You are on page 1of 3

Aşağıdaki paragraflarda kullanılan roman anlatım tekniklerini yazınız.

Turgut, önündeki direksiyona, belli etmek istemediği bir çekingenlikle bakıyordu. Kimse


sezmeden, korkusunu fark etmeden, bu inatçı ve onu tanımayan sertlikle nasıl uyuşabilecekti? Öğrendikten
sonra, bütün zorluklar geride kaldıktan sonra vücudun her parçasında, başlangıçta bu makine kadar kör ve
inatçı olan direnmenin yumuşadığını, mümkün olduğunu gördüğü zaman, yazık ki geçiş süresini unutuverir
insan.”

“Üniversitede ders çalışırken de Selim, arkadaşlarına böyle takılırdı. Kim çıkarmıştı bu sözü?Kenan
çıkarmıştı. Yüksek matematikten haziranda geçince, Selim’le bir olup, etüd odasında, çalışmaya çalışan
Turgut’un baş ucundan ayrılmamışlardı. Kenan, Selim’in okulda tanıdığı ilk insandı. Turgut’un onları ilk
farkettiği gün, sıranın üstüne bir şeyler yazıyorlardı.”

 "Sizlere uğramadan edemedim. Şehri çok güzel ve değişmiş buldum. Yeni taşındığınız evi
bulmakta güçlük çekmedim. Oğlunuz çok büyümüş. İnşallah büyüyünce sen de Turgut amcan gibi
mühendis olursun. Daha beter olsun. Nermin ne yapıyor. İyidir, selam ve sevgileri var. İnşallah bir dahaki
sefere onu da getiririm. Sen derslerine çalışıyor musun bakayım? Kaşlarını çattı. Amcalar bazen kaşlarını
çatar, onlara güven olmaz. Süheyla’yı hatırlayacaksınız, teyzemin gelini. Nermin’le birlikte geliniz bir
dahaki sefere. Geliriz dedik ya uzatmayın. Gitmiş kadar oldum."

Haftada iki gece dostlara danslı çay veriliyor, en aşağı iki üç gece de başkalarının davetine gidiliyordu. Aşağı
sofa ile taşlık arasındaki camekân kaldırılmış, delik deşik duvarlar sarı yaldızlı bir kâğıt ile kaplanmıştı.
Davet akşamları taşlıktaki su küpü, sofadaki yemek masası ve daha başka hırdavat eşya mutfağa taşınıyor,
yukarıdan kilimler, iskemleler, süslü yastıklar indirilerek bir kabul salonu dekoru kuruluyordu." (R.N.
Güntekin, Yaprak Dökümü)

“Kavuştuğumuz için alabildiğine mutluyduk. Sürgünümüzün romantizm dolu, şiirli günlerindeydik. Serâpa
coşku ve umuttuk. Tarihin tekerleğinin tersine dönmeyeceğine inanıyorduk. Tarihte çoğu kez görüldüğü gibi,
yenilgi değil, son kavgaya ve zafere hazırlanmak için, geçici bir geri çekilmeydi yaşadığımız. Aramızdaki
bağlar henüz aşınmaya başlamamıştı; kalelerimiz henüz çökmemiş, inançlarımız sarsılmamıştı. İnsanlığın
büyük macerasının şanlı bir kesitinde, tarihin, nedense hep ileriye doğru olduğuna inandığımız akışını
hızlandırmakla görevli öncülerdik, tarih yapıcılardık. Hayatımız kadar aşklarımız da bu önüne geçilmez akışın
parçasıydı; onunla güçlü ve anlamlıydı.”

“Çevresi av köpekleriyle sarılmış yorgun, yaralı bir hayvanın, dehşet ve umutsuzluk dolu, ıslak, çılgın,
çaresiz bakışı. Peşinden kovalayan avcılardan ve köpeklerden kaçan, bir an kurtulabileceğini sanan, sonra
gerçeği kavrayan bir dişi geyiğin, ön bacaklarını büküp yere çöktüğü andaki çaresizliği, teslimiyeti...” 

Yalnızım o kadar yalnızım ki... camları kıracak kadar... onu gördüm... Gün... Onun saçarlı kuş tüyleri eski
sarı... Ben... her şey... balıklar... elimde kaldı ve bir damla olsun kanı... Üstüme çullanmayın... zaten ben...
Uzun acıtıcı kork-kork...Sarı... Gün... O da kırıldı... eskisi... acı n’olur..

Çocuk evden bir daha dönememek üzere ayrıldığı gün de her şey böyle sakindi. Tartışmamışlardı, sesleri
yükselmemişti. Artık çok geç olduğunu, onu döndüremeyeceğini, o buluttan ve hayalden dünyanın
çekiciliğiyle boy ölçüşemeyeceğini biliyordu. “Bu sonu biz hazırladık. Onu, büyük işlere, yüce amaçlara
adanmış hayatımızın gereksiz bir eki, olmasa da olur parçası gibi peşimizden sürüklerken, biz çizdik
kaderini. Artık pişman olmak için bile çok geç.”
Birkaç parça eşyasını ve belki de artık hiç işine yaramayacak, hiç çalmayacağı, bir küçücük tutam
uyuşturucu değerindeki gitarını almış çıkarken: “Birbirimize çok benziyoruz anne” demişti. “İkimiz de
hayalleri seviyoruz. Yalnızca, hayallerimiz farklı. Sen yeryüzü cennetinin peşindesin; benimki çok daha
zahmetsiz. Biraz duman, birkaç hap, bir iğne yetiyor.”

“Boğaz’ın iki yakasındaki tepeler henüz yemyeşil korularla kaplıydı ve köprüler yoktu. Nisan sonlarında
erguvanlar açardı. Gölgeliklere saklanmış mor menekşe, dağ çileği ve kalkanbalığı vaktiydi artık.
Çocukluğun naftalin, küf, elma kokulu ahşap evlerinin bahçelerinde, hâlâ maltaeriği; manolya ve pembe
reçel gülleri vardı. Zengin okul arkadaşlarının yalılarından, şehrin her yanından denize girilirdi. Mimozalar
geçmeden Adalar’a gitmek için acele edilir ve eylülle birlikte, fenerler kapılıp Boğaz’da lüfere çıkılırdı.

Arkadaşım hangi felâketin beni bu hale getirdiğini sormuyordu. Hayat böyleydi. İnsanlar ayrı ayrı yollara
dağılırlardı. Kiminin tuttuğu yol insanı bu Cevdet gibi, muvaffakiyete götürür. Kimininkini de benim
vardığım şahikaya çıkarırdı. Bu bir talih, tesadüf meselesiydi. Niçinini, nasılını sormak beyhudeydi. Anlatma

“Şimdi, Ankara’da bulunuyorsunuz, zannedersem.” Demek, Burhan buydu. Selim’in onlara tanıştırmaktan
kaçındığı ‘esaslı’ arkadaşlarından biri. Selim, farklı çevrelerdeki arkadaşlarını birbirine tanıştırmayı
sevmezdi. “Hoşlanmazsın,” diye kestirip atardı. ‘Yüksek’ arkadaş çevrelerinde üniversite arkadaşlarından
utanırdı Selim. “Seni elevermemizden korkuyorsun,” diye saldırırlardı Selim’e kantinde. Hepimiz,
tanımadan, sevimsizliklerine inanırdık bu adamların. Bu yüksek arkadaşların da bizi tanımadan sevimsiz
bulduklarını bilmeseydi, tanıştırmaktan kaçınır mıydı? Ben bile zorlukla barınabiliyorum aralarında; sizi
hemen yutarlar, demek isterdi kantindeki arkadaşlarına.

Yavaş yavaş merdivenleri indi. Orta kata gelince müdürün odası gözüne ilişti. Şakir Bey’i bir kere
görmek fena olmaz diye düşündü. Kocası hakkında ondan malûmat alabilirdi, hademe ile içeriye
haber gönderdi.Balo! Neriman Löbon’dan çıkıp Fatih’e gelinceye kadar hep bunu düşündü. Balo! Muhakkak
gitmeli. Fakat izin meselesi, para meselesi, tuvalet meselesi, Şinasi meselesi…”

                     

Çerviakov General’e kuşkuyla bakarak, “Unutmuş! Ama gözleri sinsi sinsi parlıyor, benimle konuşmak bile
istemiyor! Aksırmanın çok doğal bir şey olduğunu söylemeliydim ona. Yoksa kasten tükürdüğümü sanabilir.
Şimdi değilse bile sonradan böyle gelir aklına. Oysa hiç istemeden oldu,” diye düşündü.

“Bir varmış, bir yokmuş. Pamuk Prenses, Yedi Cücesi Olmayan Bir Pamuk Prensesmiş. Bu yüzden hayatta en
büyük emeli Yedi Cüceye sahip çıkmakmış (…)Kapısında Beyaz Atlı Şehzadelerin bini bir paraymış.” (Murathan
Mungan, Yedi Cücesi Olmayan Bir Pamuk Prenses)
1.İç çözümleme
2.Geriye Dönüş Tekniği
3.Bilinç akışı tekniği
4. Anlatma T.
5“İç Monolog
6.İç Çözümleme
7. Bilinç Akış
8.Geriye Dönüş
9. Özetleme
10.Anlatma
11.Geriye Dönüş
12. . İç çözümleme
13.İç çözümleme
14. İroni

You might also like