You are on page 1of 278

LEWIS CARROLL, Asıl adı Charles Lutwidge Dodgson olan Lewis Car­

roll, 27 Ocak 1832'de lngiltere'nin kuzeyinde dünyaya geldi. Oxford Üni­


versitesi'nden dereceyle mezun oldu ve matematik alanında doçentlik un­
vanı aldı. 1862 yılında yazmaya başladığı çocuk öyküsü Alice Harikalar Di­
yannda'nın kahramanı, okul müdürünün ortanca kızı Alice'ti. Alice Hari­
kalar Diyarında ve 1872'de bu öykünün devamı olarak yazdığı Aynadan
lçeri kısa sürede klasikler arasına girdi. Kendi adıyla yazdığı pek çok şiirin
yanında matematikle ilgili eserler de vermiştir. Yaşamının büyük bölümü­
nü lngiltere'nin kuzey sahillerinde geçirmiş, 1898 yılında da yine burada
yaşama veda etmiştir. Eserlerinin çoğunu yazdığı Whitburn'de anısına bir
heykel dikilmiştir.
Lewis Carroll
Alice Harikalar Diyarında ve Aynadan !çeri
Özgün Adı: Alice in Wonderland and Throught the Looking Glass

lthaki Yayınlan666 -

Edebiyat- 536
ISBN 978-605-375-006-2

2. Baskı, Şubat 2011, lstanbul

© Türkçe Çeviri: Kıymet Erzincan Kına, 2009


© lthaki, 2010
© Wordsworth Editions Limited, 1993
© 1llüstrasyon: John Tenniel
© Sunum: Lewis Carroll ve Yapıtları Üstüne, Kı rmet Erzincan Kına

Yayına Hazırlayan: Şule Cepcepoglu Koçak


Sana: Yönetmeni: Murat Özgül
Redaksiyon: Nur Küçük
Sayfa Düzeni ve Baskıya Hazırlık: Yeşim Ercan Aydın
Kapak. iç Baskı: ldil Matbaacılık
Davutpaşa Cad. No: 123 Kat: 1
Topkapı-Istanbul Tel: (0212) 482 36 Ol
Sertifika N o: 1141O
lıhaki"' Penguen Kitap-Kaset Bas. Yay. Paz. Tic. Ltd. Şti.'nin yan kuruluşudur.
Mühürdar Cad. !iter Ertüzün Sok. 4/6 34710 Kadıköy İstanbul
Tel: (0216) 330 93 08- 348 36 97 Faks: (0216) 449 98 34
ithaki@ithaki.com.tr - www.ithaki.com.tr - www.ilknokta.com
Lewis Carroll

ALiCE HARİKALAR DİYARINDA


ve

AYNADAN İÇERİ
Çeviren
Kıymet Erzincan Kına

ithaki
Sunum:
Lewis Carroll ve Yapıtları Üstüne

M atemati kçi Charles Lutwidge Dodgson (1 83 2-1 88 9 ) ya da edebi­


yatta ta n ı nd ığı ismiyle Lewis Carrol l çel i ş kileri ve bazı eleştirmen­
lere göre çift kiş i l i k l i kara kteriyle Vi ktorya döneminden (1 8 37-
1 9 01) çok izler taşı r. İ ngi ltere sanayi devri m i n i n ve söm ü rgecil iği­
nin altın çağı olarak kabul ed i len Viktorya dönemi; çal kantıları, ça­
tışmaları ve ikilemleri içi nde barı n d ı ran sancı l ı bir geçiş s ü recid ir.
Bu çağı n topl u m sa l hayattaki tutuculuğu ve ah laki gösteriş i , i n sa­
na nefes aldırmayan d i s i p l i n i , belki de gerçekten kopmak i steyen
yazar ve şair Lewis Carro l l ' ı n b i l i nçaltıyla edebiyat eserlerinde fa n ­
tasti k ku rgu lar olarak ya n s ı m ı şt ı r. Lewis Carroll i s m i de eserleri n­
deki kel i me oyu n la r ı n ı n bir yan s ı ması olarak, yazarın ilk i ki adı
Charles Lutwidge' i n , Lati ncesi Carolus Lodovicus'den t ürettiği b i r
i s i md i r. Yazar, ayn ı za manda Charles Lutwidge Dodgson yanıyla
dönem i n i n titiz b i r m atemati kçisi ve m a nt ı kçısı olarak Oxford
Ü n iversitesi Ch rist Kil isesi'nde hocad ı r. Ayrıca m uhafazakar İ n gi l ­
tere Kil ises i ' n i n sad ı k b i r üyesi v e papazd ı r. Öteki Dodgson, yan i
Lewis Carroll i s e neşe d o l u b i r i nsandır. O n b i r çocu kl u b i r a i l e n i n
üçüncü çocuğu olarak kardeşleri n i eğlendi rmekte kazandığı dene­
yi m le el çabukluğunda, s i h i rbazl ı kta, bilmece sormada ve h i kaye
a n l atmada usta l aş m ıştır. Lewis Carroll olarak ayn ı zamanda fo-

5
toğraf sanatçıs ıd ı r. 1 880 yılında fotoğraf çekmeyi b ı rakana kada r
çok sayıda ka reye i mza atm ıştır. Fotoğraflarında temel olara k in­
sanları, köpekleri, ağaçları kullanan Carroll, çektiği bazı yarı- n ü
çocuk fotoğrafları neden iyle çocuk istismarcıl ığıyla suçlanm ışsa
da bu s uçlama asla doğru l a n mamı şt ı r.
B i r matematikçi ve edebiyatçı olara k matematikle ilgili yazd ığı
eserlerde Charles Lutwidge Dodgson ad ı n ı kullan ı rken, edebiyat
eserleri nde Lewis Carroll a d ı n ı kulla n m ı şt ı r. M atematikçi yan ı ol­
d u kça tutucu, ama bir o kada r da di kkat l i ve d i s i pl i n lidir. M atema­
tik alan ı nda yazd ığı kitaplar a rası nda en önemlisi, Euc/id and his
Modern Rivals (1 879 ) (Öklid ve G ün ü m üzdeki Raki pleri ) 'd i r. Ayrı­
ca b i r ma ntıkçı olarak 1 88 7 'de The Game of Logic ( M a ntı k Oyu n u)
ve 1 8 9 6'da Symbolic Logic Part I (Sem bol i k Mantık Bölüm 1 ) adl ı
kitapları yayı m l a n m ıştır. Ancak daha çok edebiyatçı yan ıyla Lewis
Carroll olarak Alice's Adventures in Wonderland (Al ice H a ri kalar Di­
yarında) (1 86 5 ) ve deva m ı Through the Looking-Glass (Aynadan İ çe­
ri) (1 8 72) ad l ı kita plarıyla ü n lenm iştir. Bu kita pları The Hunting of
the Snark(1874) (Kö pa n Avı) ad lı uzu n epi k ş ii ri ve en son yayı n l a­
nan romanı Sylvie and Bruno (1889-1893) izlem iştir. Ö l ü m ü nden
çok sonra da Roger Lancelyn G reen (1 9 18-87) , Lewis Carroll üze­
rine b i rçok kitap yazmış, Carro l l ' ı n g ü n l ü kleri n i n editörl üğü n ü ya­
p ı p 1 9 53 'de yayı mlamış, 1 979 'da da mektu pları n ı n yayı mlanması­
na yard ı mcı ol m uşt u r.
Lewis Carroll yaşadığı Viktorya döne m i n i n gerçekçi edebiyat
geleneğin i n dışı nda b i r yazard ı r. O dönemde özel l i kle çocu k ede­
biyatı nda yazılan kitapların gerçekçi olması, ah laki ve d i n i konu­
l a rd a çocu klara temel bilgi ler kaza n d ı rması, onların erdeml i ve
a k ı l l ı b i rer yetişkin olarak eğitil meleri ne yard ı mcı olacak eserler ol­
maları bekl e n i rd i . Bu yön üyle Lewis Carroll, Alice öykü leri n i n ço­
cuklara h itap eden yön üyle, dönemi n i n çocuk edebiyatı geleneği­
ni alt üst etm iş ve var olan yapıtlara göndermeler yaparak onlarla
i nceden i nceye alay etm iştir. Tı pkı Robert Southey' n i n didaktik

6
"The Old M a n ' s Comforts and How H e Gai n ed Them" adl ı ş i i ri­
ne bir parodi olarak yaz ı l a n ve Alice Harikalar Diyarında da yer
alan " Kocad ı n Sen Wi l l i a m Baba" ş i i rinde takla atı p amuda ka l ka n
Wil liam Baba gibi.
Alice Harikalar Diyarında ve Aynadan İçeri kitapları yed iden yet­
mişe herkese hitap ediyor. İ çi ndeki hayal gücü ve saçmalıklarıyla
gü n ü m üz ü n gerçekçi çocuklarına b i raz yabancı gelse de, yine de
Al ice'i n s i h i rl i o l u ş u ve karş ı s ı na çıkan tuhaf yarat ı kl a r nedeniyle
çocuklar için d i kkat çekicid ir. Yetişki nler içinse, bu h i kayeler, kul­
lanılan sözcü klerdeki ses, biçim, a n l a m çağrı ş ı m ları ve oku run ha­
yal gücüyle, her dönemde yen iden yazılacak ve farklı fa rklı yoru m­
lar kazanacak kara m izah eserleridir. Yi n e de Viktorya dönem i n i n
ü s t kesi m top l u m sal ve s iyasal yapıs ı n ı n kara m izah l aştı rılarak
çok d i kkatl ice işlendiği b i r a legori olmaları neden iyle h ikayenin ar­
ka plan ı n ı n b i r m i ktar b i l i n mesi gerekir. Z i ra Vi ktorya dönemi ne,
tarihsel ve kültürel öğelere çok ciddi göndermeler ve gizli a n lam­
l a r vard ı r.
Vi ktorya dönem i, i lerleme, ayn ı zamanda i lerlemeye d uyulan
kuşku çağıd ı r. Zengin l i k-yoks u l l u k, i n anç-akıl, k i l ise- b i l i m , idea­
l izm-materyalizm, ci n sel l iğin bast ı rı l ması-fuh u ş hep iç içed i r. Sı­
n ıf ve cinsiyet ayrı m ı , m uhafazakarlaşma ve ahlaki gösteriş diz
boyud u r.
İşte bu yüzden o lsa gerek döne m i n i yansıtı rcas ı n a Al ice öykü­
leri, i kilemler ve bu i kilem lerin b i rb i ri içinde erimesi üzeri ne ku ru­
l u d u r. Charles Ludwidge Dodgson-Lewis Carroll, matem atik-ede­
biyat, yetiş k i n ler-çocu klar, kara m izah-çocuk kitabı, gerçek-dü ş ,
b i l i n ç-bi l inçaltı, yeraltı-yer üstü, gerçek-görü nen, akı l l ı l ı k-del i l i k,
m a nt ı k-saçm a l ı k ve içi ndeki bütün d iğer o i ki lemleriyle bize çizgi­
n i n ötesi nden bakmayı a n l atan, semboller ve i roni kon u s u nda
d i kkatli olmamız gereken b i r yapıt s u n ar.
Alice Harikalar Diyarında (186 5 ) ve deva m ı Aynadan İçeri (187 2)
kitapları n ı n doğu m s ü reci n i başlatan h i kayeler, 1 862'de Thames

7
N ehri'ne yapı lan kayı k gezisinde Lewis Carro l l ' ı n çok sevd iği kü­
çük kızlardan b i ri olan Alice ve iki kız kardeş ine a n latı l maya baş­
l a n mıştır. G ezi son rasında eve geri dönd ü klerinde Alice, bu serü­
ven leri Ca rrol l'dan kend isi için yazmasını ister. Lewis Carroll bun­
ları yazmaya o a kşam başlasa da, tamamlan maları için i ki sene
geçmesi gerekir. Tek baş ı n a bu d u ru m bile bu kitabın bir çocuk ki­
tabı olarak yazı l m ad ı ğı n ı n göstergesid i r. Bu h ikayeler ilk an latı ldı­
ğında Alice 10 yaşı ndad ı r. "Alice'in Yeraltmdaki Maceraları" adlı
gerçekten çocu klara yönelik ilk kita p ç ı ktığında Al ice 1 2 yaşı nda­
d ı r. "Alice Harikalar Diyarında" çıktığında Al ice 13 yaşındad ı r. "Ay­
nadan İçeri" çıktığında ise Alice 1 9 yaş ı ndadı r. Belki de bu yüzden
olsa gerek b i rçok eleştirmene göre Alice Harikalar Diyarında ede­
biyatçı yan ıyla b i r Lewiss Carroll ya pıtıyken, Aynadan İçeri mate­
matik ve mantık yön ü n ü n baskın olduğu bir Dodgson yapıtıdı r.
H i kayenin baş ında Alice, terbiyeli, tem kin l i , eğiti m l i bir küçük
h a n ı m efendi olarak büyüklerin sözcüsü gibid i r. Fakat b i r ya ndan
da yed i yaşında bir kız çocuğu olara k Viktorya dönem i n i n çocu k­
l a ra bakış açısına göre hiçbir şey bil meyen , faydasız, boş boş ha­
yal kuru p oturan d eğersiz çocu kları n ı n da sözcüsüdür. Anca k her
şeye rağmen d i ğer Viktorya dönemi çocu k karakterlerinden farklı
olarak eleşti rel bir yan ı vard ı r ve ken d i n e güveniyord ur. B u yüzden
olsa gerek keyfi uygulamalar içi nde olan des pot kraliçeye meydan
okur ve bir şekilde yetişkin otoritesi n e karşı gel i r. Al ice meraklı bir
çocu ktu r da; işte o mera kt ı r ki bizi gerçeğin peşinde d üşler alemi­
n e savurur. Bu savru l mada Dod gso n ' u n bil i nci nden Carrol l ' ı n bi­
l i nçaltına yapılan yolcu l u kta n da izler vard ı r. Al ice'in tavşan deli­
ğinden atlamasıyla yeryüzü yeraltı karşılaştırması n a , aynadan içe­
ri girişiyle gerçek ile görünen karş ı laştırması na ta n ı k o l u ruz. Bu i ki
yolcul u kta da Alice' i n hari ka düşler d ü nyas ı , bütün deliliği, saç­
malığı, şaşırtıcılığı, soru msuzluğu, soğu kl u ğu ve zal i m l iği ile ye­
tişkin lerin m ateryal ist d ü nya s ı n ı n iro n i k b i r yansımasından öte b i r
şey değildir. Ca rroll, yetişkin leri n dü nyas ı n ı n berrak, lekelen me-

8
miş b i r çocuk için ne kadar saçma görü n d üğü n ü gösterir.
Ancak ki mi eleşti rme n lere göre de, Carro l l bu eserlerinde b ü ­
yü klerin d ü nyas ı n a sadece ayna tuta r, ciddi değişi k l i kler ya pma
peşinde değildir. B u n d a n d ı r ki Alice geçirdiği bütün d ö n ü ş ü m lere
rağmen, hiç zarar görmez. H atta meyd an okuyuşu nda da ait ol­
duğu s ı n ıfı n etkisi vard ı r. Al ice ayn ı zamanda papaz kiml iği i l e dö­
nemin i n b i r yansıtıcı s ı olara k, yazarın ergen l i ğe henüz geçmemiş,
ci nsel l iğe bulaşmamış masum, körpe ve kutsal M e ryem Anasıd ı r.
Yazarın kendi özel yaşantı s ı nda öze l l i kle küçü k kızlara olan d üş­
künl üğü ve on larl a a rkadaşl ığı da b u n u destekler yönded i r.
Edebiyata kazan d ı rd ığı eserleri içinde üzeri nde yirmi yı l çalıştı­
ğı son kitabı olan ve yer yer Al ice öykü leriyle benzerl i k kurulan
Sylvie and Bruno (1889/1893) i l e Carro l l , Vi ktorya dönemi edebiya­
tına, Alice öykülerinde olduğundan çok daha yı kıcı bir şekilde sal­
d ı rı r. Vi ktorya dönemi gerçekliğine karşıt olarak d ü ş ve gerçek, d i l
ve mantık aras ındaki s ı n ı rı zorlayarak yirm i nci yüzyı l ı n edebiyatı­
na kapı a ra lar. Al ice öykülerinde Alice'in rüyasından uya n ı ş ı , abla­
s ı n ı ve ked i s i n i b ı ra ktığı gibi yan ı nda aynen b u l u ş u gerçekle d ü ­
ş ü n s ı n ı rı n ı bir yerde belirlemiş o l u r. Fakat Sylvie and Bruno'da
gerçekle d ü ş a rasındaki çizgi bulan ı kt ı r. Bu eserde d ü ş ler sadece
gerçeğin "öte yakas ıdır." Romanda olayla r iki mekanda geçer. İ l ki
1 9 . yüzyı l ı n Vi ktorya dönemi, diğeri ise Fairyland ad ı ndaki haya l i
bir d ü nyad ı r. Fairyla nd'de geçen olayla r Alice' deki gi bi saçm a l ı klar
ve ş i i rl erden o l u ş u rken , Vi ktorya dönemi İ ngilteresinde geçen
olaylar ise d i n i , topl u m u , fel sefeyi ve a h lakı çeş itl i boyutlarıyla tar­
tışan karakterlerden oluşan top l u msal içeri kli b i r rom a n d ı r.
B i r d i ğer eseri The Hunting of the Snark (1874) (Köpan Avı) İ ngi­
l izcede yayı n l a n a n en uzu n saçma epik ş i i rd i r. Carrol l ' u n Alice öy­
kü lerinden sonra en fazla b i l inen ve sevi len bu yapıtı, Köpan Avı
olarak Tü rkçeye Barış Pirhasan tarafından çevri l m iştir. Bu eserde
Aynadan İçeri öyküsü nde yer alanjabberwoky(Cabbaroku) 'dan kay­
naşık sözcükler ve haya l i yarat ı klar itibarıyla ciddi izler vard ı r. Ha-

9
ya l i b i r yaratığın peş i n e d ü ş m ü ş gari p bir gemi tayfa s ı n ı n yolculu­
ğunu kon u alan ve içinde m izah barı nd ı ran b i r ş i i rd ir.

Çeviri Süreci Üstüne

Alice Harikalar Diyarında ve d eva m ı Aynadan İçeri kita pl a rı , man­


t ı k ve m atematik kavra m l a rı n ı n arka planda yer aldığı, ses ve bi­
çim oyun l a rı n ı n a labildiğine at koşt u rd uğu b üyü kler için yaz ı l m ı ş
b i r kara mizah eserleri olarak e l e a l ı n d ı klarında, akıcı l ı klarına ve
bütü n l ü klerine zarar veril m eden çevr i lmeleri, b i r çevi rmen için ol­
d u kça çetin, ama bir o kadar da keyifli bir iştir. Bu iki kitabı d i ğer
çeviri lerim le karş ı l aştı rd ığı mda, bu s ü reçte s a n ki Tü rkçede Lewis
Carrol l ' ı ve o n u n yazarl ığı n ı oynadığım hissine zaman zaman çok
kap ı l d ı m . Al ice' in özü ndeki a n l a m ı , okur üzeri nde b ı raktığı etkiyi
ve akıcı l ı ğ ı n ı kaybetmemek adı n a b i rebir çeviriden yer yer kaçı n­
dım ve bu uğurda çok mecbu r kaldığımda ki m i zaman yoru ma ve
uyarla malara yer verd i m . Ancak b üt ü n b u s ü reçte çevi ri n i n , çevir­
men tarafı ndan başta n yaratılan b i r eser olmadığı ve yabancı b i r
d i l v e kültürden erek-d i l v e kültüre a ktarılan b i r eser olduğu gerçe­
ği n i de göz ard ı etmed i m .
Ses ve biçim öğeleriyle b i r l i kte, özel l i kle ses lere bağl ı anlam ve
çağrışım ların ağır bastığı, özünde b i r ş i i r olan Alice'i çevirmeye
oğl u ma hamileyken başlam ıştım, biti rd iğimde oğl u m hayata mer­
haba d iyeli altı ay ol muşt u . Farkl ı b i r yaratma s ü reci n i hem beden­
sel hem de psikoloj i k boyutuyla yaşıyor olmam, bu s ü reci ben im
için hem zor hem kolay kıldı. Önce l i kle emeğe, alın teri ne, eseri
yaratana ve yaratılan esere olan saygı m ve sevgim bin kat arttı. Ya­
ratılan eserin özüne ihanet etmemem gerektiği n e olan i nancım
bir kez daha pekişti. Yine bu yüzden olsa gerek olabild iği nce bağ­
l ı , gerektiğince özgü r çeviri an l ayı ş ı n ı n gerektiği nce özgür kısmı­
na mecburen fazla yöneldiğim oldu . Kayna k metne görece sada­
kat sanki Alice'i Barbie güze l l iğinde bı rakaca k, onu özü itibarıyla

10
cansız, kuru, yavan ve sı kıcı kılacaktı. Oysa o n u Türkçede İ n gi l iz­
cedeki güzel l iğine ve can l ı l ığına yaklaştırmaya çal ı şm a k gerekti .
H a m i lel iğim l e başlayan bu çeviri s ü recinde karn ı mdaki tekmeler,
bir bakıma Tü rkçede de can kaza n m a k ve özgürleşmek i steyen
Al ice' in de tekmeleriyd i . Böylece b i r ya ndan oğl u m Kerem i l ke ışı­
ğa kavuş m a n ı n özlemi içinde tepi n i p d urd u karn ımda, b i r yandan
da ben, Lewis Carol l ' ı n Alice'i doğu rma sü reci n i oynad ı m . öyle ya
çevirme n l i k biraz da yazarı oynamaktı gal i ba.
B u a n lamda yazarı oynad ığı m , dolayı sıyla özgü r davrandığım
böl ü m lerden bir tanesijabberwocyk (Cabbaroku) ş i i ridir. Eserdeki
matematiği ve mantığı en iyi görd ü ğ ü m üz yerlerden b i risi olan bu
şi i r, İ ngil izcede yazılan saçma ş i i rlerin en ö n e m l i l erinden de bir
tanesidir. Ş i i rde ses ve şekil oyu n larıyla beraber, İ ngi l izcede o lma­
yı p doğrudan yazarı n tü rettiği b i rçok sözcü k vard ı r. Yine de Lewis
Carro l l gerçek olmayan kel imeleri sanki gerçekm işçesine ku l landı­
ğından ş i i rde neler olup bittiği n i az çok çı karı rız. Örneğin b i r keli­
menin ne a n lama geldiği n i bilmesek bile bunun b i r s ıfat m ı , isim
m i, fı i l m i old uğu n u k u l land ığı eklerden a n l aya b i l i riz. i şte bu il­
ginç ş i i ri n , yazarı n tü rettiği saçma sözcüklerden oluşan öze l l i kle
ilk kıtası n ı çevi rmem gecel i gü n d üz l ü b i r haftadan fazla b i r zama­
n ı m ı aldı. H atta yayı n a hazırl a n ı n caya deği n d ö n ü p d ö n ü p d eğiş­
tirme gereği d uyd uğu m yerler oldu.
B u s ü reçte i l mek i l mek işlenen b i r ş i i ri önce sökt ü m , son ra ye­
n iden işlemeye çalışt ı m . Sökme işlemi nde önce l i kle sözcü klerin
tü reti l m e yöntem leri n i a n l am aya çal ıştım . Bu yöntem lerinden bi­
rinde yazar var olan sözcü kleri bi rbiri içi nde eriterek yen i kayna ş ı k
sözcükler ( portmanteau words) ol u şturm u ştur. Bu kel i melerin
a n lamları n ı çözme aşamasında, öncel i kl e Carro l l ' ı n daha sonra ki
yazılarında yer alan eklemelerden ve Aynadan İçeri kita b ı n ı n 6. Bö­
l ü m ü nde Y u m u rta Adam'a yaptı rd ığı açıklamala rdan yola çı kıp
hangi sözcü kleri n bi rbirleri içinde eridiği n i a n l amaya çal ı şarak ye­
ni kaynaş ı k sözcüğün a n l a m ı n a u laşmaya uğraştım. Örneğin , bu

ll
ş i i rin i l k kıtasında yer alan " s ü m rak" sözcüğü n ü , Ca rrol l ' ı n uyd u r­
d uğu bir kaynaşık sözcük olan " s l ithy" sözcüğü içinde eriyen kel i ­
melerin (sl imy: s ü m ü ks ü , l ithe: kıvrak,) Tü rkçe a n l a m la rından yo­
la çıkarak uyd u rd u m . Bazen de yazarı n , hangi sözcüğü var olan
hangi sözcü kten yararlanarak tü rettiği n i çözmeye ça l ı ştı m . Örne­
ğin, Yum u rta Ada m ' ı n yaptığı açı klamalardan ve b u n u destekleye­
cek şeki lde Carro l l ' ı n ken d i yazd ı klarından yola çıkarak, i l k kıtada
yer alan "brill ig" sözcüğü n ü n , "bryl or bro i l " sözcü klerinden tü re­
diğini ve "akşam yemeği n i pişi rme öncesi, akşam üzeri" a n l a m ı n a
geld iği n i çözdü kten sonra, Tü rkçedeki şiirsell iğe de uyacağı n ı dü­
ş ü nerek "çaya ltı" sözcüğü n ü uyd u rd u m . Kimi zaman da bir türlü
kaynağı na vara madığım sözcü kler old u . Örneğin şiirin adı bu şe­
kilde uyd u ru l a n sözcüklerden b i rid i r. jabberwocyk sözcüğünü
Tü rkçeye çeviri rken , ş i i ri n genel r u h u n a ve özüne sad ı k kalara k,
ses ve biçim öğelerin i de d ikkate a l ı p İ ngil izceye " Cabbaroku" şek­
l i nde ya klaştırmaya çal ıştı m.
M etn i n d i ğer geri kalan böl ü m leri nde de yer yer çok ü m itsizl i­
ğe kapı ldığı m , yi ne de umarsız bir u m utla yol u m a devam etmeye
çal ı ştığım keli m e oyu n ları n ı çevirme s ü reci nde, metn i n kendi için­
deki bütü n l üğüne, akıcı lığına ve tuta r l ı l ığına zarar vermemeye ça­
l ı ş mak öncelikli hedefim oldu. Çoğ u n l u kla İ ngilizces inde yer alan
ses ve a n l am benzerl iği n i koru maya ça l ıştı m . Örneği n, Alice Hari­
kalar Diyarında kitab ı n ı n eğiti m sistemiyle i n ceden inceye dalga
geçildiği 9 . Böl ü m ü nd e yer alan ders adlarından Reeling (gerçekte
Read i n g) ve Writhing (gerçekte Writi n g) sözcü kleri n i Tü rkçede ço­
cukları n bu sözcü kleri ilk konu ş maya başlama dönem leri ndeki te­
l affuzl a rı n ı da hesaba kata rak Otumat ve Yazmat şekl i nde çevi r­
d i m . Bu bölü mde bazı ders lerin adları n ı yaza r, İ ngil izcede va r
olan farklı b i r sözcü kle karşı lam ışt ı . B u n ları çeviri rken i n ce anlam­
sal ayrı m ları ve ku l l a n ı ş ları n ı dikkate almaya ça l ı ştı m . Böylece
"Toplama" yeri ne "Tamah", Çıkarma yerine Çıldırma, Çarpma ye­
rine Çopurlaşma (İ ngi l izces inde de uglifıcation o dönem için pek

12
k u l l a n ı l a n bir kelime deği ldi) ve Bölme için İstihza sözcü klerin i
k u l l a nd ı m. Bu bölü mde bazen d e kaynak metinde k u l l a n ı l a n man­
t ı kta n yola çı kara k yorum ve uya rlama katıp Tü rkçe ses çağrı ş ı m ­
ları kurmaya ça l ı ştı m . Resim i ç i n ku llandığım Rasim, Çizim için
ku l landığım Sızım, Karalama için ku lland ığım Yaralama, Yağlı Bo­
yama için kullandığım Yağlı Bayılma sözcükleri böyle çı ktı. Ses,
a n lam ve şekil benzerl iğini kurmakta çok güçlük çektiği m zaman
genel a n l a m ı korumaya çalışarak, kaynak metinde a n l amaya ve
çözmeye çalıştığım mantığı bir tarafı ndan Tü rkçeye uyarlamaya
çalıştı m . Alice Harikalar Diyarında da yer alan ıstakoz Kad rili bö­
l ü m ü ndeki " bezgit-mestgit-mezgit" uyarlaması buna b i r örnek.
Doğrudan ses ve şekil benzerl iğinden ödü n veri p, bu benzerl iği
ses çağrış ı m ları ve oyu n larıyla yakalamaya çal ı şarak a n lam ben­
zerl i ği n i koru maya çalıştığım böl ü m ler de oldu. Alice Harikalar Di­
yarında kita b ı n ı n 9 . Böl ü m ünde İ ngil izce meti ndeki " l esson-les­
sen" a ras ı ndaki sözcük oyu n u n u Tü rkçeye " Derslerden ders ç ı ka­
rı l ı rd ı , dersler dert olmasın istenird i . O yüzden dersler gün gün
eks i l i rdi," şekl inde a ktard ı m . Ses ve biçi m i örtüştü rmeye a n l a m ı
da yakı n laştırmaya çalıştığım yerler de olmadı deği l . Aynadan İçe­
ri kitabı ndaki Tweedledum and Tweedledee böl ü m ü n ü Tumbadız ile
Tumbadik şekl i nde çevi rirken, b u n u n İ ngil izcede bir tekerleme pa­
rod isi oluşu n u ve kitaptaki karakterleri beti m leyici yön ü n ü di kka­
te alarak Tü rkçede halk d i l i nde "kısa ve şişman" a n l a m ı n a gelen
"tu m bad ız" sözcüğü n ü k u l l a n ı p tumbad i k sözcüğü n ü de uyd u r­
dum.
K i m i böl ü m lerde de kaynak metinden birebir çeviri yapmak ge­
rekti. Örneğin Al ice'deki masalsı havayı bozmamak içi n , Aynadan
İçeri böl ü m ü nde Tü rkçedeki satranç teri m leri doğrudan ku l l a n ı l­
madı. Bundan dolayı da Kızıl Kraliçe'yi Siyah vezir, Beyaz Kral ' ı
Beyaz Ş a h , Piskoposu F i l olarak çevi rmed i m . Bir başka örnek d e
1 7 . yüzyı ldan b i r tekerlemeye gönderme olarak H u mty D u mty'de­
ki ses, biçim ve a n l am benzerl i ği n i Tü rkçede bir türlü örtüştü re-

13
mediğim içi n , bu kara kterin adı n ı b i rebir çevi risiyle a n l a m ı koru­
maya çalış ı p "Yu m u rta Adam" şekl inde çevirmem oldu.
B u çeviri ya da Lewi s Carol l ' ı oynama s ü reci ben i aynı zaman­
d a çocukluğuma, çoc u kl uğumda babaan nemden, a n n emden d i n ­
lediğim masallara, tekerlemelere v e n i n n ilere d e göt ü rd ü . Ş i i rleri
özel l i kle de tekerlemeleri çeviri rken kulağımda çocukl uğumdan
kal a n sesler ve sözcükler yen iden gün yüzü ne ç ı km a k i çi n can atı­
yorla rd ı . i şte 1 60. sayfada kull a n d ı ğı m "daldala n m a k" sözcüğü
böyle ç ı ktı. Kayna k metindeki a n lam ve ses uyu m u n a çok yakın ol­
d uğ u n u d ü ş ü nd ü ğ ü m bu sözcü k, fa rklı farklı yörelerde "duldalan­
m a k, tuldalan ma k" şeklinde de telaffuz edilmekte ol u p , "bir yeri n
altına girip sığın m a k, kend i n i koru m a k, güvene almak" anla m ı n­
d a kul l a n ı l ı r. M etinde de çiçekleri n ağac ı n dallarının altına girerek
dalda/anmaları a n l a m ı ve sesi yakalaması açısından ben i m için
çok heyecan verici o l m u ştu.
B i r çevi rmen olarak yer yer Tü rkçe n i n çok kı s ı r sözcük d ağarcı­
ğı olduğu söylemleri n i çok d uyd u m , beni m de ayn ı d uyguya kap ı l­
d ığım dönemler olmad ı deği l. Ama Alice ile ş u ihtimali de göz
ö n ü nde b u l u n d u rmak gerektiğ i n i d ü ş ü n meye başlad ı m. San ı rı m
Tü rkçenin kaynakla rın ı yeterince kullan maya n , Tü rkçeyi sadece İ s­
tan bul Tü rkçesi olarak gören a raştırmacıları n , yazarların, çevir­
men lerin de b i raz sorgulama ve a raştırma içine girmeleri, hem
h a l i h az ı rda halk a ras ında kullan ı l a n sözcü kleri keşfetmeleri, hem
d e Türkçen i n sözcük türetmeye yatkın yön ü n ü d i kkate almaları
gerekiyor.

Kıymet E rzincan Kına


ALiCE HARİ KALAR DİYARINDA
Lewis Carroll

ALiCE HARİKALAR DİYARINDA

Çeviren
Kıymet Erzincan Kına
Yazarın Notu

Şapkacı' n ı n Bilmeces i n i n (bkz. s. 77) herhangi bir cevabı olabi l i r


m i sorusuyla o kad a r s ı k karş ı laşt ı m k i , bana gayet uygun görünen
b i r cevab ı b u rada bel i rte b i l i ri m : "[Kuzg u n ve Yazı M asası] b i rkaç
nota/not' ü retebi l i rler, ama hepsi de çok d ü zd ü r' ve i kisi de asla
ters kon maz!3" Fa kat bu çözüm sonradan a kla gelen b i r cevap. i l k
ortaya kond uğunda B i l m ecen i n hiçbir çöz ü m ü yoktu .
Noel 1 8 9 6

ı) Nete: Hem nota, hem de yazılı not anlamında. -yhn


2) Kuzgunun çıkardığı kısıtlı sesler ve not kağıtlarının düz oluşu anlamında. -yhn
3) Raven/Kuzgun sözcüğünün tersten yazılışı nevar, ki never/asla gibi telaffuz edilir.
-yhn
Yaldızl ı b i r i ki nd iüstü başladı her şey
Süzüle süzüle gid iyord u k nehi r boyu nca,
İş bil mez i ki kürekçi m izle.
M i n i m i n i kol la r gidip gel m ede öylece
N u maradan kü rek sal lamada o m i n i k e l ler
Kı lavuzluk yol unda gezim ize sessizce.

Ah bu zal i m Üçl ü ! G ü n ü n bu saati nde


D u rgu n ken hava böyle
M asal d iye tuttu rmazlar mı, bir tüyü oynatacak
N efesi a l m a ktan acizken ben böyle!
Ne gel i r ki elinden tek başına bu zava l l ı n ı n
Gel m i ş ken b i r a raya b u ü ç d i l baz böyle?

i l ki zorba, atı l d ı öne y ı l d ı rı m h ı zıyla


' Başla' d iye buyurmakta.
İ kincisi ki bar, u m utla beklemekte
'Saçmal ı k olsu n , ' derken ' l ütfen içi nde'
Üçüncüsü, böl mekte masa l ı
En a z b i r kez h e r dakikada.

Derken sessizlik ka pladı dört bir yan ı


Kovalarlarken masa l ı n peş i n i .
Yol a l mada d ü ş yolcusu bir d iyara,
Bir harikalar diyarı ki yaban ı l ve yeni .
İ na na rak doğru l uğu n a ya rı yarıya
Kurtla kuşla soh bet içinde dosta ne.
Ve son damlasına yaklaştıkça masal ı n ,
Ku rudu kça d ü ş kuyu s u n u n d uvarları,
Bitki nce d i d i n mekte yorgu n savaşçı.
B i r yan a b ı rakmak i sterken masalı,
'Arkası yarı n ,' dedi kçe, 'Yarın i şte şimdi,'
Diye çığrı ş ı r kızların şen çığl ıkları .

İ şte böyle gelişti H a ri kalar Diyarı.


i şte böyle usu lca teker teker,
i l mek i l mek i ş lendi acayip olaylar.
Ve artık masal sona erer,
D ü m e n i k ı ra rken eve o şen m ü rettebatla ,
Batan güneşin altında h e p beraber.

Al ice! Çocu kça b i r öykü işte.


Tutun o n u e l l eri nizle nazikçe,
Çocu k l u k d ü şleri nizin sarmaland ığı bir yere koyu n .
Belleğin gizem l i kıvrı m l a rı boyu nca
B i r seyyah ı n çok uzak d iyarlardan derlediği
Bir taç m isali başın ıza çiçekleri solm u şça.
BİRİNCİ BÖLÜ M
Tavşan Deliğinden Aşağıya

Al ice, ı rmağın kıyı s ı nda, ablas ı n ı n yan ı baş ında hiçbir şey ya pma­
dan öylece otu rm aktan s ı k ı l m aya baş l a m ı ştı; ablas ı n ı n okuduğu
kitaba b i r iki kez şöyle b i r göz attı; ne ki, kitapta ne b i r resi m var­
d ı , ne de bir kon uşma, " İçinde resi m ve kon u ş m a olmayan bir ki­
tap, ne işe yarar ki, '' d iye geçird i ak lından, Al ice.
Böylece, taç yapmak için kal k ı p papatya toplamasının zah me­
te deği p değmeyeceğini d ü şü n d üğü s ı rada (sıcaktan uykusu gel i p
sersem lediğinden, d üşü nebildiği de p e k söylenemezdi ya) a n i­
den, pem be gözl ü beyaz b i r tavşanın yan ı ndan koşarak geçtiği n i
görd ü .

23
Bunda öyle çok fazla b i r olağa n ü st ü l ü k yoktu; Tavşa n ' ı n kendi
kend isine, " Eyvah , geç kaldı m ! " d iye söylenişinde d e fazla b i r ga­
ri p l i k b u l ma m ıştı (sonraları d ü ş ü n ünce, gerçekten b u n la ra şaşır­
mış olması gerektiği n i a n layacaktı; ama nedense o a n her şey do­
ğal gi bi gel m i şti ona) ; fakat ne zaman ki Tavşan, yeleğinin cebin­
den bir saat ç ı karıp ona bakarak h ızlandı, o zaman Alice, beyn i nde
ş i m şekler çakarak ayağa fı rlad ı; çü n kü b i r yeleği ve cebinden çıka­
racak saati olan bir tavşana ö m ründe h i ç rastla m a m ı ştı; meraktan
tutuş m u ş b i r ha lde, Tavş a n ' ı n ard ı s ı ra tarlayı koşarak geçti ve
n eyse ki tam zam a n ı nda yetişip, Tavşan ' ı n b i r çitin altındaki koca­
man del iğe gi riverd iği n i görebildi.
Del i kten b i r daha nası l çı kacağı n ı hiç d ü ş ü n mede n , Alice de
gitti Tavş a n ' ı n a rd ı nd a n .
Tavşa n deliği tıpkı b i r tünel g i b i d ü mdüz ilerl iyord u ; birden
aşağıya doğru meyletmeye başlad ı ; her şey öylesine ani olm uştu
ki, Alice, daha nasıl d u racağı n ı d ü ş ü n mesine fırsat kalmadan ,
kend i n i b i r anda aşağıya doğru d ü şerken b u l d u .
Y a kuyu çok derindi, ya da Alice çok yavaşça d üşüyord u , öyle k i ,
aşağıya doğru giderken, etrafı n ı seyred ip, b u n d a n sonra olacakları
merak edecek kadar bol zamanı ol uyord u. Önce, aşağıya bakarak,
neye doğru gittiğini anlamaya çalıştı, ama öyle kara n l ı ktı ki h içbir
şey görem iyord u; sonra, dönüp etrafına kuyu n u n duvarları na bak­
tığı nda, her tarafın dolap ve kita p raflarıyla dol u old uğu n u fa rk etti;
orada burada tahta çivilere asıl ı resim ve haritalar vard ı . Raflardan
biri nden bir kavanoz aldı geçerken; üzerinde " PO RTAKAL MAR M E­
LAT!" etiketi vard ı , ama ne yazık ki içi bomboştu; vurur biri leri ni öl­
d ü rebilirim korkusuyla, kavanozu aşağıya atmak istemed i, bu yüz­
den, onu geçerken dolaplardan birine zar zor yerleştiriverd i .
" E h ! " dedi, Al ice kendi kend ine, " Böyle bir düşüşten sonra, bir
daha merdivenlerden yuvarlansam da vız gelir! Evde herkes bana ne
kadar cesu rs u n diyecek! Damdan d üşsem ne yazar. (Bu, pek olma­
yacak bir şey de değildi üsteli k) , bundan hiç kimseye söz etmem ki."

24
D ü ş ha d ü ş . H iç m i sonu gel m eyecekti b u d ü ş ü ş ü n ? " Ş u ana
kadar acaba kaç kilometre aşağı i n d i m ?" dedi bağıra rak. " D ü nya­
n ı n merkezinde b i r yerlere yaklaşmış o l m a l ıyım. D u r bi baka l ı m :
Sa n ı rı m , altı b i n beş yüz ki lometre ed iyord u." (Görüyors u n uz ya,
Alice oku ldaki derslerinde epey bir şey öğre n m i şti; gerçi etrafta
onu d i n leyen kimse olmadığından, bilgisiyle fiyaka satacağı yer
deği ldi ya b u rası, yine de o l s u n , prati k yap m ı ş ol uyord u.) " Evet,
uza kl ı k bu kada r olaca ktı . .. fakat o halde acaba ben hangi en lem
ve boylama geldi m ?" (Al i ce ' i n en lem ve boyl a m ı n ne demek oldu­
ğuna i l işkin hiçbir fi kri yoktu ya, yine d e b u n la r hoş ve gösteriş l i
sözcü klerdi.)
İ şte, yine baş l a m ı ştı kendi ken d i n e kon u ş maya. "Acaba, doğ­
ruca d ü nyan ı n içinden geçip öbür ta rafından mı çıkacağı m ? Baş
aşağı yü rüyen insan ları n aras ı n a çıkmak k i m b i l i r ne eğlenceli ola­
cak? Anti pati m iyd i neyd i ... (ağzından çıkan sözcük ken d i s i ne de
çok doğru gel mediği nden, o anda kimsen i n onu d i n lemed iğine
pek memnun o l m u ştu.) . . . tabii ya, b u ras ı n ı n hangi ü l ke old uğunu
sorarım biri l erine. Affeders i n iz, hanı mefendi, b urası Yen i Zelanda
m ı ? Yoksa Avu stralya m ı ?" ( Kon u şu rken de, eği l i p diz k ı rarak se­
lam vermeye çal ı ş ıyord u ... aşağı doğru giderken , böyle selam ver­
diği n izi bir d ü ş ü n ü n baka l ı m ! Yapa b i l i r m is i n iz?) " Ki m b i l i r kad ı n
beni nasıl da b i lgisiz küçü k b i r kız sanacak? Yok, yok, sorm a k pek
iyi b i r fi k i r deği l . Belki de o l u r a, bi r yerlerd e b i r tabela görürü m."
D ü ş ha d ü ş . Yapacak hiçbir şey yoktu, böylece Al ice yen iden
kon uşmaya baş l a d ı . "Bu gece Dinah beni n as ı l da özleyecek!" (Di­
nah, kedisi ol uyord u.) " U marı m , çay zamanı tas ı n a s üt koymayı
akıl ederler. D i n a h , can ı m ben i m , keşke sen de aşağıda ben i m le
olabi lseyd i n . Şansa bak ki, b u ralarda hiç fa re yok, ama o l s u n , ya­
rasa yakalars ı n , yarasa da h a n i , fare gibi b i r şey işte. Yal n ız, acaba
ked i ler yarasa yer m i ?" Al ice' i n çok uykusu gelmeye başlam ı ştı,
sanki rüyadaym ış gibi ken d i ken d i n e kon uşmasına devam etti:
" Kedi ler yarasa yer mi? Ked iler yarasa yer m i ?" bazen de "Yarasa-

25
lar ked i yer mi?" d iyord u , gerçi ikisine de ceva p veremed i kten
son ra, nasıl sord uğu pek de önem l i deği ldi. İçi n i n geçtiği n i his­
setti, hatta rüyasında Dinah i le el ele yürüdüğü n ü ve ona ciddi cid­
di, " H ad i , doğruyu söyle, şimdiye kadar hiç yarasa yed i n m i ?" di­
ye sord u ğu n u görm üştü; işte tam da o anda b i rden pat diye yere,
ku pküru ya prakların üzeri ne i n iverd i; d ü ş ü ş bit m i şti.
H içbir yeri acı mam ıştı, an ında fı rlayıp ayağa kal ktı: Yukarı ba k­
tı, ama yu karısı zifiri kara n l ı ktı; önünde de upuzun b i r başka geçit
uzanıyord u ve Beyaz Tavşa n telaş l a aşağıya doğru giderken hala
görü ş a l a n ı ndayd ı . Kaybedecek hiç zam a n ı yoktu; Al ice rüzgar gi­
bi öne fı rladı ve Tavşan tam köşeyi dönerke n , onun ş u sözleri n i
işitti: "Vah, kulaklarım, vah bıyı kları m , nasıl da geç kal d ı m !" Al ice
de onun hemen arkasından ayn ı köşeyi döndü, ama Tavşan orta­
l ı kta görü n m üyord u . Al ice, tava na a s ı l ı b i r d izi l a m bayla ayd ı n la­
nan uzun, bas ı k bir salonda buldu ken d i n i .
Salon u n dört bir yan ı nda ka p ı l a r va rd ı ; ne v a r ki hepsi kil itliyd i ;
b i r o ya na, b i r bu yana giderek h e r b i r kapıyı açmayı dened i kten
sonra, orada n bir daha n a s ı l d ı şarı çı kacağı n ı kara kara d ü şü nerek
salon u n ortasına doğru yürüd ü .
Birden, h e r tarafı camdan, üç ayaklı küçük b i r m a s a görd ü ; üs­
tünde, m i n i k altın bir
a nahtardan başka b i r şey
yoktu. Al ice, i l k önce, bu
anahtarı n salondaki kapı­
l a rdan b i ri n i n olabi leceği­
ni d ü ş ü n d ü ; ama nafile!
Ya deli kler çok büyük, ya
da anahtar çok küçüktü,
sonuçta hiçbir kapıyı aça­
madı. Fa kat salonu ikinci
dolaşmas ında daha önce
fark etmed iği a l ça k b i r
perdeyle ka rşı laştı, perdenin a rkası n d a yaklaşık kırk santimetre
yüksekliğinde b i r ka pı vard ı, küçü k alt ı n a nahtarı kapıya soktu: Ya­
şasın anahta r ka pıya uymuştu!
Kapı, fare deliğinden çok fazla geniş olmayan küçü k bir geçide
açılıyord u: Yere çömel ip, ömrün üzde görebileceğin iz en güzel bah­
çeye açı lan bu geçide baktı. Bu kara n l ı k salondan çıkıp, ş u göz a l ı­
cı çiçek tarh larıyla serin fıskiyelerin arasında gezmeye nasıl da can
atıyordu , ne var ki kafasını bile kapıdan içeri sokamıyordu. " Kafam
içeri girse ne olur ki," diye düşündü, zava l l ı Alice, "om uzları m gir­
med i kten sonra." Ah , keşke, tı pkı bir d ü rbün gibi küçü lebilseydim!
Nasıl başlandığını bir bilebi lsem, b u n u da yapabil i rd im gibi gel iyor
bana." O kadar çok olağa n ü stü şey olm u ştu ki, Alice a rtık, i m kan­
sız çok az şeyin olabi leceği n i düşün meye başlamıştı.
Küçü k ka p ı n ı n yan ı nda bekleme n i n b i r a n la m ı yok gibiyd i , bu
yüzden olur ya, masa n ı n üstü nde başka bir a nahtar ya da bir şe­
kilde i nsanları d ü rb ü n gibi küçü ltecek kuralların olduğu bir kitap
b u l m a k u m ud uyla masa n ı n yan ı na geri döndü: B u sefer küçük b i r
ş i şe b u l d u masada ("Bu ş i ş e dem i n kes i n l i kle b u rada değild i," de­
di Al ice) , güzel bas ı l m ı ş büyük harflerle " B E N İ İÇ" yazı l ı kağıt b i r
eti ket vardı şişen i n boynunda.
" Be n i iç," demek kolayd ı ,
n e va r k i , akı l l ı küçü k Al ice' i n
b u n u h i ç d e aceleye geti rmeye
n iyeti yokt u . "Yok, önce baka­
cağı m , " ded i , "ü stünde zehirli
işareti va r m ı yok m u anlaya­
cağı m . " Öyle ya, Al ice, orası n ı
b u ra s ı n ı ya kan , ya d a vah ş i
hayvan l a ra yem o l a n veya b u ­
n a benzer kötü olaylarla ka rşı­
laşan çocu klarla ilgili bi rkaç
güzel öykücü k o k u m u şt u ;

27
b u n l a r sı rf, kızgı n b i r maşayı uzun s ü re tutarsan yanars ı n ; parma­
ğ ı n ı bıçakla çok derinden kesersen , genel l i kle kanatırs ı n türü nden
arkadaşları ndan öğrend i kleri basit kura l ları a n ı msayamadı kları
için baş larına gel iyord u bu çocukların; hele, 'zeh irli' yazı s ı n ı n ol­
duğu bir ş işeden çok içersen , er geç dokunacağı hemen hemen
kes i n d i r kura l ı n ı aklından hiç çıkarm a m ı ştı.
Ancak, bu ş işede, 'zeh i rl i ' yazısı yoktu , böylece Alice, cesa reti­
n i toplayıp, tad ı n a bir bakıverd i , tad ı çok hoş u n a gittiğinden biti­
riverd i hemencecik (gerçekten de, kirazlı ta rt, krema, a n a nas, kı­
zarm ış h i n d i, karamela ve tereyağl ı kıza rmış ekmek karı ş ı m ı bir
tad ı vard ı ) .

" N e tuhaf bir h i s ! " dedi Al ice. "Gal iba, b i r d ü rb ü n g i b i kısal ıyo­
rum."
Gerçekten de öyleydi: Ş i md i , art ı k yirmi beş santimden b i raz
uzuncaydı , şu küçü k kapıdan içeri girip o güzel bahçeye gidecek
kadar kısaldığı düşü ncesi yüz ü n ü ı ş ı l ı ş ı l etm işti. Ama, yine de,
daha fazla kıs a l ı r m ıyım d iye bi rkaç dakika daha bekledi: Biraz te­
d irgi ndi; " Be l ki de bir m u m gibi eriyip biteceği m . Acaba o zaman
neye benzeri m ?" Bir mum a l evin i n söndürü l d ü kten sonraki h a l i n i
gözü n ü n ö n ü n e getirmeye çal ı ştı, öyle y a , d a h a önce hayatı nda
böyle bir şey görd ü ğ ü n ü hiç a n ı msam ıyord u .
Bir s ü re bekleyip bir şey olmadığı n ı görü nce, hemen koşu p
bahçeye girmeye karar verd i ; a m a zava l l ı Al ice tam kapıya varm ı ş­
tı ki, küçük altın anahtarı u n uttuğunu fark etti; a l m a k için geri
döndüğünde de, ne yazı k ki, art ı k boyu n u n masaya yeti şmed iğini
görd ü . Anahtarı, ca m ı n altından çok rahat görebil iyord u , masa n ı n
ayaklarından b i ri n e tı rma nabilmek için e l i nden gelen h e r şeyi yap­
tı, ama nafile, çok kaygandı; denemeleri nden yoru l u p bitkin dü­
şü nce, yere oturup h ü ngür hüngür ağlamaya başladı zava l l ıcı k.

28
" H ad i , hadi, böyle ağlaman ı n h içbir a n lamı yok!" ded i ken d i ne
sert b i r tavırla. " Hemen ş i m d i ağlamayı kessen iyi eders i n !" Ken­
d i ne, genel l i kl e çok iyi öğütler verird i ( b u n lara nad i ren uysa da) ,
kimi zaman da gözleri nden yaş getirtinceye kadar paylard ı kendi­
n i ; hiç u n utm uyord u , bir keresi nde ken d i ken d i ne kroket oyna r­
ken, h i l e yaptığı için kendi kulaktozu na vurmuştu, çünkü bu tuhaf
çocu k iki farkl ı i n s a n m ı ş gibi davra n maya bayı l ı rd ı . "Ama şimdi,
i ki farkl ı i n sa n m ı ş gibi davranman ı n ne yara rı var," diye d ü ş ü n d ü
zava l l ı Al ice. " Ba ksan ıza, bu h a l i m le doğru d ü rüst tek bir i n san bi­
le etmem!"
O s ı rada, gözü, masa n ı n altında d u ran küçü k cam b i r kutuya
takıl d ı . Kutuyu a l ı p açtı, içi nde küçücük b i r kek vard ı , üzeri ne kuş
üzü m leriyle güzelce ' B E N İ YE' yaz ı l m ı ştı. " Peki yiyeceği m," ded i,
Alice, " b u kek boyumu uzatırsa, anahta ra ulaşabi l i ri m ; yok eğer kı­
saltırsa, o zaman da, kap ı n ı n altından s ü rü nerek geçe b i l i ri m ; öy­
l eyse, her iki d u ru mda da bahçeye gi receği m, hangisi o l u rsa, ol­
sun!"
Ağzına b i r lokma kek attı, boyu n u n kısald ığı n ı m ı yoksa uzadı­
ğını m ı a n lamak için, e l i n i baş ı n ı n üstünde tutarak, " Hangisi?
H angisi?" dedi ken d i kend ine tedi rgi n l i kle; ayn ı boyda kald ığı n ı
görü nce oldukça şaşırmıştı. K i m kek yese gen e l l i kle böyle o l u rd u
zaten, gel i n görün k i Alice, norm a l i n d ı ş ı nda olağa n ü stü şeylerin
gerçekleşmesi beklenti s i n e öyl e bir a l ı ş m ı ştı ki, yaşam ı n tüm ola­
ğanl ığıyla deva m etmesi çok sı kıcı ve aptalca geliyord u .
Böylece, başladı keki n i yemeye ve biti riverd i hemen.

29
İKİNCİ BÖLÜ M
Gözyaşı Havuzu

"Tu haf, t u ptuhaf," diye bağı rd ı , Al ice


(Öyle şaşırm ı ştı ki , d üzgü n kon u şmayı
bile u n utm uştu o anda) , "şimdi de
d ü nya n ı n en büyük teleskopu gibi uzu­
yoru m! Hoşçaka l ı n , ayakları m ! " (aşa­
ğıya ayaklarına baktığında, nerdeyse
görem iyord u on ları, kendisinden öyle
uzaklaşıyorlard ı ki) . "Ah, zava l l ı ayacı k­
larım, şimdi size kim ayakkabı l a rı n ızı
ve çorapları n ızı giydi recek, ca n larım
ben i m ? Ben i m giyd i remeyeceğim ke­
sin! Sizden o kadar uzağım ki, sizi
d üş ü n ü p ken d i m i hiç zahmete soka­
mam, baş ı n ız ı n çaresine bakı n artık . . .
a m a , onlara karş ı kibar da olmalıyım,"
d iye d ü ş ü nd ü , Al ice, "yoksa istediğim
yere götü rmezler ben i ! D u r,.ne yapabi­
l i ri m , bir bakayı m . Tamam, her Noel
on lara yen i bir ayakkabı a l ı rı m . "
B u n u nasıl yapabileceğin i tasarla-
m aya koyu l d u . "Ayakkab ı ları, b i r ulak götürmeli," d iye d ü ş ü nd ü ,
"insan ı n ken d i ayaklarına armağan göndermesi amma da matrak
o l u r! Hem adres d e ne tu haf olacak!

Alice'in Sayı n sağ ayağı


Şömine ö n ü k i l i m i
Şömine paravanası yan ı
(Al ice'ten Sevgilerle)

Aman Tanrım, ben ne saçmal ıyoru m , böyle!"


Tam o anda kafası salon u n tava n ı n a çarpt ı ; ş i m d i a rtık boyu i ki
yet m i şten uzu ncayd ı , m i n i k altın anahtarı eline a l ı r al maz doğru­
ca bahçe kap ı s ı n a koşuverd i .
Zaval l ı Al ice! Tek yapabild iği, ya n yat ı p bir gözüyle bahçeye bak­
mak oldu; öyle ki, içeriye gi rebi lmek her zamanki nden de ü m itsiz­
di. Oturup yine ağlamaya başlad ı .
" Kendi nden uta n m a l ı s ı n , " ded i Alice, "sen i n g i b i kocaman b i r
k ı z (bu l a f da gayet yeri ndeyd i hani) ağlar m ı böyle h iç! H ey, sana
söylüyor u m , kes ş u zırlamayı artık." N e var ki, s u lar seller gibi
gözyaşı akıtarak ağlamasına devam etti, ta ki, salon u n yarısına ka­
dar yayı lan on santim deri n l iğinde bir havuz oluşturuncaya deği n .
B i r s ü re sonra uzaklardan pıtır pıtı r aya k ses leri gel m eye başla­
dı, ne gel iyor d iye alelacele gözlerin i s i l d i . Gelen, bir elinde beyaz
güderi eld iven leri, d i ğer elinde koca man yel pazesiyle göz alıcı kı­
yafetleri içinde Beyaz Tavşa n idi. Büyük b i r telaş içinde koşa rcas ı­
na geliyor, bir yandan da kendi kend i ne, "Ah, D ü şes! D ü şes! Eğer
o n u beklettiysem doğrayaca k beni!" d iyord u . Alice, ken d i n i o den­
l i çaresiz h issed iyord u ki, kim o l u rsa olsun yard ı m i stemeye hazır­
d ı ; böylece, Tavşan ona yaklaştığı anda, k ı s ı k, ü rkek bir ses tonuy­
la, " Lütfederseniz, efendim," diye söze baş lad ı . Tavşan, öyle b i r i r­
kild i ki, beyaz eldiven leri ve yel pazeyi yere d ü ş ü rerek olanca h ızıy­
la kara n l ığa d oğru seğirtti.
Al ice, yel paze ve eld ivenleri yerden aldı, salon çok s ıca k oldu-

31
ğundan, konuşması s ı rası nda s ü rekli yel pazelen iyord u : "Ta n rı m !
Bugün her şey ne tuhaf! Daha d ü n h e r şey ken d i olağan hali ndey­
d i . Acaba ben gece mi değişti m ? Bi d ü ş ü neyi m : Bu sa bah kal ktı­
ğımda ben ben m iyd i m ? Sanki biraz farklı gi biyd i m , ama ben ay­
n ı ben değilsem, o zaman yah u ben k i m i m ? i şte asıl b i l m ece bu!"
Yaşıtı b ütün arkadaşları n ı , "acaba onlardan birine dönüşmüş ola­
b i l i r miyi m ? " diye gözü n ü n ö n ü ne geti rmeye başladı.
" Kesi n l i kle Ada olamam," dedi, "on u n saçları uzun ve l ü le l üle,
beni m kisi hiç de öyle deği l . M a bel da olamam, çünkü ben çok
çeşitl i şeyler b i l iyoru m , oysa onun bild iği şeyler o kadar az ki! Hem,
o o, ben de ben i m . Of, Tan rı m , her şey ne kadar kafa karıştırıcı! Ön-

32
ceden bild iklerimi şimdi bil iyor m uyum diye, b i r sınayayım kendi­
m i . Bi baka l ı m : Dört kere beş on i ki , dört kere altı on üç, dört kere
yed i. .. Of bu gidişle d ü nyada yirmiye kadar gelemem! Ama çarp ı m
tablosu h e r şeyi göstermez ki. Coğrafyaya bir baka l ı m . Paris'in baş­
kenti Londra, Roma'n ı n başkenti Paris ve Roma . . . H ayır, emi n i m
hepsi yan l ı ş ! Kesin M abel 'a dönüştü m . ' Küçük timsah .. .' ş ii ri n i
okumayı bir deneyeyim baka l ı m . " Sanki ders an latıyorm uş gibi el­
leri ni kucağında kenetleyi p şiiri tekrarlamaya başladı, ama sesi bo­
ğuk ve tuhaf gel iyordu , sözler de önceki gibi deği ldi . . .

" Küçük ti m sah kıymetle n d i ri r


I ş ı l ı ş ı l kuyruğu n u ,
Yıkatı p N i l ' i n suyuna
Her bir altın pu l u n u !

Keyifle s ırıtır sa n ki
G üzelce açıp pençeleri n i ,
Kibarca gü l ü m seyen ağzı
Buyur eder küçük bal ı kları!"

"Yok, yok eminim, asıl sözler bunlar deği l , " dedi zava l l ı Alice,
gözleri yen iden yaşlarla dolarken kon u ş m a s ı n a devam etti, "doğ­
ru, kes i n l i kle M abel o l d u m , demek ki gid i p o daracık s ı kıcı evde
yaşamak zoru nda kalacağım, elimde oynayacak h içbir oyu ncağı m
olmayacak ve ah! Öğrenecek b i r s ü rü ders i m olacak! Tamam, öy­
leyse kararımı verd i m ; eğer M abel isem b u rada kalacağı m ! İ n san­
ları n yuka rıdan başları n ı sa rkıtıp, ' H adi can ı m , yen iden yu karı
gel ,' demeleri boş u n a olacak. O anda sadece, 'O halde söyleyi n ,
ben kim i m ? ' d iyeceğim o n la ra. 'Önce b u n u söyleyi n . O kişi olmak
hoşuma giderse, yu karı ç ı karı m , yok eğer gitmezse, başka biri
oluncaya deği n kesi n b u rada kalacağı m "' Sonra yen iden gözyaş­
larına boğu ldu. "Ama of Tanrım ... Keş ke baş ı n ı aşağı sarkıtan bi-

33
rileri olsa! B u rada böyle yapaya l n ız kal m a k can ı m a tak etti !"
O anda, ellerine i l i şti gözleri, bir de ne görs ü n : Kon u ştuğu s ı ra­
da, Tavşan' ı n m i n i k beyaz eldivenlerinden biri n i takm ış eline.
" B u n u n a s ı l yapabildim," diye düşündü. " G a l i ba yen iden küçü l ü­
yoru m." Boyu n u ölçmek için kalkı p masa n ı n yan ı na gitti; tah m i n i ­
ne göre şu an altmış santi metre civa rı ndayd ı v e h ızla kısal ıyord u :
B u n u n nede n i n i n elinde tuttuğu yel paze olduğu n u o a n d a fa r k et­
ti; tü müyle kısa l ı p yok olmaktan kıl payı kurtularak aceleyle e l i n­
den atıverdi yel pazeyi.
" İyi atlattım," ded i, Al ice, bu ani değişim karş ı s ı nda iyiden iyiye
ü rkmüştü, yine de, yok olmam ıştı, bundan dolayı çok mutluyd u .
" Ş i m d i , doğruca bahçeye!" Olanca h ızıyla küçük kapıya yöneldi;
ama ne yazık ki, kapı yine kapal ıyd ı ve minik altın anahtar, daha
önce olduğu gibi, masa n ı n üzeri nde d u ruyord u . " Her şey eskisin­
den de beter," d iye d ü ş ü n d ü zava l l ı çocu k, "hiç bu kadar kısa lma­
m ıştı boyu m, hem de hiç! Diyoru m işte; her şey iyice kötüye gidi­
yor!"
Tam bu kel i meler ağzından dökü ldüğü anda, ayağı kayd ı ve
c u m b u rlop d iye çenesi n e kadar tuzlu suyun içi ne göm ü l d ü . İ l k ak­
l ı n a gelen şey, her nası lsa den ize d ü ştüğü oldu. "Öyleyse, trenle
geri dönebi l i ri m," dedi kendi ken d i ne. (Al ice, hayat ı nda bir kez
deniz kenarına gitm işti; o zaman edindiği genel kan ıya göre,
İ n gi ltere sa h i l l e ri n de nereye gidersen i z gi d i n hep ş u n l a rl a
karşı laş ı rs ı n ız: Denizde soyunmak i ç i n k u l l a n ı lan bi rçok tekerlekli
kabin, tahta küreklerle kum kazan çocuklar, s ı ra halinde dizilmiş
pan siyon lar ve ard ı nda da bir tren istasyo n u .) Ama çok geçmeden
an ladı ki, b u rası, boyLT n u n yaklaşık üç metre civarında olduğu za­
manlarda ağlarken oluşturd uğu gözyaş ı havuzuyd u .
" Keşke bu kadar ağlamasaym ı ş ı m , " dedi kendi kendine, b i r çı­
kış yol u b u l m a k için yüzdüğü s ı rada. "Gal iba kendi gözyaş ları m­
da boğu larak ceza m ı çekeceği m! Kes i n l i kle çok tu haf bir şey ola­
cak bu. Hoş, bugün her şey tuhaf zaten."

34
Tam o anda, biraz ötede havuzda bir şeyin çı kard ığı şap şap ses­
leri n i d uyd u , ne olduğu n u anlamak için sesin geldiği yöne doğru
yüzmeye koyu ldu. i l k başta b u n u n b i r mors ya da suaygırı old uğu­
nu d ü ş ü n d ü , ama sonra ne kadar küçüldüğünü a n ı msayı nca, o n u n
da kendisi gi bi ayağı kayıp suya düşen bir fare olduğu n u anladı.
" Ş u fa re ile acaba kon uşsam m ı ?" d iye bir düşündü. "Bu aşağı­
larda her şey öyle olağan üstü ki, fa re pekala kon uşabi l i r bence. H er
neyse, denemekte yarar var." B u n u n üzeri ne sözleri ne başladı:
" H ey, Fare, bu gölden nas ı l çıkıl ır, biliyor m u s u n ? H ey Fare, bura­
da böyle d u rmadan yüzmekten çok yorul d u m . " (Al ice, bir fa re ile
kon u ş m a n ı n doğru yol u n u n bu olduğu n u d ü ş ü n üyord u ; daha ön­
ce hiç böyle bir şey yapmam ıştı, ama kardeşi n i n Latince Dilbi lgisi
Kitabı nda 'fare- faren i n- fareye- fare- H ey Fare' gibisi nden bir şey
gördüğü n ü a n ımsadı.) Fare, ona büyük b i r merakla baktı; sanki mi­
n i k gözlerinden birini kırpmıştı, fakat tek kel ime etmed i .
" Belki d i l i m izi anlam ıyord u r," diye akl ı ndan geçirdi Alice; " bana
kal ı rsa, bu, Fatih W i l l ia m ile gel m i ş bir Fransız Fa resi . " (O engin
tarih bilgisine karş ı n , Alice' in olayların ne kadar zaman önce oldu­
ğuna i l işkin net bir fı kri yoktu .) Böylece, Fra n sızca ders kitabında­
ki i l k c ü m l eyle yen iden sözleri ne baş ladı: "Qu est ma chatte?/Ke­
d i m nerede?" Fare, birden, s ıçrayı p s udan çı ktı, korkudan tir ti r tit­
riyor gibiyd i . Al ice, zaval l ı hayvan ı n d uygu ları n ı i ncittiği için,

35
"Ama n , l ütfen beni affed i n , " dedi telaşla. " Ked i leri sevmed iğinizi
b i r a n u n uttu m . "
" Ked ileri sevmek m i !" diye t i z ve öfkeli bir sesle bağı rd ı Fa re.
"Sen ben i m yeri mde olsan sever m iydi n onları?" " Sevmezdi m
herhalde," dedi Alice usu lca. " Kızmayın a m a y i n e d e keşke s ize bi­
zi m kedi D i n a h ' ı gösterebilseyd im . Bir görseyd i n iz onu, nasıl hoş­
l a n ı rd ı n ız ked ilerden. Öyle sevi m l i , uysal bir şey ki," Alice, bir yan­
dan havuzda uyu ş u k uyu ş u k yüzerken , bir yandan da neredeyse
ken d i kend ine kon uşmaya devam ed iyord u . "Ateşin ya n ı n a otu ra­
ra k sevi m l i sev i m l i m ı r m ı r eder, patilerini yalayı p yüzü n ü tem iz-
ler . . . Öyle sev i m l i ve yumuşak ki, onu hep okşa mak gel iyor içim-
den ... Fare ya ka lamada da b i r n u mara ... Aman, affedersi niz!" d iye
haykırd ı Alice yen iden, çü nkü Fare' n i n tüyleri d i ken d i ken o l m u ş­
tu. Alice, bu sefer Fare ' n i n gerçekten gücendiğini hissetm işti. " İ s­
temezseniz ondan bir daha söz etmeyiz."
" Biz öyle m i!" d iye bağırd ı baş ından kuyruğuna kadar vücudu­
nun her tarafı t i r tir titreyen Fare. "Sanki bu konuyu ben açm ı ş ı m
gibi ! Bizim a i lemiz kedi lerden old u m o l a s ı nefret etti: i ğrenç, a l ­
çak, adi şeyler. B i r d a h a on lardan söz etme bana."
" Peki, tam a m , " dedi Alice, kon uyu bir a n önce değişti rmek iste­
yerek " şey, peki köpekleri sever m i s i n iz?" Fare, soru s u n a cevap
vermedi , Alice hararetle sözlerine devam etti: " B izim evin orada
m i n i k şirin bir köpek var. Görmen izi i sterd i m ! Parlak küçücük
gözlü bir teriyer, uzun kıvırcık kahverengi tüyleri var! Bir şey fı rlat­
m aya gör, hemen koş u p getiri r; ne zaman yemek istese, salta d u­
rup öylece yalvaran gözlerle bakar. İ şte böyle, daha neleri neleri
var, ya rısı bile aklımda değil . Hem, bil iyor m u s u n uz, sahibi bir
çiftçi ; öyle fayd a l ı b i r köpekmiş ki, yüz paund edermi ş ! Bütün sı­
çan l a rı ö l d ü rdüğünü söylüyor... H ay Allah!" d iye bağı rd ı Alice
üzüntülü b i r ses ton uyla. "Gal i ba onu yine gücendird i m . " Zira Fa­
re, alabildiğine h ızla havuzun suyu n u allak b u l l a k ederek Alice'ten
ötelere kaçıyordu .
B u n u n üzeri ne Al ice, Fare' n i n a rd ı ndan tat l ı l ı kla ses lendi. "Sev­
gi l i Fare, ne o l u r geri d ö n ü n . H içbi ri n i sevmiyorsan ız, ne ked i ler­
den söz ederiz, ne de köpeklerden ! " Fare, bu sözleri üzeri ne, geri
d ö n ü p yavaşça ona doğru yüzmeye başladı; yüzü old u kça solgun­
d u (öfkeden, d iye d ü ş ü n d ü Al ice) . Sonra k ı s ı k, titrek bir sesle,
" Hadi kıyıya çıka l ı m , orada sana h ikaye m i a n latı rı m , " ded i, "o za­
man anlarsın, neden ked i ve köpeklerden n efret ettiği m i . "
H avuzdan ç ı k m a z a m a n ı gel m i ş geçiyord u b i le, ç ü n kü içi ne dü­
şen hayva nlarla h ı nca h ı n ç dolmaya başlam ıştı. Düşenlerin a ra­
s ı nda bir ördek, bir dodo, bir kırm ızı papağan, bir kartal yavrus u
v e d a h a bi rçok tuhaf yarat ı k vard ı . Alice, kıyıya d oğru yüzmeye
başladı, büt ü n eki p de o n u n ard ı ndan yüzmeye koyuldu.

37
ÜÇÜ NCÜ BÖLÜ M
Kuru Kurul Koşusu ve O Upuzun Hikaye

Kıyıda gerçekten de tu haf görü n ü m l ü bir ekip toplan m ı ştı: Telek­


leri çam u ra b u l a n m ı ş kuşlar, tüyleri vücutlarına yap ı ş m ı ş hayvan­
l a r, hepsi de s ı rı l s ı klam, sin i rl i ve huzurs uz.
Kuşkus uz, ilk mesele nasıl ku ruyacaklarıyd ı . Bu konuyu istişa­
re etmeye koyu l d u l a r; sanki y ı l l a rd ı r tan ı ş ıyorlarm ı ş gi bi, bi rkaç
dakika sonra ken d i n i onlarla senli ben l i kon uşu rken b u l m a k Ali­
ce'e çok doğal gelmeye başlam ıştı bile. H atta Papağa n ' la o l d u kça
uzun b i r tartış maya girişti, sonunda Papağan s u ratı n ı a s ı p " Ben
senden daha b üyüğüm ve senden daha çok şey bil iyorum," d iye­
rek kestirip attıysa da Al ice o n u n yaşı n ı öğrenmedi kçe b u n u ka bul
etmediğinden ve Papağan da yaş ı n ı söylemeyi kes i n l i kle reddetti­
ğinden söyleyecek bir şey ka l m a m ı ştı.
N ihayet, a n laşıld ığı üzere d iğerleri ne sözü geçen Fare, "Yeri ni­
ze oturun ve beni d i n leyi n ! H e p i n izi kurutacağım! " diye haykı rd ı .
H emen Fa re' n i n etrafında büyük b i r h a l ka oluşturup otu rd u lar.
Alice, endişeyle gözleri n i Fare'ye d i kti, öyle ya, üst ü n ü baş ı n ı he­
men ku rutmazsa, çok kötü soğu k alacağı n ı bil iyord u.
"Öhö, öhö!" dedi Fare, çal ı m la. " Herkes hazır mı? Bu b i ldiğim
en iyi kuruma yönte m i . Sessizlik, l ütfen! Bir l idere i htiyaç duyan ve
son zamanla rda zapt edil meye ve fethed i l meye fazlasıyla a l ışan
İ ngi ltere, davası Papa tarafı ndan da desteklenen Fatih William'a
boyun eğd i . M ercia ve North u m bria kontları Edwi n ve Morcar. . . "
"Of," dedi Papağan, soğu ktan tir tir titreyerek.
Fare, çat ı k kaşla ama kibarca, "Affeders i n iz! Bir şey mi söyled i­
n iz," dedi.
"Yok, söylemed i m," ded i Papağan telaşla.
"Bir şey dediğin izi sandım da," ded i, Fare. " Deva m ediyorum.
M ercia ve Nort h u m bria kontları Edwin ve M orca r da ona bağlı ol­
d u kları n ı ilan ettiler; hatta vatan sever Canterburry Başpiskopos u
Stigand bile b u n u doğru b u larak . . . "
" Neyi bul m uş?" diye sord u , Ördek.
"Bunu, işte," diye yan ıtladı Fare old u kça s i n i rlenerek, "bu' n u n
ne olduğu n u tabii k i b i l i rs i n ."
" Kend i m b u ld uğumda, b u n u n ne old u ğ u n u tabi i ki iyi b i l irim,"
ded i , Ö rdek. " B u , gene l l i kle bir ku rbağa ya da solucand ır. Ben im
soru msa, Başpiskopos u n neyi bulduğu."
Fare, bu sözleri di kkate almayıp aceleyle sözleri ne devam etti,
" ... bunu doğru bu larak Edgar Ath e l i n g ile beraber Wi l l i a m ' ı
karşı lamaya v e o n a tahtı teklif etmeye gitti. Wi l l ia m ' ı n yöneti mi
önceleri oldu kça ı l ı m l ıyd ı. N e var ki, ord us u ndaki Narman as ker­
leri n i n küstah lı ğı . . . "
Kon u ş urken Al ice'e dönerek, " Ş i m d i n a s ı l s ı n , can ı m," ded i .
" H a l a ıs lak," ded i Alice mahzun m a h z u n . " B u a n lattı kları n ı z
hiç de b i z i ku rutacakmış g i b i gel miyor bana."
"O halde," dedi Dodo, ayağa kal kı p ciddi b i r tavır takı narak,
"bu içtiman ı n , acilen daha m üessir ted b irlerin ittihaz ed i l mesi
m a ksadıyla fesh i n i teklif ed iyoru m . "
" Doğru d ü rüst kon uş!" ded i Kartal yavrus u , "söyledi kleri n i n
yarı s ı n ı n a n l a m ı n ı bile b i l m iyoru m , üstelik sen i n bildiği n i d e san­
m ıyoru m . " G üldüğünü görmes in ler d iye, Kartal yavrus u baş ı n ı
ö n e eğd i ; ki mi diğer kuşlar da kıkı rdamaya başlad ı.
" Ş u n u önermek istiyord u m , " dedi Dodo gücen m iş bir halde,
" ku ru m a k için en iyi yol kuru l koş usu d üzenlemek."
" Kurul koşusu ned ir?" d iye sord u Alice, çok da bilmek istediğin­
den değildi, ama Dodo birilerinden bir soru bekler gibi d u raksa-

39
m ıştı, hiç kimsenin de bir şey sormaya pek n iyeti yok gi biyd i.
"Tabii ki b u n u açıklama n ı n en iyi yol u, yapmak olacaktır."
(Ol u r ya, bir kış günü siz de bunu yapmayı denerseniz diye, Do­
do' n u n nasıl yaptığı n ı s ize anlatacağı m.)
Dodo, i l k önce, daireye benzer bir yarış pisti çizd i ("Şekli tam
benzetmen i n pek bir önemi yoktur, " ded i ) , sonra da büt ü n ekip
pist etrafında oraya bu raya d izildiler. " B i r, i ki, üç, başla," gibisin­
den b i r şey yoktu, i sted ikleri anda koşmaya başladılar, can l a rı is­
ted i kleri anda da yarıştan ayrı ldılar, bu yüzden yarı ş ı n ne zaman
bittiğini bilmek pek kolay olmadı. N eyse, sonuçta, ya klaşık yarım
saat koşm a n ı n a rd ı ndan hepsi kupkuru o l m uşlard ı . Dodo, birden,
"Yarış bitti !" d iye bağı rd ı ; hepsi Dodo' n u n etrafı n ı sarıp nefes ne­
fese, " Peki ama kim kaza n d ı ?" d iye sord ul a r.
Dodo bu soruyu yan ıtlamadan önce uzun b i r s ü re d ü ş ü n mek
zoru ndayd ı ; d iğerleri onu bekleyed u rs u n la r, Dodo bir parmağı n ı
şakağı na daya m ı ş b i r halde (genelli kle Shakespeare'in resi mlerin­
de gördüğünüz şekil) öylece otu ruyord u . N ihayet, "Herkes kazan­
d ı , hepi niz ödü l ü hak etti n iz," ded i .
"O halde öd ü l l eri kim verecek?" d iye sord u lar, h e p b i r ağızdan.
"Tabii ki O," dedi Dodo, parmağıyla Alice'i işaret ederek; bütün
ekip bir anda, "Ödül! Ödül!" d iye bağırarak Alice'in etrafın ı sardı.

40
Al ice ne yapacağı n ı b i l m iyord u, u m utsuzl u k içinde e l i n i cebine
sokup b i r kutu şekerleme ç ı karıp (neyse ki tuzlu s u kutudan içeri
girmem i şti) öd ü l olarak onlara dağıtt ı . Her birine tam tam ı na b i r
şeker d üştü.
"Ama ol maz ki, ken d i s i n e de bir ödül o l m a l ı," dedi Fare.
"Tabii, tab i i," diye cevap verdi Dodo ciddi bir tavırla. " Başka ne
var ceb i nde," d iye devam etti, Alice'e dönerek.
"Sadece b i r yüksük," ded i Alice, üzgün üzgü n .
" B u raya uzat," ded i Dodo.
Ard ı ndan da gayet res m i bir tavırla, " B u zarif y ü ksüğü kab u l
buyu rman ızı istirham ed iyoruz," d iyerek yüksüğü s u na rken, her­
kes yen iden Alice'in etrafı n a toplanm ıştı; bu kısa kon uşma biter
bitmez herkes a l kı şladı.
Al ice bütün bun ları n çok saçma olduğunu d ü ş ü n üyordu, ama
herkes o den l i ciddi görü n üyord u ki, gü l meye pek cesaret edeme­
d i ; söyleyecek b i r şey bu lamadı, sadece olabild iği nce ağırbaşl ı gö­
zü kmeye ça l ışarak eği l i p selam verd i ve yü ksüğü aldı.
S ı ra şekerlemeleri yemeğe gel m işti; bu d urum bi raz gü rü ltü
patırtıya yol açtı; büyü k kuşlar b u n l a rı n dişleri n i n kovuklarına bile
gitmed iğinden ya kı n ı rken, şekerler küçü klerin de boğazları na kaç­
tı ve s ı rtlarına vurmak gerekti. Yine de en son unda bu iş de bitti ;
hepsi yen iden halka halinde Fare ' n i n etrafı n a otu rup kend i leri ne
b i r şeyler a n latması için ona yalvard ı lar.
"Bana h i kaye n i a n l atacağı na söz vermişti n," dedi Al ice ve yine
küseceğinden b i raz çeki nerek fıs ı ltıyla ekledi, " Neden Ke ... ile
Kö. . .'den n efret ediyors u n ?"
" Dö n ü p d e arkama baktığımda upuzun ve acıkl ı," dedi Fare,
Al ice'e bakıp ah çekerek.
" H a kl ı s ı n ız, uzu n," dedi Alice, şaşk ı n l � kla Fare' n i n a rkası n d a ki
kuyruğa bakarak, "fakat neden acı kl ı ?" Fare ' n i n kon uşması s ı ra­
sında Alice ' i n şaşkı n l ığı d evam etti, o yüzden arkasındakiyle ilgili
an lattı klarından şöyle b i r şey can la n ıverdi göz ü n ü n ö n ü nde:

41
"Hadi"
dedi Öfkeli
evde gördüğü
fareye,
"Doğruca
mahkemeye,
davacıyım
senden.
Gel,
itiraz
istemem
ille de
mahkeme.
Yok zira
bu sabah
hiç işim
gerçekten de."
Dedi ki
fare
bu azgın ite,
"Olur mu hiç,
sayın
bayım,
böyle
mahkeme.
Jürisiz,
hakimsiz
boşa tükenir
nefesimiz. n
"Benim hakim,
benim jüri"
dedi
kocamış
kurnaz
Öfkeli,
"Görüp
bütün
davayı

42
"Ak l ı n b u rada deği l!" diye çıkıştı Al ice'e Fare. " N e d ü ş ü n üyor­
s u n , baka l ı m?"
"Özür d i l eri m , '' dedi Alice ezile büzüle, "San ı rı m beşi nci b ü kü­
me kadar gel m işti n iz."
" N e d ü ğ ü m ü ? ! " d iye bağırd ı Fare öfkeyle.
Her an başkalarına yard ı m a haz ı r o l a n Alice hevesle etrafı n a
bakınarak " D üğü m h a ! " ded i . "Ah izi n veri n , çözmenize yard ı m
edeyi m !"
" İzin mizin vermeyeceği m , '' dedi Fare, kalkıp oradan uzaklaşa­
rak. " Böyle saçma sapan kon u şarak bana hakaret ed iyors u n ! "
"Öyle demek istemed im ,'' d iye yalvarıp yakard ı , zava l l ı Al ice.
"Ama siz de öyle çab u k küsüyors u n u z ki !"
Fare, buna yal n ızca hom urdanarak cevap verd i . "Ne ol ur­
s u n uz, gel i p h i kayenizi bitiri n , " diye ses lendi, Al ice ard ı ndan. Öte­
kiler de hep b i r ağızdan, " H adi ama lütfen h i kayeni bitir!" dediler.
N e ki, Fare, baş ı n ı acele acele sal l ayı p a d ı m la r ı n ı b i raz daha h ız­
l a n d ı rd ı .

43
Fare gözden kaybol u r kaybolmaz, Papağa n , "Kalmad ı ğı yaz ı k
oldu ," diye iç geçird i ; ya şlı b i r Yengeç b u n u fı rsat bilerek, kızına,
"Bak yavru m , Bu sana kendini kaybetme kon usu nda b i r d ers ol­
sun!" ded i . "Çeneni tut, a n ne!" ded i küçü k Yen geç a ks i b i r tavırla .
"Sen b i r isti ridye n i n sabrı n ı bile taşırmaya yetersin!"
"Ah, keşke ş u bizim Dinah b u rada ol sayd ı !" d iye bağı rd ı Alice,
ortaya öylece. " Hemen, gid i p getirird i o n u ! "
" Kusura bakmayı n , a m a D i n a h ' ı n kim olduğu n u sora b i l i r mi­
yim?" ded i Papağa n .
Alice, ked isi hakkında kon uşmaya h e r a n haz ı r olduğundan he­
men atı ldı: " Dinah bizim kedi m iz. İ n a n mazsı n ız ama fare yakala­
makta üstüne yok! Ah keşke bir de kuşların a rd ı ndan gid i ş i n i gör­
seniz! Bir kuşu görmesiyle, onu yutuvermesi b i r o l u r!"
Bu kon uşma orada b u l u nanlar a rasında m üthiş b i r heyecan ya­
rattı. Kimi kuş lar, oradan alelacele uzaklaştı lar; yaş l ı bir Saksağa n ,
d ikkatlice sarı narak, "Gerçekten gitsem iyi olacak, gece n i n seri n li­
ği boğazı m a pek iyi gel m iyor," d ed i ; bir Ka narya sesi titreyerek
yavru ların a , " Had i canlarım, bu saatte çoktan yatakta olmal ıyd ı­
n ız!" diye seslendi. İ şte böylece, hepsi çeşitl i bahanelerle orada n
uzaklaştı lar. Al ice, öylece yapaya l n ız kal m ı ştı.
" Keşke D i n a h 'tan hiç bahsetmeseydi m ! " ded i ken d i ken d i ne
h ü zü n le. "Aşağıda hiç kimse o n u sevm iyor sanki . Oysa o d ü nya­
n ı n en iyi ked i s i ! Ah, ben i m can ı m D i n a h ' ı m ! Sen i b i r daha göre­
bilecek m iyim, acaba?" işte yine zaval l ı Alice ağla maya başlam ı ş­
tı, ken d i n i öyle yapaya l n ız, öyle keyifsiz h i ssediyord u ki. Derken,
uzaktan b i r yerlerden ayak sesleri d uymaya başladı; Fare'n i n fi ki r
d eğişti ri p h ikayesi n i bitirmek üzere geri geldiği ü m idiyle baş ı n ı
kald ırıp hevesle baktı.

44
DÖRDÜNCÜ BÖLÜ M
Tavşan Küçük Bill'i Görevlendiriyor

Gelen Beyaz Tavşan idi; sanki bir şey kaybetmi şçes i n e b i r yandan
kaygıyla yerleri kolaçan ed iyor b i r ya ndan da yü rüyord u . Al ice, Tav­
ş a n ' ı n bir şeyler m ı rıldandığını i şitiyord u , " Düşes! D ü şes! Ah, be­
n i m ca n ı m pati leri m ! Ah ben i m can ı m kü rkü m , bıyıkl arı m ! Ben i
idam etti recek, dağ gel inci klerine av o l maktan kurtu lamayış ı m ız
kadar emi n i m b u n d a n ! N erde d ü ş ü r m ü ş olabi l i ri m acaba onları ?
Al ice, Tavşan ' ı n arad ığı şeyleri n yel paze ve beyaz güderi eld iven­
ler olduğu n u a n l a m ı ştı. Yard ı msever bir kız olduğundan hemen
onları a ra maya koy u l d u , fa kat görü n ü rde yoktu lar, gölde yüzdü­
ğünden beri her şey s a n ki değişmiş gibiyd i , camdan masası ve kü­
çük kap ı s ıyla b üyü k salon b üs bütün yok o l m u şt u .
Derke n , Tavşan , yerleri a rayı p d u ra n Alice'i fark edip, öfkeli bir
ses ton uyla, " M a ry An n , sen b u ralarda ne arıyors u n ? Derh a l eve
koş ve bana b i r çift eldiven le b i r yel paze getir! Çab u k ol!" d iye ba­
ğırd ı . Alice öyle bir korkmuştu ki, Tavşan'a kend i s i n i başka bi riyle
karı ştı rd ı ğı n ı b i l e söyleyemeden, derhal işaret ettiği yöne doğru
fı rlad ı.
"Beni h izmetçisi sand ı , " dedi ken d i kendi ne, koşa rke n . " Kim
olduğu m u a n ladığı nda kim bi lir nas ı l da şaşıracak! O l s u n , yine de
yel pazesiyle eldivenleri n i ona götürsem iyi olacak . . . Ta bii b u l abi-

45
l i rsem ." Al ice, böyle kon u ş u p d u rd uğu sırada, kapısında parlak pi­
rinç bir levha üzeri ne " B. Tavşan" yaz ı l ı m i n i k, şirin bir eve va rd ı .
Kapıyı çalmadan içeri girip, gerçek M a ry A n n ile karş ı l a ş ı r da yel­
pazeyle eldiven leri bu lamadan evden çıkartılır korkusuyla h ızla
üst kata çıktı.
" Bi r tavş a n ı n ayak işlerini yapmak ne tu haf olacak," dedi Al ice,
kendi kendine. "Sanırım, çok geçmeden Dinah da bana iş buyu ra­
cak." Derken, Al ice, olacakların haya l i n i kurmaya başl ad ı . '" Bayan
Al ice, derhal b u raya gel i n ve yürüyüşe hazırl a n ı n !' 'Geliyoru m,
dad ı ! Ama Dinah geri dönene kadar fa re d ışarı çıkmasın diye bu
deliğe göz kulak olmak zorundayı m . ' Ama sanm ıyorum ki," diye
devam etti Al ice, "böyle i n sanlara e m i r verd iği ta kd i rde, Dinah'ı
evde tuts u n lar!"
Al ice, bu s ı rada kend i n i , derli top l u küçü k bir oda n ı n içinde bul­
d u ; penceresi ö n ü nde minik bir masa ve masa n ı n üzerinde
(umduğu gibi) bir yelpaze ve iki üç çift güderi eldiven d u ruyord u ;
yel pazeyi v e bir çift eld iven i kapıp da t a m odadan çıkmak üzerey­
d i ki, gözü birden ayn a n ı n yan ı nda du ran küçük şişeye takıldı. Bu
sefer, " B E N İ İ Ç" yaz ı l ı bir eti ket yoktu, yine de, Al ice, tı payı çıkarıp
dayayıverdi ağzına şi şeyi . " B i l iyoru m , ne zaman bir şeyler yiyecek
ya da içecek olsam, m utlaka i lginç bir şeyler ol uyor," dedi kendi
kendi ne. " Baka l ı m , bu küçü k şişe bana ne yapacak? U marım, bo­
yum uzar. Böyle ufak tefek bir şey olmaktan gerçekten b ı ktım."
Öyle de oldu, hem de beklediğinden çok daha çabu k; daha şi­
şen i n yarı s ı n a bile gel meden, kafa s ı n ı n tavana değdiği n i fark ede­
rek, boynu kı rı l masın diye baş ı n ı öne eğmek zoru nda kald ı . Alela­
cele şişeyi yere koyup, "Bu kadarı gerçekten yeter. İ n şallah daha
fazla uzamam . . . Böyleyken bile kapıdan dışarı çıkamıyorum . . . Keş­
ke bu kadar çok içmeseyd i m ! " ded i .
Eyvah k i , eyvah ! Dilemekte ç o k geç kalmıştı! Büyüd ü kçe büyü­
yord u, az sonra yere diz çökmek zorunda kal d ı ; bir dakika sonra
artı k d iz çökecek yer bile kalmam ıştı; bir d i rseğin i kapıya dayayı p,
öbür kol u n u da baş ı n ı n etrafı na dolayarak yere uzan m ayı dened i .
N e k i , boyu d u rmadan uzuyord u ; s o n çare olara k, bir kol u n u cam­
dan d ışarı sarkıtıp, ayağı n ı da yu ka rıya bacaya doğru uzatarak,
kendi kendi ne, "Art ı k ne o l u rsa o l s u n . E l i mden başka bir şey gel­
mez. Ne olacak ben i m ş u h a l i m ?" dedi.
N eyse ki, küçük s i h i rl i şişenin etkisi n i n ö m rü dolmuştu, artık
boyu uza m ıyordu; ama hiç rahat deği l d i ve odadan çıkma şansı
da nerdeyse hiç olmadığından, böyle m utsuz d u ru ş u n a şaşma­
mak gerekird i .
" Evde ol mak ç o k d a h a güzeldi," diye d ü ş ü n d ü zava l l ı Al ice,
" i n san ı n s ü rekli büyüyü p küçü l mediği, tavşan ve farelerin kend isi-
ne buyru klar vermed iği b i r yerde olmak ... Keş ke, o tavşan deliğine
gi rmeseyd i m , d iyeceğim ... ama yine de ... ama yine de i nsan me-
rak etmiyor da değil bu yaşa m ı ! Acaba bana gerçekten ne o l m u ş
olabilir? M a s a l oku rken böyle şeylerin olabi leceği akl ı m ı n köşes in­
den geçmezd i, ş i m d i ise her şeyin tam da ortası ndayım! Ben i m le
ilgili bir kitap yaz ı l m a l ı , evet kes i n l i kle yazı l ma l ı ! Büyüdüğümde
bir kita p yazacağım ... ama zaten büyü d ü m ya, '' d iye ekledi h üzün­
le, "en azı ndan, burada a rtık daha fazla büyüyecek yer kalmadı."

47
"Ama öyleyse," d iye d ü ş ü n d ü Alice, "asla ş i m d i ki nden daha
yaş l ı olmayacak m ıyı m ? B u bir bakıma iyi bir şey ... hiçbir zaman
yaş l ı b i r kad ı n ol mayacağı m ... ama bu sefer de hep ders çal ı ş mak
zoru nda ka lacağım! Ama n , hiç hoşuma gitmedi bu iş!"
"Ah, seni aptal Al ice!" diye ç ı kıştı, ken d i ne. " B u rada nasıl ders
çal ı şacaks ı n ? Kendine bile yer yok, ders kita plarına nasıl olsu n ?"
i şte böylece, tam b i r karş ı l ı kl ı kon uşma h a l i nde dal m ış gid iy­
ordu ki, bir iki dakika sonra d ı şarıda b i r ses d uyd u ve s u s u p kulak
kabarttı. " M a ry An n ! M arry An n ! " d iyord u ses, "çabuk eldivenleri­
m i geti r!" Ard ı ndan merdivenlerden ayak sesleri gelmeye başladı.
Al ice, bu ayak seslerin i n kend i s i n i a ramaya gelen Tavşan'a ait ol­
d u ğ u n u bil iyordu ; Tavşan'dan bin kat daha büyü k olduğu n u ve
korkması için h içbir neden olmadığı n ı u n utarak evi yerinden sar­
saca k kadar titremeye başlad ı .
Bu arada Tavşa n da kapıya varm ış, açmaya çalışıyord u; ama
kapı içeri doğru açı ldığı, Al ice'i n d i rseği de s ı kıca kapıya daya l ı ol­
d uğu için ça bası sonuç vermed i . Al ice, Tavş a n ' ı n kendi kend i n e,
"O halde, gid i p pencereden gireyim," dediği n i d uyd u .
" Bunu hiç yapamazs ı n !" d iye
düşündü Alice; duyd uğu seslerden
Tavşan ' ı n tam pencerenin altına
geldiğin i tahmin ettiği an, birden
avucu n u açı p onu ya kalamaya ça­
lıştı. Bir şey yakalayamadı, ama kü­
çük bir çığlık, ard ı ndan da bir düş­
me sesiyle beraber cam şangırtıları
d uydu; ona öyle gel iyord u ki, Tav­
şan, bir hıyar fıdel iği n i n ya da buna
benzer bir şeyin üzerine düşmüştü.
B u n u n üzeri ne, öfkeli bir ses
-Tavşa n ' ı n sesi- geldi Alice'i n ku­
lağı na, " Pat! Pat! N erdes i n ? " Ar-
d ı ndan da daha önce hiç d uymadığı b i r ses d uyd u , "Tabii ki, bu­
radayım. Patates için toprağı eşeliyoru m , efend i m ."
"Toprağı eşel iyorm uş," ded i Tavşa n , öfkeyle, "gel b u raya, d iyo­
rum sana. Ş u radan çıkmama yard ı m et. " (Daha fazla cam şangır­
tısı sesi.)
" Söyle baka l ı m , Pat, bu penceredeki şey de ned i r böyle?"
"Tabii ki, bir kol efen d i m ," ded i . ( Ko l u "gol" d iye telaffuz edi ­
yord u.)
" B i r kol m u ş , seni b udala! H iç böyle kocaman kol olur mu? Bü­
t ü n pencereyi kapla mış."
"Tabii, ka pla m ı ş efendim; ama gene de kol."
" Peki, tamam , ama b u rada n e işi va r? G it çabuk, kal d ı r ora­
dan!"
Ard ı ndan b ü y ü k b i r sessizli k çöktü ortal ığa; ara s ı ra Al ice'i n ku­
lağı n a şöyle fı s ı ltılar gel iyord u : " H iç hoşuma gitmed i bu efen d i m ,
tabii , h i ç gitmed i ! " " Dedi ği mi y a p d iyoru m s a n a , s e n i ödlek şey!"
Alice, sonu nda, yen iden e l i n i açı p bir şeyler yakalamaya çal ıştı. Bu
sefer iki cılız çığlık sesi ve a rd ı ndan çok daha fazla cam şangırtısı
d uydu. "Ne kadar da çok h ıyar fideliği varm ış böyle!" d iye d ü ş ü n­
d ü Al ice. "Acaba ş i m d i n e yapacaklar! Beni pencereden ç ı karma
kon u s u na gel i nce, keşke b u n u yapabilseler! B u rada daha fazla kal­
mayı ben çok mu istiyorum sanki!"
Alice, b i r s ü re başka hiçbir ses d uymaksız ı n öylece bekled i : N i­
hayet, küçü k b i r a rabada n gelen tekerlek tıkırtıları ve hep b i r ağız­
dan kon uşma sesleri d uymaya başlad ı , söylenen leri seçebil iyord u:
"Öbür merd iven nerede? .. Ben b i r taneden başka getirmeyecek­
tim ki; d iğeri de B i l l'de . . . B i l i , oğl u m , o n u b u raya getir. Bu köşeye
koy o n ları ... Yok, önce i ki s i n i b i rbirine bağla . . . Yarı s ı n a bile u laş­
m ıyor ... U laşır, u l a ş ı r; bu kadar titizlenmeye gerek yok ... Hey, B i l i ,
buraya gel ! Yakalasana ş u i p i ... Dam buna dayanacak m ı acaba?
Çatıdaki ş u a rduvaz taş ı n a di kkat et. G evşemiş ... Eyvah, ü st ü m ü-
ze gel iyor! Kafanızı sakı n ı n ! (büyü k b i r şangırtı) ... Kim yaptı bu-

49
n u ? . . San ırım B i l i . . . Bacadan aşağı kim i n ecek? .. Yok, ben i n mem.
Kendin i n ... D ü nyada b u n u yapma m ! . . Bili i n me l i . H ey B i l i ! Efen­
di, aşağıya sen i n i n men i istiyor!"
"Ya! Demek B i l i aşağı i n ecek, öyle m i ?" dedi Al ice kendi kendi­
ne. "An laşılan, her şeyi B i l l ' i n s ı rtına yüklüyorlar! B i l l ' i n yeri nde ol­
mayı h iç i stemezd i m . Bu oca k çok dar, ama sanırım küçük bir tek­
mecik ata b i l i ri m . "
Ayağı n ı çekebild iği nce bacadan
çeki p bekled i , sonunda baca n ı n
içinde orayı b u rayı tı rmalayı p s ü rü­
n erek ona ya klaşan küçü k bir hay­
van ı n (nasıl bir şey olduğu n u bi r
t ü r l ü kesti re m iyord u) çıkarttı ğ ı
sesleri iş itti. Sonra da kendi kendi­
ne, " Bu , B i l i ," d iyerek sert bir tek­
me savu rup, baka l ı m ne olaca k di­
ye beklemeye koyuld u .
İ l k duyduğu şey, koro hali nde,
" İ şte, B i l i gel iyor," sesiyd i ; sonra
d a , "yakala o n u , hey sen , çit i n ya­
n ı ndaki!" d iye bağıran Tavş a n ' ı n
ses i n i d uyd u, ard ı ndan bir sessiz­
l i k oldu ve sonra yeniden bağrış
çağrış ... " Kafas ı n ı yu karı kal d ı rı n . . .
Ş i m d i biraz konyak . . . Aman boğa­
caks ı n ız . . . Dostum, nasıl b i r şeyd i ?
N e oldu sana böyle? H ad i anlat bi­
ze her şeyi."
N ihayet, cıl ız, titrek bir ses gel­
d i kulağına ("Bu B i l i , " d iye d ü ş ü n ­
dü Al ice) "Şey, ya n i p e k b i l m iyo­
rum. Daha istemem, teşekkü rler.

50
Ş i m d i daha iyiyim . . . E pey heyeca n l ıy ı m .da pek kon uşam ıyoru m .
Bütün bildiğim yayl ı kuklaya benzer b i r şeyin bana doğru geldiği,
ben i m de tıpkı b i r top gibi d ı şarı fı rlad ığım!"
" Evet, öyle oldu, dost u m ! " dedi d iğerleri de.
" Evi yakmal ıyız!" dedi Tavşan. B u n u n üzerine Alice avazı çıktı­
ğınca bağırı p, " B u n u yaparsan ız, Di nah'ı üstün üze salarım!" dedi.
Her taraf bir anda ö l ü m sessizl iğine göm ü l d ü ; Al ice, "Acaba,
şimdi ne ya paca klar! Akı l l a rı varsa, damı sökerler, " d iye geçirdi ak­
l ı ndan. Bir iki dakika son ra hareket l i l i k yen iden başl a d ı , Alice Tav­
ş a n ' ı n , " B i r el arabası dolusu yeter," dediğini d uyd u.
"Bir el a rabası dolusu ne?" d iye d ü ş ü n d ü bir a n Al ice, ama
sonra daha fazla merak etmesine fı rsat kalmadan, pencereye takır
takır yağan bir çakı ltaşı yağmu ru başladı, b u n l a rdan bazıları yüzü­
n e çarpıyord u . " Bu n a bir son vereceği m , " dedi Alice ken d i kendi­
ne. "Art ı k ş u n u kesseniz, sizin içi n iyi olacak," d iye haykı rdı , yeni­
den b i r ö l ü m sessizliği yaratarak.
Al ice, hayretler içinde bütün çakıltaş l a rı n ı n yerde kald ı kça mi­
n i k keklere dön ü ştü kleri n i görd ü ve o anda akl ı n a çok parlak bir fi­
kir gel d i . " B u keklerden birini yersem," d iye geçi rd i a kl ı ndan,
" m utlaka boyumda biraz değişi kl i k olacakt ı r, daha fazla büyüye­
meyeceği me göre, o za man küçü l ü rü m. "
Böylece, keklerden b i ri n i yutuverd iği a n d a , küçü l meye başladı­
ğını görünce çok mutlu oldu. Kapıdan sığacak kadar küçü l ü r kü­
ç ü lmez, fı rlayı p çı ktı, d ı ş a rıda bekleşi p d u ra n ufacı k tefecik çok sa­
yıda hayvar:ı ve kuşla karş ı l aştı. Zava l l ı m i n i k kerten kele B i l l'i orta­
larına a l m ışlard ı , iki kobay baş ı n ı kald ı rm ış l a r, b i r ş işeden ona bir
şey içi riyorlard ı . Alice ortaya çıktığı anda hepsi b i rden üzeri ne atıl­
dı lar; Al ice de alabildiğine hızla koşarak, b i rkaç dakika içinde sık
bir koru n u n içi n e daldı.
Ormanda kendi kendine öylece dolaşırken, "İlk yapmam gere­
ken şey," dedi, "yen iden esas boyuma kavuşmak; i ki ncisi de o gü­
zel bahçeye giden yol u b u lmak. Galiba yapılabi lecek en iyi plan bu."

51
Planın m ü kemmel göz ü ktüğüne kuşku yoktu, çok titiz ve basit
bi r şekilde hazırla n mı şt ı ; tek kus u ru neresi nden başlayacağı n a da­
ir Alice'in bir fikri n i n olmamasıyd ı ; işte böyle kaygılı kayg ı l ı ağaç­
ların a rasında bakı n ı p d u ru rken, birden tam tepesi nde acı bir hav­
lama i şitince, telaşla başı n ı kald ı rd ı .
İ ri yuvarlak gözl ü kocaman bir köpek yavrus u Al ice'e bakıyor,
ü rkekçe bir pati s i n i uzatarak ona dokun maya çal ı şıyord u . "Zava l­
lı, m i n i k şey, " dedi Alice yum uşak, tatlı bir ses tonuyla ve olanca
gayretiyle ona ı s l ı k çal m aya çal ıştı; a m a bütün o d i l dökmeleri n i n
yan ı nda, h ayvan ı n o l a ki aç olup d a on u bi r lokmada yutabileceği
ihti malinden ödü kopuyord u .
Alice, korkudan ne yaptığı n ı çok da b i lmeden, yerden a ld ı ğı m i­
n i k bir dal parçası n ı yavru köpeğe doğru uzattı; yavru köpek birden
n eşeyle havlayara k havada zıplayıp d al ı n üzerin e atlad ı ve dalı
oyu n n iyetiyle ı s ı rmaya başlad ı. Bunun üzeri ne, Alice kend i n i ezil­
mekten ku rtarabilmek amacıyla büyükçe bir deved i ken i n i n arkası­
n a kaçtı; öbür ta raftan çıktığı anda da yavru köpek bir kez daha da­
la doğru fı rladı ve aceleyle sopayı yakalayayı m derken tepetaklak
yere yuvarlandı. Al ice, o anda bu yavru köpekle oynamanın tıpkı bir
yük beygiriyle oyu n oynamaya benzediğini an lad ı ; her an ayakları
altında kal ı p ezilme korkusuyla, yen iden deved i ke n i n i n arkasına
doğru koştu. Yavru köpek, dala kısa ham leler yapmaya başladı; her
defası nda bi razcık ileriye atı lıyor, ardından iyice geri kaçıyor, bu
a rada s ü rekli boğu k bir sesle havlıyordu ; nihayet d i l i n i d ı şa rıya sar­
kıtarak, i ri gözleri yarı kapalı bir halde, nefes nefese oturup kaldı.
Köpek güvenli b i r m esafede olduğundan, Alice'e kaçmak için iyi
bir fı rsat doğm uş gi biydi; böylece derhal yola koyu larak yorgu n l u k­
tan bitki n d ü ş ü p sol uğu kes i l i n ceye ve yavru köpeğin havlamaları
çok uza klardan işitili nceye değin koşmasına devam etti.
"Yi ne de, nas ı l da tatlı şirin bir yavruyd u," dedi Alice, d i n len­
mek ü zere bir düğün çiçeği ne yasl a n ı p, bir yaprağı yel paze yaptı­
ğı s ı rada. "Ona ne n umaralar öğretird i m , eğer... eğer ki boyum

52
ona uysayd ı ! Aman Ta n rı m , az kal s ı n u n utuyord u m , boyu m u n ye­
n iden uzaması gerek! Ş i m d i b i r bakal ı m . . . B u n u nasıl başarabili­
rim acaba? G a l i ba b i r şey yemeliyim ya da içmeliyim veya başka
bir şey: ama soru n da bu ya, neyi ?
Gerçekten de a s ı l sorun i şte buyd u : N eyi ? Etrafı ndaki çiçekl e­
re, çimenlere şöyle bir bakın d ı , ama öyle görü n üyord u ki çevresin­
de bu iş için elverişli yen ecek veya içilecek b i r şey yoktu. Bu arada
hemen ya n ı başı nda ken d i s iyle yaklaşık ayn ı boyda kocaman b i r
mantar görd ü; mantarın a ltı n ı , her iki yan ı n ı v e a rkası n ı yokladı ,
son ra d a acaba üstünde n e var d iye b i r d e oraya bakay ı m ded i .

53
Parmak uçları na basarak mantarın kenarları ndan üstü ne bak­
maya çal ıştı; orada kocaman mavi bir tı rtı lla göz göze geld i , tırt ı l ,
ne Alice' i ne de başka bir şeyi u m u rsamadan kol ları n ı birbirine ka­
vuşturmuş, otu rm u ş saki n sakin nargilesini çekiyord u.

54
BEŞİ NCİ BÖLÜ M
Tırtıl'ın Öğüdü

Tırtıl'la Alice sessizlik içinde b i r süre bakıştılar; neden sonra Tır­


tıl, nargilesi n i n marpucu n u ağzı ndan çıkarı p, can sız, uyk u l u b i r
s e s l e Al ice'e " Ki m s i n sen?" d iye sord u .
B u soru, soh bete koy u l m a k i ç i n çok da cesaret verici b i r baş­
l angıç deği ldi. Al ice, old u kça mahcup bir tavı rla şöyle ded i : "Şey
efe n d i m , yan i aslı nda şu a n ta m b i l m iyoru m . En azı ndan bu sa­
bah ka l ktığımda kim olduğu m u biliyordum, ama o zamandan be­
ri b i rkaç kez değiştim gal i ba."
"Ne demek istiyors u n ?" dedi Tırtıl sert b i r tavırla. " Kendinden
söz et, bakal ı m."

55
" Kendimden söz edemem, efend i m , " ded i Al ice, "çünkü ben
ben deği l i m ki, an latabil iyor m uyum ?"
"An l atam ıyors u n , " ded i Tırtı l .
"Özür d ileri m , a m a daha fazla açı klayam ayacağı m , " diye ya n ıt
verd i Al ice kibarca, "çünkü kend i m bile a n lam ıyoru m ki bu d u ru­
mu; b i r gün içinde bu kadar farklı boylarda olmak i n s a n ı n kafası­
n ı allak bullak ed iyor."
" Etmez," ded i Tı rtı l.
" Pekala, s ize henüz öyle gelm iyor ola b i l i r, " ded i Alice, "ama
d ü ş ü n ü n ki önce bir kriza l ite -han i b i r gün dönüşeceks i n iz ya­
sonra da bir kelebeğe dönüşmek zoru nda kaldığın ızda, sanırım
kendi n izi biraz tuhafhisseders i n iz, öyle değil mi?"
" H iç de hissetmem," ded i Tırtı l.
" Peki, bel ki sizin d uygu larınız farklı olab i l i r, " dedi Alice, "tek
bildiği m , b u n ların bende tuhafl ı k yarattığı."
"Sen ! " dedi , Tırtı l tepeden baka rak, " Ki m s i n sen?"
Bu soru her şeyi yen iden başa dönd ü rm üştü . Alice, Tırtıl'ın
böyle kısa ve kes kin ifadelerinden rahatsız olmaya başlamıştı; gu­
rurla, d i md i k doğrul u p, ciddi b i r ifade takı narak, " S a n ı rı m , ilk ön­
ce siz bana ki m old uğun uzu söylemel i s i n iz," dedi.
" N eden?" d iye sord u Tırt ı l .
İ nsanın kafası n ı allak b u l l a k eden bir soru d a h a . Al ice buna ak­
la yatkın b i r yan ıt bu lamad ığı ndan , üste l i k Tırt ı l ' ı n ruhsal d u ru m u
pek hoşuna gitmediğinden, oradan uzaklaştı.
"Geri d ö n , " dedi Tırt ı l , Alice ' i n ard ı nd a n . "Sana söyleyecek
öneml i şeyleri m var."
Bu sözler, doğrus u i n sanda u m ut uya n d ırıyor gibiyd i . Dön ü p
geri geldi.
"Öfkene hakim ol," ded i Tırtı l.
" H epsi bu m u ?" ded i Alice, elinden geldiği nce kızgı n l ığını si­
n eye çekerek.
" H ayır," dedi Tı rtı l .

56
Al ice nasılsa yapaca k başka işim yok, bekleyeyim bari, diye dü­
ş ü n d ü , hem bel ki d uymaya değer b i r şeyler d e söyleyebilird i . Tırtıl
bir s ü re öylece d u ru p nargi lesini tokurdattı, sonra n ihayet kolları­
n ı çöz ü p n a rgilesi n i n marpuc u n u ağzından çıkartarak, " Demek,
değiştiği n i san ıyors u n , öyle m i ?" ded i .
" M aalesef k i , öyle efend i m , " d iye yanıt verd i Alice. "Önceden
bildiğim şeyleri n h içbiri n i a n ımsam ıyorum ... ve on dakika ayn ı
boyda ka l m ıyoru m ! "
" Nedir a n ı msaya madı kların ?" dedi Tırtıl.
"Örn eği n , ' Küçük Çal ı ş kan Arı ' ş i i r i n i b i r okuyayım ded i m , ama
ağzımdan bambaşka sözler çı ktı!" d iye ya n ıtladı Al ice h ü zü n l ü b i r
s e s tonuyla.
"' Kocadı n Sen William Baba' ş i i ri n i tekrarla baka l ı m , " dedi Tır­
tıl.
Al ice elleri n i birbirine kavuşturarak başladı okumaya ...

'"Wi l l i a m Baba,' dedi genç adam , 'art ı k kocad ı n


Bem beyaz oldu saçın baksana
Gel gör ki hep böyle baş aşağı s ı n
Yakışır m ı bu sen in yaş ındaki adama?'

57
'Gençliğimde,' dedi Wil l iam Baba oğl u na
D u rmazd ı m böyle beyn i m e gel i r diye zarar
Ama şimdi e m i n i m bende beyin olmad ığı na
Kalka rı m o yüzden amuda tekrar tekrar.'

' Kocad ı n ,' dedi delika n l ı , 'söyled i m ya demi n de


Bir de şişmanladın iyiden iyiye
Yine de ters takla attın demin kapıda
Yalvarı rı m bunun h i kmetini söyle.'

'Gençl iğimde,' ded i bilge, sallayarak a kça bu kleleri n i ,


' Esnek tuttum b ü t ü n eklemleri m i
Şu merhem sayesinde -kutusu bir ş i l i n­
Satayı m sana i ki kutu , o l u rsa izn i n . '

' Kocadın,' dedi del i ka n l ı 'içyağından başkasına


Yetmez hal iyle çenen i n kuvveti
Oysa s i l i p s ü pürd ü n kazı kem iğiyle gagasıyla
Yalvarırı m söyle, ned i r b u n u n h i kmeti?'

58
'Geçliğimde,' dedi baba, 'merak sald ı m h u kuka
Her bir davayı da tartıştı m karı m l a
İ şte b u radan geldi bu kas gücü çeneme
Sürüp gitti böylece ö m rü m boyunca.'

' Kocad ı n , ' dedi delika n l ı , 'geçi rmez ki mse aklından


Eskisi kad ar sağlam olduğu n u gözleri n i n
Öyleyken d ü ş ü rmed in y ı l a n ba l ı ğı n ı b u rn u n u n ucundan
Yalvarırı m söyle ned i r sı rrı bu m üthiş h ü n eri n i n ?'

'Yeter artı k,' dedi baba, 'ya n ıtlad ı m üç soru n u ,


Burn u n ka l kmasın sakın b i r ka rış havaya !
D i n ler m iyim san ıyors u n bütün gün bu laf kalabal ığı n ı
Kaybol, yoksa yersin tekmem i, bulursun kendi n i alt katta!"'

" Böyle değild i , " dedi Tı rt ı l .


" Evet, korkarı m , p e k böyle deği ldi," d e d i Al ice utana s ı kıla,
" bazı sözler karı ştı ."

59
" Baştan sona ya n l ı ş," dedi Tı rtıl, kes i n bir edayla, ard ı ndan
bi rkaç dakika i kisi de ses çıkarmad ı.
Sonra söze i l k başl ayan Tırtıl oldu.
" H a ngi boyda olmak istiyors u n ?"
" Boy kon usunda öyle titiz deği l i m, " d iye yan ıtladı Al ice aceley­
le, "sadece boyu m u n sürekli uzayı p kısalmasından hoşnut deği­
l i m , an lars ı n ız ya!"
"Anlamıyorum," ded i Tırtıl.
Al ice hiç cevap vermed i ; hayatında hiç bu den l i zıdd ı n a gidil­
mem işti, artı k öfkelen meye başlam ıştı.
" Ş i m d i ki boyu ndan mem n u n m u s u n ?" dedi Tı rtıl.
" Eğer sakıncası yoksa biraz daha uzamak isterd i m , efend i m , "
dedi Al ice. "Sekiz santi m boyu nda o l m a k öyle acınası b i r şey ki."
"As l ı n a bakarsa n , çok da iyi b i r boy," dedi Tı rt ı l , otu rd uğu yer­
den öfkeyle doğrularak (kendisi de tam ta m ı na sekiz santi m d i ) .
" Fakat ben bu boya a l ı ş kı n deği l i m ! " d iye savu n d u zava l l ı Al ice
kend i n i, acıklı b i r ses ton uyla. Sonra da, " Ş u yaratıklar keşke bu
den l i çab u k gücen meseler! " dedi kendi kendi ne.
"Zamanla alış ı rs ı n ," dedi Tırtı l ve nargiles i n i n marpucu n u ağzı­
na a l ı p, tokurdatmaya koyu ldu yen iden.

60
Alice bu sefer Tırtıl yen iden kon u ş maya başlayı ncaya değin sa­
b ı rla bekledi onu. Derken Tırt ı l , marpucu ağzından çıkarıp iki üç
kez esneyi p s i l ki nd i . Ard ından da mantardan aşağıya i n i p otla rı n
a rasından sürüne sürüne giderken , " Bi r kenarı boyu n u uzatacak,
öteki kenarı da kısaltacak," d iyordu sadece.
" Neyin b i r kenarı ? Neyin öteki kenarı , " d iye geçi rd i akl ı n d a n Ali­
ce.
" M a ntarı n , " dedi Tırt ı l , sanki Alice b u n ları yüksek sesle sormuş­
ças ına, sonra da gözden kayboldu.
Al ice d ü ş ü nce l i d ü ş ü ncel i manta ra bakıp iki kenarın neresi ola­
bileceği n i a n lamaya çal ışarak öylece kalaka l d ı ; m a ntar yusyuvar­
l a k olduğu ndan, b u n u n yan ı tı n ı b u l ma k Alice için old u kça zord u .
Y i n e d e , son u nda, kol ları n ı n erişebi l d i ği oranda ma ntarı kucakla­
yarak iki tarafından iki el iyle birer parça kopard ı .
" Ş i mdi b u n l a rı n hangisi hangi s i ?" dedi Al ice ken d i kend i ne ve
olacakları görmek üzere sağ e l i ndekinden m i n i k b i r parça ı s ı rd ı :
B i rden çenesi n i n altında korkunç bir da rbe hissetti. Çenesi ayak­
larına çarpmıştı!
Alice bu ani değişi mden iyiden iyiye korkm uştu, fakat boyu hızla
kısaldığından, kaybedecek hiç zamanı olmadığını anlayı p derhal
öbür parçadan birazcık koparı p yemeye davrand ı . Çenesi ayaklarına
iyice daya n ı p s ıkıştığından, nerdeyse ağzı n ı açacak yer kalmamıştı;
nihayet ağzını açı p sol elindeki mantardan bir lokmacı k yutabildi.

* * *

" Of be, sonunda kafam serbest kal d ı ," dedi Al ice neşe içinde,
ama görün ü rlerd e om uzl a rı olmayınca, bu sevinç yeri n i dehşete
b ı raktı; aşağıya baktığında görebildiği tek şey, b i r deniz gibi uza­
y ı p giden yeş i l yapraklar a rasından tıpkı bir sap gibi yükselen uç­
suz bucaksız bir boyu n old u .
" Bütün bu yeş i l l i k de ned i r böyle?" dedi Al ice. "Omu-,darım ne-

61
reye gitt i ? Zava l l ı m i n i k elleri m , nasıl oluyor da sizi göre m iyo­
rum?" Bu s ı rada bir ya ndan da elleri n i oyn atıyord u , ama uza klar­
da yeşil yaprakların hafıf k ı m ı ldanışı ndan öte bir şey olm uyord u .
Elleri n i başı n a doğru kald ı rma ş a n s ı pek olmayı nca, kafa s ı n ı e l ­
lerine doğru götürmeyi dened i; o z a m a n sevinç içinde b i r de ne
görs ü n : Kafası n ı tı pkı b i r yı lan gibi her b i r yana kolayca çevirebi l i ­
yord u . Boyn u n u zarif bir zigzag ha reketiyle aşağıya doğru eğerek
yaprakların arasına daldığında, aslında bunların daha önce altın­
da gezd iği ağaçların tepeleri d ış ı nda bir şey olmadığı n ı anladı;
tam o s ı rada kes kin bir ı s l ı k ses iyle b i rden geri çeki ldi. Koca man
b i r güvercin Alice'in üstü ne üstüne doğru uçup sert bir biçi mde
kanatla rıyla yüzü ne yüzü ne vu ruyord u .
"Yı lan!" d iye haykı rd ı G üvercin.
" Ben yılan deği l i m , " dedi Alice, haksızl ığa uğramış olman ı n ver­
d iği öfkeyle. "Çeki l başımdan."
"Tekra r söyl üyoru m, yılansın sen ! " dedi yine G üvercin, ama bu
kez sesi daha kontrollüyd ü , ard ı ndan h ıçkıra rak ekled i: " Her yol u
dened im, a m a h içbir şey b u n l a ra kar etm iyor."
" N e söylüyors u n , h içbir şey a n l a m ıyoru m , " dedi Alice.
"Ağaç kovu klarını m ı denemed i m , setleri m i dersin, yoksa çitle­
ri m i , " diye devam ed iyord u G üverci n , ona hiç aldırmadan, "ama
ş u yılanlar yok m u ya, b u n lardan bir rahat yok!"
Alice'in şaşkı n l ığı gittikçe artıyord u , öte yandan G üvercin'in la­
fı n ı biti rmeden ona bir şey söylemen in bir faydası olmadığı n ı dü­
ş ü n üyord u .
"Sanki ku l uçkaya yatmak a z dertmiş g i b i , " dedi G üvercin , " b i r
de gel gece g ü n d ü z yılanları gözetle! Üç gecedi r gözüme bir d a m ­
la uyku girmed i . "
G üverci n ' i n neden bahsettiği n i son unda anla maya başlayan
Al ice, "Bu kadar rahatsız ed i l men ize gerçekten çok üzü l d ü m , " de­
di.
"Tam da korudaki e n u z u n ağacı n tepesine çıkmı şken , " diye de-

62
va m etti G üvercin feryat edercesi n e yü ksek b i r sesle, "ve n i hayet
onla rdan tam da kurtu ldum derken ş i m d i de gökten kıvrı larak i n ­
mezler m i ! Ah, s e n i y ı l a n ! "
"Ama diyorum sana i şte, ben yılan deği l i m ! " dedi Al ice. " Ben . . .
Ben b i r. . . "
" Peki, sen nes i n ? " ded i G üverci n . " B a k işte, bir şeyler uydu rma­
ya çal ı ş ıyors u n ! "
" Ben . . . Ben küçük b i r kızı m," dedi Al ice, o gü n geçird iği değişi m
say ı s ı n ı an ımsayıp söyled i klerinden kendisi de kuşkulanarak.
" Pek akla yatkın bir h i kaye doğru su!" dedi G üverci n , küçümse­
yerek. "Ömrü mde b i r s ü rü kız görd ü m , ama böyle boyu n l u suyla
karşılaşmad ı m h iç. Yok, yok! Sen bir yı l a n s ı n , i n ka r etmeye kal kış­
ma. Şimdi sen bana hayatında hiç yum u rta yemed iği n i de söyler­
sin!"
"Tabii ki yed i m , " ded i , doğrucu b i r çocuk olarak; "fakat bil iyor­
s u n uz ki yılanlar gibi küçük kızlar da yu m u rta yer."
" İ na n m ıyoru m b u n a , " ded i G üvercin, "ama eğer öyleyse, o za­
man onlar da bir çeşit yı lan, bütün söyleyeceğim bu."
Bu Al ice için öylesine yepye n i bir fi kirdi ki, öylece ka lakaldı bir i ki
dakika, bu fı rsattan yararlanan G üverci n devam etti: "Sen yu m u r­
ta arıyors u n, bunu çok iyi bil iyoru m; ister b i r kız ol, i sterse b i r yı­
lan; ben i m için ne fark eder ki?"
"Benim için çok fark eder," ded i Alice aceleyle, " üstel i k y u m u rta
falan da aram ıyoru m , arasam bile seninkini i stemem: Y u m u rtayı
çiğ hiç sevmem."
"Öyleyse çek git b u radan!" ded i G üvercin asık bir s u ratla ve ye­
n iden yuvası n a yerleşti. Al ice ağaçların arasında ilerlerken olabil­
diğince çömel iyord u , çünkü boyn u sürekli dallara dolaş ıyor, o da
durup çözmek zoru nda kal ıyord u . Bir s ü re sonra elinde mantar­
dan kalan parçalar olduğu n u a n ı msayarak, d i kkatlice işe koyu ldu;
önce b i ri nden sonra d i ğerinden ı s ı rı p kah uzayıp kah kısalarak so­
n u nda ken d i boyuna gelmeyi başard ı .
Ken d i boyu civarı nda olmayal ı öyle uzun zaman geçm işti ki, i l k
başta yad ı rgar g i b i o l d u ; ama bi rkaç dakikada buna da a l ı şmaya
ve her zama n ki gibi kendi kendi n e kon uşmaya baş ladı. " N eyse,
pla n ı m ı n yarısı artık tamam! Ne kadar da şaşırtıcı tüm bu deği­
ş i m l er! Bir dakika sonra ne olacağı mdan asla emin olam ıyoru m!
Ama o l s u n , kendi boyu ma geldim işte; bundan sonra artık iş o gü­
zel bahçeye gireb i l mekte ... Acaba n as ı l ya pma l ı ? "
Tam böyle derken birdenbire bir açı klığa geldi, içinde b i r buçuk
m etreden alçak küçük b i r ev vard ı . " B u rada her kim yaşıyorsa, " di­
ye d ü ş ü ndü Alice, " b u boyla karş ı larına çıkmasam iyi o l u r, yoksa
korkudan öd leri patlar!" Böylece sağ elindeki mantardan bir lok­
macı k ısırd ı ve boyu yirmi beş santi metreye i n i nceye değin eve
yaklaşmaya kal kışmad ı .
ALTINCI BÖLÜ M
Domuz ve Biber

Al ice bir iki dakikadı r d u rm uş evi seyrediyor ve ş i m d i ne yapsam


d iye d ü ş ü n üyordu ki, b i rden ü n ifo rm a l ı bir uşak ormandan koşa­
ra k ç ı kageldi . . . ( Ü n iformasından dolayı u şak olduğu n u d ü ş ü n­
m üştü; yoksa sadece yüzü ne baksa bal ı k derd i ) . . . y u m r u klarıyla
kapıya hızlı hızlı vurd u . Kapı, kurbağaya benzeyen kocaman pat­
lak gözl ü , yuvarlak yüzlü ü n iformalı başka bir uşak tarafından açıl­
dı; Al ice her iki u şağın da kafalarında l ü le l ü le pudra l ı peru kları ol­
d uğ u n u fa rk ett i . Bütü n bu görd ü kleri n i n n e old u ğ u n u çok merak
ed iyord u , böylece ormandan açıklığa doğru s ü rü nerek i lerleyip
olup biteni d i n lemeye koyu l d u .
Bal ı k Uşak, koltuğu n u n altından nerdeyse ken d i boyu nda ko­
caman bir zarf çıkarıp d iğer u şağa uzatarak ciddi bir ses le " Düşes
içi n . Kraliçe' den kroket oyu n una bir davetiye," ded i . Kurbağa Uşak
da ayn ı cidd i l i kle, ya l n ızca sözcüklerin yerleri n i değiştirerek tekrar­
ladı: " Kraliçe'den. D üşes için kroket oyu n una b i r davetiye."
Sonra ikisi de eğilerek selam verdiler, bu s ı rada l ü leleri birbiri­
n e dolaştı.
Al ice gülmekten kırılıyord u , o kadar ki ken d i s i n i d uya rlar kor­
ku suyla tekrar orm a n ı n içi ne kaçma k zoru nda kaldı; yeniden on­
ları gözetlemek üzere ortaya ç ı ktığında, Balık Adam çoktan git-

65
m işti, öbürü de kapı n ı n yan ı nda yere oturm u ş aptal a ptal gökyü­
züne bakıyord u .
Al ice korka korka gidi p kapıyı çal d ı .
" Kapıyı vurma n ı n h iç faydası yok," ded i U ş a k , "iki nedenden
ötü rü . i l ki, bir kere sen i n l e kapı n ı n ayn ı tarafındayız; i ki ncisi de
içeride öyle b i r gürü ltü kopuyor ki, kimsen i n sen i duymasına im­
kan yok." Gerçekten de içerde öyle acayip bir gü rültü pat ı rtı vard ı
ki. .. ard ı arkası kes i l m eyen u l u ma ve hapşırmalar ve ara ara tabak
ya da dem l i k kırıl ıyorm uşçasına çı ka n büyük şangırtı lar.
"O halde," dedi Al ice, " l ütfen söyler m i s i n iz, nasıl içeri girebi­
l i ri m ?"

66
" Kapıyı çal m a n ı n a n lamı olab i l i rd i , " d iye devam etti U ş a k ona
a l d ı rmaksızı n , "eğer ki kapı aramızda olsayd ı . Örneği n , sen içer­
de olsayd ı n , kapıyı vu ra b i l i rd i n , ben de seni d ı şarı ç ı karırd ı m ."
Uşak o n u n l a kon uşu rken hep gökyüzüne ba kıyord u , Al ice'e göre
bu davranış nezaketsizl i k demekti. "Ama belki de başka türlüsü
eli nden gel m iyord u r," dedi ken d i kendi ne, "gözleri baş ı n ı n tepe­
s i n e o kadar yak ı n ki. Yine de soruları yan ıtlaya b i l i r." Ardından
yü ksek sesle tekrar sord u : " İ çeri nasıl girebi l i ri m ?"
" B u rada otu racağı m , " ded i U şak, "yarına kadar."
Tam o anda evi n kapısı açı l d ı ve kocaman bir tabak havada
kayarcas ı n a Uşak' ı n kafasına doğru gelerek b u rn u n u sıyırıp geçti
ve a rkası ndaki ağaçlardan birine çarpara k parçalandı.
" . . . ya da belki de öbür güne," d iye nerdeyse ayn ı tonla, sanki
h içbir şey olmam ışçasına devam etti U şak.
Alice, ses i n i iyice yü kselterek, " İçeri nasıl gireceği m ?" d iye sor­
du yen iden.
"Ondan önce ş u soru geliyor, a n lars ı n ya," dedi U şak, "içeri
girecek m i s i n ki?"
Kes i n l i kle doğru söylüyord u; sadece b u n u n söylenmesi Ali­
ce'i n hiç hoş u n a gitmemişti. "Gerçekten korku nç," d iye homu r­
dandı kendi ken d i ne, " b u yaratıkların ş u ta rtışma şekilleri yok m u
ya. İ n san ı çı l d ı rtmaya yeter!"
U şak, sözleri n i farklı farklı şekil l erde tekrarlamak için fı rsat
ç ı ktığı n ı görm ü ş gibiyd i . " B u rada otu racağı m , zama n zaman,
gün lerce ve gün lerce."
" Peki a m a ben ne yapacağı m , " dedi Al ice.
" N e i stersen o n u , " dedi Uşak ve başladı ı s l ı k çal m aya.
"Öf b u n u n l a kon uşmak boş una," dedi Al ice u m utsuzl u k için­
de. "Apta l ı n tekil" Kapıyı açıp içeri gird i .
K a p ı , baştan s o n a d u manla kapl ı büyükçe b i r m utfağa açıl ıyor­
d u. Düşes, ortada üçayaklı bir ta bu reye oturmuş bir bebek emzi­
riyord u ; aşçı, ocağın üzerine eği l m iş içinde herhalde çorba kayn a-
ya n bir kazan ı karıştı rıyord u .
"Çorbaya da a m m a çok b i ber koym uşlar! " dedi Al ice kendi
ken d i ne, hapş ı rığı n ı tutmaya çal ı şa ra k.
Havada kes i n l i kle hadd i nden fazla b i ber vard ı . D üşes bile yer
yer hapşı rıyord u ; bebek ise ard ı arkası kes i l meden ya hapşırıyor,
ya da feryat ediyord u . M utfakta hapş ı rmayanlardan biri aşçı, diğe­
ri de ocağı n yan ında otu ru p, sı rıtmaktan ağzı kula kları n a varan
kocaman bir kediyd i .
" Efe n d i m , l ütfedi p söyler m i s i n iz," dedi Al ice çeki ne çekine,
öyle ya kon uşmayı i l k önce kendi s i n i n başlatmas ı n ı n n az i k b i r
davra n ı ş o l u p olmad ığından p e k de emin deği l d i , " Neden ked i n iz
böyle s ı rıtıyor?"
"O bir Chesh i re Kedi s i , " ded i Düşes, "o yüzden. Domuz!"
Bu son sözcüğü öyle a n i bir h iddetle söyledi ki, Alice yeri nden
sıçrad ı ; fa kat b u n u n kendisine değil de, bebeğe söylend iğin i a n la­
yınca, cesaretin i toplayıp sözleri n e yen iden devam etti ...
"Ches h i re Kedileri n i n hep böyle s ı rıttıkları n ı bilm iyord u m ; as­
l ı nda ked i l eri n sırıtabilecek/erini pek d uymam ı ştı m."
" Hepsi s ı rıtabi l i r, " dedi D üşes, "ve çoğu da sı rıtır."

68
"Sırıtanını h i ç görmed i m , " dedi Al ice ki barca; son unda b i r soh­
bete kat ı l m ı ş ol maktan pek mem n u ndu.
" Pek bir şey b i l m iyorm u ş s u n , " dedi D ü şes; " b u b i r gerçek."
Al ice bu sözlerdeki havadan hiç hoş l a n m ayınca başka kon ular
ortaya atm a n ı n iyi olacağını düşündü. O b i r kon u b u l m aya
çal ı ş ı rken, aşçı çorba kaza n ı n ı ateşten i nd i rip, e l i n e ne geçerse
D ü şes i l e bebeğe fırlatmaya başladı . . . önce maşa ve k ü rek geldi;
on ları tava, tabak, sahan yağm uru izled i . D ü şes, b u n l a r kendisine
çarpsa bile h i ç ald ırm ıyord u; bebek de zaten öyle b i r feryat ediyor­
d u ki, bu darbeleri n o n u i n citip i n citmediğini kesti rmek neredey­
se i m ka n s ızd ı .
"Ah, lütfen, d ikkat etsen ize," diye bağı rd ı Alice, olduğu yerde
dehşet içinde zı playı p d u ru rken . Kos kocaman b i r tava bebeğin
b u rn u n u s ıyırıp geçerek görevi n i nerdeyse başarıyla yeri ne geti re­
cekke n , "A i şte, bebeği n o güzelim b u rn u gid iyor," ded i .
" Eğer herkes ken d i işine baksaydı," d e d i D ü şes boğu k b i r h ı r­
lamayla, "dü nya ş i m d i ki nden daha h ı z l ı dönerd i . "
"Ama bu hiç iyi bir şey olmazdı," ded i Alice, bilgisini birazcı k or­
taya koyma fı rsatı n ı yakalamış olmaktan oldukça m utluyd u . " B ir dü­
ş ü n ü n , bunun gece ve gündüz üzeri nde nasıl bir etkis i olurd u ! Bili­
yorsun uz, d ü nya yirm i dört saatte döner, ken d i eksen i etrafında."
" Ensesi demişken," dedi Dü şes, " U çu ru n ş u n u n kel lesini en­
seden!"
Al ice, aşçı n ı n Düşes'in söyled i klerine göre davra n ı p d avran­
mayacağı kon u s u nda old u kça endişelenerek dön ü p ona bakt ı ; fa­
kat aşçı h u m malı h u m m a l ı çorbayı karıştı rıyor, sanki o n u h iç d i n­
lem iyord u; böylece Alice'e yeniden cesaret geldi ve sözleri ne de­
vam etti: " S a n ı rı m yirmi dört saatt i , yoksa on iki m iyd i ? Ben . . . "
"Öf, s ı kma can ı m ı , " dedi D ü şes, "ol d u m olası rakam l a ra ta­
ham m ü l edemem ! " Sonra, yen iden çocuğu n u emzirmeye başlad ı ;
o n a n i n n iye benzer b i r şey söylüyor ve h e r dize n i n son unda çocu­
ğu bütün h ı ş m ıyla s a l l ıyord u :

69
" Paylayı n küçük oğl u n uzu
Dövün o n u hapşırd ığında
Attırmakt ı r a macı kafa n ızın tas ı n ı
Ç ü n kü a k l ı h e p m uz i p l i kte"

KO RO

(Koroya bebek ve aşçı da katıl ı r.)

" Eeee! Eeee! Eeee!"

D ü şes, şarkın ı n iki nci böl ü m ü n ü söylerken, bebeği deli gibi bir
aşağı bir yukarı atı p d u ruyord u ; zava l l ı m i n i k şey öyle bir feryat
ed iyordu ki, Al ice n i n n i n i n sözleri n i zar zor d uyabil iyord u ...

" Bağırırım çağı rırım oğl uma


Döverim onu hapşırd ı ğında
B i l i ri m bayı l ı r acı b i bere
B i r kez can ı isted iğinde"

KO RO

" Eeee! Eeee! Eeee!"

D ü şes, bebeği Alice'e h ızla fı rlatarak, "Al i şte, istersen b i raz da


sen bak!" dedi . " G i d i p Kral içe'yle kroket oynamak için hazırlana­
yı m , " d eyi p h ızla odadan çıktı. Aşçı, D üşes' i n ard ı ndan tavayı fı r­
latt ı , ama isabet ettiremedi.
Acayip şekil l i ufak bir yarat ı k olan bebeği Alice güçbela yakala­
yabi ldi; kol l a rıyla baca kları n ı öyle bir uzatmıştı ki, Alice, "tı pkı b i r
denizyı ldızı," d iye d ü ş ü n d ü . O n u yakaladı ğı s ı rada, zava l l ı küçük
şey tıpkı bir buhar maki nesi gibi soluyup, d u rmadan iki büklüm

70
ol uyor, sonra yen iden gerin iyord u ; bu yüzden Al ice o n u d üzgü nce
tutabilmek için bir iki dakika boyu nca akla karayı seçti.
Bebeği doğru d ü rüst nasıl tutacağı n ı n b i r yol u n u bulur bul maz
(on u , önce d üğüm yapar gibi bükmüş, son ra da kend i n i bir daha
çözemesin d iye sağ kulağıyla sol ayağın ı s ı kı s ı kı tutm uştu) , onu
alıp açık havaya çıkard ı. " B u çocuğu yan ı mda götü rmesem," diye
d ü ş ü n d ü " kesin b i r i ki gü n içinde o n u ö l d ü rü rler. O n u b u rada bı­
rakmak cinayet deği l de ned ir ki?" Bu son sözleri yü ksek sesle söy­
lem işti; o küçük şey de yan ıt olarak b i r hom u rtu kopard ı (bu ara­
da hapş ı rmayı kes m i şti.) . " Ho m u rdan ma," dedi Alice, " bu, duy­
guları n ı ifade etmenin hiç de doğru b i r yol u deği l . "
Bebek yen iden hom urdanı nca Al ice acaba ne o l d u diye merakla
bebeğin yüzüne baktı. Hiç kuşku yoktu ki, burnu gerçek bir i nsan
burnundan çok, bir hayva n ı n ki gibi faz/asıyla kal kıktı; gözleri de bir
bebeğin gözlerine göre aşırı küçüktü: Alice, bu şeyi n görüntüsü n­
den pek hoşlanmamıştı. "Çok ağlıyordu ya, belki de ondand ı r," di­
ye düşündü ve yaş var m ı yok mu diye yen iden di kkatlice gözleri ne
baktı.
Yok, gözleri nde ne yaş var­
'
.�J (
. '
"�· i t
d ı ne bir şey. "Ca n ı m bak, eğer
·•
ı ;K ı dom uza dönüşüyorsan," dedi
Al ice ciddi bir edayla, "artık
sen i n l e işim olmaz. Anlaş ı ld ı
m ı ?" Zava l l ı küçük şey yeni­
den hıçkırd ı (ya da homurdan­
dı, tam olarak hangisi olduğu­
nu söylemek i m kan sızd ı ) , bir
s ü re i kisi de sessiz kaldılar.
Al ice tam, " Eve vard ığım­
da b u ya ratıkla ne yapaca­
ğım?" d iye d ü ş ü n meye başla­
m ı ştı ki, küçük şey yen iden

71
öyle b i r hom u rdandı ki, Alice, b i r­
den dehşetle yüzüne baktı. Bu se­
fer h içbir şüpheye yer yoktu; bu
yaratık yüzde yüz domuzd u , o n u
kucağı nda d a h a fazla taşı ması
çok saçma olaca ktı.
Böylece, küçük yaratığı yere
b ı raktı; o n u n sessizce koşarak
koruya gird i ğ i n i görünce ol­
d u kça rahatlad ı . " B üyüyü nce
dehşet çirkin bir çocuk o l u r­
d u , " dedi ken d i kend i ne, "ama
b i r domuz olarak, sanırım gü-
zel ol acak." Sonra da, tan ıdığı
çocuklardan dom uzl u ğa yakışan­
ları getird i gözü n ü n ö n ü ne; " Keş­
ke i n san bu n ları nas ı l dom uza dö­
n üştürebi leceği n i bilebilse," diye ken d i
kend ine kon uştuğu s ı rada iki üç metre öte-

72
de b i r ağaç dalı nda otu ran Ches h i re Ked i s i ' n i görü nce i rkildi.
Kedi Alice'i görünce, s ı rıtmakla yet i n d i . İ yi h uyl u b i r kediymiş
gibi gel d i ona: N e var ki, çok uzun tırn a kları ve b i r s ü rü dişi va rd ı ,
bu yüzden o n a ka rşı saygı l ı davranması gerektiğini d ü ş ü nd ü .
"Ches h i re P i s i s i , " diye başladı kon uşmaya çekine çekine, b u
h itaptan hoş l a n ı p hoşlanmadığından pek emin deği ldi. N eyse ki ,
ked i n i n yüzündeki s ı rıtış biraz daha a rtmıştı. "Ta mam o zaman,
demek ki d u rumdan hoşnut," d iye d üş ü n d ü ve deva m etti. " Lüt­
fen söyler m is i n iz, b u radan ne tarafa doğru gitmeliyi m ?"
" B u daha çok nereye varmak isted iğine bağl ı , " ded i Kedi.
" N eresi ol u rsa olsun ... " ded i Alice.
"Öyleyse ne tarafa doğru gideceğin i n önemi yok," dedi Ked i.
"Bir yerlere varay ı m da, gerisi önemli deği l , " d iye ekled i Al ice,
ne isted iğini daha iyi an latabi l mek için.
" Kesi n , b i r yerlere varırs ı n ," ded i Ked i, "tab i i yeterince yürür­
sen."
Alice, bu sözü n doğru l uğunu yads ıya m ayacağ ı n ı görünce,
başka bir soru sormayı dened i . " Buralarda n a s ı l insanlar yaşar?"
"Şu tarafta," dedi Kedi , sağ pençesiyle bir yarı m daire çizerek,
"Şa pkacı yaşar. Şu tarafta da," ded i , d iğer pençesiyle de ayn ı ha­
reketi yaparak, " M a rt Tavşan'ı yaşar. İ stediğine git, nasılsa ikisi de
deli."
"Ama ben deli lerin a rasına gi rmek istem iyoru m," dedi Alice.
" E, bu konuda elimden bir şey gel m ez," ded i Ked i . " B u rada
kim deli deği l ki! Ben deliyi m . Sen delis i n . "
" N erden bil iyors u n ben im d e l i olduğu m u, " dedi Alice.
" Öyle ol malıs ı n, " ded i Ked i , "Yoksa b u ralara gel mezd i n ."
B u d u ru m u n hiç de del i l iğine kan ı t olmadığı n ı d ü ş ü n d ü Alice.
Yine de sözleri ne deva m etti. " Peki ken d i n izin deli olduğu n u ner­
den bil iyors u n uz?"
"Öncel i kle," dedi Ked i , "bir köpek del i değildir. Kabul m ü ? "
" G a l iba öyle, " ded i Al ice.

73
"O halde," diye devam etti Ked i , " b i l iyors u n ki köpekler kızd ı k­
larında h ı rlarlar, sevin d i klerinde de kuyru kları n ı salla rlar. Oysa,
ben sevi nd iği mde h ı rlarım, kızd ığımda da kuyruğu mu sallarım.
Demek ki ben deliyim."
"O h ırlamak deği l , m ı rlam aktır," ded i Alice.
" N asıl istersen öyle de," ded i Ked i . " B u gü n Kra l i çe'yle kroket
oynuyor m u s u n ? "
"Çok isterd i m , " d e d i Alice, " a m a d a h a davet ed ilmed i m . "
"Orda b e n i görürsü n ," ded i Ked i v e ortadan kayboldu.
Al ice, buna pek de şaşırmadı, tu haf şeylerin olması n a öyle a l ı ş­
m ıştı ki. Ked i ' n i n kaybolduğu yere öylece bakaka l m ı ş ke n , Kedi b i r­
den yen iden ortaya ç ı ktı.
"Ha bu a rada bebek ne old u , " dedi. "Az daha sormayı u n utu­
yord u m . "
" Dom uza dön üştü," diye yan ıtlad ı Al ice sakin s a k i n , sanki Ke­
di çok doğal b i r yoldan geri gel mişçes ine.
" Ben de öyle d ü ş ü n m üştü m , " dedi Kedi ve yeniden ortadan
kayboldu.
Alice, Ked i 'yi bir kez daha göre b i l i rim u m u d uyla b i r s ü re bek­
led i , ama Ked i bir daha görün med i ; bir iki dakika sonra M a rt Tav­
şanı'n ı n yaşadığı söyleni len yöne doğru yürü meye koyul d u . " Da­
ha önce, şapkacılar görm üştü m , " dedi Alice kendi kendi ne. " M art
Tavşa n ı çok daha i lginç olacak, hem mayıs ayı nda olduğu m uzdan
belki daha deli rmem iştir ... en azı ndan martta olduğu kadar değil­
d i r." Alice, bunları söylediği s ı rada dönüp bir yukarıya baktı , Ked i
yine orada bir ağacı n dalına tünemişti.
" Do m uz mu demiştin , yoksa m uz m u ? "
" Do m uz," diye yan ıtladı Al ice; " a m a böyle i kide birde kaybol u p
çı kmasa nız ortaya. İ ns a n ı n b a ş ı dön üyor."
" Peki , " dedi Ked i , bu sefer yavaş yavaş kayboldu; kuyruğu n u n
ucundan başladı kaybol maya , en s o n s ı rıtışı s i l i n d i ... kendisi ta­
mamen gözden kayboldu ktan son ra, s ı rıtışı bir s ü re daha kaldı.

74
" H ayret! S ı rıtmayan ked i görm ü ştü m pek çok kez, '' diye dü­
ş ü n d ü Al ice, "ama ked isiz bir sı rıtma! B u ö m rü mde gördüğüm en
tuhaf şey!"
Öyle pek fazla da bir yol almamıştı ki, M a rt Tavşa n ı ' n ı n evi çı­
kıverd i ka rş ı s ı na; bu ev onun olmalı d iye d ü ş ü n d ü , çü n kü bacalar
kulak biçi mi ndeyd i , çatı sı da kü rkle kapl ıyd ı . Öyle büyük bir evd i
ki, sol e l i ndeki ma ntardan b i r iki lokma a l madan eve yaklaşmaya
cesaret edemed i; boyu artık yaklaşık altm ış santi metre o l m uştu.
Yine de ken d i kendine, "Ya del i rmişse! Keşke Şapkacı ' n ı n evi ne
gitseyd i m , " demeden edemed i ve ü rkek ü rkek eve doğru yürüme­
ye devam etti.

75
YE DİNCİ BÖLÜ M
Delilerin Çay Saati

Evi n ö n ü nde bir ağacın altına sofra ku ru l m u ştu; M a rt Tavşanı'yla


Şapkacı çay içiyorlard ı ; aralarında otu ran F ı n d ı k Faresi derin uyku­
dayd ı ; diğer i kisi d i rsekleri n i ona dayam ı ş , baş ı n ı n üzeri nden ko­
n u ş uyorlard ı . " Fı n d ı k Fa resi için çok rahatsız edici," diye d üş ü n­
d ü Alice, "ama uykuda old uğundan d uym uyor herhalde."
M asa kos kocamandı, ama üçü bir a rada masa n ı n bir köşesi n e
top l a n m ı ştı. Al ice' i görd ü kleri a n d a "Yer yok! Yer yok" diye bağrış-
tı lar. "Yer çok, çok!" dedi Alice kızarak ve gid i p masa n ı n bir ucun­
daki büyükçe b i r koltuğa otu ruverd i .
" Biraz şara p a l ı n , " dedi M art Tavşa n ı , i n s a n ı cesaretlend i rici
bir ses tonuyla.
Al ice, masa n ı n her bir yan ı n a baktı, fakat masada çaydan başka
hiçbir şey yoktu. "Ortada şarap görem iyoru m," diye bel i rtti Al ice.
"Yok zaten , " dedi M a rt Tavşan ı .
"O halde bana şarap teklif etmeniz hiç d e nazik b i r davra n ı ş
deği l , " ded i Alice kızarak.
" Davet ed i l meden sofraya otu rm a k da nazik b i r davra n ı ş de­
ğil," dedi M a rt Tavşan ı .
" B u n u n sizin sofra n ız olduğu n u b i l m iyord um , " dedi Alice. " Ü ç
kişiden daha fazlası için kuru l m u ş bu sofra."
"Saçları n ı n kes i lmesi gerekir," dedi Şapkacı. B i r s ü red i r büyük
merakla Alice ' i i nceleyen Şapkacı ilk kez söze karış ıyord u.
" Başkaları n ı n şahsına laf etmemel i s i n iz," dedi Alice b i raz sert­
çe, " b u çok ayı p."
B u n ları d uyu nca, Şapkacı ' n ı n gözleri fal taşı gibi açı l d ı , ama
buna karş ı l ı k olarak sadece, " N eden kuzgun yazı masasına ben­
zer?" diye sord u .
" H ey, şimdi b i raz eğleneceğiz!" d iye d ü ş ü n d ü Alice, " Bi l mece
sormaya başlamalarına çok sevi n d i m . " Ard ı ndan yü ksek sesle
ekled i : " G a l i ba b u n u tah m i n edebi l i ri m."
" B u n u n yan ıtı n ı bulabi leceğini sandığı n ı m ı söylemek istiyor­
s u n ? " dedi M a rt Tavşan ı .
" Evet, öyle," dedi Alice.
"O halde, ne demek i stediğini söylemel i s i n , " d iye devam etti
M art Tavş a n ı .
"Söyleri m , " d iye atı l d ı Al ice, "en azı ndan ... ne söylüyorsam
o n u demek istiyorum ... i kisi zaten ayn ı şey."
" H iç de aynı şey deği l!" dedi Şapkacı. "Öyleyse şöyle de d iyebi­
l i rsin: 'Yed iğim şeyi görü rüm' ile 'Gördüğüm şeyi yeri m' ayn ı şey."

77
"Ya da şöyle de d iyeb i l i rs i n , " diye ekled i M a rt Tavşanı. "'Aldı­
ğım şeyi severim ' i l e 'Sevd iğim şeyi a l ı rı m , ' da ayn ı şey."
"Öyleyse ş u n u da d iyebi l i rs i n , " d iye ekledi san ki uykudaymış
gibi kon uşan Fındık Faresi, " ' Uyuduğumda nefes a l ı rı m ' i l e ' N e­
fes ald ığımda uyu rum,' ayn ı şey."
"Sen i n için gerçekten de ayn ı şey," ded i Şa pkacı . Tam b u rada
konuşmalar kesildi, orta l ı k bir da kikal ı k sessizl iğe göm ü l d ü , bu
a rada Al ice kuzgu n ile yazı masası hakkında a n ı msayabildikleri n i
d üş ü n üyord u , zaten fazla da b i r şey an ımsam ıyord u.
Sessizl iği ilk bozan Şapkacı old u. " B ugün ayı n kaçı , " ded i Ali­
ce'e dönerek. Cebinden saati n i çı karmışt ı ; kaygı l ı kaygı l ı saate
bakıyor, a ra s ı ra sal layı p kulağına götü rüyord u .
Al ice b i r s ü re d ü ş ü n ü p sonra da " Dörd ü, " ded i.
" İ ki gün i leri , " d iye içi n i çekti Şapkacı. Sonra da, "Tereyağı bu
mekan izmaya iyi gel m ez demişti m , " dedi öfkeyle dön üp M a rt
Tavşanı'na bakarak.
" B u en iyi tereyağıyd ı," d iye yan ıtladı uysa l l ı kla M a rt Tavşanı.
" Evet, ama içine ekmek k ı rı ntı ları da girmiş olmalı," d iye ters­
ledi Şapkacı, "ekmek b ıçağıyla yağlamayaca kt ı n . "
" M a rt Tavşan ı saati a l ı p üzgün üzgü n baktı. Sonra da çayı n ı n
içine bat ı rd ı , orada n a l ı p tekrar baktı, a m a i l k söylediğinden daha
iyi bir cevap gel medi aklına, " B i liyors u n , en iyi tereyağıydı . "
Al i ce u za n ı p Tavş a n ' ı n omzu n u n üzeri nden m erakla
bakıyord u. " N e kom i k b i r saat!" ded i. " G ü n ü gösteriyor, ama sa­
ati gösterm iyor."
" N eden göstersi n ki?" diye hom u rdandı Şapkacı. "Senin saati n
yı l ları gösteriyor m u ? "
"Tabii ki, hayır," d iye yan ıtladı Alice, hemen atılarak, "ama bu,
uzun b i r s ü re ayn ı yılda kaldığım ızdan böyle."
" Benim saatim için de ayn ı d u rum geçerli," dedi Şapkacı.
Alice iyiden iyiye şaşkı n l ı k i çindeyd i . Şa pkacı ' n ı n söyled iği şe­
yin h içbir a n la m ı yok gibiyd i , ama cümle olarak doğruyd u . " Pek
anlamad ı m , " dedi olabi ldiği nce kibar olmaya çalışarak.
" Fı n d ı k Faresi yine uykuya daldı," ded i Şapkacı ve b u rn u n u n
ü stüne bi raz sıcak çay döktü.
F ı n d ı k Faresi sabırsızca baş ı n ı s i l keledi ve gözleri n i açmad a n ,
"Tabii tabii , " ded i. " Ben de t a m öyle d iyecektim."
" B i l mece n i n cevab ı n ı bulabildin mi?" dedi Şapkacı yen iden Al i-
ce'e dönerek.
" H ayır, aramaktan vazgeçtim," diye karş ı l ı k verdi: "Cevabı ne?"
"En ufak bir fikrim yok," dedi Şapkacı.
" Be n i m de," ded i M art Tavşanı.
Al ice, b ı kk ı n bıkkı n içi n i çekti. Sonra da, "Cevapsız soru lar so­
rarak harcamakta n sa," dedi, "zaman denen şeyi daha faydalı
i ş lerle değerlen d i reb i l i rs i n iz bence."
"Sen de ben i m kadar iyi tanısayd ı n , " ded i Şapkacı, "Za­
man'dan şey diye bahsetmez, şah ı s za m i ri kullan ırd ı n . "
" N e demek isted i ği n izi an layamıyoru m , " ded i Alice.
"Tabii ki an laya mazsın," ded i Şapkacı küçü m sercesi n e baş ı n ı
arkaya savu rarak. "Sen, Zaman i l e hiç kon uşm amı şsı n d ı r bile!"
" Belki de kon u ş m a m ı ş ı md ı r," d iye ka rş ı l ı k verd i Al ice ihtiyatla.
"Ama m üz i k derslerinde, zaman tutup el vururum."
" İ şte, tamam. Bu her şeyi açıkl ıyor, " dedi Şapkacı. "O tutu l u p
vuru l m aya gel mez. Y a n i , Zaman ile iyi i l işkiler kura rsan , saate
sen i n i sted iği n hemen hemen her şeyi yapar. Örneği n , va r say ki,
saat saba h ı n dokuzu, tam derse başlama za m a n ı : Zam a n ı n kula­
ğına sadece fısıldaman yeter, saat b i r çırpıda i lerleyiveri r! B i r bak­
m ı ş s ı n , bir buçuk, öğle yemeği za m a n ı ! "
(" Keşke öyle o l s a , " dedi M a rt Tavş a n ı kendi ken d i n e kısık b i r
s e s ton uyla.)
" N e m üthiş o l u rd u , " dedi Alice, sonra da d ü ş ü n celi d ü ş ünce­
l i , "ama o zaman da ... daha acıkm ış ol mazd ı m ki."
" İ l k anda değil bel ki," ded i Şapkacı , "fa kat saati d i l ed iğin kadar
bir buçukta tuta b i l irs i n . "

79
"Siz böyle m i idare ediyors u n u z Za m a n ı ?" d iye sord u Alice.
Şa pkacı kederli kederli baş ı n ı sal ladı . "Artık ben edem iyoru m ! "
diye ka rş ı l ı k verd i . "Geçen martta kavga ett i k... Tam b u n u n kızma
dönemi önces iyd i . .. " (Çay kaşığıyla M art Tavşa n ı ' n ı i şaret ed iyor­
du.) " ... Kupa Kraliçes i ' n i n verd i ği büyük konser s ı rasındayd ı, ben
de şu şarkıyı söyleyecektim:

Parla, parla küçü k yarasa!


Nelerle meşgu l s ü n acaba!

B u şarkıyı belki sen de biliyors u n . "


" Bu n a benzer b i r şey d uymuştu m , " dedi Alice.
" H a n i gerisi de şöyleyd i , " d iye devam etti Şapkacı:

Uçars ı n d ü nya n ı n üzeri nde


Çay tepsisi gibisin gökyüzünde
Parla, parla-

Tam bu s ı rada F ı n d ı k Faresi şöyle b i r s i l ki nd i ve uyk u s u n u n


a rasında "Parla, parla, parla, parla-" diye söylemeye başladı, b u

80
terane o kada r uzadı ki, s u sturma k içi n F ı n d ı k Faresi ' n i ç i m d i kle­
mek zorunda kaldı lar.
" Daha i l k kıtayı bitirmemiştim ki," dedi Şapkacı , " Ku pa Krali­
çesi yerinden fı rlay ı p bas bas bağı rarak "Za m a n ı öldü rüyor! Uçu­
r.u n kelles i n i ! ' dedi."
"Ne kadar vahşice!" d iye haykı rd ı Alice.
" İ şte o günden beri," diye devam etti, Ş apkacı kederli b i r ses to­
n uyla, " isted iğim hiçbir şeyi yapmıyor! Saat hep altıyı gösteriyor."
O zaman Al ice' i n kafasında ş imşek çaktı. " M asada bu kadar
çok çay takı m ı olmas ı n ı n nedeni bu m u öyleyse?" d iye sord u .
" Evet, bu," ded i Şapkacı içi ni çekerek. " Hep çay zamanı ndayız.
B u n ları yı kayacak zamanı bile bulamıyoruz."
"O halde hep masa n ı n etrafı nda dön ü p d u ruyor o l m a l ı s ı n ız."
" Evet, öyle," dedi Şa pkacı, "takımlar kirlen d i kçe dön üyoruz."
" Peki ya tekrar başa döndüğün üzde n e ol uyor, " d iye sormaya
kal kıştı Alice.
" Kon uyu art ı k değişti rsek," diye lafa gird i M art Tavşanı esneye­
rek. " B u kon udan s ı k ı l maya başlad ı m . Bu küçü k han ı m ı n bize bir
masal a n latma s ı n ı öneriyoru m . "
B u teklif karş ı s ı nda old u kça telaşlanan Alice, " Ku s u ra bakma­
yın. Ama hiç masal b i l m iyoru m," dedi.
"O halde F ı n d ı k Faresi a nlats ı n ! " d iye bağı rdı diğer i kisi.
" Fı n d ı k Faresi, uyan." Ve i kisi i ki yandan çimdi kled i ler.
F ı n d ı k Faresi u s u lca gözleri n i açtı. " U y u m uyord u m," dedi
k ı s ı k, cılız bir sesle. " Bütün söyled i kleri n izi d uyd u m çocu klar."
" Bize bir masal a n lat! " dedi M a rt Tavşan ı .
" H ad i a n lat, l ütfen !" diye yalvard ı Alice.
"Ve hızlı h ızl ı an lat," diye ekled i Şapkacı , "yoksa daha bitme­
den uykuya dalarsı n."
" B i r varmış, bir yokm uş. Üç küçük kız kardeş varmış," d iye
başladı F ı n d ı k Faresi a n l atmaya aceleyle; "Ad l a rı da Elsie, Lacie ve
Til l i e'ym iş. Bir kuyu n u n d i bi nde yaşarlarm ış."

81
" N e yiyip içerlerm iş?" d iye sord u , böyle şeyler hep ilgisini çe­
ken Al ice.
"Şeker pekmezi," dedi F ı n d ı k Fa resi, bi rkaç dakika düşü ndük­
ten son ra.
"Sadece b u n u yem i ş olmaları n a i mkan yok," ded i Al ice kibar­
ca, "yoksa hastalan ı rlard ı ."
" H astalanm ışlar, " ded i F ı n d ı k Faresi, "çok hastalan m ı ş lar."
Al ice, bu gari p yaşa m şekl i n i n nasıl bir şey olduğu n u n kend in­
ce haya l i n i kurmaya çal ı ştı; fakat öyle b i r şaşkı n l ı k içi ndeydi ki ,
şöyle bir soruyla sözlerine deva m etti. "Ama neden bir kuyu n u n
d i binde yaşarlarm ış?"
" B i raz daha çay al," dedi M a rt Tavşanı Alice'e, gayet cid d i b i r
tavırla.
" Daha hiç çay içmed i m ki," d iye karş ı l ı k verd i Alice güce n i k bir
ses tonuyla, "o yüzden biraz daha çay alamam."
" B i raz daha az alamam demek i sted i n herhalde, ç ü n kü hiçten
daha fazla almak çok kolay.
" Kimse sen i n fi krin i sormadı," dedi Alice.
"Şimdi kim başkaları n ı n şah s ı n a laf ed iyorm uş baka l ı m ?" ded i
Şa pkacı zafer kaza n m ı ş b i r ed ayl a.
Al ice, buna karş ı l ı k ne söylemesi gerektiği n i pek b i l m iyord u.
Bu yüzden birazcı k çay, ekmek ve tereyağı aldı, sonra da F ı n d ı k
Faresi ' ne dön ü p soru s u n u tekrarladı. " N eden o kuyu n u n d ib i nde
yaşıyorlarmış?"
F ı n d ı k Fa resi, ken d i n e bir i ki dakika d ü ş ü n m e payı bırakıp, a r­
d ı ndan da " b u bir şeker şerbeti kuyus uym uş da ondan , " ded i .
" Böyle şey ol maz!" diyen Alice t a m s i n i rlenmeye başlam ıştı ki,
Şa pkacı ve M art Tavşanı ona, "Şişt! Ş işt!" dedi ler, b u n u n üzeri ne
F ı n d ı k Fares i som u rtarak, " Eğer nazik olmayacaksan, masa l ı n ge­
ri kal a n ı n ı ken d i baş ı n a tamamla," ded i .
" H ad i , ne o l u rs u n , devam et!" ded i Al ice. " B i r daha söz ü n ü
kesmeyeceği m . Bel ki d e b i r tane de böyle b i r kuyu va rd ı r."

82
" B i r tane, öyle m i ?" dedi F ı n d ı k Faresi h a ks ızlığa uğra m ı ş ol­
m a n ı n verd iği öfkeyle. Yine de sözleri ne devam etti. " İ şte, böyle­
ce bu üç kız kardeş . . . çekip d u ruyorlarm ış."
Alice verd iği sözü u n utarak atı l ı p, "Ne çekiyorlarmış?" d iye
sord u .
"Şeker şerbeti," dedi F ı n d ı k Faresi, bu sefer hiç d üş ü n meden.
"Temiz bir fi ncan i stiyorum," d iye a raya girdi Şapkacı ; "hadi,
b i r i l eri kaya l ı m."
Şapkacı kon uştuğu sı rada bir ileri kayd ı, onu Fındık Faresi iz­
led i . M art Tavşan ı , F ı n d ı k Fares i ' n i n yeri ne kayd ı. Al ice de pek is­
teksiz bir şekilde M art Tavşa n ı ' n ı n yeri n i aldı. Bu değiş imden tek
ka rl ı çıka n Şapkacı oldu. M a rt Tavş a n ı daha b i raz önce süt s ü ra­
h i s i n i ta bağına devirdiğinden, Al ice'i n d u ru m u eskisinden de ber­
battı.
Al ice, F ı n d ı k Fare s i ' n i yeniden güce n d i rmek i stemiyord u, o
yüzden sözleri ne d i kkatlice başlad ı . " Şey, doğrusu pek an lama­
d ı m . Şeker şerbeti n i nerden çekiyorl a r m ı ş ? "
" S u kuyusundan s u çekers i n , " d e d i Şapkacı , "o halde şeker
şerbeti kuyu s u ndan da şeker şerbeti çekers i n , d iye d ü ş ü n üyo­
rum ... öyle di mi aptal ! "
Alice, bu s o n sözleri pek dikkate almaya ya naşmayarak, "Ama
kuyu n u n içinde yaşıyorlarmış," dedi F ı n d ı k Faresi ' ne.
"Tab i i ki," ded i F ı n d ı k Faresi, "kuyu n u n içinde yaşadı kları n ı
söylemiştim başı nda."
Bu yan ıt karş ı s ı nda, zava l l ı Alice ' i n zihni allak bullak o l m u ştu,
bir s ü re hiç sözü n ü kes meden F ı n d ı k Fares i ' n i n d evam etmesine
izin verdi .
" İ şte böylece çeki p d u ruyorlarmış," diye devam etti F ı n d ı k Fa­
resi esneyip gözleri n i ovuştura ra k; öyle ya epey uykusu gel m i şti.
" H er t ü rden şeyi çekiyorlarm ı ş ... F ile başlayan her şeyi."
" N eden F i l e başlaya n ? " d iye sord u Alice.
" Neden ol ması n ?" diye karş ı l ı k verd i M a rt Tavşan ı.
Alice s u stu.
F ı n d ı k Faresi gözleri n i kapayı p çokta n uykuya d a l m ı ştı bile;
ama Şapkacı tarafından çi mdiklen i r çimdiklen mez, hafif b i r çığl ı k
atarak yeniden uya n ı p masa l ı n a devam etti. " . . . F ile başlayan şey-
ler, örneği n ; fare kapa n ı , feza, feraset, fazlal ı k . . . hani fazlalığı va r
eksiği yok deriz ya ... Fazl a l ı k d iye b i r şeyin çekildiği n i ömründe h i ç
görd ü n m ü ?"
" Şey, ya n i gerçekten bana m ı soruyorsu n uz?" ded i Alice kafası
old u kça karışm ı ş b i r şekilde, "demek i stiyorum ki. . . yan i bilmiyo­
ru m gal i ba."
"O halde kon u ş ma a rtık," dedi Şapkacı .
Alice, kabal ığın bu kadarına da artık dayanamad ı ; şiddetli bir
ti ksinti içinde yerinden ka l k ı p çeki p gitti; Fındık Faresi an ında uy­
kuya daldı; Alice, belki kendi s i n i geri çağ ı rı rlar diye b i r iki kez
d ö n ü p a rkası n a baktı, ne ki d iğer ikisi o n u n gid i ş i n i n farkında bi-
le değildiler; en son dönüp onlara baktığında F ı n d ı k Faresi ' n i çay­
d a n l ı ğ ı n içine sokmaya çal ı ş ıyorlard ı .
" N e o l u rsa o l s u n , bir d a h a a s l a oraya gitmeyeceği m !" dedi Ali­
ce koru n u n içinde d i kkatle ilerlerke n . " Ö m rü mde gördüğüm en
a ptalca çay pa rtisiyd i ! "
Tam b u n l a rı söyl ediği s ı rada, ağaç l a rd a n b i ri n i n ka p ı s ı
olduğu n u fa r k etti. " B u çok t u haf. A m a bugün ne tu haf değil ki?
Ş u radan içeri girivereyi m , " dedi ve gird i .
Ken d i n i bir kez d a h a o u z u n salonda, küçü k cam masa n ı n
yan ı nda b u l d u . " B u sefer akl ı m ı kullanarak h e r şeyin ü stesi nden
geleceği m , " dedi kendi kendine ve o m i n i k altın anahtarı a l ı p bah­
çeye açılan kapıyı açarak başladı işe. Ard ı nd a n da yaklaş ı k otuz
santimetre boyuna erişi n ceye deği n , başlad ı mantarı (cebine bir
parça koym uştu) kem i rmeye; son ra da daracık dehl izden aşağıya
doğru y ü r ü m eye koy u l d u ; n i h ayet ken d i n i göz a l ıc ı çiçek
tarh larıyla serin fıskiyelerin a rası nda, o güzel bahçede buldu.

85
SEKİZİNCİ BÖLÜ M
Kraliçe'nin Kroket Sahası

Bahçe giri ş i n i n yakı n larında koca man bir gül ağacı d u ruyord u; üs­
tü ndeki gü l ler beyazd ı; ama b u n l a rı h u m malı h u m ma l ı k ı rm ızıya
boyayan üç bahçıva n vardı ağacı n altında. Amma da tu haf diye
d ü ş ü n d ü Alice; onları daha yakından izlemek üzere yanl arına yak­
laştı; iyice onlara doğru
soku l m u ştu ki , i çlerin­
den biri n i n , " D i kkat etse­
ne, Beş l i ! Üzerime boya
sıçratıp d u rma!" dediğini
duyd u .
" İ steyerek o l m ad ı , "
dedi Beşli, somu rtarak.
"Yedi l i d i rseği m i itti."
B u n u n üzeri ne Yed i l i
dön üp, " H a işte böyle
Beş l i ! Suçu hep başkala­
rına at!" dedi.
"Sussan senin için pek
hayırlı olacak!" dedi Beşli,
"Daha dün Kral içe' n i n

86
onun başı kesilse yeridir dediğin i kendi kulaklarımla duyd u m !"
" N içi n ?" d iye sord u , i l k kon uşan.
" B u seni hiç i lgilendirmez İ ki l i , " dedi Yed i l i .
" Pekala da i lgilendiri r!" ded i Beş l i .
" O n a d a a n l atacağım . . . Aşçıya soğan yeri ne l a l e soğa n ı götür­
m ü ş de ondan."
Yed i l i fı rça s ı n ı yere atıp, " Bütün bu haksızlıklar ... " d iye tam sö­
ze başlam ıştı ki, b i rden gözü onlara bakıp d u ra n Alice'e ta kıldı ve
d ö n ü p kend ine çekid üzen verdi : ard ı ndan ötekiler de dönüp ona
baktılar ve hepsi birden yerlere kapanarak ona selam verd i ler.
Alice, çekine çeki ne, " Lütfen söyler m i s i n iz, neden bu gü l leri
boyuyors u n uz?" d iye sord u .
Beşli ve Yed i l i h içbir şey söylemeyi p, d ö n ü p İ ki l i 'ye baktı lar. İ ki­
l i , kısık sesle başladı anlatmaya, "Şöyle ki, küçük h a n ı m , aslında
b u rada kırmızı b i r gül ağacı olmal ıyd ı , biz yan l ı ş l ı kla beyaz dikmi­
şiz. Olur ya, Ku pa Kraliçesi bunu fark ederse hepi mizi n kafası gi­
der. İ şte bu yüzden, küçü k h a n ı m , kendisi gel m eden önce, elim iz­
den geldiği nce . . . " O s ı rada endişe içinde etrafı kolaçan eden Beş­
l i , " Kral içe! Kraliçe!" d iye bağı rd ı ; bir anda üç bahçıva n da yüzü ko­
yun yere kapandı lar. Bir s ü rü ayak sesi gel iyord u; Al ice, Kraliçe'yi
görmeye can atara k dön ü p baktı.
Ö nce ellerinde sinek baş lı m ızraklarıyla on tan e asker geld i :
Tıpkı üç ba hçıva n gibi yamyassı v e d i kdörtgen biçi m l i gövdeleri­
n i n köşeleri nden elleri ve ayakları çı kıyord u; on ların a rkas ı nda on
sa ray mensubu vard ı , baştan ayağa karo şeki l l i elmaslarla bezen­
m işlerdi ve askerler gibi i kişer ikişer yü rüyorlard ı . O n ları kral iyet
ai lesi çocu kları izl iyord u: Toplam on kişiyd i ler, bu m i n i k yavrular
çifter çifter el ele tutu ş m u ş neşe içinde z ı p zıp zı playı p d u ruyor­
lard ı ; hepsi de kupa şeki l l i kalplerle süslenmi şlerd i . Arkalarından
gelen kon u kların çoğu n l uğu n u da kral ve kraliçeler oluşturuyord u ,
Al ice bunların arasından Beyaz Tavşan'ı hemen ta n ı d ı : Telaşla ve
gergi n b i r şeki lde kon u ş u p d u ruyor, kend i s i ne her söylenene gü-
l ü mseyerek karş ı l ı k veriyordu , Alice' i tan ı madan yan ından geçip
gitti. B u n ları, bordo ren k l i kad ife b i r m i nder üzeri nde d u ran Kral
tacını taşıyan Kupa Valesi izl iyord u; bu yüce alayın en son unda da
KU PA K RALI ve KU PA K RALİ ÇESİ geliyord u .
Al ice, t ı p k ı diğer üç bahçıvan gi bi yüzükoyu n yere kapa n s ı n m ı
kapanmasın mı t a m kesti rem iyord u ; a m a törenlerde böyle b i r ku­
ral ı n o l u p olmadığı n ı da a n ı msam ıyord u ; " Hem ü stel i k eğer tüm
i nsanlar yüzükoyu n yere yatı p alayı göremeyeceklerse, o tören i n
n e a n l a m ı o l u r, " d iye d ü ş ü nd ü . Böylece, olduğu yerde öylece ka­
l ı p bekled i.
Alay, tam Alice'in karş ı s ı n a geld iği anda, hepsi d u rup ona bak­
tı lar. Kral içe, sert sert, " B u d a kim?" diye sord u . Soru n u n m u ha­
tabı Kupa Valesi cevaben saygıyla eği l i p gülü msed i sadece.
"Aptal ! " ded i Kral içe baş ı n ı sabırs ı z l ı kla sallayarak; sonra da
Alice'e dön ü p devam etti , "Sen i n ad ı n ne çocuk?"
"Al ice, saygıdeğer M ajesteleri," dedi Al ice kibarca, ama son ra
dön ü p kendi ken d i ne, " B u nlar topu topu bir deste iskambil kağı­
d ı . O n l a rdan korkmama h iç gerek yok ki!" ded i .
"Ya şunlar ki m?" dedi Kraliçe, gül ağac ı n ı n etrafı nda uza n m ı ş
üç bahçıvanı işaret ederek; öyle y a yüzü koyu n yattı klarından ve
s ı rtları ndaki şeki l l er destedeki diğer kağıtlarla ayn ı olduğundan,
Kraliçe b u n ların bahçıvan mı, asker m i , asilzadelerden m i , yoksa
ken d i çocuklarından ü çü mü old u ğu n u tam kesti remiyord u .
" Nerden bileyim , " d e d i Al ice, b i r yandan da cesaretine ken d i s i
de şaşıra rak. " Bu beni hiç i lgi lend i rmez."
Kraliçe, öfkeden kıpkırm ızı oldu , tıpkı kud u rmuş bir hayvan gi­
bi ona bakıp, " U çurun kel les i n i ! Uçurun ... " d iye avazı çı ktığınca
bağı rd ı .
Al ice d e kararlı bir ses ton uyla, "Saçma!" d iye haykırı nca, Kra­
l i çe ses etmed i .
Kral, e l i n i karı s ı n ı n kol u na götürüp ü rkekçe, "Aman, hayatım,
o daha b i r çocu k," ded i.

88
Kraliçe, öfkeyle kocasından uzaklaşıp, Kupa Valesi ' n e "Çevi r
ş u n ları!" ded i .
Oğlan, tek ayağıyla söylenen i d i kkatl ice yeri ne getird i .
" Kalkın ayağa!" d e d i Kral içe yeri göğü çınlata rak; üç bahçıvan
da a n ı nda zı playıp kalktı lar; Kra l ' ı , Kral içe'yi , kral iyet çocu kları n ı ,
kim var k i m yok herkesi yere eğilerek selamlamaya başlad ı lar.
" Kesin ş u n u ! " d iye bağı rd ı Kral içe, " B a ş ı m ı döndü rüyors u­
nuz." Sonra da dön ü p gü l ağacına bakara k devam etti, " Bu rada
ne yapıyord u n uz?"

89
" M ajesteleri m ü sade buyu rurlarsa," d iye cevap verdi İ ki l i, ko­
n u ş u rken bir ya ndan d a tek d izi üzeri ne çökü p ezil i p büzü lerek,
"Şey... şey yapmaya çal ış ıyord u k ... "
Kra l içe bu arada gül leri inceleyerek, "Anlad ı m , " dedi. " Uçuru n
kel leleri n i!" Alay i lerleyed urs u n , üç asker ken d i leri n i korus u n d iye
Al ice'e koşan zaval l ı bahçıva n ları idam etmek üzere arkada ka l­
m ıştı.
" Korkmayı n , kafa n ız uçurulmayacak!" ded i Al ice ve on ları ya­
k ı n la rda d u ran gen i şçe bir çiçek saks ı s ı n ı n içi ne koyd u . Üç asker,
bir iki da kika onları arayı p d u rara k ortalarda dolaştılar, son ra da
sessizce d iğerleri n i n a rd ı ndan yürümeye koyu l d u lar.
" Kelleleri uçuruldu m u ?" d iye bağırd ı Kral içe.
" M ajesteleri n i n buyurd u kları gibi kel leleri gitti,'' d iye karş ı l ı k
verd i askerler bağı rarak.
"G üzel,'' diye gürledi Kral içe. " Kroket oynamayı b i l i r m i s i n ?"
Askerler s u s u p öylece Al ice'e baktı lar, bu soru kes i n l i kle ona
yöne l i kti.
" Evet," d iye haykırd ı Alice.
"O halde, hadi!" d iye kü kred i Kral içe. Al ice de, acaba ş i m d i ne
olacak diye merak içi nde a l aya katı l d ı .
" B ugün ... b u g ü n çok güzel b i r gü n , '' dedi ya n ı baş ı ndaki ü rkek
b i r ses. Al ice, kaygı içinde gizli gizli kend i s i n i süzen Beyaz Tavşan
ile yan yana yü rüyord u .
"Çok, '' dedi Alice. " ... D üşes nerede?"
" Şi şt! Ş i şt!" dedi Tavşan , kısık ve telaşlı bir ses ton uyla. Konu­
şu rken b i r yandan da endişeyle dön ü p arkası n a baktı, sonra da
ayakları üzerinde yükselerek Alice' i n kulağına, " İ dam cezasına
çarptı rı l d ı , " d iye fıs ı ldadı.
" N iç i n ?" dedi Al ice.
" N e yaz ı k m ı , ded i n ? " d iye sord u Tavşa n .
" H ayır, öyle demed i m , " dedi Alice. " N e yazı k denecek b i r şey
olduğu n u da sanm ıyoru m . Ne içi n , ded i m."

90
" Kraliçe' n i n kulaktozuna vurdu . . . " d iye anlatmaya başlayı nca,
Al ice bir kah kaha kopard ı . "Ama n , şişt!" d iye fıs ı ldadı Tavşa n , kor­
ka korka. " Kral içe, ş i m d i seni d uyacak! Ha, işte b i raz geç kaldığı­
nı söyl üyord u m , Kral içe de ded i ki ... "
"Yerleri n ize geçi n ! " d iye yeri göğü i n letti Kral içe; herkes bir­
birine çarpa çarpa oraya bu raya koşuşturmaya başlad ı , neyse ki
bir i ki dakika içinde hepsi yerleri n i aldı ve oyu n baş lad ı . Alice, öm­
ründe hiç bu kada r tu haf bir kroket sahası görmem işti: Saha, tü­
m üyle tümsek ve çukurlardan i baretti; toplar can l ı kirpi, tokmak­
lar da can l ı fl a m i n golard ı , köprü kuran askerler de kaleleri oluştur­
makla yü k ü m l üyd ü .
Al ice'i n i l k başta karşı laştığı en önemli güçl ü k, fl a m i ngosu n u
kullanmak oldu; flami ngonun gövdes i n i kol u n u n altına güzelce sı­
kıştı rd ı , hayva n ı n bacakları da serbestçe sallanır haldeyd i , ama tam
boyn u n u d üzgünce doğru ltu p kafas ıyla ki rpiye vuracakke n , her
seferi nde fl a m i n go boyn u n u döndürüp, Alice'in yüzüne öyle şaşkın
bir ifadeyle bakıyord u ki, Alice elinde olmadan kah kahaya boğu l u ­
yord u; fl a m i n go n u n kafas ı n ı aşağıya sarkıtıp yen iden oyu na başla­
yacakken de, bu sefer kirpi n i n tortop ol mayı p s ü rü nerek uzaklaştı­
ğın ı görmek s i n i r bozucuydu; bütün bunlar yetmezmiş gibi, ne za­
man tam kirpi s i n i yuvarlama fı rsatı bulsa, ö n ü ne ya b i r tü msek ya
da bir çukur engeli çı kıyord u; kale görevi ndeki askerler de boyu na
doğru l u p sahan ı n başka bir tarafı n a doğru yü rüyü p gittiklerinden,
Al ice bunun gerçekten zor bir oyun old uğu son ucu na vard ı .
Oyu ncular, s ı raları n ı beklemeyip s ü rekli ağız dalaşı yapıyorla r,
ki rpi kavgası ederek birbirleri ne gi riyorla rd ı ; derken Kraliçe ateş
püskü rü p tep i n meye başladı; nerdeyse her dakikada b i r, " Uçuru n
ş u n u n kel les i n i ! Uçu run b u n u n kelles i n i ! " diye bağırıp d u rd u .
Al ice h uzursuzla nmaya baş lamıştı; h e n ü z Kral içe'yle herhangi
bir a n l aşmazlığa d üşmemişti kuşkusuz, ama b u n u n her an ola bi­
leceği n i bil iyord u. " İ şte o zaman ne olur ben i m hal i m ?" d iye dü­
ş ü n d ü , " B u rada insanların kafa s ı n ı kesmeye ne kada r da meraklı-

91
lar. N a s ı l o l m u ş da birileri sağ kal m ı ş, hayret doğru s u ! "
B i r yol b u l u p kim seye çakt ı rmadan nasıl sıvış ı rı m d iye merak
ed ip du rurken , havada tuhaf bir görü ntü bel i riverdi; önce pek bir
şaşırd ı , ama bir iki dakika son ra bu s ı rıtışı hemen tan ıyıverdi ve
kendi ken d i ne, " B u Ches h i re Ked isi," ded i. " İ şte son unda iki çift
laf edecek biri n i buldum."
Ked i , kon uşaca k kadar ağzı ortaya çıkı nca, "Ne var, ne yok?"
ded i .
Alice, Ked i ' n i n gözleri ortaya çıkıncaya değin bekleyip son ra da
baş ı n ı sallad ı . " Ku laklarından hiç deği lse bir tanesi bel i rmeden,
b u n u n l a kon uşmak yersiz," diye
d ü ş ü nd ü . Derken bütün kafa gö­
z ü ktü, b u n u n üzeri ne Alice fla­
m i ngos u n u yere b ı ra kıp, kend i s i n i
d i n l eyecek b i r i n i b u l m a n ı n verd iği
keyifle oyu n u an latmaya koyu ldu.
Ked i, görü nen kısm ı n ı n yeterli ol­
duğunu d ü ş ü n m ü ş olmalı ki,
vücud u n u n geri ka lanı beli rmed i .
"Galiba kuralları hiç takm ıyor­
lar," diye, Alice, yakına yakına baş­
ladı an latmaya. "Öyle bir kavga
gürü ltü koparıyorl a r ki, insan ken­
di söyled i ği n i bile d uymuyor . . .
Oyu n u n pek öyle özel kural ları varmış gibi d e gelm iyor bana, za­
ten olsa da kimsen i n uyd uğu yok . . . Hele oyu n u can l ı şeylerle oy­
namaları yok m u ya, i n s a n ı çileden çı ka rıyor: örneğin şimdi topu­
mu geçi rmem gereken kale, bakı n kalkmış sah a n ı n d iğer tarafına
gitmiş ... ayrıca ş i m d i kirpimi Kraliçe'nin kirpisine v u rd u rmam ge­
rekiyordu , a m a benim kirp i n i n geldiği n i görü nce kaçtı!"
" Kraliçe'yi sevd i n m i ?" d iye sord u Kedi yavaşça.
" H iç sevmed i m , " ded i Alice: "O kada r çok ... " Ta m o anda Kra-

92
l içe' n i n hemen arkasında ken d i s i n i d i n ledi ği n i fark edince lafı çe­
vird i : " . . . bel l i ki kazanacağı, oyu n u biti rmeye bile değmez."
Kral içe, gü l ü mseyi p geçi p gitti.
Kral, Al ice'e doğru yaklaşıp, hayretle Ked i ' n i n kafasına bakara k,
" Ki m i nle kon u şuyors u n ? " d iye sord u .
" B i r arkadaşım . . . Ches h i re Ked i s i , " dedi Alice. " İzin veri n de,
onu size takd i m edeyi m."
"Suratı h iç hoşuma gitmed i," dedi Kra l : " N eyse, elimi öpmesi­
ne m ü saade ed iyoru m . "
" Doğrusu p e k tercih etmem," d e d i Ked i .
" Küstahlaşma," dedi Kral, "bana da öyle bakıp d u rma!" Kral
b u n la rı Al ice'i n arkasına geçip söylemişti.
" Ked iler kral l a ra baka b i l i r," dedi Al ice. "Bu atasöz ü n ü bir ki­
tapta oku m u şt u m , ama hangisi ndeydi ş i m d i u n uttu m . "
" Pekala, bu Ked i derhal ortadan ka l d ı rı l m a l ı , " ded i Kral, karar­
l ı b i r şekilde ve o anda oradan geçmekte olan Kral içe'yi çağırıp,
" Sevgi l i Karıcığım, ş u Kedi 'yi ortadan kal d ı rtman ı istiyoru m , " d e­
di.
Kral içe, büyük küçü k b ü t ü n soru n ları hallederken başvurduğu
biricik yönte m i n i ku l l a n ı p, " Uçurun kel l es i n i , " ded i , etrafı n a bile
bakmadan .
"Cel lad ı b e n geti riri m , " ded i Kral büyük b i r hevesle v e an ında
fı rlayı p gitti.
Alice, Kral içe' n i n uzaklarda kopan öfke çığl ığı n ı d uya r duymaz,
gid ip oyu n u n ne d u ru mda olduğu n u görmesi gerektiği n i d ü ş ü n d ü .
S ıraları n ı kaçı rd ı kları i ç i n üç oyu ncu n u n i d a m cezasına çarptırı ldık­
ları n ı zaten d uymuştu; gidişattan pek hoşnut değildi, oyu n öyle bir
karman çorman hal a l m ı ştı ki, s ı ra n ı n kend isine gel i p gel med iği n i
b i l e b i l m iyord u . Böylece, gidi p kirpi s i n i a ramaya koyuldu.
Kirpi si bir başka ki rpiyle kavgaya tutuş m u ştu; bu da Alice için,
b i ri n i d iğeri ne vurd u rarak top s ü rmek için b u l u n maz b i r fı rsat do­
ğurm uştu; tek soru n u fla m i n gos u n u n bahçenin öbür tarafı na git-

93
m iş olmasıyd ı , Alice'in görebild iği kadarıyla orada ağaçlardan bi­
rine uçmak için çaresizce çabalayı p d u ruyordu .
Flamingoyu yakalayı p geri getirdiğinde d e , kavga çoktan bit­
miş, i ki kirpi ortadan kaybolmuştu : " N eyse, soru n deği l , " d iye dü­
ş ü n d ü Al ice, "zaten saha n ı n bu tarafı ndaki tüm ka le askerler de
çekip gitmiş." Bunun üzeri ne, kaçmasın diye flami ngosu n u koltu­
ğ u n u n altına sı kıştı rıp, arkadaşıyla biraz daha soh bet etmek üze­
re geri geldi.

94
Ches h i re Ked i s i ' n i n yan ı na geld iği anda, oldu kça büyük bir ka­
labalığın Ked i' n i n etrafı nda toplandığı n ı görü p şaşırd ı : Cel l at, Kral
ve Kral içe hep b i r ağızdan kon uşarak tartış ıyorlard ı , geri ka lan
herkes i se s u s pus o l m u şt u , rahats ız görü n üyorlard ı .
Alice'i görd ü kleri anda, h e r ü ç ü de soru n u hal letmesi için o n a
başvurd u lar; her biri kend i savı n ı b i r b i r an lattı ; ne var ki h e p bir­
den kon u ştu kları ndan Al ice tam olara k ne ded i kleri n i zar zor an­
ladı.
Cel ladın savı na göre, kafad an ayrılacak b i r gövde olmad ı kça,
bir kafa uçurula mazd ı; ö m ründe böyle bir şey yapmak zoru nda
kal m a m ı ştı h i ç, bu yaştan sonra da yapacak değildi.
Kra l ' ı n savı na göre, kafası olan her şeyin kafası kesilebilird i ,
saçmalamasına gerek yoktu .
Kraliçe ' n i n savı na göre, hemen o dakikada b i r şey yapı l m azsa,
oradaki herkesi idam etti recekti. (İşte oradaki herkesi ciddi ve en­
dişeli kılan şey de bu açıklamayd ı .)
" Ked i Düşes'in olduğuna göre, ona sorsanız daha iyi eders i­
n iz," demekten başka bir şey gel medi Alice' i n aklına.
"O hapisha nede, " dedi Kral içe cel lada: "G it, onu getir." Cellat
ok gibi fı rlayı p gitti.
Ked i ' n i n kafası, cel lad ı n gidişiyle beraber yavaş yavaş kaybol­
du; D ü şes'le geri dönd üğü anda ise tüm üyle yok o l m u ştu; Kral ve
cellat onu aramak üzere del i rm işçes ine koşad u rs u n lar, d iğerleri
oyu n a çoktan geri dönm ü ş lerd i bile.

95
DOKUZUNCU BÖLÜ M
Yalancı Su Kaplumbağası'nın Hayat Öyküsü

"Seni yeniden görd üğüme ne kada r sevi ndim, bilemezsi n eski


dostum," dedi D üşes, son ra da sevgiyle Alice'i n kol u n a gird i ve
b i rl i kte yürü meye koyu ldular.
Al ice, D ü şes'i böyle keyifli görmekten son derece mutl uyd u ;
m utfakta ka rş ı laştı kları s ı rada on u öyle z a l i m k ı l a n şey b i ber olsa
gerek d iye d ü ş ü n d ü .
"Ben Düşes olursam," d e d i Al ice ken d i kend ine (bunu çok faz.
la u m utlu bir havayla söylemese de) " m utfağı ma asla biber sok­
mam. Onsuz da çorba gayet güzel o l u r. . . İ nsan ları s i n i rl i yapan
şey bel ki hep biberd i r," diye sözleri ne devam etti, yen i bir kural
keşfetmen i n verd iği sevi nçle, " i nsan ları a s ı k s u ratl ı eden şey s i r­
ke . . . h uysuzlaştı ran pa patya ... ve . . . çocukları tatlı h uylu yapan şey
de a rpa şekeri ve b u n u n gibi şeyler. Keşke insanlar bunu bilebil­
seyd i : O zaman şeker kon u s u nda bu kadar cimri olmazlard ı . . . "

B u n ları d üş ü n ürken Düşes'i büsbütün u n utmuştu; tam ku lağı­


nın d i bi nde ses i n i d uyu nca biraz ü rperdi, "Tatl ı m dald ı n , bir şey­
ler d ü ş ü n üyors u n , bak bu yüzden kon uşmayı u n uttu n . Tam şu an
b u radan çıkarılaca k kıssadan h isseyi sana söyleyecektim, ama
u n uttu m, b i razdan aklıma gel i r."

96
" Belki de b u radan ç ı karı lacak b i r ders yoktu r, " demeye kal kıştı
Alice.
"Yok, yok, çocuk!" dedi D üşes, " H er şeyden çıkarı lacak b i r
d ers vard ı r. Yeter ki insan onu bu l a b i l s i n . " Kon u ştuğu s ı rada Ali­
ce'e daha bir sokul uyordu .
Alice, Düşes'in ken d i s i ne bu d e n l i yaklaşmasından h i ç de hoş­
n ut deği ldi: Bir kere fazlasıyla çi rki ndi; sonra D üşes' in boyu, çene­
s i n i Alice' i n omzuna d ayayacak kada rd ı , çenesi de öyle s ivriyd i ki,
omzuna batıyord u . N e var ki, kaba l ı k etmek de i stemiyord u , o
yüzden eli nden geldiği nce ses i n i ç ı karmadı. "Oyu n, sanki şimdi
daha iyi gidiyor gibi," ded i .
"Öyle," dedi D ü şes, " b u radan çıkarı lacak kıssadan h isse de. . .
'Ah , aşk, aşktır d ü nyayı dönd ü ren."'
" B i r başkası da demişti ki," diye m ı rıldandı Al ice, "'herkesi n
ken d i i ş i n e bakmasıdı r, dü nyayı a s ı l dönd ü re n şey."'
" Eh, doğru . Bu da aşağı yukarı ayn ı kapıya çı kıyor, " dedi Dü­
şes, s i psivri ufacık çenesiyle Al ice' i n omzu n u d ü rterken, " b u ndan
çı karılacak kıssadan h i sse de," d iye ekled i, "Sen a n l a m a bak,
söylen i ş çeşit çeşit o l u r."
" Her şeyden b i r ders çıkarmaya ne kadar d a m erakl ı ! " d iye d ü ­
ş ü n d ü Al ice.
" Kol u m u neden bel i n e dolamadığı m ı merak ed iyor olmalısın,"
dedi D üşes, a radan b i r s ü re geçt i kten sonra. " Flamingo n u n h uyu
s uyu kon usunda kaygılarım var da ondan. Bir denesem mi acaba?"
Alice, bu denemeye çok da i stekl i olmadığından, "Ca n ı n ızı
acıta b i li r, " d iye yan ıtladı i htiyatla.
"Çok doğru," dedi D üşes, " Fl a m i n go da hardal da acıtır. Bura­
daki kıssadan h isse de ... ' İt u l u r, b i rb i ri n i b u l u r."'
"Ama hardal köpek değil ki," d iye a n ı msattı Alice.
" H er zama n ki gibi hakl ı s ı n , " dedi D ü şes. " Her şeyi nasıl da gü­
zel açıkl ıyors u n . "
" B i r cevher olsa gerek," ded i Alice.

97
"Tabii," dedi D üşes, Alice'i n söylediği her şeye katıl m aya ca n
atar şeki lde, " b u ralarda b i r yerde çok m i ktarda h a rdal cevheri va r.
B u radaki kıssadan h isse de . . . 'cevher y u m u rtlamakla gem iler yol
almaz.'"
"Ah , buldum," d iye haykı rd ı Alice, Düşes' i n son sözleri ne pek
kulak asmadan . " H a rdal b i r sebze. Benzemez, ama b i r sebze."
"Sana kes i n l i kle katı l ıyoru m," dedi D ü şes. Buradaki kıssadan
h isse de ... 'Görüneceğin gibi
ol,' ... ya da daha bir sadeleşti­
rirsek . . . ' Kendi n i n başkalarına
görünebileceğinden farklı ol­
madığın ı , önceden olan ya da
olmuş olabilen halinin de, baş­
kalarına farklı görü n m üş ola­
cak olan daha da önceki halin-
den fa rkl ı ol madığı n ı asla zan­
netme.'"
" G a l i ba," dedi Al ice oldu k-
ça kibarca, " b u n u yazsayd ı m , _ .

daha iyi anlard ı m . Kusura bak- � .,,.• t �,· �


.r'4
mayı n, ama kon uştuğunuz sı- �� -:;:.,,..>���
rada sizi çok iyi takip edeme-
d ı. m . " ;}-��� ·--;,.;������
" B u n lar, can ı m isted iğinde söyled iklerim i n ya n ı nd a h i ç kal ı r,"
dedi D ü şes, memnun b i r ifadeyle.
" Ne o l u r, bundan daha uzu n u n u söyleyeceğim d iye ken d i n izi
zahmete sokmayı n , " ded i Al ice.
"Zah met ne demek!" dedi D ü şes. "Şu ana kada r söylediğim
her şey sana armağa n o l s u n ."
"Çok ucuz bir arm ağan," d iye geçirdi içinden Alice. " İyi ki böy­
le doğum gü n ü hediyeleri vermiyorlar!" Ama b u n ları hiçbir şeki l­
de yüksek sesle söylemeye kalkışmadı.

98
"Yine d ü ş ü ncelere dald ı n , d i m i ?" d iye sord u D ü şes, sipsivri
ufacık çenesiyle d ü rtükleyerek Al ice' i .
" D üşün meye hiç m i hakkım yok," ded i Alice, sert b i r şekilde,
artık can ı birazcık s ı k ı l m aya baş l a m ı ştı.
" Domuzların uçmaya ne kadar hakkı varsa," dedi D ü şes, "se­
n i n de o kada r d ü ş ü n m eye hakkın var ve b u radaki kıssadan ... "
İ şte tam bu s ı rada, Alice' i hayretler içinde bırakacak şekilde,
Düşes'in sesi o çok sevdiği sözcü k ' kı s sadan hissen i n ' tam orta­
s ı nda k ı s ı l ıverdi ve Alice' i n kine daya l ı kol u da başladı titremeye.
Alice, baş ı n ı kald ırıp bakı nca, kol l a r ı n ı b i rb i ri n e kavu ştu rmuş, her
an b i r güm b ü rtü koparmaya hazır kaş l a rı n ı çat ı p d u ran Kral içe'yi
görd ü karş ılarında.
"G üzel b i r gün M ajesteleri," d iye söze başladı D ü şes, k ı s ı k ve
titrek b i r ses ton uyla.
" Ş i m d i seni açıkça uyarıyoru m , " d iye gürledi Kral içe, kon uşur­
ken ayakları n ı yere vu ruyord u ; "şu d a ki kadan itibare n ya sen b u ra­
dan defo l u p gideceks i n ya da kafa n ! B i ri nden b i ri n i seç!"
D üşes derhal seçi m i n i yaptı ve ortadan kayboldu .
" H ayd i , oyu n a devam edel i m , " dedi Kraliçe Al ice'e; Al ice, tek
bir söz söylemeye ödü koparak, u s u lca Kraliçe' n i n peş i nden
kroket sahas ı n a doğru gitmekten öte bir şey yapamad ı .
Diğer kon uklar, Kral içe' n i n yokl u ğ u n u fı rsat bil i p, gölgede d i n­
len iyorlardı; ama o n u görür görmez fı rlayıp oyu na geri döndüler;
bu s ı rada Kraliçe, bir dakika l ı k bir gecikmen i n bile hayatlarına mal
olacağı n ı söyl üyord u .
Bütün oyu n boyunca Kral içe, d i ğer oyuncularla kavgayı hiç bı­
ra kmayıp, " Ş u n u n kafası n ı uçuru n ! " " B u n u n kafa s ı n ı uçuru n !" di­
ye bağı rı p d u rd u . İdama mahkum olan lar, askerler tarafından alı­
n ı p götü rü l üyord u , bu yüzden askerler de bu görevi yerine getirir­
ken kaleliği b ı rakmak zoru nda kal ıyorlard ı ; böylece yarım saate ya­
k ı n bir s ü rede geride kale görevi n i görecek tek bir asker kal m a m ı ş­
tı ortada. Kra l , Kral içe ve Al ice d ı ş ı ndaki büt ü n oyuncular idam ce-

99
zası n a çarptı rı l m ı ş ve a l ı p götü rü l m ü şlerd i .
Kraliçe, n ihayet n efes nefese kal ı p oyu n u bıra karak, "Ya lancı
S u Kap l u m bağa s ı ' n ı görd ü n m ü ?" d iye sord u Alice'e.
" H ay ı r, " ded i Alice. "Yalancı S u Kap l u m bağası'n ı n n as ı l bir şey
old u ğu n u b i l e b i l m iyoru m."
"Yalancı Kap l u m bağa Çorbası yok m u , işte o bundan ya p ı l ı r,"
ded i Kral içe.
" N e görd ü m , ne de d uydu m ," ded i Al ice.
" Hadi gel, o zaman," dedi Kraliçe, " gel de, sana baş ından ge­
çenleri a n l atsı n."
B i rl i kte yürüdü kleri s ı rada, Al ice, Kra l ' ı n a lçak sesle bütün top­
l u l uğa " Hepi n iz affed i l d i n iz," ded i ğ i n i duyd u . "Ah, işte bu iyi ha­
ber," ded i Alice ken d i kendine, öyle ya bu kadar ki ş i n i n idama
mahkum ed i l mesinden son derece rahatsız o l m u ştu.
Bi raz sonra, güneşi n altında m ı ş ı l m ı ş ı l uyuyan G rifon'a rastladı­
lar (G rifon' u n nasıl bir şey olduğu n u bilmiyorsanız, resme bakı n ız) .
" Ka l k, tem bel şey!" dedi Kraliçe, "bu küçük hanımı Yalancı S u Kap­
lum bağası'na götür de, baş ı ndan geçen leri bir d i n lesi n . Beni m geri
dön üp, idama mahkum ettiklerime ne oldu diye bir bakmam gerek­
li." Böylece Kraliçe, Alice i l e G rifon' u baş başa bı rakarak oradan ay­
rıldı. Alice, bu yaratığın görünüşünden pek de hoşlanmam ıştı, fakat
zal i m Kraliçe' n i n peşi nden gitmektense burada kalmanın daha gü­
ven l i olacağını düşü ndü; böylece beklemeye koyu ldu.
G rifon, kal kı p gözleri n i ovuşturd u ; ard ı ndan da Kraliçe gözden
kayboluncaya deği n peşinden baktı; sonra da başladı kıkır kıkır gül­
meye. "Ne komik!" ded i G rifon yarı kendi kend ine, yarı da Al ice'e.
" Ko m i k olan ne?" diye sord u Alice.
"Tabii ki o, " dedi G rifon ." Hepsi ken d i haya l i . B i l iyor m us u n ,
hiç kimseyi i d a m ettird iği falan yok. Hadi gel !"
" B u rada herkes ' H ad i Gel,' d eyi p d uruyor," diye d ü ş ü n d ü Ali­
ce yavaşça arkasından giderke n : " H ayatımda hiç bu kada r emir
buyru l m a m ı ştı bana, hem de h iç!"

1 00
Aradan pek fazla bir zaman geçmemişti ki, Yalancı S u Kaplum­
bağas ı ' n ı, uzaklarda, küçük bir kaya n ı n üstünde tek başına hüzün­
l ü h ü zü n l ü tek başına öylece otu ru rken gördü ler; yan ı n a yaklaştık­
larında yü reği san ki yara l ıymışçasına derin deri n iç çekişi n i d uyabi­
l iyorlard ı. Alice, on u n bu haline çok acıd ı. " N e ki derd i ?" d iye sor­
d u . G rifon, öncekine benzer sözcüklerle bu soruyu yan ıtlad ı , " Hep­
si kendi haya l i . Bil iyor m u s u n h içbir derd i falan yok. H ad i gel !"
Sonunda Yalancı S u Kapl u m bağası'n ı n ya n ı na vard ı lar, Yalan­
cı S u Kapl u m bağası o kocaman yaş dolu gözleriyle on lara bakıyor,
ama b i r şey söylem iyord u .
" B u k ü ç ü k hanı mefendi," d e d i G rifon, " başından geçe n leri
d i n lemek istiyor."
"An latayım ona," dedi Yalancı Su Ka p l u m bağası, boğuk, tok
bir ses ton uyla: " İ ki n iz de oturun ve sözü m ü bitirinceye değin tek
kel ime etmeyi n . "
Otu rd ular, bir s ü re k i m s e tek l a f etmed i. " Başla mayacaksa, n a ­
s ı l bitirecek, hiç anlam ıyoru m," ded i Al ice ken d i kend i ne. A m a sa­
b ı rla beklemeye devam etti.
" B i r zaman lar," ded i , Yala ncı S u Ka p l u m bağası derinden b i r

l Ol
iç çekerek, " ben gerçek b i r S u Kaplu mbağasıyd ım."
B u sözleri, sadece a ra s ı ra G rifon ' u n çı kard ığı " Hjckrrh!" n ida­
ları ve ken d isi nden s ü rekli gelen ağır h ıçkı rı klarla bozulan uzun
b i r sessizlik takip etti. Alice, arada b i r kalkıp, " B u i lginç öykünüz
için çok teşekkür ederim," diyecek gibi ol uyor, ama son ra b i rden
b u n u n bir deva m ı olmalı d iye d ü ş ü n mekten kendi n i a l ı koyam ıyor­
d u , bu yüzden h içbir şey söylemeden öylece yeri nde oturd u .
" Bi z küçükken," d iye n ihayet devam etti Yalancı Su Kaplu mba­
ğas ı , yer yer hıçkı rıklara boğulsa da bu sefer daha b i r sakin leşm iş­
ti. " Den izdeki okula giderd ik. Hocamız yaş l ı b i r S u Kapl u m bağa­
sıyd ı . .. Biz ona Kara Kapl u mbağası derd i k . . . "
" M adem karada yaşam ıyord u , neden öyle diyord u n uz?" diye
sordu Al ice.
" Kara Kaplum bağası d iyord u k, çü n kü öğretmeni mizd i," ded i Ya­
lancı Su Kaplumbağası öfkelenerek: " N e kadar da kalı n kafalısın!"
" Böyle basit b i r soruyu bile sord uğun için kend i nden utan ma­
l ı s ı n , " d iye ekled i G rifon; ikisi de ses ç ı karmadan otu rmuş Al ice'e
bakıyorlard ı , zava l l ı kız utancından neredeyse yerin d i bine gird i .
N ihayet G rifon, d ö n ü p Yalancı S u Kap l u m bağası'na, " Devam et,
dost u m ! Akşamı etmeyelim b i r h ikayeyle!" ded i . O da şu sözlerle
devam etti.
" Evet, den izdeki okula gid iyord u k i şte, ister i n a n , ister i nan­
m a ... "
" İ nanmadığımı söylemed i m ki," diye atıldı Al ice.
"Söyled in," dedi Yalancı Su Kaplum bağası.
Al ice' i n daha ağzını açmasına fı rsat vermeden "Çenen i tut!"
d iye ekledi G rifon. Yala ncı Su Kapl u m bağası sözlerine devam etti . . .
" Biz en i y i eğitim i a l ı rd ı k. . . a s l ı nda h e r gün de o k u l a giderd i k."
"Ben de her gün okula gid iyoru m," ded i Alice. " B u nda öyle
övü n ü lecek bir şey yok ki."
"Ek dersler d e var m ı ?" d iye sord u Yalancı S u Kap l u m bağas ı
b i razc ı k kaygılanara k.

1 02
" Evet," dedi Alice, " Fra nsızca ve M üzi k oku d u k."
" Peki, ya Yı kan ma?" d iye sord u Yalancı S u Kapl u m bağası.
"Tabii ki hayır!" ded i Al ice haklı bir öfkelen meyle.
"A! O zaman sizi n ki o kadar da iyi bir okul deği l miş," dedi Ya­
lancı Su Kap l u m bağası içi epey ferahlamış b i r halde. "Oysa, bi­
zimkinde fatu ra n ı n sonunda Frans ızca, M üz i k ve Yıkanma .. E k
.

dersler," diye yazard ı.


" Denizin altında olduğun uza göre Yı kan ma ders i n i çok da is­
tem iş olamazs ı n ız," dedi Alice.

1 03
"O dersi a l m aya maddi gücüm elvermed i," dedi Yalancı Su
Ka plum bağası içi n i çekerek. "Sadece temel dersleri a l d ı m."
" H angi derslerd i ?" d iye sord u Al ice.
"Tabii i l k önce, Otumat ve Yazmat," diye karşıl ı k verd i Yalancı
Su Kap l u m bağası. " ... Son ra da a ritmetiğin çeşitli dalları ... Ta­
mah, Ç ı l d ı rma, Çopu rlaşma ve i stihza."
"Çopurlaşma sözcüğü n ü hiç d uyma m ı ştı m," demeyi göze ala­
bildi Al ice. "O nedi r?"
G rifon, hayretler içinde birden iki pençes i n i yu karı doğru kal­
d ı rd ı , " N e! Çop u rlaşmayı hiç d uymad ı n m ı ?" d iye haykı rd ı . "Cilt
bakı m ı yap m a n ı n ne olduğu n u b i l iyors u n d u r, herhalde."
" Evet," dedi Alice teredd üt içi nde: "Şey ... şey ya n i güzel leşmek
demek... "
"O halde," d iye devam etti G rifon, "çopurlaş man ı n n e demek
olduğu n u da an larsın artık, aptal değilsin ya."
Al ice, bu kon uda daha fazla soru sormaya cüret edemedi, sa­
dece Yalancı S u Kaplum bağası'na dön ü p dedi ki, " Başka hangi
dersleri a l m a k zoru ndayd ı n ız?"
"Tashih," dedi Yalancı S u Kap l u m bağası son ra da yüzgeçleriy­
le bir bir sayarak, " . . . E s ki Çağ Tashihi, Yen i Çağ Tashihi, Çağıloğ­
rafya, sonra Ras i m ; Ras i m hocası haftada bir kez gel i rdi, yaşl ıca
bir yılanba l ı ğıyd ı : Bize Sızı m, Yaralama, Yağl ı Bayı l m a öğretird i .
" Bu nasıl bir dersti ?" d iye sord u Alice.
" Ş i m d i gösteremeyeceğim," ded i Yalancı Su Kaplu m bağası.
"Şu a n her tarafı m tutu l m uş d u ru mda. G rifon da bu dersi zaten
h iç almadı."
"Zaman kal m ıyord u ki," dedi G rifon. " Ben de Klasik D i l ler ho­
casından dersler a l d ı m . Yaş l ı bir yengeçti, gerçekten öyleydi."
" Ben ondan h i ç d ers a l mad ı m," ded i Yalancı S u Kapl umbağa­
sı iç çekerek. " Latifece ve Yeisçe dersleri n i veriyor derlerdi."
"Öyleyd i , öyleydi," dedi G rifon kend ine s ı ra geld iğinde içi n i çe­
kerek; sonra ikisi de pençe leriyle yüzlerini sakladı lar.

1 04
" G ü nde kaç saat ders yapard ı n ız," diye sordu Alice, telaşla ko­
n uyu değiştirmek amacıyla.
" İ l k gün on saatti," ded i Ya lancı Su Kap l u m bağası, "sonra do­
kuz ve böyle giderd i işte."
" N e tuhaf bir planmış!" d iye haykırd ı Al ice.
" Derslerden ders çıkarı l ı rdı, ders ler dert olmasın iste n i rd i, " d i­
ye a n ı msattı G rifon. "O yüzden dersler gün gün eks i l i rdi."
Bu, Al ice için oldukça yen i b i r d üş ü n ceyd i, başka b i r şey söyle­
meye ka l kış madan önce b i raz d u raksad ı . "O halde on birinci gün
tatil olmalı."
"Tabii ki öyle," dedi Yalancı S u Kap l u m bağas ı .
"On i ki nci g ü n ne yapard ı n ız," d iye atıl d ı Al ice büyük b i r heves­
le.
" Derslerle i l g i l i olarak bu kadar yeter, " d iye a raya gird i G rifon,
çok kararl ı b i r ses ton uyla: "Şimdi de ona oyu n lardan bahset."

1 05
ONUNCU BÖLÜ M
ı stakoz Kadrili

Yalancı S u Kaplum bağası derinden bir iç çekip, yüzgeçlerinden bi­


ri n i n tersiyle gözlerin i sildi . Alice'e bakıp bir şeyler söylemeye çal ış­
tı, ne var ki b i r i ki dakika boyu nca sesi h ıçkı rı klarla boğuldu. "San­
ki boğazına kılçık kaçmış," dedi G rifon ve Yalancı Su Kapl u m bağa­
s ı ' n ı sallayıp s ı rtına vurmaya başladı. Sesi son u nda d üzeldi ve ya­
naklarına süzülen gözyaşlarıyla başladı yen iden anlatmaya . . .
" Denizin altında belki de fazla b i r yaşa m ı ş l ığın yoktur... " ('Yok-
tur,' ded i Al ice) " B i r ıstakozla da karş ı laşmad ı n belki de ... " (Alice,
' B i r keresinde tad ı n a .. .' d iye tam başlayacaktı ki , hemen ken d i n i
toparlayı p, ' H ayır, h iç,' ded i.) "O h a l d e ı sta koz kadri l i n i n de n e
eğlenceli bir d a n s olduğu n u b i l mezs i n . "
" Doğrusu b i l m iyoru m," d e d i Al ice. " Nasıl bir dans?"
"Bak sana an latayı m," dedi G rifon. "Ö nce, kumsal boyunca b i r
s ı ra o l u ştu ruyors u n uz . . . "
" İ ki s ıra! " d iye bağı rd ı , Ya lancı S u Kap l u m bağası. "Ayı ba l ı kla­
rı, su ka p l u m bağa ları falan fi la n i şte; son ra ortal ı ktaki den izanala­
rı n ı temizled iğin izde . . . "
" B u genelde epey zaman a l ı r," d iye lafa daldı G rifon.
" ... iki adım ilerlers i n iz . . . '
'

" Herkes eş olarak b i r ıstakoz al ı r!" d iye bağ ı rd ı G rifon.

106
"Tabii ki," dedi Yalancı S u Kap l u m bağası. " İ ki a d ı m ilerle,
eşler. . . "
" . . . ıstakozları değiştiri r, sonra da ayn ı s ı rayla geri çeki l i rs i n iz,"
d iye deva m etti G rifon.
" H a n i b i l i rsin işte, " dedi Yalancı S u Kapl u m bağası, " kaldırıp
fı rlat ı rs ı n ız ... "
" l stakozları!" diye haykırd ı , G rifon havaya s ı çrayarak.
" ... den izde fı rlatabildiği n kadar uzağa ... "
"Ard ı ndan da baş larsınız peşlerinden yüzmeye!" diye çığl ı k ko­
pard ı G rifon.
" De n izde takla atmaya," diye bağırd ı Yalancı S u Kapl u m bağa­
sı, çılgınca hoplay ı p zıplayarak.
"Yeniden değiştirirs i n i z ıstakozları," d iye avazı çıktığınca ba­
ğırd ı G rifon.
"Sonra da karaya çıkars ı n ı z . . . işte i l k figür bu," dedi Yalancı S u
Kap l u m bağası a n iden ses i n i alça ltarak; biraz önce del i ler gibi
hoplayıp zıplayan bu iki yaratık yen iden u s u lca yerleri n e otu rup
h ü zü n l ü hüzü n l ü Al ice'e baktılar.
"Çok hoş b i r dans o l m a l ı , " ded i Al ice çekine çeki ne.

1 07
" B i r böl ü m ü n ü izlemek i ster m is i n ?" dedi Yalancı S u Kapl um­
bağası.
" Hem de nasıl," d iye cevap verdi Al ice.
" Hadi, ilk figürü deneyel im!" ded i Yalancı Su Kaplumbağası
G rifon'a. " lstakozlar olmasa da olur. Hangimiz şarkıyı söyleyecek?"
"Ah ! Sen söyle, " dedi G rifon. " Ben sözleri n i u n uttu m . "
Böylece büyük bir ciddiyet içinde Alice'in etrafı nda dönerek
dans etmeye başlad ı l a r; Al ice'e çok ya klaştı kları s ı rada yer yer
ayaklarına basıyorlard ı ; Yalancı Su Kapl u m bağası b i r taraftan h ü ­
z ü n l ü h üzü n l ü şarkıyı söylerken, d iğer taraftan da tem po tutmak
içi n G rifon ile beraber ön ayakla rı n ı s a l l ıyordu .

" 'Az b i raz hızlı y ü r ü r m ü s ü n ? ' d e d i mezgit


sa lyangoza.
' Hemen a rd ı m ızda domuz balığı,
bas makta kuyruğuma.
Bak ı stakozlarla kaplum bağalar i lerliyorlar
nasıl da can l a başla!
Bekliyorlar bizi sahilde ... gel etme n'ol u r
katıl d ansa.
O l u r mu, olmaz mı, o l u r mu, ol maz m ı ?
katıl n 'ol u r dansa.
Olur m u , olmaz mı, o l u r mu, ol maz m ı ?
katıl n 'ol u r dansa.

B ilemezsi n sahiden nasıl da va rı rız


zevki ne
Kald ırıp attı klarında bizi ısta kozla rla
denize!'
Salya n goz 'Olmaz, çok uzak! Çok uza k! ' dedi
baka rken ona göz ucuyla
Teşekkü r etti mezgite kibarca, ama

1 08
katı l mayacaktı dansa.
O l mazdı, olamazd ı , o l m azd ı , olamazdı
kat ı l am azd ı bu dansa.
Olmazd ı , olamazd ı , ol mazd ı , olamazdı
katı lamazd ı bu da nsa.

'Ne çı kar sanki ne kadar uzağa gittiğimizden,' dedi


p u l l u arkadaşı.
' B i l iyorsu n ki yine bir başka kıyı öbür
yakası.
İ ngi ltere ne kada r uzaksa, yakı n d ı r o kadar
Fransa . . .
Öyleyse sararıp sol ma sevgi l i sa lyan gozu m
katı l n ' o l u r dansa.
O l u r m u , olmaz m ı , o l u r mu, o l maz m ı ?
katı l n 'ol u r dansa.
O l u r m u olmaz m ı o l u r m u o l maz m ı ?
kat ı l n ' o l u r dansa . "'

Al ice şarkı n ı n n ihayet bitmiş olmasından dolayı derin b i r nefes


alara k, "Teşekkü r ederim , seyretmesi çok güzeldi," ded i . " M ezgit­
le i l g i l i şu acayip şarkı da öyle hoş u ma gitti ki."
" H a, mezgitten l af açı l m ı şken," d ed i Yalancı S u Kapl u mbağası,
" b u bal ı klar ... ta bii ki mezgit görm ü ş s ü n d ü r."
" Evet," ded i Alice, "Çoğu n l u kla yem ... " d iyecekken b i rden ken­
d i n i topa rladı.
"Yem i n nerede olduğu n u b i l m iyoru m ," ded i Yalancı S u Ka p­
l u mbağası, "ama on ları bu kada r çok görd üysen, ta b i i ki nas ı l bir
şey old u kları n ı b i l i rs i n . "
"Öyle," d iye yan ıtladı , Al ice düşü nce l i d ü ş ü ncel i . " Kuyru kları
ağızlarına soku l u d u r... üzerleri de ekmek kırıntısıyla kapl a n ı r. "
" Kı rı ntı kon u s u nda yan ı l ıyors u n , " dedi Yalancı S u Kap l u m bağa-

1 09
s ı . " Deniz tüm kırıntıları s i l i p s ü p ü rü r. Ama, doğru, kuyrukları
ağızlarına sokulu; b u n u n nedeni de ... " B u rada Ya lancı Su Kapl u m ­
bağası esneyip gözleri n i kapatarak, " Neden i n i de s e n anlatıver,"
ded i G rifon'a.
" N edeni," dedi G rifon. " B u nl a r ıstakozlar gibi dansa katılmak
isterler. Bu yüzden den ize fı rlatı l ı rlar. Den ize d üşecekleri mesafe
çok uzu n d u r. B u yüzden kuyru kları n ı sı kıca ağızlarına a l ı rlar. B i r
d a h a da ağızlarından çıkaramazlar. İ şte bu yüzden."
"Teşekkür ederi m," dedi Al ice, "çok i lginç. M ezgit hakkında hiç
bu kadar bilgim olmamıştı."
" İ stersen daha fazla bilgi vereb i l i rim," dedi G rifon. "Ona neden
mezgit dend iği ni bil iyor m us u n ? "
" H iç d üş ü n med im doğrusu," dedi Al ice. " N eden?"
" Bak anlatay ı m sana. Önceleri adı bezgitmiş. işsiz güçsüz bez­
gin bezgi n dolaş ı r d u ru rm u ş d ü nya s u larında, son unda b u ndan
bıkmış, gitm iş yerleşm i ş Avrupa s u larına. Başlamış ayakkabı işi­
ne. İ şleri iyi gitmiş, çok da mesutm uş, adı n ı da mestgit olarak de­
ğiştirm iş. Bu sonra zama n l a mezgite dön üşmüş."
Al ice' i n kafası a l l a k b u l l a k olm uştu. "Ya n i ayakkabı boyuyor,
ayakkabı yapıyor öyle m i l" dedi şaşkın şaşkı n .
"Tabii k i . Y a seninki ler nasıl böyle parlak?"
Alice, aya kkabıları n a dönüp şöyle b i r baktı ve cevap vermeden
önce bir s ü re d üş ü nd ü . " Boya ve cila sayesi nd e olsa gerek."
"Suyun altındaki ayakkabılar da mezgit sayesinde böyle parlak,
işte. Şimdi öğrendin m i ?" ded i G rifon boğu k bir ses ton uyla.
" Peki oradaki ayakkabılar neden yap ı l ı r?" diye sord u Alice büyük
bir şaşkı n l ı k içinde.
" Pençe balığı ve kayış balığından tab i i ki," diye ya n ıtlad ı G rifon
sabrı t ü ken miş bir halde: "En a l ı k bal ı k bile bunu b i l i r."
" Ben mezgitin yerinde olsayd ı m," ded i aklı hala şarkıda olan
Alice, "domuz balığı n a derd i m ki, 'Geri çekil , l ütfen . Bizimle ol­
manı i stemiyoruz!'"

110
"Onu yan larında götü rmek zoru ndalar," dedi Yala ncı Su Kap­
l u mbağası . "Akl ı başında h içbir bal ı k dom uzsuz yola çı kmaz."
"Gerçekten öyle m i ?" dedi Al ice hayretler içinde kalara k.
"Tabii ki öyle," dedi Yalancı S u Kap l u m bağası. "Ola ki bana bir
bal ı k gel i p yolcul uğa çı kacağ ı n ı söyleyecek ol sa, ' H angi domuz
i le?' d iye sorarı m . "
"Omuz, yani om uzdaş ile demek istiyorsunuz galiba?" ded i Alice.
"Ağzı mdan çı kan neyse kastettiğim de od u r," dedi Yalancı S u
Kap l u m bağası gücen m i ş b i r ses ton uyla. G rifon ekled i, " Hadi,
ş i m d i senin serüven leri n i d i n leyel i m . "
"Anlatırım, a n l atmasına d a . . . ama bu sabahtan baş layarak, " de­
d i Alice çeki n e çekine: " D üne gitme n i n h içbir a n l a m ı yok, ç ü n kü
ben d ü n bambaşka bi riyd im . "
" N e ded iği n i açıkla baka l ı m , " dedi Ya lancı S u Kapl u m bağası.
" H ayır, hayı r! Ö nce serüve n leri n," ded i G rifon sabırsızl ı kla,
"Açı klamaları n sonu hiç gel mez."
Böylece, Al ice Beyaz Tavşanı gördüğü o i l k andan başlayarak serü­
ven leri n i an latmaya koyuldu. İ ki yaratığın biri bir yandan diğeri öte­
ki yandan Al ice'e soku l u p gözlerini ve ağızları n ı kocaman açıp onu
di nlemeye başladı kları an larda kendi n i biraz gergin hissetti, ama git­
tikçe cesaretini toplamaya başladı. Dinleyicileri, Tırtı l'a okuduğu 'Ko­
cadın William Baba, ' şiirinin olduğu böl ü me gel inceye kada r onu pür
dikkat d i nledi ler; ne zaman ki bu şiiri oku maya başladı , Yalancı Su
Kaplum bağası deri n bir nefes al ıp, " B u çok tuhaf," dedi.
" Bu ndan daha acayip b i r şey olamaz d ü nyada," dedi G rifon.
" Demek sözler ağzından farkl ı çı ktı, ha!" ded i Yalancı S u Kap­
l u m bağası d ü ş ü nce l i bir şekilde. " Ş i m d i başka bir şeyler okuma­
s ı n ı istiyoru m. O n a başlaması n ı söyle." Ya lancı Su Kap l u m bağa­
sı, G rifon ' u n sanki Al ice üzeri nde bir otoritesi olduğu n u d ü ş ü n ü­
yorm uş gibi ona bakıyord u.
" Ka l k ayağa ve 'Bu M i ski n i n Sesidir' şiirini oku," dedi G rifon.
" B u yaratıklar da boyuna bana emirler yağd ırıp, dersleri tekrarlatı-

111
yorlar," diye geçird i içinden Alice. "Şu
an okulda olsam da olurdu." Ne var
ki, kalkıp yine de şiiri okumaya başla­
dı, ama kafası ıstakoz kadri l iyle öyle
bir allak bullaktı ki, ağzından çıkanla­
rı kulağı pek duym uyord u ; şiir gerçek­
ten de çok acayip bir hal alm ıştı:

" l stakozu n sesi b u ; d uyd u m


o n u n şöyle deyişi n i :
' Ne çok kızartt ı n ız böyle beni ,
tatla n d ı rmalıyım saçları m ı . '
Ö rdeği n düzeltmesi g i b i gözka­
paklarıyla kemeri n i düğmeleri ni
O d a d üzelti r b u rn uyla, h em d e d ı şa dönd ü rü r ayak parmak­
ları n ı .
Değmeyin keyfi ne ku mlar tümden kuruduğunda
Söyleyi n ha, kim oluyor ki ş u köpek balığı da!
N e ki su lar kabarı p da dol u ş u nca köpek balıkları etrafa
Titrek ve ü rkek çıkar sesi pekala."

"Bu ben im çocukl uğumda söylediği mden çok farkl ı," dedi G rifon.
"Şey, ben de daha önce hiç duymam ıştı m," ded i Yalancı Su
Kapl u m bağası. "Ama saçma l ı ğı n a d iyecek yok doğrusu .''
Al ice, h içbir şey demedi ; baş ı n ı avuçları n ı n içine a l ı p, acaba bir
daha her şey normale dönecek m i d iye kara kara düşü nerek öyle­
ce otu rd u .
" Ş i i ri açı klasayd ı n iyi olacaktı ," d e d i Ya lancı S u Kap l u m bağası.
"Açı klayamaz," dedi G rifon telaşla, " i ki nci kıtaya geç.''
"Ama şu ayak parmakları meselesi," d iye ı s ra r etti Yalancı S u
Kap l u m bağası. " N as ı l ol uyor da ayak parmakları n ı b u rn uyla d ı ş a
döndü rüyor?"

112
" B u d a n s ı n i l k figürü," dedi Alice, a m a kendi kafası da fen a
h a l d e karışmıştı, bir a n önce kon u n u n deği ş mesi n i i stiyord u .
" İ ki nci kıtayla devam et, " d iye tekrarladı G rifon. " H a n i , 'Geçer­
ken bahçesinden" d iye başlıyor."
Al ice, ağzından çı kacak her şeyin yan l ı ş olacağı ndan e m i n olsa
da, ona karşı gel m eyi göze alamadı ve t itrek bir sesle devam etti:

"Geçerken bahçes i nden, b i r göz atıverd i m içeriye


B i r Baykuş ' l a Panter nasıl böl ü ş üyor böreği d iye
Al ı rken Panter yufkayı, sosu ve eti
Kald ı ziyafetten Baykuş'a tabağı n d i bi .
'
H epte n bittiğinde börek, l ütfed i l i p de Baykuş'a
İzin veri ldi ki barca, attı kaşığı n ı cebe o da.
Al ı rken Panter çatal bıçağı h ı rlaya h ı rlaya.
Ve biti m i nde şölen i n ... "

" B i r taraftan açı klam a s ı n ı vermedi kten son ra, b ütün bu saçma­
l ı kl a rı tekrarla m a n ı n n e yararı var," d iye kesti ş i i ri Yalancı S u Kap­
l u m bağası. " Ö m rü mde i n sa n ı n kafası n ı bu kada r karıştıran b i r
şey d uymad ı m ! "
" Evet, a rtı k b u rada kessen iyi olacak," dedi G rifon. Alice öyle b i r
rahatla m ı ştı k i , sormayı n gits i n .
" l stakoz Kad ri l i nden b i r figü r d a h a göstere l i m m i ?" d iye sord u
G rifon. "Yoksa Yalancı S u Kap l u m bağası şarkı m ı söylesi n ?"
" Eğer o da i stiyorsa, ne o l u r bir şarkı, " d iye öyle b i r atıldı ki Ali­
ce, G rifon b i raz gücenerek, "Tabii, zevkler ve ren kler tartış ı l maz.
Ona Yalancı Kaplumbağa Çorbası n ı söylesene dost u m , " dedi.
Yalancı S u Kapl u m bağası deri nden b i r iç çekip yer yer h ıçkırık­
la rla boğu lan sesiyle başladı şarkı s ı n ı söylemeye.

" Nefis çorba, bol sebze l i ve besl eyici


Bekl iyor bizi tasta sıcacı k öylece!

113
Kim eğil m ez söyleyi n , bu enfes çorban ı n ö n ü nde?
Akşam çorbas ı , nefis çorba!
Akşam çorbası, nefis çorba !
Nefıiis Çorbaaa!
Nefıiis Çorbaaa !
Akşam çorbası
N efis, n efis çorba!

N efis çorba! Kim bakar balığa,


Av eti ne, başka yemeklere ya da?
U ğruna tüm lezzetleri kim etmez ku rba
N iki ku ru ş l u k ah nefis çorba?
İ ki k u ru ş l u k ah nefi s çorba?
Nefı i i s Çorbaaa!
Nefi i i s Çorbaaa!
Akşam çorbası
N efis, nefis çorba!"

" N a ka rat," d iye haykı rd ı G rifon; Yalancı S u Kapl u m bağası tam


tekrarlamaya başlam ıştı ki, uzaklardan, " M ah keme Başlıyooor!"
diye bir çığl ı k koptu.
" H adi!" dedi G rifon, Alice' i n e l i nden tutup, şark ı n ı n bitmes i n i
beklemeden yeri nden fı rladı.
" N e mahkemesi?" diye sord u Alice nefes nefese koşarken; ama
G rifon, sadece " H adi!" diyerek daha bir h ızlanarak koş uyord u; bu
s ı rad a a rkadan meltemle gitti kçe zayıflayarak gelen ş u hüzü n l ü
ezgi d uyul uyord u:

"Ak-şaaam çooor-bası
N efi s , nefis çorba !"
ON BİRİNCİ BÖLÜ M
Kim Çaldı Tatlı Çörekleri

M a h keme salonuna vard ı klarında, Kupa Kra l ı ve Kral içesi ' n i n taht­
larına kuru l u p oturd u kları n ı gördü ler; bütün iskambil kağıtlarıyla
beraber b i n b i r çeşit m i n i k kuş ve yaban i hayvandan oluşan büyü k
bir kalaba l ı k etrafları n ı sarm ıştı: Ön lerinde zi ncire vuru l m u ş bir
h alde her iki yan ı nda birer m u hafızla Kupa Valesi d u ruyord u; Kra­
l ' ı n yan ı nda da bir elinde borazanı , diğer e l i nde bir tomar parşö­
men kağıdıyla Beyaz Tavşan yer al ıyord u . M a h kemenin tam orta­
s ı nda üzerinde kocaman b i r tabak dol usu tat l ı çöreği n old uğu bir
masa vard ı : çörekler o kadar leziz görü n üyorlard ı ki, onlara bakar­
ken Alice'in ağzı s u landı, " Keşke şu d u ruşma çabuk bitse de i kram
saati gel se!" d iye d ü ş ü n d ü Alice; ama pek öyle olacak gibi gözü k­
müyord u, böylece zaman geçs in diye etrafına bakın maya başlad ı .
Al ice d a h a önce hayatında h iç mahkeme görmemişti, ama ki­
tapla rdan okum uştu ve b u radaki nerdeyse her şeyin adı n ı bil mek­
ten çok hoşn uttu. " B u haki m , '' dedi ken d i ken d i ne, " koca man pe­
ruğu ndan bell i."
Bu arada yeri gel m i ş ken hakim Kral'dı; tacı n ı peruğu üzeri ne
taktığından (bu n u nasıl yaptığ ı n ı görmek istiyorsan ız, kitab ı n ba­
şındaki resme bakı n ) . hal i nden pek öyle rahatm ış gibi görü n m ü­
yord u, yakışmadığı da kes i n d i .

115
" İ şte bu da j ü ri loca s ı , " d iye geç i rd i aklından Alice, " ş u on i ki
'yaratı k' da (j ü ri üyeleri n i n kimi leri hayvan , ki m ile ri de kuş oldu­
ğundan, b u n lara 'yaratı k' demek zoru nda kal m ıştı) , galiba j ü ri
üyesi . " B u son sözcükleri , kend i nden son derece gurur d uyarak
birkaç kez yineled i ; buna hakkı da vard ı han i , kendi yaşıtı küçük
kızlardan kaç tanesi b u n l a rı n a n l a m ı n ı bil iyord u . Hem, 'jü riciler'
dese bile bir şey fark etmezdi .
O n iki j ü ri üyesi t a ş tahtalar üzeri n e d urmadan b i r şeyler yazı­
yord u . " Bu n lar ne yazıyor böyle?" d iye fı s ı ldadı Al ice G rifon'a.
" Daha d u ruşma baş lamadı ki, bir şey yazsı n lar."
" İ s im leri n i ," d iye fı s ı ldadı G rifon Al i ce'i n kulağına, " d u ruşma
bitmeden isimleri n i u n utmaktan korkuyorlar."
Alice "Aptal şeyler!" d iye s i n i rlenerek yü ksek sesle söylenmeye
başlamıştı ki, Beyaz Tavşan, " M a h kemede sessizl ik!" d iye bağı rd ı ;
b u n u n üzeri ne hemenceci k s u s uverd i; Kral d a göz l üklerin i takarak

116
kim kon u şuyor diye mera kla etrafı na bakı n d ı .
Al ice, j ü ri üyeleri n i n om uzları üzeri nden bakıyorm u ş gibi, üyele­
rin heps i n i n tahtalarına "aptal şeyler!" d iye yazmakta oldu kları n ı
görebil iyord u; hatta içlerinden b i ri n i n 'aptal' sözcüğün ü n n as ı l ya­
z ıl dığını bil meyip, yan ı ndakine sord uğu da gözünden kaçmamış­
tı. " Daha d u ruşma bitmeden tahtaları karman çorman olacak!"
d iye d ü ş ü nd ü .
J ü ri üyeleri nden b i ri nde gıcırd aya ra k yazan b i r kalem vard ı ; tab i i
ki Alice bu sese hiç d aya n a m ıyord u ; mahkemeyi dolaşıp, üye n i n
t a m arkasına geçerek, b i r yol u n u b u l u p kalemi e l inden kapıverd i ;
b u n u öyle hızl ıca yaptı ki, zaval l ı j ü ri üyesi ( O da Kerten kele B i l i
i d i ) kalem ine ne olduğu n u b i r türlü a n l ayamad ı ; h e r ta rafı arayıp
tarayıp da bula mayı nca bir parmağıyla yazmaya devam etmek zo­
runda kaldı; tabii ki bu şeki lde yazması taş tahtada iz b ı rakmad ı­
ğından pek yararl ı olmadı.
" M ü başir, suçlamayı oku!" dedi Kra l .
B u n u n üzeri ne, Beyaz Tavşan üç kez boraza n ı n ı öttürüp e l i n de­
ki parşömen kağıdı ndan ş u n ları oku d u ...

" Kupa Kraliçesi tatlı çörekler ya ptı


Bir yaz gün üyd ü
Kupa Valesi çörekleri çal d ı
Ço k uza klara götürd ü ! "

" Kararı n ızı veri n," dedi Kral j ü riye.


" Daha deği l, daha deği l ! " d iye m üdahale etti Tavşan telaşla.
" B u ndan önce daha ya pılacak çok i ş var!"
" İ l k tan ığı çağı rın," dedi Kral; Beyaz Tavşa n boraza n ı n ı üç kez
öttürüp, " i l k tan ık!" d iye bağırd ı .
İ l k tan ı k Şapkacı i d i . B i r elinde çay fi nca n ı , ö b ü r e l i nde tereyağ­
l ı ekmeği ile içeri gird i . " M ajesteleri, b u n larla içeri girdiğim için
çok özür di leri m," d iye söze başlad ı . " B u raya çağrı ldığımda daha

117
çayı m ı bitirmemiştim de."
"Çoktan bitirmen gerekird i ," dedi Kra l . " Ne zaman başlad ı n ?"
Şapkacı , ken d i s i n i mah kemeye kada r taki p eden ve F ı n d ı k Fa re­
si'yle kol kola d u ra n M art Tavşan ı'na bakt ı . " M artın on dörd ü ol­
sa gerekti," ded i.
"On beşi," dedi M a rt Tavşan ı .
" O n altısıyd ı , " d iye ekled i F ı n d ı k Faresi .
" B u n ları yazı n , " ded i Kra l j ü riye, j ü ri d e bu üç tari hi hararetle
taştahtalara yaz ı p toplayarak sonucu ş i l i n ve pen iye çevird i ler.
"Şapka n ı ç ı kar," dedi Kral Şapkacı'ya.
"Benim değil ki," ded i Şapkacı.
"Ça l ı nt ı ! " d iye haykırd ı Kral j ü riye dönerek, onlar da bu gerçeği
derhal kayda geçird iler.
" B u n l a r satmak içi n," d iye açıklama yaptı Şapkacı. " H içbirisi be­
n i m değil ki. Ben bir şapkacıyım."
i şte tam o a nda Kraliçe göz l ü klerin i taktı ve korkudan sapsarı
kesilip yerinde kıpır k ı p ı r eden Şapkacı 'ya fena halde dik dik bak­
maya baş lad ı .
" Bildi klerin i anlat," dedi Kral,
"ve böyle heyecanlanıp d u rma,
yoksa derhal idam ettiririm se­
ni."
Bu sözler tanığın yü reği ne hiç
d e s u serpmemişti; tedi rgin te­
d i rgi n Kraliçe'ye bakıyor, s ü rekli
ayak d eğişti riyord u ve şaşkı n l ı k­
tan , tereyağl ı ekmeği ı s ı racağı na
çay fi ncan ı nd a n koca m a n bir
parça dişleyiverd i.
Tam bu s ı rada Al ice kendinde
bir tuhafl ı k hissetti; ne olduğu­
nu anlayıncaya değin epey bir �

118
afallad ı . Yen iden büyü meye başl ıyordu ; i l k önce kalkıp mahkeme­
yi terk etmeyi geçird i akl ı ndan, ama sonra s ığa bildiği sü rece kal­
maya karar verd i.
"Beni böyle sı kıştı rmasan," ded i yan ı nda otu ran Fındık Faresi .
" Baksana, nefes alam ıyoru m . "
" E l imde değil , " d e d i Al ice mahcup b i r şekilde. " B üyüyoru m."
" Burada büyü meye hakkı n yok," ded i Fındık Fares i .
"Saçmalama," ded i Al ice cesareti yeri ne gelerek. " S e n de büyü-
yorsu n işte."
" Evet, ama normal ölçü lerde büyüyorum, sen i n gibi böyle aca­
yip b i r şeki lde deği l," ded i F ı n d ı k Faresi . Sonra s u ratı n ı asarak,
kalkıp mahkeme n i n öbür tarafı n a geçti.
Bütün bunlar olup bited u rs u n , bu a rada Kral içe de göz ü n ü Şap­
kacı'dan h i ç ayırma m ı şt ı ; F ı n d ı k Fares i ' n i n mahkem e n i n öbür ta­
rafı na geçtiği s ı rada, Kral içe mahkemedeki görev l i lerden b i ri ne
seslenerek, "Son konserdeki şarkıc ı ları n l i stes i n i getir bana!" de­
d i . B u n u n üzeri ne biça re Şapkacı 'yı öyle bir titreme tuttu ki, ayak­
kabı ları ayağından fı rlayıverd i .
" B i l d i kleri n i a n l at," dedi Kral öfke l i öfkel i, "yoksa seni idama
mahkum edeceği m, heyecan ı n hiç u m u ru mda değil . "
" Ben zaval l ı yoksu l bir adamım, M ajesteleri," d iye sözlerine
başladı, Şap kacı titrek bir sesle. " ... Çaya daha yen i başlamışt ı m . . .
b i r hafta y a olmuş y a ol m a m ı ştı . . . h e m tereyağl ı ekmek aza l m aya
başladığından hem de çay tepsisi gi bisin parla-"
"Çay tepsisi gibi ne?" d iye sord u Kra l .
"Çayla başlad ı , " d e d i Şapkacı.
"Cüm le n i n öyle baş ladığı n ı duydu m ! " dedi Kra l sert bir şeki lde.
"Sen beni ahmak yeri ne m i koyuyorsu n ? Devam et! "
" Ben zaval l ı yoksu l bir adamım," diye devam etti Şapkacı, "ondan
son ra artık her şey parlar oldu ... yal nız M art Tavşa n ı dedi ki . . . "
" Demed i m , " d iye lafa karıştı M a rt Tavşa n ı aceleyle.
" Redded iyoru m ! " dedi M art Tavşanı.

119
" Reddediyor," dedi Kral, "bu kısmı göz ön ünde bulundurmayın."
" N eyse, Fındık Faresi ded i ki ... " d iye devam ederken Şapkacı,
acaba o da reddedecek m i diye dönüp etrafı n a kaygıyla baktı; ne
ki F ı n d ı k Faresi derin uykuda old uğundan h içbi r şeyi reddetmed i .
" B u ndan sonra," d iye devam etti Şapkacı , " b i raz d a h a tereyağlı
ekmek kestim ... "
" Fı n d ı k Faresi ne dem işti ?" diye sordu j ü riden b i rileri.
" İ şte onu hatırlam ıyoru m," dedi Şapkacı.
" Hatırla malısı n," diye uyard ı Kral, "yoksa idama mahkum o l u r­
sun."
Biçare Şapkacı , çay fi n can ı n ı v e tereyağlı ekmeği n i korkuda n
e l i nden yere d ü ş ü rd ü , sonra da diz çökü p, " Ben zava l l ı yoks u l b i r
adam ı m , M ajesteleri," ded i .
"Sen, çok zava l l ı b i r konuşmacısın, " d e d i Kral.
i şte bu s ı rada kobaylard an b i ri b i r al kıştır tutturd u, ama mahke­
me görevli leri tarafından derhal bastı rıldı. (Bu, a n laşılması oldu k­
ça zor bir sözcük olduğu nda n , size b u n u n nasıl yapı ld ığı n ı anla­
tayı m. Ağzı kal ı n b i r iple bağlanan branda bezi nden kocaman b i r
torba ları vard ı ; kobayları b a ş aşağı bu torba n ı n i ç i n e soktu lar,
sonra da üzeri ne b i r güzel otu rd u l a r.)
" İ şte, bak bunu görd üğüme sevi n d i m , " d iye d ü ş ü n d ü Alice.
"G azetelerde hep okuyoru m, ' Du ru ş m a n ı n son u nda a l kışla maya
kal kışanlar old u , mahkeme görevlileri tarafından derhal bastı rıldı­
lar,' d iye yazıyorlar. Bunun ne demek olduğu n u şimdiye kadar bir
türlü an layamamıştı m . "
" Bi l d i kleri n i n hepsi bu kadarsa, o z a m a n aşağıya i n , " d iye de­
vam etti Kra l .
" Bu ndan d a h a aşağıya i nemem," dedi, Şapkacı, "zaten yerde­
yi m."
"O zaman oturabilirsin," d iye karş ı l ı k verd i Kra l .
Bu s ı rada bir başka kobay a l kışlamaya başladı v e tabii ki hemen
bastı rıldı.

1 20
" H a ! İ şte kobayların işi tamam ! " d iye d ü ş ü n d ü Alice. " Ş i m d i ar­
t ı k her şey yol u na girecek."
Şapkacı , şarkıcıları n l i stes i n i okuyan Kral içe'ye dönüp tedi rgin
ted i rgi n bakarken, "Çayı m ı biti rseyd i m , " ded i .
"G idebi l i rs i n , " d e d i Kra l ; b u n u n üzerin e Şapkacı, ayakkabıları n ı
bile giymeden aceleyle mahkemeden ayrı l d ı .
" . . . d ı şarıda uçurun kel l es i n i , " ded i Kral içe askerlerden birine,
ne va r ki, daha asker ka pıya varmadan, Şapkacı çoktan sı rra ka­
dem basmıştı.
"Bir sonraki tanık!" dedi Kra l .
B i r sonraki ta n ı k D ü şes' in aşçısıyd ı . El inde b i ber kutusu vard ı ;
Alice, o d a h a mahkemeden içeri girmeden, kapı n ı n yan ı ndaki leri n
b i r anda hapş ı rmaya başlamasından, gele n i n kim olduğu n u tah­
m i n etm işti.
" Bi l d i kleri n i a n lat," ded i Kra l .
"An latmayacağı m."
Kral, ne yapacağı n ı bilmemen i n verd iği end i şe l i b i r yüz ifadesiy­
le Beyaz Tavşan'a baktı, o da alçak sesle Kral' a , " M ajesteleri, bu
tan ığı siz sorguya çekmelisi n iz," ded i .

1 21
" N e yapal ı m , gerekiyorsa ya parız," ded i Kra l üzgün üzgü n, son­
ra kol l a rı n ı kavuşturd u, gözleri n i kısıp kaşları n ı çatarak boğu k b i r
ses ton uyla, "Çörek neden ya p ı l ı r?" d iye sord u .
"Çoğu n l u kla b i berden," ded i aşçı.
"Şeker pekmezinden," dedi arkadan gelen uyku l u bir ses.
"Şu F ı n d ı k Fares i ' n i yakalayı n , " diye bir çığl ık kopa rd ı Kraliçe.
" Kesin kel les i n i ! Atı n mahkemeden d ışarı! Bast ı rı n ! Ç i m d i kleyi n !
Yol u n bıyı kları n ı ! "
F ı n d ı k Fa res i ' n i d ı ş a rı atma s ı rasında b i r kargaşad ı r s ü rüp gitti,
yen iden yerleri ne otu rd u klarında da aşçı çoktan ortadan kaybol­
m uştu.
" Boş verin," ded i Kral, çok rahatl a m ı ş bir şeki lde. "Sonraki tanı­
ğı çağı rı n . " Kral içe'ye dönüp alçak ses le, " H ayatım, b u n u da sen
sorguya çekiver. Başıma ağrıl a r gird i ! " dedi.
Al ice b i r yandan Beyaz Tavş a n ' ı n beceriksizce l i steyi gözden
geçi rişine bakarken, bir sonra ki ta n ığın n a s ı l b i r şey olduğu n u çok
merak ed iyordu . " N e de olsa, daha doğru d ü rüst ifade veren
çıkmadı," ded i ken d i kendi ne. Beyaz Tavşa n ' ı n ağzı ndan ku lakla­
rı yırtan tiz bir sesle 'Al ice' i s m i ç ı ktığı anda, art ı k ondaki şaşkın­
l ığı va rı n siz haya l edi n .

1 22
ON İKİNCİ BÖLÜ M
Alice'in Tanıklığı

Alice, son birkaç dakikada ne kadar büyüdüğü n ü o a n ı n telaşı için­


de u n utarak, " B u rada!" diye bağı rd ı ve öyle bir aceleyle yerinden fı r­
ladı ki, eteğin i n kenarları j ü ri locas ına hafifçe takı l ı nca, bütün j ü ri
üyeleri tepe taklak aşağıdaki kalabalığın üzerine düştü, sonra da öy­
lece sere serpe kendi lerin i yerde buldu lar; bu olay Alice' in aklına bir
hafta önce kazara düş ü rü p kırdığı kırmızı bal ı k fanusunu getirdi.
"Ay, çok affedersiniz!" d iye haykı rd ı Alice dehşet içi nde, olabil­
d iğince çab u k on ları a l ı p yerleri ne koymaya başladı, bal ı k kazası
a k l ı ndan hiç çıkmadığı ndan, onları hemen toplayı p localarına ge­
ri koymasa, öleceklerm i ş gibi gel iyord u ona.
" Bütün j ü ri üyeleri d üzgü n bir şeki lde yerleri ne kon mad ı kça,
bu dava devam edemez," dedi Kral ciddi b i r şekilde. "Hepsi," diye
üzeri ne bast ı ra bastı ra tekrarla rken Al ice'e d i k d i k ba kıyord u .
Alice, j ü ri locasına bakınca o telaşla Kerten kele'yi baş aşağı
koyd u ğu n u fark etti; zava l l ı m i n i k şey, herhalde zor hareket ede­
bild iğinden olsa gerek, kuyruğu n u kederli kederl i s a l l ayıp d u ruyor­
d u. O n u hemen a l ı p yeri ne doğru d ü rüst b i r şekilde otu rttu; "as­
l ı nda b u n u n çok da bir önemi yok," dedi kendi ken d i ne, "ga l i ba
bu mahkemede böyle otu rsa n da o l u r, öyl e otu rsan da o l u r."
J ü ri üyeleri, devri l meleri n i n şaşkı n l ığından birazcık sıyrı l ı p, taş

1 23
tahtalarıyla kalem leri ellerine tutuştu ru l u r tutuşturu l maz var güç­
leriyle olayı n öykü s ü n ü yazmaya koyul d ul a r; ne ki Kertenkele ağzı
bir karı ş havada, gözü n ü mahkemen i n tava n ı n a d i kip bakmaktan
öte pek b i r şey yapacak d u ru mda değil gibiydi .
" B u işle ilgili ne b i l iyors u n , " ded i Kral Al ice'e.
" H içbir şey," dedi Al ice.
"Hiçbir şey mi?" d iye ı s rar etti Kra l .
" H içbir şey," ded i Alice.
" B u öneml i," ded i Kral j ü riye dönerek. J ü ri üyeleri taş tahtala-

1 24
rına tam da b u n u yazmaya başlam ı ş l a rd ı ki, Beyaz Tavşa n a raya
gird i : "Ta b i i ki M ajesteleri önemsiz demek istedi , " dedi oldu kça
saygı l ı b i r ses tonuyla, ama kon uştuğu s ı rada da kaş çat ı p s u rat
etmekten geri d u rmad ı .
"Tabii ki önemsiz demek isted i m , " dedi Kral a p a r topar v e ken­
di ken d i n e yavaşça, "önem l i ... önemsiz ... ö n e m l i ... önemsiz ... " di­
ye tekra rlamaya başlad ı ; sanki ku lağa hangi s i n i n hoş geldiğini a n ­
lamak ist�r gi biyd i .
Kimi j ü ri üyeleri 'önemli,' kim i j üri üyeleri 'önemsiz' d iye yazd ı.
Alice, yukarıdan taş tahtalar üzerinden görebildiğinden ne yazdı kla­
rı n ı fark edebiliyord u ; "aman, çok da önemli değil," diye düşündü.
Tam bu s ı rada bir s ü red ir hara retle ken d i not defterine b i r şey­
ler yaz ı p d u ra n Kra l , "Sessizli k!" d iye bağırıp, ard ından da ş u n ları
okudu: " M adde 42: Boyu bir milden daha uzun olanlar mahkemeyi
terk etmelidir."
H erkes dönüp Al ice'e baktı.
" Be n i m boyum b i r mil değil ki," dedi Al ice.
" H ayır öyle," ded i Kral.
" Boyu n nerdeyse iki m i l , " d iye ekled i Kraliçe.
" Peki, isterse öyle olsun, gitmeyeceğim i şte," ded i Alice. " Ü ste-
l i k bu, öyle b i l i nen bir yasa da değil: b u n u şimdi siz uyd u rd u n uz."
" B u kitaptaki en eski yasa," ded i Kra l .
" O z a m a n , M adde ı olmalıyd ı , " d e d i Alice.
Kral sapsarı kes i l i p, telaşla defteri n i kapatıverd i . " Ka rarı nızı ve­
rin," ded i j ü riye, kısık titrek bir ses ton uyla.
" Lütfen, M ajesteleri daha başka del iller var," dedi Beyaz Tav­
şan aceleyle fı rlayarak: " İ şte bu kağıt daha yen i b u l u n d u . "
" İ çinde ne var?" d e d i Kraliçe.
" Daha açmadı m , " dedi Beyaz Tavşa n, "fakat öyle gözü küyor
ki, bu mekt u p tutu kl u n u n . . . b i ri leri ne yazd ığı bir mektup."
"Tabii ki b i rilerine yaz ı l m ı ş o l m a l ı , " dedi Kral, "hiç kimseye ya­
z ı l m a m ı ş olması olağandı ş ı o l u rd u , öyle di m i ?"

1 25
" Ki m i n ad resi ne?" d iye sord u , j ü ri üyelerinden biri.
"Ad res yok," dedi Beyaz Tavşan. " Doğrusu d ı ş ı nda h içbir şey
yaz ı l ı deği l . " Kon uştuğu s ı rada kağıd ı açtı, "Üstel i k bu bir mektup
bile değil, sadece bir manzume."
"Tutukl u n u n el yazısıyla m ı yazı l m ış?" diye sord u bir başka jü­
ri üyesi.
" H ayır," dedi Beyaz Tavşan,
"işin hayret edi lecek yan ı da bu
ya." (Bütün j ü ri üyeleri şaşkın
bir yüz ifadesi takı nmışlardı.)
" Başka biri n i n el yazıs ı n ı
taklit etm i ş o l m a l ı , " ded i Kral.
(Bütün j ü ri üyeleri n i n yüzleri
ı ş ı l ı ş ı l olmuştu yen iden.)
" Lütfen M ajesteleri," dedi
Kupa Va lesi, " b u n u ben yaz­
mad ı m . Ben im yazd ığı m ı da
ki mse ispat edemez: Altı nda
h içbir i mza yok."
" İ mzal a m ad ıysa n , " dedi
Kral, " b u daha da kötü ya. Ki­
m i kötü niyetlerin olmalı, yok-

126
sa d ü rüst b i r insan gibi altı na imzan ı atard ı n . "
B u n u n üzerine bütün mahkemeden bir a l kış koptu: Kra l ' ı n o
gün söyled iği tek akı l l ıca şey buyd u . "
" B u da suçu n u n b i r ispatıdır," d e d i Kra liçe.
" B u h içbir şeyi ispatlamaz," ded i Al ice. " Daha ş i i ri n ne hakkın­
da old uğu n u bile b i l m iyors u n uz!"
"Okusun," dedi Kra l .
Beyaz Tavşan göz l ü kleri n i taktı, " Nereden başlayayım M ajes­
teleri ?" d iye sord u .
"Başından başla," dedi Kral ciddi b i r şekilde, "son u na va rı nca­
ya kadar devam et, biti nce d u r."
Beyaz Tavşan ' ı n okuduğu d izeler d e i şte ş u n lard ı :

" Ded iler k i gitm işsin o h a n ı m a


Söz etm iş s i n benden o beye d e :
Övgüler yağd ı rm ı ş h a n ı m bana
Ama demiş yüzemez de.

G itmediğimi haber etm iş bey on lara


(E b i l iyoruz, doğru bu zaten) :
O l a ki han ı m meseleyi zorla rsa
Ne olaca k o za man h a l i n ?

Verdim hanıma b i r tane, vermiş onlar da beye i k i tane


Sen de verd i n bize üç belki daha fazla
O zaman döndüler sana, yüz çevi rip beye
G erçi daha önce hepsi ben i m olsa da.

Ben ya da h a n ı m bir i htimalle


Bulaşırsak şayet bu meseleye
Bey güven iyor seni n on l a rı sal ıvereceği ne
Sal ıverd iğin gibi bizleri de.

1 27
D ü ş ü ncem ş uydu ki, derhal
(Tutulmadan h a n ı m bu öfke nöbetine)
Sen d i n d ikilen o engel
Beyin , bizlerin ve o n u n a rası na.

Bi l mesin bey en çok on ları sevd iği ni h a n ı m ı n


Öyle ka l s ı n sonsuza d e k bu giz
O l m a s ı n sakın başkaları n ı n
Sade sen le ben bilel i m , i ki m iz.

"Bu ş u ana değin elde ettiği miz e n ö n e m l i kan ıt," ded i Kral el­
leri n i ovuştura rak; "o halde şimdi j üri n i n ... "
"J ü riden biri b u n u açıklayabi l i rse," dedi Alice (son birkaç d a ki­
kada öyle büyü m ü ştü ki, Kra l ' ı n söz ü n ü kesmekten hiç korkmu­
yord u ) , "ona altı peni vereceği m . Bunda zerre kada r anlam ol ma­
d ığına adı m gibi emi n i m."
Bütün j ü ri üyeleri taş tahtalarına şöyle yazd ı lar: " Kız, b u nda zer­
re kadar anlam olduğuna i n a n m ıyor." Ne va r ki h içbiri de kağıtta­
kini açıklamaya kal kışmad ı .
" B u nda b i r a n lam yoksa," dedi Kra l , " iyi y a i şte, bu bizi a n lam
arama zah meti nden kurtaracak. Fakat yine de bana öyle gel iyor
ki," d iye devam etti Kral, bu arada manzu meyi dizleri n i n üzeri ne
koyup tek gözle incelemeye başl a m ıştı. " Ki m i anlam lar çıkarı labi­
lir ... 'Ama demiş yüzemez de . . .' Sen yüzmes i n i b i l m iyors u n , deği l
m i ?" d iye sordu Ku pa Vales i ' n e dönerek.
Kupa Valesi kederli kederli baş ı n ı salladı, "Yüzebilecek bir h a l i m
m i var," ded i . (Tepeden tı rnağa kartondan ya pıld ığından öyle bir ·

hali olmad ı ğı kes i n d i .)


"Buraya kadar tamam," dedi Kral, kendi kendine dizeler üzerinde
m ı rıldanarak devam etti: "'f biliyoruz, doğru bu zaten . .' Bunu tabii ki
.

j ü ri söylüyor. . . 'Verdim hanıma bir tane, vermiş onlar da beye iki ta­
ne. . .' Bak sen, işte burası da çöreklerle ne yaptığı n ı anlatıyor olmalı."

1 28
"Ama şöyle de d iyor: 'O zaman döndüler sana yüz çevirip beye,"'
dedi Alice.
"Tamam, i şte b u radalar ya!" ded i Kral zafer kaza n m ışçası n a
masa n ı n üstündeki çörekleri işa ret ederek. " Bundan d a h a açık
hiçbir şey olamaz. Sonra bakı n ... 'Tutulmadan hanım bu öfke nöbe­
tine .. .' Sevgi l i m , söyle sen h i ç öfke nöbetine tutuld u n m u ?" dedi
Kraliçe'ye dönerek.
"Asla!" dedi Kraliçe h iddetl e ve m ü rekkep hokka s ı n ı kaptığı gibi
fı rlatıverdi Kerten kele'ye. (Zava l l ı Kerte n kele B i l i , h iç iz b ı ra kmadı­
ğını görü nce, tek parmağıyla taş tahta s ı n a yazı yazmayı bırakmış­
t ı ; ama o anda fı rsat bu fı rsat deyip tekra r yazmaya başlad ı , kuru­
ya na kadar yüzünden a ka n m ü rekkebi k u l landı.)
"O halde, bu öfke nöbeti böl ü m üyle sen i n ilgin yok," derken
Kral, dönüp mahkemeye g ü l ü m sedi . O rtal ı ğa bir ö l ü m sessizl i ği
çöktü.
" B u bir şaka!" dedi Kral küsmüş gibi ve herkes gül meye başladı .
"O halde j ü ri kararı n ı vers i n , " dedi Kra l , o gün belki yirmi nci kez
ayn ı şeyi söyleyerek.
"Yok, Yok!" dedi Kral içe. " Önce mahkum ed i l s i n , son ra h ü küm
veri l s i n . "
" N e abuk sabuk b i r şey bu," d iye bağırd ı Alice. "Önce m a h k u m
edi lecekm iş!"
" Kapa çenen i ! " dedi Kraliçe, öfkeden kıpkırmızı kesi lerek.
" Kapamayacağım, i şte! " dedi Alice.
" Kafası uçuru la!" diye avazı çıktığınca bağı rd ı Kraliçe. H iç kim­
se yeri nden kı pırdamadı.
" Ki m takar sen i ?" dedi Al ice (o anda tam da eski boyuna gel­
m i şti) , " B i r deste kağıttan baş ka nesin iz, söyleyi n . ''
i şte tam o anda bu b i r deste iskambil kağıdı havalanıp, üstüne
üstüne uçmaya başladı; Al ice biraz korkudan b i raz da öfkeden mi­
nik bir çığl ı k kopararak onları baş ından defetmeye çal ı ştığı s ı rada,
bir anda baktı ki ı rmağı n kıyı sı nda ablas ı n ı n kucağında uza n m ı ş

129
yatıyordu ; ablası ise rüzgardan uçuşup gelen kuru yaprakları Ali­
ce' i n yüzünden el iyle u s u lca itiyord u .
"Al ice, tat l ı m uyan ! N e kadar çok uyud u n böyle!"
"Of, öyle tuhaf b i r rüya görd üm ki," ded i Alice ve şu okuduğu­
n uz ga rip serüve n leri n i a kl ı nda kaldığı nca ablas ı n a a n l attı .
Bitird iğinde ablası o n u öptü ve "Gerçekten de tuhaf b i r d ü ş m üş,
tat l ı m . N eyse, ş i m d i koş da çay ı n ı iç. Vakit b i r hayl i geçti, " dedi .
B u n u n üzerine Al ice yerinden fı rlayıp koşmaya başladı, bir yandan
da elbette ne şaşılası bir d üş görd üğü n ü d ü ş ü n üyord u .

* * *

Ablası ise, Alice'in bı raktığı yerde e l i n i yüzün e dayam ı ş öylece


otu rup batan güneşi seyrederken, m i n i k Alice'i ve t ü m o şaşı lası
serüven leri n i d üş ü n üyord u; derken o da ken d ince b i r d üşe daldı ...
Önce küçük Al ice' i görd ü d üş ü nde; m i n icik elleri n i yine d izleri n­
de kenetlemi ş , ışıl ışıl merakl ı gözleriyle ona ba kıyord u ... her bir
ayrı nt ı l ı ton lamas ı n a varıncaya değin Al ice' i n ses i n i d uyabiliyor­
d u ; s ü rekli uçuşarak gözleri n e giren saçları ndan ku rtu lmak için
baş ı n ı s i l ki ş i n i görebil iyord u ... orada öylece h a reketsiz bütün bun­
ları d i n lerken ya da d i n l iyor göz ü kü rken b i rde n b i re kız kardeş i n i n
düşü nde görd üğü o tuhaf yaratı klar beli riverd i etrafı nda.
Beyaz Tavşa n telaşla giderke n , ayağı n ı n altınd a ki upuzun otlar
h ı ş ı rdadı . . . Korkak Fare biraz ötedeki gölcü kten geçerken s uyu şı-
pı rdattı ... M a rt Tavşa n ı ve a rkadaşları n ı n hiç bitmeyen yemekleri-
n i yed i kleri s ı rada fi ncan lardan çıkan çın çın sesleriyle beraber,
Kraliçe' n i n bahtsız kon u kları n ı idama mahkum eden kula kları t ı r­
malayıcı o tiz sesi gel iyord u kulağına ... Ta bak çan a k şangırtıları
a rasında domuz bebek, D üşes ' i n d izleri nde yine hapşı rıyord u ...
Ve bir kez daha G rifon ' u n feryatları, Kerten kele'n i n kalem i n i n taş
tahtada çıkarttığı gıcırt ı lar, bastırılan kobayların zar zor nefes alış­
veriş sesleri ortal ığı kapl ıyor, zava l l ı Yalancı S u Kap l u m bağa s ı ' n ı n
uzaklardan gelen h ıçkı rıklarına karışıyord u .
Ablası, gözleri kapal ı öylece oturuyor v e gözleri n i a ç ı p hayatın o
s ı kıcı gerçekliğine dönmekten başka ça res i olmad ı ğ ı n ı bile b i le
H ari kalar Diyarı nda olduğu na i n a n m a k istiyord u ... Oysa biliyord u
ki çimen lerin h ı ş ı rdaması yal n ızca rüzgardandı; gölcü kteki dal�a-

131
!anmalar b i r o yana b i r bu yana sallanan sazlard a n d ı ; çın çın fin­
can ses leri koyu n l a rı n zil lerinden çıkan ş ı n gı rtı sesiyd i ... Krali­
çe' n i n tiz çığl ıkları çoban çocuğun sesiydi a s l ı nda . . . bebeği n hap­
ş ı rması , G rifon' u n feryad ı ve tü m d iğer tuhaf sesler (bil iyord u ki)
faal bir çiftliğin gürültü pat ı rtısından i ba retti ... ve Yalancı Su Ka p­
l um bağası ' n ı n h ıçkırıkları n ı n yerin i i nek böğürtüleri alacaktı. .
Ve nihayet, küçük kardeş i n i n büyüyü p i lerde kendisi gibi yetiş­
kin bir kad ı n olacağını geti rd i göz ü n ü n ö n ü ne. Olgu n l u k çağları n­
da bi le, çocu kluğundaki o saf ve sevgi dolu kal b i n i koruyacağı n ı ;
etrafı n a başka küçükleri toplayı p onlara pek çok tu haf öykü, hatta
bel ki yıllar önces i n i n H arikalar D iyarı d ü ş ü n ü a n lat ı p, çocukların
gözlerin i parlatarak meraklı bakış larla dol d u racağı n ı ; ken d i küçük­
l ü ğü n ü ve m utl u yaz g ü n leri n i hatı rlaya rak, o çocu kların saf dert­
leriyle dertlen ip, saf sevi nçleriyle sevi neceğin i d ü ş ü n d ü .
AYNADAN İÇERİ
ve Alice'in Gördü kleri
Lewis Carrol l

AYNADAN İÇERİ
ve Alice'in Gördü kleri

Çeviren
Kıymet Erzincan Kına
Oyundaki Kişiler
(oyunun başlamasından önceki dizilimleriyle)

BEYAZLAR KIZI LLAR

ANA TAŞLAR PiYONLAR PİYONLAR ANA TAŞLAR

Tumbadik Papatya Papatya Yum u rta Adam


Tekboynuz Hart Havşanı Ulak Dülger
Koyun istiridye i stiridye Mors
B. Kraliçe 'Zambak' Pars Zambağı K. Kraliçe
B. Kral Alageyik Yavrusu Gül K. Kral
Yaşlı Adam istiridye istiridye Karga
B. Şövalye Hapkacı Kurbağa K. Şövalye
Tumbadız Papatya Papatya Aslan
K IR MIZI

Beyaz Piyon (Alice) oynar, on bir hamlede kazanır

1 Alice, Kızıl Kraliçe ile karşılaşır. (sayfa 162) 1 Kızıl Kraliçe, Kral'ın Kalesi'nin dördüncü kare­
2 Alice, Kraliçe'nin üçüncü karesinden (demir­ sine ilerler. (sayfa 168)
yolu ile) dördüncü kareye geçer. (Tumbadik 2 Beyaz Kraliçe, Kraliçe'nin Piskoposu'nun dör­
ile Tumbadız) (sayfa 172) düncü karesine ilerler (şalın ardından). (sayfa
3 Alice Beyaz Kraliçe (şalı var) ile karşılaşır. 177)
(sayfa 1 97) 3 Beyaz Kraliçe Kraliçe'nin Piskoposu'nun be­
4 Alice, Kraliçe'nin beşinci karesine ilerler (dük­ şinci karesine ilerler (koyun olur) (sayfa 203)
kan, çay, dükkan) (sayfa 203) 4 Beyaz Kraliçe Kral'ın Piskoposu'nun sekizinci
5 Alice, Kraliçe'nin altıncı karesine ilerler (Yu­ karesine ilerler (rafa yumurta bırakır) (sayfa
murta Adam) (sayfa 209). 208).
6 Alice, Kraliçe'nin yedinci karesine ilerler (or­ 5 Beyaz Kraliçe Kraliçe'nin Piskoposu'nun seki­
man) (sayfa 233) zinci karesine ilerler (Kızıl Şövalye'den kaça­
7 Beyaz Şövalye Kızıl Şövalye'yi alır. (sayfa 235) rak) (sayfa 230)
8 Alice Kraliçe'nin sekizinci karesine ilerler (taç 6 Kızıl Şövalye Kral'ın ikinci karesine ilerler (şah
giyme) (sayfa 249) çeker) (sayfa 234)
9 Alice Kraliçe olur. (sayfa 257) 7 Beyaz Şövalye Kral'ın Piskoposu'nun beşinci
10 Alice saraya girer (ziyafet) (sayfa 259) karesine ilerler (sayfa 249)
ıı Alice Kızıl Kraliçe'yi alır ve oyunu kazanır. 8 Kızıl Kraliçe Kral'ın karesine ilerler (sınav)
(sayfa 267) (sayfa 251)
9 Kraliçe'nin sarayı (sayfa 258)
10 Beyaz Kraliçe Kraliçe'nin Kalesi'nin altıncı ka­
resine ilerler (çorba) (sayfa 265)
Önsöz

B i r önceki sayfada veri len satranç problem i bazı oku rları m ı n


kafa s ı n ı karışt ı rdığından, ş u açıklamayı yapmal ıyım k i , hamleler
d i kkate a l ı n d ı ğında problemin doğru çözümü vard ı r. Kızıl ve Be­
yaz' ı n ham leleri n i s ı rayla yapmaları kura l ı n a belki de bekle n i ldiği
oranda katı bir şeki lde uyu lmamakta ve üç Kraliçe ' n i n ' rok ya p­
ması' saraya gird i kleri n i söylemenin b i r yol u n d a n i ba ret, ama a l ­
tıncı ham lede Beyaz Kral'a ' Ş a h çeki l mes i ' n i n , yed inci h a m l ede
Kızıl Şövalye ' n i n a l ı n mas ı n ı n ve Kızıl Kra l ' ı n en son u nda ' mat ed il­
mesi ' n i n , yön lendirmelere uygun b içimde, taşları yerleşt i ri p
oyu n u oynama zah m eti ne katlanacak herkes tarafından oyu n u n
kura l larına t a m a n l a m ıyla uygun olduğu görü lecektir.

Noel, 1 8 9 6
Sen saf bul utsuz yüzl ü çocuk
M ucize n i n d ü ş gören gözleri!
N as ı l d a geçti gü nler uçarak
Ayı rd ı la r yarı ö m ü r bizleri.
O l s u n , o sevi m l i gül ü ş ü n yok mu ya
Dolu dolu sevgi yağd ı racak bu masala.

O güneş l i yüzü n ü hiç görmed i m ,


D uymad ı m gü m üşten kahkaha n ı d a ;
O l m ayacak b u n d a n sonra yeri m
Sen i n o gencecik ö m ründe ...
Yeter ki kulakları n ı kapatmayasın
D i n lerken masal ı m ı bir an o l s u n .

Ç o k eskilerde baş layan b i r m a s a l d ı bu,


Yaz güneş i n i n parıl parıl parladığı gün l erde ...
Zamanla uyu m l u basit b i r ezgiydi bu
Kürekleri m izin ritminde ...
Hala belleklerimizde yan kıları ,
" U n ut" dese de o kıskanç yı l lar.

Gel, kulak ver önce korkuya,


D i n le acı dolu haberi n i .
Çağı racak sevi msiz bir yatağa,
H üz ü n l ü b i r bakireyi .
Biz de tat l ı m , çocuğuz i şte biraz büyü kçe,
S i n i rlen i riz uyku saatimiz yaklaştı kça.
D ışarıda, buz var, kör edici kar,
Fırtı naların, rüzgarların gelgit çı lgı n l ığı ...
içerde, b i r ateş ki kor
Ve çocu kluğun sevinç yuvası.
Büyü l ü sözler ca n verecek sana
Kulak asma rüzgarın u l u malarına.

B i r ah ed işin gölgesi
Yans ıyacak bel ki b üt ü n b i r masalda
Geçip gittiğinden "o mesut yaz gün leri"
Yitip gittiği nden yaz ı n ihtişamı da.
Değemeyecek o bel a l ı soluğu yi n e de
M a s a l ı m ızın ş u değme keyfine.
BİRİNCİ BÖLÜ M
Ayna Evi

Kesi n olan bir şey vardı ki; o da yavru beyaz ked i n i n bu i ş l e b i r i l ­


gisi yoktu, ne varsa h e p s i yavru kara ked i n i n baş ı n ı n altı ndan çıkı­
yord u . Öyle ya, beyaz yavru son on beş dakikad ı r yaş l ı ked iye yü­
zü n ü yalatarak tem izletiyord u (cüsses ine göre buna iyi de d ayanı­
yord u , h a n i ) ; i şte görd üğünüz gibi, beyaz ked i n i n bu yaramazlığın
içinde olmasına imkan yoktu.
D i n a h ' ı n yavru ları n ı n yüzlerin i tem izleyiş i ne gel i nce: i l k önce,
zaval l ı yavruyu b i r patisiyle kulağından tutup yere yatı rıyord u ; a r­
d ı ndan da diğer patisiyle tersten , burnundan başlayarak yüzü n ü
baştan sona s i l iyordu ; bu neden l e dem i n de dediğim gibi ş u anda

1 43
D i n a h ' ı n beyaz yavrusuyla çetin b i r işi vard ı , yavru da kıpırdamak­
sızın öylece uza n m ı ş m ı rlamaya çalış ıyord u ... ta bii ki bütün bun­
ların ken d i iyil iği için olduğunu b i l iyord u .
Ama yavru kara ked i n i n i ş i , ikindi vakti erkenden bitmi şti; i şte
bu yüzden, Alice' in köşedeki büyük koltukta yarı uyuklayı p yarı
kendi kend ine konuşarak kıvrı l ı p oturd uğu bir s ı rada, yavru kara
kedi, Alice' i n sarmak için onca uğraştığı yün yumağıyla, yan i en
sevd iği oyuncakla n u m a radan boğuş uyor, ardan oraya yuvarl ıyor­
d u , son unda yumak tamamen çöz ü l m üştü. işte orada şömine
ö n ü ndeki kil i mde ken d i kuyruğu n u n peşinde koşuştura n yavru­
n u n yan ı nda bütün o düğüm ve dolaşı kl ı klar da ortal ı ğa saçı l m ı ş
haldeyd i .
"Sen i m i n i k şeytan , sen i ! " d iye haykırd ı Alice, sonra da yavru­
yu yakalayı p b u n u n ayı p bir davra n ı ş olduğu n u a n laması için ufa­
cık bir öpücük kon d u rd u yanağın a . "As l ı nda, Dinah ' ı n sana uslu
d u rmayı öğretmesi gerekird i ! Dinah, b u n u yapman gerekird i, bili­
yors u n ! " d iye ekled i Alice yaş l ı kediye dönüp sitemle, olabildiğin­
ce kü s m ü şçesine kon uşarak . . . sonra da yavruyu ve yumağı yan ı n a
alarak tı rma n ı p yeniden koltuğa ç ı ktı v e başladı yumağını tekrar­
dan sarmaya. Ne ki kah kendi ken d i s iyle kah da yavru kediyle ko­
n uştuğu ndan pek hızl ı deği ldi. Pisi, yumağı nasıl sard ı ğı n ı izliyor
n u m a rası yaparak ağırbaşlıca ç ı kı p Alice'in d izlerine otu rd u , yer
yer de tek patisini uzat ı p usul ca yumağa dokun uyord u, sanki el i n­
den gelecek olsa yard ı m etmekten çok hoşlanacakm ışçası n a.
" Pisi, yarın ne bil iyor m u s u n ?" d iye konuşmaya başladı Alice.
" Beraber ü st katta ca mdan bakmış olsayd ı k, ne olduğu n u tahmin
edebil i rd i n ... Ne yaz ı k ki o zaman D i n a h seni yalayı p tem izl iyord u .
Camdan şen l i k ateşi i ç i n od u n toplayan oğla n lara bakıyord u m . . .
B u n u n i ç i n b i r s ü rü od u n gerekiyor P i s i . Ama hava çok soğuktu,
kar da öyle lapa lapa yağıyord u ki, çocuklar oradan ayrıl mak zo­
runda kal d ı lar. N eyse, Pisi boş ver b u n ları. Yarın gidip şen l i k ate­
ş i n i birl i kte görü rüz." İ şte Al ice tam bu sı rada s ı rf nasıl görü ndü-

1 44
ğü n ü merak ettiği için yumağı n ipinden yavru n u n boğazı n a i ki üç
kez dolad ı ; bu da yen i bir iti şip kakış maya yol açtı, öyle ki yumak
yen iden yere yuvarlandı ve metrelercesi tekrar açı l d ı .
" B i l iyor m u s u n , çok kızd ı m s a n a Pisi,'' d iye devam etti Al ice,
tekrar koltuğa yerleşti klerinde. " B ütün bu yara m az l ı kları n ı görü n ­
ce, neredeyse ca m ı a ç ı p s e n i dışarı karın i ç i n e atacaktım! B u n u
hakediyord u n üste l i k, s e n i küçük sevi m l i yara maz! Kend i n i nasıl
savu nacaksı n baka l ı m ? " Sonra da, "Beni rahatsız etme, artık!"
d iye deva m etti, parmağı n ı havaya kal d ı rı p sallayara k. " Bütün yap­
t ı kları n ı bir bir s ı ralayay ı m sana ş i md i . B i ri ncisi: Bu sabah, D i n a h

1 45
yüzü n ü temizlediği s ı rada iki kez ciyaklad ı n . B u n u i n kar edemez­
s i n , kend i kulağı m l a duyd u m ! Buna ne d iyors u n ? " (Yavru ked i
sanki kon u ş uyorm uş gibi ona cevap vererek) " Patisi gözüne m i
gird i ? Peki, a m a gözü n ü ka pamadığın için bu da senin hatan . . .
G özleri n i s ı kı s ı kı yum m uş olsayd ı n , bu başı n a gel m ezd i . Tamam,
ş i m d i daha başka özü rler bulma da, beni d i n le! İ ki ncisi: Ben, tam
Ka r Ta nes i ' n i n ö n ü ne süt kases i n i koyduğum s ı rada, onu kuyru­
ğundan çektin! Ne, susamış m ıyd ı n ? O n u n susa madığı n ı nere­
den bil iyors u n ? Üçü ncü olarak da: Ben başka tarafa bakarken yu­
mağı tel tel açtı n !
" İ şte b u n l a r seni n üç hatan P i s i ve h içbirinden dolayı ceza lan­
d ı rılmad ı n daha. Bütün cezalarını gelecek Çarşam baya saklıyo­
ru m . . . Diyeli m ki ben i m ceza ları m ı n heps i n i biriktirm iş ler! " diye
devam etti, yavru kediyle kon uşmaktan çok kendi kendisiyle konu­
şarak. "Yıl son u nda ne yaparlardı? O gün geldiğinde bel ki de ha­
pisha neye postal an ı rd ı m . Ya da ... bi r baka l ı m ... diyelim ki her b i r
ceza n ı n karşıl ığında bir akşam yemeği yemeyeceksi n : o halde o
şanssız gün gel i p çattığında bir defada elli akşam yemeği nden ola­
cağı m demektir! N eyse, bunu çok da u m u rsamamalıyı m ! Zaten el­
l i yemeği birden yemektense, bu cezayı kat be kat tercih ederi m .
" Pencereye çarpan k a r ses i n i d uyuyor m u s u n , P i s i ? Ne kadar
da hoş ve yu muşacı k! San ki bi rileri d ı şarıdan ca m ı öpüyor. Kar,
ağaçlarla tarlaları bu kadar çok mu seviyor ki, böyle usul usul öpü­
yor on ları? Sonra, hani bil iyors un ya , beyaz bir yorga n la s ı kı sıkı
örtüyor on ları ve bel ki de d iyor ki, 'Yaz yen iden gel i nceye deği n ,
uyuyu n, can l a rı m . ' On lar da yaz gel i p de uyand ı klarında, Pisi, ken­
di leri n i boydan boya yeş ille beziyorlar ve her rüzgar estiği nde de
dans ed iyorlar. .. Ah bu çok güzel bir şey!" diye bir çığl ı k kopa rd ı
Alice, alkışlamak üzere e l i ndeki yün yumağı bırakarak. " B u n u n
gerçek olmas ı n ı ne çok isterdim ! E m i n i m k i , son baharda yapraklar
sararmaya başladığında, orm a n ların uykusu gel iyord u r.
" Pisi, sen satranç oynaya b i l i r m i s i n ? Ama böyle gülme tatl ı m ,
b u n u ciddi ciddi soruyorum sana. Ç ü n kü az önce biz oynarken,
s a n ki oyu n u b i l iyorm u ş s u n g i b i seyred iyord u n ve ' Ş a h ! '
dediği mde, m ı rlad ı n ! Doğrusu, güzel b i r mat pozisyon uydu ;
taşları m ı n a rasından kıvrı larak gelen o i ğrenç Şövalye olmasayd ı ,
gerçekten b e n kaza n m ı ş olabi l i rd i m . Can ı m P i s i m , d iyel i m ki ... "
İ şte b u rada size Alice' i n o çok sevd iği deyi m, ' Diye l i m ki' i l e baş­
layan cü m leleri n i n keşke yarı s ı n ı söyleyebilseyd i m . Daha evvel ki
gü ndü, ablas ıyla uzun uzadıya b i r tartışmaya girmişt i . . . bütün tar­
tışma, ' Diye l i m ki kra l l a r ve kral içeleriz,' ile başl ayan cümle yüzün­
dendi; çok gerçekçi biri olan ablası, öyle olamayaca kları n ı i leri s ü r­
m üştü, çünkü topu topu i ki kişiyd i ler; en sonunda Al ice dem işti
ki, "Tamam o zaman, sen onlardan b i ri olabilirsin, ben de geri ka­
lan ları n ı o l u ru m . " Bir keresinde de yaş l ı dad ı s ı n ı n kulağına ani­
den, " Dadıcığı m ! Diye l i m ki ben aç b i r s ı rtl a n ı m, sen de bir ke­
m i k!" diye bağı rarak onu epeyce korkutmuştu .
Neyse, b u n la r bizi Alice' i n yavru ked iye yaptığı kon u ş madan
gitti kçe uzaklaştı rıyor. " Pisi, d iyelim ki, sen Kızıl Kral içe's i n . H a n i ,
otu rup da kol ları n ı bi rbi ri n e kavuşturaca k o l s a n , t ı p k ı ona benzi­
yors u n . Şimdi hadi bir dene tat l ı m . " Al ice, Kızıl Kral içe'yi masa­
dan aldı, model olsun diye yavru ked i n i n ö n ü ne koyd u : Ne var ki,
Alice' i n dediğine bakı l ı rsa, yavru ked i esasında başarı sız o l m u ştu,
çünkü doğru d ü rüst kol ları n ı b i rbirine kavuştu ram a m ı ştı. Böylece
ona ceza olsun d iye, ne kad ar asık s u ratl ı b i ri old u ğ u n u göster­
mek a macıyla onu kucağına a l ı p aynaya bakt ı rd ı . " Eğer doğru dü­
rüst davranmazsan ," d iye ekledi, "seni Ayna Eve sokarı m . N as ı l ,
b u hoşu na gider m i ?
"Şimdi, P i s i söyledi klerime k u l a k verirsen ve çok fazla d a ko­
n u şmazsan, Ayna Ev ile ilgili bütün d ü ş ü nceleri m i sana anlatırım.
Ö nceli kle aynadan görebi leceği miz bir oda var. . . tı pkı bizim salona
benziyor, ama orada her şey ters. Bir sandalyen i n üstü ne çıktığım
anda her şeyi görebi l iyorum ... şömineni n arkasında kalan o ufacı k
yer d ı şında her şeyi. Ah keşke o ufacı k yeri de görebilseyd i m ! Aca-

1 47
ba orada da kışın şöm i ne yakarl a r m ı ki? B u kon uda kes i n bir şey
söylenemez çü n kü bizim şömine tütmeden onları n ki de tütmü­
yor... ama belki de onların da bir şöm ineleri old uğu s ü s ü n ü ver­
mek için bir numaradır. Sahi, kitapları da bizi m kilere benziyor gi­
bi, yal n ızca sözcü kler ters kon u l m uş yerleri ne; b u n u n böyle oldu­
ğu n u b i l iyorum, çünkü bir keresinde bizim kitaplardan birini a l ı p
aynaya tuttum, o n l a r d a karşı odadan bir kitap alıp ba na tuttular.
" Pi s i , söyle had i , karşı od ad a yaşa mak hoşuna gider miyd i ?
Acaba orada s a n a s ü t verirler m iyd i? Belki de Ayna sütü n ü n tad ı
öyle içilecek kada r güzel deği ldir. . . Fa kat, ah Pisi! Bir de koridor
var. Bizi m salon u n kapı s ı n ı a rd ı na kadar açarsan, Ayna Evdeki
koridoru şöyle bir azıcık gözetleyebi l i rs i n . Görülebilen kısm ıyla
tıpkı bizim koridora benziyor, a m a i leriye doğru farkl ı olabil ir. Ah,
Pisi! Ayna Eve bir girebilseyd ik, ne hoş olurd u . Kimbil ir, içeride ne
güzel şeyler vard ı r? D iyel i m ki, b i r şeki lde içeri girmeni n b i r yol u
var. D iyel im k i cam baştan ayağı tül gibi yumuşak b i r şeyle kap­
l a n m ı ş, böylece biz de içeri gireb i l iyoruz. Baksana cam ş i m d i de
sis gi bi bir şeye dönüşüyor. İ çeriye girmek çok kolay olacak . . . "
B u n ları söylediği s ı rada, nasıl olduğu n u pek fa rk etmeden şömi­
ne tabla s ı n ı n üstüne çı kıverm işti. Cam da hiç ş ü phe yok ki tıpkı
parlak gü m ü şten bir s i s gibi eriyi p yok olmaya başlamıştı.
Derken Alice camdan içeriye dalarak yavaşça atlayıp Ayna Oda­
ya giriverm işti. İ lk yaptığı şey şöminede ateş olup olmadığına bak­
maktı; b u rada gerçek bir ateş bulmak ve b u n u n da ard ı nda bıraktı­
ğı ateş gibi alev alev yand ığı n ı görmek çok hoşuna gitti. "Öyleyse,
eski odada olduğu gibi b u rada da ı s ınacağı m," diye düşündü Ali­
ce; "hatta sımsıcak olacağı m, öyle ya, beni ateşin ö n ü nden azarla­
yıp kovacak kimsecikler de olmayacak. Ah, ne büyü k bir eğlence!
Aynadan beni görecekler ve bana u laşamayaca klar!"
Ard ı ndan da etrafına bakın maya başladı ve eski odadan bakı p
görd ükleri n i n hiç i lgi nç olmayan s ı rada n şeyler olduğu n u fark etti,
ama geri kalan her şey alabildiğine değiş i kti. Örneğin, şöm inen in
yan ı ndaki d uvarda yer alan resimlerin hepsi ca pca n l ı görün üyordu
ve şöm ine tabla s ı n ı n hemen üstündeki saatin kadra n ı nda (han i ay­
nadan sadece arkası görü lebil iyord u ya) ufak tefek yaşlıca bir ada­
m ı n yüzü vardı ve otuz i ki dişiyle ona gü l ü ms üyord u .
" B u odayı diğeri gibi d erl i top l u tutm uyorlar," diye d ü ş ü n d ü
Alice ken d i ken d i ne, çü n kü şömi nedeki k ü l ler arasında bi rkaç ta­
ne satranç taş ı fark etmişt i . Ama az sonra yaşadığı şaşkı n l ı ktan
küçü k bir çığlık atıp, el leri ve d izleri üzerine çökerek taşları seyret­
meye başlad ı . Z i ra taş lar çifter çifter ortal ı kta dolaşıyorlard ı .

1 49
" İ şte Kızıl Kral ve Kral içe," ded i Al ice (onları korkuturum diye
fı s ı ldayarak kon uşuyord u ) , "şurada küreği n kenarında otu ranlar
da Beyaz Kral ve Kral içe . . . i şte ş u rada da kol kola yü rüyen i ki Kale
var. Beni duyabilecekleri n i hiç sanm ıyoru m," d iye devam etti, b i r
ya ndan da kafası n ı onlara doğru eğiyordu . "Beni göremeyecekle­
ri nden de emin gi biyim. Sanki görün mezim . . . "
i şte tam bu s ı rada masada bir şey ciyaklamaya başladı; Al ice
ta m dönüp o tarafa ba ktığında Beyaz Piyonlardan biri n i n yuvarla­
n ı p tepi n meye başladığı n ı görd ü . Al ice, b u ndan sonra ne olacak
d iye h ayretler içinde otu rup onları izlemeye koyu l d u .

150
" B u ben im çocuğumun sesi!" diye çığl ı k kopard ı Beyaz Kral içe,
Kral ' ı n ön ünden öyle bir h ı ş ı m l a fı rlayı p geçti ki, o n u kü l lerin içi­
ne yuvarlayıverd i . "Ah ben i m değerli Li ly' i m ! Ben i m soylu yav­
rum," dedi ve şöm i nenin ö n ü ndeki parmakl ığı n yan ı ndan çı l d ı r­
m ı şçası n a yu ka rıya doğru tırmanmaya başlad ı .
"Soylu yavrus uymuş, saçmalığın dan i s kas ı ! " ded i Kral, d üştü­
ğü içi n acıyan b u rn u n u ovu ştu ra ra k. Kra l ' ı n kızmaya birazcık hak­
kı da va rd ı , çü nkü baştan ayağı küllerle kapla n m ı ştı.
Al ice bir işe yaramaya can atıyord u, çünkü zava l l ı küçük Lilly
çığl ı k ata ata katı l mak üzereyd i. Alice, çabucak Kraliçe'yi a l ı p ma­
s a n ı n üzeri ne, yayga racı küçü k kızı n ı n yan ı n a koyd u .
Kral içe sol u k sol u ğa ka l m ı ştı, orada öylece otu rd u ; havadaki
bu hızlı yolculuğu onu neredeyse nefessiz b ı rakmıştı; bir iki daki­
ka sessiz l i k içinde küçü k Lil ly' i kucaklamak d ı ş ı nda b i r şey yapa­
madı. N efesi n i b i razcı k toparlar topa rlamaz, som u rtkan bir bi­
çimde kül lerin a rasında otu ran Kral'a ses lendi. "Vo l ka n a di kkat."
" N e vol ka n ı ? " ded i Kra l , kaygı içinde ateşe bakara k, b u rada da
çok vol ka n olur ya, d iye d ü ş ü n ü r gibiyd i .

l 51
"Beni . . . kaldırıp ... h avaya . . . fı rlattı," diye nefes nefese söylendi,
hala sol u k almakta b i razcık güçl ü k çeken Kraliçe. " D ikkatlice yu­
karı çık ... her zaman ki yoldan ... h avaya fı rl ama!"
Alice, Beyaz Kra l ' ı n bir çu b u ktan d iğerine yavaş yavaş kan ter
içinde tırm a n ı ş ı n ı seyred ip, son unda, "Şey, bu h ızla masaya var­
manız saatleri n izi a l ı r. Size yard ı m etsem iyi olacak, ne ders i n iz?"
ded i . Ne ki Kral, Alice'in bu öneri s i n i pek d i kkate almadı: Öyle ya,
onu ne d uyabil iyord u , ne de görebi l iyord u .
Bu yüzden, Alice onu yavaşça alıp yu karı koydu, Kral'ın nefesi ke­
silmesin d iye, Kraliçe'yi yukarıya taşıyışı ndan çok daha usulca yap­
m ıştı bunu; ama onu masaya bırakmadan önce, üstündeki tozları
almas ı n ı n da iyi olacağını düşündü; her tarafı öyle çok kirlenmişti ki.
Al ice, daha sonraları, Kral ' ı n h avad a görü nmeyen b i r el tarafın­
dan tutul u p toz u n u n a l ı nd ığı andaki yüz ifadesi n i ö m ründe daha
önce h i ç görmediğini a n l atacaktı; Kral o anda gı kını çıkaramaya­
cak kadar şaşkı n l ı k içindeyd i, gözleri ve ağzı gitti kçe koca man açı­
larak yusyuvarlak olm uştu, öyle ki sonunda Alice'in el leri gülmek­
ten tir tir titreyi p Kra l ' ı n eredeyse d üş ü recekti .
Alice, Kra l ' ı n onu d uyamadığı n ı un utarak, "Ah ! Lütfen, yüzü n ü
böyle halden hale sokma, can ı m ! " diye bağırd ı . " G ü l mekten , seni
tutmakta zorla n ıyoru m ! Lütfen, ağzı n ı da bu kadar açma! B ütü n
kül içine dolaca k... Hah, ş i m d i sanki yeterince tem izle n d i n gi bi!"
d iye ekled i , saçları n ı d üzeltip, o n u d i kkatlice masaya Kral içe' n i n
ya n ı na koyd u .
Kral an ında s ı rtüstü yere d ü ş ü p, oraya öylece seril iverd i: Al ice
yaptığı ndan b i razc ı k ü rkm üş b i r halde, o n u ayı ltmak için su bul­
mak üzere odaya şöyle bir göz attı. N e var ki, bir şişe m ü rekkep­
ten başka hiçbir şey bulamadı; elinde ş işeyle beraber geri geldi­
ğinde de, Kral ken d i n e gel m işti ve korku içinde Kral içe'yle fı s ı r fı­
s ı r b i r şeyler kon uş uyorlard ı ... Öyle kısık sesle kon u şuyorlard ı ki,
Al ice ne söyled ikleri n i a n lamakta epey güçl ü k çekiyord u .
Kral d iyord u k i , " İ nan sevg i l i m , sakalları m ı n u c u n a kadar buz
kesti m ! "
Kral içe buna karş ı l ı k şöyle ded i , "Sen i n sakalların yok k i ! "
"O a n d a yaşad ığı m dehşeti , '' d iye deva m etti Kral, " hiç, ama
hiç u n uta mayacağı m ! "
" U n uturs u n , u n utursu n , '' dedi Kral içe, "eğer k i , not al maz­
san."
Al ice hayretler içinde, Kral ' ı n kocaman b i r not defteri n i cebin­
den çıkarıp yazmaya başlayı ş ı n ı izled i . Akl ı n a cin b i r fikir geldi ve
Kra l ' ı n omzundan birazcık sarka n kalem in ucundan tutup, o n u n
yeri ne yazmaya başlad ı .
Zava l l ı Kral şaşkın ve m utsuz görü n üyordu ve b i r s ü re h içbir
şey söylemeden kalemle boğu ş u p d u rd u , ama Al ice ona göre çok
güçlüyd ü , n ihayet kral nefes nefese, "Sevgi l i m ! Gerçekten daha
ince bir kalem almalıyım. B u n u n l a baş edemiyorum . Ben im iste­
diğim şeyleri n d ı şında bir şeyler yazıyor . . . " ded i.
" N e türden şeyler, '' dedi Kraliçe dönüp deftere baka ra k (Al ice
deftere ş u n ları yazmıştı: Beyaz Şövalye, ocak maşasından aşağı ka­
yıyor. Dengesini de hiç tutturamıyor) " B u n l a r senin duygu ları n ı n dö­
kümü deği l ! " ded i .

1 53
Alice'i n yan ı nda, masa üzeri nde açık d u ra n b i r kitap vardı ve
Al ice otu rmuş Beyaz Kra l ' ı izlerken (zi ra hala onun ad ı n a bi raz en­
dişeliyd i ve yen iden bayı lması d u r u m u nda, onu kend ine geti rmek
üzere m ü rekkebi haz ı r b u l u nd u ruyord u ) , okuyabileceği b i r şeyler
b u l a b i l mek için kita b ı n sayfalarını çevi rmeye baş lad ı, " ... tama­
m ıyla hiç bil med iğim d ilde yaz ı l m ış" dedi kendi ken d i ne.

Şöyle bir şeyd i .

U>I 05lA8 8A)

ı s bl uvoq � s1 m ü 2 ı b'(ıtl s'(s:;>


; b9m9 u bıo'(il igl9b q i n9nö0
,ıs l n s� q sq i b:s:i2192 n9iq 9 H
. ı:rn ı2�sğöd s21 sl:s:unob m i n i m i n i

1 54
Al ice, bir s ü re b u n u n üzerinde kafa yord u , en sonunda aklına
parlak bir fikir geld i . "Tabii ya, bu b i r Ayna kita b ı ! Eğer bunu b i r
aynaya tutarsan, sözcü kler tekrar eski yerleri n i a lacaklard ı r."
Al ice'i n okuduğu ş i i r işte şuyd u:

CAB BAROKU

Çayaltıyd ı s ü m rak povuklar


Dönen i p delgil iyord u emeci;
H epten sersizdi pa pka n lar,
İ n i m i n i m donuzlarsa böğa ksırıcı.

Sakın kend i n i oğl u m , Cabbaroku ' ndan!


Kes kin diş lerinden, enseleyen pençesinden !
Sakın ken d i n i G u kguk ku şundan,
Uzak dur Bandırka m a ' n ı n celal igaza bından!

Aldı eline yiğidi m o d i l lere desta n k ı l ıcı n ı


Aradı adalı d üş m an ı n ı uzunca b i r s ü re ...
Ard ı ndan nefeslendi altında Tamtam ağacı n ı n,
Öylece daldı bir s ü re derin derin d üş ü n celere.

Yiği d i m böyle haş u m l u d üş ü nceler içinde


Çı kageldi O tıslayarak zifiri ormandan
Cabbaroku bu gözleri kan çanağı içinde
Kü kreye kü kreye ç ı karken ormandan

Bir, i ki ! Bir, i ki ! Saplad ı yiğidim d i l lere destan hançeri,


Bir o ya na bir bu yana, Cabbaroku ' n u n en deri n leri ne
E l i nde kafası, bıra ktı cesed i n i olsun dedi b u rası yeri
Geri dönd ü öylece yiğid i m lap l a p yeri ne

1 55
Ald ı n m ı yiğid i m can ı n ı Cabbaroku' n u n ?
G e l kol larıma gül yüzlü oğl u m ben im
Ne kutlu gü n d ü r b u ! H a ber salın dört b i r yana!
Kikir kikir kikirdiyordu sevinç içi nde yiğid i m .

1 56
Çayaltıydı s ü m ra k povu klar
Eşeleyip delgil iyord u emeci
Hepten fers uzd u papka n l a r
İ n i m i n i m donuzlarsa böğaks ı rıcı.

"Çok hoş gözü küyor," dedi Al ice, ş i i ri okuyu p bitird iğinde, "fa.
kat a n laşılması oldukça güç." (Görd ü ğü n üz gibi, ş i i rden tek kel i ­
me bile anlamadığı n ı ken d i s i ne dahi iti raf etmekten p e k hoşn ut
deği ldi.) N a s ı l oldu b i l m iyoru m ama kafam tam neler old uğu n u
pek kestiremediğim ofaylarla doldu gibi! H e r nasılsa, birisi bir şeyi
ö l d ü rm ü ş işte, neyse bu kes i n . "
"Of, ya! " d iye Al ice b i rden yeri nden fı rlad ı , "Acele etmezsem,
daha evi n geri kalan ı n ı n nasıl b i r yer olduğu n u görmeden, ayna­
dan çıkmak zoru nda kalacağı m! İ l k önce bahçeye bir baka l ı m ! "
H emen odadan d ı şarı çı k ı p a l t kata koş uverd i . .. y a da e n azı ndan
buna tam bir koş u denmese de, Alice'i n deyimiyle, bu, alt kata da­
ha hızlı ve daha ça b u k gitm e n i n bir yol u gibiyd i . Ya ptığı şey sade­
ce parmak uçları n ı tırabzana dayamak ve aya kları merdivenlere bi­
le dokun madan aşağıya doğru u s u lca uçup gitmekti; sonra d a hol
boyu nca kayı p gitti ve son anda kapı tokmağı n ı yakalamasayd ı , ay­
n ı şeki lde dosdoğru ka pıdan d ışarı çıkıverecekti. H avada bu kadar
yüzmekten başı dön üyord u; yen iden normal şeki lde yürümeye
başlamaktan pek hoşn uttu doğru s u .

1 57
İKİNCİ BÖLÜ M
Konuşan Çiçekler Bahçesi

"Şu tepeye bir çıkabilseyd i m , " dedi Al ice kendi kend i ne, " bahçeyi
daha yakı ndan göreb i l ird i m ; neyse, en azı ndan şu dosdoğru bah­
çeye giden bir patika, ah hayır, deği l m iş . . . " (patika boyunca b i rkaç
metre gidip, bir iki keskin dönemeci dönd ü kten son ra) , "ama sa­
n ı rı m son unda oraya çıkacak. Fakat ne çok da kıvrı m va r! Şaşı la­
cak şey doğrus u . Patikadan çok tirbişona benziyor! N eyse, sanı­
rım bu dönemeç tepeye çı kıyor... H ayır çıkm ıyor. Doğruca eve gi­
diyor! Öyleyse diğer yol u bir deneyeyi m . "
Öyle de yaptı: Bir dönemecin ard ı ndan b i r diğeri n i deneyerek,
bir aşağı bir yuka rı dolaş ı p d u rd u ; ama ne yaparsa yapsı n boyuna
eve geri gel iyord u . H atta bir keresi nde bir dönemeci her zaman­
kinden daha h ızl ıca döndüğü nde, d u rmas ı n a bile fı rsat kalmadan,
kend i n i evi n ö n ü nde b u l d u .
" B u konuda kon uşma n ı n h içbir yararı ol maz," ded i . Alice, eve
bakıp, san ki o n u n l a ta rtışıyorm uşças ı n a " Ş i md i içeri girmeyece­
ğim. Bil iyoru m , aynadan içeriye tekrar geri gitmel iyd i m . . . tekrar­
dan eski odama geri dön meliyd i m . . . Ama bu bütün serüven leri­
min sonu o l u rd u !"
Böylece, kararl ı bir şeki lde s ı rtı n ı eve dönüp b i r kez daha
patikadan aşağıya i n meye koy u l d u , tepeye vara n a dek yola

1 58
dosdoğru devam etmeye kararlıyd ı . Bi rkaç dakika her şey yol u nda
gitti, ta m " b u sefer bunu gerçekten yapacağı m " diyord u ki " . . . pa­
tika a n iden bir dönemece girip s i l ki n d i (son rada n olayı böyle ta rif
edecekti) ve sonra da Al ice kend i n i yine evi n kapısında b u l d u .
"Of, ne berbat şey!" diye çığl ı k attı. " Böyle s ü rekli yol u ma çı kıp
d u ra n bir evi ömrü mde hiç görmed i m . Hem de h iç!"
Yine de, tepe öylece karş ı s ı n d a d u ruyord u , öyleyse yeniden
işe baş lamaktan başka yapacak b i r şey de yoktu . B u sefer de, et­
rafı pa patya larla çevri l i , ortası nda

;7'
\ '
uzayıp giden bir söğüt ağac ı n ı n
yer ald ığı b i r çiçek bahçesine
vard ı .

ı59
"Ah, Pars Zam bağı , " ded i Al ice, rüzgarda zarifçe sallan ı p du­
ran çiçeğe seslenerek, " keşke kon uşabilseyd i n !"
" Bizler de kon uşabi l i riz," dedi Pars Zambağı, "tab i i ki kon uş­
maya değer birileri olduğu nda."
Al ice öyle şaş ı rm ı ştı ki, bir s ü re tek kel ime edemed i; dili tutu l­
m uş gibiyd i. Sonunda, Pars Zam bağı n ı n öylece sallanıp d u rd uğu
bir s ı rada, ü rkek bir sesle, hatta neredeyse fı s ı ltıyla yeniden ko­
n u ş maya baş ladı. " Bütün bu çiçekler kon uşabi l i rler m i ?" "Sen ne
kadar konuşabiliyorsan," ded i Pars Zambağı. " H em de daha yü k­
sek sesle kon uş u rlar."
" B i l iyors u n , bizim önce söze başlamamız pek yakışık almaz,"
ded i G ü l , "Ne zaman kon uşmaya başlayacaks ı n diye merak ed ip
d u ruyord u m ! Kendi kend ime ded i m ki, ' B u kızın yüzü nde, çok ze­
kice olmasa da yine de bir a n l am var!' Hem, rengin de yeri nde ve
uzun s ü re de daya n ı r."
" Re n k u m u rumda değil , " d iye a n ı msattı Pars Zambağı, " keş­
ke, taç yaprakları biraz daha y u karı doğru kıvrı k olsayd ı , çok daha
güzel o l u rd u , "
Al ice eleştirilmekten hoşlan mazd ı , o yüzden başladı soru lar
sormaya: "Size bakacak kimseci kler yok, buralara böylece eki l i p
b ı rakı l m ı ş olmaktan korkm uyor m us u n uz?"
" İ şte ortada ağaç var ya," ded i G ü l , "bundan iyisi can sağl ı ğı . "
"Ama herhangi bir teh l i ke d u ru m u nda, o ne yapab i l i r ki?" d iye
sord u Alice.
" Daldalanmanızı," dedi G ü l.
" ' D al-dal-dal-daldalan!' d iye bizi dalları n ı n altına çağı rır," diye
çığl ı k attı b i r Papatya. "Ağacı n kol larına da bu yüzden dal den i r!"
" Bunu b i l m iyor m uyd u n ? " d iye haykı rd ı b i r başka Papatya.
Tam bu s ı rada yen iden hep b i r ağızdan, orta l ı k m i n i k tiz seslerle
dol u ş u n caya değin bağrışmaya başlad ı lar. " H epiniz s u s u n !" diye
bağırd ı Pars Zam bağı, heyecan içinde tir tir titreyip öfkeyle ken d i­
n i bir o yana bir bu yana sal layarak. "On lara u laşamayacağı m ı bi-

1 60
l iyorlar," diye nefes nefese söylend i , titrek kafas ı n ı Al ice'e doğru
eğerek, "yoksa böyle d avra n m aya cüret edemezler!"
" Boş ver!" dedi Al ice yumuşak b i r ses ton uyla, sonra da yen iden
konuş maya başlamak üzere olan papatyalara doğru eğilerek, " Eğer
çenen izi kapatmazsanız, sizi koparırı m , " d iye fı s ı ldad ı.
Anında sessizlik hakim oldu ve birkaç pembe pa patya bem be­
yaz kes i l d i .
" Evet!" dedi Pars Zambağı, " Papatyalar b u n ların içinde en be­
teri. B i ri kon u ş m aya başlad ığı anda, d iğerleri de başl ıyor. Böyle
devam etmeleri b i r bitkiyi ku rutup soldu rmaya yeter de artar bile!"
" Na s ı l ol uyor da hepi niz bu kada r güzel kon uşabiliyors u n uz?"
dedi Alice, böyle b i r i ltifatla onu saki n l eştirmek u m ud uyla " Daha
önceleri birçok bahçeye gitti m , ama hiçbirinde çiçekler kon uşamı­
yord u. "
" El i n i yere koy v e toprağı h isset, " d e d i Pars Zambağı. " O za­
man neden old u ğ u n u a n layacaks ı n ."
Al ice de öyle yaptı. "Çok sert," ded i , "fa kat b u n u nla ne i lgisi
var, a n layamad ı m ."
" B i rçok bahçede," dedi Pars Zambağı, " bitki yatakları n ı çok yu­
m uşak yapıyorlar ... o yüzden de çiçekler hep uykuda ol uyor."
Bu çok açıklayıcı bir neden m i ş gi bi geldi: Al ice b u n u öğren­
mekten çok hoş n ut kal m ıştı. " B u n u daha önce h i ç d üş ü n memiş­
t i m ! " ded i .
" Bence s e n zaten hiç d ü ş ü n m üyors u n , " d e d i G ü l , old u kça sert
b i r ses ton uyla.
" Bundan daha apta l görüneni ömrü mde hiç görmed i m , " ded i
M e nekşe, b u n u öyle a niden söylem i şti ki, Alice yeri nden zıpladı;
öyle ya daha önce hiç sesi ç ı kmam ıştı.
" Kapa çeneni!" d iye bağırd ı Pars Zambağı. "Sanki daha önce
b i ri n i görmüşt ü n ! Baş ı n ı yaprakların altına sokup horlayı p d u ru­
yors u n . B i r tom u rcu ktan daha fazla b i r şey b i l m iyors u n d ü nyada
o l u p bitenler hakkında!"

l 6ı
" Bahçede benden başka insan var m ı ?" ded i Al ice, G ü l ' ü n son
sözleri n i pek d i kkate almayarak.
" Seni n gibi h a reket edebilen başka b i r çiçek daha var bu bah­
çede," d ed i G ül , " b u n u nasıl yaptığı n ızı çok merak ediyorum ... "
(Sen hep merak ed iyors u n ," ded i Pars Zambağı ) , "ama o n u n ki
daha bir gü r."
"Tıpkı beni m gibi m i ?" d iye sord u Al ice mera kla. " B u ralarda
bir yerde başka bir küçük kız daha var ha!" d iye aklından bir dü­
şü nce geçti .
"Ol u r şey d eği l a m a o n u n da senin gibi tuhaf bir şekli var," de­
di G ü l . " Fakat o senden daha kızı l . .. S a n ırım, taç yaprakları da da­
ha bir kısa."
"Taç yaprakları, tıpkı b i r yı ldız çiçeği gibi yu karı doğru iç içe
geçmiş," diye söze karıştı Pars Za mbağı. "Se n i n ki gibi böyle aşa­
ğı doğru sarkık deği l . "
"Ama bu senin suçun deği l," diye ekledi G ü l kibarca. " Bi l iyor­
s u n ki artık sol maya başla m ı şs ı n ... b i r çiçek taç yapra kları n ı n bi­
razcı k dağıl maya başlamasına engel ola maz."
Bu d ü ş ü nce Alice ' i n hiç de hoş u n a gitmem işti; bu yüzden ko­
n uyu değişti rmek için, " B u ralarda hiç gözükür m ü ? " d iye sord u .
" Bana kal ı rsa b i raz son ra o n u b u rada göreceksin," dedi G ü l .
" Di kenli türden b i r şey."
" D i kenleri neresi nde?" d iye sord u Alice merak içinde.
"Tabii ki baş ı n ı n etrafında," d iye karş ı l ı k verd i G ü l . " N eden
sende yoktur d iye çok mera k ediyorum doğru s u . Bu hep böyle di­
ye d ü ş ü n üyord u m ."
"Gel iyor! " d iye çığl ı k attı, H ezaren Çiçeği. " Rap Rap Rap duyu­
yoru m, çakı l l ı yolda!"
Alice merakla etrafı n a bakındı ve gelenin Kızıl Kraliçe olduğunu
görd ü . ilk sözü , "Am ma da büyüm ü ş," old u . Gerçekten d e öyl eydi :
Al ice onu kül leri n içinde i l k b u lduğunda, boyu sadece yedi buçuk
santim civarındayd ı ... Ş i mdiyse Al ice'ten yarım kafa daha uzundu!

1 62
"Te m iz hava işte böyle yapar," dedi G ü l : " N e harika b i r hava
var b u rada."
" G i d i p o n u n l a b i r tan ışayı m , " dedi Alice, çünkü çiçekler ne ka­
dar ilginç olsa da, gerçek b i r Kral içe'yle kon u ş m a k çok daha m u h­
teşem olacak diye d ü ş ü nd ü .
" B u n u ya pman m ü m kü n değil ! " ded i G ü l: "Yo l u n u değiştirsen
bence daha iyi o l u r. "

Bu, Al ice'e çok saçma geldi, o yüzden h i ç b i r şey demeyip, doğ­


ruca Kızıl Kraliçe'ye doğru yola koyu l d u . Şaşkı n l ı k içinde b i r anda
onun gözden kaybold uğunu görd ü, kend isi de yen iden ön kapı­
dayd ı .
Birazcık s i n i rlenerek geri çeki ldi, h e r yerde Kraliçe'yi a rayı p
d u rd u ktan sonra (en son u nda çok uzaklarda b i r yerde old uğu nu
fark etti) , bu sefer ters yönde yürüme plan ı n ı bir denemeyi aklın­
dan geçi rdi.
B u plan başarı l ı oldu. Yürümeye başl ayal ı daha bir dakika bile
olmam ıştı ki, Kızıl Kraliçe'yle yüz yüze geldi; uzun zaman d ı r git­
meyi hedeflediği tepe de tam karş ı s ı ndayd ı .
" Nereden geliyors u n , " dedi Kızıl Kraliçe "ve nereye gidiyor­
s u n ? Yu karı bak ve güzelce kon uş, parma kları n l a da böyle oynayı p
d u rma."
Alice, tüm bu tali matlara uyd u ve dili döndüğünce yol u n u kay­
bettiği n i söyled i.
" Yolumu demekle ne kastettiği n i a n l a m ıyoru m ," dedi Kraliçe:
" B u radaki tüm yollar bana ait. .. ama söyle ba ka l ı m b u ralara neden
geld i n ? " d iye ekledi çok daha kibar bir ses tonuyla. " N e söyleyece­
ğini d ü ş ü n ü rken reveran s yap. Zaman kazandırı r."
Alice, bu d urum karş ı s ı nda birazcı k hayrete düşm üştü, ama
Kraliçe' den öyle kork m u ştu ki ona i n a n mayaca k d u ru mda deği ldi.
" Eve gittiğimde b u n u deneyeceğim," diye d ü ş ü n d ü kendi kendi­
ne, "bir daha a kşam yemeğine geç kald ığımda,"
"Cevaplama zam a n ı n geld i," ded i Kra liçe saatine bakarak:
" Ko n u ş u rken de ağz ı n ı birazcık daha aç ve her seferinde ' M ajeste­
leri ' de."
"Sadece bahçenin nası l bir yer olduğu n u görmek isted i m , M a­
j esteleri. .. "
"Tamam," ded i Kraliçe, Al ice'in baş ı n ı okşayarak. Al ice bun­
dan hiç hoş l a n m a m ı ştı. "Ama sen buna bahçe desen de, ben öy­
l e bahçeler görd ü m ki, b u n u n l a ka rşılaştı rıldığında, b u rası bozkı r
kal ı r."
Alice, bu kon uda tartışmaya kalkışmayıp kon u şmasına devam
etti: " ... Acaba b i r yol u n u b u l u p şu tepeye çı kabil i r m iyi m diye dü­
ş ü n üyord u m ... "
"Tepe d iyors u n ya, " d iye sözü n ü kesti Kral içe, "sana öyle tepe­
ler gösterebil irim ki, on larla karşı laştırd ığında buna vad i dersin,"
" H ay ı r, demem," dedi Al ice, sonunda o n u n l a zıtlaş maya kal k­
tığı n ı n şaşkı n l ığı içinde: "Tepe vadi olamaz, b u n u siz de biliyorsu­
n uz. Bu saçm a l ı k ... "
Kızıl Kral içe baş ı n ı sallad ı . "Sen istersen buna 'saçmal ı k' de,
ama ben öyl e saçmal ı klar görd ü m ki, b u n u n la karşı laştı rı ldığında
bu on ların yan ı nda söz l ü kteki ler kadar mantı kl ı kal ı r! "
Alice yen iden revera ns yaptı, öyle y a Kral içe' n i n s e s ton undan
onun birazcık gücenmiş olabileceği nden korkuyord u , sonra da
küçük tepeye varıncaya değin sessizl i k içinde yü rüd ü ler.
Alice, bir s ü re hiç ses i n i çı karmada n , k ı rl ı k a l a n ı n dört bir yan ı ­
na baktı . . . ne tuhaf b i r alandı bu böyle. Y a n yana akı p giden birkaç
küçü k çay vard ı ; ara l arındaki toprak da, çayları b i rleşt i ren çitlerle
karelere böl ü n m üştü.
"Tı pkı kocaman b i r satranç tahtası gibi böl ü n m ü ş b i r a razi de­
sem !" dedi Al ice son u nda. " Bi r yerlerde hareket edi p d u ra n ki m i
i nsan l a r olmalı ... ha işte oradalar d a ! " d iye ekledi sevinç içinde ve
sözleri ne deva m ettikçe kalbi heyecandan küt küt atmaya başlad ı .
" B u rada kocaman b i r satranç oyu n u oyna n ıyor. . . b üt ü n d ü nyada ...
eğer dü nya buysa tabii. Ah! N e eğlence ama! O n l a rdan biri olma-

1 65
yı nasıl d a isterdim ! B i r katılabi lsem o n la ra, Piyon olmak bile u m u­
rumda o l m azdı ... tabii ki en çok Kral içe o l m ayı istesem de."
B u n u söyled i ği sı rada, yan ı nda d u ra n gerçek Kral içe'ye utana
s ı kı l a şöyle bir baktı, a m a a rkadaşı buna sadece sevi m l i sevi m l i
g ü l ü m sed i v e " Bu ndan kolay n e var, Li ly d a h a çok k ü ç ü k olduğu n­
dan, eğer istersen, Beyaz Kraliçe' n i n Piyonu olabilirsin. Başlangıç
olarak İ ki nci Karedes i n ; Sekizinci Kareye vard ığında da Kra l i çe ola­
caks ı n ... " Tam bu anda, her nasılsa koşmaya başlad ı l a r.
Al ice, daha sonraları b u n u d ü ş ü n düğü nde, nas ı l ol u p da koş­
maya başlad ı kların ı bir türlü a nlayamamıştı. Yalnızca a n ı msayabil­
d iği kada rıyla el ele koşuyorlard ı ; Kra liçe öyle hızlıyd ı ki, Al ice ona
yetişmek için elinden geleni yapıyord u . Kral içe ise hala, " Daha h ız­
l ı , daha hızl ı ! " d iye bağı rı p d u ruyord u, ama Al ice daha hızlı koşa­
mayacağını bil iyordu, tabii ki b u n u söyleyecek nefesi ol masa da.
En tuhaf olanı da ağaçların ve etraflarındaki d iğer şeylerin yer­
leri n i hiç değişti rmemesiyd i ; ne kada r hızlı giderl erse gitsi n ler,
sanki hiçbir şeyi geçm iyor gibiyd iler. "Acaba her şey bizi m le bera­
ber mi gel iyor?" d iye d ü ş ü n d ü zava l l ı şaşkın Al ice. Kraliçe de san­
ki onun düşü ncelerin i okuyor gibiyd i, çünkü " H ızlan! Kon u şmaya
çalışma!" d iye bağı rıyord u .
N eden bunu yaptığına dair Al ice' i n hiçbir fi kri yoktu. S a n k i bir

1 66
daha hiç kon uşamayacak gi biyd i ; nefes nefese kal m ıştı; Kraliçe
i se, " Daha h ı z l ı ! Daha h ı z l ı ! " d iye bağı rmayı s ü rd ü rü rken , bir yan­
dan da onu peşi nden s ü rü klüyord u . "Yaklaştık m ı ? " d iye en so­
n u nda sorabi l d i Alice, sol u ğu kesi l e kesi l e.
"Yaklaştık m ı ! " diye tekra rlad ı Kra l i çe. "Orayı geçel i on dakika
old u ! H ızla n ! " Ses ç ı karmadan b i r s ü re daha koştular, rüzgar san­
ki kulakları n ı n içinde esiyor, neredeyse saçları n ı yeri nden söküp
alacakm ış gi bi geliyordu Alice'e.
" Ş i m d i ! Ş i md i! " diye bağırdı Kra liçe. " Ş i m d i daha h ı z l ı ! Daha
h ı z l ı ! " Öyle hızlı koşuyorlard ı ki, sanki ayakları yere değm iyor, ha­
vada kayarcasına ilerliyorlard ı . Al ice art ı k bitkin d ü ş mek üzereyd i
ki, n i hayet b i rden d u rd u lar. Alice kend i n i yerde otu ru rken b u l d u ,
sol u k sol u ğa kalm ıştı v e b a ş ı dön üyordu .
Kraliçe, o n u b i r ağaca yaslayıp, kibarca, " Ş i m d i biraz d i n lene­
b i l i rs i n , " ded i .
Alice, büyü k b i r şaşkı n l ı k içinde etrafı n a bakın d ı . "Tabii ya, san­
ki hep bu ağacın altı ndayd ı k gibi gel iyor bana! Her şey eskiden ol­
d uğu gi bi!"
"Ta b i i ki öyle," dedi Kral içe "başka ne bekl iyord u n ki?"
" Ee, şey, bizim ü l kem izde," dedi Al ice nefes a l m a kta hala zor­
lanarak, "bizim yaptığı m ı z gibi bir s ü re ço k hızlı koşarsan ız, ... ge­
nel l i kle bir yere varı rsı n ız."
"Siz i n ki ağır bir ü l keymiş ! " dedi Kral içe. "Şimdi, görd üğün gi­
bi burada, var gücü n l e koştuğunda ancak olduğu n yerde kal ı rs ı n .
Bir yerlere varmak i stiyorsan, en azından ş u an koştuğu n u n i ki ka­
tı koş m a l ı s ı n ! "
" Denemeyeyi m l ütfe n ! " d e d i Alice. " Bu rada ka lmaktan old u k­
ça hoş n u d u m . . . Yalnız çok s ıcak ve susad ı m ! "
" Hoşuna gidecek şeyi biliyoru m , " dedi Kral içe y u m u ş a k b i r şe­
ki lde, cebi nden küçü k b i r kutu çıka rtıp, "bisküvi a l , " dedi.
Bisküviyi can ı i stememes i n e karş ı n Al ice " H ay ı r," demenin ki­
bar b i r davra n ı ş olmadığı n ı d ü ş ü n d ü . B u yüzden bisküviyi aldı, ye-
meye ça l ıştı. Bisküviler kupkuruydu; hayatı nda böyle neredeyse
boğu lacak hale geldiği n i hiç a n ı msam ıyord u .
"Sen seri n lerken," ded i Kraliçe, " ben de ölçüm leri yapayı m , "
Cebi nden santi metrelere böl ü n m ü ş b i r kurdele çıka rd ı ve oraya
bu raya küçü k ağaç çiviler saplaya rak yeri ölçmeye başlad ı .
" İ ki metre n i n son unda," dedi Kra l içe, b i r yandan d a uza klığı
ölçmek için ağaç çiviyi yere saplayarak, "sana tal i m atları verece­
ğim ... B i r bisküvi daha?"
"Teşekkür ederi m , " dedi Alice, " b i r tane fazlasıyla yetti!"
" S u s uzluğun u marım geçmi ştir, " dedi Kral içe.
Alice, buna ne karş ı l ı k vereceğin i b i l m iyord u, neyse ki Kraliçe
ceva b ı n ı beklemeden kon uşmasına deva m etti. " Üç metrenin so­
n u nda tal i m atları tekrarlayacağım ... ola ki u n uturs u n diye. Dört
m etrenin son u nda, sana hoşçakal diyeceği m . Beş metrenin so­
n u nda da, gideceğim."
Kra l içe, bu a rada b üt ü n ağaç çivi leri yerleri ne sapla m ı ştı ; Alice
onun ağaca doğru geri dön ü ş ü n ü b üyük b i r i l giyle seyrediyord u.
Kral içe son ra da hat boyu nca yavaş yavaş yü rümeye başladı ve
iki nci metre n i n son undaki çiviye geldiği nde, a rkaya d ö n ü p, " Pi­
yon ilk ham lede iki kare i lerler. Bu yüzden Üçüncü Kareye kada r
çok kolay i lerleyeceksin . . . san ı rı m trenle . . . Dörd ü ncü Kareye çarça­
b u k varacaksı n . Sahi, bu kare Tu m bad i k i l e Tum badız'ı n . . . Beşin­
cisi neredeyse sular altında ... Altıncısı da Yu m u rta Adam'a ait...
Ama sen b i r şey söylemeyecek m i s i n ? "
" Ben ... Ben, b i r şey söylemem gereki r m iyd i b i l m iyord u m . . . ya­
n i b i raz önce," dedi Alice kekeleyerek.
"Bana bütün b u n ları a n latmanız büyük nezaket, demen gere­
kirdi," d iye devam etti Kra l içe onu ciddi ciddi azarl ayarak. " N eyse,
söylendiği n i kab u l ede l i m ... Yedi nci Kare tam a m ıyla orm a n d ı r. . .
A m a şövalyelerden b i ri s a n a yol gösterecektir. . . Sekizinci Karede
b i rl i kte Kra liçe olacağız. Bu, şen l i k ve eğlence zama n ı demek!"
Alice, yerinden kal kı p reveran s yaptı ve yeri ne otu rd u .

1 68
Bir sonraki ağaç çivide, Kra l içe yen iden döndü ve şöyle dedi
" B i r şeyi n İ ngi l izces i n i d ü ş ü nemed iğinde Fra n sızca kon u ş . . . yü­
rü rken de ayak parmakları n ı d ışa dönd ü r ve kim old u ğ u n u h iç
u n utma!" B u kez Al ice' i n reveran s ya pma s ı n ı beklemeyip, b i r son­
ra ki ağaç çiviye doğru telaşla gitti, dönüp ' hoşçaka l ' ded i ve sonra
acele acele son kareye gitti.
Nasıl olduğu n u Al ice hiç a n laya madı ama Kra l içe ta m en son
çiviye geld iği anda, b i r anda kayıplara karıştı. H avaya m ı uçtu,
yoksa h ızla koru l uğa doğru mu koş u p gitti (çok da hızlı koşabili­
yord u , diye a k l ından geçird i Alice) , b u n u kestirme n i n i m ka n ı yok­
tu, a m a gitm işti. Al ice, Piyon olduğu n u a n ı msamaya başladı,
hamle yapma zama n ı d a çok yakındı.

1 69
ÜÇÜ NCÜ BÖLÜ M
Ayna Böcekleri

Tab i i ki yapılacak i l k iş seyahat edeceği ü l keyi iyice a raştırmaktı.


" B u coğrafya öğrenmek gibi b i r şey," diye d ü ş ü n d ü Al ice, daha
i lerleri b i razcı k görebi l mek ü m i d iyle ayak parmakları üzerinden
yu karıya baktığı s ı rada. " Başl ıca nehi rleri . . . hiç yok ... Başl ıca dağ­
l a r... Var olan tek dağın üstü ndeyi m , a m a b i r ismi olduğu n u san­
m ıyoru m . Başlıca kentleri. .. Vay! Aşağıda bal yapan ş u yaratı klar
da ne ki? Arı olacak halleri yok. . . a rı l arı kimse b i r m i l öteden göre­
mez . . . " B i r s ü re, çiçekleri n a rasında oradan oraya uçup d u ran bir
tanes i n i n hortu m u n u çiçeklere soku ş u n u sessizce seyretti , "san­
ki normal b i r arı ," d iye d ü ş ü nd ü .
N e va r k i , bu normal b i r arı d ı ş ı nda b i r şeydi: a s l ı nda b i r fi l d i ...
Alice, bunu hemencecik fa rk etm i şt i , her ne kadar bu d üş ü nce i l k
başta soluğu n u kesse d e . " N e devasa çiçekler olmalı onlar! " d iye
d ü ş ü n d ü a rd ı ndan da. "Çatıları sökül ü p sap ta kı l m ı ş k ı r evlerine
benziyorlar ... Ne kadar da çok bal yapıyorla rd ı r! Sanırım aşağıya
gid i p . . . oh, hayı r, daha değil," d iye devam etti. Tam tepeden aşa­
ğı doğru koşmaya başlayacağı s ı rada, kendine engel olmuşt u ve
bu a n i çekin ge n l iğine b i r özür b u l maya çal ıştı . " E l i mde on ları öte­
ye savu racak uzun bir dal o lmadan yan larına gitmek iyi bir fikir de­
ğil. . . Bu yürüyü şün hoş u m a gidi p gitmed iği n i sormaları d a ne eğ-

1 70
lenceli olacak h a n i , ben de d iyeceği m ki . . . 'Ah, çok çok sevd i m ...
(işte b u rada o çok sevd iği hareketi yaparak saçl a r ı n ı arkaya savu r­
du) ama yol çok tozluyd u , b i r de hava çok s ıcakt ı , fi l ler de öyle
muzipti ki ! '
"San ı rı m , öbür yoldan gitsem d a h a iyi olacak," d e d i Al ice b i r
s ü re d u raksad ı ktan son ra, " belki de fi l leri d a h a sonra da görebili­
rim. Hem, Üçüncü Kareye de öyle gitmek istiyoru m ki!"
Böylece, Alice bu özrü n ard ı ndan, tepeden aşağı koştu ve altı
küçü k çayı n i l k i n i n üzeri nden zı playı p geçti.

" B i letler, l ütfen!" ded i Bi letçi, kafa s ı n ı camdan içeri sarkıtarak.


B i r anda herkes bi leti n i e l i n e a l m ı ştı: neredeyse insan boyunday­
d ı l a r ve vagonu dol d u rmuşa benziyorlard ı .
" H adi, ba ka l ı m ! Bi letini göster çocu k!" d iye d evam etti Biletçi,
Al ice'e kızgın kızgın bakarak. Ard ından da çok sayıda ses hep b i r
ağızdan ("tı pkı b i r koro g i b i " diye d ü ş ü n d ü Al ice) " Bekletme o n u
çocuk! Baksana, b i r dakikası b i n p a u n d eder!" dedi ler.
" K u s u ra bakmayı n , ama bi leti m yok," dedi Al ice korka korka.
"Geldiğim yerde bi let gişesi yoktu." Koro yen iden başladı. "Geldi­
ği yerde bilet gişes i ne yer yokmuş. Oradaki yerlerin santimetresi
bi rkaç bin paund edermiş!"
" M azeret bulma!" ded i B i l etçi. " M aki n i stten b i r ta ne alman ge­
rekird i . " Ve b i r kez daha koro başlad ı , "Treni s ü ren adamdan ya­
n i . S ı rf d u m a n ı n ı n b i r pufu bile bin paund eder!"
Al ice, kendi kendine, "O halde, kon uşmanın bir a n l a m ı yok," di­
ye d ü ş ü nd ü . Al ice kon uşmadığından, bu sefer ses ler katılmad ı,
ama hayret ki bu kez de koro hali nde düşünmeye başlad ı lar (uma­
rım koro halinde düşünmenin ne demek olduğu n u b i l i rsiniz ... çün­
kü itiraf edeyi m ki, ben bilmiyoru m ) , " H içbir şey söylememek da­
ha iyi. Konuş madaki her bir sözcük bin pau nd eder!"
" B u gece rüyamda bin paund göreceğim. Kes i n l i kle görece-

1 71
ğim ! " d iye d ü ş ü n d ü Al ice.
Tü m bu s ü re boyunca Biletçi, önce b i r teleskopta n , son ra bir
mikroskoptan ve a rd ı ndan da bir opera d ü rb ü n ü nden ona bakı­
yord u . Son unda, "ya n l ı ş yere seyahat ed iyors u n , " deyip pencereyi
kapatarak uzaklaştı.
"Bu yaşta bir çocuk," dedi karşısında oturan beyefendi (beyaz
kağıttan b i r el bisen i n içindeyd i) " kendi a d ı n ı b i l mese de, hangi
yöne gittiği n i bilebil mesi gerekir!"
Beyazlı beyefend i n i n yan ı nda otu ran b i r Keçi, gözleri n i yu m u p
yü ksek sesle, "Alfa beyi bil mese bi le, bi let gişesine giden yol u bil­
mesi gerekir!" dedi.
Keçi n i n hemen ya n ı nda K ı n kanatl ı bir böcek otu ruyord u (top­
tan tuhaf b i r yolcu gru b u n u oluştu ruyorlardı) ; peşpeşe konuşma­
l a rı san ki ku ra l m ı ş gibi, "geriye ancak bagaj olara k dönebi l i r!" di­
yerek devam etti K ı n kanatl ı da.
Al ice, K ı n karıatl ı ' n ı n arkasında ki m i n otu rduğunu görem iyor­
d u , ama kı s ı k bi r ses başladı kon uşmaya."Lokomotifleri değişti­
rin ... " ded i ve orada tıka n ı p kon uşmasına devam edemed i.

1 72
"At ses ine benziyor," d iye d üş ü n d ü Al ice. Kulağına yaklaşan
son derece ca nsız b i r Ses "'At' v e 'atta' üzerine b i r espri yapabilirsin, biliyorsun
di mi?" ded i .

Sonra da uzakla rdan kibar b i r ses, '" Di kkat! Yeniyetmed ir, kırı­
l ı r,' diye eti ketlen meli, b i l i rs i n i z ... " ded i .
B u n d a n sonra, d iğer sesler de deva m etti ("Vagon ne kadar da
kalaba l ık!" diye d ü ş ü n d ü Alice) . " Üstü nde baş olduğundan posta
i l e gitme l i . .. " "Telgrafla i leti l meli . . . " "Yo l u n geri kal a n kısmında
tre n i o çekmeli ... " ve bunun gibi şeyler söyleyip d u ruyorla rd ı .
Ama beyaz kağıtlar içi ndeki beyefendi ö n e doğru gel d i v e kula­
ğına eği lerek, "Tatl ı m , onlar ne derlerse desin ler, boş ver, sen tre­
n i n her d u rd uğu istasyonda b i r gidi ş-geliş bileti a l , " dedi.
"Al mam!" dedi Al ice sabırs ızca. " Ben bu tren yolcu luğuna
h içbir şekilde ait değil i m ... Daha dem i n b i r korudayd ı m ... ve keş­
ke oraya geri dön mek e l i mden gelebi l se!"
"Şunun üzerine b i r espri yapabilirsin," ded i cansız ses kulağına yaklaşa­

ra k, " . . . 'olmuşla ölmüş,' türünden b i r şey üzerine, hani?"


Ses i n nereden geldiğini a n lamak içi n etrafı n a boş u boş u n a ba­
kınarak " Böyle alay edip d u rma/' dedi Al ice. " Espri yapmaya bu
kada r mera kl ıysan, sen ken d i n n iye yapm ıyors u n ?"
Cansız ses derin derin iç çekti: çok mutsuz olduğu apaçıktı.
" Keşke d i ğer insanlar gibi iç çekebi lseyd i ! " d iye d ü ş ü n d ü Alice,
anca k o zaman teselli edecek merham etli b i r şeyler söylerdi ona.
Ama bu o öyle ca nsız b i r iç çekişti ki, eğer kulağına bu kadar ya k­
laşmamış olsayd ı , o n u hiç duyamazd ı . B u kadar yaklaşınca, kula­
ğ ı n ı öyle b i r gıd ı klad ı ki zava l l ı küçük yaratığı n m utsuzluğuna da­
ir d ü ş ü nceleri n i s i l i p götü rd ü aklından.
" Bil iyorum, sen b i r dostsun," d iye d evam etti cansız Ses, "gerçek b i r dost

ve de eski bir dost. Bir böcek olsam da beni i ncitmezsi n . "

" N e t ü rden bir böcek?" d iye sord u Al ice b i razcı k kaygıyla. Asıl
bil mek i stediği şey soku p sokmadığıyd ı , fakat bunu sorm a n ı n na­
zi k b i r davra n ı ş olmad ı ğ ı n ı d ü ş ü nd ü .

1 73
" N e, o halde sen . . . "
d iye cansız ses söze başladığı anda lokomotif­
ten gelen tiz bir ses onu bastırd ı , herkes heyecan içinde ayağa fı r­
ladı, Al ice de onların arasındayd ı.
Kafası n ı d ı şarı sarkıtan At, usu lca baş ı n ı içeri çekip, "Sadece
üzeri nden atl a m a m ız gereken b i r çay," dedi. Bundan, herkes
m e m n u n o l m u ş görü n üyord u , yine de Alice tren lerin atlaması dü­
ş ü ncesi nden birazc ı k ted i rgindi. " N eyse ki, bizi Dörd ü ncü Kareye
götürecek, bu da bir tesel l i , " dedi kendi kend i ne. B i raz sonra, va­
gon u n havaya yü kseldi ği n i h i ssetti, korkudan e l i n i n altında ne
varsa a n ında sarı ldı ona, o da Keçi n i n sakalıyd ı .
* * *

N e ki, Al ice doku n d u kça sakal eriyor gibiyd i , son ra da ken d i n i


bir ağacı n a l t ı n d a sessizce öylece otu ru rken buldu ... Tata rcı k ( b u ,
konuştuğu böcekti) t a m baş ı n ı n üzeri ndeki i nce bir d a l d a denge­
de du rmaya ça l ı ş ı p, kanatlarıyla kend i n i yel pazelendi riyord u .
Kesi n l i kle çok büyük b i r Tatarcı ktı; " Neredeyse b i r tavu k ka­
dar,'' d iye d ü ş ü n d ü Alice. Yine de, bu kadar uzun b i r s ü re kon u ş­
tuktan sonra, o n u n ya n ı nda kendi n i ted i rgin hissetm iyord u.
" . . . O halde sen tüm böcekleri sevmiyors u n ? " diye, san ki h iç­
b i r şey olmam ı şçasına usu lca sözleri ne devam etti Tata rcı k.
" Konuşabild i klerinde, onları severi m,'' dedi Al ice. "Geldiğim
yerde de h içbir böceği n kon u ştuğu n u görmed im."
"Sen, gel d iğin yerde ne t ü r böceklere ayı l ı p bayı l ı rd ı n ?" diye
sord u Tatarcı k.
" Böceklere hiç de ayı l ı p bayılmam," diye açı kladı Alice, "çünkü
on lardan çok korkuyorum . . . en azı ndan büyük olanlarda n . Ama
sana baz ı l a rı n ı n adları n ı söyleyeb i l i rim."
"Adlarını b i l iyorlard ı r tabii?" ded i Tatarcı k kayıts ızca.
" Bi l d i klerine hiç tan ı k olmad ı m . "
" Bi l m iyorlarsa, adları n ı n olmas ı n ı n ne yararı v a r k i ? " d e d i Ta­
tarc ı k.

1 74
" Onlara b i r yararı yok, " ded i Al ice, "ama sanırım, onlara bu ad­
ları veren i n san lara yararı var. Öyle olmasa, n eden adları o l s u n
ki?"
" Bilemem," d e d i Tatarcı k. "Aşağıdaki ormanda, h içbiri s i n i n
a d ı yok. . . Sen, y i n e d e , i s i m leri n i bir s ı ralasana."
" Pekala, At S ineği var," diye baş ladı Al ice, parmaklarıyla saya­
ra k.
"Tamam," dedi Tatarcı k: " Eğer, şu çal ı l ığ ı n ortasına doğru ba­
karsan, bir Salı ncaklı At Sineği göreceks i n . Baştan ayağı ağaçta n
ya p ı l m ı ş ve ken d i kend i ne sallanarak daldan dala gezip d u ru r. "
" N eyle beslen i r?" d iye sord u Al ice merakla.
"Özsu ve talaşla," dedi Tatarcı k. " İ s i m leri n i saymaya devam
et."

Al ice büyük b i r merakla Salıncaklı At S i neğine baktı , daha yen i


boya n m ı ş olmalıyd ı : öyl e parlak ve yapı ş yapış görü n üyord u ki.
Son ra sözleri ne devam etti.
"Bir de Yusufç u k var."
" H emen baş ı n ı n ü stü ndeki dala bak," ded i Tatarcı k, "orada
Ateşten ka pye Yusufçuğu n u göreceksi n . Vücudu erik pudingin­
den, kanatları çoba n pü s k ü l ü yaprakları n d a n , kafası da kaynar
konyakta kuru üzümden yap ı l m ı ş . "

1 75
" N eyle beslen i r?" d iye sord u Al ice daha önceki gibi.
" Bulgur sütlacı ve üzü m l ü tarttan," d iye yan ıtladı Tatarcı k, "yu­
vas ı n ı da N oel hed iyesi kutu s u n u n içine yapar."
" Bi r de Kelebek var," diye devam etti Alice, kafasını ateşe sokan
böceği iyice i nceled i kten sonra ve ken d i kend ine "acaba böcekler
bu yüzden mi m u m lara doğru uçarlar ... belki hepsi sonunda Ateş­
tenkapye Yusufçuğuna dön ü ş mek isterler, " d iye d ü ş ü n d ü .
"Ayakları n ı n altında gezinen," dedi Tatarcık (Alice, korku içinde
ayakları n ı çekti) Tereyağl ı Ekmek Böceği. Kanatları ince tereyağl ı ek­
mek d i l i m leri, gövdesi ekmek kabuğu, kafası da kesme şekeri."
"O neyle beslen iyor?"
" Krem a l ı açık çayla."
Al ice'i n kafasına bir soru takı l d ı . " Diye l i m ki bulamad ı ?" ded i .
"O zaman tabii ki ö l ü r."
"Ama bu pek sık ol uyor demektir," diye beli rtti Al ice, d ü ş ü n ce­
li d ü ş ü ncel i .
" Hep ol uyor," ded i Tatarcı k.
Al ice, bundan sonra bi rkaç dakika sessizce d ü ş ü nce lere d a l d ı .
Bu arada Tatarcı k, Alice' i n başı n ı n üzeri nde vızıldayıp d u rarak
kendince eğleniyord u; n i hayet d u rup, " İ s mi nden olmak i stemez­
s i n , öyle di m i ?" d iye sord u .
"Tabii k i hayır," dedi Alice b i razcı k endişelenerek.
" B i l m iyoru m ama," d iye devam etti Tatarcı k kayıtsız b i r ses to­
n uyla, "sen yine de bir d ü ş ü n , eve adsız gitmeyi başara b i l i rsen ne
büyük bir kolayl ı k olacak sen i n içi n ! Ö rneğin , m ü rebbiyen seni
ders çal ı şmaya çağı rıyor. ' H ad i gel . . .' d iyecek ve öylece kalacak,
çünkü çağı racağı bir ad ı n o l m ayacak, sen de o zaman gid i p ders
ça l ı ş m a k zoru nda ka lmayaca ksın, d i m i ? "
" Böyle bir şey h i ç b i r zaman olmaz," dedi Alice. " M ü rebbiye
böyle b i r şeyin mazeret olacağı n ı asla d ü ş ü n mez. Adı m ı hatırla­
mazsa, uşakların yaptığı gibi, ' M atmazel, ' d iye çağı rı r.
" Ne yapalım o zaman, ' M atmazel, ' derse ve başka da bir şey de­
mese," diye bir açıklama yaptı, Tatarcık, "tabii ki 'mat' edil mişsin de­
mektir, 'ezelden'. Şaka şaka. Keşke sen yapsaydı n bu şakayı," dedi.
" Neden beni m yapmamı istiyorsu n ki?" d iye sord u Alice. "Çok
kötü bir şaka bu.''
B u n u n üzeri ne Tatarcı k sadece derin derin iç çekti, bir yandan
da yanaklarından kocaman i ki damla gözyaşı süzül üyord u .
"Seni b u kada r rahatsız ediyorsa," dedi Alice, "o zama n şaka
yapmaman gerekiyor demektir."
Sonra o hüzü n l ü iç çekişlere bir yen i s i eklend i , zava l l ı M i n i k
Tatarcık b u sefer gerçekten i ç çeke çeke eriyi p bitm i şti, ç ü n kü Al i­
ce dönüp yu karı ba ktığında o i n ce dalda Tatarcı k'tan eser kalma­
m ı ştı. Alice de bu kadar uzun s ü re ayn ı yerde otu rm a ktan b i raz
ü ş üd üğü nden kal k ı p yürümeye başlad ı .

1 77
Derken , bir yan ında bir koru n u n yer aldığı açık bir alana geldi.
Son korudan çok daha kara n lı ktı, bu yüzden içine girmeye biraz
ü rktü . Yine de bir kez daha d ü ş ü n ü nce, girmeye karar verdi; "çün­
kü kesin l ikle geri dönmeyeceği m," d iye d ü ş ü ndü kendi kendine ve
bu da Sekizinci Kareye gitmen i n tek yol uyd u .
" Bu , " diye d üş ü n d ü Al ice, " h içbir şeyin ad ı n ı n ol madığı koru
olmalı. Oraya gidersem, acaba ben i m a d ı m a ne olacak. Ads ız kal­
mak hiç de hoş uma gitmez ... çünkü o za man bana başka bir isim
vermek zoru nda kalaca klar, bu da h iç kuşku yok ki çirkin b i r ad
olaca k. Ama o zaman da eski adı m ı alan yaratığı bulmaya ça l ı ş ı r­
ken ne eğleniri m doğrus u ! B u , insanların köpekleri n i kaybettikle­
rinde verd i kleri ilan lar gibi b i r şey ... 'Fırla' diye adıyla çağırdığınız
anda hemen tepki verir, pirinçten tasması var. . Biri ka rş ı l ı k veri nce­
.

ye değin karş ı n ıza çıka n her şeye 'Al ice' diye seslen d iğin izi bir ha­
yal edi n ! Ama akı l ları varsa buna karş ı l ı k vermezler!"
Böyle dolaş ı p d u rd uğu s ı rada bir de baktı ki koruya varm ış; pek
seri n ve göl gel i b i r yerd i b u rası. " N eyse, yi ne de bu da bir tesel l i , "
d e d i Al ice ağaçların altına gird iği a n d a , " b u kadar sıcaktan b u n a l ­
d ı kta n son ra, bu şeyi n , şeyin alt ı n a girmek . . . neyin?" diye d eva m
etti, o sözcüğün bir türlü aklına gel memes i n i n verd iği şaşkı n l ı kla.
"Yan i demek istiyorum ki, bu şeyi n altı na . . . şunun altı na, h a n i i şte
ş u ! " dedi e l i n i ağacı n gövdes i n e değd irerek. "Acaba bu ken d i n e
ne ad takmıştır? H içbir adı o l madığından e m i n i m . . . Yok can ı m ,
kesin l i kle yoktu r!"
D ü ş ü ncelere dalarak bir dakika öyl ece sessiz kal d ı ; sonra b i r­
den yen iden başladı. " İ şte şimdi gerçekten baş ıma geldi! Ş i mdi ki­
mim ben ? E l i mden gelse hatırlayacağım ! Kararlıyım, a n ı m sayaca­
ğ ı m ! " N e ki, kararlı olmas ı n ı n ona çok da b i r faydası olmamıştı,
büyük bir şaşkı n l ı ktan son ra tek söyleyebi ldiği, " L, biliyorum, adım
L ile başl ıyor!" oldu .
Tam o anda b i r Yavru Alageyi k çıkageldi; o kocaman uysal göz­
leriyle Alice'e bakıyord u ; ama h iç de korkm uşa benzem iyord u .
" B u raya gel ! B u raya gel !" d ed i Alice, e l i n i uzat ı p o n u okşamaya
çalışarak; fakat Yavru Alageyik irki lerek biraz geri çekildi ve tekrar­
dan Al ice' i seyretmeye baş ladı.
"Ad ı n ne?" dedi Yavru Alageyik sonunda. Öyle yu m uşak, tatlı
b i r ses ton u vardı ki!
" Keşke bilebilseyd i m ! " d iye aklından geçirdi zaval l ı Al ice.
" Ş i m d i l i k h içbir şey," ded i hüzün le.
" B ir daha d ü ş ü n , " dedi Yavru Alageyi k, " böyl e ol maz."
Al ice d ü ş ü nd ü , ama a k l ı n a h içbir şey gel m iyord u . " Lütfe n , söy­
ler m i s i n , senin ad ı n ne?" dedi Al ice çekine çekine. " Belki bu bi raz­
cık bana yard ı mcı olabilir."
" Bi razcık i leriye gel i rsen söyleyeceği m," dedi Yavru Alageyik.
" B u rada a n ı m saya m ıyoru m . "
B u n u n üzeri ne Al ice, kol l a rı n ı Yavru Alageyik'in yum uşacık
boynuna sevgiyle doladı ve koru boyunca başladılar birlikte yürü­
meye; sonunda başka b i r açık alana vard ı l a r; Yavru Alageyi k b u ra­
da a n iden havaya zıplayarak, ken d i n i Alice'i n kol larından kurtard ı .
" Ben b i r Yavru Alageyi k'i m ! " d iye haykırdı sevinç içi nde. "Aman
Tanrım, sen bir insan yavru s u s u n ! " Yavru ' n u n o güzelim kahve­
rengi gözlerin e birden bir korku çöktü ve a n ında dörtnala koş up
oradan uzaklaştı.
Alice, sevgi l i m i n i k yol a rkadaşı n ı bu d e n l i ça b u k kaybetmen i n
verd iği öfkeyle h e r an ağlamaya hazı r b i r şekilde, Yavru Alage­
yik'in a rd ı ndan öylece bakaka l d ı . " H iç deği lse, ş i m d i ad ı m ı bil iyo­
rum," ded i, "bu da bir teselli. Al ice ... Alice . . . B i r daha ad ı m ı hiç
u n utmayacağı m . Acaba şimdi hangi tabelayı izlemem gerekiyor?"
B u yan ıtlanması çok d a zor bir soru değildi, zaten sadece b i r
yol vard ı v e h e r i ki tabela da bu yol u işa ret ed iyord u . " B u soru n u,"
dedi Al ice ken d i kendine, "yollar ikiye ayrı l ı p da, ta bela lar farkl ı
yol ları gösterdiği zaman çözeri m."
N e var ki bu pek de m ü mkün gözükm üyordu . Uzun bir s ü re yo­
l u na devam etti, ancak nerede yol lar i kiye ayrı lacak olsa ayn ı yön ü

1 79
gösteren iki levha karşısına çıkıyord u; birincisi "TU M BADIZ' I N
EVİ N E G İ D E R", diğeri d e "TU M BA D İ K' İ N EVİ N E G İ D ER" d iyord u .
" Demek k i , " d e d i Alice son u nda, " b u i kisi ayn ı evde yaş ıyorlar!
B u n u daha önce niye hiç d ü ş ü n med i m ki? .. Ama orada çok fazla
kalamam. Şöyle bir uğra r, tan ı ş ı r ve bu korudan nasıl çı kı lacağı n ı
sorarı m . H ava kararmadan Sekizinci Kare'ye b i r varabilsem!"
Böyle kendi ken d i n e kon uşarak dolaş maya devam etti; kes kin
b i r dönemece geldiği nde, i ki kısa boylu şişman adamla karş ılaştı;
öyle ani bir karşılaşmayd ı ki bu, elinde olmadan bir an i rkildi; ama
a rd ı ndan hemen ken d i n i toparladı, çünkü b i l iyord u ki b u n l a r...

1 80
DÖRDÜ NCÜ BÖLÜ M
Tumbadız ile Tumbadik

Kol ları n ı b i rb i rlerin i n omuzlarına atm ı ş , b i r ağacın altında öylece


d u ruyorlard ı ; Alice daha i l k anda hangi s i n i n hangisi olduğu n u an­
lam ıştı; çünkü b i ri n i n yakasına " D iZ" d i ğeri n i n yaka s ı n a " D İ K" iş­
len m i şti. " G a l i ba ikis i n i n yakası n ı n a rkas ında da 'TU M BA' yazıl ı,"
dedi Alice ken d i kend ine.
O kadar k ı m ı ltısız d u ruyorlard ı ki, Alice bir an on ları n can l ı ol­
d u ğu n u u n utup, en seleri nde "TU M BA" yazıyor mu d iye bakmak
üzere tam arkaları n ı dolanacakken, bir anda " DiZ" yazı l ı olanı n­
dan ç ı kan b i r sesle i rkildi.
"Bal m u m u ndan heykel olduğum uzu san ıyorsan, parası n ı öde­
men gerektiğin i b i l i rs i n . Bal m u m u heykeller bedava seyred i l s i n ler
d iye yap ı l mazlar. Asla olmaz!"
"Tam tersi ne," d iye ekled i, yakasında " D İ K" i ş lemesi o l a n ı ,
"ca n l ı olduğum uzu d ü ş ü n üyorsan, o z a m a n da kon u ş m a n gere­
kir."
"Gerçekten çok özü r d ileri m . " Al ice' i n tek söyleyebild iği bu ol­
m uştu, çünkü o anda eski bir şarkı n ı n sözleri, tıpkı bir saati n tik
takları gibi kafası nda çı n l ayıp d u ruyord u , şarkıyı yü ksek sesle m ı ­
rıldanmaktan kend i n i a l ı koyamadı . . .

1 81
Tu m bad i k i le Tum badız
Karar kıldılar bir meyd a n savaşına
Tu m badik ded i ki Tu m badız'a
Ne yaptın ben i m o güzel gıcır çıngırağı ma?

Derken devasa b i r karga çıkageldi,


Katran karası ü stüyle
öyle korktu ki i ki kahraman da
S ü n ger çekti ler dövüşleri n i n üstüne

" N e d ü ş ü n d üğ ü n ü b i l iyoru m," dedi Tu mbad ız, "fa kat öyle de­
ğil , asla olmaz."
"Tam tersine," d iye devam etti Tu mbad i k, "eğer öyle olsayd ı ,
öyle olabi l i rd i ; o l a ki öyl e olsayd ı , öyle olacaktı; ama öyle ol madı­
ğından öyl e değil . İ şte işin mantığı bu."
" Kendi kend ime soruyord u m , " dedi Al ice kibarca, "acaba bu
korudan çıkm a n ı n en kısa yol u ned i r? H ava kararıyor. Lütfen ba-

1 82
na yol u söyler m i s i n iz?"
N e ki bu iki tı knaz adam yal n ızca b i rb i rleri ne bakı p s ı rıttılar.
İ ki koca man okul çocuğuna o kada r benziyorlard ı ki, Al ice
elinde olmadan parmağıyla Tumbadız'ı işaret edip, "Önce sen,
çocuk!" dedi.
"Asla ol maz!" d iye atı l ı p bağ ı rd ı Tum badız ve a n ında da ağzı­
n ı kapayıverd i.
" Ş i md i sen ! " dedi Al ice, Tum badi k'e geçerek. "Tam tersine!"
d iye bağı rmaya başlamaktan başka b i r şey yapmayacağı ndan
e m i n ola ola, n iteki m öyle de yaptı Tum badi k.
"Sen yan l ı ş başl a d ı n ! " diye b i r çığl ı k kopard ı Tum badız. " B i r zi­
yaret s ı rasında söylenecek i l k söz, ' N a s ı l s ı n ız?' deyi p tokalaşmak­
tır!" i şte tam bu s ı rada iki kardeş b i rbi rlerine sarıldı lar, boşta ka­
lan el leri n i de Al ice ile tokalaşmak üzere uzattı lar.
Al ice i kisi nden biri n i n el i n i önce s ı kmak istemed i , çünkü d i ğe­
ri n i n d uygu ları n ı i nciteceği nden korkuyord u ; bu soru n u a ş m a n ı n
en iyi yol u olarak, ikis i n i n de e l i n i ayn ı anda s ı kt ı . H emen ard ı n ­
dan başlad ı l a r h a l ka h a l i n d e dans etmeye. B u Alice'e çok normal­
miş gibi gel m i şti (daha sonraları öyle hatırl ıyord u ) , hatta müzik
çal ı n ı ş ı n a da çok şaş ı rm ı ş deği l d i ; bu m üzi k sanki altında dans et­
ti kleri ağaçtan geliyor gi biydi ve (an l ayabildiği kada rıyla) dallar tıp­
kı yayların kem a n lara s ü rtülmesi gibi birbirleri ne s ü rterek müzik
yapıyord u.
"Ama kes i n l i kle ş u çok komikti," ded i Alice (daha sonraları bü­
tün bu olup biten leri ablasına a n l atı rken) "bu s ı rada ben de kendi­
m i ' İşte dönüyoruz dut ağaçlarının etrafında' şarkı s ı n ı söylerken
b u l d u m . Ne zaman başlad ı ğ ı m ı b i l m iyoru m , ama sanki uzun za­
mandan beri söyl üyor gibiyd i m ! "
D iğer i ki dansçı şişman oldu kları ndan nefes nefese kal maları
uzun zaman almadı. " Bir dans için dört kez dönmek yeterli , " de­
d i Tu m badız sol u k soluğa ve tıpkı başladı kları gibi an iden dans­
tan ayrı l d ı lar; ayn ı anda m üzik de d u rd u .
Son ra da Alice'i n e l i n i bıra ktılar ve bir s ü re öylece ona bakakal­
d ı l a r: Tuhaf bir d u ra ksama o l m u ştu, Al ice daha ş i m d i dans ettiği
i n s a n l arl a nasıl kon uşmaya başlayacağı n ı b i l m iyord u . "Şimdi,
' N as ı l s ı n ız?' demek hiç ya kış ı k al maz," dedi Alice kendi kendi ne,
"bu aşamayı çoktan geçt i k gibi."
" U marım, çok fazla yoru l mad ı n ız," ded i en son u nda.
"Asla olmaz. Sorduğunuz için çok teşekkür ederiz," ded i Tu m­
badız.
"S ize çok m i n nettarız!" d iye ekledi Tum badik. "Şiir severs i n iz,
d i m i ?"
" Ee-vet, çok . . . yan i bazıları n ı , " dedi Al ice kuşkuyla. " B u koru­
dan çıkmak için hangi yöne gitmem gerekiyor. Söyler m i s i n iz ba­
na?"
Tumbad i k, Alice'in soru s u n u pek d i kkate a l madan kocaman
gözleriyle ciddi ciddi Tu mbadız'a baka ra k, "Ona neyi okusam ?"
diye sord u .
'" M ors i le D ü l ger' en uzun o l a n ı , " d e d i Tum badız, kardeş ine
sevgiyle sarılarak. Anında başlad ı Tu m badik:

" Parıl parıl parl ıyordu . . . "


Alice, ta m b u rada araya girmeye kal kı ştı. " Eğer çok uzunsa,"
dedi e l i nden geld iği nce kibar b i r şekilde. "Önce, l ütfen söyler mi­
s i n iz, hangi yola . . . "
Tu m badi k nazi kçe gü l ü m sedi ve yen iden başladı.

" Parıl parı l parlıyord u gü neş den izde,


Parl ıyord u tüm kudretiyle:
O l s u n d iye deniz ı ş ı l ı ş ı l ve ça rşaf gibi
U ğraşıyord u güneş var gücüyle ...
Olacak şey de deği ldi bu h a n i
Gece n i n böyle bir yarı sında.

Parl ıyordu ay o a s ı k s u ratıyla,


Ç ü n kü oyd u ki d ü ş ü n cesi
O l m a m a l ıyd ı güneş b u rada böyle
Biti nce gün son u nda işi ...
'Yaptığı şey kabal ı k değil de ne?' dedi ay,
G e l i p de bozması böyle eğlenceyi! '

D e n i z ısl aktı alabild i ği ne ı slak,


Kumlar ise kupkuru.
G ö remezd i n iz b i r b u l ut:
Yoktu b u l ut gökte ç ü n k ü .
Yoktu üstüm üzde u ç u ş a n kuşlar:
Uçacak kuş yoktu çünkü ...

M ors i l e D ü lger
Yü rüyorlard ı öylece yan yana;
Süzü l ü rken ya naklarından gözyaşları.
Bakınca son ra da onca kuma:
'Ah bir tem izlenseyd i şu ku m lar,'
Dedi ikisi de, ' O l u rd u hani ne harika!'

185
Yedi s ü pü rgeli yedi h izmetçi
Süpü rseler b u rayı altı ay boyu nca,
'Ne ders i n ?' d iye sord u M ors
'Tem izleye b i l i rler m i sence?'
Akıtı rken şarıl şarıl gözyaşları n ı
Dedi k i Dü lger, ' Pek m ü m kü n değil bence.'

Yalvarıp yakarmadayd ı M ors


' Ey İ stiridyeler, bize katı lsan ıza!
Hoş bir gezi nti olsun, güzel bir hoşbeş,
Şu ca n ı m tuz l u kum sal boyunca:
Dört elimiz yeter de a rtar bile
Uzan maya tek tek her birin ize.'

Şöyle bir baktı ona içlerinden en yaşl ı ları,


Etmedi ne ki tek kel i me bile:
Göz kı rptı sadece en yaş l ı İ sti ridye.
Salladı o ağı rca baş ı n ı b i r de ...
Bell iyd i her hareketiyle
İ stem iyordu yatağından ayrı l m ayı hiç de.

186
Acele etti ne ki içleri nden dört genci,
Kaçırmak istemezlerd i ki ziyafetleri:
F ı rça l a n m ı ştı el biseleri , yıka n m ıştı yüzleri.
Ayakkabılarıysa temiz ve ışıl ı ş ı l boyaları . . .
Olaca k şey deği ldi bu h a n i ,
Yoktu ki İ stiridyeleri n ayakları.

İzled i dört genci dört başka İ sti ridye,


Ard ı ndan b i r dört genç daha;
G e l d i ler sonra da acele acele s ü rüyle,
Kum gi biler bitmezler ki saymakla . . .
Zı plad ı l a r hepsi köpük köpük da lgalard a n ,
S ü rü n ü p giderek kıyıya daha daha.

M ors i l e D ü l ger
Yü rüd üler bir m i l civarı nca,
D i n len iverd i ler bir kayada
Boyla rı n a uya n ı b u l u nca:
M i n i k i stiridyeler de d u rd ul a r
Bekled i ler öylece b i r s ı ra boyu nca.

'Za m a n ı geldi,' ded i M ors,


' Ele a l a l ı m baka l ı m ş u kon u ları:
K u n d u raları . . . kad ı rgaları ... kırmızı bal m u m u n u ...
Lahanaları . . . ve de kra l ları ...
Neden deniz böyle cayı r cayır yakıcı ...
Ve va r m ı acaba domuzları n kanatları?'

'Ama bekleyin biraz,' d iye haykı rd ı İ stiridyeler


' Başlamadan önce kon u ş m a n ıza
Ki m i m iz kald ı k öylece sol u k soluğa
Ü ste l i k pek ş i ş m a n ız da!'
'Aceleye ne gerek?' ded i D ü lger.
Pek m üteşşekir kald ılar bu yüzden onlar da.

'Bir som u n ekmek,' ded i Mors,


' İ şte tek i htiyacımız bu asl ı nda:
Bir de bi ber ve sirke
Ne güzel de gider yan ında ...
Hazı rsan ız, ş i m d i sevgil i İ sti ridyeler,
Başlayabi l i riz hemen yemeye de.'

Mos mor kesi l m işlerd i İ stiridyeler


'Ama bizi mil' d iye koparı rken yaygarayı
O l u r muyd u h iç, b u n ca kibarl ıkta n son ra
Ya pmak böyle fena bir şeyi
Dedi ki M o rs, ' Doğru su gece de ne hoş.
Beğendiniz mi, peki manzarayı ? '

'Gelmeniz ne büyük bir incel i kti!


Ve de ne güzels i n iz bu kez!'

1 88
Dü lger de ekled i sadece
' Bi r d i l i m daha kes
Kulaklarına bir bakt ı rsan diyorum,
Tekrar etti rdi n ba na bak i ki kez!'

'Ay ı p ettik gibi geliyor bana,' dedi M ors


Oynamakla böyle bir oyu n u o n lara,
S ü rü kleyerek zava l l ı ları böyle uzakla ra,
G etirmekle onları b u ralara koştu ra koştura.'
D ü lger de ekled i sadece,
' Pek ka l ınca s ü rü l m ü ş şu tereyağı ekmekl ere!'

' Bakın nasıl d a ağl ıyorum sizin için,' dedi M ors


' N e de çok iyi a n l ıyoru m her birinizin h a l i n i . '
G özyaşları v e h ıçkı rıklar içinde
Seçip aldı içlerinden en büyükçelerin i ,
Si lerken mendiliyle
Şarıl şarıl akan gözyaşları n ı .

' Ey i sti ridyeler," dedi D ü l ger,


' Doğrus u koşar ad ı m geldi n iz hepi n i z bir bir!
N e dersiniz dönelim m i eve şimdi seke seke?'
Veremedi ne ki cevap hiçbiri . . .
Çok da tuhaf deği ldi bu h a n i , çünkü
M idelerine i n d i rmişlerd i heps i n i bir bir'

" M ors'u daha çok sevd i m , " ded i Al ice, "çü n kü zaval l ı istiridye­
ler için birazcık yine o üzül üyor."
"Yine de o, Dülger'den daha fazla yemiş," dedi Tu mbadik.
"Tam tersi ne, D ü lger kaç tane yediği n i görmesin diye, mend i l i n i
ö n ü nde tutuyor."
" B u alçakl ı k!" dedi Al ice, hakl ı olarak öfkelenmişti. "O zaman

1 89
ben en çok Dü lger'i seviyorum . . . Eğer Mors kadar çok yemediyse."
"Ama o da toplayabild iği kada rıyla yed i , " dedi Tu mbadız.
Bu içinden çıkı lması zor bir bilmeceydi. Bir süre d u ra ksad ı ktan
sonra, " Peki, tamam ikisi d e çok kötü karakterler. . . " Al ice birden,
ya k ı n larındaki korudan gelen, kocaman buharl ı bir trenin puf puf
sesine benzer b i r sesle irki ldi; yaba n i bir hayvan ı n sesi olabilece­
ğinden korkm uştu . " B u ra larda aslan ya da ka plan var m ı ?" diye
sord u ü rkekçe.
" B u Kızıl Kral ' ı n horlamasından başka bir şey deği l , " dedi
Tu mbad i k.
"Gel, ona bir baka l ı m ! " d iye bağırd ı iki kardeş; b i ri Al ice ' i n bir
eli nden d i ğeri öbür e l i nden tutu p, o n u a l ı p Kra l ' ı n uyuduğu yere
doğru götürdü ler.
"Çok hoş bir görüntü, deği l m i ? " ded i Tum badız.

Al ice, d ü rüst bir çocuk olduğu ndan, pek öyle olduğu n u söyle­
yemezdi . Kra l ' ı n baş ında püskü l l ü kırmızı uzun bir külah vard ı ;
perperi şan bir yığın g i b i çöküp kal m ı ştı; yüksek sesle horlayı p du­
ruyord u; Tu m bad ız' ı n deyim iyle neredeyse gırtlağı çatlayaca ktı.

1 90
Çok i nce ve d ü ş ü ncel i b i r kızcağız olan Al ice, " U marım bu ıs­
lak çi mende üş ütmez," dedi .
" Ş u a n d üş görüyor," dedi Tu m badik. "Sence d ü ş ü nde n e gö­
rüyor?"
" Kim b u n u bi lebi l i r ki!" ded i Al ice.
"Tabii ki seni!" d iye haykırd ı Tum bad i k, zafer kaza n m ışças ı n a
elleri n i şaplatarak. " S e n i d ü ş ü nde görmeseyd i eğer, nerede o l u r­
d u n ders i n ? "
" Ş u an olduğu m yerde ta bii k i , " dedi Alice.
"Ol mazd ı n ! " d iye karş ı l ı k verd i Tumbad i k küçüm sercesine.
" H içbir yerde ol mazd ı n . Sen hepsi hepsi onun düşü ndeki b i r şey­
sin!"
"Ola ki Kral uyanacak olsa," d iye ekledi Tu m bad ız, " b i r m u m
g i b i . . . o dakika . . . sönerd i n !"
"Sönmezd i m !" d iye avazı çıktığı nca bağı rd ı Al ice öfkeye kapı­
larak. " Üste l i k ben o n u n d ü ş ü n deki b i r şeysem, siz nes i n iz o za­
man?"
"Ayn ısı!" dedi Tum badız.
"Tı pkıs ı n ı n ayn ı s ı ! " d iye haykırd ı Tu m badik.
Öyle b i r bağı rmıştı ki, " Şişşt! Kusura bakmayı n ama bu kad ar
gürü ltü çıka rı rsan ız, onu uya nd ı rı rs ı n ız," demekten kendi n i a l ı ko­
ya madı Alice.
" Bak, sen o n u n d ü ş ü ndeki şeylerden b i ri olduğun s ü rece," de­
di Tu m badız, "on u uyandırmaktan söz etmenin hiçbir a n l a m ı yok­
tur. Sen de b i l iyors u n ki gerçek değilsi n."
" Ben gerçeğim !" dedi Al ice ve başladı ağla m aya.
"Ağlaya rak kend i n i daha fazla gerçek yapamazs ı n,'' diye bel irt­
ti Tu m badik. " B u nda ağlanacak h içbir şey yok."
" Eğer ben gerçek olmasayd ı m , böyle ağlayamazd ı m , " dedi Ali­
ce. Her şey öyle saçm a gel iyord u ki ona, b i r yandan gözyaşları
aka rken bir yandan da gü l üyord u.
" U marım b u n ların gerçek gözyaşları olduğu n u sanm ıyors u n-

1 91
d u r," d iye lafa gi rdi Tu m badız, küçümser b i r ses ton uyla.
" B i l iyoru m , b u n la r saçma sapan kon u ş uyorlar," dedi Alice
ken d i ken d i ne, " b u n u n için ağlamak aptalca." B u n u n üzeri ne göz­
yaşları n ı s i ldi ve olabildiği nce neşeli bir şekilde, "Sahi, bu korudan
çıksam iyi olacak, hava gerçekten çok kara rıyor. Sizce yağmu r ya­
ğacak m ı ?" d iye sord u .
"Tu m badız, kardeş i n i n kiyle beraber üzerleri ne kocaman bir
şemsiye açtı ve baş ı n ı kaldırıp yu karı baktı. "Yok, sanm ıyoru m,"
ded i . " En azından . . . bunun altında yağmaz. As la ol maz."
" Peki, dışarıda yağa b i l i r m i ?"
"Yağab i l i r. . . eğer ca n ı i sterse," dedi Tu m badi k. "Tam ters i ne
h içbir itirazımız ol maz."
" Bencil şeyler!" dedi Alice ken d i ken d i ne. Tam " İyi geceler,"
deyip on lardan ayrı lmak üzereyd i ki, b i rden Tu mbad ız şems iyen i n
altından fı rlayı p onu bileğinden yakalad ı .
" Ş u n u görüyor musun?" dedi, öfkeden tıkanan b i r ses ton uyla;
tir tir titreyen parmağıyla ağacın altındaki küçük beyaz bir şeyi işaret
ediyordu, bir anda gözleri kocaman açı l m ı ş ve sapsarı kesilmişti.
" Basit b i r çıngırak," dedi Al ice küçük beyaz şeyi d ikkatlice i n ce­
led i kten sonra. "Çı ngı raklı yılan d eği l yan i , " d iye ekledi telaş la,

1 92
Tum bad ı z ' ı n korktuğu n u d ü ş ü nerek. " Sadece eski b i r çı ngıra k...
pek bir eski m i ş ve kırık."
" Öyle olduğu n u ben de b i l iyoru m ! " d iye bağı rd ı Tum badız, de­
l i rm işçesine ayakları n ı yere vurup saçları n ı yolarak. "Tabii ki bo­
z u l m u ş ! " O anda d ö n ü p Tu m badi k'e baktı , Tumbadik de yere
otu rmuş şemsiyenin a ltına gizlenmeye çal ış ıyord u .
Alice elini Tu m badız' ı n omzuna koyup, " Eski bir çıngırak i ç i n b u
kadar kızmana hiç gerek yok," dedi sakin leştirici bir ses tonuyla.
" Es ki deği l ! " d iye bağırd ı Tum badız öncekinden çok daha bü­
yük bir öfkeyle. "Yeni ... Daha d ü n a l m ıştım ... A ben i m cici G I C I R
ÇI N G I RAG I M !" Sesi artık d ü ped üz çığl ı ğa dönüşm üştü.
Bütün b u n l a r olup biterken , Tumbad i k içinde kend i s i olduğu
halde şemsiyeyi kapatm ak için e l i nden gelen i yapıyordu ; bu öyle
tuhaf b i r çabayd ı ki, Alice' in d i kkati öfkeli kardeşten ona yönel m iş­
ti. Ne var ki Tumbad ik başarı l ı olamadı; en sonunda şemsiye n i n
içinde kundakla n m ı ş b i r şeki lde ya na devri l d i , yal n ızca b a ş ı d ışa­
rıda kal m ıştı; orada öylece uza n m ı ş , ağz ı n ı ve o kocaman gözleri­
ni açıp kapamaktan başka bir yapam ıyord u . " N e çok bal ığa benzi­
yor," diye d ü ş ü n d ü Al ice.
" Ş i m d i bir dövüşe vars ı n , di m i ?" ded i Tu m badız daha sakin
bir ses ton uyla.
" G a l i ba," diye karş ı l ı k verd i öteki, asık s u ratıyla s ü rü n ü p şem­
siye n i n altından çı karken. "Yal n ız, b i r ş a rtla. O giyin memize yar­
d ı m ederse," ded i Alice'i kastederek.
B u n u n üzerine iki kardeş el ele tutu ş u p korudan içeri girip, b i r
dakika sonra el leri kol ları dolu b i r şeki lde geri geldiler. Getird i kle­
ri şeyler arasında neler yoktu ki: Uzu n yastıklar, batta niyeler, şö­
m i ne ö n ü ki l i m leri, masa örtüleri , servis kapakları ve köm ü r kova­
ları. " U marım i pleri b i rbirine tutturup bağlamada usta s ı n d ı r,"
dedi Tum bad ız. " B u rada görd üğün şeyleri n hepsi öyle ya da böy­
le k u l l a n ı l mak zoru nda."
Al ice böylesi boşu na b i r telaşla ö m rü nde hiç karş ı laşmad ığ ı n ı

1 93
daha son ra ları a n latacaktı . . . İ ki kardeşin oraya bu raya koş uştur­
maları . . . üzerlerine giyd i kleri onca şey. . . i pleri bağlayıp d ü ğmeleri
i l i klemede ona verd ikleri onca zah met. " Bu n l a r gerçekten haz ı r ol­
d u klarında her şeyden çok koca bir tomar eski giysiye dönecek­
ler!" ded i Al ice kend i kendi ne. B i r yandan da kellesi uçuru l masın
d iye Tu m bad ik'in boyn u n u n etrafı na uzun yastı klardan b i ri n i sar­
maya uğraşıyord u .
" B i l i rsin ya," d iye ekled i Tumbad i k pek b i r ciddi ses tonuyla,
"bir dövüş s ı rasında kel l es i n i n uçurulması insanın baş ı n a gelebi­
lecek en ciddi şeyd i r. "
Al ice b i r kah kaha attı, fakat o n u i nciti rim korkusuyla an ında
öksü rme n u ma rası yaptı.
"Çok m u solgun görü n üyoru m?" d ed i Tumbadız miğferini
bağlatmak üzere ona doğru gel i rken (o şeye miğfer diyordu, ama
daha çok tavaya benziyord u.)
"Şey. . . Evet... Birazcık," d iye yan ıtladı Al ice kibarca.
" Ben genelde cesu r biriyi m," d iye deva m etti, Tum bad ız, a lçak
bir ses ton uyla "ama bugün başı m ı n ağrıyacağı tuttu ."
" Benim de dişim ağrıyor!" dedi onun söyledi kleri ne ku l a k m i­
safiri olan Tu m badik. " Ben senden daha kötüyü m ! "
"O zaman bugü n dövüş mese n iz d a h a iyi olacak," ded i Al ice,
onları barıştırmak için b u n u n iyi bir fı rsat olduğu n u d ü ş ü n erek.
" B i razcı k dövüşelim, ama o kada r uzun olmasa da ol ur," dedi
Tum bad ız. "Şu an saat kaç?"
Tu m bad i k saati ne baktı ve " Dört buçuk," dedi.
" Hadi altıya kadar dövüşeli m , sonra da yemek yiyel i m ," dedi
Tu m badız.
"Çok iyi ," dedi d i ğeri üzülerek: "O d a bizi izleyebi l i r. . . yal n ız
bana çok yaklaşmasan," d iye ekled i. " Ben genelde çevremde gör­
düğüm her şeye vururu m . . . gerçekten heyeca n l a n ı rsam."
"Ben de e l i m i n eriştiği her şeye vuru ru m , " d iye bağı rd ı Tu m ba­
d ız, " ister göreyim, i ster görmeyeyi m ! "

1 94
Al ice kahkahalarla g ü l d ü . " B u d u ru mda s ü rekli ağaçlara vur­
manız gerekir," dedi.
Tum badız pek bir m e m n u n ifadeyle etrafı n a bakıp, " Biz bu dö­
vüşü bitirene kadar sanmam ki bu civa rda geride tek b i r ağaç kal ­
s ı n ! " ded i .
" Bütün b u n l a r da b i r çı ngıra k yüzünden!" ded i Al ice, böyle saç­
ma sapan bir şey yüzünden dövüştü kleri için onları birazcık utan­
d ırmak amacıyla.
"O kadar u m u rumda olmazd ı," dedi Tum badız, "yeni bir çın­
gırak olm asaydı."
" Keşke ş u devasa karga şimdi b i r gelse!" d iye içinden geçi rd i
Al ice.
" B i l iyors u n , sadece bir kılıç var," dedi Tu m bad ız kardeşine:
"ama sen de şems iyeyi k u l l a n a b i l i rsin ... O da epeyi sivri. Yal nız
hemen başlayal ı m . H ava gitti kçe kararıyor."
" Daha da kararıyor," dedi Tum badik.
Derken ortal ı ğı öyle b i r kara n l ı k bastırdı ki, Alice, şim şekler ko­
p u p gökten yağm ur boşanacağı n ı d ü ş ü n d ü bir a n . " Ş u kocaman

1 95
kapkara bul uta b i r bak!" ded i . " N asıl d a hızlı gel iyor! İ na n m ıyo­
rum, baksana kan atları da var! "
"O karga!" diye tiz sesiyle yaygarayı kopard ı Tu mbad ız d eh şet
içinde: B i r anda i ki kardeş de taba n ları yağlayı p ortadan kayboldu­
lar.
Alice, koru n u n içi ne doğru birazc ı k koşup, kocaman b i r ağac ı n
altında d u rd u . " Burada b a n a asla b i r köt ü l ü k edemez. O kocaman
gövdesiyle ağaçların altına giremez. Keşke ş u kanatl arı n ı d a böyle
çırpmasa ... Koruda kas ı rga estiriyor ... İ şte şurada da rüzgarda
savru l u p gelen bi r şal var!"

1 96
BEŞİNCi BÖLÜ M
Yün ve Su

Alice, bir yandan kon u ş u rken b i r yandan da şal ı yakalayı p sahibini


bulmak üzere etrafı n a bakı ndı; b i raz sonra Beyaz Kraliçe, uçarcası­
na i ki kol u n u i ki yana aça aça koru n u n içinden koşarak gel d i ; Alice
de eli ndeki şalla kibar b i r şekilde o n u karşılamaya gitti.
"Tesad üfen b u ralarda olduğu m için çok m utluyum," dedi Al i­
ce, ş a l ı n ı yen iden takması için Kral içe'ye yard ı m ettiği s ı rada.
Beyaz Kra l i çe dön ü p çaresiz bir şekilde ü rkek ü rkek baktı ona;
ağzı nda san ki "ekmek ... tereyağı, ekmek ... tereyağı," gibi bir şe­
yler geveleyi p d u ruyord u . Al ice şayet araları nda b i r kon u ş m a ge­
çecekse bu n u ken d i s i n i n başlata b i l mesi gerektiğin i a n l a m ıştı.
Böylece çeki n e çekine " Beyaz Kra l i çe ile m i kon u ş uyorum aca­
ba?" ded i .
"Şey, evet, tab i i buna kuşanma d e n i rse. B e n i m giyi n i p kuşan­
ma tarzım bu değil aslında."
Alice daha kon uşmaları n ı n baş ında tartı ş m a n ı n yakış ı k a l ma­
yacağın ı d ü ş ü n ü p gü l ü m seyerek, " Eğer M ajesteleri kon uşmaya
nasıl yen iden başlamam gerektiği n i l ütfedi p söylerlerse, ben de
eli mden geldiğince öyl e başl a rı m , " ded i .
"Ama ben baştan baş l a m a k i stem iyoru m k i , " d iye ofl ayıp püf­
ledi zaval l ı Kral içe. " İ ki saatti r d urmadan giyi n i p kuş a n ıyoru m . "

1 97
Al ice'e öyl e gel iyord u ki, giyi n i p kuşan ması kon u s u nda bi rileri
Kraliçe'ye yard ı m etse gerçekten çok iyi olacakt ı , öyl e h ı rpan i b i r
giyi m i vard ı ki. " Üzeri ndeki h e r şey çarpı k çurpuk," diye d üş ü n d ü
Alice, " baştan ayağı her ta rafı iğnelerle tuttu ru l m u ş! " ... "Şa l ı n ızı
b i razcı k d üzelteyim m i ?" d iye yü ksek sesle sordu Al ice.
"Şalıma da ne oluyor sanki, bir türlü a n l a m ıyoru m ! " ded i Krali­
çe üzgü n b i r ses tonuyla.
" H uys uzluğu üzerinde olsa ge­
rek. Ş u rası n ı iğneyle tutt u r­
d u m , burası n ı iğneyle tuttur­
d u m , ama onu mem n u n et­
mek ne m ü mkün!"
"Şey, hep sadece b i r tarafı n ı
tuttu rursan ız, d üzgü n d u rması
pek mümkün deği l , " dedi Ali­
ce, Kraliçe ' n i n şal ı n ı nazi kçe ,
d üzelti rken . "Am a n Ta n rı m ,
saçl a rı n ız n e halde böyle."

�::. �� =�� � �� �:���� �t�§1�;.q>?.t�


"Saçlarım fı rçaya dolaştı!"
, e ç "Ta- o
:
ü y
Al ice, Kraliçe ' n i n saçları n ı
d i kkatlice fı rçadan kurtardı ve eli nden geldiği nce düzeltmeye ça­
l ı ştı. " Bakın, ş i m d i gayet iyi görün üyors u n uz," dedi, top l u iğnele­
ri n çoğu n u n yeri n i değişti rd i kten sonra. "Ama a s l ı nda bi r nedi me­
n iz olmal ı ! "
"Sen i büyük b i r zevkle ned i me olarak al ırım!" ded i Kraliçe.
" H aftada iki pen i , gün aşırı da reçel."
" Beni işe almanızı istemiyoru m . . . Reçe l i n iz de hiç u m u rumda
değil , " ded i Alice, bir yandan da gülmekten kendini a l ı koyamıyordu.
"Çok güzel b i r reçe l , " dedi Kra l içe.
" Peki, neyse bugün h içbir şeki lde istem iyoru m , " ded i .

1 98
" İ stesen bile yiyemezs i n , " dedi Kra l içe. " Ku ra l ı m ız ş u : Yarı n re­
çel , d ü n reçel , ama bugün reçel yok."
" En i nde son unda ' bugü n için de reçel' olmalı," diye itiraz etti
Al ice.
" H ayır, olamaz," dedi Kra l içe. " Reçel hep gün aşırı veri l ir. Gör­
düğün gibi bugün de hala bugün, aşmad ı k yani."
"Sizi hiç a n l ayam ıyoru m , " dedi Alice. " Nasıl da karı ş ı k bir şey
bu!"
"Geriye doğru yaşa m a n ı n bir son ucu," dedi Kra l içe kibarca.
" İ n sanı i l k başta birazcık sersem leti r ... "
"Geriye doğru yaşa mak m ı ?" d iye tekrarladı Alice büyük b i r
şaşkı n l ı k içinde. " Böyle bir şey hayatımda h iç d uymad ı m ! "
" ... a m a böyle yaşam a n ı n çok büyük b i r faydası var; insan ı n
belleği iki yön l ü çal ı ş ı r."
"Benimkisi kes i n l i kl e tek yönde çal ı şıyor," diye bel i rtti Alice.
" Henüz gerçekleşmemiş şeyleri hatı rlayamam."
"Sadece geriye doğru işleyen bir bellek zayıf bir bellektir, " ded i
Kral içe.
"Siz, en iyi ne türden şeyleri
a n ı m sıyors u n uz?" d iye sormaya
kalkıştı Al ice.
"Aa, gelecek iki hafta içinde
gerçekleşen olayları a n ı m sarı m , "
d iye yanıtladı Kraliçe kayıtsız b i r
şekilde. "Örneğin ş i m d i , " d iye de­
vam etti Kraliçe, bir ta raftan da
parmağı na kocaman bir yara ban­
dı yapı ştı rıyord u , " Kra l ' ı n b i r
Ulak'ı var. Ş i m d i hapiste cezalan­
d ırı l ıyor, dava da gelecek çarşam­
baya kadar ancak başlar: Tabii ki
suç heps i n i n sonunda gel i r. "

1 99
" Peki ya suçsuzsa?" d iye sord u Al ice.
" Bu çok iyi o l u rd u , öyle değil m i ?" dedi Kraliçe, bir yandan da
bir parça kurdeleyi ban d ı n üzerinden parmağı na doluyordu .
Al ice'i n buna iti razı yoktu. "Tabii ki d a h a iyi o l u rd u ," ded i ,
" a m a cezalandırılması h iç de iyi b i r şey değil."
"Ama, i şte burada yan ı l ıyors u n , " ded i Kral içe. "Sen hiç ömrün-
de ceza aldın m ı ?"
"Sadece hata yaptığımda," dedi Al ice.
" B u daha da güzel ya, " dedi Kral içe zafer kaza n m ı şçasına.
"Evet, ama o zaman hatalarım yüzünden cezalandırı l m ıştı m , "
ded i Al ice, "bu her şeyi değiştiri r."
"Ama bu hataları yapmamış olsaydın," ded i Kraliçe, "çok daha
iyi olabil i rd i , çok daha iyi, çok daha iyi, çok daha iyi ! " Kraliçe'n i n
sesi h e r seferinde b i raz daha tizleşerek e n sonunda ciyaklamaya
dönm üştü.
Alice tam, " B i r yerde bir hata var," demeye başlam ıştı ki, b i r­
den Kra liçe b i r çığl ı k kopard ı , öyle bağı rıyord u ki, Alice cümles i n i
yarıda b ı ra kmak zoru nda kaldı. Sanki eli nden ku rtu lmak i stercesi­
ne, elini sallaya rak, "Ah, ah, ah!" diye avazı çıktığınca bağı rıyord u .
" Parmağım kan ıyor! A h , ah, a h ! "
Çığl ı kları, b i r buharl ı trenin ı s l ı ğ ı n a öylesine benziyordu ki , Ali­
ce el leriyle kulakları n ı tıkamak zorunda kaldı.
" N e oldu?" d iye sord u Alice, sesi n i d uyurma fı rsatı n ı ilk buldu­
ğu anda. " Parmağın ıza iğne m i bat ı rd ı n ız?"
"Daha batı rmad ı m , " d ed i K ral i çe, "ama bat ı racağım çok ya­
kında . . . ah, ah, ah!"
"Ne zaman olacak ders i n iz?" diye sord u Al ice içinde kabaran
gülme isteğiyle.
"Şal ı m ı bir daha tutturduğum zaman," ded i zava l l ı Kra l içe ah­
layıp vahlayarak. " B roş kendi l iğinden açı lacak. Ah, ah !" B u sözler
ağz ı ndan çı ktığı anda, broş b i rden çözü ldü; Kral içe h iddetle bro­
şu avuçlayı p iğnes i n i tekrar kapatmaya çal ıştı .

200
" D ikkat ed i n ! " d iye bağı rd ı Alice, "Ters tutuyors u n uz!" Ve bro­
şu yakalamaya çal ıştı; ama çok geçti; iğne kayı p Kral içe' n i n par­
mağına batmıştı.
" İ şte bu kan ı n nede n i n i açıkl ıyor, görüyorsu n ," ded i Kral içe Al i­
ce'e dönüp g ü l ü m seyerek. " Ş i m d i artık b u rada olaylar nasıl ger­
çekleşiyor a n lamışs ı n d ı r."
" Peki, ş i m d i neden çığl ı k atm ıyors u n uz?" dedi Alice, her an ku­
lakları n ı kapamak üzere elleri n i hazır tutarak.
" E h , zaten çığl ı k atm ıştım!" dedi Kraliçe. "Yeniden çığl ı k atma­
n ı n ne yararı olaca k ki?"
B u arada hava ayd ı nlan ıyord u . " Karga artık uçup gitm iş ol ma­
l ı , " dedi Alice. "G ittiğine o kadar mem n u n u m ki. G ece ol uyor san­
m ıştı m . "
" Keşke ben de m em n u n olabilseyd i m ! " d e d i Kral içe. " Ku ral
neyd i bir a n ı m sayabilsem. B u koruda yaşamaktan ve di lediğinde
memn u n olmaktan m utlu olma l ı s ı n ! "
" B i r de b u rası bu kadar ı ss ız olmasa!" ded i Al ice h ü z ü n l ü b i r
ses tonuyla; yal n ız l ı ğı aklına gel i r gel mez de kocaman iki damla
gözyaşı yanaklarından aşağı süzülmeye baş lad ı .
"Ah , ya pma böyle!" diye çığlık ko pard ı zava l l ı Kral içe, çaresiz­
l i kten elleri n i ovuştura ra k. " N e m üthiş b i r kız olduğu n u d ü ş ü n .
B u g ü n ne uzun b i r yol kat ettiği n i d ü ş ü n . Saatin kaç old u ğ u n u d ü ­
ş ü n . N e i stersen o n u d ü ş ü n , yeter k i ağlama!"
Alice, gözyaş l arı içinde bile bu söylenenlere gül meden edeme­
d i . " B i r şeyle r d ü ş ü n erek s i z ağl a m a n ızı d u rd u ra b i l iyor
musunuz?" d iye sord u .
" B u n u n tek çaresi b u , " dedi Kral içe kararl ı l ı kla. " Bi l irs i n , h iç
kimse ayn ı anda iki şeyi b i rden yapamaz. Gel sen i n yaşı n ı
d ü ş ü n mekle başlaya l ı m . . . Kaç yaş ı ndası n ?"
"As l ı n a bakarsanız tam yedi buçu k yaşı n d ayı m . "
"As l ı n a bakmam a hiç gerek yok," d iye bel i rtti Kra l i çe. " B akma­
sam da i n a n ı rd ı m . Ş i m d i ben de sana inanasın d iye bir şey söyle-

201
yeceği m . Ben tam yüz b i r yı l , beş ay, bir gün önce doğd u m . "
" Buna inanamam!" dedi Al ice.
" İ nanamaz m ıs ı n ? " ded i Kral içe ona acıyarak. " B ir daha inan­
mayı dene, derin derin nefes al ve gözleri n i kapa."
Al ice kahkahalarla güld ü. " Böyle yapm a n ı n h içbir faydası yok,''
ded i . " İ nsan im kansız şeylere inanamaz. "
"Öyle san ıyoru m ki seni n bu kon uda çok fazla inanma denemen
olmam ış," dedi Kraliçe. " Ben seni n yaşındayken her gün yarım sa­
at inanma denemesi yapard ı m . Yaa! Bazen kahvaltıdan önce altı ta­
ne imkansız şeye inandığım ol urd u . İ şte şal yine uçuyor!"
Kral içe kon uş u rken birden broşu açı ldı ve ani bir rüzgar esi nti­
si ş a l ı n ı a l ı p küçük çaylardan b i ri n i n öte yakas ı n a savurd u . Kraliçe
yeniden kol ları n ı açıp uçarak şal ı n ard ı ndan gitti ve bu sefer şalı­
n ı kendi baş ı n a yakalamayı başard ı . " İ şte seni yakalad ı m ! " d iye za­
fer kaza n m ışças ı n a çığl ı k attı. " Ş i m d i o n u nasıl iğneled iğimi göre­
ceks i n , hem de tek baş ı m a ! "
"Öyleyse parmağı nız iyileşme yol unda, öyle m i ? " ded i Alice ki­
barca, Kral içe'n i n a rd ı ndan o m i n i k çayı geçtiği s ı rada.

"Ah, başladı iyileş meye! Daha iyice!" d iye bağı rd ı Kraliçe, sesi
gitti kçe yü ksel i p tizleş iyord u . " İyileş-me! İyi-leş-mee! İyi-leş­
meeee!" Son söyled iği b i r koyu n u n melemes i n i o kad ar çok andı­
rıyord u ki, Al ice bir an i rki ldi.
B i r anda sanki ken d i n i yünlere sarıp sarmalamış gibi görü nen
Kraliçe'ye baktı. Gözleri ni ovuşturu p yen iden baktı. O a n ne oldu­
ğunu an l ayamadı. B i r d ü kkanda m ıyd ı ne? Ve şu tezgah ı n . . . şu
tezgahın ka rşısı nda otu ran da gerçekten bir koyun m uyd u yoksa?
Al ice gözleri n i ovuşturup du ruyord u , ama bu ol u p bitenlere h içbir
a n lam verem iyord u : Küçücük, ka ran l ı k bir dü kkandayd ı , d i rsekle­
ri n i tezgaha daya m ı ştı, karş ı s ı nda yaş l ı bir Koyu n d u ruyord u , kol­
tuğunda otu rmuş örgü s ü n ü örüyor, ara s ı ra i ş i n i b ı rakıp kocaman

202
��ı;7/J;zJJ;11
•·ı ' / :
� ' · · · ı ı', , /, /,

gözl ükleri n i n arkasından Al ice'e bakıyord u.


"Ne istiyors u n ? " ded i Koyu n sonunda, örgüsü nden başı n ı ka l­
d ı rı p ona bakarak.
" Daha tam b i l m iyoru m , " dedi Al ice nazi kçe. " Eğer m ü m kü n se
önce dört bir yan ı ma iyice bakmak istiyoru m . "
" Ö n ü n e bakabil irs i n , i ki ya n ı n a d a baka b i l i rs i n , " dedi Koy u n .
"Ama başı n ı n arkasında gözlerin olmad ığı i ç i n . . . dört bir ya n ı n a
bakamazs ı n . "
Doğal olarak, Alice' i n de baş ı n ı n arkası nda gözleri yoktu; b u
yüzden raflara yaklaştığı s ı rada onlara dönerek bakmakla yeti ndi.

2 03
D ükkan, her türden acayip eşyalarla dolu bir yere benziyord u . . .
a m a i ş i n e n tuhaf yan ı da b i r şeyin tam olarak ne olduğun u anlamak
için ne zaman bir rafa yaklaşacak olsa, o raf her seferinde bomboş
oluyor, ama onun etrafı ndaki raflarsa tıka basa dolu ol uyord u.
Al ice, kimi zaman b i r oyu ncak bebeğe ki m i za man da bir alet
kutusuna benzettiği ve her seferinde baktığı rafı n hep b i r üstünde
yer alan kocaman parlak b i r şeyin peşi nden boş u boş u na bi rkaç
dakika koştu ktan son ra, " B u rada her şey uçuyor! " ded i yakına ya­
kına. " İ nsanı en cezbeden i de işte şu . . . ama ben sana ne yapaca­
ğımı b i l iyoru m , " dedi kafas ında b i r anda ş i m şekler çakarken. " E n
üstteki rafa kadar on u kovalayacağı m . Umarım beni şaşırt ı r da ta­
va ndan d ışarı çıkmaz!"
Ne var ki bu plan da işe yaramadı, 'o şey' sanki çok a l ı ş k ı n m ı ş­
ças ı n a sessiz sedasız tavandan çıkıp gitti.
"Sen çocu k m u s u n yoksa topaç m ı ?" d iye sord u Koyun, yen i
b i r çift ş i ş ald ığı s ı rada. " Etrafta böyle d ö n ü p d u racak olursan, çok
geçmeden baş ı m ı dönd üreceks i n . " Koyun, artık şimdi ayn ı anda
on dört çift şişle örüyord u ; Al ice hayretler içi nde elinde olmadan
ona bakaka l m ıştı.
"Bu kadar çok şişle nasıl örebiliyor?" d iye sord u ken d i n e kafası
a l l a k b u l l a k olan çocuk. " H er geçen dakika b i raz daha oklu kirpi­
ye benziyor."
" Kü rek çekebi l i r m i si n ?" d iye sord u Koyu n, b i r taraftan da Ali­
ce'e b i r çift şiş uzatıyord u .
Al ice, t a m " Evet birazc ı k .. . a m a karada deği l . . . şişlerle de de­
ği l . . . " diye sözleri ne başlamak üzereydi ki, birden eli ndeki şişler
küreğe dön üştü, b i r de baktı ki küçücük bir sand a l ı n içindeler ve
i ki kıyı arasında süzü l ü p du ruyorlar, a rtık elinden geld iğince kü­
rekleri çekmekten başka yapaca k bir şeyi yokt u .
" Kuş tüyü !" d iye bağı rd ı Koyu n, yen i b i r ç i ft şiş aldığı s ı rada.
Bu karş ı l ı k vermeye değer bir söz gibi pek d u rm uyord u , bu
yüzden Al ice bir şey söylemeyi p kürekleri çekmeye deva m etti.

204
S uyla i l g i l i tuhaf b i r d u ru m var, d iye aklından geçiriyord u , çünkü
kürekler yer yer s ı kı şıyor, sonra da zar zor çı kıyordu .
"Tüy! Tüy!" diye bağırd ı Koyun , eline daha fazla ş i ş alarak.
" Ş i md i bir yengeç yakalamak üzere s i n . "
"Sevi m l i m i n i k bir yen geç," d iye d ü ş ü n d ü Alice. " B u n u i ster­
d i m doğru s u . "
'"Tüy' ded iğimi d uymad ı n m ı ?" d iye öfke l i öfkel i bağırd ı Ko­
y u n , e l i n e b i r deste şiş daha alarak.
" D uyd u m a s l ında," dedi Al ice. " B u n u sık sık söyl üyors u n ... ve
de bağı rarak söylüyors u n . Lütfen söyle, yengeçler nerede?"
"Tabii ki suda!" ded i Koy u n , şişlerden bazı ları n ı elleri dolu ol­
d uğundan saçlarına sokarke n , "Tüy diyoru m!"
" Niye 'Tüy' d eyip d u ruyors u n ?" d iye sordu Al ice en son u nda
can ı old u kça s ı k ı l m ı ş olarak. " Ben kuş değil i m kil"
" Ku ş s u n , " dedi Koyu n . "Sen küçük bir kazs ı n . "
B u sözler Al ice'i b i raz gücendi rm işti; bu yüzden bir i ki dakika
hiç kon uşmad ılar. Bu arada sandalları kimi yosu n yatakları n ı n
içinden (bu d u ru m da k ü rekleri öncekinden çok daha fen a s uya
batı rıyord u) . kimi de ağaçların altından u s u lca süzüle süzele gidi­
yord u; fakat çay ı n o yü ksek kıyı ları karş ı larında öylece d u ru p içle­
ri n i ka rartıyordu .
"Ah, l ütfen ! B u rada çok güzel koku l u sazla r var!" d iye b i rden
sevi nçle bağırd ı."Gerçekten varm ış ... N e kadar da güzeller!"
" O n l a rla i l gi l i olarak bana ' l ütfen' demene hiç gerek yok, " dedi
Koyun baş ı n ı örgü s ü nden kald ı rmada n . " O n l a rı oraya ben koyma­
d ı m , onları oradan a l ı p götü rmeyeceğim de."
"Yok, ben demek isted i m ki. .. Lütfen d u ru p b i raz saz toplaya­
l ı m m ı ," ded i Al ice. "Sandalı b i razcı k d u rd u rm a n ı n sizce b i r sakın­
cası va r m ı ? "
" Ben n a s ı l d u rd u rayı m ?" dedi Koyu n . "Sen k ü rek çekmeyi b ı ra­
kırsan o da d u rm uş olacak."
Böylece sandal, son unda rüzgarla sallanan sazların arasına

205
u s u lca girinceye deği n çaydan aşağıya öylece akıntıya bırakı l d ı . Ar­
d ı ndan o m i n i k elbisenin kol ları d i kkatl ice kıvrı ldı ve o m i n i k kol­
lar, kıracağı sazlar daha uzun olsun d iye d i rseğe kadar s uya soku l­
du; Alice, dağı n ı k saçları n ı n uçları suya gi rerek, sal ı n kenarı ndan
s uya eği l irken b i r s ü reliğine Koyu n u da örgü s ü n ü de u n utuver­
m işti . . . ı ş ı l ı ş ı l hevesli gözleriyle o can ı m koku l u sazlara u laşıp
demet demet koparma n ı n peşindeyd i .
"Tek d i leği m sanda l ı n devri l memesi," dedi ken d i ken d i ne. "Ah
şu ne tat l ı ! B i r de u laşabi l sem." Gerçekten de i n s a n ı b i raz baştan
çıkaran bir yön ü va rd ı bu işin ('sanki bile bile yapıl ıyor bun lar,' di­
ye aklından geçirdi) öyle ki sandal süzü l ü p giderken, aslı nda b i r

206
s ü rü güzel saz koparm ış olsa da, u laşamadığı daha güzel b i r
tanesi ol uyord u hep.
" E n güzel leri hep en uza ktadır!" ded i Alice en sonunda, sazla­
rı n bu kadar uzaklarda büyüme inatları na karş ı l ı k içi n i çekerek.
Kı pkırm ızı yanakları, şapır şapır s u dam layan saçları ve elleriyle
güçl ü kle doğru l u p tekra r yeri ne geçti ve b u l d uğu hazineleri n i dü­
zen lemeye koyu l d u .
Daha kopard ığı andan itibaren sazların sol maya, bütün koku­
ları n ı ve güze l l i kleri n i kaybetmeye başlamaları n ı n o s ı rada Al ice
için ne önemi vard ı ki? H a n i b i l i rs i n iz gerçek koku l u sazlar bile çok
az dayanır. . . bun lar da düş sazlar olduğu ndan ayakları n ı n altında
yığı n hal i nde tıpkı kar gi bi eriyi p gidiyorlard ı ... ne ki daha düşü ne­
cek o kadar çok tu haf şey vard ı ki Al ice bunu pek fark etmed i .
Henüz oradan çok fazla uzaklaşmamışlard ı k i , küreklerden b i r
tanes i n i n palası s uya saplandı ve b i r daha da çıkmadı (Alice'i n da­
ha son ra anlattıklarına göre) , küreğin sapı çenes i n i n altına girdi ve
zavallı Al ice' in çıkard ığı bir dizi küçü k "Ah ! Ah! Ah!" çığl ığı na karşın,
sap Al ice' i yeri nden a l ı p aşağıdaki saz yığı n ı n ı n arası n a fı rlatıverd i .
N e v a r ki Alice'in can ı hiç acı madı v e hemen yu karı çıktı; bütün
bunlar olagel i rken Koyun sanki h içbir şey olmamı şçası n a örgüsü­
ne devam ed iyord u . "Çok güzel b i r yengeç ya ka l a d ı n ! " dedi Ko­
yu n , Al ice tekra r yerine geçip de, kend i n i hala sandalda b u l m a n ı n
verd iği ferah l ı k içi ndeyken .
"Öyle m i ? Yengeci görmed i m , " ded i Alice, sand a l ı n kenarın­
dan aşağıya kapkara n l ı k suya d i kkatl ice bakarken. " Keşke kaçma­
saydı . .. Eve giderken m i n i k bir yengeci de ya n ı mda götürmeyi na­
sıl da isterd i m ! " Fa kat Koyun sadece aşağı laya aşağıl aya ona ba­
kıp gülerek örgü s ü ne devam etti.
" B u rada çok yengeç var m ı ?" d iye sord u Al ice.
"Yen geçle beraber daha b i r s ü rü şey var, " dedi Koyu n . "Seçe­
nek çok, sen yeter ki kararını ver. Ş i m d i söyle baka l ı m , ne a l m a k
istiyorsun?"

20 7
"Al mak m ı !" d iye tekrarladı Al ice, sesinde hem korku hem de
şaşkı n l ı k vard ı ... çünkü kürekler, sandal ve çay hepsi bir anda yok
olmuştu ve Al ice yen iden o küçücük kara n l ı k d ü kkandayd ı .
" B i r yu m u rta alabi l i r miyi m , l ütfen," dedi ü rke ü rke. " Kaça sa­
tıyorsu n uz on ları?"
" Bi r tanesi beş çeyrek pen i ... ikisi iki çeyrek pen i , " d iye karş ı l ı k
verdi Koyu n .
"O zaman çifti b i r taneden d a h a ucuz öyl e m i ? " ded i Alice şa­
ş ı rarak cüzda n ı n ı ç ı kard ığı s ı rada.
"Yal n ı z çift i n i a l ı rsan ikisini birden yemek zorundasın," dedi
Koyu n .
"O zaman bir tane alayı m , " dedi Alice, parayı tezgaha b ı rakır­
ken . " Belki y u m u rta lar iyi deği l d i r hani," dedi kendi ken d i ne.
Koyun parayı a l ı p bir kutuya koyd u; sonra da ded i ki, " Ben in­
sanların eline asla bir şey vermem ... bu asla olacak şey deği l . ..
kend i n a l m a l ı s ı n . " Böyle d iyerek d ü kkan ı n öbür ucuna doğru gitti
ve yu m u rtayı dikine b i r rafa yerleştird i .
" Neden olmazmış, doğru su çok merak ed iyoru m," diye d ü ş ü n­
d ü Alice. D ü kkan ucuna doğru iyice kara n l ı klaştığından sandalye­
ler ve masalar aras ı ndan el yordamıyla i lerl iyord u . " Ben yu m u rta­
ya doğru gitti kçe sanki o benden uzaklaşıyor. B i r baka l ı m şimdi,
bu b i r sandalye m i ? Olamaz, baksan ıza bunun dal ları var. B u rada
ağaçların yeti şmesi ne kada r da tu haf bir şey! İ şte b u rada da kü­
çük bir çay var! Kes i n l i kle bu gördüğüm en acayip d ü kka n!"

i şte böylece her bir ad ı m ında biraz daha şaşı rarak yol u n a de­
vam etti, çünkü yaklaştığı her şey bir anda ağaca dönüşüyord u , a r­
tı k yu m u rtan ı n da ayn ı şeyi ya pmasına şaşırmayacaktı.

208
ALTi NCI BÖLÜ M
Yumurta Adam

N e var ki yu m u rta gittikçe büyüyor, büyüyor ve daha çok i n san


şekl i n i al ıyord u : Alice ya n ı n a b i raz daha yaklaşınca gözleri n i n ,
b u rn u n u n ve ağzı n ı n old u ğ u n u fa r k etti; yan ı n a b i raz d a h a yakla­
şı nca da b u n u n YU M U RTA ADAM ' ı n ta kend i s i olduğu n u a n lad ı .
" B u ondan başkası olamaz!" dedi ken d i kendine. "Ad ı bütü n yü­
züne yaz ı l m ışças ı n a e m i n i m bundan!"
Ad ı , gerçekten de o kocaman s u ratı n a yüz kez kaz ı n m ı ş olma­
l ıyd ı . Y u m u rta Ada m , yü ksekçe bir d uvarın üzeri ne tıpkı b i r Tü rk
gibi bağdaş kurmuş otu ruyord u ... d uvar o kada r dard ı ki, nasıl
o l u p d a denges i n i yiti rmediğine şaşırıp kaldı Al ice . . . gözlerin i ters
yöne d i kip öylece baktığına ve onu h içbir şekilde fark etmed iğine
bakı l ı rsa, dold u ru l m u ş b i r figür olmalıydı .
"Tı patı p b i r yum u rtaya benziyor!" diye bağı rdı Alice; her a n d ü ­
şebi leceği end işesi içinde, yakalamaya hazır şekilde kol l a rı n ı aç­
m ı ş öylece bekl iyord u .
" Çok ca n s ı kıcı!" ded i Y u m u rta Ada m , uzun b i r sessizliğin a r­
d ı ndan gözleri n i Al ice'ten kaçı rarak. "Yu m u rta d iye adlandırıl­
m a k... çok!"
"Yu m u rtaya benzediğinizi söyl ed i m , efen d i m ," d iye açıklad ı Al i ­
c e kibarca. " H em b i l i rs i n i z bazı yum u rtal a r da çok tatl ı d ı r," d iye

209
ekledi, açı klaması n ı n bir çeşit övgüye dönüşeceği n i umara k.
" Bazı in sanları n , " dedi Yu m u rta Ada m , her zaman ki gi bi gözle­
rini Alice'ten kaçı rarak, "bir bebeğinki kadar bile akılla rı olm uyor!"
Al ice buna karş ı l ı k ne söyleyeceği n i b i l m iyord u; hem buna b i r
kon uşma bile denmez d iye d ü ş ü nd ü , çünkü Yu m u rta Adam ona
dönerek bir şey dememişti; aslında son söyled i kleri n i bir ağaca h i­
taben söylemişti. .. bu yüzden Al ice yerinde d u ru p usu lca aşağıda­
ki d izeleri kendi kendine tekrarlad ı . ..

"Yu m u rta Adam bir d uvara oturmuş,


Sonra da b i r güzel d üş m ü ş .
Kra l ' ı n atlarıyla adamları b i r olm uşlar,
Ama Yu m u rta Ada m ' ı b i r türlü tekrar eski yeri ne ko­
ya mamışlar. "

" B u s o n d ize şiir i ç i n fazla u z u n kaçtı," ded i Alice, Yu m u rta


Ada m ' ı n kendisini duyd uğu n u u nutup neredeyse bağırarak.
"Öyle ken d i ken d i ne kon u ş u p d u rma da," ded i Yu m u rta
Adam, i l k kez ona dönüp bakarak, "bana i s m i n i ve ne iş yaptığını
söyle."
"Ad ı m Alice, ama ..."

"Zaten ad ı n aptalca!" dedi Y u m u rta Adam, hemen atı l ı p sözü­


nü keserek. " N e demekmiş?"
"Bir ad ın i l la da a n la m ı m ı olmalı?" d iye sord u Alice kuşku için­
de.
"Tabii ki ol m a l ı , " ded i Yu m u rta Adam, hafiften bir kahkaha
atarak: " Ben a d ı m ı şekl i mden a l m ışım ... ve bu da çok güzel bir şe­
kil. Sen i n ki gibi bir adla, hemen hemen her şekilde olab i l i rsi n . "
" N iye orada öyle yapayal n ız otu ruyorsu n uz?" ded i Al ice, ta rtış­
ma başlatmaya pek i stekl i olmad ığından.
"Yan ımda kimse yok da ondan!" d iye bağırdı Y u m u rta Ada m .
" Bunun cevabı n ı bil mediğimi m i san ıyors u n ? Başka soru sor."

210
"Yerde daha güvende olacağı­
n ızı d ü ş ü n m üyor m u s u n uz?" di­
ye devam etti Alice, başka b i r bil­
mece sorm a k n iyetinde deği ldi,
sadece bu tu haf yarat ı k için iyi n i ­
yetli b i r kaygı d uym u şt u . " O d u ­
v a r çok dar da."
" B u n lar nasıl da kolay bilmece­
ler böyle!" d iye hom u rdandı Yu­
m u rta Ada m . "Tabii ki d ü ş ü n m ü­
yorum . Hem, olur ya düşecek ol-
sam ... ki buna i mkan yok . . . ama
d üşecek olsam . . . " Tam o anda d udakları n ı büzd ü , öyle ciddi ve va­
kur görün üyordu ki, Alice kahkahaları n ı zar zor tutabildi. " Eğer dü­
şecek ol u rsam," diye sözleri ne devam etti, " Kral bana söz verdi. . . ha,
ha, ha şimdi yüzü n kızaracak m ı ? B u n u söyleyeceği m i sanmıyor­
d u n d i m i ? .. Kral bana söz verdi... kendi ağzıyla . . . bütü n . . . bütü n ... "
" B ütün atl a r ı n ı ve ada m l a rı n ı göndermeye," d iye a raya gird i
Al ice a kı lsızl ı k ed i p de.

211
"Ah, bu çok kötü b i r şey!" d iye bağı rdı Yumurta Adam aniden öf­
keye kapılarak. " Kapı lardan ... ağaçların arkalarından . . . bacalardan
bizi d i n l iyordu n demek ki. .. Yoksa i m ka n ı yok bunu bilemezd i n ! "
"Gerçekten d i n lemed i m ! " dedi Al ice çok uysalca. " B u n ları b i r
kitaptan b i l iyoru m."
"Tamam, o zaman. Bir kitapta bu türden şeyler yazabil i rler,"
ded i Yu m u rta Adam daha sakin leşerek. " İngiliz Tarihi ded iğimiz
şey, bundan başka b i r şey değil. Şimdi, sen ba na bak bana! Ben
var ya, gerçek bir Kral ile kon u ş m u ş bi riyi m ben. O benim i şte: Bir
daha böyle b i r şey görmene i m ka n yok. Bak kibirli b i ri olmad ı ğı m ı
göstermek için ben i m le toka laşmana izin veriyoru m !" Ağz ı n ı ne­
redeyse bir kulağından öteki ne kad ar açarak s ırıttı ve öne doğru
eği l i rken de (az kald ı d uvardan d üşecekti) Alice'e e l i n i uzatt ı . Ali­
ce e l i n i ona uzatırken bir s ü re onu endi şeyle izled i . "Bu şeki lde
daha fazla gülecek o l u rsa, kafas ı n ı n arkasında ağzı n ı n i ki yan ı bir
a raya gelecek, " diye geçi rd i akl ı ndan. " İ şte o zaman kafasına ne
olur bilmem. Korkarım ki kafası yeri nden kopacak!"
" Evet, bütü n atları n ı ve bütün adam ları n ı," diye devam etti Yu­
m u rta Adam. "O anda ben i hemen yerden kaldıracaklar, bunu ya­
pacaklar! Her neyse, bu soh bet biraz hızlı gid iyor. Söyled iğin son­
dan bir önceki söze geri dönel i m . "
" Ku s u ra bakmayı n , a m a en s o n n e söyled i m , a n ı msam ıyo­
ru m ," dedi Alice kibarca.
" O zaman yen iden başlayabil iriz," ded i Yu m u rta Adam. " B u
sefer kon u b u l ma s ı rası b e n de . . . ("Soh betten san ki oyun m uş gibi
söz ediyor!" diye d ü ş ü n d ü Alice.) " İ şte sana bir soru. Kaç yaş ı n ­
dayı m dem iştin ?"
Al ice çok kısa bir hesaplama yaptı ve "yedi yaş, altı ay, " dedi.
"Yan l ı ş ! " diye bağı rd ı Y u m u rta Adam zafet kaza n m ı şças ı na.
"Ağzından böyle b i r kel i m e çıkmam ıştı ."
" ' Kaç yaşındasın, ' demek isted iği n izi s a n m ı ştım," d iye bir açı k­
lama yaptı Alice.

21 2
" O n u demek istemiş olsayd ı m , o n u derd im , " dedi Yu m u rta
Adam.
Al ice yen i b i r tartış m a başlatmak istemiyord u , bu yüzden h iç
cevap vermedi .
"Yed i yaş, altı ay," d iye tekrarladı Yu m u rta Adam d ü ş ü nce l i d ü­
ş ü ncel i . " Pek keyifsiz b i r yaş. Tavsiyemi iste m i ş olsayd ı n , yed ide
b ı rak derd i m ... ama a rt ı k çok geç."
" B üyüme kon u s u nda sizden h içbi r öğüt istemem," dedi Al ice
öfkelenerek.
"Çok mu gururl u s u n ?" diye sordu d iğeri.
Alice bu söz karş ı s ı nda daha bir öfkelen m i şti. " Demek i stiyo­
rum ki," ded i . " B i r insan ı n eli nden büyümemek gel mez."
" B i r insan ı n eli nden gel m eyebil i r, " dedi Y u m u rta Ada m . "Ama
iki i nsan yapabi l ir. Doğru d ü rüst bir destekle yed ide d urabi l i rd i n . "
" B u ne güzel b i r kemer," dedi Al ice an iden. (Yaş kon u s u n d a
yeteri nce kon u ştu kların ı d ü ş ü n üyord u . Kon uşma kon u la rı n ı ger­
çekten s ı rayla seçeceklerse, ş i m d i s ı ra ondayd ı.) " E n azından," di­
ye kendi n i d üzeltti, b i r kez daha d üş ü n ü nce, "güzel bir boyu n ba­
ğı demem gerekirdi ... yok hayır bir kemer demek istem i ştim ... ah
affeders i n iz!" d iye ekled i b i r a n dehşete kapı l a rak, çünkü Y u m u r­
ta Ada m hepten güce n m i şti. Al ice keşke bu konuyu seçmeseyd i m
d iye d ü ş ü n meye başladı, " Neres i n i n boyn u neresi n i n bel i olduğu­
nu b i r bilebilseyd i m ! "
Y u m u rta Ada m b i r i ki dakika b i r şey söylemese de çok kızgı n
olduğu açı ktı. Kon uşmaya yen iden başladığında da ağzından de­
rin bir h ı rlama sesi ç ı ktı.
"Bir i nsanın boyunbağı ile kemer arasındaki farkı bil memesi yok
mu ya," dedi sonu nda, " İ nsa n ı . . . en çileden çıkaran ... şey de bu işte."
" B i l iyoru m , bu beni m cah i l l iğimden, " ded i Al ice oldu kça a lçak­
gön ü l l ü b i r şekilde, öyle ki Yu m u rta Adam merhamete gel mişti.
"Bu b i r boyu n bağı, çoc u k ve dediğin gibi güzel b i r boyun bağı .
Beyaz Kral ve Kra liçe' n i n hediyesi bana. Tamam m ı ?"

213
"Öyle m i ? " dedi Alice, bütün olan lardan sonra güzel b i r kon u
seçtiği için oldu kça m utl uyd u .
" B u n u o n l a r bana hediye etti," d iye sözlerine devam etti Y u m u r­
ta Adam düşü nceli bir şekilde ve bacak bacak üstüne atı p el lerin i
dizlerinde kavuşturd u , " . . . bir doğmad ığını g ü n armağa n ı olarak."
"Af buyu r u n ! " dedi Al ice şaşkın şaşkı n .
"Sana kızmad ı m ki," ded i Y u m u rta Ada m .
" Şey d e m e k istiyorum ki, doğmadığını gün armağa n ı ne de­
mek?"
"Tabii ki doğu m günü olmayan bir günde veri len bir hed iye de­
mek."
Al ice b i r s ü re d ü ş ü n d ü . " Ben en çok doğum gü n ü a rmağa nla­
rı n ı severim," ded i sonu nda.
" Daha neden bahsettiğin i bile b i l m iyors u n ! " d iye bağırdı Yu-
m u rta Adam. " B i r yılda kaç gün var?"
"Üç yüz altmış beş , " dedi Alice.
" Peki, kaç doğum gü n ü n var?"
" B i r. "
"Üç y ü z altm ış beşlen b i ri ç ı ka rı rsan , ne kal ı r geriye?"
" Ü ç yüz altmış dört, tab i i ki."
Y u m u rta Adam pek kuşku l u görü nüyord u . " İ şlemi kağıt üze­
rinde görmek isterd i m , " dedi.
Alice not defteri n i ç ı karıp da işlemi onun için yaparken g ü l ü m ­
semeden edemed i .

Y u m u rta Ada m , defteri a l ı p çok d ikkatl ice baktı. " Doğru gibi
geliyor bana ... " diye söze başlad ı.

214
" Defteri ters tutuyors u n uz," d iye araya gi rd i Al ice.
" Kesi n l i kle hakl ı s ı n ! " ded i Yu m u rta Adam neşeyle Alice defteri
d üzelttiği sı rada. " Bana da biraz tuhaf gel m işti. H a , ne d iyord u m ,
i ş l e m doğru g i b i geliyor bana ... y i n e de iyice gözden geçi rmek için
şu an zam a n ı m yok ... bu gösteriyor ki doğmad ı ğı n gün armağa n ı
a l m a k için üç yüz altm ı ş dört gün v a r. . . "
" Kesin l i kle," ded i Al ice.
" B i l iyors u n ki doğum gü n ü hed iyesi için sadece bir gü n ü n var.
Bu şan ve şerefi de sana bağışlıyorum!"
'"Şan ve şeref i l e ne demek i stediğinizi a n l a ma d ı m , " ded i Ali-
ce.
Y u m u rta Ada m küçümseyerek gü l ü msed i . "Tabii ki a n l amaz­
s ı n ... ben sana söyleyi nceye değin de a n l a m ayacaksı n . Demek is­
tiyoru m ki, 'savın ne hoş mat ed i ld i! "'
"Ama 'şan ve şeref b i r savın hoş b i r şekilde mat edil mesi an­
l a m ı na gel m ez ki," diye itiraz etti Alice.
"Ben b i r kel i meyi kul la nd ığımda," dedi Yu m u rta Ada m olduk­
ça horlayan bir ifadeyle, " h angi a n l a m ı kastetmes i n i istiyorsam, o
a n l a m ı kasteder . . . ne bir fazlası ne b i r eks iği."
"Soru n , " ded i Alice, " sözcüklere başka a n l a m l a r yükleyi p yü k­
leyemeyeceği n iz."
"Soru n , " ded i Yu m u rta Ada m , "hangi s i n i n efendi olacağı d ı r...
i şte hepsi bu."
Al ice'i n kafası, ağzı ndan tek b i r sözcü k çıkamayacak kadar ka­
rı ş m ı ştı, b u n u n üzeri ne Y u m u rta Ada m yen iden söze koyu l d u .
" Heps i n i n h uyu s u y u farkl ı , bazıları . . . öze l l i kl e fi i l ler içlerinde en
kibirli o la n ları . . . sıfatlara i stediğin izi yapabi l i rs i n iz, ama fi i l lerle
i m kansız ... N eyse ki ben hepsiyle baş edeb i l i r i m ! Çözü l m ez l i k! İ ş­
te bütü n söyleyeceğim bu!"
" Lütfen söyler m i s i n iz?" dedi Alice, " B u sözcüğü n a n la m ı ne?"
" İ şte şimdi a kı l l ı b i r çocuk gibi kon uştu n , " ded i Y u m u rta
Ada m old u kça m utl u gözü kerek. 'Çöz ü l mezlik' ile bu konuda ye-

21 5
teri nce kon uştuğum uzu ve b u ndan son ra ne ya pmak istediğini
beli rtirsen çok daha iyi olacağ ı n ı , çü n kü ö m rü n ü n geri kalan kıs­
m ı n ı b u rada geçirmeye n iyetl i ol madığı n ı sandığı m ı söyl üyoru m ."
" B i r sözcüğe bu kada r çok anlam yüklemek, doğrus u iyi iş,"
dedi Alice d ü ş ü nceli b i r şekilde.
" B i r sözcüğe ne zaman çok iş yü klesem," ded i Yu m u rta Ada m ,
" o n a her z a m a n fazladan ödeme yaparı m . "
"Ya!" d e d i Alice. Artık başka bir şey söyleyebilecek b i r halde de­
ğildi.
"Ah, Cumartesi geceleri nasıl da etrafıma doluşuyorla r, görme­
l i s i n doğru s u , " diye sözlerine devam etti Yum u rta Ada m , baş ı n ı
b i r yandan öteki yana vakur b i r şekilde sallarken . " Ücretleri n i al­
m a k için yan i . "
(Al ice, on lara neyle ödeme yaptığ ı n ı sormaya kal kışmadı; bu
yüzden ben de size söyleyemem.)
"Sözcü kleri açıklama kon u s u nda epey usta gözüküyorsu n uz,
efendim," ded i Alice. '"Cabbaroku' şiirini bana l ütfed i p açı klar m ı ­
s ı n ız?"
" B i r oku baka l ı m , " ded i Yu m u rta Adam. "Yazılan her ş i i ri açık­
laya b i l i ri m ... hatta daha yazı l m a m ı ş olanlarını bi le."
Bu Al ice'i u m utlan d ı rm ıştı, b u n u n üzeri ne i l k kıtayı okudu.

"Çayaltıyd ı s ü m rak povu klar


Dönenip delgil iyordu emeci
Hepten sersizdi papka n lar
İ n i m i n i m don buzlarsa böğa ks ı rıcı."

" Ş i md i l i k bu yeterl i , " d iye araya girdi Yu m u rta Ada m . " B u rada
çok zor sözcükler var. 'Çayaltı' öğleden son ra saat dört civarı de­
mek ... beş çayı öncesi , bir de a kşama hazırl ı k içi n et kızartılan
tava n ı n üzeri ne konduğu altl ı k."
" B u çok iyi," dedi Al ice, " Peki ya ' s ü m rak' ?"

21 6
" Pekala, ' s ü m ra k, s ü m ü ks ü ve kıvrak,' demek. Kıvrak 'hareket­
l i ' ile ayn ı anlamda. Kayn a ş ı k kelime gibi bir şey... B i r sözcüğün
içine iki sözcüğü n a n l a m ı s ı ğd ı rı l m ış."
" Ş i m d i a n l ıyoru m , " dedi Alice d üş ü n celi d ü ş ü ncel i , " peki 'po­
vuk' nedi r?"
"Onlar da pors u k gibi bir şey ... kerte n kele gibi ... b u rgu gibi bir
şey işte."
"Çok tuhaf yaratıklar o l m a l ılar."
"Öyleler de," dedi Y u m u rta Ad a m . "Yuval a rı n ı güneş saatleri­
n i n altına yaparlar ... Peyn irle de bes lenirler."
" Peki ya 'dönenmek' ve 'delgilemek' n e demek?"
" ' Dönen mek' tıpkı bir cayraskop gi bi d ö n ü p d u rm a k demek.
" Delgilemek" de delgi gibi ç u k u rlar açmak."
"' Emeç' de tah m i n i mce güneş saat i n i n etrafındaki e m i l i m i
yü ksek otlak alan," d e d i Alice, kendi yaratıcı lığı ka rş ı s ı nda hayret­
lere ka pılarak.
" Evet öyle. Öyle den i l iyor, çünkü b i l i rsin, güneş saati n i n ö n ü n ­
de v e a rkası n d a uzu nca bir yol boyu nca ilerleyip gider. . . "

217
" G ü neş saat i n i n her iki yan ı ndan ötelere doğru uza n ı p gider,"
d iye ekled i Alice.
"Aynen öyle. 'Sersiz' ise 'sefil ve fersiz' demek ( İ şte sana baş­
ka bir kaynaşık sözcü k) . ' Papkan' da, zayıfça, telekleri her bir yan­
dan d ışarı fı rlamış, h ı rpani görü n ü m l ü bir kuş, canlı bir saçaklı
paspasa benziyor."
" Peki ya ' i n i m i n i m donbuz'?" diye sord u Alice, " Eğer size çok
fazla zah met verm iyorsam?"
" Eh, 'don buz' b i r çeşit yeş i l dom uz, ama ' i n i m i n i m ' n e demek
b i l m iyoru m. Sanırım ' i n ' sözcüğünden t ü remiş ... yol ları n ı yiti rd i k­
lerini gösteriyor işte."
'" Böğaksırıcı' ne demek öyleyse?"
" Pekala, 'böğa ks ı rıcı' böğürmek ile a rada aksırıp ı s l ı k çalmak
demek; n eyse bu sesi belki d uyars ı n da ... aşağıdaki ş u koruda ...
bu sesi b i r d uysan çok hoşuna gidecek. Bu zor şeyleri kim sana
okuyor böyle?"
" B u n u bir kitapta oku m uştu m , " dedi Al ice. "Ama bundan da­
ha kolay ş i i rler de bil iyorum ... San ı rı m Tu m bad i k okumuştu."
"Söz ş i i rden açı l m ı ş ken, h a n i , " dedi Yu m u rta Adam kocaman
el lerinden b i ri n i uzatarak. " Diğer i n sa n l a r gibi ben de şiir okuya­
b i l i ri m . Bu konuya gi recek o l u rsak . . . "
"Ah, yo bu kon uya gi rmeye hiç gerek yok!" ded i Alice telaşla,
baş lamasına engel olabi leceğ i n i ü m it ederek.
" Okuyacağı m parça," diye devam etti Yu m u rta Ada m , Alice'in
sözlerin i pek d i kkate a l m ad a n , "tam a m ıyla sen eğlenesin d iye ya­
z ı l m ıştır."
Bu d u rumda Al ice ş i i ri d i n lemesi gerektiği n i düşündü ve "Te­
şekkür ederi m , " ded i oldukça üzülerek.

" Bem beyazken kışın her bir tarla


Sevinesin d iye söylendi bu şarkı a n la . . .

218
Yal n ız ben şarkı olarak söylem iyoru m," d iye açıklama yaptı
Y u m u rta Ada m .
" Söylemed iğin izi görüyorum," dedi Al ice.
"Şarkıyı söyleyi p söylemed i ği m i görebiliyorsan, çoğu kişiden
keskin gözlerin va r demekt i r, " dedi Yu m u rta Ada m sert bir ifadey­
le. Al ice ses i n i kes m işti .

"Yeşi l ken baharda orman l a r böyle


An latayı m bari ne demek istediği m i şöyle."

"Çok teşekkü r ederi m," dedi Al ice.

" Uzu n ken g ü n ler böyle yazları


Anlarsın belki bu şa rkıyı:

Sarıyken böyle ya praklar sonbaharda


Al ı p kağıdı kalemi eline yazıversen sen de."

"Bu kadar uzun bir şarkıyı hatırlarsam yazarı m , " dedi Al ice.
" Böyle şeyler söylemene hiç gerek yok," dedi Y u m u rta Ada m .
"Söyled i kleri nde bir a n lam yok, üstel i k ben i s i n i rlen d i riyorlar d a .

H a ber sald ı m balıklara


' D i leği m i şte bud u r, ' ded im o n lara.

Den izin o mini mini balıkları,


G el iverd i hemen cevapl a rı.

M in i klerin ceva bı şuyd u ki:


'Yapamayız efendim bu işi çünkü . . . "'

" Ku s u ra bakmay ı n ama pek an lamad ı m , " dedi Al ice.

21 9
" B i raz sonra kolaylaşıyor," ded i Yum u rta Ada m .

"Yen iden haber saldı m on lara


İtaat etmen iz sizin hayrı n ıza.

S ı rıttılar önce cevap verd iler şöyle:


'Vay, bu ne öfke böyle!'

Bir ded im olmadı, iki ded i m olmadı,


H içbiri öğüd ü m ü d i n lemed i .

Bir dem l i k ald ı m g ı c ı r gıcır,


Yapacağı m i ş lere pek yara ş ı r.

Hop i ndi hop kal ktı ka l b i m yerinden


Doldu rd u m deml iği t u l u mbadan.

Derken b i risi geld i ve dedi ki,


' Se n i n ki ler d eği l m i ş u yataktaki ?'

Ded i m ki ona alenen;


'Uya n d ı r on ları hemen.'

Ona d ü ped üz bağırd ı m ;


G id i p ku lağı na haykırd ı m ."

Y u m u rta Adam, bu d izeleri tekrarladığı s ı rada ses i n i çığl ı k


atarcasına yü kseltm işti; Al ice ü rperti içerisi nde, " Doğrusu hiçbir
şey için ulak olmak istemezdi m ! " ded i.

"Ne ki ulak resmi ve kibirliyd i,


Dedi ki ' Böyle bağı rmana h iç gerek yoktu!'

220
Öyle kibirli ve res miydi ki;
Dedi ki, 'Gidip uya n d ı rırım on ları ne var ki . . .'

Raftan bir ti rbuşon kaptım,


Tek başı m a onları uya n d ırmaya gittim.

Kapı kilitl iyd i oraya vard ığımda,


Çektim çekiştird i m , v u rd u m vu ruşturd u m .

Derken kapı açı l m ı ş b i r d e bakt ı m ki!


Hadi bir çevireyim ded im tokmağı, ne var ki. .. "

Uzun bir sessizl i k oldu.


" Hepsi bu m u ?" d iye sord u ürkerek Al ice.
" Hepsi bu," dedi Y u m u rta Ada m . " G ü le gü le.''
B u çok a n i old u d iye d ü ş ü n d ü Alice; gitmesi gerektiğine dair
böyle bir i madan sonra, orada ka lması n ı n hiç de ya kı ş ı k almayaca­
ğ ı n ı d ü ş ü nd ü . B u n u n üzeri ne e l i n i uzattı ve " B i r daha görüşünce­
ye deği n hoşçaka l ı n ! " dedi olabild iğince neşe l i b i r şekilde.
"Yeniden karşı laşsak bile, seni ta n ıyamam," d iye karş ı l ı k verd i
Y u m u rta Adam hoşn utsuz bir ses tonuyla, tokalaşmak üzere par­
maklarından b i ri n i uzatarak. "Sen de tıpkı d i ğer i n s a n l a r gibisin,"
ded i .
" İ nsanlar gene l l i kle yüzlerinden tan ı n ı rlar, " dedi Al ice d ü ş ü nce­
li b i r ses ton uyla.
" İ şte ben i m yakı ndığım şey de bu ya," ded i Yu m u rta Ada m .
"Se n i n yüzü n de herkes i n ki gibi . . . iki göz, şöyle . . .'' (başparmağıy­
la havada gözlerin yerin i işa ret ediyord u) "ortada b i r burun, altın­
d a b i r ağız. Hep ayn ı. Ö rneği n burnun iki yan ı nda iki gözü n olsay­
dı ... ya da ağz ı n tepende olsayd ı . . . bu belki b i r işe yarardı."
"Ama o kadar da güzel olmazdı," diye Alice karşı çıktı ona. Fakat
Yu m u rta Adam sadece gözlerin i yumdu ve " Dene de gör," dedi.

221
Al ice, acaba bir kez daha kon u ş u r m u d iye bir dakika bekledi ,
n e var ki Y u m u rta Adam ne gözü n ü açt ı , ne de onu d ikkate a l d ı ;
Al ice, bir kez d a h a " Hoşçaka l ! " ded i v e buna karş ı l ı k alamayı nca,
sessizce oradan uzaklaştı ; giderken kendi kend ine, " Bütün bu ye­
ters izli kleriyle (bunu yü ksek sesl e söylem işti , çünkü böylesi n e
uzun b i r sözcüğü söylemek büyük b i r tesel l iydi) . " Bütün bu yeter­
sizlikleriyle karşıma çıkıp d u ran bu i n s a n l a r. . . " Al ice cümles i n i b i r
t ü rl ü bitiremed i, çünkü koru m üthiş b i r sarsı ntıyla sars ı lıyordu .

222
YE DİNCİ BÖLÜ M
Aslan ile Tekboynuz

Derken korudan askerler gelmeye başladı, önce i kişer üçer, sonra


onar yirmi şer ve n i h ayet öyle kalabal ı k oldular k i , sanki bütü n ko­
ruyu dold u rm u ş lard ı . Al ice ezi l me korkus uyla b i r ağacı n arkasına
saklandı ve on ların gid i ş i n i seyretti.
Aya klarından böyle bihaber askerlerle ö m ründe daha önce hiç
karş ı laşmad ı ğ ı n ı d üş ü n d ü Alice; s ü rekli b i r şeylere ta kı l ı p d u ru­
yorlard ı ve ne zaman birisi düşecek olsa, ard ı ndan da bi rkaç tane­
si o n u n üzeri ne yığı l ı p kal ıyord u , böylece kısa s ü re içinde her ta­
raf küçük i n san tepecikleriyle dol u p taştı.
Bun ları atlar izledi. Dört ayakları olduğu ndan, piyadelerden daha
başarı l ıyd ılar, ama onlar da yer yer tökezliyorlard ı ve sanki genel bir
kuralmışçası n a ne zaman bir at tökezlese, an ında binicisi de d üşü­
yord u. Bu kargaşa her geçen dakika daha bir artıyord u. Alice ise bir
düzl üğe çı kmış olmaktan pek hoşn uttu doğrusu; orada Beyaz Kral
da yerde öylece otu rmuş, not defterine bir şeyler yazıyordu.
" H epsini ben gönderd i m ! " d iye bağırd ı Kral sevinç içinde Ali­
ce' i görür görmez. " Korudan gel i rken askerlerle karş ı laştın m ı ,
tatl ı m ? "
" Evet," dedi Alice, " ga l i ba bi rkaç bi n ta ne vard ılar."

223
"Tam tam ı na dört b i n i ki yüz yedi tane," dedi Kral defteri ne ba­
karak. " Bütün atları göndermed i m , bil iyors u n ki i ki tanesi oyu nda
gerekl i . İ ki U lak'ı da göndermed i m . İ kisi de şehre gitti ler. Yola bir
bakıver de, birinden birini görd üğünde söyle bana."
"Yolda görd üğüm hiç kimse yok," dedi Alice.
" Keşke ben i m de böyle gözlerim olsa," dedi Kral h uysuzca.
" H iç kim seyi görebilmek ha! Üste l i k bu mesafeden! Vay can ı na,
ben bu ı ş ı kla ve bu mesafeden ancak gerçek insan ları görebili­
ri m."

2 24
B i r eliyle gözlerin e s i per yaparak d ikkatlice yola bakan Alice, bu
a rada Kral' ı n sözle ri n i kaçı rmıştı. " İ şte ş i md i b i rileri n i görüyo­
ru m ! " d iye h aykırd ı sonunda. "Ama ne kadar da yavaş gel iyor...
hareketleri de ne tuhaf!" (çü nkü U lak kocaman elleri n i her i ki ta­
rafa yel paze gibi açmış, b i r aşağı b i r yukarı zıplayıp d uruyor, yılan­
balığı gibi kıvrıla kıvrıla geliyordu . )
" H iç de deği l," d e d i Kral. " O b i r Anglo-Sakson U lak' ı . . . b u n l a r
d a Anglo-Sakson davran ışları. Sadece m utl uyken böyle davra n ı r,
adı da H a rt H avşa n ı ."
B u i s i m Al ice'e b i r tekerlemeyi a n ı m satm ıştı: "Severim sevgil i­
m i H i le, çünkü o H oş n ut; nefret ederi m sevgil i mden H ile, ç ü n­
kü o H ortlak; beslerim o n u ... onu H ardal l a pası ve hasırotu i l e.
Adı da H a rt H avşan ı ve yaşar sevgil i m ... "
" H a nda," dedi Kral basit b i r şeki lde ken d i s i n i n de oyu na katıl­
dığına dair en ufak b i r fi kri olmayarak, bu a rada Al ice H i l e başla­
yan şehrin ad ı n ı hatırlamak içi n b i raz d u ra ks a m ıştı. " Öteki
Ulak'ın adı da Hapkacı. İ ki tane ulağım ı n olması gerekir h a n i . .. gi­
decek, gelecek. B i ri gitmek için, öbürü gelmek için."
"Af buyu ru n ?" ded i Alice. ·
" Ben sana b i r şey b uyu rmuyoru m , " dedi Kral.
"Ben sadece ne ded i ğ i n izi a nlamadığı m ı söylemek istemiş­
t i m , " dedi Al ice. " Neden biri gitmek içi n , b i ri gel mek içi n ?"
"Sana söylemedim m i ?" dedi Kra l s i n irlenerek. "İki tane o lma­
l ı ... B i ri gid ip getirecek, ö b ü rü götürecek."
Tam o s ı rada U la k da yanlarına gel mişti. Sesi sol u ğu ç ı kama­
yacak kada r nefessiz kal m ı ştı, sadece elleri n i sall ıyor ve zava l l ı
Kral'a b a k ı p s u ratı n ı korku nç hallere sokuyordu .
" B u küçük h a n ı m seni H i l e seviyorm uş," d e d i Kral, U l a k' ı n
d ikkati n i kend i s i nden başka tarafa çekebilmek amacıyla o n u Al ice
i l e tanışt ı ra rak. . . ama b u n u n hiçbir faydası yoktu . . . Anglo-Sakson
d avra n ı ş l a r her geçen dakika daha b i r tu haf hal al ıyor, o kocaman
gözleri çıldı rmışça s ı n a sağa sola yuvarlanıyord u .

2 25
" Beni korkutuyorsu n ! " ded i Kra l . " Bayı l acak gibiyim . . . Bana bi­
raz hardal lapası ver!"

B u n u n üzeri ne U lak, Alice' i hayretler içinde b ı rakacak şekilde


boyn u na asılı heybes i n i açtı ve Kral' a b i razcık hardal lapası verd i ,
o da la payı a n ında yuttu.
" B i raz daha!" ded i Kra l .
" H a s ı rotu ndan başka bir şey kalmadı," dedi U l a k çantasına
göz gezd irerek.
"O zaman has ı rotu ," diye baygın bayg ı n m ı rı ldandı Kral.
Alice, hasırot u n u n Kra l ' ı epeyi ken d i n e geti rmes i nden çok
mutlu o l m u ştu. "Tam bayılacakken hasırotu yemek gibisi yok,"
ded i Al ice'e, bir yandan da hapı r h u p u r hası rotu götü rürken .
" Bence, üzeri n e biraz soğu k s u dökmek çok daha iyi olacak,"
diye b i r öneride b u l u nd u Alice; " ... Ya da birazc ı k amonyak ru h u . "
" Bundan daha iyisi yoktur, demed im," d iye karş ı l ı k verd i Kral.
" B u n u n gibisi yok d ed i m." Alice, buna karşı gel meye kal kışmadı.
"Yolda sen kimi geçt i n ?" diye devam etti Kra l , b i razcık daha
hasırotu vermesi için elini U l a k'a doğru uzatı rken.

226
" H iç kimseyi, " dedi U lak.
" Doğru," ded i Kral; "bu küçük h a n ı m d a onu görm üş. O hal­
de, tabii ki hiç kimse senden daha yavaş yürüyor."
" E l imden gele n i n en iyisi n i yapt ı m , " dedi U l a k küskün bir ses
ton uyla. " Ki m s e n i n benden daha hızlı koşamayacağı ndan hiç kuş­
kum yok."
" Daha h ızlı koşamaz," dedi Kral, "yoksa buraya senden önce
varırd ı . N eyse, şimdi solu klandığı n a göre, bize kentte neler o l u p
bittiği n i anlata b i l i rs i n . "
" Ku lağın ıza fıs ı ldayacağı m , " d e d i U lak, e l i n i boru şeklinde ağ­
zına koyu p, Kra l ' ı n kulağına yaklaşmak için öne doğru eğilerek.
Al ice buna çok üzü l m üştü, çü n kü kendi s i de haberi d uymak i sti­
yord u . Fakat U lak, fıs ı ldamak yeri ne, avazı çıktığınca bağı rıyord u ,
"Yine i ş baş ı ndalar!"
"Sen buna fısıldama m ı diyors u n ! " d iye bağı rd ı zaval l ı Kral zıp­
layıp s i lkinerek. " B i r daha böyle bir şey yaparsan, seni yağlatı rım .
Sars ıntıdan beyn i m i yeri nden oynatt ı n ! "
"Çok hafif b i r deprem olmalı," d iye d ü ş ü n d ü Al ice v e sonra
"Kimler yine iş başında?" d iye sormayı göze ald ı .
" Ki m olacak, Asl a n i l e Tekboynuz tabii k i , " dedi Kral.
"Taç için m i kavga ediyorlar?"
"Tabii ki," dedi Kral," işin tu haf yan ı da baştan sona taç asl ı n­
da hep ben i m ! " Hadi gidip on ları göreli m." Böylece koşarak gider­
lerken Alice, eski b i r şarkı n ı n sözleri n i ken d i kend i n e mırıldanıp
d u ruyordu :

"Aslan ile Tekboyn uz dövüşüyorlard ı taç u ğru na:


Asl a n Tekboynuz'u dövdü kasaban ı n b i r başından
öbür baş ı n a.
Kim i leri beyaz ekmek ki m i leri esmer ekmek verd i onlara;
Kimi leri de üzü m l ü kek, son unda kovu ld u l a r kasabada n
davu l larla.

227
" Kaza n a n ... tacı m ı . . . a l ı r? .. " diye sord u , Ali ce güçbela, ç ü n kü
bu uzun koş u o n u n efes n efese bırakm ıştı.
"Aman Tan rı m , hayır!" dedi Kra l . " Bu nasıl fi ki r böyle!"
" Lütfen ... bir iyi l i k edi n d e ... " dedi Al ice sol u k sol u ğa, biraz da­
ha koştu ktan sonra , "bir dakika d u ru n ... sadece biraz nefeslen­
mek için."
" İyilik edecek kadar iyiyim de," dedi Kra l , "o kadar güçlü deği­
l i m . Görüyors u n uz işte, zaman öyle hızla ilerl iyor ki. Band ı rye'yi
geçers i n de, onu geçemezsi n . "
Alice'in artı k kon u şacak nefesi kalmam ıştı, böylece sessizlik
içinde koşm aya devam ettiler, ta ki orta la rı nda Aslan ile Tekboy­
n uz' u n kavgaya tutuştuğu b üyük b i r kal abal ık karşı larına çıkı nca­
ya değin . Öyle bir toz d u m a n içindeyd i ki ortal ık, Al ice i l k başta
n eyin ne olduğu n u seçemed i , ama kısa s ü re içinde Tekboyn uz'u
boynuzundan tanıdı.
Gidip d iğer U la k Ha pkacı'n ı n yan ı nda d u rd u lar. H apkacı bir
elinde bir finca n çay, d i ğer elinde bir parça tereyağlı ekmek ile d u r­
m u ş dövüşü seyrediyord u .

228
" Daha yen i hapisten ç ı kt ı , hapse gird iğinde de daha çayı n ı bi­
tirmemişti," d iye fıs ı ldadı H a rt H avşan ı Alice'in kulağına; "ve ha­
piste ona sadece isti ridye kabuğu verm işler... İ şte bu yüzden gö­
rüyorsun ya aç susuz kal m ış. N a s ı l s ı n yavrucuğu m?" diye d evam
etti, kol u n u sevgiyle Hapkacı ' n ı n boy n u n a dolayarak.
Ha pkacı, etrafı n a bakı n ı p baş ı n ı salladı ve tereyağl ı ekmeği ne
devam etti.
" H a piste m utl u m uyd u n yavrucuğu m ? " dedi H a rt H avşan ı .
Hapkacı bir kez daha etrafı na bakındı v e bu sefer yanakların­
dan aşağı bir iki d a m l a gözyaşı süzüldü, a m a ağzından tek bir söz
çıkmadı.
" Konuşsana, yoksa kon uşam ıyor m u s u n ? " d iye bağı rd ı H a rt
H avşan ı sabırs ızca. N e var ki, Hapkacı hapır h u p u r yemeğe de­
vam etti ve biraz daha çay içti.
" Konuş d iyoru m sana?" d iye bağı rd ı Kra l . " Dövüş leri nasıl gi­
d iyor."
Hapkacı, kocaman bir parça tereyağlı ekm eği zar zor ağzına
bastı rı p yuttu. "Çok iyi gid iyor," d iye cevap verdi boğu l a boğula:
" H er i kisi de seksen yed i kez yere d üştüler."
"O halde kısa s ü re içinde beyaz ekmek ile esmer ekmeği geti­
recekler?" d iye sorm aya kal kıştı Al ice.
" Ş u an ekmekler onları bekl iyor," dedi H apkacı : " Ş u yed iğim
on lardan bir parça."
Tam o anda dövüşte bir d u raklama old u . Asl a n ile Tekboyn uz
nefes nefese yere otu rd u kl a rı sı rada, Kral "Yemek için on dakika
m ü sade!" d iye bağı rdı. H a rt H avşa n ı ve Hapkacı beyaz ekmek ile
esmer ekmek dol u yuvarla k tepsi leri taş ı m aya başlayarak a n ı nda
işe koyu l d u lar. Alice, tadı n a bakmak için bir parça aldı, fakat çok
kuruyd u .
" B ugün bir d a h a dövü şecekleri n i san m ıyoru m , " dedi Kra l ,
Ha pkacı'ya; "gidip davu l l a ra başlamaları n ı b uyu r." Hapkacı, çeki r­
ge gi bi a n ı n d a fı rlayı p gitti.

229
Al ice, öylece o n u izleyerek bir i ki dakika kal a ka l d ı . Sonra b i rden
yüzü ı ş ı l ı ş ı l oldu. " Bakı n , Bakı n ! " d iye bir yerleri işaret ederek ba­
ğırd ı . " Beyaz Kraliçe koşarak kırdan geliyor! Ş u radaki korudan
uçarak çı ktı ... Ş u Kra liçeler de ne kad a r h ızl ı koşabiliyor/ar böyle!"
" Kesi n l i kl e arkas ında d üşman lar var," dedi Kral dön ü p bir kez
bile bakmadan. " Ş u koru hep d ü ş m a n l a rla dolu . "
"Ama koş up o n a yard ı m etmeyecek m i s i n , " d iye sordu Alice,
o n u n böyle sakin kon uşmasına şaşı rarak.
" Faydası ol maz, faydası ol maz!" dedi Kra l . " Kral i çe, korkunç
h ızla koşar. B i r Band ı rye'yi yaka larsı n d a o n u yakalayamazs ı n !
A m a istersen , o n u n l a i l g i l i b i r şeyler yaza b i l i rim ... Kral içe sevi m l i
iyi b i r yaratıktır," d e d i u s u lca ken d i ken d i n e not defteri n i açtığı sı­
rada. "Yaratığı 'k' i l e m i yoksa 'ğ' i l e m i yazıyors u n ?"
Tam bu s ı rada, Tekboynuz el leri ceplerinde s a l ı n a salına ya n­
larına geldi. Kra l ' ı n yan ı ndan geçerken , ona şöyle bir bakıp, " B u
sefer o n a gün ü n ü gösterd i m , " dedi.
" B i razcık işte," diye karş ı l ı k verd i Kral epey gergince. " Boyn u­
zunu ona saplamaman gerekird i , b i l iyors u n hani ."
"Acıtmadı ki," ded i Tekboynuz u m u rsa mazca. Tam gid iyordu
ki, gözü Al ice'e takı ldı; a n ı nda geri döndü ve bir s ü re çok derin bir
tiksinti içinde ona baktı.
" Bu . . . Bu . . . Ne?" dedi sonunda.
" B u b i r çocu k!" diye atı l d ı H a rt H avşan ı o n u ta n ıştı rm a k üze­
re, Al ice' in ö n ü n e geldi ve ellerini Angla-Sakson u s u l üyle ona doğ­
ru uzata rak, "Onu daha bugün b u l d u k. i şte, kan l ı can l ı apaçık bu­
rada!" dedi.
" Ben b u n ları hep hayal ürünü canavarlar olarak d ü ş ü n müş-
tü m , " dedi Tekboynuz "Ca n l ı m ı ?"
" Ko n u şabiliyor," dedi H a rt Havşan ı ciddi b i r edayla.
Tekboyn uz rüyada gibi Alice'e bakıp, " Konuşsana, çocuk," dedi.
Al ice, sözlerine başladığı s ı rada, d udakları n ı n kıvrıl ı p gü l ü m se-
mesine engel olamad ı : " Bi l iyor m u s u n , ben de Tekboyn uzların

23 0
hep hayal ü rü n ü yaratıklar old uğunu d ü ş ü n ü rd ü m ! Daha önce h iç
Tekboyn uz görmed i m!"
" Pekala, a rtık ikimiz de b i rbiri m izi gördük, " ded i Tekboyn uz.
"Sen bana i n a n ı rsan, ben de sana i na n ı rı m . Anl aştık m ı ? "
"Öyle istiyorsan, tamam," ded i Al ice.
" Had i , gid i p de üzü m l ü keki getir, i htiyar!" diye deva m etti
Tekboyn uz, Kral'a dönerek, " Esmer ekmeğinden istemez!"
"Tabii ki ... Tab i i ki," d iye homu rdandı Kral ve H a rt H avşa n ı' n a
dönüp işaret ederek, " H eybeyi a ç ! " d iye fı s ı ldadı. "Ça b u k! O n u de­
ğil. .. O hardal lapasıyla dolu!"
H a rt H avşan ı , heybeden kocaman bir kek çıkard ı , ard ı ndan da
tabak ve bıçağı çı karı rken, keki tutması için Alice'e uzattı. Bütü n
b u n ların heybeden nasıl ç ı ktığı n ı Al ice b i r türlü kesti rem iyord u .
Bu görd ü kleri n i n b i rer s i h i rbaz l ı k n umarası olduğu n u d üş ü n d ü .
Bütün bunlar olagel i rken , As lan da onlara katıldı, çok yorgun ve
uykulu görü n üyord u , gözleri de yarı kapalıyd ı . " B u ne!" ded i mis­
kin m iskin Al ice'e dön üp gözü n ü kı rparak, tıpkı büyük bir çan ı n
ağı r ağı r çal ı ş ı gibi derinden yan kı l ı b i r ses ton uyla kon uşuyordu .
" H ey, b i l baka l ı m bu n e ? " d iye atı l d ı Tekboyn uz. "Asl a tah m i n
edemezsi n ! Ben edemed i m . "
Aslan bitkin bitkin Alice'e baktı. "Sen bir hayvan mısın ... yoksa
sebze mi. .. yoksa bir maden m i ? .. " dedi, her bir sözcü kte esneyerek.
"O haya l i bir yaratık!" diye haykı rd ı Tekboyn uz, Alice cevapla­
madan önce.
"O halde üzü m l ü keki dağıt, Yaratık," dedi Aslan, yere uza n ı p
çenes i n i pençelerin i n üzerine koyarak. "Siz ikiniz de (Kral'a ve
Tekboyn uz'a dönerek) oturun: b i l iyors u n uz kekte h i le yok!"
Kra l , bu iki kocaman yaratı ğı n arasında otu rmak zoru nda kal­
m a ktan açıkça pek rahatsızd ı ; fakat onun için başka b i r yer yoktu .
"Şimdi, taç için dövüşmeliyd i k ki!" ded i Tekboyn uz, s i n s i sinsi
taca baka ra k, bu laf üzeri ne zava l l ı Kral öyle b i r titredi ki, neredey­
se taç baş ından d üşecekti.
"Çok kolay kaza n ı rd ı m ," d ed i Aslan.
" Bu ndan çok da emin deği l i m, " dedi Tekboynuz.
" N e olacak yan i , sen i kasa ba n ı n b i r başından öbür başı n a döv­
d ü m , seni ödlek!" d iye cevap verd i Aslan kıza ra k, kon u ştuğu s ı ra­
da ya rı da ayağa kal km ıştı.
İ şte tam b u anda, K ral tartışmayı kesmek içi n a raya gi rdi . Çok
gergi ndi, sesi de titriyord u, " Kasaba n ı n bir baş ı ndan ö b ü r baş ı na
m ı ?" dedi . " B u epey b i r yol. E s ki köprüden ya da pazaryerinden de
geçtiniz mi? Eski köprü n ü n manzarasına da d iyecek yok h a n i . "
" Doğrusu h iç b i l m iyoru m , " d iye hom u rdandı A s l a n yen iden
yere yatarken. "Ortal ı k öyle b i r toz d u man içindeydi ki, hiçbir şey
görü n m üyordu . Yarat ı k' ı n keki kesmesi amma uzu n s ü rd ü !"
Al ice, dizlerinde kocaman tabak, küçük b i r dere n i n kenarına
oturmuş, elindeki bıçakla büyük b i r azimle keki kesi p d u ruyordu .
"Çok s i n i r bozucu!" ded i Alice, Aslan'a cevap olarak ("Yaratı k" d i ­
ye çağrıl m aya iyiden iyiye a l ı şm ıştı) . " Bi rkaç d i l i m i çoktan kest i m ,
ama h e p yen iden b i rleşiyorlar!"
"Ayna kekleriyle nasıl baş edi l i r, b i l m iyors u n , " ded i Tekboyn uz.
"Önce dağıt, sonra kes."
B u Al ice'e çok saçma gel m işti, ne ki söylenene boyu n eğip aya-
ğa ka l ktı ve tabağı o rtal ı kta dolaşt ı rd ı , o zaman kek, Al ice'i n önce­
den yaptığı gibi kendi kend ine üç pa rçaya böl ü nd ü . " Ş i m d i kes, "
dedi Aslan, Alice boş tabakla yerin e dönerken,
"Bu ad il değil , d iyoru m ! "
d iye bağı rd ı , Al ice n a s ı l baş­
layacağı n ı b i l meden e l i nde
bıçak yeri ne otu rduğu s ı ra­
da. "Ya ratı k, Asl a n ' a ben im­
ki n i n iki katı n ı verd i ! "
" Kendine d e nedense hiç
kek bırakmad ı , " dedi Aslan.
"Üzü m l ü kek sever m i s i n ,
Yaratık?"
N e var ki, Al ice daha ce­
vap vermeden davu l l a r çal­
maya başlad ı .
Alice, bu gürü ltü n ü n ne­
reden geldiğini an layamadı:
Sanki her tarafı bu gürü ltü
kaplam ı ştı, ta ki kend i n i sa­
ğır olmuş h i ssedinceye değin, ses kafası nda çı n l ayıp d u rd u . Ayağa
kal ktı ve korku içinde atlayı p çayı geçti;

* * *

daha tam diz çöküp bu korkunç gürü ltüyü d uymamak için nafile
bir çabayla kulakları n ı kapatmıştı ki, As lan i l e Tekboyn uz' u n aya­
ğa kal kıp şöle n i n tam da ortasında böyle rahatsız ed i l mekten do­
layı öfkeyle etrafl a rı n a bakt ı kları n ı görd ü .
" Eğer bu davu l l a r da on ları kasabadan kovamazsa," d iye dü­
ş ü n d ü kend i kend i ne " h içbi r şey kovamaz artık!"

233
SEKİZİ NCİ BÖLÜ M
"O Benim Buluşum"

Derken gürü ltü gitgide yok oldu, ta ki her tarafı bir ö l ü m sessizli­
ği alıp da, Al ice korku içinde kafa s ı n ı kaldırıncaya değ i n . Ortada
kimse görü n m üyord u ; i l k önce Aslan, Tekboynuz ve ş u tuhaf Ang­
lo-Sakson U la klarla ilgili bir d ü ş görd ü ğü n ü d ü ş ü n d ü . N e ki,
üzü m l ü keki üzeri nde kesmeye çal ı ştığı o koca man ta bak hala
ayakları n ı n d i bi ndeydi . " Demek ki, düş görm üyord u m , " dedi ken­
di kendine "tabii ki. .. tabii ki hepimiz ayn ı d ü ş ü n bir parçası olma­
dığımız s ü rece. Sadece umarım ki bu benim d ü ş ü md ü r, Kızıl
Kra l ' ı n deği l ! Bir başka s ı n ı n d ü şü ne ait olmak h iç hoşuma git­
mez," d iye devam etti sızlanan b i r ses ton uyla: " G i d i p o n u uyan­
d ı rayım da, ne olmuş bir göreyi m ! "
Tam o anda, " H ey! H ey! Şah!" bağrışıyla düşü nceleri bölündü;
kızıl zırh giyinmiş Şövalye, elindeki kocaman gürzünü savura savu­
ra Al ice'e doğru dörtnala geliyordu. Yan ı na vard ı ğı anda atı birden­
bire d u ru nca tepetaklak düşerken " Benim tutsağımsın!" diye bağı r­
dı.
Alice, ürkmüştü ü rkmesine de, o a n ki korkusu kendisinden çok,
Şövalye içindi, yen iden ata bindiği s ı rada onu kaygıyla izledi . Eyeri­
ne doğru d ü rüst otu ru r oturmaz, daha "Sen benim . . . " demeye kal­
mamıştı ki, başka bir ses araya girip " Hey! H ey! Şah !" dedi; Al ice

234
şaşkı n l ı k içinde yeni düşmanını görmek içi n dönüp etrafına bakı ndı.
B u sefer gelen Beyaz Şövalye idi. Alice' i n yan ı n a yaklaşıp d u r­
d u ve tıpkı Kızıl Şöva lye gibi o da atı ndan tepetaklak yere d üştü ;
sonra yen iden atı n a b i n d i , i ki Şövalye hiç kon uş m adan otu rup b i r­
birlerine baktılar. Al ice, şaşkı n l ı k içinde b i r biri ne, b i r ötekine ba­
kıyord u .
" B i l i rsin y a , o benim tutsağım!" ded i K ı z ı l Şövalye son u nda.
" Evet, ama son ra gel i p onu kurtard ı m!" d iye yan ıt verd i Beyaz
Şövalye.
" Peki, o n u n için dövü şmeliyiz," dedi Kızıl Şövalye, m i ğferi n i
(eyerinde ası l ı d u ruyord u v e a t kafası şeklinde b i r şeydi) a l ı p başı­
na taktığı s ı rada.
"Savaş Kurallarına uyacaks ı n , tab i i ki," dedi Beyaz Şövalye,
kendi m iğferi n i takarke n .
" Ben h e p uyarı m , " ded i Kızıl Şövalye v e gürü ltü pat ı rtı içi nde
öyle bir öfkeyle bi rbirlerine vurmaya başlad ı l a r ki, Al ice da rbelere
hedef olmamak için b i r ağacı n arkasına sakla n d ı .
" Ş i m d i , acaba Savaş Kura l ları nelerd i r?" d e d i Al ice ken d i ken­
d i ne, bir yandan da saklandığı yerden korka korka dövüşe bakma­
ya çal ışarak: " Öyle gözü küyor ki b i ri nci Kura l ; eğer bir şövalye di­
ğerine vuru rsa, onu atta n d üş ü rü r, yok eğer ı s kalarsa, kendisi te­
peta klak aşağı d üşer. . . Öyle gözü küyor ki b i r d iğer K u ral da; san­
ki gölge oyu n u ndaki kuklalar gi bi gürzleri ni kol l a rı n ın altında tut­
maları. Yere d ü ştüklerinde nasıl bir gürültü çıkarıyorlar böyle. Tıp­
kı oca k dem i rleri n i n şöm i ne ö n ü ndeki parmaklığa d üş mesi gibi!
Atlar da ne kadar sessiz! Sanki sadece b i rer masaymışlar gibi, na­
sıl da b i n i l i p i n i l melerine m ü saade ed iyorlar öyle!"
Öyle görü n üyord u ki, Alice' in fark etmed iği b i r başka Savaş Ku­
ra l ı da Şövalyeleri n hep tepe ü stü d ü şmeleriyd i, dövüş ikisinin de
yan ya na bu şeki lde d üşmesiyle sona erd i ; yen iden ayağa kal kt ı k­
larında, el sıkıştılar ve Kızıl Şövalye atı n a b i n i p dörtnala orada n
uzaklaştı.

23 5
"Çok şerefl i b i r zaferd i , deği l m i ?" dedi Beyaz Şövalye, n efes
nefese Alice' in yan ı na geldiğinde.
" B i l m iyoru m," d ed i Alice kuşkuyla. " Kimsenin tutsağı olmak
i stemiyoru m . Kraliçe olmak istiyorum!
"Bir sonraki çayı geçtiğinde. olacaks ı n , " ded i Beyaz Şövalye.
" Koru n u n biti mine kadar seni koruyacağım . . . sonra bil iyorsu n ge­
ri dön mek zoru ndayı m . Bu ben i m h a m l e m i n sonu."
"Teşekkü r ed eri m," dedi Alice, " mi ğferini çıkarmana yard ı m
edebil i r m iyi m ?" Bu i ş i ken d i baş ı n a yapamayacağı açıktı; neyse ki
Alice son unda onu m iğferden kurtarmayı başard ı .
" Ş i m d i d a h a kolay nefes a l ı n ıyor," ded i Şövalye, sonra da i k i
el iyle kabarık saçları n ı a rkaya iterek sevecen yüzü ve yumuşak
bakışl ı koca man gözleriyle dön ü p Alice'e baktı . Böyle tuhaf görü­
n üş l ü bir askeri ö m rü nde hiç görmed iğin i düşü ndü Alice.
Üzeri ne iyi otu rm ayan teneke b i r z ı rh giym işti ve omuzlarına
baş aşağı a s ı l ı ve kapağı açı l m ı ş biraz gari p b i r kutus u vard ı . Ali­
ce, büyük bir merak içinde kutuya baktı.
"Görüyorum ki küçük kutu m u çok beğendi n , " dedi Şövalye
dostça. " B u ben i m kendi b u l u ş u m ... kıyafetleri m i ve sandviçleri m i
koymak i ç i n . G örüyors u n b a ş aşağı tutuyoru m , böylece yağmur
içeri girm iyor."
"Ama içi ndeki eşyalar dışarı döküleb i l i r, " ded i Alice kibarca,
" Kapağın açık olduğu n u bil iyor m u s u n uz?"
" B i l m iyord u m , " dedi Şövalye, yüzünden b i r s ı kı ntı gölgesi ge­
çerek. "O zaman her şey d ü ş m ü ş o l m a l ı ! Kutu n u n da onlar olma­
dan h içbir anlamı yok ki." Kon uştuğu s ı rada b i r yandan da kutuyu
çözd ü ve onu a l ı p tam çal ı l ı klara atmak üzereydi ki, an iden a k l ı n a
bir şey geldi v e kutuyu a l ı p d i kkatlice b i r ağaca a s t ı . " Neden böy­
le yaptığ ı m ı tah m i n edebi l i r m i s i n ?" dedi Al ice'e.
Alice, hayı r a n l a m ı nda baş ı n ı salladı.
" Belki arılar içine yuva yapar diyorum ... o zaman da bal alı­
rı m . "
"Ama eyerin ize a s ı l ı a r ı kovan ı ... y a da onu benzer b i r şey. . .
var," ded i Alice.
" Evet, bu çok iyi bir kovan , " ded i Şövalye hoşn utsu z b i r ses to­
n uyla, "en iyisi nden. Ama daha tek b i r arı bile yan ı na yaklaşmad ı .
Diğeri de bir fa re kapa n ı . G a l i ba fareler arıları uzaklaştırıyor ... ya
da arılar fa releri, b i l m iyoru m işte hangisi hangi s i n i ise."
" N için fare kapa n ı , çok merak ediyoru m , " dedi Al ice. "At s ı rtın­
da fa re olması pek olası deği l gibi."
" Pek olmaya b i l i r," dedi Şöva lye, "ama o l u r ya, gelirlerse, etra­
fımda koşuşturmaları n ı pek istemem."
"Görüyorsu n ya," diye devam etti b i r d u ra ksamadan sonra, her
şeye hazırl ıklı olmak iyi b i r şey. Bu yüzden i şte atı n da ayaklarında
halhal var."
"Ama onlar ne için?" diye sord u Al ice pek şaşırarak.
" Köpekba l ığı ı s ı rı klarından koru n m a k içi n , " d iye yan ıtladı Şö-

237
valye. " B u beni m kendi b u l u ş u m . Şimdi bana yard ı m et. Koru n u n
bitimine kadar sen i n le geleceğim . . . Bu ta bak ne içi n ?"
"Üzü m l ü kek içi n d i, " ded i Al ice.
" B u n u da beraberimizde göt ü rsek iyi o l u r, " dedi Şövalye.
"Ol u r ya üzü m l ü kek b u l u rsak, i ş i mize yarar. Şu torbaya koyma­
ma yard ı m et."
Alice, torbayı d i kkatl ice açarak tutsa da, bu işi başarmak epey
za man a l m ı ştı, çünkü Şövalye tabağı koymada öyle beceriksizdi
ki; ilk iki ya da üç denemesinde tabak yerine torbaya kend isi dü ş­
tü. "Gördüğün gibi epey zor b i r iş," dedi tabağı en n i hayet torba­
ya soktu klarında; "torbada çok sayıda şamdan var." Son ra da tor­
bayı a l ı p eyere astı, eyer zaten havuç demetleri, ocak demirleri ve
daha bi rçok başka şeyle yüklen mişti.
" U marım saçları n ı iyi bağla m ı ş s ı nd ı r, " d iye devam etti Şöval­
ye, yola çı ktıkları s ı rada.
" Her zaman ki gibi," ded i Al ice gül ü mseyerek.
" B u yeterli say ı lmaz," dedi Şövalye endişe l i endişeli. "Görüyor­
s u n ki rüzgar burada zeh i r zemberek. Çorba gibi."
"Saçın uçuşması n ı engel leyen b i r şey b u l d u n uz m u ?" d iye sor­
du Al ice.
" H en üz deği l," dedi Şöva lye, "ama dökülmesini engelleyen b i r
plan ı m var."
" D i n lemeyi çok isterd i m."
"Önce d i m d i k bir çubuk a l ı rs ı n , " ded i Şövalye. "Sonra, saçları­
n ı sarm a ş ı k gibi çubuğa sarars ı n . Saçın dökü l mes i n i n esas nede­
n i aşağıya doğru sarkmas ı d ı r. . . yukarıya doğru olan şeyler dökül­
mezler ya hani. Bu ben i m b u l u ş u m . İ stersen deneyebi l i rs i n ."
Al ice'e pek yeterl i bir b u l u ş gibi gel med i , bu düşü nce karş ı s ı n­
da şaşırıp kalarak ve a ra a ra da iyi b i r bin ici olmad ığı kes in olan
zava l l ı Şövalye'ye yard ı m etmek içi n d u rarak sessizli k içi nde bi r­
kaç dakika yürü d ü .
At ne zaman d u rsa (bu n u çok s ı k yapıyord u ) , Şövalye öne doğ-
ru d üş üyord u; atı n her hareketi nde de (ve at b u n u da gen e l l i kle
çok an iden yapıyord u) a rkaya doğru d üş üyord u . Yoksa geri kalan
za manlarda ara a ra yanlara doğru düşme a l ı ş ka n l ığı d ı ş ı nda fena
gitm iyord u ve gene l l i kl e de Alice'i n yürüdüğü tarafa doğru d ü ştü­
ğünden, az sonra Al ice en iyi fi krin ata bu kadar yak ı n yürümeme­
k old u ğu n u keşfetti .
" Kusura bakmayın ama b i n ici l i kte fazla deneyi m l i deği l s i n iz,"
demeye kal kıştı Alice, Şövalye' n i n beşi nci kez yuvarl a n ı ş ı nda ona
yard ı m ettiği s ı rada.
Şövalye buna çok şaş ı rm ıştı , b i razcık da kırı l m ıştı. " N eden
böyle söyl üyors u n ?" diye sord u , güçbela tekrar eyere t ı rma n ı rken ,
b u arada d i ğer tarafa d üşmemek için b i r eliyle Alice ' i n saçl a r ı n ı
s ı m s ı kı tutuyord u .
" Ç ü n k ü i n s a n l a r deneyi m l i olduklarında, bu kadar s ı k d ü ş mez­
ler."

239
"Çok deneyi m i m var," dedi Şövalye büyük b i r cidd iyetle:
" Çok!"
Alice'i n aklı na, "Öyle m i ?" demekten başka bir şey gel med i , ne
var ki bunu olabild iğince iyi n iyetle söylem işti. Bundan sonra kısa
b i r s ü re sessizl i k içinde yol larına deva m ettiler; Şövalye gözleri ka­
palı kendi ken d i n e söylen i p d u ruyord u ; Al ice de b i r daha ne za­
man d üşecek diye endişeyle ona bakıyord u .
"Yüce binicilik sanatı," d iye a n iden yü ksek sesl e kon uşmaya
başladı Şövalye, kon u ş u rken sağ kol u n u da sall ıyord u , "denge­
yi. .. " İ şte tam b u rada cü mlesi başladığı gibi an iden bitti , çünkü
Şövalye tam Alice'in yürüd ü ğü yere kafa ü stü külçe gibi d ü ştü. Ali­
ce bu sefer çok korkm uştu, onu yerden ka ldı rırken, endişe l i bir
ses ton uyla, " U marı m kem ikleri n iz k ı rı l m a m ı ştır," ded i .
" Sözü n ü etmeye bile değmez," d e d i Şövalye, san ki b i r iki ke­
m iğ i n i n kırı lması pek u m u runda deği l m i ş gi bi. "Yüce b i n ici l i k sa­
natı, daha önce de söyled iğim gibi ... dengeyi sağlamak üzerine
kuru l ud u r. B u n u n gi bi, b i l iyors u n ki. . . "
N e demek isted iği n i göstermek için d izgi n leri elinden bı raktı
ve kol ları n ı iki yana açtı, bu sefer de tam atın ayakları n ı n a ltında
yere kapaklan d ı .
"Çok deneyi m ! " d iye s ü rekli tekrarlayı p d u ruyord u , Al ice'in
onu ayağa kald ı rd ığı s ı rada. "Çok deneyim!"
" B u çok saçma!" d iye bağı rd ı Al ice, sonunda sabrı tükenerek.
"Sizin ancak tekerlekli tahta b i r atı n ız o l m a l ı , bu şart!"
" B u tü rleri sarsmadan m ı gider!" diye sord u Şövalye b üyük bir
i l giyle, yen iden tam d üşmek üzereyken kol ları n ı atı n boyn u n a do­
l a m ı ştı.
"Ca n l ı b i r attan çok daha az sarsar," dedi Al ice, olabild iğince
engel olmaya çal ışsa da küçük bir kahkaha atarak.
" Bir tane alayı m , " dedi Şövalye d ü şü n celi b i r şeki lde kend i ken­
di ne. " B i r ya da i ki. .. B irkaç."
Bundan sonra kısa bir sessizl i k oldu; ard ı ndan Şövalye sözleri-
ne devam etti. "Ye n i şeyler keşfetmede ü stü me yoktur. Ş i md i , sa­
n ı rı m beni en son ayağa kald ı rd ığında, yüzü mdeki d ü ş ü ncel i ifa­
deyi fark etm i ş s i n d i r. "
" Birazcık ciddiyd i n iz," ded i Alice.
"Şey, tam o anda bir bahçe kapısı üzerinden nas ı l atla n ı lacağı­
na i l iş ki n yen i bir yöntem icat etmekteydi m . . . Duymak ister misin?"
"Çok isterim , " dedi Al ice ki barca.
"Bu fi krin aklıma nas ı l geldiği n i söyleyeyim sana," dedi Şövalye.
" Dedim ki kendi kendime, 'Tek soru n ayaklarla; kafa zaten yeterince
yüksek.' Bu yüzden kapının ü stüne önce başı m ı koyarı m . . . o zaman
kafa yeterince yüksekte olur ... sonra am uda kalkarım . O zaman ..

ayaklar da yeterince yü ksekte olur ... Sonra atlarım, anladın m ı ?"


" Evet, san ı rı m böyle yaptığı n ızda atlarsı nız," dedi Al ice d ü ş ü n­
cel i bir şekilde; "fakat b u n u n çok zor olduğu n u d ü ş ü n m üyor mu­
s u n uz?"
" H en üz denemed i m , " dedi Şövalye ciddi bir şekilde. "O yüz­
den kesi n b i r şey söyleyemem ... ama b i raz zor olacağından endi­
şeliyim."
Şövalye'n i n can ı buna o kadar s ı kı l m ı ştı ki , Al ice hemen kon u ­
y u değiştird i . " N e garip bir m i ğferi n iz var!" ded i neşeyle. " B u d a
m ı s i z i n b u l u ş u n uz?"
Şövalye, eyere asılı miğferine guru rla baka rak, " Evet!" dedi,
"ama bundan daha iyi s i n i de yaptım ... Tıpkı b i r kel l e şekerine ben­
ziyor. Ne zaman onu kullansam, atta n d ü ştüğü mde, doğrudan
yere değen hep o ol uyord u . An layacağı n , böylece yere düşme
mesafem çok kısal ıyord u ... Ama, tab i i ki içine düşme teh l i kesi de
vardı. Bu bir keresinde başıma gel m i şti ... Daha da kötüsü, ben da­
ha içinden çıkamadan diğer Beyaz Şöva lye gel i p, a l ı p baş ı n a tak­
tı. Kendi m iğferi s a n m ı ş . "
Şövalye bun ları anlatı rken öyle va kur d u ruyordu ki, Al ice gül­
meye cesa ret edemed i . " Korkarım ki onu i ncitm işsin izd ir, " ded i
Al ice titrek b i r ses ton uyla, " kafas ı n ı n ü stündeyd i niz ya. "
"Tekme atmak zorunda kaldım, tabii ki," dedi Şövalye ciddi bir
ses ton uyla. "Bunun üzerine o da m iğferi çıkard ı hemen ... Ama dı­
şarı çıkmam saatler a ldı. Çok sıkışm ıştım . . . okul çocukları gibi hani."
" Fa kat bu farklı b i r s ı kı şma, "diye itiraz etti Al ice.
Şövalye başı n ı salladı. " Her bakımdan sıkışmıştı m, inan bana!"
dedi . B u n u söylediği s ı rada heyecan içinde ellerini yukarı kaldırd ı
v e ansızın eyerden yuvarla n ı p derin bir hendeğe balı klama d ü ştü.
Al ice hendeğin kenarına koş u p onu arad ı . Sövalye bir s ü redi r
gayet iyi gittiğinden, bu d ü ş m e Al ice ' i çok şaş ı rtmıştı, bu sefer şö­
valyenin gerçekten kend i s i n i i ncitmesi nden korkm uştu. N eyse ki,
ayak taban ları d ı ş ında başka bir yeri n i görmese de, her zam a n ki
ses tonuyla kon uştuğu n u d uyu nca rahatlad ı . " Her bakımdan sı­
kışm ıştı m , " d iye tekrarlad ı ; "fakat o n u n b i r başkas ı n ı n m iğferini
takması . . . hem de içi ndeki adam la ... tam b i r d ikkatsizl i kti."
" Baş aşağıyayken nasıl böyle rahat konuşabiliyorsunuz?" d iye
sord u Alice, bu s ı rada ayaklarından onu çekip, kenardaki yığı n ı n
üzeri ne uzattı.
Şövalye bu soru karşısında çok şaş ı rm ı ştı. " Beden i m i n nerede
olduğu n u n ne önemi var ki ?" dedi . " Benim kafam yine ayn ı şeki l-

242
de çal ı ş ıyor. İ ş i n doğrus u , ne kadar başaşağıyaysam, o kada r çok
yen i şeyler keşfedebi l iyoru m . "
" Ş i m d i , ş u ana kada r yaptığım en zekice şey," d iye devam etti
kısa bir d u raksamadan son ra, "sofrada ana yemekler yendiği s ı ra­
da, yen i bir tat l ı icat etmekti."
"Yan i onu bir sonraki servise yetiştirmek m i ?" ded i Al ice.
" O l u r şey deği l , çok h ı z l ı b i r işmiş doğru s u . "
"Eh, bir sonraki servis i ç i n değil , " dedi Şövalye yavaşça düşünce­
li bir ses ton uyla, "yok, yok kesinl ikle bir 'sonraki servis' içi n deği l."
"O zaman bir sonraki gün içi n olmal ı. Sanırım b i r akşam ye­
meğinde i ki tatl ı servisi a l ı n maz, deği l m i ?"
" Eh, bir sonraki gün içi n deği l , " d iye tekra rladı Şövalye daha ön­
ceki gibi. "Bir sonraki gün için deği l . Asl ı nda," diye devam etti ba­
ş ı n ı önce eğip, ses i n i gitti kçe kısarak, "o tatlı n ı n daha önce hiç ya­
pılmış olduğu n u bile s a n m ıyoru m! Aslında, yapılabileceğini de
sanm ıyoru m ! Yine de, akla gelecek en zekice tatl ıyd ı . "
" N elerden ya pılması n ı tasarlad ı n ız?" d iye sord u Al ice, Şöva l­
ye' n i n mora l i old u kça boz u k gözü ktüğünden, o n u neşelendi rmek
ü mi d iyle.
"Önce kurutma kağıd ı n ı a l ıyors u n , " diye karş ı l ı k verd i Şövalye
i n i ltiyle.
" Ku s u ra bakmay ı n ama bu güzel olmaz ... "
"Tek başı n a olmaz," d iye araya gird i hemen: "fakat başka şey­
lerle karıştırıldığında, nasıl değiş iyor bir bilsen ... örneğin barutla,
bal m u m uyla. B u rada senden ayrı l m a m gerekiyor."
Al ice, şaşırı p öylece kalaka l m ıştı; aklında sadece tatl ı vard ı.
"Çok üzgü n s ü n , " dedi Şövalye kaygı l ı bir ses ton uyla. "Seni ra­
hatlatacak b i r şarkı söyleyeyim sana."
"Çok uzun m u ?" d iye sordu Al ice, çü n kü o gün epeyce şiir d i n­
lem işti.
"Uzun," ded i Şöva lye, "ama çok çok güzel. Şark ı m ı d i n leyen
herkesi n . . . ya gözü nden yaşlar aktı, ya da ... "

2 43
"Ya d a ne?" dedi Al ice, Şövalye b i rden susmuştu.
"Ya da akmad ı , işte. Şarkı n ı n adı 'Mezgit'in Gözleri' d iye b i l i n i r."
"A, bu şarkı n ı n ad ı , öyle m i ? " dedi Alice, i lgilendiği n i göster-
meye çalı şarak.
" H ayır, sen anlamad ı n , " dedi Şövalye, birazcı k s i n i rlenerek.
"Ad ı böyle bilinir. Asıl ad ı , ' Yaşlı Başlı Adam '."
"O h alde, ' bu şarkı böyle mi b i l i n i r?' demeliyd i m , " d iye d üzelt­
ti ken d i n i Al ice.
" H ayır, öyle dememel iyd i n ; bu başka bir şey. Şarkıya, ' Yollar ve
Yolak/ar' den ir: ama bu sadece denilen şey, h a n i ! "
" Eh , şarkı ne o zaman ?" ded i Al ice a l ıklaşmış bir halde.
"Ona gel iyoru m işte, " dedi Şöva lye. "Şarkı n ı n asıl adı 'Otur­
muştu Bahçe Kapısının Üstüne ', melod i s i n i de ben yaptı m . "
Böyle söyl eyerek, atı n ı d u rd u rd u , d izgi n leri b ı raktı; sonra d a
tek el iyle tem po tutarak, yüzündeki o k i b a r ve budala ifade içinde
bel i ren hafif gülü msemesiyle başladı şarkıyı söylemeye.
Al ice ' i n , Ayna' n ı n içine ya ptığı yolcu l u kta görd üğü bütün o tu­
haf şeyler içerisi nde, akl ında en net kalan şey buyd u . Yıllar sonra
bile, sanki bütün b u n l a r daha d ü n o l m u ş gibi her şeyi a n ı msaya­
bil iyord u . . . Şövalye' n i n o sevecen mavi gözleri ve kibar gü l ü ş ü . . .
bata n güneşin gözleri kamaştıra n b i r ı ş ı k aleviyle zırh ı ndaki parıl ­
dayı şı v e saçlarındaki ı ş ı ltısı ... boyn undan aşağı sarkan dizgi n le­
riyle, ayakları n ı n d i bindeki çimen leri yerken yavaşça oraya bu raya
k ı m ı ldayı p d u ran atı. .. arkadaki orm a n ı n kara gölgeleri ... b i r el iyle
gözleri n i gölgeleyip bütün bun ları bir resi m gibi belleğine kazıd ı ;
b i r ağaca daya n ı p bu tuhaf i k i l iyi seyrederek, yarı uyku l u bir halde
şarkı n ı n h ü zü n l ü m üziği n i d i n l emeye koyul d u .
" Fakat bu melodi o n u n deği l k i , " ded i Al ice ken d i kendine,
'" Hepsini verdim sana, daha isteme benden 'in melodisi bu." D u ru p
şarkıyı çok d ikkatl ice d i n ledi, ama gözü nden b i r damla bile yaş
gel medi .

2 44
"An latacağı m her şeyi olabildiğince
An l atacak fazla b i r şey olmasa da
Bir adam görd ü m yaş l ı başlıca
Otu rmuştu bahçe kapısı n ı n üstüne
' K i m s i n sen?' ded i m yaş l ı adama
' N eyle geçin i rs i n hele b i r söyle,'
Damla damla aktı cevabı beynime
Elekten akan s u lar m is a l i .

Dedi ki, ' Kelebekler ararım


Uyurlarken buğdayları n aras ı nda:
Etli turtayı onlardan yaparı m ,
Satarı m turtaları sokaklarda,
Satarı m onları insanlara,
Fırtı n a l ı denizlere yel ken açanlara.
İ şte böyle çıkarırım ekmeği m i . . .
Üç kuruştan fazla etmez kazancım h a n i . '

Am a evi rip çeviriyord u m kafamda ş u p l a n ı


N a s ı l boyarım yeşi l e i n s a n ların bıyı kları n ı
N a s ı l açarım kocaman b i r yel pazeyi
G örülmesin d iye bıyıklar hani;
O l madığı ndan verecek bir cevab ı m
Yaş l ı adam ı n dedi kleri ne
' H ad i söyle nasıl geçin i rs i n ? ' diye bağırd ı m
Ve gü m güm vurd u m kafas ı n a kafasına

O yu m uşacık kon uşmasıyla başladı masala:


Dedi ki, ' Dolaş ı r d u ru ru m ,
N e zaman b i r dere görsem mesela,
Onu hemen tutuşturu ru m ;
Dereden b i r madde yaparl ar

245
Rowland saç yağı derler a d ı n a ...
H epsi hepsi iki b uçuk pen i veri rler
Çektiğim onca zah metin karş ı l ığına.'

Dedi m şu işe bir çare bu layı m da


Besleyeyi m biri l eri n i s u l u h a m u rl a .
işte böylece h e r geçen günde
Şişmanla s ı n la r az biraz daha.
Bir o yana sallad ı m onu bir bu yana,
Yüzü mosmor kesi l i n ceye değin .
Bağırd ı m alabild iğine, 'Söyle bana
Neyle geçin i rsin, nedir işin?'

Ded i ki, ' M ezgit gözü avlarım


Pırıl p ı rı l s ü p ü rge otları a rasında,
Yelek düğmeleri yaparı m
Onlarda n da o ıssız gecede.
Alt ı n karşı l ığı satmam b u n ları
Ne de veri rim g ü m ü ş s i kkeye,
Satarım yedi pen i l i k bakıra,
O da dokuz d ü ğmeye.
Ararım tereyağlı d ü rü m ,
Kazı yaparak ş u yerlerde;
K i m i yengeçlere ökse kurarım.
Ki mi de çimen l i tepeciklerde
Fayton tekerleri a rarı m .
İ şte böyle (burada göz kırpıyor)
'Sağlarım geçi m i m i . . .
P e k bir mutl u kaldırıyorum
Sağlığın ıza kadeh i m i . '

Duymuştum ne ded i ğ i n i d a h a yen i


Zira tamamlam ıştım tasarımı;
Koruyayı m d iye pastan M e n a i Köprü s ü ' n ü
N e ders i n iz o n u şarapta kaynatayım m ı ?
Çok teşekkü r ettim söylediği i ç i n bana
N a s ı l sağlad ı ğ ı n ı geçi m i n i ,
H ele b i r d e sağl ığıma
Kal d ı rd ığı içi n kadeh i n i .

V e ş i m d i ne za man koysam
Parmağı m ı zamkın içine
Ya da sağ ayağı m ı çılgı nca soksam
Sol ayakka b ı m ı n içine
Ya da ayak parmağı m ı n ü stüne
Ağırca bir şey d ü ş ü rsem
Ağlarım, a n ı msarım b u n l a rla
Eskilerden tanıd ığım o yaşl ıca adamı ...
Bakışları yu m u şak, kon uşması yavaşça
Saçla rı kardan beyaz

247
Yüzü derseniz benzer kargaya
Gözleri kor ateş gibi parlak
Acı çekmekten çatlak
Sallanıp d urur öne arkaya
Ağzın ı n içinde b i r şeyler geveler d u ru r
Sanki içi h a m u rla dolu
Bufalo gibi b u rn u ndan sol u r ...
Yıllar yı l lar evve l i n i n o yaz akşa m ı
Otu rmuştu bahçe kapıs ı n ı n üstü ne."

Şöva lye, baladın son böl ü m ü n ü okuduğu s ı rada, d izgi n leri


topladı ve atı n ı n baş ı n ı daha önceden geldiği yöne doğru yönelt­
ti. "Sadece bi rkaç metrelik yol u n ka ldı," dedi Şöva lye, "tepeden
aşağıya şu küçük çayı geçtikten sonra, Kral içe olacaksı n . . . Ama
önce b u rada kal ve beni uğurla, o l u r m u ?" d iye ekled i Alice ' i n he­
ves le d ö n ü p i lerlere baktığı s ı rada. "Uzun s ü rmez. B u rada bek­
l eyip, ben şu dönemece varı nca bana mendil sal l a r m ı s ı n ? Bu ba­
na cesaret verir d iye d ü ş ü n üyoru m."
"Tabii ki beklerim , " dedi Al ice. " B u kada r uzaklara gel d iğiniz
için çok teşekkür ederim ... şarkı içi n de teşekkür ederim ... Çok
sevd im doğru s u . "
" U ma rı m doğru d u r, " dedi Şövalye ş ü pheyle, " a m a bekled iğim
kadar ağlamad ı n !"
Böylece toka laştılar, sonra da Şövalye atı n ı ormana doğru sü­
rüp yavaşça orada n uzaklaştı. " U marım onu uğurlamak çok za­
man al maz," dedi Al ice ken d i ken d i ne, d u r u p a rka s ı ndan bakar­
ken . " İ şte gid iyor! Tab i i her zam a n ki gibi tepe üstü! N eyse, atı na
yen iden kolayca biniyor ... atın üzeri ne bu kada r çok şey a s ı l ı ol­
ması sayesi nde ... " Böylece Al ice atın yol boyu nca s a l l a n a sallana
gid i ş i n i ve Şövalye ' n i n b i r o ya na b i r bu yana d üş ü ş ü n ü seyreder­
ken b i r yandan da kon uşması n ı s ü rd ü rüyord u . Dörd ü ncü ya d a
beş i nci tepetaklak ol madan son ra Şövalye dönemece u laştı, o za-
man Al ice ona m e n d i l salladı ve gözden kaybo l u n caya kada r ora­
da bekled i .
" U marım bu ona cesa ret vermiştir," d e d i Alice tepe boyu nca
aşağıya doğru koşm a k üzere dönd üğü s ı rada: " İ şte o en son çay
ve son ra Kral içe olmak! Kulağa ne m u hteşem gel iyor!" B irkaç
ad ı m onu çayı n kenarına götü rd ü . " N ihayet Sekizi nci Kare!" d iye
çığl ı k attı, karş ıya zı play ı p

kendi n i k ü ç ü k çiçek yata klarıyla beneklen m iş yos u n g i b i yu m uşa­


cık çimenlerin ü stüne attı. "Ah, b u raya gelmekten ne kadar m ut­
l uyu m ! Peki, kafamdaki bu şey de ne?" d iye haykırd ı dehşete d ü ­
şerek, bu s ı rada el leri n i y u karı kald ırıp baş ı n ı s ı m s ı kı saran çok
ağı r b i r şeye değd i rm işti.
" Fa kat ben b i l m eden n a s ı l o l u r da bu baş ı m a kon m u ş olabi­
lir?" ded i kendi ken d i ne, a rd ı ndan da n as ı l bir şey olabil eceğin i
a n l ayab i l mek için o n u a l ı p kucağı na koyd u.
B u a lt ı n b i r taçtı.

249
DOKUZU NCU BÖLÜ M
Kraliçe Alice

" O l u r şey deği l doğru su, bu harika!" dedi Alice. " B u kadar kısa sü­
rede Kral içe olabi leceği m i hiç u m ma m ıştı m . . . M ajesteleri, b u n u n
ne demek olduğu n u bakın size söyleyeyi m," d iye deva m etti, sert
b i r ses tonuyla (kend i s i n i böyle aşağı lamaya pek düşkündü doğ­
rusu) , " b i r d aha çimenlerde böyle yayı lamayacaks ı n ız demek! H a­
n i , Kral içeler ağırba ş l ı olmak zorundalar yal "
Böylece kalkıp gezinmeye başlad ı . .. i l k başta, tacı n ı n düşebi le­
ceği korkusuyla kaskatı yürüdü, ama son ra onu görecek kimse ol­
madığı düşünces iyle rahatladı . " Eğer ki gerçekten Kraliçeysem,"
ded i tekrar yere otu rd uğu s ı rada, "zaman içerisinde tac ı m ı kafa m­
da t utmayı öğrenirim."
H er şey öylesine tuhaf gelişiyord u ki, her i ki yan ı na oturmuş Be­
yaz ve Kızıl Kraliçe'yi görmek onu pek şaşırtmamıştı; b u raya nasıl
gel d i kleri n i onlara sormayı çok i stiyordu; ne var ki b u n u n kibar bir
davranış olmayacağı n ı düşündü. Yine de oyu n u n bitip bitmed iği n i
sorman ı n zararı ol mazd ı . " Lütfen , söyler misiniz ... " d iye sözleri ne
başlad ı , ü rkek ü rkek Kızıl Kra liçe'ye baka rak.
"Seni n le kon uşu lduğunda kon uş!" d iye sözü n ü kesti Kızıl Kra­
liçe sert bir ifadeyle.
"Ama eğer herkes bu k u rala uyarsa," ded i Alice, küçü k bir tar-
tışmaya her an hazır biri olarak "ve sadece size b i r şey söylendi­
ğinde ceva p veri rsen iz, karş ı n ızdaki kişi de hep sizin başlamanızı
beklerse, bu demek ki, kimse b i r şey söyleyemez o zaman ... "
"Saçma!" d iye bağırd ı Kraliçe, " Baksana, görmüyor m u s u n, ço­
cu k... " Tam bu s ı rada kaşları n ı çatarak sustu ve b i r dakika d ü ş ü n­
d ü kten son ra, birden kon uyu değiştird i . '"Gerçekten , Kral içe isem',
sözüyle ne demek i stiyorsu n sen? Hangi hakla kendi n i böyle sıfat­
landı rıyors u n ? Biliyors u n ki özel s ı n avı geçinceye deği n , Kra liçe
olamazs ı n . Bu sınava da ne kadar erken başlarsak o kada r iyi."
" Ben, sadece 'eğer', ded i m !" diye yalvararak kon u ştu Al ice,
acı kl ı bir ses ton uyla.
İ ki Kraliçe b i rb i rl eri ne baktılar, m i n i k bir ü rpermeyle Kızıl Kra­
liçe, "sadece 'eğer .. .' dediğini söylüyor... " ded i .
" Fakat b u ndan d a h a fazlası n ı söyled i !" dedi Beyaz Kraliçe s ı k ı n ­
tıdan ellerin i ovuştura rak, "Ah, b u ndan kat kat fazlas ı n ı ! "
"Öyleyse söylemişsin demek," d e d i Kızıl Kral içe, Al ice'e. " Her
zaman doğruyu söyle ... kon uşmadan ö n ce d ü ş ü n ... sonra da bu­
nu bir kenara yaz."
" Kesinl i kle öyle demek istememiştim, ben i m ... " d iye Al ice söz­
leri ne başlad ı , ama Kızıl Kraliçe sözün ü kesti.
" İ şte beni m yakı ndığı m şey de bu ya ! Demek istemiş olman ge­
rekirdi! Bir şey demek i stemeyen b i r çocuğu n ne faydası var sanı­
yors u n ? Ş a ka b i le bir şey demek istemeli. .. ve ü m it ed iyoru m ki b i r
çocu k, b i r şakadan ç o k daha önem l i d i r. B u n u i ki e l i n le i n kar etme­
ye kal kışsan da edemezs i n . "
"Ellerimle bir şeyleri i n ka r etm iyoru m , " diye karş ı çıktı Alice.
" Ki mse i n kar ettiği n i söylemed i , " dedi Kızıl Kral içe. " Kal kışsan
d a i n kar edemezsi n , " ded i m .
"Can ı bir şeyleri i n ka r etmek istiyor," dedi Beyaz Kraliçe, " ... yal­
n ızca neyi i n kar edeceği n i b i l m iyor! "
" Berbat, kötü b i r h uy," dedi Kızıl Kraliçe; o anda b i r i ki daki ka­
l ı k rahatsız edici b i r sessizl i k old u .
Kızıl Kraliçe, Beyaz Kraliçe'ye dönüp, "Sizi bu öğleden sonra
Alice'i n a kşam yemeği pa rtisine davet ediyoru m," d iyerek sessiz­
l i ği bozd u .
Beyaz Kraliçe, dermansız bir şekilde gü l ü msedi v e " Ben de si­
zi davet ed iyoru m , " ded i.
"Bir partim olduğundan hiç haberim yoktu," ded i Alice, "ama
eğer olacaksa, san ırım kon u kları ben i m davet etmem gereki r."
" B u n u yapman için sana fı rsat tan ıd ı k, " d iye bel irtti Kızıl Krali­
çe: "Ama sanırım, görgüden ya na hiç ders almamışsın."
" Derslerde görgü kuralları öğreti l mez," dedi Alice. "Aritmetik
ve b u türden şeyler öğreti l i r."
"Toplama yapa b i l i r m i s i n , " d iye sord u Beyaz Kraliçe, " b i r artı
b i r a rtı bir artı bir artı bir a rtı b i r a rtı bir artı bir artı bir artı b i r a r­
t ı , kaç eder?"
" B i l m iyoru m , " ded i Al ice. "Sayıyı kaçı rd ı m . "
"Toplama yapamıyor," d iye a raya gird i K ı z ı l Kral içe. "Çıkarma
yapabi l i r m i s i n ? 8'den 9 ' u çıkar."
"8'den 9 ' u çıkara m a m , bil iyors u n ," d iye yan ıtladı Al ice hazı r
cevapl ı l ı kla. "Ama . . . "
"Çıkarma yapamıyor," dedi Beyaz Kraliçe. "Bölme yapabi l i r m i ­
s i n ? Bir som un ekmeği bıçakla b ö l . . . b u n u n yan ıtı ne?"
"Sa n ı rı m ... " diye söze başlam ıştı Al ice, fakat Kızıl Kral içe o n u n
yeri ne yan ıt verd i . "Tabii ki tereyağl ı ekmek. Başka b i r çı karmayı
deneye l i m . Köpekten b i r kem iği a l . Geriye ne kal ır?"
Alice d ü ş ü n d ü . " Kemiği köpekten a l ı rsam, o zaman kemi k kal­
maz . . . köpek de yeri nde kal m az; gel i r beni ı s ı rı r... o zaman ben de
kal m a m , tabii ki !"
"O halde diyors u n ki b i r şey kal m az?" dedi Kızıl Kraliçe.
" Sa n ırım cevap bu."
" Her zam a n ki gibi yan lış," dedi Kızıl Kraliçe, " köpeği n s i n i ri
kal ı r."
"Ama, an lamadım nasıl. .. "
" Bak ş i m d i ! " d iye bağı rd ı Kızıl Kra liçe, " Köpeğin s i n i rleri ayağa
kalka b i l i r, öyle deği l m i ?"
" Belki," ded i Al ice ihtiyatla.
" Öyleyse köpek giderse, ayağa kal kan s i n i rleri orada kal ır."
Al ice de olabi ldiği nce cidd iyetle ekled i : " Farkl ı yön lere de gide-
b i l i rler." Sonra da ken d i kend i ne, " N e saçma sapan şeyler konuşu­
yoruz, böyle!" ded i .
" B u , hiç i ş l e m yapamıyor," d e d i i ki Kra liçe ayn ı anda, üzeri ne
bastı ra bast ı ra.
"Siz yapa b i l iyor m u s u n uz?" dedi Alice, a n iden Beyaz Kra liçe'ye
dönerek, çü n kü bu kadar çok hatas ı n ı n b u l u n masından hoş nut
deği l d i .
Kraliçe' n i n nefesi daral m ıştı, gözleri n i kapadı. "Toplama yapa­
b i l i ri m , " dedi, "eğer bana zaman verirsen ... a m a hiçbir koş ulda çı­
karma yapamam."
"Tabii ki alfabeni bil iyors u n d u r, " ded i Kızıl Kra l i çe.
" Kesi n l i kle," dedi Alice.
" Ben de," diye fısıldadı Beyaz Kral içe. " S ı k sık beraber söyleriz,
tat l ı m . Sana bir s ı r vereceğim . . . Ben bir h a rfi n büt ü n sözcü kleri n i

253
okuya b i l i r i m . Bu m üthiş deği l m i ? N eyse, cesareti n k ı rı l m a s ı n . Za­
man içinde sen de bu noktaya gel i rs i n ."
B u rada, Kızıl Kral içe yen iden sözü a l d ı . " Fayd a l ı bilgilerle ilgili
sorul a rı yan ıtlaya b i l i r m i s i n ?" ded i , " Ekmek nasıl ya pı l ı r?"
" Bunu b i l iyoru m ! " d iye atı l d ı Al ice. " U n u a l ı rs ı n ız . . . "
" U n u nerde toplars ı n ?" d iye sordu Beyaz Kral içe, " Bahçelerde
m i , yoksa çal ı l ı klarda m ı ?"
"Şey, u n toplanmaz ki, " d iye açı kladı Alice: " B uğday toplanır.
Sonra da a l ı n ı p değirmen taş ı n ı n altında dövü l ü r."
" N iye? Çok m u kız m ı ş değirmen taşı buğdaya," dedi Beyaz
Kral içe. " H içbir şeyi atlamadan a n l atman gerekir."
"Yelpazeyle şunun başı n ı serin let!" ded i Kızıl Kraliçe kaygıyla
a raya gi rerek. "Bu kadar çok d ü ş ü n mekten ateşi ç ı kacak." Böyle­
ce, yaprak demetleriyle Al ice'i yel pazeleme işine koyu ldu lar, ta ki
saçları oraya bu raya uçuşunca Alice, a rtık b ı rakmaları için onlara
yalvarmak zoru nda kal ı ncaya değin .
"Şimdi, kend ine gelecek," ded i Kızıl Kraliçe. "Yabancı d i l b i l i r
m i s i n ?", " H obidik-gu bidiğin Frans ızcası ne?"
" Hobidik-gu bidik İ ngil izce değil ki," ded i Al ice ciddi bir şekilde.
" Ki m İ ngi lizce olduğu n u söyled i ki?" dedi Kızı l Kra liçe.
Alice bu sefer, bu s ı kıntıdan kurtu l m a n ı n bir yolu n u buld uğu­
nu d ü ş ü nd ü . " H obidi k-gubidiğin hangi dilde olduğunu söylerse­
niz bana, ben de size o n u n Fra n sızcas ı n ı söyleri m!" d iye bağı rd ı
zafer kaza n m ı şças ına.
Ne k i , Kızıl Kraliçe yerinde dimdik doğru lara k " Kral içeler asla
pazarl ı k ya pmaz," d ed i .
" Keşke, Kraliçeler soru da sormasalar," d iye d ü ş ü n d ü Alice
ken d i ken d i n e .
"Tartışmaya l ı m , " dedi Beyaz Kra l içe endişeli b i r s e s ton uyla.
" Ş imşeğin nedeni nedir?"
"Şi mşeğin n eden i , " d iye gayet kararlı bir şeki lde söze başladı
Alice, çünkü bu soru n u n ceva b ı n ı bildiğinden çok e m i n d i , " gök

254
gürü ltü s ü d ü r. . . yo, yol" d iye hemenceci k d üzeltti ken d i n i . "Tam
ters i n i söylemek i stedi m."
" D üzeltmek için çok geç," dedi Kızıl Kraliçe, "söz b i r kez ağız­
dan ç ı ktı m ı , bitm iştir, sonuçlarına katlanacaks ı n . "
"Gök gürültüsü ded i n de a k l ı m a geldi. .. " ded i Beyaz Kra l içe,
yere bakıp, gergin bir şekilde elleri n i kenetleyi p çözerek, "geçen
Sa l ı öyle b i r gök gürü l t ü l ü fı rtı n a vard ı ki. .. yani demek istiyorum
ki geçen Salı günü takı m larından biri nde!"
"Bizim ü l kem izde," d iye bel irtti Alice, "bir kerede yan l ızca b i r
gün o l u r."
"Bu bir şeyler yapmak içi n çok zayıf, cılız bir yol. Oysa bizim
burada, çoğ u n l u kla b i r kerede iki ya da üç gece ve gündüz o l u r,
kışları bazen beş geceyi birlikte yaşarız ... ı s ı n m a k içi n hani ."
"O halde, beş gece b i r geceden daha m ı s ıcaktır?" diye sorma-
ya kal kıştı Al ice.
" Beş kat daha sıcak tabii ki."
" Fakat ayn ı kura l l a gidersek, beş kat da daha soğuk o l m a l ı . "
"Öyle işte!" diye bağı rd ı Kızıl Kraliçe.
"Beş kat sıcak ve beş kat da soğu k ... t ı p kı ben im senden beş
kat zengin ve beş kat zeki olmam gi bi!"
Al ice içi n i çekti ve uğraşm a ktan vazgeçti, "Cevapsız bir bil me­
ce gibi," d iye d ü ş ü n d ü .
"Yu m u rta Adam d a görm üştü , " diye devam etti Beyaz Kral içe
kısık bir sesle, daha çok kendi kendine kon u ş u r gibi. " El i nde b i r
tirbuşonla kap ıya geldi . . . "
" N için?" dedi Kızıl Kraliçe.
" İ çeri gireceğini söyled i , " diye devam etti Beyaz Kraliçe, " b i r su-
aygı rı arıyorm u ş ... O sabah da, aksi gibi evde böyle b i r şey yoktu."
"Genelde olur m u ?" diye sord u Al ice afal l a m ı ş bir halde.
"Şey, sadece Perşem belerde olur."
" N eden geldiği n i biliyoru m , " dedi Al ice. " Bal ığı cezal a n d ı rm a k
istiyord u , ç ü n k ü ... "

255
Beyaz Kral içe tekrar sözü a l d ı . "Öyle b i r fı rtına koptu ki, akl ı n
al maz!" (" Bu Kraliçe'n i n de a k l ı hiç al maz, h a n i , " dedi Kızıl Krali­
çe.) " Çatı n ı n b i r kısm ı n ı yeri nden söktü, içeriye o kadar çok gök
gürlemesi girdi ki . . . kocaman topa klar halinde od ada yuvarl a n ı p
d u rd u lar... masaları v e d iğer eşyaları yere devird iler . . . t a ki kor­
kumdan ken d i ad ı m ı u nutu ncaya deği n ! "
" Böyle bir kazan ı n ortası nda hiç ad ı m ı hatırlamaya çalışmam
doğru s u ! B u n u n ne yararı olabi l i r ki?" d iye aklından geçird i Alice.
Ne var ki, zava l l ı Kraliçe' n i n d uygu ları n ı i n citiri m korkus uyla, bu­
n u yü ksek sesle dile getirmed i .
" M ajesteleri o n u mazu r görs ü n ler," dedi Kızı l Kral içe Alice'e,
Beyaz Kral içe' n i n el lerinden b i ri n i e l i n i n içine a l ı p u s ulca okşaya­
rak. "Genel olara k, iyi n iyetl i d i r, fa kat budalaca şeyler söylemeden
edemez."
Beyaz Kra l içe ü rkerek kendisine bakarken Alice kibarca bir şeyler
söylemesi gerektiğini düşündü, fakat akl ına h içbi r şey gel m iyordu .
" H iç de iyi yetişti ril mediği b i r gerçek," d iye devam etti Kızıl
Kra l içe. "Ama böyle iyi h uylu birisi olması ne kadar da şaşırtıcı!
Başı n ı okşa da nasıl da m utlu olduğu n u gör! " N e va r ki, bu Ali­
ce' in cesaret ed ip de yapabileceği b i r şey değildi doğrus u .
" Bi razcı k sevecen l i k . . . saçla r ı n ı sarmak. . . o n d a ne m ucizeler
yaratacakt ı r. . . "
Beyaz Kraliçe, derinden bir iç çekti ve baş ı n ı Alice' i n omzuna
koyd u , "Öyle uyku m geldi ki l" d iye i n ledi .
"Yoru l d u , zava l l ı şey!" ded i Kızıl Kraliçe. "Saçla rı n ı d üzelt... ge­
ce başlığı n ı ona ver. . . sonra da saki n leşti recek b i r n i n n i söyle
ona."
"Ya n ı md a gece başl ığı yok," dedi Alice, ilk tal i matı yeri ne getir­
meye u ğraştığı s ı rada, "onu saki n l eşti recek b i r n i n n i de h i ç b i l m i­
yorum . "
" O zaman b u n u kendi başı ma yapmalıyı m , " dedi Kızıl Kraliçe
ve başladı n i n n i söylemeye:
Uyu uyu Kra l içem, kucağında Alice ' i n !
Şekerleme yapad u r s e n şölene d eği n;
Baloya da gideli m şölen bittiğinde
Kızıl Kra l içe, Beyaz Kral içe, Al ice hep birlikte!

" İ şte ş i m d i sözleri n i b i l iyors u n ," d iye ekled i , kafası n ı Alice' i n


d iğer omzu n a koyd uğu s ı rada, "sadece b u n u bana da söyle. Be­
n i m de uyku m geliyor." Derken, i ki Kral içe de derin uykuya dalıp,
horlamaya başlad ı l a r.

" Ş i m d i ben ne yapacağım ?" diye haykırd ı Alice, önce bir yuvar­
lak kafa n ı n , a rd ı n d a n d i ğerin i n om uzlarından yuvarl a n ı p, k ü l çe
h a l i nde kucağı nda yatışları n ı hayretler içinde seyrederken. " B i r
anda uykuya geçen i k i Kraliçe i l e daha önce hiç kimsenin i l gi len­
mek zoru nda kald ığı n ı hiç sanm ıyorum ! H ayır, İ ngiltere Tari h i nde
böyle b i r şey asla olmamıştır. . . Olamaz, çünkü işin doğrusu bir
anda b i rden fazla Kraliçe olmaz. Kal k ı n , hantal şeyler!" diye de­
va m etti sabırsız b i r ses ton uyla; n e var ki kibar bir horlama d ı ş ı n ­
da h içbir karş ı l ı k alamad ı .
Horlama gitti kçe daha b i r bel i rgin leşiyor, tıpkı b i r melod iye dö-

257
n ü ş üyord u ; n i hayet ne söyled i kleri n i bile seçmeye başlamış, tam
büyük bir hevesle onları d i nlemeye koyu l m u ştu ki , nasıl old uğu n u
an lamadan i ki kocaman kafa b i rden kucağı ndan kayboldu.
Kemerl i b i r ka p ı n ı n ö n ü nde du ruyordu , üzeri nde büyük harf­
lerle K RALİ ÇE ALiCE yaz ı l ıyd ı, kap ı n ı n her iki ya n ı nda birer tok­
mak vard ı : Birinde " Ko n u k Tokmağı", d iğeri nde "Uşak Tokmağı"
yazı lıyd ı .
"Şarkı bitene kada r bekleyeyim," d iye aklından geçird i Alice,
"sonra da ... tokmakla ... ama hangi tokmakla vu racağı m?" d iye d e­
va m etti, kafası old u kça ka rışmıştı. " Kon u k deği l i m, uşak deği l i m .
Üzeri nde " Kraliçe" yaz ı l ı başka b i r tokmak d a h a olmalıydı, hani . . . "
Tam o a nda kapı b i razc ı k aralandı ve uzun gaga lı b i r yaratı k bir
a n baş ı n ı dışarıya uzatıp, " İ ki hafta sonra s ı n a kadar giriş yok!" de­
di ve güm d iye kapıyı yüzü ne kapad ı.
Al ice uzun b i r s ü re boşu boş u n a kapıyı v u rd u , tokmağı çal d ı ,
n i h ayet bir ağacı n altında oturan çok yaşl ı bir Ku rbağa ayağa kal k­
tı ve ağır ağır, aksayarak Al ice'e doğru geldi; parlak sarı kıyafetler
giym i şti ve ayağında kocaman çizmeler vard ı.
" Ş i m d i ne oldu?" dedi Ku rbağa derin boğu k b i r fısı ltıyla.
Alice, birilerinde her an kusur b u l m aya hazır bir şekilde arka­
s ı n ı döndü. " Kapıya bakacak hizmetçi nerede?" d iye söze başlad ı .
" H angi kapıya?" d e d i Ku rbağa.
Alice, Ku rbağa ' n ı n ağır ağır kon uşmasına öyle s i n i rlenm işti ki
neredeyse ayakları n ı yere vuracaktı. " Bu kapıya, tabii kil"
Kurbağa kocaman donuk gözleriyle kapıya b i r dakika öylece
baktı: sonra da yaklaşıp, sanki boya s ı n ı n dökü l ü p dökül mediğini
a n lamak istercesine, başparmağı n ı kapıya s ü rttü ; ard ından da dö­
n ü p Al ice'e baktı.
" Kapıya bakmak m ı ? Ne i ste n m i ş ol uyor?" Öylesine boğuk ko­
n uşuyord u ki, Alice o n u neredeyse d uym uyord u .
" N e demek isted iği n i a n lamad ı m , " dedi Alice.
" İ ngi lizce kon u ş u r u m , yoksa deği l ? " d iye devam etti. "Yoksa
sağırs ı n ? " Senden ne istiyor ki?"
" H içbir şey!" ded i Al ice sabırs ızca. " Ben kapıya vu ruyord u m . "
"Yapmamal ıyd ın b u n u . . . ya pm a m a l ıyd ı n b u n u ... " diye hom u r­
dandı Ku rbağa. " B u kapı n ı n s i n i rleri n i bozd u ruyor." Ard ından da
yu karı çıkıp, kocaman aya klarından bi riyle kapıya b i r tekme attı .
"Onu yal n ız b ı rak," dedi nefes nefese, aksayara k tekra r ağacına
doğru giderken, " B i l iyorsu n , o da sen i yal n ız b ı rakır o zaman."
Tam o anda, kapı h ızla açı ldı ve tiz bir ses i n şarkı söyled iği du­
yu ldu:

" Ey Ayn a d ü nyasındaki ler, Al ice dedi ki:


' E li mde asam, başımda tacı m,
Ey Ayna yaratıkları, her ne olursanız olun,
Yemek yiye l i m beraber, Kızıl Kral içem,

259
Beyaz Kraliçem ve ben"'
Ard ı ndan da koroya yüzlerce ses katı ldı.

"Son ra doldurun bardakları olabild iği nce çab u k,


Saçın masa n ı n her bir yan ına kepekle tom u rcuk:
Kahvelere kedi koyu n , çaylara fare ...
Hoşgeld i n deyin Kral içe Al ice'e otuz çarpı üç kere!"

Son ra da b u n u sevinç içindeki bağrış çağı rışlar izled i; Alice


kend i kend ine, "Otuz kere üç doksan eder. Acaba birileri b u n u sa­
yıyor m u d u r?" dedi . Derken yen iden bir sessizl i k oldu ve ayn ı tiz
ses başka bir kıtayı söylemeye başlad ı .

" ' Ey Ayna yaratı kları ! ' buyu rd u Al ice


'Yaklaşın şöyle!
"Beni görmek bir o n u rd u r, bir l ütuftur ben i d i n lemek:
Yüksek bir ayrıcal ı ktır yemek yemek kahve içmek
Hep beraber, Kızıl Kraliçe, Beyaz Kral içe bir de ben!"'

Sonra tekrar koro geldi:

" Doldurun bardakları şeker pekmezi ve m ü rekkeple,


Ya da içimi hoş başka b i r şeyle;
Kum katın elma s uyu na, yün şaraba da ...
Hoşgeld i n deyin Kral içe Al ice'e doksan çarpı
dokuz kere!"

" Doksan kere dokuz!" d iye tekrarl ad ı Alice u m utsuzl u kla, "Ah,
b u n u yapmak m ü m kü n değil ! Hemen içeri girsem iyi olacak" ... ve
gird i de içeri, Alice görü n ü r görü n mez ortaya b i r ö l ü m sessizliği
çöktü.
Alice gen i ş sa londa i lerlerken , gergin bir halde masaya göz

260
atı nca, masada her türden e l l i kadar konuğun old u ğ u n u fark etti:
ki m i leri hayvan , ki m i leri kuştu, hatta araları nda bi rkaç çiçek bile
vard ı . "Çağrı l mayı beklemeden gel melerine sev i n d i m , " d iye dü­
ş ü n d ü Alice. " Ki m lerin çağrı l ması gerektiği n i hiç bi lemezd i m ! "
M asan ı n başında üç sanda lye vard ı : i k i s i n i Kızı l Kra l içe i le Be­
yaz Kraliçe a l m ıştı, fakat ortadaki boştu. Alice, sessizlikten olduk­
ça rahatsız ve birileri n i n kon uşmaya baş lamas ı na can atar bir şe­
kilde gid i p yeri ne otu rd u .
Son u nda, Kızıl Kral içe söze baş ladı. "Çorbayla bal ığı kaçı rd ı n, "
ded i . " Bu d u geti rin!" G a rsonlar b i r koyun b u d u n u getirip Alice ' i n
ö n ü n e koyd ular. Alice, old u kça kaygı l ı bir h a l d e b u d a baktı, çü n kü
daha önce hiç but d i l i m lememişti .
"Birazcık çekiniyor gibisin; seni koyun u n bacağıyla tan ıştırayım,"
dedi Kızıl Kraliçe. "Al ice . . . bu Koyu n Budu ; Koyun Budu, bu Alice."
Koyu n Budu, tabakta ayağa kal ktı ve birazcık öne eğilerek Al ice'i se­
lamladı, Alice de karş ı l ı k verd i, korksu n mu gülsün mü bilmiyord u .
" Size b i r d i l i m verebi l i r m iyim?" ded i , çatal ı bıçağı e l i ne a l ı p
s ı rayla Kral içelere bakarken.

261
"Tabii ki hayı r," dedi Kızıl Kraliçe kararlı b i r şekilde. "Sana ta­
n ıştırı lan b i ri n i kesmek görgü kural larına sı ğmaz. Budu ortada n
kald ı r ı n ! " G arson l a r, b u d u götürd üler, yerine koca man b i r üzüm­
l ü puding getirdi ler.
" Ne ol urs u n uz, tatlıyla tan ıştı rı l m ayayı m," dedi Alice telaşla,
"yoksa akşam yemeği yiyemeyeceğiz. S ize b i razcık vere b i l i r mi­
yim?"
Ne var ki, Kızıl Kral içe' n i n s u ratı a s ı k gibiyd i ve " Puding ... bu
Al ice, Alice ... P u d i n g. Pudi n g' i ortad an kald ırın!" d iye h o m u rdan­
d ı ve Alice, Puding'in sel a m ı n a karş ı l ı k veremeden, garsonlar o n u
a l ı p götürd ü ler.
Ne ki, Alice, Kızı l Kraliçe' n i n neden emirleri veren tek kişi oldu­
ğunu b i r türlü an layama m ıştı , böylece s ı rf deneme olsun d iye,
"Garson ! Puding'i geri getir!" diye bağı rd ı, tıpkı bir hokkabaz l ı k
n u marası yapmış gibi, Pud i n g b i r a n d a geri gelmişti. Öyle koca­
mandı ki, koyu n bud u nda old uğu gibi o n u n karşısında da Alice
eli nde olmadan b i razcık uta n m ı ştı; yine de utangaçl ığı n ı büyük b i r
çaba göstererek yen i p, K ı z ı l Kraliçe'ye bir d i l i m uzatıverd i.
" Bu ! Bu n e küsta h lı k!" ded i Pud i n g. " Ben senden bir d i l i m kes­
seyd i m , ne h issederd i n , çok mera k ed iyoru m , pis yaratık!"
Alice öylece bakakaldı, nefesi dara l m ı ştı.
"Bir şey söyle!" dedi Kızıl Kraliçe; " Bütün konuş mayı Pud i n g'e
b ı rakmak çok gül ü nç ol u r!"
" Bi l iyor m us u n uz, bugü n bana o kadar çok şiir okundu ki," di­
ye söze başlad ı Al ice ve daha dudaklarını açar açmaz ortal ığa b i r
ölüm sessizl iğin i n çöküp, bütün gözlerin ona baktığı n ı görmek­
ten birazcık korktu, "ve çok tu haf b i r şey olsa gerek . . . bütü n ş i i rler
b i r şekilde balıklarla ilgiliyd i . Burada, herkesin neden bu kadar çok
balı klara d ü ş kü n olduğu n u bil iyor m u s u n uz?"
Sözleri Kızıl Kraliçe'ye idi, onun cevabı da b i razcık kon u d ı ş ıy­
d ı . " Ba l ı klara gel i nce," ded i Kızı l Kral içe, yavaşça ve ciddi b i r yüz
ifadesiyle Alice'in kulağına yaklaşarak, " M ajesteleri Beyaz Kraliçe,
bal ı klar hakkında pek hoş bir bil mece bil iyor... tü müyle ş i i r for­
m u nda . . . tüm üyle b a l ı klarla i l g i l i . Okus u n m u ?"
" M ajesteleri Kızı l Kral içe, bundan söz etmekle çok büyük b i r
i ncel i k gösterd i ler," diye m ı rıldandı Beyaz Kraliçe, Alice ' i n d i ğer
kulağına, sesi güvercin ötü ş ü ne benziyord u. " B u ben im için ne
büyük b i r zevk! Başlaya b i l i r m iyim?"
" Lütfen, başlayı n , " dedi Alice kibarca.
Beyaz Kra liçe keyif içinde kah kaha attı ve Al ice' in yanağı n ı ok­
şad ı . Ard ı ndan da başlad ı :

"'Önce bal ı k yakalanmal ı.'


Bu kolay: Çocuk oyu ncağı olsa gerek.
'Sonra ba l ı k sat ı n a l ı n ma l ı .'
Bu kol ay: Hepsi hepsi b i r pen i olsa gerek.
' Bence ş i m d i de pişirsen şu balığı!'
B u kolay, hazır o l u r en fazla b i r dakikada.
'Şimdi de koy onu bir tabağa ! '
Bu kolay, çünkü bal ı k zaten tabakta.

'Getir onu bu raya! Bakayı m şöyle bir tad ı na ! '


Ne de kolay kon u l u r böyle bir tabak sofraya.
' Hele bakayım b i r şu kapağın altına!'
Ah, işte bu çok zor, gidemez e l i m oraya!

Z i ra yap ı ş m ı ş kapak tabağa ...


Bir güzel yayı l ı p yatmış bal ı k tam d a araları na
H an gi s i n i a ralamak kolay,
Tabağı n mı yoksa bil mece n i n mi kapağı n ı ? "

" B i r dakika d ü ş ü n , sonra da tah m i n et, " dedi K ı z ı l Kraliçe. " B u


arada sağl ığına içiyoruz ... Kral içe Al ice' i n sağl ığına!" diye bağırd ı
avazı çıktığınca; diğer bütün kon u klar a n ı nda içmeye başladı lar,
ama çok tu haf bir içiş şekil leri vard ı : ki mi leri kadehleri tı pkı şam­
dan kü lahları gibi başları n ı n üstüne koyuyorlar ve yüzlerinden
aşağıya akan damlaları içiyorlard ı ... bazı ları da s ü ra h i leri devi riyor
ve masan ı n kenarı ndan a ka n şarapları içiyorlard ı ... üçü de (bunlar
kanguruya benziyorlard ı) kızarm ı ş koyun eti tabağın ı n içine z ı pla­
yıp, başlad ı l a r et suyu n u yal ayarak içmeye, "tı pkı yalaktaki dom uz­
lara benziyorlar," diye d ü ş ü n d ü Al ice.
" D üzgü n bir kon uşmayla teşekkü rlere ya nıt vermel i s i n , " dedi
Kızıl Kral içe, kon u ş u rken Al ice'e d ö n ü p kaş çatarak.
Alice'i n b i razcık korkarak da olsa, söyleneni derh a l yeri ne getir­
mek üzere ayağa kal ktığı s ı rada, Beyaz Kral içe, "Seni destekleme­
l iyiz, h a n i , " d iye fı s ı ldadı.
"Çok teşekkür ederi m , " d iye Alice de onun kulağına fıs ı ldadı,
"ama desteği niz olmadan da bunu yapa b i lirim."
" Böyle bir şey kesi n l i kle ol mayacak," dedi Kızıl Kraliçe, pek ka­
rarlı bir ifadeyle; b u n u n üzerine Al ice, çaresiz kibarca söylenene
boyun eğmeye çal ıştı.
(Daha sonraları şölende olup biten leri ablasına a n latı rke n , " Bi r
görsen beni öyle itiyorl a rd ı ki!" d iyecekti . " Beni s ı kıştırıp d ü mdüz
etmek isted i kleri n i d ü ş ü n ü rd ü i n sa n !")
Gerçekten de, kon u ş m a s ı n ı ya ptı ğı s ı rada yerinde d urmakta ol­
d u kça zorlan ıyord u; Kral içelerin ikisi iki yandan onu öyle bir itip
s ı kıştı rıyorlard ı ki, nerdeyse havaya kald ı racaklard ı : "Teşekkü rlere
karş ı l ı k vermek üzere ayağa kalkmış b u l u n maktayım . . . " d iye söz­
lerine baş lad ı Alice: kon u ş u rken bi rkaç santi metre yu karı kal ktığı
yalan da değildi h a n i ; neyse ki masa n ı n kenarına tut u n d u da, ken­
d i n i aşağı çekmeyi başard ı .
" Kendine d i kkat et!" d iye çığl ı k attı Beyaz Kraliçe, h e r i k i el iyle
Alice'i n saçları n a yapışarak. " Bi r şeyler olacak!"
Derken (Al ice'in daha son ra tarif ettiği kadarıyla) b i r anda bir
s ü rü şey oldu. Şamdanların hepsi tavana yükseldi, tepelerinde
maytaplar ya nan sazlara benziyorlard ı . Ş i şelere gel ince, her b i ri
ya nları n a birer çift tabak a l ı p, b u n ları aceleyle kend i leri ne kan at
yapt ı lar, dört çatal da baca kları oldu ve böylece havada uçuşup
d u rd u lar: "Tı pkı kuşlara ben­
ziyorlar," d iye d ü ş ü n d ü Ali­
ce, tab i i kopmakta olan deh­
şet kargaşa n ı n ortasında ne
kadar d ü ş ü nebildiyse.
Tam o anda, Al ice'i n ya­
n ı nd a boğuk bir kah kaha se­
si yü kseldi, Beyaz Kraliçe'ye
ne oldu d iye dönüp bir baktı;
b i r de ne görs ü n , sandalyede
Beyaz Kral içe yeri ne, b i r ko­
y u n un bacağı otu ruyo rd u .
" İ şte b u radayı m ! " diye bağı r-
d ı , b i r ses çorba tasından; Al ice tam ses i n geldiği yöne dön ü p
baktığı s ı rada, Kraliçe' n i n gen i ş n u r yüzü n ü n tas ı n kenarından b i r
a n o n a bakıp kocaman g ü l ü m sediğini görd ü , a rd ı ndan da tasa öy­
le b i r daldı ki b i r daha o n u göremedi .
Kaybedecek b i r a n b i l e yoktu . Kon u klardan b i rkaçı çokta n ta­
bakları n içine yatm ı ştı, çorba kepçesi Al ice'e doğru yü rüyor, yo­
l u ndan çekilmesi için ona işaret ed iyord u .
" B u n a d a h a fazla katlanamam!" d iye bağı rd ı Al ice, her i k i el iy­
le masa örtü s ü n ü kaptığı gibi aşağı i n d i rd i ; tabaklar, yemekler, ko­
n u kl a r ve şamdanla r, hepsi b i rden şangır ş u n gu r sesleri içinde
yerde bir yığın o l u şturd u lar.
"Ve size gelince," diye devam etti Alice, bütün bu aks i l iklerin tek
nedeni olarak gördüğü Kızıl Kraliçe'ye dön ü p öfkeyle bakarak ...
ama Kraliçe artık yan ı nda değildi ... bir anda m i n i k bir oyu ncak be­
bek kadar olmuştu ve şimdi masa n ı n üstünde kendi a rkası nda sü­
rükleni p d u ran şal ı n ı n peşi sıra neşe içi nde dört dön üyord u.
Başka bir zaman olsa, Alice b u na şaşırıp kalırd ı , n e ki şimdi
h içbir şeye şaş ı ra mayacak kada r heyeca n içi ndeyd i . "Sana gel i n­
ce," d iye tekrarladı , bu küçü k yaratığı masa n ı n üzeri ne daha yen i
kon u l a n b i r şişeden atlam a k üzereyken yakaladığı s ı rada "seni öy­
le b i r s i l keleyeceği m ki, kedi yavrus u na dönüşeceksin!"

266
ONU NCU BÖLÜ M
Silkeleme

Bir ya ndan kon u şuyor, b i r yandan da onu masadan a l m ış, var gü­
cüyle öne a rkaya s i l kel iyordu .
K ı z ı l Kraliçe, h i ç b i r d i renç gösterm iyord u; sadece yüzü ufal­
mış, gözleri i rileşip yemyeşil o l m u ştu: Al ice onu s i l kelemeye d e­
vam ettikçe, Kızıl Kral içe gitti kçe kısaldı ve tom b u l l aştı ... ve yumu­
şacık oldu ... ve yuvarlaklaştı ... ve...
ON BİRİNCİ BÖLÜ M
Uyanış

... ve a rtı k gerçekten b i r kedi yavrusuyd u ...

268
ON İKİNCİ BÖLÜ M
Bu Düşü Hangisi Gördü?

" Kızı l M ajesteleri bu kadar yüksek ses l e m ı rlamamalı lar," dedi Ali­
ce, gözleri n i ovalayı p kedi yavrus u n a saygıyla ama sert bir şeki lde
h itap ederke n . " Beni uyand ı rd ı n ... ah ne güzel bir d üştü ! Sen de
ben im leyd i n Pisi. .. Ayn a d ü nyasında kaldığı m ız bütün o s ü re bo­
yunca. B u n u biliyor muyd u n , tatl ı m? "
B u ked i yavru l a rı n ı n da çok tatsız b i r a l ı ş ka n l ı kları var (bu n u
b i r keresi nde Al ice söylem işti) : O n l ara ne söylerseniz söyleyin ,
hep m ı rlarlar. '" Evet' derken m ı rlasalar; ' Hayır' derken m iyavlasa­
lar, ya da işte buna benzer bir ku ral ları olsa, o zaman i nsan o n lar­
la kon uşmas ı n ı s ü rd ü rür! Ama hep ayn ı şeyi söylerlerse, nasıl ko­
nuşulur ki onlarla?" demişti o zaman Al ice.
Ked i yavrus u , şimdi de sadece m ı rl ıyord u: b u n u n 'evet' m i yok­
sa 'hayı r' mı olduğu n u tah m i n etmek i m kansızd ı .
B u n u n üzeri ne, Al ice masa n ı n üzeri ndeki satranç taşları n ı n
arasından Kızıl Kraliçe'yi arayı p b u l d u : Son ra da şömine hal ı s ı n ı n
üzerine diz çöküp, kedi yavrusuyla Kraliçe'yi karş ı karşıya koyd u .
"Bak P i s i ! " d iye haykı rd ı zafer kaza n m ışçasına elleri n i çı rparak.
" İ şte ş u n a dön üştüğü n ü itiraf etm el i s i n ! "
("Ama yüzü ne b i l e bakmad ı , " demişti Alice, olan ları d a h a son­
ra ablasına anlattığı s ı rada. " Kafa s ı n ı başka bir yöne çevi rdi ve

269
Kral içe'yi görmezden geld i. Yine de yaptığından da birazcık utan­
mış gi biydi, o yüzden bence Kızıl Kra l içe'ye dönüşmüş old uğu ke­
sin.")
" B i raz daha d i k otur, tatlı m ! " d iye haykırdı Alice sevinçle kah­
kaha atarak. " N e söylemen ... Neye m ı rlaman gerektiğini d ü ş ü n ü r­
ken , Kral içe'ye reveran s yap! U n utma ki bu sana zaman kaza n d ı­
raca kt ı r." Sonra kediyi kol larına aldı ve 'hani s ı rf onun b i r zaman­
l a r Kızıl Kraliçe o l ması o n u ru n a ! ' yanağına ufacık b i r öpücük kon­
d u rd u .
" Kar Tan e m , cicim!" d iye devam etti, ya l a n ı p temizlenmeye
hala sabı rla katlanan Beyaz Yavru'ya omzu n u n üstünden bakarak,
"Acaba, D i n a h sen i n i ş i n i n e zaman bitirecek Beyaz M ajesteleri?
D ü ş ü mde öyle pej m ü rde oluşu n u n nede n i buyd u ga l i ba ... Dinah,
bir Beyaz Kraliçe'yi yalayıp tem izlediği n i bil iyor m uyd u n ? Gerçek­
ten öyle. Çok saygısızl ı k ediyors u n . Sana çok şaşırd ı m doğru s u ! "
"Acaba Dinah neye dönüşm üştü?" d iye çocukça kon u ş m a s ı n ı

270
devam etti rd i, rahat bir şekilde yere yerleş ip bir d i rseği kilimde,
çenesini avucu n u n içine a l ı p yavru l a rı seyrederke n . " H ad i söyle
Dinah, yoksa Y u m u rta Adam'a mı d ö n ü ş müştü n ? G a l i ba öyley­
d i . .. Yine de bundan ş i m d i l i k arkadaşlarına söz etmesen iyi o l u r,
çünkü emin deği l im . "
" B u arada Pisi, gerçekten keşke d üş ü mde beraber olsayd ı k,
çok hoşla nacağı n bir şey vardı ... B i r s ü rü şiir d i n led i m , hepsi de
bal ı klarla i l gi l iyd i! Yarı n sabah gerçek bir ziyafet çekeceksin. Sen
her kahvaltı yaptığı nda, sana 'Mors ile Dülger' şiiri n i okuyacağı m
böylece ken d i n i yed iği n i n istiridye olduğu n a i n a n d ı ra b i l i rs i n , tat­
lım!"
" Ş i m d i Pisi, bu d ü ş ü k i m gördü, b i r düşüne l im ba ka l ı m . B u
çok ciddi bir soru tatl ı m , patini öyle yalayı p d u rma ... Sanki Dinah
bu sabah seni yalayı p temizlemed i ! G ö rüyors u n ya Pisi, bu düşü
ya ben görd ü m , ya da Kızıl Kral. Tabii ki o da ben i m düşümün bir
parças ı . . . ama ben de o n u n düşünün bir parçasıyı m ! Bu d ü ş ü gö­
ren Kızıl Kral mıydı, Pisi? Sen o n u n karısıyd ı n tatl ı m , b i l men gere­
kir... Ah, Pisi, b u n u çözmeme ya rd ı m et! E m i n i m ki pati n biraz
bekleyebi l i r!" Ne var ki s i n ir bozucu ked i yavrus u , soruyu d uymaz­
dan gel i p d iğer patisine başlamıştı.
Sizce bu düşü kim görd ü ?

271
Altında b i r sandal gü neşli b i r göğü n ,
Lakin aheste sal ı n ıyor içinde d üşlerin
İ lerl iyor akşamlarından birinde Tem m uz u n ...

Can atarak üç çocuk soku l m u ş yan ı başıma


Etrafımda p ü rd ikkat kulaklar, heves l i gözlerle
Pek sevinçliler bas it bir masal d i n leyecekler d iye . . .

Loş artık her taraf o güneşli göğü n a rd ından:


Eridi yan kı lar, eser kal madı hatıralardan:
Aldı güz ayazları s ıcağın ı Tem m uzda n .

S ü rmekte izimi hayalet g i b i h a l a ,


Alice bu u çu ş a n , gökkubbe n i n altında
Ne ki görül mez uya n ı k gözlerle asla.

Can atarak yine çocuklar b u l u şacak masalla,


Etrafımda hevesl i gözleri, p ü rd i kkat kulaklarıyla,
Letafetleriyle soku laca klar yan ı başıma.

İçindeler H arikalar Diya rı ' n ı n boylu boyunca,


D ü şleriyle yol a l ı rlar gün ler gelip geçtikçe,
Düşleriyle yol a l ı rlar yazlar eriyip bittikçe.

E n gelsiz kap ı l ırlar ı rmağın akı şına


Lakin aheste hep altın parıltılarda ...
Lütfen söyleyin ned i r zaten yaşam bir düşten başka?
Paskalya Selamı
ALICE'İ SEVEN TÜ M ÇOCUKLARA

S EVG İ Lİ ÇOC U K . . . Ben i m de bütü n ka l b i m le d i l ediğim gibi, sana


m utlu bir Paskalya d i lemes i nden pek hoş n ut kalacağın bir a rkada­
şından, tanıdığın bildiğin gerçek bir arkadaşından gelen gerçek b i r
mektubu okuduğu n u hayal etmeye çalış l ütfen ş u a n .
Bir yaz s a b a h ı kuş cıvı ltı ları v e açık bırakılan pencereden içeriye
doğru esen tatlı b i r meltem l e uyandığımız andaki o enfes d üşsel
duyguyu b i l i r m i s i n ? .. Ya gözlerin yarı kapal ı tembel tem bel öylece
yere uzandığında dans eden yeş i l dalları, altın ı ş ı kta usu lca dalga­
lanan s uları rüyadaymışçası n a yaşad ığın o a n ki d uyguyu? Tıpkı gü­
zel bir resim ya da şiirde old uğu gibi insanın gözü nden yaş getir­
ten hüzne çok yakın b i r zevktir bu. Perdeni açan an neciğinin o yu­
m uşacık el leri ve a rtık uyanmanı isteyen o yum uşacık sesi deği l de
ned i r ki bu? Kal kmak ve gün ış ığıyla beraber, her yer kara n l ı kken
görd üğün ve seni korkutan o kötü rüyaları u n utmak ... sana bu gü­
zel güneşi gönderen o görü n mez Arkadaş'a teşekkür için kalkıp d iz
çökmek ve başka bir güzel güne kavuşmak değil midir b u ?
Bun lar, Alice gibi masa l l a r yaza n b i ri n i n ağzından çıkan çok tu­
haf l afl a r, deği l m i ? Bu, bir saçmalıklar kitabı için çok tuhaf b i r
mektup, deği l m i ? Belki de öyle. K i m b i l i r belki de bi rileri b e n i cid­
di ve şen şakrak şeyleri birbirine karıştı rmakla suçlaya b i l i r; ki m il e-

2 73
ri de gü l ü mseyip ki l i sede, Pazar gün leri d ı ş ı nda böyle ciddi şeyle­
rin kon u ş u l ma s ı n ı tu haf karşı laya b i l i rler; fakat san ı rı m ... yok asl ı n­
da e m i n i m ... bazı çocu klar da, ben i m yazd ığım ruh h a l i içinde tat­
l ı tatl ı , seve seve okuyacaklard ı r b u n u .
Ç ü n k ü i n a n m ıyorum k i Tan rı bizden yaşamı i kiye böl memizi
istes i n ... Pazar gün leri gel i nce ciddi bir yüz ifadesi takınmak, haf­
ta içindeyse Ta n rı 'dan o kadar söz etme n i n uygunsuz olduğu n u
d ü ş ü n mek. San ıyor m u s u n uz ki o sadece diz çöküp yakara n ları
görü r ve d uyar. . . ve gün ışığında zı playıp d u ran kuzuları görmek,
samanların içinde yuvarla n ı p d u ra n çocu kları n sesleri n i işitmek
hoş u na gitmez? H iç kuşku yok ki çocu kların o masum kah kahala­
rı, Ta n rı ' n ı n ku l a klarında kimi 'görke m l i katedra l lerin loş d i n i ı ş ı k­
l a rından' yü kselip gelen o en yüce ilah iler kadar tatl ı d ı r.
O çok sevd iğim çocu klar için yazı l m ı ş kita plara, o masu m ve
ya rarlı eğlence hazinesine katkım o l s u n diye bir şey yazd ıysam ,
i leride, göl geler vad isinden yü rüyü p geçme s ı rası b a n a geldiğin­
de, kes i n l i kle uta nç ve üzü ntü d uymaksızın dön ü p bakmayı u ma­
bi leceğim bir şeyd i r bu (yaşa m ı n ne kadarı böyle a n ı l a b i l irse!) .
Bu Paskalya güneşi, sevgil i çocuk, sen i n üzeri ne doğacak ve
'yaşamı her bir uzvunda' h i ssedecek, kend i n i bir an önce d ı şarı
atıp taze sabah hava s ı n ı içi ne çekmek isteyeceksi n ... güçten dü­
ş ü p, saçların aklaşmadan, yorgun a rgı n i ki b ü k l ü m dışarıya, son
bir kez daha güneşe çıkma vakti n gel meden böyle daha bi rçok
Paska lya göreceksi n ... fakat ş i m d i bile bazen ' Doğru l u k G ü­
neş i ' n i n kanatlarındaki şifa i le beraber doğacağı' o yüce sabahı
d ü ş ü n mek güzel.
B i r gü n b u nd a n daha parlak b i r şafağı görecek olman, hiç
kuşkusuz ş u anki sevi nci n i n aza l m a s ı n ı gerektirmez . . . o gün ki,
dans eden ağaçlardan ya da usu lca d a l galanan s u l a rd a n çok d aha
güzel görü ntü lerle karş ı laşaca ksı n ... perdeleri n i melek eller aça­
cak ve sevgi dolu a n n e n i n ağzından çıka n lardan bile daha tatlı
ses ler seni yen i ve görke m l i b i r güne uya n d ı racak. . . ve bütün bu

2 74
üzüntüler, gü nahl ar, ş u küçük d ü nyadaki kara n l ı k yaşamlar a rtık
geçm işte kala n bir gece n i n d ü ş l eri gibi u n utu lacak!

Seni seven arkada ş ı n ,


Lewis Carro l l
Paskalya, 1 876

275
Noel Selamları

BİR PERİDEN BİR ÇOCUGA

Aziz Leyd i m , keşke şu peri ler


Vazgeçseler bir a n l ığına
Kurnaz n u m a ra larından, cin oyu n larından
Ş u m utlu Noe l ' i n hatı rına.

Çocuklar ne söylemiş b i r b i r d uyuldu .. .

O çok sevd iğimiz güzel çocu klar .. .


Çok çok önceleri, Noel G ü n ü 'ydü,
B i r dilek d ilem i şti yu karılar.

N eyse ki Noel gel i p çattığında,


B i r kez daha anımsadılar bu d ileği. ..
N eşe dolu o ses hala yank ılanm akta,
D ü nyada barı şı ister, i n sanda temiz yüreği .

Yürekler ki, çocukları n ki kada r mas u m olmalı


Böylesi i l a h i kon u kların eğleştiği yü rekleri miz ...
Bir gün o l m a l ı ki çocuklar neşeyle dol malı
Senenin tüm gün leri bizim N oel'imiz.

işte, Aziz Leyd i m u n utarak b i r a n l ığına,


Şu n u maraları ve oyu n ları,
D i l iyoruz size bütün kal b i m izle,
M utlu Noelleri, sevinç dol u n i ce yıll arı.

Noel, 1 887

You might also like