You are on page 1of 16

AYLIK EDEBİYAT SANAT VE DÜŞÜN DERGİSİ

Politik 05 Kasım 2022 Cumartesi

SAYI : 310
FOTO: SAM PANTHAKY / AFP

FOTO: MEHMET SUBAŞI


Domates ve biber kurutma işinde çalışan genç kadınlar…

Pirincin lezzetini arttırdığı düşüncesiyle Japonya'da hasat edilen pirinç başakları bir hafta güneşte kurutulur. FOTO: YOMIURI SHIMBUN/AFP

Herausgeber: Medya Presse-und Werbeagentur GmbH Hans-Böckler-Str. 16 63263 Neu-Isenburg Geschäftsführer: Ahmet Yücedağ Ver. Redakteur: Roger Turaut politikart@yeniozgurpolitika.org
FOTO: OZAN KOSE / AFP

3. Yol siyasetinin tarihsel karşılığı ve Kürt siyasetindeki yeri


K
apitalist modernitenin süreklileşen yapısal krizle- az devlet daha çok toplum”un teorik/pratik izini 3. Yol kavramsallaştırmasıyla bir tür demokratik modernliktir.
rinin yanında reel sosyalizmin çözülüşüyle iyice perspektifiyle ele alan Öcalan, sınıflı toplumun gele- Çeşitli açılardan onunla aynı anlama gelen evrensel
derinleşen belirsizlik koşullarında devletli uygar- neksel kodlarına radikal bir şekilde eleştiri yönelten ve planda başka bir adlandırmayla alternatif modernlik kuv-
lığı yeniden tartışmaya açmak tarihsel bir zorunluluk ola- ondan büyük oranda kopan zihinsel, kuramsal ve ideo- vetlerinin açığa çıkarılması, birlikte eyleme geçilmesi ve
rak ortaya çıkmıştır. Söz konusu tartışma iklimi içerisinde lojik bir zemin sunar bizlere. hegemonik bir konuma yükseltilmesi yönelimidir. Bu bir
devletli iktidarı sönümlendirme ve kapitalizmin temel sa- hayalî tahayyül değildir. Demokratik modernite ya da al-
cayağı olan ulus devlet yerine yeni bir politik Farklı projeksiyonlarla ternatif modernitenin başından beri modernite içinde bir
yaşam yaratma arayışları 3. Yol çizgisini ortaya 3. Yol tanımlamaları seçenek olduğunu görmemiz gerekir. Elbette modernliği
çıkarmış, 3. Yol hem kuramsal hem de reel Bu kısa ve tarihsel arka plan değerlendirme- şöyle okumak kaydıyla: Modernlik aynı zamanda bir kur-
politik düzlemde yoğun biçimde tartışmaya lerinden sonra farklı projeksiyonlardan birbi- tuluş, özgürleşme, insanın ve insanlığın kendi kaderini
açılmıştır. rini bütünler bir biçimde birkaç 3. Yol eline alması projesi olarak da inşa edilebilir. Demokratik
3. Yol paradigması çerçevesinde yürütü- tanımlaması yapabiliriz. modernite dediğimiz şey tam da bunu ifade eder, bunun
len tartışmalarda Kürt Halk Önderi Abdullah Birincisi: 3. Yol bütün ezilenlerin, bütün ta- dip akıntısıdır.
Öcalan, özellikle Orta Doğu ve Kürt sorunu hakküm altındakilerin, bütün madunların Buraya bir not daha düşmek gerekir: Modernlik içerisinde
boyutuyla 3. Yol’un nasıl bir çözüm olduğu Tayip TEMEL* tarihsel ittifakı veya bloğudur. Bu blok farklı güzergâhlar birer seçenektir. Zaman içerisinde ege-
üzerine hem kuramsal hem de reel politik veya ittifak hiçbir zaman oracıkta verili menliği bir tür doğal durumdan çıkış olarak, herkesin her-
boyutta geniş bir perspektif sunmuştur. Öcalan, günü- değildir. Muhayyel bir tasarı veya herhangi bir andaki kese karşı savaşı şeklinde ifade eden proje olarak; modern
müzde iktidar yapısı ve sermaye birikimi yönüyle kapita- ittifakın onun yerine konulabileceği bir vehmetme de egemenliği, kapitalist egemenliği temellendiren seçene-
list devletin demokratik karaktere sahip olamayacağını, en değildir. Çünkü bütün ezilenlerin, bütün tahakküm al- ğin baskın çıktığını görmemiz gerekir.
fazla demokrasiye duyarlı hale getirilebileceğini savunur. tındakilerin tarihsel bloğu kitleselliğiyle de çapıyla da Üçüncüsü: 3. Yol yönelimi, aynı zamanda bir demokra-
Kapitalist modernitenin sömürgecilik, endüstriyalizm, cin- bileşimiyle de devasa bir meseledir. Bunun inşası o tik ulusçuluk yönelimi ya da projesidir. Saydıklarımın
siyetçilik ve emek sömürüsüne dayanan yapısal karakteri- kadar kolay değildir. Bin bir yoldan; çok katmanlı, çok her biri birbirini tamamlar. Yani konfederal bir demo-
nin tarih boyunca kapitalizm ile demokrasi arasında düzeyli olarak uzun bir mücadeleler dizisi içerisinde kratik ulusçuluktur bu. Arındırmacı, homojenleştirici,
gergin ve birbirini iten bir ilişki biçimi yarattığını, bu diya- kritik konjonktürlerin kurulu kesimden getirilerek, ora- asimilasyoncu, tekçi, farklılıklara tahammülü olmayan,
lektik ilişki içerisinde kapitalist modernite ile demokrasi- larda test edilerek; ancak inişli çıkışlı bir biçimde ve bir ulusu politik bir gövde olarak inşa ederken bütün ayrık
nin hiçbir zaman uzlaşmayacağı ve bir araya karşı hegemonya olarak inşa edilebilir. Dolayısıyla onu otlarından temizleyen, uç noktasını faşizmin temsil et-
gelemeyeceği ön kabulünden hareket eden Öcalan, son herhangi bir andaki tezahürüne indirgememeye dik- tiği ama kendi yaşadığımız coğrafyada en vahim pra-
kertede “devleti olmayan bir halkın demokratik sistemi”ni kat etmek gerekmektedir. Bu, herhangi bir andaki teza- tiklerine tanık olduğumuz bu ulusçuluğun karşısına
inşa etme arayışına girmiştir. hürünü küçümsemek anlamına da gelmez. Dönüp çokluğu, çoğulluğu, eşitliği veri alan, mağduriyetleri gi-
Buna göre demokrasi, tamamen devlete içkin bir hal amacımızın büyüklüğü, ufkumuzun genişliği ve kat et- deren, kimseye azınlık muamelesi yapmayan; herhangi
alamaz; demokrasi ve özgürlük güçlerince devlete dı- tiğimiz yol arasındaki mesafeyi tekrar tekrar test etme- bir andaki verili çoğunluğu başka herkesin azınlık sta-
şardan dayatılır. Devlet demokratik, komünal değer- miz önümüzde bir ödev olarak durur. tüsüne indirgeyecek şekilde sabitlemeyen bir ulusçu-
lerle ve bu değerleri temsil eden güçlerle daima İkincisi: 3. Yol kapitalist-modernlik, anti-modernlik ve tabii luk yaklaşımı ve anlayışı 3. Yol yönelimimizin
çatışma halinde olacaktır. Aralarında uzlaşmaz çelişki- ki 20. yüzyılın ve günümüzün bir gerçekliği olan postmo- vazgeçilmez bir yansımasıdır. Nihayet bütün bu yansı-
ler olan güçler arasındaki denge durumu, politik güç dern dünya karşısında meydanı onlara veya onların çekiş- maları bir demokratik ve sosyal cumhuriyet projesine,
merkezi olma düzeyiyle de doğrudan ilişkilidir. “Daha melerine bırakmayan, Sayın Abdullah Öcalan’ın hedefine bağlayabiliriz.
3
Devletin ve iktidarın ve yasal statü tanınmaması, çağdaş eğitim araçları ve
sönümlendirilmesi formülü uygulamalarından mahrum bırakılmaları gibi bütünle- w Kürtler Suriye rejimi ve Suriye’ye müda-
3. Yol paradigmasında zihniyetin demokratik komü- şik uygulamalarıyla Kürtlerin öz varlıkları ve kimlikleri- hale eden güçler dışında kalarak bir
nal yaşam, sosyal ve politik yaşam, kültür, emek, hukuk, nin yok sayılması, yani özgür yaşayamaması sorununa tutum belirledi. Buna da ‘3. Yol’ dedi.
diplomasi, ekolojik ve kadın özgürlükçü yaşam teme- dönüşüyor. Diğer bir deyişle Kürt sorunu bir ulusal Küresel düzeyde çatışan taraflar; ABD
linde inşa edilmesi temel başlıklar olarak öne çıkmak- sorun değil, ulus olmaktan çıkma/çıkarılma sorunudur. ve Rusya olurken, bölgesel çatışma
tadır. Bu başlıklarda ortaya çıkacak her yeni deneyim, güçleri de Türkiye ve İran oldu. Böy-
3. Yol siyasetini klasik iktidar karşıtı geleneksel muhale- 3. Yol ve Rojava gerçeği lesi bir atmosferde genelde bekle-
fet formundan kurtarırken, onun devlet dışı toplum- Bu çerçevede Kürt sorununu 3. Yol boyutuyla ele nen şey bir tarafa angaje olmaktır!
sallığını ve politik hegemonyasını daha da alırken çok uzağa gitmeye gerek yok. Bunun somut Fakat Kürtler başka, bambaşka bir şey
güçlendirecektir. Tarihselliğinden hareketle politik ah- uygulanışını Rojava üzerinden ele almalıyız. Rojava yaptı. Dünyanın bugün alkışladığı
laki toplum örgütlenmesiyle devletin ve iktidarın sö- Anayasası bu konuda yeteri kadar yol göstericidir.
şeyi, üçüncü bir yol olmayı, somut
nümlendirilmesi olarak formüle edebileceğimiz 3. Yol Böyle bir demokratik cumhuriyet aynı zamanda bütün
olarak hayata geçirdi.
arayışının kapitalizm ve ulus-devlet dışı kuramsal da- din ve inançlar konusunda da tarafsız olmak zorunda-
yanaklarıyla bağını sık sık kurarak değerlendirmek biz- dır. Dini resmileştirmekten, devlete tabi kılmaktan,
şama istencini dillendiren ve bunu pratikleştiren bir
leri her zaman daha doğru sonuçlar almaya devleti bir iktidar yansıması haline getirmekten sakı-
halk gerçekliğinden bahsediyoruz. Ve bunu tam da
götürecektir. nacağı gibi mevcut inanç gruplarından ya da dinler-
Ortadoğu’nun tarihsel, toplumsal, sosyolojik, etnik,
den herhangi birini baskı altına almaktan da, herhangi
ulusal, inançsal çelişkilerinin tam ortasında yaptı!
Kürt-Kürdistan sorunu çerçevesinde birine karşı ayrımcılık yapmaktan da uzak durmalıdır.
Kısmen vurguladım: Bugün 3. Yol’un somut halini
3. Yol paradigmasının önemi Böyle bir demokratik cumhuriyet mümkün olan en
konuşmak için Rojava devrimine bakmamız gerekiyor.
Kapitalist dünyanın zorunlu kıldığı ulus-devletin so- geniş yerel özerklik üzerine bina edilmelidir. Daha
Bu teorinin sahada uygulandığı ve en geniş alana
runların ana kaynağı olduğundan hareketle kendi ka- doğrusu bugünkü merkezi devlet cihazı tersine çevril-
ulaştığı yer burasıdır. Kürtler Suriye rejimi ve Suriye’ye
derini tayin hakkı ve reel sosyalizmin zorunlu olarak melidir. Söz konusu yerel özerklikte kaynak dağılımı,
müdahale eden güçler dışında kalarak bir tutum belir-
devlete çıkan çıkmazını eleştiriye tabi tutan Öcalan, dış politika gibi merkezi ilgilendiren yetkiler pekâlâ
ledi. Buna da ‘3. Yol’ dedi. Suriye üzerindeki çatışma du-
kendi kaderini tayin hakkının ayrı devlet kurmayla merkezi yönetime devredilebilir.
rumu küresel ve bölgesel düzeyde yeni bir
özdeş tutulmasını 3. Yol perspektifiyle eleştiri konusu Kürt hareketi bütünen siyaset ve hukuk alanına dair
bloklaşmanın ortaya çıkmasını sağladı. Küresel dü-
yapmaktadır. Kürt-Kurdistan sorunu bağlamında bu çözüm önerisini daha önce formüle etmiş, kamuo-
zeyde çatışan taraflar; ABD ve Rusya olurken, bölgesel
eleştiriler oldukça tartışılırken, 3. Yol tarifi Kürdistan öl- yuyla paylaşmıştı. Buna göre genel olarak sorunların
çatışma güçleri de Türkiye ve İran oldu. Böylesi bir at-
çeğinde demokratik konfederalizm, demokratik ulus çözümü noktasında “Demokratik uzlaşı, özgür siyaset
mosferde genelde beklenen şey bir tarafa angaje ol-
ve demokratik özerklik olarak ifadesini bulmaktadır. ve evrensel hukuk” üçlü sacayağı üzerinde demokratik
maktır! Fakat Kürtler başka, bambaşka bir şey yaptı.
Demokratik cumhuriyet bunların ötesinde bir olay- siyasetin geliştirilmesi, evrensel hukuk içinde Demo-
Dünyanın bugün alkışladığı şeyi, üçüncü bir yol ol-
dır. Demokratik ulusçuluk bugünün tekçi, bürokratik, kratik Anayasal İttifak kavramının da yaşamsallaştırıl-
mayı, somut olarak hayata geçirdi.
üstenci, asimilasyoncu, merkeziyetçi, ıslahçı devlet ay- ması gerektiği ifade edilmişti. Öncelikle Rojava’nın
Herhangi bir blokun kuyruğuna takılmadı, herhangi
gıtının karşısına ezilenlerin azami ölçüde yararlanabi- önemi, Suriye içinde ne anlam ifade ettiği netleşirse
bir blokla da çatışmaya girmedi ama halkların demo-
leceği başka devlet biçimini koymak ve inşa etmeyi Suriye sorunu ve bu çerçevede bir bütün olarak Kürt-
kratik devrimi için yararlanılacak taktik, ilişki ve diyalog
amaçlar. Böyle bir demokratik cumhuriyette yurttaşlık Kürdistan sorununun çözümüne nasıl katkı yapacağı
içerisinde olmaktan da kaçınmayan bir siyaset izledi;
tanımı herhangi bir etnik göndermeye dayanmamalı- da ortaya çıkar.
doğru, tarafsız, bağımsız, özgürlük ve demokrasi çizgi-
dır. Rojava devrimi her şeyden önce başka bir yaşam
sinde bir siyaset yürüttü. Halkların demokratik devrimi
Ortada bir sorun var. Sorunun kavramsallaştırma mücadelesine, direnişe ve kıyametin ortasında bir al-
böylece hızlandı, diplomasisi büyüdü ve genişledi.
şeklinden tutalım da algılarına kadar hepsi ayrıca so- ternatif olduğuna inanan herkesi heyecanlandıran, de-
Yaşam için bir modele dönüştü.
runsal! Fakat hakkın ne olduğunu, belki de gasp edilen mokrasi için inancı tazeleyen bir mirastır. Bugün
Rojava özelinde Suriye’de ne oluyor mesela? Kürt-
hakların ne olduğunu hatırlayarak anlayabiliriz. Kürt dünyada devam eden pek çok mücadelenin ilham
Arap ittifakı, Arap-Hristiyan ittifakı, Ermeni-Süryani itti-
sorunu Kürtlerin anavatanlarının parçalanması ve in- kaynağı, umudu ve sebebidir. Rojava Devrimi halkların
fakı gibi şeyler hayat buluyor. Kadını ve erkeği
kârı, toplumsal gerçekliklerinin derinden bölünerek birlikteliğidir, kadın özgürlüğü ve demokratik ekolojik
egemen-köle kıskacından kurtarıp özgürce ve eşitçe
kendi olmaktan çıkarılmaları, siyasi iradelerine ket vu- özgürlükçü çizgidir. Kendi öz gücüne, halkın örgütlü
birlikte yaşamı mümkün kılıyor. Mezhepçiliğin, cinsi-
rulması, devletlerin inkârcı ve imhacı yöntemleri karşı- gücüne dayanarak, güvenerek, onu açığa çıkararak ha-
yetçiliğin ve katı bir milliyetçiliğin hüküm sürdüğü, sa-
sında boyun eğmeye zorlanmaları, ekonomik reket etmek ve bu sayede demokratik toplum örgüt-
vaştan savaşa sürüklediği bir mekânda, çoraklaşmaya
ihtiyaçlarını gidermenin öz kimliklerinden vazgeçme lülüğünü geliştirmek demektir. Rojava deneyimi her
inat yeşerme çabaları üstün geliyor. Kolektif üretim,
aracına dönüştürülmesi, kendi öz kimliklerine dayalı açıdan öğreticidir. Başkaları için değil kendisi için sava-
yaşam yeşeriyor. Savaş karşıtı bir yaşamın, birlikteliğin
bir kültürel ve ideolojik varlık haline gelmelerine fırsat şan, onurlu ve ilkeli duran, tüm halklarla beraber ya-
kurulabildiği gözleniyor. Asurilerin, Türkmenlerin, Çer-
kezlerin demokratik birliği gerçekleşiyor. Ortado-
ğu’daki bu birlik, halkların birliğinin önünü açıyor. Bu
durumun şüphesiz ki Suriye’ye de her açıdan pozitif
etkileri oluyor ve olacak. Yeter ki kanallar kapanmasın!
Ortadoğu’da yaşama dair çelişkilerin çözüldüğü alan-
dır Rojava! Eğer başarılı bir çözüme giderse Kürdün
özgürlüğüne varacak ve oradan da demokratik Suriye
birliği doğacaktır.
Sözün özü; 3. Yol, egemen sömürücü güçlerin dı-
şında kalan halkları, ezilenleri, demokrasiyi temsil
eden, gençlik ve kadın devrimlerini içine alan, ekolojik
olan devrimci demokratik duruş çizgisini temsil et-
mektedir. Bu çizgi gerek Kürt sorunu boyutuyla ge-
rekse de ötekiler boyutuyla Rojava’da hepimize yol
gösteriyor.
Bu somut pratik üzerinden bugün Kürt özgürlük ha-
reketi, ezilen dünya halkları ve tüm ötekilerin tarihsel
direniş geleneğinin hem zaferlerini hem de yenilgilerini
bir an olsun unutmadan, tüm küresel ve bölgesel güç-
ler eliyle yürütülen tasfiye risklerini de hesaba katarak
tarihin bu kırılgan eşiğinde hem zengin dersler, hem de
yaşamsal devrimci ödevler çıkarmak zorundadır.

* HDP Basın ve Propagandadan Sorumlu Eş Genel


Başkan Yardımcısı
4
2023’e girerken
?
w 2010’daki referandum sürecinde
“Boykot” kararıyla 3. Yol siyasetine
yönelik ilk somut girişimler de top-
lumsallaştırılmıştı. “Evet-Hayır” kutup-
laşması AKP-Cemaat ittifakına karşı

3.Yol ne yana düşer


CHP-MHP ittifakı ile gün yüzüne çı-
karken, zamanla bazılarının safları
değişecek ama iki-kutuplu siyaset
yapma tarzı değişmeyecekti. Özel-
likle bu referandum sürecinde 3. yol
“Boykot”la şartları zorlayan bir tercih-

3
. Yol siyaseti, Kürt Özgürlük Hareketi’nin Cumhuriyet Fırkası’nı (TCF) kurmuştu. Bu partinin ku-
hem ulusal hem de toplumsal bir hareket rulmasıyla Halk Fırkası’nın meclisin tek partisi olma ten ziyade bu ikili siyasetin dışında
olma özelliğini reel siyasete uyarlamaya özelliği kalmamıştı. Terakkiperver Cumhuriyet Fırka- doğal bir alternatif olarak öne çıktı.
çalışan öte yandan da sadece Türkiye siya- sı’nın tepeden inme değişikliklere muhalefet eden, li-
setine değil dünyadaki iki kutuplu siyase- beral-muhafazakar bir dünya görüşüne sahip bir
tin dışında farklı bir söylem ve görüş taşıma iddiasında karakteri vardı. Bu kez İslami kesimlerin ve İttihatçıların yıllarda hükümette yer almış partiler isim düzeyinde si-
olan bir izleğe sahip. 3. Yol siyaseti anlaşıldığı kadarıyla desteğini alan bu parti Kemalist tasavvura ayak bağı yasi hayatlarına devam etseler de aslında bu partilerin
Kürt Özgürlük Hareketi için taktiksel ve seçime odaklı olmuştu. Toplum nezdinde saygınlığı olan bu partinin asıl kadroları ve kitlesi bu meclisteki iki partiden birisine
bir değişim değil bilakis stratejik ve sürekli örgütlülüğü yöneticilerini bir kerede alt etmek kolay olmadığı için eklemlenmişti. Bu siyasi haritada AKP’nin koalisyon
içeren bir özelliğe sahip. Günümüzde 3. kısa sürede sonuç alabilecek uygun bir at- içinde olduğu Gülen Cemaati de vardı ki özelikle bu ikili
Yol siyaseti dışında '3. Yol çizgisi' veya '3. mosfer ve güçlü bir gerekçeye ihtiyaç vardı. siyasetin önemli bir ayağını oluşturuyordu. Özellikle Ke-
Yol stratejisi' gibi kavramlarla da açıkla- 1925’teki Kürt isyanı bu iş için biçilmiş kaf- malizm eleştirisi üzerinden bu ikili siyasetin hegemonya
nan bu siyasi hattın Türkiye siyasetinde tandı. Zira resmi ideolojinin alışılmış tarih savaşında entellektüel sinerjiyi oluşturmaya çalışıyordu.
neye karşılık geldiğini anlamak için yazımına karşı duran aksi bir görüşe göre
cumhuriyetin kuruluş zamanlarına, son- Mustafa Kemal ekibi bir isyanın örgütlendi- HEP’den HDP’ye giden süreç
rasında ortaya çıkan siyasi tabloya ve 3. ğini biliyor ve uygun bir zamanda ortaya Bu iki kutuplu siyasetin dışında 90’larda HEP ile başla-
Yol’un ne zaman hangi siyasi iklimde so- çıkması için bir vukuata ihtiyaç duyuyordu. yarak Kürt siyaseti kendi geleneğini oluşturdu ve müca-
mutluk kazandığına kısa bir bakış ata- İbrahim BULAK Nitekim Şeyh Sait’in bulunduğu köye dele zeminin içerisinde tabiri caizse siyaseti siyaset
lım. Başlamadan önce iki kutuplu giden jandarmanın “asker kaçağı arıyoruz” yaparak öğrendi. 1991’deki genel seçimlerde HEP aday-
siyasetin farklılıkları olsa da salt Türkiye’ye özgü olma- bahanesiyle bulunduğu evde olan birisini istemesi ve ları, SHP listelerinden seçime girmişti. HADEP süreciyle
dığı bilhassa tepeden inme bir değişiklikle monarşik Şeyh Sait’in vermemesi üzerine silahlar patlar ve böyle- birlikte ise artık bu geleneğin devamı olan partiler seçim-
yönetimden cumhuriyete geçen ülkelerde değişimin likle isyan başlar. Bu isyanın hemen ertesinde dönemin lere farklı Kürt çevreleri, Türkiye’deki sol ve demokrat
ne kadar sürede, nasıl ve ne biçimde olması gerektiği başbakanı Rauf Orbay, TCF reisleriyle görüşmek ister ve çevrelerle ittifaklar kurarak girmeye çalıştı. Böylelikle
gibi sorular üzerinde benzer ayrışmaların olduğunu görüşmede TCF’nin lağvedilmesini talep eder. Kazım hem bu çevrelere geniş kitlelere seslenebilme olanağı
söylemekte fayda var. Karabekir, Orbay’dan fikrine başvurulacağı naifliğiyle tanıdı hem de kendisi toplumun farklı kesimlerine açıl-
Birinci Dünya Savaşı’nın ardından bu kez; İstanbul ve bir görüşme beklerken bu talep karşısında 'Bizim Kürt- maya çalıştı. Parlamenter siyasetteki Kürt partileri ilk baş-
Ankara hükûmetleri arasındaki mücadele, Osmanlı’nın lük mıntıkasında teşkilatımız bile yoktur' cevabını verir. larda tecrübeli ve yaşça büyük kişilerin liderliğinde
tarih olması, yeni kurulan düzenin nasıl olacağı ve de- (Kazım Karebekir, Kürt Meselesi, Emre yayınları, 12. Baskı yürüdü. DEP (Yaşar Kaya), HADEP (Murat Bozlak), DEHAP
ğişimin ne hızda yapılacağı tartışma konusu olacaktı. 2004) Kazım Karabekir’e göre bu isyanın olacağı bel- (Mehmet Abbasoğlu), DTP (Ahmet Türk) süreçlerinde
1920 yılında besmelelerle açılan Birinci Meclis, Ermeni liydi ve buna rağmen hiçbir tedbir alınmamıştı. İsyan genel başkanlık yapacak kişilerin bu özellikleri taşıma-
halkının, farklı azınlık grupların ve ayrılık taraftarı Kürt- ise ona göre 'mahalli’ydi, asıl maksat Kürt isyanı vesile- sına özen gösterildi. 2000’lerin başında gençlik kolların-
lerin yer almadığı bir meclisti. Fakat buna rağmen ço- siyle terör estirmekti. Nihayetinde TCF rızasıyla kendini dan gelen Tuncer Bakırhan’ın DEHAP’ın başına
ğulcu bir yapıya sahip karizmatik bir lider olarak öne kapatmayınca Takrir-i Sükûn Kanunu ile kapatılır. Bu geçmesiyle bu yaklaşım değişmeye başladı. Nurettin De-
çıkmışsa da Mustafa Kemal’in denetime alabileceği ve gruba asıl ölümcül darbe ise 1926’daki ‘İzmir Sukiastı’ mirtaş ve Selma Irmak’ın DTP Eş Başkanları olmasıyla bir-
her istediği kararı geçirebileceği bir meclis değildi. davaları ile vurulur. Artık tek şef ve tek parti ile bütün- likte Kürt siyaseti açısından kuşaklar arası geçişkenliğin
Mecliste reisi Mustafa Kemal olan Müdâfaa-i Hukuk Ce- leşmiş bir devlet vardır. İkinci Dünya Savaşı’nın erte- daha kurumsal bir düzeye ulaşması mümkün oldu. Öte
miyeti’ne Birinci Grup, bunun dışında kalan milletvekil- sinde Türk devletine rol model olan otoriter rejimlerin yandan bu yenilenme sürecine paralel olarak, Türk med-
lerine ise İkinci Grup adı veriliyordu. İçinde çok farklı birer birer yıkılmasıyla değişen dünya düzenine ayak yasının tabiriyle ‘şahinler’ ve 'güvercinler’ tartışması da
fikir ve milliyetten insanı barındıran İkinci Grup yek- uydurmak için tek partili dönem sona erer. 1950 seçim- gündeme gelmeye başladı. Türk medyasının nazarında
pare, ortak hareket eden bir grup değildi. Aynı şekilde leri öncesi CHP’nin muhafazakâr ve İslamcı kesimleri şahin kanat genç, öfkeli ve 'silah’a karşı çıkmayan kişiler-
Birinci Grup da tartışmasız Mustafa Kemal’in her dedi- memnun etmek için imam hatip okullarını açması, din den oluşurken; güvercin kanat ise makul, sakin ve yeri
ğini onaylayacak bir grup değildi. Birinci Meclis, Mus- derslerini okullarda okutması gibi manevraları da işe geldiğinde 'silah'a karşı çıkabilecek özelliğe sahip kişiler-
tafa Kemal’in tasavvurundaki rejimi yaratacak tek sesli yaramayacak ve CHP seçimleri kaybedecekti. Demo- den oluşmaktaydı. Kimin şahin, kimin güvercin olduğu si-
bir yapıya sahip değildi. Bu tasavvuru önünde ayak krat Parti (DP), CHP’nin içinden çıkmış, Kemalizmi doğ- laha karşı aldığı mesafeye göre belirleniyordu. Silaha
bağı olan meclisin lağvedilmesi ve yeni bir meclis yapı- rudan reddetmeyen bir siyasi geleneğe yaslanan bir karşı duruşu cesaretlendirmek, teşvik etmek için Türk
sına ihtiyaç vardı. 'Bu meclis Türklerin, Kürtlerin, Lazla- yapıya sahipti. TCF’den farklıydı zira o, CHP’nin palto- medyası bölgeye geziler düzenler ve televizyon prog-
rın, Çerkeslerindir' anlayışı Mustafa Kemal’e göre sundan çıkmıştı. DP, CHP’nin şekillendirdiği rejimin ramlarında özellikle bu konuyu tartışmaya açardı.
görevini tamamlamıştı. İkinci Meclis’e gidiş sürecinde kodlarını, ezberlerini, kalıplarını kabul eden onun sınır- Seçim ittifaklarının sürekli ittifaklara dönüşmesi için Ab-
Lozan Antlaşması’nın onayı da önemli bir rol oynu- ları içerisinde siyaset yapmaya çalışan bir siyasi olu- dullah Öcalan’ın 'çatı parti’ olarak formüle ettiği, farklı ör-
yordu. Birinci Meclis yapısı Lozan sürecinde muhalif bir şumdu. Soğuk Savaş yıllarında NATO’nun komünizmle gütlerin ve grupların ortak ilkeler etrafında bir araya
duruş sergilemişti. İkinci Meclis’in 'muhalefetsiz' ve tek mücadelesi kapsamında ırkçı ve dinci örgütler destek- gelmesini hedefleyen girişimler oldu. Anayasa değişikliği
partili olması, tek şefe itaat etmesine özen gösterili- leniyor, büyümeleri için her türlü imkan seferber edili- tartışmaları üzerinden şekillenen 12 Eylül 2010 tarihli refe-
yordu. 1923 seçimlerine Müdâfaa-i Hukuk Cemiyeti yordu. Bu bağlamda 1960’taki darbeden sonra randum sürecinde,“Evet-Hayır” olarak açığa çıkan iki-ku-
devletin tüm imkanlarını kullanarak girmiş ve oluşacak Kemalizm paltosundan bu kez Demokrat Parti’nin de- tuplu zihniyetin karşısında, Kürt siyaseti ve sol-demokrat
yeni mecliste Mustafa Kemal kendisine bağlılıkta vamı olarak Adalet Parti dışında Mili Görüş ve MHP or- çevreler “Boykot” kararını öne çıkarmışlardı. Bu siyasal pra-
şüphe duymayacağı kişilerden oluşan bir liste olma- taya çıkacaktı. Bu oluşumlar Soğuk Savaş yıllarının tikle bugünlerde daha sık zikredilen 3. Yol siyasetine yöne-
sına dikkat etmişti.(İsmail Göldaş, Takrir-i Sükun Görüş- ürünüydü. lik ilk somut girişimler de toplumsallaştırılmıştı.
meleri, Belge yayınları, 1997) Seçimlerden sonra Halk “Evet-Hayır” kutuplaşması AKP-Cemaat ittifakına karşı
Fırkası kurulmuş fakat önceden de Mustafa Kemal’in si- 2002’den sonra CHP-MHP ittifakı ile gün yüzüne çıkarken, zamanla bazıla-
yaset tarzından hoşnut olmayan ve savaşta önemli rol- Seçmenin neredeyse yarısının oyunun parlamento dışı rının safları değişecek ama iki kutuplu siyaset yapma tarzı
ler üstlenmiş Kazım Karabekir, Rauf Orbay, Ali Fuat kaldığı 2002 seçimlerinde AKP’nin iktidarı ve CHP’nin değişmeyecekti. Özellikle bu referandum sürecinde 3. Yol,
Cebesoy gibi o yıllarda toplum tarafından tanınan siya- muhalefeti ile sonuçlanan bir siyasi harita ortaya çıkmıştı. şartları zorlayan bir tercihten ziyade bu ikili siyasetin dı-
setçiler de 1924 yılının sonlarına doğru Terakkiperver Bu seçimlerden sonra ANAP, DYP, DSP, Fazilet gibi önceki şında doğal bir alternatif olarak öne çıktı.
5
FOTO: BÜLENT KILIÇ / AFP
Çözüm süreci esnasında Öcalan, yıllardır sözünü ettiği ile bu süreçte tarihi bir olay olan 28 Şubat 2015’teki Dol- PKK ile YPG arasında fark görmeyen ve yeni bölgesel di-
‘çatı parti’ fikrini HDP olarak formüle etti. Neredeyse yüz- mabahçe Mutabakatı tarihsel bir benzerlik taşır. Zira de- namikleri fırsata çevirmeye çalışan Türk devlet aklının iz-
yıldır Türkiye siyasetine egemen olan iki-kutuplu yakla- vamında Erdoğan’ın tasavvurundaki rejime 7 Haziran düşümlerini sadece AKP’nin politikaları ya da Erdoğan’ın
şımlara karşı HDP üçüncü seçenek olarak siyaset seçimleri ayak bağı oldu ve 7 Haziran seçimiyle ortaya çı- hevesleri olarak değerlendirmek de mümkün değildir. Bu
sahnesine çıktı. 3. Yol’dan bahsederken Türkiye siyase- kacak olağan koalisyon hükümeti Mustafa Kemal’inkine hususta, Efrin’e yönelik işgal harekâtı başladığında 'mu-
tinde bu iki kutuplu siyasetin dışında söz gelimi Kema- benzer gerekçelerle lağvedildi ve yeniden seçime gidildi. halefet' liderlerinin açıklamalarına bakmak bile yeterlidir.
lizmle kopuşu sağlamış komünist hareketlerin veya Kürt Böylece İkinci Meclis’e benzer bir tablo 1 Kasım 2015’te AKP’nin toplumu militarize edebilme noktasında başarılı
hareketlerinin de geçmişte olduğunu hatırlatmak gere- yapılacak seçimlerde ortaya çıkmıştı. Nasıl ki İkinci Mec- olduğu bu işgal harekatı esnasında, Kılıçdaroğlu’nun ‘’50
kir. Bu hareketler özellikle 70’li yılların ikinci yarısından lis’in mevcut durumu Mustafa Kemal’in istediğini yap- tane Afrin'i bir askerimin hayatına feda ederim’’ diyecek
sonra birbirine yakınlaşırlaşır zira bu dönemde hem mada bir sorun idiyse Erdoğan için de 1 Kasım kadar bilinçli bir şovenizm içinde olduğu unutulabilir mi?
Marksizm Kürt hareketlerinde hakim ideolojidir hem de seçimlerinden sonraki haliyle bile meclis ihtiyaca cevap
Türkiye’de sol kitleselleşmesiyle orantılı olarak Kürt soru- değildi. Tek adam ve parti-devlet rejimi için daha güçlü Muhalafetin sınırlarını kim belirliyor?
nuna daha duyarlı hale gelmeye başlar. bir zemine ihtiyaç vardı. Bu noktada ise Mustafa Kemal’in 2015’e kadar devlet ve cumhuriyet temalarına ilişkin biri-
Hatırlayanlar olacaktır; Selahattin Demirtaş İHD Diyar- verdiği sözleri tutmamasıyla 1925’teki Kürt isyanına ben- ken tüm eleştirel söylemlerin bu tarihten sonra kademeli
bakır Şube Başkanı iken abisi Nurettin Demirtaş DTP’nin zer bir biçimde Erdoğan’ın masayı devirmesiyle Kürt ta- olarak AKP eliyle altının boşaltıldığı bir Türkiye panoraması
Eş Başkanı idi. 2007 yılında yapılan seçimlere Bin Umut rafı 'özyönetim' ilan etmiş ve artık 'taş üstünde taş, baş söz konusu. Başka bir deyişle; 2023 yılı itibariyle kuruluşu-
Adayları’ndan biri olarak Diyarbakır’dan katılan Selahat- üstünde baş bırakmayın' safhasına geçilmişti. 15 Tem- nun 100. yılını kutlayacak olan Türkiye’de hiç olmadığı kadar
tin Demirtaş, o dönemlerde halk nezdinde daha çok Nu- muz Darbe Girişimi’yle 'İzmir Sukiastı’ davası arasında da toplumsal barış ve insan hakları tartışmalarının önemsizleş-
rettin Demirtaş’ın kardeşi olarak tanınıyordu. 2009’da parelellikler söz konusudur. Mustafa Kemal bu davayla tiği ve yine hiç olmadığı kadar devletin ve cumhuriyetin kut-
DTP’nin kapatılması ve dönemin eş başkanları Ahmet bir dönem kendisini desteklemiş TCF kadrolarını ve farklı sandığı bir iklim mevcut. Öcalan 2010 yılında, yani boykot
Türk ve Aysel Tuğluk’a siyaset yasağı getirilmesiyle bera- muhalif unsurları nasıl tasfiye ettiyse Erdoğan da Gülen kararının alındığı yıl kaleme aldığı Kürt Sorunu ve Demokra-
ber, daha öncesinden tedbir amaçlı kurulmuş olan Cemaati’ne olanca nefretiyle yönelecek ve ölümcül dar- tik Ulus Çözümü kitabında şu tespiti yapıyordu:“Ankara
BDP’ye Selahattin Demirtaş ve Gültan Kışanak eş başkan beyi vuracaktı. Bu iki dönem arasındaki benzerlikler ve çı- merkezli Beyaz Türk faşizmi yerine, Konya-Kayseri merkezli
seçildiler. Birbirleriyle uyumlu olan bu isimler kitleler tara- karımların birer bir aynı olduğu iddiasında değilim fakat Yeşil Türk faşizmi yavaş yavaş fakat emin adımlarla Cumhuri-
fından da sevilip kabul gördü. Demirtaş başlarda ne “gü- hata payları olmasına rağmen göz ardı edilemeyecek, şa- yet’in yeni hegemonik gücü olma yolundadır. Cumhuri-
vercin” ne de “şahin” kanada uyacak bir profil çiziyordu. şırtacak derecede benzerlikleri bulunmaktadır. Bu ben- yet’in 100. yılı olacak 2023 yılının bu hegemonya altında
Kimi zaman yaptığı radikal çıkışlarla ondan umudu olan zerliklerin ortaya çıkması bir tesadüf veya 'tarih karşılanması daha şimdiden açıkça planlanmaktadır.’’ Öca-
bazı kesimlerde 'şahin' olabilir korkusu oluştursa da, özel- tekkerürden ibarettir’ klişesinden ziyade iki kutuplu siya- lan’ın 2010’da sözünü ettiği üzere; 2023’teki bu hegemonyal
likle çözüm süreci ile beraber demode olan bu kategori- setin ortaya çıkardığı bir sonuçtur. Zaten 2016’dan sonra savaş siyasetinde HDP’nin, sıkça kullanılan tabirle, anahtar
lerin Demirtaş özelinde de bir kıymeti harbiyesi Erdoğan ve çevresi rejimin hakimi olmaya başlayınca Ke- konumunda olduğu da artık herkesin kabulü. Fakat 'anahtar
olmayacaktı.“Nurettin’in kardeşi”,zamanla ve kendi bece- malist anlatıdakine benzer bir mit oluşturmaya başladı, olma' durumu bir yandan reel siyasetin bir gerçeğine teka-
risiyle başka bir referans üzerinden tanımlanmaya gerek ordan referanslar vermeye başladı. Artık nasıl ki Mustafa bül etse de öte yandan 3. Yol siyasetini seçim odaklı araçsal-
duymayan yeni bir imaj yaratabilmeyi başardı. Sadece Kemal tek adam rejimini kurduktan sonra parti-devlet ile laştırmaya çalışan bazı kesimlerin söylemine dayanak
bununla yetinmedi, Türkiye siyasetinde Kürtlerin dışında muhalefetin sınırlarını belirliyorduysa benzer şekilde Er- oluşturuyor. Özellikle bununla beraber yine aynı kesimlerin
asgari demokratik değerleri önemseyen her bireyi de doğan da düzen içerisindeki muhalif partilerinin yapa- HDP ve Demirtaş’ı salt Erdoğan karşıtı bir siyasete hapset-
temsil edebilecek bir yüze dönüştü. Aslında o 3. Yol siya- cağı siyasetin sınırlarını belirliyordu. mek istemesini bu bağlamda okumak gerekir.
setinin yüzüydü. Bu ikili siyasetin son 10 yıllık hegemonya savaşında Yukarıda da belirtildiği gibi bu iklim altında AKP-MHP it-
çok şey değişti fakat "Kürt sorunu” parantezine alınabile- tifakının muhalif düzen partilerinin yapacağı siyasetin sınır-
'Şef’ ve 'Reis' arasındaki benzerlikler cek tüm argümanlar da hala 10 yıl öncesinin kodlarıyla larını da belirlemekte olduğunu görmezden gelmek
Bu siyasetin ortaya çıkardığı başarılardan biri olan 7 tartışılıyor. Oysa Türk devlet aklının silah olgusuna yükle- mümkün değildir. Unutulmamalıdır ki Kürt düşmanlığında
Haziran seçimlerini ve mecliste oluşan tabloyu Birinci diği stratejik anlam artık PKK gerillaları ile sınırlı değil. Sa- çıtayı oldukça yükselten AKP-MHP ittifakı olası bir iktidar
Meclis’e benzetebiliriz. Aynı şekilde bu sürece giden yıları yüzbinleri bulan ve tüm dünyanın teveccühünü değişikliğinde bu çıtayı bir can simidi olarak kullanacaktır.
yolda nasıl ki Mustafa Kemal, tasavvurundaki devleti kazanmış Rojava’daki silahlı güçlerin de “terörist” olarak 3. Yol siyasetinden beklenen ise düzen partilerinin devletçi-
oluşturmada Kürtlerle taktiksel bir ittifak yaptıysa Erdo- lanse edilmesi ya da “yok edilmesi gereken unsurlar” ola- lik ve ırkçılık ortak paydasında AKP ve MHP ile aynı değer-
ğan da ‘çözüm süreci’nde Kürtlere benzer bir ilişki çerçe- rak görülmesi Türk devleti açısından yeni bir aşamaya leri taşıdığını söylemekten çekinmeyen ve 3. Yol siyasetinin
vesinde yaklaştı. Bu bağlamda Mustafa Kemal’in ortak geçildiğine işaret ediyor. Efrîn, Girê Spî, Serêkaniye hatta araçsallaştırılmasına karşı güçlü ve ikirciksiz bir söylemin
yaşamın bir teminatı olan Sivas Kongresi Beyannâmesi Şengal’in de sorunun parçası olduğu güncel koşullarda, sahibi olmaktır.
6
Oryantalist Edebiyat: Aslında o benim değil
ren, edebiyatı bir Doğu zevkinin sardığı ve bundan na- tır ve Doğuyu yazılı metinlerde kötülemiştir.“Antikitede
t

Büşra ŞAHİN
sibini almayan hemen hemen hiçbir edebi türün kal- Yunanlı yazarlar ve düşünürler, Avrupa kavramını, Akde-
madığı artık ispata hacet kalmayan bir gerçek.” niz’in kendi taraflarındaki kısmını Asya’dan ayırmak için
(Hentsch, 2008: 150). Bu durumun oluşmasında, çeşitli kullanmıştır. Dolayısıyla, Avrupa kavramının kökeninde

E
n basit tanımıyla Batı’nın Doğu’ya bakışı, onu doğu eserlerinin ve özellikle Binbir Gece Masalları’nın bir “ayırma” düşüncesi yatar.” (Kula, 2011: 2). Yunan mito-
ele alış şekli ve mistik unsurlarla bezenmiş Batı dillerine çevrilmesi en büyük etkiye sahiptir. Binbir lojisine göre çapkın tanrı Zeus, Europa adlı güzel bir ka-
yaklaşımı şeklinde ifade edilebilecek oryanta- Gece Masalları sayesinde Doğu edebiyatı tanınmaya dına sahip olmak için bir boğa kılığına girmiştir ve
lizmin, aslında antik çağlardan beri süregeldiğini söyle- başlamış, gidip görmeye gerek kalmadan da doğu Europa’yı yaşadığı Asya topraklarından alıp Girit ada-
mek yanlış olmaz. Bu yaklaşımda Batı halkları hakkında bilgi edinilmesine yol açmıştır. Do- sına götürmüştür. Europa’nın sayısız kız kardeşinin ara-
üstün=beyaz=erkek, Doğu ise aşağıda=siyah=dişi ola- ğuyu eserlerine konu edinen Batılı yazarların başında sında Asia da vardır. Asia’nın Doğuda kalması,
rak konumlanır. Beyazın siyahtan veya erkeğin kadın- Lord Byron (1788- 1824), Victor Hugo (1802-1885), Jo- Europa’nın Batıya getirilmesi geniş bir simge zenginliği
dan üstün olduğu kurgusuna benzer Batı’nın da hann Wolfgang von Goethe (1749-1832), Gerard de yaratmış olabilir. (Hentsch, 2008: 29) Persler (M.Ö. 472)
Doğu’dan üstün olduğu fikrine yaslanır. Öte yandan Nerval (1808-1855), Alphonse de Lamartine (1790- adlı oyunda Kral Kserkses, Yunanlılar tarafından yenil-
yüzyıllar boyunca bir toplumun zihnine kazınmış or- 1869), Gustave Flaubert (1821-1880) gibi yazar ve gez- miştir ve bu yenilgi sonucunda Aiskhylos, Perslerin ağıt-
yantalist görüşlerin etkilerinin sadece siyasi veya eko- ginler gelir. Said bu isimlere Chateaubriand larını kendi ağzından söylemiştir. Diğer bir deyişle
nomik alanda kısıtlı kalması da beklenemez. Bu görüş (1768-1848), Alexander William Kinglake (1809-1891), Doğulular yine bir Batılının bakış açısıyla konuşmuştur.
felsefeyi, düşünce tarzlarını etkilemiş ve edebiyattan Edward William Lane (1801-1876), Richard Francis Bur- Aiskhylos, oyunun alt metninde Atina demokrasisiyle
resme, sinemadan müziğe tüm sanat dallarına sıçramış- ton (1821-1890), Alfred de Vigny (1797-1863), Benjamin Pers monarşisini karşı karşıya getirir (Hentsch, 2008: 31).
tır. Batı …Şarkiyat çalışmalarıyla kendi Doğusunu oluş- Disraeli (1804-1881), George Eliot (1819-1880), Walter Oyunun sonunda Asya’ya yıkım atfedilmiş, Avrupa ise
turmuş, bu çalışmalar neticesinde ortaya çıkan ve akla Scott (1771-1832) ve Thèophile Gautier’yi (1811-1872) düşman Asya’yı yenmesiyle tanımlanmıştır.
gelen bütün olumsuzlukların yüklendiği doğu imajını de ekler ve bu yazarların Asya gizemini belirginleştir- Bakkhalar (Euripides tarafından kaleme alınmış bir
günlük hayattan siyasete, sosyal bilimlerden güzel sa- diklerini belirtir (Said, 2013: 109). Antik Yunan tragedyası) isimli eserle Doğu ile Batı, üs-
natlara kadar hemen hemen hayatın her sahasında kul- Oryantalizm çalışmaları sadece doğuya ilişkin bilgiler tünlük-düşkünlük karşıtlığına yerleştirilmiş ve arala-
lanıma sokmuştur.” (Çoruk, 2007: 194). yığını üretmekle kalmaz, aynı zamanda doğunun ma- rında hayali bir sınır çizilmiştir. Avrupa “güçlü”, Asya
Batı uygarlıklarındaki oryantalist hareketlerin önemli salları, anlatıları ve mitolojisi temelinde bir dinamik de “bozguna uğrayan” konumlarına oturtulmuştur. Eserde
bir sonucu da kültür emperyalizmini ortaya çıkarmıştır. üretir Batı için. Bu üretimin sonucu olarak on doku- Aiskhylos, istilacı Persler’i överek ne kadar güçlü olduk-
Kültür emperyalizmi, bir topluluğun kendisinden zayıf zuncu yüzyılın önemli yazarları Doğu hayranı olur. larından bahsederken aslında kendi uygarlığını göklere
gördüğü bir halka kendi gelenek göreneklerini, düşün- Ancak bu yazarların eserlerine yansıyan Doğu, araştır- çıkarmaktadır. Atina demokrasisi ile Med monarşisini
cesini, alışkanlıklarını benimsetmesidir. Batı da Doğu macıların kibrinden türeyen bir şark mitolojisidir. Kimisi karşı karşıya getirerek demokrasinin üstünlüğünü satır
toplumlarına bunu uygulayarak, onları kültürel an- Doğuyu görmemiştir bile. Bu romantik yazarların hayal- aralarında vurgular. Oyundaki koro da Yunanlıların öz-
lamda bir değişime zorlamıştır. Kültürü değişmeye baş- lerindeki Doğu, gerçekle uyuşmadığında ise hayal kırık- gürlüğe düşkün bir halk olduğunu şöyle dile getirir:
layan toplumun ise pek çok alanda değiştiği lıklarına sebep olmuştur. Bu hayal kırıklıklarına dair Paul “Onlar hiç kimsenin ne kölesi ne de uyruklarıdır” (akta-
gözlenebilir. Edward Said, Şarkiyatçılık kitabının yönte- Valèry (1871- 1945) şöyle bir tespitte bulunur:“Bu adın ran Hentsch, 2008: 31).
mini açıklarken, oryantalizmin diğer alanlarla ilişkisini [Doğu] bir insan zihninde tam anlamıyla bir etki uyan- Haçlı seferlerinin izlerini taşıyan mektup, günce, gezi ya-
inceleyen çalışmaların eksik olduğunu ve tamamlan- dırması için, her şeyden önce, onun işaret ettiği iyi belir- zıları ve vaazlardan oluşan, yaklaşık üç yüz elli yıl süren
maları gerektiğini belirtir.“Şarkiyatçılık” adlı eserinin de lenmemiş diyarlara hiç ayak basmamış olmak şarttır. (1100-1450) Haçlı edebiyatına etkin olan görüş de Doğu-
bazı alanlarda eksik kaldığını söyler ve uyguladığı yön- Onu hayallerden, anlatılanlardan, okuduklarımızdan ve nun öteki ve kötü olması, Batının ise doğru, mükemmel
tem hakkında şu açıklamayı yapar:“Şarkiyatçılık her- birkaç parça nesneden; ve ancak en az bilimsel, ger- olarak gösterilmesidir.“Haçlı edebiyatını oluşturan yazılı ve
hangi bir düşünceden fazla bir şey olageldi. Bundan çeğe en aykırı, hatta en belirsiz çizgileriyle tanımalıyız. yazınsal metinlerdeki Müslüman Doğu veya Doğulu im-
ötürü, yalnız araştırmaya dayalı yapıtları değil, yazınsal Bir düş malzemesi oluşturabilmek ancak bu yoldan gesi son derece ötekileştirici, dışlayıcı ve kötüleyici bir an-
yapıtları, siyasal yazıları, gazetecilerin metinlerini, gezi mümkün olabilir” (aktaran Hentsch, 2008: 220). layışı yansıtır.” (Kula, 2011: XXXIV). Anılardan, şiirlerden,
kitaplarını, din ve filoloji çalışmalarını incelemekle baş- Tüm hayal kırıklıklarının kıyısından sıyrılıp oryantaliz- günlüklerden, vaazlardan oluşan bu edebiyat, doğal olarak
ladım işe.” (Said, 2013: 32). min antik çağlardan beri süregeldiğine dair iddiaya dö- yansıttıkları ile Avrupa’yı etkilemiş, savunduğu görüşler fel-
Oryantalizmin en çok etkilediği alanlardan biri de necek olursak, Antik Yunan eserlerindeki sefe ve ekonomi gibi alanlara sıçramıştır. Bu yayılma, etkisi
edebiyattır. Batıda üretilmiş eserlerin içeriğinde oryan- ötekileştirilmiş/dışlanmış Doğu imajına da dikkat çek- uzun yıllar devam edecek Doğunun Batıdan aşağı olduğu
talizm izlerine sıklıkla rastlanır. Bu durum özellikle, or- memiz gerekir. Bugünkü kadar açık bir şekilde olmasa ve üzerinde egemenlik kurulması gerektiği, Doğuda des-
yantalizmin ve Doğu incelemelerinin arttığı 17. ve 18. da (Pers İmparatorluğu’nun hakimiyet alanı ve gücün- pot hükümdarların hüküm sürdüğü görüşünü zihinlere
yüzyılda kendini gösterir.“17. Yüzyılın sonundan itiba- den dolayı) Antik Yunan da kendisini Doğudan ayırmış- kazımış, kalıcılaştırmıştır. Bu görüş de zamanla oryanta-
lizmi oluşturmuştur.
Nihayetinde Batı’nın Doğu’ya üstünlük arzusu ve ha-
yali aşağılama, hor görme, öteleme ve insandışılaştır-
maya dayanmaktadır. Bu da bizi oryantalizmin dünyayı
iki kutuplu, ancak sanılanın aksine Kuzey-Güney değil,
Doğu-Batı kutuplarında gördüğü sonucuna ulaştırır.
Bunun bir egemen politika olduğunu söylemek yanlış
olmaz. Bu politika görmediği, bilmediği her coğrafyayı
“bakir topraklar” diye tanımlar. Tıpkı iktidar sahibi erke-
ğin bakire tutkusu gibi…

Ali Şükrü Çoruk, Oryantalizm Üzerine Notlar, 2007, Sos-


yal Bilimler Dergisi, cilt 9, sayı 2, Aralık, İstanbul
HENTSCH, Thierry, 2008, Hayali Doğu, Batı’nın Akdenizli
Doğu’ya Politik Bakışı, Metis Yayınları, İstanbul.
SAİD, E. W. (2013), Şarkiyatçılık, Batı’nın Şark Anlayışları,
Metis Yayınları
KULA, Onur Bilge, Batı Edebiyatında Oryantalizm I-II,
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul.
7
FOTO: ALEXANDER POHL/NURPHOTO VIA AFP

Yaşanabilir bir dünyanın eşiğinde ortak geleceği düşünmek


F
ranco Bifo Berardi, Akdeniz havzasının göçmen- mesini sağlıyor. Yani küresel kapitalizm ulus devletlerin
lerin mezarı olmasıyla birlikte, Akdenizin derin- ötesine geçerek yönetimsel denetimin devamı olarak w Bu yazıyı yazarken Jina Mahsa Amî-
liklerinin bir Nazi kampına dönüştüğünden yeni bir Leviathan yaratma ihtiyacı duyuyor ve kriz hâ-
bahsetmekteydi. Berardi göçmenlere mezar olan Akde- lindeyken kesinlikle eski yöntemleri kullanmaktan hiçbir
nî’nin katledilmesinin ardından ‘Jin,
niz’i Avrupa’nın yeni Auschwitz’i, bu post-politik travma zaman vazgeçmiyor. Despotik yönetimleri sermayenin Jiyan, Azadì’ sesleriyle İran’da özgür-
dönemini ise nazi-liberalizmi olarak nitelendirmekteydi. akışı için yeniden örgütlüyor. Küresel bir despotluk lükleri için sokaklara dökülen Kürt,
Neden Bifo Berardi bunu söyleme gereği duydu? Irkçılı- içinde ortaya çıkan bütünlüklü dünya kapitalizmi preka- Fars kadınlarının, gençlerinin, isyancı-
ğın ve her gün daha da artan despotik hükümetlerin riteyi, borçlandırılmış emeği, insanı, yaşamı ve güvence- larının daha fazla özgürlük için bekle-
görünür olduğu bir kriz yüzyılının baslarındayız. Batı ve sizlik içinde seyreden aktörlerin radikalleşmesini önle- nilmeyen bir isyanı Iran diktatörlüğü
Avrupa alanında göçmenlerin bugünün Yahudileri, Ro- mek için hükûmetlere krizi yönetme ve denetim karşısında ören cesaretli genç çokluk-
menleri ve Holokost’a maruz kalmış aktörleri olduğunu programları sunarken, sınırların kontrollerini de göç- ların açık alanlarda yeniden kurdukları
söylemesi, Bifo açısından göçmenlerin ya- menlere karşı bir kamp misali yeniden kurgu- moleküler bir devrime şahit oluyoruz.
şadıklarına dikkat çekmekle birlikte, Avru- lamaktadır. Maurizzio Lazzarato’nun Borçlu İn-
pa'da demokrasinin mümkün olmadığı- sanın Üretimi kitabında vurguladığı gibi
nın altını çizmektedir. Kriz hâlindeki borçlandırma ekonomisi ve toplumsallığı vaşın ve barısın hangi koşullara göre sermayenin saldırgan-
Avrupa parlamenter demokrasisinin üzerinden gelişen borçlandırılmış insanın ha- lığı etrafında oluştuğunu, ulus aşırı şirketlerin virüsleri artık
göçmen karşıtı siyaseti, ırkçılığın artışı, yatı etrafında bu kapitalist hırçınlığı, şiddeti, bir yeni sömürü nesnesi haline getirdiğini Covid ve karan-
aşırı sağın yükselişi, ekolojik risk potansi- ırkçılığı ve otoriter rejimleri ortaya çıkarırken tina döneminde deneyimleyenler olarak, hükümetlerin ve
yelinin çoğalması, fakirliğin üst seviye- bugünkü savaş rejimlerinin de küresel bo- ulus-devletin ulus aşırı sermayenin akışkanlığını düzenle-
Engin SUSTAM
lere varması ve prekarya durumunun ya- yutta iktidar olmasını sağlamıştır. mek ve savaş otoritesini ekonomi üzerinden dayatmak için
salaşması, belki de 2. Dünya Savaşı Antonio Negri ve Michel Hardt,“Çokluk” kitap- sadece sınır kontrol polisliği işlevinden öte bir etkinliğinin
öncesi dönemde iktidara gelen faşist rejimlerin uygula- larında şunu söylemişlerdi:“Felsefi bir çalışma [...] ne dev- olmadığı apaçıklaşmakta. Bu yazıyı yazarken Jina Mahsa
nımlarından farklı okumamak gerekir. Keza şu anki rimci siyasi karar için zamanın yaklaşıp yaklaşmadığını söy- Amînî’nin katledilmesinin ardından ‘Jin, Jiyan, Azadì’ sesle-
dünya tamamen iktidar performansları içinde Holo- leme yeri, ne de ‘ne yapmalı?’ sorusuna cevap veriyor.” riyle İran’da özgürlükleri için sokaklara dökülen Kürt, Fars ka-
kost’a ve şiddete atıfta bulunan kakitokratik vasat hükû- Sorunun yanıtı, yeni bir iktidar mübadelesini arzulamak, ya dınlarının, gençlerinin, isyancılarının daha fazla özgürlük için
metlerle ve aktörlerle yönetilmektedir. Sadece Avru- da liberal otoritaryanizm çağında kapitalizmin maddi ya da beklenilmeyen bir isyanı Iran diktatörlüğü karşısında ören
pa'daki mültecilerin değil, Türkiye’de ve başka maddi olmayan emeği sömürürken kurduğu yeniden kur- cesaretli genç çoklukların açık alanlarda yeniden kurdukları
coğrafyalarda mültecilerin kötü durumu, ırkçılığa ve şid- mak değil (Sovyet ve Çin bürokrasisi örneklerinde olduğu moleküler bir devrime şahit oluyoruz. 1979 Humeyni’nin İs-
dete maruz kalması üstü açık Auschwitz ile karşılaştırıl- gibi), iktidarın bütün iddialarının sarsılabileceği yeni yaşama lam devriminden sonraki despotik iktidar sürecinde kendi
ması açısından enteresan olsa da bununla birlikte el- dair mikro-politik bir teorinin oluşturulmasıdır. 21. Yüzyılda yurttaşlarına şiddetten öte bir şey ifade etmeyen İran İslam
bette bugünkü neoliberal yönetimler disiplin üzerinden savaşın haleti ruhiyesinin dolandığı her alanda (Rusya, Su- Cumhuriyeti, totalitarizm ve nekropolitik bir savaş siyasetin-
değil herkesin suçlulaştırılması ve denetim altına alın- riye, Kürdistan, Ukrayna, Asya, ve simdi Iran…) kendi krizini den başka bir şey vaat etmedi. Ondan belki de bu anti-de-
ması üzerinden ilerlemektedir. çatışma kültürüyle besleyen neo-liberal otoriterlik içine yer- mokratik suç yönetimini sarsan süreklileşen bir ayaklanma
Çünkü adaletsizlik, gelir eşitsizliği, emeğin sömürül- leşen işsizlik, doğanın tahrip edilmesi, fakirlik, dijital despo- baharını görmekteyiz ki tam da küresel savaş ve çatışma or-
mesi, işsizlik, güvencesizlik, fakirlik ve küresel kapitaliz- tizm, üretim ve tüketim mallarının temel faktörleri üzerine tamının arifesinde yeni kuşağın ‘Jin, Jiyan, Azadî’ sloganla-
min ve onun ulusaşırı sermayesinin ya da şirketlerinin sı- olan devasa eşitsizlik değişimi daha da çıplaklaşırken, ulus rıyla patriyarkal eril rejimi sarstığı bir aralığa girmekteyiz.
nıraşırı hakimiyeti sadece yaşayanları yerinden etmiyor, aşırı şirketlerin artık ulusal sınırları tanımadığına da şahidiz. Kürt kadınlarının Ortadoğu alanındaki haykırışları ve özgür-
21. yüzyılda yeni bir savaş siyasetinin, yönetimselliğin, Ulus aşırı küresel kapitalizmin sınır aşırı boylarda artan hare- lük sloganları artık küresel boyutta kadın hareketleri tarafın-
denetimin, faşizmlerin, nefretin, ırkçılığın da gündemleş- ketliliği sadece ulus-devletin anlamsızlığını göstermiyor, sa- dan kucaklanarak ses buluyor.
8
Geniş bir coğrafyada tam da sınır aşırı alanda inanıl- nihayetinde direnişin yerinin sadece sokak olmadığını çeşitliliğe sahip. Örneğin en basitinden 1990 sonrası
maz boyutlarda devam eden yeni başkaldırı biçimlerine da vurgulayan (hackerlar gibi) etkili dünyasal bir siber direniş sahası daha çok solun eleştirel dalgasını içe-
şahit oluyorken, felsefe, sosyoloji, sanat veya antropolo- siyasi direniş alanının da oluştuğunu, bu alanların dire- ren Post-Sovyetik eğilimdeki ama en çok da soğuk sa-
jinin etkenliği içinden disiplinler-aşırı yaklaşımı öngö- nenler tarafından kuşatıldığını da belirtmeliyiz. Bu kı- vaş döneminde unutulan doğaya, cinsiyet eşitsizlikle-
ren bir bakışla farklı bir dünyanın tahayyülü nasıl kuru- sımda “anti-teknoloji” adı verilen (John Zerzan'ın ku- rine, ekolojiye, kadın hareketinin kamusal alandaki
labilir sorusuyla belki de başlamak lazımdı. Yazının içine ramsallığını dikkate alan) bir dizi toplumsal hareketin özgürleşme eğilimlerine yönelik bir politikliği barın-
sirayet edecek birçok farklı analiz ve argüman, farklı fel- geriye dönüsün nostaljisi içindeki primitif ‘radikal’ eleşti- dırmaktaydı. Oysa bugünkü “Climate Justice” (İklim
sefi, tarihsel, kavramsal, kültürel ve ekonomi-politik oku- risinden kesinlikle bahsetmiyoruz; ve yeni başkaldırı Adaleti) eylemlerine baktığımızda dünyanın post-
malara eğilirken, kitap ideolojik-politik bir cevap değil alanlarında buna dair herhangi bir okumanın da yapıl- Sovyet sonrası krizine değil, yaşam alanlarının gasp
epistemik eleştirel bir analizi öne çıkarmayı amaçlamak- madığı aşikâr. En azından Fransa ZAD (Savunma alanı) edilmesine, ulusaşırı şirketler tarafından doğal alanla-
tadır. Başkaldırılarla uzun zamandır ilgili olan biri olarak, direnişleri başka türlü bir dünyanın nasıl oluşması ge- rın talan ve tahrip edilmesine, hükûmetlerin yerinden
gözlemlerimde ve araştırmalarım boyunca klasik sosyal rektiğine dair önemli bir deneyim sunmaktaydı. Tekno- etme, tahripkâr projelerle iklimin değişmesine yönelik
bilimler okumasının, kronik ideolojik tespitlerin ya da lojik kuşatılmışlığa karşı yine alternatif tekniği kullanır- hiçbir siyasal görevi yerine getirmemesine şahidiz.
ortodoks politik felsefenin kavram bagajında oluşan ken, doğaya dair özcülüğün (teknoloji karşıtı Örneğin Fransız Macron hükûmeti, cihatçıları değil de
belki de en büyük sorunlarından biri olan, eylem anlı- neo-luddizm eleştirileri gibi) tuzağına düşmeden ko- veganları ve anarşistleri daha tehlikeli gruplar olarak
ğını ya da eylemin işaretlerini okuyamamanın karam- nuşlanan direniş biçimlerinden söz ediyoruz. Bu an- tarif etmesi, Notre-Dame-des-Landes komününde ha-
sarlığıyla karşı karşıya kaldım. Eski dönem sosyologların lamda başka bir açıdan meseleye bakan teknoloji ve valimanı inşaatına ve yerinden etme siyasetine karşı
kavramlarıyla analiz edilen toplumsal hareketler oku- ekoloji arasındaki eleştirel okumasında Zerzancı primi- çıkan ZAD (Zone à Défendre: Savunulması Gereken
masının, bugünün eylem ve protesto dinamiklerini tivizmi kabul etmeyen en enteresan isimlerden biri Alan) alanlarındaki direnenlere yönelik baskıcı yaptı-
okumada ya da içinde olduğumuz dünyanın savaş ve Murray Boockhin dersek yanılmış olmayız. Murray Bo- rımlarıyla daha çok tanınıyor. Fransız yönetiminin
çatışma haberleriyle bezeli iktidarlarının despotizmini okchin'in toplumsal ekoloji ve teknoloji konusunda “soylulaştırma”, emeklilik puanları, vergi zamlarıyla ta-
anlamamız açışından önemli düzeyde sorunlu kaldığını önerileri,“otoriter olmayan organik bir toplum, toplum- nınan Macron dönemi sadece Paris bölgesindeki
ve hatta bütün kavram çantalarının günümüzün sorula- sal ekoloji ve özgürlükçü belediyecilik”, kuşkusuz bugü- semtlerde varolan mahalle kültürü farklı grupların
rına cevap vermediğini fark ettim. Bu kitap sorunlara nün siyasal atmosferi içinde siyasal ayaklanma dinamik- varlığıyla giderek değişime uğratmıyor, göçmenleri
dair bir cevabı değil, dünyalaşmış bütünlükçü kapita- lerinde de dikkatle okunan tespitler olarak önemli yerinden ederken, diğer yandan tamamen prekarya
lizm döneminde ortaya çıkan, peş peşe oluşan farklı duruyor. Örneğin bu anlamda konfederal yapı olarak yasasını, güvencesizliği yeni Fransa’nın yönetim ya-
coğrafyalardaki farklı efsanevi başkaldırı figürlerinin, Boockhin teorilerinin laboratuvarı gibi olan Rojava Kürt sası olarak uyguluyor. ZAD sadece yerel kodları barın-
toplumsal kalkışmaların şiddet, savaş, fakirlik, eşitsizlik, alanının deneyiminin ya da Doğu ve Kuzey Suriye Yö- dıran bir imkân değildir, ZAD bütün küresel alandaki
ırkçılık, despotizm ve totalitarizm gibi yıkıcılığın temsil netimi deneyimi veya Zapatista özgürlük alanlarının soylulaştırma, yerinden etme kent merkezlerinin
biçimlerine nasıl bir alternatif sunuyor ya da cevap arı- dikkate değer bir potansiyeli, özerklik anlayışını barın- içinde ve kırsal alanlardaki rantlarda yapılan nezihleş-
yorlar. Elbette başkaldırıların aynı zamanda eskinin sol dırdığını belirtmeliyiz. tirme, nüfusu yerinden etme projelerinin hepsine
kodlarına karşı oluştuğunu unutmadan ya da ideolojiyi karşı küresel bir tepki olarak kendini görünür kıldı.
yücelten mesihçi simgeleri de reddeden bir kapasitele- Kuşatıcı bir zaman, 1990’lardaki iklim, ekoloji eylemlerinin tersine bugün
rinin olduğunu gözlemleyerek diyebiliriz ki, bugünün yıkıcı bir eylem olarak protesto ve başkaldırı hem semtlere yerleşme süreçlerine dair hem de kır
başkaldırıları dünyalaşmış anti-demokratik, kapitalist Bilişsel kapitalizmin baskısı altındaki üretim dönü- alanında yerleşim projelerine dair pratik olarak orayla
‘canavara’ karşı zombileri veya cadıları çağırdığını söyle- şümleri içinde yaşadığımız dünyaya baktığımızda kapi- organik bir ilişkisellik kuran toplumsal ekoloji siyaseti
meliyiz. Negri ve Hardt’ın seri hâlinde çıkan dört kitap- talizmin bu yeni yersiz yurtsuz alanda yeni bir yapı- işleyen post-politik yeni durumla karşı karşıyayız. Ör-
larında özellikle altını çizdikleri küresel dönemdeki yeni lanma kazanmaya çalıştığına şahidiz. Egemenlik bu neğin Rojava alanında “JinWar” (Özgür Kadın Köyleri)
proletaryayı işaret eden bugünün ayaklanan kuşakları, alanda artık Negri ve Hardt’ı ilk kitapları İmparatorluk’ta projesi sadece patriarkaya karşı kadınlar tarafından iş-
gençleri, kadınları, çocukları eski kimliksel konumlara söyledikleri gibi kademeli olarak, devletlerarası bir hü- letilen bir toprağın, kırsal alanın savunulması değildir
karşı, yıkıcı kapitalist özneye karşı cadıları eylem alanına kûmet mantığında ilerlerken birleşmiş olan ulus-devlet- aynı zamanda kadın emeğinin öne çıkarılarak top-
davet eden etken olarak bu yazının da odağında yer ler ancak jandarmalık görevini üstlenir, ulusal ve uluslar- lumsal bir ekoloji anlatısının ZAD’laştırılması ve bu-
alacaktır. Onun için, bugün yıkan ve tahripkâr olan oto- üstü örgütlerden oluşan yeni bir durumdan nun özerk olarak kurulmasına imkân sunmaktadır. Ro-
riter neoliberal yönetimsellik karşısında ayaklanmaların “İmparatorluk” tarafından bunun uygulandığını söyler- java’daki kadın köyleri sadece kendi kendine
hıncı ya da kurucu bir hak olarak öfkeleri, iktidarı ele ge- ler (Machiavelli, Spinoza, Hobbes). Lakin bu İmparator- sürdürülebilirlik donanımları üzerinden organik tarım
çirip yeni bir otoriter tahakküm kurmak değil, tam da luk yıkıcı, toplayıcı olduğu gibi kırılgandır, yalnızca çok- ve kadın dayanışmasına dayanmıyor, dünyadaki bir-
bugünün yaşamı içinde kapitalizme alternatif yeni top- luğun çalışmasıyla yaşar ve gelişir ve hatta çatışmaların çok farklı deneyime (Chiapas, Santiago ve diğer Latin
lumsal üretimde yer almak, toplumsal ekolojik sözleş- dinamiklerinden doğan bazen yaratıcı ve örgütsel bir Amerika deneyimleri) açık olarak toplumsal ekoloji,
meyi müştereklik yoluyla kurmak, yapılandırıcı bir ku- “saldırının” yani kendi yarattığı karşıtlıklarının (başkaldı- ve konfederal okumalar üzerine kurulmuştur, ayrıca
rumsal iddianın mikro-iktidarını çapraz bir şekilde rının, direnen odakların) kurbanı olabilir. Negri ve Hardt, savaş ve çatışma alanları içinde kadınlara yönelik on-
hayatin içinden ama bürokratik aygıtından dışından ku- seri hâlinde olan dört kitaplarında (İmparatorluk, Çok- ların kendi temel ihtiyaçlarını belirleme ve bu an-
rarak alternatif yaşamı oluşturmasının önünü açmaktır. luk, Ortak Zenginlik ve Meclis) kendisini bugün ağlar lamda sunulan dünyada başka coğrafyalardaki farklı
Başkaldıranların açık alanlarda ve meydanlarda kurduk- içindeki iktidar mekaniği ya da dengeleri üzerinden su- kadınsal deneyimlerin katkılarına yönelmeyi de
ları forumlar, işgal mekânları, meclisler vaat edilen ideo- nan ve temel unsurları baskın ulus devletler (sınır aşırı amaçlamaktadır. Bütün bu yeni ekolojik dinamikleri
lojik savaş aygıtının kurallarını uygulamak değil, elbette sermayenin jandarması), uluslarüstü kurumlar, küresel görünür kılan, kent alanındaki ya da kırsal alandaki ik-
bunun tersine demokratik, konfederal ve adil toplum- ve büyük kapitalist şirketler olan yeni egemenlik biçim- limin değişimi, soylulaştırma projeleriyle ortaya çıkan
sallığın usulüne yönelik bir siyasallığı daha da görünür lerini belirlemeye çalışıyorlardı. Bu aradanlıkta dünya- yıkıma dikkat çektikleri gibi, bahçeler, meyve bahçe-
kılıyor. İçinde olduğumuz teknolojinin kapitalizmin de- laşma ya da küreselleşme iki farklı yüz sunmaktadır on- leri, ormanlar ve talan edilen toprakların nasıl tahrip
netim mekanizmalarını daha da yaygın bir şekilde oluş- ların teorilerine göre: birincisi işlevi toplumu edildiğine dair pratik dayanışmayı da öne çıkarıyor.
turmasına izin verdiğini, insanın ve doğanın mekanizas- denetlemek olan, çatışma mekanizmalarını düzenleyen Hasankeyf’te yapılan barajın sadece Kürt alanındaki
yon süreçleriyle kontrolünün kolaylaştığı, dijital bir ve kontrol eden ulusaşırı seyreden dünyalaşmış kapita- hafızanın tahribatı olarak tartışılmadığı, bunun aynı
despotik çağdayız (nano/ siber yazılımlar, dronlarla sa- lizm ya da artık “İmparatorluk”, diğeri ise yine ağlar, akış- zamanda dünyanın kültürel değerlerine yönelik geliş-
vaş veya gözetleme, cep telefonları dataları, dinleme kanlıklar, ilişkiler coğrafyalar, kıtasal iş birliği devrelerinin tirilen yeni bir sömürgecilik uygulanımı olarak do-
teknikleri, arzuları takip etme uygulamaları veya yapay oluşturulmasıyla oluşan “Çokluk”. Bu kitapta bizi ilgilen- ğaya ve kültürel kodlara da zarar veren yerinden
zekânın geldiği uygulanım alanları, vs.). Ve direnişin bi- diren, farklı zaman, hafıza, alan ve durumlar içerisindeki etme projesinin de devamı olduğu savunulmakta-
çimlerinin de tam da bu çağda değiştiğini, yeni bir çokluğu keşfetme, çokluğun kendini hangi biçimlerde dır. Onun için Hasankeyf, hem Sur gibi yıkılan tarihi
forma dahil olduğunu da varsaymak gerekir. Ondan do- ulusaşırı sahnede başkaldırı biçimleri içinde bir müşte- Kürt şehir alanlarının devamı ve ZAD gibi savunul-
layı, bugün küresel kapitalizmin uygulayıcısı olduğu rek öznellik olarak kurguladığıdır. ması gereken bir alan hem de küresel şirketlerin
teknoloji karşısında, o teknolojiyi alternatif şekilde kul- Konjonktürel olarak 1990’ların toplumsal hareket- desteklediği, nüfusun kontrolüne, toprağın ve su-
lanan ya da egemen medyaya karşı alternatif medyayı leri ve hatta 2000’lerin başlarındaki küreselleşme kar- yun rantına yol açan küresel bir yönetimselliğin tah-
kollayan, kendini karşı-teknolojik araçlarla donatan en şıtı ayaklanmayla da kendini farklı kılan bir dinamiğe, ripkâr projesidir.
9
FOTO: TOBIAS SCHWARZ/AFP
Guattari ve Negri 1985’te yazdıkları o ortak ufak dır. Onun için bu yeni durum sadece eski kent isyan- jekte etmek istediği pazar toplumunun ütopyasına
kitaplarında buna “yeni özgürleşme alanları” diye- larının geri dönüşü değildir, aynı zamanda kent göz atmak istiyor. Dolayısıyla isyanların, ayaklanma-
ceklerdir. 1990’larda sol, kriz hâlindeydi ve Sovyet- alanlarının yeniden tarif edilmek istendiği sınır aşırı, ların ya da başkaldırıların sadece hükûmet karşıtlığı
lerle hesaplaşmaktaydı, oysa bugün bir hesaplaşma kırı da kendi içinde taşıyan küresel dönemin kent olarak okunamayacağını aynı şekilde bütünlükçü
değil kapitalizm karşısında ses çoğaltan, daha çok direnişidir. Yukarıda dediğimiz gibi Fransa’da uzun dünya kapitalizmine karşı oluşan direniş süreçlerinin
kentin alanlarını kullanan bir dalgayla karşı karşıya- zaman önce başlayan, ekolojik direnişin alanı olan hafızası olduğunu da söylemeliyiz. Özellikle 1980
yız. Bu yeni gelecek olan dalga bundan öncekiler- ZAD, Brezilya’da Topraksızlar Hareketi ya da Chiapas sonrası dönemde ortaya çıkan politik ve ekonomik
den farklı olarak yeni dünyanın içine eğilen yeni in- deneyimi kırsal alanda başlamasına rağmen dünya- bagajı olan otoriter, baskıcı antidemokratik konser-
sanı, o yeni mikro-devrimci özneyi işaret ediyor. Ve nın birçok noktasına direnişler sonrası tecrübe edil- tasyonist sistemlere de karşı kurulan bu direniş saha-
ayrıca bildiğiniz üzere bugün daha çok prekerlerin, mesi gereken dinamikler olarak yansıdı. İstan- ları tahakkümleştirici toplumsallığa karşıda oluşmak-
risk altında olan herhangi bir azınlığın, kadın cina- bul’daki Kent Bostanları Dayanışması, Kuzey tadır. Küresel şirketler ve işletme için önemli olan,
yetlerinin artışı ve emek sömürüsü içinde kalan yeni Ormanları Savunması ve Diyarbakır’daki 2010 Me- hırsını, gerekçeli veya zorla doğal olduğu düşünülen
proleterlerin, işsizlerin durumu kent alanındaki gü- zopotamya Sosyal Forumu ve Hevsel Bahçeleri Dire- bir homo economicus (insan davranışının teorik tem-
vencesizliği işaret ederken, en apaçık şekilde kırların nişi tam da sulak, yaşanabilir, nefes alınabilir alanla- sili olarak Keynescilik, Post-fordist üretimsellik, vs.)
toplumsal, ekonomik ve politik nedenlerle boşaltıl- rın bölgedeki biyolojik çeşitliliğin korunmasına üzerinden yaratacak aktörlerin varlığı, uygulayıcılığı-
ması krizin tamamen kent alanına taşındığını, kırın yönelik gösteriler, isyanlar küresel deneyimlerin so- dır. 20. Yüzyıl kapitalizminin ender modellerinden biri
kentlere taştığını bu kentli olduğu kadar kırsal nucunda ortaya çıktılar. olan homo economicus tüm ulus-aşırı ekonomik
olana dair olan başkaldırıyı görünür kılıyor. Dolayı- Dolayısıyla önümüzde eylem repertuarları, pro- ajandalara rasyonel kalkınma özelliklerini atfederek
sıyla meseleyi sadece şehir isyanları olarak okumak testo biçimleri farklı da olsa biriken, çoğalan yeni sı- ve piyasayı tamamen serbestse dolaşıma sokarak, her
yeterli değil. Kentlerin bu kadar yoğun nüfus patla- nıfsal kalkışmanın deneyimi ve onun daha da radikal- kapitalist bireyin çıkarlarını, arzularını maksimize
masına sahip olduğu (bugünün isyanlarının olduğu leşen pratiği söz konusu. Rojava, Santiago, Hong eden ekonomik modeller sunmaktaydı. Maurizio Laz-
kentlere, Hong Kong, İstanbul, New Delhi, Sao Paulo Kong, Bağdat ve Beyrut’u Tahrir’den Gezi’den Ro- zarato bugünkü neoliberal koşulu ifade ederken
gibi nüfus yoğunluğun arttığı şehirlere bakmak ye- java’ya ya da Gece Ayakta eylemlerinden bugünün borçlandırma üzerinden meselenin dokusuna ilişkin
terlidir) göçmenliğin kentin arka sokaklarına sığdığı İran’ına farklı kılan kendi içinde olduğu toplumsal di- düşünememizi sağlar.“Sözünü tutabilecek bir insanı
küresel kent alanlarında elbette direniş biçimleri namiklerin farklılığı olsa da en genel ifadesiyle aynı muktedir kılmak, onun için bir hatıra oluşturmak, onu
nerdeyse 19. yüzyılın ortası itibarıyla (burjuvazi ve kodlara sahip, aynı dertleri taşıyan her eylem dalgası- bir içselliğe sahip olmak, unutmaya karşı koyabilecek
proletaryanın kent alanlarını tarif etmeye başlama- nın kendi dilinin de olduğunu belirlemekte fayda var. bir vicdan oluşturmak demektir. Borç yükümlülükleri
sıyla birlikte) kent alanlarında çıkmaktadır. 21. yüz- Burada benzeştirme ve ayrıştırma kategorilerinden alanında, hafıza, öznellik ve bilincin üretilmeye baş-
yılda ortaya çıkan sokak mukavemetleri ya da yeni daha çok, neoliberalizmin hatlarının karmaşıklığını lanması söz konusudur.” Borç bu alanda çağdaş ka-
başkaldırılar köylerden ya da kırlardan değil (ki ye- analiz ederken farklı alanlardaki çeşitli epistemik ve pitalist ekonominin öznel ve pazara dair motorunu
rinden zorunlu göçle bunun mümkün kılmıyor ar- siyasal geleneklere olan öneme de dikkat çekmek oluşturur, pazarın en önemli aygıtlarından biri olarak
tık) kent alanlarına sıkışmış kırın içinden, merkezin gerekir. Bütün bu eylem dinamiklerini bir araya ge- sunulur. Borç ekonomisi ve borçlandırılmış özne, bi-
içine konuşlanan göçmenler ve dışarda kalanlar tirme meselesi, aynı şekilde neoliberalizmin kurmak reysel ve kolektif öznelliklerin üretilmesi ve yönetil-
çevrenin krizini merkeze taşıyan sahadan taşmakta- istediği ve özellikle de darbe sonrası toplumlara en- mesi için kapitalizm açısından önemli bir araçtır.
10
1 KİTAP Neşeli Militanlık

“N
eşe eyleme geçiren bir tutku. Bir gerçekten insanlara iyi gelecek bir direnişin yolunu
durgunluk hali değil. Her şeyden yordamını arıyorlar.
olduğu haliyle memnun olmak “Sekter radikalizm” dedikleri tutuma karşı, neşeli
değil. Hem kendi içimizde, hem de yakınımızdaki in- militanlığı öneriyor yazarlar. Onlara göre sekter radi-
sanların içinde büyüyen gücün potansiyellerinin far- kalizm, radikal politikayı ortak ve güçlendirici bir sü-
kına varma sürecinin bir parçası. Spinoza’ya dayana- reç olmaktan çıkartarak rekabetçi bir performansa
rak, durumunuzu idrak etmeniz ve o an yapılması dönüştürüyor; insanları “kendini diğerlerinden daha
gereken şey neyse ona uygun bir şekilde harekete radikal hissetmenin memnuniyeti” ile “yeterince ra-
geçmeniz anlamına gelir. Böylelikle, değiştirme gü- dikal olmamanın üzüntüsü” arasında savurup duru-
cünüzün olduğunu, başka insanlarla birlikte bir şey- yor. Buna alternatif olarak önerdikleri neşeli militan-
ler yaparken değiştiğinizi fark edersiniz. Neşe, mev- lığı, dostluğa, özgürlüğe, sevgiye, yakınlığa, özene,
cut koşullara teslim olmak değildir.” Silvia Federici güvene, sorumluluğa değer veren ve insanı “hisse-
Nick Montgomery ve Carla Bergman, Neşeli Mili- debilir ve yeni şeyler yapabilir hale getiren” bir ak-
tanlık’ta, zamanımızın tükenmişlik, kaygı, şüphe, ah- tifleşme olarak düşünüyorlar.
lâkçılık, utanç gibi güçsüzleştirici eğilimleri derinleş- Neşeden doğan gücün dönüştürücülüğüne ina-
tiren boğucu atmosferinde, gerçekten etkili ve narak, militan bir neşeyle yazılmış bir kitap.

Drive My Car
lıklı olarak açıklandığı bir dizi yolculuğa çıkar.

1 FİLM Sanatın aslen insan doğasını daha iyi anlamak


için bir araç olabileceğini savunan bu zarif

J
film, ustalıkla işlenmiş bir yalnızlık muhake-
apon sinemasının en yetenekli yönet- kitabının ilk öyküsünden sinemaya uyarlandı.
mesi.
menlerinden olan Ryusuke Hamaguc- Kaybettiği eşinin yasını tutan başarılı yö-
Bilgelik dolu sahneleri ve filmin sonlarına
hi’nin son filmi Drive My Car, Haruki netmen Yusuke Kafuku, Çehov’un Vanya
doğru arınma etkisi yaratan bir başyapıt.
Murakami’nin, “Bir kadının özlemini çeken, Dayı oyununu sahneye koymak üzere Hiroşi-
yasını tutan; bir kadın tarafından aldatılmış, ma’da bir festivale çağırılır. Festival kendisine Dünya prömiyerini Cannes Film Festivali’nde
terk edilmiş olmanın acısıyla yaşayan, aşkla 20 yaşında bir kadın şoför tahsis eder; Kafuku, yapan Drive My Car hak edilmiş En İyi Senaryo
kendinden vazgeçen erkeklerin öyküleri”ni an- hiç beklemediği bir şekilde, gizemli şoförüyle ödülünün de sahibi oldu ve 4 ayrıca dalca Os-
latan ve 7 öyküden oluşan “Kadınsız Erkekler” yalnızlık, kayıplar ve yasla bezeli, sırların karşı- car adaylığına gösterildi.

11
JACQUES DEMARTHON / AFP

Kürdistan’da sömürgeci modernite ve özgürleşme ihtimalleri


PolitikART’ın 299. sayısı için yazdığım “Yeni sömürgeci- Avrupa-merkezli hegemonik ve işgalci formlarda yayılan melerden de bahsetmek mümkün.
lik, sömürgesellik ve ulus-devlet” başlıklı yazıda sömürge- bilme, olma ve yapma biçimleriyle mümkün olacağı dü- Hamit Bozarslan Sogiologie politique du Moyen-Ori-
cilik, yeni-sömürgecilik ve sömürgesellik kavramlarından şüncesini hâkim kıldı. Örneğin sömürgeci modernite ent kitabında (s.107) bölgeyi bir ütopya mezarlığı ola-
hareketle nispeten kavramsal düzeyde kalan bir tartışma merkezinde ilerlemecilik ve kalkınmacılık olan bir top- rak tanımlamıştı. Bu, hegemonik zamansallığa
çerçevesinde en temelde sömürgecilik ve lumsal tahayyül inşa etti. Bunun Ortadoğu’ya eklemlenme ile ona karşı çıkma arasındaki siyasal mü-
yeni-sömürgecilik verili sistemi anlamlan- yansıması toplumsal çeşitliliği homojenleştir- cadelelerin sonucudur. Ortadoğu, milliyetçi ütopyaların
dırmakta yetersiz kaldığı için sömürgesel- meye dayalı zorla ulus inşa etme, toplumun diktatörlüklerle sonuçlandığı, İslamcı ütopyaların Cihat-
lik tartışmalarının önemini vurgulamaya kılcal damarları olan aşiretleri, dini veya mez- çılığın pornografik şiddetiyle sınırlandırıldığı, komünist
çalışmıştım. Bu yazıda bu tartışmalara bi- hepsel grupları asimile etme ya da bunu geri ütopyaların bir taraftan emperyalizmin desteklediği İs-
naen Ortadoğu ve Kürdistan’a sömürge- kalmanın sebepleri olarak kodlama, kalkın- lamcılar, diğer taraftan onları kendine rakip olarak
sellik çerçevesinde yaklaşıp özgürleşme macı ekonomi ile doğa ve emek talanına ola- gören ve Sovyetlerin desteklediği Arap milliyetçileri ta-
ihtimallerinin bile sömürgeci modernite- Yasin SUNCA nak tanıma, kendi kapitalist sınıfını rafından sınırlandırıldığı, özgürleşme umudunun batı-
nin sistemsel kurgusundan kurtulama- oluşturma çabası içerisinde yeni-kolonya- nın sömürgeci liberalizmi ile doğunun arkaik
dığı savını ileri süreceğim. lizme meydan verme başta olmak üzere bir- romantizmi arasına sıkıştığı bir coğrafi tahayyüldür.
Dekolonizasyonun modernleşme ile olan inkâr edile- çok şey sayılabilir. Burada niyetim doğal olarak Kendi topraklarında sömürgeleştirilmiş ve çoğunluk ol-
mez, ama bir o kadar da hastalıklı bağı, iki zamansallık “Ortadoğu eskiden çok güzeldi” romantizminden ziyade dukları yerlerde azınlıklaştırılmış halkların özgürlüğünü
(temporality) arasındaki uyuşmazlıktan, yani iki farklı tahayyüllerin dönüşümünü örneklendirmektir. sağlama çabaları da yine neredeyse tamamen bu za-
olma, bilme ve yapma biçiminin uyuşmazlığından kay- mansallığın kurguladığı ulusal kurtuluşçulukta sabitlen-
naklanan sorunlara dayanır. Sömürgeleştirilmiş dünyanın Ütopya mezarlığı miş ama diğer akımlarla girdiği mücadelelerde ya
tamamında olduğu gibi, Ortadoğu’da da zaman kabaca Ortadoğu’daki sorunların neredeyse tamamının hege- onlara benzemiş ya da yok olmayla yüz yüze kalmış ve
18. yüzyıla kadar başka bir hızda akmaktaydı. Daha iyi monyasını kurmuş zamansallıkla doğrudan ilişkisi var. En en nihayetine ütopyalar mezarlığındaki yerini almıştır.
veya daha kötü değil, sadece başka biçimde bu sorun- basitinden artık “kendin olma” düsturundan sıyrılıp baş- Bu kadar ütopyanın mezara gömüldüğü alanda yeni
larla uğraşılıyordu. Osmanlı ve Safevilerin savaşlarda kay- kasına benzeme çabası içerisindeki bir toplumsal kesim bir özgürleşme umudu ortaya çıkarmak ve bütün baskı-
bettikleri için ordularını dönemin savaş teknolojileriyle ile kendi olarak addettiği en acımasız ritüelleri ve kültürel lara karşı öz savunmasını sağlamak imkânsız değilse bile
yeniden organize etme çabası, defansif bir modernleş- pratikleri dahi sorunsallaştırmadan takip eden iki uç ara- çok emek ister. Ancak ütopyayı tarihsel şartlar içinde inşa
meye girişmesi, bunun ortaya çıkardığı ağır ekonomik sına sıkışmış bir toplumsal gerçeklik yaşanmakta. Birincisi etmek, yani ütopyayı bir tarihsel zorunluluk olarak ele
yükün egemenlikleri altındaki toplumlara yansıtılması ve Nasır, Mustafa Kemal veya Rıza Şah gibi şahıslarda somut alıp, bu tarihsel zorunlulukların gereğine göre bir özgür-
nihayetinde yönetimin merkezileşmesi süreci Orta- karşılık bulmuşken ikincisi Hasan el-Benna veya Seyyid leşme projesi geliştirmek, ütopyayı ütopikleştirmenin
doğu’nun Avrupa-merkezli zamansallığı tanımlayan sö- Kutub gibi İhvan önderlerinde somutlaştı. Birinci anlayış, panzehiridir. Bölgede tarihselliğini bir taraftan kendi kül-
mürgeci moderniteye (ya da sömürgesellik) dahil olmayan bir ulusu yaratma yolunda toplumsal çeşitliliği türel, ekonomik, coğrafi, ekolojik derinliğinden alan bir
olmasını mümkün kıldı. Sömürgeci modernite Orta- yok etme eğilimine girerken ikinci anlayış birçok açıdan tahayyül kurmak ama diğer taraftan da sömürgeci mo-
doğu’nun kendi iç çelişkilerini, sorunlarını ve onları tahakküm üzerine kurulu ve en nihayetinden “İslam dev- dernitenin hegemonik zamansallığının dayattığı bilme,
çözme biçimini sömürgecilik pratikleriyle dönüşüme uğ- leti”nin emperyalizmini savunan bir gelenekselciliği top- olma ve yapma biçimlerinden kaçınmak muhtemelen
rattı. luma “kendi olmak” olarak anlattı. Bunlar modernitenin dekolonizasyonun da ilk adımıdır. Kuzey Kürdistan’da
Hegemonik zamansallık olarak ortaya çıkan sömür- bölgedeki iki temel siyasal yansımasıyken örneğin kör- dekolonizasyonun tartışılma biçimi, Ortadoğu’da deko-
geci modernite, herkesin kurtuluşa, özgürlüğe, barış fezdeki muhafazakâr modernleşme veya Filistin’de İsrail lonyal tahayyülün sınırlarını ve onları aşma ihtimallerini
içinde eşit yaşama veya ekonomik refaha giden yolun devletinin yerleşimci kolonyalizmi gibi başka modernleş- örneklendirmekte.
12
Özünde post-yapısalcılığa dayanan nun tamamında etkisini gösteren kaybetmişlik hissi bir arayışı
w Özellikle Kuzey Kürdistan’da bu teorik
postkolonyal milliyetçi söylem da beraberinde getirmişti. PKK’nin kendi söyleminde “dönüşe-
Kuzey Kurdistan’da, yoğunluklu olarak 2010’lu yılların başın- kanallardan akan suyla gelişen post- meyen aşılır” düsturu yer yer politik doğrucu bir perspektiften
dan itibaren, kendini Fanon’cu bir anti-kolonyal söylem ile meş- kolonyal milliyetçi söylem siyasal olanı eleştirilere maruz kalsa da dönüşümünü mümkün kıldı. Burada
rulaştıran ama Fanon’un devrimciliğini ve mücadelesini kültürel olana yedekleyerek aslında doğal olarak ilk sorgulanan “sınıfa karşı sınıf, emperyalizme karşı
neredeyse hiç gündemleştirmeyen, özünde post-yapısalcılığa bir özgürleşme çabasına değil özgür- ulusal kurtuluş” ön kabulüydü.
dayanan bir postkolonyal milliyetçi söylem belirdi. Özü itibariyle lük karşıtlığına dönüşmekte. Siyasal Öcalan 1990’ların sonundan itibaren bir kurum olarak ulus-
doğru belirlemelerdi ancak kullanılan polemik yüklü ve prob- devleti toplumun kafese kapatılması ve milliyetçiliği de bu kafe-
düzeyde ya afaki hayallere teslim edil-
lemli dil, en nihayetinde banal bir milliyetçiliğe yedeklenmek- sin ideolojik meşrulaştırma aracı olarak değerlendirdi. Ulus,
ten kurtulamadı. miş ya da Güney Kurdistan’daki reji- ulus-devlet ve milliyetçilik kolonyal modernitenin en temel top-
Bu anlayışa dair muhtemelen en önde gelen sorun postko- min savunulamaz pratiklerini lumsal, kurumsal ve ideolojik tahayyülleri olarak görmek yanlış
lonyal söylemin içine gömülü kültürel indirgemeciliğe dayalı savunmak zorunda kalan bir “Kurdis- olmaz, zira Mamdani’nin Neither settler nor native kitabında
söylemsel karşıtlıklardır. Postkolonyal eleştirinin kökeninde batı- tan devleti kuralım” söylemidir belirttiği gibi, hiyerarşiye dayalı kolonyal modernite ulus-devlet
nın kültürel hegemonyasının dünyanın geri kalanını nasıl gör- sınırları içerisinde yeniden üretiliyordu. Ulus inşa süreçleri, birile-
düğü, Avrupa-merkezciliğin siyasal, toplumsal, tarihsel, olarak görüyor. Neokolonyalizm üzerinden olmasa bile, Cale rinin “makul” kabul edildiği, başkalarının da o “makuliyetin” dı-
epistemolojik ve kültürel gerçeklik olarak söylemde nasıl yeni- Salih ve Maria Fantappie “Kurdish nationalism at an impasse” şında tanımlandığı ve “düzeltilmesi” mümkün değilse de tehcir
den üretildiği düşüncesi var. Gyatari Spivak, Edward Said vb. başlıklı makalelerinde Güney’deki Kürt milliyetçiliğinin çıkmaz- veya kırımlarla “yok edilmesi” gereken bir dışlama biçimiydi.
isimler bu söylemi inşa eden dönem aydınlarıydı. Bu kültürel in- larına dair çok sistematik bir analiz yapıyorlar. Teorik düzlemde Buna karşı özgürlük sosyolojisi ve buna binaen demokratik ulus
dirgemeci postkolonyal söylemin bütün toplumsal sorunları bu durumun Afrika’da, Güney Asya’da ya da Latin Amerika’da yeni program olarak belirdi. Buna göre bölgede var olan ulus-
batı/batı olmayan ikilemine sıkıştırması ve bu bağlamda algıla- halkını sömüren postkolonyal devlet ve ulus inşasından hiçbir devletler, imparatorluklar sonrasında en temelde sömürgeci he-
ması, postkolonyal milliyetçiliğin yarattığı birçok problemi gö- farkı yok. Bu neokolonyal yapıyı savunma ihtiyacı duymanın en deflerle bölgede bulunan güçler eliyle yaratılmıştı. Tek tek bu
rünmez kıldı. Çünkü en temelde “emperyalizme karşı birlik” temel sebebi ise sömürgeci modernitenin hegemonik zaman- devletlerin içinde milliyete, dine, mezhebe, cinsiyete veya yaşa
ihtiyacı,“birlik” tahayyülü içindeki ezme ve sömürmelerden kay- sallığı içerisinde meşrulaşan, doğallaşan ve normalleşen milli- dayalı çeşitli hiyerarşiler tarihsel olarak zaten mevcuttu. Bu hiye-
naklanan siyasal sorunları “emperyalizmin oyunları” olarak kod- yetçi karşılaşmaların oluşturduğu özgürleşme tahayyülüdür. rarşik yapılanmanın tepesinde ise emperyalizm ile iş birliği içeri-
lamaya yönlendiriyordu. Özellikle Kuzey Kürdistan’da bu teorik kanallardan akan suyla sinde, dünyanın geri kalanıyla ilgili toplum adına iletişim
Edward Said’in post-yapısalcı belirlemeleri, bugün Batı karşı- gelişen postkolonyal milliyetçi söylem siyasal olanı kültürel geliştiren bir elit grup vardı. Bundan dolayı sadece ulus-devlet
sında Arap milliyetçiliğinin dayandığı temellerden birisi. Çünkü olana yedekleyerek aslında bir özgürleşme çabasına değil öz- ve onun sınırları içerisine hapsolmuş toplumsallık değil, bu top-
bölgede 60’lı ve 70’li yıllarda komünistler ve solcular, yani tahay- gürlük karşıtlığına dönüşmekte. Siyasal düzeyde ya afaki hayal- lumsallığın çok boyutlu hiyerarşik inşasının da sorunsallaştırıl-
yül edilen birliğin içindeki eşitsizliklere karşı mücadele edenler, lere teslim edilmiş ya da Güney Kürdistan’daki rejimin ması gerekmekteydi.
sürgünler ve katliamlarla elimine edilirken yerini alan gelenek- savunulamaz pratiklerini savunmak zorunda kalan bir “Kürdis- Bu hiyerarşik inşanın kuşkusuz birçok boyutu var ve demokratik
sel veya dini Arap milliyetçiliği, aslında egemenlik olgusunun tan devleti kuralım” söylemidir. Ancak zaten Güney’deki bağım- ulus perspektifinde, örneğin toplumsal doğa veya kadın özgürlüğü
kendisini değil, egemenliğin batıda olmasını problemleştirdi. Bu sızlık referandumunun gösterdiği gibi bunun imkanları gibi, bir kısmı pratiğe de geçmiş derinlemesine cevaplar bulmak
açıdan da örneğin Enfal’i veya Halepçe’deki soykırımı “anti-em- bölgesel ve küresel emperyal güçlerce sınırlandırılmış du- mümkün. Ancak milliyetçilik karşıtlığı boyutuyla ilgili olarak belirte-
peryalist” söylemlerle gerekçelendiren bir siyasal pratik mevcut. rumda. Bu durum Kürdistan’ın statüsüne ilişkin meselelere ta- biliriz ki, demokratik ulus toplumsal çokluğu bir arada tutan, süreç-
Yine Homi Bhabha’nın kültür üzerine belirlemelerinin bugün rihsel-sosyolojik bir derinlik içerisinden bakıp, küresel siyaset leri merkezileştirmek yerine yerelleştiren ve toplumlarda bulunan
Hindutva’nın yani Hindu milliyetçiliğinin söylemsel batı karşıtlı- için bile yeni ve yaratıcı çözümler geliştirmeyi zorunlu kılmakta. ama iktidarlar eliyle dağıtılmış dayanışma ve ahengi bu yerel süreç-
ğına temel oluşturmakta. Hindutva’nın ülkenin genelinde Müs- Bunun yanı sıra, bu küresel siyasal zorluklar, mücadelenin özel- lerde örgütlemeyi öngören bir hiyerarşi karşıtı anti-kolonyal tahay-
lümanlar üstünde kurduğu sistematik baskı aslında bir likle Kuzey Kürdistan’daki milliyetçi söylemde kültürel düzeye yüldür. Demokratik ulusu sömürgeci modernitenin zamansallığı
anti-kolonyal söylemle gerekçelendirilmekte. Erdoğan da indirgenmesine sebep olmuş gibi durmakta. Ancak Efrin ve içinde gelişen ve toplumu kafesleyen ulus tahayyülüne karşı, tarih-
“dünya beşten büyüktür” derken aslında post-emperyal bir geç- Şengal’in gösterdiği gibi, Kürtlerin karşı karşıya kaldıkları prob- sel kültürel ve jeopolitik gerçeklikten kopmadan geliştirilmiş bir
mişi anti-kolonyal bir tahayyül ile birleştirmekte. lemler çok daha derinlikli ve çok daha acımasız. Özetle, dili ve cevap olarak görmek mümkündür. Bunun somut zemini demokra-
kültürü korumak için öncelikle özgürleşmek gerekir ve bu öz- tik moderniteye, yani baskı ve sömürüye karşı direnişin tarihsel de-
Kürtçe konuşan bir neokolonyal yönetici elit gürleşme ne sömürgeci modernitenin kavram setleri ve siyasal vamlılığına dayalı bir zamansallıktır.
Tıpkı küresel düzeyde postkolonyal düşünürlerin kurduğu organizasyonlarıyla mümkündür ne de onun postkolonyal mil- Pratik siyaset içinde “Kürdistan bir uluslararası sömürgedir”
batı karşıtlığında olduğu gibi, benzer bir postkolonyal milliyetçi liyetçi versiyonunun mücadele vermeyi söylem üretmeye indir- söylemi kabul edilmekle beraber, kurulu düzenin tamamı sor-
tahayyül Kürtlerin içerisinde kendini sömürgeci devletlere ve geyen post-yapısalcı ideolojisiyle. gulanıyordu. Yani bu düzen içerisinde statü almak tanınma açı-
onların oluşturduğu sömürgeci Arap, Türk ve Fars milliyetçilikle- sından kuşkusuz önemliydi ama bu statü düzenin bir parçası
rine karşı yeniden üretiyor. Ancak böylesi bir anti-kolonyal ta- “Dönüşemeyen aşılır” olmak anlamına gelmemeliydi. Öcalan’ın önerisi, sisteme “diğer
hayyül ile Kürdistan’a bakmak, yeni bir durum değil; zira 1990’lara kadar da Kuzey Kürdistan’daki anti-kolonyal duruş, halklar gibi” dahil olmak için mücadeleyi sömürge düzeni içeri-
1970’lerin ikinci yarısından itibaren Kuzey’deki Kürt hareketi, “Kürdistan bir uluslararası sömürgedir” belirlemesinin etrafında sinde sürdürmek yerine, sömürgeci modernitenin yarattığı he-
ama özellikle 1980’lerden itibaren PKK, Fanon’cu bir öze daya- kümelenmiş bir politik hat ile “Kürdistan bir sömürge bile değil- gemonik realiteyi gözden kaçırmadan ezilenlerin hakikatini ve
narak Kürtlerin sömürgecileriyle zihinlerinde kurduğu köprü- dir” teorik belirlemesinin çerçevesinde tartışılıyordu. Kürdis- öznelliğini tarihsel zamana dahil etme temelindeydi.
leri, yani Kürtlerin “siyah” yüzlerine geçirdikleri “beyaz”Türk tan’ın bir sömürge olması durumu dört ayrı devlet ve onların Bu özgürleşme çizgisi bugüne kadar pratikte çok sorunla
maskelerini, sürekli bir biçimde eleştirerek büyüdü. Örneğin bölgesel veya bölge dışı ortakları vasıtasıyla sürdürülen süreç- karşılaştı ve ağır bedeller ödedi. Ancak, ideolojik program ile
90’ların sonuna kadar da PKK’nin eğitim materyallerinin en lere tekabül ederken, Kürdistan’ın bir sömürge bile olmadığı pratik siyaset arasındaki uyum açısından ciddi tehlikelerle karşı
temel konusu “yeni insan”ı yaratmaktır. Yanı sıra, yeni gelişen gerçekliği, sömürgenin kendisinin politik ve hukuki statü yara- karşıyadır. Birincisi, emperyalizmle halka rağmen ve halkın sö-
Kürt milliyetçi tahayyül, var sayılan ulusal birliğin içine gömülü tan resmi bir tanımlamadan bile mahrum kalmış olması gerçek- mürüsüne dayalı bir ilişki kurulması, özgürleşme ihtimallerini
sayısız hiyerarşi, sömürü ve baskı üreten yapıyı belli boyutlarıyla liği vurgulanıyordu. Politik hat en temelde 1970’lerin Kürt sol yerle bir eder. İkincisi, ulus-devlet karşıtı bunca söyleme rağmen
görmezden geliyor ya da en iyi ihtimalle belirsiz bir ulusal kur- hareketlerinin belirlemelerine ve sonrasında PKK’ye dayanarak uluslaşmayı dışlayıcı bir formda yeniden üretmesi halinde kendi
tuluş sonrasına erteliyor. bir biçimde bugüne kadar geldi. Teorik hat ise üçüncü küresel benzerlerinden hiçbir farkı kalmaz. Üçüncüsü kendi tarihsel pra-
Güney Kürdistan’da ise bu postkolonyal milliyetçi tahayyül dekolonizasyon sürecinde ortaya çıkan ve eğer sömürge sta- tiği olan özeleştiriye dayalı esnekliği dönüşümün dinamosu ha-
—bir önceki yazıda tartıştığım— neo-kolonyalizme meydan tüsü olursa sömürgesizleştirmenin de bunun mantıki sonucu line getirmediği şartlar altında, özgürleşmenin değil
vermekte. Güney Kürdistan’da Kürt milliyetçiliği olarak tanıtılan olacağı savına tekabül ediyordu. sömürünün aracına dönüşür.
ama aslında en temelde iki ailenin elit pozisyonunun yeniden Bu şartlar altında dönüşen PKK açısından, aslında 1980’ler İlki PolitikART’ın 299. Sayısında yayımlanan bu iki yazılık
üretilmesine dayalı sistem, özü itibariyle bir neokolonyal sistem- büyük oranda 1970’lerdeki programın gerilla mücadelesi ile de diziyi uluslaşma ve dekolonizasyon arasındaki bağlantıyı ye-
dir. Yani milliyetçi modelin bir gereği olarak devlet mekanizma- birleşerek devam ettirilmesiyken, 1990’lar PKK’nin kendi iç krizi- niden tartışmaya davet eden birkaç soru ile noktalamak is-
sını güçlendirmek, halkı demokrasi yoluyla irade haline nin başladığı dönemlerdi. Bu iç krizin birçok boyutu var kuşku- terim. Ulusal birlik fikri kökeninde kimin fikri? Eğer bunu
getirmek veya halkını savunmak yerine bölgesel ve bölge dışı suz: Kadro yapısındaki dönüşümler, bölgesel çaptaki jeopolitik sömürgeci moderniteye dayandırıyorsak o zaman, anti-ko-
sömürgecilerle iş birliği içinde kendi halkını sömüren, Kürdis- dönüşümler, Türkiye içinde legal siyasetin kendine zorla alan lonyal duruşu sömürgeci bir kurumsal form olan ulus-dev-
tan’ın zenginliklerini Batı’da mülk edinmek için kullanan bir sis- açmış olması, Sovyetler sonrası dönemde Kürt sorunun AB ve letle beraber hayal etme çelişkisine düşmüş olmaz mıyız?
temden bahsetmekteyiz. Bu söylemsel şartlar altında halk AİHM çerçevesinde bireysel insan hakları ve demokrasi noksan- Ulus-devletin bir kolonyal form olduğunu artık biliyorsak
Avrupa kapılarında donarken yönetici elit Batı’da saraylar inşa lığı düzeyinde tanımlanmaya başlaması vs... Bunlar 1990’larda daha ne kadar bunu bilmiyormuş gibi devam edebiliriz?
ettirebiliyor veya Êzîdîler DAİŞ’in insafına terkedilebiliyor. Evet, artık dönemin ideolojik, jeopolitik ve toplumsal şartlara cevap Son olarak halkı değil ama elitleri hedefe koyan şu soruyu
Kürtler belki artık Saddam zulmü altında değiller ama Kürtçe olamayan ulusal kurtuluşculuğun krizini derinleştirdi. Enzo’nun artık (en temelde PKK’ye) sormak gerek: neokolonyalizmin
konuşan bir neokolonyal yönetici elit, tahakkümü altındaki hal- Left-Wing Melancholia kitabında bahsettiği gibi, küresel 68 ha- üreticisi siyasal elitlerle ulusal birlik kurma zorunluluğunu
kını açlığa talim ediyor, yeri geldiğinde bir kısmını “harcanabilir” reketine tarihlenen, Sovyetlerin çöküşü ve peşi sıra dünya solu- aşmak gerekmez mi?
13
Dumanın gizleyemedikleri
nız hissetmiyorduk kendimizi nedense. Axpanos köyünün şımlarının altında bir baktık ki akşam olmuş. O gece, boşaltıl-
t

Eylem XELÎKAN
karşısı Sultan Baba, yukarısında Birmanlar ve Yalmanlar, aşa- mış bir evin içinde bir yağmurluk ve kefiyelerimizin koruma-
ğısında da Munzur suyuyla birleşen Axpanos suyu. Cevizleri, sında sabaha kadar sohbet ettik.
şilanları, böğürtlenleri ve sarımsağının bolluğuyla ayrı bir Sabah erkenden yaprakların hışırtısıyla uyandım. Rüz-
bereket bahçesi gibi. Axpanos köyüne vardığımızda Jîndar gâr, tüm kuru yaprakları üzerimize savurmuştu. Hava so-

Y
ükselen dumanlar gökyüzüne ulaşıp görüşümüz-
den çıkıyor… Uzaklaşınca unutuluyor mu? Bitiyor arkadaş bana “Sessiz ol. Duyuyor musun çocukların, anaların ğuktu ama Jîndar arkadaşın sıcak sohbeti ve sımsıkı
mu o an her şey? Kara dumanların ardından kalan; sesini ve köydeki hayvan seslerini. Onları hissediyorum. sarılmaları sayesinde hiç hissetmedim soğuğu. Hissettir-
siyaha mahkûm edilmiş güzellikler, renk katili düşünceler... Onlar şu anda yanımızdalar, buradalar. Bu köyün boş oldu- mek de istemezdim çünkü Axpanos köyünde kalışımızın
Dêrsim yanıyor, yakıyorlar Kürdistan’ın en güzel ormanlarını. ğunu, terk edildiğini düşünmüyorum. Düşünsem yaşaya- onun ısrarından dolayı olduğunu düşünsün istemedim.
Birer birer düşüyor kutsal meşeler, upuzun kavaklar boylu mam” dedi.“O insanları ait oldukları, huzur buldukları, kendi Kefiyemi kaldırdığımda Jîndar yoktu. Henüz güneş doğ-
boyunca seriliveriyor yerlere. Peki, dişbudağın, huş ağacının kültürleriyle yaşayacakları topraklara tekrar getirmeliyiz. mamıştı. Hemen bağladım kefiyemi ve gözlerimle araziyi
kanayan gövdesine ne demeli? Yanan evlerinin verdiği acıya Bunun için ne gerekiyorsa yapmalıyız, yapmalıyım.” süzerek Jîndar’ı aradım. Çok erken kalkmıştı.
çığlıklarla karşılık veren canlılar… Feryadı, figanı hangi kulak Ben, Jîndar, Sarya ve Evindar kış kampına girmemek için di- Köyün hemen yukarısındaki alçak bir tepede gözlerini ka-
duymaya dayanabilir? Çırpınışlara hangi göz bakabilir, renenlerdendik. En çok da Jîndar direniyordu çünkü Dêrsim’e patmış, güneşin doğmasını bekliyordu. Duruyordu öylece.
hangi yürek dayanabilir? Bu coğrafyayı karış karış adımlayan yeni gelmişti. Dêrsim’in her karış toprağını doya doya gezmek, Yanına varıp “Ne yapıyorsun?” diye sordum.“Güneşin doğu-
gerillalar her ağacın kovuğunda, her ko- dolaşmak istiyordu. Kendi topraklarıyla buluşmanın se- şunu bekliyorum” dedi “İlk ışıkları yüzüme vurmalı ki günüm
rulukta bir tarih oluşturdu, bir ha- vinci onu günden güne güzelleştiriyordu. Ger- güzel ve güneşli geçsin.”
zine biriktirdi. Kalın gövdeli çek olanla, gerçek olması gerekenle, yani Güneş doğduktan sonra Jîndar küçük ve dumansız bir
ağaçlara şehit düşen yoldaş- aşkla buluşmuştu. Soğuk sonbahara al- gerilla ateşi yaktı. Sarya arkadaşla çayımızı hemen kaynattık.
larının isimlerini kazıdılar dırış etmeden Axpanos köyünün çeş- Çay kaynayana kadar Jîndar, bize Şahê Bedo’nun “Çavreşa
unutulmasınlar diye. Genç mesine upuzun saçlarını bırakmıştı. min” stranını söyledi. Biz de ona takılmadan edemedik.
gerillalara, nice yiğitlerin “Saçlarım bu suya değmeli, yüz sür- -Hayrola, nerden esti bu parça?
hikâyelerinden, anıların- meli bu kutsallığa, ona kavuşmalı” -Ne bileyim seviyorum işte.”
dan izler bıraktılar. Oysa diyordu. Köyde kaldığımız saatler Bir parça ekmek ve biraz zeytinle kahvaltımızı yaptık.
şimdilerde Axpanos’ta, boyunca, çıkmadığı ceviz ağacı kal- Gitmemiz gereken yere doğru gitmeye hazırlanırken Jîn-
Rojdere’de, Afkasor’da bir mamıştı. Kış kampında yoğunlaşıp dar “Bu en sondaki eve bakmadık. Oraya da bakıp öyle gide-
kültür, bir tarih alev alev yanı- pratiğe hazırlanmak bizim için fırsattır lim” dedi. Çökmüş evin yanında ezilmiş, toza batmış bir çift
yor. Bundan yirmi üç yıl önce de ama hareketsiz olmaya alışmadığımız için naylon ayakkabı gördük. Yıkadık onları. Jîndar arkadaş, iki
bağından, bahçesinden, çeşmesin- doğadan az bir zaman bile olsa kopmak bize teki yan yana koyup fotoğraflarını çekti.“Acaba kime ait
den, köyünden koparılanlar görmüştü bu zindan gibi geliyordu. O yüzden bizim grup kampa bunlar. Kaçarlarken mi düştü ayaklarından? Yaşama gözle-
manzarayı. 1995’te köyler yakılmıştı. O evlerden geriye sa- gitme işini ha bire geciktiriyor, her seferinde uğraşılacak bir iş rini yumarken mi arkalarında kaldı bu ayakkabılar?” diye ko-
dece birkaç taş parçası ve naylon ayakkabılar kaldı. Güz çıkarıyorduk kendimize. En çok da Jîndar için istemiyordum nuşurken kendi kendine bana döndü,“Söz ver bana” dedi,
mevsiminde, güzün rengine bürünmüş gibi zamanlarda yü- gitmeyi. Bir insan bu kadar mı aşık olur doğaya ve yaşama? Bu “Bu ayakkabılar üzerine yazacaksın.”
rüdüğümüz her patikanın bastığımız her karış toprağı Jin- kadar mı yaşadığı her anı anlama ve doya doya yaşama dön- O ayakkabılarda bir Kürdün değil, on binlerce Kürdün hi-
dar arkadaşta derin hisler uyandırmıştı. üştürür? Dêrsim’in sularına, yeşiline, dağlarına, her karış topra- kayesi var. Kiminin kaçarken düştüler ayaklarından, kiminin
ğına aşık bir gerillaydı Jîndar. Axpanos’a daha önceleri de ölüsünün ardından kaldılar. Toprağın örttüğü ayakkabıların,
Hüzünlü Hazan geldiğimiz için Jîndar’a rehberlik ediyorduk. Köyün her tarafını her birinin ayrı bir hikayesi var. Saklı ama anlatılmayı bekle-
Axpanos patikaları uzun oldukları kadar da güzeldir. O gezdik birlikte. Gezdiğimiz sırada Jîndar’ın soruları bitmek bil- yen hikayeler…
patikaları yürürken zamanın nasıl geçtiğini anlayamıyorduk. miyordu.“Kimler kaldı? Burada kaç kişilerdi? Ne zaman gittiler?
Patika boyunca akan masmavi sular ve karşıda zirveleri ha- Şimdi neredeler? Köprüyü nerde yaptılar? Buralara nasıl yol
fiften ağarmış koca dağların görüntüsü huzur veriyordu getirdiler? Erzaklarını nasıl getirdiler? Kışın nasıl yaşadılar...? *Bu yazı 15 Ağustos 2018 tarihinde Dersim’de şehit düşen
bize. Issızlık gibi bir izlenimi vardı o manzaranın ama hiç yal- Dinmek bilmeyen bir soru yağmuru ve Jîndar’ın meraklı yakla- Jindar Ezgi’nin anısına aynı yılda yazılmıştır.

14
Yaşayan ölümün mekânı: Sur

DIEGO CUPOLO/NURPhoto via AFP


“H
akikat kelimelerle değil (her kelime yalan yen sesler… Sur hala direniyor. Tarih boyunca direndiği gömülmek istenen tarihi bakışıma ihtiyaç duyuyor. Bu
söyleyebilir, her kelime herhangi bir şey ve gibi. Bütün yıkıntılarına rağmen. Hala, direnmeye adımını defa Walter Benjamin’e kulak kabartıyorum:“Her kim
onun tam zıddı anlamına gelebilir) cümle- attığı ilk günkü gibi direniyor. Ama bizler göremiyoruz. kendi gömülü geçmişine ulaşmak isterse, kazı yapan biri
lerle söylenir. Benim ‘kamp yolu’ fotoğrafım zavallı bir ke- Bu açıdan Huberman’ın bahsettiği “arkeolojik bakış”a ih- gibi davranmalıdır. Aynı meseleye tekrar tekrar dönmek-
lime sadece. O halde bir cümle içinde yer almayı tiyacımız var. Huberman yazdıklarıyla yeniden sesleniyor: ten, onu toprağı eşeler gibi eşelemekten, toprağın krallı-
bekliyor.” Georges Didi-Huberman Kabuklar adlı kita- “Şunu asla söyleyemeyiz: Görecek hiçbir şey yok, ğını altüst eder gibi altüst etmekten korkmamalıdır.”
bında böyle seslenir okura, Auschwitz Kampı Müzesi’ni görecek hiçbir şey kalmadı. Gördüklerimizden şüphe Sur’da vahşetin mekansallaşması, tüketim mekanlarıyla
ziyaret edeceği yolda ilerlerken. Kabuk- edebilmek için, hala görmeyi, her şeye rağ- örtülü ve her mekan unutturmanın bir mimarisi… Artık geri
lar, bir ziyaret sonucunda hissedilenlerin men görmeyi bilmemiz gerekir. Yıkıma rağ- dönülmez yollara girildiğinin hissini vermeyi kendine ilke
toplamıdır. Soykırımın izlerine odakla- men, her şeyin silinmesine rağmen bir edinmiş ve geçmişe, yani tarihe dönmek isteyenleri çaresiz
nır. Bu ziyaret, artık görülmeyeni ve bir arkeolog gözüyle bakmayı bilmemiz gerekir. kılmayı amaçlayan bir mimari. Sven-Olov Wallenstein’in
daha görünemeyecek olanı görmeyi is- Ve işte böyle bir bakış, böyle bir sorgulama önermesine başvurursak,“modern mimarlık, biyopolitik ma-
temektir. Kendi deyimiyle, soykırımın öz sayesinde, şeyler saklı mekânlarından ve kinenin bir parçasıdır” Sur’un yeniden inşası tam da bu
yurduna “arkeolojik bir bakış”tır mazilerden bize bakmayı sağlar.” önermenin bir yansıması. Biyopolitik iktidarın kendini yan-
İnsanlık tarihi, aynı zamanda hüznün Mahir Fırat FİDAN Sur’a yeniden bakmayı deniyorum. Kara taş- sıttığı en bayağı hal, Sur’un yeni yüzünde görünüyor.
tarihidir. Sancının tarihidir. Yaşamak için ların arasından gözlerime süzülen vahşet tortu- Evet, direnişin tarihi bakışıma ihtiyaç duyuyor ve ben, gör-
ölmenin tarihidir. Ve aynı zamanda sunu ilk başta kaldıramıyorum. Sur’a bakmayı mek için bakmakta ısrar ediyorum. Gömülmek istenen her
bütün bir hıncını, gücü yetmeyenlerden alanların tarihi- deniyorum. Bir taraftan yıkılan yerlerin yerine yapılan ışıl- şeyi olduğu yerden çıkararak, bilincimde tekrardan yaşam
dir. Tarihin kronolojik ilerlemesinin eksik bir gözlem ya- tılı caddeler, alabildiğine lüks restoranlar, oteller ve cafe- bulması için ısrar ediyorum. Sur’da unutturulmak istenen
rattığına inanarak bakıyorum Huberman’ın Auschwitz ler, sanki hiç vahşet yaşanmamış gibi gözlerime perde her şeyi bilincimde yeniden yaşatmak ve bu vahşet mimari-
Kampı Müzesi’ni gezinirken yazdıklarına. Zamana karşı çekmeye çalışıyor. Israr ediyorum. Sur’a bakmayı yeniden sine teslim olmamak için bakışımda ısrar ediyorum. Bütün
koyduğunu düşündüğü her şeyi fotoğraflayan Huber- deniyorum. Kaybolmayan, bizi biz yapan her şeyi yeni- çaresizlik emarelerini ancak böyle yok edeceğimi iyi biliyo-
man, benim kendi ziyaretime bir kapı aralıyor ve Amed den görebilmek için. rum. Ve bu devasa çarkın içinden bir umut olarak şunu dü-
Sur’un sokaklarında beni yalnız bırakmıyor. şünüyorum: Bir halkın kendi tarihi ve özüyle bağlarını
İnsanın sığınağı, insanın çocukluğudur. İnsanın çocuk- Bakışımıza ihtiyaç duyan bir direniş tarihi yeniden kurması için başlangıçta ısrarlı bir bakış yeterli. Is-
luğu da birçok duygunun ilkini yaşadığı dış dünyadır. Bu Sahi Sur ne zaman “yaşayan ölümünün mekanı” haline rarlı bir bakış, Huberman’ın deyimiyle “arkeolojik bakış”
yüzden çocukluğu benim gibi Sur’un sokaklarında geç- geldi? Kurşunlandığında mı? Tank toplarıyla talan edildi- çünkü ancak böylesine bir bakış, unutturmanın bütün per-
miş herkes için Sur bir sığınaktır. Bu satırları yazarken bile ğinde mi? Bombalandığında mı? En ağır silahlarla yakılıp yı- delerini yırtabilir ve bize ait olanı geri getirebilir.
kulağımda Sur’un “yaşam sesleri” yükseliyor ve fark edi- kıldığında mı? İşte bu sorularla yeniden geziniyorum şimdiki Sahi Sur ne zaman “yaşayan ölümün mekanı” haline
yorum, bu sesler sadece ve sadece benim muhayyilemin Sur’un ışıltılı yüzünde. Ve yeniden bakıyorum. Israr ediyo- geldi? Kurşunladığında mı? Tank toplarıyla talan edildi-
ürünü. Hafızamın kuytu köşelerine sinmiş ve tekrarı bir rum. Sur’un tüm taşlarından yansıyan direniş tarihine, gözle- ğinde mi? Bombalandığında mı? En ağır silahlarla yakılıp
daha olmayacak deneyimlerimin bir esamesi. Sur’un so- rimle kaza kaza bakmakta ısrar ediyorum. Çocukluğumun yıkıldığında mı? Sur, unutturulmak için atılan her ilmeğe
kaklarını gezinirken bir kez daha anlıyorum, Sur’un biz geçtiği sokaklar, her ne kadar kuytu köşeye sinmiş olsa da boynumuzu uzattığımızda, yani ondan “bakışımızı” çekti-
onu yeniden görmeye başlayana dek “yaşayan ölümün hala hafızamda. Bu “yeniden inşa edilen” Sur’un hiçbir yü- ğimizde yaşayan ölümün mekanı haline geldi. Şimdi
mekânı” olduğunu. zünde bize ait bir şey yok. Bize ait olanı görmek için bakıyo- Sur’un bizim ısrarlı bakışımıza ihtiyacı var. Direniş tarihi
rum. Bize ait olanı, yani direnişin tarihini. kendini yeniden göstermek için bizim bakışlarımızı bekli-
Sur’a yeninden bakabilmek Sur’da yapılan her yeni inşa, unutturmanın sistemli bir yor. Sur’un taşlarına gizlenmiş tarih bizi bekliyor.
Sur’un sokaklarında yeniden yürürken, adım attığım parçası. Sur’u yeniden inşa etmek için kullanılan her taş,
her an toprak altından gelen seslere tüm dikkatimi veri- gözleriminiz önüne sayısız perde çekerek Sur’a bakma- * Yazının Başlığı László F. Földényi’nin “Yaşayan Ölümün Me-
yorum. Hala kısılmamış ve tamamen kurtarılmayı bekle- mızı engellemek için. Fakat ben ısrar ediyorum. Direnişin kanları: Kafka, Chirico ve Diğerleri” kitabından esinlenmiştir
15
Kengê hilkişim jor û difûre ji kaniya zimanê min
û xwe bidim ber şibakê dibêm qey li gundekî wêran temaşe
dibêm qey derketime ser koyekî dikim
dibêm qey li warekî hatî şewitandin…
wa ye li wir li geliyekî dinêrim
du qot xuya dibin li jêr
yekcar xelek xelek dûman
der dibe ji wan Musa Şanak
xelek bi xelek bilind dibe
direqise
her ku diçe dibe zêmar

FOTO: RODİ YÜZBAŞI/AGIRÎ

You might also like