You are on page 1of 168

ŞEYTAN ALETLERi

ALTAY ÖKTEM
Varlık Yayınları AŞ. Sayı: 593
İlk basım: 2000

©Altay Öktem, Varlık Yayınları AŞ.

ISBN 975-434-229-6

Kapak düzeni: Nazlı Ongan


Ofset hazırlık: Reyhan Koçyiğit
Baskı: Kurtiş Matbaası

VARLIK YAYINLARI AŞ.


Piyerloti Cad. Ayberk Apt. No. 7-9 Çemberlitaş 34400 İstanbul
Tel: (0212) 516 20 04 - Faks: (0212) 516 20 05
e-posta: varlik@varlik.com.tr
web sitesi: www .varlik.com.tr
ALTAYÖKTEM

ŞEYTAN ALETLERi
(Fanzinler, Demolar, Fotokopi Afişler)

\ti'
VARLIK/ BİLGİ
ŞEYTAN ALETLERİ
INTRO

Özellikle son yıllarda alternatif yaşam biçimi arayışları artar­


ken, bu paralelde alternatif yayıncılık ve alternatif müzikte önemli
gelişmeler kaydedildi. Sistemin baskı altına almaya, yok etmeye
çalıştığı insanların bulduğu çıkış yoluydu bunlar. Sistem, tüm vah­
şiliğiyle parayı en yüksek değer olarak gösteriyor, ona ulaşmak için
de her yolu mübah sayıyordu. Tüm etik değerler geçersizleşmiş,
insan kendi yalnızlığıyla baş başa kalmıştı. Yabancılaşma kaçınıl­
maz sonuçtu.
Bu çarkın bir parçası olmak istemeyenler için çok fazla seçe­
nek de bırakılmamıştı. Egemen güçler gençliğin apolitize olması
için ellerindeki tüm baskı unsurlarını kullanmışlardı.
Bu koşullara uyum sağlamayı kendilerine yediremeyenler sis­
temin, gittikçe toplumun dışına itiliyorlardı. Sıra dışı olmaktan
korkmuyorlardı, çünkü biliyorlardı ki sıranın dışında da birçok sıra
vardı.
Peki ne istiyordu bu insanlar? Kaos mu?
Elbette kaos.
"En kötü düzen bile düzensizlikten iyidir" diyenler düzenin
sürmesini isteyenlerdir. Kaldı ki, iyi ve kötü kavramları da görece­
lidir. Bize göre kötü olan düzen, halkın sırtından geçinenler için en
iyi düzendir.
Böylece, bu kötü düzene razı olmamız, kaos yerine onu tercih
etmemiz dayatılıyor. Kabul etmeyenler, kendilerine barınacak bir
yer bulamayıp, yer altına doğru iniyor. Böylece underground kül­
tür filizlenmeye başlıyor.
Medyanın bu kadar gelişip ciddi bir tehdit olmasının yanı sıra,
müzik endüstrisi de kendi kurallarını koyup müzik beğenisini be­
lirleyebilecek konuma geldi. Artık kimsenin beğenisi, düşünce ya-

7
pısı, dünya görüşü kendine ait değil. Dayatılan neyse onu bire bir
kabul etmek zorunda insanlar. İşin trajik tarafı, bu kabullenilmiş­
lik, özgürlük gibi sunuluyor. Kendini zorla kabul ettirmeye çalışan
tek bir seçenek var, bu seçenek hayatın her alanına öylesine dal
budak salmış ki onu seçerek birey olabildiğimizi, özgür düşünebil­
diğimizi, çağdaş, modern bir insan olabildiğimizi sanmamız için
her yöntem ince ince planlanmış .ve uygulanmış.
Buna karşı çıkmak ilerlemeye, gelişmeye, modernleşmeye, re­
fah içinde yaşamaya karşı çıkmakmış gibi algılanıyor.
Yaşadığımız çağ tam bir uyuşturucu çağı. Medyasıyla, sanal
oyuncaklarıyla, ihtiyaçları olduğu kadarını kullandıkları dinsel, ah­
laksal, geleneksel yapılarla yabancılaşmış, uyuşturulmuş tek tip bi­
reyler yaratılmaya çalışılıyor.
Buna karşı çıkmaya çalışanlarsa kendilerini tutunamayan,
kaybeden olarak adlandırıyor. İyi de, bu kirliliğe tutunmak gereki­
yor mu ? Ya da şöyle sorabiliriz bu soruyu; asıl kaybedenler kazan­
dığını sananlar değil mi?
Yer üstünden görünsün ya da görünmesin, ciddi biçimde geli­
şen, kendi dinamiklerini oluşturan alternatif ya§am biçimleri, al­
ternatif beğeniler var. Fanzinler gün geçtikçe çoğalıyor, yayılıyor.
Müzik grupları artıyor, demolar, alternatif albümler elden ele do­
la§ıyor. Her gün gelip geçtiğimiz sokakların duvarları çe§it çe§it fo­
tokopi afi§lerle donatılıyor.
Şimdilik kaos yaratacak güçte değiller. Ama kaos yaratabile­
cek güce eri§tiklerinde sistem onları eritmek, ya da dönü§türüp se­
vimli bir arayı§ haline getirmek için elinden geleni yapacak.
Underground ortamın kendi gücünün farkına vararak daha
da geli§mesi, sistemin tuzaklarından kendini koruyabilmesi, yüzeye
çıkmadan yayılabilmesi ve hepsinden önemlisi, kendini tüketen
pesimist eğilimlerden uzakla§ması gerekli. Bu yalnızca kendileri
için değil, herkes için gerekli .
Çünkü şu anda olmasa bile yakın gelecekte sistemi sarsacak
güce erişebilecek en önemli alternatif onlar. Fanzinler, onemli bi­
rer anti-medya silahı olma a§amasındalar. Gençliği bütünle§tiren,
ortak duygular etrafında toparlayabilen müzik, alternatif topluluk­
lar sayesinde pop müziğin, arabeskin toplum üzerindeki yıkıcı etki­
lerini nötrle§tirebilecek tek seçenek olma a§amasında.

8
Ne yazık ki, henüz bunu başarabilecek güçte değiller. Yalnız­
ca filizleniyorlar. Rock, metal, punk, hardcore vb. topluluklar, mü­
zik, edebiyat, sinema, bilgisayar, çizgiroman vb. fanzinleri gün geç­
tikçe çoğalıyor. Çoğaldıkça güçleniyor ve daha düzeyli ürünler ve­
riliyor. Artık edebiyat dergilerine bakarak ülkenin edebiyat profili­
ni, müzik dergilerine bakarak müzik profilini çıkarmak neredeyse
imkansızlaşıyor. Fanzinler, müzik toplulukları çok farklı bir boyut­
ta, kendi bildikleri yolda ilerliyorlar.
Antifaşist, antimilitarist karşı çıkı§lar da fanzinlerde odaklanı­
yor. Özellikle anar§izm, fanzinlerin çoğunun ortak paydasını olu§­
turuyor. Sava§a, nükleer santrallere, doğanın rant uğruna yağma­
lanmasına, insanın sömürülmesine, hayvan türlerinin yok edilmesi­
ne neredeyse hiçbir fanzin kayıtsız kalmıyor.
Bu konudaki tek sapma, bazı black metal gruplarının yaptığı
müzikler ve onları destekleyen fanzinler. Faşizan tavırları, hayatın
kar§ısında ölümü kutsallaştırmaları ve hayat karşısındaki pesimist
tutumlarıyla şimdiden sistemle bütünle§mi§ler, son aşamada siste­
me hizmet eder konuma gelmişler.
Fanzinlerde görülen en önemli ve neredeyse ortak yanlı§, top­
lumla uyumsuzluğun sisteme karşı çıkı§ın doğal sonucu olduğunun
fark edilememesi. Bunun sonucunda da kaybetmi§liğin bir tür ka­
der gibi algılanıp ruhsal çöküşe ve insanın kendi içine hapsedilme­
sine izin verilmesi. Hatta idealize edilmesi .
Çünkü asıl sorun hayatı bu denli karartanlarda . . . Kendi hayat­
larını değil elbette, hepimizin hayatını.
Underground kültürü üretenlerin kendi içlerinde boğulmak­
tansa o yıkıcı potansiyeli dışsalla§tırmaları gerekiyor. Bunu ba§a­
rırlarsa, oluşacak sarsıntılar her yerden duyula-cak.
Elbette bunu başarmak bireysel isyanın toplumsalla§masıyla
da doğrudan ili§kili.
Dönem dönem egemen güçler ve onların hizmetindeki med­
ya, underground kültürü fark ediyor, aslında çok da ciddiye alma­
dığından -kendince- gerektiği kadar tepki verip, asli i§lerine geri
dönüyor. Bu da gösteriyor ki, sistem için ciddi bir tehlike oluştu­
ğunda asla kayıtsız kalınmayacak.
Yakın geçmi§te yaşadığımız binyılın son cadı avı bunun güzel
bir örneğini olu§turdu. Toplumu tektiple§tirmeye çalışan ve farklı-

9
lıklara tahammülü olmayanlar bu kez de şeytan avcısı kılığında
karşımıza çıktılar. Bir cinayeti bahane ederek alt kültürlere saldır­
dılar. Değişen pek bir şey yoktu aslında. Avcılar hep aynı avcıydı,
av ise hepimizdik.
1980'de yaşatılan kaosu hatırlatmak istediler ve "bizi unutma­
yın" mesajını verdiler. "Biz buradayız ve geçen 20 yılda hiç değiş­
medik. Yöntemlerimiz aynı, zihniyetimiz aynı . . . Ayağınızı denk
alın." Televizyonlarda suç aleti olarak gösterilen kitaplar, bunca yıl
sonra tekrar karşımıza çıktı. Yalnızca biraz farklılaşmış, çağa
uyum sağlamıştı bu suç aletleri. Fanzinler, müzik albümleri vardı
aralarında. Yeşil parka da siyah tişörte dönüşmüştü.
Yine hayali örgütler kuruldu, merkez yönetim kurulları ve ör­
güt birimleri oluşturuldu. Bu oluşturulan örgüte, üyeleri bulup
yerleştirmek kalıyordu geriye. Bunun için de belli pasajlar, barlar
basıldı. Farklı giyinenler sokaklardan toplandı.
Sorun farklı kültürlere ve bunun paralelinde de alt kültürlere
olan tahammülsüzlük, hatta düşmanlıktı. Harekete geçmek için
gereken ivmeyi bu kez de şeytan vermişti. Şeytan, kendini de aşan
şeytanlıkların aleti oluverdi bir anda.
1980'de yaşananlarla kıyaslanmayacak kadar küçük de olsa,
benzer bir . paranoya başladı ve zavallı aileler Türkiye 'de an­
ne-baba olmanın dayanılmaz ağırlığını bir kez daha yaşadılar. Pa­
nik halde çocuklarının odasına dalıp ellerine geçen fanzinleri, der­
gileri parçalayıp yaktılar. Fark şuydu; bu kez kasetler, CD'ler ve ti­
şörtler de imha ediliyordu.
Korkmakta haklıydılar, çünkü bu filmi daha önce birkaç kez
daha izlemişlerdi.
Gençlerin bir kısmı tişört renklerini değiştirdi, küpesini çıkar­
dı, saçını sakalını kestirdi. Onlar da korkmakta haklıydı, çünkü
hepsi biliyordu ki şeytan içlerinde değil dışlarındaydı ve ne zaman,
nereden saldıracağı belli olmuyordu.
Yüzyılın en büyük keşfi olan medya, gerçek kimliğini bir kez
daha ortaya koydu. Kapitalizm ul aşabileceği en vahşi noktaya gel­
mişti ve para hırsı her türlü değeri alınıp satılabilen bir metaya dö­
nüştürmüştü. Cinayete kurban giden birinin çıplak cesedini bir tür
hard-porno fotoğrafı gibi yayınlamakta hiçbir sakınca görmeyen,
karşı olduğu alt kültür gruplarını küpesinden, saçından dolayı sa-

10
tanist ilan eden medya, bu çağın en önemli şeytan aleti olduğunu
da kanıtladı.
Rock müzik için değişen pek bir şey yoktu aslında. Daha ilk
çıktığı yıllarda kilisenin, polisin ve ailelerin tepkisiyle karşılaşan
rock, tutucu çevreler için her zaman günah keçisi olmuştu. Rock'a
kar§ı tepkiler sertle§tikçe rock da sertle§mi§, taviz vermeyen tutu­
muyla düzen için her zaman potansiyel bir tehlike oluşturmuştu.
Şeytan avı sırasında rock'Ia -pamuk ipliğine bağlı da olsa -
bir ilişki kuruldu ve rock müzik hedef tahtasına dönüştürüldü. Es­
kiden baskın yapılan evin duvarındaki beyaz sakallı dede resmini
Marx sanan zihniyetin, belki de hayatında ilk kez resmini gördüğü
Jim Morrison'u satanist örgüt lideri sanması doğal.
Doğal, çünkü üçüncü binyıla girerken bile toplumumuz henüz
sözel kültürden yazılı kültüre geçemedi. Halkın geneline yayılan
kültür eksikliği, doğal olarak medyadan yöneticilere, kolluk kuv­
vetlerine kadar herkesi etkisi altına alıyor. Çarpık kapitalizmin
köylerden alıp büyük şehirlere, metropollere sıçrattığı bireyler alı­
§amadıkları bu yapay dünyaya, gitgide kendilerine yabancılaşıyor­
lar.
Sözel kültür, kahvehane ve berberlerdeki sohbetlerle sınırlı
kalıyor. İnsanların siyaset, ekonomi, spor, edebiyat vb. konularda­
ki tüm bilgi birikimi bu mekanlarda konuşulanlarla sınırlı kalıyor.
Sürekli okuma ediminden geçtik, gerektiğinde bir kitabı alıp iki üç
satır okuyarak elde edilecek bilgiler bile ne yazık ki böyle bir alış­
kanlığın yerleşmemesinden dolayı elde edilemiyor.
Böylece, ağızdan ağıza dola§an dedikodular toplumun büyük
çoğunluğu tarafından kabul görüyor, her olayda gerçeklik biraz
daha yara alıyor.
Led Zeppelin'i, Black Sabbath'ı satanist ilan etmek kolay,
çünkü bunu yapabilmek için yalnızca cümle kurmayı bilmek yeti­
yor. Ama söylenen sözün arkasında durabilmek, yüzyıllar süren bir
kültürel geçmişi ve bunun doğurduğu etik anlayışı gerektiriyor.
Cemaat toplumundan çıkıp birey olabilmeyi gerektiriyor en azın­
dan. Çünkü söylenen söz, söyleyen birey için bağlayJGıdır. Altında
adı vardır ve o ad kişiliğiyle, dünya görüşüyle, inançlarıyla, kısacası
her �eyiyle kendine aittir ve o bireye özeldir.

11
Onlar için §İmdilik ciddi bir tehlike yok. Ama ciddi tehlike
olu§turacak bir birikim gün geçtikçe artıyor. Alt küİ türlerin elinde­
ki tüm bu ileti§im araçları; fanzinler, demolar, afi§ler kendi düzen­
lerini sürdürmek isteyenler açısından elbette birer "Şeytan Ale­
ti"dir. Ama gerçek §eytanın kim olduğunu tarih zaten kendi dina­
mikleriyle tespit ediyor.

12
.. .

YERAL TINDAN YUKSELEN


ÇIGLIK: FANZİN
Fanzin, varolan sosyal yapıya ve bu sosyal yapıyı oluşturan
tüm değerlere karşı çıkışın bir tür simgesi. Adını "fanatik"in
fan'ıyla "magazin"in zin'inin birleşmesinden alan fanzin, yer altı
kültürünün en önemli iletişim araçlarından biri.
Kapitalizmin gittikçe yalnızlığa sürüklediği bireylerin seslerini
duyurabilmek, daha önemlisi, bu sesleri paylaşabilmek için oluş­
turdukları başkaldırı yöntemi de diyebiliriz fanzin için.
Sınırsız bir özgürlük ortamı... Belki de, otosansür dahil hiçbir
sansürün işlemediği tek alan. Yapısı gereği her türlü otoriteden
uzak ve çok doğal. Kimseden izin almadan, kimseye hesap verme­
den, hiçbir ekonomik kaygı gütmeden, hepsinden önemlisi, adını
öne çıkartarak popüler olmaya çalışmadan, tam tersine adını gün­
deme bile getirmeden oluşturulan bir çatışma ortamı.
Kısacası, popüler kültür ürünlerinin tam karşıtı.
Genel anlamda, hayatın müdahale edilmesi gereken her nok­
tasına hiç çekinmeden müdahale edebilen fanzinin tarihi çok eski
değil ülkemizde.
Geleneksel aile yapısıyla, eğitim sistemiyle, militarizmle, apo­
litikleştirmeyle, devletin resmi ve gayrıresmi güçleriyle dar bir ala­
na sıkıştırılarak tüm çıkış noktaları kapatılan, bir anlamda kendi
içinde boğulmaya terk edilen gençler, fanzin çıkartarak hayata ve
hayatını baskı altına alan kurumlara duyduğu tepkiyi nefrete, öfke­
ye dönüştürüyor.

15
IRKÇI DEGJİ:LİZ, SADECE HERKESTEN EşiT DERECEDE
NEFRET EDİYORUZ
Yukarıdaki slogan, AE31'in bakış açısını oluşturuyor. Ölüm ve
Cenaze adlı fanzinse ''Aşk yalandır ve biter. Varolan tek gerçek nef­
rettir" diyor. Bu bakış açısı anarşist, nihilist bir çizgiye yöneltiyor
okurları.
Kendi hayatına bir başlangıç noktası bulmak isteyenlerin tu­
tunduğu daldır belki de fanzinler. Dünya edebiyatında, hayata aynı
açıdan bakan yazarlar var elbette ve fanzinler belli noktalarda bu
yazarl arla buluşuyor. Ö rneğin, AE3l'de Jerzy Kozinski'nin "Adım­
lar"ından Lautreamont'un "Maldoror'un Şarkıları"na kadar birçok
alıntı bulmak olası. Çünkü her ülkede, her dönemde karanlığın
saklayamadığı her şeyi görebilen insanlar vardır: "Ve ben her şeyi
-karanlığın saklayamadığı her şeyi - görüyorum. Havalandınna boş­
lııklarına saplanmış kuzguni siyah, şövalyelerininki gibi simsiyah
uzun parlak tüylerle zırhlandırılmış bir at. Ve elleriyle bize bir şeyler
anlatmaya çalışan, tüm bilincini kaybetmişçesine kendini duvardan
. duvara vuran ve tersten konuşan, o da af( gibi simsiyah uzun parlak
tüylerle kaplı bir adam. Ya da kadın ?"
Bir anlamda, altındaki zeminin kaygan olduğunu bilenlerin çı­
kardığı bir fanzin AE31; "koskocaman ve siyah bir örümceğim ben
artık. Tek isterim kaç tane bacağım olduğunu saymak, ama zemin o
kadar kaygan ki. Sadece zemine tutunmaya çalışıyorum şimdi, çünkü
eğer tutunamazsam boşluğa kayıp gideceğim, yok olacağım. . . Göv­
dem büyüyor, gözlerim kararıyor, korkunç bir süratle terliyorum. Pis
bir kokıt yayılıyor bedenimden. Dolu dolu kusmak istiyorum ama ku­
samıyorum. Tavan da hareket halinde sanki. Üzerime geliy01� beni
yutmaya çalışıyor. Reco ya bakıyorum can havliyle. Reco büyümüş,
devasa bir ifrite dönüşmüş. Yüzünde dehşet ifadesi var. Gözleri yaşlı
ve kıpkırmızı. 'Lütfen pomo seyredelim ' diye bağırıyor hiç durma­
dan. "
Ön kapağın iç sayfasını daha çok sloganlara ayırıyor AE3 1 .
Örneğin 2 . sayısında küçük bir porno fotoğrafla birlikte "Lütfen
porno seyredin" sloganına rastlıyoruz. Başka bir sayısındaysa yine

16
aynı sayfada tetiğinde "çekiniz" yazan bir tabanca var. O sayının
sloganıysa "Lütfen baş hizasında tutunuz".
Artık, masumiyetin bittiğinin habercisi fanzinler. Eğer sabah
evinden çıkarken yanına yaklaşarak, bir sigara yakıp sana 'günay­
dın' demek istiyorlarsa, bunu yapıyorlar. Sonra tenha bir yerde
beynini dağıtmak istiyorlarsa, bunu da. En azından korkusuzca
söyleyebiliyorlar içlerinden geçeni. İ çlerinden geçenin bu olması
insanları ürkütüyorsa, ürken insanlar onların değil, kendi hayatla­
rının özeleştirisini yapmak zorundalar. Hem de zaman geçirme­
den; "Masumiyet bitti, farkındalar seyircilerimiz. Tiyatroya gelip de
tek kuruş ödemedikleri gibi, iistiine ağzımıza sıçtı/ar. Sahnede giydi­
ğim tek kostümiin çıplaklık olduğunu da anlayamadılar tabii. Ve öl­
düler. Uzun bir bekleyişten sonra gelen harika bir oıgazm gibi. "
Bilgisayar teknolojisiyle hazırlanan, ama fanzin ruhunu fazla­
sıyla taşıyan AE31, görsel anlamda da başarılı olan fanzinlerin ara­
sında yer alıyor. Pozitif olabilmek için çok uğraşan, ama ne kadar
denediyse de bunu başaramayan biri, negatif olmasının nedeni
olarak da diğer insanları görüyorsa ancak 11666" gibi bir yazı yazar.
Bunu yayınlamak için de en ideal dergilerden biri elbette
AE31'dir;
" - Alnındaki dövmeden bahseder misin ?
- Bunu 666'yı kapamak için yaptırdım.
- Şeytanı hatırlattığı halde neden ejderha'yı seçtin ?
- Annem demişti ki 'neden bir gül ya da kelebek yapmıyorsun ?
Niye böyle boktan bir şeyi yaptırayım ki? Ejderhayı tek bir sebepten
koydum: Şeytan artık gitti.
- Peki yanağındaki gözyaşı dövmesinin anlamı ne ?
- Gözyaşı benim hayat mahkumiyetim-hayatımı ağlıyorum.
- Mahkümlara olan davranışlar hakkında yorumların var gibi.
- Sistemden nefret ediyorum. Onda pek iyi bir şey bulduğumu
söyleyemem. Onlar (gardiyanlar, hapishane müdürleri) aslında pro ­
vake ediyorlar biz içerdekileri. Pozitif olabilmek için çok zorladım
kendimi ama ne kadar denediysem o kadar negatif oldum insanlar
yüzünden. "
Endoplazmik Retikulum, karşı çıkışını "asiliğin doktrinleri "yle
belirginleştiriyor. Heavy Metal'le ilgili yazı ve söyleşilere ağırlık
veren fanzin, yayın hayatına Bursa'da atılmış.

Şeytan Aletleri, F: 2 17
Çizgi roman ağırlıklı olan Pipi de benzer biçimde anarşist, ni­
hilist bir yapı içeriyor.
Probabilite, nihilist çizgisinin yanı sıra metal müziğe, özellikle
de Black Metal'e ağırlık veren bir fanzin. İntihar eden bir gencin
evinde bulunduktan sonra medya tarafından satanist ilan edilerek
hedef haline getirilen Probabilite, kısa süren yayın hayatına son
vermek zorunda kalmıştı. Bir sonraki sayısını merak ettiren, ilginç
bir çizgiye sahip fanzin, böylece, sistemin yarattığı şiddetten nasi­
bini almış oldu.
"Cinnet geçirenlere adam öldürmede yardım" şiarıyla yayınla­
nan Eblek Hardcore anti-faşist bir tavır sergiliyor. Devrimci müzik
gruplarıyla söyleşiler yapan Eblek Hardcore, polis terörüne de cid­
di biçimde karşı çıkıyor.
Alternatif, yine politik tavrı olan fanzinlerden biri. Yer yer
Che'ye, Deniz Gezmiş'e yer veren Alternatif, Yeats'den Fouca­
ult'a, Borges'ten Wilhelm Reich'e kadar uzanan geniş yelpazeyle
entelektüel bir ağırlık taşıyor.
Michel Faucault "Beni şaşutan, toplumumuzda sanatın bireyle­
re ya da hayata değil de yalnızca nesnelere ilişkin bir şey durumuna
gelmesi. Sanatın yalnızca sanatçı denilen uzmanlar tarafından ger­
çekleştirilebilen bir uzmanlık dalına dönüşmesi. Neden her kişi kendi
hayatını bir sanat yapıtına dönüştürmesin ? Neden şu ev ya da lamba
bir sanat yapıtı olsun da benim hayatım olmasın?" diyor Alterna­
tifte.
Maskeli Bir Mitos olan Askumandan Marcos da yer alıyor Al­
ternatifin sayfalarında;
"Ben Meksika 'da Zapatista 'yım. San Fransisco 'da eşcinselim.
Güney Afrika 'da siyahım. Avrupa 'da Müslümanım. Amerika 'da Çin­
liyim. İsrail'de Filistinliyim. Almanya 'da Yahudiyim. Bosna 'da barış
savaşçısıyım. Türkiye 'de Kürdüm. Herhangi bir metro istasyonunda
akşamın onunda yalnız bekleyen kadınım. Herhangi bir ülkedeki top­
raksız köylüyüm. Herhangi bir şehirdeki işsiz emekçiyim. "
Çığlık, faili meçhul cinayetler, yargısız infazlar, özel tim gibi
konulara eğilip politik bir karşı çıkış oluşturuyor.
Çığlık'ın 2. sayısının kapağında sevimli kahraman Tenten var.
Kapağın iç kısmı boş bırakılmış; açlık grevinde ölenler ve Sivas'ta
yanarak can verenler için . . . Çığlık'taki birçok üründe k. İskender

18
adına rastlıyoruz. "Suörümceği Said That. . . " başlıklı yazıda şöyle
diyor;
"Yaşlı adamın hoşnutsuzluğu, daha gömülüp eprimeden içinde
kurtların oluştuğunu hissetmesi, otoritenin egemen ideolojinin çeki­
mine girmediğini görmesidir, öldürün onları!
Oğlancıllık, bir bilme bilincidir. Gazın operaya uyarlanması,
atonalite seyirlidir. . .
Ter'imi babamın vitaminlerinden kurtardım . . . "
Çığlık'ın 3. sayısının kapağında birbirine sarılmış iki maymun
var. Sayfa düzeni ve içeriği de diğer sayılardan epey farklı. Daha
doğrusu içerik yok ve atılan çığlığın gittikçe zayıfladığı anlaşılıyor.
İlk sayısı Şubat 98'de çıkan Ha-zine "Heavy Metal hayatın ta
kendisidir." diyor ve metal ağırlıklı bir fanzin olarak yayın hayatına
atılıyor. Popüler kültüre karşı çıkan Ha-zine, aynı zamanda an­
ti-faşist bir platform oluşturmaya çalışıyor. Burjuvazinin gün geç­
tikçe örgütlendiğini, oyuna gelmemek için birlikte hareket edilme­
si gerektiğini vurguluyor.

lKANALİZASYONDAKİLER NE KADAR DUA lBDER?


Nefret ve sevgi birbirlerinin sebebidir. Başka anlamı var mıdır
bu duyguların? Belki de aranan bu so runun yanıtıdır. Aranan ve
bir türlü bulunamayan.
Fanzinlerde yazanlar, fanzinleri çoğaltıp dağıtanlar toplumun
genelgeçer değer yargılarına göre bir avuç küçük suçludur. Ama
onlar toplumun da en az kendileri kadar suçlu olduğunu biliyorlar
aslında. Kanalizasyonda yaşıyorlar ama orası "başkaları"na göre
kanalizasyon. Onlara göreyse "başkaları"nın yaşadığı yer kanalizas­
yon. Hiçbir etik değerin olmadığı, para ve kariyerin tek değer sa­
yıldığı bir toplumda alçak sesle konuşmayı yeğliyorlar. Ama sesleri
de gün geçtikçe daha çok duyuluyor nedense . . .
Bilgisayar tekniğini kullanarak "makas, kalem, tutkal" yönte­
minin bir adım ötesine geçen fanzinler arasında Bahtsız Deve ve
Zemberek sayılabilir.
Zemberek "iki boyutlu müstehzi mevcudiyet" olarak yayın ha­
yatına atılan, "Sonuçta kimse gökkubbe altında daha evvel söylenme­
miş bir şeyi söylemedi. Söz uçtu. Yazı iki boyutta takıldı kaldı. Dikenli

19
telde takılanlar ve dikenli telin bıraktığı izler gibi. Acıttı . . " diyen bir
.

dergi . "sevgi ile nefret iki ağacın arasına gerilmiş ince bir dalın iki
ucudur. önemli olan ise ormandır. içmeden önce kadehimi su barda ­
ğına vurdum. suyu içen yine ben oldum. ve bütün bunların arasında
kalkıp yatağımı bir gence verdim. uykusunu almış genç, uykusuz ay­
yaştan daha iyidir. . . diye düşünülebilir. bence yatak uyumak içindir.
her iyileşiş yeni bir hastalığın başlangıcı oluyorsa ve her hastalık baş­
langıcı, aynı zamanda bitmeye başladığı için sana ümit de veriyorsa
ve bu yüzden her lıastalığ111 bitişi seni yerle bir ediyorsa, haklı yere va ­
roluşunun yok oluşunu engellememesi gerektiğine inanırsın. "
Hayata dı§ardan olmasa da a§ağıdan müdahale eden bir fan­
zin için haklarını bilmek ve insanl ara haklarını bildirmek de önem­
lidir. Çünkü insanın ba§ına ne zaman bir bela geleceği bilinmez ve

20
bu noktada da haklarını bilen kişi büyük bir avantaj yakalamış de­
mektir. Zemberek bunu gitarla yapılmış kamu yararına bir bildiri­
ye dönü§türüyor;
" - Öldürülmeme hakkına sahipsiniz. Cinayet suçtur, ıJir polis ya
da bwjuva tarafından işlenmedikçe.
- Yemek ve para sahibi olma hakkına sahipsiniz. Tabii biraz
aşağılanmayı, soruşturulmayı dert etmezseniz.
- Düşüncelerinizi söyleme hakkına sahipsiniz. Bunu gerçekten
denemeye kalkacak kadar budala değilseniz. . . "
"Beyindeki şizoidhemoroid" de fanzinin ilgi çekici bölümlerin­
den biri. "Bir engerek hamlesi" olarak kar§ımıza çıkan bu bölüm
insanlık adına yapılmı§ gerçekten de önemli bir tespitle başlıyor;
"bazen. baz olarak değil yani ara sıra. ufacık şeyler mutlu eder bizi.
neden ? nedeni var mı kardeşim, artık ufacık şeylerden mutlu olacak
hale düşmüştür insanlık. düşüş o düşüş yani. "
Zemberek'in ilk sayısında yaşlılığın, beden ve zihin güçlerini
azar azar kemirdiğini görmek istemediği ve yetmi§ ya§ını aşmamak
konusunda kendine verdiği sözü tutmak için 19 1 1 yılında karısıyla
birlikte intihar eden Paul La Fargue'den söz ediliyor. Bu sayıda ek
olarak Eski Ahit'teki "Vaiz Babı" veriliyor.
"Açıklamaların yığın yığın biriktiği bir çöplük olmalı bir yer­
lerde. Bu doğru manzaranın içinde kaygı veren tek bir şey var: bi­
risinin çöplüğü de açıklamayı başaracağı gün nelerin olabileceği . . . "
diyor Lucas Zemberek'in arka kapağında.
Uzun süren bir yolculuğa çıkıyor Zemberek. Sürekli, ama
kendine zaman sınırlaması getirmeyen bir fanzin. Örneğin 2. ve 3.
sayısı arasında bir yıla yakın bir zaman var. Antonin Artaud, insa­
nın yüzü boş bir güçtür diyor Zemberek'in 3. sayısında. Bir ölüm
alanıdır, hiçbir zaman gövdesine uygun düşmemi§ . . .
Gerçek bir felaketten söz ediliyor "Felaket B u Felaket" başlık­
lı yazıda; "sen tut yüz milyarlarca yıl evrende dolaş dur, sonra tam da
dünya denen lanet gezegen yoğuşurken oradan geç, aptal gibi oluşan
görüntüye kapıl, güzelliğine vurul, içine girip o sıkıcı evrim aşamaları­
nı izle, ama sabırla oluşumundaki güzelliğin bir yerlerde saklı olduğu ­
na inan, sonra şöyle bir dönüp bak ki kendine, sen de evrimin bir par­
çası olup bir insan haline gelmişsin. amip oldun, suda yaşadın, sü­
rüngen oldun, ayak/andın, şimdi de dokuz ağustos bindokuzyüzdok-

21
sanyedide, sabahın altısında uyan, işemeye git, tuvaletten çıkarken ay­
naya bir bakıver ve hatırla. sen herşeyi biliyorsun!. . "
Kafka'nın ünlü böceğine de gönderme yapılıyor Zemberek'te.
Gregor Samsa bütün ihtişamıyla kendine bir böcek deliklik de olsa
yer buluyor bu fanzinde . Bir böcekle, kendisiyle evlenmek isteyen
ölümlü arasında ancak şöyle bir diyalog geçebilir; "çok sinirli oldu­
ğumu sanıyorum. öldürmekle tehdit ettim. ciddiye almadı. yani alma­
mış olmalı ki, hatırlamıyor olamam o anı. evlenmek istediğini zanne­
diyordu benimle. üstelik uyarmıştım da onu. bizim orada iyi gelinle­
rin, hep ölü geldiğini söylemiştim. oysa o deep diriydi. az önce göğüs
uçlarından kopardığım çiğ et sesi. çiğ etin sesi. etin etten koptuğu
ses. . . hdlii yankılanıyordu. hala... ciddiye almamış olacak ki, onunla
evlenip evlenmeyeceğimi sordu. bunu çok sormuştu. ve ben çok sıkıl­
mıştım. kararlıca koştuğum pencereyi açtım. açtım ve sarktım. sark­
tım ve çok koşmuş olmalıyım ki, ilk kararlılığımın kalmadığını gör­
düm. çünkü bana ihtiyacı vardı. bunu biliyordum. ona döndüm ve
cevapladım çok önce sormuş olduğu soruyu. "seninle evlenicem ve
sen benim iyi gelinim olacaksın!" ona iyi gelinlerin nasıl olduğunu
gösterdim. "
Zemberek'te özellikl e Beat Generation ku§ağı yazarlarını ta­
nıtan bir bölüm de var. İ lk olarak Richard Brautigan'a birkaç sayfa
ayrılmış. Bölümün başlığı da oldukça ilginç: "Köttüne koduum
okuyucusu kadir kıymetini bilemedi söz konusu yazarın".
Zemberek'in 4. sayısında da birbirinden ilginç yazılar yer alı­
yor. "Bütünleşik Yapılanmalarda Sosyal Patlama Eğrisinin Koşullu
Varoluşu Üzerine Ya Da Rock'n Roll" başlıklı yazının yanı sıra,
"Cenaze Toplantılarında D avranış Tarzı" başlıklı bir inceleme var.
"Ne anasonla içki içmek için ne de gidilmesi gerektiği için gidiliyor
oraya. Tahmin etmişsinizdir: oraya sinsi ikiyüzlülüğe katlanılamadığı
için gidilir. " diyerek herkesin bildiği ama hiç kimsenin kendine bile
itiraf etme cesaretini gösteremediği bir gerçeği yüzümüze vuruyor
bu yazı. Ağlama üzerine açıklayıcı bilgiler de yer alıyor Zembe­
rek'in bu sayısında; "Ortalama ya da sıradan ağlamalar, yüzün baş­
tan başa büzülmesine, göz yaşı ve sümükle beraber sesin kısılmasına
neden olur, burun akıntısı ağlamanın sonunda ortaya çıkar, göz yaş­
ları durduğunda hararetle sümkürülür. "
İçeriğinden, sayfa düzeninden ve yine "bir engerek hamlesi"

22
olduğunu belirtmesinden dolayı Zemberek'le aynı ekibin ürünü ol­
duğu anla§ılan Bahtsız Deve de çıkı§ amacının ne olmadığını §öyle
açıklıyor; "Bahtsız Deve nin amacı güldürürken düşündürmek, ha ­
'

yatı farklı bir açıdan yakalamak, yalnızlıktan uzaklaşmak, felsefe


yapmak, mutlu olmak, bilgi vermek ve kıssadan hisse çıkarılmasını
sağlamak değildir. "
Bahtsız Deve bir sayısını, kaybedenlerin babası olarak adlan­
dırdığı H. Yon Kleist'e adamı§. "Nerdeyse bizde resmi yoktur onun.
Son derece acemi işi minyatür, ikincisi de çok değersiz bir portre. " de­
dikten sonra, "bunda bir şairi ya da en azından düşünen adamı işa ­
ret eden hiçbir şey yoktur. " diye belirtmi§ler. Fanzinin aynı sayısında
"Sövgü Edebiyatı"yla ilgili bir deneme de yer alıyor;
"küfürün kendi içinde bi güzelliği var. kendini ifade etmenin en

23
özgürce ve en kolay yolu. sağlıklı bişey. tenasüle oral yoldan bundan
daha kolay bi yaklaşım olamaz diye düşünüyorum . . . "
Fanzinlerin çoğunda gördüğümüz hayata karşı kayıtsız tavır
Bahtsız Deve' de de var. Her şeyin boş olduğunu anlayıp, bunu de­
ğiştirmek için bir çaba da harcamama tavrı; "bir şeylerin kaldığını
sanıyordum. en azından kulağım kalmış olabilirdi. biraz da gözüm.
hatta her iki gözüm de olabilirdi, belki bir miktar da ayaklarım. dedi­
ğim gibi; aslında bütün bunlardan da emin değilim. kulağımı en son
çöp tenekesinde gördüm. orada ne işi olduğunu bilmiyorum. bir süre
sonra, hiçbir şeyimin kalmadığını fark ettiğimde yani, sağ gözümü
mutfakta gördüm. geriye bir tek. . . bir yerlerim kaldı ama nerem oldu­
ğunu unuttum. "
Gerek sayfa düzeni ve içeriği, gerekse hayata yaklaşım tarzı
göz önüne alındığında Zemberek ve Bahtsız Deve ile aynı kadro­
nun yayınladığı anlaşılan diğer bir fanzin de Dran. "Periyotsuz ya­
şam fanzini" altbaşlığıyla yayınlanan Dran'da İstanbul Blues Kum­
panyası ile yapılmış bir söyleşi yer alıyor. Mutfağında dört kıtadan
etnik müzikler yer alan İstanbul Blues Kumpanyası "Kökler" adlı
ilk albümünün hazırlık çalışmalarını sürdürürken yapılmış bu söy­
leşi. Dran'da ayrıca Richard Brautigan ve "Yalnız sağlıklı insan aklı
ile yaşansaydı, değmezdi yaşamaya, can sıkıcı olurdu. Tam aksine
güzel olan dünyanın gökyüzü altında bir deliler topluluğunu andırma ­
sı. . . " diyen C. Pavese de yer alıyor.
Fanzinde Metin Kaçan'ın "Modern Kukla" başlıklı bir metni
yayınlanmış;
"Ne olursun muslukları kapat, lambaları söndür, anahtarı her
zamanki yerine koy, paspasın altına. Emir kipiyle gülmeye alış, mutlu
etmek için mutlu ol, hayallerini düşlerinin arasından geçir, açık de­
nizlerde yüzen cins bir balık ol-ya da kendini öyle hisset, hisset ki ya ­
şayasın, oltaya gelme, zokayı yutma, çeyrek ekmek ve on üç zeytin ye,
aynanın karşısına geç, gülümse. Şimdi sadece gül. G ÜL. "
"Bir Meditasyoncunun Portresi" başlıklı yazıda Maharishi Ma­
hesh Yogi ve tekniği tanıtılıyor.
Bir sürü kırpıntıyı toplayıp da fanzin çıkarmaya kalkanlar el­
bette bu fanzinin adını Kırpıntı koyarlar. "Odada, sağ tarafta, bir
ışık demetinin altında bir kapı beliriyor. Bu kapının arkasından, yani
bitişik odadan bir yazı makinasının tik takları, kağıt hışırtıları ve sı-

24
rayla biri ağır, biri hafif adım sesleri duyuluyor. Ayrıca çok uzaklar­
dan bir top gürültüsü ve iki kez de, ayırt edilemeyen bir megafon sesi
işitiliyor. Bir,anda, karanlıkta bir mobilyanın üzerinde beliriveren bir
sahra telefonu gürlüyor odanın içinde. -Kimse cevap vermiyor­
Sonra sinyal ışığının patlaması sürecinde bir sessizlik" diye tanımla­
nıyor "Eşyaların Dramı", F.T.Marinetti 'nin kaleminden.
Şimdi oturup düşünmenin tam zamanı! En azından Paracel­
sus'un söylediklerini; "Hiçbir şey bilmeyen hiçbir şeyi sevmez. Hiçbir
şey yapamayan, hiçbir şeyden anlamaz. Hiçbir şeyden anlamayan in­
san değersizdir. Oysa anlayan hem sever, hem her şeye karşı duyarlı
olur, hem de görür. . . Bir şeyde ne kadar çok bilgi varsa, o kadar bü­
yük sevgi vardır... Bütün meyvelerin çileklerle aynı anda olgunlaştığını
sanan kişi, üzümleri hiç tanımıyor demektir, "
"Periyotsuz fanzin" Antepartum 'daki Psycho başlıklı yazıysa
şöyle; "Dün yolda bulduğu adamın dudaklarını dikmiş ve evde özen­
le beslediği lağım farelerini yine aynı mükemmel özenle adamın kafa­
tasına zımba/ayarak gizlerindeki çığlıklarının hepsi gözlerinde, göz
kapaklannda, göz bebeklerinde harekete dönüştü. Nasıl mı gön:iyor­
dum bunları. Dedim ya ben onun sol gözüyüm . . . "

Yolcu, tek sayı çıkan bir fanzin. "Neden Fanzin" başlıklı giriş
yazısında, insanların neden fanzin çıkarma ihtiyacı duydukları çok
yalın bir şekilde ifade edilmiş; "gazetelerin, dergilerin rüşvetle sattığı
bir ülkede yaşıyoruz. Her gazete ya da deıgi atışınızda kendinize kızı ­
yorsanız, pişmanlık duyuyorsanız, muhalif olduğunu savlayan hatta
kendini 'efendisiz ' diye tanıtıp en zalim hükümdarları aratmayacak
biçimiyle bireyleri çarmıha gerenlere yanıt boşluğu hissediyorsanız siz
de fanzin boşluğunu hissedenlerdensiniz."
Birbirinden ilginç yazılar var Yolcu' da; "Sosyal fobileri yenme­
nin tek yolu üstüne gitmek değil, yeni sosyal fobiler oluşturmaktır. Bu ­
nun doğru olmadığını savunanların, hiçbir zaman sosyal fobileri ol­
madığı ve asla olamayacağı tartışmasızdır. Çünkü onlar sosyal fobile­
ri oluşturanlardır. ", "Algı bir yanılgı düzeneğidir, saf algı diye bir şey
olamaz, saf algılamamakla eşdeğerdir. Algının altında saflık arana­
maz. Anlamak saflığın karşıtıdır ve algılamak anlamanın ön koşulu­
dur. ", "Kendini yiyen her yılan bir üst evreni yok etmek zorunluğunda ­
dır, bu çift algı çarpıtılmasının kesin sonucudur. "

25
Yolcu da birçok fanzin gibi kendi içine sıkışıp kalmış, hayatın
çapraşık ve çarpık gidişine bir türlü uyum sağlayamamış insanların
çıkardığı bir yayın. Bir tür sığınak. Tutunacak bir dal oluyor bu in­
sanlara.
Fanzin tarihine adını altın harflerle yazdırmış bir dergi Mon­
dotra sho. Müzikten sinemaya, edebiyattan hayatının her alanına
yayılan, geniş bir perspektif yakalamış.
"Bedenim, olası bir uzaklıktan
Anlamını ölmeden önce bulacağım
Siyah beyaz bir anlatımdır
Şimdi
Ne ölüp ne yaşayıp
Şimdi.
Sınırlarıma kubilayın aynasından bakacağım
Öldüğüm yer başka bir hayatın
Altın tozlarına benziyorsa eğer
Hücrelerimin solunum yollarını kapatıp
Kişiliksiz bir gitarın avare notasına yapışacağım
Bakıyorum esrik cesetlerin bensiz rüyalarına. "
Mondo Trasho 'nun 5. sayısında; "Beni asıl dehşete düşüren in­
sanların ölümü televizyon dizilerinde gördüğü gibi kabul etmesi, acı­
sız, kansız olarak. Çocuklar küçük yaşlardan itibaren ölüm kavra ­
mıyla iç içe bırakılıyorlar. Dahası, ölmenin hiç de acı olmadığı anla ­
tılıyor onlara. Benim filmlerim çok kanlı olduğu için insanlara dehşet
veriyor. Bana ise bu kansız, acısız ölümler dehşet veriyor" diyor Da­
vid Lynch. Ne diyebiliriz ki, her şey görece ve galiba dünya insanın
yaşayabileceği en aydınlık yer değil.
"Sosyal ve Cinsel Muallaklar" bölümünde Halil Günenç'in gü­
nümüz meselelerine ait fetvalarıyla karşılaşıyoruz; "Kalp nakli caiz
midir, erkeğin erkekle cinsi ilişkisi zina sayılır mı, şiir yazmak helal
midir, hasta müzik dinleyebilir mi, boza helal midir, birisi zevcesinin
dübüründen münasebette bulunabilir mi, manto giymek haram mı ­
dır" gibi sorulara yanıt vermiş Halil Günenç. Alıntı yapılan kitap
İlim Yayınları'ndan 1982'de çıkmış.
Benzer biçimde, Başbakanlık Araştırma Kurumu'nun sundu­
ğu "Türk Töresi" başlıklı yazıya da rastlıyoruz Mondo Trasho'da.
"Konuşurken ' be, ulan, hadi yahu, ftttırdın mı sen ' gibi saygısız

26
ifadeler ya da 'bizim moruk, peder, gazoz ağacı ' gibi argo söz ve de­
yimler kullanılmaz.
"Sere serpe, yatar gibi, ayakları sehpa üzerine uzatarak, ayaklar
arasını aşırı şekilde açarak oturulmaz. "
"Evin her ferdi sabah kahvaltısına traş olmuş, saçlarını taramış,
ev elbisesini veya ev pantolonunu ve üstlüğünü, ev pabucunu giymiş
olarak gelir."
Mondo Trasho'nun verdiği önemli bir ek, Prof. Dr. Ünsal Os­
kay'ın "Modern Toplumlarda Gündelik Hayatın Sistemle Bütün­
leşmemiz Ve Birey Olamayışımız Açısından Önemi" başlıklı yazısı.
Metin Ayrıntı Yayınevi 'nin Ocak 1989'da yayınladığı "Gündelik
Hayatın Eleştirisi" adlı kitabın önsözünden alınmış.
Mondo Trasho'nun 1 1 . Sayısının iç kapağında Jean Baudril-

1
yenı
mülik

Arkadaflm
nis Hoppe
YAZI r,

111�

27
lard'ın önemli bir tespıtı yer alıyor; ". . . estetik ve soylu değerlerin
kitch ve hipergerçekçilik içinde yok oluşu aynen tarihin ve gerçeğin te­
levizüelin içinde yok oluşuna benzemektedir. Değerlerin bu vahşi
pragmatizminden tad almak gerekir. Beyninizde düşsel bir müze taşır­
sanız, asıl önemli olanı ıskalarsınız (çünkü asıl önemli olan gerçekte
asıl önemsiz olandır). "
Aynı sayıda Test. Dept. 'in South Wales'li Grevci Maden İşçi­
leri Korosu ile gerçekleştirdikleri konserle ilgili haber yer alıyor.
Ayrıca Süpermen'le ilgili bir bölüm ve Türk sinemasındaki Süper­
men filmleriyle ilgili bir liste var. Bir liste de Cüneyt Arkın'lı film­
lerden.
Ve Bukowski konuşuyor; "65 'imi geçmiştim ve ilk evimi arıyor­
dum. Babamın bir ev sahibi olabilmek için neredeyse hayatını ipotek
ettirmiş olduğu geldi aklıma. Şöyle demişti bana; Bak, ben yaşarken
bir ev alırım, ölünce sana kalır, sonra sen bir ev daha alırsın, ölünce
oğluna kalır. İki ev etti. Sonra senin oğlun. . .
B u sürecin yavaşlığı karşısında dehşete düşmüştüm. Bir ölüm,
bir ev. On nesil, on ev. Sonra bir kişi hepsini bir gecede kumarda kay­
bedebilir veya bir kibrit çakıp yakabilirdi, sonunda caddelerde da/ta ­
şak koşarak. "
"Malafatla Kasatura" başlıklı yazı porno/ kurgu bilim üzerine
ilginç saptamalardan oluşuyor; "Porno/ kurgu bilim alışverişi başka
bir kulvardan da gidiyor. 16 yaşının ilik gibi vücuduyla daldığı porno
da oral, ana! her yol takılıp, pizza suratlı yeniyetmelerin otuzbir düşle­
rini renklendirmiş, aynasızların on sekiz yaşına gelmeden pornolarda
öyle ulu orta vuruşamazsın demesi üzerine bıyıklıya piyaz vermekten­
se Paris 'e topuklamış, ardan da ayak üstü birkaç Fransız pornosunda
gavurun matrakukasını da yedikten sonra parasını kulamparaya kap­
tırmış Traci Lords, eski toprak Roger Corman 'ın feza operası Not Of
This Earth 'ün yeni çevriminde angut kurban rolünde gözüküp, por­
nodan saloz korkuya, dümbük kwgu bilime naşlamak isteyen porno­
culara da kapıyı aralamış."
Mondo Trasho, uzun bir süre yayınlanmış, tutarlı tavrıyla,
zengin içeriğiyle fanzin tarihinde kendine önemli bir yer edinmiş­
tir. Kendinden sonra gelen birçok fanzini de etkileyen, örnek alı­
nan önemli bir yayın Mondo Trasho.
Mondo Trasho kaynaklı Mondo Atropo da kafatasından parça
'

28
çıkarmak anlamına gelen "Trepanasyon" üzerine kapsamlı bir yazı
yer alıyor. Ortaçağdan itibaren, deliliğin tedavisinde kullanılan bu
yöntemin amacı, içerdeki şeytanı dışarı salıvermektir.
1960'ların 'psychedelic' hareketiyle birlikte yeniden gündeme
gelen yöntemi kendi kendine ilk uygulayan kişi Bart Huges'tir. Ay­
nı zamanda LSD atarken yanında şeker ve C vitamini kullanılma­
sını tavsiye eden de odur. Bart Huges, kafatası içindeki kan hacmi­
nin yerçekimi ve kafatasının kendisi tarafından kıstırılmasından
yola çıkarak bilinci sürekli olarak açık tutmak için trepanasyonun
ideal çözüm olduğu sonucuna varmıştır.
Mondo Atropo, Yüzbaşı Volkan'a da yer veriyor sayfalarında.
· Kızılmaske de konuşma balonunun içindeki sözlerle önemli bir
gerçeği vurguluyor; "Sahip olduğunuz tek şey bir çekiç ise her şeyi çi­
vi olarak görürsünüz. "
Diğer bir fanzin de AS Terörü. Gazete kupürleri yoğun olarak
kullanılmış ve fanzinlerin önemli bir tekniği olan kes-yapıştır yön­
temiyle hazırlanmış AS Terörü.

FAŞİZMİ EzııLllM ÜSTÜNDE GEZELİM

Türkiye'nin koşullarına uygun olarak, hemen hemen her fan­


zinde görülen ortak bir tavır, anti-militarizm. Özellikle söz edilme­
se bile genelde anti-militarist bir hava hakim fanzinlere . Bu konu­
da en belirgin tavrı alansa Uçurum.
"Bütün devletler paranoyaktır" diyen Uçurum çeşitli ülkelerin
milli marşlarından bölümler alınmış. Böylece herhangi bir yorum
yapmasına bile gerek kalmamış.
Yabancılaşma üzerine yazılanlardan en ilginci düğmeye bas­
mak üzerine; "Düğmeye basarak binlerce canlıyı öldüren kişi belki
karıncayı bile öldüremez. Ama zaten onun yaptığı iş, insanları öldür­
mek değil, düğmeye basmaktır. "
Anarşist tavrını hemen hemen her satırında hissettiren Uçu­
rum, Montaigne 'in kanunlarla ilgili bir denemesine de yer vermiş
sayfalarında;
"Kanunlar doğru olduk/an için değil, kanun oldukları için yürür­
lükte kalırlar. Kendilerini dinletmeleri akıl d ışı bir giiçten gelir. Ka ­
nunları koyanlar ya budala ya da eşitlik korkusuyla haksızlığa düşen

29
kimselerdir. Nasıl olursa olsunlar; insandırlar nihayet, her yaptıkları
şey ister istemez sudan ve değişkendir. Kanunlardan daha çok, daha
ağır, daha geniş haksızlıklara yol açan ne vardır. "
Uçuru m 'un kapağında yer alan metin, içeriğini özetliyor nere­
deyse;
"Bürolarda çalışanlar kompütürleri baltalarla parçalayacaklar
ve makinelerin içine çiklet yapıştıracaklar. . . Yippie helikopter pilotlan
polis karakollannı LSD gazıyla bombalayacaklar. Bacaksızlar ebe­
veynlerini banliyödeki evlerinden dışarı atacaklar ve buralannı silah
depolamak için gerilla üstlerine çevirecekler. . . Ülkedeki bütün toplan­
tılarda ulusal marşın yerini Bob Dylan şarkıları alacak. . . İnsanlar sa ­
bahleyin çiftliklerde çalışacak, öğleden sonra müzik yapacaklar ve is­
tedikleri zaman istedikleri yerde sevişecekler. "
Fanzin dünyası uçurumun ucundaki insanların, uçurumun
ucunda yaşayanlarla kurdukları underground, illegal bir iletişim
biçimi sayılabilir. Son dönemlerde en ilgi çeken fanzinlerden biri
olan Şorşak anarşist çizgisini belirginleştirirken, Mahşer "kaybediş
ancak stil sahibi biri için kabul edilebilir bir şeydir" diyor. " Uzun ve
sıkıcı insan ilişkilerine dayanmak, ortalama kibar davranışlar sergile­
mek, onlann istediği biri olmak için uğraşmak benim sorunum değil.
Din, ahlak, saygı, politik doğruluk gibi kavramlar dua etmekten daha
sıkıcı. " Erotik fotoğrafların ve şiirlerin ağırlıkta olduğu Mahşer,
yalnızlık ve varoluş bunalımını dorukl ara taşıyor. "Her şeyi yıkın,
yola çıkın . . . şimdi!" diyor ama hiçbir şeyi yıkamayacak kadar kendi
içine sıkışıp kalmış bireyin trajedisini yaşatıyor okuyana. Fanzinin
5. sayısının ön kapağında "Çocuklarınıza iyi bakın, yoksa sizin yeri­
nize biz bakarız" diyen Marilyn M anson var ve arka kapakta da
"Acıyla Yüzleş" sloganı yer alıyor. Zaten her s ayfasında insanı acı­
sıyla yüzleştiriyor Mahşer. "Tesadüflere inanmıyonım çünkü Alla ­
hın olduğu yerde tesadüf vardır. Sonuçta her şey zaten olması gerekti­
ği gibi oluyor. Hepimiz bu çarkın bir parçasıyız ve dolayısıyla biz Alla ­
hız zaten" diyen G. Samsarda da konuk oluyor Mahşer'in sayfaları­
na.
Mahşer'in ilk sayısında yer alan Celine'nin bir sözü günümüz
yazarlarına vurulmuş bir tokat gibi. ". . . bu yazarların bir sorunu var;
okuru sıkmanın sanat olduğunu düşünüyorlar. " diyor Celine.
Mahşer, bir anlamda, "yaşamak kaybetmek midir?" sorusunun

30
yanıtını arıyor. Ya d a aramıyor, zaten biliyor yanıtı, bizimle payla§­
mak istiyor yalnızca. Şehrin romantik katillerine aydededen masal­
lar okuyor, bir ev tanrısından daha eğlenceli bir §ey olamayacağını
fark edebilmi§ olanlara da okuyor aynı masalları .
Taylan'ın yoğun çabasıyla çıkan bu fanzinde elbette gündüz
notları değil, gece notları yer alır; "Bir kadın yağmuru götürebilir
mi?" ya da "Gökyüzündeki bir kuşun sakin uçuşunun veya şehrin ka ­
ramsarlığının neden beni bu kadar etkilediğini bilmiyorum. Geçici bir
hassaslık hali olduğunu umuyorum. Yo, hayır, hayır, kesinlikle ben
bir Brautigan insanı değilim. "
Mahşer'in 4. sayısında, bardağına merhaba diyen biri çıkıyor
kar§ımıza;
"merhaba bardağım
bu sabah gitti, artık başbaşayız
diğer tekini kırdığımda 'anlayamazsın ' demiştin
bundan sonra hıçkırığınız olacağım majesteleri
bilin ki hüznünüz benim
hadi, hadi bırakın ellerime
ben hepsini alabilirim içimdeki denize
buyrwı, siz de girin içime
bugün nasıl olsa
tecavüz aşkın üstiinde

ırzıma geçin majesteleri"


Bir de" Handmade God-3 1 " adlı §iire göz atmakta yarar var;
"bacaklarının arasına giren bir bıçak
bakamıyorsun bile bana
sen benim değilsin artık
tecavüz etmiş tanrın sana
parçalanmış organların, kan var lıeryerde
her gece dua ettiğin kahramanın girmiş içine
elimde simsiyah bir gül, boyuyorum iğrenç vürndunu
damarlarında akan kırmızı speımi hissediyorum
gözlerinde gördüğüm korku değil; sen korkmuyorsun
meleklerinin kustuğu yatakta aşık olnrnşsun rüyalarına
şimdi konuşabilmeni isterdim, bana giizel yalanlar söylemeni
ama yoksun ki mtık yanunda

31
kaçıp gittin herşeyimi yırtarak
burada olmalıydım
büyüyor oğlun tüm inançlara olan nefretimle
öğreniyor seni kabuslannda
bir peygamber öldüğünde sönermiş yıldızlar
kafası aynldığında bedeninden, tek gördüğüm gözlerindi
bir zamanlar benim olan gözlerin
pardon tanrım
bugün oğlunu öldürdüm kahkahalarla
seninle de hesaplaşacağız elbet
amen. "
Mahşer'in 1 . ve 2. sayılarını, bir özel sayıyı ve çeşi tli posterleri
kapsayan özel bir set de "Kusmuk Torbası" adı altında piyasaya ve ­
rilmişti.
Şorşak, "her şey mümkündür" diyerek çıkıyor karşımıza. Yal­
nızca kendi istediği kişiler gelsin diye bütün ip merdivenleri toplu­
yor. Ama bir türlü sonu gelmiyor istediği kişilerin. Hepimizi isti­
yor. . . D ayatılanı değil, seçtiklerini yaşamak için yayınlanıyor.
Ravachol 'la ilgili bir yazı var Şorşak'ın 5. sayısında;
" Önce Ravachol, Saint-Etienne çevresinde iki cinayet işler. Bu
cinayetler tann tanımazlık adına işlenmiştir. Kurbanlar sofu adam­
lardır. Ravaclıol 'un yaşama saygısı olmadığı gibi ölüme de yoktur.
Mezarları açar ve ölülerin mücevherlerini çalar!
Saint- Etienne polisi tarafından yakalanınca da kaçmayı başarır.
Ravachol, Paris 'e gelir. Bir süre Faris, oiı un, anarşistleri yargıla ­
yan yargıçların kapılarına koyduğu bombalar yüzünden çok korkulu
anlar yaşar. Bir gün restoranda yemek yerken garson onu tanır, polise
haber verir. Ravac/ıol, restorandan çıkarken polislerce tutuklanır. Bir
süre sonra anarşistler restoranı havaya uçururlar. Ravachol, yargıla ­
nır ve ölüme ma/ıkCtm edilir. Giyotine şarkı söyleyerek çıkar. Ölü­
münden sonra biiyiik giirültiiler kopar. Ravathol neredeyse kutsallaş­
tırılır. Onu, dünyanın iyiliği için hayatını feda eden bir şehit olarak
görenler bile olur. "
Son sayısında 17 Ağustos depremine de yer ayıran Şorşak
"patlatılan onca bomba, yakılan onca orman, içi petrol, su, maden
vs. diye boşalan, asit yağmurlarına maruz kalan, giizel kokmak adına
ozonu delinen D ÜNYA KIÇINI SALLADI ve deprem oldu. Yine de

32
çok üzgünüz. " diyor. Malatesta'nın Ekim 1927'de kaleme aldığı
"Bir Anar§ist Örgüt Proj esi" de yayınlanıyor fanzinde; "Bu yoldaş­
lar, tıpkı bizler gibi, başarı kaygısındalar. Fakat, var olmak ve başarı­
ya erişmek için, var olma nedenlerini reddetmek ve gelecek zaferin ni­
teliğini değiştirmek gerekmiyor. Savaşmak ve kazanmak istiyo­
mz-fakat birer anarşist olarak ve Anarşi için. " diyor Malatesta.
Kanat Güner'in ölümünden sonra özel sayı hazırlayan Şor­
şak, aynı zamanda Hüseyin Avni Dede, Metin Sefa, küçük İsken­
der, Turgut Toygar, kötü §air Şerafettin gibi imzalarla tam bir
anar§ist dergi görünümünde.
Ber on be§ dakikada bir hayvan türünün yok olduğu bir dün­
yada ya§adığının farkında ve bu dünyayı deği§tirmek için en azın-

Şeytan Aletleri, F:3 33


dan bir şey yapabilen insanların ürünü Şorşak. B elki yapabildikleri
tek şey fanzin çıkarmak. . . A:z şey mi?
Elbette fanzinin tüm yükünü sırtlayan Karga da yer alıyor bu
kara sayfalarda. Ne diyelim, "Kadın bir yumurta kabuğunun içinden
çıktı. Başka bir kabuğa büründü. Beyazlığını siyahlarla bezedi. Oysa
gizlenen başka karanlıklar onu aydınlatabilmek için vardı. karanlığın
içinde ak bir top, üzüntüsünden kendisine tecavüz ediyordu. Böyle mi
olmalıydı? Böyle mi kalacaktı yoksa?"
Daha çok edebiyat dergisi görünümünde olan Aşk ve Şarap'ta
Dostoyevski'den Kafka'ya, Camus'den Nietzsche 'ye, Bukowski'ye
kadar birçok tanıdık ismi görmek mümkün. Hatta Sait Faik, Mu­
rathan Mungan, Orhon Murat Arıburnu, Salah Birsel gibi edebi­
yatçılar da yer alabiliyor bu aşka ve şaraba bulanmış fanzinde.
Aşk ve Şarap 'ın 3 . sayısında Kafka'nın "Kararlar" adlı bir yazı­
sı var; "Perişan bir dummdan belini doğrultabilmek için fazla bir
enerji gerekli değil sanınm. Oturduğum sandalyeden kopanp alıyo­
rum kendimi; masanın çevresini dolanıyor, başımla boynumu devin­
gen duruma sokuyor, gözlerime ateşli bir ifade oturtup çevrelerindeki
kastan geriyorum. İçimdeki bütün duygulara karşı koyarak şu anda
gelmeyegörsün, A. yı büyük bir coşkuyla karşılayacak, B. 'nin odam­
daki varlığına nazik katlanacak, C. 'nin söylediği sözleri bütün eza ve
cefasına karşın uzun soluklarla içime çekeceğim... Bu yüzden en iyisi
her şeyi sineye çekmek, ağır bir kitle gibi davranmak, rüzgarın önüne
kattığı bir nesne gibi kendini hissetmek, bir ayartıya uyup da gereksiz
bir adım atayım dememek, başkalarına hayvansı gözlerle bakmak,
pişmanlık duymamak, sözün kısası yaşam denilen hayaletten artakal­
mış ne kadar cılız nesne varsa hepsini kendi elinle çökertip ezmek, ya­
ni o en somut gömüt sessizliğini daha da çoğaltmak ve ortada bir
başka şeyin varlığına izin vermemek. Böyle bir durum için karakteris­
tik bir devinim, serçe parmağın kaşlar üzerinde gezinmesidir."

İNSANLAR DÜŞÜNÜNCE TANR][ HEP GÜLER


Kybele fanzin mantığıyla hazırlanan tek sayfalık bir şiir dergi­
si. Görsel malzemenin bol kullanıldığı Kybele biçimiyle de dikkat
çekiyor. Her sayısı değişik bir renkte basılıyor ve üzerinde ilgi çeki­
ci desenler olan ince bir zarf içinde satışa sunuluyor.

34
Bir şiirinde, "Denizi taşıramaz hiçbir çölün hevesi" diyen Eralp
Sargın, elbette zamanın en çok kendi kadranında gecikeceğini de
bilir. Her şeyin çığrından çıktığını fark edenler, bizlerin bu neslin
ağaç gören son çocukları olduğumuzu söylemekte ha ·.d ılar. Peki
suç kimde ? Doğada mı? Ya da şöyle sorulabilir bu soru; cehen­
nem bizim dışımızda mı, yoksa içimizde mi ? Ya da biz cehenne­
min ta kendisi miyiz? Yine de umutlu muyuz ne . . .
"karşılıksız aşklann haddini bilmez prens/eriydik
saplantılar tekrar işer markasız jeansli
gençlerin ayakuçlarına. gece mektup
alır mavi kadehli gözlerden. fırtına. yaprak.
tetris oynayan biri 'm tüketir düşlerinin
gıcırtısını. gökkuşakları yörüngeden kurtuldukları
vakit şişkin balonlar patlar ve şiir 'im girer devreye
ıslaktır. özür dilerim.
umutlar yeniden işlenir sarı saçların hammaddesine
ne güzeldir?! bir şeker çözülür. Merdiven. zemin kat.
sonra kanım kıllanır alyuvarlar aşık olunca bir
kedi kuyruğuna ve tiyatro oyunumun son repliğidir
intiharımın tükenmez madeni -şimdi prens kendini şair sanıyo '
- çık yuvandan korkak prens
- zavallı prens ah!!!
son dilek. biçareyim. mavi kadehler ardı ardına boşalır.
or 'daki teknenin reisi bir şair hücresinin çekirdeğidir sanki...
biz bu yüzden umutluyuz işte."
Değer Özyazgan imzalı şiir neden tımutlu olduğumuzun altını
çiziyor. "Yaşam bir uçurumun kıyısında başlar" diye söze giren Ky­
bele, her ne kadar şiir dergileri arasında adı geçmese de son döne­
min en ilginç, en iddialı şiir dergilerinden biri olarak edebiyat tari­
hine değilse de fanzin tarihine geçecek gibi görünüyor.
Kybele biçim olarak çok düzgün gelmiş olmalı ki aynı kadro
kırışık bir kybele'nin peşine düşmüş. Turuncu renkli, kırış kırış bir
kağıda arkalı önlü tek sayfa olarak Kırışık'ı çıkarmışlar. İlk sayının
'deepNot'unda; "Kırışık, gündelik yaşamın bir yansıması olarak kar-

35
şınıza çıkmak ister. Bu yüzden bir paçavra hali taşır. İçeriğini benim­
ser, fakat önemsemez. Ona bir sevincin ve hüznün kaos hali demek
yerinde bir yakıştırma olacaktır. Herkesin fazlasıyla kendisini buldu­
ğu genele indirgenmiş bir öfke hali belki. Belki herkesin kendi kendini
yeniden keşfi. Kınşığın içeriğinde; minyatür öyküler, dipnotlar, sayık­
lamalar, aforizmalar ve minik alıntılar bulacaksınız. Çığlığınızın içi­
nizde üşümesine izin vermeyin. Gelin birlikte deneyelim . . . " diyorlar.
"İçinizin enkazında canlı aramayın artık" diye söze başlayan
Kırışık, Güray Onok'un kaleminden çıkan "gözyaşlarıma tutunup
sana daha ne kadar adayabilirim ki ömrümü. meleklerle saç-baş yol­
maca oynamaya geri dönmeliyim. beni yalnızlığımın batıl inançlarına
bırak. bırak seni binlerce kez öldüreyim. masum ve açık renkli öykü­
lerimin vampiri, kadınsı tutsak ediciliğinden aforoz et beni. beni uzak
iklimlere haykır! baharları görmek benim de hakkım. " sözleriyle sü­
rüyor.
"Paniğini kukla yapmış hasta bir çocuğum ben" diyen Nilgün
Marmara'dan, "Diyelim ki sadece gerçekliğin sınırlarını deniyor­
dum. Neler olacağını merak ettim. Hepsi bu: S adece merak. " diyen
Jim Morrison'a kadar kırışık hayatların bütün baş aktörleri yer
alabiliyor Kırışık'ta.
"Çift olma durumu, üçüncü şahısların. müdahalesine karşı sü­
rekli bir dirençtir. Çift, üçüncü şahıslara karşı direnmeye devam ede­
bilmek için onlara sürekli olarak ihtiyaç duyar. Sadık insanlar düş­
manı sürekli göz hapsinde tutarlar, ölçüp biçerler. Düşman olmasa
ne yaparlardı ki birlikte? Ne yapacaklarını nasıl bilirlerdi?
İki kişiden ancak arkadaş olur, çift üç kişiden oluşur. "
Kırışı k'ın 2. sayısında yer alıyor Adam Phillips'in bu sözleri.
Metis Yayınları'ndan çıkan "Tekeşlilik" adlı kitaptan alınmış.
Şairane ise Kybele ve Kırışık'ın aksine dergi mantığıyla hazır­
lanmış bir fanzin. Kapakta yer alan "demlenince çıkan şiir dergisi"
tanımlaması da bunu açıkça gösteriyor. Dergi olarak hazırlanmış,
matbaa bulunamayınca fotokopiyle çoğaltılmış imaj ı veriyor. Açık­
çası fanzin ruhu yok Şairane'de. Aralık 99 tarihli 2. Sayıda Can
Yücel için özel bir bölüm ayrılmış. Söyleşi tarzında yapılan çalış­
mada sorulan sorulara Can Yücel'in şiirleriyle yanıtlar verilmiş.
Şairane imgeyle, şiir ve şair üstüne söylenmiş ilginç sözlerle, Da­
daloğlu incelemesiyle dopdolu bir içeriğe sahip. Ayrıca Bertolt

36
Brecht'ten, Tekin GönenÇ'ten, Özdemir Asaftan şiirler okumak
da mümkün. Saku'nun "Ölü Adamı Göle Bıraktılar" adlı şiirine bir
göz atalım:
"ölü adamı göle bıraktılar
zincirlenmiş bir gökyüzüne aitken
kaderin tüm tuhaflıkları
ölü adamı yaşlı gözlerle izlediler
sanki
kendileri
daha önce
hiç ölmemişler gibi
ne şanstır ki, tersine aktı

37
gölün suyu
akacak bir yeri olmadığı halde
biz her zaman
hatırlarız olanları
ve biliriz
kitaplarda yazmaz
ölen bir kaplumbağanın anıları. . . "
Budala da şiir ağırlıklı bir edebiyat dergisi. O da Şairane gibi
fanzinden çok dergi görünümünde. 1988'de çıkan ilk sayıları fan­
zin ruhunu biraz olsun taşıyor aslında. Kasım 99'da başlayan yeni
dönemde Budala biçim değiştiriyor ve daha çok dergi formatına
yaklaşıyor. Şiir, bazılarının hayatında her şeydir. Budala'nın Ocak
99 tarihli sayısında " Öpüşme Sonrası" başlıklı bir yazı var; "Başladı­
ğın her şiirde bütün geçmişini ve yaşamakta olduğun anı yeniden sor­
guluyorsun. Kendini içen bir sigara oluyor böyle zamanlarda şiir... Se­
nin bakireliğin bizim en derin ve sınırsız esin kaynağımız olacaktı. Biz
hızla kirlenecek, böylece daha güzel şiirler yazacak ve kirlendikçe se­
nin temizliğine tapınacaktık. Sonuna kadar kirlenmeden güzel şiirler
yazılamıyordu. Bunu anlamıştık. "
Bir budalalar topluluğu tarafından çıkarıldığı söylenen fanzi­
nin belli bir periyodu yok. Fırsat buldukça çıkıyor. Aralık 99'da bu­
lunan bir fırsatla çıkarılan 9. sayıdaki Baki Ayhan T. İmzalı şiir he­
pimizin yaşamını vurguluyor; "Tersyüz Edilmiş Yaşam".
"şakağımı bir tabancaya dayamıştım
olmamıştı: .
açıktı son sayfası bakışlarının
jileti bileğimle derinden çizmiştim
olmamıştı:
akvaryumda çırpınıyordu siyambalığı
kalbimi pırıl pırıl bir hançere saplamıştım
olmamıştı:
kendini arıyordu uzaklarda bir fener"
"Sana demek istediklerimiz var" şiarıyla çıkan Derki söyleye­
cek sözü olanların bir araya geldikleri bir platform görünümünde.

38
"Biz hala aramızda o ağır yükle, tepemize doğru ilerlemeye çalışıyoruz
bugün. Bugün; asırlarca süren tek gün." diyenlerin platformu. Yazı
ağırlıklı · fanzinde şiirlere ve çizimlere de yer veriliyor. Sorularla
boğuşmaktan yorulanların durup nefes aldıkları küçük bir an da
sayılabilir Derki.
Gizbahçesi de fanzin çıkarmayı aklının ucundan bile geçirme­
yip, bir edebiyat dergisinin düşünü kuranların matbaa parasını
denkleştiremedikleri için fotokopiyle çoğalttıkları bir dergi. Şiir
ağırlıklı ve bilgisayarla yapılmış rahat bir sayfa düzeni var. Gizbah­
çesi'nin Mart 99'da yayınlanan 2. Sayısında yer alan "Kızılderili
Adamın Mesajı" dikkat çekici;
"Kızılderili adam onun (opraklarına giren beyaz adam karşısın­
da her yerde geriledi. Fakat bizim babalarımızın külleri kutsaldır, on­
ların mezarları mübarek topraklardır. Biz beyaz adamın bizim düşü­
müzü anlamadığını biliriz. Toprak onun kardeşi değil düşmanıdır,
onu elde ettikten sonrq ileriye gider, babalarının mezarını geride bıra­
kır ve onlarla bir daha ilgilenmez."
Ocak 2000'de ilk sayısı çıkan bir fanzin, farklı sayfa düzeni,
grafik tasarımı ve içeriğiyle dikkat çekiyor. Kapağında "ben bir fi­
güranım çizgiroman kentinde" diyen, karakalemle çizilmiş çıplak
bir kadın figürü var. Kadının sol elinin başparmağından aşağıya
idam edilmek isteyen birinin boynunu uzatması için hazır bekleyen
bir ip sallanıyor. Ve öğreniyoruz ki; "insanlar düşününce tanrı hep
güler"miş.
Fanzine bir ad verilmemiş. Belki de adlandırmanın gereksizli­
ği vurgulanmak istenmiş bu tavırla. İçinde ölüm ve aşk üzerine de­
nemeler var. Dört ayrı sayfa olarak hazırlanmış fanzin. İlk sayfası
kapak, bir sayfa şiirlerden, iki sayfa da denemelerden oluşuyor.
Her sayfanın zemini birbirinden güzel karakalem çizimlerden
oluşmuş. Yazılı metinlerin yanı sıra görsel bir şova dönüşen grafik­
leriyle hemen dikkat çeken bir fanzin bu. Yayına hazırlayanlar Pe­
lit, Yasemin, Gözde ve Fulya. Grafiklerse Tuba'ya ait. Turuncu
kağıda çok özenli şekilde fotokopi çekilerek hazırlanmış. Sayfa dü­
zeninden A4 kağıdı katlama şekline kadar itinayla, titizlikle ele
alındığı belli. "Salyalarını akıta akıta yediğin elmadan kurt çıkıyor"
diyor Yasemin, "Bu Da" adlı yazısında. "Sevgilin İspanyol paça pan­
tolonuyla karşında bale yapmaya çalışırken, sen ağdayla bekaretinde-

39
ki kıllan temizlemeye çalışıyorsun. Senin her çığlığın sevgilini baştan
çıkanyor. İkiniz de orgazm sigarası yakıyorsunuz. Duman/arınız se­
vişmeye başlarken, ayyaş hamam böcekleri etrafta zigzaglar çiziyor­
lar... Sevgilin seni istemiyor. Sen de akıntıyla sevişiyorsun. Etraf kan
kokuyor. Ayyaş hamam böcekleri akıntıda son nefeslerini tüketiyor. . .
Buhurdandan çıkan duman terletiyor bedenini. Bir sarma yakıp ay­
naya bakıyorsun. Kendini izliyorsun. Belli belirsiz karaltılar görüyor­
sun yüzünde. Bunları geçmişten kalma sivilce izleri sanıyorsun; aldır­
mıyorsun. Üç aydır ağzını açık unuttuğun şarap şişesinin içinde sar­
hoş hamam böcekleri alem yapıyor; sinirleniyorsun. Şişeyi sivrisinek
cesetlerinin mesken tuttuğu duvara fırlatıyorsun. Duvar adeta taş dev­
rini aratmayacak bir sanat eseri halini alıyor. Etkileniyorsun."

40
Uç Kent de edebiyat ağırlıklı bir fanzin. D aha çok bir edebiyat
dergisi prototipi görünümünde. Şiirler ve denemelerden oluşuyor.
Söyleyecek çok fazla "farklı" sözü yok. Sevgi ve duyarlık temelinde
yoğunlaşan, sempatik, iyi niyetli bir fanzin. Yazarlarının edebiyat
dergilerine geçmeden önce bir atlama taşı olarak kullanabilecekle­
ri türden . . .
Düş Kent d e yapı olarak Uç Kent'e benzeyen bir fanzin. De­
neme ve şiir ağırlıklı. "Çarmıhta Meryemler" oldukça ilginç;
"Her şeyden biraz katkılı başkaldırış/ar. .. Üstelik bilinen hiçbir
biçimi taşımadan, o da başkaldırının imge yönü. . .
İçimde hepsi var, karşı olan her şey; lanet bir büyük metropol,
çizgidışı insanlar, anarşi, alışılmadık düş denemeleri, bir de acıların
rock müzik eşliğinde terennümü!...
İçin için alevli yalazlar, pişmanlıklar, harmanlanmış iç hesaplaş-
·

malar, peki sonra?


Orada birden fazla kişi miyiz? Çoğul olmanın dayanılmaz ağırlı­
ğı mı bizi yakınlaştıran, kime bu söylenmeler, bu sayıklamalar? Yoksa
her şey bir oyun mu, yaşamın kotrası gerçekten ölüm mü?
Eski dostun çarmıhtaki meryem '!ere sunduğu badem ve üzüm,
birleştirdi onlann ellerini kan rengi bir gündüzün gecesinde ... İlk ve
son; paylaşım as/olan paylaşım. . .
Oysa acımsı gece sürdü gitti patlamalarla...
O halde başkaldırı, militan bir yaşam, ironi, karşı olma ve kan.
Çarmıh 'dan akan. . .
Bunların apayrı bir dili olmalı, kim başarabilir ki?
' Yasaklı bir risalede ' meryem 'ferden biri kuşkusuz . . "
Alabalıkların gökyüzünü kapladığı zor zamanlardan birinde
hazırlanmış bir fanzin; Alabalığın Tuğlası. "Demir Kelebek Gerek­
siz İşler Kulübü/ Kuzeybatı Kültüre Katkı Birimi/ Boşluğa Akan
Su Grubu" tarafından yayınlanmış bir şiir fanzini. Desenler eşliğin­
de bol bol şiir yer alıyor. Ayrıca Pablo Neruda'nın biyografisi ve
Türkçe'ye çevrilmiş kitaplarının listesi var.
15 Şubat 2000'de yayınlanan özel sayısıyla hemen dikkat çe­
ken bir fanzin Hırsız. Yine "Demir Kelebek Gereksiz İşler Kulü­
bü"nün bir ürünü. 15 Mart'ta yayınlanacak İlk sayının bir ön hazır­
lığı niteliğinde. Birbirini bulmak isteyenlere, başka bir hayat ara­
yanlara sıcak bir merhaba diyor. . .

41
Ütopyalara önem verenlerin, hayatı değiştirmenin ve güzel­
leştirmenin yolunun ütopyalardan geçtiğini bilenlerin yayınladığı
bir fanzin Hırsız.
"Seni yok etmemden bir hafta sonraki olası halini gördüğümde
beni dehşete düşürmüştün. Gözleri açıktı, kocamandı o fotoğraftaki
bebeğin. Gözden çok, göz olup küçülmeyi bekleyen bir okyanustu. . .
Ürperdim. Yargılanmaktan korktum, çok korktum. Oysa ben de bir
zamanlar başka kadınlan yargılamıştım. Oysa yargılamak ne kolay­
mış ve yaşamak ne zormuş. Oysa ben daha çok küçüğüm sanırdım,
sana gelene kadar. Sahi, kim kimi yok etti? Oysa ben koskoca bir ok­
yanusu göğiisleyemem ki. .. " diye yazıyor Seher. Yazının başlığı da
Murathan Mungan'dan alıntı ; "O Boşluk Doldu Sanırsınız, Oysa O
Boşluğu Dolduran Eksilmenizdir"
Abyss, "İyi yolculuklar" diyor bize. "Yağmurun gözyaşlarıma
karışması yağmurun yüceliğinden midir? Yoksa yaşamın berbatlığın­
dan mı?" diye soran "Manic-Depresif' yazısını Bakırköy Ruh ve Si­
nir Hastalıkları Hastanesi'nde yazmış. Metnin kenarlarında da
Risperdal, Litharil, Depakin, Doğmatil, Largactil gibi ilaçların ku­
pürleri var.
Haklı olarak John Webster'in o ünlü sözünü arka kapağına
almış Abyss; "İnsan bir kuyuya düştüğünde, itenin ne önemi var ki.
Onu en çabuk şekilde dibe götüren kendi ağırlığıdır."
Sorun "Seyretme, yaşa" diyor. Bütün sokak şairlerini, sokak
çalgıcılarını, serserileri, adsız ozanları birleşmeye çağırıyor;
"Sokaklar yeterince sessiz son saatlerde! Şimdi doğudaki kan
damlalarını bekliyor uykulu gözler, serserice bir inatla, direncini tü­
ketmeye yeminli ve yan aralık gözkapaklannın ağırlığından yorgun.
Suskun ve nemli bitkinliği sonuncu adımın. . . Bilgiçliğin getirdiği faz­
lası zarar özgiiveni lanetleyenler ve Dionysos 'un payını toprağa seıp­
meyi unutanlara küfredenler ve lcarus 'un kanatlan tel tel dağılırken
sokaklara, gece çağırıyor, şafak sırtını yere getirirken bile. . . "
Adı olmayan, belki de adı henüz konulmamış bir fanzin; Yıl­
·

dızların haritasının önünde duran baba, yanındaki oğluna (arka­


dan görünüyorlar, ama her ikisi de aynı kişi, en azından kıyafetleri
aynı ve aynı yaştalar) "bir gün yavrum, sen öldüğünde, bu gördüğün
her şey senin olacak. .. " diyor kapakta. Öldürmek fiilinin Türkçe ve
Arapça çekimleri, ayrıca "sahip olmamız gerekenler"in listesi var;

42
"Ehliyet, kırışıklık kremi, bir jimnastik kulübüne üyelik kartı,
ipek iç çamaşır/an, kaşmir gömlek, şık bir restoranda isminize rezer­
vasyon, çağdaş şiir kitap lan, Tanrı 'nın varolduğuna ya da olmadığına
dair inanç, okunaklı ya da kişiliğinizi yansıtan bir yazı stili."
Fanzinin yarısını kaplayan metin Ece Ayhan imzalı ; "Ölümün
Arkasından Konuşmak".
"İster Hacivat'ın, ister Karagöz'ün olsun, ölü bir altyapıya dayan­
dığı için, birbirinin tersi olmaktan öte, bir anlamı, karşıtlann çatışma­
sı olmayan bu düşünceler, topraklarda, halkın arasında, bir halife,
bir oğul bırakmayacaktır, bırakmıyor. Halk kendi sürecini kendi ya­
ratmak Üzere ırmak ağızlannda toplanmaya başlamıştır, deltalarda
yatıyor; çoluk çocuk. Şairler de şiirlerin denizlere döküldükleri bu yer­
lerde, ayakta. Jımaklar tersine akıtıldığı sabah, ayaklar baş olacak,
başlar ayak, hangi kaynaklara gidileceğini biliyor halk. Ancak rumun
şuarası ölümün arkasından konuşur!"
Beyaz Ölüm Kuşları, adını Arkadaş Z. Özger'in bir şiirinden
alıyor. Kadir Aydemir ve Levent Ocak'ın birlikte yayıma hazırla­
dıkları fanzinde denemeler ve şiirler yer alıyor. Mayakovski 'nin
"Nasıl Köpekleştiğimin Öyküsü" adlı şiirini Nice Damar çevirmiş;
"Vay be, bu kesinlikle olanaksız!
Yakında, hepten kuduracağım
Sinirliyim, ama senin gibi değil;
Bir köpeğe benziyorum ben
Her şeye ve herkese utuyorum . .."
İ remcik, aylık sanat bülteni olarak yayınlanıyor. Düzenli ola­
rak, yıllarca yayınlanan bir fanzin. Şiire ve denemeye ağırlık veri­
yor İ remcik. Çok fazla özelliği olmayan bir ürün dergisi görünü­
münde.
Oldukça kalabalık bir kadro tarafından hazırlanan ve yoğun
içeriğiyle dikkat çeken Günbatımı Çağanozları eşine pek rastlaya­
mayacağımız bir fanzin. "Sevgi dolu, yaşama ve insanlara hoşgörülü,
mutlu iyilik perileri için kesinlikle ve kesinlikle uygun değildir" uyarısı
yer alıyor fanzinin ilk sayfasında. Üst üste üç baskı yapan 4. sayı
Meltem Parlak'ın yazısıyla başlıyor. Okiş Oykiş aqlı birinden söz
ediliyor yazıda. Okiş Oykiş, bir söylentiye göre on sekizinci yüzyıl­
da o eyalet senin, bu eyalet benim dolaşan, her gittiği yerde ardın-

43
da yüzlerce boş archers portakal bardağı bırakan gerçek bir fransız
erkeği ve oldukça iyi bir içici. Barkın Engin de "Hissi Lale" adlı ya­
zıda "saatim on üç kırk sekiz. hiç değişmiyor. öylece duruyor. çünkü
anneannem onu kurmuyor. sandalyeye çıkamıyor. o öldü dört sene
oldu neredeyse. köstek. bırak beynimin içindekiler aksın. hayvan
isimleri ve terli eller. benim bir sahibim var." diyor.
"cemiyetten epey bir açılmışken, . odamın kapısı açıldı. bu sefer
de babam girdi içeri: telefonda, dudakları çok güzel olan bir kız var.
senden birkaç kelime bekliyormuş. evlat sık dişini. konuş biraz. o ka­
dar çok konu var ki dünyada. birine uzanman yeterli.. " deniyor "Yaz
Geldi ve Bütün Tosbağalar Lunaparka Gittiler" başlıklı yazıda.
Nereye gittiğini soran annesine, çocuk şöyle yanıt veriyor: "remzi
abi 'yle ufak bir eroin işimiz var. Geç kalmadan gelirim. Arayan olur­
sa öldü dersin. "
Büyük bir keyifle okunan, birbirinden ilginç yazılar var Gün­
batımı Çağa n o zla rı nda . Kristal gemisine binip, tek başına, en ka­
'

ranlık denizlerde gezen insanların bir araya geldiği bir liman sanki
bu fanzin. Okudukça tükenmeyen, gittikçe çoğalan çok çağrışımlı
yazılarla dolu. Ayrıca boş yok. Her bir yazı bir diğerinden daha il­
ginç. Sayfa doldurmak için yazılan tek bir sözcük bile yok.
"Siyasi içerikli olmayan deneme yayını" yazıyor Günbatımı
Çağanozları'nın kapağında. Bu denemelerden birine daha göz ata­
lım; Pınar Bekdemir'in " Örs" adlı yazısına;
"bilmem hangi evde, hangi genç klozete kağıttan bir gemi atıp si­
fonu çektikten sonra saatlerce anneme beni haliç 'e götürmesi için yal­
varmıştım. . . klozet fetişistiyim belki ama seviyorum onları. kapaklısı­
nı, kapaksızını, beyazını, su sızdıranını. . . "
Fanzinlerde zaman zaman edebiyat incelemelerine, özgün çe­
virilere, söyleşilere rastlamak da mümkün. "İçimde olanı kimse gör­
müyor/. . . / yalvarıyorum size, / beni konuşturun" diyen Marilyn Mon­
roe için özel bir dosya hazırlayan Antoloji, Marilyn'in kendi yazdı­
ğı şiirlerden ve ölümünden sonra ona yazılan şiirlerden örnekler
vermiş. Pasolini'nin "Sen, Küçük Kız kardeş" adlı şiiri şöyle:
"Sen. .. alçakgönüllülükle taşıyordun o güzelliği içinde
Ve küçük insanların kızı ruhuna sahip olduğunu hiç bilemedin
Aksi taktirde güzellik olmazdı
Ve seninle, gücün sahip olduğu güzellik arasında

44
Bugünün tüm acımasızlığı ve aptallığı girdi
Hep peşin sıra sürüklüyordu, gözyaşları arasında bir tebessüm gi-
bi"

PoLJtsiYE KAç][ŞTIR, GEREKLıt B:i:R KAç][ş


Antoloj i'nin diğer bir sayısında, polisiye ile ilgili bir dosya ha­
zırlanmış. ''Aksi sıkça söylense de, iyi polisiye iyi edebiyattır. Kaçış,
sanatın her türünde rastlanan bir olaydır. Polisiye romanlar da bir
kaçıştır. Bunca kontrolsüzlüğün, haksızlığın, anlamsızlığın hakim ol­
duğu dünyada, böyle bir kaçış normal ve çoğu zaman gereklidir. " di­
yor Antoloj i yazarları.
Eugenio Montale 'nin Entelektüel adlı yazısı, Anto loj i 'nin 5.
sayısında yer alıyor.
İronik dille, entelektüellerin özelliklerinin anlatıldığı yazıyı
Roza Hakmen çevirmiş. "Entelektüel, fildişi kulesinde/ı çıkmaya ka­
rar verir. Neyse ki kimse farkına varmaz.", "Entelektüel Komünist
Parti 'den ayrılır, fakat partiye hiç katılmamış kişilerin haklı olabilece­
ğini kabul etmez. ", "Entelektüel kendine ikinci meslek arar. Peki ya
birincisi?", "Entelektüel, kimsenin okumadığı şiirler yazar ve çağımı­
zın şiire uygun olmadığı sonucunu çıkarır.", " Entelektüel, kendisiyle
ilgilenmeyen eleştirmenlerin sanatçı olamamış, başarısız kimseler ol­
duklarını ilan eder."
Yine Antoloji'de Nekrorealizm hakkında bir tanıtım yazısına
rastlıyoruz. Nekrorealizm, Perestroyka öncesi Rusya'da doğan, un­
derground sinemanın ve punk kültürünün bileşimi olan bir akım.
Yalnızca Tarkovski, Fassbinder ve Parad§anov'un yapıtlarını kabul
eden Nekrorealistler, ilk olarak Cine-Fantom adlı underground
bir derginin etrafında toplanmışlar. Filmlerinde şiddet, kan, ölü gi­
bi öğeleri kullanarak insanlarda görsel bir şok yaratmayı hedefli­
yorlar.
İçel'de yayınlanan Ölüdeniz ise bir tür sevgi ve dostluk dergi­
si. Özellikle Şubat 98 'de yayınlanan 3 . sayısındaki sanatçı intiharla­
rıyla ilgili inceleme dikkat çekici.
Ölüdeniz'in 6. Sayısında George Orwell'in bir yazısı yer alı-
yor;

45
"- Dinle, ne kadar çok erkekle yatmışsan seni o kadar çok sevi­
yorum. Anİıyor musun
- Evet, hem de çok iyi.
- Saflıktan nefret ediyorum, iyilikten nefret ediyorum. Erdem
denen şey hiçbir yerde var olmasın istiyorum. Herkesin iliklerine dek
ahlaksız/aşmasını istiyorum.
- Öyleyse ben sana göreyim. İliklerime dek ahlaksızım ben.
- Bunu yapmaktan hoşlanıyor musun? Benimle yapmaktan de-
ğil, ama yalnızca ve yalnızca bu olayın kendisinden?
- Bayılıyorum."
Fanzinin aynı sayısında yer alan " Regl Oldu Örümcek. . . Sar­
mal Bir Menzilde Kana Bulandı Dü§leri" ba§lıklı yazı Özüm Öz­
gülgen'e ait; "Yalnızlık sefilce tasarlanmış yoz bir düşünselliğin tek
perdelik dramatizesidir . . . Ha, bu tanıma yaşam kelimesini de oturta­
biliriz tabii. Ne de olsa Tanrı her ikisinde de figürandır. . . Kadraja
yansıyamamış bir-iki plan. . . Ya da intihar uvertür. . . Orjinalliği zoraki
olarak kaybettirilmiş alt-yazısız lanet bir yaşam."
Bir Garip Serçe adlı edebiyat fanzini Denizli'de yayınlanıyor.
"Onların silahları var ama biz çoğunluğuz, demiştik. 68'den 98'e ka­
lan manzara ise şu; biz çoğunluğa seslenemeyen azınlığız. Üstelik on­
ların silahları halen var. . . "
Genelde öykü, §iir ve denemelerin yer aldığı fanzin daktiloyla
hazırlanmı§, birkaç desen dı§ında görsel malzeme kullanılmamı§.
Çok ürün yayınlama kaygısı, zor okunan, sıkı§ık bir sayfa düzenine
neden olmu§. Fanzin, Faruk Emre Özünlü'nün ürünlerini yayınla­
mak için çıkartılan bireysel bir çalı§ma niteliğinde. Birkaç farklı
imzaya da rastlıyoruz, daha çok çe§ni niteliğinde. Diğer tüm ürün­
ler Faruk Emre Özünlü'nün §iir, öykü ve denemelerinden olu§u­
yor.
İlk sayısı Mayıs 98'de yayınlanan Therapia açık sarı sayfalara
basılmı§, pek görsel malzeme kullanılmayan, bilgisayarla dizilmi§
düzgün bir dergi görünümünde.
"Sevgililerim, sevgili ölülerim. Bütün savaşlarım acı vermişti ba­
na. Küçük kalıntılar misali beynimde ve bedenimde oluşan izlerine
mevsimsiz bir dokunuşla başvunnuyor değilim ara sıra. Boris Vian 'ın
dediği gibi anı yoktur, anılardan kalan sadece katmerli papatyaların
yanık kokusudur. . ."

46
Geniş bir yazar kadrosuna sahip dergide ağırlıklı olarak dene­
meler yayınlanıyor. Fazlasıyla derli toplu bir biçime sahip olan
Thera p ia daki yazılar belli bir düzeyin üstüne çıkamıyor. Gerçi bir
'

düzey tutturulmuş . ve onun altına inen yazı da yok. Böylece hem


biçimiyle, hem içeriğiyle iniş çıkışı olmayan, tekdüze bir dergi ola­
rak fanzin dünyasındaki yerini alıyor Therapia.
Bu arada sözü edilmesi gereken bir fanzin de "Hüzünlü ço­
cuklar Mecmuası" olarak tanıtılan; Terkedildim.
Terkedildim, kalitesizliği ve düzensizliği bir kriter kabul etti­
ğini ve bu amaçla çıktığını açıklıyor. küçük İskender imzalı Terke­
dildim'in kadrosunda Genel sekreter olarak Barış Karademir, Tu-

47
valet bekçisi olarak Ayhan Bozkurt, Genel alkolik olarak da Sefa
Fersal yer alıyor.
2. sayıda "İnsan dostlarına öğüdüm: eğer intihar eden insanların
sayısının azalmasını gerçekten istiyorsanız, o halde, yalnızca sakin,
aklı başında ve kararsızlık duymayan insanların bu işi yapmasını sağ­
layın. İntihar, onu belki de eline yüzüne bulaştırarak sefil bir şey hali­
ne sokacak olan mutsuzluk müptelalarının eline bırakılmamalıdır"
diyor Michel Foucault.
3 . sayısı "Gözyaşı Seli Özel Sayısı" olarak hazırlanan fanzin
bütün terk edilenlere, yani istisnasız hepimize hitap ediyor. Varo­
luşçu felsefeyi müziğe başarıyla taşıyan sıkı grup The Cure 'un
"This Is A Lie" (Bu Bir Yalan) adlı parçasının çevirisi yer alıyor
Terkedildim 'de;
"Nasıl karar veririz
Hiç emin olmadım
Oynadığımız oyun
Biz olan yol
Varolan diğer yolları nasıl inkar ederiz?!
Niçin seçmek zorundayız? Hiç anlamadım
Özel bir arkadaş/ gerçek bir aşk
Niye herkesi kaybetmek zorundayız?!
Buna rağmen emin değiliz
Buna rağmen tedbirsiziz
Gün be gün hayatlarımızı oynuyoruz
Karmaşık
Sonu biliyormuş gibi görünüyoruz
Fakat bu hakikat değil; Bu, doğru değil!
Bu, aşk değil; Bu hayat değil; Bu, gerçek değil!

Nasıl inanırız?
Gerçekten hiç bilemedim
Cennette görülmeyen ve cehennemde bilinmeyen
Her şeyi anlamak için nasıl hayal kurarız?!
Niye karar veririz?! Hiç emin olmadım
Üstlendiğimiz oyun/ Biz olan yol

48
Varolan diğer yolları nasıl inkar ederiz?!
Fakat bu, hakikat değil; Bu doğru değil
Bu, a'şk değil; hayat değil; Bu, gerçek
. değil!
BU BİR YALAN'
Sonuçta, Terkedildim'in verdiği mesaj hiç de yabana atılacak
gibi değil; "Geceyi ormanda geçireceksen kibritini ıslatma."
k. İskender'in hazırladığı diğer bir fanzin de Çonçon. "Yoklu­
ğun selameti için çıkan, tırmanan aşkı aşağılayan dergi" Çonçon'un
ilk sayısi "Yaşıyorum demek için nefes alıp vermek yetmez. Yaşana­
cak bunca şey varken ve yaşamaya gücün yeterken. . . Damarlarında
dolaşan isyana ayak uydur ve gerçekten yaşamaya başla. Bugün yeni
bir hayatın ilk günü" sözleriyle başlıyor.
"Öldür, çok öldür, seni unutmasınlar. . . " diyor Çonçon. Çünkü;
"Gücün bir tek buna yetiyor. . . Sen dev/etsin, yaptınmsın, acımasızsın,
kütsün, barındırmayansın, tah_ammül edemeyensin . . . "
2. sayının kapağında da Kierkegaard'ın sözleri var; "Sanki kor­
ku yalnızca nefrete ait olabilirmiş gibi, sanki aşkı ilginç kılan korku
değilmiş gibi!. . Güvenliğini sadakatsizlikle sağladığı için, aşkta gizli
bir korku ve dehşet yok mu? Aşkın ardında, aşk çiçeğinin sürüp boy
vereceği derin ve korkunç bir gece kuluçkaya yatmalıdır."
"Hayvan Özel Sayısı" olarak hazırlanan 2. sayıda köpekten da­
naya, yengeçten file kadar bilcümle hayvanla karşılaşıyoruz.
"her şeyden önce yediğin ekmekte kan var. her şeyden önce solu­
duğun havaya mahcubiyet ve uyuşukluk katmışlar. değişime uğrama­
nın tam zamanı!! gericiliğin, şovenizmin radyasyonu vücuduna yayılı­
yor. durma, engelle. Hayvan gibi Davranma!" diyor k. İskender Çon­
çon'da.
James Baldwin'in homoseksüeller hakkındaki görüşleri de
epey ilginç; "İnsanlar kendilerini emniyette hissetmek için kategoriler
icat ediyorlar. Beyazlar siyahlan icat ettiler ki beyazlar kimlik kazan­
sın. . . Heterolar da homoları icat ettiler ki kendileri ibne/eşmeden on­
11
larla yatabilsinler.
3 Temmuz 1971 'de hayata veda eden, 68 Kuşağı'nın "Kerten­
kele Kralı" Jim Morrison da yer alıyor Çonçon 'un kara sayfaların­
da;
"Müzik bittiğinde

Şeytan Aletleri, f:4 49


Işıklan söndürün
Evet, evet söndürün
İptal edin
Kıyamet günü için
Rezervasyonumu
Cezaevine gönderin
Vekaletnamemi
İçerde dostlanm var

Büyük uykuya
Dalmadan önce
İşitmek istiyorum
İşitmek istiyorum
Kelebeğin çığlığını

Toprağa yasladığın
Kulağından
Çok tatlı bir ses
Duyuyorum
Dünyayı istiyoruz,
İstiyoruz
Şimdi!
Öyleyse müzik
Bittiğinde,
Sona erdiğinde
Müzik, evet,
Söndürün ışıklan"
İlk sayısı Aralık 95'de çıkan "Merserize Fanzin" Kesin de k.
İskender'in ürünlerinden biri. Salt yazılarıyla değil, görsel malze­
menin kullanılmasıyla da başarılı fanzinler arasında yer alıyor Ke­
sin.
"hepimiz, kocaman bir aptallığı daha da büyük bir aptallığa dö­
nüştürmeye çabalıyoruz. hepsi bu! dirimiz de, ölümüz de götürülüyor
açıkçası. mikroplanmızı nereye kadar taşiyabileceğiz? cesur muyuz?
dedim ya, azılı bir safsata! el yordamı şehvetlerin girdabında kayıplar

50
vererek ilerliyoruz. Gözlerimizin bozukluğu, bilinçaltlarımızdaki yanık
kokusu, bize ait trafik işaretleri vesaire vesaire. bizim elektriklerimiz
kesik. sessizliğin etkisi geçiyor. geriye fuhuş ve imgeler kalıyor. şam­
panya lütfen!.. "
"Kadınlar ve Cinsel İstekler Hakkında En Özel Bilgiler" de
yer alıyor Kesin 'in 1 . sayısında;
"]) Ağzı büyük olan kadının cinsel organı da büyük olur.
2) Meme başları ve yuvarlakları büyük olan kadın sevişmeye çok
meraklıdır.
3) Bilekleri ince olan kadınlar daha iyi sevişir.
4) Kalçaları küçük olan kadının cinsel organı sıkıdır.
5) Ayakları düzgün olan kadınlar daha şehvetlidir.
6) Esmerler her zaman sarışınlardan daha ateşlidir.
7) Kalçasında ben olan kadınlar tek erkekle yetinemezler.
8) Dişlek kadınlar oral sekse çok meraklıdır.
9) Sevişme hayatına çingene kadınıyla başlayanlar çapkın olur-
/ar.
10) Bir kere zenci kadınla yatan bir daha beyaz kadından kolay
kolay zevk alamaz. "
Kesin'in 2. sayısı Kasım 96 tarihini taşıyor ve "Güzellik Acıtır"
diyor. 3. sayısının yayınlanış tarihiyse aralık 98. Üç yılda yalnızca
üç sayı çıkan Kesin'in 3. sayısı birkaç bölümden oluşuyor. İlk bö­
lümde çizgi roman şeklinde düzenlenmiş bir oyun, ikinci bölüm k.
iskender'in bir metni, üçüncü bölümse Marliyn Manson resimleri
eşliğinde kısa metinlerden oluşuyor. "darmadağın bedenlere dolu­
şan duman biliyor ki: çürüyen ve metan salgılamaya başlayan hayali
hayatlarımızın bir karşılığı yok boşlukta! O yüzden sokul kertenkeleye
ve ağzını dayayıp kertenkelenin kıç deliğine 'toplum, defol ' diye bağı­
rır! 'sevgilim, defol ', 'ahlak, defol ', 'ömrüm, defol!"'
k. iskender'in fanzinleri bunlarla da sınırlı değil. Tek sayı ya­
yınlanan Gitanes ve Rock-Balance da k. iskender imzasını taşıyor.
Her iki fanzin de belli bir hazırlanma süreci içermiyor. Bir oturuş­
ta hazırlanmış, anlık fanzinler.
Gitanes, Gitanes Bar'da, şiirlerin ve şairlerin rock-balance
ayarını yapmak için çıkarılan Rock-Balance da Neva'da hazırlan-
mış. I
Edebiyat ağırlıkl ı olan diğer bir fanzin de Edirne'de yayınla-

51
/
/

nan Şiir İti Rhesus. Logosunda şirin bir maymunun yer aldığı
Rhesus şiirlerden ve gazete kupürlerinden oluşuyor.
Yaşamak Acı Çekmektir adlı fanzin orta sayfasını büyük bir
tabanca resmine ayırmış, "silahını doldur ve beynini dağıt" diyor.
Yazıdan çok görselliğe yer veren bir fanzin. Ayrıca kısa birkaç çiz­
giroman yayınlanmış.
"Sessiz çoğunluk, sesini duyuyorum." diyen Foseptik kendileri
dışında kalan sesli azınlık için hazırlanmış. "Eğer beynine hakim
olamıyorsan sen de bir fanzin yap" diyen Foseptik, fanzinlerin çıkış
amacı hakkında önemli ipuçları veriyor. İskeletlerin, ölülerin, par­
çalanmış bedenlerin rahatça dolaşabileceği sayfalara sahip olan bu
fanzinde yer alan bir şiirde "Eğer yeniden başlayabilseydim yaşama/
İkincisinde daha çok hata yapardım " dizeleri yer alıyor. Eğer hata

52
dedikleri şeyleri yeniden yapabilme şansımız olsaydı elbette dünya
çok daha yaşanılır bir yer olurdu. Bu konuda, J orge Luis Borges'in
şiiri bir tür manifesto sayılabilir:
"kusursuz olmaya çalışmaz. . . sırt üstü yatardım
neşeli olurdum, ilkinde olamadığım kadar
çok az şeyi ciddiyetle yapardım
temizlik sorun bile olmazdı asla, daha çok riske
girerdim, yolculuk ederdim daha fazla
daha çok gün doğumu izler, daha çok dağa
tırmanır, daha çok nehirde yüzerdim
görmediğim birçok yere giderdim
dondurma yerdim doyasıya ve daha az bezelye
gerçek sorunlarım olurdu hayali olanların yerine
(. . . )
hiçbir yere yanında termometre, su, şemsiye ve
paraşüt almadan
gitmeyen insanlardandım ben
yeniden başlayabilseydim eğer, hiçbir şey
taşımazdım
eğer yeniden başlayabilseydim, ilkbaharda
ayakkabılarımı fırlatır atardım ve sonbahar
bitene kadar yürürdüm çıplak ayaklarla
bilinmeyen yollar keşfeder, güneşin tadına varır
çocuklarla oynardım, bir şansım olsaydı eğer
ama işte 85 'indeyim ve biliyorum
ölüyorum. "
Nietzsche'den Baudelaire'e, Herman Hesse'den Rilke'ye ka­
dar birçok düşünürün ve yazarın elini kolunu sallaya sallaya girdik­
leri fanzin dünyası "Aslolan Mutsuzluktur" diyen Turgut Uyar'a da
kapılarını seve seve açmış;
"Başlangıçta mutsuzluk vardı. Hep öyle olacak. Hep cehennem,
hep anlamsızlık, hep cezalanma. Ama bu yenilgi adam edecek yine
bizi. Yenilginin verdiği haysiyet. Her şeyi bitmiş bir insanın bağımsızlı ­
ğından daha kutsal, daha insanca ne var?
Bütün gecikmemiz direnmekten. "
. Kediböceği Tozu, kıpkırmızı sayfalarıyla dikkat çekiyor. "Yıllar
sonra bir gün hiç kimsenin size anneniz gibi sarılmadığını düşünmeye

53
başlayacaksınız" diyerek aniden karşımıza çıkıveren bu fanzinde
"Üstbilinç Gezgininden Bir Asit Yolculuğu Sonrasındaki İtiraflar"
başlıklı yazı hayli ilginç;
"Renklerin kaosu içine daldığımda beni ben yapan her şey dene­
timini yitinnişti. Üzerimdeki en büyük güç kaybolmaktı. Yer çöküyor­
du. Tüm duyumlar kılık değiştirdiler. Geriye kalan düşler simetrisi ve
yarı açık bahçe kapılarının ardından gözüken talan edilmiş çiçek ya ­
takları ve çöplük/erdi. "
Kediböceği Tozu'nun arka kapağında mitoloj ik bir tanrıça
resmi var. Tanrıçanın vücudunun muhtelif bölgelerine işaretler
koyulmuş ve soruluyor; "klitoris nerededir?"
Bacak kadar boyuyla başkaldırmaya cüret edenler bir fanzin
yayınlamaya kalksalar adını ne koyabilirler, Velet'ten başka ? 1 997
yılının Nisan'ında ilk sayısı hazırlanan Velet'in kapağında Arthur
Rimbaud adıyla karşılaşıyoruz;
"Ey kısa esriklik nöbeti, kutsal! Bize armağan ettiğin tek o mas­
keden dolayı seni olumluyoruz, yöntem! Daha dün, bizim yaşımızda ­
kileri yücelttiğini unutmuyoruz. Zehire inanıyoruz. Her al/ahın günü
yaşamımızın tümünü birden vermeyi biliyoruz.
İşte esrarkeşler çağı. "
Anti militarist tavrıyla vicdani reddi öneren fanzin, düşünce
özgürlüğünü de savunarak insan hakları açısından demokratik la­
ikliğe, halkların eşitliği ve kardeşliğine, sınıfsal, ulusal ve bireysel
özgürlüklere karşı barikat olan kurumların kaldırılmasının bugün
ekmek, su gibi temel bir ihtiyaç olduğunu belirtiyor.
Alışamayan insanların sözcülüğünü yapıyor bir anlamda. Da­
ha ilk sayfada Yaşar Kurt'un "Korku" adlı parçasının sözleri yer
alıyor;
"korkuyorum anne al beni içine
alışamadım anne, al beni yine
büyüdüm anne, evler büyüdü
büyüdü pabuçlar, yollar büyüdü. . .
orduya istiyorlar, savaş çıkar diyorlar
bana silah veriyorlar anne
bana otur diyorlar, kalk diyorlar
beynimi yiyorlar anne, beynimi yiyorlar
kapat televizyonu anne, seni de kandırıyorlar

54
oyunu verme anne
oyunu verme anne"
Nietzsche, Ailen Ginsberg gibi isimler de konuk oluyor Ve­
let'in s ayfalarına. "Birimiz bile özgür değilse, hepimiz tutsağız" di­
yor Velet ve eşcinsellerin sorunlarına da eğiliyor;
". . . gay ve lezbiyenler, gündüz uyumasalar da heteroseksüel sö­
mürgeciliğin kuşatması altındaki şehirlerde ideolojik uykuya yatarlar
ve rol yaparlar. Üç beş yarı serbest mekan dışında şehirlerin, eşcinsel­
ler açısından heteroseksüel kuşatma altında olduğunu söylemek
abartma olmayacaktır. Şehirlerin, biz eşcinseller açısından 'yaşanabi­
lirlik 'ine kendimiz karar vermeliyiz. "
Genedoğum sekiz sayfalık ince bir fanzin. İlk sayfada "Yıldız­
lar üzerine bilgi kırıntıları" var;

55
"Aysız ve pınl pınl bir gecede gökyüzüne baktığımızda 7000 ka ­
dar yıldız görürüz, aynı yere çapı 7. 5 cm. olan bir minik teleskopla ba ­
kacak olsak sayabileceğimiz yıldız sayısı 25 milyona ulaşır, 5 metre
çapındaki dev bir teleskopla gökyüzünü taradığımız zaman ise yıldız
sayısı 2 milyarı bulur, oysa samanyolundaki yıldız sayısının 200 mil­
yar civarında olduğu tahmin edilmektedir. "
Genedoğum, ne yazılarıyla ne de görsel yanıyla pek iddiası ol­
mayan, hatta neden yayınlandığı bile anlaşılmayan öylesine bir
fanzin.
Edebiyatın üvey evladı olan bilim kurgu da sesini fanzinler
aracılığıyla duyurmaya çalıştı. Ocak 83'de çıkan Galaktika adlı bi­
lim kurgu fanzini bu alanda dikkate değer. Ekim 7 1 'de teksir ola­
rak yayınlanmaya başlayan Antares, bilim kurgunun tanınmasında
ve gelişmesinde çok önemli bir işlevi yerine getirdi. 1 978'e kadar
yayınını sürdüren Antares'te Giovanni Scognamillo, Zühtü Bayar,
Sezar E. Ergin, Selma Mine, İzzet Yasar, Recai Dinçer, Sönmez
Güven gibi bilim kurgunun önemli isimleri yer aldı .
Bilimkurgu öykülerin yanı sıra bilimkurgu dünyasından ha -
berler, kitap tanıtımları, incelemeler de yer alıyordu Antares'te.
Bir dergiden çok bilimkurgu severlerin buluştuğu, birbirleriyle ha­
berleştiği, düşüncelerini paylaştığı ve yayılmaya çalıştığı bir plat­
form gibiydi Antares.

TEHLİKE ANINDA ÇOKüMÜ ÇEKİNİZ


Ekim "noksanaltı" tarihinde tek sayı yayınlanan Son Geyik,
Ayhan'ın "Don Durma ve Don Ki Şort" yazısıyla başlıyor;
"Don bir mucizedir insan hayatında. Bedeni sarar, kilit vaziyetle­
ri görevini yapar (!?) Bacak ve bacakarası balansı, kıl dönmesi, sert
sessizler, omurgalılar, terleme, adet görme, düş görme ve buna bağlı
cephe sistemleri, ahize, fön, muson, nimbüs, minibüs, orojenik. . . De­
vam etçem, şimdi değil. . . "
Safa da "Bir mezar kaç yaşında ölür?" diye soruyor, şiirden söz
ettiği yazısında ve "şiir bilinmeyene adaktı" diyor.
"Tehlike Anında Çükümü Çekiniz..,' diyen Son Geyik'in arka
kapağında Orson Welles'in, kendilerini alt kültüre çok uzak hisse-

56
den cicili bicili insanların kulağına küpe olması gereken bir sözü
yer alıyor; "En tepede başladım; çalışarak aşağılara indim. "
Sperm, insanda nostaljik duygular uyandıran bir fanzin.
"1938 'de yani 12 sene evvel ölmesine rağmen, Atatürk'ün resimleri
hala dükkan ve kahve duvarlarını süslüyor. Hükümetin siyasetindeki
değişiklikler, halkın, Ata 'sının hatırasını hürmetle anmayı mukaddes
bir vazife addetmesini değiştirememiştir . . " deniliyor "Türkiye Ne
.

Alemde ?" başlıklı yazıda.


Sperm'de sağlıkla ilgili konulardan da söz ediliyor. " 195 1 Yılı­
nın En Büyük Tehlikesi; Grip" başlıklı yazıda; "Bugün grip, eski şid­
detini kaybetmiştir. Fakat salgınların sebebi bilinmedikçe ve hastalığa
karşı müessir silahlar bulunmadıkça, eskisinden korkunç salgın/mm
her an başgöstermesi mümkündür. " deniyor. Ayrıca ilaç reklamları
da yer alıyor Sperm' de. "Ten üzerinde fevkalade tesir icra eden bir
mühim keşif' olan Cire Aseptine merhemi tanıtılıyor örneğin.
2000 senesinde neler olacağını merak edenleri aydınlatıcı bir
yazı da var fanzinin sayfaları arasında. Yazının girişinde "2000 se­
nesi pek o kadar uzak bir istikbal değildir. Aşağıdaki makalede 2000
senesinin muhtemel manzarasıyla karşılaşacaksınız. " deniyor ve ma­
kale ilginç biçimde, 2000 senesinin insanının tahmiri edildiği gibi
başının tepesine oturtulmuş tek gözlü, ahtapot kollu veya ağız ye­
rine gagalı bir mahluk olamayacağını açıklıyor. "Doğrusunu söyle­
mek icap ederse, bugün sokaklarda gördüğümüz binlerce insandan
hemen hemen farksız olacaktır" deniyor.
"Radyo ve televizyona ilaveten 'telesis ', 2000 senesi insanlannın
başlıca eğlencesini teşkil edecektir. 2000 senesi insanlarının birkaç
düğmeye basmalarıyla, üç buutlu bir perdede belirecek olan renkli re­
simler, yalnız görme ve işitme değil, koku alma ve tatma hislerine de
hitap edecektir. . . 2000 senesinde atomik motorla işleyen ve saatte 500
km. kateden helikopter, otomobilin yerini alacaktır. Seyrü sefer kaza ­
ları da artmağa devam edecektir. Yalnız Amerika 'da kaza neticesinde
ölenlerin sayısı günde 500 'ü bulacak ve her yıl milyonlarca insan sa ­
kat kalacaktır. . . İstirahat etmek ve uyumak ihtiyacı da ortadan kalka­
caktır. Uykunun verebileceği bütün faydaları temin eden hapların
imalatçıları, dünyanın en zengin insanları olacaktır. Alkolizm orta ­
dan kalkacaktır. Güzel rüyalar veren, insanı neşelendiren, sebepsiz

57
yere güldüren ve 37 dakika müddetle mesut eden yüzlerce ilaç, eskile­
11
rin yerini alacaktır. . .
Arkadya, tamamen el yazısıyla hazırlanan bir fanzin. Görsel
olarak da ağırlık çizim ve desenlerde. Kestane, "Biz arkadaşlarla
bir üst katmanda yaşardık, bazen aşağıya iner dünyayı izlerdik gökku­
şağından, insanlara bakar gülerdik. Yedi rengin üstünden aşağıya
işerdik, insanların üzerine. Sevinirlerdi. . . . diyor Arkadya'da.
11

"Bir delinin saçı tenimi okşadı. Sen yokken yaratıldım beni izle­
yenler vardı. Şenlikler olurdu mahpuslara mahsus. İç savaşlarda bü­
yütüldü çocuklar. Dümensiz gemilerle çıktık yola. Pusulası düşmüştü
dibe. Bir limana demir attık, şenlikler vardı arda da. Yaralı gömlekler
bağlamışlardı denize. Deniz tuzu katarlardı şaraplarına. Aşıklar
11
ayaklanırdı Kral'a karşı. Bir delinin saçı okşadı tenimi.
Arkadya gibi yine el yazısıyla ve desen, çizim ağırlıklı olarak
yayınlanan bir fanzin de Deniz Altı . Ekim 94'de Can Yücel'in 70.
Yaşını kutlayan Deniz Altı, "Göt 'e göt, Can Yücel'e de Can Yücel
derler, lakin her göt aynı göt olmuyor. Kimi göt, göt gibi atar, kimi
YÜREK . Can baba 'nın G Ö TÜ (estağfurullah) YUSUF YUSUF diye
.

atmaz. O 'nun Götü halkların Götü 'dür. Yusuf Yusuf, Hüseyin, Deniz
diye atar. . . " diyor.
"Duuuur! Denilince durmadım. J. derecede askeri bölgeyi ihlal
edip de geldim. Geldim anasını satayım. Şefkat istiyorum ve birazcık
da sargı bezi, durduramazsınız. Kurşun geçirmez yeleğimi bırakıp güle
güle Uzun Eşşek oynamaya gideceğim. Askerlerle, boğazınıza kılçık
şiirler yazacağım yine, gidip gelip kafa bulacağım yine. Bunalınca se­
kerek koşacağım, takla atacağım, sürüneceğim. Görün her aybaşı,
tam kanama zamanı ne oral cinayetlere tanık olacağım, güneşe karşı
işeyeceğim işte! O kutsal binasında tanrılarınızın amuda kalkaca­
ğım. "
Çoğunluğu el yazısıyla hazırlanan, birkaç yazıda daktilo kulla­
nılan bir fanzin; Ender. Sayfa düzenine ve görselliğe de önem veri­
yor. Kapağında kırmızı renkli kağıt kullanılmış. İç sayfalarda siyah
hakim. "Masal Defteri" adlı yazı şöyle; "Soğuk bir kış günüydü.
Arambaramba küçük sıcak kulübesinde karın yavaşça yere inişini
seyrediyordu. Her şey, diyordu, her şey sürüyor kendi garip yaşantısını.
Birden kapının çalındığını duydu. Kalktı, giyindi (çıplaktı). Kapıda
minik bir kurt yavrusu üzgün, hızdan yorulmuş, sinmiş bekliyordu. . .

58
Minik kurt Arambaramba ya değneğini kullanmasını istediğini söyle­
di. Güneşli bol sulu bir yere göndertti kendini. Arambaramba kışın
hüküm sürdüğü yollardan evine döndü. Kapıyı açtı. Cüce evdeydi.
Değneği istiyordu, değneğin gerçekleştirebileceği bir dileği değil.
Arambaramba göle döndü. Değneği bir balığa emanet etti. Bütün
masallar acımasızdır. Cüce ve değnek evlenemez. "
Siyah fon üzerine· beyazla yapılmı§ ho§ bir filin içinde küçük
bir §iire rastlıyoruz;
"bir fil yedim
rüyamda arka gece
çekmecede bekliyor dişleri
delinir. derler yürek
yanlış yoldan gidince
bir fil, hep yavaş
adımlıdır,
deve çölde alımlı

suya dönüyor gökler, içim, gözlerim


fil, kör oluyor yenince"
"Hiçbir ülke yalnızlık ülkesi kadar geni§ değildir " diyen Ruh
Göçü de bu siyah beyaz evrenin gezegenlerinden biri. "Tüm karala ­
rı tek bir deniz kıskandırır ve tüm denizleri birleştiren yalnız tek bir

ana karadır, çünkü erinç ve hüzün ehemmiyetli bir arla yaş sendro­
muna yenik düşmüş. Aşk da hep aynı şarkıdır. . . Boşlukta ıslık gibi
bağırır ve eğilip eğri bir deliğin delirmiş göbeğine ft,Sı/danır şöyle. . .
"

" Tanrı bir lüks değildir. . . O'nun sinemasına girerken en ucuz


biletleri alın . . . " diyen Ruh Göçü sayfa düzeniyle, görsel malzemele­
rin kullanımıyla, yazıların içeriğiyle dikkat çeken fanzinlerden biri.
Fanz.Voyn'un kapağında el yazısıyla yazılmı§ bir metin yer alı­
yor. Oğuz Atay'ın "Tehlikeli oyunl ar"ından bir alıntı;
"İnsanlara kaptırma kendini, durmadan koşuşma, onlara uyma,
insan bir makinedir, bir yerde bozulur, yavaş yavaş kullan aklını, şim ­
di biraz dinlen, şimdi hep birlikte saçmalayalım, aklımızı dinlendire­
lim, mantığımızı dinlendirelim, rüyada yaşayalım. (Aman dikkat et,
kafanı bir yere çarpma. Deliler uzun yaşar, budalalar uzun ömürlü
olur, aptallar rahat eder. ) "
Fanz.Voyn'da çok az görsel m alzeme kullanılmı§ v e k . İsken-

59
der ile Murathan Mungan'ın birer şiiri dışında tüm şiirler ve me­
tinler el yazısıyla yazılmış . .
Murathan Mungan'ın şiiri Şubat 1979 tarihini taşıyor; Diya­
lektik Mutsuzluklar. Murathan Mungan'ın en iyi şiirlerinden biri .
k. İskender'in Ocak 1 999'da yazdığı "alp'in defteri" de bence k. İs­
kender'in şiirleri arasında apayrı bir yerde duruyor. Yirmi yıl aray­
la, iki ayrı şairin, aynı izleği sürdüğü iki ayrı şiir. Her iki şiir de ya­
şanan yoğun aşkı anlatıyor, her ikisi de bir erkeğe yazılmış. Fanzini
yayınlayanlar bu ayrıntıyı düşündüler mi, yoksa bu hoş bir tesadüf
mü, bilinmez.
Fethiye'de yayınlanan Fanz.Voyn sayesinde çocukları leyleğin
getirmediğini, işin içinde başka bir iş olduğunu da öğreniyoruz.
Daha doğrusu, bu konuyu zamanında "Dini Hitabet" adlı kitabında
İbn Kayyim açıklamış, Fanz.Voyn da alıntılamış;
"Rahmin içi sünger gibi gözeneklidir. Suya hasret toprağın suyu
istemesi gibi o da meniyi çeker. Yaratılışı itibarıyla ona m üştaktır. Bu
yüzden meniyi tutar; sarar; hava ile bozulmasın diye üzerine kapanır.
Allah rahme müvekkel (görevli) meleğe izin verir. Melek burada olu ­
şan cenini kırk gün yoğurur. . . "
Kısacası, "Aslolan yaşamdır" diye kulağımıza fısıldıyor
Fanz.Voyn.
"Karım doğurmak üzere
eve dönmek istemiyorum
'yağmur sen en güzelsin ' şarkısıyla pis kokan
güzel dudakların ağızlarda gizlediği
dillerde geziniyorum
Bir bebek kaç kum saati bağırabilir
işte, yine, inadına hatırladım
düşlerimde tenine yaptığım gezinti
ruhumdan bir bilet çalmamla başlamıştı
sırılsıklam aşk, vıcık vıcık oluncaya dek
yüzümü hiç kapamadım
hayata ve zamana karşı hırsızlığım
işte böyle başladı
Ölümün saçlarını okşasın kedi
Beni gözlerinden doğurmadan önce. "

60
"Melancholy and Death Poems" altbaşlığıyla yayınlanan Illu­
sion, bulmaca kareleri üzerine oturtulmuş şiirlerden oluşan bir
fanzin;
"Hayatın boyunca bu cümleyi duyacaksın çocuk. Önce, sonra,
şimdi. 'An '!arın göz hepsinde geçmişini anacak, geleceğini arayacak­
sın. Yaşın gelince düşündüğün bütün 'sence 'lerin daha önce de
'düş 'ünüldüğünü göreceksin.
Sonra amacının ' bulmak ' değil, 'aramak ' olduğunu düşünecek ­
sin. Ya da bulamamanın çözümü bu olacak. Anlamsızlığa anlamlar
yükleyecek, yücelteceksin onu.
Işıkların hiç yanmadığı, hiç gitmediğin dünyalar hayal edecek,

ILLUSI

61
yaşamın sana emrettiği günahlardan korkmadığın o ülkelerde güzel
şiirler yazacaksın, ama hiç 'oralı ' olmayacaksın.
Çünkü siyah olamazsın, çocuk. Sadece siyah görünebilirsin.
Önce de, sonra da, şimdi de. "
1998 ' de yayınlanmaya ba§layan Panik Atak, "Otokontrol Sis­
temi Arızalı Dergi" altba§lığıyla çıkıyor. Kollarını açıp, uçurumdan
a§ağı hızla dü§erken zevk alanlar, "insan yalnızlığını kanıtlamak
için sevi§ir", ya da "Uyurgezerlerin arasında yarı uyanık olmak bile
ba§langıçta ürkütücüdür. Daha sonra insan gizlemeyi öğrenir. " di­
yen Pursewarden'ı elbette konuk ederler sayfalarına.
Bilindiği gibi Panik Atak ruhsal bir rahatsızlığın adı. Fanzinin
4. Sayısında panik atak hakkında ayrıntılı bilgi verilmi§; "Panik
ataklar çok kısa sürede yerleşen, ani ve çok yoğun panik görünüm/er­
dir. Panik bozukluk kendiliğinden, istemsiz, kontrol edilemez ve bek­
lenmedik panik ataklarla karakterizedir. Sıkıntı bozukluğu yaşayan ­
ların % 85 'inde b u panik halleıi görülür. . . "
Hayatın ıssız kalabalığında kendilerine güvenli bir avuç yer
bulamayanların hastalığı olan panik atak, bir fanzine adını veriyor­
sa orada tehlike çanları çalıyor demektir. Elbette panik atak teda­
visi görenler için değil, tedaviye ihtiyacı olmayan "sağlıklı" insanlar
için. Diğer bir deyi§le, kendilerine "sağlıklı" adını takıp dünyayı ya­
§anamayacak kadar kirletenler için. Çünkü onlar kendi eserlerine
bakıp da paniklemiyorlar, öyle mutlu mutlu ya§ıyorlar çamurları­
nın içinde.
Panik Atak, "Toparlanmak üzere kırık bir insan olarak yaşanır,
yeni olaylara açık olmak kaydıyla, ne olduğunun farkına varmayan ­
/arda olabileceği gibi. . . Hayat devam eder. Kapılar aralanır, kapanır,
belki de hiç açılmaz bir daha. Ama zaman devam eder nefes alışlar­
la. . . " diyor bize. "Varlığın kayıtsız şartsız ispatıdır gölgeler. Sonsuz ka­
ranlıkta bile vardır onlar. " diyor bir de. Upuzun bir §iirin dizelerinin
arasında hayatı tanımlıyor Panik Atak;
''pis korsanlar ve
soluk benizli
büyük adamlar,
insanların
korkulu rüyası
dağ aslanları ve

62
gergedanlar
denizin ortasında
bir adada
artık
yalınayak koşamayacaksın
sokaklarda
ve herkes uyurken
bir öğlen vakti
dua edemeyeceksin
eski efsanelerde olduğu gibi"
Derginin yazıları da genelde adına uygun. Örneğin "Bünye
Meselesi" başlıklı yazı şöyle; "Bazı apartmanların şekli değişmişti,
bazılarıysa sanki onca senedir boyanmamış gibi duruyordu. Apart­
manın birinin kapısında dikilen adam Cengiz 'in babasıydı, hiç yaş­
/anmamıştı. Demek ki on sene çok da uzun bir süre değildi. Cengiz 'i
ve ardından ablasını hatırladım. Yağmur dolayısıyla, oynadığımız ku ­
mara onlann salonunda devam ediyorduk. . . Frensiz bisikletimle bah­
çesine uçtuğum ev yerinde yoktu. sanırım yol için yıkmışlar. Sokak
uzayıp gidiyordu. . . Zamanında bahçesinde Küçük Çük ismini verdi­
ğimiz bir köpek yaşıyordu, eve kimseyi yaklaştırmazdı bu ufak cana ­
var. . . Saatime baktım ve bir zigzag çizip sağ yandaki sokaktan cadde­
ye çıkmaya karar verdim . . ."

Panik Atak' taki "Karanlıklar Prensi" adlı yazıdaysa şöyle deni­


yor;
"Varlığın kayıtsız şartsız ispatıdır gölgeler. Sonsuz karanlıkta bile
vardır onlar. Ara sıra önemseriz onları, çoğu zaman yalnızlığımızda
bir gölgenin dediği gibi, önümüzde sereserpe uzanırlar. İzleriz onu ne­
reye gidecek diye. Hep peşimizdedir oysa ki. Kendisini belli edecek
ışık bulduğundaysa utanmaz bir şekilde ortaya çıkar. . . "
Panik Atak'ın her sayısının kapağında ilginç özdeyişler var.
Örneğin 4. sayıda "Börek Kenarsız Olmaz", 5. sayıda ise "Köpeği
Bağlarsan Havlar" yazıyor. 5. Sayıda Obsesif-Kompulsif bozukluk­
lardan söz ediliyor. Saçma ve mantıksız olduğu bilinmesine karşın
bir türlü akıldan çıkartılamayan, kaygı ve sıkıntı doğuran inatçı,
zorlayıcı, düşünce, hayal, dürtü ve fikirlere obsesyon dendiğini, bu
obsesif düşünceleri kovmak için yapılan yineleyici hareketlere de

63
kompulsiyon adı verildiğini öğreniyoruz. Yine 5 . sayıda el yazısıyla
yayınlanmı§ bir şiir dikkat çekiyor;
"Belli belirsiz hizmetler biliyorum
Uşaklar izinde yolların kıvrımında
Yalnızlığın sabit olduğu o yollarda
Homeros kadar uzaktalar
Hizmetlerim ben.len
Sayıca üstün beddııalar
Çaresi
Nasırlı eller içinde ıızayıp giden
Yollar
Ben hasırlı şapkamın altında
Ne kadar giyinirsem giyineyim
Hala çıplağım
- Ya sen -
Hala hizmetimde misin
O kadar uzaktasın ki belki de daha
Uzak uzağımdan
Ayların eteğinden sıyrılıp zamansızlığa
Sıcaklığın ilk duyııldıığu o yere
Gecenin vicdanı sızlıyor belki de
Ve belki de ağlıyorum ben farkında olmadan"

lBEYAZPER.DEDE KırRMIZ][ LEKE

Sinema, genelde fanzinlerin ilgi alanına giren bir sanat dalı.


Sinema derken, elbe tte Hollywood sinemasından söz etmiyoruz.
Daha çok alternatif sinema söz konusu olan. "B tipi" diye adlandı­
rılan filmler, kült filmler yer yer fanzinlere konu olsa da, bazı fan­
zinler salt sinemayla ilgili olarak yayın hayatına giriyorlar. Örneğin
Ma ske ve Yumruk kült filmlerin tartışıldığı alternatif bir sinema
fanzini. Seks, avantür, korku gibi türlere yer veren fanzin kendi tü­
rü içinde önemli bir yere sahip. Bir avantür kahramanı olan "Kara
Şeytan"ı oynayan Hüseyin Zan'dan "Şimşek Hafiye" filmindeki ha­
mam sefasına kadar birçok kişiyi ve konuyu ele alıyor Maske ve
Yumruk. Türk sinemasında çizgiroman filmlerinden avantür film­
lere, kült olmuş yıldızlara, karakter oyuncularından vamp kadınla-

64
ra, kavgacılardan kötü adamlara kadar ne varsa alternatif sinema
dergisi Maske ve Yumruk 'ta bulabiliriz.
1982'de Çetin İnanç'ın yönettiği, senaryosunu Cüneyt Ar­
kın'ın yazdığı "Dünyayı Kurtaran Adam" filmi İtalya'da dünyanın
en absürd 10 filmi arasına girmişti. Maske ve Yumruk'ta Çetin
İnanç'la yapılan bir söyleşi yer alıyor. Çetin İnanç, ilginç filmlere
imza atmış, ilginç yönetmenlerden biri. Çelik Blek'ten Kızıl Mas­
ke'ye, Kinova'ya, Killing'e kadar birçok çizgi romanı sinemaya
uyarlamış, düşük bütçeli avantür filmler, erotik komediler çekmiş
bir isim.
"Parçala Behçet" namlı Behçet Nacar, çizgiroman uyarlamala­
rının baş oyuncusu Levent Çakır, elbette "Dünyayı Kurtaran
Adam" Cüneyt Arkın, Yılmaz Köksal, hepsi yer alıyor Maske ve
Yumruk' ta.
Yabancı kaynaklı filmleri de inceleyen fanzinde sözü edilen
bazı Türk filmleri şunlar; Tom Braks, Süpermen, Hey Amigo, Sa­
bata, Killing, Uçan Kız, Ki nova, Hoş Memo, Örümcek Adam, Üç
Silahşörler, Dişi Tarzan, Kolsuz Kahramanın Kolu . . .
Ağustos 1 993 'de çıkmaya başlayan Güzel, müzik v e sinemanın
bir arada olduğu önemli fanzinlerden biri. Özellikle yayınladıkları
sinema afişleri dikkat çekici. Güzel'in ilk sayısında Hüseyin Zan,
Abdurrahman Palav, Süheyl Eğriboz, Muzaffer Canizi, Hafız Bur­
han, Cevat Okçugil ve Cici Kızlar'la ilgili özel bölümler hazırlan­
mış.
Dikkati çeken diğer bir sinema fanzini de Aarg. Özellikle ge­
rilim ve korku filmleriyle ilgilenenler açısından çok önemli bir kay­
nak. Aarg, toplam dört sayı süren ömrü boyunca korku ve fantezi
sinemasıyla ilgili yayınlanan en önemli fanzin olarak, fanzin tari­
hindeki yerini alıyor.
"Beyaz perdenin sunduğu korku ve dehşet, böylece bir boşalma,
bir annma (giderek bir alıştırma) görevini görüyor, genel bir potanın
içinde heyecan ve şiddet fazlalıklanmızı eritiyor. Böyle bir süreç için­
de korku sineması bir gereksinim yaratıyor. Kendimize bile açıklamak
istemediğimiz tutkularımızı, endişelerimizi yok ederek, beyaz perdede­
ki o kötü kötü yaratıklara transfer ederek, bir süblimasyon yolu aça ­
rak. . " diyor Giovanni Scognamillo "Korkunun Sinemasal Gereksi­
.

nimi" başlıklı yazısında.

Şeytan Aletleri, f:5 65


Scognamillo'nun yazısı Aarg'ın 2. sayısında da sürüyor. 3. sa­
yıda ise Stephan King sineması üzerine yazıyor Scognamillo.
"Etinizi Yemeye, Kanınızı İ çmeye Geliyor ! . . " şiarıyla yola çı­
kan Aarg'da korku sineması ve fantastik sinemayla ilgili ciddi yazı­
lar ve film eleştirileri yer alıyor.
Görsel İzdüşüm, ilk sayısı Mart 2000'de yayınlanan sinema,
televizyon ve tiyatro ağırlıklı bir fanzin. "Gittikçe gerileyen ülkemi­
zin birçok alanda olduğu gibi sanatta da geri olması çok doğal belki,
ancak şu var ki olanaksız diye bir şey yoktur. . . Başlangıçta çok küçük
bir dergi olacağız belki. . . Fotokopiyle çoğaltılan, okunmayan. Büyük
olasılıkla kapanacağız birkaç sayıdan sonra. " diye başlıyorlar yayın
hayatına.

66
İlk sayıda Çin Tiyatrosu üstüne bir inceleme, Altıncı His ve
Çılgın Şehir filmlerinin kritiği, Yılan Hikayesi adlı televizyon dizi­
sinin eleştirisi var.
Fantastik Film de dopdolu içeriğiyle dikkat çekiyor. Kanlı
filmler, Olağanüstü Öyküler ve Kabuslar, Sinemanın Karanlık Me­
leği Barbara Steele, başlıklardan sadece birkaçı. Yeşilçam'dan tam
22 yıl sonra Batman'i çeken Hollywood sineması da Fantastik
Film 'in konularından biri.
Mad Max, Suspiria, Cani, S atürn 3 gibi filmler de fanzinde in­
celeniyor. Ayrıca, Türk sinemasındaki çizgiroman ve fotoroman
kaynaklı filmlerin listesine de ulaşabiliyoruz.
Ocak 2000'de yayınlanmaya başlayan Büyülü Fener, son dö­
nemde yayınlanan en ciddi, içeriği en yoğun sinema dergisi sayıla­
bilir. Sinemanın insanları bir araya getiren büyüsünü daha da yay­
maya çalışıyor . . .
Yıldız Teknik Üniversitesi Sinema Kulübü'nün ürünü Büyülü
Fener. Sinema dünyasından ayrıntılı haberler, yorumlar, önemli si­
nemacıların yaşamları, film eleştirileriyle dopdolu.
İlk sayının arka kapağında Stanley Kubrick'in büyük boy fo­
toğrafı var. 2. sayıda Giovanni Scognamillo'yla yapılmış ayrıntılı
bir söyleşi yer alıyor. İçeriğiyle ve sayfa düzeniyle tanzinden çok
kaliteli bir sinema dergisi görünümünde Büyülü Fener. Bu fener
kolay kolay da söneceğe benzemiyor.
Şemsiyeli Kadın, aylık kültür sanat fanzini olarak yayınlanı­
yor, ağırlıklı olarak sinema ve tiyatro üstüne yazılara yer veriyor.
Ayrıca müzik, şiir ve öykü de Şemsiyeli Kadın 'ın içeriğini oluştu­
ran diğer konular arasında.
"Film bir köpektir. Başı ticaret, kuyruğu sanattır. Ancak kırk
yılda bir köpek kuyruğunu sallar" diyen Joseph Losey'den "Sine­
mada uyumak, o filme güvenmektir" diyen Jean-Luc Godard'a,
"Film iki yönlü bir sokaktır. Siz bir şey getirirsiniz, seyirci bir şey
getirir. . . Sonuç bu ikisinin karşılaşmasından doğar" diyen Roger
Corman'a kadar birçok isim yer alıyor Şemsiyeli Kadın' da.
Monitör fotoromana da yer veren bir fanzin. Çizgi roman
ağırlıklı fanzinlerin başında İd geliyor. Eğlence İd 'in çıkış noktası.
Pipi'de anarşist, nihilist çizgisini daha çok çizgi romanlar aracılı-

67
ğıyla ortaya koyuyor. Disgua st ıse karikatür ağırlıklı bir
punk-metal fanzini.
Metin Demirhan'ın yayınladığı, tamamen çizgiromanlardan
oluşan Urp yalnızca iki sayı çıkabi lmiş ve kendine özgü çizgileriyle,
ilginç konularıyla hemen dikkat çekiyor. Özellikle "Çılgın Kö­
pek"in birbirinden ilginç maceraları büyük bir keyifle okunuyor.
Fanzinciliğin önemli imzal arından biri olan Metin Demir­
han'ın yayınladığı tek fanzin Urp değil. Maske ve Yumruk, Mega
Metal, Aarg ve Fantastik Film adlı fanzinler de Metin Demirhan
imzasını taşıyor.
Metin Demirhan'ın son yayınladığı fanzin ise henüz çok taze .
Mart 2000'de yayın hayatın a atılan Nihilist, bir çizgiroman fanzini.
Süper kahraman Nihilist'in devam edecek bir macerasından olu-

68
§Uyar fanzin. Altba§lık olarak "Ya§asın bağımsız fanzinler. . . ! Kah­
rolsun prolefan tekeli" yazıyor. Nihilist, prolefan adlı fanzin kuru­
lu§unun bir elemanı olan ve fanzinlerden söz e den herkesi medya­
nın bir parçası olarak görerek tehditler yağdıran Tolga adlı birine
sava§ açıyor. Gerçek bir hikayeden yola çıkarak fantastik bir öykü
kurmu§ Metin Demirhan.
Günbatımından sonra Panteon'un saltanatının ba§ladığını yi­
ne bir fanzinden, Panteon'dan öğreniyoruz. Bir elinde kılıcı, diğe­
rinde baltasıyla, kurukafa amblemli kemeriyle bir ilkçağ kahrama­
nını andıran Panteon'.Ja Metin Demirhan'ın çizgileri sayesinde ta­
nı§ıyoruz. Panteon soruyor; "Ebedi karanlığı mı istiyorlar yoksa
gün ı§ığını yenmeyi mi? Ya ikisini de isterlerse?"

69
İlkem Özgür'ün yazısı, daha doğrusu özele§tirisi gerçekten
dikkate değer. "Dünyayı deği§tirmek istiyoruz ! Hemen §İmdi isti­
yoruz. Onların silahları var. Biz ise daha kalabalığız" demenin bir
anlamı olmadığını vurguluyor İlkem, kıçını kaldırmadıktan sonra . . .
Böyle devam edersek kaybetmeye mahkumuz diyor.
Çünkü var olan ya§am tarzının alternatifi sandığımız tarz as­
len sistemin yan kurulu§larından biri. Ve üç önemli sorundan söz
ediyor; korku, üşengeçlik, umutsuzluk. . .
"Çürümüş beyinlerin uyanmasıyla başlıyor gelecek. Kurukafala ­
n n söyledikleri şarkı anlaşılmıyor. Kan akıyor gökyüzünden. Ama
vampirler bile nefretin kanla dinmeyeceğinin farkındalar. Yağmurlar
alev alev. Duman kin şeklinde san:nış her şeyi. . . Geçmişini düşünme­
ye tenezzül bile etmiyorsun her şeye rağmen. İlgilendiğin tek şey ise öz­
gürlüğünün ne zaman başlayacağı. . . "

Çizgiroman fanzinler, yasal çizgiroman ve karikatür dergileri­


ni baz almanın ne kadar yanlış olduğunu kanıtlıyor. Çizgiroman
fanzinlerin bir kısmı yasal dergilerin bile çok ötesinde estetik de­
ğere sahip. Ülkemizde, bu alandaki gelişmeyi fanzinleri dikkate al­
madan tespit edebilmek neredeyse olanaksız.
Son yıllarda atağa kalkan çizgi roman, fanzinlere de ağırlığını
koyuyor. Özellikle adından söz edilmesi gereken bir topluluk, Ça­
pa Çizgi Roman Grubu. Çapa, birbirinden ilginç çizgi romanlar
yayınlıyor. Usta işi çizimleriyle serüvenden serüvene sürüklüyor
okuyanı .
Üç sayı yayınlanan Sürgün, ikişer sayı yayınlanan Kopuş ve
Çapa, ayrıca aynı dergide iki farklı kahramanın yer aldığı Maske­
li-Fırtına ve EMP Çalışkan Çapa Çizgi Roman Grubu'nun ya­
-

yınladığı fanzinler.
Organik Çizgi Roman Grubunun yayınladığı Karşı Ev, Kırk­
kilise Çizgi Roman Grubunun yayınladığı Dehliz de adı anılması
gereken önemli yayınlar. Bir tür çizgi şöleni sayılabilecek fotokopi
çizgi romanlardan Karşı Ev şu ana dek iki sayı yayınlandı. İlk sayı­
da başlayan, Cem Akyürek'in hazırladığı öykü ikinci sayıda da sü­
rüyor. Fantastik bir dünyada geçen bu öykünün dışında, B arış
Mantı 'nın hazırladığı, FRP oyununun senaryosunu içeren çizgiro­
man Rahanus'un devamını da ikinci sayıda bulabiliriz. Aynı şekil­
de, Cenk Akyürek imzalı "Hani" adlı öykü de sürüyor. Öykü kah-

70
ramanı Corellon adlı elf, gittikçe aradığı maceraya doğru ilerliyor.
Ayrıca Cenk'in "Partal" adlı komik bir çizgiromanı da var ikinci sa­
yıda. Ozan Küçükusta da "Kahraman" adlı çizgiromanla karşımıza
çıkıyor.
Kopuş'un orta sayfasında h aberlerin yer aldığı "Sayıklamalar"
adlı bir bölüm var. 4. sayının "Sayıkl amalar"ında yer alan Philip
Kerr'in "Felsefi bir Soruşturma"sından yapılan alıntı dikkat çekici;
"Her zaman kafalanna ateş ederim. Sadece işimi sağlama almak
için değil. Bence bütün sorunların başladığı yer kafadır; onların ve
benim kafam."
Çapak'ta, birbirinden ilginç çizgiromanlar bir arada sunul­
muş. Ayrıca, son yıllarda birçok gözde çizgiroman yayınlayan Ar-

71
kabahçc yayınlarının editörüyle yapılmış uzunca bir söyleşi de yer
alıyor. Bir de fotoroman var Çapak'ta. Ümit Kireççi'nin hazırladı­
ğı fotoromanın adı "Eşek ve Tanrı".
Yine Çapak'ta kahraman Amerikalı ile ilgili bir yazıya rastlı­
yoruz; "Kahraman Amerikalı evine döner. . . Doğru. . . Dönsün. . . Hatta
sex skandalıyla uğraşmak uğruna, koltuk davasına, azil geyikleriyle
vakit geçirmelerle şımartılan Sırp 'lara verdikleri tavizlerden sonra da ­
ha da uzağa gitsinler. Bu dünyada onların boklarını temizleme uğru­
na yaptıkları göz boyama ataklarına kanacak çok da fazla insan kal­
mamış durumda. Bu yüzden iyisi mi kahraman Amerikalı çok uzağa
gitsin. Orası da olsa olsa çoktan unuttuğu ve çok geride bıraktığı vic­
danı ve insanlığı olabilir. "
Sürgün' deyse hareketli , aksiyonu bol maceralar yer alıyor.

ÇOCUKLARIN ERJtŞEJBİLECJEGİ YÜKSEKLİKTE


BULUNDURUN
Kara Kutu'nun bu sloganı fanzinlerin underground kültürün
bir ögesi olmasına karşın yine de yayılmak istediklerinin ve hedef
kitle olarak gençlik çağına yeni girmekte olanları seçtiklerinin bir
göstergesi. Kara Kutu da farklı düşlere ihtiyacı olanlar için yayın­
lanıyor. Herbert Alen Giles'in yazdığı " Chuang Tzu'nun Düşü" gi­
bi: "Chuang Tzu, düşünde bir kelebek olduğunu gördü. Ama uyandı­
ğında, düşünde kendini kelebek olarak gören bir insan mı, yoksa dü­
şünde kendini insan olarak gören bir kelebek mi olduğunu bilemedi. "
İlk sayısı Nisan 96'da yayınlanan Kara Kutu A4 boyutunda ve
epey kalın bir fanzin. Peki içersinde neler var, diye sormak cesaret
istiyor. Yoğun bir içeriğe sahip her şeyden önce. Ve ilk sayısının
ilk yazısı şöyle başlıyor;
"Bunun içersinde ne var? diye sor bana odamın kapısının önün­
de durarak. Ben, bu dünyanın sırları saklı diyeyim. Bunun içersinde
ne var? diye sor bana kafanla işaret ederek m asamdaki çekmeceleri.
Ben, günahlarım diyeyim. Bunun içersinde ne var? diye sor bana göz­
lerinle masamın çekmecesinden çıkan dosyaya bakarak. Ben, tanrıya
planlamış olduğum suikastin bütün ayrıntılarını anlatayım sana. Bu­
nun içersinde ne var? diye sor bana, aynanın önünde dururken. Ve o

72
sırada ben, senin saç tokalarını bademciğime saplayarak oyunun açı­
lışını yapayım. Hamle sırası sende!"
Kara Kutu gibi fanzinler oldukça gökteki elmalar asla yere
düşmez. Neredeyse fanzindeki her cümle ayrı bir yoğunluk taşıyor.
İmgesel dozu, çağrışım düzeyi oldukça yüksek;
"Çok iyi bildiğin konularda boş yere tartışma açma, açılan tartış­
maya girme, çünkü bu senin bilgine bir şey kazandırmaz, bilmediğin
konularda çekinmeden tartışmaya gir ki bir şeyler öğren. Sabırsız ol.
Sınırsız ol. Sakın kendine içi kadifeli güzel bir tabut yaptırmadan öl-
me. "
"Kendine isyan et. Yenemezsen hile yap. İnşaat alanına kasksız
girme, girersen ıslık çalarak işe. "
"Kimseye yol tarif etme, adres gösterme, unutma ki bildiğini zan­
nettiğin yeri yanlış biliyor olabilirsin ... Balıklara ad tak, ama onlarla
dalga geçecek adlar olmasın bunlar. "
"Çarpılacaksan kendine çarpıl. "
''Aydınlık yolda ayakkabılarını çıkar. Arkeologların tarihe ettiği
eziyeti kına. İyinin beşiği gıcırdamaz, onun için beşiğini yağlama.
Şapkandan çıkan tavşanlara inanma. Unutma ki en kalıcı tablo çar­
pım tablosudur. "
"Parke taşlı kaldınmlarda yürürken çizgilere basmamaya çalış.
Böylece yolunun kısaldığını göreceksin. Spor yap, en güzel spor ka ­
lemle yapılandır. "
"Kimseyi gözetleme, gözlemleme kendin dışında. Kafan bozuldu ­
ğunda söyleyebileceğin birkaç küfür öğren. Sakın bir mağaraya tek
başına girme. "
"Babandan korkma, ona benzemekten kork. "
"Eğer dünyaya tekrar gelirsen dünya olarak gel. "
"Tüyün de bir ağırlığı vardır ancak bu ağırlık varolmak derece­
sinde dayanılmaz bir ağırlık değildir. "
"Bunu kim yaptı, çabuk bir adım öne çık dediklerinde, sen dört
adım öne çık. "
"Paran yoksa paraya önem verme. "
Kara Kutu'yu açtığımızda karşımıza çıkanlar sıradan bir kara­
kutuya sığamayacak kadar fazla. Yine de bu müthiş kazanın nede­
nini anlayacağımız tek bir ipucuna bile rastlayamıyoruz. Çünkü ya­
şamak, bir anlamda ipin · ucunu kaçırmaktır ve bunu açıklayacak

73
bir karakutunun varlığına dair en ufak kanıt bile yok kendi tarihi­
mizde.
"Yaşam, katilin uşak olduğunu bildiğiniz bir romana beşinci de­
fa başlamak gibidir. Günler, sayfalar bildik ve beklenildik gelişir, gi­
riş, gelişme ve şahane sonuç. Yaşam erimiş kar, çamur, çamurumu
temiz bırakın. Bunu en iyi o anladı, Kaflca ve silah arkadaşlan. . . "
Kara Kutu'nun 5 . sayısında yer alıyor bu metin. Şöyle sürü­
yor;
"Dedem söylerdi hep 'Hayat şaşılacak kadar kısa dır'. Şimdi bel­
leğimi yokluyorum da, örneğin bir gencin ata atlayarak, mutsuz rast­
lantılar bir yana, mutlu bir akış izleyecek normal bir yaşam süresinin
bile böyle bir şey için yetmeyeceğinden korkmaksızın, en yakın köye
gitmeye nasıl karar verebildiğini anlayamıyorum. . . Bir kızı/derili olsa
insan. Hemencecik hazır, koşan bir at üzerinde boşlukta eğilmiş, sar­
sılan yer üzerinde kısa sürelerle sarsılıp dursa, üzengi/erden çekse aya ­
ğını, yani üzengi diye bir şeyin varlığını unutsa ve önünde uzayıp gi­
den araziye dümdüz biçilmiş bir kır gözüyle baksa, derken atın bir
boynu ve bir başı olduğunu unutsa . . . Çünkü bizler karda ağaç gövde­
leri gibiyiz. Görünürde hemen toprak üzerinde bulunur gövdeler ve
ufak bir yük/enişte onları yerlerinden silip atmamak için ortada bir
neden yok sanılır. Ama hayır. Olacak şey değildir bu, çünkü gövdeler
yere sımsıkı yapışmıştır. Ama bu da yalnız görüntüde böyledir. "
Gerçeği farklı ayrıntılarda arayan bir fanzin Görünmez Adam.
Hep denedin, hep yenildin, olsun . . . Gene dene, gene yenil demesi­
ni biliyor. Ama şunu da ekliyor; "Bu kez daha iyi yenil."
Görünmez Adam 'da yorumsuz olarak yayınlanan şu pasaj bir
çeşit espri olarak da algılanabilir; " Ve yarın. .. yapılacak çok iş var!
En önemlisi, çocukların sokağı tek seçenek olarak görmesini önlemek
amacıyla, ailelerin ve kamuoyunun bilinçlenmesini sağlayacak büyük
bir kampanya başlatmak. .. Aynı zamanda ekonomik yetersizlik yaşa ­
yan, cinsel tacize ve şiddete maruz kalan bu çocuklar konusunda,
devletin tüm kurum ve kuruluşlarınca Sosyal Hizmet Politika/an ge­
liştirilmesi için yaptırımlar uygulamak. . .
"

Görünmez Adam sayesinde Anarşi'nin işareti olan daire için­


deki "A"nın tarihçesi hakkında bilgi ediniyoruz. Bu işaret Fransız
Anarşistlerinin yayınladığı JEUNESSE LIBERTAIRE'de kulla­
nılmış ilk kez. Başlarda pek rağbet görmeyen işaret, 1 968 ayaklan-

74
masıyla birlikte anarşizmin yeniden hayat bulmasından sonra ya­
yılmaya başlamış. Özellikle tüm dillerde anarşi sözcüğünün "A"
harfiyle başlaması, bu işaretin yaygınlaşmasında önemli rol oynu­
yor.
· Görünmez Adam'ın arka kapağında da Wilheim Reich'in o
ünlü sözü yer alıyor; ''Asıl açıklanması gereken, neden aç insanın
çaldığı ya da sömürülen adamın grev yaptığı değil, neden aç insanla ­
nn çoğunun çalmadığı ve sömürülenlerin çoğunun greve gitmediği­
dir. "
Görünmez Adam'ın gözlerimizin önüne serdiği bir gerçek var;
Yorgunluğu yapanın son adım olmadığını, yalnızca son adımda
yorgunluğun ortaya çıktığını söylüyor bize. Az şey mi?
Kızıl Kara 'nın ilk sayısının kapağında daire içindeki "A" har­
finden oluşan anarşi simgesi yer alıyor. Bir de manifesto yayınla­
mışlar; "Bizleri bir grup serseri olarak tanımlayan ve insanlara bizleri
böyle tanıtmaya çalışarak toplum içindeki yerimizi ve mücadelemizi
lekelemeye çalışan, üzerimizde (her türlü) otorite kurmaya çalışan,
çeşitli oyunlarla bizleri tahakküm altına almaya çalışan ve ne şekilde
olursa olsun bizlere hiyerarşik yapıları dayatan herkes düşmanımız­
dır" deniyor fanzinde.
Anarşi ve kaos'un sözcüsü olmak için yola çıkan Kızıl Kara
"Ben Afrika'da kanat çırpan kelebeğin Kuzey Amerika'da yarattığı
kasırgayı istiyorum. Ben kaos istiyorum" demekten geri durmuyor.
"Yavşak Medya ve Necip Türk Milleti" başlıklı yazıda Orta­
köy'deki bir cinayetle ilgili olarak gündeme gelen ve medyanın al­
ternatif kültürlere saldırmak için bir fırsat olarak gördüğü sata­
nizm'den ve medyanın tavrından söz ediliyor.
"Her türlü otorite yıkım hedefimizdir" diyen Kara Düş de
anarşist fanzinler arasında hemen dikkat çekiyor. Fanzinin daha
ilk sayfalarında Jim Morrison'un şu ilginç, açıklayıcı sözü yer alı­
yor; "Kayıp cenneti arayan bir adam aptal gibi görünebilir, asla başka
ve yeni bir dünya aramaya yeltenmeyen/ere. . . "
Kara Düş'ün içeriği dopdolu. Fırtına Deresi üzerine yapılacak
hidroelektrik santralından cep telefonlarının sakıncalarına, çevre­
ye birçok toksik madde yayan plastiklerin kullanımına, nükleer
santral yapımına kadar birçok konuda görüş bildiren Kara Düş,
hayatı savunmak için yola çıkmış bir fanzin.

75

;..:,,
i 1

''Avrupa ülkelerinde terk edilen nükleer endüstri, kendine üçün ­


cü dünyada ve özellikle Türkiye gibi tehlikeli endüstrilere karşı güçlü
bir muhalefetin olmadığı yoksul ve gelişmekte olan ülkeleri seçiyor! "
. . .

diyor Kara Düş. Ayrıca hasta hakları, yaya hakları gibi temel, ama
kimsenin bilmediği konularda aydınlatıcı bilgiler yer alıyor fanzin­
de. Bir fanzinde yaya haklarından söz edilmesi ilk bakışta komik
geliyor insana. Ama Türkiye gibi bir ülkede başkaldırma bile bir
lüks, şimdilik. Önce insanların kendilerini tanıması, doğanın, top­
lumun farkında olması, en basit haklarını öğrenmesi gerekiyor.
Kropotkine diyor ki ; "Çocuk ruhu güçsüzdür. Ürküterek ona
boyun eğdirmek çok kolaydır. Yaptıkları da budur. Çocuğu ürkek/eş-

76
tirirler; ve o zaman, ona cehennem işkencelerinden söz ederler; lanet­
lenmiş ruhun ıstıraplannı, merhametsiz bir tanrının cezalandırmasını
onun önünde överler. Bir süre sonra, çocuğa devrimin korkunçluğun­
dan söz edecekler, onu ' düzenin dostu ' yapmak için devrimcilerin aşı ­
rı bir davranışını sömüreceklerdir. Din adamları ve avukatlar çocuğa
hem dinsel alışkanlık hem de yasalara bağlılık kazandırmak için uğ­
raşacaklardır. Böylece çocuk boyun eğme alışkanlığı kazanacaktır. "
Anarko-punk fanzinlerden biri de Hayta . 1998'de 1 . sayısı ya­
yınlandı Hayta nın . Hariçten Gazel Okumak Kolay Böcek Olmak
'

Kolay Mı? adlı fanzin de her §eyden önce adıyla dikkat çekiyor.
Şeker, müthi§ bir promosyon veriyor. Kapağında "Basın tari­
hinde ilk defa . . . Kuponsuz, kurasız, çekilişsiz, bedava . . . Dergimizin
6 sayısını biriktirene bedava kokteyl tarifi . . . Bu fırsatı kaçırma­
yın . . . " Her sayısı ayrı bir adla yayınlanan fanzinin altı sayısı yan ya­
na koyulunca molotof kokteylinin tarifi ortaya çıkıyor.
Tek yaprak olarak yayınlanan Supradyn, fanzin meraklıları­
nın günde tek doz alacağı bir vitamin sayılabilir. "Biz biraz şeydik.
Yok yok iyiydik" diyen vitaminciler "biz ayrıca komiktik, espriliydik.
Fakirdik, ama krallar gibi yaşıyorduk. Çıplaktık, kral zaten çıplaktı.
Sevişiyorduk, erken boşalmaktan korkuyorduk. Boşveriyorduk, bir
daha yaparız diyorduk, ayıp oluyordu. Rakıya buzu önce koyamaya ­
cak kadar titiz, içtikten sonra İstiklal caddesine kusacak kadar ökiiz­
dük. " diye tanımlıyorlar kendilerini . . . Bu kaybolmuş dünyanın kıyı­
sında, uçuruma en yakın yerde açan kır çiçeklerini ve her şeyi.
Supradyn gibi tek yapraklık bir fanzin de Sanal Maşrapa. "Şi­
fa Arayanlara Özel Tadımlık Fanzin" altbaşlığıyla çıkan Sanal
Maşrapa, "fanzinsiz kaldığına değmez" diyor.
Tamamı el yazısıyla hazırlanan fanzin, bir kişinin içinden ge­
lenleri yazdığı, kendiyle ve başkalarıyla sohbet ettiği bir çalışma
olarak kabul edilebilir.
"Uykusu kaçtığı için ortalıklarda gezinen ve kendine rüya bi­
riktirmeye çalı§an karanfil aromalı fanzin" Sakat'at Mayıs 97'de
yayınlanmış. Sayfa düzeniyle, içerdiği birbirinden ilginç sözler, de­
nemeler, şiirlerle, desenlerin ve fotoğrafların kullanılmasıyla ger­
çekten hoş bir fanzin.
"Karısının birkaç günlüğüne akrabalarını ziyaret etmesi gerekti­
ğinde, adam dışarı çıktı ve kendisine 38 '/ik bir silah ile bol miktarda

77
cephane aldı. Sonra farelerin olduğu bodruma inerek onlara ateş et­
meye başladı. Fareleri hiç rahatsız etmedi bu. Sanki bir filmmiş gibi
davrandılar ve ölü arkadaşlarını patlamış mısır niyetine yediler.
Adam, arkadaşını yemekle meşgul olan bir fareye doğru yürüdü ve si­
lahını farenin kafasına dayadı. Fare hiç hareket etmeden ölü arkada ­
şını yemeyi sürdürdü. Horoz kaldırılınca, fare iki ısırık arasında dur­
du ve göz ucuyla baktı. Önce silaha, sonra da adama. Bu sanki, 'An­
nem gençken Deanna Durbin gibi şarkı söylerdi' dermiş gibi dostça
bir bakıştı. "
Sakat'at'da yer alan bu metin Richard Brautigan'a ait.
Deli Gömleği "Delilik kusur değil haktır" diyen, tamamı bilgi­
sayarda dizilmiş ve Jan Faust'un tam sayfa yayınlanmış desenleriy­
le de ilgi çeken bir fanzin.
Soytarı imzalı yazı şöyle; "Kan akan dizeler buyruklarını savur­
du. Uyuşuk bir varoluşa savrulan duyarlı ruhlar bir diken batmışçası­
na sıyrıldılar uykularından. Kavga başladı. Gövdeler parçalara ayrı­
lırken, yere düşen etler löp sesler çıkarmaya başladı. Bu sahneye Bru ­
egel fırçasıyla Beethoven müziğiyle destek verdi. pysa ilk öpücük du­
dağa değil kalbe kondurulmuştu. Sonra çıkan vampir dişlerinin du­
dağı değil kalbi kemirmeye başlayacağını kim bilebilirdi ki?. . "
Bülten, tek kişilik bir ürün dergisi görünümünde. Ağırlıklı
olarak Sedat Tay'ın şiirleri ve denemeleri yer alıyor Bülten'de.
Fanzinde AIDS Savaşım Derneği'nin hazırladığı, Kadıköy Beledi­
yesi'nin dağıttığı bir bildiri de ek olarak veriliyor. Ayrıca Uğur
Mumcu'nun ve Walter Benj amin'in birer yazısını bulmak da müm­
kün.
Sedat Tay'ın yayınladığı diğer bir fanzin de Düş. Yine edebi­
yat dergisi görünümünde ve yine fanzin ruhundan oldukça uzak.
Dostoyevski, Özdemir Asaf ve k. İskender'in yazı ve şiirlerine
de yer verilmiş Düş'te. Diğer ürünlerin hepsi fanzini yayınlayanla­
ra ait ve nitelik açısından oldukça düşük.
Edebiyat fanzini çıkarmayı inatla sürdüren Sedat Tay, bir kez
de Sandoz'la çıkıyor karşımıza. Pablo Neruda, Enis Batur, Ahmet
Arif, Adnan Yücel, Brecht, Mayakovski, Hilmi Yavuz, Nazım Hik­
met gibi imzaların yanında birçok genç şair adayına da rastlıyoruz
Sandoz'da.
Anafor, "Akıntının yarattığı insanların karşısında durmaya de-

78
vam edelim" diyor ve kendince bir anafor yaratmak için yayınlanı­
yor. Şiirlerin, denemelerin yanı sıra heavy metal grubu Kayra ile
yapılmış bir söyleşi de yer alıyor Anafor'da. Ayrıca film eleştirileri
ve kitap tanıtımlarına da yer veriyorlar. Hande ve Pınar'ın birlikte
hazırladıkları fanzin görsel olarak fazla özellik taşımıyor.
Amatör Düşünceler Derneği, çevresine bulaştıracak bir hasta­
lık bulmuş ve fanzinine de bu adı vermiş; Cüzzam.
Tamamı el yazısıyla hazırlanan fanzin hayata naif bir şekilde
karşı çıkan metinlerden oluşuyor.
Tıp dilinde "çürüme" anlamına gelen Necrosis, toplumsal çü­
rümeye karşı ayakta durabilmeye çalışanların bir ürünü olarak dik­
kat çekiyor.
İzmir'de yaklaşık beş yıldır yayınlanan uzun soluklu bir fan­
zin; Değil O Da Değil. Tamamı el yazısıyla hazırlanmış, şiir ve de­
nemelerden oluşmuş düzeyli bir fanzin. Kendini ters yüz etmekten
yorgun düşenlerin fanzini. Karakalem çizimler de dikkat çekiyor.
Ayrıca, yazıl arın ve şiirlerin hiçbirinde yazanın imzası bulunmuyor.
Bu anlamdaki kimlik arayışına ciddi bir tepki gösteriyor Değil O
Da Değil ekibi.
Son sayılarının kapağında kırık cam parçacıklarını kullanmış­
lar. Ara sıra tanınmış bazı isimlere de rastlıyoruz fanzinde". Örne­
ğin Walter Benjamin "Bir şey var ki ancak ölümle telafi edilebilir.
On beşimizdeyken evden kaçmamış olmak" diyor.
İki adımlık yerkürenin bütün arka bahçelerini görmek için yo­
la çıkanlar Değil O Da Değil diyorlar bize.
Polikinik Dilemma son dönemin etkili fanzinleri arasında. El
yazısıyla hazırlanan Polikinik Dilemma, yuvarlak karakterli ilginç
yazı stiliyle hemen kalıcı bir yer ediniyor kendine. Birbirinden gü­
zel çizimler ve desenlerin yer aldığı fanzin, yalnızca bu görsel tadı
sunabilmek için çıkartılıyor gibi. Çünkü içeriği boş denecek kadar
zayıf. Belki de, her şeyde içerik aranmamalı diyor kendi dilince.
Gerçi son sayılara doğru yazı karakterinin güzelliğini yansıtan
metinler dışında, farklı içeriklere sahip denemelerle de karşılaşıyo­
ruz;
"çirkin bir martının boş bakışlarında gizliydi anlaşılmazlığı. hiç
yağmur yağdırmamış bir adamın kayda değer kayıtsızlığı ve bu kayıt­
sızlığın yarattığı bencillikle sustu. alışılagelmişlik ve bıkkınlık arasın-

79
da uzaktan gülümsemekle yetinmeyi tercih ettiği bir başkalaşımın uy­
gunsuz bir yerinde her an ' uzun zaman oldu ' diyebilecek gibi bakan
bir kadınla karşılaştığında kendini ele veren bir tedirginlikle kaçmaya
çalıştıkça içine çekildiğini hissettiği bir bocalamanın en çekici nokta ­
sındaydı.
bakamadı.
çocuktu.
kaçtı. "
Ya da "Kaçı§a, §ehre, kadına, cine, ağustosa, zırha ve yedinci
olarak 7'ye dair. . . " ba§lıklı yazıya göz atabiliriz;
". . . Şehri dağlar doğurur. Dağların yaramaz; dağların yıpranmış
oğuludur kendisi şehrin. Aslında şehir cinsiyetsizdir. Bu anlamda ve

80
diğer tüm anlamlarda ateşten meleğe benzetilebilir şehir. Hayırsız ev­
lattır şehir dağlara hiç benzemez. İhanetin mezar bekçisi ' umut hort­
lakları 'nın savaşın en içindeki komutanıdır. . . şehrin resmi kırmızı mı­
dır? Öy ledir. Boğazı parçalanmış bir şehirde kan rengi hırçınlık içinde
öyledir. Şehir kanında öyküleri barındırır. 'Peki sen kanında kaç öykü
taşıyorsun ? Daha önce hiç sokağa bir kaldırım taşı kadar yakışan bir
kadının gözlerinde kayboldun mu? Sonrasında kendi sesini kendin
duyamayacağın kadar çok bağırdın mı ? diye sormak belli ki yersiz
olur. zira cevap bilinmektedir. . . "
Polikinik Dilemma 'da yer alan "Fanzinetik" ba§lıklı " içsel ku­
rallar"da fanzinlerle ilgili dü§ünceler yer alıyor;
"Size demiştik fotokopi ukaladır diye. Fotokopinin ukalalığı ora ­
nında fanzin de ukaladır. Fotokopi uçucudur demiştik, uçucu olduğu
oranda da ölümsüzdür, Uçar ve belki de düşe düşerek havalanır, tıpkı
bir çulluk gibi. Ve tıpkı bir çulluk gibi düşerken bile aldatır. Düştüğü
kesindir ancak düştüğü yeri bulamazsınız. Fanzin kabuk bağlamış ya ­
radır. Kaşıyabilirsiniz. Kanar. Kendi kendine kanar ve kabuğu düşü­
remezsiniz. Fanzin sizi enayi yerine koyduğunu fark ederek özür diler
ama gülmeden de edemez. "Fanzin sonuna kadar bireyseldir"e ekle­
mek gerekirse; fanzin evrensel değildir. Fanzin evrensel olmaya başla ­
dığında kalıcı nesne konumuna geçer. Bu boyut değiştirme onu öldü­
rür. Çünkü daha önce de belirtildiği gibi, kalıcı durum ölümdür. "
Etyen, kalitesiz bir kahkaha daha atabilmek için yazılan, çizi­
len ne varsa bünyesine toplamaya çalı§ıyor. "Hayvan, hışımla çekip
alır kırbacı efendisinin elinden ve kendi efendisi olmak için kendi
kendini kırbaçlar, bilmez ki bu, efendisinin kırbacına atılmış yeni dü ­
ğümün yol açtığı bir hayalden başka bir şey değildir. " diyen Kafka'yı
sayfalarına konuk eden Uyduruk, "İz bırakmadan görünmez olma­
nın ve kabarcık yapmadan yeniden ortaya çıkmanın yolu"nu da
açıklıyor bize . Uyduruk ve Etyen de tamamen el yazısıyla hazırla­
nıyor. Daktilo ve bilgisayar kullanılmadan hazırlanan fanzinlerde
fotoğraf da yok. Yalnızca elle yapılmı§ çizimler var.
Genel görünüm olarak underground ve nihilist çizgi izleyen
fanzinler, daha çok otokontrol sistemi bozuk bireylerin kendi iç sı­
kıntılarını (elbette dı§ dünyanın kendilerine sunduğu ve kurtulma
olanağı tanımadığı iç sıkıntılarını) payla§ma yöntemleriyle dikkat
çekiyor.

Şeytan Aletleri, f:6 81


l

•D
8EDEl.Sizt>İll Lef 4L f _oo1�

Kaybedenlerin, dünyaya b aşkaldırmaları ama kaybettikleri


için de hiç pişman olmadıkları bir dünya sunuyor bize fanzinler.
Dünyaya b aşkaldırmanın yanında kendi konumlarını olduğu gibi
kabul ediyorlar. Onlara göre kabul etmemek, bir yerinden sisteme
yamanmayı gerektiriyor. Bu da, underground kültürün yapısına ta­
mamen ters düşüyor.
Başkaldırma, zaman zaman b azı fanzinler için tehlike de oluş­
turabiliyor. Bursa'da birkaç eşcinselin çıkardığı Spartaküs'ün öm­
rü yalnızca dört sayı olabildi . Eşcinselliklerini açıkça ortaya koy­
malarını ve bu anlamda örgütlenmelerini bazı kesimler hazmede­
medi ve fanzini çıkaranlara saldırarak yayınlanmasını engellediler.
" Özgürlük paylaşımcılığa dayanır. Paylaşımcılık ise, gücünü ku­
rum ve kuruluşlarıyla heteroseksist düzenden alan kapitalist sömürü

82
sisteminin can düşmanıdır. " deniliyor Spartaküs'ün son sayısındaki
"Heteroseksist Toplum" başlıklı yazıda.
Eşcinsel hareketin tüm kokuşmuşlukları reddedip, sağcılar,
gericiler tarafından ellerinden alınan özgürlüklerini salt kendileri
için değil, kendileri gibi ellerinden özgürlükleri alınan diğer tüm
insanların da özgürlüklerini kazanma savaşımlarını destekledikleri
için, omuz omuza yürüdükleri için "ilerici bir hareket" olduğunu
savlayan gay'ler "Gay olmak onurdur" diyerek yola çıkıyorlar.
Gay bilincini yaymak için yatak odasından çıkıp yaşamın içine
girmeye çalışan Spartaküs'ün ilk sayısı Haziran 97'de yayınlanmış­
tı. Başkalarının cennetinde yaşamayı kabul edemediklerini açıkla­
yarak kendilerini ifade etmek gibi temel bir hakkı isteyen Sparta­
küs'cüler feodal değer yargılarının yıkılması için harekete geçmiş­
lerdi.
Hitler, iktidara gelir gelmez tüm eşcinsel partileri kapattırır
ve 1 934'de Gestapo içinde eşcinseller için bir bölüm oluşturularak
pembe listeler hazırlanır. 1935'de ceza yasasının 1 75. Paragrafı er­
kekler arasındaki cinsel ilişkilerin cezalandırılmasını öngörür.
Böylece, 175'likler diye anılan eşcinseller tutuklanmaya başlanır.
Yakalarına pembe bir üçgen takmaları mecbur olan eşcinsellere
toplama kampıyla hadım edilme arasında bir seçim yapma hakkı
tanınır.
2. Dünya Savaşı bitip de Nazi rejimi yıkıldıktan sonra da deği­
şen bir şeyin olmaması ilgi çekici. Eşcinsellerin toplama kampla­
rında geçirdikleri süre dikkate alınmaksızın hapiste yatırılmalarına
devam edilmiş ve ünlü 175. Madde yeni kurulan devletin anayasa­
sında da yerini korumuş. 1 957'de Almanya Yüksek Mahkemesi,
eşcinsellerin "adi suçlular" olduğunu, dolayısıyla hapsedilmelerinin
meşru olduğunu kabul etmiş.
"Eşcinsellerin kurtuluşu aynı zamanda heteroseksüelleri de
özgürleştirecektir" diyen Kaos GL, kadınlık ve erkeklik dayatmala­
rına karşı çıkmak, kendi seslerini duyurmak isteyen eşcinseller ta­
rafından yayınlanıyor. İlk sayıları fotokopi fanzin olarak yayınla­
nan Kaos GL, daha sonra dergi formatında yayınlanmaya başlan­
dı.
Gay, lezbien kimliğinin ortaya çıkışından gay pornografisine,

83
lezbien feminizmine kadar çok çeşitli konularda teorik yazılara yer
veriliyor.
"Yalnızlığın büyüsü eşcinsel için mutluluk olabilir" diyor Ali
Kemal Yılmaz Kaos GL'de; "Edebiyatta, sinemada ve genel olarak
sanatta eşcinsellerin yalnızlıkları hep ön plana çıkarıldı. Mutsuzlaştı­
rılarak sunuldu. Oysa kendi yaşamımı örnekleyecek olursam ne za ­
man kendimi yalnızlığın doruklarında hissetsem bir büyü karşıma bi­
rini çıkarırdı. Doyasıya sevgiyi, cinselliği, her şeyiyle eşcinselliğin ken­
dine özgü güzelliğini yaşardım. "
''Amacımız fuhuş sektörünü ve cinsel azınlık kültürünü teşvik et­
mek ya da topluma empoze etmek değil. Sorunları bir de bizlerin açı­
sından aktarmak, sorunlara ortak çözüm yolları aramanın aracı ol­
mak ve yaşadıklarımızı kendimizle ve sizlerle paylaşmak istiyoruz. "
diyen, seks işçisi kadınların sesini duyuran bir dergi Gacı. "Kadın
kapısı haberleşme bülteni " olarak yayınlanıyor ve diyor ki; "Çanla ­
rın kimin için çaldığını öğrenmeye çalışma, onlar senin için çalıyor. "

DüNYA KADINLAR GüNÜ BAŞINIZDA pARALANSIN

Fanzinlerin en belirgin özellikleri içtenlik ve doğallıktır. Her


şeyden önce illegalitenin getirdiği sınırsız bir hareket alanına sa­
hipler. Yasal anlamda kısıtlayıcı bir öğe olmadığı gibi, belki de ya­
sal dergilerin en büyük handikabı olan beğenilme ve tiraj kaygıları
da yok. O yüzden "halk bunu istiyor" gibi bir kisveye bürünmeleri
için en küçük bir neden bile olamaz. İşin en can alıcı noktasına, ya­
ni yazarın bireysel serüvenine baktığımızda özgürlüğün en sınırsız
biçimiyle karşılaşırız. Fanzinlerdeki yazıların çoğunda yazarın ismi
bile yok. Ya da takma isim kullanılıyor. Zaten gerçek isim olsa da
yazar edebiyat kariyerini düşünme gibi bir kaygı taşımıyor. O yüz­
den de yapay, zorlama bir üslupla pek karşılaşmıyoruz fanzinlerde.
Hatta yazarın yazarlık dışındaki diğer sosyal rollerinde göstereme­
diği içtenliği fanzin yazılarında bulabiliriz. Ne de olsa insan top­
lumsal bir varlıktır ve kendini en özgür hissettiği anda bile içinde
ya§adığı toplum tarafından belirlenmiştir. Oysa fanzinlerde bilin­
çaltının derinliklerinde yer alan en ilkel, en karanlık düşüncelere
bile yer bulmak olası. Hem de hiçbir korku, hiçbir kaygı gütme­
den.

84
Fanzinlerin kadına yaklaşımı da çeşitlilik gösteriyor doğal ola­
rak. Kimilerinde cinsellik, hatta pornografi ağırlıkta. Kimi fanzin­
lerse kadım ya§adıkl arı kaosun bir parçası olarak görüyor. Kadın
yüceltildiği gibi a§ağılanabiliyor da. Kısacası hayatta\i çe§itlilik
fanzinlere de olduğu gibi yansıyor. Yakla§ımların doğr J ya da yan­
lış olmasından önce içten olması dikkat çekiyor. Dü§ünceler kor­
kusuzca, bazen de fütursuzca açıklanıyor.
Edebiyat ağırlıkl ı olan Uç Kent'in 1 998'de yayınlanan 2. Sayı­
sındaki Mary Wright imzalı §iirde "dünyanın gerçeği" diye tanımla­
nıyor kadın. Çeviri de "kedi kadın mi§a"ya ait:
"dar caddelerde anason kokusu. Gecenin bir yansı
Her şiir yazdığı tuhaf bir dünya
Her şeyin yanlış anlaşıldığı bir oyun
londra 'da arap şeyhlerinin yiyip içtiği pahalı lokantalardan
dışan sızan renkli ışıklar
dövülen kadınlann rüyalannda beliren zeplinler
D ÜNYA YA GEREKEN MELEK KANADI
pembe dizileri ezberlediğimizde
sevdiğimiz ve sevmediğimiz her şey;
çamaşır makinası, büyük kanepeler, sokak lambalan,
erken doğan bebekler
Kadın
11
Dünyanın gerçeği.
Aynı fanzinde eski Yugoslavya'daki sava§ boyunca Belgiad
caddelerinde protesto gösterileri yapan "Siyahlı Kadın"larla ilgili
bir yazı var. Pasif direnişle Sırp rejiminin uyguladığı şiddete ve sa­
vaş siyasetine katılmadıklarını göstererek anti militarist bir daya­
nışma ortamı yaratmaya çalı§an kadınlardan söz ediliyor. Her Çar­
§amba sabahı simsiyah giysiler giyerek Belgrad'ın büyük meydan­
larında toplanan bu kadınlar sessizce ayakta dikilirken, acı çeken,
tecavüze uğrayan, sava§ın yıkımlarıyla karşıla§an hemcinslerine
yalnız değilsiniz mesajı veriyorlardı. Böylece feminist siyasetin
odak noktası haline geldiler.
Fanzinlerde kadın karşıtı yazılara da rastlayabiliyoruz. Rektal
Tuşe'nin Mart 99 tarihli sayısı "8 Mart Dünya Kadınlar Günü"yle
ilgili özel bir dosya hazırlanmı§. 11Kadıncıkca11 ba§lıklı yazıda kadın­
lar için 11 yaşamışlar özgürce yıllarca kendilerini kilitledikleri zehirden

85
kafeslerde, kafes/edik/erini sanarak tüm DÜNYAYI... " deniyor.
"Plastik Tanrılar" adlı yazıda ise kadın psikolojisi ele alınıyor. "Ka­
dının varoluş nedeni statükoyu korumaktır. O yüzden gelişime, deği­
şime, karşıdır kadın Çocuğa yönelik koruma güdüsü kadını, varola­
na sahip çıkr.nak ve kendini garantiye almak zorunda bırakır. Bu yüz­
den doğal olarak bencildir kadın. Erkeği içine alır ve tükettikten son­
ra püskürtüp atar. " Yazı sonlara doğru gittikçe sertleşiyor; "Kadın
yalnızca erkeği değil, kadınları da sevmez. Çünkü her kadın bir diğe­
rinin rakibidir. Kendi pazar payını azaltan bir düşmandır kadın; ka­
dın için. Din kitaplarının yazdığı gibi ŞEYTAN değildir kadın. Erkek­
lerin yok yere taptığı bir TANRJ'dır. Çünkü bencildir, ikiyüzlüdür,
adaletsizdir, dönektir, samimiyetsizdir. Hep alıcıdır ve yalnızca sırat
köprüsünden geçerken ateşe düşüp cayır cayır yanman zevk verir ona.
Başka ORGAZM tanımaz. "
Zemberek'in 4. sayısında d a benzer bir yaklaşıma rastlıyoruz.
"Home Sick Alien" ba§lıklı yazıda söz edilen kadın "Taviz vermezdi.
Tabiri caizse emer atardı" deniyor. "Öylesine ulaşılmazdı ki. .. Nasıl
saldırıp sömüreceğini, avını nasıl tuzağa düşüreceğini çok iyi bilirdi. . .
Avını zayıf yönünden vurur, altına alır ve yumurtalıklarını tamamen
boşaltıncaya kadar emerdi. "
Zemberek'in 2. sayısında heteroseksüel olan "Mahan" adlı bir
kadın yazarın "The ldeology of Fucking" ba§lıklı yazısına rastlıyo­
ruz. Charles Bukowski'nin "Çirkin kadınlar en iyi düzülen kadınlar­
dır. Çünkü onlardan nefret ederim" sözü üzerine nefretin ve cinselli­
ğin ne denli iç içe geçtiğini inceliyor Mahan. "Kadınlar olarak bizle­
re önemli bir misyon düşüyor. Misyonumuz cinselliği yeniden inşa et­
me misyonu olacaktır. Cinsellik iktidar, tahakküm ve tek taraflı
edimden eşitliğe ve karşılıklığa, nefret ve yıkıcılıktan, sevgi ve paylaşı­
ma, parçacılıktan bütünlüğe, hiçlik ve hiçleştirmeden, varlık ve var
olmaya evrilmelidir. "
Kadına salt cinsel obje olarak yaklaşan bir dergi AE31 . Zaten
"İnsanın özgürlüğü geceyarısı sokakta camlarını indirebildiği vitrin
sayısıyla ölçülmeli. İnsanın özgürlüğü geceyarısı sokakta vitrin camı
indinnesine engel olmaya çalışanları öldürebilme kolaylığıyla ölçüle­
bilmeli" diyebilecek kadar sert, bir anlamda mide asidini son dam­
lasına kadar kusan bir dergi. AE3 1 'in 2. sayısının iç kapağında
"Lütfen Porno Seyredin" yazıyor. Gerçek aşkı bulamayıp, farklı er-

86
keklerle cinsel ili§kiye giren kadınları "amatör fahi§eler" olarak ad­
landırıyor AE3 1 .
Zemberek'in 3 . sayısındaki "denizkızıkuyruksıfır" imzalı "ka­
dın bu hatayı tekrar yapacak" ba§lıklı yazı hayatı tırnak kesmeye
benzetiyor. Tırnakları dipten kestiğimizde acır ve bu acıyı çektiği­
mizi unutup, bir daha ki sefere aynı hatayı tekrar yaparız. "aldığı­
nız hiçbir iltifat, geçirdiğiniz hiçbir feminist eğitim, okuduğumuz
hiçbir kitap sizi durduk yerde, iki kilo aldınız diye apar topar rejim
yapmaya soyunmaktan koruyamaz." Kadın dü§ünsel olarak ne
denli geli§irse geli§sin yine de kadındır diyebilir miyiz? Bunu sor­
guluyor "denizkızıkuyruksıfır" ve "kadın için güzel olmak sağlıklı
olmaktan önce mi gelir" diye soruyor. "kışın ortasında minicik etek­
lerle yürürken, dişlerinin takırdamasını gizlemeye uğraşan kadınlar
gördüğümde bunu düşünürüm hep. Kaşlarımı, bacak tüylerimi birile­
rine yoldururken de, ne yapıyorum ben diye ürperir kimi zaman. ağda
mağda acıtıyor işte . değer mi bütün bunlara ?" Erkek egemen düzeni
ve kapitalizmi sorumlu görüyor ve "aşk daha mı güzel yapıyor cildi­
ni" diye soruyor. "puşini tak ve dağlarda kaybol. rujunu sil. orospu
ol. ne olabilirsen. Nereye atlayabilsen bu ağır kanamalı yürekten. "
Ama nereye atlayabilir ki bir kadın tek başına ? Sistem her yerini ele
geçirmiş, kollarını, bacaklarını tutmuş sıkı sıkıya. Başka ne diyebili­
riz; "o kadın o hatayı tekrar yapacak"
Yine Zemberek'teyiz. 4. Sayıdaki "Femme Fatale- cinsel per­
sonaların en büyüleyicilerinden biridir" ba§lıklı yazı fazlasıyla dik­
kat çekici. ". . . Kutsal ve dokunulmaz olan her şey kirletmeyi ve ihlali
kışkırtır. İşlenebilecek her suç işlenecektir. Tecavüz doğal bir saldır­
ganlık türüdür ve yalnızca 'toplumsal sözleşmeyle ' önlenebilir. Mo­
dern feminizmin en saf dilce denklemlerinden biri, tecavüzün cinsel­
lik suçu değil, şiddet suçu olduğunu, tecavüzle iktidarın temelde cin­
sellik kisvesini büründüğünü öne sürmesidir. Oysa cinsellik iktidardır
ve tüm iktidarlar yapısal olarak saldırgandır. Tecavüz, kadın iktidarı­
na karşı savaşan erkek iktidarıdır... tecavüz; doğanın hepimizin içine
yerleştirdiği ve uygarlığın da bunu içinde barındırmak üzere geliştiril­
diği, iktidar isteminin cinsel dışavurumudur. "
Bedenin gizli metaforlarının cinsellik-feminizm-iktidar üçge­
ninde ele alındığı yazıda dünyanın en olağan §iddetinin doğum ol­
duğu vurgulanıyor. Bütün acıları ve kanıyla.

87
Efsanevi fanzin Mondo Tra sho da da Botticelli'nin Venüs
'

heykeli e§liğinde B audelaire'ın "Deli ve Venüs" ba§lıklı metni göze


çarpıyor. Kadını yücelten, tanrıl a§tıran Baudlaire "Deliliğime ve
üzüntüme acıyın. Ancak acımasız Venüs mermer gözleri ile bilinme­
yen uzaklıklara bakıyor" diyor.
Erkek-kadın çeli§kisine farklı bir yakla§ım da geliyor fanzin­
lerden. "Fallik endüstri eril kültür ve değiştirici, insanın baş eseri. Ka ­
dınlar histerik sızlanmalarda bulunsalar da batı, kültürünü dünyaya
buradan saçtı. Düzen oluşurken erkekler zaferi kazanmıştı. Taze cy­
borglar üretim bandı üzerinde ilerlemekte. Fabrika, üreten ana değil,

88
toprak anadan (pasif, sabırlı) alan ve dönüştüren, yeni oluşturduğuy­
la da dünyayı dölleyendir. Onun açısından tek endişe (şimdilik) dün­
yanın kendisinden daha çok biliye sahip olması. "
Sözü e dilen, batı kültürünün dünyaya yayılmasıyla erkek ege­
men düzenin iyice yerleşiklik kazanmasıdır. Elbette ki bu endüstri
fallik endüstridir ve bunun sonucunda oluşan kültür de eril kültür­
dür.
Boşlukta sallanıp duran ama boşluğu kendi varoluşlarıyla dol­
durmaya çalışanların çıkardığı Günbatımı Çağanozları' nda Tuba
Koç bilinçakışı tekniğiyle yazdığı yazıda "kendime koca bulacağım
annem evde kaldığımı söylüyor ben de ona bütün dünyadaki seracı ­
larla bütünleşmesini öğütlüyorum o kızıyor fotoğrafları arıyor ara sıra
görüyorum bahçede diz çökmüş ağlıyor ben ağlamanı sen kırmızıyı
bilir misin. . . bu saatte kim gidecek markete eskiden bakkal amcalar
vardı evimin yakınında giderdim bana bir sürü şekerleme verirlerdi
yanağımı bacaklarımı okşar/ar yine beklerlerdi. . . küçük erkek karde­
şim bana aşık galiba ben uyurken oramı buramı elliyor ve ben bun­
dan zevk alıyorum sanırım yeni bir serdar turgut ya da barkın engin
yetişiyor ben de ütü yapacağım " diyor. Günbatımı Çağanozları nda '

seksi, cehenneme uzanan bir köprü olarak görenler de vardır. El­


bette sözü edilen seksin doğal ve yalın hali değil, günümüz dünya­
sındaki kirletilmiş halidir;
''yalnızım. sebebini ben de biliyorum. insanları sevmek ya da in­
sanlar tarafından sevilmek gibi bir kaygım yok aslında. çünkü onlar
bir parfüm şişesinin içine boşalmamış/ardır, yapsalar da hissedemez­
ler. trajik. parfüm şişesi, beden kokusu, hayaller içinde geçen günleri­
mi hanginiz anlar ki? kalbi atan bir yaratığı emebilirsiniz ama camın
soğukluğunu hiçbir şeye değişmem. "
1993 yılında "Piyasanın en underground dergisi" şiarıyla yayın
hayatına atılan birkaç kuşağı ciddi biçimde etkilemiş olan Heavy
Metal'in 4. sayısında kadın coğrafyası adlı bir bölüm yer alıyor.
Kadınları yaş sınırlarına göre ülkelere benzeten yazı şöyle;
"16-22 yaş: Afrika : Bir bölümü bakir, bir bölümü keşfedilmiş
23-35 yaş: Asya : Karanlık ve gizemli
36-45 yaş: ABD: Yüksek ton ve teknoloji
46-55 yaş: Avrupa: Tahrip olmuş ama ilginç yerler var
60 yaş: Avustralya: Herkes biliyor ama kimse oraya gitmedi"

89
Ocak 2000'de Samsun'da yayın hayatına atılan Şuurlu Bişey
adlı fanzinde çizgi romanlarda kadının rolü tartışılıyor. "Beyaz Atlı
Prensini Bulmuş Ama mutlu Olamamış Kadınlar Üzerine " adlı
yazıda çizgi romanlarda ki kadınların ya kahramanın sevgilisi ya da
onun yardımına muhtaç bir genç kız olduğu vurgulanıyor. "Genel
kural kahramanın evli olmamasıdır, bu karizmayı bozar. Kimse evde
bulaşıklara yardım eden bir swing ya da sofrayı kuran tommiks gör­
mek istemez. . . Yine karizma gereği, zaten koca macera boyunca bir­
kaç karede görülen sevgililer, güzel olmak zorundadır. Göründükleri
birkaç karede de genelde kıskançlık krizlerine girerler. senaristlerin
kahramanı pohpohlamak için buldukları yollardan biridir bu da.
Kahramana layık görülen sevgilinin güzel olması akıl edilir de, akıllı
olması bir türlü akıl edilemez nedense. (Burada yanlış anlaşılacak bir
noktayı aydınlatmak gerekir, sorun kahramanın daha iyi bir sevgiliye
layık olması değil, sevgilinin layık olduğu yerde olmamasıdır) "
Zaten kadın hiçbir zaman layık olduğu yerde değildir çizgi ro­
manlarda. Çizgiroman kahramanlarının en entelektüel olan Mar­
tin Mystere'in nişanlısıyla ilişkisi de farklı değildir. Diana'nın tek
görevi kıskançlık krizlerine girmesidir. Bu krizlerin anlamı da
Martin Mystere'in yüceltilmesidir aslında. Çünkü Mystere öylesine
mükemmeldir ki, Diana her an onu kaybetme korkusuyla yaşar.
Fantom'un sevgilisinin adı da Diana'dır. Yalnızca adları değil,
kaderleri de aynıdır her iki Diana 'nın. Biri Modern toplumun çizgi
ötesi detektifinin, diğeri ormanlarda yaşayan on kaplan gücündeki
Fantom'un sevgilisidir, ama her ikisi de kıskançlık krizi geçirmek
için yaratılmışlardır senarist tarafından.
Bu yazı, çizgi romanlarda kadının hakkettiği yeri bulamaması­
nı, bir tür süs olarak kullanılmasını eleştiriyor ve beyaz atlı prensi
bulmanın mutlu olmaya yetmeyeceğini vurguluyor.
Hemen hemen tüm fanzinlerde kadın yazarlar, çizerler var.
Çünkü yerin üstünde olduğu kadar, altında da rastlayabiliyoruz
kadınlara. Sistemin dışına çıkmış, hatta kendine dışarıda ayrı bir
sistem geliştirebilmiş kadınlara.
Her yerde olduğu gibi underground dergilerde ve mekanlarda
da kadınlar var. Sistemin bize empoze ettiği gibi narin, güzel, kırıl­
gan bir gül değil bu kadınlar. Zehirli bir sarmaşık da olabiliyorlar,
gündelik yaşamın ortasında bitiveren devedikeni de . . .

90
O yüzden de fanzinlerdeler. Renkli, kuşe kağıda basılı dergi­
lerde onlara rastlamıyoruz. Hiçbir zaman da rastlamayacağız.
Çünkü hayatı güzelleştiren bir gülün silueti değil, dikenin verdiği
gerçek acıdır.

CiNAYET ÖLÜMÜ SıRADANLIKTAN KURTARIR


Son dönemin ilgi çekici fanzinlerinden biri olan Rektal Tu­
şe' de yer alıyordu bu slogan. İlk sayısı Ocak 1 999'da yayınlanmaya
başlayan fanzin en sert, şiddet dozu en yüksek fanzinler arasında
yer alıyordu. "Gerçek kötülük nedensiz kötülüktür ve elbette ki iyi­
likten daha çok yaratıcılık gerektirir" diyen Rektal Tuşe'nin ilk sa­
yısında Janis Joplin, Kurt Cobain gibi isimler var. "Korkunun Ölü­
me Faydası Vardır" başlıklı yazıda şöyle deniyor;
"Hiç kimse kendini aldatamaz. Işıkları kapatın. Bir bıçağın tene
dokunurken duyduğu sevinci hiss�tmeye çalışın. Sevgi, bir bedenin dış
yüzüyle nasıl sınırlanabilir? Sevgilisinin göğsüne serçe parmağının gi­
receği kadar bir delik açıp içindeki yağ dokusunu, kanı, sinirleri hisse­
demeyen birinin sevgisi elbette içten değil, yüzeyseldir. "
"Sağlık Köşesi"nde ise "Ölüleri Yemeyiniz" başlıklı bir yazı
var. Yazı, "En ideali ölü yememek, yalnızca yalamakla yetinmek­
tir" diye sonlanıyor. Alle.n Ginsberg'den Tori Amos'a, Van
Gogh'dan Anais Nin'e, Edip Cansever'e kadar birçok tanıdık im­
zayla da karşılaşıyoruz Rektal Tu şe 'de. Ayrıca "Benim şiddetimin
nedeni ve etkisi vardır. İçinizde varolan ancak yok saydığınız şey­
lerle yüzleşmenizi sağlar" diyen, şiddet sinemasının önemli yönet­
meni Greenway da yer alıyor fanzinde.
2. sayıysa Charles Manson, David Berkowitz, John Wayne
Gacy, Theodore Bundy gibi dünyanın sayılı seri katillerine ayrıl­
mış. Bu sayıda yer alan "Kaybedenler Masumdur" adlı şiir şöyle
başlıyor;
''yitik bir ruhun varsa usulca uzat bana
ellerini uzat; avuç içlerin sigara yanığı
kollarını uzat; kan sızsın yaralarından
gözlerini uzat; bir toplu iğne batar gibi bakışlarına
boynu kesilmiş bir martı tırmalar gibi
ellerini göbeğinde birleştir ve unutma

91
kaybedenler masumdur aslında.

karşı çık kendi hayatına; saçmala


sonuna kadar yaşa yasaklanan şeyleri
bir ayakkabıyı yalar gibi aldat
bir balgamın yüzünde süzülüşü gibi kendini. .. "
Rektal Tuşe'nin 3 . sayısında ise önemli bir çalışma yer alıyor.
King Diamond'un "The Graveyard" adlı albümünün tamamının çe­
virisi var fanzinde. Bu sayıda logonun altına "Ailenizin Fanzini" ya­
zan, sayfa sayısını arttıran ve kapağı renkli kağıda basmaya başla­
yan Rektal Tuşe'deki "Kendimizi Tanıyalım" bölümünde şöyle de­
niyor; "Sizlere ailenizle birlikte okuyabileceğiniz bir fanzin hazırlaya ­
bilmek için kanla-başla çalışıyonız. Tabii hala bir şeyler okuyabilecek
bir aileniz kaldıysa . . . "
The Graveyard'ın bir bölümü şöyle;
"bütün hafta boyunca Lucy'i izliyordum
okulda bile. . .
programını biliyorum, hem d e iyi biliyorum
oh Lucy elimi tut
nasıl anlatabilirim sana, ben yabancı değilim
ben bir arkadaşım
birazdan babacığının evine götüreceğim seni
ne güzel gözlerin var, saçların ne güzel
en az yedi yaşındasın
seni gerçekten önemsiyorum
sen onun kızısın, onun küçük kızı
seni inciteceğimi düşünme, senin gibi küçük bir kızı
asla incitmem
Lucy, elimi tut
ne kadar güzel gözlerin var, ne güzel saçların var
en az yedi yaşında olmalısın
kim takar! benimle geliyorsun: HEMEN. hadi küçük kız
beni sinirlendiriyorsun. .. "
Aynı sayıda Nallı Turna imzalı bir yazı var; "Halet-i Ruhiye".
"En sevdiğim renk balgam yeşili" diye başlıyor ve devam ediyor;
"Fakat onun beni sevmesi gerekmiyor. Tuvalete ters oturup sıç­
mak ise büyük bir keyif Eskiden gazoz kapağı biriktirirdim. Şimdi ise

92
H p.., A ,. -rA"' 'Z. �" tc..
Aa.M A"' l �"f \ 10ft.� A tJ :
O E L\ � E. $Otc."T ul.U N
p Aft.cn91 3. \ 'tA L.111

IC.O RY.UNUN ö ı.'umSi
'Ç f"10AJı.\ " Plı:t.Oı-., ,
• • •

c. \NA"IE'T @M,.\tnL&.Rl


.S� f'.\.\.... r-b� e.:.i 1
Ö L.ÜLU.İ.
'iiml'I İNİ L

t-'E.R. 'Q:\ırıı
�O\t.D\k
. .
<

kullandığım prezervatifleri. Renkli, kokulu ve tutıllı. Çariçe Katarina


mı ? Onun Baltacı ile olan psişik faaliyetleri beni hiç mi hiç ilgilendir­
miyor. Balıklar uyur mu, hiç merak etmedim. Adem ile Havva 'nın
bence göbek deliği yoktu . . . "
4. sayıdaysa Voivod, Dub Şiiri gibi konular işleniyor. "Böyle
Buyurdu Berduşt" başlıklı yazı Şemsi Panze imzalı;
"Ey topukların ve sıyrılmış dizkapaklarının tanrısı karıncala be­
ni, gücün varsa. Sıcak bir ter damlasının şakağından süzülüşünü not
et. Gün gelir karnından şişlenmiş bir bebek kadar masum olabiliriz
dönüş varsa geriye, gün gelir mi kim bilir. . . Sevgilim! Yani bir yaban
kedisi. Geçen yaz yakalayıp çiğnediğim kelebek. Şimdi gel ve sev beni.

93
Çırılçıplağım işte. Kıllı göbeğim, kasığımdaki eski bıçak izi ve yeni sol
kolumla seninim ... "
"Vücudumu satın alabilirsiniz ruhumu da" diyen Rektal Tu-
şe'de bir de test yer alıyor. Sorular şöyle;
"]. Bugüne kadar cinsel ilişki sırasında hiç yaralandınız mı ?
a) ağır yaralandım
b) hafifyaralandım
c) yaralanmadım
2. Nasıl bir ölümü tercih edersiniz?
a) makatımda molotof kokteyli patlatılarak
b) derim zımparalanarak
c) uykumda kalp krizi geçirerek..."

Rektal Tuşe internetin nimetlerinden de faydalanarak hard


porno sayılabilecek bir çizgi "Eğitim Dizisi" yayınlamıştı. 3. Sayıda
yer alan "Dünyayı Kurtaranlar" adlı çizgi romanda Ekonomi Poli­
tik anlamında sertlikten hoşlanmayıp, silahlı mücadele yerine yu­
muşak geçişten yana olan Linda ve Eva adlı iki lezbiyenin öyküsü
anlatılıyor.
4. Sayıda yer alan "Kaybolan Kadriye"de ise, Kadriye adlı bir
kızın hayat hikayesi anlatılıyor. İyi ye Lişmiş, büyüklerine saygılı,
küçüklerini seven, geleneklere bağlı temiz bir aile kızı olan Kadri­
ye'nin okul hayatı da çok başarılıdır. İş hayatı da mükemmeldir
Kadriye'nin. Patronlar onun emeğini sömürmedikleri gibi iyi bir iş
kadını olması için ellerinden geleni yaparlar. Kadriye'nin hayatı bu
söylenenleri somutlayacak hard porno çizgilerle süslenir. Örneğin,
patronların ona nasıl sahip çıktığı, vücudunun her deliğine girmiş
yılanlarla somutlanır. Sonunda Kadriye üstündeki yüklerin farkına
varır ve onları silkip atar. Olan olmuştur artık. Toplum Kadriye'yi
kaybetmiştir. Sıra, Kadriye'lerin çoğala çoğala toplum'u kaybetme­
lerine gelmiştir.
Yaşamak Acı Çekmektir adlı fanzinde de benzer biçimde por­
nografik çizgiromanlarla karşılaşıyoruz. "Tansu" bunlardan biri .
Zengin bir ·ailenin çok akıllı ve şımarık kızı olan Tansu'nun en bü­
yük zevki, küçük oyuncağı pinokyo'nun önünde soyunup vücudunu
ona teşhir etmektir. Bir de kötü huyu vardır Tansu'nun. Sürekli
yalan söyler. Bir gün bir peri kızı gelir ve bir daha yalan söyleme­
mesini, yoksa pinokyo 'nun burnunun sürekli uzayacağını söyler.

94
Pinokyo'nun sürekli uzayan burnunu kullanarak orgazma ula§an
Tansu, aldığı zevkin artması için sürekli yalan söylemeye ba§lar.
Eylül 96'da yayınlanan Çöplükteki Silah Sesi de gerek içeriği
gerekse görsel yanıyla fanzinler arasında kendine özel bir yer edi­
niyor. Kapağındaki yüzü gözü eğrilmi§ adam resmi ilk bakı§ta ya­
§adığımız çarpık hayatı çağrı§tırıyor.
"Martini istedi ve ardına bakmadı. Çünkü hiç martini içmemişti.
Oysa gelecek yoktu, her ne kadar üzgün ahırların efendisi . olsa da
martini ona saçma geliyordu. Kusmuk dolu klozete girmek istese de
berjer koltuğunda götü rahattı. Ve ölümün kara deliklerindeki aşırı
dozları ayarlayamazdı. Konu devlet olunca tanrıyı eş koşardı. Çünkü
çıkarları tanrısındaydı. Tanrı asker istiyordu, tanrı kurban istiyordu,
tanrı onu istiyordu, tanrı bunu istiyordu, tanrı şunu istiyordu. . . Bi ap­
tal tekkeye de gitse, efendime söyleyeyim anasının . . . 'na da gitse bir

95
aptaldı işte. Ve tann iç savaş istedi; minik militan/an karşı koşturdu
polise, candamıaya. Eş/eşimi öngördü tann, çünkü o devletti. Payla­
şımı sevmezdi, tüketimi azaltırdı çünkü. "
Sisteme, sistemin yabancılaştırdığı bireye, devletin devamı
için uygulanan şiddete hiç taviz vermeksizin karşı çıkan, bu karşı
çıkışını da olabildiğince sert bir söylemle ifade eden bir fanzin
Çöplükteki Silah Sesi;
"Kara siluetler belirir bazen, yetersiz adaletin meyvaları ve yıkan­
madan yenir. Nicedir ölü çocuklar gibidir içleri. Şarkıları farklı gelir
kimilerine. Sevgileri özeldir, nefret kusar şarkı söylerken; tabancaları,
kasatura/an, kelebekleri. . . puştlara kan kusturtmaktır göğün kasveti.
Hayatın ekmek teknesine sıçmaktır ve bir akşam mahallenin tefecisi­
ni öldiinnektir. "Garibana vuralım, hem de eğlenelim; eğlenirken dü ­
şünelim!" sloganını atanları camdan aşşağa atmaktır; cenabet dama­
dın gerdek öncesi namazı. . . Uzaktan bakmakla ne kadar o/durulur;
anlaşım, kim ne anlar ve kimler öldürülür, gecekondu yıkımında ?"
Belirgin antifaşist ve antiemperyalist tavır sergileyen Çöplük­
teki Silah Sesi "Ölüm tuzlu bir mermi çorbasının içinde gizleniyor"
diyor. Bir de şöyle söylüyor son söz yerine;
"Bütün ateşleri paketledim efendim, fazla mesai yaptım. Ama
babamdan hoşlanmam, yanında cigara bile içemem. O benimdi ya,
şimdi yok. Tren yolunda gitti, adli tıbdan aldı ailesi, ben yoktum cese­
dinin yanında. Kafasından neler geçiyor? Hangi şarkıyı mırıldanıyor?
Yanımda yok efendim, yalnızım, o öldü, cigaram söndü. Dumanını
üflediğim için özür dilerim efendim, hep içimde tutmalıydım. Bu du ­
man sizi rahatsız ettiği için üzgünüm efendim. İzin alamamış ailesin­
den gelemedi, kimse gelmedi. Katılmadım dansa, çünkü; dans bil­
mem, imla kurallarını da, ama yazanm, çünkü düşünürüm efendim.
Ben bir aptalım çünkü. Tükürüğümü gördün m ü ? Kanlıydı; seninkin­
den efendim. Senin şerefsiz kanından değil ama kan işte. Kliniklerin
kutsallığını unuttum artık. antibiyotikleri almıyorum. Temizlendim,
arındım; günahlarımdan ve sevap/arımdan, çünkü ben bir aptalım
efendim! Sapına kadar, senin algılayamayacağın kadar hem de. De­
rindeki sertlik mi korkuttu dersin, yoksa çocukluktaki bir anı mı ?
Saçma! Tükürüğümde kan var demiştim ben, kandan korkarım ha ­
len. Ama hiç kandan k01*madım, çünkü, hiç kan görmedim . . . "

96
LANETH'Lıl Y][LLAR
Son yıllarda Heavy Metal'in gittikçe yaygınlaşmasına paralel
olarak metal fanzin sayısında da belirgin bir artı§ oldu. 90'1ı yılların
başında yaşanan metal müzik patlaması özellikle iki önemli fanzi­
nin doğmasına neden oldu. 90'lı yılların başında yayınlanmaya baş­
layan Laneth, bugün bile önemini koruyan, metal kültürün geliş­
mesi ve yayılmasında çok etkili olabilen bir kaynak sayılabilir. Al­
bümler, demo yorumları, röportajlar, konser haberleri içeren La­
neth, Türk metal gruplarının tanıtımında, yaygınlaşmasında etkisi
olan en önemli yayındı o yıllarda. Halen bu etkinin sürdüğünü söy­
lemek de yanlış olmaz.
Kendilerini Türk basın tarihinde İbrahim Müteferrika'nın
matbaayı bulmasından sonraki en önemli olay olarak tanımlayan
Laneth'ciler bu etkilerini tirajı epey yüksek olan, kuşe kağıda bası­
lı bir dergiyle sürdürüyorlar. Laneth'in devamı olan Non Serviam
da kendi alanındaki en önemli dergilerden biri.
Metal müzik alanındaki en düzeyli, en ciddi dergilerden biri
de Enred. Uzun süredir yayınlanan Enred'te söyleşiler, inceleme­
ler, albüm kritikl eri yer alıyor.
Aynı dönemde yayınlanan Mega Metal de benzer biçimde
metal müziğin yaygınlaşmasında, metalcilerin ortak paydalarda
buluşmalarında etkisi olan önemli bir fanzindi.
Tek sayı çıkan Rock Art, aralarında Abdülkadir Elçioğlu, Al­
tan Erbulak, Cemal Şan, Güven Erkin Erkal, İlhan İrem, Kemal
Kale, Nuri Kurtcebe, Savaş Çekiç, Tuncay Batıbeki gibi birçok sa­
natçının olduğu bir grubun karma sergisini duyurmak için yayınla­
nır. Deep Purple ve Pink Floyd'un yanı sıra Aqua, Devil, Mavi Sa­
kal, S. O.S, Speed gibi Türk rock gruplarını da tanıtan Rock-Art'ın
tek eksiği; uzun ömürlü olamaması.
Durock ise "her şey özgürlük için" sloganıyla ortaya atılan bir
rock durağı görünümünde. Heavy metalin ötesinde, genel anlam­
da müzik ve edebiyat ağırlıklı olan Promethius, müzik, edebiyat ve
felsefe yoğunluklu yayınlanan Koan da adı anılması gereken iki
fanzin. Regorge de ağırlıklı olarak müziğe yer veriyor. Cd, demo,
video eleştirileri ve makalelerden oluşan Avantgarde Magazine bu
alandaki en etkin fanzinlerden biri olarak dikkati çekiyor. Özellik-

Şeytan Aletleri, f:7 97


le yaptıkları röportajlar çok ustaca. Ekim 9 1 'de yayınlanmaya baş­
layan Rock Dünyası ise, rock müzikle ilgili yazılar ve ilginç söyleşi­
lerle dolu bir fanzin olarak yerini alıyor bu underground kültür
dünyasında.
Bursa' da birkaç lise öğrencisinin çıkardığı Dark Portal, Anka­
ra' da yayınlanan Gateavisa-zine, içindeki isyanı müzikle bastırma­
ya çalışanların hazırladıkl arı fanzinlerden birkaçı.
Endoplazmik Retikulum, 1 997'de yayın hayatına atılan bir
fanzin. İtalyan death gruplarından Clacial Fear ile yapılan söyleşi
gerçekten ilginç. Endoplazmik Retikulum'un Nisan 97 tarihli sayı­
sında Çağlan Tekil 'in bir yazısı var: Haçı Ters Çevirenler. Daha
önce Laneth'de yayınlanan bu yazı Satanizm hakkında derli toplu
bilgiler sunması açısından önemli. Özellikle son birkaç yılda Black
Metal gruplarının hızla çoğalması ve gençler arasındaki etkinlikle­
rinin artması Satanizm'in ciddi biçimde incelenmesini gerektiriyor.
1735'te "gizli güçlerin kötüye kullanılabileceği" gerekçesiyle yasak­
lanan şeytani ayinler 1980'li yıllarda dünyada, 90'lı yıllarda da Tür­
kiye ' de yayılmaya başlıyor. Black Sabbath'la kanlı ve karmaşık ha­
le gelen ayinler Van Halen, AC/DC, Kiss gibi grupların da bu ko­
nuya eğilmesiyle popülerleşmeye başlıyor. Slayer, Celtic Frost,
King Diamond'un grubu Mercyful Fate dünyada yaygınlaşırken,
Türkiye'de Pentagram, Metalium gibi gruplar doğdu. Çağlan Te­
kil, şeytanla anlaşma yapan ünlüleri de sayıyor yazısında: Galile ve
Bacan gibi bilim adamları, Byron, Baudelaire gibi şairler, Nostra­
damus ve Bruno gibi büyücüler . . .
Ö lüm ve Cenaze, black metal ağırlıklı olarak çıkıyor. Black
metal gruplarıyla yapılan söyleşiler, black metal gruplarının albüm
ve demo kritiklerinin yer aldığı fanzin büyüler, büyücüler, cinler
gibi mistik konuları da sık sık işleyerek satanist bir çizgi izliyor.
Ö lüm ve Cenaze, aynı zamanda politik yapı olarak da fanzinlerin
genel çizgisinden ayrılıyor. Türkçü, Turancı bir yapıya sahip ve
black metal gruplarının çoğunda gördüğümüz faşist-satanist anla­
yışın yayın organı sayılabilir.
Fanzinlerde gördüğümüz yaşadığı çağdan, sistemden mem­
nun olmama, başkaldırma, karşı çıkma anlayışı Ö lüm ve Cenaze' de
de var. Ama Ölüm ve Cenaze çıkış yolu olarak şeytana sığınmayı
önermesiyle diğer fanzinlerden ayrılıyor. "Yıldızsız gecelerden Ge-

98
len Karanlık Dergi" olarak tanıtılan Ö lüm ve C ena ze nin insanın
'

ruhunu sıkan, boğuluyor hissi uyandıran bir yönü var. Yalnızca i§­
lediği konular değil, sayfa düzeninden kapağına, kull andığı görsel
malzemelere kadar kasvetli bir hava esiyor dergide.
1993 yılında yayınlanmaya b a§layan Heavy Metal, netal grup­
·

larıyla ilgili yazılar ve söyle§ilerle dopdolu. Megadeth'den


W.A. S.P'a, John Lennon'dan AC/DC'ye dek geni§ bir yelpazeye
yer veren fanzin görsel açıdan da oldukça zengin. Ayrıca çizgiro­
man, bilimkurgu gibi alanlara da sayfalarında yer veriyor. Erotik
çizgiroman ustalarıyla yapılmı§ söyle§iler ve bilimkurgunun tarihi­
nin incelendiği bölümler var Heavy Metal'de .
Derginin 4. sayısında Death müzik konusunda yapılını§ bir

99
söyleşi var. Söyleşiyi yapan "Bir Hıristiyan 'ı öldürür müsün, Glen ?"
diye soruyor. Ş öyle sürüyor söyleşi;
"Glen: Birisini inancından ötürü öldürmem. Fakat onlar yılanın
kuyruğuna basarlarsa, sonuçlanna katlanırlar.
John: İnsanlar gerçekten Hıristiyanlığın gereklerini yapıyorlar
mı?
Geoff: Gerçek bir Hıristiyan gibi yaşadıklarına inanmıyorum.
Bense elimden geldiği kadar Hıristiyan gibi yaşamaya çalışıyorum.
Glen: Neden kendin olmayı denemiyorsun. Neden benden nefret
ettiğini söylemiyorsun ?
Geoff: Senden nefret etmiyorum ki.
Glen: Kimseden nefret etmiyor musun yani.
Geoff: Günahlardan nefret ederim.
Glen: Sen kafayı yemişsin. Şeytandan hoşlanmamak ayn, ona
karşı insan/an tahrik etmek ayn şeyler. İnsan/an rahat bırakın, ne ya ­
pacaklarına kendileri karar versinler ve bırakın insanları neye inan­
mak istiyorlarsa ona inansınlar.
John: Peki, satanist müziğin dinsel bir temeli olmadığına dair bir
tartışmaya ne dersin ?
Glen: Diğer insanların ne düşündüğü önemli değil, kimseye bir
şey ispatlamaya da çalışmıyoruz. Eğer bizi dinlemek istiyorlarsa iyi,
istemiyorlarsa. iktir et gitsin.
John: Kendinden önce bir başkasını korur muydun ?
Glen: Hayır, ruhumda merhamete yer yok. "
"Birilerine dur ! Demek isteyen cesur bir dergi" sloganını kul­
lanan Kırıntı, ilk sayısında Stratovarius röportaj ı ve konser yoru­
muyla, denemelerle dikkat çekiyor.
Edirne'de yayınlanan ve ikinci sayısına ulaşan Disastrous Zi­
ne Pentagram, Funbox, No Man's Land, Ehrimen, Blind Guardi­
an, Pagan, Satyricon ve Radical Noise'la dopdolu bir içerik sunu­
yor bize.
Illuminations, Antalya'dan fanzin dünyasına katılan bir çalış­
ma. Titiz sayfa düzeni ve yoğun içeriğiyle dikkat çekiyor. F. Silen­
ce, Pagan, Yearning, Cenotaph gibi metal topluluklarıyla ilgili yazı
ve röportajlara yer veren fanzin seri cinayet ustası John Wayne
Gacy'e de özel bir bölüm hazırlamış.
"Yaşasın Fotokopi, Yaşasın Kaos" diyen fanzinlerden biri

100
Chaos. Metal ağırllklı olan Chaos, "Kendi özgürlüğünüzü, kendi
mutluluğunuzu yaratın. Anar§iyi yaratın." demekten geri durmu­
yor.
Regorge ise hardcore, punk, crossover, trash, speed, death,
grindcore ve noisecore türü müziklerin yer aldığı, bunlarla ilgili
haberler, albüm, demo, video ele§tirilerinin bulunduğu bir fanzin.
Piramit, "farzet ki bedeninin içindeki sen değilsin" diyenler­
den biri. Heavy Metal gruplarıyla yapılan röportajlar, albüm kri­
tikleri kadar edebiyata yakınlığıyla da dikkat çekiyor. Mehmet
Baydur'dan Barı§ Pirhasan'a, Ya§ar Kemal'e kadar edebiyatın bir­
çok değerli isminden ve onların yapıtlarından söz eden Piramit,
kitap tanıtımlarına da yer veriyor. Fanzinin 5. sayısında "Ölümler­
den Ölüm Beğen" ba§lığıyla uyu§turucular tanıtılıyor ve gençler
uyu§turuculara karşı sava§a çağırılıyor. Max Aub'un yazıp Memet
Baydur'un çevirdiği, Cezmi Baskın'ın "tek ki§ilik kalabalık toplum­
sal cinnet gösterisi"ne dönü§türdüğü "Örnek Suçlar" adlı metin de
fanzinin yine aynı sayısında yer alıyor;
" Ölürüm de olmaz dedi! Halbuki tek istediğim ona haz vermek­
ti. . . Beni kimsenin görmediğinden emin olduğum için öldürdüm
onu. . . Beni uyandırdığı için öldürdüm. Çok geç yatmıştım, o kadar
yorgundum ki (. . .) Zehirin rengi tıpatıp konyağın rengindeydi. . . İsteye­
rek yapmadım! Tabancamın dolu olduğunu unuttuysam, neden beni
onu öldürmekle suçluyorsunuz? Hafızamın zayıf olduğunu herkes bi­
lir. Aptalın tekiydi. "
Ankara'da yayınlanan Yarble-zine, özellikl e röportaj a ağırlık
veriyor. Sayfa düzeni karmakarı§ık ve olabildiğince kaotik bir gö­
rünümü var Yarble-zine'ın. 4. sayısında yer alan "Bir D avulcunun
Anatomisi" ve "Tuvalet Kritikleri" gerçekten sıkı yazılar.
Crazy, Mersin'de çıkan bir rock fanzini. Kurt Cobain, Mega­
deth ve Iron Maiden için özel bölümler ayrılmı§. Bu bölümlerde
yalnızca yüzeysel bilgiler yer alıyor. Ayrıca çizgiromanlar var
Crazy'de. Gerçi öyküler pek iddialı değil, çizgilerse epey amatör­
ce. Yine de içtenlikli bir h ava var fanzinde .
Shit'zine de adı anılması gereken önemli bir müzik fanzini.
İzmir'de yayınlanan satanist death metal fanzini olan Cemetary
Magazine, bilgisayarla hazırlanmı§ ve diğer metal fanzinler gibi rö­
portaj ağırlıklı.

101
. ��1�(1(
Ç o k_ .. (oo '. . . .
Ö Z. t: L L L.. !,. '

Konser haberlerinden grup tanıtımlarına, albüm kritiklerine


ve söyleşilere kadar metal'in değişik türleriyle ilgili yoğun bir içeri­
ğe, ayrıca sinemayla ilgili yazılara ve geyik muhabbetlerine rastla­
dığımız fanzinlerden biri Sahlep.
Rockline Fanzine, Nisan 97'de yayın hayatına atılmış. İlk sayı­
sında, 5 Nisan 94'de intihar eden Kurt Cobain'in anısına, ardın.da
bıraktığı mektubu yayınlıyor fanzin;
" Uzun zamandır müziği, yalnızca dinlemenin değil, yazmanın da
heyecanını yitirdim . . . Ta yedi yaşımdan beri genelde insanlara büyük
bir nefret duymaya başladım. Çünkü onlar başkalarıyla geçinmeyi,
başkalarını anlayabilmeyi çok kolay bir şey sanıyorlar. Düştüğüm ce­
hennem çukurundan çektiğim tüm mide sancılarıyla birlikte size te­
şekkür ediyorum, son yıllarda gösterdiğiniz ilgi ve gönderdiğiniz mek-

102
tuplar için. . . Ben sağı solu belli olmayan, içine kapanık biriyim ve
tüm yaşama arzumu tükettim. Solup gitmektense, yanıp kül olmak
daha iyidir. "
Müebbet Muhabbet ile adlarını duyuran Cenk ve Erdem'le
yapılmış epey uzun bir söyleşi yer alıyor fanzinde. Punk efsanesi
Sex Pistols'u çizgiler eşliğinde anlatan bir yazı da var Rockline
Fanzine'de . Yazı Steve Jones'in bir sözüyle başlıyor; "Sorun bizde
değil. . . Kraliçenin kar beyazı kıçında."
Ayrıca Ascraeus'la yapılmış bir söyleşi, bolca da çizgiroman
ve karikatür var.
Monitör'ün Nisan 97 tarihli sayısında, ilk demolarını çıkaran

103
'. \

'#.,

·1�
��
"1:""1
�:::w.-ı:t
ı

·'
..
..

"'

"Tantrum" adlı death metal grubuyla, Mayıs 97 tarihli sayıda da


Dusk ile yapılmı§ birer röportaj yer alıyor.
Absolut Şi§esi, Böcek Günlüğü, Anti-Kütükizm, Geyik Mu­
habbeti gibi bölümlerde her sayıda sür-ekli olarak yer alıyor ve Mo­
nitör'ün ilgiyle okunan sayfalarını olu§turuyorlar.
The Rock Ula ise son dönemin etkili fanzinlerinden biri.
"Yüksek Dozda Hazırlanmı§ Sağlığa Faideli Bi Eser" olan The
Rock Ula, Golgota, Heretic gibi gruplarla yaptığı söyle§iler ve al­
büm yorumlarıyla öne çıkıyor. Fanzinin 4. Sayısında ruhunu ba§ka
bir canlının bedenine sokmaya çalı§an birinin yazısıyla kar§ıla§ıyo­
ruz; "Bir gece, karanlık gökyüzünde ayı seyrederken; o görüntünün
içinden geçen birkaç hayvan fark ettim ve bu hayvanlara karşı birden
anlamsızca nefret duydum, belki de duyduğum bu kin; ayın parlak ve

104
insana huzur veren o görüntüsünü iğrenç vücuduyla bozmaya çalışı­
yor gibi geldiğindendi. (. . . ) Sonunda yarasanın vücudundaki yerimi
aldım. "
Deh şet-zine, Beatles'dan İron. Maiden'a, Kesmeşeker'den
Mor ve Ötesi'ne, Grizu'ya, Objektife kadar birçok sıkı grubu say­
falarına konuk ediyor. Ama adının çağrıştırdığı dehşet yok fanzi­
nin içeriğinde. Daha çok mizah dozu yüksek yazılar var. Örneğin
Muzaffer Abayhan'ın "Esprili Hakaretler" adlı kitabından yapılan
alıntılar ve birbirinden ilginç graffittiler fanzini iyice renkli kılıyor.
"Doğru dürüst bir adam olsaydın, aşkların ve çeklerin karşılık­
sız çıkmazdı ! ", "Eğer bir gün yolun düşer de bizim evin oradan ge­
çersen, lütfen geçip git ! . . " ,"Tanıştığım bir adamı asla unutmam.
Ama sana bir ayrıcalık tanıyacağım ! . .. " Muzaffer Abayhan'ın üret­
tiği hakaretlerden-birkaçı.
"Elimden tutanlar oldu ama . . . Hep elma şekeri vermek için ! " ,
"Sizi tecavÜZDÜMSE . . . Affedin bayan ! " , "Bütün dünya merak
içinde . . . Titanic sana mı battı ! " gibi ilginç graffittilerin yanı sıra bir
de "Demokrasiyorum" bölümü hazırlanmış dergide. İlginç, esprili
yazılarla sağa sola dokunduruluyor bu bölümde.
Metal Monster son dönemin en ilgi çeken metal fanzinlerin­
den biri. Yoğun içeriği, piyasada yer alan çoğu müzik dergisini sol­
luyor. Albüm kritiklerinden kitap tanıtımlarına, söyleşilere, sine­
ma yazılarına, öykülere, şiirlere, biyografilere kadar ne ararsak bu­
labiliyoruz Metal Monster'da. Aynı zamanda- çok düzeyli, çok cid­
di bir çalışmanın ürünü olduğunu hemen hissettiriyor. Fantastiko­
mik heavy metal öyküden sanal seks metinlerine, PC monster
oyun tanıtımlarına, vampir dosyasına kadar birçok ilginç konuyla
karşılaşabiliyoruz Metal Monster'da. Ayrıca, okur mektuplarına
yanıt verilen "Şemsiye Abla" adlı bir bölüm de var.
Fanzinin 3. sayısında yer alan, Aynalı Mahir imzalı "Delikanlı-
lığın Kitabı"na göz atmakta fayda var:
" - Delikanlı adam kendinden uzun boylu kızlarla dolaşmaz.
- Delikanlı adam light kola içmez.
- Delikanlı adam grevden kaçmaz.
- Delikanlı adam köpekten korkmaz.
- Delikanlı adam kısa pantolon giymez. Zorunlu hallerde şort
giyer.

105
- Delikanlı adam saçını boyatmaz, saç ektinnez.
- Delikanlı adam kodu mu oturtur.
- Delikanlı adam tavuk gibi erkenden yatmaz. Gerektiğinde he-
men uyanır.
- Delikanlı adam sallama çay içmez.
- Delikanlı adam delikanlıların m üziğini dinler. Labunya müzi-
ği dinlemez (Tekno, A cid vs.)
- Delikanlı adam küpe takmaz, saç uzatmaz.
- Delikanlı adam telesekreteri kendine muhattap görmez.
- Delikanlı adam acil durumlar dışında koşmaz. "
Moonlight, kapağı ve logosu epey kötü olmasına karşın içerik
açısından zengin bir fanzin. Black, doom ve death tarzındaki grup­
larla röportajlar ve bu gruplarla ilgili özel bölümler yer alıyor. 2.
sayısında R. Christ ve Konkhra ile yapılmış röportaj lar var.
Sombre'de röportajlar, albüm ve demo kritikleri, denemeler
yer alıyor. 2. sayısındaki Ascraeus ve Radical Noise röportaj ı dik­
kat çekici.
13 Haziran 1997 Cuma günü ilk sayısı çıkan Ecinnia Fanzine
İzmit'de yayınlanıyor. İzmit piyasa raporu dışında çok sayıda grup
tanıtımı ve söyleşi yer alıyor fanzinde . Suspect tanıtımı, Dismorp­
hia, Rashit söyleşileri ilk sayının önemli çalışmaları arasında.
Rock Fanzine de İçel 'de atılmış yayın hayatına. Her sayısında
birçok grubun tanıtımına ve söyleşilere yer veren fanzin, neredeyse
birkaç sayıda tüm underground piyasanın tanıtımını yapmaya kalk­
mış. Bu anlamda kaynak olarak da saklanabilecek bir dergi çıkmış
ortaya.
Zengin içeriğiyle dikkat çeken bir fanzin de Musalla Taşı.
Death, black, doom, thrash, grind gore, hard core, noise, punk gibi
birçok müzik türüne yer veren Musalla Taşı 'nda birbirinden ilginç
yazılar ve röportajlar var.
Flyer Zine da kendi alanında ilginç, başarılı bir fanzin.
İ şkence-Pest iki fanzinin birleşiminden oluşuyor. İ şkence ve
Pest adlı fanzinler ikinci sayılarını ortak olarak çıkarmışlar.
Kodeks Elektro Şok Fanzin, "Artık zamanı gelmişti" diyor.
Elektronik Haberler'le ilgilenenler için önemli bir yayın. "Incre­
dible Surround Sound"un son albümü "Orblivion" için şöyle deni­
yor fanzinde;

106
"Çılgından çok, bilinçsiz müzik yapmaya devam ediyor. Ne tür
tınılann bir araya gelip şarkının ne şekilde devam edeceğini bilmese­
niz de popüler şarkı kalıplanna uygun olmama eylemine devam etti­
ğine emin olabilirsiniz. Bilinçsizce olduğu kadar esnektir de. Mono­
ton maskesinin altında hangi duygunun saklı olduğunu anlayamazsı­
nız, hatta bir süre sonra dinlediğiniz şeyin ritmik mi yoksa yavaş mı
olduğunu unutursunuz. Sınırlann gevşediği yere gitmek istiyorsanız
bu bilinçsiz müziği dinleyin. Zaten güzellik bilinçsizlikle yatar. "
Ayrıca "DJ Spooky dinlemeye başlamak her şeyi farklı bir yol­
la algılamaya itti beni. Bütün o karmaşık deforme sesler, melodiy­
le yeni açılımlar için gönderilen düzensiz sinyaller. .. Deneysel mü­
zik için bile fazla deneysel albümü "Necropolis"; bir süre dinlen­
mek kişiyi kilitlemeye yetiyor. Şöyle diyor üstat: Kulaklarınıza gör­
meyi, gözlerinize duymayı öğretin; neyi gerçeklik olarak isimlen­
dirdiğinizi anlayacaksınız" deniyor DJ Spooky için.

4. LEVEL'DEKİ lBDYücü

Nebula, son yılların en popüler olan konularıyla; bilgisayar,


çizgi roman . ve bilimkurguyla ilgili bir fanzin. Bilgisayar oyunların­
dan UFO'lara kadar birçok konu yer alıyor Nebula'da.
Düşünün, elinizde 4. Level bir büyücü var. Bütün grup ise
benzer level'lardaki diğer meslek gruplarından oluşuyor. Bir tehli­
keyle karşılaştığınızda siz iki "magic missile" atıp da elemanlar sa­
atlerce tuzak bozarken, arkadan bıçaklarken, "undead"leri ortada
turnike yaparken, tanrılardan kıyak dilenirken ya da ortalık yerde
alenen, terbiyesizce yaratık doğrarken bir kenarda saklanıp bekle­
yecek misiniz yani? Ya cyberpunk veya gammaworld gibi bir oyun­
da, bir bilim adamı veya bir teknisyen canlandırıyorsanız sadece
gerektiğinde "tamir"le mi ilgileneceksiniz?
Eğer bilgisayar oyunlarına meraklıysanız bu sorunun yanıtını
bulmak için bile okuyabilirsiniz Nebula'yı. Gerçi bu sorunun yanıtı
oldukça kolay. Elbette karakterlerinizin yapabildikleri sizin hayal
gücünüzle sınırlıdır.
Nebula'nın 9. sayısında telepatiyle ilgili özel bir bölüm var ve
bazı telepati deneylerinden söz ediliyor, günlük yaşamdan telepati-

107
ye dair örnekler veriliyor. 7. sayidaysa Temmuz 1 947'de gerçekle­
şen, Roswell olayı diye anılan bir UFO söylentisine ait yorumlar
var. Bilindiği gibi gerçekliği tartışmalı olan bu olayla ilgili epey ki­
tap yazılmıştı. Ama 1 997'de basılan, Pentagon'un eski Araştırma
ve Geliştirme Bölümü sorumlusu Albay Philip J. Corso 'nun kale­
me aldığı, içinde gizli raporların da bulunduğu "The D ay After
Roswell" (Roswell'den Sonraki Gün) adlı kitap satış rekorları kır­
mıştı .
Amorfati, daktiloyla yazılan yazıların kelime kelime, bazen
cümle cümle kesilip yan yana yapıştırılmasıyla hazırlanmış bir fan­
zin. Fotoğraflar da benzer biçimde kesilip parça parça yapıştırıl­
mış. Bir anlamda hayatın parçalanmışlığını vurguluyor fanzin, gör­
sel olarak. İlk sayısındaki bir sayfa evin içindeki eşyaların parça
parça fotoğraflarından oluşuyor. Altınd a da şu yazı var;
"kapatıyomz, diyeceğiz, yarına kadar
iyi çalıştık
sen ve ben uzun
zamandır, her şeyin
orada olduğunu söyleyeceğiz
evin içine yerleştirilmiş eşyalar
yansımaları eşyaların, onlarla
başkaları ilgilenecek, çünkü
pencerenin ardında vakit çok geç"
Pencerenin altında vakit çok geç olduğunda, hepimizin özenle
odanın bir yerlerine yerleştirdiği, gözü gibi baktığı, sildiği, temizle­
diği, bir yeri çizilmesin diye üstüne titrediği eşyalarıyla başkası ilgi­
lenecek. Amorfati'nin arka kapağına cüce bir kadınla kambur bir
kadın konuk oluyor ve fanzinin kapanış cümlelerini söylüyorlar;
"cüce bir kadınla kambur bir kadın söylendiler bir park kanepesinde
ve artık gitmediler, çünkü hiç gitmediler ayaklarının altına düşüp ora ­
da gizlendiler. "
Sert İtham ise bu kirli sisteme dahil olmamak için çıkarılan
Makas'zine'nin devamı olarak aynı kadro tarafından fanzin dünya­
sına armağan edildi. Tek sayı çıkan, daktiloyla yazılmış sayfalar
dolusu kuramsal yazılarla dolu olan Makas'zine, görsel malzeme
eksikliği ve boğucu sayfa düzeniyle pek de başarılı bir fanzin değil­
di. Gerçi, sert tutumları ve düzenin çarklarının dönmesi için kulla-

108
nılan her §eye kar§ı çıkmalarıyla dikkat çekmi§ti ve suya sabuna
dokunacağını açık açık söylemi§ti Makas'zine. Bununla da kalma­
yıp, fanzinler için anahtar cümle sayılabilecek bir gerçeği de açık­
lamı§tı; "Fanzinsel düşünceler, sistem içinde onaylanan düşünceler­
den farklıdır. Herkesin bildiği ve en az bir kez söylediği -daha dün
annemizin - şarkısını dahi farklı söyler ve farklı söylemenizi ister. "
Dü§lerin kar§ı çıkmak olduğunu bilen ve sınırsız dü§ler pe§in­
de ko§an Sert İtham , "Reddet, kar§ı koy ve hayır demesini bil" §i­
arıyla yola çıkıp anar§ist bir yapı sergiliyor. Rock müzikle ilgili ya­
zıların yanı sıra, adına uygun bir sertlikle toplumsal kirliliğe de
kar§ı çıkıyor. Irak'ın bombalanmasından polis terörüne, gözaltında
kaybedilenlere, mafya ve çetelere kadar geni§ bir yelpazede görü§

109
bildiriyor. Gözaltından Çıkamayanlar adlı bölümde İlhan Er­
dost'dan Metin Göktepe 'ye, Baki Erdoğan'dan Mehmet Yavuz'a
kadar birçok ki§inin gözaltına alınma ve gözaltından çıkamama se­
rüvenleri anlatılmış. Küçük bir uyarı da yapılmış bize; "Siz de her
an bu listeye dahil olabilirsiniz."
Sert İ tham 'ın 2. sayısı, ilkinden epey farklı. Öncelikle boyutu
küçülmü§ ve fanzinin sayfaları çengelli iğne ile tutturulmuş. Çen­
gelli iğne esprisi Eblek Hardcore'un kullandığı bir yöntem.
2. sayıda bir kadro deği§ikliği olma ihtimali yüksek. Yine de
Sert İtham, ilk sayıdaki sertliğini, taviz vermez tutumunu sürdürü­
yor. Daha kapakta dikkat çekici bir söz yer alıyor; "Fa§istin en bü-
·

yük silahı, pasifistin toleransıdır. "


Sert İ tham, Çalıntı dergisinin Çağlan Tekil'le yaptığı bir söy­
leşiyi de alıntı olarak yayınlamış. Çağlan Tekil, fotokopi fanzin
olarak yayınlamaya ba§ladığı Laneth'i 2000 tirajlı, ku§e kağıda ba­
sılan Non Serviam'a dönü§türen biri . Söyle§i sırasında tıkandığı,
komik duruma dü§tüğü yerler hayli fazla. Bu da üstünde durulma­
sı gereken genel bir eksikliği gösteriyor. Bir müzik türünün fanati­
ği olmak ve onunla ilgili yayın hazırlamak için o müzik türünü, fel­
sefesini, geli§imini çok iyi bilmek yetmiyor. Ya§adığın dünyayla il­
gili asgari bilgilenme, belli bir kültürel yapı, en azından, çok düşük
düzeyde bile olsa entelektüel bilgi gerekiyor.
"Çalıntı: Bu metalciler denilen cemaat bir yandan üstünü başını
yırtıyor, saçlarını uzatıp metal aksam kuşanıyorlar. Yani genel olarak
asi ya da karşı bir imaj çiziyorlar. Ama bir yandan da 'böyle göründü ­
ğümüze bakmayın hepimiz iyi çocuklarız aslında ' deyip milliyetçi ol­
duklarından, devletlerini sevdiklerinden bahsedip kendi çizdikleri
imajı yalanlıyorlar. Tuhaf değil mi?
Çağlan Tekil: Herkes bireydir. Bunu bütün metalcilere mal et­
memek lazım. Mesela ben, yanlış anlaşılmasın ama milliyetçiyim.
Bozkurt falan takanlardan değilim. Ama İstiklal Marşını ayakta din­
lenilmesinden yanayım.
Çalıntı: Yani buradan damarlarında asil Türk kanı aktığına
inandığını çıkarabilir miyiz?
Çağlan Tekil: Evet.
Çalıntı : Bir yandan underground kültürü yaymaya ya da uygu-

1 10
lamaya çalışıp, bir yandan da aile çocuğunu oynayıp ben milliyetçi­
yim demek biraz tuhaf değil mi?
Çağlan Tekil : Evet bana da tuhaf geliyor. Ama yaşam böyle.
Çalıntı: Devleti seviyor musun ?
Çağlan Tekil: Hayır.
Çalıntı: Devlete karşısın ama marş, bayrak, milliyet duygusu gibi
şeyler devlet mekanizmasının en önemli parçaları. Bu bir çelişki değil
mi?
Çağlan Tekil: Çelişki aslında. Ama ne yapabilirim. Mutlaka bir
taraf ağır basıyor. İkisine de aynı sevgiyi duymuyorum . . . "
Unutmayın, hayal gücü coplanamaz diyen bir fanzin Sert İ t­
ham. Dünyanın global bir köy olmasına, lüks bir lağımda yaşama­
mıza, çalışarak, tüketerek ve ölerek anlamsızlaşan hayatımıza karşı
çıkıyor ve alternatif bir yaşam biçimi de sunuyor.
"Amerikan toplumu teknoloji zehirlenmesine uğradı" diyen
Naisbitt'e de sayfalarında yer veriyor Sert İtham. Amerika'da 27
milyon kişi düzenli bir şekilde, şiddet içeren bilgisayar oyunları oy­
nuyor. 2500 dolar vererek çocuklarına oyun makineleri alan yetiş­
kinleri uyaran Naisbitt, "Lütfen arlık ekrandaki şiddeti normal bir
şeymiş gibi görmekten vazgeçin. Bir dolar verip çocuğunuza top alın"
diyor.
Sert itham'ın bu sayısında Crunch ile yapılmış uzun bir söyleşi
var. Hardcore'un önemli topluluklarından olan Crunch gerçekten
ilginç yanıtlar veriyor. Müzikten toplumsal sorunlara kadar birçok
konunun konuşulduğu keyifli bir söyleşi . . .
Zorunlu askerlik d e dahil olmak üzere zorunlu olan her şeye
karşı çıkan fanzin "Polise yardım et, kendine ateş et" diyor.
Son yılların dikkat çekici fanzinlerinden biri de Dış Mihrak.
Baader ve Meinhof'u anan Dış Mihrak yazılarıyla, söyleşileriyle,
sayfa düzeni ve kullandığı görsel malzemelerle öne çıkmayı başarı­
yor. Son sayısında emperyalizmin kalelerinden biri olan Mc Do­
nald's' a karşı bayrak açan Dış Mihrak, Kaos yayınlarıyla, son yılla­
rın önemli gruplarından Radical Noise'la doyurucu söyleşiler yapı­
yor. Neredeyse yılda bir kez çıkan fanzinin periyodunu biraz daha
sıklaştırması gerekiyor. Yine son sayıda yer alan " Öldürmek istedi­
ğim insanlar var. . . Hümanizminize koyim, size bişey olmasın. . . " baş­
lıklı yazı gerçekten sıkı; " Öldürmek istediğim insanlar var. Hem de ar-

111
dından vücudumun zangırdamasının hayali ile öldürmek istediğim
insanlar var. İnsana hayvansın diyip kimi yetenekli hayvan/an maraz­
da bırakmamak için öldürmek isteğim var. Kimi kasaplarda bu ölüle­
rin etlerini, tüm parçalannı bir anlaşma çerçevesinde satma (pazarla ­
ma) azmi ile öldürme isteğim var. İlk silahı tetiklerken kurşunla aynı
hızda koşup kurbanın patlayan vücut yüzeyindeki o kanı yalamak ve
gökyüzüne zafer işaretli elimi kaldırası isteğim var. (. . .) Kamboç­
ya 'dan getirttiğimiz tek menzilde bir adet kurşunla tam 38 bedeni ipte
tuzlama balık misali ekarte edebilen silahımı bu önsıra asalaklanna
harcayasım var. (. . .) Çayı bitirirken bardağın dibinde kalan kahve
posasından çıkan portakal parçalannın kobra ısırığına panzehir ol­
masını araştıran evimin arka odası kiracısı Profesör Schmidt'in çi­
çekli donunu, kendim giyip mağazasından almaya cesaret edemedi­
ğim için odasından çalan bir adamım. Son arzum öldürme yetimden
kaynaklanan, "bu işi yapıyorsan adın katildir" tanımlamasındaki ''.ka­
til" kelimesinin tüm dünya literatürlerinden kaldırılmasıdır. Hüma ­
nizminize koyim, size bir şey olmasın. . . "
Kaos Yayınları'nın editörüyle ve Halil Turhanlı'yla yapılan
söyleşiler gerçekten doyurucu. Ayrıca "Esrar Tekkeleri" hakkında­
ki yazı da oldukça ilginç; ". . . kabağa tespit olunan -marpuç - vazife­
sini gören kamıştan esrar dumanlannı kıdem sırasına göre nefes/eme­
ğe başlarlar. Nefesi çeken kamışın ucunu eliyle silerek yanındakine
verir, o da aynı davranışı tekrarlar. Aralannda bir misafir varsa, önce
misafire ikram edilmesi adettendir. Eğer polis baskınlanndan korku­
luyorsa, kabak yerine ağzı örtülmüş bardak kullanmak, özel olarak
hazırlanmış (dolma - çift kağıt) gibi isimlerle tanımlanan esrarlı siga ­
ra/an içmek usuldendir. "
"Çobanlık Felsefesi" başlıklı yazıda "Çobanlık, bütün çıkar iliş­
kilerinin en asgari düzeyde olduğu şerefli bir meslektir. Memleketin
dağlannda ve meralannda marjinal düzeyde çıkan otlan, küçük ve
büyükbaş hayvanlann beslenmesi aracılığı ile ülke ekonomisine ka ­
zandırır. " deniliyor. Bilginin tehlikeli bir oyuncak, bir silah olduğu
savlanan yazıda, zaman zaman da namluyu kendimize çevirdiğimiz
söyleniyor. Çünkü bilmek, lanetlenmektir deniliyor. "Belki de ço­
banlık felsefesine duyulan bu özlem; ümitsizce bu lanetten sıyrılma is­
teğidir, kimbilir" diye bitiyor yazı.
Fotokopi olarak "Moskova'nın sesi faydalı eserler serisi"nden

1 12
çıkan Fotokopi Afişler adlı kitapçık da bu alandaki görsel malze­
meler açısından çok önemli bir kaynak. YerJi fanzin tarihindeki
gelmiş geçmiş 100 afişi içeren Fotokopi Afişler iyi bir toplam oluş­
turuyor. Hard-core, punk konser afişlerinin, fanzin kapaklarının,
bildirilerin yer aldığı fanzindeki çalışmaların (biri hariç) hepsi
1991 -98 yılları arasında üretilmiş .
Fotokopi Afişler'in giriş yazısında aynı zamanda fanzin tarihi­
ne de kısaca bir göz atılıyor ve bu toplamda neden yalnızca hard­
core ve punk içerikli afişlere yer verildiği, rock afişlerinin bu çalış­
. manın dışında tutulduğu açıklanıyor:
"Daha önceleri yapılmış 'sanatsal' anlamdaki fanzinleri saymaz­
sak, İngiltere 'de punkların özellikle basın tarafindan kendilerine karşı
yapılan çarpıtılmış eleştirilere ve saldırılara karşı koymak için çıkar­
maya başladıkları alternatifyayınlarla doğan janzin kültürü ' bundan
yaklaşık 25 yıl sonra, 1 991 yılında metalci ve rockçu gençlerin kendi
yayın organlarını çıkartmaya başlamaları ve Mondo Trasho dergisi­
nin Türkiye için zamanın ötesinde hamleleriyle Türkiye 'de de doğ­
muştur. Bu zamana kadar bir şekilde Türkiye 'de de vara/muş punk
ve hardcore altkültürleri, bu zamandan sonra fanzin kültürüyle öz­
deşleşmiştir. Bundan dolayı, hardcore ve punk içerikli afişler, fanzin
kültürünün bir parçası olarak düşünülebilir. (. . . ) Metalci ve rockçu
gençlerin yaptıkları dergiler sadece jotokopi olarak çoğaltılmış dergi '
özelliği taşıdığından, bu dergilere a it afişlere, metal ve rock grupları­
nın konser afişlerine, metal ve rock 'ın bir 'altkültür' olmaması nede­
niyle yer verilmemiştir. "
Punk ve rock altkültürlerinin arasındaki bir tür fraksiyon farkı
yüzünden Fotokopi Afişler adlı kapsamlı çalışma görece olarak
'dar kapsamlı' bir hale dönüştürülüyor. Oysa rock ve metal fanzin­
leri ve konser afişleri de bu çalışmaya dahil edilseydi eşi bulunmaz
bir arşiv sunulmuş olunacaktı okurlara.
Son dönemin en ilginç fanzinlerinden biri de Davşan. Bursa E
Tipi cezaevinde çıkan Davşan, hazırladığı Rock Dosyası'ndaki
saptamalar ve özgün yorumlarla ilgi çekiyor.
"Amacımız uygunsuz bir mantıkla sizlere ve bizlere kusmak"
diyen Şuurlu Bişey, punk, politika ve şizofreni üçgeninde koleksi­
yonculukla, ayrıntılarla, yeraltıyla, fanatiklikle ve kirlilikle ilgilene­
rek bizlere hastalıklarını sunmaya çalışıyor. "Gönlünü Frankfurt

Şeytan Aletleri, f:S 1 13


Okuluna Kaptırmış Bir Tembelin Lafargue'den Öğrendikleri" baş­
lıklı uzunca bir yazıdan başka bilimkurguyu inceledikleri "Ana
Akımda Bir Üvey .Evlat: Bilimkurgu" adlı deneme yer alıyor; "bi­
limkurgu kendi bilincine vardığı andan itibaren ana akımdan dışlan­
mış bir alt tür, bayağı bir edebiyat muamelesi görmüştür. (polisiye,
fantezi ve korku edebiyatı da aynı muameleye maruz kalmıştır). Bi­
limkurguya böyle bir yaklaşımın nedeni sanırım bilimkurgunun yadır­
gatıcı evrenlerine duyulan korku. Bu evrenlerin hiç de başka evrenler
olmadığını anladığımız an gerçekle, kötü yüzümüzle yüzleşmek zo­
rundayızdır çünkü. "
"Eğer bu yer havaya uçarsa
Onlar ilk sözü söylerler
Kimsenin bu kadar çabuk konuşmadığı
Söyleniyor
Eğer otomobildeki bir kadını
·

Makinalı tüfek tararsa


Fotoğrafla bir salağı gönderip
Her şeyin nasıl bittiğini görürsünüz" diyen Frank Zappa hakkın­
da, eski Yugoslavya'da hem Tito döneminde hem de ondan sonra
gelen Miloseviç döneminde muhalefet olan HNH dergisinde ya­
yınlanan bir yazı yer alıyor Şuurlu Bişey de Ayrıca "Şuurlu Eylem­
' .

ler" dizisinde kopya çekenler için pratik bilgiler sunuluyor. Kopya


çekmeyi bilinçli olmasa da, eğitim kurumunun uyandırdığı tahak­
kümcü değerlere karşı bir tepki , eğitim gibi toplumsal ve politik
önemi olan bir olguya karşı gösterilen pasif direnç noktalarından
biri olarak görüyor Şuurlu Bişey.
Samsun' da faaliyet gösteren Çapa Çürek adlı müzik topluluğu
hakkında ayrıntılı bilgi veriliyor fanzinde. Spontan deneysel punk
yapan Çapa Çürek, "herkes müzik yapabilir" sözleriyle sloganlaşan
punk'ın "çalın" çağrısını ciddiye alarak yola çıkmış. Hiçbir enstrü­
man çalmayı bilmeyen grup elemanları leğen, traş makinası, dört
telli kırılıp yapıştırılabilen gitar ( deconstructive guitar) , kavanoz,
radyo, tava, konserve kutuları gibi aletleri kullanarak müzik yapı­
yor. Rock'n Roll'e bir gönderme yaparak kendi müzik tarzlarına
"Bock'n Bali" adını veren grup elemanları, kaos teorisine göre ka­
palı bir sistemde bile ( entropinin sonsuza gittiği) bazen rastlantısal
düzenler oluştuğunu iddia ediyor.

1 14
Kara Cüce fanzin yapmak, korsan radyoculuk, el bro§ürü yap­
mak ve graffiti konularında aydınlatıcı bilgiler vererek ba§lıyor i§e.
J. G. Ballard'la "William Burroughs'un Çıplak Gerçeği Üzeri­
ne" yapılan söyle§inin giri§ bölümü §öyle;
"William Burroughs 'un kemikli bedeni bizi ölümünden çok önce
taciz etti. Neredeyse yarım yüzyıl boyunca edebiyatımızı kendi takıntı­
ları, şüpheleri ve tutkularını ekerek etkiledi. Onun zalim dürüstlüğüy­
le gerçekçilik, alay ve hatta belki aşk hakkında yeni bir şeyler öğren­
meye başladık. "
Kara Cüce, USA, Singapur gibi ülkelerde yayınlanan fanzin­
lerden bir kısmını da kısaca tanıtıyor. Türkiye 'den de Dış Mihrak,
Sert İ tham, Fotokopi Afişler, Zararlı Neşriyat gibi fanzinler hak­
kında tanıtıcı yazılar var.
Naom Chomsky'in "Anar§izm Üzerine Notlar" ba§lıklı uzunca
bir yazısı da yer alıyor Kara Cüce' de.
Ayrıca "Yaratıcı Sabotaj " için bazı öneriler de sunuluyor;
"hammaddeleri, dosyalan saklayın. . . demin buradaydı işte, diyerek iş
yerine hırsız girdiğini iddia edin, çalışanların masalarına çizgiroman­
lar bırakın, posta ve haber akışını engelleyin, bütün bilgisayarları bo­
zun, sigortaları attırın, yangın alarmını çalıştırın, tüm saatleri ileri
alın, mesainin bittiğini iddia ederek işten çıkın. . . "
Pleb'e Fanzin pleb sürüsüne ithafen hazırlanıyor. Fanzinin
hazırlayıcısı, otobüs araba vapuruna girince iniyor, vapurun içinde
dola§ıyor, tuvaletin önünde sıra bekliyor ama girmiyor. Otobüse
binince o vah§et manzarasıyla kar§ıla§ıyor; Herkes ölmü§. "ݧte se­
ni ilk o zaman gördüm Pleb" diyor. "Eskiden Pleb demezdik sana.
Halk, toplum falan derdik. "
Pleb'e Fanzin, yoğun olarak Dadaizm' den söz ediyor ve doğal
olarak Tristan Tzara'dan alıntılar var. Krou zencilerinin kutsal bir
ineğin kuyruğunu Dada olarak adlandırıldığını, İtalya'nın kimi böl­
gelerinde anneye ve kübe D ada dendiğini, Rusça'da ve Rumen­
ce 'de Dada'nın sütanne ve tahta at anlamlarında kullanıldığını öğ­
renıyoruz.
"Biz burada bitek toprağa demir atıyoruz. Burred bizim yapma ­
ya, söylemeye hakkımız var çünkü biz ürpertileri ve uyanışı tanıdık.
Enerjiyle sarhoş olmuş hortlaklar olan bizler üç dişli çatalı tasasız te­
ne batırıyoruz. Bizler baş döndürücü yüksekliklerdeki bitkilerin tropik

1 15
PJ..EJ3 ' e
fonz.in

bolluğundaki uğursuzluk sellenmeleriyiz, zamk ve yağmur terimizdir


"
bizim . . .
Ve D ada felsefesi sürüyor;
''Ailenin bir yadsınması durumuna gelmeye elverişli olan her tik­
sinti ürünü Dada 'dır. Yaratıklar arasından güçsüzlerin dansı olan
mantığın ortadan kaldırılması Dada 'dır. Belleğin 011adan kaldırılma­
sı Dada 'dır. Arkeolojinin ortadan kaldırılması Dada 'dır. Yalvaç/arın
ortadan kaldırılması Dada 'dır. Geleceğin ortadan kaldırılması Da ­
"
da 'dır. . .
Bunca fanzine elbette fanzin dünyasını izleyen, fanzinleri ta-

116
nıtan, eleştiren bir yayın da gerekli. Bu boşluğu da Zararlı Neşri­
yat kapatıyor. Yayınlanan tüm zararlı neşriyatları inceleyen, tanıtı­
mını ve eleştirisini yapan, fanzin dünyası hakkında haber ,er veren,
kendi de zararlı bir neşriyat olan bu fanzin bir anlamda �anzinlerin
fanzini sayılabilir.
Fanzinlerden söz edip de fotokopi gazete Karaşm'ın adını an­
mamak olmaz. Gazetenin 30 Kasım 98 tarihinde yayınlanan ilk sa­
yısında Endonezya halkının orduya ve hükümete karşı ayaklanma­
sı "Dünyanın En Güzel Endonezyası" başlığı altında anlatılıyor.
Kablolu, kablosuz yayın yapan sayamayacağımız kadar çok özel tv
kanalıyla, gazetelerle, haber dergileriyle gün geçtikçe güçlenen ve
yayılan medyanın "haber vermeme" özgürlüğünü nasıl kullandığını
görüyoruz böylece. Bu, aynı zamanda bağımsız, alternatif yayıncılı­
ğın önemini de ortaya çıkarıyor. Karaşın'da ayrıca Nike firmasının
gerçek yüzünü anlatan ve Nike'ı boykota çağıran bir yazı var. Çek
Cumhuriyeti anarşistleriyle ilgili yazı ve röportaj da ilgiyle okunu­
yor bu sayıda.
Atari Teenage Riot adlı müzik topluluğu hakkında ayrıntılı
bir yazı ve söyleşi de yer alıyor. Grubun "Deutschland (Ölmeli)"
adlı parçasının sözleri yayınlanmış;
"Deutschland ölmeli. .. (eins, zwei, drei, vier!!!)
Uyan, Uyan! Ayağa kalk. . .
Batı bundan sonra nereyi vuracak?
Savaş halen doğuyla batı arasında . . .
Paranı;,,, sözü geçer! Paraf!! Ne kadar iğrençsin!

Yakalım Almanya 'yıl


Cesetler ekonomisi yaratalım!
İstedikleri bu!
Biliyor musun, sakinleştiricilere karşı
güçlü tepkiler veriyoruz

(. . . )

Yakalım Deutshland'ı!!!
Eli kanlı otuzbirciler bizi alaşağı etmeye çalıştı. . .
Havaya uçurun on/an! Havaya uçurun

117
(; J� Z )� rJ1 )�

,tla Ii il il il ŞI N /tJlt
A T L I K F O T O ti O P G A Z il '1' J!
l°llı l SAYIJI 21HJ.OOOTL 30 BA8DI 1888

.,,.,, ,._
ll�lıı •lllJııM
,..... �·-�'İ,)u.
.... - B D NY A N I N EN GUZEL
ENDONEZYAS I

,. J O U t l
ll hhf'1
2- •·l"-

::���!�!-
ır•tntuıı
� ... 'ff... .

..:..... w. {... ..... ....ı• .ı...ı . ·� k•ı uı.ı. "'"' .. •"'"'"'


ı ... b!J• lloı..w. •• -.r. -..·••• h�'-• .:.ı--.i ..
.,-..-. Olol« olıı...U. loo •cl\;na iNi ,.....t...,.,,.,
1lo•� biJ mllrt"• lıiı'aMı r-• llul .,..... .., .t.ıw
'"'"""�-- a.... ım ... ,,.
... .... ... <\li ,.. ... ..�
-..oro .., lo<t -'ooW IL ıır:-• ,_._ • ...,._ Wı .. - .... ,�u..
.�, .... ..,.. ,...,.... ...
.
ı-·• -.ılu� a..-
.

.:z:�!:!
t t ,
1� ı�•lmQ. f'Otu...ı.1•
1 •to'd... _.ı.. r<"I ·ıi.41b1 •ı4t-a...ı. . . . . ,,•.
..
... ....
""""'"

� �-. PID <P°"" a.:.y• D,,_..,.;lı . Haı:..


- ••li.U tıı- <ST>'dol:l � -...... ...ı.-� r • aıu-L
t..��·
:::.-�
.ı !:n=�cı.ı�
:,.���ü � �1•t ' '
ı....ı. .. "'*" c-·· o.. .... .. ı_. .� ... (""'ı-.ı 10,uyf.cta
,.. .,,;;.,. ....., , ,.. ..ı, ı�r• � � oolohl•n ....Ul"'.WI Mil.
ııw.. -1.ı -- � � • ...ı.ııaı -lıo.n.<
::.t.ln)'&'lan
= �� �� �r.ı: :...s:
ı�·- .w.. � b� .., -�......1ırm1r -?"'-'· ı....ı.
..

,...ı--... ......-- !il�:!!�:--


ıtua,
.. ,... .,.. """'.... ... - ..
-,,... A.o.,..,.. _ı.ı l(lıı uıd.- b6ı �...,. LKauı_ b.tf'lq.lı­
ı.. kD -• .......,.U �. ırdaio• �- tl,HrfUI•

Kanlı otuzbirciler bizi alaşağı etmeye çalıştı ama


Riz onları göçerteceğiz!!!
Savaşmak için doğru zamandır!!!!!!!"
3 1 Aralık 98'de yayınlanan 2. sayıda İki Hiroşima Bir Bağdat
ve İki Hiroşima Yirmi Lübnan başlıklı yazılar ilgiyle okunuyor.
Ayrıca Şili'de Anarşist Hareket Tarihi, Kafka'nın Anarşizmi ve.
Mumia Abu Jamal'ın portresi de 2. sayının yazıları arasında.
Karaşın'ın 3. sayısı ise ağırlıklı olarak Kara Atina, Shell Yö­
netim Bürosunun İşgali ve Çin'de Anarşizm başlıklı yazılardan
oluşuyor.
Fanzinler gün geçtikçe gelişerek, çoğalarak alternatif bir yayın
anlayışı oluşturma yolundalar. B azı fanzinlerin tirajları şimdiden
yasal dergilerin çoğunu geçmiş durumda. Yaşamaya mahkum edil­
diğimiz kaosa karşı alternatif bir kaos . sunan fanzinlerin mevcut
düzen için tehlike oluşturmaları gerekiyor.
Sessiz, derinden ilerleyen, gerçek bir tehlike.

1 18
B U Z D AGININ ALTI ;
U N D ERGRO UND ALB ÜMLER
Son yıllarda büyük bir hızla popüler kültürün egemenliği altı­
na girdik. Özellikle müzikte bu kültürün etkileri çok daha belirgin.
Radyo ve televizyon kanallarının sayılamayacak kadar çoğalması
bugüne kadar varolan dengeleri tamamen değiştirip yeni bir
arz-talep dengesi oluşturdu. Bu ani değişime hazırlıksız yakalanan
müzik piyasası yetersiz altyapısına karşın büyük bir hızla yeni şar­
kıcılar yaratmak zorunda kaldı. Aynı müzik formlarının benzer
şarkı sözlerine eklemlenmesiyle oluşturulan, birbirine çok benze­
yen onlarca şarkı, onlarca yeni şarkıcı üstünkörü bir imajla süsle­
nerek piyasaya sürülüverdi. Aslında popüler müziğin ruhuna uy­
gun olan bu gelişme sonucunda birçok genç birkaç aylığına da olsa
popüler olmanın keyfini yaşadılar, hepsi bu.
Aynı süreç bugün de devam ediyor. Gün geçmiyor ki yeni bir
pop müzik icracısı piyasaya çıkmasın, gün geçmiyor ki çarçabuk es­
kiyenler tasını tarağını toplayıp bir daha görünmemek üzere renkli
medya ışıklarına veda etmesin.
İçinde yaşadığımız kaosun, toplumsal ve ekonomik alt üst olu­
şun müzikteki yansıması ise iki ayrı "isyan"ı doğuruyor. Birincisi,
feodal ilişkiler ağından kopup kapitalist sistemin dayattığı yaşam
biçimine geçmek zorunda kalan bireyin yaşadığı "arabesk isyan. "
Tamamen kaderciliğe dayanan, içine düştüğü kargaşayı bir tür
alınyazısı kabul edip dışsallaştıramayan, kendi içinde boğulan bu
isyan, son aşamada tamamen bireyci bir yok oluşu dayatıyor. İçin­
de bulunduğu konumun toplumsal çözümlemesini yapamayan bi­
rey, tek suçlu olarak gördüğü kadere isyan ediyor ama kaderin de­
ğiştirilemez olduğunu düşündüğünden, isyanı kendine yöneltiyor.
Kendini suçluyor, kendine kahrediyor, yaşadığı acıları dönüştürme
gücü olmadığından çaresizce her acıyı kabulleniyor. Acı çekmediği

121
zaman §a§kına dönüyor neredeyse. Zamanla, acıyı aramaya ba§lı­
yor. Kendine acı çektirecek ne varsa kucak açıyor.
İkincisi ise, isyanı kendine yöneltmiyor. Çünkü kendini ezen,
yok etmeye çalı§an sistemin olu§turulmasında hiçbir rolü olmadığı­
nın farkında. Sanayile§ıni§ toplumlarda görülen "rock isyanı" okla­
rını kendine değil, sisteme yöneltiyor. Sistemin i§lemesi için olu§­
turulan ve bilinçli bir §ekilde kurumla§tırılan aile, okul, askerlik, i§
ya§aını, evlilik, sava§ . . . ne varsa, hepsini hedef tahtasına çeviriyor.

DÜNYA SARSILIYOR
1950'li yıllarda Elvis Presley'le dünyayı sarsmaya ba§layan
Rock'n Roll, bütün gençliği bir anda sarıp sarmalıyor. Daha sonra,
toplumsal dönü§üınlere uygun olarak Rock'n Roll da deği§ip geli­
§erek birçok farklı müzik türünün doğmasına yol açıyor.
Rock'n Roll'le birlikte muhafazakar kesimin gençliğe tepkisi
gittikçe artıyor ve sistemli biçimde gençlik, bir tür günah keçisi ha­
line getiriliyor. ݧin ilginç tarafı, daha Rock'n Roll Türkiye'de tam
olarak tanınıp yayılmadan "erken" bir kitap yayınlanıveriyor.
1956'da Ekicigil yayınları tarafından basılan, Oğuz Alplaçin ve
Vecdi Benerli tarafından kaleme alınan "Dünya Sarsılıyor" adlı in­
celeme, bu türdeki ilk inceleme olma özelliğini ta§ıyor.
"Dünya Sarsılıyor", dünyayı kasıp kavurmaya ba§layan Rock'n
Roll fırtınası kar§ısında, eski değerlerini yitirmek istemeyenlerin
ya§adığı panik duygusuyla kaleme alınını§. Müzikteki bu ani deği­
§iınin toplumsal, ekonomik ko§ullarla ili§kisi irdelenmezken, top­
tancı bir yargıyla gençliğin, yeni yarattığı bir ilahın, Elvis Presley'in
pe§inden giderek kendini dağıtması, Rock'n Roll'ün bu kadar yay­
gınla§masının tek nedeni olarak gösterilıni§.
Daha çok kurgusal örneklere dayalı birkaç hayali tablo çizile­
rek bu müziği dinleyen ve dans eden gençlerin o andaki ruhsal du­
rumları ve dans edilen ortam gerçekdı§ı bir söylemle uzun uzun
anlatılını§ ; "Yüzlerinde sıtma ate§i gibi bir hayranlık, gözlerinde zıt
anlamlı parıltılar olan bu gençler dans ettikleri salonda kırılmadık
e§ya bırakmıyor, kızlar j apone kollu bluzlar ve göğüslerinin diri,
ta§kın dolgunluğunu ortaya çıkartan kıyafetlerle kollarını engerek
yılanı gibi ileriye doğru uzatıyorlar. "

122
20 milyon aile reisini endişe içinde bıraktığı savlanan bu dan­
sın, cinsi duygulara tesir ederek, dans edenlerde sokak köpekleri
gibi aleni çiftleşmek isteği doğurduğu söyleniyor. Bir partide, gri
elbiseli sarışın bir adamın arkadaşına dönüp de "Hazır ol Sam. Bu
kuzuların kurt olması an meselesidir. " demesiyle birlikte "7 Up"
etiketli bir gazoz şişesi duvarda patlıyor ve gençler kudurmuş bir
şelale gibi saldırıya geçiyorlar.
Saldırgan bir dille yazılan, Amerika'daki bir partide gençlerin
birbirlerine söylediği sözlerin ayrıntılarını, duvara fırlattıkları ga­
zoz şişesinin etiketini bile tamamen hayal ürünü bir kurguya yer­
leştirip, gerçekmiş gibi göstermeye çalışarak bu yeni çıkan dansın
Türkiye'ye sıçramasını kendilerince engellemeye çalışan iki yaza­
rın toplumsal bir görev anlayışıyla kaleme aldıkları bu kitap, elbet­
te ki inceleme-araştırma mantığından ve yazınsal etikten oldukça
uzak.
Kitabın bir bölümü de dönemin genç sanatçılarının Rock'n
Roll hakkındaki düşüncelerine ayrılmış. Orhan Duru, Rock'n
Roll'ü adi, cayırtılı, şehevi bir müzik olarak tanımlarken, Ferit Ed­
gü "Ne yapacağını bilmeyen çağımız gençliğinin çoğunluğun beğe­
nisine başkaldırmasının bir sonucudur" diyor.
Ahmet Oktay ve Asaf Çiğiltepe olaya biraz daha esnek bakı­
yor. Ahmet Oktay, genelde Rock'n Roll'ü olumsuz görmekle bir­
likte, belirli değer yargılarından bıkan bir gençliğin arayışı olarak
değerlendiriyor. Asaf Çiğiltepe de benzer biçimde, "Bir toplum
düzeninin getirdiği müziktir ve bu yolla izahı mümkündür." diyor.
Yalnızca D emir Özlü "Rock'n Roll müziğini çok seviyorum," di­
yor. Sevmekl e kalmıyor, savunuyor da. Rock'n Roll'e duyulan tep­
kileri şöyle açıklıyor; "İşin aslında bütün eski nesiller, yeni yetişen
nesillerin beğenilerini bozmak için ellerinden geleni yaparlar. Bu
dünyanın eskimiş insanları yeni yetişenleri kendi kafalarının yolu­
na zorlarlar . . . İşte Rock'n Roll yeni insanın, bu insansız kuı allara,
gereksiz sınırlamalara karşı duruşudur. Bu duruşu bütün gençler
yapıyor aslında."
70'li yıllarda, müziğin geçirdiği evrim sonucu rock kavramı ye­
ni çıkan grupları tanımlamada yetersiz kaldı. Yavaş yavaş hard
rock, progressive rock, heavy rock terimleri kullanılmaya başlandı

123
ve 70'lerin ortalarından itibaren heavy metal, yüzyılın en önemli
müzik akımı olarak kabul edildi.
Bu arada rock müzik tutucu kesimin hedef tahtası oldu. Aile­
lerden polise, öğretmenlerden kiliseye kadar geni§ bir kesim
rock'a saldırmaya ba§ladı. Gençler, ya§amdan bekledikleri hiçbir
§eyin gerçekle§mediğini gördükçe otoriteye ve otoritenin uzantısı
olan aileye, eğitim sistemine, dine, geleneklere müzik yoluyla sata­
§ıyorlar, rock müzik ve heavy metal müzik türü olmaktan çıkıp bir
ya§am tarzı, ba§kaldırı biçimi olarak dünyaya yayılıyordu.

YERALTINDAN AKAN IRMAK


Teknolojinin ilerlemesiyle birlikte insanın kar§ıla§tığı sorunlar
da gün geçtikçe artıyor, dünya büyük bir hızla kirleniyordu. Böyle­
ce rock'ın kar§ı çıktığı alan da geni§ledi. Nükleer silahlardan bilgi­
sayar çılgınlığına, hayvanlar ve insanlar üstünde yapılan genetik
deneylerden ekolojik dengenin bozulmasına, doğanın tahrip edil­
mesine kadar birçok alana el atan rock müzik her zamanki muhalif
kimliğini yalnızca §arkı sözlerini değil, müziğini de sertle§tirerek
ortaya koydu.
Rock'ın belki de en belirgin özelliği bir alt kültür ya§am biçi­
mi olması ve her türlü baskıya kar§ın bu ya§am biçiminde diren­
mesidir. İnsanların popüler olabilmek adına her türlü etik değer­
den uzakla§tıkları dönemlerde bile "popüler olmamak" için büyük
çaba harcayan, popülerliğe yakla§tığı anda kendini yeraltına çeken
insanların varolması bile yeterince §a§ırtıcı geliyor sistemin yarattı­
ğı insanlara.
Rock'ın diğer bir özelliği de tarihi boyunca ödün vermemi§ ol­
ması. Söylemini hiç yumu§atmıyor, aksine gün geçtikçe daha da
sertle§tiriyor. Kabullenmiyor, boyun eğmiyor ve otoritenin önünde
gerçek bir tehlike olarak boy gösteriyor. Uygun adım yürüyenlerin
ayaklarına dola§ıp duruyor rock. Oü§üremese de tökezletiyor.
Yeraltındaki bir ırmak gibi çoğala çoğala akıyor rock ve kaç
dala ayrıldığını, nerelere ula§tığını, kimleri nasıl etkilediğini tam
olarak bilmek neredeyse olanaksız. Alt kültürün yazınsal ileti§im
aracı olan fanzinlere benzer biçimde müzikal bir ileti§im aracı ola­
rak da underground albümler, demolar kaydediliyor sürekli ve

124
bunlardan çok azı suyun üstüne çıkarak buzdağının görünen kıs­
mında yer alıyor.
Son yıllarda rock müziğin bir patlama yaptığını söylediğimiz­
de varolan müzik piyasasının içine girmi§, albümleri satı§a sunul­
mu§ grupları ölçüt alarak bu dü§ünceye kapılıyoruz. Bu grupların
çoğu, yine suyun altında olgunlaşıp, yavaş yavaş buzdağının üstle­
rinde yerlerini alıyorlar.
Oysa sayısını tam olarak hiç kimsenin bilmediği rock, metal
ve punk grupları Türkiye'nin büyüklü küçüklü birçok ilinde, hatta
bazı ilçelerinde müzik yapıyorlar, kendi oluşturdukları küçük stüd­
yolarda, evlerinde, odalarında albümlerini, demolarını kaydedip
çoğaltıyorlar. Elden ele dolaşan, çoğaltılan bu albümlerin ula§a­
madığ,ı yer yok neredeyse.
Tanınmayı, popüler olmayı reddeden bu grupların büyük mü­
zik firmalarıyla anla§mak gibi bir kaygıları yok doğal olarak. Çün­
kü özgürce yapmak istedikleri bir müzik ve vermek i stedikleri me­
saj lar var. Kendileri gibi düşünen gençlere ulaşmaktan başka kay­
gıları da yok. Buzdağının altında yer almak daha anlamlı geliyor
onlara.

TELAŞA MAHAL YoK


.
Demolar ve albümler dı§ında kimi zaman da bu underground
topluluklar bir araya gelerek toplama albüm de çıkartabiliyorlar.
Şu ana dek çıkan albümlerden "Tela§a Mahal Yok" ve "Into Dark­
ness Tr. Comp." özel bir yere sahip.
"Tela§a Mahal Yok" punk ve hardcore tarihimizin en önemli
toplama albümü. 2/5 BZ, Ask it Why, Köpek, Necrosis, No Name,
Prof, Radical Noise, Rashit, Regorge, Sert İtham, Voodoo X, Tam­
pon, Turmoil, Cufty Cage, Espute, E.T.C., Homework, M31's,
Nicht Persönlich, Nur Arbeit, Novaya Lem Liya, Picaxe, T.P.C.F.,
V.O.I, X Youth gibi önemli toplulukların parçaları yer alıyor al­
bümde . Daha sonra, "Tela§a Mahal Yok", Rashit'in yayınladığı ya­
sal albümün de adı oldu.
"Into Darkness Tr. Comp . " da ise Asafated, Death Room,
Enuresis, Betrayer, Beyond Belief gibi gruplar yer alıyor.

125
U N RE LEA SED

anll tll ı rırvotten .,.


Türkiye'nin yetiştirdiği en iyi rock şarkıcılarından biri olan,
müzik üzerine sayısız kitap yayınlamış Gökalp Baykal'ın "Kedile­
rin Günti" ve "Evimde" adlı demoları, doğaçlama müzik yapan ve
kendi alanında bir numara olmayı sürdüren Zen'in özellikle "Ku­
ku" ve "Uzay 1989" adlı albümleri Türkiye' de müziğin ne kadar yol
aldığını ve ulaştığı noktayı görmemiz açısından önemli .
Ozan-şarkıcı geleneğini başarılı şekilde sürdüren Gökalp Bay­
kal'ın üçü yasal olmak üzere toplam sekiz albümü bulunuyor. "Ke­
dilerin Günü" Gökalp Baykal'ın ilk demosu. 1986 tarihli bu demo
toplam 40 dakika sürüyor. Gökalp Baykal, 4 kanallı bir kasetli teyp

126
kullanarak hazırlamış bu demoyu. Ayrıca, Türkçe sözlü rock'n roll
bestelerine yer vermiş. Kaydedildiği mekan açısından da farklı bir
demo. Hazerfan Çelebi'nin İstanbul semalarına kanat açtığı Gala­
ta Kulesi'nin soyunma odasında kaydedilmiş "Kedilerin Günü."
Drum machine klavye ve gitarda Alper Karamahmutoğlu, ayrıca
gitarda Şükrü Yüksel eşlik etmiş Gökalp Baykal'a.
"Evimde" adlı ikinci demoysa 1 990-92 yılları arasındaki çalış­
maları kapsıyor. Toplam 10 şarkının yer aldığı demo, yine 4 kanallı
bir kasetli teyp ile hazırlanmış. Gitarda Alper Karamahmutoğlu,
bas gitarda ise Nezih Onur katılmış çalışmalara.
Zen ise doğu ve batı arasında alışılmadık tarzda bir sentez
oluşturarak kendine deneysel müzikte çok özgün bir yer edindi.
Dünyanın önemli dergilerinden Wire ve Spin'de büyük övgüyle
söz edildi Zen'den. Kurulduğunda 70'lerin saykodelik rock ve
punk müziğinden etkilendiğini gösteren topluluk, günümüzde et­
nik öğelere iyice ağırlık verdi. Özellikle doğaçlama müzik yapan
Zen, 1989'da kapağı da el yapımı olarak hazırlanan ilk demosunu,
"Uzay 1989"u yayınladı.
Müziğe ilkokulda b ağlama çalarak başlayan Demirhan Bay­
lan, liseyi bitirir bitirmez HUSH adlı ilk grubunu kurdu. Demir­
han Baylan dışında, gitarda Eray Artan, vokalde Orhan, davulda
Gökhan Gök'den oluşan grup, 80'li yılların ikinci yarısında yer altı
rock hareketinin önde gelen topluluklarından biri oldu. Bir dönem
Bulutsuzluk Özlemi ve Kesmeşeker gibi gruplarla çalışan Baylan,
"Kazık Marka" adlı ilk demosunu tamamen kendi çabasıyla çıkar­
dı. Parçalardan enstrümanlara, kayıttan dağıtıma kadar her şeyin
Demirhan Baylan'a ait olduğu demoda deneysel öğeler ağır bası­
yor.
Aqua, 1982 yılında Cem Berksoy ve Cem Canbay tarafından
kurulmuş bir soft rock topluluğu. Daha sonra Murat Tunalı ve Öz­
lem Dinçarslan'ın katıldığı topluluk 80 kuşağının ilk underground
albümünü yaptı. "Güneşte Dolaşmak'.' adlı albümün tüm prodüksi­
yon giderlerini Aqua karşıladı ve albüm toplam bin tane çoğaltıldı.
1978'de Türkiye'nin ilk punk 45'liği Tünay Akdeniz-Çığrışım
tarafından çıkartılır. Ekonomik kriz ve işsizliğin egemen olduğu
1970'lerin ortasında İngiltere'de ortaya çıkan punk, "işe yarama­
yan, değersiz" anlamına geliyor. No Future (Gelecek Yok) diyen

127
punklar boşvermiş, bıkkın görünüşleri, siyah boyalı gözleri, aseksü­
el yapılarıyla dikkat çekiyorlar. Punk gruplarının konserlerde se­
yircinin üstüne işemesi, kusması bu felsefenin bir tür dışa vurumu
sayılabilir. Yerleşik burjuva değerlerini art arda oluşturdukları
şoklarla sarsmayı deneyen bu hareketi, B atı uygarlığına toptan
karşı çıkan non-konformist ve anti-sosyal bir hareket olarak tanım­
layabiliriz.
Türkiye'de de Tünay Akdeniz'in "Mesela Mesele/ Dişi Denen
Canlı" adlı 45'liği sayesinde bu kirli soundla tanışırız. Daha sonra
haddinden fazla süren bir suskunluk dönemine girer punk müzik.
"Mesela Mesele" elbette günümüz punk müziği nden oldukça uzak­
tır, ama ilk olması açısından da bir o kadar önemlidir.
"Mesela gördün çarpıldın
Mesela o seni görmedi
Mesela sevdin aşıksın
Mesela o seni sevmedi

Mesela mesele mühim mesele


Gel beraber çözelim bunu seninle"
1987'de kurulan Headbangers ve 1988'de kurulan Spinners
punk'ın ülkemizdeki önemli örneklerini verdiler. Spinners, tama­
mı kızlardan kurulu ilk punk topluluğu olmasıyla da önem kazanı­
yor. Topluluk, 1991 'de "Dig The Hole Forget The Sun" adlı bir de­
mo çıkarttı. Headbangers ise "Sevdasız Hayat Ölümdür" adlı split
plağını Fransa' da çıkarttı. Topluluğun "Suratına İşemek İstiyorum"
adlı parçasının sözleri şöyle :
"Suratına işemek istiyorum
Sonra seni öpmek istiyorum
Dudaklarından çılgınca
Suratının pis kokmasını istiyorum "
Yalnızca bunlarla sınırlı değil elbette. Özellikle punk, hardco­
re, thrash metal, black metal alanlarındaki gelişmeyi günü gününe
takip etmek neredeyse olanaksız. Ne kadar dikkatli de izlesek,
Türkiye'nin ücra bir köşesinden dünya listelerindeki gruplar aya­
rında müZik yapan bir topluluk kendi kabuğundan sıyrılıp çıkıveri­
yor karşımıza. Bunlardan bir kısmı buzdağının üstüne çıkıp yasal

128
albümlere kavuşuyorlar, daha geniş kitlelere ulaşıp kendilerini ve
müziklerini ödün vermeden tanıtabiliyorlar.
"Fan Of Your Fancy", "Murky Bedlam", "Bullet" demolarıyla
Hazy Hill, "1 Ignored" ile Nurses Care, ayrıca No Room, Necrosis,
Necropsy, Slut gibi gruplar olanaklarının kısıtlı olmasına karşın
yakaladıkları soundlarla kendi müzik türlerinde çok iddialı ko­
numdalar.

Hız VE ÖFKE
1988'de Ankara'da kurulan Hazy Hill 'in ilk demosu 1989'da
kaydettikleri 5 parçalık bir çalışmaydı aslında. Ama ses kalitesinin
kötü olması nedeniyle grup bu demoyu piyasaya vermedi. "Murky
Bedlam" yayınlanır yayınlanmaz birçok ülkenin radyosunda, gaze­
te ve dergilerde, ayrıca TRT' de tanıtıldı. Böylece Hazy Hill yurtdı­
şında adını duyuran ilk Türk heavy metal grubu oldu. Daha sonra
Viyana konseriyle yurtdışında konser veren ilk Türk heavy metal
grubu unvanını da kazanan grubun bu ilk demosu, en iyi demo se­
çildi. Eylül 1992'de ikinci demoları olan "Fan Of Your Fancy"i ya­
yınladı Hazy Hill. Yurtiçi ve yurtdışındaki TV ve radyo kanallarıy­
la yazılı basında geniş şekilde yer alan bu demo da, 1 992 yılının en
iyi demosu seçildi. 1994'ün sonunda yeni parçalarının yanı sıra eski
konser favorilerinin de yer aldığı 10 parçayı kaydeden grup,
1995'de bu on parçadan dördünü mix'leyip "Toch-in The Nort po­
le" adlı bir albümde topladı.
1 995'de ODTÜ'de verdikleri solo konserle hayranlarına veda
eden Hazy Hill, günümüzde hala unutulmadığı gibi, demoları ko­
leksiyonların kıymetli parçaları arasında yer alıyor.
1996'da kurulan Dementia, melodik death yapan bir grup.
Grubun ilk demosu "Suicide Symphony" dört parçadan oluşuyor
ve toplam 21 dakika. Demonun ilk parçası olan Suicide Symphony,
klasik müzik etkileri taşıyor. İkinci parça olan Insidious Enemy,
saf thrash denebilecek bir şarkı. Diğer iki parçaysa Agonized Scre­
am ve Killing Day adlarını taşıyor. Killing Day, hız ve öfkenin bir
arada olduğu bir parça.
Dementia'nın bu ilk demosu, kötü bir stüdyoda kaydedildiğin-

Şeytan Aletleri, f:9 129


SPEED LESSONS
? Part l

den ve maddi imkansızlıklardan dolayı ses kalitesi açısından pek


ba§arılı değil.
Son dönemin b a§arılı demolarından biri Skaytürk imzasını ta­
§ıyor. 1 993'de kurulan grubun "Phantasm Or Real" adlı demosu­
nun ses kalitesi gerçekten iyi. Toplam dört p arçadan olu§uyor ve
özellikle "Prince Of Death" adlı parça dikkat çekiyor. Parçanın açı­
lı§ı ney ve gitarla yapılıyor.
1992 yılında "Speed Lessons P art l " adlı demosunu kaydeden
Necropsy, bu demonun ardından müzik tarzını deği§tirerek speed
metalden uzakla§tı. Bu arada, adının sonundaki "y" harfini "i" ola­
rak deği§tiren Necrops� , yumu§ak tarzıyla birlikte Necropsi olarak

130
anılmaya başlandı. 1996'da 1 . Roxy Müzik Günleri'nde en iyi
avangart topluluk ödülünü aldı.
"Make Up" ve "No Name" adlı iki demo yayınlayan No Room
ise özellikle Ağaç, Uçmak İstiyorum, Yıkılan Eski Bina · ar ve Kedi
Günü adlı kısa filmlere yaptığı müziklerle dikkat çekti .
Necrosis ise Türkiye'nin ilk hardcore topluluklarından biri.
1 992'de kurulan grup "Chaotic Times" ve "Imbeciles of The Uni­
verse" adlı demolarla epey ilgi topladı.
2/5 BZ'nin "Opua Dışın" adlı albümü müzikal yapısının yanı
sıra Çiller'in miting konuşmaları ve Cüneyt Arkın'ın film replikle­
rinden "sample"lar kullanarak oluşturulan yapısıyla tüm undergro­
und albümler arasında farklı bir yer ediniyor. Sinemayla da yakın­
dan ilgili oldukları anlaşılan grup elemanları, müzikleriyle yalnızca
işitsel değil görsel bir alana da çekiyorlar dinleyenleri. Müziğin ya­
rattığı etki insan beyninde bir tür görsel imaj a dönüşüyor. Bu alan­
da yeni bir çığır açmış oldu 2/5 BZ.
Müziğin arasına sinemasal bir dille efektler yerleştiren diğer
bir topluluk da Slut. Bu tekniği kullanan en popüler "yerüstü" top­
luluğu ise Kurban.
Kurban'ın yasal albümü iki yıllık bir çalışmanın ürünü. Non
. serviam dergisinden Aysın Önen'in yaptığı söyieşide sorulan bir
soruya verdikleri yanıt, demoların önemini gösteriyor; "Evde kay­
dettiğimiz demolar vardı. İki yıl önce de stüdyoya girip yeni demo
kayıtları yaptık. Şarkılara son halini verdik." Yine aynı söyleşiden
öğrendiğimiz kadarıyla, kullanılan sample'lar grup elemanlarından
Deniz ve Umut'un fikriymiş. Cüneyt Arkın, Turist Ömer ve Cilalı
İbo hastası olan elemanların ellerindeki geniş arşiv albümde epey
işe yaramış.
1996'da Overbase adıyla kurulup daha s�nra adını Statik ola­
rak değiştiren topluluk da Türk filmlerinden alıntı sesler kullanı­
yor.
Şu sıralar farklı bir müzik türüyle popüler olan Athena 'nın
müzik çalışmalarına başladığı ilk yıllarda yaptığı "Horror Dimensi­
ons" adlı punk metal albümü, rock müziğin iddialı isimlerinden
Pentagram'ın "Live At The Trail" albümü, Whisky'nin "Ateş Suyu"
albümü, underground kültürden beslenip buzdağının görünen kıs­
mına nasıl yol aldığının birer kanıtı sayılabilir.

131
Hardcore'un çok başarılı örnekl erini veren Radical N o ­
ice'den, hard rock'ın 15 yıllık temsilcisi Kramp'a kadar birçok gru­
bun demoları kendi olanaklarıyla kaydedilip elden ele dolaşarak
kendine özgü bir dinleyici kitlesi oluşturuyor.
Radical Noise, 1992'de Sinan ve Emre tarafından kuruldu.
1993 'de Serdar'ın katılımıyla iyice güçlenen grup o yıl ilk demoları
olan "Approved"i, 1 994'de de ikinci demolarını, "Untitled"i çıkar­
dı.
Çalışmalarını İstanbul'da sürdüren heavy metal topluluğu
Kayra 'nın çıkardığı "God Kayra Khan", Aydın' da çalışmalarını sür­
düren black-doom grubu Dimness Through I n fi ni ty'nin "Dreadful
Tales Of Freeble Bieeze" adlı demosu underground müzik dünya­
sının parlak çalışmaları arasında yer alıyor.
Türkiye'nin belli başlı black metal gruplarından biri olan Pa­
gan, 1996 yılında kuruldu. "Rehearsel Tape 96" ve "Heathen Up­
heavel" demolarıyla birçok yabancı dergide olumlu eleştiriler aldı.
Bahadır Uludağlar'ı vokale aldıktan sonra daha da güçlenen

132
death metal grubu Infected "The Lost Loser in Dreams" adlı de­
mosuyla epey ilgi çekti.
İki kişiden oluşan S eraphim de Ankaralı bir doom metal top­
luluğu. "Sweet Words Of Sorrow" adlı demoyla kendi alanında çok
başarılı bir çıkış yaptı Seraphim.
Pure black'in b aşarılı gruplarından Sarcophagus'un "Pagan
Storm" adlı demosu, çalışmalarını İzmir'de sürdüren black metal
grubu Leviathan'ın, Adana'dan Krvestreb'ın demoları kendi türle­
rinin başarılı çalışmaları arasında yer alıyor.
Krvestreb "Dark Fantasy" adlı demonun ardından 38 parça­
dan oluşacak ikinci demosunun hazırlıklarına başladı . Bir albüme
38 parçanın nasıl sığacağı ise merak konusu.
Ankaralı topluluk Brutal Dissection'un "Animal Amputation"
adlı demosu da adı anılması gereken çalışmalardan biri.
Yine Ankaralı bir topluluk olan Astrahan 1988 'de çıkardığı
"Zor olanı Yenmek" adlı demoyla dikkat çekmiş, 2. Rock Station
Festivali'nde yılın "Umut Veren Grup"u seçilmi§ti.
Scream vokalde Okan, brutal vokalde Oral, basta Yiğit, gitar­
da Aydm ve davulda Adem'den olu§an vah§i ve anti-sempatik grup
Ölüm Dışı'nın yayınlanan tek demosu da death-grind tarzının ör­
neklerinden birini olu§turuyor.
Türkçe sözlü müzik yapan Astrahan'ın "Zor olanı Yenmek"
adlı demosunda be§ parça bulunuyor. Manyak Herif, Aynı Dertler
ve Kukla özellikle dikkat çekiyor.
Saboath'ın "Epic of Turks" adlı demosunda toplam dört parça
var. Demo 1998 Şubat'ında kaydedilmi§.
Ehrimen'in be§ parçadan olu§an "Il Aderrissa" adlı demosu
özellikle grubun Türkçe sözlü black metal yapmaya cesaret etmesi
açısından önemli. Demodaki iki parça Türkçe, diğer üç parça İngi­
lizce.
No Man's Land 'm "Silent Birth in Solitude" adlı demosu da
müzikal kalite açısından adından söz edilmesi gereken bir çalı§ma.
Ankaralı speed metal grubu Dark Phase'in "Mortal Visions"
adlı demosu da dört parçadan olu§uyor.
Brutalized ilk demosu olan "Through Black Light"ı Aralık
1 994'de çıkarmı§tı. 1 992'de kurulan grubun §arkı sözleri de hayli
ilginç. Sözler çoğunlukla anarko-nihilizm üzerine kurulu.

133
Üç parçadan oluşan "Lonely" adlı demosuyla epey beğeni top­
layan bir grup Asafated. Grubun gitaristi Atilla'nın underground
kültürle ilgili düşünceleri epey ilginç. İşkence-Pest adlı fanzinin
ikinci sayısında yer alan kısa söyleşide şunları söylüyor Atilla :
"Amaç daha fazla insana hitap edebilmek. Lanet olası yüzlerce,
binlerce, yüz binlerce pislik zaten beni gizli bırakmış. Ben dışan çıka ­
bilmek için küçük bir delik arıyorum ama onlar ayaklarıyla kafama
basıyorlar. Delikleri kapatıyorlar. Niçin hfılfı o havasız, deliksiz yer­
den çıkma imkanım varken gizli kalayım. ... İşte benim undergro­
und 'lık müzik hayatım ardan çıktıktan sonra başlıyor. Ben diğerlerine
inanmıyorum. Underground'a inanmak istemiyorum. Benim küfür/e­
rim, benim protestom, benim lanetlerim, hırsım, nefretim niçin sınırlı
kalsın ki? Diğerlerine ulaş, senin ne olduğunu görsünler, senden kork­
sunlar. Underground nefret mi, nefret hırs mı, hırs seks mi, seks öl­
dünnek mi, öldürmek. İşte bunlan verebilmektir müziğine. . . Üç beş
grupla yazışmak, el altından kaset satıp aptalca dayanışmalardan
bahsetmek değildir. . . Ben kendi yaşamımın tanrısıyım ve ona göre ya ­
şanm. Bizim farkımız onlar gibi yaşamamak. "
Underground piyasanın yeni topluluklarından biri de Sapık
İnek. Topluluğun "Smells Like Teen Pussy" adlı albümü core türü­
nün Türkiye'deki iyi örneklerinden biri. Özellikle "Necrophiliac
Humanity Beyond Nietzsche", "Genetical Genital Love" gibi par­
çalar, müziği kadar sözleriyle de dikkat çekiyor. "Kanlı Basur" int­
rosuyla başlayan albüm, "Makat Çeperi" adlı outro ile bitiyor ve
fotokopiyle yapılan kapağı internetin "hentai" ve "teen" meraklıla­
rına hitap ediyor.
Uşak'daki bir stüdyoda doldurulan ve aslında yasal bir albüm
olan Dr. Huso'nun "Pop-Rock, Şiirsel Melodiler" adlı çalışmasının
da, gün ışığına pek çıkmaması ve kült olmaya aday yapısıyla un­
derground müzikler arasında adı anılabilir. Pop'a da, rock'a da
benzememesiyle, şarkı sözleriyle, vokaliyle, müziğiyle bir örneğini
daha bulamayacağımız bu ilginç çalışma, bir anlamda Cüneyt Ar­
kın'ın "Dünyayı Kurtaran Adam" adlı filminin müzikteki versiyonu
sayılabilir. Özellikle "Robot" adlı parça bilimkurgusal yaklaşımıyla
dikkat çekiyor.
"ben robotum
sizin için sevgili insanlar

134
benden kaçmayın, korkmayın
sizin emirlerinizi yerine getiren
işlerinizde kolaylık gösteren
hayatta size zaman sağlayan
arkadaşınız robotum.

işsizliğin yok edilmesi


sefaletin giderilmesi
mesai saatinin kısaltılması

135
zamana uyum sağlama
beraber çalışmakla mümkün.

ben robotum, robotum


bundan daha iyisi var mıdır
robotlar sizin için çalıştığı taktirde
bol bol zamanınız olur. "

ULUSLARARASI DAYANIŞMA
Dünyanın underground müzik toplulukları arasında çok geliş­
miş bir iletişim ağı bulunuyor. Neredeyse tüm ülkelerin grupları
birbirinden haberdar ve yapılan tüm çalışmaları günü gününe izli­
yorlar. Bu konuda internetin katkısı da büyük elbette.
Biz müziğimizin uluslararası platformdaki yeri'ni değerlendi­
rirken yalnızca yasal albümleri b az alıyoruz ve dönem dönem bazı
pop müzik şarkıcılarının ufak tefek başarılarıyla övünüyoruz.
Yurtdışında çekilen klipler ya da yabancı bir müzik firmasının bir
Türk sanatçısının albümünü yapması önemli bir gelişmeymiş gibi
sunuluyor medya tarafından.
Oysa buzdağının altında yer alan, adını pek kimsenin duyma­
dığı birçok topluluk gerçek anlamda temsil ediyor müziğimizi .
Yurtdışında yayınlanan önemli müzik dergileri bu gruplarla ilgili
geniş kapsamlı incelemeler yapıyor, albüm ve demo kritiklerine,
söyleşilere yer veriyorlar sayfalarında.
Dönem dönem dünyanın birçok ülkesinin belli başlı grupları­
nın parçalarından oluşan toplama albüm ya da CD'ler yayınlanı­
yor. Bunlar, kendiliğindç:n oluşan doğal iletişim ağı sayesinde tüm
dünyaya yayılıyor. :fyiüzik marketlerden satın alınma gibi bir lükse
sahip olamadıklarından ancak çoğaltılarak yayılabiliyorlar. Bu an­
lamda, hangi albümün kaç tane çoğaltıldığını, kaç kişinin arşivinde
yer aldığını, dünyanın hangi ülkelerine, hangi şehirlere ulaştığını
tespit etmek olanaksız.
Türk punk gruplarından Rashit ve Ask it Why 'ın "Kadı­
köy'den Hareketler" adlı kırkbeşlik plağı 1996'da Fransa'da yayın­
landı. Kapağı fotokopiyle yapılan plak toplam 500 tane üretildi.

136
Ayrıca Rashit'in İngiltere'de yayınlanan, Active Minds ile paylaş­
tıkları bir split kasetleri var.
Necrosis'in ise Çek Cumhuriyeti'nde yayınlanan, Radical No­
ise ile birlikte hazırladıkları bir split kırkbeşliği, ayrıca İtalyan top­
luluk Up To Date ile birlikte kaydettikleri bir split kaseti var. Ayrı­
ca, Resistance Productions'ın çıkardığı "Bullshit Dedector No :4"
adlı double LP'de bir, Fransız şirket Tian Men Records'un çıkart­
tığı 45'lik toplama plakta da üç parçaları yer aldı.
Bir örnek oluşturması açısından Rashit'in "Kadıköy'den Ha­
reketler" adlı kırkbeşliğinde yer alan "Sessizlik Ölümdür" adlı par­
çasının sözlerine göz atalım:

"nefretimiz yeşerir toprakta


akan her damla kanla
insanlık ölüyor vurulan her bir copla
sessiz bir kurşun getirdi karanlığı
aptal düşünce yasağı
kınk bir kalem böldü aydınlığı
yok ettiler masum/an
sessizlik ölümdür
sessiz olan sömürülür
sessizlik ölümdür
bu oyun böyle sürdürülür. "

HER YERDEN DUYULAN KüçÜK SARSINTILAR.

Rock'a benzer olarak punk müzikte de işsizlik, politik karşı


çıkış, yoksulluk, polis şiddeti, kenar mahalle yaşamı gibi temalar
işlenir. Daha doğrusu, tüm underground kültürün temelinde bu
başkaldırı vardır. Rock müziğin heavy metal'e doğru evrilmesi, ar­
dından metalin birçok türe ayrıl ması, varolan sosyal yapıya karşı
çıkışın salt müzikal değil, toplumsal nedenlerden kaynaklanması­
nın sonucudur.
Otoritenin uygul adığı şiddet arttıkça, gelir dağılımı iyice bo­
zulup kapitalizmin yarattığı mutlu azınlık pervasızlaştıkça, onların
yaşam standartını sürdürmelerini sağlamakla görevli polisin baskı­
sı çoğaldıkça underground müzik de sertleşir. Örneğin Megadeth,

137
.·.

f
� - : i
i
;

�- \
"Oops To The Honey''

Metallica, Anthrax ve S layer 'la bir anda patlayan ve metalin bir


kolu olan trash'ın en büyük özelliği ritmdeki hız ve vokaldeki sal­
dırganlıktır. Şarkı sözleri iğneleyici hatta küstahça bir saldırganlık
içerir. Thrash'ın e n büyük hedefi devlet ve ordudur. Militarizm,
ırkçılık, sava§, soykırım, nükleer teknoloj i , bozuk yargı düzeni ve
fa§izmin kar§ısında son derece politik bir tavır sergileyen trash me­
tal grupları sistemin kendilerin e uyguladığı §iddete karşı, kendi ge­
liştirdikleri şiddeti ortaya koyarlar. 80'li yılların sonunda en olgun
örneklerini veren bu sert müziğin Türkiye'deki yansımaları da 90'lı
yılların ikinci yarısına doğru gündeme geldi.

138
Nurses Care'in 1 995'te kaydettikleri "I Ignored" adlı demoda
yer alan "Hate Eye Feed" parçasının sözleri şöyle :
"cepler boşaldığında
batıl inançlar tekrar güçlenir
şimdi Allah 'a inanmak moda
acı başladığında
düşüncelerine yansımaları.da başlar
gelecek grileşiyor, artıyor hareketlenmeler
ama bizi geriye itecekler
reçelin içinde uçuşan umutsuz sinekler gibiyiz
değersiz şeylere dikkat
üçüncü dünya mantık özürlü
solda da olabilirler sağda da
şimdi aynı ideal için savaşıyorlar
neye odaklanmak gerektiğini
yaşayarak öğreniyorum
her şey bittiğinde hoş olmaz dönüp geriye bakmak
(.. . )
bizler çoğunluktaki kayıp/arız
aşırı baskı altında
unutulan ulumalar tekrar başlıyor
arttırıyor gerginliği
babam içerden çıktı: biliyor dışardaki olayları
milletini ve tarihini yüceltenlere gülüyorum
bir eksi işareti sembolize ediyor düşüncelerimi
beyaz griye dönüştü
gri de siyaha dönüşüyor şimdi
renkli kutular beynimizi yıkarken
herhangi bir ideoloji ölü doğuyor. "
Son dönemde Samsun'da kurulan bir punk topluluğu; Çapa
Çürek. Kendilerini müzisyen olarak hissetmeyen, yaptıkları işin es­
tetikle ilgisi olmadığını iddia eden bir grup. Müziği, insanın kendi­
ne terapi yapabileceği bir eğlence aracı olarak görüyorlar. İlk de­
moları olan "Sadece Bir Deneyim"de on beş parça var, bazı parça­
larda yalnızca leğen, traş makinası, kavanoz, radyo, tava, konserve
kutuları gibi aletler kullanılmış.

139
Çapa Çörek, Rock'n Roll'e bir gönderme yaparak kendi mü­
ziğine de bir isim bulmuş; Bock'n Boll.
Underground müziği bekleyen en büyük tehlike , sisteme bir
ucundan entegre olarak legalleşmesi ve popülizmin tuzağına düş­
mesi. Batıda, sistemi sarsan, yüz binlerce insanı etkileyip peşinden
sürükleyen müzik türkülerinin kendi yıldızlarını yarattığını, yarat­
tığı yıldızları içine çekip yok ettiğini defalarca gördük. Sistem, elin­
deki en güçlü silahla, medyayla, farklı olanları kendi istediği biçim­
de süsleyerek farklılıklarını bir imaj a dönüştürebiliyor. Amacına
ulaştığında da buruşturup tarihin çöplüğüne atıveriyor.
Popüler müziğin karşısında underground müzik, medyanın
karşısında da küçük ama etkili bir güç olan fanzinler var. Popüliz­
min tuzağına düşmedikleri sürece yarattıkları küçük sarsıntılar
dünyanın en ücra köşelerinden bile duyulacak.

140
G Ö RSEL Ş Ö LEN:
. .

F O TOKO P i AFiŞLER
Afiş, sözlüklerin de yazdığı gibi, bilgi verme, propaganda ya
da reklam amacıyla kullanılan resimli ya da resimsiz bir metin içe­
ren kağıttan yapılmış duvar ilanlarına verilen addır.
Sokaklarda yürürken hiç dikkatimizi çekmeyen ya da göz
ucuyla bakıp geçtiğimiz afişler propagandanın, reklamın vazgeçil­
mez öğeleri. Seçim dönemlerinde hayatımızı kağıt çöplüğüne çevi­
ren afiş salgınları, diğer zamanlarda tanınmı§ firmaların ve hol­
dinglerin - özellikle cinselliği her zaman ön planda tutan - bilbo­
ardları süsleyen afişleri, reklamın önemini ve kapitalist sistemin
üstüne oturduğu sacayaklarından biri olma özelliğini hep gündem­
de tutuyor.
Finans kaynaklarına bağlı olarak teknolojiyi sonuna dek kul- ·
!anan, her biri ayrı bir grafik harikası olan afişler bireyin kendine
yabancılaşma sürecini hızlandıran önemli bir "yok etme silahı" ola­
rak da ele alınabilir.
Bizim konumuzsa basit tekniklerle yapılmış, fotokopiyle ço­
ğaltılmı§, bir anlamda, yeraltı kültürünün öğelerini, kendilerine ya­
b ancı bir dünyanın duvarlarına taşıyan son derece naif, içten afiş­
ler.
Fotokopi afişin tarihini ancak fanzin tarihiyle birlikte ele ala­
biliriz. Kökleri Nazi dönemi Almanya'sındaki anti-faşist direnişe
dek uzanan fanzin, zamanla "düzene atılan tokat" niteliğine bürü­
nerek karşı çıkışın simgesi durumuna geldi. Anarşist, sosyalist, ni­
hilist, anti-militarist başkaldırıların yan:ı sıra, bireysel / toplumsal
isyanı içinde barındıran müzik türleri ve bunların paralelindeki ya­
şam biçimleri kendine özgü fanzinleri yarattılar.
En önemli fanzin hareketlerinden biri, punk müziğin çok güç­
lü olduğu bir dönemde İngiltere'de yaşandı. Basının eleştirilerine

143
ve saldırılarına maruz kalan punklar yoğun olarak alternatif yayın
organlarını çıkartarak basına kar§ı adeta kar§ı saldırıya geçtiler.
Türkiye'de - daha önce yayınlanmı§ birkaç fanzini saymaz­
sak - 90'lı yılların ilk yarısında ba§layan fanzin atağı hızlanarak sü­
rüyor.
Fanzinlerini tanıtan, duyuran afi§lerin yanı sıra bildiriler ve
konser ilanları fotokopi afi§lerin asıl konularını olu§turuyor. Afiş­
ler genelde siyah - beyaz fotokopiyle çoğaltıyorlar. Bir kısmındaysa
renkli kağıt kullanılıyor.

SıtznEN HESAP SoRACAG][Z


Fotokopi afişlerin önemli bir kısmını rock, metal, punk ve
hardcore gruplarının konser afişleri olu§turuyor. Tampon, Rashit,
Godzilla, Sert İ tham, Radical Noise, Necrosis, Whisky, Grizu,
Kramp, Nekropsi, Zen, Crunch, Turmoil, Apathetic, Suikast gibi
gruplar konserlerini el yapımı, genelde siyah - beyaz çoğaltılmış fo­
tokopi afi§lerle duyuruyorlar.
2/5 BZ, konserlerin yanı sıra albümleri için de benzer afişler
hazırlanmış. "Sizden Hesap Soracağız" albümünün Cüneyt Arkın'lı
afişi ve "Opua Dişin - düzenin 7 Ceddine" adlı albümün afişi dik­
kat çekici.
1992 yılında Zen, 2/5 BZ ve Maximal Punch Effecct'in birlikte
verdikleri Cerrahpaşa Oditoryum konseri, kes-yapıştır tekniğiyle
hazırlanmış fotokopi afi§in yanı sıra, eski Türk filmleri ile ilgili ilk
konser olma özelliğini ta§ıyor.
Kulağımızı çınlatan konserlerden biri de CMUK'un Dolapde­
re 1992 konseri . "Masum Sanılan Yalanlar, Transparan Bakı§lar ve
Çürümü§ Bir Cesedi Dudağından Öpebilirim" sloganlarının yer al­
dığı afi§ yine siyah-beyaz olarak çoğaltılmış.
Zaman zaman yabancı grupların Türkiye'de verdikleri kon­
serler de fotokopi afişlerle duyuruluyor. Avusturyalı death grind
grubu Mastic Scun 'un verdiği konser için yapılan afi§ bu tür afi§le­
rin ilginç bir örneği sayılabilir.
İTÜ Makina'nın 1998'deki §enliğinin afi§ine "Yok Olan Dün­
yamıza Bi De Bu Taraftan Bakın ! " sloganı yerle§tirilmi§. Gri­
zu 'nun konuk grup olarak katıldığı Objektif konserinde, yok olan

144
dünyaya hangi taraftan bakacağımız da belirtilmiş; Aşk. . . Özgür­
lük. . . . Felsefe . . . Rock.
"Deli ' ce Rock Party " afişinde ise - hepimizin bildiği - rock
felsefesi yer alıyor. Böyle bir parti ancak "Barıştan Söz Edebilmek
İçin" düzenlenmiş olabilir.

VAROLuş KEs:i:N B:i:R VER:i: OLARAK ÜRTADADIR

Martin Heidegger'in yazıp yönettiği "Acı Gerçekler" adlı fil­


min afişinde yer alıyor bu slogan. "Her şeyden önce, elektrik ve ya­
pay aydınlanma yoluyla gecenin ne derece değişmiş olduğunu ve
bunun uykuyu da etkilediğini hepimiz biliyoruz." Afişteki bu sözler
"Acı Gerçekler" hakkında yeterli bilgi veriyor bize.
Yeraltı örgütlenmesinin çok önemli örneği olan 2/5 BZ, hem
müzikte, hem sinemada, hem de alternatif yayıncılıkta bayrağı el­
den bırakmıyor. 2/5 BZ Fil m cilik'in takdim ettiği "Ping Pong Oy­
nayan Adamlar" afişinde ping pong oynayan çöp adamlar yer alı­
yor.
"Artık Sürüden Ayrılmanın Zamanı Geldi" diyen bir film; Sü­
rü. Disquast tarafından yönetilen, müziğini Deicide'nin yaptığı bu
filmde aşk, kin, nefret, acılı Adana kebabı, entrika, seks, kan dava­
sı, daha ne ararsak var. Bu filme ait fotokopi afiş, Yılmaz Güney'in
Sürü filminin afişi kullanılarak hazırlanmış.
Gazete kupürleri kullanılarak olu§turulan afişlerin en dikkat
çekicilerinden biri Asayiş Berkemal adlı fanzinin 1993 'de hazırla­
nan afişi . Asayişin nasıl berkemal olduğunu kupürlerden anlıyo­
ruz; "Polis, terörist zannettiği üç sucuyu vurdu.", "Gelin'di, ölü te­
rörist oldu." , "Kapı açılmasaydı kırıp girecektik", "Son altı ayda
polis metropollerde düzenlediği ev baskınlarında ellinin üzerinde
İNSAN'ı öldürdü. " , " 1 991 nisan ayından bu yana 205 kişi polis ta­
rafından vuruldu. "
Disquast'ın 6. Sayısı için hazırlanan afiş de gazete kupürlerin­
den oluşuyor. Daha çok Türkiye 'nin ekonomik panoramasını gös­
teren kupürlerle karşılaşıyoruz bu kez; "Mecliste sahte belge kav­
gası", "Hayali ihracat 2 trilyon", "Yüzsüzleri kollayan bakan", "Müt­
hiş vurgun", "Mecliste avanta . . . "

Şeytan Aletleri, f: l O 145


ÇUKULATA DiŞLERitNİZİ, HAYAT DüŞJLERİNİZİ
Ç üRÜTÜR
Antifa Saldırı Cephesi 'nin 1 Mayıs 95 için hazırladığı afiş, si­
yasal nitelikli afişlere örnek olarak gösterilebilir. Benzer biçimde
Prolefan'ın hazırladığı 1998 1 Mayıs afişi, Antifa ve Eblek Hardco­
re'in birlikte hazırladıkl arı 1 997 1 Mayıs afişi bu tür afişler içinde
dikkat çekiyor.
Fotokopi bildiriler arasında, 1 99 1 'de siyah-beyaz-kırmızı
renklerde hazırlanan "GINSBERG D awlishli Punklara" başlıklı
bildiriyi sayabiliriz. "Elektrikli saçlarınızın altın sarısı güzelliği Bla­
ke'nin Kutlu Gün Çocuğu gibi, sanayi çarmıhı için açıyorsunuz
kollarınızı. Üretim hattında kazandığınız haftada 45 sterlin, 15'i
vergiye gidiyor, Bayan Thatcher'ın nükleer dölyatağı kabarıyor ya­
vaşça . . . " diye devam eden bildiri C. Hakan Arslan tarafından Türk­
çe'ye çevrilmiş.
Diğer bir bildiri de Fotokopi Dergi Mafyası tarafından
1994'de hazırlanmış. "Bundan böyle dergi yapımcıları ürünlerini
piyasaya si.\rmeden önce bize birer numune getirecek, uygun görü­
lürse dergi piyasaya sürülecek", "Dergilerde milliyetçi, seksist. . . ya­
zı ve röportajlara kesinlikle yer verilmeyecek. Aksi durumda dergi­
lerden gereken hesap sorulacak", "Bu bildiriyi dergisinde yayınla­
mayan dergiler cezalandırılacak, zorluk çıkartanlar yok edilecek"
gibi maddeler içeren bildiri, "Yaşasın Fotokopi Dergiler ! Düzenin
parlak kağıtlı, renkli dergilerine ölüm ! " sloganıyla bitiyor.
"Çukulata dişlerinizi, hayat düşlerinizi çürütür" sloganıysa yi­
ne bir fotokopi afişte yer alıyor. Yeraltı kültürünün hayata bakışını
özetlemesi açısından önemli bir söz. Düş kurmaya bile izin verme­
yecek denli gerçeğe bulaşmış olan hayatın ağırlığı altında ezilen,
ama ezildikçe içine kapanmayan, aksine içindekileri üstümüze ba­
şımıza boşaltan insanların kültürü bu. Afişiyle, fanziniyle, demo­
suyla, albümüyle, filmiyle, bildirisiyle hayata tokat atıp tekrar ken­
di sığınağına, yeraltın'a dönen gerçek bir isyanın öyküsü.

DEV-İL'CİLER YAKALANIYOR

Eko TV ve Radyo D 'de program yapan, neredeyse her un-

146
derground dergi ve fanzinde adına rastladığımız rock müzik piya­
sasının önemli isimlerinden Güven Erkin Erkal'ın anlattığı bir
anekdot, bırakın fotokopi afişleri, yasal konser afişlerinin bile nasıl
bir tehlike yarattığının kanıtı. Yaşadığınız ülke Türkiye'yse, başını­
za her an traji-komik bir olayın gelmesi doğal. Tıpkı , tanınmış mü­
zik topluluğu Devil'in konser afişlerini Tepebaşı'nın duvarlarına
yapıştıran gençlerin başına gelenler gibi. . . Polis, yasadışı Dev-İl ör­
gütünün militanlarını, hem de ellerindeki suç delilleriyle, afişlerle
birlikte yakalayıp gözaltına alıyor. Şans eseri militanlar ölü değil,
diri ele geçiriliyor ! . .
Belki d e böylece yasadışı Dev-İl örgütü çökertiliyor ama Devil
grubu aynı hızla müziğine devam ediyor.
Bilboardları dolduran afişlerin, reklam veren firmalara kar
sağladığı kesin. Tüketim toplumunu yaratmak için, yabancılaşmayı
sağlamak için gerekli bunlar. Beynimizin uğradığı hasarı onarmak
da yine bize düşüyor. Onlara karşı yapabileceğimiz pek bir şey yok.
Çünkü yalnızca devlete ve bireylere karşı işlenen suçların cezası
var yasalarda. Hayata karşı işlenen suçlarsa her zaman "af kapsa­
mı"na giriyor.
Yine de affetmeyenler var demek ki. Bu uçsuz bucaksız kala­
balığa karşı bir avuç insan çala kalem yaptıkları afişleri yapıştırıve­
riyorlar birbirinden güzel mankenlerin "kullanıldığı" renkli afişle­
rin üstüne. Bu yeraltı insanları, toplum için gerçek bir "ceza".
Demek ki, hayata karşı işlenen suçlar da cezasız kalmıyormuş.

147
OUTRO

Tek başıma böyle kapsamlı bir araştırmanın üstesinden gele­


bilmem olanaksızdı. Gerek düşünceleriyle, gerekse elindeki geniş
arşivden yararlanmamı sağlamasıyla bu çalışmada en az benim ka­
dar emeği geçtiğine inandığım dostum Güven Erkin Erkal'a büyük
bir içtenlikle teşekkür ediyorum .
Elimdeki "Şeytan Aletleri "ni bileylememe yardımcı olan eşim
Deniz Durukan'a da sonsuz teşekkürler.
Fanzin yayınlayan, çok sınırlı olanaklarıyla kendi müziklerini
yapmaya çalışan, Güven'in deyimiyle taviz vermeyen, sert kalan
herkes, bu çalışmanın asıl kahramanıdır. Onlara, yani aynı fay hat­
tında yaşadığımız insanlara " İ yi ki varsınız" diyorum.
Teşekkür etmeye gerek duymadığım, hatta tek bir söz bile
söylemenin içimden gelmediği kişi yalnızca sensin;
Ey okur, anlatılan senin hikayen değildir. Çünkü senin anla­
tılacak bir hikayen yok. Hiç olmadı.
Onların var.

148
\iAr<t> C O R t:--:Nofs{c oRf' �1 ALMl !Vll f��){

fl:A K S i � OTA �
HA!JRLAYAN Vf SUNAN �NEC.AT1 TVFiErl K
Nt.cA1 'İ {JFFN � 11 ve 1 8 ���AiPA
KON � 'K L.A R lY �A ıl�t f�TE �
MltJ OR,. 1KRtAT �erı LARM e/�J E6fdevı
NAPA�M vEATH e1EXTR�Mi: NOISf:.1�}��
�" MAYp,T/N ltVA Htf� OIN LE�EDı c;1N l i

\J� PJrJ LİYE Mf- � E CfNlt (Jı) -EŞ$Etf­


HAROCe>R E �u PıA�W�AJ HAR�o� �
TART '\ � l '(ORx .

- ' . . . .

BtJ CVMA V!" H� cwM C�2�5>H�, FM ��


Oi� -- oı� o.-r�� AK'Sı J.WrAt ) 9'� �·-

149
150
151
152
153
154
KONSERR
• •

BAKIRKOY AKIL •

HASTANESi

23. HAZZİRAN. 1 99 8
.

SAAT 1 4. 0oo · -

155

::.. · ' ' . .:!- '
. . ;•

156
157
J<A L \ C.. \
R R H A .,- s ' 2 L \ K T A N Do L A Y l
� DK f'(\ U I L U Y U (..
...
� c c:: lJ ..., LM •"� ZJ1 11( 1\1\)1.lhi 1999
1 �50. 0 0 0 T1 • . ı ..
YCH<S't .siz.tH V�l\illı'z.li ı:s ' z. IJi\KM ı�
YA7.

1 :
.. ·

�K t•l.
o
� A <c • •
E Lİ Mİ
--
,,;ru �· 3
'.!\i T
--
ill C )'.
� � N J •

K I NG D I A MJ N D
·

• BUTON
. U LU SLAR S ABIKALIDIR
){(J DRE T l\JRTCEBE
• HALET-! RJHİYE
o KI LIBIK Bİ R BALIK
't,._r:;�..ı.t>
o SI RÇA FANUS • "ii•'f.

0 HAVAGAZI KlJL:LAN MA KILAVUZU


• Bt!Y Uı( UYGARLI KLAR/BUYUK HAİINIE
• GPT YALAMANIN FAYDAJJ.RI
• MARILYN MANS ON ·

158
159
160
PfYOTE BAR
imam AO"'n l o k ı k N o : 14 Styoölu Tol: (Om/ 2 9 3 3261
Glrll 8ilotl: Orı•nl.. ,yon Qec•ıl P•yolo Bor
Glriı Ocreli: 1.000. OD.O Tl.

Şeytan Aletleri, f: l l 161


162
k

avusturyadan deat h g rınd

c enotaph
radical noise
k�ma n c ı rock bar
.

12 ekim cumar lesi


saat 2 de

crunch
ne cr os is
cara v a n rock bor
13 ekim pazar
sa a t 2 de

orga n i za syon

{Q ) c al
Radiction
Produ s
KODMUZIK

163
164
165
166
Afişlerin bir kısmı, "Fotokopi Afişler" adlı fanzinden, bir kıs­
mı da Güven Erkin Erkal arşivinden alınmıştır.

167

You might also like