You are on page 1of 294

KAYIVIII

ISLAHAT, DARBE VE DEVLET


ili. Osman, III. Mustafa, 1. Abdülhamid, m. Sellin, Iv. Mustafa
Ahmet Şimşirgil

TIMAŞ YAYINIARI l 4 1 12
Osmanlı Tarihi Dizisi I 113

PROJE EDITORO
Adem Koça)

EDITOR
Zeynep Berktaş

KAPAK TASARJMI
Ravza Kızılruğ

1. 11.UKI
Ekim 2016, İstanbul

2. BASKI
Nisan 2017, lsranbul

ISBN

ISBN: 978-605--08-2380-6

9 '11JA1J1'13ı1t•61
11MAŞ YAYINlARI
Cağaloğlu, Alemdar Mahallesi,
Alayköşkü Caddesi, No: 5, Fatihllstanbul
Telefon: (0212) 511 24 24
P.K. 50 Sirkeci i lstanbul

timas.com.tr
timas@timas.com.tr
fu:ebook.com/timasyayingrubu
twitter.com/timasyayingrubu

Kültür Bakanlığı Yayıncılık


Sertifika No: 12364

BASKI VE ctı;r
Çınar Matbaacılık
Y'ılıyıl Mah. Matbaacılar Cad.
Atahan No: 34 Kat 5
Bağcılar/ ISTANBUL
Tel: (0212) 628 96 00
Matbaa Sertifika No: 12683

YAYIN HAKL\IU
© Eserin her hakkı anlaşmalı olarak
Tımaş Bas ım Tıcareı ve Sanayi Anonim Şirketi' ne aittir.
izinsiz yayınlanamaz. Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir.
KAYIVIII
ISLAHAT, DARBE VE DEVLET

111. Osman, 111. Mustafa, 1. Abdülhamid,


III. Selim, iV. Mustafa

Ahmet Şimşirgil
AHMET SIMSIRGIL
l 959'da Boyabat'ta doğdu. İlk, orta ve lise tahsilini aynı yerde tamam­
ladı. 1978'de girdiği Atatürk Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Tarih
Bölümii'nden 1982'de mezun oldu. 1983'te aynı bölümdeki Yeniçağ
Anabilim Dalı'nda Araştırma Görevlisi olarak vazifeye başladı. 1985'te
Yüksek Lisans eğitimini tamamladı. 1989'da Marmara Üniversitesi, Fen
Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü' ne naklen geçiş yaptı. l 990'da "Osmanlı
Taşra Teşkilatı'nda Tokat (1455- 1574)" isimli çalışma�ıyla Tarih Doktoru
unvanını aldı. 1997'de "Uyvar'ın OsmanWar Tarafindan Fethi ve İdaresi"
isimli takdim teziyle Doçent oldu. 2003'te Profesör kadrosuna atanan
Şimşirgil'in Osmanlı şehir tarihi, siyasi hayatı ve teşkilatı ile ilgili eserleri
ve çeşidi dergilerde yayımlanmış çok sayıda ilmi makalesi bulunmaktadır.
Halen aynı üniversitede Öğretim Üyesi olarak görevine devam etmektedir.
Ayrıca Marmara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırmaları ve Uygulama
Merkezi Müdiirlüğü'nü de yürütmektedir.

Yayımlanmıt eserleri:
Kaptan Paşanın Seyir Defteri
Kayı I -Ertuğrııl'un Ocağı (Timaş Yayınlan)
Kayı II -Cihan Devleıi (Timaş Yayınlan)
Kayı IlI -Haremeyn Hizmetirnlt (Tımaş Yayınlan)
Kayı N -Ufııklann Padişahı Kanuni (Timaş Yayınlan)
Kayı V -Kudret ve Azamet Y ıllan (Timaş Yayınlan)
Kayı VI -lmparatorluğıın Zirvesi ve Döniq (Timaş Yayınları)
Kayı VII -Kutsal ittifaka Kar�ı (Timaş Yayınlan)
Kayı VIII -Islahat, Darbe ve Devlet (Timaş Yayınlan)
Valide Sultanlar ve Harem (Timaş Yayınlan)
Denizler Fatihi Piyale Paşa I Cerbe Zaferi (Timaş Yayınlan)
Topkapı Sarayı: Bir Müstakil Dünya (Timaş Yayınları)
Osmanlı Gerçekleri (Timaş Yayınlan)
Otağ- 1 I Büyük Doğuş (Tımaş Yayınlan)
Otağ-2 I Emir Timur (Timaş Ya:yınlan)
Ahmed Cevdet Paşa ve Mecelle
Devr-i Gül Sohbetleri
S!ovakya'da Osmanlılar
İstanbul, Fetih ve Fatih
Fethin Kahramanlan
İÇİNDEKİLER

TAKDİM . . .
.......................... .............................. .. .................... .... . 11
ÖNSÖZ ........................................................................................ 13

ili. OSMAN HAN ............. .. ...... .... . .. .. . .


. . .. .. .. ....... .. .
.......... ..... . . 17
CÜLUSU VE İLK İCRAATLARI ......... ........................................ 19
HEKİMOGLU ALİ PA ŞA OLMAZ! .. . .
.......... ............. . . . ............. 20
SADARET DEGİŞİKLİKLERİ VE BÜYÜK YANGIN ................ 22
ÜİGER OLAYLAR . .
............................ .................. ........... . . . . . . . .... 24
.

MANSIBI KENDİ ELİYLE VERMEK! .. . ............................... ... . 25


VE FAT I VE ŞAHSİYE T İ ............................................................. 26

ili. MUSTAFA HAN . . .................. . ........ . ..... .


... . . ... .................... 31
TAHTA ÇIKIŞI . . .
.. .......... ................... .................... ............ ......... . . 33
ISLAHAT HAMLELERİ ... ... . . . .
..... .......... ............. . . ........ .......... ... . 34
SARAYDA BİR DOGUM............................................................. 36
AVRUPA DA DURUM . .
..... ... ............ . ................................ ... . . .... . 37
YEDİ SENE HARPLERİ VE O SMAN LI ................................... 38
YEDİ SENE HARI'LERİ1NİN NE TİC ESİ ................................. 41
KOC A RAGI B PAŞA ................................................................... 43
LEHİSTAN MESELESİ ................................................................. 48
KATERİNANIN BÜYÜK OYUN U............................................. 51
RUSYAYA HARP İLANI . . .
....................... ... ...... ........ . . ... ......... ... . 52
TIRNAKLARI AŞIN MIŞ ARSLAN! .
....................... ..... ...... . ... . .. 54
MUHSİNZADE MEHMED PAŞA ..
.... . ......................... ............ . 55
Rus ELÇİSİ İLE GÖRÜŞME ..................... . . .. . . .. . . . .
. . . ... . .. ........... . 57
OSMANLI ORDU SU N U N HAREKETİ .................................... 59
RUSLAR HOTİN ÖNÜNDE ..... . . ..
................................. .......... . 60
ŞİDDETLİ Ç ARPI Ş MALAR ........................................................ 61
HOTİN1İN DÜŞMESİ .
............ .......................... . . . ........... .... . . .. . . 63
BOGDAN'I KURTARMA TEŞEBBÜSLERİ ....... . . . .................... 66
KARTAL (LARGA) MUHAREBESİ ....................................... . . . . 67
RUSLARIN AKDENİZ HAREKATI . . .
.. ..... ....... .......... . . .. ..
.. .
.... ... 70
MOR.ADA İSYAN ........................................................................ 72
MORA .FATİHİ: MUHSİNZADE MEHMED PAŞA .. . . 73 ........ ... .

OSMANLI-RUS DONANMALARI KARŞI KARŞIYA .


... ........ 75
ÇEŞME VAKASI .......................................................................... 7 7
RUSLAR Litv\Nİ ADASı'NDA . .... ...... . .. .
........... . .. ....... .... . .. . .... 79
. . .

LİMNi'DE RUSLARA DARBE .


.................. ...................... .. ....... 80
KIRIM ........................................................................................... 81
SAKIN Rus'UN HİLESİNE KAN MAYASIZ! .......................... 83
SİLAHDAR İBRAHİM PAŞANIN FERAGATİ......................... 85
KATERİNA'YA SADAKAT YEMİNİ . .... .. .. .. ... .. ........................... 86
VAATLER ÇABUK UNUTULDU!.. . .
....... ... ........................ .. .
... ... 87
OSMANLI ORDUGAHINDA DURUM . . .
. . ...... ...... ..... . .. ... ...... . 88
OSMANLI ORDUGAHININ İŞGALİ ....................................... 89
SULH GÖRÜŞMELERİ . ... . . . .. ... ...................................... ..... . ...... 90
VARIN GELDİGİNİZ YERE GİDİN ! ....................................... 94
HOROZ ÇOK OLUNCA SABAH GEÇ OLUR! .............. ... .... . . 95
İÇERDE DURUM: BULUTKAPAN ALİ BEY İSYANI .. . . .. 97 . . ... .

ALİ BEY'İN SURİYE'Yi İSTİLASI... ........................................... 98


ALİ BEY'iN AKlBETİ .................................................................. 99
zAHİR Ö MER İSYANI . .. . . . .
.. ................. .......... .... . . . ... ...
. .. .. . . .... . . 10 1
HÜZÜN VEREN BORÇ SENETLERİ ....................................... 102
RUSLARLA MUHAREBENİN YENİDEN BAŞLAMASI . ... 104 .. ...

SİZİN DİNİNİZ Mİ. BİZİM DİNİMİZ Mİ EYÜ? . . . ... .......... . . 105


VEFATI .......................................................................................... 107
ŞAHSİYETİ . . . .. .. .
.................... . ... ... .. .
... ................... .............. . . .. ... 108
..

DİNDAR VE ISLAHATÇI PADİŞAH ........................................ 110


BOL BOL TARİH OKUYUN! . . .... . ... ... . . .. . . ... .
. ............... .............. 111
İMAR FAALİYETLERİ ................................................................. 1 12
LALELİ CAMİİ ............................................................................. 113
CİHANGİR . . . . . . . . ... ... .... .. . . .......... . ....... ..
..... . . . . . ............... ... .
..... ...... 114
YIKILUPDUR BU CİHAN .......................................................... 1 16
1. ABDÜLHAMİD HAN .
.......... ............... ............ . .. . . .
.. . . ........ 121
CÜLUS .......................................................................................... 123
OSMANLI-RUS HARBi'NİN DEVAMI .. .... . . . . . . .. ............ ... . .. 124 ..

SULHA GİDEN YOL . .. . .


................ .......... .... ........ . . . ... .....
.. .. . . 126
.... ..

KÜÇÜK KAYNARCA MUAHEDESİ ......................................... 12 7


MUAHEDE HAKKINDA YAKIŞTIRMALAR............................ 130
KlRIM'DA KARIŞIKLIKLAR ............................... .. . . .. .
... .. . .. .... .. 132
..

İRAN'LA HARP ............................... .... .


................ ............. .......... . 135
AYNALIK.AYAK TENKİHNAMESİ ......... .. . ... .
. ... .. ..... .... . .. .
...... ... 138
AVUSTURYANIN DOSTLUGU(!) ......................... .. ...... . ... . . . . .. 142
RUSLARA KARŞI KAFKASYA SEDDİ..... . .. ... . ........... . ... ......... .. . 143
FERAH Ali PAŞA .
..................... .................... .. . . . . . ..
.. ... . . . . .......... 144
BİZDEN ŞÜPHE ETMEYİN! .. . .......................... ........... .. . . . . . .. 148
.. .

FERAH ALİ PAŞANIN FAALİYETLERİ . . .. ....... . .


...... .......... ...... . 150
ÇERKEZ KABİLELERiNİN İSlAMİYET'i KABULÜ .............. 152
İKİ ALEMDE TASARRUF EHLİ... .
..... ....... .. . .. .... ..... ....... .... . ... . 155
.. .

ISLAHAT TEŞEBBÜSLERİ . .. .
....... ....... .. .. . . .. . .
...... .. ....... ... ........ .. . . . 156
DONANMAYA TAKVİYE ............................. .. ........ ... . , .............. 158
.

HALİL HAMİD PAŞANIN SADARETİ .


............... ................... 159
SÜRAT TOPÇULAR! .
..... ............... ............ . ..
. . .
...... .. .................... 161
BARON DE TOTT ............ ,......................................................... 162
MÜHENDİSHANE'NiN AÇILMASI .
................... ................... 164
KIRIM'DA iSYAN . .
...... ... ............... ... .. . .
. .
.. . ........ ........................ 165
RUSLAR KIRIM'A GİRİYOR!.................................................... 167
KiRiM İLHAKININ TASDiKi . .
...... .................... ....................... 169
HAİNİN AKIBETİ! ..
...... . ............................. . . . . .. .. . .
.... ..... ........... . . 1 71
HARBE HAZIRLIK . .. . . . .
..... ................. .. ......................... . . .. . .
. ... ... 1 75
RUSLARLA HARBE KARAR VERİLMESİ . .
.. ......... .................... 178
ORDUNUN İSTANBUL'DAN HAREKETİ .... .. . .
. . ............. ...... . 180
AVUSTURYA CEPHESİ .. .. ... . ..... .. ................................. . . . ......... . . . 181
RUSYA CEPHESİ .. . .. ..
....................... . .. ... . ....... . .... ....................... . 186
DENİZDE RUSLARLA MUHAREBE.. ........ . . .. ............. ...... ... .. . . . 188
ÖZİ KADERİNE TERK EDİLİYOR!. ................... .. .................. . . 189
ÖZi'DE KORKUNÇ KATLİAM ... .. . .. . . .. .. .. .
.. .......... ..... ............... . 190
1. ABDÜLHAMİD HAN'IN VEFATI... ...................................... 192
ŞAHSİYETİ ...................................... ....................... ......... ............. 193
EL-KASlDETü'L-HUCRİYYE - HÜCRE KASİDESİ... . .. . . ...... . 196
HAYIR HİZMETLERİ . . . .
. . . . . ..... .................. ... ... . .......... ... ... . . .. . .. ... 197

ili. SELİM HAN . . . .


. ... ....... ..... ..... ...... . .. . . ...
. .. .
....... .......... .. . . .. ..... 199
TAHTA ÇIKIŞI ............... .. ..
.. . .. . ......... . .. ...... .... . .. ............. ............. . 201
RUSYA İLE DE VAM EDEN HARP ...... ... . .. . .
.. ....... ........... .. . . .. . . . . 203
GAYRET-İ İ sı.AM'A NE OLDU? .
.... .... .. .......... ... . . .. ... . . . ..... ....... . 204
AVUSTURYA CEPHESİ . ... ...................................................... .... . 206
CEZAYİRLİ GAZİ HASAN PAŞA. . . .
. . ...... .......... .. .......... . . ... ....... 20 7
PRUSYA İLE İTTİFAK .. . ..... .................... .. .. . . .
. . .. . ......................... 209
RUSYA CEPHESİ .
.................... .......... ................................... ...... . 210
ZİŞTOVİ VE YAŞ MUAHEDELERİ . ..
........... .... . ...... ................ . . 2 12
EBUBEKİR RATiB EFENDİ . . . .
.... ....... .. ... ..... . . ... .
.... .................... 213
ISLAHAT LAYİHALARI .
................................ ........................... .. 216
.

NİzAM-1CEDlD .
..... ..... .. . .. . .. .... . .. .. . . .. . . . .
. . . . . ........ . ... ......... .. .. . . .. 219 ..

NAPOLYON'UN MISIR SEFERİ............................................... 221


NAPOLYON MISIR'DA ................................... . . . . .... .. . . .
. .. ... .. ..... 224
AKKADA ŞANLI MÜDAFAA . .
.. ............... ...... ..... ....... ............. . . . 226
FRANSIZLARA DARBE . . ............................................. ............. . . . 227
KARIŞIKLIKLAR . ......... .. . . . ..
... ... .. ...... . .... . . . . . . . .. . . . ........ ..... .. ...... .. . . 228 .

İNGİLİZLERE ŞOK! ..... . .. . . .. .. .


. . ................. ................ ................. . 230
KABAKÇI İSYANI .
............... ................ . .......... ... .. . .. ... . .. . . .
.. . . .. ... . . 231
111. SELİM HAN'JN TAHTTAN İNDİRİLMESİ VE
ŞEHADETİ .................................................................................... 233
ŞAHSİYETİ . .
............ ................... .......................... .. .... . ......... . . . . .. . 236
.

NÜKTEDAN PADİŞAH! . .
. ................. ........................................ 240
HALKIN İÇİNDE PADİŞAH! .......................... .. ............... ...... . . . 240
ISLAHATÇI PADİŞAH! .
........... .......... .. .. ... . . . . . . .. . . .. .. . . ..... ... . ... ...... 242
DİNDAR PADİŞAH! . .
. ...... .................................................... .... . 243
ŞAİR PADİŞAH: İLHAMI ................................ .. ...
. .... ... . . .. .. ........ 248
ili. SELİM HAN VE DİVANI ......... .. .... ........................... .. ..... . . 250
i l i . SELİM HAN VE ŞEYH GALİB ..................................... . .. . . 251
ŞİİRLERİNE ÖRNEKLER . .. ......................... .............. .. .. . . . .. ......... 253
IY. MUSTAFA HAN ................................................................. 263
CÜLUSU VE İLK İCRAATLAR ................................................... 265
SERHADDE DURUM ................................................................. 266
FRANSA-RUSYA YAKINLAŞMASI ............................................ 267
ALEMDAR MUSTAFA PAŞA ................. . . .... . . . ............................ 269
ALEMDAR. İSTANBUL YOLUNDA .......................................... 270
BABIALİ BASKINI .......................... . . . .. . ...................................... 2 72
iV. MUSTAFA HAN'IN HAL' EDİLMESİ ........................... . . . . . 2 74
ŞAHSİYETİ .......................... . . . .. . ........... ........................................ 277

KAYNAKÇA .................. ..................... ......................................... 281


DİPNOTLAR ............................................................................. 285
İNDEKS ................................................................................... .... 293
TAKDİM

"Çekilse suyu vadinin nişanı bir zaman gitmez:'

Tarih sahnesinden çekilen devletlerin ve milletlerin izi, işareti,


tesiri ve hatta ruhu öyle kolay kolay silinmez. Tarih ilmi de bunun
için önemlidir zaten.

Zira tarih, insanlığın ölümsüz romanıdır. Bu sebeple faydası


sayısızdır.

Geçmiş mirasa en iyi şekilde tarihle sahip olunur ve ondan


istifade edilir.

Tarih, alimlerin zekasını geliştirir, insanların basiret (gönül)


gözlerini açar.

Eskilerin ifadesiyle gençlerde din ü devlet, mülk ü millet gay-


retini arttırır.

Dünyanın vefasızlığını gösterir.

Malın mülkün faniliğine işaret eder.

İnsanı tefekküre, düşünmeye davet eder.

Bu sebeple tarih ilminin ideolojiden, taraflı yorumlardan uzak


tutulması ve ilmi kriterlerle değerlendirilmesi gerekir. Aksi halde
değil ibret ve ders çıkarmak-kılavuzu karga olanın hesabı- insan­
ları bambaşka ve yanlış mecralara sürükler. Devletler için ise bir
felaket olur.

İşte KAYI serisi bütün bu düşüncelerle, en yakın ve en önemli


tarihimiz olarak geçmişte kalan Osmanlı Devleti'ni konu edindi.

Zira bu devlet, farklı din ve milletlere mensup çeşitli unsurlar


arasında sağlam bir ahenk, sağlam bir denge sağlamıştır.

İlme, sanata ve insanlığa asırlarca faydalı olmuştur.

Yorulmuş, üzülmüş, kanını dökmüş, kardeşine kıymış, ölmüş


ancak dini, insani ve vicdani ideal ve prensiplerinden asla taviz
vermemiştir.
12 Kayı VIIT: Islahat, Darbe ve Devlet

Geniş insan toplulukları nezdinde sosyal adaleti tesis etmekle


dünya tarihinde kudretli ve cihanşümul bir siyasi varlık göstermiştir.
Ancak onları en çok üzecek ve gerçekten öldürecek darbe, tüm
fedaka.rlıklarına rağmen kendi asli unsurları olan Türkler ve aya­
ğına diken batmasın diyerek çabaladıkları İslam milleti tarafından
dahi anlaşılmamaları, iftiraya uğramaları, yalan yanlış ifadelerle
tanıtılmaları olacaktır.
KAYI serisi ile Osmanlı tarihini sadece bir bütün olarak oku­
mayacaksınız, aklınıza gelebilecek her suale de cevap bulacaksınız.
Osmanlıları her yönüyle ve gerçekleriyle tanıyacaksınız.
İlmi kriterlerle ve objektif olarak kaleme alınan KAYI serisi, in­
sana elinden bırakamayacağı bir okuma zevki de verecektir. Büyük
şair Baki'nin ifadesiyle;

Minnet Huda'ya devlet-i dünya fena bulur


Baki kalur sahife-i alemde adumuz

Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil


ÖN S ÖZ

Yar odur ki bun deminde yar ola


Şadlıkta her kim ola yar ola
İnsanların tıyneti, değeri büyük ölçüde zor zamanlarda belli
oluyor. Dostluğu ve arkadaşlığı sıkıntılı zamanlarda anlaşılıyor.
Onun için atalarımız dostları "iyi gün" ve "kara gün" dostları olarak
ayırmıştır. Devletlerin de böyle devirleri vardır. Yaşamakta oldu­
ğumuz günler de bunun en çarpıcı örneği olarak tarihe geçecektir.
Diğer taraftan Ortadoğu yıllardır bir ateş çemberi içinde bulun­
maktadır. Irak, Suriye ve dünyanın diğer bölgelerinde Müslüman­
lar perişan bir vaziyettedir'. Gerek ülkesinden kaçanlar ve gerekse
bölgelerinde zor şartlarda bulunanlar için neredeyse tek şefkatli el
Türkiye olmuştur.
İslam dünyasını mahveden güçler bu eli de kırmak için, Kayı
VIII: Islahat, Darbe ve Devlet'in tamamlanması için çalışıldığı gün­
lerde, büyük ve sinsi bir isyan girişiminde ( 1 5 Temmuz Darbesi)
bulundular.
Küresel dış güçlerin desteğiyle gerçekleşen bu isyanın amacı
Türkiye'yi çok büyük bir kaosa sürüklemek, üçe beşe bölmek ve
asırlardır dünyaya nizam ve intizam vermiş Türk milletini Orta
Anadolu<la küçük bir kantona çevirmekti.
Bu, kırk yıldır planlanan bir projeydi. Hem açık hem de sin­
si bir şekilde çalıştılar. Daha önce Osmanlı Devleti'ni yıkarken
yaptıkları gibi kahramanlar ürettiler. Dışardan uzanan eller, bu
sahte kahramanları hem Türkiye'ye hem de dünyaya pazarladılar.
Müslümanların eliyle, parasıyla ve her türlü desteğiyle büyüterek
bir dünya devi yaptılar. Sonra da o devi Türk-İslam alemini parça
parça etmek üzere harekete geçirdiler. Ttirkiye, tarihinde nice kez
vurulduğu gibi yine içeriden vuruluyor, yabancılar yine bir maşa
olarak kullanıyorlar. Yarın ülkeyi büyük bir iştahla parçalarken ve
14 Kay ı Vlll: l s l a h a t , D a r b e v e D e v l e t

Müslümanların kanı bir kez daha oluk oluk akarken onlar, boğazına
kılçık saplanan kedi yavrusu gibi miyavlamaya sahte gözyaşları
dökmeye de hazırdılar.
Evet her şeyi planlamışlardı. Elbette ki Yaratan'ın da bir hesabı
•.

vardı. Cenab-ı Hak, asırlardır dar zamanlarda Müslüman kardeş­


lerini kucaklayanları, sahip çıkanları, yardıma koşanları darda bı­
rakmadı. Onl:ıra nusret verdi. İslam'a oyun kuran İslam'ı bozmaya
çalışanların tuzaklarını bozdu. Dünyaya demokrasi ve insanlık
dersi verdiklerini iddia edenlerin çirkin yüzlerini meydana çıkardı.
Elbette bütün bunlardan ders çıkartacak, ibret alacak olanlar
Müslümanlardır. Kırk yıldır bu fesat yuvalarının oyunlarını göre­
meyen ve onları destekleyenlerdir.
Ölüm mukadder ve kaçınılmaz olarak herkesi yakalıyor. Kimin
yanındaydın ve kimin destekçisiydin? Sorularına muhatap olunacak
o günler herkes için uzak değil.
Peygamber Efendimiz' in "El mer'ü mea men ehabbe" (Bu dünya­
da kimi seversen, ahirette onunla beraber olursun} Hadis-i Şerifi'nin
anlamının kalbimizden çıkarılmaması gerektiği bir devirdeyiz.
Zira Türkiye, tarihin en acı bir kalkışmasını, kaos projesini, İslam
dünyasını köleleştirme, Müslümanları Hristiyanlaştırma girişimini
milletin; devletinin ve liderinin etrafında bir hale gibi toplanması
sayesinde bertaraf etmiştir. Bu gerçekler hiçbir zaman hatırdan
çıkarılmamalı, ders kitaplarına konulmalıdır.
Kayı Vllfi okurken eminim bugünlerde yaşananları daha da
iyi değerlendireceğiz. Darbelerin ülkeye verdiği zararlar yanında
sıkıntıların temel kaynağının hep içeriden kaynaklandığını görece­
ğiz. Biz birlik ve beraberlik içinde iken gücümüzü, ayrılık ve nifaka
düştüğümüzde acınası hallerimizi daha iyi anlayacağız. Koskoca
Kırım ülkesinin kaybında ihanetin korkunç izlerini tahlil edeceğiz.
Ülke bir kez elden çıktıktan sonra geri getirmenin zorluğunu hatta
imkansızlığını idrak edecek ve elimizdeki nimetlerin kıymetini
bilmeyi öğreneceğiz.
ônsôz 15

III. Mustafa Han'ın bir k.ıtasına nazire yazan Kilisli Mehmed


Haki Efendi'nin (v.1758) şu mısraları da sanki bugünün devlet
büyüklerine seslenir gibi değil midir?

Bende ol sıdk u muhabbetle Hakim-i ezele


Olamaz mazhar-ı tevfık-i 'inayet hazele
Sakınup devlete basdırma ayak mübtezele
Sözümü tut anun üstine kapuyı rezele
"Ezel sultanı Allah'a muhabbet ve sadakatle kul ol. Çünkü alçak
kimseler Allah'ın yardımına mazhar olamaz. Bu yüzden onların
devlet kapısına ayak basmalarına izin verme, sözümü tut ve kapıyı
Üzerlerine kilitle:'
Evet, hem millet hem devlet büyükleri için Kayı VIII: Islahat,
Darbe ve Devlet kitabından çıkarılacak çok büyük dersler ve tec­
rübeler var!
Prof. Dr. Ahmet Şiınşirgil
111. OSMAN HAN
Sun derece dindar ve sahibü'l-haya bir şahsiyetti.
Fakirlere, düşkünlere çok acıyıp, onlara karşı daima
cömert ve şefkatli davranırdı. Tebdil-i kıyafetle
İstanbul'da dolaşmayı severdi. Silahdar ve Devatdar
Ağa ile çıktığı tebdil gezilerinde çok defa ulema
kıyafetini kullanırdı. Bu gezilerinde halk kendisini
"Edirneli Osman Ağa" olarak bilirdi. Padişah oldu­
ğunu kimse anlamazdı. Halkın içinde bulunduğu
hallere bizzat vakıf olur, haksızlıkların giderilmesi
için elinden gelen gayreti sarf ederdi.
I II. Osman Han
C Ü L U S U V E İ L K İ C RAAT LA RI

1. Mahmud Han13 Aralık 1754 günü hasta olmasına rağmen


Cuma namazı için çıkmış ancak dönüşünde atının üzerinde vefat
etmişti.1 Bunun üzerine kendisinden iki yaş küçük kardeşi (57 ya­
şında) Sultan III. Osman,2 derhal saraya davet edilen devlet erkanı,
ulema ve ümeranın biatiyle, tahta cülus etti (13 Aralık1754).3
Cülusunun üçüncü günü Sadrazam Bahir Mustafa Paşa ile
Şeyhülislam Seyyid Murtaza Efendi'yi huzuruna çağırarak, ken­
dilerinin vazifelerinde bırakıldıklarını bildirdi. Hutbelerde adının
"sultıinü'l-berreyn ve'l-bahreyn" ilavesiyle birlikte okunmasını istedi.
Bundan sonra kılıç merasimi için Eyüp Sultana gitti. Giderken
ceddi Fatih Sultan Mehmed'in türbesini ve ağabeyi 1. Mahmud
Han'ın kurduğu kütüphaneyi ziyaret etti. Kendisine 1. Mahmud' un
el yazısı Kur'an-ı Kerim'i gösterildi. Ondan on ayet okudu. Ardın­
dan Eyüp Sultan Türbesi'nde Osmanlı ananesi gereğince Peygam­
ber Efendimiz'e ait mukaddes kılıcı Şeyhülislam Seyyid Murtaza
Efendi'nin elinden kuşandı.
Tahta çıkışının altıncı günü. 19 Aralık'ta annesi Şehsuvar Hatun,
Eski Saray'dan Topkapı Sarayı'na getirildi.4 O devre kadar, yeni
padişah tahta çıktığı zaman mukataa, tımar ve zeamet sahiplerinin
beratları yenilenerek bir cülusiye vergisi alınırdı. Hazine dolu olduğu
için, III. Osman Han bu vergiyi affetti. 25 Aralık günü ulufe divanı
düzenlenerek hazineden çıkarılan 2394 divani kese cülus bahşişi
kapıkullarına dağıtıldı. Ayrıca emeklilere de cülus bahşişi dağıttı.5
III. Osman Han tahta çıkışını kuzey sınırlara komşu devletlerin
hükümdarlarına bildirmek üzere elçiler görevlendirildi. Mabeyinci
ve eski hazinedar Ziştovlu Mehmed Ağa Polonya'ya; eski mühürdar
ve daha sonra silahdar kahyası olan İzzet Ali Paşa, Derviş Ağa ile
birlikte Rusya hükümet merkezi Petersburg'a hareket etti. Nihayet
eski devlet şurası ikinci reisi Halil Efendi haberi Viyana'ya götür­
mekle görevlendirildi. Her üç elçiye de sultanın cömertlik eseri
20 Kayı VIll: Isl a h a t , Da rbe ve D e v l e t

olarak, hareketlerinden önce hilatler verildi. Cülus haberi için Le­


histan, Rusya ve Avusturya-Macaristan'a elçiler, diğer ülkelere ise
mektuplar yollandı.
Sultan III. Osman'ın tahta çıktığı 1 755 kışı çok şiddetli geçti.
Nitekim· ıı Ocak l 7 55 cumartesi günü Haliç dondu ve deniz yol
öldu. Halk Defterdar İskelesi ile Sütlüce İskelesi arasından buz
üstünde yaya olarak geçmişlerdi. Tarihçi Vasıf Efendi, bu olayın
tarihini aşağıda yazılan beyit ile kaydetmektedir.

Buz üstünden geçen geldi, bana yaz dedi tarihin;


Deniz altmış sekizde dondu, buzdan bendeniz geçdim6
Haliç kıyıdan 90 adımlık mesafeye, derinlemesine ise yer yer 30
metreye kadar donmuştu. Karadenizöeki buzlar çözülürken, Bo­
ğaziçi ve Haliç buz kütlelerinin kenetlenmesi nedeniyle tıkanmıştı.
Halk özellikle erzak bakımından büyük sıkıntı çekmişti. Hayatı felç
eden bu buzlar üzerinden insanlar ve hayvanlar günlerce yürüyerek
geçmek zorunda kaldılar.
Yine bu devirde Edirneöeki kar kalınlığının yirmi karış olduğu
nakledilmiştir. 7

H E Kİ MO G L U A L İ PAŞA O LMAZ !
Nadir görülen ve uzun süre devam eden bu şiddetli kış ülkede
sıkıntılara yol açmıştı. Özellikle iaşe sıkıntısı şikayetlere yol açmak­
taydı. Bu sebeple ahali arasında bir taraftan hükümdarın uğurlu
gelmediği şayiaları yanında bir taraftan da "tedbirli bir vezir gerek"
yollu söylentiler ve talepler dolaşmaya başladı.
Bu dedikodular saraya kadar ulaşınca sert bir sadrazamın bu
söylentilerin önünü alacağı veya halkın tepkilerini azaltacağı dü­
şünüldü. Neticede padişah, malumatlı, şair, zeki, cesur, lakin zayıf
iradeli bir zat olduğu rivayet edilen Köse Bahir Mustafa Paşayı
sadaretten azlederek, yerine alim, mücahid, müdebbir bir vezir
olan Hekimoğlu Ali Paşa'yı getirdi (IS Şubat 1 755).8
Selefinin iki sene yedi buçuk aylık sadaretine karşı, eski ve
meşhur Sadrazam Hekimoğlu Ali Paşa yeni mevkiini ancak üç ay
muhafaza edebilecekti. Padişah üzerinde büyük nüfuza sahip ve
Jll. Osman Han 21

sadrazamla yıldızı bir türlü barışmayan Silahdar Bıyıklı Ali Ağa'nın


telkinleri sonucu görevinden azledildiği belirtilmektedir.
Azlin bir sebebi olarak da, III. Osman Han'ın sadaret işlerine
müdahalesi gösterilmektedir. Padişah, tayin ettiği sadrazamların
seçkin ve tecrübeli kimselerden olmasına dikkat etmekle beraber,
asabi, aceleci ve endişeli bir zat olduğu için onlara sık sık müdahale
etmekteydi. Bir gün bunun doğru olmadığını, hükümet işlerinin
sadaret makamına bırakılması icap edeceğini münasip bir lisanla
ifade eden sadrazama hiddetlenen Ill. Osman Han, "Şimdi seni
azledip, hamallar kethüdası Ali Usta'yı vezir ederim;' deyince Sad­
razam Hekimoğlu Ali Paşa soğukkanlılığını bozmadan ve gayet
edepli bir ifade ile, "Evet, yaparsınız sultanım fakat o, Hamal Ali
Paşa olur, Hekimoğlu Ali Paşa olmaz;' cevabını vermişti.9
Bu cevaba daha ziyade hiddetlenen padişah, kendisini alıp gö­
türmelerini emretti. Kızlarağasının odasında bir müddet gözaltın­
da muhafaza edilen sadrazam oradan da hapsedilmek üzere Kız
Kulesi'ne götürüldü. Kız Kulesi'nin o zamana kadar bu işler için
kullanıldığı pek görülmüş bir şey değildi.
Sadrazam götürülürken, pencereden kendisini seyreden hü ­
kümdarına büyük bir vakarla eğilip selam vermiş ve veda etmiştir.
Paşanın bu vakurane hareketi, kendisi hakkında herhalde iyi şeyler
düşünmeyen padişahı müteessir etmiş ve etrafındakilere, "Ne garip
adamdır! Böyle vakitte dahi bi-perva, istifini bozmayıp cesurane
hareket eyler; ne korkmaz, ne gayur adamdır;' sözleriyle takdirlerini
ifadeye sebep olmuştur.
Bunun üzerine huzurda bulunan musahibi, "Devletli sultanım!
Paşa kulunuz eski vezirdir. Vezaret adetlerini ve kaidelerini iyi bilir;'
diyerek, padişahı yumuşatmıştı. Ayrıca valide sultanın da şefaatiy­
le, idam edilmesi düşünülen Ali Paşa, önce Magosa'ya sürülmüş;
bilahare de Anadolu beylerbeyliğine getirilmiştir. 10
Aslında bu hadise Osmanlı devlet geleneğini yansıtması ba­
kımından dikkate değerdir. Osmanlı Devleti'nde devlet reisi ile
hükümet reisinin, idari münasebetlerdeki kadirbilirliklerine ve
vazife anlayışlarına işaret etmekte, taşıdıkları ahlaki üstünlükleri
dile getirmektedir.
22 Kay ı Vlll: Is lahat, Darbe v e D e v l e t

Padişah çok hiddetli bulunmasına rağmen, paşanın vakur!ne


hareketini takdir edip övmekte; sadrazam ise hükümdarın kız­
masına, hatta kendisini cezalandırmasına aldırmadan, vazifesini
yapmaktadır.

Bu vaka, bir anlamda Osmanlı ricaline hfilcim çok yüksek ve derin


manevi disiplinin, son derece köklü ve mukaddes devlet şuurunun,
açık ve unutulmaz misallerinden biri olarak görünmektedir.

SADA RET D E G İ Ş İ KL İ KL E Rİ VE B ÜYÜK YAN GIN


III. Osman Han dönemine kısa sürelerle meydana gelen sadaret
değişiklikleri damga vurmaya devam edecektir. Hekimoğlu Ali
Paşa üç ay kadar kısa bir süre sonra sadaretten alınınca yerine baş
defterdar görevinde bulunan Naili Abdullah Paşa getirildi.11 Bu
arada Sultan III. Osman tarafından çok sevilen ve Hekimoğlu'nun
azlinde de parmağı bulunduğu rivayet edilen Silahdar Bıyıklı Ali
Ağa nişancılığa tayin edildi.

Aynı zamanda divan sahibi bir şair de olan, faziletli, dürüst ve


dindar kişiliği ile tanınan Naili Abdullah Paşa da üç ay gibi kısa bir
süre sonra azledilerek yerine Silahdar Bıyıklı Ali Paşa tayin edildi
( 1 8 Mayıs1755) .
Ancak yeni sadrazamın akıbeti de selefleri gibi olacaktı. Üç ay
yedi gün sonra görevinden azledildi. Yerine III. Osman Han tarafın­
dan uzun zamandan beri sadarete getirilmesi düşünülen Nişancı Ali
Paşa tayin edildi (24 Ağustos1755). Padişahın Ali Paşa'yı sadarete
getirmek istediğini bilen Naili Abdullah Paşanın kendisinin bu
makamda ancak halefinin sakal bitimi kadar kalacağını hesap ettiği,
hatta azil emrini alınca, "Sadr-ı sadaretde hülle vaki oldu" nüktesini
yaptığı dönemin kaynaklarında rivayet edilmektedir.

Yeni Sadrazam Ali Paşa, son derece yakışıklı ve güzel sesli ol­
duğu için, "Bıyıklı" lakabıyla anılıyordu. Bıyıklı Ali Paşa sadarete
gelebilmek için kendisinden evvelkileri çok çekiştirmiş ve felaketin
sebebini neredeyse onlara yüklemişti. Ancak kendi sadaretinin
üzerinden bir ay geçmeden İstanbul'da tarihin en büyük yangını
gerçekleşti.
Ill . Osman Han 23

III. Osman Han'ın tahta çıktığı sene de doğal afetler bitmek


bilmiyordu. Bu kez İstanbul'u büyük bir yangın sarsacak ve tarihe
Harik-i Kebir (Büyük Yangın) diye geçecekti.12

28 Eylül1755 tarihinde Sirkeci, Hocapaşa çevresinde gece başla­


yan yangın, Divanyolu istikametinde ilerlemişti. Rüzgarın da etki­
siyle çok geniş bir bölgeye yayılan yangın otuz altı saat sürmüştü. O
tarihlerde İstanbul<ia bulunan Baron de Tott hatıralarında bu yangını
ve yaşanan dehşet saatlerini ayrıntılı bir şekilde şöyle anlatıyordu:

ilk ateş limana ve sarayın duvarlarına yakın bir evden çıktı.


Kuzeyden esen rüzgar, yangının sarayın duvarlarını yalayarak
yokuşun ortasındaki sadrazamın sarayına doğru yayılmasına neden
oldu. Padişah hemen olay yerine gitti. Ancak ne buyrukları ne de
bu şahane yapıyı kurtarmak için yapılan çabalar yangının iyice
yayılmasına engel olamadı. Üstelik yanan sarayın oluşturduğu iri
alevler bir de rüzgarın etkisiyle daha süratle ilerlemeye başladı.

Alevler Ayasofya'ya ulaştığında bu taş yığını üzerinde duracağı


sanılıyordu. Bütün söndürme tedbirleri hep o yöne kaydırılmıştı.
Herkes alevlerin durdurulacağını ümit ederken, sıcağın etkisi ile
eriyen kurşun kubbe toplanan muhafızları ve tulumbacılan dağıttı,
yangının işini büsbütün kolaylaştırdı.

O andan itibaren artık yangının söndürülmesi ile değil, rüzgar


yönündeki alanın tahrip edilerek kontrol altına alınması ile meşgul
olundu. Dehşet havası herkesi kaplamış olmasına rağmen yıkılan
alana gelen alevlerin nihayet söneceği ümidiyle halk seviniyordu
ki birden doğuya dönen şiddetli rüzgar yangının diğer yönde en az
altı yüz metrelik bir cephe halinde yayılmasına neden oldu. Şehrin
merkezine doğru ilerleyen alevler on üç kola ayrıldı. Bir süre sonra
bu alevlerin kökleri birleşti ve İstanbul bir alev denizine döndü.

O ana kadar yapılan kurtarma çalışmaları felaketin dehşetini


arttırmaktan başka işe yaramadı. Yangın kollarından biri önünde
evleri yıkmaya çalışan bir yeniçeri bölüğü, yanlardan gelen iki
ayrı alev kolu içinde kaldı. Alev girdapları içerisinde kalan bu
talihsizlerle aynı kadere maruz kalan kadınların ve çocukların
çığlıkları, yıkılan binaların, yanan tahtaların gürültüsüne, feci bir
sefaletin pençesine düşmemek için mallarını kurtarmaya çalışan
24 Kay ı V l l l : I s l a h a t , D a r b e ve D e v l e t

halkın haykırışlarına karışıyor, hepsi birden tasvir edilmesi imkansız


bir dehşet meydana getiriyordu.

Yangında birçok resmi dairenin yanında Babıfili de yanmış ve


birçok re�mi evrak yok olmuştu. Bu yangında neredeyse İstanbul' un
üçte ikisinin hasar gördüğünden ya da yok olduğundan bahsedil­
mektedir.
28 Eylül l 755'te Hocapaşa semtinde çıkan yangın, şehrin üçte
birini harap etmişti. Yaklaşık otuz altı saat süren yangın sonunda
Paşakapısı da yandığından, sadaret dairesi bir müddet Kadırga
Limanı'ndaki Esma Sultan Sarayı'na nakledildi. 13

Bi-baht olanın bağına bir katresi düşmez


Baran yerine dürr ü güher yağsa semadan

D İ G E R OLAYLAR
İstanbul'da bu hadiseler cereyan ederken Kudüs Hristiyanla­
rı arasında bir anlaşmazlık yaşanıyordu. Hazreti İsa'nın Kudüs-i
Şerifte vaki "merkad-i mübareki" ile Beytü'l-Lahme'deki kiliseler o
vakte kadar Latinlerin muhafazasında bulunduğu halde, Ortodoks
Hristiyanları elde ettikleri emirname ile bunları oradan atmışlardı.
Bu nedenle Katolik Latinler ile Ortodoks Rumlar arasında çatışmalar
başlamıştı. Devletin dışişleri bir süre bu sorunla meşgul olmuş ve
nihayet metropolitlerin uzaklaştırılmasıyla problem çözülmüştür.
Öte yandan padişah şehirde sık sık tebdil-i kıyafet ile gezinti­
lere çıkardı.14 Bu dolaşmalarından birinde, Sadrazam Silahdar Ali
Paşa' nın rüşvetle iş gördüğü konusunda şikayetler işitti. Bunun
üzerine III. Osman Han çok itimat ettiği paşayı idam ettirdi ıs ve
yerine Y irmisekiz Çelebizade Said Mehmed Efendi'yi getirdi (25
Ekim 1 755). İbrahim Müteferrika Efendi ile birlikte Türk mat­
baacılığının kurucularından biri olan yeni sadrazam da sadaret
mevkiinde beş ay kadar kaldı.
Bir süre sonra 1. Mahmud Han devrinde yapımına başlanan
cami, yedi sene sonra tamamlanarak "Nuruosmaniye Camii" adıyla
5 Aralık 1 755 Cuma günü ibadete açıldı. 16 Açılış merasimine padişah
da bizzat katılmıştı. O gün devlet ricali ile ulemaya, teşrifat usulünce
I I I . Osman Han 25

hilatler giydirilip fukaraya da sadakalar dağıtıldı. Caminin yanında


bir medrese, bir kütüphane ve bir de türbe inşa edildi.
III. Osman Han, saltanatının ikinci yılında önce dindarlığı ile
temayüz eden annesi Şehsuvar Valide Sultan'ı kaybetti (27 Nisan
1756). Şehsuvar Sultan, Nuruosmaniye Camii yanında inşa edilen
türbeye defnolundu.
Öte yandan İstanbul için sıkıntılı olaylar bitmek bilmiyordu.
6 Temmuz 1756<la, Sultan III. Osman devrinin ikinci büyük yan­
gını oldu. Bu yangın İstanbul'un dörtte üçünü kül haline getirdi.
Cibali taraflarında başlayan yangın, on üç kola ayrıldı. Unkapanı,
Süleymaniye tarafları, Vefadan itibaren Şehzadebaşı, eski yeniçeri
odaları, Zeyrek, Saraçhane, Etmeydanı, Aksaray, Davutpaşa İskelesi,
Fatih, Sultan Selim, Ali Paşa Çarşısı, Ayaskapısı semtleri harabe
haline geldi.
Kırk sekiz saat devam eden ve "Feth-i İstanbul'dan beri misli
görülmedik bir afet" olarak tavsif edilen bu büyük yangında 2000
ev, 1000 dükkan, 200 cami ve mescit, 70 han ve hamam yanmış,
birçok can kaybı yaşanmıştı. Bazı yağmacılar elde ettikleri malları
taşraya sevk edip satmak istemişlerse de, yapılan takibatla bunlar
zapt edilip, sahiplerine iade edilmiştir.
Yangının vücuda getirdiği hasarı gidermek için derhal harekete
geçilmiş ve adeta istanbul'un yeniden inşasına başlanmıştır. Yangın­
lardan sonra İstanbul'da çıkan veba salgını birçok kimsenin hayatını
kaybetmesine neden olmuştur. Rivayete göre, Sultan III. Ahmed'in
büyük oğlu, veliaht konumundaki en büyük şehzade Mehmed de
bu sırada dar-ı bekaya irtihal eylemiştir.

MAN S I B I KE N D İ E L İ Y L E V E RM EK!
Bu arada Sultan 111. Osman'ın saltanatı sırasında en uzun süre
(dokuz ay on gün) sadarette bulunan Köse Bahir Mustafa Paşa az­
ledildi. Azlin sebebi, sadrazamın padişah huzurunda Koca Ragıb
Paşa'yı çok methedip, Şam valiliğine göndermek istemesi üzerine
padişahın bu derece kıymetli bir veziri, sadarete daha uygun gör­
mesidir. Kaynaklara göre olay şöyle cereyan etmişti.
26 Kayı VIH: ls lahat, Darbe ve D e v l e t

Padişah sadrazama, "Ragıb Paşa'nın Şam valiliği uhdesinden


gelip gelemeyeceğini;' sual edince sadrazam, " Hünkarım! Baştan
bugüne kadar gelen vüzeranın hiçbiri, onun derecesinde sahib-i
kemal olamamıştır. Akıl ve kiyasette, zeka ve tedbirde zamanın
yeganesidir; diyerek uygun olacağını dile getirdi.
Ancak işittikleri padişahın zihninde başka bir düşünceyi be­
raberinde getirdi. Böylesine kıymetli bir veziri sadarette görmek
isteyen padişah, Mustafa Paşa'dan mühr-i hümayunu alarak Ragıb
Paşa'ya gönderdi (12 Ocak 1757).17
Böylece idari ve siyasi kabiliyetlerinin yanında hikem-i şiir ala­
nında divan edebiyatımızın en büyük şahsiyetlerinden biri olan
Koca Ragıb Paşa sadaret makamına geçmiş oldu. Koca Ragıb Paşa
ölünceye kadar, yani yedi sene sadaret görevinde bulunacaktır. III.
Osman Han'ın sık sık sadrazam değiştirmesinin semeresi böylece
alınmış oldu.
Küçük yaşta devlet hizmetine giren Ragıb Paşa, meşhur Bağdat
Valisi ve Şark Seraskeri Ahmed Paşa'nın, sonra da Hekimoğlu'nun
maiyetlerinde bulundu. Fethedilen yeni yerlerin tahrir ve tanzi­
minde, İran ve Avusturya ile yapılan sulh müzakerelerinde görev
aldı. Mısır ve Halep gibi vilayetlerde de bulunan paşa, 58 yaşında
sadrazam olduğu zaman, Devlet-i Aliyye'nin iç ve dış meselelerine
tamamen hllim durumdaydı.

V E FAT I V E ŞAH S İYET İ


III. Osman Han bir süreden beri şirpençeden rahatsız bulu­
nuyordu. Batılı kaynaklara göre ise uyluğundaki kurt urundan
muztarip padişah, urun çıkarılması sebebiyle hastalanarak yatağa
düşmüştü. 18 1757 yılı Ekim ayı başında rahatsızlığı gittikçe artan
padişah, birkaç cuma selamlığına güçlükle katılabildi. Saraya yakın
oluşu sebebiyle Yeşil Kiremitli Mescid'i camiye çevrilerek hazırlandı.
Ancak padişah 28 Ekim 1757 Cuma günü camiye gidemediği gibi
iki gün sonra da (30 Ekim 1757) vefat etti.19
Yeniçeri ağası, sekbanbaşı ve kul kethüdasının kontrol etmesin­
den sonra yıkanan cenazesi Yıisufi/Selimi kavuk, bir siyah sorguç ve
birkaç parça Kabe örtüsüyle beraber taşınarak Nuruosmaniye'deki
I I I. Osman Han 27

türbesi yerine Yenicamiöeki Turhan Valide Sultan Türbesi'ne def­


nedildi.
3 Ocak 1699Öa Edirne Sarayı'nda doğan III. Osman'ın babası il.
Mustafa Han, annesi Şehsuvar Valide Sultan'dır. Babasının Edirne
Yakası sonucu ( 1703) tahttan indirilmesinin ardından Topkapı
Sarayı'nda Şimşirlik Dairesi'ne gönderildiğinde henüz dört yaşın­
daydı.
Buradaki diğer şehzadelerle birlikte 17 Nisan 1705 tarihinde
gizlice sünnet edildi. III. Ahmed Han, şehzadelere özel bir ihti­
mam gösteriyor ve yetişmelerine dikkat ediyordu. Aralık 1712'de
Edirne'ye giderken şehzadeleri de yanında götürdü. Bunlar arasında
III.Osman da bulunuyordu. Ayrıca daha sonra padişahın şehir içi ve
dışındaki gezilerinde bulundu. Amcası III. Ahmed Han'ın tahtından
indirilince ağabeyi 1. Mahmud Han 1 Ekim 1730Öa saltanata geçti.
Ağabeyinin cülusuyla birlikte III. Osman, tahtı bekleyen en
büyük şehzade oldu. O, saltanata geçeceği tarihe kadar vaktini bir
yandan ilim, bir yandan da sanat faaliyetleriyle geçirdi. Din, edebiyat
ve tıp kitaplarını okuyarak kendisini çok iyi bir şekilde yetiştirdi.
Ayrıca marangozlukla da meşgul olup "piştahta" adı verilen taşına­
bilir küçük yazı masaları, çekmeceler yapması dışında fazla bilgiye
ulaşılamamaktadır.
Vefatında 59 yaşında bulunan padişah, iki sene on buçuk ay sal­
tanat sürmüştür. Kısa saltanat devri, içeride ve dışarıda sulh içinde
geçmiş olmasına rağmen, sık sık çıkan büyük yangınlar, şiddetli
soğuklar ve veba salgını, onun döneminin en önemli olaylarıydı.
Padişahın kişiliği üzerine devrinde yaşamış tarihçilerin görüş
birliği içinde olduğu husus "teenni"sinin olmadığı yani acele ka­
rar verdiği, rüşvet ve yalandan nefret ettiği şeklindedir. 20 Ansızın
karar veren ve daha sonra bundan üzüntü duyan bir kişiliğe sahip
olduğu üzerinde durulur. Örnek vakalarıyla birlikte onun tutumlu
olmaya, adaletle muamele etmeye ve halkın ihtiyaçlarıyla yakından
ilgilenmeye çalıştığı aktarılır.
Sultan III. Osman, son derece dindar ve sahibü'l-haya bir şah­
siyetti. Fakirlere, düşkünlere çok acıyıp, onlara karşı daima cömert
28 Kay ı Vlll: Isl a h a t , D a rbe ve D e v l e t

ve şefkatli davranırdı.21 Tebdil-i kıyafetle İstanbul'da dolaşmayı


severdi. Silahdar ve Devatdar Ağa ile çıktığı tebdil gezilerinde çok
defa ulema kıyafetini kullanırdı. Bu gezilerinde kendisini "Edirneli
Osman Ağa" olarak tanıtırdı. Böylece halkın içinde bulunduğu
hallere bizzat vakıf olurdu. Haksızlıkların g iderilmesi için elinden
gelen gayreti sarf ederdi.
Enderunlu gençlerin tomak, menzil ciridi müsabakaları ile tüfek
ve ok atışlarını izlemek en büyük zevkiydi.
iV. Murad Han'ın silahlarını incelediği, top dökümü ve kanyon
indirilişi gibi birçok vesileyle tersaneye gittiği dört büyük yangında,
yangın mahallinde bulunduğu ruznamesinden öğrenilmektedir.
Saltanatı boyunca Müslim ve gayrimüslimlerin kıyafet nizamını
ve davranışlarını dikkatle takip etti. Yalan ve rüşvetle amansız bir
şekilde mücadele etti. Kim olursa olsun rüşvetçiyle yalancıyı asla
affetmedi. Kadınların dikkat çekici kıyafetlerle sokağa çıkmalarını
yasakladı. 22
Saray halkının gezip eğlenmelerini de isterdi. Bu gezintiler bazen
dört gün kadar sürerdi. Sadece Harem sakinlerinin katılabildiği
Halvet-i Hümayun denilen bu gezintiler, daha çok Küçük Göksu,
Sadabad, Beşiktaş Sahilsarayı ve Karaağaç Sarayı'nda yapılmaktaydı.
111. Osman Han'ın karşısına cariye çıkmaması için Harem
Dairesi'nde ökçeleri gümüş çivili ayakkabılarla dolaştığına dair tek­
rarlanan rivayetlerin hiçbir kaynağı bulunmamaktadır.23 Yeni çıkan
meyvelere ve kahveye düşkün olduğu kayıtlarda belirtilmektedir.
Osman Han'ın, Halvetiyye'nin Ramazaniyye şubesinde kendi
III.
adıyla bir kolu oluşan ve Üsküdar Doğancılaröa tekkesi bulunan
münzevüiğiyle meşhur Şeyh Seyyid Ahmed Raıifi'ye bağlı olduğu
ve onu birçok defa ziyaret ettiği kaydedilir.
Kendisini gizleyen kıyafetlerle elçi alayını izlemek için halkın
arasına karışması, bu gezilerde satın aldığı meyve ve sair maddeleri
yolda yemesi g ibi sıradan davranışlar sergilemesinde hapsedildiği
yılların izlerini aramak mümkündür.
Nesih hattıyla kaleme aldığı hatt-ı hümayunları güzel ve oku­
naklıdır. Cülusun ilk aylarından itibaren üçünün ismi bilinen dört
111. Osm a n Han 29

kadını (Başkadınefendi Leyla, Üçüncü Kadınefendi Zevki ve Dör­


düncü Kadınefendi Ferhunde Emine) ve sayısı en son dörde ulaşan
ikballeri bulunmaktaydı. 1. Mahmud devrinde sayıları artan mü­
zisyen cariyelerin bir kısmı saraydan çıkarılırken Mahbube Hoca
ve Hafize Hoca gibi yeni cariyeler Hareme alınmıştır.
III. Osman Han'ın çocuğu olmadı. 24 Ağabeyi 1. Mahmud Han'ın
da çocuğu olmadığı için yaklaşık otuz yıldır sarayda doğum şenliği
görülmemişti.
III. Osman Han, kısa saltanat süresine rağmen birçok hayır
eseri yaptırmıştır. Ağabeyi l. Mahmud Han'ın başlattığı cami inşa­
sını bitirerek 5 Aralık 1755 Cuma günü, çok büyük bir törenle ve
ziyafetle açılışını yaptı. Nuruosmaniye Külliyesi, caminin yanı sıra
üç mektepli medrese, imaret, kütüphane, türbe, muvakkit odası,
meşkhane, sebil ve çeşmeden oluşmaktaydı. Bunların masraflarının
karşılanması ve ileride yapılacak tamiratları için zengin vakıflar
tayin ettirdi. Geliri külliyeye verilen han ve dükkanlar yaptırdı.
III. Osman Han, Üsküdar Sarayı ve bahçesinin bulunduğu yerde
ev ve dükkanlarıyla beraber yeni bir mahalle inşa ettirmiş, İhsaniye
adını alan bu semtte ikisi de günümüzde ayakta bulunan İhsaniye
Camii ve mescidini yaptırmıştır ( 1755-56).
Otakçılar Takyeci Mahallesi'nde sadece minaresinin kalması do­
layısıyla Yanık Minare Mescidi diye tanınan camiyi, mahfilli olarak
Eylül l 755'te yeniden inşa ettirmiştir. Seyyid Ahmed Nakşibendi'nin
kabrinin bulunduğu mahaldeki bu yapıdan zamanımıza birkaç du­
var ulaşmıştır. Paşalimanı'nda yaptırdığı çeşme de bugün mevcut
değildir.
Kaptanıderya Karabaği Süleyman Paşayı görevlendirerek korsan
gemilerinin uğrak yeri olan Midilli Adası'ndaki Sığrı Limanı'nda
yeni bir kale inşasını emretti. 6 Mayıs l 756Öa yapımına başlanan
kale kısa sürede tamamlanırken yanında ayrıca cami ve hamam da
inşa olundu. 28 Eylül 1756 gecesi karaya oturan bir gemi sebebiyle
Ahırkapı'da ilk defa bir fener inşa ettirdi.
30 Kay ı Vlll: Islahat , D a rb e ve D e v l e t

Padişah ayrıca Peygamber Efendimiz'in "Kadem-i Şerif "inin


resmini yaptırıp bir tuğra ilavesiyle Eyüp Sultan Tti.rbesi'ne hediye
etmiştir.
Topkapı Sarayı'nda padişahların yatak odası olarak kullandıkları
Sultan 111. Murad Dairesi'nden başka HünkAr Hamamı karşısında
bu gaye ile yeni bir oda yaptırmıştır. Ayrıca Harem'in güneyindeki
sur duvarı üzerinde bir kasr inşa ettirmiştir.
III. Osmıin Köşkü'nün giriş kapısının üzerindeki kitabede şöyle
yazılıdır:

Mahal-saz olmağ içün can evinde bu der-i şevket


Olur agılş-küşa Sultan Mahmud Han'a bi-minnet
Uzun yıllarını geçirdiği Şimşirlik Dairesi'nin duvarlarını alçaltıp
pencerelerinin çoğunu açtırmış, burada bahçe, kameriyeler, mermer
fıskiye, havuz ve çeşmeler yaptırmıştır.
111. MUSTAFA HAN
Yıkılupdur bu cihan sanma ki bizde düz.ek
Devleti çarh-ı deni virdi kamu mübtezek
Şimdi erbab-ı sa'&letde gezen hep haz.ek
İşimüz kaldı heman merhamet-i Lem-yezel' e
lll. Mustafa Han
TA H TA Ç I KI Ş I

III. Osman Han'ın ölümü üzerine III. Mustafa 30 Ekim 1 757


günü sabaha karşı Kafes Kasrı'ndan çıkartılıp Sünnet Odası'na davet
edilerek padişahlığı tebliğ edildi. 1 "Azam-ı Selatin" ve "Tasarrufat"
kelimeleri saltanata geçişine tarih düşülmüştür.2 111. Mustafa Han,
Patrona Halil İsyanı'yla tahttan indirilen babası III. Ahmed Han ile
birlikte Topkapı Sarayı'nın Kafes Kasrı'na kapatılmış ve ömrünün
27 yılı burada geçmişti.
Tahta çıktığında elli yaşındaydı. Sadrazam, şeyhülislam, vezirler,
ulema, ayan, eşraf ve asker ocak ağaları sabah namazını Ayasofya'da
kılıp saraya geldiler. Sünnet Odası'na alındılar. Sabah kahvesi ik­
ramından sonra Sultan Mustafa geldi ve mütebessim bir çehre ile,
"Sabahlar hayır ola efendim !..� dedi.
Hazreti Ômer'in kılıcını kuşanmıştı. Bununla adaletle hükme­
deceğini ima ediyordu. Ardından Babüssaade önündeki cülus me­
rasimi ile biat tamamlandı. Törende dağıtılan cülus bahşişi Osmanlı
tarihindeki son cülus bahşişi oldu. Tahta çıkan yeni padişahın olgun
yaşta olması halk arasında sevinçle karşılandı.
Tahta çıktığında ülke içeride ve dışarıda sulh ve sükun içeri­
sindeydi. Bu sebeple padişah, hiç vakit kaybetmeden; idari, askeri
ve mali sahalardaki bozukluklarla mücadele için birtakım ıslahat
hareketlerine girişti.
Cülusunu müteakip devlet işlerini eline alan III. Mustafa Han,
ilan ettiği adaletname ile reayayı koruyup kollamanın yanında ehl-i
örf taifesine (ihtisap ağası gibi memurlara) bir çeki düzen vermek
istedi.
Vakıf mallarının idaresinde görülen suiistimallere ve reayanın
maruz kaldığı tazyike son vermek ve düzene koymak için tedbirler
alırken, Haremeyn vakıflarını da iltizama dahil etti. 3
34 Kay ı VIII: I s l a h a t , Da rbe ve D e v l e t

Hac yolunun güvenliğini tehdit eden gelişmelere son vermek


üzere girişimlerde bulundu. Evkaf-ı Haremeyn Mukataası'nın ida­
resinde görülen eksiklikleri giderdi. Bunların, taliplerine defterdar
vasıtasıyla satılması kararlaştırıldı. Bu konuda adı yolsuzluklara
karışan Eski Saray Baltacı Ocağı'nı kaldırdı.
Darüssaade ve silahdar ağalarının baslarını ilga etti. Böylece
1000 kesedep fazla tasarrufsağlandı. Bu meblağ l 759'da 2000 keseye
çıktı. Hazineye ek gelir sağlamak için tasarrufa da giden III. Mustafa
Han, esham adı ile bir gümrük vergisi koydu. Tütün gümrüğünü
kontrol altına aldı. Para cinslerinde görülen karışıklık ve züyufakçe
meselesini ele alıp, marbaş denilen sikkenin ıslahı yoluna gitti.4
Bu arada, devlet maliyesine zarar veren, zahmetsiz karlar peşinde
koşan Yahudi ve Hristiyan taifesinin sıkı kontrol altına alınmasını
sağladı. Tasarruf ve hesabını bilme arzusu, döneminde defterdarlık
kurumuna önem kazandırdı.
1739 Belgrad Muahedesi'nin getirdiği s ulh dönemi devletin
geniş coğrafyası içinde zaman adeta durmuş gibiydi. Devlet uzun
sulh döneminin tesiriyle kendini mali bakımdan yeterli görüyor­
du. Genel manada gerekli ıslahatlar yapılamamış olsa da askeri ve
ekonomik sahalarda düzenlemeler yapıldı.

I S LA H AT H AM L E L E Rİ
III. Mustafa Han tahta çıktığı sırada dönemin iyi yetişmiş devlet
adamlarından Koca Ragıb Paşa sadaret görevinde bulunuyordu.
Mustafa Han kendisini görevinde bıraktığı gibi devlet işlerinde
düzenlemeler yapması yönünde her tür desteği sağladı. Böylece
mali, askeri ve idari alanda pek çok hamleler gerçekleştirildi.
Osmanlı Devleti topraklarında bulunan para cinslerinde bir­
takım karışıklıklar söz konusuydu. Şöyle ki ; Venedik altınının,
Osmanlı akçesinden daha kıymetli olduğu şayialarıyla Osmanlı
altınının değeri düşürülmeye çalışılıyordu. Bu durumun düzeltilmesi
için iki akçenin aynı değerde olduğu fermanla ilan edildi.
Diğer taraftan son senelerde Avrupa orduları karşısında alınan
mağlubiyetler askeri alanda pek çok ıslahatı zaruri kılıyordu . Bu­
nun için önce topçu sınıfı ele alındı. Tophane tanzim olunarak bir
i l i . M u s t afa H a n 35

mühendis mektebi kuruldu. Boğazlar'daki kalelerin tahkimi yapıldı.


Zamanın en yeni tekniğini kullanacak tarzda Topçu Ocağı'nın te­
şekkülü için bir Macar asilzadesi olan ve Fransız ordusunda hizmet
görmüş bulunan Baron de Tott'tan ist ifade edildi. 5 Fransa'dan başka
uzman da getirilmek istenmiş ancak güvenlik gerekçesiyle sadece
Baron de Tott ile yetinilmişti.
Baron de Tott, Tophane'yi ıslah maksadıyla ağır toplar yerine bey­
girlerle çekilebilen hafıftoplar döktürdü.6 Artan top ihtiyacına cevap
vermek üzere Hasköy'de modern bir top dökümhanesi kuruldu. Bu
arada Üsküdar'daki Humbarahane ve Mühendishane mekteplerinin
talebeleri Kağıthane'de mühendislik tahsiline başladı. İhtiyaca kafi
gelmeyen donanma da ele alınıp gemi inşası hızlandırıldı.
III. Mustafa Han'ın ilk yıllarında Mısır'da, merkezi idareye karşı
kıpırdanmalar başlıyordu. İrsaliye hazinesi ile gılal-ı haremey­
nin uzunca bir süredir gönderilmemesini devlet, bir nizamname
neşrederek halletti. Bu arada hac yolunu tehlikeye sokan Urban
eşkıyasından Beni Hap Kabilesi ve reayaya zulmeden Çorum Beyi
Feyzullah tedip edilip aynı suçları işleyen Eflak voyvodası da hapse­
dildi. Ülke içinde zuhur eden bazı huzursuzluklar önlenerek halkın
devlete olan güveni tesis edilmeye çalışıldı.
Çıldır, Kars, Karaman, Aydın, Kıbrıs, Bosna ve Karadağ'da mey­
dana gelen bazı disiplinsizliklere karşı tedbirler alındı. Ayrıca birkaç
seneden beri Niğde taraflarında reayaya zulmedip günden güne
kuvvetlenen Kadıoğlu üzerine Çapanoğlu Ahmed Paşa gönderildi.
Ahmed Paşa, Kadıoğlu'nu yakalayarak büyük itibar kazandı. Fakat
bir müddet sonra itibarını kötüye kullanarak müstakil harekete ve
halka zulme yeltenince ortadan kaldırıldı.
III. Mustafa Han, kıtlık zamanları için İstanbul'da zahire depoları
inşa ettirdi. Ayrıca reayanın büyük şehirlere yerleşmesine mani
olmaya çalıştı. Aldığı iktisadi tedbirlerin yanında yabancıların mu ­
ahede ve mevzuata riayet etmeleri için ihtimam göstererek, kumaş
ithalatının önüne geçip, yerli sanayii teşvik etti.
Bunlardan başka Tersane-i Amire'nin kereste ve İstanbul'un
odun ihtiyacının daha çabuk ve kolay temini için Sakarya Nehri'nin,
Sapanca Gölü üzerinden İzmit Körfezi'ne bağlanmasına teşebbüs
36 Kayı Vlll: Isl a h a t , D a rbe ve D e v l e t

etti. Açılacak kanalın güzergahını tespit ve keşfinin yapılması için


mübaşir ve suyolu ustalarını görevlendirdi. Bir müddet sonra kanal
kazılmaya başlandıysa da, kışın gelmesiyle vazgeçildi.7 Ertesi sene
Rusların sınır tecavüzlerinde bulunması dolayısıyla da işe devam
edilemedi.

SARAY DA B İ R DOG U M
Baron dt; Tott, III. Mustafa Han zamanında askeri danışman
olarak görev yapmış bir subaydı. 1755 yılında geldiği İstanbul'u
dünyanın merkezi olarak görürdü. Aslen Macar asıllı olan Tott'un
İstanbuföa geçirdiği yıllarını kaleme aldığı Fransızca seyahatnamesi
çok beğenilmiş, defalarca basılmıştır.
III. Mustafa Han'1an önce tahta çıkan 1. Mahmud Han ile III.
Osman Han'ın çocukları olmamıştı. Bu durum devletin geleceği
açısından mühim olduğundan, sarayda büyük bir endişe meyda­
na getiriyordu. III. Mustafa Han tahta çıktıktan iki sene sonra bir
kız çocuğu dünyaya geldi. Devleti büyük bir sevince gark eden bu
hadise görülmemiş şenliklerle kutlandı. Öyle ki, "Ben Türklerin
arasında 23 sene yaşamış olmak sıfatıyla bu millet hakkında daha
doğru şeyler yazabileceğime inanmış bulunuyorum;' diyen Baron
de Tott'un hatıralarına da yansımıştı.
Tott, sultanın doğumu dolayısıyla sarayda yaşananları şöyle
anlatıyordu :

Bir defasında sarayda bulunurke n Sultan III. Must afa'nın bir


çocuğu doğdu. Bu münasebetle yapılan töreni seyrettim. Olay şöyle
meydana geldi: Padişahın zevcesinin doğum sancısı başlar başlamaz,
adet olduğu üzere sadrazam, şeyhülislam ve diğer paşalar saraya
çağrıldı. Harem dışındaki büyük sofaya buyur edilen bu zatlar,
doğumu beklemeye başladılar. Bu sofa Marmara'ya bakıyordu.
Sofanın denize uzanan terası üzerinde on iki küçük top vardı.

Doğum olur olmaz, kızlarağası Harem'den çıktı. Kucağında doğan


bebeği taşıyordu. Bebek bir prensesti. Kızlarağası padi şah kızını
sofada bulunan devlet erkanına teker teker gösterdi. Bu suretle,
devletin başında bulunanlar doğan çocuğun padişahın kı zı
olduğu nu tasdik ettiler. Bundan sonra sofanın terasında bulunan
I I I . M u s t afa Han 37

toplar ateşlendi. Bunların sesi duyulunca tersane, gümrük ve Kız


Kulesi'ndeki toplar da kurusıkı atışa başladılar. Padişahın bir kızı
olduğunu bütün İstanbul duydu.

Bir şehzade veya s ultanın doğumunu eğlence vesilesi saymak


İstanbul halkının adetiydi. Bu defa da öyle oldu. Doğan sultana
"Hibetullah" adı verildi.8 O gece İstanbullular coşkuyla eğlendiler.
Sokakta dolaşan oyuncu kolları, padişah dahil, devl eti n ileri
gelenlerinin taklidini yapıp halkı güldürüyorlardı.

Bizzat ben, sokakta aynen padişah gibi giyinmiş bir aktöre rastladım.
Bu temsili padişahı maiyeti takip ediyordu. Maiyeti de tıpkı padişahın
etrafındakiler nasıl giyiniyorlarsa öyle giyinmişlerdi. Aynı şekilde
sadrazamın, İstanbul kadısının taklitlerini yapıyorlardı. Taklitleri
yapılan devlet adamlarından bir kısmı bunu hoş görmekteydi.
Bir kısmı ise bunlara karşı kızgın olup önlenmesini istemekteydi.

Şu hatıradan, devlet erkanını taklit edip halkı güldürmenin


şimdilere mahsus bir mizah şekli olmadığı anlaşılmaktadır.

AVRU PA' DA DU RU M
Osmanlı Devleti'nin önce Viyana'da durdurulması ve akabin­
de on altı yıl devam eden büyük mücadeleden mağlup çıkması
Avrupa'nın çehresini değiştirecekti. Avrupa o döneme kadar iç içe
geçmiş evlilikler yoluyla hanedanlıklar gibi idare edilmekteydi.
Osmanlı kudreti ve azameti belki de onları bir arada tutan en bü­
yük amildi. Osmanlı kudretinin kırılması ise Avrupa'da yeni güç
dengelerinin oluşmasına ve bu durum ise büyük ve kanlı savaşların
doğmasına yol açacaktı.
Bu büyük mücadelenin ilk kapışması 1702- 17 15 yılları arasında
meydana geldi. İspanya Veraset Savaşları'nda İspanya ve Fransa'ya
karşı Avusturya, İngiltere, Hollanda ve Bavyera hükümetleri ortak
bir cephe kurdular. Bu mücadelede Fransa önemli ölçüde hırpalandı.
Paris işgal edilme tehlikesi yaşadı. Ancak yetenekli Fransız Komu­
tan Vilar'ın, Osmanlıları iki kez bozguna uğratan ünlü komutan
Prens Ôjen'i bozmasıyla kötü olan durumunu düzeltti. Bundan
sonra İngilizler ile Felemenkler (Hollandalılar) Fransızlarla Ütreht
Muahedesi'ni yaparak savaştan çekildiler.
38 Kayı Vl l l : I s l a h a t , D a rbe ve D e v l e t

Yalnız kalan Avusturya harbe devam etmek niyetinde idi. Ancak


Vilar'ın Prens Öjen'i Ren kenarında bir kez daha mağlup etmesi üze­
rine, l. Josef'in yerine tahta geçmiş bulunan yeni imparator vı. Şarl
17 14'te Raştad Muahedesi'yle savaşa son verdi. Fakat Avrupa'daki
veraset savaşları burada bitmeyecekti.
Savaş bu defa Avusturya veraset meselesinden çıktı ve Avrupa
bir anda iki kutuplu hale geldi. İmparator vı. Şarl 1740 yılında vefat
ettiğ i zaman yerine 23 yaşındaki kızı Mari Terez geçmişti. Ancak
İstuvart Hanedanı'ndan III. Jak'ın oğlu Şarl kendisine karşı çıktı.
Bu veraset mücadelesi esnasında imparatoriçeye yardım eden
İngiltere, Hollanda ve Rusya'ya karşılık İspanya, Fransa ve Prusya
ise karşı cepheyi oluşturmuştu.
Avusturya veraseti m uharebesi, 1740'ta Pr usya Kralı i l .
Frederik'in taarruzuyla başladı v e Fransa'nın iştirakiyle d e geniş­
ledi. Mari Tereze ise İngiltere ile Hollanda yardım ettiler. Zaman
zaman Rusya ve İspanya'nın da karıştığı savaşlar sekiz sene sürdü.
Savaş, 1748 yılında Eks-la -şapel (Aachen Aix-la-Chapelle) =

Muahedesi ile sona erdi ise de antlaşmayı imzalayan devletlerden


hiçbiri bundan memnun kalmadıkları için bu antlaşma geçici bir
mütareke mahiyetini andırıyordu. Nitekim savaşan devletler askeri
kuvvetler ini terh is etmeyerek, emellerini elde etmek için fırsat
beklemeye başlamışlardı.
Harpte başarı kazanan Fransa, siyasetindeki gafleti sebebiyle
Eks-la-Şapel Muahedesi'nden eli boş çıkmıştı. Avusturya ise en
büyük düşmanı Prusya'ya Silezya'yı kaptırmıştı. Savaş, İngiltere ile
Fransa arasındaki çekişmeli sömürge meselesini de çözememişti.
Bu savaştan Osmanlı Devleti de mali bakımdan oldukça etkilen­
mişti. 1740'tan 1748 senesine kadar sekiz yıl süren Avusturya vera­
seti muharebesi esnasında Osmanlı memleketine Avrupaöan gelen
çuha vesair eşyanın gelmemesi iktisadi hayatı olu msuz etkilemişti.

Y E D İ S E N E H A RP L E Rİ VE O S MAN L I
Eks-la -şapel Muahedesi problemleri çözmediğ i gibi sanki yeni
bir savaşın kapısını aralamış gibiydi. Ancak devletler arasında itti-
I l l . M u s tafa Han 39

faklar hep aynı devam etmiyor, menfaatlerine göre bir anda saflar
değişebiliyordu.
İngiltere, Avusturya veraset muharebesinde hasmı olan Prusya
ile müttefik oldu. Bu gelişme karşısında Fransa, Prusya'dan ayrıla­
rak, asırlarca zayıf düşmesini istediği Avusturya ile ittifak yoluna
gitti. l 756'da Versay Muahedesi'yle Avusturya ile ittifak etti. Daha
sonra İngiltere ile Rusya arasında da bir ittifak vücuda geldi. Fakat
Rus Çariçesi Elizabeth, İngiltere'nin Prusya ile ittifakı cihetiyle
İngiltere'den ayrılarak Avusturya ile birleşti.
Fransa ile Avusturya arasındaki Versay Muahedesi'nden az sonra
aynı sene içinde Prusya Kralı il. Frederik'in Saksonyaya hücum
etmesiyle muharebe başladı (1756). Ancak Rusya, Avusturya ve
Fransa'nın bir anda Prusya'ya karşı harbe girmesi il. Frederik'i zor
durumda bıraktı.
il. Frederik, Rusya ve Avusturya cihetinde yükünü hafifletmek
için kendisine bir müttefik aramaya başladı. Bu maksatla, bu iki
devletin hasmı olan Osmanlı Devleti'ne başvurdu. 25 Ağustos 1756
tarihli bir name ile Adolf dö Rekzin adında bir elçi gönderip ittifak
teklifinde bulundu. Rekzin gizli olarak İstanbul'a geldi. Frederik
yapacağı ittifakla Osmanlı Devleti'ni Avusturya ve Rusya üzerine
sevk etmek istiyordu.
Veziriazam Koca Ragıb Paşa , bazı devlet ricali ve ulema ile gizli
olarak vaziyeti tetkik etti. Bu toplantının Prusya elçisinin ittifak
teklifi üzere yapıldığını belli etmemek için padişah, veziriazama
bir hatt-ı hümayun gönderip görüşmenin, cizye işlerinin görüşül­
mesi için olduğunun ilan edilmesini emretmişti. Uzun görüşmeler
neticesinde Osmanlı Devleti icabında belki lazım olur diye ittifak
teklifini kestirip atmayıp görüşmelerle oyalama yoluna gitti.
Prusya kralına verilen cevapta bundan sonra iki tarafa hayırlı
olan bazı maddelerin kabulü ve bir ticaret ve dostluk muahedesinin
muvafık görüldüğü bildirilmişti. Neticede bu teklife muvafakat
eden Prusya Devleti'yle Temmuz 1761 'de sekiz madde ve bir hatime
üzerine diğer devletlerle olduğu gibi bir ticaret antlaşması yapıldı.
40 Kay ı VIJT: I s l a h a t , D a r b e ve Devlet

Fakat Prusya kralı bu antlaşmanın çok ötesinde gelişmeler umu­


yordu. Name-i hümayunda verilen kapalı cevaptan ittifak edileceği
düşüncesine kapılarak Osmanlı kuvvetinin ilkbaharda Macaristan'a
girmesini istedi. Hatta orada ne suretle hareket etmek icap edeceğine
dair 1761.Aralık tarihiyle tertip ettiği bir planı Osmanlı Devleti'ne
gönderdi. Aynı anda kendisinin de beri taraftan taarruza geçeceğini
bildiriyordu.
Halbuki halsikatte ortada bir ittifak olmadığından Ragıb Paşa'nın
nameye koydurduğu bazı ibareler, müşterek harp yapmak isteyen
ve pek sıkışık durumda bulunan Prusya kralını ümide düşürmüştü.
Fakat bu sırada savaşta zor anlar yaşayan Prusyayı rahatla­
tan gelişmeler yaşandı. il. Frederik'in hasmı Rus İmparator içesi
Elizabeth'in 1762'd e ölümü üzerine imparator olan III. Petro derhal
Prusya ile sulh imzaladı. il. Frederik buna rağmen Osmanlılar­
la anlaşmaktan vazgeçmem işti. Bu kez Osmanlı D evleti'ni yal­
nız Avusturya üzerine sevk etmeye çalıştı. Fakat pek ihtiyatlı olan
Veziriazam Ragıb Paşa, bu defa da Avusturya'nın zayıf düşmesi
sebebiyle, ittifaka lüzum kalmadığını beyan etti. Aynca böyle bir
durumda Rusya'nın Avusturya'ya yardım etmesi ihtimalini belirterek
İstanbul'a gelen Rusya ve Avusturya elçileriyle görüştükten sonra
muharebe hususunda bir karar verilebileceğ ini Prusya kralının
murahhasına bildirdi.
Veziriazamın tedbirli hareketi Osmanlıları sonu bel irsiz tehli­
kelere karşı koruyordu.
Nitekim Prusya ile anlaşan Rus İmparatoru III. Petro, aynı sene
içinde boşamak istediği zevcesi Katerina tarafından hal ve katledi­
lince, Prusya elçisinin planı suya düştü.
il. Katerina'nın imparatoriçe olması üzerine Osmanlı Hükümeti,
Prusya kralının dikkatini çekerek Osmanlı'nın Avusturya ile yapa­
cağı muharebeye yeni Rus hükümdarının müdahale etmeyeceğine
dair sefiri vasıtasıyla bir senet vermesi ile harbe girebileceğini beyan
etti. Prusya kralı ise buna cevap olarak Rusya ile Petro zamanında
yapılan antlaşmanın çarın şahsına değil Rusya Devleti'yle olduğunu,
III. Petro'nun bir isyan neticesinde çekilip yerine zevcesinin geçtiğini
ve Rusya Devleti'yle Prusya arasında dostluk bulunduğunu beyan
III. M u s tafa Han 41

ederek Osmanlı Devleti'ni Avusturya'ya karşı kullanmakta ısrar etti.


Oysa son on beş sene zarfında devletlerin sık sık ittifak ve siyaset
değiştirmekteki v aziyetlerini gören ve bu yüzden 1740'tan beri
gördüğü harpler ve bulunduğu görüşmelerde dengesizliği yakından
bilen Koca Ragıb Paşa dikkatliydi. Böyle sade sözlerle Avusturya
ile sulhu bozmayacağını hatta Rusya ile Prusya arasındaki sulhun
bile ş üpheli olduğunu ve muharebe işinin ancak gelecek seneki
hadiselere göre gözden geçirilebileceğini Prusya kralına net bir
şekilde bildirdi.
Diğer taraftan Prusya ile ittifak işinin görüşülmesi, Ragıb Paşa
sadaretinde harice sızdırılmamak istenmekle beraber toplantılar ve
gösterilen faaliyetlerden dolayı yabancı devlet elçileri şüphe için­
de idiler. Prusya ile ittifak yapılmak istendiği anlaşılınca özellikle
Fransız elçisi Verjen büyük telaş göstermişti. Çünkü devam eden
Yedi Sene Harpleri'nde Avusturya ile Fransa müttefikti.
Ayrıca Osmanlının h azırlığı ve p adişahın Edime'ye gideceği
rivayetleri Avusturya üzerine bir sefer tertip edilebileceğini düşün­
dürdüğünden Fransa girişimlerini artırdı. Gerçekte Ragıb Paşa'nın,
padişahı Edime'ye götürmek istemesi Prusya kralına bir kuvvet
vermek içindi. Fakat Fransız elçisinin telaşı ve endişesine karşı Ragıb
Paşa, Fransa ile dostluğun devam etmekte olduğuna dair elçiye hem
şifahi ve hem tahriri teminat vererek rahatlattı.
İşte bütün bu faaliyetler sırasında Koca R agıb Paşa vefat etti.
Onun vefatı Osmanlı siyasetini önemli ölçüde etkileyecek ve de­
ğiştirecekti.

Y E D İ S E N E H A R P L E Rİ ' N İ N N ET İ C E S İ
Yedi Sene Harpleri'nde Fransızlar, İngiltere'ye ait Hanover eya­
letine tecavüz ettiklerinden harp aynı zamanda Hanover ve Ren
taraflarında da cereyan etmiştir.
Fransa ile Prusya arasında vuku bulan muharebe de yine Han­
nover eyaletinde olmuştur. Buna sebep İngiltere ile Prusya arasın­
daki 1756 Vaytkal Muahedesi'yle Prusya kralı İngiltere'ye ait olan
Hanover eyaletini muhafazayı taahhüt etmişti.
42 Kayı VIII: I s l a h a t , Darbe ve D e v l e t

Prusya Kralı i l . Frederik, kendisine karşı Fransa, Rusya, İsveç


ve Lehistan'ın gizlice ittifak ettiklerini haber alması üzerine düş­
manlarından evvel taarruza geçerek onların hazırlanıp hep birden
taarruz etmelerini önlemişti.
il. Frede'r ik'in 28 Ağustos 1756öa Saksonya'ya hücumuyla baş­
layan harp, B ohemya, Silezya ve Saksonya topraklarında yapıldı.
Avusturya'nın müttefiki Fransa buralardaki muharebede Mari
Tereze yardım etmekteydi.
Prusya ile Rusya arasındaki muharebe ise Bohemya, Pomeranya
ve Doğu Prusya'da olmuştur.
Prusya Kralı Frederik savaşın başlangıcında üstün durumda
idiyse de Avusturya ve müttefiki Rusların iki koldan taarruzuy­
la pek tehlikeli bir vaziyete düşmüştü ( 1757). Fakat hasımlarının
beceriksizlikleri ve Rus İmparatoriçesi Elizabeth'in ölerek ( 1762)
yerine Frederik'in askeri kudretine hayran olan III. Petro'nun geç­
mesi gidişatı değiştirdi. III. Petro, Büyük Petro'nun kızı Anna'nın
oğlu olup babası Holştayn dükası idi. Tamamıyla Alman terbiyesi
üzere yetiştirilmişti. 1742öe Petersburg'a getirilerek Protestanlıktan
Ortodoks mezhebine geçirilmişti.
İşte Rus kuvvetleri, Prusya askerine galebe ederek Berlin'e doğ­
ru ilerlediği sırada Rus Başvekili Bestoçef tarafından verilen emir
üzerine, Avusturyahlardan ayrılarak Korlanda'ya döndüler. Bunun
sebebi de Alman terbiyesinde yetişen III. Petro'nun, Frederik yanlısı
oluşuydu. Petro, Rus askerinin geri çekilmesini başvekile söylemiş
ve o da dediğini yapmıştı.
Böylece Rusya'nın Prusya'daki fütuhatından vazgeçerek 1762
Mayıs ayında sulh ve ittifak akdetmesi Frederik'i mahvolmaktan
kurtarmıştır. Bu hal üzerine hem Fransa'nın ve hem de başvekil
aleyhtarlarının tesirleriyle Bestoçef azl ve nefyedildi.
Ancak, III. Petro'nun imparatorluğu uzun sürmedi. İzlemiş ol­
duğu dış politika, Rus Ortodoks Kilisesi'ne Lutherci uygulamaları
benimsetmeye zorlaması halkı ve saray çevresini kendisinden uzak­
laştırdı. Sonunda çarın kendisinden b oşanmak istediğini düşünen
eşi Katerina, gözde komutanlarından Aleksi Orlof ve imparatorluk
I I I . M u s t afa H a n 43

muhafızlarıyla iş birliği ederek III. Petro'yu tahtından indirdi. Petro,


Ropşa köyünde Orlof 'un gözetimi altında iken öldürüldü. Aleksi
Orlof daha sonra Çeşme Deniz Savaşı'nda Rus donanmasına ko­
mutanlık. yapacaktır.
III. Petro önce tahtandan indirilip sonra öldürülünce yerine aslen
Alman olan zevcesi il. Katerina geçti (9 Temmuz 1762).9
Bu kadın Anhalt dukasının kızı olup ismi Sofya Ogüsta idi. III.
Petro ile evlendikten sonra Rus sarayında Ortodoks mezhebine
geçirilerek Katerina adını almıştı. III. Petro'nun yerini alan Katerina
ilk iş olarak Petro'nun Prusya ile ittifakını bozdu. Fakat muharebeye
girişmeyerek tarafsız kalıp uzun süredir ilgilendikleri Lehistan'ın
işgaline hazırlandı.
Rusya'nın Avusturya'dan ayrılması ve Fransa'nın İngilizlere mağ­
lup olarak Kanada ve Hindistan sömürgelerini kaptırmasının neti­
cesinde Şubat 1763'te ikili arasında akdedilen Paris Muahedesi'yle
sulh yapmaları üzerine Yedi Sene Harpleri tavsamıştı. Bu durumda
Avusturya ile Prusya<ia Hubertsburg Muahedesi'yle anlaşarak harbe
nihayet verdiler. Avusturya, Silezya'nın Prusya<ia kalmasına razı
olmuştu.
Osmanlı Devleti, Yedi Sene Harpleri'ni dikkatle takip etmiş,
muharebeler hakkında Eflak ve Boğdan voyvodaları vasıtasıyla
malumat almıştı. Ayrıca bu hususta muharip devletlerin İstanbul<ia
bulunan elçileri de hükümetlerinden aldıkları haberleri Osmanlı
Hükümeti'ne bildirmişlerse de bu bilgiler tabii olarak kendi lehlerine
olan bilgilerdi. Dolayısıyla Veziriazam Koca Ragıb Paşa elçilerin
verdikleri her habere inanmayıp verilen malumatı karşılaştırıp
incelemek suretiyle siyasi durumu gözden kaçırmamıştır.

KO CA RAG I B PAŞA
Yedi Sene Harpleri son bulup Ruslar, Osmanlılarla problem
teşkil edecek Lehistan meselesini gündemine alırken Osmanlı Dev­
leti kıymetli bir sadrazamını kaybetmiş bulunuyordu. III. Osman
Han'ın son dönemlerinde sadarete gelip III. Mustafa Han'ın ilk beş
senesine damgasını vuran Koca Ragıb Paşa, Yedi Sene Harpleri'nin
sonuna yaklaşılırken ahirete irtihal etti. Osmanlıların bundan son-
44 Kay ı VIII : I s l a h a t , Da rbe ve D e v l e t

raki safhalarda belki çok arayacakları b u kıymetli devlet adamına


burada bir sayfa açmak yerinde olacaktır.
Ragıb Paşa XV III. asırda Osmanlı Devleti'nde küçük bir memu­
riyetten sa"(irazamlık makamına kadar yükselmiş en büyük devlet
adamlarından biridir. Babası defterhane katiplerinden Şevki Mustafa
Efendiöir. 1699 yılında İstanbulöa doğdu. Asıl adı Mehmed'dir.10
Şiirlerinde kullandığı Ragıb (rağbet eden) mahlası ile tanındı. Daha
sonraki senelerde tecrübeli ve kudretli devlet adamlığı nedeniyle
kendisine yakıştırılan Koca lakabı ile beraber Koca Ragıb Paşa diye
ünlendi. Kendisi aynı zamanda alim, şair ve edip bir şahsiyetti.
Küçük yaştan itibaren iyi bir tahsil ve terbiye gören Mehmed
Ragıb, keskin zekası, kabiliyet ve istidadı sayesinde akranları ara­
sında süratle inkişaf etti. Babasının çalıştığı defterhane kaleminde
memuriyete başladı. Bu kalemde işlerin inceliğine kolayca vukufıyet
elde etti. Nitekim kısa sürede Divan-ı Hümayun katipliğine yükseldi.
Burada çalışırken Arapça ve Farsçayı mükemmelen öğrenerek genç
yaşında ilim ve sanat adamları arasına katıldı. Zira bu yıllarda Nabi,
Saib-i Tebrizi ve Şevket-i Buhari gibi şairlerin şiirlerini okumaya
ve onlara naz ireler yapmaya başladı.
Yirmi beş yaşlarında iken, İran savaşları sırasında fethedilen top­
rakların tahririne gönderildi. Bu görevle Revan Valisi Arifi Paşa'nın
mektupçusu oldu ( 1724).
Daha sonra Tebriz Seraskeri Köprülüzade Abdullah Paşa'nın
maiyetinde ordu-yı hümayun reisliği ve Hekimoğlu Ali Paşanın
defter emaneti vekaleti vazifelerini yapmıştır.
Bu arada bir sene kadar Revan defterdarlığında bulunan Ragıb
Efendi, l 729'da İstanbul'a dönmüş ise de yine siyaset vekaleti payesi
ile Hemedan eyaletinin timar ve zeametlerini yeniden düzenlemeye
ve tevzi etmeye memur olmuştur.
l 730'da defterdarlık ile Bağdat'a
gönderildi. Bağdat'ta bulundu­
ğu müddet zarfında ilim ve edebiyat ile meşgul olan Vali Ahmed
Paşa'nın takdirlerini kazanan Ragıb Efendi, idarecilikte de temayüz
etmiştir. Hatta A hmed Paşaya ithaf ettiği bir kaside dolayısıyla
büyük bir atiyye almıştır.
I I I . M ustafa Han 45

1 733'te İstanbul'a çağırılarak ma.Jiye tezkireciliğine, l 736'd a da


Erzurum seraskerliğine getirilen Ahmed Paşanın maiyetinde ordu
defterdarı ve reisülküttab vekili olarak görev yaptı. Temmuz 1 736i:la
Nadir Şah'ın elçileri ile yapılacak müzakerelerde, İran işlerini bilen
biri olarak payitahta çağırılmış ve cizye muhasebecisi tayin edilmiş­
tir. Nisan 1 737i:le sadrazam mektupçuluğu makamına terfi etmiştir.
Bu paye ile Avusturya ve Rusya murahhasları ile yapılacak görüş­
meler için Reisülküttab Mustafa Efendi'nin maiyetinde Nemirov'a
gönderildi. Belgrad seferi ve antlaşmasında kendisinden çok istifade
edilen Ragıb Efendi, reisülküttab tayin edilmiştir.
Ragıb Efendi reisülküttablığı sırasında sık sık temas ettiği yabancı
devlet elçilerini etkilemiştir. Reisülküttablıkta üç seneden fazla kalan
Ragıb Efendi, 1 7 44'te vezirlik payesiyle Mısır valiliğine gönderildi.
Koca Ragıb Paşa, burada beş sene kadar kalıp, her şeye müdahale
eden Kölemen beylerini tedip ederek Mısır'da huzur ve asayişi tesise
muvaffak oldu. Ancak tamamen ortadan kaldırılamayan karışıklık­
lardan usandığını bildiren Koca Ragıb Paşa, 1 748i:le kubbe vezirliği
ve nişancılık ile İstanbul'a çağırıldı.
Koca Ragıb Paşa bundan sonra sırasıyla Sayda, Rakka ve Halep
valiliklerinde bulundu. Buralarda huzur ve asayişi sağladığı gibi imar
faaliyetlerinde de büyük önem verdi. 1 3 Aralık l 756'da sadarete
tayin edildiğini görüyoruz.
Koca Ragıb Paşa silsile-i meratibe uygun olarak, m ansıpları
hakkıyla alarak ve başarılı olarak sadaret mevkiine gelmiş bulunu­
yordu. Ragıb Paşa bu makama gelinceye kadar devlet idaresinde
büyük tecrübe sahibi olmuştu. O, lll. Osman'ın son sadrazamı
olarak sadarete gelmiş ve büyük bir dikkatle görevini devam et­
tirmiştir. Bu arada makamı için tehlikeli olabilecek şahısları birer
birer İstanbuli:lan uzaklaştıran Koca Ragıb Paşa, III. Osman Han'ın
ölümünden sonra III. Mustafanın da sadrazamı olmayı başarmıştır.
Koca Ragıb Paşanın, III. Mustafa ile dünya siyaseti ve devlet anlayışı
hakkında müşterek tarafları bulunuyordu.
Her ikisi de devlet idaresindeki kusur ve noksanlıkları tespit
etmişler ve bunların ıslahı için de sulhun devamının şart oldu-
46 Kayı Vlll: Is lahat , Darbe ve D e v l e t

ğuna inanmışlardı. B u yüzden padişah il e sadrazam arasında da­


ima ahenkli bir çalışma havası görülmüştür. Bu yakınlaşma III.
Mustafa'nın dul kız-kardeşi Saliha Sultan ile evlenmesini de hazır­
lamıştır. Padişah, Edirne Sarayı'nın tamiri, Sakarya-İzmit Körfezi
kanal projesi, Laleli Camii'nin inşası, savaş gemilerinin denize in­
di ıilmesi ve top dökümü merasimleri, askeri birliklerin teftişi gibi
faaliyetlerle meşgul olurken sadrazam siyasi işleri elinde bulundur­
muştur. İlk olarall ele aldığı maliyenin ıslahı sahasında bazı başarılar
elde etmiştir. Vilayetlerde sükunetin temini gerçekleştirilmiştir.
Sadrazam Koca Ragıb Paşa, Avrupa devletlerine karşı başarılı
bir barış siyaseti takip ederek bir müddet devleti savaştan uzak
tutmuştur. Bu devirde Avrupa'da Yedi Sene Harpleri devam etmek­
teydi. Müttefik Avusturya, Fransa ve Rusya devletlerinin hücumuna
uğrayan Prusya Kralı il. Frederik, Osmanlı Devleti'ni savaşa sok­
maya çalışıyordu. Uzun süren müzakereler sonunda kralın gayesi
anlaşılmış ve devlet sulhu koruyarak müzakerelere devam etmiştir.
Çok temkinli bir devlet adamı olan Koca Ragıb Paşa, sık sık müttefik
değiştiren Avrupa devletlerine güvenmiyordu. Bu yüzden askeri
antlaşmadan ziyade iki devlet arasında dostluk ve ticaret antlaşması
imzalayarak siyasetinde muvaffak olmuştur (29 Mart 176 1).
Koca Ragıb Paşa 8 Nisan 1763'te vefat etmiştir. 1 1 Mezarı Laleli'de
kendi bina ettirdiği kütüphanesinin bahçesindedir. Vakanüvis Vasıf,
onun büyük bir alim, devlet adamı, şair, edip olduğunu ifade ederek,
"insan-ı kamil denilmeye seza ve sadrü' l-vüzera elkabına reva bir
vezir-i bi-hemta" olarak vasıflandırmaktadır. Tarihçi Hammer de
onu, "Osmanlı sadrazamlarının en alimi ve büyük bir devlet adamı"
olarak değerlendirmektedir.
Nikolae Jorga ise "1763 senesinin 8 Nisan'ında Koca Ragıp Paşa,
Osmanlı İmparatorluğu'na içte huzur ve düzen, dışta ise itibar kazan­
dırdıktan sonra hayata gözlerini yumdu," şeklinde ifade etmektedir. 12
Koca Ragıb Paşa, Osmanlı Devleti'ni bu yüzyılda tırnakları sö­
külmüş bir aslana benzeterek devleti savaşa sokmaktan çekinmiş­
tir. O devletin yüksek menfaatlerini her şeyin üstünde tutmuştur.
Devlet adamı olarak edindiği tecrübelere dayanarak siyasi yazılar
kaleme almıştır. Bu yazılarını "Telhisat" adıyla bir araya toplamıştır.
Hl. M u s t afa H a n 47

Belgrad'ın alınmasını tasvir eden "Fethiye-i Belgrad'', Babıali ile


İran arasında 1 736'da cereyan eden sulh müzakereleri hakkında bir
rapor mahiyetinde olan "Tahkik ve Tevfik" bu çeşit eserlerindendir.
Koca Ragıb Paşa, muasırlarına göre tedbirli, güzel yüzlü, sağlam
akideli, konuşmaları latif, ifadesi tatlı ve yüksek ahlaklı idi. Vak­
tini daima okumakla değerlendiren Ragıb Paşa, ilmi meselelerle
uğraşmaktan büyük zevk alırdı. Onun kitaba ve kültür işlerine
verdiği büyük önemin ispatı Laleli'de inşa ettirdiği kütüphanesi ve
mektebidir. 13
XVIII. yüzyıl Türk edebiyatının Nedim ve Gfilib'den sonra belli
başlı temsilcilerinden biridir. Şiiri sağlam ve ahenkli bir nazma,
ağırbaşlı ve açık bir söyleyişe ve hikmetli bir muhteva özelliğine
sahiptir. O, "Eğer maksud eserse mısra-ı berceste kafidir;' diyerek
asıl olanın, sayfalarca yazılarak anlatılabilen bir meseleyi bir beyit
yahut mısra ile ifade etmek, kısa ve öz yazmak olduğunu belirt­
miştir. Nitekim şiirimizde "mısra-ı berceste" denilen ve atasözü
gibi dillerde dolaşan pek çok beytin ve mısram nazımı Koca Ragıb
Paşadır. Bunlardan birkaç tanesi şu şekildedir:
Turfe dükkan-ı hikemdir şu köhen-tak-ı felek
Ne ararsan bulunur derde devadan gayrı

Ragıb müdahaneyle riyadır zamanede


Dünyayı sanma cevr ü sitemdir harap eden

Şöyledir Ragıb mücazat-ı amel kim fı'l-mesel


Sorsalar mağdurunu gaddar kendin gösterir

Her meta'ın bir revacı var bu bender-gahda


Geh tahammül geh niyaz u gah istiğna yürür
Koca Ragıb Paşanın "Söyler" redifli çok hoş bir gazeli de şu
şekildedir.
48 K ay ı VIII: Islahat, Da rbe ve D e v l e t

Harabdtı görenler her biri bir haletin söyler


Sa/asın nakl eder rindan u zahid sıkletin söyler

Ser-ag�z eyledikçe bahse bülbül revnak-ı gülden


Bezmde kulkul-i mina mülin keyfiyetin söyler

Tecelli neşesin ehl-i şikem idraka kabil mi


Behişt andıkfa zahid ekl ü şürbün lezzetin söyler

Ne zabt-ı hakim-i şer'i ne hükm-i zabit-i aklı


Cünun iklimini seyr eyleyenler rahatın söyler

Miycin-ı güft ü gilda bed-meniş iham eder kubhun


Şecaat arz ederken merd-i kıbti sirkatin söyler

Muvafıkdır yine elbet mizaca şive-i hikmet


Tabibin olsa da kizb-i marizin sıhhati söyler

Perişan hatırımda nükte-i ser-besteveş kaldı


Ne kimse hikmetin anlar ne Ragıb illetin söyler

L E H İ STA N M E S E L E S İ
Avrupa'nın ortalarına doğru nüfuz ederek siyasi rol oynamak
isteyen Rusya, Büyük Petro zamanından itibaren türlü bahane ve
müdahalelerle Lehistan'ı kendi nüfuzu altına almak istiyordu. Bu
duruma Osmanlı Devleti'nin itirazı ile ortaya çıkan Prut Savaşı
sonucunda imzalanan antlaşma neticesinde Lehistanöa asker bulun­
durmayacağını taahhüt etmiş ise de bu ilgisinden vazgeçmemiştir.
il. Katerina imparatoriçe olduktan sonra devam etmekte olan
Yedi Sene Harpleri'nde tarafsız kalarak kuvvetlerini Lehistan işi için
saklamıştı. Çünkü bu sırada Lehistan Kralı 111. August ağır hasta
olduğundan buraya kral olmak isteyenler evvelden beri Lehistanöa
nüfuz tesis eden Rus imparatoriçesine müracaat ile müdahalesini
istiyorlardı.
Evvelce Lehistan Krallığı irsen intikal etmek üzere Yagellon
ailesinde iken bu hanedanın son bulmasından ( 1572) itibaren Fran­
sa Kralı Henri ve daha sonra Erdel Kralı Sigismundöan itibaren
1 1 1 . M u s tafa Han 49

kralların, Leh asilzadelerinden mürekkep Diyet Meclisi tarafından


seçilmesi kabul edilmişti. Yeni kral seçilinceye kadar ise krallığa
Gnesen başpiskoposu vekıilet ederdi. Diyet Meclisi, büyük zadegan
ve kralın büyük rütbeli memurlar arasında seçilen azalarla orta ve
küçük zadegan arasından seçilen üç yüzü aşkın azadan mürekkepti.
Bunların tamamının oyuyla kabul edilmesi şarttı. Azalardan biri
veto ederse kral seçilemezdi. Bundan dolayı Lehistan'da kral seçimi
için Rusya'nın nüfuzunu kullanması önemli idi.
il.Katerina, Lehistan kralının ölümünün yaklaştığını haber
almıştı. Bu itibarla Lehistan işine müdahale için birtakım tedbirleri
almakta gecikmedi. Kendisinin Lehistan Krallığı işine müdahale
etmesine ilk itiraz edecek Prusya ile bir ittifak yaptı.
il. Frederik harpten muvaffakiyetle çıkmış ise de manen çok ze­
delendiğinden harpsiz olarak işlerini tanzim etmek istiyordu. Fakat
Avusturya'dan çekiniyor ve buna karşı Ruslarla anlaşmak istiyorsa
da Katerina buna yanaşmıyordu. Fakat Lehistan işi meydana çıkınca
Katerina, il. Frederik'in ittifak arzusunu yerine getirip sekiz sene
müddetle savunmada ve saldırıda birlikte olmak üzere ittifak yaptı.
Bu ittifak antlaşmasında iki gizli madde vardı. Bunlardan biri
Osmanlılar tarafından Rusya'ya taarruz olunduğu zaman ve bil­
mukabele Prusya topraklarına Rayn Nehri tarafından bir tecavüz
vukuunda her iki devlet birbirlerine nakden yardım edeceklerdi.
İkinci gizli madde de; Lehistan'da kral seçiminin yerliden olması
kaydıyla serbestisi olup bunun bir hanedana mahsus kılınmaması
hususunu her iki devletin müdafaa etmeleri idi.
Fransa ile Avusturya, Katerina'yı Prusya ittifakından ayırmak
istedikleri için, onu darıltmak yoluna gitmeyip yumuşak davran­
maktaydılar. Bunlar da Lehistan'a Katolik mezhebinde bir kral geti­
rilmesini istemekte idiler. Rusya ise Lehistan Krallığı'na kendisinin
istediği bir Leh asilzadesini getirmek istiyordu.
Nitekim Lehistan Kralı III. August, 1 763'te vefat ettiğinde Kate­
rina, kral seçimi için toplanan Diyet Meclisi'ne sevgili aşığı Lehistan
asilzadelerinden Stanislay Ponyatofski'yi namzet gösterip elçisi
vasıtasıyla baskı yaptı. Katerina, Lehistanöaki elçisine göndermiş
olduğu mektupta, "İşbu mektubu gece yarısından iki saat sonra
50 Kay ı VIII: 1 s l a h a t , D a r b e ve Dev l e t

yazdım; bu işe verdiğim ehemmiyeti bundan kıyas eyle," diyerek


kral seçimine vermiş olduğu önemi göstermekteydi.
Bu hale karşı Katolik kral isteyerek Rusların Lehistan'daki nü­
fuzlarını kırmak isteyen Fransa ile Avusturya duraksadılar. Fransa
Elçisi Verjen vasıtasıyla Lehistan'ın istiklali hususunda antlaşmalar
yapan Osmanlı'yı tahrik etti.
Rusya ve Prusya elçileri hükümete verdikleri müşterek bir muh­
tıra ile Fransa ile Avusturya'nın müdahalesi olmaksızın Lehistan
kralının seçilmesini istiyorlardı. Osmanlı Devleti, Lehistan kralı
seçimine ve Fransa elçisinin tahrikine karşı tamamen kayıtsız kalma­
makla beraber kral seçiminde antlaşmalara uyulacağı kanaatindeydi.
Kendi planını takip etmek isteyen il. Katerina, Lehlilere baskı
uygulamaya başlayınca Leh asilzadelerinden Radzivil bir kısım
taraftarlarıyla ayaklandı. Bunu vesile yapan Ruslar Varşova üzerine
yürüdüler. Maksatlarının serbest seçim yapılmasını temin etmek
olduğunu söylediler. Bu durum karşısında Rus müdahalesini iste­
meyen Lehliler, gerek Rusya ve gerek Avusturya, Fransa, Saksonya
ve Osmanlı devletlerine başvurup Rus askerinin Lehistan'dan çı­
karılmasını istediler.
Lehistan'da Rusya'ya aleyhtar olan fırka, Başhatman Branicki'nin
bir mektubuyla beraber on imzalı başka bir mektubu İstanbul'da elçi
Stankiyeviç vasıtasıyla Osmanlı Hükümeti'ne sundu. Muhaliflerin bu
girişimleri üzerine Rus taraftarı olanlar da Rus elçisi vasıtasıyla gön­
derdikleri mektupla vaziyetten memnun olduklarını beyan ettiler.
Osmanlı Hükümeti tereddütte kalmıştı. Rusya ve müttefiki Prus­
ya elçileri hatman tarafından gönderilen imzasız mektupların asılsız
olduğunu ve başhatmanın maksadının kendisini kral seçtirmek
olduğunu söylediler.
Bunun üzerine Osmanlı Devleti bir taraftan Lehlilere aralarında
anlaşarak müdahaleye meydan verilmemesini tavsiye etmekle bera­
ber diğer taraftan Rus elçisine de verdiği nota ile seçime müdahale
edilmeyerek Rus askerinin Lehistan'dan çıkmasını bildirdi.
Birlikte hareket eden Rusya ve Prusya elçileri, Leh vatanperver­
lerinin himayesini önlemeye çalıştıkları sırada il. Katerina güya
HI. M u s t afa H a n 51

nizamı muhafaza için Varşova'ya da asker soktu. Böylece baskı ile


sevgilisi Ponyatofski'yi kral seçtirdi (7 Eylül 1 764). 14

KAT E R İ N A' N I N B Ü Y Ü K OYU N U


Katerina'nın kendi gözdesini Lehistan kralı seçtirmesi bu ülkeyi
ele geçirmek için atmış olduğu ilk adımdı. Nitekim kral seçimin­
den birkaç ay sonra Lehistan'a birtakım ağır tekliflerde bulunmaya
başladı. Önce Rus hududunun yeniden tayinini isteyerek Lehistan
topraklarından bazı yerleri talep etti. Lehistan' la savunma ve saldı­
rıda ortak hareket etmek üzere bir ittifak yapılmasını istedi. Nihayet
Lehistan da Katoliklere verilen hakların Ortodokslara da teşmil
edilmesi yönünde girişimlerde bulunmaya başladı.
Lehistan'ın ekseriyeti Katolik mezhebinde olduğundan imti­
yaz ancak o mezhebe mensuplara ait olup Protestan ve Ortodoks
mezhebinde olanlar aşağı mertebede tutulmuşlardı. Dolayısıyla
Katerina'nın bu müdahalesine karşı Lehistan Devleti ret cevabı verdi.
Bunun üzerine Rusya, bir taraftan Katolikler gibi haklara sahip
olmak isteyen Ortodoksları desteklerken bir taraftan da Protestan­
ları, aynı maksatla Protestan mezhebindeki devletlere müracaat
etmeleri için tahrik etmeye başladı. Böylece Lehistan'da mezhep
mücadelelerini körükledi.
Rusların, Lehistan işine müdahaleleri, Lehliler arasında giderek
sıkıntılara sebep oluyordu. Lehistan'da vatanperverler ve ıslahat
taraftarları olarak bu tarihte iki fırka teşekkül etmişti. Bunlardan
vatanperverler, Lehistan'ın mevcut kanunlarının ve bilhassa Diyet
Meclisi kanununun hiç değişmeden muhafazasını isterken, Rusların
adamı olan yeni krala da karşı çıkıyorlardı.
Islahatçılar ise bilhassa kral seçiminde memlekette kan dökül­
mesine ve Lehlilerin işlerine hariçten müdahaleye sebep olan Seym
denilen Diyet Medisi'nde bir azanın itirazıyla seçimin geri kalmasını
icap ettiren Liberum Veto'nun kaldırılmasını ve ekseriyetle intihap
hakkının kabul edilmesini istiyorlardı.
Ruslar bunu vesile ederek gerek Katolik mezhebinde olmayan
azınlıkların haklarını muhafaza etmek ve gerek kendilerine göre
bir Diyet Meclisi intihabı yaptırmak üzere Lehistan'a askeri mü-
52 K ay ı Vl11: I s l a h a t , Darbe v e Dev l e t

dahalede bulundular. Neticede Rusların arzularına göre vaziyeti


hazırlayan Rus Elçisi Repnin, Katerina'nın istediği gibi bir Diyet
Meclisi oluşturdu.
19 Kasım l 767'de toplanan bu Diyet Meclisi'nde Rusya ve Prus­
yalıların teklifleri kabul edildi. Buna göre Katolik mezhebinden hariç
mezhepteki Lehlilerin, Katolik Lehlilerle aynı hakka sahip olacak­
larına dair bir kanun kabul olunduğu gibi ıslahat taraftarlarının
kaldırmak istedikleri Liverum Veto aynen korundu (24 Şubat 1768) .
Rusların tahriki sonucu atılan b u adımlar Lehistan'ı adı m adım
bir iç harbe sürükledi. Ülkede Ruslar aleyhine yer yer konfederas­
yonlar teşkil edilmeye başladı. Bu konfederasyonların yani müttehid
heyetlerin en mühimi 1768 Mart ayında teşkil edilen Macaristan
hududuna yakın bir yerde Katolik Lehliler tarafından kurulan Bar
konfederesi ( Müttehid Heyeti) idi. Başında Branski bulunuyordu.
Bar Müttehid Heyeti Rusların Lehistan'dan çıkarılması ve kralın
değiştirilmesi için mücadele edecekti.
Ortodoks halka karşı konfedereler vasıtasıyla başlayan müca­
deleye mukabil, Rusların tertibiyle Ortodoks halk da Haydamak
adıyla çoğu köylülerden teşekkül eden serseri çeteler oluşturup
çarpışmaya başladı.
Bu çatışmalar üzerine Katerina yeni Diyet Meclisi'nin koyduğu
kanunları ve kralı muhafaza etmek vesilesiyle Lehistan'a kuvvet
sevk etti. Bu kuvvetler her tarafta katliamlara girişen Haydamakları
yatıştırırken muhalif gurupları da dağıtmak için harekete geçti.
Rus birlikleri özellikle konfederelerin en güçlüsü olan Bar Heyeti
üzerine yürüdü. Şiddetli çatışmalar sonucunda Bar Heyeti'ni dağıt­
tılar. Osmanlı topraklarına kaçanlar takip olunarak yakalananları
öldürüldü. Kaçanları takip maksadıyla Kırı m hududunu geçen Rus
birlikleri Balta kasabasında bulunan Müslümanlardan bazılarını
da şehit ettiler.

RU SYA'YA H A RP İ LA N I
Lehistan'ın bu fena akıbeti ve Rusların alabildiğine genişleye­
rek Lehistan iç işlerine birinci safta söz sahibi olmaları Avrupa'da
endişe ile takip olunmaktaydı. Fransa, İngiltere, Avusturya, İsveç
1 1 1 . M u s t afa Han 53

ve hatta Prusya Rusya'nın müdahalesinden memnun olmamakla


birlikte muhtelif sebeplerle onu önleyecek tedbiri alacak durumda
değillerdi. Özellikle Rusya'nın büyümesinden huzursuz olan Fransa
bu duruma karşı Osmanlı tezini kullanmak istiyordu. Hatta Fransa
hariciye nazırı, İstanbul'daki elçisi Verjen'e gönderdiği mektupta,
Osmanlı Devleti'ni Rusya üzerine tahrik etmesini ve bu hususta
hiçbir fedakarlıktan çekinmemesini beyan ile şunları yazmıştı,
'1\vrupa'nın kuzeyi neredeyse Rusya'ya tabi olmuştur. İngiltere Dev­
leti tarafından edilen mali yardım sayesinde Rus imparatoriçesi
istediği gibi hareket edebilmektedir. Danimarka Devleti Rusya'dan
hem korkar hem isteği olan Holştayin arazisini elde etmek ümidiyle
her şeye katlanır. İsveç Devleti dahi Rusya'nın arzusuna göre hareket
etmektedir. Prusya Kralı, Katerina'nın kendisine gösterdiği dostluğa
uygun olarak onun işlerine destekçidir. İşte bu vaziyet dolayısıyla
Fransa aleyhine bir ittifak vukua gelmesi ihtimalini düşünerek
kederleniyorum. Bu tertibi bozmak ve hatta Katerina'yı tahtından
uzaklaştırmak için Rusya üzerine bir harp açmak zarureti vardır. Bu
ise Devlet-i Osmaniye'den başkasının elinden gelmez. Bu işin fiile
çıkarılması için bütün tedbirlerin alınmasına mezunsun. Muvaffak
olacağını anlarsan ne kadar para lazımsa gönderilecektir:·
Verjen, uzun zamandan beri İstanbul'da Fransa elçisi bulunduğu
için iyi tanınmıştı. Rusya'nın büyümesini, Lehistan'a müdahalesini
ve Karadeniz'deki emellerini çeşitli yollardan, dostane telkinlerle
devlet adamlarına telkine başladı. Fransa'nın bu konuda Osmanlı­
ların yanında olacağını her vesile ile dile getiriyordu.
Gelişen hadiselerde Osmanlıları savaş düşüncesine sevk edi­
yordu. Bilhassa firari Lehlilerin kendilerini Ruslardan kurtarmak
için müracaatları bu temayülü arttırmıştı. Osmanlı'nın yardımını
isteyen Leh muhalefet partisi reisi, Rusların Osmanlılar tarafından
Lehistan'dan çıkarılmasına mukabil Podolya eyaletini vereceklerini
vadettiler.
Bütün bu gelişmeler neticesinde devlet ricalinden büyük bir
kısmı harp taraflısı olurken onların bu arzusunu İstanbul halkının
"harp isteriz" galeyanı kamçılıyordu.
54 Kay ı V l l l : I s l a h a t , Darbe v e D e v l e t

Özellikle Lehistan'dan Bar Müttehid heyetinden beş yüz kişinin


Osmanlı'ya ilticası, Bar cemiyetinden getirmiş oldukları mühürlü
mahzarlar ve Fransa Elçisi Verjen'in teşvik ve teşcii İstanbulöa halle
efkarında. "harp isteriz" nümayişlerinin yapılmasına yol açmıştı.
Öyle ki ihtiyatlı davranılarak harp için bir müddet hazırlık yapıl­
masını tavsiye edenler veyahut harbe taraftar olmayanlar vatan
haini sayılmay� başlandı.
Giritli Ahmed Resmi Efendi, Huldsatü'l-İ'tibar ismiyle tertip
etmiş olduğu bu Rus seferine ait eserinin baş tarafında bu sıralardaki
İstanbul hallcının durumunu tasvir ederek şöyle anlatmaktadır:

Her zaman düşmanın burnunu yere sürtüp haddini bildirmek


ehl-i İslam'ın üzerine vaciptir. Hareket olmayınca bereket olmaz.
Bu memleketler seyf ile alınmıştır. Padişah-ı İslam'ın bahtı ali,
ricali pişkin, kılıncı keskindir. Dünyada dindar, bahadır, vezir-i
Aristo-tedbir ve beş vakti cemaatle kılar on iki bin güzide asker
tedarik ettikten sonra Kızılelma'ya dek gitmeğe ne zorluk vardır
diyerek ortalığı birbirine katmakta idiler. Bunlar sandalye üzerinde
Hamzaname nakleden pehlivanlar gibi laf u güzaf edip Kızılelma
semtini B oğdan'dan gelen alyanak elma gibi yenir şey zanneden
safdille rdi. Ayrıca nasıl olsa meydanda düşman yok, muhasara
olunacak kale yok diyerek üç ayda gidip gelmekle riitbe ve memuriyet
kapmak isteyen bir kısım memurlar da bu işi körüklemekte idiler. 15

Neticede kendisinin de savaş yanlısı olduğu bilinen III. Mustafa


Han'ın da bu isteğe fazla kayıtsız kalmayacağı görülüyordu.

T I RNAKLA RI AŞ I N M I Ş A RS LAN !
Gerçekten de Sultan III. Mustafa Ruslarla bir harp yapmayı
çoktan beri arzu ediyorsa da Veziriazam Koca Ragıb Paşa, buna
taraftar olmuyordu. Çünkü Osmanlı Devleti geniş hudutlarıyla
zahiren muazzam bir varlık göstermekte idiyse de askeri bakımdan
çok zayıf ve Avrupa'ya nazaran geride idi. Bundan dolayı Ragıb Paşa
sonu fena gelecek bir badireye atılmak istemiyordu.
Buna karşılık Rusların yayılmasından endişe eden III. Mustafa
Han, rivayete göre Rusların daha ziyade büyümesinden evvel bunlara
l l l . M u s t afa H a n 55

harp açmak isteyerek bu arzusuna mani olan Ragıb Paşa'ya, "Eğer


garez akçe ise Edirne Kapısı'ndan ta Rusçuk'a kadar iki keçeli altın
dizerim;' deyince Ragıb Paşa, "Hünkarım! Devlet-i Aliyye'niz es­
kiden beri yapmış olduğu savaşlarda bir muharip arslan olduğunu
düşmanlarına göstermiştir. Fakat şimdiki halde tırnakları aşınmıştır.
Muharebe esnasında düşman bu halini anlarsa vaziyet müşkül olur.
Askere nizam verildikten sonra bu iş düşünülsün," demişti. 16
Bununla beraber askeri ıslahata el sürülmemişti. Buna muka­
bil Ruslar Prut'tan beri Kırım'ı işgal için hazırlanmakta idiler. Bu
maksatla Ôzi ve Kafkasya'da faaliyet yürütmekteydiler.
Bu itibarla yakın bir gelecekte Ruslarla bir harp çıkacağı muhak­
kaktı. Aslında bu hal daha Kafkas ihtilafında kendini de göstermişti.
Buna rağmen hiç olmazsa kalelerin tahkimi ile buralara fazla mü­
himmat ve muhafız asker konmak icap ederken o da yapılmamıştı.
Koca Ragıb Paşa evvelce orta rütbelerde bir devlet adamı iken
İran, Rus ve Avusturya seferlerine iştirak etmişti. Askerin dağınık
vaziyetine ve muvaffakiyetsizlerine şahit olmuştu. Bu sebeple birkaç
sene devam edecek olan yeni bir harbin akıbetini tahmin ederek
muharebeye yanaşmıyordu. Buna karşılık askeri ıslah ve tanzim
hareketine de teşebbüs etmemişti.
Askeri ıslahat yapılmamış bir ordu ile vukua gelecek bir harpte
göz önüne alınacak en mühim bir nokta, hiç olmazsa tecrübeli
ve değerli kumandanlar bulmaktı. Ne yazık ki bu dönemde böyle
muktedir kumandanlar da görülmüyordu.
Otuz seneden beri harpsiz geçen müddet zarfında evvelki se­
ferlerde tecrübe görmüş kumandanlar kalmamış hepsi hayata veda
etmişlerdi. Bunun için bir harp vukuunda ellerine ordu verilecek
kumandanlar tecrübesiz kimselerdi.
İşte böyle bir vaziyette Osmanlı Devleti Rusya'ya harp ilan ede­
cekti.

M U H S İ N ZA D E M E H M E D PAŞA
Ruslarla harbe girilip girilmeyeceği tartışılırken sadaret maka­
mında Muhsinzade Mehmed Paşa bulunuyordu. Bu zat genç yaş-
56 Kayı Vl l l : I s l a h a t , D a r b e v e D e v l r t

larında Rumeli'de vazife görmüş, babasının maiyetinde seferlerde


bulunmuş sonra vezirlikle uzun müddet Özi valiliği yapmıştı. Hudut
ahvaline ve askerin vaziyetine vakıftı.
İstanbul'da harp havası esmeye başladığında, harbin ne olduğunu
görmemfş İstanbul kaldırım kabadayılarının, "Türk ordusu Tuna'ya
doğru hareket etsin de görün Ruslar Lehistan'ı nasıl boşaltırlar;' di­
yerek kahve laklakaları ederken, mühim bir kısım halkın bu sözlere
inanmaları ve bazı devlet ricalinin harp taraftarı olmaları Veziriazam
Muhsinzade'yi hayrette bırakmıştı.
Bar heyetinin Osmanlı topraklarına ilticası sırasında Rusların
onları takip ederek hududu geçmesi üzerine hükümet Ruslara harp
ilanı için bir vesile bulmuştu. Fakat Muhsinzade Mehmed Paşa
böyle alelacele koca bir devlete karşı derhal harp ilan edileme­
yeceğini belirterek karşı çıktı. O, hudutlara asker ve mühimmat
koyup kalelerde tahkimat yapıldıktan sonra muharebeye girilme­
sini, bunlar yapılmadan derhal harp ilan edilecek olursa ordunun
hududa varmasına kadar pek çok fenalığın zuhur edeceğini belirtti.
Dolayısıyla bu sene kalelerin tahkimi ile içine asker, mühimmat ve
zahire konulup gerekli hazırlıklar yapılmasını ve harbin gelecek
seneye bırakılmasını beyan etti.17
Sadrazama bu konuda destekçi olabilecek tek kişi Şeyhülislam
Veliyyuddin Efendi idi. Ancak onun vefat etmiş olması ve yeri­
ne gelen Pirizade Sahih Mollanın da padişahın mizacına uygun
olarak muharebeye taraftar olmasından dolayı harp taraftarları
Muhsinzade'yi korkaklıkla itham ederek padişahı harbe teşvik et­
tiler. 18 Bu hal karşısında Muhsinzade Mehmed Paşa azlolunarak
yerine Aydın Muhassılı Silahdar Mahir Hamza Paşa getirildi (3
Eylül 1 768).1�
Ardından padişahın huzurunda akdedilen bir toplantıda
Rusya'nın durumu gözden geçirildi.
Osmanlı Devleti'nin sulha riayet ettiği halde Rusya'nın imzaladığı
muahedeye aykırı olarak Lehlileri himaye bahanesiyle oraya asker
sevk ederek Lehistan iç işlerine müdahale etmesi,
i l i . M u s t afa H a n 57

Kendisine bağlı b i r kral seçtirmek için Leh halkını tazyik ile


muhalefet edenleri katl ve mallarını müsadere ettirmesi,
Ruslara Lehistan'dan askerlerini çekmeleri müteaddit defalar
kendilerine yazılmasına rağmen kabul etmemesi,
Lehistan'da kendilerine muhalif olanları takip bahanesiyle Os­
manlı hududunu geçerek Kırım hanının haslarından Balta mevkiine
girip Müslümanlardan bazılarını şehit etmeleri,
Yeni Sırbistan'da, (Özi ve Boğ Nehirleri arası) kale yapması,
Kabartay'da tecavüz hareketleri.
Nihayet Boğdanlılar, Karadağlılar ve Katkasya'da Gürcüleri met­
buları aleyhine isyana tahrik etmeleri2° gibi meseleler birer birer
ortaya konup görüşüldükten sonra Rusya'ya sefer açılması uygun
görüldü.
Buna rağmen sadarete yeni gelen sadrazamın harp ilanından
evvel Rus elçisine bazı teklifler yapması, kabul etmediği takdirde
harp açılması karara bağlandı (4 Ekim 1 768).

RU S E LÇ İ S İ İ L E G Ö RÜ Ş M E
Şuranın kararı üzerine Veziriazam Mahir Hamza Paşa Rusya'nın
İstanbul'daki kapı kethüdasını yani küçük elçisi Obreskov'ı Paşa­
kapısına (Babıali'ye) davet ederek meşveret salonuna aldı. Türk
yetkililerin dolu olduğu salona giren elçi ilk olarak yeni tayin olunan
sadrazamı tebrik etti. Bundan sonra Rusya'nın Osmanlı Devleti
tarafından kabul edilemez uygulamaları bir liste halinde kendisine
okundu. Lehistan'a müdahale, Haydamakların Balta'daki yaptığı
faaliyetler, Rusların Dinyester üzerindeki bazı sandalları batırma­
ları ve Dubossara'da bazı Türklerin öldürülmesi en önemlileri idi.
Netice olarak kral seçimi bahanesiyle Lehistan'a giren Rus as­
kerlerinin derhal bu ülkeden çıkmalarını ve Lehlilerin işlerine ka­
rışılmamasını ve iki devlet (Osmanlı ve Rus) arasındaki muahe­
delere riayet edilmesini ve bunu yaparken Rusya'nın müttefikleri
Danimarka, Prusya, İngiltere ve İsveç hükümetlerinin kefil olarak
tasdikname vermeleri beyan edildi. Rus elçisi bu tekliflere karşı,
"Benim murahhaslığım kısıtlıdır. Bu maddelere karşı söz söyleme-
58 Kay ı V I I I : I s l a h a t , D a r b e ve D e v l e t

ye salahiyetim yoktur. Hükümet bana iki ay kadar mühlet verirse


devletim tarafına yazıp alacağım cevabı arz edeyim. Sefer hususunu
zat-ı asafıleri bilir:· cevabını verdi.21
Görüşme esnasında sadrazam elçiye son derece sert tavırlarda
da bulundu. Lehistan meselesi görüşülürken göğsünden bir kağıt
çlkarıp Rus elçisine gösterdi. Obreskov bu kağıtta dört sene evvel
Lehistan<ian yedi bin kişiye kadar Rus askerinin çekileceğini deruhte
etmişti. Halbuki şimdi Lehistan'da otuz bin Rus askeri bulunuyordu.
Rus elçisi bu sözlere karşı mevcudun yirmi beş bin olduğunu itiraf
etti. Bunun üzerine Sadrazam Mahir Hamza Paşa, "Sözünde dur­
mayan hain! Bu ifadenle bizzat sen de sadakatsizliğini itiraf etmiyor
musun? Size ait olmayan bir memlekette askerlerinizin yapmış
oldukları zulümden Allah ve insanlar önünde hicab duymuyor
musun? Toplarınız Kırım Hanı'nın sarayını tahrip etmedi mi?"
dedikten sonra meşveretle verilen kararı imzalaması teklif olundu.
Elçi tekrar bu isteklere salahiyetinin olmadığını ifade ederek
belgeyi imzalamaktan çekindi. Bu vaziyet karşısında harbe karar
verilerek padişaha arz edildi. Obreskov evvela baş tercümanıyla
ve sonra kendi isteği üzerine diğer maiyetiyle birlikte Yedikule'de
tevkif olundu.22
Elçilerin gözaltı edilmelerinin sebebi o memleketlerdeki tüccar
vesairenin salimen memlekete dönmeleri için tatbik edilen bir usul­
dü. Bunlara maiyetleriyle beraber bir vekilharç marifetiyle tayinat
verilir, aşçı tayin olunur ve kaçmamalarına itina edilirdi.
Rusya küçük elçisinin (kapı kethüdası) veziriazama verdiği ce­
vaptan sonra durum padişaha arz olundu. 3 Ekim 1 768 tarihinde
veziriazam, vezirler, şeyhülislam, kazaskerler, devlet ricali ve ocak
ağaları bir kez daha sarayda padişahın huzurunda toplantı yapa­
rak ilkbaharda sancağ-ı şerifle beraber ordunun hareketine karar
verdiler.
Sefer ilanından dokuz gün sonra Veziriazam Hamza Paşa azlo­
lundu. Sebebi evvelce Mısır valisi iken çıkan bir hadisede, yerli beyler
öldürmek üzere üstüne hücum ettiklerinde korkarak rahatsızlan­
mıştı. Şimdi sadareti esnasında gayrı tabii halleri görüldüğünden
dolayı yerine Yağlıkçızade Mehmed Emin Paşa getirildi.23
1 1 1 . M u s t afa Han 59

Osmanlı'nın harbe karar vermesi üzerine İngiltere Kralı 111.


Corc iki taraf arasını bulmak için 12 Kasım l 768'deki bir namesiyle
arabuluculuk teklifinde bulundu. Rusların Lehistan'dan kaçanları
takip ederlerken Osmanlı topraklarında yapmış oldukları zararı
tazmin ettireceğini tekeffül ederek sulhun bozulmamasını temin
etmek istediyse de kati surette harbe karar veren Sultan III. Mustafa
bunu kabul etmedi. 24
Aslında temel bir yanlışlık şurada idi ki Rusya'ya harp ilan edi­
lirken ordu hazır değildi. Buna karşılık Rus ordusu da henüz böyle
ani bir savaş kararı beklemediğinden hazır bulunmuyordu. Ancak
Osmanlı Hükümeti'nin Eylüföe harp ilan edip yedi ay sonra sefere
çıkmaya karar vermesi Ruslara hazırlık için mühim bir zaman
kazandıracaktı.

O S MAN L I O RD U S U N U N HARE KE T İ
2 2 Mart l 769(ia Veziriazam ve Serdar-ı Ekrem Yağlıkçızade
Mehmed Emin Paşa sancağ-ı şerif ve kapıkulu ocaklarıyla beraber
İstanbuföan çıkarak Davudpaşa ordugahına geldi. 25 Altı, yedi gün
burada kalarak hazırlıklarını tamamladıktan sonra Edirne'ye ha­
reket etti. Oradan da 1 769 Mayıs ayında İsakcı mevkiine gelindi.
Bu yıl kuraklık olduğundan yiyecek azdı ve bu yüzden çok hayvan
telef oldu.26
İsakcı'ya gelindikten sonra yapılacak harekat hakkında ilk ordu
görüşmesi yapıldı. Ordu ile çıktığı günden beri dizlerinden rahatsız
bulunan serdar-ı ekrem müzakere esnasında, "Benim sefer ile fazla
ülfetim yoktur. Özi ve Hotin(ien hangi cepheye hareket edilmek
münasipse tereddüt etmeden onu söyleyin;' dedi.27
Başkumandan olan serdar-ı ekremin bu sözleri herkeste hayret
uyandırmıştı. Sanki neticenin nereye doğru gittiğini gösterir gibiydi.
Müzakere sonunda Bender üzerine gidilmesi uygun bulundu.
Zira burası Özi ile Hotin'in ortasında yer aldığından gerektiğinde
iki tarafa da yardım edilmesi kolaylaşırdı.
Tuna üzerine kurulan köprü bittikten sonra karşı taraftaki Kartal
mevkiine geçildi ve oradan da Hantepesi mevkiine gelindi. Boğdan'ın
merkezi Yaş şehri buraya beş saatlik mesafede bulunuyordu. Ordu
60 K ay ı Vlll: l s l a h a ı , Da rbe ve D r v l c t

merkezi olarak kullamlacağından burada külliyetli miktarda zahi­


re depolanmıştı. Burada iken eyalet kuvvetleri de gelerek orduya
katıldılar.
Hantepesi'nde iken neler yapılacağı hususunda ikinci bir görüş­
me gerçekleşti. Ordunun on beş saat mesafedeki Hotin tarafına mı
yoksa Bender Kalesi tarafına mı gitmesinin uygun olacağı müzakere
edildi.
Baş Muhasebeci Osman Efendi'nin, "eğer Hotin'e gidilse Mos­
kov hilekardır Benderöen zuhur eder, geri dönülürse zaman geçer
ve büyük zahmet çekilir. Eğer Bendere azimet olunursa maksada
uygun hareket olunmuş olur ki maksat huduttur:'28 şeklindeki de­
ğerlendirmesi üzerine Bendere yani Dinyester Nehri'nin denize
yakın kısmına doğru gidilmesine karar verildi.29
Orduda müstahkem kaleler muhasara edilecekmiş gibi büyük
toplar da beraber götürülüyordu.

RU S LAR H OT İ N Ö N Ü N D E
Diğer taraftan Osmanlıların acele harp ilanından dolayı vakit
kazanan il. Katerina, bütün kış çalışarak hazırlıklarını tamamlamış
bulunuyordu. Dokuz bini Kazak olmak üzere altmış beş bin kişi­
lik bir orduyu Podolya'da topladı. Bu ordunun kumandanı Prens
Mihayloviç Galiçin idi.
General Kont Romanzof kumandasındaki otuz bin muntazam
asker, on bin kazak ve yirmi bin Kalmuk'tan müteşekkil ikinci ordu
Dinyeper (Özi) ile Azak Denizi arasında hudutlarının muhafazasın­
da olacaktı. Bunlar aynı zamanda Belgrad Muahedesi'yle yıktırılan .
Azak Kalesi'yle Taganruk Kalesi'ni yeniden inşa etmeye memurdu.
General Vaymars'ın emrine verilen on bir bin kişilik bir ordu
Bar Müttehid Heyeti'ni kımıldatmayacaktı. Koban ile Kabartay
taraflarına da Medem isminde başka bir general tayin olunmuştu.
General Totlaben Rus hakimiyetini tanıyan Karteli, Mingreli
(Dadyan), Goril ve İmiretti Gürcü prensleriyle anlaşmış olup on­
ların yardımlarıyla Osmanlı hududunun doğusundan Trabzon ve
Erzurum taraflarına sarkacaktı.
JIJ. M u s t afa H a n 61

İmparatoriçe, Osmanlı Devleti'ni içinden d e meşgul etmek is­


teyerek Karadağlıları isyan ettirip onlara askeri levazım ve zabitler
göndermeyi de ihmal etmemişti.
Böylece Osmanlı Devleti Kuzey, Doğu ve Batı hudutlarında üs­
tün birliklerle çevrilmişti. 11. Katerina hazırlıklarını tamamladıktan
sonra ordularını beş koldan Osmanlı hudutlarına sevk etti.
İlk olarak Galiçin kumandasındaki kuvvetlerden ayrılan otuz
bin kişilik bir ordu, Osmanlı ordusu henüz Tuna Nehri civarında
bulunduğu sırada Dinyester Nehri'ni geçerek Hotin Kalesi'ni kuşattı.
Hotin, Lehistan'ın kapısı mahiyetinde, çok mühim bir Türk ka­
lesiydi. Bu kalenin Rusların eline geçmesi, Lehistan'ı Rus istilasına
karşı açık bırakmak demekti. Hatta bu kalenin düşmesi Rusların
Besarabya, Moldavya ve Podolya'nın Osmanlıların elinde bulunan
kısmına karşı da çok müsait bir duruma geçmesine sebep olurdu.
Bu sebeple Hotin, son derece güçlü ve vurucu bir Osmanlı birliği
ile korunuyordu. Bu birlikler henüz kale önüne gelerek yerleşen Rus
güçlerine ani bir saldırı gerçekleştirerek ağır bir darbe indirdiler.
Ruslar kale önünden süratle çekilmek zorunda kaldılar. Bu galibiyet
sebebiyle III. Mustafa Han'a "Gazi" unvanı verildi.30
il. Katerina ise bu bozgun sebebiyle oldukça ürkmüştü.

Ş İ D D E T L İ ÇARP I Ş M A LA R
Hotin önünde Rusları perişan eden birlikler yardımcı kuvvetlerin
de gelmekte olduğunu haber alınca büyük bir cesarete kapıldılar.
Hotin Muhafızı Vezir Hüseyin Paşa, muhafızların, muhafaza etmekle
mükellef oldukları kaleyi bırakarak akın yapamayacaklarını ifade
etti. Ayrıca girilecek yerlerin kendilerine bağlı bölgeler olduğunu
söyleyerek karşı çıktı. Buna rağmen isyan eden asker Hüseyin Paşa
ile zabitlerinden bazılarını öldürüp31 yağma için sefere çıktı ( 1 769
Nisan).
Oysa bu sırada Osmanlı ordusu henüz cepheden uzaktı. Ka­
ledekiler ise Hotin önünde mağlup olan Rusların tekrar buraya
gelmeyeceklerini düşünüyordu. Halbuki durum tahminlerinin
ötesindeydi.
62 Kay ı V I I I : I s l a h a t , Da rbe ve Dev l e t

Rus Komutan Galiçin, birinci mağlubiyetin lekesini gidermek


üzere ordusuna hem takviye alıp hem de ordusunu yeniden düzene
soktuktan sonra bir kez daha Hotin üzerine yürüdü.
Hüseyin Paşa'nın şehit edilmesinden sonra kaleye henüz ku­
mandan gelmediğinden başsız kalan asker yeni muhafız kumandanı
gelinceye kadar kendilerine Kahraman Paşa'yı baş seçmişlerdi. 32
Diğer taraftan Hüseyin Paşanın şahadeti ordudan haber alınınca
oraya acele Selinik ve Kavala Mutasarrıfı Hasan Paşa tayin edilmişti.
Hasan Paşanın gelmesine kadar ise Bender'de bulunan Halep Valisi
Receb Paşanın Hotine yetişmesi emrolunmuştu.
Bu vaziyeti fırsat bilen Galiçin ise derhal tekrar Turla Nehri'ni
geçerek Hotin'i kuşattı. Kale varoşunda üç gün şiddetli çatışmalar
yaşandı. Sonunda varoşlara giren Ruslar buraları ateşe verdiler.
Asıl kale müdafaaya devam ederken, ordudan gönderilen Teke
Mutasarrıfı Abaza Mehmed Paşa birlikleriyle yetişti. Düşmanla beş
saat muharebeden sonra galip gelerek kaleyi kurtardı ve durumu
Babadağı'na gelen orduya bildirdi.
Bu arada orduda Lehistan ve Kırımın durumu görüşüldü. Ruslar
Hotin üzerine gelirken daha çok kendilerine taraftar Leh birlik­
lerinden istifade etmişlerdi. Bu durumun önünü alabilmek için
Lehistan'a kuvvet sevk edilmesi kararlaştırıldı. Bu karardan sonra
Lehistan'ın istiklali taraftarı olup Osmanlılara iltica eden Potoski,
Benderaen orduya getirildi. Lehistan'a yapılacak akınlarda zahireyi
tedarik ve Rus taraftarı Lehlileri elde etmeyi kabul etti. Lehistan
tarafına yapılacak harekat kararı orduda bulunan ecnebi elçilerine
de bildirilerek muvafakatleri alındı (23 Nisan 1 769).
Sadrazam ayrıca Kırım Hanı Devlet Giray'ı da orduya davet ile
yapılacak harekat hakkında müzakerede bulundu. Rusların Uk­
raynadaki kuvvetlerine karşı ne yapılması lazım geleceği görü­
şüldü. Boğdan boyarlarının bir kısmının Ruslara mütemayil olup
bir kısmının da kaçmak üzere hazırlandıkları haber alındığından
Yaş kasabasının muhafazası kararlaştırıldı. Bunun üzerine Bender
Seraskeri Moldovancı Ali Paşa, kumandanlıktan azlolunarak Yaş
muhafazasına tayin edildi.
I l l . M u s t afa H a n 63

Öte yandan Rusların Hotin cephesi kumandanı Galiçin'in üçüncü


defa Dinyester'i geçip Hotin üzerine yürüdüğü haberi geldi. Hotin
cephesi seraskeri Abaza Mehmed Paşa düşmandan evvel nehrin karşı
tarafına geçerek muharebeye girişti. Ruslar sahte ricatle Osmanlı bir­
liklerini içeri çektikten sonra pusudaki birliklerle sardılar. Osmanlı
askerlerinin bir kısmı şehit düşerken bir kısmı bütün ağırlıklarını
ve toplarını bırakarak güçlükle Hotine dönebildi.
Ruslar bu muvaffakiyetten sonra Turla (Dinyester) Nehri'ni
geçerek Hotin'i bir kez daha muhasara ettiler. Kale önünde tekrar
şiddetli çarpışmalar yaşanmaya başladı. Muhasaranın on birinci
günü Hekimoğlu Ali Paşa'nın yetiştirmiş olduğu değerli kumandan­
lardan Hotin Muhafızı Hasan Paşa bir gülle parçasının isabetiyle
şehit düştü. Hotin muhafızlığı, Rumeli Valisi ve Hotin Cephesi
Seraskeri Abaza Mehmed Paşa'ya verildi.
Öte yandan Hotin'in zor durumu ordugahta haber alındığında,
Ôzi cephesinde bulunuyordu. Kırım Hanı Devlet Giray, Moldovancı
Ali Paşa ile birlikte o tarafa gönderildi.
Ruslar Hotin'i kurtarmaya gelen Türk kuvvetlerini kale tarafın­
daki muhasara siperlerine sokmamak için kuvvetler sevk ettiler.
Ancak Tıirk askerleri bu birlikleri kısa sürede dağıttı.
İki ateş arasında kalacağını gören Galiçin muhasaradan vazge­
çerek askerini geri çekti ve müdafaa vaziyeti aldı. Ancak Osmanlı
birlikleri hızlı davranmıştı. Galiçin süratle köprüden geçerken as­
kerlerinin önemli bir kısmını kaybetti ve Osmanlı ordusu Rusların
kurdukları köprüleri kaldırdı ( 14 Temmuz 1 769).33

H OT İ N ' İ N D Ü Ş M E S İ
Bu arada asıl Osmanlı kuvvetleri Bendere kadar gelmiş ise
de orduda yiyecek ve zahire kıtlığı had safhaya ulaşmıştı. Henüz
Lehistan'a müdahil olunamamıştı. Asker arasında huzursuzluk
artmıştı. Firarilerin sayısı artmaya başlamıştı. Bu gidişat Sadrazam
Yağlıkçızade Emin Paşa'nın sıhhatini bozmuştu. Bunun üzerine
Yağlıkçızade görevinden alınarak yerine Moldovancı Ali Paşa ge­
tirildi ( 1 2 Ağustos 1 769).34
64 Kayı VTll: I s l a h a t , Da rbe vr D e v l e t

Mehmed Emin Paşa azlinden hemen sonra Dimetoka'da ikamete


memur edilip Edirne'ye gönderildi. Ancak Dimetoka'ya varmadan
evvel katli hakkında ferman gönderildiğinden Edirne'de boğdurul­
du.35 Katlinin sebebi, ordunun zahire darlığına çözüm bulamaması
ve Hotin'den kaçan askerin de kendilerini haklı göstermek gayesiyle,
"sadrazam bize soğuk davrandı, yem ve yiyecek vermedi, orduyu
perişan etti:'36 cj.iyerek suçlamış olmalarıdır.
Hotin önünde üç kez başarısız olan Rus Kumandanı Galiçin ise,
kış mevsiminde Osmanlı kuvvetlerinin çekilerek Hotin Kalesi'nin
yardımsız kalmasını bekliyordu. Galiçin'in düşüncesini sezen yeni
veziriazam nehrin ötesinde, Podolya tarafında bulunan Rus kuv­
vetlerini tamamen mağlup etmek istedi. Turla Nehri üzerine köprü
kurdurup bir kısım askeri o tarafa geçirdi. Bu kuvvetler düşman
kuvvetlerini sarstı ise de bozmaya muvaffak olamadı.
Sonbahar mevsimi dolayısıyla soğuklar baş gösterdiği için Rus­
ların çekileceği zannedildi ise de bu zan boşa çıktı. Bu sırada Din­
yester Nehri'nin suları kabararak yapılan köprüleri yıkınca nehrin
öte tarafındaki askere yardım edilemedi.37
Ruslar ise bu fırsatı kaçırmayacaktı. Osmanlı birlikleri üzerine
şiddetli saldırılar gerçekleştirdiler. Yardımın da gelmemesi Türk
birliklerinin dağılmasına yol açtı. Bir kısmı Bender tarafına kaçmaya
çalışırken bir kısmı da kayıklarla karşı yakaya canını zor attı. Orada
kalanlar ise dövüşe dövüşe şehit düştüler. 38
Bu durum Moldovancı Ali Paşayı endişelendirdi. Zira zahire
kıtlığı büyümekteydi. Hotin Kalesi'ne bir seraskerle muhafız asker
koyup Hantepesi'ne gelmek istedi. Fakat arka arkaya muhasara edilip
pek harap hale gelen ve zaten zahiresi kalmayan Hotin Kalesi'nde
hiç kimse kalmak istemiyordu. Bunun üzerine Sadrazam Moldo­
vancı Ali Paşa, "Eğer benden sonrakilere adet olmasa kendim bizzat
maiyetim ile buranın muhafazasına çalışır mukadder ne ise ona
razı olarak padişahıma canımı feda ederim;' diyerek ağlamıştır. 39
Neticede ordu Hotin Kalesi'nin kapısını açık bırakarak 28 Eylül'de
bozuk düzen Hantepesi'ne geldi. Ardından orada da duramayarak
kışlamak üzere İsakcı üzerinden Babadağı'na doğru hareket etti.
1 1 1 . M u s t afa H a n 65

il. Katerina ise Rus ordusu kumandanı Galiçin'i başarısızlı­


ğı nedeniyle azlederek yerine Ukrayna kuvvetleri kumandanı
Romanzof'u başkumandanlığa getirdi.
Osmanlı ordusunun böyle Hotin'den Babadağı'na kadar çekilmesi
üzerine boşaltılan Hotin Kalesi'ni işgal eden Ruslar, oradan Boğdan
ve Eflak taraflarını istila ile Tuna yalılarına doğru yayıldılar. Artık
Özi ve Bender kaleleri düşmanın istilasına açık bulunuyordu.
Diğer taraftan Bender Seraskeri Ahmed Paşazade Ali Paşa Rus­
larla beraber harp eden Lehliler üzerine kuvvet sevk ederek bazı
muvaffakiyetler elde etmişti. Yirmi bin kişilik bir kuvvetle Bender
Kalesi karşısına gelen Rusları Kırım kuvvetleriyle beraber ağır bir
bozguna uğrattılar. Fakat Ali Paşanın ani vefatı üzerine o tarafın
vaziyeti de tehlikeye düştü.
Serdar-ı ekremin Babadağı kışlağına çekilmesi üzerine Yaş şeh­
rini işgal eden düşmanın İbrail ve Kalas taraflarına sarkacağı dü­
şünülerek bu taraftarın muhafazası için de ordu artçı kumandanı
Rakka Valisi Mehmed Paşa Boğdan seraskerliğine tayin edildi. Fakat
seraskerin maiyetine tayin edilen paşalar kendisine iltihak etmediler.
Yanındaki az sayıdaki maiyeti ile Ruslarla çarpışan Mehmed Paşa
Boğdan reayasının da tamamen düşmanla birleşmeleri ve Yaş'ta
bulunan adamlarının katledilmeleri üzerine Prut Nehri'ni geçerek
kendisini kurtardı.
Dört yüz kişilik kuvvetle önce Boğdan'ın başkenti Yaş şehrine
giren Rus generallerinden Boyar Kantakuzen, Boğdan Voyvodası
Ligor'u esir etti. Şehir yağma edildi. Boğdanlılar imparatoriçeye
sadakat yemini ettiler. Gerek Boğdan ve gerek Rusların işgali al­
tındaki diğer yerlerde bulunan bütün Türkler katledildi. Hükümet
buna mukabele olmak üzere harbi fırsat bilip isyan eden Eflak ve
Boğdanlıların kati ve mallarının müsaderesiyle kadın ve çocukla­
rının esir edilmesine dair fetva aldı.
Bu sırada Kalas taraflarına kadar sokulan düşman oradan zahire
tedarik ederken İbrail Muhafızı Abdi Paşa, Dağıstanlı Ali Bey ve
İşkodralı Mustafa Bey birlikleri ile yetişerek Rusya kuvvetlerini
bozdular. Böylece Kalas kasabası kurtarıldı. Boğdan seraskerliğine
Abdi Paşa tayin edildi.
66 Kay ı V l l l : I s l a h a t , Darbe ve D e v l e t

Turla muvaffakiyetsizliği ve Hotin'in terk edilmesi üzerine dört


ay kadar sadrazam ve serdar-ı ekrem olan Moldovancı Ali Paşa
azledilerek İvaz Paşazade Halil Paşa sadrazam olmuştur ( 1 6 Aralık
1 769) .40

B O G DA N ' l KU RTARMA T E Ş E B B Ü S L E Rİ
Yeni sadrazam ve Serdar-ı Ekrem Halil Paşa kışlamak üze­
re Babadağı'na çekilip hazırlıklarını yapmaya başladı. Bu sırada
Devlet Girayın yerine tayin edilen Yeni Kırım Hanı Kaplan Giray
Babadağı'na gelerek Boğdan'ı kurtarmak üzere veziriazamla gö­
rüştükten sonra Bucak(iaki ordugahına gitti. Kırım Hanı, Ruslarla
yapılacak muharebede Tatarların top ve tüfek kullanmadıklarından
dolayı kendi yanında bulunmak üzere bir miktar Osmanlı askeri
istediğinden İsmail Muhafızı Mehmed Paşa ile Çorum Mutasarrıfı
Hasan Paşa ve Dağıstanlı Ali Bey kumandalarında bir miktar kuvvet
gönderildi.41
Rus Kumandanı Romanzof, Osmanlıların Boğdan'ı almak is­
tediklerini anlayarak bütün kuvvetlerini kendi kumandası altına
alarak Hantepesi'ne tahkimat yapmıştı. Halbuki Kırım hanı mevcut
kuvvetiyle Hantepesi'ne gitmeyip doğrudan doğruya Prut Nehri'ni
geçerek Yaş üzerine gitmeyi kararlaştırmıştı. Ancak Kırım hanının
Prut Nehri'ni geçeceğini daha evvel haber alan Rus kumandanı
nehrin karşı tarafına top dizdirerek geçmelerine mani oldu. Ne­
ticede bu teşebbüsten vazgeçilip Hantepesi'ndeki Rus kuvvetleri
üzerine gidildi.
Osmanlı ve Tatar kuvvetleri düşmanla birkaç defa vuruştular
ise de onu, tahkimatından ayıramadılar. Bu hal karşısında Boğdan
Seraskeri Abdi Paşa da Rumeli askeri ve sair kuvvetlerle Tuna'nın
karşısına Kartal sahrasına geçerek Rus kuvvetleri üzerine gitmek
emrini aldı.
Abdi Paşa ordudan aldığı emir üzerine Kırım Hanı'na yardım
etmek için Prut Nehri'ni geçip Kırım Hanı ordusuna yakın bir yere
kondu. Yiyeceği azalan Romanzof hiç yerinden kımıldamıyordu.
Bunun üzerine Boğdan seraskeri Abdi Paşa ile Kırım Hanı düşmana
baskına karar verdiler.
lll. M u s t afa H a n 67

Fakat casusları vasıtasıyla bunu haber alan düşman kumandanı,


yeniçeri yaya kuvvetlerinin Kırım Hanı ve Abdi Paşa kuvvetleriyle
birleşmesinden evvel davranarak harekete geçmeye karar verdi.
Bir gece ansızın Falcı Geçidi'nden geçip birleşmelerine meydan
vermeden evvela Kırım Hanı ve arkasından Abdi Paşa kuvvetlerine
baskın yaptı.
Bozulan Osmanlı ve Kırım birlikleri geri çekildi. Bu durumda
Boğdan'ın zaptından ümit kesildi. Bu vaziyet üzerine Kırım Hanı
ile Abdi Paşa bizzat sadrazamın gelmesini istediler.
Öte yandan Babadağı karargahında bulunan Yeniçeri Ağası
Kapıkıran Mehmed Paşa, yeniçeri kuvvetleriyle Kartal sahrasına
geçip Abdi Paşa ve Kırım Hanı kuvvetleriyle birleşerek hücum
etmeyi veziriazama teklif etti. Bu teklif ordu erkanınca da müsait
karşılanarak yeniçeri kuvvetleri bütün levazımat ve zahireleriyle
Tuna'yı geçip ileri yürüdü.
Kırım Hanı ve Abdi Paşa ordusundan kaçan askerlerin bir kısmı
yeniçeri kuvvetleri tarafına gelince yeniçeri ağası geri dönerek Kartal
(Larga) sahrasının beri ucuna gelip vaziyeti veziriazama bildirdi.
Bu sırada Kırım Hanı ile Abdi Paşa taraflarından gelen kağıtlarda,
"düşman sanıldığından çok fazla olup bundan sonra bu asker ile
karşı durulmaz. Yeniden altmış bin güzide askere ihtiyaç vardır ve
veziriazam da bizzat gelmelidir;• demişlerdi. Bunun üzerine Halil
Paşa, üstü açık denilen kayıklarla ve bütün ordu ile bir ayda Kartal
sahrasına geçti ve düşman üzerine yürüdü.42

KARTA L ( LARG A ) M U H A R E B E S İ
Bu sırada Rus ordusu, mağlup etmiş olduğu Tatar kuvvetlerini
takip ediyordu. Osmanlı ordusunun Tuna'yı karşı tarafa geçtiğinden
haberdar değildi. Prut Nehri'nin Tuna'ya döküldüğü yere geldiğinde
yüz binden fazla Osmanlı ordusuyla karşılaşınca şaşırdılar.
Kırım Hanı düşmanın sol cenahı karşısında mevki aldı. Ardından
düşmanı geri çevirmemek için yolu kapayarak Rus kuvvetlerini
ihataya başladı. Prut<ia Büyük Petro'nun vaziyetine düşmek üzere
bulunan Romanzof on sekiz bin mevcutlu kuvveti ile kendisini
müdafaa ediyordu.
68 Kayı VI I I : I s l a h a t , Da rbe ve Devlet

Serdar-ı Ekrem Halil Paşa ise korkaklık derecesinde fazla ihtiyat


edip Rus kuvvetini kendi kuvveti derecesinde sayarak üç kat siper
yaptırıp muharebeye başladı. Rus kuvvetleri beşer tabur olup mu­
rabba Şt:klinde dörtlü tertibat almışlardı.
Rus askeri tazyik olunarak beş saat muharebeden sonra mağlup
edilmişti. Romanzof ise böyle giderse ordusunun tamamen eriye­
ceğini anlam�tı. Harbeli tüfeklerle ani olarak taarruza karar verip
son bir hamle ile kendini kurtarmayı düşündü. Rusların bu müthiş
saldırısı karşısında bocalayan Osmanlılar, nizamsız ve düzensiz
askerlerin siperlere doğru kaçması neticesinde here ü merc oldu.
Talim ve terbiye gören bir avuç Rus askeri, bizim düzensiz, talim
ve terbiyeden mahrum sayıca beş kat kalabalık kuvvetimize ağır bir
bozgun yaşattı. Osmanlı ordusunda kahkari bir bozgunluk peyda
olarak askerin üçte biri şehit düştü. Sekiz saat devam eden muha­
rebenin sonunda yüz kırk üç pare top, yedi bin zahire yüklü araba
Rusların eline geçti.43
Bu Kartal hezimeti üzerine Abdi Paşa ile Kırım Hanı ellerin­
de kırk bin kişilik bir kuvvet olmasına rağmen İsmail tarafından
Tolçı tarafına geçmek mümkün iken korkularından geçemeyerek
bataklıklarda dolaşarak otuz konak uzaktaki Özi Kalesi'ne kaçtılar
{ 1 770 Ağustos) .
Halbuki büyük bir ordu ile Tuna üzerine köprü kurulmadan
kayıklarla bir ayda karşı tarafa geçilmesinin zorluğundan başka bir
mağlubiyet zuhurunda bunun vahim neticeleri Sen Gotar ve Zenta
muharebelerinde yaşanmıştı. Dolayısıyla böyle köprü kurmadan
geçilmesinin ne kadar hatalı olduğu düşünülmemiş olması kayıpları
artırmıştı. Ayrıca düşmanı mağlup edildikten sonra Hotin üzeri­
ne gidileceği düşünülerek ağırlıklar ve zahire de ordu ile beraber
götürülmüştü. Bütün bu hatalar birleştiğinde harbin neticelerini
ağırlaştırıyordu.
Bu mağlubiyet üzerine Halil Paşa azlolunarak yerine Karadağ
asilerine karşı muzafferiyeti görülen Bosna Valisi Silahdar Mehmed
Paşa veziriazam ve serdar-ı ekrem olmuştur (Aralık 1 770).44
l l l . M u s t afa H a n 69

Kartal mağlubiyeti Osmanlılara pek pahalıya mal oldu. O za­


mana kadar düşmanı defalarca tardeden Bender Kalesi müdafileri
yardım ümidi kalmayınca General Panin'e İsmail Kalesi de General
Repnin'e teslim oldular.
Yine Tuna'nın sol sahilinde kalan Kili, İbrail, Akk.irman kaleleri
yani umumi tabirle Bucak mıntıkası tamamen elden çıkmış ve Eflak
kıtası da yeniden düşman işgali altına düşmüştür (Eylül 1 770).
Bu Osmanlı-Rus Harbi sırasında bir müddet esir kalan XVIII.
asrın şairlerinden Feyzi Efendi yazdığı bir musammatta İslam bel­
delerinin düştüğü perişan hali şöyle anlatmaktaydı:

Padişahım al beni kılfir elinden gayret it


Devletinde öleyim serhadd-i lslam'a kül it
Adl-dad it hakkımı hakk ile feryadım işit
Vermeye bir hısna Mevla intizarım der Hatun

Kafire put-hane oldı cami-i zibalarım


Düşmen-i din ile toldı ser-be-ser sahralarım
Fasl olunmaz bunda kaldı mahşere davalarım
Merhamet eyle bana perverd-garım der Hatun
Öte yandan Ahmed Resmi Efendi bu seferin başarısızlığa uğra-
masının sebeplerini şu şekilde özetlemiştir:
"Evvela Muhsinzade gibi rüzgar görmüş bir vezirin azli,
ikinci olarak, Hamza Paşa gibi rabıtasız ademin sadarate gelmesi,
Üçüncü olarak, Emin Paşa gibi nev-zuhur ademin serdar olup
aslında sahib-i illet olmağla Edirne'ye vardığı gün ayağı şişmeğe
başlaması,
Dördüncüsü, zahire hususuna gereği gibi nizam verilmeden
yüz bin asker tertibi,
Beşincisi, istanbul'dan çıkıldığı gün bazı cahillerin 'Yehud
u Nasaranın sancağ-ı şerife bakması caiz değildir' demesiyle
Nasara'd an nice ehl-i ırz derd-mende suret-i hakdan ta'addi olunup
katl-i nefse ba'is olması,
Altıncısı, yeri göğü fark etmez Tahir Ağa namında bir mecnunun
nüzfil emini olması,
70 K ay ı VII I : I s l a h a t , Darbe v e D e v l e t

Yedincisi, diyar-ı düşmen meydanda olmayıp kal'a muhasarası


fikri mevhum iken mu!taddan ziyade kırk elli kadar bal-yemez
toplar getirilip topları çeken mandaların açlıkdan helak ve topların
nafıle a 1:1da-bunda zayi' olması, sebebiyledir:' 45

RU S LA R I N AKD E N İ Z H ARE KAT I


il. Katerina, kendilerine harp ilanını haber aldığından beri Os­
manlıları dahili problemlerle uğraştıracak çareler de aramaktaydı.
Bunun için de öncelikli olarak Mora'yı hedef seçmişti. Özellikle
mareşali Münih'in tavsiyesiyle Balkanlar'la Mora'daki Ortodoks halkı
isyan ettirmek üzere tertibat aldı. Aslen Makedonyalı olup Rusya'da
topçu kumandanı olan Papas oğlu Mavro Mihal'i Mora'ya gönderdi.
Mavro Mihal Moraaa papasları ve ileri gelen bazı Kalamatalıları
elde etti. Panayotti Benaki ismindeki bir Rum vasıtasıyla Manyotlar
ile görüşerek anlaştı. Mora'nın güneyinde, Koron Körfezi'nin do­
ğusunda bulunan Manya halkı olan Manyotlar, Sultan il. Bayezid
zamanında şahsi vergiden muaf olmak üzere Osmanlı nüfuzu altına
girmişlerdi.
Propagandacılar vasıtasıyla Mora köylerinde isyan hazırlıkları
yapıldı. Bilhassa Türkçeye mükemmel surette vakıf bulunan, Arapça
ve Farsçayı pekiyi bilip konuşan, Rumeli'yi ve adaları dolaşarak
propaganda yapan Hacı Murad müstear isimli bir Rus casusu Man­
yotları tamamen ele almış ve isyana hazırlamıştı. Manyalılar isyan
edecek olurlarsa Rus filosu ve ordusunun derhal kendilerini himaye
edeceği sözü verildi.
Büyük Petro tarafından Baltık Denizi'nde yaptırılan donanma
şimdi işe yarayacaktı. Kronştad Limanı'nda bulunan Rus donanma­
sının birinci kısmı olan yedi kalyon, dört firkateyn ile birkaç nakliye
gemisi Temmuz l 769Cla Amiral Spiridof komutasında Akdeniz'e
hareket etti.46 Donanmada bin iki yüz mevcutlu bir tabur asker
vardı. Ayrıca gerek Azak Denizi tarafından ve gerek Mora'dan gelen
gemici Rumlar da bulunuyordu.
Bu tarihlerde Fransa'ya karşı hasım olan Katerina, İngiltere'ye
d osttu. 1767 tarihli bir ticaret antlaşması ile İngiltere'ye geniş
imkanlarda bulunmuştu. Bundan dolayı Rus donanması İngiliz
111. M u s t afa Han 71

limanlarına geldiği zaman dostça karşılanmış, noksarıları giderilmiş


ve mürettebat noksanları da İngilizler tarafından tamamlanmıştı.
Hatta İngiliz amirallerinden Elphinston ile birkaç İngiliz zabiti daha
sonra hareket eden ikinci Rus Baltık filosuna iltihak etmişlerdi.
Birinci Rus Baltık fılosu aynı sene son baharında İngiliz liman­
larından Cebelitarık Boğazı'na doğru hareket ettiği sırada kalyon,
firkateyn ve nakliyeden mürekkep on gemilik ikinci Rus Baltık
filosu da İngiliz amirali Elphinston kumandasında olarak İngiltere'ye
gelip o da 1 770 Nisan ayında Cebelitarık tarafına hareket etmiştir.
Ardı ardına Baltık Denizi'nden hareket ederek Türk suları na ge­
len bu iki Rus filosunun durumu Fransa tarafından derhal Osmanlı
Devleti'ne haber edildi. Ancak Moraöaki isyan hazırlıklarından ha­
berdar olmayan hükümet, Rusların Akdenizöe bir dayanak noktası
olmadığını söyleyerek işi ciddiye almadı. Hatta bunu söyleyenleri
safsatacı ve mugalatacı addetti.
Her iki Rus fılosundaki kuvvetlerin başkumandanlığı Aleksi
Orlof adındaki generale verilmişti. Bunun kardeşi Teodor Orlof
da birinci Rus filosundaki askerin kumandanlığını yürütüyordu.
Aleksi Orlof'un planına göre Rus donanmasından bazı gemiler
Çanakkale Boğazı'nı tutarak Osmanlı donanmasının çıkışına mani
olacaklardı. Diğerleri ise Akdenizöeki bazı mühim adaları ele ge­
çirdikten sonra Mora'dan itibaren Selanik'e kadar isyan hareketini
başlatacaklardı. Fakat bir hadise bu planın tatbikine mani oldu.
Rusların birinci filosu Mora sularına girdikten sonra öncülerini
ileriye göndermişti. Fakat asıl Rus filosu yakalandığı bir fırtına
yüzünden Manya Limanı'na ilticaya mecbur kaldı. Bu ilticayı isyan
hareketinin işareti olarak değerlendiren Manyotlar ayaklandılar.
Bu gelişme karşısında Aleksi Orlof, planını değiştirmeye mecbur
olarak harekata başladı.
Birinci Rus filosu Mora sahillerine ulaştıktan sonra ilk olarak
Koron'u muhasara etti. Az sonra Manya Limanı'ndan ayrılan Baş­
komutan Aleksi Orlof da gelerek Koron muhasarasına iştirak etti
(Mart 1 770). Her iki donanma mevcudu altı kalyon dört firkateyn,
72 Kay ı Vlll: I s l a h a t , Darbe ve D e v l e t

iki müsellah nakliye, b i r humbara gemileriyle diğer bazı nakliye


gemilerinden müteşekkildi.

MORA' DA İ S YA N
Öte yandan Aleksi Orlof'un Manya Limanı'na girişi ayaklan­
manın fitilini ateşlemişti. Böylece Mora İsyanı, elli bin Manyalının
ayaklanmasıyla 1 770 Mart'ında başladı. Bir yıldır yapılan hazırlık
dolayısıyla kısa sürede genişledi. Yarımadadaki Müslümanlara karşı
sistemli bir katliam başladı.47
İsyanın elebaşlarından Kalamatalı Panayotti Benaki başına top­
ladığı dört bin kadar Rum'a, Rus askeri elbisesi giydirerek Koron
muhasarasına iştirak etti. Bu suretle Koron denizden ve karadan
kuşatılmış oldu. Buna rağmen kale müdafileri şiddetli bir direniş
gösterdiler.
Mora'da her taraf yangın yerine dönmüştü. Katliam sebebiyle
köylerden, kasabalardan kaçan Müslümanlar Mora'nı n merkezi
Tripolis şehrine iltica ediyorlardı.
Barkofkumandasında dört yüz kadar Rum askeri, mühim mik­
tarda Manyalı ile birleşerek Mizistre'yi kuşattı. Şehir halkı canlarına
dokunulmamak kaydıyla teslim oldu ise de yapılanlar korkunçtu.
Halkı akıl almaz işkencelerle öldürürken, çocukları minareden
aşağı atacak kadar vahşet gösterdiler. Diğer asilerin de iltihakıyla
mevcutları artan Rus ve Manyot kuvvetleri Mizistreaen sonra Tri­
polis üzerine yürüdüler.
Rus savaşı başlamadan önce sadarette bulunan ve savaş öncesinde
azledilen Muhsinzade Mehmed Paşa bu sırada Mora seraskerliğinde
bulunuyordu.
Muhsinzade Mehmed Paşa, kendisine Selanik, Bar, Ülkün ve
saireden gelecek gönüllü kuvvetleri beklemeye müsait vaziyetin
olmadığını görerek vazgeçip derhal yanındaki birliklerle Tripolise
geldi.
Etraftaki ayanlara buyruldular gönderip acele yardımına çağırdı.
Tırhalalı Nimetizade, Yenişehirli Müderris Osman Bey, Kapıcıbaşı
İsmail Ağa, Çatalcalı Ali Ağa, İzdinli-Beyzade Yusuf Ağa biner ve
l l l . M u s t afa Han 73

daha fazla kuvvetle Tripolise geldiler.48 Muhsinzade, süratle kasaba


etrafında müdafaa tertibatını aldı.
Gelen yardımcı birliklerle beraber, Mora eyaletinin merkezi
Tripolisöe on bin kadar Türk müdafaa kuvveti toplanmış durum­
daydı. Buna karşılık asilerin mevcudu otuz binden fazlaydı. Ayrıca
bu rakam gittikçe de artmaktaydı.
Vaziyetin tehlikeli bir hal almakta olduğunu gören Muhsinzade,
dört yüz kişilik Rus birliğinin etrafında biriken on binlerce asinin
henüz düzenli bir kuvvet oluşturmadığını görerek fırsatı kaçırmak
istemedi.
En seçme birliklerini Mütesellim Hasan Efendi (ileride sadarete
kadar yükselecek ve Cenaze Hasan Paşa diye nam salacaktır) emrine
vermek suretiyle düşmana karşı şiddetli bir saldırı başlattı.
Savaşa, bu sırada Tripolise dışardan imdada gelen Türk ve Arna­
vut birlikleri de dahil oldu. Böylece daha da gayrete gelen Osmanlı
askerlerinin şiddetli darbeleri sonucunda asiler üç bin ölü vererek
dağıldılar. Savaş meydanında kalan mühimmat ve toplar ele geçirildi
( 1 9 Nisan 1770).

M O RA FAT İ H İ : MU H S İ N ZA D E M E H M E D PAŞ A
Osmanlıların bu öldürücü darbesi ayaklanan asileri sindirmeye
yetmişti. Fakat isyan hareketi çok yerde başladığından Mora kasa­
balarında bulunan Müslümanlar taarruza ve katliama uğramışlar­
dı. Arkadya halkı teslim olmalarına rağmen evlere doldurularak
yakıldılar.
Yine Mora'nın kuzeybatısına düşen Gaston kasabasında Müslü­
manlar Rumların saldırıları üzerine binbir güçlükle Patras'a çeki­
lebildiler. Asiler derhal Patras Rumlarıyla haberleşip faaliyetlerine
devam ettiler. Patras'ın varoşu müdafaadan sonra düştü ise de kale
müdafaaya devam etti. Rus donanması da denizden Patras'ı bom­
bardımana tutuyordu. Buna rağmen kaleyi asi güçlerine karşı yirmi
gün müdafaa eden Türkler susuzluktan teslim olacak dereceye
gelmişlerdi.
74 Kayı VIII: I s l a h a t , Darbe ve D e v l e t

Tam bu sırada Kastil Muhafızı Mustafa Paşanın gönderdiği yar­


dımcı birlikler ile karşı sahildeki İnebahtıi:ian geçen Türk birlikleri
birleşerek Patras'ı muhasara eden asilere saldırdılar. Bir anda neye
uğradığını şaşıran asiler darmadağın oldular. Büyük kısmı öldürül­
düler. Beş bin kadar Türk kuvveti harekatı devam ettirerek asilerin
eline geçen Gaston ve diğer bazı kasabaları geri aldılar. Tripolis ve
Patras muvatfakiyetleri üzerine Mora'daki isyan hareketi yavaş yavaş
tavsamaya başlı\mıştı.
Ö te yandan Koron'u iki ay kuşatmaya rağmen düşüremeyen Rus
donanması bu kez Navarin üzerine varmıştı. Navarin, bir müddet
sonra Prens Dolgoruçki ile Rus ordusunda hizmet eden Hannibal'a
teslim oldu. Prens Dolgoruçki harekatına devamla Arkadya ile
Leontari'yi de zapt etti. Prens tarafından Arkadya'daki Türk garni­
zonunun hayatlarının bağışlanmış olduğuna dair antlaşmayı Fransa
konsolosu da imzalamıştı. Buna rağmen Malyalılar antlaşmayı
tanımayarak Türkleri kati ile şehri yaktılar.
Rus donanmasının hedefınde bu kez Modon vardı. Bin kişilik
Rus birliği, otuz altı top ve mühim miktarda Mora kuvvetleriyle
beraber karadan ve denizden Modon'u kuşattı. Asilerin en büyük
kuvveti burada bulunup miktarı otuz bini aşkındı. İçinde sekiz yüz
seçme asker bulunan Modon Kalesi, Mayıs 1 779 tarihine kadar
müthiş bir mücadele gösterdi.
Müdafilerin dayanma gücünün kalmadığı günlerde Mora Seras­
keri Muhsinzade'nin Tripolis zaferinden sonra acele olarak Çatalcalı
Ali Ağa kumandasında gönderdiği yedi bin kişilik Osmanlı birliği
Modon önüne geldi. Bu birlikler düşmanın kırk bine yaklaşan üstün
gücüne aldırış etmeden şiddetle savaşa giriştiler.
Bu hali gören kale müdafilerinden üç yüz kişi de Modon'dan
çıkarak düşmana şiddetle saldırdı. Rusların çoğu kılıçtan geçiri­
lerek topları zaptolundu. Büyük zayiat veren asiler de perişan bir
halde kaçmaya başladılar. Bundan sonra Çatalcalı Ali Ağa, Navarin
Kalesi'ne iltica eden Ruslara karşı taarruza geçti.
Modon önünden çekilen asiler de Navarin'e kaçmaya başla­
mışlardı. Çatalcalı Ali Ağa onları takip ederken, diğer bölgelerde
sükuneti sağlayan serasker Muhsinzade Mehmed Paşa da Navarin
111. M u s t afa H a n 75

üzerine yürümüştü. Artık Navarin'i elde tutmanın zor olacağını


anlayan Aleksi Orlof, donanma gücünü birleştirmek için Navarin'den
çekilme kararı aldı.
Navarin önüne gelen asiler oldukça şaşırmışlardı. Rus kuman­
danı Aleksi'ye, "Bizi esaretten kurtarmayı vaad ile isyan ettirdiniz.
Ondan vazgeçtik, şimdi hiç olmazsa ölümden kurtarınız. Başka bir
şey istemiyoruz;' diyerek umutsuzca yalvardılar.
Ancak Aleksi Orlof artık onların bağırışlarına kulak asmadan
Navarin'den çekildi. Muhsinzade kısa bir süre içerisinde asileri
temizledi.

A'dayı makhur eyledün


Dünyayı mesrur eyledün
Dil şehri pek viran idi
Lütfunla ma'mur eyledün
Böylece Muhsinzade Mehmed Paşanın dikkatli ve süratli hare­
ketleri sayesinde ciddi bir hal almış bulunan Mora İsyanı kısa bir
süre içerisinde bastırılmıştı. O, bu muvaffakiyetinden dolayı "Mora
Fatihi" namıyla anıldı.

O S MAN L I - RU S D O NAN MALARI KA RŞ I KA RŞ IYA


Diğer taraftan Mora İsyanı, İstanbulöa duyulduğunda Kapta­
nıderya Hüsameddin Paşa derhal donanmayla denize açılmıştı.
On kalyon, bir baştarde, on iki çekdiri ve firkateynden mürekkep
Osmanlı donanması Mayıs 1770'te İstanbul'dan hareket etti ve 20
Mayıs'ta Doğu Mora sularına girdi. Derya beylerinden Rodos Muta­
sarrıfı Cafer Bey' in yedi kıt'a gemisiyle burada kendisine iltihak etti.
Osmanlı filosunun hareketini öğrenen Aleksi Orlof, onları kar­
şılama görevini İngiliz Amirali Elphinston'a verdi. Elphinston ikinci
Baltık filosunu alarak Navarin önünden ayrıldı.
Osmanlı donanması, düşmanın Modon önünde bulunduğunu
haber alarak o tarafa doğru gitmekte iken Menekşe önlerinde dokuz
gemiden müteşekkil Elphinston kumandasındaki Rus donanmasını
karşısında buldu. Vukua gelen, muharebelerde Osmanlı donanması
geri çekildi.
76 K ay ı V I I I : I s l a h a t , Da rbe v r D e v l e t

Rus donanması Anapoli Limanı'n a kadar Osmanlı donanmasını


takip etti. Burada ilci taraf arasında bir kez daha top muharebesi oldu.
Bu defa Ruslar geri çekilmek zorunda kaldılar. Ancak personeline
güvenemçyen Hüsameddin Paşa Rus donanmasını takibe cesaret
edemedi (28 Mayıs 1 770).
Bundan sonra Osmanlı ve Rus donanmaları arasında bazı mu­
harebeler daha,, olduysa da iki tarafta kesin bir netice elde edemedi.
Bilhassa Hüsameddin Paşanın fazla çekingen ve ihtiyatlı hareketi
ve harp sahasından çekilmek suretiyle mücadeleyi devam ettirmesi
işi uzattı.
Neticede bu durumdan Rus donanması fırsat bulmuş oldu. Muh­
sinzade Mehmed Paşanın kuvvetleriyle Navarin önüne gelmesi
üzerine Aleksi Orlofkale önünden ayrılarak donanmayı birleştirdi.
Böylece iyice güçlenen Rus donanması, izini kaybettiği Osmanlı
donanmasını aramaya başladı. Pire, Atina ve Ağrıboz önlerine gelip
halkı isyana teşvik ettiler. Ancak Navarin önünde ölüme terk edilen
asilerin akıbeti Rumları, Ruslardan iyice soğutmuştu. Bu itibarla
tahriklerine aldırış eden olmadı.
Bu sırada Aleksi Orlof, Osmanlı donanmasının Midill i Adası'nın
güney taraflarında bulunduğunu haber almıştı. Süratle o tarafa
yönelerek Koyun Adaları önünde Türk donanmasını buldu ve der­
hal savaş nizamı aldı. Orlof, donanmanın idaresini Rus Amirali
Spiridof'a bırakarak kendisi bir firkateyne geçti.
Osmanlı donanmasının mevcudu on altı kalyon, altı firkateyn
ve diğer gemilerden mürekkep olup buna karşı Rus donanması
da dokuz kalyon, dört firkateyn ve diğer beş gemi olmak üzere on
sekizdi. Türk donanmasının başında Cezayirli Hasan Paşa,49 Rus
donanmasının başında ise Amiral Spiridof bulunuyordu.
İki donanma karşılaşıp harp tertibatı aldıktan sonra Spiridof'un
Yevstafıy (Senöztaş) ismindeki büyük kalyonu Osmanlı filosunun
sağ yanına hücum etti. Bu hatta Osmanlı donanmasının öncü gemisi
seksen dört toplu Burc-ı Zafer adındaki Cezayirli Hasan Paşanın
kaptan kalyonu bulunmakta idi.
I l l . M u s t afa Han 77

Burc-ı Zafer, dokuz ay önce çok iyi cins ağaçlardan yapılmış,


çok iyi bir biçimde donatılmış ve bronz toplarla silahlandırılmış
bir kalyondu. Osmanlı filosunun diğer gemilerine nispetle daha
iyi ve tecrübeli personele sahip bir savaş gemisiydi.
Hasan Paşa kendi üzerine gelen Spiridof'un kalyonu üzerine gülle
yağdırmaya başladı. Rus kalyonunun bütün armaları budandığı gibi
dümeni parçalanarak suyun akıntısıyla Hasan Paşa'nın Burc-ı Zafer
kalyonunun üzerine düştü. Böylece iki kalyon birbirine yapıştı.
Bu vaziyet karşısında Hasan Paşa, otuz üç leventle derhal Rus
kalyonuna atladı. Müthiş bir mücadele ile Rusları sindirdikten sonra
yaralanarak tekrar kendi kalyonuna geçmeye muvaffak oldu. Aynı
anda Rus kalyonunun cephaneliği ateş alarak yanmaya başladı.
Yangın kısa sürede yanındaki Hasan Paşa'nın kalyonuna da sirayet
etti. Hasan Paşa kendisini denize atarak Cezayirli Ahmed ismindeki
bir arkadaşıyla beraber bir tahta parçasıyla sahile doğru yüzerek
kurtulmaya muvaffak oldu.50
Yevstafıy kalyonunda ise Aleksi Orlof'un kardeşi Teodor Orlof,
kalyon kaptanı, bazı zabitler ile on kadar askerden başka hiç kimse
kurtulamamıştı.
İki kalyon harbi ve yangını dolayısıyla gemiler ateşin kendile­
rine sirayet etmemesi için açıldıkları gibi Osmanlı donanmasının
sol koluna taarruz etmek isteyen Elphinston da yanmak tehlikesi
üzerine harp sahasından çekilmişti.
Bu hal üzerine Rodos Sancakbeyi Cafer Bey akşam karanlığın­
dan istifade ederek kendi gemileriyle güney istikametine seyredip
Çeşme Limanı'na girdi. Diğer gemiler de onu takip ettiler.

Ç E Ş M E YAKAS I
Çeşme Limanı'na giren Osmanlı donanması manevra yapama­
yacak vaziyette üst üste demirlemişti. Yaralı vaziyetteki Cezayirli
Hasan Paşa, bu durumun son derece tehlikeli olduğunu sezmişti.
Derhal Kaptanıderya Hüsamettin Paşa'yı uyardı. Fakat Hüsameddin
Paşa, liman ağzına ve Çeşme Kalesi'yle sahil arasına koydurduğu
toplarla yaklaşan düşman donanmasına mukabele edileceğini be­
lirterek donanmayı limandan çıkarttırmadı.
78 Kay ı VIII: l s l a h a ı , Darbt ve Dev i t !

Düşman donanması Hüsameddin Paşa'nın düşündüğü gibi hü­


cuma geçse top atışları ile önlenmesi mümkündü. Ancak durum
başka türlü gelişecekti.
İngiliz Amiral Elphinston, Osmanlı donanmasının Çeşme Li­
manı'ndaki sıkışık vaziyetini görünce Aleksi Orlof'a başka bir tav­
siyede bulundu.
Yapılan plaı:ı gereğince akşam karanlığı bastıktan sonra Rusların
dört kalyon iki firkateyn bir humbara gemisi Çeşme Limanı ağzına
gelip limanı muhafaza eden Türk kalyonları üzerine top ateşi açtı.
Böylece iki taraf arasında top ateşi olurken İngiliz kaptanın riya­
setinde Rusların dört ateş gemisi (Borlot) top dumanları arasından
sessizce Çeşme Limanı'na sızdı. Yağlı paçavra ve humbara ile bir­
birlerine yakın duran Osmanlı gemilerini tutuşturarak otuz kadar
gemiyi ateşe verdiler. 51 Hatta İngiliz kaptan, atılan gülleler arasında
limana girip ateş gemilerinden birini Osmanlı gemilerinden birine
kendi eliyle bağlayıp saçları, yüzü ve elleri yandığı halde kendini
denize atıp yüzerek Rus donanmasına geri gelmişti.
Gece karanlığında gemilerin yanmaya başlaması ile birlikte Os­
manlı donanmasında can pazarı yaşanmaya başlamıştı. Gemidekiler
kendilerini denize atarak can kaygısına düşmüşlerdir.
İş bununla kalmayarak ateş diğer kalyonlara da sirayet etmek
suretiyle koca Osmanlı donanması göz göre göre yandı. Yalnız Kap­
tanıderya Hüsameddin Paşanın baştardesi Sakız Adası'na kaçarak
kurtulabildi (7 Temmuz 1 770).52 Ayrıca beş bin civarında Osmanlı
askeri bu saldırı sırasında şehit düşmüştür.
Bu muvaffakiyetinden dolayı Kont Orlof'a karşı minnettarlığını
bildiren il. Katerina, kendisine Çeşme galibiyeti nişanesi olarak Çeş­
meski (Çeşmeli) lakabını vermiş ve bu savaşın Mtırasına Rusya'da
bir de zafer abidesi diktirmiştir. 53
Çeşme galibiyetinden sonra Rus donanması derhal Sakız Adası
önüne geldi. Hem oraya iltica eden kaptan paşa gemisini almak hem
de adayı işgal etmek istiyordu. Ancak kaleden şiddetli top atışları ile
mukabele edildiğinden ve ada sahilinde kuvvet de bulunduğundan
çekilmeye mecbur oldu.
J l l . M u s t afa Han 79

RU S LA R L İ MN İ ADAS I ' N DA
Donanmamızın bir anda mahvı İstanbul'da büyük bir tees­
süre ve endişeye yol açmıştı. Zira bu durum Rus donanmasının
Çanakkale'den içeri girip İstanbul önüne gelme ihtimalini artırmıştı.
Bu sebeple tersanedeki eski, altı kalyon birkaç Arnavut perkendesi,
dört Cezayir gemisi ve diğer bazı gemiler alelacele tedarik olunarak
Çanakkale Boğazı'na gönderildi. Venediklilerden bedeli mukabilinde
birkaç gemi istendiyse de red cevabı alındı.54
Çeşme bozgununu takiben Hüsameddin Paşa kaptan -ı deryalık­
tan azlolundu ve yerine Rodos Beyi Cafer Bey kaptan-ı derya oldu.
İzmir'de bulunan Cezayirli Hasan Paşanın kurtulan gemicilerle
birlikte Çanakkale Boğazı'na gelmeleri emredildi.
Öte yandan Aleksi Orlof da beklemediği bu büyük zaferinden
sonra neler yapması gerektiği konusunda deniz kumandanlarını
toplayarak vaziyeti görüşüyordu. İngiliz Amirali Elphinston bu
galibiyetten istifade ile Çanakkale Boğazı'nı zorlayarak Marmara'ya
geçilip İstanbul'un bombardıman ile tehdit edilmesini bu suretle
Osmanlı Devleti'nin sulha mecbur edilmesini teklif etti.
Aleksi Orlof bu teklifi doğru bulmadı. O, boğazı kapatmak su­
retiyle İstanbul'un iktisaden tehdit edilmek üzere boğaz dışında
bir deniz üssü elde etmeyi muvafık gördü. Bu karar üzerine Koyun
Adaları'ndan hareket eden Rus donanması Limni Adası'na asker
çıkardı ( 1 0 Temmuz 1 770).55 Limni Adası işgal olundu ise de kale
müdafileri teslim teklifini reddettiler. Karadan ve denizden kuşa­
tılan kaledeki Türk halkı yediden yetmişe, kadın erkek üç buçuk
aya yakın müdafaada bulundular.
Limni'ye yerleşen Rus donanması İngiliz amiralinin tavsiyesiyle
Çanakkale Boğazı'na, taarruz hazırlığı yaptı. İstanbul'da Osmanlı
hizmetinde bulunan Baron de Tott acele boğaza gönderildi. 56 Onun
aldığı tabiye tertibatı üzerine Rusların boğaza karşı yapacakları
taarruz önlendi. İngiliz amirali on beş günden fazla muhtelif cephe­
lerden boğazı tehdit ettikten sonra başarılı olamayacağını anlayarak
hücumdan vazgeçti.
80 Kayı VI I I : l s l a h a ı , Da rbe ve D e v l e t

Geri Limni Adası'na dönen Aleksi Orlof müdafaada bulunan


kale muhafızlarına haber gönderip teslim olmalarını tekrar teklif
etti. 20 Temmuz<i.a kaleyi topla dövmeye başladı.
Üç tarafı su ve bir tarafı kara olan Limni Kalesi gerek metanet ve
gerek ceph ane ve yiyecek cihetinden zor durumda idi. Kale üzerine
müteaddit yürüyüşler düzenlendi. Ancak müdafiler bu yürüyüşleri
kahramanca püskürtmeye muvaffak oldular.
Hücumlard an bir netice alamayan Ruslar, kaleyi bu defa açlık ve
susuzlukla elde etmeye çalıştılar. Kale müdafileri fedailer çıkararak
vaziyetlerini birbiri ardından Çanakkale'ye bildiriyorlardı. Hiçbir
yardım haberi alamayan müdafiler dayanma güçleri kalmayınca
birtakım şartlarla teslim olmaya karar verdiler57 ve vaziyeti yine
Çanakkale'ye bildirdiler.

L İ MN İ ' D E RU S LARA D A RB E
Limni müdafilerinden bu son haber geldiği sırada, kendisine
beylerbeylik yani iki tuğlu paşalık verilen Cezayirli Hasan Paşa
Çanakkale'de idi. Limni'nin ilk muhasarası esnasında o tarafa im­
dada gitmek istediyse de İngiliz amiralinin boğaza karşı yaptığı
keşifler yüzünden cesaret edememişti. Şimdi vaziyetin ciddiyetini
anlayan Hasan Paşa, Limni elden çıkarsa Akdeniz adalarının teh­
likeye gireceğini lstanbul'a bildirerek donanma yardımı istedi.
Bu arada kaleden gelen son imdat haberinde teslime karar ve­
rildiğini anlayan Hasan Paşa beklediği kuvvetler gelinceye kadar iş
işten geçeceğini anladı. Bu sebeple yanındaki bin sekiz yüz kişilik
cüzi kuvvetini küçük gemi ve kayıklara doldurduktan sonra gece
karanlığından istifade ile Limni Adası'na hareket etti (5-6 Ekim
1 770) .58
Bu sırada Çanakkale<ie bulunan Baron de Tott, Cezayirli Hasan
Paşa ile görüştüğü sırada Hasan Paşa'nın bu mütalaasını cinnet ola­
rak telakki etmişti. lstanbul'a döndüğü zaman bu delice mütalaaya
göre hareket edilmemesi tavsiyesinde bulunmuş ise de Hasan Paşa
çoktan faaliyete geçmiş bulunuyordu.
Bu küçük kuvvet 6 Ekim<ie sabahleyin erkenden Limni'nin Yoztaş
Limanı'na girmeye muvaffak oldu. Kaledekilerin Rusların tekliflerini
l / I . M u s tafa Han 81

kabul ettiklerini fakat henüz kalenin teslim olmadığını öğrenerek


bin sekiz yüz askerle acele Limni Kalesi önüne geldi.59
Karadan kaleyi muhasara eden Ruslar, 1\irklere yardımcı kuv­
vetler geldiğini haber alınca şaşırdılar. Onlar bu kuvvetlerin sayısını
oldukça yüksek düşünmüşlerdi. Bir baskına uğrayıp iki ateş arasında
kalmamak için derhal muhasarayı kaldırarak gemilerine kaçtılar.
Limni önünde kalamayan Rus donanması aynı adada Rus askeri
kuvvetlerinin bulunduğu Mondros Limanı'na geldi. Fakat süratle
yetişen Türk kuvvetleri burasını da kurtardılar.
Bundan sonra Rus donanması Ege Denizi'nde bir iş göreme­
yeceğini anlayarak Paros ( Pare) Adası'na çekildi. İngiliz zabit ve
gemicileri buraya gelince Rus donanmasından ayrıldılar.
Cezayirli Hasan Paşa, boğazı ablukadan kurtarmasına mükafat
olarak vezirlik, Gazi unvanı60 ve altın çelenk61 ile taltif edildikten
sonra arkasından kaptan-ı derya oldu (Ekim l 770).
Ruslar ertesi sene Suriye'de ortaya çıkan Şeyh Zahir ve Mısır'da
Bulutkapan Ali Bey isyanlarından istifade etmek için bu bölgeye
hareket ettiler. 22 Haziran 1 772'de Beyrut'u topa tutup karaya asker
çıkardılar. Fakat gördükleri şiddetli mukabele üzerine askeri geri
çekerek Beyrut'tan ayrıldılar.
Rus donanmasının Akdeniz'deki bu faaliyeti Osmanlı deniz
gücünün de zayıflığı sebebiyle 1 774 Kaynarca Muahedesi'ne kadar
devam edecek ise de önemli bir başarıya ulaşamayacaktır. Bu mu­
ahededen sonra Taşoz Adası'nda bulunan Rus donanması Baltık
Denizi'ne dönecektir.

KI RI M
1 768 Osmanlı-Rus Harbi her ne kadar Lehistan meselesi yü­
zünden açılmış olsa da Rusların bu savaştaki en mühim emelleri
Kırım'ın istilası idi. Bu itibarla yıllardır Kırım'da Osmanlı Devleti
aleyhinde el altından propagandalar yaptırmakta idiler.
Osmanlı Devleti'nin Kırım hanlarını kendi valileri gibi ta­
yin ve azilleri sebebiyle Ruslar daimi olarak bunları Osmanlı
82 Kay ı V l l l : ı s l a h a t , D a rb e ve D e v l e t

Devleti'nden ayırmak için tahrik etmekteydiler. Bu tahrik Karlofça


Muahedesi'nden sonra daha da artarak devam etmekteydi.
Bilhassa kendilerini müstakil olmaya sevk etmek suretiyle han­
zade ve tnirzaları muhalefete teşvik ediyorlardı. Bu durum bazı
Kırım hanzadeleri üzerinde tesir yapmaktan hali değildi. Kendi iç
çekişmeleri de Rusların propagandalarını kolaylaştırıyordu. Zira
Kırım hanları aileleri adeta birbirlerine hasım vaziyette olup han
olan kimse rakibi, han ailesinin ezilmesi için elinden gelen gayreti
gösteriyordu.
Umumiyetle yeni Kırım hanları herhangi bir muhalefetten çekin­
dikleri için seleflerini adalardan birinde zorunlu oturtmaya mecbur
ediyordu. Rusların da bunları serbestiye teşvikleriyle bilhassa son
Kırım hanları, kardeş ve kardeş çocukları oldukları halde birbirle­
rinin gözlerini oyacak derecede yekdiğerine rakip idiler.
Öte yandan Karlofça Muahedesi'nden sonra Ruslara ve Lehlilere
karşı akınları önlenen Kırım Tatarları artık eski cengaverliklerini
kaybetmekte idiler. 1 736 Osmanlı-R�s Muharebesi'nde Rus kuvvet­
leri, General Münih kumandasında bir orduyla Kırım'ı bir müddet
işgal etmişlerdi. Akıncılıktan başka savaş şeklinden anlamayan
Tatarlar top ve tüfek karşısında duramadıklarından Ruslara karşı
savaş üstünlüklerini de kaybetmiş bulunuyordu.
Bu sebeple Osmanlı Devleti Kırımın müdafaası için Kefe veya
Kırım seraskeri unvanı altında bir miktar Osmanlı kuvvetiyle bir
veziri daimi olarak Kefe<le bulundurmaya karar vermişti. Dolayısıyla
Kırım'ın kapısı olan Ur Geçidi, siperler kazılarak kuzeyden gelecek
Rus kuvvetlerine karşı tahkim edildi.
Kırım hanları ise herhangi bir Rus hücumunda yarımadanın
içinde bulunmamak için son zamanlarda asıl merkezleri olan
Bahçesaray'ı bırakarak Kırım'ın dışında Bender'e yakın Kavşan
köyünü imar ederek kendilerine merkez yapmışlardı. Bu durum
ise Kırım'ın daha da ihmal edilmesine yol açtı.
Rus casusları meydanı boş bulup istedikleri gibi Kırım halkını
iğfal ile mirzaları ve ileri gelenleri ellerine almışlardı. Rus propa­
gandacıları bunlara, "Siz Cengiz sülalesinden müstakil bir hanlık
ili . M u s t afa Han 83

iken bir müddetten beri Osmanlı Devleti'nin hükmü altındasınız.


Hakkınızda türlü türlü hakaret icra ediyorlar. Başınızdakileri adeta
kendi valileri gibi azl ve tayin ediyorlar. Şayet bizimle beraber hareket
ederseniz eski istiklalinize kavuşursunuz;' gibi ifadelerle halkın bir
kısmını Osmanlı'ya hasım duruma getirmişlerdi.62
Ruslar ayrıca bazı Kırım şehzadeleri, mirzaları ve Aksakallılarına
da gizlice kağıtlar gönderip, "Bizim Osmanlı ile muharebemize
müdahale etmeyip bir tarafa çekilin. Sonra biz sizi serbest ve muaf
ettirip başlı başınıza bir devlet olursunuz. Mahkumiyette olan zül
ve hakareti niçin çekesiniz?" diyerek Osmanlı ittifakından ayırmaya
muvaffak olmuştu.
Yıllardır devam eden propagandalar neticesinde Osmanlı-Rus
Harbi'nin başladığı bu günlerde KırımCla artık durum çok farklıydı.

S A K I N RU S ' U N H İ L E S İ N E KAN MAYA S I Z !


1 768'de yılında Rus Muharebesi başladığında hanlığa ateşli ve
cevval bir zat olan Kırım Giray getirilmişti. Ancak onun başarılı
geçen ilk akını sonunda ani vefatı Kırım'da işleri güçlendirecekti.
Ruslar ise Kırım'a Prens Dolgoroki kumandasında bir ordu sevk
ettiler. Dolgoroki Osmanlıların tahkim ettikleri Ur berzahı üzerine
yürüdü. Burayı kırk bin kişilik bir Osmanlı ordusu ile Kırım Seras­
keri Silahdar İbrahim Paşa savunuyordu.
İbrahim Paşa yerinde aldığı tedbirlerle Rus kuvvetlerini bozarak
püskürttü ( 1 770). Bu muharebede Kırım hanının ikinci veliahdı Nu­
reddin Sultan, Ur Geçidi'nin Çungar Boğazı'nı müdafaaya memurdu.
Ruslar ertesi sene yani 1771 'de Kırım üzerine hücumlarını tekrar­
ladılar. Rusların birinci taarruzlarında Kırım Hanı III. Selim Giray
Kırım haricinde serdar-ı ekremle beraber bulunup Babadağı'nda
kışlamakta idi. Kırımda çatışmaların başlaması üzerine derhal ya­
nındaki birliklerle deniz yoluyla o tarafa gönderildi.
Ruslarla savaşmak üzere Kırım'a giren III. Selim Giray şimdi acı
gerçeklerle bizzat yüzleşmek durumunda kalacaktı. Kırım Serdarı
Silahdar İbrahim Paşa'nın talep ettiği birtakım harp levazımatını
tedarik etmek için kasabaları dolaştığında aldatılmış bulunan Kırım
84 K ay ı V I l l : I s l a h a t , D a rb e ve Dev l e t

halkı, "Bize Osmanlı askerinin lüzumu yoktur. Onlar için araba


vesair vermeyiz;'63 diyerek Ruslarla olan mukavelelerini yavaş yavaş
ortaya koydular. Selim Giray çaresiz kalmıştı.
Tatarın yardımından ümidini kesen Serasker İbrahim Paşa sonra
keyfiyeti İstanbul'a yazarak 1 771 senesi için para, zahire ve mühim­
mat istedi. Ancak Çeşme bozgunu ve Kırım'a gidecek donanmanın
tehiri üzerine istedikleri gönderilememişti.
III. Mustafa Han Kırım<ia Rus iğfaline kapılarak devlete sadaka­
tinden vazgeçen Müslüman halkı ve hanları ikaz etmekten de geri
durmadı. Padişah bir name-i hümayunda kendilerine şöyle seslen­
mişti, "Rus kafırinin kavlini gerçek sanarak İslam askeri muharebe
ederken lazım olan zahire, top ve cephane nakliyle meşgul hayvan­
larını kaçırmak, bunları Müslüman dilaverleri katilde kullanmak,
kendi mülklerini düşmana teslim etmek ne demektir. Serbestiyet
kazanmak için Devlet-i Aliyye'd en gizli olarak Ruslarla senet alıp
verişleri duyulmaktadır. Devlet-i Aliyyem, Tatarları kefere elinde
bırakmamak için muaraza ve münakaşa ettikçe Ruslar, işte Tatar­
lar mirza ve başlarıyla beraber bize senet verdiler deyu belgelerini
sunmaktadır. Sakın Rusların bu hile ve hudaalarına kanmayasız:'64
Padişah, Kırım uleması ile Şirin beyleri vesairelerine göndermiş
olduğu hükümlerde de, "Kazan Tatarlarını idaresine alan Rusların
Kırım ve Kobanlıları dahi iğfal ile memleketlerini işgal edeceği mey­
dandadır. Sonradan pişmanlık asla faide vermeyecektir. Düşmana
el birliğiyle karşı koyalım. Devletçe değil Kırım, bir Kırımlının bile
feda olunmaması için ordular tertip ve sevk olunmaktadır. Düş­
manın oyununa gelmeyip elbirliği ile mukabele olunsun," diyerek
uyarılarını yenilemişti.

Reva mı ahiret darın yıkasın


Yahut dünya için dinden çıkasın
Ancak kaleler içeriden satın alınmış olduğundan bu hükümlerin
bir tesiri olmamıştır. Aslında bu name-i hümayunlar bir bakıma
Tatarların serbestileri için Ruslarla senetleştiklerini de ortaya ko­
yuyordu.
l l l . M u s t afa Han 85

S İ LA H DA R İ B RA H İ M PAŞA' N I N F E RAGAT İ
Artık Kırımlıların ihanetleri gün yüzüne çıkmaya başlamıştı.
Yardım isteyen Osmanlı taraftarlarına ve Kırım seraskerine destek
olmadıkları gibi muhalif cephe aldırmaya da muvaffak oluyorlardı.
Silahdar İbrahim Paşa ise Kırım Hanı III. Selim Giray'ın gay­
retsizliği ve Kırımlıların kayıtsızlığı karşısında şaşkındı. Binbir
yokluk ve hıyanetlere karşı meyus olmayarak, didinip çabaladı.
Parmağındaki elmas yüzüğünü ve kıymetli eşyalarını satarak askerin
maaşlarını dağıttı. Bu şekilde orduyu derleyip toparlayıp Ur Kapı'ya
doğru gelen Rus kuvvetleri üzerine sevk etti.
Kırım ileri gelenlerinin Ruslarla anlaşmalarından sonra 1 77 1
senesinde otuz bin Rus, altmış bin Nogay ve Tatar kuvveti çeşitli
kollardan Ur Kapısı'na hücum ettiler. 65
Diğer taraftan Selim Giray Han'ın yanında olup el altından
Ruslarla anlaşan mirzalar, "iki seneden beri Ruslarla muharebede
nam hep Osmanlı askerinin olmaktadır. Bu defa biz başlı başımıza
düşman üzerine gidip nam alalım!" diye Selim Giray'ı iğfal ettiler.
Bunun üzerine Selim Giray, serasker İbrahim Paşayı bekleme­
yerek Ur Kapısı önüne gelip Ruslarla çarpışmaya girişti. Ancak Ta­
tarlar Rusların yoğun top ateşine karşı duramayarak Ur berzahının
içerisinde altı saat mesafede bulunan Tuzla mevkiine çekildiler.
Kırım'ın kilidi sayılan Ur Kalesi Osmanlı topçu serdengeçtileri
tarafından müdafaa edildiği sırada Ruslarla birlik olan Tatarlar
büyük bir ihanetle kale kapılarını açıp düşmanı içeri aldılar. Ur
Kapı'nın sükutuyla, Ruslar Kırım'a ayak bastılar (8 Temmuz 1 77 1 ) .
Osmanlı müdafileri işkencelerle öldürüldüler.
Yine bu sırada Kefe'ye dört saat mesafede Taman Kalesi,
Karadenizaen gelen on bin kadar düşman kuvveti tarafından zap­
tolundu. Ur Boğazı elden çıktıktan sonra Kırım Hanı Selim Giray
şaşırarak yanındaki kuvvetler dağılıp bir miktar Tatar askeriyle
Bahçesaray'a geldi. Ardından burada da kendisini emniyette gö­
remeyerek bir müddet Karadağ mevkiine çekilen Kırımlı ailelerin
yanlarında bulunup sonra bir gemiye binerek İstanbul'a kaçtı.66
86 K ay ı V l l l : l s l a h a ı , Darbe ve D e v l e t

6 Ağustos 1 7 7 1 İstanbul'a gelen I I I . Selim Giray BüyükdereCle


Murad Efendi Yalısı'na indi. Padişah tarafından nişancı vekili Os­
man Efendi ziyaretine gelerek Kırım'ın vaziyeti hakkında bilgi aldı.
Selim Gi�ay vukuatı olduğu gibi anlatıp ağlayarak Kırımın artık
Rusların eline geçtiğini bildirmiştir. Selim Giray, sonra Rumelfüeki
çiftliğine gönderilmiştir.

K1\T E Rİ N A'YA SADA KAT Y E M İ N İ


Rusların Kırım'a girmeleri ve Kırım hanının kaçması yarıma­
dada dehşetli karışıklığa sebep oldu. Zengin, fakir herkes sahilde
dökülüp buldukları deniz vasıtalarıyla Anadolu sahillerine kaçmaya
başladılar. Kaçamayanlar ise Karadağ'a çekilerek saklanıyorlardı.67
Kırım'ın kuzey doğusunda Azak Denizi'ne girecek mevkideki Ye­
nikale muhafazasına memur edilen Abaza Mehmed Paşa henüz
Yenikale'ye varıp Rusların Kırım'a girdiklerini ve Taman Kalesi'nin
düştüğünü öğrenmesi üzerine, "Yüz yirmi adamla (maiyeti) bir ik­
limi fethetmek insan kudretinin haricindedir," diyerek geldiği gemi
ile Sinop Limanı'na dönmüştü. Ancak vazifesini bırakıp dönmesi
sebebiyle idam edildi.68

Edemez kimse def sakınmağla kazayı


Bin sakın sen yine ol olacak olsa gerek.69
Kırım Seraskeri İbrahim Paşa, Ur Kapı'nın sukutu üzerine
ordugahı Karasu'dan kalkarak Kefe'ye geldi. O, Rusların bundan
sonraki hedefinin Kefe olacağını tahmin ederek burayı güçlendir­
meye ve müdafaaya karar vermiş bulunuyordu. On bin kadar seçme
muharip ayırıp müdafaa tertibatlarını aldı.
Bu sırada Rusların Kırım Hanı ilan ettikleri Sahih Giray yanında
kardeşi Şahin Giray ve bir hayli Tatar askeriyle serasker İbrahim
Paşa'nın yanına geldi. Ruslarla olan muahedelerini göstererek Os­
manlı askerlerinin derhal topraklarından çekilmesini aksi takdirde
yağma edeceklerini beyan etti.70
Serasker İbrahim Paşa, Şahin Giray'ın bu hainliği karşısında
hayretler içerisinde kalmıştı. Bununla beraber Kefe'yi terk etmeyi
lll. M u s t afa Han 87

şiddetle reddetti. Ancak Kefe Valisi Mehmed Paşa kendisine bağlı


askerlerle kayıklara binerek Kefe'den ayrıldılar.
İbrahim Paşa ise Taman ve Karasu taraflarından gelen ve Şahin
Giray tarafından kaleye alınan Rus birliklerince Kefe<le esir edilerek
(Temmuz 1 77 1 ) Petersburg'a götürüldü. 71
Bu hal üzerine Kırım'ın hemen her tarafı, Kefe, Yenikale, Kerç
gibi müstahkem yerleri işgal olundu. Kırım hanzadeleri, beyleri,
hatta Kırım Hanı'nın oğulları Petersburg'a giderek il. Katerina'ya
sadakat yemini ettiler.
Osmanlılar, Rusların Kırım'ı işgali ve III. Selim Giray'ın İstanbul'a
kaçması üzerine onun yerine ikinci defa Maksud Giray'ı Kırım Hanı
unvanı olmayarak Tatarlara han tayin ettiler. Kalgaylığa da Kırım
Giray'ın oğlu Baht Giray getirildi. Maksut Giray bir miktar Tatar
kuvvetiyle birlikte Rusçuk'ta oturmaya başladı. 72

VAAT L E R Ç A B U K U N U TU L D U !
Rusların Kırım Hanı seçtikleri Sahih Giray, kardeşi Şahin Giray'ı
kendisine Kalgay tayin etti ( 1 772). İşgalden sonra Ruslarla araların­
daki muahedenin bazı maddelerini müzakere etmek üzere, Kalgay
Şahin Giray murahhas olarak elli altmış kadar Mirza ve Kırım
erkanıyla Petersburg'a gittiler.
Görüşmelerde Rusya, Osmanlılarla vuruşmalarda Kırım ahali­
sinin Rusların yanında olduğunu, yine böyle kalmasını ve kendile­
rine tabi olmalarını belirterek gelen heyete bunu kabul ettiklerini
gösteren bir senet imzalatmak istediler.
Ruslar serbestiyet vaatlerini çoktan unutmuşlardı.
Herkes şaşkındı. Neticede senedi sadece Şahin Giray imzaladı.
Diğerleri sözün böyle olmadığını ifade ederek düşünmek için müd­
det isteyip Şahin Giray'ı Petersburg'da bırakarak Kırım'a döndüler.
Rusların bu davranışı Kırım'da duyulunca halk fırka fırka olup
bir kısmı dağlara çekilmeye ve memleket müdafaasına teşebbüs
etmeye başladı. Ancak artık Kırım'ın dört bir yanı Ruslar tarafından
işgal edilmiş olduğundan, bir netice çıkmayacak ve bu hal Küçük
Kaynarca Muahedesi'ne kadar devam edecektir.
88 Kay ı Vlll: I s l a h a t , D a rb e v e D e v l e t

Kırım'ın Ruslara terki senedini imzalayan Kalgay Şahin Giray ise


Tatarların kendisini öldürmelerinden korkarak Kırım'a gidemeyip
sulh akdine kadar Baltova'da oturacaktır.73

İslam içinde naz u naimi beğenmeyen


Küffar içinde cebr ile şimdi devranı gör

O S MAN L I O R D U GA H I N D A D U RUM
Kartal mağlubiyetinden sonra 1 770 Aralık ayında Halil Paşa'nın
yerine sadrazam ve serdar-ı ekrem olan Silahdar Mehmed Paşanın
sadareti esnasında harp safahatı artık panik şeklini almış bulunu­
yordu. Kimse ne yapacağını bilmez haldeydi. Ordu Babadağı'nda
kışlarken Ruslar Tolçı ve İsakcı taraflarına gidip elde ettikleri halkı
kendi taraflarına geçiriyorlardı.
Bükreş tarafından da Tuna'ya doğru yürüyen düşman muka­
vemet görmeden Yergöği Kalesi'ni almış, kale muhafızları ellerini
kollarını sallayarak Babadağı ordugahına gelmişlerdi. Orduda di­
siplin namına bir şey kalmamıştı. Kaçanların sayısı günden güne
artmaktaydı.
Cephe vaziyetini bilmeyen III. Mustafa Han ise veziriazama
ilkbaharda Tuna'yı geçmesini emrediyordu. Bu emir üzerine vezi­
riazam, Tolçı kenarında bir tabya yaptırıp içine otuz kırk adet top
koydurmuş ise de İsmail tarafından Tuna'yı geçen Ruslar, üç dört
topla gelip bu tabyayı zapt ederek içindeki askeri kaçırdılar. Bu hal
ordudaki moral çöküntüsünü ortaya koyuyordu. Mehmed Paşa
derhal yeni bir birlik göndererek bu tabyayı geri aldırdı.
Öte yandan Mora İsyanı'nı başarıyla bastıran eski sadrazamlar­
dan Muhsinzade Mehmed Paşa, Vidin seraskerliğine tayin edildi.
Muhsinzade aldığı emir üzerine maiyetinde bulunan askerleri sü­
ratle Vidin'den Eflak tarafına geçirdi. Serdar-ı ekrem de İsakcıöan
Tuna'yı geçecek böylece aynı zamanda iki cepheden birden Ruslara
karşı taarruz gerçekleştireceklerdi.
Bu maksatla Vidinöen karşıya geçen Muhsinzade, Kalafat mev­
kiini Ruslardan aldıktan sonra Yergöği mevkiine geldi. Kumandası
altında Silistre ve Niğbolu kuvvetleri de bulunuyordu. Mevcudu
l l l . M u s tafa Han 89

otuz bin kadar olup çoğu süvari idi. Aslen yaya olan yeniçeriler dahi
atlara binmişlerdi. Böylece zoru gördüğü anda kaçmayı temin edi­
yorlardı. Bükreş üzerine gidileceği için yaya kuvvetlere ihtiyaç vardı.
Muhsinzade yeniçerilere, "Siz aslen yaya askerisiniz. Atlarınızı terk
edip kanun üzerine yaya olursanız derhal hareket ederim;' demişti.
Nihayet kendisinin Yergöği de kalarak ileri kuvvet sevk etmesi
münasip görüldü. Neticede kumandanlar arasındaki ihtilaf ve as­
kerin bu vaziyeti mağlubiyete sebep oldu. Süvariler Kule ve Vidin
taraflarına piyadeler ise Yergöği'ye kaçtıklarından Muhsinzade
Rusçuk'a çekilmeye mecbur oldu.74
Muhsinzade Mehmed Paşanın Rusçuk'a çekilmesinden iki gün
sonra veziriazamın Babadağı mağlubiyeti vukua geldi. Her iki cep­
hede de harekat bu suretle mağlubiyetle neticelendi (Kasım 1771).

O S MAN L I O RD U G A H I N I N İ Ş G A L İ
Öte yandan Tolçı kenarındaki Tabya'nın kolaylıkla zapt edilme­
si Rus kumandanının dikkatini çekmişti. Osmanlı sadrazamının
kışladığı Babadağı ile Tolçı arasında ordunun tahkimatının bulun­
madığını sezmişti. Gerçekten de Rusların kışın saldırmayacağını
düşünen sadrazam yanında iki bin kişilik bir kuvvet bırakmıştı. Rus
kumandanı bu fırsatı kaçırmak istemedi. Kasıma üç gün kala İsmail
tarafında bulunan kuvvetlerinden üç dört bin askeri Tolçı üzerine
sevk ile orayı aldıktan sonra birdenbire bizzat serdar-ı ekremin
karargahı üzerine yürüdü.
Rusların ani taarruzu üzerine serdar-ı ekrem çarpışmak yeri­
ne, başını kurtarma derdine düştü. Sancak-ı şerifi alarak beş, on
adamıyla meydandan kaçtı. Sancak-ı şerif arabası serdar-ı ekrem
ile beraber gidemediğinden sancak, bir bohçaya koyup yağmurluk
kılıfına sarıldıktan sonra kaçırılmıştı.
Sadrazamın korkakça bir hareketle harp alanından kaçması
üzerine Babadağı kışlağını kolayca zapt eden Ruslar, tekrar yerleri­
ne döndüler. Aslında Rus kumandanları lüzumundan fazla ihtiyat
ediyorlardı. Şayet Babadağı ordugahına yaptıkları taarruzda ileriye
doğru süratle hareket etmiş olsalardı çok kimseler ellerine esir
düşerek müthiş perişanlıklar yaşanabilirdi.
90 Kay ı Vlll : l s l a h a t , D a r b e ve Dev l e t

Babadağı'ndan kaçan Serdar-ı Ekrem Silahdar Mehmed Paşa


dört günde Pazarcık (Hacıoğlu Pazarı) kasabasına geldi. İstanbul'dan
verilen müsaade üzerine orasını karargah yaptı. Fakat elde asker
denecek b�r kuvveti bulunmuyordu.
Babadağı ordugahının düşmanla muharebe yapılmaksızın terk
edilmesi üzerine Veziriazam Silahdar Mehmed Paşa derhal azlo­
lundu. Yerine R!-Jsçuk'ta bulunan Muhsinzade Mehmed Paşa ikinci
defa sadrazam oldu. Yeni sadrazam ve serdar-ı ekrem Hacıoğlu
Pazarı'nda kışlamayı münasip görmeyerek Şumnu'yu karargah
yaptı (Aralık 1 77 1 ). 75
Muhsinzade ilk sadareti zamanında sulh taraftarı olup harp edile­
cekse hiç olmazsa bir müddet hazırlık yapılsın sonra muharebe ilan
edelim dediği halde harp isteriz galeyanları arasında gözden düşerek
azledilmişti. Hadiseler onun ne kadar haklı olduğunu göstermiş ise
de memleket perişan hale gelmişti. O zaman acele harp taraftarı
bulunan III. Mustafa Han da sulhu dört gözle bekler hale gelmişti.
Diğer taraftan Lehistan ve Avrupa vaziyeti dolayısıyla Kırıın'ı
elde etmiş bulunan Katerina' da sulh tarafındaydı. Nitekim Kefe'nin
istirdadı sırasında Ruslara esir düşen Kırım Seraskeri İbrahim Paşa,
Katerina'nın sulh isteyen mektup ve namelerini getirmişti.
Öte yandan Rusların üstünlüğüyle devam eden harpler artık Av­
rupa ülkelerinde de endişe ile takip edilmeye başlanmıştı. Lehistan,
Kırım ve Romanya'nın Rus işgalinde kalması bilhassa bu ülkelerin
büyük bir kısmında gözü olan Viyana'da endişeye sebep oluyordu.
Fransızlar da açıkça rahatsızlıklarını dile getirmeye başlamışlardı.
Neticede Prusya ve Avusturya'nın da devreye girmesi ile ilk sulh
görüşmeleri başlayacaktı.

S U L H G Ö RÜ Ş M E L E Rİ
Ruslarla sulh müzakeresi için Osmanlı Hükümeti'nin görev­
lendirdiği sabık reisülküttab Osman Efendi ile birinci ve Ayasofya
Camii kürsü şeyhi, fazıl ve natuk ulemadan olup kendisine İstan­
bul kadılığı payesi verilen Yasincizade Osman Efendi İstanbulaan
orduya geldiler.76
I I I . M u s t afa H a n 91

Rusların murahhası Kont Gregori Orlof ile bu harpten evvel uzun


seneler İstanbulöa Rus elçisi bulunan Aleksi Obreskov idi. Obreskov
Yedikuleöe nezaret altında bulunurken buradan alınarak cepheye
götürülmüştü. Müzakere mahalli Etlak'ın Boğdan hududundaki
Fokşani kasabası idi. Sulha tavassut eden Avusturya ve Prusya dev­
letlerinin İstanbul'daki elçileri murahhas olarak müzakere mahalline
gittiler. İlk müzakere 1 9 Ağustos l 772'de başladı.
Ancak Ruslar daha ilk görüşmede, "Bizim devletimiz müte'ayyin
devlet olmağla alıer devletin tavassutuna muhtaç değiliz. Devlet-i
Aliyye ile işimizi kendimiz görürüz;' diyerek Nemçe ve Prusya
murahhaslarını kabul etmediler. Bundan maksatları isteklerini
daha rahat kabul ettirmekti.
Rusların müzakereye esas olacak ilk teklifleri Tatarların Osmanlı
D evleti'nden ayrılarak serbest kalmalarını istemek oldu. Diğer
önemli istekleri Türklerin tazminat vermeleri, ticaret serbestisi ve
himaye meselesi idi.
Tatarlara serbestiyet meselesi üzerinde bilhassa Orlof ile Osman
Efendi arasında uzun süreli tartışmalar yaşandı ise de Rus murahhası
teklifinden dönmedi.
Osmanlı murahhasları Tatarların serbestisini istemenin neti­
cesini takdir ettiklerinden bunun İstanbul'daki tesirini düşünerek
teklifi kabule yanaşmadılar. Bu durum karşısında Rus murahhasları,
Osmanlı murahhaslarından Tatar davasındaki en son düşüncelerini
tahriren bildirmelerini istediler.
Murahhas Osman Efendi son şekil olarak Tatarların istiklali,
yalnız Kırım Hanı'nın ve kadıların tayinlerinin padişaha ait olması
durumunda kabul edileceğini, tazminata da bir yol bulunabileceğini
beyan etti. Ruslar ise hanın ve kadıların tayirılerinin serbestlik ile
telif edilemeyeceğini beyan eylediler.
Bu suretle görüşme bir ay kadar uzayarak neticesiz kaldı, Osmanlı
murahhasları veziriazamla temas etmeden İstanbul'a döndüler. Rus
murahhası Orlof da Petersburg'a gitti.
Aslında Orlof sulh yapılmasını istemiyor ve Osmanlı Devleti'nin
zaafından istifade ile İstanbul'a kadar gelinmesini istiyordu.
92 Kay ı VIII: I s l a h a t , Darbe ve D e v l e t

Serdar-ı Ekrem Muhsinzade Mehmed Paşa, sulh işinin halledil­


memesinden dolayı müteessir olup bazı ordu erkanıyla görüşerek
onların tavsiyeleriyle Rus orduları başkumandanı Romanzof'a Vasıf
Efendi ile, "Sizin Orlof ve bizim Osman ikisi bile fuzul ve müteaccib
densizler oli:nağla, kuvve-i kurbiyeye gelmiş bu hayırlı maslahatı tatil
etdiler. Evla budur ki mütarekeyi uzatıp yeniden başka murahhas­
lar tayin etmekle maslahatı tekmil edelim;'77 şeklinde bir mektup
yollayarak görüşmeyi tazelemek istedi.
Romanzofbu müracaata muvafık cevap verdiğinden Reisülküttab
Abdürrezzak Bahir Efendi başkanlığında Baş Muhasebeci Süleyman
Penah Efendi, Silahdar katibi Ataullah Bey, Beylikçi Hayri, Vasıf
Efendi ve iki katiple Bükreş'e gönderildiler (Kasım 1 772).
Bahir Abdürrezzak Efendi, dürüst ve açık sözlü bir zat olması
dolayısıyla Sultan III. Mustafa'nın teveccühünü kazanmıştı. Kas­
tamonulu Reisülküttab, Hacı Mustafa Efendi'nin oğludur. Hacı
Mustafa Efendi, Koca Ragıb Paşa ayarında bir devlet adamı olup
birbirlerini severlerdi. Bunun oğlu Abdürrezzak Bahir Efendi ise kısa
boylu, bodur bir zattı. Ragıb Paşa sadrazam iken bunun ehliyetini
takdir etmekle beraber kendisine bir mevki vermemişti. Bir gün
sadaret kethüdası KfışifMehmed Efendi, Ragıb Paşaya Abdürrezzak
Efendi'nin ehliyet ve liyakatinden bahsederek, "Pederiyle iyi dost
idiniz. Tezkirecilik ile kendisini taltif buyursanız kadirşinaslık ve
hukuka riayet etmiş olursunuz;' demişti. Buna karşı Ragıb Paşa,
"Evet, filhakika pederiyle dost idik. Abdürrezzak Efendi'nin de
ehliyeti mali'ımumdur. Ancak insana mevki ve makam için boy bos
lazımdır, öyle bodur ve kasirü'l-kame (kısa boylu) çelebiye mahall-i
heybet olan divan-ı aleme hizmete getirmekle erbab-ı mesalihe
maskara oluruz;' demişti.
Müverrih VasıfEfendi, Abdürrezzak Bahir Efendi'nin ilmi kud­
retini, natıkasını, iktidarını, kiyaset ve meziyetlerini uzun uzun
zikretmektedir. Abdürrezzak Bahir Efendi sonradan vezir olacaktır.
Muhsinzade, Vasıf Efendi'yi gönderirken işin ehemmiyetini
uzun uzun anlatarak mutlak surette mütarekeyi temin etmesini
hatta on günlük bir müddet kazanılsa bile yine faydalı olacağını
i l i . M u s t afa H a n 93

belirtmişti. Hudutların boş olduğunu gerekli tedbirler alınıncaya


kadar işin tatlıya bağlanmasını istemişti.
Abdürrezak Bahir Efendi Rus Murahhası Obreskov'la çekişe
çekişe altı ay müzakerede bulundular. Rus murahhası, "Biz Tatara,
sizi serbest bıraktıracağız diye söz verdik; sözümüzden dönemeyiz;'
diyerek ısrar etti. Hükümetinden aldığı yeni talimat üzerine elli
bin kese olarak istedikleri harp tazminatı almaktan vazgeçildiğini
bildirdi. İşgal altında bulunan Akdenizae Osmanlılara ait adaları
boşaltacaklarını ve bunlara mukabil Osmanlı murahhasının da Ta­
tarı himayeden vazgeçmesini söyledi. Tatarların Osmanlı Devleti'ne
arka verip Rusları rahatsız ettiğini belirterek, "Tatar başlı başına
olsun demekten muradımız budur ki, Tatar sizin himayenizde ol­
dukça size arka verip bize eziyet eder. Her zaman Devlet-i Aliyye
ile bozuşmaya sebep olur. Hem size ve hem bize zararı dokunur.
Kırım'a tamahı var derseniz. Kırım halen bizim elimizde iken terk
ederiz. Zira terk etmezsek, hem sizinle sulh mümkün değil, hem
de kırk, elli bin asker gönderip kalelerini muhafazaya muhtacız.
Bu hal bizim işimize elvermez. Akdeniz'de olan adaları ve bunda
aldığımız yerleri terk edip vilayetimize gideriz ve sizinle müebbed
sulh olmakla kıyamete dek bozuşmak iktiza etmeyip bizim mem­
leketimiz bize lliıdir,"78 demişti.
Bundan başka Rus murahhası Azak Denizi girişindeki Kerç ve
Yenikale'nin terkini, Rus ticaret gemilerinin Karadeniz ve Akdeniz<le
seyr ü seferini, B oğdan voyvodalığının irsi olmasını, Kılburun
Kalesi'nin yıkılmasını, Tatarların Rus himayesinde bulunmasını
talep etti.79
Yalnız bunlardan Kırım hanlarına Osmanlı hükümdarı tarafın­
dan hanlık beratı gönderilmek ve hutbelerde halife olmak itibariyle
Osmanlı hükümdarının ismi zikredilmek ve Kırım kadısına şer'i
işleri görmesine dair meşihat makamından izin verilmek üzerinde
mutabakat hasıl oldu. Ancak bilhassa denizlerde serbesti ile Kerç ve
Yenikale'nin terkine yanaşmayan Osmanlı murahhasları keyfiyeti
sadrazama bildirdiler.
Neticede on madde üzerinde mutabakat hasıl oldu. Buna göre
Eflak ve Boğdan halkına karşı umumi af ilan edilecekti. Gürcistanaan
94 Kayı Vlll: I s l a h a t , Darbe ve Dev l e t

alınan yerler Osmanlı Devleti'n e iade olunacaktı. Kırım hanı Tatar­


ların serbest seçimiyle belirlenecek, halife olması itibariyle Kırım<la
padişahın adı hutbelerde zikredilecek, Yenikale ile Kerç Rusya'ya
terk olacaktı. Diğer birtakım tali şeyler üzerinde çetin ve inkıtaa
uğrayacak "müzakerelerden sonra bir anlaşmaya varıldı.

VA RI N G E L D İ G İ N İ Z Y E RE G İ D İ N !
Muhsinzade Mehmed Paşa sulh şartlarını bir ariza ile İstanbul'a
bildirdi. Sadrazamın arizası padişahın da iştirakiyle sarayda ak­
dedilen bir mecliste okunduğu zaman sabık murahhas Osman
Efendi, "Biz Moskovluyu gözümüz ile gördük! Nabızlarını tuttuk!
Dimağları ne mertebe fesatta olduğun anladık. Bu sulhun aslı yok­
tur. Bunların bütün muratları hile ile iğfaldir:' sözleriyle padişahın
fikrini bulandırdı.
Osman Efendi'nin bu sözü üzerine İstanbuföa oturup ordu ah­
valini, askerin vaziyetini bilmeyen kazasker efendiler de Kerç ve
Yenikale'nin terkiyle Tatarın serbestisini pek büyük günah sayarak,
"Olmaz olmaz, la-büd gayretullah zuhur eder. Kafire bir eyü kılınç
oynarız, sonra istediğimiz gibi sulh oluruz:' dediler.80 Şeyhülislam
Mirzazade Mehmed Said Efendi, bunların safsatalarını bildiği halde
bu durumda muhalefete cesaret edemeyerek ses çıkarmadı.
Nihayet yapılan müzakereden müspet bir netice hasıl olmayarak
red kararıyla murahhaslar geri döndüler.
Müzakere maddelerinden Kerç ve Yenikale'nin terki ile Kırım'ın
Rusların kefaleti altında serbestiyet kazanmasının İstanbul'daki
toplantıda reddedilmesi üzerine Abdürrezak Efendi durumu Rus
murahhasına bildirdiği zaman Obreskov, "Varın geldiğiniz yere
gidin:' diyerek Osmanlı murahhasını Rusçuk'a iade ettirdi.
Aslında bir Müslüman ülkesi olan Tatar'ın serbestisinin kabu­
lü, daha sonra Kırım'ın Rusların işgaline uğramasının başlangıcı
sayılacağından padişah ve devlet erkanı halkta husule gelecek bir
tepkiden dolayı bu muahedeyi kabule cesaret edememişlerdi.
Diğer taraftan sadrazam da böyle bir kararı beklemiyordu. Ancak
kendisinin sulh şartnamesini sunuş tarzı bu hale zemin hazırlamıştı.
Zira veziriazam ve serdar-ı ekrem olup bütün işler onun padişah
l l l . M u s t afa Han 95

namına çektiği tuğralı fermanları ile hallolunup her işte son merci
kendisi bulunuyordu.
Murahhas Abdürrezzak Bahir Efendi bazı fedakarlıklar yaparak
Ruslarla anlaşmak istediği maddeleri kabul ettirdiğini, bu vaziyet­
te bundan daha muvafık bir sulhun olamayacağını, biz de bunu
kabul edip cevap verdik diyerek meseleyi müzakereye açmadan
sonlandırabilirdi.
Onun, ordunun fena durumunu ve muahedenin akdi zaruretini
izah etmeyerek yalnız sulh teklifini takdim etmesi sulhun aleyhinde
bulunanlara fırsat vermiş ve bir anda görüşmelerin son bulmasına
dayanak olmuştu.

H O RO Z Ç O K O L U N CA SABAH G E Ç O L U R!
Ahmed Resmi Efendi, Hultisatü'l-İ'tibar eserinde bu olayları
anlattıktan sonra "Lahika" diye bir bölüm açarak yerinde tespitlerle
durumun nasıl bu hale geldiğini açıklamaktadır:

Sulh sadedi şer'an ve aklen mergıib ve mesmin olup, mağlub


iken değil gıilibiyyet vaktinde bile fırsatı fevt etmeyip geldiği yere
bağlamak vechi üzere sulh edenler cemi'-i zamanda sermayeden
zarar etmeyip belki külli faide ile mansılr olageldikleri tecrübe ile
malum iken ceng ü sefer görmeyip sefer vaktinde reaya ve beraya ne
zahmetler görür ve hayvanat makıllesi deve ve katır ne yükler çeker,
kasabat ve kuradan ne kadar evler yıkıldığın bilmeyen devlethler,
gayret-i İslam kılıç tas-tamam, sılret-i hakdan ibadullaha hayırlı
olan maslahatı tehir ve tatil etdiler. İşte Kartal akabinde mareşalin
yazdığı kağıt mefhumunca Halil Paşa'ya sulha ruhsat verilse ol
zaman henüz Kırım küffar eline düşmüş olmayıp Tatar serbestiyyeti
meselesi meydanda olmadığından bu kadar zahmetler çekilmek
iktiza etmezdi.

Kezıilik Abdürrezzak Efendi mükıilemesinde düşmen usanıp


akçeden ibra-i zimmet etdikde ikrarına basılmış olsa, iki sene
evvel ceng ü cidıil kapısı kapanıp yüz bin kise akçeden çıkmaz ve
mahbılsen sulh olmak lazım gelmezdi, amma bir köyde horos çok
olunca sabah geç olur dedikleri gibi emir ü vezir re'yinde dürüst ve
emrinde müstebid ve müstakil olup maslahatı vakti geldikde keskin
96 Kay ı V l l l : I s l a h a t , D a r b e ve D e v l e t

kılıç ile keser gibi kesmek gerekdir. Etrafın ağzına baktıkda re'yleri
muhtelif bir cemaatin aklını bir yere birikdirmek müşkil olmağla
fırsat fevt oldukdan sonra nedametden gayri sermaye kalmayıp
mukadder böyle imiş demede karar ederler.

Ashab-ı İcidm güzidelerinden Abdurrahman ibn Afv Hazretleri


ticaretden çok mal kesb eylemiş imiş. Bu kadar malı nice kazandınız
deyü soranlara, 'canlı şey alıp satmadım, veresiye vermedim, faide
gördükde aza çoğa bakmadım' deyü buyurmuşlar. İşte sulhdan
büyük ticaret olmadığı mahall- i güman değildir ve hiç sulhdan
zarar görmüş adem görülmemiştir. 81

Rusların sulh teklifine, lstanbul'dan olumsuz yanıt verilmesinin


üzerine Ahmed Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet adlı eserinde olması
muhtemel durumları çok net bir biçimde ortaya şu şekilde koy­
maktadır:

Ordu erkanı o zamana ve gidişe bakarak bu antlaşmaya hep


birlikte razı olmuşlarken İstanbuJaa olup da ordunun halinden
habersiz olan devlet büyükleri ve yöneticiler Kınm'ın hürriyetine
ve gemilerin s eyri maddelerine razı olmadıklarından tekrar
muharebeye başlandı.

Olacağı şu idi; Rusların Tatarlara hürriyet vermek maddesinde


bu derece ısrarı, Lehistan'da yaptığı gibi bu vesile ile Kırım içine
karışıklık ve kargaşalık sokmak, ileride Kırım diyarını da Kazan
ve Ejdarhan gibi ele geçirip oralara yayılmak maksadından ibaret
olduğunda şüphe yoktu. Eğer ordunun bir parça hareket kabiliyeti
olsa, hiç olmazsa Tuna'nın beri yakasını elde tutup korumaya gücü
yetse, o sırada Rusların da bazı iç karışıklıkları ortaya çıktığından
bize çok kötülüğü olacak bu antlaşmadan kurtulmak mümkündü.
Çünkü Rus askerleri her ne kadar bu ana gelinceye dek galibiyet
kazanmışlarsa da, seferlerden ötürü Ruslar da mali sıkıntılara
düşmüşler bunun için de halka zulüm ve baskı başladığından, sonra
orduda noksan erlerin yerine koymak için zaman zaman ahaliden
asker yazdığından, Rus halkı Katerina'ya kırılmış ve Rusya'nın her
yeri yıkılmağa yüz tutmuştu. Para yardımı için, İngiltere tüccarına
günden güne açık pazar olduğundan, bununda içde kendisine
başlıca ziyanı olmuştu. Kazan taraflarında Tatarlardan bazıları
I I I . M u s ı afa Han 97

itaatten çıkarak o havalinin harap olmasına sebep olmuşlar, sonra da


çok miktarda asker toplayarak, Ruslar ile muharebeye tutuşmuşlar
ve karşı koymaya başlamışlardı.82

İ Ç E RD E D U RU M : B U LU T KAPAN A L İ B E Y İ SYAN I
Son dönemlerde Mısır'ın idaresi zahiren valilerin elinde görün­
mekte ise de hakikatte Fıkarıyye ve Kasımiyye denilen birbirine
rakip iki fırkanın elinde idi. Memuriyetler bu iki parti arasında
taksim olunuyordu.
Bu iki fırkanın rekabeti yüzünden Mısır valileri idare-i masla­
hatla iş görür olmuşlardı. Bir gürültü çıkarmak istemeyenler her
iki tarafı da idare ederlerdi. Fakat bunlardan biri tarafını tutan vali,
o fırkanın vaziyetine yani hasmına galebe edip etmemesine tabi
kalırdı. Bundan dolayı her iki fırka arasında kan dökülmesi hemen
hiç eksik olmamakta idi. 83 Bu fırkalar, kendi maiyetlerini çoğaltmak
için köle alıp yetiştirirlerdi.
İşte bu nifak ve ihtilaflar arasında 1 766Öa Mısıröa Bulutkapan
Ali Bey84 isminde biri meydana çıkarak hasım ve rakiplerini berta­
raf edip Mısır idaresini eline aldı. Ali Bey yirmi sene evvel Mısır'ın
nüfuzlu beylerinden İbrahim Kethüdanın kölesi olup yetişerek
şeyhü'l-beled olmuş85 ve her işe karışarak iktidarı ele almak için
fesat çıkarmaktan geri durmamıştı.
Kendisinden rahatsız olan Mısır Valisi Gürcü Mehmed Paşa
1 764'te Ali Bey'i hac emirliğine tayin ederek Mısıröan çıkarmış ve
bir daha da Mısır'a almak istememişti. Fakat Ali beyin Hicazöan
avdeti Gürcü Paşa'nın azli zamanına tesadüf ettiği için Ali B ey
Mısır'a girip tekrar şeyhü'l-beled olmuş ve bütün rakiplerini bertaraf
etmeye başlamıştır.
Bunun bu hali aleyhtarlarını harekete geçirdi ve bir gece evini
basarak kendisini Said taraflarına kaçırdılar. Fakat Ali Bey 1 765'te
padişahın fermanına muti olacağını vasıtalarla arz ettiğinden affe­
dildi. Böylece Mısır'a gelerek bir kez daha şeyhü'l-beled oldu. Lakin
yine hakim tavrını takınarak Mısır'ın ileri gelenlerini öldürüp mal­
larını müsadere etmeye ve maiyetini çoğaltmaya başladı. Onun yeni
bir gaile çıkaracağı Şam Valisi Osman Paşa tarafından hükümete
98 Kayı VI I I : I s l a h a t , Da rbe v e D e v l e t

bildirildi. Gailesinin defi emredildi ise d e gücünden çekinilerek bir


şey yapılamadı ve bu hal cüretini iyiden iyiye artırdı.
Nitekim çok geçmeden, önce Mısıraa kendisinden daha nüfuzlu,
ümeradan Hasan Paşayı katlettirdi. Ardından da evvelce aralarında
muhalefet yapmayacaklarına dair sözleştiği Salih Bey'i katlettirmek
suretiyle bütün Mısır'a hakim oldu.
1 768'd e başJayan Osmanlı-Rus Harpleri ile Mısır'ı Osmanlı
Hükümeti'nden ayırmak isteyen Ali Beye de gün doğmuştu. Os­
manlı ordusunun devam eden mağlubiyeti sırasında o da tedrici
surette muhalefetini artırıyordu. Ali Bey evvela Hicaz taraflarını
eline almak istedi. Bu maksatla Medine-i Münevvere'nin iskelesi
Yenbu kasabasını zapt etti.
Ardından sahte bir ferman düzenleyerek Mekke Emiri Şerif
Ahmed'i azl ve Cidde gümrüğünü kendi emrine aldı. Bizzat padi­
şahın gelirleri arasında bulunan Mısır hazinesini de göndermeyerek
isyanını açıkça ortaya koymuş oldu. Mısıraa vali olan Mehmed
Paşa'ya azledildiğini bildirip Mısıraa kendi idaresinde bir Çerkez
devleti kurmuş oluyordu.
Rusya karşısında perişan bir duruma düşen Osmanlı Hükümeti
yeni bir gaileyi daha başına sarmak istemediğinden Mısır'daki ge­
lişmelere uzun süre kayıtsız kaldı. Bu suretle Bulutkapan Ali Bey
dört sene tamamen Mısır'ı ve kısmen de Filistin, güney Suriye ve
Hicaz'ı elinde bulundurdu. Bu müddet zarfında Mısır'a yeni bir
vali gönderilemedi.

A L İ B EY ' İ N S U Rİ Y E Y İ İ ST İ LA S I
Fakat Osmanlıların Rusya karşısında kayıpları ve buhranı art­
tıkça Bulutkapan Ali Bey'in de hırsı artmaktaydı. Çöl Araplarının
ileri gelenlerine ferman ismini verdiği buyruldular yollayarak Şam
Valisi Osman Paşanın zulmünden bahis ile onu tedip etmek üzere
geleceğini bildirerek yanında olmalarını istedi. Gönderdiği paralarla
bedevi Arapların birçoğunu tarafına çekti.
Vaziyetin müsait olduğunu gördüğünde 1 770 yılında güvenilir
adamlarından Ebüzzeheb Mehmed B ey ile Cedavi Hasan B ey'i
Hicaz üzerine gönderdi. Kendi hazinedarı iken emirlik verdiği İs-
l l l . M u s t afa H a n 99

mail Bey'in emri altında gönderdiği birlikler ile d e Suriye'yi işgale


başladı. Çok geçmeden Ebüzzeheb Mehmed Bey komutasındaki
birlikler de Suriye bölgesine kaydırıldı. Yafa, Nablus, Gazze ve Remle
işgal edildi. Şam Valisi Osman Paşa'nın gelen güçlere mukavemet
edemeyeceğini görünce çekildi. Ali B ey kuvvetleri rahatlıkla Şam'ı
da elde ettiler. 86
Ali Bey, Akka'da isyan ile hükümdarlığını ilan eden Zahir Ömer87
ile ittifak kurarak iş birliğine başladı.
Öte yandan Rus İmparatoriçesi Katerina bu bölgedeki gelişmeleri
dikkatle takip ediyordu. Katerina, kendi himayesinde olmak üzere
Ali B eye Mısır'da istiklal vadetmekteydi. Bu tahrikler Ali B ey'i
gittikçe daha da cesaretlendirmekteydi.
Nitekim Rus donanmasının Akdenize gelmesini büyük bir fırsat
sayan Bulutkapan Ali Bey, Mısır'ı Osmanlı hakimiyetinden tamamen
kurtarmak için Ruslardan asker istemek suretiyle Rus donanmasını
Mısır sularına davet etti. Aleksi Orlof bu müracaatı kabul etmek
için evvela Ali Bey'in İmparatoriçe Katerina'nın hakimiyetini ta­
nımasını şart koştu.
Ali Bey bu hususta görüşmek üzere kendi mahremi ve mutemedi
Rosti isminde bir Venedikliyi Rus donanmasına gönderdi. Ancak
Orlof maiyetindeki bazı Rum ve Yahudilerin telkini ile Ali Beye
güvenemedi. Bununla beraber lüzumunda Kıbrıs tarafındaki do­
nanmasını hem Ali Beye ve hem Şeyh Zahire yardım etmek üzere
Akka taraflarına gönderdi.
Ali Bey'in Osmanlı topraklarına karşı gittikçe artan tecavüzi
hareketlerine karşı hükümet fazla göz yumamadı. Vezir Numan
Paşa kumandasında bir birlik yola çıktı.

A L İ B EY ' İ N A K I B E T İ
Şam'ı işgal ettiren Bulutkapan Ali Bey'in hedefinde ise b u kez
Halep vardı. Ebüzzeheb Mehmed Bey'e Halep üzerine yürüme
emrini verdi. Ancak Osmanlı merkezinden Vezir Numan Paşanın
üzerlerine doğru geldiğinin haber alınması karşısında Mehmed
Bey zapt ettiği yerlerde çeşitli tertibatlar aldıktan sonra Kahire'ye
döndü. Ahmed Cevdet Paşa bu ani geri dönüşün sebebin i şu şekil-
100 Kay ı Vl l l : l s l a h a ı , Darbe ve D e v l e t

d e anlatmaktadır, "İsmail Bey, devletine sadık ileriyi görür bir zat


olduğundan, Ebüzzeheb'in bu derecede şöhret ve şana kavuşunca
herkesi küçük görerek üstünlük taslayacağından kuşkulanıp Şam'a
girdikleri zaman Ebüzzeheb'in düşüncelerini değiştirmeye, vereceği
kesin kararı bozmaya başlamıştı.
Şöyle ki: 'Osmanlı Devleti bu sefer gailesini bertaraf eyler, o
zaman gazabını bizlere yöneltir, halimiz müşkül olur. Kaldı ki,
Müslüman bir 'Sultana isyan etmek şeytana karışmak demektir.
Ali Bey doğru olmayan bu yola Müslüman geleneğinden ayrılıp
Rus İmparatoriçeşi Katarina'ya tabi oldu. Halbuki Ruslar bizim
din düşmanımız olup bugün her mümin ve İslam birliğinde olana
onlarla savaş farz olmuştur.
Zahir Ömer' in adamlarına sen ne bakarsın, onlar zindan kaçkını
ortalık karıştıran sarhoş güruhudur. Oğlu Şeyh Ali Zahir'i görmü­
yor musun, sizin huzurunuzda bile edeben uzak, küstah ve laubali
oturup şanınıza yakışmayacak davranışıyla ihtiramda bulunmuyor.
Adamlar ortalık karıştırmaktan geri kalmıyorlar' gibi öğütlerle
Ebüzzeheb'in düşüncesini çelmişti.
Bu halde Ebüzzeheb kumandanlarını ve subaylarını toplayıp Ali
Bey'den gelen emiri kendilerine anlatarak, 'Efendimizin meramı
oluncaya kadar bizim Batı diyarında dolaşmamız gerekiyor, bize
ise üzerimize farz olan borcumuzu ödedik, yerimize yurdumuza
dönmeli idik. Siz bu yolda ne dersiniz; gibi Mısır'a dönmeye can
atan kumandanların dönme hırsı ve isteklerini kamçılayacak söz­
lerle durumu bildirince Ebüzzeheb'den dönüş var sözünü işidince
hepsi can-ı gönülden vatan arzusu ile emir sizindir diye her yönden
Ebüzzeheb'in emrine uydular. Böylece Ebüzzeheb<ie bütün Mısır
askerine sahip olarak Mısır'a döndü. Bu sebeple Osman Paşa da
kolayca Şam'a girmişti:'88
Ebüzzeheb Mehmed Bey'in emri hilafına birdenbire Kahire'ye
dönmesi Ali Bey'in canını sıkmış ve araları açılmıştı. Ali Bey bir
gece Mehmed Bey'i öldürtmek üzere evini bastırmış ise de Mehmed
Bey Said taraflarına kaçmaya muvaffak olarak kurtulmuştur.
Bunun üzerine Ali Bey, Ebüzzeheb'i elde etmek için İsmail Bey
kumandasında kuvvet sevk etti. Ancak Ebüzzeheb Mehmed Bey ile
i l i . M u s t afa H a n 101

dost olan İsmail Bey kısa sürede anlaştılar. Ardından kuvvetlerini


birleştirerek Ali Bey üzerine yürüdüler.
Mısır'da Ali Bey'e muhalif Kasımiyye kuvvetleri de bunlara ilti­
hak eylediklerinden Kahire'ye giren Mehmed ve İsmail Beyler, onu
Akka tarafına kaçırdılar.89 Son gelişmeleri Osmanlı Hükümeti'ne
bildirip sadakatlerini arz eylediler ( 1 772). Bu haber üzerine Vezir
Numan Paşa, Şam seferinden vazgeçti.
Öte yandan Sayda eyaletine çekilen Ali Bey ise burada kendi­
sine taraftar olanları topladı. Müttefiki Zahir Ömer'in oğullarının
yardımını temin etti. Rus Amirali Aleksi Orlof ile irtibata geçti ve
Rusların Ak.deniz donanmasını Akka taraflarına getirtti.
Böylece kendisini yeterince güçlü hisseden Bulutkapan Ali Bey,
Kahire üzerine yürüdü. Salihiyye mevkiinde geldiğinde Ebüzzeheb
Mehmed Bey'in kuvvetleri ile karşılaştı. Şiddetli çatışma sonunda
Ali Bey'in kuvvetleri bozguna uğradı. Ali Bey dört yerinden yaralı
olarak esir düştü.90 Ali Bey bir rivayete göre yaralarının tesiriyle diğer
bir rivayete göre ise Ebüzzeheb Mehmed Bey tarafından zehirletti­
rilmek suretiyle ölmüştür ( 1 773).91 Osmanlı Hükümeti Mısır'a vali
olarak Halil Paşayı tayin etmiştir.

ZAH İ R Ö M E R İ SYA N I
1 768 Osmanlı-Rus Harbi sırasında bir isyan da Akka'da ortaya
çıktı. İsyanın elebaşısı Zahir Ömer, Medine'den Safed taraflarına
hicret eden Zeydan isminde birinin torunu olup babasının adı
Ömer'dir. Zeki ve haris Zahir Ömer, Dürzi Beyi Beni Şihab ailesinin
nüfuzu altında bulunan Safed'de kaymakamlık yapmaktaydı.
Zaman içinde otoritesi artan Zahir Ömer gitgide hakimiyet sa­
hasını genişletmeye başladı. Nihayet Osmanlı Devleti'nin Ruslarla
savaşından ve bulunduğu zor vaziyetten istifade ile Akka, Sayda,
Yafa , Hayfa, Remle ve Nablus taraflarına kadar yayıldı.
Zahir Ömer Akka'yı kendisine merkez edindikten sonra oğulla­
rından her birini kendi idaresi altındaki, bir mahalle tayin etti. Sayda
ile Safed tarafları büyük oğlu Şeyh Ali Zahir'in emrinde idi. Zahir
Ömer, Mısır'da Osmanlı'ya karşı gelen ve bir devlet oluşturmaya
çalışan Bulutkapan Ali Bey'e de destek vermekteydi.
1 02 Kay ı V111: I s l a h a t , D a r b e ve D e v l e t

Ali B e y adamlanndan Ebüzzeheb i l e ihtilafa düşerek kaçtığı


zaman kendisine tam destek oldu. Birlikte Akdeniz'de bulunan
Ruslarla irtibat kurarak Rus donanmasını Akka'ya celbettiler.
Ancak·bu sırada Zahir Ömer ile Dürzi Emiri Yusuf'un arası
açıldı. Osmanlı Hükümeti bu durumu fırsat bilerek Mısırlı Osman
Paşa'yı Şam tarafına serasker tayin ederek Zahir Ömer'in üzerine
gönderdi. Dür�ilerle ittifak eden Osman Paşa, Halil Paşa'yı bir
miktar kuvvetle Zahir Ömer üzerine göndermiştir.
Zahir Ömer karşısında, Sayda Muharebesi'nde bozulan Osmanlı
kuvvetleri Şam'a, Dürzi kuvvetleri de dağ tarafına kaçtılar.
Öte yandan Bulutkapan Ali Bey'e destek olmak üzere Mısır su­
larında bulunan Rus donanması, Zahir Ömer'in durumu üzerine
Akka'ya döndü. Aralarındaki mukavele gereğince deniz tarafından
Zahir Ömer'i müdafaaya girişti. Beyrut'a asker çıkarıp dükkanları
yağmaladıktan sonra tekrar donanmalarına döndüler.
Bulutkapan Ali Bey'in mücadeleyi kaybetmesi ve öldürülmesi
üzerine endişeye kapılan Zahir Ömer, Şam valisi vasıtasıyla affını
istirham etti. Eyalet hesabını kapatmak ve bundan sonra da her
sene maktu varidatı muntazaman vermek şartıyla affolunarak Sayda
eyaleti yine kendisine verilmişti.
Bulutkapan Ali Bey'in Mısır<ia mücadeleyi kaybedip Osmanlı
otoritesine bağlanmaları karşısında endişeye kapılan Zahir Ömer de
Dürzi emiri Yusuf'la anlaşarak devlete bağlılığını bildirdi. Böylece
Berü'ş-Şam meselesi de şimdilik kapanmış oldu.

H Ü Z Ü N VE RE N B O RÇ S E N E T L E Rİ
III. Mustafa Han, Ruslarla harbe girişmeden önce son derece
güçlü bir hazineye sahipti. Bu itibarla padişah devletine karşı aşırı
bir güven duyuyordu. Son derece iktisatlı olmasına rağmen gerektiği
yerde hiçbir masraftan kaçınmayan padişah beş senede devletin
kasasının tamtakır olduğunu gördü.
İç ve dış hazinelerde biriktirmiş olduğu külliyetli paraları tama­
men harp uğruna sarf etmiş, elde avuçta bir şey kalmamıştı. Nihayet
Ill. M u s t afa Han 1 03

1 773'te savaşın devamının ortaya çıkması karşısında padişah borç


isteme yoluna gidecekti.
Padişah, oğlu Sultan Selim'in ve kızlarının doğumları dolayısıyla
vezirler ve devlet ricalinden hediye olarak takdim edilen ve bu ço­
cukların validelerinde bulunan paraları da ödünç istedi. Onların
rızasıyla bu paraları alan Mustafa Han bunları orduya gönderdi.
Aldığı paralara mukabil çocuklarının validelerine birer borç senedi
vermişti.
Bu borç senetlerinden biri oğlu Selim'in validesinden (Mihrişah
Valide Sultan) borç aldığı iki yüz otuz yedi kese (bir kese beş yüz
kuruş) ile elli beş kuruşa aittir. Padişah antlaşmadan sonra kendi
vakfının fazlasından bunu ödemeyi taahhüt etmekte ve paranın
ödenmesini müteakip borç senedinin yırtılmasını beyan eylemek­
teydi. Altında Sultan III. Mustafa'nın mühr-i hümayununu havi bu
borç senedi aynen şöyledir:

Kese: 237 Küsur kuruş: 55

Yalnız iki yüz otuz yedi kese elli beş kuruştur.

Bais-i tahrir-i huruf budur ki

Gayret-i din ve Devlet-i Aliyye ve sıyanet-i saltanat-ı Osmaniyye için


işbu bin yüz seksen yedi senesine dek gerek Harem-i Hümayunumda
ve gerek has oda ve enderun hazinelerinde ve gerek Topkapı ve
darphanede mevcud ve iddihar eylediğim akçeleri bilcümle masarif-i
seferiye içün harç ve sarf olunup gayrı akçe kalmadığından naşi
bizzarure oğlumun ve kerimelerimin akçelerine muhtaç olunmağın
oğlum Sultan Selim'in veladeti vaktinde vezirden ve rical-i devletten
gelip validesi yedinde hıfzolunan akçe olmak üzere iki yüz otuz
yedi kise elli beş kuruşu tamamen aldım ve masarif-i seferiye için
gazaya sarf eyledim. Benim alaka ve medhalim yoktur. Meblağ-ı
merkumun nısfı yüz onsekiz buçuk kese ile yirmi yedi buçuk kuruş
eder. İnşallahu teala ber minval-i muharrer 1 1 87 ( 1 773) senesinde
Darphane-i Amire'ye nakl ve sarfolunan mebaliğ-i mezbur bade'l­
müsaleha vakfımın der kisesinden tamamen eda ve teslim oldukta
işbu deyn temessükü şakkoluna. (Mühr-i Hümayun) 92

Üçüncü Mustafa'nın Kızı Şah Sultan'a Borç Senedi


Kise: 340

Yalnız üç yüz kırk kisedir.

Bais- i tahrir-i huruf oldur ki

Gayret-i din ve Devlet-i Aliyye ve sıyanet- i saltanat-ı seniyye-i


Osmaniye içün işbu bin yüz seksen yedi senesinde gerek Harem-i
Hümayun ve gerek has oda ve Enderun hazinelerinde ve gerek
Topkapı ve Darphane-i Amire'de mevcud ve iddihar eylediğim
akçeleri bilcümle masarif-i seferiye içün sarf olunup gayrı akçe
kalmamağla bizzarure oğlumun ve kerimelerimin akçelerine
muhtaç olup kerimem Şah Sultanın viladeti vaktinde vezir ve
rical-i devletten gelen, akçesinden ahzolunan mukataa faizinden,
kethüdası yedinde müçtemi olan faizlerinden işbu bin yüz seksen
senesine gelince dört defada üç yüz kırk kise akçesini Darphane-i
Amire'ye nakil ve masarif-i seferiyyeye sarf eyledim; nısfı yüz yetmiş
kise ider; vacibü'l-eda deynimdir. İnşallahu tdla bade'l-müsaleha
vakfımın der kisesi fazlasından tamamen eda ve teslim olundukta
işbu temessük şak ve reddoluna. (Mühr-i Hümayun)93

Şu senetler padişahların din ü devlet ve mülk ü millet yolunda


gayret ve hamiyetlerini gösteren muazzam vesikalardır.

RU S LA R LA MU H A RE B E N İ N Y E N İ D E N B A Ş LA MAS I
Bükreş'teki sulh antlaşmasının reddedilmesi üzerine Ruslar kara­
dan Tuna boyunda, Kırım, Gürcistan ve Koban'da; donanmalarıyla
da Akdeniz'de taarruz harekatına tekrar başladılar.
Veziriazam Muhsinzade bir taraftan kaleleri güçlendirirken diğer
taraftan Şumnu karargahında tedarikat ile meşguldü.
Rusçuk üzerine gelen bir Rus kuvveti ağır bir bozguna uğrayarak
ve bin kadar esir bırakarak çekildi. Esirler arasında Rus Büyükelçisi
General Repnin'in küçük kardeşi de vardı. Kaçanların bir haylisi
Tuna'da boğuldu.
Rus Ordu Kumandanı Mareşal Romanzof Silistre'nin altı saat
aşağısında bulunan Bafye Boğazı'ndan Tuna'yı geçti. Kış gelmeden
evvel Tuna'nın sağ sahilinde Osmanlı kuvvetlerine ağır bir darbe in-
l l l . M u s t afa H a n 1 05

dirmek niyetindeydi. Prens Dolgoroçki de Hırsova'dan Tuna'yı geçti.


General Üngern ise Babadağı üzerinden Karasu'ya doğru yürüdü.
Bir Rus birliği Silistre'yi işgal etmek üzere şiddetle saldırdı. An­
cak müdafiler de aynı şiddetle karşılık verdiler. Neticede bin sekiz
yüz ölü ve bin kadar da yaralı veren Rus birliği fena halde mağlup
olarak çekildi. Fakat Silistre'nin batısındaki Totrekan'ı elde ettiler.
Taarruzlarına devam eden Ruslar Ekim 1 7 73 'te Hacıoğlu
Pazarı'nı yaktılar. Oradan Varna üzerine yürüdüler. Varna müs­
tahkem bir haldeydi. Ayrıca Kelleci Osman Paşa da donanma ile
Varna Limanı'nda bulunuyordu. Osman Paşa düşman top menzili
altına girinceye kadar mukabele ettirmedi. Birlikler tam kale altına
girdiklerinde yoğun bir bombardımana tutarak düşmanı fena halde
bozdu. Bunun üzerine Rus birlikleri yirmi kadar top ve ağırlıklarını
bırakarak kaçtılar. 94
Bu arada Muhsinzade Mehmed Paşa, Şumnu kasabasının etrafını
siperlerle tahkim ederek müdafaa tertibatını almıştı. Tam bu sırada
Kaptanıderya Gazi Hasan Paşa'nın Rusçuk seraskerliği ve oldukça
mühim askerle cepheye gelmesi de orduda maneviyatı yükseltti.

S İ Z İ N D İ N İ N İ Z M İ . B İ Z İ M D İ N İ M İ Z M İ EYÜ ?
Rus ordusu karşısında alınan seri mağlubiyetlerin İstanbul halkı
üzerindeki tesiri oldukça fazla olmuştu. Müslümanların gayrimüs­
limlere mağlup olması herkesi içten içe rahatsız ediyordu. "Elbette
ehl-i İslam kefere üzerine galib olagelmişdir. Düşmene medar andan
iktiza eder;' yollu laflar dilden dile dolaşır hale gelmişti. Ahmed
Resmi Efendi bu misilli sözleri eserinde oldukça manidar bir hikaye
ile şöyle açıklamıştı:

Müceddeden Rumili'ne serasker, Karadeniz'de donanmalar tertib


olunup, "gah ceng ederiz gah sulh oluruz" diyerek üç sene ümmet-i
Muhammed'i kat kat derde giriftar ve beytülmal-i Müslimini
urza-i hasar eyledi. Bir sene donanma Beşiktaş önünde ve bit sene
Karadeniz'de eylenip nafile yere ne meşakkatler çekildiği mufüac-ı
beyan değildir.
1 06 K ay ı VI I I : I s l a h a t , D a r b e ve D e v l e t

İşte sade Müslümanlığa mağrur olup İslamın şartlarına riayet


etmeksizin , "elbette ehl-i İslam kefere üzerine galib olagelmişdir.
Düşmene medar andan iktiza eder" deyü laf u güzaf ile gayret-i
cahiliye satanlar Cenab-ı Hakk'ın sulh namına verdiği nimetin
şükrün b.ilmeyip suret-i Hak'tan ümmet-i Muham med'i dağdağaya
uğrada-gelmişdir. Hakk Teala, Devlet-i Aliyye'yi bu makule su-i
karin ve müşavir-i hamakat-i rehinden hıfz eyleye, Amin.

Nüveyri Tarihi'.nde mesturdur ki altı yüz elli beş ( 1257-58) senesi


esnasında Cengiziyye'den Mengü Kaan tarafından Baycu namında
bir Tatar seraskeri A nadolu'ya gelip Selçukiyye'nin paytahtı olan
Konyayı muhasaraya kastetmişti. Ol vakitte Konya padişahı olan
İzzeddin Keykavus Konyada olanca askeriyle Baycu'ya karşı çıkıp,
Tatar darbına takat getürememekle askerinden ayrılıp ke ndi
eyaletinden olan Alaiyye'ye firar eyledi. Konya ahalisi şehre girip
kale kapısun kapadılar. Tatar seraskeri şehrin etrafına konup
Konyayı muhasara eyledi. Konya ahalisi aciz ve mütehayyir iken
içlerinde Hatib namında bir akılluca adem var imiş. Cuma günü
ahalinin boncuğun, bileziğin bir sepet içine koyup camiye beraber
götürdü. Minbere çıkıp hutbeyi tamam etdikden sonra vaaz niyetine
cemaate dedi ki:

"İşte düşmen bizi ihata eyledi, padişahımız, mededimiz yok. Bizi


zorla ele geçirdiğinde evlad ü ıyalimizi esir ve ırz u malımızı pay­
mal edecekleri mukarrerdir. İşte ben ıyalimin bileziğin, küpesin
getirdim. Münasib olan budur ki siz de ırzınızı satun almak içün
neniz var ise getüresiz. Ben seraskerin yanına varayım, yalvarayım.
Ola ki rey alıp evlad ü ıyalimizi Tatar taarruzundan hıfz ederiz;'
dedi. Çünki bu söz akla mülayim idi. Herkes ıyalin i n huliyye
müteallik nesi var ise getürüp hatibe teslim etdiler. Hatib hale
münasib biraz hedaya tertib edip cem etdiği huliyy ile Tatar
seraskerinin çadırına çıktı. Kendi ava gitmiş olmağla hatununa
buluşturdular. Ol vaktin Tatarı indinde şimdiki Frenkler gibi kanları
söze karışıp umura müdahale eder kabilinden olmağla Tatar hatunu
hatibin hediyesin hoş görüp yanında yer gösterip ne maslahat içün
geldiğini anladıkdan sonra taam getirip hatib ile beraber simata
oturup taam yediler. Aralıkda şaraba müteallik şey gelince hatib
ağzına alıp içmedi. Hatun, "Niçin içmezsi n ? " diye sual edince,
I I I . M u s t afa H a n 1 07

"Dinimizde haramdır," dedi. "Kim haram etti?" deyince, "Allahu


Tefila haram etdi" dedi.

"Ya bize niçün haram değildir?" Hatib, "Sizin dininiz başka, bizim
dinimiz başkadır," dedi. "'aşka olduğunu anladık. Sizin dininiz mi
eyü bizim dinimiz mi eyü?" dedi. Hatib, "Bizim dinimiz eyüdür;'
dedi. "Ya çünki sizin dininiz eyüdür niçün biz sizin üzerinize galib
oluruz?" deyince hatib, avretin üzerine baktı, düğmeleri inciden
zer-duz ve zi-kıymet bir kaftan gördü. Temsil-i tarikle hatuna dedi
ki, "Şu üzerindeki kaftanı bağışlayacak olsan kendine müteallik
sevdiğin ademe mi verirsin, yoksa ecnebiye mi verirsin?" Hatun,
"Elbette sevdiğim ademe veririm;' dedi. "Ya ol adem kaftanın kadr
ü kıymetine riayet etmeyip kirletse örselese darılır mısın?" dedi.
"Elbette canım sıkılır, belki herifi katlederim;' dedi. Hatib dedi
ki, "işte Müslümanlık senin kaftanın gibi bir zi-kıymet mücevher
idi, Allahu Tefila bize verdi, biz kadrine riayet etmediğimiz içün
sizi bizim üzerimize musallat eyledi;' Hatun, bu sözden müteessir
olup ağladı ve Müslümanlık güzel şey olduğun tasdik ederek hatibi
babalık edinip yanına oturttu.95

Ahmed Resmi Efendi bu ifadeleri ile, "Nimetlerime şükredersi­


niz artırırım, şayet nankörlik ederseniz haberiniz olsun ki azabım
çok şiddetlidir:'96 ayetinin Müslümanların hallerine tam uygun
düştüğünü ve tevbe ederek gerekli dersleri çıkarmaları gerektiğini
çok çarpıcı bir misalle göstermiş oluyordu.

V E FAT I
Muhsinzade Mehmed Paşa ile Cezayirli Gazi Hasan Paşa'nın üst
kademelere gelmesi hudutta müsbet bir hava meydana getirmişti.
III. Mustafa Han da kendilerine çok güveniyordu. Bunun için de
memleketin dört bir tarafına gönderdiği fermanlarla halkın vatan -
severlik hislerine müracaat ediyordu. Ancak yıllardır cephelerden
gelen acı haberler, bu gayretli padişahın bünyesini sarsmıştı.
Büyük ümitlerle girişilen Rus Harbi'nin aldığı şekilden, Kırımda
yaşananlardan ve altı seneden beri devam eden elim akıbetlerden
dolayı müteessirdi. Kendisinde evvela kalp yetersizliğine bağlı bir
1 08 Kay ı V l l I : I s l a h a ı , Darbe ve D e v l e ı

nefes darlığı hasıl oldu. Sonra bir nüzulle yatağa serildi. Padişah
yapılan tedavilerle bir nebze olsun kendine gelebilmişti.
Kendini iyi hisseden padişah serdar-ı ekrem ve seraskerlerin bir
iş görmedikleri bahanesiyle bizzat sefere gitmeye karar verdi. Ancak
hekimler bunun imkansız olduğunu bildirip müsaade etmediler.
Vefatı yaklaştığı sıralarda, kendisinden sonra tahta namzet bulunan
kardeşi yerine, ke!l di oğlunun geçirilmesi arzusunu izhar ederek,
''Abdülhamid'i bırakın, oğlum Selimi cülus ettirin. O büyük bir
padişah olacaktır;' diye vasiyette bulundu.
2 1 Ocak 1 774'te bir Cuma günü öğle ezanı okunurken hayata
gözlerini yumdu.97 Laleli Camii avlusundaki türbesine defnolundu.
Daha sonra oğlu Sultan III. Selim de buraya defnolunacaktır.
İstanbulCiaki dört Kadem-i Şeriften, yani Hazreti Peygamber'in
ayak izinden biri buradadır. Ancak türbe kapalıdır. Burası, vaktiyle
medrese, imaret ve sebiliyle büyük bir külliye idi.

ŞAH S İYETİ
Mustafa Han, 2 8 Ocak l 7 1 7'de EdirneCie doğmuştu. Babası
III.
III. Ahmed Han, annesi ise Mihrişah Emine Sultandır. Babasının
saltanatı süresince sarayda çok iyi bir eğitim aldı. Din ilimleri, ede­
biyat, tarih, coğrafya, nücum (astroloji), tıp, devlet idaresi ve askeri
bilgileri devrin meşhur alimlerinden tahsil etti. Nikolae Jorga, III.
Mustafa Han'ın eğitiminden şu şekilde bahsetmektedir, "Sultan III.
Mustafa çok iyi bir eğitim almış ve bilgi açısından dönemin bilgin
efendilerinden hiçbir eksiği yoktu:'98
Patrona Halil İsyanı'yla tahttan indirilen babası III. Ahmed ile
birlikte Topkapı Sarayı'nın Kafes Kasrı'na kapatıldı. Bu sırada on
üç yaşındaydı. Ömrünün 27 yılı burada geçmiştir.
Kafes hayatı döneminde sıkıntılı bir hayat sürmüş ise de çeşitli
meşguliyetlerle kendisini rahatlatmayı da bilmiştir. Zamanını daha
çok okuyup öğrenmekle geçirmiş, özellikle ilm-i nücum,99 edebiyat
ve tıp alanlarıyla yakından ilgilenmiştir.
Kendisinden birkaç gün büyük ağabeyi Mehmed'in 2 Ocak
l 756Ciaki ani ölümü Mustafa'ya saltanat yolunu açacaktır. Nite-
l l l . M u .ı t afa Han 1 09

kim bir yıl geçmeden III. Osman Han'ın vefatı üzerine ağabeyinin
oturacağı tahta III. Mustafa Han geçti (30 Ekim 1 757). III. Mustafa,
o sırada kırk yaşlarında bulunuyordu.
On altı sene üç ay saltanat süren III. Mustafa'nın hanımları Mih­
rişah Sultan, Adilşah, Aynülhayat ve Rıfat Kadınefendilerdi.
Oğullarından III. Selim 1 761 senesinde doğmuştur. 1 728 sene­
sinden 1 76 1 senesine kadar geçen otuz üç sene içerisinde Osmanlı
hanedanının ilk şehzadesi olarak doğmuştur. 1 789- 1 807 seneleri
arasında Osmanlı tahtına oturacaktır.
Şehzade Mehmed, 1 767 senesinde doğmuş ve yaklaşık altı sene
yaşadıktan sonra çiçek hastalığı sebebiyle vefat etmiştir. III. Mustafa
türbesinde metfundur.
III. Mustafa'nın ilk çocuğu kızdı, 1 759 yılında doğdu ve babası
tarafından Hibetullah Sultan adı verildi. Fakat çok yaşamadı. 3
yaşında iken 1 762 ortasında öldü. Babası III. Mustafa'nın türbesine
defnedildi.
Kızlarından Mihrimah Sultan 1 762'de doğdu. Bir yaşında iken
öldü. Mihrişah Sultan, 1 762 yılında doğdu, altı yaşında iken öldü.
Laleli'deki lll. Mustafa'nın türbesine defnedildi.
Şah Sultan, 1 76 1 'de doğdu. Annesi baş kadın Mihrişah
Sultan'd ır. III. Selim'in ablasıdır. Şah Sultan 1 802'de 42 yaşında ve­
fat etti. Eyüp'te yaptırmış olduğu türbesine defnedildi. Şah Sultan
1 792'de Yeşildirek'te Kasım Gönani Mescidi karşısında Şah Sultan
Çeşmesi'ni, 1 800'de Eyüp'te Zal Mahmud Paşa Türbesi yanında Şah
Sultan türbe, mektep ve sebilini yaptırmıştır.
B eyhan Sultan, Adilşah Kadın'dan 1 5 Aralık 1 765'te doğdu.
1 784'te Silahdar Mustafa Paşa ile evlendi. 1 824'te vefat etti. Eyüp'teki
Mihrişah Valide Sultan Türbesi'ne defnedildi. Beyhan Sultan zen­
gindi. Pek çok hayır eserleri yaptırdı.
Hatice Sultan, Adilşah Kadın'dan 1 768 yılında doğdu. 9 Kasım
1 786 yılında Seyyid Ahmed Paşa ile evlendi. 1 822'd e vefat etti.
Eyüp'teki Mihrişah Valide Sultan Türbesi'ne defnedildi. Hatice Sul­
tan 1 806 Mısır Çarşısı civarında kasaplar içerisinde Hatice Sultan
Çeşmesi'ni yaptırdı.
1 10 Kay ı Vlll: l s l a h a ı , D a rbe ve D e v l e t

D İ N DAR V E I S LAH ATÇ I PA D İ ŞA H


III. Mustafa Han, kaynaklarda meziyetli, sağlam bir değerlendir­
me yeteneği ve temyiz kabiliyeti olan, basiretli, faal ve hükümdarlık
vecibelerine eğitim ve yeteneği el verdiği ölçüde samimiyetle sarılan,
dindar, hamiyetli, iyi kalpli, merhametli, hayırsever ve cömert bir
ki�iliğe sahip olarak kaydedilmiştir.
Verdiği vazifeleri takip eder, mesullerden hesap sorardı. Önüne
gelen raporları dikkatle okurdu. Küçük ayrıntılara kadar her şeyle
ilgilenme temayülü herhalde işlerin yoğunluğunda boğulma sakın­
casını beraberinde getirmiştir.
Gelenek ve adetlere bağlıydı. Düzenli ve tutumlu idi. Güzel ko­
nuşurdu. İyi bir hattattı. Katibzade Mehmed Refi Efendi'den özellikle
talik olmak üzere Rumeli Kazaskeri Ekşiaşzade Veli Efendi'den de
hat meşk etmiştir.
İlme ve alime önem veren ve alimleri himaye eden bir padişah
idi. Alimleri huzurunda toplar, münakaşalar yaptırır ve onlardan
bir şeyler öğrenmeye çalışırdı. Alimleri cömertçe mükafatlandırır
ve onları himaye ederdi.
III. Mustafa Han yenilik taraftarı bir padişah olarak da tarihe
geçmiştir. Askeri ıslahat için aldığı tedbirler ve Baron de Tott'un
davet edilmesi bunu göstermektedir. Nitekim en başta Kağıthane'de
kurulan kışlada Batı tarzında bir askeri ocak eğitime başlamış ve
Topçu Ocağı da ıslah edilmiştir. Bu suretle Osmanlı ordusu ilk defa
bu devirde süngü ile talime başlamıştır.
Askeri teftişlerde bulunmak, ata binmek, avlanmak, mesire yer­
lerini gezmek onun en büyük zevkleriydi.
Mustafa Han, cömert ve hayırsever bir şahsiyet olarak bilin­
ili.
mektedir. Nitekim 22 Mayıs 1 766'da İstanbul'u sarsan, birçok evin
yıkılmasına ve can kaybına sebep olan zelzelede padişah büyük
yardımlarda bulunmuştur.
III. Mustafa'nın hayırla yad edilmesi gereken bir diğer özelliği
de, başlattığı ıslahat çalışmalarının III. Selim Han ile il. Mahmud'a
örnek teşkil etmiş olmasıdır. Onun en büyük talihsizliği de salta­
natının çok mücadeleli bir devre rastlamasıdır.
I l l . M u s t afa Han 111

III. Mustafa Han, hükümranlık mesuliyetini iyice kavramış,


devletin mutlak bir ıslaha muhtaç olduğunun şuuruna ermişti.
Saltanatı boyunca devleti kalkındırmakla uğraşmıştır. Fakat ne
yazık ki bu hususlarda kendisine yardımcı olacak değerli devlet
adamları bulamadı. On altı senelik saltanatı boyunca özellikle Koca
Ragıb Paşanın vefatından sonra devlet adamı bulmakta büyük
sıkıntı çekmiştir.
III. Mustafa Han her an çıkması muhtemel bir Rus savaşı için
uzun zamandır görülmeyen zenginlikte bir ihtiyat hazinesi toplamış,
askeri ıslahata girişmiş, fakat bunu tam manasıyla gerçekleştireme­
den savaşa girmek mecburiyetinde kalmıştır.

B O L B O L TARİ H O KUYU N !
III. Mustafa Han, yenileşmenin gerektiği fıkrindeydi ve ıslahat
yapmak istiyordu. Prusya Kralı il. Frederik'in ıslahat hareketlerini
duymuş, Ahmed Resmi Efendi'yi Prusyaöaki gelişmeleri incele­
mek ve başarıların ardındaki gerçekleri öğrenmek üzere bu ülkeye
göndermişti. il. Frederik, Ahmed Resmi Efendi ile görüşmesinde
kendi başarılarının sırrın şu üç altın prensipte olduğunu söylemişti:
Bol bol tarih okuyup eski tecrübelerden istifade etmek,
Güçlü bir orduya sahip olmak ve sulh zamanında dahi askerlere
sürekli eğitim yaptırmak,
Hazineyi daima parayla dolu bulundurmak,
III. Mustafa Han, Ahmed Resmi Efendi ile bunları konuştuğunda,
"Başarının anahtarı her yerde" aynı diye mırıldandı.
Tarih ve tecrübe ecdadının ve onun en değer verdiği ilimdi.
Hazineyi doldurmuştu.
Fakat güçlü ordu ve kaliteli adam! İşte bu nasıl olacaktı? Bu
noktada tahta çıktığı andan itibaren hissettiği sıkıntılar savaş za­
manlarında kendisini haklı çıkaracaktı. Yetenekli adam bulmak ve
yetiştirmek kolay değildi.
Padişah, "şimdi erbab-ı saadette gezen hep hazele" derken bu
çarpıcı gerçeği ifade ediyordu.
1 12 Kay ı Vlll: lslahat, Darbe ve D e v l e t

ili. Mustafa Han'ın Prusya'nın başarılarını dahi takip ederek neler


yapacağı konusunda araştırmaları takdir edilecek bir hususiyeti
iken ne yazık ki son dönem tarihlerimize farklı algılarla padişah
müneccim p eşinde şeklinde alay konusu yapılarak aksettirilmiştir.
ili. Mustafa Han, orduda bir yenileşme gerektiği fikriyle hareket
ediyordu. Askerlere eğitim kuralları getirdi. İtirazlara aldırmadan
tüfeklere süngü taktırdı. Yeni bir tophane kurdurup güçlü toplar
döktürdü. Bahriye, istihkam ve topçu okulları açtı. Yaşlı başlı su­
baylara bile eğitim mecburiyeti getirdi.
Ordudaki ıslahat konusunda Baron de Tott'tan çok yararlandı.
Baron de Tott, Osmanlı topçu sınıfını yeniden ele alıp modernize
etti ve askere Avrupa usulü eğitim yaptırdı.
III. Mustafa ekonomik ve siyasi bakımdan çok önemli olacak
Süveyş'te kanal açmak, Sakarya Nehri'ni Sapanca Gölü üzerinden
İzmit Körfezi'ne bağlamak gibi düşünceleri vardı.100 Ancak bunları
başlayan Rus Harbi nedeniyle gerçekleştirme imkanı bulamadı.

İ MA R FAA L İ Y E T L E Rİ
Büyük bir ihtiyat hazinesi toplayan Mustafa Han, memleketin
imarı yolunda da bir hayli işler yapmıştır. İstanbulaa ve memleketin
diğer yerlerinde sık sık vuku bulan büyük yangın ve zelzele tahribatı
için kendi şahsi hazinesinden de olmak üzere 220 bin ( 1 1 milyon
akçe) sarf etmiştir. Edirne Sarayı'nın inşaatını da tamamlatmıştır. 101
Sultan I I I . Mustafa, padişahlığı zamanında çıkan Rusya
Harbi'nden dolayı memlekette başlayan sıkıntı ve buhrana rağ­
men, evvelce başladığı hayır ve imar işlerini mümkün olduğu kadar
ihmal etmemeye çalıştı. Sulh devresinde yaptırdığı birkaç cami
ve diğer hayratından başka, çeşitli sebeplerle harap hale gelen ata
yadigarlarının ihyasına, savaşın sebep olduğu her türlü güçlük ve
sıkıntılar sırasında da devam ederek, onların da tamamlanmasında
muvaffak oldu.
1 757- 1 760 seneleri arasında validesi Mihrişah Sultan ile ağabeyi
Şehzade Süleyman'ın ruhları için ÜsküdarCla inşa ettirdiği Ayazma
Camii'nden sonra 1 76 1 Cle KadıköyCle ve 1 763'te Paşabahçesi'ndeki
camileri inşa ettirdi. 1 764 senesinde, 1 760'tan başlattığı ve kemer-
I l l . M u s t afa Han 1 13

lerle üçe ayrılmış geniş bir çarşı üstüne yaptırmakta olduğu Laleli
Camii ile etrafındaki medrese, imaret, türbe ve sebilini de ikmale
muvaffak oldu.
Soğukkuyuöa Gülhane Parkı'nın giriş kapısı karşısında yer alan
Zeynep Sultan Camii de onun zamanında tamamlanmıştır.
22 Mayıs 1 766 tarihinde İstanbul'un gördüğü en büyük zelzeleler­
den "Küçük Kıyamet" de denen bir zelzele vuku buldu. 4000 kişinin
öldüğü ve birçok tahribata yol açan bu zelzele sabahın ilk ışıklarıyla
başlayıp iki dakika içinde İstanbul'u yerle bir etmişti. Artçı sarsın­
tılar 1 yıl sürmüş ve İstanbul halk uzun süre evlerine giremeyerek
çadırlarda kalmıştır. Hatta Osmanlı Sarayı da hasar gördüğünden
III. Mustafa Han İstanbul'u terk etmek mecburiyetinde kalmıştır.
İstanbul'a su sağlayan Ayvad Barajı da hasar görmüştür. Yeraltı
su dağıtım şebekesinin bir bölümü çökmüş, bu çöküntüden dolayı
bazı bölgeler deprem ile birlikte susuz kalmış, bazı bölgelerde ise
su yolları ve çeşmeler kullanılamaz hale gelmiştir. Zelzelede Fatih
ve Eyüp Sultan Camileri başta olmak üzere diğer birçok mabed
hasara uğramıştı. 102
Bu müthiş afetin tahribatının süratle giderilmesini isteyen Sultan
III.Mustafa, çok hızlı bir imar faaliyetine başlamıştır. On bir milyon
kuruş olarak hesaplanan zararın telafisi için padişah büyük gayret
sarf etmiştir. Fatih ve Eyüp Sultan Camileri yeni baştan inşa edil­
miş, Saraçhane, Baruthane, Tophane, Davudpaşa Kasrı, surların bir
kısmı, Kapalıçarşı ve Kız Kulesi süratle tamir ve restore edilmiştir.
Laleli, Üsküdar-Ayazma, Kadıköy İskele ve Paşabahçe Camileri,
Sultan III. Mustafa'ma çok sayıda hayır hasenatının başında gelir.
Ama ne gariptir ki, teknik üniversitede olduğu gibi, bu camiler
de onun ismiyle anılmamıştır. Hanımı Mihrişah Valide Sultan da
hayratıyla tanınır.

LAL E L İ CAM İ İ
Laleli Camii, III. Mustafa Han'ın, adı ile ilgili enteresan bir
hikayesi de bulunan yanındaki diğer yapılarla birlikte muaz­
zam külliyesidir. 103 1 760- 1 764 yılları arasında yaptırılan külliye
cami, imaret, çarşı, dükkanlar, çeşmeler, sebil, türbe, medrese,
114 Kayı Vlll: l s ! a h a ı , Darbe v e D e v l e t

han v e mumhaneden oluşmaktadır. Daha sonra külliyeye bir de


muvakkithane ilave edilmiştir.
Adını Laleli Baba denilen bir veli türbesinden alan külliyenin
inşasına hassa başmimarı Kara (Hacı) Ahmed Ağa tarafından baş­
lanmış ve Mehmed !ahir Ağa tarafından tamamlanmıştır. 1 782'deki
yangında külliyenin bazı dükkanları yanmış, harap olan cami 1 783
ve 1 846 yıllarınc!a tamir edilmiştir. Külliye yapılarından medrese
günümüze ulaşmamıştır.
Camiye adını veren Laleli Baba ile padişah arasında geçen hadise
şu şekildedir:
Rivayete göre III. Mustafa Han, Laleli Baba adında bir veliyi
rüyasında görmüştü. Ona, "Dünyada en büyük mutluluğun ne oldu­
ğunu" sordu. O da, "yiyip içtiğini def edebilmektir;' diye cevap verdi.
Padişah bu cevabı bir veliye yakıştıramamış ve yüzünü buruştur­
muştu. Ancak ertesi gün padişah ağır bir kabızlığa tutuldu. Doktorlar
bir çare bulamadılar. Padişah perişan bir halde iken tekrar rüyasına
giren veli, kendi adına bir cami yaptırırsa bu hastalıktan kurtula­
cağını vadetmiş. Padişah da söz verince rahatsızlığı izale olmuştu.
İşte Laleli Camii'nin yapılış hikayesi budur. İstanbul'a en çok
cami yaptıran Osmanlı hükümdarı olduğu halde hiçbirine adını
verememişti.
Bu sebeple padişah, "İstanbul'da dört camii yaptırdım. İkisini
(Ayazma ile İskele) sele, birini yele (Laleli), birini de dedeme (Fatih)
kaptırdım;' derdi.
Ayazma, mukaddes su demektir. Kuş evleri ile meşhurdur. Padi­
şah bu camiyi ağabeyi Şehzade Mehmed ve annesi Mihrişah Valide
Sultan'ın ruhu için yaptırmıştır. İskele Camii ise, Kadıköy'de yer
alan tek padişah camiidir.

C İ H AN G İ R
Ill. Mustafa Han birçok Osmanlı padişahı gibi şiire merak salmış
ve bu hususta başarılı olmuş bir Osmanlı padişahıdır. Şiirlerinde
"Cihangir" mahlasını kullanmıştır. Şiirlerine "el-fakir Mustafa Han-ı
ili. M u s t afa H a n 1 15

Salis" şeklinde imza atardı. Şiirlerinden birinde Cenab-ı Hakk'a


şöyle yakarmaktadır:

Ya Rab beni bir mesned-i valaya getirdin


Enva-ı inayatını kıldın bana ihsan

Ol şah-ı rüsul fahr-i cihan aşkına ya Rab


Nimetlerinin şükrüne de kıl beni şayan

Ettin fukara kullarını bana emanet


Bu hizmetin ikmalini kıl bendene ihsan

Ahkam-ı hilafette beni eyle muvaffak


Şer üzre metanetle edip faik-i akran

Dergah-ı muallana budur arz-ı niyazım


Makbul-ı dua kıl beni ey halik-i ekvan

Gördüm fukara kullarının hali perişan


Her biri eder mihnet ile çak-i giriban

Tahrib-i bilad etmede çün düşmen-i lslam


Mahzun ü mükedder ulemamız dahi hayran

Her semt-i memalikde nice türlü mehalik


Buldum ki taaddiyle yıkılmış nice büldan

Fikr etmek ile çare bulunmaz buna asla


Tedbir ile tanzimi değil kabil-i imkan

Bildim ki meded senden olur kimseden olmaz


Ey kadir ü kayyum meded derdime derman

Tuttum yüzümü Kabe-i uşşakına ya Rab


Hak üzre döker kanlı yaşı dide-i giryan

Ver asker-i İslama şecaatle metanet


Mansur u muzaffer olalar cümlesi her an

Sayemde cihan halkını asude-derun et


Bu bendeni kıl mazhiir-ı davat-ı za'ifan
1 16 K ay ı V l l l : l s l a h a ı , Da rbe ve D e v l e t

Hıfzeyle benim meclisimi su'-i karinden


Kar etmeye lutfunla bana hile-i şeytan

Tevfik-i şerifin ile razı ola benden


Ol iki cih,an serveri peygamber-i zi-şan

Vasıl ola ol şaha Cihangir tarafından


Ezka-yı tahiyyat ile teslim-i fıravan'04

Y I K I LU P D U R B U C İ HAN
Sultan III. Mustafa tahta çıktığında Osmanlı Devleti eski haşmetli
dönemlerini geride bırakmıştı. Ancak işin daha acıklı tarafı ise
devletin ehil ve kaliteli adamlara olan ihtiyacıydı. Padişah muhte­
melen bu büyük eksikliği görmüş yazdığı bir kıta ile devrinin adeta
fotoğrafını çekmiştir. Padişahın, kaliteli adam eksikliğinin derin
ıztırabını dile getirdiği bu kıtasına devlet adamları tarafından da
pek çok nazireler yazılmıştır. 105 Padişahın kıtası şöyle idi:

Yıkılupdur bu cihan sanma ki bizde düzele


Devleti çarh-i deni virdi kamu mübtezele
Şimdi erbab-ı saadetde gezen hep hazele
lşimüz kaldı heman merhamet-i Lem-yezele106
Padişahın bu ıztırabına zamanın sadrazamı Koca Ragıb Paşa da
ortak oldu ve padişahın kıtasına bir nazire söyledi. Sonra sırasıyla
birkaç şair daha aynı yolu izledi. Başarılı devlet adamlığı yanında
şiir sanatında da devrin önde gelen üstatlarından olan Koca Ragıb
Paşanın padişahın kıtasına yazdığı nazire şöyledir:

Niceler almada kamın bu cihanda tiz ele


Feleğin devri mutabık yine bezm-i ezele
Sanma ey dil ki saadet bula bir dem hazele
Virdi Hallak-ı cihan mübtezeli mübtezele
"Evet, görünürde çoğu kimse dünyadan çabucak kam almada,
felek ezel bezmine uygun dönüyor; ey gönül, alçakların bir an bile
mutluluk göreceklerini zannetme, çünkü Yaradan aşağılık kimseleri
yine aşağılık kimselere denk düşürür."
I l l . M u s t afa Ha n 1 17

Koca Ragıb Paşa naziresi, mümince bir teselli olarak görülebilir.


Ona göre aslında olup biten her şey dünyanın haline uygundur. Ni­
tekim insanlar davranışlarıyla birbirinden ayrışacaktır. Dolayısıyla
kötülük yapan, kötü yolu tutan kendine etmiş olur. Dünyanın geçici
mutluluklarına kanmamak gerekir. Allah mühlet verir fakat ihmal
etmez. Zalim Allah'ın kılıcıdır, onunla intikam alır; sonra döner
zalimden intikam alır. Bu yüzden üzülmeye gerek yoktur şeklinde
değerlendirilebilir.
Bir diğer nazire devrin kadılarından olup Nakşibendi tarikatına
bağlı İsameddin Efendi'nindir. 1 788 yılında Üsküdar'da vefat eden
İsameddin Efendi'nin şerh ve tercüme olmak üzere eserleri vardır.
O, naziresinde şöyle diyordu:

Devr-i alem bu siyak üzre muvafık ezele


Bu sipihre işini uyduramaz bir hazele
Mübtezellere kalursa işimüz gelmez ele
Yine erbab-ı saadetle meger kim düzele
"Dünyanın hali ezel bezmine uygundur, bu felek hiçbir alçağın
dileğine göre dönmez, aşağılık kimselerden kim bir hayır görmüş,
nizam olacaksa yine ehil kimselerin eliyle olacaktır:'
İsameddin Efendi bir anlamda padişahın gazeline kısa bir şerh
yapmakta ve onu gayretli olmaya davet etmektedir. O, alçaklardan
bir hayır gelmeyeceğini belirterek yine hamiyet ehlinin işe el atması
gerektiği, nizamın tekrar tesisi mümkün olacaksa saadet ehlinin
çabasıyla gerçekleşeceğini vurgulamaktadır.
Hacegandan olup defterdar mektupçusu olarak görev yapan
Kilisli Mehmed Haki Efendi (v. 1 758) de III. Mustafa Han'ın kıtasına
nazire yazmıştır.

Bende ol sıdk u muhabbetle Hakim-i ezele


Olamaz mazhar-ı tevfik-i 'inayet hazele
Sakınup devlete basdırma ayak mübtezele
Sözümü tut anun üstine kapuyı rezele
"Ezel sultanı Allah'a muhabbet ve sadakatle kul ol. Çünkü alçak
kimseler Allah'ın yardımına mazhar olamaz. Bu yüzden onların
118 Kay ı Vlll: I s l a h a t , Darbe v e D e v l e t

devlet kapısına ayak basmalarına izin verme, sözümü tut ve kapıyı


üzerlerine kilitle."
Aslında Mehmed Haki Efendi'nin söylediği, problemin temel­
den çözümüdür. Ona göre öncelikle kullukta kusur edilmeyecektir.
Çünkü Allah'ın inayeti ancak doğru olanlarladır. İkinci olarak da
mübtezellere devlet kapısında yer verilmeyecek, üzerlerine kapılar
kapatılacaktır. Spn derece isabetli bu fikirlerin uygulanması ise
kaliteli adam olmayınca olmuyordu.
Mehmed Haki Efendi yazdığı ikinci bir nazire ile padişahın dik­
katini de çekmekten geri kalmaz. Ona göre müptezel aşağı kimseleri
de iş başına getirip sonra şikayet eden sensin diyerek kapıları onlara
kapamasını hatırlatan bu güzel naziresi ise şu şekildedir:

Yüz sürüp ağlaya-gör padişeh-i Lem-yezele


Matlabın böyle tehi gezmek ile girmez ele
Basmasun dirsen eger devlete payın hazele
Yüz virüp eyleme ihsan u kerem mübtezele
Enderunda yetişmiş ve orada hocalık yapmış Süleyman Daniş
Efendi (v. 1 774-75) de bu güzel kıtaya bir nazire yapmıştır. Onun
gazelinde biraz da kaderin hükmüne razı ol fazla sitem etme havası
sezilirken ümitsizliğe düşme anlamları da çıkarılabilir. Şöyle ki:

Dil virüp şevk ile dört kaşlı bir afet güzele


Geh ruba'i diyelüm gahi bakalum gazele
Re'y-i tedbir idemez levh-i kazayı tagyir
Rabt-ı kalb eyle heman hükm-i Hakim-i ezele
"Şevk ile dört kaşlı bir güzele gönül verelim, ardından bazen rubai
bazen gazel söyleyelim, tedbir alsan dş. kazayı engelleyemezsin, o
halde gönlünü hemen Allah'ın hükmüne bağlamalısın:'
Diğer nazireler içinde belki de en teslimiyetçi yaklaşım Daniş
Efendi<ie görülmektedir. Kaderde olan başa g�lir. kader hükmünü
icra eder, bundan kaçış yoktur. Bu yüzden kendine bak, gönlüne
bak ve Allah'ın hükmüne boyun ey, demektedir. Bu bakış açısı
yapılacak bir şey olmadığı, dönemin ahir zaman olduğu, işimizin
Allah'a kaldığı düşüncesinin yansımasıdır.
J I I . M u s t afa H a n 1 19

Diyarbakırlı Hıfzızade Hafız Mehmed Efendi'nin (v. 1 775) na­


ziresi de dikkat çekicidir. O, padişahın çabası ve gayretiyle işlerin
düzeleceğini ifade etmektedir.

Herkesin ed'ayesi Hazreti Hayy-ı ezele


Himmet-i daver-i mümtaz ile alem düzele
Hazele na'il olur devleti alur tiz ele
Bu fena mansıbıdur ki virilür mübtezele
"Herkesin duası ebedi olan Allah'adır, adaletli padişahımızın
himmetiyle alem düzelsin diye; alçaklar devleti ele geçirmekte acele­
cidir, ne de olsa gelip geçici olan makamlar değersiz kişilere verilir:'
Hıfzızade Hafız Mehmed Efendi naziresinde diğerlerine göre
daha mutedil bir yol izler. Allah'a dua etmeli, padişaha güvenme­
li, dünyada elde edilen gelip geçici mevkilere itibar etmemelidir.
Hıfzızade Hafız Mehmed Efendi ikinci mısrada padişaha düşen
sorumluluğu hatırlatmakta ve gayret iması yapmaktadır.
Devrin büyük sadrazamlarından Koca Ragıb Paşa, "Eğer maksud
eserse mısra-ı berceste kafidir," demişti.
Aslında III. Mustafa Han'ın şu dörtlüğü bir devrin durumundan
öte bir imparatorluğun acı gidişine ne güzel ışık tutuyor. Tabii ki
her devirde anlayıp ibret alabilene!
1. A B D Ü L HAM İ D HAN
Ya Rasalallah!
Efendim! Tutuver elimden
Senden başka kimsem yok , meyledemem başkasına
Bütün kainatta hidayet nuru Sensin
Ey güvenilenlerin en hayırlısı , cömertliğin sımsın
Hakikattir , bütün varlıkların imdadı Sensin
Allah için insanların yol göstericisi ve hatalara set çekicisin
Ey hamd makamında (Makam-ı Mahmud' da) bulunmaya
layık olan Efendim!
1. Abdülhamid Han
C Ü LU S

III. Mustafa Han 2 1 Ocak 1 774'te vefat ettiğinde Ş ehzade


Abdülhamid'in kırk dört yıllık Şimşirlik hayatı son bulmuş olu­
yordu. Kırk dokuz yaşındaki padişah, tahtı en uzun süre bekleyen
üçüncü hanedan üyesi olmuştu.
1. Abdülhamid Han 21 Ocak Cuma günü namazdan önce tahta
çıktı ve buna uygun protokollerle kendisine biat olundu. Cülus ha­
beri seferde bulunan Sadrazam Muhsinzade Mehmed Paşa'ya hatt-ı
hümayunla, eyalet, sancak ve diğer merkezlere emr-i alişanlarla ve
dış ülkelere ise namelerle duyuruldu . 1 Bununla ilgili olarak devrin
şairleri tarafından tarihler düşürüldü.
Tahta çıkışının yedinci günü (27 Ocak Perşembe) Kılıç Alayı
düzenlendi. 2 Eyüp Sultan'a geldiğinde mihmandar-ı Resulullah Halid
bin Zeyd Ebu Eyyıib el-Ensari'nin huzurunda, dinine, vatanına ve
milletine hizmet edebilmesi ve Müslümanların rahatı için uzun uzun
dua etti. Allahu Tealaya yalvardı, gözyaşı döktü. Cenab-ı Hakk'tan,
en çok sevdiği Peygamber'inin, Eshab-ı Kiram'ın ve Ehl-i Beyti'nin
hatırı için dualarının kabulünü istedi.
Nitekim padişah alışılmışın dışında olarak Hazreti Ömer'in kılıcı
yerine, Hazreti Peygamber'in kılıcını Şeyhülislam Şerifzade Meh­
med eliyle kuşandı. Ardından sadaret mührü yenilendi. Darbedilen
para ve gümüşler ile resmi belgelerde III. Mustafa Han döneminde
başlanmış bulunan İslambol tabiri yerine yeniden Kostantıniyye
ibaresine dönüldü.
l. Abdülhamid Han tahta çıktığı sırada Damad Muhsinzade
Mehmed Paşa sadrazam ve serdar-ı ekremdi. Padişah, Muhsinzade
Mehmed Paşa'yı sadarette bıraktı. Sadrazam zaten Rusya cephesinde
bulunduğundan padişah idari bir değişiklikle oradaki vaziyeti de
karıştırmak istemiyordu.
1 24 Kayı Vlll: I s l a h a t , Darbe ve D e v l e t

Ayrıca padişah, III. Mustafa Han devrinde başlayan ve beş yıl­


dır devam eden Osmanlı-Rus Harbi'ni kati bir neticeye bağlamayı
istiyordu. Niyeti, Hırsova'yı aldıktan sonra Eflak ve Boğdan'ı da
Rusların i.şgalinden kurtarmak ve bir sulh imzalamaktı.

O S MAN L I - RU S H A RB İ ' N İ N D E VAM I


III. Mustafa Han vefat edip 1. Abdülhamid Han tahta çıktığında
Osmanlı-Rus H�rbi devam ediyordu. Ruslar, Osmanlıları antlaşmaya
yaklaştırabilmek için yoğun bir saldırı başlatmış bulunuyorlardı.
Bilhassa General Romanzof, antlaşmayı hararetle isteyenler ara­
sında idi. Zira Katerina'nın çevresindeki güç odakları ile rekabet
halindeydi. Konumunu güçlendirebilmek için bir an önce sulha
ihtiyacı vardı.
Rus Başkumandanı General Romanzof, askerini üç kola ayı­
rıp General Saltikov, Sovarov ve Kamenski kumandasında olarak
Rusçuk, Silistre ve Hacıoğlu Pazarı'na taarruz başlattı. Kendisi de
yanındaki birliklerle bir müddet sonra Silistre önüne geldi.
Şumnu'da bulunan ve rahatsız olan Veziriazam Muhsinzade,
en tehlikeli cephe olan Hacıoğlu Pazarı tarafına Yeniçeri Ağası
Yeğen Mehmed Paşa ve Abdürrezak Bahir Efendi komutasında
asker sevk etti. 3
Ancak Rusların Hacıoğlu Pazarı tarafından taarruzları Şumnu'da
bulunan serdar-ı ekremin vaziyetini tehlikeye düşürmüştü. Ruslar
burayı aldıklarında sahilden güneye doğru inecek ve Şumnu'yu
abluka altına alabileceklerdi. Nitekim çok geçmeden Hacıoğlu Pa­
zarı düştü.
Diğer taraftan Varna'nın batısında Kozluca mevkiine gelen Yeğen
Mehmed Paşa, kuzeyden baş gösteren düşmanın öncü kuvvetleri
üzerine Abdullah Paşa ile bir miktar kuvvet sevk etti.4
Abdull ah Paşa'yı Rusların öncü kuvvetleri karşıladı. Paşa, bun­
ların az olduğunu görünce ihtiyatsızca ilerlemeye başladı. Abdullah
Paşa kuvvetlerinin durumunu Ahmed Resmi Efendi Hulasatü'l­
İ'tibar adlı eserinde şöyle nakletmektedir:
l. Abdülhamid Han 1 25

Düşmen daima böyle zaaf suretin gösterip ehl - i İslamı pusuya


çekmek adeti olmakla taburun ol mahalde orman içine yerleştirip
durmuştu. Abdullah Paşa yanında olan piyade askeriyle aç karnına
üç saat bir dere içinde gidip tamam yorulduktan sonra düşman
taburdan hariç bir miktar asker gösterip bunlar ile cenk etmekle
kızgınlık ve susuzluk ortalığı aldıktan sonra, orman içinden topların
atmaya başladıklarında ehl-i İslamın yüzlerin döndürdüler. Birazı
ateşden birazı atışdan şehit olup bakileri geri dönüp Kozlucada
serasker ordusu üzerine döküldüler.

Bunları görünce ordu halkına da korku düşmüştü. Serasker, askeri


ileriye sürmek murat ettikçe, herifler sağa sola gidip çözülmeye
bahane aramaya başladılar. Tam bu sırada düşmanın taburu kırk
elli pare top ile meydana çıkıp bunlar üzerine yürüyünce, asker ve
serasker cümlesi birden, adetleri üzere orduyu top ve mühimmat
ve zehayir ve mekıilatıyla yerinde bırakıp perişan bir halde kaçış
yolunu tuttular.5

Rus ordusu üç dört gün ganimet taksimatıyla meşgul olup dinlen­


dikten sonra gayet ihtiyatlı bir biçimde serdar-ı ekremin bulunduğu
Şumnu ordugahı üzerine yürüdü. Rus kuvvetlerinin Şumnu'ya iki
saat mesafedeki Yenipazar'a geldikleri haberi üzerine Dağıstanlı Ali
Paşa komutasında düşman üzerine birlikler sevk edildi. Ruslar yine
ordunun tamamını göstermeyerek iki yüz atlıyı meydana çıkardı.
Osmanlı askerleri, düşmanın azlığına aldanıp ekinlik arazi içinde
Rus askerinin üzerine at sürdüler. İ ki yüz atlı ricat ederek Osmanlı
askerini asıl ordunun içine çekmeyi başardılar. Düşmanın bu ricati­
nin sahte olduğu anlaşılınca ordu içinde bozulmalar meydana geldi.
Yaklaşık yedi sekiz bin atlı Osmanlı askeri bir saat bile çarpışma­
dan kendi ordu ganimetini yağma ederek, Edirne'ye doğru kaçtılar.6
Artık serdar-ı ekremin yanında pek az kuvvet kalmıştı. Fakat
buna rağmen yılmamıştı. Derhal üstün Rus birliklerine karşı müda­
faa tertibatlarını aldı. Bu esnada yağan şiddetli yağmurlar nedeniyle
Rus ordusunun ileri harekatı aksadı. Ancak üç gün sonra Şumnu
önüne gelebildiler. Vaziyet son derece kötüleşmişti.
1 26 K a y ı V l l l : l s l a h a ı , D a r b e ve D e v l e t

S U L HA G İ D E N YO L
Diğer cephelerde de Rusların ilerleyişi ara vermeden devam
ediyordu. Totrakan'da bulunan Rus kuvvetleri Hezargrad üzerine
yürüyüşe geçmişlerdi. Burayı müdafaaya gelen Çatalcalı Ali Paşa
ricat ederken, Silistre'ye yardım etmeye uğraşan Arapgirli İbra­
him Paşa emrindeki askerimizi de geri çekilmeye mecbur bıraktı.
Arapgirli, sadrazama yazdığı mektupta, "Şimden geri sizin mey­
danda durmanlil münasip değildir. Balkan'da sağlam duracak bir
yer tedarik edin;' diyerek nasihatte bulunacaktı. Balkan Muhafızı
Yusuf Paşa da baskına uğrayarak yanındaki askeri dağılmış, kendi
de esir düşmüştü. 7
Ö te yandan Şumnu muhasarası dolayısıyla İ stanbul'dan yardı­
ma gönderilen Tatar Hanı ve Ispanakçı Mustafa Paşa, Edirne ve
Karinabad'da bulunup ileri gelmemek için mazeretler üretiyorlardı.
Şu vaziyete göre, Osmanlı ordusunun durumu darmadağınıktı.
Neredeyse ciddi bir muharebe etmeden feci şekilde bozguna uğramış
görünüyordu. Ağır hasta olan serdar-ı elcrem, Şumnu'da ümitsiz bir
müdafaaya girişmişti.
Bu feci ve fena vaziyet sulhu mecburi kılıyordu. Ruslar da uzun
süren savaşlar dolayısıyla yıpranmış ve mali bakımdan sıkıntılı bir
hale düşmüşler ise de hiç beklemedikleri seviyedeki kazançlarını
bir antlaşma ile kesinleştirmek sevdasındaydılar.
Nitekim Prusya'nın çariçe yanındaki sefiri Sorel, Rusya'nın içinde
bulunduğu durumu şöyle belirtmekteydi, "Ordunun tayin edilen
miktarı hiçbir vakit ikmal edilememişti. Zabitler ve askerler yor­
gun ve bizardılar. Memleket harp angaryasıyla ve asker toplamakla
sıkıntılı durumdaydı. Orduya beş sene zarfında üç yüz bin kişi
gönderilmişti. Hükümet çok ağır mali yükler altında bükülmüş kal­
mıştı. Mühim bir mağlubiyet, bu devlet için pek tehlikeli olabilirdi:'
Sorel devamında ise, "Eğer Türkler, Silistre ve Varna zaferlerinden
istifadeyi bilmiş olsa idiler, yeni bir hücum ihtiyatsızlığını Ruslara
pek pahalıya ödetebileceklerdi;' diye yazmaktaydı.8
Gerçekten de Rusya'daki Don Kazakları, Pugaçev'in kumandası
altında isyan etmişlerdi. Veba hastalığı şiddetle devam ediyordu.
l . A b dü l h a m i d H a n 1 27

Mali durum bozulmuştu. Rus ordusu oldukça bitkin vaziyete düş­


müştü. Osmanlı topraklarında çok fazla ve tehlikeli bir şekilde
ilerlemiş durumdaydılar. Avrupa'nın siyasi vaziyetini de emniyetli
hissetmeyen çariçe de, sulh yapılmasından yana idi.
Bu sebeple General Romanzof Şumnuöa sıkıntılı bir durumda
bulunan sadrazama bir kez daha sulh teklifinde bulundu. Sadra­
zamın da bu teklifi kabul etmekten başka bir seçeneği kalmamış
görünüyordu. Zira yanındaki bütün kuvveti yedi sekiz bin kişiden
ibaretti. Onların da ne kadar mukavemet edebileceklerini evvelki
hadiseler gösteriyordu.
Sadrazam Kethüdası Ahmed Resmi Efendi nişancı rütbesi ile
birinci ve Reisülküttab İbrahim Münib Efendi ikinci murahhas tayin
olundular.9 Murahhaslar Şumnu muhasarasının on ikinci gününde
( 1 2 Temmuz 1 774) şehirden çıkıp Silistre'ye dört saat mesafedeki
Küçük Kaynarca kasabasına geldiler.
Rus başkumandanı sulh görüşmesi yapabilmek için en başta
Kılburun, Kerç ve Yenikale'nin Ruslara terkini şart koydu. Osmanlı
murahhasları bu hususu sormak istemişlerse de muvafakat etme­
diğinden çaresiz olarak kabul edildi.
Rus Murahhası General Repnin idi. Mareşal Romanzof mütareke
kabul etmeyerek III. Mustafa Han'ın vefatından önce görüşülen ve
iki tarafça kabul edilmiş bulunan sulh akdinin derhal imzalanma­
sını istedi. Aslında bu durum Osmanlıların da işine gelmekteydi.
Zira o günden bugüne şartlar daha da ağırlaşmıştı. İki günde ve iki
celsede yapılan görüşmelerde son pürüzler de giderilerek muahede
akdedildi.
17 Temmuz 1774 tarihinde, "Ebedi" kaydıyla imzalanan antlaşma
yirmi sekiz madde olup iki ek maddeden mürekkep idi.

KÜ Ç Ü K KAYN A RCA M U A H E D E S İ
Muahede, öncelikli olarak Kırım'ın Osmanlı Devleti'ne olan
bağlılığına son verip müstakil bir hanlık haline getirmekte ve Tatar­
lara hanlarını seçme hakkı tanımaktaydı. Bununla beraber "umur-ı
diniyede taraf-ı hilafet-i seniyeye tabiyetleri" yani dini bakımdan
hilafet müessesesine bağlılıkları ve hutbenin padişah adına okun-
1 28 K a y ı V l l l : I s l a h a t , D a r b e ve D e v l e t

ması kabul edilmişti. B u maddeyle ilk defa Osmanlı Devleti halifelik


makamının manevi bir otorite olduğunu iddia ederek Kırımdaki
Müslümanların hamiliğini elde etmek istemiştir. Dolayısıyla oradaki
Müslüm �ların başıboş kalmalarının da bir nebze önüne geçilmiştir.
Halbuki halifelik makamının diyaneten böyle bir hakkı, vazifesi yok­
tur. Ancak burada dahiyane bir diplomasi oyunu gösteren Osmanlı
Devleti, sonraki benzer hallerde de halifeliği bu şekilde kullanarak
·
Müslümanlarla irtibatını muhafaza edecektir.
Her iki devlet de Kırım'ın iç işlerine karışmayacaktı.
Kılburun Kalesi, Kerç ve Yenikale ile Küçük ve Büyük Kabar­
taylar Rusya'ya bırakılmaktaydı. Rusya KafkaslarClaki kuvvetlerini
geri çekecek ve bu bölgenin iç işlerine karışmayacaktı.
Rusya savaş sürecinde ele geçirmiş olduğu Memleketeyn (Eflak
ve Boğdan), Besarabya, Akkirman, Kili, İsmail ve Bender kaleleri
dahil olmak üzere bütün yerleri iade edecekti. Memleketeyn'in
statüsü belirlenmekte ve ahalisine umumi af getirilmekte, bu mü­
nasebetle buradaki Hristiyanların hukuku Rusya'nın tekeffülü altına
verilmekteydi.
Yine Rusya'nın Akdeniz'de ele geçirmiş olduğu yerler Osmanlı'ya
iade edilmekteydi. Rus hükümdarlarına resmi yazışmalarda "Rus­
yaluların padişahı" unvanı kullanılacaktı.
İstanbuföa bir elçilik binası açılmasına ve burada bir kilise ya­
pılmasına ayrıca Beyoğlu'nda ana yol üzerinde Rus itikadınca bir
Ortodoks kilisesi inşasına izin verilecek ve Rusya bu kilisenin hi­
mayesini üstlenecekti. Rus hacıları kutsal yerleri serbestçe ziyaret
edebileceklerdi.
Rus ticaret gemilerinin Karadeniz ve AkdenizCle dolaşması ser- .
best olacak ve bunlar diğer devletlere verilen imtiyazlardan istifade
edecek, gerekli yerlerde konsolosluklar açabileceklerdi.
Osmanlı Devleti üç taksit halinde on beş bin kese (4,5 milyon
ruble) harp tazminatı ödeyecekti.
Rus kuvvetleri bir ay içinde Tuna'nın öte yakasına geçecekler ve
bunu takip eden iki ay içinde diğer yerlerden çekilmiş olacaklardı.
1 . Abdü l h a m i d H a n 1 29

Aynı şekilde Akdeniz tarafındaki tahliye de üç ay içinde gerçek­


leşecekti.
Antlaşmanın tasdiknameleri, gerekli hediyeler takdimiyle bera­
ber fevkalade elçiler gönderilmesi suretiyle mübadele olunacaktı.
Şimdiye kadar böyle bir antlaşma yapılmadığını ifade ederek
memnuniyetini dile getiren il. Katerina, böylece Rusya'nın da içinde
bulunduğu fevkalade sıkışık durum itibariyle antlaşma şartlarının
beklenenden daha tatminkar olduğuna işaret etmekteydi.
Osmanlı Devleti, bu antlaşmada arazi itibariyle fazla kayba uğ­
ramamakla beraber, Rusların Eflak ve Boğdan'a karışmaları ve iste­
dikleri yerlerde konsolosluk açmaları, Ortodoksların hamisi sıfatını
takınmaları gibi maddeler her zaman müdahaleye yol açabilecekleri
maddelerdi. Ruslar, bu zaaftan istifade ile iki de bir tahakküm siyaseti
takibine kalktıklarından, devlet pek acı neticelerle karşılaşacaktı.
Küçük Kaynarca Muahedesi Karlofça'dan sonra Osmanlı
Devleti'nin tarihi boyunca yaptığı antlaşmaların en ağırlarından
biri olmuştur.
Bu muahede ile 1 475'ten itibaren Osmanlı Devleti hakimiyetine
giren Kırım Hanlığı sözde istiklaline kavuşarak Osmanlı idaresin­
den ayrılmıştır. Bu durum Kırımın Rus idaresine girmesinin ilk
basamağını teşkil etmiş, Rusya'nın Lehistan'ı paylaşmasından sonra
1 783'te Kırım'ı işgal ederek topraklarına katmasına vesile olmuştur.
Bir buçuk milyon Müslüman Türk'ün meskUn bulunduğu on beş
asırlık bir Türk ülkesi olan Kırım'ın Rus hakimiyetine geçmesi, Türk
milletinde şiddetli tepki ve üzüntüye sebebiyet vermiş ve Kırım'ın
geri alınması arzusu uzun yıllar Osmanlı politikasının temelini
teşkil etmiştir.
Lehistan'ı Rus saldırısından kurtarmak için o an gereksiz bir
şekilde savaş göze alınmıştı, fakat Küçük Kaynarca Muahedesi'nde,
muharebeye sebep olan Lehistanaan hiç bahsedilmemiştir. Şimdi
ise Lehistan'ın akıbeti Rusya, Prusya ve Almanya'ya bırakılmıştı.
Ayrıca, Kırım'ın Osmanlı hakimiyetinden çıkması ile önceden bir
Türk gölü olan Karadeniz, Osmanlı kontrolünden çıkmıştır. Rusya
Karadeniz'de sahillere sahip olmuştur.
1 30 Kay ı V l l l : I s l a h a t , Da rbe ve D e v l e t

Küçük Kaynarca Muahedesi Karadeniz kıyıları, Anadolu, Bo­


ğazlar ve İstanbul'un Rus tehdidine maruz kalmasına sebep olduğu
gibi, Osmanlı ordusunun Tatar askeri kuvvetlerinin yardımından
da mahrum kalmasına yol açmıştır.
Bu antlaşma ile o zamana kadar dünyanın birinci devleti mev­
kiini devam ettiren Osmanlı Devleti, dördüncü devlet durumuna
düşerken, Rusya, İngiltere ve Fransa ise en güçlü devletler statüsüne
10
yükselmişlerdi f.

MUAH E D E HAKKI N DA YA K I Ş T I RMALAR


Küçük Kaynarca Muahedesi, Osmanlı Devleti için yıkıcı bir
antlaşma olmasının yanı sıra farklı konularda maksatlı olarak çeşitli
yakıştırmaların yapıldığı bir antlaşma da olmuştur.
Özellikle Hammer gibi bazı tarihçiler Türklere karşı husumet
duygusu içerisinde Osmanlıları perişan bir halde göstermek için bu
antlaşmayla ilgili maksatlı olarak bazı yanlış beyanlarda bulunmuş­
lardır. Bunların en mühimleri antlaşmanın birkaç saat içinde dikte
ettirilmesi, antlaşmanın 1 7 Temmuz<i.a bitmiş olmasına rağmen
Prut'un intikamının alınması sebebiyle 21 Temmuz'a kadar dört gün
beklenilmesi ve Münib Efendi'nin görüşmeler sırasında uyuklayıp
uyandığında, "Gelelim tazminat meselesine" diyerek olmayan bir
görüşmeyi başlatması gibi.
Muahedenin toplam yedi veya dört saat kadar süren kısa gö­
rüşmeler neticesinde yapıldığına dair düşülen kayıtlar yukarıdaki
açıklamalar ışığında gerçeği ifadeden uzaktır. Taraflar arasında üç
ayrı günde ( 1 6, 1 7, 21 Temmuz) olmak üzere saatlerce devam eden
müzakerelerde bulunulmuştur. Muahede daha önce Bükreş'te ya­
pılan sulh müzakereleri, kararlar doğrultusunda sürdürülmüş ve o
zaman mutabakata varılamayan meseleler üzerinde tartışılmıştır.
Devreye zaman zaman bizzat Romanzof girmiş ve bazen
Şumnu'dan Osmanlı sadrazamının fikri sorulmuştur. Bu anlamda
muahedeyi birkaç saat içinde dikte edilmiş olarak görmek, daha
önceki sulh müzakerelerinde başlayan uzun oluşma safhasında
dikkate alınmasıyla bağdaşmaz.
I . Abd ıı l h a m i d H a n 131

Yine muahedenin 1 7 Temmuzöa imzaya hazır olmakla beraber,


Rusların Prut mağlubiyetinin lekesini silmek maksadıyla muahe­
deyi Prut'un imza tarihi olan 21 Temmuz'a kadar geciktirdikleri
iddiasının da bir dayanağı yoktur. Sadrazamın Osmanlı delege­
lerine verdiği onay 21 Temmuzöa gelmiş ve temsilciler aynı gün
muahedeyi imzalamıştır. Ayrıca Prut Muahedesi 2 1 Temmuz'da
değil 22 Temmuzöa imzalanmış ve 23 Temmuzöa teati edilerek
kesinleşmiştir.
Nitekim muahedenin Rusça metni bu teati tarihini esas alır.
Aynı şekilde Küçük Kaynarca'nın da teati tarihi esas alınacak olur­
sa bu muahede tarihinin de 26 Temmuz olarak kabul edilmesi
gerekecektir.
Bazı kaynaklarda, ikinci delege İbrahim Münib Efendi'nin görüş­
meler esnasında dirseğine dayanarak uyukladığı ve bir ara uyandı­
ğında herkesin kendisine baktığını görünce sanki müzakereleri takip
ediyormuş havasını vermek üzere, "Gelelim tazminat meselesine;'
diyerek bu konuyu ortaya attığı iddia edilmektedir.
Halbuki Bükreş görüşmelerinde Rusların tazminat talebinden
vazgeçmiş oldukları ve bu dirsek keyfinin devlete dört buçuk milyon
rubleye mal olduğu şeklindeki iddia ve suçlamaların da yakıştır­
madan öte bir dayanağı yoktur.
Zira Rusların tazminattan vazgeçmedikleri, hatta Bükreş gö­
rüşmelerinde elli bin kese gibi muazzam bir meblağ istedikleri, "ne
kadar akçe isterlerse teslimden gayrı çare olmadığı" ve sadrazamın
Ahmed Resmi Efendi'ye yirmi bin keseden aşağısını hemen sözü
uzatmadan kabul etmesi şartıyla kırk bin keseye kadar ruhsat vermiş
olduğu bilinmektedir. 1 1
Tazminat meselesi sona bırakıldığından ve münferiden ele alına­
rak antlaşmaya da bu şekilde gireceğinden, maddelerin görüşülmesi
tamamlanıp sıra bu konuya geldiğinde bunun İbrahim Münib Efendi
tarafından gündeme getirilmiş olduğu anlaşılmaktadır.
Antlaşmadan sonra Dağıstanlı Ali Paşayı Şumnu'ya muhafız
bırakan Sadrazam Muhsinzade Mehmed Paşa, İstanbul'a hareketi
etti. Ancak hastalığı da ağırlaşmıştı. Tahtıravanla Karinabad kasa-
132 Kay ı Vl l l : I s l a h a t , Da rbe v e D e v l e t

basına getirilirken yetmiş yaşında olduğu halde yolda vefat etti ( 4


Ağustos 1 774).
Cenazesi Edirne'ye getirilip Eski Camii haziresine defnedildi.
On gün sonra Esma Sultan'ın arzusuyla bu ikinci mezarından da
çıkarılarak İ stanbufüa Eyüp Mezarlığı'na defnedildi. 12 Malumatlı
bir devlet adamı, tecrübeli ve iyi bir kumandan olduğu rivayet
edilen paşa, otuz. sene kadar vezirlikte bulunmuş ve geniş Osmanlı
ülkelerinde, devletine hizmet etmiştir.
Yerine, sadaret kaymakamı bulunan İ zzet Mehmed Paşa sadra­
zam oldu ( 1 0 Ağustos 1 774). Sadaret mührünü bizzat padişahtan
aldı. 1. Abdülhamid, kendisinin seçtiği bu ilk sadrazamına alışılmışın
dışında hediyeler vererek taltif etmişti. 13

K l RI M ' DA KARI Ş I K L I KLAR


Küçük Kaynarca Muahedesi'n in üçüncü m addesi Kırım
Hanlığı'nı müstakil bir hale getirmişti. Artık Kırımlılar hanlarını
kendileri seçeceklerdi. Nitekim III. Selim Giray'ın Rus istilası sı­
rasında deniz yoluyla fstanbul'a kaçması üzerine Kırımlılar Sahib
Giray'ı han vekili yaptılar. Antlaşmanın imzalanmasından sonra da
kendisini asıl olarak "Han" ilan eylediler. Sahib Giray, Kırım Hanı
olunca kendisinin kalgaylığına kardeşi Şahin Giray'ı getirmişti.
Buna rağmen Kırımlılar sanki bir boşluğa düşmüş gibiydiler.
Asırlarca süren beraberlikten sonra ayrılmanın verdiği yalnızlık­
tan, istinatsızlıktan müteessir bulunuyorlardı. Sanki elsiz ayaksız
kalmışlardı.
Nitekim Kırım uleması, mirzaları ve ileri gelenlerinden bazıları
Sahib Giray'ın hanlığa seçilmesinden sonra büyük bir heyet halinde
İstanbul'a geldiler. Bu heyet, "Kendilerinin milli bekalarını tama­
men ortadan kaldıracak olan istiklali arzulamadıklarını, hanların
yine padişah tarafından tayinini, hutbe ve sikkenin hilafet makamı
namına olmasını" devlet kapısından istirham etmişti.
Diğer taraftan Kırım'ın elden gitmesinin akıbeti herkesçe anla­
şıldığından Osmanlı halkı da bu ayrılıktan son derecede muztaripti.
1. Abdü l h a m i d H a n 1 33

Ancak Küçük Kaynarca Muahedesi'nin hükümleri Osmanlılara,


Kırım'a bu derece sahip çıkına imkanını tanımıyordu. Bu itibarla
Kırım'la "himayet-i mezhebiye" dairesince ilişkilerde bulunmaya
karar verdiler. Nitekim bu hususun tahakkuku için Rusya'ya ve­
rilen takrirde,14 "Kırım ve Koban taraflarındaki bütün Tatarların
dahili işlerine müdahale edilmemek şartıyla mezhep işlerine halife-i
Müslimin olan Osmanlı hükümdarı tarafından şer'i işlerin tanzimi
icab ettiği, antlaşmada buna dair kayıt bulunduğu beyan edilmişti.
Yine Sülale-i Cengiziyye<ien olarak Tatar kavmi bir han intihap
eylediklerinde imam-ı Müslimin olan Osmanlı padişahı, halife
sıfatıyla derhal berat irsaliyle cuma ve bayram namazları hutbe­
lerinde camilerde halife namına hutbe okunması ve halife adına
sikke kesilmesinin şer'-i şerif ahkamından olduğu" kaydedilmişti.
Bu tekliflerin Ruslar tarafından kabulü üzerine Kırım Hanı Sahih
Giray'a Ebubekir Paşazade Miralem Mehmed Bey ile hanlıkta ibka
beratıyla teşrifat-ı hümayun gönderildi.
Kırım halkı, Sahih Giray için gönderilen teşrifatı iyi karşılarken
Kırım'ın serbestisi işinden memnun kalmamıştı. Onlar eskisi gibi
Osmanlı Devleti'ne bağlı kalmak arzusunda bulunuyorlardı. O
sırada Kefe<ie bulunan eski Kırım hanlarından III. Devlet Giray da
onların bu arzusunu körüklemekteydi. Bu gelişmeler neticesinde
Kırımda Sahih Giray aleyhine bir cereyan doğdu.
Devlet Giray, lehine gelişen bu durumu kaçırmak istemiyordu.
Mirzaları kendi tarafına celbeden Devlet Giray, Kırım'ın Osmanlı
Devleti'ne bağlanması, Kerç, Yenikale ve Kılburun kalelerinin Rus­
lardan alınması gibi arzuları ileri sürmek suretiyle kendisini Sahih
Giray'ın yerine Kırım hanlığına seçtirdi (Nisan 1 775).
Bu han değişikliğine Ruslar ilk başta ses çıkarmadılar. Hatta
bu gelişmeden de memnun olmuşlardı. Zira Kırım(ia ortaya çıkan
ihtilafları günün birinde kendilerinin müdahalesine vesile olarak
görmekteydiler.
Hanlıktan azledilen Sahih Giray bir gemi ile Büyiikdere'ye ge­
lerek durumu hükümete arz etmişti. Onun gelmesinden az sonra
da yeni Kırım hanının Kalgay'ı ve Nureddin'i olan Şehbaz ve Mü-
1 34 K ay ı V l l l : I s l a h a t , Darlıe ve D e v l e t

barek Giray sultanların riyasetinde Kırım'dan ikinci bir heyet daha


İstanbul'a ulaştı.
Bu heyet, katiyen serbestinin kabul edilmemesinden yana idi.
Ayrıca Yenikale, Kerç ve Karadeniz dahilindeki Kılburun Kalesi'nin
Rusya'dan geri alınması arzusunda idiler. Hatta Kırım eskisi gibi
kendilerinde kalmayacak olursa bundan böyle Kırım<ia, oturma­
larına imkan olmadığından Osmanlı topraklarında iskanları için
yer gösterilmesin\ rica etmekteydiler.
Lakin onların bu arzuları Küçük Kaynarca Muahedesi'ne tama­
men aykırı bulunuyordu. Osmanlı Devleti Kırımın serbestisi işini
kaldırmak için çare aramış ise de Rusların asıl maksadı bu olup
bundan sonra da ilhak etmek olduğundan bu cihete yanaşmamıştı.
Muahede hükümlerine aykırı olarak Kırım heyetinin bu isteği
birdenbire red edilmedi. 30 Haziran 1 775'te Babıali'd e düzenlenen
toplantıda bunların isteklerinin müzakeresi Rus büyük elçisinin
İstanbul'a gelişine bırakıldı. Yeni Kırım Hanı Devlet Giray'a da
hanlık menşuru ve teşrifat gönderildi.
Bu arada toplantıda cereyan eden konuşmalar sadaret değişik­
liğine de yol açacaktı. Şöyle ki; Şeyhülislam İbrahim Efendi, şer'i
hükümlerin siyasette de geçerli kılınması hususunda hassasiyet
göstermekte ve sadrazamı da daima devleti hayırlı işlere sevk etmesi
için bilgilendirerek uyguladığı siyasete müdahale etmekteydi. Bu
husus, özellikle Kırım'a dair meselelerde kendini belli etmekteydi.
İbrahim Efendi, Küçük Kaynarca Muahedesi'nin bu konudaki
maddelerine dikkati çekmekte ve problemlerin çözümüne çalışmak­
ta ancak tesirli olamamaktaydı. Sadrazamın, Kırım meselesinin tam
manasıyla çözülememesi ve yeni bir savaşa sebebiyet verebileceği
endişesiyle tavizkar bir politika izlemekte olduğunu gören İbrahim
Efendi'nin, Rus taleplerine karşı yumuşak bir tutum sergileyen si­
yaseti sert bir şekilde tenkid ederek padişaha şikayette bulunmuştu.
Bu tartışma ve anlaşmazlık 7 Temmuz 1 775'te İzzet Mehmed
Paşanın azline neden oldu. Yerine Derviş Mehmed Paşa getirildi.
İzzet Mehmed Paşa daha sonra 29 Temmuz 1 775'te Şeyhülislam
İbrahim Efendi de azledildi.
1. Abdülhamid Han 1 35

Öte yandan yeni Kırım Hanı Devlet Giray ve taraftarlarının


aksine Ruslar da boş durmuyor, Küçük Kaynarca Muahedesi'ndeki
"Tatar istikla.J.i" maddesini lehine çevirmek istiyordu. Zaten Kırım'ın
istikla.J.ini de onu Osmanlı Devleti'nden koparıp, kolayca ele geçir­
mek için istemişti. Dolayısıyla mühim miktarda paralar dökmek
suretiyle, Tatarlar arasında nifak ve ayrılık tohumları ekerek muhtelif
vesilelerle Kırım'da kendilerine taraftar kazanma yolunda önemli
adımlar atmaktaydılar. Bundan dolayı Kırımöa Osmanlı taraftarı
olan Devlet Giray aleyhine Rus parasıyla kazanılmış bir zümre oluş­
muştu. Dolayısıyla İstanbul'a gelen heyet, tabii olarak antlaşmaya
karşı bir şey elde edemeden geri dönmek zorunda kaldı.Kırım bir
kez daha yeni dertler ve problemlere açık hale girmişti.

İ RAN ' LA H A RP
Osmanlı Devleti bir taraftan dahili karışıklıklarla uğraşırken,
diğer taraftan Kırımöa ortaya çıkan ve kati bir Rus müdahalesine
vesile verebilecek, tehlikeli siyasi değişiklikle meşgul oluyordu. Tam
bu esnada, İranlılar Basra taraflarına saldırdı ve Osmanlı Devleti,
hiç istemediği halde, doğuda yeni bir harekata girişmek mecburi­
yetinde kaldı.
Nadir Şah'ın vefatından sonra İran büyük bir kargaşanın içerisine
düşmüştü. Safeviye ve Avşariye ümerası arasında ortaya çıkan kanlı
mücadeleler neticesinde, Zend Aşireti Reisi Kerim Han fırsattan
istifade ederek memleketi eline geçirmişti.
Keri m Han'ın babası, Lurlara bağlı Zend kabilesinin Zend-i
Begile koluna mensup İnak Han idi. Afşarlar tarafından anayurt­
ları olan Zağros dağlık bölgesindeki Hemedan'la tsfahan arasında
bulunan Melayir civarından Kuzey Horasan'daki Ebiverd'e sürülen
Zendler, Nadir Şah'ın öldürülmesinin ardından Kerim Han'ın lider­
liği ele aldığı sıralarda eski yerlerine dönmüşlerdir.
Kerim Han Melayire döndükten sonra Bahtiyarilerle anlaşmış
ve İsfahan şehrinde Vali Ebü'l-Feth ve Bahtiyıiri Ali Merdan Han
ile üçlü bir yönetim kurmuştu. Safevi Hanedanı'na mensup sekiz
yaşındaki Ebu Türab'ın lll. İsmail Şah adıyla tahta çıkarılması­
nı destekleyen Kerim Han üçlü yönetimin bir kumandanı olarak
1 36 Kay ı Vlll: l s l a h a ı , Darbe ve D e v l e t

Hemedan'ı zapt etti. Ardından Tahrana doğru ilerledi. Ancak bu


sırada Ali Merdan Han'ın yaptıkları antlaşmaya aykırı davranması
üzerine 1 75 1 yılının Ocak ayında İsfahan'a dönerek duruma hakim
oldu. 111. İsmail'e vekaleten yönetimin başına geçti. Zend ileri ge­
lenlerini çeşitli idari kademelere tayin ederek "vekil" unvanıyla Fars
ve Irak-ı Acem bölgelerinin kontrolünü ele geçirdi.
Kerim Han bundan sonra uzun süre Kaçarlarla mücadeleye
girişti. BaşlangıÇta Kaçarlar karşısında bozgunlar yaşadı ise de 1 758
yılında Kerim Han'ın ordusu bu defa Kaçarları ağır bir yenilgiye uğ­
rattı. Muhammed Hasan Han öldürülerek başı Tahran'a gönderildi.
Kısa bir süre sonra da Horasan hariç bütün İ ran'da hakimiyet sağladı.
1 765'te Şiraz'a yerleşen Kerim Han on dört yıl boyunca burada
oturdu ve şehri imar etti. Bugün mevcut tarihi yapıların on altısı
onun zamanında inşa edilmiştir.
Kerim Han, İran'da yönetimi ele geçirdikten sonra Basra Körfezi
çe resinde ticari kolonileri bulunan İ ngilizlerle daha yakın ilişki
v
kurdu ve 1 763'te İngiliz Doğu Hindistan Şirketi'ne ticari imtiyazlar
veren bir antlaşma imzaladı.
Kerim Han'ın Osmanlılarla olan temasları ise her iki devlet
arasında başlangıçta evvelki antlaşmalara bağlı bir nitelik taşıyor­
du. Ö nceleri Osmanlı Devleti Kerim Han'a güven duyuyordu. 1 .
Abdülhamid Han, tahta çıktığı zaman cülusunu bildirmek üzere
ünlü şair Sünbülzade Vehbi'yi Şiraz'a elçi olarak göndermişti.
Ancak çok geçmeden Osmanlılara bağlı Babanoğulları arasındaki
ihtilaf yüzünden ilişkiler bozuldu. Baban sancağı, Bağdat vilayetine
bağlı bir sancak olup babadan oğula geçen veraset usulüyle idare
olunmaktaydı. Kerim Han da iki kardeş arasında zuhur eden beylik
mücadelesinden istifade etmeyi düşünüyordu. Ayrıca Rusya mu­
harebesinden çok yorgun çıkan Osmanlı Devleti'ne karşı, fırsattan
istifade bir darbe indirerek, şan ve şöhretini artırmak istiyordu. 15
Baban sancağı için mücadele eden taraflardan birinin kendisine
müracaatı üzerine, derhal bölgeye kuvvetler sevk etti. Ancak Bağdat
Valisi Ö mer Paşa bu kuvvetleri bozguna uğrattı.
l. Abdü l h a m i d Han 1 37

Bunun üzerine Kerim Han, kardeşi Sadık Han kumandasında


yeni bir kuvvet daha gönderdi. Bunlar Bağdat taraflarında yağma ve
kıtallerde bulunduktan sonra gelerek Basra'yı kuşatma altına aldılar.
Bağdat Valisi Ö mer Paşa, şehrin daha evvel geçirdiği veba salgını
dolayısıyla, bu İ ran tasallutlarına zamanında mukabele edemedi.
Neticede Basra, on üç aylık bir müdafaadan sonra İran birliklerinin
eline geçti. Yeterli miktarda destekte bulunmadığı gerekçesiyle Bağ­
dat Valisi Ö mer Paşa azledilerek yerine Abdullah Paşa tayin olundu.
Bu vaziyet üzerine İ stanbul'da toplanan fevkalade bir divan,
meseleyi müzakere ederek ve İ ran'a harp ilanına karar verdi (2
Mayıs 1 776).
Ancak harp hazırlıklarında gösterdiği gevşeklik üzerine Sadra­
zam Derviş Mehmed Paşa, bir müddet sonra azledilerek yerine ciddi,
çalışkan, hayırsever bir zat olarak tanınan Darendeli Cebecizade
Mehmed Paşa getirildi (5 Ocak 1 777).
Baharın gelmesiyle birlikte İ ran cephesinde askeri harekat baş­
ladı. Serasker tayin edilen Bağdat Valisi Abdullah Paşa, işi biraz
ağır tuttuğundan, Musul Cephesi Kumandanı Kölemen Hasan
Paşa, merkezden izin alarak İ ran'a taarruza başladı. Mahalli Kürt
beylerini de maiyetine alan paşa, İ ranlıların Bane Hakimi Salih
Han'ı mağlubiyete uğrattı.
Bir ay kadar sonra, şahın en mühim kumandanlarından Hüsrev
Han'ın yirmi bin kişilik ordusunu da eyalet merkezi Sine'de feci şe­
kilde bozdu (5 Mayıs 1 777). Muharebe meydanında iki bin maktul,
birçok esir ve mühimmat bırakan Acemler, bozgun halinde geri
çekildiler. Bunun üzerine Şah, Kelb Ali Han kumandasında büyük
bir ordu sevk etti.
Hasan Paşa, İ ran seraskeri bulunan B ağdat Valisi Abdullah
Paşadan düşman kuvvetlerini karşılamak için yardım talep etti. Fakat
Abdullah Paşa, kendisinden önce yapılan taarruza kızdığı için, pek
cüzi bir yardımda bulundu. Hasan Paşa, çok üstün düşman kuvveti
karşısında çekilmek mecburiyetinde kaldı. Kelb Ali Han emrindeki
İran kuvvetleri bazı yağma ve tahrip hareketlerinde bulunduktan
sonra geri döndüler. Kerim Han, Osmanlı Devleti'yle yalnız başa
çıkamayacağını anlayınca, Ruslarla ittifak yaptı.
1 38 Kay ı vm: l s l a h a ı , D a rbe Vf Devlet

Buna göre, kendisi doğudan, Ruslar da Balkanlaröan Osman­


lılara taarruz edeceklerdi. Fakat bu ittifak netice vermeden Kerim
Han 1 779 senesi Şubat ayı ortalarında öldü. İran, bir türlü kurtula­
madığı saltanat kavgalarıyla bir kez daha karıştı. Aynı sene Osmanlı,
Abdullah Paşanın vefatı sonrasında Bağdat valiliğine tayin edilen
Hasan Paşa eliyle İran'a kaptırdığı Basra'yı tekrar ele geçirecektir
( 1 779). Bundan sonra Osmanlı-İran muharebeleri bir duraklama
safhasına girecektir.

AYN A L I KAVA K T E N K İ H N A M E S İ
Küçük Kaynarca Muahedesi'nden sonra Kırımöa yaşanan ge­
lişmeler Ruslara bir kez daha bu bölge ile ilgilenme imkanını ver­
mişti. Ruslar bir oldu bitti ile Devlet Girayın hanlığa seçilmesine
başlangıçta ses çıkarmamış ise de zaman içerisinde kendilerine
hatırı sayılır bir taraftar grubu oluşturmuşlardı. Aslında Rusya'nın
Kırım'ı bütünüyle işgal etmek istemesinden dolayı Kırım meselesi
Osmanlı Devleti için kapanmaz bir yara halini almıştı.
Nitekim Rusya çok geçmeden, Kırım ahalisinin, ekseriyetinin
arzusuyla işbaşına gelmiş bulunan iV. Devlet Giray'ı, askeri bir
müdahaleyle firara zorlayıp yerine kendilerine taraftar Şahin Giray'ı
getirdiler. 16
1. Abdülhamid Han, Şahin Giray'ın Kırım Hanlığı'na geldiğini
duyduğunda sadrazama, "Benim vezirim, Şahin Giray bir alet-i
mülahazadır, Rusyalunun meramı Kırım'ı zapt eylemektir;' demiştir.
Kırım Hanı Şahin Giray, Rus yanlısı olması sebebiyle halkı tara­
fından nefretle anılıyordu. Hanlık sevdasıyla yanıp tutuşan Şahin
Giray Rusların hile ve desiselerinden bi-haberdi. Zaten ahlak ba­
kımından da Ruslaşmış gibiydi. Alafranga sofrada yemek yemek,
alenen içki içmek, genç Tatar çocuklarını, asker yazıp itiraz edenleri
öldürtmek gibi Kırımlıların hiç kabul etmeyeceği işleri rahatlıkla
yapmaktaydı. Her gün konan yeni vergiler halkı bezdirmişti.
Şahin Giray, İmparatoriçe Katerina'nın teveccühünü kazanmak
için ondan kendisine askeri bir rütbe verilmesini de rica etmişti. O
da kendisini maiyet alayı süvari albaylığı payesiyle taltif etti. Böylece
Sent Anderya Şövalyelik Nişanı'na da nail olmuş oldu.
l . Abdü l h a m i d H a n 1 39

Bu haller Kırım halkının tahammül edebileceği şeyler değildi.


Aslında Ruslar da yeni müdahalelere zemin hazırlamak için el
altından milleti tahrik etmekteydiler.

Gittikçe artan bu hoşnutsuzluk ortamı kısa sürede isyana dö­


nüştü. Şahin Giray'ın Kefe'ye yolladığı iki-üç bin kişilik birlik de
isyancılara katıldı. Şahin Giray hayatını zorlukla kurtararak Ruslara
sığındı.

Bu durum karşısında Ruslar, Kırımctaki idareye bir kez daha


müdahalede bulundular. Kefe'yi ve diğer bazı Kırım limanlarını
işgal eden Ruslar sayesinde Şahin Giray tekrar duruma hakim oldu
( 1 777) .
Bu sırada Şahin Giray Hanlığı'nın tasdik edilmesi ve kendine
menşur ve teşrifat gönderilmesi için Osmanlı Devleti'ne dört Tatar
ve bir Rustan oluşan bir heyet göndermişti. Fakat bu teklif Osmanlı
Hükümeti tarafından reddedildi. Osmanlı Devleti bununla da ye­
tinmeyip Tatarların üzerinde ittifak ettikleri III. Selim Giray'ı han
nasbetti. Bu gelişmeler üzerine Osmanlı-Rus münasebetleri çok
daha gergin bir safhaya girmiş oldu.

Şahin Giray, Osmanlıların han olarak Kırım'a yolladığı III. Selim


Giray'ın yaptığı teşebbüsleri yine Rusların desteğiyle başarısızlığa
uğrattı ( 1 778). III. Selim Giray, KırımClan kaçmak mecburiyetinde
kaldı.

Rusların müdahaleleri ve Şahin Giray'ın zulümleri karşısında


Müslüman Kırım halkı kitleler halinde Osmanlı topraklarına hicret
etmeye başladı.

Aslında bu durum Türk milletinin karakteristik bir hususiyetine


işaret etmekteydi. Onların ana-baba toprakları olsa bile, bayrak­
larının dalgalanmadığı, devletlerinin hükümran olmadığı yerde
yaşayamama ananelerini bir defa daha gösteriyordu. Bunun sebebini
Türk milletinin hayatında devlet mefhumunun arz ettiği mutena
mevkide aramak icabeder. Türk'e göre devlet, su, hava ve ekmek gibi
insan için vazgeçilmesi imkansız ve fertlerin ta kalbinde karargah
kurmuş, mukaddes bir varlıktır. Türk için onsuz hayat yaşanmaya
bile değmez bir ömür sürüklemesidir.
1 40 K ay ı Vlll: I s l a h a t , D a r b e ve Devlet

İşte b u yüzdendir ki, Osmanlı Devleti'nin çekildiği her yerden,


onun bayrağının dalgalandığı topraklara doğru acıklı bir muhaceret
başlamıştır. Yükseliş devirlerinde, bayrağın dalgalanmaya başladığı
yeni ülkelere doğru, merkezden muhite, şanla ve heyecanla devam
eden muhaceret, çöküş devirlerimizde aksine bir seyir takip etmiş;
devletsiz yaşayamayan Türkler, evlerini barklarını terk ederek, Os­
manlı sancağının gölgesine sığınmaya başlamışlardır. Bu hareket
günümüzde dahi böylece cereyan etmekte, Balkanlar'ın en uzak
yerlerinden, Çin Seddi pişgahına kadar uzanan Türk ülkelerinden,
zaman zaman küçük-büyük gruplar halinde bayrağın gölgesine ilti­
haklar vaki olmaktadır. Bu, hiçbir milletin hayatında rastlanmayan,
tamamen Türke has bir hususiyet olarak müşahede edilmektedir. 17
Ruslar göç eden Kırımlıların yerine 75.000 kişilik bir muhacir
kütlesi getirip yerleştirdiler. Memleket boşalmaya ve harap olmaya
yüz tuttu. 18
Rusya'nın ve Şahin Giray'ın bu hallerine vakıf Osmanlı Devle­
ti, Rusların Kırım istiklaline müdahalelerini Rus elçisi vasıtasıyla
şiddetle protesto etti. Bunun bir savaşa yol açacağı tahmin edilerek
gerekli tertibat alınmaya başlandı.
Osmanlı Devleti, bir taraftan Rus elçisiyle görüşerek müdaha­
leyi durdurmak isterken diğer taraftan da Rus hududu üzerindeki
kaleleri tamir ve tahkim ediyordu.
2 Ocak 1 778<le Rusların bu hareketleri görüşülmek üzere bir
toplantı yapıldı. Şeyhülislamın, "etrafımızda bulunan Kırım ahalisine
yardım etmek bütün Müslümanlara farzdır" fetvasını vermesinin
üzerine savaş hazırlıkları yapılmaya başlandı.
Ö nce Trabzon Valisi Canikli Ali Paşa emrinde bir miktar asker
denizden sevk edildi. Daha sonra İsmail taraflarında yığınak yapıl­
maya başlandı. Kaptanıderya Cezayirli Hasan Paşa da kırk kadar
gemi ile Karadenize çıkarıldı.
Osmanlı Devleti'nin bu hareketi, Küçük Kaynarca Muahedesi'ne
göre Rusların Kırım<la asker bulunduramayacağı esasına dayan­
maktaydı. Onların asker sevkine misilleme olarak Osmanlılar da
kuvvet gönderebileceklerdi.
l. Abdü l h a m i d Han 141

Fakat bu sırada Avrupaöa siyasi vaziyet karışıktı. İngiltere, Ame­


rika müstemlekelerinin isyanıyla meşgul dü ve bunların Fransa
tarafından tahrik edildiği iddiasıyla, bu devletle çatışma halindeydi.
Fransa'yı iktisadi darlığa düşürmek için, denizden ablukaya başla­
mış, hatta Rusya limanlarından gelen mallara el koymuştu. Bu hal,
dahili meselelerle meşgul Rusya'nın da menfaatlerini ihlal ediyor­
du. Bu sebeple Fransa, Akdeniz ticaretine çok zararı dokunacak
bir Osmanlı-Rus Harbi'ne şiddetle aleyhtardı. Osmanlı ise, yalnız
Kırım'la değil, İ ran'la yaptığı bir harple de meşguldü. Bu sebeple
Fransa, iki devlet arasında arabuluculuk yaparak, husule gelebilecek
yeni bir harbi önlemeyi kendi menfaatlerine de uygun buldu.
Böylece Fransa elçisinin teşebbüs ve tavassutu ile Aynalıkavak
Sarayı'nda, Küçük Kaynarca Muahedesi'nin ihtilaflı taraflarına açık­
lık getirmek maksadıyla, Rus ve Osmanlı murahhasları arasında bir
müzakere başladı. Osmanlılar, murahhas olarak Abdürrezzak Bahir
Efendi'yi tayin etti. İki ay kadar devam eden müzakereler netice­
sinde dokuz maddeden meydana gelen Aynalıkavak Tenkihnamesi
imzalandı (2 1 Mart 1 779).
Dokuz maddeden ibaret bu senede göre, Şahin Giray'ın hanlığı
kayd-ı hayat şartıyla kabul ediliyordu. Kırım dahili işlerinde ve han
seçiminde tamamen müstakil olacaktı. Ahali tarafından seçilen
hana hilafet makamınca berat ve menşur gönderilecekti. Rusya
Kırımöaki askerini üç ay içinde geri çekecekti. Eflak ve Boğdan
Voyvodalıklarının elçileri devletler hukuku kaidelerinden istifade
edeceklerdi. Aksu ile Ö zi arasındaki Ö zi Kırı denilen arazi, Os­
manlılara ait olacaktı.
İmzalanan bu senet neticesinde, Osmanlı Devleti'nin Kırım'da
ve Tatarlar üzerindeki hükümranlık hukuku maneviyattan ibaret
kalmış bulunuyordu. Eflak ve Boğdan'ın serbestlikleri genişletilmiş;
buna mukabil Ö zi Kırı denilen bir kısım toprak, Osmanlı'ya iade
edilmişti. Her ne kadar bu tenkih (düzeltme) senedi Rusya'nın
maksatlarına hizmet etmiş gibi görünse de o senelerde Osmanlı
Devleti'nin içinde bulunduğu vaziyet dikkate alındığında bir mu­
vaffakiyet olarak da addedilebilir.
1 42 Kay ı VIII: l s l a h a ı , Darbe ve D e v l e t

B u tenkihnamenin imzalanmasından bir-iki ay sonra Kırımaan


gelen heyet ile Şahin Giray'a menşur yollanmıştır.

AV U S T U RYA' N l N D O S T LU G U ( ! )
Avusturya ile Prusya devletleri 1 77 1 yılında devam etmekte olan
s;J:vaşta Osmanlı Devleti ile Rusya'nın arasını bulmak için Osmanlı
Hükümeti'ne müracaat etmişlerdi.
Avusturya Hükümeti bu işte daha ileri giderek Rusya'ya karşı
Osmanlı Hükümeti'yle gizli bir muahede de yapmıştı. Buna göre
Avusturya Devleti ya siyasi tazyik veya muharebe ile Rusların el­
lerine geçen Osmanlı topraklarını iade ettirecek ve buna karşı da
Osmanlı Devleti Pasarofça Muahedesi'yle Avusturya'ya terk edi­
lip Belgrad Muahedesi'yle geri alınan Küçük Eflak (Çasar Eflak'ı)
veya Boğdan'a ait bir kısım yerleri Avusturya'ya terk edecekti. Harp
masrafı olarak da yirmi bin kese yani on milyon kuruş verecekti.
Rusya aleyhine Avusturya ile akdedilen bu gizli muahede padişah
tarafından tasdik olunarak verilecek paranın ilk taksiti ile beraber
gönderildi. Fakat buna rağmen Avusturya hükümdarı muahedeyi
tasdik etmediği gibi Osmanlı Devleti'ni parçalanmaktan kurtardığı
beyanıyla vadedilen yerlerin bir kısmının verilmesini istedi.
İstanbutaaki elçisi Tugut vasıtasıyla bu teşebbüste bulunan Avus­
turya, 1 773'te harekete geçerek Boğdanaa Galiçya yolu üzerinde
bulunan araziyi ve daha evvel Prut Irmağı kıyısındaki Bukovina'yı
işgal etmişti.
Abdülhamid Han tahta çıktığında Avusturya meselesini hal­
1.
letmek istedi. Murahhas tayin edilen sabık İstanbul Kadısı Ahmed
Efendi ve Reisülküttab Raif İsmail Bey ile Avusturya elçisi Baron
Tugut arasındaki görüşmeden sonra 8 Mayıs 1 775'te bir mukaddime,
dört madde ve bir hatime üzerine anlaşma imzalandı. Buna göre
Avusturya'nın Lehlilerden aldığı Galiçya ve Lodomirya eyaletlerine
Erde! ve Boğdan arazisinden girebilmesi için Bukovina ve havalisi
Avusturya'ya terk edildi. Avusturya kendisine bırakılan yerlerde kale
yapmamayı ve Osmanlı Devleti de Eflak ve Boğdanlıların impara­
torluğun Kartal nişanıyla hudut kabul edilen yerlerine tecavüzlerini
önlemeyi taahhüt ediyorlardı.
1. A b dü l h a m i d Han 1 43

Bu mesele dolayısıyla devlet erkanı ile vuku bulan meşverette


şeyhülislam, Bukovina havalisinin terkine karşı çıktı. Ancak devlet
adamları her ne bahasına olursa olsun sulha kavuşmayı tercih eyle­
diklerinden İzzet Mehmed Paşa sadaretinde antlaşma yapıldı. Bu­
kovina, Cimpulung, Suecava ve Cernaut bölgelerinin Avusturya'ya
terk edildiği 1. Abdülhamid Han tarafından kabul ve tasdik olundu.
Boğdan kıtasına ait bu yerlerin Avusturya Devleti'ne terk edil­
mesine Boğdan Voyvodası Gregor Kiga ile Boğdan boyadan itiraz
ederek ecnebi bir devletin özellikle Rusya'nın himayesine iltica
edeceklerini beyan ile Osmanlı Devleti'ni tehdit ettiler. Ancak devlet
bu tehditleri dinlemediği gibi bir netice de çıkmadı.

RU S LA RA KARŞ I KA F KASYA S E D D İ
1 774 Küçük Kaynarca Muahedesi sonrası il. Katerina'nın
Kafkasya'ya yönelik istilacı politikası iyice artmıştı. Özellikle 1 776
yılında General Potemkin'in bu bölgenin naipliğine atanmasından
sonra başlattığı askeri hareketlilik iyiden iyiye kendini göstermek­
teydi. Bölge halkları, özellikle de Çerkez kabileleri bu istilaya yönelik
askeri bir mücadele başlatmış iseler de, bundan bir netice elde ede­
meyerek., dışarıdan yardıma muhtaç hale gelmişlerdi. Bu konuda
Çerkezlere ancak iki devlet yardım edebilirdi ki bunlardan biri İran,
diğeri ise Osmanlı Devleti idi. Fakat yardım etmeye daha yakın
taraf Osmanlılar idi. Çünkü Küçük Kaynarca Muahedesi sonrası
Rusların Kırım'a yönelik istilacı politikaları, Osmanlı Devleti'nin bu
bölgede aktif bir siyaset güderek müdahil olmasını gerektiriyordu.
Diğer taraftan Rusya'ya karşı Osmanlılardan yardım istenmesi
hususunda, kabile beylerinin tümü aynı fikirde değildi. Bu meselede
aralarında iki gruba ayrılmışlardı. Bunlardan Zanikoların temsil
ettiği grup, hiç vakit kaybedilmeden Osmanlı Devleti'ne bir heyet
gönderilmesini ve yardım talebinde bulunulmasını istemekteydi.
Buna gerekçe olarak da şayet Kafkasya bir dış yardıma muhtaçsa,
bunu ancak Müslümanların manevi lideri olan halifenin yapabile­
ceği, bunun dışındaki yardımları kabul etmenin caiz olmayacağını
belirtmekteydiler.
1 44 K ay ı Vlll: I s l a h a t , Darbe ve D e v l e t

Bu fikri kabul etmeyen Kalubatyıkolar grubu i s e , Osmanlı


Devleti'nden yardım istenmesinin Rusların bu bölgeye daha çok
yönelmesine sebep olacağını ileri sürerek, karşı çıkıyorlardı. Bu
çerçevede yap ılan görüşmeler neticesinde, Zanikoların fikri kabul
edilerek Osmanlı Devleti'nden yardım istenmesi karara bağlandı. 19
Bu karar çerçevesinde, Çerkez ümerasından Zana kabilesi reisi
Mehmed Bey baş�anlığında bir heyet İstanbul'a geldi. 1. Abdülha­
mid Han tarafından kabul edilen bu heyet, Osmanlı Devleti'ne tabi
olduklarını bildirerek, Rusya'ya karşı acil yardım istediler. Osmanlı
sultanı onların bu talebine olumlu cevap vererek, bu bölgenin kont­
rolü açısından önemli bir konuma sahip olan Soğucak'a bu görev
için bir vali atayacağını bildirdi. Hatta vali atanıp göreve başlayana
kadar, heyet üyelerinden Zana Kabilesi Reisi Mehmed Bey'i muhafız
vekili olarak görev yapması için tayin etti.
Soğucak, Anapa ve Gelincik gibi iki önemli limana sahip, etrafı
sık ormanlıklarla kaplı korunaklı bir bölge olup konumu itibari ile
Rus tehdidine karşı Karedeniz ve Anadolu için önemli bir mev­
kide bulunmaktaydı. Özellikle Gelincik Limanı seksen kalyonun
sığabileceği genişlikte bir koya sahipti ve burası bir tersane için
gayet elverişli bir limandı. Buranın kontrol altında tutulup, tahkim
edilmesi ve akabinde yürütülecek etkin siyasetle Rusların güneye
inmesi engellenebilirdi.
Bu bölge 1 578- 1 579öaki Özdemiroğlu Osman Paşanın Kafkasya
seferi ile hakimiyete alınmış ise de yüzyıllardır unutulmuşluğa terk
edilmişti. Bölge halkının çoğunluğunu Çerkezlerin oluşturmasına
karşılık, ne onlar Osmanlı Devleti'ni doğru dürüst tanıyorlar ne de
Osmanlılar onlar hakkında ciddi anlamda bir bilgiye sahipti. 20 Bu
yüzden bu görev için atanacak kişinin birçok alanda donanımlı ve
gayretli bir devlet adamı olması gerekiyordu.

F E RAH A L İ PA Ş A
Vezir Ferah Ali Paşa aslen Gürcüöür. Osmanlı Devleti'ne köle
olarak getirilmiştir. Ne zaman getirildiği ve nerede yetiştiği hu­
suslarında kesin bir malumat yoktur. Kalemiye sınıfı (bürokrat)
1 . Abdü l h a m i d Han 1 45

mensubu olup, Anadolu ve Rumeli valiliklerinde bulunmuş Koca


Abdi Paşanın yanında ve himayesinde yetişmiştir.
Ö nce Koca Abdi Paşanın mühürdarlığına getirildi. Divan katibi
olarak devam ettiği hizmetinde, merkezle Koca Abdi Paşa arasındaki
yazışmayı sağlamakla görevliydi. Koca Abdi Paşanın yanındaki son
görevi kethüdalık oldu. Kethüda iken paşanın İsmail seraskerliği
sırasında başarılı hizmetleri görülmüştür.
1 768- 1 774 Osmanlı- Rus Harbi devam ederken Ruslar, Tulça,
Babadağ, Pazarcık, Kozluca ve İsmail'i alarak bir hayli ilerleme
kaydetmişlerdi. Düşman Şumnu üzerine yürüdüğünde başta İ smail
Seraskeri Koca Abdi olmak üzere ordugahta herkes telaş içinde bu­
lunuyordu. Abdi Paşa, ordugahtakilerin düşüncelerini almak üzere
meşveret meclisini topladı ve durumu müzakereye açtı.
Müzakere sırasında Ferah Ali Efendi, Şumnu'nun etrafına hen­
dek kazılmasını ve acele olarak şaranpo (kazıklarla) yapılmasını
tavsiye etti. Onun bu tavsiyesi meşveret meclisinde kabul gördü.
Şumnu'nun etrafı kısa sürede hendeklerle çevrildi ve şaranpo ile
güçlendirildi. Tabyalara da toplar yerleştirildi. Bu sayede Rus iler­
leyişi durduruldu. Böylece İstanbul muhtemel bir Rus tehlikesine
maruz kalmaktan kurtarıldı.
Ferah Ali Efendi'ye Rus ilerleyişi karşısında gösterdiği başarının
mükafatı olarak 6 Kasım 1 773 tarihinde beylerbeylik rütbesi ihsan
edilmiştir. Ferah Ali Paşa bu tarihten sonra sırasıyla Ankara, Kayseri
ve Kocaeli sancaklarında mutasarrıf olarak görev yapmıştır.
Ö te yandan 1 78 1 yılı içerisinde Osmanlı devlet adamları tara­
fından Soğucak Kalesi'nin tahkimi meselesi müzakere edilmeye
başlanmıştı. Müzakereler sırasında Çerkez ve Abaza kabileleri­
nin vahşi ve dağlı oldukları, İslam dinini bilmedikleri, Osmanlı
Devleti'ni tanımadıkları üzerinde önemle durulmuştur. Bu itibarla
görev verilecek kişi fedakar, cesaretli ve yaşantıları farklı kabilelerle
irtibat kurarak bölgede Osmanlı Devleti'nin otoritesini yerleştirecek,
yetenekli biri olması gerektiği üzerinde durulmuştu.
Mecliste bulunan Koca Abdi Paşa, Ferah Ali Paşadan söz aça­
rak, kendisine divan katipliği yaptığım, 1 768- 1 774 Osmanlı-Rus
1 46 K ay ı V l l l : I s l a h a t , Da rbe ve D r v l r ı

Harbi'nde yararlılıklar gösterdiğini, derviş tabiatlı, iyi halli, sağlam


karakterli ve temkinli olduğunu anlattıktan sonra, "Bu bölgedeki
işleri görüp yoluna koymayı ona bırakmak uygundur. Tam oranın
ehlidir," şeklinde görüş beyan etmiştir.
Müzakereler sonunda Koca Abdi Paşanın teklifi yerinde gö­
rülerek, Ferah Ali Paşanın muhafızlık görevine atanmasına karar
verilmiş ve paşaya Rumeli beylerbeyiliği payesinin de ihsan edil­
mesinin yerinde' olacağına karar verilmiştir.
Bu karar üzerine Ferah Ali Paşa lzmit'ten İstanbul'a davet edilerek
görevi tebliğ olunmuştur. Ali Paşa ise, bölgede başarılı olabilmenin
belli şartların yerine getirilmesine bağlı olduğunu bildirmiş ve ileri
süreceği şartların ve isteklerinin kabul edilmemesi durumunda
Soğucak'a gitmenin hiçbir anlamı olmayacağını devlet ileri gelen­
lerine bir takrirle sunmuştur.
Ferah Ali Paşanın başarılı olmak için mutlaka yerine getirilmesi
gereken şartlar şunlardı:
Soğucak Kalesi, küçük bir palanga olduğundan halen kalede ağa,
kethüda, alemdar, askerler, imam ve müezzin, toplam yirmi dört
kişi bulunmaktadır. Onlar da bir yere gidemeyen kimselerdir. Bu
nedenle muhafız ve askerlerin oturacakları bir saray yapılmalıdır. En
az bin kişilik yeni bir kışla inşa edilmelidir. Bin askerin bir senelik
peksimet, tuz ve un ihtiyacı karşılanmalıdır.
Gerektiği gibi hizmet edebilmek için ziraat ve hayvancılık yap­
mak mecburidir. Bunun için tohumluk buğday verilmelidir. Ay­
rıca bölgede değirmen olmadığından un elde etmek çok zordur.
Cephaneden, un ihtiyacı karşılamak maksadıyla yüz çift el değirmeni
verilmelidir.
Soğucak Kalesi'nde işe yarar top ve cephane yoktur. Cephane
arabası takımıyla beraber altı kıta sürat topu, yeterli miktarda bal­
yemez topu ile havan, humbara ve bunlar için gerekli malzeme
tedarik edilmelidir.
Yedi yüz kişilik kapı halkına ilave olarak Tokat, Turhal, Sivas,
Amasya, Gerze ve Niksar taraflarından bin nefer esamili yamak
tertip edilmelidir. Kabileleri düzene koymak ve Osmanlı Devleti
l . A b d ü l h a m i d Han 1 47

yönetimine almak için bu desteğe ihtiyaç olacaktır. Askerlerin bir


senelik ulufeleri Soğucak'a vasıl oldukları anda verilmelidir.
Dergah- ı Ali yeniçerileri ortalarından bir nefer orta ile bir ye­
niçeri ağası vekili tez elden Soğucak'a tayin olunmalıdır.
Hassa silahşörlerinden ihtiyar Gürcü Süleyman Ağa, bina emini
nasbolunmalıdır. Kendi kapı halkı ve Anadoluaan peyderpey gön­
derilecek askerin tayinatı işini halledecek nüzul eminliği vazifesi
dahi Süleyman Ağa'ya verilmeli, bu vazife için de ayrıca maaş tahsis
edilmelidir.
Soğucak'a varıldığında Çerkez ve Abaza kabilelerinden mutlaka
ziyarete gelenler olacağı gibi kabilelerin Osmanlı Devleti yanına
celbi için onlara mizaçlarına uygun olarak hediyeler vermek icap
etmektedir. Kabilelerin paraya iltifatları yoktur. Bu nedenle külli­
yetli miktarda Tatar yayı, altın, sim, altın kakma abaza tüfeği, ladik
basması, meşin sahtiyan, kılabdan, iğne, terzi yüksüğü tarak, çubuk
kurşunu, çakmak hazine tarafından satın alınarak kendilerine teslim
edilmelidir.
Talep edilen mühimmat, zahire, top, cephane ve hediyelerin
Soğucak'a ulaştırılması maksadıyla Tersane-i Amireaen büyük bir
kalyon tahsis edilmelidir. Kalyon her an harekete hazır bir şekilde
emre amade bekletilmelidir. Kapı halkım İzmit'ten alıp geldiğinde
hemen hareket edilecektir. Adamlarından lazım gelenlere giydi­
rilmek üzere hilatler satın alınmalı ve böylece yoku edilmeleri
sağlanmalıdır.
Ferah Ali Paşa, bütün varını yoğunu devlet uğrunda harcaya­
cağını vurgulayarak Soğucak'a vasıl olacağı andan itibaren hiçbir
kimseden destek ve para alamayacağının üzerinde önemle dur­
muştur. Bu itibarla elinde bulunandan hariç Hazine-i Amireaen
beş yüz kese akça daha talep etmiştir.
Ferah Ali Paşa muhtemelen kendisine S oğucak muhafızlığı
görevi teklif edildiği zaman Çerkez ve Çerkezistan hakkında bil­
gi toplamış ve başarılı olabilmek için ciddi bir çalışma yürüterek
takririni sunmuştu.
1 48 K ay ı V l l l : I s l a h a ı , Darbe ve D e v l e !

B u durum devlet adamlarınca takdir edilerek hem görevin kendi­


sine verilmesinin uygun olduğu hem de istekleri olumlu karşılandı.
Böylece 25 Aralık 1 78 1 tarihinde Soğucak sancağının yalnız mu­
hafızlığı görevi Ali Paşaya tevdi edildi. Bir gün sonra da kendisine
Rumeli beylerbeyiliği payesi verildi.21

B İ Z D E N Ş Ü P H E ETMEYİ N !
Ferah Ali Paşa, görev emrini aldıktan sonra gerekli hazırlıkları
yaparak, İstanbul'dan bir gemi ile Sinop'a, buradan da Soğucak
Kalesi'ne hareket etti. 1 78 1 yılında Soğucak'a ulaşan paşanın karşı­
laştığı vaziyet çok kötüydü. Uzun zamandan beri devlet tarafından
gerekli zahire ve gereç gönderilmediğinden kalenin muhafazasında
görevli askerin birçoğu ölmüş, geri kalan kısmı ise güçlükle haya­
tını devam ettirmekteydi. Ferah Ali Paşa, Soğucak Kalesi'nin içler
acısı durumunu görünce endişeye kapılmadan askerlerinin kaleye
çıkmalarını sağlayarak, yerleşmelerini temin etti. Bu arada bölge
halkı hakkında da önemli bilgiler topladı. Artık nasıl hareket ede­
ceğini biliyordu.
i lk olarak yapacaklarını müzakere etmek üzere Soğucak'ta bir
divan topladı. Divan günü paşanın emri gereği askeri sınıf ağala­
rı atlarına binmiş oldukları halde emirlerindeki askerler ise yaya
olarak saflar halinde toplanmıştı. Soğucak halkının bir kısmı da
divana davet edilmişti.
Ferah Ali Paşa, divanda öncelikle uzun uzun Soğucak'a geliş se­
beplerini açıkladı. Ö zellikle Kafkasya'da İslamiyet'in yayılmamasının
sebepleri ve bu konuda Üzerlerine düşen görevin önemini belirtti.
Maiyetindeki adamlarına İ slamiyet'in yayılmasında canla başla ça­
lışmaları gerektiğini vurguladı. Yapacakları işin maddi karşılığının
hemen hemen hiç olmadığını belirterek manevi kazancının çok fazla
olduğunu ifade ettikten sonra onlardan sadakatle hizmet etmelerini
beklediğini söyledi. Paşa sözlerine devamla, "Şayet içinizde yapılacak
işlerde yardım etmeyecek, bu yola baş koymayacak varsa hemen
ayrılabilir, " ifadesiyle konuşmasına son verdi. K
Kısa bir sessizlikten sonra askerler, "Biz baş ve canımızı feda
etmek istemeseydik sizi İ stanbul'da terk ederdik. Bunca denizle-
I . Abdü l h a m i d Han 1 49

ri geçerek böyle korkulu dağlarda hizmet yolunu seçmezdik. Aç,


muhtaç ve çıplak kalmakla efendimizi terk etme tehlikesi aklımıza
gelse idi dinden çıkmış gibi tövbe edip kendimize geliriz. Bizler, bu
hizmete seçilenler içine katıldık diye kendimizi şanslı ad ediyoruz
ve iftihar ediyoruz. Bizden şüpheniz mi var ki, bizi imtihan ediyor­
sunuz;' diyerek paşanın yanında olduklarını bildirdiler. Bununla
da yetinmeyerek paşanın huzurunda yemin etmeye karar verdiler.
Önce Ali Paşanın kethüdası Hasan Ağa, kılıç ve En'am üzerine
ellerini koyarak, "Efendim yolunda baş ve canımı feda eylemek üzere
şimdi yemin eyledim ve bu hal üzere kararımı verdim. Bu alemi
yaratan Allah ve şu kadar adam şahittir. Eğer sözümden bir yolunu
bulup dönersem hepsi hakkımda davacı olup, bu kılıçla boynumu
vursunlar;' diyerek yemin etti. Onu müteakiben her sınıfın ileri ge­
lenleri birer birer huzura gelerek Hasan Ağa gibi yemin etmişlerdir.
Askerlerin bu şekilde tam desteğini alan ve onlardan emin
olan Ferah Ali Paşa, ardından kabilelere karşı nasıl davranılması
gerektiği konusunda kapı halkına ve askerlerine şu nasihatlerde
bulundu, "Gece ve gündüz silahlarınızı yanınızdan ayırmayınız
ve birbirinize kardeşçe muamele ediniz. Yalan söylemeyiniz, zina
yapmayınız. Hiçbir vakit namazı kazaya bırakmayınız. Kimseden
para istemeyip gerekirse benden başkasına sırrınızı söylemeyiniz
ve benden işittiğiniz sözü odadan dışarı çıkarmayınız. Kabilelerin
hepsine saygı gösteriniz. İçlerinden biri edepsizlik edipte birinizi
döver, söver ve yahut esir ederse el kaldırmayıp hemen teslim olu­
nuz. Bulunduğunuz yerden eşya vaadiyle bana haber gönderiniz.
Bu anlaşma ve söz vermelerin dışında hareket eden, kabilelere ters
davranan olursa af olunmayacaktır:'
Askerler tembih ve nasihatlere uyacaklarına ve paşanın emrine
aykırı hareketlerden kaçınacaklarına dair tekrar söz verdiler.
Ferah Ali Paşa bu ifadeleri ile sadece Soğucak'ta bulunmak ve
kabilelere bir Osmanlı paşasının varlığını göstermek için gitmediğini
ifade etmiş oluyordu. Devletin kendisine tevdi ettiği görevin dışında
derviş tabiatlı kişiliğine uygun olarak İslamiyet'i kabul etmeyen
Çerkez ve Abaza kabilelerine İslamiyet'i kabul ettirmeyi kendisine
gaye edinmişti. Bu maksadına ulaşmak için tek başına hareket et-
1 50 Kayı VIII: l s l a h a ı , Darbe ve D e v l e ı

menin yeterli olmadığının farkında olduğundan adamlarının dahi


kendisi gibi İslamiyet' in gereklerini yerine getiren kişiler olmalarını
istemiştir. Kabilelere örnek teşkil edecek mahiyette davranmalarının
ehemmiyetini özellikle vurgulamıştı.
Çünkü bir dini kabul ettirmenin sadece onun esaslarını anlat­
maktan ibaret olmayıp, anlatan kişinin de anlattığı şekilde yaşaması
ve ona göre davranması gerektiğini düşünmüştür. Aksi halde an­
lattığı ile tatbik ettiği arasında çelişki doğacağından kişinin tesirli
olması mümkün değildir. Bu itibarla daha işin başında maiyetinin
ve askerlerinin tam desteğini almayı uygun bulmuştur.

F E RA H A L İ PAŞA'N l N FAA L İ Y ET L E Rİ
Ferah Ali Paşa, bundan sonra bölge halkının çoğunluğunu oluş­
turan Çerkez ve Abazaların güvenini kazanmak için harekete geçti.
Bu doğrultuda tercümanlar getirtti. Osmanlı Devleti'nden talep
ettiği, kumaş, çakmak taşı, ladik basması, Tatar yayı, tarak gibi
eşyaları bölge halkına dağıttı.
Bölgenin saygın kabileleri arasında gösterilen Şapsın Kabilesi'nin
reisi Hasan Bey' in kızıyla evlenerek, akrabalık bağı ile bu kabilelerin
birçoğunun sevgi ve güvenini kazandı. Bölge kabilelerine yönelik
izlediği bu etkin siyaset neticesi Hatukay, Demirköy, Beseni Bezadog,
Jane ve Abazin gibi kabileler kendi rızalarıyla Osmanlı Devleti'ne
bağlılıklarını bildirdiler. Daha sonra bu kabilelere ek olarak, Kuban
Nehri'nin diğer tarafında ikamet eden bazı kabileler de Soğucak
Muhafızı Ferah Ali Paşa'ya yeminle bağlılıklarını bildirdiler.
Ferah Ali Paşanın bu bölgede yürüttüğü faaliyetlerden bir tanesi
de iskan meselesiydi. 1 768- 1 774 Osmanlı- Rus Harbi esnasında,
Rusların Babadağ'ı ve lsmail'i istila ettiği zaman, bu bölgede yaşayan
Yedisan, Camboyluk, Bucak ve Kuban Nogayları önce Osmanlı
Devleti'ne ihanet etmişler ise de daha sonra Rusların hakimiyetinde
yaşamayı istemediklerinden Kabartay bölgesine göç etmişlerdir.
1 783 yılında General Suvarov ve Leontyev kumandasındaki bir­
likler Nogaylar üzerine saldırarak büyük kıyım yapmaları üzerine,
Nogaylar Soğucak Muhafızı Ferah Ali Paşa'ya elçiler yollayarak
1 . Abdü l h a m i d H a n 151

affedilmelerini ve Hacılar mevkiine iskanlarına müsaade edilmesini


istediler.
Ferah Ali Paşa, ilk başlarda tereddüt etmekle birlikte, Rusya'ya
karşı bu Müslüman halktan faydalanabileceğini düşünerek, bu fikir
doğrultusunda Nogaylarla bir antlaşma yaptı ve iki bin Nogay'ın
Hacılar Kalesi'ne, on binin Hatukay mevkiine diğer on bininin
ise Anapa Kalesi civarına iskan edilmesine karar verdi. Nogaylar
ise yapılan antlaşma gereği her yıl aşar vergisi verecek, Rusya ile
çıkabilecek muhtemel bir savaşta Osmanlı Devleti'nin yanında yer
alacaklardı. Ayrıca Ferah Ali Paşa'nın bu bölgede Çerkez kabileleri
ile yaşayacağı bir olumsuzlukta ona askeri açıdan destek olacaklardı.
Ferah Ali Paşanın en önemli görevlerinden biri de stratejik açı­
dan önemli bir konuma sahip Soğucak ve çevresinde bulunan Anapa,
Gelincik ve Hacılar gibi mevkileri imar açısından yapılandırmak ve
kuvvetlendirmekti. Özellikle muhtemel bir Rus saldırısına karşı bu
bölgedeki mevcut kalelerin güçlendirilmesinin yanı sıra yeni kale
ve tabyaların da yapılması gerekiyordu.
Ferah Ali Paşa, Soğucak Kalesi'ne gelir gelmez burada bir cami
ile medrese şeklinde bir sarayın yapımına başladığı gibi, mevcut
kalenin güçlendirilerek yeni tabyaların inşasına başladı. Daha sonra
Karadeniz kıyısında, seksen kalyonun yan yana sığabileceği doğal
bir koya sahip Gelincik mevkiine, buranın önemine binaen yeni
tabyalar yaparken, yıkık bir durumda bulunan Anapa Kalesi'nin
de yeni baştan inşası için harekete geçti.
Buranın inşası için öncelikle bölgenin olanakları kullanılacaktı.
Bu doğrultuda Soğucak mühimmatından bin kazma, yüz kürek ve
gerekli birtakım levazım malzemeleri Anapaya gönderildi. İnsan
gücü olarak da bu bölgeye iskan edilen Nogaylardan faydalanılması
kararlaştırıldı. Nogay kabile beylerine gerekli emirler gönderilerek
her sınıftan ikişer yüz kişi seçilip gönderilmesi istendi ve bunlara
yevmiye ücreti olarak onar para verileceği belirtildi.
Ferah Ali Paşanın inşaat faaliyetleri sadece, Soğucak, Gelincik
ve Anapayla sınırlı kalmadı. İstanbul<lan gelen emir doğrultusunda
Kuban boyunda da icap eden yerlere yeni toprak kaleler ve tabya-
1 52 Kayı Vlll: l s l a h a ı , Darbe ve D e v l e t

lar yapmaya başladı. Bunun için hazineden kendisine gönderilen


paralara ek olarak on bin akçe daha yollandı.
Ferah Ali Paşa, tüm bu faaliyetleri yürütürken, casusları vasıta­
sıyla Rusyanın Kafkasya bölgesindeki askeri hareketliliği hakkında
bilgi toplainayı da ihmal etmiyordu. Elde ettiği bu bilgilere göre;
Rusların doksan bin askeri ve üç generali Kafkasyada bulunuyor­
du. Bu askerlerden otuz bini Taman'd a, geri kalanı ise fırka fırka
Taman'dan Kabertay'a varıncaya değin Kuban Suyu boyundaydı.
Ruslar ayrıca Kabartay bölgesinde dört adet toprak kale inşa et­
mişlerdi. Bu kaleler dışında Kuban boyuna kadar ikişer üçer saat
arayla tabyalar yapıp, asker yerleştirmişlerdi. Ferah Ali Paşa elde
ettiği tüm bu bilgileri elçileri vasıtasıyla İstanbul'a da iletiyordu.
Ferah Ali Paşanın Soğucak muhafızlığı dört yıl kadar sürdü.
Bu kadar kısa sürede, başta Anapa Kalesi olmak üzere, Çerkez ve
Abazaların yoğun yaşadığı bölgelere yeni toprak kaleler ve tabyalar
yaparken, Soğucak Kalesi, Gelincik Limanı ve Faş Kalesi'ni tahkim
ederek, bu kalelere yeteri kadar top, mühimmat ve asker yerleştirdi.
Tüm bu imar faaliyetlerinin dışında, Kuzey Kafkasyadaki Çerkez,
Abaza ve Nogay kabilelerini birer birer itaat altına alarak, bunların
Osmanlı Devleti'ne bağlılıklarını sağladı. Ayrıca İslamiyet'in Kuban
Çerkezleri arasında yayılmasında Ferah Ali Paşanın büyük rolü
oldu. Onun Soğucak ve çevresinde meydana getirdiği bu güçlü
yapı sayesinde, Osmanlı Devleti Kafkasya bölgesinde Rusya'ya karşı
dirençli bir savunma hattına sahip oldu. Fakat Ferah Ali Paşanın
şahsi gayretleriyle oluşturulan bu yapı, onun 1 785 yılında ölümün­
den sonra yeniden eski halini aldı.22

Ç E RK E Z KA B İ L E L E Rİ N İ N İ S LAM İ Y ET ' İ KA B U LÜ
Soğucak, cami, han, hamam ve dükkanların yapılmasıyla birlikte
büyük bir şehir görünümü kazanmaya başlamıştı. Ferah Ali Paşanın
ve kapı halkının kabilelerin kızlarıyla evlenmeleri sayesinde ise
kabilelerin Soğucak'a gelip gitmeleri hayli fazlalaşmıştı. Özellikle
kızların yakın akrabaları kızlarını ziyarete gelmekteydiler.
Bu arada Soğucak'ta yapılan cami hakkında halk arasında çeşitli
efsaneler anlatılmaya başlanmıştı. Caminin ilgi çeken tarafı minaresi
1. Abdü l h a m i d Han 1 53

idi ve halkın büyük bir kısmı minaresi olan bir cami görmemişti.
Sadece Kırım hanlarının çocuklarını terbiye maksadıyla almaya
gittiklerinde orada görmüşlerdi. Çerkezlerin büyük bir çoğunluğu
ise kendi batıl inançlarını sürdürmekteydiler. Ferah Ali Paşanın
kapı halkıyla evlenen kızlar Müslüman olmuşlardı.
Yine Soğucak'ta bulunan kızlardan birinin ailesi kızlarını ziyaret
etmek maksadıyla Soğucak'a geldiklerinde minarede ezan okuyan
müezzini görmüşler ve bir anlam verememişlerdi. Kızlarının yanına
giderek bunun ne anlama geldiğini sormuşlardı. O da bu konudaki
bilgisinin sınırlı olduğunu baba olarak kabul ettiği Ferah Ali Paşanın
geniş bilgi vereceğini söyleyerek Müslüman olmalarını istemiştir.
Kendilerine, "Paşa efendimiz hepimizi evlatlığa kabul ederek bizleri
İslam'la müşerref kıldı. Sebep de sizsiniz. Çünkü evlenmemize neden
oldunuz. Biz Allah'ın emri üzere hareket eder olduk. Siz ise hala
batıl inançlarınızda devam etmektesiniz. Allah nedir bilmiyorsunuz.
Benim öğrendiğim gibi sizde Allah'ı ve emirlerini, Peygamber'i
öğrenir cehaletten kendinizi kurtarırsanız görüşmemiz devam eder.
Eski batıl inancınızı sürdürmek arzusundaysanız, kızınız yok de­
mektir. Ben batıldan döndüm, varalım paşa babamıza siz de onun
anlatacaklarını dinleyin ve batıldan dönersiniz" dedi. Ardından
onları Ferah Ali Paşanın yanına götürdü.
Ali Paşa, İslam dini hakkında kısa da olsa onlara bilgi vermiş
ve Müslüman olanların eşinden, evlatlarından ve anne babasından
başka kadınları görüp yaklaşmasının tehlikeli ve günah olduğunu
özellikle vurgulamıştır. Bunun üzerine kadınlar, Müslüman olmak
istediklerini, İslam dininin icaplarını öğretecek hocalar görevlendi­
rilmesini istemişlerdir. Kırım veya Tamanlı hocalar istemediklerini
de özellikle belirtmişlerdir. Neden diye sorduğunda kadırılar, "Onlar
evladı ve eşinin selameti için Müslüman, boynuna haç takabilir, ba­
şına şapka giyebilir" diye fetva verdiklerini söylemişlerdir. Çerkezler
İslamiyet'i, karşılaştıkları diğer dinlerden, Müslüman olduktan sonra
bir daha geri dönüşün mümkün olmadığı düşüncesi ile ayırmak­
taydılar. Bu durumu, "bir kere Müslüman oldu mu bir daha kafire
benzemek kabul edilemez;' şeklinde ifade etmekteydiler.
1 54 K ay ı V J l l : l s l a h a t , Da rbe ve D e v l e t

B u arada kadınlar kocalarının İslamiyet'i kabul etmelerini, acilen


sünnet olmalarını istemişler ve aksi halde kocalarını kabul etme­
yeceklerini bildirmişlerdir. Ziyarete gelen ailelere geleneğe uygun,
münasip hediyeler verildikten sonra köylerine geri dönmüşlerdir.
Ziyarete gelen kadınların istediği hocalar kısa zamanda
İstanbul'dan gönderilmiş ve Çerkezistan'ın her tarafında lslam dini
telkin edilmeye başlanmıştır. Gerek bu telkinler ve gerekse kadınla­
rının zoru ve yalvarmaları kısa sürede netice vermeye başlamıştır. İlk
merhalede İ slamiyet'i kabul ve Kur'anı öğrenme, ikinci merhalede
sünnet olayı gerçekleşmiştir.
Çerkezistan'a göç eden Kırım ve Taman muhacirlerinden,
Temrek, Açe kaleleri halkından kız alıp verme olayının artması ile
İslamiyet'i kabul edenlerin ve bu çerçevede sünnet olanların sayısı
bir hayli artmıştır. 23
Özetle Ferah Ali Paşa, Soğucak'a vusulünden itibaren batıl inanç­
larını sürdüren kabileler arasında İslamiyet'in yayılması için gerekli
özeni göstermiştir. Ö lümüne kadar bu gibi faaliyetlerine gece ve
gündüz ara vermeden devam etmiştir. Öyle ki Ferah Ali Paşa'nın
gayretleri neticesinde yüz binin üzerinde kişinin İ slamiyet'i kabul
ettiği tahmin edilmektedir. XIX. asra gelindiğinde artık Çerkez ve
Abazalar resmen Müslüman kabul edilmeye başlanacaktır.
Neticede Ferah Ali Paşanın Soğucak muhafızlığına atanmasın­
dan sonra Kafkasya<la yayılmaya başlayan İslamiyet Kafkas kavim­
lerini Ruslara karşı birleştirici bir unsur haline gelmiştir. Milli ve
coğrafi unsurun önüne geçen ve Kafkasya müridizmi adıyla oluşan
bu unsur sayesinde Kafkas kavimleri sonunda Rusya'nın işgali ile
neticelenecek Kafkas-Rus mücadelesini başlatmışlardır.
Bu mücadeleyi başlatan ve sürdüren İslam dininin manevi desteği
ile hareket eden imam adı verilen dini ve milli kahramanlar ortaya
çıkmıştır. Kafkasya'da ortaya çıkan milli ve dini kahramanlardan ilki
İ mam Mansur<lur. 1 785 yılı ortalarında Rusya'ya karşı mücadeleyi
şiar edinerek ortaya çıkan Mansur, bunun için kendisinin Allah
tarafından gönderildiğini söylemiş ve Kafkas kavimlerini bu gaye
etrafında birleştirmeyi başarmıştır.
r. Abdü l h a m i d H a n 1 55

İ K İ A L E M D E TA SARRU F E H L İ
Ferah Ali Paşa Kafkas kabileleri arasında birliğin teminine ça­
lışmış, Kırım'ın Ruslar tarafından işgali sonrası Rusya'nın kuzey
Kafkasya saldırma teşebbüslerine karşı koymak için kabilelerden
söz almıştır. Ferah Ali Paşa Devlet-i Aliyye'nin kuvvetinin sarsıl­
mamasına önem vermiştir. Kafkasya'da Osmanlı hakimiyetinin
devam edebilmesinin buraya tayin edilecek valilerin çalışmalarına
bağlı olduğunu belirtmiştir.

Paşa, fazilet ve kemal ehli olup, maiyetinde bulunanlar onun


kerametine inanırlarmış. Anapa gibi bir yerde muazzam bir şehir
kurması, bölgede İslam dininin yayılmasında büyük rol oynaması
ve bu uğurda bütün varlığını feda etmesi onun en büyük başarısıdır.
İstanbulöa bulunan rakiplerinin aleyhindeki faaliyetleri ve bu sırada
çok sevdiği kızının vefat etmesi paşayı daha sonraları tamamen dini
işlerine yöneltmiştir ve münzevi bir hayat yaşamaya başlamıştır.

Aynı zamanda mutasavvıf bir şahsiyet olan paşa, İstanbul<la


iken Takyeciler Şeyhi Şeyh Mehmed Efendi'ye intisap etmişti. Paşa,
Elhamdülillahi Rabbi'l-alemin ayetindeki (Rab) lafzının ebcet hesa­
bıyla 500 sayısına uyduğundan 1 200 ( 1 785) yılında öleceği manasını
çıkartmıştı.

1 784 senesinde ustaları çağırarak kendisi de bir işçi gibi çalışmış


ve yaptırdığı caminin yanına bir türbe inşa ettirmiştir. Kendisinin de
bu türbeye defnedilmesini vasiyet etmiştir. Katibi Haşim Efendi'ye
öleceği haberinin İstanbul'a bildirilmesi ve kaleye liyakatli insanların
gönderilmesini iletmiştir. Türbesinin inşası bittikten sonra eşi ile
birlikte burada geceleri ibadetle meşgul olmuştur.

Gündüzleri devlet işlerini takip etmiş, Osmanlı'nın şanını gös­


termek niyetiyle her gün kalede mehter çaldırtmıştır. Kırk gün
türbesinde ibadet ve dua ile vakit geçirmiştir. Kırkıncı gün vasiyetini
söyledikten sonra bir seccadeye oturarak Allah ism-i Celali'ni söy­
lemeye başlamış ve büve hatimesine söylerken vefat etmiştir( 1 785).
Yerine yeni vali gelinciye kadar Kapıcıbaşısı Hüseyin Ağa'yı vekil
bırakmıştır. Y ine vasiyeti üzerine türbesine şu kıta yazılmıştır :
1 56 Kay ı V I I I : I s l a h a t , Darbe v e D e v l e t

lki alemde tasarruf ehlidir ruh-ı veli


Ruh-ı Şemşir-i Hüda'dır ten gılaf olmuş ona
Deme kim bir mürdedir bundan nice derman ola
Dahi ala kar eder bir tığ kim uryan ola. . .
Paşa, geriye dünyalık bir mal bırakmamıştır. Onun en büyük mal
varlığı nice hazinelere bedel olacak bölgede bir düzen bırakmasıdır.
Paşanın Şapsıh Kabilesi Reisi Hasan Bey'in kızı ile olan evliliğinden
bir kızı olmuştur.

I S LA H AT T E Ş E B B Ü S L E Rİ
1 768 seferi Osmanlı Devleti'nin artık nizam ve intizamdan mah­
rum toplama kuvvetlerle talim ve terbiyesi mükemmel kuvvetlere
karşı duramayacağını ve Avrupa devletleri tarzında askeri ıslahat
yapılması zaruretini ortaya koymuştu.
Muharebelerde Osmanlı askeri düşmanla biraz temastan sonra
zoru gördüğü anda orduyu yağma edip kaçma yolunu tutuyordu.
Yüz binden fazla nizamsız askerin miktarı yirmi bini bile bulma­
yan muntazam askere nasıl feci surette mağlup olduğunu Kartal
muharebesi göstermişti. Bu itibarla her şeyden önce askere nizam
ve disiplin vermek icabediyordu.
Bu son muharebedeki feci akıbetini gören devlet adamları Os­
manlı Devleti'nin ayakta durabilmesi için askeri ıslahatın lüzumu­
nu anlamışlardı. Ancak muhtelif sebeplerle eski nizamsız vaziyeti
muhafaza etmek isteyen menfaat sahiplerinden bilhassa kapıkulu
ocakları esamelerini (maaş cüzdanları) alıp satarak para kazanan
ocak ağalarının, yeniçerileri tahrik ile bir isyana sebep olacakların­
dan da endişe etmekteydiler.
Saltanatının ilk senesinde ( 1 774) Küçük Kaynarca Muahedesi'ni
kabule mecbur olan I. Abdülhamid Han hayatının elli senesini sa­
rayda kapalı olarak geçirmesine rağmen vaziyeti göz önüne alarak
askeri bir ıslahatın lüzumunu şiddetle takdir etmişti. I. Abdülhamid
Han, biraderi III. Mustafa zamanında Baron de Tott vasıtasıyla
başlanan garp usulü ıslahatın kendi zamanında da daha geniş bir
tarzda inkişafını arzu etmekteydi.
1. A b d ü l h a m i d Han 1 57

İzzet Mehmed, Derviş Mehmed, Darendeli Mehmed, Kalafat


Mehmed Paşalardan hiçbiri istenilen ıslahatı yapacak kabiliyet ve
cesareti gösterememişti.
Bu durum karşısında Sultan 1. Abdülhamid, Enderun'da silahdar
ağalığı sırasında kendisinin fevkalade güvenini kazanan ve Kara
Silahdar lakabıyla meşhur Seyyid Mehmed'i, arzu edilen askeri
ıslahatı yapmak üzere sadaret makamına getirdi (22 Ağustos 1 779).
O, bundan sonra Kara Vezir namıyla anılacaktır.24
Sultan 1. Abdülhamid'in kendisine gönderdiği hatt - ı
hümayundaki, "siz ki veziriazam v e bi'l-istiklal vekil-i mutlak-ı
hamide fıalimsiz" ifadeleri kendisine duyduğu itimadı gösteriyordu.
Kara Vezir ilk icraatı olarak her sene yapılan merkez ve eyalet
tebeddülatında geniş surette değişiklik yapmayarak valilerin ka­
labalık maiyetleriyle bir yerden diğer bir yere nakilleri esnasında
halkın çektiği eziyeti önledi. Sadareti müddetince mecbur olmadıkça
azil yapmadı. Sonra pek ziyade bozulan merkez kalem teşkilatını
ıslah ederek ehliyetli memurlar kullandı. Cidden liyakatli devlet
erkanından Abdürrezzak Bahir Efendi'ye vezirlik verdirdi. Onun
yerine Halil Hamid Efendi'yi reisülküttab yaptığı gibi kardeşi Vezir
Mustafa Paşa'nın üzerindeki nişancılığı alarak onu da yine liyakatli
devlet ricalinden Hacı Mustafa Efendi'ye verdi.
Kara Vezir Seyyid Mehmed Paşa sadaretinde tam bir istiklal
ile hareket etti. Harp levazımı tedarikine ehemmiyet vererek Taval
isminde İsveçli bir mütehassısa yüz yirmi altı demir top ile külliyetli
top güllesi ısmarlayıp aldı. Humbaracı Ahmed Paşa ve Baron de
Tott zamanında tertip ve ıslah edilen humbaracı ve topçu askerle­
rinin talim ve terbiyelerine ehemmiyet verdi. Bunların SadabadCla
( Kağıthane) yaptıkları atış talimlerine giderek zabit ve askerleri
teşvik ile muvaffak olanlarına ve zabitlerine ihsanlar verdi. Hatta
bir defa yine bu talimi görmeye gittiği zaman padişah kendisini
aratmış ve talim mahalline gittiğini haber almıştı. Veziriazamın bu
alakasından dolayı fevkalade memnun kalan padişah kendisine en
kıymetli kürklerden ihsanda bulunmuştu.
Bu arada Küçük Kaynarca Muahedesi'ne göre Rusların
KaradenizClen Akdenize ve AkdenizClen Karadenize gelip gitmeleri
158 K a y ı Vlll: l s l a h a ı , Darbe v e D e v l e t

ve yasak olsun olmasın her türlü eşyayı nakletmeleri kabul edilmişti.


Bu durum zamanla Rusların Karadeniz sahilindeki zahireleri harice
götürmek suretiyle İstanbul iaşesini daraltmaya başlamıştı. Vaziyet
reisülküttab tarafından sadrazama bildirildi. Bunun üzerine Seyyid
Mehmed" Paşa harekete geçerek Fransa elçisinin tavassutuyla Rus­
ların ancak kendi zahirelerini nakletmeleri hususunda mutabık
kalındı ve rahatlama sağlandı.
Bu kıymetll vezir sadarette bir buçuk sene kalabildi. 28 Ocak
1 78 1 tarihinde vefat etti. Hastalığında kendisini ziyaret eden 1. Ab­
dülhamid Han'a sadaret makamına ehil olarak Sadaret Kethüdası
Halil Hamid Efendi ile defterdarlık ve nişancılık etmiş olan Hacı
Mustafa Efendi'yi tavsiye etti.

DONAN MAYA TA KV İ Y E
XVIII. asır ortalarında Venedik donanması gücünü tamamen
yitirdiği için Akdenizöe Osmanlı donanmasına karşı koyacak bir
kuvvet yoktu. Bununla beraber Osmanlı donanması özellikle per­
sonel itibarıyla noksan bir haldeydi.
Öte yandan Ruslar 1. Petro zamanından beri Baltık Denizi'nde
güçlü bir donanma inşasına girişmişlerdi. Rus donanması İngiliz
amiral ve gemicileri tarafından da her bakımdan destek görüyor­
lardı. Nitekim Akdenize gelmesi hiçbir suretle tasavvur edilmeyen
Rus donanması İngilizlerin idare ve yardımlarıyla Akdeniz'e inerek
Mora'da isyanlara neden olmuş ve 1 77 1 'd e Çeşme Limanı'nda Os­
manlı donanmasını yakmıştı.
Donanmamızın tamamen yanması sebebiyle Akdeniz adaları,
bütün sahiller ve Çanakkale Boğazı'nda durum oldukça tehlikeli bir
vaziyet almıştı. İşte bu sırada Kaptanıderya Cezayirli Gazi Hasan
Paşa, büyük bir azim ve gayretle aleyhtarlarının engellemelerine
rağmen boğazı muhafaza etmeye muvaffak olmuştu.
1. Abdülhamid Han'ın tahta çıktıktan sonra kendisini tersaneyi
ıslah etmeye memur etti. Gazi Hasan Paşa tecrübelerinden almış
olduğu derslerle donanmanın yeni esaslara göre hazırlanması la­
zım geldiğini bildirdi. Bunun için yalnız gemi yapmak değil aynı
zamanda yeni tarzda gemici yetiştirilmesinin gerektiğini dile getirdi.
l . Abd ü l h a m i d H a n 1 59

Bu iki noksanı bir dereceye kadar telafi etmek maksadıyla eski ağır
gemileri yenileriyle tebdil etmek çaresini buldu.
Yeni yapılacak gemilerin inşası ise İngiliz ve Fransız sistemine
göre olacaktı. Gemiler daha hafif, topların taksimi daha mütena­
sipti. Bu yeni inşaat İngiltere ve Fransa'dan getirilen gemi ustala­
rı vasıtasıyla bu iki devlet donanması usulüne göre yapıldı. Ege,
Marmara, Karadeniz ve bilhassa İstanbul tersanelerinde bu tarzda
gemiler yapıldı.
Gazi Hasan Paşa, donanma işine o kadar ehemmiyet verdi ki
İstanbul tersanelerindeki inşaat için buranın kereste ocaklığı olan
İzmite kadar giderek sevkiyata nezaret etti. Kaptan paşanın mak­
sadı firkateyn ve küçük gemilerden başka Osmanlı donanmasını
kırk büyük harp gemisine yükseltmekti. Bu kırk büyük harp gemisi
İstanbuföa kendi emri altında bulunacaktı. Donanma inşaatı çok pa­
raya tekabül ediyordu. Hazinede bunu temin edecek para olmamakla
beraber padişahın büyük desteğiyle inşaat ağır da olsa devam etti.
Donanmanın ikinci mühim meselesi ise gemi elemanın yetişti­
rilmesi idi. Çünkü gemiciler daimi olarak denizci olmayıp toplama
fertlerden mürekkep idiler. Donanma kışlamaya gelir gelmez altı ay
müddetle hizmete alınanlar memleketlerine giderler ve İstanbul'a
gelen kalyoncular da Kasımpaşa ve Galata'daki bekar odalarında
işsiz güçsüz yatıp kalkarlar hatta birtakım huzursuzluklara da sebep
olurlardı.
Bundan dolayı Gazi Hasan Paşa Ege Denizi'nde Midilli veya
İstanköy adalarından birinde ve Karadenizöe Sinop Limanı'nda ve
bir de İstanbul tersanesinde kışlalar yaparak bir visamiralin nezareti
altında bunları gemici olarak talim ve terbiye etmek istedi. Aleyhtar­
larının muhalefetleri üzerine bu arzusunu tam olarak tatbik edemese
de tersanede ambarlar yakınında bir kalyoncu kışlası yaptırmaya
muvaffak oldu. 1 775'te kurulan denizci zabiti yetiştirmeye mahsus
denizcilik mektebi de iyi neticeler vermeye başlamıştı.

HALİ L HAM İ D PAŞA' N I N SADARE T İ


Kara Vezir' in vefatı üzerine yerine Erzurum valiliğinde bulunan
eski sadrazam İzzet Mehmed Paşa getirildi. İzzet Mehmed Paşa ıs-
1 60 Kay ı Vlll: ı s l a h a t , Darbe ve D e v l e t

lahat işlerinde işe yarayacak kabiliyette değildi. Padişah ise ıslahatın


hiç aksamadan devamını arzu etmekteydi. Buna rağmen askeri ve
idari faaliyet aksadığından azlolunarak yerine harplerde gösterdiği
gayreti dolayısıyla Rumeli Valisi Yeğen Mehmed Paşa getirildi (25
Ağustos. · 1 782). Yeğen Mehmed Paşa özellikle eyaletlerde güzel
hizmetleriyle şöhret bulmuştu.
Fakat sadarette hiçbir muvaffakiyet gösteremediği gibi evvelce
hasım olduğu kimselere karşı lüzumsuz bir kindarlıkla hareket etme­
ye başlamıştı. Bu sebeple dört aylık bir sadaretten sonra azledildi. 25
Padişah sonunda Kara Vezir'in tavsiye etmiş olduğu iki kişiden biri
olan sadaret kethüdası Halil Hamid Efendi'yi veziriazam tayin etti
( 3 1 Aralık 1 782).26
Sadaret makamında sık sık vukua gelen bu değişiklikler, Ahmed
Cevdet Paşanın tabiriyle, "Sadra şifa verecek bir tedbirle netice­
lenmemiş; başa gelmeden evvel herkesin nazarında meşhur ve
makbul olan nice kimse, sadaret makamına geldikten sonra kusurlu
olmuşlardır:' Memleketi ve milleti için çok hayırhah hislerle dolu,
bilhassa devletini eski kudretine malik kılmak isteyen padişah, yeni
vezirine hitaben yazdığı hatt-ı hümayunda bu maksadını aynen
şöyle dile getirmiştir:

... Göreyim seni istiklal ile umur-ı idare-i Devlet-i Aliyyemi gözetip,
ocak mensupları ve devlet ricalinden herkesi istihkakına göre
istihdam edesin. Gelir ve gider dengesine riayet ederek hazineyi
güçlendiresin. Adaletle hükmedip zulüm ve teaddiden uzak durasın.
Kemal- i sa'y ü gayret edip, dareynde aziz ve muhterem olasın . . .

Halil Hamid Paşa, sadrazam olduğu zaman kırk sekiz yaşındaydı.


Bulunduğu hizmetlerde muvaffak olmuş, iyi görüşü ve ıslahatçılığı
ile tanınmıştı. Reisülküttablık ettiği için devlet siyasetine ve Avrupa
ahvaline vakıftı. Rusya ile Avusturya arasındaki ittifakın günün
birinde devletini harbe sürükleyeceğini biliyordu. Bu itibarla böyle
büyük bir mücadeleye hazırlanmak en önemli işlerinden biri oldu. 27
Sadrazam önce bütün gayretini ordunun nizam ve ıslahına has­
retti. Bilhassa Tophane Ocağı'na katılmış bulunan ve "sürat topçu­
ları" denilen yeni bir hafif topçu alayının geliştirilmesine çalıştı.
1 . Abdül h a m i d Han 161

Padişah tarafından tasdik edilmiş dört maddelik bir nizamname


ile bu alayın miktarı üç yüz kişiden iki bin kişiye çıkarılması ka­
rarlaştırıldı.28 Fakat bu miktara hemen ulaşılamadı.
Hudut kalelerini asker ve harp levazımı ile takviye etmeye baş­
ladı.
Devletin en mühim kuvveti olup zamanla çok ihmal edilmiş
bulunan tımarlı sipahiler hakkında kanun neşrettirdi. Bunu Yeniçeri
Ocağı'nı askerlikle ilgisi olmayanlardan temizlenmesi hususundaki
kanun takip etti. Daha sonra Lağımcı ve Humbaracı ocaklarını ıslah
eyleyerek talim ve terbiyeleri için kanun koydurdu. Bunları teşvik
için ara sıra padişah da bu ocakların talimlerinde hazır bulunuyordu.
Halil Hamid Paşa tersane ve donanma işleriyle de meşgul olarak
1 784 yılında donanma nizamına ve donanmanın muharebe hazır­
lığına dair kanun yaptırdı.
Öte yandan Müteferrika İbrahim Efendi'den sonra Kadı İbrahim
Efendi tarafından bir müddet daha devam ettirilen matbaacılık
faaliyeti çeşitli nedenlerle durmuştu. Hatta bazı Fransızlar, Kadı
İbrahim Efendi'nin vefatından sonra matbaa levazımını ailesinden
satın almak istemişlerdi. Bunun üzerine Beylikçi Raşid Efendi ile
Vakanüvis Vasıf Efendi, Halil Hamid Paşanın da desteğiyle müş­
tereken bu matbaa levazımını satın alıp matbaacılığı yeniden ihya
ettiler ( 1 784) .

S Ü RAT TO P Ç U LA R I
Sultan 1 1 1 . Mustafa'nın vefatından önce Fransadan istenilen
topçular Obert adında bir topçu çavuşunun emri altında İstanbul'a
gelerek işe başladılar ( 1 774 Ocak) . Bu suretle Topçu Ocağı' na bağlı
olmak üzere iki yüz elli nefer sürat topçusu tertip edildi. Yeşil yelek,
mavi şalvarlı bu sürat topçuları Kağıthaneöe talim görüyorlardı.
1. Abdülhamid Han zamanında ve Kara Vezir Mehmed Paşanın
ölümünden sonra padişahın ıslahat arzusuna rağmen bu güzel
teşkilat 1 78 1 öe lağvedildi. Obert ve topçular memleketlerine dön­
düler. Fakat arası çok geçmeden Halil Hamid Paşa sadrazam olunca
Fransa elçisine müracaat ederek gerek Sürat Topçu Ocağı ve gerek
yeni kurulacak İstihkam Mektebi için mütehassıs istedi. Eski sürat
1 62 Kayı Vlll: Islahat, Darbe ve Devlet

topçularını yetiştiren Obert tekrar İstanbul'a geldi. Beraberinde


Granper adında bir çavuş da vardı. Bu iki mütehassıs, Tophane
Nazırı Emin Ağa'nın nezareti altında faaliyete geçtiler.
Bu seferki Sürat Topçuları Ocağı bin yedi yüz elli ilavesiyle iki
bine çıkarıldı. Sürat topçuları bekar olup daimi surette kışlaların­
da oturacaklar ve haftada üç gün KağıthaneCie talim göreceklerdi.
Bunların başlarına yeşil püsküllü on iki dilimli yeşil çuha başlık
giydirildi ve bi r de mükemmel kanun tertip olunarak Sürat Top­
çuları Ocağı'nın nizam ve intizamı, veziriazamın umumi nezareti
altına konuldu.
Sıkı ve muntazam talim neticesinde ocak efradı arasında bir
dakikada sekiz, on gülle atan sürat topçuları yetişti. Her bir top altı
neferle idare ediliyorsa da harpte şehit düşmek veya yaralanmak
ihtimaline binaen yedi topçu ile beraber bu miktar ona çıkarıldı.29

BARON D E TOTT
Halil Hamid Paşa sadaretindeki ıslahat faaliyetinden bahset­
meden evvel Sultan III. Mustafa zamanında İstanbulCia yeni Topçu
Ocağı tesis ederek kale ve tabya inşaatı için faaliyette bulunan Baron
de Tott'un faaliyetlerini gözden geçirmek lazımdır.
Baron de Tott'un Osmanlılarla ilişkisi şöyle gelişmişti. Fransa
Kralı XV. Louis, Rusların tamamen Karadeniz'e inmek üzere olduk­
larını görerek DoğuCiaki geniş ekonomik durumlarını muhafaza ve
Rusların Karadeniz ve Akdenize inmek emellerini önlemek üzere
Osmanlı ordusunda bir ıslahat yapmak istemiş ve bu hususta İs­
tanbulCiaki Fransa Elçisi Saint Priest vasıtasıyla Osmanlı Hükümeti
nezdinde teşebbüste bulunmuştu.
Osmanlı Hükümeti böyle bir ıslahat heyetinin davetsiz olarak
gönderilmek istenmesinden şüpheye düşmüştü. Bu sebeple müraca­
atı reddetti. Fakat Fransız Hükümeti kendi menfaatini göz önünde
tutarak icabında Osmanlı Hükümeti'yle anlaşmak üzere Türk or­
dusu hakkında bir fikir edinmek istediğinden daha evvel Başvekil
Kardinal Flöri tarafından yollanmış olup o sırada İstanbulCla ve
devlet hizmetinde bulunan hem asker hem de diplomat Baron de
Tott'u bu işe memur etti.
1 . Abd ıl l h a m i d H a n 1 63

Baron de Tott'un babası Macar olup Rakoçi İsyanı'ndan sonra


Fransa'ya kaçarak Fransız ordusunda hizmet vermiş ve 1 75 l 'd e
ölmüştür. Osmanlı vesikalarında Tott Beyzade denilen Baron de
Tott, 1 730 yılında Fransa'da Chamigny şehrinde doğdu.
Osmanlılar hakkında tetkikat yapmak için Başvekil Kardinal
Flöri'nin tavsiyesi ve kralın muvafakati üzerine İstanbul'a tayin
edildi. Tott, aynı zamanda İstanbufüa Fransa elçiliği ve daha son­
ra Fransa hariciye nazırlığı yapan Kont de Verjen'in damadı idi.
Osmanlılar tarafından Tott Beyzade denilen Baron de Tott'un va­
zifesi, Osmanlı Devleti hakkında malumat sahibi olmak ve Fransa
Hükümeti'ni alakadar eden kısmını bildirmekti.
Filhakika Baron de Tott Osmanlı Devleti hizmetine girdikten
sonra topçunun ıslahı, İstanbul ve Çanakkale Boğazları'nın müda­
faası ve Boğaziçi kalelerinin planlarını tanzim ve inşalarına nezaret,
orduda kullanılan kayık köprü sisteminin tadili, top arabalarının
şekillerinin değiştirilmesi gibi mühim işler başarmıştı. Hatta 1 770'te
Çeşme mağlubiyetinde donanmanın imhasından sonra tehlikeye
düşen Çanakkale Boğazı'nın müdafaa tahkimatı ve topçunun mü­
dafaa tertibatı Baron de Tott'un gayretiyle iyi bir hale konulmuş, bu
surette Haliç'te tersane yanında (HasköyCie) l 773'te bir hendesehane
kurulmuştu.
İşte bu suretle ordusunda canlı ve semereli icraatı gören Osmanlı
Hükümeti, ıslahat işini daha geniş ele almak için Fransa'dan yeni
mütehassıslar istedi { 1 773).
Baron de Tott'un semereli çalışmalarından biri de Osmanlı mem­
leketinde Avrupai usulde bir mühendishanenin nüvesi olmak üzere
Riyaziye Mektebi tesisine muvaffak olmasıdır. Kurulan riyaziye
dershanesinde Baron de Tott ile aslen İngiliz olan Kampel Mustafa
ve bir de Kermorvan adında bir Fransız ders veriyorlardı.
Bu okul bir sene sonra ümit verici bir hale geldi. Okmeydanı'nda
tatbikat yapan talebe grafometre kullanmayı ve müselles yani üçgen
hesabını kafi derecede öğrenmişlerdi. Baron de Tott, 1 Mart 1 776Cia
Fransa'ya döndüğü zaman yerine aslen İngiliz olup İslamiyet'i ka­
bul etmiş olan ve yukarıda adı geçen Kampel Mustafa Ağa'yı vekil
bırakmıştı.
1 64 Kay ı V l l l : I s l a h a t , Darbe ve Dev let

MÜ H E N D İ S HAN E ' N İ N AÇ I L MAS I


Halil Hamid Paşanın icraatından biri de mütehassıslar vasıta­
sıyla ordunun zamanına göre teknik usullerle yetiştirilmesini zaruri
görmüş olması idi. Mühendishane için de Fransa'ya başvurdu. Hatta
sadarete tayininden on iki gün sonra aslen Prusyalı olup Müslü­
man olarak Mehmed adı verilen bir istihkam mühendisini himaye
eyleyerek kendi tahsisatından ona maaş bağladı.
Bundan başlCa daha 1 776 senesinde tersanede Darağacı tarafında
bir hendese odası yapılmış ve bir hoca ile bir muavin tayin edip on
talebe ile tedrisata başlanmıştı.
Fransızca, İspanyolca ve İtalyancaya vakıf Cezayirli Seyyid Hasan
Hoca mühendishaneye ilk hoca olarak tayin edildi. Onun kapudane
tayin olunması üzerine Seyyid Osman Efendi hoca oldu. Seyyid
Osman Efendi, hendesede son derece mahir bir zattı.
Ruslara karşı doğudaki menfaat üstünlüğünü ve prestijini mu­
hafaza etmek isteyen Fransa, Osmanlı Devleti'nin kalkınmasını ve
Katerina'nın ihtirasını önlemek istiyordu. Fakat Küçük Kaynarca
Muahedesi'yle Osmanl ı'nın mağlup olarak muahede imzalamaya
mecbur olması Fransa'nın planını bozdu. Ruslara güler yüz göster­
meyi kendi menfaati icabı zaruri gören Fransa, Osmanlılara yine
de mütehassıs eleman göndermekten geri durmadı.
Eflak Voyvodası Karaca Nikola'nın 1 78 3 senesi Mart ayında
hükümete gönderdiği raporda Fransa'nın Osmanlı'ya bir miktar
mühendis yolladığı bildiriliyordu.
Tersaneden başka bir yerde henüz bir mühendishane olmadığın­
dan bunlar tersane mühendishanesinde vazife görmeye başladılar.
Bir ay müddetle İstanbul surlarını gezerek tetkikat yaptılar. Karade­
niz Boğazı'nın müdafaası hakkında raporlar hazırladılar. Ardından
De Laffite ile beraber bir Türk heyeti Karadeniz sahillerini tetkik
etmek üzere o tarafa gitti. Zonguldak, Sinop, Amasra, Gelincik,
Anapa kalelerini incelediler. Kefe, Yalta, Sivastopol limanlarını gör­
düler. Nihayet Ôzi, Varna, Burgaz liman ve kalelerini de tetkik ettiler.
1 784'te bir de bahriye tatbikat kısmı yani İstihkam Mektebi
açıldı. Bu yeni İstihkam Mektebi veya mühendishanede Gelenbevi
l . Abd ii l h a m i d Han 1 65

İsmail Efendi ile Kasabzade İbrahim Efendi isimlerinde iki Türk


riyaziyecisi de muallimlik ediyorlardı.
3 1 Mart 1 785'te Veziriazam Halil Hamid Paşa, Paşa Kapısı'nda
(Babıali) Süvari Ocağı'nın maaşlarını verirken, ansızın görevinden
alındı. Onun, 1. Abdülhamid Han'ı hal' ve Veliaht Şehzade Selim'i
hükümdar yapmak üzere tertip edilmiş olan bir komplonun içe­
risinde olduğu söyleniyordu. Buna rağmen kurmuş bulunduğu
askeri yenilik lağvedilmeyerek bir müddet daha devam etmiştir. 30

Kl R I M ' DA İ SYAN
Aynalıkavak Tenkihnamesi'yle Osmanlılar Şahin Giray'ın han­
lığını resmen tanımak zorunda kalmıştı. Bu Şahin Giray için ol­
dukça mühim bir başarı oldu. Çünkü Ruslar da antlaşmaya göre
Kırımaan askeri kuvvetlerini çekmişlerdi. Şahin Giray, bu safhada
Kırım halkının desteğini kazanacak faaliyetlere girişmek yerine
reformlarına daha da hız verdi.
Fakat Osmanlı Devleti Kırımı öyle kolay gözden çıkarmış de­
ğildi. Birtakım teşebbüslerde bulunarak o bölgede söz sahibi olmak
istiyordu. Nitekim Kuban ve Karadeniz kıyılarındaki Nogaylarla
Çerkezleri kendi tebaası olduğu iddiasıyla Kırım Hanlığı'ndan ayır­
maya çalıştı. Bu suretle Kırım kendi kontrollerinden çıktığı için hiç
olmazsa onun kuzeyindeki tabi bölgelerini muhafazaya çalışıyordu.
Rusya ise ileride ele geçirmesi için bu toprakların hanlığa bağlı
kalmasında ısrar ediyordu.
1 78 1 Nisan ayında Nogaylar, Don Kazaklarına saldırınca Şahin
Giray bir temsilcisini Taman'a yolladı. Nogaylar onu dinlemediler
ve isyan daha da büyüdü. Rusların devreye girmesi üzerine Nogay­
lar, Soğucak'taki Osmanlı güçlerinden yardım talebinde bulundu.
Kardeşleri Aslan ve Bahadır Giray isyan eden güçlerin başına geçti.
Şahin Giray'ın etrafında kimse kalmamıştı. Halim Giray adlı bir
kişi asilerin başında Kefe'ye saldırdı ve Şahin Giray'ın birliklerini
bozguna uğrattı.
Kırım halkının da hücumu üzerine Şahin Giray, 14 Mayıs'ta mai­
yetiyle birlikte Kerç taraflarına doğru kaçtı ve General Potemkin'den
1 66 Kay ı Vl l l : I s l a h a t , Darbe ve Dev l e t

yardım istedi. Rus generali, kendisine yardım etmeyi kabul ederek


bir kez daha Kırım'a girmek üzere hazırlıklara başladı.
Kırımlılar işe Şahin Giray'ın yerine Bahadır Giray'ı getirmişlerdi.
Ayrıca yen� Kırım hanını İstanbul'a bildirerek kendisine berat veril­
mesini istediler. Değişikliği Kırımdaki Rus generaline de dostane
bir surette bildirip kabulünü istediler. 31
Gelişmeler B �bıiliöe duyulunca, reisülküttab, Rus elçisiyle birkaç
defa görüşerek, Kırımın serbestisine riayet edilmesini talep etti.
Elçi hakkın Şahin Giray'a ait olduğunu, kendisine aleyhtar olanlar
bulunduğu gibi, lehtarların da mevcut olduğunu bildirdi. Babıali
ise, Rusya'nın Şahin Giray'ı tutmasının muahedeler ahkamına aykırı
bulunduğunu ve Kırımın istiklaline muhalif olduğunu, bu hareketin
iki devlet arasında husumete sebep olabileceğini beyan etti.
Öte yandan Kırım'dan bir heyetin lstanbul'a geldiğinin ha­
ber alınması üzerine Fransa elçisi, Baş Tercüman Folton'u derhal
Babıali'ye gönderdi. Elçi, Fransa'nın Osmanlı Devleti'nin dostu oldu­
ğunu ve Osmanlı Devleti'ne gelecek zararın kendi devletine gelmiş
gibi olacağını beyan ettikten sonra, "Üç ay önce Fransa padişahının
emriyle bana başvekilimizden bir mektup geldi. Orada şunlar be­
lirtiliyordu. Devlet-i Aliyye canibine göz kulak ol. Şu aralıkta olur
olmaz bir şey için bir muharebe ve sefere girişmesinler. Hakimane
muamele ve mümkün mertebe müdara semtini tutsunlar. Zira cenk
açılacak vakit değildir. Bunu bildirmekten elbette devletimin bir
mülahazası vardır. İnsanlar arasında şüyu bulduğu gibi Kırım hanına
teşrifat gönderilmek düşüncesi varsa lütfen vazgeçiniz. Korkarım
neticesi tekrar husumete ve çatışmaya yolaçar:· diyerek tavsiyede
bulunmuştu.
Osmanlı D evleti, antlaşmalara göre Kırım Hanlığı'nın ba­
ğımsız olduğunu belirtip Rusya'dan müdahil olmamasını istedi.
Ayrıca Rusya'ya karşı bir harp vukuunda, "Kırım ne suretle işgal
olunur? Nereden çıkarma yapılır? Düşman nereden gelir?" yollu
alakadarlarla görüşmelere başladı.
Katerina ise artık Kırımı tamamen işgal zamanının geldiğini
düşünüyordu. Avrupa'daki siyasi vaziyet buna Üygundu. Çünkü bu
sırada Fransa ve İngiltere'nin, Amerika meselesinden dolayı muha-
1 . Abdü lhamid Han 1 67

rebe halindeydiler. Diğer Avrupa devletleri de ya bu iki devletten


biri ile müttefik idiler ya da başka meseleleri vardı. Bir anlamda
kendilerine itiraz edecek bir güç olmadığını biliyordu.
Yine Katerina, son harpten sonra yaralarını sarmak için çalışan
Osmanlı'ya toparlanma imkanını vermek de istemiyordu. Ayrıca
zaman geçtikçe Kırım<la şartların kendi aleyhlerine dönmekte ol­
duğunu da görüyordu.
Bu sebeple II. Katerina, Kırım hususunda Osmanlı Hükümeti'nin
itirazına kulak asmadı. Müttefiki Avusturya ile de anlaşmış oldu­
ğundan Osmanlı hududu üzerindeki kuvvetlerini artırdı. Avusturya
da bu antlaşma gereğince Erde! ve Macaristan'a kuvvetler sevk
etti. Bu gelişmeler Osmanlı Hükümeti'ni daha da ihtiyatlı hareket
etmeye sevk ediyordu.
Bu endişe verici vaziyet üzerine Osmanlı Hükümeti harbi göze
alamadı ve yalnız buralara serasker tayin ederek, bir miktar asker
gönderdi.
Osmanlı Hükümeti'nin yalnız ihtiyati tedbirlerle iktifa etmesi,
Rusya'nın maksatlarını kolaylaştırmaktan başka bir şeye yaramadı.

RU S LA R K I Rl M'A G İ R İ YOR!
il. Katerina bundan sonra General Potemkin kumandasında
yetmiş bin kişilik bir kuvveti birdenbire Kırım'ın işgaline memur etti.
Böylesi büyük bir ordu ile Kırım'a giren Potemkin, Şahin Giray'ı
tekrar Kırım Hanı ilan etti. Bunun üzerine Bahadır Giray Osmanlı
Devleti'ne sığındı ve bir müddet sonra, ikamet ettiği Tekirdağı'nda
vefat etti ( 1 79 1 ).
Bu esnada Soğucak muhafızı bulunan Ferah Ali Paşa, Kırım'a
bağlı Taman halkının Şahin Giray'ın memurlarını atması ve ken­
disini daveti üzerine, buraya kethüdasını gönderdi. Kethüda, Şahin
Giray'ın Taman<lan çekilmesini isteyen elçisini, hıyanetine kızarak
idam ettirdi. Bunun üzerine Ruslar, Şahin Giray'dan izin alarak Kefe,
Taman ve Kuban havalisine asker sevk edip, buraları bir hamlede
işgal ettiler.
1 68 Kay ı V l l l : l s l a h a t , Darbf ve D e v l e t

General Potemkin ise emrinde bulunan yetmiş bin askerle çoluk


çocuk ayırt etmeden 30.000 Kırımlıyı katlettirdi. Kırım artık çarlığın
bir vilayeti olmuştu (8 Nisan 1 783) .32
Karasu mevkiine ordugahını kuran Potemkin, Kırım'ın bü­
tün ileri gelenlerini davet ederek İmparatoriçe il. Katerina'nın
beyannamesini kendilerine okudu. Beyannamede Katerina şöyle
diyordu:

Siz müfsid bir kavimsiniz! Bize birçok zahmet verdiniz. Sizden


çektiğimizi hiçbir m illetten çekmedik. Fesadınızdan kurtulmak
için Devlet-i Aliyye dahi sizden el çekerek, serbest olmanıza karar
verdi. Halbuki bu esnada dahi Devlet-i Aliyye ile aramızı bozmak
istediniz. Lakin iki devlet, halen sulh üzeredirler. Ancak sizler
benim nice bin askerimi katlettiniz ve bu uğurda çok para sarf
etmeme sebep oldunuz. İşte bu sebeple Taman, Kuban ve Kırım'ı

memleketime ilhak ettim.

Potemkin, beyannameyi okuduktan sonra bundan böyle Kırım'ın


istiklalinin kaldırıldığını ve ahalinin artık Rus reayası olduklarını
bilmelerini söyledi ( 1 783 ) . 33
Potemkin, bundan sonra bütün Kırım halkına bir beyanname
daha neşretti. "Artık serbestliğiniz kaldırıldı. Bundan sonra Rusya
reayası gibisiniz. Ama giderim diyenlere mal ve eşyası ile çıkıp
gitmeleri için izin vardır. Dininize ve mezhebinize hiçbir şekilde
karışılmaz. Fakat her bakımdan siz de imparatoriçemizin emirlerine
uyacağınıza yemin ediniz;34 deyince Kırım halkı neye uğradıklarını
anladılar fakat iş işten geçmişti.
Osmanlı D evleti, h alkın istememesine rağmen General
Potemkin'in müstakil Kırım Hanlığı işine müdahalesini protesto
etmekten öte bir şey yapamadı.
A rtık Kırımda Şahin Giray ismen hükümdar olup bütün işler
Rus General Dibalbin'in eline geçti. Kırım camilerinde, Osmanlı
padişahın adının hutbelerde okunması da kaldırıldı.
I . Abdü l h a m i d Han 1 69

K i Rl M İ L H A K I N l N TAS D İ K İ
B u son işgalden sonra Kırım halkının aklı başına gelmiş ve bir
anda Rusların esareti altına düştüklerini ve neticelerini dehşetle
seyreder .olmuşlardı. Neticede Kırım'da dinlerini dahi yaşamakta
zorluk çeken gerek Nogay ve sair Tatarlardan epeyce hane Osmanlı
topraklarına hicret etmeye başladı.
Bu miktarın otuz bine ulaşması karşısında Ruslar bu şekilde
devam ederse kimsenin kalmayacağını fark ettiler. General Potem­
kin, gözdağı vermek için yola çıkan zavallı insanları merhametsizce
öldürmeye başladı ve göçü durdurdu.
Kırımın işgali üzerine Osmanlı Devleti'nin hazırlığını öğrenen
Katerina şayet Türklerle bir muharebe vuku bulacak olursa arka­
dan İsveç'in Rusya'ya taarruz etmek ihtimalini önlemek için İsveç
kralıyla yaptığı mülakatta bir Osmanlı-Rus Harbi'nde İsveç kralının
tarafsız kalması şartıyla Norveç'in, İsveç Krallığı'na ilhakına yardım
edeceğini vadederek İsveç'le gizli bir antlaşma yaptı.
Kırım konusunda diğer devletleri yanında bulan Rusya Hükü­
meti, Osmanlı Devleti'nin acziyetinden de azami derecede istifade
etmek istiyordu. Nitekim Kırım'ı sadece ilhak etmekle kalmayarak,
Kırım ilhakının kabul ve tasdik edildiğine dair bir senet verilmesini
Osmanlı Hükümeti'nden resmen isteyecekti.
Diğer taraftan Kırım'ın resmen ilhakı dolayısıyla şaşıran Osmanlı
Hükümeti, bu defa Ruslarla arası iyi olmayan İngiltere Hükümeti'nin
telkinlerine kapıldı. İki defa reisülküttabla görüşen İngiliz elçisi,
kendi hükümetinin Türklere karşı dostluğundan bahsederek bu ilhak
münasebetiyle derhal hudutlara kuvvet sevk edilip hazır olunması
telkininde bulundu. Çünkü bu halin bir harbe sebep olabileceğini
ve Rusya'yla Avusturya müttefik oldukları için uyanık bulunulma­
sını istemişti.
İngiltere elçisi, görüşme sırasında reisülküttab efendiye, Rusların
emri vaki olan Kırım ilhakının devletçe kabul edilmek ve diğer hu­
susların Aynalıkavak Tenkihnamesi'ne göre tatbiki için hükümetinin
tavassutta bulunacağını da ifade etmişti (Kasım 1 783).
1 70 Kay ı V I I I : I s l a h a t , Darbe ve Dev l e t

Osmanlı Hükümeti b u teklif karşısında kendisine dost bildiği


Fransa'nın da İngiltere ile birlikte tavassutta bulunmasını talep etti.
İngiltere elçisi Fransa'nın tavassutunun oluşmasına gayret edilece­
ğini söz verdi. Halbuki Fransa, bir müddetten beri Ruslara mey­
letmiş ve Osmanlı Hükümeti'ne dostluk yüzünden Aynalıkavak
Tenkihnamesi'ni kabul ettirmek suretiyle Katerina'ya hizmet etmişti.
Aslında bu defa da İngiltere, elden kaçırmış olduğu Rus dostlu­
ğunu tekrar eld€:. etmek istediğinden o da Fransa ile beraber Kırım
ilhakını Osmanlı Devleti'ne kabul ettirmek suretiyle Katerina'yı
memnun etmek sevdasındaydı.
Osmanlı devlet adamları ise yardım istedikleri devletlerin gerçek
maksatlarından ne yazık ki haberdar değildi.
Kırım, Koban ve Taman'ın Rusya tarafından ilhakından sonı ..
Rusya, İstanbuföaki elçisi Bolgakof vasıtasıyla bu üç yerin ilhakının
Osmanlı tarafından tasdik edildiğine dair bir senet istedi.
Ruslar, Fransa ile İngiltere'nin tavassutlarının sadece muhabereyi
önlemek için olduğunu beyan ettiler. Hatta bir kelim inin bile . •

değiştirilmeden kabulü için reisülküttaba bir de senet ıııüsveddesi


verdiler.
Bu arada Ruslar tarafından dostluktan çıkarılan Prusya Devleti
ise başka maksatlar peşindeydi. İstanbul<ia bulunan Prusya elçisi,
hükümeti namına reisülküttaba bir takrir vererek Rusların işgalini
kabul etmek zaruri ise de senet verilmesinin oldukça kötü netice­
leri olacağını bildirdi. Bu halin Osmanlı memleketlerinin kilidini
Rusların ellerine vermek demek olacağını belirterek bazı devletlerle
ittifak etmek suretiyle muharebe edilmesini ve kendilerinin de bu
ittifaka hazır olduklarını beyan etti.
Bütün bu gelişmeler 29 Kasım 1 783'te şeyhülislam konağın­
da akdedilen mecliste inceden inceye gözden geçirildi. Osman­
lı Devleti'nin iki düşmana karşı vaziyeti ile Rusya ve Avusturya
devletlerinin üstünlükleri göz önüne alınarak İngiltere ve Fransa
devletlerinin tavassutlarıyla işin halledilmesine karar verildi.
Ancak bu toplantıdan on yedi gün sonra reisülküttab ve Kap­
tanıderya Gazi Hasan Paşa ile görüşen Rusya elçisi, Fransa ve
l . Abd ü l h a m i d Han 171

İngiltere'nin bu konudaki tavassutlarını kabul etmedi. Kati surette


istenilen senedin tasdik edilmesini aksi takdirde savaşa hazır ol­
malarını bildirip birkaç günlük süre tanıdı.
Devlet erkanı sulh ve harp arasında kalmıştı. Böyle bir vaziyette
yeni bir savaşı göze alamadılar. Neticede alınan fetva ile Kırım,
Koban ve Taman'ın Ruslar tarafından işgallerinin kabulü ve senet
verilmesi kararlaştırıldı. Rus elçisine son görüşmede istediği senet
verildi (9 Ocak 1 784) .
Osmanlı devlet ricali için belki de tarihin en zor mesuliyetler­
den biri olan bu senet verme işi yine Aynalıkavak Köşkü'nde icra
olunmuştur.
Senedi teslim etmeye reisülküttab ile ulemadan Müftizade
Ahmed Efendi ve bir de Kaptanıderya Cezayirli Gazi Hasan Paşa
memur edilmişlerdi. Hasan Paşa hastalığını bahane ederek o gün
Aynalıkavak'a gitmedi. Verilecek senet, Beylikçi Raşid Efendi vası­
tasıyla konağına gönderilerek kendisine mühürlettirildi.
Cezayirli Gazi Hasan Paşa senedi mühürlerken Raşid Efendi'ye,
"Bu sulh, sulh değildir. A'da-yı din (din düşmanı) bizim halimizi
böyle gördükçe buna kani olmayıp çeşitli tekliflerle memleketimize
el uzatacaklarına, hiç olmazsa Tuna, hudut olsun diyeceklerine
şüphe yoktur. Bize göre hemen başımızın çaresini görmek ve in­
tikam alınmak için hazırlanmak lazımdır. Sonra pişmanlık fayda
vermez" demiştir. 35

H Aİ N İ N AKI B ET İ !
Kırım'ın işgali ve Rusya'ya ilhakı üzerine Şahin Giray taraftarları
Ruslara karşı olan dostluğun ve Osmanlı idaresinden ayrılarak
Ruslara güvenmenin ne demek olduğunu anlamışlardı. Fakat iş
işten geçmişti.
Osmanlı ve Rus hükümetleri arasında yapılan antlaşma mucebin­
ce, Kırım hanlarının bastıracakları sikkelerde halife olan 1. Abdiilha­
mid Han'ın ismi bulunacaktı. Fakat Şahin Giray Osmanlı idaresinden
ayrılarak müstakil olmayı o kadar arzu etmişti ki B ahçesarayöa
bastırdığı sikkelere halifenin ismini dahi hak ettirmemişti.
1 72 Kay ı V l l I : 1 .ı l a h a ı , Darbe ve D e v l e t

Ruslar tarafından, "Osmanlı'ya neden itaat edeceksin. Sen han


oğlu hansın. Biz seni layık olduğun makama çıkaracağız. Her vesile
ile destekleyeceğiz. Hayatta kaldığın müddetçe asla azledilmeyecek­
sin" gibi vaatlerle asırlardır birlikte oldukları devletine karşı isyan
ettirilen Şahin Giray vazifesini harfiyen yerine getirmişti. Önce
Ruslarla elbirliği ederek halkını kışkırtıp Osmanlı askerine bölgede
en acı darbeleri indirdi. Ardından Rus ordusunu halkına karşı bir kez
daha Kırım'a davet etti. Ancak artık yüzyılların hamisi Osmanlılar
da yanında yoktu. Halkını yetmiş bin kişilik Rus ordusuna peşkeş
çekti. Ülkesini teslim etti. Ancak o ordu artık Kırımdan çıkacak
gibi durmuyordu.
Kırımaa isyanı bastıran ve gerekli tedbirleri alan Ruslar, Kırım
ve Taman'ı ülkesine ilhak ettiğini ilan etti ( 1 783). Ruslar için artık
Kırımaa haine gerek yoktu.
Şahin Giray muhtemelen Ruslara güvenmenin hata olduğunu
çok daha önce anlamıştı; ancak hadiseler kontrolden çıktığı için
yapacak bir şey yoktu.
ilk olarak Abaza ve Çerkezlerin yardımını sağlamak üzere Taman
yöresine gitti. Daha burada iken Soğucak Valisi Ferah Ali Paşa'ya
ve kardeşi Sahih Giray'a mektup yollayarak Osmanlılara sığınmak
istediğini bildirdi. Fakat Katerina, ne olursa olsun onun kontrol
altında tutulmasını ve Petersburg'a nakledilmesini istiyordu. Hat­
ta ona gönderdiği mektupta Osmanlılara ilticasının hayatına mal
olacağı ikazında bulundu.
Bölgedeki Osmanlı idarecileri de Tamanaaki Şahin Giray'ın asıl
niyetinin bu kesimden Tuna'ya kadar olan yerlerde bir idare kurmak
ve buradaki Tatarları kendisine bağlamak olduğu yolunda bilgiler
gönderiyorlardı. Ancak Şahin Giray Taman'da fazla duramadı, bu­
radaki kabilelerin tepkisini çekti. Tam bu sırada Ruslar onu 1 784
baharında çariçenin emriyle Petersburg'a götürdüler.
Petersburg'da çariçeyle buluşan Şahin Giray, general unvanı
verilerek Hanlıktan uzaklaştırıldı. Şahin Giray iki bin kadar ma­
iyetiyle Don Nehri kıyısındaki Voronej kasabasında iskan edildi.
Ruslar, Şahin Giray'a muvakkat bir zaman için senede sekiz yüz bin
ruble maaş tahsis ettiler. Giderek maiyetini ve maaşını azalttılar.
l. Abd ü l h a m i d H a n 1 73

Sonunda bütün tahsisatı kesildi. Şehirden çıkarılarak dışarıda bir


eve yerleştirildi. Artık her yerde her kesimden hakaret görüyordu.
Bu hakaretlere daha fazla dayanamadı ve Sonunda küfran-ı nimet
ettiği Osmanlı Devleti topraklarına gidebilmek için Katerina'dan
izin istedi. Kendisine derhal bu müsaade verildi.
Daha sonra da etrafa adamlar yollayarak Osmanlılara sığınmak
için teşebbüse geçti. Bunlardan Ahmed Efendi, 1 786 yılı sonların­
da Veziriazam Koca Yusuf Paşa ile görüşüp Şahin Giray'ın iltica
arzusunu bildirdi. Şahin Giray, eski Kırım hanlarına yapıldığı gibi
kendisine Rumeli taraflarında bir çiftlik tahsisini istiyordu. Ardından
hayatından endişe duyduğunu bildirerek itimatname verilmesini
talep etti.
Osmanlı Hükümeti kendisine müsaade olunmasını ve gelir gel­
mez de ihanetine uygun icabeden cezanın verilmesine karar verdi.
Bu sebeple mektuplarına muhabbetli ifadelerle cevap verilerek
davet olundu.
I. Abdülhamid Han, Şahin Giray'ın taleplerini kabul ettiğini
belirten bir mektup yollayarak Hotin'den Osmanlı topraklarına gir­
mesi ve gönderilecek bir mihmandarı beklemesi bildirildi. Yanında
yüz elli kadar silahlı adamı bulunan Şahin Giray bir süre Hotin'de
oyalandı. Muhtemelen hayatından endişe ettiği için gönderilen
itimatnameye rağmen ağır davranıyor ve etrafa haberler yollayarak
mevkiini sağlama almaya, ayrı ca Osmanlı Devleti'nin gerçek niye­
tini anlamaya çalışıyordu. Sonunda Hotin'den hareketle Boğdan'a
geçti. Oradan da adamlarının sıkı koruması altında Silistre'ye geldi.
Böylece kendisine mihmandar tayin olunan Çadırcızade ile bir­
likte 30 Haziran 1 787(ie Edirne'ye getirildi. Buradan da Gelibolu'ya
sevk edildi.
Şahin Giray'ın Hotin'den Boğdan'a doğru hareket ettiği Boğdan
voyvodasından gelen tahriratlardan anlaşıldığında keyfiyet veziri­
azam tarafından padişaha arz edilmişti.
1. Abdülhamid Han, Rusların elinde oyuncak olup Kırım'ın elden
çıkmasında birinci derecede sorumlu bulunan Şahin Giray'a karşı
174 Kayı VIII: I s l a h a t , D a r b e v e D e v l e t

büyük bir nefret duymaktaydı. Padişah veziriazamın telhisinin


üzerine şu hatt-ı hümayunu yazarak göndermişti:

Benim vezirim! Bu dinsizde gayrı beyza-i İslam alameti kalmadı.


Kafır-i din olduğunda şüphe yoktur. Elbet konaklarda eğlenmesi
tehi (b oşuna) değildir. Mutlaka kafirin bir desisesi (hilesi) olmak
gerektir. Yaş'a girmesi dahi büyük bir hatadır. Heman bir an önce
gelmesine gayret ve ihtimam ettiresin.

Şahin Giray hakkında devamlı malumat isteyen 1. Abdülhamid


Han onun Edirne<i.en hareketi sırasında da şu hatt-ı hümayunu
yolladı.

Benim vezirim, Şahin Giray Edirne'den hareket eylemiş deyu işittim.


Cumartesi hareket eyledi ise şimdiye dek Gelibolu'ya dahil olmak
gerektir. Derhal idam olunsun. Kurşun, gayri katli ne ile olsa meşru
olduğu malum. Hemen katlen Gelibolu'ya defolsa münasip olmak
gerektir.

Buna rağmen hükümet Şahin Giray'ın Gelibolu'dan Rodos'a


götürülüşü sırasında boğulmasını muvafık buldu. Bu görev Kapı­
cıbaşılardan Mehmed Ali Ağaya verildi. Ancak Ali Ağa, gemide
Şahin Giray'ın yanında zırhlı ve silahlı olarak otuz kadar adamı
olduğunu görünce yolda idam işine cesaret edemedi.
Oldukça tedbirli hareket eden Şahin Giray, Rodos'a geldikten
sonra kale içinde oturmayı kesinlikle reddetti. Bu durum karşısında
kale dışında bağlık bir mahalde yerleştirildi. Mehmed Ali Ağa geri
dönerek keyfiyeti sadrazama ve o da bu hali padişaha arz etti.
1. Abdülhamid Han bu habere oldukça üzülmüştü. Bu üzün­
tüsünü sadrazamdan gelen telhisin kenarına yazdığı şu sözlerle
ifade edecekti:

Benim vezirim! Şahin Giray'ın defi haberini beklerken mübaşirin eli


boş avdeti nasıl haldir? Rodos gibi bir cezirede bu kadar bin adem
var iken bir adamın hakkından gelmek bir şey midir? Böyle işe güce
yaramaz kapıcıbaşılar ve gayrısı neye yarar? Bu yazılacak cevap
dahi değildir. Yazık ki Devlet-i Aliyye'ye bir iş erbabı kimsemiz
kalmamıştır. Bu bahta alimallah gayret-i padişahanemden münfail
l . Abdü l h a m i d H a n 1 75

oldum. Bir an evvel o l müfsidin gereğini göresiz. B e n yazdım. Bir


daha gecikme olursa karışmam.

Şahin Giray öldürülmekten korkarak daima tedbirli bulunduğu


için kendisi hakkında verilen idam kararı derhal tatbik edileme­
miştir. Rodos'ta kale haricinde bağ konağı mevkiinde oturan Şahin
Girayın orada muhafazası müşkül olduğundan kale dahiline alın­
ması kendisini getiren kapıcıbaşıya yazılmış ise de kapıcıbaşı dokuz
gün evvel hareket ettiğinden dolayı emir kendisine bildirilememiş
fakat mahkeme-i şer'iyyede okunan ferman mucebince Şahin Giray
kale dahilinde bir eve nakledilmiştir.
Şahin Giray buraya naklinden sonra başına gelecek akıbeti iyice
anlayarak Rodos'tan kaçmayı düşünmeye başladı. Bu suretle ara­
dan bir müddet geçtikten sonra 1 Ağustos 1 787 tarihinde adam­
ları ile birlikte elbiselerini tebdil ederek gizlice Rodos'taki Fransız
konsoloshanesine gittiler. Buradan adamları ile bir ecnebi gemisiyle
kaçmak isterlerken yakalanıp tekrar kaledeki yerine konuldu.
Bu sırada merkezden derhal idamı hakkında kapıcıbaşı vasıta­
sıyla kesin bir talimat daha gelmiş bulunuyordu. Bu emir üzerine
Şahin Giray, Ağustos 1 787Cle idam olundu.

Sakın sanma ki hain berhudar olur


Akıbet ya boynu vurulur ya berdar olur

H A R B E H AZ I RL I K
Kırım, Koban ve Taman'ın Ruslar tarafından ilhakının kabul
edilmesi Müslüman Osmanlı halkının efkarını fevkalade mütessir
etmişti. Askeri ıslahata yeni başlayan Halil Hamid Paşa, Rusya
ve Avusturya'ya karşı toplanan nizamsız kuvvetlerle memleketi
felakete sürüklemek mesuliyetini üzerine alamayarak zaten elden
çıkan Kırım ve diğer yerler hakkında bir senet vermeyi memleket
hesabına daha zaruri bulmuştu. Bununla beraber Ruslara senet
vermeyi kabul eden hükümet reisi yani Sadrazam Halil Hamid Paşa
halk nazarından düşerek dedikodular çoğalmıştı.
Bu hali gören Halil Hamid Paşa Ruslara karşı ne kadar sulh
yolu tutulsa da günün birinde muharebeye girileceğini anlamıştı.
176 Kay ı V I T I : I s l a h a t , D a r b e ve Dev l e t

Bu itibarla süratle harp hazırlıklarına başladı. Kaleleri tahkim ile


içerisine asker, zahire ve mühimmat koydu. Menzil teşkilatı ile nak­
liyat işlerini tertip etti. Gerek kapıkulu ocakları ve gerek lağımcı ve
humbaracı ocakları ve timarlı sipahiler ve bilhassa sürat topçuları
_
teşkilatını ıslah, tadil ve teksir ile mümkün mertebe hazırlanmakta
idi. Halil Hamid Paşadan sonra önce Şahin Ali Paşa ardından Mora
Muhassılı Yusuf Paşa sadarete geldiler (25 Ocak 1 786) .36
Yusuf Paşa, ordu sevk ve idaresinde acemi ise de, hamiyetli ve
faal bir zattı. Rusların devam edip duran haksız hareketlerine karşı
infial duymaktaydı. Halil Hamid Paşanın yapmış olduğu hazırlıklar
kendisine Ruslarla çarpışacak cesareti vermekteydi.
Bu arada Rusların daimi surette genişlemesinden endişe eden
Prusya ile İngiltere de Yusuf Paşa'yı Ruslar aleyhine tahrik ediyor­
lardı. Prusya kralı, Avusturyanın son dönemlerde fazla genişleme­
sinden çekiniyordu. Bu itibarla Avusturya İmparatoru Jozef'e karşı
Alman hükümetleri ile ittifak kurdu. Aralarındaki ticari münase­
betlerden dolayı Ruslara gücenik İngiltere de Prusya ile ittifak etti.
Bu vaziyet Rusya'nın müttefiki Avusturya'yı Osmanlı aleyhine
gelişi güzel hareket edemeyecek hale getirmiştir. İşte bu ittifaklardan
dolayı Prusya ile İngiltere, Osmanlı Hükümeti'nin Ruslara karşı
harp açmasını istiyorlar ve Yusuf Paşayı birtakım vaatlerle harbe
teşvik ediyorlardı.
Öte yandan Osmanlı tarafı çekingendi. Bilhassa fena bir akıbete
uğramamak için başta padişah olmak üzere ileri gelen devlet ricali
harbe aleyhtar bulunuyorlardı. Fakat Kırım'ın Ruslara terkinden
dolayı İstanbul'daki halk çoğunluğu pek müteessir olup Ruslara harp
açılmasını istiyorlardı. Halkın bu galeyanını gören Yusuf Paşa aynı
zamanda Prusya ve İngiltere'nin telkinleri altında da kaldı. Kırım'ı
geri almak için ortaya atılarak muharebeden çekinen 1. Abdülhamid
Han'ı ikna etmeye çalıştı. Bu hususta halkın galeyanını ileri sürerek
şayet Ruslara harp ilan etmezse hükümdarlıkta kalamayacağını da
padişaha söyledi. 37
Bu tarihlerde il. Katerina ile İmparator Jozef'in Kerson'da bu­
luşarak görüşmeleri de Osmanlı Devleti'nin ani bir taarruz karşı­
sında kalacağı zannını kuvvetlendirdiğinden tedarikli bulunulması
l. A b d ü l h a m i d Han 1 77

zaruri görüldü. Bu hususta Veziriazam Yusuf Paşanın Aynalıkavak


Köşkü'nde İngiltere elçisi ile yaptığı uzun mülakattan sonra Sadra­
zam Yusuf Paşa iyice harp etmek tarafına meyletti. 38
Kaynarca Muahedesi'nin akdinden itibaren Ruslarla aradaki
ihtilaf eksik olmuyordu. Osmanlı orausunun inhilali dolayısıyla Rus
mareşalinin lütuf ve atıfetine kalarak en fena vaziyette akdedilen bu
muahede Ruslara pek mühim kazançlar temin ettiği gibi hüküme­
tin tedariksiz bulunmasından i ...tifade eden Rus Hükümeti hiçbir
fırsatı kaçırmayarak sık sık istek ve tehditleriyle e:,,:ı eyce menfaatler
koparmışlardı. Nitekim 1 787 Harbi'ne tekaddüm eden günlerde Rus
elçisinin halledilmesini istediği ihtilaflı meseleler şunlardı:
Eflak ve Boğdan münazaası, Gürcistan meselesi, Kafkasya'da
bazı kabilelerin Kobah Nehri'ni geçerek Rus arazisine akın etmeleri,
Rusya tüccarından mastariye resminin af ve ilgası, Cezayirlilerin
zapt ettikleri Rus gemisinin istirdadı, Tuna sahillerinde Osmanlılara
tabi Kazakların huduttan uzaklaştırılarak yağmalarının önlenmesi,
Küçük Kaynarca Muahedesi mucebince Varna'ya konsolos tayinine
müsaade edilmesi, Kılburun memlehalarından (tuz çıkarılan yer)
çıkan tuzun yarısı Ruslara diğer yarısı Özi halkına tevzii muahede
ahkamından olmasıyla Ruslara ait bu yarı hissenin verilmesi.
Bu ihtilaflı meselelere, sulhu muhafaza etmek isteyen Osmanlı
Hükümeti tarafından gayet mülayim fakat mukni cevaplar verilirken
diğer taraftan da hududa kuvvet yığan Ruslara karşı aynı surette
kuvvet sevk ederek gafil avlanmamak istiyordu.
Yukarıda saydığımız ihtilafı halletmek için Reisülküttab Süley­
man Feyzi Efendi ile Rus Elçisi Bulgakof arasındaki görüşmede
Osmanlı murahhası: Eflak ve Boğdan meselesinin tahkik olunarak
iktizasına göre hareket edileceğini, Gürcistan'a akın yapan Acaralıla­
ra karşı Gürcülerin himayesini Rus Hükümeti rica etmiş olduğundan
Osmanlı Hükümeti Gürcileri himaye için o taraflara kuvvet sevk
ettiğini, Koban etrafındaki işin tahkikine memur gönderildiğinden
Soğucak muhafızı ve Rus memurları vasıtasıyla bu işin halledileceği­
ni, masdariyye resmi için İngiltere ve Avusturya'ya kıyasen muamele
olunacağını, Cezayirliler tarafından zapt olunan Rus gemisinin
muahede mucebince halledilip tekerrürünün önleneceğini, Rus
1 78 Kayı V l l l : l s l a h a ı , Darbe ve D e v l e t

hududu üzerindeki Potkalı kazaklarının Tuna'nın beri tarafına nakl


olunacaklarını, Varna'ya konsolos tayini işinde Rus Hükümeti'ne
yazılan tahriratın cevabına intizar olunduğunu ve en son olarak da
Tuz mesele�inin iki tarafça mahallinde halledilmek üzere memurlar
tayin olunmasını bildirmiştir ( 1 6 Şubat 1 787).

RU S LARLA H A RB E KA RA R V E Rİ L M E S İ
Rusya, Osmanlı Devleti'ne önce, Kafkas kabileleri, Gürcistan,
Eflak-Boğdan ve Tuna civarındaki Kazakların durumu ile Karadeniz
ticaretini yeniden görüşmeyi teklif etti. Görüşmeler devam ederken,
İskenderiye'deki Rus konsolosunun Çerkez Kölemen beyleriyle mü­
nasebet kurduğu ortaya çıktı. Çariçenin bunlara göndermiş olduğu
mektup ele geçmişti. Bu mektupta çariçe, Mısır'ın Türklerden temiz­
lenmesi gerektiğini bu konuda Çerkez beylerine gereken yardımın
yapılacağını taahhüt ediyordu. Bu olaylar neticesinde 27 Temmuz
1 787'de İstanbul'daki Rus elçisi çağrılarak bir nota verildi. Daha
sonra 13 Ağustos 1 787'de de Rusya'ya harp ilan edildi ve Şeyhülislam
Müftizade Ahmed Efendi'nin fetvasıyla durum kesinleşti.
Rus sefiriyle yapılan mülakattan on dört gün sonra 14 Ağustos
1 787'de akdedilen mecliste Rus elçisinin vaki teklifleri hükümetine
sorup cevap vereceği hakkındaki mütalaası beyan edildi. Fakat
sadrazam, Rus elçisinin hükümetine yazıp oradan cevap gelmesinin
beyhude olduğunu ileri sürerek kendisiyle beraber harbe taraftar
olan Şeyhülislam Müftizade Ahmed Efendi'nin verdiği fetva üze­
rine Ruslara harp ilanına ve üç gün sonra da Rusya elçisinin tevkif
edilerek gözaltı edilmesine karar verildi.
1 787 Ağustos ayının on yedinci Perşembe günü Rus elçisi Bul­
gakof, Paşakapısı'na davet olunarak misafir odasında oturtulduktan
sonra bir taraftan müzakere ve bir taraftan da bilvasıta Rus elçisinin
mütalaası alınarak görüşülürken sadrazam ile şeyhülislam bizzat Rus
elçisine, "Şimdiye kadar mükaleme ile çok zaman geçti. Muahede
hilafına istila eylediğiniz Kırım'ı iade eder misiniz, ne dersiniz?"
deyince aradaki bazı ihtilaflı meselelerin hallini isteyeceklerini zan
ve tahmin eden Rus elçisi, şaşırarak işin ne şekil alacağını anlayıp
hükümetime sorayım diye oyalayıcı cevapla mukabelede bulundu.
l . Abd ü l h a m i d H a n 1 79

Bu cevap üzerine meclis azasının kimisi sulha temayül ile bek­


lenmesini ve bir kısmı da bu desiseye aldanmayarak harp edilmesini
istediler. Bunun üzerine fikirlerindeki ayrılığı gören veziriazam,
"işte bunların hali böyledir. Hep soralım diye iğfal ederler;' deyip
şeyhülislam da dua ederek meclise son verildi.
Ardından Rus Sefiri Bulgakof ile Baş Tercümanı Pizani ve sair
maiyeti Yedikule(ie nezaret altına alındılar. Fransa ve Avusturya
elçileri, Rus elçisinin serbest bırakılmasını hükümetten rica etmiş­
lerse de bu sırada Sadrazam Yusuf Paşa üzerinde sözü müessir olan
İngiliz elçisinin sözü üstün gelerek Fransa ve Avusturya elçilerinin,
teklifleri kabul edilmemiştir.39
Sadrazam Yusuf Paşa, Rusya'ya harp ilan olunacağına dair 1 9
Ağustos 1 787'1e verilen kararı şeyhülislam ile beraber padişaha
arz etti. Harbe aleyhtar 1. Abdülhamid Han, bu emri vaki üzerine
veziriazama gönderdiği hatt-ı hümayunda, ordunun geçen sefer
( 1 768 seferi) gibi alayişli kalabalık olmamasını, herkesin haddine
göre seferi kıyafette olmasını, ocaklının yol erkan ve kanunlarına
riayet eylemelerini, gerek hazır olanlara ve gerek sonradan gelenlere
Moskovlunun Kırım'ı istilasından ve Karadeniz'1e donanma gez­
dirmesinden maksadının ne olduğunun anlatılmasını ve ulülemre
itaati tavsiye ettikten sonra, "Bundan sonra ariyet olan bir hayat
için ehl-i İslamın hakir olmasına kalblerinde zerre kadar imanları
olanlar nice tahammül ederler? Cümle malikim bu yolda gayret
ve sebat eden kullarıma bahştır. Allah ve Resul-i Habibi rızasıçün
ittihad-ı kuhib ile cümlenize metanet ve askeri kullarıma zabitleri
nasihatleri ile bundan böyle her ne olmalı ise olsun, gayrı bunun
aşağısı yoktur;' dedi.
Rusya ise, elçisinin hapis edildiği haberini alır almaz Olita
Limanı'nda bulunan Rus donanması derhal Karadenize çıkarak
bazı Osmanlı tüccar gemilerine tasallutta bulundu. Fakat şiddetli
bir fırtınanın çıkmasıyla Rus donanması büyük yara aldı.
Osmanlı Devleti savaş masrafları tedarik edip güçlü bir orduyla
savaşa girmek niyetindeydi. Bu yüzden hazineden masraflar için
1 2 bin altın çıkarılıp, sadrazam aracılığıyla Kaptanıderya Cezayirli
Gazi Hasan Paşaya teslim edildi. "Ben merasim paşası değilim, biz
1 80 K ayı V I l l : l s l a h a ı , Darbe ve D e v l e t

hala Osmanlı oğlu Osmanlı'yız!" diyen kahraman paşa kuvvetli bir


donanma hazırlamak için elinden gelen gayreti gösterdi.
İstanbul'da Ruslarla yapılacak savaşın hazırlıkları sürerken
Avusturya s�fıri sadrazama Avusturya Devleti'nin Rusya ile ittifak
kurduğunu ve Osmanlı-Rus Harbi'nde Avusturya'nın da buluna­
cağını bildirip memleketine dönmek için müsaade istedi. Bu va­
ziyet karşısında, Osmanlı Devleti iki düşmanla birden savaşmaya
mecbur kaldı. ·

Avusturya'nın Rusya ile ittifak ederek harp ilan etmesi Osmanlı


umumi efkarı üzerinde acı bir tesir meydana getirdi. Zira Avusturya
veraseti muharebesinde bütün teşviklere rağmen Osmanlı Devleti
düşmüşün üzerine çullanmak gibi bir basitliğe düşmeyerek harbe
iştirak etmemişti. Belki de Osmanlı Devleti'nin savaşa girmemesi
Mari Terez'in tahtını muhafaza etmesine yol açmıştı. Bu iyiliğe karşı
Avusturya'nın yapmış olduğu ahdini bozmaktı. Bu itibarla Osmanlı
Hükümeti Avrupa devletlerine göndermiş olduğu beyannamede
Avusturya'nın bu küçüklüğünü zikrederek yapılan hareketi kerih
ve aşağılayıcı gördüğünü belirtmiştir.
İki devletle birden harp edileceği için veziriazam ve serdar-ı
ekremin hangi cepheye gitmesi lazım geleceği padişah huzurunda
görüşülmüş ise de bir karara bağlanamamıştı. Nihayet ordunun
Edirne'ye varmasından sonra bu husussa karar verilmesi daha mü­
nasip olacağı muvafık görülmüştür.

O RD U N U N İ STAN B U L' DAN H A R E KET İ


Hareketinden evvel Serdar-ı Ekrem Koca Yusuf Paşa'yı huzuruna
kabul eden 1. Abdülhamid, kendisine Hırka-yı Saadet Odası'nda
sancağ-ı şerifi kendi eliyle teslim ettiği sırada muvaffakiyeti hak­
kında dua ettikten sonra, "Bak paşa, seni Cenab-ı Hakk'ın savn-ı
samedanisine emanet eyledim, senden din ü devletime layık hizmet
ve sadakat memul ederim ve umuruna ferd-i afridenin müdahalesi
mümkün değildir. Red ve kabulün her veçhile makbuldür. Hatta
evladım hakkında bile şükr ve şikayetin müsmir ve muteberdir;'
diyerek yanında duran büyük oğlu Şehzade Mustafayı gösterdi.40
I . A b dü l h a m i d H a n 181

Serdar-ı ekremin, Davudpaşa ordugahından 2 2 Mart l 788'de


Edirne'ye doğru hareket ettiği gün, padişah Davudpaşa'ya gelerek
sancağ-ı şerifi teşyi eyledi.
Sadrazam Yusuf Paşa, yerine göre halim ve icabında şedit ve oto­
riter olduğundan 1 768 Seferi'nde olduğu gibi ocaklının halka karşı
uygunsuz hareketleri görülmedi. Fakat ordu ağırlıkları, hazinesi ve
sair harp levazımı geride kalarak arkadan yetiştirildi.
Ordu, Davudpaşa'dan itibaren harp cephesine giderken Avus­
turya hududundaki hadiselere dair iyi haberler gelmekte idi. Bu
haberlerden biri Bosna Valisi Bekir Paşa tarafından gelip Bosna
gazilerinin düşman arazisine akınlar yaparak müteaddit defalar
düşmanı bozup bir hayli esir aldıklarını ve Avusturyalıların teşvi­
kiyle isyan ederek Belgrad ile Bosna yolunu kapatan Sırp asilerinin
tedip olundukları bildiriliyordu.
Bunu müteakip gelen Belgrad Muhafızı Abdi Paşa'nın tahriratın­
da ise Semendire'de mağlup edilen Avusturya kuvvetlerinin ikinci
defa dört bin kişi ile gelerek yedi saat muharebeden sonra beş yüz
telefverip bozuldukları bildiriliyordu. Ayrıca Belgrad karşısındaki
Sava Nehri üzerine köprü kurarak yardımcı asker geçiren Avustur­
yalıların da binden fazla ölü vererek bozulup kaçtıkları ve köprüyü
geçemeyen üç yüz kadarının kendilerini nehre atarak boğuldukları
haber veriliyordu.
Eflak'ta gözü olan Avusturya henüz bu ülkenin arazisine ayak
basamamıştı. Bunun sebebi ise hudut kuvvetlerinin Macar Dağları
Boğazı'na hücum ederek Avusturya'nın taarruzunu önlemeleri idi.
Eflak kıtasının muhafaza ve müdafaasına Darendeli Vezir İbrahim
Paşa memur idi. Aynı zamanda Eflak Beyi Mavroyani mühim para
sarfıyla etrafına topladığı kuvvetlerle İbrahim Paşa ile çalışıyor ve
sadıkane hizmet ediyordu. Boğdan tarafları da Kılburun felaketine
sebep olan İsmail Paşa tarafından müdafaa edilmekte idi.

AVU STU RYA C E P H E S İ


Ruslara karşı sefer ilan edildiği zaman sonbahar gelmek üzere
olduğundan ilkbahar başlangıcına kadar geçen zaman hazırlıkla
geçmiş ve Mısır<.ia bulunan Kaptanıderya Gazi Hasan Paşa donanma
1 82 Kay ı Vfll: I s l a h a t , Darbe ve Dev l e t

ile acele İstanbul'a gelerek noksanlarını ikmale çalışmıştı. Ruslar da


tamamen hazır değildi.
Gazi Hasan Paşa, İstanbul'a gelip veziriazam ile görüştüğü esna­
da Rus sefer.i için acele edilmiş olduğunu söyleyerek Yusuf Paşa'yı
tenkit etmekle beraber aynı zamanda harp masrafı olarak kendi
malından on iki bin kese para vermişti.
Serdar-ı Ekr� ve Sadrazam Koca Yusuf Paşa, önce Avusturya
derdini halle tmek istiyordu. Bütün hesaplar Ruslarla yapılacak
savaş içindi. Yeni bir savaş stratejisi belirlendi. Buna göre Osmanlı
Devleti Rusya'ya göre daha zayıf olan Avusturya üzerine gidip işini
bitirmeye çalışacaktı. Rusya ile yapılacak savaş daha çok müdafaa
savaşı olacaktı. Avusturya'nın derdi ortadan kalkınca bütün kuv­
vetleriyle Rusya üzerine gidilecekti.
22 Mart l 788C:ie Osmanlı ordusu Edirne'ye doğru hareket etmiş­
ti. Edirne'ye gidene kadar durmayan yağmurlar yüzünden büyük
sıkıntılar çekildiyse de müthiş bir nizam halinde Edirne'ye varıldı.
Avusturyalılar bu esnada Bosna ve Sırbistan'a taarruz ettilerse de
bir netice elde edemediler. 200 bin kişilik Avusturya kuvvetleri
Macaristan'da toplanmış ve altı güçlü orduya ayrılmıştı.
Ordu Vidine gelip Gaziler Tepesi mevkiine ordugahını kurduğu
sırada asker arasında ulufe talebiyle fitne çıktı. Bu fitnenin 3 1 . Orta
tarafından çıkarıldığı öğrenilince orta ordudan ayrılarak Yerköy
muhafazasına gönderildi. Serasker tayin edilen Cenaze Hasan Paşa
Kalafat mevkiinde Tuna Nehri'ni geçip Mahmudiye, Şebeş ve Te­
meşvar taraflarını tehdit etmeye başladı. Osmanlı ordusunun bu
bölgeleri tehdit ettiğini haber alan imparator, Belgrad'ı muhasara
etmek için giderken hemen geri döndü.
Lazarethane mevkii yakınlarında Avusturya ordusuyla karşı­
laşan Tuna hattındaki Fethülislam Kalesi Muhafızı Memiş Paşa,
Tekeburun palangasından düşmanı top ateşine tuttu. Düşman bir­
likleri mukavemet edemeyerek mevziilerini terk edip Lazarethane
mevkiine doğru geri çekildiler.
Tam bu esnada muharebeye başlayan Serasker Hasan Paşa,
imdat için süvari birlikleri göndermiş, kendisi de dağ tarafından
l . A bd ü l h a m i d llan 1 83

hücuma geçmişti. Osmanlı askeri, düşmanın açtığı top ve tüfenk


ateşine aldırmayarak, şiddetli bir hücumla iki yüz bin kişilik koca
bir orduya sahip olan Avusturya kuvvetlerini Muhadiye'ye doğru
fırara mecbur etmiştir.
Muhadiye Boğazı, çok sarp olup geçilmesi ve zapt edilmesi zor
bir yerdi. Aynı zamanda Tameşvar eyaletinin kilit noktası sayılırdı.
Ortasından bir de nehir geçiyordu. Lazarethane'yi alan Osmanlı
gazileri, burada bol miktarda ganimete kavuşmuştur. İmparator
Joseph, bu mağlubiyet haberi üzerine Şebeş taraflarına geri çekilmek
mecburiyetinde kalmış, buna mukabil serdar-ı ekrem, süratle bu
mevkie gelmiştir. Muharebenin kazanılmasında hizmeti olanları
mükafatlandırmış, yaralıları teker teker ziyaret ederek hatırlarını
almış ve türlü hediyelerle memnun etmiştir.
Burada yapılan müzakerede, aşılması güç olmakla beraber, bir
taraftan Muhadiye- üzerine yürünmesi, diğer taraftan da Belgrad
yolu üzerinde bulunan ve harekatın emniyeti bakımından düşü­
rülmesi zaruri olan İnlik Kalesi'nin muhasarası kararlaştırıldı.41
Muhadiye'nin ele geçirilmesine serasker Cenaze Hasan Paşa memur
edilirken İnlik Kalesi'nin sıkıştırılmasına da Memiş Paşa görevlen­
dirilmiştir.
Banat eyaletinin merkezi Temeşvar'ın kilidi sayılan Muhadiye
Boğazı, Avusturya kuvvetleri tarafından son derece iyi tahkim edil­
mişti. Üç gün süren tazyik sırasında, sağ kolun karşısında bulunan
ve Akpalanka namı verilen büyük tabyayı dövmek için, insanın
çıkmasının bile müşkül olduğu yerlere, toplar yerleştirildi. Yeniçe­
riler topçu desteğinde, sebatla ve mütemadi bir hücumla düşmanı
yorarak huzursuz ettiler.
Nihayet üç gün süren bu çetin cenkten sonra umumi bir hücum
yapılarak, Akpalanka zapt edildi ve içindeki altı bin kişilik düşmanın
ekserisi kılıçtan geçirildi (25 Ağustos 1 788).
Bu zaferin verdiği heyecanla Osmanlı askeri, balyemez topları
dahi dağlara çıkararak düşmanı dövmeye ve şiddetli hücumlarla
sarsmaya başladı. Serasker iyice zayıflayan düşmana karşı kat'i bir
hücuma geçmek üzere iken, Avusturyalıların müstahkem mevki­
lerini bırakarak ricate başladıklarını gördü ve derhal taarruz em-
1 84 Kayı VII I : I s l a h a t , D a r b e ve Dev l e t

rini verdi. Osmanlı kuvvetleri tarafından takip edilen düşman,


Muhadiye'de tutunamayarak, Şebeş Boğazı'na kaçtı ve buraya gelen
İmparator il. Joseph emrindeki asıl orduya iltihak etti.
Bu esnada fevkalade sarp ve müstahkem bir kale olan İnlik'in
muhasarası ilerlemiş ve serdar-ı ekremin gayretiyle tam bir tazyike
başlanmıştı. Sadrazam, kalenin müstahkem olmasından dolayı
askerin hücum için tereddütte kaldığını görmüş ve neredeyse iş­
ten vazgeçme� derecesine gelmişti. Tam bu esnada kaleden vire
bayrağı çekildi.
Bu durumdan oldukça memnun olan serdar tarafından düşman
müdafilerine aman verilerek emniyetli bir biçimde memleketlerine
gönderildiler. Zapt edilen İnlik Kalesi'nin muhafazasına Abdullah
Paşa tayin edildi.
Bundan hemen sonra kış gelmeden, Avusturya'ya büyük bir
darbe indirmek isteyen serdar-ı ekrem, Vidin, Fethülislam ve İnlik'te
bulunan kuvvetlerini bir araya getirerek, Şebeş Boğazı'nda toplan­
dığını haber aldığı imparator emrindeki düşmanın asıl kuvvetleri
üzerine hücumu kararlaştırdı. Serasker Cenaze Hasan Paşa, lüzumlu
kuvvetle önden sevk edilerek, beş yüz top ve yüz bin askerle tah­
kim edilmiş bulunan Şebeş üzerine yürüdü. Arkasından ilerleyip
Muhadiye'ye gelen Serdar-ı Ekrem, Şebeş tarafından duyulan top
sesleri üzerine, yerinde duramayarak cepheye doğru ilerledi.
Şebeşe vardığı esnada metrisler kazıp vaziyet almış olan askerin,
düşmanın çokluğu ve toplarının fazlalığı sebebiyle, mütereddit kal­
dığını gördü. Derhal ağır topları getirterek, Avusturya kuvvetlerini
şiddetli bir top ateşi altına aldırdı ve düşmanın gerisini tehdit eden
bütün tepeleri tutturdu. İmparator Joseph, Osmanlı taarruzundan
endişelenerek, Eflak hududundaki kumandanına maiyetindeki
yirmi bin kişilik kuvvetle Osmanlı ordusunun arkasına sarkmasını
emretti. Avusturya Generali ise verdiği cevapta, bütün yolların Os­
manlı kuvvetleri tarafından tutulmuş bulunduğunu ve bu hareketin
imkansız olduğunu bildirdi.
İmparator içine düştüğü vaziyet karşısında ciddi olarak endişe­
lenerek neticeden ümidini kesmiş görünüyordu. Üstüne üstük çok
kalabalık olan Avusturya ordusunda, binlerce kişiyi hasta eden bir
1. Abdü l h a m i d Han 1 85

tifo salgını baş göstermişti. Diğer taraftan orduda Almanlardan


nefret eden değişik kavimlerden bazı guruplar Osmanlı tarafına
geçmeye başlamıştı.
Öte yandan kılavuzlarla cepheyi gezen serdar, düşmanın ar­
kasındaki Şebeş kasabasına çıkan bir yol keşfetmiş bulunuyordu.
Darendeli İbrahim Paşa'yı derhal dört bin seçme süvariyle buraya
sevk etti. Seraskerin maiyetindeki kuvvetler de aniden hücum ede­
rek, bir düşman tabyasını ele geçirdiler.
Serdar-ı Ekrem Sadrazam Koca Yusuf Paşa, Serasker Cenaze
Hasan Paşa ve diğer komutanlarıyla hareket tarzını istişare ettikten
sonra, evvela boğazın iki tarafındaki tabyaların zaptına karar verdi.
Tam bu esnada Rusların Pirizen Kalesi'ni ele geçirdikleri haberi
geldi. Sadrazam bu haberin ordu içinde duyulması halinde askerin
maneviyatının azalacağı düşüncesiyle bu haberin tam tersini ordu
içinde duyurdu. Hatta top şenliği bile yaptırdı. Böylece askerin
çarpışmadan önce maneviyatını yükseltmiş oldu. Aynı zamanda
Avusturya tarafı ise O smanlı ordusunun bu vaziyetini görünce
maneviyatları sarsıldı.
Osmanlı ordusu derhal umumi hücuma geçti. Ani hücum kar­
şısında sarsılan Avusturya ordusu dehşet içinde kalarak birçoğu
mevzilerini terk edip firara başladı. Üç gün süren çarpışmada Avus­
turya ordusunun yarısından fazlası kılıçtan geçirildi. Muhadiye
Boğazı'nda tutunamayan il. Josef, Şebeş Boğazı'na doğru perişan
bir halde kaçtı. Bozguna uğrayan ordusundan ancak seksen binini
toparlayabilen imparator, Şebeş'te Osmanlı ordusuyla tekrar çar­
pışmaya başladı. Fakat yenilmekten kurtulamadı ve buradan da
kaçmak zorunda kaldı.

Her leyli zulamın bir fecri var muhakkak


Bahşende-i ümidin tebşiri 'usru yüsra
Kaçan Avusturya askerine göz açtırılmadan takip edilmesi emri
üzerine Eflak Voyvodası Mavroyani Avusturya hududunu aşıp önü­
ne gelen köy ve kasabaları yağmaladı. Memiş Paşa ise Pançova'ya
kadar ilerledi. Uzun zamandır Avusturyalılar, böyle bir mağlubiyete
uğramamıştı.
1 86 Kayı Vlll: l s l a h a ı , Darbe ve D e v l e t

B u savaş sonunda seksen top, elli bin esir ve pek çok mühimmat
ele geçti Ele geçen esir sayısı ordu sayısının iki katını buldu. Böylece
.•

bir cariye ve köle 3-5 kuruşa; bir koyun iki kuruşa alınır olmuştu.
2 1 Eylül 1 788öe kazanılan zafer üzerine 1. Abdülhamid Han'a
"Gazi" unvanı verildi. Uzunca bir müddet Avusturya'ya karşı bu
kadar ezici bir galibiyet alınamamış olması bu zaferin değerini
oldukça arttırıyordu. Bu zafer halk arasında derin akisler uyandır­
mış hatta türkfiler söylenip dilden dile günümüze kadar gelmiştir.
Bir halk şairinin söylemiş olduğu şu mısralar en meşhur olanıdır:

Padişahım! Olsun kılıcın keskin,


Görmedim cihanda vezirin dengin,
İşitsin Hünkarım, Irşova cengin,
''Mevlam seldmet ver" der Yusuf Paşa,

Gazaya ferman eyledi zıllullah,


Cümle hazır oldu fi-sebilillah,
Ulema çağrışır; "Nasrün minallah!
Vurun Gazilerim!" der Yusuf Paşa.
Daha sonra sadrazam Edirne'de kışlamak için hareket etti. Os­
manlı ordusu çekilince Avusturyalılar kaybettikleri yerlerin bir
kısmını geri almaya muvaffak oldular.

RU SYA C E P H E S İ
Osmanlı-Rus Muharebesi Ôzi muhafızının Kılburun Kalesi'ni
almak üzere yaptığı taarruzla başlamıştı. Avusturya'nın da Ruslarla
harbe girmesi ve Serdar-ı Ekrem Yusuf Paşa'nın Avusturya cephesine
hareketi üzerine Rusya cephesinin kara seraskerliği sabık sadrazam
Şahin Ali Paşa'ya verildi. Deniz tarafı da Kaptanıderya Gazi Hasan
Paşa'ya tevcih olundu. Fakat Kılburun vakasından sonra azledilen
Şahin Ali Paşa'nın yerine Yeğen Mehmed Paşa getirilmiş ise de
bunun işe başlamadan vefatı üzerine Şahin Ali Paşa tekrar tayin
olundu. Ancak bu hal Şahin Ali Paşa'da bir yeis uyandırmış ve
sadrazamın kendisine muhalif tavrı da bu teessürü arttırdığından
işi sağlam tutmamıştır.
l . A b d ü l h a m i d Han 1 87

Rusya cephesinde Koban Hanı Şehbaz Giray, Basarabyaaaki


Tatarları etrafına toplamış ve oldukça güçlü bir kuvvet vücuda ge­
tirmişti. Fakat o, bu birlikleri iyi idare edebilecek yetenekte değildi.
Ayrıca Kırım sultanlarıyla mirzalarını küstürdüğünden Şehbaz
Giray'dan ümit edilen bir muvaffakiyet beklenemezdi.
Rusların başkumandanı Potemkin olup bunun kumandası altın­
da müteaddit ordular vardı. Bunlardan başka Koban yani Kafkasya'da
da kırk bin kişilik ayrı bir Rus ordusu bulunduğu gibi Tiflis Hanı
da Ruslara tabi olup elinde mühim kuvveti vardı. Yüz on iki bini
Potemkin kumandasında olmak üzere Rus ordusu mevcudu iki
yüz elli bine ulaşmıştı.
Boğ Nehri yani Aksu taraflarında bulunan Potemkin, Boğdan
taraflarının işgali için gönderilen Avusturya kuvvetlerine yardım
etmek üzere Sollukif ismindeki generalini Yaş taraflarına memur
etti. Her iki düşman kuvvetinin birleşmesiyle o tarafların muha­
fazasına memur olan Şehbaz Giray ile Boğdan Başbuğu Mikdad
Paşa, mukavemet edemeyerek çekilmeye mecbur olduklarından
Yaş kasabası düşmanın eline geçti.42
Yaş'ın düşmesi üzerine Hotin yolu tamamen kapanmış bulunu­
yordu. Bu durum karşısında Hotin müdafileri Ruslara teslim olarak
Bender ve İsmail cihetine geçtiler (Kasım 1 788).
Osmanlı Devleti kış esnasında sevk ve nakil işleriyle uğraştı.
Özi ve İsmail taraflarına kuvvet yollandığı gibi asıl hedef Kırım'ın
istirdadı olduğundan burasının Koban tarafından alınmasına karar
verildi. Koban taraflarında bulunan Tatarları Kırıın'a ve Ruslar üze­
rine taarruz ettirmek için Vize sancağında oturmakta olan Kırım
Hanzadelerinden Şehbaz Giray, Koban hanı tayin edildi. Şehbaz
Giray'ın biraderi Mübarek Kalgay (veliaht) ve Arslan Giray Nu­
reddin (2. veliaht) oldu. Bunlar Koban Tatar kuvvetleriyle Taman
üzerinden Kırım'a geçeceklerdi. Fakat bu sırada ortaya çıkan durum
üzerine Koban Hanı Şehbaz Giray Özi taraflarına memur edildi.
Koban tarafına ise Arslan Giray gönderildi.
Rusya cephesindeki harekat, kararlaştırıldığı gibi müdafaa şek­
linde cereyan etti. Ruslar büyük kuvvetlerle stratejik bakımdan
önemli yerleri bir an önce ele geçirmek niyetindeydiler. Osmanlı
1 88 Kay ı V l l l : I s l a h a t , D a r b e ve D e v l e t

ordusunun büyük bir bölümü Avusturya ile savaş halinde olma­


sından faydalanarak ilk hücumla Osmanlı müdafaasını kırıp bu
savaşı oldukça az kayıpla ve kısa sürede bitirmeyi planlıyorlardı.

D E N İ Z D E RU S LA R LA MU H A R E B E
Diğer taraftan Ruslar Azak Denizi'ni ve Kırım'ı ele geçirdikten
sonra Karadeniz'de mühim bir donanma vücuda getirmişlerdi.
Evvelce Osmıınlı gölü halinde bulunan Karadeniz<le Osmanlı sahil
ve şehirlerini tehdit eden bir vaziyet almışlardı. Bundan dolayı bu
seferki muharebede Osmanlı donanması Karadeniz'de Ruslarla
çarpışmak zorunda kalacaktı.
Donanma, Kaptanıderya Cezayirli Gazi Hasan Paşa kumanda­
sında Karadenize açıldı. Hasan Paşa, emrindeki komutanlarına,
"Benim nereden geldiğim ve ne yaptığım hepinizin malumudur.
Lakin nam alacak, din ü devlet uğruna can verecek vakit şimdi­
dir. Niyetim düşman- ı dini yenmek yahut ölmektir. Bunun için
bütün cariye ve kölelerimi azad edip, her birine hizmetlerine göre
mükafatlar verdim ve borçlarımın hepsini ödedim. Ev halkıma dahi
bir daha göremeyeceğimi kabul ederek veda edip gidiyorum. Eğer
sağ kalıp da dönersem, bu dahi Allah'ın bir inayetidir. Sizi öteden
beri yoldaş bilirim. Bu defa hepinizi yanıma çağırmaktaki gayem,
bu niyetimi söylemektir. İçinizde, cesaret edemeyip de mevtten havf
edip kaçacak varsa, şimdiden beyan etsin ki, güvenmeyip kendisine
derhal izin vereyim. Yok, eğer muharebe halinde gayretsizlik edip
de, hava muhalif idi, askere söz dinletemedim gibi bahanelerle emri
dinlemeyene padişah başı için aman yoktur. Ama gayret ve hizmet
edenlere, memulden ziyade mükafat verilecektir. Bu şartlarla git­
meye razı olan, donanmada kalsın ve sadakatle hizmet edeceğine
yemin etsin;' dedi.
Bu sözler karşısında fevkalade duygulanan leventler büyük bir
coşku ile, "Emrinden ayrılmayız, Paşa Baba!" dediler.
1 788<le Osmanlı donanması Gazi Hasan Paşa kumandasında
İstanbul'dan hareket ederek Rusların muhasara etmek istedikleri
Ôzi Kalesi önüne geldi.
1. Abdü lhamid Han 1 89

Osmanlı ince donanmasıyla Rus ince donanması arasında birkaç


defa çarpışmalar yaşandı. Osmanlılar bu muharebelerde çok fazla
zayiat verdikleri için ince donanması eksildi. Bu vaziyet üzerine Ôzi
Kalesi önünde duramayan kaptan paşa donanma ile oradan ayrıl­
mak durumunda kaldı. Kalenin kara tarafından muhasara edilmesi
ihtimaline karşı Ôzi Limanı'na bir miktar ince donanma ile beş
çekdiri bırakarak Rusların büyük donanmasını aramaya çıktı. Fakat
Gazi Hasan Paşa'nın Ôzi önünden ayrılmasını fırsat bilen Ruslar,
Özi Nehri'nin ağzındaki Kerson'da ne kadar ince donanma varsa
hepsini Özi Kalesi önüne sevk ettiler.43 Bu gemiler kale önündeki
Osmanlı ince donanmasını sıkıştırıp kaçırdılar (Temmuz 1 788) .
Bu sırada Gazi Hasan Paşa Rus donanması ile Yılan Adası açı­
ğında karşı karşıya gelmiş bulunuyordu. Yapılan çarpışmada Rus
donanması mağlup olarak Sivastopal'a çekildi.

Ö Z İ KAD E Rİ N E T E RK E D İ L İ YO R!
Kuzeyde Osmanlı hududunun kilidi vazifesi gören Özi Kalesi
Ruslar tarafından muhasara edilmişti. Buranın kurtarılması hem
kara hem de denizden kabil olacaktı. Sahilin sığ olması dolayısıyla
denizden yardım edilmesi ancak ince donanma ile mümkündü.
Halbuki Rus ince donanmasıyla vaki olan ilk temasta Osmanlı
ince donanmasının mühim kısmı zayi olduğundan kaptan paşa
kale önünden çekilmişti.
İşte karadan Özi'yi muhasara eden Ruslar, Osmanlı ince do­
nanmasının mağlubiyetinden sonra deniz tarafından da burasını
sardılar. Bunun üzerine Gazi Hasan Paşa, donanma ile Ôzi Limanı
ağzındaki Pirezen Adası önüne gelip donanmasının sığ sularda
gidememesinden dolayı bir iş göremeyerek İstanbul'd an ince do­
nanma ile "dalkılıç" ismiyle fedai kuvvetleri istedi. Karadan da otuz
bin kişilik bir kuvvetin acele Ôzi tarafına sevkini bildirdi. Halbuki
karadan Ôzi'ye yardım şöyle dursun bir taarruz vukuunda serdarın
İsmail'de tutunmasına bile imkan olmadığından Hamid Hüseyin
Paşa kumandasında olarak kaleyi kahramanca müdafaa eden Ôzi
muhafızlarının akıbeti Allah'a kalmıştı.
1 90 Kay ı Vl l l : I s l a h a t , Darbe ve D e v l e t

Özi Muhafızı Hamid Hüseyin Paşa, düşmanın üç aydan beri


yaptığı hücumlara ve beş kez gerçekleştirdikleri umumi yürüyüşe
karşı yapılan mukavemeti belirttikten sonra askerin azaldığını,
muhafız, kadın ve çocukların telef olduklarını bu itibarla acele
imdat olunmasını orduya göndermiş olduğu bir mektup ile arz etti.
Kendisine bizzat veziriazam tarafından yardım edileceği bildirilmiş
ise de imkan bulunamamıştı.
Kaptan p aşa, Pirezen Adası önünde bulunduğu sırada
Sivastopol'dan çıkan Rus donanmasına ait birkaç gemi Sinop taraf­
larını bombardıman etmişlerdir. Bu sırada sert bir lodos rüzgarının
esmesini fırsat bilen Gazi Hasan Paşa Özi Kalesi'ne bin beş yüz asker
ve bir hayli odun koyduktan sonra İstanbul'a gelmiştir (Kasım 1 788).
Donanma ile Büyükdere önüne gelen Gazi Hasan Paşayı 1 . Ab­
dülhamid Han davet ederek bir yüz aklığı gösterilmemesinden
dolayı kendisinden bunun sebebini sorması üzerine kaptan paşa
pervasızca, "Padişahım bizim kavi ve kararımız kara tarafından
ordu-yı hümayun ve deniz tarafından da donanma-yı hümayun
düşman üzerine gidecek değil mi idi? Ordu Nemçe üzerine gitti­
ğinden Ruslar da bütün kuvvetleriyle Özi üzerine yüklenip galip
oldu. Padişahım kulunuz bir adamım Eflatun dahi olsam bu kadar
asker ile mukavemet olunamaz;' cevabını verdi.
Bu muvaffakiyetsizliği aleyhtarlarının padişahı Hasan Paşadan
soğuk tutacak faaliyetlerine sebep olmuştu. Sadrazam Yusuf Paşa ile
yapılan muhabereler neticesinde Gazi Hasan Paşa, kaptan paşalıktan
alınarak kara seraskcrliğine getirildi.

Ö Z İ ' D E KORKU N Ç KAT L İ A M


Sadrazam Yusuf Paşa ordusuyla Kırıma doğru hareket halinde
iken, Ruslar, General Suvarof emrinde kırk bin kişilik bir kuvvet­
le içinde ancak yirmi beş bin kadar mücahidin bulunduğu Özi
Kalesi'ne saldırdılar. Özi'yi müdafaa eden kahraman gaziler, tarihte
ender rastlanan bir mücadele vererek yüz elli bin civarındaki Rus
askerini kaleye sokmamaya çalışıyorlardı.
Günlerce süren çarpışmalarda gerek Özi müdafileri, gerek ka­
radan ve denizden gönderilen imdat kuvvetlerimizde yiyecek bir
l. Abdülhamid Han 191

şey kalmadı. Kasım ayının gelmesiyle kuşatmanın kaldırılacağı­


nı düşünen Serdar-ı Ekrem Koca Yusuf Paşa, çaresiz bir şekilde
İstanbul'a zahire ve mühimmat için geri dönmüştü. Kışın yaklaş­
masına rağmen muhasarayı kaldırmayan Ruslar daha da şiddetli
bir biçimde hem karadan hem de denizden muhasaraya devam
ettiler. Hava şartlarının da gittikçe kötüleşmesi neticesinde donup
ölenlerin haddi hesabı yoktu. Buna rağmen Osmanlı yiğitleri Özi'yi
vermemek için canla başla çarpışıyor, İstanbul'dan gelecek yardımı
ümit ile bekliyorlardı. Canlarını dişlerine takan Özi muhafızları
kahraman komutan Hamid Hüseyin Paşa idaresinde şehri müdafaa
etmeyi bırakmıyorlardı. Seksen bine ulaşan düşmanın üç umumi
saldırısına dayandılar fakat artık dayanacak takatleri kalmamıştı.
Bu sırada hiçbir türlü yardım alamayan ve ihmal edilen Hotin
müdafileri vire ile teslim oldular (20 Eylül 1 788).
İstanbul(ia ise Ôzi'ye erzak ve mühimmat yardımı için mali bir
arayış içine girildi. Bütün mali imkanları bu savaşlar için seferber
eden Osmanlı Devleti'nde, hazinede para olmaması sebebiyle tüc­
carlardan ve zengin ileri gelenlerden borç alınması gündeme geldi.
Sultan 1. Abdülhamid bir çıkış yolu bulmak için gecesini gündüzüne
katmaktaydı.
Ôzi'd e ise vaziyet gittikçe tahammül edilmez bir hal almaya
başlamıştı. İçeride bir Rus hayranı hain, kalenin; "Su kapısı" ta­
rafında askerlerin çok az olduğunu, buradan şiddetli bir baskınla
kaleye girebileceklerini gizlice bildirdi. Bu haberi alan Rus Komutanı
Potemkin, askerinin büyük bir kısmını buradan hücuma geçirdi.
İki ateş arasında kalan müdafilerin büyük bir kısmı kanlarının
son damlasına kadar kahramanca çarpışarak şehit oldular. Nitekim
1 7 Aralık 1 788(ie Özi Ruslar eline geçti. Potemkin, üç gün Özi'nin
yağmalanmasını ve yaralı askerlerden, Özi'de yerleşmiş halktan kime
rastlarlarsa öldürülmesini emretti. Ruslar, bu katliam sırasında ihti­
yar, kadın, çocuk tanımamışlar vahşice yakıp yıkmışlardır. İnsanlığın
yüz karası olacak bir alçaklıkla, canlı-cansız her şeyi mahvetmişlerdi.
Üç gün içinde yirmi beş bin Müslüman katledilmişti.
1 92 Kay ı Vfll: I s l a h a t , Darbe vr Devl et

L A B D Ü L H AM İ D H A N ' I N V E FAT I
Sultan 1 . Abdülhamid, cepheden bozgun haberleri geldiği zaman
üzüntüden neredeyse kahroluyordu, Vatanından koparılan bir karış
toprak, yür.eğinden de bir şeyler koparıyor, adeta içi kan ağlıyordu.
6 Nisan 1 789 günü Sadrazam Koca Yusuf Paşaöan bir mektup
geldiğini öğrendi, Çok heyecanlandı. Ayakta bekliyor, bir an önce
açılıp okunmasını arzu ediyordu. Lalası, "Destur buyurursanız
Hünkarım, sadaret kfilmesini (raporunu) okumak dileriz! " dedi.
"Tez okuyasın Lala! Seni dinliyoruz ..." diye emretti. Lala, mektubu
okumaya başladı, "Bütün Müslümanların merhametli halifesi, yer­
yüzündeki bütün Türklerin en büyük sultanı! Es-sultan ibnü's-sultan
Gazi Abdülhamid Han Hazretleri' ne! Üzülerek arza cüret eyleriz ki,
Karadeniz'in kuzey ucundaki Özi Kalemiz sükut etmiş, düşmüştür...
Potemkin namındaki moskof prensi, kalede mevcut yirmi beş bin
Müslümanı bila-istisna katleylemiş, çocuk, yaşlı, hamile, emzikli
demeden cümlesini şehit eylemiştir ! . :' cümlesine gelindiğinde,
vatanperver padişahın merhametli ve nazik kalbi acıyla burkuldu.
Sanki yerinden sökülüp alınmıştı.

Cihan bir hılnedir arayişi çok


lçine girenin asayişi yok
Düşer derviş ise teşviş-i nana
Ve ger sultan ise fıkr-i cihana44
"Bre namertler!.. Bre melunlar!.." diyerek Moskof'a olan kinini
belirtt i . Lala, okumaya devam ediyordu, "Katerina'dan emir alan bu
kafir insan kasabı, karşı koymaya çalışan delikanlı ve oğlancıklarımı­
zı diri diri ateşe atmış, can havliyle kaçışanları dahi kızgın demirle
şişletmiştir! . :' cümleleri okunurken padişah, bu acıya dayanamadı
ve, "Eşhedü en lfillahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü
ve Resulühü" diyerek Kelime-i Şehadet getirdiği esnada olduğu yere
yığılıp kaldı. Nüzul, felç olmuştu.45
Acele Hekimbaşı Kürkzade Hasan Efendi'yi çağırdılar. Hekim­
başı, muayene etti. Üzüntüye sebebiyet vermemek için, "Şevketlü
sultanım! Allahu Teala'ya hamd olsun ki, fazla bir şeyiniz yok. Kısa
sürede kendinize gelirsiniz! .:' diyerek teselli vermek istedi.
I . Abdü l h a m i d Han 1 93

Fakat çok zeki, hassas ruhlu padişah durumu anlamıştı. Derin


bir yeis içinde hekimbaşının yüzüne baktı ve tane tane, "Hasan
Efendi! Bir hoşça bak! .. Bu, bana son hizmetindir! .. Efendini elinden
aldırdın!.." deyince, Hasan Efendi ağlamaya başladı.
Çocuklarını istedi. Onlarla vedalaştı. On yaşlarındaki Şehzade
Mustafa ve henüz dört yaşlarında bulunan Şehzade Mahmud'un
gözlerinden öptükten sonra, "Yavrularım ! Sizi, Cenab-ı Hakk'a
emanet ettim, iki cih anda yüzünüz ak olaı.:· diyerek dua etti.46
Sanki bu ikisinin ilerde kendisi gibi sultan olacağına işaret etmişti!
Diğer Osmanlı sultanları gibi kalbi merhamet ve şefkatle dolu
1. Abdülhamid Han, din kardeşlerine yapılan zulüm ve işkencele­
re dayanamadığından o gece sabaha karşı vefat etmiştir (7 Nisan
1 989). On beş senedir saltanat makamında olup, vefatında altmış
dört yaşında bulunuyordu.
Cenaze namazı için bütün İstanbul halkı toplanmıştı. Büyük bir
merasimle Eminönü Bahçekapıöaki türbesine defnedildi. Türbesin­
de, sandukanın kuzey tarafındaki duvar içindeki bir mermer üze­
rinde Peygamber Efendimiz'in sallallahu aleyhi ve sellem, Kadem-i
Şerifleri bulunmaktadır.
1. Abdülhamid Han'ın çeşitli zamanlarda zevcesi olan sultan
hanımlar; Ayşe Sineperver, Nevres, Şebisafa, Muteber, Binnaz, Hü­
maşah, Mislinayab, Nakşidil, Ruhşah Hadice, Dilpezir, Mehtabe.
Erkek çocukları; Abdullah, Abdurrahman, Abdülaziz, Ahmed,
Alemşah, Mahmud (il. Mahmud) , Mehmed, Süleyman, Selim,
Mustafa (iV. Mustafa), Murad.
Kız çocukları ise; Ayşe Dürrüşehvar, Hadice, Esma, Aynışah,
Rabia, Melekşah, Fatma, Alemşah, Saliha Hibetullah, Emine idiler.

Ş A H S İYET İ
20 Mart 1 725 Salı günü İstanbul<iaki Karaağaç yazlık sarayında
dünyaya geldi. Babası III. Ahmed Han, annesi Rabia Şermi Kadı­
nefendi idi. Abdülhamid adı verilen şehzadenin doğumu münase­
betiyle diğer hanedan üyeleri gibi özel kutlamalar yapıldı.
1 94 Kayı VIII: I s l a h a t , Darbe ve D e v l e t

Şehzade Abdülhamid, Patrona Halil İsyanı neticesinde tahttan


feragat etme zorunda bırakılan babası ve diğer kardeşleri ile bir­
likte 1 Ekim l 7.30Öa Şimşirlik Dairesi'ne çekildiler. Bu sırada beş
yaşında �ulunuyordu.
Yedi yaşına geldiğinde annesini, on bir yaşını henüz geçtiğinde ise
babasını kaybetti. Böylece şehzade henüz ergenlik yaşına girmeden
hem öksüz hep:ı de yetim kaldı.
Şehzade Abdülhamid'in Şimşirlik Dairesi'nde geçen günlerine
dair bilgiler fazla değildir. Onun bu sırada özellikle Kur'an-ı Kerim
okumak, kitap istinsah etmek ve üzerinde düşünmek ile mükemmel
bir biçimde ok ve yay yapmakla meşgul olduğuna dair rivayetler
bulunmaktadır.
Ekberiyet esasına göre işleyen Osmanlı saltanat usulüne bakılırsa
Şehzade Abdülhamide taht yolu neredeyse kapalı sayılırdı. An­
cak ağabeylerinden Şehzade Mehmed'in 1 756, Şehzade Numan'ın
1 764 ve Şehzade Bayezid'in 1 77 1 öeki vefatları onu bir anda veliaht
şehzade konumuna getirdi.
Sultan 1. Abdülhamid, gerek tebaasının gerekse diğer memleket­
lerdeki Müslümanların huzur ve refahı için olağanüstü gayret gös­
teren ve elinden gelen her türlü çabayı sarf eden biri olarak tanınır.
Padişah, İsmail seraskerinin cephedeki olumsuzlukları belirten
raporunu gözyaşıyla kıraat ettiğini, zafer için yapılan dualarda da
aynı halde olduğunu yazmaktaydı.
Özi Kalesi'nin durumuyla ilgili haberleri nasıl beklediğini şöyle
belirtmişti, "Benim ne gecem ne gündüzüm malum değildir. Gece
gündüz gözlerim yoldadır. Alim All ah üçte yattım. Saat altıdan berü
bimarım. Rahat mutasavver değildir:'47
Öte yandan Rusların Kırım halkına yaptığı zulüm, Hotin
ve Özi'nin düşmesi münasebetiyle bizzat kaleme aldığı hatt-ı
hümayunda dile getirdiği şu sözleri de onun duygusal yönü kadar
vatan millet aşkının en bariz göstergesidir, "Özi'nin düştüğü takriri
alimallah beni yeniden kederlendirdi. Bu kadar Müslüman erkek,
kadın, küçük ve büyüğün kafir elinde kalması beni mahzun eyledi.
l . Abdü l h a m i d Han 1 95

Yci Rabb! Senden niyaz-ı acizanem, adı geçen kaleyi, düşman elinden
kurtarıp tekrar Müslümanların eline geçtiğini bana göstermendir."
Gerçekten de Ruslar, bu katliam sırasında ihtiyar, kadın, çocuk
tanımamışlar, vahşice yakıp yıkmışlar, insanlığın yüz karası olacak
bir alçaklıkla, canlı-cansız her şeyi mahvetmişlerdi.
Dini vecibelerini yerine getirmekte oldukça hassas olduğu bilinen
1.Abdülhamid Han, Peygamber Efendimiz ve Ehl-i Beyt'ini çok
severdi. Bunun için Mekke ve Medine'ye hizmette özel bir itina gös­
termiştir. Hicaz bölgesinde yaşayanlara hususi imtiyazlar vermişti.
Haremeyn-i Şerifeyn'e (Mekke ve Medine) hizmeti gaye edinmişti.
Sultan 1. Abdülhamid İstanbulöa sık sık tebdil gezilerinde bulu­
nur ve şehirdeki bütün gelişmelerle yakından ilgilenirdi. İstanbulöa
meydana gelen yangınlarda hemen her zaman bizzat başında dura­
rak söndürme faaliyetlerine nezaret etmişti. Özellikle 1 782 yılındaki
iki büyük yangın Suriçi'nde büyük tahribat yapmış, on beş yirmi
bin hane çevre şehirlerde ve Boğaziçi'nde iskan edilmişti.
Padişah en önemli iaşe maddeleri olan ekmek, et, yağ ve mumla
ilgili kontrollerini devamlı ve aksatmadan sürdürürdü.
Padişahın dış politikada değişmeyen gündemi Kırım olacaktı.
Saltanatının başında kerhen kabul ettiği Küçük Kaynarca Muahedesi
maddelerinin olumlu manada değiştirilmesi ve sürüncemede bıra­
kılarak uygulanmamasına yönelik bir dış siyaset takip etmiştir. Öte
yandan Kırıın'ın kaybı üzerine Kafkasya'ya yönelik önemli adımlar
atacak ve bu bölgedeki Çerkezlerin İslamiyet'i seçmelerinde büyük
rol oynayacaktır.
1. Abdülhamid Han, ilim tahsili yaptığı gibi aynı zamanda edebi­
yatla da yakından ilgilenirdi. 1 777 senesinde kaleme aldığı Arapça
kasidesi Ravza-i Mutahhara'nın, Hazreti Peygamber'in nurlandır­
dığı odanın (hücrenin) duvarlarına yazılmıştır. Bundan dolayı bu
kaside "el-Kasidetü'l-Hucriyye - Hücre Kasidesi" olarak anılmıştır.
Uzun Süre Mekke ve MedineC:ie kalmış ve Miratü'l-Haremeyn adıyla
Mekke ve Medine'nin o zamanki tarihini konu alan bir eser yazan
Eyüp Sabri'nin verdiği bilgilere göre, bu kaside Hücre-i Saadet'in
kıble duvarına sağ taraftan başlayarak nakşedilmiştir.
1 96 Kay ı VHI: I s l a h a t , Darbe ve D e v l e t

"Efendim! Ey Allah'ın Resulü! Tutuver elimden" diyerek başla­


yan bu kaside padişahın, Peygamber Efendimiz sallallahü aleyhi ve
selleme olan sevgi ve özlemini içermektedir.

E L- KA S İ D E T Ü ' L- H U C RİYY E - H Ü C RE KAS İ D E S İ


Yd RasCılallah!
Efendim! Tutuver elimden
Senden başka kimsem yok, meyledemem başkasına
Bütün kainatta hidayet nuru Sensin
Ey güvenilenlerin en hayırlısı, cömertliğin sırrısın
Hakikattir, bütün varlıkların imdadı Sensin
Allah için insanlann yol göstericisi ve hatalara set çekicisin
Ey hamd makamında (Makam-ı MahmudCla) bulunmaya layık
olan Efendim,
Tek, eşsiz, doğurulmamış ve doğmamış olan Rabbimin huzu­
runda
Ey iki parmağından fışkırarak nehirler akan
Ordulara yardım ederek susuzluğunu gideren
Beni korkuya düşüren bir zarara uğradığımda
"Ey Efendiler Efendisi, ey sığınağım!" diye seslenirim sana
Hatalarımdan dolayı benim için Rahmana şefaatçi olmanı
Hayal bile edemeyeceğim bir şekilde bana ihsanda bulunmanı
Daima ve ebediyyen memnuniyet nazanyla bakmanı
Her zaman lütufta bulunarak kusurlarımı gizlemeni niyaz edi­
yorum
Beni de içine alan o bağışlayıcılığınla şefkat eylemeni istiyorum
Çünkü benim Zatından başka bir Efendim yok
Öyle bir seçilmiş zata tevessül ediyorum ki
O, Vahid ve Ehad'in sırrı, semalara yükselenlerin en üstünüdür.
O, Güzel'in yaratıcısı, güzelliğin Rabbi olan Allah TealaClır.
Varlıklar içinde O, güzel gibi bir güzel bulamadım.
OClur mahlukatın en hayırlısı, peygamberlerin zirvesi.
Halk içindeki en değerli hazine ve onlan doğru yola iletendir.
Onunla (Rabbime) sığınıyorum, umulur ki Allah'ım beni bağışlar
işte benim inancım ve itikadım budur!
1. Abdü l h a m i d Han 1 97

Ömrüm sürdükçe O'nu medhetmeye şevkim hiç bitmeyecek.


Arşın Rabbi katında benim dayanağım O'nun muhabbetidir.
En güzel salat ona olsun ve bu ebediyyen devam etsin.
Selam ile birlikte, hem de sınırsız ve sayısızca
Selam olsun şeref sahibi Aline ve ashabına da
Ki onlar müsamaha denizi, cömertlik ve yardım ehlidir/er.

H AY I R H İ Z M E T L E R İ
Sultan 1. Abdülhamid hayrat ehli ve hayır sahibi bir padişahtı.
l 778'de annesi Rabia Sultan'ın ruhu için Beylerbeyi'nde bir cami,
muvakkıthane, hamam ve sıbyan mektebi inşa ettirdi. l 782'de ha­
nımı Hümaşah Kadın ile oğlu Şehzade Mehmed için Emirgan'da
bir cami, mektep, hamam ve çeşmeler yaptırdı.
Eminönü' nün en işlek merkezi Bahçekapı'da, bugünkü IV. Vakıf
Han'ın yerinde, büyük bir imaret ile yanında çeşme, sebil, sıbyan
mektebi, medrese, türbe ve bir kütüphane inşa ettirdi ( 1 777). Ta­
rihlerde bu külliyenin mevkiinin fevkalade isabetli olduğuna dikkat
çekilmekte ve, "padişah açılışından itibaren her gün buradan gelip
geçen kırk bin ademin duasına mazhar oluyordu:· denilmekteydi.
Sonradan külliyenin imaret, mektep ve sebilinin bulunduğu
yere iV. Vakıf Hanı inşa olundu. Bu sırada imarethane ile çeşme
ortadan kalkmış, sebil de Gülhane Parkı karşısındaki Zeynep Sultan
Camii köşesine nakledilmiştir. Kütüphanedeki kitaplar Süleyma­
niye Kütüphanesi'ne aktarılmıştır. Medrese, bugün B orsa olarak
kullanılmaktadır.
Padişah ayrıca Beylerbeyi İskele Meydanı, Havuzbaşı, Araba
Meydanı, Çınarönü ve Çamlıca Kısıklı meydanlarına çeşme yap­
tırmış, Beylerbeyi Camii'ni (İstavroz) tamir ettirmiş, Emirganaa
Abdullah Paşa Yalısı'nın (Emirgureoğlu) çevresine bir cami, çeşme,
hamam ve dükkanlar inşa ettirmiştir. Yine İstinye Neslişah Camii
yanında bir çeşme ( 1 783), Kabataş yakınında bir çeşme yaptırmıştır.
Abdülhamid Han Mekke ve Medine'ye de birçok eser kazandır­
mıştır. Mekke'de Zemzem Kuyusu üzerine daha önce yapılan çeşme
ve sebili yenileyerek mermerden yaptırdı. Makam-ı İbrahim'i ve
Makam-ı Şafı'yi tamir ettirdi. Babü'l- Umre üzerindeki minareyi
1 98 Kay ı V l l l : I s l a h a t , D a rbe ve D e v l e t

yeni baştan yaptırdı. Ayrıca Kabe'yi Vehhabilerin tehlikesine karşı


korumak maksadıyla Ecyad Kalesi'ni inşa ettirdi.
Medine'de bir medrese (Hamidiye) ve kütüphane yaptırdığı
gibi buraya birçok kitap hediye etmiştir. Medineöeki eserlere gelir
getirecek pek çok binalar da inşa olunmuştur.
i l i . S E L İ M HAN
A ç gözlerin gafil isen alim ile nadanı seç
Eyle tecessüs fehm edip cahil ile irfanı seç

Ey dil bu gaflet ta be key varma tegafül semtine


Bil kıymetin erbabının nd-merd ile merdanı seç

Avarelikden çek elin bfhüde gezmek nice bir


Ehl-i kemale md'il ol a'cla ile yaranı seç

Bel bağlama İlhamiya bu fanı dünya mülküne


Fikr eyleyip ukba. ile bu alem-i devranı seç
Ill. Selim Han
TA H TA Ç I KI Ş I

Layık olursa cihanda bana taht-ı şevket


Eylemek mahz-ı safadır bana nasa hizmet
I. Abdülhamid Han, Özi Kalesi'nin Rusların eline geçtiğini bil­
diren havadis kağıdını okurken duyduğu derin acıdan dolayı felç
geçirip vefat edince tahta III. Mustafa Han'ın oğlu III. Selim Han
geçti (7 Nisan 1 789). 1 Bu taht değişikliği halle arasında büyük sevinç
uyandırdı. Çünkü halle, memlekette artan huzursuzluk ve yapılan
savaşlarda başarısızlığı padişahın yaşlılığına bağlamakta ve bu kötü
vaziyetten III. Selim gibi genç, kültürlü ve ıslahat fıkirleri taşıyan
bir sultan sayesinde kurtulabileceği inancındaydı.
III. Selim Han'ın tahta geçişi nedeniyle o devrin alim ve şairleri
birçok tarih düşürmüştür. Türk şairleri arasında tarih düşürme
bakımından en ehliyetli sayılan Adanalı Surıiri'nin III. Selim'in
cülusuna düşürdüğü seçme beyitler:
Hak selametler verip tahtında asayiş ede
Saltanatla sahib-i kalb-i Selim etdi cülCts

Gelmemiştir dehre akranı selefde gerçi kim


Nam-daşı iki sultan-ı kerim etdi cülus

Ey Sururi iki tarih ettim inşa kim o şah


Ammi öldükde şeh-i mülk-i naim etdi cülus

i\dn ola mülk-i cihanda camı Han Abdülhamid


Hak muvaffak eyledi Sultan Selim etdi cülus
Tahta çıktığında Osmanlı Devleti'nin, Rusya ve Avusturya harp­
leri devam ediyordu. Padişah, Sadrazam Yusuf Paşa'yı vazifesinde
bıraktı. İçte ve dıştaki meseleleri halletmek için 16 Mayıs 1 789'da
yüksek rütbeli memurların katıldığı büyük bir divan topladı. Devlet
meselelerinin halli için herkesin fikrini açıkça söylemesini istedi.
202 Kay ı VIII: I s l a h a t , Darbe ve Dev l e t

Toplantının sonunda Sultan Selim herkese ayrı ayrı seslenip ilgi­


lilere her türlü tedbiri almaları talimatını verdi. Ardından, "Cenab-ı
Hakk derunumu (niyetimi) bilir. Her kim din ve devlete hıyanet
ederse başını keserim ve yerine adam bulurum. Evladım olsa himaye
etmem;' ikazında bulundu.
Yapılan toplantıda Avusturya ve Rusya ile harbin devamına
karar verildi. Maliyenin düzelmesi için sarayda bulunan altın ve
gümüş eşyanın l:iüyük bir kısmı paraya çevrilmek için darphaneye
gönderildi. Bu emre şehzadeler, kadınefendiler ve cariyeler itiraz
etmeksizin katıldılar. Saray halkının bu hareketi, halka iyi bir örnek
oldu. Merkez ve eyaletlerdeki halk da III. Selim Han'a yardımcı
olmak ve saraya uymak için, altın ve gümüşlerini devlete teslim ettı
Öte yandan Sultan III. Selim, tahta geçer geçmez, zulmün kaldı­
rılmasını, beldelerin imar edilip halkın refahının ön plana alınması­
na dair kaymakam paşaya hitaben bir hatt-ı hümayun göndermiştir:

Zulmün artmasından her yer harap oldu. Reayada takat kalı-. .mıştır.
Kadılar, naibler, voyvodalar, ayanlar ve cizyedarların etmedikleri
zulüm yok. Bunlar hep işin ehline verilmeyişinden doğmuştur.
Gerek ilmi mansıplar ve gerek başka mansıplarla devlet hizmetinde
ve askeri vazifede olanların yarın Cenab-ı Allah ruz-ı cezada
hepimizden sorarsa ne cevap vermeli? Sana tembih ettiğim hususu
devlet ricali bir bir görüşüp bunların ortadan kaldırılması çaresini
bulup arz edesin . . . Henüz tahta geçtim, işlere ilkinden sonrasına
vakıf değilim. Devletimizin hali nicedir? Gizlemeyin, doğruca
görüşüp sonra bana hakikati bildirmekte kusur etmeyesin. Bu
alem bana emanettir. Bildirmeniz matlubumdur. İyice düşünüp
bildirmezseniz yarın Allah'ın açık huzurunda iki elim yakanızdadır.
Ben doğru söze darılmam. Devletimize hayırlı olan ne ise hakikatiyle
bana bildirsin. Allah-ı Zülcelal hepimizi hayra muvaffak eyleye,
amin.

Sultan III. Selim bu tür hatt-ı hümayunlarla, mülki meselelerde


düzenin kurulmasını isteyerek, ıslahat yapılması için İstanbul'da sık
sık meclis oluşturulmasını sağlamıştır.
I l l . S e l i m Han 203

RU SYA İ L E D EVAM E D E N H A R P
1 787 senesinde başlayan Osmanlı-Rus Harbi devam ederken
tahta çıkan III. Selim devrinde Ruslar Ôzi Kalesi ve Dinyester Nehri
kenarındaki önemli kalelerden biri olan Bender'i muhasara etmiş­
lerdi. Bir kısım Avusturya-Rus ordusu BoğdanCia idi ve vaziyete
göre birlikte hareket ediyorlardı. Bir süre sonra Tuna'yı geçerek
Kalas üzerine yürüyen Rus kuvvetleri altı bin kadar Osmanlı kuv­
vetiyle yaptıkları muharebeyi kazanarak, iki bin Osmanlı askeri­
ni esir aldılar. Boğdan'ı kurtarmak için çalışırken Kalas'ın elden
çıkması, Osmanlı ordusunu zor durumda bıraktı. Serdar-ı ekrem
İstanbulCian para ve mühimmat yardımı istedi ve Boğdan'ı kurtar­
mak için Yerköyü'nde kuvvet topladı. Ordunun başına Beylerbeyi
Kemankeş Mustafa Paşa'yı tayin etti.
Sultan III. Selim Han, Kalas'ın düştüğünü öğrenince, Sadrazam
Yusuf Paşa'yı azlederek yerine Çerkez Hasan Paşa'yı getirdi. Hasan
Paşa tedbirli ve değerli bir Osmanlı kumandanı olmasına rağmen,
serdar-ı ekremliği taşıyacak kudrette değildi. Bunda ordunun ma­
neviyatının bozuk olmasının da tesiri vardı. Ayrıca mühimmat ve
nakil vasıtalarının bulunmaması ordunun ileri gitmesine im.kan
vermiyordu.
Rus ordusunun bir kısmı HocabeyCie, bir kısmı Lehistan'da, diğer
bir kısmı da Yaş'ta bulunuyordu. III. Selim Han bu vaziyette Osmanlı
Devleti'nin tek başına Rusya ve Avusturya'nın hakkından gelemeye­
ceğini anladı. Bu sebeple Rusya'nın düşmanı İsveç ve Avusturya'nın
düşmanı olan Prusya ile dostluk antlaşmaları yapmaya çalıştı. Ancak
İsveç'in harbe devam edebilmesi için paraya ihtiyacı vardı. Yapılan
görüşmeler neticesinde Beykoz Kasrı'nda 1 1 Temmuz 1 789 günü
Osmanlı-İsveç ittifakı imzalandı. Dört maddeden meydana gelen
antlaşmanın en önemli maddesi, Osmanlı Devleti'nin İsveç� yirmi
bin keselik mali yardımda bulunması idi.2
Rumeli beylerbeyliği payesiyle Yerköyü ordu kumandanlığına
getirilen Kemankeş Mustafa Paşa, Temmuz ayının ortalarında ha­
reket ederek Boğdan hududundaki Fokşani kasabasına ulaştı. Eflak
Beyi Mavroyani de burada Kemankeş Mustafa Paşa kuvvetlerine
katıldı. Yirmi beş bine ulaşan kuvvetlerine güvenen Kemankeş,
204 Kay ı VIII: I s l a h a t , Darbe ve D e v l e ı

tedbir almadan Yaş'ta bulunan düşman kuvvetlerinin üzerine doğ­


ru ilerledi. Bu sırada iki yönden ani bir baskın düzenleyen Rusya
ve Avusturya birlikleri, Osmanlı ordusunu mağlup etti. Osmanlı
ordusunun ağırlıkları ve cephanesi düşman ordusunun eline geçti.
Mağlubiyet haberi serdar-ı ekremi çok üzdü. Derhal üç bin
kişilik bir yardım kuvveti gönderdi ve Silistre'd en ayrılarak otuz
günde Maçin'e geldi. Hasan Paşa kayıklarla orduyu 30 Ağustos 1 789
günü İbrail sahrasına geçirdi. Burada iken III. Selim Han'dan gelen
cesaret, teşvik ve nasihat veren ferman, sadrazam tarafından orduya
ulaştırıldı. Selim Han fermanında şöyle demekteydi:

G AY R E T- İ İ S LAM'A N E O L D U ?
"Sizin tereddüt göstermeden ve düşmana mukavemet etmeden
terk ettiğiniz toprakları, ecdadımız göğsünü düşmanın top ve tüfe­
ğine siper ederek, düşman karşısında demir yumruk gibi durarak,
aslan gibi kükreyerek zapt etmişti.
Size ne oldu? Siz onların evlatları değil misiniz? Bu hal ne haldir
ki, yüz geri edip memleketi düşmana terk edersiniz.
Moskof askeri, kraliçeleri olan bir avradın gayreti için, açlığa,
susuzluğa soğuğa, sıcağa, yaraya, bereye, kan ve ölüme katlanıp beş
yüz senedir cihanı titreten devletimize galebe eder. Fethedip, ele
geçirdiği Türk ve Müslüman memleketlerinde akla gelmez facialar
yapar. Düşman istila ettiği yerlerde, eteğinin ucunu göstermemiş ve
niceleri Peygamber evladından olan Müslüman kız ve gelinlerini esir
edip kocalarının, baba ve kardeşlerinin önünde ırzlarına saldırdılar.
Yazık, çok yazık! Sizde hiç millet, vatan sevgisi, ırz, namus kaygısı
yok mu? Gayret-i İslama ne oldu? Ben şehzade iken, bunları işitip
kan ağlardım. Şimdi kalbim parçalanıyor.
Dünya çabuk geçer ne kadar yaşasak sonunda ölümün pençe­
sinden kurtuluş mümkün değildir. Şimdi düşman eline esir düşmüş
kadınlar ve kızlar, ana ve babalarından ayrılmış çocuklar, mahşer
gününde yakamıza yapışacaklardır.
Ben, kudretim dahilinde sizlerden hiçbir şey esirgemedim. Ba­
kalım bundan sonra gazi dilaver kullarım, hepinizden istirhamım
J I I . S e l i m Han 205

gayret kemerini belinize birkaç yerden bağlayıp korkaklık ve alçaklık


edenleri kabul etmeyip, İslam gayretinin tamamlanmasına ve Allahu
Tefila'nın fazlı ile düşmandan intikam almaya ihtimam edesiniz.
Benim duam sizinle beraberdir. Büyüğünüz ve küçüğünüz berhu-
dar olasınız. Allahu Teala sizlere yardım ve sizleri muzaffer eylesin."
Devlet ister isen arka ver arka
Bir ulu ılsitılna bir baba
Kılbe'ye verdiği içün arkasını
Secde eyler imam mihraba
Öte yandan ibrail'den hareket eden ordu, Boza Suyu üzerine
kurulan köprü vasıtasıyla karşı tarafa geçti, öncü kumandanı Abdi
Paşanın yeniçerileri yerleştirmek için işaret ettiği mevki askerin
ağırdan alması üzerine düşman eline geçti. Osmanlı ordusu böyle
dağınık bir halde iken Avusturya- Rus birlikleri önce Kemankeş
Mustafa Paşa'nın kuvvetlerini, daha sonra da Abdi Paşanın süvari
kuvvetlerini saldırarak Fokşanföe ağır bir bozguna uğrattılar.
Geri çekiliş hareketinde Boza Suyu Köprüsü geçilirken arkadan
düşmanın geldiğini sanarak telaşa kapılan Osmanlı kuvvetleri, kar­
makarışık bir duruma geldi ve askerin pek çoğu boğuldu.3 Bu ağır
mağlubiyetten sonra sadrazam, İbrail'e geldi ve durumu bildiren
bir mektubu İstanbul'a gönderdi.
Bu arada İsmail'i kuşatan Rus kuvvetleri, Cezayirli Gazi Hasan
Paşanın şiddetli taarruzuyla mağlup olarak geri çekildiler (23 Aralık
1 789). Gazi Hasan Paşa muhtemel bir Rus taarruzuna karşı scrdar-ı
ekremden yardım istedi. Serdar da Kili ve Akki rman kalelerine
mümkün olduğu kadar asker ve para yardımı yaptı.
Kışın yaklaşması üzerine sadrazam, karargahı olan Şumnu ka­
sabasına çekildi. Osmanlı ordusu Şumnu yolunda iken, Ruslar
Akkirman Kalesi'ni kuşattı. Buraya denizden ve karadan yardım
gelmesi mümkün iken, asker ve zahire azlığı yüzünden, ahalinin
baskısı üzerine, Kale Komutanı Tayfur Paşa kaleyi teslim etmek
mecburiyetinde kaldı.
İsmail Kalesi'nin önünde mağlup olan Rus kuvvetleri geri çeki­
lirken Dinyester kenarına yakın Bender Kalesi'ni muhasara ettiler.
206 Kayı V l l l : l s l a h a ı , Da rbe ve Dev l e t

Rus komutanı, eğer kaleyi teslim ederlerse halkın mal, can ve ev­
latlarına dokunmayacaklarını ve istedikleri yere gidebileceklerini
bildiren bir mektubu kaleye gönderdi.
Bender Kalesi'nde asker ve mühimmat az idi. Halk, can ve mal
kaygısına kapılarak, Ruslarla antlaşma yapmak istediler. Kale Ko­
mutanı Gümrükçü İsmail Paşa'nın bütün gayretlerine rağmen, halk
kaleyi müdafaaya yanaşmadığı için yirmi maddelik bir antlaşma
ile kale Ruslara teslim edildi. Bender'i ele geçiren Ruslar, burayı
1'..:rıdilerine karargah yaptılar.

AV U ST U RYA C E P H E S İ
Avusturya ordusu, Osmanlı ordusunun kışın geri çekileceğini
düşünerek harbi devam ettiriyordu. Hedeflerinde Belgrad bulu­
nuyordu.
Osmanlı birliklerinin Rusya cephesinde uğradığı yenilgiler bu
bölgeye yeterince yardım edilmesini önlemişti. Avusturyalılar bu
durumdan istifade ile büyük kuvvetle gelerek Belgrad'ı abluka altına
aldılar. Kale yoğun top atışları ile bombardımana tutulmaya başlandı.
Belgrad'a yardım için Rumeli Beylerbeyi Abdi Paşa memur edildi.
Avusturya ordusu komutanı kale komutanına vire ile teslim olmayı
teklif etti. Kalede yaklaşık altı ay kadar yetecek mühimmat ve zahire
olmasına ve yardım kuvvetlerinin yaklaşmasına rağmen, kale komu­
tanı Osman Paşa, 3 Ekim 1 789<la kaleyi Avusturyalılara teslim etti.
Bu sırada muhasara altındaki Semendire Kalesi de düşmanın
eline geçti. Fethülislam palangasının muhafızı Pekmezci Mehmed
Paşa'nın, bölgeyi boşaltması üzerine burası da düşman işgaline
uğradı. Diğer taraftan Avusturya kuvvetleri, Akkale, Vidin ve Niş
bölgelerini tehdit etmeye başladı.
Sadrazam Cenaze Hasan Paşa, gerek hastalığı gerekse büyük bir
harekatı tamamıyla planlayıp yürütecek kabiliyette bulunmuyordu.
Rusya cephesinden sonra Avusturya hattında da çözülmeler ve
büyük kayıplar ortaya çıkmaya başlamıştı. Bu �elişmeler karşısında
Cenaze Hasan Paşa azledildi. Yerine sadrazam ve serdar-ı ekrem ola­
rak, İsmail Kalesi kuşatması sırasında Rusları mağlup eden efsanevi
şöhrete sahip Gazi Hasan Paşa tayin edildi (3 Aralık 1 789).
ili. Selim Han 207

Gazi Hasan Paşa, İsmail Kalesi'nden ordu merkezi Şumnu


karargahına gelir gelmez önce inzibatı temin için, Akkirman
Kalesi'ni savaşmadan Ruslara veren Tayfur Paşa'yı idam ettirdi ve
savaşlarda ihmali görülenleri şiddetle cezalandırdı. Çünkü III. Seliın
Han gizlice gönderdiği bir yazı ile harbin cereyanı üzerinde tam bir
serbestliğe sahip olduğunu ve kendisine hiçbir şekilde müdahale
edilmeyeceğini bildirmişti.
Ancak denizlerde büyük başarı sağlayan ve devletine kıymetli
hizmetleri dokunan bu gazi paşanın son görevi fazla uzun sürmedi.
Üç ay yirmi sekiz gün süren sadrazamlığı 30 Mart 1 790Öa Şumnuöa
son buldu. Seksen yaşını geçmiş olarak vefat etti.

C E ZAY İ R L İ GAZ İ HASAN PAŞA


Palabıyık lakabı ile bilenen Hasan Paşa, aslen Kafkasyalıdır.4 Rus­
ya ve Avusturya ile harplerin devam ettiği 1 738 senesinde Yeniçeri
Ocağı'na kaydolmuştu. Belgrad'ın kuşatılması sırasındaki gayret ve
cesaretiyle kendini ispatlamıştır.
Hasan Paşa yiğitlerinin şöhretini duyduğu Cezayir'e gitmek
için yola çıktığında, gemisini yabancı bir gemiye rampa ederek ele
geçirdi ve bu gemiyle Cezayir'e vardı. Cesareti Cezayir dayısı tara­
fından takdir edildiğinden, zapt ettiği gemi kendisine bırakıldığı
gibi işletmek üzere bir kahvehane ve bir süre sonra da Tilimsan
sancakbeyliği verildi.
1 76 1 Nisan ayında kalyon kaptanı olarak Osmanlı donanmasına
giren Hasan Paşa 1 762öe riyale, 1 766'd a patrona ve bir sene sonra
da kapudan rütbesine kadar yükseldi. 1 768- 1 774 Osmanlı- Rus
Harbi sırasında Koyun Adaları mevkiinde cereyan eden muhare­
bede Hasan Paşa ile ünlü Rus Amirali Spiridof karşı karşıya geldi.
Buradaki şiddetli çarpışmalar sonunda her ikisinin kalyonları
battı. Bu sırada yaralanıp denize atlayan Hasan Paşa gönderilen
bir kayık ile kurtarıldı. Daha sonra her iki taraf muharebeye ara
verdi. Fakat manevraya müsait olmayan Çeşme Limanı'na giren
Osmanlı donanması Rusların gönderdiği ateş gemileriyle 6 Temmuz
1 770'te imha edildi. Bunun üzerine Çanakkale Boğazı'na kadar ge-
208 Kayı V l l l : I s l a h a t , D a rbe ve D e v l e t

lerek durumu hükümete bildiren Hasan Paşa beylerbeyi rütbesiyle


mükafatlandırıldı.
Ruslar, Çeşme faciasından sonra 10 Temmuz l 770'te Limni
Adası'nı işgale ve kaleyi tazyike başlayınca Hasan Paşa derhal ha­
re�ete geçilmesini istedi. Bunun üzerine üç bin kişiyle yardıma
gidilmesi kararlaştırıldıysa da gereken kuvvet sağlanamadı. Buna
rağmen kendisi bir fedai kafilesiyle harekete geçerek gizlice adaya
çıktı ve düşmek üzere olan kaleyi kurtardığı gibi zayiat verdirmek
suretiyle Rusları adadan attı.
Bu başarısından dolayı 1 770 Kasımında "Gazi" unvanı verildiği
gibi vezirlik rütbesiyle de kaptan-ı derya tayin edildi. Bu arada boğaz
seraskerliği de kendisine verildi. III. Mustafa Han'ın vefatını müte­
akip Anadolu valiliği payesiyle Rusçuk seraskerliğine tayin edildi.
Ağustos l 787'de Osmanlı Devleti ile Rusya ve Avusturya arasında
başlayan muharebelerde Rusya cephesine memur edilen Hasan Paşa
muhasara altına alınan Ôzi Kalesi'ne yardım maksadıyla harekete
geçtiyse de kalenin düşmesine engel olamadı. Yaşanan bu olumsuz
durum Hasan Paşa'nın itibarını sarsarken İstanbul'daki muhalif­
lerinin aleyhteki faaliyetlerine de zemin hazırladı. Ancak azline
dair yapılan bazı teşebbüslere rağmen Sadrazam Koca Yusuf Paşa
sayesinde mevkiini muhafaza etti.
1 . Abdülhamid Han'ın vefatının ardından tahta çıkan III. Selim
Han, Hasan Paşa'yı Anadolu valiliği ve İsmail Kalesi seraskerliğiyle
görevlendirerek kaptan-ı deryalıktan azletti. 3 Aralık 1 789<la sadra­
zam ve serdar-ı ekrem tayin edilen Hasan Paşa, İsmail Kalesi'nden

ordu merkezi Şumnu karargahına gelir gelmez askeri tedbirleri aldı.


Nizam ve intizamı sağladı. Gayretsiz olanları şiddetle cezalandırdı.
Hasan Paşa Şumnu'da bu tedbirleri almakla meşgul iken 30
Mart 1 790'da seksen yaşını geçmiş olarak vefat etti ve aynı yerde
yaptırmış olduğu Bektaşi Tekkesi'ne defnedildi. Ömrü cephelerde
geçen Hasan Paşa denizde ve karada pek çok başarı elde etmekle
birlikte tedhiş derecesine varan şiddetinden dolayı bazı tarihçilerce
tenkit edilmiştir.
l l l . Se l i m Han 209

Devlete sadık, gayretli ve sözünü esirgemeyen bir devlet ada­


mı olan Hasan Paşa, Çeşme Faciası'ndan sonra yok olan Osmanlı
donanmasını yeniden teşkil etmeyi başarmış ve bu konuda büyük
fedakarlık göstermiştir. Bilhassa bütün masraflarını kendisi kar­
şılayarak Tersane meydanında bir kışla inşa ettirmiş ve neferatı
devamlı hazır halde bulundurmuştur.
Abdülhamid devri alimlerinden Çakeri-i Yemeni, Hasan
1.
Paşa'nın savaşları ve bazı isyanları bastırmasıyla ilgili olarak
Gazavdt-ı Gazi Hasan Paşa adıyla bir eser kaleme almıştır.

P RU SYA İ L E İ T T İ FAK
III. Selim Han düşmanların menfaatleri karşısında kolayca saf de­
ğiştirdiklerini ve devletlerin arasında daimi dostlukların olmadığını
görmüştü. Bu sebeple Rusya'nın yanında savaşa giren Avusturya'nın
hasımlarını yanına çekmeyi düşündü ve Prusya ile görüşmeleri baş­
lattı. Nitekim kısa süren ittifak görüşmelerinin ardından Osmanlı
Devleti, Prusya ile 1 Şubat l 790<la beş maddelik bir ittifakname
imzaladı.5 Bu antlaşmaya göre:
Prusya Devleti 1 790 İlkbaharı'nda Rusya ve Avusturya'ya harp
ilan edecek ve Osmanlı Devleti bir sulh akdedinceye kadar harpten
çekilmeyecekti.
Prusya ticaret gemileri Akdeniz<le diğer devletlere verilen im­
tiyazlara malik olacaktı.
Eğer sulh akdinden sonra Avusturya ve Rusya, Prusya'ya savaş
açarsa, Osmanlı Devleti bunu kendine karşı açılmış kabul edecek
ve Prusya'nın yanında yer alacaktı.
Sulh akdinde Prusya kralı, Osmanlı Devleti elinde kalacak yerle­
rin muhafazasına kefıl olacak, Fransa ve İngiltere'nin sahip olduğu
imtiyazlar Prusya'ya da verilecekti. Muahede beş ay zarfında iki
tarafça tasdik edilecekti.
Prusya ile imzalanan ittifaktan kısa bir süre sonra Cezayirli Ha­
san Paşa vefat etti. III. Selim Han sadarete Çelebizade Şerif Hasan
Paşa'yı tayin etti. Yeni sadrazam ordudaki bozukluğu kendisinden
öncekilere atfederek, Mayıs ayı geldiği halde sefere çıkmadı.
210 Kayı V I I I : I s l a h a t , Darbe v e D e v l e t

Öte yandan Osmanlı-Prusya ittifakı derhal etkisini göstermiş


bulunuyordu. Bu ittifakı haber alan Rusya ve Avusturya devletleri
Osmanlı Devleti ile ayrı ayrı sulh muahedesi imzalamak için te­
şebbüse geç�iler. Ancak Prusya Devleti, imzalanan antlaşma gereği
sulha mani oldu.
Avusturya imparatoru, Osmanlı Devleti'ni sulha mecbur etmek
için yaz başında birkaç koldan saldırdı. Bükreş'te bulunan Prens
.
Koburg otuz bin kişilik bir kuvvet ve 70 top ile Yerköyü üzerine
yürüyerek kaleyi kuşattı. Yardım gelmesi üzerine kaledeki kuvvetler
huruç hareketi yaptılar. Şiddetli bir muharebeden sonra Avustur­
ya ordusu bozularak kaçtı. Bütün mühimmat ve erzak Osmanlı
kuvvetlerinin eline geçti. Sadrazam bu başarısından dolayı kale
kumandanı Abdullah Paşaya vezirlik rütbesi verdi. Yerköyü zaferi,
Ramazan bayramına rastladığından İstanbulC:ia adeta iki bayram
birden yapıldı.
Yerköyü mağlubiyeti üzerine Avusturya imparatoru, sulha yar­
dımcı olması için Prusya kralına müracaat etti. Böylece Prusyanın
isteği olmuştu. Avusturya hududundaki Reichenbach şehrinde
Prusyanın müttefiki İngiltere ve Felemenk murahhaslarının da
bulunduğu müzakereler neticesinde bir antlaşma imzalandı.
Bu antlaşmaya göre Avusturya Devleti, bu savaşta elde ettiği
toprakları geri verecek, mutlak bir tarafsızlık takip edecek, Rusyaya
herhangi bir yardımda bulunmayacak ve Osmanlı Harbi'ne son
verecekti.
ili. Selim Han, Avusturya ile anlaşıp, bütün kuvvetlerle Rusya
üzerine yüklenmeyi istiyordu. Görüşmeler neticesinde Reisülküttab
Abdullah Berri tarafından 1 8 Eylül 1 790C:ia Reichenbach Muahedesi
esasları çerçevesinde dokuz aylık bir mütareke akdedildi. Bu mü­
tarekeden sonra sadrazam, ordusu ile Rusya cephesine yönelmek
için Rusçuk'a döndü.

RU SYA C E P H E S İ
Diğer taraftan Osmanlı Devleti ile birlikte Rusyaya karşı savaşan
İsveç, 1 790C:ia bir biri ardına zaferler kazandı. İsveç kralı bu zafer­
lerin ardından İspanyanın tavassutu ile Osmanlı Devleti ile olan
l l l . S e l i m Han 21 1

ittifakına rağmen Rusya ile sulh muahedesi imzaladı. Böylece Ruslar


bu cephedeki ordusunu, Osmanlı cephesine nakletti.
Prusya ve Lehistan'ın, Fransız İhtilali yüzünden Rusya'ya karşı
savaş açmamaları üzerine Rusya, Osmanlı Devleti'ni sulha mecbur
bırakmak için geniş bir taarruz harekatı başlattı. Ruslar kış başlan­
gıcında İsmail Kalesi'ni kuşattı. Aynı anda ordunun diğer bir kolu
da Kili Kalesi'ni kuşattı. Ordu erkanının kararsızlığı yüzünden Kili
Kalesi'ne yardım yetiştirilemedi. Bundan dolayı 30 Ekim günü Kili
Kalesi vire ile teslim oldu. Kili'nin düşmesi, Rusların Tuna deltası
üzerindeki seri hareketleriyle bir facia halini aldı. 16 Kasımöa Tulca,
25 Kasım'da lsakçı kaleleri düşmanın eline geçti.
İsmail Kalesi müdafileri ise büyük kahramanlıklar göstererek
şiddetle mukavemet etti. Kaleyi kara tarafından yapılan hücum­
larla ele geçiremeyeceğini anlayan Ruslar ince donanma ile nehir
tarafından da taarruza başladı. 23 Aralık'ta tertip ettikleri umumi
hücum, kale müdafileri tarafından geri püskürtüldü.
Buna rağmen Rusya, kale önüne yeni birlikler sevk etti. Bir süre
sonra Rus askeri Osmanlı tabyalarına girmeyi başardı. Boğaz boğaza
geçen kanlı çarpışmalara rağmen, halkın ihaneti Rus askerinin şehre
girmesine yol açtı. Kale Muhafızı Mehmed Paşa, kale müdafıleri ve
Müslüman halk da dahil düşman eline geçmiş oldu. İsmail Kalesi'ni
ele geçiren Ruslar, otuz bin kişiyi acımasızca şehit etti.
Rusya cephesindeki bu felaketler padişahı ve orduyu büyük
üzüntüye düşürdü. III. Selim Han, Sadrazam Şerif Hasan Paşayı
azlederek yerine eski sadrazam Koca Yusuf Paşa'yı getirdi. Serdar-ı
Ekrem ve Sadrazam Koca Yusuf Paşa orduya elinden geldiği kadar
çeki düzen verdikten sonra Şumnu sahrasında topladı.
İsmail Kalesi'ni geri almak için 5-6 bin kişilik bir kuvvet gönderdi
ise de, bunlar kale önüne varmadan Prens Repnin kumandasın­
daki küçük bir orduya yenilerek geri çekildiler. Bunun üzerinde
Ruslar Maçin Kalesi'ni muhasara edip, ele geçirdiler. Maçin'i alan
Rus kuvvetleri İbrail'i muhasara etmiş ise de, kale müdafilerinin
şiddetli mukavemeti ile karşılaştılar ve çok sayıda zayiat verdikten
sonra geri çekildiler.
212 K ay ı V l l l : I s l a h a t , Darbe v r D e v l e r

Dört seneden beri harp eden ordu, yıpranmış bir halde idi.
Mevcudu yüz bini bulmasına rağmen, talimsiz, itaatsiz ve yağmacı
bir kalabalıktan ibaret idi. Bu durumda harp etmenin kötü neticeler
vereceğini düşünen Yusuf Paşa, askeri Hırsova sahrasında topladı
ve Müverrih Vasıf Efendi'ye yazdırdığı bir hitabeyi askere okuttu.
Bu hitabede düşmanla muharebede sabır ve sebat edilmesi ve
düşmandan kaçılmaması tavsiye ediliyordu. Asker sebat edeceğine
dair söz verdi. D üşman kuvvetlerinin Maçin taraflarına gelmesi
ve Mustafa Paşanın yardım istemesi üzerine, bölgeye yardıma gi­
den Osmanlı ordusunu, Ruslar pusuya düşürerek mağlup ettiler.
Disiplinden uzak Osmanlı askeri, ordugahı yağmaladıktan sonra
kaçmaya başladı. Bu durum yardıma gelen sadrazamın ordusuna
da sirayet etti. Cephane ve zahire asker tarafından yağmalandı.
Sadrazam mecburen Hırsova'ya döndü.
Böyle bir ordu ile muharebeye girilmeyeceğinin anlaşılması
üzerine, Serdar-ı Ekrem Yusuf Paşa, Rus generaline bir mektup
yazarak sulh isteğinde bulundu. İç ve dış karışıklıklar yüzünden
Ruslar da mütareke teklifini hemen kabul etti.

Z İ Ş TOV İ V E YAŞ MUAH E D E L E Rİ


Bir taraftan Ruslarla savaşlar devam ederken diğer bir taraftan
da Avusturya ile sulh görüşmeleri Prusya, İngiltere ve Felemenk hü­
kümetlerinin aracılığı ile Ziştovi'de devam ediyordu. Uzun ve çetin
müzakerelerden sonra, 4 Ağustos 1 79 1 Perşembe günü Avusturya
ile Ziştovi Muahedesi imzalandı.6 On maddeden meydana gelen
bu antlaşmanın önemli maddeleri şunlardır:
Avusturya, bu muharebe sırasında zapt ve işgal ettiği bütün şehir
ve kasabaları Osmanlı Devleti'ne iade edecek, kale ve palangalar
alındığı gibi cephaneleriyle geri verilecek.
Hotin Kalesi, Ruslarla bir sulh antlaşması imzalanıncaya ka­
dar Avusturyalıların işgalinde kalacak ve Avusturya hiçbir suretle
Rusya'ya yardımda bulunmayacak.
Esirler karşılıklı olarak serbest bırakılacak.
lll. S e l i m Han 213

Belgrad Kalesi Osmanlılara bırakılacaktı. Ruslarla Kasım 1 79 1 'de


Yaş şehrinde başlayan sulh müzakereleri on beş celselik uzun gö­
rüşmeler sonunda 1 O Ocak 1 792 tarihinde bitti.
Ruslarla imzalanan Yaş Muahedesi ise on üç maddeden meydana
geliyordu.7 Bu antlaşmanın önemli maddeleri şunlardır:
Küçük Kaynarca ve ondan sonra imzalanan bütün antlaşmalarla
Kırım ile Taman'ın Rusya'ya terki ve Kuhan Nehri'n in sınır olarak
kabulü hakkındaki 1 784 Muahedesi'nin ve bu antlaşma ile kaldı­
rılmayan madde ve hükümleri yine yürürlükte kalacaktı.
Dinyester Nehri (Turla) iki devlet arasında ebedi sınır olacak,
bunlardan Özi Suyu'na kadar olan arazi Rusya'ya verilecek, Rusya da
Turla Nehri'nin karşı yakasında işgal etmiş olduğu araziyi Osmanlı
Devleti'ne teslim edecekti.
Diğer hudutlar, hu muharebeden önceki gibi olacak, Rusya bu
sınırların ötesinde işgal ettiği bütün kaleleri, Bucak bölgesi, Kili,
Akkirman, İsmail, Bender ve bütün Boğdan'ı tahliye edecek, Eflak
ve Boğdan'a bundan önceki antlaşmalarla tanınan bütün haklar
bundan böyle yürürlükte kalacaktı. 8
Bu muahedenin imzasından sonra, Rusya'nın ince donanması
ve askerleri, işgal ettikleri Osmanlı topraklarından 1 792 Mayıs'ının
on beşine kadar çekilecekti.
III. Selim Han'ın tahta çıkmasından beri dört sene devam eden
savaş, antlaşmalar ile neticelendikten sonra ordu İstanbul'a dön­
dü. Padişah, ordu-yı hümayunu Davutpaşa Kışlası'nda karşıladı.
Napolyon Bonapart'ın Mısır'ı istilasına kadar geçen sulh devresin­
de Sultan III. Selim şehzadeliğinden beri düşündüğü ıslahatların
icraatına geçti.

E B U B E Kİ R RAT i B E F E N D İ
III. Selim Han, 1 789 tarihinde tahta geçmesinden yaklaşık bir
ay sonra dağılmakta olan devletin geleceğini tartışmak üzere asker,
bürokrat ve din adamları arasından yaklaşık iki yüz üst düzey devlet
görevlisiyle Meşveret Meclisi'ni topladı. Meclis sarayın bahçesin­
deki Revan Köşkü'nde toplandı. Toplanan meclis en başta askerlik
214 K ay ı V HI : I s l a h a t , D a r b e v e Dev l e t

alanında yapılması gerekli görülen reformları görüştü ve ıslahat


süreci başladı.
III. Selim Han, bu toplantıya katılan herkesin düşüncelerini
serbestçe ifade edebileceklerini, bundan dolayı kimsenin cezalan­
dırılmayacağını bildirdi. Böylece devlet adamları yanlış gidişatın
sebeplerini rahatça dile getirdiler. Çözüm için getirilen teklifler bir
bütün halinde incelendiğinde, hemen hepsi en başta askerlik ala­
nında yapılmasıiıı gerekli görülen reformlar üzerinde durmuşlardı.
Tekliflerin önemli nitelikte olanlarının çoğu ordu mensuplarından
değil, sivil üyelerden geldi.
Aslında yeni ordunun temelleri, padişahın eski birliklerinden
bağımsız, yeni bir askeri güç oluşturmaya kesin olarak karar ver­
mesinden çok önce atıldı. 1 792 yılında Rusya ve Avusturya cephe­
lerinde yaşanan sulh III. Selim Han'a Osmanlı silahlı kuvvetlerini
teknik, donanım ve eğitimde modern Batılı orduların düzeyine
getirme gayesini taşıyan geniş çaplı bir ıslahat planlamak ve kısmen
uygulamak fırsatını verdi.
Avrupa kültür ve medeniyetinden yararlanılarak yapılacak geniş
çapta büyük bir ıslahatın, bir İslam devleti olan ve kendine has bir
kültür ve medeniyete sahip OsmanlıCla uygulamanın zor olacağını
bilen padişah, daha önce girişilen bu tür hareketlerin ihtilallere yol
açtığını da biliyordu. Ayrıca, şimdiye kadar Batı dünyasının iler­
lemesini sağlayan esasların neler olduğu ve ülkede hangi esaslara
dayanarak ıslahata başlanacağı yolunda inceleme yapılmamış ve
bir program da hazır değildi.
Tüm bu zorluklara rağmen III. Selim Han ilk olarak, örnek
alınması düşünülen Avrupayı daha iyi tanıyabilmek için Ebubekir
Ratıb Efendi'yi Viyana'ya gönderdi. Şehzadeliğinde de gizli siyasi
işlerinde kaleminden ve bilgisinden faydalandığı Ratıb Efendi'nin
görevi, Avusturya'nın bütün müesseselerini incelemek ve tatbik
ettiği neticeleri padişaha aktarmaktı.
Babıali devlet ricali arasında kendi kendini yetiştiren, ilmi kud­
reti, devlet işlerine vukufu ve kabiliyeti, kuvvetli kalemi, devlet
siyasetine ve o tarihlerdeki Avrupa ahvaline derin nüfuzu olan
Ill. S e l i m Han 215

Ebubekir Ratıb Efendi, Nizarn-ı Cedid ıslahatlarının planlanmasında


ve yönlendirilmesinde büyük tesire sahipti.
Osmanlı ordusu henüz Silistreae iken Ebubekir Ratıb Efendi
Viyana'ya sefir tayin edildi { 1 79 1 ) . Ratıb Efendi Avusturya'nın bü­
tün kurum ve kuruluşlarını görüp incelemekle ve bu incelemenin
neticelerini padişaha sunmakla görevlendirilmişti.
Ratıb Efendi, sekiz ay süren seyahatinden sonra bir sefaretname
ile fstanbul'a d Ö nüş yaptı. Padişaha sunduğu layiha, Osmanlı Dev­
leti tarihinde Avrupa'nın askeri, idari ve mali teşkilatı hakkında
mahallinde yapılmış en ayrıntılı ilk tetkiktir. 490 sayfadan oluşan
bu eser Ebubekir Sefaretnamesi adıyla bilinir.
İki asıl ve dört fasıldan oluşan sefaretnarnenin birinci aslı, askeri
kuvvetlere tahsis edilmiştir. İkinci aslı ise Avusturya Devleti'nin dış,
iç ve maliye işleriyle teşkilatına ayrılmış, fakat birinci kısma göre
daha kısa tutulmuştur. Ebubekir Ratıb Efendi, tetkik ve gözlemlerine
ait neticeleri tasnif ve tespit etmekle beraber, fırsat buldukça yer yer,
hükümdara birtakım tavsiyelerde bulunmuştur. Bilhassa bunların
arasında iç ticaretin ve yerli sanatların gelişmesine temas eden
bahiste milli servetin yabancı memleketlere gelişi güzel akmasını
önlemek m aksadıyla padişahın dokunan kumaşlardan giyinmesini
gerekli görmektedir.
Ratıb Efendi'�in hazırladığı sefaretnamede devletin kuvvet ka-
zanmasının bazı şartlara bağlı olduğu zikrediliyor. Bunlar:
Askerin çok düzenli ve itaatli olması,
Hazinenin zengin, tertipli ve daima dolu olması,
Vezirler, büyük devlet adamları ile memurların doğru, muktedir
ve sadık kimseler olması,
Halkın huzur, refah ve himayesinin sağlanması,
Bu şartlar yerine getirildikten sonra bazı devletler ile ittifak ve
yardım antlaşmalarının yapılması.
Ratıb Efendi'ye göre, Avrupalılara yetişmek zorunda bulunan
Osmanlı Devleti'nin onlardan seçme suretiyle alınacak kanun ve
nizamlara mahalli ihtiyaç ve şartların gerektirdiği hususları ve bil-
216 Kayı V l l l : I s l a h a t , Darbe ve D e v l e t

gileri d e katarak kendisine özgü ayrı bir "Nizam-ı Cedid" meydana


getirmesi lazımdır.
Nitekim ıslahatlara Ratıb Efendi'nin İstanbul'a dönmesinden
sonra başlanmıştır. Başta askeri alanda olmak üzere mali, idari,
mesleki, diplomatik ve siyasi alanlarda Ratıb Efendi'nin etkisini
açıkça görmek mümkündür.9

I S L A H AT LAY İ H A LA R I
Bir taraftan Ratıb Efendi'nin Viyana'dan getirdiği değerli bilgiler
taşıyan sefaretnamesi diğer taraftan devam eden Rusya ve Avus­
turya savaşları mevcut askeri sistemin çöktüğünü ve mutlaka ciddi
ve kapsamlı bir ıslahat hareketine girişilmesi gerektiğini ortaya
koymuştu. Ratıb Efendi'nin sefaretnemesini inceleyen III. Selim
Han çok geçmeden sivil, asker ve ulemadan ileri gelen kişilere bir
hatt-ı hümayun yayınladı.
Padişah, ilgililerden devletin zayıflığının nedenleri hakkındaki
görüşlerini açık bir şekilde bildirmelerini istedi. Ayrıı zamanda, Os­
manlı Devleti'nin zaafa uğrayan askeri meselelerini ve buna ilaveten
diğer problemlerini çözme tekliflerinin de raporlarda belirtilmesine
işaret etmiştir. Bu şekilde hem onların devlete ait düşüncelerini ve
askeri ıslahat hakkındaki görüşlerini öğrenmek imkanı bulacak,
hem de istihdam edeceği ekibin bilgi derecelerini ve kabiliyetini
öğrenip onları faydalı olabilecekleri alanlarda çalıştıracaktı.
Padişahın bu arzusu oldukça rağbet görmüş, devlet adamları
ve ileri gelenler arasından yirmi iki kişi layiha sunmuştur. Layiha
sunan kişilerden en önemlileri şunlardı:
Sadrazam Koca Yusuf Paşa, Veli Efendizade Emin, Salihzade
Efendi, Defterdar ŞerifEfendi, Tatarcık Abdullah Efendi, Çavuşbaşı
Raşid Efendi, Abdullah Berri Efendi, Hakkı Bey, Tersane Emini Hacı
Osman Efendi, Kethüdayı Sadrıali Çelebi Mustafa Reşid Efendi,
Muhasebeci Ula Elhac İbrahim Efendi, Rasih Efendi, Müverrih
Enveri Efendi, Türk ordusunda hizmet gören Mösyö Bertrano ve
İsveç Elçiliği Memuru M. D'Ohosson'dur.
Ill. Selim Han 217

Projelerden önemli olanların çoğunun ordu mensuplarından


değil de sivil üyelerden gelmiş olması dikkat çekicidir. Bunların on
üçü bürokratlara, beş tanesi ilmiye mensuplarına aittir.
Padişahın devlet adamlarından ıslahatlarla ilgili rapor istemesi­
nin bazı önemli sebepleri vardı. Bunların başında, onun meşverete
ehemmiyet vermesi ve bu sayede din ve devlet hakkında daha isabetli
kararların alınabileceğine olan inancı geliyordu.
Öte yandan tahta yeni geçen ve İstanbul dışına hiç çıkmayan
padişah, çeşitli görevler vesilesiyle ülkeyi gezen ve devletin duru­
munu iyi bilen bu insanların görüşlerinden istifade edecek, aynı
zamanda ıslahat ekibini de bu suretle seçebilecekti. Esas beklediği
fayda ise, bu güç ve tehlikeli ıslahat işinde yalnız kalmamak, ıslahatı
devletin malı haline getirmekti.
III. Selim'in bu derece tedbirli davranması, onun kendinden önce
yapılmak istenilen ıslahat hareketlerini incelediği ve gerçekleştire­
ceği yeniliklerin devamı için her türlü menfi ihtimalleri dikkate
alıp, ona göre hareket ettiğine işaret etmektedir.
Padişaha sunulan raporlarda tam bir görüş birliği mevcut de­
ğildi. Fakat hepsinin ortak noktası askeri alanda mutlaka ıslahat
yapılmasıydı.
Layihalar arasında Sadrazam Yusuf Paşanın layihası önemli bir
yer tutmaktadır. Ona göre, bir çeşit umumi askerlik ödevi yöne­
timi ile vilayetlerde milis kıtaları kurulmalı, bunlar savaş zamanı
gelince çağrılarak toplatılmalı, savaş yıllarında kendileri ve aileleri
vergilerden muaf tutulmalıydı. Milli bir ordu kurulmasına en yakın
fikir buydu.
Diğer önemli bir layihacı Tatarcık Abdullah Efendi'ye göre ye­
niçeriler düzenlenmeli ve eğitimleri her an teftiş edilmeli, ayrıca
cebeci, arabacı, topçu vesair ocaklar da eğitimden faydalanmalıydı.
Yani bütün askerlerin savaş fenleri üzerine eğitim ve düzenleri
sağlanmalıydı. Tatarcık Abdullah Efendi'nin raporu askeri, sosyal,
ahlaki, mali gibi hemen hemen her türlü soruna el atması nede­
niyle diğerlerinden hem daha uzun hem de muhteva bakımından
daha zengindir. Özellikle onun ve Defterdar Şerif Efendi'nin mali
218 Kay ı V I I I : I s l a h a ı , D a r b e v e D e v l e t

tespitleri III. Selim döneminde çıkarılan kanun ve nizamJ.ara aynen


yansımıştır.
Islahat layihalarında yalnızca askeri meseleler üzerinde durul­
mamıştır. Bunlardan başka idari ve mali meseleler hakkında da
_
fikirler ileri sürülmüştür. İlmiyenin, tophane ve tersanenin ıslahı,
cizyenin tanzimi bu meseleler arasındadır. M. D'Ohsson'un layihası
önceki yabancıl!lrın tespitlerine göre daha umumidir.
Devlet adamları ve alimlerin, ıslahat hareketleri konusundaki
görüşleri başlıca üç grupta toplanıyordu. Bunlardan birincisi, Yeni­
çeri Ocağı'nı ve diğer ocakları, Kanuni Sultan Süleyman devrindeki
kanunlara göre düzenlenmeyi istiyorlardı ki bunlar menfaatlerini
kaybetmek ve Yeniçeri Ocağı ile ters düşmek istemeyenlerdi.
İkincisi, bu ocaklara Kanuni Sultan Süleyman kanunnameleri
icabındadır diyerek, Batı eğitimine ve onlardan alınan silahların
kullanılmasını teklif eden telifçi (uzlaşmacı) gruptu.
Üçüncü grup ise, artık düzenlenme imkanı kalmayan ve ıslahat­
lara şiddetle karşı çıkan Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılıp yerine Avrupa
tarzına ve eğitimine uygun yeni bir ordu kurulmasını savunan in­
kılapçılardı. İnkılapçı grubun görüşü şöyleydi: Devletin kanunları
zamanla bozulmuştur ve bunun neticesinde orduda da birçok ak­
saklıklar görülmektedir. Halbuki eski kanunları tekrar canlandırmak
devlet için fayda sağlamaz, çünkü bu kanunlar zamanın şartlarına
ve ihtiyaçlarına uygun düşmez. Şu halde yeni esaslara dayanan yeni
tedbirler düşünmek lazımdır.
III. Selim Han, inkılapçıların düşüncesini seçti. Faaliyete geç­
meden, bu fikri iyice benimsemiş kimselerden oluşan on kişilik
bir ıslahat heyeti meydana getirdi ve başlarına çok dirayetli bir kişi
olarak bilinen İbrahim İsmet Bey'i tayin etti. Bu heyet kısa sürede 72
maddeden oluşan bir ıslahat programı hazırladı. Öncelikle askerlikle
ilgili maddelerin tatbik edilmesi kararlaştırıldı. Buna göre; mevcut
asker ocakları nizam altına alınacak, Avrupa tarzında bir ordu
kurulacak ve harp sanayii müesseseleri yeniden tanzim edilecekti.10
lll. S e l i m H a n 219

N i ZAM- 1 C E D İ D
İlk defa Fazıl Mustafa Paşa tarafından Osmanlı Devleti'ne ve­
rilen iç düzen için kullanılan Nizam-ı Cedid tabiri, 111. Selim Han
devrinde mevcut siyasi ve idari nizamın yerine yenisinin ikame
edilmesi manasını ifade edecektir.
Nizam-ı Cedid, dar manada bu devirde Avrupa tarzında ye­
tiştirilmek istenilen talimli askeri ifade eder. Geniş manada ise,
III. Selim'in yeniçeriliği kaldırmak ve hiç değilse, kendilerinden
faydalanabilecek şekilde, muntazam ve inzibatlı bir hale getiril­
mesini sağlamak, Osmanlı Devleti'ni Avrupa'nın ilim, teknik ve
medeniyetteki hamlelerine ortak yapmak için teşebbüs ettiği ıslahat
hareketlerinin bütününü ifade etmekte idi. 1 1
Askeri Alanda:
Askerlik alanında yapılacak ıslahatlar üç gruba ayrıldı:
Mevcut asker ocaklarının ıslahı,
Avrupa usulünde yeni bir ordu kurulması,
Askeri teknik müesseselerin yeniden tertip ve tanzimi.
Yeniçeri Ocağı ıslah edilerek faydalı hale getirilmeye çalışıldı.
Ocağa haftada birkaç gün talim ve terbiye mecburiyeti getirildi.
Mevcut yeniçeri sayısı yarıya indirildi. Askere Avrupa tarzı silah ve
cephane verilmeye çalışıldı. Humbaracı, lağımcı, arabacı ve topçu
ocakları için de yeni kanunnameler düzenlendi. Ocaklara rica ve
iltimasla nefer alınmayacak, erler evlenmeyecek, mesleklerinde
gösterecekleri kabiliyet ve bilgileri esas teşkil edecek hendese, endaht
(atış) bilgisi, harp talim ve terbiyesi mecbur olacaktı.
Sadrazam Koca Yusuf Paşa, Avrupa tarzı talim ve terbiyesinden
anlar birkaç adamla birlikte Levent Çiftliği'nde az sayıda nefer
toplayarak, askerin yabancılar tarafından eğitilmesine karar verildi
ve tatbikine girişildi. Böylece talimli askerin ilk çekirdeği oluştu.
Askerlerin her türlü denetimi ile meşgul olmak için Talimli Asker
Nezareti kuruldu.
Mevcut ocakların dışında bir ocağın kurulması tehlikeli oldu­
ğundan Nizam-ı Cedid askeri, Bostancı Ocağı'na bağlı Bostancı
220 Kay ı VIII: I s l a h a t , Da rbe ve D e v l e t

Tüfenkçisi adı i l e kuruldu. Yeni oluşturulan birlik 1 .602 kişi, 1 2


bölükten meydana geliyordu. Yeni birliğin kanun ve nizamı Levent
Çiftliği Kanunnamesi ile belirlendi.
Nizam:ı Cedid için Anadolu'da Konya, Kayseri ve Ankara gibi
büyük merkezlerde teşkilatlar kurularak asker yetiştirildi. Sayıları
her geçen gün artan asker için 111. Selim Han, Batılı kışla mima­
risinin dünyadıµct en büyük örneklerinden biri sayılan Selimiye
Kışlası'nı yaptırdı. Ayrıca yeni oluşturulan birlik için yeni kıyafetler
ve günlük eğitim ve yürüyüşlerinde kullanılmak üzere boru-trampet
takımı da meydana getirildi.
Tophane ve Baruthanenin Islahı:
Topun önemli bir silah olması, buraya ehemmiyet verilmesini
gerekli kılıyordu. Padişah, ilk iş olarak tophaneyi fuzuli para alan
acezeden kurtarmak için burayı da kanunnameye bağladı. İsveç,
İngiltere ve Fransa'dan top ve yuvarlak dökümcülüğünde mahir
ustalar getirildi.
Islah faaliyeti baruthanede de yapılıyordu. Mevcut baruthanelerden
yıkılmaya yüz tutan binalar tamir ettirildi. Baruthane Nazırlığı ku­
rularak buraya bağlandı.
Donanma ve Tersane:
Padişah, bahriye ıslahatına tersaneden başlanmasını uygun
görmüş ve Tersane Nizamı adlı bir kanun çıkarılarak kaptandan
erine, bütün personelin disiplin altına alınması, gemilerin temiz
ve bakımlı tutulmaları sağlanmıştır. Kaptanlar imtihan edilerek
ehliyetsiz olanlar ayıklandı. Gemi hocalarına mahsus harita ve
seyr-i sefain fennini öğrenmek için bir kurs açılarak harita ve gemi
idaresi hakkında derslerin okutulmasına başlandı. Bahriye alanın­
daki ıslahatlar da çoğu Fransız olmak üzere Batılı mütehassısların
nezaretinde gerçekleşti. Gayretli çalışmaların neticesinde, faaliyetleri
kısmen veya tamamen durmuş olan 1 5 tersane yeniden faaliyete
geçirildi. Osmanlı tersanelerinde Selimiye Kalyonu ile beraber 45
parça gemi inşa edildi.
ili . S e l i m H a n 221

İrad-ı Cedid Hazinesi:


III. Selim'in tahta çıktığı sırada devletin mali durumu oldukça
bozuk bir vaziyetteydi. III. Selim Han yeni oluşturulan müessesele­
rin yaşaması için bunların masrafını karşılamak üzere, Enderun ve
Darphane-i Amire hazinelerinden ayrı olarak "İrad-ı Cedid" adıyla
yeni bir hazine ihdas etti. 200.000 kese değerinde planlandığı için
hazine gelirinden ayrı kaynaklara başvuruldu. Keyif verici şeylerden
alınan vergiler, her yıl yenilenmesi icap eden ferman ve beratlardan
alınan gelirler, on keseden fazla faizi bulunan mahlul mukataattan
gelen varidat bu hazineye bağlandı.
Mühendishane-i Berr-i Hümayun:
III. Selim devrinin yeniden yapılanmasının en önemli kurum­
larından biri olarak 1 795'te Hasköy'de kuruldu. İmparatorluğun
ikinci mühendishanesidir. Fransa'da Mouradge D'Ohsson'un ve
Viyana'da Ebubekir Ratıb Efendi'nin gözlemlediği askerlik ve mü­
hendislik akademileri emsal alındı. Bahriyede olduğu gibi yabancı
hocalar istihdam edilmedi. Riyaziye ve hendese ağırlıklı dersleri
dört mühendis hoca yürüttü.
Tercüme ve telif eserlerin daha ucuza m al edilebilmesi için
mühendishanenin zemin katında bir matbaa açıldı. Mühendishanede
ayrıca bir kütüphane oluşturuldu. Buradaki kitaplar ve gerekli aletler
Enderun-ı Hümayun Hazinesi'nden bir kısmı da Ebubekir Ratıb
Efendi'nin terekesinden alınan malzeme ve aletlerle zenginleştirildi.

N A P O LYO N ' U N M I S I R S E F E Rİ
III. Selim Han, Fransız İhtilali sırasında Avrupa devletlerinin
Fransa'ya cephe almasına rağmen, meseleye karışmadığı gibi mü­
nasebetlerini de dostane devam ettirdi. Ayrıca Nizam-ı Cedid için
Fransa'dan teknik ve yetişmiş eleman getirildi. Osmanlı Devleti,
ihtilalle değişen yeni Fransız idaresini tanıyan ilk devletlerdendi.
Fakat Fransa, 1 795 Basel Muahedesi'nde Venediklilerden Dal­
maç kıyılarını aldı. Bu durumla Balkanlar'da başlattığı istiklal fıkri
propagandası, takip edilen siyasetin değişmesine sebep oldu. Adalet-
222 Kay ı V l l l : l s l a h a ı , D a r b e ve Dev l e t

eşitlik-hürriyet fikirleriyle yapılan Fransız İhtilali çıkış gayesinden


uzaklaşarak, Fransa'nın yayılma siyasetine döndü.
Fransa'nın Mısır'a yönelik ilgisindeki artış özellikle Yedi Sene
Harpleri ( 1 756- 1763) neticesinde Amerika ve Uzak Doğu(iaki birçok
sömürgesini İngiltere'ye kaptırmış olmasıyla ilgiliydi. Bu kayıpları
telafi edecek yeni sömürgeler bulmak önemliydi ve özellikle de ihtilal
sonrası kurulan Direktuvar Hükümeti'nde yeni sömürgelere sahip
olmanın getireceği faydalar tartışılmaktaydı. Napolyon'un Mısır
Seferi'nin başarılı olması Fransa'ya önemli ticari potansiyeli olan bir
bölgeye sahip olma fırsatı kadar özellikle İngiltere'yle mücadelesinde
büyük bir avantaj sağlayacaktı. Ayrıca Mısır'ı almak Fransa'ya, Ak­
deniz hakimiyetini ve burası üzerinden İngiltere'nin Hindistan'daki
varlığını tehdit etme hatta ortadan kaldırma fırsatını verecekti.12
Fransa Devleti, Hırvat, Rum ve Sırpları ihtilale, Yahudileri de
FilistinCie istiklale teşvik ettiler. Fransa bununla da kalmayarak,
sömürgecilik zihniyetiyle, İngiltere'yi Akdeniz(ien çıkarıp Uzak Do­
ğuClaki İngiliz sömürgelerini ele geçirmek için Hinte giden yolların
en kısası olan Mısır'a sahip olmak ideali ile Osmanlı Devleti'nin
toprak bütünlüğünü ihlal etti. Napolyon Bonapart, 1 9 Mayıs'ta
Tulon Limanı'ndan dört yüz kadar gemiyle Akdenize açıldı.
Fransa donanmasının MısırClan önceki ilk durağı Malta oldu.
Buranın alınması Fransa'nın Akdeniz egemenliğini ele geçirmesi
açısından stratejik bir öneme sahipti. Bu sebeple Napolyon, 1 2
Haziran'da hafif bir kuşatmayla burayı ele geçirdi.13 Rodos Adası'nın
Osmanlılar tarafından ele geçirilmesinden sonra Malta Adası'na göç
eden ve üç yüz yıla yakın bir süredir burada hüküm süren şövalyeler
yönetimini ortadan kaldırdı.
Fransız donanmasının Tulon Limanı'ndan çıkış haberini alan
İngiltere on dört büyük harp gemisinden oluşan donanması ile
Fransız donanmasının peşine düşmüştü. Malta Adası Akdeniz'de
dolaşan gemiler için elde bulundurulması çok önemli ve gerekli bir
üs durumundaydı. Buranın Fransızların eline geçmesi İngilizleri
ziyadesiyle endişeye düşürdü. Napolyon'un Mısır üzerine yürüdü­
ğünü haber alan Osmanlılar da İngilizleri destekleme kararı aldı.
İngiliz donanmasına Osmanlı Devleti kıyılarında nereye uğrar-
lll. Selim Han 223

sa yiyecek, içecek ve diğer isteklerine kolaylık göstererek yardım


edilmesi gereği için her tarafa emirler yazılmıştı. Bu emirler yerini
bulup da hükümleri yerine gelinceye kadar Fransız donanması
İskenderiye'ye varmıştı.
Napolyon, vardığı gün askerini karaya çıkarmak istedi ise de
İskenderiye Kalesi'nden şehrin savunulacağı anlaşıldığı için limana
girmeye cesaret edemedi. Şehrin batısında bulunan Merabit mev­
kiine beş bin asker çıkararak kaleye buradan hücum etti.14 Fransız
kuvvetleri, yeterli sayıda asker ve silah bulunmayan İskenderiye
Kalesi'ne kolayca hakim oldular. Napolyon burada Müslümanların
ileri gelenlerini toplayarak bir konuşma yaptı.
Onlara Mısır'a yağma için gelmediğini, gayesinin burayı Köle­
menlerin zulmünden kurtarmak ve onlardan Fransızlara karşı kötü
davranışlarının intikamını almak olduğunu duyurdu. Napolyon
ayrıca Allah'a inandığını, Hazreti Muhammede, Kur'an-ı Kerim'e
ve din adamlarına büyük saygısı olduğunu, Fransızlara karşı koy­
madıkları takdirde herkesin huzur içinde olacağını bildirdi. Hatta
köylerde Fransız ve Osmanlı bayraklarının birlikte dalgalanacağını
ilan etti. Ayrıca Mısır'a, İngiltere'nin Hindistan ile olan alışverişini
kesmek için geldiğini ve bu vaziyetin Osmanlı Devleti'nin müsa­
adesine dayandığını da söylüyordu. O böylece halkın direncini
kırmayı ümit ediyordu.
İskenderiye'de General Kleber komutasında üç bin asker bırakan
Napolyon, Kahire'ye doğru yola çıktı. Fransız ordusunun Mısır'a çı­
karma yapması ve Napolyon'un İskenderiye'yi ele geçirmesi Kahire(ie
büyük bir tedirginliğe ve tepkiye yol açmıştı.
Mısır Valisi Ebubekir Paşa ile Kölemen beylerinin önde gelen­
lerinden Murad Bey ve İ brahim Bey önderliğinde büyük bir divan
kurularak durum değerlendirmesi yapıldı. Divanda, anlaşmazlık­
ların bir tarafa bırakılarak hep beraber düşmana karşı harekete
geçilmesine karar verildi.
Alınan karara göre Murad Bey ordunun başına geçecek, Ebubekir
Paşa ise İbrahim Bey ile Kahireöe kalacaktı. Napolyon, askerini beş
büyük birliğe ayırmıştı. Her birliği birer kare şekline koyup ağırlığı
bunların ortasına koyarak topları da köşelere yerleştirmişti.
224 Kay ı VIII: I s l a h a t , Darbe v e D e v l e t

Memlüklü beylerinden Murad Bey 1 200 kişilik süvari birlik­


leriyle Fransız birlikleri üzerine taarruz emri verince süvariler,
doludizgin Fransızların üzerine hücum ederek birer el tabanca
boşalttıktll;n sonra kılıç çekip Fransız saflarının üzerine saldırdı.
Şiddetli top ateşi ile çoğu şehit oldu geri kalanlar da süngülerle
durdurulduklarından safları bozamadılar.
Tam bu sırad� Murad Bey'in cephane ile dolu gemisine bir hum­
bara düştü. B arut ateş aldığı için bu gemi ve yanındaki gemiler
yanmaya başladı. Gittikçe büyüyen yangın karadaki cephaneye de
sirayet etti. Topçu Halil Ağa ve maiyetindeki kalyoncu askerleri
havaya uçtular. Büyük üzüntü yaşayan Murad Bey, hemen yük ve
ağırlığını bırakarak geri çekildi.
Murad Bey' in birliklerini Rahmaniyeöe kolayca dağıtan Napol­
yon, 2 1 Temmuzöa Mısır Beylerbeyi Ebubekir Paşa'nın yirmi bin
kişilik ordusunu bir iki saat içinde bozdu.
Bu mağlubiyetler üzerine vali Ebubekir Paşa ve İbrahim Bey
Adiliyye'ye, Murad Bey ise Cize taraflarına çekildi. 15 Ertesi gün
Napolyon Kahire'ye girdi.
İskenderiyeöen sonra Kahire'nin de işgal edilmesi Mısır'da umu­
mi bir panik havası meydana getirdi. Kahire civarındaki halkın bir
kısmı çöllere kaçarken, Murad Bey güney Mısır'a, İbrahim Bey ise
Şam'a çekildi.

N A P O LYON M I S I R' DA
Bu arada Napolyon daha önceki gibi bir beyanname yayınla­
dı ve hareketinin Memlük beylerine karşı olduğunu bir kez daha
vurguladı. Napolyon ayrıca, Kur'an-ı Kerim'e saygılı olduğunu da
ifade ederek halkı yanına çekmeye çalıştı. Merkezde ve eyaletlerde
divanlar oluşturarak buralara ulema arasından atamalar yaptı. 16 On
şeyhin katılımıyla meydana gelen ve devlet işlerine bakan Kahire'deki
divanda kölemen temsilcilerine yer verilmedi. Divanlar Fransızlar ile
Müslümanlar arasında önemli bir köprü vazifesi görmekle beraber
bunların kontrolü Fransızların elinde olup onların istediği şekilde
kararlar alınmaktaydı.
I l l . S e l i m Han 225

Ancak Napolyon'un Kahire<teki bu sevinç günleri uzun sürmedi.


Bütün Akdeniz limanlarında Fransız donanmasını arayan İngiliz
Amirali Nelson, Fransızları Ebukır<ta gayri müsait şartlar içinde
yakaladı.
Fransızlar İskenderiye'yi ele geçirdikleri zaman birkaç firkateyn
ve küçük gemilerle nakliye gemilerini limana sokmuşlar, geri kalan
büyük harp gemilerini İskenderiye'ye yakın Ebuhur kıyısında de­
mirlemişlerdi. Bunlar 23 harp gemisi olup biri 1 80 topçeker yarım
dünya diye anılan (Oryant) adlı üç anbarlı büyük bir gemi olup,
amiral gemisiydi.
İngiliz Amirali Nelson 2 1 Temmuz<ta Fransa'nın bu büyük do­
nanması önünden geçip derhal dümen kırdı. Kara ile Fransız do­
nanması arasına girip arkalarına kıç taraftan demir atınca Fransızlar
neye uğradıklarını şaşırdılar. Üç saat süren çetin muharebeden
sonra Fransa'nın on büyük gemisi teslim oldu.
Savaş bitince dokuzu İngilizlerin elinde kaldı. Oryant adlı gemi
yanmış ve neferleri hayatlarını kaybetmişti. Fransızların yetmiş
dört toplu diğer bir gemisi karaya vurduktan sonra yakıldı. Diğer
üç Fransız gemisi İngilizler tarafından ele geçtikten sonra tahrip
edildi. Fransızların ancak iki kalyon, iki firkateyn, iki korvet ve iki
bomba gemisi kaçıp kurtulabilmişti.
İngilizlerin "Nil Zaferi" adını verdikleri bu galibiyetle, Fransız
ordusunun anavatanla alıikası kesilerek, Mısır<ta mahsur bırakıldı.
Fransızların Mısır'ı ele geçirmeleri üzerine, Sadrazam İzzet Meh­
med Paşa, 30 Ağustos'ta azledilerek yerine Erzurum B eylerbeyi
Yusuf Ziyaeddin Paşa sadarete getirildi. Yusuf Ziyaeddin Paşa,
kabiliyetli ve kültürlü bir devlet adamı idi. Osmanlı Devleti 2 Eylül
l 798<te Fransa'ya harp ilan etti ve Fransa ile savaş hruinde bulu­
nan İngiltere'nin müttefiki oldu. Asımzade Abdullah Paşa, Mısır
beylerbeyliğine, Mısır'ı çok iyi tanıyan Cezzılr Ahmed Paşayı da
Mısır seraskeri olarak tayin edip gerekli asker ve malzeme yardımı
göndermeyi kararlaştırdı. 17 3 Ocak 1 799'd a Osmanlı- Rus, birkaç
gün sonra Osmanlı-İngiliz ittifakı imzalandı.
226 K ay ı Vll l : I s l a h a t , Darbe ve Dev l e t

Öte yandan Fransız kuvvetleri, anavatanla ilişkileri kesilmiş bir


durumda Mısır'da mahsur duruma düşmüşlerdi. Hiçbir yerden
yardım alma umudu kalmayan Napolyon'un kuvvetleriyle Mısır'a
yerlcşme!tten ve bölgesinde kuvvetlenmekten başka çaresi yoktu.
Bunu sağlayabilmek ise, ancak Suriye'nin elde bulunmasına bağlıydı.

A K KA' DA ŞA N L I MÜ DAFAA
Napolyon Suriye harekatından önce, Cezzar Ahmed Paşaya bir
mektup gönderdi ( 1 7 Kasım 1 798). Mektubunda, Mısır ayanından
İbrahim Bey' in sınır dışı edilmesini ve Mısır yolunun açtırılmasını
istiyordu. Bu arzuları yerine getirildiği takdirde paşa ile muhare­
be etmeyeceğini, Sayda'ya müdahalede bulunmayacağını, tüccar
ve ziyaretçilerini koruyacağını belirtmişti. Cezzar Ahmed Paşa,
mektubu getiren elçiyi huzuruna bile kabul etmeyerek geri çevirdi.
Napolyon, vaatlerinin paşa tarafından dikkate almaması üzerine
10 Şubat 1 799 günü Suriye seferine başlattı. Kahireöen hareketle
Gazze'yi alarak Filistin'e girdi. 1 3 Mart'ta Yafa'yı alan Napolyon,
şehirdeki on bin kadar asker ve sivili öldürdü. Gayesi yerli hal­
kın gözünü korkutup kısa yoldan Filistin, Lübnan ve Suriye'yi ele
geçirmekti. 1 9 Mart'ta Cezzar Ahmed Paşa tarafından savunulan
Akka Kalesi'ni kuşattı.
Cezzar Ahmed Paşa ise, Bonapart'ın Suriye üzerine hareket
edeceğini haber aldığı zaman bir taraftan Akka Kalesi istihkamlarını
tamamlattırırken diğer taraftan da Hayfa, Yafa ve Ariş taraflarına
kuvvet sevk etmişti. Ancak Napolyon diğer bölgeleri kolayca işgal
ederek rahatlıkla Akka önüne gelmişti. Buna rağmen kuvvetlerini
cesaretlendiren Cezzar Ahmed Paşa müdafaaya hazırdı.
Napolyon 20 Mart günü şiddetli hücumlarla Akka'yı sarsmaya
başladı. Öte yandan İngiliz donanmasından da yardım gören Cezzar
Ahmed Paşa, Nizam-ı Cedid askerleri ve İstanbulöan gönderilen
donanmanın da desteğiyle Fransız işgaline şiddetle karşı koydu.
Fransızların kale üzerine hücumları şiddetlendikçe kayıpları da
artıyordu. Fransız ordusunun Akka'daki başarısızlığını öğrenen
Mısır halkının, bölgelerindeki Fransız kuvvetlerine karşı başkal­
dırdığı haberleri gelmeye başlamıştı.
Hl . S e l i m Han 227

Birbiri ardınca yaptığı saldırılardan bir sonuç alamayan Bo­


napart, bu bölgede daha fazla kaldığı takdirde büyük bir felakete
düşeceğini sezmişti. 2 1 Mayıs'ta ağırlıklarını gizlice gömdürerek
Akka önünden çekildi. Napolyon, Akka'da aldığı dersi hayatı bo­
yunca unutamayarak, bir daha asla kale muhasarasına girişmedi.
Fransızların bu başarısızlığı İstanbul'da büyük bir sevince yol
açtı. Napolyon'u hezimete uğratan, kaçıran ve bölgeyi terk ettiren
Cezzar Ahmed Paşanın ünü "Napolyon'u mağlup eden ilk komutan"
olarak duyuldu. Cezzar Ahmed Paşa, yalnızca Napolyon'u mağlup
etmemiş aynı zamanda onun büyük hayallerini de yok etmişti.
Çünkü Napolyon, Hindistan fethine ilk adım olarak kabul ettiği
bu sefer tahakkuk ettiği takdirde, Doğu-Akdeniz sularında bulunan
İngiliz filosu açlığa mahkıim olacağı gibi Osmanlı Devleti de Fran­
sızların Mısır'daki hakimiyetini tasdik etmek zorunda kalacak idi.

F RA N S I Z LA RA DA RB E
Napolyon tekrar Mısır'a vardığında, Köse Mustafa Paşa'nın ko­
mutasındaki sekiz bin kişilik kuvvetle İskenderiye yakınlarına çık­
tığını öğrenince, bölgeye hareket etti. Köse Mustafa Paşa'yı mağlup
ederek esir aldı.
Napolyon bu başarısına rağmen Fransa ile irtibatı kesildiği için
devamlı zayiat veriyor ve hiçbir yerden yardım alamıyordu. Diğer
taraftan güçlü bir Osmanlı ordusu İstanbuföan Mısır'ı geri almak
için hareket etmişti. Bu yüzden Napolyon 22 Ağustos 1 799'd a iki
gemi ile Mısır'dan ayrıldı. Türk ve İngiliz gemilerine görünmeksizin
Fransa'ya varmaya muvaffak oldu.
Napolyon, Mısır'dan ayrılırken yerine General Kleber'i hal ve
şartlara göre Mısır'ı tahliye etme yetkisi vererek bıraktı. İngiliz do­
nanmasının Mısır sahillerini tehdit etmesi ve Osmanlı ordusunun
başındaki Yusuf Ziyaeddin Paşa'nın Mısır'a yaklaşması üzerine
Kleber, Mısır'ı tahliye etmeyi teklif etti. Nihayet Osmanlı-İngiliz­
Fransız murahhasları arasında 24 Ocak 1 800'de yirmi iki maddelik
El-Ariş Mukavelesi imzalandı.
Bu mukaveleye göre Fransızlar üç ay içinde silahları ve ağır­
lıkları ile Mısır'ı tahliye edeceklerdi. Fransa komutanı Mısır'ın
228 Kay ı V l l l : I s l a h a t , Darbe ve D e v l e t

güney bölgelerini tahliye ederek, sadrazama teslim etti. Fransız


askerleri İskenderiye'ye inmeye başladığı sırada İngiltere El-Ariş
Mukavelesi'ni tanımadığını, Fransız askerlerinin harp esiri mua­
melesi görmelerini Klebere bildirdi.
Bumin üzerine Kleber, Osmanlı ordusuna saldırarak mağlup
etti ve Mısır'a tekrar yerleşti. Osmanlı ordusu yeniden hazırlıklara
başladığı sırada, Halepli Süleyman adında bir Türk gencinin, Ge­
neral Kleber'ibançerleyerek öldürmesi üzerine, Fransa ordusunun
başına General Menu getirildi. Fransa ordusunda bu değişiklik
olduğunda İngilizler Hindistan'd an getirdikleri sekiz bin askeri
Ebukır'a çıkardılar.
Bu arada İstanbul<ian gönderilen Kaptanıderya Küçük Hasan
Paşa, yetmiş adet Osmanlı gemisi ile İskenderiye'de Fransızların
ricat yolunu kapattı. Bundan sonra, Fransızlar cephelerde yer yer
mağlup olmaya başladılar.
General Menu, Fransa'dan yardım geleceğinden ümidini kese­
rek 27 Haziran 1 80 1 ae Mısır'ın boşaltılması hakkında ikinci bir
antlaşmayı imzaladı. Osmanlı ordusu, 10 Temmuz'da Kahire'ye,
26 Ağustos'ta da İskenderiye'ye girdi. Bu durum İstanbul'da dört
gün dört gece şenliklerle kutlandı. Selim Han'a gazi unvanı verildi.
25 Haziran 1 802'de Osmanlı ile Fransa arasında Paris Muahedesi
imzalandı. Bu antlaşma ile Osmanlı Devleti, Fransa ile İngiltere'ye
Karadenizae ticaret yapma hakkını tanıdı. Bu tarihe kadar Karade­
niz ticareti, Turk ticaret gemilerinin elindeydi. Napolyon Bonapart
ülkesine döndükten kısa bir süre sonra imparator oldu. İmpara­
torluğu zamanında Osmanlı Devleti ile iyi münasebetler kurmaya
çalıştı ve III. Selime ıslahat işlerinde maddi yardımlarda bulundu.
Mühendishane-i Berr-i Hümayun'a fenni aletler hediye etti.

KA Rl Ş l KL I KLAR
Mısır Meselesi'nin halledilmesinden sonra, Avrupalılardan
destek gören Vehhabiler isyan etti ve Taif'i ele geçirerek ahalinin
çoğunu öldürdüler. 30 Nisan 1 803'te Mekke'yi zapt ettiler. Hicaz
Beylerbeyi Şerif Paşa, 6 Ağustos'ta Vehhabileri şehirden çıkardı.
Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa da, Sultan III. Selim'den
111. Sr!im Han 229

aldığı emirle Vehhabi İsyanı'nı bastırıp Arabistan'da kısmen huzur


ve asayişi temin etti.
Mısır'ın Fransız işgalinden kurtarılmasından sonra tekrar sulh
dönemine girildi. Islahat hareketlerine devam edildi. Bu sırada
Yusuf Paşanın sadaretten çekilmesinden sonra yerine Kaptanıderya
Hafız İsmail Paşa getirildi. Yeni kurulan Nizam-ı Cedid ordusu
yavaş yavaş başarılı olmaya başladı. İstanbul'da Asakir-i Şahane
alayları kurulduğu gibi, Selim Han'ın en büyük yardımcılarından
Karaman Beylerbeyi Kadı Abdurrahman Paşa da Anadolu'da bü­
yük modern birlikler kurdu. Rumeli'nde yeni ordu kurulması için
harekete geçildi.
Fransız İhtilali'nin yaydığı milliyetçilik hareketi, Rumeli'ne de
sirayet etmeye başladı. Bölgede türeyen ayanlar, valileri hatta sul­
tanın fermanını dinlemez oldular. ili. Selim Han, itaatsiz ayanla­
rı ortadan kaldırmak için Karaman Valisi Abdurrahman Paşa'yı
İstanbul'a çağırdı. 24.000 askeri ile İstanbul'a gelen Abdurrahman
Paşa, derhal bölgeye hareket etti. Birçok eşkıyayı ve asiyi ortadan
kaldıran Abdurrahman Paşa, hakkında yapılan asılsız şikayetler
yüzünden geri çağrıldı. Bu durum Rumeli'deki ayanları tamamen
söz dinlemez hale getirdi.
Diğer taraftan Ruslar, durmadan Sırpları Osmanlı Devleti'ne
karşı isyana teşvik ediyordu. Bu sırada vezirlik payesi verilen asi
Pazvandoğlu da işe karıştı. Sırp isyancılarının başına Karayorgi
adında bir domuz çobanı geçti. Avusturya ve Rusya'dan yardım
alan Karayorgi, isyan hareketini genişletti. Bosna Valisi Ebubekir
Paşa bölgeye gönderildi.
Ruslar aynı zamanda Karadağlıları da isyana teşvik ediyordu.
Karayorgi, 1 3 Aralık 1 806'da Belgrad'ı ele geçirerek oradaki Müs­
lümanları kılıçtan geçirdi. Bu sırada Karayorgi'yi desteklemek,
Besarabya ve Güney Podolya'yı geri almak için General Michelson
kumandasındaki 60.000 kişilik Rus ordusu harp ilanına gerek duy­
maksızın Osmanlı topraklarına girdi. Hotin, Bender, Kili, Akkirman
kalelerini ele geçiren Ruslar, İsmail Kalesi önünde mağlup edildiler.
Osmanlı Devleti 22 Aralık 1 806'da Rusya'ya resmen harp ilan
etti. Harp ilanını müteakip Sadrazam Hafız İsmail Paşa azledilerek
230 Kayı V l l I : I s l a h a t , Da rbr ve D e v l e t

yerine İbrahim Hilmi Paşa getirildi. Sadrazam, serdar-ı elcrem ola­


rak Ruıneli'ye gönderilirken, hıyaneti ile meşhur Köse Kadı sadaret
kaymakamı oldu.

i N G İ L İ Z L E RE ŞOK!
Osmanlı Devleti, Rusya'ya harp ilan etmekle Osmanlı-İngiliz-Rus
ittifakından ayrılmış oldu. Fransa ile harp halinde bulunan İngiltere
bu durum kar.ısında derhal harekete geçti. On altı gemiden mü­
teşekkil İngiliz donanması, Çanakkale Boğazı'ndaki istihkamların
hazırlıksız olmasından istifade ederek 20 Şubat 1 807öe boğazı geçip
İstanbul önlerine geldi. 18 Donanma komutanı Babıali'ye yazılı bir
ültimatom verdi.
Bunda; Fransız elçisinin sınır dışı edilmesini, Eflak ve Boğdan'ın
terk edilmesi suretiyle Rusya ile sulh muahedesi imzalanmasını,
teminat olarak da Çanakkale istihkamlarının geçici olarak İngiliz­
lere teslimini istiyordu. Verilen süre kısa olduğundan Hoca İshak
Efendi, İngiliz amiralinden birkaç günlük müddet istemek için
padişah tarafından amirale gönderildi. Görüşmeler neticesinde
amirale üç gün müddet tanıdı.
Bu müddet içinde İstanbul halkı; kadınları, çocukları dahil geceli
gündüzlü çalışarak İstanbul sahiline, namluları İngiliz gemilerine
doğru çevrilen 1 .250 top yerleştirdi. Üç gün müddet geçince, tekrar
amiralin yanına giden Hoca İshak Efendi, İngiliz tekliflerinin hiçbi­
rinin kabul edilmediğini bildirdikten sonra eliyle İstanbul sahillerini
gösterdi. Durumun vahametini fark eden İngiliz amirali, Çanakkale
Boğazı daha fazla tahkim edilmeden kaçıp kurtulmaya çalıştı. Fakat
Çanakkale Boğazı'ndan geçerken iki İngiliz gemisi batırıldı.
Çanakkale Boğazı'ndan çıkan İngiliz donanmasına, Mısır'ın işgal
edilmesi görevi verildi. Mısır'daki Memlüklülerden yardım görece­
ğini ümit eden İngiliz amirali, İskenderiye sahiline 6-7 bin kişilik
kuvvet çıkardı ise de, Mehmed Ali Paşa Memlüklüleri tamamen
sindirdiğinden, İskenderiye'yi işgal eden İngilizler, Reşid üzerine
yaptıkları harekatta mağlup oldular. Mehmed Ali Paşa kuvvetleri
karşısında tutunamayarak gemilerine çekilmek mecburiyetinde
kaldılar.
111. Selim Han 231

Bu sırada Sadrazam İbrahim Paşa, ordu-yı hümayun ile Rusya


cephesine hareket etti. Yeniçeriler bu sefere Nizam-ı Cedid ordusu ile
katılmak istemediklerinden, modern silahlarla donatılmış bu ordu
İstanbul'da bırakıldı. Osmanlı-Rus 1-Iarbi'nin ilk safhaları, Osmanlı
ordusu yönünden oldukça iyi geçti. Rusçuk Ayanı Alemdar Mustafa
Paşanın birçok muvaffakiyetleri görüldü.
Rus ordusunun İsmail Kalesi üzerine yaptığı hücumlar tesirsiz
kaldı. Bozcaada'ya kadar gelen Rus donanması, Kaptanıderya Vezir
Cezayirli Seydi Ali Paşa tarafından geri püskürtüldü. Rusların Tiflis'i
ele geçirmeleri üzerine, Erzurum Valisi Yusuf Ziyaeddin Paşa'ya
doğu seraskerliği verilerek, bölgede savunma tedbirleri alındı. Bu
başarılar İstanbul(la umumi bir sevinç meydana getirdi.
Osmanlı ordusu cephede başarılar elde ederken, tstanbul'da
Nizam-ı Cedid düşmanları harekete geçti. Bazı devlet adamlarının
teşvikiyle boğaz yamaklarından olan Kabakçı Mustafa, 25 Mayıs
l 807(ie isyan etti.19

KA BAKÇ I İ SYA N I
l 792 Yaş Muahedesi ile neticelenen Rus savaşının hemen ardın­
dan yapılan ıslah çalışmaları ve Nizam-ı Cedid hareketi, bu alanlarda
önemli reformlar gerçekleştirmiş olmakla beraber 1 805'ten itibaren
gelişen tepki ve eylemlerle sarsılmaya başlamıştı. Yapılan uygula­
malardan memnun olmayan yeniçeriler, ıslahatlar karşısında men­
faatleri zedelenen devlet adamları muhalefet cephesini genişlettiler.
Nizam-ı Cedid'in Rumelföe de uygulanması teşebbüsü, ayan ve
mütegallibenin umumi direnişi ve silahlı çatışmaları neticesinde
başarısızlıkla neticelenmesi, Nizam-ı Cedid faaliyetlerini tamamen
zaafa uğrattı. Vehhabi isyanları sebebiyle hac yollarının kapanması
ve İngiliz filosunun İstanbul önlerine gelmesi gibi gelişmeler III.
Selim Han'ın otoritesine ağır bir darbe vurmuş, nihayet reformlarla
beraber bunları yürüten kadroların öldürülmesine ve bizzat padi­
şahın tasfiye edilmesine varacak bir ayaklanmaya sebep olmuştur.
Hayatı hakkında bilgi bulunmayan, ancak Kastamonulu olup Ye­
niçeri Ocağı'na girdiği bilinen Kabakçı Mustafa, bu isyanın başında
görünen kişi olmakla beraber ayaklanmanın arka planındaki gerçek
232 Kayı Vlll: I s l a h a t , Da rbe ve D e v l e t

mimarların Sadaret Kaymakamı Köse Musa Paşa ile Şeyhülislam


Topal Ataullah Mehmed Efendi olduğu bilinmektedir.20
Rus Savaşı sebebiyle ordunun İstanbul'dan hareketinden sonra,
Karadeniz Boğazı'ndaki kalelerin muhtemel bir Rus tehdidine karşı
takviyesi kaçınılmaz olduğundan bu hususta birtakım tedbirler alın­
masına teşebbüs edildi. Bu kalelerde bulunan yamakların Nizam-ı
Cedid sistemi içine sokulmak istenmesi bunların Köse Musa Paşa
tarafından el ahından tahrik edilmesine fırsat verdi.
Yam aklara Nizam -ı Cedid elbisesi giydirileceği ve bu iş için
Boğaz Nazırı Mahmud Raif Efendi ile Macar Tabyası Kumandanı
Halil Haseki'nin görevlendirildiği söylendi. Yapılan kışkırtmalar
sonucu yamaklar isyan ederek adı geçen iki kişiyi öldürdüler. Bu
olay büyük isyanın çıkış noktasını teşkil etti.
Ayaklanma İstanbul'da duyulunca Köse Musa Paşa tarafından
basit bir infial olarak takdim edildi. Nizam-ı Cedid ricalince de
önemsenmedi. Kabakçı Mustafa önderliğindeki isyancıların, sayı­
ları giderek artan bir şekilde İstanbul'a doğru vaki olan yürüyüşleri
sırasında özellikle Levent Çiftliği'ndeki talimli askerlerin müdahale
etme ihtimalleri Köse Musa Paşanın tertipleriyle ortadan kaldırıldı.
III. Selim Han ise isyanın gelişmesiyle ilgili olarak kendisine
verilen yanıltıcı bilgilerle aldatılmaktaydı. Tophane'ye kadar gelen
asileri dağıtmak için topçu başının müdahaleye kalkışması da yine
Köse Musa Paşa tarafından önlendi. Asilerin sayıları İstanbul'da
kalan yeniçerilerin ve ayak takımının da iştirakiyle arttı. Ocak
ihtiyarları ve başta şeyhülislam olmak üzere önde gelen ulemadan
açık destek ve teşvik gören asiler birtakım isteklerde bulundular.
Musa Paşa tarafından hazırlanan, içinde Nizam-ı Cedid ricalinden
önde gelen kişilerin adlarının bulunduğu bir liste idamları istenmek
üzere Kabakçı'ya iletildi.
Asiler bu taleple Atmeydanı'na doğru ilerlediler. İstanbul'da
bulunan ve sayıları on bini aşan Nizam-ı Cedid askerini kullanma
basiretini gösteremeyen III. Selim Han istenilen ricali feda etti ve
Nizam-ı Cedid'in bütün kurum ve uygulamalarıyla ilgası isteklerine
de olumlu cevap verdi.21
Ill. Selim Han 233

1 1 1 . S E L İ M H AN ' I N TA H TTA N İ N D İ Rİ LM E S İ V E
Ş E H A D ET İ
Fakat bu durum isyanı sona erdirmeye yetmedi. Padişahın bu
kritik anda ortaya koyduğu zafiyet ve yıllardır sürdürülen zorlu bir
uğraşın neticesi olarak büyük maddi fedakarlıklarla kurmuş olduğu
sistemi sahiplenmemesi nihayet kendisinin de tahttan uzaklaştırıl­
masına neden oldu.
111. Selim Han'ın son derece hoşgörülü davranışları neticesinde
Kabakçı Mustafa liderliğinde asi Yeniçeri Ocağı mensupları ve
kendisinin karşıtları, cesaret kazanarak birtakım istekler ileri sü­
rüp isyan çıkarmışlardı. Padişah, asilerin bütün isteklerini yerine
getirince bu kez, "devleti bazı zalimlere teslim etmiş bulunan zevk
ve sefa alemlerine dalan Sultan III. Selim'den artık padişah olmaz,"
diyerek padişahı tahttan indirmeyi düşünürler.
Hemen bu konuda Şeyhülislam Topal Ataullah Efendi'den fet­
va alan asiler, bunu padişaha götürdüler. Son derece büyük bir
üzüntüye düşen 111. Selim, "böyle isyankar tebaanın hükümdarı
ve halifesi olmaktansa olmamak daha iyidir:· diyerek padişahlığı
bıraktığını açıkladı.
Böylece Osmanlı'nın bütün XVIII. asır boyunca gördüğü en
değerli, en aydın ve en ileri fikirli hükümdarı hal' edildi. III. Selim
Han'ın yakınları, daha önce kendisine, "cephedeki orduyu İstanbul'a
getirtip ayaklanmayı bastırması" önerisinde bulundu ise de sultan,
"böyle şey asla olmaz, o zaman Rus orduları Çatalca'ya kadar gelirler:·
diyerek onların bu önerisini kabul etmemiştir. Böylece en büyük
felaket anında dahi, devlet ve memleketi düşünerek hareket etti.
Neticede III. Selim Han, 29 Mayıs 1 807'de tahttan çekilip, yerine
iV. Mustafa Han saltanat tahtına çıkarıldı. Zeki, adil ve samimi III.
Selim Han, kötümserlere karşı, "ölümden gayrı her derdin devası
vardır" der, geleceğe olan güvenini, ümidini yitirmezdi. Sabırlı idi
fakat istedikleri karşısında yeterince azimli ve iradeli değildi. Son
olaylar karşısında, "bu işlere sebep hep benim yumuşaklığımdır:'
demiştir.
234 Kayı V l l l : I s l a h a t , Darbe ve D e v l e t

Ill. Selim Han tahttan indirildikten sonra Topkapı Sarayı'nda


bir odada nezaret altında yaşamaya başladı. Kendisine sadık devlet
adamları ve asilerin hükümetteki icraatlarını beğenmeyen taraftarla­
rı, tekrar tahta geçirmek için faaliyet gösterdiler. Bunlar Rusçuk'taki
Alemdar Mustafa Paşanın etrafında toplanıp harekete geçtiler.
· Alemdar Mustafa Paşa, III. Selim Han'ı tekrar tahta geçirmek
için Rumelföeki maiyetiyle İstanbul'a geldi. 28 Temmuz 1 808Cie
Babıali ve Topkapı Sarayı'nı basıp, III. Selim Han'ı tahta geçirmek
istediyse de, muvaffak olamadı.
Sarayda bulunan zorbaların bir kısmı, Harem Dairesi'nde iba­
detle meşgul Selim Han'a alçakça saldırdılar. Nizam-ı Cedid çalış­
malarında olduğu gibi, canını müdafaada da yalnız kalan Sulta
Selim, hançer darbeleriyle şehit edildi. Ertesi gün 29 Temmuz·� �
kalabalık bir cenaze merasimiyle, Laleli Camii yanında babası III.
Mustafa Han'ın türbesine defnedildi.
Toplam olarak 1 8 yıl, 1 ay, 22 gün padişahlık yapan I II. Selim
Han tahttan indirildiğinde 46 yaşındaydı. 28 Temmuz l� d'de şehit
edildi. Mezarı Laleli Camii avlusundaki babası Sultan lll. Mustafa
Türbesi'ndedir.
Ill. Selim Han, ihtilal sonunda öldürülen ikinci padişah idi.
Şair, edip, ıslahatçı, devletinin yükselmesinde büyük gayretler sarf
eden bu padişahın ölümü imparatorluğun uzun yıllar bir buhran
içinde kalmasına sebep oldu. Selim Han Batı'nın gelişmelerini tatip
etmekle birlikte yerli sanayii de korudu. O zamanlar pek moda ohn
Venedik ve Fransız kumaşlarının değil, yerli kumaşların kullanıl­
masını istedi.
Devlet ve millet sevgisiyle dolu, ince duygulu, zarif, büyük bir
sanatkar, merhamet ve ihsan sahibi 111. Selim Han'ın vefatı mü­
nasebeti ile halkın büyük üzüntü belirten ünlü tarihçi Asım, bir
beytinde, "Nuh Tufanı ve Hazreti İbrahiın'i Nemrut'un ateşe atması
olaylarına telmihle" şöyle dile getirir:

Cihanı kanlı yaşını tuttu dil gamdan müşeweşdir


Buna yakuttan zevrak gerek tufan-ı ateştir
l l l . S e l i ın H a n 235

Başka bir beytinde ise: Müslümanlardan başka (birçok Hris­


tiyanlar ı n da) Ermeni, Rum ve Yahudilerin de ağladıklarını şöyle
tasvir eder:

Yalnız nale-keşi ümmet-i lslılm değil


Kim umar millet-i tersti dahi giryan olsun
Rivayete göre, Selim Han şehit edildiğinde, cebinden şu beytin
çıktığı söylenmektedir:

Kendi elimle yara kesip verdiğim kalem


Fetva-yı hıln-ı na-hakımı yazdı ihtida
III. Selim Han içli, vatansever, hür ve ileri görüşlü bir padişahtı.
Şehadeti lstanbufüa öylesine derin bir teessür uyandırmıştı ki, her
eli kalem tutan ve birazcık ş iirden anlayan şai r, padişaha bir mer­
siye yazmıştır. Aşağıdaki iki mısra Ayıntablı Ayni Efendi'nin uzun
mersiyesinden alınmıştır:
Bir dahi sen de cihana bakma ey çeşm-i ümid
Dem-be-dem kan ağla kim Sultan Selim oldu şehid
Yine birçok şair de III. S el im in ölümüne eski Türk harflerinin
ebced hesabı ve hicri takvim ile tarih düşürmüştür. Aşağıdaki tarih
beyti, Keçecizade İzzet Molla'nındır:

Tarih-i irtihalin eşk ile yazdı izzet


"Oldu revan cinana Sultan Selim-i Salis" (1223)
Sahhaflar Şeyhizade Esad Efendi:
Dökdü Es'ad katre-i eşkin yazıp tarihini
Meskeni Sultan Selim-i Salis'in ola cinan
Ata Tarihi nde ise; III. Selim (gönlüne doğan bir ilhamla olsa
'

gerek), bizim incelediğimiz divanlarında bulunmayan, divanının


sonunda yazdığı bir kıt'adan sonra da; "Kelamım hatm oldu:'(Sözüm
son buldu) cümlesini yazmış ve, ·�ııah'ın hikmeti bu kelimeler eb­
ced hesabına göre hesaplandığında ş eh ad et tarihi olan 1 222 senesi
ç ıkm ışt ı r; diyor
' .
236 Kay ı VIII: I s l a h a t , D a r b e ve D e v l e t

Şehit edildiği tarih 1 223 olduğuna göre, verilen b u tarihin şehit


edildiği tarih değil, bir eksiği olan tahttan uzaklaştırıldığı tarih
olduğu anlaşılmaktadır. Zaten Ahmet Cevdet Paşa tarihinde bu
şiirini verer�k çıkarılan hesaba göre 1222 tarihini tahttan indiriliş
senesidir diyerek doğrusunu veriyor.
III. Selim'in altı kız kardeşi: Hibetullah Sultan, Mihrimah Sultan,
Mihrişah Sultan, Ş ah Sultan, Beyhan Sultan, Hatice Sultan ve erkek
kardeşi Şehzade Mehmet ile biri kız Gülhayır Hanım, biri erkek
Küçük Hüseyin Paşa olmak üzere iki sütkardeşi vardır.
III. Selim'in kadınları: Afitab, Aynisafa, Demhoş, Goncanigar,
Hüsnümah (Altıncı kadını), Nuruşems (Beşinci kadını), Tab'isafa
(Üçüncü kadını), Zibifer (İkinci kadını), Mahbube, Safızar (Baş­
kadını), Refet (Dördüncü kadını) ve tek ikbali Meryem Hanım'dır.

ŞAH S İ Y E T İ
III. Selim Han'ın babası III. Mustafa Han annesi ise Mihrişah
Sultanaır. İstanbutaa 24 Aralık 1761 tarihinde Topkapı Sarayı'nda
doğdu. Doğumu dolayısıyla İstanbul'da yedi gün yedi gece "şehrayin"
üç gece de deniz donanmasında tertiplenen merasimlerle büyük
şenlikler yapıldı. Yine Ill. Selim'in doğumu sebebiyle devrin meşhur
şairleri birçok tarihler düşürdüler. Bunlardan biri, İstanbul kadılığı
yapmış Tokatlı Bekir Efendi'nin bir tamiye ile "Ali-himmet tarihe
illa cae Selim- i Salis" { 1 1 75) şeklinde yazdığı tarihidir. Bu tarih
bütün tarihlerden daha iyi ve tamiyesi de sanatlı olduğundan ser­
levha-i tarih kılınmıştır. En çok beğenilen bir diğer tarih de Şair
Fitnat Hanımın yazdığı şiiridir. Bu şiirden bir kısım şu şekildedir:

Nice şad olmasun 'alem ki şahenşah-ı devranın


Vücuda geldi bir şehzadesi yümn ü saadetle

O nflr-ı dide-i şah-ı cihanı Hazreti Bari


Muammer eyleye ikbal u iclal ü saadetle

Gelip ba-feyz-i ilham oldu tab'a mısra-ı tarih


Cihana geldi Şehzade Selim iclal ü 'izzetle
lll. Selim Han 237

Şehzade Selim beş yaşına girdiğinde yapılan büyük bir mera­


simle ilk tahsiline, o devrin ifadesiyle "bed-i besmele"ye başladı.
Şeyhülislam Dürrizade Mustafa Efendi, Şehzade Selim'i rahlenin
önüne oturtarak Besmele çektirdi ve Kur'an- ı Kerim'e başlama mera­
simi burada sona erdi. Şehzadenin bu tahsil başlangıcına Vakanüvis
Ahmet Vasıf Efendi'nin yazdığı şu tarih beyti meşhurdur:

Bed'-i bismillah-i Kuriln eyledi


Sultan Selim bu meclis-i akdese
Kendisine seçkin ilim adamlarından bazıları hoca tayin edildi
ve l 770'te ise hatimini tamamlayarak merasimi yapıldı. Bilhassa
şehzadenin annesi Mihrişah Sultan, oğlunun tahsil ve terbiyesine
babasından daha çok çalışmıştı. Mihrişah Sultan bir Gürcü cariyesi
idi.
B öylece Şehzade Selim sarayda mükemmel bir eğitim, öğre­
tim ve terbiye ile yetiştirildi. Yüksek din ve fen ilimleri Arapça ve
Farsça öğrendi. III. Mustafa Han ıslahatçı bir padişahtı. O, askeri
kurumları teftişe giderken hen üz 1 0- 1 1 yaşlarına giren çok sevdi­
ği oğlu Selim'i de beraber götürür ve onuna devlet işlerine yavaş
yavaş alışmasını, öğrenmesini isterdi. Tarihçilerinin kanaatlerine
göre, Selim'in dimağında ıslahat fikirlerinin daha genç yaşlarında
yerleşmiş bulunmasında babasının büyük etkileri olmuştur.
Şehzade Selim, babası 1 774 yılında vefat ettiğinde on üç yaşın­
daydı. Tahta geçen amcası l. Abdülhamid Han, saray geleneği üzere
onu kafes dairesıne koydurmakla birlikte, saray içinde rahat hareket
etmesini sağladı. Padişahlık yıllarının büyük bir kısmında karde­
şinin oğlu Selim'e şefkatle muamele etti. Ona veliaht şehzadelerin
kafes arkasında yaşamaya mecbur oldukları hapis hayatının ağır
şartlarını tatbik etmedi.
Böylece Şehzade Selim, tahsiline kafes hayatında da devam etti.
Bir taraftan da devlette gördüğü gevşeklik hastalığından şikayet
ettiği, buna çare bulmak için danışmalarda bulunduğu, araştırmalar
yaptığı rivayet edilmiştir. Bundan dolayı kafes onun için bir mektep
oldu. Bilhassa şiire karşı da büyük bir alaka duyuyordu. Bir gün
padişahlık sırasının kendisine geleceğini düşünerek Avrupa dev-
238 Kayı V l l l : I s l a h a t , Darbe ve D e v l e t

letlerinin siyasetini v e onların idari, askeri teşkilatlarını öğrenmek


için Fransa Kralı XVI. Louis ile gizlice haberleşme imkanını bile
elde etmişti.
Mektup\arında Türk- Fransız dostluğunun tarihini ve babasının
bu dostluğa verdiği ehemmiyeti anlatıyor, siyasi meselelere büyük
bir vukufla temas ediyordu. Bir mektubunda, "Ölüm hariç, bütün
fenalıkların deva� ı vardır. Bizim kötü işlerimizin iyileşmesi, tedavisi,
c' rin düşüncelerimizin yegane mevzuuna teşkil etmektedir. Bu
sebeple çok düşünüyor ve gelecek zamanlarda kullanmak mecbu­
riyetinde olduğumuz esaslı çareleri hazırlıyorum:• demekteydi. Bu
ve buna benzer düşüncelerinden, Şehzade Selimin ne kadar ileri
görüşlü, aydın düşünceli bir veliaht olduğu anlaşılıyordu.
Nihayet amcası Sultan 1. Abdülhamid'in Ôzi Kalesi'nin kaybı ve
Müslüman halkın yaşlı-genç kadın-erkek demeden katledilmesin­
den duyduğu derin üzüntüye dayanamayarak vefat etmesi üzerine
7 Nisan 1 789 Salı günü saltanata geçti. 19 seneyi aşkın bir süre bu
görevde kaldı.
Tebaasına karşı çok merhametli ve şefkatli olan III. Selim Han,
yaradılışından halim, selim ve çok zeki idi. Çok yumuşak olup,
kan dökmekten nefret ederdi. Milletini ve devletini kendisinden
çok düşünürdü. Cömert olup, etrafındakilere hediye vermekten
zevk duyardı.
Mustafa Necib Efendi, tarihinde onu şöyle anlatmaktadır, "Güzel
ahlak sahibi, merhum padişah III. Selim, bilgili, nazik, samimi,
zeki ve tedbirli, akıllı, doğru, dürüst, çalışkan, peygamber ahlaklı,
cömert yaratılışlı ve bağış seven, ariflere ve faziletlilere ikram eden,
yediren, içiren, ihsanda bulunan, benzeri olmayan bir padişahtı."
Yabancı müşahitler kendisini "zeki, faziletli, merhametli ve adil
bir hükümdar olarak" vasıflandırmıştır. Bazıları da, kendisinin o
zamana kadar en fazla resmi yapılan Osmanlı hükümdarı oldu­
ğuna işaret etmekte, onun sakin tabiatlı, sabırlı ve müteenni bir
zat olduğunu, bununla beraber vakarlı ve azimli göründüğünü
söylemektedirler.
lll. Selim Han 239

Ill. Seliın Han ihlaslı ve samimi idi. İkinci Rus Harbi devam eder­
ken, bütün sefer zamanlarında usulen olduğu üzere camilerde (Fetih
Suresi) okunuyordu. Bu vazifeye devam eden hocaların ücretlerinin
verilmesine müsaade istenilerek yeni padişah olan III. Selim Han'a
bir telhis takdim olunmuştu. III. Selim Han bu telhisin kenarına şu
satırları yazmıştır, "Bilmem hulus ile mi kıraat olunmuyor, yoksa
erbabına mı tesadüf olunmuyor ki bir semeresine şahit olunamıyor.
Hoş imdi gene altı mah kıraat olunsun ve akçası darphaneden ve­
rilsin. Akça ile olan dua böyle olur:· Son cümle hakikaten güzeldir
ve padişah ihlasa, samimiyete dikkat çekmektedir.
Vakıfların muhafazasına, devlet malının korunmasına çok dik­
kat ederdi. Halka karşı ruhunda şefkatli, ulu ve yüce bir his vardı.
Sultan III. Selim iç siyasette, bütün işleri namuslu ve kalpleri
vatan sevgisiyle çarpan devlet adamlarına emanet etmeyi düşünür­
dü. Dış siyasette ise, memleketin şan ve şerefini muhafaza etmeyi,
devletin iç işlerine yabancı hükümetleri müdahale ettirmemeyi
gaye edinirdi.
III. Selim'in spora önem verdiği ve bizzat sporla uğraştığı, özel­
likle kemankeşliğe, tüfenkendazlığa merak ettiği de bilinmektedir.
Sultan III. Selimin saltanatının ilk yıllarında, Kağıthane'de ya­
pılan bir askeri tatbikatta birkaç defa humbara atıldığı halde hedefe
isabet etmemişti. Padişahın bu durumdan dolayı canı sıkılmıştı.
Bunun üzerine bazı yakınları kendisine Gelenbevi İsmail Efendi'yi
hatırlattılar. Efendi, padişah hazretlerinin huzuruna getirildi. Kendi­
sine, merminin hedefe ulaşması için, gereğinin yapılması söylendi.
Hoca derhal hesaplar yapıp nişan almada düzeltmeler yaptırdı.
Bundan sonra yapılan üç atışın üçü de hedefe isabet etti. III. Selim
Han son derece memnun oldu. Hoca Efendi'ye iltifat ve ihsanlardan
başka günde dört okka pirinç verilmesini de emir buyurdu. İsmail
Efendi, Bahriye Mektebi'ne matematik hocası tayin olundu.
III. Selim Han, hayırsever olup, devletine pek çok hayır mües­
sesesi ve eserler kazandırdı. Üsküdar'da Selimiye Camii ile Çiçekçi
Camii'ni yaptırdı. Eyüp Camii'ni büyülterek yeni baştan inşa ettirdi.
Karacaahmed'de Miskinler Tekkesi denilen Dedeler Mescidi'ni yap-
240 K ay ı V I I I : l s l a h a ı , Darbe ve D e v l e !

tırıp, Küçük Mustafa Paşaöaki G ül Camii'ni inşa ettirdi. ÜsküdarCla


hala kullanılan meşhur Selimiye Kışlası'nı, Heybeliada'da Deniz
Harp Okulu olan Bahriye Mektebi'ni yaptırdı.

N Ü KT E DAN PA D İ ŞAH !
III. Selim Han sık sık latife yapar nüktedanlığı severdi. Yaptığı la­
tifelerin tarihe mal olmuş fıkralar arasına girenlerden şu hikaye kay­
da değer, "III. Selim, bir gün saltanat kayığı ile Kağıthane Deresi'nde
dolaşırken birkaç rindin, köprübaşında sofra kurarak, tatlı tatlı
demlendikleri gözüne ilişti. Saltanat kayığının görünmesiyle ne
yapacaklarını şaşıran adamcağızlar hemen işret tepsisinin üzerine
bir örtü örttükten sonra hep birden namaza durdular. Muziplikten
hoşlanan padişah önlerinden geçerken kayığını yavaşlattı. Eğilecek
olsalar rakı kadehlerinin, sürahilerinin şangırtısı duyulacak, belki
örtü açılıp her şey meydana çıkacaktır. Bu sebeple dakikalarca ayakta
durdular Hünkar kıs kıs gülerek yanındakilere, "Bu namazın, hiç
rükı1u, secdesi yok mu?" diye sordu. Nedimlerinden biri, "Efendim!
Ne yapsınlar, mazurdurlar. Secde edecek olursa bir daha başlarını
kaldıramayacaklarından korkuyorlar:' Bu kadarcık muzipliği kafi
gören Sultan Selim, "Utanacakları işi bir daha yapmasınlar!" diyerek
kendilerine biraz da akça gönderdi.

H A L K I N İ Ç İ N D E PA D İ ŞA H !
III. Selim Han her bakımdan halkla yakından ilgilenirdi. Vakit
vakit kıyafetini değiştirerek gerek denizde ve gerek İstanbul sokak­
larında dolaşır halkın ahvaline vakıf olurdu.
Özellikle Cuma selamlıkları padişaha şikayet ve isteklerini ulaş­
tırmak isteyen için bir fırsat olduğu gibi, padişahlara suikast yapmak
isteyenler, olay çıkarmak isteyenler için de bir fırsat idi.
Nitekim 1 O Temmuz 1 792 tarihinde III. Selimin Ayasofya'daki
Cuma selamlığı sırasında, cumanın sünnetini kılarken magribi
kıyafetli bir meçhul şahıs ansızın bir okka ağırlığında bir misket
güllesini süratle mahfıl-i hümayuna fırlatmış, arzuhalleri toplamakla
görevli ocak yazıcıları dağılınca bir tane daha fırlatmıştır. Gülleler
kafesi kırarak içeri girmiş, padişahın yüzüne temas edecek kadar
Ill. Selim Han 241

yakından geçmiş, ancak yüzüne isabet etmemişti. Meczup olduğu


anlaşılan bu şahıs derhal yakalanarak Bab-ı Hümayun önünde
idam edilmiştir.
Padişahın gideceği yere evvela çadırlar kurulup hazırlanırdı.
Padişah vardığında buralarda istirahat eder, yemek yer, namaz
kılardı. Daha sonra binlerce seyircinin ortasında pehlivanlar gü­
reştirilir, askerlere cirit müsabakaları yaptırılır, cambazlar oynatılır,
ayılar boğuşturulur, iri köpek ve saray atlarının gösterileri izlenir ve
sporlarda başarı gösterenlere üç beş altın hediye verilirdi.
Sultan III. Selim' in, resmi, gayri resmi, siyasi ve özel hayatından
ailesine olan düşkünlüğüne, Zeynep Sultan'ın düğün alayından
Şehzade Mahmud'un sünnet düğününe, yangınlardan eğlence ve
mesire gezilerine, atış talimlerinden bayram törenlerine, elçi ka­
bullerinden giyilecek elbise çeşitlerine ve huzur derslerine kadar
kaynaklarda geniş bilgiler verilmektedir.
Sabahtan akşama kadar teftişten teftişe koşan, devletin sıkıntıla­
rını görüp çözüm bulmak için gece gündüz gayret eden padişah, bu
enerjinin yorgunluğunu zaman zaman çeşitli eğlencelerle gidermek
ve zihnini dinlendirmek istemekteydi. Bunlardan bir tanesi de
Karagöz-Hacivat oyunları idi.
"III. Selim Han zamanında bir Hayali Hafız varmış. Onun Ka­
ragöz oyunları o kadar güzel olurmuş ki, bunlar milli bir edebiyat
eseri sayılırmış, bir gece sarayda padişahın huzurunda bir hayal
oynatıyormuş. Oyunda Hacivat kölesini, Selim diye çağırmış, III.
Selim Han da derhal latife etmek için, bir nükte söyler gibi 'lebbeyk'
yani buyurun efendim diye cevap vermiş.
Hayali Hafız yaptığı hatayı fark edince binbir cinas ve ima dolu
oyun devam ediyormuş gibi, Hacivat kendisine hitab etmiş, 'huzur-ı
şahanede öyle bir sürç-i lisan ettim ki affı mümkün değil, artık
bana hayal oynatmak gerekmez. Saadetli padişahım ruhsat buyu­
rurlar da tövbekar olarak hacca gidersin, hadi yola düş' demiş ve
perdenin arkasındaki mumu söndürmüş. Huzurda seyredenler çok
üzülmüşler. III. Selim Han, 'Vallahi hiç kızmadım, latife yapmak ve
senin bu güzel oyununa ben de katılmak için cevap verdim; dediyse
242 K ay ı V l l l : ı s l a h a t , Da rbe ve Dev l e t

de Hayali Hafız, Topkapı Sarayı'nda söndürdüğü hayal perdesinin


mumunu bir daha hiç yakmamış:'

I S LA H ATÇ I PA D İ ŞA H !
III. Selim Han, çağını aşan bir ileri görüş ve düşünceye sahipti.
İyi niyetli, çalışkan, vatansever ve yürekli bir padişahtı. Savaşlarda
yeniçerilerin sürekli yenilmelerinin nedenini Batı dünyasına karşı
ilgisizlikte bulnıuş ve açık görüşlü kişiliği ile Osmanlı Devleti'ni
Nizam-ı Cedid düzenlemeleriyle Avrupa'ya yaklaştırmaya çalış­
mıştır.
Bütün işlerinde halkın duygu ve düşüncesine önem vermiş,
ülkesi için yararlı olduğuna inandığı kararları almaktan bir an geri
durmamıştır. Devletin büyük bir tehlike içinde olduğunu, eğer
süratli bir şekilde ıslahat yapılmazsa, geleceğin kötü olacağını çok
iyi biliyordu. Bu samimi düşüncesi ve bütün kudreti ile devleti
kurtarmak için; askeri, idari, mülki, içtimai ıslahatları Nizam-ı
Cedid adıyla tatbikat safhasına koydu.
Mülki bir ıslahat yapılıp, Anadolu ve Rumeli toprakları yirmi
sekiz eyalete ayrıldı. Ayanların eskiden olduğu gibi halk tarafından
seçilmesi kanun haline getirildi. Resmi dairelere talimat gönderile­
rek, yazışmalara, kull a nılan dile, tabirlere dikkat edilmesi ve halkın
işlerinin takip edilmesini süratle yerine getirilmesi istendi.
İlmiye ricali için yeni nizamname çıkarıldı. İlmi eserler yazılıp,
pek çok kitap tercüme edilerek, yayınlandı.
Ticari ve iktisadi sahada yenilik yapılıp, zahire nazırlığı kuruldu.
Tecdid-i Kanun-i Tımar ve Zeamet Kanunu'yla, harbe katılmayan
tımar ve zeamet sahiplerinden topraklarının geri alınması esası
getirildi.
Gayrimüslim esnaf ve tüccardan bazıları vergi ve yurt dışına para
kaçırmak için Osmanlı ülkesinde oturduğu halde, yabancı devlet
tebaasına giriyorlardı. Bu durum ve paranın dışarıya çıkarılmasına
karşı tedbir alındı.
Avrupa devletlerine daimi elçilikler kurularak, 1 793'te ilk ta­
yinler yapılıp, Avusturya, Fransa, İngiltere ve Prusya merkezlerine
I J I . S r l i m Han 243

gönderilen elçiler; bulu ndukları memleketlerin yalnız siyaseti ve


diğer devletlerle olan münasebetleri hakkında bilgiler toplamakla
kalmayıp, aynı zamanda, oraların kültürleri, her türlü ilerleme ve
gelişmeleri hakkında bilgiler toplayarak, rapor halinde İstanbul'a
gönderdiler.
III. Selim Han'ın düşündüklerini gerçekleştirme yolundaki belki
tek eksiği ceddi Yavuz Sultan Selim Handaki kararlılık ve asabiyete
sahip olmayışı idi. Zira düşündüklerini gerçekleştirebilmek için o
gün Yavuz Sultan Selim Han gibi demir bir el gerekliydi.
III. Selim Han'ın emirlerinde çoğu kez şiddetten, tehditten zi­
yade rica, niyaz, bazen de beddua şeklinde hitaplar görülmekteydi.
Sadaret kaymakamına yazdığı hatt-ı hümayunların birçoğu şu
cümleler ile biterdi, "Bu işlere sen niçin bakmıyorsun? Bunlarda
kusur etmeyesin! Sonra cümlenize infial ederim! Bu emrimi din­
lemeyip amel etmeyenleri Allah kahreyleye Amin! Bir daha böyle
bir şeyde tekasül ederseniz, sonra kendin bilirsin! Allah'ın rızası
olmayan işe benim dahi rızam yoktur!"
Saltanatı müddetince içte ve dışta büyük düşmanlarıyla müca­
dele etmesine rağmen, ülke imar edilip fazla toprak kaybı olmadı.
Fakat başlatmış olduğu ıslahat çalışmalarının meyvelerini alacağı
sırada şehit edilmesiyle duran yenileşme hareketleri, daha sonra il.
Mahmud Han'la devam edecektir.

D İ N DAR PAD İ ŞA H !
Ill. Selim Han'ın ataları gibi Peygamber Efendimize olan aşkı ve
bağlılığı her şeyin üzerinde idi. Medine-i Münevvere'd e, Mescid-i
Nebevföe bulunan hat sanatı eserlerinin e n zarif numunelerinden
biri, Peygamber Efendimiz'in kabr-i saadetleri ile minber-i saadetleri
arasındaki sütunlara nakşolunmuş bulunan na'at- ı şerifidir.
Buhari ve Müslimin rivayet ettikleri bir hadisi şerifte Peygam­
ber Efendimiz, "Beytimle yahut kabrimle minberim arası cennet
bahçelerinden bir bahçedir:' buyurmuşlardır. Bu hadisi şerifin nas­
sı, mihrab-ı nebevinin sol tarafındaki taht üzerinde celi sülüs ile
yazılıdır. Burada bulunan on iki sütun, Sultan III. S elim'in emriyle
244 Kayı Vl l l : I s l a h a t , Darbe ve D e v l e t

mermerle kaplanmış ve Ravza-yı Şerife'nin yeri e n güzel bir biçimde


belirlenmiştir.
Sütunların üst taraflarına Türkçe lisan ıyla 111. Selim Han'ın
Resôl-i E�em Efendimize tevessülen yazdığı kaside nakşolunmuş­
tur. Yazılar kabartma olarak işlenmiş olup tamamlandıktan sonra
altın suyu ile boyanmıştır. Bu sütunlara nakşolunan na'at-ı nebevi
minberin sol tarafına düşen direkten başlayarak devam etmekteydi.
Bunlardan buğün çok azı mevcut bulunmaktadır.
Na'at-ı Şerif'in sütunlara nakşolunduğu şekildeki metni şu şe­
kilde idi:

Es-seldm ey mehbit-i vahy-i emin


Can ile tişık sana Ruhu'l-Emin
Asumdne fahr eder yerden göğe
Cayi cism-i pdkin olmakla zemin

Tak-i gerdun-ı imad-ı şevketin


Oldu ma'nide zehi rükn-i rekin
Dest-glri ol Selim Han'ın meded
Kim kavim ola kıyam-ı mülk ü din

Ey kerem mülküne sultdn-ı kerim


Kulluğun fahr bilir Şah Selim
Yapışıp kaaime-i arş gibi
Şer'in erkanına eyler tazim

Bende-i hastır ihsan eyle


Du cihanda bana ya lütf-i amim
Ravzd-i pdkine yüz bin saldvdt
Her biri başına yüz bin teslim

Ey gül-i ravza-i din-i lsldm


Sana her demde hezardn selam.
Nice reşk-aver-i yakut olmaz
Kasrına oldu sütun seng-i ruham

Habbezd Şah Selim-i Sdlis


Kıldı rif'atle bu hizmette kıyam
III. Selim Han 245

Kerem eyle ana ey Ekrem-i Halk


Lutftur bende/ere de'b-i kiram

Mualla Ravza-i Fahr-i Risalet


Anın tahtındadır gülzar-ı Cennet
Sütun-ı rif'atin Tuba göreydi
Olurdu cebhe-fersa-yı daraat

Selim Han ibni Sultan Mustafa'ya


Zehi devlet nasib oldu bu hizmet
Ana dünyada himmet ahirette
Şefaat ya Resulallah şefaat

Bin salat ile selam olsun


No'la fahr etse yazarken name na'at-i hizmetin
Ol Resul-i Kibriya'nın vasf-ı zat-ı devletin

Habbeza Mahbub-ı Hak'tır görmemiş mislin felek


Nurdan bir serve benzetmiş görenler kaametin

Hilkat-i dünyaya bais Zat-i Paki{Jjr anın


Arş-i a'la ile nisbet kılma kadr ü rif'atin

Hamd ola Hakk'a bizi çün ümmetinden eyledi


Nice mümkündür eda etmek bu şükrün nimetin

Da'vi-i küfr ü cehalet eyleyen bed-meşreban


Geldiler imana gördükte zuhur-i şevketin

Cevher-i hak-i kudumü tutiyddır çeşmime


Hak-i rahı rüşen eyler ruz-i haşrin zulmetin

İki alem afıtabı sensin ey Fahr-i Rusül


Pertev-i mihrinle buldu din ü dünya zinetin

Eylemezsin bu kulundan lutf u ihsanın diriğ


Ey şehinşah-ı cihan lutf et reva kıl hacetin
246 Kay ı Vlll: I s l a h a t , Darbe v e D e v l e t

Mülhem oldum yazmaya ben nüsha-i evsafını


Eyledim bahr-ı şefaat na'at-i paki hizmetin

Şanına layık nice evsafa olsun kudretim


Layıkınca hak eder ta'zim-i halk-ı izzetin

Ey kerem kani zalam-ı gamdan azad et beni


Şahlar çün kim diriğ etmez kulundan re'fetin

Şem'-i şevkin pertevi her dem derunumda yanar


Sine-i pür-süzun efzün eyledi germiyyetin

Nüh-feleklerde melekler ins ü cin hep bendedir


Hizmetinde padişahlar buldu şan ü şöhretin

Daima zikr-i salatı ola evradım benim


Bahş ederse ol Şeh-i taht-ı risalet himmetin

Bin salat ile selam olsun revan-ı pakine


Eyler İlhami reca nakd-i şefaat ruhsatın

Açıklaması:
Ey kendisine gerçek ilahi vahyin indirildiği Yüce Peygamber,
selam sana! Vahiy meleği Cibril-i Emin sana candan aşık olmuştur.
Yeryüzü O'nun, üzerinde bulunmasından dolayı, kendisini gökyü­
zünden üstün görmekte yerden göğe kadar haklıdır. Senin devle­
tinin binası gönüllerde, ne kadar sağlam bir şekilde kurulmuştur!
Selim Han'ın elinden tut, ona yardım et ki, İslam dini ve ülkesi de
sapasağlam yaşasın ve kudretli olsun.
Ey cömertlik diyarının yüce sultanı! Şah Selim senin kölen ol­
makla iftihar eder. Arşın direkleri gibi sapasağlam olan şeriatın
esaslarına sımsıkı yapışarak, onları yüce bilir. Ey lütfu herkesi kap­
layan Sultan, ben senin sadık kölenim. Bana iki cihanda ihsanını
bezlet. Ey Nebi! Sana yüz bin salavat ve her bir salavat ile yüz bin
selam olsun!
Ey İslam bahçesinin gülü Yüce Resul! Her nefeste sana binlerce
selam olsun ! Senin Ravza'na sütıln olan mermerlere, yakutlar nasıl
özenmesin! Sultan III. Selim'e ne mutlu ki, o da ancak bu hizmeti ile
Ill. Selim Han 247

bir değer kazanabildi. Küçüklere lütuf, büyüklerin adeti ola gelmiştir.


Ey en güzel yaratılmış büyük Peygamber, sen de ona kerem eyle!
Peygamber Efendimiz'in bu bahçesi (kabri) ne kadar güzel­
dir! Cennetin gül bahçeleri ondan geride kalır. Buradaki sütunları
Tuba Ağacı görseydi, kendi küçüklüğünü anlardı. Sultan Mustafa
oğlu Selim Han'a bu hizmetin nasib olması onun için ne güzel bir
devlettir! Aman ya Resülullah! Sen de ona dünyada himmetinle
yardım ve ahirette şefaat eyle!
Yüce Peygamber'in na'atını yazan kalem bu hizmetiyle öğünse
çok mudur? Aman yarabbi! O Hakk'ın ne eşsiz bir güzelidir! O'nun
bir benzerini cihan görmemiştir.
O'nun kıymet ve yüceliğini arş-ı a'la ile mukayese etmeye kal­
kışma. Çünkü kainatın yaradılışına sebep zaten O'dur. Allah'a hamd
olsun ki, bizi O'nun ümmetinden eyledi. Bu nimetin şükrünü eda
etmek mümkün değildir. Cahilce inkarlarında inat eden bedbahtlar,
O'nun yüce zatının görünmesiyle imana geldiler.
O'nun ayağının bastığı toprak bir cevherdir. Benim gözümü
açan bir sürmedir. O'nun yolunun kirpiklerimize sürülen toprağı
haşir gününün karanlığını bizlere aydınlık edecektir.
Ey Peygamber'in övüncü! Din ve dünya senin nurunla canlandı,
güzelleşti. Ey cihanın yüce padişahı! Bu kulundan lütuf ve ihsanını
esirgeme, merhamet et; onun da hacetini gider.
Ben O'nun vasıflarını yazma hizmetine talip oldum ve O'nun
temiz zatının zikrini kendime bir şefaat denizi edindim. Ama ben
bu aczimle, O'nun şanına yaraşır vasıfları bulup yazmaya nasıl güç
yetirebilirim? Onun aziz yaradılışının yüksekliğini, O'na yaraşır
şekilde Cenab-ı Hakk tasvir etmiştir.
Ey iyilikler, güzellikler kaynağı Efendim! Şahlar, şefkatlerini
kölelerinden esirgemezler, beni dertlerimin ıztırabından kurtar!
Sana olan iştiyakım her an içimde yanmaktadır. Onun alevleri
gönlümdeki ateşin şiddetini artırıyor.
Dokuz kat göğün, bütün kainatın melekleri insanları ve cinleri
senin hizmetkarındır. Padişahlar sana hizmet ederek şan ve şöhret
kazanırlar. Peygamberlik sarayının yüce sultanı lütfedip himmet
248 Kayı V l l l : I s l a h a t , Darbe v e D e v l e t

buyursa, izin verse de, O'nu anmak, salat ü selam getirmek daimi
virdim olabilse.
O'nun temiz ruhuna bi nlerce salat ü selam olsun ! Sevgili Efen­
dim! Bu İlhami kölen şefaatine nail olmak için ruhsat dilenmektir.

Ş A İ R PAD İ Ş A H : İ L H A M I
Sultan III. Selim devlet adamlığı yanında XVIII. asır divan ede­
biyatımızın şairleri arasında önemli bir mevkiye sahiptir. O, İlhami
mahlasıyla şiirler yazardı.
Şiirlerinde klasik edebiyatın özelliklerini devam ettiren III. Selim
Han, şiirlerinde atasözlerine ve özellikle deyimlere fazla yer vermiş­
tir. Hiçbir süse kaçmadan tabii olarak yazmayı gaye edinmiştir. Bu
nedenle III. Selim'in şiirlerinin temelini, halkın kullandığı Türkçe
kelimeler, atasözleri ve deyimler teşkil etmektedir. Müzisyen olu­
şunun etkisiyle de divanında daha çok işlediği şarkı türü ağırlık
kazanmıştır. Şekil, dil ve ruh bakımından halkın anlayabileceği bir
seviyede olan bu şarkılarıyla III. Selim Han, yerli hayata yönelik bir
anlayış ve özellik gösterir.
Şiirlerinin içinde hikmete, düşünceye ait beyitlere de rastla­
nır. Daha çok yaşanılan hayata, vatan ve millet sevgisine yönelen
III. Selim'in şiirlerinde derin tasavvufi fıkir ve düşüncelere az yer
verilmiştir. III. Selim'in şiirlerinin hepsi, aynı ruh ve edaya sahip
değildir. Ciddi ve samimi duyguları aksettirenler oldukça fazla
ve çok güzeldir. III. Selim Han'ın sanatçı kişiliği hakkındaki bazı
tarihçilerin, edebiyat tarihi yazarlarının ve araştırmacıların düşün­
celeri de önemlidir:
Arif Hikmet tezkiresinde, "III. Selim Han, yer yer şiirler söyler,
İlhami mahlasını kullanırdı. Yüce sözleri, Arapların 'hükümdarların
sözü, sözlerin hükümdarıdır' diyen atasözünün hükmüne uygun
olarak söylediği güzel şiirlerine yakışır ve divan sahibi şerefli bir
padişahtı" demektedir.
Mehmed Tahir Bey ise onun bu yönüne şöyle işaret etmektedir,
"Osmanlı Müellifleri'nde; şiir ve musikiye de mükemmel bir bağlılığı
olup mahlasları İlhami idi. Altın suyu ile yaldızlanmış, düzenli olan
Hl . S e l i m H a n 249

divanları Yıldız Kütüphanesi'ndedir. Bir kısmı da Ata Tarihi nin iV.


'

cildinde yazılıdır. . .
"

Ali Emiri, Cevahirü'l-Müluk adlı eserinde III. Selim Han'ın şiir


ve musikideki üstünlüğünü bir manzumesinde dile getirmektedir:

Sultan Selim-i Salis'in hem eşar-ı selisi sanki zemzem


Şahen-şehi tahtgah-i nazmın tık-ı sühanın sipah-ı nazmın

Olmuşdu o gazi-i sühan-dan aktar-ı belagata nigehban


Divan-ı müni.fi varki ziba şa'irlere iftihar-ı bala

İlham-ı Huda'ya oldu muhtas "llhami" o şaha oldu mahlas


Asarı kesirdir be-gayet şarkıları da karin-i kesret

Yekta idi fenn-i musikide rUşen-güher ü kavi-akide


Nazmında eder ayan hamiyyet arslanlar gibi gösterir hamaset

Gahice hamaset eyler izhar bazan da teessür eyler isar


Enderunlu Vbıf ise, III. Selim Han'a divanında sunduğu bir
kasidesinde; olgun, marifetli ve güçlü, ince manalı, zarif ve şakalı
sözleri anlayıp söyleyen böyle alim bir padişah daha dünyaya gel­
medi demektedir.

Nükte-fehman ü kadir-dan ü hüner-mend-i kemal


Gelmedi dehre dahi böyle şeh-i nadire-dan
Şair İhya Efendi'nin, İlhami Divam'ndan seçilmiş birkaç şiiri
ve tahmisleri içine alan divan nüshasında; III. Selimin şiirlerini
çok beğendiği için tahmis ettiğini söyleyerek, gazelin son beytinde
"nimet sahibi padişaha, her zaman beşi vakit namazı eda ederken,
dua ettiğini" belirtiyor.

Veliyy-i ni'met-i alemdir ihya çünkü ol sultan


Du il-yı devletin kıl çün salat-ı hams eda her-bar
Sünbülzade Vehbi, III. Selime ithafen yazdığı mesnevi tarzındaki
mukaddimesinde; bu cihana düzgün konuşan (şair) bir padişah gelir
mi diye düşünürdüm! Hele şükür bahtım yaver gitti, bir parlak güneş
doğdu. O ikram sahibi şair Sultan Selim Hanliır, diyerek övmekteydi.
Gelir mi derdim aya bu cihana
Sühanver bir şehin-şah-ı yegane

Bi-hamdillah ki bahtım oldu yaver


Tulu ' etıji bir mihr-i enver

Kerim ü kam-bahşa vü sühan-dan


Şeh-i gerdun-hoşem Sultan Selim Han
Nihad Sami Banarlı, "III. Selim Han, hat sanatıyla da meşgul
olmuştu. İlhami mahlasıyla söylediği şiirler, Osmanlı Hanedanı'nın
gelenek haline gelmiş şairliklerinin bir devamıydı. Çok okuyan,
münevver bir hükümdardı. Tasavvufa bir iman ölçüsünde vakıftı;'
demektedir.

i l i . S E i. İ M H A N VE D İ VA N I
III. Selim Han'ın şiirleri bir divanda toplanmıştır. Şiirleri şah­
siyetinin de aynası gibidir. Nitekim o, divanını yazmaya başladığı
vakit ilk gazelinde düşüncelerini şöyle ifade ediyordu:

Külbe-i ahzan içre def-i gam kılmak için


Eyledim tertib-i divan a rifa n e ihtida
Keder evinde (kafeste) gam gidermek için önce arifçe (geleneğe
uyarak) bir divan tertip etmeye başladım. Akraba, sevgili ve dostlar
dediler ki, elinden geliyor sen de bir divan yaz. Onların sözüyle
cesaret ettim ve Allah'ın yardımıyla bitirdim:

Dediler akraba vü dost u yaran


Elinden geliyor yap sen de divan

Sözüyle anların etdim cesılret


Olup tekmil Hakaandır inılyet
Divanın son bölümünde de, "şiirlerimi kafeste yazarken, bülbül
gibi her nefeste Allah'a şükrederdim," demektedir:

Yazıp eşarı bülbül-veş kafesde


Huda'ya şükr ederdim her nefesde
III. Sel i m Han 251

III. Selim Han, divandaki 64 tane beytini tamamladıktan sonra


da; Allah'ın feyziyle, lütfuyla ve kalbine iletmesiyle yazdığı beyitlerin
sonuna geldiğini tamamladığını söylemektedir:
Mazhar oldum feyz-i Hakk'ın lutfuna ilhamına
Vasıl oldum müfredahn nazm ile itmamına
Bir başka beytinde de sevgili onu medheyledim diye pek mağrur
olmasın. Ben bir gönül ehliyim, eskiden beri şiir yazmak benim
işimdir, diyor:
Beni medheylemiş deyü sakın pek olmasın mağrur
Ben ehl-i dildenim eşar yapmak eski karımdır
III. Selim Han, yazdığı bir şiirinde kendine de hitap ederek,
devlet reisliğinde gaflete dalmamayı ihtar etmiş ve her şeyin fani
olduğuna işaret etmiştir.
Serir-i saltanatda olma gafil bir an ey llhıimi;
Sana da baki kalmaz bu bir çarh-ı devrandır.
Gençliğinde Sultan 1. Abdülhamid'in yerine geçirileceği iftira­
sıyla kapatıldığı kafeste saltanat varislerinin kafes ardı macerasını,
"Kafes" redifli bir gazelle dile getirmiştir:
Hayli demdir ki dönüp külbe-i ahzana kafes
Bais oldu bize bu mertebe ahzana kafes

Nala rahm etse felekler bana feryadımdan


Oldu bülbül gibi murg-i dilime iane kafes

Şimdi şehbaz-ı dil ister ki adılsıyle cidal


Fırsat elvermiyor amma bize meydana kafes

Şimdi llhami nola şi'rin olursa mahfl


Görmeye vermez aman nazmını yarana kafes22

i l i . S E L İ M HAN V E Ş EY H GA L İ B
Sultan III. Selim, Şeyh Galib'i çok severdi. Ekseriya, saraya davet
eder, onunla şiir ve musiki sohbetleri yapardı. Hükümdar bu soh­
betlerde tamamen merasim ve teklif, tekellüfü kaldırmıştı. Kendisi
252 Kayı Vl l l : T s l a h a t , Da rbe ve D e v l e t

d e Mevlevi olduğu için bir gün başını Şeyh Galib'in dizine koyarak
görüşürlerken Selim Han, "Şeyhim bana Hazreti Mevlcina'nın bazı
kerametlerini söyler misiniz?" Şeyh Galib, ·�man efendimiz, bir
iradesiyle orduları, donanmaları harekete getiren, üç kıtada yaptığı
futıihat ile muazzam bir ülkenin sahibi bulunan sizin gibi bir hü­
kümdarın benim gibi aciz bir dervişin dizine başını koyarak ona bu
derece iltifat etmesi Hazreti Mevlana'nın en büyük kerameti değil
midir? Daha mtsıl bir keramet istiyorsunuz:' diyerek cevap verir.
Padişahın gösterdiği bu dostça ilgi ve sevgiyi Galib, ona sun­
duğu bir kasidede; Hüseyin Baykara, Molla Cami ve Ali Şir Nevai
münasebetleri anlamında ve daha yüksek düzeyde bir münasebet
olduğunu ifade ediyor:

Hüseyn-i Baykara bahş etmemişti Monla Camiye


Bana ol kamı kim bu husrev-i sahib-kıran verdi
"Şeyh Galibe Sultan III. Selimin öyle bir ince iltifatı vardır ki, bu
padişahın hüviyetini gösterir. Bu büyük şaire hediye vermek istediği
zaman ağzını altınla, inciyle doldurarak yahut listeler dolusu eşya
vererek kendisinin (vermek) mastarındaki kudretini karşısındakinin
(muhtaç olmak) hususundaki aczini gösteren şeyler yapmazdı. Şeyh
Galibe Hazreti Peygamber'den sonra en çok sevdiği Mevlana'nın,
Mevlana'dan sonra en çok sevdiği Cevri Dede'nin eliyle yazdığı
mesnevisini vermişti. Bu suretle bu padişah hediyesi maddi bir
lutıif olmaktan çıkarak iki arkadaş arasında alınıp verilen manevi
kıymetli bir hediye olmuştu.
Bu ince hediyenin heyecanı Şeyh Galib'in III. Selim'e yazdığı
'verdi' redifli kasidesinin şu beyitlerinde kemal noktasına çıkmıştır!

Bana Sultan Selim-i kam-ver kam-ı cihan verdi


Bütün dünya değer bir genc-i has u rayegan verdi

Ne gene amma ki her bir cildi bir gerdun-ı pür-envar


Bu hak-i bi-karara nüh-tıbdk-ı asuman verdi

Nice eyyam idi hasretdüm ol gencine-i gayba


Keremler kıldı el-hak kerametden nişan verdi
III. Selim Han 253

Aceb bir mesnevi-i pür-baha kim Cevri hattıyla


Dil-i uşşak-ı zare cevr-i gerdimdan aman verdi
Gerçek bir şiir ve musiki kültürüne sahip bulunan padişahın
aradığı bütün incelikler Galib'de fazlasıyla vardı. Ayrıca, Mevleviliği
ve Mevlevileri de seviyordu.
Şeyh Galib, Galata Mevlevihanesi şeyhi olur olmaz padişaha:

Gönül bir beyt-i mamur u safadır aşk mimarı


Yatur amma ki şimdi başka hamı başka divan
matlalı kasidesini sunarak tekkenin harap ve bakımsız olduğunu
ve onarılmasını ister. Bir yıl içinde yeniden yapılmış gibi onarılarak
teslim edilir. III. Selim'in himayesinde meydana gelmiş dergah
kapısının üstüne kazılmış:

Yaptı bu dergahı pak ü hem cedid


Bin iki yüz altıda Sultan Selim
matlalı tarih beytinden de anlaşıldığı şekliyle 1 206 senesi son gün­
lerinde, bir cuma günü dergahın açılış töreni şatafatlı ve gösterişli
olarak yerine getirildi:'
Diğer taraftan Galib'in şiirdeki kudretine hayran olan padişah,
1 792 yılında onun divanını, 3000 lira harcayarak yazdırmış, ciltletip
tezhib ettirmişti. Şeyh Galib, III. Selim devrinde bulunan alim ve
şairler ve bilhassa (Galib'in) kendisinin çok lütuf ve ihsan gördü­
ğünü ifade ederken Hüseyin Baykara'nın devrinin alimi Cami'ye
gösterdiği iltifat ve ikram ile mukayese ederek sosyal konumunu
da şöyle belirliyor:23

Keremler kim senin devrinde gördü Galib-i na-çar


Hüseyin Baykara'dan görmedi cami gibi yekta

Bu güne lutf kim gördüm asla görmemişler


Kızılarslan u Sultan Baykara'dan Gencevi Cami

Ş İ İ RL E Rİ N E Ö RN E KL E R
III. Selim Han şiirlerinden bazıları şu şekildedir.
254 Kayı Vlll: I s l a h a t , Darbe ve Dev l e t

Münacat-• Hazreti Bhi


Hezaran hamd ola Mevlaya her an
Pür etdi cümle mahluku o Sübhan

O birdir hem dahi btlr-i Huda'dır


Yoluna cümle canlar hep fedadır

Eder bir anda cümle dehri yeksan


Bir anda hem garik-i bahr-ı ihsan

Sığışmaz kudreti akl u gümana


Nazar kıl sen de bir kez asmana

Azimü'ş-şandır ol Rabb-ı Sübhtln


Akıl ü fikri halkın cümle hayran

Yaratmış sevgili fahr-ı cihanı


Anunçün halk edip kevn ü mekan

Şükr kim olmuşuz ban ile kulu


Olur mu hiç devlet bundan ulu

Bihamdillah Resul'e olduk ümmet


Olur mu bundan özge bir inayet

Yaratmış Halik ü Sübhan ü Hallak


Nice sebze nice elvan-ı evrak

Tutup yüzün niyaz ettim Allaha


Meded afv eyleyip bakma günaha

Bu ben mahbusa ya Rab eyle imdad


Ki etdin Yusuf'ı zindandan azad

Edip lbrahim'e nar-ı gülistan


Derununda okur evrad hezaran

Edip Yakub Yusuf ile mülakat


Hulus ile edince arz-ı hacat
lll. Selim Han

Nunun batnından oldu Yunus azad


Anı etdin seza-yı feyz-i irşdd

Urup zahm-ı dil-i Eyub'a merhem


Kemal-i sabr ile oldu müsellem

Şerikin hem nazilin yokdur asla


Ki ism-i Hayy'a mazhar oldu İsa

Necata oldu mazhar nice mahbw


Cenab-ı YUsuf oldu feyze me'nus

Hususen kim o mahbus-ı mükerrem


Cenab-ı Mustafa ol fahr-ı alem

Muhammed yani sultan-ı risalet


Bana mahşerde etdirsin şefa'at

Ne denlü var ise cürm ü günahım


Beni kıl afvına mazhar ilahım

Çü sen sin kullarının padişahı


Senin lütfunla afv olur günahı

Şükr şi'rimle etdim çok senalar


Dükenmez yazsa medhin nice defter

Tevekkül eyle İlhami yeme gam


Kuluna rahm eder ol Rabb-ı erham24

Na'at-ı şerif
Nola fahr etse yazarken htime na'at u midhatin
Ol resul-i kibriyanın vasf-ı zat u devletin

Bi-nazir mahbub-ı Hakk'tır görmemiş mislin felek


Nardan bir serve benzetmiş görenler kametin

Hilkat-i dünyaya bti'is zat-ı pakindir senin


Arşdan a'Ja ya Resulallah kadr-i rifatin
256 Kay ı Vll l : I s l a h a t , Darbe v e D e v l e t

Hamd ola Hakka bizi çün ümmetinden eyledi


Şükrün etmek nice mümkündür bu uzma nimetin

Da'vi-yi küfr ü cehalet etseler bed-meşreban


Geldiler imana gördükde zuhur-ı şevketin

Cevher-i hılk-i kudumu tutiyadır çeşmime


Belki mahşerde olur tahlise elde hüccetin

iki alem afıtabı sensin ey fahr-ı rüsul


Pertev-i mihr-i nübüvvet iledir hatmiyyetin

Eylemezsen ben kulundan lutf u ihsanın dirig


Ey şehinşah-ı dü alem var kemal-i reJetin

Ey kerem kanı zulam-ı gamdan tlzad et beni


Mazhar-ı feyz-i şefaat kıl bu naçar ümmetin

Şem'-i şevkin pertevi her dem derunumda niyaz


Ba'is-i zevk u ferahtır sinede germiyyetin

Nüh feleklerde melekler ins ü cin hep bendedir


On sekiz bin alemi doldurdu şan u şöhretin

Daima zikr-i salatım ola evradım benim


Olur ise ey şeh-i taht-ı risalet himmetin

Mülhem oldun yazmağa bu nüsha-i evsafı çün


Ta şefaat eyleye bu naat-ı pake hidmetin

Şanına layık nice evsafa olsun kudretim


Ya Resul-i müctebtl alemden azam kıymetin

Bin salat ile selam eyler revan-ı pakine


Eyler llhılmi reca nakd-i şefaat ruhsatin

Koyma ya Rabbi dili tab-ı teb-i isyanda


Ebr-i lütfundan bana neşr eyle ab-ı rahmetin25
l I I . S e l i m Han

Huda'ya şükrederdim her nefeste!


Besmeleyle ettim ana ibtida
Yani mesud ede divanım Huda

Gerçi eşarımda nükte yok durur


Hem fesahatte kusurum çok durur

Anı ben görmedim üstaddan hem


Hilafım yok benim Allahu A'lem.

Ne Farsi okudum ben hod ne Tarzi


Ne talim eyledim nazm-ı Hicazı

Ne Bustan okudum ben ne Gülistan


N'ola affeylese erbab-ı irfan

Bana ilham-ı Hak oldukda muhtas


Anınçün eyledim İlhami mahlas

Eden bu lütfu Mevla-yı kerimdir


Ezelden namımız Sultan Selim'dir

Selim ismi değil çün bana mahsus


Şiirde etdim İlhami tahallüs

Edip medh ibtida fahr-ı cihanı


Anın ıııı'atıyla yaptım dastanı

Resul-ı kibriya mahbitb-ı Bari


Dahi vasfeyledim hem Çar yari

Yazıp şi'rimde vasf-ı zülf-i huban


Nice esbab-ı hüsn-i her cüvanan

Değil fi'lim benim gayr-ı kinaye


Nakışla verilir zinet binaya

Ola ta herkesin tab'ına makrun


Bula revnak bu divan-ı hümayun
258 Kayı VHI: I s l a h a t , Darbe v e D e v l e t

Değil maksudumuz evstlf- ı hubtln


Bilir mefhumunu erbtlb-ı 'irftln

Rumuz ile yazıp her dürlü heyet


Bula dtvtln-ı eşarım haltlvet

Yazıp eşarı bülbül-veş kafeste


Hudtl'ya şük!ederdim her nefeste

Dediler akraba vü dost ü ytlrtln


Elinden geliyor yap sen de divtln

Söziyle anların ettim cestlret


Olup tekmil Hak'tandır intlyet

Kusurum çoktur eşarımda eltln


Kusurum affedin ey ehl-i irfan

Edip eşarıma çün ihtimtlmı


Hudtl lütfeyledi buldu tamtlmı

Elifle eyledim ana bidayet


İki yüz ikide buldu nihtlyef6

Hac
Ehl-i imana canda maksad u ktlm oldu hac
Bais-i cemiyyet-i ashtlb-ı ihrtlm oldı hac

Belki yetmiş bin kadar cemiyyet eyler Müslimin


ld-i adhtl içre cemiyyetli bayram oldı hac

Bu cihanın cenneti bi-şüphe şehr-i Mekke�ir


Bir temtlşa-yı mübarek hoş bir enctlm oldı hac

Htlkine yüz sürmeğe hep alem eyler tlrzu


Can u dilden mültectl-yı ehl-i İslam oldı hac

Arzu eden gönül elbet erer maksuduna


N'işlesün İlhami ana çünki bayram oldı hac27
lll. Selim Han 259

A'da ile yirim seç!


Aç gözlerin gtlfil isen alim ile nadanı seç
Eyle tecessüs fehm edip cahil ile irfanı seç

Ey dil bu gaflet ta be key varma tegafül semtine


Bil kıymetin erbabının na-merd ile merdanı seç

Avtlrelikden çek elin bihude gezmek nice bir


Ehl-i kemale ma'il ol aaa ile yaranı seç

Çekme elem gül-şad olup gül gibi ey gonce açıl


Aç dide-i imanını piran ile tıjl.a nı seç

Bel bağlama llhamiya bu fani dünya mülküne


Fikr eyleyip ukbd ile bu alem-i devranı seç28

Saltanat
Bağ-ı alem içre gerçi pek safadır saltanat
Vakf etsen bir kuru gavgtlya cadır saltanat

Bu zamanın devletiyle kimse mağrur olmasın


Kam alırsan adi ile ol dem be-ctldır saltanat

Kesb eder mi vuslatın bin yılda bir ılşık anun


Meyi eder kim görse amma bi-vefadır saltanat

Kıl tefekkür ey gönül çerhin hele devranım


Geh safa ise veli daim cefadır saltanat

Bu cihanın devletine eyleme zerre tama'


Pek sakın llhami zira bi-veftldır saltanaf9

Sultan Süleyman Han'ın gazelini tahmis


Nihtllan-ı çemen güllerle ser-ta-pa donanmışdır
Edip terk hürd u habı bülbülan htlbdan uyanmışdır
O da bir bi-veftlya ben gibi zannım inanmışdır
"Derün-ı sinede bağrım ser-a-ser yaralanmışdır
Onun içün gözüm yaşı kızıl kana boyanmışdır"
260 Kayı V I l l : I s l a h a t , Darbe ve Dev l e t

Hayali mihmandır daima bu çeşm-i pür-nemde


Anunçündür kesilmez eşk-i hasret hiçbir demde
Firakıyla nala hep böyle ebyat olsa hamemde
"Gören �er seyl-i eşki diyeler sahra-yı sinemde
Bahar eyyamıdır güya ki ırmaklar bulanmışdır"

Şitada sebze vü ezhardan hali olur dağlar


Ne sünbül kaldı ne şebbu hazana vardı hep bağlar
Olan irfan alıp ibret bu hale daima ağlar
"Bu çarh-ı bi-vefa halin görüp kimdir dilin bağlar
Gelenler dar-ı dünyaya meğer gitmez mi sarımışdır"

Edip hep arzu daim derunum kuh u sahrayı


Çıkarmak isterim ben de gönülden böyle sevdayı
Velakin harice güçdür çıkarmak işbu sevdayı
"Gerekmez seyr-i sahrayı yahud gülşen temtişayı
Cihanın gülü zevkinden dil ü canım usanmışdır"

Nice dürlü letafet var bu ebyat içre kıl dikkat


Görüp meyletdi kalbi kalmadı hiç sabr ile takat
işit İlhami ceddin söylemişdir nazm-ı pür-hikmet
"lşiden şi'r-i pür-suzum okuyanlar diye elbet
Muhibbi derdmend içün tutuşup oda yanmışdır"3°

Ey sabi
Ey saba alıp selamım kakül-i canana es
Kim kapılmaz nev-eda ile görünce onu bes
istemezsen sevdiğim çek tigini gönlümü kes
Kim kapılmaz nev-eda ile görünce onu bes

Gel bana söyle kuzum bu gönlümüz bende midir?


Ya bu hercayilik ey meh bende mi sende midir?
Yine ol sırma kemer ince miyanında mıdır?
Kim kapılmaz nev-eda ile görünce onu bes

Elden işittim ki var imiş nihani sohbeti


Dediler agyar ile vardır o şuhun ülfeti
III. Sdim Han 26 1

Gelmiş tişık aleme çekmek için bu mihneti


Kim kapılmaz nev-eda ile görünce onu bes

Kandır ol afetin agyan da'im yar eder


Bana göstermez yüzün dünyayı zalim dar eder
Zahir llhtlmf'yi sevmez nev-civanım ar eder
Kim kapılmaz nev-eda ile görünce onu bes31

Ağlar!
Ruz u şeb dfdelerim derdin ile kan ağlar
Vakıf olan benim esrarıma her an ağlar

Yine rahm eylemez asla bana ol afet-i can


Böyle bfmar görerek halime yaran ağlar

Gördü çün derd-i dil-i zanmı rahm etdi tabfb


Dedi ey haste-i hicran sana derman ağlar

Kimse fehm etmedi hayfa ki nedir maksudum


Gece gündüz ne içün gözlerim her an ağlar

Derd ile rılyuna bakdıkça senin İlhami


Gerçi handan olur amma ciğeri kan ağlar32
iV. MUSTAFA HAN
"Bundan sonra cüz'i v e külli umur-ı saltanat-ı
seniyyeme müdahale etmeyip, ecdad-ı izamım
zamanlarında olduğu gibi, her bir hususta emr
ü ferman-ı şahaneme inkıyad ve mutavaat üzre
olunacaktır ! "
iV. Mustafa Han
C Ü LU S U V E İ L K İ C RAAT LA R

Sultan III. Selim tarafından girişilen ıslahat hareketlerine kar­


şı zaman içinde çıkarları bozulan memnuniyetsiz bir kitle oluş­
muştu. Bunların yeniçerileri de tahrik etmesi neticesinde Kabakçı
Mustafa'nın sevk ve idaresinde ayaklanan yamaklar III. Selim Han'ı
tahttan indirerek, 1. Abdülhamid Han'ın oğlu 28 yaşındaki Şehzade
Mustafayı Osmanlı tahtına çıkardılar (29 Mayıs 1 807).
Asiler isyan nedeniyle kendilerinden hesap sorulacağını veya
cezalandırılacaklarını tahmin ediyorlardı. Bu itibarla cülustan iki
gün sonra Kaymakam Köse Musa Paşa, Şeyhülislam Topal Ataullah
Mehmed Efendi, kazaskerler ve önde gelen ulemadan Ayıntabi
Mehmed Münib Efendi ile Kabakçı Mustafa başta olmak üzere
bütün ocak amirlerinin iştirakiyle bir toplantı yaptılar. Bu toplan­
tıda kendilerinden isyan sebebiyle hesap sorulmayacağına dair
bir "hüccet- i şer'iyye" düzenlettiler. Karşılığında bundan böyle
yeniçerilerin devlet işlerine karışmayacağına ve emirlere riayet
edeceklerine dair onlardan taahhüt aldılar ( 3 1 Mayıs 1 807).
iV. Mustafa Han, ilk iş olarak serhadde kışlamakta bulunan
Hilmi İbrahim Paşa'ya bir hatt-ı hümayun göndererek, bilhassa
rical ve ordu arasında birlik ve beraberliğe riayet edilmesinde ısrar
ediyordu. Harici düşmana karşı, içeride tefrikaya düşülmemesini,
halkın himaye edilmesini, sefer hazırlıkları için geceyi gündüze
katarak çalışılmasını bildiriyordu. Sultan bu isyan hareketinin en
hafif bir şekilde atlatılmasını arzu ederek, devlet ricali arasında
vücuda gelen cedidci-muhafazakar çekişmesine mani olmak için
elinden geleni yapıyordu.
iV. Mustafa Han cülusun yedinci günü, Ebu Eyyılb el-Ensari
Hazretleri'nin türbesine giderek kılıç kuşandı. Bu arada hal' erbabı­
nın bazılarına memuriyetler verildi. İsyanın ele başlarından Kabakçı
Mustafa Çavuş Turnacıbaşılığa, Arnavut Ali Anadolu kaleleri ağalı­
ğına, Bayburtlu Süleyman tersane sancak kaptanlığına getirildiler.
266 Kayı V1ll: l s l a h a ı , Darbe Vf Devit!

S E RHAD D E D U RU M
III. Selim Han'ın son zamanlarında cephelerde durum Osmanlı
Devleti lehinde gelişmekteydi. Tuna boylarında bulunan Osmanlı
ordusu asıl kuvvetleriyle Bükreş üzerine yürümüş ve buradaki Rus
.
ordusunun sağ kanadını tehlikeli bir vaziyete sokmuştu. Bunu gören
düşman, Bükreş'i tahliyeye başlamıştı. Yeniçeri Ağası Pehlivan Ali
Ağa da Silistre karşısındaki Kuruluş Adası'nı zapt etmişti.
Tam bu s;rada İ stanbul<laki hadiseler Tuna'daki ordu arasında
şayi' oldu. Sadrazam İ brahim Hilmi Paşa, etrafındaki ricalin de
tesiriyle mazarratından çekindiği yeniçeri ağasını azletti. Bunun
üzerine Pehlivan Ali Ağa iV. Mustafa taraftarı yeniçerilere, "Ne du­
ruyorsunuz, beni görevimden aldılar, lakin maksat benim görevden
alınmam değildir, belki Yeniçeri Ocağı'nı kaldırmaktır:' yollu haber
göndererek bu azlin yeniçeriye düşmanlıktan doğduğunu bildirmişti.
Ocak neferleri de, "Biz ağamızdan hoşnuduz, böyle kafir karşı­
sında azlinden murad nedir?" diye huzursuzluk çıkartarak Silistre'ye
dönmeye başladılar. Nizam-ı Cedid düşmanı Pehlivan Ali Ağa1 ve
hempaları, Sultan III. Selim taraftarlarının bertaraf edilmesi için
faaliyete geçti.
ili. Selim taraftarlarından Baş Muhasebeci Ramiz Efendi
Kavala'ya sürüldü. Pehlivan Ali Ağa, daha da ileri giderek Serdar-ı
Ekrem İbrahim Hilmi Paşa'nın otağına saldırmak niyetiyle Silistre'ye
ani bir baskın yaptı. Kendisine yapılan bu hareketten çekinen ve
işin otağına hücuma kadar vardırıldığını gören Sadrazam İ brahim
Hilmi Paşa, Alemdar Paşa Çiftliği'ne sığındı.
Böylece yeni padişahın hiç istememesine rağmen, III. Sellin
Han'a taraftar cedidci rical ile diğerleri arasında lüzumsuz bir çe­
kişme başlamıştı. Bu durum kısa sürede ordunun manevi bütün­
lüğünü sarsıcı bir şekle büründü. Bunun üzerine İbrahim Hilmi
Paşa azledilerek Çanakkale Boğazı Muhafızı Çelebi Mustafa Paşa
sadarete getirildi ( 1 8 Haziran 1 807).
İsyan taraftarlarının orduda işi büsbütün azıtmaları üzerine,
onlara karşı olanlar gidişin iyi olmadığını Alemdar Mustafa Paşa'ya
izah ettiler. Alemdar, beş bin kişi ile Silistre'ye geldi. Alemdar'ın
iV. M u s t afa H a n 267

büyük bir güçle ordugaha gelmesi karşısında asilerin her biri kor­
kudan bir tarafa savuştu.

Bu sırada yeni serdar Çelebi Mustafa Paşa orduya geldi. Alem­


dar Mustafa Paşa ise kendisinin sadarete getirilmesini umuyordu.
Beklediği olmayınca güya yeni veziriazamın soğuk muamelesinden
ve Pehlivan Ali Ağa'ya vezaret tevcihinden kırılarak, yanına eski
mektupçu Tahsin Efendi'yi alarak Rusçuk'a döndü.

Alemdar Mustafa Paşa, bundan sonra etrafına toplanan cedidci


ricalin de tesiriyle hıyanet derecesine varan türlü teşebbüslere baş­
ladı. Ordu-yı hüm!yunun zahiresini teminle mükellef olduğu halde
bunu yerine getirmediği gibi,2 düşman karşısında bulunan Osmanlı
kuvvetlerinin çok feci bir duruma düşmesine sebep oldu. Askerin
bu vaziyet karşısında karargahı yağma edecek dereceye geldiği ri­
vayet edilmiştir. Ordunun bu durumundan Ruslar istifade etmekte
gecikmediler.

F RAN S A- RU SYA YA K I N LAŞ MAS I


Oysa bu sırada Ruslar, Fransa cephesinde de zor durumda idiler.
Nitekim Napolyon, Rus ordusunu Friedland Muharebesi'nde büyük
bir hezimete uğratmıştı ( 1 4 Haziran 1 807). Rus Çarı Alexandre ise
bu şartlar altında Napolyon'a mukavemet edemeyeceğini anlayarak
ve Osmanlı Devleti'nin içinde bulunduğu bunalımlı durumdan
istifade edebilmek için Napolyon'la sulh müzakeresine girme ta­
lebinde bulundu.

Nihayet iki hükümdar Niemen Nehri üzerinde, iki tarafın


ordug!hlarından eşit uzaklıkta bulunan Tilsit mevkiinde bir sal
üzerinde buluştular. Yapılan antlaşmaya göre Rusya, Avrupa da
Fransa'nın yanında yer alacaktı (İngiltere'ye karşı kıta ablukası).
Buna karşılık Fransa da Rusya ile Osmanlı Devleti arasında ara­
buluculuk yapacak, eğer Osmanlı Devleti kabul etmezse, Fransa
Rusya'nın yanında Osmanlı Devleti'ne karşı savaşa girecekti.

Görülüyor ki muahedeye göre iki hükümdar aralarındaki ih­


tilafları giderirken Avrupayı paylaşmak üzere de görüşmeler yü­
rütmüşlerdi. Öyle ki AvrupaCla başka büyük bir devlet bırakmama
268 Kay ı Vlll: I s l a h a t , D a r b e ve D e v l e t

gibi bir karara vararak, Osmanlı Devleti'nin taksimi için muhtelif


projeleri dahi gözden geçirmişlerdi.
Bunlardan birine göre, Eflak, Bağdan ve Bulgaristan kıtası
Rusya'y� ; Arnavutluk, Mora, Girit Fransa'ya; Bosna Avusturya'ya
terk edilecek ve Sırbistan dahi Avusturya hanedanlarından bir prense
verilecekti.
Daha ge °:iş bir hayal mahsulü diğer projeye göre Rusya,
Balkanlar'ı dahi geçip, tarih boyunca en büyük gayesi olan İstan­
bul ile Anadolu'nun bir kısmını zapt edecek, Avusturya Bosna ve
Sırbistan ile Rumeli'nin bir kısmını daha alarak Selanik'e kadar
inecek; Arnavutluk, Mora, Girit, Akdeniz Adaları, Suriye ve Mısır
dahi Fransa'nın eline geçecek; Osmanlılara ise lütuf olarak, Fırat
Nehri yakınında bir hükümet verilecekti.
Bu takdirde Fransa, Gelibolu Boğazı'nın kendisinde kalması şar­
tını ileri sürmekte; Rusya ise, bunu kabul ederse boğazların Osmanlı
elinde muhafazasını daha uygun görmekte idi. Esasen Napolyon,
Osmanlı Devleti'nin taksimi hususunda mütereddit olduğu gibi,
cihan merkezi kabul ettiği İstanbul'un Rusya eline geçmesini kat'i
surette istemiyor ve bunu çarla mülakatında açıkça ifade ediyordu.
Tilsit Muahedesi'nin neticesinde Fransa'nın arabuluculuk tek­
lifine uygun olarak, Ruslarla mütareke için murahhaslarımızın
gönderilmesine karar verildi. Müzakereye, III. Selim Han taraftar­
larından Galib Efendi, Osmanlı murahhası olarak memur edildi.
Müzakerelerde Fransa subaylarından Albay Guillominot da bu­
lundu. Rus Murahhası Laşkaref idi. Ruslarla Yerköyü civarındaki
Slobosia'da, müddeti gelecek Nisanda bitecek bir mütareke imzaladı
(24 Ağustos 1 807).
Buna göre Rusya, otuz beş gün içinde Eflak ve Bağdan ile diğer
zapt ettiği yerleri tahliye edecek, Rus donanması da Bozcaadayı
boşaltacaktı. Buna mukabil Osmanlılar da Sırplarla mütareke ak­
dedeceklerdi.
Yapılan bir yıllık mütareke, savaşın başarıyla bitirilebilmesi için
gerekli tedbirlerin alınmasından ziyade saltanat değişikliğinin yol
açtığı iç hesaplaşma için kullanıldı.
iV. M u s ı afa Han 269

Bu mütareke olmasaydı, Osmanlı Devleti o sırada içinde bulun­


duğu karışıklıklar nedeniyle cephede daha ağır şartlarla karşılaşa­
bilirdi. Böylece devlet bir müddet için nefes alabildi.
Ancak Rusların antlaşma maddelerini yerine getirmemesi sebe­
biyle bu mütarekeden kesin bir netice alınamayacak ve bir müddet
sonra sıcak savaş tekrar başlayacaktır.

A L E M DAR M U STAFA PA ŞA
Alemdar Mustafa Paşa, i V. Mustafa Han döneminin e n önemli
simasıdır. Osmanlı tahtının bir kez daha el değiştirmesine sebep
olurken aynı zamanda çok sevdiği sabık padişah lll. Selim Han'ın
şehadetine giden yolu da açacaktır.
O, Rusçuk yeniçerilerinden Hoca Hasan Ağa'nın oğludur. Kendisi
de babası gibi Yeniçeri Ocağı'na intisap etti. Kırk ikinci bölüğün
yoldaşlarındandı. 1 768- 1 774 Osmanlı-Rus Harbi'nde bölüğünün
bayrağını taşıdığından dolayı, "Bayrakdar veya Alemdar" unvanı
verilmiştir. 3
Alemdar Mustafa Paşa4 daha sonraları Rusçuk'ta hayvancılık
ve ziraatla uğraşmaya başladı. Bu sırada yörenin en güçlü ayanı
Tirsinikli İsmail Ağa'nın hizmetine girdi. Kabiliyeti sayesinde kısa
zamanda yükseldi. Kethüdası sıfatı ile onun bütün faaliyetlerinde
başlıca yardımcısı oldu.
Devlete karşı isyan eden Rumeli ayanlarından Vidin Voyvodası
Pazvandoğlu Osman'ın kuvvetlerini yenince, şöhreti etrafa yayıldı.
Bu zaferden dolayı rütbesi yükseltildi. Daha sonra 1 779'da Pazvan­
doğlu ile yaptığı çarpışmada gösterdiği başarı sebebiyle silahşör-i
hassa rütbesi verildi. 1803'te Pazvandoğlu'nun adamlarından Manav
İbrahim'i yakalayıp Rusçuk'a gönderdiğinden, İsmail Ağa ve Eflak
voyvodasının arzuları üzerine önce kapıcıbaşılık rütbesiyle taltif
edildi. Bir müddet sonra da Hezargrad ayanlığına tayin edildi.
1 806 senesinde Tirsinikli İ smail Ağa'nın ani ölümü, Alemdar'ın
hayatında bir dönüm noktası oldu. Bu hadise üzerine süratle
Rusçuk'a gelerek kısa zamanda çevredeki isyancıları sindirerek
kuvvetlendi ve duruma hakim oldu. Alemdar, Tirsinikli'nin kont­
rolünde bulunan topraklardaki ayanlarla kendisine tabi diğer bütün
270 Kay ı VHI: I s l a h a t , Darbe v e D e v l e t

ayanların ittifakıyla "ayanlar ayanı" seçildi. Niğbolu<ian Karadeniz


kıyılarına kadar nüfuzunu genişletti.

Onun bu kadar geniş bir saha üzerinde hakimiyet kurmasını


hoş karşıl!lJilayan merkezi hükümet, kendisini önce yalnızca Rus­
çuk ayanı olarak kabul etti. Ancak çok geçmeden Tirsinikli'nin
kontrolündekinden çok daha geniş bir bölge üzerinde hakimiyetini
tanımak wrunda kalacaktı.

Alemdar, aynı sene Ruslara karşı büyük bir zafer kazandı. Bu


başarısından dolayı, hudutta değerli bir kumandanın bulunması
gerektiğinden, Sultan III. Selim tarafından vezirlik rütbesiyle daimi
Silistre valiliği ve Tuna seraskerliğine tayin edildi (4 Şubat 1 807).
Rusçuk Ayanı Alemdar Mustafa Paşa, okur-yazar değildi. Fakat
ıslahata taraftardı. Düşmanlarla devamlı temasları neticesinde,
devletin askeri ve idari yapısında ıslahatın gerekli olduğuna kesin
inananlardandı. III. Selim Han'a karşı da derin bir muhabbeti vardı.

III. Selim Han'ın hal'ini müteakip, öldürülmekten korkan Sadaret


Mektupçusu Mehmed Tahsin, Baş Muhasebeci Abdullah Ramiz,
Tuna Yalısı Mübayaacısı Mehmed Emin Behiç, Sadaret Kethüdası
Mustafa Refık ve Reisülküttab Mehmed Said Galib kaçarak Alem­
dar Mustafa Paşa'ya sığındılar. Tarihte "Rusçuk varanı" diye geçen
bu altı kişi, ıslahat taraftarları Alemdar Mustafa Paşa'yı, Sultan III.
Selim tekrar tahta çıkarılmadıkça memleketin felah bulmayacağına
ikna ettiler. 5

A L E M DAR, İ S TAN B U L YO L U N DA
İstanbuföa durumun tehlikeli bir hal almaya başlamış, asayiş
namına bir şey kalmamıştı. Kabakçı'nın yamaklarının yapmadığı
edepsizlik kalmıyordu. iV. Mustafa Han bile bu edepsizliklerden
usanarak, kendi saltanatını temin etmiş olmalarına rağmen ya­
maklardan bir kısmını yakalatıp öldürttü.

Rusçuk Yaranı, İstanbul<ia zemin hazırlamak için Refık Efendi'yi


gönderdiler. O da iV. Mustafa'nın adamlarıyla görüşerek onları, ya­
makların ve wrbaların tahakkümlerinden padişahın ve İstanbul'un
kurtarılabilmesi için Alemdar Mustafa Paşa'nın, ordusu ile İstanbul'a
i V. M u s t afa Han 271

gelmesinin hayırlı olacağına ikna etti. Fakat IV. Mustafa Han buna
pek razı olmadı. Yalnız Refik Efendi reisülküttablığa tayin edildi.
Refik Efendi, Edirne'ye giderek Rusçuk Yaranı arkadaşlarıyla me­
seleyi uzun uzadıya görüştü. Rusçuk Yaranı bu işlerle meşgulken, IV.
Mustafa ve etrafındakiler de her ihtimale karşı ili. Selimi öldürmek
için birtakım tedbirler hazırlamaya başlamış bulunuyorlardı. Bunu
başarabilmek için Hazine Vekili Nezir Ağa, maksatlarını Sadaret
Kethüdası Moralı Osman Efendi'ye açtı. Osman Ağa ise, ·�man,
sakın! Daha Genç Osman'ın kanının lekesi ocaktan silinmedi. Sonra
Allah'ın lanetine uğrarsınız," diye mani oldu.
Refik Efendi'nin gayretleriyle G alip Efendi reisülküttab
katipliğine, Tahsin Efendi çavusbaşılığa tayin edildi. Sadrazam
Çelebi Mustafa Paşa, Alemdar'ın ve Rusçuk Yaranı'nın faaliyetle­
rinden kuşkulandığı için eşkıyadan Yılıkoğlu, Gavur Hasan ve diğer
elebaşlarını gizlice Edirne'ye davet etti. Fakat birdenbire, Alemdar
Mustafa Paşa'nın, av bahanesiyle on bin askerle Edirne'ye geldiği
duyuldu. Bu haber, İstanbuföa büyük bir heyecana sebep oldu.
Refik Efendi Edirne'ye döndükten sonra, bu defa yarandan Behiç
Efendi İstanbul'a gelmiş ve saltanat otoritesini kuvvetlendirmeyi
ve tıpkı ceddi 1. Mahmud Han gibi ihtilal erbabını tasfiye etmeyi
düşünen Sultan iV. Mustafa'nın çevresindekilere yanaşmış ve bunu
ancak Alemdar'ın temin edebileceğini, izn-i hümayunları olursa
meselenin kolayca halledileceğini bildirmiştir.
Bu konuda Sadrazam Çelebi Mustafa Paşayı ikna etti. Sadrazam,
Alemdar'ı Edirne'ye davet ederek konuştu. O rdunun Edirneae
durmasının fazla masrafı mucip olduğu Rusçuk Yaranı tarafından
serdara arz edildi. Bunun üzerine ordunun lstanbul'a gelmesi ka­
rarlaştırıldı ( 1 4 Temmuz 1 808).
Bu karar üzerine Alemdar da, "Öyle ise ben de beraber gidip de
efendimizin didar-ı hümayunlarını göreyim ve hak-i pay-i şahane­
lerine yüz süreyim,"6 diyerek orduyu harekete geçirdi.
Alemdar Mustafa Paşa, Edirne'den hareketinden iki gün evvel,
Pınarhisar Ayanı Uzun Hacı Ali Ağa'yı seksen süvari ile boğaz na­
zırı olan Kabakçı'nın idamına memur etmişti. Kabakçı Mustafa
272 Kayı Vl l l : I s l a h a t , Darbe ve D e v l e t

Paşa evinde yakalanarak başı kesildi.7 Kabakçı'nın kesik başı ordu


Çorlu'ya vasıl olduğu sırada ulaştı. Bundan sonra ordu-yı hümayıın
İstanbul'a doğru ilerlemeye devam etti.
Bu h�ber saray ve Babıali'yi şaşırtarak tereddüt içinde bıraktı.
Fakat yapılacak bir şey yoktu. Toplanan meşveret meclisinde, gelen
ordunun karşılanması kararlaştırıldı.
19 Tem m�z 1 808 Salı günü, İncirli ile Davudpaşa arasındaki
Kırkkavak mevkiine geldiğinde, Sultan iV. Mustafa da sancağ-ı şerifi
karşılamak üzere ordugaha geldi. Sadrazam ve Alemdar burada
padişahla görüştüler.
Rusçuk Yaranı'ndan Ramiz Efendi, Alemdar'a, derhal Sultan
Mustafa'nın tevkifini tavsiye etti.8 Fakat Alemdar Mustafa Paşa,
"Sancağ-ı şerifi karşılamaya gelen bir kimseyi tevkif etmek mertliğe
yakışmaz!" cevabıyla reddetti.9
Bundan sonra padişah Topkapı Sarayı'na döndü. Burada an'ane
mucibince sancağ-ı şerif merasimle yerine konuldu. Sadrazam ise
Babıfili'ye gelip tebrikleri kabul ettikten sonra idari işlerle meşgul
olmaya başladı. Alemdar da maiyetindeki ayanlarla Çırpıcı Çayı­
rı'ndaki ordugahta bulunmaktaydı.
Alemdar, ilk iş olarak III. Seliın'in tahttan indirilmesinde rol
oynayan ulemanın ve bazı zorbaların cezalandırılması ile meş­
gul oldu. Sadrazamla görüşerek, Şeyhülislam Ataullah Efendi'yi
azlettirip yerine Arapzade Arif Efendi meşihata getirtti. Rumeli
askerinin aldığı tedbirler yeniçerileri sindirirken, şehir bir süre
huzura kavuştu.

BAB I A L İ BAS KI N I
Şeyhülislam Ataullah Efendi'nin ve bazı yüksek derecedeki devlet
adamlarının görevlerinden atılmaları ve sürgüne yollanmalarından
sonra Kaptanıderya Seydi Ali Paşa'nın da görevinden uzaklaştırıl­
ması, Sadrazam Çelebi Mustafa Paşa eliyle padişaha arz ettirildi.
Fakat padişah bu isteği kabul etmedi.
Sadrazam Çelebi Mustafa Paşa, Alemdar Mustafa Paşa'nın ça­
lışmalarından memnun, fakat artan nüfuzundan şikayetçi idi. Bu
i V. M u s t afa H a n 273

sebeple şimdilik bunun ertelenmesi gerektiğini, devlet işlerinin


düzene ve yoluna girmiş olması dolayısı ile artık geri dönmeleri
gerektiğini Alemdar Mustafa Paşaya bildirdi.
Alemdar Mustafa Paşa, "Kaptanıderya Seydi Ali Paşanın gö­
revden atılması kesin olarak gerekli ve bizim geri dönmemiz bu
işin gerçekleşmesine bağlıdır," diye sert bir cevap yollayınca daha
başka şeyleri de göz önüne alan sadrazam bunların, III. Selim Han'ı,
yeniden tahta çıkartmak niyetiyle bu işlere giriştiklerini anladı.
Onların bu girişimlerinin gerçekleşmesi ise, kendi çıkarına ve
görüşüne ters düştüğünden, durumu iV. Mustafa Han'ın yakınla­
rına bildirdi. Ayrıca, "İş işten geçiyor. Şevket-meab efendimiz bana
ruhsat versin şimdi bütün İstanbul içinde bulunan Refik Efendi
ile arkadaşlarını idam edeyim. Dışarda yalnız Alemdar ile Ramiz
kalır. İstanbul kapılarını kaparız. Ve ocaklı ile birleşerek onların da
çaresine bakarız. Aksi takdirde sonradan pişman olunur:' diyerek
derhal müdahale olunmasını istedi.
Ancak vezir, ağa ve diğer yakınları iş birlikçiler tarafından ön­
ceden gereği gibi inandırılmış olduklarından, sadrazamın bu yol­
daki uyarılarını hiç umursamadılar ve ''.Alemdar Paşanın taraf-ı
hümayuna hizmet ve padişahı desteklemekten başka gayesinin
olmadığını herkes bilir. Sadrazam hazretleri boş yere rahatsız ol­
muşlar. Öyle birtakım kuşkulara kapılarak kapanması mümkün
olmayan fesat kapılarını açmak akıl işi değildir;' dediler.
Sadrazam Çelebi Mustafa Paşa kendi feryadını kendisinden başka
kimsenin işitmediğini anladığından beklemeye geçti.
Refik, Behiç ve Tahsin Efendiler ise, bu gizli konuşmaları öğren­
dikleri anda, Alemdar Mustafa Paşanın ordusunda bulunan Ramiz
Efendi'ye durumu bildirdiler.
Bunun üzerine Alemdar Mustafa Paşa, 28 Temmuz Perşembe
günü tan yeri ağarırken on beş binden fazla askeri ile Babıali'yi
bastı. Hemen Arz Odası'na girip Sadrazam Çelebi Mustafa Paşaya,
"Baka adem, kanı seninle olan muahedemiz? Sen kahbe imişsin,
ben Davudpaşa sahrasında çadır altında, güneş beynimde bu kadar
adem ile kaynarız, sen bunda altun yalduzlu odalarda, buzlu sular
274 Kay ı VllT: T s l a h a t , Darbe ve D e v l e t

içüp zevk u safadasın. Ver şol emaneti," diyerek sadaret mührünü


zorla aldı. 10 Alemdar Mustafa Paşa elindeki mührü ne yapacağını
bilmediğinden sağa sola bakınmaya başlayınca Refik Efendi'nin
talimiyle. mührü Çavuş Başı Tahsin Efendi'ye teslim etti.
Sadrazam Çelebi Mustafa Paşa'yı ise, çıplak bir beygire bindi­
rip kırk elli atlının yanına katarak ordugahına yolladı. 1 1 Ardından
Şeyhülislam A!'apzade ArifEfendi'yi saraya gönderdi ve, "Var şunu
bildir ki, bizler Sultan Selim Efendimizi isteriz. Sultan Mustafa
Efendimiz, yine evvelki gibi safalarında olsunlar. Gençliği var, yine
nevbet-i padişahlığı geldikde taht anındır. Bir alay kabakcı ve ba­
dıcancı herifler yabana söylemiş:'12 diyerek iV. Mustafa'ya tahttan
çekilmesi ve Ill. Selimin tahta çıkarılması yolunda haber yolladı.
Darüssaade Ağası Mercan Ağa'ya da, "Bütün ulema ve devlet
büyükleri, Rumeli ağaları ve Anadolu hanedanları Sultan Selim
Efendimiz'in cülusunu istiyorlar. Buraya onun için geldik. Haydi,
Sultan Selim Efendimiz'i çıkarın tahta oturtalım," diyerek III. Selim
Hanın hazırlanması için görevlendirdi.13

IV. M U STAFA H AN ' I N HAL' E D İ LM E S İ


Şeyhülislam Arapzade Arif Efendi, IV. Mustafa Hanın huzuruna
çıkıp Alemdar'ın sözlerini söyleyince Sultan iV. Mustafa hiddetle­
nerek, "Bu fesadda sende paşa ile birlik imişsin ki önüne düşüp de
beni halletmeğe geldin. Şimdi seni parça parça ederim;' diye tehdit
etmesi üzerine şeyhülislam efendi mazeretini arz edeceği esnada,
"Yıkıl git huzurumdan. Şimdi bu derneği dağıt ve paşayı gönder.
Yoksa seni şöyle böyle ederim;· diyerek şeyhülislam efendiyi huzu­
rundan kovdu ve saray kapılarının kapatılmasını emretti. 1 4
Alemdar Paşa'nın huzuruna gelen Şeyhülislam Arapzade Arif
Efendi korkuya ve telaşa kapılarak manasız sözler söylemeye başla­
yınca Alemdar Paşa, "Bre münafık herif sen içerde işi başka kalıba
dökdün çabuk git bu işe bir şekil ver:' diye çeşitli tehdit ile geri
gönderince zavallı şeyhülislam iki ateş arasında kalmış ve pusudan
pusuya düşmüş gibi ne yapacağını şaşırmıştı. Akağaları Kapısı kapa­
nınca Alemdar Paşa da koşarak balta ve kazmalarla kapıyı yıkmak
için uğraşmalara girişmişti.
iV. M u s t afa H a n 275

Alemdar Paşa bu işle uğraşırken içerde Sultan IV. Mustafa ya­


kınlarını etrafına toplamış, "Bu derdin çaresi nedir?" diye sorunca
onlar da, "Sultan Selim ile Sultan Mahmud idam edilirse tahtta
kalırsınız. Hemen izin verin Harem-i Hümayun'a girip onları idam
edelim. Fakat idam işi bitinceye kadar Babüssaade kapalı tutulsun;'
denince IV. Mustafa Han bu fikri uygun bularak ikisinin de öldü­
rülme emrini verdi. 15
Padişah ayrıca tahttan çekilmek istemediğini Alemdar'a bildirdi.
IV. Mustafa'nın bundan maksadı hiç kuşkusuz hanedanın yaşayan
tek erkek ferdi kalmak ve böylece kendisinin tahttan indirilmesini
engellemekti.
Sultan Mustafa'nın bu emri üzerine Baş Çuhadar Fettah emrin
icrasını üzerine aldı. Hazine Kethüdası Ebe Selim, Hazine Vekili
Nezir, tebdil hasekisi Bağdatlı Ali, Baş İmrahor Deli Eyüpoğlu Kör
Mehmed, Bostancı Deli Mustafa ve yirmi kadar bostancı III. Selim'in
dairesine saldırdı. O sırada III. Selimin yanında zevcesi Refet Kadın
Efendi ile iki cariyesi bulunmakta idi.
Pakize adındaki cariye III. Selim Han'ı korumak isterken aldığı
kılıç darbesiyle ellerinden yaralandı. Diğer cariye ise korkudan
bayıldı. Refet Kadın Efendi de itilerek uzaklaştırıldı.
III. Selim Han silahsızdı, buna rağmen kendini bir müddet
müdafaa etti ise de, nihayet aldığı bir kılıç darbesiyle yüzü sakalı
ile beraber sıyrıldı. Bununla da yetinmeyen zorbalar şiş ve kılıç
darbeleriyle III. Selim Han'ı şehit ettiler. Cenazesi Arz Odası'nın
önüne koyuldu.
III. Selim Han şehit edilmeden biraz önce Başlala Tayyar Efendi
başlala kulesinin penceresinden bakarken, IV. Mustafa'nın adamla­
rının hareketlerini görüp niyetlerini anladı ve III. Selim ile Şehzade
Mahmud taraftarlarını durumdan haberdar etmek istedi. Kasım, An­
ber ve onun arkadaşı Hafız ve İsa Ağalar, III. Selim Han ve Şehzade
Mahmud'u kurtarmak için önce III. Selim' in odasına koştular. Onun
katledildiğini anlayınca kestirme bir yoldan Mahmud'un dairesine
geldiler. Acilen Şehzade Mahmud'un harem bacasından kuşhane
mutfağı ile aynı hizada bulunan Babüssaade'nin karşısındaki dama
çıkarılmasına karar verildi.
276 Kay ı VIII: I s l a h a t , D a rb e ve Dev let

Tam bu sırada iV. Mustafa'nın adamları şehzadenin odasına


ulaştı. İki taraf, Şehzade Mahmud'un bulunduğu oda önünde kı­
lıçlarıyla mücadeleye başladılar. Yaralanıncaya kadar kendilerine
direneı:ı Kasım Ağa'yı aşıp merdiven başına çıktıklarında, Şehzade
Mahmud'un cariyelerinden Cevri Kalfanın hamam külhanından
aldığı bir kase külü aniden gözlerine savurması nedeniyle bir an
durakladılar.
İsa ve Anber Ağa, Cevri Kalfanın "damdan kaçırın" ikazı üzerine,
bu fırsattan istifade eden Anber ve İsa Ağalar, şehzadeyi bacadan
dama çıkarmak üzere kaçırdılar. Dama çıkmak üzere olan şehzade,
Ebe Selim tarafından fırlatılan bir hançer ile omuzundan yaralandı.
Ayrıca telaşla kaçan şehzade, başını kapıya çarpmış ve sağ kaşının
üstü açılmıştı. 16 İki tarafarasında şiddetli bir mücadelenin sürmekte
olduğu esnada Alemdarın adamları daireye girdi ve iV. Mustafanın
adamları kaçtı. Şehzade Mahmud nihayet dama çıkabilmişti. He­
men sonra Hasekiler Dairesi damından Kuşhane Damı'na geçti ve
buradan bir merdivenle aşağı indirildi.
Bu esnada Alemdar, Babüssaade Kapısı'nı kırdırmış ve Sultan Ill.
Selim'in cesediyle karşılaşmıştı. Hemen üzerine kapanarak, "Vah
efendim, seni iclas için bu kadar yerden şedd-i rahl edip gelmiş
iken şu gözlerim seni bu halde gördü. Şu Enderun halkı dedikleri
hainleri katliam ile intikam alayım; diye bağırmaya başladı.
Bunun üzerine Ramiz Efendi, "Olmuşa ağlanacak, ölmüşün
intikamı alınacak zaman değildir. Vakit dardır. Devleti kurtaracak
çok nazik bir zamandır. Tahtın sahibini bulup cülus ettirmek la­
zımdır. Olmaya ki Sultan Mahmud Efendimize bir zarar erişmesin,"
ikazında bulundu.17
Bunun üzerine Alemdar Mustafa Paşa, ''Aman Sultan Mahmud
Efendimize bakın, damlara çıkın, kapıları yıkın;' emrini verdi.
Tam bu sırada Hafız Ahmed Efendi'nin önüne düştüğü, Tayyar ve
Mehmed Beylerin kollarına girdiği genç şehzade, paşaya doğru
ilerliyordu.
Alemdar Mustafa Paşa, "Abe bu kimdir?" diye sorunca; Ra­
miz Efendi, "Sultan Mahmud Efendimiz budur. Nevbet-i hilafet
I V. M u s t afa H a n 277

kendilerinindir. Ben biat eyledim, maslahat-ı hayriyenin ifası size


kalmıştır:' karşılığını verdi.
Alemdar Mustafa Paşa hemen kendisini toparladı ve şehzadenin
eteğini öperek, ''.Ah efendim, ben amcanı tahta çıkarmak için gel­
miştim, kör olası gözlerim onu bu halde gördü. Bari seni cülus etti­
rerek teselli bulayım. Lakin ona kıyan bu Enderun halkını kılıçtan
geçireceğim;' dedi.
Bunun üzerine Ahmed Efendi, "Enderun halkının bunda ne
günahı ne kabahati var? Bu cinayeti işleyenler malumdur, efendimiz
onları buldurup, tecziyeleri için size gönderir:' demiştir.
Sultan il. Mahmud da, "Paşa ben onları buldurup sana gönde­
ririm, sen şimdi askerini dağıt, silahlarını çıkar da Hırka-yı Şerif
Dairesi'ne gel;' demiştir. O zaman yirmi dört yaşında bulunan, henüz
cellatlar elinden kurtulmuş ve fevkalade hadi seler arasında kalmış
Sultan Mahmud'un, Alemdar Mustafa Paşa gibi bir adama karşı ilk
emri, kendisinin fevkalade fıtri cesaretine delil ve işaret sayılmıştır.
Bu sırada IV. Mustafa Han Bağdat Köşkü'nde idi. "Ben tahttan
inmedim, Mahmud'u kim çıkarttı?" diye söylenen iV. Mustafayı
İmam-ı Şehriyari Ahmed Kamil Efendi, "Tahtta kısmetlerinin bu
kadar bulunduğunu, haremi teşrif etmelerini ve istirahat buyur­
malarını;' bildirerek teskin etmiştir.
Böylece Sultan Mustafa, 1 730 senesinden beri görülmeyen bir
askeri kıyamla tahta çıkmış (29 Mayıs 1807), ertesi sene (28 Temmuz
1 808) da yine bir askeri hareketle tahttan indir ilmiştir.
iV. Mustafa Han'a başlangıçta dokunulmadı. Ancak çok geç­
meden Alemdar ve avanesi ortadan kaldırılırken asiler kendisini
tahta çıkarmak için harekete geçtiklerinde 11. Mahmud Han'ın
emriyle boğduruldu ( 17 Kasım 1808). Cenazesi merasimle kaldırılıp
Bahçekapı'da babası 1. Abdülhamid Han'ın tü rbesine defnedildi.18

ŞAH S İY E T İ
i V. Mustafa Han, Sultan 1. Abdülhamid Han'ın oğludur. 8 Eylül
1 779 tarihinde Ayşe Sineperver Valide Sultan'dan doğdu. Doğum
merasiminde üç gün top şenliği yapıldı. Şehzadeliğinde sarayda iyi
278 K ay ı Vl l l : I s l a h a t , Darbe ve D e v l e t

bir eğitim aldı. Yüksek din ve fen bilgileri öğretilerek yetiştirildi.


Kardeşi Mahmud ile beraber babasının şehirde yaptığı teftiş gezi­
lerine katıldı ve saray dışındaki dünyayı tanımaya çalıştı. Babasının
vefatında on yaşında bulunuyordu.

Babasının vefatıyla tahta geçen amcası 111. Selimin çocuksuz


olmasından dolayı ondan şefkat gördü ve rahat bir şehzadelik ha­
yatı sürdü.

IV. Mustafa'nın 1 sene 2 ay gibi kısa bir müddet süren salta­


natı, ciddi dahili kanşıklıklar ve haricen de Rusya muharebesi ile
geçmiştir. Saltanat makamında müstakil kalamamış ve devlet reisi
otoritesini tam kuramamıştır. Bu nedenle yenilikler karşısındaki
gerçek düşüncelerini ifade edecek bir icraatta bulunmasına fırsat
verilmeden tahttan indirilmesi göz önüne alındığında selefi amcası
Selim'in izini takip edip etmeyeceği veya halefi il. Mahmud gibi
yenilikçi bir yol izleyip izlemeyeceği sualine kesin bir cevap vermek
çok zordur.

Ancak Alemdar Mustafa Paşanın III. Selim Han'ı tekrar tahta


çıkarma arzusuyla müdahalede bulunmamış olması halinde, yeni­
lenme ve yeniden yapılanma işlerini sürdürmeye çalışacağına dair
kuvvetli işaretler mevcuttur. Mesela İstanbulCla büyük huzursuzluk
ve her türlü ahlaksızlıkla hareket edenlere karşı bunların yeniçeri
olmalarına bakmadan sert tedbirler almıştı. Sultan III. Selim dö­
nemindeki bazı şahsiyetleri anarak sağ olmaları halinde bunlardan
birini hemen sadarete getirebileceği ifade ettiği bilinmektedir. Yine
kendisi çevresinde işe yarayabilecek evsafta devlet adamı kalmamış
olmasına üzüldüğünü belirtirdi.

iV. Mustafa Taksim'deki Topçu Kışlası'nda asker yerleştirmeyi


düşünüyordu. Saltanatı sırasında mühendishanenin durumuyla
yakından ilgilenmiş ve bu maarif teşkilatının yeniden düzenlen­
mesi için teşebbüslerde bulunmuştur. Ardından yeni ve ayrıntılı
bir kanunname hazırlattı.

Ayrıca iV. Mustafa döneminde Nizam-ı Cedid'in tekrar ihya


edilmesi fikrinden tamamen vazgeçilmediği ve padişahın el altından
bunu desteklediği, hatta daha önce Levend Çiftliği'ndeki talimli as-
I V. M u s t afa Han 279

kerlere eğitmenlik yapan Süleyman Ağa'yı bu hususta çalışmalarda


bulunmak üzere görevlendirdiğinin bildirilmesi dikkat çekicidir.
Osmanlı hanedanının değişmez bir prensibi darbe yapan asilerin
sükıinet hasıl olur olmaz ortadan kaldırılmaları idi. iV. Mustafa
Han da bu hususta tıpkı 1. Mahmud Han gibi davranmak istemiş
ve isyan erbabını cezalandırmak suretiyle devlet otoritesini güç­
lendirmeyi gaye edinmiştir. Fakat bunda muvaffak olamamış ve
ricalinin ihanetine uğramıştır.
KAYNAKÇA

Ahmed Cavid, Hadika-i Vekayi', haz. Adnan Baycar, Ankara 1 998.


Ahmed Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, c. 1-5, İstanbul 1994.
Ahmed Resmi E fendi Hulasatü'l-i'tibar, haz. Osman Köksal, An-
,

kara 20 1 1 .
Ahmed Vasıf Efendi, Tarih-i Vasıf, c . 1-11, İstanbul 1 2 1 9.
Ahmet Vefa Çobanoğlu, "Laleli Külliyesi': DİA, c. 27.
Akdes Nimet Kurat, Türkiye ve Rusya, Ankara 1 990.
Burhan Satır, "Kabakçı Mustafa İsyanı ve Yenileşme Hareketlerine
Etkisi': Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Sakarya Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sakarya 2006.
Cabi Ömer Efendi, Cabi Tarihi (Tarih-i Sultan Selim -i Salis ve
Mahmud-ı Sani) l, haz. Mehmet Ali Beyhan, Ankara 2003.
Cemal Gökçe, Kafkasya ve Osmanlı İmparatorluğu'nun Kafkasya
Siyaseti, İstanbul 1 979.
Çeşmizade Mustafa Reşid, Çeşmizade Tarihi, c. 1-11, haz. B ekir
Kütükoğlu, İstanbul 1 959.
E. Şule Ertürk, " 1 8. Yüzyıl Klasik Türk Şiirinde Musiki (Nedim,
Şeyh Galib, III. Selim)': Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Sakarya
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sakarya 2009.
Erhan Afyoncu, Ahmet Ünal- Uğur Demir, Osmanlı lmparatorluğu'nda
Askeri İsyanlar ve Darbeler, İstanbul 2010.
___ , Necati Efendi Tarih-i Kırım (Rusya Sefaretnamesi), Basıl­
mamış Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, İstanbul 1 990.
--� "Silahdar İbrahim Paşa': DİA, c. 37.
Faik Reşit Unat, Osmanlı Sefirleri ve Sefaretnameleri, (Tamamlayıp
yayımlayan; Bekir Sıtkı Baykal), Ankara 1 968.
282 Kayı Vlll: I s l a h a t , D a r b e ve D e v l e t

Fatih Ünal, ''.Aleksander Grigoreviç Krasnokutsk'un Günlüğünden


1 808 Yeniçeri Ayaklanması ve Alemdar Mustafa Paşa Yakası�
Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Volume 1 /4, Summer
2008.
Feridun Emecen, lstanbul'u n Uzun Dört Yılı (1 785- 1 789) -
Taylesanizade Hafız Abdullah Efendi Tarihi, İstanbul 2003.
__ _,"Ali Bey, Bulutkapan� DİA, c. 2.
___ , "Zahir el- Ömer� DİA, c. 44.
Fikret Sarıcaoğlu, Sultan 1. Abdülhamid / Kendi Kaleminden Bir
Padişah'ın Portresi (1 774 - 1 789), İstanbul 20 1 0.
___ , " İzzet Mehmed Paşa� DİA, c. 23.
---· "Osman nr: DİA, c. 33.
Hacer Topaktaş, "Karlofça'dan Lozan'a İstanbultia Leh Diplomatlar�
OTAM, 37/Bahar 20 1 5.
Hakkı Dursun Yıldız, Doğuştan Günümüze Büyük lslam Tarihi, c.
1 1 , İ stanbul 1 989.
Halil İnalcık, "Kırım (Kırım Hanlığı)� DlA, c. 25.
Hilal Yavuz, "Tarüı-i Sefer-i Rusya'ya Göre 1 768- 1 774 Osmanlı­
Rus Savaşı� Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Karadeniz Teknik
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Trabzon 20 12.
Hilmi Yücebaş, Şair Padişahlar, İstanbul 1 960.
Hrand D. Andreasyan, Georg Oğulukyan'ın Ruznamesi 1 806-1810
isyanları 111. Selim, IV. Mustafa, 11. Mahmud ve Alemdar Mustafa
Paşa, İstanbul 1 972.
İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, c. IV/ 1 , Ankara 1 978.

___ , "Sultan III. Mustafa'nın Hüzün Verici Bir Borç Senedi�


TTK Belleten, c. XXII/88, Ankara 1 958.
___ , "Üçüncü Mustafa'nın Kızı Şah Sultan'a Borç Senedi� TTK
Belleten, c. XXV/97, Ankara 1 96 1 .
___ , Meşhur Rumeli Ayanlarından Tirsinikli lsmail, Yılıkoğlu
Süleyman Ağalar ve Alemdar Mustafa Paşa, İ stanbul 1942.
Kay n a k ç a 283

İsmail Hami Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, c. 4-5,


İstanbul 1 97 1 .
Johann Wilhelm Zinkeisen, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, c . 5 , haz.
Nilüfer Epçeli, İstanbul 201 1 .
Kemal Beydilli , "Mustafa III", DlA, c . 3 1 .
__ , "Mustafa iV", DIA, c . 3 1 .
___, ' �lem dar Mustafa Paşa� DlA, c. 2.
__ , "Kabakçı İsyanı", DlA, c. 24.

___ , "Selim III': DlA, c. 36.

___ , "Ziştovi Antlaşması� DlA, c. 44.


___ , "Yaş Antlaşması", DIA, c. 43.
__ , "Halil Hamid Paşa� DlA, c. 1 5.
___, "Mühendishane-i Bahri-i Hümayun': DIA, 31.

__ , "Islahat� DİA, c . 1 9.

___, "Küçük Kaynarca Antlaşması", DlA, c. 26.


___, "NiUın-ı Cedid� DIA, c. 33.
__ , 1 790 Osmanlı-Prusya ittifakı, İstanbul 1 984.
Kırım Hanlanna Name-i Hümayun (2 Numaralı Name Defter), haz.
Komisyon, İstanbul 20 1 3.

Komisyon, Mufassal Osmanlı Tarihi, c. 5, İstanbul 1 962.

Machiel Kiel - John Alexander, "Mora� DIA, c. 30.

Mahir Aydın, "Cezayirli Gazi Hasan Paşa': DlA, c. 7.

Mesut Aydıner, "Ragtb Paşa� DIA, c. 34.

Mehmet Alkan, "Alemdar Mustafa Paşa'nın Devlet Hayatı� Sakarya


Üniversitesi, Yüksek Lisans Tezi, Sakarya 20 1 1 .

Muharrem Saffet Çalışkan "Enveri Sadullah Efendi ve Tarihi'nin


1. Cildinin Metin ve Tahlili� Marmara Üniversitesi, Doktora
Tezi, İstanbul 2000.

Mustafa İsen-A. Fuat Bilkan, Sultan Şairler, Ankara 1 997.

Mustafa Kesbt, lbretnüma-yı Devlet, haz. Ahmet Öğreten, Ankara


2002.
284 Kay ı VIII: I s l a h a t , Darbe ve D e v l e t

Mustafa Nuri Paşa, Netayic ül- Vukuat, c. Ill-IV, haz. Neşet Çağatay,
Ankara 1 980.
Münir Aktepe, "Çeşme Vak'ası", DİA, c. 8.
___ , "Hekimoğlu Ali Paşa': DIA, c. 1 7.
_
Mütercim Ahmed Asım Efendi, Asım Tarihi, c. 1-11, İstanbul 1 284.
Nicolae Jorga, Osmanlı imparatorluğu Tarihi, c. iV, çev. Nilüfer
Epçeli, İst3:nbul 2005.
Nihat Sami Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, c. 2, İstanbul 1971.
Uğur Demir, " 1 768 Savaşı Öncesi Osmanlı Diplomasisi ( 1 755-
1 768)'', Marmara Üniversitesi, Doktora Tezi, İstanbul 20 1 2.
Süleyman Göksu, "Mehmed Hasib Ruznamesi (H. 1 1 82- 1 1 95 / M.
1768- 1 781)� Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniver­
sitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, İstanbul 1 993.
Şem'danizade Fındıklılı Süleyman Efendi, Mür'i't-tevarih, c. 1-llA­
IIB-III, haz. M. Münir Aktepe, İstanbul 1 978.
Şenay Özdemir Gümüş, "Napolyon'un Mısır'ı İşgali Sırasında Os­
manlı Topraklarındaki Fransızlar'', Tarihin Peşinde- Uluslararası
Tarih ve Sosyal Araştırmalar Dergisi, y. 20 1 3, Sayı: 9, s. 249-278.
Tayyarzade Ata, Tılrih-i Enderun-Osmanlı Saray Tarihi, c. iV, haz.
Mehmet Arslan, İstanbul 20 1 0.
Yılmaz Öztuna, Büyük Türkiye Tarihi, c. 1 3, İstanbul 1 983.
Yunus Irmak, III. Mustafa Ruznamesi (H. 1 1 71 - 1 1 77/M. 1 757-1 763),
Marmara Üniversitesi, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 1 99 1 .
Yuzo Ganata, "Muhsinzade Mehmed Paşa� DIA, c . 3 1 .
Ziya Nur Aksun, Osmanlı Tarihi, c . 2-3, İstanbul 1 994.
D İ P N OT LA R

I I I . O S M A N HAN
Mustafa Nuri Paşa, Netdyic ül- Vukudt, c . IIl-IV, haz . Neşet Çağatay, Ankara 1 980.
s. 53; Joharuı Wilhelm Zinkeisen, Osmanh İmparatorluju 1iırih i, c. 5, haz. Nilüfer
Epçeli, İstanbul 201 1 , s. 593.
2 Fikret Sancalıoğlu. "Osman III� Diyanet lsltim A nsiklopedisi, c. 33, Ankara 2007, s.
456-459.
3 Şem'danizAde Fındıklılı Süleyman Efendi, Mür'i't-tevdrih, c. I, haz. M. Münir
Aktepe, İstanbul 1978, s. 1 77 ; Nioolae /orga, Osmanlı lmparatorluju 1iırihi, c. iV, çev.
Nilüfer Epçeli, İstanbul 2005. s. 377.
4 Mür'i't-tevarih, c. I, s. ı 78.
5 Ahmed VasıfEfendi, Tarih-i Vasif, c. I, İstanbul 1 2 1 9, s. 45.
6 Tarih-i Vd.sıf c. I, s. 46; Mür'i't-tevdrih, c. 1, s. 1 79.
7 Tarih-i Vd.sıf c. I, s. 46.
8 Geniş Bilgi için bkz. M. Münir Aktepe, "Hekimoğlu Ali Paşa� DlA, c. 1 7, s. 166- 168.
9 Netayic ül-Vukuat, c. III-IY, s. 55; t. Hakkı Uzunçarı;ılı, Osmanlı Tarihi, c. ıv; 1 .
Bölüm, Ankara 1978, s . 338.
1O Netdyic ül- Vukudt, c. 111-IV, s.55.
11 Mür'i 't-tevdrih, c. I, s. 1 8 1 .
12 Mür'i't-tevtlrih, c. 1, s . 182.
13 Tarih-i Vasif, c. J, s. 66; Mü r'i 't- tevarih , c. J, s. 1 82.
14 Uzunça11ılı, c. iV /1, s. 337; /orga , c. IV. s. 378; Zinkeisen, c. 5, s. 594.
15 Uzunçarşılı, c. IV/ l , s. 337.
16 Mür'i't-tevdrih, c. il. A, s. 4-5.
17 Mür'i't-tevtlrih, il. A, s. 1 1 .
18 Ziya Nur Aksun, Osmanlı Tarihi, c . 2 , İstanbul 1 994, s. 382.
19 Mür'i't-tcvdrih, ll. A, s. 12 .
20 UzunçaJlılı, c. iV/!, s. 337.
21 Ziya Nur Aksun, c . 2 , s. 382.
22 Uzunçarı;ılı, c. IV/ 1 , s. 337.
23 Uzunça11ılı, Hl. Osman Han'ın sarayda "gümüş çivili ayakkabı giyerekn gezdiği
bilgisini vermesine rağmen (Osmanlı Tarihi, c. IV. s. 337) herhangi bir kaynak
göstermemektedir.
24 Mür'i't-tevdrih, il. A, s. 12.

l l l . M U S TAFA H A N
Kemal Beydilli, "Mustafa 111'; DIA, c . 3 1 , s. 280-383.
2 Mür'i't-tevd rih , c. il. A, s. 12.
3 Tarih-i Vdsif, c. I, s. 102.
4 Mür'i't-tevdrih, c. il. A, s. 1 2- 1 3, 3 1 .
5 Ahmed Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, c. l, İstanbul 1994, s. 101.
6 Mü r'i 't- tevtlrih, c. il. A, s. 3 1 ; Tarih-i Vdsif, c. T, s. 1 06-1 07.
286 Kay ı Vlll: J s l a h a t , Darbe v e D e v l e t

7 Mür'i 't - tevılrih, c. il. A, s. 33-34.


8 "111. Mustafa Ruznamesi (H. 1 1 7 1 - 1 1 77/M. 1 757- 1 763)� haz. Yunus Irmak, Yüksek
Lisans Tezi, İstanbul 1991, s. 40; Mür'i't-tevılrih, c. il, s. 25.
9 Uırih-i Cevdet, c. l, s. 77-78.
10 Geniş Bilgi için bkz. Mesut Aydıner, "R.Agıb Paşa. DIA, c. 34, s. 403 -406; Nihat Sami
Banarıi. Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, c. 2, İstanbul 197 1 , s. 766.
J1 Mür'i 't-tevılrih, c. il. A, s. 54.
12 Jorga, c. iV, s. 379.
13 Mür'i't-tevılrih, c. il. A, s. 54.
14 Geniş Bilgi' .için bkz. Hacer Topaktaş. "Karlofçaltan Lozan'a İstanbul& Leh
Diplomatlar� OTAM, 37/B ahar 2015, 307-336.
Hultisatü'l-l'tibılr, s. 47-48; Tarih-i Cevdet, c. 1, s. 77.
lo Uzunçarşılı, c. IV/l , s. 366.
17 Tarih-i Cevdet, c. l, s. 78; Uğur Dem ir, " 1 768 Savaşı Öncesi Osmarılı Diplomasisi
( 1 755- 1 768)", Basılmamış Doktora Tezi, s. 295.
18 Tarih-i Cevdet, c. 1, s. 78.
19 Mür'i't-tevılrih, c. 11. A, s. l l 3; Netıiyic ül- Vukıı4t, c. 111-IV, s. 57; Uzunçarşılı, c. IV/ 1 ,
s . 368.
20 Tarih-i Vıl.sıf, c. 1, s. 266.
21 Uzunçarşılı. c . IV/ 1 , s . 369.
22 Ahmed Resmi Efendi, Hultisatü'l- l'tibılr, haz. Osman Köksal, Ankara 20 1 1, s. 60;
Netılyic ül- Vukuılt, c. IIl-IV, s. 57; Mür'i't-tevılrih, c. il. A, s. 1 1 3; Jorga, c. iV, s. 387;
"Envert Sidullah Efendi ve Tarihi'nin 1. Cildinin Metin ve Tahlili� haz. Muharrem
Saffet Çalışkan, Basılmamış Doktora Tezi, 2000, s. 17.
23 Netılyic ül- Vukuıit, c. III-IV. s. 58; Jorga, c. ıv, s. 387.
24 Uzunçarşılı, c. IV/ 1 , s. 369.
25 Mür'i't-tevılrih, c. il. A, s. 1 1 5 - 1 16; Zinkeisen, c. 5, s. 644.
26 Hul4satü 'l- l'tibılr, s. 64.
27 Uzunçarşılı, c. IV/1, s. 375.
28 Mür'i't-tevıirih, c. il. B, s. 4-5.
29 Zinkeisen, c. 5, s. 645.
30 1'1rih-i Vılsıf, c. I, s. 326; Jorga, c. iV, s. 397; Mür'i't-tevılrih, c. il. B, s. 23; Kırım
Ha nla nna Nılme-i Hümılyıln (2 Numaralı Name Defter), haz. Komisyon, İstanbul
2013, s. 1 6 1 .
31 M ustafa Kesbi, İbretnümıl-yı Devlet, haz. Ahm et Öğreten, Ankara 2002, s . 1 1 5 .
32 lbretnümıl-yı Devlet, s. 1 1 5.
33 Netılyic ül- Vukıı4t, c. 111-IV, s. 59.
34 Hultisatü'l-l'tibılr, s. 67; Jorga, c. ıv, s. 398.
35 Mür'i't-revılrih, c. il. B, s. 9; Netıiyic ül- Vukıı4t, c. 111-IY, s. 59;
36 Mür'i't-revdrih, c. il. B, s. 9.
37 Netılyic ül- Vukıı4t, c. IIl-IV, s. 59-60; Zinkeisen, c. 5, s. 646; Jorga, c. ıv, s. 398.
38 Hultisatü'l-l'tibılr, s. 68; Netılyic ül- Vukıı4t, c. 111-IY, s. 59-60.
39 Uzunçarşılı, c. IV/ l, s. 383.
40 Netılyic ül-Vukuılt, c. Ill-IV, s. 60; Mür'i'it-tevılrih, c. il. B, s. 20.
41 Jorga, c. iV, s. 402.
42 Netılyic ül-Vukuılt, c. IIl-IY, s. 6 1 .
43 Netılyic ül- Vukıı4t, c. IIl-IY, s. 61.
44 Hilal Y avuz, "Tarih-i Sefer-i Rusya'ya Göre 1768- 1 774 Osmarılı-Rus Savaşı�
Basılmamış Y'ıiksek Lisans Tezi, Karadeniz Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Trabzon 2012, s. 48-49.
D ipnot lar 287

45 Hul4ıatü'l-l'tibdr, s. 52-53.
46 Tarih-i Cevdet, c. 1, s. 143.
47 Machiel Kiel - John Aleııander, "Mora': DlA, c. 30, s . 280-285.
48 Geniş Bilgi için bkz. Yııw Ganata, "Mulısinzlde Mehmed Paşa� DlA, c. 3 1 , s. 48-50.
49 Geniş Bilgi için bkz. Mahir Aydın, " Cezayirli Gazi Hasan Paşa� DlA, c. 7, s. 501 -
503.
50 Tarih-i Cevdet, c. 1, s. 143.
51 Mür'i't-tevdrih, c. il. B, s. 3 1 ; Tarih-i Cevdet, c. 1, s. 1 44.
52 Uzunçarşılı, c. iV/ 1 , s. 400.
53 Geniş Bilgi için bkz. M. Münir Aktepe, "Çeşme Vak'ası': DlA, c. 8, s. 288-289.
54 Tarih-i Cevdet, c. 1, s. 144.
55 Mür'i't-tevarih, c. il. B, s. 35; Netdyic ül- Vukuat, c. III-IV. s. 63.
56 Zinkeisen, c. 5, s. 657; Uzunçarşılı, c. IV/ 1 , s. 40 1 .
57 Zinkeisen, c . 5, s . 657-658.
58 Mür'i't-tevarih, c. il. B, s. 35; (Zinkeisen bu sayıyı 3.400 kişi olarak bildirmektedir.
Zinkeisen, c. 5, s. 658).
59 Zinkeisen, c. 5, s. 658; Mür'i't-tevdrih, c. II. B, s. 35; Netılyic ül- Vukuılt, c. Ill-IV, s. 63.
60 Netılyic ül- Vukuat, c. III-IV, s. 63.
61 Mür'i't-tevarih, c. ıı. B, s. 37.
62 Netayic ül- Vukuat, c. IIl-IV. s. 65-66; Uzunçarşılı, c. IV/ 1 , s. 406.
63 Tarih-i Cevdet, c. 1 , s. 80.
64 Uzunçarşılı, c. IV/ 1 , s. 406.
65 Mür'i't-tevılrih, c. II. B, s. 7 1 .
66 Mür'i't-tevılrih, c . II. B , s . 7 1 ; Netayic ül- Vukuılt, c . III-IV, s . 66; Uzunçarşılı, c . IV/ l ,
s . 407-408; Tarih-i Cevdet, c . 1 , s . 80.
67 Netılyic ül- Vukuat, c. III-IY, s. 66.
68 Mür'i't-tevarih, c. il. B, s. 73.
69 Erhan Afyoncu, "Necati Efendi Tarih - i Kının (Rusya Seraretnamesi)': Basılmamış
Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 1990,
s. 1 7.
70 Erhan Afyoncu, "Necati Efendi Tarih-i Kırım (Rusya Sef.iretnamesi)': Basılmamış
Y'tlksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 1990,
s. 17; Netılyic ül- Vukuılt, c. III-IV, s. 66; Mür'i't-tevılrih, c. il. B, s. 72; Tarih-i Cevdet,
c. l , s. 80.
71 Tarih-i Cevdet, c. l , s. 80; Erhan Afyoncu, "Sila!ıdar İbrahim Paşa': DlA , c. 37, s .
193- 194; Netayic ül- Vukuat, c. III-IV, s. 66.
72 Mür'i't-tevılrih, c. il. B, s. 84.
73 Tarih-i Cevdet, c. l , s. 80-8 1 .
74 Mür'i't-tevılrih, c . il. B , s . 80.
75 Netılyic ül- Vukuat, c. Il-IV, s. 67; Mür'i't-tevılrih, c. il. B, s. 82; Tarih-i Cevdet, c. l , s.
81.
76 Hulasatü'l-l'tibar, s . 83; Mür'i't-tevarih, c . i l . B , s . 9 1 ; Netayic ül- Vukuat, c . II-IY, s.
67.
77 Huldsatü'l-l'tibıir, s. 83-85.
78 Huldsatü'l-l'tibıir, s. 86-87.
79 Netılyic ül- Vukuat, c. 11-IY, s. 67.
80 Huldsatü'l-l'tibıir, s. 87-88.
81 Huldsatü'l-l'tibıir, s. 88-89.
82 Tarih-i Cevdet, c. l. s. 81 -82.
83 Tarih-i Cevdet, c. l, s. 264.
288 K ay ı VIII: I s l a h a t , Darbe ve D e v l e t

84 Feri du n Emecen, "Ali Bey, Bulutkapan� DİA, c . 2 , s. 383-384.


85 Mür'i't- tevarih, c. ll. B, s. 102- 103.
86 Tarih-i Cevdet, c. 1 , s. 267.
87 Ferudun Emecen, "zahir el- Ömer� DIA, c. 44, s. 90-9 1 .
88 Tarih - i Cevdet, c . l , s . 267-268.
89 Tari�-i Cevdet, c. 1, s. 269.
90 Mür'i't-tevarih, c. il. B, s. 1 05.
· 91 Tarih-i Cevdet, c. 1 , s. 269.
92 Uzunçarşılı, "Sultan 111. Mustafa'nın Hüzün Verici Bir Borç Senedi': TTK Belleten, c.
XXll/88, Ankara 1958, s. 595-599.
93 Uzunçarşıiı.'"Üçüncü Mustafa'nın Kızı Şah Sultan'a Borç Senedi': TTK Belleten, c.
XXV/97 Ankara 1961, s. 79.
94 Huhlsatü'l-l'tibar, s. 93.
95 Hulascitü'l- l'tibar, s. 1 05- 107.
96 İbrahi m Suresi, 7. ayet.
97 Mür'i't-tevarih, c. II. B, s. l l 5.
98 Jorga, c. IV., s. 378.
99 Mür'i't- teva rih , c. il. B, s. 1 1 6.
100 Mür'i't-tevarih, c. il. A, s. 33-34.
101 Mür 'i 't- teva rih , c. il. B, s. 18.
102 Mür 'i 't-tevci rih , c. il. A, s. 85.
103 Gen� Bilgi için bkz. Ahmet Vefa Çobanoğlu, "LAieli Külliyesi� DIA, c. 27, s. 86-89.
104 Mustafa lsen-A. Fuat Bilkan, Sultan Şairler, Ankara 1997, s. 2 19-220.
1 05 Geniş Bilgi için bkz. Hüseyin Göne!, "Yıkılupdur bu ciMn ve ·aıtı nazire� Uluslararası
Sosyal Araştınnalar Dergisi, c. 6, sy. 28, s. l l8- 1 28, Güz 20 13.
106 Tayyirzade Ata, Tarih-i Enderun-Osmanlı Samy Tarihi, c. IV. haz. Mehmet Arslan,
İstaııbul 2010, s. 1 24.

l . AB D Ü L H A M İ D H A N
1 Mür'i't-tevarih, c. il. B, s. 1 1 7.
2 Mür'i't-tevarih, c. il. B, s. 1 1 7.
3 Netıiyic ül- Vukuat, c. III-IV, s. 72.
4 Mufassal Osmanlı Tarihi, c. 5, s. 2606.
5 Hulasatü'l-İ'tibar, s. 96-97.
6 Mür'i't-tevarih, c. 111, s. 8-9.
7 Huhlsatü'l-l'tibar, s. 98-99.
8 Ziya Nur Aksun, Osmanlı Tarihi, c. 2, s. 420.
9 Neıayic ül-Vukucit, c. III-IV. s. 72-73.
10 Gen� Bilgi için bkz. Kemal Beydilli, "Küçük Kaynarca Antlaşması", VİA, c. 26, s.
524-527; Uzunçarşılı, c. IV / 1 , s. 422-425.
11 Hulasatü'l-l'tibar, s. 100.
12 Mür'i't-tevarih, c. III, s. 27-28.
13 Fikret Sarıcaoğlu, "İzzet Mehrned Paşa': DIA, c. 23, s. 557-558.
14 Netayic ül- Vukuaı, c. ııı-ıv. s. 162.
15 Netayic ül- Vukucit, c. 111-IY, s. 1 69- 1 70.
16 Uzunçarşılı, c. IV/ 1 , s. 446; Netayic ül- Vukuat, c. 111-IV, s. 162- 163.
17 Ziya Nur Aksun, Osmanlı Tarihi, c. 2, s. 425.
18 Halil İnalcık, "Kırım (Kırım Hanlığı)� DİA, c. 25, s. 450-458.
19 Cemal Gökçe, Kafkasya ve Osmanlı lmparatorluğu'n un Kafkasya Siyaseti, İstanbul
Dipnotlar 289

1979, s . 42-43.
20 Tarih-i Cevdet, c. 2, s. 705.
21 Cemal Gökçe, Kafkasya ve Osmanlı lmparatorluğu'nun Kafkasya Siyaseti, s. 45.
22 Tarih-i Cevdet, c. 2, s. 704-730.
23 Cemal Gökçe, Kafkasya ve Osmanlı İmparatorluğu'nun Kafkasya Siyaseti, s. 55.
24 Netayic ül- Vukuat, c. 111-Iv; s. 155- 1 56.
25 Netayic ül- Vukuat, c. 111-IV. s. 1 56.
26 Geniş Bilgi için bkz. Kemal Beydilli, "Halil Hamid Paşa'; DlA, c. 1 5 s. 3 16-318;
Tarih-i Cevdet, c. 1 , s. 494.
27 Tarih-i Cevdet, c. 1 , s. 495.
28 Netayic ül- Vukuat, c. lll-lV, s. 1 56.
29 Geniş Bilgi için bkz. Tarih-i Cevdet, c. 1, s. 50 1 - 502.
30 Geniş Bilgi için bkz. Kemal Beydilli, "Mühendishine-i Bahri-i HümAyun� DIA, 3 1 ,
s . 5 1 4-516.
31 Netiiyic ül- Vukua t, c. 111-IV. s. 165.
32 Halil İnalcık, "Kınm (Kının Hanlığı)': DlA, c. 25, s. 454.
33 Tarih-i Cevdet, c. l, s. 503 ; Uzunçarşılı, c. IV/ l , s. 490.
34 Tarih-i Cevdet, c. 1, s. 503.
35 Cevdet Tarihi, c. 2, s. 609.
36 Netô.yic ül-Vukuô.t, c. IIl-IV, s. 1 58- 1 59; Feridun Emecen, lstanbul'un Uzun Dört
Yılı( 1 785-1 789) - Taylesanizade Hafız Abdullah Efendi Tarihi, İstanbul 2003, s. 1 32.
37 Netô.yic ül- Vukuô.t, c. III-Iv; s. 1 58- 1 59.
38 Tarih - i Cevdet, c. 2, s. 867-868.
39 Tarih-i Cevdet, c. 2, s. 875.
40 Tarih-i Cevdet, c. 2, s. 1 06 1 ; Uzunçarşılı, c. IV/ l , s. 525.
41 Netiiyic ül- Vukuat, c. lll-lV. s. 1 76.
42 Netayic ül- Vukuat, c. III-lV. s. 1 77.
43 Ta rih - i Cevdet, c. 2, s. %2.
44 Tarih-i Cevdet, c. 2, s. 1056.
45 Netô.yic ül Vukuô.t, c. III-Iv; s. 1 78; Uzunçarşılı, c. IV/ l , s. 546; Tarih-i Cevdet, c. 2, s.
-

1 056.
46 1arih-i Cevdet, c. 2, s. 1 056.
47 Fikret Sarıcaoğlu, Sultan l. Abdü lhamid, s. 88.

I I I . S E L İ M HAN
Geniş Bilgi için b kz; Kemal Beydilli, "Selim ıır: DlA, c. 36, s . 420-425; Tarih-i
Cevdet, c. 2, s. 1056 - 1 057; Netılyic ül- Vukuô.t, c. III-IV. s. 1 79; Uzunçarşılı. c. IV/ l , s.
547.
2 Netô.yic ül- Vukuılt, c. III-Iv; s. 187.
3 Netô.yic ül- Vukuô.t, c. 111-Iv; s. 1 82- 1 83.
4 Mahir Aydın, "Cezayirli Gazi Hasan Paşa� DlA, c. 7, s. 50 1 - 503.
5 Ahmed Cmd, Hô.dika-i Vekô.yi', haz. Adnan Baycar, Ankara 1 998, s. 74-75; Tarih-i
Cevdet, c. 3, s. 1 162; Netô.yic ül- Vukuat, c. III-Iv; s. 1 88- 1 89.
6 Kemal Beydilli, "Ziştovi Antlaşma.�ı·: DlA, c. 44, s. 467-472; Netılyic ül- Vukuô.t, c.
III-IV. s. 1 93 - 1 94.
7 Geniş Bilgi için bkz. Kemal Beydilli, "Yaş Antlaşması� DIA, c. 43, s. 343-347.
8 Geniş Bilgi için bkz. Nettlyic ül- Vukuat, c. III-IV, s. 1 94- 1 %.
9 Geniş Bilgi için bkz. Faile Reşit Unat, Osmanlı Sefirleri ve Sefaretnô.meleri,
(Tamamlayıp yayımlayan: Bekir Sıtkı Baykal), Ankara 1968, s. 1 54- 162.
290 Kay ı VIII: I s l a h a t , Darbe ve D e v l e t

10 Geniş Bilgi için bkz. Kemal Beydilli, "Islahat� DlA, c . 19, s . 1 74-1 85; Tarih-i Cevdet,
c. 3, s. 1406- 141 1 .
11 Geniş Bilgi için bkz. Kemal Beydilli, "Nizim-ı Cedid� DlA, c . 33, s . 1 75- 1 78.
12 Şenay Ôulemir Gümüş, "Napolyon'un Mısır'ı İşgali Sırasında Osmanlı
Topraklarındaki Fransızlar� Tarihin Peşinde-Uluslararası Tarih Ve Sosyal
Anışhmıalar Dergisi, y. 2013, Sayı: 9, s. 249-278.
13 Tarih-1 Cevdet, c. 3, s. 1 578
14 Geniş Bilgi için bkz. Tarih-i Cevdet, c. 3, s. 1 677- 1697; Net"Jic ül- Vukudt, c. III-IY,
s. 200-202.
ıs Tarih-i Cevdet, c . 3 , s . 1 687.
16 Tarih-i Cevdet, c. 3, s. 2688.
17 Geniş Bilgi için bkz. Feridun Emecen, "Cezzir Ahmed Paşa� DIA, c. 7, s. 5 16-518.
18 Hrand D. Andreasyan, Georg Oğulukyan'ın Ruznamesi 1806-1810 isyan/an 111.
Selim, iV. Mustafa, 11. Mahmud ve Alemdar Mustafa Paşa, İstanbul 1 972, s. 1 -2.
19 Geniş Bilgi için bkz. Burhan Satır, "Kabakçı Mustafa İsyinı ve Yenileşme
Hareketlerine Etkisi� Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Sakarya Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Sakarya 2006, s. 41 -45.
20 Geniş Bilgi için bkz. Kemal Beydilli, "Kabakçı isyanı� DIA, c. 24, s. 8-9.
21 Geniş Bilgi için bkz. Georg Oğulukyanln Ruznamesi, s . 3- 1 0.
22 Nihat Sami Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, c. 2 , İstanbul ı 971 , s. 748.
23 Geniş Bilgi için bkz. E. Şule Ertürk. "18. Yıizyıl KIAsik 1ürk Şürinde Mıisiki (Nedim,
Şeyh Gllib, lll. Selim)� Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Sakarya Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Sakarya 2009, s. 34-63.
24 Mustafa İsen-A Fuat Bilkan, Sultan Şairler, s. 223-225.
25 Sultan Şairler, s. 225-226.
26 Sultan Şairler, s. 226-228.
27 Sultan Şairler, s. 228-229.
28 Sultan Şairler, s. 229.
29 Ta�de Atıl, 1i2rih-i Enderiın-Osmanlı Saray Tarihi, c. IV. haz. Mehmet Arslan,
İstanbul 2010, s. 127- 128; Sultan Şairler, s. 229-230.
30 Tarih-i Enderiın, c. ıv. s. 140.
31 Şair Sultanlar, s. 232-233.
32 Sultan Şairler, s. 233.

IV. M U S TA FA H A N
1 Tarih-i Cevdet, c. 4, s. 2 1 00.
2 Tarih-i Cevdet, c. 4, s. 2 1 O 1 .
3 Mehmet Alkan, "Alemdar Mustafa Paşanın Devlet Hayatı� Sakarya Üniversitesi,
Basılmamış Yıiksek Lisans Tezi, Sakarya 201 1 , s. 35.
4 Kemal Beydilli, "Alemdar Mustafa Paşa� DlA, c. 2, s. 364-365.
5 Geniş Bilgi için bkz. Fatih Ünal, "Aleksander Grigoreviç Krasnokutsk'un
Günlüğünden 1 808 Yeniçeri Ayaklanması ve Alemdar Mustafa Paşa Yakası�
Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Volume 1/4, Summer 2008, s. 574-590.
6 Netdyic ül- Vukuılt, c. III-IY. s. 225.
7 Netdyic ül- Vukudt, c. III-IV: s. 225-226; Jorga, c. V. s. 162.
8 Netdyic ül- Vukudt, c. Ill-IV, s. 226.
9 Erhan Afyoncu, Ahmet Ünal-Uğur Demir, Osmanlı lmparatorlutu'nda Askeri
isyanlar ve Darbeler, İstanbul 20 10, s. 236.
10 Cdbl Tarihi, c. I, s. 1 73- 1 74; Jorga, c. V. s. 1 62.
D i pn o t l a r 291

11 Tarih-i Cevdet, c . 4, s . 220 1 .


12 Cabi Tarihi, c. ı. s . 175.
13 Tarih-i Cevdet, c. 4, s. 220 1 .
14 Kemal Beydilli, "Mustafa rv·: DlA, c . 3 1 , s . 283-285.
15 Netayic ül- Vukuat, c. III-IY, s. 228; Jorga, c. V, s. 1 63.
16 Tarih-i Cevdet, c. 4, s. 2203-2204.
17 Geniş Bilgi için bkz. t. Hakkı Uzunçarşılı, Meşhur Rumeli Ayanlanndan Tırsinikli
lsmail, Yılıkoğlu Süleyman Ağalar ve Alemdar Mustafa Paşa, İstanbul 1 942, s. 1 1 2-
125.
18 Kemal Beydilli, "Mustafa iV� DlA, c. 31, sf. 284.
İ N D E KS

l. Abdülhamid Han 2, 3, 8, 123, 124, 229, 2 3 1 -236, 238-244, 246, 248-


1 32, 1 36, 1 38, 142- 144, 1 56- 1 58, 253, 265, 266, 268-276, 278, 28 1 ,
1 6 1 , 165, 1 7 1 , 1 73, 1 74, 1 76, 1 79, 282, 290
1 80, 1 86, 1 90- 1 95, 1 97, 20 1 , 208, iV. Devlet Giray 1 38
209, 237, 238, 25 1 , 265, 277, 282,
IV. Mustafa 2, 3, 9, 1 93, 233, 265,
289
266, 269-279, 282, 290
1 . Josef 38
iV. Vakıf Han 1 97
1. Mahmud Han 1 9, 24, 27, 29, 36,
VI. Şad (İmparator) 38
27 1 , 279
XV. Louis (Fransa Kralı) 1 62
il. Frederik 38, 39, 40, 42, 46, 49,
111
il. Katerina 40, 43, 48-50, 60, 6 1 , 65, A
70, 78, 87, 1 29, 1 43, 167, 1 68, 1 76 Abaza 62, 63, 86, 1 45, 1 47, 1 49,
il. Mahmud Han 1 1 0, 193, 243, 277, 1 52, 1 72
278, 282, 290 Abaza Mehmed Paşa 62, 63, 86
III. August 48, 49 Abdi Paşa 65, 66, 67, 68, 145, 146,
III. Corc 59 1 8 1 , 205, 206
III. İsmail Şah 1 3 5 Abdi Paşa ( Belgrad Muhafızı) 1 8 1

III. Jak 3 8 Abdi Paşa (İbrail Muhafızı) 6 5

I I I . Mustafa H a n 2, 3, 1 5 , 3 3 - 36, Abdürrezzak Bahir Efendi ( Reisül-


43, 45, 46, 54, 59, 6 1 , 84, 88, 90, küttab) 92
92, 1 02, 1 03, 107- 1 14, 1 1 6, 1 1 7, Adanalı Sur<ı.ri 201
1 1 9, 123, 1 24, 127, 1 56, 1 6 1 , 1 62,
Adiliyye 224
20 1 , 208, 234, 236, 237, 282, 284,
Adilşah Kadın 1 09
286, 288
III. Osman Han 2, 3, 1 9-30, 33, 36, Ağrıboz 76

43, 45, 1 09, 285 Ahmed Cevdet Paşa 4, 96, 99, 1 60,

III. Osman Köşkü 30 2 8 1 , 285

111. Petro 40, 42, 43 Ahmed Efendi ( İstanbul Kadısı)


1 42
III. Selim Han 2, 3, 8, 83, 85-87,
1 08, 1 09, 1 1 0, 1 32, 1 39, 201 -204, Ahmed Paşa (Şark Seraskeri) 26
207-2 1 1 , 2 1 3, 2 14, 2 1 6-22 1 , 228, Ahmed Paşa (Vali) 44
294 Kay ı V I I I : I s l a h a t , Darbe ve D e v l e t

Ahmed Resmi Efendi 54, 69, 95, Ayıntabi Mehmed Münib Efendi
1 05, 1 07, 1 1 1 , 1 24, 1 27, 1 3 1 , 28 1 , 265
286 Ayıntablı Ayni Efendi 235
Akdeniz 6, 70, 7 1 , 80, 8 1 , 93, 99, Aynalıkavak Tenkihnamesi 1 4 1 ,
1 0 1 , 1 02, 1 04, 1 28, 1 29, 1 4 1 , 1 57, 1 65, 1 69, 1 70
1 58, 1 62, 209, 222, 225, 227, 268
Ayşe Sineperver Valide Sultan 2 77
Akka Kalesi 226
Azak Denizi 60, 70, 86, 93, 1 88
Akpalanka 1 83 .
Azak Kalesi 60
Aksaray 25 ·

Alaiyye 1 06
B
Albay Guillominot 268
Babadağı 62, 64-67, 83, 88-90, 1 05
Aleksi Orlof 42, 43, 7 1 , 72, 75-80,
Baban 1 36
99, 1 0 1
Babanoğulları 1 36
Alemdar Mustafa Paşa 9 , 23 1 , 234,
266, 267, 269, 270-274, 276-278,
Babıali 24, 47, 57, 1 34, 1 65, 1 66,
2 1 4, 230, 234, 272, 273
282, 283, 290, 29 1

Alexandre (Rus Çarı) 267 Babıali Baskını 272

Ali Emiri 249


Babüssaade 33, 275, 276

Ali Paşa Çarşısı 25


Bağdat 26, 44, 1 36- 1 38, 277

Amasra 1 64
Bahadır Giray 1 65- 1 67

Bahçekapı 1 93, 1 97, 277


Amasya 1 46
Bahçesaray 82, 85, 1 7 1
Anapa 1 44, 1 5 1 , 1 52, 1 55, 1 64
Bahir Abdürrezzak Efendi 92
Anapoli Limanı 76
Bahir Mustafa Paşa 1 9 , 20, 25
Ankara 1 45, 220, 281 -286, 288, 289
Bahriye Mektebi 239, 240
Arapgirli İbrahim Paşa 1 26
Baht Giray 87
Arapzade Arif Efendi 272, 274
Bahtiyar! Ali Merdan Han 1 35
Arifi Paşa (Revan Valisi) 44
Balkanlar 70, 1 38, 1 40, 22 1 , 268
Arkadya 73, 74
Balta 52, 57
Asımzade Abdullah Paşa 225
Baltacı Ocağı 34
Ata Tarihi 235
Baltık Denizi 70, 7 1 , 8 1 , 1 58
Atina 76
Bar Müttehid Heyeti 52, 60
Avrupa 5, 34, 37, 38, 46, 48, 52- 54,
90, 1 1 2, 1 27, 1 4 1 , 1 56, 1 60, 1 66, Baron de Tott 7, 23, 35, 36, 79, 80,

1 67, 1 80, 2 1 4, 2 1 5, 2 1 8, 2 1 9, 22 1 , 1 1 0, 1 1 2, 1 56, 1 57, 1 62, 163

237, 242, 267 Baron Tugut 1 42

Ayaskapısı 25 Basra 1 35- 1 38

Ayasofya 23, 33, 90, 240 Basra Körfezi 136


İndeks 295

Bavyera 37 Bükreş 88, 89, 92, 1 04, 1 30, 1 3 1 ,

Bayezid (Şehzade) 1 94 2 1 0, 266

Belgrad 34, 45, 47, 60, 1 42, 1 8 1 - 1 83, Büyük Petro 42, 48, 67, 70

206, 207' 2 1 3, 229 Büyükdere 86, 1 33, 1 90

Belgrad Muahedesi 34, 60, 142

Bender Kalesi 60, 65, 69, 205, 206 C- Ç


Bestoçef 42 Cafer Bey (Rodos Mutasarrıfı) 75

Beşiktaş 28, 1 05 Cağaloğlu 2

Beşiktaş Sahilsarayı 28 Canikli Ali Paşa 1 40

Beyhan Sultan 1 09, 236 Cebelitank Boğazı 71

Beykoz Kasrı 203 Cedavi Hasan Bey 98

Beylerbeyi 1 97, 203, 206, 224, 225, Cenaze Hasan Paşa 73, 1 82- 1 85,
228, 229 206
Beylerbeyi Camii 1 97 Cernaut 1 43
Beyoğlu 1 28 Cevahirü'l-Mühlk 249
Beyrut 8 1 , 1 02 Cevri Dede 252
Beytü'l-Lahme 24 Cevri Kalfa 276
Bıyıklı Ali Ağa (Silahdar) 2 1 , 22 Cezayirli Gazi Hasan Paşa 8, 1 07,
Boğ Nehri 1 87 1 58, 1 7 1 , 1 79, 1 88, 205, 207, 283,
287, 289
Boğaziçi 20, 1 63, 1 95

Boğazlar 35, 1 30
Cezayirli Hasan Paşa 76, 77, 79, 80,
8 1 , 140, 209
Boğdan 6, 43, 54, 59, 62, 65-67, 9 1 ,
93, 1 24, 128, 1 29, 1 4 1 - 1 43, 1 73,
Cezayirli Seydi Ali Paşa 231

1 77, 1 78, 1 8 1 , 1 87, 203, 2 1 3, 230, Cezayirli Seyyid Hasan Hoca 1 64


268 Cezzar Ahmed Paşa 225, 226, 290
Bohemya 42 Chamigny 1 63
Bosna 35, 68, 1 8 1 , 1 82, 229, 268 Çanakkale Boğazı 7 1 , 79, 1 58, 1 63,
Boyar Kantakuzen 65 207, 230, 266

Boza Suyu 205 Çapanoğlu Ahmed Paşa 35

Bozcaada 23 1 , 268 Çatalcalı Ali Paşa 126

Branicki (Başhatman) 50 Çelebi Mustafa Paşa (Çanakkale


Bulgakof 1 77, 1 78, 1 79 Boğazı Muhafızı) 266
Bulgaristan 268 Çerkez Hasan Paşa 203

Bulutkapan Ali Bey 6, 8 1 , 97-99, Çerkezistan 147, 1 54

1 0 1 , 1 02 Çeşme Deniz Savaşı 43

Burc-ı Zafer 76, 77 Çeşme Kalesi 77


296 Kay ı V l l ! : l s l a h a t , Da rbe ve D e v l e t

Çeşme Limanı 77, 78, 1 58, 207 Dürrizade Mustafa Efendi 237
Çıldır 35 Dürzi Emiri Yusuf 102
Çırpıcı Çayırı 272
Çin Seddi 140 E
Çungar -Boğazı 83 Ebiverd 1 3 5
Eblı Türab 135
D Ebubekir Paşa 223, 224, 229
Dağıstanlı Ali.Paşa 125, 1 3 1 Ebubekir Paşa (Mısır Beylerbeyi)

Danimarka 53, 57 224


Ebubekir Ratıb Efendi 8, 2 1 3- 2 1 5,
Daniş Efendi 1 1 8
22 1
D arendeli Cebecizade Mehmed
Ebü'l-Feth (Vali) 1 35
Paşa 1 37
Ebüzzeheb Mehmed Bey 98- 1 0 1
Darendeli İbrahim Paşa (Vezir) 1 8 1
Ecyad Kalesi 1 98
Darüssaade 3 4 , 274
Edirne 20, 27, 4 1 , 46, 55, 59, 64, 69,
Davudpaşa 59, 1 1 3, 1 8 1 , 2 1 3, 272,
1 08, 1 1 2, 1 25, 1 26, 1 32, 1 73, 1 74,
273
1 80- 1 82, 1 86, 271
Davutpaşa 2
Edirne Sarayı 27, 46, 1 1 2
Davutpaşa Kışlası 2 1 3
Edirne Yakası 27
D e Laffıte 1 64
F.ge Denizi 8 l, 1 59
Defterdar İskelesi 20
Ekşiaşzade Veli Efendi ( Rum Ka-
Derviş Ağa 1 9 zaskeri) 1 1 O
Devlet Giray (Kırım Hanı) 6 2 , 63, Eks-la-şapel Muahedesi 38
66, 1 33, 1 34- 1 36, 1 38 El-Ariş Mukavelesi 227, 228
Dibalbin (General) 1 68 Elizabeth 39, 40, 42
Dimetoka 64 Elphinston 7 1 , 75, 77-79
Dinyester Nehri 60, 6 1 , 64, 203, 2 1 3 Emirgan 1 97
Divanyolu 2 3 Enderunlu Vasıf 249
Diyarbakırlı Hıfzızade Hafız Meh- Erdel 48, 1 42, 1 67
med Efendi 1 1 9 Erdel Kralı Sigismund 48
Diyet Meclisi 49, 5 1 , 52 Erzurum 45, 60, 1 59, 225, 23 1
Doğancılar 28 Eski Camii 1 32
Dolgoruçki ( Prens) 74 Eski Saray 1 9, 34
Don Kazakları 1 26 Esma Sultan Sarayı 24
Don Nehri 1 72 Etmeydanı 25
Dubossara 57 Eyüp Sultan 1 9, 30, 1 1 3, 123
F Gregor Kiga 1 43
Faş Kalesi 1 S2 Gregori Orlof 9 1
Fatih 2, 4 , 1 9 , 2 S , 1 1 3, 1 1 4, 282, 290 Gülhane Parkı 1 1 3, 1 97
Fatih Sultan Mehmed 1 9 Gürcistan 93, 1 04, 1 77, 1 78
Ferah Ali Paşa 7, 1 44- l SS, 1 67, 1 72 Gürcü Mehmed Paşa 97
Ferruh Ali Paşa l SS
Fethülislam 1 82, 1 84, 206 H
Feyzi Efendi 69, 1 77 Hacılar Kalesi ı s ı
Feyzull ah (Çorum Beyi) 3S Hafız İsmail Paşa 229
Fıkarıyye 97 Halep 26, 4S, 62, 99
Fırat Nehri 268 Haliç 20, ı 63
Filistin 98, 222, 226
Halil Hamid Paşa 7, ı s9- 1 62, ı 64,
Fitnat Hanım (Şair) 236 ı6S, ı 7S, ı 76, 283, 289
Fokşani 9 1 , 203, 20S Halim Giray 1 6S
Folton (Baş Tercüman) 1 66 Hamid Hüseyin Paşa 1 89- ı 9 ı
Fransa 3S, 37-39, 4 1 -43, 46, 48-SO, Hammer 46, 1 30
S2-S4, 70, 7 ı , 74, ı 3o, ı 4 ı , ı s8,
Hanover 4 1
ı s9, ı 6 ı - ı 64, ı 66, ı 7o, ı 79, 209,
220-222, 22S, 227, 228, 230, 238, Hantepesi S9, 60, 64, 66
242, 267, 268 Hasan Ağa (Hoca) 269
Fransız İhtilali 2 1 1 , 22 1 , 222, 229 Hasan Efendi (Mütesellim) 73
Friedland Muharebesi 267 Hasan Paşa (Çorum Mutasarrıfı) 66
Hasan Paşa (Selanik ve Kavala Mu-
G tasarrıfı) 62

Galata 1 S9, 2S3 Hasköy 3S, ı63, 22 ı

Galib (Şeyh) 2 5 1 -253, 28 1 , 290 Hayali Hafız 24 1 , 242


Galiçin (Rus Komutan) 62 Haydamak S2
Galiçya ı 42 Hazreti İbrahim 234
Gaston 73, 74 Hazreti İsa 24
Gazavat-ı Gazi Hasan Paşa 209 Hazreti Ömer 33, ı23
Gazze 99, 226 Hekimbaşı 1 92
Gelenbevi İsmail Efendi ı 64, 239 Hekimoğlu Ali Paşa S, 20-22, 44,
Gelibolu 1 73, ı 74, 268 63, 284, 28S
Gelincik ı 44, ı s ı , ı s2, 1 64 Henri (Fransa Kralı) 48
Gelincik Limanı ı44, 1 S2 Hezargrad 1 26, 269
Gerze ı46 Hırsova lOS, ı 24, 2 ı 2
298 Kayı Vlll: I s l a h a t , Darbe ve D e v ! e ı

Hibetullah Sultan 1 09, 236 İ ran 7, 26, 44, 45, 47, 55, 1 35- 1 38,
Hindistan 43, 1 36, 222, 223, 227, 1 4 1 , 143
228 İsakcı 59, 64, 88
Hocabey 203 İsameddin Efendi 1 1 7
Hocap.aşa 23, 24 İ skenderiye 1 78, 223-225, 227, 228,
Hollanda 37, 38 230
Hotin 5, 59-66, 68, 1 73, 1 87, 1 9 1 , İsmail Ağa (Kapıcıbaşı) 72
1 94, 2 1 2, 229 İ spanya 37, 38, 2 1 0
'
Hotin Kalesi 6 1 , 64, 65, 2 1 2 İstihkam Mektebi 1 6 1 , 1 64
Hubertsburg Muahedesi 43 istuvart Hanedanı 38
Humbarahane 35 İ sveç 42, 52, 53, 57, 1 69, 203, 2 1 0,
Hünkar Hamamı 30 2 1 6, 220
Hüsameddin Paşa 75-79 İvaz Paşazade Halil Paşa 66
Hüseyin Baykara 252, 253 İzdinli-Beyzade Yusuf Ağa 72
Hüseyin Paşa (Hotin Muhafızı, Ve- İzmit Körfezi 35, 46, 1 1 2
zir) 6 1 İzzeddin Keykavus 106
İzzet Ali Paşa 1 9
ı-i
Irak-ı Acem 136 K
Ispanakçı Mustafa Paşa 1 26 Kabakçı Mustafa 23 1 -233, 265, 27 1 ,
İbrahim Efendi (Kadı) 1 6 1 28 1 , 290
İbrahim Kethüda 97 Kabartay 57, 60, 1 50, 1 52
İbrahim Müteferrika 24 Kabe 26, 1 1 5, 1 98, 205
İbrahim Paşa (Silahdar) 6, 83, 85 Kaçarlar 1 36
İbrail 65, 69, 204, 205, 2 1 1 Kadıköy 1 1 2, 1 1 3, 1 14
İ hsaniye Camii 29 Kadıoğlu 35
İ hya Efendi (Şair) 249 Kadırga Limanı 24
İkinci Rus Harbi 239 Kafes Kasrı 33, 108
İmam Mansur 1 54 Kafkasya 7, 55, 57, 143, 144, 1 48,
İnak. Han 135 . 1 52, 1 54, 1 55, 177, 1 87, 1 95, 28 1 ,
288, 289
İngiliz Doğu Hindistan Şirketi 1 36
İngiltere 37-39, 4 1 , 52, 53, 57, 59, Kağıthane 35, ı ı o, 1 57, 1 6 1 , 162,
239, 240
70, 71, 96, 130, 141, 1 59, 166, 169-
1 7 1 , 1 76, 1 77, 209, 2 1 0, 2 1 2, 220, Kahire 99, 1 00, 1 0 1 , 223-226, 228
222, 223, 225, 228, 230, 242, 267 Kahraman Paşa 62
İnlik 183, 1 84 Kalafat 88, 1 57, 1 82
İndeks 299

Kalaınatalı Panayotti Benaki 72 Kerç 87, 93, 94, 1 27, 1 28, 1 33, 1 34,
Kalas 65, 203 ı 65
Kalgay Şahin Giray 86, 87, 88 Kerim Han 1 35, 1 36, 1 37, 138
Kalubatyıkolar 144 Kıbrıs 35, 99
Kampel Mustafa Ağa 1 63 Kılburun Kalesi 93, 1 28, 1 86
Kara Vezir 1 57, 1 59- 1 6 1 Kırım 6, 7, ı4, 52, 55, 57, 58, 62, 63,
Karaağaç Sarayı 28 65-67, 68, 8 1 -88, 90, 9 1 , 93-96,
ı o4, ı o7, ı27- 1 29, 1 32- 1 35, 1 38-
Karabaği Süleyman Paşa 29
ı43, 1 53- ı ss, ı 6S- ı 73, 1 75, 1 76,
Karaca Nikola 1 64 1 78, ı 79, 1 87, 1 88, 1 90, ı 94, ı 95,
Karadağ 35, 68, 85, 86 2 ı 3, 28 ı -283, 286-289
Karadeniz 20, 53, 85, 93, 105, ı 28- Kız Kulesi 2 ı , 37, 1 1 3
ı 3o, 1 34, ı4o, ı s ı , ı s7- ı 59, ı62, Kleber (General) 223, 227, 228
1 64, 1 65, 1 78, 1 79, 1 88, ı 92, 228,
Kobah Nehri 1 77
232, 270, 282, 286
Koban 60, ıo4, 1 33, ı 70, 1 7 ı , 1 75,
Karaman 35, 229
1 77, 1 87
Karasu 86, 87, 105, ı 68
Koburg (Prens) 2 1 0
Karimibad 1 3 ı
Koca Abdi Paşa 145, 1 46
Karlofça Muahedesi 82
Koca Ragıb Paşa 5, 25, 26, 34, 39,
Kars 35
4 1 , 43-4� 54, 5� 92 , 1 1 1 , 1 ı �
Kartal 6, 59, 66-69, 88, 95, ı 42, ı 56 1 1 7, 1 19
Kasabzade İbrahim Efendi ı65 Kocaeli 145
Kaşif Mehmed Efendi 92 Konya 1 06, 220
Kasım Gönani Mescidi 1 09 Koron 70-72, 74
Kasımiyye 97, 1 0 ı Koron Körfezi 70
Kasımpaşa ı 59 Koyun Adaları 76, 79, 207
Katibzade Mehmed Refi Efendi ı 1 0 Kozluca ı 24, 1 25, 145
Köprülüzade Abdullah Paşa 44
Kavata 62, 266
Köse Bahir Mustafa Paşa 20, 25
Kavalalı Mehmed Ali Paşa 228
Köse Kadı 230
Kayseri ı45, 220
Kuban Nehri 1 50, 2 1 3
Keçecizade İzzet Molla 235 Kudüs 24
Kefe 82, 85-87, 90, 1 33, 1 39, ı 64, Küçük Göksu 28
ı 6s, ı67
Küçük Hasan Paşa 228
Kel Ahmed Paşazade Ali Paşa
Küçük Kaynarca Muahedesi 7, 87,
Kelb Ali Han 13 7 ı 27, ı29, ı 3o, ı 32- 1 35, 1 38, 140,
Kelleci Osman Paşa 105 ı 4 ı , 1 43, 1 56, 1 57, 1 64, 1 77, 195
Kemankeş Mustafa Paşa 203, 205 Kürkzade Hasan Efendi 1 92
300 Kay ı VI I I : I s l a h a t , D a rbe ve D e v l e t

L Mehmed Paşa ( Kefe Valisi) 87


Laleli 6, 46, 47, 1 08, 1 09, 1 1 3, 1 14, Mehmed Paşa (Rakka Valisi) 65
234 Mehmed Paşa (Silahdar) 68, 88, 90
Laleli Baba 1 1 4
Mehmed Tahi r Ağa l 14, 248
Laleli Çamii 6 , 46, 1 08, 1 1 3, 1 14,
Mekke 98, 1 95, 1 97, 228, 258
234
Melayir 1 35
Laşkaref 268
Memleketeyn 1 28
Lehistan 5, 20, 42, 43, 48-54, 56-59,
6 1 -63, 8 1 , 90, 96, 1 29, 203, 2 1 1 Mengü Kaan 1 06

Ligor 65 Menu (General) 228

Liverum Veto 52 Mescid-i Nebevi 243

Lodomirya 142 Mısır 8, 26, 35, 45, 58, 8 1 , 97- 1 02,


1 09, 1 78, 1 8 1 , 2 1 3, 22 1 -230, 268,
M
284, 290

Maçin 204, 2 1 1 , 2 1 2 Michelson (General) 229

Magosa 2 1 Midilli Adası 29, 76

Mahir Hamza Paşa 56, 57, 58 Mihayloviç Galiçin ( Prens) 60

Mahmud (Şehzade) 1 93, 24 1 , 275, Mihrişah Valide Sultan Türbesi 109


276 Mikdad Paşa 187
Mahmud Raif Efendi 232 Miralem Mehmed B e y 1 33
Mahmudiye 1 82 Mirzazade Mehmed Said Efendi 94
Maksud Giray 87 Mizistre 72
Manya Limanı 7 l, 72
Modon Kalesi 74
Manyotlar 70, 7 1
Moldavya 6 1
Mari Terez 38, 42, 1 80
Moldovancı Ali Paşa 62-64, 66
Marmara 4, 36, 79, 1 59, 28 1 , 283,
Molla Cami 252
284, 287
Mora 6, 70-75, 88, 1 58, 1 76, 268,
Mavro Mihal 70
283, 287
Mavroyani 1 8 1 , 1 85, 203
Mora İsyanı 72, 75, 88
Medine 98, 1 0 1 , 1 95, 197, 1 98, 243
Moralı Osman Efendi 271
Medine-i Münevvere 98, 243
Mouradge D'Ohsson 22 1
Mehmed (Şehzade) 1 09, 1 14, 1 94,
1 97 Mösyö Bertrano 2 1 6

Mehmed Efendi (Şeyh) 1 55 Muhadiye 1 83- 1 85

Mehmed Haki Efendi 1 5, 1 1 7, 1 1 8 Muhadiye Boğazı 1 83, 1 85

Mehmed Paşa (İsmail Muhafızı) 66 Muhammed Hasan Han 1 36


i n d e ll s 30 1

Muhsinzade Mehmed Paşa 5, 6, 55, 0-Ö


56, 72-76, 88-90, 92, 94, 1 05, 1 07, Osman Bey (Yenişehirli Müderris)
ı 23, 1 3 ı 72
Murad Efendi Yalısı 86
Osman Efendi (Baş Muhasebeci) 60
Mustafa (Şehzade) ı 80, ı 93, 265
Osman Paşa (Şam Valisi) 97-99
Mustafa Efendi (Reisülküttab) 4 S
Osmanlı-Rus Harbi 69, 8 ı , 83, 1 0 1 ,
Mustafa Necib Efendi 238 ı 24, 1 4 1 , 1 45, 1 50, 1 69, 1 80, 203,
Mustafa Paşa (Kastil Muhafızı) 74 207, 23 1 , 269
Mustafa Paşa (Silahdar) ıo9 Otakçılar 29
Mübarek Giray 1 33 Özi 7, 55-57, 59, 60, 63, 65, 68, 1 4 1 ,
Müftizade Ahmed Efendi ı 78 1 64, 1 77, 1 86- 1 92, 1 94, 20 1 , 203,
208, 2 1 3, 238
Mühendishane 35, ı 64, 2 2 ı , 228,
283, 289 Öjen ( Prens) 37, 38
Ömer Paşa (Bağdat Valisi) 1 36, 1 37

N
Nablus 99, 1 0 ı p

Nadir Şah 45, 1 35 Panin (General) 69

Naili Abdullah Paşa 22 Paris 37, 43, 228

Nakşibendi 1 1 7 Paşakapısı 24, 1 78

Napolyon Bonapart 2 1 3, 222, 228 Pasarofça Muahedesi ı 42


Navarin Kalesi 74 Patras 73, 74
Nedim 47, 28 1 , 290 Pazarcık 90, ı 45
Nemirov 45 Pazvandoğlu Osman 269
Nemrut 234 Pehlivan Ali Ağa 266, 267
Niemen Nehri 267 Pekmezci Mehmed Paşa 206
Niğbolu 8�, 270 Petersburg ı 9, 42, 87, 9 ı , 1 72
Nikolae Jorga 46, 108 Pirezen Adası 1 89, ı 90
Niksar 1 46 Pirizade Sahih Molla 56
Nizam-ı Cedid 8, 2 ı s, 2ı6, 2ı9-22 ı , Polonya ı 9
226, 229, 23 ı , 232, 234, 242, 266,
Pomeranya 4 2
278, 283, 290
Potemkin 1 43, ı 65, 1 67- 1 69, 1 87,
Nogay 85, ı s ı , ı s2, ı 69
ı 9 1 , 1 92
Numan (Şehzade) ı 94
Prusya 8, 38-43, 46, 49, 50, 53, 57,
Numan Paşa 99, 1 0 1 90, 9 1 , 1 1 1 , 1 1 2, 1 26, 1 29, 1 42,
Nureddin Sultan 8 3 1 70, 1 76, 203, 209-2 1 2, 242, 283
Nuruosmaniye Camii 24, 25 Prut Muahedesi 1 3 1
302 Kay ı Vl l l : l s l a h a ı , Darbe ve Dev l e t

Prut Nehri 65-67 S-Ş


Pugaçev 1 26 Sadabad 28, 1 57
Safevi Hanedanı 1 35

R Saib-i Tebrizi 44

Rabia Şermi Kadınefendi 1 93 Saint Priest 162

Raif İsmail Bey (Reisülk.üttab) 1 42 Sakarya Nehri 35, 1 1 2

Rakka 45, (i5 Sakız Adası 78

Rakoçi İsyan'ı 1 63 Saksonya 39, 42, 50

Raşid Efendi (Beylikçi) 1 6 1 , 1 7 1 Saliha Sultan 46

Raştad Muahedesi 3 8 Sapanca Gölü 35, 1 1 2

Ravza-yı Şerife 244 Saraçhane 25, 1 1 3

Rayn Nehri 49 Sava Nehri 1 8 1

Reichenbach Muahedesi 21 O Sayda 45, 1 0 1 , 1 02, 226


Selimiye Kışlası 220, 240
Remle 99, 1 0 1
Seyyid Ahmed Nakşibendi 29
Repnin 52, 69, 1 04, 1 27, 2 1 1
Seyyid Ahmed Raıifl (Şeyh) 28
Revan 44, 2 1 3
Seyyid Mehmed Paşa 1 57, 1 58
Riyaziye Mektebi 1 63
Seyyid Murtaza Efendi 1 9
Rodos Adas 222
Sığrı Limanı 29
Romanzof 60, 65-68, 92, 1 04, 1 24,
1 27, 1 30 Silezya 38, 42, 43

Rumeli 56, 63, 66, 70, 86, 1 1 0, 145, Silistre 88, 1 04, 1 05, 1 24, 1 26, 1 27,

1 46, 1 48, 1 60, 1 73, 203, 206, 229- 1 73, 204, 2 1 5, 266, 270
23 1 , 234, 242, 268, 269, 272, 274, Sinop Limanı 86, 1 59
282, 291 Sirkeci 2, 23
Rusçuk 55, 87, 89, 90, 94, 104, 105, Sivas 1 46
1 24, 208, 2 1 0, 23 1 , 234, 267, 269- Soğucak 1 44- 1 54, 1 65, 1 67, 1 72,
272 1 77
Rusçuk Yaranı 270-272 Soğucak Kalesi 1 45, 146, 1 48, 1 5 1 ,
Rusya 5, 7, 8, 1 9, 20, 38-43, 45, 46, 1 52
48-53, 55-59, 65, 70, 78, 87, 94, 96, Soğukkuyu 1 1 3
98, 1 1 2, 1 26, 128- 1 30, 1 33, 1 34,
Spiridof (Amiral) 70, 76
1 36, 1 38, 1 40- 1 44, 1 5 1 , 1 52, 1 54,
Stanislay Ponyatofski 49
1 55, 1 60, 1 65- 1 7 1 , 1 75 - 1 80, 1 82,
1 86, 1 87, 201 -204, 207-2 14, 2 1 6, Suriye 6, 1 3, 8 1 , 98, 99, 226, 268
229, 230, 267, 268, 278, 28 1 , 282, Süleyman (Şehzade) 1 1 2
286, 287 Süleyman Feyzi Efendi (Reisülk.üt-
tab) 1 77
İndeks 3()]

Sünbülzade Vehbi 1 36 Topal Atiullah Mehmed Efend i


Sütlüce İskelesi 20 232, 265
Şah Sultan 1 03, 1 04, 1 09, 236, 282, Topçu Kışlası 278
288 TopMne 34, 35, 1 1 3, 1 60, 1 62, 220,
Şahin Ali Paşa 1 76, 1 86 232
Şahin Giray 86-88, 1 32, 1 38- 1 42, Topkapı Sarayı 4, 19, 27, 30, 33, ! OH ,
1 65- 1 68, 1 7 1 - 1 75 234, 236, 242, 272
Şaın 25, 26, 97- 1 02, 224 Totlaben (General) 60

Şebeş 1 82, 183, 1 84, 185 Totrekan 1 05

Şehbaz Giray (Koban Hanı) 187 Trabzon 60, 1 40, 282, 286

Şehzadebaşı 25 Tripolis 72-74

Şerif Ahmed (Mekke Emiri) 98 Tuna Nehri 6 1 , 182

Şerifzade Mehmed 123 Turhal 146

Şevket-i Buhari 44 Turla Nehri 62, 64, 2 1 3

Şevki Mustafa Efendi 44


Şimşirlik Dairesi 27, 30, 1 94 U-Ü
Şumnu 90, 1 04, 1 05, 1 24- 1 27, 1 30, Ur Geçidi 82, 83
1 3 1 , 145, 205, 207, 208, 2 1 1 Ur Kalesi 85
Uzak Doğu 222
T ülkün 72
Taganruk Kalesi 60 Üngern (General) 105
Tahran 1 36 Üsküdar 28, 29, 35, 1 1 2, 1 1 3, 1 1 7,
Taksiın 278 239, 240
Taınan 85-87, 1 52, 1 54, 165, 1 67, Üsküdar Sarayı 29
1 68, 1 70- 172, 1 75, 1 87, 2 1 3 Ütreht Muahedesi 37
Tarih -i Cevdet 96, 28 1 , 285-29 1
Taşoz Adası 8 1 v
Tatarcık Abdullah Efendi 2 1 6, 2 1 7 Varna Limanı 105
Tekeburun 1 82 Varşova 50, 5 1
Tekirdağı 167 Vasıf Efendi 20, 92, 1 6 1
Temeşvar 182, 183 Vayınars ( General) 60
Tırhalalı Nimetizade 72 Vaytkal Muahedesi 4 1
Tirsinikli İsınail Ağa 269 Vefa 25, 28 1 , 288
Tokat 4, 146 Vehhabiler 228
Tokatlı Bekir Efendi 236 Verjen 4 1 , 50, 53, 54, 163
Tolçı 68, 88, 89 Versay Muahedesi 39
304 K ay ı V I I I : I s l a h a t , Darbe ve D e v l e t

Vidin 88, 89, 1 82, 1 84, 206, 269 Yergöği Kalesi 88


Vilar 37, 38 Yeşildirek 109
Viyana 1 9, 37, 90, 2 1 4-2 1 6, 22 1 Yıldız Kütüphanesi 249
Yirmisekiz Çelebizade Said Meh -
y med Efendi 24

Yafa 99, 1 0 1 , 226 Yusuf Paşa (Balkan Muhafızı) 1 26

Yağlıkçızade Mehmed Emin Paşa Yusuf Ziyaeddin Paşa 225, 227, 2 3 1


58, 59 .
Yanık Minare Mescidi 29 z
Yaş 8, 59, 62, 65, 66, 1 74, 1 87, 203, Zağros 1 35
204, 2 1 2, 2 1 3, 23 1 , 283, 289 Zahir (Şeyh) 8 1 , 99
Yaş Muahedesi 2 1 3, 23 1 Zal Mahmud Paşa Türbesi 1 09
Yavuz Sultan Selim Han 243 Zeynep Sultan Camii 1 1 3, 1 97
Yedi Sene Harpleri 5, 38, 4 1 , 43, Zeyrek 25
46, 48, 222
Ziştovi 8, 2 1 2, 283, 289
Yedikule 58, 9 1 , 1 79
Ziştovi Muahedesi 2 1 2
Yeğen Mehmed Paşa 1 24, 1 60, 1 86
Ziştovlu Mehmed Ağa 1 9
Yenicami 27
Zonguldak 1 64
Yenikale 86, 87, 93, 94, 1 27, 1 28,
1 33, 1 34

You might also like