You are on page 1of 59

1.

BÖLÜM: İmparatoriçe Tahtımdan Kaldırılmak Üzereyim

“Boşanmayı kabul edeceğim.”

Bu sözleri söylerken hafifçe gülümseyen tek ben miydim?

Oğuz bana hem rahatlamış, hem pişman bir şekilde baktı. Sadece sahte bir
bakış mıydı, yoksa samimi miydi?

Şimdiye kadar iyi bir meslektaş ve mükemmel bir imparatoriçeydim. Hiç kavga
etmemiştik, tabi bu onu getirene kadardı. Sevgilisi için benden vazgeçebildi,
ama yine de iyi bir adam ve imparator olduğunu düşünecek ve öyle davranılmak
isteyecek.

Ailem ve evliliğimizi destekleyen tüm soylular karşı çıkmam için ısrar ettiler. O,
bu iki gruba karşı sıkıcı bir boşanma davası fikrinden kesinlikle nefret ederdi.

O böyle bir adamdı, böyle bir imparatordu.

“Majesteleri! Bu olamaz!”

Mehmet Bey bağırdı ve bana doğru koşmaya çalıştı, ancak imparatorun


adamları tarafından durduruldu ve bir adım daha atması engellenildi.

Mehmet Bey ve Ferda Hanım, beni savunanlar. Size minnettarım.

Onlara müteşekkir olduğumu gösteren bir bakış attıktan sonra önüme geri
döndüm.

“İmparatoriçe Kösem, gerçekten boşanmayı kabul edecek misiniz?”

Mahkeme bakanının sesinden hafif bir sinir seziliyordu. Benim mücadele


etmemi ve bu boşanmanın karşısına çıkmamı istiyordu. Kazanma ihtimalim
olmasa da bunu yapmam imparator ve cariyesinin bir skandal yaratmasına
sebep olurdu. Ailemin, arkadaşlarımın ve bakanın istediği buydu.

Başımı iki yana salladım. Mücadele etmem Oğuz’un itibarını zedeleyebilirdi,


ama ayrıca benimkine de zarar verecekti. Ahlaki bir sorunum olduğumdan değil,
sadece işler çok karmaşık hale gelirse durumu değerlendiremeyebilirdim.

“Boşanmayı kabul ediyorum.”

Bakan gözlerini hiç açmak istemezcesine kapadı, odayı fısırtılar sardı.

“Ve yeniden evlenmek için izin istiyorum.”

Konuşmayı bitirdiğim an, hava tamamen değişti. Herkes şok içinde, sessizce
birbirine bakıyor; doğru duyduklarından emin olamıyorlardı.

Oğuz bana dediklerime inanamazmışçasına bakıyordu, bakanın şaşkınlığı her


yerinden belli oluyordu.

“İmparatoriçe Kösem… Tekrardan mı evleneceksiniz?”

Soruyu cevaplamak yerine elimi kapıya işaret ettim. İşaret ettiğim anda,
yüzünü işlemeli bir peçe ile gizleyen adam hoş bir kahkaha attı.

“Sahneye çıkma zamanım geldi mi?”

Sessizlik, kendi aralarında fısıldaşmaya başlayan kalabalık tarafından bozuldu.


Adam mahkeme boyunca yürüdü ve yanımda durdu. Peçeyi çıkardığında, Oğuz
ayağa fırladı.

“Kösem! Bu adam-“

“Evleneceğim adam.”

Bakanın yüzünde kaygılı bir ifade vardı. Gülümsedim ve yanımdaki adama


döndüm. Bana “Bunu bekliyordun, değil mi?” der gibi baktı.

İstediğim şey intikam olmasa da…

İçimde hoş bir his vardı.


*
*
*

Benim geldiğim aile, şimdiye kadar içinden birçok imparatoriçe çıkan bir
aileydi. Kraliyet ailesi ve soylular arasında anlaşmalı evlilikler yaygındı. Eşler
siyaset için, romantizm ise sevgilileri içindi. Bu şekilde evlenen eşlerin evlilikleri
dışında bir sevgilileri olmaları garip görülmezdi.

Önceki imparator, beni veliaht prens için uygun bir eş adayı olarak gördü; daha
çok erken yaştan eski imparatoriçe tarafından görgü kuralları ve imparatorluk
mahkemesinin çalışması gibi şeyler hakkında eğitildim. Neyse ki, Oğuz ve ben
tanışabildik, arkadaş olduk.

Birbirimizi sevgili olarak görmüyorduk, ama yine de bir şeydi. Ne kadar kavga
etsek de yine de saraya hep gülerek döndüğümüz türden bir ilişkiydi.

Şanslıydık, çünkü birçok özelliğimiz uyuşuyordu. Soylular beni ve Oğuz’u küçük


çifte kumrular olarak görüyorlardı. Kafa kafaya verip gelecekte beraber
yöneteceğimiz imparatorluk hakkında tartışırdık. Yaşı gelince, Oğuz önceki
imparatordan tahtı devraldı. Taç giyme töreninden sonra da aramız iyiydi.

Yaklaşık 3 yıl kadar.

*
*
*

Bütün gün yetkililerle görüştükten sonra odama döndüğümde nedimelerimin


yüzlerinde gergin ifadeler olduğunu fark ettim.

“Neler oluyor?”

Endişeyle etrafa baktım ve hanımlardan birini keskin bir sesle cevap verdi.

“İmparator ava çıktı ve geri bir köle getirdi.”

Derin bir nefes alıp devam etti.


“Sonra bizi aradı ve o pisliği yıkamamızı emretti.”

Tüm nedimeler, yüksek rütbeli soylu ailelerin eşleri ya da cariyeleriydi ve


sadece beni yıkardılar. Oldukça garipti. İmparator, nedimelerin gururunu
herkesten iyi biliyordu, buna rağmen avdan getirdiği bir kadını yıkamalarını mı
emretmişti?

“Hangi kadın?”

“Mahkûm mu köle mi olduğunu bilmiyoruz. Bacağı tuzağa sıkışmış.”

“Bacağı mı?”

“Evet, imparator onu bir tuzağa yakalanmış halde buldu ve kurtardı.”

Nedimeler kendi aralarında bakıştılar. Daha fazlasını söylemek istiyor gibiydiler


ama bunu benim önümde yapmak istemediler.

“Tamam. Söyle bana.”

Biraz baskıdan sonra içlerinden biri isteksizce ağzını açtı.

“Pisken bile güzel görünüyordu. Onu yıkamadan önce hayal kurduğumu sandım
ama işim bittiğimde gerçekten büyüleyiciydi. Hatta, güzelliği Benan Hanım ile
bile karşılaştırılabilirdi.”

Rahatsız olduğumu düşünüp eklediler:

“Elbette sizinle karşılaştırılamaz, Majesteleri.”

Güzel bir yüzüm vardı. Ancak, genç bir prenses ve bir imparatoriçe olarak
herkes beni pohpohlardı, bu yüzden tam olarak ne kadar güzel olduğum belli
değildi. Sonuç olarak, kendimi bu tür karşılaştırmaların dışında bırakırdım.

Ancak Benan Hanım, toplumdaki en güzel kadın olarak biliniyordu. On yedi


yaşında çıkış yaptı ve kırk yaşında hâlâ kusursuz bir kelebekti. Ve şimdi bu
gizemli kadın, Benan Hanım ile eşdeğer miydi? Ve burnu havada bayanlar bile
öyle mi düşündü? Belki de İmparator gerçekten de harika bir güzelliği avlanma
alanından kurtardı. Nedimelerimin sadece güzel olup olmadığını fark etmeleri
için hiçbir sebep yoktu.

Onları tekrar dürttüğümde, sonunda başka bir bayan cesaretini topladı ve her
şeyi açıkladı.

"Gerçek şu ki... İmparator ondan hoşlanıyor gibi görünüyor."

Hanımın yüzü sanki kelimelerin ağzından çıkmasına izin vermekten


korkuyormuş gibi bembeyaz oldu.

"İmparator?"

"Onu yıkadıktan sonra, ona benzer beden bir elbise giydirdim ve Majesteleri
onu görünce endişeli göründü. ‘Nasıl yaralandın? Neden bu kadar zayıfsın?
Solgun görünüyorsun…' gibi bir sürü soru sordu."

"Kulağa mantıklı geliyor."

Benim sözüm üzerine hanımlar kendi aralarında garip bakışlar attılar.

“Uzun zamandır yetişkinlikte değilsin ve romantik bir ilişki yaşamamış


olabilirsiniz ama belirli bir nüans ve atmosfer var, Majesteleri. Bunu duymak zor
olsa da senin yanındayız ve eğer ciddi şey olmadığı ortaya çıkarsa, o zaman iyi
olacak."

Nedimeler arasında benim yaşımdaki tek kişi Nurbanu Hanım’dı, geri kalanlar
benden büyüktü. İş insan ilişkilerine geldiğinde onlar benden çok şey bilirlerdi.

"Anlıyorum…"
Utancımla mırıldandım. Hanımların söyledikleri doğruysa ve İmparator'un
kurtardığı başka bir kadınla ilgilendiği doğruysa bile ne yapmalıyım?
İmparatorun odasına gidip tutsağıyla ilgilenip ilgilenmediğini mi sormalıyım,
yoksa onu kovmalı mıyım, yoksa imparatorluk sarayında bir işi var mı? Nasıl
tepki vereceğimi bilemedim.

Ferda Hanım dikkatle yaklaştı.

"Şansını deneyip yaralı bir kadın bulduğunu duyduğunu söylemeye ne dersin?"

Herkes kabul etti ve geçerken sormam gerektiğini söyledi.

"Belki saray hizmetlilerinden birinden duyduğunu söylersin... Her ihtimale


karşı."

Büyük bir sorun olmaması için dua ederek başımı salladım ve gülümsedim.

"Yapacağım. Hepinize teşekkür ederim. İmparator merhametli bir adam, bu


yüzden onu buraya acıdığı için getirmiş olmalı.”

*
*
*

Avlanma yerinde bulduğu kadını İmparator'a sormak için ne zaman iyi bir
zaman olurdu? Uzunca düşündükten sonra, ona yarın akşam yemeğinde
sormaya karar verdim. Karı koca olmamıza rağmen odalarımız doğuda ve batıda
ayrıydı. Odaların, monarşinin sembolik olarak ülkenin her tarafını desteklediğini
göstermek için yerleştirildiği söylenirdi. Bu anlam artık solmuştu ve artık
imparator ve imparatoriçenin birbirlerine dokunmak zorunda kalmadan
yaşamaları için mükemmel bir düzenlemeydi.
Oğuz'un henüz bir cariyesi olmamasına rağmen, yoğun programlarımız ve
farklı yaşam tarzlarımız nedeniyle ayrı yemek yiyip uyuduk. Ancak haftada iki
kez akşam yemeği yerdik ve o da yarındı.

Evet. Bugün ziyaret edip avlanma yerinden gelen kadını sormam uygun olmaz.
Bir gün bekleyeceğim Evlenmeden önce annemin bana söylediklerini
unutmadım.

"Daha sonra bir cariye alsa bile Oğuz’a müdahale etme."

"Bu gerçekten uygun mu?"

“Tarihteki imparatorlara bak. Cariyesiz imparator var mıydı? En büyük askeri


liderler bile en az yirmi cariyeye sahipti. Öfkeni buna harcama."

“…”

“Kösem; Oğuz için olman gereken tek şey genç, güzel ve sağlıklı olmak.”

İç çekti ve sözlerine devam etti.

“Sözlerimi anlıyor musun? Başka bir adam bulabilir ve onu sevgilin yapabilirsin.”

Halktan biri bu tür bir dram karşısında gözlerini büyütürdü ama bu, siyasi
evliliklerin norm olduğu soylu toplumda doğaldı.

Elbette miras hakkı evli çiftin çocuklarına gidecekti ama eşlerden biri
partnerine âşık olunca ve diğer aşıklara tahammül edemeyince sorunlar
çıkıyordu. Birçok siyasi çatışma böyle ortaya çıkardı.
Bu, annemin endişesinin bir parçası olmalıydı. Onun tavsiyesi üzerine bugün
Oğuz’u görmeye gitmeyecektim. Onun yerine yarın akşam ona sorardım.

Kadını cariyesi olarak alsa bile... Bunu görmezden geliyormuş gibi yapmalıyım.

“…”

Ona aşık değildim. Başkalarının da benim gibi yaşadığını biliyordum.

Yine de kocamın başka bir kadını sevgilisi olarak kabul ettiğini düşündüğümde
kalbimin bir köşesinde bir yalnızlık hissi oluştu. Garip.

Elimi kaldırdım ve göğsüme koydum. Kalbim ne yavaş ne de hızlı atıyordu.

*
*
*

Ertesi gün, "av sahası kızı" söylentileri daha da hızlı yayıldı. Bana bu konuda
açıkça konuşan sadece nedimelerimdi ama sessiz bir yerde otururken bile
sarayın içinden dedikoduları duyabiliyordum.

Öğle yemeği sırasında bekleyen bayanlar yemek boyunca şikâyet etti.

"O pis serserinin kaçak bir köle olduğunu duydum. Kaçarken avlanma alanına
girmiş olmalı.”

"Eğer kaçak bir köleyse, hemen geri gönderilmeli. İmparatorun ona acıdığına ve
ona bakmamızı sağladığına inanamıyorum.”

Akşam yemeğinden önce hanımlar beni her zamankinden daha güzel bir
şekilde giydirdiler. Bana ışıltılı bir elbise giydirdiler, beni gümüş takılar ve inci
küpelerle süslediler ve baştan sona övgü yağmuruna tuttular. Beni her zaman
önemsemişlerdir, ama bugün özellikle ilgili görünüyorlardı.

"Köle ne kadar güzel olursa olsun, sen bizim imparatoriçemizsin."

"İmparator sizi gördükten sonra gözlerine inanamayacak."

Çabaları boş geldi ve söyledikleri bir kulağımdan girip diğerinden çıktı. Oğuz
güzel giyindiğim için bana âşık olacaksa, bunu daha önce yapması gerekmez
miydi?

Aklımdaki tek şey gereksiz düşüncelerdi. Nedimelerin çabalarını boşuna


görsem de kendimi onlara emanet ettim.

Bütün hazırlıklar bittikten sonra İmparatorun kaldığı doğu sarayına gittim ve iki
kişi için fazlasıyla büyük bir yemek masasına oturdum. İlk başta sadece balo
hazırlıkları gibi son siyasi meselelerden bahsettik. Oğuz’un av yeri kızıyla ilgili
hikâyeyi anlatmasını bekledim ama ne kadar beklersem bekleyeyim ondan
bahsetmedi.

Sonunda bifteğini keserken konuyu açtım.

"Avlanma alanında kaçak bir köle bulduğunu duydum. Bu doğru mu?"

Bıçağı tabağa çarptığında bir takırtı duyuldu ve elleri durdu. Başını kaldırdı ve
bir an bana baktı.

"Bunu sana kim söyledi?"


Sesi hoş değildi. Aslında oldukça gergin görünüyordu. Kaşlarının arasındaki
kırışıklığı görünce, kasten hikâyenin kaynağını örttüm.

"Herkes konuşuyordu. Kaçırmak zordu.”

"Nedimelerin olmalı."

"Bana kimin söylediği önemli değil. Yine de bu doğru mu?”

Sorumu tekrarladığımda Oğuz fark edilir derecede rahatsız görünüyordu.

"Majesteleri?"

“Acele ettirme.”

“…”

"Ne duyduğunu bilmiyorum ama olan şuydu ki, ağır şekilde yaralanmış bir kadın
buldum ve ona yardım ettim."

"Anlıyorum. Peki o şimdi nerede?

"İmparatoriçe."

"…Lütfen söyle."
“Haftada iki öğün birlikte yiyoruz. Daha konuşacak çok şeyimiz var, sence de
öyle değil mi?”

Sesindeki soğukluk benim için çok açıktı.

Bu işe hiçbir şekilde karışma.


2. BÖLÜM: İlk Belirtiler

“Konuşacak başka şeyler mi var? Majesteleri, olağandışı bir şey önermedim.


İmparatorluk Sarayı'nın sahibi olarak sadece yaralı bir kadın getirip
getirmediğinizi soruyorum. Daha önce hiç olmadı.”

Çok mu ileri gidiyordum? Dudaklarımda her zamanki ses tonum ve nazik


gülümsemem vardı.

Ancak Oğuz belirgin bir şekilde tedirgin görünüyordu. Konudan olabildiğince


kaçınmak istiyor gibiydi ve atmosfer giderek daha rahatsız edici hale geldi.

"Sadece merak ettiğin için mi soruyorsun?"

Oğuz bana şüpheyle baktı.

"Merak etmesem sormazdım."

“Kazayla tuzaklarımdan birine yakalandı ve tedavi edilebilmesi için onu buraya


getirdim. Çok yaralı değil, bu yüzden ona bakması için bir hizmetçiyle aynı odaya
koydurdum.

"...Anlıyorum."

"Merak etme. Nedimelerini bir daha aramayacağım.”

Oğuz bifteğini kesmeye devam etti, bıçak bir ağaçkakan gibi çatladı ve yemek
odasında yankılandı. Normalde konuşacak çok şeyi olurdu ama bu sefer
susmuştu.
*
*
*

""Majesteleri ne dedi?"

Akşam yemeğinden sonra batı sarayına döndüğümde, odamda toplanmış olan


nedimelerimden bir grup endişeyle yanıma geldi.

"O… O pek bir şey söylemedi."

Ferda Hanım’ın kaşları cevabım üzerine kalktı. Bana inanmıyor gibiydi.

"O zaman bu kadar somurtkan olmazdın."

“...”

"Bizimle konuşun Majesteleri. Bu şekilde hazırlanabiliriz.”

"Kadının yanlışlıkla onun tuzaklarından birine yakalandığını söyledi. Onun kaçak


bir köle olduğundan ya da buna benzer bir şeyden söz etmedi.”

Düşününce, ismini bile öğrenememiştim.

"Onunla ilgilendiğini söyledi ve bu konuda konuşmaya devam etmekten mutsuz


görünüyordu."

Bitirir bitirmez, Elif Hanım yankılanan bir gümbürtüyle ayağını yere vurdu.
Diğer hanımlar ona baktılar ama Elif Hanım somurtuyordu ve onlara aldırış
etmiyordu.
"Majesteleri, ilişkisinin başında babamın da tam olarak bunu yaptığını biliyor
muydunuz?"

Elif Hanım sesini yükseltti ve Ferda Hanım uyarmak için adını söyledi. Ancak
Elif Hanım bu kadar ileri gitmişti ve durmayacaktı.

“Öyle görünüyor. Bunlar tam olarak aldatmanın ilk belirtileri. Neden bunun
hakkında konuşmak istemiyor?”

Bayanlar çok açık sözlü konuştuğu için onu azarladılar ama sözlerini inkâr
etmediler.

Benim moralimin bozuk olduğunu anladığında, Ferda Hanım hanımları kovdu,


sonra beni makyaj masasının önüne oturttu ve saçımı taramaya başladı.

“Ferda Hanım.”

"Evet majesteleri."

“Önceden... annem bana söyledi. İmparator başka bir kadını sevgilisi olarak alsa
bile, kendimi incitmemeliyim. Bunun gibi çok fazla vaka var ve bunun farklı
olmasını beklememeliyim.”

Ferda Hanım’ın alnının ortası kırıştı. Onun kocasıyla ender görülen bir aşk
evliliği vardı ve böyle birine annemin tavsiyesi gülünç gelebilirdi.

Devam ettim.
"Bunu diğer hanımların önünde söylemedim ama biraz hazırlıklıyım. İmparator
bir köle kadını cariyesi olarak kabul etse bile.”

"Majesteleri..."

"Ama benimle konuşmadığında... Kendimi biraz kötü hissediyorum."

Tarağı masaya koydu. Ona baktım ve dürüstçe sordum.

"İster on ister yüz cariyesi olsun, onlar hâlâ cariye ve ben de imparatoriçeyim. O
ve ben birbirimizi hiçbir zaman birbirimiz için ölecek kadar sevmedik... yani
teorik olarak hala iyi olmalıyız. Yine de neden bu kadar boş hissediyorum?

Ferda Hanım başımı ve omuzlarımı kucaklamak için uzandı. Beni bir an


hareketsiz tuttu, sonra konuşmadan önce geri çekildi.

“Sizinki siyasi bir evlilik olsa da çocukluğunuzdan evliliğe kadar birliktesiniz.


Üzgün olmanız şaşırtıcı değil. Çocuğum başka birini üvey ebeveyni olarak
getirseydi ben de aynı şeyi hissederdim. Ailem başka bir çocuğu alıp daha güzel
oldukları için kayırırsa üzülürdüm. En iyi arkadaşım başka birini getirip onlara
karşı daha arkadaşça davranırsa üzülürdüm. Bu doğal bir duygu.”

"Yanımda başka bir adam olsa İmparator böyle hisseder miydi?"

Ferda Hanım tarağı aldı ve tekrar saçımı taramaya başladı ve ben onun
sessizliğini "hayır" olarak algıladım. Bir süre sonra nihayet konuştu.

"Dürüst olmak gerekirse bilmiyorum Majesteleri. Aşkı ne kadar güçlüyse, etrafa


bakmak o kadar zor olacaktır.”
Bu yüzden kalp kırıklığımı kendi başıma halletmekten başka seçeneğim yoktu.
Hafifçe gülümsedim.

"Anlıyorum. Yakında daha iyi hissedeceğime eminim. O kız ve ben birbirimizle


tanışmak zorunda kalmayacağız...”

"Evet. Köle, cariye olsa da sosyeteye giremez.”

Köle olmak, kişinin statüsünün yükselemeyeceği anlamına gelmiyordu. Aile


üyelerinin neden olduğu toplu cezalandırma nedeniyle köle olan masumlar için
de durum böyleydi. Ülke her yıl belirli sayıda köleyi daha sıradan bir statüye
kavuşturuyordu, ancak kaçak bir köle için durum asla böyle değildi.

Köle olmak, kişinin işlediği bazı suçlardan dolayı ömür boyu hapis cezası alması
anlamına geliyordu. Kaçak bir köle, bedelini ödemeden kaçtığı için, firar etmiş
bir mahkumla aynı kabul ediliyordu. Fazladan bir suçluluk suçlaması eklenir ve
kaçak bir köle, aristokratlar için toplumun tortusu olarak kabul edilirdi. Oğuz;
kadını ne kadar savurursa savursun, sosyetede çıkış yapması ya da benim
onunla karşılaşmam için hiçbir fırsat yoktu. Başımı salladım ve kendimi
topladım.

Ferda Hanım haklıydı. Uzun süredir kocam olan biri başka birine ilgi
duyduğumda böyle hissetmem doğaldı.

Ama şimdi daha fazla duygulanamazdım. Başka bir kadını olsa da benimle
iletişimi kesemezdi. Ne de olsa bu imparatorlukta sadece bir İmparatoriçe vardı.

*
*
*
"İmparator her gün köleyi görmeye mi gidiyor?"

“Yemeğini kendisinin getirdiğini duydum.”

"O da çok sakin davranıyor. Ne cüret.”

"Bacağını tedavi etmesi için bir özel bir doktor bile çağırdı."

Çalıların arasından fısıltılar geliyordu. İmparatorluk Sarayı bahçelerinin insanın


başından daha yüksek çiçekli duvarları olmasına rağmen, yine de sızan
dedikoduları duyabiliyordum. Bu bahçeyi kendim tasarlamıştım ve pek kimsenin
uğramadığı bir alana özellikle yuva şeklinde bir sallanan sandalye yerleşmiştim.
Gizli yerim gibiydi. Nedimelerimi buraya getirmezdim ve bu yüzden insanlar
beni fark etmeden yüksek sesle bir şeyler söylerlerdi.

Yaklaşık bir hafta geçti...

Kitabımı kapatıp kucağıma koydum. Oğuz'un köle kadına olan ilgisi arttıkça
hikayeler de artıyordu. Herkesin dikkati, İmparator'un ilgisini çekmeyi başaran
kadının üzerindeydi. Onunla hiç karşılaşmamamız bir şans değil miydi?

Oğuz ile bir daha akşam yemeği yediğimde onun hakkında soru sormadım.
Onun yerine hiçbir şey olmamış gibi davranıp yeni yıl hazırlıklarını gündeme
getirdim.

Bu noktada uzlaşmaya karar verdim. Bilmiyormuş gibi davran.

Ama tesadüf birdenbire ortaya çıktı ve karşıma çıktı.


BÖLÜM 3: İlk Belirtiler Part 2

O gün tüm yetkililer ve ben, yaklaşan balo için yapılacak hazırlıkları tartışmak
için konferans odasında toplandık.

Uzun uzun konuştuktan sonra boğazım tıkandı ve bir bardak ılık su içtikten
sonra rahatlamak için sarayın merkez bahçesinde yürüyüşe çıktım. Şövalyelerin
komutan yardımcısı Banu, nedimelerimle birlikte bana eşlik etti. Banu ile tören
için kimi önereceğimi tartışırken bir yerden “O mu?” diye bir fısıltı duydum.

Etrafıma baktım ve yanında hizmetçi gibi görünen iki kadınla tekerlekli


sandalyede oturan bir kadın gördüm. Gözlerimiz buluştu ve tekerlekli
sandalyedeki kadın güçlükle ayağa kalktı. İki hizmetçi onu durdurmaya çalıştı
ama bakışımı görünce ellerini indirdiler.

Kadın selam vermek için ayağa kalkarken tekerlekli sandalyenin kulplarını


titreyerek kavradı. Kim olduğundan emin değildim. İmparatorun bulduğu köle
olabileceğini düşünmüştüm ama merkez sarayın yakınındaydık ve burası bir
metresin gelebileceği bir yer değildi. Merkez sarayda yüksek bir pozisyonda
çalışan birinin bile olduğunu düşünmemiştim.

Yine de bacakları incinmiş olsa bile beni selamladı ve ben de ona başımla
onayladım. Arkamdan "Hey!" diye bir ses duyunca arkamı döndüm.

“Hey?”

Beni mi arıyordu? İmparatoriçe olduktan sonra sarayda birinin bana böyle


seslendiğini ilk kez duyuyordum. Arkamı döndüm ve tekerlekli sandalyedeki
kadının bana doğru geldiğini gördüm. Hizmetçiler şaşkına döndü ve "Ayşe,
yapma" diye seslendi ama onları duymazdan geldi.
Benimle bir ilgisi var mıydı? Öyle olsaydı, benim imparatoriçe olduğumu
kesinlikle anlardı. Yine de bana "Hey" mi dedi?

Yüzümde şaşkın bir ifadeyle ona baktım ve Ayşe adındaki kadın yaklaşıp beni
tekrar selamladı.

"Ben Ayşe."

Ne yapmam gerekiyordu?

"Evet... Ayşe."

Ona sadece adıyla hitap ettiğim için memnun olmuş gibi gülümsedi. Gerçekten
ona böyle hitap etmemi istiyor muydu? Merak ettim ama nedenini soracak
kadar değil.

Seyirci zamanı sona ermişti ve üç saat boyunca yabancıların hikayelerini


dinleyerek beynim çürümüştü. Acil bir durum olsaydı, beni görür görmez yardım
için yalvarırdı. Ancak neşeyle gülümsüyordu, bu yüzden benim acil ilgime
ihtiyacı varmış gibi görünmüyordu.

Görülecek başka bir şey olmadığını düşünerek tekrar arkamı döndüm. Ama
ben bunu yaparken, uzanıp elbisemin eteğini tuttu. Yanımda duran nedimelerim
paniğe kapıldı ve sanki bir hayvanat bahçesi maymunuymuş gibi elini dövdü.

"Ne kaba!"

"Bu soyluyu tanımıyor musun?"


Ayşe kekeleyerek şaşkınlıkla geri çekildi.

"Özür dilerim, sana seslenmem gerekirdi ama adını bilmiyorum..."

İmparatoriçe olduğumu gerçekten bilmiyor muydu? Hizmetçiye "Bu o mu?" diye


fısıldadığını duymadım mı?

Nurbanu, Ayşe’ye dik dik baktı ve ona bağırdı.

"Bu Majesteleri İmparatoriçe. Davranışlarına dikkat et!”

Ayşe’nin gözleri büyüdü.

"Ne? Ben... İmparatoriçeyi tanıyorum.”

İmparatoriçeyi tanıyor mu?

Garip sözlerine kaşlarımı çattım ve gözlerimin içine baktı ve yumuşak bir


şekilde konuştu.

"Ben... ben Ayşe."

Ayşe kimdi? Nedimelerim ve benim kafamız çok karışıktı. İsimlerimizi


paylaşacak kadar birbirimizi tanıyor muyduk? Zihnimde, yabancı ileri gelenlerle
bu ülkeyi ziyaret eden onun yaşındaki kadınları hatırlamaya çalıştım. Her
misafirle görüşmedim. Benim karşıladığım misafirler vardı, dışişleri bakanlarının
ağırladığı misafirler, doğrudan Oğuz ile görüşen misafirler...

O hiçbir zaman benimkilerden biri olmamıştı. Dışişleri bakanı bu kadın ile


tanışmış mıydı? Olamaz, soylu bir aileden olsaydı, ben bilmesem bile, en
azından nedimeler onu bilirdi.

"Beni tanıyor musunuz?"

Ona karşı dürüst olmaya karar verdim ve şaşırmış görünüyordu.

"Beni tanımıyor musun?"

"Emin değilim."

"Ah..."

Ayşe hizmetçilere baktı ve "Ne yapacağım?" diye fısıldadı. Onu duyabiliyordum


elbette. Ama yorgundum. Onun kim olduğunu bile bilmiyordum. Ayşe tekrar
seslendiğinde, onu görmezden gelip gitmek üzereydim.

"Majesteleri İmparator'un nezaketiyle doğu sarayında yaşıyorum."

Oğuz'un nezaketi mi?

Doğu sarayı. Yaralı bacaklar. Kadın. Ah.

"Köle olan mı?"

O zaman neden merkez sarayın yakınındaydı? Ben soramadan Ayşe’nin yüzü


soldu.

"Majesteleri, kabalığım için beni bağışlayın. Ayşe Hanım bir köle değil.”
Ayşe’nin yanındaki hizmetçilerden biri öne çıktı ve beni düzeltti. Köle değil mi?
Ama nedimelerim bana onun kaçak bir köle olduğunu söylemişti. Bunlar asılsız
söylentiler olsaydı, bana bunun inandırıcı bir hikâye olmadığını söylerlerdi ama
böyle bir açıklama yoktu.

Köle... beklediğimden daha fazlasıydı. Onunla bu şekilde tanışmayı


beklemiyordum. Dedikodu umurumda değildi ama söylentilerin önerdiği kadar
güzeldi. Onun güzelliği, Benan Hanım gibi bir soylunun ihtişamı ve zarafeti gibi
değildi, aksine Ayşe’nin imajı yumuşak ve ruhaniydi. İri, kara gözleri insanın
koruyucu içgüdülerini harekete geçiriyordu ve açık gümüş rengi saçları onun saf
ve masum çekiciliğini daha da gizemli kılıyordu.

Bir dakika. Nedimelerim onu yıkadıysa, neden onu tanımadılar? Etrafıma


baktım ve bazılarının benimle olmadığını gördüm. Ne yazık ki, kayıp bayanlar
Ayşe’yi yıkayanlardı.

"Evet. Şimdi senin kim olduğunu biliyorum.”

Başımı salladım ve Ayşe gülümsedi.

“Bu beni çok mutlu etti. Aslında, ne zaman buluşacağımızı merak ediyordum."

"Tanışmak?"

"İmparatora sordum ama bana zahmet etmem gerekmediğini söyleyip durdu


ama yine de öyle yapmamız gerektiğini düşündüm."

Birbirimizle tanışmak? Neden?

"Size nasıl hitap etmeliyim Majesteleri?"


"...Bana 'Majesteleri' demen yeterli."

"Ha?"

"Bu kadar."

Bunca insan arasından bu kızla neden bu kadar dostça sohbet ettiğimi


bilmiyordum.

Ayşe yorgun hissediyor gibiydi, geri dönmek istedi ve tekerlekli sandalyesini


hareket ettirirken çabayla homurdandı.

Moralimin bozulduğunu hisseden nedimelerim tekerlekli sandalyenin


kulplarından tuttu ve onu hafifçe geriye doğru çekti.

"Uzak dur. Sen kimsin ki ona bu kadar dostça davranıyorsun?"

Diğer kadını geri çekerken Nurbanu’nun elleri öfkeyle titriyordu.

"Pis."

Tam o sırada.

"Pis mi, ne demek istiyorsun?"

Oğuz belirdi, sesi buz parçaları gibiydi.


4. BÖLÜM: Karşılaştırmak mı? Kimle?

İmparator, Nurbanu’nun âşık olduğu kadına hakaret etmesine tanık oldu. Ne


olay ama.

Nurbanu ve diğer nedimeler onu selamlamak için çabucak eteklerini


kaldırdılar ama o onlara cehennem gibi bir bakış attı. Oğuz’u daha önce birkaç
kez sarayda görmüştüm ve onu tekrar selamlamak yerine sessizce ona baktım.
Oğuz, Nurbanu'ya baktı ve ardından Ayşe'ye döndü.

"Allah aşkına..."

Oğuz içini çekti. Ayşe’nin gözleri, muhtemelen şaşkınlıktan ıslaktı ve ona attığı
geniş bakış, onu zavallı, korkmuş bir hayvan gibi gösteriyordu.

"Ağlama."

Onu yatıştırmaya çalışmasına rağmen, gözyaşları yüzünden aşağı damlamaya


başladı.

"Ağlama dedim."

Sesindeki anlayışsız tona rağmen Ayşe durmadı. Onun rezil, soğuk tavrından
korkmuyor gibiydi. Ona bakmaya devam ettim. Ayşe ağlamaya devam ettiğinde,
Oğuz beni şaşırtarak altın işlemeli bir mendil çıkardı ve ona uzattı. Mendili
uzattığında bile gözyaşları dinmedi ve içini çekip yüzünü kendisi sildi.

"Tam bir baş belasısın."


Sesinde bir endişe tınısı vardı ve kalbimin bir köşesi yine zonklamaya başladı.
Hayır, doğaldı... Doğaldı. Kendime Ferda Hanım’ın sözlerini hatırlattım ve arkamı
dönüp nedimelerime takip etmeleri talimatını verdim.

"Hadi gidelim. Bacaklarım ağrıyor.”

Sovieshu'nun bir cariyesi olmasını engelleyemezdim ama gözlerimi ondan


kaçırmakta özgürdüm. Bayanlar hızla peşimden geldi.

"Kösem, bekle."

Daha birkaç adım bile atmadan Oğuz bana seslendi. Önce Ayşe, şimdi de o
mu? Oğuz, Nurbanu'ya ters ters baktı ve onu işaret etti.

"O nedimeyi geride bırak, Kösem."

"Ne için?"

"Onu bırak."

“O benim nedimem. Önce bana söylemelisin."

Nurbanu’nun ten rengi solgunlaştı. Kendi düşüncelerimde de uğursuz bir


rüzgârın estiğini hissettim.

Nurbanu’yu Ayşe’ye söylediklerinden dolayı cezalandırmaz, değil mi?


Nurbanu’nun davranışı tam olarak örnek niteliğinde olmasa da, o yine de
İmparatoriçenin nedimesiydi. Öte yandan Ayşe henüz bir cariye değildi, daha
düşük bir soylu da değildi. Hatta muhtemelen kaçak bir köleydi. Oğuz'un
Nurbanu'yu cezalandırması, onu toplum içinde alenen küçük düşürmek olurdu.

Ve aynı zamanda beni, İmparatoriçeyi.

Ona baktım ve bakışlarını tekrar Nurbanu'ya çevirdi.

"İmparatoriçenin nedimesi ama aynı zamanda benim tebaam. Böyle konuşmaya


nasıl cüret eder?”

"O zaman onu azarlarım."

"Başka birine pis diyen birini azarlamak onu düzeltir mi sanıyorsun? Kesinlikle
hayır.”

Oğuz, çenesini Nurbanu'ya doğrultarak yakındaki bir gardiyana bağırarak emir


verdi.

"Onu üç gün hapsedin ve ona sadece su ve ekmek verin."

Nurbanu'nun yüzü bembeyaz oldu ve diğer hanımların sıkıntıları yüzlerinden


okunuyordu.

"Bu çok fazla, Majesteleri."

Öne çıktım ama Oğuz buz gibi bakışlarını bana çevirdi.

"Tekerlekli sandalyede düzgün düzgün yürüyemeyen bir kadına pis dedi. Bunun
çok fazla olduğunu düşünmüyor musun?”
Bana baktı ve konuşmaya devam etti.

"Eh, sen sadece izledin. Muhtemelen düşünmemişsindir.”

"Nedimelerim onu sadece elbisemi çektiği için durdurdu."

Oğuz'un yüzündeki ifade daha da karardı.

"Ondan uzaklaşıyordun."

"Majesteleri."

"Elbise tutmanın nesi yanlış? İmparatoriçenin elbisesi insan elinden daha mı


asil?"

"Öyleyse hizmetkarına pelerininin eteğini çekiştireceğim. Pelerinin bir insan eli


kadar asil olmasa bile, bu yine de kabul edilebilir mi?”

Oğuz kaşlarını kaldırdı ve sırıttı.

"Sözlerin anlamsız. Sence gerçekten aynı durum mu?”

"Farklı mı?"

"Evet."

"Öyleyse fark nedir?"


"Ayşe bir hizmetçi değil."

Örneğimi değiştirip değiştirmemem gerektiğini ve bir cariye eteğini çekiştirirse


ne yapacağını sormak istedim.

"İmparatoriçenin nedimesini beş günlüğüne kilitleyin."

Ben başka bir şey söyleyemeden Oğuz, Nurbanu'nun cezasını artırdı. Ben ona
karşı çıktıkça o daha sertleşti.

Ayşe'yi Oğuz'un arkasında oturmuş, gözleri fal taşı gibi açık bir şekilde ona bir
tür kahramanmış gibi bakarken gördüm. Söylemek istediğim sözler ağzımdan
fırlayacak gibi oldu ama imparatoriçe bile imparatorun emirlerini bozamazdı.
Nurbanu'nun cezasına itiraz etmek için mahkemeye başvurabilirdim ama dava
açıldığında Nurbanu çoktan salıverilmiş olacaktı.

"Cezayı kabul ediyorum Majesteleri."

Oğuz'a kaybetmenin acısını çekerken, Laura hızla öne çıktı. Yüzüm utançtan ve
öfkeden kıpkırmızı oldu.

"Git."

Bunun karşısında, tek yapabileceğim iç çekmekti.

Oğuz, o kızın neden ana sarayın yakınında olduğunu açıklamak yerine, bütün
gün çok çalıştığım için bana iltifat etti.
Oğuz ve ben tutkulu aşıklar değildik ama iyi arkadaştık. Şimdi ikisi de değildik.
Dişlerimi sıktım ve arkamı döndüm. Annemin neden cariyelere bulaşmamamı
tavsiye ettiğini şimdi anlamıştım.
5. BÖLÜM: Karşılaştırmak mı? Kimle? Part 2

İmparatorluk Sarayı, Nurbanu’nun hapsedildiği haberiyle çalkalanıyordu.

Dedikoduya göre, İmparator'un İmparatoriçe'nin nedimesine verdiği ceza,


Ayşe’ye olan aşkının açık bir ifadesiydi. Benimle yaptığı ilk resmi olmayan
yarışmaydı ve o kazanmıştı. Bunu kendi kulaklarımla duymadım ama
nedimelerim çok kızdı ve bana durumu anlattı.

"Orada olmalıydım!"

Ayşe’yi yıkamış olan bir nedime, orada olsaydı beni köleden uzak tutacağını
haykırdı.

"Ama bence İmparator ondan gerçekten hoşlanıyor."

"Ona hayrandım ama bu sefer İmparatoriçe'nin sözlerini dinlemedi bile."

Nedimeler öfkelerine rağmen gelecek için endişeleniyorlardı.

"İmparator onunla tanışalı sadece birkaç gün oldu. Endişeliyim."

Bu durumda yapabileceğim hiçbir şey yoktu.

Oğuz ve ben merkez sarayda karşılaştığımızda hiçbir şey olmamış gibi


davrandık. İşime odaklandım ve o gün olanları unutmaya çalıştım. Odamda
yalnız kaldığımda Oğuz'un soğuk bakışlarını hatırladım ve kalbimdeki yarayı
hissettim ama kendimi meşgul ettiğimde daha az ağrıyordu.
Beş gün sonra, Nurbanu'nun cezası nihayet sona erdiğinde, onu kendim almak
için kuleye çıktım. Diğer nedimelerden Ayşe’yi benim banyomda yıkamasını ve
ona biraz çorba getirmesini istedim. Ayrıca Laura'nın en sevdiği pastayı da
sipariş ettim.

Oğuz tarafından gönderilen bir sekreter, bir mesaj iletmek için bana geldi.

"Majesteleri, İmparator sizi görmek istiyor."

"Beni mi?"

"Evet."

Ne olabilirdi? Başımı salladım ve Ferda Hanım'a döndüm.

"Pasta bittiğinde, Nurbanu'ya buraya gelip yemesini söyle. Ardından, geri


dönmeden önce birkaç gün dinlenebileceğini ona bildirin.”

"Evet majesteleri."

Döndüm ve sekretere başımı salladım, hızla yolu gösterdi. Aynı duvarla çevrili
olmasına rağmen doğuya doğru gidildikçe atmosfer değişti. Belki de saray
tamamen farklı şekillerde tasarlandığındandı.

Ayşe ile tekrar karşılaşabileceğimden endişeliydim ama o, Oğuz'un yatak


odasında hiçbir yerde görünmüyordu.

İmparator küçük yuvarlak bir masanın yanında oturuyordu.


"Beni çağırmışsın."

Ben ona yaklaşırken Sovieshu sessizce bana baktı. Gözleri söylenecek şeylerle
dolu gibiydi.

"Sizin için ne yapabilirim?"

Önce ben konuştum ve Sovieshu bir an duraksadı ve dudaklarını birbirine


bastırdı.

"Hapse atılan nedimeniz..."

“Nurbanu."

"Onu hapishaneden geri aldığını duydum."

“O benim nedimem. Beş gün boyunca acı çekti.”

Oğuz daha da hoşnutsuz görünüyordu.

"Zorunda mıydın?"

"Cezalandırılmış bir kadına bakmak zorunda olup olmadığımı mı soruyorsun?"

Oğuz sesimdeki alayı açıkça duyabiliyordu.


"Ne demeye çalıştığımı biliyorsun. Başka bir deyişle, güceneceğimi bildiğin
halde, nedimeyi kendin geri aldın. Değil mi?"

Kısmen. Oğuz'un gücenmiş olabileceğinden şüphelendim... Ama beş gün sonra


çoktan sakinleşmiş olabileceğini de düşündüm. Belki de her şey yatıştıktan
sonra cezasının çok fazla olduğunu bilmesini sağlayabilirdim.

Belki de sağlayamazdım.

"Hoşnut olmayacağından şüphelendim."

"Ama şimdi onunla mı ilgileniyorsun? Beni biraz düşünseydin, onu gönderirdin.


İmparatoriçe cezalandırdığı imparatorun insanları önemsiyorsa imparator
nedir?”

“Cezasını aldıktan sonra birini göndermek doğru değil. Ayrıca yaptığı da haddi
aşmadı.”

"İnsanlara pis demesi mi?"

“Birinin kıyafetlerimi çekmesini engellemeye çalışıyordu. Bir azarlama yeterli


olacaktır.”

Ben konuştukça ifadesi daha da sertleşiyordu.

"Yani, nedimeyi tutacak mısın?"

"Nedimemin kim olduğuna karar vermek tamamen bana bağlı."


Nurbanu, İmparatorluk Sarayında çalışmayı bırakmak istese de onu bir süre
daha tutacaktım. Kaçak bir köle yüzünden cezalandırılmak, onu sosyetenin
dışlanmış biri yapmaya yetiyordu. Gitmesine izin verirsem, özellikle Oğuz'a karşı
hiçbir koruması olmayacaktı. İmparatoriçe olarak onu korumak için adımı
kullanacaktım.

Oğuz içini çekti ve arkasını döndü.

"Seninle tartışmaktan yoruldum. Bir kez olsun bana itaat edemez misin?

"İmparatoriçe, İmparatorun iradesine boyun eğmek zorunda değildir."

"Böyle devam edersen kıyaslayanamayacaksın bile."

Kıyaslanmak mı? ...Kiminle?

Bana baktı, sonra alaycı bir yüz ifadesi takındı.

"Yorgun olduğunu görüyorum. Lütfen bugün için dinlen. Geri dön ve o yaramaz
kısrakla ilgilen.”
*
*
*

İmparatoriçe Kösem gittikten sonra Oğuz içini çekti ve masanın üzerindeki


küçük bir zili çaldı. Kapı açıldı ama odaya giren bir hizmetçi değildi.

"Ne zamandan beri çalışıyorsun?"


Oğuz'un şaşkın ifadesine Ayşe mahcup bir şekilde gülümsedi.

"Hiçbir şey yapmadığım zaman yükmüşüm gibi hissediyorum."

"Yani şimdi çalışacak mısın?"

Ayşe neşeyle kollarını açtı ve Oğuz sırıttı.

"Tek başına dolaşamıyorsun bile."

İmparatora hizmet etmek, soylular arasında büyük bir onur olarak


görülüyordu ve unvansızların bile imrendiği bir pozisyondu. Ancak Ayşe,
kendisini bir yük gibi hissettiği için İmparator için çalışmak istemişti. Soyluların
bu pozisyon yüzünden birbirlerini boğacaklarından haberi yoktu.

"Ne kadar sıra dışı biri."

Oğuz onun tuhaflığına kıkırdadı. Oğuz için hayatında şimdiye kadar sadece iki
önemli kadın olmuştu. Biri büyük bir imparatoriçe olan annesi, diğeri ise şu anki
imparatoriçe olan Kösem'di. İmparatoriçenin imparatorluk eğitimine aşinaydı ve
hatta Kösem ile birlikte çalışmıştı, ancak ne yaparsa yapsın beceriksiz Ayşe'nin
inanılmaz olduğunu düşünüyordu.

"Buraya gel ve bir şeyler atıştır."

Oğuz zili tekrar çaldı ve kapıda sabırsızlıkla bekleyen hizmetçi içeri girdi.
"Balkabağı pastası. En tatlısından olsun.”

Hizmetçi emirleri yerine getirmek için ayrıldı ve Ayşe ellerini çırparak konuştu.

"Balkabağı turtası!"

"Yemeği o kadar çok mu seviyorsun?"

"Herhangi bir yiyecek değil. Hayatında bir lokma balkabağı turtası yememiş kaç
kişi var?”

Bir çocuk gibi masumca gülümsedi ve Oğuz’un gözlerini ondan alamadığını


fark etti.

"İmparatoriçe, ne kadar pahalı olursa olsun mücevherlere cevap bile vermiyor.


Ama yine de küçük şeylerle bile mutlusun.”

"Mücevher sevmiyor mu?"

"Seviyor. Ama çok fazla duygusal iniş ve çıkışları yok. Kendini sadece küçük
porsiyonlarda ifade ediyor.”

Ayşe kaşlarını çattı ve içini çekti.

“Güzel bir şekilde büyüdü ve sert dünyayı bilmiyor. Bu şekilde büyüyen kim olsa
mücevherleri hafife alırdı.

"Hmm?"
"İmparatoriçe haksız değil, sadece çok fazla serveti var. Ona büyük bir mücevher
alsan bile, bu bir sürpriz değil..."

"Bu doğru. Aman Tanrım. Avım düşündüğümden daha akıllı.”

Ayşe onun kendisiyle dalga geçip geçmediğini bilmiyordu, dudaklarını şişirdi.

"Bana hep av diyorsun."

"Çünkü sen benim tuzağımda yakaladığım avsın."

"Yani... Majesteleri."

Ayşe onun hafif şakasına güldü, sonra onunla tekrar konuşmaya karar verdi.
Parmaklarını birbirine kıvırdı ve dikkatlice ilerlemeye cesaret etti.

"Beni cariyen yapacağını söylemiştin..."

"Evet."

"İmparatoriçe bunu henüz bilmiyor gibi görünüyor..."

Oğuz başını salladı ve ona güven verici bir şekilde gülümsedi.

"Acelemiz yok. Bacakların henüz tamamen iyileşmedi.”


"Acele etmiyorum ama... Daha önce İmparatoriçe ile tanıştığımda zor zamanlar
geçirdim. Kendimi nasıl tanıtacağımı bilemedim. Ya bir daha olursa..."
6. BÖLÜM: İmparatoriçe’nin Cariyeye Hediyesi

"İmparator o kadını cariye olarak alacak!"

Tipik bir sabahtı. Ne bulutlu, ne yağmurlu, ne daha sıcak ne de daha soğuktu.


Bugün tıpkı dün ve dünden önceki gün gibiydi.

Bu sıradan günde beklenmedik bir haber geldi.

"Demek İmparatoriçe balo hazırlıklarıyla meşgulken İmparator bir cariye alıyor."

"Bu çok fazla."

"En azından balo bitene kadar beklemeliydi."

Nedimeler kendi aralarında şikâyet ediyorlardı.

“...”

Sessizce aynada kendime baktım. Oğuz'un onu cariyesi yapmasına hazırdım...


Ama bunun bu kadar çabuk olacağını tahmin etmemiştim. Zamanlamaya
bakılırsa, tören resmi olarak balodan hemen önce gerçekleşebilir.

"Haaaa..."

İçimden derin bir iç çektim ve herkesin yılbaşında bu konu hakkında konuşmak


için yanıma gelmesi düşüncesiyle midem bulandı. Ve bunu yüzüme
söylemeseler bile, arkadan fısıldadıklarını işiteceğimden emindim. Ancak, ne
kadar hoşlanmasam da İmparator'un bir cariye alıyordu gerçeğini görmezden
gelemiyordum.

"Tören ne zaman?"

Nedimeler birbirlerine baktılar ve sonunda cevap veren Ferda Hanım oldu.

"İmparatorun bir an önce olmasını istediği söyleniyor. Yılbaşından önce


yapılmasını isteyecektir.”

*
*
*

Öğlen saatlerinde Oğuz'un sekreteri bir mesaj iletmek için tekrar yanıma geldi.
Cariye hakkındaydı ve diğer memurlar biraz dedikodu yakalamak için bize göz
kulak oldular.

"İmparator, planlanmış başka büyük etkinlikler olduğundan ve zaman kısıtlı


olduğundan, basit olmasını istiyor."

"Basit?"

İmparatorun cariyeleri, İmparatorluk ailesinin bir parçası olamazdı ve çocukları,


prens veya prenses olarak tanınmazdı.

Yine de bir cariyenin imparatorun çocuğunu taşıması mümkündü ve ziyafet


vermek adettendi. Ancak bu bir düğün töreni değildi. Cariye, ziyafetin ilgi odağı
olacak ve daha sonra şansölye tarafından noter tasdikli bir sözleşme
imzalayacaktı.

"İmparator basit bir ziyafet vermemizi mi yoksa tamamen iptal etmemizi mi


söylüyor?"

"Bu kadar kısa sürede çok sayıda konuğu davet etmek imkânsız, bu yüzden
ziyafeti atlayacağız."

"Eğer bir ziyafet olmayacaksa halletmem gereken bir şey var mı?"

“Yok. Majesteleri bunun için endişelenmenize gerek olmadığını söyledi.”

Bildiğim kadarıyla ziyafeti kaçırmak alışılmadık bir şey değildi. Salonun içi yine
o gün cariyenin şerefine dekore edilecekti ama bunun yerine İmparatorla yemek
yemek, yakınlarını davet etmek ve sözleşme belgelerini imzalamak daha küçük
bir iş olacaktı.

Ama bunun için endişelenmeme gerek yok mu? Bunun nedeni Oğuz'un gururu
mu yoksa beni düşünmesi mi?

"Ona mesajını aldığımı söyle."

Bana bir zararı olmadı. Sekreter eğilerek selam verdi ve gitti. Diğer memurlar
bana bakıyorlardı ve başımı kaldırdığımda aceleyle başlarını eğdiler ve işe geri
dönüyormuş gibi yaptılar.

Kendi kendime fısıldadım.

"Onların önünde titreme."


Herhangi bir incinme belirtisi gösterirsem fısıldaşmalar başlardı. Cariye
hayatımı mahvediyor olsa da sırf kocam başka bir kadını seviyor diye hayatımın
bittiğini düşünmelerini istemiyordum.

Umursamaz bir ifade takınarak planı yeniden gözden geçirdim ve gerekli


düzeltmeleri yapmalarını tavsiye ettim.

*
*
*

“İmparator önce sözleşmeyi imzalayacak. Sonra adının altındaki ince siyah


çizgiyi imzalarsın.”

İmparatorun sekreterlerinden biri olan Fatih Bey, Ayşe'yi eğitmekle


görevlendirildi. Baron, belgelerin ana hatlarını açıklamayı bitirdiğinde, Ayşe'nin
gözleri büyüdü ve küçük bir feryat kopardı.

Bu genellikle bir aristokratın çıkardığı bir ses değildi. Fatih Bey, Ayşe 'nin
gözlerinden yaşlar süzülürken bir anlığına telaşla ona baktı.

"Ne demek istediğini anlıyorum ama... Ayşe'nin imzası yok."

"Bir tane yapabilirsin."

Rastgele cevap verdiği için Ayşe'nin yüzü kıpkırmızı oldu.


"Ah..."

Fatih Bey sonunda Ayşe’nin neden mücadele ettiğini anladı.

"Yazmasını bilmiyor musun?"

Fatih Bey, Ayşe’ye atandığında, İmparator ona onun sıradan biri olduğunu
söylemişti ve bu yüzden onun temel eğitim aldığını varsaymıştı. Belki de
İmparator'un gözdesi olan bu güzel avın gerçekten de kaçak bir köle olduğu
söylentileri doğruydu. Kölelere okuma yazma öğretmek için fazla yatırım
yapılmıyordu nasıl olsa.

"Sanırım bilmiyorsun."

Ona köle olup olmadığını sormak istedi ama bilmiyormuş gibi gülümsedi ve
önüne boş bir kâğıt koydu. Ona birkaç günde yazmayı öğretmek kolay
olmayacaktı ama adını nasıl çizeceğini çabucak öğrenebilirdi.

"Adını nasıl heceleyeceğini bilmiyorsan, kulağa 'Ayşe' gibi gelen birkaç versiyon
yazacağım ve sen de birini seçip ezberleyebilirsin."

Neyse ki, Ayşe yazım konusunda hızla ustalaştı. Kölelikten gelen biri için sinir
bozucu bir görev olmalıydı ve Fatih Bey şaşkına döndü.

"İyi miyim?"

"Mükemmel gidiyorsun."
Fatih Bey, onu övdükten ve karşılığında bir gülümseme aldıktan sonra, imza
töreninden neler bekleyebileceğini açıkladı.

"Büyük bir ziyafet olacak ve tüm soylular orada olacak. Ayşe Hanım istediği
kadar arkadaşını davet edebilir."

"Vay."

"Başbakan size gelip hükümet belgelerini açtığında, onu imzalarsınız."

"Belgeler-"

"Başbakan onu güvende tutacak."

Ayşe keyifle ayaklarını yere vurdu ve küçük bir ciyaklama çıkardı. Fatih Bey
başka bir şey eklemeden önce bir an onu izledi.

“Bu bir zorunluluk değil, ama...”

"?"

"Bazen imparatoriçe, sözleşmeyi imzaladığında imparatorun cariyesine bir


hediye gönderir."

"Bir hediye?"

"Sarayın sahibi İmparatoriçe'dir."


“...”

“Sahibinin bakış açısından cariye, gelecekte onlarla birlikte yaşayacak olandır.


Bu, cariyenin yalnızca imparatorun saygısını ve onayını almakla kalmayıp,
kendisine bir hediye verilirse imparatoriçenin de saygısını ve takdirini aldığı
anlamına gelir. Birden fazla cariye varsa, imparatoriçeden hediye alanlar en iyi
cariyeler sayılır.”

Ayşe birdenbire güvensiz göründü.

"Yani Ayşe, İmparatoriçe'den bir hediye mi alacak?"


7. BÖLÜM: İmparatoriçe’nin Cariyeye Hediyesi Part 2

"Ben göndermiyorum."

Nedimeler kendi aralarında rahatlamış bakışlar attılar.

"Tanrıya şükür."

"Majestelerinin ona bir hediye göndermesinden o kadar endişelendim ki."

Göndermemek için birçok sebep vardı. Oğuz'un sekreteri gittikten sonra, her
ihtimale karşı emsalleri araştırdım. Ziyafet olsa bile hediye verme zorunluluğu
yoktu. Birden fazla cariye varsa, bazılarının imparatoriçenin yakın akrabaları
üzerinde çok fazla güç veya nüfuz oluşturmasını önlemek için hediyeler
verilmeyebilirdi.

Ama Ayşe ile durum ikisi de değildi. Her halükârda, vermek gibi bir niyetim
yoktu ve Oğuz sekreterini göndererek bu konuda endişelenmememi söyledi.
Neden sadece “Lütfen kocama iyi bak” diyemiyordum?

"Merak etme. Göndermek için bir sebep var mı bilmiyorum ama


göndermeyeceğim.”

Hanımların yüzlerine memnun bir bakış geldi.

"Nurbanu burada olsaydı mutlu olurdu... Bugün saraydan çıkmayı


düşünüyordum, o yüzden Nurbanu'ya bundan bahsedeceğim Majesteleri."

"Nurbanu nasıl?"
"Geçen gün onu gördüğümde, 'o kadın' hakkında öfkeyle konuştu."

"Babası da öfkeli ve ne zaman bir çay partisi verse bu hikâyeyi anlatıyor."

Benim tarafımda olmalarının daha iyi olacağını düşündüm. Oğuz ve


yardımcıları zaten Ayşe'ye iyi bakacaklardı ve bana yakın olanların onu
desteklemesi gerektiğini düşünmemiştim.

"Bu arada Majesteleri... size bir şey sorabilir miyim?"

"Nedir?"

"Batı Krallığı'nın prensinin Büyük Balo için geleceğine dair bir söylenti var. Bu
doğru mu?"

Diğer nedimeler konuşmayı kestiler ve gözlerini bana diktiler. Başımı salladım


ve yüzlerini örterken ya da yelpazelenirken ciyakladılar. Gülümsememek için
dudaklarımı araladım. Nedimeler onun ortaya çıkmasını dört gözle beklemek
için her türlü nedene sahipti. "Batı Prensi", pek çok şeyle tanınan kralın yalnız
küçük erkek kardeşiydi.

"Çok yakışıklı, değil mi?"

"Göz temasının seni onun büyüsüne kaptırmak için yeterli olduğunu


söylüyorlar."

"Ama oldukça inatçı olduğunu duydum. Batı Krallığı'nın şu anki kralının bile onu
evlendirmekten vazgeçip vazgeçmediğini merak ediyorum."
"Hakkındaki söylentileri doğru mu?"

"Bilmiyorum. Ama ne kralın ne de pek çok kadınla beraber olan prensin çocuğu
olmaması biraz şüpheli.”

Garsonların fısıltılarını dinlerken ihtiyatlı bir şekilde başımı salladım.

Batı Krallığı, neredeyse Doğu İmparatorluğu’muzunkine eşit, büyük bir askeri


güce sahip bir ülkeydi. Zenginlik açısından, dünyanın en zenginiydi. Böyle bir
yerin tahtına ilk giren kişi olduğu söylenen şehzade hakkında birçok söylenti
dolaşıyordu.

Oğuz ve cariyesi hakkındaki düşüncelerimi geride bırakıp hanımların tatlı


sohbetlerine daldım.

*
*
*

"Ziyafet yok mu?"

Ayşe, İmparator Oğuz'a ziyafetin ne kadar büyük olacağını ve arkadaşlarını davet


edip edemeyeceğini sorduğunda, bu darbeye hazırlıklı değildi.

"Ama Fatih Bey büyük bir parti vereceğimizi söyledi..."


“Sana yakında Büyük Balo olacağını söylemedim mi? Bunu aceleye getirmek
istemedim ama bir an önce imza törenini isteyen sendin.”

"?"

Açıklamasına rağmen, Ayşe sadece şaşkınlıkla baktı. Oğuz, onun sağduyu


düzeyinin düşündüğünden az olduğunu fark etti. Göründüğünden daha zeki
görünüyordu ama soylular hakkında hiçbir şey bilmediğini unutmuştu.

"Benim hatam."

"Ne demek istiyorsun?"

“Büyük bir ziyafet düzenlemek kolay değil. Hazırlamakla meşgul olduğum başka
şeyler var. Zaman dar ve birbiri ardına büyük bir ziyafet vermek kabalık."

"Ah...! Ama Ayşe’nin imza töreniyle aynı gün başka bir ziyafet var mı?"

"Yılbaşı yakında gelecek."

Ayşe, cömert, görkemli bir ziyafette soylular tarafından tebrik edilme hayali
toza dönünce hüzne kapıldı. Her zaman insanların kendisine akın ettiğini
görmek istemişti ve bu yüzden Oğuz 'u töreni bir an önce yapması için ikna etti.
İmparatorun bundan rahatsız olacağı açıktı ve bu nedenle Ayşe herhangi bir
mutsuzluk belirtisi göstermedi ve sessiz kaldı.

Ancak hayal kırıklığı sadece tören gününde arttı. Büyük bir ziyafet olmasa bile,
yine de bir çeşit ziyafet bekliyordu. Ve bu olmadığında, İmparator'un kendisine
özürler yağdırmasını ve hediye sözü vermesini bekliyordu. İmparatoriçe'den ne
bir tebrik sözü ne de bir hediye geldi. Fatih Bey ona sarayın büyük salonlarının
İmparatoriçe'nin yetkisi altında olduğunu söylediğinde üzüldü.

Ayşe, imzası için özenle çalışmıştı ama belgeyi imzaladıktan sonra kendini boş
hissetti. Bitirdiğinde, şansölye yapacak işleri olduğunu söyleyerek hemen ayrıldı.
Sanki dünyadaki her şeye sahipmiş gibi tezahürat, alkış ya da kendinden geçme
duygusu yoktu.

Oğuz ayrıca "Bitirmem gereken bir iş var" ve "Sonra görüşürüz" diyerek ayrıldı.
Ayşe odasına döndüğünde yüzünü ellerinin arasına aldı.

"Neden böyle?"

Ayşe'nin hizmetçileri yaklaşıp ona neyin olduğunu sordu ve içinde tuttuğu acı
sonunda patladı.

"İmparatoriçe benden nefret ediyor olmalı, yoksa ziyafeti ya da hediyeyi


atlamazdık. Bana hediye vermese de yüzünü gösteremez mi?”

"Ağlamayın, Ayşe Hanım. Böyle güzel bir günde neden ağlıyorsunuz...”

"Endişelenmeyin, zaten onu nadiren göreceksiniz."

Ancak Ayşe'nin acısı dinmedi. Oğuz, işini bitirdikten sonra nihayet onu görmek
için acele ettiğinde, onun kasvetli bir ruh hali içinde olduğunu fark etti.

"Bu anlamlı günde avım neden bu kadar üzgün görünüyor?"

“Ne demek anlamlı gün? Kimseden tebrik almadım..."


“Kimse tarafından tebrik edilmedi mi? Şansölye sizi tebrik etti. Size ve
hizmetkarlara da eğildi.”

Ama Ayşe'nin istediği, hizmetkarların değil, soyluların tebrikleriydi. Dünyanın


en iyisiymiş gibi çenesini kaldıranlar tarafından tanınmak istiyordu.

"İmparatoriçe Ayşe'den nefret ediyor olmalı..."

Ayşe'nin yüzü daha kasvetli bir hal alırken, Oğuz bir şeyler itiraf etmek zorunda
kaldı.

"İmparatoriçe senden nefret ettiği için bir ziyafet ya da hediye hazırlamamazlık


yapmadı. Ona yapmamasını söyledim çünkü iyi bir zaman değildi.

Ayşe başını salladı ama ona inanmadığı açıktı. Bu atmosferde Oğuz'un


cariyesiyle rahatlayıp eğlenmesi imkansızdı.

Ertesi gün Oğuz sekreterine bir hediye verdi ve o da bunu İmparatoriçe adına
Ayşe'ye verdi.
8. BÖLÜM: Nedime Sorunu

"Majesteleri, Cahit Bey size yabancı bir ülkeden ipek hediye etti."

Nedime beni güne hazırlamayı her zamankinden erken bitirmişti, ben de


kahvaltı kahvemi içerken yanlarında oturdum. Bu arada Cahit Bey, bir hediye
taşıyan bir hizmetçi göndermişti.

Kahve fincanımdan başımı kaldırdım ve uşağın uzattığı ellerindeki nesneyi


inceledim. Süs balığı pulları gibi parıldayan muhteşem mavi ipek bir kumaştı.

İç çektim ve kahvemi koydum. İpek güzel ve pahalı görünüyordu, ancak


gönderenin niyetini göz önünde bulundurarak onu kabul etmek zordu.

Cahit Bey, Oğuz'un amcasıydı ve yeğeninden iki yaş büyüktü. İmparator olmak
gibi bir arzusu olmamasına rağmen, imparatoriçe olduğumdan beri düzenli
olarak bana rüşvet verdi ve benden iyilik istedi. Hediyeyi kabul edersem,
beraberinde zor talepler geleceği kesindi.

"Teşekkürler ama yanlış anlaşılmaya neden olacağı için bunu kabul


edemeyeceğimi söyle."

Bu daha önce birçok kez olmuştu ve hizmetçi de bunu bekliyormuş gibi


beceriksizce gülümsedi. Saygılı bir "Evet" mırıldandı ve geri çekildi.

"Beyefendi henüz yorulmadı."

Kapı kapandığında, Ferda Hanım fikrini söyledi ve diğerleri kahkahalara


boğuldu. Atmosfer yine çok huzurluydu.
Oldukça beklenmedik bir şekilde, ikinci bir ziyaretçi açıklandı. Her sabah
kahvaltıdan sonra merkez saraya gittim, bu yüzden erken saatlerde buraya çok
az ziyaretçi geldi. Ama bir sabahta iki kişi? Meraklı olsam da ziyaretçinin içeri
girmesine izin verdim.

Neyse ki ikinci ziyaretçi rüşvet teklif eden bir soylunun hizmetkarı değil, günün
gündemini koordine etmek için gelen bir memurdu. Zor bir iş değildi ve birkaç
kelime alışverişinde bulunduktan sonra ayrıldı.

Üçüncü bir ziyaretçinin belirmesi beni şaşırttı.

Bu kez, nadiren yüz yüze görüşeceğimi düşündüğüm Ayşe idi.

" Ayşe mi? Gerçekten mi?"

Şaşkınlıkla tekrar muhafıza baktım. Başını eğdi ve küçümseyen bir bakışla


"Evet" yanıtını verdi. Ferda Hanım yine dilini şaklattı.

"Nasıl buraya gelmeye cesaret ediyor?"

Gardiyan bilmiyordu; sadece kapının yanında durdu ve gelen ziyaretçileri


duyurdu. Ancak bana haberi anlatmakla kendini sorumlu hissediyor gibiydi ve
yüzünde mahcup bir ifade vardı. Kontes Eliza endişeyle bana döndü.

"Onu kabul edecek misiniz, Majesteleri?"

"Ehh..."
Açıkçası, onunla hiç tanışmak istemedim. Neden sadece duygularımı incitecek
birini görmek zorunda olayım? Bir gün yanında bir sürü güzel cariyesi olsa bile
Sovieshu ile gülüp konuşabilirim. Ancak o zaman şimdi değildi ve Sovieshu'nun
sevgilisine kolay bir şekilde davranmak benim için hala zordu.

Fakat...

"Girmesine izin ver."

Reklamcılık

Kontes Eliza şaşkınlıkla haykırdı.

"Majesteleri!"

Yarısı dolu kahve fincanının kulpunu tuttum. Onu görmek istemiyordum ama
Ayşe sadece bir cariyeydi ve Oğuz'un ilk aşkıydı... Aşk mıydı? İlk sevdiği kadın.
Oğuz, o ilk ortaya çıktığından beri bana soğuk davranıyordu ve onunla bir daha
kavga etmek istemiyordum. Onu tutkuyla sevemesem bile İmparator tarafından
nefret edilmek istemiyordum. Sadece bu ziyarete tahammül edebilirim.

"Bu ikinci görüşmemiz Majesteleri. Ben Ayşe.

Nurbanu olayı bilmiyormuş ya da umursamıyormuş gibi mi davranıyordu


bilmiyordum ama Ayşe içeri girer girmez beni parlak bir gülümsemeyle karşıladı.

Ferda Hanım ise hoşnutsuzluğunu gizlemedi ve ben yüz kaslarımı mümkün


olduğu kadar boş bir şeye çevirirken, taş gibi bir sessizlik içinde arkasına
yaslandı. Neyse ki, ideal olmayan durumlarda duygularımı gizleme konusunda
çok fazla pratiğim oldu.
” ...Eskiden farklı olarak, onun cariyesi olduğundan eminim. Tebrikler."

"Teşekkür ederim!"

Samimi olmasa da onu tebrik ettim... Şimdi ne demeliydim? Bir an düşündüm


ve doğrudan konuya girmeye karar verdim.

"Seni buraya ne getirdi?"

"Beni buraya getiren nedir?"

"?"

"Siz ve ben artık kardeş gibiyiz Majesteleri. Aile."

Ferda Hanım gafil avlandı ve soğuk kahvesi boğazına kaçtı. Öksürürken elini
ağzının önüne koydu ve Ayşe'ye dik dik baktı. Ben de aynı derecede şaşkındım.
Az önce ne duydum? Kız kardeşler? Aile?

"Aile?"

"Çünkü kocamız aynı.”

Yüzüm neredeyse çatlayacaktı. Titreyen sinirimi bastırmak için savaştım.


Cariye sözleşmesi kelimenin tam anlamıyla bir sözleşmeydi ve İmparatorluk
Ailesi'nin bir parçası olarak tanınmıyorlardı. Sözleşme sırasında bir cariye uygun
miktarda servet alabilirdi, ancak sözleşme uzatılmazsa İmparatorluk Sarayı’nı
terk etmek zorunda kaldı. Cariyeden doğan çocuklar, babaları imparator olsa
bile prens veya prenses sayılmazdı.

Yine de şimdi bu kız, sadece aynı kocaya sahip olduğumuz için bizi aile olarak
mı görüyor? Bu ifadede o kadar çok hata vardı ki nereden başlayacağımı bile
bilemedim. Ben düşüncelerimi dizginlerken, Ayşe iki elini birden birleştirdi.

"Sana abla diyebilir miyim?"

Etrafımda hava soğudu. Dudaklarımı aşağı bastırdım. Cömertliğimin sınırı


buydu.

"Hayır."

Ayşe'nin ifadesi düştü. Gözlerini kırpıştırdı ve sanki korkmuş gibi bana baktı.
Sanki böyle bir cevabı hiç beklemiyormuş gibi. Bu benim için daha şaşırtıcıydı.
Neredeyse, “Evet, kız kardeş olalım. Kocanı elinden aldım ama anlaşabilir
miyiz?”

" Ayşe'yi sevmediğin için mi?"

Büyük, geyik benzeri gözleri yaşlarla dolmaya başladı.

"Mesela senden nefret etmek değil."

Tabii ki ondan nefret ediyordum.

"İmparatorun cariyesi olabilirsin ama kız kardeşim değilsin."


Bu zor gerçeği gülümseyerek açıklamaya çalıştım ama Ayşe daha çok
ağlıyordu. Onunla alay ettiğimi düşünmüş olmalıydı. Gülümsemek işe yaramadı,
ben de onu sildim ve toplantımızı orada bitirmeye karar verdim.

"Gidebilirsin."

Ayşe gittikten sonra odadaki herkes şok içinde etrafına baktı.

"Gerçekten... Onun hakkında ne söyleyeceğimi gerçekten bilmiyorum."

Ferda Hanım şaşkına dönmüştü. Diğer hanımlar da öyleydi. Çoğu, bırakın


imparatoriçeyi ziyaret eden birini, daha önce bir imparatorun cariyesiyle bile
tanışmamıştı. Kaşlarımı çatarak en yaşlı nedimeye döndüm.

"Cariye böyle mi olur?"

Küçüklüğümden beri İmparatorluk Sarayı'na girip çıkmama rağmen, sarayda


eğitim görürken önceki imparatorun cariyelerinden hiçbiriyle tanışmamıştım.
Henüz sosyeteye çıkacak yaşta değildim ve bu yüzden merhum imparatorun
cariyeleriyle hiçbir ilgim yoktu.

"Cariyeler imparatoriçeyi nadiren görürler. Bu sadece birbirlerinin duygularını


incitir ve cariyeler onun tarafından sevilmemek istemezler.”

“...”

Belki Oğuz, Ayşe gibi bir karakteri sevmiştir. Ferda Hanım içini çekti.
Er ya da geç bir nedimeye ihtiyacı olacak. İmparator onun sıradan biri
olduğunu söylüyor ama korkarım o hiç de sıradan biri gibi değil. Acaba herhangi
bir genç kadın cariyenin nedimesi olmak ister mi...”
BOŞANMAYI KABUL EDECEĞİM

You might also like