Professional Documents
Culture Documents
2.1.Kültür
Etimolojik açıdan kültür, Latincede ekmek anlamında kullanılan "cul-
tura" kelimesinden gelmektedir. Batı dillerinde yaygın bir şekilde kullanılan
bu kelimenin zamanımıza kadar gelen Osmanlıca karşılığı, "Hars" kelimesi-
dir (Çeçen, 1994). Kültür kavramını ifade eden çeşitli tanımlar yapılmıştır.
İngiliz Antropolog E.B. Taylor, kültürün, çok bilinen ve halen geçerliği de-
vam bir tanım yapmıştır; Taylor'a göre kültür, “etnografyadaki en geniş an-
lamında, bilgi, sanat, hukuk, ahlak, töre ve tüm diğer yetenek ve alışkanlıkla-
rı içeren karmaşık bütün”dür (Duverger, 1998). Yine başka bir tanıma göre
kültür, “etnik bir gruba, bir ulusa, bir uygarlığa niteliklerini veren bir başka
grupta bir başka ulusta bulunmayan maddi ve ideolojik olguların tümü” ola-
rak nitelendirilmiştir (Büyük Larousse, 1986).
Kültür, toplumsal bütünün bir parçasıdır. Birey içerisinde doğduğu ve
büyüdüğü toplumun kültürünü alır; böylelikle birikerek, bireyden bireye,
nesilden nesile aktarılarak karmaşıklaşan bir mirastır.
Kültür, tek bir tanım içinde ortaya konulamayacak kadar geniş boyut-
lara sahip bir kavramdır. Bu nedenle herkesin üzerinde birleşebileceği bir
tanım ortaya koyabilmek oldukça zordur. Ne var ki, insanların ortaya çıkar-
dığı tüm değer ve ürünlerin topluca kültürü oluşturduğu genel olarak kabul
görmektedir. Kültür kavramının çok yönlülüğü dikkate alındığında, verilen
tanımların daha çok ortak öğelere vurgu yapmak suretiyle yapıldığı ifade
edilebilir. Bu tür tanımların kavramı tam olarak ifade etmekte yetersiz kaldı-
ğı söylenebilir. Tanımı yapan kişinin sübjektif özellikleri sınırlayıcı olabil-
mektedir; içinden geldiği disiplin ve yetişme biçimi bunlardan birkaçıdır.
Kültür sorunu insanların varoluşlarını ve etkinlik alanlarını doğrudan bir
biçimde ilgilendirmektedir. Yapılan tanımlar ve açıklamalar herhangi bir
62
sorunun değişik yönlerini ortaya koyar. Bu da kelime ve kavramlarla ilgili
benzerlik ve bütünlüklerin vurgulanması yerine daha da karmaşık yapıya
dönüşmesine neden olmaktadır (Çeçen, 1994).
Kültür ve uygarlık kavramları arasında bir takım benzerlikler ve fark-
lılıklar olduğu ileri sürülmüştür.
M. Mac Iver, kültürü; ideoloji, din, edebiyat gibi yaşamın daha soyut
alanları ile beraber tanımlarken uygarlığı; bir toplumun teknoloji, toplumsal
örgütlenme gibi kendi koşullarını denetleme ve düzenleme mekanizmalarıyla
açıklamaktadır. T. Bottomore (1977) kültürden anlaşılması gerekenin, aslın-
da toplumsal yaşamın düşünsel yanları olması gerektiğini vurgulamaktadır.
Ziya Gökalp’in hars - uygarlık görüşüne göre ise kültür ile uygarlık
arasındaki birleşme noktası, ikisinin de bütün toplumsal yaşayışları kapsa-
malarıdır. Toplumsal yaşayışlar şu şekilde sırlanabilir: Din, ahlâk, hukuk, us,
estetik, iktisat, dil ve fenle ilgili yaşayışlar. Bu sekiz tür toplumsal yaşayışın
toplamına kültür adı verildiği gibi uygarlık da denilmektedir. İşte kültür ve
uygarlık arasındaki birleşme ve benzerlik noktası da budur.
Öte yandan, farklılıklara baktığımız zaman birincisi; kültür ulusal ol-
duğu halde, uygarlık uluslararasıdır. Kültür yalnız bir ulusun din, ahlak, hu-
kuk, us, estetik, dil, iktisat ve fenle ilgili yaşayışlarının ortak bir toplamıdır.
Uygarlıksa, aynı gelişmişlik düzeyinde bulunan pek çok ulusun toplumsal
yaşayışlarının ortak bir toplamıdır. İkinci olarak uygarlık yöntem aracılığıyla
ve bireysel iradelerle oluşan toplumsal olayların toplamıdır. Örneğin, dinle
ilgili bilgiler ve bilimler yöntem ve iradede oluştuğu gibi, ahlakla, hukukla,
güzel sanatlarla, iktisatla, usla, dille ve fenle ilgili bilgiler ve kuramlar da hep
bireylere yöntem ve taleplerle oluşturulmuşlardır. Bu yüzden aynı ge-
lişmişlik düzeyinde bulunan bütün bu kavramların, bilgilerin ve bilimlerin
toplamı uygarlık dediğimiz şeyi ortaya koyar. Kültür içine giren şeylerse
yöntemle, bireylerin iradeleriyle oluşmamışlardır; yapay değillerdir. Bitkile-
rin, hayvanların organik yaşayışı nasıl kendiliğinden ve doğal olarak gelişi-
yorsa kültür içine giren şerlerin oluşması ve evrimi de tıpkı öyledir (Gökalp,
1987).
Kültür kavramının içinde yer alan birtakım alt kavramlar bulunmakta-
dır. Kavramın tam anlamıyla açıklığa kavuşturulabilmesi için bunları kısaca
açıklamakta fayda bulunmaktadır.
Alt kültür, topluma hâkim olan kültür anlayışının temel değerlerine
dayanan fakat toplumsal kesimleri anlatmak için kullanılan bir kavramdır.
Üst kültür, hâkim kültür içerisinde farklı toplumsal kesimlerin paylaş-
tığı alt kültürlerin kendi toplumları dışındaki diğer toplumlarla ortak olarak
paylaştıkları kültürü ifade eder.
63
Karşıt kültür, bir grup insanın içinde yaşadıkları kültür sisteminin te-
mel değerlerini yadsıması ve başka bir takım değerleri benimsemesidir (Du-
verger, 1998).
Evrensel kültür ise toplumun benzer kültürel kabullerinden oluşan
kültürü anlatır.
Fichter (1996), kültürün işlevlerini beş ana başlık altında toplamıştır:
- Toplumda bir “yaşama deseni” oluşturarak toplumsal davranışın çe-
şitli parçalarını eşgüdümlü olarak birbirleriyle ilişkilendirilmekte ve onları
ait oldukları genel bir anlam bütününe kavuşturur.
-Toplumun değerlerini bir araya getirir, içerir ve yorumlar. İnsanlar
neyin uygulanabileceğini öğrenmektedir. Böylece toplumsallığın kuşaktan
kuşağa aktarımını gerçekleştirir.
-Bireyleri sadece kendi kültürel geleneklerine bağlı hale getirilmekle
kalmaz aynı zamanda onları bu gelenekleri paylaşan kişilere ve sisteme karşı
sadık olmaya yöneltir.
- Toplumları birbirinden ayırmaya yarayan bir “alamet-i farika”dır.
- Toplumsal kişiliği oluşturur.
2.1.1.Siyasal Kültür
2.1.1.1.Kavram
“Siyasal kültür” kavramını ilk kullanan kişi Amerikalı bilim adamı
Gabriel A. Almond’dur. Kavram daha sonra Amerikan toplumbilimcileri
arasında yavaş yavaş kendine bir yer edinmiştir. Bu cümleden olarak, 1965
yılında Princeton Üniversitesi, Lucian W. Pye ve Sidney Verba öncülüğünde
“siyasal kültür ve siyasal gelişim” başlıklı bir kitap yayınladı (Altındal,
1982).
Siyasal kültür alanında da bilim adamlarının üzerinde anlaştıkları tek
bir tanım yoktur. Sözgelimi, siyasal kültür yaklaşımının kurucusu Gabriel
Almond ve Verba: “Bir toplumun siyasal kültüründen söz ederken o toplu-
mun tüm nüfusunun duyuş, düşünüş ve değerlendirişlerinde içselleştirilmiş
olan siyasal sistemi kast ediyoruz" (Altındal, 1982) demek suretiyle konuya
bir açıklama getirmişlerdir.
G.M. Patrick, siyasal kültürün politika literatüründe esas itibariyle dört
farklı tanıma dayanan, dört farklı kavramlaştırmasının bulunduğunu
söylemektedir. Bunlar D. Easton’un yapmış olduğu “nesnel” (objective), G.
Almond, B Powell ve S. Verba’ nın “psikolojik” veya “öznel” (subjective),
L. W. Pye’in “bulgusal” (heuristic), R.D. Fogen ve R.C. Tucker’in “içlem-
sel” (comprehensive) kavramlaştırmaktadır.
64
Nesnellik; bireylerden bağımsız, onları aşan, fakat aynı zamanda onla-
rı bir arada tutan bir bütündür. Nesnellik çerçevesinde politik kültür belli bir
düşünme, hissetme ve davranma örüntüsü amaç, inançlar, fikirleri normlar ve
değerler dizisidir. Öznel kavramlaştırma, politik kültürü; bir politik siste-min
üyeleri arasında politikaya karşı bireysel tutum ve yönelimlerin bir örüntüsü
olarak tanımlamaktadır. Bulgusal kavramlaştırmada ise politik kültür bir
toplumun geleneklerini, kamu kurumlarının ruhunu, yurttaşlık bağını,
kolektif akıl yürütmeyi, liderlerin üslubunu ve kodlarını içerir. Son olarak
içlemsel kavramsallaştırma bağlamında politik kültür, bireylerin dav-
ranışları ile zihin yapıları arasındaki bağlılaşmayı ifade eder; açık (overt)
davranışlar ve bunları yönlendirmede etkili psikolojik etkenlerin tümü poli-
tik kültür kapsamında değerlendirilir (Patrick, 2012).
Her siyasal sistemde toplum üyelerinin siyasal sisteme ilişkin inançları
ve tutumları olduğu gibi siyasete ilişkin davranış kuralları da bulunmaktadır.
Bunların tümü siyasal kültürü oluşturur.
Siyaset bilimi alanında “Siyasal Kültür” kavramını esas olarak çalışma
alanı yapanların yöneldikleri ortak amaç, incelenen siyasal sistemin işleyişi-
ne ve kendini yenilemesine katkıda bulunan “kültür” kavramının incelenme-
sidir. Kavrama ilişkin temel bir varsayım siyasal kültür ile siyasal yapının
doğrudan bir ilişki ve karşılıklı etkileşim içerisinde olduğudur (Poteman,
1989). Siyasal kültür, siyasal sistem içerisinde cereyan eden siyasal olaylar
ve bu olaylardan etkilenen bireylerin davranışları arasında bir köprü oluştu-
rur.
65
Söz konusu bu üç boyut bireyin içinde yaşadığı topluma göre genel ni-
telikleri az çok değişiklikler gösterebilen siyasal kültürü oluşturmaktadır.
Boyutların ilki bireylerin kendilerini kuşatan sistem hakkındaki bilgi-
lerini, ikincisi duygusal tepkilerini ve nihayet üçüncüsü, sistem hakkında
yargılarını belirtmektedir. Buna göre siyasal kültür, birey ya da grupların
politik sistemle arasındaki alanı ve bağlantıyı vermektedir. Bu makro-mikro
siyasal süreçlerin karşılaşması olarak da görülebilir (Sarıbay ve Öğün, 1999).
66
▪ Bağımlılık kültürü: Bireyler, siyasal sisteme ve ulusal sorunlara
karşı daha ilgili ve duyarlıdırlar. Siyasal sistemin kendisini bir şekilde
etkileyeceğini bilir fakat katılım konusunda istekli değildir, siyasi hayatta
aktif olmak istemez. Ancak yöresel siyasal kültüre göre kıyaslanamayacak
kadar aktiftirler. Bağımlılık siyasal kültürde birey, bilişsel olarak siyasal
rejimin hayatını etkileyeceğini bilir; ancak siyasal katılma konusunda
çekingen davranıp beklemeyi daha uygun bulur (Görmez, 1997) .
67
▪ Siyasal sürecin işleyişi açısından: Siyasal kültür, bazı inanç ve
davranış kurallarının standartlaşması yoluyla siyasal sürecin işleyişini
kolaylaştırır. Örneğin, dinin siyasal kararlarının temelini oluşturması gerek-
tiği düşüncesinin yaygın olduğu bir toplum, inanç farklarının yaratabileceği
şiddetli gerilimlerden büyük ölçüde korunmuş olur. Siyasal düşüncelerin
özgürce açıklanmasına ve örgüt kurmanın kısıtlanmasına dönük yaygın
inançlar, sistemini yıkmayı amaçlayan yeraltı çabaların doğmasını çekici
kılmayan bir ortam oluşturabilir. Siyasal rekabetin doğal görüldüğü
toplumlarda seçimlerin olağanüstü olaylara sahne olmadan geçmesi
beklenebilir (Turan,1986).
2.1.2.1.Siyasal Toplumsallaşma
Siyasal toplumsallaşma kavramı ilk kez sosyolog S.M. Lipset tarafın-
dan 1954 yılında yayınlanan bir sosyal psikoloji el kitabında kullanıldı. Daha
sonra kavram başka çalışmalarda da kullanıldı. (Örneğin, H. Laswell’in
Psycho Pathology And Politics, T. Adorno ve arkadaşlarının Authoritorian
Personality, E. Erikson’un Childhood and Society kitapları) fakat yaygınlık
kazanması 1959’da Hyman’ın Politik Sosyalleşme kitabı aracılığıyla oldu
(Sarıbay ve Öğün, 1999).
İnsan dünyaya belirli biyolojik özelliklere sahip olarak gelir. Daha
sonra toplum insana kuralları ve diğer bireyleri aracılığıyla temel değer sis-
temlerini ve kurallarını öğretir. Son aşamada da her birey hem doğuştan ge-
len özellikleri hem de sonradan çevreden kazandığı özellikler ve etkenlerle
kendine özel farklı bir yaşam sürer. Kişilik bu üç verinin bir bileşkesi olarak
68
oluşur. Burada ikinci veri kültüreldir ve kuşaktan kuşağa “toplumsallaşma”
adı verilen bir süreçle aktarılır. Birbirlerinden çok farklı olan kişilerin bir
toplum oluşturabilmesi de işte bu sürece bağlıdır. Bu yolla toplum yeni üye-
lerine belli durumlarda nasıl davranmaları gerektiğini öğretir. Yani toplum
bu yolla kendi sürekliliğini güvence altına alır (Kışlalı,1994).
Toplumsallaşmanın çok önemli bir parçası da siyasal toplumsallaşma-
dır. Siyasal toplumsallaşma sürecinde birey siyasal çevre ile etkileşim halin-
dedir ve bu etkileşim sonucunda bireyde siyasal sisteme dair bir takım inanç,
durum ve davranışlar gelişir. Bireyin siyasal sistemle etkileşimi doğrudan ya
da dolaylı şekilde olabilir. Etkileşim şekline göre bireyin tutum, davranış ve
sistemle ilgisi farklı yoğunluklarda olacaktır. Kısaca siyasal toplumsallaş-
mayı, ‘toplumsallaşma süreci içerisinde bireyin içinde yaşadığı siyasal top-
lumun temel tutum, davranış ve değerlerini edinmesi, siyasal kültürü özüm-
semesi’ şeklinde tanımlayabiliriz.
Siyasal toplumsallaşma sürecinde birey, bir taraftan öğrendikleri ile
siyasal eylemde bulunurken diğer taraftan eylem sırasında yeni öğrenimlerde
bulunmaktadır. Bu noktada bireyin zihninde siyasal olana dair bir tutum
oluşmaya başlamaktadır (Sarıbay, 1998). İşte bu siyasal toplumsallaşma
sürecinde birey, siyasal sistem hakkında geçerli değerlere ve görüşlere sahip
olur. Bu değerler ve görüşler, öğrenmenin yanında bireyin çevresiyle gerçek-
leştirdiği toplumsal ve siyasal ilişkiler sayesinde edinilir. Bu süreç bireyin
hayatı boyunca devam eder (Alkan, 1989).
Bireylerin siyasal tutum ve davranışlarının oluşmasında hangi faktör-
lerin etkili olduğu, hangi aşamalardan geçerek bu siyasal davranışların mey-
dana geldiği konusunda birçok araştırma yapılmıştır. Araştırmalar, çocukluk-
ta edinilen bilgi ve değerlerin etkisinin daha fazla olduğu sonucuna ulaşmış-
tır. Bu araştırmalardan birisi D. Easton ve J. Dennis’e aittir.
Easton ve Dennis’e (1980) göre siyasal toplumsallaşma süreci dört
evreden oluşur:
Bu ikiliye göre siyasal toplumsallaşmanın ilk aşamasına politikleş-
me/siyasallaşma (politicisation) denir. Erken çocukluk döneminde çocuk
daha küçük yaşlarda iken ailesinin ve okulun dışında onlardan daha üstün bir
otoritenin var olduğunun bilincine varır. Örneğin; çocuk, aile büyüklerinden
birisinin trafikte, trafik polisi tarafından kendisine verilen cezayı itirazsız
ödemek zorunda kalışına tanık olur ve bildiği aile-okul otoritesinin dışında
bir siyasal otoritenin var olduğunun farkına varır.
Siyasal toplumsallaşmanın ikinci aşaması olan otoritenin kişiselleşti-
rilmesi (personalisation) aşamasında ise çocuk bir siyasal lider ile siyasal
otoriteyi özdeşleştirmektedir. Bir başka deyişle çocuk, burada devlet başka-
nı, cumhurbaşkanı gibi somut öğeleri algılayabilmekte başkanlık rejimi,
kraliyet gibi soyut öğeleri algılamakta zorluk çekmektedir.
69
Üçüncü aşama olan idealleştirme (idealisation) aşamasıdır. Çocuklar
burada artık siyasal otoriteyi kişiselleştirmenin dışında, onu aynı zamanda,
güvenilir, yardımcı ve her zaman doğruları yapan, halkına yardım eden üs-
tün bir varlık olduğuna inanırlar.
Son aşama ise kurumsallaşma (institutionalisation) aşamasıdır. Bu
aşama artık bireyin ergenliğe girmesiyle şekillenmeye başlamaktadır ve onu
izleyen dönemlerde sürmektedir. Burada birey artık siyasal otoriteyi kişisel-
leştirme aşamasını geride bırakarak siyasal sistemi tüm kurum ve süreçleriy-
le algılamaktadır. Kısaca artık birey, otoriteyi kurumsallaştırmaktadır.
▪ Aile: Aile, çocuğu kuşatan ilk çevre olması ve hayatın önemli bir
kısmının bu çerçevede geçmesi nedeniyle önemli bir sosyalizasyon meka-
nizmasıdır. Ailenin çocuklar üzerindeki en belirgin etkisi, ebeveynin benim-
sediği değerler sistemini öğretmesidir. Çocukların yetişme dönemlerinde
bulunan diğer bireylerden yakın çevresinden etkilenmemesi düşünülemez.
Ailenin siyasal toplumsallaşma sürecine olan etkisi açıktır. Çünkü aile çocu-
ğun dış dünyaya açılan ilk penceresidir. Çocuk otorite ile ilk kontağını bura-
da sağlar. Yapılan araştırmalar ailelerin oy davranışı ile çocuklarının siyasal
davranışları arasında güçlü ilişkilerin olduğunu ortaya koymuştur. Aile üye-
leri bazı siyasi değerleri ve tutumları bilerek ve isteyerek çocuğuna aktarır-
larken bazen çocuklar da ev ortamında kendiliğinden siyaset ve onunla ilgili
konular hakkında aile bireylerinin davranışlarını izleyerek bilgi edinirler
(Türkkahraman, 2000).
70
▪ Arkadaş grubu : Bireyin siyasal tutumlarının özgül, ayrıntılı bir
yapı kazanmaya başladığı yaşlarda arkadaş grubunun etkisi belki de ailenin
etkisini aşan bir önem kazanmaya başlamaktadır. Aile içinde bireye
verilmeye çalışılan temel siyasal değerleri son derece güçlendirici bir etki
yapabilir hatta bireyi siyasal yaşam içinde karşılaşabileceği özgün
deneyimlere hazırlar. Arkadaş grubu siyasal yaşamdaki değişmelere bireyin
ayak uydurabilmesini sağlayan bilgi ve tutumlarla onu donatır. Bireyler
arasındaki duygusal bağ ne derece derin olursa birbirlerinden etkilenmeleri
de o derece kolay ve şiddetli olmaktadır (Kalaycıoğlu, 1984). Bireyin içinde
bulunduğu toplulukların siyasal amaçları bulunmamasına karşın siyasetle
olan dolaylı ve dolaysız boyutları bireyin siyasal toplumsallaşma sürecine
katkıda bulunur. Örneğin; demokratik toplumlarda işçiler için olmazsa olmaz
olan sendikalardaki arkadaşlar ve fikirlerin yüzyüze ve doğrudan aktarılması
neticesinde psikolojik olarak bir sosyal baskı oluşturabilen ve siyasi
fikirlerimizi değiştirebilen komşuluk ilişkileri bu kapsamda zikredile-bilir.
71
önemli bir kaynaktır. Medyanın dünyayı küçültmesi başka coğrafyalarda olup
biten siyasal olaylardan haberdar olmamıza yaramaktadır. Fakat med-yadan
alınan bilgiler, son tahlilde seçici ve yorumlanmış olmalarından dolayı
siyasallaşma sürecinde bireyin kendi rolünü pasifize etmesine yol açabilir.
Genel olarak bakıldığında medya ya süregelen yönelimleri değiştirmekte
yenilerini oluşturmakta ya da var olanları güçlendirmektedir. İletişim araş-
tırmalarının çoğu medyanın siyasal tutumlar üzerindeki etkisinin genellikle
statükoyu güçlendirme yönünde olduğu sonucuna varmışlardır (Sarıbay ve
Öğün, 1999).
Medya günümüzde yasama, yürütme ve yargı erklerinde sonra dör-
düncü kuvvet olarak adlandırılmaktadır. Medyada yer alan haberler yaşanan
olayların gerçekliğinin yeniden kurgulanmasıdır. Fakat buradaki önemli
nokta haber sunan medyanın hangi siyasal yelpazenin neresinde bulunduğu-
dur. Çünkü yeniden kurgulanan haberler medyanın sahip olduğu görüş açıla-
rına göre farklılık gösterecek ve farklı haber gündemleri işgal edecektir.
Son yıllarda, özellikle gençler arasında yaygın şekilde kullanılan in-
ternet ve özellikle “sosyal medya” bireyin siyasal toplumsallaşma sürecinde
azımsanamayacak derecede etkilidir. Ancak birey yüz yüze olmayan bu sa-
nal ortamdan katıldığı diyalog, etkinlik, organizasyon ya da bilgilenme süre-
cinde gittikçe bağımlı hale gelerek zamanının büyük bir kısmını internette ve
sosyal medyada geçirmektedir. Bu durum bireyin gerçek sosyal ortamdan
fiziki manada giderek kendini soyutlamasına ve aile, arkadaş grupları gibi
diğer toplumsallaşma faktörlerinden uzaklaşarak ironik bir şekilde içine ka-
panıp asosyalleşmesine neden olabilmektedir. Yeni/Sosyal Medyayı gele-
neksel medyadan ayıran temel özellik ilişkinin niteliği ile ilgilidir. Klasik
medyada tek taraflı bilgi aktarımı söz konusu iken “Yeni Medya” iki hatta
çok taraflı iletişime imkân tanımaktadır. Birey medyadan hem etkilenmekte,
hem de belli ölçüde etkilemektedir.
Özetle siyasal kültürün temelinde ana unsur olan siyasal sosyalizasyon
çocukluktan kalma değerler, eğitim, çevre, kitle haberleşme araçları (medya)
gibi faktörlerle netleşir ve nitelenir. Siyasal sosyalleşme siyasal kültürü
meydana getirir. Siyasal kültür ise kurumları ve kurumlar tekrar siyasal sos-
yalizasyonu etkiler, böylece siyasal kültür üzerinde değişim ortaya çıkar.
Bütün bu etki ve tepki ilişkileri ise siyasal davranışı meydana getirir (Türk-
kahraman, 2000). Şekil 2.1. bu ilişkileri açık bir şekilde ortaya koymaktadır.