeye
ve içtima üzere bulunan düşman kollarının hareketlerini tatile mecbur ve
onları karışıklığa düçar edebilir.
Harekât-ı taarruziye düçar-ı zaaf olduğu esnada düçar-ı taarruz olan
cenahı üzerinde aynıyla hareket ederek parlak muvaffakiyetlere dahi nail
olması muhtemeldir. Lâkin bunun için ihata taarruzuna karşı icra edilen
mukabil taarruzda olduğu gibi büyük bir metanet ve büyük bir kuvvet
lazımdır.
Bir cenaha icra olunan taarruz mazhar-ı muvaffakiyet olduğu takdirde
muharebenin cereyan-ı âtîsi esnasında ekseriya bir ihata taarruzuna
mübeddel olur. Zira düşmanı düşürmek şevk ve emeli düşmanın mağlup
olan cenahının merkeze doğru çekilerek himaye ve irtibat istihsali zımnında
gösterdiği emel kadar tabiîdir. Bu vechle ise taarruz eden taraf ihata
manevrası için evvelden bulamamış olduğu mahal ve mesafeyi bulmuş olur.
Bunun içindir ki müstakbelde zuhur edecek meydan muharebelerinde
dahi cenah üzerine taarruz, merkez aleyhine taarruzdan daha ziyade vuku
bulacaktır. Merkez aleyhine icra olunan taarruz mazhar-ı muvaffakiyet olduğu
takdirde neticesi düşmanı yarıp perişan etmek ise de muharebe meydanında
hatt-ı müdafaa cephesinin metanet-i tabiîyesinden naşi pek çok müşkülata
galebe etmek mecburiyetinde bulunur. Hücum eden tarafın ilerilediği
nispette düşman tarafından ihata edileceği bedihi olup bu hâl ise şimdiki
eslihanın menziline nazaran Napolyon Bonapart’ın zamanında olduğundan
pek çok ziyade muhataralıdır. Her hâlde düşmanın hatt-ı harbi yarıldığı
347
Von der GOLTZ
348
Onbirinci Fasıl
Takip, Muzafferiyyetten İstifade, Ricat
Biri hâl-i taarruz üzere bulunan ve diğeri müdafaa hâlinde olan iki
ordu muharebe esnasında hatt-ı ricatlerinden tebâ‘üde mecbur olmaları
fenn-i harbe dair ortaya atılan hatalı birtakım nazariyatın bize ekseriya
inandırdıkları kadar büyük bir ehemmiyeti haiz bir keyfiyet değildir.
Hususiyle bugünkü günde cesim orduların hassa-i teharrükü muvakkaten
terk olunan hutût-ı ricati tekrar ele geçirmeyi ziyadesiyle teshil eder. Zaten
hutût-ı ricattan müneffek bulunmak muhatarası ancak bir hezimet akîbinde
düşmanın takibi vukuunda tehlikeli olabilir. Muharebenin akîbinde takip ise
muharebat-ı ahîrede asla vukua gelmediği bi’t-tecrübe sabit olduktan başka
kaideten dahi vukua gelmemesi meydan muharebelerinin hâl ve tabiatından
neşet etmektedir.
Meydan muharebelerinin mesafât-ı cesimesi, umumî muharebenin
müteaddit muharebelerine ve meydan muharebelerine inkisamı, esliha-i
hazıra menzili hasebiyle dost ile düşman beyninde bulunan bu‘d ve mesafenin
cesameti, nezarete ber-vechle mâni olur ki muharebe-i kat‘iye vuku bulan
günün akşam üstü başkumandan hâlin suret-i umumiyede neye müncer
olduğunu pek güç anlayabilir. Vakitsiz mübaşeret edilecek bir takip ile bir
mukabil taarruzu davet etmek ihtirazı ve muzafferiyeti tevsi gayretinde
iken onu büsbütün elden çıkarmak endişesi daima baş gösterecektir. Bir
muzafferiyete mazhar olmuş bulunmak his ve memnuniyetiyle muharebe
meydanından ayrılmak kâfidir. İşin ne hâle müncer olduğu ancak mağlup
olan tarafın ricati tamam olduktan sonra layıkıyla anlaşılır.
Binaenaleyh “ahval-i adiye” sırasında muharebeden sonra ancak ertesi
günü sabahleyin başkumandanlık canibinden tertibat-ı cedide ittihaz
olunabileceği anlaşılabilir. Lâkin o zaman dahi düşmanı doğrudan doğruya
takip vakti geçmiş bulunur. Ondan başka muharebe akîbinde bir takip
hareketi tertip etmeye ancak başkumandanlığın iktidarı vardır.
Her bir muharebe fevkalade bir heyecana ve kuva-yı maddiye ve
maneviyenin derece-i nihayede bir yorgunluğuna bâdî olduğundan “akîb-i
349
Von der GOLTZ
350
Millet-i Müselleha
edilir ve her ne kadar bazı kereler pek kanlı muharebeler dahi vuku bulmuş
ise de yine zamanımızda olduğu gibi işe askerlik sanatına mahsus bir dikkat
ve ciddiyet-i kâmile verilmez idi.
General Clausewitz bu babda der ki :
351
Von der GOLTZ
352
Millet-i Müselleha
353
Von der GOLTZ
354
Millet-i Müselleha
Bâlâda tarif eylediğimiz şey bir tasvir-i muhayyel olmayıp esna-yı harp
ve seferde pek çok kere nümâyân olan bir tasvir-i hakikidir. Takip hareketine
ciddi bir kuvvet veren şey ancak harbe mahsus bir kin ve garezdir. Bizzat işe
iştirak etmek lazım olup binaenaleyh muharebe akîbinde başkumandanın
bizzat tertibat-ı lazıme icrasına teşebbüs etmesi iktiza eder. Başkumandan
bizzat elde bulunmuş olan taze taburları veya süvari cemiyetlerini takibe
sevk ve kendisi zulmet-i leyl içinde onlara refakat ederek hâl ve hareketlerini
mütemadiyen teftiş edecek olur ise takip hareketinden ancak o zaman
netâyic-i hasene intizar olunabilir.
355
Von der GOLTZ
Piyade askeri zaten düşmana temas üzere ise ava yayılmış bulunduğu
cihetle layıkıyla idaresi müşkül olarak civarda yanaşık kol nizamında bazı
kıtaata tesadüf etmek dahi mümkün ise de bunlar nadiren bir cüz’ü-tâmma
mensup bulunurlar. Hâlbuki cesim cüz’ü-tâmmların daima daha şiddetli bir
tesir icra eyledikleri öteden beri malumdur.
Düşman yalnız bir caddede takip olunduğu zaman elinde biraz daha taze
asker bulunduğu hâlde mezkûr caddeyi daima seddedebileceğinden, takip
hareketine münasip bir arzda olarak bede’ ve mübaşeret etmek lazımdır.
356
Millet-i Müselleha
357
Von der GOLTZ
Mağlup olan taraf ise büsbütün başka bir hâlde bulunur. Kendisi
menâfi‘-i azimesini düşünmek hususunda muvakkaten sarf-ı nazar etmeye
ve herşeyden evvel hâlini temin eylemeye kendisini mecbur görür. İşte o
sırada onun en ziyade tesirini mucip olan zaaf dahi bundan neşet etmektedir.
Ricat demek o vakte kadar takip edilen bir maksad-ı harbiyeden sarf-ı nazar
ve tarîk-i selamet ve emniyeti taharrî etmek demektir103.
103 Vakıa daha müsait ahvale intizar için ihtiyarî olarak icra edilen ricat bu cümleye dâhil
değildir. Biz yalnız ricat-i ıztırârîden bahsediyoruz.
104 Hutût-ı mütebâ‘ide üzere ricat ettikten ve düşmanı iğfal eyledikten sonra tekrar hutût-ı
mütekâribe ile içtima filhakika bazı ahvalde gayet nafi bir hareket ise de 1806 Seferi’nde
Prusya Ordusu bu hareketten mazarrat-ı azime görmüştür. Li’l-mütercim.
358
Millet-i Müselleha
359
Von der GOLTZ
360
Millet-i Müselleha
361
On ikinci Fasıl
Kanun-ı İcabât
362
Millet-i Müselleha
105 Müşârun-ileyhin 1806 Eylül 30 tarihli muhaberesi bazısı oldukça uzun olmak üzere
onyedi adet tahrirâttan ibarettir.
106 Burada Alman mili murat olunmuştur. Napolyon’un sözü “Vingt a vingt lieues cing” yani
yirmi ila yirmi beş mildir.
363
Von der GOLTZ
364
Millet-i Müselleha
365
Von der GOLTZ
ve iştiyakı muntafî olur. Bir şan ve şeref hazinesi iddihâr ve bütün ömür için
güzel bir yadigar istihzar ve ölüm tehlikesi zamanında bile sadakat ile ifa-
yı hizmet etmiş olduğu hissine mâlik bulunmuş saadeti istihsal olunmuştur.
Ka‘r-ı kalpte bilâ ihtiyar bunların cümlesini sâlimen memlekete getirmek
arzusu harekete gelir. Muvaffakiyet ile geçirilmiş bir seferin nihayeti
zamanında artık vatan için ölmek hevesi hiç kimsede kalmaz. Kumandanlar
dahi hıfzedilecek haklı bir şöhret-i askeriye kazanmış olduklarından seferin
nihayet günlerinde ilk muzafferiyyet taçlarına doğru el uzattıkları zamanda
olduğu kadar cüretli olmamaları bir emr-i tabiîdir.
107 Zabitanın bu nüfuzu kısmen kendi zatlarından ve kısmen dahi maiyetlerinde olan
askerin ahlakına layıkıyla vâkıf bulunmalarından neşet eder. Ekseriya nazar-ı dikkate
alınmayan bu husus cüzî bir zabit neferat üzerine icra-yı nüfuza bede’ ettiği gibi nümâyân
olur. Mâ-dûn mâ-fevkin kendisini şahsen tanımadığını gördüğü zaman mahzun olacağı
gibi amir dahi mâ-dûnun kendisinin nezdinde şahsen malum olduğunu bildiği zaman kend-
isine daha iyi itaat edeceğinden emin olmalıdır. Binaenaleyh zabitan ve efrat miyânında
mu‘ârefe-i şahsiye faydalı bir rabıtadır.
366
Millet-i Müselleha
367
On Üçüncü Fasıl
İta-yı Karar, Sebat, Mesuliyeti Der-uhde Ederek Hod Be-hod
Hareket, İstiklal, Hareket-i Keyfiye
368
Millet-i Müselleha
369
Von der GOLTZ
370
Millet-i Müselleha
371
Von der GOLTZ
372
Millet-i Müselleha
110 Clausewitz.
111 Meuse Nehri 804 kilometre tûlünde bir nehirdir ki Fransa’da nub‘ân ederek Verdun,
Sedan, Mezir, Namur, Liege, Maasbracht, Rotterdam şehirlerini saky ettikten sonra Bahr-ı
Şimali’ye mansıb olur. Li’l-mütercim.
112 222’nci sahifeye müracaat oluna.
373
Von der GOLTZ
İşte hâlât-ı gayr-i memule zuhur etmiş olmakla beraber yine nokta-i
nazar-ı aslîden bakarak karar-ı sevabı bulmak mümkün olabilmiştir. Eğer
fikir, ahval-i muharebeye, düşmanın miktarına veya bu ve şu kolordunun istila
eylediği mevziye ziyade dalmış olsa idi nokta-i nazar-ı mezkûru kaybetmek
ve karar-ı sevabı bulamamak muhtemel idi.
113 General Clausewitz 1806 senesi Teşrinievvelinin 12’nci günü Weimar civarında kâin
Tennstedt konak mahallinden yazdığı bir mektup.
114 76’ncı sahife ile onu takip eden sahifelere müracaat oluna.
115 Scharnhorst, Muhtıra-i Zabitan, üçüncü cildin 282 ve 283’üncü sahifeleri.
374
Millet-i Müselleha
Bu söz gerek bir askere ve gerek ilm-i tebabet tahsiliyle müştagil bir
şakirde fevkalade lazımdır. Nefse olan bu emniyetten emir ve kumanda
etmek için pek güzel bir tarz tevellüt eder.
Filhakika muharebede iyi bir kumandan olmak için harekât-ı harbiye
ve manevralarda kesb-i meleke ve maharet etmiş bulunmak dahi lazımdır.
Vakıa bunların kâmilen taht-ı nüfuz ve tahakkümünde kalmak iyi değil ise
de onları büsbütün nazar-ı dikkatten dûr etmek dahi asla caiz değildir. Zira
bu babda vukua gelecek bir müsamahanın cezası pek çabuk görülür. Ondan
başka bir de kumanda etmeye alışmış bulunmak lazımdır.
Hengâm-ı harpte kâffe-i mukarreratın en şedit düşmanı hiss-i mesuliyet
bulunduğu cihetle kaideten mukarreratta en zengin adamlar hiçbir mesuliyet
altında bulunmayan adamlardır. Genç yaşımızda esb-süvâr olarak bir erkân-ı
harbiye heyetiyle beraber gezdiğimiz zaman en büyük şeylere kemâl-i
süratle karar verir ve en ağır kararların icrasını der-uhde etmeye müheyya
bulunuruz. Pek çok defalar tasmîm olunan şeyin pek doğru olduğu bi’t-tecrübe
sabit olduğu cihetle insan kendini büyük bir kumandan olmak için yalnız bir
mareşallik asasına muhtaç zannediyor. Lâkin kaide-i ihtiyat-perverî bize “bir
hâl bir mesuliyet” içinde Napolyon’a layık ef‘âlde bi’l-amel bulunmadıktan
sonra nefsimizde bir Napolyon’un vücudunu hissetmemekliğimizi tavsiye
etmektedir. Bâr-ı mesuliyet bir darbede herşeyi tebdil eder. İnsan o anda
harbe başka bir nazar ile bakmaya başlar. Bâr-ı mesuliyet insanın nazarını
ber-vechle tebdil eder ki tabiatın en latif bir gününde bir adamın gözleri
önüne sarımtırak bir kırmızı cam getirildiği zaman bir an evvel gayet güzel
gördüğü havanın birdenbire tebeddül ettiğini ve saha-i tabiat fevkinde cesîm
bir fırtına alâ’imini müşahade eylediği gibi o anda ahval-i harbiyeyi büsbütün
başka bir renkte görmeye başlar.
Bâr-ı mesuliyet her tarafta bir suret-i mütesaviyede icra-yı tesir
etmeyerek bu tesir silsile-i merâtib-i askeriye derecatının tereffü‘üyle
beraber tezâyüd eder. En aşağı mertebede gayet cüzî bir tazyik ile bede’
eder. Bu hâl hususiyle bizim ordumuzun zabitan heyetinde nümâyân olur.
Zira bizde heyet-i zabitan efradının cemiyet-i medeniye nokta-i nazarından
375
Von der GOLTZ
376
Millet-i Müselleha
bir rütbeye hazırlanmasını talep eder idi. Çünkü mesuliyeti der-uhde ederek
hod be-hod hareket ve istiklal hassaları ancak bu suretle vücuda gelmiş olur.
Bir kolordu bede’ olunan yürüyüşe sabahleyin erkenden devam
etmeye emir alır. Lâkin bu sırada ordunun bir cenahının memulün fevkinde
olarak düşman ile müsademe etmiş olduğu haberi vasıl olur. Karargâh-ı
umumînin eski caddeyi terk ile muharebe meydanına isal eden yollara
inhiraf etmesi ihtimalât dâhilinde bulunuyor ise de bu babda henüz bir emir
vürut etmemişdir. İşte bu sırada kolordu kumandanı maiyetinde bulunan
kolorduyu ertesi sabah dolaşık yollardan gitmeye ve vakit zayi etmeye
mecbur olmamak üzere tebeddül eden istikametten hareket edebilecek bir
hâle koymaya karar verir. İşte buna mesuliyeti der-uhde ederek hod be-hod
hareket etmek derler.
Tesadüfî muharebe tarifinde bataryalarını yürüyüş kolundan çıkararak
ilerletmiş ve bu suretle bir emir vürudunu beklemeksizin başkumandanın
arzusunu yerine getirmiş olan topçu kumandasının hareketi dahi “inisiyatif”
yani mesuliyeti der-uhde ederek hod be-hod hareket idi. Tarassut eylediği
düşmanın çekilmekte olduğunun farkına varan ve düşmanın kaçırılmasının
orduya ne derecede muzır olacağını ra‘nâ derk ve iz‘ân eden pişdar
kumandanı düşmana taarruz ettiği zaman yine bu hassaya ittibâ‘ etmiş olur.
Mesuliyeti der-uhde hod be-hod hareket hassası ekseriya olduğu gibi her
nerede olur ise olsun taarruz ve hücum etmek hususu zannolunmamalıdır.
Bir rütbe-i aliye ashabından ve fünûn-ı askeriyede temeyyüz etmiş erbâb-ı
harpten bulunan bir zatın “bir taarruz dahi mesuliyeti der-uhde ederek hod
be-hod hareket hassasının fikdânına delalet edebilir” sözü ziyadesiyle hakikate
muvafıktır. Bu keyfiyet bir pişdar kolunda, kolun kumandanı mücerred ne
yapacağına dair bir karar-ı katî ve muayyen vermediği hâlde düşamana
taarruza kıyam eylediği zaman vaki olur.
Mesuliyeti der-uhde ederek hod be-hod hareket, mâ-dûnda bulunan
bir zabitin kendi dirayet ve malumatına istinaden mâ-fevkinde bulunan
kumandanların maksadını terviç etmek üzere bilâ istizan iltizam eylediği fiil
ve hareketten ibaret bulunur.
Filhakika bu hareketin başkumandanın niyyâtını kat‘ ve artık tebdili
gayr-i mümkün olarak husule getirdiği işler ile kendisinin hürriyet-i
hareketini ihlal ederek bazı kere kumanda heyetini izaç edebileceği gayr-i
münker değildir. Kumanda tabakat-ı aliyesinde mesuliyeti der-uhde ederek
bir tedbirin icrasına mübaşeret olunmazdan evvel tedbir-i mezkûrun kâffe-i
377
Von der GOLTZ
378
Millet-i Müselleha
câmi‘ olması muhtemel ise de askerlik âleminde onun külliyen def‘i icap
eder. Asker mütemadiyen meşgul olmalıdır. Kendisi yaptığı şeyin mazhar-ı
takdir olacağından veyahut hiç olmaz ise düçar-ı takbih edilmeyeceğinden
emin olduktan sonra kemâl-i memnuniyet ile çalışır.
117 Bu husus sulh ve asayiş zamanında dahi lazımdır. Zaten sulh ve asayiş zamanında
icra olunan manevralarda kâffe-i harekâtın muntazaman ve eşkal-ı latife husule getirecek
surette cereyanı matlup olduğundan belki lüzumundan fazla emirler verilmek âdet hük-
mündedir. Hareket-i istiklal-perverânesiyle bir kıt‘a-i askeriyenin şekl-i latifini ihlal eden
bir zabit belki düçar-ı takbih ve tekdir olur. Bunun içindir ki bu zabit asayiş zamanında
tecrübelerine istinat ederek bir işe mübaşeret etmezden evvel bâlâdan bir emir vüruduna
intizar etmeyi tercih etmeye başlar ve bu hâl gittikçe âdet hükmünü alır. Binaenaleyh aşağı
tabakalarda bulunan ümera ve zabitan her nerede istiklalden mahrum olacak olur ise
harekât-ı harbiyenin tevlit edebilecekleri sû’-i netâyicin bütün mesuliyeti tabakat-ı ulyâda
bulunanlara ait olacağı bî-iştibahtır.
379
Von der GOLTZ
380
On dördüncü Fasıl
Yağmurlu, çiğli bir havanın tesiriyle toprak bir kadem derinliğe kadar
yumuşadığı ve topçu ile süvariyi caddenin haricinde yürütmek gayr-i mümkün
olduğu zaman harekât-ı harbiyenin, askeri kuru bir topraktan yürütüldüğü
zamana nispeten başka tarzda olacağına asla şüphe yoktur. Muharebeler
daha az katî olacağı gibi imtidatları dahi tezâyüd eder. Seri takipler icrası
mümkün olmadığı gibi şiddetli bir taarruz icrası dahi gayr-i mümkün
bulunur. Hâl-i müdafaanın kuvveti tezâyüd eder. İyi askerin tabiyedeki
meleke ve maharetinden tamamıyla istifade olunamayacağı misillü fena bir
asker dahi onu sabit-kadem olarak beklemeye ve onunla mübareze etmeye
cesaret eder. Anasırın bu nüfuz ve tesirinden dolayı planları tahdit veyahut
kumanda heyetiyle askerin gayret ve ikdamını iki misli etmek iktiza eder.
381
Von der GOLTZ
saat zarfında nîm bir surette kazanılan bir muzafferiyet, muharebe etmeye
müsait iki saat daha mevcut olsa idi düşmanın külliyen inhizamına bais
olabilir idi.
Mevsim-i şitada yürüyüşler daima ziyade mucib-i mihnet ve ızdırap
bulunurlar. Buna yalnız yolların fenalığı ve nüzul eden berf değil havanın
şiddet-i bürûdeti dahi sebebiyet vermektedir. Soğuk, efrad-ı askeriyenin
kuvvetini tenkîs ve yorgunluklarını tezyit eder. İnsan daha uzun bir uykuya
muhtaç olduğundan konak mahalline erkence muvasalat olunduğu hâlde yine
ertesi sabah harekete mübaşeret ve bir müddet teehhür eder. Ondan başka
bütün askeri hanelerde ve mahfuz yerlerde yerleştirmek elzem olduğundan
asker memleketin içinde ve büyük mesafeler dâhilinde dağılmaya mecbur
olur. Her içtima için ziyade vakit lazım olduğundan bu hâlin mahzuru ise
kış günlerinde daha ziyade hissolunur. Mesafât-ı ba‘îdeden bir içtima-ı seri
vukuu ve uzaktan kolbaşı hizasında içtima edildikten sonra muharebeye
girmek hususu mümkün olamaz. Ordu aksamını dağıtmak emrinde daha
ziyade ihtiyatkârâne davranmaya ve aksam-ı askeriyeyi mümkün mertebe
yek-diğerlerine daha yakın tutmaya gayret etmek lazımdır. Bu husus ise yine
askerin layıkıyla konaklara yerleştirmek hususuna muzırdır. Soğuk, neferat-ı
askeriyeyi ziyade acıktıracağından askeri daha iyi beslemek lazım gelir. Sıcak
yemek elzem bir ihtiyaç hükmüne girer.
382
Millet-i Müselleha
dahi olduğunun iki misli büyük olur idi. General Wellington tarafından119
Waterloo 120 Meydan Muharebesi’nde söylenip ve ondan sonra darb-ı mesel
hükmünde kalmış olan şu “Ya gece olmasını veyahut Prusyalıların vürut
etmesini isterim.” sözü ile müşârun-ileyh muharebe esnasında imtidad-ı
yevmin fevkalade ehemmiyeti pek güzel ifade ve ispat etmiştir. St-Privat
Meydan Muharebesi’nde muharebeye müsait bir saat daha vakit olmuş olsa
idi muzafferiyet iki misli bir derecede bulunur idi. Fakat bu muharebenin
vukuunu ağustosun 18’inci günü yerine Kanunuevvelin 18’inci günü farz
edecek olur isek muharebenin gündüz saat on ikide başlayabilmesine bile
şüphe vardır. Mamafih muharebenin bu saatte başlamış olduğunu farz ve
kabul edecek olur isek muharebenin nihayeti tamamıyla Prusya Hassa
Ordusu’nun St-Privat karyesine icra eylediği taarruz düçar-ı atalet olduğu
esnaya tesadüf eder idi. Binaenaleyh ertesi sabah bu taarruza yeniden
başlamak iktiza eder idi ki bu sırada Mareşal Bazaine dahi geceden istifade
ederek henüz muharebeye sokmamış olduğu ihtiyatlarını tehdit olunan
cenahın imdadına göndermeye muvaffak ve bu suretle Fransızların Almanlar
tarafından düçar-ı taarruz olan cenahı kesb-i kuvvet etmiş olmakla bu hâlde
muharebenin cereyan-ı âtîsinin ne şekilde rû-nümâ olacağı halle şayan bir
mesele hükmünde bulunur idi.
119 General Wellington İngilizlerin meşhur bir kumandanı olup 1815 senesinde Bonapart
aleyhinde ittifak eden devletler ordularının başkumandanlığını der-uhde ederek Waterloo
muharebe-i meşhuresini kazanmıştır. Müşârun-ileyh 1769 senesinde tevellüt edip 1852
senesinde vefat etmiştir. Li’l-mütercim
120 Waterloo, Belçika’da Brabant Eyaleti dâhilinde bir karye olup 1815 senesinde
civarında Napolyon Bonapart’ın mağlubiyetiyle şöhret-şi‘âr olmuştur.
121 Almanya haftalık ceride-i askeriyesinin 1760 senesi şuhûr-ı sülüse-i evvelîsi cild-i ev-
velinin ilavesine müracaat oluna.
383
Von der GOLTZ
kralın emri üzerine muharebe esnasında Rusların geri taraftan olarak Lebus
mevkiinde Oder Nehri üzerinde kâin Frankfurt şehrine doğru azimet ve şehr-i
mezkûru zapt ve teshîr eyledikten sonra düşmanın ricat eden askerine nehr-i
mezkûr üzerinde gemilerden inşa edilmiş bulunan köprüleri seddetmiştir.) ve
kral dahi ayın onüçüncü günü sabahleyin Grundhaide’nin hâkim tepelerinden
dünkü günün nîm kazanılmış muzafferiyetinden mütevellit bir şevk ve gayret
ile taarruz ve hücumunu tekrar eyler idi.”
Kunersdorf Meydan Muharebesi’nde zulmet-i leylin hululünde Büyük
Frederick’in muharebeye devam etmemiş olacağı muhakkak bulunduğu gibi
Torgau Muharebesi’nde dahi General Zieten ağustos ayı olmak hasebiyle
o esnada mevcut olan aydınlık olmamış olsa idi Schafteich civarında kâin
Siptitz Tepelerini zabt etmeye muvaffak ve hele zabt ettikten sonra onlarda
sebat etmeye asla muktedir olamaz idi.
Binâberîn evvelden tasmîm edilmiş bir meydan muharebesinin icrasında
imtidad-ı yevm büyük bir ehemmiyeti haiz bir kemmiyyettir. Muharebenin
geç vakit başlaması ancak nîm muvaffakiyetlerin husulüne bais olur. Katî
bir netice istihsaline gayret olunduğu zaman muharebeye geç başlamak
hususu mazarrat-ı azimeyi mucip olabileceği gibi nîm muvaffakiyetler ile
iktifa veyahut yalnız öyle nîm bir muvaffakiyete kâfi derecede bir kuvvet
hissolunduğu takdirde bais-i menfaat olabilir.
Mevsim, ordunun mizacı üzerine dahi bir nev‘ nüfuz icra eder. İlkbaharın
latif bir gününün sabah saatlerinde mevsim-i sayfın hararetli günlerinde
veyahut bulanık yağmurlu günlerde hareket olunduğuna nazaran elbette
şevk ve gayret ile yürünülür.
“Hava”nın ordunun ahval-i sıhhiyesi üzerine ne derecede bir nüfuz icra
eylediği vâreste-i kayd-ı izahtır. Buna bir de esbâb-ı maişet zarureti inzimam
edecek olur ise her şeyi tahrip eder bir kuvvet husule gelebiliir. Hele bu
misillü tesirat hususuyla cebrî istirahatlerde ve mesela konaklarda ve bu
kabîl ahvalde fevkalade bir nüfuz-ı muzır icra ederler.
1870 senesinde Metz önünde bulunan Alman Ordusu’nun kumanda
heyeti bu nokta üzerine maiyetinin nazar-ı dikkatini celp ederek büyük
bir eser-i ihtiyat-perverî ibraz etmiştir. Heyet-i mezkûre ısdâr eylediği
emirnamelerde pek çok kere efrad-ı askeriyenin muhasara hattı dâhilinde
ameliyat-ı muhtelife ile işgal edilmesi lüzumunu zikretmiştir.
Bunlardan eylülün dokuzuncu günü ısdâr olunan bir emirnamede şu
ihtar var idi :
384
Millet-i Müselleha
385
Von der GOLTZ
dolusu hastegân geriye doğru izam olunduğu ve onların yerini tutacak pek
az efrat geldiği ve kuvve-i muharribe karşısında kâffe-i vesaitin tesirsiz
kaldığı görüldüğü zaman insanın kalbini bir nev‘ havf ve dehşet istila
eder. “Bahtü’n-nasr’ın” Kudüs-i Şerîf önündeki ordusu bilâ ihtiyar insanın
hatırına gelir. İlel ve emrazın mucip olduğu zayiat hemen inanılamayacak bir
derecede olarak nihayet kâffe-i muvaffakiyatı düçar-ı muhatara edebileceği
yalnız bir misalden anlaşılabilir. Fransa memâlikine tecavüz etmiş olan
Alman Ordusu’nun ahval-i sıhhiyesi oldukça iyi idi. Hiçbir illet-i sâriye zuhur
etmedi. Mamafih bütün seferin müddeti esnasında 400.000 nefer hastegân
hastahaneleri ziyaret etmiştir122.
Geçenlerde erbâb-ı tetkikten bir zat sefer esnasında hastahaneyi ziyaret
etmiş bir neferin, ordudan müneffek olduğu zamanın miktar-ı vasatîsini
hesap ve taharrî ederek yirmi günden ibaret olduğunu bulmuştur.
Bu infisâh-ı tabiînin önüne set çekmek için elden gelen vesaite müracaat
etmek lazım gelir. Muharebe edilen memleketin iklimi ve havası tedâbîr-i
muhtelife ittihazını istilzam eder. Memâlik-i şarkiyede edilen bir harp
esnasında büsbütün başka yolda tedâbîre ihtiyaç messedeceği ve askerin
muhafaza-i sıhhati dahi Alman veya Fransa toprağında edilen bir muharebe
esnasında olduğuna nazaran daha ziyade bir ehemmiyet kesb eyleyeceği
vâreste-i kayd-ı gümândır.
386
Millet-i Müselleha
heyetleri, topların adedi 123 ve esbâb-ı nakliye daima hâl-i sabıkta kalırlar. Asıl
muharrib bir tenakus başlıca piyade sınıfından nümâyân olur. Bu tenakus
süvari ve topçu sınıflarında o derecede mühim değildir. Bu vechle düçar-ı zaaf
olan piyade askeri ke-mâ fi’s-sâbık mükemmel bir kolordunun icap ettirdiği
muhafaza, emniyet vesair için iktiza eden hidemâtı ifaya mecbur bulunur.
Hatta hidemât-ı mezkûre ile sefer bidayetinde olduğundan ziyade mevcudu
tenakus etmek üzere olur. Başlıca sınıfın ehemmiyeti bu vechle gittikçe
tenakus ederek topçunun ehemmiyeti ise bilakis gittikçe tezâyüd eder. Daha
Büyük Frederick bile piyadesinin mütemadiyen düçar olduğu zaafa karşı bir
muvazenet husule getirmek için topçusunun tezyidi lüzumunu derk etmiş
idi. Müşârun-ileyh 1758 senesi mevsim-i şitasında Mösyö Fouguet’e yazdığı
bir mektupta bu babda şu vechle beyan-ı efkâr ediyor :
“Piyademizin mütemadiyen düçar olduğu zaafa karşı bir ilaç olmak üzere
topçumuzun miktarını haylice tezyit ettim. Harp imtidat ettikçe piyade sınıfını
teşkil eden anasır gittikçe fenalaşmaktadır.”
Lâkin topçunun miktarı esna-yı harpte tezyit edilmeyip de bidayet-i
harpte bulunduğu hâl-i aslîsinde kalacak olsa bile yine piyade sınıfı 25.000
neferden mürettep kolordularının 25.000’den 15.000, 12.000, 10.000 ve
belki de 7.000 nefere tenezzül ettiğini görerek bilahare vazifesinin topçu
sınıfını himaye ve muhafaza raddesine tenezzül ettiğini müşahade edecektir.
Bu kuvvet zayiatı ve harp için bidayet-i emrde gösterilen fevkalade şevk
ve gayretin tenakusu sayesinde harp büsbütün tebdil-i şekil ve hâl eder124.
Kıtaat-ı cesime-i askeriye kuvvetinin tenakusuyla kıtaat-ı mezkûrenin
nev‘an-mâ kıtaat-ı sağîre hâline gelmesi Bonapart gibi mâhir bir kumandana
süratli manevralar yapmak, düşman üzerine baskınlar ve memulün fevkinde
tertibat icrası bir noktada birdenbire zuhur ederek tekrar kaybolmak
iktidarını verir ise de yine bâlâda meşrûh ahval ale’l-umum muharebelerin
sürat ve kuvvetini tenkîs ederler. Düşmanın mahv ve izalesinden ziyade
ricatına sebebiyet verilir. Muharebeler birçok şematat husule getiren, pek çok
barut sarfını istilzam eden ve mamafih muharebe meydanını cenazelerden
hâlî bırakan ve nihayet hiçbir netice husule getirmeksizin hitam bulan top
muharebeleri hâline girerler. Filhakika idare-i harpte zuhur eden tebeddülat
nazar-ı vatanda mestûr kalır. Çünkü harekât ve muamelatta pek az kuvvet
123 Muharebe esnasında düşman eline geçmiş bulunması muhtemel olan toplar dâhil-i
hesap olmamak üzere.
124 On ikinci faslın iptidaki sahifelerine müracaat oluna.
387
Von der GOLTZ
388
Millet-i Müselleha
muktedirdir. Topçu ateşinin süratli ateş olmasına ancak en ziyade bir tesir icra
etmesi muhakkak olduğu zaman müsaade edilmelidir.”.
“Bilakis ekseriya vaki olduğu gibi düşman cephemizin karşısında ahz-ı
mevki ile yalnız top ateşi icra ederek taarruzumuza muntazır olacak olur ise
o zaman cephemize düşmanın cenahı, bir rub‘-ı milden ziyade olmamak üzere
bir mesafeden ihata olunduğu sırada pek az top ateşi icra etmesi tavsiye olunur.
İşte şiddetli bir top ateşi asıl düşmanın cenahı aleyhinde icra olunmalıdır ki
düşman bizim ihata manevramıza karşı mukabil taarruzlar icrasına teşebbüs
etsin.”
“Bu vechle icra olunan bir ihata manevrası esnasında süvarimizi dahi
süvari topçusuyla bi’l-ittifak düşman arasında bir karışıklık îkâ‘ etmek için
düşmanın ta gerisine bir çevirme hareketi icrasına muvaffak olabilir.”
“Düşmanın mukabil taarruzları bu vechle ret ve düşman zayiata düçar
edildikten sonra kendisini ricata mecbur etmek için piyadelerimiz taarruzu
bede’ eder.”
“İşte bu suretle askerimizi yoran faydasız zayiata ve külliyetli cephane
sarfiyatına sebebiyet veren birtakım neticesiz muharebelerden içtinap edilmiş
olur.”
Bu emirnamede sunûf-ı selâsenin istimali hakkında tavsiye edilen
kavaid-i mahsusa ve zayıf olan piyadeyi istimal ile beraber mehmâ-emken
esirgemek hususu bu misillü muharebelerin cümlesinde şayan-ı imtisal bir
numune olsa sezâdır.
Askerin muharebedeki hâline kendisiyle uğraştığı düşmanın “havass-ı
mahsusa”sı dahi epey bir nüfuz icra eder. Uzun bir müddet “fena” bir düşman
ile uğraşmış olan en âlâ bir ordunun maharetçe olan kıymeti tenakus eder.
1870 senesinden evvel Fransız askeri Cezayir’de, Asya-yı Şarkî’de ve
Meksika’da gördüğü tecârüb-i harbiye ile mağrur ve müftehir iken Almanlara
karşı edilen muharebede tecârüb-i mezkûreden mustahsal netâyic-i
hasene ibrazına asla muvaffak olamadı. Bahr-ı Muhît’in öbür tarafında
edilen askerî seyahatler Avrupa ahval ve münasebatına nazaran kıymetsiz
muharebat-ı sağîre ameliyatından ibaret bulunmuş olduğu ve buna mukabil
Fransız askerinin muharebat-ı mezkûrede tekâsül ve müsamahaya alışmış
bulunduğu meydana çıkmıştır. Ondan başka bu asker muzaferriyât ile ciddî
bir mukavemetin nasıl olduğunu ve düşman aleyhinde kuru, mütemadi ve bir
maksada hâdim bir muamele-i harbiyenin ne vechle icra olunacağını ferâmuş
389
Von der GOLTZ
390
Millet-i Müselleha
391
On beşinci Fasıl
392
Millet-i Müselleha
393
Von der GOLTZ
394
Millet-i Müselleha
düşmanın yan tarafında vaki oldukları hâlde icra edecekleri tesirden dahi
birçok bahsolunur.
Orduların hudut üzerinde emr-i içtimaının kalelerde bir istinat noktası
bulduğu bir derecede sahihtir. Çünkü düşman kaleler vesâtatıyla set ve
himaye olunan nukâtı ele geçirmeye muvaffak olsa emr-i içtimaı elbette
daha ziyade suhuletle ihlal edebilir. Kalelerde terk olunan kuvvetli asâkir-i
muhafaza ilan-ı harp ile beraber şimendifer köprüleri ve sairenin istila ve
muhafazası zımnında mahsus müfrezeler izam edebilir. Bu kaleler sayesinde
hududu mütemadiyen nezaret altında tutmak için icap eden nokta ve hududa
mücavir olan memâlik ahalisine içtima ile telbîs ve teçhiz olunacakları emin
bir mahal tehiyye edilmiş olur. Orduların içtimaı esnasında serian tesisi
iktiza eden ambarlar dahi kalelerde tesis ve inşa edilir.
Velhâsıl derece-i sâniyede olarak bu misillü bir silsile-i fevâ’id asla
eksik olmayacaktır. Lâkin askerin karaya çıkarılması ve memleket dâhilinde
yayılması esnasında kalelerin gösterdikleri eser-i himaye pek mahduttur.
Filhakika düşman bir kalenin yakınında karaya çıkan askerin karaya çıkmak
ameliyatını ihlale teşebbüs edemeyeceği gibi, vürut eden ordunun doğrudan
doğruya bir kaleye yanaşarak karaya çıkan aksamı düşmanın taarruzundan
tamamıyla emin olabilir. Lâkin kalelerin bu fevâ’idinden ordunun bi’n-nisbe
ancak cüzî bir kısmı istifade edebilir. Kalenin biraz ötesinde düşmanın
şimendifer hutûtunun tahribine teşebbüs etmesi daima mümkündür.
Evâ’ilde ordular erzak ve cephanelerini yalnız birkaç ambardan almaya
mecbur olduklarından, o vakitlerde kalelerin “üssü’l-harekât” olarak pek
büyük kıymet ve ehemmiyetleri var idi.
1806 senesinde Naumburg mevkii bir kale olmuş olsa idi Napolyon
Bonapart’ın ihata manevrası Saale Nehri havzasında bulunan Prusya
Ordusu üzerine öyle muharrib bir tesir icra edemez idi. Çünkü Naumburg
mevkiinin Napolyon’un eline düşmesiyle beraber Prusya Ordusu’nun mâlik
olduğu yegâne ambar dahi düşman eline geçmiş bulundu. Bugünkü günde
ise orduların gerisinde kalan bütün memleket levazım-ı harbiye ile mestûr
bulunduğu cihetle böyle bir kalenin düşman eline geçmesi ve binaenaleyh
böyle bir levazım mevkiinin muhafazası dahi o kadar büyük bir ehemmiyeti
haiz olamaz. Buna binaen kalenin “üssü’l-harekât” olmak hususundaki
ehemmiyeti mahdut olmuştur. Kalelerin üssü’l-harekât olmak emrinde bir
ehemmiyeti haiz olmaları bugünkü günde ancak ordular içtimaının bi’t-
tesadüf gayet dar bir mesafe dâhilinde vuku bulduğu vakitlerde ve mesela bir
395
Von der GOLTZ
İşte Fransızlar dahi birinci derecede bir kale inşasıyla meşhur ‘Trouee de
Belfort’” Belfor Geçiti’ni bu vechle temin etmişler idi. Lâkin yol ve caddeleri
kesir olan memâlik-i mütemeddünede düşmanın yolunu “seddetmek”
hususunun dahi kendisine mahsus müşkülatı vardır. Birkaç ufak kale
inşasıyla iktifa ederek cesim müstahkem ordugâhlar tesisi mesârifinden
içtinap edilebilir idi. Belfort Kalesi hâl-i hazırıyla dahi ancak bahse çekilmiş
bulunan bir noktanın temini emrinde hizmet etmektedir.
396
Millet-i Müselleha
civarını tethîr, siperleri top teçhizatına muvafık bir surette tertip ve tanzim,
hendekleri tahliye, kapı ve köprüleri temin için mevâni‘-i muhtelife celp ve
tedarik, geçit, yol ve raylı yollar tesis, birtakım mahalleri tahkim, nukât-ı
müfreze cephane imal, levazım-ı muhtelife tedarik ve ekseriya mesâha-i
sathiyeleri hektarlar ile mesâha olunan mahfuz mahaller inşa etmek lazım
gelir. Ondan başka ambar ve debboy ve hastahaneler tesis etmek ve fazla
olarak harîke karşı iktiza eden tertibatı evvelden icra etmek iktiza eder.
Herbir kale sulh esnasında bertaraf edilmesi bir harp zuhuruna ta‘lîk edilen
birtakım nevâkısı şamildir.
397
Von der GOLTZ
Zahmete değecek bir ganimet aramak için kaleden dışarı çıkmak pek kolay
bir şey değildir. Çünkü izam olunacak müfrezelerin maiyetinde pek az süvari
bulunacağı cihetle istikşafat hizmeti bittabi düçar-ı su‘ûbât olur. Kumandan
“karanlıkta aranmak” kabîlinden hareket etmeye mecburdur. Bir de düşmanın,
dışarıya çıkmış olan müfrezeleri mahvetmek maksadıyla serian kuvve-i faika
celp edip edemeyeceği hususu layıkıyla bilinmek için ekseriya harice dair
iktiza eden malumat mefkûd bulunur. Ondan başka mezkûr müfrezeler
yalnız bir nokta üzerine ricata mecbur olduklarından hâlleri büsbütün
fenalaşabilir. Harice izam olunan müfreze kollarından kuvvetlice bulunan bir
kolun mahvı hususunun kaleye karşı edilecek bir taarruz-ı ciddî esnasında
kalenin mukavemete adem-i iktidarını intaç edebileceği dahi ayrıca nazar-ı
mülahazaya alınmaya şayan bir keyfiyettir. Hele bir ziya‘ın kale dâhilinde
bulunan asâkir-i muhafaza üzerine bir sû’-i tesir-i manevî icra edeceğinde asla
şüphe yoktur. Şayet kaleden harice izam edilen müfrezeler sahrada bulunan
ve yine kendi ordularına mensup olan kıtaat-ı askeriyeye tesadüf ve onlara
temas edecek olurlar ise kıtaat-ı mezkûrenin muharebesine iştirak etmiş
bulunacaklarından, mukarrer olan memuriyetlerinden büsbütün başka bir
memuriyet der-uhde etmiş olurlar. Onlar bu memuriyet-i cedideyi kaideten
me‘a’l-memnuniye kabul ederler’. Lâkin kale kumandanının müfrezeyi teşkil
eden asker kadar asker kaybetmiş olacağı bedihidir. General Rolland 1871
senesinde maiyetinde Millî Hassa Taburları’nı Şark Ordusu’na imdat için
Belfort’a doğru izam eylediği zaman böyle bir hâle düçar olmuş idi. Çünkü
mezkûr taburlar bir daha avdet etmediler. Daima biraz esaret kokusu veren
kala içindeki mahbusiyetten kurtulmak arzusu tabiî bir şey olduğundan, her
bâr nazar-ı dikkatte tutulması lazımdır.
398
Millet-i Müselleha
olabilir. Kalelerin, hutût-ı irtibatın yan tarafta vaki olmak ile icra eyledikleri
tesir ekseriya pek büyük bir tesir değildir. Vakıa ahval-i istisnaiye zuhur
edebilir. Bu da kale dâhilinde kumandanın her hâlde bir iş ile meşgul etmeye
mecbur olacağı büyücek bir kuvvet bulunur veyahut seferber olan aksâm-ı
askeriyeden kendi kumandası altında olmayanlardan biri hilâf-ı memul
olarak kaleye iltica eder ise vaki olabilir132.
132 Muvakkaten bir kaleye iltica eden bu misillü aksam-ı askeriye ekseriya kale dâhilinde
daimî surette mahpus kalmaya asla heves etmezler.
133 Langres şehri Fransa’da Haute-Marne Sancağı’nın merkezi olup 10.376 nüfusu
şamildir. Li’l-mütercim.
134 Haute-Marne Sancağı dâhilinde 417 nüfusu şamil küçük bir kasabadır. Li’l-mütercim.
399
Von der GOLTZ
İşte bu suretle her seferde yalnız birkaç tanesi bir ehemmiyet kesb ettiği
hâlde pek çok kalelerin teçhiz edildiğini göreceğiz. Asr-ı hazıra muvafık olmak
üzere ehemmiyeti derece-i sâniyede bulunan bir kalenin asâkir-i muhafazası
takriben 25.000-30.000 neferden ibaret bulunduğundan bu misillü beş
kalenin âdeta büyük bir orduyu bel‘ edeceğinde asla şüphe edilemez. Bunun
için pek çok büyük kalelerin vücuduna bais-i zaaf bir hâl nazarıyla bakabiliriz.
Kalelerde bulunan asâkir-i muhafazaya daima bir miktar asâkir-i muvazzafa
dahi karıştırılacağı ayrıca şayan-ı dikkattir135.
Doğrudan doğruya harekât-ı harbiye dairesi dâhilinde bulunan
mevâki‘-i müstahkemenin düşman ile uğraşmakta olan orduya pek büyük
faydası olabilir, hele kalelere en ziyade isnat edilmekte bulunan bir fayda
fevâ’id-i sairesinin cümlesinden daha ziyade cây-ı iştibahtır. Bu fayda ise
açıkta mağlup olan bir ordunun kalelerin zîr-i himayesine iltica ederek
orada kendisine yeniden kuvvet ve intizam verdikten sonra tekrar düşmana
taarruz edebilmesidir. Bu fayda muhayyel birşeydir. Çünkü programın kısm-ı
ahîri daima icrasız kalacaktır.
Muharebatta mağlup olduktan sonra bir kaleye iltica eden büyük
orduların daima mahvoldukları Alesia’dan136 Metz muhasarasına kadar
vukua gelen muhasaraları nakil ve hikâye eden tarihin rivayâtıyla dahi
müspet bir keyfiyettir. Bunun sebebi bir kere düşmanın kendisine faik
bulunduğunu re’yü’l-ayn müşahade etmiş olan bir ordunun kalenin topları
gerisinde melcâ’ bulduğu hissinden mütevvellit bir sû’-i tesir-i manevîdir.
Ondan sonra mevâki‘-i müstahkeme dâhilinde bulunan büyük bir ordunun
ordugâhında serbestî-i hareketin pek mahdut olduğu dahi nazar-ı dikkate
alınmalıdır. Birçok haneler, bahçeler, duvar ve çitler ve enva-ı eşcâr ve nebâtât
istihkâmât dâhilinde bulunan mahalli imla eder. Aksam-ı askeriye az çok
dar sokaklar ile iktifa etmeye mecburdur. Muharebe için mevâki‘-i lazımeye
135 Mamafih kuvve-i mevcudenin tasarruf ile idaresi mülahazasına riayeten mevcut bu-
lunan büyük kalelerin izalesi dahi tecviz edilmez. Ve bunların izalesine kolaylıkla karar
verilemez. Ahval-i siyasiye tebeddülatı mukaddema izale edilen bir mevki-i müstahkemin
ehemmiyetini tekrar iade edebiliriz. Ondan başka bir seferin fevka’l-memul bir suret-i
cereyanı mevki-i mezkûra evvelden hatıra bile gelmeyen derecede bir ehemmiyet verdire-
bilir. Bazı nukât-ı mühimme vardır ki onların daima düşmana mestûr tutulması lazım gelir.
Çünkü düşman bir fırsat bulsa derhal onların zabtına teşebbüs eder. Binaenaleyh düşman
tarafından bir muhasara vukuu memul olmadığı vakit bile yine nukât-ı mezkûre üzerinde
mevcut bulunan kılâ‘ ve mevâki‘-i müstahkemenin ibkâsı lazım gelir.
136 Fransa’da Cote d’azur Eyaleti dâhilinde bir karyedir ki Romalılar zamanında meşhur
Kayser, Gol kavminin reisi bulunan Vercingetorix ile 52’inci sene-i miladîde karye-i mez-
kûre civarında şiddetli bir muharebe ederek Vercingetoriz’i mağlup ve o cihette bulunan
Galya arazisini teshîr etmiştir.Li’t-tâbi‘
400
Millet-i Müselleha
dağılmaları keyfiyeti pek ağır bir surette vukua gelir. Muhasara eden ordu
için istihsaline gayret edilecek bir iş vardır. O da gedik açılması mukarrer
olan tarafta mahsurînden evvel askerin cem‘ine muvaffak olabilmek için
nukât-ı lazımede tarassut mevkileri tesis etmektir. Vakıa muhasara ordusu
kale etrafında daha uzun yollardan hareket etmeye mecbur ise de buna
mukabil bilâ mâni hareket edebilmek için mahsurîne nispeten daha ziyade
yollara mâlik bulunur.
Muhasirîn askeri bulunduğu mahallerde pek az bir mukavemete
mecburdur. Düşman muhasara hattını yarmaya teşebbüs edecek olsa
muhasara hattından düşmanın istikametinin iki tarafına doğru vürut eden
asâkir-i imdadiyenin hutûtü’l-harekâtı düşmana gayr-i müsait bir vaz‘da
yani yanlarına amud bir hâlde bulunur. Muhasara ordusunun içeriden hattı
yarmak için hücum eden mahsurîne karşı pek ince bir hatt-ı harp arzeylediği
bir mahzur olarak der-miyân olunuyor ise de mahzur-ı mezkûr hakikatte
zâhirî bir mahzurdan ibarettir. Mahsurînin taarruzuna uğrayan kısm-ı
askerîye mücavir bulunan aksam-ı saire, kısm-ı mezkûrun tabiî ihtiyaçları
olarak hizasında bulunmaları ise elbette gerisinde bulunmalarından daha
iyidir. Filhakika muhasara ordusu bir kere tehdit olunan noktada içtima etti
mi, artık kale etrafındaki mevâzi‘in kısm-ı azamının pek zayıf bir kuvvet ile
hasredilmiş olacağı şüphesiz olarak mevâzi‘in bu zayıf aksamı üzerinde bir
noktayı yarmak pek suhuletli olur ise de mahsurîn ordusu dahi önünde açık
yollar bulunan tarafta değil muharebe meydanında içtima etmiş bulunur.
Mahsurîn ordusu açık kalmış olan taraflara nakledinceye kadar hasmı dahi
dikkatli bulunduğu hâlde derhâl o tarafa naklederek mahsurîn ile tekabül
edebilir. Esliha-i nâriyenin tesiri ise en zayıf bir hattı bile çekinerek geçmeye
müsait olmadığından, hatt-ı mezkûr mukavemet ettiği sırada kuvve-i
imdadiye yetişmek için daima vakit bulunabilir137.
Mahsur olan bir ordu kaleden çıkıp kurtulmak için ahvalin kendisine ne
zaman ve ne mekanda müsait olacağına nadiren hükmedebilir. Sehv ve hata
zuhuru daima melhuz ve muhtemel bulunmaktadır.
137 Filhakika mahsurîn ordusu birkaç kol ile yarmaya niyet etmediği nukâta taarruz ederek
muhasirîn ordusunu oraya celp ettikten sonra bütün ordu ile hattın diğer bir noktasında
tarîk-i necât ve selameti taharrî edebilir ise de hasmı ekseriya bu manevrayı vakit ve
zamanıyla derk ve teyakkun ederek boşa çıkarabilir. Ordunun kısm-ı azamıyla düşmana
taarruz ile kendisini muhasara hattının bir noktası üzerince içtimaya mecbur ettikten sonra
ihtiyat olarak tutulmuş bir kol ile hattın diğer bir noktasını yarmaya teşebbüs ederek mu-
vaffakiyyet istihsaline daha ziyade ihtimal vardır. Lâkin bu vechle ordunun yalnız bir kısmı
kurtarılmış olur.
401
Von der GOLTZ
138 Menin Belçika dâhilinde Lys Nehri’yle Fransa memâlikinden tefrik edilmiş müstahkem
bir şehirdir ki 2.500 nüfusu şamildir. Li’l-mütercim.
139 Muhasara hattını yarmak ihtimali üzerine mahsur bulunan ordu kuvvetinin icra eylediği
nüfuza dair malumat-ı mufassala ahzetmek arzusunda bulunanlar Miralay Blume’nin
“Sevkülceyş” nam eserinin 249’uncu sahifesine müracaat edebilirler.
402
Millet-i Müselleha
Biraz mesafe gerisinde cesim bir mevki-i müstahkemi gören bir ordu
kendisine faik bir düşman ile daha kolaylık ile muharebeye girişebilir. Zira
mağlup olacak olur ise ricati pek az zaman imtidat edeceğinden zayiatı dahi
bi’n-nisbe o kadar külliyetli olmaz. Kaleden mürur edip de kaleyi önünde
bulunduracak olur ise takip üzere bulunan düşman, ordunun kale derûnunda
ne miktar asker bıraktığına hiçbir vakit layıkıyla vâkıf olamayacağından
kalenin önünde kaleyi tarassut etmek üzere büyücek bir kuvvet bırakmaya
mecbur olarak kuvve-i umumiyesini düçar-ı zaaf etmiş olur.
403
Von der GOLTZ
404
Millet-i Müselleha
405
Von der GOLTZ
bütün sefer esnasında hiç hükmü olamaz. Çünkü zayiat-ı mezkûrenin yerini
tutmak için kendisine geriden gönderilecek efrad-ı askeriye acemi efrattan
ibaret bulunmuş olur. Fazla olarak efrad-ı askeriyenin hücum tertibatını icra
etmiş olan zata yani kendi kumandanlarına kendisi belki büsbütün berîü’z-
zimme bulunduğu hâlde emniyetleri zail olur.
Bizim bir kerre zihinlere yerleşmiş olan efkâr-ı mevcudemize nazaran
bir istihkâma hücum eder iken mağlup ve perişan olmak açık sahrada
münhezim olmaktan daha az şereflidir. İstihkâma edilen hücumlarda bir
muhatara vardır ki o da hücumda muvaffakiyet hâsıl olmayacağı anlaşıldıktan
ve namus-ı askerîyi kurtaracak kadar gayrette bulunduktan sonra hücumdan
sarf-ı nazar etmeye mecbur olmaktır. Öyle olduktan sonra acaba neticesi
ikbal ve tesadüfe tabi bulunan ve şayet icrasında muvaffakiyet hâsıl olmaz
ise onu emreden kimseye yanındaki kimseler nezdinde “insan kasabı” ve
efkâr-ı umumiye yanında “ahmak” namı verdirecek böyle bir teşebbüse
memnuniyetle girişecek hangi kumandan vardır?
Topçu tarafından bir tahrib-i esasî ikmal edilmezden evvel kale ve
tabyalara hücum etmeyi ancak Arnavut rü’esası kendi maiyetlerinde olan
Arnavutlar ile veyahut bulundukları ordunun tabiatı iktizasından olarak
bugün bir alayı mahvederek yarın yine bir cesaret şöhretiyle beraber diğer bir
alayın kumandasını der-uhde edebileceğinden emin olan kimseler yapabilir.
Bu misillü ahval mevcut olmayan yerlerde ise revâbıt-ı kıtaattan sarf-ı nazar
ile hücum kolunu muhtelif kıt‘alardan teşkil ve kumandasını teşne-i şan ve
şöhret cesur bir zabite tevdi etmek belki iyi olur. Bu gibi hâllerde büyük bir
kıt‘a-i askeriye kumandanının hücumu bizzat idare etmesi netâyic-i hasene
tevlit edebilir.
Tabyalar arasındaki fasıla sahra istihkâmâtıyla imla edilmiş bulunur ise
taarruz eden taraf yalnız tabyalar dâhilinde değil onlar arasında dahi taraf-ı
müdâfi‘in ağır çapta toplar tabiye eylediğini göreceğinden taarruzu esnasında
kendisi dahi siperler inşasına ve gece vakti mesafe kazanarak gündüzün
kazandığı mesafenin müdafaasına mecbur olur. Bu suretle nısfen büyük bir
kale önünde ve nısfen dahi açık sahrada edilen uzunca bir muharebe husule
gelir ki bu muharebede netice topçu ve piyade ateşinin hüsn-i surette istimal
ve idaresine ve herşeyden evvel asker ile kumandanların gayret ve sebatına
tabi bulunur.
Her ordu pek de mucib-i inşirah olmayan bu misillü muharebattan
içtinap edeceği cihetle sedd-i tarîk için tesis ve inşa olunan bu gibi istihkâm
406
Millet-i Müselleha
hutût ve mecma‘ları ancak açık sahrada harekât-ı harbiye icra eden ordular
arazinin mevâni‘inden ve turuk-ı muvârede ve muhaberenin istikametinden
naşi onların önünde tevakkuf etmeye mecbur bulundukları zaman bais-i nef‘
ve fayda olabilirler.
Bunun için bunların istimali pek mahduttur. Derece-i sâniyede olan
dârü’l-harekâtları elde tutmakta dahi bunlar pek çok işe yaramazlar. Çünkü
düşman sefere muvaffakiyetle hitam verdiği zaman birkaç adet cebel
tabyasının tahliyesine diplomasi tarîkiyle dahi icbar edebilir.
Hutût-ı istihkâmiyenin lüzumundan ziyade imtidadı bir hiss-i zaaftan
neşet eder. Kalbinde bir fikr-i taarruzî taşıyan bir millet istihkâmât emrinde
pek kanaatkâr olur. Necat ve selametini siper ve hendekler arkasında arayan
kimse mutlaka kendisinde zaaf hissetmektedir. Çünkü böyle bir kimse
gittikçe müdafaa-i mutlaka ile iktifaya başalayacağından, müdafaası ne kadar
imtidat eder ise etsin, neticesi inhizam ve mağlubiyetten ibaret olur.
407
On Altıncı Fasıl
Karaya Asker Çıkarmak
Kırım Şibh-i Cezîresi’nde ecnebî bir sahilde karaya çıkmış olan ordular
memleketin kuvve-i askeriyesine galebeye muvaffak olmuşlar ise bunun
sebebi taarruz eden tarafın deniz vesâtatıyla olan hutût-ı muvârede ve
muhaberesinin kâffe-i müşkülat ile beraber yine müdafaa tarafının kendi
memleketi dâhilindeki hutût-ı muvârede ve muhaberesinden daha iyi
bulunmuş olmasıdır. Rusya’nın 1854 senesindeki şimendifer hatları bugünkü
kadar kesîr olsa idi 120.000 nefer Osmanlı, Fransız, İngiliz ve Sardunyalılar
uzun bir müddet orada sebat edemezler idi. İstiklal Muharebesi esnasında
Amerika Cemâhîr-i Müttefikası ordularının hükûmât-ı cenûbiye sahillerinde
karaya asker çıkarmak hususunda istihsal eylediği muvaffakiyatın başlıca
sebebi memâlik-i mezkûrede bir limanın zabt ve teshîriyle erbâb-ı ihtilalin
servet ve kuvveti dahi elden gitmiş bulunması ve nüfusu gayet seyrek olan
memlekette taze ordular cem‘ ile zayi edilen şeyi istirdat etmek gayr-i
mümkün olması idi.
Vasatî Avrupa’da edilecek bir harpte ahval büsbütün bir şekl-i âhar
irâ’e eder. Herşeyden evvel burada iki devlet-i muazzama beyninde edilecek
bir harpte tarafeynin kuvvetleri yek-diğerine o kadar müsavi olur ki hiçbir
taraf sevâhil-i ba‘îdede meşkûkü’l-netice teşebbüsatta bulunmak için bir
kolordusundan bile mahrum olmaya asla kail olamaz.
1870 senesi mevsim-i sayfında Fransızlar dahi bunu pek çabuk anlamış
olduklarından Almanya sevâhilinde karaya asker çıkarmak hususunda tertip
ettikleri planlar ilcâ-yı ahval tesiriyle büsbütün hükümden sakıt olmuştur.
Sefer-i mezkûr hakkında Almanya erkân-ı harbiyesi heyet-i umumiyesi
tarafından tertip ve tanzim olunan planda şu vechle beyan-ı efkâr ediliyor:
“Daha bidayet-i seferde yalnız Şimalî Almanya cihetinde mâlik olduğumuz
kuvvetlerin tefevvukundan istifade etmek pek müphem bir keyfiyet olduğu
aşikârdır.”
“Fransızlar Şimal Denizi sevâhiline veyahut Cenubî Almanya eyaletlerine
doğru bazı teşebbüsatta bulunacak olurlar ise bu tefevvukumuz bir kat
408
Millet-i Müselleha
daha tezâyüd eder. Şimal Denizi sevâhilinin müdafaasına lazım gelen kuvvet
memleket dâhilinde terk edilmiştir.”
Burada beyan olunan mülahazat Vasatî Avrupa’nın her seferinde cari ve
muteber bulunacaktır.
Karaya asker dökmekten hâsıl olacak menfaat, bir kısmını ifraz ve
izamdan orduya hâsıl olan mahzur ile nadiren muvazenette bulunabilir.
Karaya çıkmış olan bir asker parlak muvaffakiyetlere nail olarak yayılmaktan
ve donanma tarafından sahil üzerinde bir sıra nukât-ı mühimme zabt
edilmedikten sonra hiçbir vakit hürriyet-i harekete tamamıyla mâlik olamaz.
Yalnız teşebbüsata mail bir cüret ve bir baskın icra edercesine süratle ileriye
yürüyüş bu noksanı izale edebilir ise de buna dahi süvarinin fikdânı mâni
bulunur. Ecnebî bir sahilde karaya çıkmış olan bir ordu kâffe-i istikametlere
doğru istikşafat-ı serî‘a icra ve uzak mesafelerde şimendifer hatlarını tahrip
ve her taraftan akın akın gelen müdâfi‘înin hareketini tevkif edebilmek için
en ziyade süvari sınıfına muhtaçtır. Lâkin sefâ’in vesâtatıyla bârgîr nakli ve
onların karaya ihracı insan ve levazım-ı saire nakil ve ihracından bittabi daha
müşkül olduğu cihetle karaya çıkmış olan ordu elbette süvari sınıfından
mahrum bulunur.
Avrupa düvel-i muazzamasının teşkilat-ı harbiyesi ber-vechle
mükemmeldir ki bütün muvazzaf ve ihtiyat orduları hudut üzerinde veya
düşman memâliki dâhilinde bulunacak olsa yine düşmanın karaya asker
dökmek hususundaki teşebbüsatına karşı kendisine faik bir kuvvetin
serian celp ve cem‘i mümkündür. Orduları ikmal için tehiyye edilmekte olan
efrad-ı askeriye ihtiyat merkezlerinden henüz ayrılmadıkları cihetle derhâl
bu işe memur edilebilir. Memleket dâhilinde olup düşmanın sahra ordusu
tarafından tehdit edilmeyen cesim kaleler mükemmel kıtaat-ı cesime-i
askeriye verebilir. Gönüllü efrat toplamak asâkir-i mustahfazayı silah altına
almak kaziyyesinin tamam vakti olduğundan tehdit edilen memleketin
müdafaasında pek güzel istimal olunabilir. İş görmek iktidarlarına hiçbir
mâni haylûlet etmeyen telgraf ve şimendiferler en ba‘îd eyaletlerden kuva-
yı askeriye celp ederler. Filhakika taraf-ı mütearrız dahi karaya çıkmaya
memur bir ikinci kol daha celbine muktedir ise de bu kol vasıl oluncaya kadar
epey vakit mürur edeceğinden o vakte kadar birinci kolun netice-i seferi
hâsıl olmuş bulunur. İşte bâlâdaki mülahazattan anlaşılacağı üzere karaya
asker dökmek ve sevâhil zabt ve teshîr etmek hususatı müşkülat-ı azimeye
tesadüf ettikten başka ale’l-umum pek ehemmiyetli bir tesir icra etmeleri
dahi memul edilemez. Bundan müstebân olur ki teşebbüsat-ı mezkûre ancak
409
Von der GOLTZ
410
Millet-i Müselleha
Mezkûr ordu Berlin şehrine muvasalat için beş altı güne muhtaç
olacağından, kendisine karşı bir kuvve-i faika sevk etmek için müddet-i
mezkûre kifayet eder.
411
Beşinci Kısım
Esna-yı Harpte Orduların İaşesi ve Neferat ve Zahiresinin Tedarik Ve
İstikmali
412
Millet-i Müselleha
asla caiz olmadığı cihetle erzak tedariki için ele geçen her menbadan
istifadeye müsâra‘at etmek iktiza eder. (İşte Napolyon Bonapart’ın söylediği
sözün mânası budur.)
Hatta Büyük Frederick gerek 1756 ve gerekse 1757 seferinde cesim istila
seferleri için serbestî-i hareketine mâlik olmayı asla der-hatır etmeksizin
413
Von der GOLTZ
Ordular teşkil eden efrat ve yevmiye sarf olunan paralar, milyonlar ile
sayılmaya başladığı günden beri ise bu hâl büsbütün değişmiştir147.
Ordunun bir memleketten serian müruru esnasında veyahut erzak
cem‘i usulüyle tedarik olunan zahire tasarruf-ı nukûd hususuna pek büyük
bir tesir icra etmez. Aksam-ı askeriye muvakkaten komşularının masrafına
olarak yiyip içseler bile bununla yine levazım-ı askeriye idaresi tatil-i
muamelat ve hazine-i devlet muvakkaten olsun sedd-i bab-ı te’diyât edemez.
Böyle cesim insan cemiyetlerinin beslenmesi hususunda daima nazar-ı
dikkatte tutulacak ihtiyat-perverlik, memleket içinde orada burada bir
şey bulunup bulunmayacağını beklemeye vakit olmayacağı gibi buna göre
hesabın yürütülmesi dahi mümkün olmadığından, her gün bütün ordu için
iktiza eden levazım-ı maişetin hazine-i devlet tarafından istihzar ve istikmali
zaruriyât-ı umurdandır. Bir aile azasından biri veya diğeri misafir olarak
yabancı sofrasına gittiği zaman bile büyük bir hane idaresi mütemadiyen
müsavat üzere cereyan eylediği gibi bir orduda dahi kolordulardan biri veya
144 Zira o zamanlarda erzak tedariki hakkında bugün mevcut olan usul meriyyü’l-istimal
değil idi.
145 Şarlken zamanında gelmiş bir Alman generali olup 1517 senesinde tevellüt ve 1604
senesinde vefat etmiştir. Li’l-mütercim
146 Meşhur generallerden olup 1583 senesinde Bohemya’da tevellüt ve 1634 senesinde
vefat etmiştir. Li’l-mütercim
147 174’üncü sahifeye müracaat oluna.
414
Millet-i Müselleha
diğeri muvakkaten geriden gelecek levazıma muhtaç olmasa bile yine neferat
ve hayvanatın cümlesi için mukteza olan zâd u zahireyi bilâ fasıla göndermek
ve yetiştirmek lazımdır. Bunun neticesi ekseriya şu olabilir ki asker bir
müddet daha ziyade israf ve safa ile yaşar yani iki kat yemiş bulunur.
Düşman memleketi dâhilinde muvakkat bir vergi tarhı usulüyle yüz bin
frankı bile cem‘ etmek ne kadar müşkül olduğunu herkes bilir. Hâlbuki yüz
bin frank bir cesim ordunun mesârif-i yevmiyesinin ancak ellide bir kısmıdır.
415
Von der GOLTZ
416
Millet-i Müselleha
Her ne kadar lüzumu raddede sarf etmekte bir mâni görünmüyor ise
de yine iaşe-i asâkir meselesi kuvve-i muhayyilesi harita üzerinde cüretli
seferler icra ve her nev‘ mevâni‘e, ibraz-ı adavet eden hülya-perverânın
hoşlanmayacakları derecede mühim bulunmaktadır.
“İaşe-i asâkir meselesi her ne suretle tesviye edilir ise edilsin daima o kadar
müşküldür ki tedâbîr ittihazı emrinde mutlaka büyük bir tesir icra ve en ziyade
mâhirâne tasavvur olunan tertibata muhalefet ederek parlak muzafferiyet ve
muvaffakiyetler takip olunması lazım geleceği zaman erzak tedarikiyle iştigal
edilmesine mecbur eylemektedir.”
417
Von der GOLTZ
150 Pfalzich yahut Palatine namı eski Germanya İmparatorluğu aksamından iki hükûmete
verilir idi ki bunların memâliki Bavyera dâhilinde ve Rhine Nehri havzasında idi. Bugün
Palatine Kıt‘ası şu vechle taksim olunmuştur: Birincisi Bavyera krallığının Rhine Nehri
havzasında bulunan Palatine Eyaleti olarak 241.254 nüfusu şamil ve makarr-ı eyalet
Speyer şehridir. İkincisi öbür Pfalzich yahut Yukarı Palatine eyaletidir ki 503.761 nüfusu
müştemil ve makarr-ı idaresi Ratisbon şehridir. Li’l-mütercim
418
Millet-i Müselleha
151 Taamın çabuk pişirilmesi için bu sebzeyi daima doğranmış olarak vermeye gayret
etmelidir.
152 Birkaç aylar fıçılarda durmuş olan tuzlu etin ecza-yı gıda’iyesi tuzlu suya geçmiş
olacağından et kısmı mevadd-ı gıda’iyeden büsbütün mahrum kalır.
153 Tenekeden kutular içinde mahfuz üç günlük taze me’kûlât icap eden peksimet ile
beraber 855 ve üç günlük kavurma misillü evvelden hazırlanmış olan me’kûlât kezâlik üç
günlük peksimat ile beraber takriben 630 gram sıkletindedir.
419
Von der GOLTZ
Bir avuç döğülmüş kahve veyahut tazyik olunmuş sebzeden bir çantaya
bir iki tomar şey atılacak olur ise hiçbir sıkleti mucip olmayacağı gibi nefere
zaruret vaktinde güzel bir gıda olur. Bunlar için yalnız sıcak suya ihtiyaç
vardır. Çünkü tuz veya saire misillü ilave edilecek şeylerin cümlesi içinde
bulunmaktadır. Bunları pişirmek için birkaç dakikalık müddetten ziyade
vakte ihtiyaç olmadığı gibi bir maharet-i mahsusaya mâlik olmaya dahi hâcet
yoktur. Me’kûlât hem temiz kalır ve hem de bozulmaz. Mahsusen yapılmış
olan bu misillü me’kûlât daima teneke kutular veya sair emniyetli zarflar
içinde olarak tevzi edildiği cihetle onları uzun uzadıya sarıp bağlamaya dahi
hâcet messetmez. Tenekelerde mahfuz et, et ile karışık olarak imal olunan
peksimet, tazyik olunmuş sebze tayini vesaire gıda’iyece dahi taze me’kûlâta
haylice tefevvuk eder. Me’kûlât-ı mahfuzanın fevkalade bir suhuletle nakil
ve istimal hususu me’kûlât-ı mezkûreyi istikbalde zuhur edecek harplerde
elzem hükmüne koymaktadır. Me’kûlât-ı mezkûre nefere bulunduğu
memlekette kendisini iaşeye kâfi erzak bulamadığı zaman birkaç günler
çantasından geçinmek iktidarını verir. İstikbalde ise kuva-yı cesimenin
içtimaı veya hutût-ı muvâredenin düşman mevâki‘-i müstahkemesinin taht-ı
hükmünde bulunduğu veyahut muharebe meydanına vasıl olmak için bir
silsile-i istihkâmât arasından geçmeye muvaffak olmuş iken esbâb-ı nakliyeyi
beraberce getirmek muvakkaten olsun mümkün olmadığı zaman bu keyfiyet
büyük ve katî bir ehemmiyeti haiz olacaktır.
Bu misillü zamanlarda bâlâda zikrolunan cemiyât-ı cesimeyi artık
taze ekmek, peksimet, taze et, pirinç veyahut kahve ile iaşe etmek kâbil
olamayacaktır.
Bârgîrler için dahi sunî imal olunmuş yemler daha ziyade muvaffakiyetle
istimal olunacak ve bu yemler süvari sınıfına mesafât-ı ba‘îdeye doğru cüretli
hareketler icrasına müsaade edecektir. Oldukça büyücek bir müddet için
esbâb-ı nakliyeye ihtiyaçtan kurtaran vasıta-i girân-kıymetten istikbalde
mümkün olduğu mertebede istifadeye çalışmak iktiza eder. Çünkü bu surette
esbâb-ı tefevvuktan biri mündemiç bulunmaktadır. Me’kûlât-ı mahfuzanın
o zamanki mükemmeliyyetiyle beraber 1870 senesinde ne derecede bir
tesir icra eylediği yalnız ordunun talebi üzerine kendisine kırk milyon tayin
gönderilmesiyle müspet bir keyfiyettir.
Me’kûlât-ı mahfuza pahalı olduktan başka müddet-i medîde tenâvül
edildikleri hâlde bıkkınlık getirdikleri gibi her tarafta suhuletle tedarik
edilmeleri dahi mümkün değildir. Esna-yı sulh ve asayişte sanayi-i memleketi
seferber bir ordunun bu babdaki levazım-ı azimesini imal ve ihzar yolunda
420
Millet-i Müselleha
154 Bu fabrika levazım memurlarına bir mektep olarak dahi hükûmeti müstefit edebilir
idi. 1870 Seferi esnasında me’kûlât-ı mahfuza imali ve hatta sığır kesmek hususunda
iktiza eden malumat pek mefkûd bulunuyor idi. Hele şurası muhakkaktır ki öküzün nasıl
kesildiğini ömürlerinde görmemiş bazı levazım memurları selh-hâne müdürlüğü vazifesini
der-uhde etmeye mecbur olmuşlardır.
421
Von der GOLTZ
155 Kolordu.
422
Millet-i Müselleha
daha bidayet-i emrde yüzde yirmi beş kadar bir zam icra ederler. Buna bir
de pek de ehemmiyetsiz olmayan mesârif-i saire ve ara sıra vukua gelen
zayiat ve istihsali matlup olan güzelce bir temettü zam ve ilave edilir ise
artık devletin hengâm-ı harpte erzak için kıymetten yüzde elli kadar ziyade
bir para vermeye mecbur olmasına asla taaccüp edilmez. Müteahhidîn-i
erzak, levazım daireleriyle bu vechle akd-i mukavelât eyledikten sonra
kolordular nezdine kendi taraflarından birer memur-ı mahsus gönderirler
idi. Müteahhidînden her biri zahire alınabilecek piyasaların en iyilerini
yalnız kendisi bildiğine veyahut hiç olmaz ise sairleri gibi vâkıf bulunduğuna
mutekit iken nihayette bir mahalde birkaç neferînin içtima eylediklerinden
iki ticarethane tarafından müşteri toplamaya memur edilip yek-diğerlerinden
ziyade iş görmeye çalışan iki tacir gibi müteahhidîn-i merkûme vekilleri
arasında mübayaat hususunda şiddetli bir müsabaka zuhur eder. Devlet
kendi eliyle kendisine en muhataralı bir müsabakayı vücuda getirir idi. Hele
müteahhitlerin bütün bu vekil ve memurlarından her birinin zevk ve safa
ile geçinmeye çalıacakları dahi işin ehemmiyet-i cesimesine nazaran pek
suhuletle anlaşılabilir.
Binaenaleyh şehir ve kasabaların en mükemmel otellerini o vakte kadar
oralarda yüzleri hiç görülmemiş birtakım eşhas imla etmekte bulunduğundan
herşeye mütehammil olan biçare masraf pusulasına yeni birtakım sıkletlerin
tahmil olunacağında asla şüphe yoktur. Levazım dairelerine teslim olunacak
şey tamamıyla mübayaa ve cem‘ olundu mu o zaman iş mübayaa olunan eşyayı
dârü’l-harekâta nakletmek cihetinde kalır. Zira ihtiyat-perver olan memurîn-i
askeriye ancak orada icra-yı te’diyât ederler. Bunun için şimendifer hatları
asker nakliyatından biraz kurtulduğu gibi müsabakaya burada yeniden
bede’ olunur. Artık bu misillü ahval arasında akd-i mukavelât ve mukavelât-ı
mezkûre ahkamının icrası üzerine edilecek teftişatın ne derecede büyük
mevâni‘e düçar olacağı ednâ bir mülahaza ile anlaşılabilir.
1870 senesinde Almanya ile Fransa beyninde zuhur eden harp
esnasında dahi cari olarak kâffe-i mahazîrîni izhar ve ispat etmiş olan
ahvalin müstakbelde yine böyle bir derecede rû-nümâ olması asla tecviz
edilemez. Herşeyden evvel hususî tüccar ile müteahhitlerin faaliyetini her an
teftiş olunabilecek ve onların muamelatını umur-ı harbiyeyi taciz etmeyecek
bir daire dâhilinde tutmaya çalışılacaktır. Bunları artık ordudan daima uzak
tutmak lazımdır.
İhtiyacatın ve bununla beraber müşkülatın fevkalade tezâyüdü
esnasında bu babda bir çare olmak üzere istikbalde harpte istihdam
423
Von der GOLTZ
424
Millet-i Müselleha
425
Von der GOLTZ
Ordunun daima erzak alacağı menâbi‘in bu veya âhar bir suretle büyük
bir mikyasta olarak imlası temin edildikten sonra dârü’l-harekâta mahsus
olarak bazı tedâbîr-i hususiyeye teşebbüs etmek lazım gelir.
158 Mezkûr şirketler vesâtatıyla vukua gelen iaşeye “şirket vesâtatıyla iaşe” namı verilir.
159 İyi imal edilmiş me’kûlât-ı mahfuza senelerce bozulmaz ise de yine lezzetli kalmaları
için ara sıra sarfiyat ve ikmal suretiyle tazelendirilmeleri iktiza eder. Etin içinde mevcut olan
yağ kısımları mürur-ı zaman ile daima az çok bozulmaya müsait olduğundan böyle bir eti
yemekten neferat pek çabuk bıkkınlık getirir.
426
Millet-i Müselleha
arkasından hareket ettirilir. Vakıa ordu ile beraber hareket eden bakkal
arabaları yerine her kıt‘a-i cesime-i askeriye kendisinin malı olarak güzel
bârgîrler koşulu ve maksada muvafık iyi ve hafif arabalara mâlik olsa elbette
daha iyi olur. Çünkü bu misillü arabalar daha iyi hareket edecekleri gibi
yürüyüşte ara sıra fasılalar zuhuruna sebebiyet vermez ve bir de daha ziyade
iş görürler.
Bu vechle asker birkaç gün için her nev‘ ihtiyaçtan vâreste olarak dârü’l-
içtimaya vasıl olmuş olur160.
Kıtaat-ı askeriyeye erzak buldukları yerde mübayaa etmeye emir
vermeli ve hatta bu hususa kendilerini mecbur eylemelidir. Şayet bir
mahalde pek ziyade erzak bulunacak olur ise o anda ambarlar tesisi
zımnında bu hâlden istifadeye müsâra‘at etmelidir. Trenler ve nakliye kolları
henüz muvasalat etmemiş bulunacağından, tesis edilmek üzere bulunan
yeni ambarlara zehâyirin nakli zımnında ücret ile tutulmuş veyahut ahaliden
toplanmış olan arabaları istimal etmek iktiza eder. Mu’ahharen bu arabalara
ihtiyaç kalmayacak olur ise onları ordunun gerisinde icra olunacak nakliyat
hizmetine terketmelidir. Böyle oradan, buradan cem‘ edilen gayr-i muntazam
araba parkının bir iyiliği vardır ki o da vücudunun ihtiyacat-ı hakikiye-i
harbiye nezdinde elzem olmamasıdır. Kendisinden muvakkaten elden geldiği
mertebede istifade olunduktan sonra lüzumu kalmadığı hâlde hemen olduğu
yerde terkolunur. Pek çok defa diğer bir kıt‘a-i askeriye bu parkın enkazını
ele geçirerek onlardan istifadeye muvaffak olur. Harb-i âhîr esnasında
muntazam araba parkları mevcut bulunmadığı cihetle İkinci Ordu’nun idare-i
levazımı bu vechle cem‘ edilmiş gayr-i muntazam araba parklarına pek çok
kere müracaat etmiş ve onlardan ziyadesiyle istifade eylemiştir. Mezkûr
ordunun levazım idaresi daha bidayet-i emrde her kolordu için ahaliden
cem‘ edilmiş dört yüz arabadan mürettep birer park tesis ve mu’ahharen
birkaç defalar bu tedbire müracaat etmiştir.
Ondan başka idare-i levazım-ı askeriye refakatinde tecrübe-dîde tacir
veya tacir vekilleri olmak üzere mebâliğ-i külliyeyi hâmil memurlar izam ve
yeni tesis edilen ambarlar için icap eden zahireyi mübayaa eder idi. İdare-i
mezkûre bu memurları turuk-ı muvâredenin müsaadesi mertebesinde
dârü’l-içtimaya mücavir olan memleketlere gönderir ve şayet şimendifer
hatları mevcut bulunmaz ise sefâ’in vesâtatıyla icra-yı nakliyat ettirir idi.
160 Efrad-ı askeriyeyi yerleşmiş oldukları hane sahipleri tarafından nakde mukabil bir
müddet olsun iaşe etmek mümkün olur ise bu çareye dahi müracaat etmelidir.
427
Von der GOLTZ
Spree Nehri 161 üzerinde seyahat eden küçük bir mavna bin kental162 zahireyi
hâmil olabilir. Sekiz yüz bin nefer ve üç yüz bin bârgîrden mürettep cesim bir
asr-ı hazır ordusu, kuru ot ve saman dâhil-i hesap olmamak üzere üç hafta
zarfında iki milyon kental163 zahire ve yem sarf eder. Bu miktar zahirenin
nakline o misillü merâkibden iki bin kıt‘anın lazım olacağı şüphesizdir.
1870 senesinde dârü’l-içtima ile merbut olan nehir ve kanallar üzerinde
yani Rhine, 164Main 165 nehirleriyle Ludvig Kanalı ve Tuna Nehri’nin kısm-ı
ulyâsı ve Moselle Nehri166 üzerinde bu miktar sefâ’in mevcut bulunmuş ise
de yine onlardan imkân mertebesinde istifade olunmamıştır. Gemi çeken
vapurlar nehren vuku bulan bu misillü nakliyatı tesri ve teshil edebilirler167.
Ordu ile beraber hareket eden ekmekçi kolları sarfiyat-ı yevmiyeye
mukabil ekmek yetiştirmeye muktedir olamayacaklarından yerli ekmekçi
esnafına müracaat etmek iktiza edecektir. Bunun için yerli ekmekçilere dakîk
verilerek yalnız pişirme parası tediye veyahut dakîk tedariki ve ekmek tabhı
tamamıyla kendilerine havale edilerek levazım dairesi tarafından yalnız icap
eden mebâliğ tesviye olunur168.
Sığır nakliyatında pek çok zarar ve mahzurlar nümâyân olduğu cihetle
sığırı bulunulan mahalde mübayaa etmek lazımdır. 1870 senesinde bazı
vakitler beslenmemekten dolayı sığırların o kadar zayıfladığı görülmüşdür
ki bir sığırda yüzde 41 kadar et ve yüzde 59 nispetinde kemik zuhur eder
idi. Sığırın uzak mahallerden celbi lazım gelir ise mutlaka tedâbir-i mahsusa
161 Spree Nehri Almanya dâhilinde cereyan ve Almanya’nın payitahtı olan Berlin şehrini
iskâ eder. Li’l-mütercim Sadullah Paşa – Berlin vasfındaki manzûmesinden :
428
Millet-i Müselleha
ittihazına teşebbüs etmek iktiza eder. İhtiyaç hâsıl olan mahallerde ve hususiyle
şimendifer istasyonlarında nadiren ahırlar bulunacağından kurulması
kolay ahır barakalarının beraber getirilmesi ve kasap kolunun sanata
vâkıf efrattan tertip edilmesi ziyadesiyle lazım bir keyfiyettir. Ondan başka
büyücek sığır sürülerinin “uzun bir müddet” bir arada bulundurulmamasına
fevka’l-gaye dikkat etmelidir. Zira aksi hâlinde ilel-i sâriye-i mütenevvianın
zuhuruna sebebiyet verilmiş olur. Sığır sürülerini aksam-ı sağîreye tefrik
ve kıtaat-ı askeriye ile muhtelif kollara tevzi eylemek daha ziyade muvafık-ı
maslahat olacağı âzâde-i kayd-ı beyandır. Filhakika kıtaat-ı askeriye dârü’l-
harekât üzerinde sığır bulamadıkları zaman müracaat etmek üzere mahall-i
münasibede birkaç sığır debboyunun tesisi elbette lazımdır.
429
Von der GOLTZ
430
Millet-i Müselleha
işbu ambarlara sevk olunmak üzere daima bir miktar erzakın yola çıkarılmış
bulunması iktiza eder ki bu vechle iki nokta miyânında bir günlük kadar
erzakın daima yolda bulunduğu kabul olunabilir.
431
Von der GOLTZ
432
Millet-i Müselleha
433
Von der GOLTZ
edebileceği erzaka istinat eden kimse en zengin bir memlekette bile açlıktan
telef olur. Bunun gibi yalnız geride bulunan ambarlardan vürut edecek erzaka
güvenen taraf dahi geride şimendifer hatlarından mürettep mükemmel
hutût-ı irtibata, muntazam esbâb-ı nakliyeye ve gerisinde gayet zengin bir
memlekete mâlik olsa dahi yine pek az muvaffakiyet istihsal edebilir. Bu
hizmete bi’l-cümle vesait muavenet etmelidir. Yani düşman memleketinde
cebren zahire tedariki ve suver-i muhtelife vesâtatıyla mübayaat icrası, kendi
memleketimiz ve dârü’l-harekât dâhilinde kıtaat-ı askeriye tarafından icra
edilen mübayaat, memleket dâhilinde vergi usulüyle cem‘-i erzak, tüccar
vekilleri veya müteahhitler vesâtatıyla temin-i mübayaat, şimendiferlerden
nehir ve kanallar ve şoselerden hüsn-i istifade, ambar mevâki‘i arabaları,
erzak ve nakliye kolları, kıtaat-ı askeriye nezdinde bulunan arabalar ve
serian temdit edilmiş şimendifer ve tramvay hatları vesaire misillü hususatın
cümlesine müracaat etmelidir. Ondan başka kıtaat-ı askeriye maiyetine
verilmiş olan ekmekçi kollarıyla asayiş zamanında mevcut olarak harp
zuhurunda tevsi edilen ekmek fırınları, yeniden inşa olunan sahra fırınları
ve hususî veya şirket tarafından tesis edilen fırınların hepsinden birden
istifadeye çalışmalıdır.
434
Millet-i Müselleha
435
Von der GOLTZ
436
Millet-i Müselleha
giyinmiş hemen hiçbir nefer bulunmuyor idi. Sıralarda birçok sivil elbisesi
müşahade olunmakta idi. Bir Prusya iğneli tüfeğinin kurşununu pek kolay
celbe müstait olan Fransızların mahut kırmızı pantalonlarına varıncaya kadar
ele geçen elbise istimal olunmuş idi. Her nefer üzerinde, m esela pirinçten
olan tezyinatın yarısı dökülmüş bir şapka gibi, ancak hangi kıt‘a-i askeriyeye
mensup olduğunu bildirecek birer şey bırakmış idi. Neferat-ı askeriyenin
askerce tavır ve hareketleri ve ciyâdet-i bedeniyeleriyle elbiselerinin
pejmürdeliği arasındaki tezat göze çarpmakta idi.
Efrad-ı askeriye pek iyi beslenmiş bulunuyor idi. Lâkin harekât-ı
harbiyenin imtidadı hâlinde elbisece olan zaruret mucib-i endişe bir suret
peyda edebiliyor idi. Zira bu hâlin mürur-ı zaman ile nizam ve intizam ve
zabt u rabt-ı askerî üzerine fena bir aks-i tesir icra eylemesi dahi kâbil-i inkar
değildir.
Kıtaat-ı sağîre-i askeriyenin kendilerine mahsus küçük birer levazım
idaresine mâlik olmaları yani bazı levazımı kendilerinin tedarik edebilmeleri
hususunun fevâ’idini bâlâda söylemiş idik173. Esna-yı harpte cesim
merkez destgâhlarının tesisi fevka’l-hadd elzem olarak bu babda düşman
memleketinin sanayiinden dahi istifade etmek mümkündür.
1871 senesi mevsim-i baharında Tours mevkiinde bulunan Onuncu
Kolordu bu vechle hareket etmiş idi.
Tedâbîr ve tertibat-ı mezkûreye mürafakatta olarak mecruhîn ve
hastegân tedavi ve iaşesi meselesiyle iştigal etmek iktiza eder. Bunları iptida
seyyar hastahaneler alarak birkaç gün muhafaza ettikten sonra ordunun
gerisinden gelen ve daima ordu ile beraber ileriye hareket etmek üzere
geride daimî sahra hastahaneleri tesis etmekte bulunan sıhhiye heyetine
teslim eder.
Burada meselenin başlıca esası yolculuk etmeye muktedir olan mecruhîn
ve hastegânı geride daha sâkin ve daha emin bulunan mahallere nakletmektir.
Hutût-ı irtibatın boyunca vürut eden veyahut yalnız oradan mürur üzere
bulunan hastegâna muvakkaten bakmak için mevkif hastahaneleri tesis
olunduğu gibi seyyar hastahane ve sıhhiye kolları dahi tedaviye muhtaç olan
efradı peyder pey memleketimiz dâhilinde bulunan büyük hastahanelere
nakledecek şimendifer hatlarıyla mütemadi bir münasebet üzere
bulunmalıdır. Bu babda ittihaz olunacak tedâbîr-i hasenenin vücudu ve ilel
437
Von der GOLTZ
174 Meckel’in Tabiye’sinin 25’inci sahifesi ambar ve debboy hutûtu ve şimendifer ile olan
438
Millet-i Müselleha
nakliyat hakkında icra olunacak tertibata dair malumat-ı mufassala ita etmektedir.
175 Dördüncü kısmın ondördüncü faslına müracaat oluna.
176 Yine dördüncü kısmın ondördüncü faslına müracaat edilmesi tavsiye olunur.
439
Von der GOLTZ
Harp ve sefer esnasında bir ordu hiçbir vakit doymak bilmez ve arzdan
kuvvet alan Antaeus gibi vatandan yeni bir kuvvet almadıkça kuvvetini
muhafaza edemeyen ve mütemadiyen beslenmeye muhtaç bulunan bir deve
benzer177.
Bu teşbih iki cihetten muteber olabilir. Ordunun kuvve-i maneviyesi
hubb-ı vatandan ve kuvve-i maddiyesi dahi vatanın ordunun selameti için
her nev‘ fedakarlığa hazır bulunmasından ve ordunun vatan ile emniyetli bir
surette mütemadiyen münasebet üzere bulunabilmesinden neşet eder.
Burada irat eylediğimiz izahat, ezmine-i cedidede ordudan edilecek
matlubat tezâyüd etmiş ise, matlubat-ı mezkûrenin ifasını teshil edecek
esbâb ve vesaitin dahi o nispette tekessür etmiş olduğunu pekâlâ ispat
etmektedir. Ordular artık bir hatta merbut olmadıkları gibi netice-i hâlleri
dahi kuvvetleri menbalarından birinin kazanılmasına veya kaybedilmesine
tabi değildir. Zira şimdiki orduların gerisinde bulunan bütün memleketler ve
hatta telgraf ve şimendifer hatları mevcut kaldıkça bütün kendi memleketleri
dahi onlar için bir üssü’l-harekât teşkil etmektedir.
177 Antaeus eski Yunanlıların esâtîrinde arzın oğlu olarak Herkül tarafından telef edilmiştir.
Herkül bu dev ile ettiği müsâra‘ada devin ayağı yere dokundukça yeni bir kuvvet almakta
olduğunu derk etmekle kendisini büsbütün yerden kaldırarak bu vechle telef etmeye mu-
vaffak olmuş idi.Li’l-mütercim.
440
Altıncı kısım
Maksad-ı Harbin İstihsali
En evvel zuhur edecek bir harbe fart-ı heyecan ve endişe ile intizar
etmekteyiz. Bu harbin şimdiye kadar emsali nâ-malum bir şiddet ve
kuvve-i muharribe ile saha-nümâ-yı dehşet olacağını herkes daha şimdiden
hissetmektedir. Bu harp artık orduların adi bir muharebesi olmayıp bütün
iki milletin yek-diğere karşı seferber olmasından ibaret bulunacaktır. Yek-
diğerlerini mahv ve tahrip için kâffe-i kuva-yı maddiye ve maneviye cem‘ ve
tarafeynden dahi mevcut olan bütün zeka ve malumat sarf edilecektir. Ordular
gibi onların da harp ve seferinden husule gelecek felaket ve nekbet dahi pek
azim olacağı ve hiç şüphe yok ki istikbaldeki harplerin dehşet ve ciddiyeti,
eski zamanların eğlenceye mail olan şövalyelerinin derece-i nihayede olarak
hoşuna gitmeyecek bir raddede bulunacaktır. Harbi intaç eden esbâb-ı
tabiîye ve iki millet arasındaki husumet ve adavet ne derecede ziyade olur
ise o nispette daha ziyade kuvvet istimal ve sarfedilecektir. Orduyu teşkil
eden ve hayatın kıymetini takdir etmeyi öğrenmiş olan insan cemiyetleri
harpten ne kadar mütevahhiş olsa bile yine onları bazı ahvalde harbin elzem
olduğu ve ahval-i mezkûre zuhurunda kendisinden içtinap etmek mümkün
olmadığı hissi harbe sevk edecektir. Bir milletin münferit bir insan gibi
kendisine mukadder olan hizmet-i hayatı esnasında ifasına borçlu olduğu
bir vazife bulunduğu hiss-i hafîsi daima icra-yı tesir ve nüfuz eder. Milletler
terakkiyat-ı medeniyeleri mesâ’ilinin halli esnasında yek-diğerleriyle temasa
gelerek çarpışırlar. 1870 senesinde Fransızların tehdidatına karşı dünyanın
en ziyade asayiş-perver bir memleketinde harp için fevkalade kuvvetli
bir meyl ve teveccüh cereyanı husule getiren şey ne idi? Elbette asırlarca
imtidat eden Almanya’nın ittihadı hayal-i kadîmini saha-i hakikate çıkarmak
ve memleketin ecnebî ordularına ve ecnebî nüfuzlarına mütemadiyen
cevelangâh olduğu bir devr-i tarihîye büsbütün nihayet vermek zamanının
gelmiş olduğu hiss-i umumîsinden başka bir şey değil idi. Acaba 1870 senesi
Temmuzunun 15’inci gününden sonra Almanya’nın kendisine cebren teklif
olunan harpten ihtiraz edeceğini kim söyleyebilir idi. En sade fikirlere
mâlik olanlar bile istikbalde Avrupa’nın göbeğinde sulh ve asayişi hâmi bir
siper misillü bulunabilmek ve umum milel ve akvamın hürmet ve riayetini
441
Von der GOLTZ
442
Millet-i Müselleha
mümkün bulunan vesait ile nihayet düşmanın def‘ ve tardına muvaffak olur
idi. Avrupa’da hiçbir millet yoktur ki bir kere memleketinde yabancı görmemiş
bir müddet vücuduna tahammül ettikten sonra nihayetü’l-emr memleketten
dışarıya tard etmemiş bulunsun.”
Bu husus Romalıların hiçbir vakit hîn-i felakette akd-i müsalaha etmemek
hakkındaki kaide-i esasiyelerine müşabih olarak cihan imparatorluğu dahi
işte bu kaide sayesinde vücut bulabilmiştir.
Tarafeynden dahi bir suret-i mütesaviyede olarak ısrar ve sebat
olunduğu zaman harbin resîde-i hadd-i hitam olması ancak umumî bir
harabı ve sefalet-i kuva-yı maddiyeyi ve uzun bir müddet imtidat eden elem
ve ızdırabat kuva-yı maneviyeyi tamamıyla bitap bıraktığı zaman hatıra
getirilebilir.
Filhakika büyük bir adamın idaresi altında bulunan musırr bir milletin
silah-bedest olarak irademizi kabul ettirmek için düşman memâlikini
kâmilen istila ederek ahali üzerine senelerce imtidat eder bir tazyik icrası
mümkün olacağı hatıra tebâdür edebilir.
Bununla beraber işin derece-i nihayesine kadar gidilmesi pek nâdir
hâlâtta vaki olabilir. Hele mütemeddün ve zî-servet bir millet ile edilen
harpte bu husus belki hiçbir vakit mümkün olamaz. Umumî bir yorgunluk
husulünden evvel bir zaman gelir ki mağlup olan taraf harekât-ı hasmaneye
devamdan ziyade akd-i müsalahaya meyyal ve arzu-keş bulunur.
Lâkin bu zaman vürudunu tayin etmek için mağlup olan milletin
havass-ı mahsusa-i milliyesinden başka daha birtakım şeyleri nazar-ı
dikkate almak lazım gelir. Kesîr ve zengin bir şehirli takımı mevcut olduğu
ve ticaret ve sanayinin ziyade müterakkî olan memleketlerde ahali üzerine
bir tazyik icrası her yerden ziyade kolay olacağı gibi bu tazyik dahi her
yerde olduğundan ziyade burada icra-yı tesir eder. Çünkü muzaffer ve
külliyetli düşman askerinin vücudundan en ziyade müteessir olan bu
misillü memleketlerdir. Ondan başka bu sınıf ahalinin arzularını mevki-i
fiile çıkartmak için daha ziyade turuk ve vesaite mâlik oldukları dahi nazar-ı
dikkate alınmaya şayan bir keyfiyettir. Bu sınıf gazetelere ita-yı efkâr ederek
efkâr-ı umumiye üzerine suhuletle bir nüfuz icra ve derece-i ifratta bulunan
harp taraftarlarını ıskat veyahut onların nüfuzunu büsbütün izale etmeye
muktedirdir. Her nerede fikir ve emeli mahzâ iktisab-ı servete münhasır bir
şehirli takımı müterakkî bulunacak olur ise orada hükûmet mutlaka zayıf
olur. Çünkü birkaç mağlubiyyetten sonra bütün muvaffakiyet ümitlerinin
443
Von der GOLTZ
444
Millet-i Müselleha
178 Pharsalus kadîm Teselya Kıtası’nda bir şehir olarak Roma general ve diktatörlerinden
Sezar milattan kırk üç sene evvel yine Roma generallerinden olan Pompei’yi şehr-i mezkûr
civarında mağlup ve perişan etmiştir. Li’l-mütercim
445
Von der GOLTZ
446
Millet-i Müselleha
sebat ve ısrarını hangi tesadüf, hangi nüfuz-ı şahsî ve hangi inkılabâtın belki
iki misli tezyit edeceğini evvelden keşfetmek hiçbir vakit mümkün olamaz.
447
448
Yedinci Kısım
Hâtime
179 Machiavelli Floransa üdeba-yı mü’errihîninden meşhur bir zat olup 1469 senesinde
449
Von der GOLTZ
450
Millet-i Müselleha
giden sabanın fevkalade bir sürat peyda eylediği görülür. İlm-i hendesede
ne kadar vasi malumatınız olur ise olsun, takip edeceğiniz hedefi ne kadar
iyi görebilirseniz görünüz, yine tarla üzerinde resmetmek istediğiniz hatt-ı
müstakîm akla gelmez birtakım münhaniyâtı havi bir hattan ibaret olarak
çıkar.
Münazaat-ı şahsiye, şayan-ı teessüf tesadüfat, sehv ve hatalar, muharebe
heyecanı ve birden bire sizi ya uç-ı bâlâ-yı ikbale veyahut ka‘r-ı nâ-yâb-ı
felaket ve idbâra sevk edebilecek vekâyi‘in önünde bulunmak hissi misillü
hâlâtın cümlesi erbâb-ı harpten olan bir adamı öyle bir ızdırap ve endişeye
düşürür ki bunun tesirat-ı fevkaladesini ancak böyle bir hâlde bulunmuş
olan bir adam layıkıyla bilebilir.
180 Marengo İtalya Krallığı dâhilinde bir karye olarak Napolyon Bonapart 1800 sene-i
miladisi Haziranının 14’üncü günü karye-i mezkûre civarında Avusturyalılar ile ettiği mu-
harebe-i meşhurede muzaffer olmuş ve bu cihetten karye-i mezkûre bir şöhret-i tarihiye
kazanmıştır. Li’l-mütercim.
181 Rossbach, Saksonya dâhilinde bir karyedir ki Büyük Frederick 1757 senesinde karye-
i mezkûre civarında Fransa generallerinden Prens de Soubis’i bozmuştur.
451
Von der GOLTZ
“Lâkin bir şahsın ibka-yı nam etmesi için bu kadar insan cemiyetlerini
enva-ı mihn ve meşakka uğratmak caiz midir? Bir meşhur başkumandanın
şeref ve şanı uğrunda meydan-ı kâr-zârda terk-i hayat eden binlerce kimselerin
isimleri asla yâd olunmaz. Bunlar mükafatsız kalıyorlar.”Bir fikr-i mahdut
sahibi işi bu yolda mülahaza ve muhakeme edebilir ise de biz bu misillü
şeylere büsbütün başka bir nazar ile bakarız.
Hatıra-i ahlâf her nev‘ ihtilaf-ı rütbe ve mevkiden sarf-ı nazar ile büyük
işlere olan hayretiyle mezkûr işlerde iştirak edenlerin cümlesine ve en
aşağı rütbede olanlara bile ibraz-ı hürmet eder. Bugün mezardan Leuthen
Muharebesi’nde bulunmuş bir granadier çıkacak olsa kendisine nazar-ı
hürmet ve hayret ile bakmaz ve kendisinin onunla beraber yaşamış olan
sair askerler gibi birçok neferat-ı askeriye mevcut bulunduğunu unutur mu
182 Granicus Asya-yı Suğra dâhilinde ufak bir nehir olup civarında İskender-i Rûmî İran
hükümdarı Dara’yı bozmuştur. Li’l-mütercim
183 Hannibal Kartacalı meşhur bir kumandandır ki Trebia, Trasimene, Cannae mevkiler-
inde Romalıları bozmuş ve fakat nihayette Zama mevkiinde Afrikalı Scipio nam general
ile ettiği muharebede mağlup olmuştur. Müşârun-ileyh kable’l-milat 247 senesinde tevellüt
edip 183’de vefat etmiştir. Li’l-mütercim
452
Millet-i Müselleha
idik? Mesut bir tesadüf kendisi vatanın büyük bir vakasına iştirak ettirmiş
olduğundan bu husus nazarımızda kendisine bir asalet vermektedir. Bunun
için kendisinin bizzat görmüş olduğu hizmetleri asla sual etmeyiz. İşte bu
suretle bizden sonra gelecek ahfâd ve ensâl dahi Kral William ile beraber
Avusturya ve Fransa aleyhinde sefere azimet ederek Almanya ittihadının
vücuda gelmesine hizmet eden kimseleri gıbta-kârâne bir surette tahattur
edeceklerdir. En meçhul ve ismi asla yâd olunmaz ve asker olmadığı hâlde
ancak yaşamak için yaşayacak ve yiyip içmek için çalışacak adi bir neferin
bile cenab-ı hakkın ihsanı olan bir zeka-yı harikuladeye mâlik meşhur bir
başkumandanın ef‘âlinin muavini ve şan ve şerefinin müşâriki olması onun
için kâfi bir mükafattır. Kendisi bir kere dünyada en ali adamlar ile beraber
bulunmuş ve bir teşebbüste muavenet ederek onlara muadil olmuştur. En
basit bir fikre mâlik bir adam bile insanı ahval-i adiye-i yevmiye fevkine
çıkaran ve kendisini âlâ eden bu hayata mâlik olacaktır. “Bir kalbe mâlik olan
kimse muhariplik sanatı için kalbinin şiddetle çarptığını ve bu sanata hayran
olduğunu mutlaka hisseder.”
Vatanı müdafaa etmek vatanın şükranına mazhar olmak demek
olup böyle bir fiil-i hayırda bulunanlar kendi isim ve mevcudiyetlerini
hükümdarlarının, başkumandanlarının ve milletlerinin şan ve şerefiyle mezc
etmiş olur.
Kuvve-i kâhire-i seyf ile vücuda gelerek iktisab-ı kudret ve şevket eden
devletler bu cihan-ı fânide herşeyde görüldüğü gibi kendilerine mahsus bir
müddet-i hayata mâliktirler. Devletlerin hâli insanların hâline müşabihtir.
Onlarda vücuda gelip büyürler, neşv ü nema bulurlar ve nihayette inkıraza
yüz tutarak mahv ve nâ-bûd olurlar. Lâkin takdirin verdiği zamanı ef‘âl-i
layıka ile imla etmek ilkbahardan ziyade yaşayan solmuş çiçekler gibi
müddet-i hayatı uzatmaktan daha hayırlıdır. Hiçbir müverrih şimdiye kadar
onlardan ziyade yaşamış olduklarından dolayı Çinlileri Romalılara veya eski
Yunanlılara tercih etmemiştir. Fâni bir büyüklük için çalıştığı hissi iş görmek
hevesini asla izale etmemelidir. Bir millet, namı ilelebet baki olduktan ve
kendisi nev‘-i benî beşerin terakkîsine büyük hizmetler eda eyledikten sonra
mahvolup da diğer milel ve akvama karışacak olsa bile yine o millet derecede
yaşamış demektir. Siz ise bu milletin yaptığı işlere ve icra eylediği fütûhâta
iştirak etmiş iseniz tarih size de ebedî bir şöhret temin eder.
Biz, bugünkü Almanlar şayan-ı gıbta bir hâlde bulunmaktayız. Genç
imparatorluğun necm-i şevketi vera-yı ufuktan henüz tulû‘ etmiş olduğu
cihetle bütün mesleki daha önünde bulunmaktadır. Semtü’l-re’se doğru
453
Von der GOLTZ
su‘ûd etmek üzere mesafe kat‘ etmek, semtü’l-re’s noktasına vusülden sonra
aşağı doğru inmekten elbette daha latiftir. Vücut bulmak üzere iken uzun bir
müddet yaşayacağını temin eden bir sebebe mâlik bir devlet bulunmuş ise o
da mutlaka Avrupa düvel-i muazzamasının ortasında duran müttehit ve zî-
şevket Almanya Devleti’dir.
Filhakika bu hâlin tehlikeli olduğunu söylemekte hak var ise de kuvvet ve
kâr-güzarlığı daima teyakkuz üzere bulunduracak şey dahi işte bu tehlikedir.
Vakıa vatanımız kazanmış olduğu muzafferiyet taçları üzerinde
istirahata vararak emniyet ve itibarının ilelebet temin edilmiş bulunduğu ve
komşularının göründükleri kadar bedhah olmadıkları hülyasına kapılacak
olsa az bir zaman zarfında bittabi komşularının dest-i zabt ve iğtinamına
düçar olur idi. Hepsinin mücaviri olmakla biraz onların tevssüüne dahi bir
mâni teşkil etmekte olduğundan ve hudutları üzerinde nakliyat tarîkiyle
veyahut fikr-i endişe ve fesad-perverâneleriyle husule gelmiş bir hassadan
naşi merkez sıkletlerini Almanya’nın haricinde gören birtakım akvama mâlik
bulunduğundan ve hududu dahi mevâni‘-i tabiîyenin müdafaası altında
olmadığından Avrupa’da zuhur edecek kâffe-i inkılabatın zarar ve ziyanını
kendisi çekmeye mecbur olur idi. Lâkin insanların bütün dûr-endîşlik ve
ihtiyat-perverlikleriyle beraber yine iş bu mertebeye vasıl olmayacaktır.
Kuvvetli bir kol ve keskin bir kılıç Avrupa’nın kalpgâhını himaye ve müdafaaya
muktedir olacaktır.
Mamafih hâlâ terakkiyata muhtaç bulunduğumuzu itiraf etmeye
borçluyuz. Parolamız “ileri” olmalıdır. Millî ordumuzun tensikat ve teşkilatının
ikmaline mütemadiyen çalışmak daha uzun bir müddet için hikmet-i
siyasiyemizin esası bulunacaktır. Harpte herşeyi kendisine tabi kılan kuva-
yı maneviyenin tezyidi bu ikmalât ile mürafakatta gitmelidir. Mevcut olan
şeyi muhafaza değil tezyit etmek lazımdır diyoruz. “Zira kuva-yı maneviye
daima hareket üzere olup hâl-i atalette bulunamaz. Binaenaleyh su‘ûda sâ‘î
bulunmaz ise mutlaka tenezzül başlayıp nihayet düçar-ı zaaf olur184.” Bunun
için istirahat vaktinin henüz gelmemiş olduğunu ve Almanya’nın vücut ve
azametinin katiyen temini için cesim bir muharebenin zuhur edeceği haber-i
mütekaddiminin, erbâb-ı garez ve tama‘ birtakım ahmakların zihinlerinde
husule gelmiş bir hayal-i vâhî olmayıp bu muharebenin bir gün mutlaka
biri, tefevvukunu sairlere katî bir surette kabul ve tasdik ettirmek emelinde
bulunmak üzere milletler arasında zuhur eden bütün muharebeler gibi
454
Millet-i Müselleha
455
DİZİN
F K
Fransa 7, 8, 9, 12, 15, 16, 17, 26, 28, Katzbach 352, 353
38, 41, 42, 53, 56, 61, 77, 81, 95, 96, Kleist 100, 352, 353
102, 107, 116, 117, 136, 137, 144, 145, Kolin 352, 353, 380
147, 150, 154, 156, 157, 158, 162, 163, Könnigratz 26, 352, 353
166, 171, 172, 173, 174, 175, 180, 181, Kunersdorf 352, 353, 383
183, 185, 191, 192, 194, 195, 202, 238,
241, 242, 243, 254, 260, 263, 266, 279, L
306, 315, 321, 330, 359, 373, 386, 399, Lebceuf 102
400, 402, 410, 413, 415, 417, 418, 421, Lehistan 53, 102
422, 423, 424, 428, 436, 438, 442, 444, Lehwald 102, 177
451, 453 Louis Ferdinand 102, 334
G M
Ganrobert 54 Machiavelli 174, 188, 449
Gneisenau 54, 114 Mack 174, 188
Gravolette 54, 102 Macmahon 54, 174, 175, 181, 188,
Grenadier 54 190, 192, 204
Manteuffel 125, 174, 188 Schiller 26, 164, 302, 308, 383, 390,
Marmont 174, 188, 286 403
Mars La Tour 102, 174, 188 Sedan 26, 164, 302, 383, 390, 403
Massenbach 40, 174, 188 Seydlitz 26, 164, 302, 305, 383, 390,
Meckel 174, 188, 226 403
Metz 102, 174, 188 Sezar 26, 90, 164, 302, 383, 390, 403
Moğol 76, 174, 188 Spicheren 26, 164, 174, 302, 383, 390,
Moltke 15, 174, 188 403
Moreau 174, 188, 267 Stiehle 26, 122, 164, 302, 383, 390,
Mouendorf 99, 174, 188 403
St-Privat 26, 164, 302, 383, 390, 403
N
Nadir Şah 75, 77 T
Napolyon 15, 75, 77 Thionville 39, 42, 54, 64, 127, 141,
Neipperg 75, 77, 173 149, 162, 177, 229, 246, 248, 251, 252,
Nizip 75, 77, 313 313, 318, 323, 345, 369, 372, 381, 406
Timurlenk 39, 42, 64, 76, 127, 141,
O 149, 162, 177, 229, 246, 248, 251, 252,
Olsuwief 120 313, 318, 323, 345, 369, 372, 381, 406
Osmanlı 10, 120 Turenne 39, 42, 64, 76, 127, 141, 149,
Osmanlı Devleti 7, 120 162, 177, 229, 246, 248, 251, 252, 313,
Osman Paşa 403 318, 323, 345, 369, 372, 381, 406
P U
Panslavizm 251 Ukbe 88
Paris 181, 251
Paull 100, 251 V
Plevne 251, 403 Vionville 26, 221, 266, 306, 331, 335,
Prusya 7, 251 373, 388, 390
Prut 178, 251 Viyana Kongresi 26, 143, 221, 266,
306, 331, 335, 373, 388, 390
R Von Decken 26, 43, 221, 266, 306, 331,
Romanya 178 335, 373, 388, 390
Rüchel 67, 178 Von Goethe 26, 37, 221, 266, 306, 331,
Rusya 8, 178 335, 373, 388, 390
Von Manstein 26, 221, 266, 306, 331,
S 335, 373, 380, 388, 390
Sadova 15, 26, 164, 302, 383, 390, 403 Von Schroetter 26, 177, 221, 266, 306,
Scharnhorst 26, 41, 164, 302, 383, 331, 335, 373, 388, 390
390, 403 Von Stiehle 26, 221, 266, 306, 331,
335, 373, 383, 388, 390
Von Zastrow 26, 221, 266, 294, 306,
331, 335, 373, 388, 390
W
Waterloo 82, 267, 352, 353, 383
Weissembeurg 82, 174, 267, 352, 353,
383
Wellington 82, 267, 352, 353, 383
Werder 82, 125, 267, 352, 353, 383
Wörth 26, 82, 267, 352, 353, 383