Professional Documents
Culture Documents
Engin Geçtan - Seyyar (Söyleşiler)
Engin Geçtan - Seyyar (Söyleşiler)
Seyyar
Seyyar
Engin Geçtan
ISBN-13: 978-975-342-520-9
Engin Geçtan
Seyyar
SÖYLEŞİLER
f}) metis
Engin Geçtan
BÜTÜN YAPITLARI
Edebiyat
Edebiyat Dışı
PSİKODİNAMİK PSİKİYATRİ VE
NORMALDIŞI DAVRANIŞLAR, 1975
İNSAN OLMAK, 1983
PSİKANALİZ VE SONRASI, 1988
VAROLUŞ VE PSİKİYATRİ, 1990
KİMBİLİR? 1998
2002
HAYAT,
ZAMANE, 2010
Önsöz 7
Metis Yayınları
En güzel şeyler bedava
Yaşamdaki en güzel şeylerin
bedava olduğu gerçeği,
çocukluk yıllarımın
İzmir' inden bugüne kalan
en önemli iz ...
H üseyin Kara g öz: G e riye d ö n üp b a ktı ğ ı n ızda şehirl e r etkilemiş mi
sizi?
M u rat K e m a l o ğ lu: İzmir Karşıya k a ' d a büyü d ü nüz. Ka rşıya kalı olmak
n a s ı l bir şey?
Ö yle bir kent düşünün ki bir köşeyi döndüğünüzde bir başka ken
H. Ka ra g öz: D ü nya nın pek ç o k ü l kesini d o l a ştın ız, Pata gonya, Ye
men gibi a l ışılmışın dışında yerlere gitti niz. Bu g ezilerinizde sizi en
çok etkileyen ü lke hangisi old u?
28 SEYYAR
miş olan kentler. Edirne Türkiye'ye çok benzeyen medeni bir şe
hir ve eski bir başkent olmanın gururunu gösterişsiz bir asaletle
taşıyor. Mardin ise çarpıcı mimari yapısının yam sıra, kapalı ka
pılar ardında sürprizler sakladığı izlenimini veren bir kent.
H . Karagöz: Bir Günlük Yerim Kaldı İster misiniz? de çok etki leyi ci
bir ç ö l tasvi riniz va r: "Sessizl iğin g ü rü ltü s ü n ü n d uyu l d u ğ u , to prağın
üzerinde ve a ltı n d a ki h e r şeyin aslında s ü rekli değiştiği, sınırl a rı ol
maya n bir büyüte ç l e insana kendisini o l d u ğ u haiiyle çırılçıplak gös
terive ren çöl." Çölde b u deneyim i yaşamış olmanız g e rektiğini düşü
n üyo rum. Ya n ı l ıyor muyum?
E. Bora: New Yo rk'ta da uzun süre yaşa dı nız. O rası için "G elenl ere
ya ba n c ı l ı k yaşatmaya n ama ya lnızlık yaşata n bir şehir," derler. Sizin
bu kon u d a ki izl e n i m l e riniz n e l e r?
Kırmızı Kitap 'ın yazılışı ilginç bir süreç, hikayesi sonraki kurına
calardan farklı. 1980'lerin sonlarında bir gece bilgisayarın başın
da otururken aniden bir şeyler yazmaya başladım. Tenha bir kal
dırım kafesinde oturan bir genç adam önündeki gazetede bir ci
nayet haberi okuyor. Issız bir sokakta güpegündüz öldürülmüş
halde bulunan bir kadınla ilgili. Gazetede kadının resmi de var.
Başını gazetesinden kaldırdığında, öldürülmüş olan kadının biraz
ötesindeki bir masada oturduğunu görüyor, öldürüldüğü sırada
üzerinde bulunan işlemeli beyaz elbisesiyle . . . İki paragrafın ar
dından "Bu da nerden çıktı?" düşüncesiyle yazdıklarıma bir ba
kıp bıraktım. Sonra da varlığını unuttum, ama nedense silmeyip
"nonsense", yani " saçma" başlığıyla bir diskete kopyalayarak.
Aradan iki yıl geçti, bu arada ev bile değiştirdim. Bir gün bilgi
sayarımla printer arasında bir uyum sorunu çıktı ve her ikisi de
incelenmek üzere gönderildiler. O zamanlar Amiga kullanıyor
dum. B irkaç gün sonra tamire gittiği yerden telefon ettiler, soru
nu çözmekte zorlandıklarını, yanıma bir disket alıp oraya gelme
mi istediler. Rasgele bir disket alıp gittim ve her nasılsa ben gi
dince sorun çözülüverdi. Yanıma aldığım disket "Nonsense" imiş,
dolayısıyla bu iki paragraf sorunun giderilmesinin ilk ürünü ola
rak kağıda aktarılmış oldu. Eve döndüğümde iki yıl önce yazdı
ğım satırları okudum ve içimden devam etme isteği geldi.
Yirmi ikinci sayfaya geldiğim gün Atıf Yılmaz beni ziyarete
geldi, yönetmek üzere olduğu bir filmin senaryosunun psikiyat
rik yönüyle ilgili bir şey konuşmaya. Konuşmamız sona erdiğin
de bilgisayarın yanında duran sayfaları gördü ve ne yazdığımı
sordu. Birkaç sayfasına göz attıktan sonra okumak için alıp gö
türdü. Aradan ne kadar zaman geçti hatırlamıyorum, ama metne
devam etmekten yine vazgeçtiğim bir sırada Atıf Yılmaz'la Mar
mara Oteli'nin önünde karşılaştım. Hatır soruşulmasının ardından
H E Pİ M İZ KURGU KAH RAMANLARIZ 37
Ertu ğ ru l U ral: Tren kita b ı n ızda evre nin aslında bir hologram o l d u
ğ u n d a n s ö z e d iyorsu nuz. B u kita pta ki yo l c u l u k d a bir holografi k ol
g u mu?
E. Ural: Kita pta ki rayla rla yolc u l u ğ u n nasıl bir ilişkisi var?
40 S EYYAR
'
B . Sayd a m : Kızarmış Palamutun Ko kusu nda, ka ç m a k/ uza kl a ş m a k
g i b i görünse de sanki b i r "geri d ö n m e a rzusu, ka b u l edilmeme e n d i
şesi ve geri dönme m a h c u biyeti" va r g i b i . Kita pta d ü z zamanı yırta n
kurg u l a r, zaman yo l c u l u k l a rı, özg ürleşme h a re ketl e ri gibi görünse
d e aslında hep böyle bir ye n i d e n b a ğ l a n m a özl emini içe riyo r, i l e riyi
d e ğ i l d e, ge riyi işa ret e d iyor g i b i . Ka h ra m a n l a rınızın z a m a n i ç i nd e ki
d u ru ş l a rı n e / nasıl?
'
H. Karagöz: Dersaadet'te Dans ta kurd u ğ unuz bir öte d ü nya va r. H a n
g i ı rkta n o l u rsa olsun he rkesin tek bir " h a l k"ı oluşturduğu, yöneti c i l e
r i n b u l u n m a d ı ğ ı, b i reyl e rin yaş a m a sanatın ı öğrenmeye ça lışarak
kendi ke n d i l e rini yönettikleri bir d üzen. Böyle bir şey m ü mkün mü?
... B irkaç yıl önce piyasaya sürülen bir diski var dostumun: Scarlat
ti Sonat.
Bu diskte, süresi iki dakika olan bir Scarlatti sonatının çok sayıda,
değişik yorumu bulunuyor. B unlar, Zacharias'ın ayn yorum yaklaşımla
rını sergiliyor. Kayıtlan kendisi yapmış. Scarlatti'nin bu küçücük parça
sının yorumlarını yıllarca "bis" olarak çalmış konserlerinde. Stock
holm'den Kahire'ye, Rio de Janeiro'dan Tokyo'ya kadar. . .
S onat, kimi yorumda 1 dakika sürmüş (aksiliği v e sivri yönleriyle),
kimisinde 2 dakika 14 saniye (esprisi ve kıvraklığıyla), kimisinde 3 da-
kika 14 saniye (hüznüyle) . . . 2 dakika 20 saniye, 1 dakika 15 saniye sü-
renler ve benzerleri de var.. .
H. Karagöz: 6-7 Eyl ü l olayl arını çok etkileyi c i biçimde beti m lemişsi
n iz. Bunun nedeni sizin derinden etki l e n m iş olmanız olabilir mi?
H. Karag öz: 6-7 Eylü l olaylarını yazıya dökmüş olma nızın bu olayl a r
sırasında yaşa dığınız v e o z a m a n fa rkında olmadığı nız şok etkisi
üzeri n d e terapötik etkisi olmuş olabilir m i ?
Olabilir, hatta sanırım oldu da. B u bana bir başka benzer anımı
çağrıştırdı. Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği filmine yer yer si
yah-beyaz dokümanter parçalar eklenmişti, 1 968'de Ruslar'ın
Prag'ı işgalinin görüntüleri. S inepop'ta filmi izlerken, Prag'ın Rus
işgalindeki günlerini yaşamış biri olarak, o sekanslar ekranda gö
ründüğünde gözlerimi kapadığımı, hatta bir ara sinema salonunu
terk etmek istediğimi hatırlıyorum. Oysa Prag'daki o günlerde sa
dece burukluk ve hüzün yaşamıştım. Gençken, yaşadığım ya da
tanık olduğum travmatik olayların bana yaşattıklarını yadsıma ve
onlara karşı kendimi duyarsızlaştırma eğilimim vardı. Şimdilerde
farklıyım . .
H. Karagöz: Ya psikiyatri?
Her şeyin bir bedeli var. Geçmişte bir dönem psikiyatrist kimliği
min üzerime çok yapıştığının, bunun beni insanlardan soyutladı
ğının farkındaydım. Bu can sıkıcı durumu Ankara'daki yıllarım
dan çok, İ stanbul'daki ilk yıllarımda yaşadım, burada entelektüel
olarak nitelendirilen kişi yoğunluğunun daha fazla olmasıyla ilgi
li olabilir. Çünkü bunu yaratanların daha çok o kesim olduğunu
düşünüyorum. Bu öyle bir paradoks ki, talep ediliyorsunuz, ama
talep edildikçe soyutlanıyorsunuz, çünkü aslında talep edilen siz
değilsiniz. Ancak zaman bana şunu öğretti. Farkına varmadan et
rafınızdaki insanların sizi soyutlamasına fırsat verdiğiniz oranda
bunu yaşamak durumunda kalıyorsunuz. Yani varlığınızın orta
dan silinmemesi konusunda dikkatli olmanız ya da bu konuda sa
vaş vermeniz gerek, size terbiye adı altında sunulmuş öğretileri
bir yana itmeniz gerekse bile. Yaklaşık son on yıldır bu konuda
başarılı bir sınav vermiş olduğumu düşünüyorum, çünkü artık
böyle bir sorun yaşamıyorum.
Küçük çocuk annesinin anne imgesiyle ilişkidedir ve bu im
genin annenin gerçek kişiliğiyle pek ilgisi yoktur. Kaç yaşında
olursa olsun, bir insan ancak anne ve babasını vaktiyle geliştirdi
ği ana-baba imgelerinden farklı, kendi dünyaları olan ayn varlık
lar olarak görmeye başladığında büyümüş sayılır, ama pek çok
YAPMAK İLE OLUVE R M E N İ N FARK! 61
E. U r a l : N e d i r bu sistem?
M. Kem a l o ğ l u : Benim tıp oku d u ğ u m yıllard a bilgi 20-30 yıl d a bir de
ğişiyordu, son yıl l a rda ise bilgiler 2-3 yıl d a bir değişiyor. Çevremde
ki bazı meslekta ş l a rımın, ö n c e d e n edindikl e ri bilgileri n dışında bir
şey d uyd u klarında h ı rç ı n c a red ya şad ıklarını gözlemlemiş biri ola
ra k, g e l işmenin kaçınılmazlığını e n g e l l eyen p a radig m a l a rı n çökme
si ve e pistemolojileri n kopması sizce m ü m kü n m ü d ü r?
Aslında insan arada, yani ilişki içinde var olmak üzere program
lanmış bir varlık. Ne var ki bebeğin doğduğu anda var olan ben
o ilişkisine yönelme eğilimi, dünyaya gelişimizin hemen ardın
dan bastırılarak ben-şey ilişkisine yöneltilir. Çünkü uygar dünya
sadece ben-şey ilişkisini biliyor. Bence psikoterapi, terapistle te
rapiye gelen arasında, ben-o bağını, olabildiğince ve her şeye
rağmen yeniden yaratma çabası temelinde gelişen bir süreç. Te
rapistin terapiye gelen kişiye kendi duygusal beklentilerini yö
neltmemesi böyle bir sürecin yaşanmasına zemin hazırlıyor.
Bence psikoterapinin gerçekliği, terapiye gelen kişinin ger
çekliğinden öte, terapötik ilişkinin kendisinde. Ancak dış dünya
nın şartlandırmaları psikoterapi odasının hemen dışında bekle
mekte olduğundan, psikoterapi, bir bakıma, "rağmen varolabil
me" yi amaçlar. Bu daha da temelde, evrenden kopuk yaşayan in
sanlar dünyası ile evrendeki her şeyin tekliği arasında bir uzlaşı
arayışıdır. Şu anda, kitaplarımdan birinde verdiğim bir örneğe
dönme gereğini duyuyorum. Yirminci yüzyılın ilk yarısının öncü
psikanalistlerinden Frieda Fromm-Reichmann'ın bir anısına.
Fromm-Reichmann vaktiyle kendisine analize gelmiş olan biriy
le yıllar sonra karşılaştığında sormuş : "Birlikte geçirdiğimiz on
ca saatten sende kalan en canlı anı hangisiydi ? " Karşı tarafın ce
vabı: " Bir akşam size geldiğimde hava kararmaya başlamıştı. İ ki
miz birlikte karanlıkta elektrik düğmesini bulmak için hayli uğ
raşmıştık . "
Kendi evrimim içinde onun ulaşmış olduğu yere biraz olsun yak
laşabildiğimde, kolektif bilinçdışı, gölge arketipi, entropi ilkesi
gibi buluşlarını kolayca özümseyebildim. Yine de beni en çok et
kileyen sözü şu oldu: " Kuramlarını iyi öğren, ama yaşayan ruhun
mucizesine dokundukları an onları bir kenara bırak . " Bir keresin
de Jung aylardır uyuyamayan bir kadını ninni söyleyerek uyut
muş. B azen mesele bu kadar yalın ve basit işte. Jung'un yaratıcı
cesaretine bu denli sahip değilim. Ama özellikle son yıllarda, ben
de sıradanmış gibi görünen bazı fırsatları terapötik araç olarak
kullanmakta olduğumun farkındayım. Kendiliğinden oluveren
şeyler bunlar. Bu tavrım geleneksel kuramlara bağlı bazı genç
meslektaşlarımı şaşırtabiliyor, ama ben de bugünkü esnekliğime
kestirmeden gelmedim, bakalım onlar kendi geleceklerinde nasıl
yerlere varacaklar.
rak. Esneme bence gerçek bir değişim değil, bir tür aslına dönüş.
Sanki başlangıçta kendi dengesinde olan bir yay, yıllar içinde ba
zı sıkışmalara maruz kaldıktan sonra, yaşam döngüsünün sonuna
doğru eski halini almaya başlıyor. .Eskiden daha katı, ama daha
ödün verici olduğumu düşünüyorum . Esneklik ve ödün verici ol
ma birbirinden farklı şeyler. Katı insanların ödün vermediği inan
cının yanılgı olduğunu, esnedikçe daha az ödün verici, ama daha
uzlaşmacı olunduğuna inanıyorum. İ lk bakışta bunlar çelişki gibi
görünebilir, ama uzlaşma ve ödün verme farklı şeyler. Uzlaşma
dans edebilmeyi, ödün verme bir oranda kendinden vazgeçmeyi
tanımlıyor. Ö zgürce dans edebilmek için, inandığımız şeylerden
ödün vermediğimizde dünyanın sonu olmayacağını öğrenmiş ol
mak gerekiyor. Tabii, esnekliğe giden yol, biraz da yeni yaşantı
lara açı k olabilmekten ve dünyadaki dönüşümler karşısında ken
dini güncelleştirebilmekten geçiyor.
E. U ra l : Kutsal n e d i r?
B. Sayd a m : "H ayat"ı p e k ç o k m etafo rl a a n latıyo rsu nuz. "Ö l ü m " ise,
h ayat metaforl a rı n ı n eksikliği, o l u msuzl a n m a sı, te hdidi ya d a kusur
la nması o l a ra k -ta m a ltı ç izilmese bile- hissetti riliyo r. Ö l ü m ' ü n
"kendi" metaforu n u kurg u l a m a k m ü m k ü n m ü ?
H . Karag öz: Bir Günlük Yerim Kaldı İster misiniz?' de Fati ma Şeyta n
d a n ö l ümsüzlüğü satı n a l ıyor ve buna karş ı l ı k bir bedel öd üyor. "Tü m
za m a n l a rd a v e t ü m meka n l a rd a b u l u n m a k" zorunluluğu . . . H e r z a
m a n koştu ra n v e hep bir yere yetişmeye ç a l ı ş a n l a rın da benzer bir
ö l ü msüzl ü k ihtiya c ı olduğu söylenebilir mi?
'
H. Karag öz: Dersaadet'te Dans ta n b i r başka a l ıntı: "İmgesinden
kurtu l a ra k kendine ulaşabileceği ka nısındayd ı. İ ç i n e d ü ştüğ ü tuzak-
1 02 SEYYAR
'
H . Karagöz: Dersaadet'te Dans ı n önsözünden bir a l ı ntı: "Bazı d u
r u m l a r dışında insana, k e n d i hikayesini ya ratma h a kkı ta n ı n m ı ştır.
H ikayesini ya rata n ı n kendisi o l d u ğ u n u k a b u l etm e m e kte direndiğin
de, hikayesi trag edyasızl ı ğ ı n tra g e dyası o l u r." B u ifa d e nizle kader ve
kısmet fa ktörlerini o rta d a n k a l d ı rıyorsun uz. S e ç i m l e rimizin b a ş ı m ıza
d e rt o l d u ğ u ya d a yanlış seçimler ya ptığımız d u ru m l a rd a ka ç a c a k
b i r sığınağı mızı elimizden a l m ıyor m u s u n uz? Ya s e ç i m l e rimizle yüz
leşmek kaldıramaya c a ğ ımız ka d a r a ğ ı r bir yük ise?
M. Kemaloğlu: H a ng i boyutla r?
B. Sayd a m : "İnsan(lığ)ı n ' Leitmotiv'i, ' başka s ı ' olmak a rzu s u d u r",
kurg u l a m ası, sizin yaşa m ı n ızda / ya ş a m g ö rüşü n üzde / eserleriniz
d e ya n kı b u l uyor mu? Nasıl?
TRAJ EDİ İLE YÜZLEŞ E M E M E N İ N TRAJEDİSİ ,,,
H . Karagöz: Bir Günlük Yerim Kaldı İster misiniz?' den b i r a l ı ntı: " O l
m a k üzere o l a n ı n d e ğ i l d e , o l m a kta o l a n ı n i ç i n d e kendimizi b u l d u ğ u
muz o a n . . . " B u b a n a , birden uya n ı p t e k ç ıkışınız o l a n ka p ıyla a r a n ı
za g i r e n a l evlerle karşılaştığınızda, a ra b anızın koltuğuna yasla n m ı ş
g i d e rken bird e n karşınızda b u l d u ğ u n u z ka myon s ü rü c ü s ü n ü n uyku
l u gözle riyle bakıştı ğ ı n ızda, ya o l u rsa korku s u n u n a rtık yaşa n m a d ı
ğ ı o a n ı ç a ğ rı ştırıyo r. Ö l ü m e b u ka d a r ya kl a ş a n birinin ya ş a m ı n ı n
tekra r aynı o l m a s ı m ü mkün m ü ?
TRAJ EDİ İLE YÜZLE Ş E M E M E N İ N TRAJ EDİSİ 1 13
'
H . Ka ra göz: Dersaadet'te Dans ta n b i r a l ı ntı : "Bilinen bir nesne, bili
n e n yerinden, bilinmeyen, dolayısıyl a b u l u n m a d ı ğ ı bir mekana g itti -
1 14 SEYYAR
Yıllar önce, artık hayatta bulunmayan genç bir öğretim üyesi psi
koterapi beraberliğimizde, o sıralar popüler olan bir filmi çok is
tediği halde göremediğinden söz etmişti. "Neden göremedin?" di
ye sorduğumda, "Çünkü birlikte gidecek kimse bulamadım, " ce
vabını aldım. B u konuşma bundan yaklaşık otuz yıl öncesinde
geçmişti, böyle yaşayan ne kadar insan kaldı bilmiyorum. Ama,
çevrelerine endeksli yaşayan, tekbaşınalığı katlanılmaz ve ürkü
tücü bir durum olarak algılayanlar sanırım hala çoğunlukta. New
York'un Manhattan bölgesinde "tekbaşınalık kültürü" çok yaygın
ve Amerikalılar hazır yemeğe oldukça düşkün. On yıl kadar ön
ce, bunu göz önünde bulunduran bazı süpermarketler tek kişilik
TRAJEDİ İ LE YÜZLEŞEM E M E N İ N TRAJEDİSİ 1 15
S. Yıld ız: Su başlarını tutm uş, ken d i l e rinden menkul kera metl eriyle
ahkam kesen, mega lomanilerini, ipin u c u n u ka ç ı rmış özseve rlikleri
n i bir h a sta lık belirtisi olarak d e ğ i l de beyin ve ka rakter g ü c üyle ve
emekle kaza nılmış birer erdemmiş g i b i yaşaya n b üyüklerimizle ilgili
neler söyleyebilirsiniz?
l u rum, h eveslisi çok," demesi gibi h e rkes h e r şeyi yap ıyor. Bu gidiş
n e reye? D ö n ü ş ü o l a c a k mı? Siz b u n l a rı nasıl yaşıyorsunuz?
S. Yıld ız: Sizin d a n s ederken, ne gibi rastl a ntı l a rla karşılaştı ğ ı n ızı, fi
g ü rlerinizi birbirine nasıl b a ğ l a d ı ğ ı n ızı merak ediyoru m. Eşlik e d e n
l e r, ya kıtın ızı sağlaya n l a r, kimler ve nelerdi? Rastlantısa l kesişme
n o kta l a rınız nerelerdi?
B ana göre fanatizm, bir mitos ya da mitoloj iyle tutkulu bir ilişki
yaşıyor olmak demek. Seçilen mitoloji, kişinin narsisistik gör
kem yansıtmalarından, yüzleşemediği karanlık yönlerine, yani
gölge arketipine kadar değişebilen imgeleri, simgeleri ve inanç
ları içerebiliyor. B izler doğadan uzaklaştıkça yalnızlaştık ve bir-
1 22 SEYYAR
taki dostlarla buluşmak için hoş bir araç, bazen saat farkı nede
niyle yaşanan kısıtları ortadan kaldırıyor. Bilgi ve dosya alışveri
şi yönünden de büyük kolaylık sağlıyor. Ancak yine de bu araç
ların hiçbirinin canlı beraberlikler kadar doyurucu olabileceğine
inanmıyorum.
Bu soru beni aşar, çünkü stratej i uzmanı değilim. Ancak bazı göz
lemlerimi anlatabilirim, ama bir çekince ile. Bizler günümüzde
süregelen olağanüstü karmaşık politik dinamiklerin bize gösteril
diği şekliyle dünyayı algılıyor ve değerlendiriyoruz. Görünenin
ya da gösterilenin altındaki asıl olayları bilmiyoruz. B ilmiş ol
saydık da enformasyon fazlasıyla işgal edilen beynimiz ancak ka
pasite sınırına kadarını algılar ve değerlendirirdi. Ayrıca dönü
şümler öylesi hızlı ki şu anda söyleyeceklerimin bir yıl sonra ne
kadar anlamlı olacağını da bilmiyorum.
1 1 Eylül'ü bir milat olarak görmüyorum. Tarih akan bir süreç
ve bu sürecin akışını değiştirmiş gibi görünen olaylar neden ol
duğu kadar sonuç da. Bana göre, 1 1 Eylül de dünyanın ekseninin
Doğu'ya doğru kaymakta olmasının ya da Amerikan İ mparatorlu
ğu'nun giderek kırılganlaşmasının doğal bir sonucu. Kulelerin
saldırıya uğrayıp yıkılışını ekranda izlerken çok da şaşırmamış,
İ mparatorluk döneminde Topkapı S arayı'ndaki Cuma törenlerin
M. Kemaloğlu: Çoğu insan o tü rküyü " B u rası Muştu r... " d iye bilir.
"MAG R U R OLMA PADİŞAH I M " 1 33
Ben de yakın yıllara kadar öyle bilirdim, Yemen ile Muş arasın
da nasıl bir ilişki olduğunu bir türlü anlayamayarak. Yemen'den
döndükten bir süre sonra Alevi diva S abahat Akkiraz'ın 1 999 yı
lında Londra Caz Festivali'nde The Grand Union Orchestra eşli
ğinde verdiği konser kaydını dinledim. Türkülerden birinin adı
" Yemen" idi, bir başka Yemen türküsü, Erzincan'dan :
Bence var. Susan S ontag'ın son kitabı d a bununla ilgili idi : Baş
kalarının Acısına Bakmak, daha doğrusu bakamamak. Öyle bir
hale getirildik ki, dünyanın şurasında ya da burasında yok yere
"MAG R U R OLMA PADİŞAH IM" 1 35
Ü. Ka rta l : Hayat kita b ı n ızda Thie rry H e nts c h ' i n b i r sözü va r: "B atı,
D o ğ u 'ya hayatı n ı nasıl kaza n a c a ğ ı n ı öğ retebilir. B atı zamanla, nasıl
yaşa n a c a ğ ı n ı D o ğ u ' n u n ona göste rmesini iste me durumunda ola
c a ktı r." Buna benzer b i r şekilde, Ahmet H a mdi Ta n p ı n a r, Huzur da
D o ğ u 'yu "te m b el, değişmekten hoşlan maz, g e l e n e kl erinde a d eta
m u mya l a n m ı ş bir d ü nya" o l a r a k ta rif edip şöyle deva m eder: "Fa kat
b i r şeyi, ç o k büyük bir şeyi keşfetmiş. B e l ki va ktinden çok evvel b u l
d u ğ u i ç i n k e n d i n e zara rı doku n m u ş ... kendisini ve bütün a l e m i tek
b i r va rl ı k h a l i n d e görebilmenin s ı rrı n ı ... ama u n utmaya l ı m ki d ü nya
a n c a k bu n o kta d a n kurtu l u r... fa kat bu b u l uşla kendisini avuttu ğ u
i ç i n h a reket i m k a n l a r ı n ı az çok aza ltmış. Ya rı şiir, ya rı h ü lyada, re ali
te nin s ı n ı rl a rında yaşa mış ... m a mafih b u h a l i benim hoşuma g itmi
yor, d eve kervanı seya hati gibi, a ğ ı r ve yoru c u g e l iyor." Katı lıyo r m u
s u n u z b u d ü ş ü n c e l e re?
Bin yıla yakın bir süredir aynı topraklarda yaşayan bir ulusun
"göçebe ruhlu" olarak nitelendirilmesini pek kavrayamıyorum.
Hangi kolektif özelliklerimizden ötürü göçebe ruhlu sayıldığımı
zı bilmiyorum, çünkü bu konuda beni yeterince aydınlatacak bir
açıklamayla karşılaşmadım. Keltler Avrupa'nın doğusundan batı
sına doğru hareket ederek sonunda İ rlanda'ya yerleştiler, sonra
dan bazıları ekonomik nedenlerle ABD'ye göç etti. Bu onların da
göçebe ruhlu olduğu anlamına gelir mi? Çünkü göçebe dendiğin
de sürekli yer değiştiren grupları anlıyorum. Bence, yakın za
manda İngiltere'de Londra Kraliyet Sanat Akademisi'nde açılan
"Türkler: Bin Yılın Yolculuğu, 600- 1 600" başlıklı serginin anlat
tıkları Amin Maaloufun sözleriyle örtüşmüyor. Çünkü biz hep
aynı yönde hareket etmişiz, doğudan batıya. Kendimizi Bedevi
kökenlilerle özdeşleştirmek bana yakın gelmeyen bir yaklaşım.
Biz göçebe değil, seyyarız.
görüşümü değiştirmez.
Chirac'ın sözlerine bir tepki de abonesi olduğum Popüler Ta
rih dergisinden geldi. "Bin yıllık yaşamı boyunca . . . Bizans Türk
kültüründen neler aldı?" başlığıyla. Yazıda, Roma İ mparatorlu
ğu'nun Türklere çok şey kattığı kabul edilmekle birlikte, dördün
cü yüzyıldan itibaren Türk kavimleriyle temas eden imparatorluk
da Türklerin kültürlerinin etkisi altında kalmıştır, deniliyor.
Tabii bu bizim kimliğimizin önemli de olsa sadece bir boyu
tu. Sözünü ettiğim "Türkler" sergisi, tarihimizin az bilinen bir di
limini daha gözler önüne serdi. Cem Erciyes'in sözleriyle bu ser
gi " . . . Türkleri, Moğol, Çin, İ ran, Arap kültürlerinin de karıştığı
bir dilin yaratıcısı; dinamik bir sanat üretiminin destekleyicisi
olarak sunuyor". Sergiyi görmediğim için sadece alıntı yapmakla
yetiniyorum. Bu konu dipsiz kuyu, burada son vereyim.
Ü. Ka rta l: Avru p a -Tü rkiye iliş kisiyle i l g i l i bir soru sorm a k istiyorum.
Avrupa vata n d a ş ı olan eşimle i l k karşılaşmamızın a rd ı n d a n ü l kesine
döndüğünde bir a rka d a ş ı n a benden söz e d e rek " ... ama biraz uzak
ta," diyor. Arka daşı da "Avrupa s ı n ı rl a rı içinde mi ba ri?" d iye soruyor.
Eşim biraz d ü ş ü n üyor ve " İ sta n b u l ' da," c eva b ı n ı veriyor. N e d e rsiniz,
Avrupa n e resi, Tü rkiye nerede?
hayran olması, çünkü böyle bir şey neredeyse yok oluşla eşanlam
taşıyor. Aynı şeyin toplumlar için de geçerli olduğunu düşünüyo
rum. Bana göre günümüz Avrupası kendi üzerine kilit vurmuş bir
alan gibi, İ stanbul ya da Türkiye ise "kendisini tespit etmemiş ya
da buna izin vermemiş" bir fenomen. Avrupa düzgün adım yürü
yor, esneklikten yoksun; Türkiye doğaçlama bir dansı sürdürü
yor, kuralsızlığın kurallarıyla. Evrendeki Kaos olgusuna Avru
pa'dan daha yakın. Tanıdığım biri anlatmıştı. İ ş ilişkisi olan ve bu
nedenle yıllardır ülkemize gidip gelen bir İngiliz Türkiye için
"Yeni Batı" demiş. Gördüğünüz gibi kullandığı ölçü yine Batı.
Vaktiyle gezegenimizin bu yanında sadece Türk-Osmanlı İm
paratorluğu ve Hıristiyan dünyası vardı, sınırları oynak. Doğu ve
Batı, Avrupa'nın sonradan, kendisini şekillendirdikçe icat ettiği
isimler. Kendilerinin doğusundaki dünyaya topluca Doğu dedik
leri için doğal olarak kendileri de Batı oldular ve sonradan buna
Avrupa adını verdiler. Doğu'yu sadece sömürülecek bir bütün
olarak algıladıkları için, oradaki çeşniyi ve renkleri göremediler.
Üstelik geliştirdikleri kültürü abartılı bir şekilde yücelttiklerinden
sonuç kendi kültürüne hayran bir Batı oldu. Onun için sorunuza
cevap olarak Türkiye'nin yeri tespit edilemez demeyi uygun bu
luyorum. Buna farklı bakmaya çalışanların ise sadece kafası ka
rışır. Çünkü Türkiye, varoluşun mekan boyutundan çok, zaman
boyutu içinde var olmuş bir olgu.
.
H .' Karagöz: N asıl bir fa rk va r?
Evet, bir anı var, ama halkeviyle dolaylı olarak ilintili. Bu anının
benim için öğretici bir yanı da olmuş, yıllar sonra fark ettim . . . İ l
kokul beşinci sınıftaydım sanırım, dönemin cumhurbaşkanı İ s
met İnönü'nün İ zmir'i ziyaret edeceği söylendi. Halkı Karşıyaka
Halkevi'nin verandasından selamlayacakmış. Halkevine geldi
ğinde bir çocuk ona çiçek verecekmiş. Bir süre sonra o çocuğun
ben olacağını öğrendim. Bunu pek umursamadığımı hatırlıyo
rum, sonraki hayatımda da kendimi benzer durumlarda buldu
ğum oldu, hoşlanmayarak. Törenleri sevmedim, bana rol veril
mesini ise hiç. Zaten seçilmemden anne ve babamın da haberi ol
madı, herhalde son gün söyleyecektim. İnönü'nün gelmesine bir
hafta ya da on gün kala cumartesi günü sinemaya gittim. Film
çok komikti, kendimden geçmiş halde gülerken burnumu önüm
deki koltuğa çarpıp yaraladım. Pazartesi okula burnumda bir ya
ra kabuğu ile gidince panik yaşandı. Müdür ve yanındaki zevat ki
herhalde İ zmir'in mülki erkanından birileri, uzun süre burnumu
incelediler. Eleştirilmedim, ama bu ilgiden sıkıldığımı hatırlıyo
rum. Bu muayeneler birkaç gün sürdü, önce burnumu inceleyip
sonra aralarında konuşuyorlardı.
Muhakkak ki daha önce de olmuştur, ama bu, otoritenin saç
malayabileceğine ilişkin ilk bilinçli deneyimimdi. Neden takıl
dıkları yerden çıkıp başka seçeneklere yönelmemişlerdi? İ zmir'
de başka çocuk mu yoktu? Her gün burnumu inceleyen bu adam-
1 68 SEYYAR
S . Yıld ız: Dersaadet'te Dans ile ta n ı ştım sizi nle. Truman Show ve
Matrix gibi bende kurg u l a rınızı ç a ğ rıştı ra n fi l m l e r izlendi sonra. Ve
Tren' i okudum. Sin emayı sevdiğinizi s a n ıyo rum: İki yön etmen, iki
film ve iki oyu n c u a d ı istesem ...
Onca iyi film arasından iki film seçmek zor, ne dersem diğerleri
ne haksızlık olacak. Vazgeçilmez oyuncularım arasında Hong
Konglu oyuncu Tony Leung ve Hollywood endüstrisinin tuzakla
rına direnerek yoluna devam eden Jennifer Jason Leigh'i sayabi
lirim. Dönüp baktığımda Marlon Brando'yu bir oyunculuk abide
si olarak görüyorum.
Başlangıçta biraz sıkıntılı yaşadım, hatta bir ara devam etmek is
temedim. Galiba söyleşinin proje tarzında sürdürülmesine alış
makta zorlandım, ama zamanla bu formatta gelişmesinin kaçınıl
maz olduğunu kabullendim. Ben yazmaya alışkınım, yazmak be
nim için tek başına oynanan, bana hoş sıcaklıklar yaşatan bir
oyun. Bu kez, başkalarıyla paylaşmam gereken farklı bir sürecin
parçasıydım ve görüşmecilerin çoğu doğal olarak olayı önemse
diler, ama zaman zaman biraz fazla önemsediler. Nitekim bazı
soruları, biraz soyut ya da fazla üst düzeyde olduğu için cevapla
maktan kaçınmak zorunda kaldım. Sadece cevapların değil, soru
ların içeriğinin de çoğunluğun anlayabileceği nitelikte olması ge
rektiğinden. Söyleşilerin basımı söz konusu olduğundan, görüş
meciler ve ben baş başa değildik, amaç konuştuklarımızı okuyu
cuyla paylaşmak, onlara bir şeyler sunabilmekti. Okuyucuyu göz
önünde bulundurma amacıyla bazı soruları cevaplamamamın gö
rüşmeciler tarafından anlayışla karşılandığını sanıyorum. Çünkü
soru sormayı sürdürdüler ve gerekli görülen yerlerde ayarlama
yapmaya özen gösterdiler. Katkılarından ve anlayışlarından ötü
rü hepsine teşekkürlerimi iletmek istiyorum.