Professional Documents
Culture Documents
BİLİNMEYEN İÇ ASYA
L. LIGETI
Macarcadan çeviren
SADRETTİN KARATAY
Açıklama
Bilinmeyen iç Asya ' nı n l. baskısı 1946 yılında çıkmıştı. Ofset
yöntemiyle yapılan bu yeni baskıda 1. baskıdan farkh olarak eserin
Macarca aslındaki resimler eklenmiştir.
Ligeti, Louis
Bibliyoğrafya var.
ISBN: 975-16-0982-8
958
1. Baskı 1986
2. Baskı 1998
ANKARA, 1998
reye uzvi bir şekilde bağlı olduğu ise gün gibi aşikardır. Bu çağ
lardan her biri sade kendinden öncekine göre bir ilerleyiş olmayıp
aynı zamanda kendinden sonraki çağın da doğurucusu, hazırlayıcı
sıdır.
Eğer kendinden önce bütün bir çağ demek olan, neticeleri ve te
sirleri ölçülemiyecek kadar azametli bir önem taşıyan hadise, yani
Dünya'nın keşfi hadisesi olmasaydı acaba bugünkü teknik medeni
yet meydana gelebilir, böyle inkişaf edebilir miydi? Zor, hele bu
günkü ölçüsünde hiçbir suretle.
bir suretle geri kalmıyan biT önem taşımaktadır. Esasen keşfin ken
disi de son derece büyük biT coğrafya probleminin başarılı çözümü
diır. Eski dar, sıkıcı çerçevelerin. zorlanıp genişletilişine yalnız tabii
bilgilerin neler borçlanmış olduğunu düŞünmek bile baş döndürücü
dür. Fakat hakiki yeni dünya, asıl merkezi insan olan bilgilere ba
kınca gözlerimizi kamaştırır.
mazdan önce çok uzun zaman, takriben yine bin yıl kendi hayatını
başka bir medeniyet çerçevesi içinde yaşamıştır. Finugorluk çevre
sinden ayrılan Macar kavminin kendi karakteristik çehresi teşekkül
eder etmez, derhal bu, menşei bakımından İç-Asya'lı, mahiyeti ba
kımından atlı-göçebe ve askeri medeniyete girmiş bulunduk.
İ Ç-A S Y A
bet yaylası katılır. İlk ikisi arasındaki münasebet bilhassa sıkı oldu
ğu halde üçüncü kısımla, yani Tibet'le olan münasebet daha gevşek
tir. Coğrafyacı böyle demektedir.
Demek oluyor ki, İr; - Asya'nın iki büyük doğu ve batı parçası
nın iki ayrı hayatı, aynı zamanda ikisi arasındaki sıkı bağlar, sade
coğrafya göziyle in celendif�i zaman nasıl açıkca gör ü n üyorsa tarihin
ışığı altında da yine öylece meydandad ır .
Fakat burada başka bir rakip daha vard ı : İ ngiltere. Ancak ara
daki zıddıyet uzak, tatbik sahasına çıkmamış planlar altında gizle
niyor, o vakitler henüz bertaraf edilemiyen ·ve arada engel olan
üçüncünün, yani Çin'in mevcudiyeti yüzünden patlamaya meydan
bulamıyordu. İngiltere Hindistan tarafından genişlemek i.;tiyordu;
asıl açığa vurduğu plan, güya şimdilik Hindist .'daki sömürge ara •
zisini emniyet altına almak için Tibct'i ele geçirmekti . Bu plan, bi
lindiği gibi , uzun zaman yine Doğu - Türkista n'a doğru Rus yayıl
masının önüne geçmiş olan Çin mukavemetiyle karşılaşarak a k im
kalmıştır.
kilometre kare başına bir kişi bile düşmediği gibi, daha kalabalık
olan batı parçasında da 20-yi geçmez. Yalnız Sir-derya ve Amu
derya veya bölgeleri müstesnadır, buralarda, kolayca anlaşılır se
beplerden dolayı, yerl�şmiş nüfus daha sıktır.
Hakikaten İç-Asya her hangi nüfus fazlalığını yerleştirmeğe el
verişli bir saha değildir, çünkü bugünkü nüfus seyrekliğinin sebebi
guya •gittikçe tükenmekte olan, aşağı sınıfıı insanların artık çoğal
ma kabiliyetlerini kaybedişlerinden değil, sert olan tabiat şartl:ırı
nın burada fazla nüfus artışına elverişli olmayışındandır. Fakat sö
mürge usulü yayılmanın en önemli şartı, yani iptidai maddelerin mev
cudiyeti bakımından buradaki imkanlar hiç de o kadar kısır değil
.
dir. Bu cihetten her ne kadar Hollanda Hindistanı'nın veya Çin
Hindi'nin zenginliklerine ulaşamaz, hatta yaklaşamazlarsa da, mev
cudiyetlerini, değerlerini inkar etmek de haksızlık olur. Buranın ya
pağı, deri ve kürk gibi kendine mahsus mahsullerini bir tarafa bıra
karak sade güney - batı sınırlarında geniş ölçüde yetiştirilmekte
olan endüstri nebatlarını !pamuk v.s.) düşünmek yetişir. ijunlardan
haşka sınırlar boyunca uzanan kenar dağların ve Altay'ların maden
hazineleri planlı ve bilgili bir işletme ile başlıbaşına paha biçilmez
değer ifade ederler. Tibet'in henüz açılmamış olan altın madeni ele
bayağı bir efsane haline gelmiş ve Çin'de hemen baştan başa yayıl
mıştır. İngiltere aleyhindeki şikayetlerin usanç verecek kadar tek
rarlanan nakaratı da İngilizlerin Çin altınına - hem de Tibet'te! ?
el koymak isteyişidir.
Fakat İç - Asya'daki genişleme siyasetinin yaylarını harekete
getiren bir şey daha vardır ki, o da burasının, zengin ve medeni böl
gelere açılan birçok yollariyle bir geçit sahası oluşudur. Ancak bu
hakikatı itiraftan her iki ilgili taraf da çekinmiştir. Mamafih aynı
hakikatı eski gelip geçici göçebe beyleri de anlamışlar ve.bu önemli
şahdamarfa.rını güçlerinin yettiği kadar ellerinde tutmağa çalışmış
lardı. Ve o zamanın daha samimi ifadesiyle açıkça ganimet sahası
denilen o zengin ve medeni yerlere ancak bu suretle, kolaylıkla so
kulabilmişlerdi.
Fakat o eski sahiplere ne oldu ki bu büyük kavgada sesleri bile
duyulmuyor?
Onlar yüzyıllardan beri sürüp giden boğuşmalarda birbirlerini
adamakıllı zayıflatmışlar ve son zamanların büyük meseleleri or-
11 1 1. i \ �I 1 Y F :'>\ 1 Ç - .·\ S Y .\ 23
taya çıktığı zaman ise artık kı mıl dı yacak takatları kalmamıştır. On
lar ın kalkınmalarının sırrı eski siyasi ku ruluş tarzları, aşiret usulü
idi ki, çok defa mahvolmalarının da sebebi ol muştur . Her ha ng i bi r
kudre tl i a şi retin etrafına, kendi istekleriyle veya cebri teşvik üze
rine. dah:.ı küçük ve daha zayıf kabile kümeleri, aşiretler, hücrele
rin çoğalışı gibi ka tılara k , hatırı sa y ı lır müttefik teşkil ederle r d i.
Bu ittifaklar hazan öyle bir kuvvet haline geli rdi ki, içlerinden kaç
kere dü nya impa ratorl u klar ı meyda na gelmişti. Buna karşılık, içe
ride her hangi bir karışıklı k baş gösterince, yahut da fethed i len sa
halar devamlı olal'ak merkezden idaresi mümkün olamıyacak de
recede aeni�lcyincc. bu unsurlar yine aynı tabiilik ve kolaylıkla da
ğ ı lıv eri r lerdi. Bu atomlar kımıl danış ını n zay1f tarafı devamlılık nok
sanıdır. kuv\'ctli tarafı ise, yurt kuran l\1acarlara d �:ir bir kaynağın
yazdığı gibi. onları kati olarak yenmek, yahut istila altına almak
mümkün olamı:ı y ı şındad ır ; çünkü vuruş ne ka d a r �iddctli olursa o l
sun. lrnbik� ttsulü he men kendisine yeni hayat ,·erecek ol a n hücre
üretimine bcışlar.
adı) Rus emri altına gireli Tibet'le olan münasebet tabiatiyle ken
diliğinden kesildi, Çin imparatorluk sarayının teveccühünü ise ih
tilal yüzünden çoktan kaybetmiş bulunuyorlardı. Eski hubilganlar,
yani canlı tanrılar, en yüksek ve ikinci derecedeki sayın lamalar ök
süz bir durumda kendi hallerine bırakılmışlar, bir zamanlar deb
debeli, şimdi metruk ve yıkılmağa yüz tutmuş manastırlara ve kili
se - köylere bakan kalmamıştır. Bununla beraber eski din gayreti.
hem de yalnız basit halk çocuğunun kalbinde değil, ilerigelenlerde
de, pek açığa vurmasalar bile, yine de yaşamakta, gelişmektedir.
Moğol Halle Cümhuriyetinin kuzey - batı komşuluğunda Tuva
veya Tannu - tuva adlı bir Moğol cümhuriyeti daha vardır. Burasını
kuz�yden Sayan dağlarının, güneyden de Tannu - ola'mn çevreledi
ğini söylersek, yerini daha iyi belirtmiş oluruz. Bu ıcıenıleket ;es
men Sovyetler Birliği himayesi altında bulunmaktadır.
Gerçekten Tuva oldukça garip bir devletçiktir. bilginlerden
maada onunla ilgilenen hemen yok gi b i dir. Fakat onların Sibirya ile
İç - Asya sınırında bulunan bu 65 bin nüfuslu küçücük memlekete
karşı ilgi göstermeleri için de her türlü sebep mevcuttur. Resmi
dili olan Moğolcayı halk arasında anlıyan yüzde ikiyi hile bulmaz,
çoğunluk Türk - Tatar cinsinden insanlardır. Lamaizmi bilirler, fa
kat asıl dinleri şamanizmdir. En büyük hususiyeti yine de rcn-g>:�yi
ği kültürünün en güney sınırının buradan geçmesidir; Sibirya·nın
bu özel ehli hayvanı Tuva'da hem atın hem de sığırın yerini tut:.ır
ki, esasen bu dağlık ve ormanlık ufak memlekette he;.· ikisi de pek
az bulunur. Tannu-tuva halkı doğu komşusu Moğol gibi !ıayv�n ye
tiştirici göçebe olmayıp bu işle hiçbir vakit uğraşmamıştır da; o
ormanda yaşıyan avcıdır, fakat bu işin tam ehlidir.
cak pek azı bir yere yerleşmiş ve kendilerine esasen yabancı olan
çiftçiliğe başlamıştır. Eski cetlerinin dinini, daha doğrusu dinlerini
islamlığın kızgın rüzgarı daha başlangıçta, İç - Asya bozkırlarını ve
vaha - iskanlarını supurup geçtiği zamanlarda bırakmağa mec
bur kalmışlardır. Bugün buradakilerin hepsi koyu müslüman ve
Sovyet tebaasıdır.
lojik sebepler daha bundan iki yüz yıl önce Batı bilginlerini, Çin
kaynaklarında adı geçen bu Hiunğ - nu'ların hakikatte büyük ka
vimler - göçü devrindeki Hunlar oldukları düşüncesine iletmişti.
Şüphesiz bu tahminde şunun da hissesi vardı ki, kavimler - göçü
devrindeki göçebe sürülerinin cetlerini Asya'da -aramak icabediyor
du. O zamandan beri de ilim bu alanda kararını verememiş ; Hiunğ
nu kavimiyle Hunların aynı olduklarım ne yalanlamış ne de doğru
lıyabilmiştir. Fakat o farazi):e artık sarsılma� bir akide haline gel
diğinden zamanımızın başlıca bilginleri Hiunğ-nu'lara Asya'lı Hun
lar demektedirler. Bu itibarla burada biz de bu adı kullanacağız.
kat iV. yüzyılın sonunda, eski Hiunğ-nu devletinin yerinde yeni bir
cenkçi atlı - göçebe kavim, Juan-jua1i peyda olarak yay.ılmağa bas
ladı. Çin'lilerin sad�e bu yeni adı öğrenmeleri lazımdı, yoksa sını;
larını tehdideden bu pervasız göçebeler hakkında eski bildikleri
kendilerine yetişirdi. Juan-juan'ların hilviyetleri de Hiunğ-nu'lar
gibi tamamiyle bulanıktır. Gabi çölünün kuzey taraflarından güne
ye doğru akıp gelen bu göçebe kavim unsurunun İç - Asya'daki dil
ve ırk kollarından hangisine mensup olduğunu bugün de bilmiyoruz.
Bazıları, bu Juan-juan'ların yolunu, Asya'daki rollerini bi tirttikten
sonra Avrupa'da takibederek, Asya 'dan kaybolan bu kavmin Avru
pa'da Avar adiyle göründükleri mütalaasında bulunurlar.Tıpkı Hiunğ
nu vıe Hun ayniyeti meselesinde olduğu gibi, bunlar hakkındaki
kanaatler başka bakımdan da dağılırlar : bazılarına göre Juan..juan'
lar da (yani Avarlar da ) Türktürler, halbuki başkaları ise bmılarda
Moğolları araştırırlar.
Juan-j uan'lardan biraz sonra, tahminen IV. yüzyılda, yine men
şei esrarlı bir başka büyük göçebe kavim görülür ki, bu da To-ba'dır.
To-ba sonuna kadar Asya'lı olarak kaldı, hiçbir vakit Altay'lardan
beriye geçmedi. Gerçekten buna sıra da gelmedi, ı;ünkü o, ken
dinden önceki iki kavmin beyhude yere denemiş olduğu şeyi başa
rabilmiş, o zamana kadar yenilmez sanılan güney rakibini yenmcğc
muvaffak olmuştu. To-ba hükümdar ailesi Kuzey-Çin'in en büyük
kısmını zaptederek, Gök oğlunun tahtına geçti. Ancak bu zafer za
hiri idi. Silah zoriyle fethedilmiş olan Çin, içerilerine kadar sokulan
bu göçebeleri medeniyetiyle, manevi kuvvetiyle ezdi ve onlar, belki
kendileri de farkına varmaksızın Çin'li haline geldiler. To-ba hü
kümdar ailesinden, Çin'in en büyük hanedanlarından biri olan Vey
doğdu.
VI. yüzyıldan itibaren daha aydınlıkta yürüyoruz, artık ilk
Türkler görünmüşlerdir.
Juan-juan imparatorluğunun yıkıntıları üzerine Kök Türkler
devletlerini kuruyorlar. Anayurttan, yani Orkhon nehri vi.ıdisinrlcn
etrafa yayılan Kök Türklük çabucak büyüyüp gelişiyor. falcat daha
birkaç onyıl bile geçmeden, karakteristik göçebe devlet d.ığılışı vu
kua geliyor. Bu suretle Orkhon vad isinden yalnız Doğu Kök Türk -
rına göre, bu, Kora'dan Adriyatik denizine kadar yayılmış olan dev -
imparatorluğun bir elde ve hele nesiller boyunca tam bütünlüğü ile
kalamıyacağı tabii idi. Nitekim önce merkezi devlete bağlı tabi par
çalara ayrıldı, bunlar sonra müstakil hayat yaşamağa başladılar. Ve
sonunda, bu merkezden ve birbirlerinden kopmuş, birer Moğol baş
buğ idaresinde bulunan memleketler de birbiri ardınca, içten ve dış
tan gelen baskıların kurbanı olup gittiler.
; ,;1>vc..
/
ı'
l.,,
(
�
___) , (
· ...
· .. !J
,l:.
;:::;:o )
. �···�· · · · �- ;
..;..·
,.J .
(..r�I s l_",
.
0 KdŞ9�r
o J<hotdn
&.s/!ca y ollar:
... ...... ...
. :: .. . Hurk yo lu
-·- ·-·-
+ .. + z.ern.ırlı.hus
/lüdn-dzarıiJ
Plana de Carpini
- -- --- çanğ -çvn
B I L I JS M I Y E N f �: - A S Y A
.
uzunluğunda dolanır ve inşası binlerce ve binlerce biçare esir ve
sürgünün hayatına mal olmuştur, diye övünerek sözünü ettikleri
büyük Çin seddi işte böyle meydana geldi.
kuz ve hele on bir halka bulunan kiinse artık pek yüksek sayılırdı.
Şunu da söyliyelim ki bu madeni halkaları sade süs olsun diye de
ğil, birtakım lüzumlu ve faydalı aletlerin muhafazası için de taşır
lardı. Bir Çin tarihçisinin anlattığı gibi, mesela yedi halkalı ilerige
lenlerden birinin kemerinde şu aletler sarkardı : hançer, bıçak, bile
ği taşı, tarak, ayna mahfazası, çakmak taşı ve bir de ne işe yara
dığı pek anlaşılamıyan ve yalnız Hunca adı yazılı bulunan bir eşya.
Hunlar atçı milletti. Atı başkaları da bilirdi ama sade yük çek·
tirmek için kullanırlardı. Asya'nın bu kısmında uzak veya yakın, at
sırtına ilk binen kavim Hun olmuştur, hem de bir daha inmemek
üzere; yola, ava, savaşa ancak at üstünde gidebiliyordu. Hunlar ço
cuklarını ata alıştırmak için, daha küçükken oyun kabilinden onları
B i r. i N M I Y E :\ I Ç - \ S YA 47
dık cizyecisi olarak yaşıyan Yüe-cı adlı büyük bir barbar kavim,
barış h< l i n de sessizce oturmaktaydı. Silahlarının zoriyle etrafa ya
. ,
Bu bilgi yığını tarihçi için olsun coğrafyacı için olsun paha bi
çilmez bir hazinedir, fakat hakiki değerini daha ziyade geçen elli yıl
içindeki ilmi sefer heyetleri İç-Asya'nın tarihe karışmış mazisine bi
raz ışık vererek aydınlattıkları zamandan beri anlamış bulunuyoruz.
di. Bunun üzerine iş hoşa gitmlyecek bir çıkmaza saptı. Canğ Çien
bu isteği yerine getirmekten çekindi, çünkü böyle yapacak olursa
hemen arkasından Vu-sun'larla, kudretli Çin imparatorunun ittifa
kma almakla şeref vereceği her hangi bir ehemmiyetsiz barbar ka
vim gibi müzakereye girişme yolunu kendi eliyle kapamış olacaktı.
Pek elverişli bir sırada çıkmıyan bu anlaşmazlığı yine nasılsa
düzelttiler, fakat artık görüşmeler öyle Canğ Çien'in düşündüğü gi
bi iyi bir hava içinde geçmedi. Gerçi kun-mi'nin ittifak yapmağa
gönlü var gibiydi, çünkü Hunların zorbalıklarına artık doyup kan
mıştı ; fakat teklif . ne kadar çekici de olsa böyle tehlikeli bir teşeb
büse açıkça girişivermekten kaçınıyordu. Uzaktaki müttefikinin ica
bında yapacağı yardımın, bu teşebbüse kızacağı muhakkak olan Hun
komşusunun çıkaracağı münasebetsizlikleri karşılıyacak kadar hoşa
gidecek ve hele faydalı olmıyacağmı pek iyi biliyoı·du. Hele kav
miyle beraber eski yurduna, Çin'lilerin komşuluğuna dönmek me
selesi hiç işine gelmiyordu . Canğ Çien bütün kandırma kabiliyetini
ele alarak Çin'le yapılacak ittifakın sağhyacağı bütün iyilikleri bi7
rer birer saydı döktü. Son koz olarak da kendisine karılığa bir Çin
prensesi de vadetti. Fakat kun-mi söz dinlemiyordu.
Müzakereler, kandırmalar haftalarca sürdü, bu arada ise Hun
büyük hükümdarı kendi aleyhine çevrilen dolabı haber almıştı. Hiç
bir izahat istemeğe ve fazla merasime lüzum görmeksizin Vu-sun'
ları yola getirme teşebbüsüne girişti. Talili Canğ Çien'in yüzüne o
vakit güldü, çünkü kun-mi bu tehditçi Hun teşebbüsünü haber alır
almaz, daha bir müddet önce reddettiği Çin teklifini hemen canla
başla kabul · etti.
Çin'liler böylece Vu-sun'larla itti.fakı imzaladılar, hatta içkiye
düşkün, yaşlı kun-mi'nin pis kokulu sarayına bir prenses de yolladı
lar, fakat artık bu işten yana başları ağrımaz olmuştu. İki barbar
kavmi birbirine tutuşturmuşlardı ya, maksat hasıl olmuştu, varsın
onlar boğazlaşsın dursunlar, hiç olmazsa kendileri onlarla o kadar
meşgul olnpyacaklardı.
Hulasa İ. ö. II - I. yüzyılda bol ve �aşılacak derecede tafsilatlı
Çin vakayinameleri, elçi raporları İç - Asya'nın her iki tarafına dair
bilgi vermektedirler. Görüyoruz ki bunlar daha o zamanlar, Altay'
ların doğu ve batısındaki bütün memleketleri, kavimleri, coğrafi
yerlerin i pek iyi biliyorlarmış.
B İ L İN M i Y E N t ç - .&. S YA
A LT I N DAG
altına geçmek bile buna bir tesir yapamıyordu. Sogdlar önce Efta
litaların boyunduruğu altında bulunurlarken, sonra Eftalitaları da
süpürüp geçen Batı - Kök Türklerinin hakimiyeti altına girmişlerdi.
Kaderlerine razı, yaşaytp gidiyorlardı; olsa olsa hareket serbestlik
lerine ve ticari faaliyetlerine bir engel çıkarıldığı zaman bir parça
kımıldanırlardı.
Fakat Sizabulos öyle her şeye kolay kanan bir adam değildi; el
çilerinin Acemlerin hainliğine kurban gittiklerini pekala anlamıştı.
Bununla beraber hemen münasebetleri kesme yoluna gidilmemiş,
onun yerine Maniakh'ın tavsiy·e ettigi çareye baş vurulmuştu.
Kök Türk elçileri bundan sonra esas konuya , Kök Türklerle Bi
zans'lılar arasında b ir ittifak anlaşması meselesine döndüler. Onla
ra, sınırlarına yakın olan b ütün düşmanlar tarafından (burada baş
ta Acemleri kast etmiş olacaklar) Bizans'a karşı vuku bulacak her
hangi bir hücumda Kök Türklerin de onlara saldıracağını vadet
tiler. Heyet başkanı anlaşmayı ellerini göğe kaldırarak yemin et
mek suretiyle mühürlemiş, bu taahhütleri yerine getirmiyecek o
lursa kendisinin en korkunç belalara uğramasını dilemişti.
Fakat ipek meselesinde Maniakh ve onun Sogd arkadaşları ga
rip bir surprize uğramışlardı. Onlar Bizans'lıların ipeği hiç bilme
diklerini veya hiç olmazsa büyük güçlüklerle elde edebildiklerini
sanmışlardı. Onun için yalnız bol miktarda ipeklileri değil, Bizans
imparatoru il. Just inus'un gösterdiği ipek böceklerini de görünce ve.
imparatordan kendilerinin de ipek yapmasını bildiklerini duyunca
son derece şaşıp kalmışlardı. Halbuki bu öyle zararsız bir göz boya
cılıktan başka bfr şey değildi.
Kayser Justinianus"un zamanında Bizans'a Hint'li papazlar gel
mişlerdi, ipek böceğini beraberlerinde getirenler ve ipekçiliği B i
zans'lılara gösterenler onlar olmuştu. Başka bir söylentiye göre ipek
böceğinin tohumunu B izans'a, hem de doğru Çin'den, ortası oyuk
bir deynek içinde olarak bir Acem getirmişti . Fakat bütün bu sır
ları öğrenmiş olmalarına rağmen Bizans'lılar , başka mütevassıt ti
_
caret yollarına muhtaç olmıyacak kadar ve istedikleri vasıfta ipek
elde edemiyorlardı. Onlar ipeği uzun zamandan beri Acemlerden al
mışlar, herhalde bundan böyle de onlardan alacaklardı, Sogdların
tavassut teklifleri bu işin eski gidişini değiştirmemişti.
Bununla beraber bu Kök Türk elçileri Bizans'Iıların ilgisini
fazlasiyle Üzerlerine çekmiş olduklarından, bunlar derhal bu dost
ziyaretini iadeye ve bu fırsattan faydalanarak Kök Türklerin kud
retleri ve Zı:?nginlikleri hakkında onlardan duyduklarının doğruluk
derecesini anlamak için kendi gözleriyle de görmeğe karar vermiş
lerdi.
Nitekim yol hazırlıkları tamam oluncaya kadar Bizans'lılar
Maniakh'ı salıvermediler. Böyle bir hazırlık Bizans'ta da öyle ak
şamdan sabaha oluveremiyordu . Epeyce kalabalık olan Bizans el
cilik heyeti nihayet . bir yıl sonra, L s. 568-de yola çıkt ı ; 11. Justinus
heyetin başına Kilikia'lı Zemarkhos·u �eçirmişti.
64 R İ l . İ '\ '\1 İ ) E '\ İÇ- \SY\
yazık ki, eski Bizans kaynakları bu uzun , herhalde çok dikkate de
ğer yolun ancak bir - iki bölümünü kaydetmektedirler. Hem bu bir
kaç verinti de bu neviden olarak ortaya atılan diğer malfımata ben
zemektedir. Mesela birkaç coğrafi yer adı veriliyor ki, b unlar pek
işimize yaramadıktan başka üstelik bir de bu kaynağın el yazması
aslına, ortaçağ kopyecisinin dikkatsizliği yüzünden yanlışlık karış
mış olması ve bize kalan her hangi bir yer adının böyle yanlış ya
zılmış bir ad olması ihtimali de vardır.
Zemarkhos kafilesi dönüşte Altındağ'dan, yani Ektag'tan kal
karak önce Kholyatalar memleketine vardı ( arada Talas'a uğrayı
şını şimdi hesaba katmıyoruz ) , oradan batıya doğru ilerliyerek yo
luna düşen Oykh adlı bir nehirden g-�çmesi icabetti, ondan sonra da
geniş bir bataklık geliyordu. Bizans'lılar üç gün kadar burada ka
larak dinlendiler. Zemarkhos bu koca bataklığın yanındaki mola ye
rinden Georgius adlı bir arkadaşını, elçiliğin memlekete dönmekte
olduğunu imparatora haber vermesi için, acele Bizans'a yolladı.
Georgius yanında on iki Kök Türk atlısiyle susuz, çıplak top
raklardan geçerek ötekilerden önce memlekete ulaşmak gayretiyle
yola açıldı.
Z�markhos'gil, üzerinde gidip gelmesi anlaşılan daha kolay o
lan ve her zaman kullanılan büyük yollardan birini tutarak batıya
doğru ilerlediler. Bu yol tabii yalnız barbarlar tarafından, o da ha
ber götürüp getirme maksadiyle kullanılırdı. Yolun oturulan yerler
den geçip geçmediği veya *i tarafında, oralarda sürülerini otlata·
rak barınan göçebeler bulunup bulunmadığı da belli değildir, fa
kat bu yolun yolculara lüzumlu suyu ve herhalde yiyeceği de ko
layca tedarik edebilecek dolaylardan geçtiği verilen kısa bilgiden
de anlaşılmaktadır.
Bizans'lılar bu dediğimiz mola yerinden kalkarak t.�hlikeli, ba
taklık arazide tam on iki gün durmadan yol aldılar. Başlarına bir
şey gelmemiş olmasını Kök Türk kılavuzlarına borçludurlar ; o böl
geleri avuçlarının içi gibi bilen bu adamlar, üzerinden emniyetle
geçilebilecek olan kumsal yerleri gösteriyorlardı. Bizans'lılar böy
lece ilerlediler, yol aldılar ; fakat yazık ki, yollarda görüp öğrendik
lerine dair tek bir kelime bile kaydetmemişlerdir. Sanki kendileri
için � büyük hadise yalnız büyük v-e geniş bir nehre ne zaman
raslanacağı imiş gibi, bataklık boş yerleri geçtikten sonra J'!ihayet
68 Rİ 1, j N M 1 Y F 'i fÇ - .\ S ' \
ması idi, çünkü bunun tam sırasıydı. Fakat Bizans'lıların aşırı ne
zaketi Turksanthos'a azıcık bile tesir etmedi, elçiye sertçe çıkıştı,
yalancılığını yüzüne vurdu ve imparatoru ile aynı ip üzerinde oyna
dığını söyledi . 11 0n türlü diliniz var ama, hileniz birdi r • dedi ve
sözüne kuvvet vermek için on parmağını ağzına soktu. Sonra, hay
retten donakalmış olan Valentinus'a izahat vermekte gecikmedi. O
nun kudretinden korkup kaçmış olan Avar kölelerini (Varkhoni
talar) ürkütüp kovalıyacakları yerde onları kabul etmiş ve Panno
nia'ya yerleştirmiş olan Bizans'lılar şimdi ne yüzle dostluktan ve
ittifaktan bahsediyorlardı? O nasıl olsa Avarların, o korkak kavmin
hakkından gelirdi, hem onları kılıçla temizlemiyecek, atlarının nalı
altında çiğnetecekti. Turksanthos o öfke ile yeniden Bizans'lılara
döndü. Bizans'a giden Kök Türk elçilerini Bizans'lılar ne diye Kaf
kasya'nın geçilmesi güç, tehlikeli yollarından götürüyorlardı? Bu
hep kötü niyetli olduklarından. ikiyüzlülüklerinden ve korkaklıkla
rındandı ; onun hücum edeceğinden korkuyorlardı. Ama Turksanthos
da Kök Türkler de Dnyeper'in ı Danapris) , Tuna'nın <İster ) ve Ma
k·::!donya'daki Meriç'in nerelerden &ktıklarını, Avarların Bizans
ülkesinde ne taraflara gittiklerini bilmez değillerdi. Bizans'lılar göz
lerini açmalılar ve Alanlarla Utigurları hatırlarına getirmelilerdi.
Onlar o kadar cesaretle, kahramanlıkla karşı gelmek istemişlerdi
de ne olmuşlardı, şimdi hep onun köleleri değiller miydi? Evet, Bi
zans'lılar kendilerine gelmeli ve doğudan batıya kadar bütün ka
vimlerin efendisinin Kök Türk olduğunu kafalarına iyice koyma
lı lardı.
Turksanthos, böy1ece korkuttuğu Bizans'lı elçileri, öfke ile söy
lediği gibi, kendisini �ahsen de ağır surette tahkir ettikleri için, ay
rıca ölümle de tehdidetti. Onu en büyük yas arasında rahatsız et
mişlerdi, üstelik bu yasa iştirak edecekleri ve suratlarını bıçakla
çentecekleri yerde arsızca kendilerini müdafaaya yeltenmişlerdi.
Valentinus ve arkadaşları, ne süslü sözlerin ne de karşılık verme
nin fayda etmiyeceğini gördüler. Yapılacak bir şey olmadığından
çaresiz üzerlerine zorla yükletilen yasa uyarak, inanmadıkları hal
de yine acele hançerlerini çıkarıp yüzlerini yaraladılar ve sonra bu
duruma boyun eğerek, yapmacık bir kederle, günlerce süren yas
törenini seyrettiler. Bir gün ortaya dört Kök Türk esiri g1<?tirdiler,
dördü de bağlıyciı; sonra hanın rahmetli babasının, Sizabulos'un
sevgili atlarını çektiler, ölüye onlarla haber salacaklardı. Son derece
il l ı. ı -. \l I ' ı: ' ı �.: - .\ s y .\ 73
Yalnız kalmış olan üstat. kum sahrasında tek başına yola düş
tü, yolun ne tarafa gittiği ancak hayvan pisliklerinden belliydi. An
sızın ileride bir kafile görd ü , Birkaç yüz kişi vardı; bu kalabalık ,
silahlı süvari alayı baştan aşagı kumaşa ve kürke bürünmüştü. Ki
mi deveye kimi ata binmişti, bayrakları dalgalanıyor; mızrakları pa
rıldıyordu. Kah yaklaşıyorlar, kah duruyorlardı. Bazan o kadar ya
kına geliyorlardı ki, adeta elini uzatsa onlara değecekti. Bazan da o
kadar uzağa geriliyorlardı ki, ancak görülebiliyorlardı. Üstat önce
bunları haydut sanmıştı, fakat bu koca kafilenin bir göz açıp ka
pamada kayboluverdiklerini görünce uyanık ruya gördüğünü, cin
lerin kendisiyle eğlendiklerini anladı . Böylece 80 li yol aldı.
bir ku v \' L't 1.ı u ldu. atı oa sa ı ı k i dcg ışmiş gibiydi. Yeniden toparlanıp
yola koyu lmu ş t u k i , on li gitmeden at birdenbire, şimdiye kadar
H 1 İ 1 \ :O. \ 83
1. ' \1 ' F ' İ <,: - '
onun en süslü salonuna girildi. Biraz sonra. yanında bir alay hala
yıkla, üstada • hoş geldi n • demek için kıraliçe de odaya girdi.
Artık ondan .sonra gezgin hacı nereye uğradıysa her tarafta bü
yük alayla karşılandı. Böylece Gav-çanğ'dan çıktıktan sonra çok
geçmeden pek tanınmış başka bir İç - Asya memleketine, Agni'ye
vardı. Burada önce büyük bir pınara uğrak verdi, sonra Gümüşdağ'ı
geçti. Bu Gümüşdağ gayet yüksek ve g·eniş yer tutan bir dağlık olup
a l ı. i � � ı r �: ı-; l ç - .\ s r 1ı. 85
Agni'de yalnız bir gece geçirdi, ertesi gün palas pandıras yola
düzüldü. Batıya doğru nehirler, vadiler geçer·ek birkaç yüz lili.k
yol aldıktan sonra yeni bir memleket hududuna erişti. Bu memle
kete Cü-şı diyorlardı. Burada da başkentte onu kıral karşıladı, ileri
gelen adamları da yanındaydı. Budist papazları ise, bu meşhur ha
cıyı karşılıyabilmek için bini bir arada şehrin kapısında itişip kakı
şıyorlardı. Batı memleketlerinde yolu ne yana düşerse her tarafta
yığın yığın budist müminler bulunmasından, pagodaların çokluğun-
R 1 L f .'\/ \f 1 Y E :-.; 1 c_; - >\ S Y \
İki günlük bir yolculuktan sonra iki bin kadar atlı Kök Türk
eşkıyasına rasladı ki, bunlar o sırada. soydukları bir kervandan el
lerine geçen malları paylaşıyorlard ı. Haydutlar malları paylaşama
dıkları için birbirine girmiş adeta boğazlaşıyorlardı. Ondan sonra
daha altı yüz li kadar yol aldı, arada küçük b i r çöl de geçti ki, bu
nun ötesinde Baluka bulunmaktaydı. Baluka memleketinde çok va
kit kaybetmiyerek hemen kuzeye doğru yoluna devam etti. Arkada
R I L l 'li M iY F: l'i i Ç - A S Y A. 147
Çadır birbirinden güzel altın sırmalı eşya ile süslü idi, bunlar
adeta gözleri kör edecek gibi parıldıyordu. Bütün ilerigelenler (tar.
kanlar ı yıere serili hasırlar Üzerinde oturmaktaydılar. Her birinin
sırtında, parıltılı sırmalarla işlenmiş süslü ipek elbiseler vardı. Ka
ğanın ardında muhafızları duruyordu. Hüan-dzanğ takdirle anlatır :
her ne kadar kağan göçebe bir kavme hükmetmekte ise de içinde
yaşadığı muhitin tanziminde gerçekten beğenilecek bir kibarlık
vardı. Üstat başÇadıra yaklaşırken - çadırın kapısına şöyle otuz
adım kala - kağan ona karşı geldi ve saygılı bir naziklikle çadıra
kadar kendisi götürdü, orada ikisi de. oturdular . Konuşma tercüman
yardımiyle yapılıyordu.
N ihaye t 1 245 y ı lınd a Lyon u synode n unda ilk olarak papa lV.
İ nnocentius tarafından Tatarlara elç iler yollanması, bu elçilerin o
zalim dinsizlerin bundan sonraki niyetlerini öğrenmeleri ve müm
kün olursa onları hak dine çevirmeleri kararlaştı, böylece belki bun
dan sonrası fçin felaketlere son verilebilecekti .
Nihayet " büyük han " seçimi töreni başladı. İlk günü oraya
toplanmış olan bütün Tatar ilerigelenleri beyaz diba giymişlerdi .
İ kinci günü elbisenin rengi al, üçüncü g ü n mavi olmuştu; dördüncü
günü ise hepsi de en ağır Bağdat dibasından kesilmiş urbalar giy
mişlerdi. Tahta parmaklıktan çadıra doğru iki kapı açılıyordu. Bun
ların birinden yalnız büyük hanın girmeğe hakkı vardı ve bunun
önünde nöbetçi yok idiyse de h iç kimse yaklaşmaya bile �esaret
edemiyordu . Ö teki kapıda kılıçlı, oklu ve yaylı askerler duruyor
du, seçimde oy sahibi olanlar bu kapıdan giriyorlardı. Buraya başka
her kim yaklaşırsa nöbetçiler yakalayıp adamakıllı pataklıyorlardı ,
b u haddini bilmez şayet kaçmağa kalkışırsa ardından, ucu küt kör
oklar yağdırırlard ı.
Taç giyme töreni burada değil, başka bir yerde yapıldı. Şira
Orda'dan at üstünde üç - dört saat gidilince, dağlar arasındaki bir
nehir boyunda son derece hoş manzaralı bir düzlüğe varılırdı. Altın
Orda dedikleri bu yerde başka bir muazzam çadır - saray bulunu
yordu. Küyük'ün tahta çıkarılma töreni ağustosun 1 7- sinde yapı
lacaktı, fakat bu iş geri kaldı, çünkü müthiş bir fırtına ' koptu, bü
tün vadiye çok zararlı dolu yağdı, bulutlardan o kadar çok ve o
derece büyük buz parçaları düştü ki, hava birdenbire iyileşerek bun
lar erimeğe başlayınca meydana gelen sel suyu pek çok çadır alıp
götürdü ve yüz altmış insan can verdi.
Demek k i bugün büyük hanın papaya IH! cevap ver "? İ Ş olduğunu
mektubun Latince ve Farsça tercümeleri nden i nceliyebilccek du
rumdayız. Bu cevap, doğrusu tepeden konuşa n . hat t a t eh d it çi bir .
Bir hançeri ateşe değdirmek veya bir baltayı ateşin yanına bi
le götürmek gibi adetleri bir dereceye kadar dini, şamanistik hura
felerle izah olunabilir. Kamçıya dayanmak veya kamçı ile oka do
kunmak caiz değildir. Kuş tutmak veya öldürmek yasaktır. Ata diz
ginle vurmak iyi değildir. Kemiği kemikle kırmak, sütü ve başka
içkiyi yere dökmek günahtır. Bu yasak şeyleri bilmiyerek işliyen
günahı için cezaya katlanmağa mecburdur. Fakat böyle bir günahı
bile bile işliyen kimse insafsızca ölüm cezası görür. Bundan başka
Moğolların yiyecek ve içecekle ilgili olarak garip adetleri vardır.
Bir kimse et lokmasını bir kere ağzına aldı mı, hoşuna gitsin git
mesin, onu yutmak zorundadır . . Eğer terbiyesizin biri her nasılsa
lokmayı tükürecek olsa onun cezası şudur : çadırın eteği altından
bir delik kazılır, suçluyu buradan dışarı sürüklerler, yani o adam
104 n t ı. I N M I Y F. � l ç - .� S Y �
dışarıya kapıda n çıkmağa bile layık görülmez, sonra dışarda hiç al:ı
madan öldürünceye kadar dayak atarlar.
Tatarlar arasında falcılık, büyücülük. sihirbazlık gibi şeyler
pek rağbettedir. Bir muameleye, büyük bir işe başlamak içi n en zi
yade yeni ayı beklerler, olsa olsa ay çeyrek halindeyken başlarlar.
Aya karşı bilhassa büyük saygıları vard ır. büyük han bile ayı diz
çökerek selamlar ve kötü ruhlardan korumasın ı ona yalvarır. Ta
tarlarca gü neş ayın anasıdır. Ateşe ne kadar temizleyici kudret
izafe ettiklerini şimdiye kadar da görmüştük. Hanlardan birine ya
bancılar, elçiler gelince, bunlar günahtan ve zararlı şeylerden kur
tulsunlar, temizlensinler d iye, iki ateş arasından geçirilir. getirilen
hediyeleri bile iki ateş arasındaki bir yoldan geçirirler.
Her hangi bir Tatar ölüm halinde ise çadırının önünde toprağa ,
üzerine kara keçe geçirilmiş mızrak dikerler. Bu. yabancı bir kim
senin o eve gi rmesi doğru olmadığını gösteren bir alamettir ; bunu
di nlemeyip içeri giren kimse uzun müddet cenabet. yani mundar
olur · ve böylesi büyük hanın veya sair büyüklerin katına çıkamaz.
Eğer hasta ölürse ve tesadüfen nüfuzlu adamlardan biri ise kıra
götürürler ve sağlığında en çok hoşla ndığı yere gömerler. Mezarına
çadırını kurarlar, kend isin i ortaya oturttuktan sonra önüne. üzerin
de et yığılı bir tepsi ve bir testi kısrak sütü bulunan bir masa ko
yarlar. Yanına tayiyle beraber daha bir kısrak ve bütün takımlariy
Je bir binek atı da gömerler. Bundan başka bfr at kesilerek etini
cenaze ziyafetinde yerler, derisini de samanla doldurduktan sonra
sırıklar üzerinde mezarın tepesine dikerler. Cenaze ziyafetinde kur
ban edilen atın kemiklerini, ölünün ruhunun selameti için ateşte
yakarlar. Mezara altın ve gümüş eşya da konur. Ölenin en sevdiği
arabasını. kırıp dağıtırlar, çadırını bozarlar ve onun adını tam üç
nesil boyunca kimse ağzına alamaz.
Daha yüksek mevki sahibi olanları daha başka türlü gömer
ler. Cenazeyi gizlice bozkıra götürürler ve nereye gömüldüğünü hiç
bir vakit kimsenin öğrenmemesine dikkat ederler. Cenaze alayı ta
sarlanan yere varınca çimenleri büyük parc;alar halinde k � ldırırlar.
oraya mezar çukurunu kazarlar, fakat ölüyü oraya değil çukurun
altında yan tarafa doğru oydukları koridor gibi bir yere bırakırlar.
Cenaze töreni ölüyü, en sevdiği kölesinin sırtına bindirmekle baş
lar ve o zavallıyı, pek de hoş olmıyan vaziyetinden ancak, korkudan
B I L İ !\' M I Y E N iÇ - A S YA 105
Çin'de evliya gibi yaşıya n . çok bilgili. Çanğ-c;un adlı bir papaz
\·ardı. Bu zat Hüan-dzanğ'm mensup olduğu cemaatten, yani budist
değildi, Çin"in en eski hakimine. Konfucius'a da yemin etmemişti.
Kendisi. hususiyle o vakitler her ikisiyle de taban tabana zıt olan
bir dinin, taoizmin hak olduğunu ilan etmekteydi . Çanğ-çun bir
taoist bonzdu. Onun sembolü. dininin kurucusu , hayatı esrarla dolu
Lav-dzı, çok eski devirde, büyük rakibi Konfuc ius ile aynı çağda fa
aliyette bulu nmuştu. ı i . ö. VI. yüzyıl. ı Hayatın manasını. esrarlı.
anlaşılmaz, belirsiz davı onun izinde aramaktaydı. Çang-çun, dün
yanın alayişli sevinçlerinden bütün kalbiyle nefret eden hakiki bir
filozof gibi yaşıyordu. Uzak diyarlara ün salnıı�tı, işitenler onun
adını saygı ve hayranlıkla anarlardı.
ğolistan oldugu ndan göze çarpacak bir şey yoktu. Fakat dağlardan
inip de bir tablo güzelliği yle uzanan vadide, sokaklarının nereler
den geı;tiği bile halli bcHi olan eski b ir şehir öreniyle karşılaştığı
zaman o n ispette fazla şaşıp kaldı. Civardaki Moğolların doğrula
dıkları gibi. bu şehir eski Kitaylar tarafından yapılmıştı . Gerçekten
göçebelerin dedikleri hakikata uymaktaydı. çünkü yıkıntılar arasın
da araştırmalar yapan ü stadın bulduğu ·çatı kiremitleri üzerinde Ki
tay yazısı vardı.
Teramuzuıı :1 ü nde sık çam ağaçlariyle örtülü yüksek bir dağa
-
c>rtesi gün Çinkai çıkıp gelerek . Ceng iz handan aldığı talimat üze
rine yolculuğun bundan sonraki kısmını kendisi idare edeceğini ve
l.ıu suretle hükümdarın karargahını daha · kolayca bulmağı temin
edeceğini söylemişti. " Dağların vahşi adamı " nın - Çanğ-çun te
vazu ile kendine bu adı veriyordu - bu sonsuz gezginlik zaten pek
hoşuna gitmiyordu ve nezaketle de olsa, sırasını düşürdükçe uzunca
bir mola tavsiye eder yahut da , davetçi gelinceye kadar bulunduğu
yerde beklese daha iyi olacağını ileri sürerdi.
'
Bu sefer dP. aynı bahaneye baş v urmak istediyse de Çinkai bu
lüzumsuz duraklama niyetlerini anlamazlıktan geld i ; zaten başka
türlü de yapamazdı, çünkü buraya, Cengiz hanın vakit geçirmek
sizin mümk;.in olan süratle karargahına gelmeleri hakkındaki kesin
talimatını üstada bildirmeğe gelmişti. Tabii buna karşı bir ses çıka
rılamazdı. Acele tedbirler alındı. Dik dağlardan, dar patikalardan
geçmek lazım geliyordu , şu halde arabaları orada bırakmalıyı:l ı.
Herkes ata binecekti, maiyetindeki adamların en lüzumluları ge
lecek, ötekiler orada kalacaktı. Ü stat ciğeri yanarak da olsa tale
belerinin bir kısmından ayrılmak zorunda kalmıştı. Bunlardan do
kuzunu orada bırakıyordu, mamafih Moğollar, kendisi ziyaretinden
dönünceye kadar, onlara iyi bakmışlar, rahatları için yakın ilgi gös
termişlerdi. Kendilerine ayrı bir pagoda yapmışlar, yapı işine şeh
rin küçüğü büyüğü iştirak etmiş, zenginler parayla, fakirler elleri
nin emeğiyle yardımda bulunmuşlardı. Bir ay bile geçmeden pa
goda meydana gelmiş ve adına, Çr.nğ-çun'un doğduğu köyün :'ldı
olan Si-hia kilisesi denmişti.
Çanğ-c;un 'gil bir nehir boy unda yollarına batıya doğru devam
etti ler ve nispeten ehemmiyetsiz birkac: k on ak tan sonra yeniden,
pek tanınmış bir yere vardılar. Burası, içinde oturanların. Türk as
lından olan Uygurları n diliyle Beşbalık .. Be!! şe h i r adını ta�ımakta u
tine dönmekte olan Çin elçisiyle karşılaştırdı. Çin elçisinin, onu il
gilendirecek bir haberi de vardı : Cengiz hanı tahminen iki ay ön
ce görmüştü, tam Khvarizm sultanını kovalamağa gidiyordu.
Soğuk kış ayları, birer birer işte böyle gelip geçti. Şubatın ba
şında, Çunğ-lu keşif yolundan dönerek. her şeyin hazır. köprüle
rin tamir edilmiş olduğunu ve imparatorun Hindukuş'un kuzey -
doğusunda Çanğ-çun'u beklediğini haber verdi. Üstat hoşnutsuzlu
ğunu hiç gizlemedi. Yine rahatını kaçırıyorlardı, bu yetmiyormuş
gibi bir de Amu-derya'dan güneye doğru bütü ı. pirinç ve sebzeleri
yok ettiklerini duymuştu ; belki icendine yiyecı�k bile bulamıyacak
tı. Derken bahar geldi, badem ağaçları çiçeklerini döktüler, fakat
hala hareket etmiyordu. Nihayet nisanın sonunda acele haberciler
gelip onu bularak, vakit geçirmeksizin hazırlanıp Cengiz hana ka
vuşmak üzere yola çıkmasını, çünkü onun. taoizmin derin hikmet
lerini dii'ılemek için sabırsızlıkla beklemekte olduğunu bildirdiler.
�z değildir.
h ir, Togu zo guz la r 1 11 başkenti clduğunu, yazın müthiş sıcak, kışın ise
ha vasını n o n i s pe tte tatlı idiğini anlatır. Toguzoguzlar memleketin
d en ad ların ı wydığı ta h mi ne n yirmi kadar şehir, nahiye veya köy
den olsa olsa daha bir tanesi, Pancikath kayde deger. Bu da İranca
bir ad olup " Beş şeh ir demektir. Ta ri h i coğrafya bilgisi olmaksızın
..
ten maada daha da ileri giderek Arabistan'ı. Sur_i yc'yi. İ ran'ı, Mezo
pot a:m ya y ı d rak ı . Anadohı'yu gezd i , Güney - H ı ısya 'yı y<ı hut o za
'
başkentleri ola n Del h i 'yc vardı ve parasız, basit taşıtlarla, hatta l:ok
vakit yaya olarak yolcu luk yapan bu seyy ah burada da ya ban c ıl ı k,
bir vazife vermek suretiyle güven ini göstererek, elçi olarak onu Çin
imparatoruna gönderd i. Bu yolculuğunda Malabar kıyılarına, Doğu
ve Batı - Asya ticaretinin birleştiği çok öneml i bir liman olan Kali
küt'e uğradı. Fakat durup d inlenmeden dünya gezenlerin başlarına
gelen akıbet onu da bulmakta geeikmedi. Bütün pılı pırtısını, serve
tini teşkil eden kölelerini bir Çin gemisine yükletmişken, gemi ha
bersizce kalkıverdi, o kalakalmıştı. Şikayet etmekle, gürültü çıkar
makla derdine çare bulunamıyacağını iyi biliyordu. Başka bir gemi
buldu, Maldiv adalarına çıktı, bir buçuk yıl orada kaldı. Nihayet
kese iyice suyunu çekince yeniden kadı oldu. Çok geçmedi, yine
duramıyarak Seylan'a, Hindistan yarımadasına ve Çin'e gitti .
a t ların yem i n i veri yorlıır '-' <' k � ı ı d i fakir azıklarını y i yeb i l iyorlard ı .
i h n i R a t u t a . nerede !'<'y a lr n t cd<.'r�,c cbiıı , cıra n ın iıdct k r i ı ı e uycı r
d ı : m ide ı rıeı.;clcs i nde de nazla n maz, herkes ne yerse o da o n u y<'rd i .
Simd i Türkler a rasıı ıcla s<:yahat ediyord u . O n lar dev c• y i a nı ba
ya koşuyor b r d ı , o d a koşmm;; t u. O n la r dii9i y i , yani dcı rıyı suyu
sa l;:ı ra k ôdcta iı; ilccek kadar d u ru pişi r i yo r l a r gü neşte kuru lulmu�
,
uydu.
Arkcı larından Tatar k o v al ıyo rm u:.ı gibi g i d i yorlard ı , devele r i n
y iyeceği o t bulunmıyan v e ic_:me suyu d a birbiri nden i k i g ü n l i ı k
uzak lıkla rda o l a n kuyu larda n p.;üçbc liı tedarik edileb ilen b u <; d ge r-
1,· ckten fazla ru h o. t a ranaccı k yer deg i ld i r . v�ki t kayhol ma:;ııı d i y e
a r a ba ıı ıı ı il' i n d c uy uyorlar v e a z ı k la r ı n ı. d a o rarla y i vo.rl;• r d ı . rı;;_,·
lc<:e so l ıı l• :;oluğa bir g id i�ten sonra develer d e , l< e n d i k r i Jc lı i t l< � ı ı
b i r lıddc çöl ü n ö te ya11 1 ndaki Khvarizm �chr1 ne vard ılar.
K hvarizm, bugü n k ü H i ve'nin er,ki ad ıdır ve c:oğu T ü r k . hepsi
mü s !ü ın a n olan halkınd a n esk i eoğrcıfya ve tari h b ilgi n leri pek �·0 1 -;
,
ikram ettiler.
lar gibi cesur bir seyyah aynı yoldan gitmeyi denedi. O iki Batı'lı
cizvit gerçekten insan takatinin üstünde zahmetlere katlanarak bu
yolları yapmışlar ve içlerinden biri, d'Orville, Hindistan'd,a ki Agra'
ya varır varmaz, çektiği güçlük ve sıkıntılar yüzünden ölmüştü.
termediği bir devirde bile pek çok defa basıldı. Fakat asıl şaşılacak
şey, kitaba karşı gösterilen sevginin hala azalmamış oluşudur ve bu
renkli, baştan başa taze seyahatnameyi sırf kendi zevkleri için se
ve seve okuyanlar pek çoktur. Bu cesur, fakat aynı zamanda başa
rılı yolculuğu hikaye eden kitap etrafında, uzun zaman eşi görül
medik bir karışıklık çıkmıştı. Yazarının doğru sözlülüğünden, ilmi
csaslılığından şüphe edenler olmuştu. Ama beri tarafta coşkun ta
raftarları da vardı ki. bunlar da öbürlerinin hücumları nispetinde bü
tü n varlıklariyle kitabı müdafaa ediyorlardı. Hayli kızışan ve çığ
rındar çıkan bu münakaşa kaoanalı çok olmamıştır. Böylece bu se
yahat hakkında bilgi edinirken yalnız İç - Asya'nın en doğu ve en
güney kısımlarının keşfiyle önümüze kendiliğinden. meraklı bir
mozaik tablo acıJmakJa kal maz. aynı zamanda Batı ilim dünyası
nın bununla ilgili tenki dciliğiyle de karşılaşırız ki. bu tetkik ve
kontrol her hangi bir keşiftl':ı haber almakla yetinmiyerek onu ten
kidin sert, hatta hazan pek fazla sert görüşlerine göre parçalarına
da ayırır.
lerin yok olduğunu yazar. Başka bir defa da, oturduğu evin yakı
nına, gürültülü göklerden, değirmen taşı büyüklüğünde bir buz düş
müştür ve fırtına geçtikten sonra kazma kürekle parçalamışlar ve
hadise yazın en sıcak günlerinde olduğu halde, buz tamamiyle eri
yinceye kadar üç gün geçmiştir.
Huc ile Gabct , Do l o n nor sehri nde birtakım geveze Çi n'l ilerin
nğzını araştırmakla ka l m ı va rak lamaların kend ileriyle de ya k ın ta
n ışıklık kurmu�la rdı. Kend ileri süy lem iyorla rst\° da asıl niyetlerin
den v�.zgeçerek yollarını Urga yer i ne batıya doğru değiştirmeğe,
lamalarla görüştükten sonra, burada karar vermiş olsal�r gere k t i r .
Lüzumlu gördükleri her şeyi öğrendi kten sonra toplandılar v� ufa
cık kervanlariyle çölden, bozkırdnn ge<.:ec e k olan yolsuz yol3 a :: ı !
d ılar. Şimdi artık lama elbisesi giyiyorlar ve tıpkı lamalar gibi ya
samağa çalı�ıyorlardı . Kend isi de bu hayatı tatmış olan, fakat fazla
sert, hem de kendi temayüllerine ayk ırı bulduğundan bir türlü
katlanamadığı manastır hayatına yüz çevirmiş bulunan Sumdaci
yemba'nın, papazları n bu gayretlerinde mükemmel bir yardımcı,
hatta üstat olduğu anla�ılmıştı. Lamalar, ispirtolu i ç k i kullanmazlar
RfLfNMIYEN f Ç - A S \' A
la dolar. Sağda, solda serabın cilveli oyunları görülür. İşte bir za
manlar sahradaki uğursuz cinlerin oyunları sandıkları bu seraptı
ve Hüan-dzanğ'ın dehşetle açılan . gözleri önüne külihlı, atlı haydut
çeteleri çıkaran da yine bu idi.
Ruslar bu yayla üzerinde daha beş gün yol aldıktan sonra San
çun yanında ilk Tibet konak yerine ulaştılar. Lhasa yolculuğunun
galiba biraz güç olacağını daha burada anlaqılar. Gerçekten baş
kent de bu beklenmedik yabancıların mevsimsiz gelişlerini vaktinde
haber almıştı. Prjevalski, adamlariyle birlikte Napçu'ya doğru gi
den yola sapınca karşısına kesin bir emirle Lhasa'dan gönderilen,
önce Moğol, sonra Tibet'li delegeler çıkarak ileriye bir adım daha
atmamasını, başkente girmeyi hiç aklından geçirmeyip bir an önce
Tibet arazisini terk etmeyi düşünr:ıesini kendisine bildi rdiler. Bu
yasağı hiçe saymanın ne ağır neticeleri olabileceğini anlamamak
kabil değildi. Bu on üç Avrupa'lı her ne kadar gayet mükemmel si
la hlanmış idiyseler de, ezici bir üstün kuvvete muvaffakıyetle kar
şı gelmeyi tabii hatırlarından geçiremezlerdi . Bundan maada kış
kırtılmış olan halk da kervanı her tarafta dfü�manca karşılamaktan
ve en lüzumlu şeyleri satmaktan bile çekinmekteydi .
• 1914 - ı s harbi. S. K.
B I L I N M I Y EN iÇ - A SYA 167
Prjevalski'nin şahsi tesiri pek büyüktü. Onun elinin altı nda bir
alay Rus keşifçisi yetişmiştir ki, bunların en ünlüsü olan Kozlov'u
ihtısasın dar çerçevesi dışında da pek iyi tanırlar.
Sergüzeştçi bir ruhla yaratılmış olan Sven Hedin Doğu ile da-
168 BİLİNM IYEN f Ç - A S YA
ha pek genç iken tanışmış ve ona karşı olan bağlılığından bir da
ha kurtulamamıştır. Arka arkaya düzdüğü sefer heyetlerini yo
rulmak b ilmeksizin İ ç - Asya topraklarına götürmüş, arası kesilmi
yen bu seyahatlerde Tarım tıavzasının ve Tibet'in sırlarını araştır
mıştır. Ve bu arada her ne kadar yıllar uçup gitmişse de o, ruhun
da daima genç kalmıştır ve ak saçlı başiyle de kervanlarını yine
aynı, yirmi küsur yaşındaki ilk seyahatlerinde olduğu kadar heye
canla idare etmektedir. Onun çeşitli zengin seyahatlerine, bir yı
ğın kitabına bakarak içlerinden hangisinin daha büyük, daha ö
nf"mli olduğunu bilemeyiz, seçmekte güçlük çekeriz, y;.ne de, bı
raktığı hAtıraların en güzeli ve en ölmezi belki de 1 906 - 1 908 - deki
S eyahı:ıtinde Tibet'te yaptığı araştırmalar sırasında keşfettiği ve
ilim dünyasının, Macar seyyahı L. Loczy'nin eserinden sade fara
ziye olarak sezdiği Transhimalaya sıradağlarını baştan başa dola
şarak ilmi şekilde yşzmasıdır. Şimdi biz de kalkıp, tam şu sırada
Tibet'e yeni bir kervan hazırlamakta olan Sven Hedin'i Hindistan'
da ziyaret edelim.
kat Sven Hedin iyi başlam tş olan bu Şigatse ziyareti. vakitsiz ya
k�yı ele vererek bozulmasın diye. durmağa cesaret edemiyordu.
rudan doğruya hiç bağı olmıyan bir Türk kavmi bulacaktı. Ama
'Y ugar ve Ungarus adları arasındaki akla uygun benzerlik onu ya
nıJttı ise, bu yanlışlığı ona yüklemek doğru olmaz. Rusya'yı dolaş
mış o]an seyyahların kitaplarında Yugria diye bir kuzey ülkesinin
adı tam o sıralarda ortaya atılmış bulunuyordu. Alimlerimiz git
tikçe artan bir ilgi ile gözlerini bu esrarlı memlekete çevirdiler,
sonradan anlaşıldığına göre boşuna da değil, çünkü orada oturanlar,
Vogullarla Ostyaklar dil bakımından gerçekten Macarlığın en yakın
hısımlarıdır. Fakat bu iş o vakitler hiç de şimdiki kadar aydınlan
mış değildi, zira kardeşsiz sanıları dilimizin hısımlarını o zamanlar
hala el yordamı ile araştırıyorlardı. Asya meselelerindeki bilgisiz
lik yalnız memleketimize mahsus bir şey değildi. O sıralarda ilk
defa ortaya çıkan Uygur adını aşırı bir tarafgirlikle Yugria ile bir
leştirmek istiyen bilginlere yabancı memleketlerde de raslanıyordu.
Demek oluyor ki o zamanlar, birisinin Tibet kaynaklarındaki
Yugar kavmiyle Macar anatarihi arasında bağlar aramağa kal
kışması pek öyle ayıplanacak bir kusur sayılmıyordu, hatta mesele
yi bugünkü görüşümüzle de incelediğimiz zaman Körösi Csoma'nın
Yugarlar memleketine tasarladığı seyahatini başaramayışına ancak
acınmamız gerektir. Herhalde aradığının orada bulunmadığını ken
disi de görmüş olacaktı, fakat eğer o Su-cov'lu Yögurların dilini ve
tarihini Tibet araştırmalarında göstermiş olduğu esaslı çalışmayla
ve o sonsuz ilim sevgisiyle incelemiş olsaydı bu dikkate değer ka
vim döküntüsü hakkında bugün, ehemmiyetiyle ölçülemiyecek de
recede az, kısa ve zayıf bilgiyle yetinecek durumda bulunmazdık.
Bundan maada, unutulup gitmiş olan eski İç - Asya'nın keşfinin,
onun araştırmalariyle başJamış bulunacağını da düşünürsek bu sa
hada 60 70 yıl kaybetmemiş olacağımız kendiliğinden meydana
-
çıkar.
Su - cov boyundaki Yugarlar ülkesi• Körösi Csoma'dan sonra
•
Yenisey kıyısında birtakım yazılı anıt taşlar çıkmıştı ki, keşif olun
maları ve çözülmeleriyle bütün ilim dünyası çalkanmıştı. Bu yazılı
kayalar kont Zichy'nin de gözünden kaçmamış olmalıdır, zira yan
larına almış oldukları Buryat laması Gomboev İrkutsk müzesinde
kendisine aynı bu yazılarla oyulmuş taş eserler göstermişti ve haki
katen Urga'ya vardığı zaman bu garip kaya yazısını hatll'lamıştı.
Nalaikha, Tola ve Kerulen nehirleri kıyılarına küçük bir gezi yapa
rak o meşhur anıtları gördü, içlerinde en fazla göze çarpanı, Kök
Türk devlet adalnı Tonyukuk'un yazılı anıtını adiyle de kaydeder,
hatta, herhalde Gomboev'in gayretiyle olacak, seyahatine dair kale
me almış olduğu mufassal raporuna bu yazılı taşın el yazması su
retini de komuştur. Yazık ki, bu ziyaret meraklı bir turist gezisin
den daha verimli olmamış, hakkında o sıralarda ciltler yazılan Kök
Türk devlet adamını Zichy Moğol hanı sanmıştır. Bu bilinen eserle
rin temaşasında, onların resimlerini çekme işinin ihmalinden başka,
o böigelerde daha etraflı incelemeler yapılmasının da ne kadar zah
mete değer olduğunu ise daha sonraki yıllarda oralarda yeni yeni,
büyük yazılı taşların çıkışı meydana koymuştur.
Macar araştırıcılarının dikkati İç - Asya'nın gittikçe batıya dü
şen bölgelerine doğru çevrilmişti. Bu bölgeleri dolaşarak yaptığı ke
şiflerle, İç - Asya'nın Avrupa'ca tanınması tarihine adını silinmez
bir şekilde yazdıran bilgin seyyahlarımız çoktur. Fakat bunlar, araş
tırılacak alana fazla · sayıda, iyi donanmış sefer heyefleri yerine,
tek başlarına, yahut olsa olsa birkaç geçirici ile gidiyorlardı. Her ne
kadar Hive'nin ve Buhara'nın Rus işgali altına geçmesi ve Trans -
Hazer demiryolunun yapılışiyle artık araştırmaların hareket nok
tasına kolayca varılıyor idiyse de, asıl keşif yolculuğu, zahmetleri
ve tehlikeleriyle, bu seyyahlardan da o eski çığır açıcılardan istediği
kadar şahsi fedakarlık ve yoksulluğa katlanış istiyordu.
Fransa'da yerleşmiş olan K. Ujfalvy 1 876 - 1882 yılları ara
sında İç Asya'yı üç kere ziyaret etti. Semerkant havalisini dolaştı
-
mişti. O zamana kadar elde bulunan kırık dökük kısa metinlere iki
uzun yazıt da katılmıştı. Bu esrarlı yazılarla baştan aşağı dolu
iki yeni yazıt, görünüş itibariyle de gösterişli idi. Bunlardan biri hiç
bir eksiksiz, dikildiği yerde, taş tabana dayalı bir halde duruyordu.
332 santimetre boyundaki bu taşın 23 1 santimetrelik kısmı yazılıydı.
Genişliği 132, kalınlığı da 46 santimdi. Öteki anıt taş bir zamanlar
yerinden yıkılmİştı ve dört parçaya ayrılmış bir halde taş kaidenin
etrafında yatmaktaydı. Artık metin bakımından eksiklik yoktu, zira
taşın sade ön tarafında kırk satır sıralanmakla kalmıyor, kaya par
çasının öteki yüzleri de yazı işaretleriyle doldurulmuş bulunuyordu.
Böyle sevinç verici bir şekilde artmış olan bilinmiyen dilli ve
yazılı eserlerin çözümü artık· imkansız gözükmüyordu. Fakat bil
ginler, çok çetin olduğu şüphesiz görünen bu işte beklemedikleri
başka yardım da buldular. Yeniden keşfedilen her iki anıt üzerinde
Çince yazılar da vardı. Bunların yardımiyle bu iki taşın hangi ka
vimden kalma .olduğunu tesbit etmek kolaydı. Bunun üzerine an
laşıldı ki, biri 732, öteki 734 yıllarından kalma olan bu iki yazıt,
Çin kaynaklarınca evvelden beri pek iyi bilinen Kök Türk · kavmi
hükümdarlarından birinin, Bilge kağanın ve küçük kardeşi, seçkin
komutan Kül teginin hatıralarını anmaktadır. Sonra bu ele geçiri
len bilgiler sayesinde bu yazıtların anlaşılmaz satırları arasında
eski Türk dillerinden �irinin gizlendiği tahmin edildiği için, bun
ların çözümüne bir adım daha yaklaşılmış oldu. Fakat 'oradaki Çin
ce yazının, bilinmiyen metnin tam tercümesi olmadığı, onun nis
petsiz derecede kısa oluşundan da, daha önce anlaşılmıştı.
Artık o zaman bilginler arasında, bu, VIII. yüzyıldan kalma
Kök Türk yazıtlarını ilk önce kimin dile getirebileceği ve hele tam
anlamını kimin ortaya koyabileceği yolunda bir yarıştır başladı. Bu
yenişme çabuk neticelendi : 1893 te, tanınmış Danimarka'lı alim
-
dillerinden anlamak şarttı, çünkü her iki yazıt da biraz eskice, fa
kat halis Türk diliyle yazılmıştı.
Danimarka'lı alimin bu çözümü nasıl elde ettiği gerçekten me
raklı bir şeydir. Bu gibi işler için mazbut bir kafa, sistemli bir dü
şünce kabiliyeti lazım olduğu mı.ıhakkaktır, fakat iyi bir talihin yar
dımı olmadan bu mükemmel hazırlığın da her zaman amaca ulaştı
ramıyacağı inkar edilemez.
İ lk önce Thomsen'in di kkati her iki yazıtta da, birbirine mu
vazi kelime uygunluklarına ilişmiştir. Yoliyle düşünen bir bilgin
için kendi başına bu basit müşahede bile mükemmel bir hareket
noktasıdır. Zira her hangi bir kimse c.özüm<> başlamadan önce, harf
lerin birbiri ardına nasıl sıralandığı, sonra da satırların nasıl de
vam ettikleri mesel�sini aydınlatması lazımdır. Bir de satırlar aca
ba Çincede olduğu gibi sağdan sola doğru mu okunacaktır, yoksa
Moğolcadaki gibi soldan sağa mı? Birbirine muvazi olan metin par
çaları meseleyi açıkça meydana koydular : satırlar sağdan sola git
mektedir. Dikkatli incelemelerle Thomsen meselenin bütün ayrın
tılarını aydınlatmıştı. Böylece, yeni bir adım o'!ıarak harflerin yu
karıdan aşağı okunacağını anladığı gibi, daha sonra yazı işaretlerini
tabii duruşlarına göre değil, yan çevirerek hem de her işaretin te
pesi sola, kuyruğu ise sağa düşecek şekilde birbiri altına sıralanmış
olduğunu fark etti. Buna göre harf ve satırların sırası ve durumu
şöyledir :
... ._ c.ı
Asıl çözüm bundan sonra geliyordu. Henüz tek bir harf bile ta
,
nımadığı için, önce evvelden hazırlanmış bir istatistiğe göre bu
işaretlerden hangilerinin vokal, hangilerinin konsonan olduğunu an
lamayı denedi. Ondan sonrası artık talih meselesiydi : değişik tah
minlere göre seçtiği üç vokal işaretinden, sonradan anlaşıldığı gibi,
ikisinin kıymetini (i,u) tam olarak bulmuştu, fakat üçüncüsü uy
mamıştı ve bu üçüncü had o kadar karışıklığa yol açtı ki, bilginin
neşesi tamamiyle kaçmış ve uzun zaman yazıtlara elini sürmemişti.
Thomsen, bu inatla dayatan yazıyı sonra tekrar eline aldığı vakit,
başka Dir usul denedi. Yazıtların Çince kısmında birç-Ok ilerigelen
B t L f N M h E l'I f Ç - A S YA 199
bir şeyler ele geçirdikleri yerlerin sistemli bir çalışma ile Avrupa'lı
bilginler tarafından da arnştırılması yerinde olacağı düşüncesi git
tikçe daha belirli olarak meydan aldı. Bu tasarı çabucak gerçekleşti
ve tıpkı evvelki coği·afya ara�tırı�J.larının hazırlık ve heyecanlariyle
yeni birtakım sefer heyetleri ve tek başın:.. çıkan araştırıcılar İç
Asya'da eski eserler aramağa koyuldular. Bunlar da kalabalıktı,
Avrupa'nın bütün medeni milletleri, birbiriyle adeta yarış ederce
sine bu ortak işe katıldılar. Ve netice gecikmedi, İç - Asya'nın ar
keoloji bakımından açınlanması, aynı zaman içinde yapılan coğraf
ya araştırmalarının övünebileceği neticelerle her bakımdan boy öl
çüşebilecek bir gelişme gösterdi.
Ve şimdi arkeoloji keşiflerinin tarihine dönüp bakarsak, bu bü
yük başarıda en önde gelen çehrenin, elde ettiği neticelerle bütün
arkadaşlarını çok geride bırakan işçinin, bizim seçkin yurttaşımız
A. Stein olduğunu görerek gurur duyarız.
A. Stein pek genç yaşında, daha üniversite talebesi iken yaban
cı memleketlere düştü. Önce Viyana'da, sonra Almanya'da, en ni
hayet Londra'da okudu ve artık kader onun bir daha yurduna an
cak misafirlikle dönmesini istedi. İngiliz hizmetine girdi ve vazife
aldığı yerde, en elverişli şartlar içinde, çok güzel neticeler vadeden
etütlerine devam etti. Resmi vazifesi kendisini Ku:r:ey - Hindistan'a
bağlıyordu, fakat bu arada, durup dinlenmeden, hayalinde hep ku
zey sınırlarının özlemiyle, zihninde hep, o esrarlı Himalaya'nın öte
sinde ne vardır, sorusiyle ilmi çalışmasına devam ediyordu.
Dutreuil de Rhins'in kumlar altından c:ıkarılmış garip el yaz
masının havadisi bilginler arasında o sıralarda ( 1 89 7 ) yayılmıştı,
bu heves verici haber A. Stein'ın merakını büsbütün artırdı. Er
tesi yıl ( 1 898) artık bir istida ile Hint hükümetine dayanıyor ve
bundan bir İç - Asya seyahati tasarısını ilk defa ortaya atıyor. Yan
lış kapı çalmamıştı, hiç zorluk çekmeden seyahat müsaadesini aldığı
gibi, ayrıca maddi yardım da gördü. A. Stein'ın büyük değeri şura
dadır ki, her ne kadar gözünün önünde sadece arkeoloji amaçları
canlanıyor idiyse de tabiat bilgilerini de ihmal etmemiş ve imkan
buldukça her zaman yanında ihtısas adamı bulundurmuştur. Fakat
bu alanda da en birinci ihtısas adamının yine kendisi olduğu sonra
dan anlaşılmıştır. Raporlarında övünerek, şükran duyarak tekrar
tekrar andığı gibi, Budapeşte Ludovika harb okulunun seçkin bir
2 12 BİLINMİYEN I Ç - A S Y.A
Sven Hedin resmi Çin çevreleriyle gayet iyi bir anlayışla çalış
mış ve hatta büyük bir maharetle idare ettiği işleri sayesinde Nan
king hükümetinin en değerli bir iş ortağı olmuştur. Bütün Çin Tür
kistanı boyunca kurduğu meteoroloji müşahede istasyonları ile Çin'
liler gurur duyarlar. Merkezi Çin hükümetinin en zor problemi,
memleketin münakale şartlarının çözümüdür. Sven Hedin Nanking
hükümetine bu alanda da yardım etmeğe çalışarak o zamanki plan
lara göre çabucak yapılması gereken Çin Türkistanı demiryoliyle
otomobil yolu işini incelemeğe başlamıştı ( 1933 - 1934) . Bu keşif
seyahati esnasında kısa bir zaman sürmek üzere asi general Ma
Çunğ-yin'in esaretine bile düşmüştü. Bütün bunlarla beraber Sven
Hedin'in bu son seyahatlerinin öyle oportunist, neticesiz gösterişçi
teşebbüsler olduğu hatıra gelmemelidir. O, bazı tesadüfi işler ba
şardığı gibi, pek değerli coğrafya müşahedelerinde de bulunmuştur.
Hatta yanına katılan ve ayak bağı bir ukala saydıkları Çin'li ar
kadaşların hazan gerçekten değerli bir bilgin olduğu da meydana
çıkmıştı. 1927 - 1929 seferinde Sven Hedin'in İsa'dan sonra 1. yüz
yıla ait binlere varan Çin el yazıları bulduğunu, V - VII. yüzyıllar
dan kalan mezar yazıtlariyle Moğol devrine ait iki dilli yazıtların
226 DILINMIYEN İ Ç - A S \' A
KHOTAN
makta idi. Bu dilin çözümü fazla zahmetli olmadı, hatta çok geçme
den, bunun gerçekten İran dillerinden olduğu ve İ. s. 1. . yüzyılda
Baktria'da konuşulan dilin yakın akrabası bulu nduğunu da meyda
na çıkardılar.
Khotan'da Saka dilinin bulunuşu ve onun çözümü İç - Asya se
ferlerinin en güzel neticelerinden biridir.
Fakat bununla, Khotan dolaylarında yapılan kazıların ortaya
çıkcırdığı şaşırtıcı şeylerin hiç de sonuna ermiş değiliz.
kat geniş ölçüde bir din yayımı neticesi olarak tamamiyle budist
ülkesi haline geli:yor. Büyük kervan yolunun orta hattındaki Kaş
gar ile Kuça güney, hinayana mezhebine, güney yolunun vaha -
tılıyorlar.
Budizmin Hindistan'da kovalandığı sıralarda oradan kaçan
keşişlere ve okumuşlara ilk kapısını açan Khotan olmuştur. Burası,
o yok yoksul papazlara yalnız barınacak yer vermekle kalmıyarak
onları iyi hayata, zenginliğe kavuşturmuştur. İ . s. IV. yüzyılın sonun
da ve V. yüzyılın başlarında brehmenizm baskısı o kadar artmıştı ki,
Hindistan'da budizmin adeta adı bile anılmaz olmuştu . K hotan işte
bu sırada, kovalanan budizmin korunma hisarı, cenneti haline gel
miştir. VII. yüzyılın ortalarında budist hacısı Hüa n-dzanğ Hindis
tan dönüşü Kkotan'dan geçnek Çin'e giderken budizmin oradaki
büyüklüğünü ve zenginliğ i n i hayranlıkla görmüştü. Onun zama
nında Khotan'daki manastırların sc.ıyısı yüzden aşağı değildi ve e n
aşağı b e ş bin keşiş dine h izmet ediyordu. Budist kavimlerin edebi
yatında b i r yığın eser, budizmin cenneti olan Khota n 'dan bahse
der. Bunlardan sade en hacimlisini, en tanın mış ola nını hatırlat
mak için, daha sonraki budizmin şeriat küll iyatından ola n Tancur'
da kalın bir eserin Khotan tar i h i nden bc.ıhs�ttiğini kaydedebiliriz.
Ama bu tarih budizmin K hotan'<laki değ işik, fakat her zaman par
lak talihin i n hikayesinden başka bir şey değildir.
Şu hale göre şimdi A. Stein'ın Khotan kazıları budist büyüklüğü
nün eski, harap eserlerini yığıniyle ortaya dökmüşse bu şaşılacak
bir şey m idir? Eski başkentte, Yotkan'da kazma kürek altından ma
nastırlar, keşiş hücreleri çıktı. Dandan-uilik 'teki budist örenleri ol
dukça sonraki zamana, VII. yüzyıla aitti rler. Oradaki mukaddes ya
�)ıların samanlı kerpiçle örülmüş duvarları tempera boyalı resim
lerle süslenmiştir. Yüzyılların harap ettiği örenlerden çıkan resim
döküntüleri, sanat güzelliği ve nispetli ölçüleriyle bugün dahi sey-
2'42 B I L I N M I Y E N I Ç - A S \' A
Buradaki budist sanatı İ�· - Asya 'nın her bakımdan birikme ha
vuzu olan bu kısmı nda çeşitli yabancı tesirlerin hakiki aynası ol
muştur. Bu itibarla buluntu kümelerinln hemen hepsinde, Khotan'
da olduğu gibi Kuça'da vey a Turfan'da ua dinci sanatın her çeşit iz
lerini. Hint unsurların ı . İran, hatta Acem tesirini, daha sonraki çağ
larda ise Çin sı.ınatının resim işaretlerin i . küçük veya büyük ölçü
de bulabilmemizde şaşılacak hiçbir şey yoktur. Fakat dıştan gelen
bütü n bu sanat ilhamlarını ilkin Batı'lı seyircilerin gözünde öteki,
esas itibariyle Avrupa'dan gelme ve iç - Asya'da budizm ile beraber
yayılarak yine bud izm ile Çin'e ulaşan sanat tesiri adeta ezmiştir.
J3u sanat okulu aslında Yunandır ve ilk olarak şekillendiği yer Af
ganistan'ın kuzey - doğu, Hindistan'ın kuzey - batı kısmında yayılan
eski Gandhara ülkesidir. Bu greko - budist, elenistik sanat, sonraki
Baktria Yunan beyliklerinin Elen saııati yle Hi ndistan tarafından
gelen budist şekil resmi sanatçılığ ı n ı n kucaklaşmı.ısından türemiş
tir. Geçen yüzyılın sonunda Gandhara'nın budizm konulu elenistik
sanatını ortaya c;ıkardıkları zamun batı dünyası, Yunan sanatının
bu, doğu malzeme ve konu işini birbirine uyduran örtüsü altında da
saygıya değer eserleri karşısında hayretle karışık bir hayranlık gös
termiştir. Fakat Yunan ilhamı, budist ikonoğrafyasının kendisinde
de bir devrim olmuştur. E"'ki Hint dü�üııcesine göre Buddha şahsi·
yetsizdi , dinci sanatta onun resm ini bile yapmağı denememişlerdi,
varlığını sembolik şekilde, mesela ayak izleriyle, boş biı:: taht ile
sezdirirlerdi . Yunan sanatının tesiriylcdir ki, eski şekil verme tar
zından kolayca ayrılmışlar ve Apollo'nun tasvirlerinden örnek ala
rak Buddha'ya antropomorfik suretler vermişlerd ir.
T U R F A N
Turfan'a sefer yapan Almar. heyeti nin bilgin üyeleri ikinci yol
culuklarında bugünkü Karakoca'nın yerindeki eski Gav-çanğ yahut
Koço'nun sistem li bir şekilde açı lması n a karar verdikleri zaman
toprağa karışmış olan bu ma nastır şehrinin önemlice yapıları nın ö
renlerini sırayla gözden geçi rmişlerd i . Bu eski şehrin yapı küme
lerinden birini kazarken kubbeli yapı lardan birinin içinde duvarla
örülmüş bir kapıya rasladılar. Eski kubbe göçmüştü, fakat daha
sonraki budist keşişleri bunun üzerine yeni bir tabaka çekmişler ve
altında ne b u lunduğunu herhalde bilmedikleri yıkın tı yığın ı üzeri
ne manastırlarını yapmışlardı. Alınanlar döşemeyi söküyorlar, eski
kubbenin y ıkıntılarını buluyorlar ve karşılarına du varla örülmüş
büyük bir oda çık ıyor. O zaman bilginler önlerine açılan tüyler ür
pertici manzara karşısında ayakları yere çakılı bir halde, dehşet
içinde kalıyorlar.
Turfan vahası da, tıpkı Kuça veya Khotan gibi budist idi. Bu
kovalanan d i n daha IX. yüzyılın ortalarında olan, büyük yıkıntı
dan sonra da - nihayet hakimiyeti büsbütün muzaffer İslamlığa bı
rakmak üzere - bir müddet için canlandı.
ikinci bir Uygur devleti kurmuşlardı ki, buna ancak Moğol istilası
son vermiştk.
Kabul resmi, gece geç vakte kadar süren bir ziyafetle bitti. Seçme
yemek ve içkiler, musiki ve ozanların şarkılariyle veriliyordu. Er
tesi sabah han bütün ailesi ve elçiyle birlikte bir göle sandal safa
sına gitti ve sandal gezisi devam ettiği müddetçe musiki kıyıda dur
madan çaldı.
Çin'li elçi şehri gezmeğe a ncak üçüncü gün vakit bulabildi. O
gün 637 de yapılmış bir budist tapınağını ziyaret etti. Şehirde ya
-
Dünyayı dolduran iki unsur, iyi ve kötü - biri ışık öbürü loşluk -
birbiriyle sonsuz mücadele halindedir. Her birinin kendi ayrı mah
llıkları, ayrı ülkeleri vardır. Mücadele tabiatiyle iyi unsurun, ışı
ğın zaferiyle sona erer. Kainatın meydana gelişi, ileride sona erişi,
o zamana kadar sürecek olan mücadele bütün ayrıntılariyle, yoru
cu bir dikkatle hazırlanmış kozmogoni, metafizik ve ahlak ilimle
rinde gösterilmiştir. Akidesinin ilanı ve yayımı için Mani daha
sağlığında kilisesini kurmuş ve sonraları burada cemaatinin ve pa
pazlarının tam olarak tesbit edilmiş olan rütbe ve dereceleri (hie
rarkhia) de meydana gelmiştir.
Mani'nin kurduğu din , maniheizm. iV. yüzyılda Batı'da, hele
Afrika'da ve Küçük-Asya'da tehlikeli bir şekilde genişlemeğe baş
lamıştı, öyle ki bir zamanlar artık hıristiyanhğın varlığını adeta
tehdidediyordu. Bilindiği gibi bizzat Aziz Augustinus bile tam dokuz
yıl bu dini gütmüştü. Fakat bu kadar başarı ile yayılmakta olan isti
lacı maniheizm sonraları mücadelenin arkasını getire.nemiş ve Ba
tı'da muzaffer hıristiyanlık, daha sonra Doğu'da isliımlık onun ya
zılı eserlerini bile yok etmişlerdir. Mani'nin akideleri böylece en
esrarlı dinlerin biri haline gelmiş ve onun hakkında bildiklerimiz
ancak hıristiyan ve müslüman dincilerinin münakaşalı yazılarında
görülen, hem de çok zaman esaslı bile , olmıyan birtakım din pren
siplerinden ibaret kalmıştır.
Mani bir müddet İran'da dinini başarı ile yayabilmiş, fakat çok
geçmeden gözden düşmüş ve yalnız kilisesi takiplere uğramakla
kalmamış, kendisine de zulümler yapılmış ve nihayet vücudu in
safsızca ortadan kaldırılmıştır. O zaman çömezleri, papazları zo
raki birer din davetçisi olarak İç-Asya'ya dökülmüşler ve bu kova
lanan dine orada taze toprak, kendilerine de geçim yolu aramağa
koyulmuşlardır. Maniheizm akidesi İç - Asya'daki sönüp parlıyan
yaşayışında birtakım yeni budist unsurlarının katılmasiyle geniş
lemiştir. Büyük İç-Asya kazıları bu tarihe karışmış din üzerine de
ışık serpmiş, bu sayede kaybolan mukaddes kitaplarının bir kısmı
meydana çıkarıldığı gibi İç-Asya, Çin ve batı-hıristiyanlık ve is
lam kaynaklarını karşılaştırmak suretiyle, maniheizmin esas aki
delerini ortaya dökecek ve daha .sonraki değişikliklerini aydınlata
€ak olan temel ciddi bir şekilde atılmıştır.
Çin tarihçilerinin anlattıklarına göre 7 1 9 da bir maniheist pa-
-
252 BİLİNMİYEN t Ç - .\ S Y A
ku, beş yüz yıl sonra, i�t� bu hanların arasından, hem de harika
lı şartlar altında c: ıkmı�. Bu hikayeyi, eğer aşağıdaki şekilde keş
fedilmiş olmasaydı , kimse bilmiyecekti.
Orkhon nehri kıyısında bir şehir öreni ile harabe halinde bir
saray vardır. Bu şehre bir zamanlar Ordu-balık derlerdi ve o adı
gec;en sarayın önünde eski çağlardan kalma birkaç yazılı taş bugün
de görülmektedir. Bu ta�ları büyük han ÖgödeCin zamanında yer
lerinden oynatmı�lar, sözü gec;en yazıtı o vakit bulmuşlardır. Bü
yük han bu yazının ne anlattığını incelemelerini emir etmiş, fa
kat bir sürü kavim ve kabile içinde onu çözecek bir kişi çıkma
mıştır. Nihayet Khatay'dan okumuş adamlar getirtmişler, bunlar
kendi harfleriyle yazılmış olan yazıtı çözmilşlerdir ki, bu yazı şun
ları anlatmaktadır :
lerce yıl önce bir kere yaşamışlardır ve iyi ameller tıpkı kötülük
ler gibi, meyvalarını verirler.
Khatay'dan nomu anlıyan adamlar gelince yerli büyücülerle,
kamlarla münakaşaya başladılar. Mukaddes kitaplarının şurasın
dan, burasından az bir şey okuduktan sonra açık münakaşada bü
yücülerle kamları adeta perişan ettiler. Uygur kavminin bu dine,
nom adamlarının yaydıkları dine· katılmaları böyle olmuştu.
Bilginlerin derhal farkına vardıkları gibi, Cuvayni'nin anlat
tığı bu efsane Orkhon boyu Uygurlarının ünlü hükümdarlariylc
ilgilidir ve Çin'den gelen papazların onun kavmini nasıl maniheiz
me çevirdiklerini de söylemektedir. Cuvayni XIII. yüzyılda yaşa
mıştır ve kendi notlariyle genişletmiş olduğu eski gelenekçi efsane
onun kaleminde epeyce şekil değiştirmiştir. Buku hanın maniheist
papazlarının Uygurlara götürdükleri mukaddes kitapların budist
likle ilgili olduğu da ancak bu değişikliklerle izah olunabilir.
Turfan kazıları sırasında Murtuk'ta birçok Uygur el yazması
ı.ırasında birkaç yapraklık yarım yamalak bir metin de çıkmıştır.
Sayfaların kenarları yıpranmış, yazısı yer yer silinmiş olmakla be
raber bu metnin hecelene hecelene çözülmesi yine de zahmetine
değmiştir, çünkü bu, bir zamanlar Avrupa biçiminde ciltlenmiş
olan kitabın parçaları olması lazım gelen sayfalarda efsanevi Bögü
hanın hikayesi vardır. Eserin başı yoktur, sonu da eksiktir. Onun
için ne maksatla kaleme alınmış olduğunu söylemek zordur. Uy
gurların Mani dinine dönüşlerini hikaye etmekte ise de bu noksan
eser belki de rapor veya mektup şeklinde olarak o zamanlar geç
miş olan hadiseleri anlatmaktadır yahut da· kim bilir sadece ma
niheizın din edebiyatına ait daha sonraki zamanlardan kalma bir
eser olup bu tarihi olayı sırf bir ibret dersi olarak e.le almıştır.
Turfan yadigarına göre Bögü han maniheizme döndükten son
ra müşavirlerinden birinin, bir tarhanın fesatçı sözlerine kapıla
rak. çok geçmeden bu dinden yüz çevirmiş, hatta Mani akidesine
ve kilisesine karşı kötü bir harekette de bulunmuştur. Bu kötülü
ğün ne olduğu o parça yazıdan anlaşılmamaktadır. İsyancı tarhan,
kavminin atalardan kalma kurumlarını ve savaşçı ruhunu koru
mak istediği için hükümdarını yabancı dine ve onun yabancı pa
pazlarına karşı kışkırtmıştı. Fakat bunlardan bir şey çıkmadı, Çin'-
B ILiNMiYEN i Ç - A S YA 257
ayııı zamanda iyi ile ki;üi nün de karşılığıdır. İlkin karanlık ışığa
h ücum etm i ş , onu gl't;m i� Ye ülkesinin bir kısmını Ple geçirmişti.
Zapt olunan yerde ışık ve karanlık birbirine karışıyor, bu !�;:.:ybo
l:ı n toprakta tanrılık ışığının ıı emanation ıı u yeni bir savaşa baş
lıyor ve bu seferki çarpı§mada karanlık altta kalıyor. Işıkla karan
lığın birbirine karışan unsurlarından gök, toprak ve ilk insan çifti
meydana geliyor.
ve dağlar aşıp buralara, D u rı- hmırıg ' d a k i E i ! ı U u d d h<! mag<! W l<0 ::1-
na geldiğini Vanğ dav-şı'ya da anlattı.
Seçme işinin tam hararetle devam ettiği bir sırada irli ki bir
gün Vanğ dav-şı'nın aklına ne geldiyse, birdenbire mağaraya ye
niden bir duvar çektiği gibi Allaha ısmarladık bile demeden va
hada kayboldu. Neden sonra, artık içi rahat etmiş olacaktı ki, tek
rar mağaralarının yanına dönüp geldi. Yeniden kıymetli evrak
vermesi tabii hatıra bile gelemezdi. Bereket versin dışarda bulu
nan el yazmalariyle resimleri, tapınaklarının tamirine karşı teklif
8fL1 N �I İ \' E N İ <,: - . \ S Y .\ 265
ettiği büyük para karşılığı olarak A. Stei n'a teslim etmekte gü<:
lük çıkarmadı. Fakat talihli araştırıcı, emniyet altına aldığı gani
meti, yirmi dört sandık yazma eserle beş sandık resi m · ve işlemeyi
Londra'ya doğru yola çıkarırken, bu başarıya da şükredebilirdi.
Şöhretli Fransız bilgini P. Pelliot da tam bu sıralarda İç As -
fan 'a gitmişti. Öbür kısmı ise Çin'in bugünkü Gan-su eyaletine sı
ğınmıştı. Çin kaynakları, siyasi bakımdan o kadar önemli olan Tur
fan kümesi ile de oldukça az meşgul olurlar. Ö teden beri daha az
cinemi olan Gan-su Uygurları hakkında ise hemen pek az bir şey
söyliyecekleri kendiliğinden anlaşılır. Fakat bu pek az bir şey on
ların tarihlerini, hatta yabancı Türk kabileleri seli içinde Turfan
Uygurlarının adlarının bile unutulduğu sonraki zamanlarda da açık
r;a takibedebilmemize fazlasiyle yetişir.
Sarı Uygurlara boyun eğdirdiğini söyler. Daha sonraki bir Çin ta
rih kitabı Sarı Uygurların nerelerde oturciuklarını da yakından an
latır, çünkü Çin askeri garnizonlarından birinin Gan-cov'dan 1500
li uzaklıkta güney - batıda bulunan An-dinğ'in onların ülkesinde
,
bulunduğunu söyler. Çin başkentini 1 081 de ziyaret eden bir Kho
-
ESKİ TİBFT
Kırk yıl böyle geçtikten sonra nihayet bir gün hükümdarın ka
tında esrarlı beş yabancı adam göründü. O zaman bunlar bu sonsuz
ıstırapların ve sefilliğin neden ilerigeldiğini anlattılar. Beş yabancı
nasıl beklenmeden geldiyse yine öyle kimseye gözükmeden kaybol
du. Ama hükümdar onların dediklerini anlamıştı, hazne dairesinden
o dört parça gök armağanını getirtti, onları bayraklarının ucuna
bağlattı ve herkesin bunların önünde secdeye kapanmaJ.arını emir
etfi.. Şaşılacak şekilde, bütün belalar birden geçti . Nur topu gibi
çocuklar doğmağa başladı, ekin ve meyva h0J oldu, açlık ve ölet
BiLiNMiYEN i Ç - A S YA 279
sona enli, dü:1y:ı 5en1i!i: ,.c � :�:-ıdetlc doldu. Gökten gelen bir ses To
tori'ye, haleflerinden beşincisinin, bu dört mübarek eşyayı kullan
masını da bileceğini anlattı.
Bu fal çıktı. Totori'nin, tahtında beşinci halefi olan Srong-btsan
Sgam-po mE:mleketine hudizm dinini soktu ve bununla gerçekten
budistliğin dört mukaddes alametinin manasını anladığını gösterdi.
Srong-btsan Sgam-po İ. 617 - de doğdu ve dünyaya gelişi
s.
lerle dolu hayatını gözden geçirirken eski pagan din ile ne kanlı
savaşlar geçirmek zorunda kaldığını görmüştük. Şu halde bu sökü
Jemiyecek kadar kökleşmiş olan atalar - dini acaba ne idi? Bu di
nin adı bondu, neyi ihtiva ettiği ise bugün her zamankinden esrar
hdır. Bu atalar - dini inatçı mücadeleye rağmen yıkıldı. Fakat her
yerde olduğu gibi, karşısındaki düşman, yani budizm de tam bir
zafer elde edememiştir, çiğnenen pagan dinin hurafeleri, mahalli
talimleri farkım:. ,,arılmadan onun akideleri arasına sokulmuştur.
Bon dinine gelince, yüzyılların fırtınalarına dayanmış ve Tibet'in
yanaşılmaz bölgelerinde bugüne kadar yaşamış ise de, o da artık
eskisi değildir. Hayatına kast eden yabancı dine karşı canını ve
rircesine beyhude uğraştı, yavaş yavaş kendisinin de içerden ve
dıştan gelen budist tesirlerle dolduğunu gördü.
Eski bon dininin, göçebe çobanların eski şamanizmlerinden
ba:;ka bir şey olmadığını söylerler. Bu gelişigüzel hüküm esasen
meseleyi etraflıca incelemekten kaçınmak demektir. Çünkü pek
ziy�de umumileşmiş olan şamanizm adı altında elle tutulabilecek
b:r muhtevayı beyhude araştırırız. Sibirya'daki Goldlarla Buryat
larırı güttükleri dinin şamanizmin Tibet'teki bon dininin aynı ol
duğunu en sathi tetkikçi bile iddia edemez.
Eski Tibet din ulularının eserlerinde o büyük pagan düşma
nın dini hakkında µzun boylu bilgi aramamız tabiatiyle beyhude
d ir. Budizm unsurları ile doldurulmuş bugünkü bon dini ise eski
karanlık günlerin başlangıçları hakkında ancak vasıtalı şekilde yol
gösterebilmektedir. Bu zor meselenin aydınlatılması gelecek ne
si ller bilginlerini beklemektedir. Şimdilik Çin'lilerden, VI. yüzyıl
Tibet pagan dini hakkında bize kalmış olan kısa birtakım kayıtlar
la yetinmemiz lazımdır.
Tibet ilerigelenleri her yıl bir kere u küçük andiçme • törenine
toplanırlardı. O zaman koyun, köpek . maymun kurban edilirdi.
Kurbanlık hayvanların önce ayaklarını kırarlar, sonra keserler, iç
uzuvlarını çıkarırlar, parçalarlardı. Büyücü papazlar gök, toprak,
dr-� ğlar, nehirler, güneş, ay ve yıldızlar tanrılarına . yalvarırlardı . .
lık'ı ele geçirdiler ve 1 urfan şehri yağmacı Tibet ord uların ın elin
den güçlükle kurtuldu . Fakat Tibet büyük devletinin güneşi bu
son başarılardan sonra artık düşmeğe başlıyor ve 886 yılındaki bü
yük yenilgi kesin olarak kaderini damgalıyor. S ı n ır bölgelerini
hep kaybediyorlar, kuzey eyaletleri Turfan Uygurlarının eline
geçiyor. Bu suretle. budizm memlekette kuvvetlendikçe savaşçı
ruhun zayıflayışı ve imparatorluğun gittikçe b üzül üp ufalışı hay
rete değer. Budizm, pagan bon dinini yere sermeğe muvaffak ol
muş, mukaddes·. Hint k itaplarının tercümesine ve tefsirine yaman
bir gayretle sarılmış, ayni :&amanda ise Tibet artık 1 1 25 y ı lların
Turfan ve hele Dun - hua nğ'da bulunan Tibetçe yazılar ise daha
sonraki zamanlara ve budizme ait şeylerdir.
İ ç - Asya'nın eski tarihi bakımından VIII - X. yüzyıldan kal
ma Tibet eserleri içinde asıl budist olmıyanları ayrıca dikkate de
ğer bulunmaktadır. Bunlann arasında IX. yüzyıldan kalma, şim
diye kadar henüz tanıtılmamış ve Uygurcadan Tibetçeye çevrilmiş
bir el yazması vardır ki, askeri bir keşif yolculuğunun neticeleri
ni hükümdara arz etmekte ve gönderilen elçi, İ ç - Asya seyahatin
de nerede, hangi kavimlere rasladığını anlatmaktadır. Bunun gibi
değerli eserlere onların arasında pek az raslanır.
yıl şonra da (435) sürgün olarak Mısır'a gitmek zorunda kaldı. Ki-
n 1 1. 1 N M İ Y 'E N İÇ - A SYA 297
piskopos rütbesi nde olmak üzere yed i min orita yollamıştı. Bu yed i
kişiden üçü yolda ö l m ü ş . biri geri dönmüş, öteki üçü 1 3 0 8 de sağ -
yüzyılda ( 907 - 1 1 25) bütün Kuzey - Çin'i hükümleri altına alm ış
lardı. Birtakım yeni göçebe kabilelerin onla r ın yerine geçişleri du
rumu değiştirmedi. Ku zey - Çin ondan sonra da Kitay, Khatay ola
rak kalmış, Moğol - çağının Batı'lı seyyahları da onu bu adla tanımış
lardır. Hatta Kitay adı Moğolcada olduğu gibi bugünkü Rusçada bi
le Çin'li anlamına gelmekted ir. Yine göçebelikten kalma olan ·To-ba
kavminin adı da Çin için tıpkı böyle olmuştur. Çin'i onlar da işgal
etmişlerdi ( 3 86 534) , onların adları olan Tabgaç, daha sonraki Kök
-
Türkler ve Uygurlar için hala Çin'i, iabii onun kuzey bölgesini gös
termektedir. İşte Tangut adiyle de durum böyledir. Eski, gerçek
Tangutların izleri çoktan kaybolmuştur, yerlerine gelen Tibet' l i
kabnelere o taraflardaki kavimler Tangut demeye devam etmişler
ve hala da böyle demektedirler.
il i 1 . i :\ ,. i ' ı·: !\ i (,'. - .\ � y \ 313
Çin' lilerin a k ı l ermiyen yazı b ilgileri onlarla uzu nca zaman te
rr,c::;tr,. bulunan kuzey ve ba t ı göçebeler i n i n dehşetli hoşlarına gi
dud i . Eğer tesadüfen her hangi bir d i n in okur - yazar papazları yazı
J.> ı i iıni n i o n la ra öğretmezlerse, Çin i m paratoriyle yapaca k ları mek
tuplcı �malar için h ükümdarla r ı n ı n saraylarında Ç i n ' l i yazıc ılar bu
lundurmakla yetinirlerdi. Okumağa hevesli, a y d ı n olmak istiyen
314 B i L İ N M I Y E :-. iÇ -AS YA
ra i leri yolladığı elçi döndü ve Moğol kabile başka nının önce kendi
sini oldukça soğuk karşıladığını, fakat duygularının yavaş yavaş de
ğişerek, ne istiyorlarmış bakalım o Ruslar, gelsinler kendileri yü
züme anlatsınlar, diye birkaç askerini yolladığını haber verdi. Ker
van toparlandı ve Moğol kılavuzun yönetimi ile, her şeyi toza batı
ran bir çöl kasırgası altında başkanın karargahına yollandı. Dur
gun kum deryasının ortasında eski medeniyetlerin tektük kalıntı
ları, batmış gemilerin enkazı gibi duruyordu. İ lkin Atsa-tsonci ku
lesi nin yıkıntıları gözüktü. Bu bir zamanlar Kara khoto şehrini
gözetliyen askeri garnizonlardan biri olmalıydı. Atsa-tsonci'nin bi
raz ötesinde Toroi-onze adlı bir yer vardı ki, Torgut başkanının tav
siyesi üzerine Kozlov karargahını buraya kurmuştu. Fakat artık
başkanın karargahı da uzak değildi. Etrafta göçebelerin keçe çadır
ları gözükmüştü, bu çadırlar yüz elli kadar vardı. Karargaha ol
dukça karışık duygularla yaklaşıyorlardı, çünkü aşağılatıcı bir tarz
da herkesin di line destan olmuş olan : ağaçlar arasında en kötüsü
tograk, Moğollar arasında en kötüsü Torgut, diyen Moğol ata sözünü
h i liyorlardı.
Ne olur ne olmaz, Moğolların adetini yerine getirerek, saygı
alameti olan ipek örtüyü ( khadok ı başkana vermek üzere tercümanı
tekra" yolladılar.
Kozlov'un bu nezaketi tesirsiz kalmadı, başkanın gösterdiği il
t i fat hudutsuzdu. Ona süslü bir çadır kurdurdu, hizmeti-ne adam
lar verd irdi, asıl hepsinden ehemmiyetlisi, lafsız sözsüz, örenler ara
sında araştırma yapmasına izin verdi. Kozlov'un anlattığı gibi, se
yaha tinin başlıca amaçlarından biri Kara khoto örenlerinin açıl
ması idi. Arkeoloj i bakımından o kadar çok şey vadeden bu kum
lar a ltında kalmış örenlerden, başka bir Rus seyyahının, Potanin'in
raporundan bilgi edinmişti. Pota nin'den sonra oralarda dolaşmış o
lan başka Rus coğrafyacıları civar göçebeler arasında beyhude so
ruşturmalarda bulunmuşlardı, fakat ölü şehir hakkında kimsenin
bir bildiği yoktu. Bu durum Kozlov'un Kara khoto eserlerine karşı
olan merakını büsbütün artırmıştı.
Hayva nlarını, lüzumsuz eşyasını Toroi-onze'de, karargahında
bırakıp yanına sa.de birkaç adamını ve tahminine göre örenler ara
sındaki araştırmalar sırasında yetişecek kadar y iyecek, içecek aldı.
Torgut başkanının iyiliği onu boşuna yoklamalardan ve sonu be-
BİLINMİYEN İ Ç - A S YA
rilip oradan da, anlaşılan cıTacirler sokağ ı n olarak şehrin doğu ka
pısına giden yol anacadde olmalıydı.
asıl i inemli olan şey şu idi ki, daha bu ilk, daha ziyade keşif yol
culuğu sayılabilecek araştırma seferinde de anlaşılmaz .Tangut ya
zısiyle ve Tangutça hayli el yazması ve kitap parçaları bulmuştu.
Kozlov'un ilk raporları Petresburg'a varır varmaz Rus İ lim A
kademisi kendisine, ilk fırsatta hemen tekrar Kara khoto'yu ziya
ret etmesi ve başladığı araştırmalara daha esaslı bir şekilde devam
eylemesi için talimat verdi. Bu işe. Kozlov'un kendi tahmininden
daha çabuk sıra geldi. Tibet seyahatinden ·ister istemez vazgeçince
döndü ve ertesi 1 909 yılı may ısında yine ölü şehrin örenleri ara
sında idi. Kervaııının bir kısmını, biriken sandıklarla ve adamla
rından birinin idaresi altında, vakit geçirmeksizin Urga'ya yolla
dı. Kendisi de 2 1 deve, yetecek kadar hizmetkarla ve birkaç · Rusla,
iyi bildigi örenlerin arasına daldı. Torgut kabile başkaniyle ahbap
lığı yeniledi. Sonradan a nlaşıldığı gibi bunun çok faydasını gör
müştü , çünkü onun yardımı olmaksızın kazılarda lüzumlu ameleyi
kolay kolay bulamıyacaktı. İş rahatça ilerledi ve örenler arasında
çalışan Rusların yiyeceklerini ve içecek sularını hep kabile başkanı
kendisi temin etti.
Çok sayıdaki ırgatlara iş dayanmıyordu. Kumlar altına gömü
iu yapılar sihirbaz elinden çıkıyormuş gibi yüze geliyor, yavaş ya
vaş, sıra sıra sokaklar meydana çıkıyordu. Basit göçebe ırgatlarının
ne kadar hevesle çalıştı kları ve kürekleriyle kumların altından ye
ni eserler çıkardıkca bilgin efendileriyle beraber nasıl heyecan duy
<lukla'.·ı görülecek şc>yd i. Önce �ehrin kuzey kenarında bir tapınak
meydana çıkarmıştı ki, bunun alt kısmı şaşılacak derecede sağlam
kalmıştı. Tapınai;ın mihrabını bulmuşlardı, üzerinde eski budist
tanrı heykelleri duran süslü tabanlar orada idi, duvarlarda ise din
konulu fresklerin parça ları görülüyordu.
Çok geçmeden, yorucu bir biteviyelikle sürüp giden budist eser
lerinin kazılması işinden usanarak başka yerlerde araştırmağa baş
ladılar. Şehir surunun dışında, kurumuş bir nehrin kıyısında bü
yücek bir budist stupası buldular. Kozlov Kara khoto'daki araştır
malarının en güzel neticesini bu stupaya borçludur. Sıkıca kitlen
miş olan stupanın içinden bez, ipek ve kağıt üzerine boyanmış 300
kadar budist tablosu çıktığı gibi, bundan başka burada yığın yığın
heykel cikler, ağaç oymalar, küçük stupa modelleri gizlenmişti. Bu
zengin buluntu - kümesinin ayrı bir değeri de el değmiy�cek şekil-
B I L I N M I Y F. N i Ç - A S YA ,21
tiği Ninğ-hia surları önünde öldü. Ordusu, şehri birkaç gün sonra
yine zaptetti ve çekilen düşmanın büyüğü küçüğü koca Moğol im
paratoruna ahirette hizmet etsin diye bütün halkını kıl ıçtan ge
çirdi.
Cengiz hanın dostça olmıyan bu ziyaretinden sonra Tangut
başkenti harap olmuşsa da Tangut devleti ondan sonra da epeyce
bir zaman yaşadı. Marco Polo'nun meşhur kitabında görüyoruz ki.
vasal durumuna düşmüş olan Tangut devleti Venedik'li seyyahın
zamanında henüz mevcuttur, nitekim M. Polo · vaha - şehirlerden
bazılarını kaydetmekte ve kısmen kendi gördüklerine, kısmen de
işittiklerine dayanarak Şa-cov ı Sachion ı , Hami ( KamulJ , Çingi n
talas ( Cincitalas) , Su-cov ( Succiur) , Gan-cov ( Kampion ) ve Ezina
hakkında bilgi vermektedir. Bunların hepsi de bilinen vaha - şehir-
324 BlLİNM fYEN İÇ-A SYA
kendi halinde yaşıyan bir sürü göçebe ve yarı - göçebe kabile var
dır : Lolo, Moso ve Miyaoze. Dil bakımından Tangutlar bunlarla hı
sım oldukları gibi Tibet'liler bunların hepsiyle uzak yakın dil ak
rabasıdırlar.
Gan-su'nun batı sınır dolayları, hususiyle onun, Tangut dev
letinin de kısa fakat parlak hayatının başladığı kısmı, İç - Asya'nın
en esrarlı ülkelerindendir. İ ç - Asya'ya doğru o kadar göçebe kav
min dağıldığı bu toprak, kavimlerin ve kavim hareketlerinin adeta
beşiği idi. O hareketli hayat tarihi çağlarda da sürüp gelmiştir. Yüe
cı'ların ve öteki göçebelerin Batı - İç-Asya'ya varan yollarını bura
da yeniden uzun boylu tekrarlamak lüzumsuzdur. Bunun yerine
İ ç - Asya meselelerinin bir başkasına, bilim edebiyatında hemen hiç
temas edilmemiş olup İç - Asya ile Sibirya arasındaki eski bağları
dikkate değer bir şekilde aydınlatan bir meselesbe temas etmeyi
daha uygun bulmaktayız.
Orkhon nehri dolaylarında Kök Türklerle çarpıştıktan sonra
onların arkalarından gelen Uygurlara çatan ve nihayet türkleşerek
IX. yüzyıl ortalarında Dış - Moğolya göçebe devletini ellerine ge
çirmiş olan eski Kırgızlardan birkaç yol bahsetmiştik. Çin kaynak
ları bu eski Kırgızlar hakkında, vaktiyle burada n , yani Gan-su'nun
batı sınırları yanından kalkarak daha batıya gittiklerini ve sonra
Altay dağları boyunda Sayan yakınındaki yurtlarına geldiklerini
yazarlar. Bunlar Kök Türkler ve Uygurlarla, şimdi söylediğimiz çok
dostça olmıyan bağlarını Sayan boyundaki yurtlarında kurmuşlardı.
O sıralarda bunların birtakım büyük kabileleri vardı ki, Orkhon ya
zıtlarında adları geçen Çik ve Az kabileleri belki de bunlardandı.
Asıl başkabile olan Kırgızlar hakkında kaynaklar, daha epey
ce zaman, yeniden öğrendikleri Türkçenin ya nında eskisini de an
ladı k larını ve konuştuklarını söylerler. O eski dilin ne olduğunu
bilmekten ziyade seziyoruz. Az ve Çik kavimlerinin dilleri hakkın
da ise henüz hiçbir neticeye varılmamıştır. Bazı bilginler <Trom
betti, Ramstedt, Kai Donner ı Y..enisey havzasında yaşıyan ve tü
kenmek üzere bulunan Paleo - Asya'lı kavim ve dil kırıntılarında
bu üç kaybolmuş kavmin ve dilin sonraki türemelerini keşfettik
lerini sanmaktadırlar. Bu tükenen kavim - kümesinin bugün de ro.s
lanabilen tek örneği Yenisey'li Ostyaklardır. Bunlara yakın olan
Kotların, Asanların ve Kestimlerin son örnekleri bundan yüz yıl
}26 etLtNMtYEN tÇ- A S YA
Mezarın giriş yeri bir granit dağın böğrüne açılmış sekiz köşeli
büyük bir safadır. Ölüyü, hem de yalnız bir tanesini değil, orada
bulunan eserlere göre hepsini buradan geçirmişlerdir. Tabiatiyle
bunlar hep hükümdar ailesinin üyeleri idi. Kervyn'in keşfine göre
yazıtlı taşlardan biri Kitay imparatoru Dav - dzunğ'un (ölümü İ. s.
1 101) , öteki ise karısı imparatoriçe İ-dö'nün hatırasına dikilmiştir.
Giriş yerini teşkil eden büyük sofayı anlaşılan vaktiyle sıkıca kit
lemişler. Orasını kapıyan kocaman bir kaya keşif sırasında bile do
kunulmamış bir halde yerinde durmaktaydı, yalnız kenarlarında a
çılmış olan yarıklardan içeriye su sızmıştır. Asıl mezar bölümüne
varmadan önce bu suyu akıtmak lazım gelmişti, suyun ve molozun
temizlenmesinden sonra sıkıca kitlenmiş yeni giriş yerleriyle kar
şılaşıldı ve bunların açılması epeyce iş oldu. Kitay hükümdar tür
besinin ne heybetli ölçüde bir mezar olduğu o zaman anlaşıldı. Bu
yeraltı mezarının belkemiği sekiz ayak genişlikte, 60 70 metre
-
daha bundan yüz yıl önce de, oralarda kalmış olan hısımları araştır
mak için Asya'ya giden ve sonra Macar anayurdunu da oralarda
araştıran coşkun gönüllü seyyahlara raslanıyordu. Bilginlerimiz,
bütün bunların artık ardından koşmak caiz olmıyan, seraba benzer
bir düş olduğu kanaatine ancak geçen yüzyılın ikinci yarısında var
mışlarchr. Artık anlasılmıştı ki, Asya kıtasını batıdan doğuya, ku
zeyden güneye kadar araştırmamız nafiledir, oralarda, yurt kur..:
madan önce ayrılmış olan Macarları hiçbir suretle bulamayız; ana
yurdu bulmak için hatta Asya bozkırlarını da boşuna dolaşırız, eski
Macarların oralarda oturduklarının elle tutulacak hiçbir izine ras
lanmaz. O büyük meselenin, yani Macar kavminin nerede türedi
ği, bu olayın ne gibi �artlar altında meydana geldiği, eski yurdu
bırakmağa ne gibi şartların yardım veya mecbur ettiği, hulasa bu
günkü yurduna ne türlü ve ne taraftan geldiği meselesinin çözümü
ne ancak bilim araçlariyle, eski kaynakları araştırmakla, dillerin,
adetlerin ve antropoloj inin yardıma çağrılmasiyle yaklaşabiliriz.
Macar milleti hayatının en eski çağını kucaklıyan bilim kolumuz,
Macar anatarihi, bu soruların incelenmesiyle meydana gelmiştir.
lerdi.
Durum bugün için henüz kolay deği ldir. Ş irr.di burada, Avru
pa tarafiyle ilgili Batı kaynaklarının bild irdiklerinin ne kadar az ve
onların yardımiyle kendimize çizebi ldiğimiz manzaranın ne kadar
silik olduğundan, bu azıcık bilgi nin. Doğu kavimlerinin Doğu - Av-
550 BİLfNMİYEN İ Ç - A S YA
ciPn ha "!ka b i r şey değildir \'e y u kard a sözü geçen faraziye yerinde
i �:e bu a dl a n d ı rm a t ıpkı kuzey g;jr;cbeleri nin, To - ba kavmi orta
dan ka lktıktan sonra onun yerine tekrar yerleşen Çin'lilere To - ha
;; d ı rı ı , 'I'abgaçı ver d iği n e, yahut da yine bir kuzey göçebesinin, Ki
tay ı rı i z i coktan kaybolduğu halde Çin'liye Kitay adını vermekte
devam edi�ine b e n z em ekte d ir Tabi i Ç in'liler de Macarlar gibi, bu
.
Iar oraları J ua n -j u a n ' la r· ' ·a�kı::-ı .'l ltı nda terk et m i ş iseler. o zama n
Sabırların iki yolu olabiliruı. Ya C u ngarya k a p ı sı n d a n gec:erek Al
tay'ların doğusu na dönerler ve Sa y a r b oy u n d ak i S ibİ r ya yolunu
.
lay kolay kuzeye doğru gidemezlerdi, yok eğer O nogu rları n yanına
Hazer gölü tarafından gel m iş olsa lardı, o zaman da Ba şk ırt topra
ğına varmış, Onogurlarla Ş ara gu r la r ı kend i gü ney taraflarına doğru
deği l kuzeye itmiş olacaklard ı . Ayn ı za ma n da asıl İç Asya keşif -
mı Baskırt to pra ğ ı na İç - As ya n ı n dı ş ı n a d ü şe n S i bi ry a y o l u n da n
'
Cı-eı hük ü mdarl ığ ı a l t ı n d a C u nga rya kapısının batı sına d ü şen yer
lerde gelip geçici b i r batı devleti ortaya ç ık m ı ştı . Ç i n " l i le r in vuruşu
üzerine bu batı de v let i ele c:a il ı ı cak yok uluyoF ve dağ ı la n h a l k ı da
ha İ. s. I. y i.i z y ı l d a A vrupa'ya doğru g0l,· meğe baş l ıyor IV. y üz y ı lda
.
olan bü yük Hun göç ü n ü n herha lde daha ba�kala riyle d e kuv vet
lend ir d i ği Türk kavim u n surları n ı Avru pa'ya bu k u ç ü k ölçüdeki
ilk göç getirmiş olaca k t ı r . B i z i en ziyade i l gilen d i ren mesele üzeri
ne. ya n i bu iki ka v i m l er ı;öc ü n ü n Avrur-a'ya n e g i b i T i.i rk kavim
leri s ü rü klemi ş ol d u ğ u n a d a i r bugü n yazık ki pek az bir şey söy l i
yebiliyoruz.
Macar anatarihinin V IX. y üz y ı la kadar olan i k i n c i çağına ait
·
XVI. - Ch. Bell, Tibet. Past and Present. Oxford, 1924. - Ch.
Bell, The Religion of Tibet. Oxford, 193 1 . - J. Bacot - J. Hackin,
L'Art tibetain. Paris, 1 9 1 1 . - Ligeti L., Tibeti forrasok Közep -
Azsia törtenetehez [Orta - Asya tarihi için Tibet kaynakları ] . Kö
rösi Csoma - Archivum I. Erganzungsband. Budapest, 1936.
Önsöz 5
l. İç - Asya . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . , . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 13
111. Altındağ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 59
Bibliyografya . . . .. . . . . . .. .. . . .. . . . .. . . .. . . .. . . .. .. . . .. . .. . .. . .. . .. .. . . .. . .. . .. . . 358
İçindekiler . . . .. . .. . . .. . . . .. . .. . . . .. . . . . . .. . . . .. . . . . . . . .. . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . 362