You are on page 1of 15

Türkiye’de Vatandaşlık Anlayışının Gelişimi

Türkiye’de Vatandaşlık Anlayışının


Gelişimi

Fatma Nalbant*

Öz: Globalleşme süreciyle birlikte devletle birey arasındaki ilişkiler sorgulanmakta, bu sürecin bir sonucu olarak
geleneksel vatandaşlık tanımları da eleştirel bir gözle değerlendirilmekte ve ortaya çıkan tartışmalar çerçevesinde
ön plana çıkan tanımlardan birini de “Anayasal Vatandaşlık” kavramı oluşturmaktadır. Bu bağlamda çalışmada;
teorik çerçevesi içerisinde, Osmanlı Devleti’nin son döneminden günümüze kadar gelişen vatandaşlık anlayışının
tespit edilmeye çalışılması ile günümüzde hâlâ devam eden vatandaşlık konusundaki tartışmalar ve çözüm
arayışlarına ışık tutmak amaçlanmıştır.Çalışmada ilk olarak; vatandaşlık kavramı ve vatandaşlığın boyutları
ele alınarak sonrasında Osmanlı Devleti’nde vatandaş/vatandaşlık kavramlarının nasıl tanımlandığı üzerinde
durulmaktadır. Son olarak ise; Türkiye’deki vatandaşlık anlayışının gelişimi 1923-1950, 1950-1980 yılları ve 1980
sonrası şeklinde üç döneme ayrılarak incelenmeye çalışılmaktadır. Söz konusu kavram, Türkiye’de 1990’lı yıllardan
bu yana tartışma konusu olmaktadır.Son dönemde de 2013 TBMM Anayasa Yazım Komisyonu’nda partilerin,
“vatandaşlık” başlıklı madde üzerinde sundukları görüşler ve yapılan tartışmalar da kavramın günümüzde gerek
anayasalarda, gerekse günlük hayatta varması gereken konuma ulaşılamadığını göstermektedir.Çağımız artık
egemen ulus devlet, egemen ulus milliyetçiliğini aşan bir dönemi ifade etmektedir.Bu anlamda egemen uluslar
kimliği yerine ortak ulus, anayasal vatandaşlık, özgür, eşit ve demokratik yurttaşlık kimliğinin giderek anlam
kazandığı söylenebilir.
Anahtar kelimeler: Vatandaşlık, Osmanlı’da Vatandaşlık, Anayasalarda Vatandaşlık, Küreselleşme, Anayasal
Vatandaşlık.

Vatandaşlık Kavramı ve Boyutları


Vatandaşlık Kavramına Genel Bir Bakış

Vatandaşlık olgusunun, siyasal yaşamın hem varlık nedenini hem de siyasal davranışların
meşrutiyet kaynağını oluşturduğu ifade edilebilir.Bu bağlamda vatandaşlık, dinamik ve
bağlamsal bir olgu olması nedeniyle tarih boyunca çeşitli disiplinlerin değerlendirmeleri
içerisinde yer almıştır ve günümüzde halâ tartışılan konuların başında güncelliğini koruma-
ya devam etmektedir.

Vatandaşlık, en öz anlatımıyla bireyi devlete bağlayan hukuksal bağdır (Aybay, 1998, s.3). An-
cak, bağ sadece hukuksal olmadığı gibi, bu bağın sosyolojik, dinsel, siyasal, kültürel, ekonomik
gerekçelerden soyutlanamadığı da yapılan çalışmalar ve uygulamalarda görülebilmektedir.

* Yüksek Lisans Öğrencisi, Marmara Üniversitesi, Kamu Yönetimi Ana Bilim Dalı.
İletişim: nalbantfatma34@gmail.com.

79
III. Türkiye Lisansüstü Çalışmaları Kongresi - Bildiriler Kitabı I

Bugünün dünyasında siyasal yaşamın odağına yerleşen vatandaşlık kavramının, modern


bir fikir olmadığı, ilk kez Antik dünyanın kent devletlerinde kullanılmaya başlandığı ve daha
sonrasında hiç terk edilmediği ifade edilebilir.Ayrıca tarihsel süreç içerisinde ilk ortaya çık-
tığı manasıyla kalmayarak farklı anlamlar edinmiş ve farklı haklar ve sorumluluklarla kuşa-
tılmıştır.Burada değişmeyen bir olgu ise; vatandaşlık kavramının ilk ortaya çıktığı günden
bu güne hep bir değer olma özelliğini koruması olarak görülebilir (Schnapper, 2005, s.494).

Dilimize önce “vatandaş”sonra“yurttaş” olarak yerleşen bu kavram, ulus devlet gibi önce
Avrupa’da doğmuş ve dünyaya yayılarak gelişmiş bir kavramdır. Modern anlamda yurttaş
kavramının ise İngiltere’nin geliştirdiği ilkelere “cumhuriyet” boyutunu da ekleyen Amerikan
ve Fransız devrimleriyle ortaya çıktığı belirtilmektedir.Ancak, modern çağın ulus devletle-
rinden çok önce, Yunan ve Roma’da da “yurttaş” kavramının bir ölçüde geliştirilmiş olduğu
söylenilebilir (Dahl, 1993, s.24).

Vatandaşlığın tarihsel gelişim sürecine bakıldığında, ilk vatandaşlık uygulamalarının MÖ.8.


yüzyıldan itibaren Yunan şehir devletlerinde başladığı, ancak modern vatandaşlığın Fransız
Devrimi ve sonrasındaki gelişmelerin ürünü olduğu kabul edilmektedir.

Yurttaş, Latince (civis) ve Ynunanca (polities) kökleri itibariyle en basit anlamda bir siyasal
topluluğun üyesi olarak tanımlanmaktadır. Özellikle eski Yunan’da şehir devletinde yurttaş;
kölelerden ve meteklerden, diğer bir ifadeyle yabancılardan ayrıcalıklı olarak şehrin siyasal
hayatına katılma hakkı olan zümreyi ifade eden bir kavram olarak tanımlanmıştır. Sarıbay;
eski Yunan’da yurttaşların elde ettikleri katılma hakkının, Yunanların ana ve babalarının
üyesi oldukları şehirlerin yurttaşı olarak kalmalarından kaynaklandığını ve bu yüzden do-
ğuştan kazanılan bir hak olduğunu ifade etmektedir.Yurttaşın eski Yunan’daki bu konumu,
çok daha sonraki dönemlerde J.J.Rousseau’nun siyasal düşüncesinde yurttaş olmanın belir-
leyici özelliği bütünün bir parçası olarak varolmak, bu sayede değerinin de bütüne, diğer bir
ifadeyle topluluğa bağlı olmak şeklinde belirmesini ifade etmektedir (Sarıbay, 1992, s.87).

Fransız Devrimi’nin ürünü olan yurttaşın ise şehir devletinin yurttaşına göre daha aktif ko-
numa sahip olduğu söylenebilmektedir.Çünkü Fransız Devrimi’nin yurttaşı, şehir devletinin
yurttaşı gibi yürürlükte olan demokrasinin derecesine bağlı bir katılma hakkına sahip değil,
tersine kendi özgür, özerk ve aktif konumu, yürürlükteki demokrasinin derecesinibelirle-
mekteydi: Bu anlamda çağdaş demokrasilerin yurttaş tipinin Fransız Devrimi’nde doğmuş
olduğu ifade edilmektedir (Sarıbay, 1992, s.88).

Gerçekten de bugünkü vatandaşlık anlayışımızın büyük ölçüde Fransız Devrimi’nin teori


ve pratiğine dayalı olarak şekillendiği ifade edilebilir.Bunun sonucu olarak vatandaşlığın
mutlak monarşiye ve iktidara karşı geliştiğini düşünme eğilimi ortaya çıkabilmektedir.An-
cak, Almanya’ya bakıldığında bu ülkede vatandaşlığın temellerinin, bizzat mutlak monarşi
tarafından iktidar aracılığı ile atıldığı görülebilmektedir (Şit, 2008, s.65).

80
Türkiye’de Vatandaşlık Anlayışının Gelişimi S

Modern anlamda yurttaş, bir devletin egemenliğindeki topraklar üzerinde yaşayan siyasal
toplumun, belirli haklara sahip ve herhangi bir özel topluluğa aidiyetinden bağımsız olarak,
herkes için aynı olan yükümlülükleri paylaşan bir üyesini simgeler. Her devletin yasaları,
devletle kişiler arasındaki karşılıklı hakları ve ödevleri düzenleyen yurttaş statüsünü belirler:
Hangi dili konuşurlarsa konuşsunlar, hangi soy, etnik grup, ırk, millet, din, sosyal ve eko-
nomik kesimden olurlarsa olsunlar, aynı hak, görev ve yükümlülükleri olan tüm yurttaşlar
yasalar önünde eşittir. Bu güvenceye karşılık devlet de yurttaşlarından yasalarla belirlenmiş
sorumluluklarını yerine getirmelerini ve ona sadık kalmalarını ister. Salt hukuksal açıdan,
uyruk ve yurttaş eş anlamlıdır. Ancak, siyasal açıdan uyruk kavramı, eskinin tebaası gibi
bireyi devletle ilişkilerinde pasif bir konumda bırakan anlayışla daha yakındır. Yurttaş ise;
sadece devlete karşı ödevlerinin değil, haklarının da bilincinde olarak, siyasal yaşama etkin
bir biçimde aktif bireyi tanımlamaktadır(Ünsal, 1998, s.4).

Yunan site devleti ile başlayan yurttaşlık tarihinin Fransız Devrimi’ne değin uzanan gelişimi,
daha çok katılıma dayalı, moral, monolitik, aktif bir yurttaşlık anlayışını yansıtırken, Fransız
Devrimi’nden sonra günümüze değin uzanan çizgide artık evrensel bir yurttaşlık anlayışı
belirmiştir. Sivil ve siyasal haklar elde etmiş olan bireyler, kendilerini güçlü devletlerin talep-
leri ile karşı karşıya bulmuşlardır. Demokratik ve sosyal hukuk devleti anlayışının yanı sıra,
devlete ekonomik bir “şirket” gibi yansız bakış ve nihayet, Avrupa Birliği gibi devletlerüstü
örgütlenme modellerinin de klasik ulus devlet ve yurttaş kavramlarının tartışılmasına ve
yeniden yorumlanmasına yol açtıkları izlenmektedir (Ünsal, 1998, s.7-8).

Dönemler itibariyle yurttaş, vatandaş olarak kullanılan kavramlar arasında farkların bulun-
duğu ifade edilebilir.Tezcan’a göre yurttaşlık, içerik bakımından daha belirsiz ve sınırlı bir
içeriğe sahip iken, vatandaşlık kavramı daha hukuki ve daha belirgin bir içeriğe sahiptir.Bu
bağlamda tarihsel gelişime bakıldığında ulus devletlerin ortaya çıkmasıyla birlikte, yurttaş-
lık statüsünün orijinal anlamını kaybettiği ve vatandaşlık statüsüne döndüğü görülmekte-
dir (Tezcan, 2002, s.20).

Herkes tarafından kabul edilebilecek belirli bir niteliği ve içeriği ve çoğunlukla teorik açık-
lamalarla anlatılmaya çalışılan vatandaşlık kavramının ne olduğu daha çok vatandaşlığın
pratik geçerliliği ve sonuçları ile belirlenebilmektedir (Nomer, 2010, s.18).

Vatandaşlığın Boyutları
Tarihsel olarak bakıldığında, 1789 İnsan Hakları ve Yurttaşlık Bildirgesi’nde yapılan tanım-
dan da anlaşılacağı üzere yurttaşlığın iki boyutu ifade edilmektedir.Bunlar sosyal ve siyasal
boyutlarıdır.

Ancak İngiltere’de vatandaşlığın oluşum sürecini inceleyen Marshall ise, Class, Citizenship
and Social Development (1965) çalışmasında, vatandaşlık haklarını medeni, siyasi ve sosyal
haklar olmak üzere üç temel kategoride sınıflandırmaktadır (Esendemir, 2008, s.21).Ünlü

81
III. Türkiye Lisansüstü Çalışmaları Kongresi - Bildiriler Kitabı I

sosyolog Marshall, yurttaşlığın sivil boyutunun olduğuna işaret etmektedir.Bu bağlamda;


Marshall’ın yapmış olduğu sınıflama esas alınıp, yurttaşlığın üç boyutu üzerinde durmaya
çalışılacaktır (Sarıbay, 1992, s.95).

Marshall’a göre vatandaşlık, birçok hakka ve güce giriş içeren bir durumdur; vatandaşlıktan
söz edebilmek için, vatandaşlık haklarının genişletilerek, herkese toplumun tam ve eşit üye-
leri olarak davranılması sağlanmalıdır.Nitekim Marshall’ın vatandaşlık vurgusunda belki de
en önemli unsur, bu eşitlik varsayımıdır.Ona göre eşitlik, toplumun tam üyesi olanlara has
bir durumdur. Bu tam üye olanların hepsi haklar ve görevler bakımından eşittir(Marshall,
1965, s.68).

Sivil Boyut

Yurttaşlığın sivil boyutu ya da Marshall’ın tanımlaması gibi sivil yurttaşlık hakları; konuşma,
düşünce, mülk edinme hakkı gibi bireysel haklardan meydana gelmektedir.Bu hakları koru-
yan ve savunan kurumlar mahkemeleridir.Tarihsel olarak bu haklar, 18.yüzyıl gelişmelerinin
ürünü olarak ortaya çıkmışlardır.Yurttaşlık hakkı olarak bütün bunlar, bir ulus devlet içinde-
ki topluluğa üyeliğin kazandırmış olduğu haklardır.Bu anlamda devlet tarafından güvence
altına alınmışlardır. Ayrıca buradaki tek özellik devlet güvencesi değil, herkesin bu hakları
kullanma görevini de içermektedir (Sarıbay,1992, s. 96).

Siyasal Boyut

Siyasal iktidarın kullanımına katılma hakkı ve parlamento ve yerel yönetim meclisleri yurt-
taşlığın siyasal boyutunu ifade etmektedir.Bu haklar, 19.yüzyıl gelişmelerinin ürünüdür.
Yurttaşlığın siyasal boyutu, bireyin mensubu olduğu devletle üyeliğini ifade eden resmî bir
kimlik niteliğini taşımaktadır (Sarıbay, 1992, s. 97).Seçme, seçilme ve siyasal faaliyetlerde
bulunma hakk, kişinin siyasal hak ve görevleri olarak ifade edilmektedir (Eren, 1990, s. 1-2).

Sosyal Boyut

Ekonomik refah ve güven hakkından toplumda geçerli standartlara göre yaşama hakkına
kadar geniş bir haklar yelpazesini temsil etmektedir. Eğitim ve sosyal hizmet kurumları,
bu hakların sağlanmasına yönelik çalışan kurumlara örnek verilebilmektedir.Bu haklar da
20.yüzyıl gelişmelerinin ürünü olarak ortaya çıkmışlardır.Yurttaşlık hakları, ulusdevlet içeri-
sinde güvence altına alınmış ve devletin üyelerine karşı yerine getirdiği görevler şeklinde
nitelendirilmiştir.Böylece devletin üyelerine karşı olan görev ve yükümlülükleri açısından
da haklara sivil, siyasal ve sosyal haklar şeklinde yaklaşılmıştır.Örneğin Macpherson, sivil
hakları devlete karşı olan haklar; sosyal hakları da devlet tarafından garanti edilmiş, talep
edilen faydalar olarak ifade etmektedir (Sarıbay, 1992, s. 96).

Marshall, bu vatandaşlık kategorilerinin tarihsel süreç içinde hem belirli bir sıra düzeninde
gelişme gösterdiğini ve hem de bunların hepsinin hem birey hem devlet için belirli hak ve
yükümlülükler içerdiğini ileri sürmektedir.

82
Türkiye’de Vatandaşlık Anlayışının Gelişimi S

Günümüzde Marshall’ın kuramına iki eksenin dâhil edilmesi gerektiği ileri sürülmektedir.
Bu konuda birinci kuram, Tom Bottomer’e aittir. Bottomor’e göre, kültürel haklar ekseni
olarak adlandırılan eksenle birlikte, yurttaşlıktaki aynılaşma, homojenleşme gibi olgular
egemenliğini yitirmeye başlamıştır.Bunların yerini farklılık, heterojenlik, çok kültürlülük ve
uyum almıştır.Ekonomik haklar ekseni olarak düşünülen ikinci eksenle, toplumun alt kat-
manlarındaki bireylerin ekonomik haklarının güvence altına alınması sağlanmış olacaktır.

Kimlik sorunlarına ilişkin demokratik ve cumhuriyetçi bir anlayışın yanı sıra, modern bir ulus
anlayışının da öncülüğünü yapan Habermas, tek ulusal özdeşleşme biçiminin tekelciliği dış-
layan demokratik kurumlarla özdeşleşme olduğunu düşünmektedir.Habermas, tek ulusal
özdeşleşme için, farklı gelenekler arasında bir ayıklama yapmak gerektiğini savunmaktadır
(Gündüz & Gündüz, 2005, s. 46-47).

Osmanlı Devleti’nde Vatandaş Algısı ve Hukuki Düzenlemelerdeki Yeri


Türkiye’deki yurttaşlık kavramının gelişimini anlayabilmek için öncelikle kul, tebaa, yurttaş
kavramlarının hangi tanımlarla kullanıldığı ifade edilmeye çalışılmalıdır.

Osmanlı Devleti’nde “kul”, hiçbir hakkı olmayan, tamamıyla hükümdarın esareti altında ve
olarak biraradalığı sağlanmış ümmet anlamında kullanılırken “tebaa” ise dinî birlik olmakla
beraber belli bazı anlaşmalarla hükümdara bağlı olan uyruk anlamında kullanılmıştır. Bu
ikisi arasındaki temel fark; “kul” tüm kurallarıyla hükümdarın emrindedir, “tebaa” ise; vatan-
daşlığa geçişin ilk aşaması olarak belli ama sınırlı kurallarla hükümdara tabiiyeti ifade et-
mektedir (Gürses & Pazarcı, 2010, s. 5-6).

Egemenliğin bir tek kişide olduğu monarşik rejimlerde yurttaşlığın değil, uyrukluk, yani te-
baa’nın söz konusu olduğu söylenilebilir. Bu durumda bir devlete uyrukluk bağıyla bağlı
olan kişilerin hukuksal statüsü, o devletle aralarında böyle bir bağ bulunmayanların statü-
sünden farklı olacaktır. Bir başka deyişle egemenliğin ulustan kaynaklandığı demokratik
cumhuriyet rejimlerinde birey, devlete uyrukluk bağı ile değil, yurttaşlık bağı ile bağlıdır. Bu
açıklamalardan yola çıkılarak, monarşi ile yönetilen Osmanlı Devleti’nde başlangıçta “kul”-
dan, sonrasında ise “tebaa”dan söz edilmektedir. Cumhuriyet’le birlikte Osmanlı Devleti’n-
de tebaa, ulus bilincinin yerleştirilmeye çalışıldığı “vatandaş/yurttaş” statüsüne çıkarılmaya
çalışılır (Aybay, 1998, s. 37).

Osmanlı Devleti’nde devlet egemenliği altındaki kişiler padişahın kulu ve tebaasıdır. Halk(-
reaya), sürü olarak görülür; padişah da bu sürünün sahibi veya hamisi sayılır.Öte yandan
benzeri başka devirlerde görüldüğü gibi, Osmanlı’da uyruklar (tebaa) arasında hukuksal bir
statü bakımından eşitsizlikler olduğu ifade dilmektedir.Osmanlı ülkesinde padişahın teba-
ası olarak yaşayan insanlar arasında geleneksel olarak uygulanan önemli statü farklarının
olduğu ifade edilmektedir.Bu farklılıkların başlıcası da; Müslüman olup olmamaya dayanan

83
III. Türkiye Lisansüstü Çalışmaları Kongresi - Bildiriler Kitabı I

farktı.Devlet hizmetine alınma, vergi ve kişisel statü gibi konularda kendini gösteren farklar,
uyrukluk konusundaki düzenlemelere de yansıyordu. Gayrimüslim tebaa bir tür ikinci sınıf
uyruk sayılıyordu (Aybay,1998, s. 38).

Bu bağlamda Osmanlı millet sisteminin Müslüman ve gayrimüslim kesimleri hukuki statü


açısından net bir biçimde ayıran ontolojik bir eşitsizliğe dayandığı sonucu çıkarılabilir. O
dönemde ne cemaatler söz konusu eşitsiz yapıya tepkisel bir duruş takınmış ne de impara-
torluk yönetimi kendini eşitlik esası üzerinden tanımlanacak tek tip bir vatandaşlık statüsü
yaratma ihtiyacı içinde bulmuştur. Geleneksel nizamın sorgulanması, sarsılması ve derin
dönüşümleri beraberinde getirecek kırılmalara maruz kalması, ancak Fransız Devrimi son-
rasında “eşitlik”, “özgürlük”, “ulusçuluk” gibi fikirlerin Osmanlı halklarını etkisi altına almaya
başlamasıyla ortaya çıkmıştır. Söz konusu dönemle birlikte dinî aidiyetler üzerinden tanım-
lanan kimlikler yerini ulus kimliklere bırakmıştır.Dinî kimlikler üzerinden kurulan ve eşitlik
kaygısı içermeyen bir adaletanlayışına dayanan geleneksel idari yapıyı terk edip daha sonra
Yusuf Akçura’nın deyimiyle üç tarz-ı siyaset’ten Osmanlıcılık olarak adlandırılan her türlü
din, mezhep, din etnik köken ya da kültürel kimlikten bağımsız siyasi-hukuki birey eşitliğini
hedefleyen Osmanlı vatandaşlığı yaratma çabaları olan reformlara yönelmek olmuştur (So-
ner, 2008, s. 364).

Osmanlı İmparatorluğu’nda, Meşrutiyet’e kadar olan dönemde, vatandaşlıkla ilgili düzenle-


meler şöyle özetlenebilmektedir:

• 1807 Şer’i Hüccet (Şer’i Belge)


• 1808 Sened-i İttifak
• 1839 Tanzimat Fermanı
• 1840’ta kabul edilen 1851’de yeniden düzenlenen Ceza Kanunnamesi
• 1856 Islahat Fermanı
• 23 Ocak 1869 tarihli Tabiiyet-i Osmaniye Kanunnamesi
• 1870 Mecelle
• 1871’de yürürlüğe giren İdare-i Umumiye-i Vilayet Nizamnamesi

II. Meşrutiyet, tebaadan vatandaşlığa geçiş süreci olmuş; Kanun-i Esasi, siyasal seçkinlerin
temel hedefi hâline gelen “vatandaşlar topluluğu” oluşturma yoluyla imparatorluğun çökü-
şüne son verme idealinin hukuksal arka planını ve vatandaşlığın anayasal dayanağını oluş-
turmuştur (Üstel, 2004, s.25-26).

Reform çalışmaları sonucu, özellikle II.Meşrutiyet’le birlikte siyasal tartışmalarda vatandaş-


lık temel konu hâline gelmiştir.Bu bakımdan süreçte önce vatandaşın tarifi konuları üze-
rinde durulmuş ve daha sonra da bu tarif üzerinden vatandaşlığın inşası sürecine girilmiş-
tir.Takip edilen yöntem bu olmakla birlikte, yapılan tanım çalışmalarının çok net olmadığı
söylenilebilir.Çünkü Cumhuriyet döneminde de tanık olacağımız üzere, tanım konusunda

84
Türkiye’de Vatandaşlık Anlayışının Gelişimi S

netleşememek, temel vurgunun birey olarak vatandaştan ziyade vatandaş topluluğuna yö-
nelmesi bunun işareti olarak değerlendirilebilir.Türk siyasi kültüründe var olan anlayış ve
içinde bulunulan koşullardan ötürü buradaki tartışmalarda öne çıkan anlayışın liberal-bi-
reyci bir vatandaş anlayışından ziyade toplulukçu/cemaatçi vatandaş anlayışına dayandığı
görülür.Çünkü Meşrutiyet dönemindeki vatandaşlık anlayışı haklardan çok, kanuna itaat,
askerlik ve vergi üçlemesi gibi görevlere işaret etmektedir (Üstel, 2004, s. 83).

Toplulukçu bir anlayışı öne çıkarmasına rağmen, önceki dönemlere göre II.Meşrutiyet dö-
neminde, reaya ve tebaa, niteliğini yitirmiş, bir şekilde vatandaş olmuştur.Bu durumun bi-
raz da zorunluluk arz ettiği vurgusu yapılabilir.

Tüm açıklamalar ışığında, bu dönemde şekillenen vatandaşlık anlayışının, cumhuriyetçi bir


yaklaşımla ortak yararı gerçekleştirmek anlayışıyla oluşturulduğu ve bu yüzden de haklar-
dan çok görevlerle yüklü olarak kurgulanmış olduğu şeklinde bir değerlendirme yapılabilir.

Hukuki Düzenlemelerde Vatandaşlık Kavramı

Bir geçiş anayasası olarak kabul edilen ve çok kısa olan 1921 Anayasası’nda vatandaşlık ta-
nımı yer almamıştır; anayasada tamamiyle devletin teşkilatlanmasına yönelik düzenleme-
ler mevcuttur. Cumhuriyet’in ilanından sonra hazırlanan 1924 Anayasası’nda, vatandaşlık
tanımına ilişkin maddeler hazırlanırken, mecliste çeşitli tartışmalar yaşanmıştır.Tartışmalar,
azınlıkların da konumu göz önünde bulundurularak değerlendirildiğinde Türkiyeli ve Türk
kavramları ekseninde gerçekleşmiş, sonunda Türk kavramının kullanılması uygun görül-
müştür.Ancak, buradaki Türk kelimesi, vatandaşlığı/tabiiyeti ifade etmektedir (Kadıoğlu,
2008, s. 177).

Cumhuriyet’in ilanından sonra hazırlanan anayasalarımızda vatandaşlık tanımları:

1924 Anayasası’nda; vatandaşlık deyimi konumuzla ilgili hükmü ile anayasa hukukuna
girmiştir.“Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle Türk ıtlak olunur
(Madde 88/1)”.Türkçeleştirilmiş şekliyle, “Türkiye’de din ve ırk ayırt edilmeksizin vatandaşlık
bakımından herkese Türk” denir. 

1924 yılında çıkarılan anayasanın 88.maddesinde amaçlanan; herkesin vatandaşlık açısın-


dan, din ve ırk ayrımı gözetmeksizin Türk olarak kabul edilmesidir. Bu anlamda Türk mille-
tinin oluşturulmasında ırk temeline bakılmayıp Fransa’nın anlayışı olan siyasi sadakat aran-
mıştır (İkili, 1980, s. 51).

Diğer bir ifadeyle bu anayasada, 1961 ve 1982 Anayasaları’ndan farklı olarak “bu kimseler
Türk’tür” denmemiş, Türk şeklinde bir adlandırmanın uygun kabul edildiği belirtilmiştir. Ay-
rıca maddede geçen “vatandaşlık” kelimesi ile de bu kişilereTürk denilmesinin vatandaşlık
ilişkisi ile sınırlı olduğuna işaret edilmiştir (Berzeg, 2000, s. 634).Bu maddede vatandaşlığın
hak temelli hukuki boyutunun ağır bastığını söylemek yanlış olmayacaktır.

85
III. Türkiye Lisansüstü Çalışmaları Kongresi - Bildiriler Kitabı I

1928 Vatandaşlık Kanunu; TBMM tarafından kabul edilen ilk vatandaşlık kanunu, 1928 yı-
lında yayımlanan 1312 sayılı Kanundur ve bu kanunun, Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki nüfus
azlığının psikolojik etkisiyle olabildiğince çok kişiye Türk yurttaşlığı verme isteğini yarattığı
ifade edilmektedir.

Bu kanuna göre bir Türk babanın ve ananın Türkiye’de veya yabancı memlekette doğan ço-
cukları Türk’tür.Çocuğun evlilik içi veya evlilik dışı oluşu durumu değiştirmez. Bu kanunun
ilginç bir özelliği de şudur: Türkle evlenen yabancı kadın, kendiliğinden Türk vatandaşı olur.
Buna karşılık yabancıyla evlenen Türk kadın, Türk yurttaşlığını muhafaza eder. Bu kanun
1964 yılında kabul edilen 403 Sayılı Türk Vatandaşlığı Kanunu ile yürürlükten kaldırılmıştır
(Aybay, 1998, s. 39-40).

1961 Anayasası’nda vatandaşlık deyimi; “Türk devletine vatandaşlık bağıyla bağlı olan herke-
sin Türk” olduğu şeklinde tanımlanmıştır (md/54).

1961 Anayasası “Vatandaşlıktan çıkarma ile ilgili karar ve işlemlere karşı yargı yolu kapatıla-
maz.” hükmü ile bu konunun hükümet tasarrufu sayılamayacağını belirtmiştir. 1961 Anaya-
sası bu konuda yargıya yol göstermek üzere şu güvenceyi de belirtmişti: “Hiçbir Türk vatana
bağlılıkla bağdaşmayan bir eylemde bulunmadıkça vatandaşlıktan çıkarılamaz.” 1961 Anaya-
sası’na bakıldığında daha bir geriye gidildiği ifade edilebilmektedir.

1982 Anayasası’nda ise vatandaşlık için aynı tanım benimsenmiştir: “Türk devletine vatan-
daşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür (md. 66)”.

1961 Anayasası çoğulcu bir toplum yapısının geliştirilmesini kolaylaştırıcı nitelikler de taşımak-
tadır. İnsanı ve bireyi yüce değer sayan 1961 Anayasası, 1982 Anayasası’na oranla daha liberal
bir felsefeyle yazılmıştır. Oysa 1982 Anayasası özgürlük ve demokrasiyi kurumsallaştırmaktan
çok kutsal saydığı devletin otoritesini pekiştirmeyi amaçlamaktadır (Aybay, 1998, s. 40).

1982 Anayasası, sadece vatandaşlığın kültürel kimliklerle ilişkisinde değil, vatandaşlığın di-
ğer hak ve özgürlüklerle olan ilişkisinde de sorunlu bir yapı arz etmiştir. Birey-devlet ilişki-
lerinde devleti öncelikli sahip konumda tanımlanmıştır.Vatandaş özgürlükleri olabildiğince
kısıtlanmış ve vatandaş siyasi katılım süreci dışında tutularak pasif bir özne pozisyonuna
indirgenmiştir. Bu yönüyle 1982 Anayasası’nın, hak eksenli değil, sorumluluk/yükümlülük
eksenli bir vatandaşlık anlayışını öne çıkardığı ifade edilmektedir (Erdem, 2012, s. 17).

Gözübüyük’ün değerlendirmesiyle her iki anayasa, devletin varlığını ön koşul olarak gör-
mekle birlikte, 1961 Anayasası temel hak ve özgürlükler açısından önceliği kişiye vermiş,
kişinin özgürleştirilmesi için devleti görevli saymıştır. Buna karşılık 1982 Anayasası önceliği
kişiye değil, devlete ve devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne vermiştir (Gö-
zübüyük, 2006).

Ancak, günümüzde gerçekleştirilen birtakım değişikliklerle birlikte yürürlükteki anayasanın


devletçi özelliklerinin önemli ölçüde azaltıldığı ifade edilebilir.

86
Türkiye’de Vatandaşlık Anlayışının Gelişimi S

Türkiye’de Dönemlere Göre Vatandaşlık Anlayışının İncelenmesi


Türkiye’de vatandaşlık kurumunun nasıl inşa edildiğine tarihsel bir bakış açısıyla bak-
mak daha açıklayıcı olacaktır.Bu çerçevede Türkiye’de vatandaşlık anlayışının gelişimi,
üç döneme ayrılarak incelenmeye çalışılacaktır.İlk dönem tek parti döneminin egemen
olduğu 1923-1950 yılları arası, ikinci dönem çok partili sistemin yerleştirildiği 1950-
1980 yılları arası ve üçüncü dönem yeniden yapılanma dönemini temsil eden 1980 son-
rası dönemdir.

1923 - 1950 Dönemi

Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında devletin, ulusun ve ulus devletin inşasında en önemli
unsurlardan birinin vatandaşlık kurumu olduğu ifade edilebilmektedir. Bugüne dek gelen
süreç içerisinde bir ulus yaratma amacıyla iç içe girmiş modernite projesi çerçevesinde va-
tandaşlığın kendisi de inşa edilmiştir. Vatandaşlık inşasının Cumhuriyet’in kendini toplum-
sal ve siyasal anlamda yeniden üretmesiyle düşünülmeye başlandığı ifade edilebilir (Key-
man, 1998, s. 175).

Cumhuriyet’in kuruluş döneminde kurgulanan ve yeniden inşa edilen Türk vatandaşı kimliği
içinde “çağdaşlık” ve “vatanseverlik” iki temel unsur olarak ortaya koyulmuştur. Bu iki unsure,
açık olarak etken ve militan bir vatandaş tipini çağrıştırmaktadır.Vatandaşlık kavramı için-
de milliyet ve milliyetçi kimlik arasındaki bağ ve millet inşası gibi konular ön plana çıkmaya
başlamıştır. Bu noktada Cumhuriyet’in yeni bir ulus yaratma, yeni bir kültür yaratma ve yeni
bir vatandaş yaratma amaçları iç içe girmiştir. Temel olarak paylaşılan ortak bir millî kültür
ve kimlik inşa etmek sağlam bir vatandaşlık kurumu oluşturmanın da ön koşulu olarak algı-
lanmıştır. Bir ulus inşa dönemini içeren bu yıllar içinde, Osmanlı ve İslam ile olan tarihsel ve
toplumsal bağlar mümkün olduğunca kesilmeye çalışılmış, yeni Cumhuriyet yalnızca millî
ve seküler bir devletin yapılanmasına değil, diğer yandan da bu özelliklere uyum gösteren
bir kültürel ve toplumsal yapının oluşmasına büyük önem vermiştir (Keyman, 1998, s. 176).

Türkiye Cumhuriyeti’nin başlangıcından itibaren, ulusa aidiyeti yurttaşlık ilişkisi olarak kav-
ramsallaştıran bir anlayışı taşıdığı ifade edilmektedir.Bu anlayış, 1924 yılında tesis edilen
Teşkilat-ı Esasi’ye Kanunu’nda açıkça gösterilmektedir.Söz konusu anayasanın 88.maddesi
Türk ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle Türk” dendiğini, farklı bir et-
nik kökenden gelenlerin “Türklüğü iradi olarak seçmesi ve vatandaşlık kanunu mucibince
Türklüğe kabul edilmesi hâlinde Türk olacaklarını” belirtmektedir. Milliyete girişi, ilke olarak
iradeye bağlayan ve yurttaşlığı soydaşlığa üstün tutan bu anlayış, kontrata dayalı ulus tanı-
mının doğal bir sonucudur; bir ulusa dâhil olmayı sonradan edinilebilir özelliklere dayan-
dırmaktadır.Burada grubu nitelendiren şeyler, o grubun soy kütüğünden kaynaklanmayıp,
o topraklarda belli bir süre yaşamakla, inanç ve değerlerle, yaşam tarzlarıyla, dil ve kültürle
ilgili olmaktadır.Bu tür özellikler sonradan kazanılabilmektedir (Bilgin, 1998, s. 142).

87
III. Türkiye Lisansüstü Çalışmaları Kongresi - Bildiriler Kitabı I

Yeni bir vatandaşlık kavramsallaştırılması yapılırken, bu kavramsallaştırmanın temelinde


ulusal kimlik, benzersiz, değişmez ve tarihle ilişkisi olan bir kimlik olarak tasarlanmıştır.Son
kertede de bu kimlik, Türklük olarak tanımlanan tekil bir kültür üzerine ve diğer olası alt
kimlikleri göz önüne almadan kurgulanmıştır.Nitekim bu çerçevede oluşturulan anlayışla
uyuşmayan, yani modernlik karşısında gelenekseli, evrensellik karşısında yereli, resmî Türk
kimliği karşısında başka etnik kimlikleri temsil eden unsurların, kamusal alanın dışına atıl-
ması süreci yaşanmıştır (Keyman, 1998, s. 176-177) Cumhuriyet seçkinleri, vatandaşların
sadece kamusal alanda değil, özel alanda da yerine getirmeleri gereken vazifeleri tanımla-
maya başladı (Kadıoğlu, 2008, s. 126).

Bu bağlamda benimsenen vatandaşlık anlayışı devletin aktif, egemen özne konumunu


meşrulaştırmaktadır.Yani talep edilen ve benimsenen vatandaş; cumhuriyetçi, toplum için
çalışan, değişim çalışmalarının öncüsü ve yol göstericisi olan devlete karşı görevlerini yeri-
ne getirmeyi kendisi açısından siyasi ahlak olarak gören erdemli vatandaştır (Keyman, 1998,
s. 176-177).

Bu bağlamda vatandaşlar, siyasal alanın meşruluğu temelinde katıldıkları toplumsal ve si-


yasal aktivitelerde hem kendilerini hem de toplumsal çıkarları gözeten aktif, özgür bireyler
olarak değil, devletin onlara bahşettiği, sınırları belirli bir hareket alanında yine aynı devle-
tin askerlik, vergi, oy verme gibi beklentilerini karşılamaktan sorumlu kişiler olarak biçim-
lenmişlerdir. Bunlar hem hak hem de vazife olarak değerlendirilmektedir (İnan, 1998, s. 80).

Bu dönemde yeni bir ulus yaratılmaya çalışıldığı ve bu ulus yaratma çabasının da Türkleştir-
me politikasıyla gerçekleştirildiği ifade edilebilmektedir.Ülkede yaşayanların kendi kimlik-
lerinden sıyrılarak bir üst Türk kimliğinde birleştirilmeye çalışıldığı söylenilebilir.Türkiye’de
Marshall’ın sözünü ettiği, sivil siyasal ve sosyal haklar toplumdan gelen talepler ile kazanıl-
mamıştır; aksine, Cumhuriyet seçkinleri tarafından yukarıdan verilmiştir. Türkiye’de vatan-
daşlık anlayışının, cumhuriyetçi gelenek içerisinde, vatandaşın topluma ve devlete karşı vazi-
felerine vurgu yapılarak geliştiği ve bu dönemde modern vatandaşlık anlayışının birey değil,
toplum ve devlet temelli bir olgu olarak geliştiği ifade edilebilir (Kadıoğlu, 2006, s. 126).

1950’lere kadar yukarıda betimlenen çerçevede, vatandaşlık kavramı Kemalist seküler bir
Türk kimliği kavramı temelinde, türdeş ve seküler bir ulusal kültür şemsiyesi altında siyasal
ve kültürel olarak tanımlanmıştır.Sonuç olarak, vatandaş ve devlet ilişkisi, içinde edilgen,
ancak, milletin bir üyesi olarak millî idealleri taşıyan, aktaran ve yayan bir birey olarak etken
vatandaş tipinin ortaya koyulduğu görülmektedir(Keyman, 1998, s. 178).

1950- 1980 Dönemi

Çok partili döneme geçiş, 1950’li yıllarla birlikte Türk kimliğinin resmî tanımlanışı üzerine
dolaylı dolaysız tartışmalara yol açmıştır.Bu tartışmaların, erken Cumhuriyet döneminin
yaklaşımlarına bazı değişiklikler ve dönüşümleri getirdiği ifade edilebilir.

88
Türkiye’de Vatandaşlık Anlayışının Gelişimi S

Vatandaşlığı ulusal birliğe aidiyet merkezinde tanımlayan, devlet ve partiye itaati ve onun
koyduğu kanun ve nizamlara uymayı ön planaçıkartan tek parti dönemi vatandaşlık anlayı-
şı, 1950’lerle birlikte bir dönüşümgeçirmiş, uygar ve erdemli insan olma vasıflarıyla belirle-
nen yeni bir vatandaşlıkanlayışına geçilmesi hedeflenmiştir (Caymaz, 2007, s. 35).

Bu dönemde, Demokrat Parti’nin politikaları ile orantılı olarak İslam unsurunun, gelenekse-
lin ve yerelin siyasi olarak yeniden kurgulanan ulus ve vatandaş kimlikleri içine eklemlendi-
ği ifade edilebilmektedir.Bir anlamda bu yıllar, Cumhuriyet’in ideolojik kurgularla gerilere,
özel kişisel alanlara itmeye çalıştığı geleneksel kimliklerin yeniden kamusal kimlikler olarak
ifade bulmaya çalıştıkları yılları içermektedir (Keyman, 2008, s. 179).

Daha önce (tek-parti yönetiminde) devlete karşı borçlu olma özellikli militan vatandaşlık
duygusunun yerini, topluma karşı sorumluluk hissi, katılımcı ve medeni birey-vatandaş an-
layışı almaya başlamıştır.Çok partili siyasal bir yapıya geçişle birlikte, demokratik düzenin
aktörü olan vatandaşlıkla ilgili önceden yapılan tanımlamanın değiştiği ifade edilmektedir.
Tartışma durumu yaratan bu değişiklikle, özel kişisel alanlara itilmeye çalışılan geleneksel
kimliklerin kamusal alanda boy göstermeye başladığı görülebilir (Caymaz, 2006, s. 36).

1950-1980 yılları arasındaki dönem, vatandaşlık kimliği ile ilgili iki önemli değişim getirdiği
ifade edilebilir. Birincisi, İslam unsurunun bu kimliğin bir parçası olmaya başlaması; ikincisi
ise; özellikle 1961 Anayasası ile daha liberal bir vatandaş tanımının ortaya çıkmasıdır.1980
dönemi sonrası dönemde ise Cumhuriyet dönemi vatandaşlık kavramsallaştırması ciddi
biçimde sorgulanmaya başlanmıştır. Dünya sistemindeki farklılaşmalar, globalleşme Tür-
kiye’deki hızlı sosyal ve ekonomik değişimler ve sonuç olarak farklılık talep eden toplum-
sal kimliklerin kamu alanında tanınma istemleri neticesinde, ülkedeki vatandaşlık kavramı
haklar, ödevler ve kimliklerin tanınması bağlamında yeniden gündeme gelmiştir(Keyman
& İçduygu, 1998, s. 151).

Çok partili hayata geçişle birlikte, adalet dağıtan, koruyan ve denetleyen devletten hukuk
devletine geçişin olduğu ifade edilmektedir.Diğer bir ifadeyle devlet karşısında görev ek-
senli vatandaş temsili, giderek haklar taşıyıcı vatandaşa ve devletin bu alandaki sorumlulu-
ğuna doğru kaymıştır (Üstel, 2004, s. 266).

1980 Dönemi ve Sonrası


1980 Dönemine Genel Bir Bakış

1980 askerî müdahalesini izleyen dönem, yeni 1982 Anayasası temelinde Kemalist va-
tandaşlık söyleminin, tarihsel moral ve değerlere dayalı Türk kimliğinde “seküler bir İslam”
unsurunu da ekleyerek yeniden canlanmasını getirmiştir.Bir anlamda bu dönem, Kemalist
modernleşme projesinin yeniden gözden geçirilip, yeniden gündeme getirildiği dönem ol-
muştur. Bu modernleşme projesi içinde vatandaşlık, Cumhuriyet’in ilk yıllarından bu yana

89
III. Türkiye Lisansüstü Çalışmaları Kongresi - Bildiriler Kitabı I

algılandığı gibi, bireylerin toplumsal farklılıklarının bir yana itilerek türdeş bir kamu oluştur-
maları temelindeki bir kimlik olarak algılanmıştır (Keyman & İçduygu, 1998, s. 178).

Böylece yeni anayasa ile birlikte 12 Eylül’ü ortaya çıkaran şartlar doğrultusunda birey-top-
lum-devlet bağlamında devletin karşısında toplumun ve birey-vatandaşın haklarının sınır-
larının kısıtlayıcı özelliğiyle vatandaşlık anlayışının belirlenmeye uğraşıldığı görülür (Üstel,
2004, s. 279). Ancak, bu egemen anlayış karşısında bir yandan etnik Türk kimliğine bir yan-
dan da İslam’a yapılan vurgulamalar, “globalleşme ve postmodernite” çerçevesinde ülkede
ortaya dökülen yeni kimliksel oluşumların ve bunların ortaya çıkardığı çatışma alanlarının
etrafında yeni paradokslar ortaya çıkarmıştır.

Bir yanda vatandaşlığı bir ulusal topluluktan daha çok bir siyasi oluşturma olarak kavrayan
“golaballeşme ve modernite” ortamında daha katılımcı, sorgulayıcı, üstten belirlenen değil,
alttan belirleyici bir vatandaş söylemi ortaya çıkmıştır. İşte anayasal vatandaşlık tartışması-
nın, bu temelde gündeme geldiği ifade edilebilmektedir (Keyman, 1998, s. 179).

Anayasal Vatandaşlık Anlayışının Gündeme Gelmesi

Globalleşme kavramı, bizi üçüncü milenyuma taşıyan 1990’lı yılların anahtar kavramı ol-
muştur. Globalleşme, kavram olarak ekonomiden siyasete, kültürden sosyal politikaya bir
çok alanda değişimi ifade eden çok boyutlu bir kavramdır.Bu anlamda Türkiye, 1980’lerde
başlayan, 1990’lı yıllarda giderek belirginleşen toplumsal ilişkilerin her alanında yaşanan,
toplumsal yaşamın içinde belirgin bir şekilde hissedilen radikal değişim ve dönüşümlere
sahne olmaktadır.

Türkiye’de vatandaşlık kavramının daha sık bir şekilde gündeme gelmesi ve tartışma konu-
su olmaya başlaması, 1990’lı yıllarda olmuştur.1990’lı yıllarda; dinsel, etnik, cinsel ve kül-
türel kimlik kodlarının, hem sivil hem siyasal bağlamda canlanmasının ve yükselmesinin,
modernite projesinin karşı karşıya kaldığı hegomanya krizine neden olduğu ifade edilebilir.
Bu dönem bir taraftan kimlik/farklılık taleplerinin siyasallaştığı ve kamusal alana taşındı-
ğı bir dönemi ortaya çıkartmış, diğer taraftan da bu taleplere demokratik yollardan yanıt
veremeyen devletçi anlayışın yaşadığı yönetebilirlik ve meşruluk krizine sahne olmuştur
(Mardin, 2004, s. 5).

Bu anlamda; globalleşme sürecinin yaratmış olduğu etkiler ile global anlamda meydana
gelen değişimler, ülke içinde devlete karşı borçlu ve vazifelerle yüklü vatandaşlık anlayışı-
nın değişmesine, vatandaşlık anlayışında bir dönüşüm yaşanmasına da yol açmıştır.Özel-
likle küreselleşme ile modernitenin ulusal boyutta verdiği ayrıcalıklı konumu sarsması,
zaman-mekân ilişkilerinin küresel-yerel etkileşim ağında kurulması, devlet-toplum ilişkile-
rinin karmaşıklaşmasına, çok boyutlu bir nitelik kazanmasına ve toplumun önceki dönem-
lerde olduğu gibi yönetme anlayışının demode olmasına yol açmıştır. Bu dönemde vatan-
daşlığın bir devlete üyelik olarak kavranması, globalleşme ve post-modernite ortamında

90
Türkiye’de Vatandaşlık Anlayışının Gelişimi S

daha katılımcı, sorgulayıcı, üstten belirleyici değil, alttan belirleyici bir vatandaş söylemini
oluşturmuştur (Keyman, 2008, s. 10).

Aslı, “anayasal vatanseverlik (verfassung patriotismus)” olan anayasal vatandaşlık kavramı, ilk
kez Alman siyaset bilimci Dolf Sternberger tarafından, 1970’li yılların ilk yarısında, Almanya
bağlamında kullanıldı.Coşkun, çalışmasında anayasal vatandaşlık düşüncesinin kendinden
bekleneni yerine getirebilmesini Sternberger’in, birbiriyle bağlantılı iki koşula bağladığını
ifade etmektedir.Biri devlet yönetimine demokratik mekanizmaların hakim olması diğeri
ise demokratik mekanizmalarla işleyen bir devlete karşı halkın dostane bir yaklaşım sergi-
lemesi zorunluluğu olduğunu dile getirmektedir.Sternberger’den sonra Jürgen Habermas,
anayasal yurttaşlığı geniş kesimlerin nezdinde tanınır kılan isim olmuştur (Coşkun, 2009, s.
144).

Bu yıllarda Almanya’da vatandaşlık kavramı üzerinde çalışmalar yapan Jürgen Habermas’ın


kullandığı “anayasal vatandaşlık” kavramı, Türkiye bağlamında dile getirilmiş ve tartışılma-
ya başlanmıştır.Anayasal vatandaşlık kavramı, Türkiye bağlamında dinsel ve dilsel farklılık-
ların üstünü kapatan, kapsayıcı bir şemsiye olarak tanımlanmıştır.Habermas’ın, anayasal
vatandaşlık ile vatandaşlığın bir milletten ziyade bir anayasaya olan bağlılığa dair bir olgu
olduğunun altını çizmeye çalıştığı ifade edilebilir.Habermas’ın vurgusu, millî vatandaşlar-
dan ziyade “anayasal vatandaşlar”a dır ve Habermas anayasal vatandaşların aynı milletin
üyesi olması gerekmediğini söylemektedir. Önemli olan aynı anayasaya olan bağlılıktır.
Habermas, vatandaşlığın millet ile olan bağını koparmaya ve vatandaşlığa anayasa teme-
linde yaklaşmaya çalışmasına rağmen, vatandaşlığı bir üyelik olarak kavramsallaştırmaya
da devam etmiş ve üye olunan birimin millet değil, anayasal kurumlar olması gerektiğini
savunmuştur (Kadıoğlu, 2008, s. 127).

Bugünün dünyasının “iyi, adaletli ve demokratik yönetiminin” taşıyıcı öznesi olarak hareket
edecek olan yeni vatandaşlık anlayışı; farklılıklar arası bir arada yaşamayı olanaklı kılacak,
farklı kültürel kimliklerin kendi farklılıklarını ifade etmelerini ve korumalarını anayasal gü-
vence altına alacak ve böylece toplumun çoğulcu yapısı içinde ortak ve beraber yaşama
olasılığını arttıracak çok kültürlü ve anayasal bir vatandaşlık kimliği üzerine kurulmaktadır
(Keyman, 2008, s. 10).

Burada anayasal vatandaşlık söylemiyle vurgulanmak istenen; belli bir kültürel homojen
vatandaşlık anlayışı değil, ortak ve paylaşılan bir siyasal kimlik altında, farklı etnik ve kültürel
toplulukların varlıklarını tanıyan ve kendilerini geliştirmelerine imkân sağlayan bir vatan-
daşlık anlayışı ifade edilmeye çalışılmaktadır (Kadıoğlu, 2008, s. 128).

“Haklar - özgürlükler- sorumluluklar dili”ni konuşan bu çok kültürlü anayasal vatandaşlık


anlayışı, gerek çoğulcu toplumsal ilişkilerin içinden çıkan kültürel kimlik temelli “tanınma”
taleplerinin demokratik müzakere zemininde yanıtlanmasını olanaklı kılması gerekse de

91
III. Türkiye Lisansüstü Çalışmaları Kongresi - Bildiriler Kitabı I

devlet/toplum birey ilişkilerinin “haklar-özgürlükler-sorumluluklar ekseni”nde hareket eden


demokratik normlar yoluyla düzenlenmesine verdiği katkı bağlamında, “iyi” ve “adaletli”
yönetilen bir demokratik dünya vizyonu ve özleminin gerçekleşmesinin ön koşulu olarak
kabul edilmektedir (Keyman, 2008, s. 11).

Türkiye bağlamında vatandaşlık kavramının gözden geçirilmesi ve yeniden tanımlanması-


na yönelik tartışmalar, günümüzde hâlâ devam etmektedir.Son dönemde anayasa çalışma-
ları kilit rol oynarken, anayasada yapılması planlanan “vatandaşlık tanımı” sorunsalı mecli-
sin gündemine oturmuştur.2013 TBMM Anayasa Yazım Komisyonu’nda partiler vatandaşlık
başlıklı madde üzerinde farklı görüşlerde bulunmuşlardır. Vatandaşlık tanımı nasıl olmalı
sorusuna anayasal vatandaşlık cevabı veren partiler olmakla birlikte, anayasal vatandaşlık
tanımlamasının uygun olmadığını, ancak, bunun kavramın içeriği ile ilgili olmayıp Türkiye
özelinde düşünülebilecek bir anayasal vatandaşlık projesinin tekil devlet yapısında imkân-
sız olması düşüncesi ile olumsuz yaklaşmışlardır.

Yapılan incelemeler ışığında mevcut anayasadaayrıştırıcı söylemlerin bulunması tartışma-


lara neden olmaktadır.Bu bağlamda yeni anayasada anayasal vatandaşlık anlayışını hâkim
kılabilmenin temel gereklerinden biri, ayrıştırıcı kavramlara yer verilmemesi gerektiğidir.
Anayasal vatandaşlık, farklı kültürlere demokratik yarışmacı siyasetin zeminini hazırlayarak,
farklı kimliklerin demokratik zeminde kendilerini ifade etmelerineolanak sağlayacaktır.Ha-
bermas’ın anayasal yurttaşlık anlayışının, Türkiye’nin mevcut sorunlarının çözümü için ciddi
katkı sağlama potansiyeline sahip olduğu ifade edilebilir.

Sonuç
Vatandaşlık, en genel tanımıyla, hem bireyle devlet arasında hem de bireylerin kendi arala-
rında karşılıklı hak ve yükümlülüklere sahip olma durumunu ifade etmektedir. Vatandaşlı-
ğın bu genel tanımı, ilk ortaya çıktığı dönemlerden günümüze gelene kadar gerek toplum
yapısındaki gerek siyasi ve ekonomik yapıdaki dönüşümlere bağlı olarak belli değişikliklere
uğramıştır.Vatandaşlığın gelişiminde etken olan unsurlar ve devletlerin kurulma süreçlerin-
deki özellikler, kimlerin vatandaş olduğunun ve vatandaşlık statüsünün içeriğinin düzen-
lenmesindebelirleyici olmuştur.

Osmanlı’dan günümüze kadarvatandaşlık anlayışının süreç içerisinde nasıl tanımlandı-


ğına bakıldığındamodern yurttaşın temellerinin Fransız Devrimi’yle birlikte atıldığı ifade
edilebilmektedir. Bu anlamda Osmanlı Devleti de bu akımdan etkilenerek çeşitli reformlar
yapmaya başlamış ve bu reformlarla birlikte Osmanlı Devleti’nin tebaası yurttaşlığa doğru
ilerlemeye başlamıştır.Cumhuriyet’in ilanı ile birlikte yeni bir sürece girilmiş ve vatandaşlık,
sınırları belirli bir hareket alanında devletin askerlik, vergi, oy verme gibi beklentilerini kar-
şılamaktan sorumlu kişiler olarak ve pasif özneler olarak tanımlanmıştır.Çok partili hayata
geçişle birlikte ise; adalet dağıtan, koruyan ve denetleyen devletten hukuk devletine geçi-

92
Türkiye’de Vatandaşlık Anlayışının Gelişimi S

şin olduğu ifade edilmektedir.Diğer bir ifadeyle devlet karşısında görev eksenli vatandaş
temsili, giderek haklar taşıyıcı vatandaşa ve devletin bu alandaki sorumluluğuna doğru kay-
dığı ortaya konulmaktadır.Bu dönemsel süreçte ifade edilebilir ki birey ile devlet arasındaki
bağa gerçekten önem verilmemiştir.1990’lı yıllarla birlikteise vatandaşlık tartışmaları esas
olarak küreselleşmenin Türkiye üzerinde etkileri ve kimlik siyasetinin yükselmesi ile bağ-
lantılı olmuştur.Bu anlamda toplumun alt kimlikler ekseninde çatışmaya sürüklenmesinin
önlenmesi, çok kültürlü ve kimlikli ama ortak bir anayasal vatandaşlık temelinde temel hak
ve özgürlüklerin güvence altına alınmasından geçmektedir.

Devlet, temel olarak bireylerin etnik veya dinsel kimliği ne olursa olsun hukuksal eşitliğe
önem vermeli, içte ve dışta istikrar ve güvenliği sağlamaya çalışmalıdır.Bu bağlamda toplu-
mun etkileşimini güçlendirerek kültürel farklılıkları ve siyasal bütünlüğü korumanın anaya-
sal vatandaşlık anlayışı ile mümkün olabileceği ifade edilebilir.

Kaynakça
Aybay, R. (1998). Teba-i Osmaniden T.C. yurttaşına geçişin neresindeyiz? A. Ünsal (Ed.), 75 yılda teba’dan yurttaş’a doğru içinde
(s. 37-43). İstanbul: Tarih Vakfı Yayınları.
Berzeg, K. (2000). İnsan hak ve özgürlükleri, demokrasi, AB kriterlerine uyum ve çağdaşlaşma için Atatürk’ün 1924 Anayasa-
sı’nı tekrar yürürlüğe koyalım. Yeni Türkiye, Avrupa Birliği Özel Sayısı, 35-40.
Bilgin, N. (1998). Cumhuriyet fikri ve yurttaş kimliği. A. Ünsal (Ed.), 75 yılda teba’dan yurttaş’a içinde (s. 139-151). İstanbul:
Tarih Vakfı Yayınları.
Caymaz, B. (2007). Türkiye’de vatandaşlik resmî ideoloji ve yansımaları. İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Coşkun, V. (2009). Anayasal vatandaşlık. Köprü Dergisi,105.
Dominique, S. (2005). Sosyoloji düşüncesinin özünde öteki ile ilişki (Çev. A. Sönmezay). İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Eren, S. (1990). Devletin kavram ve kapsamı. Ankara: Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği Yayınları.
Esendemir, Ş. (2008). Türkiye’de ve dünyada vatandaşlık: Eski sorular, yeni arayışlar. Ankara: Birleşik Yayınevi.
Gözübüyük, Ş. (2006). Yönetim hukuku. Ankara: Turhan Kitabevi.
Gündüz, F. (2005). Yurttaşlık bilinci. Ankara: Anı Yayıncılık.
Gürses, F. & Pazarcı, N. (2010). Siyasal gündemin yurttaşlık kavramına etkileri: Ders kitapları üzerinde bir inceleme. Karaburun
Bilim Kongresi, İzmir.
İnan, A. (1998). Medeni bilgiler ve M. Kemal Atatürk’ün el yazıları. Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi.
Kadıoğlu, A. (2008). Türkiye’de vatandaşlığın anatomisi. Vatandaşlığın dönüşümü: Üyelikten haklara. İstanbul: Metis Yayınları.
Keyman, F. (2008). Aydınlanma, Türkiye ve vatandaşlık. İstanbul: Osmanlı Bankası Arşiv ve Araştırma Merkezi.
Keyman, F. & İçduygu A. (1998). Türk modernleşmesi ve ulusal kimlik sorunu: Anayasal vatandaşlık ve demokratik açılım
olasılığı. A. Ünsal (Ed.), 75 yılda tebaa’dan yurttaş’a doğru içinde (s. 169-180). İstanbul: Tarih Vakfı Yayınları.
Mardin, Ş. (2004). Globalleşme ve radikal demokrasi.
Marshall, T. H. (1965). Class, citizenship and social development. USA Newyork: Anchor Books.
Nomer, E. (2010). Türk vatandaşlık hukuku. İstanbul: Filiz Kitabevi.
Sarıbay, A. (1992). Siyasal sosyoloji. Ankara : Gündoğan Yayınları.
Soner, A. (2008). Azınlıklar ve vatandaşlar: Türk vatandaşlığının iki yüzü. F. Keyman (Ed.), Aydınlanma Türkiye ve vatandaşlık
içinde (s. 364-370). İstanbul: Arşiv ve Araştırma Merkezi.
Şit, B. (2008). Modern vatandaşlık kavramına bir bakış. TBB Dergisi, 76, s.64-82.
Tezcan, E. (2002). Avrupa Birliği hukukunda birey. İstanbul. İletişim Yayınları.
Ünsal, A. (1998). Yurttaşlık anlayışının gelişimi. A. Ünsal (Ed.), 75 yılda tebaa’dan yurttaş’a doğru içinde (s. 4-37). İstanbul: Tarih
Vakfı Yayınları.
Üstel, F. (2004). Makbul vatandaşın peşinde. İstanbul: İletişim Yayınları.

93

You might also like