You are on page 1of 29

NĐHAYET BĐTTĐ

(ENDLICH SCHLUSS)

Yazan: Peter Turrini

Çeviren: Sibel Arslan Yeşilay


Nihayet Bitti

(Sahne simsiyah ve bomboştur. Tepeden çıplak bir ampul sarkar.


Sahnenin bir köşesinde 55 yaşlarında bir adam durur. Elinde bir
tabanca vardır, tabancanın horozunu çeker ve şakağına dayar.)

ADAM: Şimdi bine kadar sayacağım ve kendimi öldüreceğim.


1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39

2
Nihayet Bitti

40
41
42
(Sessizlik. Güler.)
Bin olunca ateş edeceğim.
43
44
45
46
47
48
49
50
51
52
53
54
(Sayılar arasındaki boşluklar uzamaya başlar.)
55
56
57
58
59
60
61
62
63
(Gittikçe daha yavaş saymaya başlar.)
64
(Sessizlik.)
65
(Sessizlik.)
66
(Sessizlik.)
67
(Sessizlik)

Bine kadar saymak çok uzun sürecek. Kendimi öldüreceğim ana bu


şekilde ulaşamayacağım. Ölüme yaklaşmalıyım, acele etmeliyim.
(Tekrar hızlı saymaya başlar.)

68
69
70

3
Nihayet Bitti

71
72
73
74
75
76
77
78
79
80
Biraz atlayayım.
80
90
100
110
120
130
140
150
160
170
(Daha hızlı saymaya başlar.)
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
180
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
190

4
Nihayet Bitti

1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
200
(Güler)

Her zaman çok mutluyum. Her yerde saygı duyulur bana, her köşede
adım söylenir. Davetlere boğarlar. Her yerde bir şeyler beklenir benden.
Kapının önüne çıktığımda hayranlık dolu bakışlarla etrafımı sarar
komşular. Beni evlerine buyur etmeye çalışırlar. Bu çabalarını,
yapmam gereken önemli işlerimi öne sürerek savuştururum. Aceleyle
merdivenlere yönelince kapıcı tarafından sevgiyle kucaklanırım. Beni
mutfağına sokup en son pişirdiği yiyecekleri sunmaya çalışır. Büyük bir
çabayla ondan kurtulur ve sokağa çıkarım. Herkes tanır beni, herkes
selam verir, herkes sever. Hayat bana her şeyi verdi. Mesleğimin doruk
noktasındayım, Aşkta da her türlü mutluluğu yaşadım. Manzaraların
en güzeli serildi önüme. Bir sinema yönetmenin çekim yapabilmek için
uzun süre beklediği gündoğumları serildi önüme. En güzel kelimeler,
en iyi üsluplar, en ikna edici önermeler kendiliğindenmiş gibi çıkardı
ağzımdan ve kalemimden. Ben önemli bir insanım.
Yalnızca ölüm beni yere yıkabilir.
(Saymaya devam eder.)

201
202
203
204
205
206
207
208
209
210

Dramatik hastalıklar geçirdim, ama hiçbiri beni yenemedi. Büyük


insanların ölümcül hastalıklarına ilişkin kitaplar okudum. Kafka gibi
öksürdüm, birçok sanatoryuma telefon ettim ve kan kusmayı

5
Nihayet Bitti

bekledim. Bedenimde Nietzschevari bir cinsel hastalığın ipuçlarını


aradım, Hemingway gibi içtim, ard arda sigara içtim ve Puccini gibi
gırtlak kanserinden ölmeyi umdum. Büchner gibi tifüse yakalanmayı,
Ferdinand Raimund gibi ısırılmayı ya da en azından Alban Berg gibi bir
böcek ısırığından ölmeyi bekledim. Bu tehdit edici hastalıklarla
ailemle, dostlarımla, akrabalarımla yüz yüze geldim, ilgisizliklerini
farkedince, pek yakındaki cenaze törenime çağırdım onları. Herkese,
üzerinde gölgeler bulunan röntgen filmlerimi gönderdim. Ama ben
yakında gerçekleşecek olan ölümümü gözlerinin önüne serdikçe,
bütün hastalıklarım onların ve benim gözümde bütün önemini
kaybetti. Ben de kendimi öldürmeye karar verdim.

211
212
213
214
215
216
217
218
219
220
221
(Tabanca hala şakağına dayalıdır ve güler.)
222
223
224
225
226
227
228
229
230

Ölüm gitgide yaklaşıyor. Onunla ilk karşılaşmam, çocukluğumda,


dokuz yaşındayken gerçekleşmişti. Bir taşra hastanesinde kara bir
yerde yatmış, onu bekliyordum. Gelmediği zaman, düş kurmaya
başladım, yaşamı düşündüm. Ve bu yaşamı düşünme yöntemi bu güne
kadar sürdü. Kendimi her zaman güçlü hissediyordum, sanki dağları ve
okyanusları tehdit ediyormuşum gibi geliyordu bana, sanki Afrika’nın
balta girmemiş ormanlarında geziyor, derin denizlerin sırlarını
keşfediyordum. 17 yaşındayken kayakta dünya birincisi olmak
istiyordum, ama daha sonra bunun benim Papalık unvanı almamı
imkansızlaştıracağını düşündüğümden, vazgeçtim bundan. Kendimi

6
Nihayet Bitti

ünlü devrimcilerin yandaşı bir devrimci olarak görmeye başladım. Ama


ideolojik olarak kendimi sınırlamak istemiyordum. Banka soygunları
planladım, güney denizi kızlarıyla palmiyelerin altında dans ettim. Bir
katil olmayı istedim, interpol tarafından aranan bir katil, daha sonra
uluslararası bir barış savaşçısı rolünün daha dikkate değer olduğunu
anladım. Birbirlerine sarılmış çiftleri gördüğümde, en büyük aşık
olmayı istedim. Bir aşk ilişkisine girdiğimde kısa sürede kendimi
tutuklu gibi hissettim. Oynayan ve gülen çocuklar içimdeki çocuk
arzusunu uyandırdı. Karım ve ben bir erkek çocuğuna
kavuştuğumuzda, aile sorumluluğundan uzak kişilere gıpta ediyordum.
Kafamdan bombalı mektuplar yolluyor ve aynı zamanda suikastçı
olmayı istiyordum. Hepsi, ama hepsi gerçek dışıydı ve yalnızca
şakağımdaki şu tabanca gerçek.

(Saymaya devam eder, hızla)

1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
240
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
250
1
2
3
4
5
6

7
Nihayet Bitti

7
8
9
10
260
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
270
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
280
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
290
1
2
3
4
5
6

8
Nihayet Bitti

7
8
9
10
300

(Güler)

Ölüm bir oyuncudur, saklambaç oynayan bir oyuncu. Ne zaman onu


bulduğumu sansam, hep benden saklanır. Bir intihar girişiminden
sonra hastanede açmıştım gözümü, yoğun bakımda. Bir sürü borular
bağlanmıştı ve yüzümde nefes almam için bir alet vardı. Karım, o
zamanlar epey küçük olan oğlum ve şişman bir rahip girdi odaya.
Karım hıçkırıyor, oğlum ona sarılıyordu ve rahibin boynunda mor renkli
bir atkı vardı. Alnımı kutsal yağla ovuyor ve nefes alma aleti
kulaklarımı örttüğü için işitemediğim sözcükler söylüyordu. Her şeyi
daha iyi görüp işitebilmek için yüksekçe bir yere çıktım ve sahneyi
yukarıdan izledim. Rahip elimi tuttu- acelesi varmış gibi davranıyordu-
yağla ovdu ve Tanrı’nın beni tüm günahlarımdan arındırıp
kurtaracağını söyledi. Beni doğrultup sonsuz yaşama uğurlayacaktı.
Karım mendilini değiştirdi, oğlum monitördeki kalp atışlarının iniş
çıkışını izliyordu, rahip alnındaki teri sildi ve kutsal yağı çantasına
koydu. Karım eve gittiğinde ilk iş olarak mendilleri çamaşır
makinesine atar, diye düşündüm. Ve rahip hemşire odasının önünden
geçerken içeriye bakıp açık çikolata kutusundan birkaç çikolata alıp
bir sonraki yağlama ayini için koşturur. Çıktığım yükseltiden indim ve
yaşayan biri olmaya karar verdim.

(Güler ve saymaya devam eder)

301
302
303
304
305
306

(Şakağında tabanca, sayıların ritmiyle dans eder,)

307
308
309
310
Bir dans, baş döndürücü bir danstı.

9
Nihayet Bitti

311
312
313
314
315

Önemsiz bir gazetede serbest çalışan biri olarak başarısız varlığımı


bitirdim ve o andan itibaren dünyayı herkesin tanımladığı gibi
tanımlamaya başladım. Büyük bir günlük gazeteye makaleler yazdım.
Herkes akıldan dem vuruyorsa, akıldan dem vuruyordum ben de,
eleştirilmeye değer bulunan bir şey olduğunda hemen eleştiriyordum.
Askeri ihtilaflarda provokatörü, herkesin söylediği yere
yerleştiriyordum, devlet baskısına karşı konuşuyordum, işçilerin kitleler
halinde işten atılmasını ekonominin düzelmesinin tek çıkar yolu olarak
görüyordum. Dikkatlice de olsa bazı politikacılara sempati duyduğumu
belirtiyordum. Đşten atılan işçilerin çektiği sıkıntıyı dile getiriyor, bir
aylığımı göçmen yurtlarının kurulması için bağışlıyor ve eski bir
komünist ülkenin casusunu savunuyordum. Değişen fikir ve
tutumlarımı büyük bir tutku ve dil kullanımıyla ortaya koyuyordum. Bu
da beni bağımsız bir düşünür konumuna sokuyordu. Karımı aldatıyor,
yanımda öteki yatarken onu arayıp, biraz önce yanımdakine
söylediğim sözlerle karımın gönlün alıyordum. Bu olayı birçok defa
tekrarladım, karım nerede olduğumu bile anlamadı. Bu oyundan
sıkılınca, karıma bütün aşk maceralarımı anlattım, olmayanları da icat
ettim ve bütün ayrıntılarıyla anlattım. Tövbekarlıkla ve binbir dil
dökerek, kendi isteğimle yok ettiğim güvenini yeniden kazanmaya
çalıştım. Ona gerçek olduğunu söylüyordum, oysa söylediklerim
yalandı. O da bunlara katlanamayacağını ve çıldıracağını söylüyordu.
Ve ben etkileyici kelimelerle ona, deli olduğumu, hasta olduğumu ve
yardımına muhtaç olduğumu söyleyerek ikna etmeye çalışıyordum..
Bana yardımcı olmayı kabul ettiğinde benden nefret ediyordu, beni
oklarla yaralamaya çalışıyordu. Ve ben, ben kanayan kirpi,
gülümseyerek ona her zaman yaşayacağımı anlatıyordum. Oğlumla
birlikte evimizden ayrıldı, para istekleri ve avukatlarla peşimi
bırakmadı ve ben gazetedeki işimi sağlama aldım. Nerede kalmıştım,
hangi sayıda?
(Hızla ve heyecanla saymaya devam eder.)

321
322
323
324
325

10
Nihayet Bitti

326
327
328
329
330
(Güler.)

Gecelerin adamıydım, viskici. Espriliydim. Düşüncelerin ve insanların


üzerinden uçup gidiyordum. Bir kilise adamı yatılı öğrencisine tecavüz
ettiğinde galeyana geliyordu onlar, ben ise onu savunuyordum.
Herkes ergenlerin temizlikle pek ilgilenmediğini bilirdi. Hele böyle
yakın ilişkilerde. Birileri, genç insanların kamışçıklarını ve
mabadlarını temizlemek zorunda kalmış olabilirdi. Bu adam oğlancı
değil, hijyene önem veren biri olabilirdi. Güldüler. Bir redaksiyon
toplantısında meslektaşlarım tutukluları zehirleyen ve şu anda
Brezilya’da bulunan bir toplama kampı doktorundan nefretle söz
ettikleri zaman, doktoru anladığımı söyledim. Onun yaptıkları
hümanist bir eylem olarak değerlendirilebilirdi. Tutuklular taş
kırmaktan ve yorucu çalışmalardan iyice güçten düşmüş olmalıydılar,
ölüme çok yaklaşmışlardı ve zehir şırınga edilerek onlara yardım
edilmiş, böylece acılarından tamamen kurtulmuşlardı. Zaten ilaç
kıtlığı yüzünden ilaçlar yaralı Alman askerleri için kullanılmalıydı.
Sussunlar mı yoksa gülsünler mi bilemediler ve sonunda ikinci şıkta
karar kıldılar. Heryerde iktidarsız olduğumu anlatıyor ve redaksiyon
sekreterlerini şehvetli fantazilerimle kuşatıyordum. Bir Yahudi
sanayicinin doğum gününde konuşma yapmaya davet edildim ve
toplumumuzdaki sağ radikalizmin gittikçe güçlendiğini ve garip bir
çılgınlıkla insanların kendilerini ırkçı olarak gördüklerini anlattım.
Konuşmamı başlarını sallayarak dinlediler. Yalnız ırkçı nazilerden
daha kötüsünün ırkçı Yahudiler olduğunu söyledim. Korku dolu
gözlerle yüzüme bakakaldılar ve birden gülmeye başladılar. Güldüler,
güldüler. Bir kahkaha denizinin içinde boğuluyordum, ben de gülmeye
başladım. (Güler) Aklıma şehrin en yüksek kulesinden atlamak ve
düşüşümü fotoğrafla belgelemek geldi. (Güler )Sonra başkalarını
öldürmenin en iyisi olduğuna karar verdim. Redaksiyondaki
meslekdaşlarımı. Gazetenin beni hergün selamlayan kapıcısının
yüzüne vantilatörü bastıracaktım. Beni gazetenin terasına götüren
şef redaktöre elimle şehri gösterip hergün gazeteyi bekleyen
insanlarla yüzyüze gelmesini söyleyerek terastan aşağı atacaktım.
Akşamları beni makamına çağıran gazete sahibini evrak çantamda
gizlediğim bombayla yok ederek yönetimin yarısını halledecektim.

(Güler, bir hamle yapar ve 10 sayı atlayarak sayar)


340

11
Nihayet Bitti

(gene 10 sayı atlar)


350
(biraz daha atlar)

359
(büyük bir adım atar)
365
(Bİr hamle daha yapar ve biraz daha atlayarak sayar)
380
(büyük bir atlama daha)
400
(Sessizlik. Güçlükle soluk alır.)
Aslında kendini öldürmek hiç de o kadar kolay değil. Belediyenin
vatandaş hizmetleri servisini aradım ve ölüm hakkında bilgi istedim.
Bana ölü gömme müzesinin yöneticisini bağladılar. Bana telefonda
ölüm hakkında üçbinin üzerinde kitap bulunduğunu söyledi. Eğer
bunları okumaya vaktim yoksa ölüm müzesine grup gezileri
düzenlendiğini söyledi. Eğer biraz daha sempatik olsam tek kişilik bir
ziyaret bile mümkün olabilirdi. Cenaze işlemleri yapan bir firmaya
telefon ettim. Firmanın yöneticisi bana yaptıkları çalışmanın
katalogta indirimli çeşitlerini sunan tabut mobilyacıları gibi
olmadığını, cenazeye saygılı işlemler olduğunu söyledi. Ayrıntılar için
yüz yüze görüşmeliydik. Acaba ölen kişinin bir yakını mı oluyor
muşum? Kendi gerçeklik ölçülerim içinde kendimi öldürmeye
niyetlendiğimi, ama yakınlarıma iş çıkarmamak için herşeyi önceden
kendim halletmek istediğimi söyledim, telefonu yüzüme kapadı.

Aynı işi yapan bir başka firma mezar taşı ve tabutun sorun olmadığını,
asıl sorunun mezar yeri olduğunu söyledi. Eldeki mezarlardan çok
daha fazla sayıda ceset vardı. Mezarlıklarda fazla yer olmamasına
rağmen insanlar kendileri için büyük, anıtsal mezarlar istiyorlardı.
Ama bunun için eldeki mezar yerleri çok azdı. Bu tıpkı buzdolabı
olayına benziyordu. Buzdolabı üretmek ve satmak sorun değildi.
Ancak onu ortadan kaldırmak büyük bir sorun oluyordu.

(Sessizlik.)

Dünya neredeyse ölüler, buzdolapları ve yok edilmeyen elektronik


aletlerle doluydu. Cesetlerden, buzdolaplarından, tost makinelerinden
ve videolardan oluşan bir dağ. Ben bu dağın üzerinde oturuyordum.
Bir tost makinesi ya da bir televizyon anteni sonsuza dek yaşayan
kıçıma batıyor ve beni ölümsüzlüğe mahkum ediyordu. Kaçta
kalmıştım? Artık bilmiyorum. 400 müydü? 410 mu? 420 mi?

12
Nihayet Bitti

En iyisi ben yine 400’den başlayayım.

400
401
402
402
404
405
406
407
408
409
410
411
412
13
14
15
16
17
18
19
20
420
421
422
423
424
425
426
427
428
429
430

Müzenin yöneticisi bay Herberger müzeyi dolaştırdı. Bay Herberg bana


heryeri gezdirdi, bütün tabutları gösterdi. Her zaman kapalı yerlerden
korkmuşumdur. Tiyatroda, sinemada hep en kenarda otururum, çıkış
kapısına bakarım, her zaman oradan çıkmaya hazır vaziyette. Ne tür
bir tabutta yatacağım hiç önemli değil, eski model mi, yoksa yeni mi,
çinko mu, bakır mı, ya da ahşap mı. Ben hepsinin da bana dar
gelmesinden korkuyorum. Tabutun kapağı göğsüme ağırlık yapacak.
Nefesim sıkışacak başım kıpkırmızı olacak gözlerim yuvalarından
fırlayacak ve damarlarım şişecek. “Đmdat” diyebilmem için ağzımdan

13
Nihayet Bitti

çıkacak her harf bu baskının altında boğulacak. Kendimi


yaktıracaktım. Öteki türlüsü de nasıl olsa çok sıcak olacaktı.
(Sessizlik. Tabancayı yeniden şakağına dayar ve sayar.)
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
440

En kötüsü de dişlerden olmak. Onlar yerinden olunca herşey yerinden


çıkacak. Herkes dişlerine bakar insanın. Hatta bakışlarını bilinçli
olarak başka yerlere, örneğin alna ya da başka bir yere yöneltenler
bile hep dişleri düşünürler. Đnsan böylece kendini normal hisseder ve
diğerlerinin de aynı durumda olup olmadığına bakar. Bu da
genelevlerin kırmızı fenerli sokağına götürür. Orospular müşterilerinin
kusurlarıyla ilgilenmez. Orospular muhteşem yaratıklardır, hoş geldin
derler, ellerini kalçanın üzerine koyarlar ve ağızlarını bacakarana
yaklaştırırlar, seni isterler ve dünyadaki hiç bir çirkinlik onları bu
eylemden alıkoymaz. Hiç bir şey onları yıldırmazkaçırmaz. Sana bütün
kapıları açarlar, ön, arka, alt ve üst kapıyı. Sen hep daha geniş
mekanlar istersin, herşey serbesttir. Ne senin söylediğin önemlidir, ne
de onun söylediği, hiç bir kelimenin önemi yoktur. Bir süre psikiyatri
kliniğine gitmiştim. Ama orada hep soru soruyorlardı.

441
442
443
444
445
446
447
448
449
450

(Sessizlik)

14
Nihayet Bitti

Ölümümden sonra savcı psikiyatristten rapor isteyecektir.


Bu raporda da sürekli olarak intihar tehditlerimle karım ve oğlumla
görüşmek istediğim yer alacaktır. Bunların bir kelimesi bile doğru
değil. Oğlum bir nankör, karımsa paragöz cadalozum biri.
Doktorlara hep travmatik çocukluk anılarımdan söz etmiştim,
annemle babamı sevişirken izlediğimden, çocuklarını kan içinde
kalana kadar döven çiftçiden, beni kurbağayı şişirmek için karnına
çöp sokmaya zorlayan komşu çocuklarından, yatılı okul yıllarımda
arkadaşlarım tarafından alay konusu olmamdan.
Aslında hiç yatılı okumamıştım ve kötü bir çocuklu geçirmemiştim.
Gerçekte herşey bir resim kadar güzeldi.
Çocuklar avluda oynar, büyükbabam pipo içer, babam atı ahıra
sokardı. Onlara şehirdeki hayatımı anlatırdım.
Kaldığım rutubetli odayı ve sadist oda arkadaşlarımı. Evliliğimi en
ince ayrıntılarına kadar anlatırdım ki psikiyatrik fantazilerinden zevk
alabilsinler. Kafalarını karıştırırdım.
Acaba trajik çocukluğum yüzümden mi kendimi öldürecektim?
Karım yüzünden mi? Doris, Đnge ya da Beate yüzünden mi? Neden
hep bir kadın yüzünden olsun ki? BĐr nehir ya da dağ yüzünden
olamaz mı? Tuna nehri yüzünden bu hale gelmiş olamaz mıydım?
Bine kadar sayıp ateş edeceğim ve sebepsiz yere öleceğim.
(Sessizlik.)

451
452
453
454
455

(Sessizlik.)

Sessizlik. Sessizlik.

(Sessizlik. )

Önemli bir gazetenin genel yayın yönetmenliğine kadar yükseldim.


Uluslararası anlaşmazlıkların nedenleri üzerine bir kitap yazdım.

15
Nihayet Bitti

Sürekli sempozyumlara çağrıldım ve politik sorumlular önerilerde


bulunmamı istedi benden.

(Sessizlik.)

456
457
458
459
460

(Uzun sessizlik)

Konuştuklarım düşündüklerim bana yabancı gelmeye başladı.


Kendim bana yabancı gelmeye başladı. Birinin konuştuğunu
duyuyordum, birinin yazdığını görüyordum, birinin, yani kendimin,
uyanmasını, traş olmasını, yemek yemesini, araba kullanmasını
izliyordum. Ve buna rağmen benim uyanan, yemek yiyen, traş olan
yürüyen konuşan bir başkası olmam beni rahatsız etmiyordu. Bu
başkasının uyanması, konuşması, yemek yemesi, yazması bende hep
acıma duygusu uyandırdı. Beni hiç ilgilendirmeyen şeyleri ondan
duymak zorundaydım, ajanslardan benimle ilgili olmayan haberleri
seçiyor, benim hiç hoşlanmadığım ve çok pahalı bulduğum lokallerde
yemek yiyor, benim bakmaya bile iğrendiğim bir sekreteri öpüyordu.
Bütün bu yaptıklarıyla beni yoruyor, güçten düşürüyordu. Ondan
uzaklaşmaya, kaçmaya karar verdim. O sabah kalktığında ben
yatağın kenarında oturuyordum, o traş kremini yüzüne sürerken ben
yüzümü yıkıyordum. Redaksiyonda anlamadığım ve gülünç
açıklamalarını yaparken kafamı sallıyordum, telefonda sürekli
karısıyla kavga ederken telefonun fişini çekiyordum.
Kısacası: o gitmek istediğinde ben duruyordum, konuşmak
istediğinde susuyor, çalışmak istediğinde parmağımı bile
oynatmıyordum.
Ondan tamamen uzaklaşmak için evde kalıyor, yataktan çıkmıyor ve
onun sevmediği şeyleri yiyordum. Şef redaktörü bana mektuplar
yolluyor, telefon bombardımanına tutuyordu beni. Bir kliniğe yatmamı
önermişti ve ben ona kişileri karıştırdığını söylemiştim.
Đki editörle birlikte evime internet bağlantılı bilgisayar getirtmiş ve
yazmaya çalışmamı yoksa bir hiç olacağımı söylemişti.
Đlk zamanlar bilgisayara elimi bile sürmemiştim. Bilgisayar başında
çalışan diğer insanların evime gireceğini ve huzurumu bozacağını
düşünerek korkmuştum. Zamanla bu düşünceden vazgeçtim.
Bilgisayarın başına geçtim Los Angeles Times’in son sayısını buldum

16
Nihayet Bitti

ve bana anlamsız gelen bir yazıyı yazıcıdan çıkarttım, almancaya


çevirdim ve yayın koordinatörüne faksladım.
Hemen bana bir faks çekti. Aramıza hoşgeldin diyor, yazımın
kalitesini övüyor ve evimde yazıp yazı işlerine fakslayabileceğimi
söylüyordu. Bu faaliyet tek eğlencem olmuştu.
Los Angeles Times’ten çeşitli yazıları çevirip gazeteye fakslıyordum.
Birgün yayın koordinatörü telefon etti: Peru’daki bir Maocu örgütün
liderinin adını bir Kübalı devrimcininkiyle karıştırmıştım ve benden
doğru isimleri istiyordu. Bu sorun beni hiç ilgilendirmemesine
rağmen, ona gerçeği, bütün yazılarımın Los Angeles Times’tan kopya
olduğunu açıkladım. Ve bu sorun için o gazeteye başvurmasını
söyledim. Bunun üzerine gazete dünyasıyla ilgim kesildi ve huzurlu
hayatıma döndüm yeniden.

(Sessizlik.)
Nerede kalmıştım? Hatırlamıyorum. Kaçta kalmıştım? 430 mu ? 440
mı? 450? 460? 470? Yazılı kelimelerden nefret ediyorum.
Gazetelerden, kitaplardan, basılı herşeyden. Gençliğimde yazdığım
şiirleri, öyküleri hepsini yaktım.
Bütün yazılarımı, kitabımı, köşe yazılarımı hepsini yok ettim.
Yazdığım herşey beni diğer insanlara, onların okumaya hazır
oluşlarına, düşüncelerine, yargılarına zincirledi. Diğerlerinden
okuduklarımsa beni çaresizliğe itti.
Bunun dışında bir fikir sahibi olmalıydım, her önemli yapıtı bilmeli,
her yeni yayından haberim olmalıydı, her önemli gazeteyi okumalı,
her yazıyı olumlu ya da olumsuz değerlendirmeliydim.
Dünyaya yönelttiğim her kelime ve dünyadan aldığım her kelime beni
bir cezaevine, bir zindana sokuyordu. Şimdi bir tek sessizlik
ilgilendiriyor beni.
Herşeyi, kitapları, gazeteleri çöp torbalarına doldurdum.
Dış dünyadan gelen gürültülere engel olmak için pencerelerin
kenarlarını tıkadım, ama bu umduğum etkiyi yaratmadı.
Ses geçirmez camlardan taktırdım ve kalın kadife perdeler örttüm.
Gerçi gene biraz gürültü, trafik gürültüsü, insan sesi ve kuş cıvıltısı
geliyor uzaktan, ama sessizlik arzuma kavuşmuş değilim hala.
Kendimi dış dünyaya ne kadar kapatmaya çalışsam, dış dünya bana
o kadar çok yaklaşıyor. Sürekli kulak kabartıyordum, işitilebilecek her
sesi pusuda bekliyor, azıcık bir ses duyar duymaz kulaklarım
uğuldamaya başlıyordu, en uzaktaki kuş sesi bana dev bir kuş
sürüsünün kanat çırpışı gibi geliyordu, bir tek arabanın fren sesi
kulaklarımda tam bir karambole dönüşüyordu, bir çocuğunun
bağırtısı bütün bir anaokulunun çığlığı olup çıkıyordu.
Perdelerin üzerine ve duvarlara siyah örtüler örtüyorum, kapkara bir
mekan elde edeyim diye.

17
Nihayet Bitti

Pencerenin hangi yanda olduğunu unutup bir sonraki gürültüyü


beklememek için her tarafı siyah örtülerle kapladım. Ama gürültü
kafamda oluşuyor. Artık gürültünün kafamın içinden mi, yoksa
dışardan mı geldiğini ayırt edemiyorum.
Sessizlik ve huzur arayan kafam, hayatımın bütün gürültülerini
hatırlıyor, çağırıyor ve tekrarlıyor. Bütün elektronik aletleri
kapatıyorum, kendime bol bol astronot yemeği gibi yiyecekler
ısmarlıyorum ki, pizzacılar kapımı aşındırmasın.
Postacıya, bana gelen bütün mektupları çöpe atsın diye para verdim.
Bunu kabul etmedi, onu para konusunda ikna etmeliyim.
Hala gelen mektupları kapının deliğinde içeri atıyor, evde
kımıldayacak yer kalmadı. Tabii ki bilgisayarı, saati, televizyonu,
telefonu ve saatin pillerini antreye attım.
Saatlerce sinek avladım, başaramadım. Kendi adımlarımın sesinden
kaçındım, nefesimi tuttum ve ancak bayılmak üzereyken bıraktım.
Artık hareket etmiyor, neredeyse nefes almıyordum. Ve her ne kadar
gürültünün ve seslerin hatıraları azalmış olsa da, başka bir hatıra
çıkageldi:
Bunlar hayatımda herhangi bir zaman söylediğim, okuduğum,
yazdığım veya duyduğum kelimeler, kelime kırıntıları, cümleler ve
cümle parçalarıydı. Hiç bir şey ne tematik, ne mantıki ne de
kronolojik bir anlam taşıyordu. Republika Sparska kelimelerini
yumurtalı makarna zorluyordu, tek tek cümle parçalarıyla politik
konuşmaların arasına karımın bana yıllar önce sorduğu bir soru
giriyordu.
Đncil’den bir alıntıya tüm toplulukları eğlendirebileceğim fıkralar
karışıyordu. Hava durumunun klişe cümleleri kafamda okulda
ezberlediğim bir şiirin mısralarıyla karışıyordu.
Ve bir yazım için incelediğim Münih antlaşması metni aralıksız olarak
bir veda konuşmasının kelimeleriyle karışıyordu.
Başlıklarda kullandığım cümleler oğlumun şikayetçi sesine
karışıyordu. Kullandığım Sevgi ve şefkat kelimeleri haber
spikerlerinin ağızlarından dökülüyordu.

18
Nihayet Bitti

Ve ölmek istiyorum cümlesi bir marş müziğinin tınıları arasında


eriyordu. Evde bulduğum bütün notları, ajandaları, mektupları, bütün
karneleri, bütün belgeleri, yazılı ve basılmış olan herşeyi yırttım.
Bütün kağıt parçalarını antredeki çöp yığınına attım. Antreye çıkan
bütün odaları kilitledim, anahtarları kapıların altından attım. Ve
kendim için bende olan nihai sessizliği bekledim. Ancak kelimeler ve
kelime kırıntıları, cümleler ve cümle parçacıkları antreden dışarı
çıktılar. Kitaplardan ve gazetelerden, mektuplardan ve belgelerden,
başlıklardan ve anılardan, kapıların altını zorlayıp geçerek ta
beynimin içine girdiler. Đntihar için yürütülen bütün teoriler yanlıştır.
Bütün olay huzura kavuşmaktır. Huzura kavuşmak için. (Sessizlik)
Saymaya devam etmeliyim. Sadece saymaya.

480
481
482
483
484
485
485
487
488
489
490
491
492
493
494
495
496
497
498
499
(Sessizlik)
500
(Sessizlik)
Ölüm yarılandı. Ölümün yarı yoluna vardım.
(Sessizlik)
Đnsan yarı yolda teçhizatlarını kontrol etmeli.
(Yere oturur ve silahına bakar. Silahı parçalarına ayırır. Ve parçaları
tek tek yere koyar.)
Bu 624 Smith Wesson. 624 modeller 44 kalibredir. Bu özel
hazırlanmış kurşunlarla dolduruldu. Bu tabancalarla ateş etmek çok
kolay ve çok iyi sonuç verir. Her mesafeden atılan kurşunlar 16 veya

19
Nihayet Bitti

17 milimetrelik delik açar. Bu, onun kısa namlusuna göre elde edilen
en memnuniyet verici özelliktir.
( Sessizlik. Parçalara tek tek bakar. )
Bütün ölüm çeşitlerini düşündüm ve hiç birini beğenmedim. Camdan
atlamak bana çok güvensiz geldi, sağ kalabilir ve sakatlanabilirdim.
Havagazı şirketi havagazındaki zehri arındırdığı
için gazla ölüm zaten söz konusu değil. Hapları zaten yutmuştum, bir
işe yaramamıştı. Arabayla bir duvara çarpmaya kalksaydım, ancak bu
da kaza istatistiğini yükseltir ve benim ölümümdeki özelliği
gölgelerdi. Kendimi asmayı da çok alışılagelmiş buluyorum.
Kendimi yakmayı da pek dokunaklı. Ayrıca insan yanma esnasında
çok bağırıyor. En akla yatkını kafaya bir kurşun. Büyük bir patlama ve
ondan sonra sessizlik.
(Kapının zili çalar. Ancak yüzünü siyah duvara dönüp bakar ve
saymaya devam eder.)

501
502
503
504
505
506
507

(Zil gene çalar.)

508
509
510
511
512
513
514
515
516
517
518
519
(Zil gene çalar)
520
521
522
523
(Sessizlik. Duvara bakar ve kulak kesilir..)

20
Nihayet Bitti

524
525
526
527
528

( Saymayı bırakır ve kulak kesilir. Uzun sessizlik.) Devamlı olarak


penceremin önündeki ağaca bakardım. Kışın cansızlaşır, ben de
ikimiz beraber öldüğümüz için mutlu olurum. Đlkbaharda
tomurcuklanır ve ben onunla birlikte canlanmaya çalışırım. Yazın uzar
gider, ben de onunla bu duyguyu paylaşırım. Bizler uzuyor, uzuyoruz,
yapraklar ve meyvalarla kaplanıyor ve ölümsüzlüğü yakalıyoruz. Bir
güz rüzgarı, soğuk bir gece, bir fırtın , herşey yere düşüyor ve ben
yerde yatıyorum. Çiğneneceğim ve beni çöpe atacaklar. (Sessizlik.)
Her ağaç bir tuzak. Elli yıldan fazladır aldatılıyorum. Seni ısıtan ve
sonra senden ayrılan her el bir vahşettir. Her iyi dilek, sana gösterilen
her ilgi, senin arkandan konuşulmasını sağlar. Sana yönelen her
bakış aslında başkalarını arar. Her gülümseyiş sonunda yalnız
kalacağın bir zindana davettir. Seni çağıran her ses bir yalandır.

(Saymaya yavaş yavaş ve güçlükle devam eder, ve hep kara duvara


bakar.)
528
529
530
531
532
533
(Sessizlik)
534
(Sessizlik)
535
(Sessizlik. Birden sıçrar, sağdaki siyah duvarın önünde durur, eliyle
ağzını kapatır ve bağırır)
600
(Kulak kabartır. Arkadaki kara duvarın önünde durur ve bağırır.)
700
(Kulak kabartır. Soldaki kara duvarın önünde durur ve bağırır)
800
(Düşsel dördüncü duvarın önünde durur ve izleyiciye doğru bağırır)
900
(Uzun sessizlik. Yeniden yere oturur ve tabancayı tekrar eski haline
getirir. Namluyu şakağına dayar.)
901

21
Nihayet Bitti

902
903
904
905
906
907
908
909
910
911
(Elleri titremeye başlar. Ağlamaklı sesler çıkarır)
912
913
914
915
916
917
918
919
920
921

(Sessizlik. Birden yerinden fırlar ve sağ taraftaki duvarın üzerindeki


siyah örtüyü yırtar. Antreye açılan bir kapı ortaya çıkar. Bütün
gücüyle kapıyı kırmaya çalışır. Başaramaz .Tabancanın namlusunu
kapının deliğine sokar ve kapıyı kırar. Antrede plastik kaplar ve çeşitli
eşyalardan oluşan bir yığın görünür. Birkaç torbayı odaya taşır.
Antrenin kapısını kapatır., çuvalları açar ve içindekileri boşaltır. Yerde
bir yığın oluşur. Bu yığının üzerine yatar, silahı şakağına dayar ve
saymaya devam eder.)

922
923
924
925
926
927
928
929
930
931

(Sessizlik. Yığından bir kayak ayakkabısı alır, inceler ve saymaya


devam eder.)

22
Nihayet Bitti

932
933
934
935

(Kayak ayakkabısını yeniden yerine atar, bir mektup kümesini alır,


inceler)

936
937
938
(Mektupları atar ve yığının içinden bir oyuncak araba çıkarır)
939
(Onu da atar, bir mikser, bir kupa, bir gömlek, bir atlas, bir saat alır
yığından, inceler, sayar ve atar)

940
941
942
943
945
946
947
948
949
950

(Sessizlik. Yığını karıştırır ve bir resim bulur. Yere oturur, resmi önüne
koyar ve inceler. Resmin arkası görünür. Sessizlik.)

Yakınlığını özledim her zaman. Posta kutusunda hep senden bir iz


aradım. Ama teneke kutular hep boştu ve boş kaldılar. Sanki teneke
kutu bana senden bir haber verebilirmiş gibi elimi sokup karıştırdım,
ancak elimin sesini duydum. Hayatım boyunca bana gelen bütün
mektuplar, en önemlileri bile üstünde adın yazılı olmadığı için benim
için hiç bir anlam taşımıyordu. Her sevinç nidam senin sesin olmadığı
için çığlığa dönüşüyordu. Bana hayranlıkla bakan her göz ölü gibiydi,
çünkü sen değildin bana bakan.

(Yığını karıştırır, bir kibrit bulur ve resmi yakar. Resim yavaş yavaş
yanar.)

23
Nihayet Bitti

Yan yana yürürdük, çayırdaki otlar rüzgarla oynaşırdı ve sanki


adımlarımız toprağa değmezdi. Bizim yürüyüşümüz yan yana uçuş
gibiydi. Karşılıklı oturur, nefes alır ve birbirimize bakardık. Ellerim
karşımda duran yüzünü kavrardı, sen yokken bile. Sensiz yürüdüğüm
yerlerde geçmiş yüzyılların resimleri, kıyısında yalnız durduğum
ovaları yansıtırdı. Bir dolabın kapısında bile yüzünü görüyordum. Ve
karanlıkta, karanlıkta gözümün önündeydi yüzün.

(Yanmış resmin küllerini alıp yüzüne sürer .Sessizlik. Ayağa kalkar,


birkaç eşyayı yana iter ve yığının ortasına oturur Tam çıplak
ampulün parlak ışığı altındadır ve saymaya devam eder.)

951
952
953
954
955
956
957
958
959
960
961
962
963
964
965
966
967
968
969
970

(Sessizlik. Uzun sessizlik.)


Bir daha baştan başlayayım.
(Ayağa kalkar, ampulü çevirip söndürür yeninden eşyaların yanına
oturur. Sahne tamamıyla karanlıktır. Yalnızca sesi duyulur.)

1
2
3
4
5
6

24
Nihayet Bitti

7
8
9

(Sessizlik. Bir çocuk şarkısı mırıldanır. Birden bir patlama sesi


duyulur. Sol elindeki örtünün deliğinden üzerine bir ışık düşer.
Dışardan insan sesleri, trafik gürültüsü kuş cıvıltıları duyulur. Silahı
tutan eli pencereye yönelir. Namluyu tekrar şakağına dayar ve
saymaya devam eder. Yer yer pencereden gelen gürültüyle saydıkları
pek duyulmaz, yer yer de gürültü kesilir yalnızca saydıkları duyulur.)

971
972
973
974
975
976
977
978
979
980
981
982
983
984
985
986
987
988
989
990
Epeyce uğraşıp bine yaklaşmayı başardım, ama sorun şu: acaba bu
duruma uygun giyindim mi? Üzerimdeki kıyafet böyle bir durum için
fazla sakil durmuyor mu? Bu gömlek fazla mı spor? Acaba bu
ayakkabıları çıkarıp daha şık bir çift mi giysem? Önce traş olsam mı,
yoksa bu da cenaze levazımatçılarının hizmetleri arasında mı?
Herşeyi düşünmüştüm, ama şu anda bir sürü şey geliyor aklıma.
Peki ya ateş ederken isabet ettiremeyip de ölmezsem, hepsi boşa
giderse? Acaba önce bir tuvalete gitsem mi?

991
992
993
994

25
Nihayet Bitti

995
996
997
(Sessizlik. Dışardan gürültüler gelir.)
998
(Sessizlik. Dışardan gürültüler gelir.)

999
(Sessizlik. Dışardan gürültüler gelir.)
Keşke başka bir yerde olsaydım.
(Sessizlik. Dışardan gürültüler gelir.)
1000 Nihayet bitti.
(Ateş eder ve yığının içine düşer. Dışardan gürültüler gelir. Yavaş
yavaş sessizlik ve kararır.)

SON

PETER TURRĐNĐ VE OYUN HAKKINDA

Avusturyalı yazar Peter Turrini, Avusturya’nın vicdanın sesi olduğunu


yazdığı oyunlarla ortaya koyar. Ezilenlerin güçlü sesidir o. Toplumsal
eleştiri içeren oyunlarında dünyadaki şiddeti ve bu şiddetin
kurbanlarını ele alır. Her kavgada tavrını güçsüzden yana koyan bir
yazardır Turrini. “Şimdi 1000 ‘e kadar sayıp kendimi öldüreceğim” .
Oyunun bu ilk cümlesi tüm oyunu açıklar. Karşımızda kendini
öldürmeye kararlı bir şekilde elinde silahla duran bu kişi, şanssız,
bahtsız biri değil, çok ünlü ve başarılı bir gazetecidir. Yaşamı
boyunca her istediğini elde etmiş, mutlu bir yaşam sürmekte olan
bir kişidir. Sözcüklerle, söylemlerle oyun oynayan, her konuda
sürekli fikir değiştiren yıldız bir gazeteci intihar etmek, yaşamına son
vermek ister. Konuşması bir gazete makalesi gibi kısa ve kolayca
anlaşılır niteliktedir. Kahramanımız ahlak timsali bir kahraman
değil, yetenekli bir dönme uzmanıdır.,her türlü fikrinden kolayca
dönüp tam tersini büyük söz ustalıklarıyla başaran biridir. Artık uzun
süredir başarıyla kulaç attığı şaşaalı sözcükler denizinden sıkılmış,
sonsuza dek çenesini kapamaya karar vermiştir. Turrini’ye
sözlerdeki gerçek yok olduğu için oyunun kahramanı gerçeği kendi
ölümünde aramaktadır.PETER TURRINI (1944)Viyana’da yazarlığa
başlamadan önce çeşitli işlerde çalışan Peter Turrini’nin yapıtlarında
Avusturyalı avangart sanatçıların halka dönük diyalekt tiyatrosu
yaratma çabası göze çarpar. Turrini’ni oyunlarında fantaziyle

26
Nihayet Bitti

simgesel gerçekçiliğin bütünleştiği görülür. Oyunlarının ana teması


modern toplumda insanların yaşama isteksizliği ve sapkınlıklarıdır.

“NĐHAYET BĐTTĐ” oyunu ilk kez Viyana’da Burgtheater’da Claus


Peymann’ın rejisiyle 1997 yılında sahnelendi.

Peter Turrini

Avusturyalı oyun yazarı. 1963’te Klagenfurt’ta öğrenim gördü,


1971’e kadar çeşitli işlerde çalıştı. Viyana’da serbest yazar olarak
çalışmalarını sürdürmektedir.
Gününün ahlak değerlerine saldırarak toplum eleştirisi yapan bir
yazardır Turrini. Tiyatro metinlerinin yanı sıra televizyon dizi
senaryoları, roman ve şiir çalışmaları da bulunan Peter Turrini
günümüz Avusturya tiyatrosunun en önemli yazarları arasındadır.
Toplumsal eleştiriye dayalı ve saldırgan biçemli oyunlarında ,
özellikle tüketim toplumunun yozluğunu, küçük burjuva
konformizmini ve zamanın gerisinde kalmış ahlak anlayışlarını
hedef alır. Đrkiltici, ürkünç sahnelerle keskin bir dilin biçimlediği
‘saldırgan şok dramaturjisi’ olarak tanımlanır Turrini’nin oyunları.
Gençlik döneminde uzun süre ambar ve maden işçiliği yapmış olan
yazarın 1988’de yazdığı “Verimsizler” (Die Minderleister) oyunu
türkçeye çevrilerek Yapı kredi Yayınları Yaşayan Drama Dizisi’nde
yayımlandı. Tutucu çevrelerin sert karşı çıkış ve eleştirilerine hedef
olan oyunları arasında yer alan “Verimsizler”, yazarın tüketim
toplumunu tam anlamıyla topa tutan sarsıcı eleştiri anlayışının en
belirgin örnekleri arasında yer alır.
Đlk kez 1997 yılında Viyana Burg Tiyatrosu’nda Claus Peymann
tarafından sahnelenen “Nihayet Bitti” (Endlich Schluss) oyunun
kahramanı “Şimdi bine kadar sayacağım ve kendimi öldüreceğim”
der. Oyunun bu ilk cümlesi, oyunun ipuçlarını verir. Karşımızda
elinde silahla duran, kendini öldürmeye kararlı bu kişi, şanssız,
bahtsız biri değil, aksine çok ünlü ve başarılı bir gazetecidir. Yaşamı
boyunca her istediğini elde etmiş, mutlu bir hayatı olan bir bireydir.
Sözcüklerle, söylemlerle oyun oynayan, her konuda, işine yarayacak
şekilde sürekli fikir değiştiren yıldız gazeteci intihar etmek ister.
Konuşması bir gazete makalesi gibi kısa ve kolay anlaşılır
niteliktedir. Ahlak timsali bir kahraman değil, yetenekli bir döneklik

27
Nihayet Bitti

uzmanıdır. Her türlü fikrinden kolayca cayıp tam tersini de büyük bir
ustalıkla savunabilmektedir. Artık uzun süredir başarıyla kulaç attığı
şaşaalı sözcükler denizinden sıkılmış, sonsuza dek çenesini
kapamaya karar vermiştir. Sözlerdeki gerçek yok olduğu için
kahramanımız gerçeği kendi ölümünde aramaktadır.

Türkiye’de bugüne dek Turrini’nin hiçbir oyunu (profesyonel olarak)


sahnelenmedi.

28
Nihayet Bitti

29

You might also like