You are on page 1of 30

Milliyetçiliğin Politik Psikolojisi

Demet İslambay ve Banu Cingöz-Ulu

Milliyetçilik kuramları ve araştırmalarını kapsayan alan yazının çok eskiye dayanan

bir geçmişi olmasına rağmen, 90’ların başından beri yenilenen bir ilgi ile alan “yeniden

keşfedilmiştir”. Bunun arkasında, sıklıkla gözlemlenen etnik ve milliyetçi çatışma ve

savaşların yanı sıra, bir yandan da akademik camianın bu konuya pek çok disiplin nezdinde

odaklanması yatmaktadır. Ancak milliyetçilik, ne olursa olsun pek çok açıdan çok önemli bir

yere sahip olan, sistematik olarak araştırılması gereken ve birçok disiplin tarafından farklı

yönleriyle ele alınan bir sosyal bilim konusudur (Özkırımlı, 2010).

Milliyetçilik dendiğinde akla gelen ilk örnekler yeni devletler kurma mücadelesi ve

sağ kanat siyasetler olmasına karşın, Michael Billig’in (1995) söylediği gibi milliyetçilik

sadece bu aşırı ve yıkıcı örnekler açısından değil, gündelik yaşamın içindeki düzeni,

örgütlenmeyi, akışı ve anlamlandırmayı sağlayan, ‘doğal karşılanan’, sıradan bir olgudur.

Hatta tarihçiler araştırmalarını ulus olgusunun var olmasını meşrulaştıracak şekilde

sürdürmeye yönelirken, örneğin sosyologlar da “toplum” ve “ulus” kavramlarını birbirine

denk görmeye başlamışlardır (Özkırımlı, 2010). Bu nedenle aslında bu “sıradan milliyetçilik”

çeperde (çevrede) değil de belki de tam merkezde devam eden, tanımlanması ve elle tutulması

son derece zor; ancak bir yandan da var olan devletlerin yeniden üretilmesindeki rolü

yadsınamaz ideolojik alışkanlıkları da betimlemektedir (Billig, 1995, s. 6).

Üzerine ciltlerce kitaplar yazılan milliyetçiliği, örneklerini veya konuya dair farklı

yaklaşımları bu kısa bölümde kapsamak mümkün değildir. Ancak buradaki temel amacımız,

konuya kısa da olsa bir giriş yaparak psikoloji ve milliyetçilik çalışmalarının bir araya

gelebilmesine olanak vermiş önemli araştırmaları sunmak ve bu konuda psikolojinin ve

milliyetçilik çalışmalarının karşılıklı olarak birbirlerine sağlayabilecekleri katkıyı

vurgulamaktır.

1
Milliyetçiliğin Başlıca Tanımları

Gellner (2009) milliyetçiliğin temelde siyasi bir ilke olduğunu savunur; buna göre

siyasi ve ulusal birimlerin birbiriyle örtüşmesi beklentisi vardır. Buradan hareketle Gellner

(2009) milliyetçi duyguları, bu ilkenin sağlanamamasının verdiği engellenme ve öfke veya

sağlanmasının getirdiği mutluluk ve gurur olarak tanımlamıştır. Milliyetçi bir hareket ise bu

duygularla beslenerek etkinleşen bir harekettir. Bu anlamda Gellner, milliyetçiliği siyasal

sınırları belli olan ve bu sınırların etnik sınırlar tarafından aşılmaması gerekliliğini savunan,

devletin içindeki etnik grupların iktidar sahipleri ile yönetilen insanlar arasında herhangi bir

sorun teşkil etmemesini gerektiren siyasal bir meşruiyet olarak tanımlar. Gellner’a göre

milliyetçilik, milletlerin öz-bilinçle uyanışı değildir: aslında var olmayan milletleri icat

etmektir (akt., Anderson, 2006)

Smith (1994) ise millet tanımını ulusal kimlik üzerinden, devletin yasal ve bürokratik

nitelikli bağlarından ayrı tutarak yapmıştır. Ona göre millet, tarihî bir toprağı ya da ülkeyi

paylaşan, ortak mitlere ve toplumsal belleğe sahip olan, kitlesel bir kamu kültürünü, ortak bir

ekonomiyi, ortak yasal hak ve görevleri paylaşan insan topluluğudur. Bu kendi devletinde

ifadesini bulmuş olabilir veya olmayabilir. Ancak bir toplumun fertlerinin dayanışma

bağlarını gösteren bu kavram, ortak yasal hakların ve kurumların da meşrulaştırıcısı

durumundadır. Bu anlamda milliyetçiliğin temelinde yatan bağlara vurgu yaparak, temelde

farklı türden bağların olabileceğine, muhtemel karmaşık ilişkilere ve çok boyutlu

milliyetçiliklere dikkat çeken Smith’in etnik/jenealojik ve sivil/teritoryal temelli millet ve

milliyetçilikler kavramlarına “Etnik ve Sivil Ulus” bölümünde daha ayrıntılı olarak

değinilecektir.

Bir başka önemli millet tanımı ise oldukça fazla alıntılanan ve aslında milleti

tanımlarken bunun ne kadar da psikolojik bir kavram olduğunu (belki de niyeti tam olarak bu

olmadan) ön plana çıkaran Anderson’a aittir (2006). Anderson, millet, milliyet ve milliyetçilik

2
kavramlarının tarihte olduğu kadar günümüzde de, bırakın incelenmeyi, tanımlanmasının bile

son derece zor olduğu sonucuna varmakta; buna karşın milliyetçilik olgusunun ısrarla var

olduğunu ve olacağını belirtmektedir. Anderson’un geçici bir süre işe görecek kadar yapacağı

tanım ise ünlü “hayalî bir siyasi cemaat” tanımıdır. Milletin üyelerinin hiç biri diğer üyelerin

çoğunu yüz yüze tanımayacak, ama tanıdığını hayal edecektir. Dışarıda bir yerlerde başka

milletlerin yattığını hayal edecek, bu nedenle millete –ne kadar büyük olursa olsun, esnek ama

hayalî bir sınır ekleyecektir. Milleti egemen olarak hayal edecektir, zira millet kavramının

doğuşunu ve aradığı özgürlüğü bu kavram sembolize etmektedir. Son olarak da ne kadar

eşitsizlik ve sömürü olursa olsun, millet her zaman için derin ve yatay bir yoldaşlık olarak

hayal edilmektedir.

Milliyetçiliğin tanımları, kuramları ve incelenmiş süreçleri, elbette ki bu konuyu

çalışan kuramcılar kadar çeşitlenebilir. Ancak ilk etapta, ulus-devletler ve onlarla

ilişkilendirilen ayrılıkçı hareketlerle bütünleşerek akademik tartışmaları alevlendirmiş

milliyetçiliğin ortaya çıkışı ve akademik geçmişinden bahsetmek ve bu noktada ulus-

devletlere ve ulus olmayan devletlere dair birkaç önemli not düşmek yerinde olacaktır.

Tarihsel Arka Plan ve Ulus-Devlet İkilemi

Özkırımlı (2010), tarihsel anlamda milliyetçiliğin gelişimini 18. ve 19. yüzyıllardan,

Aydınlanma düşünürleri ve onlardan etkilenen Alman Romantiklerinde görülen milliyetçilik

fikirlerinin izini sürerek başlatır.

Bu ilk fikirlerin ve oluşumların ardından, milliyetçilik çalışmalarının üzerinde daha

fazla uzlaşmış olduğu iki dönem takip eder. İlki 1918-1945 dönemi, yani milliyetçiliğin

akademik bir sorgulama konusu haline geldiği dönemdir. İkincisi ise, 1945-1989 yıllarını

kapsayan dönemdir. Bu dönemde ise farklı disiplinlerin katkısıyla tartışmanın genişlediği ve

derinleştiği görülmektedir.

3
Özkırımlı (2010) bu üç devrenin ardına bir de 1989’dan bugüne, üçüncü devredeki

klasik tartışmaların ötesine geçme girişimlerinin bulunduğu bir dördüncü devreyi eklemiştir.

Buradaki temel sorunlar ise önceki tartışmaların temellerinin eleştirilmesi, göz ardı edilen

veya görmezden gelinen konuların ön plana çıkarılmasını içerir. Kültürün, tutarlı ve uyumlu

bir bütün olmadığı ve anlamının sürekli olarak itirazlarla ve pazarlıklarla gözden geçirilerek,

yeni nesiller veya “ulusal” toplumun öğeleri olan pek çok farklı grup tarafından, iktidar

ilişkileri bağlamında yeniden tanımlandığı ve yeniden yorumlandığı belirtilmektedir.

Bu noktada, bir ideoloji ve sosyal ve siyasal bir hareket olan milliyetçilik (Özkırımlı,

2010), zaman içerisinde kaybolmamış, aksine güçlenerek bugüne kadar gelmiştir. Hatta yine

Özkırımlı’nın deyişiyle ileriki zamanlarda kendisine daha güçlü bir yer bulacağından

bahsetmek de yanlış olmayacaktır. Bunun sağlayan unsurlardan birisi, kişilerin, grupların ya

da toplumların kendilerine milliyetçilik ilkesinde bir özne olarak yer bulmalarıdır. Kendini

özne konumunda görmek ve bir şeyleri değiştirebilme gücünü elinde bulundurmak, ya da

başka bir deyişle egemen olmak, devamı getirilmek istenen bir ruhsal durum yaratmakta ve bu

kişiler, gruplar ya da toplumlar ele geçebilme fırsatı olan her ihtimalde bunu sürdürmeye

yönelik davranışlar sergilemektedirler. Her ne kadar hükümdarlık ve monarşi gibi yapıları

ortadan kaldırmaya yönelik ortaya çıkmış olsa da, milliyetçilik ideolojisi zaman içerisinde

içinde bulunulan grubu üstün görmeye ve egemen olmaya yönelik eğilimler geliştirmeye de

yol açmıştır. Buradan hareketle, ulus özelliklerini taşıyan her topluluğun devletleştiğini

söylemek yanlış olacaktır. Dünya üzerinde ulus-devlet özelliği taşıyan fakat devletleşmemiş

olan pek çok ulus vardır ve bunların tamamının devletleşmesi siyasal olarak mümkün değildir

(Gellner, 2008).

Öte yandan milliyetçilik, geçmişten aldığı derslerle bugüne kadar gelmiş ve gelecek

için de belli tasavvurları olan bir ideolojidir. Bu nedenle de varlığını devam ettirebilmek için

gerekli nitelikleri taşımaktadır ki bu nitelikler sosyal psikolojiden bağımsız değildir. Sosyal

4
psikoloji bünyesinde ortaya atılmış, Sosyal Kimlik, Gerçekçi Çatışma ve Sıradan Milliyetçilik

gibi kuramlar milliyetçiliği anlamamızda bizlere yol göstermektedir. Üstelik Billig’in sıradan

milliyetçilik kuramında olduğu gibi, millet ve milliyetçilik aslında gündelik hayatımızın her

alanında tekrar tekrar üretilmekte ve bu nedenle de herkes için varsayılan ve doğal olarak

kabul görmektedir. Aynı zamanda Reicher ve Hopkins’in (2001) de belirttiği üzere ulus

kavramı, siyasi amacı ne olursa olsun liderlerin bu amaç doğrultusunda harekete geçirmek

istediği kitlelere stratejik olarak seslenme yoludur. Tüm bu nedenlerle milliyetçilik, toplumsal

hayata içkin ve yakın bir gelecekte de gözden kaybolmayacak gibi durmaktadır.

Çalışma Alanları, Yaklaşımlar ve Psikoloji

Milletler ve milliyetçilik konusundaki devasa alan yazına göz attığımızda, siyaset

bilimi, felsefe, sosyoloji, antropoloji, coğrafya ve tarih gibi pek çok farklı alandan pek çok

farklı yaklaşımı bulabilmekle birlikte, psikolojinin bu resimdeki yeri oldukça çekinik ve hatta

neredeyse yok düzeyinde görünmektedir. Bu, psikolojinin milliyetçilik çalışmalarına en

azından görünürde ilgisizliğinden kaynaklanıyor gibidir. Öte yandan diğer alanlar da

psikolojiyi belki de bu konuyu çalışmaya pek de elverişli bulmuyor olabilirler (Reicher ve

Hopkins, 2001, s.2). Aslında bu eleştiri siyaset psikolojisi içinde, siyaset bilimi ve psikoloji

ilişkisine dair de söylenegelenden pek de farklı bir eleştiri değildir. Psikoloji, siyasi konulara

dair ilgisi ve motivasyonu çok yüksek de olsa, bunları bağlamında çıkararak, işe vuruk

tanımladığı değişkenler aracılığıyla, pek de suya sabuna dokunmadan incelemeyi tercih

ederken; siyaset bilimi de siyaset ve iktidar ilişkileri içerisindeki bireyin psikolojisini

“varsayarak” aslında gözlemlediği olgulara dair açıklamasını zenginleştirecek psikolojik

kuramlara arkasını dönmektedir (Reicher ve Hopkins, 2001;Sears, Huddy ve Jervis, 2003). Bu

karşılıklı olarak birbirini görmezden gelme durumu disiplinler arası araştırmaların

gelişmesini, hem yöntemsel hem de kuramsal açıdan engellemiştir diyebiliriz.

5
Milliyetçiliğe bu denli kafa yorulmasının ardında şiddetle kurulan doğrudan ilişki –en

azından sorgulayan akademisyenlerin aklında kurulan doğrudan ilişki- yatmaktadır. Yine de

burada da psikolojinin ne kuramsal ne de yöntemsel açıdan çok da fazla adı geçmemektedir.

Tam da bu noktada özellikle Reicher ve Hopkins’in (2001) ve Billig’in (1995) milliyetçilik ve

psikoloji arasında kurdukları önemli bağlara değinerek, psikolojinin bu ideolojinin

oluşumunda ve devamında insanın oynadığı role dair önemli yerini yeniden belirtmek

gerekmektedir.

Yukarıda bahsettiğimiz Gellner’in (2008) milliyetçilik ve milliyetçi hareketler

tanımında, olması gerektiği düşünülen ve gerçekte var olan arasındaki çelişki veya tutarlılıkta

duygulara önemli bir rol atfedilmiştir: mutluluk, gurur veya öfke gibi. Smith’in (1992)

tanımında ise aidiyet, ortaklık, dayanışma, cemaat hissi ve özellikle ortaklığa dair ortaya

atılmış olan kavramlar, yine sosyal psikolojide çok önemli yerlere sahip olan kavramlardır.

Reicher ve Hopkins’in (2001) tam da yerinde dikkat çektiği üzere, Anderson’un

(2006) tanımladığı hayalî cemaat da psikolojiyi merkezine almaktadır. Hayalî olması düşsellik

veya gerçek dışılığı değil, son derece soyut bir kavramın toplu bir hayal kurma eylemiyle ete

kemiğe bürünmesinde insan, hayal etme ve topluma ait hissetmenin, yani psikolojinin, kritik

önemine işaret etmektedir. Yüz yüze karşılaşılmayan bir grup insanla bir ortaklık hissetmek,

hatta bazen aynı toprak parçasını veya aynı kültürü paylaşmadan da bu hayalî cemaatle

bağlantılı hissetmek ve gündelik hayatta bunu bir referans noktası haline getirmek, aslında

psikolojinin, milletin ve milliyetçiliğin yaratılması ve devam ettirilmesindeki açıklayabileceği

pek çok önemli noktaya işaret etmektedir.

Doğrudan milliyetçiliğin psikolojisini ele aldığımızda ise Searle-White (2001) en

geniş çerçevede ortak bir tarih, dil, bölge, kültür veya bunların bir birleşimini paylaşan bir

grupla aidiyet hissetmek olarak tanımlanabilecek bir kavramla, milliyetçiliği insanların

düşüncesinde betimleyerek başlamıştır. Milliyetçilik sadece milletlerin birbiriyle etkileşimi

6
değil, kendi gruplarından ve karşı gruplardan bireylerle ilgili kuvvetli duyguları olan

insanların, milliyetçi etkinliklerde olan insanları içerir. Bu anlamda Searle-White’ın (2001)

bahsettiği gerilim noktası aslında psikoloji ve siyaset bilimi arasındaki gerilime de

değinmektedir. Milliyetçi hareketler bir boşluk içinde yer almaz, belli yer ve zamanlarda, belli

sebeplerle, belli şekillerde ortaya çıkar. Öte yandan, psikolojik açıdan ele alacaksak, bağlamı

ne kadar farklılaşırsa farklılaşsın, örneğin Kanada’daki ayrılık yanlısı Quebeclilerden,

Karabağ’daki Azerilerin milliyetçiliğine kadar her türlüsünün ortak ve genellenebilir

özellikleri bulunduğunu da kabul etmek gerekir, yani milliyetçiliğin psikolojisi bir anlamda

evrensel bir takım psikolojik süreçlere işaret eder. Searle-White, bu iki uç –bağlamsal ve

evrensel süreçler- arasındaki gerilimi bireysel ve toplumsal kimlik kavramıyla çözümlemekte;

bunu yaparken de aslında sosyal psikolojinin bağlayıcı ve köprü kurucu rolüne işaret

etmektedir.

Milliyetçiliğin şiddetle örtüştüğü uç örnekleri açısından gruplar arası ilişkileri ve

çatışmayı inceleyen her psikoloji kuramının konuyu açıklama ve anlamlandırmaktaki olası

katkısı aşikârdır. Hatta bunu bir adım daha ileri götürürsek, sosyal psikoloji kapsamında

incelenen pek çok konunun (uyma, tutum değişimi, önyargı ve gruplar arası ilişkiler)

temelinde, araştırmacıları bu konuları incelemeye itmesi açısından, milliyetçi hareketlerin

yıkıcı etkisi ve savaş yatmaktadır diyebiliriz.

Bir takım duygulardan, hayallerden veya bağlılıklardan bahsederken, aslında

bahsettiğimiz şey insanın gruplarla ilişkisi ve gruplar düzeyinde deneyimledikleri

duygularıdır. Ancak politik psikolojinin genel durumunu yansıtan, psikolojiyi alarak siyaset

bilimi bağlamına uyarlama dışında (Krosnick ve McGraw, 2002) aslında siyaset biliminin

insanın duruşunu davranışını “varsaydığı”, psikolojinin de son derece siyasi içerikli konu ve

tutumları bağlamsızlaşarak siyasi değilmişçesine çalıştığı karşılıklı bir aldırmazlık söz konusu

gibidir. Searle-White’ın (2001) bu araya köprü olarak seçtiği kimlik kavramını, Reicher ve

7
Hopkins (2001) ise kimliğin retoriği ve sahip çıkılmasındaki politik gündeme ait stratejileri

İskoçya örneğinde son derece dinamik bir şekilde göstermişlerdir. Bu bağlamda vardıkları

sonuç, aslında ulusal kimliğin hali hazırda var olan bir şey olmaktan çok, bir şey olma süreci,

mücadelesi, projesi, isteğine dair bir olgu olduğudur. Dolayısıyla aslında ulusal kimlik (millî

kimlik), ulusal bir hareket veya en azından böyle bir harekete siyasetçiler ve liderler

tarafından yapılan bir çağrıdır.

Temel Kavramlar

Etnik ve Sivil Ulus

Anthony Smith, milliyetçilik alanındaki çalışmaları ile adından çokça söz ettirmiştir ve

ulusun iki farklı modeli olduğunu öne sürmektedir: etnik/jenealojik ve sivil/teritoryal (Smith,

1994). Hans Kohn’un (1944/1994) kuramından faydalanarak Smith daha “Doğulu”, Doğu

Avrupa ve Asya’da gelişmiş olan bir “etnik/jenealojik” modelden bahseder. Bu modele göre

devletin sınırlarından ziyade atalardan getirilen kan bağı ve etnisite ile getirilen özelliklerle

tanımlanmaktadır. Bu, doğuştan gelen, içine doğulan ve ortak kan bağının vurgulandığı, ortak

tarih, ana dili, din ve geleneksel sembollerin devam ettirildiği bir ulus modelidir. Yani

dışarıdan gelen bir birey asla o ulusun ‘tam’ ya da ‘gerçek’ bir üyesi olamaz (Parmenter,

1999).

Alternatif olarak Smith (1994) bir de “Batılı” ya da “sivil/teritoryal” bir ulus modeli

kurgular. Bu modelde ulus, rasyonel bir siyasi cemaat olarak tanımlanır. Ulusun tarihsel

olarak bulunduğu coğrafya daha tanımlayıcıdır ve ortak kurumlar ve hukukun belirlediği bu

cemaatte bireyler, ortak sivil ideolojilerin oluşturduğu bir kültürü paylaşırlar. Etnik modele

kıyasla gönüllülük temeli ve eşit vatandaşlık hakları ön plandadır.

Etnik/jenealojik ve sivil/teritoryal modeller tek bir boyutun iki ucu gibi görünse de,

Smith (1994) bunların çok boyutluluğuna özellikle vurgu yapmıştır. Her iki tanımın da tüm

8
ulusal kimliklerde belli derecelere kadar var olduğunu belirterek, zaman içerisinde ulusal

kimliği belirleyen boyutların siyasi bağlama göre değişebileceğini de vurgulamıştır (Brown,

1999; Poulton, 1997). Örneğin ulus oluşturma ve devlet kurma çabalarının başlangıcında,

azami sayıda insanı aynı amaç etrafında toparlayabilme amacıyla ulusal kimlik, ortak bir

toprağa sahip olan ve kendi siyasi kaderini belirleme amacına sahip sivil bir cemaat olarak

tanımlanabilir. Buna karşılık ileriki safhalarda, örneğin ulusal birliğe yönelik bir tehdit

algılandığında ise, ulusal kimliğin odağı ortak tarih, atalar, kültür ve dine kayabilir; böylelikle

ulusal köken mitleri sürekli tekrar edilerek ayrılıkçı hareketlerin bastırılması söz konusu

olabilir. Kısacası tüm ulusal kimlikler, etnik/jenealojik ve sivil/teritoryal unsurları bir

dereceye kadar taşımakta ve bunların göreceli önemi zaman göre farklılık gösterebilmektedir.

Ulusal Kimlik, Etnik Kimlik, Vatandaşlık ve Vatanseverlik

Ulusal kimlik, kendisiyle birlikte anılan ya da kendisinin yerine kullanılan

vatanseverlik, etnik kimlik ve vatandaşlık gibi pek çok kavramla karıştırılagelmiştir. Fakat

pek çok araştırmacı tarafından dile getirildiği gibi, bunların hepsi birbirinden farklı

kavramlardır.

Ulusal kimlik dendiği zaman akla ilk olarak yaşanılan ülkedeki çoğunluğun ulusal

kimliği ya da başka bir deyişle ulus-devletin temsil ettiği resmi ideolojiyi yansıtan kimlik gelir

(bkz. Hussain ve Bagguley, 2005). Dünya üzerinde tek bir etnik kimlikten oluşan herhangi bir

ulus-devlet olmadığından, çoğunluğun ulusal kimliğinin ülke içerisinde yaşayan diğer etnik

grupların kimliğini yansıtmadığını söylemek yanlış olmayacaktır. Elbette ulus-devletin

yansıttığı ulusal kimlik de bir etnik kimliktir, fakat hâkim ideolojiyi elinde bulundurduğundan

diğer azınlık etnik kimliklerinden farklı değerlendirilmelidir. Örneğin, Verkuyten ve Yildiz

(2007) Hollanda’da yaşayan Türklerin etnik iç-grup özdeşleştirmesi ile ulus-devlet

özdeşleştirmesi arasında olumsuz ve güçlü bir ilişki bulmuşlardır.

9
Öte yandan, vatandaşlık bir ülke içerisinde yaşayan hemen hemen herkese verilen bir

kimlik ya da statüdür. Vatandaşlık, çoğunluğun ulusal kimliğini yansıttığından dolayı, ulusal

kimliği derinlemesine inceleyip anlamadan vatandaşlığı anlamak oldukça zor olacaktır.

Vatandaşlık kavramı ya da statüsü, etnik ve ulusal kimliklerin buluştuğu ortak noktaya işaret

eder ve farklı etnik ya da ulusal kökenlerden gelen bireylerin arasındaki farkları anlamamızda

bizde yardımcı olur. Yani objektif bir vatandaşlık statüsü, bir ülke içerisinde yaşayan her

bireyin haklardan eşit şekilde yararlandığını garanti edemez. Bu sebeple, ulusal kimlik ve

vatandaşlık, birbirinden farklı kavramlar olup, ayrı değerlendirilmelidir.

Vatanseverlik ise, kimi zaman ulusal kimlikle eş anlamda kullanılmış (Ferguson,

1940; Stagner, 1942 akt. Kosterman ve Feshbach, 1989), kimi zaman da ulusal kimlikten

farklı bir kavram olarak ele alınmıştır (Kelman, 1969; Kosterman ve Feshbach, 1989; Meier-

Pesti ve Kirchler, 2003; Schatz, Staub ve Lavine, 1999). Önceki yazılanlarla bağlantılı olarak,

herhangi bir ülkenin vatandaşı olmak, o ulusal kimliğe kuvvetli bir şekilde bağlanmayı

gerektirmez; dolayısıyla herkesin eşit şekilde vatanseverlik duygusunu beslemeyi de şart

kılmaz. Vatanseverlik, bireyin yasal bir devleti, ülkeyi ya da memleketi tanımlayan değerlere

ve prensiplere duyduğu minnet ve bağlanma duygusu ile ilgilidir ve yeri geldiği zaman çeşitli

fedakarlıklar gerektirir (Ikuenobe, 2010). Bununla birlikte, bireyler kendi ülkesi dışındaki

ülkelere ya da devletlere de vatanseverlik duygusu besleyebilir. Örneğin bir İspanya

vatandaşı, Portekiz’e yönelik vatanseverlik duyguları besleyebilir.

Ulusal kimlikten ziyade milliyetçiliğin, daha çok kendi ülkesini üstün görme çabası ile

ilgili olduğu (örn., Kosterman ve Feshbach, 1989), vatanseverliğin ise uluslararası bir

kıyaslama olmadan ulusal iç-gruba ait bir duygu olduğu öne sürülür. Bu doğrultuda Schatz ve

diğerleri (1999) kör ve yapıcı vatanseverlik arasında bir ayrıma gitmişlerdir. Kör

vatanseverlik ne olursa olsun milleti ve liderlerini haklı görme arzusu ve körü körüne

bağlanarak gelen bir sadakat hissi olarak; yapıcı vatanseverlik ise milletin faydası için

10
gerektiği yerde eleştirebilme ve onu daha iyiye götürme arzusu olarak tanımlanmaktadır.

Benzer şekilde, Roccas ve arkadaşları (2006), ulusal kimliğe yönelik iki temel moddan söz

eder: iç-gruba bağlanma (attachment to the in-group) ve iç-grubun yüceltilmesi (in-group’s

glorification). İç-gruba olan bağlanma bireylerin kendilerini grupları ile tanımlamaları,

benliklerini bu tanımlamanın içine dahil etmeleri ve duygusal olarak ait oldukları ulusa gruba

bağlılık hissetmeleri şeklinde tanımlanabilir. Burada duygular ve ulusal grup yararına

yapılabilecekler ön plandadır. İç-grubun yüceltilmesi ise, ulusal kimliğin diğer ulusal

kimliklerden ve gruplardan üstün görülmesi ve ulusun bayrağı, kuralları ve liderleri gibi

merkezi sembol ve simgelere saygı duyulması şeklinde tanımlanır. Burada ön plana çıkan ise,

duygulardan ziyade körü körüne bir bağlılıktır (Roccas, Klar ve Liviatan, 2006).

Billig (1995), milliyetçiliğin ‘ötekilere’, vatanseverliğin ise ‘bize’ ait olduğundan

bahseder. Yani bireyler, milliyetçilik duygularının aşırılığını genelde kabul etmeyerek

kendilerini vatansever olarak tanımlamakta, diğer gruplara ait bireylerin de ulusal kimliğe

bağlanma konusunda aşırıya kaçtığını düşünebilmektedirler. Çünkü milliyetçilik beraberinde

ayrımcılığı da getirmektedir. Yani vatansever ya da milliyetçi olma durumu, sosyal kıyas

süreçlerinden bağımsız değildir. Bireyler, vatanseverlik durumlarını, kendilerini diğer iç-grup

üyeleri ile kıyaslayarak belirlerler. Milliyetçilik ise, dış-gruplara üye olan bireyler ile yapılan

kıyaslamalar sonucunda şekillenir (Meier-Pesti ve Kirchler, 2003). Yani ulus içi ve ulus dışı

kıyaslamalar bireylerin vatansever ve/veya milliyetçi olma durumunu belirleyen

faktörlerdendir. Bu kıyaslamalar bireylerin duygularına, düşüncelerine, ya da ülkelerin

tarihsel arka planına göre şekillenebilir.

Genel olarak değerlendirildiğinde, ulusal ve etnik kimliğin, vatandaşlığın ve

vatanseverliğin çok sayıda tanımı yapılmış, bunların pek çok türünden bahsedilmiştir. Bu

çalışmada hepsine ayrı ayrı vermek mümkün olmayacağından, bunların sıklıkla birlikte ele

alınan farklı kavramlar olduğunu ifade etmek büyük önem taşımaktadır.

11
Milliyetçiliği Açıklamada Başvurulan Bazı Kuramlar

Dünyadaki savaşlar, çatışmalar, anlaşmazlıklar ve ayrımcılıkların temelinde yatan, var

olan kimlikler arasından belki de en hassas olanı, ulusal kimlik ya da bunun miti olan

milliyetçiliktir (Smith, 1994). Bireyin ulusal kimliğini içselleştirmesi veya reddetmesi ve

ulusal kimlik açısından kendisine biçtiği güdüler değişkenlik göstermektedir. Siyaset

bilimciler, sosyologlar ve psikologlar, milliyetçiliği ve ardındaki güdüsel, bilişsel ve sosyal

süreçleri açıklamak için çeşitli kuramlar öne sürmüşlerdir. Bir sonraki başlıkta genellikle

siyaset bilimcilerin milliyetçiliği açıklamada kullandıkları yaklaşımlar tartışılacaktır.

İlkçilik, Modernizm ve Etnosembolizm

Özellikle siyaset bilimciler ve sosyologlar, milliyetçiliği açıklarken İlkçi yaklaşım

(Primordialism), Modernizm ve Etnosembolizm gibi düşünce tarzlarından faydalanmışlardır.

İlkçi yaklaşım, ulusal kimliğin etnik kimliğe bağlı olduğunu ve kültürden ayrı

düşünülemeyeceğini öne sürer (Baram ve Carroll, 2002; Geertz, 1973) ; hatta Johann

Gottfried von Herder gibi, akımın bazı temsilcileri, ulusun dil grubundan farksız olduğunu

iddia eder ve bu ikisini eşdeğer görür (Barnard, 2003). Milletlerin/ulusların en baştan beri var

olduğunu ve insanların milliyetlere manevî olarak bağlandıklarını söyler (Eller ve Coughlan,

1993). Bu yaklaşım, etnik ve ulusal kimliklerin statik olduğunu varsaydığı ve kimliklerin

şekillenmesinde sosyal inşanın rolünü göz ardı ettiği için eleştirilmiştir.

Modernizm ise milli kimliğin ve milliyetçiliğin modern zamanlarda ortaya çıktığını

öne sürüp, milliyetçiliğin milletleri yaratmadaki rolüne işaret eder. Bu akımın önde gelen

temsilcilerinden Ernest Gellner, milliyetçiliği anlamamız için kültür ve örgütlenmeyi temel

alır, doğrudan siyasal tarih çözümlemelerinden faydalanır (Gellner, 2008) ve milliyetçiliğin

milleti yarattığını ileri sürer (Gellner, 2009). Bunun yanında, modernist yaklaşımın en önemli

iddialarından biri de, milliyetçiliğin kapitalizm, şehirleşme, sanayileşme, laikleşme ve modern

bürokratik devletlerin oluşması ile doğrudan ilişkili olduğunu öne sürmesidir (Özkırımlı,

12
2010). Yine modernist akımın öncülerinden Benedict Anderson, ulus-devletlerin sınırları

dâhilinde sosyal ve kültürel dönüşüme işaret etmektedir ve devleti ulus-devletin sınırları

içerisinde yaşayan grupların temsil edildiği bir “hayalî cemaat” olarak görmektedir

(Anderson, 2006). Hobsbawm ve Ranger ise, ulusu ve milliyetçiliği bir toplum mühendisliği

çıktısı olarak değerlendirir (Hobsbawm ve Ranger, 1983). Yani, milliyetçilik, ulusun modern

çağa ve sisteme ayak uydurabilmesi için gerekli düzenlemeleri ortaya koyan bir ilkedir.

Modernist yaklaşım, bireylerin ya da grupların kendi ulusal kimliklerine duygusal olarak

bağlanmalarını açıklayamadığı için eleştirilmiştir.

Etnosembolizm ise, modernist yaklaşımın aksine, önceden var olan etnik bağların

(mitler, simgeler, değerler ve bellek) modern ulusların ve milliyetçiliğin oluşumunda etkisi

olduğundan bahseder. Bu yaklaşımda, geçmişe verilen önem ve hürmet ön plana çıkmaktadır.

Etnosembolizm yaklaşımına yakın olduğu bilinen Anthony Smith, Millî Kimlik (National

Identity) kitabında ulusları ve milliyetçiliği daha önceden var olan gruplar üzerinden ortak bir

tarihî kimlik üzerinden anlayabileceğimizi iddia eder (Smith, 1994). Fakat bu yaklaşım

ulusların sınırları dâhilinde tek bir grubun yaşadığını varsaydığı için eleştiriye maruz

kalmıştır.

Milliyetçilik kavramı, siyaset bilimcilerin yanında, son zamanlarda psikologlar

tarafından da çalışılmaktadır ve araştırma alanları oldukça çeşitlilik göstermektedir. Bu konu

özellikle son yıllarda sosyal ve politik psikologların da ilgisini çekmeye başlamış, bu alanda

pek çok nitel ve nicel araştırma yapılmıştır. Devam eden başlıklarda psikoloji biliminin

milliyetçiliği açıklarken faydalandığı yaklaşımlardan bahsedilecektir.

Psikodinamik Yaklaşım

Psikodinamik yaklaşım yardımıyla milliyetçiliği açıklarken, psikodinamik yaklaşımın

en önde gelen isimlerinden Freud’un ‘küçük farklılıklar narsisizmi’ diye adlandırdığı

durumdan faydalanılmaktadır (Freud, 2010). Bu durum, bir toplumdaki ortak özelliklerin

13
bireyin ön plana çıkmasını engellemesi dolayısıyla, bireyin kendi özelliklerini başkalarından

anlamlı ve pozitif bir şekilde farklılaştığını ortaya koyma isteği olarak tanımlanabilir.

Freudyen geleneğin bir temsilcisi olan Vamık Volkan da, bireylerde, erken gelişme

dönemlerinde, bölünme (splitting) davranışından bahseder (Volkan, 1985). Yani bireyler,

dünyayı ‘iyi’ ve ‘kötü’ olarak ikiye ayırırlar ve kendilerinde gördükleri ‘kötü’ özellikleri,

‘kötü’ olarak gördükleri ‘öteki’lere yansıtırlar ve ‘kendinden olmayan’a karşı temkinli ve

savunmacı bir politika izlerler. Dolayısıyla, milliyetçilik olgusunda da görebileceğimiz üzere,

birey kendi ulusal kimliğini koruyarak ve savunarak, bilinç düzeyindeki ve bilinçaltındaki

‘kötü’lerden gelecek olası saldırılara karşı hazırlıklı olacaktır. Sosyal bağlamdan tamamen

bağımsız olduğu için, milliyetçiliği açıklamada psikodinamik yaklaşımın eksik kaldığı,

indirgemeci, katı ve mekanistik bir yaklaşım benimsediği öne sürülmüştür (Finlayson, 1998;

Houghton, 2009).

Biyopolitik Yaklaşım

Genellikle biyologlar tarafından kabul gören biyopolitik yaklaşım ise, bireylerin

doğuştan getirdiği saldırgan içgüdülerinin ve genetik donanımlarının bir ulus içinde bulunan

diğer bireyler için de geçerli olabileceğini ve aynı ulus içindeki bireylerin genetik yapılarının

benzer olduğunu iddia eder (Rushton, 1992, 2005). İnsanların kendi genetik formasyonlarına

benzemeyenlere karşı düşmanlık beslemesinin doğal olduğu ve milliyetçiliğin de doğuştan

getirilen saldırgan içgüdülerden kaynaklanabileceği öne sürülür (Rushton, 2005); yani

milliyetçiliğe evrimsel psikoloji perspektifinden bakılır. Fakat hangi genetik dürtülerin ya da

mekanizmaların ne tür politik eğilimlere yol açacağını ve bireylerin kendi genetik yapılarına

benzemeyen insanlara neden düşmanlık besleyeceğini açıklayamadığı için bu yaklaşım da pek

kabul görmemiştir (Houghton, 2009).

14
Gerçekçi Grup Çatışması Kuramı

Gerçekçi grup çatışması kuramı, Muzaffer Sherif tarafından ortaya atılmış ve gruplar

arası ilişkiler, çatışma ve önyargı çalışmalarının temeli sayılabilecek bir kuram haline

gelmiştir. Sherif bireylerin kendi gruplarını diğer gruplardan üstün görme eğilimlerinin

(etnosentrizm) kişilik özellikleriyle açıklanamayacağını ve bunun için grupların doğasını

anlamamız gerektiğini iddia etmiş ve arkadaşlarıyla birlikte bir dizi alan deneyi yapmıştır (M.

Sherif, Harvey, White, Hood ve Sherif, 1961). Bu deneyler sonucunda, grupların, birbirlerini

hiç tanımasalar bile, belli çıkarlar çerçevesinde ortaklaştığını, ‘biz’ ve ‘onlar’ ayrımı

yaptıklarını ve karşı gruplara yönelik önyargı ve saldırganlık geliştirdiklerini görmüştür. Bunu

temel aldığımızda, gerçekçi grup çatışması kuramının milliyetçilik davranışlarını açıklamada

bize yol göstereceği açıktır. Örneğin, Suriye İç Savaşı’ndan sonra Türkiye’ye gelen

mültecilere bakış açısı gerçekçi grup çatışması kuramıyla açıklanabilir. Mültecilere yönelik

tutum araştırması (Erdoğan, 2015), Türkiye’deki vatandaşların Suriyeli mültecilere karşı ciddi

önyargı taşıdığını göstermektedir. Bu çalışmanın sonucuna göre, Türkiyeli vatandaşlar,

Suriye’den gelen mültecilerin “işlerini ellerinden aldıklarını” düşünmektedirler. İş gibi somut

bir kaynağın rekabet yaratması ve karşı karşıya gelen grupların farklı uluslardan ve

birbirlerine rakip olması, bireylerin ve grupların milliyetçi ‘hassasiyetlerini’ ortaya

çıkarmakta; dolayısıyla, bireyler ‘öteki’ olarak tanımladıklarına karşı, önyargı, ayrımcılık ve

kalıp yargı oluşturmaktadır (Blalock, 1957). Başka bir örnek vermek gerekirse, Amerika’da

yaşanan 11 Eylül 2001 olaylarından sonra hemen hemen bütün Müslümanların, özellikle

Arapların, ayrımcılığa uğradığını ve bu ayrımcılığın hala devam ettirildiğini görmek hiç de

zor değildir.

Uğrunda rekabet edilen şey somut değil, soyut/sembolik de olabilir (Glaser, 1994).

Milliyetçilik üzerinden örnek vermeye devam edersek, örneğin, ülkelerin bayrakları

semboliktir ve neredeyse ülkelerin her yerinde görünürdür. Örneğin Türkiye’de, mağazalarda,

15
evlerde, okullarda, hastanelerde asılı olarak veya kullandığımız pek çok eşyanın üzerinde

baskı halinde Türk bayrağı ile karşılaşırız. Bayrağın sembolik olarak diğer ülkeler arasında

temsiliyet değerinin olmasının yanında, ait ya da bağlı olunan ulusun yüceleştirilmesine katkı

yaptığı da açıktır (Glaser, 1994). Bu konu “Sıradan Milliyetçilik” başlığı altında daha ayrıntılı

tartışılacaktır.

Bu kuram, her ne kadar gruplar arasında materyal veya somut kaynaklar için ortaya

çıkan rekabete ve bunun sonuçlarına dikkat çekse de, gruplar arasında herhangi somut bir

rekabet olmadığı zaman ortaya çıkan ayrımcılık, önyargı ve dışlamayı açıklamada yetersiz

kalmaktadır.

Sosyal Baskınlık Kuramı

Dünya üzerindeki neredeyse bütün toplumlar az veya çok bir hiyerarşi içermektedir;

bunların hepsinde en az bir tane baskın, en az bir tane de alt grup vardır (Houghton, 2009).

Sosyal Baskınlık Kuramı (Pratto, Sidanius, Stallworth ve Malle, 1994; Sidanius ve Pratto,

1999), bütün toplumların grup temelli sosyal hiyerarşiler altında örgütlenmeye meyilli

olduklarından bahseder. Sidanius ve Pratto toplumlarda, en güçlü gruplardan en zayıf gruplara

kadar bir hiyerarşi olduğundan ve sosyal yapı içerisinde bulunan en güçlü grubun diğer

gruplardan pozitif sosyal değer temelinde farklı olma isteğinden bahseder (Sidanius ve Pratto,

1999). Hiyerarşinin alt kısımlarında yer alan zayıf gruplar ise negatif sosyal değer temelinde

bir araya gelmektedirler. Birey temelli sosyal hiyerarşi bireylerin kendi kişilik özellikleri

sayesinde toplumda saygınlık kazanma isteği ile alakalı iken, grup temelli sosyal hiyerarşi

bireylerin ait oldukları grupların özelliklerinden faydalanarak saygınlık kazanma isteğiyle

alakalıdır. Grup temelli sosyal hiyerarşi, hiyerarşiyi artıran (sosyal eşitsizliği artıran) ve

hiyerarşiyi azaltan (sosyal eşitliği artıran) mitler tarafından pekiştirilir ve milliyetçilik ile

ilişkilendirilebilir. Milliyetçilik kavramının hiyerarşiyi artıran mitlerden olduğunu ve baskın

grubun milliyetçi eğilimleri olduğunu söylemek yanlış olmaz (Mungiu-Pippidi, 2004).

16
Yazarlar sosyal baskınlığın kişiler özelinde ölçülebilir bir hale getirilmesi için, ‘Sosyal

Baskınlık Yönelimi’ kavramını ortaya atmış ve “kişinin içinde bulunduğu grubu pozitif ve

ilişkilendiği diğer gruplardan üstün görme arzusu” şeklinde tanımlamışlardır (Pratto ve

diğerleri, 1994). Sosyal baskınlık eğilimi yüksek olan birey ya da toplumlar, hiyerarşik bir

şekilde örgütlenmiş yapılar içindeki baskı, eşitsizlik ve ayrımcılık gibi unsurları

meşrulaştırmaktadırlar.

Daha önce yapılmış çalışmalarda, milliyetçiliğin sosyal baskınlık yönelimi ile ilişkili

olduğu bulunmuştur (Duriez ve Van Hiel, 2002; Pratto ve diğerleri, 1994). Örneğin,

İsraillilerin Filistinlilere olan bakış açısıyla Sosyal Baskınlık Yönelimi arasında ilişki

bulunmuştur (Sidanius, Feshbach, Levin ve Pratto, 1997). Psikolojik olarak baskın olmak

isteyen uluslar, milliyetçiliği artıran mitlerden faydalanmaktadır. Milliyetçiliğin tanımında,

hâlihazırda, diğer uluslardan üstünlük ve onlara kurulan baskınlık algısı olduğundan

bahsedilir (Feshbach, 1994; Sidanius ve diğerleri, 1997). Milliyetçiliğin iç grup ve dış grup

yapısı dolayısıyla sosyal baskınlık ile alakalı olması şaşırtıcı değildir. Uluslar genellikle

baskın grup tarafından orantısız bir şekilde kontrol edilir ve kaynakların tahsis edilmesi

hiyerarşiye göre yapılandırılır; baskın gruplara alt gruplardan daha fazla değer verilir ve

kaynak aktarımı da bu doğrultuda olur. Bunun sonucunda ise baskın grupların üyelerinin

ulusa ve ulusla ilgili sembollere ve değerlere daha fazla sahip çıkması şaşırtıcı değildir (Peña

ve Sidanius, 2002).

Yetkeci Kişilik Kuramı

Milliyetçiliği açıklamada başvurulan bir diğer kuram da, Sosyal Baskınlık Kuramı ile

yakından ilişkili olan Yetkeci Kişilik Kuramıdır (Altemeyer, 1998; Duriez ve Van Hiel, 2002)

ve Hitler zamanında Almanya’dan Amerika’ya sürgün edilen Adorno ve arkadaşları

tarafından, 1920’lerden başlayarak yükselen faşizm dalgasını anlamak için ortaya atılmıştır

(Adorno, Frenkel-Brunswik, Levinson ve Sanford, 1950). Yazarlar, aynı zamanda, yetkeci

17
kişilik ile dokuz alt boyutun (“geleneksellik, yetkeci boyun eğme, yetkeci saldırganlık,

duygusal kapalılık, batıl inanç ve kalıp yargı, güç ve sertlik, yıkıcılık ve insanların iyiliğine

inanmama, yansıtmacılık ve cinsellik”) (Güldü, 2011) ilişkili olduğunu öne sürmüşlerdir.

Altemeyer ise, yetkeci kişilik kuramını revize ederek üç boyuttan oluşan Sağ Kanat Yetkecilik

kavramını ortaya atmış, bireylerin otorite olarak gördüğü kişilere ve kurumlara yönelik

tutumu olduğunu öne sürmüştür. Bu boyutlar, geleneksellik (geleneksel normlara ve ahlaki

kodlara bağlılık), yetkeci boyun eğicilik (iç grup otoritesine bağlılık) ve yetkeci saldırganlık

(otoriteye bağlı olmayan, kendilerinden farklı görülen bireylere ve kurumlara saldırganlık)

şeklinde üç alt başlık altında incelenmektedir(Altemeyer, 1988).

Milliyetçilik öğrenilen bir durum olduğu için, onun bir gelenek üzerinden geldiğini

söylemek yanlış olmayacaktır. İç gruba olan bağlılık ve dış gruplara olan saldırganlık da

milliyetçiliğin dikkate değer öncüllerindendir. Ulusların uluslararası platformda öne çıktıkları

söylemler de bundan bağımsız değildir. Örneğin, “Ne Mutlu Türk’üm Diyene!” ya da “Rule

Britannia!” (“Hükmet Britanya!”) gibi sloganlar uluslararası alanda iç grup yetkesine bağlılığı

göstermektedir ki bu da milliyetçilikle doğrudan ilgilidir. “Ermeni’de irfan, Yahudi’de

pehlivan olmaz” (akt. Astourian, 1999) gibi atasözleri de yetkeci saldırganlık ile ilgilidir ve

milliyetçiliğin yeniden üretilmesine sebep olur.

Fescbach ve arkadaşlarına göre milliyetçilik, ulusal bağlanmanın ‘sağ kanat’ bir formu

olarak kabul edilebilir ve bireyin kendi ulusunun diğer uluslardan baskın olma isteği ile

bağlantılıdır (Sidanius ve diğerleri, 1997). Yetkeci kişiliğin ve sağ-kanat yetkeciliğin alt

başlıklarından da anlaşılacağı üzere, milliyetçilik içerisinde yetkeci olmayı

barındırabilmektedir.

Yetkeci kişiliğin ve sosyal baskınlık yöneliminin ırkçılık (Duriez ve Van Hiel, 2002;

Hiel ve Mervielde, 2002) ve milliyetçilik (Cohrs, Moschner, Maes, & Kielmann, 2005; akt.

Kiess, Decker, & Brähler, 2016) ile yakından ilişkili olduğu birçok çalışmanın bulgularında

18
yer almaktadır. Bu bulguların aksine, yetkeci kişilik ile milliyetçilik arasında ilişki bulmayan

çalışmalar da mevcuttur (Angraini, Toharudin, Folmer, & Oud, 2014). Buradan yola çıkarak

bağlamın, geçmiş deneyimlerin ve örneklemin göz önünde bulundurulmasının öneminden

bahsedebiliriz.

Sosyal Kimlik Kuramı

Milliyetçiliğin sebeplerini anlamak ulusal kimliği anlamaktan geçmektedir. Ulusal

kimlik de bir sosyal kimlik olduğu için, Sosyal Kimlik Kuramı, milliyetçilik örüntülerini

anlamamızda fayda sağlayacaktır. Sosyal Kimlik Kuramı, sosyal psikoloji disiplininde gruplar

arası ilişkileri, ayrımcılığı ve milliyetçiliği açıklamada en fazla başvurulan kuramlardan

biridir. Bu kuram, iç grup ve dış grup dinamiklerini ön plana çıkararak gruplar arası

ayrımcılığı, çatışmayı ve ötekileştirmeyi açıklamayı amaçlamaktadır (Tajfel ve Turner, 1979).

Bireyler, kendilerini ve gruplarını diğer gruplarla ve onların üyeleriyle kıyaslarlar ve onlardan

pozitif ve anlamlı bir şekilde farklı olmaya çabalarlar, bu sayede de sosyal kimliklerini devam

ettirebileceklerini düşünürler. Dolayısıyla, kendilerine benlik saygılarını koruyabilecekleri

alan açabileceklerdir.

Herhangi bir ulusa bağlı olan bireylerin, genellikle, kendilerini ulusal kimlikleri ile

özdeşleştirmeleri, uluslarının diğer uluslardan üstün olmalarını düşünmeleri, benlik saygısı

ihtiyaçlarını karşılayacak, etnosentrik bir bakış açısına sahip olmalarına sebep olacaktır.

Bunun yanında, milliyetçi olmanın işlevsel olduğu zamanların olduğu da söylenmektedir.

Mesela, ulusal kimliğe olan aidiyet bireylerin hayatında anlam bulmasını sağlar (Searle-

White, 2001). Ya da, uluslar tarafından bakıldığında, ulusları var eden de kişilerin ulusa

bağlılığı, yani kendilerini uluslarıyla tanımlamaları ile mümkündür. Bu durumda, ulusal

kimliğin ve milliyetçiliğin bazı durumlarda, bağlamsal olarak işlevsel olduğu söylenebilir

(Searle-White, 2001)

19
Sıradan Milliyetçilik

Sıradan milliyetçilik (Banal Nationalism), Sosyal Kimlik Kuramı ve daha sonra

Sosyal Kategorizasyon Kuramı tarafından ileri sürülen, bireylerin kendilerini bir kategoriye

yerleştirme güdüsünün yanında, ulusal kategorileri neden o şekilde gördüğümüzü açıklama

gerekliliğinden bahseder (Billig, 1995). Billig, sosyal kimlik kuramcılarının, Anderson’un

hayalî cemaatinde olduğu gibi, ulusu ve bileşenlerini önceden varsayarak hareket

ettiklerinden fakat bunları ‘ulusal’ ya da ‘millî’ yapan unsurlardan bahsetmediklerinden ve

milliyetçiliği anlamak için de, bu unsurların anlaşılması gerekliliğinden söz eder. Billig,

milliyetçiliğin genelde devlet kurma amacına ya da aşırı sağ siyasete hizmet ettiği

düşüncesine eleştirel yaklaşır. Eleştirel yaklaştığı bu düşünce tarzına göre, milliyetçilik zaman

zaman ve özellikle batılı olmayan toplumlarda, örneğin ülkelerin kriz durumlarında, ‘sağlıklı

bir bünyede ateşe yol açan enfeksiyon’ şeklinde ortaya çıkan bir ruh halidir ve koşullar

normale döndüğünde ise “bayraklar asılır” ve işler eskiden olduğu gibi yapılagelir. Bunun

aksine, Billig, milliyetçiliğin ideolojik temelleri olduğunu ve onu anlamamız için bu

ideolojileri anlamamız gerektiğinden ve bunun sadece batılı olmayan toplumlarda değil, batı

dünyasında da mevcut olduğundan bahseder. Bu ideolojik temeller, her gün, belki de farkına

bile varmadığımız semboller ve simgeler aracılığıyla oluşturulur ve sürdürülür (Billig, 1995).

Örneğin, okullarda okutulan milli marşlar, resmî kurumlarda ve daha pek çok yerde

görebildiğimiz ülke bayrakları, medyanın milliyetçi ve ayrımcı ifadeler kullanması (Yumul ve

Ozkirimli, 2000) gündelik hayata yerleşen ve milliyetçiliği yeniden üreten ‘sıradan’ simgeler

ve durumlardandır. Ulusların kendisine politik bir çatı bulmasıyla, yani kendilerini görünür

kılmasıyla milliyetçilik sona ermez, yaşanılan çevre tarafından sıradanlaştırılır. Sözü edilen

simgeler sıradanlaştıkça gündelik hayata, yani tutumlarımıza, duygu ve düşüncelerimize,

davranışlarımıza daha çok yerleşir ve dikkat çekmeyecek bir şekilde yeniden üretilir. Yani

20
bireyler, bu simgelere ve sembollere farkında varmadan ideolojik bir şekilde

koşullanmaktadır, bu da milliyetçilik davranışının pekiştirilmesine sebep olur.

Diğer Yaklaşımlar

Yukarıda bahsi geçen psikoloji kuramları, milliyetçiliğin ortaya çıkma sebeplerini

kısmen açıklıyor olsa da, alan yazında milliyetçi olma eğiliminin bağlandığı farklı yerler de

bulunmaktadır. Dekker, Malova ve Hoogendoorn, bireylerin ulusal kimliklerinin gelişimini

belirleyen dört temel unsurdan bahseder (Dekker, Malova ve Hoogendoorn, 2003). Bunlardan

ilki göze çarpan ulusal kanaatlerdir. Ulusal kanaatler, bireyin sosyalleştiği ortamlardan

edindiği deneyimler ve gözlemler yoluyla, bir ülkeye ya da insanlara yüklediği anlamlar,

klişeler ya da kalıp yargılardan oluşur. Bireyin çevresiyle ilişkilenme biçimi de oldukça

önemlidir. Mesela okul öncesi çağda olan bir çocuk ailesini, ilkokula giden bir öğrenci

öğretmenini, ergenlik çağında olan bir genç ise arkadaşlarını ideolojik olarak kendisine örnek

alabilir; bu da bireyin ulusal kanaatlerini oluşturmasına yardımcı olur.

İkincisi, önceden sergilenen ulusal davranışlardır. Örneğin bireyin girdiği

tartışmalarda ülkesini savunur bir pozisyonda bulunması ya da ülkesini orduda temsil etmesi

gibi durumlar buna örnektir.

Üçüncüsü ise özgül tutumlardır. Ülke içindeki azınlıklara yönelik tutumlar ve bireyin

kendi geleceği ile ilgili kaygıları özgül tutumlara örnektir. Kaygının fazla olması milliyetçilik

davranışının daha fazla sergilenmesine sebep olabilmektedir. Bireyin kaygısının az olması

durumunda ise ulusa ve ulusal kimliğe karşı tutumu hoşlanma seviyesinde kalır ve

kutuplaştırıcı herhangi bir davranışta bulunmaz (Dekker ve diğerleri, 2003).

Dördüncüsü ve sonuncusu ise bireyin eylemlerini ve davranışlarını belirleyen ulusal

duygulardır. Duygular, iç gruba olan güçlü ve pozitif duygular ve dış gruplara olan negatif

duygular olmak üzere ikiye ayrılabilir. Bu duygular, bireylerin ait oldukları gruplara olan

eleştirel bakış açısının önünde engel teşkil edebilmekte ve dış gruplara yapılan sert ve acımaz

21
eleştirilere sebep olabilmektedir. Bilgi olarak bireyin doğumundan beri hâlihazırda bulunun

ulusal kimlik, daha sonra gelişimsel dönemlerle birlikte, çeşitli deneyimlerin de yardımıyla

duygularla bütünlük oluşturmaya başlar. Bu tutumlar, olumlu ya da olumsuz olabilmektedir.

Bu duygular, var olan tutumlarla ve diğer etmenlerle birleştiği zaman, bireylerde ‘ötekileri’

“günah keçisi ilan etme” eğilimi başlar. Bu da, insan hakları ihlallerinden başlayıp soykırıma

kadar giden davranışlara sebep olabilir (Cottam, Dietz-Uhler, Mastors ve Preston, 2004).

Kecmanovic (1996), milliyetçilik davranışlarının kalabalık davranışlarına benzediğini ileri

sürmektedir; farklı bakış açılarına olan tahammülsüzlük, dış grupları basitleştirme, negatif

duyguları açığa çıkarma hazırlığı, eleştirel bakış açısını azaltan kendini rakipsiz görme

durumu, yoğunlaştırılmış duygusal tepkiler, zulmetme isteği gibi duygu, tutum ve davranışlar

gözlenebilmektedir.

Türkiye Örneğinde Milliyetçilik

Milliyetçiliğe sebebiyet veren unsurlardan birisi de, itaat ve uyma davranışlarıdır

(Druckman, 1994). Bunun dünya genelinde ve Türkiye özelinde pek çok örneğine

rastlayabiliriz. Örneğin, 6-7 Eylül 1915 olayları, radyoda yayınlanan Atatürk’ün Selanik’teki

evinin Yunanlılar tarafından bombalandığı haberi ile İstanbul’da başlamıştır. Bu haber, başta

Rumlar olmak üzere pek çok azınlığa yönelik saldırılara sebep olmuştur. Rumların,

Yahudilerin ve Ermenilerin evleri, iş yerleri ve ibadet yerleri talan edilmiş; Türkiye basınına

göre 11, Yunan basınına göre 15 kişi hayatını kaybetmiş; pek çok kadın da tecavüze

uğramıştır (Bianet, 2009). O dönemde İstanbul’da yaşayan pek çok Türk, yıllardır süren

komşuluklarına rağmen azınlıklara karşı yürütülen tahribat ve talana ses çıkarmamıştır

(Kuyucu, 2005). Bu tepkisizliğin milliyetçilikle alakalı olduğunu söylemek yanlış olmaz.

Rumlara ve diğer azınlıklara yapılanlar karşısında suça ortak olma ya da sessiz kalma

durumu, başka bir deyişle kolektif ya da müşterek suç (Branscombe, Doosje ve McGarty,

2002), itaat ve uyma davranışları ile açıklanabilir. Bireylerin kolektif suç eylemine dâhil

22
sayılması için olayların içinde doğrudan yer almasına gerek yoktur, çünkü bu süreç psikolojik

bir süreçtir ve daha sonra da kabul edilebilir (Doosje, Branscombe, Spears ve Manstead,

1998). Örneğin, Almanlar, Hitler döneminde Yahudilere karşı yürütülen soykırım politikasını

günümüzde de kabul etmekte ve sorumluluğunu üstlenmektedir.

Milliyetçiliğe bağlılığı artıran bir diğer faktör de tehdit algısıdır (örn., Özkirimli,

2015). Bireyler, ulusal kimliklerine tehdit algıladıkları zaman, içinde bulundukları gruplar

onlara güven hissiyatı vermesinden ve yalnız olmadıklarını bilmelerinden ötürü, kimliklerine

daha sıkı sarılma eğiliminde olurlar. Pek çok çalışmada, dış grubun tehdit yarattığı

düşünüldüğünde ve iç grup özdeşleştirme seviyesinin yüksek olduğu zamanlarda dış gruba

yönelik negatif tutumların arttığı bulgusu yer almaktadır (örn., Baysu, Phalet, & Brown, 2011;

Brewer, 1999). Örneğin Türkiye’de çoğunlukla ‘Ermeni Meselesi’, ‘Ermeni Tehciri’ ya da

‘Sözde Ermeni Soykırımı’ olarak; Türkiye dışında ise çoğunlukla ‘Ermeni Soykırımı’ olarak

adlandırılan 1915 olayları, tehdit algısının nelere yol açabileceğinin önemli bir göstergesidir.

Bazı gruplar, Sherif ’in gerçekçi grup çatışması kuramının da öne sürdüğü gibi, inançsal

kimliklerinin yanı sıra, ulusal ve etnik kimliklerinden ve sahip olduklarından ötürü de ‘tehdit’

yaratabilmekte ve baskın gruplar tarafından mağdur edilebilmektedir (Sherif, 1966).

Ermeniler o dönemde, pek çok mal varlığına ve ekonomide önemli bir yere sahip

olmalarından ve gayrimüslim olmalarından ötürü pek çok eziyete maruz kalmışlardır.

Ermenilerin hem etnik hem de inançsal kimliklerinin baskın grup olan Türklerden farklı

olması, Türkler için tehdit yaratmıştır. Ülke içerisindeki dış grupların zarar görmesi ülke

refahını yükselteceğinden, bu durum ahlaki açıdan sıkıntı yaratmamış ve pek çok Ermeni

hayatını kaybetmiş, birçoğu memleketini terk etmek zorunda kalmıştır (Akcam, 2007).

Bugünkü Türkiye topraklarında yüzyıllardır süregelen başka bir tartışma konusu da

Kürtlerdir. Kürtler, Türkiye Cumhuriyeti devleti ve hükümetler arasında süregelen çatışma

durumu kimi zaman ‘Kürt Meselesi’ kimi zaman da ‘Kürt Sorunu’ olarak adlandırılmaktadır.

23
Kürt Meselesi, Türkiye’nin politik, sosyal ve kültürel alanlarda Kürtlerin statüsü hakkındaki

anlaşmazlıkların ortaklaştığı nokta olarak nitelendirilebilir (Saracoglu, 2012). Kürtlerin,

Ermeniler ve Rumlar gibi gayrimüslim olmamalarından ötürü, çatışma durumu etnik ve ulusal

kimlikler ekseninde devam etmiştir. Osmanlı Devleti zamanında Kürtler gibi Müslüman olan

azınlıklar, devletin din üzerinden politika yürütmesinden dolayı devletle pek fazla sorun

yaşamamış, problemler Türkiye’nin ulus-devletleşme süreciyle beraber iki tarafın da

milliyetçi hassasiyetlerinin ortaya çıkmasıyla başlamıştır. Her ne kadar Kürtler, Türkiye

Cumhuriyeti tarafından asimile edilmeye yani Türkleştirilmeye çalışılmışsa da, Kürtler bu

duruma direnmiş ve milliyetçi eksende bir örgüt yapılanmasına gitmişlerdir.

Kürtlerin anadilde eğitim hakkı, anayasada azınlıkları da göz önünde bulunduran

yapılandırmaya gidilmesi, yerel yönetimlere genişletilmiş hakların verilmesi ve siyasi

tutsakların serbest bırakılması gibi taleplerinin karşılanmaması, iki grup arasındaki çatışmayı

daha da derinleştirmektedir.

Kürt Meselesi Türkiye gündeminde sürekli olan meselelerden biri olduğu için siyaset

biliminden sosyolojiye, tarihten antropolojiye kadar pek çok alanda pek çok sosyal bilimci

tarafından ele alınmıştır. Kürt Meselesi psikoloji camiasında her ne kadar kendine pek yer

bulamamış olsa da (Göregenli, 2010) özellikle son yıllarda milliyetçilik, önyargı, ayrımcılık,

dışlanma, tehdit vb. konularda çeşitli niteliksel ve niceliksel araştırmalar yapılmıştır. Örneğin,

Türklük özdeşleşimi ile Kürtlere yönelik önyargı arasında anlamlı bir olumlu ilişki

bulunmuştur (Cingöz Ulu, 2008). Yani Türklerin kendilerini ulusal kimlikle özdeşleştirmeleri,

Kürtlere yönelik önyargılarının artmasıyla paralellik göstermektedir.

Pek çok çalışmada milliyetçiliğin (bu bağlamda Türk milliyetçiliği) “öteki” gruba (bu

bağlamda Kürtlere) karşı olumsuz tutumları tetiklediği bulunmuştur (bkz. Çelik, 2013). Buna

ek olarak, sosyal baskınlık yöneliminin algılanan genel tehdit aracı değişkeni ile Kürtlere

yönelik önyargıyı yordadığı bulunmuştur (Balaban, 2013). Kendilerini “milliyetçi”

24
addedenlerin veya Türk kimliğiyle özdeşleştirenlerin önyargı ve ayrımcılık eğilimlerinin daha

fazla olduğu tespit edilmiştir.

Sonuç ve Öneriler

Bireylerin milliyetçilik davranışları bağlamdan bağlama farklılık gösterebilir. Yani

ülkeler arasındaki hiyerarşik yapının milliyetçilik olgusunun davranışa dönüşüp

dönüşmemesinde etkisi olduğu söylenebilir. Örneğin, kendisini Türk ve milliyetçi olarak

tanımlayan bir kişi Orta Doğu ülkelerinden bir kişiyle temas halinde bulunduğu zaman,

Türkiye’yi daha güçlü ve stratejik olarak daha önemli bulduğunu ve bununla gurur

duyduğunu söyleyebilir. Fakat Amerikalı birisiyle temas halinde olduğu zaman da

Türkiye’nin kültürel ve normatif özelliklerini ön plana çıkarması ve bunlarla gurur duyması

söz konusu olabilir. Başka bir deyişle, bireyler içinde bulundukları ortama ve bağlama göre

benlik saygılarını yükseltecek ve kendilerini diğerlerinden pozitif olarak farklılaştıracak

özelliklere atıf yapabilirler. Benzer şekilde milliyetçiliğin siyasi ve kişilerarası sonuçları da

bağlamsal ve söylemsel (retorik) olarak kurulabilmektedir (Reicher ve Hopkins, 2001).

Ulusların milliyetçilik konusunda kendilerini ve diğer ulusları aynı şekilde

görmediğini söylemek mümkündür. Örnek vermek gerekirse, Türkiye’de okutulan tarih ders

kitaplarından Osmanlı Devleti’nin birçok toprağı “fethettiğini” veya Türkiye’nin “düşmanı

denize döktüğünü”; fakat diğer devletlerin ise “toprakları işgal ettiğini” anımsayabiliriz.

Buradan yola çıkarak, bu gibi araçların söylemsel ve simgesel olarak kullanılmaya devam

edilmesinin milliyetçiliğin yeniden üretilmesinin bir kaynağı olduğunu söylemek yanlış olmaz

(Billig, 1995).

Sonuç olarak şimdiye kadar bahsedilen sebeplerden dolayı, milliyetçilik miti, gruplar

arasında ayrımcılıktan, ötekileştirmeye, çatışmaya, hatta soykırıma varana kadar pek çok

istenmeyen duruma sebep olmaktadır. Öte yandan bunu ne şekilde açıklarsak açıklayalım,

aidiyet duymak, grup uğruna özveride bulunmak veya idealizm mutlaka olumsuz sonuçlar

25
doğuracak anlamına da gelmez. Fakat milliyetçiliğin de diğer ideolojiler gibi bir hareket

amacı ve nesnesi vardır. Milliyetçiliğin politik psikolojisini incelerken önemli olan bir

taraftan gündelik hayatın içinde doğal varsayılan kategorilerin farklı etkileşimler içinde pek

de niyetli yahut bilinçli olmadan toplumun ve bireylerin yeniden ne şekillerde ürettiğini

görebilirken, diğer bir taraftan hangi amaç (siyasi proje) için hangi liderler yapılandırıldığını

ele alabilmek olmalıdır. Ulusların ulus olma süreçleri tamamlandıktan sonra milliyetçiliğin

nasıl formlarda, hangi amaçlar için kendisine başvurulduğunu görebilmek de politik

psikolojinin bu alana önemli katkısı olabilecektir.

26
Kaynakça

Adorno, T. W., Frenkel-Brunswik, E., Levinson, D. J. ve Sanford, R. N. (1950). The authoritarian personality.
Harpers.
Akcam, T. (2007). A Shameful Act : The Armenian Genocide and the Question of Turkish Responsibility. Henry
Holt and Company.
Altemeyer, B. (1988). Enemies of freedom: Understanding Right-Wing Authoritarianism. Jossey-Bass.
Altemeyer, B. (1998). The Other “Authoritarian Personality”. Advances in Experimental Social Psychology, 30,
47–92. doi:10.1016/S0065-2601(08)60382-2
Anderson, B. (2006). Imagined Communities: Reflections on the Origin and Spread of Nationalism (Revised
Ed.). New York, NY: Verso.
Angraini, Y., Toharudin, T., Folmer, H. ve Oud, J. H. L. (y.y.). The Relationships between Individualism,
Nationalism, Ethnocentrism, and Authoritarianism in Flanders: A Continuous Time-Structural Equation
Modeling Approach. Multivariate Behavioral Research, 49(1), 41–53.
doi:10.1080/00273171.2013.836621
Astourian, S. H. (1999). Modern Turkish Identity and the Armenian Genocide. R. G. Hovannisian (Ed.),
Remembrance and Denial: The Case of the Armenian Genocide içinde (ss. 23–51). Detroit: Wayne State
University Press.
Balaban, Ç. D. (2013). The Roles of Intergroup Threat, Social Dominance Orientation and Right-Wing
Authoritarianism in Predicting Turks’ Prejudice Towards Kurds. Middle East Technical University.
Baram, U. ve Carroll, L. (2002). The Future of the Ottoman Past. A Historical Archaeology of the Ottoman
Empire içinde (ss. 3–32). Boston: Kluwer Academic Publishers. doi:10.1007/0-306-47182-5_1
Baysu, G., Phalet, K. ve Brown, R. (2011). Dual Identity as a Two-Edged Sword: Identity Threat and Minority
School Performance. Social Psychology Quarterly, 74(2), 121–143. doi:10.1177/0190272511407619
Bianet, 17 Eylül 2009. http://bianet.org/bianet/azinliklar/116904-6-7-eylul-de-ne-oldu adresinden erişildi.
Billig, M. (1995). Banal Nationalism. Sage Publications.
Blalock, H. M. (1957). Per Cent Non-White and Discrimination in the South. American Sociological Review,
22(6), 677. doi:10.2307/2089197
Branscombe, N. R., Doosje, B. ve McGarty, C. (2002). Antecedents and consequences of collective guilt. D. M.
Mackie, E. R. Smith ve C. McGarty (Ed.), (ss. 49–66). New York: ANU Research Publications.
Brewer, M. B. (1999). The Psychology of Prejudice: Ingroup Love and Outgroup Hate? Journal of Social Issues,
55(3), 429–444. doi:10.1111/0022-4537.00126
Brown, D. (1999). Are there Good and Bad Nationalisms? Nations and Nationalism, 5(2), 281–302.
doi:10.1111/j.1354-5078.1999.00281.x
Cingöz-Ulu, B. (2008). Structure of Turkish National Identity and Attitudes Towards Ethno-Cultural Groups in
Turkey. York University.
Cohrs, J. C., Moschner, B., Maes, J. ve Kielmann, S. (2005). The motivational bases of right-wing
authoritarianism and social dominance orientation: relations to values and attitudes in the aftermath of
September 11, 2001. Personality & Social Psychology Bulletin, 31(10), 1425–34.
doi:10.1177/0146167205275614
Cottam, M., Dietz-Uhler, B., Mastors, E. M. ve Preston, T. (2004). Introduction to Political Psychology. New
York: Routledge.
Çelik, A. (2013). Kürt meselesinde algılar ve barış sürecinin önündeki sosyo-psikolojik engeller.
http://research.sabanciuniv.edu/21679/1/DISA-HBS_konu%C5%9Fmas%C4%B1_Edited.docx adresinden
erişildi.
Dekker, H., Malova, D. ve Hoogendoorn, S. (2003). Nationalism and its explanations. Political Psychology,
24(2), 345–376. doi:10.1111/0162-895X.00331
Doosje, B., Branscombe, N. R., Spears, R. ve Manstead, A. S. R. (1998). Guilty by association: When one’s
group has a negative history. Journal of Personality and Social Psychology, 75(4), 872–886.

27
doi:10.1037/0022-3514.75.4.872
Druckman, D. (1994). Nationalism, patriotism, and group loyalty: A social psychological perspective. Mershon
International Studies Review, 38(1), 43–68. doi:10.2307/222610
Duriez, B. ve Van Hiel, A. (2002). The march of modern fascism. A comparison of social dominance orientation
and authoritarianism. Personality and Individual Differences, 32(7), 1199–1213. doi:10.1016/S0191-
8869(01)00086-1
Eller, J. D. ve Coughlan, R. M. (1993). The poverty of primordialism: The demystification of ethnic attachments.
Ethnic and Racial Studies, 16(2), 183–202. doi:10.1080/01419870.1993.9993779
Erdoğan, M. M. (2015). Türkiye’deki Suriyeliler: Toplumsal Kabul ve Uyum. İstanbul: Bilgi Üniversitesi
Yayınları. http://www.bilgiyay.com/p/785/turkiye-deki-suriyeliler-toplumsal-kabul-ve-uyum adresinden
erişildi.
Feshbach, S. (1994). Nationalism, Patriotism, and Aggression. Aggressive Behavior: Current Perspectives içinde
(ss. 275–291). Springer US. doi:10.1007/978-1-4757-9116-7_12
Finlayson, A. (1998). Psychology, psychoanalysis and theories of nationalism. Nations and Nationalism, 4(2),
145–162. doi:10.1111/j.1354-5078.1998.00145.x
Freud, S. (2010). Civilization and its discontents. (J. Strachey, Ed.). W.W. Norton & Company.
Geertz, C. (1973). The Interpretation of Cultures: Selected Essays. New York: Basic Books.
Gellner, E. (2008). Uluslar ve ulusçuluk. İstanbul: Hil Yayınları.
http://xa.yimg.com/kq/groups/17869203/191868052/name/UluslarVeUlusculuk.pdf adresinden erişildi.
Gellner, E. (2009). Nations and nationalism (2nd editio.). Ithaca, New York: Cornell University Press.
Glaser, J. M. (1994). Back to the Black Belt: Racial Environment and White Racial Attitudes in the South. The
Journal of Politics, 56(1), 21–41. doi:10.2307/2132344
Göregenli, M. (2010). Psikolojinin Kürt sorunuyla imtihanı. Eleştirel Psikoloji Bülteni.
http://elestirelpsikoloji.org/wp-content/uploads/2014/11/03-11-Goregenli.pdf adresinden erişildi.
Güldü, Ö. (2011). Sağ kanat yetkeciliği ölçeği: Uyarlama çalışması. Ankyra: Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Dergisi, 2(2). doi:10.1501/sbeder_0000000033
Hiel, A. Van ve Mervielde, I. (2002). Explaining conservative beliefs and political preferences: A comparison of
social dominance orientation and authoritarianism. Journal of Applied Social Psychology, 32(5), 965–976.
doi:10.1111/j.1559-1816.2002.tb00250.x
Hobsbawm, E. J. ve Ranger, T. (1983). The Invention of Tradition. Cambridge: Cambridge University Press.
Houghton, D. P. (2009). Political Psychology: Situations, Individuals, and Cases. Political Psychology (C. 17).
doi:10.2307/3791814
Hussain, Y. ve Bagguley, P. (2005). Citizenship, Ethnicity and Identity: British Pakistanis after the 2001 “Riots”.
Sociology, 39(3), 407–425. doi:10.1177/0038038505052493
Ikuenobe, P. (2010). Citizenship and Patriotism. Public Affairs Quaterly, 24(4), 297–318.
Kecmanovic, D. (1996). The Mass Psychology of Ethnonationalism. Path in Psychology. Boston, MA: Springer
US. doi:10.1007/978-1-4899-0188-0
Kelman, H. C. (1969). Patterns of personal involvement in the national system: A social-psychological analysis
of political legitimacy. J. N. Rosenau (Ed.), International politics and foreign policy (rev. ed.) içinde (ss.
276–288). The Free Press. http://scholar.harvard.edu/files/hckelman/files/Patterns.pdf adresinden erişildi.
Kiess, J., Decker, O. ve Brähler, E. (Ed.). (2016). German Perspectives on Right-Wing Extremism: Challenges
for Comparative Analysis. Routledge.
Kosterman, R. ve Feshbach, S. (1989). Toward a Measure of Patriotic and Nationalistic Attitudes. Political
Psychology, 10(2), 257–274. doi:10.2307/3791647
Krosnick, J. A. ve McGraw, K. M. (2002). Psychological political science vs. political psychology true to its
name: A plea for balance. K. R. Monroe (Ed.), Political Psychology içinde (ss. 79–94). Mahwah, NJ, US:
Erlbaum.
Kuyucu, A. T. (2005). Ethno-religious “unmixing” of “Turkey”: 6-7 September riots as a case in Turkish

28
nationalism. Nations and Nationalism, 11(3), 361–380. doi:10.1111/j.1354-5078.2005.00209.x
Meier-Pesti, K. ve Kirchler, E. (2003). Nationalism and patriotism as determinants of European identity and
attitudes towards the euro. Journal of Socio-Economics, 32(6), 685–700. doi:10.1016/j.socec.2003.10.006
Mungiu-Pippidi, A. (2004). Milosevic’s voters: Explaining Grassroots Nationalism in Postcommunist Europe. A.
Mungiu-Pippidi ve I. Krastev (Ed.), Nationalism After Communism: Lessons Learnedr içinde (ss. 43–82).
Budapest: Central European University Press.
Özkirimli, U. (2015). Transcendence of Nationalism. The Wiley Blackwell Encyclopedia of Race, Ethnicity, and
Nationalism içinde (ss. 1–5). Oxford, UK: John Wiley & Sons, Ltd.
doi:10.1002/9781118663202.wberen221
Özkırımlı, U. (2010). Theories of Nationalism: A Critical Introduction (Second ed.). Palgrave Macmillan.
doi:10.2307/2062972
Parmenter, L. (1999). Constructing National Identity in a Changing World: Perspectives in Japanese education.
British Journal of Sociology of Education, 20(4), 453–463. doi:10.1080/01425699995209
Peña, Y. ve Sidanius, J. (2002). U.S. Patriotism and Ideologies of Group Dominance: A Tale of Asymmetry. The
Journal of Social Psychology, 142(6), 782–790. doi:10.1080/00224540209603936
Poulton, H. (1997). Top hat, grey wolf, and crescent : Turkish nationalism and the Turkish Republic.
Washington Square N.Y.: New York University Press.
Pratto, F., Sidanius, J., Stallworth, L. M. ve Malle, B. F. (1994). Social dominance orientation: A personality
variable predicting social and political attitudes. Journal of Personality and Social Psychology, 67(4),
741–763. doi:10.1037/0022-3514.67.4.741
Reicher, S. ve Hopkins, N. (2001). Self and Nation. http://books.google.com/books?id=LXeGT0JJcjUC&pgis=1
adresinden erişildi.
Roccas, S., Klar, Y. ve Liviatan, I. (2006). The paradox of group-based guilt: Modes of national identification,
conflict vehemence, and reactions to the in-group’s moral violations. Journal of Personality and Social
Psychology, 91(4), 698–711. doi:10.1037/0022-3514.91.4.698
Rushton, J. P. (1992). Evolutionary Biology abd Heritable Traits. Psychological Reports, 71(63), 811–821.
Rushton, J. P. (2005). Ethnic nationalism, evolutionary psychology and Genetic Similarity Theory*. Nations and
Nationalism, 11(4), 489–507. doi:10.1111/j.1469-8129.2005.00216.x
Saracoglu, C. (2012). Kurds of Modern Turkey: Migration, Neoliberalism and Exclusion in Turkish Society.
Insight Turkey, 14(2), 203–206.
Schatz, R. T., Staub, E. ve Lavine, H. (1999). On the Varieties of National Attachment: Blind Versus
Constructive Patriotism. Political Psychology, 20(1), 151–174. doi:10.1111/0162-895X.00140
Searle-White, J. (2001). The Psychology of Nationalism. New York: Palgrave.
doi:10.1017/CBO9781107415324.004
Sears, D. O., Huddy, L. ve Jervis, R. (2003). The Psychologies Underlying Political Psychology. D. O. Sears, L.
Huddy ve R. Jervis (Ed.), Oxford Handbook of Political Psychology içinde (2nd ed., ss. 3–16). Oxford ;
New York: Oxford University Press.
Sherif, M. (1966). In Common Predicament: Social Psychology of Intergroup Conflict and Cooperation. Boston:
Houghton-Mifflin.
Sherif, M., Harvey, O. J., White, B. J., Hood, W. R. ve Sherif, C. W. (1961). Intergroup conflict and
cooperation: The Robbers Cave experiment. Norman, Oklahama: University of Oklahoma Book
Exchange. http://psychclassics.yorku.ca/Sherif/chap7.htm?wptouch_preview_theme=enabled adresinden
erişildi.
Sidanius, J., Feshbach, S., Levin, S. ve Pratto, F. (1997). The Interface Between Ethnic and National
Attachment: Ethnic Pluralism or Ethnic Dominance? The Public Opinion Quarterly, 61(1), 102–133.
http://www.jstor.org/stable/2749514 adresinden erişildi.
Sidanius, J. ve Pratto, F. (1999). Social Dominance An Intergroup Theory of Social Hierarchy and Oppression.
Cambridge University Press.
Smith, A. D. (1994). Milli Kimlik (National Identity). İletişim Yayınları. doi:10.1017/CBO9781107415324.004

29
Tajfel, H. ve Turner, J. (1979). An integrative theory of intergroup conflict. W. G. Austin ve S. Worchel (Ed.),
The social psychology of intergroup relations içinde (ss. 33–47). Monterey, California: Brooks-Cole. .
Verkuyten, M. ve Yildiz, A. A. (2007). National (dis)identification and ethnic and religious identity: a study
among Turkish-Dutch muslims. Personality and social psychology bulletin, 33(10), 1448–1462.
doi:10.1177/0146167207304276
Volkan, V. D. (1985). The Need to Have Enemies and Allies: A Developmental Approach. Political Psychology,
6(2).
Yumul, A. ve Ozkirimli, U. (2000). Reproducing the nation: `banal nationalism’ in the Turkish press. Media,
Culture & Society, 22(6), 787–804. doi:10.1177/016344300022006005

30

You might also like