Professional Documents
Culture Documents
Pdf24 Merged
Pdf24 Merged
EDİTÖRLER : Prof. Dr. Mehmet Emin ÖZAFŞAR SON OKUMA : Prof. Dr. Mehmet Emin ÖZAFŞAR
Prof. Dr. İsmail Hakkı ÜNAL Dr. Mahmut DEMİR
Prof. Dr. Yavuz ÜNAL Elif ERDEM
Prof. Dr. Bünyamin ERUL Hale ÇERÇİBAŞI
Prof. Dr. Huriye MARTI Kenan ORAL
Dr. Mahmut DEMİR Rukiye AYDOĞDU
Salih ŞENGEZER
REDAKSİYON HEYETİ : Prof. Dr. Huriye MARTI Yusuf TÜRKER
Prof. Dr. Abdurrahman CANDAN
Doç. Dr. Zişan TÜRCAN Genel Koordinatör : Prof. Dr. Huriye MARTI
Dr. Öğr. Üy. Mehmet HARMANCI Yayın Yönetmeni : Dr. Fatih KURT
Dr. Öğr. Üy. Mahmut Esad ERKAYA Koordinasyon : Bünyamin KAHRAMAN
Dr. Öğr. Üy. Suat KOCA Tasarım : tavoos
Dr. Mahmut DEMİR Baskı Hazırlık : Emre YILDIZ
Dr. Muhammet Ali ASAR Baskı Kontrol : Hasan ÖZTÜRK
Dr. Saliha TÜRCAN Baskı ve Cilt : Çağlayan Matbaası
Ali ÇİMEN (0232) 274 22 15
Elif ERDEM Baskı: : 5. Baskı, İzmir 2019
Esma ÜRKMEZ DİYK Kararı : 12.07.2011/49
Hale ÇERÇİBAŞI 2019-35-Y-0003-985
Kenan ORAL ISBN 978-975-19-5998-0 (takım)
Rukiye AYDOĞDU ISBN 978-975-19-5999-7 (1. cilt)
Salih ŞENGEZER Sertifika No: 12930
Yıldıray KAPLAN
Yusuf TÜRKER
© T.C. Diyanet İşleri Başkanlığı
0 MUKADDİME
049 |0 I. KAVRAMSAL ÇERÇEVE
061 |0 II. HADİS TARİHİ
095 |0 III. HADİS ve SÜNNETİN ANLAŞILMASINDA TEMEL İLKELER
095 |0 A. HADİSİN ANLAŞILMASI
129 |0 B. SÜNNETİN ANLAŞILMASI
140 |0 IV. KONULU HADİS PROJESİ
GİRİŞ
159 |0 İSTİÂZE
0 ÂLEMLERİN RABBİNE SIĞINMAK
173 |0 BESMELE
0 HER HAYRIN ANAHTARI
183 |0 HAMDELE
0 HER TÜRLÜ ÖVGÜ, ÂLEMLERİN RABBİNE ÖZGÜ
193 |0 SALVELE
0 YÜCE RESÛL’E SALÂT ve SELÂM
I. BÖLÜM
ALLAH, ÂLEM, İNSAN ve DİN
205 |0 ALLAH
0 ÂLEMLERİN RABBİ
217 |0 ALLAH’IN İSİM ve SIFATLARI
0 EN GÜZEL İSİMLER O’NUN
231 |0 YARATILIŞ
0 YOKLUKTAN VARLIĞA
243 |0 MELEKLER
0 ÂLEMLERİN NURDAN VARLIKLARI
255 |0 CİNLER
0 ALLAH’IN GÖRÜNMEYEN KULLARI
267 |0 ŞEYTAN
0 İNSANIN EZELÎ DÜŞMANI
281 |0 İNSAN
0 MÜKERREM VARLIK
291 |0 RUH
0 HAYAT İKSİRİ
301 |0 NEFİS
0 İYİ ve KÖTÜNÜN MÜCADELE ALANI
311 |0 GÜNEŞ, AY ve YILDIZLAR
0 GÖKYÜZÜNÜN KANDİLLERİ
323 |0 ZAMAN
0 VARLIĞIN NABZI
337 |0 DÜNYA
0 ÂHİRETİN TARLASI
345 |0 UBUDİYET
0 ALLAH’A KUL OLMAK
355 |0 DİN
0 İLÂHÎ KILAVUZ
II. BÖLÜM
BİLGİ
371 |0 BİLGİ
0 İLİM İLİM BİLMEKTİR
385 |0 VAHİY
0 ALLAH’IN EZELÎ ve EBEDÎ SÖZÜ
399 |0 TEFSİR ve TEVİL
0 VAHYİ ANLAMA ÇABASI
411 |0 SÜNNET
0 NEBEVÎ KILAVUZ
425 |0 FIKIH ve İCTİHAD
0 DERİN KAVRAYIŞ, HAKİKATİ ARAYIŞ
439 |0 BİLGİ AHLÂKI
0 ÂLİMİN İLİMLE SINAVI
453 |0 FERASET
0 ALLAH’IN NURUYLA BAKMAK
463 |0 RÜYA
0 UYKUDAKİ ÂLEM
III. BÖLÜM
İMAN
475 |0 HİDAYET
0 İSLÂM’IN AYDINLIK YOLU
489 |0 KELİME-İ ŞEHÂDET
0 İSLÂM’IN TEMELİ
503 |0 ALLAH’A İMAN
0 VAROLMANIN ASIL GAYESİ
517 |0 ALLAH ve RESÛLÜ’NE İTAAT
0 GÖNÜLDEN BAĞLANMAK
529 |0 MELEKLERE İMAN
0 RAHMETLE KUŞATILMAK
539 |0 KİTAPLARA İMAN
0 AKLIN VAHİYLE BULUŞMASI
551 |0 ALLAH’IN KİTABI
0 SÖZLERİN EN GÜZELİ
563 |0 PEYGAMBERLERE İMAN
0 ALLAH’IN ELÇİLERİNİ TASDİK
573 |0 MUCİZE
0 PEYGAMBERE VERİLEN OLAĞANÜSTÜ LÜTUF
587 |0 ÂHİRETE İMAN
0 EBEDÎ HAYATI TASDİK
597 |0 KADER
0 HER ŞEY BİR ÖLÇÜ İLE YARATILMIŞTIR
609 |0 MÜMİN
0 İNANAN ve GÜVEN VEREN GÜZEL İNSAN
619 |0 MÜNAFIKLIK
0 İKİ YÜZLÜLÜK
629 |0 ŞİRK
0 ALLAH’A ORTAK KOŞMAK/EN BÜYÜK ZULÜM
641 |0 RIZIK
0 ALLAH’TAN GELEN NİMET
653 |0 BEREKET
0 MÂNEVÎ BOLLUK
665 |0 NAZAR
0 GÖZ DEĞMESİ
675 |0 FAL, KEHANET, BÜYÜ, UĞURSUZLUK
0 İNANÇ ZAFİYETİ
691 |0 BİD’AT
0 SONRADAN İHDAS EDİLEN
700 |0 DİZİN
2
. CİLT
IV. BÖLÜM
İBADET
011 | MÜKELLEFİYET
İNSANÎ YÜKÜMLÜLÜK
023 | İBADET
KULLUĞUN GEREĞİ
035 | DUA
KULLUĞUN ÖZÜ
047 | DUA ÂDÂBI
RABBE YÖNELİŞ
059 | KUNUT
ALLAH’IN HUZURUNDA
DUAYA DURMAK
069 | ŞÜKÜR
NİMETLERİN KADRİNİ BİLMEK!
079 | ZİKİR
ALLAH’I ANMAK
091 | TEVBE
GÜNAHTAN DÖNEN
GÜNAHSIZ GİBİDİR
103 | TEMİZLİK
MADDÎ ve MÂNEVÎ ARINMA
113 | ABDEST ve TEYEMMÜM
İBADETE MÂNEVÎ HAZIRLIK
127 | GUSÜL
BOY ABDESTİ
137 | KADINLARIN ÖZEL HÂLLERİ
ÂDET, LOĞUSALIK ve İSTİHÂZE
149 | NAMAZ
DİNİN DİREĞİ
159 | NAMAZIN KILINIŞI
KULUN RABBİYLE BULUŞMASI
173 | BEŞ VAKİT FARZ NAMAZ
MÜMİNİN MİRACI
185 | CEMAATLE NAMAZ
ALLAH’A BİRLİKTE YÖNELİŞ
197 | İMAMLIK
CEMAATE KILAVUZ OLMAK
209 | CUMA NAMAZI
HAFTALIK BULUŞMA
219 | HUTBE
MİNBERDEN MİLLETE SESLENİŞ
231 | CENAZE NAMAZI 431 | İTİKÂF
MÜMİN KARDEŞ İÇİN YAPILAN RAMAZAN’DA
SON GÖREV NEFİS MUHASEBESİ
241 | NAFİLE NAMAZ 441 | SADAKA-İ FITIR
ALLAH’A YAKLAŞTIRAN VAROLUŞ SADAKASI
SECDELER 451 | ZEKÂT
255 | TERAVİH NAMAZI MALIN ARINDIRILMASI
RAMAZAN GECELERİNİN 461 | ZEKÂT VERMEK
İHYASI ZEKÂTA TABİ MALLAR
265 | MÜBAREK VAKİTLER ve ZEKÂT NİSABI
ALLAH’IN RIZASINI KAZANMA 473 | ZEKÂT
FIRSATLARI YOKSULUN HAKKI
277 | NAMAZLARIN KAZASI 483 | SADAKA
KILINAMAYAN NAMAZIN SADAKATİN GÖSTERGESİ
TELÂFİSİ
497 | HİBE
287 | MESCİT ve CAMİLER GÖNÜLLÜ BAĞIŞ
RAHMÂN’IN EVLERİ
509 | KURBAN
299 | EZAN ALLAH’A YAKIN OLMA VESİLESİ
HUZURA İLK ÇAĞRI
521 | ADAK
309 | EZAN SÖZE VEFA
İSLÂM’IN ÇAĞLAR AŞAN
531 | ÖZÜRLÜLÜK ve İBADETLER
ÇAĞRISI
GÜCÜ NİSPETİNDE
321 | KIBLE SORUMLU OLMAK
MÜSLÜMANLARIN İSTİKAMETİ
541 | YOLCULUKTA İBADET
331 | KÂBE YOLCUYA TANINAN
ALLAH’IN EVİ KOLAYLIKLAR
343 | HAC 553 | AZİMET ve RUHSAT
RABBİN EVİNE YOLCULUK ASLÎ HÜKÜMLER
353 | HACCETMEK ve ARIZÎ DURUMLAR
HAC ARAFAT’TIR 563 | İBADETTE İTİDAL
371 | UMRE AŞIRILIKTAN UZAK,
MÂNEVÎ DÜNYAYI ÖLÇÜLÜ KULLUK
İMAR ETMEK 576 |0 DİZİN
381 | ZEMZEM
İÇİMİ ŞİFA MÜBAREK SU
389 | RAMAZAN
RAHMET, MAĞFİRET
ve BERAAT AYI
399 | ORUÇ
YALNIZ ALLAH İÇİN
411 | ORUÇ TUTMAK
SABIR EĞİTİMİ
421 | SAHUR ve İFTAR
ORUÇLA GELEN BEREKET
ve SEVİNÇ
3
. CİLT
V. BÖLÜM
AHLÂK
011 | AİLE
İNSANIN DÜNYADAKİ CENNETİ
021 | AİLE KURMAK
YUVA EDİNMEK
031 | EVLENMEK
HAYATI PAYLAŞMAK
041 | EŞ
İNSANIN ÖTEKİ YARISI
051 | NİKÂH
AĞIR BİR SÖZLEŞME
061 | GERÇEK NİKÂH
SAĞLAM YUVA İÇİN
071 | DÜĞÜN
EVLİLİK MERASİMİ
083 | AİLE MAHREMİYETİ
ÖZEL ALAN
095 | EŞLER ARASI ÖZEL HAYAT
EN MAHREM BİRLİKTELİK
105 | ÇOCUK
SEVGİ ve ŞEFKAT MEYVESİ
115 | AD KOYMA
EVLÂDIN ANNE BABA
ÜZERİNDEKİ HAKKI
129 | ÇOCUK HAKLARI
KÜÇÜKLERİN DE HAKLARI
VARDIR
141 | ÇOCUK TERBİYESİ
“HER DOĞAN FITRAT ÜZERE
DOĞAR!”
151 | AİLE HUZURU
ŞİDDET DEĞİL ŞEFKAT
163 | BOŞANMA
ALLAH’I GAZABA GETİREN HELÂL
177 | ANNE ve BABA
CENNETİN İKİ KAPISI
189 | SILA-İ RAHİM
AKRABALIK HUKUKU
201 | SÜT AKRABALIĞI
209 | KADIN 417 | HAKLARA RİAYET
SAYGIN BİREY HER HAK SAHİBİNE HAKLARI
223 | KADIN ve TOPLUM VEREBİLMEK
HAYATIN İÇİNDE 431 | BARIŞ
241 | KADIN ve EĞİTİM SELÂM ve ESENLİK
İLİM HER MÜSLÜMAN’A FARZDIR 445 | ŞİDDET
251 | BEDEN MAHREMİYETİ BİRLİĞE ve DİRLİĞE YÖNELEN
İNSANIN SAYGINLIĞI TEHDİT
263 | ENGELLİLİK 459 | EMR-İ Bİ’L-MA’RÛF NEHY-İ
KARŞILIĞI CENNET OLAN ANİ’L-MÜNKER
AĞIR SINAV İYİLİĞİ TEŞVİK KÖTÜLÜKTEN
SAKINDIRMAK
275 | YAŞLILIK
ERZEL-İ ÖMÜR 471 | CİHAD
ALLAH YOLUNDA MÜCADELE
287 | YETİM
TOPLUMUN UHDESİNDEKİ 483 | SAVAŞ HUKUKU
EN AĞIR EMANET BARIŞ ESASTIR
297 | TOPLUMSAL HAYAT 495 | ESİRLERİN HUKUKU
İNSAN İNSANA BİRLİKTE HERKESE ÖZGÜRLÜK
YAŞAMAK 507 | GAZİLİK
311 | TOPLUMSAL DAYANIŞMA YA ŞEHİT YA GAZİ
ve ÜLFET 517 | ŞEHİTLİK
MÜSLÜMANCA YAŞAMA SANATI ALLAH İÇİN ÖLÜMSÜZLEŞMEK
323 | ÖRF ve ÂDETLER 530 |0 DİZİN
TOPLUMUN İYİ
ve GÜZEL GÖRDÜKLERİ
335 | KOMŞU HAKKI
CEBRAİL’İN VASİYETİ
345 | DOSTLUK
KİŞİ DOSTUNUN AHLÂKI
ÜZEREDİR
355 | SELÂMLAŞMA
ARANIZDA SELÂMI YAYIN
365 | HEDİYELEŞMEK
SEVGİYİ ARTIRMANIN YOLU
377 | HASTA ZİYARETİ
ŞİFA BEKLEYEN KARDEŞİN
HAKKI
387 | YÖNETEN ve YÖNETİLEN
TOPLUMSAL DÜZENİN
İKİ TEMEL UNSURU
403 | ADALET
MÜLKÜN TEMELİ
5
. CİLT
VI. BÖLÜM
SOSYAL HAYAT -II-
011 | PEYGAMBERLER
İNSANLIĞIN KUTLU REHBERLERİ
025 | HZ. ÂDEM ve HZ. NUH
İNSANLIĞIN İKİ ATASI
037 | HZ. İBRÂHİM ve HZ. İSMÂİL
BİR BABA OĞULUN
TEVHİD SINAVI
049 | HZ. YAKUB ve HZ. YUSUF
KISSALARIN EN GÜZELİ
063 | HZ. MUSA ve HZ. HARUN
RİSALET ZİNCİRİNİN
İKİ KARDEŞ HALKASI
077 | HZ. DÂVÛD ve HZ. SÜLEYMAN
HÜKÜMDAR PEYGAMBERLER
089 | HZ. ZEKERİYYÂ,
HZ. YAHYÂ, HZ. İSA
KAVMİ TARAFINDAN İHANETE
UĞRAYAN ÜÇ NEBÎ
103 | HIZIR
ANSIZIN GELEN İLÂHÎ YARDIM
115 | DİĞER PEYGAMBERLER
NÜBÜVVET ZİNCİRİNİN
HALKALARI
131 | GEÇMİŞ ÜMMETLER
TARİHİ İBRETLE OKUMAK
145 | FİRAVUN, HÂMÂN ve KÂRÛN
TEVHİDİN AMANSIZ ÜÇ DÜŞMANI
161 | HABEŞİSTAN’A HİCRET ve
ÂDİL HÜKÜMDAR NECÂŞÎ
173 | CÂHİLİYE DEVRİ
ZULÜM, ZORBALIK, CEHALET
187 | CÂHİLİYE DEVRİ
BİLGİ KAYNAKLARI
199 | CÂHİLİYE DEVRİ
İNANÇ ve İBADETLER
215 | HZ. PEYGAMBER
AY YÜZLÜ, GÜL KOKULU SON ELÇİ
229 | HZ. PEYGAMBER’İN MÜBAREK
İSİMLERİ
241 | HZ. PEYGAMBER
ALLAH’IN EN SEÇKİN KULU HZ. PEYGAMBER SEVGİSİ
251 | HZ. PEYGAMBER TEZAHÜRLER
SAYGIYA EN LÂYIK İNSAN 445 | ARKADAŞ OLARAK
261 | HZ. PEYGAMBER’İN HZ. PEYGAMBER
ÜSTÜNLÜKLERİ SADIK, SAMİMİ ve VEFAKÂR
271 | BİR İNSAN OLARAK 457 | HZ. PEYGAMBER’İN ÜMMETİNE
HZ. PEYGAMBER DÜŞKÜNLÜĞÜ
ÜMMETİM! ÜMMETİM!
285 | BİR PEYGAMBER OLARAK
HZ. MUHAMMED 467 | İSLÂM ÜMMETİ
EN HAYIRLI ÜMMETSİNİZ
297 | HAK, ADALET
VE ÖZGÜRLÜK PEYGAMBERİ 477 | HZ. PEYGAMBER
BİLGİ ve TECRÜBE İNSANI
309 | HZ. PEYGAMBER’İN
KONUŞMA TARZI 489 | HZ. PEYGAMBER
ZARİF, ÖLÇÜLÜ ve ANLAŞILIR YAŞAYAN KUR’AN
319 | HZ. PEYGAMBER’İN YEMEK ÂDÂBI 501 | HZ. PEYGAMBER
ACIKMADAN YEMEZDİ, DUYGULU ve DUYARLI İNSAN
DOYMADAN KALKARDI 513 | HZ. PEYGAMBER
331 | HZ. PEYGAMBER’İN GİYİM TARZI DUASI ÜMMETİNİ KUŞATAN NEBÎ
TEMİZ ve SADE 525 | HZ. PEYGAMBER
341 | HZ. PEYGAMBER’İN EŞYALARI ŞÜKREDEN BİR KUL
İYİ KİMSE İÇİN İYİ MAL 539 | HZ. PEYGAMBER
NE GÜZELDİR! HİKMETLİ DAVETÇİ
351 | HZ. PEYGAMBER’İN EŞLERİ 559 | HZ. PEYGAMBER
MÜMİNLERİN ANNELERİ SAMİMİ ve BİLGE REHBER
365 | EŞ ve BABA OLARAK 575 | HZ. PEYGAMBER
HZ. PEYGAMBER EN GÜZEL MÜREBBİ
377 | HZ. PEYGAMBER’İN ÇOCUKLARI 591 | BİAT
387 | HZ. PEYGAMBER’İN ÇOCUKLARLA BİR YÜREK SÖZLEŞMESİ
VE GENÇLERLE MÜNASEBETİ 605 | MUHACİR ve ENSAR
ÇOCUKLARA: SEVGİ, İLK KUTLU İSLÂM NESLİ
ŞEFKAT ve İLTİFAT 617 | SUFFE ASHÂBI
GENÇLERE: ONUR, İLME ADANANLAR
GÜVEN ve CESARET 627 | MÜELLEFE-İ KULÛB
397 | HZ. PEYGAMBER’İN HİZMETİNDE ÖNCE KALPLERİN KAZANILMASI
BULUNANLAR 637 | SAHÂBÎLER ARASI İHTİLÂFLAR
HİZMETÇİLERİNİZ FARKLI DÜŞÜNMEK İNSANIN
KARDEŞLERİNİZDİR! TABİATI GEREĞİDİR
407 | HZ. PEYGAMBER’İN SAHÂBEYLE 652 |0 DİZİN
İLETİŞİMİ
407 | İÇTEN ve SAMİMİ DOSTLUK
419 | SAHÂBÎLER ve HZ. PEYGAMBER
SADAKAT ve İTAAT
433 | SAHÂBÎLERİN
7
. CİLT
VII. BÖLÜM
TARİH ve MEDENİYET -II-
011 | İSRÂ ve Mİ’RAC
MÛCİZEVÎ GECE YOLCULUĞU
VE KULUN ALLAH’A YÜKSELİŞİ
023 | HİCRET
MUHACİR ALLAH’IN
YASAKLARINI TERK EDENDİR
035 | HZ. PEYGAMBER’İN SAVAŞLARI
SAVAŞTA DA RAHMET
047 | BEDİR
ZULME KARŞI İLK ZAFER
061 | UHUD
KAZANIRKEN KAYBETMEK
073 | HENDEK
MEDİNE MÜDAFAASI
085 | HAYBER’İN FETHİ
HAİNLERE SON DARBE
097 | Bİ’R-İ MAÛNE
İSLÂM DAVETÇİLERİNE KURULAN
HAİN TUZAK
105 | HUDEYBİYE ANTLAŞMASI
BARIŞLA GELEN BÜYÜK ZAFER
119 | HUNEYN GAZVESİ
VE TÂİF KUŞATMASI
DERSLERLE YÜKLÜ İKİ SAVAŞ
135 | MEKKE’NİN FETHİ
GÖNÜLLERİN FETHİ
149 | MUTE
BARIŞ ERLERİNDEN BİR ORDU
159 | VEDÂ HACCI
HZ. PEYGAMBER’İN HAC GÜNLÜĞÜ
175 | HZ. PEYGAMBER’İN MİRASI
ve VASİYETİ
187 | HZ. PEYGAMBER’İN VEFATI
REFÎK-İ A’LÂ’YA!
197 | SAHTE PEYGAMBERLER
NÜBÜVVETE YELTENEN
SAHTEKÂRLAR
209 | HZ. PEYGAMBER ve YÖNETİM
EMANET, EHLİYET, HAKKANİYET
223 | HZ. PEYGAMBER DÖNEMİNDE
ARAP KABİLELERİ
ALLAH ATALARLA ÖVÜNME
ÂDETİNİ KALDIRMIŞTIR
233 | HZ. PEYGAMBER DÖNEMİNDE
TOPLUMSAL YAPI
EŞİT KARDEŞLER TOPLULUĞU
245 | HZ. PEYGAMBER DÖNEMİNDE
MÜŞRİKLERLE HİKMETLİ MÜCADELE
259 | HZ. PEYGAMBER DÖNEMİNDE 459 | BEDEN BAKIMI ve TEMİZLİĞİ
MEDİNE YAHUDİLERİYLE BEDENİNİN SENİN ÜZERİNDE
İLİŞKİLER HAKKI VAR!
EHL-İ KİTAP’TAN KİM MÜSLÜMAN 469 | UYKU
OLURSA ONA İKİ ECİR VARDIR UYKUNUZU BİR DİNLENME
271 | HZ. PEYGAMBER DÖNEMİNDE VESİLESİ KILDIK
HIRİSTİYANLARLA İLİŞKİLER 479 | GİYİM KUŞAM
KİM BİR ZİMMÎYE HAKSIZLIK ve SÜSLENME ÂDÂBI
EDERSE KIYAMETTE HASMI BENİM TAKVA ELBİSESİNİ GİYEBİLMEK
283 | HZ. PEYGAMBER DÖNEMİNDE 491 | ŞAKALAŞMA ve EĞLENCE
EHL-İ KİTAP DIŞINDAKİ İNANÇLAR EĞLENİRKEN DE ÖLÇÜLÜ OLMALI
ALLAH’A EN SEVİMLİ DİN HANİF 503 | BAYRAM
VE MÜSAMAHAKÂR DİNDİR SEVİNÇ ve COŞKU GÜNLERİ
293 | HZ. PEYGAMBER DÖNEMİNDE 513 | YOLCULUK
KADINLAR DÜNYADA BİR YOLCU GİBİ OLMAK
HUKUKÎ GÜVENCEYE KAVUŞMA 523 | RESİM ve HEYKEL
307 | HZ. PEYGAMBER DÖNEMİNDE TAPINMAK İÇİN DEĞİL
GEÇİM DÜZEYİ 533 | GÜZELLİK ve SANAT
ÖLÇÜLÜ, DENGELİ ve SADE HAYAT ALLAH GÜZELLİĞİ SEVER
321 | HZ. PEYGAMBER DÖNEMİNDE
KULLANILAN EŞYALAR VIII. BÖLÜM
EŞYANIN DA HUKUKU VARDIR
EBEDÎ HAYAT, ÂHİRET
331 | HZ. PEYGAMBER DÖNEMİNDE TIP
ALLAH HERHASTALIĞIN ŞİFASINI 545 | ÖLÜM
VERMİŞTİR HER CAN ÖLÜMÜ TADACAKTIR
343 | ALLAH RESÛLÜ’NÜN DİLİNDE 555 | CENAZE MERASİMİ
ŞEHİRLER ÂHİRET YOLCUSUNA SON GÖREV
MEDİNE KÖTÜLÜKLERİ 567 | KABİR
BARINDIRMAZ EBEDİYETE AÇILAN KAPI
357 | VATAN ve MEMLEKET SEVGİSİ 577 | KABİR ZİYARETİ
EY MEKKE SENDEN SELÂM, DUA ve İBRET
ÇIKARILMASAYDIM ASLA SENİ 589 | GELECEK ZAMAN
TERK ETMEZDİM SONA YAKLAŞTIKÇA
367 | ÇEVRE 599 | KIYAMET
TABİAT BİZİM KARDEŞİMİZ SONSUZLUĞUN BAŞLANGICI
381 | SU 609 | ÂHİRET
HAYAT KAYNAĞI BEKÂ YURDUMUZ
391 | ŞEHİR ve EV 621 | ŞEFAAT
YAPILAN HER BİNA SAHİBİ İÇİN HZ. PEYGAMBER’İN DUASI
BİR SORUMLULUKTUR 635 | CEHENNEME GİDEN YOLLAR
401 | VAKIFLAR SÜFLİYAT ve BEHÎMÎ ARZULAR
KESİNTİSİZ HAYIR 649 | CEHENNEM
413 | BESLENME YAKITI İNSAN VE TAŞ OLAN AZAP YERİ
MÜSLÜMAN ÖLÇÜLÜ YER 659 | CENNETE GİDEN YOLLAR
425 | İÇECEKLER SALİH AMELLER,
İÇTİĞİMİZ SUDAN DA MESULÜZ YÜKSEK AHLÂKÎ ERDEMLER
437 | SAĞLIK 669 | CENNET
EN BÜYÜK NİMET SONSUZ ESENLİK YURDU
449 | AĞIZ ve DİŞ TEMİZLİĞİ
PEYGAMBERLERİN 678 | KAYNAKÇA
ORTAK SÜNNETİ 700 |0 DİZİN
E N SEVGİLİ’YE İLTİCA
B ismillâhirrahmânirrahîm.
Her türlü tahiyyât, her türlü salavât, her türlü tayyibât âlemlerin Rab-
bine mahsustur. Bütün hamd ü senalar, bütün selâmlar, bütün iyilikler
yalnız Allah içindir.
Her türlü salât ü selâm, her türlü tahiyyât ü ikram, her türlü ihtiram,
âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed Mustafa (sav), ehl-i
beyti ve ashabı içindir.
Bize selâmı, duayı, iyiliği sen getirdin ey Nebî! Bize hamdi, sena-
yı, şükrü sen öğrettin ey Allah’ın Resûlü! Miracımız olan namazın her
tahiyyâtında, “Selâm sana ey Nebî!” diye sana selâm gönderiyoruz.
Bize hakkı, hakikati, hidayeti sen getirdin. Rahmet yüklü adaleti, hik-
met yüklü ahlâkı sen öğrettin. ‘Mekârim-i ahlâk’ı sen tamamladın. Yüce
Rabbimiz insanlığa olan büyük nimetini seninle kemâle erdirdi.
Dünyamızı sen anlamlandırdın. İnsanlık seninle anlam buldu ey
Allah’ın Sevgilisi! Bize hayat veren ‘Kerim Kitab’ı sen getirdin. ‘Kitap’la
beraber furkanı, mizanı, hikmeti getirdin. ‘Kitab’ı örnek hayatınla beyân
ettin. Onu yaşanan bir hayata sen dönüştürdün. Bize ‘Mahaccet-i beyzâ’,
gecesi gündüz gibi apaydınlık bir yol bıraktın. Hikmetli sözlerin, örnek
davranışların ‘hadis’ ve ‘sünnet’ oldu ve insanlığa yol gösterdi. Sözün ve
sünnetin bize tarih sahnesinde süreklilik kazandırdı. Ümmetin bütün
fertleri arasında bilgi, duygu ve davranış birliği oluşturarak kalplerimizi
ve gönüllerimizi birleştirdi. ‘Sünnet’ ve ‘hadis’in, asr-ı saadeti, bütün za-
manlara taşıyarak yolumuzu aydınlattı.
Selâm sana ey Nebî!
Ümmetin âlimleri mübarek sîretini, sünnetini ve hadislerini sonraki
nesillere aktarmak için hayatlarını vakfetti; müsnedler, sünenler, camiler,
mucemler ve musannefler, senin hadislerini bir araya getirdi. Siyerler ve
meğâzîler, senin örnek hayatını bize tarif etti. Delâil, şemâil ve hilyeler, se-
nin vasıflarını bize anlattı. Naatlar, kasideler, mevlitler, sana olan aşkımızı
23
HADİSLERLE İSLÂM
EN SEVGİLİ’YE İLTİCA
ve sevgimizi dile getirdi. Nice telif ve tasnifler hep seni anlatmak için imla
edildi. Sana gül terennümünde besteler yapıldı; ilahiler söylendi, divanlar
dolduruldu. Mesnevilere senin adınla başlandı. Hattatlar en güzel tablo-
larına senin adını nakşetti. Ne yana baksak senden bir iz bulduk ey Nebi!
Ne yöne dönsek seni gördük ey Nebî!
Ancak ne diller hakkıyla seni söyleyebildi ne de kalemler hakkıyla
seni yazabildi!
Selâm sana ey Nebî!
İnsanlık tarihine altın harflerle yazılması gereken Veda Hutbesi’nde
ashabına seslendin. Ashabına “Ben Allah’ın dinini hakkıyla tebliğ ettim
mi? (ْت ُ ”)�َألا َ َه ْل َبلَّغdiye sordun. Ashâb-ı güzîn’in, “Elbette sen hakkıyla teb-
liğ ettin yâ Resûlallah! ( ”) َقالُوا نَ َع ْمdiyerek karşılık verdiler.
Biz de haddimiz olmayarak diyoruz ki: “Elbette tebliğ ettin ey Allah’ın
Resûlü! Elbette tebliğ ettin.”
Selam sana ey Nebî!
Yine Veda Hutbesi’nde ashabına: “Burada bulunanlar bulunmayanla-
ra benden dinlediklerini tebliğ etsinler! Umulur ki, sonradan tebliğ edilen-
ler burada bulunanlardan daha iyi anlarlar. (ب ُم َبلَّ ٍغ �َأ ْو َعى َّ َف ُر،َف ْل ُي َبلِّ ِغ الشَّ ا ِه ُد الغَائِ َب
”) ِم ْن َسا ِم ٍعbuyurdun.
Ey Nebî! Bu müjdenden umut devşirdik. Bir avuç hadis talebesi olarak
ümmetine bıraktığın hadis mirasından, sünnet hazinenden anlayabildik-
lerimizi topladık. Zayıf idraklerimizle şerh ettik. İstedik ki hadislerinden
süzülüp gelen kutlu nefesin hissedilsin! Gönüllere hayat veren âb-ı kevse-
rinden kana kana içilsin! Hakikat çağrına kulak verilsin! İmanına, ibade-
tine, ahlâkına, örnekliğine, değerlerine, dualarına, beşerî münasebetlerine
tanıklık edilsin! Varlık ve bilgi ufkunda seyredilsin! Tarihin ve medeniye-
tin kavşaklarında izin sürülsün! Bize bildirdiğin hakikatin ışığında varlık
âleminin ve sonsuzluğun bilgisine ulaşılsın! İstedik ki günümüz insanı
senin çağrınla buluşsun! Senin davetini anlasın! Kavrasın! Bu niyet ve dü-
şüncelerle yola çıktık ve umutlandık. Yanımızda bulunmayanların bulu-
nanlardan daha iyi anlayacaklarını umut ettik. Umudumuzu boşa çevir-
memesini Cenab-ı Hak’tan niyaz ediyoruz.
Bir hadisinde “Her kim benim sözlerimi işitip koruyup anlayıp baş-
kasına tebliğ ederse Allah onun yüzünü ağartsın! Nice fıkıh taşıyıcıları
vardır ki kendisinden daha fakih olanlara tebliğ ederler. (َض َر اللَّ ُه ا ْم َر�أ ً َس ِم َع َّ ن
ِ ٍ ِ ِ ِ ِ
َف ُر َّب َحاملِ ف ْقه �إِلَى َم ْن ُه َو �َأ ْف َق ُه م ْن ُه، ”) َمقَالَتي َف َو َعا َها َو َحف َظ َها َو َبلَّغ ََهاbuyuruyorsun. N -
24
HADİSLERLE İSLÂM
EN SEVGİLİ’YE İLTİCA
25
HADİSLERLE İSLÂM
EN SEVGİLİ’YE İLTİCA
26
BİLİM KURULU
Prof. Dr. Mehmet GÖRMEZ
Prof. Dr. Mehmet Emin ÖZAFŞAR
Prof. Dr. İsmail Hakkı ÜNAL
Prof. Dr. Yavuz ÜNAL
Prof. Dr. Bünyamin ERUL
EDİTÖRLER
Prof. Dr. Mehmet Emin ÖZAFŞAR
Prof. Dr. İsmail Hakkı ÜNAL
Prof. Dr. Yavuz ÜNAL
Prof. Dr. Bünyamin ERUL
Prof. Dr. Huriye MARTI
Dr. Mahmut DEMİR
REDAKSİYON HEYETİ
Prof. Dr. Huriye MARTI
Prof. Dr. Abdurrahman CANDAN
Doç. Dr. Zişan TÜRCAN
Dr. Öğr. Üy. Mehmet HARMANCI
Dr. Öğr. Üy. Mahmut Esad ERKAYA
Dr. Öğr. Üy. Suat KOCA
Dr. Mahmut DEMİR
Dr. Muhammet Ali ASAR
Dr. Saliha TÜRCAN
Ali ÇİMEN
Elif ERDEM
Esma ÜRKMEZ
Hale ÇERÇİBAŞI
Kenan ORAL
Rukiye AYDOĞDU
Salih ŞENGEZER
Yıldıray KAPLAN
Yusuf TÜRKER
SON OKUMA
Prof. Dr. Mehmet Emin ÖZAFŞAR
Dr. Mahmut DEMİR
Elif ERDEM
Hale ÇERÇİBAŞI
Kenan ORAL
Rukiye AYDOĞDU
Salih ŞENGEZER
Yusuf TÜRKER
AKADEMİK HEYET
Abdulkadir Evgin Abdurrahman Candan
Prof. Dr. Prof. Dr.
1964’te senesinde Toroslar-Mersin’de doğdu. Erci- 1974’te Batman’da doğdu. 1996’da Yüzüncü
yes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi mezunu (1987) Yıl Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun
olan yazar “Abdullah b. Zübeyr el-Humeydî ve oldu. “İslam Hukukunda İllet Tespit Yöntem-
Müsnedi” ismindeki teziyle doktor unvanını ka- leri” ismindeki teziyle doktor unvanını kazandı
zandı (1998). Halen Sütçü İmam Üniversitesi İla- (2005). Halen Diyanet İşleri Başkanlığı Din İş-
hiyat Fakültesi’nde Hadis Anabilim Dalı öğretim leri Yüksek Kurulu uzmanlığı görevini yürüten
üyeliği görevini yürütmektedir. “Hz. Peygamber’in yazarın “İmam Şâfiî’nin Kavl-i Kadîm ve Kavl-i
Sünnetinde Alternatif Çözüm Yolları” ve “Hadis- Cedîdi” ve “Fukahânın Kur’ân Tasavvuru” adlı
lerde Hızır-Gayb İlişkisi” adlı kitapları, yazarın yayınlanmış kitapları bulunmaktadır.
yayımlanmış eserleri arasındadır.
Adem Dölek
Abdullah Karahan Prof. Dr.
Prof. Dr. 1963’te Silifke-Mersin’de doğdu. 1989’da Erci-
1968’de Kemah-Erzincan’da doğdu. 1993’te yes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden
mezun oldu. “Hadis Râvilerinin Güvenilirliği oldu. “Garîbü’l-hadîs Edebiyatı ve Abdullatîf el-
Meselesi; Tespiti, İmkânı, Hadisin Sıhhati- Bağdadî’nin ‘el-Mücerred fî Garîbi’l-hadîs’ İsim-
ne Etkisi” ismindeki teziyle doktor unvanını li Eserinin Tahkiki ve Değerlendirilmesi” isimli
kazandı (2002). Uludağ Üniversitesi İlahiyat teziyle doktor oldu. Hâlen Erzincan Üniversitesi
Fakültesi’nde Hadis Anabilim Dalı öğretim İlahiyat Fakültesi’nde dekanlık ve Hadis Anabi-
üyesi olarak görev yapan yazarın “Hadis Ede- lim Dalı öğretim üyeliği görevlerini yürüten ya-
biyatında Zevâidler”, “Hadis Râvilerinin Güve- zarın, “Hadisler Işığında Sosyal Dayanışma” adlı
nilirliği” ve “İbn Receb el-Hanbelî-Hayatı, Eser- çalışması yayımlanmış eserlerindendir.
leri ve Hadis İlmindeki Yeri” adlı yayımlanmış
eserleri vardır. Adil Yavuz
Prof. Dr.
Ahmed Ürkmez 1962’de Konya’da doğdu. 1985’te Selçuk Üni-
Doç. Dr. versitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun oldu.
1977’de Ankara’da doğdu. 1998’de Selçuk Üni- “Muhammed b. Ali eş-Şevkânî, Hayatı, İlmî
versitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun oldu. Şahsiyeti ve Hadisçiliği” ismindeki teziyle dok-
“Ahlak Hadislerinin Düşünce ve Davranış Eğiti- tor unvanını kazandı (2002). Halen Necmettin
mindeki Yeri ve Rivayet Değeri” başlıklı teziyle Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde Ha-
doktor unvanını kazandı (2007). Halen İnönü dis Anabilim Dalı öğretim üyeliği görevini yürü-
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Hadis Bilim Dalı ten yazarın, “Hadislerde Mekkîlik ve Medenîlik”
öğretim üyesi olan yazarın “Ahlak Ekseninde adlı çalışması yayımlanmıştır.
Hadis” ve “Peygamberim Diyor ki” başlıklı eser-
leri bulunmaktadır. Ahmet Tahir Dayhan
Dr. Öğr. Üy.
Abdullah Yıldız 1970 İzmir doğumludur. 1992’de Marmara
Doç. Dr. Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun
1955’te Yahyalı-Kayseri’de doğdu. 1979’da Kay oldu. “Hadislerde Tashîf ve Tahrîf” adlı teziyle
seri Erciyes Üniversitesi Yüksek İslam Ensti hadis doktoru oldu (2005). Halen Dokuz Ey-
tüsü’nden mezun oldu. “Hadislerde Nifak lül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde Hadis
Kavramı ve Hz. Peygamber’in Münâfıklara Anabilim Dalı öğretim üyeliği görevini yürüten
Karşı Tutumu” isimli teziyle doktor unvanını yazarın, “Fazlurrahman’ı Doğru Anlamak” ve
kazandı (1998). Harran Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi’nde Hadis Anabilim Dalı öğretim üye- “Memâlik-i Osmâniyye’yi Keşfe Çıkan Oryanta-
liği görevini yürüten yazarın “Hz. Peygamber listler” adlı iki eseri yayınlanmıştır.
ve Gizli Düşmanları Münâfıklar” adlı çalışması
yayımlanmış eserlerindendir.
29
HADİSLERLE İSLÂM
AKADEMİK HEYET
30
HADİSLERLE İSLÂM
AKADEMİK HEYET
doktora çalışmasına devam etmektedir. Konulu Fakültesi’nde Hadis Bilim Dalı öğretim üyeliği
Hadis Projesi’nde aktif görev alan yazar, Diya- görevini yürüten yazarın, “Hz. Peygamber’in
net İşleri Başkanlığı’nda çalışmaktadır. Sünnetinde İtaat” ile “Dünya-Ahiret Dengesin-
de Zenginlik ve Yoksulluk” adlı çalışmaları ya-
yımlanmış eserlerindendir.
Bekir Kuzudişli
Prof. Dr. Elif Erdem
1975’te Nizip-Gaziantep’te doğdu. 1998’de Mar- 1983’te Bolu’da doğdu. Ankara Üniversitesi İla-
mara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun hiyat Fakültesi mezunu (2005) olan yazar, “Ha-
oldu. “Hadis Rivayetinde Aile İsnadları” ismiyle fız Ebû Tâhir es-Silefî ve Hadis Kültüründeki
hadis doktoru unvanını kazandı (2005). Halen Yeri” isimli teziyle yüksek lisansını tamamladı
İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde Hadis (2008). Halen aynı üniversitede “Hadis Tarihin-
Anabilim Dalı öğretim üyeliği görevini yürüten de İlim Yolculukları (Rihleler)” adlı teziyle dok-
yazarın, “Şia’da Hadis Rivayeti ve İsnad” isimli tora çalışmasına devam etmektedir. 2006 yılın-
çalışması yayımlanmış eserlerindendir. dan beri Konulu Hadis Projesi’nde aktif olarak
çalışan yazar, Diyanet İşleri Başkanlığı Diyanet
Bekir Tatlı İşleri Uzmanı olarak görev yapmaktadır.
Prof. Dr.
1973’te Üsküdar-İstanbul’da doğdu. 1996’da Emin Âşıkkutlu
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden Prof. Dr.
mezun oldu. “Hadis Tekniği Açısından Cibrîl 1960’ta Of-Trabzon’da doğdu. 1983’te Ulu-
Hadisi ve İslam Düşüncesine Yansımaları” isimli dağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun
teziyle doktor unvanını kazandı (2005). Halen oldu. “Hadiste Ricâl Tenkidi” adlı teziyle doktor
Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde unvanını kazandı (1992). Aynı fakültede Ha-
Hadis Anabilim Dalı öğretim üyesi olarak görev dis Anabilim Dalı öğretim üyeliğinin yanı sıra
yapan yazarın, “Mimari Hadisleri-Türk İslam Trabzon Karadeniz Teknik Üniversitesi İlahiyat
Mimarisini Taçlandıran Peygamber Sözleri” adlı Fakültesi’nde dekanlık görevini yürüten yazarın,
çalışması yayımlanmış eserlerindendir. “Hadiste Ricâl Tenkidi” ile “Ricâl İlmine Giriş”
adlı çalışmaları yayımlanmış eserlerindendir.
Bilâl Saklan
Prof. Dr. Enbiya Yıldırım
1954’te Konya’da doğdu. 1977’de Konya Yük- Prof. Dr.
sek İslâm Enstitüsü’nden mezun oldu. “Kûtü’l- 1965’te İstanbul’da doğdu. 1987’de Uludağ Üni-
kulûb’daki Hadislerin Hadis Metodolojisi versitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun oldu.
Açısından Değeri” isimli teziyle doktor unva- Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde
nını kazandı (1989). Halen Necmettin Erbakan Hadis Anabilim Dalı öğretim üyeliği görevini
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde Temel İslâm yürüten yazarın “Hadiste Metin Tenkidi”, “Ha-
Bilimleri Bölüm Başkanlığı ve Hadis Anabilim dis Problemleri”, “Hadisçiler ve Çelişki”, “Hadis
Dalı Başkanlığı görevlerini yürüten yazarın, Meseleleri”, “Hadisler ve Zihinlerdeki Sorular”
“Hadis Tarihinde Muhaddis Sûfîler” isimli eseri ile “Geleneksel Hadis Yorumculuğu” isminde
yayınlanmıştır. yayımlanmış eserleri bulunmaktadır.
31
HADİSLERLE İSLÂM
AKADEMİK HEYET
32
HADİSLERLE İSLÂM
AKADEMİK HEYET
yapan yazarın, “Mütevatir Haber” ismindeki ça- Sosyo-politik Bağlamı ve Meşrûlaştırma” adlı
lışması yayımlanmış eserlerindendir. çalışması, yayınlanmış eserlerindendir.
33
HADİSLERLE İSLÂM
AKADEMİK HEYET
Anabilim Dalı öğretim üyeliği görevini yürüten iken 13.08.2003’ten itibaren Diyanet İşleri Baş-
yazarın, “Va’z Edebiyatında Hadisler” isimli ça- kanlığı Başkan Yardımcılığı görevini yürütmüş,
lışması, yayımlanmış eserlerindendir. 11.11.2010 tarihinde de Diyanet İşleri Başkanı
olarak atanmıştır.
Mehmet Dinçoğlu
Doç. Dr. Mehmet Sait Toprak
1964’te Birecik-Şanlıurfa’da doğdu. 1987’de Doç. Dr.
Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden me- 1971’de Muradiye-Van’da doğdu. Dokuz Eylül
zun oldu. “Dârekutnî ve Sünen Adlı Eseri” te- Üniversitesi İlahiyat Fakültesi mezunu (1996)
ziyle yüksek lisansını tamamladı (1993). “Ebû olan yazar, “Hadiste Derlemecilik Devrinin
Davûd’un Sünen Adlı Eseri, Kaynakları ve Tasnif Başlaması ve Ûşî’nin Nisâbü’l-Ahbâr’ı” başlıklı
Metodu” teziyle de doktor unvanını aldı (2008). teziyle doktor unvanını kazandı (2005). Halen
Yazar halen Alparslan Üniversitesi İlahiyat Mardin Artuklu Üniversitesi’nde Süryani Dili ve
Fakültesi’nde dekan yardımcılığı ve Hadis Ana- Kültürü Anabilim Dalı başkanı olarak görev ya-
bilim Dalı Başkanlığı görevlerini yürütmektedir. pan yazarın, “Talmud ve Hadis: Karşılaştırma-
lı Bir Araştırma” isimli çalışması yayımlanmış
Mehmet Bilen eserlerindendir.
Doç. Dr.
1968’te Silopi-Şırnak’ta doğdu. 1990’da Anka-
ra Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun
oldu. Din görevlilerinin hadis bilgileriyle ilgi-
li teziyle yüksek lisansını tamamlayan yazar, Mirza Tokpınar
“İbn Hacer’in Buhârî’ye Yöneltilen İtirazlara Prof. Dr.
Verdiği Cevaplar” teziyle doktor oldu. Akade- 1956’da Bolvadin-Afyonkarahisar’da doğdu. İs
mik çalışmalarını Dicle Üniversitesi İlahiyat tanbul Yüksek İslam Enstitüsü mezunu (1978)
Fakültesi’nde sürdürmektedir. olan yazar “Abdurrezzak b. Hemmam ve Mu-
sannefi” ismindeki teziyle doktor unvanını ka-
Mehmet Dilek zandı (1998). Halen Onsekiz Mart Üniversite-
Dr. Öğr. Üy. si İlahiyat Fakültesi’nde Hadis Anabilim Dalı
1970’te Olur-Erzurum’da Olur ilçesinde doğdu. Başkanlığı görevini yürüten yazarın, “Yahudi ve
Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi mezunu Hıristiyanlara Uymak” isimli çalışması yayım
(1993) olan yazar, “Sünnette Ceza Anlayışı” is- lanmış eserlerindendir.
mindeki teziyle doktor unvanını kazandı (2001).
Halen Akdeniz Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’e Muhammet Ali Asar
geçen yazarın “Hadis Tahric Şartları Açısından Dr.
Kütüb-i Sitte” adlı kitabı bulunmaktadır. 1977’de Karabük’te doğdu. Marmara Üniver-
sitesi İlahiyat Fakültesi mezunu (2001) olan
Mehmet Emin Özafşar yazar, “Hadislerde Allah Tasavvuru” ismindeki
Prof. Dr. teziyle doktor unvanını kazandı (2012). Halen
1963’te Gerede-Bolu’da doğdu. 1987’de An- Diyanet İşleri Başkanlığı’nda Atama II Dairesi
kara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden me- başkanı olarak görev yapmaktadır.
zun oldu. “Zahid el-Kevseri, Hayatı, Eserleri,
Fikirleri ve Hadisçiliği” başlıklı tezi ile yüksek Muhammet Yılmaz
lisansını tamamladı (1989). “Fıkhî Hadisler ve Prof. Dr.
Değerlendirilmesindeki Esaslar” adlı teziyle de Pozantı-Adana’da doğdu. Dokuz Eylül Üniver-
hadis doktoru oldu (1995). Halen Ankara Üni- sitesi İlahiyat Fakültesi mezunu (1991) olan
versitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi olan yazar “Hadis Açısından Fahreddin er-Râzî’nin
yazarın basılmış altı eseri bulunmaktadır. Müel- Tefsîr-i Kebîr’i Üzerine Bir İnceleme” teziyle
lif, aynı zamanda 23.10.2007’den beri Diyanet doktor oldu (2000). Halen Çukurova Üniver-
İşleri Başkanlığı Başkan Yardımcısı olarak görev sitesi İlahiyat Fakültesi Hadis Anabilim Dalı
yapmaktadır. öğretim üyeliği ve dekan yardımcılığı görevle-
rini yazarın “İbn Hacer’in Hocaları Bağlamında
Mehmet Görmez Kadın Hadisçiler” adlı yayımlanmış bir eseri
Prof. Dr. bulunmaktadır.
1959’da Gaziantep’te doğdu. Ankara Üniver-
sitesi İlahiyat Fakültesi mezunu olan Gör- Muhittin Düzenli
mez, aynı fakültenin Hadis Anabilim Dalı’nda Doç. Dr.
“Musa Carullah Bigiyef, Hayatı, Fikirleri ve 1975’te Sinop’ta doğdu. 1998’de Ondokuz Ma-
Eserleri” adlı tezi ile yüksek lisansını tamam- yıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun
ladı (1990). “Sünnet ve Hadisin Anlaşılması (1998) oldu. “Rivâyetlerin Sıhhatini Belirle-
ve Yorumlanmasında Metodoloji Sorunu” adlı mede İllet ve Şâz’ın Fonksiyonu” adlı teziyle
çalışmasıyla da doktorasını bitirdi (1994). Ya- doktorasını tamamladı (2008). Halen Ondo-
yınlanmış birçok eseri bulunan yazar, Ankara kuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Hadis
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Anabilim Dalı öğretim üyeliğini sürdürmekte
34
HADİSLERLE İSLÂM
AKADEMİK HEYET
ve Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisinin oldu. “Ebû Bekr İbn Ebî Şeybe ve Kitâbü’l-
Yayın Kurulu üyeliğini yapmaktadır. Musannefi” ismindeki teziyle doktor unvanını
kazandı (1998). Halen aynı fakültede Hadis
Muhittin Uysal Anabilim Dalı öğretim üyeliği görevini yürü-
Prof. Dr. ten yazarın, “Günahla İlgili Bir Hadisin Tahlili”
1957’de Güneysınır-Konya’da doğdu. 1979’da isimli çalışması yayımlanmış eserleri arasında
Konya Yüksek İslâm Enstitüsü’nden mezun yer almaktadır.
oldu. “Tespit ve Yorum Bakımından Tasavvuf
Kitaplarında Bulunan İhtilaflı Haberler” isim- Nimetullah Akın
li tezle doktor oldu (2000). Halen Necmettin Doç. Dr.
Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Hadis 1970’te Pasinler-Erzurum’da doğdu. Marmara
Anabilim Dalı öğretim üyeliği görevini sürdü- Üniversitesi İlahiyat Fakültesi mezunu (1993)
ren yazarın, “Peygamber Günlerinde Giyim olan yazar “Untersuchungen zur Rezeption des
Kuşam ve Süslenme” adlı çalışması yayınlanmış Bildes von Maria und Jesus in der islamischen
eserlerindendir. Geschichtsüberlieferungen” ismindeki teziyle
doktor unvanını kazandı (Heidelberg Üniv./Al-
Murat Gökalp manya, 2002). Halen Onsekiz Mart Üniversitesi
Dr. Öğr. Üy. İlahiyat Fakültesi’nde Hadis Anabilim Dalı de-
1970’te İstanbul’da doğdu. 1994’te Erciyes Üniver- kan yardımcılığı ve öğretim üyeliği görevlerini
sitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun oldu. Yüksek yürütmektedir..
Lisans (2001) ve doktorasını (2005) tamamladı.
Halen Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde Nuri Tuğlu
öğretim üyesi olarak görev yapan yazarın, “Din Prof. Dr.
Görevlilerinin Hadis’e Yönelik Tutumları ve Bilgi 1968’de Durağan-Sinop’ta doğdu. 1989’da
Düzeyleri (Dr. Ali Albayrak ile birlikte)” adlı çalış- Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden
ması yayımlanmış eserlerindendir. mezun oldu. mezunu “Maturidi Kelam Ekolü
Çerçevesinde Kelamî Hadislerin Değerlendi-
Musa Erkaya rilmesi” isimli teziyle doktor unvanını kazandı
Doç. Dr. (2003). Halen aynı fakültede Hadis Anabi-
1967’da Beyşehir-Konya’da doğdu. 1992’de Sel- lim Dalı öğretim üyesi olarak çalışmaktadır.
çuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun “İslam’ın Şiddet Karşıtlığı” isimli çalışması ya-
oldu. “İbn Mâce’nin Hadis Kültüründeki Yeri” yınlanan eserlerindendir.
isimli teziyle doktor unvanını kazandı (2004).
Halen Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Hadis Ömer Özpınar
Anabilim Dalı öğretim üyeliği görevini yürüten Doç. Dr.
yazarın çeşitli akademik dergilerde yayımlan- 1968’de Hüyük-Konya’da doğdu. 1992’de An-
mış çalışmaları mevcuttur. kara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun
oldu. “Tasnif Dönemi Hadis Edebiyatının Olu-
Nevzat Aşık şumunda İlmi ve Fikri Hareketlerin Etkisi (Bu-
Prof. Dr. hari Örneği)” ismindeki teziyle doktor unvanını
1946’da Balıkesir’de doğdu. İstanbul Yüksek İs- kazandı (2004). Halen Necmettin Erbakan Üni-
lam Enstitüsü’nden mezun oldu. “Sahabenin Ha- versitesi İlahiyat Fakültesi Hadis Anabilim Dalı
disleri Tahammul ve Nakli” çalışması ile hadis öğretim üyeliği görevini yürüten yazarın, “Hz.
anabilim dalında doktor oldu. “el-Hemezânî Ha- Peygamber’i ve Hadislerini Anlamak” adlı kitabı
yatı, Makâmâtı ve Tesiri”, “Hz. Âişe’nin Hadisçi- yayımlanmış eserlerindendir.
liği”, “Sahte Sahabiler ve Uydurdukları Hadisler”,
“İbadette Aşırılığa Karşı Hz. Peygamber’in Tutu- Özcan Hıdır
mu” isimli eserleri neşredilenler arasındadır. Prof. Dr.
1967’de Bulancak-Giresun’da doğdu. 1992’de
Nevzat Tartı Medine İlahiyat Fakültesi’nden mezun oldu.
Prof. Dr. “İsrailiyyat-Hadis İlişkisi: Hadis Yahudi Kültürü
1969’da Kumru-Ordu’da doğdu. 1991’de On- Tartışmaları” isimli teziyle doktor unvanını ka-
dokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden zandı (2000). Halen Rotterdam İslâm Üniversi-
mezun oldu. “Hadislerin Tarihsel Boyutu” baş- tesi İlahiyat Fakültesi dekanlığını yürüten yaza-
lıklı tezi ile doktorasını bitirdi (2001). Halen rın, “Yahudi Kültürü ve Hadisler”, “Avrupa’da
Yüzüncü Yıl Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde İslamî Hayat”, “Hadis Deryasından İnciler”
öğretim üyeliği görevini yürüten yazarın, “Ha- isimli çalışmaları yayımlanmış eserlerindendir.
disçilerin Zaman/Tarih Tasavvuru” adlı bir kitap
çalışması bulunmaktadır. Rukiye Aydoğdu
1983’te Ankara’da doğdu. 2005’te Ankara Üni-
Nihat Yatkın versitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun oldu.
Prof. Dr. “19. Yüzyıl Osmanlı Toplumunda Tasavvuf-
1955’te Erzurum’da doğdu. 1988’de Atatürk Hadis İlişkisi —Ahmed Ziyâeddin Gümüşhânevî
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun Özelinde—” ismindeki teziyle yüksek lisansını
35
HADİSLERLE İSLÂM
AKADEMİK HEYET
36
HADİSLERLE İSLÂM
AKADEMİK HEYET
Yıldıray Kaplan
1978’de Köyceğiz-Muğla’da doğdu. 1999’da An-
kara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun
oldu. Diyanet İşleri Başkanlığı Konya-Selçuk Eği-
tim Merkezi İhtisas Kursu’nu bitiren yazar, “Mu-
37
KISALTMALAR
a.g.e. : adı geçen eser
a.g.m. : adı geçen makale
as : aleyhisselam
AÜİFD : Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi
b. : İbn
bkz. : bakınız
bnt. : Bint
c. : cilt
çev. : çeviren
DİA : Diyanet İslâm Ansiklopedisi
DİB : Diyanet İşleri Başkanlığı
haz. : hazırlayan
Hz. : Hazreti
İSAV : İslâm Araştırmaları Vakfı
md. : maddesi
no : numara
ra : radiyallâhu anh/anhâ/anhümâ/anhüm
s. : sayfa
S. : sayı
sav : sallâllâhu aleyhi ve selem
t.y. : baskı tarihi yok
TDV : Türkiye Diyanet Vakfı
thk. : tahkik
vd. : ve diğerleri
y.y. : baskı yeri yok
Yay. : Yayınları
39
ÖN SÖZ
R ahman ve Rahim Allah’ın adıyla.
Hadis ve sünnet, Kur’an’ın beyanı olması cihetiyle Müslümanların
inanç, ibadet ve ahlâk esaslarını, dünya görüşlerini, hayat tarzlarını ve
değer yargılarını tesis eden temel kaynaktır.
Sünnet, Kur’an’ı hayata aktaran bir vasıta olmanın yanında, Müslü-
manların varlık, bilgi ve değer tasavvuruna da kaynaklık eder. İslâm top-
lumlarının bölge, ırk, soy, yapı ve kültür farklılıkları ne olursa olsun ortaya
koydukları maddî ve manevî bütün eserlerde Kur’an’ın ve sünnetin izleri
vardır. İslâmiyet’in kısa sürede dünyaya yayılmasında, yerleştiği bölgeler-
de sürekliliğinin sağlanmasında, farklı kültür ve coğrafyalarda yaşayan
mensupları arasında ortak bir yaşama biçiminin oluşmasında Sünnet-i
Nebeviyye’nin rolü büyük olmuştur. Sünnet aynı zamanda asr-ı saadeti
şimdiki zamana taşıma gayretinin de ana vasıtası olarak görülmüştür.
Resûl-i Ekrem’i (sav) bütün yönleriyle yeni nesillere anlatmasının
yanı sıra onun (sav) sünnetini çağlara taşıyan en önemli vasıta olarak ha-
dis, erken dönemlerden itibaren İslâm ümmetinin ilgi odağı olmuştur. Din
ve dünya tasavvuruna ilişkin pek çok rivayet, muazzam bir külliyata dö-
nüşmüş, zengin bir literatüre vücut vermiştir. Hadis âlimleri, bir yandan
Resûl-i Ekrem’in (sav) hadis mirasını aslına uygun bir biçimde aktarmaya
çalışırken, diğer taraftan sünnetin ilke ve değerlerini yaşanır kılmak için
çaba göstermişlerdir. Hadis tarihi boyunca klâsik hadis kaynaklarımızı
anlamak ve yorumlamak için gösterilen çabaların bir bakıma metin ile
hayat arasında köprü kurmaya yönelik olduğu söylenebilir.
Klâsik hadis kaynaklarımızın her isteyenin rahatlıkla yararlanabile-
ceği türden eserler olmadığı açıktır. Bu kaynaklardaki hadislerin mesajını
kendi zamanlarına taşıma ve güncelleme gayreti, her çağdaki muhaddisle-
ri harekete geçirmiştir. Bu maksatla hemen her dönemde çeşitli çalışmalar
yapılmıştır. Yakın tarihimiz de bu türden çalışmalara tanıklık etmiştir.
41
HADİSLERLE İSLÂM
ÖN SÖZ
42
HADİSLERLE İSLÂM
ÖN SÖZ
açısıyla yeniden tasnif edilmesi amaçlanmış, bunun için de bir veri tabanı
hazırlanmıştır. Bu veri tabanı, yayımlanan kitap ile ilişkili olduğu kadar
ondan bağımsız bir mahiyete de sahiptir. Elektronik veri tabanında iki
yüz binden fazla kayıt yer almaktadır. Kur’an-ı Kerim’in yanı sıra on do-
kuz temel hadis kaynağındaki rivayetler bu veri tabanına kaydedilmiştir.
Bu rivayetler beş bin kadar konu başlığı ile ilişkilendirilerek klâsik hadis
külliyatında bulunmayan birtakım konular da güncel başlıklar altında ye-
niden tasnif edilmiştir. Elde edilen bu başlıklar, daha sonra, kitapta yer
alması düşünülen üç yüz elli civarındaki ana başlık altında toplanmıştır.
Böylece bu hadisler yazarlara elektronik ortamda kolaylıkla ulaştırılmış,
ayrıca kitaptaki her bilgi bu sistem sayesinde rahatlıkla denetlenmiştir.
Elinizdeki eser, böyle bir teknolojik alt yapı desteğiyle hazırlanmıştır.
Hadislerle İslâm’a gelince, eser bir mukaddime, bir giriş ve sekiz ana
bölümden oluşmaktadır. Bu bölümler şunlardır:
1. Allah, Âlem, İnsan ve Din
2. Bilgi
3. İman
4. İbadet
5. Ahlâk
6. Sosyal Hayat
7. Tarih ve Medeniyet
8. Ebedî Hayat, Ahiret.
Mukaddimede hadis tarihi ve literatürü, sünnet ve hadisi doğru anla-
mada temel ilke ve prensipler, Konulu Hadis Projesi’ni ortaya çıkaran şart-
lar (esbâb-ı mûcibe) ve elinizdeki kitabın ilkeleri, dil ve üslubu, bilimsel
düzeyi ve metin iyileştirme süreci gibi hususlarda bilgiler verilmektedir.
Sünnet ve hadise ilişkin temel bilgiler içermesi ve eserin hazırlanma sü-
reçlerinde takip edilen usûl ve metotları anlatması bakımından öncelikle
mukaddimenin okunması faydalı olacaktır.
Kitaptaki konuların/makalelerin yazımında belli ilkeler gözetilmiş-
tir. Kur’an, sünnet ve sîret birlikteliğini metne yansıtmak, Kur’an-sünnet
bütünlüğünü, sünnetin iç bütünlüğünü, hadislerin hayat bulduğu bağlam
ve ortamı, sebeb-i vürudlarını göz önünde bulundurmak, aynı şekilde
metinler arası iç bütünlüğe riayet etmek; yaşadığımız çağın gerçeklerini,
niteliğini ve edebî zevkini dikkate almak, geçmişi bugünün algısıyla ta-
savvur etmekten sakınmak, hadislerde geçen kelime, deyim ve kavramla-
43
HADİSLERLE İSLÂM
ÖN SÖZ
44
HADİSLERLE İSLÂM
ÖN SÖZ
45
HADİSLERLE İSLÂM
ÖN SÖZ
46
HADİSLERLE İSLÂM
ÖN SÖZ
47
MUKADDİME
I. KAVRAMSAL ÇERÇEVE
İ
A) Din-Vahiy-Nübüvvet
49
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
50
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
B) Sünnet ve Hadis
Hz. Peygamber’in İslâm dinindeki yerini kavramadan onun sün-
net ve hadisinin önemini anlayabilmek güçtür. Her şeyden önce Allah’ın
Kitabı’nın mübelliği ve en iyi tercümanı olan Hz. Peygamber, bir Müslü-
man için yegâne hayat ölçüsü ve en mükemmel şahsiyet örneğidir. Nite-
kim Allah (cc), “Gerçekte Allah Resûlü’nde sizin için güzel bir örnek vardır.”15
buyurmaktadır. Yüce Allah, Hz. Peygamber’in tüm inananlar için örnek
olduğunu söylediğine göre, kendisinden sonraki kuşaklar onun bu ör- 12
Şûrâ, 42/51.
13
Nisâ, 4/64.
nekliğini hayatlarına nasıl yansıtacaklar? Bu sorunun cevabı, her şeyden 14
Bakara, 2/213.
önce Hz. Peygamber’in bıraktığı bilgi mirasının iyi ve doğru bir biçim- 15
Ahzâb, 33/21.
51
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
1. Sünnet
Kelime olarak “yol, güzergâh, âdet, gidişat ve davranış tarzı” gibi an-
lamlara gelen “sünnet” sözcüğü, “yeni bir şekil vermek, yeni bir şey ortaya
koymak, iyi veya kötü çığır açmak, bir yola girip yürümek, bir durumu
belirlemek, toplum için kural koymak” gibi anlamlara da gelmektedir.17
Arap dilinde “tarîk, sebîl, sırât, mezheb, menhec” gibi yol ve yöntem mânâsına
gelen farklı kelimeler vardır. Ancak hiçbiri tam olarak sünnetin karşılığı
değildir. Bununla beraber sünnet, bu kelimelerin tümünü içeren kapsamlı,
16
MU336 Muvatta’, Kasru’s- şemsiye bir kavramdır.
salât, 2; İM1066 İbn Mâce,
İkâmet, 73. Sünnet, “Allah’ın çizdiği yol, belirlediği değişmez kanun” anlamların-
17
İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, da Kur’an’da sünnetullah ve sünnetü’l-evvelîn gibi terkiplerle geçmektedir.18
S-N-N md.
18
Ahzâb, 33/38, 62; Fâtır, Sünnetullah Allah’ın hikmeti gereği, gerek âlemin yapısına ilişkin koyduğu
35/43; Mü’min, 40/85; Fetih, ilâhî kanunlar gerekse toplumların yapıları ve ömürleri ile ilgili koyduğu
48/23.
19
Musa Cârullah Bigiyef,
kuralları; sünnetü’l-evvelîn ise Allah’ın insan hayatı için belirlediği değiş-
Kitâbü’s-Sünne, s. 5. mez kuralları ifade eder.19
52
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
53
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
54
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
2. Hadis
Sözlük anlamı “yeni” demek olan “hadîs” sözcüğü, “kadîm” (eski) keli-
mesinin zıddıdır.32 Aynı zamanda “haber” anlamına da gelen hadis, Kur’ân-ı
Kerîm’de ilâhî bir haber anlamında “Kur’an’ın karşılığı olarak kullanıldığı
gibi33 “hadîsü Musa” (Musa’nın haberi)34 “hadîsü’l-cünûd” (orduların habe-
ri) ifadelerinde de “kıssa” veya “haber” anlamında kullanılır. Hz. Peygam-
ber de zaman zaman Kur’an’dan söz ederken “ahsenü’l-hadîs” (sözlerin en
güzeli)35, “hayrü’l-hadîs” (sözlerin en hayırlısı)36, “asdaku’1-hadîs” (sözlerin
en doğrusu)37 tabirlerini kullanmıştır. Râğıb el-İsfehânî, hem Kur’an’a hem
de Hz. Peygamber’in sözlerine karşılık gelecek şekilde hadis kelimesine
şöyle bir tanım getirmektedir: “(Hadis) insana, işitmek ya da vahiy almak
suretiyle uyku halinde veya uyanıkken ulaşan her türlü sözdür.”38 Ancak
daha sonraları hadis kelimesi, sözlük mânâsının dışında Hz. Peygamber’in
sözlerini ifade eden özel bir sözcük olarak kullanılmıştır.
Hadis, Sevgili Peygamberimizin sözleri için kullanılan özel bir söz-
cük olmakla birlikte, onun sözlerini ifade etmek üzere hadis yerine başka
sözcükler de kullanılmıştır. Bunların başında “haber” kelimesi gelmekte-
dir. Sahâbe devrinde ve daha sonraki dönemlerde haber sözcüğü, Resûl-i
Ekrem’in sözleriyle onun fiillerini ve tasviplerini bildiren haberler anla-
mında kullanılmıştır. Haber sözcüğü hadise nazaran daha kapsamlıdır.
“Bir nesneyi gereği gibi bilmek için yoklayıp sınamak, bir şeyin iç yüzün-
den haberdar olmak” mânâsına gelen “hubr” (hıbre) kelimesinden türemiş
bir isim olan haber, terim olarak “geçmişte meydana gelen veya gelecekte 32
İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab,
vuku bulacak bir olayı bildiren söz” veya “mahiyeti itibariyle doğru ve H-D-S md.
yanlış olma ihtimali bulunan söz” anlamına gelmektedir.39 Hatîb-i Bağdâdî 33
Kehf, 18/6.
34
Tâ-Hâ, 20/9.
(463/1071) el-Kifâye adlı meşhur eserinin girişinde nebevî sünnetin öne- 35
HM14484 İbn Hanbel, III,
minden kısaca bahsettikten sonra “haberler ve kısımları” başlığı ile bir bö- 320.
36
M2005 Müslim, Cum’a,
lüm açar ve haberi bilgi değeri bakımından “doğru ve yalan olma ihtimali 43.
bulunan şey/söz” diyerek tarif ettikten sonra iki kısma ayırır: 37
N1579 Nesâî, Îdeyn, 22.
38
İsfehânî, Müfredât, s. 110.
1. Tevâtür (Mütevâtir) Haber: Yalan söylemek üzere ittifak etmeleri 39
Yavuz, Yusuf Şevki,
âdeten ve aklen imkânsız olacak derecede kalabalık bir topluluğun verdiği “Haber”, DİA, XIV, s. 346.
55
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
56
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
tutum ve davranışları, hem fiilî olarak hem de şifahî olarak (hadis rivaye-
tiyle) sonraki nesillere anlatılmış ve aktarılmıştır. Dolayısıyla Resûlullah’ın
her Müslüman için örnek teşkil eden kişiliğine dair ayrıntıları, onun istek,
tavsiye ve uygulamalarını hadislerde bulabilmekteyiz.
Resûl-i Ekrem’in etrafında âdeta onun bütün söz ve davranışlarını
yakın takibe alan, onları hayatlarına tatbik ederek hafızalarına nakşeden
sahâbîleri, onun sünnetini sonraki kuşaklara bizzat taşıyanlar olmuşlardır.
İslâm topraklarının genişlemesi ile birlikte inanç, ibadet, tutum ve davra-
nış bakımından birbirine benzeyen, örf, âdet ve gelenek bakımından aynı
ahlâkî hassasiyeti taşıyan müşterek bir Müslüman toplumun oluşmasında
en önemli yere ve etkiye sahip olan nebevî sünnetin geniş coğrafyalara ya-
yılmasında hadislerin önemi inkâr edilemez. Hicrî ikinci asrın başların-
dan itibaren sorumluluk sahibi ilim adamları, Sevgili Peygamberimizin
hadislerini bir araya getirmek için büyük bir gayret içine girdiler. Bu ça-
balar üstünkörü bir faaliyetten ibaret değildi. Her şeyden önce hadisleri
nakletme (rivayet) işi, birtakım kural ve kaidelere bağlandı. Zira kimi çev-
reler siyasî veya itikadî temayüllerine geçerlilik kazandırmak için kişisel
kanaatlerini “hadis” olarak nitelendirebiliyor ve bunları da Resûlullah’ın
sözleriymiş gibi aktarabiliyorlardı.43 Enes b. Mâlik’in azatlısı Basralı meş-
hur âlim Muhammed b. Sîrîn (110/729) hadislerin kaynağını araştırma
hassasiyetinin fitne döneminden sonra başladığını söylemiştir.44 Hadisleri
kaynağına nispet ederek ve kaynaklarını zikrederek rivayet etme şeklinde
tanımlanabilecek olan bu aktarıma “isnad” denilmiştir. Sözlükte “dayan-
mak, yaslanmak, itimat etmek” mânâsındaki “s-n-d” kökünden türeyen
isnad, terim olarak “rivayet için kullanılan lafızlarla râvi veya râvileri be-
lirterek hadis metnini ilk söyleyen kimseye kadar ulaştırmak, hadis met-
nini nakleden râvileri rivayet sırasına göre zikretmek” anlamına gelir.45
“Kendisine dayanılan, itimat olunan, güvenilen” anlamına gelen “sened”
ise hadis metninin hemen üstünde yer alan ve o hadisi birbirlerinden nak-
leden râvi isimlerinden ibarettir ki bu isimler âdeta o hadisin güvence- 43
Hatîb, Kifâye, s. 151.
si sayılmıştır.46 Senedde aynı zamanda onu nakleden kimselerin hadisi 44
M27 Müslim, Mukaddime,
birbirlerinden nasıl ve hangi yolla aldıkları da özel deyimlerle belirtilir. 7; Hatîb, Kifâye, s. 151.
45
Küçük, Raşit, “İsnad”,
Böylece hadis, sadece metin değil, aynı zamanda o metnin asılı durduğu, DİA, XXIII, s. 154.
dayandığı bir sened zincirini de kapsar. İlk râvisinden sonuna kadar yani 46
Koçyiğit, Talat, Hadis
Istılahları, s. 397.
Hz. Peygamber’e kadar bir kopukluk, kesinti olmadan rivayet edilen ha- 47
Hâkim-i Neysâbûrî,
dislere “müsned” adı verilmiştir.47 Ma’rifetü Ulûmi’l-Hadîs, s. 17.
57
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
58
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
olan bir başka râviye muhalefet etmemesi, “muallel” olmaması ise hadisin
sened veya metin itibariyle herhangi bir kusur taşımaması demektir.
Sahîhin bir derece altında yer alan hadis çeşidi hasen hadistir. Râvisinin
zâbıt olması dışında sahîh hadiste bulunması gereken bütün şartları taşı-
yan rivayetler hasen mertebesinde hadislerdir.
Üçüncü mertebedeki hadis çeşidi ise zayıf veya sakîm hadistir. Zayıf
hadis, sahîh veya hasen hadisin şartlarından birini veya birkaçını kaybeden,
ancak uydurulmuş olduğu ileri sürülmeyen rivayetlerdir. Hadis tarihinde
zayıf hadisin yeri hep tartışma konusu olmuştur. İslâm geleneğinde zayıf
hadisin helâl veya haramları ilgilendiren ahkâm konularında delil olama-
yacağı, ancak bunun dışında kalan amellerin faziletleri gibi hususlarda bu
tür hadislerle amel etmenin caiz olduğu görüşü hâkim olmuştur.
Burada şu iki noktaya işaret etmek gerekir: Birincisi; bir hadisin sahîh,
hasen veya zayıf olduğunu belirlemek, ictihadî bir konudur. Başka bir ifa-
deyle hadisçiler bir hadisin sübûtu konusunda görüş belirtirken kendi ic-
tihadları ile değerlendirmeler yapmışlardır. Bu ictihad, ya hadisin isnadı-
nın muttasıl olup olmadığı ya da sened zincirinde yer alan sahâbî dışındaki
râvilerin “güvenilirlik” durumları hakkında yapılan değerlendirmelere iliş-
kindir. Bilhassa râvilerin adalet veya zabt açısından incelenmesinde dikka-
te alınan ölçütler her hadisçiye göre bazı farklılıklar arz ettiği için varılan
sonuçlar da nispeten farklı olmuştur. Bu yüzden bazen bir hadisçinin zayıf
gördüğü bir hadisi bir diğeri sahîh veya hasen olarak değerlendirebilmiştir.
İkincisi; bir hadisin Resûlullah’a ait olup olmadığı hususundaki de-
ğerlendirmeler, o hadisin ağırlıklı olarak senedine ilişkin değerlendirme-
lerdir. Zayıf olduğu söylenen bir hadisin her zaman sahîh olma ihtimali
bulunduğu gibi sahîh veya hasen olduğu ifade edilen bir hadisin de zayıf
olma ihtimali mevcuttur. Zira güvenilir bir râvinin bazen hata yapması ne
kadar muhtemelse zayıf bir râvinin de doğru söylemesi o kadar ihtimal
dâhilindedir.
Şayet isnad zincirindeki râvilerden biri “yalancılık/kizb” gibi çok kötü
sıfatlarla itham edilmişse, o zaman o râvinin yer aldığı hadisin mevzû yani
uydurma olduğuna hükmedilmiştir. Mevzû hadis Hz. Peygamber adına uy-
durulan haberler için kullanılır. Bu tür rivayetleri “zayıf hadisin en kötüsü”
olarak değerlendiren ilim adamları olmuşsa da bu pek itibar görmemiştir.
Esasen “uydurma hadis” yerine “uydurma haber” veya “uydurma rivayet”
şeklinde ihtiyatlı bir ifade kullanmak daha doğru olabilirdi. Ancak şekil
59
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
60
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
61
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
62
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
göre Resûlullah şöyle demiştir: “Benden bir şey yazmayın. Her kim benden
Kur’an’dan başka bir şey yazmışsa onu hemen yok etsin. Benden hadis riva-
yet edin; bunun bir sakıncası yok. Ama her kim benim üzerimden kasten yalan
söylerse cehennemdeki yerini hazırlasın.”62 Bir başka rivayete göre yine Ebû
Saîd el-Hudrî, Resûlullah’tan, (hadisleri) yazmak için izin istediklerini,
ancak onun kendilerine izin vermediğini nakletmektedir.63 Resûlullah’ın
hadislerin yazılmaması yönünde bir isteği olduğunu Zeyd b. Sâbit de
nakletmektedir.64 Hatta Hz. Ömer devrinde bütün hadislerin toplanılması
düşünülmüş, ancak aynı gerekçeyle bundan vazgeçilmiştir. Tabakât müelli-
fi İbn Sa’d’ın naklettiğine göre, Hz. Ömer Resûlullah’ın sünnetlerini kayda
geçirmek hususunda önce sahâbe ile istişare etmiş, ancak tam karar vere-
meyince bir ay boyunca istihareye yatmış ve neticede önceki din mensup-
larının, sonradan yazdıkları kitaplara yönelmek suretiyle Allah’ın Kitabı’nı
terk ettiklerini anımsayarak “Allah’ın Kitabı’na bir şey karıştırmam”65 de-
miş ve bu uygulamadan tamamen vazgeçmiştir.66
• Hz. Peygamber’in hadislerin yazılması hususunda bazı sahâbîlere
özel izin verdiği bilinmektedir. Bunlardan biri olan Abdullah b. Amr b.
el-Âs şöyle demiştir: “Ben, muhafaza etme düşüncesiyle Resûlullah’tan
işittiklerimin hepsini yazıyordum. Kureyşli bazı kişiler, ‘Resûlullah (sav)
sakinken de öfkeliyken de konuşan bir insan olduğu hâlde, sen ondan
her duyduğunu yazıyor musun?’ diyerek beni bundan menettiler. Ben de
yazmaktan vazgeçtim ve bu durumu Allah’ın Elçisi’ne ilettim. O (sav) da
“Sen yaz.” dedi ve parmağıyla ağzına işaret ederek, “Varlığım elinde olan
Allah’a yemin olsun ki buradan hakikatten başka bir şey çıkmaz.”67 buyurdu. 62
M7510 Müslim, Zühd,
Abdullah’ın Resûlullah’tan yazdıklarını “es-Sâdıka” adını verdiği bir sahi- 72; HM11557 İbn Hanbel,
III, 56; DM458 Dârimî,
fede bir araya getirdiği söylenir.68 En çok hadis rivayet eden sahâbî olarak
Mukaddime, 42.
bilinen Ebû Hüreyre’nin de Abdullah b. Amr’ın hadisleri yazmakta oldu- 63
T2665 Tirmizî, İlim, 11.
ğuna şöyle tanıklık ettiği ifade edilmektedir: “Peygamber’in (sav) ashâbı
64
D3647 Ebû Dâvûd, İlim, 3.
65
Hatîb, Takyîdü’l-ilm, 49.
arasında Abdullah b. Amr dışında benden daha fazla hadis bilen yoktur. 66
İbn Sa’d, Tabakât, III, 287.
Çünkü o yazardı ben yazmazdım.”69 Tevrat ve İncil gibi kadim kitapları 67
D3646 Ebû Dâvûd,
İlim, 3; DM493 Dârimî,
okuyabilen, Arapça ve Süryanice dilleriyle rahatça yazabilen biri olması Mukaddime, 43.
hasebiyle Abdullah b. Amr’a hadisleri yazması yönünde özel bir izin veril- 68
DM505 Dârimî,
Mukaddime, 43; Hatîb,
diği anlaşılmaktadır.70 Yine Ebû Hüreyre’den nakledilen bir rivayete göre, Takyîdü’l-ilm, s. 85.
Mekke’nin fethini müteakip Hz. Peygamber’in yaptığı konuşmayı dinleyen 69
NM357 Hâkim, Müstedrek,
I, 153 (1/105).
Ebû Şâh adlı Yemenli bir zat, Resûlullah’tan yaptığı konuşmayı kendisi için 70
İbn Kuteybe, Te’vîlü
yazdırmasını istemiş, bunun üzerine Allah Resûlü kâtiplerine hutbenin muhtelifi’l-hadîs, s. 287.
63
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
64
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
65
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
66
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
67
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
68
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
69
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
İbn Hacer’in konuyla ilgili el-İsâbe adlı eserinde 12.304 kişinin bilgisi yer
almaktadır. Bunların içerisinde sahâbî olduğu tespit edilemeyenler de var-
dır. Kuşkusuz el-İsâbe bu sahada daha önce yazılan eserlerden de yararla-
narak en çok sayıda sahâbînin hayat hikâyesini içeren bir kitaptır.
Hz. Peygamber’in vefatında yüz bini aşkın sahâbî olduğu bildiril-
mekle beraber, Hâkim en-Neysâbûrî (405/1014) hadis rivayetinde bulunan
sahâbîlerin 4.000 kişi civarında olduğunu söyler. Fakat Zehebî bunların
1.500 kişi olduklarını belirtir ve sayılarının ne kadar zorlansa asla 2.000’i
bulmayacağını söyler.112 Sahâbîler, rivayet bakımından çok hadis nakle-
denler “müksirûn” ve az hadis nakledenler mânâsında “mukıllûn” olmak
üzere iki kısımda ele alınırlar. Müksirûn olarak nitelenen ve binin üzerinde
hadis nakleden yedi sahâbî vardır. Bunlardan Ebû Hüreyre 5.374, Abdul-
lah b. Ömer 2.630, Enes b. Mâlik 2.286, Hz. Âişe 2.210, Abdullah b. Abbâs
1.969, Câbir b. Abdullah 1.540 ve Ebû Saîd el-Hudrî 1.170 hadis naklet-
miştir. Bunun dışında kalan sahâbîler ise mukıllûn olarak nitelenirler.
• Özellikle hicrî birinci asır, İslâm toplumunda hızlı dönüşümün ya-
şanması, nüfusun karmaşıklaşması ve önü alınamaz siyasî ve toplumsal
çalkantıların yaşanması sebebiyle, hadis tarihinin en nazik devresini teş-
kil eder. Fiten-melâhim rivayetlerinin halkın hissiyatına tercüman olması ve
kabilevî ve fikrî kamplaşmaların hadislere yansıması da bu dönemde baş-
lar. Hz. Peygamber’e atfen hadis uydurulması faaliyeti, ilk asırda görülmeye
başlanan en önemli hadiselerden birisidir. Hadis ilminin rivayet metinleri
bağlamında belkemiğini teşkil eden sahâbe, tâbiûn ve ondan sonraki nesle
tanık olan ilk iki asır, daha sonraki fikrî kamplaşmaların da temelleri-
nin atıldığı bir süreçtir. Hz. Peygamber’in vefatının ardından patlak veren
irtidat hadiseleri, Hz. Ebû Bekir’in dirayetli siyaseti sayesinde önlenmiş;
Hz. Ömer devrinde istikrarlı bir yönetim sergilenmiş, Hz. Osman’ın devr-i
hilâfetinin sonlarına doğru İslâm toplumunda ciddi rahatsızlıklar zuhur
etmiştir. Hz. Osman’ın bir suikasta kurban gitmesiyle başlayan süreçte Ce-
mel ve Sıffin gibi acı iç çatışmalar yaşanmış; Hz. Ali ve Muâviye arasındaki
anlaşmazlık maalesef Müslüman toplumun siyasî olarak bölünmesine yol
açmıştır. Hz. Ali’nin safında yer alan kimi bedevîlerin ondan ayrılmasıyla
Hâricîlik fırkası, Ali’ye yandaş olanların ise ona duydukları sevgide aşırı
gitmeleri ile Şîa/Râfızıyye fırkası teşekkül etmiştir. Emevîler devrinde zu-
112
Zehebî, Tecrîdü esmâi’s-
hur eden Mürcie, Kaderiyye, Cehmiyye ve Müşebbihe gibi fırkalar, Müslü-
sahâbe, I, 3. man toplum arasındaki fikrî ve itikadî bölünmeleri çoğaltmıştır. Buna bir
70
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
71
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
72
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
73
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
Üçüncü asırda öne çıkan en mühim eserler ise “es-Sahîhayn: İki Sahîh”
olarak bilinen Buhârî ve Müslim’in el-Câmiu’s-sahîh adlı eserleri “Sünen-i
erba’a: Dört Sünen” olarak bilinen Ebû Dâvûd, Tirmizî, İbn Mâce ve
Nesâî’nin es-Sünen isimli çalışmalarıdır. Bunlar, “Kütüb-i sitte” denilen altı
ana hadis kaynağını meydana getirmiştir. Söz konusu altı hadis imamın-
dan ve kitaplarından burada kısaca söz etmek yerinde olacaktır.
74
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
75
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
76
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
77
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
78
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
Hicrî VI. asrın başına kadar, Buhârî, Müslim, Nesâî, Ebû Dâvûd ve
Tirmizî’nin eserleri şöhret bulmuş, henüz İbn Mâce’nin es-Sünen’i, Kütüb-i
Sitte’ye dâhil edilmemişti. Ancak Muhammed b. Tâhir el-Makdisî’nin
(507/1113), bu beş kitaba (usûl-i hamse) tahsis ettiği Etrâf kitabına İbn
Mâce’nin eserini de eklemesinden ve “Şurûtu’l-Eimmeti’s-Sitte” (Altı İmamın
Şartları) adlı kitabını telif etmesinden sonra İbn Mâce’nin kitabı da mu-
teber hadis kitapları arasına girmeye başlamıştır. Bununla beraber onun
yalancılık ve hadis hırsızlığı ile itham olunmuş bazı râvilerden gelen ha-
dislere de kitabında yer vermiş olması, bazı hadisçilerin es-Sünen’in altıncı
kitap sayılmaması gerektiği yönünde kanaat belirtmelerine yol açmıştır.
Bu hadisçilerden bir kısmı, daha az zayıf râvileri ve daha az şâz ve münker
hadisleri bulunan Dârimî’nin Sünen’ini, diğer bazıları ise İmam Mâlik’in
Muvatta’ adlı eserini altıncı kitap olmaya daha lâyık görmüşlerdir.
Bununla birlikte İbn Mâce’nin es-Sünen’i, bilhassa fıkıh bâbları yö-
nünden büyük faydası dolayısıyla VII. asırdan itibaren Kütüb-i Sitte’nin
altıncı kitabı olarak kabul ve rağbet görmüştür.138 İbn Mâce’nin eseri, M.
Fuâd Abdülbâkî’nin tespitine göre, Mukaddime hariç, 37 kitap, 1515 bâb
ve 4341 hadisten oluşmaktadır.139
Daha çok Horasan ve çevresinde şöhret kazanmış bulunan Sünen-i
İbn Mâce, özellikle kullanışlı olması nedeniyle bütün kusurlarına rağmen
faydalı bir kaynak eser sayılmaya lâyık görülmüştür. Fıkhın diğer hadis
kitaplarında bulunmayan birçok konusuna dair hadislere yer vermiştir.
Bâb başlıkları konunun inceliklerini dile getirecek kadar özlü ve düzgün
bir biçimde konulmuştur. Tertibi, tekrardan uzak, kısa ve düzenli oluşu
cihetiyle oldukça kullanışlıdır.140
es-Sünen, geniş bir mukaddime ile başlamaktadır. İbn Mâce burada,
sünnete ittiba, hadislere saygı, hadis rivayet ederken gösterilmesi gereken
titizlik, hadis uydurmanın vebali, Hulefâ-i Râşidîn’in sünnetine ittiba,
bid’atlerden, cedelden, re’y ve kıyastan sakınma, iyi ve kötü çığır açma, 138
Koçyiğit, Talat, Hadis
ölmüş sünnetleri ihya, Kur’an öğrenimi-öğretimi, ilim ve âlimlerin fazileti, Tarihi, s. 249-250.
hayra delâlet, iman, kader, ashâbın fazileti, Hâricîler ve Cehmiyye gibi 139
İbn Mâce, Sünen, (nâşirin
mukaddimesi), I. 7-8.
muhtelif konulara dair hadisleri rivayet ederek, Ehl-i Hadis’in düşüncele- 140
Uğur, Mücteba, a.g.e., s.
rini yansıtmıştır.141 287-8; Çakan, İ. Lütfi, a.g.e.,
s. 89.
İbn Mâce, hadislerin mânâ ve muhtevalarıyla ilgili herhangi bir yo- 141
Bkz. İbn Mâce,
rum veya açıklama yapma cihetine gitmez, hadisi uygun gördüğü bâb baş- Mukaddime 1-24, I. 3-98.
79
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
lığı altında zikretmekle yetinir. Çok sık olmamakla birlikte, bazen kendisi,
bazen de hocalarından naklen, hadisin sıhhat durumu, isnadı ile ilgili bir-
takım kısa bilgiler verdiği görülmektedir.
***
Hicrî dördüncü asırda ise İbn Huzeyme’nin (311/923) es-Sahîh’i,
İbnü’l-Cârûd’un (307/919) el-Müntekâ’sı, Tahâvî’nin (321/933) Şerhu
meâni’l-âsâr’ı ve Şerhu müşkili’l-âsâr’ı, İbn Ebî Hâtim’in (327/939) Kitâbü’l-
cerh ve’t-ta’dîl’i, Dârekutnî’nin (385/995) Sünen’i, Hattâbî’nin (ö. 388/998)
Buhârî şerhi A’lâmü’l-hadîs’i ile Ebû Dâvûd şerhi Meâlimü’s-Sünen’i başta
olmak üzere çeşitli kitaplar kaleme alınmıştır. Bu asırda Taberânî’nin
(360/971) Mu’cem’leri (el-Mu’cemü’l-kebîr, el-Mu’cemü’l-evsat ve el-Mu’cemü’s-
sağîr) ile Hâkim’in (405/1014) el-Müstedrek’i gibi muhtelif hadis kitapları
da vücuda getirilmiştir.
• Hadis ilminin en temel özelliği onun bir nakil-rivayet ilmi olmasıdır.
Bu itibarla, “Hadis ilmi bir isnad ilmidir.” denilir. Nakil ilmi olduğu için de
ağırlıklı olarak Hadis Usulü’nün kavram ve mefhumları “nakil” kavramı et-
rafında odaklanır. Erken dönem tedvin ve tasnif faaliyetlerine koşut olarak
hadis rivayetinin ıstılahları da teşekkül etmeye başlamış ve asgarî bir ortak
kavramsal zemin meydana gelmiştir. Bu kavramsal zeminin teşekkülünde
başta İmam Şâfiî’nin (204/819) er-Risâle adlı eseri olmak üzere Müslim’in
(261/874) el-Câmiu’s-sahîh isimli eserine yazdığı Mukaddime ile Tirmizî’nin
(279/892) es-Sünen isimli eserinin sonunda yer alan el-İlel’i, Ebû Dâvûd es-
Sicistânî’nin (275/888) es-Sünen adlı kitabında takip ettiği usulü anlatmak
için yazdığı er-Risâle ilâ ehli Mekke’si önemli bir yere sahip olmuştur. Böylece
ilk üç asrın zengin birikimi ve tecrübesi “Mustalahu’l-hadîs”, “Usûlü’l-hadîs”
veya “Ulûmü’l-hadîs” (Hadis ilimleri) başlığı altında müstakil bir bilgi dalı
doğurmuştur. Kadı Hasan er-Râmehürmüzî’nin (360/970), kendi ifadesiy-
le hadisi ve hadis ehlini savunmak amacıyla yazdığı el-Muhaddisü’l-fâsıl
beyne’r-râvî ve’l-vâî adlı eseri bu türün ilk örneği sayılabilir. Râmehürmüzî,
hadis usulü veya hadis ıstılahlarına dair eserlerin teşekkülünde bir dönüm
noktası teşkil eder. Hâkim en-Neysâbûrî’nin (405/1014) Ma’rifetü ulûmi’l-
hadîs’i tarihsel olarak Râmehürmüzî’nin eserinden sonra gelir. Ancak daha
sonra bu sahada yazılan eserlerin hemen tamamına malzeme sunacak olan
Hatîb-i Bağdâdî (463/1070), Râmehürmüzî’nin bu kitabından çok fayda-
lanmış ve ona birtakım ilâvelerde bulunmak suretiyle bu sahada çok sa-
yıda kitap telif etmiştir. Burada özellikle el-Kifâye fî ilmi’r-rivâye ve el-Câmi’
80
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
81
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
82
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
ler için de elli olmak üzere dört yüz ana başlık belirlemiştir. Bu başlık-
ları belirlerken de başta konu bütünlüğü olmak üzere emir veya yasağın
tüm zamanları ve herkesi kapsayıp kapsamadığını ve Hz. Peygamber’in
hangi maksadı gözettiğini dikkate almıştır. Kitap Türk asıllı hadis bil-
gini İbn Balabân (739/1339) tarafından da el-İhsân fî takrîbi sahîhi ibn
Hibbân adıyla fıkıh bâblarına göre yeniden düzenlenmiş ve muhtelif
baskıları yapılmıştır.
Mesâbîhu’s-sünne
Muhyi’s-sünne el-Begavî’ye (516/1122) ait eserde, güvenilir hadis
kaynaklarından senedleri çıkartılarak seçilen hadisler, önce konularına
göre sıralanmış, sonra da her bâb kendi arasında sahîh ve hasen hadisler
olmak üzere ikiye ayrılmıştır. 4719 hadisi ihtiva eden eser, İslâm âleminde
büyük bir şöhret kazanmış ve üzerinde otuzdan fazla âlim tarafından şerh
ve yorumlar yazılmıştır.145
Câmiu’l-usûl li ehâdîsi’r-resûl
Mecdüddin İbnü’l-Esîr (606/1210) tarafından tasnif edilen eser Buhârî,
Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî ve İmam Mâlik’in eserlerinden derle-
nip konularına göre alfabetik olarak sıralanan hadislerden meydana gel-
mektedir. Sahâbî râvileri dışında senedleri tümüyle hazfedilen eser üzerin-
de pek çok çalışma yapılmıştır. Kitap Türkçeye de çevrilmiştir.146
et-Terğîb ve’t-terhîb
Münzirî (656/1258) nisbesiyle bilinen Ebû Muhammed Zekiyyüd-
din Abdülazîm’e ait olan eser, klâsik hadis kaynaklarından seçilmiş beş
binden fazla hadisin, yirmi beş bölüm halinde sıralanmasıyla meydana
gelmiş olup senetlerde sahâbî dışındaki kişiler zikredilmemiştir. Konula-
rın işlenişinde önce terğîb (teşvik) hadislerine sonra terhîb (sakındırma)
hadislerine yer verilmiştir. Eser, tertibi, rivayet seçimi, hadislerin güve-
nilirlik derecesinin belirtilmesi gibi sebeplerle İslâm dünyasında büyük
şöhret kazanmıştır.
Mişkâtü’l-mesâbîh
el-Begavî’den (516/1122) yaklaşık iki asır sonra Hatîb Tebrizî (737/ 145
Hatiboğlu, İbrahim,
1336) onun Mesâbîhü’s-sünne adlı eserine 1511 hadis ziyade etmek suretiyle “Mesâbîhu’s-Sünne”, DİA,
XXIX, 258-259.
Mişkâtü’l-mesâbîh adlı eserini meydana getirmiştir. Tebrizî, Begavî’nin se- 146
Eserin tercümesi 19 cilt
nedsiz zikrettiği hadislerin râvi ve kaynağını göstermek ve hemen hemen hâlinde S. Kemal Sandıkçı
ve Muhsin Koçak tarafından
her bâbı üç fasla çıkarmak suretiyle Mişkât’ı telif etmiştir. Mişkât üzerine yapılmıştır (Ensar Neşriyat,
yapılan en önemli çalışma Aliyyü’l-Kârî’nin (1014/1605) Mirkâtü’l-mefâtîh İstanbul, 2008).
83
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
84
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
85
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
86
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
87
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
şiirler de yazan İbn Kemal’in iki yüz kadar eseri vardır. Hadis alanında
Ta’lika ale’l-Câmii’s-sahîh li’l-Buhârî, Şerhu Meşâriki’l-envâr li’s-Sâğânî ve Şer-
hu erba’in isimli eserleri bulunmaktadır.
II. Selim devrinde (1566-1574) padişahın hocası Atâullah Efendi ta-
rafından Birgivî Mehmed Efendi (981/1573) için Birgi’de İsa Bey Camii ya-
kınında inşa ettirilen “Atâullah Efendi Dârülhadis”i (979/1571) önemli bir
mevkii haizdi. Osmanlı hadisçiliğinin en mühim simalarından birisi olan
Birgivî Mehmed Efendi,156 hadis usulüne ilişkin bir risale, ibadetler konu-
sunda kırk hadis şerhi ve iki ciltlik Kitâbü’l-îmân ve’l-istihsân adlı derleme
çalışmasıyla hadis sahasında dikkat çeken eserler vermiştir. Birgivî, ahlâk
sahasında kaleme aldığı et-Tarîkatü’l-Muhammediyye adlı eseriyle ilim ve
kültür dünyamızda derin tesirler uyandırmıştır. Tek ciltlik bu eserinde
775 hadis naklederek neredeyse müstakil bir hadis eseri oluşturan Birgivî,
sünnete dayanan sağlam bir ahlâkî yapılanmayı okuyucusuna sunmakta-
dır. Tarîka üzerinde çok sayıda şerh çalışması yapılmıştır.
Osmanlı dârülhadislerinde ders metni olarak Sahîh-i Buhârî, Sahîh-i
Müslim; Bağavî’nin (516/1126) Mesâbîhu’s-sünne; es-Sâğânî’nin (650/1253)
Meşâriku’l-envâr gibi eserleri okutulmuştur. Bu kurumlarda yetişen ha-
disçilerin, sadece birkaç hadis kitabını okuduklarını düşünmek yanıltıcı
olur. Devrin ilim anlayışı çerçevesinde okunması mutat olan temel hadis
kaynakları Osmanlı dârülhadislerinde de okunmaktadır. Bunu görmek
için Osmanlı’nın son muhaddisi sayılabilecek olan Zâhid el-Kevserî’nin
(1371/1952) hadis birikimine ve onu nasıl edindiğine bakmak yeterlidir.
Onun icazet ve rivayet silsilelerinden anlaşılmaktadır ki, Osmanlı dönemi
Anadolu’sunda on yedinci asırdan itibaren geleneksel hadis nakil usulüne
uygun bir biçimde hadis kaynaklarının okunması ve aktarılması geleneği
oturmuştur. Yine rivayet silsilelerinden anlaşılan bir başka husus, Mısır’ın
Yavuz Selim tarafından Osmanlı yönetimine katılmasıyla birlikte Ana-
dolu, Mısır, Irak ve Suriye bölgesi âlimleri arasındaki bilgi alışverişinin
daha da hızlandığıdır. Meselâ, Necmeddin el-Gaytî (984/1576) Osmanlı
egemenliğindeki Mısır’ın yetiştirdiği en gözde hadis hafızlarından biridir.
Onun talebelerinin talebeleri kanalıyla geleneksel hadis aktarım/rivayet
156
Bkz. Martı, Huriye, usulü Anadolu’da da yaygınlaşma sürecine girmiş ve on sekizinci ve on
Osmanlı’da Bir Dârü’l-Hadîs dokuzuncu asırlarda iyice yaygınlaşmıştır. Gaytî, İbn Hacer’in (852/1448)
Şeyhi: Birgivî Mehmed Efendi,
Dârulhadis Yay., İstanbul
ileri gelen talebesi Zekeriyya el-Ensârî’nin (925/1519) öğrencisidir. Gaytî
2008. ve hocası Zekeriyya el-Ensârî aynı zamanda Hind uleması ile Osmanlı
88
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
89
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
90
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
91
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
92
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
93
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
sonra Babanzâde 13 Ağustos 1934’te vefat eder. Bunun üzerine, yarıda ka-
lan bu hizmeti tamamlama görevi dönemin ilim ve siyaset adamlarından
Kâmil Miras’a (1875-1957) tevdi edilir. Ahmed Naim’in hazırladığı üçün-
cü cildin müsveddelerini tashih ederek onun adına neşreden Kâmil Miras,
kalan dokuz cildi kendisi tamamlar. Böylece eserin tercüme ve şerhi 1947
yılında bitirilir ve basılır. Eserin 1957’de ikinci, 1993’te ise on ikinci bas-
kısı yine Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yapılır.162
Diyanet İşleri Başkanlığınca bastırılan bir diğer hadis eseri Riyâzu’s-
sâlihîn ve Tercemesi’dir. Merhum A. Hamdi Akseki’nin de kitabın mukaddi-
mesinde ifade ettiği üzere bu eser, bilhassa vaizlerin elinde sahîh ve itimada
şayan bir hadis kitabı bulundurmak amacıyla yayımlanmıştır. Üç cilt halin-
de yayınlanan eserin ilk iki cildinin çevirisini Diyanet İşleri eski başkan-
larından Dr. Hasan Hüsnü Erdem, Müşavere Kurulu Üyesi Kıvâmuddin
Burslan ile birlikte yapmış, üçüncü cildi de tek başına Türkçeye kazandır-
mıştır. Ayrıca, Ahmet Hamdi Akseki eser için sünnet, hadis ve hadis tarihi-
ne ilişkin muhtasar ve faydalı bir mukaddime yazmıştır. Riyâzu’s-sâlihîn ve
Tercemesi’nin son baskısı Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından 2000 yılında
yapılmıştır. Yeni çevirisi ile basımı çalışmaları devam etmektedir.
Cumhuriyet dönemi Türkiye’sinde 1950’den ve özellikle İlahiyat
Fakültesi’nin ve Yüksek İslâm Enstitülerinin kurulmasından sonra Hadis
İlmi’nin muhtelif sahalarında önemli çalışmalar yapılmıştır. Akademik
düzeyde gerçekleştirilen çalışmaların bir kısmı Türk okuruna sunulma
imkânı bulurken önemli bir kısmı basılamamıştır. Bu dönemde yapılan
çalışmaların bazısı telif, bir kısmı terceme, bir kısmı da tahkik şeklindedir.
Bu arada muhtelif konularda çok miktarda makale de kaleme alınmıştır.
1960’lı yıllarda hadis metinlerine yönelik çalışmalara öncelik veril-
miştir. Bunlar arasında Ömer Nasuhi Bilmen “500 Hadis, 1961”; Hasan Bas-
ri Çantay “Hadisler, On Kere Kırk Hadis-1962”; Ahmet Davudoğlu “Selamet
Yolları-1967” sayılabilir. Bu eser İbn Hacer’in “Bülûğu’l-merâm min edilleti’l-
ahkâm” adlı eserinin bazı şerhlerinden de yararlanılarak hazırlanan bir
eserdir. Mehmet Sofuoğlu’nun dilimize kazandırdığı “Sahîh-i Müslim ve
Tercemesi-1967-1970”; Mansur Ali Nasıf’ın “et-Tâc el-câmi li’l-usûl fî ehâdîsi’r-
Rasûl” adlı eserinin Bekir Sadak tarafından hazırlanan “Tâc Tercemesi-1966-
162
Hansu, Hüseyin, 1968” örnek olarak zikredilebilir.
Babanzâde Ahmet Naim,
Hayatı, Fikirleri, Eserleri,
Cumhuriyet döneminde hadisi halka ulaştırmak maksadıyla hemen
Hadisçiliği, s. 65. hemen bütün ana hadis kitaplarının Türkçeye çevirisi yapılmış; bazı eser-
94
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
95
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
96
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
97
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
98
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
99
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
100
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
101
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
102
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
103
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
farklı bir dil kullanıyorsun.” deyince, o, ““ ”�َأ َّد َب ِني َر ِّبي َف�َأ ْح َس َن َت�ْأ ِدي ِبيBeni Rabbim
edeplendirdi (dil ve edebiyat bakımından yetiştirdi) ve bunu ne güzel yaptı.”194
buyurmuştu. Allah Resûlü bu sözüyle, kendisine sözlerin en edebî olanını
yani Kur’an’ı indiren Yüce Allah’ın bu konudaki yardımına işaret ediyor-
du. Allah Resûlü, “Bana sözün özü (cevâmiu’l-kelim) verildi.”195 derken de dil
konusunda sahip olduğu ayrıcalığa dikkat çekiyordu.
Arap Edebiyatı’nın en ünlü isimlerinden Câhız (255/869), el-Beyân ve’t-
tebyîn adlı eserinde Hz. Peygamber’in dil ve üslûbunu edebî açıdan şöyle
tasvir etmiştir: “Hz. Peygamber’in sözleri, az harflerle çok anlamlar ifade
eden, yapmacıklıktan uzak, zorlamalardan berî sözlerdir. Dili kullanırken
uzatılması gereken yerde uzatmış, kısa ve öz olması gereken yerde de çok
veciz ifadelere başvurmuştur. Konuşmaları, hikmet mirasına dayanan, is-
metle donatılmış sözlerden ibarettir. Söyledikleri, bizzat Allah tarafından
teyit edilmiş ve o (sav), beyan konusunda başarılı kılınmıştır. Allah, onun
sözlerine muhabbet katmış ve onları kabule şayan kılmıştır. O, heybetle
tatlılığı, özlü ifade ile güzel anlatıyı birlikte sunmuştur...”196
Hz. Peygamber, kendi hadislerini önceden oturup kaleme almadığı
veya yazdırmadığı gibi konuşurken de büyük ölçüde yazı dili değil, tabiî
olarak konuşma dili kullanmıştır. O, ayrıca anlattıklarını açık seçik ve
özlü olarak tasvir etmeye uygun, açık ve düzenli cümle yapısına sahip
yüksek bir dil kullanmış, bununla birlikte günlük dili kullandığı zaman-
lar da olmuştur. Hz. Peygamber, din dilinin bütün çeşitlerine başvurmuş-
tur. Bizâtihi ümmetine bir şeyi emreden yahut herhangi bir hususu sarih
ifadelerle yasaklayan hadislerin yanı sıra çok değişik vesilelerle, muhtelif
maksatlarla, çeşitli muhataplara yönelik olarak dilin farklı imkânlarını da
kullanmış, bazen serbest ifade ve üslûbu tercih etmiştir. Özetle hadis me-
tinleri, dil ve üslûp açısından yeknesak bir mahiyet arz etmemekte, bilakis
194
Sem’ânî, Ebû Saîd farklı, zengin bir üslûp özelliği sergilemektedir.
Abdülkerim b. Muhammed,
Edebü’l-imlâ ve’l-istimlâ,
s. 5; Rivayetin bağlamı, Hz. Peygamber’in Kavram Dünyasını Bilmek
tarikleri ve sıhhati hakkında
bkz. Aclûnî, Keşfü’l-hafâ ve
Hadisleri doğru anlamanın ilkelerinden birisi de Hz. Peygamber’in
müzîlü’l-ilbâs, s. 70. kavram dünyasını tespit etmektir. Hadislerde hayır-şer, birr-ism, haram-
195
M1167 Müslim, Mesâcid,
helâl, salah-fesad, maruf-münker, tayyib-habis, hasene-seyyie gibi söz ve dav-
5; B2977 Buhârî, Cihâd, 122.
196
Câhız, el-Beyân ve’t-tebyîn, ranışlara “değer biçen” kavramların yanı sıra küfür, şirk, hidayet, dalâlet,
II, 17. iman, İslâm, ihsan gibi “tasvir edici” kavramlar da sıkça yer alır. Son üç
197
B50 Buhârî, Îmân, 37;
M93 Müslim, Îmân, 1. kavram Cibrîl hadisi olarak bilinen bir rivayette197 Hz. Peygamber’in diliy-
104
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
105
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
106
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
107
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
108
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
ri ihtiva eden kıssaların birer hakikat olduğu kabul edilir. Ancak Kur’an’ın
verdiği bilgilerin dışında bilgiler ihtiva eden kıssaların tarihle ve önceki dinî
metinlerle mukayese edilmesi, bunların anlaşılması için önem arz eder.
Hz. Peygamber’den nakledilen kıssaların bir kısmı ise temsilîdir.
Temsilî kıssalar yaşanmamış hadiselerdir. Bunlar bir hakikati anlatmak,
onu toplumun zihnine ve hafızasına yerleştirmek için başvurulan bir do-
laylı anlatım tarzıdır.226 Ancak yaşanmadığı halde bir gerçekliği ifade etmek
için yaşanmış gibi nakledilen kıssaların veya temsilî hikâyelerin anlaşılma-
sı her zaman kolay olmamıştır. Mecazlar halkın elinde hakikat kesbettiği
gibi bu tür kıssalar da zamanla tarihî hakikatlere dönüştürülebilmiştir.
109
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
“Miskal-i zerre, hardal tanesi, iğne ucu, yarım hurma, karış, arşın, deniz köpü-
ğü” gibi ifadeler bu cümledendir. Bilhassa hadislerde geçen altmış, yetmiş,
yüz ve yedi yüz rakamları, bazı anlaşılma problemlerine yol açmıştır. Bu
sayılar, Arapçada çokluk ve mübalağa ifade ettiğihalde, bunları kesin ra-
kamlar olarak değerlendirenler olmuştur.238
Buhârî üzerine yazdığı şerhi ile meşhur olan Bedreddin el-Aynî
(855/1451) bu konuda şöyle demiştir: “”التخصيص بالعدد لا يدل على نفي الزائد,
“Hadislerde belirli bir sayı ile sınırlandırma yapılması, o sayıdan daha faz-
lasının anlaşılmasına engel değildir.”239 Başka bir ifadeyle hadiste belirti-
len sayı mutlak bir kesinlik ve sınırlama ifade etmez. Bu çerçevede, “İslâm
beş esas üzerine bina edilmiştir.” hadisi,240 bu beş esasın dışında İslâm’ın
herhangi bir esası olmadığı anlamına gelmediği gibi, adalet ve ahlâk
gibi esasların İslâm’ın esaslarından olmadığı mânâsına hiç gelmez. Yine
meselâ, “Müslüman’ın Müslüman üzerindeki hakkı beştir.” hadisi, bu beş hak-
kın dışında Müslümanların birbirlerine karşı başka hakkı yoktur, demek
değildir. Hadislerdeki bu türden sayılar, konuları bizim zihnimize yaklaş-
tırmak, vurgulamak ve sınıflandırmak gibi gayelere yöneliktir.
Şah Veliyullah Dihlevî’ye göre de terğîb ve terhîb yani teşvik edici
ve sakındırıcı nitelikte olan haberlerde beyan edilen miktar ve sayılarda
Hz. Peygamber’in amacı sınırlayıcılık (hasr) değildir. Ona göre aşağıdaki
hadis, sözü edilen bu esas doğrultusunda anlaşılmalıdır: “Ümmetimin se-
vapları bana arz olundu; içinde kişinin mescitten çıkardığı çer çöp de vardı. Bana
ümmetimin günahları da arz olundu. Onlar arasında, bir adamın Kur’an’dan
ezberleyip de sonra unuttuğu sûreden daha büyüğünü görmedim.”241
Diğer yandan hadis rivayetlerindeki sayısal ifadeler içerisinden, ilgili
olduğu konuya göre kesin bir rakam belirtenler de vardır. Namaz rekâtları,
zekât miktarları, oruç günleri gibi farz ibadetlerle ilgili olanlar ile miras
taksimi ve cezalar gibi fıkhî meselelerle ilgili olan hadislerdeki sayılar, ke-
sin miktar belirten sayılardır.
238
Sabbağ, Muhammed, et-
Tasvîru’l-fennî, s. 564-575.
239
Aynî, Bedreddin, Hadislerde Melek ve Şeytan Temsillerini Bilmek
Umdetü’l-kârî fî şerhi Sahîhi’l- Din, madde ile mânâyı, şehâdet ile gaybı, dünya ile âhireti birleştire-
Buhârî, IV, 144.
240
M113 Müslim, Îmân, 21; rek değerlendirdiği için, bazen maddî dünyamızda görülmeyen varlıklara
T2609 Tirmizî, Îmân, 3. da çeşitli nedenlerle atıflarda bulunur. Bu cümleden olarak Hz. Peygam-
241
D461 Ebû Dâvûd, Salât,
16; T2916 Tirmizî, Fedâilü’l-
ber, bazı hadislerinde olumsuz ve kötü şeyleri şeytanla irtibatlandırmış,
Kur’ân, 19. buna mukabil iyi ve güzel işleri de meleklere isnad etmiştir. Böylece insan-
110
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
111
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
buna benzer beş on soru daha vardır. Ancak asıl öğrenmek istedikleri
hususların başında, şeytanın insanın içinde veya kanında nasıl dolaştığı-
dır. Gazâlî’ye sorulan hadisin açıklamasına gelince, aslında hadis, bağla-
mından koparılmadan vürûd sebebi ile birlikte zikredilirse sorun teşkil
eden bir tarafının kalmayacağı görülür. Müslim’in Enes b. Mâlik ve Hz.
Safiyye’den rivayet ettiğine göre, bir gün Hz. Peygamber mescitte itikafta
iken, hanımı Safiyye akşam vakti onu ziyaret etmeye gider; kendisinden
ayrılacağı zaman ise Hz. Peygamber, onu uğurlamak ister. Yolda ensardan
iki adamla karşılaşırlar. Her ikisi de Resûlullah’ı görünce adımlarını hız-
landırırlar. Bunun üzerine Hz. Peygamber, “Durun!” der ve onlara yakla-
şarak, “Bu yanımdaki kişi (eşim) Safiyye bnt. Huyeyy’dir.” deyince, ensardan
sahâbîler, “Sübhânallâh! Biz sizin hakkınızda nasıl kötü düşünebiliriz?”
derler. İşte bunun üzerine Hz. Peygamber, “Şeytan insanın damarlarında
kanın dolaştığı gibi dolaşır.”252 der ve insanın kötü düşünce ve vesveselere
kapılabileceğine işaret eder.
112
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
113
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
114
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
şıyordu. Çaresiz Muğîs, son olarak Hz. Peygamber’e geldi ve “Ey Allah’ın
Resûlü! Ne olur benim için Berîre ile konuşuver.” diyerek ondan yardım is-
tedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber Berîre’yi çağırarak, “Ey Berîre! Allah’tan
kork! O senin hem kocan, hem de çocuğunun babası, ne var ona geri dönsen?”
diyerek onu kocasına dönmeye teşvik etti. Bunları dinleyen Berire, “Ey
Allah’ın Resûlü! Emir mi buyuruyorsun?” diye sorunca Hz. Peygamber,
“Ben yalnızca aracılık yapıyorum.” cevabını verdi. Bunun üzerine Berîre,
“Benim ona ihtiyacım yok!” dedi ve kocasından ayrıldı.266
Berîre’nin, Hz. Peygamber’in talebinin emir olup olmadığını sorma-
sı, onun, Hz. Peygamber’in emrinin bağlayıcı olduğunu bildiğini gösterir.
Ancak o, Resûlullah’ın ricasına rağmen, onun burada herhangi birisi gibi
yalnızca bir aracı konumunda olduğunu öğrendiğinde kararından vaz-
geçmemiş ve kocasından ayrılmayı yeğlemiştir. Hz. Peygamber, onun bu
kararlılığını görünce amcası Abbâs’a, “Ey Abbâs! Muğîs’in Berîre’ye olan şu
sevgisiyle, Berîre’nin ona olan bu nefretine şaşırmıyor musun?”267 diyerek hay-
retini ifade etmiş, ancak Hz. Peygamber’in aracılığını kabul etmemesinden
dolayı Berîre’yi, ne Resûlullah ne de Müslümanlar ayıplamışlardır.
Özellikle fakih sahâbîler, Hz. Peygamber’in tasarruflarını, bağlayıcı
olup olmaması açısından ayırt etme ihtiyacı hissetmişlerdir. Hadis ve sün-
netin sağlıklı bir şekilde anlaşılıp yorumlanabilmesi açısından günümüz-
de de ilmî kriterler çerçevesinde benzer ayrımların göz önünde tutulması
gerekmektedir.268
115
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
116
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
117
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
118
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
“Hangi amel daha faziletlidir?” diye soran birine, “Vaktinde kılınan namaz-
dır.” cevabını vermiş,280 bir başkasının sorusuna da, “Allah’a iman ve onun
yolunda cihad.” karşılığını vermiştir.281 Dolayısıyla Hz. Peygamber’in aynı
soruya verdiği farklı cevaplar çelişki olarak görülmemelidir.
119
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
dağıtılması şartıyla mallarından sadaka vermeyi farz kıldığını bildir. Bunu ka-
bul ettiklerinde, sakın (zekât olarak) onların mallarından en iyilerini alma! Bir
de mazlumun bedduasından sakın! Çünkü onunla Allah arasında hiçbir perde
yoktur.”284 Şu halde hadis rivayetlerini anlamaya çalışırken ve yorumlarken
tedrîcîlik ilkesi göz önünde bulundurulmalı ve rivayetlerin hangi aşamada
vârid olduğu tespit edilmelidir.
120
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
121
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
rivayet; isnad, rivayet, râvi, metin, lafız, üslûp ve mânâ gibi ölçütler açısın-
dan karşılaştırılır ve diğerine karşı daha üstün olan tercih edilir.
d) Tevakkuf: Yukarıda belirtilen üç işlem sonucunda hadisler arasında-
ki ihtilâf hâlâ giderilemezse, tevakkuf edilir yani bu konuda kesin bir hük-
me varılmaz ve bir çözüm bulununcaya kadar kanaat izhar edilmez.289
122
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
123
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
min değildir.”, “Yazıklar olsun.”, “Lânet olsun.” gibi doğrudan hüküm ifadeleri
kullanılmıştır. Bununla birlikte tek başına kullanılan ifadelerden yahut
ifadelerin dili ve üslûbundan söz konusu değer hükümlerinin terğîb ve
terhîb için söylendiği sonucunu çıkarmak zordur. Bunu ortaya çıkaran,
hadis metinleri içinde bulunan bazı karineler ile bu metinlerin iç bütün-
lüğü ve rivayetlerin İslâm’ın genel ilke ve esasları ışığında anlaşılması ve
yorumlanmasıdır. Terğîb ve terhîb üslûbunun belirli bir konusu yoktur.
Hadislerde hemen hemen her konuda bu üslûba rastlamak mümkündür.
Bununla birlikte insanları iyiye, güzele ve doğruya sevk etme maksadını
taşıyan konular, bilhassa da amellerin faziletleri ile edep ve ahlâka ilişkin
hususlar, terğîb ve terhîbin asıl konusunu oluşturmuştur. Az amel karşılı-
ğında çok mükâfat yahut küçük bir günah karşılığında büyük cezalar dile
getiren rivayetler de terğîb ve terhîbe hamledilmiştir.
Terğîb ve terhîb hadisleri ile ilgili en önemli sorun, bunların sağlıklı
anlaşılması ve yorumlanması meselesidir. Usûl-i fıkhın delâlet bahisle-
rinden hareketle her kelimeden hatta her harf ve edattan hüküm çıkaran
bir yöntemle terğîb ve terhîb ifadelerinden değer hükümleri çıkarımında
bulunulduğu takdirde, gâî yorum ve makâsıdü’ş-şerîa dikkate alınmadığı
zaman ciddi bir anlam ve hüküm karmaşası ortaya çıkacaktır.
Terğîb ve terhîble ilgili en önemli sorunlardan birisi de tergîb ve
terhîbin hadis uydurma sebepleri arasında yer almasıdır.292 Hicrî ikinci
ve üçüncü asırlardan itibaren bazı zâhid kimseler, insanları iyiye, güzele,
doğruya, hayra teşvik etmek ve kötü, çirkin, yanlış ve şer işlerden sakın-
dırmak adına Hz. Peygamber’e söylemediği sözleri izafe etmekten çekin-
memişlerdir. İşlenen küçük bir günaha haddinden fazla ağır cezalar, küçük
bir iyilik ve hayra karşılık büyük mükâfatları içermek uydurma hadisle-
rin alâmetlerinden olmuştur. Aynı husus terğîb ve terhîb üslûbunun da
özelliklerindendir. Ancak, Kur’ân-ı Kerîm ve makbul hadislerdeki terğîb-
terhîb ifadeleri gayet ölçülüdür. İnsanları haddinden fazla ümide ve aşırı
bir korkuya kaptırmadan dengeli bir dünya ve âhiret sevgisi ve canlılığı
içinde bulundurmak gayesi gözetilmiştir.293
292
Demir, Mahmut,
Terğîb-Terhîb Hadislerinin Ahlâk, Fazilet ve Zühdle ilgili Hadisler
Değerlendirilmesi ve Mevzûât Hadislerden bazıları ahlâk, fazilet, âdâb ve zühd ile ilgilidir. Ancak
Edebiyatındaki Yeri, s. 72 vd.
293
Kandemir, Yaşar, Mevzu
bir bilim alanı olarak ahlâkı hadis kaynaklarında veya hadis kitapları-
Hadisler, s. 199-200, 183. 183. nın bölüm ve bâb başlıklarında aramak yanlış olur. Zira bu eserleri tasnif
124
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
125
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
126
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
Müteşâbih Hadisler
Hadislerden bazıları da tıpkı bazı Kur’an âyetleri gibi mânâsı itibariy-
le müteşâbihtir. Başka bir ifadeyle bazı hadisleri sadece zahirî anlamları ile
değerlendirmek birtakım güçlüklere yol açar. Bu türden metinlerin anla-
mını yalnızca lafızlarından hareketle tespit etmek oldukça zordur; onları
anlamak için ilimde derinleşmiş yetkin bilginlerin314 konuyla ilgili açıkla-
malarına ve yorumlarına kulak vermek gerekir. Kur’ân-ı Kerîm’de ve hadis
rivayetlerinde müteşâbih özelliği taşıyan nassların bulunmasının kuşku-
suz bazı hikmetleri vardır. Her şeyden önce dinin gaybî konuları ve kay-
nakları, hem kaynak hem de konuları açısından aşkın bir niteliğe sahiptir
312
Çelebi, İlyas, “Fiten ve
ve özellikle Allah’ın zâtına ve melekût âlemine dair bazı hususların insan Melâhim”, DİA, XIII, 149-
idrakini aştığı açıktır. Yüce Allah bu âyetlerle insanları bir imtihana tâbi 153.
313
Çelebi, İlyas, “a.g.m.”,
tutar. Diğer yandan müteşâbih metinler insanı, onlar üzerinde düşünmeye DİA, XIII, 149-153.
ve aklını kullanmaya sevk eder. Hatta müteşâbih olgusu, dinî metinlere 314
Âl-i İmrân, 3/7.
127
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
128
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
kızısın ve Ebû Bekir bu konularda en bilgili kimse idi. Ancak tıp bilgine
şaşırıyorum; bunu nasıl ve kimden öğrendin?” Hz. Âişe bunun üzerine
Urve’nin omzuna vurarak şu cevabı vermiştir: “Urveciğim! Resûlullah öm-
rünün sonunda hastalandığında her taraftan Arap heyetleri gelirdi. Onlar
(tıp ile ilgili) önerilerde bulunur, ben de Hz. Peygamber’i onlarla teda-
vi ederdim.”318 Hz. Âişe’nin sözlerinden anlaşıldığı gibi Allah Resûlü’nün
tıp ile ilgili söylediklerinin büyük kısmı peygamberlik ve vahiy ile ilgili
olmayıp tamamen içinde yaşadığı toplumun tecrübe ve bilgi birikimine
dayanmaktadır.
İbn Haldûn (808/1405) da tıpla ilgili rivayetlerin Hz. Peygamber’in
bize bildirmek ve öğretmekle mükellef olduğu temel dinî bilgilerin dışın-
da kaldığını ve bu hadislerin bizim için bağlayıcı olmadığını söylemiştir.
O, Resûlullah’ın tıp ile ilgili tavsiyelerini değerlendirirken şöyle demiştir:
“Hz. Peygamber, bize dini öğretmek için gönderilmiştir; ne tıp ne de başka
bir şeyi öğretmek için değil.”319 Dihlevî’ye göre de Hz. Peygamber’in insan
olarak yaptıkları, örf ve âdete mebni olarak yaptıkları ve tecrübeye daya-
narak işledikleri, risâlet görevinin dışında kalan fiillerdir ve bu tür fiiller
bağlayıcı değildir.320 Hülasa, Hz. Peygamber bize tıp, ziraat, sanat, ticaret
gibi şeyler öğretmeye gelmemiştir. Hz. Nuh’a gemicilik,321 Hz. Dâvûd’a
zırh yapımı ve demircilik322 öğretildiği gibi Peygamberimize öğretilen özel
bir iş veya sanat olmamıştır. Ancak bu durum, onun tıp, ziraat ve sanat ile
ilgili hiçbir açıklama yapmadığı anlamına gelmez.
B. SÜNNETİN ANLAŞILMASI
Sünnet, esas itibariyle davranışa ve uygulamaya yönelik bir içe-
riğe sahiptir. Ancak bir hareket ve davranışın sünnet adını alabilmesi
için özgünlük, süreklilik, bilinçlilik, örneklik, doğruluk, mutedillik ve
kuralsallık gibi vasıfları taşıması gerekir.323 Özel anlamda sünnet, Allah
Resûlü’nün Müslümanlar için örneklik teşkil eden sözleri, davranışları ve 318
HM24884 İbn Hanbel,
onayları anlamına gelirken, genel anlamda sünnet ile Hz. Peygamber’in VI, 66.
319
İbn Haldûn, Mukaddime,
genel örnekliği ve rehberliği kastedilir. Sünnet ayrıca “Medine toplumu ve 488.
devleti içinde Hz. Muhammed’e (sav) sosyal, siyasal, ekonomik ve ahlâkî 320
Dihlevî, Hüccetüllahi’l-
bâliğa, I, 271.
tüm sahalarda rehberlik eden esaslar” şeklinde bir dinî ilke ve değerler 321
Hûd, 11/38.
manzumesi olarak da tanımlanabilir. Bu içeriği sebebiyle sünnet, hadisten 322
Enbiyâ, 21/80; Sebe’,
33/10.
farklı olduğu için, sünnetin sağlıklı anlaşılması ve yorumlanabilmesinin 323
Görmez, Mehmet,
de bazı temel ilke ve esasları söz konusudur. Bu mülâhazalar çerçevesinde Metodoloji Sorunu, s. 175.
129
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
130
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
131
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
her bid’at dalâlet ve her dalâletin insanı götürdüğü yer cehennem”331 hadisi
ile eleştirilmiştir.
Hz. Peygamber’in sünnet-i seniyyesi, asr-ı saadeti sürekli olarak şimdi-
ki zamana taşımanın adresini ifade eder. Zira sünnet tarihte kalan ve böy-
lece mazi olmuş bir şey değildir. Sünnet ve hadisin, özünde yatan evrensel
ilkeleri bakımından tarih üstü bir özelliği vardır. Sünnet-i Nebeviyye bil-
hassa siyasî, sosyal ve kültürel çöküş ve çözülme zamanlarında kurtuluş
hareketlerinin ana malzemesi olmuştur.332 Sarsıntı ve çöküşün sebepleri
331
M2005 Müslim, Cum’a,
43; N1579 Nesâî, Îdeyn, 22. sadece inançların zayıflamasında aranmış, inançların zayıflığı ise yirmi
332
Sünnet ve hadis, İslâm üç yıl süren saadet döneminin saf ve berrak düşüncelerinin kaybolması-
Peygamberi’nin söz ve
uygulmalarını temsil ettiği na bağlanmıştır. Her çöküş anında yeniden yükselebilmek asr-ı saadete
için Müslümanlar her dönüşe bağlanmış ve bu durumda yapılacak tek şeyin, Hz. Peygamber’in
dönemde bu iki mefhuma
yüksek ilgi ve alâka
yaşadığı zaman dilimini ve bu zamana hâkim olan hayat tarzını yeniden
göstermişlerdir. Ancak keşfederek, o saf ve berrak inancın ana ilkelerini yeniden hayata geçirmek
İslâm tarihinin üç dönüm
olduğu düşünülmüştür. Hz. Peygamber’i ve yaşadığı saadet asrını keşfet-
noktasında, bu ilgi ve alâka
daha fazla artmıştır Her üç menin yolunun ise, onun söylediklerini ve yaptıklarını yani hadislerini ve
dönemden sonra, hadisin sünnetini yeniden ihya etmekten geçtiği kabul edilmiş, bu da asr-ı saadetin
telif ve tasnif çalışmalarına
hız verilmiştir. Birinci yaşayan belgeleri olan sünnet ve hadisin önemini artırmıştır. Bu bağlamda
dönem; Üçüncü Halife Hz. sünnet ve hadis, asr-ı saadeti sürekli şimdiki zamana taşıma gayretini ifade
Osman’ın öldürülmesiyle
başlayan, Cemel ve Sıffîn etmiş ve başlangıç döneminden uzaklaşan ümmeti kaynaştıran bir araç
Savaşları’yla alevlenen, vazifesi görmüştür.
ilk hilâfet düzeninden
saltanata geçişle neticelenen Aslında ilâhî vahiy ile nebevî sünnet birbirinden ayrı olarak değerlen-
dönemdir. İkinci dönem; dirilemez. Kur’an gerekçe gösterilerek sünneti toptan reddetme tavrının ilmî
656/1258 yılında İslâm’ın
hilâfet merkezi olan
ve ahlâkî bir temeli yoktur. Sünneti yüceltme adına Hz. Peygamber’i beşer
Bağdat’ın yağmalandığı üstü bir konuma yükseltme gayreti de makbul ve muteber görülemez.
ve Hindikuş Dağları’ndan
Kızıldeniz ve Akdeniz’e
kadar Müslümanların ii. Hz. Peygamber’in Evrensel Rehberliğini ve Örnekliğini Bilmek
yaşadığı bütün coğrafyanın Vahiy kaynaklı ilâhî öğretiler ile beşerî düşünce ve sistemler arasın-
Moğollar tarafından istilâ
edildiği dönemdir. Üçüncü daki en temel farklardan biri, ilâhî öğretilerin nazariyeler üzerine değil,
dönem ise Rönesans peygamberlerin örnek uygulama ve yaşantıları üzerine bina edilmiş olma-
ve Sanayi Devrimi ile
başlayan, sömürge larıdır. Yüce Allah, insanlığa gönderdiği vahyi sayısız yollarla bildirip açık-
hareketleriyle devam eden ve layabilirdi; ancak bir insanın dini bizzat yaşayarak insanlara göstermesini
imparatorlukların çöküşü ile
biten dönemdir. (şâhid-şehîd)333 uygun görmüştür. Bu sebeple peygamberin sadece sözlü ifa-
333
Ahzâb, 33/45; Fetih, 48/8; deleri değil, dinin tatbiki sadedinde sergilediği örnek fiilleri, tutum, tavır
Müzzemmil, 73/15; Bakara,
2/143; Nahl, 16/89; Hac,
ve davranışları da o peygambere inananlar için hayatî ehemmiyet arz eder.
22/78. Kur’ân-ı Kerîm’in bildirdiğine göre müminler onun sözlerine uymakla
132
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
133
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
Peygamber’e tâbi olmak (ittibâ) ile onu taklit etmeyi, onu örnek almak
(teessî) ile ona benzemeyi (teşebbüh) birbirine karıştırmıştır. Bu noktada
Allah Resûlü’nü taklit etmek veya şeklen ona benzemek ile onu rehber
edinmek (iktidâ), onu örnek almak (teessî) ve ona tâbi olmak (ittibâ) ara-
sında bir ayrım yapmak önem kazanmaktadır.
Hz. Peygamber’in vefatından sonra onun örnekliğini ve rehberliğini
devam ettirmenin yolu, sünnetine tâbi olmaya bağlanmıştır. Ancak aynı
tartışmalar daha yoğun olarak bu sefer sünnete tâbi olmanın anlamı üze-
rinde yaşanmıştır. Sünnete tâbi olmaktan maksat, örneklik kavramının
aslî mahiyetinde olduğu gibi seçici davranarak Hz. Peygamber’i örnek al-
mak mı (teessî), yoksa hiçbir ayrım yapmaksızın her konuda onu tekrarla-
mak (taklit) ve ona benzemeye çalışmak mıdır (teşebbüh)?
Beşinci hicrî asrın en gözde İslâm bilginlerinden İmam Gazâlî Hz
Peygamber’i örnek almak ile ona benzemeyi birbirinden ayırmış ve “Hz.
Peygamber’e saygı gösterip tazimde bulunmak, ona benzemekle olmaz.”
demiştir. Bunu şöyle bir örnek ile açıklamıştır: “Bir krala gösterilen saygı,
onun emir ve yasaklarına boyun eğmektir; yoksa o bağdaş kurarak otur-
duğu için bağdaş kurmak, o sedire oturduğu için sedirde oturmak saygı
değildir.”345 Gazâlî el-Menhûl adlı eserinde Peygamber’i birebir taklit etme-
nin sünnet olduğu anlayışını eleştirir ve şöyle der: “Bazı hadisçiler bütün
fiillerinde Hz. Peygamber’e benzemenin sünnet olduğunu zannetmişlerdir
ki, bu yanlış bir yaklaşımdır.”346
Gazâlî’nin burada eleştirdiği benzeme veya taklit, ahlâk ve fazilet ba-
kımından onun gibi olmaya çalışmak değil, sadece şekil bakımından ona
benzemeye çalışmaktır. Onun yediklerini yemek teşebbüh ve taklittir; an-
cak helâl bir şeyi onun belirlediği edep kuralları çerçevesinde, israfa kaç-
madan ve tıka basa doymadan yemek ona tâbi olmaktır. Onun kendi örf ve
coğrafyasına uygun olarak giydiklerinin aynısını giymek teşebbüh ve tak-
littir; ancak gösteriş ve israfa kaçmadan, tevazuu elden bırakmadan, nezih
ve temiz bir şekilde giyinmek ona tâbi olmak ve onu örnek almaktır.
Hz. Peygamber, dini tebliğ etmek ve tamamlamak (teşrî), fetvâ ver-
345
Gazâlî, el-Mustasfâ, II, 218.
mek (iftâ), dâvaları hükme bağlamak (kazâ), toplumuna başkanlık yapmak
346
Gazâlî, el-Menhûl min
ta’lîkâti’l-usûl, s. 226. (imâmet), iyiye ve doğruya teşvik etmek (irşâd), ara bulmak ve anlaştırmak
Gazâlî’nin farklı yaklaşımı (sulh), danışana yol göstermek (istişârî re’y), öğüt vermek (nasihat), takva ve
için bkz. Gazâlî, Kitâbü’l-
erbaîn fî usûli’d-din, s. 55. kemâl eğitimi vermek, yüksek hakikatleri öğretmek, eğiterek yanlışlardan
134
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
135
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
“müekked sünnet” denilir. Bunlar bir bakıma dinî vecibeler için koruyucu
ve tamamlayıcı bir nitelik de taşımakta olup önem yönüyle farz ve va-
cipten sonra gelir. Meselâ abdest alırken ağza ve burna su verme, sabah
namazının sünneti, ezan, kâmet, cemaatle namaz böyledir. Bu nevi sün-
netleri yerine getiren kişi Allah’ın hoşnutluğunu kazanır, övgüye lâyık
görülür, sevap elde eder. Terk eden kişi ise cezaya ve günaha çarptırıl-
masa da dinen azarlanmayı ve kınanmayı hak eder. Öte yandan farz
namazların cemaatle kılınması, ezan gibi dinî şiarlardan olan sünnetin
bireysel olarak terki caiz olmakla birlikte, toplum olarak toptan terk edil-
mesi ve ihmali caiz değildir.
b) Sünnet-i gayri müekkede: Hz. Peygamber’in ibadet türünden olup
bazen yaptığı bazen da terk ettiği fiil ve davranışlara “gayri müekked sünnet”
denilir. Nafile ve müstehap hatta mendup tabirleri de çoğu kez bu anlamda
kullanılır. İkindi ve yatsı namazlarının farzlarından önce kılınan dörder
rekâtlık namazlar, vacip kapsamında olmayan infak ve yardımlar böyledir.
Bu tür sünneti yerine getiren kişi sevap kazanır ve dinen övgüye lâyık gö-
rülür, terk eden kişi ise dinen kınanmaz. Bu iki sünnet (müekked ve gayri
müekked) çeşidine “hüdâ sünneti” de denir.
136
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
137
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
138
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
139
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
140
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
141
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
142
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
nulu Hadis Projesi’ni ortaya çıkaran durum ve şartların daha iyi anlaşılması
için aşağıdaki hususlar aydınlatıcı olacaktır.
a) Hadis kitaplarının, hadisleri nesilden nesile taşıma işlevinin yanı
sıra, hadis ilminin meselelerini konu edinen bilimsel bir yönü de vardır. Bu
çerçevede gerek bu kitaplardaki hadislerin aktarıcılarına (râvi) ve aktarı-
mına (isnad) ilişkin meseleler, gerekse hadislerin metinlerinin anlaşılması
ve yorumlanması ile ilgili sorunlar, bugünkü okuyucunun bu kitaplardan
doğrudan istifade etmesini hayli güçleştirmektedir. Nitekim hadislerin is-
nadı ve metni ile ilgili olarak hadis ilmi içinde müstakil alt bilim şubele-
ri oluşturulmuş ve geniş kapsamlı bir edebiyat ortaya çıkmıştır. Açıktır
ki okuyucu olarak hadis kitaplarından istifade etmek için öncelikle bu
sorunların üstesinden gelmek gerekir; ancak bu, hadis biliminde uzman
olmayanlar için imkân dâhilinde değildir. Bu bağlamda Türkçe yazılmış
yahut Türkçeye çevrilmiş hadis eserleri içinde hadis metinlerinin iç ve dış
sorunlarını çözme yükümlülüğünü okuyucuya bırakmayan camide cema-
ate, evde aileye okunacak bir hadis kitabı da maalesef bulunmamaktadır.
b) Hadis kaynakları içinde geniş halk kitlelerine yönelik olarak derle-
nen kitaplar, genelde hadislerin isnad ve metinleriyle ilgili meselelere de-
ğinmezler. Ancak bu eserlerin pek çoğunda, özellikle rivayetlerin seçimin-
de ve kullanımında, bilimsel titizlik göz ardı edilmiştir. Böylece zayıf hatta
uydurma hadisler, bu eserlerde kendine yer bulabilmiş, bu da dinî değerler
arasındaki dengenin bozulması gibi sonuçlar doğurmuştur.
c) Kitleler için yazılan kitapların çoğunda bilimsel titizliğin gözeti-
lemediği bir gerçektir. Ne var ki bu kitaplar da yapıları gereği sünnet bü-
tünlüğünü yansıtacak bir içeriğe sahip değildirler. Eserler, rivayetleri ak-
tarmak ve bu rivayetler üzerinden doğrudan bir davranış örneği sunmak
amacını güttüğünden sünnet bütünlüğü dikkate alınamamıştır. Başka bir
ifadeyle eserlerin içeriğinin bütüncül bir yaklaşımla ve sistemli bir şekilde
kavranması okuyucunun birikimine bırakılmıştır.
d) Hadis rivayetleri bundan on dört asır önce, belirli bir tarihsel,
toplumsal ve kültürel ortam içinde vârid olmuşlardır. Hadislerin yer al-
dığı kitaplar ise sonradan kaleme alınmışlardır. Ancak hadisler bugün de
Müslümanlar için temel bir kaynak ve rehberdir; zira Hz. Peygamber ev-
rensel ve tarih üstü bir rehberliğe sahiptir. Onun bu konumunu çağdaş
düşünür Muhammed İkbal şöyle ifade eder: “İslâm Peygamberi, eski dün-
ya ile yeni dünyanın ortasında durmuş görünüyor. O, bildirmiş olduğu
143
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
144
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
145
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
Buhârî ‘B’, Müslim ‘M’, Ebû Dâvûd ‘D’, Tirmizî ‘T’, Nesâî ‘N’, İbn Mâce ‘İM’,
Muvatta’ ‘MU’ kısaltması ile ifade edilmiştir.
9. Dârimî’nin es-Sünen’i
• Sünen’in hadislerinin numaralandırılmasında Dârü İbn Hazm tara-
fından 2002 yılında Beyrut’ta yapılmış olan tek ciltlik 1. baskı esas alın-
mıştır.
• Sünen-i Dârimî ‘DM’ şeklinde simgelendirilmiştir.
10. Ahmed b. Hanbel’in el-Müsned’i
• Müsned hadislerinin numaralandırılması Beytü’l-Efkâri’d-Düveliyye
tarafından basılan birleşik baskı esas alınarak yapılmıştır.
• Müsned ‘HM’ şeklinde simgelendirilmiştir.
11. Abdürrezzâk’ın el-Musannef’i
• Abdürrezzâk’ın el-Musannef’inin numaralandırılmasında el-
Mektebetü’l-İslâmî tarafından basılmış olan 12 ciltlik (11+1) baskıdaki nu-
maralar esas alınmıştır.
• Abdürrezzâk’ın Musannef’i ‘MA’ şeklinde simgelendirilmiştir.
12. İbn Ebû Şeybe’nin el-Musannef’i
• İbn Ebû Şeybe’nin el-Musannef’inin numaralandırmasında Dârü’l-
Kütübi’l-İlmiyye tarafından yapılmış olan dokuz (7+2) ciltlik baskıdaki
numaralar esas alınmıştır.
• İbn Ebû Şeybe’nin el-Musannef’i ‘MŞ’ şeklinde simgelendirilmiştir.
13. Ebû Dâvûd et-Tayâlisî’nin el-Müsned’i:
• Tayâlisî’nin el-Müsned’inin numaralandırmasında Dârü’l-Kütübi’l-
İlmiyye tarafından üç cilt hâlinde yapılmış olan Beyrut baskısı esas alın-
mıştır.
• Ebû Dâvûd et-Tayâlisî’nin el-Müsned’i ‘TM’ şeklinde kısaltılmıştır.
14. Beyhakî’nin Kitâbü’s-süneni’l-kebîr’i:
• Beyhakî’nin Kitâbü’s-süneni’l-kebîr (es-Sünenü’l-kübrâ) adlı eseri için
Mektebetü’r-Rüşd tarafından on cilt hâlinde yapılmış olan baskı esas alın-
mıştır.
• Beyhakî’nin Kitâbü’s-süneni’l-kebîr’i ‘BS’ olarak kısaltılmıştır.
15. Tirmizî’nin eş-Şemâil’i:
• Tirmizî’nin eş-Şemâilü’l-Muhammediyye ve’l-Hasâilü’l-Mustafaviyye
adlı eseri için Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye’nin Muhammed Abdülaziz el-Hâlidî
tashihli baskısı esas alınmıştır.
• Tirmizî’nin eş-Şemâil’i ‘TŞ’ olarak kısaltılmıştır.
146
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
147
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
B. Konular
Kitaptaki makaleler belli ilkeler gözetilerek hazırlanmıştır. Bu ilkeleri
şöyle sıralayabiliriz:
148
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
149
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
Sayfa ve kelime sınırlaması nedeniyle her konuda ortalama otuz hadise yer
verilebilmiştir. Ancak bu hadislerin mânâ itibariyle kuşatıcı olmasına ve
metinde yer verilemeyen diğer hadislerin de içeriğini yansıtacak nitelikte
olmasına dikkat edilmiştir. Ayrıca çok uzun olan, birden fazla konusu
bulunan, metni tamamen zikredilmeyen veya daha önce verilen metinden
sadece birkaç kelime farklılığı olan hadisler, konu bütünlüğü dikkate alı-
narak yazı içinde mezcedilmiş ve atıf yoluyla zikredilmiştir.
k) Metinlerin sayfa/kelime sayısı belirlenirken okuyucunun metni ra-
hatlıkla ve tek seferde bitirebileceği bir uzunlukta olmasına gayret edilmiş,
bu nedenle metinler —birkaç istisna dışında— iki bin-üç bin beş yüz kelime
(6-8 sayfa) ile sınırlı tutulmuştur.
l) Eserde kullanılan dilin sade, anlaşılır ve akıcı olmasına özen gös-
terilmiştir.
m) Hadis metinlerinin çevirisi yeniden özel olarak ve titizlikle, günü-
müz Türkçesi ile yapılmıştır.
150
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
151
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
152
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
2. İlmî Redaksiyon
İlmî redaksiyon aşamasında aşağıdaki maddelerde ifade edilen işlem-
ler yerine getirilmiştir:
a) Metinde belirtilen bütün kaynaklar gözden geçirilmiş, bütün atıf-
ların bilgiyle mutabakatı ve yerli yerinde kullanılıp kullanılmadığı gözden
geçirilmiştir.
b) Serlevhada yer alan hadis ile aynı hadisin konunun içinde geçen
metninin aynı çeviri ve kaynak eşliğinde zikredilmesine dikkat edilmiştir.
c) Serlevhada yer alan hadislerin kaynak metindeki isnad ile kayde-
dilmesi temin edilmiştir.
d) Sistemde (veri tabanında) bulunmayan ancak sonradan yazım esna-
sında kaydedilen kaynaklar sisteme girilmiş ve ID numaraları verilmiştir.
e) Metnin başındaki serlevha hadislerin metnin içinde de aynı sırala-
ma ile yer alması sağlanmıştır.
f) Metinde geçen isimlerle ilgili nitelemelerin doğruluğu (sahâbî,
tâbiûn, Yemenli vb. gibi) araştırılmış ve gerektiğinde kaynak ilâvesi yapıl-
mıştır.
g) Metinde geçen isimlerin okunuşu gözden geçirilmiştir.
3. Edebî Redaksiyon
Edebî redaksiyon sürecinde metinler üç aşamalı bir yöntem ile tashih
edilmiştir. Bunlar:
a) İmlâ ve noktalama redaksiyonu: Bu aşamada, kelimelerin yazım ve
telaffuzundan kaynaklanabilecek karışıklıkların önüne geçmek için her
kelime imlâ kuralları açısından incelenmiş, eş zamanlı olarak noktalama
işaretlerine yönelik düzenlemeler yapılmıştır. Yazım birliğinin sağlanması
açısından Diyanet İslâm Ansiklopedisi’nde (DİA) kullanılan imlâ esasları
uygulanmış, Türk Dil Kurumu’nun sözlüklerinden de istifade edilmiştir.
Ayrıca diğer Türkçe sözlük ve yazım kılavuzlarına da gerektikçe bakıla-
rak tartışmalı bazı uygulamalar elden geldiğince netleştirilmeye çalışıl-
mıştır. Bu doğrultuda imlâ ve noktalama uygulaması tektipleştirilmeye
çalışılmıştır.
b) Dil ve üslûp tashihi: Bu basamakta cümlelerdeki dil hataları, dü-
şüklükler, anlatım bozuklukları, dil ve üslûp sorunları Türk Dili kuralları
çerçevesinde tashih edilmiştir.
c) Anlam bütünlüğü tashihi: Bu aşamada bir bütün olarak metnin iç
tutarlılığı, mantıksal ve düşünsel bütünlüğü, kurgu ve akış başarısı in-
153
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
154
HADİSLERLE İSLÂM
MUKADDİME
155
GİRİŞ
İSTİÂZE
ÂLEMLERİN RABBİNE SIĞINMAK
ُ َي ُق
:ول َك َان َي ْدعُ وs ول ال َّل ِه َ �ِإ َّن َر ُس:َقَالَ َأ�بُو هُرَيْرَة
”. ِ“ال َّل ُه َّم! �ِإنِّى َأ�عُ و ُذ ب َِك ِم َن الشِّ َقاقِ َوال ِّن َفاقِ َو ُسو ِء ْال َأ�خْ ل َاق
159
اشَ ،فا ْل َت َم ْس ُتهَُ ،ف َو َق َع ْت عَنْ عَائِشَةَ قَالَتَْ :ف َق ْد ُت َر ُس َ
ول ال َّل ِه َ sل ْي َل ًة ِم َن ا ْل ِف َر ِ
ول“ :ال َّل ُه َّم! َي ِدى عَ َلى َب ْط ِن َق َد َم ْي ِهَ ،وهُ َو ِفى ا ْل َم ْسجِ ِد َوهُ َما َم ْن ُصو َبتَانِ َوهُ َو َي ُق ُ
َأ�عُ و ُذ ِب ِر َض َاك ِم ْن َسخَ طِ َكَ ،وب ُِم َعا َفا ِت َك ِم ْن عُ ُقو َب ِت َكَ ،و َأ�عُ و ُذ ب َِك ِم ْن َكَ ،لا
ُأ� ْح ِصى َث َنا ًء عَ َل ْي َكَ ،أ�ن َْت َك َما َأ� ْث َن ْي َت عَ َلى َن ْف ِس َك”.
ول“ :ال َّل ُه َّم! �ِإنِّى َأ�عُ و ُذ ب َِك ِم َن ا ْل َف ْق ِر َوا ْل ِق َّل ِة عَنْ َأ�بِى هُرَيْرَةََ ،أ� َّن ال َّنب َِّي َ sك َان َي ُق ُ
الذ َّل ِةَ ،و َأ�عُ و ُذ ب َِك ِم ْن َأ� ْن َأ� ْظ ِل َم َأ� ْو ُأ� ْظ َل َم”.
َو ِّ
ولِ�“ :إ َّن عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ قَالََ :ك َان ال َّنب ُِّي ُ sي َع ِّو ُذ ا ْل َح َس َن َوا ْل ُح َس ْي َنَ ،و َي ُق ُ
َأ� َب ُاك َما َك َان ُي َع ِّو ُذ ب َِها �ِإ ْس َم ِاع َيل َو�ِإ ْس َح َاقَ ،أ�عُ و ُذ ب َِك ِل َم ِ
ات ال َّل ِه ال َّتا َّم ِةِ ،م ْن ُك ِّل
َش ْي َطانٍ َوهَ ا َّم ٍةَ ،و ِم ْن ُك ِّل عَ ْي ٍن َلا َّم ٍة”.
عَنْ شُتَيْرِ بْنِ شَكَلٍ عَنْ َأ�بِيهِ شَكَلِ بْنِ حُمَيْدٍ قَالََ :أ� َت ْي ُت ال َّنب َِّي َ sف ُق ْل ُت َيا
ول ال َّل ِه عَ ِّل ْم ِنى َت َع ُّو ًذا َأ� َت َع َّو ُذ ِب ِهَ .ق َالَ :ف َأ�خَ َذ ب َِك ِت ِفى َف َق َال “ ُق ِل ال َّل ُه َّم! �ِإنِّى
َر ُس َ
َأ�عُ و ُذ ب َِك ِم ْن َش ِّر َس ْم ِعى َو ِم ْن َش ِّر َب َص ِرى َو ِم ْن َش ِّر ِل َسا ِنى َو ِم ْن َش ِّر َق ْلبِى َو ِم ْن َش ِّر
َم ِن ِّيى”.
ولول ال َّل ِه ُ sي َع ِّل ُم َنا َي ُق ُ عَنْ زَيْدِ بْنِ َأ�رْقَمَ قَالَ َلا ُأ�عَ ِّل ُم ُك ْم �ِإ َّلا َما َك َان َر ُس ُ
“ال َّل ُه َّم �ِإنِّى َأ�عُ و ُذ ب َِك ِم َن ا ْل َع ْج ِز َوا ْل َك َس ِل َوا ْل ُب ْخ ِل َوا ْل ُج ْب ِن َوا ْل َه َر ِم َوعَ َذ ِ
اب
ا ْل َق ْب ِر ال َّل ُه َّم �آ ِت َن ْف ِسى َت ْق َواهَ ا َوز َِّك َها َأ�ن َْت خَ ْي ُر َم ْن ز ََّكاهَ ا َأ�ن َْت َو ِل ُّي َها
َو َم ْو َلاهَ ا ال َّل ُه َّم �ِإنِّى َأ�عُ و ُذ ب َِك ِم ْن َق ْل ٍب َلا َي ْخشَ ُع َو ِم ْن َن ْف ٍس َلا تَشْ َب ُع َو ِع ْل ٍم
اب َل َها”. َلا َي ْن َف ُع َودَعْ َو ٍة َلا ُي ْس َت َج ُ
160
Hz. Âişe anlatıyor: “Bir gece Allah Resûlü’nü (sav) yatakta bulamadım,
onu el yordamıyla aramaya başladım. O sırada elim ayaklarının
tabanlarına değdi. Ayaklarını dikmiş vaziyette secde hâlindeydi ve
‘Allah’ım! Gazabından rızana, cezandan affına sığınırım. Senden sana
sığınırım. Sana tüm övgüleri saysam yine de bitiremem. Sen kendini nasıl
övdüysen öylesin.’ diye dua ediyordu.”
(M1090 Müslim, Salât, 222)
Zeyd b. Erkam şöyle demiştir: Ben size sadece Resûlullah’ın (sav) bize
öğrettiğini öğretiyorum. O şöyle derdi: “Allah’ım! Âcizlikten, tembellikten,
cimrilikten, korkaklıktan, ihtiyarlıktan, kabir azabından sana sığınırım.
Allah’ım! Nefsime takvasını (sorumluluk bilincini) nasip et ve onu arındır; onu
en iyi arındıracak olan sensin. Onun dostu ve velisi sensin. Allah’ım! Huşû
duymayan kalpten, doymayan nefisten, fayda vermeyen ilimden ve kabul
olunmayan duadan sana sığınırım.”
(N5460 Nesâî, İstiâze, 13; M6906 Müslim, Zikir, 73)
161
B eşeriyetin yaşadığı ilk tecrübe, insanın bir himayeye, sığınağa
en çok muhtaç olduğu ânı sahnelemektedir. Hani, “Ey Âdem! Sen ve eşin
cennete yerleşin, orada dilediğinizden bolca yiyin, ancak şu ağaca yaklaşmayın,
yoksa zalimlerden olursunuz.”1 emrine muhatap olan insanlığın ebeveyni,
Yüce Yaratıcı’nın “Şeytan sana ve eşine düşmandır. Sakın ola sizi cennetten
çıkarmasın, yoksa sıkıntı çekersin!”2 uyarısını bir anda unutmuşlardı. Bu
gafleti fırsat bilen şeytan ise bazı asılsız vaatlerle3 onları ayartmıştı.4 İlâhî
sesi unutup kendilerine apaçık düşman olan şeytanın5 oyununa gelen
Hz. Âdem ile Havva, Allah’ın “Birbirinize düşman olarak oradan aşağı inin.
Yeryüzü belirli bir süreye kadar size barınak ve geçim yeri olacaktır.”6 emriyle
cennetten, “yüce” bir makamdan, daha aşağı bir makama, “dünya”ya düş-
müşlerdi. Bir anda kendileriyle baş başa kalıveren Hz. Âdem ile Havva,
yalnızlık ve çaresizlik içerisinde hatalarının farkına vardıklarında, “Rab-
bimiz, biz nefsimize yazık ettik. Şayet sen bizi bağışlamazsan hüsrana uğrayan-
lardan oluruz.”7 niyazıyla Rahmân’ın affına ve merhametine, O’nun sonsuz
himayesine sığınmışlardı.
Hz. Âdem ve Havva’dan sonra Allah’ın insanlar için seçtiği tüm ön-
derler, elçiler çeşitli vesilelerle Rablerine sığınmayı bir hayat tarzı olarak
benimsemişlerdi. Hz. Nuh, hakkında bilgisi olmayan şeyleri Rabbinden
istemekten yine Rabbine sığınmıştı.8 Hz. Yusuf hem kendisine gayri meşru 1
Bakara, 2/35.
bir birliktelik için ısrar eden hanımın çağrısı, hem de kardeşlerinden gelen 2
Tâ-Hâ, 20/117.
haksız bir uygulama teklifi karşısında “Maazallah! Allah’a sığınırım.” demişti.9 3
A’râf, 7/21; Tâ-Hâ, 20/120.
4
Bakara, 2/36.
Hz. Musa, kavmine karşı alaycı bir tavır takınarak cahillik etmekten,10 ken- 5
A’râf, 7/22.
disini öldürmek isteyen Firavun gibi âhirete inanmayan kibirlilerden11 ve 6
Bakara, 2/36.
7
A’râf, 7/23.
onların düşmanlıklarından12 Rabbi olan Allah’a sığınmıştı. 8
Hûd, 11/47.
Kur’an’da anılan örnek şahsiyetlerden biri olan İmrân’ın hanımı, ha- 9
Yûsuf, 12/23, 79.
10
Bakara, 2/67.
mile iken karnındaki çocuğu Rabbine adamıştı. Doğan çocuğun kız ol- 11
Mü’min, 40/27.
duğunu gördüğünde ise ona Meryem adını vermiş ve kovulmuş şeytana 12
Duhân, 44/20.
163
HADİSLERLE İSLÂM
GİRİŞ
karşı onu ve soyunu Allah’ın himayesine tevdi etmişti. Rabbi de bunu ka-
bul etmiş, Meryem’i en güzel şekilde yetiştirmişti.13 Hz. Meryem, bu ilâhî
himaye içerisinde öylesine iffetli yetişti ki insan suretinde gelen Cebrail’i
kendisine zarar verecek biri sandığı için “Senden, çok esirgeyici olan Allah’a
sığınırım.” demişti.14
İnsanlığa rehber olarak gönderilen peygamberlerin, salih kulların ve
örnek şahsiyetlerin yakarışlarında da gördüğümüz gibi, fıtratıyla uyumlu
olma ve özüyle çelişmeme arzusu, insan için en büyük sığınma sebebidir.
Zira insanoğlu için kendini kaybetmesinden, yolunu şaşırmasından, azgın-
lığa ve taşkınlığa sürüklenmesinden daha büyük tehlike yoktur. Nitekim
her şeyi yoktan var eden Allah, Hâtemü’l-Enbiyâ’ya/Son Peygamberi’ne vah-
yettiği mesajlarında öncelikle kötülerden ve kötülüklerden sığınmayı öğre-
tiyordu. Hz. Âdem ile Havva kıssasında da görüldüğü üzere, insanı doğru
yoldan saptırmayı ahdettiği için şeytan,15 kendisinden Allah’a sığınılacak baş
ayartıcıydı: “Şüphesiz şeytan sizin için bir düşmandır. Öyle ise (siz de) onu düş-
man tanıyın. O, kendi taraftarlarını ancak alevli ateşe girecek kimselerden olma-
ya çağırır.”16 İblis, her türlü kötülüğün, kötü niyetin, taşkınlığın, çirkinliğin
odağıdır. Mümin ondan sığınmayı başarabilirse, kendisine gelecek kötülük-
lerin kaynağını kurutmuş olacaktır. Bu yüzden Allah Teâlâ, son Elçisi’ne de
şeytandan korunmak için kendisine sığınmasını sık sık emreder:
“Eğer şeytandan gelen kötü bir düşünce seni ayartmaya çalışırsa, hemen
Allah’a sığın. Çünkü O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.”17
“De ki: ‘Yâ Rabbi, şeytanların kışkırtmalarından sana sığınırım; onların
bana yaklaşmalarından da sana sığınırım.”18
Hatta Yüce Yaratıcı, “Muavvizetân” olarak bilinen iki özel sûrede,
Resûlü’nün (şahsında tüm inananların) şeytandan, şeytanî telkinlerden ve
davranışlardan kendisine sığınmalarını istiyordu:
“De ki: Yarattığı şeylerin şerrinden, karanlığı çöktüğü zaman gecenin şer-
rinden, düğümlere üfürüp büyü yapan üfürükçülerin şerrinden ve kıskandığı
vakit kıskanç kişinin şerrinden sabahın Rabbine sığınırım!”19
13
Âl-i İmrân, 3/35-37. “De ki: İnsanların kalplerine vesvese sokan, pusuya çekilen cin ve insan şey-
14
Meryem, 19/18. tanının şerrinden insanların Rabbine, insanların Melik’ine (sahibine, hâkimine)
15
Hicr, 15/39.
16
Fâtır, 35/6. insanların İlâh’ına sığınırım!”20
17
Fussilet, 41/36. Allah Resûlü, Felâk ve Nâs sûrelerini okuyarak Allah’a sığınmayı
18
Mü’minûn, 23/97-98.
19
Felâk, 113/1-5.
prensip edinmiş, yatmadan önce kendisi mutlaka okuduğu gibi, yakın-
20
Nâs, 114/1-6. larına da Allah’a sığınmada okunacak en güzel dua olarak bu iki sûreyi
164
HADİSLERLE İSLÂM
GİRİŞ
165
HADİSLERLE İSLÂM
GİRİŞ
166
HADİSLERLE İSLÂM
GİRİŞ
167
HADİSLERLE İSLÂM
GİRİŞ
borçlar yüzünden sıkıntı yaşayan ensardan Ebû Ümâme’ye, “Sana bir söz
öğreteyim mi? Onu söylediğin zaman Allah (cc) kederlerini giderir ve borcunu
ödeme imkânı sağlar.” buyurmuş, sabah ve akşam şu cümlelerle Allah’a sı-
ğınmasını tavsiye etmişti: “Allah’ım! Gam ve kederden sana sığınırım, çaresiz-
lik ve tembellikten sana sığınırım, korkaklık ve cimrilikten sana sığınırım, ağır
borç altında kalmaktan ve güç sahibi olan kişilerin zulmüne uğramaktan sana
sığınırım.” Ebû Ümâme, Peygamberimizin öğrettiği bu cümlelerle Allah’a
sığındıktan sonra hem kederinden kurtulduğunu, hem de kısa sürede bor-
cunu ödeme fırsatı bulduğunu söylemektedir.49
Kimseye muhtaç olmadan sağlıklı bir şekilde yaşama arzusunu dua-
larına yansıtan Sevgili Peygamberimiz (sav), hayatının acı bir felâketle son
bulmasından da Allah’a sığınır ve şöyle dua ederdi: “Allah’ım! Yıkıntı altında
kalmaktan sana sığınırım, yüksek yerden düşmekten sana sığınırım. Suda boğul-
maktan ve yangından sana sığınırım. Ölüm anında şeytanın gelip beni aldatma-
sından, senin yolunda savaş esnasında düşmandan kaçarken ölmekten ve zehirli
hayvanların sokmasıyla ölmekten sana sığınırım.”50
Peygamberimiz döneminde hayatlarını çöl ortasında, korunaksız, der-
me çatma evlerde geçiren Arapların ne tür tehlikelerle iç içe yaşamak du-
rumunda olduklarını tahmin etmek zor değildir. Resûlullah (sav) günlük
hayatta karşılaşılabilecek tehlikelere maruz kalmamaları için de müminlere
Allah’ın sonsuz gücüne ve iradesine sığınmalarını öğütlemiştir. Ancak Hz.
Peygamber’in bu istikametteki öğütleri, kişinin huzur ve güven içerisin-
de hayatını sürdürmek için çaba sarf etmesi gerektiği gerçeğiyle çelişmez.
Nitekim Nebî’nin (sav), insanın can güvenliğini tehdit eden birtakım za-
rarlı hayvanların ihramlıyken bile öldürülmelerinde sakınca görmemesi,51
felâketlerden korunmak için Allah’a sığınmanın, o felâketlere karşı gerekli
maddî tedbirleri alma zorunluluğunu ortadan kaldırmadığını gösterir.
Müslüman için sığınma bir varoluş ahlâkıdır; sadece tehlikelerden
korunmaya bağlı bir eylem değildir. Muhtemel tehlikelere karşı en sıkı
tedbirleri aldığı durumlarda bile, Müslüman, varlığın tek sebebi olan Rab-
49
D1555 Ebû Dâvûd, Vitr, 32. bine sığınmayı ihmal etmez. Müminin bu tutumu, kâinata hükmeden Yüce
50
N5535 Nesâî, İstiâze, 61; Yaratıcı’nın (cc) izni dışında hiçbir şeyin olamayacağı inancıyla alâkalıdır.
D1552 Ebû Dâvûd, Vitr, 32.
51
B3314 Buhârî, Bed’ü’l- Bizzat Resûlullah (sav) torunları Hasan ve Hüseyin için “Her tür şeytandan,
halk, 16; M2863 Müslim, haşereden, kem nazardan Allah’ın tam kelimelerine (sonsuz iradesine ve hükmü-
Hac, 68.
52
B3371 Buhârî, Enbiyâ, 10;
ne) sığınırım.” Sonra da, “Atanız İbrâhim de bu duayı oğulları İsmâil ile İshak
İM3525 İbn Mâce, Tıb, 36. için yapardı.” diye dua ederdi.52
168
HADİSLERLE İSLÂM
GİRİŞ
169
HADİSLERLE İSLÂM
GİRİŞ
170
HADİSLERLE İSLÂM
GİRİŞ
171
BESMELE
HER HAYRIN ANAHTARI
173
ال َّل ِه :s عَنْ عَائِشَةَ قَالَتَْ :ق َال َر ُس ُ
ول
“�ِإ َذا َأ� َك َل َأ� َح ُد ُك ْم َط َعا ًما َف ْل َي ُق ْل ب ِْس ِم ال َّله َِ ،ف ِإ� ْن ن َِس َي ِفى َأ� َّو ِل ِه َف ْل َي ُق ْل
ب ِْس ِم ال َّل ِه ِفى َأ� َّو ِل ِه َو�آ ِخ ِر ِه”.
عَنْ جَابِرٍ عَ ِن ال َّنب ِِّي َ sق َالَ “ :أ� ْغ ِل ْق َبا َب َك َو ْاذ ُك ِر ْاس َم ال َّل ِه َف ِإ� َّن الشَّ ْي َط َان
َلا َي ْف َت ُح َبا ًبا ُم ْغ َل ًقاَ ،و َأ� ْط ِف ِم ْص َب َاح َك َو ْاذ ُك ِر ْاس َم ال َّل ِهَ ،وخَ ِّم ْر �ِإنَا َء َك َو َل ْو
ِب ُعو ٍد َت ْع ُر ُض ُه عَ َل ْي ِه َو ْاذ ُك ِر ْاس َم ال َّل ِهَ ،و َأ� ْو ِك ِس َقا َء َك َو ْاذ ُك ِر ْاس َم ال َّل ِه”.
عَ ِن ا ْل َب َرا ِء َأ� َّن ال َّنب َِّي َ sك َان �ِإ َذا َأ�خَ َذ َم ْض َج َع ُه َق َال “ال َّل ُه َّم ب ِْاس ِم َك َأ� ْح َيا
وتَ ”.و�ِإ َذا ْاس َت ْي َق َظ َق َال “ا ْل َح ْم ُد ِل َّل ِه ا َّل ِذى َأ� ْح َيانَا َب ْع َد َما َأ� َما َت َنا
َوب ِْاس ِم َك َأ� ُم ُ
َو�ِإ َل ْي ِه ال ُّنشُ و ُر”.
عَنِ ابْنِ عُمَرَ قَالََ :ك َان ال َّنب ُِّي ِ� sإ َذا ُأ�دْ ِخ َل ا ْل َم ِّي ُت ا ْل َق ْب َرَ ،ق َال“ :ب ِْس ِم ال َّل ِه.
َوعَ َلى ِم َّل ِة َر ُسولِ ال َّل ِه”.
174
Hz. Âişe’nin rivayet ettiğine göre, Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:
“Biriniz yemek yiyeceği zaman ‘Bismillâh’ (Allah’ın adıyla) desin. Eğer yemeğin
başında besmele çekmeyi unutursa, ‘Bismillâhi fî evvelihî ve âhirihî’ (Başında
da sonunda da Allah’ın adıyla) desin.”
(T1858 Tirmizî, Et’ıme, 47)
175
K ur’ân-ı Kerîm’de bir peygamberin bir kraliçeye yazdığı mek-
tubu anlatan muhteşem bir kıssa vardır ve bu kıssada besmelenin kadim
tarihine dair önemli bilgiler yer alır. Kıssa özetle şöyledir:
Cinlerden, insanlardan ve kuşlardan oluşan muazzam bir ordu, bü-
yük bir düzen ve disiplin içinde yola koyulmuşlardı. Karınca vadisini he-
nüz geçmişlerdi ki, ordunun kudretli komutanı Hz. Süleyman, Hüdhüd
isimli kuşun orada bulunmadığını fark etti. “Hüdhüd’ü niçin göremiyorum?
Yoksa kayıplara mı karıştı?” diye sordu etrafındakilere. Ancak kimse onun
nerede olduğunu bilmiyordu. Kendisine haber vermeden uzaklaşan bu
kuş, Hz. Süleyman’ı çok öfkelendirmişti. “Eğer bana (mazeretini gösteren)
apaçık bir delil getirmezse, ya onu ağır bir şekilde cezalandıracağım ya da kafa-
sını keseceğim.” dedi oradakilere.
Neyse ki, çok geçmeden Hüdhüd Hz. Süleyman’ın yanına çıkageldi.
Üstelik kendisini affettirecek önemli bir haber getirmişti ona. “Senin bilme-
diğin bir şey öğrendim. (Yemen taraflarındaki) Sebe’den sana sağlam bir haber
getirdim.” dedi ve şunları anlattı, Hz. Süleyman’a: “Ben, Sebe’ halkına hüküm-
darlık eden, kendisine her şeyden bolca verilmiş ve büyük bir tahtı olan bir kadın
gördüm. Onun ve halkının, Allah’ı bırakıp güneşe taptıklarını gördüm. Şeytan,
onlara yaptıklarını süslü göstermiş ve böylece onları yoldan çıkarmış. Bu yüzden
de onlar doğru yolu bulamıyorlar.” Bunun üzerine Hz. Süleyman, Hüdhüd’e,
“Doğru mu söylüyorsun, yoksa yalancılardan mısın, bakacağız.” dedi ve ona bir
mektup vererek, “Benim şu mektubumu götür ve onlara ver, sonra da yanların-
dan ayrıl ve ne sonuca varacaklarına bak.” diye emretti.
Hüdhüd mektubu alıp vakit geçirmeden Sebe’ kraliçesi Belkıs’a ulaş-
tırdı. Mektubu alan Belkıs, halkının ileri gelenlerini toplayarak onu oku-
maya başladı. Mektubun ilk cümlesi şöyleydi: “İnnehû min Süleymâne ve
innehû bismillâhirrahmânirrahîm” (Mektup Süleyman’dandır ve Rahmân ve
Rahîm olan Allah’ın adıyla (başlamakta)dır.)1 1
Neml, 27/17-30.
177
HADİSLERLE İSLÂM
GİRİŞ
178
HADİSLERLE İSLÂM
GİRİŞ
179
HADİSLERLE İSLÂM
GİRİŞ
yiyeceği zaman besmele çeker, insanlara da, “Biriniz yemek yiyeceği zaman
‘Bismillâh’ (Allah’ın adıyla) desin. Eğer yemeğin başında besmele çekmeyi unu-
tursa, ‘Bismillâhi fî evvelihî ve âhirihî (Başında da sonunda da Allah’ın adıyla)’
desin.” şeklinde tavsiyede bulunurdu.18 Yemeğin öncesinde besmele çekil-
mesi yemeğin bereketlenmesi ve yiyenlerin doyması açısından önemlidir.
Hz. Âişe’nin anlattığına göre, bir gün Peygamberimiz, ashâbından altı
kişi ile birlikte yemek yiyordu. Derken bir köylü Arap yanlarına geldi ve
yemeği iki lokmada yiyip bitirdi. Bunun üzerine Allah Resûlü, “Şayet bu
kimse besmele çekmiş olsaydı, bu yemek hepinize yetecekti.” buyurdu.19 Başka
bir defasında, yemek yedikleri halde doymadıklarını söyleyen kimselere
Resûl-i Ekrem, “Yemeği topluca yiyin ve başlarken Allah’ın adını anın ki, bere-
ketli olsun.”20 buyurmuştu.
Yine Peygamberimizin buyurduğuna göre, “Bir kimse evine girerken ve
yemek yerken besmele çekerse, şeytan (arkadaşlarına), ‘Burada sizin için gece-
leme (imkânı da) yok, akşam yemeği de yok.’ der. Eğer o kimse evine girerken
besmele çekmeden girerse şeytan (arkadaşlarına), ‘Burada geceleme (imkânınız)
var.’ der. Bir de besmele çekmeden yemek yerse, şeytan o zaman (arkadaşlarına)
‘Geceleme ve akşam yemeği (yeme imkânı)na kavuştunuz.’ der.”21
Sahâbeden Câbir b. Abdullah, Allah Resûlü’nün, kendisine, “(Evine
girdiğin zaman) besmele çekerek kapını kapa. Çünkü şeytan (besmeleyle)
kapanan bir kapıyı açamaz. Besmele çekerek lambanı söndür. Besmele çekerek,
(enine koyacağın) bir tahta parçası ile de olsa kabını(n ağzını) ört. Yine besmele çe-
kerek su kabını(n ağzını da) ört.” şeklinde tavsiyede bulunduğunu nakleder.22
17
T1858 Tirmizî, Et’ıme, 47.
Bir sefer esnasında devesi geri kalan bu sahâbîye Allah Resûlü’nün öğüdü
18
T1858 Tirmizî, Et’ıme, 47. yine besmeledir: “Bineğine Allah’ın adı (bismillâh) ile bin!”23
19
D3764 Ebû Dâvûd, Et’ıme,
Resûl-i Ekrem’in hayatında besmelenin son derece geniş bir kullanım
14.
20
D3765 Ebû Dâvûd, Et’ıme, alanı vardı. Allah Resûlü evden çıkarken,24 mescide girdiği ve mescitten
15. çıktığı zaman besmele ile dua okurdu.25 Abdest alınacağı zaman besmele
21
D3731 Ebû Dâvûd, Eşribe,
22. çekilmesini sıkı sıkıya tembih eder,26 namazda besmele çekmeyi de ihmal
22
M4102 Müslim, Müsâkât, etmezdi.27 Bineğine binmek için ayağını üzengiye basınca, “Bismillâh” der,
112.
23
T3427 Tirmizî, Deavât, 35. bineğin sırtına yerleşince de “Elhamdülillâh” derdi. Sonra da, “Sübhânellezî
24
İM771 İbn Mâce, Mesâcid, sehhara lenâ hâzâ vemâ künnâ lehû mukrinîn (Bunu bizim hizmetimize veren
13.
25
T25 Tirmizî, Tahâret 20. Allah’ı tesbih ve takdis ederiz, yoksa biz bunlara güç yetiremezdik.)” 28 âyetini
26
T245 Tirmizî, Salât, 67. okurdu.29 “Allâhümme bismike ahyâ ve bismike emût (Allah’ım! Senin isminle
27
Zuhruf, 43/13.
28
D2602 Ebû Dâvûd, Cihâd,
yaşar, senin isminle ölürüm.)” diye besmeleyle yatağına yatar; kalktığında da
74. “Elhamdülillâhillezî ahyânâ ba’de mâ emâtenâ ve ileyhi’n-nüşûr (Canlarımızı
180
HADİSLERLE İSLÂM
GİRİŞ
aldıktan sonra bizi dirilten Allah’a hamdolsun; diriltmek yalnız ona mahsustur.)”
diye hamdeleyle dua ederdi.30 Kurban keserken, “Bismillâhi Allâhu ekber”
der,31 cenazeyi kabre koyarken, “Bismillâhi ve alâ milleti Resûlillâh [(Seni)
Allah’ın adıyla ve Resûlullah’ın dini üzere (kabre koyuyoruz).]” 32 buyururdu.
Savaşa çıkarken ashâbına, “Allah yolunda Allah’ın adı (bismillâh) ile
gazâ edin!”33 buyururdu. Sıtma ve her türlü sancı veren hastalıklara karşı
ashâbına besmele ve istiâze ile dua etmeyi34 öğretirdi.35 Tuvalete girmeden
önce “Bismillâh” demeyi tavsiye ederdi.36 Kendilerinin ve doğacak çocuk-
larının selâmeti için evli çiftlere cinsel ilişkiden önce besmele çekmelerini
öğütleyen yine o idi.37
Böylesi durumlarda besmele çekmek, sevaba ve Allah’ın rızasına ve-
sile olan faziletli ve müstehap bir davranıştır. Ancak bazı durumlarda bes-
mele, zorunluluk belirten farz hükmünü alır. Meselâ, eti helâl olan hay-
vanların kesiminden önce38 ve eğitilmiş av hayvanlarını ava gönderirken39
besmele çekmek farzdır.
İslâm tarihi boyunca Müslümanların kültür ve medeniyetlerini bes-
meleyle yoğurması ne kadar da heyecan vericidir! Bütün Müslümanların
sofrasında eller yemeğe besmeleyle uzanır. Yemekler onun bereketiyle
bollaşır. Gece onunla yatılır, güne onunla başlanır. Evden onunla çıkılır,
eve onunla girilir. Vasıtaya onunla binilir. Hayırlı ve anlamlı işlere onunla
başlanır. İbadetler onunla eda edilir. Duaya eller onunla kaldırılır. Bütün
hatipler sözlerine, bütün yazarlar kitaplarına onunla başlar. Camilerin en
müstesna yerlerini o süsler. Hat sanatının şaheserlerinde yine o vardır. 29
M6887 Müslim, Zikir, 59.
30
M5090 Müslim, Edâhî, 18.
Şiirlerin, nesirlerin, bütün edebiyatın vazgeçilmezi odur. Hastalar onunla 31
İM1550 İbn Mâce, Cenâiz,
şifa bulur. Konuşmaya başlayan çocuklara ilk o öğretilir. Kısacası o, her 38.
32
M4522 Müslim, Cihâd ve
hayrın anahtarıdır. Ne kadar da veciz ifade etmiştir Mevlid-i Şerif’in mü- siyer 3.
ellifi Merhum Süleyman Çelebi: 33
M5737 Müslim, Selâm, 67.
34
T2075 Tirmizî, Tıb, 26.
Allah adın zikredelim evvelâ / Vâcib oldur cümle işte her kula 35
T606 Tirmizî, Cum’a, 73.
Allah adın her kim ol evvel ana / Her işi âsan eder Allah ona 36
D2161 Ebû Dâvûd, Nikâh,
44, 45.
Allah adı olsa her işin önü / Hergiz ebter olmaya ânın sonu 37
En’âm, 6/121.
Her nefeste Allah adın de müdâm / Allah adıyla olur her iş tamam. 38
Mâide, 5/4.
181
HAMDELE
HER TÜRLÜ ÖVGÜ,
ÂLEMLERİN RABBİNE ÖZGÜ
183
ول ال َّل ِه ِ� ،sإ َذا َر َأ�ى َما ُي ِح ُّب َق َال“ :ا ْل َح ْم ُد عَنْ عَائِشَةَ قَالَتَْ :ك َان َر ُس ُ
اتَ ”.و�ِإ َذا َر َأ�ى َما َي ْك َر ُه َق َال“ :ا ْل َح ْم ُد ِل َّل ِه ِل َّل ِه ا َّل ِذى ِب ِن ْع َم ِت ِه َت ِت ُّم َّ
الصا ِل َح ُ
عَ َلى ُك ِّل َحالٍ ”.
ِن ْع َم ًة َف َق َ
ال: ول ال َّل ِه َ “ :sما َأ� ْن َع َم ال َّل ُه عَ َلى عَ ْب ٍد عَنْ َأ�نَسٍ قَالََ :ق َال َر ُس ُ
ا ْل َح ْم ُد ِل َّل ِهِ� ،إ َّلا َك َان ا َّل ِذى َأ�عْ َطا ُه َأ� ْف َض َل ِم َّما َأ�خَ َذ”.
184
Hz. Âişe şöyle demiştir:
“Allah Resûlü (sav), hoşuna giden bir şey gördüğünde, ‘Hamdolsun Allah’a
ki yararlı şeyler O’nun nimetiyle tamamlanır.’ der; hoşuna gitmeyen bir şey
gördüğündeyse, ‘Her hâlükârda Allah’a hamdolsun.’ derdi.”
(İM3803 İbn Mâce, Edeb, 55)
185
B esmele ve hamdele ile başlar Rabbimiz kitabına. “Giriş” ya
da “başlangıç” anlamına gelen ve Kur’an’ın ilk sûresi olan Fâtiha’nın,
“Elhamdülillâhi Rabbi’l-âlemîn” (Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.)1
âyetiyle başlaması, önemli işlerin de Allah’a hamd ile başlamasını örnekler
bize. Nitekim Allah Resûlü (sav) bu hususta şöyle buyurmuştur: “Allah’a
hamd ile başlanılmayan her önemli iş noksandır/bereketsizdir.”2
Yüce Allah’ın ilk sûreyi neredeyse hamd öğretisine tahsis etmesi ol-
dukça anlamlıdır. Bu sûrede Rabbimize nasıl hamdedileceği, nasıl iman
edileceği ve nasıl dua edileceği öğretilir. Birçok ismi olan bu sûrenin halkı-
mız arasında, “Elham(d) sûresi” şeklinde anılması da bundandır. Yine Ebû
Hüreyre’nin Resûlullah’tan (sav) naklettiği şu kudsî hadis, bu sûredeki
hamd vurgusunu çok güzel anlatır:
“Yüce Allah buyurdu ki, ‘Ben namazı, kendim ile kulum arasında iki kısma
ayırdım; yarısı bana yarısı da kuluma aittir ve kuluma dilediği verilecektir.’ Kul,
‘Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.’ der. Bunun üzerine Yüce Allah,
‘Kulum bana hamdetti ve kuluma dilediği verilecektir.’ buyurur. Sonra kul, ‘O,
Rahmân ve Rahîm’dir.’ der. Bunun üzerine Allah, ‘Kulum beni hakkıyla övdü.
Kuluma dilediği verilecektir.’ buyurur. Kul, ‘O, ceza gününün sahibidir.’ der. Bu-
nun üzerine Allah, ‘Kulum beni yüceltti. İşte bu bana aittir.’ der. Şu âyetin de
yarısı bana diğer yarısı kuluma aittir. Kul, ‘Biz yalnız sana kulluk eder ve yalnız
senden yardım dileriz.’ der. İşte bu, benimle kulum arasındadır ve ona dilediği
verilecektir. Fâtiha sûresinin sonu ise kuluma aittir. Kul, ‘Bizi dosdoğru yola,
kendilerine nimetler verdiğin kimselerin yoluna ilet. Gazabına uğramış olanla-
rın ve sapıtanların yoluna değil.’ der. İşte bu âyetler de kuluma aittir ve kuluma
1
Fâtiha, 1/2.
dilediği verilecektir.”3 2
İM1894 İbn Mâce, Nikâh,
İslâm’ın en önemli ibadeti olan namaz, baştan sona Allah’a hamd 19.
3
İM3784 İbn Mâce, Edeb,
ifadeleriyle doludur. Muhtemelen bundandır ki yukarıdaki kudsî hadiste 52; T2953 Tirmizî, Tefsîru’l-
geçen, “Ben namazı kendim ile kulum arasında iki kısma ayırdım.” ifadesin- Kur’ân, 1.
187
HADİSLERLE İSLÂM
GİRİŞ
de namaz ile Fâtiha sûresi kastedilmiştir. Zira günde beş vakit namazın
her rekâtında tekrarlanan, “Elhamdülillâh” diye başlayan Fâtiha sûresi ile
Yüce Allah’a tam kırk defa hamdedilir. Namaza başlandığında “Sübhâneke
Allâhümme ve bihamdik...” duası okunurken, rükûdan kalkıldığında
“Semiallâhu limen hamideh. (Allah, kendisine hamdedeni işitir.)” derken, Salli-
Bârik dualarında “İnneke hamîdün mecîd” derken ve namaz sonrasındaki
tesbihatta hep Yüce Allah’a hamdedilmektedir.
Yine Kur’an’da Fâtiha’dan başka, En’âm, Kehf ve Sebe’ sûrelerinin
yanı sıra “Elhamdülillâh” ifadesiyle başlayan yirmi üç âyet bulunmaktadır.
“Hamd, göklerde ve yerde bulunanların hepsinin sahibi olan Allah’a mahsus-
tur. Âhirette de hamd O’na mahsustur. O, hikmet sahibidir, (her şeyden) haberi
olandır.”4 “Melekleri, Rablerini hamd ile tesbih ederek arşın etrafını kuşatmış
hâlde görürsün.”5 Hatta Kur’an’da, “Gök gürültüsü, onu hamd ile tesbih eder.”6
“Yedi gök, yer ve bunlarda bulunan her şey O’nu tesbih eder. Her şey O’nu hamd
ile tesbih eder. Ne var ki siz, onların tesbihini anlamazsınız.”7 buyrulmaktadır.
Hamd; iyilik, güzellik ve üstünlükle niteleme, övme anlamına gel-
mekte, âyet ve hadislerde genellikle Yüce Allah’a yönelik şükür, medih,
senâ, tazim ve her türlü övgüyü ifade etmektedir. Genelde “hamd” ke-
limesi, “şükür” kelimesiyle birlikte kullanılsa da hamd, şükürden daha
kapsamlıdır.8 Her hamd bir şükür olmasına rağmen, her şükür bir hamd
sayılamaz. Dolayısıyla hamdeden kimse, aynı zamanda şükretmektedir.
Zira bir hadiste de, “Hamdetmek, şükrün başıdır, Allah’a hamdetmeyen şükür
de etmemektedir.”9 buyrulur.
İhtiva ettiği mânâ itibariyle “senâ” kavramı da hamd ile yakın anlam-
lıdır. Yaygın kanaat, “senâ”nın hamd, şükür ve medhi içeren bir kavram
olduğu yönündedir. Her hamd, medih olsa da her medih, hamd değildir.
Hamd, övgüdür, saygıdır, senâdır, medihtir. Hamd, değer bilme, kadir bil-
me, takdir etmedir. Hamd, yeni bir nimete kavuşma, güzel bir iş yapma
veya musibetten kurtulma durumunda, kendisine o nimeti veren, o iyi işi
nasip eden veya o musibetten koruyan Allah Teâlâ’yı hatırlama ve yüceli-
4
Sebe’, 34/1. ğinin bilincinde olmadır. Hamd, yapılan bir iyiliğe karşı gönül açıklığı ile
5
Zümer, 39/75. o iyiliğin sahibine saygı ifade eden bir övgü sözüdür. Bu, kısmen medih,
6
Ra’d, 13/13.
7
İsrâ, 17/44. kısmen teşekkür ile birleşen bir övgüdür. Ancak yerine getirme yönüyle
8
“Hamd”, DİA, XV, 442. dilin hamdi “Elhamdülillâh” demek; kalbin hamdi inanmak; azaların ham-
9
BŞ4395 Beyhakî, Şuabü’l-
îmân, IV, 96; DF2784
di itaat etmek; aklın hamdi tefekkür etmek; hayatın hamdi ise onu Allah
Deylemî, Firdevs, II, 155. yolunda geçirmektir. Ayrıca hamd ve şükür; hak ve hakikat sevgisi ile gön-
188
HADİSLERLE İSLÂM
GİRİŞ
lün dolması hâlidir. Bundan dolayı ahlâka uygun olarak hamdde sevinç
ve arzu mânâsı, şükürde ise içten bağlılık ve dostluk mânâsı daha açık
bir şekilde bulunur. Bunlarla birlikte hamd ve şükür arasında Allah bir
kula nimet verdiğinde şükretme, ancak o nimeti aldığında ise hamdetme
gibi bir durum söz konusudur. Nitekim büyük sahâbîlerden Ebû Musa el-
Eş’arî, Allah Resûlü’nden işittiği Allah ile melekler arasında geçen şu ilginç
diyaloğu rivayet eder: “Bir kulun çocuğu öldüğü zaman Yüce Allah meleklerine,
‘Kulumun çocuğunu elinden aldınız, öyle mi?’ diye sorar. Onlar da, ‘Evet.’ diye
cevap verirler. Allah Teâlâ, ‘Kulumun gönül meyvesini mi kopardınız?’ diye so-
rar. Melekler, ‘Evet.’ diye cevap verirler. Yüce Allah tekrar, ‘Kulum o zaman ne
dedi?’ diye sorar. Melekler, ‘Sana hamdetti ve ‘İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn.
(Biz Allah’tan geldik, Allah’a döneceğiz.)’10 dedi.’ diye cevap verirler. O zaman
Allah Teâlâ şöyle buyurur: ‘(Öyleyse) kulum için cennette bir köşk yapın ve ona
‘Hamd Köşkü’ adını verin.’”11 Örneğin bir anne veya babanın, ciğerpareleri-
ni kaybetmek gibi en çetin sınav karşısında dahi Allah’ın hükmüne razı
olmaları, bunun da ötesine geçerek O’nu övebilmelerinin adı hamddir.
Şükür ile hamd kavramları arasındaki en önemli fark da buradadır. Şü-
kür, daha çok verilen nimetlere, yapılan iyiliklere karşı bir teşekkür ifadesi
olurken hamd, her zaman ve her durumda en güzel övgülere lâyık olan
Yüce Allah’ı tazim ile yâd etmek, O’nun yüceliğini, Rab oluşunu, verenin
de alanın da O olduğunu itiraf etmektir. Nitekim Allah Resûlü (sav) hoşu-
na giden bir şey gördüğü zaman, “Elhamdülillâhi’llezî bi ni’metihî tetimmü’s-
sâlihât. (Hamdolsun Allah’a ki yararlı şeyler O’nun nimetiyle tamamlanır.)” der;
hoşlanmadığı bir şey gördüğünde ise bunu, “Elhamdülillâhi alâ külli hâl
(Her hâlükârda Allah’a hamdolsun.)”12 şeklinde ifade ederdi.
Allah’a kulluk ifadesi olan hamd, insanlık tarihi boyunca Rabbi-
ne karşı şükran ve minnettarlık bilinci içinde olan bütün insanların or-
tak vasfı olmuştur. Zira Peygamber Efendimizin (sav) bildirdiğine göre,
“Allah’ın verdiği nimet karşısında kulun “Elhamdülillâh” diyerek hamdetmesi, o
nimetten daha da değerlidir.”13 Bu sebeple insanlığın örnek şahsiyetleri olan 10
Bakara, 2/156.
peygamberler, Rablerine hep hamdetmişlerdir. Kur’ân-ı Kerîm, yaşlandı- 11
T1021 Tirmizî, Cenâiz, 36.
ğında kendisine verilen çocuklardan dolayı Hz. İbrâhim’in;14 kendilerine 12
İM3803 İbn Mâce, Edeb,
55.
verilen ilimden dolayı Hz. Dâvûd ve Hz. Süleyman’ın15 hamdedişlerinden 13
İM3805 İbn Mâce, Edeb,
bahsetmektedir. Yine Kur’an, ideal müminlerin niteliklerini sayarken onla- 55.
14
İbrâhîm, 14/39.
rın “hamdedenler” olduğunu da ayrıca zikretmektedir.16 Âyetlerde cennet 15
Neml, 27/15.
ehlinin nasıl hamdettikleri şöyle anlatılır: “Derler ki, hamd, bizden hüznü 16
Tevbe, 9/112.
189
HADİSLERLE İSLÂM
GİRİŞ
190
HADİSLERLE İSLÂM
GİRİŞ
191
HADİSLERLE İSLÂM
GİRİŞ
tatlı her şeyden dolayı Allah’a hamdi terk etmemelidir. Çünkü bu, insan
olmanın ve kulluğun bir gereğidir.
Yüce Allah Sevgili Peygamberinin şahsında bizlere, “Rabbini hamd ile
an, secde edenlerden ol ve ölüm gelinceye kadar Rabbine kulluk et.”37 buyur-
makta ve bizlere şöyle hamdetmeyi öğretmektedir: “Hidayetiyle bizi (bu ni-
mete) kavuşturan Allah’a hamdolsun! Allah bizi doğru yola iletmeseydi biz doğru
37
Hicr, 15/98-99.
38
A’râf, 7/43. yolu bulamazdık.”38
192
SALVELE
YÜCE RESÛL’E SALÂT ve SELÂM
َل ِق َي ِنى َك ْع ُب ْب ُن:َ سَمِعْتُ عَبْد ال َّرحْمَنِ بْن َأ�بِي لَيْلَى قَال:َحَدَّثَنَا الْحَكَمُ قَال
َ َيا َر ُس: خَ َر َج عَ َل ْي َنا َف ُق ْل َناs َأ� َلا ُأ�هْ ِدى َل َك هَ ِد َّي ًة؟ �ِإ َّن ال َّنب َِّي:عُ ْج َر َة َف َق َال
ول
“ ُقو ُلوا ال َّل ُه َّم: َف َك ْي َف ن َُص ِّلى عَ َل ْي َك؟ َق َال،ال َّل ِه َق ْد عَ ِل ْم َنا َك ْي َف ن َُس ِّل ُم عَ َل ْي َك
�ِإن ََّك، َك َما َص َّل ْي َت عَ َلى �آلِ �ِإ ْب َرا ِه َيم، َوعَ َلى �آلِ ُم َح َّم ٍد،َص ِّل عَ َلى ُم َح َّم ٍد
َك َما َبا َر ْك َت عَ َلى، َوعَ َلى �آلِ ُم َح َّم ٍد، ال َّل ُه َّم َبا ِر ْك عَ َلى ُم َح َّم ٍد.َح ِم ٌيد َمجِ ٌيد
”. �ِإن ََّك َح ِم ٌيد َمجِ ٌيد،�آلِ �ِإ ْب َرا ِه َيم
193
ول ال َّل ِه َ sق َالَ “ :أ� ْو َلى ال َّن ِ
اس بِى َي ْو َم عَنْ عَبْدِ ال َّلهِ بْنِ مَسْعُودٍ َأ� َّن َر ُس َ
ا ْل ِق َيا َم ِة َأ� ْك َث ُرهُ ْم عَ َل َّى َصل َا ًة”.
ول ال َّل ِه “ :sا ْل َب ِخ ُيل ا َّل ِذى َم ْن عَنْ عَلِى بْنِ َأ�بِى طَالِبٍ قَالََ :ق َال َر ُس ُ
ِّ
ُذ ِك ْر ُت ِع ْن َد ُه َف َل ْم ُي َص ِّل عَ َل َّي”.
َ sق َ
ال: عَنْ َأ�بِى هُرَيْرَةَ َأ� َّن َر ُس َ
ول ال َّل ِه
“ َم ْن َص َّلى عَ َل َّي َو ِاح َد ًة َص َّلى ال َّل ُه عَ َل ْي ِه عَ شْ ًرا”.
194
Abdullah b. Mes’ûd’dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle
buyurmuştur: “Kıyamet günü insanların bana en yakını, bana en çok salavât
getirendir.”
(T484 Tirmizî, Vitr, 21)
195
B ir gün Resûlullah (sav) ashâbı ile birlikte Mescid-i Nebevî’de
otururken içeri bir adam girdi. Hadislerde adı belirtilmeyen bu zât yalnız
başına namaz kıldıktan sonra “Allahümmağfir lî verhamnî (Allah’ım, beni
bağışla ve bana merhamet eyle!)” diye dua etmeye başladı.1 Bunun üzerine
Allah Resûlü, “Bu adam acele etti.” buyurdu. Sonra adamı yanına çağırdı.
Ona veya yanında oturan ashâbına şöyle buyurdu: “Biriniz dua edeceği za-
man önce Yüce Rabbine hamd ve senâ etmekle başlasın, sonra Peygamber’e salât
getirsin. Daha sonra da dilediği şekilde dua etsin.”2 Bu tavsiyelerden sonra, dua
âdâbına uyarak Allah’a şükredip O’nu yücelten, Hz. Peygamber’e salavât
getiren başka bir sahâbîyi gördü. Onun bu hâlini takdir ederek, “Dua et
kabul edilir, iste verilir.” buyurdu.3 Çünkü her işin olduğu gibi duanın da bir
âdâbı ve usulü vardı. Kişi, evvela kendisinden bir şey isteyeceği ve yardı-
mını niyaz edeceği Allah’a saygısını sunmalı, O’na lâyık olduğu şekilde
hamd ü senâ etmeli, O’nun huzurunda kendisine şefaat edecek olan Hz.
Peygamber’e salât ü selâm getirmeliydi.
Bu iki hadiste, dua esnasında Allah’a hamdetmenin ve Resûlü’ne
salavât getirmenin altı çizilmektedir. Dua, rahmet ve mağfiret anlamına
gelen “salât” ile esenlik ve barış anlamındaki “selâm” kelimelerinden olu-
şan “salât ü selâm”, “salavât getirme” yahut kısaca “salvele” tabiriyle ifade
edilir. Değişik lafız ve mânâlarla gelen salavât çeşitleri içerisinde, kültürü-
müzde en yaygın olanları “aleyhi’s-selâm” “aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm” veya
“sallallâhu aleyhi ve sellem” cümleleridir. Peygamber Efendimize bu tür
ifadelerle salavât getirmek, ona olan bağlılığı teyit etme, ona karşı en derin 1
T3476 Tirmizî, Deavât, 64.
sevgi ve hürmeti arz etme anlamına gelir. 2
D1481 Ebû Dâvûd, Vitr, 23;
Kur’ân-ı Kerîm’de Yüce Allah’ın müminlere salavâtından bahsedil T3477 Tirmizî, Deavât, 64.
3
N1285 Nesâî, Sehiv, 48.
mektedir.4 Aynı şekilde Resûlullah’ın salavâtından da söz edilmekte5 ve 4
Bakara 2/157; Ahzâb 33/
ondan müminlere salât getirmesi istenmektedir.6 Bir başka âyette ise “Şüp- 43.
5
Tevbe, 9/99.
hesiz Allah ve melekleri Peygamber’e salât ediyorlar. Ey iman edenler! Siz de ona 6
Tevbe, 9/103.
salât getirin ve tam bir teslimiyetle selâm verin.”7 buyrulmaktadır. 7
Ahzâb, 33/56.
197
HADİSLERLE İSLÂM
GİRİŞ
198
HADİSLERLE İSLÂM
GİRİŞ
199
HADİSLERLE İSLÂM
GİRİŞ
llah’ın (sav) kabri başında durmuş, salavât getirmiş, Hz. Ebû Bekir ve Hz.
Ömer’e de dua etmişti.30 Hz. Ömer Safâ ve Merve arasında sa’y yapılırken
salavât getirilmesini istemişti.31 Hz. Ali hutbeye Allah’a hamd ü senâ ve
Resûlullah’a salavât ile başlar,32 Ebû Hüreyre de cenaze namazında salât ü
selâm getirirdi.33
Salât ü selâm getiren kişi Hz. Peygamber’i andığı gibi Allah’ı da hatır-
lar, kendilerine böyle yüce bir Peygamber gönderdiği için O’na şükreder. Bu
şekilde Allah’ın emrini yerine getirerek Allah ve Resûlü ile iletişim hâlinde
olur. Onları hatırlamanın mutluluğunu yaşar. Resûlullah (sav), “Bana salât
ve selâm getirin. Çünkü bu sizin için bir arınmadır.”34 buyururken de salât
ü selâmın bir arınma vesilesi olduğuna işaret etmişti. Bu şekilde zekâtı
verilen malın temizlenip arındığı gibi Allah’ı ve Resûlü’nü anan, zikreden
kişinin de günahlardan temizlenme imkânı bulacağını belirtiyordu.
Hz. Peygamber’e salavât getirmek, bir bakıma ona şükran borcumuzu
yerine getirmek anlamına da gelir. Çünkü o, insanların hidayete erişme-
leri için büyük çaba sarf etmiş ve sahâbeden itibaren tüm müminler on-
dan öğrendikleriyle bu bahtiyarlığa erişmiştir. Bu yüzdendir ki müminler,
salavât getirirken Kutlu Nebî’nin ümmeti olduğunun farkında olurlar. Ona
bağlı olmaktan, ona bağlılıklarını ve şükranlarını sunmaktan büyük haz
ve mutluluk duyarlar.
Salavât getirmek, Allah Resûlü’ne duyulan sevginin ilânı, ona ve
sünnetine bağlılığın bir göstergesidir. Sözlü ifadeler destek olma, bağlılı-
ğı anlatma veya sevgiyi ifade etmenin en önemli araçlarındandır. Ancak
Resûlullah’a bağlanma, ona destek olma sadece sözlü ifadelere indirgene-
mez. Hz. Peygamber’in insanlara getirdiği mesaj gönüllere hitap ettiği gibi
hayata, hayatın pratiğine de yönelikti. Onunla birlikte yaşayanlar fiilleri ve
uygulamaları ile bunu yeterli bir şekilde yaptıktan sonra nasıl salavât geti-
receklerini sormuşlardı. Dolayısıyla salât ve selâmı sadece lafızlara hasret-
30
MU402 Muvatta’, Kasru’s- mek, bu şekilde uygulamak Hz. Peygamber’in ona yüklediği mânâyı ifade
salât, 22. etmeye yetmez. Dil ile Allah Resûlü’ne salavât okumanın yanı sıra onun
31
BS9426 Beyhakî, es-
Sünenü’l-kübrâ, V, 152. getirdiği vahyi desteklemek ve hayat boyunca yaşanır kılmak gerekir.
32
HM1051 İbn Hanbel, I, “Kıyamet günü insanların bana en yakını, bana en çok salavât getirendir.”35
127.
33
AV8/354 Azîmâbâdî, hadisinden de ümmetinin kendisi ile kurduğu sıkı bağ anlaşılmalıdır.
Avnü’l-ma’bûd, VIII, 354. Şüphesiz onun sünnetini en çok rehber edinenler, önderliğine en iyi şe-
34
HM8755 İbn Hanbel, II,
364.
kilde teslim olanlar, hayatları boyunca onun öğretilerine destek olan ve
35
T484 Tirmizî, Vitr, 21. insanlara anlatmaya çalışan kişiler, ona en çok salavât getiren yani aradaki
200
HADİSLERLE İSLÂM
GİRİŞ
201
HADİSLERLE İSLÂM
GİRİŞ
202
1. B ÖL ÜM
:s عَنْ ُأ�بَي ِّ بْنِ كَعْبٍ َأ� َّن ا ْل ُمشْ ِر ِك َين َقا ُلوا ِلل َّنب ِِّي
َّ َف َأ� ْن َز َل ال َّل ُه َت َبا َر َك َو َت َعا َلى “ ُق ْل هُ َو ال َّل ُه َأ� َح ٌد ال َّل ُه.َيا ُم َح َّم ُد ان ُْس ْب َل َنا َر َّب َك
الص َم ُد
”.َل ْم َي ِل ْد َو َل ْم ُيو َل ْد َو َل ْم َي ُك ْن َل ُه ُك ُف ًوا َأ� َح ٌد
205
ول �ِإ َذا َأ�خَ َذ َم ْض َج َع ُه“ :ا ْل َح ْم ُد ول ال َّل ِه َ sك َان َي ُق ُ عَنِ ابْنِ عُمَرََ ...أ� َّن َر ُس َ
ِل َّل ِه ا َّل ِذى َك َفا ِنى َو�آ َوا ِنى َو َأ� ْط َع َم ِنى َو َس َقا ِنى َوا َّل ِذى َم َّن عَ َل َّى َف َأ� ْف َض َل َوا َّل ِذى
َأ�عْ َطا ِنى َف َأ� ْج َز َل .ا ْل َح ْم ُد ِل َّل ِه عَ َلى ُك ِّل َحالٍ .ال َّل ُه َّم! َر َّب ُك ِّل َش ْي ٍء َو َم ِل َيك ُه
و�ِإلٰ َه ُك ِّل َش ْي ٍء َأ�عُ و ُذ ب َِك ِم َن ال َّنا ِر”.
عَنْ َأ�بِى مُوسَى قَالَُ :ك َّنا َم َع ال َّنب ِِّي ِ sفى َس َف ٍر َف ُك َّنا �ِإ َذا عَ َل ْونَا َك َّب ْرنَا
ون َأ� َص َّم َو َلا َغا ِئ ًبا ،ت َْدعُ َ
ون َف َق َال“ :ا ْر َب ُعوا عَ َلى َأ� ْن ُف ِس ُك ْم َف ِإ�ن َُّك ْم َلا ت َْدعُ َ
َس ِمي ًعا َب ِصي ًرا َق ِري ًبا”.
وكا ِلى َف َس ِم ْع ُت [ال�نْصَارِى] قَالَُ :ك ْن ُت َأ� ْض ِر ُب َم ْم ُل ً عَنْ َأ�بِى مَسْعُودٍ َأ
ِّ
ول :اعْ َل ْم َأ� َبا َم ْس ُعو ٍد اعْ َل ْم َأ� َبا َم ْس ُعو ٍد َفا ْل َت َف ُّت َف ِإ� َذا َأ�نَاَقا ِئل ًا ِم ْن خَ ْل ِفى َي ُق ُ
ِب َر ُسولِ ال َّل ِه َ sف َق َالَ “ :ال َّل ُه َأ� ْق َد ُر عَ َل ْي َك ِم ْن َك عَ َل ْي ِه”.
ول ال َّل ِه َ sي أ�ْ ُم ُرنَا �ِإ َذا َأ�خَ َذ َأ� َح ُدنَا عَنْ َأ�بِى هُرَيْرَةَ dقَالََ :ك َان َر ُس ُ
ات َو َر َّب ْال َأ� َر ِض َين َو َر َّب َنا َو َر َّب الس َم َو ِ ول“ :ال َّل ُه َّم َر َّب َّ َم ْض َج َع ُه َأ� ْن َي ُق َ
شي ٍء َفا ِل َق ا ْل َح ِّب َوال َّن َوى َو ُم ْن ِز َل ال َّت ْو َرا ِة َو ْال ِإ�نْجِ ِيل َوا ْل ُق ْر�آنِ َأ�عُ و ُذ
ُك ِّل ْ
اص َي ِت ِه َأ�ن َْت ْال َأ� َّو ُل َف َل ْي َس َق ْب َل َك ب َِك ِم ْن َش ِّر ُك ِّل ِذى َش ٍّر َأ�ن َْت �آ ِخ ٌذ ِب َن ِ
الظا ِه ُر َف َل ْي َس َف ْو َق َك َش ْي ٌء َش ْي ٌء َو َأ�ن َْت ْال آ� ِخ ُر َف َل ْي َس َب ْع َد َك َش ْي ٌء َو َّ
َوا ْل َب ِاط ُن َف َل ْي َس دُون ََك َش ْي ٌء”.
206
İbn Ömer’den rivayet edildiğine göre, Allah Resûlü (sav) yatağına yattığı
zaman şöyle dua ederdi. “Bana yeten, beni barındıran, beni yediren ve içiren,
bana iyilik edip (iyiliğini) arttıran, bana nimet verip (nimetini) bollaştıran
Allah’a hamdolsun. Her hâl ve durumda Allah’a hamdolsun. Her şeyin Rabbi,
hükümdarı ve ilâhı olan Allah’ım! Cehennemden sana sığınırım.”
(D5058 Ebû Dâvûd, Edeb, 97, 98)
207
İ nsanoğlu kendisini yoktan var eden ve kendisine sayısız ni-
met bahşeden Yüce Yaratıcı’nın zâtını ve mahiyetini hep merak etmiş;
âyetleriyle, eserleriyle ve sıfatlarıyla bütün varlık âlemini kuşattığı hâlde
O’nun zâtı ve mahiyeti hakkında daha fazla bilgi edinmeye çalışmıştır.
Bu nedenle de Allah Teâlâ hakkında çeşitli sorular üretmiştir. Birtakım
tereddütlere yol açan bu tip soruların insan zihnine takılacağını bilen
Sevgili Peygamberimiz, bu konuda ashâbını uyarmış ve böylesi sorulara
muhatap olduklarında, “Allah birdir, hiçbir şeye muhtaç değildir, fakat her şey
O’na muhtaçtır, O doğurmamış ve doğmamıştır. O’nun bir dengi de yoktur.”
demelerini istemiş, sonra da bu sorularla zihinlerini meşgul eden şey-
tandan, “Eûzü billâhi mine’ş-şeytâni’r-racîm” diyerek Allah’a sığınmalarını1
emretmiştir. Nitekim bir kişi Ebû Hüreyre’ye gelerek “Allah bizi yarattı,
peki Allah’ı kim yarattı?” diye sormuş, o bu sorudan rahatsız olmuş ve
“Allah tektir ve Samed’dir. O doğurmadı ve doğmadı. Hiçbir şey O’na
denk değildir.” açıklamasını yapmıştır.2 Çünkü Yüce Allah yaratılan var-
lıklara ve insana hiçbir şekilde benzemez. O’nun eşi ve benzeri yoktur. O
bir anne ve babadan doğmamış, doğurmamıştır. O, var olmak ve varlığını
devam ettirebilmek için başkalarına muhtaç da değildir. Sonradan yara-
tılan varlıklara has olan yeme, içme, uyuma, yorulma ve üreme gibi fiil-
ler O’nun için söz konusu değildir. Bu bağlamda Sevgili Peygamberimiz
her müminde doğru bir Allah tasavvuru oluşsun diye Kur’an’da bir âyeti;
Âyetü’l-kürsî’yi vird edinmemizi murad etmiştir:3 “Allah, O’ndan başka
tanrı olmayan, kendisini uyuklama ve uyku tutmayan, diri, her an yaratıklarını
gözetip durandır. Göklerde ve yerde olan ancak O’nundur. O’nun izni olmadan
katında şefaat edecek kimdir? Onların işlediklerini ve işleyeceklerini bilir, diledi-
ğinden başka, ilminden hiçbir şeyi kavrayamazlar. Hükümranlığı gökleri ve yeri 1 D4722 Ebû Dâvûd, Sünne,
18.
kaplamıştır, onların gözetilmesi O’na ağır gelmez. O, yücedir, büyüktür.”4 2 HM9015 İbn Hanbel, II,
Allah’ın bir tek ilâh olduğunu yani kendisinden başka ilâh olma- 388.
3 T2879 Tirmizî, Fedâilü’l-
dığını kavrayamayan Mekke müşriklerine, Hz. Ömer’in Müslüman ol- Kur’ân, 2.
ması çok ağır gelmişti. Bu gelişme karşısında önlem almak için topla- 4 Bakara, 2/255.
209
HADİSLERLE İSLÂM
9 En’âm, 6/101.
üstündür, istediğini yaptıran, büyüklükte eşi olmayandır. Allah, müşrik-
10 Haşr, 59/23. lerin ortak koştukları şeylerden münezzehtir.10 Hiçbir kimse O’na denk
11 İhlâs, 112/4.
12 Ankebût, 29/6.
değildir.11 Hiçbir varlığa hiçbir şekilde muhtaç değildir.12 O, tüm varlıkları
13 En’âm, 6/14. beslediği hâlde beslenmeye ihtiyaç hissetmez.13 Bâkî kalacak olan yalnızca
14 Rahmân, 55/26-27.
O’dur.14 O, yücedir, uludur.15 O, her türlü övgüye lâyık olan, şan ve şeref
15 Bakara, 2/255.
16 Hûd, 11/73. sahibidir.16 O, hayat veren, sonra öldürecek olan, daha sonra da tekrar
17 Hac, 22/66.
diriltecek olandır.17 O, tektir.18 O, her şeyi ölçü ile yapıp yönlendirendir.19
18 İhlâs, 112/1.
19 A’lâ, 87/3. O, yarattığı her şeyi iyi, güzel ve sağlam yapandır.20 O, en doğru sözlü
20 Secde, 32/7.
olandır.21 O, uyumaz, zaten O’na uyumak da yakışmaz.22 O, iyidir, gü-
21 Nisâ, 4/87.
210
HADİSLERLE İSLÂM
gulamıştır: “Onlar, bizim onların sırlarını ve gizli konuşmalarını işitmeyeceği- 27 İT1/506 İbn Kesîr, Tefsîr,
I, 506.
mizi mi sanıyorlar?”33 “(Habibim!) De ki: ‘İçinizdekileri gizleseniz de açığa vur- 28 Bakara, 2/186.
sanız da Allah onu bilir. Göklerde ve yerde olanları da bilir.”34 Hatta bırakın 29 Hadîd, 57/4.
30 Kâf, 50/16.
içinizden geçenleri ve yapıp ettiklerinizi bilmesini, gaybı da yalnızca Allah 31 B7386 Buhârî, Tevhîd, 9.
bilir. “Gaybın anahtarları Allah’ın yanındadır; onları O’ndan başkası bilmez. O, 32 T2388 Tirmizî, Zühd, 51.
33 Zuhruf, 43/80.
karada ve denizde ne varsa bilir; O’nun ilmi dışında bir yaprak bile düşmez. O, 34 Âl-i İmrân, 3/29.
yerin karanlıkları içindeki tek bir taneyi dahi bilir.”35 35 En’âm, 6/59.
211
HADİSLERLE İSLÂM
42 B4637 Buhârî, Tefsîr, (A’raf) lah Resûlü ümmetinden şu kelimelerle dua etmelerini istemiştir: “Allah’ım!
1. Sen affedicisin, Kerîm’sin, affı seversin, beni affet.”46
43 D3329 Ebû Dâvûd, Büyû’, 3.
44 T2498 Tirmizî, Sıfatü’l- Diğer taraftan tüm dertlerin devası, tüm hastalıkların şifası O’ndandır.
kıyâme, 49. Derde duçar olanlara deva veren, hastalıkların pençesinde boğuşanlara şifa
45 Hac, 22/60.
212
HADİSLERLE İSLÂM
hesiz sizin hayâ ve kerem sahibi Rabbiniz, kendisine el açıp yalvaran kulunun el-
lerini boş çevirmekten hayâ eder.”48 Daha da ötesi bahşettiği bütün bu lütuflar
karşısında kullarının tüm azgınlıklarına, haddi aşmalarına, densizlikleri-
ne sabredendir O: “Hiçbir kimse (kendisi hakkında) duyduğu eza verici isnad ve
iftiralara Allah’tan daha sabırlı değildir. (Kâfirler ve müşrikler) Allah’a oğul isnad
ederler de Allah yine de onlara afiyet ihsan edip, rızık verir.”49
O, kalplere de hükmeder, kalpleri evirip çevirir. Nitekim Ümmü
Seleme’ye, “Ey müminlerin annesi! Resûlullah’ın senin yanında olduğu za-
man en çok yaptığı dua ne idi?” diye sorduklarında, şu duayı aktarmıştır:
“Ey kalpleri bir hâlden bir hâle çeviren Rabbim, benim kalbimi dinin üzere sabit
kıl.” Ümmü Seleme anlatmaya devam ederek şöyle demiştir: Ben kendisi-
ne: “Ey Allah’ın Resûlü! Niçin bu duayı yapıyorsunuz?” diye sordum. Hz.
Peygamber “Herkesin kalbi Allah’ın parmakları arasındadır. Dilediğini düzeltir,
düzgün yola koyar, dilediğini ise kalbini kaydırarak yoldan çıkarır.” cevabını
verdi ve Sonra Âl-i İmrân sûresinin 8. âyetini okudu: “O derin kavrayış
sahipleri şöyle yakarırlar: Ey Rabbimiz! Bizi doğru yola ilettikten sonra kalp-
lerimizi bu gerçeklerden bir daha saptırma, katından bize rahmet ver, şüphesiz
bağışı en çok olan sensin sen.”50
O, çok güçlü ve kuvvetlidir.51 O’nun gücünün sınırı yoktur. O’nun
için her şey kolaydır. “O bir şeyi dilediği zaman ona ‘Ol!’ der ve o da oluverir.”52
Ebû Mes’ûd el-Ensârî (ra) şöyle anlatıyor: Bir gün kölemi dövüyordum ki
arkamdan birisi şöyle seslendi: “Şunu iyi bil Ebû Mes’ûd!” Bir de döndüm
baktım ki Resûlullah (sav) bana şöyle söylüyor: “Şunu iyi bil Ebû Mes’ûd!
Allah’ın sana karşı gücü, senin bu köleye karşı olan güç ve kuvvetinden çok
daha fazladır.”53 Allah’ın gücüne dikkat çeken Hz. Peygamber’e bir Ya-
hudi gelip şöyle demişti: “Yâ Muhammed! Allah gökleri bir parmağında,
yer tabakalarını bir parmağında, dağları bir parmağında, bütün ağaçları
bir parmağında, öbür mahlûkları da bir parmağında tutar. Sonra, ‘Melik
ancak benim (bütün kâinatın hükümdarı benim).’ diye seslenir.” Bu sözü
işiten Resûlullah, azı dişleri görülünceye kadar güldü. Sonra da “Allah’ın 48 İM3865 İbn Mâce, Dua, 13.
49 B7378 Buhârî, Tevhîd, 3.
gücünü, kadrini O’na lâyık olacak bir surette hakkıyla takdir edemediler.”54 50 T3522 Tirmizî, Deavât, 89.
âyetini okudu.55 Dünyada gücünün ve kudretinin sınırı olmayan Allah 51 Bakara, 2/20.
52 Yâsîn, 36/82.
(cc) kıyamet gününün de sahibi ve tek hâkimidir.56 “O, gökleri ve yeri hak 53 T1948 Tirmizî, Birr, 30.
(ve hikmet) ile yaratandır. ‘Ol!’ dediği gün her şey oluverir. O’nun sözü gerçektir. 54 En’âm, 6/91.
213
HADİSLERLE İSLÂM
64 Kasas, 28/84.
çetindir.71 Buna dikkat çekmek için Yüce Mevlâ şu ifadeleri kullanmıştır:
65 Bakara, 2/207. “Onu (Allah’ın azabını) gördüğünüz gün, her emzikli kadın emzirdiği çocuğu
66 Yûsuf, 12/64.
unutur, her gebe kadın çocuğunu düşürür. İnsanları da sarhoş bir hâlde görür-
67 T3543 Tirmizî, Deavât, 99.
68 Fâtır, 35/45. sün. Oysa onlar sarhoş değillerdir. Fakat Allah’ın azabı çok dehşetlidir.”72
69 N407 Nesâî, Gusül, 7.
Hiçbir insan dünyada O’nu görmeye muktedir değildir. Nitekim Yüce
70 M6972 Müslim, Tevbe, 17.
71 Mâide, 5/98. Mevlâ bu gerçeği ifade etmek için “Gözler O’nu göremez, hâlbuki O, gözleri
72 Hac, 22/2.
görür.”73 buyurmuştur. Müminlerin annesi Hz. Âişe “Her kim, ‘Muham-
73 En’âm, 6/103.
214
HADİSLERLE İSLÂM
215
HADİSLERLE İSLÂM
Evvel’sin, senden önce hiçbir şey yoktur. Sen Âhir’sin, senden sonra da hiçbir
şey olmayacaktır. Zâhir (varlığı delillerle apaçık olan) sensin, varlığı seninkinden
77 T3400 Tirmizî, Deavât, 19; daha aşikâr hiçbir şey yoktur. Bâtın (mahiyeti idrak edilemeyen, zâtı insanlar
M6889 Müslim, Zikir, 61. için gizli olan) sensin. Senin mahiyetinden daha gizli olan hiçbir şey yoktur.”77
216
ALLAH’IN İSİM ve SIFATLARI
EN GÜZEL İSİMLER O’NUN
217
ال َّله َ sق َ
ال: عَنْ َأ�بِى هُرَيْرَةَ dأ� َّن َر ُسولِ
“�ِإ َّن ِل َّل ِه ِت ْس َع ًة َو ِت ْس ِع َين ْاس ًماِ ،ما َئ ًة �إلا َو ِاح ًداَ ،م ْن َأ� ْح َصاهَ ا َدخَ َل ا ْل َج َّن َة”.
َ sق َ
ال... عَ نْ عَ ْبدِ اللَّهِ ْبنِ َم ْسعُودٍ عَ نِ النَّ ِبيِّ
“�ِإ َّن ال َّل َه َج ِم ٌيل ُي ِح ُّب ا ْل َج َم َال”...
ول ال َّل ِه ِ�“ :sإ َّن ِل َّل ِه َت َعا َلى ِت ْس َع ًة َو ِت ْس ِع َين عَنْ َأ�بِى هُرَيْرَةَ قَالََ :ق َال َر ُس ُ
ْاس ًما ِما َئ ًة َغ ْي َر َو ِاح َد ٍة َم ْن َأ� ْح َصاهَ ا َدخَ َل ا ْل َج َّن َة .هُ َو ال َّل ُه ا َّل ِذى َلا �ِإ َل َه �ِإ َّلا
السل َا ُم ا ْل ُم ْؤ ِم ُن ا ْل ُم َه ْي ِم ُن ا ْل َع ِزي ُز ا ْل َج َّبا ُروس َّ هُ َو ال َّر ْح َم ُن ال َّر ِح ُيم ا ْل َم ِل ُك ا ْل ُق ُّد ُ
َّاق ا ْل َف َّت ُاح ا ْل َع ِل ُيماب ال َّرز ُ ا ْل ُم َت َك ِّب ُر ا ْلخَ ا ِل ُق ا ْل َبا ِر ُئ ا ْل ُم َص ِّو ُر ا ْل َغ َّفا ُر ا ْل َق َّها ُر ا ْل َوهَّ ُ
الس ِم ُيع ا ْل َب ِصي ُر ا ْل َح َك ُم ا ْل َع ْد ُل ا ْل َقاب ُِض ا ْل َب ِاس ُط ا ْل َخا ِف ُض ال َّرا ِف ُع ا ْل ُم ِع ُّز ا ْل ُم ِذ ُّل َّ
يت يظ ا ْل ُم ِق ُ يف ا ْل َخبِي ُر ا ْل َح ِل ُيم ا ْل َعظِ ُيم ا ْل َغ ُفو ُر الشَّ ُكو ُر ا ْل َع ِل ُّي ا ْل َكبِي ُر ا ْل َح ِف ُ ال َّلطِ ُ
يب ا ْل َو ِاس ُع ا ْل َح ِك ُيم ا ْل َودُو ُد ا ْل َمجِ ُيد يب ا ْل ُمجِ ُ يب ا ْل َج ِل ُيل ا ْل َك ِر ُيم ال َّر ِق ُ ا ْل َح ِس ُ
ا ْل َب ِاع ُث الشَّ ِه ُيد ا ْل َح ُّق ا ْل َو ِك ُيل ا ْل َق ِويُّ ا ْل َم ِت ُين ا ْل َو ِل ُّي ا ْل َح ِم ُيد ا ْل ُم ْح ِصى ا ْل ُم ْب ِد ُئ
الص َم ُد ا ْل َقا ِد ُر يت ا ْل َح ُّي ا ْل َق ُّيو ُم ا ْل َواجِ ُد ا ْل َماجِ ُد ا ْل َو ِاح ُد َّ ا ْل ُم ِع ُيد ا ْل ُم ْحيِى ا ْل ُم ِم ُ
الظا ِه ُر ا ْل َب ِاط ُن ا ْل َوا ِلى ا ْل ُم َت َعا ِلى ا ْل َب ُّرا ْل ُم ْق َت ِد ُر ا ْل ُم َق ِّد ُم ا ْل ُمؤَخِّ ُر ال َأ� َّو ُل ْال آ� ِخ ُر َّ
وف َما ِل ُك ا ْل ُم ْل ِك ُذو ا ْل َجل َالِ َو ْال ِإ� ْك َرا ِم ا ْل ُم ْق ِس ُط اب ا ْل ُم ْن َت ِق ُم ا ْل َع ُف ُّو ال َّر ُء ُ
ال َّت َّو ُ
الضا ُّر ال َّنا ِف ُع ال ُّنو ُر ا ْل َها ِدى ا ْل َب ِد ُيع ا ْل َبا ِقى ا ْل َوا ِر ُث ا ْل َجا ِم ُع ا ْل َغ ِن ُّي ا ْل ُم ْغ ِنى ا ْل َما ِن ُع َّ
الص ُبو ُر”. ال َّر ِش ُيد َّ
218
Ebû Hüreyre’den (ra) rivayet edildiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle
buyurmuştur: “Allah’ın, yüzden bir eksik, doksan dokuz ismi vardır. Kim bu
isimleri (öğrenip gereğiyle amel ederek) sayarsa cennete girer.”
(B2736 Buhârî, Şürût, 18)
219
M ekkeli müşriklerin sonu gelmez eziyetleri karşısında Rah-
met Peygamberi bir gece, her zaman yaptığı gibi yine Kâbe’nin yanı başına
çökmüş, elini ve gönlünü Merhametliler Merhametlisi’ne açmış, en güzel
isimleri ile secde hâlinde O’na yakarıyordu:
—Yâ Allah! Yâ Rahmân!
Asla şikâyetçi olmadığı ve beddua etmediği müşrik kavmine karşı
Allah’tan çıkar bir yol göstermesini; kendisi için değil, imanı şirke tercih
eden bir avuç mümin için baskı ve eziyetlerin sona ermesini diliyordu. An-
cak bu sırada hakkın, doğrunun ve tevhidin düşmanı bir müşrik, karan-
lıkta gizlendiği yerde Hz. Peygamber’in gönülden kopup gelen bu yakarı-
şını dinlemekteydi. Üstelik duydukları karşısında son derece sevinmişti.
Tevhid Elçisi’nin sözde açığını bulmuş, içine düştüğü çelişkiyi yüzüne
vurma fırsatı yakalamıştı. Müşrik, sabah olur olmaz hemen yandaşlarına
koştu ve akşam gördüklerini anlattı:
—Bakın bu adam ne diyor! Dün gece kulaklarımla duydum. Bizi bir
tek ilâha kulluk etmeye çağıran Muhammed, kendisi hem Allah’a, hem de
Rahmân adlı başka bir tanrıya dua ediyor. Bizim bildiğimiz Rahmân, tanrı
olduğunu iddia eden Yemâmeli Müseylime isimli bir adamdır. Hani tek
Allah dışında bütün taptıklarımız bâtıldı!1 Bu sözler üzerine Yüce Allah şu
âyeti inzal buyurdu: “De ki: İster Allah deyin, ister Rahmân deyin. Hangisini
deseniz olur. Çünkü en güzel isimler O’nundur.”2
İyiyi kötüyü, güzeli çirkini, elemi kederi hatta her tür tabiat hadisesi-
ni farklı bir güce ve tanrıya izafe eden müşrik alışkanlığı, bir ve tek ilâhın
farklı isimleri olabileceğini düşünmüyor, düşünemiyordu. Onlar sadece
atalarından kalma kör bir taklitle putları Allah’a ortak koşuyorlar ve bu
düzmece tanrılara kendilerince isimler veriyorlardı; oysa bu isimler an-
lamsız, boş ve karşılıksızdı: “Bu putlar sizin ve atalarınızın uydurduğu kuru
isimlerden başka bir şey değildir.”3 1 TT17/580 Taberî, Câmiu’l-
Allâh, Rahmân ve Rahîm gibi isim ve sıfatlardan her birini farklı tan- beyân, XVII, 580; AU5/426
Aynî, Umdetü’l-kârî, V, 426.
rılar şeklinde algılayıp bunları kendi putlarına izafe eden müşriklerin bu 2 İsrâ, 17/110.
sapkınlıkları mübarek Elçi tarafından açıkça reddedildi. O (sav), müşrikle- 3 Necm, 53/23.
221
HADİSLERLE İSLÂM
rin savunduğu temel ilkeleri, putları, tanrıları, aracı tanrıları kısacası din ve
inanç adına bildikleri ne varsa hepsini kökünden reddederek tevhidi, bildi-
ğimiz bilmediğimiz bütün âlemlerin tek Melik’ine teslimiyeti tebliğ etti.
Müşriklerin bu temelsiz inanışlarını değiştirmek oldukça zordu. Zira
insanı âlemlerin Rabbi olan tek Yaratıcı’ya ve O’nun yüce isimlerine karşı
sorumlu hâle getirecek bu muazzam değişim, cesur bir yürek, hep O’na
yol alan bir akıl ve Cemâl sahibinin cemâli karşısında eriyecek bir gönül
istiyordu. Ancak bu konuda Allah Teâlâ da Peygamberini yalnız bırakmı-
yor, ilâhî vahiy vasıtasıyla gerçekleri insanlığın idrakine sunuyordu: “En
güzel isimler (el-esmâü’l-hüsnâ) Allah’ındır. O hâlde O’na o güzel isimlerle dua
edin. O’nun isimleri hakkında gerçeği çarpıtanları bırakın. Onlar yapmakta ol-
duklarının cezasına çarptırılacaklardır.”4 “Allah, kendisinden başka hiçbir ilâh
bulunmayandır. En güzel isimler O’nundur.”5 Böylece Allah Teâlâ kendisine
bir, iki, üç değil, pek çok isimle yakarılabileceğine bizzat işaret ediyor,
kendisini bunlarla tanıtıyor ve örnekler veriyordu.6
“O’nun pek çok güzel ismi vardır. Bu isimlerle O’na dua edin.”7 buyururken
Allah Teâlâ, kendisine ulaşmak isteyen samimi bir insan için pek çok yol
olduğunu ama özellikle de her bir yolun kendisine çıktığını söylüyordu.
İşte bu sebepledir ki, bize, nasıl dua etmemiz gerektiğini de yine kendisi
öğretiyor ve “Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz.”8 de-
memizi bekliyordu.
Kur’an’ın her âyetinde, Hz. Peygamber’in her hadisinde, bizzat lafızda
veya lafzın hemen bir adım ilerisinde, mânanın dönüp dolaşıp kendisine
geldiği, sözün anlatmakla bitiremediği, bitiremeyeceği isim ve sıfatların,
bizi O’na ulaştıran bu yolların belli bir sayısı ve sınırı var mıdır? Kudreti,
kemali ve hikmeti sınırsız olan bir varlığın isimleri doksan dokuz ile mi
sınırlıdır? İslâm âlimlerinin çoğunluğuna göre doksan dokuz, en çoğa ve
hatta belki sonsuzluğa delâlet eden bir rakamdır. Esasen Peygamberimiz
bu rakamla Allah’ın isimlerine sınır biçmemekte; aksine, bunları saymak-
la bitiremezsiniz, demektedir.
4 A’râf, 7/180. Diğer taraftan Yüce Allah’ın isimlerini içeren hadis rivayetlerindeki
5 Tâ-Hâ 20/8. rakamlar ve isimler de farklılık arz etmektedir. Örneğin altı temel hadis
6 Bkz. Haşr, 59/22-24.
7 A’râf, 7/180. kaynağından birinin musannifi olan Tirmizî’nin listesinde9 99 isim bu-
8 Fâtiha, 1/5.
lunmakta ve bunlardan 25’i, İbn Mâce’nin listesinde10 yer alan 100 isim
9 T3507 Tirmizî, Deavât, 82.
222
HADİSLERLE İSLÂM
İnsan O’nun zâtını göremez ama her bir ismi farklı bir yolla, farklı bir
şekilde kendini insana hissettirir. Her sözünde, her işinde, her adımında
O’nu arayan ve gönül gözüyle bakmasını bilen insan, her yerde ve her şey-
de Rabbinin izlerini görür ve hisseder.11
O’nu hissettiğini izhar etmenin bir yolu da duadır. Zaten “O’nun güzel
isimleri vardır.” dedikten sonra, asıl mesajı da bize yine O verir: “Öyleyse bu
isimlerle O’na dua edin.”12
Cenâb-ı Hakk’ın her ismi, bir bütünün parçası olan ve insanın zihnin-
deki Allah tasavvurunu tamamlayan unsurlardan biridir. Veya bu isimler,
bir okyanustan çıkıp bütün kâinata hayat verdikten sonra yine aynı yere
dökülen sayısız ırmaklar gibidir. O’na yönelenler, ancak yolculuğa başla-
yınca sonsuzluğu fark eder, vuslat anını zamana ve rakamlara sığdırama-
yacaklarını anlarlar. Bunun içindir ki, bütün yolların ve bütün yolculuk-
ların son noktası olan Allah, kendini kulunun anlayışına, idrakine bırakır
ve Peygamberinin diliyle şöyle buyurur: “...Kulum beni nasıl düşünüyorsa
ben öyleyim. O beni anarken ben onunla beraberim. O beni kendi başına anar-
sa, ben de onu kendim anarım. O beni bir topluluk içinde anarsa, ben onu daha
hayırlı bir topluluk içinde anarım. O bana bir karış yaklaşırsa, ben ona bir arşın
yaklaşırım. O bana bir arşın yaklaşırsa, ben ona bir kulaç yaklaşırım. O bana
yürüyerek gelirse, ben ona koşarak giderim.”13 Allah (cc) ile yarattıkları arasın-
da elçilik yapan Hz. Peygamber dahi O’nun bütün isimlerini bilmediğinin
itirafıyla yapar duasını: “Allah’ım! Kendini isimlendirdiğin, yarattıklarına öğ-
rettiğin, Kitab’ında indirdiğin ve insanlardan gizli tutarak sana has gayb ilminde
saklamayı tercih ettiğin bütün isimlerinle yalvarıyorum sana...”14
Şüphesiz başlı başına “Bir ibadettir dua.”15 “Dua ibadetin özüdür.”16 Hatta
belki ibadetlerin en büyüğü, en faziletlisidir. Zira ister gizli olsun ister açık,
ister dilden dökülsün ister gönülden süzülsün, her çağrıya kulak veren, “Her
şeyi hakkıyla işiten”17 ile aracısız görüşmektir dua. Böyle olunca O’nu çeşitli
isimleri ve vasıfları ile çağırmak da şüphesiz duaların en içteni, en samimisi
olacaktır. Bu samimiyetin karşılığını Hz. Peygamber (sav) şöyle açıklamıştır:
11 Bakara, 2/115.
“Allah’ın, yüzden bir eksik, doksan dokuz ismi vardır. Kim bu isimleri (öğrenip 12 A’râf, 7/180.
gereğiyle amel ederek) sayarsa cennete girer.”18 Hadiste geçen “ihsâ” fiili, sözlük 13 M6805 Müslim, Zikir, 2.
isimlerin ihtiva ettiği ilâhî ahlâkın gereğiyle amel etmektir. 18 B2736 Buhârî, Şürût, 18.
223
HADİSLERLE İSLÂM
21 B6099 Buhârî, Edeb, 71. lerin sahibi, gece gündüz her zaman cömert olan, gökleri ve yeri yarattı-
22 Zümer, 39/53.
ğı günden beri verip durmasına rağmen elindeki nimetlerden hiçbir şey
23 B7411 Buhârî, Tevhîd, 19.
224
HADİSLERLE İSLÂM
memiz gereken vazifelerimizde de ilâhî bir boyut saklı duruyor. 28 HM902İbn Hanbel, I, 112.
225
HADİSLERLE İSLÂM
doğrunun, her kemalin yanı başında O’nun izlerini bulmamız; dosta karşı
dostumuz, külfete karşı yardımcımız olduğunu fark etmemiz mümkün-
dür. Bize gösterdiği bu ilgi ve sevgiyi karşılıksız bırakmak, Gerçek Dost’a
karşı büyük bir hak bilmezlik ve nankörlük olmaz mı? Öyleyse Allah’ın
isimlerini ve sıfatlarını bildiren Tirmizî rivayetini31 bu bilinçle yeniden
okuyalım:
1. Allah: O vardır. O’ndan başka da ilâh yoktur.
2. er-Rahmân: Dünyada bütün mahlûkata merhamet ve ihsan eder.
3. er-Rahîm: Âhirette sadece müminlere merhamet ve ihsan eder.
4. el-Melik: Mülkün ve varlığın sahibi O’dur.
5. el-Kuddûs: Her türlü eksiklik ve kusurdan münezzehtir.
6. es-Selâm: Esenlik sahibidir, esenlik verendir, selâmete ulaştırandır.
7. el-Mü’min: Güven veren, emin kılan, koruyan, iman nurunu ve-
rendir.
8. el-Müheymin: Her şeyi görüp gözeten, her varlığın yaptıklarından
haberdar olandır.
9. el-Azîz: İzzet sahibi, her şeye galip olan, karşı gelinemeyendir.
10. el-Cebbâr: Azamet ve kudret sahibidir. Dilediğini yapar ve yaptırır.
11. el-Mütekebbir: Büyüklükte eşi ve benzeri yoktur.
12. el-Hâlık: Yaratan, yoktan var edendir.
13. el-Bâri: Her şeyi kusursuz ve ahenkli yaratandır.
14. el-Musavvir: Varlıklara şekil ve suret verendir.
15. el-Gaffâr: Günahları çok bağışlayandır.
16. el-Kahhâr: Mağlûb olmayan tek galiptir.
17. el-Vehhâb: Karşılıksız nimetler verir.
18. er-Rezzâk: Her varlığın rızkını verir.
19. el-Fettâh: Her türlü sıkıntıları giderir.
20. el-Alîm: Gizli, açık, geçmiş, gelecek, her şeyi bilir.
21. el-Kâbıd: Dilediğinin rızkını daraltır; ruhları alır.
22. el-Bâsıt: Dilediğinin rızkını genişletir; ruhları bedenlerine yayar
ve huzura erdirir.
23. el-Hâfıd: Hak edenleri alçaltıp zillete düşürür.
24. er-Râfi’: Hak edenlere şeref verip yükseltir.
25. el-Muizz: Dilediğini yüceltip aziz eder.
26. el-Müzilz: Dilediğini zillete düşürüp rezil eder.
31 T3507 Tirmizî, Deavât, 82. 27. es-Semî’: Her şeyi işitir, duaları kabul eder.
226
HADİSLERLE İSLÂM
227
HADİSLERLE İSLÂM
228
HADİSLERLE İSLÂM
229
YARATILIŞ
YOKLUKTAN VARLIĞA
231
خُ ِل َق ا ْلخَ ْل ُق؟ َق َ
ال: عَنْ َأ�بِى هُرَيْرَةَ ...قَالَُ :ق ْل ُتَ :يا َر ُس َ
ول ال َّل ِه! ِم َّم
“ ِم َن ا ْل َماء”.
ول ال َّل ِه “ :sخُ ِل َق ِت ا ْل َمل َا ِئ َك ُة ِم ْن نُو ٍر َوخُ ِل َق ا ْل َج ُّان عَنْ عَائِشَةَ قَالَتَْ :ق َال َر ُس ُ
ِم ْن َما ِر ٍج ِم ْن نَا ٍر َوخُ ِل َق �آ َد ُم ِم َّما ُو ِص َف َل ُك ْم”.
ول ال َّل ِه ِ�“ :sإ َّن ال َّل َه خَ َل َق �آ َد َم ِم ْن حَدَّثَنَا َأ�بُو مُوسَى الْ�َأشْعَرِي قَالََ :ق َال َر ُس ُ
ُّ
َق ْب َض ٍة َق َب َض َها ِم ْن َج ِم ِيع ْال َأ� ْر ِض َف َجا َء َب ُنو �آ َد َم عَ َلى َق ْد ِر ْال َأ� ْر ِض َجا َء ِم ْن ُه ُم ْال َأ� ْح َم ُر
الط ِّي ُب”.ِيث َو َّ َو ْال َأ� ْب َي ُض َو ْال َأ� ْس َو ُد َو َب ْي َن َذ ِل َك َو َّ
الس ْه ُل َوا ْل َح ْز ُن َوا ْل َخب ُ
232
Ebû Hüreyre anlatıyor: “Ey Allah’ın Resûlü! Canlılar neden (hangi
maddeden) yaratılmışlardır?” diye sordum. Resûlullah, “Sudan” buyurdu.
(T2526 Tirmizî, Sıfatü’l-cenne, 2)
Ebû Musa el-Eş’arî’nin bize naklettiğine göre, Allah Resûlü (sav) şöyle
buyurmuştur: “Allah, Âdem’i yeryüzünün her tarafından aldığı bir miktar
topraktan yarattı. Bu sebeple Âdemoğulları (renk ve tabiat yönünden) yeryüzü
kadar (değişik şekillerde vücuda) geldiler. Onlardan kimi kızıl, kimi beyaz, kimi
siyah, kimi de bunların karışımı (melez); kimi yumuşak, kimi sert, kimi kötü,
kimi de iyi (huylu olarak dünyaya) geldi.”
(D4693 Ebû Dâvûd, Sünnet, 16)
233
T akvimler hicretin dokuzuncu yılını gösteriyordu. Yeryüzünde
inşa edilmiş ilk mâbet olan Kâbe nihayet şirkin boyunduruğundan kur-
tulmuştu. Beytullah, müminlerin gönüllerini azamet, celâl ve vahdaniyet
duygularıyla yeniden ilâhî renge boyuyordu. Mekke’nin fethi pek çok in-
sanın kalbindeki kilitleri de açmıştı. Bunu yapamayanların ise hiç değilse
akıllarında İslâm hakkında giderilmeyi bekleyen bir merak duygusu uyan-
dırmıştı. Artık önü alınamayan bir gerçek vardı, o da insanların İslâm’la
yüzleşmek istemeleriydi. Hübel’i, Lât’ı, Uzza’yı, asla yıkılmaz sanılan söz-
de ilâhları yıkan neydi? Kim dize getirmişti, Kureyş’i, Ebû Leheb’i ve Ebû
Cehil’i? İslâm’a karşı çıkanların sonu, Ebâbîl’in önünde dağılan Ebrehe’nin
askerleri gibi olmuştu. Bedir, Hendek, Hayber şahitti buna... Bütün bunlar
nasıl olup bitmişti? Yıkılmaz sanılan putlar nasıl yıkılmış, eğilmez sanılan
ceberutlar nasıl dize gelmişti?
Bu soruların cevaplarını arayan çok sayıda kabile, Hz. Peygamber ile
görüşmek üzere Medine’ye heyetler gönderiyordu. Onlar Medine’ye, Mes
cid-i Nebevî’ye bazen meraklı gözlerle, bazen Hakkı arayan gönüllerle geli-
yorlardı... Ve herkes nasibinde ne varsa geriye onunla dönüyordu. İmrân b.
Husayn’ın naklettiğine göre, gelen heyetlerden biri de, Temîmoğullarındandı.
Allah Resûlü konuşmasının başında, vereceği müjdeyi kabul etmelerini iste-
mişti onlardan. Belki bu müjde inanmanın ne büyük güç olduğunun muş-
tusuydu, belki cennetin müjdesi... Fakat kısa geçen görüşmede belli oldu
ki, Temîmoğullarının, hakikate kulak vermek yerine, Arap yarımadasında
hükümran olduğunu gördükleri bu yeni güçten maddî olarak yararlanmak-
tan öte bir arzuları yoktu. Onlar müjde olarak, altın, gümüş bekliyorlardı.
En büyük ganimet olan Allah’ın rıza ve hoşnutluğunu reddediyorlardı. Bel-
li ki onlar, bizim bunlara karnımız tok, diyorlardı. Onlar başlı başına zaten
çok güzel olan kurtuluş müjdesini almayı reddetmişlerdi, üstelik onlara bu
müjdeyi uzatan el Peygamber’in elleriyken...
Bu sefer mescitte Yemenli bir topluluk vardı. Sevgili Peygamberimiz,
Temîmoğullarının geri çevirdikleri müjdeyi onların kabul etmesini istedi.
Allah Resûlü’nün haber verdiği müjde umutlandırdı onları... Yemenlilerin
235
HADİSLERLE İSLÂM
3 B4684 Buhârî, Tefsîr, (Hûd) ridir. Nitekim yukarıda yer verilen hadiste bahsedildiği gibi, Yemenliler
2. de aynı merak duygusuyla, yeni kabul ettikleri dinin rehberi olarak Pey-
4 Alak, 96/15.
5 Enbiyâ, 21/104.
gamberimize ilk önce bu konu hakkında soru yöneltmişlerdi. İnsanın bu
6 Fetih, 48/10. kadar mahlûkat içerisindeki yerinin ve değerinin ne olduğu, kendi varlı-
236
HADİSLERLE İSLÂM
ğını anlamlandırabilmesi için her zaman önemli bir soru olmuştur. Bunun
cevabı ise en güzel şekilde Kur’ân-ı Kerîm’deki yaratılışla ilgili âyetlerde
verilmektedir. Kur’an, yaratılış olgusunun ayrıntılarını vermekten ziyade
inananları, yaratılışın amacı ve gayesi hakkında düşünmeye sevk etmekte-
dir. Nitekim Kur’an, “Yeryüzünde dolaşın da Allah başlangıçta nasıl yaratmış
bir bakın.”7 ikazıyla insanın, sahip olduğu akıl ve duyu gibi melekelerle,
buna dair bir fikir edinebileceğini ima etmektedir. Buna göre kâinattaki
her şey, yaratılanların çoğuna üstün kılınan insan8 için yaratılmıştır.
Kur’an’ın yaratılışla ilgili olarak insana sunduğu bilgiler, Allah’ın son-
suz kudretinin en belirgin tezahürlerindendir. Yaratılışın sırlı ve dehşetli
hikâyesinin peşine takılmak, insanın Rabbi karşısındaki aczini ikrar et-
mesi olduğu kadar, rubûbiyet ve ulûhiyet nurunun ne denli sonsuz ve
inançsızların ağızları ile söndüremeyecekleri kadar muhteşem olduğunun
da kabulüdür. Soğuktan korunmak için elbiselere bürünen, sıcaktan bu-
nalan, hastalıklar karşısında güçten düşüveren insan, kendisi ile ilgili pek
çok şeyi kontrol edemezken, bütün arz sırlı bir biçimde Allah’ın kudretine
boyun eğmekte; gökyüzündeki bulutlar, engin mavilikleri ile ufka doğru
uzanıp giden denizler hep onun koyduğu kanunlar çerçevesinde varlıkla-
rını sürdürmekte; güneş ve ay belli bir döngüye tâbi olarak itaat edilecek
yegâne kudrete lisan-ı hâl ile işaret etmektedir. Karmaşık olduğu kadar
ahenkli bir nizamın, bilimle çözümlemeye çalıştığımız, üzerine teoriler
kurduğumuz kâinatın ve canlıların yaratılışına dair bu efsunlu hikâye me-
rak duygumuzun en gözde konusu olmaya devam etmektedir.
Kur’an, bir taraftan Allah’ın Celâl ve Cemâl’inin bir yansıması olan
yaratılışın loş resimlerini insan beyninin kıvrımlarına akıl ve muhayyile-
mizde farklı akisler ve çağrışımlar uyandıracak şekilde yansıtmakta, diğer
taraftan âdeta ruh perdemizde damıttığı hakikatleri gönlümüze akıtmakta,
yaratılışla ilgili bizi, bambaşka düşünce ve duyguların girdabında yoğur- 7 Ankebût, 29/20.
8 İsrâ, 17/70.
maktadır. Önce, “Bitişik hâlde olan göklerle yerin birbirinden ayrıldığını”,9 9 Enbiyâ, 21/30.
sonra, “göğün bir tavan gibi”10 “yükseltilip”11 “belli bir düzene konduğunu”,12 10 Enbiyâ, 21/32.
11 Rahmân, 55/7.
“birbiriyle ahenkli yedi göğün yaratıldığını”,13 “dünyaya en yakın olan göğün 12 Nâziât, 79/28.
yıldızlarla donatıldığını”14 ve “her biri belli bir süreye kadar akıp gitmekte 13 Mülk, 67/3.
neşin ise ışık saçan bir kandil yapıldığını”,16 daha sonra Allah’ın (cc), “yeri 16 Nûh, 71/16.
17 Hicr, 15/19.
yayıp”17 “döşediğini”,18 geniş yollarında gezip dolaşalım diye yeri insanlar 18 Nâziât, 79/30.
için bir döşek yaptığını,19 sarsılmayalım diye oraya yükselen dağlar yerleştir- 19 Nûh, 71/19-20.
237
HADİSLERLE İSLÂM
diğini, istediğimiz yere rahat gidebilelim diye dağların arasında geniş yollar
açtığını20 kendine ait eşsiz üslûbuyla aktarmaktadır.
Kur’an’ın resmettiği yaratılış tablosu, hayatın kaynağı pınarlarla can
suyuna kavuşmaktadır. Nitekim Ebû Hüreyre Peygamber Efendimize
“Ey Allah’ın Resûlü! Canlılar neden (hangi maddeden) yaratılmışlar-
dır?” diye sormuş, Allah Resûlü, “Sudan” buyurmuştur.21 Bu açıklama
Kur’an’ın yaratılışla ilgili verdiği bilgilerle tamamen uygunluk içindedir.
Hadisler, Kur’an’ın anlatımı çerçevesinde daha da derin bir anlam ka-
zanmaktadır. Âdem’in (as) insanlığın babası olması, ona “ebu’l-beşer”22
denmesi ve onun ilk insan ve ilk peygamber olarak topraktan yaratıl-
mış olması,23 ondan sonra gelecek insanların ise nutfe yani bir damla
sudan yaratılması, yaratılışın kanunu olarak sürmektedir. Nitekim bu
süreç Kur’an’da şöyle anlatılmaktadır: “Andolsun, biz insanı, çamurdan
(süzülmüş) bir özden yarattık. Sonra onu nutfe (az bir su hâlinde) sağlam bir
karargâha (ana rahmine) yerleştirdik. Sonra bu az suyu alaka (rahim duvarına
asılan aşılanmış yumurta) hâline getirdik. Alakayı da mudğa (bir et parçası)
yaptık. Mudğayı da kemiklere dönüştürdük ve bu kemiklere et giydirdik. Ni-
hayet onu bambaşka bir yaratık (insan) olarak ortaya çıkardık. Yaratanların
en güzeli olan Allah’ın şanı ne yücedir!”24 Hz. Peygamber (sav) de insanın
ana rahmine ilk düştüğü andan itibaren geçirdiği evreleri nutfe, alaka ve
mudğa olarak zikretmiştir.25
Kur’an’ın yaratılışla ilgili anlatımının pek çok yerinde sudan bahse-
dilmektedir. Bu anlatım kâh “Allah’ın yeryüzünde ırmaklar yarattığı”26
20 Enbiyâ, 21/31.
31 Zâriyât, 51/49.
Rabbe itaat ile mükellef olduğu gerçeği derunî bir şekilde insan muhayyi-
32 Yûnus 10/3. lesine sunulmaktadır.
238
HADİSLERLE İSLÂM
43 Bakara, 2/33.
mişken seni secde etmekten alıkoyan neydi? diye sormuştu da (İblis); ‘Ben ondan 44 A’râf, 7/11.
daha üstünüm. Çünkü beni ateşten, onu çamurdan yarattın.’ demişti.”45 45 A’râf, 7/12.
239
HADİSLERLE İSLÂM
47B1385 Buhârî, Cenâiz, 92. yarattıysa sonra onu tekrarlayacaktır. Şüphesiz bu, Allah’a göre kolaydır.
48 M6709 Müslim, Birr, 160.
İşte Allah bundan sonra aynı şekilde âhiret hayatını da yaratacaktır. Ger-
49 D4693 Ebû Dâvûd,
Sünnet, 16. çekten Allah her şeye kâdirdir.53 Buna inanmamak ise kudsî bir hadiste
50 İsrâ, 17/84.
belirtildiği üzere âdemoğlunun Allah’ı yalanlaması demektir. Zira Allah
51 Zâriyât, 51/56.
240
HADİSLERLE İSLÂM
dan daha zor değildir.”54 Yaratılışını unutarak tekrar dirilmeyi inkâr edenle-
re karşı Allah’ın cevabı gayet açık ve nettir: “De ki: ‘Onları ilk defa var eden
diriltecektir. O, yaratılan her şeyi hakkıyla bilendir.’”55
Yaratılış, her şeyin hangi amaç ve gaye ile yaratıldığına dair kâinatın
sırrı üzerinde insanı düşünmeye sevk eden ve onun bu sırra bir kapı arala-
masını sağlayan önemli bir konudur. Nitekim Yüce Allah Kur’ân-ı Kerîm’de
kullarını, mahlûkat üzerinde sıkça düşünmeye sevk etmektedir: “Şüphesiz
göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri ardından gidip gelme-
sinde, insanlara fayda veren şeylerle yüklü olarak denizde yüzüp giden gemilerde,
Allah’ın gökten indirip de ölü hâldeki toprağı canlandırdığı suda, yeryüzünde her
çeşit canlıyı yaymasında, rüzgârları ve yer ile gök arasında emre hazır bekleyen
bulutları yönlendirmesinde düşünen bir toplum için (Allah’ın varlığını ve birliğini
ispatlayan) birçok deliller vardır.”56
Yaratılış, Kur’an merkezli anlaşılması gereken bir olgudur. Bununla bir-
likte yaratılışla ilgili âyetlerin anlaşılmasında, Kur’an’ın indiği dönemdeki
insanların bilgi düzeyi ve kavrayışlarının dikkate alındığı unutulmamalıdır.
Gayba ait olan bu konunun gerçek mahiyeti Allah tarafından bilinmektedir.
Allah’a iman eden bir kimse için ise, yaratılışın mahiyetinden çok gayesi
önem arz etmektedir. Zira bir ölçü ve dengeye göre yaratılan her şey57 insa- 54 N2080 Nesâî, Cenâiz, 117.
na eşsiz ve mükemmel bir yaratıcı olan Allah’ın varlığını ispat etmektedir. 55 Yâsîn, 36/78-79.
56 Bakara, 2/164.
Şüphesiz, “Yaratmak da emretmek de O’na mahsustur.”58 Allah Resûlü’nün ya- 57 Kamer, 54/49.
241
MELEKLER
ÂLEMLERİN NURDAN VARLIKLARI
243
:s عَنْ َأ�بِى ذَر ٍّ قَالََ :ق َال َر ُس ُ
ول ال َّل ِه
الس َما َء َأ� َّط ْت َو ُح َّق َل َها َأ� ْن
ونِ� .إ َّن َّ “�ِإنِّى َأ� َرى َما َلا َت َر ْو َن َو َأ� ْس َم ُع َما َلا ت َْس َم ُع َ
اض ٌع َج ْب َه َت ُه َساجِ ًدا ِل َّل ِه”... َت ِئ َّطَ .ما ِف َيها َم ْو ِض ُع َأ� ْر َب ِع َأ� َصاب َِع �ِإ َّلا َو َم َل ٌك َو ِ
َ sق َ
ال: عَنْ َأ�بِى هُرَيْرَةَ َ :dأ� َّن َر ُس َ
ول ال َّل ِه
ون ِفى َصل َا ِة ا ْل َع ْص ِرون ِف ُيك ْم َمل َا ِئ َك ٌة بِال َّل ْي ِل َو َمل َا ِئ َك ٌة بِال َّن َها ِرَ ،و َي ْج َت ِم ُع َ
“ َي َت َعا َق ُب َ
َو َصل َا ِة ا ْل َف ْج ِرُ ،ث َّم َي ْع ُر ُج ا َّل ِذ َين َباتُوا ِف ُيك ْم َف َي ْس َأ� ُل ُه ْمَ ،وهْ َو َأ�عْ َل ُم بهمَ ،ف َي ُق ُ
ول:
ون”. ونَ :ت َر ْكنَاهُ ْم َوهُ ْم ُي َص ُّل َ
ونَ ،و َأ� َت ْينَاهُ ْم َوهُ ْم ُي َص ُّل َ َك ْي َف َت َر ْك ُت ْم ِع َبا ِدى؟ َف َي ُقو ُل َ
244
Ebû Zer’den nakledildiğine göre, Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:
“Ben sizin görmediklerinizi görür, işitmediklerinizi duyarım. Gök sarsıldı.
Nasıl sarsılmasın ki! Semada, bir meleğin Allah için secdeye kapanmadığı dört
parmaklık bir yer dahi yoktur.”
(İM4190 İbn Mâce, Zühd, 19)
245
N uranî Varlıklar: Melekler
Önce O vardı, ötesi yokluktu. Sonra, yeryüzünü ve onu sabit tutan
dağları, gökyüzünü ve onu bir kandil gibi ışıtan yıldızları, gündüzün ardı
sıra geceyi, güneşin yanı sıra ayı, karanın yanı başına denizi, aşılayan
rüzgârı, toprağı dirilten yağmuru, her şeyi ama her şeyi O yarattı...
Ve Allah meleklerini nurdan yarattı.1 Cebrail’i, Mîkâil’i, İsrafil’i, canı
bedenden ayıran ölüm meleğini... Cebrail’e meleklerden bir ordu verdi,
bir de rüzgârı. Gökten inen yağmur, yerden biten bitki Mîkâil’e emanet
edildi.2 Arşı taşıma görevi yanında sûra üfleyerek kıyameti ve yeniden di-
rilişi bildirme işi İsrafil’e verildi.3
Meleklerin “nurdan” yaratılmalarıyla kibirlenmeden4 ibadet etmeleri
arasında bir ilişki olmalıdır. Tıpkı şeytanın, insanın yaratılışına karşı gös-
terdiği tepkisinde5 görüldüğü üzere cinlerin “nârdan” (ateşten) yaratılması
ile onlardaki kibir arasında bir ilişki söz konusu olduğu gibi.6 Nârın “yak-
ma” özelliğine karşın nurun “aydınlatma” vasfı arasındaki keskin fark, me-
lek ile şeytanın/cinlerin birbirinin zıddı varlıklar olarak yaratıldıklarını
göstermektedir.
Cebrail, Mîkâil ve İsrafil’in Rabbi olan Allah, insanoğlunun yaptıkla-
rını gözetleyen Kirâmen Kâtibîn’i, kabirde hesaba çeken Münker ve Nekir’i
ve daha birçok meleği çeşitli görevler için var etmiştir. Hepsinin ortak meş- 1 M7495 Müslim, Zühd, 60.
guliyeti, durmaksızın Yaratan’a ibadet etmek, O’nu yüceltmektir. Nitekim 2 MŞ34958 İbn Ebû Şeybe,
Musannef, Zühd, 47.
Kur’an şöyle buyurmaktadır: “Onlar gurur ve kibre düşmeksizin, bıkmadan 3 Rİ1/85 İshâk b. Râhûye,
usanmadan gece gündüz Allah’ı anıp durmaktadırlar.”7 Ebû Zer’den nakledi- Müsned, I, 85; HE6/47 Ebû
Nuaym, Hilye, VI, 47; BŞ353
len bir hadisinde Allah Resûlü de (sav) bu hakikati şöyle dile getirmekte- Beyhakî, Şuabül-îmân, I, 312.
dir: “Ben sizin görmediklerinizi görür, işitmediklerinizi duyarım. Gök sarsıldı. 4 Enbiyâ 21/19.
5 A’râf, 7/11-12.
Nasıl sarsılmasın ki! Semada, bir meleğin Allah için secdeye kapanmadığı dört 6 FK3/599 Münâvî, Feyzu’l-
lekler, “Biz burada seni, şanına yakışmayan her türlü şeyden uzak tutarak övgü 19.
247
HADİSLERLE İSLÂM
ile anıp dururken, sen orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi yara-
tacaksın?” dediler.9 Onların bilmediğini bilen Allah, yeryüzünü insan ile
anlamlı kıldı. Sonra da meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin.” buyurdu. Me-
lekler secde ile selâmladı insanoğlunu.10
Meleklere Hz. Âdem’in önünde saygı ile eğilmelerini emreden Allah,
Hz. Âdem’e de melekleri selâmlamasını emretti: “Git ve şurada oturan melek
topluluğunu selâmla. Onların nasıl karşılık verdiklerine kulak ver. Aldığın karşılık
senin ve soyunun selâmı olacaktır.” Hz. Âdem melek topluluğunu “es-Selâmü
aleyküm” diyerek selamladı ve “es-Selâmü aleyke ve rahmetullâh” karşı-
lığını aldı. Melekler selâma rahmeti eklediler.11 Böylece bizzat Rabbimiz
tarafından tanıştırılan insanoğlu ile melekler arasında karşılıklı sevgiye
dayalı bir yakınlık oluştu. Melekler insanların kötü yollara düşmesine razı
olmayacak, bu durumda olanlar için Allah’tan bağışlama isteyeceklerdi.12
İnsan ise, meleği, dünya hayatında gözüyle görmediği hâlde fizikötesi bir
varlık olarak tanıyacak, onu iyiliğin sembolü sayacaktı.
Hz. Âdem’den bu yana meleklerin varlığı hiçbir zaman tamamen
inkâr edilmemekle birlikte, zaman içerisinde onlar hakkında birbirinden
farklı kabullerin, anlayışların ortaya çıktığı bir gerçektir. Tarih boyunca
farklı toplumlarda ve geleneklerde değişik isimlerle anılan ve insanlarla
tanrıların veya ruhların iletişimini sağlayan ruhanî varlıkların mevcudi-
yetine hep inanılmıştır.13
İslâmiyet ile henüz tanışmamış olan ve Mekke’de putlara ibadet edip
âhiret gününe inanmayan Araplar da meleklerin varlığını kabul ediyorlar-
dı. Ancak onların mahiyeti hakkında asılsız bilgilere sahiptiler. Araplar,
sanki yaratılışlarına şahit olmuşlar gibi, melekleri dişi varlıklar olarak ka-
bul ediyor,14 onlara dişi adları takıyor15 ve daha da ileri giderek onlar için
hâşâ “Allah’ın kızları” diyorlardı.16 “Onlar, Rahmân’ın kulları olan melekleri
de dişi saydılar. Onların yaratılışına şahit mi oldular? Onların (yalan) şahitlik-
leri yazılacak ve bundan dolayı sorgulanacaklardır.”17 buyuran Allah Teâlâ,
9 Bakara, 2/30. câhiliye Araplarının melekler hakkındaki kanaatlerinin tamamen bilgisiz-
10 A’râf, 7/11.
17 Zuhruf, 43/19.
bahsedilmektedir. Kur’ân-ı Kerîm’de ise meleklerin kanatlarıyla ilgili ola-
18 M6839 Müslim, Zikir, 25. rak; “Hamd, gökleri ve yeri yaratan, melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler
248
HADİSLERLE İSLÂM
rum.” diye bitirdi. Hz. Hatice çok sevdiği eşini teselli ederek “Hayır! (Öyle 22 Hûd 11/71, 81.
23 Meryem, 19/16-34.
deme). Sevin.” dedi, “Vallahi! Allah seni kesinlikle utandırmaz. Çünkü 24 Âl-i İmrân, 3/59; Nisâ,
Allah’a yemin olsun ki sen, akrabalık bağlarını sıkı tutar, doğru söz söyler, 4/171.
249
HADİSLERLE İSLÂM
250
HADİSLERLE İSLÂM
“Üstünde savaş elbiseleri ve silahı olduğu hâlde atının başını tutmuş bek- bârî, 6, 315.
36 B3231 Buhârî, Bed’ü’l-halk,
leyen şu adam var ya, işte o Cebrail’dir.”41 Böyle diyordu Sevgili Nebî Uhud 7.
savaşının o sıkıntılı gününde ve “Size yetmez mi, Rabbinizin sizi üç bin me- 37 M4588 Müslim, Cihâd ve
siyer, 58.
lekle güçlendirmesi?” diye soruyordu müminlere. Ardından da şu nasihatte 38 Enfâl 8/9.
bulunmuştu: “Sabredip Allah’tan sakınırsanız, Rabbiniz sizi beş bin melekle 39 Enfâl, 8/12.
251
HADİSLERLE İSLÂM
48 Secde, 32/11.
sanı ve ona “Şu zât hakkında ne dersin?” diye Peygamber Efendimizi so-
49 İM4262 İbn Mâce, Zühd, 31. rarlar. Kişi dünyada nasıl biliyorsa öyle cevaplar. Mümin olan, “Allah’ın
252
HADİSLERLE İSLÂM
253
HADİSLERLE İSLÂM
—Eğer onu görselerdi ondan kesinlikle daha çok sakınır, daha fazla
uzaklaşır ve daha çok korkarlardı.
—O zaman siz şahit olun, ben bağışladım onları.
—Allah’ım! Onlar arasındaki şu kişi tesadüfen orada idi. Bir ihtiyacını
gidermek için gelmiş, seni anmak için değil.
—O topluluğun içinde kötüler barınmaz.51
Öte yandan bir hadisinde “Allah’ın yeryüzünde dolaşan melekleri vardır.
Onlar, ümmetimden bana selâm getirirler.”52 buyuran Peygamber Efendimiz
(sav) bazı meleklerin kendisi ile ümmeti arasındaki irtibatı sağladığını ve
Müslümanların salât ve selâmından ruhaniyetinin haberdar edildiğini söy-
lemektedir. Bazen de Hz. Peygamber (sav) meleğin müminlere selâmına
aracılık eder. Bir keresinde eşi Hz. Âişe’ye “Şu yanımda duran Cebrail, sana
selâm söylüyor.” der Allah Resûlü. Hz. Âişe Cebrail’i görmez ama bilir
ki, sevgili eşi onu görmüştür. Sevinçle iade eder selâmı sözün sahibine,
selâmına rahmet ve bereketi ekleyerek.53
Yine Allah’ın tanıklık eden melekleri vardır, mescitlere uğrayarak na-
maz kılmak üzere mescide gelen Müslümanlar için af ve bağışlanma dilerler,
onlar mescitten ayrılıncaya dek.54 Ebû Hüreyre’nin aktardığına göre, Pey-
gamber Efendimiz (sav) şunları anlatır: “Gece ve gündüz melekleri dönüşümlü
olarak aranızda bulunurlar. Bu melekler sabah ve ikindi namazlarında buluşur-
lar. Sonra gece boyu sizinle bulunan melekler yükselirler. Allah, durumlarını çok
iyi bildiği hâlde insanları onlara sorar: ‘Siz ayrıldığınızda kullarım ne yapıyordu?’
Melekler de ‘Yanlarına vardığımızda da oradan ayrıldığımız sırada da namaz kılı-
yorlardı.’ derler.”55 Oruç tutan müminlere de misafir olurlar. Birisi, karşısında
yemek yediği zaman gıdasını ibadetinin lezzetinde bulan mümin için dua
ederler.56 Hasta ziyaretine giden müminleri “İşin ne güzel, gidişin ne hayırlı,
kendine cennette köşk hazırladın!” diyerek müjdeler ve tebrik ederler.57
Ve Allah’ın melekleri müminler için bağışlanma dilerler: “Rabbimiz!
Pişman olup senin yoluna uyanları bağışla. Onları cehennemin azabından koru.
51 B6408 Buhârî, Deavât, 66;
T3600 Tirmizî, Deavât, 129. Rabbimiz! Onları da, onların atalarından, eşlerinden, soylarından iyi olanları
52 HM3666 İbn Hanbel, I,
da kendilerine söz verdiğin Adn cennetlerine koy. Bir de onları, her türlü kötülük-
387.
53 B6249 Buhârî, İsti’zân, 16.
lerden koru.”58 “Âmîn” der müminler, yeryüzünde imama uyarak. Âminleri
54 N734 Nesâî, Mesâcid, 40. meleklerin âminine denk gelince bağışlanır günahları.59
55 B7429 Buhârî, Tevhîd, 23.
254
CİNLER
ALLAH’IN GÖRÜNMEYEN KULLARI
ُ َي ُق
:ول َك َانs ول ال َّل ِه َ َأ� َّن َر ُس:ٍعَنِ ابْنِ عَبَّاس
َوب َِك، َو�ِإ َل ْي َك َأ� َن ْب ُت، َوعَ َل ْي َك َت َو َّك ْل ُت، َوب َِك �آ َم ْن ُت،“ال َّل ُه َّم! َل َك َأ� ْس َل ْم ُت
َأ�ن َْت ا ْل َح ُّي، ال َّل ُه َّم! �ِإنِّى َأ�عُ و ُذ ِب ِع َّز ِت َك َلا �ِإ َل َه �ِإ َّلا َأ�ن َْت َأ� ْن ت ُِض َّل ِنى،اص ْم ُت
َ َخ
”.وتون َ َوا ْلجِ ُّن َوال ِإ�ن ُْس َي ُم،وت ُ ا َّل ِذى َلا َي ُم
255
ول ال َّل ِه! �ِإ َّن ا ْل ُك َّه َان َكانُوا ُي َح ِّد ُثو َن َنا ِبالشَّ ْى ِء َف َنجِ ُد ُه عَنْ عَائِشَةَ قَالَتُْ :ق ْل ُتَ :يا َر ُس َ
َح ًّقاَ ،ق َالِ “ :ت ْل َك ا ْل َك ِل َم ُة ا ْل َح ُّقَ ،ي ْخ َط ُف َها ا ْلجِ ِّن ُّي َف َي ْق ِذ ُف َها ِفى ُأ� ُذنِ َو ِل ِّي ِهَ ،و َي ِز ُيد
ِف َيها ِما َئ َة َك ْذ َب ٍة”.
عَنْ يَحْيَى بْنِ جَعْدَةَ قَالََ :ك َان خَ ا ِل ُد ْب ُن ا ْل َو ِل ِيد َي ْف َزعُ ِم َن ال َّل ْي ِل َح َّتى َي ْخ ُر َج َو َم َع ُه
يب َأ� َح ًداَ ،فشَ َكا َذ ِل َك �ِإ َلى ال َّنب ِِّي َ sف َق َالِ�“ :إ َّن َس ْي ُفهَُ ،فخُ ِش َي عَ َل ْي ِه َأ� ْن ُي ِص َ
جِ ْب ِر َيل َق َال ِليِ� :إ َّن ِع ْف ِري ًتا ِم َن ا ْلجِ ِّن َي ِك ُيد َكَ ،ف ُق ْلَ :أ�عُ و ُذ ب َِك ِل َم ِ
ات ال َّل ِه ال َّتا َّم ِة ا َّل ِتي
الس َما ِء َو َما َي ْع ُر ُج ِف َيهاَ ،و ِم ْن َش ِّر َما ُهن َب ٌّر َو َلا َفاجِ ٌر ِم ْن َش ِّر َما َي ْن ِز ُل ِم َن ََّلا ُي َجا ِوز َّ
َذ َر َأ� ِفي ْال َأ� ْر ِض َو َما َي ْخ ُر ُج ِم ْن َهاَ ،و ِم ْن َش ِّر ِف َت ِن ال َّل ْي ِل َوال َّن َها ِرَ ،و ِم ْن َش ِّر ُك ِّل َطا ِرقٍ
�ِإ َّلا َطا ِر ًقا َي ْط ُر ُق ب َِخ ْي ٍر َيا َر ْح َم ُن”.
256
Hz. Âişe anlatıyor: “Yâ Resûlallah! Kâhinler bize bir şeyler söylerdi de
dedikleri gerçek çıkardı.” dedim. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav)
şöyle buyurdu: “Bu doğru olan sözü bir cin elde eder ve dostunun kulağına
fısıldar. O da buna yüz yalan katar!”
(M5816 Müslim, Selâm, 122)
257
A bdullah b. Mes’ûd şöyle anlatıyor:
“Bir gece biz Resûlullah (sav) ile birlikteydik. Bir ara onu kaybettik ve
kendisini vadilerde, dağ yollarında aradık. ‘Acaba kaçırıldı mı, yoksa gizlice
öldürüldü mü?’ diye endişe ettik. Ve bu hâlde, olabilecek en kötü geceyi
geçirdik. Sabahlayınca bir de baktık ki, Resûlullah (sav) Hira tarafından
çıkageldi.
—Yâ Resûlallah! Seni kaybettik, çok aradık ama bulamadık. Bu yüzden
çok kötü bir gece geçirdik, dedik. Bunun üzerine Resûlullah (sav):
—Bana cinlerin elçisi geldi. Onunla gittim ve cinlere Kur’an okudum, buyurdu.
Sonra bizi götürerek cinlerin izlerini, ateşlerinin küllerini gösterdi...”1
Hadis kaynaklarında yer alan bir başka rivayete göre ise, Hz.
Peygamber farkında değilken cinler kendisinden Kur’an dinlemişlerdir. Bu
ilginç olayı Abdullah b. Abbâs şöyle anlatmaktadır:
“Resûlullah (sav), bir grup arkadaşıyla Ukâz Panayırı’na gitmek üzere
yola çıkmıştı. O günlerde şeytanlarla gökyüzü haberleri arasına engel
konulmuş ve (gökten haber çalmak isteyen şeytanların) üzerlerine yakıcı
alevler gönderilmeye başlanmıştı. Şeytanlar, kendi toplumlarının yanına
döndüklerinde, ‘Bu hâliniz ne?’ diye sorulunca, ‘Gökyüzünden haber
alamaz olduk ve üzerimize yakıcı alevler atıldı.’ dediler. Bunun üzerine
onlardan biri, ‘Sizin haber almanıza engel olan mutlaka olağanüstü yeni bir
olay olmalıdır. Yeryüzünün doğusunu ve batısını dolaşın da, gökyüzünden
haber almanızı engelleyen bu yeni olayın ne olduğuna bir bakın!’ dedi.
Bunun üzerine cinler, yeryüzünün her tarafını dolaşarak kendileriyle gök
haberleri arasına giren olayın ne olduğunu araştırdılar.” İbn Abbâs demiştir
ki: “İşte bunlardan Tihâme tarafına yönelmiş olan grup, o sırada Ukâz
Panayırı’na gitmek üzere Nahle’de konaklayan Resûlullah’ın bulunduğu
yere vardılar. Resûlullah, ashâbına sabah namazı kıldırıyordu. Cinler
Kur’an’ı işitince, ona dikkatle kulak verdiler. Birbirlerine, ‘Gökyüzünden
haber almanıza engel olan şey işte budur.’ dediler. İşte o zaman kavimlerine
döndüler ve onlara, “Gerçekten biz, doğru yola ileten güzel bir Kur’an dinledik 1 M1007 Müslim, Salât, 150.
259
HADİSLERLE İSLÂM
ve ona iman ettik. Artık Rabbimize kimseyi asla ortak koşmayacağız.”2 dediler.
Yüce Allah da Cin sûresinin ilgili âyetlerini Peygamberine vahyetti.”3
Tarih kitaplarında aktarıldığına göre, bu görünmez, duyu ötesi
varlıkların Kur’an dinleyip İslâm’a girmeleri, Hz. Peygamber’in en zor za
manlarından birine rastlamıştır. Şöyle ki, Müslümanlara uygulanan abluka
yıllarının ardından Mekke’deki baskı ve işkenceler iyice artmış, amcası Ebû
Tâlib ile fedakâr eşi Hatice’nin peş peşe ölmeleri Hz. Peygamber’i derinden
sarsmıştı. Allah Resûlü, kendisini anlayıp onaylayacak ve koruyacak
kimseler aramaya başlamıştı. Sırf bu amaçla gittiği Tâif’te de aradığını
bulamamış, şehirden kovulmuş hatta taşlanmıştı. İşte cinlerin İslâm ile
tanışmaları ve Resûl-i Ekrem’in bu durumdan haberdar olması böyle bir
dönemde gerçekleşmiştir. Tâif dönüşü Nahle denilen yerde konakladığı
gecelerden birinde cinlerden bir grup gelerek Allah Resûlü’nün okumakta
olduğu Kur’an’ı dinlemişler ve bundan çok etkilenerek İslâm’ı seçmişlerdi.
Yüce Allah daha sonra bu olayı Kur’an’da Resûl-i Ekrem’e şöyle anlatmıştı:
“Hani cinlerden bir grubu, Kur’an’ı dinlemeleri için sana yöneltmiştik.
Kur’an’ı dinlemeye hazır olunca (birbirlerine) ‘Susun!’ demişler, Kur’an’ın
okunması bitince uyarıcı olarak kavimlerine dönmüşlerdi.
Ey kavmimiz! dediler, doğrusu biz Musa’dan sonra indirilen, kendinden
öncekini doğrulayan, hakka ve doğru yola ileten bir kitap dinledik.
Ey kavmimiz! Allah’ın davetçisine uyun! O’na iman edin ki, Allah da sizin
günahlarınızı kısmen bağışlasın ve sizi acı bir azaptan korusun.
Allah’ın davetçisine uymayan kimse, yeryüzünde Allah’ı âciz bırakacak
değildir. Kendisi için Allah’tan başka dostlar da bulunmaz. İşte onlar, apaçık bir
sapıklık içindedirler.”4
Cin ismi verilen varlıkların doğaları itibariyle insan algısının
sınırlarını aşmaları, onlar hakkındaki rivayetlerin içeriğine de yansımıştır.
2 Cin, 72/1-2.
3 B4921 Buhârî, Tefsîr, (Cin) Resûlullah’ın cinlerle kaç kez ve nerede buluştuğu ihtilâflı bir konudur.
1; M1006 Müslim, Salât 149. Farklı zaman ve mekânlara atıfta bulunan birtakım haberlere göre cinler,
4 Ahkâf, 46/29-32; HS2/269
260
HADİSLERLE İSLÂM
türü) Sebe’ Melikesi’nin tahtı için Hz. Süleyman’a, “Sen makamından 11 Bkz: En’âm, 6/112, 128,
kalkmadan önce ben onu sana getirebilirim, bunu yapmaya gücüm yeter 130; A’râf, 7/38, 179;
Fussilet, 41/25, 29; Rahmân,
ve ben güvenilir biriyim.” dediğini bildirmektedir.18 Cinlere gönderilen 55/39, 56, 74; Cin, 72/5, 6.
peygamberlerin melek mi, insan mı yoksa cin mi olduğu tartışılmışsa da, 12 A’râf, 7/38; Cin 72/11-15.
13 Cin 72/1-14.
cinlerin kendi içlerinden olma ihtimali yüksektir. Ancak Hz. Peygamber 14 M6899 Müslim, Zikir, 67.
(sav) hem insanlara hem de cinlere peygamber olarak gönderilmiş ve bu 15 En’âm, 6/130.
16 Neml 27/17.
yüzden de kültürümüzde kendisine “Resûlü’s-sekaleyn” yani “iki toplulu 17 Sebe’ 34/12-13.
261
HADİSLERLE İSLÂM
262
HADİSLERLE İSLÂM
cindir ama bütün cinler İblis gibi kendilerini kötülüğe adamış varlıklar 31 En’âm, 6/100; Sebe’, 34/41.
32 B4714-B4715 Buhârî,
değildir. Cinlerin de tıpkı insanlar gibi iyileri ve kötüleri olduğu
Tefsîr, (Benî İsrâîl) 7-8.
hatırlandığında, cini kötülüğün sembolü olan şeytan ile özdeşleştirmenin 33 Cin 72/6.
34 İE1/308 İbnü’l-Esîr,
doğru olmadığı anlaşılacaktır.
Nihâye, I, 308; DH1/194
Cinlerin ilk insandan beri varlıklarını sürdüren bir toplum olmaları, Demîrî, Hayâtü’l-hayavân,
doğal olarak tarih boyunca hemen her inanç ve kültürde yer almalarına, I, 194.
35 AU2/232 Aynî, Umdetü’l-
dolayısıyla da haklarında eski-yeni birçok inanışın gelişmesine sebep kârî, II, 232.
olmuştur. Cin konusundaki bâtıl inanış ve hurafelerin, bunlara dayalı 36 AB2/358 Âlûsî, Bülûğu’l-
dinimiz tarafından onaylanması mümkün değildir. İslâm’ın ilk dönemlerinde 161, 162.
38 Kehf, 18/50.
de rastlanan bu tür inanışları reddetmesi bakımından Âişe validemizin 39 En’âm, 6/112; Enbiyâ,
tavrı dikkat çekicidir. Bir defasında hayır duada bulunması için kendisine 21/82; Sâffât, 37/7-10.
263
HADİSLERLE İSLÂM
XI, 178. dair bir hayatları, ölümleri, halkları, yeme-içmeleri ve kullukları olan bu
42 T2516 Tirmizî, Sıfatü’l-
varlıklar, Allah’ın görünmez kullarıdır. Resûl-i Ekrem kemik ve tezekle
kıyâme, 59.
43 Fussilet, 41/29; Nas, tuvalette taharetlenmeyi yasaklarken, “Çünkü bunlar cin kardeşlerinizin
114/4-6. yiyeceğidir.”45 buyurduğuna göre, onların iyi olanlarını din kardeşi bilmek
44 N5509 Nesâî, İstiâze, 48.
45 T18 Tirmizî, Tahâret, 14. gerekir. Diğer taraftan Sevgili Peygamberimiz, kötü cinlerin/şeytanların
46 HM17429 İbn Hanbel, IV,
insanlar üzerindeki olumsuz etkilerinden kurtulmak ve onları tesirsiz hâle
144; B2311 Buhârî, Vekâle,
10; T2880 Tirmizî, Fedâilü’l-
getirmek için Allah’a sığınmamızı öğütlemekte, Felâk ve Nâs sûrelerini,
Kur’ân, 3. ayrıca Âyetü’l-kürsî’yi okumamızı tavsiye etmektedir.46 Nitekim gece
264
HADİSLERLE İSLÂM
265
ŞEYTAN
İNSANIN EZELÎ DÜŞMANI
267
َي ُق ُ
ول: عَنْ َأ�بِي سَعِيدٍ الْخُدْرِي ِّ قَالََ :س ِم ْع ُت َر ُس َول ال َّل ِه s
يس َق َال ِل َر ِّب ِهِ :ب ِع َّز ِت َك َو َج َلا ِل َك َلا َأ� ْب َر ُح ُأ� ْغ ِوي َب ِني �آ َد َم َما َدا َم ْت
“�ِإ َّن �ِإ ْب ِل َ
ْال َأ� ْر َو ُاح ِفي ِه ْم َف َق َال [له] ال َّل ُهَ :ف ِب ِع َّز ِتي َو َجلا ِلي َلا َأ� ْب َر ُح َأ� ْغ ِف ُر َل ُه ْم َما
ْاس َت ْغ َف ُرو ِني”.
ول ال َّل ِه ِ�“ :sإ َّن ِللشَّ ْي َطانِ عَنْ عَبْدِ ال َّلهِ بْنِ مَسْعُودٍ قَالََ :ق َال َر ُس ُ
يب َل َّم ًة بِا ْب ِن �آ َد َم َو ِل ْل َم َل ِك َل َّم ًة َف َأ� َّما َل َّم ُة الشَّ ْي َطانِ َف ِإ�ي َعا ٌد ِبالشَّ ِّر َوت َْك ِذ ٌ
بِا ْل َح ِّق َو َأ� َّما َل َّم ُة ا ْل َم َل ِك َف ِإ�ي َعا ٌد بِا ْل َخ ْي ِر َوت َْص ِديقٌ بِا ْل َح ِّق َف َم ْن َو َج َد َذ ِل َك
َف ْل َي ْع َل ْم َأ� َّن ُه ِم َن ال َّل ِه َف ْل َي ْح َم ِد ال َّل َه َو َم ْن َو َج َد ْال ُأ�خْ َرى َف ْل َي َت َع َّو ْذ بِال َّل ِه ِم َن
الشَّ ْي َطانِ [ال َّرجِ ِيم]”.
َ sي ُق ُ
ول: عَنْ سَبْرَةَ بْنِ َأ�بِى فَاكِهٍ قَالََ :س ِم ْع ُت َر ُس َ
ول ال َّل ِه
“�ِإ َّن الشَّ ْي َط َان َق َع َد ل ِا ْب ِن �آ َد َم ِب َأ� ْط ُر ِق ِه َف َق َع َد َل ُه ب َِط ِر ِيق ْال ِإ� ْسل َا ِم َف َق َال :ت ُْس ِل ُم َوت ََذ ُر
ِيك َف َع َصا ُه َف َأ� ْس َل َم”... ِدي َن َك َو ِد َين �آ َبا ِئ َك َو�آ َبا ِء َأ�ب َ
َ sق َ
ال: عَنْ َأ�بِي هُرَيْرَةَ َأ� َّن َر ُس َ
ول ال َّل ِه
“�ِإ َّن ا ْل ُم ْؤ ِم َن َل ُي ْن ِضي َش َي ِاطي َن ُه َك َما ُي ْن ِضي َأ� َح ُد ُك ْم َب ِعي َر ُه ِفي َّ
الس َف ِر”.
268
Ebû Saîd el-Hudrî’nin işittiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:
“İblis, Rabbine ‘Senin izzetin ve celâlin üzerine yemin ederim ki ruhları
(bedenlerinde) olduğu sürece âdemoğullarını saptırmaya devam edeceğim.’
demiş, Allah da ‘İzzetim ve celâlim hakkı için, onlar af diledikleri sürece ben de
onları bağışlayacağım.’ karşılığını vermiştir.”
(HM11264 İbn Hanbel, III, 29)
269
O nu duymayan, bilmeyen var mıdır? Kimi vesvesesinden, kimi
iğvâsından ve ifsadından tanır onu. Kimine unutkanlığı, kimine korkula-
rı, kimine de ruhsal bir rahatsızlığı hatırlatır. Bazen kurnazlık dendiğinde
akla ilk o gelir. Bazen de hırçın bir hayvandır onu hatırlatan. Öyle ya
da böyle her insanın zihninde, dünyasında bir karşılığı vardır şeytanın.
Şeytanı tanımayan yoktur. Çünkü o, insanın cennette başlayıp yeryüzüne
gönderilmesiyle devam eden ve kıyamete kadar sürecek olan varoluş seren-
camının önemli bir figürüdür ve onun kaderi insanla birlikte yazılmıştır.
Nitekim Hz. Peygamber (sav) insanın şeytanla olan bu ayrılmaz yaz-
gısını kendine özgü üslûbuyla bize bildirmiştir. Efendimizin (sav) itikâfta
olduğu bir Ramazan gecesinde hanımı Hz. Safiyye kendisini ziyaret eder.
Hz. Safiyye, biraz sohbet ettikten sonra eve dönmek üzere kalkar. Resûlullah
(sav) da onu kapıya kadar uğurlar. O esnada oradan geçmekte olan iki sahâbî
Hz. Peygamber’i görünce fark edilmeden hızlıca oradan uzaklaşmak isterler.
Sahâbîlerin bu telaşını fark eden Allah’ın Elçisi, “Durun! Bu, (eşim) Safiyye
bnt. Huyey’dir.” der. Resûlullah’ın (sav) açıklama yapma ihtiyacı hissetmesin-
den mahcup olan sahâbîler, “Sübhânallâh Ey Allah’ın Elçisi!” diyerek ken-
disi hakkında herhangi bir olumsuz düşünceye kapılmalarının söz konusu
olmadığını söylerler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurur:
“Şeytan, kanın dolaştığı gibi insanın içinde dolaşır. Doğrusu, şeytanın kalplerinize
yanlış düşünceler getirmesinden endişe ettim.”1
Bu benzetmeye göre, nasıl kan kılcal damarlarla tüm vücutta sessiz se-
dasız ama sürekli hareket hâlinde ise, şeytan da aynı şekilde sinsice hareket
eder ve her fırsatta insanın karşısına çıkar. Kan nasıl insanın ayrılmaz bir
parçası ise, şeytanla insan arasında da aynı şekilde ayrılmaz bir münasebet
vardır. Hz. Peygamber, şeytanın insana çok sık vesvese vermesini ve onu
ayartmaya çalışmasını kinaye yoluyla dile getirmiştir.
İnsan ile şeytanın/İblis’in serüveni kadîm bir hadiseyle başlamıştır.
Bu hadise ve sonrasında gelişen olaylar Kur’an’da birkaç defa anlatılır. Al- 1B3281 Buhârî, Bed’ü’l-halk,
lah Teâlâ, Hz. Âdem’i yaratmış, sonra ona biçim vererek ruhundan üfle- 11; M5678 Müslim, Selâm, 23.
271
HADİSLERLE İSLÂM
4 Hicr, 15/36. lis, artık hep şeytan olarak anılacaktır. İlk icraatına başladığında “şeytan”
5 Nisâ, 4/119.
adını alan İblis, artık bütün kötülüklerin simge varlığıdır. Şeytan, doğru
6 İsrâ, 17/62.
7 HM11264 İbn Hanbel, III, yoldan ayrılmış, görünmeyen varlıklara verilen bir isim olduğu gibi, aynı
29. zamanda hayırdan, güzel şeylerden kendini soyutlamış, haktan sapmış,
8 İsrâ, 17/63-64.
272
HADİSLERLE İSLÂM
onda gizli olan bir kötülüktür. Çünkü insan görünen bir varlık olmasına
karşın onun şeytanî niyetleri, kötülükleri gizliliğini korur. O hâlde şeytan
ismini bir cins ismi olarak anlamak gerekir. Allah’ın rahmetinden ümidi
kesilen varlık anlamındaki10 İblis ise, şeytanın, tüm nitelikleriyle müşah-
haslaştığı bir ferttir ve aynı zamanda haktan sapmış tüm kötü cinlerin de
başıdır. Semavî dinlerde şeytan, Allah’ın emrine isyan eden varlıktır. Bu
isyanın neticesinde de kötü adına ne varsa onu temsil eden varlık olarak
algılanmıştır. Meselâ, Yahudi geleneğinde şeytan (satan) insanları kandı-
ran, yanıltan, onları kötü yola sevk etmeye çalışan kötülük meleğidir.11
İslâm düşüncesinde kötü ve çirkin davranışlar şeytana, iyi ve güzel dav-
ranışlar ise meleğe nispet edilmiştir. Meleğin “iyiliği” çağrıştıran bir varlık
olmasına karşın, şeytanın “kötülüğü” anımsatması, varlıktaki dengenin
değişik bir yansımasıdır. Şu var ki, varlıkta asıl olan iyilik ve güzellik-
tir. Şeytanın ve kötünün varlığı ise, aslında, hayrın, iyinin ve rahmetin
kavranmasına da bir sebeptir. Bu bakımdan şeytanın simgesel bir değeri
vardır. Âyet ve hadislerde de şeytan, kötülüğün sembolü olarak karşımı-
za çıkmaktadır. Kur’an’da israf ederek saçıp savurmanın şeytan kardeş-
liği olarak ifade edilmesi,12 içki, kumar, putlar ve fal oklarının şeytanın
pis işlerinden olarak tanımlanması,13 Allah’a ve âhiret gününe inanma-
yıp gösteriş için mallarını insanlara verenlerin şeytanın arkadaşı olarak
isimlendirilmesi,14 hapisten çıkan gencin Hz. Yusuf’un hapiste olduğunu
hükümdara arz etmeyi unutmasının şeytana bağlanması,15 zenbillerindeki
balığın denize düştüğünü Hz. Musa’ya söylemeyi unutan gencin unutkan-
lığının yine şeytana hamledilmesi16 şeytanın insan hayatındaki rolünü ve
simgesel etkisini ifade eder. Hacda şeytan taşlama sünneti de, bir anlamda
şeytana karşı girişilen bir savaşı sembolize eder. Hacı her bir taşı, nefsi-
ne, şehvetine ve şeytana karşı fırlatır. Kendisini çeşitli hatalara, günahlara
sürükleyen bu farklı cepheleri bir bir yok etmeye çalışır. Ayrıca Kur’an’da
şeytanlardan söz edilmiş olması müşahhas bir tek şeytan yerine kötülüğü 10 LA1/343 İbn Manzûr,
sembolize eden pek çok türden şeytanî olgu veya varlık olduğu fikrini Lisânü’l-Arab, I, 343.
11 Ezekiel, 28:12-19.
teyit etmektedir. Nitekim şeytanın dostları17 ve hizbi (taraftarları)18 oldu- 12 İsrâ, 17/26-7.
14 Nisâ, 4/38.
Hz. Peygamber (sav) de zaman zaman bir kötülüğü, çirkin bir davra- 15 Yûsuf, 12/42.
nışı nitelerken onun şeytanla ilgisine dikkat çekmiştir. O (sav), güvercin 16 Kehf, 18/63.
etmek için “(Bu adam) şeytan kovalayan bir şeytandır.” buyurmuş,19 birbirle- 19 D4940 Ebû Dâvûd, Edeb, 57.
273
HADİSLERLE İSLÂM
rine sataşıp hakaret edenleri şeytan olarak nitelemiştir.20 Yine o (sav), te-
mizlikte sol el kullanıldığından sağ elle yiyip içmeyi öğütleyerek, şeytanın
sol elle yiyip içtiğini söylemiş,21 ellerindeki yemek bulaşığı ile uyumaktan
arkadaşlarını men ederken de “Şeytandan kendinizi koruyun.” demiş, şeyta-
nın kire, kirli şeylere çok hevesli ve bu yüzden yemek artıklarını yalayan
(bir pislik) olduğunu ifade ettikten sonra bu mesajını vermiştir.22 Böylece
kirin, pisliğin de şeytanî bir tarafı olduğunu belirten Efendimiz (sav), şey-
tanın temiz ve pak ortamlara yaklaşamayacağını hatırlatmıştır.
Resûl-i Ekrem’in (sav) bazen basit gibi gözüken ancak sonuçları itiba-
riyle son derece sakıncalı bir durum arz edebilecek kimi olumsuzlukları
da şeytanla ilişkilendirmesi dikkat çekicidir. Peygamberimizin dilinde na-
mazda esneme23 ve uyuklamanın,24 kötü bir rüya veya kâbus görmenin,25
yolculuk esnasında dağınık bir vaziyette konaklamanın,26 (bir karar alı-
nırken düşünülmeden) acele davranmanın27 “şeytandandır” şeklinde ni-
telendirilmesi, hatta onun, sadece bir veya iki kişinin çıktıkları yolculu-
ğa şeytanın refakat edeceğini söylemesi28 istenmeyen bir netice doğurma
ihtimali olan davranışlar konusunda mümini uyanık olmaya teşvik eden
nebevî ikazlardır. Buna benzer şekilde Resûlullah’ın (sav) yorucu bir sefer
sırasında uykuya dalarak sabah namazını kaçırmalarını şeytanın orada
bulunmasına bağlaması ve bu yüzden ashâbına o yerden ayrılmaları ta-
limatını vermesi,29 gecenin tamamını uyuyarak geçirip sabah namazına
20 HM18532 İbn Hanbel, IV, kalkamayan kimsenin, şeytanın tahakkümüne ve aldatmasına maruz
266. kaldığını söylemesi,30 cemaat namazında saflar arasında boşluklar gör-
21 M5265 Müslim, Eşribe,
105.
düğünde, o boşlukların şeytan tarafından doldurulacağını söylemesi31 bu
22 T1859 Tirmizî, Et’ıme, 48. tür uyarılar cümlesindendir. Bu hadislerden aynı zamanda şeytanın, âdeta
23 T370 Tirmizî, Salât, 156.
29 N624 Nesâî, Mevâkît, 55. cinin)32 tasallutuna maruz kalmamış olsun.” Bunun üzerine ashâb “Buna sen
30 HM7528 İbn Hanbel, II,
de dâhil misin?” diye sorunca, Peygamberimiz (sav) “Evet, ama Allah şeytana
260.
31 N816 Nesâî, İmâmet, 28. karşı bana yardım etti. O da bana boyun eğdi.” buyurmuştur.33 Âişe validemi-
32 M7108 Müslim, Sıfâtü’l-
zin yaşadığı bir olay ise, müminin peşini bırakmayan şeytanın onu nasıl
münâfikîn, 69.
33 HM2323 İbn Hanbel, I,
bir yöntemle ayartmaya çalıştığını ifade etmesi bakımından kayda değerdir:
257. “Bir gece Allah Resûlü yanımdan kalktı ve dışarı çıktı. Onu kıskanmıştım.
274
HADİSLERLE İSLÂM
Az sonra geldiğinde benim tavrımı gördü ve ‘Ne oldu Âişe? Kıskandın mı yok-
sa?’ diye sordu. ‘Benim gibi biri senin gibi birini nasıl olur da kıskanmaz?’
dedim. Bunun üzerine Resûlullah (sav) ‘Şeytanın mı geldi yoksa?’ dedi. Ben de,
‘Ey Allah’ın Elçisi! Benimle birlikte bir şeytan mı var ki?’ diye sordum ‘Evet!’
dedi. “Peki, her insanla birlikte bir şeytan var mıdır?” diye sordum. ‘Evet!’
cevabını verdi. ‘Seninle de mi Yâ Resûlallah?’ dedim. ‘Evet! Fakat Rabbim ona
karşı bana yardım etti ve o (bana) teslim oldu.’ dedi.”34
Câbir’den (ra) nakledilen benzer bir rivayet de insanın en çok hangi
durumlarda şeytanın iğvasına yani ayartmasına maruz kalabileceğini be-
lirtmektedir: “Yabancınız olan ve herhangi bir sebeple yanlarında eşleri veya
mahremleri olmayan hanımların evlerine girmeyin, onlarla (yalnız başınıza)
kalmayın. Çünkü şeytan, damarlarınızdaki kan(ın dolaştığı) gibi sizi şaşırt-
mak için etrafınızda (siz farkında olmadan) dolaşmaktadır.” Ashâb “Bu durum
senin için de geçerli midir?” diye sormuş, Resûlullah (sav) şöyle buyur-
muştur: “Benim için de durum aynıdır. Fakat Allah ona karşı bana yardım etti
ve o (bana) teslim oldu.”35 Elbette insana, kendisini ayartan şeytan karşı-
sında, onu hayra, iyiliğe ve güzelliğe sevk eden bir meleğin refakat ettiği
unutulmamalıdır.36 Böylece Allah, insanı, şeytanın kötü telkinleri karşı-
sında meleklerinden birinin iyi telkinleriyle desteklemiş, ezelî düşmanı
karşısında insanı yalnız bırakmamıştır. Hz. Peygamber (sav) bir hadisin-
de, zaman zaman insanın zihnine gelen kötü düşüncelerin şeytandan, iyi
olanların ise, melekten gelen telkinler olduğunu belirtmiştir: “Âdemoğluna
şeytan da melek de yaklaşır. Şeytanın yaklaşması, kötülüğe yönlendirmek ve
hakkı yalanlatmak şeklindedir. Meleğin yaklaşması ise iyiliğe yönlendirmek ve
hakkı doğrulatmak şeklindedir. Kim böyle (meleğin telkinini) hissederse bunun
Allah’tan olduğunu bilsin ve Allah’a hamdetsin. Kim de diğerini (şeytanın vesve-
sesini) hissederse, taşlanmış ve kovulmuş şeytandan Allah’a sığınsın.”37 Dolayı-
sıyla insan, yaratılışında kendisine ilkâ edilen iyilik ve kötülüğü38 yapma
eğilimini, potansiyelini ya meleğin ilhamına ya da şeytanın telkinine ku-
lak vererek kuvveden fiile geçirir.
34 M7110 Müslim, Sıfâtü’l-
Şeytan, özellikle ibadet esnasında verdiği vesveselerle müminlerin münâfikîn, 70.
Allah’a karşı görevlerini hakkıyla yerine getirmelerine mani olmaya çalı- 35 T1172 Tirmizî, Radâ, 17.
Kur’ân, 2.
şeklinde ifade etmiştir.39 Şeytan bir taraftan verdiği vesveselerle müminin 38 Şems, 91/7-9.
zihnini kurcalayıp ibadetlerini sağlıklı bir şekilde yerine getirmesine mani 39 B608 Buhârî, Ezân, 4.
275
HADİSLERLE İSLÂM
olmaya çalışırken, diğer taraftan da çirkin işleri süsleyip hoş göstererek onu
harama yönlendirir, hatta inkâr bataklığına sürükler. Şeytanın, insanı kan-
dırırken bâtıla hak kılıfı giydirmesi (telbîs) en etkili ayartma yöntemlerin-
dendir. Şeytan ilâhî rahmetten kovulduğunda bu yöntemle insanları haktan
uzaklaştırmaya çalışacağını şöyle dile getirmişti: “Ey Rabbim, beni azdırdığın
şeye (rahmetinden kovmana) karşılık ben de yeryüzünde onlara işledikleri günah-
ları süsleyeceğim, hepsini azdıracağım.”40 Şeytan, Âd ve Semûd kavminin,41
güneşe tapan Belkıs halkının,42 Kureyş müşriklerinin43 tutum ve davranış-
larını kendilerine hoş göstererek onları doğru yoldan saptırmıştı.
Haramları helâl, helâlleri ise haram göstermek de şeytanın yoldan çı-
karma yöntemlerindendir. Basralı sahâbîlerden İyâz b. Hımâr’dan nakledil-
diğine göre, Hz. Peygamber (sav) bir gün yaptığı bir konuşmada etrafında-
kilere Allah’tan öğrendiği şu hakikati tebliğ etmişti: “Kullarıma bağışladığım
her nimeti kendilerine helâl kıldım. Ben bütün kullarımı hanîf (tevhidi kabul ede-
cek şekilde) yarattım. Ancak şeytanlar, onların yanlarına gelir ve (doğru olan)
dinlerinden uzaklaştırır, benim helâl kıldığımı haram, haram kıldığımı da helâl
gösterir ve ben yetki vermediğim hâlde şirk koşmayı emrederler.”44 İbadete ziya-
desiyle düşkün insanların bile bu tehlikeye düşmesi olasıdır. Hz. Ali’den ri-
vayet edilen bir hikâyeye göre, vaktiyle mabedinde sürekli ibadetle meşgul
olan bir zât varmış. Bir gün bir kadın, süslenmiş bir vaziyette yanına gelmiş
ve birlikte olmuşlar. Kadın bu birliktelikten hamile kalmış. Sonra şeytan o
zâta gelerek kadını öldürmesini fısıldamış ve “Kadının yakınları seni yaka-
larsa rezil olursun.” diyerek kendince gerekçesini de izah etmiş. Adam şey-
tanın bu telkinine kapılmış ve kadını öldürmüş. Sonra da gömmüş. Ne var
ki, insanlar bu durumu fark etmiş ve adamı yakalamışlar. Şeytan kendisine
bir kez daha gelmiş ve “Ben, süslenip sana gelen kadınım. Hadi şimdi bana
secde et ki, seni bu insanlardan kurtarayım.” demiş. Adam şeytanın bu son
telkinine de uymuş, ona secde etmiş. Bu hikâyeyi aktaran Hz. Ali şu âyeti
40 Hicr, 15/39.
41Ankebût, 29/38. hatırlamıştır: “(Yahudileri savaşa teşvik eden) münafıkların hâli ise, tıpkı şeyta-
42 Neml, 27/24.
nın hâli gibidir. Çünkü şeytan insana ‘inkâr et’ der, o inkâr edince de ‘Ben senden
43 Enfâl, 8/48.
44 M7207 Müslim, Cennet, uzağım. Çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım’ der!”45
63; HM17623 İbn Hanbel, Bir anlık gaflete düştüğü zaman âbid kulun dahi şeytanın iğvâsından,
IV, 162.
45 Haşr, 59/16; NM3801 saptırmasından nasibini alabileceğini ifade eden bu anlatı, aynı zamanda
Hâkim, Müstedrek, IV, 1422 insanın şeytanın kontrolü altına nasıl girebileceğinin de bir resmidir. Gö-
(2/485); TT23/294 Taberî,
Câmiu’l-beyân, XXIII, 294-
rüldüğü gibi, şeytanı insan için tehlikeli kılan şey, onun, makul görünen
295. birtakım gerekçelerle kendisine yaklaşmasıdır. Bu durumda insan, çoğu
276
HADİSLERLE İSLÂM
kez, yaptığı yanlışların şeytanî bir telkinin eseri olduğunu fark edemez.
Aslında cinlerden bir varlık olması46 itibariyle İblis de tıpkı insanlar
gibi Allah’a kulluk etmek üzere yaratılmıştır.47 Ancak insan gibi şerefli
bir varlığı çekememiş, bu yüzden kibir ve gururunun kurbanı olmuş ve
yazgısı değişmiştir. Onun yazgısı kendisine yönelenleri haktan uzaklaş-
tırmak ve cehennem azabına sürüklemektir.48 O, bu görevini şöyle dil-
lendirmiştir: “Madem ki, beni azdırdın, ben de gidip senin doğru yolunun
üzerinde onlar için pusuya yatacağım. Sonra (pusu kurup) onlara önlerinden,
arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım ve sen onların çoğunun
şükretmeyeceğini göreceksin.”49 Kûfe’ye yerleşen sahâbîlerden Sebre b. Ebî
Fâkih’in Hz. Peygamber’den naklettiği tek hadis50 şeytanın bu çabası-
nı anlatmaktadır: “Şeytan, her fırsatta âdemoğlunun karşısına çıkar. İslâm’a
giden yolda da önüne çıkar ve ‘Sen şimdi Müslüman olup dinini, babanın ve
atalarının dinini terk mi edeceksin?’ der. O kişi şeytanı dinlemez ve Müslüman
olur. Şeytan hicret için yola koyulan kişinin karşısına dikilir ve der ki: ‘Sen
şimdi yurdunu ve (altında gezindiğin) göğü ardında bırakarak çekip gidecek mi-
sin? Üstelik hicret için yola çıkan kimse, dizginlere vurulmuş at gibi çok sıkıntı
çeker.’ O kimse şeytanı yine dinlemez ve hicret eder. Şeytan cihad yolunda da
onun önüne çıkar ve der ki: ‘Sen şimdi cihad edeceksin ancak bu iş hem bede-
ni hem de malı kaybettirir. Çünkü savaşıp öldürüleceksin, hanımını başkaları
nikâhlayacak, malın da paylaşılacak.’ Adam şeytanı yine dinlemez ve cihada
katılır. Bu şekilde davranırsa, o kimseyi cennete koymak Allah üzerine bir borç
olur. Savaşta öldürülse de, boğularak ölse de, hayvanın sırtından düşüp ölse de
Allah onu mutlaka cennetine koyacaktır.”51
Görüldüğü gibi şeytan insandaki zaafların farkındadır. Bu yüzden
onu aldatırken bu zaaflardan yararlanır. Bazen insanı fakirlikle korkutur
ve ona cimri olmasını telkin eder.52 Bazen Hz. Âdem ile Hz. Havva’ya yap-
tığı gibi53 aldatıcı vaatlerde bulunmak54 ve nihayet çoğu zaman da Allah’ın
affına güvendirmek55 suretiyle insanı ifsad eder ve yanlış yollara yönlendi- 46 Kehf, 18/50.
rir. Bununla birlikte şeytanın insan üzerindeki nüfuzu çok fazla abartılma- 47 Zâriyât, 51/56.
48 Hac, 22/4.
malıdır. Yaratıcı’nın, kendisini anan, zikreden kullarına merhamet edeceği 49 A’râf, 7/16-17.
ve onları koruyacağı unutulmamalıdır. Nitekim Kur’an’da da Allah’a sı- 50 TK10/202 Mizzî, Tehzîbü’l-
kemâl, X, 202 .
ğınmak ve O’nu anmak, şeytanın şaşırtmasına karşı müteyakkız olmanın, 51 N3136 Nesâî, Cihâd, 19.
direnmenin yolu olarak gösterilmektedir: “Eğer şeytandan gelen bir dürtme- 52 Bakara, 2/268.
her şeyi bilendir. Allah’a karşı sorumluluk bilincine sahip olan kimseler, içlerinde 55 Lokmân, 31/33.
277
HADİSLERLE İSLÂM
şeytanın telkin ettiği karanlık bir kuruntu uyanacak olsa (Rablerini anıp) akıl-
larını başlarına toplarlar ve hemen (olup biteni) açık bir biçimde kavramaya
başlarlar.”56 Nâs sûresinde de cinnî ve insanî her türlü şeytanın şerrinden
Allah’a sığınılması istenmiştir.57 Hz. Peygamber de şeytanın telkinini his-
seden kimsenin Allah’a sığınmasını tavsiye etmiştir: “Sizden herhangi biri-
nize şeytan gelir ve ‘Şunu böyle kim yarattı? Bunu böyle kim yarattı?’ Sonunda
da ‘Rabbini kim yarattı?’ deyinceye kadar sürekli sorup vesvese verir. Şeytanın
vesvesesi (Rabbi sorgulamaya kadar) erişince, o vesveseli kişi derhâl (şeytandan)
Allah’a sığınsın ve (onun bu vesvesesine) hemen son versin!”58 Her türlü sinsi
tuzağına rağmen şeytanın hilesi çok zayıftır. “Gerçekte, şeytanın, iman etmiş
ve Rablerine güven bağlamış olanların üzerinde bir nüfûzu/etkisi yoktur.”59 bu-
yuran Allah Teâlâ, şeytanın zorlayıcı bir gücünün olmadığını bizlere ha-
tırlatmaktadır. Duyduğu bir ezan sesiyle kaçan60şeytan karşısında mümin
büsbütün zayıf değildir. Aksine şeytanı meyûs edecek kadar güçlü olabilir.
Öyle zamanlar olur ki, şeytan müminle uğraşmaktan bıkar, onunla baş
edemez ve çaresiz kalır. Nitekim Ebû Hüreyre’den nakledilen bir rivayette,
Resûlullah’ın (sav) “Mümin, tıpkı sizden birinin yolculukta devesini yorduğu
gibi, şeytanlarını yorar (zayıf düşürür).” dediği bildirilmektedir.61
Ancak Allah’ın insana verdiği akıl, irade ve basiret yetisini kulla-
namayanlar veya kaybedenler, O’nun varlığından, güç ve kudretinden
bîhaber yaşayanlar, şeytanın ayartması karşısında hiçbir direnç gösteremez
ve kolaylıkla onun tahakkümü altına girebilir. Hatta şeytan zamanla bu
tür insanların kişiliklerinin bir parçası dahi olabilir. Mamafih Yüce Allah
“Rahmân olan Allah’ın zikrinden gafil yaşayana, yanından ayrılmayacak bir şey-
tanı arkadaş veririz.”62 buyururken, bizlere şeytanla özdeşleşebilen bir insan
portresini de haber vermektedir. Hz. Peygamber’e atfedilen bir rivayette bu
56 A’râf, 7/200-201. gerçeğe şöyle işaret edilmektedir: “Şeytan, ağzını âdemoğlunun kalbine ko-
57 Nâs, 114/1-6.
B1231 Buhârî, Sehv, 6. İsa’ya atfedilen bir ifadeyle anlatır: İsa (as) Allah Teâlâ’dan, şeytanın insan
61 HM8927 İbn Hanbel, II,
karşısındaki konumunu kendisine göstermesini ister. Bir de bakar ki, şey-
380.
62 Zuhruf, 43/36. tanın başı yılan başı gibidir ve başını insanın kalbi üzerine koymuştur. Kul,
63 YM4301 Ebû Ya’lâ, Müsned,
Allah’ı anınca uzaklaşır, O’ndan gafil olunca yine gelir.64 Şeytanın insana
VII, 278.
64 İF6/563 İbn Hacer, Fethu’l-
bakışı, onunla ilgili düşmanca niyetleri hiçbir zaman değişmemiştir. Ne
bârî, VI, 563. var ki, tarih içerisinde zaman zaman şeytana sempatiyle bakan yaklaşımlar
278
HADİSLERLE İSLÂM
279
İNSAN
MÜKERREM VARLIK
281
عَنْ َأ�بِى هُرَيْرَةَ َ dق َال َق َال ال َّنب ُِّي s
“ك ُّل َم ْو ُلو ٍد ُيو َل ُد عَ َلى ا ْل ِف ْط َر ِةَ ،ف َأ� َب َوا ُه ُي َه ِّودَا ِن ِه َأ� ْو ُي َن ِّص َرا ِن ِه َأ� ْو ُي َم ِّج َسا ِن ِه”.
ُ
ول ال َّل ِه َ sق َالَ “ :ق ْد َأ� ْذهَ َب ال َّل ُه عَ ْن ُك ْم عَنْ َأ�بِى هُرَيْرَةَ َ dأ� َّن َر ُس َ
اس َب ُنو �آ َد َمعُ ِّب َّي َة ا ْل َجا ِه ِل َّي ِة َو َف ْخ َرهَ ا ب ِْال آ� َباءُِ ،م ْؤ ِم ٌن َت ِق ٌّي َو َفاجِ ٌر َش ِق ٌّيَ ،وال َّن ُ
اب”. َو�آ َد ُم ِم ْن ُت َر ٍ
282
Ebû Hüreyre’den (ra) rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (sav) şöyle
buyurmuştur: “Her doğan fıtrat üzerine doğar; sonra anası ile babası onu ya
Yahudi ya Nasrânî yahut Mecûsî yaparlar.”
(B1385 Buhârî, Cenâiz, 92)
283
S on peygamber Hz. Muhammed (sav) çeşitli münasebetlerle insa-
nın karakter yapısına, mizacına ve ahlâkî eğilimlerine ilişkin değerlendir-
melerde bulundu. Bunlardan birinde Allah’ın Elçisi “İnsanlar madenlerdir.”1
demiştir. Bu benzetmeyle hangi inanca veya kültüre mensup olurlarsa
olsunlar, bütün insanların değişmez bir öze sahip olduklarına işaret et-
miştir. Hz. Peygamber insana dair bu benzetmesini Medineli önde gelen
Müslümanlardan Sa’d b. Ubâde özelinde yapmıştır: Veda Haccı günleriydi.
Allah Resûlü yol azığını yâr-ı gâr (mağara arkadaşı) olan Hz. Ebû Bekir
ile birlikte, ona ait bir deveye yüklemişti. Hz. Ebû Bekir’in bir hizmetçisi
de deveyi sevk etmekle sorumluydu. Derken ne olduysa hizmetçi, deveyi
kaybetti. Durumu haber alan Medine’nin köklü kabilesi Hazrec’in lideri
Sa’d b. Ubâde ve oğlu Kays, erzak yüklü bir deveyle Resûlullah’a geldiler.
Olanları duyduklarını söyleyen Sa’d b. Ubâde, Allah Resûlü’ne kayıp deve-
nin yerine bu deveyi kabul etmelerini söyleyince Nebî (sav) çok duygulandı
ve “Medine’ye hicret ettiğimizde bize yaptıkların, sana iyilik olarak yetmez mi?”
dedi. Sa’d, “Minnet Allah ve Resûlü’nedir; vallahi malımızdan aldıkların,
almadıklarından bizim için daha hayırlıdır.” deyince Hz. Peygamber şun-
ları söyledi: “Sana müjdeler olsun Sa’d! Kurtuluşu hak ettin. İnsanın ahlâkı (ta-
biatı) Allah’ın elindedir; o, dilediği kimseye iyi bir huy verir. Görünen o ki, Allah
Teâlâ sana da güzel bir ahlâk bahşetmiştir.” Sa’d, Peygamberimizin bu iltifat-
larına Allah’a şükürle karşılık verdikten sonra araya “ensarın hatibi” olarak
bilinen Sâbit b. Kays girdi ve Sa’d b. Ubâde’ye bir iltifat da ondan geldi:
“Ey Allah’ın Elçisi! Sa’d, İslâm’dan evvel câhiliye devrinde de liderimizdi
ve kıtlık zamanlarında bizi doyururdu.” Bunun üzerine Nebî (sav) şöyle
buyurdu: “İnsanlar, madenlerdir. Câhiliye döneminde iyi olanlar Müslüman ol-
duktan sonra da iyi olurlar. Yeter ki İslâm’ı tam olarak kavrasınlar.”2
Böylece Allah Resûlü, insanın doğuştan gelen fıtrî yapısına işaret et-
miştir ki, o da ahlâktır. İnsan, Yüce Yaratıcı’nın kendisi için takdir ettiği
bu ahlâka teslim olmuştur. Tüm varlığı Allah’a izafe eden İslâm, ahlâkın
da onun elinde olduğunu söylemiştir. Nitekim Resûlullah Sa’d b. Ubâde’ye
söylediğinin benzerini, biri iyi diğeri de kötü huylu olan iki kişi için de
demiştir. O (sav), bir defasında çok sayıda semiz ve bakımlı hayvana sa- 1 HM9068 İbn Hanbel, II, 391.
285
HADİSLERLE İSLÂM
hip, varlıklı bir adama uğramış ve ona misafir olmak istemiş, ancak adam
Hz. Peygamber’in bu isteğini geri çevirmiştir. Buna karşın Resûlullah birkaç
keçisi olan bir kadının yanından geçerken aynı talebini ona iletince kadın,
Hz. Peygamber’i kabul etmiş ve hayvanlarından birini keserek ona ikramda
bulunmuştur. Bunun üzerine, “Huylar Allah’ın elindedir. O, onlardan güzel olan
huyları dilediği kullarına bağışlamıştır.”3 buyuran Nebî (sav) insan karakterinin
kaynağına ilişkin İslâmî hakikatin ne olduğunu bir kez daha öğretmiştir.
Yüce Allah, “Biz insanı en güzel bir biçimde yarattık.”4 buyururken esasen
insanın mükemmelliğine işaret etmiştir. Ardından, “Sonra onu aşağıların
aşağısına çevirdik.”5 derken de olgunlaşmayı tercih etmeyen insanın kendi
iradesiyle düştüğü durumu göstermiştir. Nitekim âyetin devamında inanıp
faydalı eylemler sergileyenlere kesintisiz bir ödül verileceği bildirilmiştir.6
Allah (cc) insanın içine hem sakınma, hem de sapma eğilimini (takva ve
fücûr) ilham etmiş,7 böylece onu hem iyiliğe, hem de kötülüğe meyletme
yeteneğiyle yaratmıştır. Peygamberler insanın iyilik potansiyelini, şeytanî
güçler ise iyilikten yüz çevirme potansiyelini harekete geçirmeye çalışırlar.
Mamafih Resûlullah şöyle buyurmaktadır: “Bakınız! Rabbim, bana öğrettik-
lerinden bilmediklerinizi bugün size öğretmemi emretti. O (cc) buyurdu ki: Bir
kula verdiğim her mal helâldir. Ben kullarımın hepsini hanîf olarak (tertemiz bir
fıtrat üzerine) yarattım. Ama şeytanlar onlara gelerek kendilerini bu dinlerinden
alıp götürdüler. Benim kendilerine helâl kıldıklarımı, onlara yasakladılar...”8 Aynı
şekilde, “Her doğan fıtrat üzerine doğar; sonra anası ile babası onu ya Yahudi
ya Nasrânî yahut Mecûsî yaparlar.”9 buyuran Hz. Peygamber, insanın yara-
tılıştan saf ve temiz bir fıtrata, ahlâka sahip olduğunu ifade ederken, onun
doğuştan lânetli ve günahkâr olduğu yönündeki inanışı10 da reddetmiştir.
Resûlullah’ın (sav) insanları altın ve gümüş madenine benzettiği11 bir
2 VM3/1091, VM3/1094 başka hadisinde de ifade ettiği gibi, insandaki öz, tıpkı maden gibi iş-
Vâkıdî, Meğâzî, III, 1094- lenmeye muhtaçtır. Yeryüzünde altınıyla, gümüşüyle, demiriyle, bakırıyla
1095.
3 İHS25 İbn Ebi’d-Dünyâ, nasıl farklı farklı vasıflara sahip madenler mevcutsa, aynı şekilde birbirin-
Mekârimü’l-ahlâk, s. 25. den farklı özleri olan, çeşit çeşit karakterlere sahip insanlar mevcuttur. Na-
4 Tîn, 95/4.
5 Tîn, 95/5. sıl ki, madenler asıl değerlerini, önemlerini işlendikten sonra kazanıyorsa,
6 Tîn, 95/6.
insanın yaratılıştan sahip olduğu akıl, kalp, ruh ve vicdan gibi meziyetleri
7 Şems, 91/8.
8 M7207 Müslim, Cennet, 63. de ilâhî hakikatlerin ışığında, rahmet elçilerinin rehberliğinde işlenmek
9 B1385 Buhârî, Cenâiz, 92.
suretiyle değer kazanır.
10 Krş. Pavlus, İbranilere
Mektupları: 10.
İnsan sadece maddesiyle, bedeniyle insan olmaz. Onun insan olarak
11 M6709 Müslim, Birr, 160. var oluşunu cismi ile birlikte ruh ve mânâsı tamamlar. İlk başta onu top-
286
HADİSLERLE İSLÂM
raktan yaratan Allah, ona ruhundan üfleyerek can vermiştir.12 İlâhî kelâm
Kur’an, bu iki yönüyle insanın nasıl yaratıldığını şöyle açıklıyor: “O ki, ya-
rattığı her şeyi en güzel bir şekilde yarattı. İnsanı yaratmaya da çamurdan başladı.
Sonra basit bir sıvı özünden soyunu sürdürdü. Sonra ona (yaratılış) amacına uygun
bir şekil verip ruhundan üfledi; (böylece, ey insanoğlu,) Allah sizi hem işitme ve
görme yeteneği hem de düşünce ve duygularla donatır. Buna rağmen ne kadar da
az şükrediyorsunuz.”13 İnsanın biyolojik yaratılış evrelerinden bahsedilen bir
başka âyette Allah, bu safhaları sırasıyla toprak, nutfe (sperm), pıhtılaşmış
kan parçası, biçimi belirli belirsiz bir çiğnem et şeklinde açıklamaktadır.14
Bedeniyle, ruhuyla, maddî ve mânevî çehresiyle insan, ilâhî sanatın
benzersiz ve mükemmel oluşunu gösteren en büyük kanıttır. Tamamen
ilâhî iradenin bir tecellisi olarak vücuda gelen insan, görünümüyle, ya-
pısıyla bir mucize olmasına karşın, duygu ve istidatları bakımından bir-
takım zaaflarla yaratılmıştır. Diğer bir deyişle, sınırlı güç ve imkânlarla
yaratılan insan, hırs ve hevesleri bakımından sınırsız isteklere sahiptir. O,
kendine verilen ömrün bitmesini hiç istemez. Hz. Âdem’den beri hep daha
uzun yaşamak istemiş, ölümden hiç hoşlanmamıştır.15 Öyle ki, ihtiyarlasa,
güç ve kudretten düşse dahi dünya sevgisinde ve uzun emellerinde hiç
eksilme olmaz.16 Eceli çok yakın, ensesinde iken, emeli uzun, gözü de hep
uzaklardadır.17 Başına bir sürü şey gelir, fakat o sürekli emelinin peşinde
koşar ve eceli aklına getirmez.18 Bunu bir örnekle göstermek isteyen Hz.
Peygamber bir gün eline iki taş alarak “Şu ve şu nedir biliyor musunuz?” de-
yip taşları fırlatmış, biri hemen yakına, diğeri de uzağa düşen taşları gören
arkadaşları “Allah ve Resûlü (sav) daha iyi bilir.” demişlerdir. Bunun üzeri-
ne o, “Uzağa düşen insanın emeli, yakına düşen de ecelidir.” buyurmuştur.19
İnsan uzun ömür kadar, mala karşı da çok hırslıdır. Dünyayı sever,
âhireti ihmal edip dünya nimetlerine kavuşmakta acele eder.20 O kadar 12 Hicr, 15/29; Sâd, 38/72;
aceleci ve tez canlıdır ki, sabredemez, sanki iyiliği istiyormuşçasına, ıs- B7454 Buhârî, Tevhîd, 28;
M6723 Müslim, Kader, 1.
rarla hakkında iyi olmayanı ister, kötülük için dua eder.21 Dünya malına 13 Secde, 32/7-9.
o kadar düşkündür ki,22 malının, kendisini ölümsüz kılacağını sanır.23 14 Hac, 22/5.
kıyâme, 22.
O’nun Resûlü (sav) bu hakikati şöyle dile getirmiştir: 19 T2870 Tirmizî, Emsâl, 82.
“Âdemoğlunun bir vadi dolusu altını olsa, iki vadi olmasını ister! Onun 20 İnsân, 76/27.
287
HADİSLERLE İSLÂM
25 Nisâ, 4/128. ile kötüyü, doğru ile yanlışı birbirinden ayırabilmesi yanında, bunlardan
26 B6439 Buhârî, Rikâk, 10;
birini tercih edebilme yeteneğinin insana verilmiş olması, onun, düşünce,
M2417 Müslim, Zekât, 117.
27 B6498 Buhârî, Rikâk, 35; inanç ve davranışlarını belirlemede baskı altında olmadığını gösterir. Bu
T2872 Tirmizî, Emsâl, 82. yüzden insan, mümin de olabilir; kâfir de.32 Şükreden de olabilir, nan-
28 Meâric, 70/19-21.
29 Meâric, 70/19-21.
kör de. İnsanı katışık bir sperm damlasından yarattığını söyledikten sonra
30 Hûd, 11/9-10. şöyle buyuruyor Yüce Allah: “Şüphesiz biz ona (doğru) yolu gösterdik. İster
288
HADİSLERLE İSLÂM
iken yeryüzünü yozlaştıracak bir varlık mı yaratacaksın?”39 itirazıyla bu ilâhî 34 Yûnus, 10/108.
ismini, bilgisini, niteliklerini meleklere bildirmesini söylemişti.40 Bu husus D3284 Ebû Dâvûd, Nüzûr,
16; B6447 Buhârî, Rikâk, 16.
Kur’an’ın başka bir sûresinde daha açık bir şekilde ifade edilmektedir: “Al- 37 Hucurât, 49/13.
lah, ‘Ben balçıktan bir insan yaratacağım; ona en uygun biçimi verip ruhumdan 38 T3956 Tirmizî, Menâkıb, 74.
289
HADİSLERLE İSLÂM
kattığım zaman onun önünde saygıyla eğilin!’ buyurunca tüm melekler saygıyla
insanın önünde eğildiler.”41
İnsanın bu saygınlığı, yeryüzünde tek idareci ve egemen güç olarak
yaratılmasının yanında, orada onurlu bir yaşam sürmesini sağlayacak tüm
imkânlara sahip kılınmasıyla iyice pekiştirilmiştir. Mamafih Yüce Yaratı-
cı, “Gerçek şu ki, âdemoğullarını değerli kıldık. Onları karada ve denizde taşı-
dık, onlara güzel rızıklardan verdik ve onları, yarattıklarımızın çoğundan daha
üstün kıldık.”42 buyurmaktadır. Allah katında insan o kadar değerlidir ki,
göklerdeki ve yerdekiler,43 güneş ve ay, gece ile gündüz onun hizmetine
sunulmuştur.44 Dolayısıyla insan gaye bir varlıktır. Diğer varlıklar insan
için birer araçtırlar, onun hatırına var kılınmışlardır. Ancak insanın diğer
canlılar arasında özel bir yere sahip olması, onlar üzerinde istediği gibi
tahakküm kurabileceği anlamına gelmez.
Allah katında kerim ve şerefli kılınan insanın, bu şeref ve haysiyetiyle
bağdaşmayan tutum ve davranışlar sergilemesi yasaklanmıştır. Bu bağlam-
da Allah’tan başkasına boyun eğmek, kul köle olmak, hatta bunu andıracak
hareketler yasaklanmıştır.45 Zira nebevî öğretide insanın saygınlığı dokunul-
mazdır. Efendimiz (sav) “Müslüman’ın kişilik onuru, malı ve kanı saygındır, ona
dokunulamaz. Takva (Allah’a karşı sorumluluk bilinci) işte şuradadır (kalptedir).
Müslüman’ın, Müslüman kardeşini küçük görmesi, kötülük olarak ona yeter.”46 bu-
yururken, insan onurunun dokunulmazlığı esasına işaret etmiştir. Ve in-
sanın canı her şeyden değerlidir. Kur’an’a göre “Birinin öldürülmesi bütün in-
sanlığın öldürülmesi kadar kötüdür; aynı şekilde birinin hayatının kurtarılması da
bütün insanlığın hayatının kurtarılması kadar değerlidir.”47
Yaratılış özellikleri itibariyle mükemmel bir varlık olan insan, Şeyh
Gâlib’in muhteşem dizelerinde ifade ettiği gibi, kâinattan süzülmüş bir
özdür:
Hoşca bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen
Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen
“Kendine olumlu bir gözle bak (kıymetini idrak et); zira sen âlemin
39Bakara, 2/30.
40 Bakara, 2/31. özüsün; bu kâinatın göz bebeği olan insansın sen!”
41 Sâd, 38/71-72.
Kur’an’ın insana dair söylediklerinden ve en olgun insan örnekle-
42 İsrâ, 17/70.
290
RUH
HAYAT İKSİRİ
َوهْ َو َي َت َو َّك ُأ� عَ َلى،ِ فِى َح ْر ٍث بِا ْل َمدِ ي َنةs َق َال ُك ْن ُت َم َع ال َّنب ِِّيd ٍعَنِ ابْنِ مَسْعُود
َو َق َال َب ْع ُض ُه ْم َلا ت َْس َأ� ُلو ُه َلا.وح ِ َف َم َّر ِب َن َف ٍر م َِن ا ْل َي ُهو ِد َف َق َال َب ْع ُض ُه ْم َس ُلو ُه عَ ِن ال ُّر،يب
ٍ ِعَ س
َف َقا َم َساعَ ًة َي ْن ُظ ُر.وح َ ُُي ْسمِ ْع ُك ْم َما ت َْك َره
ِ َف َقا ُموا �ِإ َل ْي ِه َف َقا ُلوا َيا َأ� َبا ا ْل َقاسِ ِم َحدِّ ْث َنا عَ ِن ال ُّر.ون
ِ ُث َّم َق َال َو َي ْس َأ� ُلون ََك عَ ِن ال ُّر، َف َت َأ�خَّ ْر ُت عَ ْن ُه َح َّتى َص ِعدَ ا ْل َو ْح ُي،ِوحى �ِإ َل ْيه
وح َ َف َع َر ْف ُت َأ� َّن ُه ُي
.وح م ِْن َأ� ْم ِر َر ِّبى
ُ ُق ِل ال ُّر
291
الذهَ ِب اس َم َعا ِد ُن َك َم َعادِنِ ا ْل ِف َّض ِة َو َّ عَنْ َأ�بِى هُرَيْرَةَ بِحَدِيثٍ يَرْفَعُهُ قَالَ “ال َّن ُ
ِخ َيا ُرهُ ْم ِفى ا ْل َجا ِه ِل َّي ِة ِخ َيا ُرهُ ْم ِفى ْال ِإ� ْسل َا ِم �ِإ َذا َف ُق ُهوا َو ْال َأ� ْر َو ُاح ُج ُنو ٌد ُم َج َّن َد ٌة َف َما
َت َعا َر َف ِم ْن َها ا ْئ َت َل َف َو َما َت َن َاك َر ِم ْن َها اخْ َت َل َف”.
وح ا ْل ُم ْؤ ِم ِن َت َل َّقاهَ ا َم َل َكانِ ُي ْص ِع َدا ِن َها”... عَنْ َأ�بِى هُرَيْرَةَ قَالَ “�ِإ َذا خَ َر َج ْت ُر ُ
وح َط ِّي َب ٌة َجا َء ْت ِم ْن ِق َب ِل ْال َأ� ْر ِض َص َّلى ال َّل ُه عَ َل ْي ِك الس َما ِء ُر ٌ ول َأ�هْ ُل ََّو َي ُق ُ
ول ان َْط ِل ُقواَوعَ َلى َج َس ٍد ُك ْن ِت َت ْع ُم ِري َنهَُ .ف ُي ْن َط َل ُق ِب ِه �ِإ َلى َر ِّب ِه عَ َّز َو َج َّل ُث َّم َي ُق ُ
ول َأ�هْ ُلوحه –َ ...و َي ُق ُ ِب ِه �ِإ َلى �آ ِخ ِر ْال َأ� َج ِلَ ”.ق َال “ َو�ِإ َّن ا ْل َكا ِف َر �ِإ َذا خَ َر َج ْت ُر ُ
وح خَ بِي َث ٌة َجا َء ْت ِم ْن ِق َب ِل ْال َأ� ْر ِضَ .ق َال َف ُي َق ُال ان َْط ِل ُقوا ِب ِه �ِإ َلى �آ ِخ ِر الس َما ِء ُر ٌ
َّ
ْال َأ� َج ِل”.
عَ ْن عَ ْب ِد ال َّر ْح َم ِن ْب ِن َك ْع ٍب ْال َأ�ن َْصا ِرىِّ َأ� َّن ُه َأ�خْ َب َر ُه َأ� َّن َأ� َبا ُه َك َان ُي َح ِّد ُث َأ� َّن َر ُس َ
ول
ال َّل ِه َ sق َالِ�“ :إن ََّما ن ََس َم ُة ا ْل ُم ْؤ ِم ِن َطا ِئ ٌر َي ْع ُل ُق ِفى َش َج ِر ا ْل َج َّن ِة َح َّتى َي ْرجِ َع �ِإ َلى
َج َس ِد ِه َي ْو َم ُي ْب َع ُث”.
292
Ebû Hüreyre’nin naklettiğine göre, Resûlullah (sav), “İnsanlar gümüş ve
altın madenlerine benzerler. Câhiliye devrinde hayırlı olanlar, İslâm’da da
hayırlı olanlardır. Yeter ki, İslâm’ı iyi kavrasınlar. Ruhlar da toplu cemaatlerdir.
Onlardan birbirleriyle uyuşanlar kaynaşır, uyuşamayanlar da anlaşamaz,
ayrılırlar.” buyurmuştur.
(M6709 Müslim, Birr, 160; B3336 Buhârî, Enbiyâ, 2)
Ebû Hüreyre anlatıyor: “Müminin ruhu çıktığı zaman, onu iki melek
karşılar ve yükseklere çıkarırlar... Gök ehli, ‘Yer tarafından güzel bir ruh
geldi. Allah sana ve yaşattığın cesede salât (dua) etsin.’ derler. Peşinden
onu Yüce Rabbine götürürler. Sonra, ‘Bunu sınırın ötesine (sidretü’l-
müntehâ’ya) kadar götürün.’ diye buyurulur. Kâfirin ruhu çıktığı
zaman... gök ehli, ‘Yer tarafından kötü bir ruh geldi.’ derler ve ‘Bunu
sınırın sonuna (cehenneme) kadar götürün.’ diye söylenir.”
(M7221 Müslim, Cennet, 75)
293
İ nsanın hep merak ettiği, zihnini meşgul eden temelli sorular var-
dır. İnsanlık tarihinin her döneminde bu sorular sorulmuş, cevapları tar-
tışılmıştır. Her çağda ve kültürde, gerek dinî gerek felsefî çerçevede tartı-
şılan bu insanî problemlerden biri de ruhun varlığı, ne olduğu hususudur.
Bütün insanlık için bugün de hâlâ bir muamma olan ruh, bundan on dört
asır evvel Son Peygambere de yöneltilen sorulardan biri olmuştur. Onun
büyük sahâbîlerinden Abdullah b. Mes’ûd anlatmaktadır: Sıcak bir Medi-
ne gününde Allah Resûlü ile birlikte yürüyüşe çıktık. Hz. Peygamber bir
ara yorgunluğundan bir hurma dalına yaslanmıştı. Derken yanımızdan bir
grup Yahudi geçti. Onlardan bazıları, “Ona ruhtan sorun.” derken bazıları
da, “Hayır, ona bunu sormayın, olur ki size hoşlanmayacağınız bir cevap
verir.” dediler. Neticede ona doğru kalkıp geldiler ve:
‘Yâ Eba’l-Kâsım! Bize ruhun ne olduğunu söyle!’ dediler. Resûlullah
bu soru üzerine bir müddet durdu, sustu; çünkü bu hususta kendisine
herhangi bir şey inmemişti. Dolayısıyla onlara hemen cevap vermedi. O
esnada Allah Resûlü’nün yanında bulunan İbn Mes’ûd, ona vahiy gelmekte
olduğunu düşünerek geriye çekildi. Nihayet vahiy geldi. Nebî (sav), “Sana
ruhu soruyorlar. De ki, ruh, Rabbimin emrindendir ve size (bu konuda) verilen
bilgi pek azdır.”1 âyetini okudu.2
Abdullah b. Abbas’tan aktarıldığına göre ise, ruhun ne olduğu soru-
sunu Hz. Peygamber’e yöneltenlerin Medineli yahudilerin kılavuzluğunda
Mekkeli müşrikler olduğu da söylenmektedir. Buna göre Mekke putperest-
leri akıllarınca meydan okumak maksadıyla Allah Resûlü’nü zor bir so-
ruyla nasıl alt edebileceklerini düşünürken Medineli Yahudilerden yardım
talep ederler. Onlar da Kureyşlilere, Muhammed’e ruhun ne olduğunu sor- 1 İsrâ 17/85.
2 B7297 Buhârî, İ’tisâm,
malarını tavsiye ederler. Müşrikler Peygamber’e gelip bu soruyu sorunca, 3; B7456, B7462 Buhârî,
“Sana ruhu soruyorlar...” âyeti nâzil olur.3 Tevhid, 28-29; B125 Buhârî,
İlim, 47; M7059-60 Müslim,
Allah’ın, ezelî ilmiyle, Yüce Kelâmı’yla Resûlü’ne vahyettiği bu cevap, Sıfâtü’l-Münâfıkın, 32-33;
aslında ruhu Hz. Peygamber’e kimin, nerede sorduğu hususunu önemsiz T3141,Tirmizî,Tefsîru’l-
Kur’ân, 17.
kılmaktadır. Birçok konuda olduğu gibi ruh konusunda da bilgiçlik tasla- 3 T3140 Tirmizî,Tefsîru’l-
yan Yahudilerin esasen ruha dair çok az şey bildiklerinin de vurgulandığı Kur’ân, 17.
295
HADİSLERLE İSLÂM
8 Bakara, 2/87. ruhun, maddeye hayat veren, ona can katan iksir olduğu anlaşılmaktadır.
9 Enfâl, 8/24.
Kur’an’da geçen ruh kavramının, yerine göre vahiy, melek (Cebra-
10 Fâtır, 35/9.
11 Nisâ, 4/171. il) veya insan ruhu (canı) anlamlarına geldiği söylenebilir. Ancak bu
12 Mâide 5/110.
mânâlardan hangisine gelirse gelsin ruhun gerçek mahiyetini Allah’tan
13 RM3 İsfehânî, Müfredât,
Türkçesi, s. 648.
başka hiç kimsenin bilemeyeceği anlaşılmaktadır. Bununla birlikte,
14 Hicr, 15/28, 29. Kur’an’da sık sık kullanılması yanında ruhun bir soru konusu olması
296
HADİSLERLE İSLÂM
lar hâlinde yaşayan insanların birbirleriyle kaynaşmaları veya anlaşama- Musannef, I, 52.
17 M5062 Müslim, Sayd, 59.
maları, iyilerin iyilerle, kötülerin kötülerle uyum sağlamaları yaratılıştan 18 M6709 Müslim, Birr, 160;
297
HADİSLERLE İSLÂM
298
HADİSLERLE İSLÂM
Kıyâme, 26.
inancının İslâm’ın yeniden dirilme ve âhiret inancıyla hiçbir şekilde bağ- 24 T1072 Tirmizî, Cenâiz 70.
299
HADİSLERLE İSLÂM
300
NEFİS
İYİ ve KÖTÜNÜN MÜCADELE ALANI
ِ ا ْل َود
:َاع َق َال ِفى َح َّج ِةs ول ال َّل ِه َ عَنْ فَضَالَةَ بْنِ عُبَيْدٍ َأ� َّن َر ُس
”. َوا ْل ُم َجا ِه ُد َم ْن َجاهَ َد َن ْف َس ُه ِفي َطاعَ ِة ال َّل ِه عَ َّز َو َج َّل...“
301
عَنْ شَدَّادِ بْنِ َأ�وْسٍ عَ ِن ال َّنب ِِّي َ sق َال“ :ا ْل َك ِّي ُس َم ْن د َ
َان
َن ْف َس ُه َوعَ ِم َل ِل َما َب ْع َد ا ْل َم ْو ِت َوا ْل َعاجِ ُز َم ْن َأ� ْت َب َع َن ْف َس ُه هَ َواهَ ا
َوت ََم َّنى عَ َلى ال َّل ِه”.
َق َ
ال: ول ال َّل ِه َ sي ُق ُ
ول ول َل ُك ْم �ِإ َّلا َك َما َك َان َر ُس ُ عَنْ زَيْدِ بْنِ َأ�رْقَمَ قَالََ :لا َأ� ُق ُ
ول“ :ال َّل ُه َّم! �ِإنِّى َأ�عُ و ُذ ب َِك ِم َن ا ْل َع ْج ِز َوا ْل َك َس ِل َوا ْل ُج ْب ِن َوا ْل ُب ْخ ِل َوا ْل َه َر ِم َك َان َي ُق ُ
اب ا ْل َق ْب ِر ال َّل ُه َّم! �آ ِت َن ْف ِسى َت ْق َواهَ ا َوز َِّك َها َأ�ن َْت خَ ْي ُر َم ْن ز ََّكاهَ ا َأ�ن َْت َو ِل ُّي َهاَوعَ َذ ِ
َو َم ْو َلاهَ ا ال َّل ُه َّم! �ِإنِّى َأ�عُ و ُذ ب َِك ِم ْن ِع ْل ٍم َلا َي ْن َف ُع َو ِم ْن َق ْل ٍب َلا َي ْخشَ ُع َو ِم ْن َن ْف ٍس َلا
اب َل َها”. تَشْ َب ُع َو ِم ْن دَعْ َو ٍة َلا ُي ْس َت َج ُ
302
Şeddâd b. Evs’ten rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle
buyurmuştur: “Akıllı kişi, nefsine hâkim olan ve ölüm sonrası için çalışandır.
Zavallı (ahmak) kişi ise nefsinin arzu ve isteklerine uyan (ve buna rağmen hâlâ)
Allah’tan (iyilik) temenni edendir.”
(T2459 Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 25; İM4260 İbn Mâce, Zühd, 31)
Hz. Âişe’den (ra) rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle
buyurmuştur: “Sakın biriniz, ‘Nefsim habis oldu (kirlendi).’ demesin. Ancak
‘Nefsim lâkis oldu (içim daraldı).’ desin!”
(B6179 Buhârî, Edeb, 100)
303
H z. Peygamber (sav) Veda Hutbesi’ni verdiğinde, henüz on ye-
disinde genç bir sahâbî olan Fedâle b. Ubeyd, bu konuşmaya tanık olmuş
ve ondan şu kesiti bizlere aktarmıştır: “Dikkat edin, size mümini tanıtıyo-
rum; o, insanların can ve mal hususunda güvendiği kişidir. Müslüman; elinden
ve dilinden insanlara zarar gelmeyendir. Mücahid, Allah’a itaat yolunda nefsiyle
mücadele eden; muhacir ise hata ve günahları terk eden kişidir.”1
Allah Resûlü’nün (sav) bu konuşmasını yaptığı esnada Müslüman
coğrafyası Mekke ve Medine’nin dışına çoktan taşmış, böylece Müslüman-
lar dünya nimetleriyle tanışmaya başlamıştı. Bu durumun farkında olan
Peygamberimiz (sav) son konuşmasında, Müslümanların bu maddî kaza-
nımları neticesinde içine düşebilecekleri tehlikeye işaret etmişti. Bu tehli-
ke, nefsin arzu ve ihtiraslarından, tamahkârlığından başka bir şey değildi.
O hâlde mümin için esas cihad, mücadele yeni başlamıştı.
Veda Hutbesi’nde, mücahidi, “Allah’a itaat yolunda nefsiyle mücadele
eden kişi” olarak tanımlayan Nebî (sav) “kişinin kendi istek ve arzularıyla
mücadele etmesi” anlamını öne çıkararak cihada farklı bir boyut katmış-
1 HM24458 İbn Hanbel, VI,
tır. Hadiste ifade edildiği gibi nefsin arzularıyla mücadelenin “Allah’a itaat 22; T1621 Tirmizî, Fedâilü’l-
yolunda” olması önemlidir. Nitekim Allah Resûlü (sav) başka bir hadi- cihâd, 2.
2 BS16170 Beyhakî, es-
sinde, sahâbîlerin zihninde “düşmanla çarpışıp öldürülmeyi” çağrıştıran Sünenü’l-kübrâ, VII, 754.
“Allah yolunda (fî sebîlillâh)” olmayı daha geniş bir alana yaymış, kişinin 3 LA51/4500, İbn Manzûr,
kındırma uğruna nefsiyle yaptığı mücadelenin de bir nevi “Allah yolunda 6/93; B1388 Buhârî, Cenâiz,
cihad” kapsamında olduğunu belirtmişti.2 95; B6320 Buhârî, Deavât,
13, B7284 Buhârî, İ’tisâm, 2.
Şu hâlde öncelikle “Nefis nedir?” sorusunu cevaplamak gerekmekte- 5 Âl-i İmrân, 3/30.
sıra, hevâ ve heves, bedenden kaynaklanan süflî arzular gibi anlamlara B6446 Buhârî, Teheccüd, 12,
Rikâk, 15, M1819 Müslim,
gelen3 nefis, Kur’an ve hadislerde de ruh,4 Allah’ın zâtı,5 insanın kendisi, Müsâfirîn, 207; D2758 Ebû
kişi,6 kalp veya gönül7 din kardeşi8 gibi anlamlara gelmektedir. Bunların Dâvûd, Cihâd, 151.
8 Nûr, 24/61.
dışında nefis, insanın içindeki kötü duyguların, meşru olmayan istekle- 9 B6612 Buhârî, Kader, 9;
rin9 kaynağı karşılığında da kullanılmıştır ki, İslâm geleneğinde daha çok M3407 Müslim, Nikâh, 9.
305
HADİSLERLE İSLÂM
14 Yûsuf, 12/53. yar. Cinsellik organı ise, nefsin bu isteğini ya yerine getirir, ya da reddeder.19
15 Bakara, 2/109.
Yusuf kıssasında da işaret edildiği gibi, peygamberler dâhil hiç kimse nefiste
16 Mâide, 5/30.
17 Yûsuf, 12/18.
uyanan arzu ve isteklerden korunmuş değildir. Nefsinin meşru olmayan is-
18 Yûsuf, 12/24. teklerden berî olduğunu iddia eden kimse, insan fıtratını inkâr etmiş sayı-
19 B6612 Buhârî, Kader, 9.
306
HADİSLERLE İSLÂM
gücüne göre değişir. İnsan özgür iradesiyle kendi lehine veya aleyhine ka-
rar verecek ve bu kararından da kendisi sorumlu tutulacaktır. Dolayısıyla
erdem, gayri meşru, süflî arzulara sahip olmamak değil, bu tür duygular
nefiste uyandığı zaman onları dizginleyebilmektir. Bunun yolu da daha çok
kimi mistik öğretilerin etkisinde kalan ve yer yer geleneğimizde de izlerine
rastladığımız nefse ızdırap çektirmek suretiyle onu köreltmeyi esas alan yak-
laşımla hareket etmek değildir. Bu, Müslümanlığın özüyle bağdaşmayan bir
algıdır. Dinimizde nefsi kötülemek ve ezmek değil, tezkiye etmek ve arındır-
mak esastır. Nitekim Yüce Allah “Nefse ve onu düzgün bir biçimde şekillendirip
ona kötülük duygusunu ve takvasını (kötülükten sakınma yeteneğini) ilham edene
andolsun ki, nefsini arındıran kurtuluşa ermiştir. Onu kötülüklere gömüp kirleten
kimse de ziyana uğramıştır.”21 buyurmaktadır. Nefsi tezkiye etmek de en basit
ifadeyle çirkin huy ve davranışları terk edip, güzel huylara sahip olmaya ça-
lışmaktır. Bunu başarabilmenin yolu nefsi sık sık hesaba çekmektir. Nitekim
büyük sahâbî Hz. Ömer şöyle demiştir: “Hesaba çekilmeden önce kendinizi
hesaba çekin, büyük hesap günü için kendinizi hazırlayın! Çünkü kıyamet gününde
hesap, ancak dünyada iken kendisini hesaba çekenler için kolay olacaktır.”22 Allah
yolunda cihadın esası da işbu nefsi hesaba çekmektir.
Şu hâlde daha çok “insanın kendisi” anlamına gelen nefsin potansiyel
tehlike veya düşman şeklinde düşünülmesi yanlıştır. Nefis, iyiliği ve kötü-
lüğü, fazileti ve rezaleti aynı anda barındıran bir alandır. Şunu rahatlıkla
söyleyebiliriz ki, nefis, insandan ayrı, farklı bir varlık da değildir. “Nefisle
mücadele” mefhumu nefsin farklı bir varlık kategorisi olarak algılanması-
na yol açmış olabilir. Ancak bu mücadele insanın kendisiyle, hırslarıyla,
bitmek tükenmek bilmeyen istek ve arzularıyla imtihanından başka bir şey
değildir. Resûl-i Ekrem akıllı olmanın bir işareti olarak sunduğu bu müca-
delenin nasıl yapılacağını şu hadisiyle bizlere öğretmiştir: “Akıllı kişi, nefsine
hâkim olan ve ölüm sonrası için çalışandır. Zavallı (ahmak) kişi ise nefsinin arzu
ve isteklerine uyan (ve buna rağmen hâlâ) Allah’tan (iyilik) temenni edendir.”23
“Şeytan, sizi Allah’la (O’nun affına güvendirerek) aldatmasın.”24 âyetinde de
ifade edildiği gibi şeytan “Nasıl olsa Allah affedicidir.” düşüncesini insana
sürekli telkin etmek suretiyle nefse kolay bir şekilde nüfuz edebilmektedir. 21 Şems, 91/7-9.
22 T2459 Tirmizî, Sıfatü’l-
Peygamber Efendimiz (sav) âdeta nefsanî arzularının esiri hâline gelen bu kıyâme, 25.
durumdaki insanları zavallı ve ahmak olarak nitelemektedir. 23 T2459 Tirmizî, Sıfatü’l-
307
HADİSLERLE İSLÂM
28 Şems, 91/8.
düşürmek doğru değildir. Nitekim Nebî (sav) bir hadisinde “Sakın biriniz
29 B6179 Buhârî, Edeb, 100; ‘Nefsim habis oldu (kirlendi).’ demesin. Ancak ‘Nefsim, içim daraldı.’ desin!”29
M5878 Müslim, el-Elfâz buyurarak, “habis” gibi kötü bir kelimenin nefsi anlatırken kullanılmasını
mine’l-edeb, 16.
308
HADİSLERLE İSLÂM
21.
davranıştan, nefsinin gayri meşru, geçici bir isteğine boyun eğmesinden 31 B1968 Buhârî, Savm, 51;
kaynaklandığı unutulmamalıdır. Şu da bir gerçektir ki, dinî ve ahlâkî kay- M2734 Müslim, Sıyâm, 186.
32 Kasas, 28/50.
gıların bireysel ve toplumsal yaşamdan tecrid edilmeye çalışılması, nefsi 33 Mâide, 5/77.
ayartan unsurların her geçen gün artması, modern zamanların insanı için 34 En’âm, 6/56.
35 Sâd, 38/26.
nefisle mücadeleyi daha da zorlaştırmıştır. Bu da insanın, aileden başla- 36 Nâziât, 79/40-41.
mak suretiyle ciddi bir nefis ve irade eğitimi alması gerektiğini göstermek- 37 Haşr, 59/9.
309
HADİSLERLE İSLÂM
310
GÜNEŞ, AY ve YILDIZLAR
GÖKYÜZÜNÜN KANDİLLERİ
الس َما ِء َو َك َان َك ِثي ًرا ِم َّما َّ َف َر َف َع َر أ�ْ َس ُه �ِإ َلى... :َعَنْ َأ�بِى بُرْدَةَ عَنْ َأ�بِيهِ قَال
َّ َي ْر َف ُع َر أ�ْ َس ُه �ِإ َلى
َّ “ال ُّن ُجو ُم َأ� َم َن ٌة ِل:الس َما ِء َف َق َال
لس َما ِء َف ِإ� َذا َذهَ َب ِت ال ُّن ُجو ُم َأ�تَى
”...الس َما َء َما ُتوعَ ُد َّ
Ebû Bürde’nin, babasından naklettiğine göre ... Resûlullah (sav) başını
gökyüzüne kaldırmış, ki sıklıkla başını gökyüzüne doğru kaldırırdı,
sonra da şöyle buyurmuştur:
“Yıldızlar, gökyüzünün güvenceleridir. Yıldızlar gitti mi, gökyüzüne vaad edilen
(kıyamet) gelir...”
(M6466 Müslim, Fedâilü’s-sahâbe, 207)
311
َ sق َ
ال: عَنْ َأ�بِى هُرَيْرَةَ َأ� َّن َر ُس َ
ول ال َّل ِه
“لا عَ ْد َوى َو َلا هَ ا َم َة َو َلا َن ْو َء َو َلا َص َفر”.
َ
عَنْ عَائِشَةَ َأ�نَّهَا قَالَتْ :خَ َس َف ِت الشَّ ْم ُس ِفى عَ ْه ِد َر ُسولِ ال َّل ِه َ sف َص َّلى
اسُ ...ث َّم ان َْص َر َف َو َق ِد ان َْج َل ِت الشَّ ْم ُسَ ،فخَ َط َب ول ال َّل ِه sبِال َّن ِ َر ُس ُ
اسَ ،ف َح ِم َد ال َّلهََ ،و َأ� ْث َنى عَ َل ْي ِه ُث َّم َق َالِ�“ :إ َّن الشَّ ْم َس َوا ْل َق َم َر �آ َيتَانِ ِم ْن �آ َي ِ
ات ال َّن َ
ال َّل ِهَ ،لا َي ْنخَ ِس َفانِ ِل َم ْو ِت َأ� َح ٍد َو َلا ِل َح َيا ِت ِهَ ،ف ِإ� َذا َر َأ� ْي ُت ْم َذ ِل َك َف ْاذ ُك ُروا ال َّل َه
َو َك ِّب ُرواَ ،و َص ُّلوا َوت ََص َّد ُقوا”...
312
Ebû Hüreyre’nin naklettiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:
“Hastalıklar mutlaka bulaşır diye bir kayıt yoktur. Ölüler intikamları alınsın
diye kabirleri başında baykuş kılığında beklemez. Yıldızlar yağmur yağdırma
kudretinde değildir ve hastalıklarınızın sebebi karınlarınızın içinde peyda
olduğunu düşündüğünüz yılanlar değildir.”
(M5794 Müslim, Selâm, 106)
313
G üneş ufukta kayboluyordu. Allah Resûlü yanında bulunan Ebû
Zerr’e “Güneş nereye gidiyor, biliyor musun?” diye sordu. Ebû Zer, sahâbe-i
kirâmın o nazik tavrı ile Peygamber Efendimize cevap verdi: “Allah ve
Resûlü en iyisini bilir.” Allah Resûlü, bazı zamanlar anlatımda başvurdu-
ğu temsilî üslûpla sözünü sürdürdü: “Güneş Allah’ın arşı altında secde etme-
ye gidiyor...” Belli ki, Peygamber Efendimiz bu sözüyle, Kur’an’ın, “Güneşe
ve aya değil, onları öylece Yaratan’a secde edin.”1 diyerek temas ettiği câhiliye
Araplarından bazılarının güneşe ilâhî bir kudret atfederek secde etmeleri-
ne işaret etmekteydi. Allah Resûlü böylece “Güneşin kendisi Allah’a secde
edip dururken, nasıl olur da bazı insanlar güneşe ve aya secde ediyorlar!”
demiş oluyordu. Bu hadiste Peygamber Efendimizin, Allah’ın hükümran-
lığının ve kudretinin bir göstergesi olarak, Arap dilinde hükümdarların
tahtını ifade eden arş kelimesini zikretmesi, Kur’an’ın bu kelimeyi kullan-
ma şekliyle tamamen uygunluk arz etmektedir. Zira arş, Kur’an’da “vech”,
“yed”, “göklerin hazinelerinin anahtarları” gibi diğer bazı müteşâbih (bir-
den fazla anlama gelme ihtimali taşıdığından ilk bakışta anlaşılması zor
olan) kelime ve ifadelerle birlikte, Allah’ın sonsuz kudret ve otoritesini
anlatmak için kullanılmaktadır.
Allah Resûlü, Allah’ın kudretinin büyüklüğü karşısında insanı, hay-
ranlık ve hürmet hisleriyle yalnız O’na tazim etmeye çağıran ilgi çekici bu
alegorik anlatımını şöyle sürdürdü: “(Allah’ın arşı altında secdeye kapanmış
olan) güneş, (işlevini sürdürme arzusunun) kabul edilmesini ister, güneşe izin
verilir. Fakat güneşin Allah’ın arşı altında secdeye durmak için izin isteyip de
kendisine izin verilmeyeceği gün gelmek üzeredir. O zaman güneşe, ‘Geldiğin
yere dön!’ denilecektir. Güneş o zaman batıdan doğacaktır. Bu durum, “Güneş bir
yörüngeye göre hareket eder. Bu sonsuz izzet ve ilim sahibi Allah’ın takdir ettiği
(süreye kadardır.)”2 âyetinin bir izahıdır.”3
Allah Resûlü’nün çarpıcı anlatımı kıyametin kaçınılmaz oluşunu an-
latan sahne ile tamamlanmıştır. Bu anlatım Kur’an’ın gök cisimleriyle il-
1 Fussilet, 41/37.
gili diğer pek çok tasvir ve haberi ile iyice derinlik kazanmakta, zerreden 2 Yâsîn, 36/38.
devasa galaksilere kadar her şeyin ilâhî huzura dönüşe tâbi olduğu in- 3 B3199 Buhârî, Bed’ü’l-halk, 4.
315
HADİSLERLE İSLÂM
6 B3200 Buhârî, Bed’ü’l-halk, biat hakkında hayalî düşünceler ortaya konmasını reddetmektedir. Kur’an
4. âyetleri bu hakikate temas edip durur: Her şeyi yoktan var eden Allah,
7 Rahmân, 55/5-8.
8 M6466 Müslim, Fedâilü’s- yedi sema yaratmış,10 dünya semasını ise, yıldızlarla süslemiştir.11
sahâbe, 207. Tabiatın belli kanunları vardır ve bu kanunları da koyan Allah’tır. Ne
9 İnşikâk, 84/6.
10 Bakara, 2/29.
var ki, her devirde Allah’ın koyduğu kanunları ve dolayısıyla bunun bir
11 Sâffât, 37/6. açıklaması mahiyetindeki bilimsel gerçeği inkâr eden ve hakikati çarpıtan
316
HADİSLERLE İSLÂM
Letâifü’l-meârif, 182-184.
Bu hadisin başka varyantlarında gulyabani (hayalet) ve tıyera (kötü şans) 14 M5795 Müslim, Selâm,
317
HADİSLERLE İSLÂM
318
HADİSLERLE İSLÂM
maz kıldığını gördü. Az sonra Hz. Âişe’ye, “Bu bir âyet (kıyamet alâmeti) M2089 Müslim, Küsûf, 1.
319
HADİSLERLE İSLÂM
midir?” diye sordu. Hz. Âişe, başıyla “Evet” diye işaret etti. Bunun üzerine
Esmâ namaza durdu. Hava çok sıcaktı. Namaz o kadar uzadı ki, bayılacak
gibi oldu ve yanında bulunan su kabından üzerine su serperek serinle-
meye çalıştı.25 Allah Resûlü küsûf namazını kıldırırken kıyam, rükû ve
secdelerde o kadar uzun kaldı ki, namaz bittiğinde güneş tutulması da
sona ermişti.26 Allah Resûlü güneş tutulması esnasında kıraatleri açıktan
ve uzunca okuyarak iki rekât namaz kıldırmıştı. Namaz, güneş tutulması
süresince sürmüştü. Zaten Allah Resûlü’nün, “Güneş tutulması sona erinceye
kadar namaz kılın.” buyurduğu da nakledilmiştir.27 Peygamber Efendimiz
namazı kıldırıp, güneş tutulması sona erdikten sonra ashâbına dönerek
onları yukarıda geçtiği gibi uyarmıştır.28
Sahâbeden Câbir b. Abdullah, Allah Resûlü’nün kıldığı bu namaz-
dan sonra yaptığı konuşmada, “Sizin gireceğiniz bütün yerler bana gösteril-
di. Cennet bana gösterildi, hatta bir salkım üzüm almak için elimi uzatsaydım
onu alabilirdim. Cehennem de bana gösterildi.” dediğini nakletmiştir.29 Allah
Resûlü’nün güneş tutulmasında namaz kılıp, ardından cennet ve cehen-
nemden bahsetmesi manidardır. İnsanlara namaz kıldırması onların kor-
kularını namazın engin huzuru içinde yenmelerini sağlamış, böylece onla-
rın tabiatın yegâne sahibi Allah’a sığınmalarını temin etmiştir. Efendimiz
orada bulunan insanların yüreklerine korku veren güneş tutulmasının bir
gün kıyametin kopuşunun bir parçası olarak insanoğlunun başına gelece-
ğinden bahisle, önemli olanın Allah’ın rızasına uygun davranarak cenneti
hak etmek olduğunu anlatmıştır.
“Allah’ım! Hilâli üzerimize bereket, iman, esenlik ve İslâm ile doğur. (Ey
hilâl!) Benim Rabbim de senin Rabbin de Allah’tır.”30 hadisi, kâinat bütününü
oluşturan her parçanın Allah’ın yarattığı bir varlık olarak O’nun emri-
ne boyun eğdiğini ifade etmektedir. Aynı şekilde “Sana hilâlleri sorarlar.
De ki: Onlar insanlar için, özellikle hac için vakit ölçüleridir.”31 âyeti de gök
cisimlerinin Allah’ın onlar için yüklediği görevler dışında başka bir işle-
vinin olmadığını beyan etmektedir. Hz. Peygamber, ayların başlangıç ve
bitiş vakitlerini hilâllere göre tespit etmiştir. Ramazan ayına hilâli göre-
25 B86 Buhârî, İlim, 24.
rek başlamış, Şevvâl hilâlini görünce Ramazan Bayramı’nın vaktine karar
26 B1044 Buhârî, Küsûf, 2.
27 B1060 Buhârî, Küsûf, 15. vermiştir. Keza Zilhicce hilâli ile de hac ibadetini gerçekleştirmiş, Kurban
28 M2089 Müslim, Küsûf, 1.
Bayramı’nı kutlamıştır. Namaz vakitlerinin tespitinde ise güneşin hareket-
29 M2100 Müslim, Küsûf, 9.
320
HADİSLERLE İSLÂM
321
ZAMAN
VARLIĞIN NABZI
323
عَنْ َأ�بِى بَكْرَةَ dعَ ِن ال َّنب ِِّي َ sق َالِ�“ :إ َّن ال َّز َم َان َق ِد ْاس َت َدا َر َك َه ْي َئ ِت ِه َي ْو َم
ات َوال َأ� ْر َضَّ ،
الس َن ُة ا ْث َنا عَ شَ َر َش ْه ًراِ ،م ْن َها َأ� ْر َب َع ٌة ُح ُر ٌمَ ،ثل َا َث ٌة خَ َل َق َّ
الس َم َو ِ
اتُ :ذو ا ْل َق ْع َد ِة َو ُذو ا ْل ِح َّج ِة َوا ْل ُم َح َّر ُمَ ،و َر َج ُب ُم َض َر ا َّل ِذى َب ْي َن ُج َمادَى ُم َت َوا ِل َي ٌ
َو َش ْع َب َان”.
الساعَ ُة َح َّتى ُي ْق َب َض ا ْل ِع ْل ُم، “لا َت ُقو ُم َّ عَنْ َأ�بِى هُرَيْرَةَ قَالََ :ق َال ال َّنب ُِّي َ :s
َوت َْك ُث َر ال َّز َلا ِز ُلَ ،و َي َت َقا َر َب ال َّز َم ُانَ ،وت َْظ َه َر ا ْل ِف َت ُنَ ،و َي ْك ُث َر ا ْل َه ْر ُج – َوهْ َو ا ْل َق ْت ُل
يض”. –ح َّتى َي ْك ُث َر ِف ُيك ُم ا ْل َم ُال َف َي ِف ُ ا ْل َق ْت ُل َ
ول ال َّل ِه َ sذ َك َر َي ْو َم ا ْل ُج ُم َع ِة َف َق َالِ “ :في ِه َساعَ ٌة عَنْ َأ�بِى هُرَيْرَةَ َأ� َّن َر ُس َ
َلا ُي َوا ِف ُق َها عَ ْب ٌد ُم ْس ِل ٌم َوهُ َو ُي َص ِّلى َي ْس َأ� ُل ال َّل َه َش ْيئًا �ِإ َّلا َأ�عْ َطا ُه �ِإ َّيا ُه”.
324
Ebû Bekre’den (ra) rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle
buyurmuştur: “Muhakkak ki zaman(a ölçü olan yıl hesabı) Allah’ın gökleri ve
yeri yarattığı gündeki (ilk) biçimine dönmüştür. Sene on iki aydır. Bunlardan
dördü (savaşılması) haram aylardır. Üçü ardı ardınadır ki bunlar; Zilkade,
Zilhicce ve Muharrem aylarıdır. (Diğeri ise) Cümâdâ (el-âhir) ile Şâban
arasındaki Mudar’ın Receb ayıdır.”
(B3197 Buhârî, Bed’ü’l-halk, 2)
325
İ nsanoğlunun birtakım sıkıntılarla karşılaştığında bunu zama-
na bağlaması kadim bir yanlıştır. Bu yanlış, günlük hayatımızda sıklıkla
tekrarlanan bir durumdur. Karşılaşılan sıkıntıların sebeplerinin bir tara-
fa bırakılıp “ne kötü bir çağ”, “ne günlere kaldık” denilerek en kestirme
yolun seçilmesi ve problemin kaynağı olarak izafi bir olgu olan zamanın
kabul edilmesi büyük bir yanılgıdır. “Feleğe küsmek”, “feleğin sillesini ye-
mek” gibi kimi deyimlerde ifadesini bulduğu üzere dünyaya ve zamana
işlevi dışında anlam yükleyerek, hayata karşı karamsarlığa kapıldığımız
anlar çoktur. Hâlbuki iyi günlerin geleceğini ifade etmek üzere “Kara gün
kararıp kalmaz.” diyen de biziz. Anlaşılan o ki, insanın mayasında var
olan peşin hükümlü ve aceleci olma niteliği1 zaman algısında da kendini
göstermekte, modern çağların bir hastalığı olan zamanı kutsama eğilimi
ise, aslında tarihin derinliklerine doğru yol bulan bir câhiliye düşüncesi
olarak karşımıza çıkmaktadır.
Câhiliye karanlığında yaşayanlar “Zamanın bir başlangıcı var mı? Bir
sonu var mı?” pek aldırış etmezlerdi. Onlara göre zaman, sadece yaşadık-
ları hayattı ve bu hayat onları bir yok oluşa sürüklüyordu. Onlar zamanın
izafi olabileceği fikrini akıllarına getirmek şöyle dursun, zaman değirme-
ninde öğütülen hayatlarının toprağa karışıp son bulduğuna inanmışlardı.
“Onlardan önceki bir zamanın var olabileceği” fikri de câhiliye insanla-
rı için anlamsızdı. Sanki insanoğlu hep burada yaşamıştı. Oysaki şimdi
Kur’an onlara “İnsan (henüz) anılır bir şey değilken (yaratılmamışken) üzerin-
den uzunca bir zaman geçti.”2 diyordu. Câhiliye karanlığı içinde onlar buna
anlam veremiyorlardı. “Uzun bir zaman nasıl geçmiş olabilirdi?” Kaldı ki,
Kur’an bununla da yetinmiyor, öldükten sonra yaşanacak bir hayat fikrini
onlara aşılamak istiyordu. Dağılıp ufalanmış kemik parçalarına dönüştük-
ten sonra diriltilecek olmak, her şeyi maddî değer yargılarına bağlamış bir
toplum için kolay kabul edilebilecek bir düşünce değildi.
Câhiliye insanlarının zaten soyut olanla/gayba imanla işi yoktu. Maddî 1 Enbiyâ, 21/37.
olanı hayatlarının merkezine yerleştirip yüceltiyorlar veya isteklerinin gir- 2 İnsân, 76/1.
327
HADİSLERLE İSLÂM
4En’âm, 6/164. de benim elimdedir.’”7 Bu söz kesin bir şekilde zaman denilen şeyin aslında
5 BS6588 Beyhakî, es-
zannettikleri gibi bir güç ve kudrete sahip olmadığını onlara hatırlatmak-
Sünenü’l-kübrâ, III, 515.
6 Câsiye, 45/24.
tadır. Âyet ve hadislere göre zamana isnat edilen fiiller esasen Allah’ın di-
7 B6181 Buhârî, Edeb, 101. lemesiyle olan şeylerdir. Yani gerçek fail, Allah’tır.
328
HADİSLERLE İSLÂM
şebilir olduğu fikri, âyet ve hadislerde çarpıcı biçimde gözler önüne se- 11 Furkân, 25/13.
329
HADİSLERLE İSLÂM
14 Furkân, 25/45-47. Zilkade, Zilhicce ve Muharrem aylarıdır. (Diğeri ise) Cümâdâ (el-âhir) ile Şâban
15 Meâric, 70/4.
arasındaki Mudar’ın Receb ayıdır.”17 Burada “Recep ayının Mudar kabilesi-
16 M2290 Müslim, Zekât, 24.
330
HADİSLERLE İSLÂM
20 Lokmân 31/29.
ki: ‘Baksanıza, eğer Allah, üzerinize gündüzü, kıyamet gününe kadar sürekli kıl-
21 Yûnus, 10/5.
sa, Allah’tan başka, size dinleneceğiniz geceyi getirecek ilâh kimdir? Görmüyor 22 Enbiyâ, 21/33.
musunuz?’”25 gibi pek çok Kur’an âyetinde zaman, Allah’ın gücünün ve 23 Furkân, 25/62.
24 İsrâ, 17/12.
büyüklüğünün tanınmasına yönelik deliller olarak sunulmaktadır. Yine 25 Kasas, 28/72.
Kur’an’ın ifadelerine göre Allah, gece ve gündüzü, birer nimet olarak in- 26 Nahl, 16/12.
331
HADİSLERLE İSLÂM
332
HADİSLERLE İSLÂM
on beşinci gecesiyle ilgili olarak Allah Resûlü şöyle buyurmaktadır: “Allah 35 Bakara, 2/185.
36 Kadir, 97/1.
Teâlâ, Şâban’ın on beşinci gecesi dünya semasına iner (rahmet nazarıyla ba- 37 Kadir, 97/3.
kar) ve Kelb kabilesine ait koyunların kıllarının sayısından daha fazla kişiyi 38 B35 Buhârî, Îmân, 25.
333
HADİSLERLE İSLÂM
Mu’cemu’l-evsat, IV, 189. Allah’ı zikredenlerden olmaya gücün yeterse, sen onlardan ol.”44 şeklindeki ce-
41 İsra, 17/1.
vabını da gece yapılan ibadetlerin daha tesirli oluşu hakkındaki Kur’an
42 İsrâ, 17/79.
43 Müzzemmil, 73/6.
ifadeleri ışığında değerlendirmek uygun olacaktır. Nitekim bir başka hadi-
44 N573 Nesâî, Mevâkît 35. sinde Resûl-i Ekrem “Gece namazını ihmal etmeyiniz. Çünkü o sizden önceki
334
HADİSLERLE İSLÂM
salih kişilerin ısrarla devam ettirdikleri bir gelenekti. Ayrıca o, Allah’a yakınlık
sağlar, günahlardan sakındırır, kötülükleri yok eder, vücudu hastalıklara karşı
korur.”45 buyurmaktadır.
Zamanın her kesitini değerlendirmek inanan bir insan için büyük bir
önem arz etmektedir. Kur’an, insanları Allah Resûlü’nün şahsında “Öyley-
se, bir işi bitirince diğerine koyul.”46 şeklinde uyarmaktadır. İbn Abbâs’tan
(ra) rivayet edilen bir hadiste ise, Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır:
“İki nimet vardır ki insanların çoğu (onları değerlendirme hususunda) aldan-
mıştır: Sağlık ve boş zaman.”47 Günümüz insanının bu hadis üzerinde çok
düşünmesi gerekmektedir. İslâm, hayatı zamana göre programlamıştır.
Dinin direği olan namaz ibadetinin vakitlere bağlı bir ibadet olması, hac-
cın Zilhicce ayına, farz orucun ise Ramazan’a hasredilmiş bulunması, bir
yönüyle insanların dünya hayatını belli bir program dâhilinde geçirmeleri
hikmetine mebnidir. Allah Resûlü’nün sahâbe efendilerimizden birine “Beş
şey gelmeden önce beş şeyin değerini iyi bilmelisin; ihtiyarlığından önce gençliği-
nin, hastalığından önce sağlığının, yokluğundan önce varlığının, meşguliyetinden
önce boş vaktinin ve ölümünden önce hayatının.”48 şeklindeki nasihati de haya-
tımızda çoğu defa değerini bilmediğimiz şeylere dikkat çekmektedir.
Zamanın bereketlenmesi için Kur’an’ın ve hadislerin belirlediği “za-
mana bağlı” ibadetleri yerine getirmeli ve zamanın Allah tarafından bize
bahşedilmiş bir nimet olduğunu iyi kavrayarak vaktimizi faydalı işlerde
harcamalıyız. İslâm büyükleri, zamanı iyi kullanmaları ile bizlere örnek
olmuşlardır. Nice peygamberler, âlimler ve örnek şahsiyetler kısa kısa
ömürlere insanlığın bütün ömrüne sığmayacak işler sığdırmışlar, güne er-
ken başlamayı bir alışkanlık hâline getirmişlerdir. Bu büyük insanlar gün-
lerini namaz vakitlerine göre tanzim etmişlerdir. Bu âlimlerden biri olan
Gazâlî’ye, o kadar kitabı kaleme almayı nasıl bir ömre sığdırdığı soruldu-
ğunda “Bana zaman içinde zaman bahşedildi.” diyerek zamanın kendi ha-
yatında nasıl bereketli hâle geldiğini ifade etmiştir. Oysa insanlardan uzun
ömür süren niceleri, hiçbir şey yapmadan bu dünya hayatını terk etmekte-
dirler. Bazıları, Gazâlî gibi, bir ömre sığması zor olan eserler bırakmakta,
Serahsî gibi, bir kuyunun karanlığında Hanefî fıkhının vazgeçilmezlerin-
45 T3549 Tirmizî, Deavât,
den olan Mebsût gibi bir eseri vücuda getirmekteyken, bazıları ise rahat 101.
hayatları içinde sadece ömürlerini çarçur etmekle meşguldürler. Ne var ki, 46 İnşirâh, 94/7.
lardan bile kendisini alıkoyabilmektedir. Bu anlamda Allah Resûlü’nün, Müstedrek, IV, 341.
335
HADİSLERLE İSLÂM
336
DÜNYA
ÂHİRETİN TARLASI
َ َق...s
:ال �ِإنِّى ِع ْن َد ال َّنب ِِّي:َعَنْ عِمْرَانَ بْنِ حُصَيْنٍ قَال
ُث َّم خَ َل َق،ِ َو َك َان عَ ْر ُش ُه عَ َلى ا ْل َماء،ُ“ك َان ال َّل ُه َو َل ْم َي ُك ْن َْش ٌء َق ْب َله
َ
”.ات َو ْال َأ� ْر َض ِ الس َم َو
َّ
İmrân b. Husayn anlatıyor: Peygamber’in (sav) yanındaydım... (yaratılışın
nasıl başladığını soran Yemenlilere) Allah Resûlü (sav) şöyle buyurarak
cevap vermiştir:
“Önce Allah vardı; O’ndan önce hiçbir şey yoktu. Arşı suyun üzerindeydi. Sonra
O, gökleri ve yeri yarattı.”
(B7418 Buhârî, Tevhîd, 22)
337
َف َق َ
ال: ول ال َّل ِه َ sج َل َس عَ َلى ا ْل ِم ْن َب ِر عَنْ َأ�بِى سَعِيدٍَ ،أ� َّن َر ُس َ
“عَ ْب ٌد خَ َّي َر ُه ال َّل ُه َب ْي َن َأ� ْن ُي ْؤ ِت َي ُه زَهْ َر َة ُّ
الد ْن َيا َو َب ْي َن َما ِع ْن َد ُهَ ،فاخْ َتا َر َما
ِع ْن َد ُه”.
َف َق َ
ال: ول ال َّل ِه sب َِم ْن ِكبِى عَنْ عَبْدِ ال َّلهِ بْنِ عُمَرَ قَالََ :أ�خَ َذ َر ُس ُ
الد ْن َيا َك َأ�ن ََّك َغ ِر ٌ
يب َأ� ْو عَ ا ِب ُر َسب ٍِيل”. ُ
“ك ْن ِفى ُّ
338
Ebû Saîd (el-Hudrî) tarafından nakledildiğine göre, Allah Resûlü (sav)
minbere oturdu, (kendisini kastederek) şöyle buyurdu: “Allah bir kulunu,
dünya nimetleri ile kendi katındakiler arasında serbest bırakmış, o da Allah
katındakileri tercih etmiştir.”
(M6170 Müslim, Fedâilü’s-sahâbe, 2)
339
“Ö nce Allah vardı; O’ndan önce hiçbir şey yoktu. Arşı suyun üze-
rindeydi. Sonra O, gökleri ve yeri yarattı.”1 Bu hadisi, yaratılış hakkında soru
soran Yemenli bir gruba hitaben söyler Allah Resûlü. Yerleri ve gökleri,
bitkileri ve canlıları,2 geceyi ve gündüzü var eden Allah,3 son olarak insanı
da yaratarak4 onun dünyadaki serüvenini başlatır. Ancak zayıf bir yapıda
yaratılır insan.5 Aceleci,6 hırslı7 ve kendi isteklerine hâkim olamayacak bir
tabiatı,8 yeryüzünde fesat çıkarıp kan dökebilecek bir potansiyeli vardır.9
Fakat Yüce Allah ona değer verip10 kendi ruhundan üfler.11 Onu yeryüzü-
nün halifesi kılar12 ve yaratılışın hikmeti olan13 kulluk imtihanı ile onu baş
başa bırakır.14
İnsanın yaratılış gayesinin gerçekleşeceği ve imtihana çekileceği
mekân olarak “yeryüzü” seçilir. Ardından insana birbirini takip eden iki
hayat verilir. İlki dünya hayatıdır. Yani Allah’ın insana verdiği iki hayattan
birincisi... Yani insanoğlunun ölümden önce yaşadığı hayat... Yani geçici,
ölümlü ve fâni hayat... İnsana verilen ikinci hayat ise, âhiret hayatıdır. Bu,
ölümden sonraki hayattır... Bu, en son hayattır... Bu, ebedî, ölümsüz ve
bâki olan hayattır...
Dünya ve âhiret hayatı, birbirinin devamı olan iki hayattır. İnsan ilk
olarak dünya hayatına gözlerini açtığı için bu hayata “yakın hayat” anla-
mında “dünya hayatı”, dünyaya gözlerini yummasının ardından son olarak
1 B7418 Buhârî, Tevhîd, 22.
âhiret hayatına intikal ettiği için bu hayata da “sonraki hayat” anlamında 2 Lokmân, 31/10.
“âhiret hayatı” denmiştir. 3 Enbiyâ, 21/33.
4 Rahmân, 55/3.
Dünya hayatı, ebedî hayat olan âhiret hayatının kazanılacağı ve şe- 5 Nisâ, 4/28.
killeneceği yegâne yerdir. Bu nedenle insanın sonraki hayatta (âhirette) 6 Enbiyâ, 21/37.
7 Meâric, 70/19.
bulacağı şey, ilk hayatında (dünyada) iken elde ettiği şeydir.15 İnsan, dün-
8 M6649 Müslim, Birr, 111.
ya hayatında kendisi için ne gibi bir hayır işlerse, âhirette Allah katında 9 Bakara, 2/30.
onun karşılığını bulacaktır.16 “Dünya âhiretin tarlasıdır.” şeklindeki hik- 10 İsrâ, 17/70.
11 Hicr, 15/29.
metli sözde de ifade edildiği gibi, cennet, tohumunu bu dünyada ektiğimiz 12 Bakara, 2/30.
bir bahçe, cehennem de ateşini bu dünyadan götürdüğümüz bir yangın 13 Zâriyât, 51/56.
14 Mülk, 67/2.
yeridir. Şu hâlde dünya hayatı son derece önemlidir ve kişinin yaşantısı 15 Necm, 53/39-42.
341
HADİSLERLE İSLÂM
Beyhakî, el-Mehâsin ve’l- başka hiçbir hayata inanmayan23 ve dünyaya âdeta taparcasına bağlı olan
mesâvî, 386. kimselere24 hitap etmektedir. Onların dünyaya olan aşırı tutkularını tör-
21 Kasas, 28/77.
22 En’âm, 6/32; Ankebût, pülemek, onları mânevî ve uhrevî bir hayata hazırlamak için durumlarına
29/64; Hadîd, 57/20. uygun bir üslûp kullanılmıştır.
23 Duhân, 44/35.
24 A’lâ, 87/16.
Kur’an’da da hadislerde de, dünya sırf dünya olduğu için yerilmiş ve
25 İbrâhîm, 14/3. kötülenmiş değildir. Yerilen, âhirete tercih edilmiş bir dünya hayatıdır.25
342
HADİSLERLE İSLÂM
olarak kötülemenin ve ondan bütünüyle el etek çekmenin gerekçesi ola- 29 En’âm, 6/70.
Zerr’in naklettiği bir hadise göre, Allah Resûlü şöyle buyurmuştur: “Zâhid 33 A’’râf, 7/32.
ması veya malını dağıtıp tüketmesi demek değildir. Bilakis zâhid olmak, elinde 36 Kasas, 28/60.
Mu’cemü’l-kebîr, X, 288.
biri de, “Dünya müminin zindanı, kâfirin cennetidir.”40 şeklindedir. Ebû Hürey- 39 İM4100 İbn Mâce, Zühd, 1.
343
HADİSLERLE İSLÂM
şerhlerimizde anlatılan son derece çarpıcı bir olay vardır. Rivayete göre hicrî
9. asrın gözde hadis âlimi ve Mısır’ın baş kadısı olan İbn Hacer el-Askalânî,
bir gün atının üzerinde heybet ve ihtişam içinde çarşıdan geçerken, yağ
satan ve üstü başı kir içinde olan bir Yahudi yanına gelir. Atının yularından
tutarak ona, “Ey şeyhülislâm, sen Peygamberinizin “Dünya müminin zindanı,
kâfirin cennetidir.” dediğini iddia ediyorsun; fakat sen nasıl bir zindandasın,
ben nasıl bir cennetteyim?” diye sorar. Bunun üzerine İbn Hacer ona şu
cevabı verir: “Allah’ın âhirette bana hazırladığı nimetlere bakarak ben şu an
zindanda sayılırım. Allah’ın âhirette sana hazırladığı acıklı azaba bakarak
da sen cennette sayılırsın.” Bu cevap üzerine Yahudi Müslüman olur.41
Şu hâlde dünya, müminlerin zillet ve âcizlik içinde değil, bilakis iz-
zet ve vakar içinde yaşayacakları bir yerdir. Onlardan beklenen, dünya
hayatını mâmur etmeleri,42 bunu yaparken de rızıklarına kefil olan Al-
lah Teâlâ’ya43 kulluk etmeyi ve âhireti unutmamalarıdır. Kısacası, dünya
konusunda müminlerden istenen, ölçülü ve dengeli olmaktır. İşte Resûl-i
Ekrem buna davet eder insanları: “Ey insanlar! Allah karşısında takva sahibi
(sorumluluğunuzun bilincinde) olun ve dünyevî isteklerinizde mutedil davranın.
Çünkü hiç kimse kendisi için takdir edilen rızkını yiyinceye kadar ölmeyecektir,
rızkı gecikse bile! Öyleyse Allah karşısında takva sahibi olun ve dünyevî istekleri-
nizde mutedil davranın. Helâl olanı alın, haram olanı terk edin.”44
Müminin dünyaya bakışını özetleyen etkileyici ve manidar rivayetler-
den biri de, Resûl-i Ekrem’in, Hz. Ömer’in oğlu Abdullah’a öğüdüdür. Bir
gün Abdullah’ın omzuna elini koyan Allah Resûlü onun şahsında bütün
Müslümanlara şöyle nasihat eder: “Dünyada (kimsesiz) bir garip gibi yahut
bir yolcu gibi ol!”45 Bu hadis, müminlere iki kimseyi örnek vererek dünya ile
ilişkilerini bu örnekler üzerine düzenlemelerini salık verir. “Yolcu” örneği
ile dünyanın gelip geçici bir uğrak yeri olduğu, asıl varılacak ve kalınacak
yerin âhiret olduğu vurgulanır. “Garip” örneği ise, ruhların asıl vatanının
bu dünya ve bu beden değil, ruhlar âlemi ve âhiret olduğunu ifade eder.
41FK3/730 Münâvî, Feyzu’l- Asıl vatanlarından ayrılan ruhlar, dünyada ve bedende iken gurbettedirler
kadîr, III, 730.
42 Hûd, 11/61.
ve kendi vatanlarına dönmenin özlemi içinde yaşarlar. İşte mümin, dünya-
43 Hûd, 11/6. da tıpkı bir yolcu gibi, kısa bir süreliğine yaşadığını hiç aklından çıkarmaz
44 İM2144 İbn Mâce, Ticâret,
ve tıpkı evinden barkından uzakta kalmış bir garip gibi, ruhunun gerçek
2.
45 B6416 Buhârî, Rikâk, 3. vatanı olan âhirete sürekli özlem duyar.
344
UBUDİYET
ALLAH’A KUL OLMAK
345
عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ قَالَُ :ك ْن ُت خَ ْل َف ال َّنب ِِّي َ sي ْو ًما َف َق َالَ “ :يا ُغل َا ُم! �ِإنِّى ُأ�عَ ِّل ُم َك
ات ْاح َف ِظ ال َّل َه َي ْح َف ْظ َك ْاح َف ِظ ال َّل َه َتجِ ْد ُه ت َُجاهَ َك �ِإ َذا َس َأ� ْل َت َف ْاس َأ�لِ ال َّل َه َو�ِإ َذا َك ِل َم ٍ
وك ِبشَ ْي ٍء َل ْم َي ْن َف ُع َ
وك ْاس َت َع ْن َت َف ْاس َت ِع ْن بِال َّل ِه َواعْ َل ْم َأ� َّن ال ُأ� َّم َة َل ِو ْاج َت َم َع ْت عَ َلى َأ� ْن َي ْن َف ُع َ
وك �ِإ َّلا
وك ِبشَ ْي ٍء َل ْم َي ُض ُّر َ �ِإ َّلا ِبشَ ْي ٍء َق ْد َك َت َب ُه ال َّل ُه َل َك َو�إِنِ ْاج َت َم ُعوا عَ َلى َأ� ْن َي ُض ُّر َ
ِبشَ ْي ٍء َق ْد َك َت َب ُه ال َّل ُه عَ َل ْي َك”...
ول ال َّل ِه ِ�“ :sإ َّن ال َّل َه تَعالى َق َالَ :م ْن عَ ادَى ِلى َو ِل ًّيا عَنْ َأ�بِى هُرَيْرَةَ قَالََ :ق َال َر ُس ُ
َف َق ْد �آ َذ ْن ُت ُه بِا ْل َح ْر ِبَ ،و َما َت َق َّر َب �ِإ َل َّى عَ ْب ِدى ِبشَ ْي ٍء َأ� َح َّب �ِإ َل َّى ِم َّما ا ْف َت َر ْض ُته عَ َل ْي ِهَ ،و َما
ز ََال عَ ْب ِدى َي َت َق َّر ُب �ِإ َل َّى بِال َّن َوا ِف ِل َح َّتى َأ� ْح َب ْب ُتهَُ ،ف ُك ْن ُت َس ْم َع ُه ا َّل ِذى َي ْس َم ُع ِب ِهَ ،و َب َص َر ُه
ا َّل ِذى ُي ْب ِص ُر ِب ِهَ ،و َي َد ُه ا َّل ِتى َي ْب ُط ُش ب َِها َو ِر ْج َل ُه ا َّل ِتى َي ْم ِشى ب َِهاَ ،و�ِإ ْن َس َأ� َل ِنى َل ُأ�عْ طِ َي َّنهُ،
َو َل ِئ ِن ْاس َت َعا َذ ِنى ل ُأ� ِع َيذ َّن ُه”...
صامِتِ عَ ِن ال َّنب ِِّي َ sق َالَ “ :م ْن َأ� َح َّب ِل َقا َء ال َّل ِه َأ� َح َّب ال َّل ُه عَنْ عُبَادَةَ بْنِ ال َّ
ِل َقا َء ُهَ ،و َم ْن َك ِر َه ِل َقا َء ال َّل ِه َك ِر َه ال َّل ُه ِل َقا َء ُه”.
346
İbn Abbâs anlatıyor: Bir gün Hz. Peygamber’in (sav) arkasında (bineğe
oturmuş gidiyor) idim, bana şöyle buyurdu: “Evlâdım! Sana bazı sözler
öğreteceğim: Allah’ı(n hakkını) koru ki O da seni korusun. Allah’ı(n hakkını)
koru ki O’nu hep yanında bulasın. Bir şey isteyeceğinde Allah’tan iste. Yardım
dileyeceğinde Allah’tan yardım dile. Şunu bilmelisin ki bütün toplum (varlık
âlemi) bir konuda senin yararına bir şey yapmak için bir araya gelse, ancak Allah
yazmışsa sana destek verebilirler. Yine (bütün varlık âlemi) bir konuda sana zarar
vermek için bir araya gelse, ancak Allah yazmışsa sana zarar verebilirler...”
(T2516 Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 59)
347
R esûlullah, yuları liften yapılmış Ya’fûr isimli merkebine
bindi ve “Haydi Muâz, sen de bin!” diyerek genç sahâbîyi çağırdı. Muâz,
Resûlullah’a rahatsızlık vermeme düşüncesiyle önce binmek istemedi.
Ancak Resûlullah binmesi için ısrar edince, Muâz onun terkisine binmeye
çalıştı. Ama Muâz’ın binmesiyle huysuzlaşan merkep, silkinerek ikisini
de yere düşürdü. Kutlu Elçi gülerek yerden kalktı, Muâz ise, olanlardan
kendisini sorumlu tutmuş gibiydi. Kendisine kızarak ayağa kalktı. Yeniden
denediklerinde artık inat etmeyen merkep Hz. Peygamber ile Muâz’ı
nihayet taşımaya başlamıştı.
Hz. Peygamber elini arkaya doğru uzatarak Muâz’ın sırtına hafifçe
dokunup “Ey Muâz b. Cebel!” diye seslendi. Tam bir sevgi ve bağlılıkla,
“Buyur ey Allah’ın Resûlü, emrine âmâdeyim!” dedi Muâz. Bir süre daha
gittiler. Resûlullah tekrar, “Ey Muâz b. Cebel!” diyerek seslendi. Aynı
teslimiyetle, “Buyur ey Allah’ın Resûlü, emrine âmâdeyim!” diye cevap
verdi yine Muâz. Sonra bir süre daha gittiler. Nebî (sav) tekrar, “Ey Muâz b.
Cebel!” diye seslendi. Acaba ne diyecekti Resûlullah? İyice meraklanmıştı
Muâz, belli ki önemli bir şeydi diyeceği. Artan bir merakla tekrar, “Buyur ey
Allah’ın Resûlü, emrine âmâdeyim!” dedi. Efendimizin dilinden dökülen
ifade şöyleydi: “Muâz, sen Allah’ın kulları üzerindeki hakkının ne olduğunu
biliyor musun?” Her zamanki saygılı tavrıyla, “Allah ve Resûlü daha iyi
bilir.” dedi ve sustu Muâz. Sabırsızlıkla Hz. Peygamber’in anlatacaklarını
bekliyordu. Resûlullah daha fazla merakta bırakmadan Muâz’a sorusunun
cevabını verdi: “Allah’ın kulları üzerindeki hakkı, kulların O’na kulluk ve ibadet
etmeleri ve hiçbir şeyi O’na ortak koşmamalarıdır.”
Hz. Peygamber ve genç sahâbî bir süre daha merkep üzerindeki
yolculuklarına devam ettiler. Sonra Hz. Peygamber “Ey Muâz b. Cebel!”
diye seslendi yine. Muâz “Buyur ey Allah’ın Resûlü, emrine âmâdeyim!”
diyerek cevabını yineledi. Resûlullah, “Peki kulların Allah üzerindeki
hakkının ne olduğunu biliyor musun?” diye sordu. Muâz, “Allah ve Resûlü
daha iyi bilir.” diyerek cevabı beklemeye başlamıştı. Resûlullah, “Allah’a
349
HADİSLERLE İSLÂM
kulluk etmesi ve O’na ortak koşmaması hâlinde kuluna azap etmemesi ve onu
cennete koymasıdır.” sözleriyle verdi müjdeli haberi.1
Allah’ın üzerimizdeki en büyük hakkıdır O’nu tanımamız, O’na
kul olmamız ve O’nun tekliğini şeksiz şüphesiz kabul etmemiz. Çünkü
O yaratmıştır bütün varlığı ve insanın kendisini.2 Hem de en güzel bir
şekilde yaratmıştır.3 Varlığımızın yegâne sebebi O’dur ve insan, hakkında
“Ol!” emri verildiği için insan bu dünyada vardır. İnsanoğlunun yaratılışı
nedensiz ve gayesiz de değildir. Mahlûkatın en şereflisi olarak yeryüzünde
halife sıfatıyla var ettiği4 kulundan Yüce Yaratıcı’nın ilk beklentisi,
varlığını O’na borçlu olduğunu bilmesi ve O’nun kudreti karşısında boyun
eğmesidir. O, sadece Allah’a kulluk etmek için yaratılmış ve imtihan
dünyasına gönderilmiştir.5 Kul da kul olduğunu bilip mütevazı tavrını
korur, azamet ve kibriyânın, yücelik ve üstünlüğün sadece Allah’a ait
olduğunu benimserse6 Rabbi, onu içinden ırmaklar akan cennetlerine
koyacaktır.7 Ama kul, Rabbini inkâr ederek kendini büyük görür, O’nun
emir ve yasaklarına uymaz ve kulluğunu unutursa, işte o zaman, âhirette
kendisini azaptan kurtaracak yardımcı bulamayacaktır.8 Bu yüzden insan,
1 M143 Müslim, Îmân, 48;
B2856 Buhârî, Cihâd, 46; Rabbi karşısındaki konumunu bilmeli, alçakgönüllülüğünü korumalı ve
HM22423 İbn Hanbel, V, O’nun şu uyarısını unutmamalıdır: “Allah’ı unutan ve bu yüzden de Allah’ın
239.
2 En’âm, 6/102. da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın.”9
3 Tîn, 95/4.
Bütün mahlûkatı yaratan Rabbimiz cömertlikte eşsizdir.10 O’nun gece
4 En’âm, 6/165.
5 Zâriyât, 51/56. gündüz demeden verdiği nimetler saymakla bitmez, tükenmez.11 İçtiğimiz
6 M6680 Müslim, Birr, 136;
sudan,12 takındığımız mücevherlere kadar,13 bindiğimiz araçlardan14
D4090 Ebû Dâvûd, Libâs,
26.
giydiğimiz kıyafetlere kadar her şey ama her şey onun bize bahşettiği
7 Bakara, 2/25. hediyelerdir. Gözümüz, kulağımız, gönlümüz, elimiz, ayağımız, aklımız,
8 Nisâ, 4/173.
9 Haşr, 59/19.
sağlığımız hep O’nun ikramıdır. İşte, nasıl insanlardan ufak bir yardım
10 Neml, 27/40. gördüğümüzde teşekkür ediyorsak, bize hayatımızı, evlâdımızı, evimizi,
11 Nahl, 16/18; İbrâhîm,
barkımızı, malımızı, mülkümüzü, kısacası her şeyimizi bağışlayan Allah’a
14/34.
12 Nahl, 16/10. ne kadar teşekkür etsek az değil midir? Yüce Rabbimizin bizden beklediği
13 A’râf, 7/32.
de samimi bir kalp ile O’na bağlanıp nimetlerinin kadrini bilmeye gayret
14 Nahl, 16/8.
15 Nahl, 16/14, 78, 114. etmemiz ve kendisine şükretmemizdir.15 Ki, biz bütün günahları bağışlandığı
16 B4836 Buhârî, Tefsîr,
hâlde Rabbine şükretmekten asla vazgeçmeyen, daima minnettar bir kul
(Fetih) 2.
17 İM1856 İbn Mâce, Nikâh, olma gayretinde olan bir Peygamber’in ümmetiyiz.)16 O Peygamber ki, mal
5. edinmek isteyenlere önce şükreden bir kalp ve zikreden bir dil edinmelerini
18 T2486 Tirmizî, Sıfâtü’l-
350
HADİSLERLE İSLÂM
de, geri adım atıp Rabbine dönmeyi bilir. Allah da kulunun günahını fark 22 Mülk, 67/2.
açar.30 Çünkü Yüce Rabbimiz kendi lütfundan istenilmesini31 ve affetmeyi 26 Bakara, 2/189.
27 Mâide, 5/9.
sever. O’na hürmet eden32 ve O’nu devamlı hatırlayan33 kullarını affeder. 28 M6952 Müslim, Tevbe, 1.
Rahmeti geniş Rabbimiz34 gecenin son üçte birinde dünya semasına iner 29 B7507 Buhârî, Tevhîd, 35.
“Kim benim bir veli kuluma (dostuma) düşmanlık ederse, ben de ona harp 36 Fâtiha, I/45.
351
HADİSLERLE İSLÂM
ilân ederim. Kulum, kendisine farz kıldığım şeylerden daha sevimli bir şeyle
bana yaklaşamaz. Kulum nafile ibadetlerle de bana yaklaşmaya devam eder,
ta ki ben onu severim. (Sevince de) artık onun işiten kulağı, gören gözü, tutan
eli, yürüyen ayağı olurum. Benden isterse muhakkak ona (istediğini) veririm.
Bana sığınırsa muhakkak onu korur ve kollarım.”37 Gözün görmediği, akla
gelmeyen nice nimetler bahşeder ona.38 Dahası onu hiçbir gölgenin
(himayenin) bulunmadığı o dehşetli kıyamet gününde kendi gölgesinde
(himayesinde) barındırır.39
Rabbine yakın olmak, insan için, kul için dünyada da âhirette de çok
önemlidir. Yüce Allah şöyle buyurur: “Ben, kulumun benim hakkımdaki zannı
ne ise öyleyim. Beni andığında onunla beraberim. O beni kendi başına anarsa,
ben de onu kendi başıma anarım. O beni bir topluluk içinde anarsa, ben de
onu o topluluktan daha hayırlı bir topluluk içinde anarım. O bana bir karış
yaklaşırsa, ben ona bir arşın yaklaşırım. O bana bir arşın yaklaşırsa, ben ona
bir kulaç yaklaşırım. O bana yürüyerek gelirse, ben ona koşarak gelirim!”40 Ama
O’na kavuşmak istemeyene, O da kavuşmak istemez.41 O’nunla ilişkisini
kesenle, O da ilişkisini keser.42 Yani Yüce Yaratan, kulu ile ilişkisini
ayarlarken, onun kendisiyle nasıl bir ilişki kurduğuna bakar. Bir sarmaldır,
bir döngüdür kul ve Allah ilişkisi. Birbirini besleyen, birbirinden beslenen,
37 B6502 Buhârî, Rikâk, 38. daima canlı bir ilişkidir.
38 M7133 Müslim, Cennet, 3. Kul, Rabbine yaklaşmak için önce O’nun varlığına iman edip, O’na
39 MU1745 Muvatta’, Şa’r, 5.
40 B7405 Buhârî, Tevhîd, 15; kayıtsız şartsız boyun eğmeli, gücün ve kuvvetin O’na ait olduğunu
M6832 Müslim, Zikir, 21. bilmelidir.43 O’ndan gelene razı olmalı, O’nun rızası için sevmeli, O’nun
41 B6507 Buhârî, Rikâk, 41;
51 Tâ-Hâ, 20/126.
ve uzaklaşırlar birbirlerinden. İşte Yüce Allah, böyle bir kulun yüreğine
52 Gâşiye, 88/23-24. korku salar, âhirette yüzüne bakmazve en büyük azaba uğratır onu.52
352
HADİSLERLE İSLÂM
353
DİN
İLÂHÎ KILAVUZ
355
وج َّل؟ َق َ
ال: َ عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ قَالَ ُس ِئ َل ال َّنب ُِّي َ sأ�يُّ ْال َأ�دْ َيانِ َأ� َح ُّب �ِإ َلى ال َّل ِه عَ َّز
الس ْم َح ُة”. “ا ْل َح ِني ِف َّي ُة َّ
ول ال َّل ِه ِ sفي َح َّج ِة عَنْ جَابِرِ بْنِ سَمُرَةَ ال ُّسوَائِي قَالَ :س ِم ْع ُت َر ُس َ
ِّ
الد ُين َظا ِه ًرا عَ َلى ُك ِّل َم ْن نَا َو َأ� ُه َو َلا َي ُض ُّر ُه َم ْن “لا َي َز ُال هَ َذا ِّ َاع َي ُق ُ
ولَ : ا ْل َود ِ
خَ ا َل َف ُه َأ� ْو َفا َر َقهُ”.
356
İbn Abbâs’tan nakledildiğine göre, Hz. Peygamber’e (sav) “Yüce Allah’ın
en çok sevdiği din hangisidir?” diye soruldu. O da şöyle buyurdu: “Kolay
olan hanîflik dinidir.”
(EM287 Buhârî, el-Edebü’l-müfred, 108; HM2107 İbn Hanbel, I, 236)
357
H z. Muhammed (sav) henüz kendisine nübüvvet vazifesi ve-
rilmeden önce, onunla Mekke yolu üzerindeki Beldah vadisinde buluş-
muştu. Bir süre sonra Kureyşliler tarafından kendilerine et yemeği takdim
edildi. Hz. Peygamber yemeği yemekten kaçındı. O da yemeği reddetti ve
“Ben sizin putlarınız adına kesmekte olduğunuz hayvanların etlerinden yemem.
Ben sadece üzerine Allah’ın adı anılarak kesilen hayvanın etini yerim!..”1 dedi.
O, Hicaz diyarına vahiy inmeden beş sene evvel putperestliği terk etmiş,
ancak İslâm gelmeden önce de vefat etmişti. Bu kişi, cennetle müjdelenen
sahâbî Saîd b. Zeyd’in babası, Zeyd b. Amr b. Nüfeyl’den başkası değildi.
Hz. Peygamber’in, hakkında “O, âhirette tek bir ümmet olarak diriltilecektir.”
dediği2 Zeyd b. Amr...
Zeyd b. Amr b. Nüfeyl’in tevhid düşüncesine ulaşması meşakkatli
bir çabanın sonucunda gerçekleşmiştir. Mekke’deki şirk ortamından bu-
nalan Zeyd, hak dini bulmak amacıyla Şam’a doğru yola çıkar. Yahudi bir
bilginle karşılaşır ve “Belki sizin dininize girerim.” diyerek ona dinlerinin
mahiyetini sorar. Yahudi âlim, Zeyd’e, “Sen, Allah’ın gazabından nasibini
almadıkça dinimize giremezsin.” der. Zeyd de, “Ben zaten Allah’ın gaza-
bından kaçıyorum. Yapabilsem asla Allah’ın gazabını yüklenmem.” karşı-
lığını verir ve ondan, kendisine başka bir din göstermesini ister. Yahudi
âlim, “Benim bildiğim bir ‘Hanîf dini’ var.” deyince Zeyd, “Hanîf dini ne-
dir?” diye sorar. Yahudi: “O, İbrâhim’in dinidir. İbrâhim ne bir Yahudi, ne
de bir Hıristiyan’dı. O, Allah’tan başkasına ibadet etmezdi.” cevabını verir.
Zeyd onun yanından ayrılır. Arayışına devam ederken Hıristiyan bir bil-
ginle karşılaşır. Aynı şeyleri ona da sorar. O da, “Sen Allah’ın lânetinden
nasibini almadıkça asla bizim dinimize giremezsin!” der. Zeyd de ona,
“Ben zaten Allah’ın lânetinden kaçmaktayım ve yapabilsem asla Allah’ın
lânetini ve gazabını yüklenmem.” cevabını verir ve aynı şekilde ondan da
kendisine başka bir din göstermesini ister. Hıristiyan âlimi de böyle bir 1 B3826 Buhârî, Menâkıbü’l-
dinin Hanîf dini olabileceğini söyleyince, Zeyd ona “Hanîf dini nedir?” ensâr, 24.
2 NM4956 Hâkim, Müstedrek,
diye sorar. Hıristiyan bilgin “İbrâhim’in dinidir. O ne bir Yahudi, ne de V, 1855 (3/216); BZ1331
bir Hıristiyan’dı ve o sadece Allah’a ibadet ederdi.” karşılığını verir. Zeyd, Bezzâr, Müsned, IV, 165.
359
HADİSLERLE İSLÂM
8 “ Hanîf”, DİA, XVI, 35. datlarına uygun olmak teşkil eder. Aslında Allah tüm kullarını bu hanîf
9 Âl-i İmrân, 3/67.
tabiat üzerine yaratmıştır. “Her doğan fıtrat üzere doğar.”12 hadisindeki “fıt-
10 Bakara, 2/135.
11 Elmalılı, Hak Dini, I, 92- rat”, bazı âlimlere göre hanîfliktir. Nitekim Basra’ya yerleşen sahâbîlerden
93. Resûlullah’ın kadim dostu13 İyâz b. Hımâr’ın aktardığı bir rivayete göre,
12 B1358 Buhârî, Cenâiz, 79.
13 İBS571 İbn Abdülberr, Allah Resûlü (sav) bir konuşmasında ashâbına şunları söylemiştir: “Rab-
İstîâb, s. 571. bim, bana öğrettiklerinden sizin bilmediklerinizi bugün size öğretmemi emretti.
14 M7207 Müslim, Cennet,
360
HADİSLERLE İSLÂM
sadece Allah’a has kılarak) dine, Allah’ın o fıtratına çevir ki, O, insanları bunun
üzerine yaratmıştır...”15 âyeti, din ile fıtrat arasındaki sıkı ilişkiyi göstermek-
tedir. Tâbiûnun büyük âlimlerinden Mücâhid’in, “Fıtrattan kasıt dindir.”16
sözü, onun da âyeti böyle anladığını göstermektedir.
Dini ifade eden başka bir kavram da “millet”tir. Yol, âdet, gelenek anlamı-
na gelen ve genelde bir peygambere izafe edilerek kullanılan “millet”, peygam-
berler aracılığıyla gönderilen ilâhî mesajların bütünü olarak anlaşılmıştır.17
“İtaat”, “ibadet”, “ceza”, “karşılık” gibi anlamlara gelen din sözcüğü daha çok
dinî yükümlülükler toplamı anlamına gelen “şeriat”ı ifade etmek için kul-
lanılır. Dolayısıyla daha çok bir geleneği ifade eden “millet”ten farklı olarak
“din” sözcüğünde, “bir şeriata tâbi olma” anlamı göz önüne alınır.18 Nitekim
hadislerde de din sözcüğü umumiyetle “boyun eğ(dir)me, hükmetme” veya
“hesaba çekme”,19 “inanç ve ibadet”20 gibi anlamlarla yer alır.
Kur’an’ın “Millete İbrâhîme hanîfen”21 ifadesiyle İbrâhim Peygamber’e izafe
ettiği “hanîf millet (din)”geleneğinin son temsilcisi Allah Resûlü (sav), zaman
zaman kendisinin hanîflikle gönderildiğini beyan etmiştir. Şam’a yerleşen
ve hicrî 86 yılında hayata veda ettiğinde Şam’da en son vefat eden sahâbî
olarak bilinen22 Ebû Ümâme el-Bâhilî (Sudey b. Aclân), Hz. Peygamber’le
beraber çıktıkları bir askerî yolculuktan söz eder. Buna göre birlik, bu sefer
esnasında bir mağaranın önünden geçer. Birlikteki sahâbîlerden biri ma-
ğaraya girer. Orada bir ibrik su ile biraz da yeşillikten ibaret bir miktar
azık görür. Belli ki, birileri burada uzlet hayatı yaşamaktadır. Kendisi de
terk-i dünya eyleyip bu mağarada kalmayı ve az miktarda yiyecek ve içe-
cekle idare etmeyi bir an içinden geçirir. “Acaba Allah Resûlü’ne bu isteğimi
iletsem kabul eder mi?” diye düşünür. Ve hiç beklemeden bu fikrini Hz.
Peygamber’e (sav) açar. İslâm Peygamberi ona şu karşılığı verir: 15 Rûm, 30/30.
“Ben ne Yahudilik ne de Hıristiyanlıkla gönderildim. Ben, ancak hanîf ve 16 BS20358 Beyhakî, es-
kolay olan bir dinle gönderildim. Muhammed’in varlığını elinde tutan (Allah)’a Sünenü’l-kübrâ, 10/25.
17 ZT30/421, Zebîdî, Tâcü’l-
yemin olsun ki, Allah yolunda sabah ya da akşam vakti çıkılacak bir yolculuk, arûs, XXX, 421.
dünya ve dünyadaki her şeyden daha hayırlıdır. Müslümanlar arasında yer alma- 18 RM5 İsfehânî, Müfredât,
s. 565.
nız, tek başınıza uzlette kalacağınız altmış senelik namazdan daha hayırlıdır.”23 19 T2459 Tirmizî, Sıfatü’l-
vaptaki “hanîflik ve kolay din” vurgusu, İbn Abbâs tarafından aktarılan bir 22 İBS348 İbn Abdülberr,
İstîâb, s. 348.
başka hadiste de yinelenir. Buna göre Hz. Peygamber (sav) “Yüce Allah’ın 23 HM22647 İbn Hanbel, V,
en çok sevdiği din hangisidir?” şeklinde kendisine sorulan bir soruya “Ko- 266.
361
HADİSLERLE İSLÂM
lay olan hanîflik dinidir.”24 cevabını vermiştir. Allah Resûlü (sav) burada zarif
üslûbuyla insanlara, dinin özüne ve dindarlığın niteliğine dair önemli bir
gerçeği öğretmektedir. İslâm dininin tabiatını açıklayan bu hadise, önemi-
ne binaen Sahîh-i Buhârî’de bir konu başlığı olarak yer verilmiştir.25
Gerek Ebû Ümâme gerekse İbn Abbâs rivayetinde “hanîf” olmasının
yanında İslâm dininin, özellikle ruhbanlıkla özdeşleşen ve katı kuralları
olan Yahudilik ve Hıristiyanlıktan farklı bir başka yönüne de işaret edil-
mektedir ki, o da bu dinin “kolay” bir din olmasıdır. Dinî kuralların ve/ya
ibadetlerin tatbikinde inananlara meşakkat yüklememesi, Müslümanlığın
özünde mevcut bir hususiyettir. “Kolaylık”, fıtrata uygun olan bir durum-
dur. Din ile fıtratın, başka bir ifadeyle din ile yaratılıştan gelen özelliklerin
birbiriyle tam bir mutabakat sağlamasından kaynaklanan kolaylığın terk
edilmesi, insan hayatında ciddi sıkıntılara yol açacaktır. Bu itibarla Kur’ân-ı
Kerîm’de “Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez.”26 denilmektedir.
Fıtrattan kaynaklanan itidalli olma hâli müminin hayatında her aşa-
mada kendini hissettirmektedir. “De ki: Ey kitap ehli! Hakk’ın dışına çıkarak
dininizde aşırı gitmeyin. Daha önce sapmış ve birçoklarını da saptırmış, dümdüz
yoldan da şaşmış bir milletin arzu ve keyiflerine uymayın.”27 âyetinde, hakkın
dışına çıkarak dinde aşırı gitmenin arzu ve keyfe göre hareket etmekle bir
tutulması manidardır. İbn Abbâs’ın anlattığı bir olay bu konuda Efendimizin
(sav) derin hassasiyetinin izlerini taşımaktadır: “Allah Resûlü, hac ibadetini
yaparken bineğinin üzerinde bana ‘Benim için taş topla.’ dedi. Ben de taşları
topladım. Taşlar sapan taşı büyüklüğündeydi, onları Efendimizin (sav) eline
koyduğumda elindekilerden birini göstererek ‘İşte bunun gibi olanları topla,
dinde aşırılıktan sakının. Çünkü sizden öncekileri dinde aşırılığa gitmeleri helâk
etti.’ buyurdu.”28 Bazen dinin tanıdığı ruhsatları terk etmek dahi dinde aşırı-
lığın bir göstergesi olabilir. Nitekim Enes b. Mâlik, bir Şam yolculuğu esna-
sında cemaatle iki rekât kıldıkları ikindi namazlarının üstüne ikişer rekât
daha ilâve eden birilerini gördüğünde çok öfkelenmiştir. Onların, Allah’ın
24 EM287 Buhârî, el-Edebü’l- yolculuk için vermiş olduğu ruhsatı göz ardı edip sünneti terk ettiklerini
müfred, 108; HM2107 İbn
Hanbel, I, 236. söyleyerek Resûlullah’a nispet ettiği şu hadisi hatırlatmıştır: “Dinde aşırıya
25 B39 Buhârî, Îmân, 29.
giden bazı insanlar vardır ki, onlar okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkarlar.”29 Bu-
26 Bakara, 2/185.
27 Mâide, 5/77. rada dinden çıkmanın “inkâra saplanmak veya küfre düşmek” değil, dinin
28 N3059 Nesâî, Menâsikü’l-
belirlediği ölçüyü aşmak şeklinde anlaşılması gerektiği unutulmamalıdır.
hac, 217.
29 HM12642 İbn Hanbel, III,
Dinde aşırılığa gitmek Allah’ın geniş kıldığı dini daraltmak gibi bir
159. tutumu içinde saklamaktadır. Oysa Allah Resûlü, şöyle buyurmaktadır:
362
HADİSLERLE İSLÂM
“Şüphesiz Allah, her hak sahibine hakkını vermiştir. Dikkat edin, Allah uyulması
gereken sorumlulukları belirlemiş, kanunlarını bir bir ortaya koymuş, hadleri ve
sınırları tayin etmiş, helâl ve haram olanları belirleyerek dini ortaya koymuştur.
O, dini kolay, müsamahalı ve genişliklerle dolu bir din olarak vazederken, onu
asla daraltmamıştır.”30
Hz. Peygamber (sav) bir hadisinde dini zorlaştırmayı âdeta dinle re-
kabet etmeye kalkışmak olarak ifade ederken, dinî yaşantıda esas almamız
gereken ölçüyü de belirlemiştir. Merhamet Elçisi (sav) bir hadisinde bu hu-
susu şöyle dillendirmiştir: “Din kolaylıktır. Bir kişi takatinin üstünde ibadete
kalkışırsa din karşısında âciz kalır. Bunun için aşırıya kaçmayın, dosdoğru yolu
tutun ve (salih amellerden alacağınız mükâfattan ötürü) sevinin. Sabah, akşam
ve gecenin bir kısmında (dinç olduğunuz vakitlerden) yararlanın (ki taat ve iba-
detinize devam edin).”31 Efendimizin bu uyarısına rağmen tarih içerisinde
zaman zaman insan eliyle dinî hayatın zor yaşanır hâle getirildiği zamanlar
olmuştur. Aslında dinin, zorlaştırılmaya müsait bir yapıya sahip olduğu da
unutulmamalıdır. Enes b. Mâlik’e atfedilen bir rivayet, Allah Resûlü’nün,
“Bu din güçlüdür, onda rıfk ve yumuşaklıkla ilerleyin.” şeklindeki32 sözü, dinî
yaşantılarını kolaylaştırma üzerine bina etmeleri yönünde Müslümanlara
bir uyarı niteliğindedir. Dolayısıyla dinin kendisi kolay olmasına rağmen
onu zorlaştırmak mümkündür. “Dine rıfk ile yaklaşmak”, insanın tüm
ilişkilerini Allah’ın rızasına uygun, dengeli bir yapıya kavuşturması, her
davranışında tedrîcîliği esas alan bir ölçüye ve itidale sahip olmasıdır.
Özü itibariyle “hanîf” ve “kolay” olan İslâm dini sadece soyut itikad
esaslarına, teorik kabuller manzumesine indirgenebilecek bir din değildir.
“Cibrîl hadisi” olarak bilinen rivayette “iman”, “İslâm” ve “ihsan”ın ne ol-
duğunu öğreten vahiy meleği için Allah Resûlü, “Cibrîl size dininizi öğretti.”33
demiştir. Hadiste geçen “iman”ın dinin inanç boyutunu, “İslâm”ın, ibadet
ve muâmelât, “ihsan”ın ise ahlâk boyutunu ifade ettiği söylenebilir. Bu,
İslâm dininin sadece vicdanlara gizlenen bir duygudan ibaret olmadığı-
nı gösterir. Dinin davranışsal boyutları da vardır ve insanlardan talepleri 30 MK11532 Taberânî, el-
şılığını âhirette göreceklerdir. Dolayısıyla din, dünyada gerçekleştirilmesi 32 HM13083 İbn Hanbel, III,
199.
talep edilen ilâhî istekler manzumesidir. Bu itibarla İslâm’ın ayrılmaz bir 33 B50 Buhârî, Îmân, 37; M99
parçası da ibadet alanıdır. Hz. Peygamber’in, “Namaz dinin direğidir.”34 de- Müslim, Îmân, 7.
34 BŞ2807 Beyhakî, Şuabü’l-
mesi boşuna değildir. Yine Efendimizin (sav) “ibadetin özü” olarak ifade
îmân, 3, 39.
ettiği dua da35 namaz gibi hayatımızı anlamlandıran, bizi yalnızlık ve terk 35 T3371 Tirmizî, Deavât, 1.
363
HADİSLERLE İSLÂM
Kur’ân, 5. hadis, Buhârî’nin Sahîh’inde konu başlığı olarak yer alan, hemen hemen
41 İM760 İbn Mâce, Mesâcid,
bütün muteber hadis kaynaklarında bulunan ve “Din(in özü) samimiyettir
9.
42 HM17082 İbn Hanbel, IV,
(veya samimi olmaktır).” şeklinde Türkçeye çevrilebilecek olan “ed-Dînu en-
104. nasîhatu” hadisidir. Peygamber Efendimizin bu cümlesi, Temîm ed-Dârî’nin
364
HADİSLERLE İSLÂM
dışında Ebû Hüreyre,43 İbn Abbâs44 ve İbn Ömer45 gibi başka sahâbîlerden
de rivayet edilmiştir.
Bu hadis, İslâm’ın ayırıcı özelliklerini ifade eden “Ameller niyetlere
göredir.”46 “Kişinin mâlâyânî (anlamsız, gereksiz) şeyleri terk etmesi, güzel Müs-
lüman olduğunu gösterir.”47 “Sizden biri, kendisi için istediğini mümin karde-
şi için de istemedikçe mümin olamaz.”48 şeklindeki diğer üç hadisle beraber
İslâm dininin imana dayanan ahlâk özünü temsil etmektedir. Bu özün
içinde samimi ve içten niyetle hayırların peşinde koşmak, lüzumsuz ve
faydasız şeylere itibar etmeyerek insanların salâh ve felâhı için çalışmak
ve Müslüman kardeşini karşılıksız sevmek vardır. Dinin talep ettiği ahlâkî
tutum ve davranışların anlamlı olabilmesi o davranışların samimi biçimde
yerine getirilmesiyle mümkündür.
Bilge sahâbî Temîm’in rivayetinde yer alan “Din nasihattir.” ifadesine,
Türkçemizde kelimenin yaşadığı anlam daralması nedeniyle pek çok kere,
“Din vaaz ve öğütten ibarettir.” anlamı verilmektedir. Hâlbuki “nasihat” ke-
limesi incelendiğinde onun, “bir şeyi veya kimseyi içten ve gönülden sev-
mek”, “O’na ihlâs, sadakat ve samimiyetle bağlanmak”, “arı, duru ve saf ol-
mak” anlamlarına geldiği görülür. Buradaki saflık öyle saf ve duru olma
hâlidir ki, kelimenin türediği köke doğru biraz gitmek, hadisin ifade ettiği
duruluğu ve lezzeti insana güçlü bir hissiyatla tattırmaktadır. Arap dilbilim-
cisi el-Esmaî, “Arapçada saf bala ‘nâsih’ derler.” derken49 sanki samimiyetin
bal kadar leziz olması gerektiğini anlatmak ister gibidir. Aynı şekilde içinde
aldatma duygusu olmayan, kalbi halis kimselere nasûh denilmesi, Kur’an’ın,
43 N4204 Nesâî, Biat, 31.
ihlâsla ve samimi olarak edilen tevbeleri “nasûh tevbesi” olarak anması50 bu 44 HM3281 İbn Hanbel, I,
samimiyetin derecesini göstermektedir. Dördüncü hicrî asrın gözde hadis- 351.
45 DM2782 Dârimî, Rikâk,
çisi Hattâbî’nin ifade ettiği gibi nasihat çok kapsamlı bir kelime olup Arap
41.
dilinde onu bir sözcükle izah etmek yeterli değildir.51 Memlükler devri ha- 46 B1 Buhârî, Bedü’l-vahy, 1.
seye dönüştürmesi, “nasaha” fiiliyle ifade edilir ve dikiş iğnesine “minsah” 206.
49 KC7/234 Kurtubî, Tefsîr,
denir. İğnenin elbiseyi onarması gibi, kişi de nasihatleriyle kardeşinin ken- VII, 234; LA49/4438 İbn
disine çeki düzen vermesini sağlar. Yine ona göre “nasûh” kelimesinin içten Manzûr, Lisânü’l-Arab, IL,
4438.
ve samimi şekilde edilen tevbelere sıfat olması, âdeta günahlarla örselenen 50 Tahrîm, 66/8.
din elbisesinin, tevbe ile yeniden tamir edilmesi sebebiyledir.52 51 GH2/228 Hattâbî, Garîbü’l-
anlamı verildiği takdirde, zıt anlamı; aldatmak, kandırmak ve ikiyüz- kârî, I, 498.
365
HADİSLERLE İSLÂM
366
HADİSLERLE İSLÂM
miştir. Yine bir hadisinde Hz. Peygamber’in (sav) “Her dinin bir ahlâkı (ka- Mu’cemü’l-kebîr, 18, 159.
66 İM4181 İbn Mâce, Zühd,
rakteri, özü) vardır. İslâm’ın ahlâkı da hayâdır.”66 dediği nakledilmektedir. 17.
Öte yandan “Kişi evlendiğinde dinin yarısını tamamlamış olur, öbür yarı- 67 KU44403 Müttakî el-
Hindî, Kenzü’l-ummâl,
sında da takva (Allah’a karşı sorumluluk bilinci) sahibi olsun.”67 hadisinde de
XVI, 271; BŞ5486 Beyhakî,
belirtildiği gibi takva, “dinin yarısı” olarak takdim edilmiştir. İnsanı yan- Şuabü’l-îmân, IV, 382.
367
HADİSLERLE İSLÂM
kıyâme, 56. rini hidayetle ve hak dinle gönderendir.”70 ve “Bu din kendisine düşmanlık besle-
70 Tevbe, 9/32-33.
yenlere üstün olmaya devam edecektir. Dine karşı duranlar ve onu terk edenler
71 HM21245 İbn Hanbel, V,
368
2. BÖLÜM
BİLGİ
BİLGİ
İLİM İLİM BİLMEKTİR
َ َف َق
:ال s خَ َط َب َنا َر ُس ُول ال َّل ِه:َعَنْ َأ�بِى ال َّدرْدَاءِ قَال
”... َف ُر َّب ُم َب َّل ٍغ َأ� ْوعَ ى ِم ْن َسا ِم ٍع،ُ“ن ََّض َر ال َّل ُه ا ْم َر ًأ� َس ِم َع ِم َّنا َح ِديث ًا َف َب َّل َغ ُه َك َما َس ِم َعه
Ebu’d-Derdâ anlatıyor:
“Resûlullah (sav) bize bir konuşma yaptı ve şöyle buyurdu: ‘Allah, bizden
bir söz işitip, onu işittiği gibi (başkasına) ulaştıran kişinin yüzünü ak etsin.
Kendisine (bilgi) ulaştırılan nice kimseler vardır ki onu işiten (ve kendisine
aktaran) kimseden daha kavrayışlıdır...”
(DM236 Dârimî, Mukaddime, 24; T2657 Tirmizî, İlim, 7)
371
عَنْ قَيْسِ بْنِ كَثِيرٍ قَالََ :قدِ َم َر ُج ٌل م َِن ا ْل َمدِ ي َن ِة عَ َلى َأ�بِى الدَّ ْردَا ِء َوهُ َو بِدِ َمشْ قَ َف َق َال:
يث َب َل َغنِى َأ�ن ََّك ت َُحدِّ ُث ُه عَ ْن َر ُسولِ ال َّل ِه ...s َما َأ� ْقدَ َم َك َيا َأ�خِ ى؟ َف َق َالَ :حدِ ٌ
ولَ “ :م ْن َس َل َك َط ِري ًقا َي ْب َتغِى فِي ِه عِ ْل ًما َس َل َك ول ال َّل ِه َ sي ُق ُ َق َالَ :ف ِإ�نِّى َسمِ ْع ُت َر ُس َ
ال َّل ُه ِب ِه َط ِري ًقا �ِإ َلى ا ْل َج َّن ِة َو�إ َِّن ا ْل َمل َائ َِك َة َل َت َض ُع َأ� ْجن َِح َت َها ِر ًضا ل َِطال ِِب ا ْل ِع ْل ِم َو�إ َِّن ا ْل َعال َِم
ات َو َم ْن فِى ْال َأ� ْر ِض َح َّتى ا ْلحِ ي َت ُان فِى ا ْل َما ِء َو َف ْض ُل ا ْل َعال ِِم الس َم َو ِ َل َي ْس َت ْغ ِف ُر َل ُه َم ْن فِى َّ
عَ َلى ا ْل َعابِدِ َك َف ْض ِل ا ْل َق َم ِر عَ َلى َسا ِئ ِر ا ْل َك َواكِ ِب �إ َِّن ا ْل ُع َل َما َء َو َر َث ُة ْال َأ� ْن ِب َيا ِء �إ َِّن ْال َأ� ْن ِب َيا َء َل ْم
ُي َو ِّر ُثوا دِي َنا ًرا َو َلا ِد ْرهَ ًما �ِإن ََّما َو َّر ُثوا ا ْل ِع ْل َم َف َم ْن َأ�خَ َذ ِب ِه ف َقدْ َأ�خَ َذ ب َِح ٍّظ َوا ِف ٍر.
عَ نْ َأ�بِى مُوسَى عَ ِن ال َّنب ِِّي َ sق َالَ “ :مث َُل َما َب َع َثنِى ال َّل ُه م َِن ا ْل ُهدَ ى َوا ْل ِع ْل ِم َك َمث َِل ا ْل َغ ْي ِث
اب َأ� ْر ًضاَ ،ف َك َان ِم ْن َها َن ِق َّي ٌة َق ِب َل ِت ا ْل َما َءَ ،ف َأ� ْن َب َت ِت ا ْل َك َل َأ� َوا ْل ُعشْ َب ا ْل َكثِي َرَ ،و َكان َْت
ا ْل َكثِي ِر َأ� َص َ
اب ِم ْن َها اسَ ،فشَ ِر ُبوا َو َس َق ْوا َو َز َرعُ واَ ،و َأ� َص َ ِم ْن َها َأ� َجاد ُِب َأ� ْم َس َك ِت ا ْل َما َءَ ،ف َن َف َع ال َّل ُه ب َِها ال َّن َ
َطا ِئ َف ًة ُأ�خْ َرىِ� ،إن ََّما ه َِى قِي َع ٌان َلا ت ُْمسِ ُك َما ًءَ ،و َلا ُت ْنب ُِت َك َل ًأ�َ ،ف َذل َِك َمث َُل َم ْن َف ُق َه فِى د ِ
ِين
ال َّل ِه َو َن َف َع ُه َما َب َع َثنِى ال َّل ُه ِبهَِ ،ف َعل َِم َوعَ َّل َمَ ،و َمث َُل َم ْن َل ْم َي ْر َف ْع ب َِذل َِك َر أ�ْ ًساَ ،و َل ْم َي ْق َب ْل هُ دَ ى
ال َّل ِه ا َّلذِ ى ُأ� ْرسِ ْل ُت ِبهِ”.
ات ْال ِإ�ن َْس ُان ا ْن َق َط َع ول ال َّل ِه َ sق َالِ�“ :إ َذا َم َ عَنْ َأ�بِى هُرَيْرَةَ َأ� َّن َر ُس َ
عَ ْن ُه عَ َم ُل ُه �ِإ َّلا ِم ْن َثل َا َث ٍةِ� :إ َّلا ِم ْن َص َد َق ٍة َجا ِر َي ٍة َأ� ْو ِع ْل ٍم ُي ْن َت َف ُع ِب ِه َأ� ْو َو َل ٍد
َصا ِل ٍح َي ْدعُ و َلهُ”.
ول:ول ال َّل ِه َ sي ُق ُ عَنْ عَبْدِ ال َّلهِ بْنِ عَمْرٍو قَالََ :ك َان َر ُس ُ
“ال َّل ُه َّم �ِإنِّى َأ�عُ و ُذ ب َِك م ِْن َق ْل ٍب َلا َي ْخشَ ُع َوم ِْن دُعَ ا ٍء َلا ُي ْس َم ُع َوم ِْن َن ْف ٍس َلا تَشْ َب ُع َوم ِْن ِع ْل ٍم
َلا َي ْن َف ُع َأ�عُ و ُذ ب َِك م ِْن هَ ُؤ َلا ِء ْال َأ� ْر َب ِع”.
372
Kays b. Kesîr anlatıyor: Medine’den bir adam Dımaşk’ta bulunan Ebu’d-
Derdâ’nın yanına geldi. Ebu’d-Derdâ ona, “Kardeşim, seni buraya
getiren nedir?” diye sordu. Adam, “Senin Resûlullah’tan (sav) naklettiğini
öğrendiğim bir hadis.” cevabını verdi... Bunun üzerine Ebu’d-Derdâ dedi
ki, “Resûlullah’ı (sav) şöyle derken işittim: ‘Kim ilim için yola çıkarsa Allah
ona cennete giden yolu kolaylaştırır. Melekler, hoşnutluklarından dolayı ilim
talebesine kanatlarını serer. Sudaki balıklara varıncaya kadar yer ve gök ehli âlim
kişinin bağışlanması için Allah’a yakarır. Âlimin, âbide (ibadet edene) üstünlüğü,
(parlaklık, görünürlük ve güzellik bakımından) ayın diğer yıldızlara olan
üstünlüğü gibidir. Kuşkusuz âlimler peygamberlerin vârisleridir. Peygamberler
miras olarak ne altın ne de gümüş bırakmışlardır; onların bıraktıkları yegâne
miras ilimdir. Dolayısıyla kim onu alırsa büyük bir pay almış olur.’”
(T2682 Tirmizî, İlim, 19)
373
O nlarca sahâbînin yerleşmesiyle birlikte Şam, erken dönemde
İslâm’ın ilim merkezlerinden biri hâline gelmişti. Ashâbın Allah Resûlü’nden
öğrendikleri bilgileri edinmeye hevesli ilim talipleri, uzak yakın demeden bu
bölgeye yolculuk etmeye başlamıştı. Âdeta bir ilim seferberliği ilân edilmiş,
ilim uğruna, sınırları hayli genişlemiş olan İslâm coğrafyasının doğusun-
dan batısına seyahatler yapılmaya başlanmıştı.1 Nice hadis âlimi yetiştirmiş,
Şamlı büyük hadis hafızı Ebû Müshir,2 Dımaşk’a yerleşen sahâbîler içinde
Ebu’d-Derdâ’yı da saymıştı. Peygamberimizin “ümmetimin hakîmi” dediği,
Hz. Ömer’in de, halifeliği döneminde Dımaşk’a kadı olarak görevlendirdiği
bilge sahâbî Ebu’d-Derdâ, Dımaşk’ta yaşamış ve orada vefat etmişti.3
Tâbiînden Kays b. Kesîr’in anlattığına göre, bir adam Medine’den yola
çıkarak Dımaşk’a Ebu’d-Derdâ’yı görmeye gelir. Ebu’d-Derdâ, “Kardeşim,
seni buraya getiren nedir?” diye sorar. Adam, “Senin Resûlullah’tan (sav)
naklettiğini öğrendiğim bir hadis.” diye cevap verir. Ebu’d-Derdâ, “Sahi
başka bir ihtiyaç için gelmedin mi?” der. Adam, “Hayır” der. Ebu’d-Derdâ,
“Ticaret için de mi gelmedin?” deyince adam, “Hayır, sadece o hadisi sen-
den öğrenmek için geldim.” der. Bunun üzerine Ebu’d-Derdâ, “Evet” der,
“Resûlullah’ın şöyle dediğini işittim: “Kim ilim için yola çıkarsa Allah ona
cennete giden yolu kolaylaştırır. Melekler, hoşnutluklarından dolayı ilim tale-
besine kanatlarını serer. Sudaki balıklara varıncaya kadar yer ve gök ehli âlim
kişinin bağışlanması için Allah’a yakarır. Âlimin, âbide (ibadet edene) üstünlüğü,
(parlaklık, görünürlük ve güzellik bakımından) ayın diğer yıldızlara olan üstün-
lüğü gibidir. Kuşkusuz âlimler peygamberlerin vârisleridir. Peygamberler miras
olarak ne altın ne de gümüş bırakmışlardır; onların bıraktıkları yegâne miras
ilimdir. Dolayısıyla kim onu alırsa büyük bir pay almış olur.”4
İnsan için uğrunda yorulmaya, sıkıntı çekmeye değer en hayırlı 1 CU1/40 İbnü’l-Esîr,
Câmiu’l-usûl, I, 40.
gaye, bilgidir. Bilgi yoluna adanmak, bilgi uğrunda ortaya konulan iradî 2 ZK3082 Zehebî, Kâşif, I,
bir tavra işaret etmekte olup, gönüllü girilen bu yolda, gerekirse pek çok 611.
3 İBS798 İbn Abdülber, İstîâb,
dünyevî zevk ve menfaatten mahrum kalmayı, çile ve zorluklara göğüs s. 798.
germeyi gerektirmektedir. Bu bağlamda, sadece dinî bilgiye ulaştıran de- 4 T2682 Tirmizî, İlim, 19.
375
HADİSLERLE İSLÂM
BİLGİ
ğil, insanlığa faydalı olan her türlü bilgi ve yönteme götüren yol kıymet-
lidir. Esasen insan bilmekle yücelir. Yaratıldığında Hz. Âdem’e melekle-
rin secdesi, onun bilgisinden dolayı olduğu gibi, dünyada da meleklerin
insana tazim ve saygısı aynı sebepten ötürü devam etmektedir. “İlim”
sıfatının tecellisi ile ortaya çıkan varlıklar bilgiye, bilene karşı şükran
duyguları beslerler. Bilme niteliği insanla var olduğu için, bütün var-
lıklar, ona olan şükran duygularını onun bağışlanması için dua ederek
dışa vururlar. Âlim bilgisi ile çevresini aydınlatır. Âbid de ibadetiyle ışık
verir. Ancak âlimin âbide üstünlüğü, aydınlatma bakımından ayın diğer
yıldızlara üstünlüğü gibidir. Zira bilginin, bireyin sınırlarını aşan ve et-
rafını aydınlatan bir ışığı vardır.
Melekler, kötülüğe karşı çıkma ve iyiliği egemen kılma mücadelesi
olan Bedir Savaşı’nda inananlara destek oldukları gibi,5 ilme talip olana,
kendisini bilgi arayışına adayana da yardım eder ve kanat gererler. Zira
bilgi peşinde koşmak da Allah yolunda bir mücadeledir. Allah Resûlü “İlim
için yola koyulan kimse, dönünceye kadar Allah yolundadır.”6 sözüyle buna işaret
etmiştir. İlim, Allah yoluna çağıran, fertlerin iç dünyasını ve toplumu kötü-
lüklerden arındıran, fıtrata uygun olanı salık veren peygamberlerin mirası-
dır. Bilgi onlardan tevarüs edilen bir zenginliktir. Peygamberlerin mirasına
talip olanlar, onların yakınları gibidir. Çünkü miras yakınlara bırakılır.7 Bu
durum aynı zamanda bilginin aktarılabilir olduğuna bir işarettir. İnsanı
doyuracak, kandıracak ve mutlu edecek yegâne vasıta bilgidir. Peygambe-
rimizin bu sözü, insanın bilgi sahibi olmasının hem kendisi hem de diğer
bütün varlıklar için ne kadar kıymetli olduğunu vurgulamaktadır.
İnsanı diğer varlıklardan ayıran ve sorumlu kılan yönü, bilme yeti-
sidir. İnsanın fıtratında var olan bilme ve bilgi üretme kabiliyeti ile diğer
varlıklara karşı elde ettiği üstünlüğünden Kur’an’da şu şekilde bahsedilir:
“Ve (Allah) Âdem’e bütün isimleri öğretti, sonra eşyayı meleklere gösterdi. ‘Eğer
sözünüzde samimi iseniz bunların isimlerini bana söyleyin.’ dedi. Cevap verdiler:
‘Sen bütün eksikliklerden uzaksın, öğrettiğinden başka bizim bir bilgimiz yoktur.
Şüphesiz her şeyi hakkıyla bilen, her şeyi hikmetle yapan sensin.’”8 Bu âyetler
insanın ‘bilen varlık’ oluşunu vurgulamasının yanı sıra, onun sahip oldu-
5 Âl-i İmrân, 3/124.
6 T2647 Tirmizî, İlim, 2. ğu bilginin kaynağına da işaret etmektedir. Bilginin kaynağı, insana bil-
7 FK2/118 Münâvî, Feyzu’l-
mediklerini belleten, kalemle (yazmayı) öğreten,9 her şeyi bilen Allah’tır.
kadîr, II, 118-119.
8 Bakara, 2/31-32.
İnsan ancak Allah’ın dilemesi sonucu derin anlayış ve bilgiye ulaşabilir.
9 Alak, 96/4-5. İbn Abbâs’ın naklettiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Allah
376
HADİSLERLE İSLÂM
BİLGİ
her kimin iyiliğini dilerse, dinin inceliklerini anlama konusunda ona kabiliyet
verir.”10 Bundan dolayıdır ki, Kur’an’da ilim, doğrudan insana nispet edil-
memiş, “kendilerine ilim verilenler”11 şeklinde ya da Hz. Yusuf,12 Hz. Lût,13
Hz. Dâvûd ve Hz. Süleyman14 ile ilgili olarak kullanıldığı gibi “ilim ve hik-
met verdik.” şeklinde Allah’a izafe edilmiştir.
Kur’an da kendisinden “ilim” olarak bahsetmektedir.15 Bununla bir-
likte vahiy şeklindeki bilgi, insanın bilme ve üretme kabiliyetini geliştiren,
onu açığa çıkaran, insanı düşünmeye, bilmeye, kavramaya teşvik eden,
en doğruya yönlendiren ilke ve hükümleri içermektedir. Allah insanı bil-
gi varlığı olarak yaratmış, bilgi elde edebilmesi için de maddî ve mânevî
unsurlarla donatmıştır. Beş duyu ve akıl, insana bahşedilmiştir. Kur’an’da
hakiki bilgiye ulaşmada aklın kullanılmasının önemine sıkça işaret edil-
diği görülmektedir: “Allah’tan başkalarını dost edinenlerin durumu, kendine
bir ev edinen örümceğin durumu gibidir. Evlerin en dayanıksızı ise şüphesiz
örümcek evidir (ağıdır). Keşke bilselerdi! Şüphesiz Allah, onların, kendini bırakıp
da başka ne tür şeylere taptıklarını biliyor. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve
hikmet sahibidir. İşte bu temsilleri biz insanlar için getiriyoruz. Onları ancak
âlimler düşünüp anlarlar.”16 âyeti bunun güzel bir örneğidir. Akıl tek başına
bir bilgi kaynağı olmasa da bilgiye ulaştıran bir güç ve kabiliyettir.
Aklın yanı sıra insana verilen duyular da onun bilme yetisini oluş-
turan özelliklerdendir: “Allah, sizi analarınızın karnından dünyaya getirdi-
ğinde bilmeyen bir hâldeydiniz. Şükredesiniz diye size kulaklar, gözler ve kalp-
ler verdi.”17 âyeti insanın, bilmediklerini kendisine bahşedilen bu duyular
sayesinde öğrenebileceğine işaret etmektedir. “Hakkında kesin bilgi sahibi
olmadığın şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan
sorumludur.”18 âyeti de bir yandan duyuların bilgiye ulaştıran vasıtalar ol-
duğunu, diğer yandan da akıl ve duyuların bilgiyi elde etmede, hakikati 10 T2645 Tirmizî, İlim, 1.
idrak etmede sınırlı bir güce sahip olduğunu bildirmektedir. Bu bakımdan 11 Kasas, 28/80.
12 Yûsuf, 12/22.
insan her zaman ilâhî kaynaklı bir bilgiye ve yol göstericiliğe muhtaçtır. 13 Enbiyâ, 21/74.
İslâm kültüründe fıkıh, irfan ve hikmet, bilgi çerçevesini belirleyen temel 14 Enbiyâ, 21/79.
15 Ra’d, 13/37.
kavramlardır. Fıkıh, bir çaba (ictihad) sonucunda ulaşılan derin kavrayış;19 16 Ankebût, 29/41-43.
irfan, mânevî tecrübeyi işin içine katmak suretiyle bilgiye ulaşma meleke- 17 Nahl, 16/78.
18 İsrâ, 17/36.
sini ifade eden mânâları idrak etme; hikmet ise, dengeli olma, orta yol 19 LA38/3450, İbn Manzûr,
aynı zamanda imanla yakından ilişkili olarak, ruhen ve fikren ilerleme Lisânü’l-Arab, XI, 953.
377
HADİSLERLE İSLÂM
BİLGİ
çabasıdır. “Allah’a karşı ancak, kulları içinden âlim olanlar huşû (derin say-
gı) duyarlar.”21 âyeti, bilgi ile iman arasındaki bu ilişkiyi güçlü bir şekil-
de vurgulamaktadır. “De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”22 âyeti
de bilgi-iman birlikteliğinin bir başka ifadesidir. Âyetteki soru, Allah’ın
verdiği nimete nankörlük eden, ona ortak koşan kişi ile gece vakitlerin-
de, secde hâlinde ve kıyamda, âhiretten korkarak ve Rabbinin rahmetini
umarak itaat ve kulluk eden kişinin mukayesesi yapılırken sorulmaktadır.
Bilginin artmasına bağlı olarak Allah’a duyulan saygı ve sevginin de art-
tığının ifade edilmesi bilginin, kalbe, ruha ve davranışlara etkisine işaret
etmektedir. “...Öğretmekte ve okuyup okutmakta olduğunuz ‘Kitap’ sayesinde
rabbânî olun.”23 âyetiyle Müslümanlardan ‘rabbânî’ yani ‘ilim ve hikmet
sahipleri’ olmaları istenmiştir.24 Âyette özellikle “rabbânî” ifadesinin kul-
lanılması, Müslümanların, davranışlarına etki eden bir bilgiyle Rabbin
yolundan giden, O’na yönelen örnek kişiler olmaları gerektiği yönündeki
bir vurgudur.25 Rabbânî olmak, haddizatında ilim, basiret ve insanları yö-
netme kabiliyetine bir arada sahip olmak demektir.26
Allah Resûlü temsilî bir anlatımında, kalbini ve zihnini ilme ve fik-
re açan insanlarla, bu değerlere ilgisiz ve kapalı olanların farkını son
derece etkileyici bir biçimde şöyle dile getirmektedir: “Allah’ın benimle
gönderdiği hidayet ve ilim, (farklı yapılardaki) topraklara düşen bol yağmura
benzer. Bunlardan bazıları temizdir, suyu alır, bol bitki ve ot yetiştirir. Bazıları
kuraktır, suyu (yüzeyinde) tutar. Bu sudan insanlar yararlanır; hem kendileri
içerler hem de (hayvanlarını) sularlar ve ziraat yaparlar. Diğer bir toprak çe-
şidi de vardır ki dümdüzdür. (Ona da yağmur düşer ama) o ne su tutar ne de
bitki yetiştirir. Allah’ın dinini inceden inceye kavrayan, Allah’ın beni kendisiyle
gönderdiğinden (hidayet ve ilimden) faydalanan, öğrenen ve öğreten kimse ile
(bunları duyduğu vakit kibrinden) başını bile kaldırmayan ve kendisiyle gön-
derildiğim Allah’ın hidayetini kabul etmeyen kimsenin misali işte böyledir.”27
21 Fâtır, 35/28. Kuşkusuz herkesin ilme iştiyakı aynı değildir. İlme susamış nice insan-
22 Zümer, 39/9. lar vardır ki, onlar ilmi alır, aynı zamanda işler ve başkalarının da istifa-
23 Âl-i İmrân, 3/79.
24 203163 Buhârî, İlim, 10 desine sunar. Kimileri de ilmi sadece kendi gelişimi için öğrenir ve onu
—Bab Başlığı—. içinde saklı tutar. Ve kimileri de vardır ki, ilme hiç ilgi duymaz, bilgiye
25 TCS75 Tefsîru Celâleyn, I,
378
HADİSLERLE İSLÂM
BİLGİ
gelleri de kaldırır. İlmin kaynağı olan Allah onu, kuşkusuz çalışana, talip
olana bahşetmektedir. Sevgili Peygamberimiz “İlim ancak öğrenmekle elde
edilir.”28 buyurmuş, İbn Abbâs da “Kişi âlim olarak doğmaz.” diyerek bu
gerçeği dile getirmiştir.29 Kuşkusuz marifet iltifata tabidir. Bilgilenme, iki
taraflı bir etkinliğin sonucudur. Bilgi verenin çabası kadar bilgiyi almak
isteyenin de çabası gereklidir.
Son vahyin ilk hitabı “Oku!” emriyle başlamış30 ve inananlar, kendileri,31
yerin ve göğün yaratılışı, tabiat olayları32 hakkında, kısacası varlığın her bo-
yutu üzerinde düşünmeye davet edilmişlerdir.
Peygamberlerin mesajının özü bilgidir. Nübüvvet geleneğinin son
temsilcisi olan Hz. Peygamber’in öğretisinin temelinde de ‘bilgi’ vardır.
O, kendisinin bir muallim olarak gönderildiğini belirtmiştir.33 Peygam-
berimiz “Öğreten, öğrenen, dinleyen ya da ilmi seven/destekleyen ol, beşincisi
olma, helâk olursun!”34 diyerek Müslümanlar için bilgiye dayalı bir hayat
anlayışını salık vermiştir. Zira insan, bilgi merkezli bir etkinliğe ancak
bu sayılanlardan birisi olmakla katılır. Onun varoluş mücadelesini sür-
dürmesi ancak bilgi ile mümkündür. Aksi takdirde insanı insan yapan bu
temel değerden yoksun kalır ki, bu da onun helâki demektir. İşte bundan
dolayıdır ki, Peygamberimiz “Öğreten ve öğrenen, sevap konusunda eşittir.”35
sözüyle, bilgi alışverişini insanlar arasındaki ilişkinin temeline koymuş ve
bilmeyenleri öğrenmeye, bilenleri de öğretmeye teşvik etmiştir.
28 ME2663 Taberânî, el-
Abdullah b. Mes’ûd’un rivayet ettiği şu hadisinde de Peygamberimiz, Mu’cemü’l-evsat, III, 118;
ilim öğrenme ve onu başkalarına öğretme işinin, kişiye nasıl üstünlük 203163 Buhârî, İlim, 10
—Bab başlığı—.
kazandırdığını vurgulamaktadır: “Ancak iki kişiye gıpta edilir: Onlardan biri, 29 MŞ26114 İbn Ebû Şeybe,
Allah’ın kendisine mal verdiği ve Hak yolunda o malı harcamasına imkân tanı- Musannef, V, 284.
30 B3 Buhârî, Bed’ü’l-vahy, 1.
nan kişi, diğeri de Allah’ın kendisine hikmet verdiği ve onunla hüküm veren ve 31 Zâriyât, 51/21.
onu başkalarına öğreten kişidir.”36 Peygamber Efendimizin, “Bir ilim öğreten 32 Bakara, 2/164.
33 DM357 Dârimî,
kimseye, —onların sevabında bir eksilme olmaksızın— öğrettiği ilimle amel eden-
Mukaddime, 32.
lerin kazandıkları sevap kadar sevap verilir.” buyurması da37 bilgi sahibi olup 34 DM254 Dârimî,
onu aktarmanın kıymetini dile getirdiği gibi, bilginin davranışlara yansı- Mukaddime, 26.
35 İM228 İbn Mâce, Sünnet,
ması gerektiğine de işaret etmektedir. 17.
Allah Resûlü bizzat kendisi ilim öğretme ve ilimle amel etme ör- 36 B73 Buhârî, İlim, 15.
I, 220.
Mus’ab b. Umeyr’i38 ve İbn Ümmü Mektûm’u Medine’ye muallim olarak 39 B3925 Buhârî, Menâkıbü’l-
379
HADİSLERLE İSLÂM
BİLGİ
42 ST2/22 İbn Sa’d, Tabakât, ilim öğrenenlerin yanlarına oturmuştur.44 Sonradan mescidin yanı ba-
II, 22. şında sadece ilim talebeleri için Suffe denilen özel bir mekân ayrılmış-
43 İBS434 İbn Abdülber,
380
HADİSLERLE İSLÂM
BİLGİ
Suffe, ilim öğrenmek için orada yatılı kalan sakinlerinin yanı sıra, dı-
şarıdan gelen misafirlerin de ağırlandığı bir yerdi. Müslüman olmak için
dışarıdan gelenler de belli bir müddet Medine’den ayrılmayıp Suffe’de
kalarak Peygamberimizin terbiyesinden geçerlerdi. Sonrasında aldıkları
bu bilgi ve görgüyü aktarmak üzere memleketlerine dönerlerdi. Hicretin
dokuzuncu yılında Tebük Seferi’nden önce46 Basra’da47 bir grupla bir-
likte İslâm’a giren Mâlik b. Huveyris (ra), arkadaşları ile Medine’ye gelir.
Sonrasını Mâlik’in kendi ağzından dinleyelim: “Biz, yaşları birbirine ya-
kın gençler olarak Resûlullah’ın yanına gittik. Orada yirmi gün kaldık.
Resûlullah (sav) merhametli ve yufka yürekli bir insandı. Ailelerimizi öz-
lediğimizi fark edince, ailelerimiz konusunda bizimle sohbet etti, sorular
sordu. Biz de kendisine anlattık. Bunun üzerine buyurdu ki: “Haydi aile-
lerinizin yanına dönün, onların yanında kalın, (öğrendiklerinizi) onlara öğretin
ve yapmaları gerekenleri söyleyin. Beni namaz kılarken nasıl gördüyseniz, siz
de aynı şekilde kılın. Namaz vakti geldiğinde içinizden biri ezan okusun ve en
büyüğünüz de size imam olsun!”48
Allah Resûlü bilginin aktarılmasını, herkese ulaştırılmasını arzu
ediyordu. “Benden bir âyet bile olsa ulaştırınız.”49 buyurarak genel anlamda
Müslümanları bildiklerini öğretmeye, en azından aktarmaya teşvik et-
mişti. O böyle bir sorumluluğu üstlenen kişileri övmüş ve Zeyd b. Sâbit
ve Enes b. Mâlik gibi birçok sahâbînin naklettiği hadislere göre, “Allah
onların yüzünü ak etsin.” diyerek onlar için dua etmiştir. Ebu’d-Derdâ Al-
lah Resûlü’nden şu sözü işittiğini anlatmıştır: “Allah, bizden bir söz işitip,
onu işittiği gibi (başkasına) ulaştıran kişinin yüzünü ak etsin. Kendisine (bilgi)
ulaştırılan nice kimseler vardır ki onu işiten (ve kendisine aktaran) kimseden
daha kavrayışlıdır.”50
Diğer taraftan Peygamberimiz, sadaka mefhumuna getirdiği açılım
ile, bilgi öğretmeyi de sadaka olarak isimlendirmiştir. O, “Sadakanın en
faziletlisi, Müslüman’ın bir bilgi öğrenmesi, sonra da o bilgiyi Müslüman kar- 46 İF13/236 İbn Hacer,
deşine öğretmesidir.”51 buyurarak, aynı zamanda bilginin paylaşılmasının Fethu’l-bârî, XIII, 236.
47 Hİ5/719 İbn Hacer, İsâbe,
Müslümanlar arasındaki sadakatin bir nişanesi olduğuna işaret etmiştir. V, 719.
Bilginin sonraki nesillere aktarılması da aynı sorumluluk içerisinde düşü- 48 B631 Buhârî, Ezân, 18.
şöyle buyurmuştur: “İnsan ölünce üç şey dışında ameli kesilir: Sadaka-i câriye Mukaddime, 24; T2657
Tirmizî, İlim, 7.
(faydası kesintisiz sürüp giden sadaka), kendisinden faydalanılan ilim ve kendi- 51 İM243 İbn Mâce, Sünnet, 20.
381
HADİSLERLE İSLÂM
BİLGİ
382
HADİSLERLE İSLÂM
BİLGİ
383
HADİSLERLE İSLÂM
BİLGİ
384
VAHİY
ALLAH’IN EZELÎ ve EBEDÎ SÖZÜ
ان َْطلِقْ ِب َنا �ِإ َلى: ِل ُع َم َرs َب ْع َد َو َفا ِة َر ُسولِ ال َّل ِهd ٍ قَالَ َأ�بُو بَكْر:َعَنْ َأ�نَسٍ قَال
َ َف َل َّما ا ْن َت َه ْي َنا �ِإ َل ْي َها َب َك ْت َف َق. َي ُزو ُرهَ اs ول ال َّل ِه
الا ُ ُأ� ِّم َأ� ْي َم َن َن ُزو ُرهَ ا َك َما َك َان َر ُس
َ َما َأ� ْب ِكى َأ� ْن َلا َأ� ُك: َف َقا َل ْت.s يك؟ َما ِع ْن َد ال َّل ِه خَ ْي ٌر ِل َر ُسو ِل ِه
ون ِ َما ُي ْب ِك:َل َها
َو َل ِك ْن َأ� ْب ِكى َأ� َّن ا ْل َو ْح َي َق ِد ا ْن َق َط َع ِم َنs َأ�عْ َل ُم َأ� َّن َما ِع ْن َد ال َّل ِه خَ ْي ٌر ِل َر ُسو ِل ِه
. َف َه َّي َج ْت ُه َما عَ َلى ا ْل ُب َكا ِء َف َج َعل َا َي ْب ِك َيانِ َم َع َها.ِالس َماء
َّ
385
ول ال َّل ِه sم َِن ا ْل َو ْح ِي عَنْ عَائِشَةَ ُأ�م الْمُؤْمِنِينَ َأ�نهَا قَالَتَْ :أ� َّو ُل َما ُبدِ َئ ِب ِه َر ُس ُ
َّ ِّ
الص ْب ِحُ ،ث َّم ُح ِّب َب َّ َ َ
الصال َِح ُة فِى ال َّن ْو ِمَ ،فك َان لا َي َرى ُر ْؤي ًا �إِلا َجا َء ْت ِمث َْل َف َل ِق ُّ ال ُّر ْؤ َيا َّ
ات ا ْل َعدَ ِد �ِإ َل ْي ِه ا ْل َخل َا ُءَ ،و َك َان َي ْخ ُلو ِب َغا ِر حِ َرا ٍء َف َي َت َح َّن ُث فِيهِ– َوهُ َو ال َّت َع ُّبدُ –ال َّل َي َ
الي َذ َو ِ
َق ْب َل َأ� ْن َي ْن ِزعَ �ِإ َلى َأ�هْ ِلهَِ ،و َي َت َز َّو ُد ل َِذل َِكُ ،ث َّم َي ْرجِ ُع �ِإ َلى خَ دِ َيج َةَ ،ف َي َت َز َّو ُد لِمِ ْثل َِهاَ ،ح َّتى
َجا َء ُه ا ْل َحقُّ َوهُ َو فِى َغا ِر حِ َراءٍَ ،ف َجا َء ُه ا ْل َم َل ُك َف َق َال :ا ْق َر أ�َْ .ق َالَ “ :ما َأ�نَا ِب َقا ِرئٍ ”
َق َالَ “ :ف َأ�خَ َذنِى َف َغ َّطنِى َح َّتى َب َلغَ ِم ِّنى ا ْل َج ْهدَ ُ ،ث َّم َأ� ْر َس َلنِى َف َق َال :ا ْق َر أ�ُْ .ق ْل ُتَ :ما َأ�نَا
ِب َقا ِرئٍ َ .ف َأ�خَ َذنِى َف َغ َّطنِى الثَّا ِن َي َة َح َّتى َب َلغَ ِم ِّنى ا ْل َج ْهدَ ُ ،ث َّم َأ� ْر َس َلنِى َف َق َال :ا ْق َر أ�َْ .ف ُق ْل ُت
َما َأ�نَا ِب َقا ِرئٍ َ .ف َأ�خَ َذنِى َف َغ َّطنِى الثَّا ِل َث َةُ ،ث َّم َأ� ْر َس َلنِى َف َق َال“ :ا ْق َر أ�ْ ب ِْاس ِم َر ِّب َك ا َّلذِ ى خَ َلقَ
خَ َلقَ ْال ِإ�ن َْس َان م ِْن عَ َل ٍق ا ْق َر أ�ْ َو َر ُّب َك ال َأ� ْك َر ُم”...
ول ال َّل ِه َ sف َق َال: عَنْ عَائِشَةَ ُأ�م المُؤْمِنِينَ َ� :gأن الْحَارِثَ بْنَ هِشَامٍ َ dس َأ� َل َر ُس َ
َّ ٍّ
ْ
َ “ :أ� ْح َيانًا َي أ�تِينِى ِمث َْل َص ْل َص َل ِة s ُ َ
ِيك ا ْل َو ْح ُي؟ َف َقال َر ُسول ال َّل ِه ْ
ول ال َّلهِ! َك ْي َف َي أ�ت َ َيا َر ُس َ
ا ْل َج َر ِس َوهُ َو َأ� َشدُّ ُه عَ َل َّى َف ُي ْف َص ُم عَ ِّنى َو َقدْ َوعَ ْي ُت عَ ْن ُه َما َق َالَ ،و َأ� ْح َيانًا َي َت َمث َُّل ل َِي ا ْل َم َل ُك
ول”. َر ُجل ًا َف ُي َك ِّل ُمنِى َف َأ� ِعى َما َي ُق ُ
ول ال َّل ِه َ sق َال: عَنْ َأ�بِى سَعِيدٍ الْخُدْرِى َأ� َّن َر ُس َ
ِّ
“لا ت َْك ُت ُبوا عَ ِّنى َو َم ْن َك َت َب عَ ِّنى َغ ْي َر ا ْل ُق ْر�آنِ َف ْل َي ْم ُحهُ”...
َ
عَ نْ َأ�بِى مُوسَى عَ ِن ال َّنب ِِّي َ sق َالَ “ :مث َُل َما َب َع َثنِى ال َّل ُه م َِن ا ْل ُهدَ ى َوا ْل ِع ْل ِم َك َمث َِل
اب َأ� ْر ًضاَ ،ف َك َان ِم ْن َها َن ِق َّي ٌة َق ِب َل ِت ا ْل َما َءَ ،ف َأ� ْن َب َت ِت ا ْل َك َل َأ� َوا ْل ُعشْ َب
ا ْل َغ ْي ِث ا ْل َكثِي ِر َأ� َص َ
اسَ ،فشَ ِر ُبوا َو َس َق ْوا ا ْل َكثِي َرَ ،و َكان َْت ِم ْن َها َأ� َجاد ُِب َأ� ْم َس َك ِت ا ْل َما َءَ ،ف َن َف َع ال َّل ُه ب َِها ال َّن َ
اب ِم ْن َها َطا ِئ َف ًة ُأ�خْ َرىِ� ،إن ََّما ه َِى قِي َع ٌان َلا ت ُْمسِ ُك َما ًءَ ،و َلا ُت ْنب ُِت َك َل ًأ�، َو َز َرعُ واَ ،و َأ� َص َ
ِين ال َّل ِه َو َن َف َع ُه َما َب َع َثنِى ال َّل ُه ِبهَِ ،ف َعل َِم َوعَ َّل َمَ ،و َمث َُل َم ْن َل ْم َف َذل َِك َمث َُل َم ْن َف ُق َه فِى د ِ
َي ْر َف ْع ب َِذل َِك َر أ�ْ ًساَ ،و َل ْم َي ْق َب ْل هُ دَ ى ال َّل ِه ا َّلذِ ى ُأ� ْرسِ ْل ُت ِبهِ”.
386
Müminlerin annesi Hz. Âişe anlatıyor: “Allah Resûlü’nün (sav) ilk vahiy
almaya başlaması uykuda doğru rüya (rüyâ-i sâdıka) görmekle olmuştur.
Onun istisnasız bütün rüyaları gün gibi gerçek çıkardı. Sonra ona yalnızlık
sevdirildi. Artık Hira dağındaki mağarada yalnızlığa çekilip, orada geceler
boyu, ailesine dönmeden tek başına ibadet ediyordu. Bunun için yanında
yiyecek de götürürdü. Sonra yine Hatice’nin yanına dönüp, bir o kadar zaman
için tekrar yiyecek alırdı. Nihayet bir gün, Hira mağarasındayken ona hak
(vahiy) geldi. Melek geldi ve ‘Oku!’ dedi. O, ‘Ben okuma bilmem.’ dedi. (Allah
Resûlü yaşadıklarını şöyle anlattı): “Beni tutup gücüm tükeninceye kadar sıktı.
Sonra bırakıp tekrar, ‘Oku!’ dedi. ‘Ben okuma bilmem.’ dedim. İkinci defa tutup
gücüm tükeninceye kadar sıktı. Bırakıp tekrar, ‘Oku!’ dedi. ‘Ben okuma bilmem.’
diye cevap verdim. Üçüncü defa tutup gücüm tükeninceye kadar sıktı ve bırakıp
şöyle söyledi: ‘Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı bir alaktan (embriyodan)
yarattı. Oku! Senin Rabbin en Kerîm olandır...’”
(Alak, 96/1-3; B3 Buhârî, Bed’ü’l-vahy, 1)
Müminlerin annesi Hz. Âişe’den (ra) nakledildiğine göre, Hâris b. Hişâm (ra)
Allah Resûlü’ne (sav) “Yâ Resûlallah, sana vahiy nasıl geliyor?” diye sordu.
Allah Resûlü (sav) şöyle buyurdu: “Bazen zil/çan sesi gibi geliyor ki, bana en
ağır geleni de budur. (Uğultu) kesildiğinde (vahyin bana) söylediklerini tam olarak
kavramış ve ezberlemiş oluyorum. Bazen de melek bana insan şeklinde görünüyor,
benimle konuşuyor ve ben de onun dediklerini kavramış ve ezberlemiş oluyorum.”
(B2 Buhârî, Bed’ü’l-vahy, 1)
387
Ü mmü Eymen, Allah Resûlü’nün “Annemden sonraki annem-
dir.” diyerek taltif ettiği, Peygamberimize dadılık yapmış, onu elinde bü-
yütmüş, ilk Müslümanlar arasına katılmış müstesna bir hanımefendiydi.1
Hz. Peygamber’in Hz. Hatice ile evlenmesinden sonra Ümmü Eymen onun
yanından ayrılmış, bilâhare Ubeyd b. Zeyd ile hayatını birleştirmiş ve Ey-
men adında da bir çocuğu olmuştu. Ubeyd’in bir savaşta şehit olmasının
ardından Zeyd b. Hârise ile evlenmiş ve bu evlilikten de Peygamberimizin
torunlarından ayrı tutmadığı Üsâme doğmuştu. Peygamberimiz Ümmü
Eymen’e olan hürmet ve vefasını vefat edinceye kadar devam ettirmiş,
onu sık sık ziyaret etmiştir. Vefatından sonra da Peygamberimizin yakın
dostları ona aynı şekilde ilgi ve saygıda kusur etmemişlerdir. Yine Allah
Resûlü’nün hizmetinde bulunmuş, onun en yakınındakilerden biri olan
Enes b. Mâlik’in (ra) anlattığına göre, Resûlullah’ın (sav) vefatından kısa
bir süre sonra Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer’e “Haydi, Allah Resûlü’nün ziya-
ret ettiği gibi biz de Ümmü Eymen’i ziyaret edelim.” demişti. Yanına var-
dıklarında Ümmü Eymen ağlamaya başladı. “Niye ağlıyorsun? Allah ka-
tındakiler Resûlullah (sav) için daha hayırlıdır.” dediler. O, “Ben Allah’ın
katındakilerin Resûlü (sav) için daha hayırlı olduğunu bilmediğimden ağ-
lamıyorum. Asıl gökten inen vahyin kesilmiş olmasına ağlıyorum.” dedi.
Ümmü Eymen (bu sözüyle) Hz. Ebû Bekir’i ve Hz. Ömer’i de duygulandır-
mıştı. Onlar da birlikte ağlamaya başladılar.2
Allah Resûlü’nün yetişmesinde emeği olan, ona anne şefkati besleyen
bir kadının, onun vefatı ile birlikte vahyin kesilmiş olmasına hayıflanma-
sı ve ağlaması, kuşkusuz büyük anlamlar içermektedir. Ümmü Eymen’in
hayatında vahyin kesilmesiyle oluşan boşluk, Resûl-i Ekrem’in şahsının
aralarından ayrılmasıyla oluşan boşluk kadar derin olmalıdır. İlhamın,
rüyanın, kehanetin rağbet gördüğü bir toplumda, insanların bütün bun- 1 Hİ8/169 İbn Hacer, İsâbe,
ları bırakıp vahye yönelmeleri, Hz. Peygamber’in şahsı ile getirdiği vah- VIII, 169-170.
2 M6318 Müslim, Fedâilü’s-
yi ayrı değerlendirmeleri, kısacası vahye dair bir bilince sahip olmaları, sahâbe, 103; İM1635 İbn
Ümmü Eymen’in cümlelerinde dile getirilmiştir. Bu durum, vahyin tarihe Mâce, Cenâiz, 65.
389
HADİSLERLE İSLÂM
BİLGİ
390
HADİSLERLE İSLÂM
BİLGİ
İkinci defa tutup gücüm tükeninceye kadar sıktı. Bırakıp tekrar, ‘Oku!’ dedi. ‘Ben
okuma bilmem.’ diye cevap verdim. Üçüncü defa tutup gücüm tükeninceye kadar
sıktı ve bırakıp şöyle söyledi: ‘Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı bir alaktan
(embriyodan) yarattı. Oku! Senin Rabbin en Kerîm olandır.’”4
Bunun üzerine Resûlullah (kendisine vahyolunan) bu âyetlerle (kor-
kudan) yüreği titreyerek döndü ve (hanımı) Hatice bnt. Huveylid’in yanına
girerek ‘Üzerimi örtünüz, üzerimi örtünüz!’ dedi. Onun üzerini örttüler. Ni-
hayet korkusu geçti. Ondan sonra Resûlullah başından geçenleri Hatice’ye
anlattı ve ‘Kendimden endişe ettim.’ dedi. Hatice, ‘Öyle deme; Allah’a yemin
ederim ki, Allah hiçbir vakit seni utandırmaz. Çünkü sen akrabanla ilgile-
nirsin, işini görmekten âciz olanların yükünü yüklenirsin, yoksula kazanç
kapısı sağlarsın, misafiri ağırlarsın, başa gelen her türlü musibette yardım
edersin.’ dedi. Sonra Hatice, Hz. Peygamber’i yanına alıp amcasının oğlu
Varaka b. Nevfel’e götürdü. Varaka, câhiliye döneminde Hıristiyan dini-
ne girmiş bir kimseydi. İbrânîce yazı bilir ve İncil’den İbrânîce âyetler
yazardı. Varaka ihtiyarlamıştı, gözleri hiç görmüyordu. Hatice Varaka’ya,
‘Amcamın oğlu! Dinle bak, kardeşinin oğlu ne söylüyor?’ dedi. Varaka, ‘Ne
gördün, kardeşimin oğlu (anlat).’ dedi. Resûlullah gördüğü şeyi kendisine
anlattı. Bunun üzerine Varaka şöyle dedi: ‘Bu gördüğün, Allah’ın Musa’ya
gönderdiği Nâmûs’tur (Cebrail’dir). Ah keşke genç olsaydım. Kavmin seni
(şehirden) çıkaracakları zaman keşke hayatta olsam!’ Bunun üzerine Allah
Resûlü, ‘Onlar çıkaracaklar mı beni?’ diye sordu. O da, ‘Evet, senin getirdi-
ğin gibi bir şey getirmiş olan herkes bu düşmanlığa uğramıştır.’ dedi ve
‘Eğer senin davet günlerine yetişirsem, sana elimden gelen yardımı yapa-
rım.’ diye ekledi. Çok geçmeden Varaka vefat etti; ve (bundan sonra) vahiy
bir süre kesintiye uğradı.”5
Peygamberimiz câhiliye toplumunun çürümüş düzeninde kaybol-
maktan kaçıp kuytulara sığındığında, kuşkusuz kaçtığı dünyaya, kendisi-
ni yeniden inşa edecek bir bilgi ile döneceğini bilmiyordu. “Oku!” emrinin
verileceğini, bütün sahte ve yanlış bilgilere meydan okuyacağını da... Me-
lek onu sıkıp takatini kestiğinde, ilâhî kudretin büyüklüğünü hissetmişti.
Meleğin “Oku!” emrine karşılık Peygamberimizin “Okuma bilmem.” demesi
de beşerî bilginin kesin, doğru ve sonsuz vahiy bilgisi karşısında ne kadar
sınırlı ve ne kadar zannî olduğuna delâlet ediyor olmalıydı. Peygamberi-
miz vahyi ilk anda yadırgadı ve yaşadığı tecrübeden korktu. Çünkü vah- 4 Alak, 96/1-3.
yin, onun dışında gelişen ve onu da aşan bir mahiyeti vardı. 5 B3 Buhârî, Bed’ü’l-vahy, 1.
391
HADİSLERLE İSLÂM
BİLGİ
10 Enbiyâ, 21/5; Tûr, 52/29- Kur’ân-ı Kerîm’de Allah’ın meleklere,14 yeryüzüne15 ve gökyüzü-
34. ne emir vermesi;16 bal arısına,17 Hz. Musa’nın annesine18 ve Hz. İsa’nın
11 M385 Müslim, Îmân, 239.
12 En’âm, 6/34, 115; Kehf, havârilerine19 ilham etmesi, Hz. Zekeriya’nın kavmine işarette bulunması,20
18/27. şeytanların birbirlerine fısıldaması21 ve insanlara kötülüğü telkin etmesi22
13 Şûrâ, 42/51.
14 Enfâl, 8/12.
de “vahyetmek” fiiliyle ifade edilmiştir. Ancak Peygamber’e vahyedilmesi
15 Zilzâl, 99/4-5. bütün bunlardan farklı bir anlam, ağırlık ve biçime sahiptir.
16 Fussilet, 41/12.
17 Nahl, 16/68-69.
Allah Resûlü’ne bazen uğultu şeklinde gelen vahiy, çoğu zaman Ceb-
18 Kasas, 28/7. rail aracılığıyla getiriliyordu. Cebrail kimi zaman kendi suretinde,23 kimi
19 Mâide, 5/111.
20 Meryem, 19/11.
zaman sahâbeden Dıhye isimli bir zâtın şekline bürünerek,24 kimi zaman
21 En’âm, 6/112. da kimsenin tanımadığı bir insan görünümünde25 vahiy getirmekteydi.
22 En’âm, 6/121.
Ne şekilde olursa olsun, kendisine vahiy geldiğinde Allah Resûlü farklı bir
23 B3 Buhârî, Bed’ü’l-vahy, 1;
M434 Müslim, Îmân, 282. hâle bürünüyor, çevresindekiler onun bu hâlinden vahiy almakta olduğu-
24 B3633 Buhârî, Menâkıb,
nu anlıyorlardı. Hz. Ömer, Resûlullah’a vahiy geleceği zaman arı uğultusu
25.
25 M6059 Müslim, Fedâil, 87; gibi bir ses duyulduğunu söylerken,26 müminlerin annesi Hz. Âişe de, son
M93 Müslim, Îmân, 1. derece soğuk günlerde bile vahiy geldiğinde Resûlullah’ın (sav) aşırı dere-
26 T3173 Tirmizî, Tefsîru’l-
Kur’ân, 23.
cede terlediğini ifade ediyordu.27 Nitekim Peygamberimiz bir gün minbe-
27 B2 Buhârî, Bedü’l-vahy, 1. rin üzerine oturmuş çevresindeki Müslümanlarla sohbet ederken dünyaya
392
HADİSLERLE İSLÂM
BİLGİ
konuşması ise, vahyi getiren aracının beşer düzeyine ve dünyasına indir- 30 B4592 Buhârî, Tefsîr,
(Nisâ) 18.
genmesi anlamına gelmektedir ki, vahyi alma şekillerinin Hz. Peygamber 31 B1536 Buhârî, Hac, 17;
açısından en kolayı budur. Cebrail, beşerî öğrenme ve öğretme yöntem- M2800 Müslim, Hac, 8.
32 EÜ1/643, İbnü’l-Esîr,
lerinden farklı olarak, ani ve dolaysız bir şekilde bilgiyi Allah Resûlü’nün Üsdü’l-gâbe, I, 644.
kalbine yerleştirmektedir. Vahiy olarak gelen ilâhî bilgi Allah Resûlü’nün 33 B2 Buhârî, Bed’ü’l-vahy, 1.
393
HADİSLERLE İSLÂM
BİLGİ
394
HADİSLERLE İSLÂM
BİLGİ
219.
di. O, vahiy geldiği esnada zorlanmaya, unutmamak için dudaklarını 39 Furkân, 25/33.
kıpırdatmaya başlar, sahâbe onun bu hâlinden vahiy almakta olduğunu 40 Tevbe, 9/64.
395
HADİSLERLE İSLÂM
BİLGİ
anlardı.41 “Vahyi çarçabuk almak için dilini kımıldatma. Şüphesiz onu toplamak
ve okumak bize aittir. O hâlde, biz onu okuduğumuz zaman, onun okunuşuna uy.
Sonra onu açıklamak da bize aittir.”42 âyet-i kerimesi, vahyin beşerî öğrenme
usullerine tâbi olmadığını, insanın hıfz ve kabiliyetine terk edilemeyecek
kadar önemli olduğunu belirtmiştir. “Şüphesiz o Zikr’i (Kur’an’ı) biz indirdik!
Onun koruyucusu da elbette biziz.”43 buyrularak, vahyin zâyi olmayacak bir
bilgi olduğu vurgulanmıştır. Peygamberimiz vahyin inme sürecinde her
yıl Cebrail ile zaten ezberinde olan âyetleri karşılıklı okumak/mukabele
etmek suretiyle sonrakiler için önemli bir sünnet bırakıyordu.44
Peygamberimiz vahiyle gelen bilginin muhafazası ve gelecek kuşak-
lara ulaştırılması için her türlü tedbiri almıştır. İlki Hendek olmak üzere
Resûlullah ile birlikte on iki savaşa katılan ve ondan çok sayıda hadis riva-
yet eden Medineli âlim sahâbî Ebû Saîd el-Hudrî’nin45 rivayet ettiğine göre,
Resûlullah (sav), “Benden (duyduğunuz her şeyi) yazmayın. Kim benden Kur’an
dışında (duyduğu) bir şey yazmışsa, onu imha etsin.” buyurmuştur.46 Bir süre-
liğine bu tedbiri alan Allah Resûlü bu sözüyle, vahiy şeklinde gelen Kur’an
âyetlerinin kendi cümleleri ile karışmaması ve vahyî bilginin sağlıklı biçimde
aktarılarak insanlık tarihinde kalıcı kılınması arzusunu dile getirmektedir.
Cebrail’in (as) getirdiği âyetlerin sayısı, geliş tarzı ve yoğunluğu
günden güne farklılık gösterse de, nâzil olan âyetlere Hz. Peygamber’in
(sav) hassas yaklaşımı prensip olarak hiç değişmiyordu. O, inen her âyeti
önce okuyor, ardından bizzat kendisinin vahiy kâtibi olarak görevlendir-
diği sahâbîlerine47 yazdırıyordu. Âyetler, o günün imkânlarıyla papirüs
parçaları, kürek kemikleri ya da hurma dalları gibi mevcut malzemelere
kaydediliyordu.48
Yüce Yaratan’dan vahiy yoluyla yaratılanlara ulaşan bilginin sonraki
41 M1004 Müslim, Salât, 147.
42 Kıyâme, 75/16-19. kuşaklara aslına uygun biçimde nakledilmesi son derece önemliydi. Çün-
43 Hicr, 15/9.
396
HADİSLERLE İSLÂM
BİLGİ
397
HADİSLERLE İSLÂM
BİLGİ
398
TEFSİR ve TEVİL
VAHYİ ANLAMA ÇABASI
ونَ َق ْو ًما َي َت َدا َر ُءs َس ِم َع ال َّنب ُِّي:َعَنْ عَمْرِو بْنِ شُعَيْبٍ عَنْ َأ�بِيهِ عَنْ جَدِّهِ قَال
َ “�ِإن ََّما هَ َل َك َم ْن َك َان َق ْب َل ُك ْم ب َِه َذا َض َر ُبوا ِك َت:َف َق َال
اب ال َّل ِه َب ْع َض ُه ِب َب ْع ٍض َو�ِإن ََّما َن َز َل
اب ال َّل ِه ُي َص ِّد ُق َب ْع ُض ُه َب ْع ًضا َفل َا ت َُك ِّذ ُبوا َب ْع َض ُه ِب َب ْع ٍض َف َما عَ ِل ْم ُت ْم ِم ْن ُه َف ُقو ُلوا
ُ ِك َت
”.َو َما َج ِه ْل ُت ْم َف ِك ُلو ُه �ِإ َلى عَ ا ِل ِم ِه
399
ال َّنب ِِّي َ sق َ
ال: عَنْ جُنْدَبِ بْنِ عَبْدِ ال َّلهِ عَ ِن
“ا ْق َر ُءوا ا ْل ُق ْر�آ َن َما ا ْئ َت َل َف ْت ُق ُلو ُب ُك ْمَ ،ف ِإ� َذا اخْ َت َل ْف ُت ْم َف ُقو ُموا عَ ْنهُ”.
َو َق َ
ال: ول ال َّل ِه ِ� sإ َل ْي ِه عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ قَالََ :ض َّم ِنى َر ُس ُ
اب”. “ال َّل ُه َّم عَ ِّل ْم ُه ا ْل ِح ْك َم َة َو َت أ�ْ ِو َيل ا ْل ِك َت ِ
400
Cündeb b. Abdullah’ın naklettiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle
buyurmuştur: “Kur’an’ı, kalpleriniz kaynaştığı müddetçe okuyup müzakere
edin. Ayrılığa düştüğünüzde ise onun başından kalkın.”
(B5060 Buhârî, Fedâilü’l-Kur’ân, 37; M6777 Müslim, İlim, 3)
İbn Abbâs anlatıyor: Allah Resûlü (sav) beni kucakladı ve şöyle buyurdu:
“Allah’ım, ona hikmeti ve Kur’an’ın tevilini öğret.”
(İM166 İbn Mâce, Sünnet, 11)
401
H z. Peygamber’in meşhur sahâbîlerinden olan Abdullah b.
Amr b. el-Âs ilme çok düşkündü. Abdullah ve kardeşi, birlikte bir gün,
yaşlı sahâbîleri sohbet ederken gördüler. Hemen yanlarına gittiler. Ancak
meclisi bölmek istemediklerinden buldukları bir taşın üzerine oturdular.
Onlar otururken meclisteki sahâbîler Kur’an’dan bir âyet okuyup onun
üzerine tartışmaya başlamışlardı bile. Sahâbîler tartışmaya iyice dalmış ve
sesleri de olabildiğince yükselmişti. Bunun üzerine Allah Resûlü yanlarına
geldi. Tartışanların üzerine hem toprak saçarak hem de kızgın bir ifadeyle
“Sizden öncekiler işte böyle helâk oldular. Allah’ın Kitabı’nın bir kısmını diğeriy-
le mukayese ediyor (çelişki arıyor)lardı. Oysa Allah’ın Kitabı, bir kısmı diğerini
doğrulamak üzere indi. Kur’an’ın bazı âyetlerini ileri sürerek diğerlerini yalanla-
mayın. Onun (mahiyetini) bildiğiniz âyetleri üzerinde konuşun; bilmediklerinizi
ise onu bilene bırakın.” buyurdu.1
Abdullah b. Amr’ın, kardeşiyle birlikte tanık olduğu bu olay bize,
Kur’an üzerinden yapılan tartışmaların, hatta Kur’an’ı kişisel görüşler doğ-
rultusunda yorumlama girişimlerinin Peygamberimiz döneminde başla-
dığını ve Allah Resûlü’nün buna müdahale etmek durumunda kaldığını
göstermektedir. Onun âyetler üzerinde tartışanlara yönelik tepkisi, bilgiye
dayalı olmayan, anlık akıl yürütmelere göre yapılan tartışmaların fayda-
sız olduğunu öğretmekte, aynı zamanda Kur’an’ı anlama ve yorumlama-
nın fert ve toplumun hayatını etkilemesi ve yönlendirmesi bakımından ne
kadar hassas bir konu olduğuna da dikkat çekmektedir. Peygamberimiz,
Kur’an’ın âyetleri arasında bir çelişki bulunmadığını, aksine âyetlerin bir
anlam bütünlüğü içinde olduklarını ifade etmiş ve bilinmeyen hususların
Kur’an’ı bilenlere sorulmasını istemişti. Böylece o, Kur’an’ın bütün olarak
değerlendirilmesinin, âyetleri arasındaki anlam bütünlüğünün fark edil-
mesinin bir uzmanlık işi olduğuna da işaret etmekteydi. Zira İslâm’ın en
temel iki müracaat metni olan Kur’an ve hadislerin, uygun bir yöntem kul-
lanılmadan yorumlanması dinin yanlış anlaşılmasına yol açacaktı.
1HM6702 İbn Hanbel, II,
Sahâbîler Kur’an’dan anlayamadıkları hususları Hz. Peygamber’e her 182; HM6741 İbn Hanbel,
zaman sorma imkânına sahiplerdi. Gerçi genelde Peygamberimiz devrin- II, 185.
403
HADİSLERLE İSLÂM
BİLGİ
de bir olay meydana geldiği ya da bir soru sorulduğu vakit, Allah Teâlâ
konuyla ilgili âyetler indiriyor ve vahiy ortamına şahit olan sahâbîler de
onun ne anlama geldiğini anlayabiliyorlardı. Kur’an’ın ilk muhatabı olan
sahâbîler, özellikle de Kureyşli olanlar, âyetleri anlama konusunda daha
avantajlıydı. Zira ilâhî mesaj onların dili ve kültürü doğrultusunda nâzil
oluyordu. Bununla birlikte, bazı olaylarda âyetlerin açıklanması ya da han-
gi ölçülerde uygulanacağının gösterilmesi gerekiyordu. İşte bu gibi du-
rumlarda Allah Resûlü, âyetlerin aslında hangi mânâya geldiğini öğreti-
yor, hangi şartlarda uygulanacağını ashâbına gösteriyordu. Meselâ, “İman
edip de imanlarına zulmü bulaştırmayanlar var ya; işte (korkudan) güvende
olmak onların hakkıdır. Doğru yolu bulmuş olanlar da onlardır.”2 âyeti inince
sahâbîler karamsarlığa kapılmış ve “Hangimiz imanına zulüm katmaz ki!”
diye üzülmeye başlamışlardı. Fakat Resûlullah (sav) âyette yer alan zul-
mün, Allah’a şirk koşmak olduğunu söylemiş ve onlara “Şüphesiz şirk büyük
bir zulümdür.” âyetini okumuştu.3
Benzer şekilde o zamanlar henüz yeni Müslüman olan Adî b. Hâtim’e
Allah Resûlü “Şöyle şöyle namazını kıl ve oruç tut. Beyaz iplik siyah iplikten
seçilinceye kadar ye iç. Öncesinde (Şevval) hilâlini görmezsen otuz gün oruç tut-
maya devam et.” deyince, o, bir siyah bir de beyaz ipliği yastığının altına
koymuş ve onları birbirinden ayırt edinceye kadar da sahurunu sürdür-
müştü. Fakat Adî ertesi gün yaptıklarını Hz. Peygamber’e anlatınca Allah
Resûlü gülerek beyaz ve siyah ipliklerle gece karanlığı ile gündüz aydınlı-
ğının kastedildiğini söylemişti.4
Bir keresinde de Hz. Âişe, Resûl-i Ekrem’in “Kim hesaba çekilirse
helâk olur.” sözünü duyunca, ona Kur’an’daki “(Ameli kendisine sağ elin-
den verilenler) kolay bir hesaba çekilecek.” âyetini hatırlatmıştı.5 Belli ki, Hz.
Peygamber’in sözü ile âyetin çelişkili görünmesi Hz. Âişe’nin kafasını ka-
rıştırmıştı. Zira Hz. Peygamber’in sözünden ilk bakışta her kim hesaba
çekilirse azaba uğrayacağı anlaşılıyor, buna karşılık Kur’ân-ı Kerîm, kitabı
sağ elinden verilen yani kurtuluşa erenlerin de hesaba çekileceğinden bah-
2 En’âm 6/82. sediyordu. Fakat Hz. Peygamber âyetin mânâsını “Bu senin dediğin ancak
3 B6918 Buhârî, İstitâbetü’l- (defterinin kişiye gösterilmesi anlamında) arzdır, yoksa her kim ince hesaba çeki-
mürteddîn, 1.
4 MK14300 Taberânî, el- lirse helâk olur.” sözüyle açıklamıştı.6
Mu’cemü’l-kebîr, XVII, 78; Âyetlerin mânâsı açık ve net olmadığında, mutlak ya da çok genel an-
B1916 Buhârî, Savm, 16.
5 İnşikâk, 84/8.
lamlar ifade ettiğinde Peygamberimiz, ashâbına söz konusu âyetlerle nele-
6 B103 Buhârî, İlim, 36. rin kastedilip, nelerin istendiğini ve nelerin yasaklandığını, kısacası nasıl
404
HADİSLERLE İSLÂM
BİLGİ
31.
Ancak ayrışmaya, bölünmeye, karşılıklı hiddet ve kırıcılığa sebep olmaya 10 M1739 Müslim, Müsâfirîn,
405
HADİSLERLE İSLÂM
BİLGİ
406
HADİSLERLE İSLÂM
BİLGİ
Benzer şekilde Hz. Âişe’nin o zamanlar henüz küçük yaşta olan yeğe-
ni Urve b. Zübeyr, “Şüphesiz Safâ ile Merve, Allah’ın (dininin) nişanelerinden-
dir. Onun için her kim hac ve umre niyetiyle Kâbe’yi ziyaret eder ve onları da ta-
vaf ederse, bunda bir günah yoktur.”14 anlamındaki âyeti okuyunca buradan,
Safâ ve Merve’de sa’y yapmanın zorunlu olmadığı sonucuna varmıştı. Bu
fikrini teyzesi Hz. Âişe’ye söyleyince, o şu açıklamayı yaptı: “(Bir kısım)
ensar, câhiliye döneminde (kutsal saydıkları putları karşısında bulunan)
Safâ ve Merve arasında sa’y yapmayı günah sayarlardı. İslâm gelince on-
lar bu durumu Allah Resûlü’ne sordular ve neticesinde bu âyetler indi.”15
Dolayısıyla bu âyet, Urve’nin anlayışının aksine, söz konusu yerlerde sa’y
etmenin herhangi bir mahzuru olmadığını anlatıyor; Hz. Peygamber’in
uygulaması da sa’yin gerekliliğine işaret ediyordu.16 Öte yandan bu olay-
da Hz. Âişe, yeğenine, “Şayet bu âyet senin anladığın gibi olsaydı, âyetin
“Safâ ve Merve’yi sa’y etmemekte bir günah yoktur.” şeklinde indirilmesi
gerekirdi.” demiş, böylece âyetlerin açıklanmasında bağlamın yanı sıra,
lafızların da önemine dikkat çekmişti.17
Vahyin ilk muhatapları olan sahâbîler bilgi ve tecrübelerini sonraki
nesillere aktardılar. Ancak Peygamberimiz ve ashâbından sonraki dönem-
lerde, İslâm’ın yol gösterici, ufuk açıcı bilgileri, Mushaf hâline getirilmiş
Kur’an’ın ve yine büyük ölçüde yazılı hâlde bulunan hadis metinlerinin
yorumlanması ile elde edilebilirdi. Bu zaruret neticesinde, Müslümanların
ortak düşünce ve ilkelerden uzaklaşma riski dikkate alınarak, İslâm kül-
türünde anlama ve açıklama konusunda ilke ve yöntemler belirlendi.
Düzenli tefsir dersleri yapan, bu alanda pek çok öğrenci yetiştiren ve
tefsir ilminin kurucusu olarak anılan genç sahâbî İbn Abbâs’ın naklettiği
bir hadisinde Allah Resûlü, bilgi ve yönteme dayalı olmaksızın âyetleri
tefsir etmenin yanlışlığını şu ağır ifadelerle hatırlatmaktadır: “Kim Kur’an
hakkında bilgisizce konuşursa, cehennemdeki yerine hazırlansın.”18
Bu hadis, dinin temel kaynaklarını şerh/izah etme işinin özel bir bilgi
alanı olduğunu ihsas etmektedir. Ulaşılan sonuçlardan ziyade, yorumlama
keyfiyetinin konu edilmesi, bize âyet ve hadislerin belli bir yöntemle ve
denetlenebilir bir bilgiyle ele alınması gerektiğini öğretmektedir. Kur’an’ı 14 Bakara, 2/158.
15 B1790 Buhârî, Umre, 10.
keyfî ve sorumsuzca yorumlamanın cehenneme götürebilecek bir yanlışlık 16 İF3/498 İbn Hacer, Fethu’l-
olarak sunulması, dinin doğru anlaşılması gibi, tahrifinin de yorumlama bârî, III, 498.
17 B1790 Buhârî, Umre, 10.
neticesinde gerçekleştiğini bildirmektedir. Dolayısıyla hadisteki uyarı, âyet 18 T2950 Tirmizî, Tefsîru’l-
ve hadisleri anlama ve yorumlamanın bilimsel bir yetkinlik işi olduğuna, Kur’ân, 11.
407
HADİSLERLE İSLÂM
BİLGİ
408
HADİSLERLE İSLÂM
BİLGİ
409
SÜNNET
NEBEVÎ KILAVUZ
ول ِفي خُ ْط َب ِت ِه َب ْع َد ُ َك َان َي ُقs ول ال َّل ِه َ عَنْ جَابِرِ بْنِ عَبْدِ ال َّلهِ َأ� َّن َر ُس
اب ال َّل ِه عَ َّز َو َج َّل َو َأ� ْح َس َن ا ْل َه ْد ِي
ُ يث ِك َتِ ال َّتشَ ُّه ِد “�ِإ َّن َأ� ْح َس َن ا ْل َح ِد
”.هَ ْد ُي ُم َح َّم ٍد
Câbir b. Abdullah’ın rivayet ettiğine göre Resûlullah (sav) hutbesinde
teşehhüdden sonra şöyle buyururdu:
“Sözün en güzeli Allah’ın (cc) Kitabı’dır. Rehberliğin en güzeli ise Muhammed’in
rehberliğidir.”
(HM14484 İbn Hanbel, III, 320)
411
َق َ
عَ نْ َأ�بِى هُ َر ْي َرةَ عَ ْن َر ُسولِ ال َّل ِه َ sأ� َّن ُه
ال:
“ َم ْن َأ� َطاعَ ِنى َف َق ْد َأ� َطاعَ ال َّلهََ ،و َم ْن عَ َصا ِنى َف َق ْد عَ َصى ال َّل َه”...
ول ال َّل ِه َ sي ْو ًما َب ْع َد َصل َا ِة عَنِ الْعِرْبَاضِ بْنِ سَارِيَةَ قَالََ :وعَ َظ َنا َر ُس ُ
وب َف َق َال ون َو َوجِ َل ْت ِم ْن َها ا ْل ُق ُل ُ ا ْل َغ َدا ِة َم ْو ِع َظ ًة َب ِلي َغ ًة َذ َر َف ْت ِم ْن َها ا ْل ُع ُي ُ
ال:ول ال َّل ِه؟ َق َ َر ُج ٌلِ� :إ َّن هَ ِذ ِه َم ْو ِع َظ ُة ُم َود ٍِّع َف َما َذا َت ْع َه ُد �ِإ َل ْي َنا َيا َر ُس َ
الطاعَ ِة َو�ِإ ْن عَ ْب ٌد َح َب ِش ٌّي َف ِإ� َّن ُه َم ْن َي ِع ْش الس ْم ِع َو َّوص ُيك ْم ِب َت ْق َوى ال َّل ِه َو َّ “ ُأ� ِ
ات ْال ُأ� ُمو ِر َف ِإ�ن ََّها َضل َا َل ٌة َف َم ْن ِم ْن ُك ْم َي َرى اخْ ِتل َا ًفا َك ِثي ًرا َو�ِإ َّي ُاك ْم َو ُم ْح َد َث ِ
َأ�دْ َر َك َذ ِل َك ِم ْن ُك ْم َف َع َل ْي ِه ب ُِس َّن ِتى َو ُس َّن ِة ا ْلخُ َل َفا ِء ال َّر ِاش ِد َين ا ْل َم ْه ِد ِّي َين عَ ُّضوا
عَ َل ْي َها بِال َّن َواجِ ِذ.
ول ال َّل ِه َ sق َالَ “ :ت َر ْك ُت ِف ُيك ْم َأ� ْم َر ْي ِن َل ْن ت َِض ُّلوا َما عَنْ مَالِكٍ َأ�نهُ بَلَغَهُ َأ� َّن َر ُس َ
َّ
ت ََم َّس ْك ُت ْم ِب ِه َما ِك َت َ
اب ال َّل ِه َو ُس َّن َة َن ِب ِّي ِه”.
412
Ebû Hüreyre’nin naklettiğine göre, Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:
“Bana itaat eden, Allah’a itaat etmiştir. Bana isyan eden de Allah’a isyan
etmiştir...”
(M4749 Müslim, İmâre, 33)
413
P eygamber Efendimiz (sav) ashâbı ile birlikte mescitte sohbet edi-
yordu. Etrafına toplanan sahâbîler de her zaman olduğu gibi pür dikkat
onun anlattıklarını dinliyordu. Efendimiz, onlara kıyametin şiddetinden
bahsediyordu. Sözleri orada bulunanları öyle etkilemişti ki, aralarından
birçok kimse Hz. Peygamber’in anlattıklarının dehşetini ve kendi amel-
lerinin eksikliğini düşünerek ağlamaya başlamıştı.1 İçlerinden bazıları ise
derin düşüncelere dalmışlardı: Öyle ibadet etmeliydiler ki, bu vesileyle
Allah’ın sevgisini kazanmalı, kıyamet gününün tüm keder ve sıkıntıların-
dan kurtulabilmeliydiler...
Âhiret için ne gibi ameller yapabileceklerini istişare etmek üzere, ara-
larında Hz. Ebû Bekir, Hz. Ali, Abdullah b. Mes’ûd, Abdullah b. Amr b.
Âs’ın da bulunduğu on sahâbî, Osman b. Maz’ûn’un evinde toplandılar ve
birtakım kararlar aldılar.2 İçlerinden Hz. Ali, Abdullah b. Amr b. Âs ve Os-
man b. Maz’ûn3 ise Peygamber’in (sav) nafile ibadetlerini öğrenmek ve her
zaman olduğu gibi onu örnek almak amacıyla Resûlullah’a gitmeye karar
verdiler. Hz. Peygamber’in evine ulaştılar. Efendimizi evinde bulamayın-
ca, onun yalnızken nasıl ibadet ettiğini eşine sordular.4 Sevgili Peygam-
berimizin ibadet hayatı kendilerine anlatılınca da, bu ibadetleri kendileri
için az gördüler ve “Peygamber’in yanında biz kimiz ki!.. Onun geçmiş
ve gelecek bütün günahları bağışlanmıştır.” dediler.5 Hâlbuki Efendimizin
ibadeti öyle azımsanacak gibi de değildi. Nitekim Hz. Peygamber’in (sav)
bazı geceler sırf “Rabbine şükreden bir kul olabilmek için” gözünden yaşlar
1 VES137 Vahidî, Esbâb-ı
boşalıp mübarek ayakları şişinceye kadar, gece boyunca namaz kıldığı za- nüzûl, s.137.
manlar vardı.6 Fakat yine de kendilerinin daha fazla ibadet etmeleri gerek- 2 VES137 Vahidî, Esbâb-ı
nüzûl, s.137.
tiğini düşündüler. Onlardan birisi, “Ben, yaşadığım müddetçe geceleri hep 3 İF9/104 İbn Hacer, Fethu’l-
namaz kılacağım.” dedi. Diğeri, “Ömrüm boyunca hep oruç tutacağım, bârî, IX, 104.
4 M3403 Müslim, Nikâh, 5.
asla oruçsuz günüm olmayacak.” dedi. Üçüncüsü de, “Kadınlardan uzak 5 B5063 Buhârî, Nikâh, 1.
kalacağım ve hiç evlenmeyeceğim.” dedi.7 Hakikaten de Osman b. Maz’ûn 6 B1130 Buhârî, Teheccüd,
bu gerekçeyle gündüzleri oruç, geceleri de namaz ile geçirmeye başlamıştı. 6; M7124 Müslim, Sıfâtü’l-
münâfikîn, 79.
Bu sebepten eşi Havle’yi de ihmal etmişti. Bu durum Hz. Peygamber’e bil- 7 B5063 Buhârî, Nikâh, 1.
415
HADİSLERLE İSLÂM
BİLGİ
Mukaddime, 23. Allah Teâlâ insanlığa Kur’an’ı doğrudan göndermeyip, yirmü üç yılda
11 HM14484 İbn Hanbel, III,
Resûlü’nün örnek şahsiyeti ile uygulamalı bir şekilde, peyderpey gönder-
320; İM46 İbn Mâce, Sünnet,
7.
mişti. Bu zaman zarfında onun ahlâkı, temizliği, ibadet hayatı, ailesi ile
12 Ahzâb, 33/21. olan münasebetleri... kısaca her hâli Müslümanlar için örneklik teşkil et-
416
HADİSLERLE İSLÂM
BİLGİ
mişti. Zaten bir melek yahut olağanüstü bir varlık olarak değil de insanlar
içerisinden seçilip13 peygamber olarak gönderilmiş olması da insanlara tam
bir örnek olabilmesi içindi. İşte Peygamberimizin “sünnetim” ifadesinden
kastı da onun ortaya koymuş olduğu bu “örnek yaşam tarzı” ve “rehber-
lik” idi. Bu hayat tarzının içerisine; onun sözleri, fiileri (uygulamaları) ve
takrîrleri (onayları) de girmekteydi.
Hz. Peygamber’in sünneti, onun hayatında somutlaşan ideal bir ya-
şam tarzını simgelemekteydi. Bu açıdan Hz. Peygamber’in sünnetine tâbi
olmak, İslâm’ı doğru bir şekilde yaşayabilmek için elzemdi. Bundan do-
layıdır ki Allah Teâlâ, Resûlü’ne uyulmasını emretmekteydi: “De ki: ‘Eğer
Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışla-
sın. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.’”14
Yüce Rabbimiz, Peygamber’e uyulmasını emrediyordu, çünkü
Peygamber’e itaat Allah’a itaat idi. “Kim peygambere itaat ederse, Allah’a itaat
etmiş olur. Kim yüz çevirirse, (bilsin ki) biz seni onlara bekçi göndermedik.”15
Yüce Rabbimiz Resûlü’ne gönülden bağlanılmasını o kadar önemsemişti
ki, en ufak bir meselede dahi onun verdiği hükme rıza gösterilmemesini,
imanın kemale ermemiş olmasına bağlamaktaydı. Nitekim ensardan bir
adam ile Zübeyr b. el-Avvâm arasında Harre mevkiindeki hurmalıkları
sulayan kanalların kullanımı konusunda anlaşmazlık çıkmıştı. Bu ka-
nallardan akan su önce Zübeyr’in bahçesine uğruyor, ardından Medineli
adamın bahçesine geliyordu. O adam Zübeyr’e, “Suyu bırak, gelsin.” dedi.
Fakat Zübeyr bunu kabul etmedi. Bu durum kendisine aktarıldığında Hz.
Peygamber’e (sav), “Zübeyr! Önce sen sula, sonra suyu komşuna salıver.” bu-
yurdu. Bunu işiten adam, Peygamberimize “Zübeyr senin halanın oğlu ol-
duğu için (mi ona öncelik verdin)!” diye kızgın bir şekilde tepki gösterdi.
Adamın bu sözü üzerine Allah Resûlü’nün yüzünün rengi değişti ve “Zü-
beyr! Sen sula, suyu (hurma ağaçlarının köklerine) ulaşıncaya kadar tut (sonra
salıver).” dedi. Zübeyr, bu olay üzerine şu âyetin nâzil olduğunu söylemiş-
tir: “Hayır! Rabbine andolsun ki onlar, aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni
hakem yapıp sonra da verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam
bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olmazlar.”16
Yüce Rabbimizin, Hz. Peygamber’e ve onun sünnetine teslimiyet gös- 13 İsrâ, 17/93.
terilmesini emretmesi, sünnetin temelinde ilâhî iradenin olmasından kay- 14 Âl-i İmrân, 3/31.
15 Nisâ, 4/80.
naklanıyordu. Onun din ile ilgili hususlardaki her türlü tasarrufu ilâhî 16 Nisâ, 4/65; B2359 Buhârî,
iradenin kontrolünden geçiyor, böylece Allah’ın razı olmayacağı bir fiil Müsâkât, 6.
417
HADİSLERLE İSLÂM
BİLGİ
24 M1739 Müslim, Müsâfirîn, açıklıyor, yeri geldikçe de Kur’an’da detaya girilmeden genel olarak işa-
139; D1342 Ebû Dâvûd, ret edilmekle yetinilmiş birçok konuda ayrıntılı açıklamalar yapıyordu.
Tatavvu’, 26.
25 Mâide, 5/67. Söz gelimi Kur’an’da namaz kılmak emredilmiş olmasına rağmen28 na-
26 Nahl, 16/44.
mazın nasıl kılınacağına değinilmemiş, buna karşın Peygamber Efendi-
27 Ahzâb, 33/45, 46.
28 Nisâ, 4/103.
miz, “Namazı benden gördüğünüz gibi kılın.”29 buyurarak namazın kılınış
29 B631 Buhârî, Ezân, 18. şeklini ve vakitlerini ashâbına uygulamalı olarak öğretmişti. Aynı şekilde
418
HADİSLERLE İSLÂM
BİLGİ
419
HADİSLERLE İSLÂM
BİLGİ
420
HADİSLERLE İSLÂM
BİLGİ
(Akdiye), 7.
Kur’an’daki emirleri, gerekse sünnetin ideal ümmeti oluşturma yolundaki 43 ST2/347 İbn Sa’d, Tabakât,
421
HADİSLERLE İSLÂM
BİLGİ
zi, emrettiğim veya yasakladığım bir konu kendisine iletildiğinde, sakın köşesine
yaslanmış olarak (cahilce), ‘Biz Allah’ın Kitabı’nda ne bulursak ona uyarız (hadis
tanımayız!)’ derken bulmayayım!”45
Sünnet, her şeyden önce Kur’an’ın uygulanmış şeklidir. Ondan ayrı
düşünülemez. Dahası, yukarıda da işaret ettiğimiz gibi, Hz. Peygamber’in
sünneti ve hadisleri bilinmeden Kur’an’ın tam olarak anlaşılması mümkün
değildir. Nitekim Hz. Ömer şöyle demektedir: “Birtakım insanlar çıkacak,
Kur’an’ın (değişik şekillerde anlaşılabilmesi mümkün olan) müteşâbih
âyetlerini öne sürerek sizinle mücadele edecekler. O durumda sünnetlerle
onların yakasına yapışın. Zira sünnetlere sarılanlar Allah’ın Kitabı’nı en
iyi bilenlerdir.”46
Peygamber Efendimiz hayatın her alanında ashâbını bilgilendirmiş,
onları özel bir eğitime tâbi tutmuştu. Tevhidi öğretmişti; her türlü şirkten
arınmış, maddî ve mânevî tüm putları gönülden çıkartıp bir olan Allah’a
iman etmeyi, O’nu tanımayı, sevmeyi, O’ndan korkmayı... İbadetleri öğ-
retmişti; uygulanış şekillerini, huşûu, Allah’a itaat ve teslimiyeti, kul olma
bilincini, şuurunu...
Ahlâkı öğretti; edebi, hayâyı, iffeti, salih ameli, sevgiyi, merhameti, şef-
kati, samimiyeti, sadakati, vefakârlığı, fedakârlığı, diğerkâmlığı, merhameti...
Her hayırlı işe Allah’ın adını anarak başlamayı, yemeği sağ el ile ve önünden
yemeyi, içerken kabın içine solumamayı, başkasının evine izinsiz girmeme-
yi, küçüklere merhamet edip, büyüklere saygı göstermeyi, insanların kusur-
larını araştıran değil örten olmayı, kötü söz ve fiilleri terk etmeyi...
Aile kurmayı öğretti, ideal eş seçimini, aile olmayı, baba olmayı,
anne olmayı... Çocuk eğitimini, anne babaya karşı görevleri... Arkadaşlı-
ğı, dostluğu, selamlaşmayı, hediyeleşmeyi, sıla-i rahmi, hasta ziyaretini,
toplumsal dayanışmayı... Ticareti öğretti, alışverişi, ortaklığı, çarşı paza-
rı, alacaklı olmayı, borçlu olmayı, kamu malını, işçi işveren ilişkilerini...
Giyim kuşam ve süslenme âdâbını, yemeyi, içmeyi, bayramı, sevinmeyi,
sevmeyi, sevilmeyi, eğlenmeyi... Kısaca hayata dair her şeyi!
Öyle ki Hz. Peygamberin ashâbına hemen her konuyu öğrettiğini
gören bir müşrik “Peygamberinizin, size her şeyi hatta abdest bozmayı
45T2663Tirmizî, İlim, 10. bile öğrettiğini görüyorum!” demişti. Evet, gerçekten de Peygamber (sav)
46 DM121 Dârimî,
ashâbına abdest bozma âdâbı da dâhil her hususu öğretmişti.47
Mukaddime, 17.
47 M606 Müslim, Tahâret, 57;
İşte Peygamber Efendimizin Müslümanlara yaşayarak ve anlatarak
T16 Tirmizî, Tahâret, 12. öğrettiği sünneti, İslâm dininin, hayatın her alanına nüfûz etmesini sağla-
422
HADİSLERLE İSLÂM
BİLGİ
423
HADİSLERLE İSLÂM
BİLGİ
îdeyn, 22; M2005 Müslim, maya karşı İslâm ümmetini koruyacak olan şey sünnete sımısıkı sarılmak-
Cum’a, 43. tır. Nitekim Peygamber Efendimiz bu hususta ümmetini şöyle uyarmıştır:
57 T2676 Tirmizî, İlim, 16;
424
FIKIH ve İCTİHAD
DERİN KAVRAYIŞ, HAKİKATİ ARAYIŞ
425
ول ال َّل ِه َ sب َع َث ُم َعا ًذا �ِإ َلى ا ْل َي َم ِن َف َق َال: عَنْ مُعَاذٍ َأ� َّن َر ُس َ
اب ال َّلهَِ .ق َالَ “ :ف إ� ِْن َل ْم َي ُك ْن فِى “ك ْي َف َت ْق ِضى؟” َف َق َالَ :أ� ْق ِضى ب َِما فِى كِ َت ِ َ
اب ال َّلهِ؟” َق َالَ :فب ُِس َّن ِة َر ُسولِ ال َّل ِه َ sق َالَ “ :ف إ� ِْن َل ْم َي ُك ْن فِى ُس َّن ِة كِ َت ِ
َر ُسولِ ال َّل ِه s؟” َق َالَ :أ� ْج َت ِهدُ َر أ�ْيِىَ .ق َال“ :ا ْل َح ْمدُ ِل َّل ِه ا َّلذِ ى َو َّفقَ َر ُس َ
ول
َر ُسولِ ال َّل ِه ”.s
ول: ول ال َّل ِه َ sي ُق ُ عَنْ زَيْدِ بْنِ ثَابِتٍ قَالََ :سمِ ْع ُت َر ُس َ
“ن ََّض َر ال َّل ُه ا ْم َر ًأ� َسمِ َع ِم َّنا َحدِ يثًا َف َحف َِظ ُه َح َّتى ُي َب ِّل َغ ُه َف ُر َّب َحام ِِل ِف ْق ٍه �ِإ َلى َم ْن هُ َو َأ� ْف َق ُه
ِم ْن ُه َو ُر َّب َحام ِِل ِف ْق ٍه َل ْي َس ِب َفقِيهٍ”.
ول ال َّل ِه َ sق َال: عَنْ عَمْرِو بْنِ الْعَاصِ َأ� َّن ُه َسمِ َع َر ُس َ
اب َف َل ُه َأ� ْج َرانِ َ .و�ِإ َذا َح َك َم َف ْاج َت َهدَ ُث َّم َأ�خْ َط َأ� َف َل ُه َأ� ْج ٌر”.
“�ِإ َذا َح َك َم ا ْل َحاكِ ُم َف ْاج َت َهدَ ُث َّم َأ� َص َ
ول ال َّل ِه َ sق َال ِل َواب َِص َة :جِ ئ َْت ت َْس َأ� ُل عَ ِن ا ْل ِب ِّر عَنْ وَابِصَةَ بْنِ مَعْبَدٍ الْ�َأسَدِي َأ� َّن َر ُس َ
ِّ
َوال ِإ� ْث ِم؟ َق َال ُق ْل ُتَ :ن َع ْمَ .ق َالَ :ف َج َم َع َأ� َصا ِب َع ُه َف َض َر َب ب َِها َصدْ َر ُه َو َق َال ْاس َت ْف ِت َن ْف َس َك،
ْاس َت ْف ِت َق ْل َب َك َيا َواب َِص ُة – َثل َاث ًا – ا ْل ِب ُّر َما ْاط َم َأ�ن َّْت �ِإ َل ْي ِه ال َّن ْف ُس َو ْاط َم َأ� َّن �ِإ َل ْي ِه ا ْل َق ْل ُبَ ،و ْال ِإ� ْث ُم
اس َو َأ� ْف َت ْو َك. الصدْ ِر َو�إ ِْن َأ� ْف َت َاك ال َّن ُ
َما َح َاك فِى ال َّن ْف ِس َو َت َر َّد َد فِى َّ
426
Muâz’ın anlattığına göre, Allah Resûlü (sav) onu Yemen’e (vali
olarak) gönderirken aralarında şöyle bir diyalog geçmişti:
—(Sana bir dava geldiğinde) nasıl hüküm vereceksin?
—Allah’ın Kitabı’na göre hüküm vereceğim.
—(O konuda) Allah’ın Kitabı’nda bir hüküm bulamazsan?
—Resûlullah’ın (sav) sünneti ile (karar vereceğim).
—Resûlullah’ın (sav) sünnetinde de yoksa?
—Kendi görüşümle ictihad ederek bir karara varacak ve ona göre
hüküm vereceğim.
Bunun üzerine Hz. Peygamber “Resûlü’nün elçisini (Resûlü’nün arzuladığı
cevabı vermeye) muvaffak kılan Allah’a hamdolsun.” buyurmuştu.
(T1327 Tirmizî, Ahkâm, 3; D3592 Ebû Dâvûd, Kadâ’, (Akdiye), 11)
İbn Abbâs’ın naklettiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Allah her
kimin iyiliğini dilerse, onu dinde fakih kılar (dinin inceliklerini anlama konusunda ona
kabiliyet verir).”
(T2645 Tirmizî, İlim, 1)
Zeyd b. Sâbit, Allah Resûlü’nü (sav) şöyle derken işitmiştir: “Allah, bizden bir
hadis işitip, başkasına aktarana kadar onu belleyen kişinin yüzünü ak etsin. Fıkıh (dini
hakkıyla anlamaya yönelik bilgiler) öğrenip onu kendisinden daha kavrayışlı olanlara
aktaran nice kimseler vardır! Fıkıh öğrenen nice kimseler de vardır ki haddizatında
kendileri fakih (derin kavrayış sahibi) değildir.”
(D3660 Ebû Dâvûd, İlim, 10; T2656 Tirmizî, İlim, 7)
Amr b. el-Âs, Allah Resûlü’nü (sav) şöyle derken işitmiştir: “Hâkim, hüküm
verirken ictihad eder (gücü nispetinde çaba sarf eder) de sonunda isabetli karar verirse,
iki sevap kazanır. Eğer ictihad eder de sonunda hata ederse, bir sevap kazanır.”
(M4487 Müslim, Akdiye, 15)
427
H icretin üzerinden dokuz yıl geçmişti. Allah Resûlü yeni fet-
hedilen yerlere dini öğretmeleri için elçiler gönderiyordu. Sıra Yemen’e
gelmişti. Yemen’e elçi, zekât memuru ve kadılık yetkileriyle gönderilecek
kişi, helâli ve haramı en iyi bilen,1 Resûlullah’ın kendilerinden Kur’an öğ-
renilmesini tavsiye ettiği dört sahâbî arasında bulunan Muâz b. Cebel’di.2
Genç yaşta Müslüman olan ve Resûlullah’la birlikte hemen hemen bü-
tün savaşlara katılan Muâz, Allah Resûlü tarafından Yemenlilere, “Size ar-
kadaşlarımın en uygun olanını gönderiyorum.” denilerek takdim edilmişti.3
Peygamberimiz, yolculuktan önce, Ebû Musa el-Eş’arî ile Muâz’ı Yemen’e
uğurlarken, onlara halka karşı nasıl davranacakları hususunda bazı uyarı-
larda da bulunmuştu: “Kolaylaştırın, zorlaştırmayın; müjdeleyin, nefret ettir-
meyin ve hüküm verirken birbirinizle uyum içinde olun!”4 Ayrıca, onlara Ehl-i
kitap bir kavme gittiklerini hatırlatarak, belde halkını öncelikle Allah’tan
başka tanrı olmadığına ve Resûlullah’ın Allah’ın Peygamberi olduğuna
inanmaya çağırmalarını, kalpleri imana ısındıkça da yavaş yavaş ibadetle-
ri anlatmalarını istemişti.5 İşte bu uğurlama esnasında Allah Resûlü ile o
çok sevdiği ve kıyamet günü âlimlerin önünde yürüyeceğini müjdelediği
sahâbîsi Muâz6 arasında şöyle bir konuşma geçti:
—(Sana bir dava geldiğinde) nasıl hüküm vereceksin?
—Allah’ın Kitabı’na göre hüküm vereceğim. 1 T3790 Tirmizî, Menâkıb,
—Kendi görüşümle ictihad ederek bir karara varacak ve ona göre hü- III, 585.
4 B3038 Buhârî, Cihâd, 164.
Allah Resûlü elini Muâz’ın göğsüne koydu ve “Resûlü’nün elçisini B1395 Buhârî, Zekât, 1.
6 ST2/347 İbn Sa’d, Tabakât,
(Resûlü’nün arzuladığı cevabı vermeye) muvaffak kılan Allah’a hamdolsun.” II/347.
buyurdu.7 7 T1327 Tirmizî, Ahkâm, 3;
429
HADİSLERLE İSLÂM
BİLGİ
194.
vâkıf olmayı teşvik etmiş, âlimler için her fırsatta güzel sözler söylemişti.
13 M2009 Müslim, Cum’a, 47. Günün birinde, mescitte iki gruba rastlamış ve “İkisi de hayır üzeredir. Ama
430
HADİSLERLE İSLÂM
BİLGİ
biri, diğerinden daha üstündür. Bir kısmı, Allah’a dua ediyor ve ondan bir şeyler
istiyorlar. Allah onlara ister verir, isterse vermez. Diğerleri ise, fıkıh (dini anla-
maya yönelik meseleler) ve ilim öğreniyorlar ve bilmeyene öğretiyorlar. Bunlar
daha üstündür.” dedikten sonra “Şüphe yok ki, ben de sadece bir öğretici olarak
gönderildim.” diyerek ilim öğrenenlerin yanına oturmuştur.14
Peygamberimizin her fırsatta, dini anlamaya ve hikmetini düşünerek
kavramaya verdiği değeri gösteren bir başka sözü de “Şeytan için fakih (dini
hakkıyla kavramış) bir insanı ayartmak, bin âbidi ayartmaktan daha zordur.”15
şeklindedir. Onun (sav) ayrıca, “Hayâ, iffet, kalbine değilse de diline sahip olma
ve fıkıh (dini derinden anlama) imandandır. Bunlar dünyevî kazançları eksiltseler
bile âhirette kişiyi zenginleştirecek hususlardandır. Âhirette sağlayacakları kazanç
çoktur. Kötü söz, kabalık ve cimrilik nifak alâmetleridir. Kişiyi dünyada zenginleş-
tirseler de, âhirette yoksullaştıran hususlardandır. Âhirette kaybettirdikleri daha
çoktur.”16 buyurması, iffetli olmanın yanı sıra fıkhetmenin âhirette insana
kazanç getiren bir erdem olduğuna işarettir. Zihnî ve ruhî uyanıklığın yanı
sıra, hem ahlâkî olgunluk ve insan ilişkilerinde gösterilen hassasiyet, hem
de derin düşünme kabiliyeti imanla sıkı ilişki içerisindedir. Bu özellikler
aynı zamanda imanı besleyip kuvvetlendirmektedir.
Gerçek şu ki, bir sözün ya da eylemin hakiki anlamını, hikmetini ve
sonuçlarını kavramak, doğuştan gelen ve eğitimle edinilen kabiliyetlere
bağlı olarak kişiden kişiye değişen bir husustur. Herkes bir sözü, düşünme
ve kavrama istidadı oranında anlayabilir. Bundan dolayıdır ki, Hz. Pey-
gamber, sözlerinin dinleyenler tarafından başkalarına aktarılmasını teşvik
etmiş, böylece sözlerinin hakikatini, aktarandan daha iyi kavrayabilecek
olanlara ulaşmasını arzulamıştır. Resûl-i Ekrem, ashâbına verdiği bir hut-
bede17 şöyle buyurmuştur: “Allah, bizden bir hadis işitip, başkasına aktara-
na kadar onu belleyen kişinin yüzünü ak etsin. Fıkıh (dini hakkıyla anlamaya
yönelik bilgiler) öğrenip onu kendisinden daha kavrayışlı olanlara aktaran nice
kimseler vardır! Fıkıh öğrenen nice kimseler de vardır ki haddizatında kendileri
fakih (derin kavrayış sahibi) değildir.”18 14 DM357 Dârimî,
Mukaddime, 32.
Peygamberimiz (sav) bu uyarı ve talebiyle, hadisin hayat veren anla- 15 T2681 Tirmizî, İlim, 19;
mının herkese ulaştırılmasını ve onun, kavrayamayanlar elinde zayi olma- İM222 İbn Mâce, Sünnet, 17.
16 DM518 Dârimî,
masını salık vermiştir. Kendisini doğrudan dinleyenler arasında bulunma- Mukaddime, 43.
yan, fakat onun mesajını pekâlâ kavrayıp içselleştirecek kişilerin bundan 17 DM236 Dârimî,
Mukaddime, 24.
mahrum olmamasını arzulamıştır. Allah Resûlü böyle bir sorumluluğu 18 D3660 Ebû Dâvûd, İlim,
üstlenen kişileri övmüş ve “Allah onların yüzünü ak etsin.” diyerek onlar için 10; T2656 Tirmizî, İlim, 7.
431
HADİSLERLE İSLÂM
BİLGİ
dua etmiştir. Öte yandan “Her kim, kendisine sorulan bir meseleyi yahut ken-
disinden istenilen bir bilgiyi bile bile gizler de cevabını vermezse, kıyamet günü
ona ateşten bir gem vurulacaktır.”19 buyuran Allah Resûlü, bilginin esirgen-
mesini ise asla hoş görmemiştir. Aynı şekilde kişinin bilmediği hususlarda
görüş beyan etmesini ve fetva vermesini de hoş görmemiş, insanları yön-
lendirme konusunda ziyadesiyle hassas davranılmasını istemiştir. Nitekim
Peygamberimiz (sav) döneminde yaşanan acı bir olay, bilmeden fetva ver-
menin kötü sonuçlarını gösteren örneklerden sadece biridir. Seferdeyken
kafası yarılan bir sahâbîye arkadaşları su olduğu için teyemmüm yapama-
yacağını söylemişlerdi. Bu fetva üzerine yaralı sahâbî başını yıkamış ve bu
nedenle de vefat etmişti. Olayı duyunca Peygamberimiz (sav), buna sebep
olanları şu sözüyle azarlamıştı: “Onu öldürdüler, Allah da onların canını alsın!
Mademki bilmiyorlar, bir bilene sorsalardı ya! Cehaletin ilacı sormaktır.”20
İnsanların bilmediklerini bir bilene sormaları en doğru hareket tar-
zıdır. Âlimlerin varlığı insanların yanlış kararlarla yanlış yollara düşme-
lerinin önündeki engeldir. Dolayısıyla ilim erbabına konumlarına uygun
bir şekilde saygı göstermek, sağlıklarında kıymetlerini bilmek ve onlardan
istifade etmek gerekir. Çünkü bilginin varlığını devam ettirmesi, âlimlerin
varlığına bağlıdır. Onların olmaması durumunda meydan cahillere kalır
ve onlar da yanlış fetvaları ile insanları yanlışa sevk ederler. En çok hadis
rivayet edenlerden olan, Kur’an’ı ve eski kitapları okuyabilen âlim sahâbî21
Abdullah b. Amr’ın naklettiği bir hadis-i şeriflerinde Peygamberimiz bu
duruma şöyle dikkat çeker: “Kuşkusuz Allah, ilmi kullarının arasından çekip
almaz. Bilakis âlimlerin vefatıyla ilmi alır. Sonunda hiç âlim kalmayınca, insanlar
cahil kimseleri önder edinirler. Onlara birtakım sorular sorulur, onlar da bilgisizce
fetva verirler. Böylelikle hem kendileri sapar hem de (insanları) saptırırlar.”22
Görüş bildirme ve topluma rehberlik etme, ağır sorumluluk gerek-
tiren bir iştir. Derin bir anlayış ve öngörüye sahip olmayı gerektiren bu
işin hukukî ve ilmî boyutlarının yanı sıra, ahlâkî bir boyutu da olduğu
unutulmamalıdır. Abdullah b. Mes’ûd’un, bilmediği konularda “Allah
19 D3658 Ebû Dâvûd, İlim, 9. daha iyi bilir.” deyip susmasını kişinin fıkhına yani anlayış ve kavrayışına
20 D336 Ebû Dâvûd, Tahâret, bağlaması,23 bilgi ahlâkına riayet etmeye dair vurgusuyla gayet manidar-
125.
21 EÜ3/345, İbnü’l-Esîr, dır. Kesin ve nihaî bilginin sadece Allah’a ait olabileceği düşüncesine sahip
Üsdü’l-gâbe, III, 346. olmak, söz konusu bilgi ahlâkının gereklerindendir. Hz. Ömer’in şu sözü,
22 B100 Buhârî, İlim, 34.
432
HADİSLERLE İSLÂM
BİLGİ
cak Resûlullah’a aitse isabetlidir. Çünkü Allah ona (doğruyu bizzat) göster-
miştir. Bizim re’ylerimiz ise, (doğru olanı bulmak için gücümüz nispetinde
ortaya konan) fikrî gayret ve zandan ibarettir.”24 Bu düşünceye sahip olan
Hz. Ömer, Ebû Musa el-Eş’arî’ye yazdığı mektupta hüküm verecek insanla-
rın nasıl hareket edeceklerine dair önemli bir ilkeden bahsetmektedir: “Bu-
gün verdiğin ama daha sonra tekrar düşünüp yanlış olduğunu anladığın
bir hüküm, seni doğruya dönmekten alıkoymasın. Çünkü hakikat asıldır,
onu hiçbir şey iptal edemez. Hakikate dönmek, bâtılı sürdürüp gitmek-
ten hayırlıdır.”25 Hâkimlik yapanların ahlâkî ve uhrevî sorumluluklarının
ağırlığına dikkat çeken Peygamber Efendimiz,26 bilgisizce ya da sağlam bir
bilgiye dayanmadan hüküm veren insanları şöyle uyarmaktadır: “Bilgisizce
verilen bir fetva ile amel eden kimsenin günahı, o fetvayı verene aittir.”27
Geleneğimizde fetva verme konusunda cesur ve hevesli olmaya sı-
cak bakılmamıştır.28 Sahâbîler, kendilerinden fetva istendiğinde bunun
sorumluluğunu üstlenmekten çekinmişlerdir.29 Hatta bir şey sorulduğun-
da arkadaşlarının cevap vermesini beklemişlerdir. Ama öyle bir zaman
gelmiştir ki, Hz. Peygamber’in arkadaşları onun vefatından sonra insan-
ların sorunlarını çözmekten, onlara rehberlik yapmaktan kaçınamaz ol-
muşlardır. Nitekim Hz. Ömer döneminde Kûfe kadılığı yapmış olan fakih
sahâbî Abdullah b. Mes’ûd, bu durumu açıkça dile getirmektedir. Bir gün
pek çok hususta görüşü sorulduğunda o şöyle demiştir: “Bir zamanlar biz
hiç hüküm veremezdik, daha sonraları Allah takdir buyurdu da bu gör-
düğünüz seviyeye ulaştık. Bundan sonra sizden biriniz, hüküm verilme-
si gereken bir sorunla karşılaşırsa, Allah’ın Kitabı’ndaki hükümlere göre
karar versin. Allah’ın Kitabı’nda bulunmayan bir işle karşılaşırsa, O’nun
Peygamberi’nin (sav) hükümleriyle meseleyi çözmeye çalışsın. Allah’ın
Kitabı’nda ve Resûlullah’ın (sav) hükümlerinde söz konusu edilmeyen 24 D3586 Ebû Dâvûd, Kadâ’
bir mesele ile karşılaşırsa, salih insanların verdiği hükümlere göre cevap (Akdiye), 7.
25 DK4392 Dârekutnî, Sünen,
demesin. Çünkü helâl bellidir. Haram da bellidir, bu ikisinin arasında ise 8; İM53 İbn Mâce, Sünnet, 8.
28 DM159 Dârimî,
(helâl mi haram mı olduğu belli olmayan) şüpheli meseleler vardır. Seni Mukaddime, 20.
şüpheye düşüren şeyleri bırak, şüphe duymadığın şeylere bak.”30 Abdullah 29 DM166 Dârimî,
Mukaddime, 20.
b. Mes’ûd’un bu sözü, problemin çözümünde başvurulacak kaynakların 30 N5399 Nesâî, Âdâbü’l-
öncelik sırasını bildirmesinin yanı sıra, “İctihad etmekten korkuyorum, kudât, 11.
433
HADİSLERLE İSLÂM
BİLGİ
11/51; Enbiyâ, 21/10, 67; biriniz delilini diğerinden daha güzel ifade eder ve ben ondan duyduğuma göre
Mü’minûn, 23/80; Kasas, (onun lehine) hüküm veririm. Bu şekilde kime (yanlışlıkla) kardeşinin hakkından
28/60.
34 Bakara, 2/171.
bir şey vermişsem, asla onu almasın. Zira böyle bir durumda ona ben ancak bir
35 B7169 Buhârî, Ahkâm, 20. ateş parçası vermiş olurum.”35
434
HADİSLERLE İSLÂM
BİLGİ
Menâsikü’l-hac, 11.
da belki eski bir soy köküne çekmiştir!” buyurdu.39 38 Hİ3/493 İbn Hacer, İsâbe,
Allah Resûlü’nün vefatından sonra hem zamanın ilerlemesi, hem de III, 493.
39 B5305 Buhârî, Talâk, 26;
fetihler sonucunda yeni kültür çevreleri ile iletişime geçilmesi, daha önce ŞİS144 Süyûtî, Şerhu Süneni
örneği görülmeyen birtakım yeni şartları ortaya çıkarmıştır. Bu dönem- İbn Mâce, s. 144.
435
HADİSLERLE İSLÂM
BİLGİ
436
HADİSLERLE İSLÂM
BİLGİ
laması hâlinde bahsedilebilir.43 Özü itibariyle iyiliğe yatkın olan fıtrat, kö-
tülüğü reddeder. İnsan, yaratılışı itibariyle iyiliği ve kötülüğü tanıyıp ayırt
etme kabiliyetine sahiptir.44
Peygamberimizin, iyiliğin ve kötülüğün ne olduğunu soran Vâbisa’ya,
“Kendine danış, kalbinden fetva iste!’ buyurması, aslında kişinin içinde du-
ran hakikati görmezlikten gelip, her zaman yanılma payı olan maddî delil
ve göstergelere dayanarak ulaşılan hükümlere sığınmaması gerektiğini sa-
lık vermektedir. Yinelemek anlamlı olacaktır: “İyilik, gönlü huzura kavuştu-
ran ve içe sinen şeydir. Kötülük ise insanlar sana fetva verseler (onaylasalar) bile, 43 Necm, 53/11.
gönlü(nü) huzursuz eden ve iç(in)de bir kuşku bırakan şeydir.” 44 Şems, 91/8.
437
BİLGİ AHLÂKI
ÂLİMİN İLİMLE SINAVI
ُ َي ُقs
:ول َ َس ِم ْع ُت َر ُس... َعَنْ ُأ�سَامَةَ بْنِ زَيْدٍ قَال
ول ال َّل ِه
َف َي ُدو ُر ب َِها،اب َب ْط ِن ِهُ َف َت ْن َد ِل ُق َأ� ْق َت،“ ُي ْؤتَى بِال َّر ُج ِل َي ْو َم ا ْل ِق َيا َم ِة َف ُي ْل َقى ِفى ال َّنا ِر
َيا ُفل َا ُن! َما:ون َ َف َي ُقو ُل، َف َي ْج َت ِم ُع �ِإ َل ْي ِه َأ�هْ ُل ال َّنا ِر،َك َما َي ُدو ُر ا ْل ِح َما ُر بِال َّر َحى
َق ْد ُك ْن ُت، َب َلى:ول ُ وف َو َت ْن َهى عَ ِن ا ْل ُم ْن َك ِر؟ َف َي ُق ِ َل َك؟ َأ� َل ْم ت َُك ْن َت أ�ْ ُم ُر بِا ْل َم ْع ُر
”. َو َأ�ن َْهى عَ ِن ا ْل ُم ْن َك ِر َو�آ ِتي ِه،وف َو َلا �آ ِتي ِه ِ �آ ُم ُر بِا ْل َم ْع ُر
Üsâme b. Zeyd’in işitip naklettiğine göre..., Resûlullah (sav) şöyle
buyurmuştur: “Kıyamet günü bir adam getirilip cehenneme atılır ve bağırsakları
dışarı fırlar. O kişi, eşeğin değirmen taşı ile döndüğü gibi bağırsaklarıyla birlikte
dönmeye başlar. Derken etrafına cehennemlikler toplanır ve ‘Ey falan, ne bu hâl?
Sen iyiliği emredip, kötülükten alıkoymaz mıydın?’ derler. O da, ‘Evet, ben iyiliği
emrederdim, ama onu kendim yapmazdım. Kötülükten alıkoyardım, ama onu
kendim yapardım.’ diye karşılık verir.”
(M7483 Müslim, Zühd, 51)
439
:s ول ال َّل ِهعَنْ َأ�بِى هُرَيْرَةَ قَالََ :ق َال َر ُس ُ
“ َم ْن ُس ِئ َل عَ ْن ِع ْل ٍم عَ ِل َم ُه ُث َّم َك َت َم ُه ُأ� ْلجِ َم َي ْو َم ا ْل ِق َيا َم ِة ِب ِل َجا ٍم ِم ْن نَا ٍر”.
َ sي ُق ُ
ول: عَنِ ابْنِ مَسْعُودٍ dقَالََ :س ِم ْع ُت ال َّنب َِّي
الا َف َس َّل َط ُه عَ َلى هَ َل َك ِت ِه ِفى ا ْل َح ِّق، “لا َح َس َد �ِإ َّلا ِفى ا ْث َن َت ْي ِنَ :ر ُج ٌل �آتَا ُه ال َّل ُه َم ً
َ
َو َر ُج ٌل �آتَا ُه ال َّل ُه ِح ْك َم ًة َف ْه َو َي ْق ِضى ب َِها َو ُي َع ِّل ُم َها”.
440
Ebû Hüreyre’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle bu-
yurmuştur: “Her kim, bildiği bir konuda kendisine danışılır da onu gizlerse
kıyamet günü ağzına ateşten bir gem vurulur.”
(T2649 Tirmizî, İlim, 3; D3658 Ebû Dâvûd, İlim, 9)
İbn Mes’ûd’un (ra) işitip naklettiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle
buyurmuştur: “Ancak iki kişiye haset (gıpta) edilir. Bunlar, Allah’ın kendisine
mal verdiği ve onu hak yolunda harcayan kimse ile Allah’ın kendisine (ilim ve)
hikmet verdiği ve ona göre karar verip, onu başkalarına da öğreten kimsedir.”
(B1409 Buhârî, Zekât, 5; M1896 Müslim, Müsâfirîn, 268)
441
H z. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’in idaresi altında geçirilen hu-
zur ve sükûn yılları ne yazık ki Hz. Osman’ın halifeliğinin ikinci yarı-
sında yerini huzursuzluklara ve iç karışıklıklara bırakmıştır. Bu duruma
bir son verilmesi için girişimlerde bulunulmuştur. Üsâme b. Zeyd’den de
gelişen tatsız olaylara müdahale etmesi istenmiştir. Zira Üsâme, vaktiyle
Peygamberimizin Müslüman ordusuna başkumandan tayin ettiği bir kişi-
dir. Üsâme, Hz. Osman’ın şehîd edilmesinden sonra kargaşa ortamını terk
edip Şam’a yerleşmiş, ardından Medine’ye dönmüş ve orada vefat etmiştir.1
Üsâme b. Zeyd’e, “Osman’ın yanına girmez misin, (bu durumu) onunla bir
konuşsan.” denilmişti. Üsâme, “Sizinle paylaştıklarımın dışında onunla
bir şey konuşmadığımı mı sanıyorsunuz? Ben onunla bu konuları, kapısını
açan ilk kişi olmayı istemeyeceğim bir işe (fitneye) meydan vermemek için
(özel olarak) konuştum. Resûlullah’tan işittiğim şu sözden sonra, başıma
yönetici olan bir kişi için “İnsanların en hayırlısıdır.” diyecek de değilim:
Resûlullah şöyle buyurmuştur: “Kıyamet günü bir adam getirilip cehenneme
atılır ve bağırsakları dışarı fırlar. O kişi, eşeğin değirmen taşı ile döndüğü gibi
bağırsaklarıyla birlikte dönmeye başlar. Derken etrafına cehennemlikler toplanır
ve ‘Ey falan, ne bu hâl? Sen iyiliği emredip, kötülükten alıkoymaz mıydın?’ derler.
O da, ‘Evet, ben iyiliği emrederdim, ama onu kendim yapmazdım. Kötülükten
alıkoyardım, ama onu kendim yapardım.’ diye karşılık verir.”2
Hadiste yapılan benzetme, bilgi ahlâkına ve yönetim sorumluluğuna
sahip olmamanın vahim durumunu ve akıbetini bizlere tasvir etmektedir.
Bir insan düşünün, ateşe atılmış, ardından iç organları dışarı fırlamış ve
onların etrafında tıpkı eşeğin değirmen taşı etrafında döndüğü gibi dö-
nerek kıvranmaya başlamış... Bu arada dünyadayken kendisini iyi bilen
kişiler de etrafına toplanmış onu seyrediyorlar! Bu insanın zavallı, iğrenç
ve ürkütücü hâli neyse, bilgiyle ve insanların yönetimiyle meşgul olup da
bunun yükümlülüğünü yerine getirmeyenlerin durumu da işte budur.
Cehennemde azap gören bu kişinin iç organlarının dışarı fırlaması, bir
anlamda içinde gizlediğinin dışa vurulmasına, bir anlamda da ilimden
1 Hİ1/49 İbn Hacer, İsâbe,
I, 49.
ve sahip olduğu makamdan nemalanarak midesini bunların üzerinden 2 M7483 Müslim, Zühd, 51.
443
HADİSLERLE İSLÂM
BİLGİ
444
HADİSLERLE İSLÂM
BİLGİ
11 DM378 Dârimî,
azlığının13 yanı sıra, bildikleri hâlde insanları haram yemekten ve günah
Mukaddime, 34; MÜ447
işlemekten alıkoymayan bilgin din adamlarının14 umursamaz ve sorum- Taberânî, Müsnedü’ş-
suz tavırları önemli rol oynamaktadır. Peygamberimizi ziyarete gelen bir şâmiyyîn, I, 258.
12 MK14142 Taberânî, el-
heyet içinde bulunan Talk b. Ali’nin bu esnada işittiği15 ve Ebû Hüreyre, Mu’cemü’l-kebîr, XVII, 17.
Enes b. Mâlik, Ebû Saîd el-Hudrî, Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Mes’ûd, 13 Hûd, 11/116.
14 Mâide, 5/63.
Abdullah b. Amr gibi önde gelen sahâbîlerin ve Atâ’ b. Ebû Rebâh, Nâfi’, 15 MK8251 Taberânî, el-
el-Esved ve Saîd b. Cübeyr gibi tâbiûn neslinden âlimlerin naklettiği bir Mu’cemü’l-kebîr, VIII, 334.
445
HADİSLERLE İSLÂM
BİLGİ
rivayete göre, Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur: “Her kim, bil-
diği bir konuda kendisine danışılır da onu gizlerse kıyamet günü ağzına ateşten
bir gem vurulur.”16
Sahip olduğu bilgiyi paylaşmayan, tecrübelerini toplumun yararına
sunmayarak bencil davranan kişi, hakikatleri gizlemek suretiyle Allah’a
karşı, bilgi sayesinde hayat bulan ruhları bundan mahrum bırakmak su-
retiyle de insanlığa karşı büyük bir suç işlemektedir. Böyle bir kimse, ko-
nuşması beklenen yerde sustuğu ve bilgiyi esirgediği için, konuşmaya ve
derdini anlatmaya her zamankinden daha çok ihtiyaç duyacağı âhirette,
konuşma hakkından mahrum bırakılacaktır. Hadislerin anlaşılması ve
yorumlanması çabalarına değerli katkılarda bulunan, hicrî dördüncü asır
âlimi Hattâbî, hadiste yer alan gem vurma tabirinin, hak sözü, bilgiyi esir-
geyip gizleyen kimsenin âdeta kendi ağzına gem vurması anlamına gel-
diğini belirtir.17 Zira o, toplumu özgürleştirmesi gereken bilgiyi onlardan
gizleyerek, zihinsel ilerlemenin önüne set çekmekte, düşünce atılımını en-
gellemekte, gönüllerin bilgi ile kemale erişmesine mani olmaktadır.
İlmi diğer insanlardan gizlemek aynı zamanda bir güvensizlik ve sa-
mimiyetsizlik ifadesidir. “Sadakanın en faziletlisi, Müslüman kişinin öğren-
diklerini Müslüman kardeşine öğretmesidir.”18 buyurarak, bilgiyi paylaşmayı
sadaka vermenin bir çeşidi olarak sunan Peygamberimiz, bu paylaşımın
Müslümanlar arasındaki sadakat ve güveni temsil ettiğini bize bildirmiştir.
Bilginin esirgenmesi ve gizlenmesi, Allah’ın bahşettiği bir nimeti O’nun
kulları ile paylaşmamak ve bencil davranmak anlamına gelir. Gizlide ve
açıkta, göklerde ve yerde ne varsa bilen19 ve sınırsız ilmi ile bilginin ger-
çek kaynağı olan Rabbimize yapılan böyle bir saygısızlık, aynı zamanda
kişisel mal hâline getirilemeyecek kadar asil ve cihanşümul olan bilgiye
karşı da bir haksızlık ve hürmetsizliktir. Nitekim Kur’an’da, “De ki: ‘Sizler
mi daha iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı?’ Allah tarafından kendisine ulaşan bir
gerçeği gizleyen kimseden daha zalim kimdir? Allah, yaptıklarınızdan habersiz
değildir.”20 buyrulurken, ilâhî hakikatleri gizleyen ilim adamları da şiddetle
16 T2649 Tirmizî, İlim, 3;
D3658 Ebû Dâvûd, İlim, 9. kınanmaktadır: “İndirdiğimiz apaçık delilleri ve hidayeti kitapta açıklamamız-
17 AV10/66 Azîmâbâdî,
dan sonra onları gizleyenler var ya, işte onlara hem Allah, hem de diğer bütün
Avnü’l-ma’bûd, X, 66.
18 İM243 İbn Mâce, Sünnet, lânet edenler lânet eder.”21
20. Bilgiyi paylaşmak ve yaymak aslında âlimin varlık sebebidir. Bu, ba-
19 Âl-i İmrân, 3/29.
20 Bakara, 2/140.
zen var olma ve var kalma mücadelesi hâline gelebilir. Özellikle kritik
21 Bakara, 2/159. zamanlarda toplumsal duyarlılıkların sesi olmak, toplumun rehberleri ko-
446
HADİSLERLE İSLÂM
BİLGİ
gizleyip onu az bir bedel ile değişenler (var ya), işte onlar karınlarına ateşten Mukaddime, 46.
25 D3664 Ebû Dâvûd, İlim,
başka bir şey doldurmuyorlar.”28 âyet-i kerimesi, bilgi karşılığında elde edi- 12; HM8438 İbn Hanbel,
len hiçbir menfaatin bilginin bedeli olamayacağını bize hatırlatmaktadır. II, 338.
26 ST5/284 İbn Sa’d, Tabakât,
Hele hele menfaat için bilginin çarpıtılması, fayda bir yana, ağır bir bedel V, 284.
ödemeyi gerektirecek ciddi bir sorumsuzluk örneğidir. Nitekim Peygam- 27 TK11/120 Mizzî, Tehzîbü’l-
nakletmektedir: “İlmi, âlimlere karşı övünmek, cahillerle münakaşa etmek ve 29 İBS138 İbn Abdülber,
İstîâb, s. 138.
insanların teveccühünü kazanmak için öğrenmeyiniz. Kim böyle yaparsa o kimse 30 İM259 İbn Mâce, Sünnet,
ateştedir.”30 Hz. Lokman’ın oğluna yaptığı nasihat da hiçbir şekilde bilgi- 23.
447
HADİSLERLE İSLÂM
BİLGİ
36 DM260 Dârimî, bütün eşyanın isimlerini,39 kendini ifade etmeyi ve canlı cansız tüm var-
Mukaddime, 27. lıkları birbirinden ayırabilme40 becerisini öğreten Allah’tır. Kısacası Allah
37 Ra’d, 13/37.
38 Alak, 96/5. insanı ilim öğrenme hassalarıyla donatmış, ona bilgi elde etme kabiliyeti
39 Bakara, 2/31.
vermiştir. Bundan dolayıdır ki Hz. Peygamber’e (sav) “Rabbim, ilmimi ar-
40 Rahmân, 55/3-4.
41 Tâ-Hâ, 20/114.
tır!” şeklinde dua etmesi emredilmiştir.41 Kur’an’da “ilim sahipleri” yerine
42 Hac, 22/54; Sebe’, 34/6. “kendilerine ilim verilenler” ifadesi kullanılmıştır.42
448
HADİSLERLE İSLÂM
BİLGİ
edilecek bir haslet olduğunu bildirmektedir. Hadisi İbn Mes’ûd’dan alan Mukaddime, 34.
449
HADİSLERLE İSLÂM
BİLGİ
Kays b. Ebû Hâzim, Efendimiz devrinde yaşamış ancak biat etmeye geldi-
ğinde Hz. Peygamber’in vefat haberiyle karşılaşmıştır. Daha sonra Kûfe’ye
yerleşmiş, Hz. Ali ile birlikte Nehrevan’da Hâricîlere karşı savaşmıştır. Yüz
yaşını aşacak kadar uzun yaşayan Kays’ı, hadis nakli konusunda, hadis-
leri bir araya toplamak gibi büyük bir hizmeti yerine getiren büyük hadis
âlimi Zührî’den bile daha sağlam ve güvenilir bulanlar vardır.47 Kays b.
Ebû Hâzim kanalından gelen bu rivayette Allah Resûlü şöyle buyurmakta-
dır: “Ancak iki kişiye haset (gıpta) edilir. Bunlar; Allah’ın kendisine mal verdiği
ve onu hak yolunda harcayan kimse ile Allah’ın kendisine (ilim ve) hikmet verdiği
ve ona göre karar verip, onu başkalarına da öğreten kimsedir.”48
Şurası muhakkaktır ki ilmi paylaşmak ve aktarmak tıpkı mal infakında
olduğu gibi insana bir ayrıcalık kazandırır. Zira veren el alan elden üstündür.49
İlim de mal ve servet gibi Allah’ın insana bahşettiği bir emanettir. İnsan her
ikisini de diğer insanlarla paylaşarak, hem bencilliğinden arınır hem de bun-
lar üzerinde sınırsız tasarruf hakkına sahip olduğu vehminden kurtulur. İl-
min topluma aktarılmasındaki fayda, mal ve servetin paylaşılmasından daha
büyüktür. Rahmet Elçisi, arkasında istifade edilen ilim bırakan kimselerin se-
vap hanelerinin öldükten sonra da açık olduğunu bildirmiştir.50
Yetiştirdiği öğrencilerle Kûfe ilim ekolünün temellerini atan bilgin
sahâbî İbn Mes’ûd’un Hz. Nebî’den (sav) naklettiği bir başka hadis, pay-
laşma sayesinde, anlama ve kavrama yeteneği daha yüksek olan, bilgiyi
işleyip çoğaltabilecek kişilere ilmin ulaştırılmasının önemini ortaya koy-
maktadır: “Allah, bizden bir şey işitip, işittiği gibi başkasına ulaştıran kişinin
yüzünü ak etsin. Kendisine (bilgi) ulaştırılan nice kimseler vardır ki onu işi-
47 TR6936 Hatîb Bağdâdî, ten (ve kendisine aktaran kimse)den daha kavrayışlıdır.”51 Yine Abdullah b.
Târîhu Bağdâd, XII, 452-454.
48 B7316 Buhârî, İ’tisâm, 13;
Mes’ûd, “Eğer ilim ehli, ilmi(n değerini) koruyup onu liyakatli olanların
M1896 Müslim, Müsâfirîn, yanına koymuş olsalardı, ilim sayesinde, kendi devirlerinin büyükleri ola-
268; TM367 Tayâlisî, caklardı. Ne var ki bilginler, ilim vasıtası ile dünyalık birtakım menfaatler
Müsned, I, 188; HM4109 İbn
Hanbel, I, 432. sağlamak için ilmi, dünya ehlinin eline verdiler. Bu sebeple ilim adamla-
49 B1427 Buhârî, Zekât, 18;
rının değeri de dünya ehli yanında düştü.” demiştir.52 Onun bu sözünden
M2385 Müslim, Zekât, 94.
50 M4223 Müslim, Vasiyyet, anlıyoruz ki ilmi menfaate dönüştürme çabası bizâtihi değersiz ve bayağı
14; D2880 Ebû Dâvûd, bir durum olduğu gibi, bilgi sahibini de küçük düşürmektedir. Enes b.
Vesâyâ, 14.
51 T2657 Tirmizî, İlim, 7. Mâlik’in naklettiği bir hadiste Resûl-i Ekrem’in, “Bilgiyi lâyık olmayana öğ-
52 İM257 İbn Mâce, Sünnet,
reten kişi, domuza, değerli taşlar, inci ve altın(dan yapılmış bir gerdanlık) takmış
23.
53 İM224 İbn Mâce, Sünnet,
sayılır.”53 sözü de bu durumun bir başka ifadesidir. En nadide mücevherleri
17. en bayağı hayvana takmak gibi, ilmi ehline vermemek de bir zulümdür.
450
HADİSLERLE İSLÂM
BİLGİ
451
FERASET
ALLAH’IN NURUYLA BAKMAK
َ َق
:ال َأ� َّن ُهs عَ ْن ال َّنب ِِّيd َعَنْ َأ�بِي هُرَيْرَة
َ
”.“لا ُي ْل َد ُغ ا ْل ُم ْؤ ِم ُن ِم ْن ُج ْح ٍر َو ِاح ٍد َم َّر َت ْي ِن
453
:s عَنْ َأ�بِى سَعِيدٍ قَالََ :ق َال َر ُس ُ
ول ال َّل ِه
“لا َح ِل َيم �ِإ َّلا ُذو عَ ْث َر ٍةَ ،و َلا َح ِك َيم �ِإ َّلا ُذو ت َْج ِر َب ٍة”.
َ
ول ال َّل ِه ِ�“ :sإ َّن ال َّل َه تَعالى َق َالَ :م ْن عَ ادَى ِلى َو ِل ًّيا عَنْ َأ�بِى هُرَيْرَةَ قَالََ :ق َال َر ُس ُ
َف َق ْد �آ َذ ْن ُت ُه بِا ْل َح ْر ِبَ ،و َما َت َق َّر َب �ِإ َل َّي عَ ْب ِدى ِبشَ ْي ٍء َأ� َح َّب �ِإ َل َّى ِم َّما ا ْف َت َر ْض ُته عَ َل ْي ِه،
َو َما ز ََال عَ ْب ِدى َي َت َق َّر ُب �ِإ َل َّى بِال َّن َوا ِف ِل َح َّتى َأ� ْح َب ْب ُتهَُ ،ف ُك ْن ُت َس ْم َع ُه ا َّل ِذى َي ْس َم ُع ِب ِه،
َو َب َص َر ُه ا َّل ِذى ُي ْب ِص ُر ِب ِهَ ،و َي َد ُه ا َّل ِتى َي ْب ُط ُش ب َِها َو ِر ْج َل ُه ا َّل ِتى َي ْم ِشى ب َِهاَ ،و�ِإ ْن َس َأ� َل ِنى
َل ُأ�عْ طِ َي َّنهَُ ،و َل ِئ ِن ْاس َت َعا َذ ِنى ل ُأ� ِع َيذ َّن ُه”...
454
Ebû Saîd’den nakledildiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle
buyurmuştur: “Tökezlemeyen, halîm (akıllı) olmaz, tecrübe edinmeyen hakîm
olmaz.”
(T2033 Tirmizî, Birr, 86; EM565 Buhârî, el-Edebü’l-müfred, 199)
455
M ekke’de şiirleriyle Hz. Peygamber’i hicveden ve müşrikleri
Müslümanların aleyhine kışkırtan Ebû Azze Abdullah b. Amr b. Umeyr
adında bir şair vardı. Bu şair, Bedir Savaşı’nda esir alınmıştı.1 O gün Hz.
Peygamber’in huzuruna getirilmiş ve fakir olduğunu, fidye verecek malı
mülkü bulunmadığını ve ailesinin kalabalık olduğunu söyleyerek bağış-
lanma talebinde bulunmuştu. Ayrıca Resûlullah’a, bir daha kendisiyle sa-
vaşmayacağına dair söz vermişti. Allah Resûlü de onu serbest bırakmıştı.
Ne var ki Ebû Azze Mekke’ye gittikten sonra, şiirleriyle müşrikleri Hz.
Peygamber aleyhine kışkırtmaya devam etti.2 İşbu Ebû Azze, aradan bir
yıl geçtikten sonra bu kez Uhud Savaşı’nda Müslümanların karşısına çıktı.
O, daha önce Resûlullah’a verdiği sözü hatırlatsa da Mekkeli müşrikler-
den Safvân b. Ümeyye, malı ve ailesi konusunda kendisine teminat vere-
rek onu bu savaşa katılmaya ikna etti. Ebû Azze, Uhud’da da esir düştü.
Kureyşli tek esir olarak Hz. Peygamber’in huzuruna getirildiğinde, zorla
getirildiğini ve Mekke’de bakıma muhtaç kızları olduğunu söyleyerek yine
bağışlanma talebinde bulundu. Bunun üzerine Allah Resûlü, “Bana ver-
diğin söz nerde kaldı! Hayır, vallahi Mekke’de, ‘Muhammed’i iki kez aldattım.’
diyerek sakalını ovuşturamayacaksın.” dedi ve ekledi: “Mümin bir delikten iki
kere sokulmaz.” Sonra da Âsım b. Sâbit’e, (savaş suçundan dolayı) onu ceza-
landırması talimatını verdi.3
Hz. Peygamber’in kendine has üslûbuyla ifade ettiği, “Mümin, bir delik-
ten iki kere sokulmaz.” şeklindeki veciz beyanı bütün hadis kaynaklarında
yer bulmuş, Buhârî ve Müslim’in Sahîhleri gibi önemli eserlerde bâb/konu
başlığı olarak kaydedilmiştir.4 Bu, söz konusu hadisin erken dönemlerden
itibaren Müslüman zihninde ve vicdanında önemli bir yer tuttuğunu gös- 1 ST2/43 İbn Sa’d, Tabakât,
termektedir. Bu hadise göre Müslüman aynı sebepten dolayı iki kez üst üste II, 43.
2 BS13111 Beyhakî, es-
aldanmaz, aldatılamaz. Bir kez hata yapar ancak ondan ders alır, sonrası Sünenü’l-kübrâ, VI, 523.
için tedbirli davranır. Bir yılan tarafından aynı delikten iki kez ısırılmak 3 BS18537 Beyhakî, es-
O hâlde mümin, hatalarına kendisine tecrübe kazandıran birer fırsat ola- M7498 Müslim, Zühd, 63.
457
HADİSLERLE İSLÂM
BİLGİ
rak bakmalıdır. Mümin, günahından tevbe eder gibi hatalarını fark edip
onları bir daha işlememeye azmetmelidir. “Mümin bir delikten iki defa ısırıla-
maz.” Hadisini “Müslüman, işlediği bir günahın cezasını dünyada çekerse,
o günahtan ötürü âhirette tekrar cezalandırılmaz.” şeklinde anlamak iste-
yenler olmuştur.5 ancak hadisin söylenme sebebi, bu tür yorumlara mahal
vermemektedir. Mümini gaflete düşmemesi konusunda uyaran ve zekâsını
kullanmaya teşvik eden6 bu hadis, hayatta sebep sonuç ilişkilerini ve tecrü-
beyi dikkate alan bir mümin ahlâkını karakterize etmektedir.
Bu hadisle bağlantılı olan ve inanmış insanın şahsiyetini yansıtan bir
başka rivayette ise hataların, insanı olgunlaştıran, geliştiren ve hikmetin
tecelli etmesini sağlayan tecrübeler oldukları ifade edilmektedir. “Tökezle-
meyen, halîm (akıllı) olmaz, tecrübe edinmeyen hakîm olmaz.”7 diyen Allah’ın
Elçisi, aynı zamanda hataların insanî birer gerçeklik olduğunu özlü bir
biçimde belirtmektedir. “Akıl” anlamına gelen ve “cehalet”in zıddı olan
“hilm”,8 ilim ile sadece lafzî olarak değil, mânâ olarak da birbirine yakın-
dır. Hicrî birinci asrın gözde simalarından Atâ b. Ebî Rabâh’ın, “İlm ile
hilmden daha güzel birbiriyle uyuşan, bütünleşen bir şey yoktur.”9 demesi
manidardır. Bu durumda kişi, yaşadığı birçok tecrübeden edindiği bilgiler
sayesinde hilm kazanmalıdır. Böylece başkalarının işlediği hatalara karşı
daha hoşgörülü olur ve “halîm” erdemini kazanır. Halîm kişi de tedbirli ol-
malı, geçmişteki yaşantılarından, hatalarından, eksiklerinden ders çıkart-
malı, tecrübeleri ışığında hareket etmelidir. İnsan, tecrübeleri sayesinde
halîm olduktan sonra da kendisinden hikmetli işler sadır olur. “Hikmet”,
“en güzeli, en güzel şekilde bilmek” anlamlarına gelmekte olup10 bilgi,
5 TM1922 Tayâlisî, Müsned, ince anlayış, kavrayış (fıkh) gibi insanın farklı tecrübelerle ulaştığı bilge-
II, 381.
6 İF10/530 İbn Hacer, Fethu’l-
lik düzeyine işaret etmektedir. Nitekim yukarıdaki hadis, hakîm olmayı
bârî, X, 530. tecrübeli olmaya bağlamaktadır. Halîm ve hakîm kişi, attığı her adımın
7 T2033 Tirmizî, Birr, 86;
sonucunu önceden düşünen ve ona göre istikametini belirleyen kişidir.
EM565 Buhârî, el-Edebü’l-
müfred, 199. İnanmış insanın, olası her türlü tehlike ve tehdit karşısında uyanık
8 SM1/261 İbn Sîde,
olması, davranışlarında tedbirli olması ve kendi hatalarını faydalı tecrü-
Muhassas, 1/261.
9 DM587 Dârimî, belere dönüştürmesi, hiç şüphesiz feraset ve basireti elden bırakmamasına
Mukaddime, 48. bağlıdır. Bu bakımdan, “Müminin ferasetinden sakının. Çünkü o, Allah’ın nu-
10 LA11/951 İbn Manzûr,
Lisânü’l-Arab, XI, 951. ruyla bakar.”11 diyen Allah Resûlü (sav), ferasetli olmayı mümin şahsiyetin
11 T3127 Tirmizî, Tefsîru’l-
temel bir zihinsel karakteri olarak ifade etmiş ve ferasetle “Allah’ın nuru”
Kur’ân, 15; MK7497
Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr,
arasında bir ilgi kurmuştur. Feraset bir şey hakkında derinlemesine, ay-
VIII, 102. rıntılarıyla, incelikli bir şekilde düşünmektir.12 Bir atlı (fâris) nasıl ki atı-
458
HADİSLERLE İSLÂM
BİLGİ
nın hareketlerine dair birtakım sezgilere sahip olur ve yolunu ona göre
belirlerse, feraset sahibi mümin de hayata dair güçlü öngörülere sahiptir
ve istikametini bu öngörüleri muvacehesinde belirler. Bu hadiste imanî ve
ilâhî yönü (vehbî) ortaya koyulan feraset, Allah’ın sevdiği ve değer verdiği
kullarının kalplerine yerleştirdiği, doğru yolu gösteren, doğru tahminler
yapmasını sağlayan sezgi ve ilhamlar anlamına da gelmektedir. Feraset,
müminin aklı ve düşünce kabiliyetinin yanı sıra Rabbinin, ona imanı kar-
şılığında verdiği bir lütuf olarak da anlaşılabilir. Buradan hareketle Hz.
Peygamber’in dolaylı bir şekilde müminin anlayışlı, uyanık ve ferasetli ol-
masını istediği de söylenebilir.
Şüphesiz ferasetin, doğuştan gelen zeka ve kabiliyet şeklinde ifade
edilebilecek fıtrî yönü yanında, tecrübeyle artan yönleri de vardır. Sonra-
dan kazanılan tecrübe, uzmanlık ve bilgi de feraseti tamamlayan unsur-
lardır. Nitekim Arapçada bir kişi bir işi bildiği zaman “innehû le-fârisün
bi-zâlike’l-emr” (O, bu işte çok mahir birisidir.) denilir.13 Arapçadaki bu kulla-
nım, geçmiş yaşantı ve tecrübelerin insanı olgunlaştırdığını, gelecekle il-
gili öngörülerinde isabetli olmasını ve doğru kararlar almasını sağladığını
göstermektedir. Hz. Ali de muhtemelen bu nedenle, “Yaşlı bir kişinin fikri,
bana, genç birinin görüşünden daha sevimlidir.”14 demiştir.
Hz. Peygamber de feraset ve fetanet sahibi olması, üstün zekâsı ve anla-
yış kabiliyeti sayesinde birçok gizli şeyi bilebilmiş ve geleceğe dönük doğru
tahminler yapabilmiştir. Resûlullah’ın, bir arada yaşadığı münafıkları ağız
çalımlarından, konuşmalarından hâl ve davranışlarından tanıması, onun
idrak kuvveti ve üstün kabiliyetini göstermektedir. Yüce Allah bu hususa
şöyle dikkat çekmiştir: “Biz dileseydik, onları sana gösterirdik de, sen onları
yüzlerinden tanırdın. Andolsun, sen onları, konuşma tarzlarından da tanırsın.
Allah, yaptıklarınızı bilir.”15 Bir başka âyette ise Hz. Peygamber’in onurla- 12 LA38/3379 İbn Manzûr,
rından dolayı dilencilik yapmayan insanları tanıması konu edilmektedir: Lisânü’l-Arab, XXXVIII,
3379.
“(Sadakalar) kendilerini Allah yoluna adayan, yeryüzünde dolaşmaya güç yetire- 13 LA38/3379 İbn Manzûr,
meyen fakirler içindir. İffetlerinden dolayı (başkalarından isteyip dilenmedikleri Lisânü’l-Arab, XXXVIII,
3379.
için), bilmeyen onları zengin sanır. Sen onları yüzlerinden tanırsın. İnsanlardan 14 BS20915 Beyhakî, es-
arsızca istemezler. Siz hayır olarak ne infak ederseniz, şüphesiz Allah onu bilir.”16 Sünenü’l-kübrâ, X, 191.
15 Muhammed, 47/30.
Resûlullah, farklı sahâbîlerden gelen aynı sorulara fetaneti, feraseti, 16 Bakara, 2/273.
zekâsı ve anlayışı sayesinde muhatabının durumunu tespit ederek onların 17 M250 Müslim, Îmân, 136;
459
HADİSLERLE İSLÂM
BİLGİ
ve siyer, 94; HM19117 İbn sanlar arasında feraseti en güçlü kişilerin; Hz. Yusuf’u satın aldıktan
Hanbel, IV, 324; MA9720 sonra hanımına, “Ona iyi bak. Belki bize yararı dokunur veya onu evlat edi-
Abdürrezzâk, Musannef, V,
330. niriz.” diyen22 Mısırlı Aziz ve Hz. Musa hakkında, “Babacığım, onu ücretle
19 “Kıyâfe”, DİA, XXV, 508.
tut. Herhâlde ücretle tuttuklarının en hayırlısı, güçlü ve güvenilir olan bu adam
20 B3731 Buhârî, Fedâilü
Müstedrek, IV, 1247 (2/346); ve varlıkların arkasındaki nihaî mânâlara vâkıf olan kişilerden söz edil-
MK8829 Taberânî, el- mektedir. Bu âyette ifade edilen “mütevessim” müminler, Kur’ân-ı Kerîm
Mu’cemü’l-kebîr, IX, 167.
25 Hicr, 15/75. okurken, kâinatı incelerken, insanlara bakarken, her gözün göremediği,
26 T3127 Tirmizî, Tefsîru’l-
her aklın idrak edemediği bazı şeyleri hissederler. Bu âyet-i kerimenin ön-
Kur’ân, 15; MK7497
Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr,
cesinde Yüce Allah, Lût kavminin yaptığı ahlâksızlıklardan, onlara ceza
VIII, 102. olarak gönderilen uğultulu bir sesle (sayha) şehirlerinin altının üstüne ge-
460
HADİSLERLE İSLÂM
BİLGİ
461
HADİSLERLE İSLÂM
BİLGİ
olurum.” derken, temsilî bir ifadeyle, sevgisine mazhar olmuş kuluna ya-
kınlaştığını belirtmek suretiyle ona büyük bir ikramda bulunmaktadır.
Olgun ve kemal sahibi müminler, düşünen, tefekkür eden, keskin gö-
rüşlü, akl-ı selim sahibi, olaylara ve insanlara doğru teşhisler koyabilen,
geleceğe dair sağlam, isabetli tahmin ve öngörülerde bulunabilen, ibret alan
feraset ve basiret sahibi kişiler olmalıdır. İmanları ve tecrübeleri arttıkça
feraset ve basiretleri artan müminler, tarihî olaylar ile kişisel yaşantıların-
dan dersler çıkarmalı, geçmişten ve gelenekten aldıkları ışıkla ve marifetle
geleceğe bakarak Yüce Allah’ın, “De ki: İşte bu benim yolumdur. Ben ve bana
uyanlar, marifet ve anlayış (basiret) ile Allah’a çağırırız. Allah’ın şanı yücedir.
31 Yûsuf, 12/108. Ben, Allah’a ortak koşanlardan değilim.”31 âyeti ışığında hareket etmelidir.
462
RÜYA
UYKUDAKİ ÂLEM
َ َقs
:ال عَنْ َأ�بِى هُرَيْرَةَ عَ ِن ال َّنب ِِّي
الصا ِل َح ُة ُبشْ َرى ِم َن ال َّل ِه َو ُر ْؤ َيا ت َْح ِز ٌين ِم َن َّ َفال ُر ْؤ َيا:ال ُّر ْؤ َيا َثل َا ٌث...“
”...الشَّ ْي َطانِ َو ُر ْؤ َيا ِم َّما ُي َح ِّد ُث ا ْل َم ْر ُء َن ْف َس ُه
Ebû Hüreyre’nin naklettiğine göre,
Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur:
“...Rüya üç çeşittir: (Birincisi) Allah’tan bir müjde olan salih rüyadır. (İkincisi)
şeytandan kaynaklanan üzücü rüyadır. (Üçüncüsü ise) kişinin yaşadıklarından
bazılarının rüyasına yansımasıdır...”
(M5905 Müslim, Rü’yâ, 6)
463
عَنْ عَائِشَةَ َ gأ�نهَا قَالَتَْ :أ� َّو ُل َما ُب ِد َئ ِب ِه َر ُس ُول ال َّل ِه s
َّ
َ
الصا ِد َق ُة ِفى ال َّن ْو ِمَ ،فك َان َلا َي َرى ُر ْؤ َيا �ِإ َّلا
ِم َن ا ْل َو ْح ِي ال ُّر ْؤ َيا َّ
َجا َء ْت ِمث َْل َف َل ِق ُّ
الص ْب ِح...
َ sي ُق ُ
ول: عَنْ َأ�بِى سَعِيدٍ الْخُدْرِي َِّ :أ� َّن ُه َس ِم َع ال َّنب َِّي
“�ِإ َذا َر َأ�ى َأ� َح ُد ُك ْم ُر ْؤ َيا ُي ِح ُّب َها َف ِإ�ن ََّما ِه َي ِم َن ال َّل ِهَ ،ف ْل َي ْح َم ِد ال َّل َه عَ َل ْي َهاَ ،و ْل ُي َح ِّد ْث
ب َِهاَ ،و�ِإ َذا َر َأ�ى َغ ْي َر َذ ِل َك ِم َّما َي ْك َر ُهَ ،ف ِإ�ن ََّما ِه َي ِم َن الشَّ ْي َطانِ َ ،ف ْل َي ْس َت ِع ْذ ِم ْن َش ِّرهَ ا،
َو َلا َي ْذ ُك ْرهَ ا ِل َأ� َح ٍدَ ،ف ِإ�ن ََّها َلا ت َُض ُّر ُه”.
َ sق َ
ال: عَنِ ابْنِ عُمَرََ :أ� َّن َر ُس َ
ول ال َّل ِه
“�ِإ َّن ِم ْن َأ� ْف َرى ا ْل ِف َرى َأ� ْن ُي ِر َى عَ ْي َن ْي ِه َما َل ْم َت َر”.
َ sق َ
ال: عَنْ َأ�بِى هُرَيْرَةَ عَ ِن ال َّنب ِِّي
“َ ...و َأ� ْص َد ُق ُك ْم ُر ْؤ َيا َأ� ْص َد ُق ُك ْم َح ِديثًا”...
464
Hz. Âişe (ra) anlatıyor: “Allah Resûlü’nün (sav) ilk vahiy almaya
başlaması uykuda doğru rüya (rüyâ-ı sâdıka) görmekle olmuştur. Onun
istisnasız bütün rüyaları gün gibi gerçek çıkardı...”
(B6982 Buhârî, Ta’bîr, 1)
465
S evgili Peygamberimiz, vaktinin çoğunu ashâbıyla birlikte geçi-
rir, özellikle sabah namazlarından sonra onlarla oturup sohbet ederdi. Bu
sohbetlerde gece görülen rüyalardan bahsedilir ve zaman zaman bu rüya-
lar tabir edilirdi. Çünkü her toplumda olduğu gibi, Resûl-i Ekrem’in yaşa-
dığı toplumda da rüyalar ilgi çekiyordu. Rüyaların insanlara bilmedikleri
konularda ve özellikle gelecek hakkında bilgiler verdiğine inanılıyordu.
Dolayısıyla Allah Resûlü rüyalar üzerinde durma ihtiyacı hissediyordu.
Genellikle “Bu gece aranızda rüya gören var mı?” diyerek söze başlardı.1
Ashâbdan rüyasını ona tabir ettirenler olurdu. Peygamberimiz rüyaları ta-
bir ederken insanları hayra teşvik eden, doğru yolu gösteren, onları eğiten
yorumlar yapar ve rüyaların daima hayra yorulmasını isterdi.2
O dönemde toy bir delikanlı olan Abdullah b. Ömer, Hz. Peygamber’e
rüyalarını yorumlattıran insanlara imrenerek, âdeti olduğu üzere Peygam
ber’in mescidinde kaldığı bir gece kendi kendine şöyle demişti: “Eğer sen
iyi bir adam olsan, bu kişilerin gördüğü gibi sen de rüya görürsün.” Ardından,
“Allah’ım, eğer ben iyi bir adamsam, bana öyle bir rüya göster de, onu Resûlullah
benim için tabir etsin!” diye dua ederek uykuya daldı. Uykusunda ellerinde
demir sopa bulunan iki melek yanına gelmiş, onu cehenneme götürmüş-
lerdi. Bu sırada, korku içerisinde ‘Allah’ım cehennemden sana sığınırım.’
diyerek dua etmeye başlayan Abdullah’ın karşısına çıkan bir başka melek
ona “Korkutulmayacaksın. Sen ne iyi insansın! Keşke biraz daha fazla namaz
kılsan!” demişti. Sonra iki melek onu etrafı kuyu gibi duvarlarla örül-
müş cehennemin kenarına kadar götürmüş, Abdullah, orada aralarında
Kureyş’ten bazı insanların da bulunduğu kimselerin baş aşağı zincirlerle
asılmış olduklarını görmüştü. Sonra melekler onu oradan alıp sağ tarafa
doğru götürmüşlerdi. Abdullah b. Ömer bu rüyasını ablası Hafsa aracılığı
ile Resûlullah’a iletti. Hz. Peygamber de, meleklerin rüyasında onun için
söylemiş olduğu “Abdullah ne iyi insan! Keşke biraz daha fazla namaz kılsa!” 1 B1386 Buhârî, Cenâiz, 93.
sözünü tekrarladı. Böylece Hz. Peygamber’e rüyasını tabir ettirme arzusu- 2 DM2194 Dârimî, Rü’yâ, 13.
467
HADİSLERLE İSLÂM
BİLGİ
468
HADİSLERLE İSLÂM
BİLGİ
da rüyasında kendine ve arkadaşlarına hurma ikram edildiğini görmüş 10 M5911 Müslim, Rü’yâ, 8.
tekâmül ettiğine yormuştu.14 Bir rivayete göre de ilk vahiylerin geldiği İM3898 İbn Mâce, Ta’bîru’r-
rü’yâ, 1.
sırada kendisine yol gösteren ama erken ölen Varaka b. Nevfel’i beyaz 13 B7047 Buhârî, Ta’bîr, 48.
bir elbise içinde görmüş ve bunu onun cennete girdiği şeklinde tevil 14 M5932 Müslim, Rü’yâ, 18.
469
HADİSLERLE İSLÂM
BİLGİ
sahâbe, 16. şeklinde nükteli bir cevap vermiştir.24 Esasında o, insanların gördükleri
18 B2791 Buhârî, Cihâd, 4.
kötü rüyaların kendilerinde kötü bir etki bırakmasından duydukları endi-
19 MU552 Muvatta’, Cenâiz,
10. şeyi yok etmeye çalışarak onları rahatlatmayı amaçlamıştır. Gördüğü rü-
20 İBS815 İbn Abdülber,
yalardan dolayı hastalandığını düşünen Ebû Seleme, bunu Ebû Katâde’ye
İstîâb, s. 815.
21 B6985 Buhârî, Ta’bîr, 3. anlatınca o, Resûlullah’ın “Biriniz hoşlanmadığı bir rüya görürse sol tarafına
22 M5905 Müslim, Rü’yâ, 6.
üç kez tükürsün ve rüyanın kötü etkisinden Allah’a sığınsın. Böyle yaparsa o
23 M5904 Müslim, Rü’yâ, 5.
470
HADİSLERLE İSLÂM
BİLGİ
bakıma nimete karşı nankörlük anlamına gelir. 30 HM789 İbn Hanbel, I, 101.
471
HADİSLERLE İSLÂM
BİLGİ
13. kiye işaret eden şu sözü, işte bu imkânı vurgulamaktadır: “Rüyası en doğru
33 M5905 Müslim, Rü’yâ, 6. olanınız, en doğru sözlü olanınızdır.”33
472
3. BÖLÜM
İMAN
HİDAYET
İSLÂM’IN AYDINLIK YOLU
ِع ْن َد ا ْل َم ْو ِت، ِل َع ِّم ِهs ول ال َّل ِه ُ قَالَ َق َال َر ُس:َعَنْ َأ�بِى هُرَيْرَة
: َف َأ� ْن َز َل ال َّل ُه:-ال
َ َق- َأ� ْش َه ُد َل َك ب َِها َي ْو َم ا ْل ِق َيا َم ِة” َف َأ� َبى،ُ َلا �ِإ َل َه �ِإ َّلا ال َّله:“ ُق ْل
.﴾ ال آ� َي َة...﴿�ِإن ََّك َلا ت َْه ِدى َم ْن َأ� ْح َب ْب َت
Ebû Hüreyre’den nakledildiğine göre,
Resûlullah (sav), amcası (Ebû Tâlib) ölürken kendisine,
“Lâ ilâhe illallâh (Allah’tan başka ilâh yoktur.) de ki ben de
onunla kıyamet gününde senin için şahitlik edeyim.” dedi. Amcası
bundan kaçınınca Allah, “Şüphesiz ki sen sevdiğin kişiyi hidayete
erdiremezsin...” (Kasas, 28/56) âyetini indirdi.
(M134 Müslim, Îmân, 41)
475
عَنْ عَبْدِ ال َّلهِ بْنِ ال َّديْلَمِي ِّ قَالَ :سَمِعْتُ عَبْدَ ال َّلهِ بْنَ عَمْرٍو يَقُولَُ :س ِم ْع ُت
ولِ�“ :إ َّن ال َّل َه عَ َّز َو َج َّل خَ َل َق خَ ْل َق ُه ِفى ُظ ْل َم ٍةَ ،ف َأ� ْل َقى َر ُس َ
ول ال َّل ِه َ sي ُق ُ
عَ َل ْي ِه ْم ِم ْن نُو ِر ِهَ ،ف َم ْن َأ� َصا َب ُه ِم ْن َذ ِل َك ال ُّنو ِر اهْ َت َدىَ ،و َم ْن َأ�خْ َط َأ� ُه َض َّل،
ول َج َّف ا ْل َق َل ُم عَ َلى ِع ْل ِم ال َّل ِه”. َف ِل َذ ِل َك َأ� ُق ُ
اسَ ،ي ْح َم ُد ال َّل َه َو ُي ْث ِنى عَ َل ْي ِه ب َِما ول ال َّل ِه َ sي ْخ ُط ُب ال َّن َ عَنْ جَابِرٍ قَالََ :ك َان َر ُس ُ
ولَ “ :م ْن َي ْه ِد ِه ال َّل ُه َفل َا ُم ِض َّل َلهَُ ،و َم ْن ُي ْض ِل ْل َفل َا هَ ا ِد َي َلهُ، هُ َو َأ�هْ ُلهُُ ،ث َّم َي ُق ُ
اب ال َّل ِه”. َوخَ ْي ُر ا ْل َح ِد ِ
يث ِك َت ُ
476
Abdullah b. ed-Deylemî aracılığıyla, Abdullah b. Amr’ın, Resûlullah’tan
(sav) şöyle işittiği nakledilmektedir: “Yüce Allah mahlûkatını karanlık
içerisinde yaratır ve nurunu onlar üzerine yayar. O nur kime isabet ederse
hidayeti bulur. İsabet etmediği kimseler ise şaşar.” Abdullah b. Amr, “İşte
bunun için ‘Allah’ın ilmi üzere kalem kurudu.’ (Her şey Allah’ın ezelî
bilgisiyle gerçekleşti.) diyorum.” demiştir.
(T2642 Tirmizî, Îmân, 18; HM6644 İbn Hanbel, II, 176)
477
A bdülmuttalib b. Hâşim vefat ettiğinde henüz sekiz yaşında
olan Efendimizin (sav) bakımını ve himayesini amcası Ebû Tâlib üstlendi.
O, Hz. Peygamber’in babası Abdullah’ın öz kardeşiydi.1 Mekke’nin saygın
simalarından olan Ebû Tâlib yeğeni Hz. Muhammed’i (sav) gözü gibi ko-
rumuş, hatta peygamber olduktan sonra ona düşmanca tavır alan kavmine
karşı onu savunmaktan geri durmamıştır. Nihayet Ebû Tâlib’in de ölüm
vakti gelmişti. Hiç şüphesiz ki Allah’ın Elçisi (sav), hayatı boyunca ken-
disine maddî mânevî desteklerini esirgemeyen amcasının tevhid dinine
iman etmesini çok istiyordu. Bunun için son kez huzuruna geldi. O esna-
da Ebû Tâlib’in yanında iki kişi daha vardı. Biri Ebû Cehil’di; Resûlullah
(sav), “Allah’ım! Şu iki adamdan, Ebû Cehil ve Ömer b. Hattâb’dan en sevdiğin
ile İslâm’ı güçlendir.”2 diye dua edecek, ancak hidayet ona nasip olmaya-
caktı. Diğeri de Abdullah b. Ebû Ümeyye idi. Müminlerin annesi Ümmü
Seleme’nin kardeşi olan Abdullah ise fetih günü Müslüman olacak ve Tâif
Muhasarası esnasında şehit düşecekti.3 Allah Resûlü (sav) onların da hu-
zurunda amcası Ebû Tâlib’e seslendi: “Amca! ‘Lâ ilâhe illallâh’ (Allah’tan
başka ilâh yoktur) de. Bu kelimeyi söyle ki onunla kıyamet gününde senin için
şahitlik edeyim.” Bunun üzerine Ebû Cehil ile Abdullah b. Ebû Ümeyye, “Ey
Ebû Tâlib, Abdülmuttalib’in dininden dönmek mi istiyorsun?” dediler. Hz.
Peygamber (sav) de kelime-i tevhidi amcasına arz etmeye devam etti. An-
cak Ebû Tâlib onlara son söz olarak kendisinin Abdülmuttalib’in dini üze-
re bulunduğunu söyledi ve Allah’tan başka ilâh olmadığını ikrar etmekten 1 HS1/318 İbn Hişâm, Sîret,
I, 318.
kaçındı. Resûlullah da (sav), “Vallahi engellenmediğim sürece senin için istiğfar 2 T3681 Tirmizî, Menâkıb,
dileyeceğim.” dedi. Bu olayın ardından, “Müşriklerin cehennemlik oldukları 17 HM5696 İbn Hanbel, II,
96.
kendilerince anlaşıldıktan sonra akraba bile olsalar Peygambere de müminlere 3 BM1570 Ebû Nuaym,
de onlar için istiğfar etmek yaraşmaz.”4 âyeti ile “Şüphesiz ki sen sevdiğin kişiyi Ma’rifetü’s-sahâbe, III, 1589.
4 Tevbe, 9/113.
hidayete erdiremezsin; ama Allah dilediğine hidayet verir. O, hidayete erecekleri 5 Kasas, 28/56.
479
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
M4589 Müslim, Cihâd, 59. ifade eden hidayet, tabiatı itibariyle öteden beri İslâm bilginlerinin zihin-
10 İB282 İbn Abdülber, İstîâb,
lerini hep meşgul etmiştir. Âyet ve hadislerde yer alan birbirinden farklı ve
s. 107.
11 Hûd, 11/45-46.
zaman zaman telifi zor ifadeler, hidayet mefhumunun bütünüyle kavran-
12 Ankebût, 29/32. masında, aceleyle yapılan yorumların yeterli olamayacağını, derin tahlil-
480
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
310.
için yol göstericidir.”21 15 İE5/253 İbnü’l-Esîr,
“Ey insanlar! İşte size Rabbinizden bir öğüt, kalplere bir şifa ve inananlar Nihâye, V, 253.
16 “Hidayet” DİA, XVII, 473.
için yol gösterici bir rehber ve rahmet (olan Kur’an) geldi.”22 17 Bakara, 2/5, 38; En’âm,
“O (Allah), dinini, bütün dinlere üstün kılmak için, peygamberini hidayetle 6/71.
18 En’âm, 6/97; Yûnus,
ve hak dinle gönderendir...”23
10/108; İsrâ, 17/15; RT2
Kur’an’ın, hidayetin bizzat kendisi veya kaynağı olduğu çeşitli ha- İsfehânî, Müfredât, s. 541.
19 İE5/253 İbnü’l-Esîr,
dislerde de ifade edilmiştir. Nitekim Efendimiz (sav) ömrünün sonlarına
Nihâye, V, 253.
doğru yaptığı bir konuşmasında ashâbına, içinde “nur” ve “hidayet” olan 20 A’lâ, 87/1-5.
Allah’ın Kitabı’na sımsıkı sarılmaları tavsiyesinde bulunmuştur.24 Aynı ri- 21 Bakara, 2/2.
22 Yûnus, 10/57.
vayetin bir başka versiyonunda Allah’ın Kitabı’na sarılanın hidayet üzere 23 Tevbe, 9/33; Fetih, 48/28.
olacağı, onu terk edenin ise dalâlete düşeceği ifade edilmiştir.25 24 M6225 Müslim, Fedâilü’s-
sahâbe, 36.
İlâhî vahiyle ilişkilendirildiğinde veya kaynağı itibariyle değerlendi- 25 M6228 Müslim, Fedâilü’s-
rildiğinde hidayet mefhumunun anlaşılmayacak herhangi bir yanı yoktur. sahâbe, 37.
481
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
482
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
b. Amr b. el-Âs’a gelerek, “Senin, ‘Şakî (isyankâr) kişi anasının karnında 121.
33 Yûnus, 10/108.
şakî olandır.’ dediğini duydum.” der. Bunun üzerine âbid sahâbî Abdullah 34 İnsan, 76/3.
b. Amr, “Bir kimsenin bana yalan bir şey isnad etmesini doğru bulmam.” 35 Tevbe, 9/37.
36 Tevbe, 9/109.
dedikten sonra Hz. Peygamber’den şu hadisi işittiğini söyler: “Yüce Allah 37 Tevbe, 9/80.
mahlûkatını karanlık içerisinde yaratır ve nurunu onlar üzerine yayar. O nur 38 Zümer, 39/3.
483
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
ği yer alır: “İşte bunun için ‘Allah’ın ilmi üzere kalem kurudu.’ (Her şey
Allah’ın ezelî bilgisiyle gerçekleşti.) diyorum.” demiştir.40
Bu hadis öncelikle insanın yaratılıştan kendisini hidayete veya dalâlete
sürükleyecek bilgi ve yeteneklerden yoksun olduğuna işaret etmektedir.
“Cehalet” olarak anlaşılabilecek olan bu zulmet/karanlık, Allah’ın da-
ğıttığı nur sayesinde yok olacaktır. Bu nur, kişiyi Allah’ın varlığı bilgi-
sine götürecek olan tabiattaki kevnî âyetlerdir, işaretlerdir. Şu var ki bu
işaretler, ancak insan için kuvvetli birer delil mesabesindedir, hidayetin
yegâne sebebi değildirler. Öyle olsaydı bu delilleri gören herkes hidayete
ererdi.41 Elbette Allah, isteseydi sadece kendisine inanlardan oluşan tek
tip bir insan yaratırdı. Bu durumda elçi göndermesine de gerek kalmazdı.
Ancak ilâhî irade böyle tecelli etmemiştir. Mamafih Yüce Yaratıcı şöyle
buyurmaktadır: “Allah dileseydi, sizi tek bir ümmet yapardı. Fakat O, dilediğini
saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. Yapmakta olduğunuz şeylerden mutlaka
sorguya çekileceksiniz.”42 Allah’ın dilediğini dalâlete sürüklemesi, dilediğini
de hidayete erdirmesi, insanın, eğilimleri ve davranışlarının akıbetini be-
lirlemede etkisinin olmayacağı anlamına gelmez. Nitekim âyetin devamın-
da “Yaptıklarınızdan sorguya çekileceksiniz.” buyrulmaktadır. Bu ve benzeri
âyetler Allah’ın meşietine, dilemesine bir sınır konamayacağını, O’nun
iradesinin bağımsız olduğunu ifade etmektedir. Bu, kulun hidayette bir
rolünün olmadığı anlamına gelmez.
Şu da var ki, yukarıdaki hadisten hareketle Yüce Yaratıcı’nın bazı
kullarını seçtiği, onlara tamamen kendi lütfuyla hidayeti bahşettiği söy-
lenebilir. Bu kimseler, nübüvvet fazlıyla şereflendirilen peygamberler-
dir. Büyük İslâm âlimi ve müctehidi İmam Şâfiî bu hadise ilişkin olarak
Allah’ın, vahyini kendilerine emanet etmek ve zâtının (cc) varlığını delil-
leriyle ispatlamak üzere peygamberlerini seçtiğini ifade etmiş ve şu âyeti
hatırlatmıştır: “İnsanlar tek bir ümmetti. Allah, müjdeciler ve uyarıcılar olarak
peygamberler gönderdi ve beraberlerinde, insanların anlaşmazlığa düştükleri
şeyler konusunda, aralarında hüküm vermek üzere kitapları hak olarak indir-
40 T2642 Tirmizî, Îmân, 18;
HM6644 İbn Hanbel, II, di. Kendilerine apaçık âyetler geldikten sonra o konuda ancak kitap verilenler,
176. aralarındaki kıskançlık yüzünden anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah
41 FK2/291 Münâvî, Feyzu’l-
kadîr, II, 291. iman edenleri, kendi izniyle, onların hakkında ayrılığa düştükleri gerçeğe iletti.
42 Nahl, 16/93.
Allah, dilediğini doğru yola iletir.”43
43 Bakara, 2/213; BS18208
Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ,
Kul tamamen kendi inisiyatifiyle hidayet veya dalâlet yönünde bir
IX, 7. tercihte bulunur. Allah da onun bu tercihine göre tercih ettiği yolu kolay-
484
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
laştırır. Hz. Ali’den nakledildiğine göre hidayet rehberi Nebî (sav), bir ha-
disinde bu hakikati kendine has bir üslûpla ifade etmiştir. Resûl-i Ekrem
bir gün oturmuş, elindeki ağaç dalı ile toprağı çiziyordu. Birden başını
kaldırdı ve şöyle dedi: “Sizden her bir kişinin, cennet ya da cehennemdeki yeri
bilinmektedir.” Bunun üzerine oradakiler, “Peki ey Allah’ın Resûlü! O za-
man biz niçin çalışıyoruz ki?” dediler. Allah’ın Elçisi ise, “İyi işler yapmaya
devam edin, herkes, yaratılışına kolay geleni seçecektir.” (dedi ve şu âyetleri
okudu): “Kim infak eder, takva sahibi olmaya çalışır ve güzeli/doğruyu (sürekli)
tasdik ederse, huzur (cennet) yolunu ona kolaylaştırırız. Kim de cimrilik yapar,
kendi kendine yeterli olduğunu kabul eder ve güzeli/doğruyu (sürekli) yalanlarsa,
sıkıntı (cehennem) yolunu ona kolaylaştırırız.”44 Dolayısıyla kulun isteği ve
eğilimleri muvacehesinde tercih ettiği yolu kendisine kolaylaştırdığı için
âyet ve hadislerde hidayet ve dalâletin Allah tarafından verildiği ifade edi-
lirken Allah’ın mutlak gücü ve kudretine vurgu yapılmaktadır. Câbir b.
Abdullah’tan nakledildiğine göre, Resûlullah (sav) insanlara hitap ederken
önce lâyık-ı vechile Allah’a hamd ve senâ eder, sonra da, “Bir kimseye Allah
hidayet verirse artık onu saptıracak yoktur; Allah’ın saptırdığına da hidayet ve-
recek yoktur. Sözün en hayırlısı Allah’ın Kitabı’dır.” buyururdu.45
Hidayet, nihaî olarak kulun vicdanıyla baş başa kaldığında verdiği bir
karardır. Ancak Allah’ın yardımı olmadan hidayeti bulmak imkânsızdır.
Kur’an’da Hz. Muhammed’in (sav), peygamber olmadan önce “yolunu şa-
şırdığı”, bir anlamda ne yapacağını şaşırdığı ancak Rabbi sayesinde hida-
yeti/doğru yolu bulduğu ifade edilmektedir.46 Dolayısıyla hidayet, Allah’ın
kullarına bir lütfudur. Peygamberler veya kullar sadece vesile olurlar. Ni-
tekim Resûlullah Efendimiz (sav), ensarın Huneyn ganimetlerinin dağıtıl-
ması esnasındaki sitemkâr tavırları karşısında onlara şöyle seslenmiştir:
“Ey ensar topluluğu! Ben, sizi dalâlette bulmadım mı? Allah size benim vasıtamla
hidayet vermedi mi? Sizi dağınık bularak benim vasıtam ile bir araya getirmedi
mi? Sizi fakir bularak benim vasıtam ile zengin etmedi mi?”47
Allah’ın Elçisi, bir defasında da hizmetçiliğini de yapmakta olan genç
bir Yahudi hastalanınca onu hasta yatağında ziyaret etmiş, belki de son 44 Leyl 92/5-10; HM621 İbn
kez Müslüman olması çağrısında bulunmuştu. Yahudi, “Allah’tan başka Hanbel, I, 83.
45 M2007 Müslim, Cum’a, 45.
ilâh olmadığını ve Hz. Muhammed’in onun kulu ve elçisi olduğunu” ik- 46 Duhâ, 93/7.
rar ederek48 İslâm’ı kabul etti. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav), “Be- 47 B4330 Buhârî, Meğâzî, 57;
ve oradan ayrıldı.49 Yine Allah Resûlü (sav) Hayber’de Hz. Ali’ye hitaben, Kübrâ, V, 173.
485
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
“Allah’a yemin olsun ki senin aracılığınla Allah’ın bir kişiye hidayet vermesi, se-
nin için, kızıl develere sahip olmandan daha iyidir.” demiştir.50 Peygamberimi-
zin benzer bir cümleyi bir keresinde Muâz b. Cebel’e hitaben de kullandığı
nakledilmektedir.51
İnsan hayır yolunda ne kadar çaba sarf ederse etsin cennet, Allah’ın faz-
lı, lütfu ve rahmetinin bir yansımasıdır. Cennetin kapılarını açan hidayet de
aynı şekilde Allah’ın bir lütfudur. İslâm düşüncesinde ağırlıklı olarak bu yak-
laşım öne çıkmıştır. İslâm düşünürlerinin büyük çoğunluğuna göre dalâlet
ve hidayetin Allah’a izafe edilmesi, O’nun mutlak olarak her şeyi yaratan ol-
ması gerçeğinden kaynaklanmaktadır. Kulun iyi veya kötü (hayır ve şer) ey-
lemlerini de yaratan Allah’tır. Ancak bu hakikat, insanın, vicdanıyla baş başa
kaldığında iradesini özgürce kullanmasına mani değildir.
Kulun bu irade özgürlüğü, Allah’tan hidayeti talep etmesine mani
olmamalıdır. Mümin her zaman hidayeti istemeli, Yüce Mevlâ’ya yaka-
rışlarında bu talebini eksik etmemelidir. Hidayeti elde ettikten sonra da
dalâlete düşmemek için yakarışlarına devam etmelidir. Özellikle hidayet-
ten saptırıcı unsurların çok olduğu modern zamanlarda hidayete ermek
kadar hidayette kalabilmek de önem arz etmektedir. İnsan aklını ve ba-
siretini örten dünyevileşme, hırs, kirli arzular, mümini ulvî hedeflerden
saptıran başlıca faktörlerdir. İlâhî, nebevî, fıtrî ve ahlâkî hakikatler doğ-
rultusunda yaratılış gayesine uygun olarak istikamet üzere kalabilenler
hidayettedirler. Bu istikameti yakalayamayan müminin nihaî olarak hida-
yete erme garantisi yoktur. Bu yüzden müminlerin birbirleri için ettikleri
dualarda hidayet temennisi de yer almalıdır. Hadislerde Allah’tan hidayet
talebinin rızık ve sıhhat temennisi ile birlikte yer alması manidardır. Efen-
dimiz (sav) İslâm’ı seçenlere namazı öğrettikten sonra dua etmesi için şu
cümleleri öğretirmiş: “Allah’ım! Beni affet, bana merhamet et, bana hidayet ve
afiyet ver ve beni rızıklandır.”52 Yine Sevgili Peygamberimiz aksıran bir mü-
49 B1356 Buhârî, Cenâiz, 79; min ile ona şahit olan diğer müminin karşılıklı olarak birbirleri hakkın-
D3095 Ebû Dâvûd, Cenâiz, da sıhhat ve hidayet temennilerinde bulunmalarını öğütlemiştir: “Biriniz
2.
50 B2942 Buhârî, Cihâd, 102; aksırdığı zaman ‘el-hamdü lillâh’ desin. Mümin kardeşi veya arkadaşı da ona
M6223 Müslim, Fedâilü’s- ‘Yerhamükellâh’ (Allah sana merhamet etsin) diyerek karşılık versin. Diğeri de
sahâbe, 34; D3661 Ebû
Dâvûd, İlim, 10. cevap olarak ‘Yehdîkümu’llâhu ve yuslihu bâleküm’ (Allah sizlere hidayet eylesin
51 HM22424 İbn Hanbel, V,
ve hâlinizi, işinizi de iyileştirsin) desin.”53
239.
52 M6850 Müslim, Zikir, 35.
Sıhhat ve afiyette kalabilmek için nasıl ki vücudun ihtiyacı olan besin-
53 B6224 Buhârî, Edeb, 126. leri almak zorunluysa, sürekli hidayette kalabilmek için de dua ve ibadet-
486
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
lerle Yaratıcı ile irtibatı diri ve zinde tutmak gerekir. Hidayet kaynağımız
Kur’an’da müminlerin şöyle dua ettikleri buyrulmaktadır: “Rabbimiz! Bizi
hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi eğriltme. Bize katından bir rahmet bah-
şet. Şüphesiz sen çok bahşedensin.”54 Efendimizin sevgili torunu Hz. Hasan
da vitir kunutlarında okuması için Allah Resûlü’nden şu dua cümlelerini
öğrendiğini söylemektedir:
“Allah’ım, hidayete erdirdiklerinle beraber beni de hidayete erdir. Sıhhat ve
afiyet verdiklerinle beraber bana da afiyet ver. Himaye ettiğin kimseler gibi beni
de himaye et. Bana verdiğin nimetleri bereketlendir. Verdiğin hükmün şerrinden
beni koru. Hükmü sen verirsin, senin üstüne hüküm verecek kimse yoktur. Senin
dost olduğun kimse asla zelil olmaz. Eksiklikler sana yakışmaz. Ey Rabbimiz! 54 Âl-i İmrân, 3/8.
Yücesin ve kutlusun.’”55 55 T464 Tirmizî, Vitr, 10.
487
KELİME-İ ŞEHÂDET
İSLÂM’IN TEMELİ
489
ول ال َّل ِه ُ “ :sب ِن َي ْال ِإ� ْسل َا ُم عَ َلى خَ ْم ٍسَ :ش َها َد ِة عَنِ ابْنِ عُمَرَ قَالََ :ق َال َر ُس ُ
الصل َا ِةَ ،و�ِإي َتا ِء ال َّز َكا ِةَ ،وا ْل َح ِّج، َأ� ْن َلا �ِإ َل َه �ِإ َّلا ال َّل ُه َو َأ� َّن ُم َح َّم ًدا َر ُس ُ
ول ال َّل ِهَ ،و�ِإ َقا ِم َّ
َو َص ْو ِم َر َم َض َان”.
ول ال َّل ِه َ “ :sم ْن َق َالَ :أ� ْش َه ُد َأ� ْن َلا �ِإ َل َه صامِتِ قَالََ :ق َال َر ُس ُ حَدَّثَنَا عُبَادَةُ بْنُ ال َّ
يك َلهُ﴾َ ،و َأ� َّن ُم َح َّم ًدا عَ ْب ُد ُه َو َر ُسو ُلهَُ ،و َأ� َّن ِع َيسى عَ ْب ُد ال َّل ِه ﴿لا َش ِر َ �ِإ َّلا ال َّل ُه َو ْح َد ُه َ
وح ِم ْنهَُ ،و َأ� َّن ا ْل َج َّن َة َح ٌّقَ ،و َأ� َّن ال َّنا َر َح ٌّق،َوا ْب ُن َأ� َم ِت ِه َو َك ِل َم ُت ُه َأ� ْل َقاهَ ا �ِإ َلى َم ْر َي َم َو ُر ٌ
اب ا ْل َج َّن ِة الث ََّما ِن َي ِة َشا َء”.
َأ�دْ خَ َل ُه ال َّل ُه ِم ْن َأ�ىِّ َأ� ْب َو ِ
ول ال َّل ِه َ sو ُم َعا ٌذ َر ِدي ُف ُه عَ َلى ال َّر ْح ِل َحدَّ َثنَا َأ� َنسُ ْبنُ مَا ِلكٍ َأ� َّن َر ُس َ
ال: ول ال َّل ِه َو َس ْع َد ْي َكَ .ق َ َق َالَ “ :يا ُم َعا ُذ ْب َن َج َب ٍل” َق َالَ :ل َّب ْي َك َيا َر ُس َ
ول ال َّل ِه َو َس ْع َد ْي َكَ ،ثل َا ًثاَ ”.ق َالَ “ :ما ِم ْن “ َيا ُم َعا ُذ! َق َالَ “ :ل َّب ْي َك َيا َر ُس َ
َأ� َح ٍد َيشْ َه ُد َأ� ْن َلا �ِإ َل َه �ِإ َّلا ال َّل ُه َو َأ� َّن ُم َح َّم ًدا َر ُس ُ
ول ال َّل ِه ِص ْد ًقا ِم ْن َق ْل ِب ِه �ِإ َّلا
َح َّر َم ُه ال َّل ُه عَ َلى ال َّنا ِر”...
490
İbn Ömer’in (ra) naklettiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:
“İslâm beş esas üzerine kurulmuştur: Allah’tan başka ilâh olmadığına ve
Muhammed’in Allah’ın Resûlü olduğuna şehâdet etmek, namaz kılmak, zekât
vermek, haccetmek ve Ramazan orucunu tutmak.”
(B8 Buhârî, Îmân, 2)
491
T ebük Savaşı öncesi, Peygamber Efendimiz (sav), ordusuyla bera-
ber yola çıkmıştı. Ortalık ağarınca sabah namazını kıldırdı ve ordu tekrar
yoluna devam etti. Bir süre sonra güneşin ilk ışıkları görüldü ve insanlar
yorgunluktan dolayı uyuklamaya başladı. Muâz b. Cebel, Resûlullah’ı peşi
sıra takip ediyor, diğer sahâbîler ise binekleri üzerinde sağa sola dağılmış
bir hâlde onların peşinden aheste aheste geliyorlardı. Peygamber Efendi-
miz, yüzündeki örtüyü kaldırıp gerisine bakınca ordunun içinden kendi-
sine en yakın kişinin Muâz olduğunu gördü ve onu yanına çağırarak şöyle
söyledi: “Ey Muâz!” “Buyur, ey Allah’ın Peygamberi!” dedi Muâz. “Yaklaş!”
buyurdular. Muâz, hemen Resûlullah’ın yanına geldi. O kadar yaklaştı ki
binekleri birbirine değiyordu. Peygamber (sav) dedi ki: “İnsanların bizden
bu kadar uzaklaşacağını tahmin etmiyordum.”
Muaz, “Ey Allah’ın Peygamberi, insanlar uyukluyor ve binekleri sağa
sola dağılmış vaziyette, kâh yayılıyor kâh yürüyorlar.” dedi. Peygamberi-
miz de “Evet, ben de uyuklamışım.” buyurdu.
Muâz, Resûlullah’ın müjde verici yüzünü (tavrını) ve kendisine yak-
laştığını fark edince şöyle dedi: “Ey Allah’ın Resûlü! İzin verirsen beni
hüzünlendirip rahatsız eden bir konuyu sormak istiyorum.”
“Buyur, dilediğini sor.” buyurdu Resûl-i Ekrem. Muâz, “Ey Allah’ın Pey-
gamberi! Bana, kendisiyle cennete girebileceğim bir amel/iş söyle, başka
bir şey sormayacağım.” dedi. “Aferin! Sen bana çok mühim bir soru sordun.
Bu, Allah’ın hayrını murad ettiği kişiye kolaydır.” dedi ve bu sözünü üç kere
tekrarladı Resûlullah. Böyle durumlarda Hz. Peygamber, iyi anlaşılsın diye
sözünü üç kere tekrar ederdi. Sonra buyurdu ki: “Allah’a ve âhiret gününe
iman etmen, namaz kılman, Allah’a hiçbir şeyi şirk koşmadan ibadet etmendir
ki ölünceye kadar bu hâl üzere kalmalısın.” Bunun üzerine Muâz, “Ey Allah’ın
Resûlü, bir daha tekrarla!” deyince, Hz. Peygamber, bu sözünü de üç kere
tekrarladı ve şöyle dedi: “Ey Muâz! İstersen sana bu işin başından, direğinden
ve zirvesinden bahsedeyim.”
“Elbette ey Allah’ın Peygamberi, annem babam sana feda olsun, bu-
yur!” dedi Muâz. Allah Resûlü şöyle buyurdu:
493
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
“Bu işin başı, senin Allah’tan başka ilâh olmadığına, O’nun ortağının bu-
lunmadığına ve Muhammed’in de O’nun kulu ve peygamberi olduğuna şehâdet
etmendir. Bu işin direği namaz kılmak ve zekât vermektir. Bu işin zirvesi de
Allah yolunda cihaddır. Ben, namaz kılıncaya, zekât verinceye, Allah’tan baş-
ka ilâh olmadığına ve ortağının bulunmadığına, Muhammed’in O’nun kulu ve
peygamberi olduğuna şehâdet edinceye kadar insanlarla mücadele etmekle em-
rolundum. Bunları yerine getirirlerse haklı bir sebep olmadıkça (hukukun ge-
rektirdiği dışında) canlarını, mallarını korumuş olurlar. (Gizlediklerinin) hesabı
ise Allah’a kalacaktır.”1
İslâm dininin özü ve temeli, tevhid yani tek Allah’a iman ilkesidir. Bu
ilkenin ifadesi ve Müslüman olmanın ilk şartı ise kelime-i şehâdet yani,
“Eşhedü en lâ ilâhe illâllâh ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve Resûlüh”
(Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in (sav) Allah’ın kulu ve
Resûlü olduğuna şahitlik ederim) anlamına gelen şehâdet cümlesini ina-
narak söylemektir.
Bu sözü söyleyen kimse, öncelikle Allah’tan başka dua edilip yardım
istenilecek, sığınılacak, bela ve musibetler karşısında niyazda bulunulacak
hiçbir kimsenin ve yüce kudretin bulunmadığını; rızkın yalnızca Allah’tan
geldiğini ve yalnız O’ndan istenebileceğini; yalnızca Allah’a güvenileceği-
ni, başka hiçbir varlığa bel bağlanmayacağını; yalnız O’na ibadet edilip
yalnız O’ndan yardım istenileceğini; kulluğun yalnızca Allah’a olacağını
gönülden kabul etmiştir.
Kelime-i şehâdette imana konu olan diğer bir husus ise Peygamber
Efendimizin (sav) Allah’ın kulu ve resûlü olduğudur. Her şeyden önce Hz.
Muhammed, Allah’ın kuludur. Bununla birlikte, Hz. Muhammed sıradan
bir kul değildir, o aynı zamanda Allah’ın resûlü, yani peygamberidir. O,
Allah’ın âlemlere rahmet olarak gönderdiği2 son elçisidir.3
Kelime-i şehâdet ile aynı anlama gelen başka bir söz de kelime-i tev-
hiddir. “Lâ ilâhe illâllâh Muhammedün Resûlullâh” yani “Allah’tan başka
hiçbir ilâh yoktur; Muhammed (sav) Allah’ın Resûlü’dür.” cümlesinden
ibaret olan ve inanılması gereken temel esasların özeti sayılan bu “icmâlî
iman” ifadesi, kelime-i tevhid olarak adlandırılır. Bunun daha basit, kısa
1 HM22473 İbn Hanbel, V, ve öz ifadesi ise birçok âyet ve hadiste geçtiği üzere “Lâ ilâhe illâllâh” yani
245. “Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur.” cümlesidir. Kelâm bilginleri, diğer iman
2 Enbiyâ, 21/107.
3 Ahzâb, 33/40.
esaslarına da temel teşkil etmesi sebebiyle bu cümleye “aslu’l-usûl” yani
4 “Îmân”, DİA, XXII, 214. “asılların aslı” demişlerdir.4
494
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
Son derece kısa ve sade yapısıyla kelime-i tevhid, aslında İslâm inan-
cının anahtarı konumunda olup, gayet zengin bir anlam alanına sahiptir.
Sadece inanç esaslarının temelini oluşturmakla kalmayan bu ifade, İslâm
kültür ve medeniyetinin en ince detaylarına kadar etki etmiştir.
Bir kimsenin mümin veya Müslüman sayılabilmesi için her şeyden
önce kelime-i şehâdet veya kelime-i tevhidde ifade edilen, “Allah’tan başka
ilâh olmadığını ve Muhammed’in (sav) Allah’ın Resûlü olduğunu” beyan
yani ikrar etmesi gerekir. Böylece kişi bu ikrarıyla “Ehl-i tevhid” deni-
len inananlar topluluğuna iştirak etmiş olur. Bu temelden hareketle ima-
nın esasının kalbin tasdikinden ibaret olduğu belirtilmiştir.5 Zira Kur’an
âyetlerinde iman, sadece dil ile ikrara yani sözlü beyana değil, aynı zaman-
da kalbin tasdikine yani onayına bağlanmıştır.6
Kelime-i şehâdetin İslâm ve iman esaslarındaki önceliği, birçok
hadis-i şerifte önemle vurgulanır. “Cibrîl hadisi” diye meşhur olan hadis-i
şerifte anlatıldığına göre bazı sahâbîlerin de bulunduğu bir mecliste, insan
suretinde gelen Cebrail (as) ile Peygamberimiz (sav) arasında İslâm, iman
ve ihsan kavramlarının ne olduğu konusunda sorulu cevaplı bir konuş-
ma yaşanmıştır. Bu konuşmada Cebrail’in (as) “İslâm nedir?” sorusuna
Hz. Peygamber, “...İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına, Muhammed’in de
Allah’ın Resûlü olduğuna şehâdet etmen; namazı dosdoğru kılman, zekâtı ver-
men, Ramazan orucunu tutman ve gücün yeterse Kâbe’yi haccetmendir.”7 diye
cevap vermiş; “İman nedir?” sorusuna da, “Allah’a iman etmendir.” cevabıyla
başlayıp ardından diğer iman esaslarını sıralamıştır.8 Yine başka bir hadis-i
şerifte, “İslâm beş esas üzerine kurulmuştur: Allah’tan başka ilâh olmadığına ve
Muhammed’in Allah’ın Resûlü olduğuna şehâdet etmek, namaz kılmak, zekât
vermek, haccetmek ve Ramazan orucunu tutmak.”9 buyuran Hz. Peygam-
ber, kelime-i şehâdet cümlesini bu esasların başında zikretmiştir. Ayrıca
Muâz b. Cebel’i Yemen’e, Ehl-i kitaptan bir topluma vali olarak gönderir-
ken “Oraya vardığında önce onları, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve benim
Allah’ın Resûlü olduğuma (inanmaya) çağır...”10 diye talimat verip namaz ve 5 “Îmân”, DİA, XXII, 213.
6 Nahl, 16/106; Hucurât,
zekât gibi dinin diğer emirlerini sonra zikretmesi, kelime-i şehâdetin, dini 49/14.
tebliğde ilk ve en önemli adım olduğunu göstermektedir. 7 M93 Müslim, Îmân, 1.
yanında, kişinin dünya ve âhiret saadetini sağlayan bir kılavuz niteliğin- 10 B1395 Buhârî, Zekât, 1;
lının dokunulmaz olduğunu,11 savaşta düşman saflarında yer alsa dahi “lâ M129 Müslim, Îmân, 36.
495
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
496
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
Ertesi gün Hz. Ebû Bekir ile birlikte İtbân’ın yanına gelen Hz. Peygam-
ber (sav) eve girdi, daha oturmadan İtbân’a evinin neresini namazgâh yap-
mak istediğini sordu ve gösterilen yerde iki rekât namaz kıldırdı. Ardından
bir şeyler yemek için beklerlerken Hz. Peygamber’in geldiğini duyan pek
çok kimse İtbân’ın evinde toplandı. İçlerinden biri, “Mâlik b. Duhşûn ne-
rede?” diye sordu. Orada hazır bulunanlardan biri, “O bir münafıktır! Al-
lah ve Resûlü’nü sevmez.” dedi. Bunun üzerine Peygamber (sav) o kimseye,
“Böyle deme! Görmüyor musun ki o,‘lâ ilâhe illâllâh’ diyor ve bununla Allah’ın
rızasını istiyor.” buyurdu. O kişi de, “Allah ve Resûlü en iyi bilendir.” dedi.
Bunun üzerine Resûlullah (sav), “Şüphesiz ki Yüce Allah, kendi rızasını uma-
rak ‘lâ ilâhe illâllâh’ diyen kimseyi ateşe haram etmiştir.” buyurdu.14
Kelime-i şehâdet, aslında “elest bezmi”15 ile başlayıp sonsuzluğa uza-
nan bir yolda insanlığın hayatını sürekli aydınlatan bitmez tükenmez bir
hakikat beyanıdır. Dinî geleneğimizde yeni doğan çocuğa isim konulurken
sağ kulağına “şehâdetleri dinin temeli” olan ezan okunup sol kulağına
kâmet getirilmesi, İslâm’a davet edilen kimseye ya da ölmek üzere olan
kişiye kelime-i şehâdet getirmesi telkininde bulunulması, bu hakikat be-
yanının yinelenmesidir.
Kelime-i şehâdet, İslâm’ın temeli ve imanın esası olmakla birlikte,
dünya ve âhiret mutluluğu için de bir kurtuluş beratıdır. Bu sebeple Pey-
gamber Efendimizin, başta Bizans İmparatoru Hirakl olmak üzere döne-
min önemli hükümdarlarını ve birçok şahsı İslâm’a davet ederken çoğu
zaman, “eslim teslem.” (Müslüman ol, kurtul.) buyurarak16 onları öncelikle
kelime-i şehâdet getirmeye davet etmesi, bu sözün hem kurtarıcı özelli-
ğinin veciz bir ifadesi hem de Peygamberimizin tebliğ üslûbunun güzel
bir örneğidir.
Yine Hz. Peygamber’in, “Ölmek üzere olanlarınıza ‘Lâ ilâhe illâllâh’ (sö- 14 B5401 Buhârî, Et’ıme, 15;
zünü) telkin ediniz!” buyurması,17 kelime-i tevhidin dünya hayatını güzelce B425 Buhârî, Salât, 46.
15 A’râf, 7/172.
noktalama ve ebedî hayata hayırla başlama konusunda ne kadar önemli 16 B7 Buhârî, Bed’ü’l-vahy,
olduğunu gösterir. Çünkü “Son sözü ‘lâ ilâhe illâllâh’ olan kimse cennete gi- 1; M4607 Müslim, Cihâd ve
siyer, 74.
rer.” buyuran18 Peygamber Efendimizin, başka bir hadislerine göre, Cebrail 17 D3117 Ebû Dâvûd, Cenâiz,
kendisine gelerek, Allah’a şirk koşmadan ölen kimsenin hırsızlık ve zina 15, 16; N1827 Nesâî, Cenâiz,
4.
yapsa dahi cennete gireceğini ümmetine müjdelemesini istemiştir.19 Ben- 18 D3116 Ebû Dâvûd, Cenâiz,
zer bir hadiste ise Allah’ın kullar üzerindeki hakkının, yalnız kendisine 15-16.
19 B6443 Buhârî, Rikâk, 13.
ibadet edip hiçbir şeyi O’na ortak koşmamaları, kulların Allah üzerindeki 20 B2856 Buhârî, Cihâd, 46;
hakkının ise onlara azap etmemesi olduğu belirtilir.20 T2643 Tirmizî, Îmân, 18.
497
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
24 M140 Müslim, Îmân, 46. neticede cennete girecekleri şeklinde yorumlamışlardır. Çünkü Peygam-
25 B2856 Buhârî, Cihâd, 46;
ber Efendimiz, “İnkâr edenler, “Keşke Müslüman olsaydık.” diye çok arzu
M148 Müslim, Îmân, 53;
T2638 Tirmizî, Îmân, 17. edeceklerdir.”26 âyetini de, “Ehl-i tevhid olanlar cehennemden çıkarılıp
26 Hicr, 15/2. cennete konulduğunda kâfirler de Müslüman olmuş olmayı arzu edecek-
27 T2638 Tirmizî, Îmân, 17.
lerdir.” şeklinde tefsir etmiştir.27
498
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
cehennemden çıkaracağı ifade edilmektedir.37 Bir başka hadiste, “Allah’tan Kur’ân, 15.
31 İM3797 İbn Mâce, Edeb,
başka ilâh yoktur, diyen ve kalbinde bir arpa ağırlığında hayır bulunan herkes
54.
cehennemden çıkarılacaktır. Sonra (yine) Allah’tan başka ilâh yoktur diyen ve 32 T3383 Tirmizî, Deavât, 9.
kalbinde bir buğday tanesi ağırlığında hayır bulunan herkes cehennemden çıka- 33 DM678 Dârimî, Tahâret, 2.
hayır bulunan herkes cehennemden çıkarılacaktır.” buyurmuştur.38 DM741 Dârimî, Tahâret, 43.
36 T2639 Tirmizî, Îmân, 17.
Ümmetinin yarısının cennete konması ile kendisine şefaat yetkisi ve- 37 B7510 Buhârî, Tevhîd, 36.
rilmesi arasında muhayyer bırakılan Peygamber-i Zîşân Efendimiz şefa- 38 M478 Müslim, Îmân, 325.
499
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
500
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
Nefsi ilâhlaştırmamaktır.49 8.
49 Câsiye, 45/23.
Allah’tan başkasına dua ve ibadet etmemektir.50 50 Furkân, 25/68.
501
ALLAH’A İMAN
VAROLMANIN ASIL GAYESİ
“ َيا ُم َعا ُذ: َو ُم َعا ٌذ َر ِدي ُف ُه عَ َلى ال َّر ْح ِل َق َالs ول ال َّل ِه َ َحدَّ َثنَا َأ� َنسُ ْبنُ مَا ِلكٍ َأ� َّن َر ُس
“ َل َّب ْي َك َيا: “ َيا ُم َعا ُذ! َق َال: َق َال.ول ال َّل ِه َو َس ْع َد ْي َك َ َل َّب ْي َك َيا َر ُس:ْب َن َج َب ٍل” َق َال
“ َما ِم ْن َأ� َح ٍد َيشْ َه ُد َأ� ْن َلا �ِإ َل َه �ِإ َّلا ال َّل ُه َو َأ� َّن:” َق َال. َثل َا ًثا،ول ال َّل ِه َو َس ْع َد ْي َك َ َر ُس
ُ ُم َح َّم ًدا َر ُس
”...ول ال َّل ِه ِص ْد ًقا ِم ْن َق ْل ِب ِه �ِإ َّلا َح َّر َم ُه ال َّل ُه عَ َلى ال َّنا ِر
503
َ sقال: عَنْ َأ�نَسٍ عَ ِن ال َّنب ِِّي
“ َثل َا ٌث َم ْن ُك َّن ِفي ِه َو َج َد ِب ِه َّن َحل َا َو َة ْال ِإ� َيمانِ َ ،م ْن َك َان ال َّل ُه َو َر ُسو ُل ُه َأ� َح َّب �ِإ َل ْي ِه
ِم َّما ِس َواهُ َماَ ،و َأ� ْن ُي ِح َّب ا ْل َم ْر َء َلا ُي ِح ُّب ُه �ِإ َّلا ِل َّل ِهَ ،و َأ� ْن َي ْك َر َه َأ� ْن َي ُعو َد ِفى ا ْل ُك ْف ِر َب ْع َد
َأ� ْن َأ� ْن َق َذ ُه ال َّل ُه ِم ْنهَُ ،ك َما َي ْك َر ُه َأ� ْن ُي ْق َذ َف ِفى ال َّنا ِر”.
َق َ
ال: عَنْ َأ�بِى هُرَيْرَةَ َ dأ� َّن َر ُس َول ال َّل ِه s
يك َلهَُ ،ل ُه ا ْل ُم ْل ُك َو َل ُه ا ْل َح ْم ُد َوهُ َو “ َم ْن َق َال َلا �ِإ َل َه �ِإ َّلا ال َّل ُه َو ْح َد ُه َلا َش ِر َ
اب، عَ َلى ُك ِّل َش ْي ٍء َق ِدي ٌر ﴿ ِفى َي ْو ٍم﴾ ِما َئ َة َم َّر ٍة َكان َْت َل ُه عَ ْد َل عَ شْ ِر ِر َق ٍ
َو ُك ِت َب ْت َل ُه ِما َئ ُة َح َس َن ٍةَ ،و ُم ِح َي ْت عَ ْن ُه ِما َئ ُة َس ِّي َئ ٍةَ ،و َكان َْت َل ُه ِح ْرزًا ِم َن
الشَّ ْي َطانِ َي ْو َم ُه َذ ِل َك َح َّتى ُي ْم ِس َيَ ،و َل ْم َي أ�ْ ِت َأ� َح ٌد ِب َأ� ْف َض َل ِم َّما َجا َء �ِإ َّلا
َر ُج ٌل عَ ِم َل َأ� ْك َث َر ِم ْنهُ”.
وك َف َل َّما عَنْ مُعَاذِ بْنِ جَبَلٍ قَالََ :أ� ْق َب ْل َنا َم َع َر ُسولِ ال َّل ِه ِ sم ْن َغ ْز َو ِة َت ُب َ
ول ال َّل ِه! َأ�خْ ِب ْر ِني ِب َع َم ٍل ُي ْد ِخ ُل ِني ا ْل َج َّن َة.َر َأ� ْي ُت ُه خَ ِل ًّيا ُق ْل ُت ﴿له﴾َ :يا َر ُس َ
َق َالَ :ب ٍخ َل َق ْد َس َأ� ْل َت عَ ْن عَ ظِ ٍيمَ ،وهُ َو َي ِسي ٌر عَ َلى َم ْن َي َّس َر ُه ال َّل ُه عَ َل ْي ِه،
وض َةَ ،و َت ْل َقى ال َّل َه عَ َّز َو َج َّل الص َلا َة ا ْل َم ْك ُتو َب َةَ ،و ُت َؤدِّي ال َّز َكا َة ا ْل َم ْف ُر َ
ُت ِق ُيم َّ
َلا تُشْ ِر ُك ِب ِه َش ْيئًا”...
504
Enes (b. Mâlik) tarafından nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle
buyurmuştur: “Şu üç özellik kimde bulunursa o kimse imanın tadını alır:
Allah ve Resûlü’nü her şeyden çok sevmek, bir kimseyi yalnızca Allah rızası için
sevmek, Allah kendisini kurtardıktan sonra tekrar inkârcılığa dönmekten ateşe
atılmaktan kaçındığı gibi kaçınmak.”
(M165 Müslim, Îmân, 67)
505
H icretin dokuzuncu senesinde Arap Yarımadası’nın muhtelif
bölgelerinden insanlar heyetler hâlinde Medine’ye geliyor, Sevgili Peygam-
berimizi ziyaret edip, ondan İslâm hakkında bilgi alıyorlardı. Çok sayıda
heyetin Medine’yi ziyaret etmesinden dolayı İslâm tarihinde hicretin do-
kuzuncu senesi “Heyetler Yılı” olarak isimlendirilir. Bu meyanda Bahreyn
bölgesinde yaşayan Rabia kabilesinin Abdülkays koluna mensup, on üç ki-
şilik bir heyet uzun ve meşakkatli bir yolculuğun ardından Medine’ye ge-
lir. İslâm’ı öğrenmek için birçok zahmete katlanan heyet Allah Resûlü’nün
huzuruna çıktığında Hz. Peygamber onları, “Hoş geldiniz!” diyerek karşılar.
Hz. Peygamber’in karşılamasının ardından heyet adına Abdullah b.
Avf söz alır ve “Ey Allah’ın Resûlü! Bizler sana uzak beldelerden, meşakkat-
li yolculuklar yaparak geliyoruz. Ayrıca bizim memleketimizle Medine ara-
sında kâfir olan ve bize düşmanlık eden Mudar kabilesi yaşadığından bizler
sana ancak savaşmanın yasak olduğu haram aylarda gelebiliriz. Bize özlü
bir şeyler tavsiye et de onları geride bıraktığımız kabilemizin insanlarına
anlatalım, hem de cennete girmemize vesile olsun.” der. Bunun üzerine Al-
lah Resûlü onlara yalnızca tek olan Allah’a iman etmelerini söyler. Peşinden
de Yalnızca tek olan Allah’a iman etmek ne demektir bilir misiniz?” diye sorar.
Onların “Allah ve Resûlü daha iyi bilir.” diyerek cevap vermeleri üzerine
Hz. Peygamber, “Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın elçisi
olduğuna iman etmek, namazı dosdoğru kılmak, zekâtı vermek, Ramazan orucu-
nu tutmaktır.” buyurur. Daha sonra da onları “Söylediklerimi iyice ezberleyin
ve geride bıraktığınız kabile halkına da anlatın.” diyerek uğurlar.1
Allah Resûlü’nün, dünya ve âhiret saadetini elde edebilmek için bilgi
isteyen Abdülkays heyetine tavsiye ettiği Allah’a iman, “Kalp ile tasdik, dil
ile ikrar ve organlar ile amel etmek”ten oluşan bir bütündür.2 Yani Allah’a 1 B87 Buhârî, İlim, 25; M115
iman etmek; Allah’ın varlığını, birliğini, O’nun eşi, benzeri, ortağı ve Müslim, Îmân, 23; D4677
dengi hiçbir varlığın olmadığını3 bilerek tasdik etmek, bu bilgiyi ikrar Ebû Dâvûd, Sünne, 14.
2 İM65 İbn Mâce, Sünnet, 9.
etmek ve bu doğrultuda yaşamaktır. Kısaca iman; marifet-tasdik, ikrar ve 3 İhlâs, 112/1-4.
amel boyutlarından müteşekkildir ve bütün bu unsurlarıyla Allah’a iman, 4 T2145 Tirmizî, Kader, 10;
tün peygamberlerin ve Sevgili Peygamberimizin tebliğinin ortak çağrısı,5 122; Enbiyâ, 21/25.
507
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
insanların İslâm hususunda davet edildikleri ilk esas, bir insanın yapa-
bileceği işlerin en hayırlısıdır.6 Allah’a iman aynı zamanda insanı yoktan
var eden ve insana sayısız nimeti bahşeden Yüce Yaratıcı’nın onun üze-
rindeki hakkıdır.7
Allah’a iman esas itibariyle onun yüceliğini, bir ve benzersiz olduğu-
nu, kulluğa lâyık olanın, sadece O olduğunu, kalpten onaylamaktır. Tas-
dikin makamı kalptir. Bunun için Allah Resûlü, “Kim kalbiyle tasdik ede-
rek Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Resûlü olduğuna
şehâdet ederse Allah onu cehenneme haram kılar.”8 buyurarak Allah’a imanın
kalbî boyutuna dikkat çekmiş, ebedî mutluluğa ancak imanın kalpte yer-
leşmesiyle erişilebileceğine işaret etmiştir. Yüce Allah da imanın kalbine
nüfuz etmediği kimselerden bahsederken “Siz iman etmediniz. Henüz iman
kalplerinize girmedi.”9 buyurarak bu gerçeği ifade etmiştir.
İslâm tarihinde yaşanan ve meşhur hadis kitaplarımızda da zikredi-
len şu hadisede Allah’a imanın tasdik boyutunun kalp merkezli olduğu
özellikle vurgulanmaktadır. Bir gün Hz. Peygamber, Üsâme b. Zeyd’in de
içinde bulunduğu askerî bir birliği cihada gönderir. Bu birlik Cüheyne
kabilesine sabah vakti baskın yapar ve baskın esnasında Üsâme birini ya-
kalar. Yakaladığı adam “Lâ ilâhe illâllâh!” deyiverir. Buna rağmen Üsâme
adamı öldürür. Fakat daha sonra kalbine bu durumdan kaynaklanan
bir şüphe düşer ve hadiseyi Allah Resûlü’ne anlatır. Hz. Peygamber, “O,
Allah’tan başka ilâh yoktur dedi ve sen onu öldürdün, öyle mi!?” diyerek tepki
gösterir. Üsâme, onun silahtan korkarak “Allah’tan başka ilâh yoktur.” dedi-
ğini söyleyince, Allah Resûlü, “Kalbini yarıp da mı baktın ki, doğru söyleyip
söylemediğini biliyorsun!” buyurur. Resûl-i Ekrem bu cümleyi o kadar çok
tekrar eder ki, Üsâme, “Keşke İslâm’a o gün girmiş olsaydım.”10 diyerek
üzüntüsünü dile getirmekten kendini alamaz.
Diğer taraftan Hz. Peygamber (sav) bir kimsenin gerçek anlamda
iman etmesi kadar, imanın tadını alabilmesini de gönülden iman etmiş
olmasına bağlamış ve şöyle buyurmuştur: “Şu üç haslet kimde bulunursa o
kimse imanın tadını alır: Allah ve Resûlü’nü her şeyden çok sevmek, bir kimse-
yi yalnızca Allah rızası için sevmek, Allah kendisini kurtardıktan sonra tekrar
6 B1519 Buhârî, Hac, 4.
7 M143 Müslim, Îmân, 48. inkârcılığa dönmekten ateşe atılmaktan kaçındığı gibi kaçınmak.”11 Kısacası
8 B128 Buhârî, İlim, 49.
Sevgili Peygamberimiz, imanın kalbî boyutuna işaret etmiş, gerçek ve mü-
9 Hucurât, 49/14.
508
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
ortağı yoktur. Mülk O’nundur, hamd yalnız O’nadır. O’nun her şeye gücü yeter. 16 B6403 Buhârî, Deavât, 64.
509
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
sadıktır. Kuluna yardım etmiş, bütün düşman grupları tek başına O hezimete
uğratmıştır.”18 şeklinde dua ve zikri âdet edinmiştir.
Allah Resûlü, her fırsatta müminlerin Allah’a iman şuurunu taze
tutmalarını arzulamış, Allah’a imanın özünü oluşturan tevhid zikirleri-
ni dillerinden düşürmemelerini, vird edinmelerini tavsiye etmiştir. O, bir
gün kendisinden hizmetçi isteyen damadı Hz. Ali ve kızı Hz. Fâtıma’ya şu
öğüdü vermiştir: “İyi dinleyin! Size benden istediğiniz hizmetçiden daha hayırlı
olan bir şeyi öğreteyim. İkiniz uyumak üzere yatağınıza girdiğinizde otuz üç kere
‘Allâhü ekber’, otuz üç kere, ‘Sübhânallâh’, otuz üç kere de, ‘Lâ ilâhe illâllâh’ de-
yiniz. İşte bunları söylemek, ikiniz için bir hizmetçiden daha hayırlıdır.”19
Diğer taraftan Peygamberimiz, fakir olduğu için zenginlerin malla-
rını infak ederek elde ettikleri faziletlere ulaşamamaktan yakınan Ebû
Zerr’e hitaben şöyle demiştir: “Söylediğin takdirde bunu söyleyenlerden başka
hiç kimsenin elde edemeyeceği (kadar mükâfatı olan) bazı kelimeleri sana öğ-
retmemi istemez misin?” Ebû Zer, “Evet isterim, Ey Allah’ın Resûlü!” deyin-
ce, Efendimiz, “Her namazın sonunda otuz üç kere ‘Allâhü ekber’, otuz üç kere
‘Sübhânallâh’, otuz üç kere ‘Elhamdülillâh’ diye Allah’a hamdetmelisin. Sonra
da bunu ‘Lâ ilâhe illâllâhü vahdehû lâ şerîke leh lehü’l-mülkü ve lehü’l-hamdü
ve hüve alâ külli şey’in kadîr.’ diye bitirmelisin.”20 şeklinde tavsiyede bulun-
muş, hatta bu zikrin, denizin köpüğü kadar çok bile olsalar günahların
bağışlanmasına vesile olacağını21 ifade etmiştir. Sevgili Peygamberimiz,
“Lâ ilâhe illâllâh” kelimesini hiçbir amelin fazilet bakımından geçemeye-
ceğini22 bildirmiş, böylece müminlerin gönüllerinde yer eden “Bir olan
Allah’a iman” bilincini dilleri ile de sürekli ikrar etmek suretiyle canlı
tutmalarını hedeflemiştir.
İman hadisleri incelendiğinde Allah’a imanın üçüncü boyutunun
imanın gereği ile amel etmek olduğu görülecektir. Allah inancının gönül-
lerde kök salabilmesi ve hayatın her alanına yansıyabilmesi onun gereğin-
ce yaşanmasına bağlıdır. Çünkü Allah’a iman; sadece zâtında, isimlerinde,
18 B1797 Buhârî, Umre, 12; sıfatlarında ve fiillerinde Allah’ı bir ve tek kabul etmekten, buna gönülden
D2770 Ebû Dâvûd, Cihâd,
158. inanmaktan ve inancını açıkça dile getirmekten ibaret değildir. Bu sadece
19 B6318 Buhârî, Deavât, 11;
Allah’ın ulûhiyetine imandır. İmanın hayatı şekillendirmesi ve olgunluğa
D2987 Ebû Dâvûd, Harâc,
19, 20. erişmesi, ibadetin/kulluğun da sadece Allah için yapılmasıyla ve inancın
20 HM7242 İbn Hanbel, II,
davranış olarak hayata yansımasıyla mümkündür. Tebük Seferi’nde Hz.
238.
21 HM8820 İbn Hanbel, II, 371.
Peygamber’e yakın olduğu bir esnada Muâz b. Cebel ile Hz. Peygamber
22 İM3797 İbn Mâce, Edeb, 54. arasında geçen diyalog bu hususu çok güzel anlatmaktadır. Orada Muâz,
510
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
insanların sana davranmasını istemediğin şekilde onlara davranmayı terk et!” 26 B50 Buhârî, Îmân, 37.
511
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
Hiç şüphesiz Allah’a iman ile hayatın —ferdî, içtimaî, ahlâkî, insanî ve
ilmî— bütün yönleri arasında bir bağ vardır. İmanın şubelerini anlatan ha-
disler bu hakikate işaret etmektedir. Nitekim Sevgili Peygamberimiz, “İma-
nın yetmiş küsur şubesi vardır. Bunların en üstünü ‘Lâ ilâhe illâllâh’ (Allah’tan
başka ilâh yoktur.) sözüdür. En alt derecesi ise yoldaki eziyet veren şeyleri kaldır-
maktır. Hayâ da imanın bir şubesidir.”29 buyurmuştur. Bu rivayetteki “İmanın
yetmiş küsur şubesi vardır.” sözü, yetmişten fazla şubesi yoktur anlamında
değildir. Söz konusu rakamın zikredilmesi kesretten kinaye olup imanın
şubelerinin sayısının ne kadar çok olduğunu göstermektedir.
Bu bağlamda Müslüman âlimler Allah Resûlü’nün kendilerine ilham
kaynağı olan bu sözünden hareketle imanın şubelerinin neler olabilece-
ğini tespit etmişler ve bu alanda özel bir edebiyat meydana getirmişlerdir.
Bu konuda kaleme alınan eserlerin en meşhurlarından birisi olan ve hadis
âlimi Beyhakî’nin (458/1066) Şuabü’l-îmân’ına da kaynaklık eden Hüseyin
b. Hasan el-Halîmî’nin (403/1012) Kitâbü’l-minhâc fî şuabi’l-îmân adlı eseri-
dir. Bu eserde imanın şubeleri şu şekilde sayılmaktadır:
Allah’a iman, peygamberlere iman, meleklere iman, kitaplara iman,
kadere/hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna iman, kıyamet gününe iman,
öldükten sonra dirilmeye iman, hesaba çekilmeye ve mizana iman, cennet
ve cehenneme iman, Allah sevgisi, Allah korkusu, Allah’ın vaadine güven-
mek ve ümit etmek, tevekkül, Hz. Peygamber’i, ehlini ve ashâbını sevmek,
Hz. Peygamber’e saygı göstermek, her hâlükârda dinine bağlı olmak, ilim
öğrenmek, ilim öğretmek, Kur’an okumak, temizlik, namaz, zekât, oruç,
itikâf, hac, cihad, Allah yolunda hudutları beklemek, savaşta direnmek,
ganimetten beşte birini vermek, köle azat etmek, kefaretler, sözleşmelere
uymak, Allah’ın nimetlerine şükretmek, diline sahip olmak, emanetleri
korumak ve ehline vermek, hiçbir canlıya kıymamak, namusa göz dik-
memek ve iffetli olmak, başkasının malına haksız olarak el uzatmamak,
sakınılması gereken yiyecek ve içeceklerden kaçınmak, temiz giyinmek
ve süslenmek, oyun ve eğlenceden uzak durmak, israftan kaçınmak ve
hakkı olmayanı yememek, kin ve düşmanlığı terke özendirmek, insan-
ların izzet-i nefislerini rencide etmemek, ihlâslı olmak ve riyadan kaçın-
mak, iyilik yapınca sevinmek, kötülük yapınca üzülmek, tevbe ile bütün
günahlardan kurtulmak, kendisiyle Allah’a yaklaşılan şeyler yapmak,
N5008 Nesâî, Îmân, 16;
29
(marufta) yöneticilere itaat etmek, Müslümanların benimsediği şeylerden
M153 Müslim, Îmân, 58. ayrılmamak, insanlar arasında adaletle hüküm vermek, iyiliği emretmek,
512
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
130.
Abdullah’a Peygamberimizin cevabı “Allah’a iman ettim de, sonra dosdoğru 32 HM22483 İbn Hanbel, V,
513
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
37 HM5375 İbn Hanbel, II, 69. tek yoludur. Sevgili Peygamberimiz, Allah’a inanarak hayat sürenleri ve
38 M231 Müslim, Îmân, 125.
imanın ruhuna zarar verecek eylem ve söylemlerden kaçınanları cennetle
39 HM17144 İbn Hanbel, IV,
112. müjdelemiştir.40 Ölmek üzere olan amcası Ebû Tâlib’e ve onun şahsında
40 T2644 Tirmizî, Îmân, 18.
tüm insanlara “Allah’tan başka ilâh yoktur.” sözünü inanarak söylediği tak-
41 M134 Müslim, Îmân, 41.
514
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
böyle bir kimseye vacip olduğunu43 vurgulamış ve “Allah’tan başka ilâh yok-
tur.” sözünün bilincinde olanlara şefaatini vaad etmiştir.44
Diğer taraftan Sevgili Peygamberimiz, kalben tasdik ederek Allah’tan
başka ilâh olmadığını söyleyen mümin kula, Allah’ın cehennem ateşi-
ni kesinlikle haram kılacağını45 ve ona azap etmeyeceğini46 ifade etmiş,
Allah’a iman eden kişinin cehennemden kurtulacağını47 ve ateşli azap-
tan korunacağını48 bildirmiştir. Ayrıca Allah’a ortak koşmaktan sakınan
kimseyi Allah’ın mutlaka bağışlayacağını,49 günahlarını affedeceğini,50
iman ettiği takdirde ona azap etmemesinin kulun Allah üzerindeki hakkı
olduğunu51 söylemiştir.
Görüldüğü üzere Allah’a iman; kalp ile tasdik, dil ile ikrar ve gereğin-
ce amel etmek şeklindeki üç ana unsur bir araya gelince kemale erer. Bu
bağlamda Allah’a iman, soyut bir inanç, kuru bir söz ve hayata yansıma-
yan bir duygu değildir. Allah’a iman, kişinin hayatına anlam katan, yaşam 43 M4879 Müslim, İmâre,
tarzını belirleyen, fikir ve kararlarına yön veren en güçlü sâiktir. Allah 116.
44 M469 Müslim, Îmân, 316.
inancı sadece kişi ile Allah arasında var olan gizli bir bağdan ibaret değil- 45 B128 Buhârî, İlim, 49.
dir. O, insanın Yüce Yaratıcı’yla olan bağında belirleyici olmakla beraber 46 İM4296 İbn Mâce, Zühd,
417.
tı sürmesini sağladığı gibi, onu âhirette de Rahmân’ın rahmetine ulaş- 49 İM4299 İbn Mâce, Zühd,
tırır. Bundan dolayı Allah Resûlü, “Kim, Allah’tan başka ilâh olmadığına, 35.
50 N680 Nesâî, Ezân, 38.
Muhammed’in Allah’ın kulu ve Resûlü olduğuna iman ederse o kişi için cennetin 51 B7373 Buhârî, Tevhîd, 1.
sekiz kapısı açılır, onların hangisinden dilerse ondan girer.”52 buyurmuştur. 52 M553 Müslim, Tahâret, 17.
515
ALLAH ve RESÛLÜ’NE İTAAT
GÖNÜLDEN BAĞLANMAK
َم ْن ُيطِ ِع ال َّل َه...“ : َك َان �ِإ َذا تَشَ َّه َد َق َالs ول ال َّل ِه َ َأ� َّن َر ُس:ٍعَنِ ابْنِ مَسْعُود
”. َو َم ْن َي ْع ِص ِه َما َف ِإ� َّن ُه َلا َي ُض ُّر �ِإ َّلا َن ْف َس ُه َو َلا َي ُض ُّر ال َّل َه َش ْيئًا،َو َر ُسو َل ُه َف َق ْد َر َش َد
517
عَنْ َأ�بِى هُرَيْرَةَ عَ ِن ال َّنب ِِّي َ sق َال
“َ ...ف ِإ� َذا ن ََه ْي ُت ُك ْم عَ ْن َش ْي ٍء َف ْاج َت ِن ُبو ُهَ ،و�ِإ َذا َأ� َم ْرت ُُك ْم ِب َأ� ْم ٍر َف أ�ْتُوا ِم ْن ُه َما ْاس َت َط ْع ُت ْم”.
َق َ
عَ نْ َأ�بِى هُ َر ْي َرةَ عَ ْن َر ُسولِ ال َّل ِه َ sأ� َّن ُه
ال:
“ َم ْن َأ� َطاعَ ِنى َف َق ْد َأ� َطاعَ ال َّلهََ ،و َم ْن عَ َصا ِنى َف َق ْد عَ َصى ال َّل َه”...
ون ال َّن ْخ َل،رَافِعُ بْنُ خَدِيجٍ قَالََ :ق ِد َم َنب ُِّي ال َّل ِه sا ْل َم ِدي َن َةَ ،وهُ ْم َي أ�ْ ُب ُر َ
ون ال َّن ْخ َلَ ،ف َق َالَ “ :ما ت َْص َن ُعون؟” َقا ُلواُ :ك َّنا ن َْص َن ُع ُه َق َ
ال: َي ُقو ُلون ُي َل ِّق ُح َ
ال:“ َل َع َّل ُك ْم َل ْو َل ْم َت ْف َع ُلوا َك َان خَ ْي ًراَ ”.ف َت َر ُكو ُهَ ،ف َن َف َض ْت َأ� ْو َف َن َق َص ْت َق َ
َف َذ َك ُروا َذ ِل َك َل ُه َف َق َالِ�“ :إن ََّما َأ�نَا َبشَ ٌرِ� ،إ َذا َأ� َم ْرت ُُك ْم ِبشَ ْي ٍء ِم ْن ِدي ِن ُك ْم َفخُ ُذوا
ِب ِهَ ،و�ِإ َذا َأ� َم ْرت ُُك ْم ِبشَ ْي ٍء ِم ْن َر أ�ْيِي َف ِإ�ن ََّما َأ�نَا َبشَ ٌر”.
َ sق َ
ال: عَنْ َأ�بِى هُرَيْرَةَ َأ� َّن َر ُس َ
ول ال َّل ِه
ول ال َّل ِهَ ،و َم ْن َي أ�ْ َبى؟ َق َ
ال: ون ا ْل َج َّن َةِ� ،إ َّلا َم ْن َأ� َبى”َ ،قا ُلواَ :يا َر ُس َ ُ
“ك ُّل ُأ� َّم ِتى َي ْدخُ ُل َ
“ َم ْن َأ� َطاعَ ِنى َدخَ َل ا ْل َج َّن َةَ ،و َم ْن عَ َصا ِنى َف َق ْد َأ� َبى”.
518
Ebû Hüreyre’den rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle
buyurmuştur: “... Size bir şeyi yasakladığım zaman ondan kaçının. Bir şey
emrettiğim zaman gücünüzün yettiği ölçüde onu yerine getirin.”
(B7288 Buhârî, İ’tisâm, 2)
519
H z. Peygamber’in halasının oğlu Zübeyr b. Avvâm ile ensar-
dan Humeyd Harre mevkiindeki hurmalıklarını, bahçelerindeki arklar-
1
dan geçen ortak su ile nöbetleşe suluyorlardı. Bu arklardan geçen su, önce
Zübeyr’in hurma bahçesine uğruyor, sonra da Humeyd’in bahçesine ulaşı-
yordu. Bir keresinde Zübeyr hurma bahçesini sulamak üzere suyu tuttuğu
sırada komşusu ondan suyu serbest bırakmasını istedi. Fakat Zübeyr, ken-
di tarlasını sulamadan suyu bırakmak ve nöbetini ona vermek istemedi.
Bunun üzerine aralarında anlaşmazlık çıktı. İki taraf meselelerini Allah
Resûlü’ne intikal ettirdiler. Hz. Peygamber’in huzurunda isteklerini kar-
şılıklı olarak arz ettiler. Hz. Peygamber, “Ey Zübeyr! Tarlanı sula sonra suyu
komşuna salıver.” buyurarak ikisinin de hakkını koruyan bir çözüm önerdi.
Bunun üzerine Humeyd hiddetlenip, “Yâ Resûlallah! Zübeyr halanın oğlu
olduğu için mi böyle bir hüküm verdin?” diyerek Resûlullah’ın verdiği ka-
rara itiraz etti. Onun bu sözüne üzülen Allah Resûlü’nün yüzünün rengi
değişti ve “Ey Zübeyr, tarlanı sula! Sonra suyu hurma ağaçlarının köklerine
ulaşıncaya kadar tut (sonra salıver).” buyurarak Zübeyr’den sulama hakkını
tam mânâsı ile kullanmasını istedi.
Bu hadise üzerine, “Rabbine andolsun ki, onlar, aralarında çıkan çekiş-
meli işlerde seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı
duymaksızın, tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olmazlar.”2 âyeti
nâzil olmuştur.3 Peygambere itaati imanla ilişkilendiren bu âyetin yanı sıra,
Kur’an’da itaat, imanın bir sonucu ve mümin olmanın temel özelliği ola-
rak zikredilmektedir.4 Bu nedenledir ki, Kur’an’ın Allah ve Resûlü’ne itaat
konusundaki tavrı son derece açık ve nettir: “Allah ve Resûlü bir iş hakkında
hüküm verdiği zaman, hiçbir mümin erkek ve kadının kendi işleri konusunda
tercih kullanma hakkı yoktur. Kim Allah’a ve Resûlü’ne karşı gelirse şüphesiz ki o
1 Hİ1843 İbn Hacer, İsâbe,
apaçık bir şekilde sapmıştır.”5 II, 129.
Peygamber Efendimiz de bir hutbesinde sarf ettiği şu sözlerle Allah ve 2 Nisâ, 4/65.
Resûlü’ne itaat ederse doğru yolu bulmuştur. Kim onlara isyan ederse ancak ken- 5 Ahzâb, 33/36.
521
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
disine zarar verir. Allah’a hiçbir şekilde zarar veremez.”6 Bu bağlamda bizlerden
kendisine kulluk etmemizi isteyen Cenâb-ı Allah’ın, bu kulluk görevini
îfâda olmazsa olmaz şartı, O’nun sonsuz güç ve kudretini tanımamız ve
O’na iman etmemizdir. Böyle bir tanıma ve kabulden sonra O’nun emir-
lerine uymak ve yasakladıklarından kaçınmak suretiyle bu imanı ortaya
koymak ise, itaattir. Bu noktada itaat; kulun, emirlere riayet etme ve ya-
saklardan kaçınma noktasında “İşittik, itaat ettik.” demek suretiyle Allah’a
verdiği söze7 şuurlu bir şekilde uymasıdır.
İsyanın zıddı olan itaat, Allah’a teslim olmayı, saygı göstermeyi, iba-
det etmeyi ve O’nun kitabıyla amel etmeyi gerektirir. Kur’an’a göre bütün
âlem mutlak güç sahibi Allah’a itaat etmektedir.8 Gerçek mânâda ima-
nın kökleşmesi için insanın Yaratıcısı’na itaat etmesi gerekir. Bu nedenle
Kur’an, insanı Allah’a itaate çağırır. Mutlak mânâda itaat yalnız kâinatın
yaratıcısı olan Allah’ın hakkıdır. Çünkü Allah, insanların Rabbi, ilâhı
ve melikidir. İnsanlar da Allah’ın nimetleriyle hayatlarını devam ettiren,
Allah’ın kullarıdır. Mutlak ve gerçek varlık9 sadece Allah’tır. Göklerin ve
yerin mülkü Allah’ındır.10 Buyurma, yok etme, öldürme, diriltme, azap
etme, mükâfatlandırma gibi işlerde O’nun hiçbir ortağı yoktur. O, istediği
hususta istediği gibi tasarrufta bulunan,11 gerçek ve mutlak tek Yaratıcı’dır.
En doğru ve en güzel sözün sahibi O’dur. Hiç kimsenin O’ndan daha doğ-
ru sözlü olması düşünülemez.12
Bunun için kul kayıtsız şartsız Rabbine itaat etmelidir.13 Böyle bir Rab
karşısında kulun O’nun bütün emir ve yasaklarına mutlak surette itaat et-
mesi tabiî bir durumdur. Diğer yandan Yaratıcı’nın, kullarından kendisine
itaat etmelerini istemesi onların faydası içindir. Çünkü O’nun, kullarının
itaatine hiç ama hiç ihtiyacı yoktur. Aynı şekilde O’na isyan eden kul da
O’na hiçbir surette zarar veremez. Sadece kendisine zarar verir, yazık eder.
Kullarının kendisine isyan etmek suretiyle zarara uğramalarını murad et-
6 D1097 Ebû Dâvûd, Salât,
221, 223. meyen Yüce Allah, onları kendi varlığını ve birliğini tanımaya ve kendisi-
7 Mâide, 5/7.
ne itaate yatkın bir fıtratta yaratmıştır.14
8 Hac, 22/18; Cum’a, 62/1.
9 Hac, 22/6. Fıtratın Allah’a itaate yatkın olması, insanların Allah’a itaat nokta-
10 Bakara, 2/107.
sında özgür iradeleriyle hareket edemeyecekleri anlamına gelmez. Allah,
11 Hûd, 11/107.
12 Nisâ, 4/87. insanı kendisine itaat konusunda serbest bırakmış ve şöyle buyurmuştur:
13 Nisâ, 4/59.
“Allah’a itaat edin, Peygamber’e de itaat edin. Yüz çevirirseniz bilin ki, elçimize
14 B1359 Buhârî, Cenâiz, 79.
15 Teğâbün, 64/12.
düşen apaçık bir tebliğdir.”15 Allah’a itaat konusunda özgürlüğünü kulla-
16 Ahzâb, 33/66-67. nan insanın zaman zaman Allah’tan başkalarına da itaat ettiği olmuştur.16
522
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
Yüz çevirirseniz bilin ki, onun sorumluluğu ona; sizin sorumluluğunuz da size Mâide, 5/92.
21 Nisâ, 4/80.
aittir. Şayet ona itaat ederseniz doğru yola erersiniz. Peygamber’e düşen ancak 22 Âl-i İmrân, 3/31.
24 Ahzâb, 33/21.
Allah’a itaat onu bilmek ve tanımakla gerçekleşebilir. O’nu bilmek ve 25 B7288 Buhârî, İ’tisâm, 2.
tanımak ise O’nun mesajına ulaşmakla mümkündür. Bu bağlamda insan- 26 Nûr, 24/54.
523
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
9/88, 100.
hoşnut olmadıklarını dile getirmişlerdi. Söylentileri duyan Hz. Peygamber
33 Ahzâb, 33/36. ensarı bir araya topladı ve onlara, “Kulağıma gelen bu sözleriniz ne demek
524
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
oluyor?” diye sordu. Ensarın önde gelenleri, “Ey Allah’ın Resûlü, söz sahibi/
aklı başında olanlarımız hiçbir şey söylemediler. Fakat yeni yetme gençler,
‘Allah, Resûlullah’ı bağışlasın. Kılıçlarımızdan hâlâ onların kanları dam-
larken, bizi bırakıp Kureyşlilere veriyor.’ diye söylendiler.” diyerek Efendi-
mize durumu arz ettiler. Bunun üzerine Allah Resûlü, “Ben küfürden yeni
kurtulmuş bazı insanlara onları İslâm’a ısındırmak için (bolca) verdim. Onlar
ganimet mallarıyla evlerine dönerken, siz Allah’ın Resûlü’yle evlerinize dönmeye
razı değil misiniz? Vallahi sizin götüreceğiniz, onların götürdüklerinden çok daha
hayırlıdır.” buyurunca, ensar, hep bir ağızdan, “Ey Allah’ın Resûlü! Bizler
razıyız.” diyerek cevap verdiler.34
Peygamber Efendimize itaat etmek, onun yolundan gitmek, Kur’an’ın
ifadesiyle, Allah’ı sevmenin göstergesi, Allah’ın sevgisine mazhar olma-
nın ve günahların bağışlanmasının da ön koşuludur.35 Bunun için Allah
Resûlü’ne itaat anlamına gelecek her türlü düşünce, inanç, söz ve davranış,
Allah’ın sevgisine ulaşmanın vesilesi olacaktır. Bu bağlamda farz, vacip,
nâfile olan ibadetler ve Allah’ın rızasını kazanmak amacıyla yapılan her
türlü salih ameller de itaatin tezahürüdür. Ayrıca Allah’ı sevmek, Allah
için sevmek, Allah’ın sevdiklerini sevmek, Allah’tan gelene razı olmak,
Peygamber’i sevmek, yaptıklarını Allah için yapmak, terk ettiklerini Allah
için terk etmek, Allah’tan korkmak, Allah’ın koyduğu sınırları aşmamak,
Allah’tan hayâ etmek, Allah’a dua etmek, Allah’a tevbe etmek gibi davra-
nış ve duygular da itaatin diğer yansımalarıdır.
Peygamberlik görevi gereği insanlara tebliğ ettiği nebevî ölçülerde
Allah’ın Elçisi’ne itaat şarttır ancak Sevgili Peygamberimiz, kendisinin
nebevî yönüyle alâkalı olmayan, deney ve tecrübe gibi hayat boyu kaza-
nılan birikimle çerçevesini belirlediği alanlarda kendisine itaatin şart ol-
madığını ifade etmiştir. Bu bağlamda Hz. Peygamber bir ticaret şehri olan
Mekke’den ziraat şehri Medine’ye hicret ettiğinde yaşanan hurma ağaç-
larını aşılama olayı en güzel örneklerden biridir. Resûlullah, hurmaları
aşılayan Medinelilere ne yaptıklarını sormuş, onlar da aşı yaptıklarını ve
bunun öteden beri yapılan bir şey olduğunu söylemişlerdi. Bunun üzerine
Allah Resûlü, “Sanırım bunu yapmasanız daha hayırlı olur.” şeklinde kanaat
belirtmişti. Medineliler Hz. Peygamber’i dinleyerek aşılamayı bırakmış-
lar ve bunun neticesinde hurmalarından az ürün almışlardı. Durumu Hz.
Peygamber’e arz ettiklerinde o, şöyle buyurmuştu: “Ben ancak bir insanım, 34 M2436 Müslim, Zekât, 132.
size dininizle ilgili bir şey emredersem onu alın, kendi görüşüme göre bir şey em- 35 Âl-i İmrân, 3/31.
525
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
redersem (unutmayın ki) ben ancak bir insanım.”36 Rivayetin başka versiyonla-
rında Allah Resûlü kendisinin ziraatçı olmadığını ve bir hurma bahçesinin
de bulunmadığını ifade etmektedir.37
Sahâbe-i kirâm Allah Resûlü’ne kayıtsız şartsız itaat etmelerine rağ-
men, onun verdiği kararlar karşısında zaman zaman kendi görüşlerini be-
yan etmekten de çekinmemişlerdir. Bu şekilde hareket etmelerinin sebebi,
Resûlullah’ın vahiyle ortaya koyduğu öğretilerle, tecrübesinden hareketle
söylediklerini ayrı değerlendirmeleridir. Bu nedenle ashâb, Resûlullah’ın
emrettiği şeylerle ilgili değerlendirme ve görüş beyan etmek istediklerin-
de, emrin vahiy kaynaklı olup olmadığını araştırma ihtiyacı hissetmişler,
vahiy olmadığını öğrendikleri hususlarda kendi düşüncelerini ifade etmiş-
lerdir. Bu şekilde davranırken de nihaî kararın mutlaka Resûlullah’a ait
olduğu ve ona itaat etmeleri gerektiği bilinciyle hareket etmişlerdir. Nite-
kim Bedir Savaşı’nda Hz. Peygamber’in orduyu konuşlandırmak için seç-
tiği mevkiin savaş stratejisi açısından uygun olmadığını düşünen Hubâb
b. el-Münzir, bu tercihin vahiyle mi yoksa kendi ictihadıyla mı olduğunu
Allah Resûlü’ne sormuştur. Resûlullah kendi görüşü olduğunu söyleyince
bu yerin savaş için uygun olmadığını ifade etmiş, daha uygun bir yerde
konuşlanmayı teklif etmiş, Resûlullah da onun bu görüşüne uymuştur.38
Bu çerçevede benzer bir örnek de Berîre Hadisesi’dir. Köle olan kocası
Muğîs’ten boşanmak isteyen Berîre’ye, kocasının isteği üzerine Hz. Pey-
gamber “Ey Berîre! Allah’tan kork. Çünkü o senin eşin ve çocuğunun babasıdır.”
buyurmuştu. Bunun üzerine Berîre, “Ey Allah’ın Resûlü! Bunu bana em-
rediyor musun?” diye sormuş, Peygamber Efendimiz de, “Hayır, ben sadece
bir aracıyım.” diyerek cevap vermişti. Allah Resûlü’nden vahiy kaynaklı
değil, kendi kanaatini ihtiva eden bir cevap alan Berîre, onun tavsiyesine
uymamış ve kocasına dönmemişti.39
Vahyin belirlemediği ve Hz. Peygamber’in tebliğle mükellef olmadığı
alanları mutlak itaat konusu olarak görmeyen sahâbe-i kirâm, vahyin be-
lirlediği alanlarda ona itaate azami özen göstermişlerdir. Ancak bazen be-
36 M6127 Müslim, Fedâil,
140. şer olmalarından kaynaklanan aksaklıklar yaşanmış ve Hz. Peygamber’in
37 ME1030 Taberânî, el-
sözünü tutamamışlardır.40 Bu durumlar çoğunlukla Peygamber Efendimiz
Mu’cemü’l-evsat, I, 306-307.
38 HS37 İbn Hişâm, Sîret, III, tarafından da makul karşılanmış, itaatsizlik olarak değerlendirilmemiştir.
167-168. Ancak ashâbın bazen Kur’an’ın sert uyarılarına muhatap olacakları dere-
39 D2231 Ebû Dâvûd, Talâk,
18, 19
cede itaatsizlikleri de vuku bulmuştur. Uhud Savaşı’nda Hz. Peygamber’in
40 B4251 Buhârî, Meğâzî, 43. kesin talimatı olmasına rağmen müşriklerin bozguna uğradığını düşü-
526
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
527
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
lere uymaları gereken en güzel örnek olarak onu göstermektedir.44 Zira Hz.
Peygamber sadece iman ve ibadet konularında değil, hayatın her alanında
müminlere rehberlik etmektedir. O, insanları en mükemmel, en şerefli,
en faziletli iş ve davranışlara yönlendirmekte, en yüce hakikatleri onlara
telkin etmektedir. Çünkü o, kendi ifadesiyle, “güzel ahlâkı tamamlamak”
için gönderilmiştir.45 Bu yüzden sevgili eşi, müminlerin annesi Hz. Âişe,
kendisine Allah Resûlü’nün ahlâkı sorulduğunda, “Onun ahlâkı Kur’an
idi.” diyerek cevap vermiştir.46 Gönderiliş amacı ahlâk-ı hamîdeyi en güzel
şekilde öğretip, yaşayarak kemale erdirmek olan Peygamber Efendimizi
örnek alan, onun işaret ettiği, uyguladığı, ifade ettiği, onayladığı erdem
ve prensiplerle hayatını tezyin eden müminler de elbette güzel ahlâkla
donanmış, Allah Resûlü’nün edep ve ahlâk elbisesini giymiş olacaklar-
dır. Onun ahlâk elbisesini giymek ona itaat etmektir. Ona itaat etmek de
Allah’a itaat etmektir.47 Böylece Allah Resûlü’nü örnek alıp, yaşantısını
onun hayat tarzına uyduran, onun yolunu izleyip, ona gönül veren, dola-
yısıyla Allah’a itaat eden kişi Yüce Yaratıcı’nın sevgisine nail olur. Böyle bir
kişiyi Yüce Allah hem insanlara sevdirir, hem de kendisi severek himaye-
sine alır.48 Burada kişiyi Rabbin rızasına ulaştıran husus, Allah Resûlü’nü
bilinçsiz bir şekilde taklit etmek ve ona benzemeye çalışmak (teşebbüh)
değil, bilinçli bir şekilde onu örnek almaktır.
Allah’a itaat edip, Hz. Peygamber’in rehberliğini/risâletini kabul
eden, onu bilerek ve isteyerek örnek alan ve ona itaat eden herkes cen-
nete girecektir.49 Ona isyan eden, itaatten kaçınan ve onun rehberliğini
kabul etmeyenler ise hiçbir mükâfata nail olmayacaklardır. Bu noktada
Allah Resûlü, “Bana itaat eden cennete girer. Bana isyan eden de yüz çevirmiş
44 Ahzâb, 33/21. demektir.”50 buyurmuştur.
45MU1643 Muvatta’, Hüsnü’l- Allah’a ve Peygamberi’ne isyan edenlerin âhirette cezalarını görecek-
huluk, 1.
46 M1739 Müslim, Müsâfirîn,
lerini şu âyet-i kerimeler en güzel şekilde izah etmektedir: “Kim de Allah’a
139. ve Peygamberi’ne isyan eder ve O’nun koyduğu sınırları aşarsa, Allah onu ebedî
47 Nisâ, 4/80.
221, 223. isyan ederse ancak kendisine zarar verir. Allah’a hiçbir şekilde zarar veremez.”53
528
MELEKLERE İMAN
RAHMETLE KUŞATILMAK
َ َف َق
:ال ، َف َأ�تَا ُه َر ُج ٌل،اس ِ َي ْو ًما َبا ِرزًا ِلل َّنs ول ال َّل ِه ُ َك َان َر ُس:َ عَنْ َأ�بِى هُرَيْرَةَ قَال
“ َأ� ْن ُت ْؤ ِم َن بِال َّل ِه َو َمل َا ِئ َك ِت ِه َو ِك َتا ِب ِه َو ِل َقا ِئ ِه َو ُر ُس ِل ِه:ول ال َّل ِه! َما ْال ِإ� َيم ُان؟ َق َال
َ َيا َر ُس
َجا َء ِل ُي َع ِّل َم، “هَ َذا جِ ْب ِر ُيل:s ول ال َّل ِه ُ ” َف َق َال َر ُس...َو ُت ْؤ ِم َن بِا ْل َب ْع ِث ال آ� ِخر
”.اس ِدي َن ُه ْم َ ال َّن
529
ول ال َّل ِه “ :sخُ ِل َق ِت ا ْل َمل َا ِئ َك ُة ِم ْن نُور ٍَ ،وخُ ِل َق عَنْ عَائِشَةَ قَالَتَْ :ق َال َر ُس ُ
ا ْل َج ُّان ِم ْن َما ِر ٍج ِم ْن نَار ٍَ ،وخُ ِل َق �آ َد ُم ِم َّما ُو ِص َف َل ُك ْم”.
ول ال َّل ِه ِ�“ :sإ َّن عَنْ َأ�بِى هُرَيْرَةَ َأ�وْ عَنْ َأ�بِى سَعِيدٍ الْخُدْرِى قَالََ :ق َال َر ُس ُ
ِّ
اس َف ِإ� َذا َو َج ُدوا َأ� ْق َوا ًمااب ال َّن ِ ِل َّل ِه َمل َا ِئ َك ًة َس َّي ِاح َين ِفى ْال َأ� ْر ِض َف ْضل ًا عَ ْن ُك َّت ِ
ون ِب ِه ْم �ِإ َلى َس َما ِء ون ال َّل َه َت َنا َد ْوا هَ ُل ُّموا �ِإ َلى ُب ْغ َي ِت ُك ْم َف َيجِ يئ َ
ُون َف َي ُح ُّف َ َي ْذ ُك ُر َ
ونَ :ت َر ْكنَاهُ ْم ون؟ َف َي ُقو ُل َ ول ال َّل ُه :عَ َلى َأ�يِّ َش ْي ٍء َت َر ْك ُت ْم ِع َبا ِدى َي ْص َن ُع َ الد ْن َيا َف َي ُق ُ
ُّ
َي ْح َم ُدون ََك َو ُي َم ِّج ُدون ََك َو َي ْذ ُك ُرون ََك”...
ولَ “ :م ْن َأ�تَى َأ�خَ ا ُه ا ْل ُم ْس ِل َم عَ ا ِئ ًدا، ول ال َّل ِه َ sي ُق ُ عَنْ عَلِي قَالََ :س ِم ْع ُت َر ُس َ
ٍّ
َمشَ ى ِفى ِخ َرا َف ِة ا ْل َج َّن ِة َح َّتى َي ْج ِل َسَ .ف ِإ� َذا َج َل َس َغ َم َر ْت ُه ال َّر ْح َم ُةَ .ف ِإ� ْن َك َان ُغ ْد َو ًة
ونون َأ� ْل َف َم َل ٍك َح َّتى ُي ْم ِس َيَ .و�ِإ ْن َك َان َم َسا ًء َص َّلى عَ َل ْي ِه َس ْب ُع َ َص َّلى عَ َل ْي ِه َس ْب ُع َ
َأ� ْل َف َم َل ٍك َح َّتى ُي ْصب َِح”.
ول ال َّل ِه ِ�“ :sإ َّن ِل َّل ِه َمل َا ِئ َك ًة َس َّي ِاح َين ِفى ْال َأ� ْر ِض عَنْ عَبْدِ ال َّلهِ قَالََ :ق َال َر ُس ُ
السل َا َم”. ُي َب ِّل ُغو ِنى ِم ْن ُأ� َّم ِتى َّ
530
Hz. Âişe’nin rivayet ettiğine göre, Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:
“Melekler nurdan, cinler alevli ateşten, Âdem ise size (Kur’an’da) tarif edildiği
üzere (balçıktan) yaratılmıştır.”
(M7495 Müslim, Zühd, 60)
531
C ebrail aracılığıyla ilk vahyi alan Hz. Peygamber, korku ve heye-
canını üzerinden atıp Rabbinin kendisini Resûl olarak seçtiğinden emin
olunca rahatlamıştı.1 Rabbinin emirlerini kendisine taşıyan Cebrail’in ge-
lişini daha çok arzular olmuştu. Bir defasında Cebrail’e, “Bize yaptığın bu
ziyaretleri artırmana engel olan nedir?” demekten kendini alamamıştı. Buna
yanıt yine Cebrail aracılığıyla gelmişti: “Biz (melekler), ancak Rabbinin buy-
ruğuyla ineriz. Önümüzdekiler, arkamızdakiler ve bunlar arasındakiler hep
O’nundur. Rabbin unutkan değildir.”2
“Elçi, haberci, güçlü, kuvvetli” anlamlarına gelen3 “melek” kelimesi,
ilâhî dinlerde Allah ile insan arasında yer alan ve bu ikisinden tamamen
farklı bir varlık sınıfını ifade eder. Yahudilikte ve Hıristiyanlıkta Tanrı’nın
emrinde olan, O’na ibadet eden, O’nunla insan arasında elçilik yapan ve
insanı koruyan melekler, ateşten yaratılmış varlıklar olup gücün ve süratin
sembolü olarak algılanan kanatlara sahiptirler. Her iki dinin kutsal me-
tinlerinde sayılarının oldukça fazla olduğu ifade edilen meleklerin,4 sınırlı
bilgi ve iradeleri vardır. Ayrıca kendi aralarındaki belirli hiyerarşik düzene
ve görevlerine göre çeşitli sınıflara ayrılırlar. Bu varlıklar için ayrıca “iyi 1 B3 Buhârî, Bed’ü’l-vahy, 1.
2 Meryem, 19/64; B3218
ve kötü melekler” şeklinde bir ayrım da söz konusudur.5 Yahudi inancın- Buhârî, Bed’ü’l-halk, 6;
da kimi zaman erkek olarak yorumlanan6 ve yemek yedikleri bildirilen7 T3158; Tirmizî, Tefsîru’l-
Kur’ân, 19.
melekler, Hıristiyan anlayışında genel itibariyle cinsiyetsiz kabul edilmek- 3 RM11 İsfehânî, Müfredât,
tedir. Mahiyeti tam olarak açıklanmamakla birlikte bedenlerinin olduğu s. 1390-1393; CTS296
Cürcânî, Ta’rîfât, s. 296.
fikri de mevcuttur.8 4 Kitâb-ı Mukaddes, Vahiy,
533
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
16 Sâffât, 37/158. artık iş bitirilmiş olurdu, sonra da kendilerine göz açtırılmazdı. (Hemen helâk
17 Zuhruf, 43/19.
edilirlerdi.)”20 Ve melekleri reddetmek bir anlamda melek aracılığıyla ge-
18 Bakara, 2/1-3.
19 En’âm, 6/8.
len vahyi, meleğin vahiy getirdiği peygamberi ve bu vahyin sahibini yani
20 En’âm, 6/8. Allah’ı da inkâr etmek demektir. Bu nedenle görünen ve görünmeyen
534
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
kanatların mecazî olarak anlaşılmasının daha doğru olacağı ifade edil- HM26521 İbn Hanbel, VI,
237.
miş, meleklerin insanlara veya kuşlara benzer şekilde tasavvur edilmesi 29 Bakara, 2/30-34.
37/149-150.
Melekler Allah’a tam teslimiyetin sembolüdür. Zira onlar, Allah’a 31 Zâriyât, 51/24-28.
kayıtsız şartsız itaat eden, O’nun emrinden çıkmayan sadık kullardır.35 32 Tahrîm, 66/6; Tekvîr,
Allah’tan önce söz söylemez ve sadece Allah’ın emriyle iş görürler,36 O’na 81/20.
33 En’âm, 6/93.
asla karşı gelmezler.37 Cebrail’in Allah Resûlü’ne söylediği üzere melekler, 34 Fâtır, 35/1; M6839
yalnızca Allah’ın izniyle hareket ederler,38 O’nun bildirdiğinden başka bir Müslim, Zikir, 25; B4856
Buhârî, Tefsîr, (Necm) 1.
şey bilmezler39 ve O’na huşû içinde ibadet ederler. “Şüphesiz Rabbin katın- 35 Nahl, 16/49-50.
daki (melek)ler O’na ibadet hususunda kibirlenmezler. O’nu tesbih ederler ve 36 Enbiyâ, 21/ 27.
37 Tahrîm, 66/6.
yalnız O’na secde ederler.”40 38 B3218 Buhârî, Bed’ü’l-
olduğu bildirilmiş,41 bunların bir kısmı hakkında âyet ve hadislerde bilgi 41 Sâffât, 37/164.
535
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
48 İnfitâr, 82/10.
bazıları da onların bağışlanmaları için Allah’a niyaz ederler.55 Bazıları
49 T3600 Tirmizî, Deavât, hasta ziyaretinde bulunanlar için istiğfar edip56 cuma namazına gelen-
129; Kâf, 50/17-18. lere şahitlik ederken57 bazılarıysa sahura kalkan58 ve sabırla oruç tutan
50 En’âm, 6/61; Ra’d, 13/11.
51 T1071 Tirmizî, Cenâiz, 70. müminler için rahmet dilerler.59 Meleklerin bir kısmı namaz kılan in-
52 Zümer, 39/71-73; Zuhruf,
sanlarla birlikte “âmîn” derken60 bir kısmı ise her gün namazlarda mü-
43/77.
53 Alak, 96/15-18. minlerle beraber olur.61 Ayrıca onlar Allah’ı zikreden ve Kur’an okuyan
54 Fussilet, 41/30-32.
Müslümanları ziyaret eder.62 İlim meclislerinde ilim öğrenmek isteyenle-
55 Mü’min, 40/7-9; Şûrâ, 42/5;
D3641 Ebû Dâvûd, İlim, 1. yan, onları koruyup gözeten, Allah ile aralarındaki birtakım münasebet-
64 M4588 Müslim, Cihâd ve
lerde görev alan elçilerdir. Bu nuranî elçilerin varlığına inanan kişi yal-
siyer, 58.
65 Ahzâb, 33/56. nızlıktan korkmaz; bilir ki kimsenin olmadığı yerde kendisine Allah’tan
66 N1283 Nesâî, Sehiv, 46;
sonra bu koruyucu varlıklar arkadaştır. Herhangi bir haksız ithama maruz
HM3666 İbn Hanbel, I, 387.
67 M7109 Müslim, Sıfâtü’l-
kaldığında ve kimsenin kendisine inanmadığı zamanlarda ümitsizliğe ka-
münâfıkîn, 69. pılmaz; bilir ki ona Kirâmen Kâtibîn melekleri şahittir. En çaresiz kaldığı
536
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
537
KİTAPLARA İMAN
AKLIN VAHİYLE BULUŞMASI
539
؟ َق َ
ال: ول ال َّل ِهَ ،ك ْم ِك َتا ًبا َأ� ْن َز َل ُه ال َّل ُهعَنْ َأ�بِي ذَرٍّ ،قَالَُ ...ق ْل ُتَ :يا َر ُس َ
ون َص ِحي َف ًةَ ،و ُأ� ْن ِز َل يث خَ ْم ُس َ ابَ ،و َأ� ْر َب َع ُة ُك ُت ٍبُ ،أ� ْن ِز َل عَ َلى ِش َ “ ِم َئ ُة ِك َت ٍ
ون َص ِحي َف ًةَ ،و ُأ� ْن ِز َل عَ َلى �ِإ ْب َرا ِه َيم عَ شْ ُر َص َحا ِئ َف، وخ َثل َا ُث َعَ َلى َأ�خْ ُن َ
وسى َق ْب َل ال َّت ْو َرا ِة عَ شْ ُر َص َحا ِئ َفَ ،و ُأ� ْن ِز َل ال َّت ْو َرا ُة، َو ُأ� ْن ِز َل عَ َلى ُم َ
َوال ِإ�نْجِ ُيلَ ،وال َّز ُبو ُرَ ،وا ْل ُق ْر�آ ُن”...
ون ال َّت ْو َرا َة بِا ْل ِع ْب َرا ِن َّي ِةَ ،و ُي َف ِّس ُرون ََها عَنْ َأ�بِى هُرَيْرَةَ قَالََ :ك َان َأ�هْ ُل ا ْل ِك َت ِ
اب َي ْق َر ُء َ
اب َو َلا “لا ت َُص ِّد ُقوا َأ�هْ َل ا ْل ِك َت ِ ول ال َّل ِه َ :s بِا ْل َع َر ِب َّي ِة ِل َأ�هْ ِل ْال ِإ� ْسل َا ِمَ ،ف َق َال َر ُس ُ
ت َُك ِّذ ُبوهُ ْمَ ،و ُقو ُلوا﴿ :اٰ َم َّنا بِا َّلذي ُا ْن ِز َل اِ َل ْي َنا َو ُا ْن ِز َل اِ َل ْي ُك ْم﴾ ال آ� َي َة.
عَنْ َأ�بِى هُرَيْرَةَ عَ ْن َر ُسولِ ال َّل ِه َ sأ� َّن ُه َق َالَ “ :وا َّل ِذى َن ْف ُس ُم َح َّم ٍد ِب َي ِد ِه! َلا
َي ْس َم ُع بِى َأ� َح ٌد ِم ْن هَ ِذ ِه ْال ُأ� َّم ِة َي ُهو ِد ٌّي َو َلا ن َْص َرا ِن ٌّيُ ،ث َّم َي ُم ُ
وت َو َل ْم ُي ْؤ ِم ْن بِا َّل ِذى
ُأ� ْر ِس ْل ُت ِب ِه �ِإ َّلا َك َان ِم ْن َأ� ْص َح ِ
اب ال َّنا ِر”.
540
Ebû Zer anlatıyor: ... Bir gün Hz. Peygamber’e (sav), “Allah kaç kitap
indirdi?” diye sordum. Allah Resûlü şu cevabı verdi: “Allah yüz dört kitap
indirmiştir. Bunlardan elli sahife Şit’e, otuz sahife İdris’e, on sahife İbrâhim’e ve
on sahife de Tevrat’tan önce Musa’ya indirmiştir. Ayrıca Tevrat, İncil, Zebur ve
Kur’an’ı da indirmiştir...”
(Sİ361 İbn Hıbbân, Sahîh, II, 276)
541
A llah Teâlâ, insana birçok lütufta bulunmuştur. Bu lütufların
en önemlilerinden biri de insanlığa rehberlik edecek, onlara doğru yolu
gösterecek, hak ile bâtılı ayırt etmelerine imkân verecek olan ilâhî kitap-
lardır. Allah Teâlâ, ilâhî kitapların kendi kelâmı olduğunu beyan etmiştir.1
Tevrat2 ve Kur’an3 “Kelâmullâh” olarak nitelenmiştir. Yüce Yaratıcı pey-
gamberleri ile konuşmuş,4 “Musa, sözleştiğimiz vakitte gelince Rabbi onunla
konuştu.”5 ve “Allah, bir insanla ancak vahiy yoluyla yahut perde arkasından
konuşur. Yahut bir elçi gönderip izniyle ona dilediğini vahyeder. Şüphesiz O, yü-
cedir, hüküm ve hikmet sahibidir.”6 âyeti ile de insanlarla hangi şekillerde
konuşacağını beyan etmiştir.
Kur’an’da Allah’ın kelâm sıfatı ve ilâhî kitapların O’nun kelâmı oldu-
ğunu ifade etmek için “kelime” (söz) tabiri kullanılmıştır: “Rabbinin keli-
mesi (Kur’an) doğruluk ve adalet bakımından tamdır. Onun kelimelerini değişti-
rebilecek yoktur. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.”7 “Rabbinin kitabından
sana vahyedileni oku. O’nun kelimelerini değiştirecek hiçbir kimse yoktur. O’ndan
başka asla bir sığınak da bulamazsın.”8
Allah’ın kitapları, O’nun sözlerinin harflere, satırlara dökülmüş şekli-
dir. Bundan dolayı O’nun kitapları sözlerin en üstünlerini içermektedir. Bu
gerçeği ifade etmek için Allah Resûlü, “Yüce Allah şöyle buyurur: ‘Benim kita-
bımı okumak ve beni zikretmekten dolayı kim benden bir şey isteyecek durumda
olmazsa, ben o kimseye isteyenlere verdiğimden daha üstününü veririm. Allah’ın
sözlerinin diğer sözlere üstünlüğü, Allah’ın, yarattıklarına üstünlüğü gibidir.’”9 1 A’râf, 7/144.
2 Bakara, 2/75.
buyurmuştur. Kitaplara iman, sözün en güzeli olan Allah kelâmının10 doğ- 3 Tevbe, 9/6.
4 Bakara, 2/253.
ruluğuna, gerçekliğine ve O’na ait olduğuna iman etmek demektir. Çünkü
5 A’râf, 7/143.
“Allah katında, kendi sözünden daha yüce hiçbir söz yoktur. Kullar da Allah’a, 6 Şûrâ, 42/51.
kendi sözünden daha sevimli hiçbir sözle karşılık vermemişlerdir.”11 7 En’âm, 6/115.
8 Kehf, 18/27.
En yüce sözün sahibi ve kullarına karşı çok merhametli olan Allah 9 T2926 Tirmizî, Fedâilü’l-
Teâlâ, insanı dünya hayatında başıboş ve yalnız bırakmamış, lütuf ve ke- Kur’ân, 25.
10 B6098 Buhârî, Edeb, 70.
reminin ifadesi olarak ona elçiler göndermiş, ilâhî kitaplar indirerek yol 11 DM3376 Dârimî, Fedâilü’l-
göstermiştir. İnsan, akıl ve irade sahibi bir varlık olarak yaratılmış olmakla Kur’ân, 5.
543
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
15 Mâide, 5/46. Yüce Yaratıcı’nın gönderdiği peygamberler gibi kitaplar da bir öncekini
16 Âl-i İmrân, 3/3.
tasdik etmiş, böylece ilâhî kaynağın bir olduğunu ortaya koymuşlardır. Bu
17 En’âm, 6/89.
18 Abese, 80/13; Beyyine, çerçevede son semavî kitap olan Kur’an da kendinden önceki kitapları tas-
98/2. dik etmiş ve şöyle buyurmuştur: “Allah, sana Kitabı (Kur’an) hak ve kendisin-
19 Necm, 53/36-37.
20 Sİ361 İbn Hıbbân, Sahîh, den öncekileri doğrulayıcı olarak indirdi.”22 Aynı şekilde İncil de kendisinden
II, 276. önce indirilen Tevrat’ı tasdik etmiştir. Bu husus Kur’an’da şu şekilde ifade
21 FM31/136 Râzî, Tefsîr,
XXXI, 136.
edilmektedir: “Kendinden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı olarak peygamberle-
22 Âl-i İmrân, 3/3. rin izleri üzerine, Meryem oğlu İsa’yı arkalarından gönderdik. Ve ona, içerisinde
544
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
ği bildirir. Hepsi melekler aracılığı ile indirilir. Hepsi Allah’ın birliğini, 27 Bakara, 2/4.
28 Bakara, 2/285.
yalnız O’na kulluk edilmesi gerektiğini ifade eder. Bu husus Kur’an’da 29 Nisâ, 4/136.
şu şekilde açıklanır: “Senden önce hiçbir peygamber göndermedik ki ona, 30 Bakara, 2/136; B4485
Ancak ilâhî kitapların, indirildikleri topluma göre farklı dilleri32 ve ilk 32 İbrâhîm, 14/4.
545
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
Mukaddime, 57.
ve mânâda, bazen de yanlış tefsirlerle sadece mânâda yapılmıştır. Dola-
41 Mâide, 5/41. yısıyla Tevrat ve İncil metinlerinin hem kendi içlerinde hem de Kur’an’la
546
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
bı (Tevrat) miras bıraktık.”44 âyetinden bu hususa dair işaretler çıkarılabil- 44 Mü’min, 40/53.
547
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
50 DM3339 Dârimî, Fedâilü’l- düşürür. O, Allah’ın sağlam ipidir ve hikmet dolu sözleridir. O, dosdoğru yoldur...
Kur’ân, 1. Ona dayanarak konuşan tasdik olunur. Onunla amel eden sevap kazanır, onunla
51 Yûnus, 10/57.
52 T2918 Tirmizî, Fedâilü’l- hükmeden adaletli davranmış, ona davet eden doğru yola iletmiş olur.”53 Bütün
Kur’ân, 20. bu gerçekler bir kenara bırakılır ve Kur’an hayatın dışına itilirse Peygam-
53 T2906 Tirmizî, Fedâilü’l-
Kur’ân, 14.
berin, “Ey Rabbim! Kavmim şu Kur’an’ı terk edilmiş bir şey hâline getirdi.”54
54 Furkân, 25/30. serzenişiyle karşı karşıya kalınabilir.
548
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
549
ALLAH’IN KİTABI
SÖZLERİN EN GÜZELİ
...خُ ْط َب ِت ِه
ول ِفىُ َي ُقs ول ال َّل ِه ُ َك َان َر ُس:َعَنْ جَابِرِ بْنِ عَبْدِ ال َّلهِ قَال
”...اب ال َّل ِه َو َأ� ْح َس َن ا ْل َه ْد ِي هَ ْد ُي ُم َح َّم ٍد ِ “�ِإ َّن َأ� ْص َد َق ا ْل َح ِد
ُ يث ِك َت
551
ات َما عَنْ َأ�بِى هُرَيْرَةَ عَ ِن ال َّنب ِِّي َ sق َالَ “ :ما ِم َن ْال َأ� ْن ِب َيا ِء َنب ٌِّي �ِإ َّلا ُأ�عْ طِ َي ِم َن ال آ� َي ِ
يت َو ْح ًيا َأ� ْو َحا ُه ال َّل ُه �ِإ َل َّي،
ِم ْث ُل ُه ُأ�و ِم َن – َأ� ْو �آ َم َن – عَ َل ْي ِه ا ْل َبشَ ُرَ ،و�ِإن ََّما َك َان ا َّل ِذى ُأ�و ِت ُ
َف َأ� ْر ُجو َأ�نِّى َأ� ْك َث ُرهُ ْم تَا ِب ًعا َي ْو َم ا ْل ِق َيا َم ِة”.
َ sق َ
ال: عَنْ عَائِشَةَ عَ ِن ال َّنب ِِّي
الس َف َر ِة ا ْل ِك َرا ِمَ ،و َمث َُل ا َّل ِذى َي ْق َر ُأ� ا ْل ُق ْر�آ َن
“ َمث َُل ا َّل ِذى َي ْق َر ُأ� ا ْل ُق ْر�آ َن َوهُ َو َحا ِف ٌظ َل ُه َم َع َّ
َوهُ َو َي َت َعاهَ ُد ُه َوهُ َو عَ َل ْي ِه َش ِد ٌيد َف َل ُه َأ� ْج َرانِ ”.
َ sق َ
ال: عَنْ عُثْمَانَ بْنِ عَفَّانَ َأ� َّن َر ُس َ
ول ال َّل ِه
“خَ ْي ُر ُك ْم َم ْن َت َع َّل َم ا ْل ُق ْر�آ َن َوعَ َّل َمهُ”.
ول ال َّل ِه َ “ :sت َع َّل ُموا ا ْل ُق ْر�آ َنَ ،فا ْق َر ُءو ُه عَنْ َأ�بِى هُرَيْرَةَ قَالََ ... :ف َق َال َر ُس ُ
اب َم ْحشُ ٍّو َو َأ� ْق ِر ُئو ُه َف ِإ� َّن َمث ََل ا ْل ُق ْر�آنِ ِل َم ْن َت َع َّل َم ُه َف َق َر َأ� ُه َو َقا َم ِب ِه َك َمث َِل جِ َر ٍ
يح ِه ُك ُّل َم َكانٍ َ ،و َمث َُل َم ْن َت َع َّل َم ُه َف َي ْر ُق ُد َوهُ َو ِفى َج ْو ِف ِه َك َمث َِل وح ِب ِر ِ ِم ْس ًكا َي ُف ُ
اب ُو ِك َئ عَ َلى ِم ْس ٍك”. جِ َر ٍ
552
Ebû Hüreyre’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle
buyurmuştur: “Hiçbir peygamber yoktur ki, insanların inanmaları için
kendisine mucizeler verilmiş olmasın. Bana verilen ise Allah’ın vahyettiği
vahiy (Kur’ân-ı Kerîm)dir. Bu sayede ben kıyamet günü ümmeti en çok olan
peygamber olacağımı ümit ediyorum.”
(B7274 Buhârî, İ’tisâm, 1)
Osman b. Affân’dan (ra) gelen rivayete göre, Allah Resûlü (sav) şöyle
buyurmuştur: “Sizin en hayırlınız, Kur’an’ı öğrenen ve öğretendir.”
(T2907 Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’ân, 15)
Ebû Hüreyre’den gelen rivayete göre, ... Allah Resûlü (sav) şöyle
buyurmuştur: “Kur’an’ı öğrenin, onu okuyun ve okutun. Kur’an’ı öğrenen,
okuyan ve gereğini yapan kimse, her tarafa koku yayan misk dolu bir kaba
benzer. Kur’an’ı öğrendiği hâlde (onu okumayan ve okutmayan) yatıp uyuyan
kimse ise ağzı bağlı bir misk kabına benzer.”
(T2876 Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’ân, 2)
553
P eygamber şehri Medine’nin huzur dolu günlerinden birisiydi.
Varlığıyla şehri bereketlendiren Allah’ın Elçisi (sav), yakın dostlarından
Abdullah b. Mes’ûd’a seslendi: “Abdullah! Bana Kur’an oku.” Bir an için şa-
şırdı, ilminin derinliğiyle tanınan değerli sahâbî. “Yâ Resûlallah, Kur’an
size indirilmişken, ben mi size okuyayım?” diyebildi sadece. Allah Resûlü,
“Evet, evet, ben Kur’an’ı başkasından dinlemeyi çok seviyorum.” buyurdu.
İbn Mes’ûd okumaya başladı. Nisâ sûresinin yaratılışı hatırlatan, ye-
time saygıyı tavsiye eden, miras paylaşımını konu alan âyetlerini okudu.
Nihayet, “Her ümmetten bir şahit getirdiğimiz ve seni de onların üzerine bir
şahit yaptığımız zaman, bakalım onların hâli nice olacak!”1 âyetine geldiğinde
Peygamber’in (sav) gözlerinden yaşlar süzüldüğünü fark etti. Daha fazla
dayanamadı Rahmet Elçisi ve “(Bu kadar) yeter.” buyurdu.2
Kur’an, “Kelâmullâh” (Allah’ın sözü) ve “Kitâbullâh” (Allah’ın Kitabı)
dır. Allah’a ait olduğu için de, “sözlerin en güzeli”dir.3 Nitekim bazı kaynak-
larda Peygamberimizden, bazı kaynaklarda ise Câbir b. Abdullah’tan nak-
ledilen bir hadiste şöyle denilmektedir: “Sözlerin en doğrusu, Allah’ın kelâmı;
hâl ve tavrın en güzeli ise Muhammed’in hâl ve tavrıdır.”4 O, inananların hep
birlikte sımsıkı sarılması istenen “Allah’ın ipi” (Hablullah)5 ve kopmak bil-
meyen “sapasağlam bir kulp”tur (el-urvetu’l-vüskâ).6 O, insanları en doğru
yola ileten7 bir şifa kaynağı, bir hidayet rehberi ve rahmet vesilesidir.8
1 Nisâ, 4/41.
Kur’an, insana dağların bile kaldıramayacağı büyük sorumluluğu- 2 B5050 Buhârî, Fedâilü’l-
nu hatırlatır. Doğruları ve yanlışları, okuyanın önüne serer ve sağlıklı
9
Kur’ân, 33; T3025 Tirmizî,
Tefsîru’l-Kur’ân, 4.
bir seçim yapmasını sağlar. Ona sorular sorar, bilgiler verir, dünyasını ve 3 Zümer, 39/23.
âhiretini tanıtır. Kur’an’ın kendisi için kullandığı, “hatırlatma” anlamına 4 N1579 Nesâî, Îdeyn, 22.
5 Âl-İmrân, 3/103.
gelen “Zikr”,10 “doğruyu yanlıştan ayıran” anlamında “Furkân”,11 “yazılı 6 Bakara, 2/256.
metin” anlamında “Kitab”12 ve “okunan şey” anlamındaki “Kur’an”13 isim- 7 İsrâ, 17/9.
8 Yûnus, 10/57.
leri de Kur’an’ın bu özelliklerini kapsayıcı mahiyettedir.
9 Haşr, 59/21.
Dinin temeli Kur’an’dır. İslâm, Kur’an’ın indiği gün insanlığa ulaşma- 10 Hicr, 15/9.
ya başlamış, Kur’an’ın inişi sona erince ise tekemmül etmiştir. Bir Rama- 11 Furkân, 25/1.
12 Bakara, 2/2.
zan günü Hira’da “Oku!” âyetini14 duyması ve öğrenmesi Peygamberimizin 13 İsrâ, 17/9.
(sav) ilâhî görevinin başlangıcı olmuştur. Yıllar boyunca, Resûlullah’a (sav) 14 Alak, 96/1.
555
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
22 B7274 Buhârî, İ’tisâm, 1. lanların yağmura kavuşmasını andıran bu manzara, inanmayanlar için
23 B79 Buhârî, İlim, 20.
dayanılmaz bir mahiyet arz ediyordu. Müşrikler, “Bu Kur’an’ı dinlemeyin.
24 B2297 Buhârî, Kefâlet, 4.
25 Fussilet, 41/26.
O okunurken yaygara koparın, belki o zaman baskın çıkarsınız.”25 diyorlardı.
26 Sâd, 38/6-7. “Gidin, ilâhlarınıza tapmaya devam edin... Bu ancak bir uydurmadır.”26 diye-
556
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
Yaşadığı bütün süreçlerde ve karşılaştığı her yeni durumda Resûl-i 30 Kasas, 28/71.
31 Mülk, 67/30.
Ekrem’e yol gösteren rehber, Kur’an olmuştur. Allah, vahyin ağır sorum-
32 Tûr, 52/33-34.
luluğunu yüklediği peygamberini hiçbir zaman yalnız ve desteksiz bı- 33 Hûd, 11/13.
35 Nisâ, 4/82.
Kur’an’ın niçin indirildiği iyi bilinmelidir. Yüce Allah, “Andolsun biz, 36 İsrâ, 17/88.
Kur’an’ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan?”,39 37 Bakara, 2/74.
38 Mâide, 5/83.
“Bu, âyetlerini düşünsünler ve akıl sahipleri ibret alsın diye sana indirdiğimiz 39 Kamer, 54/17, 22, 32, 40.
mübarek bir kitaptır.”40 buyurmaktadır. Kur’an’ın iniş ve okunuş amacı yan- 40 Sâd, 38/29.
557
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
103. dir yâ Resûlallah?!’ deyince, ‘Kur’an’dan her gün okuduğum kadarını (hizbimi)
46 M1814 Müslim, Müsâfirîn,
bitirmeden çıkmak istemedim.’ buyurdu. Sabah olunca bu konuyu sahâbîlere
203.
47 M878 Müslim, Salât, 38. sorduk. Onlar, “Biz Kur’an’ı üç sûre, beş sûre, yedi sûre, dokuz sûre, on bir
48 D1319 Ebû Dâvûd,
sûre, on üç sûre şeklinde hiziblere (bölümlere) ayırıyoruz. Mufassal sûrelerin
Tatavvu’, 22.
49 HM16266 İbn Hanbel, IV, hizbi de Kâf sûresinden başlayıp sonuna kadardır.” dediler.49
9; İM1345 İbn Mâce, İkâmet, Kur’an’ı ezberden okuma konusunda, cünüplük hâli dışında hiçbir
178.
50 N266, N267 Nesâî,
şey Allah Resûlü’ne (sav) engel olamazdı.50 Evde, mescitte, namazda, yol-
Tahâret, 171. culukta, gündüz veya gece hep Kur’an okurdu. Ashâb arasında samimiyeti
558
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
ikişer üçer birlikte defnedilmesi talimatını vermiş ve öncelikle Kur’an’ı iyi Kur’ân, 18; DM3331 Dârimî,
Fedâilü’l-Kur’ân, 1.
bilenlerin defnedilmesini istemişti.60 56 B4937 Buhârî, Tefsîr,
Kur’an okumayı öğrenmiş veya Kur’an’ı ezberlemiş olmak, dinini öğ- (Abese) 1.
57 N790 Nesâî, İmâmet, 11.
renmek ve yaşamak isteyen bir Müslüman için tek başına yeterli değildir. 58 T2876 Tirmizî, Fedâilü’l-
ten bir hidayet rehberi ve rahmettir.”61 Öğrenen ama düşünmeyen bir insan, 65, 67; N2013 Nesâî, Cenâiz,
87.
“Kur’an üzerinde düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpleri üstünde kilitler mi var?”62 61 Neml, 27/77.
sorusuna nasıl cevap verecektir? Bu bağlamda sahâbî Ebû Ümâme’nin, du- 62 Muhammed, 47/24.
559
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
173; D1390 Ebû Dâvûd, kokusunu yaymayan bir kaba benzetmişti.70 Bir başka hadisinde ise şöyle
Şehru Ramazan, 8. bir benzetmede bulunmuştu: “Kur’an okuyan mümin turunç gibidir; tadı da
65 ŞA4/82, Tahâvî, Müşkilü’l-
âsâr, IV, 82; TT1/80, Taberî, güzeldir kokusu da güzeldir. Kur’an okumayan mümin hurma gibidir; tadı güzel-
Câmiu’l-beyân, I, 80. dir ama kokusu yoktur. Kur’an okuyan günahkâr kişi reyhan otu gibidir; kokusu
66 İsrâ, 17/110.
72 D1453 Ebû Dâvûd, Vitr, Sözleriyle bize rehberlik eden Hazreti Peygamber (sav), uygulama-
14. larıyla da bütün insanlığa örnektir. Onun, sabahları Haşr sûresinin son
73 DM3448 Dârimî, Fedâilü’l-
Kur’ân, 22; T2922 Tirmizî, üç âyetini okumayı tavsiye etmek,73 geceleyin Secde ve Mülk Sûreleri’ni
Fedâilü’l-Kur’ân, 22. okumadan uyumamak74 gibi “günü Kur’an’la yaşamaya” yönelik sünnetle-
74 DM3434 Dârimî, Fedâilü’l-
560
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
561
PEYGAMBERLERE İMAN
ALLAH’IN ELÇİLERİNİ TASDİK
َ َف َق
:ال ، َف َأ�تَا ُه َر ُج ٌل،اس ِ َي ْو ًما َبا ِرزًا ِلل َّنs ول ال َّل ِه ُ َك َان َر ُس:َعَنْ َأ�بِى هُرَيْرَةَ قَال
ول ال َّل ِه! َما ْال ِإ� َيم ُان؟ َق َال؟ “ َأ� ْن ُت ْؤ ِم َن بِال َّل ِه َو َمل َا ِئ َك ِت ِه َو ِك َتا ِب ِه َو ِل َقا ِئ ِه َو ُر ُس ِل ِه
َ َيا َر ُس
:s ول ال َّل ِه ُ ” َف َق َال َر ُس...َو ُت ْؤ ِم َن بِا ْل َب ْع ِث ْال آ� ِخ ِر
”.اس ِدي َن ُه ْم َ َجا َء ِل ُي َع ِّل َم ال َّن،“هَ َذا جِ ْب ِر ُيل
563
عَنْ رَبَاحِ بْنِ عَبْدِ ال َّرحْمَنِ بْنِ حُوَيْطِبٍ عَنْ جَدَّتِهِ قَالَتَْ :س ِم ْع ُت َر ُس َ
ول ال َّل ِه
ولَ ...“ :و َلا ُي ْؤ ِم ُن بِال َّل ِه َم ْن َل ْم ُي ْؤ ِم ْن بِي”...
َ sي ُق ُ
َأ� ْف َض ُل؟ َق َ
ال: ول ال َّل ِه ُ sس ِئ َل َأ�يُّ ْال َأ�عْ َمالِ عَنْ َأ�بِى هُرَيْرَةََ :أ� َّن َر ُس َ
“ال ِإ� َيم ُان بِال َّل ِه َو َر ُسو ِل ِه”.
ات َماعَنْ َأ�بِي هُرَيْرَةَ عَ ِن ال َّنب ِِّي َ sق َالَ “ :ما ِم َن ْال َأ� ْن ِب َيا ِء َنب ٌِّي �ِإ َّلا ُأ�عْ طِ َي ِم ْن ْال آ� َي ِ
يت َو ْح ًيا َأ� ْو َحا ُه ال َّل ُه �ِإ َل َّي،
ِم ْث ُل ُه ُأ�و ِم َن – َأ� ْو �آ َم َن– عَ َل ْي ِه ا ْل َبشَ ُرَ ،و�ِإن ََّما َك َان ا َّل ِذي ُأ�و ِت ُ
َف َأ� ْر ُجو َأ�نِّي َأ� ْك َث ُرهُ ْم تَا ِب ًعا َي ْو َم ا ْل ِق َيا َم ِة”.
“طو َبى ِل َم ْن �آ َم َن بِي َو َر�آ ِني َم َّر ًة ول ال َّل ِه ُ :s عَنْ َأ�نَسِ بْنِ مَالِكٍ قَالَ :ق َال َر ُس ُ
َو ُطو َبى ِل َم ْن �آ َم َن بِي َو َل ْم َي َر ِني َس ْب َع ِم َرا ٍر”.
564
Rebâh b. Abdurrahman b. Huveytıb’dan, ninesinin şöyle dediği
nakledilmiştir: “Resûlullah’ı (sav) şöyle buyururken işittim:
‘... Bana iman etmeyen kimse Allah’a da iman etmemiştir...’”
(HM27687 İbn Hanbel, VI, 382)
Enes b. Mâlik’ten rivayet edildiğine göre, Resûlullah (sav), “Ne mutlu, beni
görüp de iman edenlere!” sözünü bir kere söyledi. “Ne mutlu, beni görmeden
iman edenlere!” ifadesini ise yedi defa tekrarladı.
(HM12606 İbn Hanbel, III, 155)
565
M ekke’de boykotun sona ermesinin hemen ardından Allah’ın
Elçisi (sav), ilk günden itibaren kendisine inanarak hep yanında olan bi-
ricik eşi Hz. Hatice’yi ve onu her türlü saldırıya karşı koruyup kollayan
amcası Ebû Tâlib’i kaybetmişti. Mahzun bir şekilde, sığınılacak bir kapı
bulurum ümidiyle annesinin amcaları yoluyla akrabası olan ve Mekke’ye
iki günlük yürüme mesafesinde bulunan Tâif’deki Benû Abdiyalîl ailesine
gitmişti. Ne var ki Tâifliler Hz. Peygamber’in davetini reddetmekle kalma-
mış1, köleleri ve serserileri kışkırtarak üzerine salmışlardı.2 İsrâ sûresinde
anlatılan Resûlullah’ın bir gecede Mekke’den Kudüs’teki Beytü’l-Makdis’e3
ve sahîh rivayetlerin bildirdiğine göre, oradan da göklere yükseltilip
Allah’ın bazı nimetlerinin gösterilerek geri getirilmesi4 yani Mi’rac böyle
bir dönemde gerçekleşti. Hz. Peygamber İsrâ ve Mi’rac’da başından geçen-
leri bildirince halk bu olayı konuşmaya başladı. Hatta dine yeni girmiş
bazı kimselerden, bu hadiseyi kavrayamadıkları için dinden dönenler bile
oldu. Müşrikler Allah’ın Elçisi’nin aleyhine iyi bir fırsat yakaladıklarını
düşünerek soluğu Hz. Ebû Bekir’in (ra) yanında aldılar. Ona, “Arkadaşın
bu gece Beytü’l-Makdis’e götürüldüğünü iddia ediyor, bakalım buna ne
diyeceksin?” şeklinde istihza dolu soruyu yönelttiler. Muhtemelen bekle-
dikleri, “Artık bu kadarı da fazla, insan aylarca süren bir yolculuğu bir
gecede nasıl gerçekleştirir!” türünden bir cevaptı. Hz. Ebû Bekir, “O böyle
mi söyledi?” diye sordu. “Evet” cevabını alınca şöyle dedi: “Böyle demişse,
muhakkak doğru demiştir.” İnkârcılar hiç beklemedikleri bu cevap kar-
şısında şaşırıp kaldılar. “Demek sen, Muhammed’in bir gecede Beytü’l-
Makdis’e gidip sabah olmadan döndüğünü tasdik ediyorsun öyle mi?!”
dediler. Hz. Ebû Bekir onlara şöyle dedi: “Ben, Resûlullah’ın bunun daha 1 B3231 Buhârî, Bed’ü’l-Halk,
da ötesinde verdiği haberleri; sabah akşam semadan getirdiği vahiy ha- 7.
2 HS2/267 İbn Hişâm, Sîret,
berlerini tasdik ediyorum.” Bu olaydan sonra Ebû Bekir, devamlı doğrula- II, 268.
yan, sürekli tasdik eden anlamında “sıddîk” lakabıyla anılmaya başlandı.5 3 İsrâ, 17/1.
söylediği her şeyi tasdik ediyor ve bunlara iman ediyordu. V, 1683 (3/77).
567
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
9 Sâd, 38/46-47; Âl-i İmrân, mesajı aynen aktarmakla yükümlüdürler. Bu mesaja ekleme yahut çıkarma
3/33. yapamazlar. Bununla ilgili olarak Kur’an’da şöyle buyrulur: “Eğer (peygam-
10 Nisâ, 4/165.
568
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
çekleşir. Bundan dolayı son peygamber Hz. Muhammed’e inanıp önceki- 17 Mü’min, 40/26-46.
18 A’râf, 7/188.
lerin bir kısmına veya hiçbirisine inanmamak ya da evvelki peygamberlere 19 Mâide, 5/72-73, 75.
iman edip son peygamberi reddetmek kabul edilemez. “Allah’ı ve peygam- 20 Nisâ, 4/171; Tevbe, 9/30.
569
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
berlerini inkâr edenler ve Allah ile peygamberlerini birbirinden ayırıp, ‘Bir kısmı-
na iman ederiz ama bir kısmına inanmayız.’ diyenler ve iman ile küfür arasında
bir yol tutmak istenler yok mu! İşte gerçekten kâfirler bunlardır.”21 Allah Resûlü
de bununla ilgili şöyle buyurmuştur: “Ben dünyada ve âhirette Meryem oğlu
İsa’ya insanların en yakın olanıyım. Peygamberler ataları bir, anneleri ayrı kar-
deştirler. Dinleri ise tektir.”22 Aralarında çeşitli özelliklere sahip olma bakı-
mından birbirlerine üstünlükleri olmakla birlikte23 müminler için, onlara
iman noktasında peygamberler ve onlara indirilen vahiyler arasında bir
ayrım söz konusu değildir: “Biz, Allah’a, bize indirilene (Kur’an’a), İbrâhim,
İsmâil, İshak, Yakub ve Yakuboğulları’na indirilene, Musa ve İsa’ya verilen (Tev-
rat ve İncil) ile bütün diğer peygamberlere Rablerinden verilene iman ettik. On-
lardan hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz ve biz ona teslim olmuş kimseleriz.”24
Allah Teâlâ kendisine ve gönderdiği elçilerin her birine ayrım yap-
maksızın iman edenlerin mükâfatını da mutlaka vereceğini vaad etmiştir.25
Ayrıca peygamberleri müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak gönderdiğini söy-
leyen Rabbimiz, “Kim iman eder ve kendini düzeltirse onlara korku yoktur.
Onlar mahzun da olacak değillerdir.” buyurmuştur.26
Hz. Peygamber de Allah’a iman eden ve peygamberlerini tasdik edenleri
âhirette peygamberlere ait yüksek köşklerle müjdelemiştir.27 Allah Resûlü
(sav), önce gönderilen peygamberlere tâbi olan Yahudi ve Hıristiyanların
kendisine de inanmaları hâlinde iki sevap alacaklarını müjdelemiştir.28
Öte yandan kendisine inanmayan Ehl-i kitabın akıbetini şöyle açıklamış-
tır: “Muhammed’in canını elinde tutan Allah’a yemin ederim ki bu ümmetten bir
Yahudi veya Hıristiyan beni işitir, sonra da benim kendisiyle gönderildiğim (vahy)
e iman etmeden ölürse mutlaka cehennemliklerden olur.”29
İlâhî vahyin sesine kulaklarını tıkamayanlar, dini tebliğ etmeye baş-
ladığında peygambere ve onun getirdiklerine inanmakta hiçbir tereddüt
göstermemişlerdir. Ancak insanların, peygamberlerin davet çağrılarına
21 Nisâ, 4/150-151.
22 B3443 Buhârî, Enbiyâ, 48. tepkileri çoğunlukla inkâr, alay ve zulüm etmek şeklinde gerçekleşmiştir.30
23 Bakara, 2/253.
Kendilerini gece gündüz imana davet eden Hz. Nuh’un kavminin bu da-
24 Bakara, 2/136.
25 Nisâ, 4/152. vete tepkileri, parmaklarını kulaklarına tıkayıp kaçmak olmuştur.31 Yine
26 En’âm, 6/48.
Hz. İbrâhim’in, Hz. Lût’un, Hz. Şuayb’ın, Hz. Musa’nın, Hz. Yunus’un, Hz.
27 B3256 Buhârî, Bed’ü’l-
30 Yâsîn, 36/30.
Cenâb-ı Allah elçilerine bu zor anlarında, insanların kendilerine
31 Nûh, 71/5-7. inanmaları maksadıyla peygamberliklerinin ispatı olan bazı mucizeler
570
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
lamda faziletini ortaya koyduğuna göre, burada göreceli bir üstünlükten 23/26-30.
34 Enbiyâ, 21/68-69.
söz edilebilir. Zira kıyamete kadar gelecek her neslin, öncekilerde bulun- 35 Tâ-Hâ, 20/17-21.
mayan kendilerine özgü bazı üstünlüklerinin bulunması tabiîdir. Cennetin 36 Şuarâ, 26/61-66.
37 Neml, 27/18-28.
yüksek makamlarını elde etmenin önemli bir şartı, bütün peygamberlere 38 Nahl, 16/36.
hakkıyla inanmaktır. Tabiatıyla Rab olarak Allah’ı, din olarak İslâm’ı, pey- 39 HM17101 İbn Hanbel, IV,
gamber olarak da Muhammed’i (sav) kabul eden herkes cennette Rabbinin 107; DM2772 Dârimî, Rikâk,
31.
nimetleriyle rızıklanmaya hak kazanmıştır.42 Cenâb-ı Hak, cehennem ate- 40 HM12606 İbn Hanbel, III,
571
MUCİZE
PEYGAMBERE VERİLEN
OLAĞANÜSTÜ LÜTUF
“ َما ِم ْن ْال َأ� ْن ِب َيا ِء َنب ٌِّي �ِإ َّلا ُأ�عْ طِ َي ِم ْن: َق َالs عَنْ َأ�بِي هُرَيْرَةَ عَ ْن ال َّنب ِِّي
يت َو ْح ًياُ َو�ِإن ََّما َك َان ا َّل ِذي ُأ�و ِت،ات َما ِم ْث ُل ُه ُأ�و ِم َن – َأ� ْو �آ َم َن– عَ َل ْي ِه ا ْل َبشَ ُر ِ ْال آ� َي
”. َف َأ� ْر ُجو َأ�نِّي َأ� ْك َث ُرهُ ْم تَا ِب ًعا َي ْو َم ا ْل ِق َيا َم ِة،َأ� ْو َحا ُه ال َّل ُه �ِإ َل َّي
573
؟ ق َا ُلوا: وسى عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ :قَالََ :أ�ت َْت ُق َر ْي ٌش ا ْل َي ُهودََ ،ف َقا ُلوا :ب َِم َجا َء ُك ْم ُم َ
يسى ؟ عَ َصا ُه َو َي ُد ُه َب ْي َضا َء ِلل َّن ِاظ ِر َينَ ،و َأ� َت ُوا ال َّن َصا َرى َف َقا ُلواَ :ك ْي َف َك َان ِع َ
ص َو ُي ْحيِي ا ْل َم ْوتَىَ ،و َأ� َت ُوا ال َّنب َِّي َ sف َقا ُلوا: َقا ُلواَ :ك َان ُي ْب ِر ُئ ْال َأ� ْك َم َه َو ْال َأ� ْب َر َ
الص َفا َذهَ ًباَ ،ف َدعَ ا َر َّبهَُ ،ف َن َز َل ْت هَ ِذ ِه ْال آ� َي ُةِ�﴿ :إ َّن ِفي ادْ عُ َل َنا َر َّب َك َي ْج َع ْل َل َنا َّ
اب﴾” لاف ال َّل ْي ِل َوال َّن َها ِر َل آ� َي ٍ
ات ِل ُأ�و ِلي ال َأ� ْل َب ِ ات َو ْال َأ� ْر ِض َواخْ ِت ِ الس َم َو ِ خَ ْل ِق َّ
[�آل عمران �آية َ ]190ا ْل آ� َي َةَ ،ف ْل َي َت َف َّك ُروا ِف َيها.
عَنْ عَبْدِ ال َّلهِ ﴿بْنِ مَسْعُودٍ﴾ قَالَ :اِنْشَ َّق ا ْل َق َم ُر عَ َلى عَ ْه ِد َر ُسولِ ال َّل ِه s
ِف ْل َق َت ْي ِنَ ،ف َس َت َر ا ْل َج َب ُل ِف ْل َق ًةَ ،و َكان َْت ِف ْل َق ٌة َف ْو َق ا ْل َج َب ِل،
ول ال َّل ِه “ :sال َّل ُه َّم ْاش َه ْد”. َف َق َال َر ُس ُ
574
İbn Abbâs’ın naklettiğine göre, Kureyşliler, Yahudilere gelerek, “Musa size
(mucize olarak) ne getirdi?” dediler. Onlar, “Asâsını ve bembeyaz görünen
el (yed-i beyzâ) mucizesini.” dediler. Sonra Hıristiyanlara gelerek,
“İsa(‘nın mucizeleri) nasıldı?” dediler. Onlar da, “Körü ve alacalıyı
iyileştirir, ölüleri diriltirdi.” diye cevap verdiler. Sonra Hz. Peygamber’e
(sav) geldiler ve dediler ki, “Rabbine dua et de Safâ tepesini bizim için
altın hâline getirsin.” Hz. Peygamber de Allah’a dua etti. Bunun üzerine,
“Göklerin ve yerin yaratılmasında ve gece ile gündüzün peş peşe gelmesinde
akıl sahipleri için elbette ibretler vardır.” (Âl-i İmrân, 3/190) âyeti nâzil oldu (ve
onlara), ‘Bu âyetleri düşünsünler!’ (denildi).”
(MK12322 Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr, XII, 10)
575
 işe validemiz, anlatıyor: “Allah Resûlü bir gece bana geldi, teni
tenime değecek kadar yanıma sokuldu ve ‘Ey Âişe, bu gece Rabbime ibadet
etmek için bana izin verir misin?’ dedi. Ben de, ‘Ey Allah’ın Resûlü, ben se-
nin bana yakın olmanı severim ama Rabbin için ibadet etmeni de severim.’
dedim. Kalktı, suyu idareli kullanarak abdest aldı, sonra namaza durdu ve
ağlamaya başladı. Sakalları ıslanıncaya kadar ağladı. Sonra secdeye vardı.
Secdede de yer ıslanıncaya kadar ağladı. Daha sonra ağlayarak yanı üzerine
uzanmıştı ki Bilâl sabah ezanını okumak üzere çıkageldi. Onun bu şekilde
ağladığını görünce Bilâl, ‘Ey Allah’ın Resûlü, Allah’ın senin geçmiş ve ge-
lecek günahlarını affetmiş olmasına rağmen niçin ağlıyorsun?’ diye sordu.
Bunun üzerine Hz. Peygamber, ‘Ey Bilâl! Nasıl ağlamayayım? Allah Teâlâ bu
gece bana, ‘Göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün peş peşe gelmesin-
de akıl sahipleri için elbette ibretler vardır.’ âyetini indirdi.’ diyerek cevap verdi.
Sonra da, ‘Bu âyetleri okuyup da bunlar hakkında düşünmeyenlerin vay hâline!’
buyurdu.”1 Allah Resûlü geceleri kalkar, dışarı çıkar, gökyüzüne bakarak,
“Göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün peş peşe gelmesinde akıl
sahipleri için elbette ibretler vardır.” âyetini okur,2 âdeta bu âyetin de içerisinde
bulunduğu Âl-i İmrân sûresinin son on âyetini vird edinirdi.3
Bu âyetlerin nüzulüne sebep Mekkeli müşriklerin meraklı sorgula-
ma ve isteklerinden başka bir şey değildir. İşbu Mekkelilerden bir grup
Peygamber Efendimizin mucize göstermesi gerektiğine dair beklentileri
sebebiyle daha önceki peygamberlerin mucizeleri hakkında bilgi edinmek
için Yahudilere gelip, “Musa size mucize olarak ne getirdi?” dediler. Onlar
da Hz. Musa’nın, asâ ve görenler için bembeyaz olan el mucizesini anlat-
tılar. Sonra Hıristiyanlara gelerek İsa’nın mucizelerini sordular. Onlar da
Hz. İsa’nın körü ve alacalıyı iyileştirip ölüleri dirilttiğini söylediler. Bunun 1 Sİ620 İbn Hıbbân, Sahîh,
üzerine onlar doğruca Hz. Peygamber’e (sav) gelip dediler ki: “Rabbine II 386; İT2/189 İbn Kesîr,
Tefsîr, II, 189.
dua et de Safâ tepesini bizim için altın hâline getirsin.” Hz. Peygamber 2 M596 Müslim, Tahâret, 48.
de Allah’a dua etti. Bunun ardından, onların düşünmeleri için Âl-i İmrân 3 B4572 Buhârî, Tefsîr, (Âl-i
İmrân) 20.
sûresi 190. âyeti nâzil oldu: “Göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündü- 4 MK12322 Taberânî, el-
zün peş peşe gelmesinde akıl sahipleri için elbette ibretler vardır.”4 Mu’cemü’l-kebîr, XII, 10.
577
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
578
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
579
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
âdet olduğu üzere, Firavun için yere kapandıkları sanılmasın diye de Hz.
Musa ve Hz. Harun’un Rabbi olan Allah’a iman ettiklerini açık bir dille be-
lirtme gereğini duydular.7 Onların “asâ mucizesini” gördükten sonra iman
etmeleri ve Firavun tarafından cezalandırılmalarını Abdullah b. Abbâs, “Sa-
bah sihirbaz idiler, akşam şehit oldular.”8 şeklinde ifade etmiştir.
Kur’an, meseleyi bu şekilde açıkladıktan sonra Yüce Yaratıcı’nın yar-
dımıyla peygamberinin elinde ortaya çıkan mucizeleri gördükleri hâlde
inkârlarında inat edenlerin cezalandırıldıklarını şu şekilde ifade etmek-
tedir: “Bu yüzden onlardan intikam aldık. Âyetlerimizi yalanlamaları ve onları
umursamamaları sebebiyle kendilerini denizde boğduk.”9
Her ne kadar inkârcılar mucizeyi peygamberden isteseler de aslında
mucize göstermek peygamberin elinde değildir. Allah dilerse onu dile-
diği peygamberine verir. Bu açıdan mucize isteğinin muhatabı Allah’tır.
Çünkü onların inkârlarının konusu, Allah’ın peygamberleri vasıtasıyla
bildirdikleridir. Bunun içindir ki Yüce Allah, elçilerini tarihin hiçbir dö-
neminde inkârcılar karşısında yardımsız bırakmamış, onları kendi dö-
nemlerinde yaşayan insanların aşina oldukları ve duyulara hitap eden
(hissî) harikulâdeliklerle desteklemiştir. Yukarıda anlatılan Hz. Musa’nın
yere attığı asâsının bir yılana dönüşüp sihirbazların göz yanıltması oyun-
caklarını yutması,10 Hz. İsa’nın kuş şeklinde yoğurduğu çamura üfleme-
si ve bunun Allah’ın izniyle kuşa dönüşmesi, anadan doğma bir körün
gözlerini açması, alacalıyı iyileştirmesi, ölüleri diriltmesi11 hep bu kabil
hârikulâde olaylardır.
Bunların dışında Kur’ân-ı Kerîm’de Allah’ın, elçilerine bahşettiğine
inanılan farklı mucizelerden de bahsedilir. Hz. Süleyman’a kuş dilinin öğ-
retilmesi, onun kuşlardan, insanlardan ve cinlerden müteşekkil bir ordu-
sunun olması,12 Hz. İbrâhim’in, atıldığı ateşte yanmaması,13 Hz. Musa’nın,
asâsıyla kayaya vurması neticesinde kayadan on iki pınarın fışkırması,
7 Kur’an Yolu, II, 447-448. gökten kudret helvası ile bıldırcın eti indirmesi ve kavminin gölgelenmesi
8 BN1/299 İbn Kesîr, Bidâye, için bulut getirmesi,14 Hz. İsa’nın, kavminin evlerinde sakladıklarını ve
I, 299.
9 A’râf, 7/136. yedikleri yiyecekleri onlara haber vermesi,15 gökten yiyecek dolu bir sofra
10 Âraf, 7/115-117.
indirmesi16 bunlardan bazılarıdır.
11 Âl-i İmrân, 3/49.
580
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
sûre getirin.”21 Üçüncü aşamada ise Kur’an’ın Allah’tan başkası tarafından 21 Hûd, 11/13.
581
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
25 Hûd, 11/12. bir kısmını gösterelim diye kulunu (Muhammed’i) bir gece Mescid-i Harâm’dan
26 Ankebût, 29/50-51.
çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksâ’ya götüren Allah’ın şanı yücedir.
27 B7274 Buhârî, İ’tisâm, 1.
582
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
alay edip ondan Beyt-i Makdis’i tarif etmesini istemişler, bunun üzerine
Yüce Allah Beytu’l-Makdis’i Hz. Peygamber’in gözü önüne getirmiş30 ve o
da Beyt-i Makdis’i tarif etmiştir. Bu durumla karşılaşan müşrikler şaşkın-
lıklarını gizleyememiş ve “Vallahi, anlattıkları doğru!” demekten kendile-
rini alamamışlardır.31
Hz. Peygamber devrinde yaşanan diğer bir dikkat çekici olay ise hic-
retten önceye uzanır. Buna göre Mekkeliler, Minâ’da bulunduğu bir sırada
Hz. Peygamber’den (sav) mucize isterler32 bunun üzerine ay ikiye yarılır ve
Kamer sûresinin ilk iki âyeti nâzil olur; “Kıyamet yaklaştı ve ay yarıldı. On-
lar bir mucize görseler yüz çevirirler ve süregelen bir sihirdir, derler.”33 Bu olay
üzerine inkârcıların tarihten tevarüs edegeldikleri reddetme34 alışkanlık-
ları bir kez daha ortaya çıkmış ve “Muhammed bizi büyüledi!”35 demekten
çekinmemişlerdir.
Başka bir rivayette Resûlullah (sav) zamanında ay iki parçaya bölündü.
Parçanın birini(n görünmesini) dağ engelledi, diğer parça ise dağın üzerin-
de (görünüyor) idi. Bunun üzerine Resûlullah’ın (sav), “Allah’ım! Şahit ol!”
buyurduğu36 nakledilir. Bu rivayette Hz. Peygamber, Allah’ın âyetlerinden
bir âyet olan ayı inananlara göstererek onların inançlarını pekiştirmek isti-
yordu. Bu rivayette anlatılan ile Mekke dönemine ilişkin yaşanan ve Kamer
sûresinin nüzulüne sebep olan hadise birbirine karıştırılmıştır.
Ayın yarılması ile ilgili olduğu söylenen Kamer sûresinin ilk âyetindeki,
“Kıyamet yaklaştı ve ay yarıldı.”37 ifadesi ise iki şekilde yorumlanmıştır: Bi-
rincisi; bu hadise kıyamet öncesinde vuku bulacaktır.38 İkinci ise, müşrik-
30 B3886 Buhârî, Menâkıbü’l-
lerin Peygamberimizden mucize göstermesini istemeleri üzerine bu olay ensâr, 41.
vuku bulmuştur.39 31 HM2820 İbn Hanbel, I,
309.
Peygamberimize has özellikleri konu alan ve “hasâis” olarak adlan- 32 TA9/123 Mübârekpûrî,
dırılan, onun nübüvvetini ispat sadedinde rivayetleri derlemek maksa- Tuhfetü’l-ahvezî, IX, 123.
33 B4867 Buhârî, Tefsîr,
dıyla kaleme alınan “delâil” ve “alâmâtü’n-nübüvve” gibi müstakil eserler
(Kamer) 1; T3286 Tirmizî,
ile genel hadis kitaplarının ilgili bölümlerinde yer alan kimi rivayetlerde Tefsîru’l-Kur’ân, 54.
34 Yûnus, 10/74.
Peygamberimize de önceki peygamberlere verilen mucizeler türünden,
35 T3289 Tirmizî, Tefsîru’l-
hârikulâdeliklerin verildiği anlatılır. Bu bağlamda nakledilen rivayetler- Kur’ân, 54.
den birisi şöyledir: 36 M7073 Müslim, Sıfâtü’l-
münâfıkîn, 45.
Bir seferinde Allah Resûlü’ne bir tas su getirilir, Resûlullah (sav) eli- 37 Kamer, 54/1.
Gökten inen berekete geliniz.” Orada bulunanların hepsi o sudan abdest alır. beyân, XXII, 565.
583
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
18.
etrafındakilere saldıran huysuz bir devenin onu görünce sakinleşerek önün-
46 M139 Müslim, Îmân, 45. de çökmesi,51 yediği yemeğin tesbihatta bulunması,52 onun şahsında gerçek-
47 B3580 Buhârî, Menâkıb,
leşen hârikulâde hadiseler için zikredilen örneklerden bazılarıdır.
25.
48 T3218 Tirmizî, Tefsîru’l- Bu rivayetler açık biçimde, yaşadıkları bütün zorluklar karşısında
Kur’ân, 33. Allah Resûlü’nün etrafında kenetlenen, ondan ayrılmayan, ona bağlanıp
49 T2477 Tirmizî, Sıfatü’l-
kıyâme, 36. gönülden inanan müminler için onun bir sığınak, yokluk zamanlarında
50 DM20, DM21 Dârimî,
bir bereket53 olarak görülüp algılandığını ifade eder.
Mukaddime, 4.
51 DM18 Dârimî, Mukaddime, Mucize olarak adlandırılmasa da, insan türü için olağanüstü nitelikte
4. olan bir başka husus da ilâhî yardımlardır. Yüce Allah Sevgili Peygamberimi-
52 B3579 Buhârî, Menâkıb,
55 Enfâl, 8/43.
Hz. Peygamber’e ve inananlara; meleklerle54 ve düşmanı az göstermekle,55
56 Ahzâb, 33/9. Hendek Savaşı’nda rüzgâr ve görünmeyen ordularla,56 Huneyn’de görünme-
584
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
hiç şüphesiz Kur’an’dır. Kur’an’ın mucizesi çağlar üstüdür. O, Peygambe- 61 Âl-i İmrân, 3/68.
62 Yûnus, 10/62.
rimizin ilk muhatapları için olduğu kadar bugünün insanı ve kıyamete 63 Yûnus, 10/64.
kadar yaşayacak olan herkes için bitmeyen mucizedir. 64 B465 Buhârî, Salât, 79.
585
ÂHİRETE İMAN
EBEDÎ HAYATI TASDİK
:s عَنِ ابْنِ عُمَر َأ�ن َّ جِبْرِيلَ عَلَيْهِ ال َّسلَامُ َق َال ِلل َّنب ِِّي
“ َأ� ْن ُت ْؤ ِم َن بِال َّل ِه َو َم َلا ِئ َك ِت ِه َو ُك ُت ِب ِه َو ُر ُس ِل ِه َوا ْل َي ْو ِم ْال آ� ِخ ِر:َما ْال ِإ� َيم ُان؟ َق َال
”...َوبِا ْل َق َد ِر خَ ْي ِر ِه َو َش ِّره
587
ول ال َّل ِه َ “ :sم ْن َك َان ُي ْؤ ِم ُن بِال َّل ِه َوا ْل َي ْو ِم ْال آ� ِخ ِر عَنْ َأ�بِى هُرَيْرَةَ قَالََ :ق َال َر ُس ُ
َف ْل ُي ْك ِر ْم َض ْي َفهَُ ،و َم ْن َك َان ُي ْؤ ِم ُن بِال َّل ِه َوا ْل َي ْو ِم ْال آ� ِخ ِر َفل َا ُي ْؤ ِذ َجا َر ُهَ ،و َم ْن َك َان ُي ْؤ ِم ُن
بِال َّل ِه َوا ْل َي ْو ِم ْال آ� ِخ ِر َف ْل َي ُق ْل خَ ْي ًرا َأ� ْو ِل َي ْص ُم ْت”.
َ sي ُق ُ
ول: عَ نْ عُ ْق َبةَ ْبنِ عَا ِمرٍ ،قَالََ :حدَّ َثنِي عُ َمرُ َ dأ� َّن ُه َس ِم َع َر ُس َ
ول ال َّل ِه
ات ُي ْؤ ِم ُن بِال َّل ِه َوا ْل َي ْو ِم ْال آ� ِخر ِِ ،ق َيل َل ُه :ادْ خُ ْل ا ْل َج َّن َة ِم ْن َأ�يِّ َأ� ْب َو ِ
اب ا ْل َج َّن ِة “ َم ْن َم َ
الث ََّما ِن َي ِة ِشئ َْت”.
588
Ebû Hüreyre’den nakledildiğine göre, Allah Resûlü (sav) şöyle
buyurmuştur: “Allah’a ve âhiret gününe iman eden kişi misafirine ikram etsin.
Allah’a ve âhiret gününe iman eden kişi komşusunu rahatsız etmesin. Allah’a ve
âhiret gününe iman eden kişi ya hayır söylesin ya da sussun.”
(D5154 Ebû Dâvûd, Edeb, 122, 123)
Ukbe b. Âmir’in Hz. Ömer’den naklettiğine göre, Hz. Ömer (ra) Allah
Resûlü’nü (sav) şöyle buyururken işitmiştir: “Allah’a ve âhiret gününe iman
ederek ölen kimseye, ‘Cennetin sekiz kapısının hangisinden dilersen gir.’ denilir.”
(HM97 İbn Hanbel, I, 17)
589
M ekkeli müşriklerin dayanılmaz işkenceleri karşısında
Habeşistan’a hicret eden ilk Müslümanlar, nihayet Medine’ye dönmeye
başlamışlardı. Uzun süren hasret yıllarının ardından sevdiklerine kavuş-
muşlar, Allah Resûlü’nü dünya gözüyle tekrar görmenin bahtiyarlığına
ermişlerdi. Yıllarca kendilerinden uzakta kalan Müslümanlar onlardan
Habeşistan hatıralarını dinlemek istiyorlardı. Böyle bir anda Allah Resûlü
yanlarında belirdi ve “Habeş diyarında gördüğünüz ilginç olayları bizimle
paylaşabilir misiniz?” dedi muhacirlere. Muhacirlerin genç olanları hemen,
“Elbette ey Allah’ın Resûlü!” dediler ve anlatmaya başladılar: “Biz bir gün
otururken yaşlı bir rahibe, başının üstünde su testisi taşıyarak yanımız-
dan geçti. İleride bir gençle karşılaştı. Genç, yaşlı rahibeyi arkasından itti.
Kadıncağız düştü ve su testisi kırıldı. Kadın yerden kalktı ve gence yöne-
lerek şöyle dedi: ‘Ey zalim! Allah, kürsüyü kurup gelmiş geçmiş herkesi
huzurunda topladığında, eller ve ayaklar konuşup yaptıklarını anlattıkla-
rında, Allah’ın huzurunda benim hâlimle, kendi hâlinin nasıl olduğunu
öğreneceksin!’” Allah Resûlü burada söze girdi ve şöyle dedi: “Rahibe doğru
söylemiş, rahibe doğru söylemiş. Zayıfların güçlülerden hakkını alamadığı bir
toplumu Allah günahlarından arındırıp nasıl temize çıkarır?”1
Âhiret kelimesi Kur’an’da çok sık geçer. Genellikle de “el-yevmü’l-âhir”
(son gün), “ed-dârü’l-âhire” veya “dârü’l-âhire” (son ikamet mahalli), “en-
neş’etü’l-âhire” (ikinci yaratılış, son hilkat) tarzında veya dünya ile karşılaş-
tırmalı olarak zikredilir. Âhiret kelimesi Kur’an’da yalın olarak kullanıldı-
ğında da “ed-dârü’l-âhire” (âhiret yurdu) mânâsına gelir.
Âhirete iman, Allah’ın varlığını kabul eden pek çok inanç ve dinde
mevcuttur. Ancak âhiret hayatının mahiyeti, safhaları ve tasviri çeşitli din
1 İM4010 İbn Mâce, Fiten,
ve inançlara göre farklılık arz eder. Bu bağlamda Eski Ahid’de ruhun öl- 20.
mezliğine ve dünyada yapılan amellere karşılık verileceğine2 dikkat çeki- 2 Kitâb-ı Mukaddes, Eyüb,
19/25-29.
lirken, Yeni Ahid’de de âhiret hayatına ve dünyada yapılan işlerin mutlaka 3 Kitâb-ı Mukaddes, Markos,
karşılığı olduğuna sık sık vurgu yapılmaktadır.3 12/18-27; Luka, 20/ 27-38.
591
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
Kur’an’da Hz. Nuh, Hz. İbrâhim, Hz. Yusuf, Hz. Musa, Hz. İsa başta
olmak üzere birçok peygamberin âhirete imana vurgu yaptıkları ve üm-
metlerine âhirete imanı telkin ettikleri bildirilmektedir.4 Âhirete iman
ile Kur’an’a iman arasında zorunlu bir ilişki olduğu bildirilmektedir.5
Kur’an’dan önceki ilâhî kitaplar âhiret inancına yer vermekle birlikte ko-
nuyu Kur’an kadar detaylı bir şekilde ortaya koymamışlardır. Ancak genel
çerçevede konuya bakıldığında tüm semavî dinlerin âhiret inancında ben-
zerlikler görülmektedir. Kur’ân-ı Kerîm âhirete imana diğer ilâhî kitaplar-
dan çok daha fazla yer ayırmış, konuyla ilgili âyetler bilhassa Mekke’de
inen sûrelerde sıkça tekrarlanmıştır. Âhirete imanın diğer iman esasları
içerisindeki yerini ve önemini vurgulamak, inananlardaki sorumluluk bi-
lincini güçlendirmek, onları ebedî mutluluğun elde edilmesi doğrultusun-
da bir hayat yaşamaya sevk etmek bu hikmetlerden bazılarıdır.
Kur’an, âhirete iman konusunun çerçevesini çizdiği gibi konunun de-
taylarını da belirlemiş, safhalarını, merhalelerini en ayrıntılı bir şekilde izah
etmiştir. Allah Resûlü de âhirete imanı inanılması zorunlu esaslardan birisi
olarak öğretmiştir. Cebrail’in (as), “İman nedir?” sorusuna şu cevabı ver-
miştir: “İman; Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe
hayır ve şerriyle kadere inanmaktır.”6 Kısaca âhirete iman, mümin olmanın
temel şartlarından birisidir. Kur’ân-ı Kerîm’de müttakî kullardan bahsedi-
lirken, “Onlar gayba inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine verdiğimiz
mallardan Allah yolunda harcarlar. Yine onlar, sana indirilene ve senden önce in-
dirilene iman ederler; âhiret gününe de kesinlikle inanırlar.”7 buyrularak âhirete
iman, takva sahibi mümin olabilmenin özelliklerinden sayılmaktadır. Ay-
rıca müminlerden bahsedilirken de, “Onlar, namazı dosdoğru kılan, zekâtı
veren kimselerdir. Onlar âhirete de kesin olarak inanırlar.”8 buyrularak âhirete
iman vurgusu yapılmaktadır. Öte yandan müşriklerin hacılara su ikram
etme ve Kâbe’yi onarmayı âhirete imanla bir tutmaları karşısında, “Siz hacı-
lara su dağıtmayı ve Mescid-i Harâm’ın bakım ve onarımını, Allah’a ve âhiret gü-
nüne iman edip Allah yolunda cihad eden kimse(lerin amelleri) gibi mi tuttunuz?
4 Yûsuf, 12/101, Meryem, Bunlar Allah katında eşit olmazlar. Allah, zalim topluluğu doğru yola erdirmez.”9
19/33; Tâ-Hâ, 20/55; Şuarâ, buyrulması da âhirete imana, Kur’an’ın atfettiği önemi göstermektedir.
26/81-102; Nûh, 71/17-18.
5 En’âm, 6/92. Âhirete iman konusunda dikkat çeken hususlardan birisi de bu ko-
6 HM191 İbn Hanbel, I, 28;
nunun Allah’la ve Allah’a imanla birlikte zikredilmesidir. Âhirete iman ile
B50 Buhârî, Îmân, 37.
7 Bakara, 2/3-4. Allah’a iman arasında doğrudan ve son derece güçlü bir bağ bulunmak-
8 Lokmân, 31/4. tadır. Kişinin âhireti inkâr etmesi onu var eden ve varlığı konusunda da
9 Tevbe, 9/19.
insanlığı bilgilendiren Allah’ı da inkâr etmesi anlamına gelir.
592
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
sine bir gerçekliğin şekillendirdiği dünya hayatında iyilik ve kötülüklerin 12 HM26650 İbn Hanbel, VI,
108.
yeryüzünde halife kıldığı ve tüm meleklerden ona secde etmelerini istediği 15 B104 Buhârî, İlim, 37.
insanın17 yok olmayıp O’na dönmesi, insanın yaratılmasındaki hikmetin 16 T2420 Tirmizî, Sıfatü’l-
kıyâme, 2.
gereğidir. Yaratılışındaki bu hikmeti unutmayan, insan olma şuurunu yi- 17 Bakara, 2/30; Sâd, 38/71-
tirmeyen bir kişinin, ruhunu âdil bir yargılama ve eksiksiz bir karşılık 75.
593
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
20 T2459 Tirmizî, Sıfatü’l- şekilde hazırlanan kimsedir.”22 diye cevap vermiştir. Âhirete imanı içtenlikle
kıyâme, 25. benimseyen mümin, “yaptığı hiçbir iyiliğin mükâfatsız kalmayacağını hem
21 T2416 Tirmizî, Sıfatü’l-
kıyâme, 1. dünyada hem de âhirette karşılığının tam olarak verileceğini” bilir.23 Diğer
22 İM4259 İbn Mâce, Zühd,
taraftan âhirete inanan kişi, ebedî hayatta kendisinin tek yoldaşının ameli
31.
23 M7089 Müslim, Sıfâtü’l-
yani dünyada yapıp ettikleri olduğunu idrak eder. Çünkü Allah Resûlü,
münâfıkin, 56. “Ölü ile beraber kabre kadar üç şey gider: Ailesi, malı ve amelleri. Bunlardan ikisi
594
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
yani ailesi ve malı geri döner üçüncüsü olan ameli kendisiyle baş başa kalır.”24
buyurmaktadır. Ümmetinin âhirette yoldaşsız ve rehbersiz kalıp mutlulu-
ğu tadamayacak olma ihtimalini Allah Resûlü düşünmüş, bir kabrin kena-
rında oturmuş, gözyaşı dökmüş ve arkadaşlarına, “Kardeşlerim! Ölüm için
hazırlık yapın.”25 buyurmuştur.
Dünyada âhiretin ebedî mutluluğunu ve sonsuz nimetlerini düşüne-
rek Yaratan’ının gösterdiği doğrultuda hareket eden mümin, hiç şüphe-
siz âhirette cennetle mükâfatlandırılacaktır. Bu minvalde Allah Resûlü,
“Allah’a ve âhiret gününe iman ederek ölen kimseye, ‘Cennetin sekiz kapısının
hangisinden dilersen gir.’ denilir.”26 müjdesini vermektedir. Ayrıca Allah
Resûlü,Allah’a, âhiret gününe, cennete, cehenneme, öldükten sonra diril-
meye ve hesap gününe iman ettiği hâlde ölen kişinin de cennete gireceğini
haber vermiştir.27 Allah Teâlâ da, “Ey iman edenler! Allah’a, peygamberine,
peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin. Kim
Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve âhiret gününü inkâr ederse,
derin bir sapkınlığa düşmüş olur.”28 buyurarak âhirete inanmamayı sapkınlık
olarak nitelendirmiş, âhirete inanmayanlar için elemli bir azap hazırladı-
ğını29 beyan etmiştir.
Âhirete iman etmek insan hayatına anlam katar, yön verir, değer ka-
zandırır. Bu inanç, insana bütün davranışlarını yüce bir gaye için yaptığı
bilincini aşılar. Ebedî hayatı hesaba katarak hareket eden insan, kötülük-
lerden uzak durur. Dünya hayatını iyilik, dürüstlük, yardımseverlik, yal-
nızca Yaratıcı’ya kulluk gibi salih ameller üzerine inşa eder.
Âhirete inanan insan, dünya hayatında ölçülü, tutarlı hareket eder.
Kin, haset, düşmanlık, nefret gibi duygularını törpüler. Affetme, bağışla-
ma, hoş görme duygularını geliştirir. Kendisi, ailesi, çevresi ve toplumu ile
barışık yaşar. Belâ ve musibetler karşısında sabırlı ve fedakârca davrana-
bilir. Huzuru ve mutluluğu servet, şöhret, kudret, şehvet gibi fâni yani ge-
çici tatminlerde değil Allah’a imanda, imanı çerçevesinde yaşamada arar.
O’nun rızasını kazanabileceği işleri yapmaya çalışır.
Âhirete iman bilinciyle hareket eden ve bu bilinç doğrultusunda ya- 24 N1939 Nesâî, Cenâiz, 52.
25 İM4195 İbn Mâce, Zühd, 19.
şayan bireyler; erdemli, ahlâklı olmayı, hak hukuka riayet etmeyi, başka- 26 HM97 İbn Hanbel, I, 17.
larına saygı göstermeyi, kısaca yaratılanı Yaratan’dan ötürü sevmeyi şiar 27 HM15747 İbn Hanbel, III,
444.
edinirler. Bu his ve şuura sahip olan fertlerden müteşekkil olan toplum da 28 Nisâ, 4/136.
595
KADER
HER ŞEY BİR ÖLÇÜ İLE
YARATILMIŞTIR
ات َ َذs َب ْي َن َما ن َْح ُن ِع ْن َد َر ُسولِ ال َّل ِه:َحَدَّثَنِى َأ�بِى عُمَرُ بْنُ الْخَطَّابِ قَال
اب َش ِد ُيد َس َوا ِد الشَّ َع ِر َلا ُي َرى ِ اض ال ِّث َي ِ َي ْو ٍم �ِإ ْذ َط َل َع عَ َل ْي َنا َر ُج ٌل َش ِد ُيد َب َي
َف َأ� ْس َن َد ُر ْك َب َت ْي ِهs الس َف ِر َو َلا َي ْع ِر ُف ُه ِم َّنا َأ� َح ٌد َح َّتى َج َل َس �ِإ َلى ال َّنب ِِّي َّ عَ َل ْي ِه َأ� َث ُر
:ال َ َق. ِ َف َأ�خْ ِب ْر ِنى عَ ِن ْال ِإ� َيمان: َق َال...�ِإ َلى ُر ْك َب َت ْي ِه َو َو َض َع َك َّف ْي ِه عَ َلى َف ِخ َذ ْي ِه
“ َأ� ْن ُت ْؤ ِم َن بِال َّل ِه َو َمل َا ِئ َك ِت ِه َو ُك ُت ِب ِه َو ُر ُس ِل ِه َوا ْل َي ْو ِم ال آ� ِخ ِر َو ُت ْؤ ِم َن بِا ْل َق َد ِر
”.خَ ْي ِر ِه َو َش ِّر ِه
597
ولَ :ق َال َر ُس ُ
ول ال َّل ِه ُ :s
“ك ُّل َش ْي ٍء عَنْ طَاوُسٍَ ،أ�نهُ قَالََ ... :و َسمِ ْع ُت عَ ْب َد ال َّل ِه ْب َن عُ َم َر َي ُق ُ
َّ
ِب َق َد ٍر”...
ول ال َّل ِه �“ :sإ َِّن ول ال َّل ِه ُ sي ْس َأ� ُل عَ ْن َها َف َق َال َر ُس ُ ...فَقَالَ عُمَرُ بْنُ الْخَطَّابَِ :سمِ ْع ُت َر ُس َ
ال َّل َه َت َبا َر َك َو َت َعا َلى خَ َلقَ �آ َد َم ُث َّم َم َس َح َظ ْه َر ُه ِب َيمِ ي ِن ِه َف ْاس َت ْخ َر َج ِم ْن ُه ُذ ِّر َّي ًة َف َق َال :خَ َل ْق ُت هَ ُؤ َلا ِء ِل ْل َج َّن ِة
ون ُث َّم َم َس َح َظ ْه َر ُه َف ْاس َت ْخ َر َج ِم ْن ُه ُذ ِّر َّي ًة َف َق َال :خَ َل ْق ُت هَ ُؤ َلا ِء ِلل َّنا ِر َو ِب َع َم ِل َو ِب َع َم ِل َأ�هْ ِل ا ْل َج َّن ِة َي ْع َم ُل َ
ول ال َّل ِه �“ :sإ َِّن ول ال َّل ِه! َف ِف َيم ا ْل َع َم ُل؟ َق َالَ :ف َق َال َر ُس ُ ونَ ”.ف َق َال َر ُج ٌلَ :يا َر ُس َ َأ�هْ ِل ال َّنا ِر َي ْع َم ُل َ
وت عَ َلى عَ َم ٍل ِم ْن َأ�عْ َمالِ َأ�هْ ِل ال َّل َه �ِإ َذا خَ َلقَ ا ْل َع ْب َد ِل ْل َج َّن ِة ْاس َت ْع َم َل ُه ِب َع َم ِل َأ�هْ ِل ا ْل َج َّن ِة َح َّتى َي ُم َ
وت عَ َلى عَ َم ٍل ا ْل َج َّن ِةَ ،ف ُي ْد ِخ َل ُه ِب ِه ا ْل َج َّن َةَ ،و�ِإ َذا خَ َلقَ ا ْل َع ْب َد ِلل َّنا ِر ْاس َت ْع َم َل ُه ِب َع َم ِل َأ�هْ ِل ال َّنا ِر َح َّتى َي ُم َ
ِم ْن َأ�عْ َمالِ َأ�هْ ِل ال َّنار َِ ،ف ُي ْد ِخ َل ُه ِب ِه ال َّنا َر”.
ول ال َّل ِه عَنْ عَبْدِ ال َّلهِ بْنِ عَبَّاسٍَ ،أ� َّن ُه َح َّد َثهَُ ،أ� َّن ُه َر ِك َب خَ ْل َف َر ُسولِ ال َّل ِه َ sي ْو ًماَ ،ف َق َال َل ُه َر ُس ُ
اتْ :اح َف ْظ ال َّل َه َي ْح َف ْظ َكْ ،اح َف ِظ ال َّل َه َتجِ ْد ُه ت َُجاهَ َكَ ،و�ِإ َذا َ “ :sيا ُغ َلا ُم �ِإنِّي ُم َع ِّل ُم َك َك ِل َم ٍ
وك َل ْم َس َأ� ْل َت َف ْل َت ْس َأ� ْل ال َّلهََ ،و�ِإ َذا ْاس َت َع ْن َت َف ْاس َت ِع ْن بِال َّل ِهَ ،واعْ َل ْم َأ� َّن ْال ُأ� َّم َة َل ْو ْاج َت َم ُعوا عَ َلى َأ� ْن َي ْن َف ُع َ
وك� ،إ َِّلا ِبشَ ْي ٍء َق ْد وك َل ْم َي ُض ُّر َوك� ،إ َِّلا ِبشَ ْي ٍء َق ْد َك َت َب ُه ال َّل ُه َل َكَ ،و َل ْو ْاج َت َم ُعوا عَ َلى َأ� ْن َي ُض ُّر َ َي ْن َف ُع َ
الص ُح ُف”. َك َت َب ُه ال َّل ُه عَ َل ْي َكُ ،ر ِف َع ِت ْال َأ� ْق َلا ُمَ ،و َج َّف ْت ُّ
Hz. Ali’den rivayet edildiğine göre..., Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur:
“Sizden hiçbir kimse ve hiçbir canlı yoktur ki cennet ve cehennemdeki yeri ile saîd
(mutlu) veya şakî (bedbaht) olduğu yazılmış olmasın...”
(B1362 Buhârî, Cenâiz, 82; M6731 Müslim, Kader, 6)
Abdullah b. Abbâs, bir gün aynı binit üzerinde Allah Resûlü’nün (sav)
arkasındayken onun kendisine şöyle dediğini anlattı: “Delikanlı! Sana bazı şeyler
öğreteceğim. Allah’ı gözet ki Allah da seni gözetsin. Allah’ı gözet ki Allah’ı (daima) yanında
bulasın. Bir şey istediğinde Allah’tan iste! Yardıma muhtaç olduğunda Allah’tan yardım
dile! Şunu bil ki bütün insanlar sana fayda vermek için toplansa Allah’ın takdiri dışında
sana fayda veremezler. Ve yine bütün insanlar sana zarar vermek için toplansa Allah’ın
takdiri dışında sana hiçbir şeyde zarar veremezler. Bu konuda kalemler kaldırılmış (karar
verilmiş), sayfalar kurumuştur (hüküm kesinleşmiştir).”
(HM2669 İbn Hanbel, I, 293; T2516 Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 59)
Ebû Huzâme’nin rivayet ettiğine göre, babası Allah Resûlü’ne şöyle sormuştur:
“Ey Allah’ın Resûlü! Şifa niyetiyle yaptığımız okumalar, tedavi olduğumuz ilaçlar
ve korunma tedbirleri, Allah’ın takdirinden bir şeyi geri çevirir mi?” Resûlullah
(sav), “Onlar da Allah’ın takdiridir.” buyurmuştur.
(T2065 Tirmizî, Tıb, 21)
599
H icretin on yedinci senesinde1 Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh komu-
tasındaki İslâm ordusu, Şam’a gelen Hz. Ömer ile Suriye-Hicaz sınırındaki
Serğ Köyü’nde buluşur. Ebû Ubeyde, Şam civarında veba salgını olduğunu
bildirir. Hz. Ömer de durumu görüşmek üzere muhacir ve ensarı toplar ve
istişarelerde bulunur. Ne var ki istişarelerden bir sonuç alınamaz. Kimisi,
“Sen bir görev için çıktın, bundan geri dönmeni uygun görmüyoruz.” der-
ken kimisi de, “İnsanları tehlikeye atmanı doğru bulmuyoruz.” der. Hz.
Ömer, istişarelerine devam eder ve son olarak Mekke fethine katılmış mu-
hacirlerle, Kureyş’in ileri gelenlerini toplar. Bu son istişareden ittifakla geri
dönme ve insanları veba tehlikesine atmama görüşü çıkar. Bunun üzerine
Hz. Ömer, Medine’ye geri dönülmesi emrini verir. Fakat ordu komutanı
Ebû Ubeyde, bu durumu kader inancıyla bağdaştırmamış olacak ki ha-
lifeye, “Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun?” diye sorar. Hz. Ömer, Keşke
bunu sen söylemiş olmasaydın Ey Ebû Ubeyde. Evet, Allah’ın bir kaderin-
den diğer bir kaderine kaçıyoruz.” diye cevap verir ve şöyle devam eder:
“Develerini otlatmak için, biri verimli diğeri kıraç iki yamaçlı bir vadiye
götürsen ve onları ister otu bol yerde ister çorak yerde otlatsan, sonuçta
her iki yerde de Allah’ın kaderiyle otlatmış olmaz mısın?” diye sorar.
Bu sırada, daha önce bir işi için aralarından ayrılmış olan Abdurrah-
man b. Avf çıkagelir ve “Bu konuyla ilgili bende bir bilgi var.” diyerek Hz.
Peygamber’in şöyle buyurduğunu nakleder: “Şayet bir yerde veba hastalığı
olduğunu işitirseniz oraya gitmeyin. Bir yerde veba hastalığı çıkarsa ve siz orada
bulunursanız vebadan kaçarak oradan çıkmayın.”
Kararının isabetli olduğu Resûlullah’ın hadisiyle de teyit edilince, Hz.
Ömer, Allah’a hamdeder, orduya geri çekilme emri verip Medine’ye döner.2
Bu rivayette sahâbenin kader anlayışındaki farklılığı görüyoruz. Bir
tarafta tedbiri yersiz görenler, diğer tarafta ise Hz. Ömer’in öncülük ettiği,
insanın tedbir ve tercihlerinin de kaderin bir parçası olduğunu düşünenler
bulunmaktadır. Hz. Ömer buradaki tutumuyla, salgın ve bulaşıcı hastalık-
ları Allah’ın kaçınılmaz bir kaderi olarak gören anlayışın yanlış olduğunu 1 İF10/184, İbn Hacer,
Fethu’l-bârî, X, 184.
savunmaktaydı. Aynı zamanda kaderin kuşatıcılığını ve bu kuşatıcılık içe- 2 MU1621 Muvatta’, Câmi, 7;
risinde insanın tercih özgürlüğünü ve doğruyu bulma sorumluluğunu da M5784 Müslim, Selâm, 98.
601
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
5 Rahmân, 55/7.
iman hakkında bilgi ver.” diyen Cebrail’e şöyle cevap vermiştir: “Allah’a,
6 Mülk,67/3. meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine ve âhiret gününe iman etmendir. (Aynı
7 M93 Müslim, Îmân, 1.
şekilde) hayrı ve şerriyle kadere inanmandır.”7
602
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
603
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
604
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
şöyle demiştir: “Bu âyet Allah Resûlü’ne (sav) sorulmuştu ve bunun üzerine
o (sav) şu açıklamayı yapmıştı: ‘Allah Teâlâ Âdem’i yarattı. Sonra kudret (eli) ile
sırtını sıvazladı ve ondan bir nesil çıkarttı. ‘Bunları cennet için yarattım. Cennet-
liklerin amelini işleyecekler.’ dedi. Sonra Âdem’in sırtını sıvazlayıp bir nesil daha
çıkarttı. ‘Bunları cehennem için yarattım. Cehennemliklerin amelini işleyecekler.’
dedi.’ Bu sırada birisi, ‘Yâ Resûlallah, bu durumda amelin ne anlamı kalır?’
diye sordu. Allah Resûlü, ‘Allah kulunu cennet için yarattığında, ona, cennetlik-
lerin ameli üzere ölünceye kadar cennetlik ameli işletir. Sonra onu cennete koyar.
Kulunu cehennem için yarattığında ona, cehenneliklerin ameli üzere ölünceye ka-
dar cehennemlik ameli işletir. Sonra onu cehenneme koyar.’ buyurdu.”18
İnsanın yaratılışını konu eden bu hadiste onun yaratılış bakımından
Allah’ı tanıma kabiliyetine sahip olduğu gerçeği, ezelde yaşanmış bir diya-
log şeklinde ifade edilmiştir. Allah Teâlâ’nın Hz. Âdem’i yaratınca ondan
cennetlikler ve cehennemlikleri çıkartması, insanların bir kısmının iyi
işler yapıp cenneti hak edeceklerine, bir kısmının ise kötülük yapıp ce-
henneme gireceklerine dair ezelî ilmine bir işaret olsa gerektir. Bu ifadeleri
aynı zamanda insanların yaratılış itibariyle iyilik ve kötülük yapma güç ve
iradesine sahip oluşlarının temsilî bir anlatımı olarak da düşünebiliriz. İn-
sanların sonunda varacakları noktanın önceden belirlendiğini, dolayısıyla
amelin anlamsız olacağını ima eden soruya Peygamberimizin insan fiille-
rinin gerekliliği çerçevesinde cevap vermesi önemli bir husustur. İşlenen
amellerin Allah’a nispet edilmesi, bütün olup bitenlerin olduğu gibi insan
eylemlerinin de ancak O’nun izni dâhilinde gerçekleştiği, hatta bu amelle-
ri yapmaya azmedenler için onları kolaylaştırdığı anlamına gelmektedir.
İbn Abbâs, bir gün aynı binit üzerinde Allah Resûlü’nün arkasındayken
onun kendisine şöyle dediğini anlattı: “Delikanlı! Sana bazı şeyler öğreteceğim.
Allah’ı gözet ki Allah da seni gözetsin. Allah’ı gözet ki Allah’ı (daima) yanında bula-
sın. Bir şey istediğinde Allah’tan iste! Yardıma muhtaç olduğunda Allah’tan yardım
dile! Şunu bil ki bütün insanlar sana fayda vermek için toplansa Allah’ın takdiri dı-
şında sana faydalı olamazlar. Ayrıca bütün insanlar sana zarar vermek için toplan-
sa Allah’ın takdiri dışında sana hiçbir şeyde zarar veremezler. Bu konuda kalemler
kaldırılmış (karar verilmiş), sayfalar kurumuştur (hüküm kesinleşmiştir).”19
Hz. Peygamber’in, İbn Abbâs’a Allah’ın korumasına girmenin,
Allah’ın dini için çalışması neticesinde mümkün olacağını bildirmesi, in- 18MU1627 Muvatta’, Kader, 1.
19HM2669 İbn Hanbel, I,
san iradesinin önemine bir vurgudur. Resûl-i Ekrem ardından, Allah’ın 293; T2516 Tirmizî, Sıfatü’l-
istemesi dışında hiçbir şeyin gerçekleşemeyeceğini, sadece Allah’tan isten- kıyâme, 59.
605
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
606
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
607
MÜMİN
İNANAN ve GÜVEN VEREN
GÜZEL İNSAN
“ َأ�خْ ِب ُرو ِنى ِبشَ َج َر ٍة َم َث ُل َها َمث َُل:s ول ال َّل ِه ُ َق َال َر ُس:َعَنِ ابْنِ عُمَرَ قَال
َف َو َق َع ِفى،” َو َلا ت َُح ُّت َو َر َق َها، ُت ْؤ ِتى ُأ� ُك َل َها ُك َّل ِح ٍين ِب ِإ� ْذنِ َر ِّب َها،ا ْل ُم ْس ِل ِم
َف َل َّما َل ْم َي َت َك َّل َما،َن ْف ِسى َأ�ن ََّها ال َّن ْخ َل ُة َف َك ِرهْ ُت َأ� ْن َأ�ت ََك َّل َم َو َث َّم َأ� ُبو َب ْك ٍر َوعُ َم ُر
”. “ ِه َي ال َّن ْخ َل ُة:s َق َال ال َّنب ُِّي
İbn Ömer (ra) anlatıyor: “Bir gün Allah Resûlü (sav) (benim de aralarında
bulunduğum bir topluluğa), ‘Bana bir ağaç söyleyin ki o ağaç Müslüman’a
benzer, Rabbinin izniyle her zaman meyve verir ve yaprakları da dökülmez.’
buyurdu. İçimden, ‘Bu, hurma ağacıdır.’ demek geldi. Fakat orada Ebû
Bekir ve Ömer varken konuşmayı uygun bulmadım. Ancak onlar da
konuşmayınca Allah Resûlü, ‘Bu, hurma ağacıdır.’ buyurdu.”
(B6144 Buhârî, Edeb, 89)
609
:s عَنِ ابْنِ عُمَرَ قَالََ :ق َال َر ُس ُ
ول ال َّل ِه
“ َمث َُل ا ْل ُم ْؤ ِم ِن َك َمث َِل ا ْل َع َّطا ِرِ� ،إ ْن َجا َل ْس َت ُه َن َف َع َكَ ،و�ِإ ْن َم َاش ْي َت ُه َن َف َع َك،
َو�ِإ ْن َشا َر ْك َت ُه َن َف َع َك”.
َ sق َ
ال: عَنْ َأ�بِى هُرَيْرَةَ َ :dأ� َّن َر ُس َ
ول ال َّل ِه
“ َمث َُل ا ْل ُم ْؤ ِم ِن َك َمث َِل خَ ا َم ِة ال َّز ْر ِع َي ِفى ُء َو َر ُقهُِ ،م ْن َح ْي ُث َأ� َت ْت َها ال ِّر ُيح ت َُك ِّفئ َُهاَ ،ف ِإ� َذا
َس َك َن ِت اعْ َت َد َل ْتَ ،و َك َذ ِل َك ا ْل ُم ْؤ ِم ُن ُي َك َّف ُأ� بِا ْل َبل َاءَِ ،و َمث َُل ا ْل َكا ِف ِر َك َمث َِل ْال َأ� ْر َز ِة َص َّما َء
ُم ْع َت ِد َل ًة َح َّتى َي ْق ِص َم َها ال َّل ُه �ِإ َذا َشا َء”.
ول ال َّل ِه َ sق َالَ “ :وا َّل ِذي حَدَّثَنِي عَبْدُ ال َّلهِ بْنُ عَمْرِو بْنِ الْعَاصَِ :أ� َّن ُه َس ِم َع َر ُس َ
َن ْف ُس ُم َح َّم ٍد ِب َي ِد ِهِ� ،إ َّن َمث ََل ا ْل ُم ْؤ ِم ِن َل َك َمث َِل ا ْل ِق ْط َع ِة ِم ْن َّ
الذهَ ِب َن َفخَ عَ َل ْي َها
َص ِاح ُب َها َف َل ْم َت َغ َّي ْر َو َل ْم َت ْن ُق ْص”...
َ sق َ
ال: ول ال َّل ِهحَدَّثَنِي عَبْدُ ال َّلهِ بْنُ عَمْرِو بْنِ الْعَاصَِ :أ� َّن ُه َس ِم َع َر ُس َ
“َ ...وا َّل ِذي َن ْف ُس ُم َح َّم ٍد ِب َي ِد ِهِ� ،إ َّن َمث ََل ا ْل ُم ْؤ ِم ِن َل َك َمث َِل ال َّن ْح َل ِة َأ� َك َل ْت َط ِّي ًبا،
َو َو َض َع ْت َط ِّي ًباَ ،و َو َق َع ْت َف َل ْم ت َْك ِس ْر َو َل ْم ُت ْف ِس ْد”.
610
İbn Ömer’in naklettiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:
“Mümin güzel koku satan kimseye benzer. Onunla beraber oturursan sana
faydası olur, beraber yürürsen sana faydası olur, beraber iş yaparsan yine sana
faydası olur.”
(MK13541 Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr, XII, 319)
611
A llah Resûlü bir gün on kişilik bir toplulukla beraber oturuyor-
du. Bu sırada kendisine hurma ağacının tepe kısmındaki tomurcuklardan
çıkan ve süte benzeyen hurma özü ikram edildi.1 Resûl-i Ekrem hurma özü-
nün tadına baktıktan sonra2 etrafındaki topluluğa şöyle buyurdu: “Bana bir
ağaç söyleyin ki o ağaç Müslüman’a benzer, Rabbinin izniyle her zaman meyve
verir ve yaprakları da hiçbir zaman dökülmez.”3 Bunun üzerine insanlar çölde
yetişen ağaçları saymaya başladılar.4 Ancak kimse Allah Resûlü’nün mümi-
ne benzettiği ağacı doğru tahmin edemedi. Bu arada orada bulunan genç
Abdullah’ın içinden, “Bu, hurma ağacıdır.” demek geçti. Fakat söylemeye
utandı ve sustu.5 Çünkü oradaki on kişinin en küçüğüydü.6 Üstelik hemen
yanı başında babası Hz. Ömer ile Hz. Ebû Bekir vardı ve onlar da bu konu-
da bir şey söylememişlerdi. Abdullah onların bulunduğu ve konuşmadığı
mecliste konuşmayı uygun bulmadı. Bu arada topluluktaki diğer insanlar
doğru cevabı bulamayınca, Allah Resûlü’nden sorunun cevabını söylemesini
istediler.7 Bunun üzerine Resûlullah (sav), “Bu, hurma ağacıdır.” buyurdu.8
Topluluk dağılınca Abdullah, babası Hz. Ömer’e, “Babacığım! Aslında
bu ağacın hurma ağacı olduğu aklımdan geçmişti.” dedi. Bunun üzerine Hz.
Ömer, “Peki, bunu söylemeni ne engelledi? Eğer söylemiş olsaydın gerçekten
çok sevinirdim.” dedi oğluna. Abdullah da, “Senin ve Ebû Bekir’in konuş-
madığınızı görünce ben de konuşmak istemedim.” cevabını verdi. Babasına
ve onun yakın dostu olan Hz. Ebû Bekir’e duyduğu derin saygı nedeniyle
susan genç Abdullah ne Hz. Peygamber’in mümini hurmaya benzetmesini
1 B5444 Buhârî, Et’ıme, 42.
ne de babasının kendisine gösterdiği sıcak ilgiyi asla unutmadı; bunları ken- 2 B2209 Buhârî, Büyû’, 94.
disinden sonrakilere aktararak bizlere kadar ulaşmasını sağladı... 3 B614 4 Buhârî, Edeb, 89.
benzer.”9 buyururken aslında ilhamını Kur’ân-ı Kerîm’den almaktaydı. 6 B544 4 Buhârî, Et’ıme, 42.
tevhidi güzel bir ağaca, inkârı ve inkârın ifadesi olan kötü sözü ise kötü 9 B5444 Buhârî, Et’ıme, 42.
613
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
349.
güven içinde olgunlaşır. Mümin de imanını ve niyetini perçinledikçe Rab-
14 Hac, 22/11. bine daha çok yaklaşır. Allah’ın rızasını elde etmesinin önündeki engelleri
614
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
göre, “Mümin, ne insanları karalayan, ne lânet eden, ne kaba ve kötü sözlü, ne 17 D4682 Ebû Dâvûd,
de hayâsız birisidir.”20 Özellikle de “Cimrilik ve kötü ahlâk asla bir müminde Sünnet, 15.
18 HM1979 4 İbn Hanbel, IV,
bulunmaz.”21 Yine Peygamber Efendimizin buyurduğuna göre, “Laf taşıma, 399.
sövüp sayma ve soy sopla övünme cehennemdedir; bunlar bir müminde bir araya 19 D4790 Ebû Dâvûd, Edeb, 5.
ahlâk ile besleyen müminler için büyük bir mükâfat vardır. Bu mükâfatı 22 MK13615 Taberânî, el-
615
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
Mu’cemü’l-kebîr, XII, 319. elden bırakmayacağını ifade etmiştir. Yine, “Mümin, bir delikten iki kere
27 T2627 Tirmizî, Îmân, 12.
ısırılmaz.”30 buyuran Peygamberimiz, Müslüman’ın, yaptığı bir hatayı
28 B13 Buhârî, Îmân, 7.
29 T3127 Tirmizî, Tefsîru’l- ikinci kez tekrarlamayacağını ve aynı sebeple iki kez üst üste aldatılama-
Kur’ân, 15; MK7497 yacağını vurgulamıştır.
Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr,
VIII, 102. Hurma ağacı ile mümin arasında kurulan benzerliğin dördüncü yönü
30 B6133 Buhârî, Edeb, 83;
hurmanın yaprakları ile ilgilidir. Hadiste ifade edildiğine göre hurma ağa-
M7498 Müslim, Zühd, 63.
31 B614 4 Buhârî, Edeb, 89.
cının yaprakları hiçbir zaman dökülmez.31 Daima yeşil kalır.32 Mevsimle-
32 B6122 Buhârî, Edeb, 79. rin değişkenliğine ve iklim şartlarının zorluğuna rağmen hurma yaprak-
616
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
güzel şeyler yer, güzel şeyler üretir, (güzel yerlere) konar, (konduğu yeri de) kır- 36 HM6872 İbn Hanbel,
617
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
min ayrıca rızkını kazanmak için çalışmayı elden bırakmaz. Çünkü Hz.
Peygamber’in ifadesiyle, “İnsanın yediği şeylerin en güzeli, elinin emeğidir.”39
Arının, tertemiz çiçeklerden aynı temizlikte bir üretimle şifa kaynağı bal
verdiği gibi mümin de temiz, sağlam, kaliteli ve hilesiz bir üretim yapar.
Müminin çalışıp kendi emeğiyle ortaya koyduğu her türlü ürün, kendisi
ve toplumu için faydalı ve anlamlıdır. Nitekim bal arısının ürünü olan bal
da insanlık için büyük bir nimet ve şifa kaynağıdır. Burada aynı zamanda
üretim ve tüketim arasındaki ahlâkî dengeye de bir gönderme vardır. Ha-
diste mümin ile bal arısı arasındaki benzerliğin bir başka yönü de çevre
bilinci ile ilgilidir. Bal arısı çiçeğinden yararlandığı ağaca hiçbir şekilde
zarar vermediği gibi mümin de imar etmekle sorumlu olduğu çevrenin
ve kâinatın40 dengesini bozacak bir tavır içinde olamaz. Bu çerçevede Hz.
Peygamber’in, yoldan eziyet verecek şeyleri kaldırmayı imanın şubelerin-
den birisi olarak tanımlaması41 mümin ile çevre bilinci arasındaki yakın
ilişkiyi göstermektedir.
İmanda sebat ve kararlılık göstermede müminin önündeki en çetin
engellerden biri de günahlardır. “Mümin, günahlarını üzerine düşüverecek
bir dağ gibi büyük görür. Fâcir (fütursuzca günah işleyen) kimse ise günahlarını
burnu üzerine konan ve kovalayınca kaçacak bir sinek gibi görür.”42 hadisiyle
müminin günaha karşı tavrını ifade eden Allah Resûlü, günlük hayatın
türlü meşguliyetleri arasında mümin ile imanı arasına giren günah ve hata
engellerini tevbe ve istiğfar ile aşmayı tavsiye eder.43 Böylece hiçbir günah
sürekli bir şekilde mümin ile imanı arasına giremez. Mümin ile iman ara-
sındaki daimî ilişkiyi bir benzetme ile dikkatlere sunan hadisinde Resûl-i
39 D3528 Ebû Dâvûd, Büyû’
(İcâre), 77. Ekrem şöyle buyurur: “Mümin, yularından bir yere bağlanmış ata benzer; o
40 Hûd, 11/61.
39.
bir kötülük yaptığında ise üzülen kimse”45 olarak tanımladığı hatırlanırsa, bir
45 HM1979 4 İbn Hanbel, IV, müminin yapacağı en güzel dualardan birinin şu nebevî dua olduğu an-
399.
46 İM3820 İbn Mâce, Edeb,
laşılır: “Allah’ım! Beni, iyilik yaptıkları zaman sevinç duyan, kötülük yaptıkları
57. zaman da bağışlanma dileyen kullarından eyle.”46
618
MÜNAFIKLIK
İKİ YÜZLÜLÜK
َ َقs
:ال عَنِ ابْنِ عُمَرَ عَ ِن ال َّنب ِِّي
َت ِعي ُر �ِإ َلى هَ ِذ ِه َم َّر ًة،“ َمث َُل ا ْل ُم َنا ِف ِق َك َمث َِل الشَّ ا ِة ا ْل َعا ِئ َر ِة َب ْي َن ا ْل َغ َن َم ْي ِن
”.َو�ِإ َلى هَ ِذ ِه َم َّر ًة
İbn Ömer’in rivayet ettiğine göre,
Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur:
“Münafık, iki sürü arasında gidip gelen şaşkın koyun gibidir.
Bir o sürüye gider, bir bu sürüye!”
(M7043 Müslim, Sıfâtü’l-münâfıkîn, 17)
619
عَنْ عَبْدِ ال َّلهِ بْنِ كَعْبٍ ،عَنْ َأ�بِيهِ عَ ِن ال َّنب ِِّي َ sق َالَ “ :مث َُل ا ْل ُم ْؤ ِم ِن َكا ْلخَ ا َم ِة ِم َن
ال َّز ْر ِع ُت َف ِّيئ َُها ال ِّر ُيح َم َّر ًةَ ،و َت ْع ِد ُل َها َم َّر ًةَ ،و َمث َُل ا ْل ُم َنا ِف ِق َك ْال َأ� ْر َز ِة َلا َت َز ُال َح َّتى َي ُك َ
ون
انْجِ َعا ُف َها َم َّر ًة َو ِاح َد ًة”.
ول“ :ال َّل ُه َّم! �ِإنِّى َأ�عُ و ُذ ب َِك ِم َنول ال َّل ِه َ sك َان َي ْدعُ و َي ُق ُ قَالَ َأ�بُو هُرَيْرَةَِ� :إ َّن َر ُس َ
الشِّ َقاقِ َوال ِّن َفاقِ َو ُسو ِء ْال َأ�خْ ل َاقِ ”.
عَنْ عَبْدِ ال َّلهِ بْنِ عَمْرٍوَ :أ� َّن ال َّنب َِّي َ sق َالَ “ :أ� ْر َب ٌع َم ْن ُك َّن ِفي ِه َك َان
ُم َنا ِف ًقا خَ ا ِل ًصاَ ،و َم ْن َكان َْت ِفي ِه خَ ْص َل ٌة ِم ْن ُه َّن َكان َْت ِفي ِه خَ ْص َل ٌة ِم َن
ال ِّن َفاقِ َح َّتى َي َدعَ َهاِ� :إ َذا ا ْؤت ُِم َن خَ َانَ ،و�ِإ َذا َح َّد َث َك َذ َبَ ،و�ِإ َذا عَ اهَ َد
اص َم َف َج َر”.َغ َد َرَ ،و�ِإ َذا خَ َ
620
Abdullah b. Kâ’b’ın, babasından rivayet ettiğine göre, Hz. Peygamber
(sav) şöyle buyurmuştur: “Mümin, rüzgârın yatırıp kaldırdığı (ama zarar
vermediği) yeşil ekin gibidir. Münafık ise dimdik iken, rüzgârın bir defada
kökünden söküverdiği selvi ağacı gibidir.”
(B5643 Buhârî, Merdâ,1)
Ebû Hüreyre’nin rivayet ettiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle dua ederdi:
“Allah’ım! Bozgunculuktan, münafıklıktan
ve kötü ahlâktan sana sığınırım.”
(D1546 Ebû Dâvûd, Vitr, 32)
Ebû Hüreyre’nin (ra) rivayet ettiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle
buyurmuştur: “Kıyamet günü Allah katında insanların en kötülerinin şunlara
bir yüzle, bunlara diğer bir yüzle gelen ikiyüzlüler olduğunu görürsün!”
(B6058 Buhârî, Edeb, 52)
621
H icretin beşinci yılı, Benî Mustalik Seferi’nin yapıldığı gün-
lerdi. Cehcâh b. Kays adlı bir muhacir ile ensardan Sinân b. Vebera1 kavga
etmiş, bunun üzerine muhacirler ve ensar arasında hararetli bir tartışma
başlamıştı. Bu sırada durumu fırsat bilen münafıkların lideri Abdullah b.
Übey b. Selûl, muhacirlere karşı ensara destek olarak, “Bize karşı çağrıda
bulundular öyle mi?2 Resûlullah’ın yanındakilere yardım etmeyin ki etra-
fından dağılıp gitsinler. Medine’ye dönersek en şerefli ve güçlü olan, zelil ve
güçsüz olanı muhakkak oradan çıkaracaktır!” dedi. Onun bu küstahça söz-
lerine şahit olan Zeyd b. Erkam duyduklarını hemen kendisinden büyük-
lere nakletti. Onlar da Hz. Peygamber’e bildirdi. Bunun üzerine Resûlullah,
önce Zeyd b. Erkam’ı çağırıp dinledi, ardından olanları bir de karşı taraftan
dinlemek üzere Abdullah b. Übey’i ve arkadaşlarını yanına çağırttı. Fa-
kat onlar böyle bir şey demediklerine dair yemin ettiler. Bunun üzerine
Hz. Peygamber Zeyd’e inanmayarak onları tasdik etti. Zeyd, ömründe hiç-
bir şeye bu kadar üzülmemişti fakat elinden gelen başka bir şey de yoktu.
Evine kapandı. Nihayet iyice bunaldığı bir sırada Allah Teâlâ Münâfıkûn
sûresini indirdi ve gerçek ortaya çıktı. Ardından Zeyd b. Erkam’ı yanına
çağıran Allah Resûlü, “Ey Zeyd! Şüphesiz Allah, seni tasdik etti.” dedi.3
Abdullah b. Übey b. Selûl gibi ikiyüzlü bir adam karşısında yalan-
cı konumuna düşen Zeyd b. Erkam’ın aklanmasını sağlayan Münâfıkûn
sûresinde Allah (cc), münafıkların sözlerini kelimesi kelimesine yüzlerine
vuruyordu: “Onlar, ‘Allah Resûlü’nün yanında bulunanlara (muhacirlere) bir
şey vermeyin ki dağılıp gitsinler.’ diyenlerdir. Hâlbuki göklerin ve yerin hazi-
neleri Allah’ındır. Fakat münafıklar (bunu) anlamazlar. Onlar, ‘Andolsun, eğer
Medine’ye dönersek, üstün olan, zayıf olanı oradan mutlaka çıkaracaktır.’ diyor-
lardı. Hâlbuki asıl üstünlük ancak Allah’ın, Peygamberi’nin ve müminlerindir.
Fakat münafıklar (bunu) bilmezler.”4
1 İF3330 İbn Hacer, Fethu’l-
Kur’ân-ı Kerîm’de, kalbiyle inkâr ettikleri hâlde bunu gizleyerek kendi- bârî, VI, 547.
lerini mümin gibi gösteren münafıklardan, kendi isimleriyle anılan bu sûre 2 B3518 Buhârî, Menâkıb, 8.
623
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
9 Tevbe, 9/67. bette Allah’ın peygamberi olduğuna şahitlik ederiz.”14 diye yalan söylemekten
10 Nisâ, 4/142-143.
asla çekinmiyorlardı. Bu ikiyüzlülüklerine karşı onların hiç şüphesiz ya-
11 Nisâ, 4/137.
12 M7043 Müslim, Sıfâtü’l- lancı olduklarına şahitlik eden Allah (cc) ise, “Onları gördüğün zaman gö-
münâfıkîn, 17; HM5079 İbn rünümleri hoşuna gider. Konuştuklarında sözlerine kulak verirsin. Onlar sanki
Hanbel, II, 47.
13 Bakara, 2/8.
elbise giydirilmiş kereste gibidirler. Her kuvvetli sesi kendi aleyhlerine sanırlar.
14 Münâfikûn, 63/1. Onlar düşmandır, onlardan sakın! Allah onları kahretsin! Nasıl da (haktan)
624
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
gelecek tehlikeleri en aza indirmişti. Benî Mustalik Seferi’nde Abdullah b. 19 Nisâ, 4/88; B1884 Buhârî,
mediğini belirtmişti.27 Ayrıca o, münafık bile olsa bir kişinin bu vasfıyla 293.
22 B657 Buhârî, Ezân, 34;
açıkça teşhir edilmesini hoş karşılamıyordu. Nitekim kendisinin de bu-
M1482 Müslim, Mesâcid,
lunduğu bir mecliste, münafık olduğunu zannederek Mâlik b. Duhşum 252.
adlı sahâbîyi, “O, Allah ve Resûlü’nü sevmeyen bir münafıktır.” diye itham 23 Bakara, 2/264.
24 Tevbe, 9/54.
eden bir kişiyi uyarmış ve diliyle Allah’a inandığını ikrar ederek O’nun 25 Tevbe, 9/67.
rızasını dileyen kimseye Allah’ın cehennemi haram kıldığını söylemişti.28 26 B425 Buhârî, Salât, 46.
dan İslâm’a ilgi duyan kimselerin kazanılmasına vesile olması amacıyla 263.
625
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
36 D1546 Ebû Dâvûd, Vitr, tum olduğu için Allah Teâlâ, “Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin
32; N5473 Nesâî, İstiâze, 21. söylüyorsunuz?”37 buyurmuş ve onları münafıklar gibi tavır sergilememeleri
37 Saff, 61/2.
626
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
lüyoruz.” demeleri üzerine İbn Ömer, “Biz böyle bir davranışı münafıklık M210 Müslim, Îmân, 106.
41 HM7877 İbn Hanbel,
kabul ederdik.” demiştir.44
II, 290; EM313 Buhârî, el-
Münafıklıkla örtüşen bir başka özellik riyadır. Amel ve ibadetleri, Al- Edebü’l-müfred, 117.
42 B6058 Buhârî, Edeb, 52;
lah rızası yerine insanların beğenisini kazanma ve gösteriş amacıyla yap-
M6630 Müslim, Birr, 98.
mak anlamına gelen riya, münafığın hayatının nerdeyse bütününü sar- 43 D4873 Ebû Dâvûd, Edeb,
mıştır. Bunun içindir ki nifak, dinde riya olarak da tanımlanmaktadır. 34; DM2792 Dârimî, Rikak,
51.
Kur’an’da Allah’a ve âhiret gününe inanmadıkları hâlde mallarını gösteriş 44 B7178 Buhârî, Ahkâm, 27.
olsun diye harcayanlar45 ve namazı gösteriş için kılanlar46 kınanmıştır. 45 Bakara, 2/264; Nisâ, 4/38.
429.
Kur’ân-ı Kerîm ve Hz. Peygamber’in münafıklığın tezahürlerine dair 48 M4923 Müslim, İmâre,
627
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
628
ŞİRK
ALLAH’A ORTAK KOŞMAK/
EN BÜYÜK ZULÜM
629
:s عَنْ عَبْدِ ال َّلهِ َ dق َالَ :س َأ� ْل ُت َأ� ْو ُس ِئ َل َر ُسول ال َّل ِه
الذن ِْب ِع ْن َد ال َّل ِه َأ� ْك َب ُر؟ َق َالَ “ :أ� ْن ت َْج َع َل ِل َّل ِه ِن ًّدا َوهُ َو خَ َل َق َك”.
“ َأ�ىُّ َّ
َ sي ُق ُ
ول: عَنْ عَبْدِ ال َّلهِ َق َال َر ُس ُ
ول ال َّل ِه
ات ُيشْ ِر ُك بِال َّل ِه َش ْيئًا َدخَ َل ال َّنا َر”.
“ َم ْن َم َ
:s عَنْ عَبْدِ ال َّرحْمَنِ بْنِ َأ�بِى بَكْرَةَ عَنْ َأ�بِيهِ قَالََ :ق َال َر ُس ُ
ول ال َّل ِه
ول ال َّل ِهَ ،ق َال“ :ال ِإ� ْش َر ُاك“ َأ� َلا ُأ� َن ِّبئ ُُك ْم ِب َأ� ْك َب ِر ا ْل َك َبا ِئ ِر؟ ُق ْل َناَ :ب َلى َيا َر ُس َ
وق ا ْل َوا ِل َد ْي ِن”...
بِال َّل ِهَ ،وعُ ُق ُ
630
Abdullah (b. Mes’ûd) (ra) anlatıyor: Resûlullah’a (sav) “Allah katında en
büyük günah nedir?” diye sordum. “Seni yarattığı hâlde Allah’ın bir denginin
olduğunu kabul etmendir.” buyurdu.
(B4761 Buhârî, Tefsîr, (Furkân) 2)
631
R isâletin beşinci yılıdır. Atalarının taptığı putlardan vazgeç-
mek istemeyen müşrikler, Müslüman olanları dinlerinden döndürmek için
her türlü işkence ve eziyeti yaparlar. Bu işkencelere dayanamayan ve tek
istekleri hür bir şekilde ibadet etmek olan Ca’fer b. Ebû Tâlib ve arkadaş-
ları Resûlullah’tan hicret için izin alırlar.1 Yaklaşık yüz kişiyle Habeş kralı
Necâşî’nin ülkesine giderler.2 Necâşî, huzuruna kabul ettiği muhacirlere,
kendilerini, kavimlerinin dinini bırakacak kadar etkileyen bu dinin nasıl
bir din olduğunu sorar.
Ca’fer b. Ebû Tâlib hemen söz alır ve “Ey kral!” diyerek başlar sözleri-
ne, “Biz cahil, putlara tapan, leş yiyen, çirkin işler yapan, akrabalarla bağ-
ları koparan, komşuya kötü davranan, kuvvetlinin zayıfı yiyip bitirdiği bir
toplum idik. Sonra, Allah, bize soyunu, doğruluğunu, güvenilirliğini ve
iffetini bildiğimiz bir elçi gönderinceye kadar da bu hâl üzere devam ettik.
O elçi bizi Allah’a, onu birlemeye ve ona kulluğa davet etti. Atalarımız ve
bizim Allah’tan başka taptığımız, taş ve putları terk etmeye çağırdı. Doğ-
ru sözlü olmayı, emaneti ehline vermeyi, akrabayla ilişkiyi sürdürmeyi,
güzel komşuluk yapmayı, haramlardan ve kan davası gütmekten kaçın-
mayı emretti. Çirkin işleri, yalan konuşmayı, yetim malı yemeyi ve iffetli
hanımlara iftira atmayı bize yasakladı. Sadece Allah’a kulluk etmemizi ve
O’na hiçbir şeyi ortak koşmamamızı istedi...
Biz de Allah Resûlü’nü tasdik ettik, iman ettik, getirdiği şeylere tâbi
olduk, sadece Allah’a ibadet ettik ve ona hiçbir şeyi ortak koşmadık, bize 1 MZ9844, Heysemî,
haram kıldıklarını haram, helâl kıldıklarını helâl kabul ettik. Bundan dola- Mecmeu’z-zevâid, VI, 29.
2 HS2/170, İbn Hişâm, Sîret,
yı da kavmimiz bize düşmanlık besledi, bizi Allah’a ibadetten, putlara tap-
II, 170-175.
maya döndürmek, önceden helâl saydığımız kötü şeyleri helâl saymamız 3 HM1740 İbn Hanbel, I,
için eziyet ettiler ve dinimizden dönmemiz için bize işkence ettiler...”3 202.
4 En’âm, 6/163; HM20985
Ca’fer’in son derece etkileyici cümlelerle özetlediği gibi onların tek İbn Hanbel, V, 74.
amaçları ortağı ve benzeri olmayan,4 doğmamış ve doğurulmamış5 Rablerine 5 İhlâs, 112/3.
633
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
koştuklarından uzak olan6 Rablerine, “Yalnız sana kulluk eder, yalnız senden
yardım isteriz.”7 diyerek iman ve ibadet etmek istiyorlardı. Onlar, şirk ve kü-
fürden koparak tevhidi, sadece ve sadece Allah’a kulluk etmeyi seçmişlerdi.
Küfür, Resûlullah’ın davetini kabul etmemek, getirdiklerini inkâr
etmektir; Allah’a, Peygamberi’ne, Peygamberi’ne indirdiği kitaba ve daha
önce indirdiği kitaplara, meleklerine, âhiret gününe inanmamak...8
Ne kötü şeydir Allah’ı tanımamak; O’nu inkâr etmek, şeytanın sap-
tırdığı kimseler9 hatta dostları10 olmak, cehennem azabını hak etmek, af-
fedilmemek11 ve affedilme ihtimali bile bulunmamak...12
Küfür, imanın zıddıdır ve onunla asla bağdaşmaz ve bir araya
gelemez.13 Allah kimseyi iki kalpli yaratmamıştır.14 İnsanın bir kalpte iki
zıt şeyi, iman ile küfrü bir arada bulundurması düşünülemez.15 Bırakın
kâfir olmayı, bir Müslüman’ı küfürle suçlamak, onun kâfir olduğunu söy-
lemek bile o kadar ağırdır ki Resûlullah, “Bir adam (din) kardeşini kâfirlikle
7 Fâtiha, 1/5.
itham ederse ikisinden biri bu söz sebebiyle kâfir olur.”16 ve “Bir Müslüman, bir
8 Nisâ, 4/136.
9 İbrâhîm, 14/22. Müslüman’a ‘kâfir’ dediğinde, şayet o gerçekte kâfirse (söz yerini bulmuş) olur.
10 Bakara, 2/257.
11 Nisâ, 4/48.
Fakat eğer o kâfir değilse bunu söyleyen kendisi kâfir olur.”17 buyurarak böyle
12 N3989 Nesâî, Muhârebe, bir sözün kişiyi imanından edebileceğini hatta bir mümini kâfir olarak
1. nitelemenin, onu öldürmek gibi olduğunu söylemiştir.18 Çünkü Müslüman
13 HM8577 İbn Hanbel, II,
Nüket ve’l-uyûn, IV, 371. sanı pişmiş çamura benzeyen bir balçıktan yarattı. Cinleri alevli ateşten yarat-
16 M215 Müslim, Îmân, 111.
tı. O hâlde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?”20 diyerek
17 D4687 Ebû Dâvûd,
Sünnet, 15.
inkârcıların nankörlüğünü anlatmaktadır Yüce Rabbimiz.
18 B6105 Buhârî, Edeb, 73. Rahmân’ı inkâr eden kâfirler kendi içlerinden bir uyarıcı gelmesi-
19 D2532 Ebû Dâvûd, Cihâd,
ne şaşırmış,21 gerçeği yalanlayıp22 Allah’ın âyetleri hakkında tartışmaya
33.
20 Rahmân, 55/13-16. başlamıştır.23 Onların amaçları âyetleri etkisiz bırakıp Allah’ın nurunu
21 Kâf, 50/2.
22 Kâf, 50/5.
söndürmektir.24 Bu durumda varacakları yer cehennem,25 tadacakları ise
23 Mü’min, 40/4. acı verici bir azaptır.26
24 Tevbe, 9/32.
Şeytanların dostu27 ve birbirlerinin yardımcıları28 olan zalim29
25 Hâc, 22/51; Sebe’, 34/5.
26 Nahl, 16/104. inkârcılar Resûlullah’ın peygamber olduğunu kabul etmemiş, onu sihir-
27 Bakara, 2/257.
bazlıkla ve delilikle suçlamışlardır.30 Kur’an’ın neden bir defada indiril-
28 Enfâl, 8/73.
29 A’râf, 7/37. mediğini soran kâfirlere31 Yüce Allah, “Eğer sana kâğıt üzerine yazılmış bir
30 Sâd, 38/4; Duhân, 44/14.
kitap indirseydik de onlar elleriyle ona dokunmuş olsalardı yine de kâfirler, ‘Bu,
31 Furkân, 25/32.
32 En’âm, 6/7.
apaçık büyüden başka bir şey değildir.’ derlerdi.”32 buyurarak onların inatçılı-
33 Yûnus, 10/36, 66. ğını bizlere göstermiştir. Çünkü onlar, sadece zanlarına uyarak33 Allah’ın
634
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
âyetler iner: “O, düşündü taşındı, ölçtü biçti... Kahrolası nasıl da ölçtü biçti! Yine 40 Bakara, 2/152.
yüzünü ekşitti, kaşlarını çattı. Sonra arkasını döndü ve büyüklük taslayıp şöyle 43 İbrâhîm, 14/32, 34.
46 Kasas, 28/78.
ğişse de inkârcının gururu değişmezdi, değişmemişti de. Kendini büyük
47 Ankebût, 29/65, 66.
gören kâfirler Salih Peygamber’in kavminde de vardı,50 Musa’nınkinde 48 NM3872 Hâkim,
de... Zaten şeytan da kibrinden dolayı Âdem Peygamber’e secde edip saygı Müstedrek, IV, 1450 (2/507).
49 Müddessir, 74/18-25.
duymaktan kaçınmış değil miydi?51 O kadar mucizeye tanıklık etmesine 50 A’râf, 7/75-76.
rağmen Firavun’u iman etmekten alıkoyan da kibri değil miydi?52 51 Bakara, 2/34.
52 A’râf, 7/132-133.
Şirk ise Allah’a ortak koşmak; Allah’ın varlığına inanmakla birlikte 53 Yûsuf, 12/106; Şu’arâ,
onun tek olduğunu, O’ndan başka ilâh olamayacağını kabul etmemek, 26/71.
635
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
58 B4761 Buhârî, Tefsîr, kulların Allah üzerindeki hakkı, kendisine şirk koşmayana azap etmemektir.”67
(Furkân) 2. buyuruyordu Peygamberimiz.
59 Nisâ, 4/48.
II, 590. mur yağdı derse o bana iman etmiş, yıldızın yağmur yağdırdığını inkâr etmiştir.
69 B1038 Buhârî, İstiskâ, 28;
Kim de yıldızın şöyle doğup batmasıyla yağmur yağdı derse beni inkâr etmiş,
M231Müslim, Îmân, 125.
70 Hûd, 11/6; Ankebût,
yıldıza iman etmiştir.’”69 der.
29/60. Yeryüzünde yürüyen her canlının rızkını veren70 sadece Allah Teâlâ’dır.
636
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
Yiyecek, içecek, yağmur, ekin her ne türlü nimet varsa onu Allah’tan başka-
sının verdiğine, verebileceğine inanmak İslâm inancına göre şirktir. Hatta
Hz. Peygamber, kendisine “Allah ve sen istersen” diyen kimseye, “Beni Allah
ile denk mi tutuyorsun!” sözüyle tepki göstererek sadece, “Mâşallah” (Allah
isterse) demesini istemiştir.71
Hastalığı da şifayı da veren Allah’tır.72 O’ndan başkasından medet
ummak, şifa ve deva gibi bir şeyi başkasının yapabileceğini sanıp bek-
lemek de şirktir. Elbette tedaviler, aracılar ve vesileler olacaktır. Ama ni-
hayetinde şifayı veren Allah’tır. Hz. İbrâhim’in, putlara tapan babası ve
kavmine dediği gibi, “Sizin ve geçmiş atalarınızın taptığı şeyleri gördünüz mü?
Şüphesiz onlar benim düşmanımdır. Ancak âlemlerin Rabbi olan Allah, dostum-
dur. Beni yaratan ve bana doğru yolu gösteren O’dur. Beni yediren içiren O’dur.
Hastalandığım zaman da şifa veren O’dur.”73
Allah’tan başkası adına yemin etmek ve doğru söylediğine bir başka
gücü şahit tutmak da şirktir. Resûlullah (sav), “Kim Allah’tan başkasının
adına yemin ederse şirk koşmuştur.”74 “Kim ‘Lât’a yemin olsun ki’ diyerek yemin
ederse derhâl ‘Lâ ilâhe illâllâh’ (Allah’tan başka ilâh yoktur.) desin.”75 diyerek
kesin bir karar ve niyetle söz verirken ya sadece Allah’ın adını anmamızı76 71 HM1839 İbn Hanbel, I,
ya da susmamızı söylemiştir.77 Hatta Kâbe’ye yemin etmek bile hoş karşı- 215.
72 Şuarâ, 26/80.
lanmamış; yanlış anlaşılmasın, şirke yol açmasın diye, “Kâbe üzerine ye- 73 Şuarâ, 26/76-80.
min olsun.” şeklindeki bir yemin, “Kâbe’nin Rabbine yemin olsun.” şeklinde 74 D3251 Ebû Dâvûd, Nüzûr,
4.
düzeltilmiştir.78 75 D3247 Ebû Dâvûd, Nüzûr,
4.
yı Veda Haccı’nda, “Allah’a ortak koşmayın!” buyurarak bu hususu bir kez 78 HM5593 İbn Hanbel, II,
Namazı başkası görüyor diye her zamankinden güzel kılmak, baş- 21.
637
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
kasının hatırı için oruç tutmak, başkası takdir etsin diye sadaka vermek,
ibadetlerini Allah’tan başkası için yapmak yani riya ve gösterişe kaç-
mak iman bakımından son derece tehlikeli görülmüş ve gizli şirk olarak
nitelendirilmiştir.84 Hz. Peygamber, Hz. Ebû Bekir’e hitaben, “Bu canı bu
tende tutan Allah’a yemin ederim ki gerçekten şirk, karıncanın deprenişinden
daha gizlidir. Sana, söylediğin zaman şirkin azını ve çoğunu senden giderecek bir
şey söyleyeyim mi? De ki, ‘Allah’ım! Bildiğim hâlde şirk koşmaktan sana sığını-
rım, bilmeden şirk koştuysam senden mağfiret dilerim.’”85 buyurarak gizli şirke
karşı uyarmış, bundan kaçınması gerektiğine işaret etmiş ve bu hususta
Allah’a sığınmasını öğütlemiştir.
“Hiçbir şeye gücü yetmeyen bir köle ile güzel rızıklardan Allah yolunda
harcayan hür bir kimse hiç aynı olur mu?”86 “Kör ile gören, karanlık ile aydınlık
84 İM4204 İbn Mâce, Zühd,
bir olur mu?”87 “Dilsiz, hiçbir şey beceremeyen ve bir hayrı da olmayan kimse
21. ile doğru yolda yürüyen ve adaleti emreden kimse eşit olur mu?”88 diyerek Yüce
85 EM716 Buhârî, el-Edebü’l-
Rabbimiz şirke düşen ile inanan yani müşrik ile mümin arasındaki derin
müfred, 250.
86 Nahl, 16/75. farkı veciz bir şekilde anlatıyordu bize.
87 Ra’d, 13/16.
88 Nahl, 16/76.
O kadar farklı ki müminler, Allah’ı tek kabul edip yalnız O’na iman
89 Yûsuf, 12/106; Zümer, ederken; müşrikler, Allah’a inanmakla beraber O’na ortak koşarlar.89 O
39/38. müşrikler, Kâbe’yi, değil bir sineği yaratmak,90 kendileri dahi yaratılmış
90 Hâc, 22/73.
91 A’râf, 7/191; Şu’arâ, 26/93. olan91 putlarla doldurarak92 onlardan yardım ve şefaat bekler,93 rahmetle-
92 M2244 Müslim, Cenâiz,
rini umarlar.94 Sadece isimden ibaret olan putlar için95 kestikleri kurban-
93: HM1302 İbn Hanbel, I,
152. lardan pay ayırıp96 bununla Allah’a yakınlaştıklarını zannederler.97
93 Yûnus, 10/18.
“O müşriklere, ‘Rızık veren kim?’ diye sorsan, rızık verenin de her işi idare
94 İsrâ, 17/57.
98 Yûnus, 10/31.
Allah’ın doğurduğunu101 söyleyip meleklerin O’nun kızları olduğu102 ifti-
99 Sebe’, 34/40-42; En’âm, rasını atarlar.
6/100. O müşrikler Yüce Kitabımız Kur’an’ı da yalanladılar.103 Onun uydu-
100 İbrâhîm, 14/30; Hûd,
103 En’âm, 6/33; Mü’min, dikilip, “Ya bundan başka bir Kur’an getir veya bunu değiştir!” dediler.107 Za-
40/70. ten onlar güvendikleri, bir zamanlar Muhammedü’l-Emîn dedikleri elçi-
104 Sebe’, 34/43.
105 Sâffât, 37/15. ye de inanmamak için türlü türlü mazeret ve isteklerle geliyorlardı. Bi-
106 Furkân, 25/5.
liyordu Yüce Allah, o inatçı müşriklerin istedikleri mucizeler gelse bile
107 Yûnus, 10/15.
638
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
“Evet!” diyecektir.121 Fakat o gün herhangi bir fidyenin kabul edilmesi söz 113 En’âm, 66/33.
altını fidye verseler bile bu, hiçbirisinden asla kabul edilmeyecektir. Onlar için 116 Hâkka, 66/7.
O gün şirk bataklığında ömür sürenler boyunlarında demir halka ve 119 Nisâ, 4/42.
gidecek.125 İşte kâfirler ve müşrikler böyle acı bir azaba duçar olacak ve 125 T2581 Tirmizî, Sıfatü
cehennem, 4.
ebedî olarak cehennemde kalacaklar.126 126 Hûd, 11/106-107.
Fakat buna mukabil Allah’ın varlığına ve birliğine iman eden, O’na 127 En’âm, 6/82.
639
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
130 Beyyine, 98/7, 8. kimseden daha güzel söz söyleyen kim olabilir?132 Ne mutlu iman edip
131 Nisâ, 4/69.
salih amel işleyenlere!133
132 Fussilet, 41/33.
133 Ra’d, 13/29. Ve ne mutlu Peygamberimize öğretilen şu duaları edip, şirk ve küfre
134 EM716 Buhârî, el-Edebü’l-
karşı bilincini diri tutanlara: “Allah’ım! Bilerek sana şirk koşmaktan sana sığı-
müfred, I, 250.
135 Sİ1023 İbn Hıbbân, Sahîh,
nırım. Bilmeden böyle bir şey yapmışsam senden af dilerim.”134
III, 300. “Allah’ım, fakirlikten, küfürden, şirkten, nifaktan ve görsün, duysunlar diye
yapılan amelden sana sığınırım.”135
640
RIZIK
ALLAH’TAN GELEN NİMET
َ َقs
:ال َ َأ� َّن َر ُس:َعَنْ َأ�بِى هُرَيْرَة
ول ال َّل ِه
“ َأ� َر َأ� ْي ُت ْم َما َأ� ْن َف َق:” َو َق َال. َس َّحا ُء ال َّل ْي َل َوال َّن َها َر،يض َها َن َف َق ٌة ُ “ َي ُد ال َّل ِه َم ْل َأ�ى َلا َي ِغ
“عَ ْر ُش ُه عَ َلى:” َو َق َال. َف ِإ� َّن ُه َل ْم َي ِغ ْض َما ِفى َي ِد ِه،ات َو ْال َأ� ْر َض؟ َّ ُم ْن ُذ خَ َل َق
ِ الس َم َو
”.ا ْل َما ِء َو ِب َي ِد ِه ْال ُأ�خْ َرى ا ْل ِمي َز ُان َي ْخ ِف ُض َو َي ْر َف ُع
641
عَنْ حَبَّةَ وَسَوَاءٍ ابْنَىْ خَالِدٍ َقالاَ َ:دخَ ْل َنا عَ َلى ال َّنب ِِّي َ sوهُ َو ُي َعا ِل ُج َش ْيئًا َف َأ�عَ َّنا ُه
وس ُك َماَ .ف ِإ� َّن ال ِإ�ن َْس َان َت ِل ُد ُه ُأ� ُّم ُه
“لا َت ْي َأ� َسا ِم َن ال ِّرزْقِ َما ت ََه َّزز َْت ُر ُء ُ عَ َل ْي ِهَ .ف َق َالَ :
َأ� ْح َم َر َل ْي َس عَ َل ْي ِه ِقشْ ٌرُ .ث َّم َي ْر ُز ُق ُه ال َّل ُه عَ َّز َو َج َّل”.
ول ال َّل ِه “ :sان ُْظ ُروا �ِإ َلى َم ْن هُ َو َأ� ْس َف َل ِم ْن ُك ْمَ ،و َلا عَنْ َأ�بِى هُرَيْرَةَ قَالََ :ق َال َر ُس ُ
َت ْن ُظ ُروا �ِإ َلى َم ْن هُ َو َف ْو َق ُك ْمَ .ف ُه َو َأ� ْج َد ُر َأ� ْن َلا َت ْز َد ُروا ِن ْع َم َة ال َّل ِه”.
عَنِ الْمِقْدَامِ dعَ ْن ال َّنب ِِّي َ sق َالَ “ :ما َأ� َك َل َأ� َح ٌد َط َعا ًما َق ُّط خَ ْي ًرا ِم ْن َأ� ْن
َي أ�ْ ُك َل ِم ْن عَ َم ِل َي ِد ِه”...
َ sق َ
ال: عَنْ جَابِرٍ عَ ِن ال َّنب ِِّي
“ َم ْن ُأ� ْب ِل َي َبل َا ًء َف َذ َك َر ُه َف َق ْد َش َك َر ُه َو�ِإ ْن َك َت َم ُه َف َق ْد َك َف َر ُه”.
:s عَنْ عَمْرِو بْنِ شُعَيْبٍ عَنْ َأ�بِيهِ عَنْ جَدِّهِ قَالََ :ق َال َر ُس ُ
ول ال َّل ِه
“�ِإ َّن ال َّل َه ُي ِح َّب َأ� ْن ُي َرى َأ� َث ُر ِن ْع َم ِت ِه عَ َلى عَ ْب ِد ِه”.
642
Hâlid (el-Esedî)’nin oğulları Habbe ve Sevâ’ anlatıyor: Hz. Peygamber
(sav) bir şeyi tamir etmekle meşgul iken yanına gittik ve ona yardım
ettik. O da bize şöyle dedi: “Başlarınız hareket ettiği (yaşadığınız) sürece
rızık konusunda ümitsizliğe düşmeyin. Annesi insanı, kıpkırmızı ve çıplak
olarak doğurur. Sonra Yüce Allah onun rızkını verir.”
(İM4165 İbn Mâce, Zühd, 14)
643
A bdullah b. Ömer, babası Hz. Ömer ile Sevgili Peygamberimiz’i
(sav) buluşturan hatıralarından birisini şöyle anlatır:
Allah’ın Elçisi (sav) bir gün Ömer’in (ra) üzerinde beyaz bir elbise
görür. “Bunu yeni mi aldın, yoksa yıkandı mı?” diye sorar. “Yok” der Ömer
(ra), “Yıkandı da ondan böyle görünüyor yâ Resûlallah.” Bunun üzerine
Sevgili Peygamberimiz (sav) şöyle dilekte bulunur: “Yeni elbiseler giyesin,
hamdederek yaşayasın ve şehit olarak ölesin. Ve Allah seni dünyada ve âhirette
göz aydınlığı ile rızıklandırsın.”1
İnsanı en güzel şekilde yaratan2 Yüce Allah, ona duyması için kulak-
lar, görmesi için gözler ve bir de kalp vermiştir.3 Hayatı boyunca ihtiyaç
duyduğu maddî ve mânevî her şeyi onun hizmetine sunmuş ve dünyayı
onu hoşnut edecek türlü nimetlerle donatmıştır. Yeryüzünü onun için bir
yerleşme yeri, gökyüzünü de sağlam bir kubbe yapmıştır.4 “Güneş” diye
isimlendirilen alev alev yanan bir kandille dünyayı aydınlatıp ısıtmıştır.5
Yeryüzünü dengede tutması için heybetli dağlar yerleştirmiş, bu dağları
çeşitli renklerle süslemiş ve içlerine değerli madenler gizlemiştir. Doğal gü-
zelliklerinin yanı sıra yön bulmayı sağlayan nehirler, yollar, yıldızlar ve
daha nice işaretler var etmiştir.6 Güneş, ay ve yıldızlarla beraber gece ile 1 HM5620 İbn Hanbel, II,
gündüzü de insanın hizmetine vermiştir.7 Öyle ki gece, uyuyan insan için 87; İM3558 İbn Mâce, Libâs,
2; MA20382 Abdürrezzâk,
bir örtü olmuş, gündüz vakti ise çalışmaya ayrılmıştır.8 Kiminin suyu tatlı Musannef, XI, 223 .
kimininki de tuzlu ve acı olan denizleri de insan için yaratmıştır. Bu deniz- 2 Tîn, 95/4.
3 Mülk, 67/23.
lerin içinde hem yemek için taze et, hem de süs eşyası olarak kullanılacak 4 Mü’min, 40/64; Nebe’,
inci ve mercan bulunur. Üzerlerindeki suları yara yara giden dağlar misali 78/12.
5 Nebe’, 78/13.
yüksek gemiler ise insana ulaşım imkânı sunar.9 Ve Rahmân olan Allah ha- 6 Ra’d, 13/3; Fâtır, 35/27;
yat kaynağı olan suyu indirmiştir, belirli bir ölçüyle.10 Gökten gelen bu rah- Nahl, 16/15-16.
7 Nahl, 16/12.
met, insanlar ve hayvanlara içecek olur. Ölü toprağa can vererek11 aşılayıcı 8 Nebe’, 78/9-11.
rüzgârın12 da yardımıyla bin bir türlü ekin bitirir.13 Üzüm bağları, sebzeler, 9 Nahl, 16/14; Rahmân,
zeytin ve hurma ağaçları, iri ve sık ağaçlı bahçeler, meyveler, çayırlar... Ve 55/19-24; Fâtır, 35/12.
10 Mü’minûn, 23/18.
insanlarla hayvanların yiyeceği daha pek çok şey hayat bulur toprakta.14 11 Furkân, 25/48-49.
Sıcaktan koruyan gölgeler ve elbiseler, savaşta giyilen giysiler ve dağ- 12 Hicr, 15/22.
lenme mekânı olan evleri; tüyünden, yününden, kıllarından, etinden ve 15 Nahl, 16/81.
645
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
22 M7080 Müslim, Sıfâtü’l- verir.”23 Kur’ân-ı Kerîm ise, şu âyetle işaret etmiştir Rahmân’ın nimetlerinin
münâfikîn, 49. sonsuzluğuna: “O size istediğiniz her şeyden verdi. Allah’ın nimetlerini saymaya
23 B7411 Buhârî, Tevhîd, 19.
24 İbrâhîm, 14/34. kalkışsanız sayamazsınız.”24 Ancak insan için en önemli nimet, doğruyu gör-
25 Hucurât, 49/7-8.
mesi, Hakk’a yönelmesi, hidayete ermesi, Allah’a imanla tatmin olmasıdır.25
26 Fecr, 89/27-30.
646
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
etmek olduğunu bilir. Çünkü, “Rızkı Allah’ın yanında arayın, O’na kulluk 34 Şûrâ, 42/36.
dalanmaya çağırmış37 ve onlara cuma namazı gibi özel bir ibadetin hemen 37 Mülk, 67/15.
647
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
48 İsrâ, 17/83, Fussilet, 41/51. hayat rehberi kıldığı kitabında kulları için bahşettiği sayısız nimetlerden
49 B4147 Buhârî, Meğâzî, 36.
örnekler vererek insanların bunlar üzerinde düşünmesini, bunlardan ibret
50 Lokmân, 31/20.
648
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
metleri mutlaka artırırım. Ama nankörlük ederseniz, bilin ki, azabım gerçekten
çok çetindir.”52 Dolayısıyla mümin, her biri ayrı bir nimet olan Rabbinin
âyetlerine, O’nun yarattığı canlı-cansız her tür varlığa yöneltmelidir ilgisi-
ni: “Nice canlılar vardır ki, rızıklarını taşımazlar (yiyecek biriktirmezler). Onla-
rı da sizi de Allah rızıklandırır. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.”53 İnsan,
boyunun kaç katı erzakı itekleye sürükleye yuvasına götüren karıncaları
gözünün önüne getirmelidir. Suyun derinliklerinde güle oynaya beslenen
balıkların yaşayışlarını tefekkür etmelidir. Dünyanın nasıl ahenkli bir dü-
zenle işlediğini ve yaratılmışların nasıl dengeli bir hayat sürdüğünü idrak
etmelidir. Bu muhteşem sahneleri düşünerek Yüce Yaratıcı’yı tanımak ve
eldeki imkânları, sahip olunan bütün malı mülkü ihsan edenin O oldu-
ğunu bilmek, “nimetlere teşekkür edip gereğini yapma” ahlâkını bireye
kazandırır ki, bu kazanım da ayrı bir nimettir. “Kime bir nimet verilir ve o da
nimeti dile getirirse, şükrünü yerine getirmiş olur. Eğer onu gizlerse, nimete nan-
körlük etmiş olur.”54 diyen Sevgili Peygamberimiz, nimeti anmanın gereğine
işaret etmiş ve “Allah, nimetinin eserinin kulunun üzerinde görülmesini sever.”55
buyurmuştur. Nitekim Resûl-i Ekrem eskimiş elbiselerle yanına gelen bir
kişiye malı mülkü olup olmadığını sormuş, maddî durumu oldukça iyi
olan Mâlik b. Nadle isimli bu zâtın develeri, koyunları, atları ve köleleri
olduğunu söylemesi üzerine ona şu tavsiyede bulunmuştur: “Allah sana bir
mal verdiği zaman O’nun nimetinin ve ikramının izleri üzerinde görülsün.”56
Hz. İbrâhim’in şu duası Allah’ın verdiği nimetlerin farkında olarak ya-
şamanın güzel bir örneğidir: “O, beni yaratan ve bana doğru yolu gösterendir.
O, beni yediren ve içirendir. Hastalandığımda da bana şifayı O verir. O, benim
canımı alacak ve sonra diriltecek olandır. O, hesap gününde, hatalarımı bağışla-
yacağını umduğumdur. Rabbim! Bana hikmet ver ve beni salihlerin arasına kat!”57 52 İbrâhîm, 14/7.
Kur’ân-ı Kerîm, buna benzer pek çok duayla, Rabbinin nimetini anan ve 53 Ankebût, 29/60.
54 D4814 Ebû Dâvûd, Edeb
bunlara şükreden peygamberlerin kıssalarına yer verir.58 Allah Teâlâ da
11.
peygamberlerin üstün vasıflarını sıralarken onların “şükreden bir kul” ol- 55 T2819 Tirmizî, Edeb, 54;
duklarını özellikle dile getirmiştir.59 Hz. Peygamber’i resûl olarak seçtikten HM20176 İbn Hanbel, IV,
438.
kısa bir süre sonra, “O, seni yetim bulup barındırmadı mı? Seni yolunu kaybet- 56 D4063 Ebû Dâvûd, Libâs,
miş olarak bulup da doğru yola iletmedi mi? Seni ihtiyaç içinde bulup da zengin 14; N5226 Nesâî, Zînet, 54 .
57 Şuarâ, 26/78-83.
etmedi mi?60 âyetleriyle kendisine verdiği nimetleri hatırlatan Yüce Allah, 58 Meryem, 19/30-32; Yûsuf,
649
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
10. dilerken, “Bana verdiğin nimetleri itiraf ederim. Günahımı da itiraf ederim.”71
67 M6894 Müslim, Zikir, 64.
ifadelerini eklemeyi öğretmiştir.
68 T3457 Tirmizî, Deavât, 55;
D3850 Ebû Dâvûd, Et’ıme, Dolayısıyla Resûlullah (sav) hem ibadetlerin Allah’a teşekkürün bir
52. ifadesi olduğunu, hem de ibadetleri yapabilmenin de bir şükür sebebi ol-
69 D2358 Ebû Dâvûd, Sıyâm,
72 Nahl, 16/53.
metlerini canlı tutan ve hatırlatan dualardır. Ayrıca, “Size ulaşan her nimet
73 Nisâ, 4/79. Allah’tandır.”72 “Başına gelen her iyilik Allah’tandır.”73 diyen Kur’ân-ı Kerîm,
650
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
se hayırlı yolda koşturarak harcayabilmek, paraysa zekâtını verip geriye 77 HM24024 İbn Hanbel, V,
salih amellerinden başka bir şey götüremeyeceğini bilerek paylaşımda bu- Kur’ân, 102.
80 T3500 Tirmizî, Deavât, 78.
lunabilmektir. Zira başkalarına yardım etmek kişinin malını eksiltmez, 81 M6850 Müslim, Zikir, 35.
daha da artırır.84 Hz. Peygamber’in bildirdiğine göre Allah, kullarına şöyle 82 İM2142İbn Mâce, Ticâret, 2.
Yaratan kendisinin verdiği nimetlerle cimrilik yapanları sert bir dille uyar- 85 M2308 Müslim, Zekât, 36.
651
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
mıştır: “Allah’ın kendilerine ikram edip verdiği malları infak etmekte cimrilik
edenler, o biriktirdikleri malların kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar.
Aksine bu onlar için pek kötüdür. Bu derece cimrice sarıldıkları şey kıyamet günü
boyunlarına tasma gibi geçirilecektir.”86
Ayrıca mümin, Allah’ın hazineleri sonsuz olsa da O’nun verdiği her
nimeti yeteri kadar kullanmalı ve aşırıya kaçmamalıdır. Akıp giden ne-
hirden abdest alırken dahi israf edilmemesini emreden87 Allah Resûlü,
müminlere darlıkta da bollukta da nimetleri ihtiyaç kadar kullanmak ge-
rektiği anlayışını kazandırmak istemiştir. Nimete şükreden, onun gerçek
sahibinin Allah olduğunu bilen, nimetlerin geçiciliğini fark eden ve dile-
diğince değil ihtiyaç ölçüsünde harcama alışkanlığını kazanan kişi, kıs-
kançlık, haset, açgözlülük gibi duygulardan arınarak elindekiyle tatmin
olmanın memnuniyeti ve huzuruyla yaşar. Bu anlayışın yaygınlaşması da
86 Âl-i İmrân, 3/180. insanı tüketim aygıtı olmaktan kurtarır ve gelecek endişesini silerek yeni
87 İM425 İbn Mâce, Tahâret, 48. nesillere güzel ve temiz bir hayatı miras bırakmasını sağlar.
652
BEREKET
MÂNEVÎ BOLLUK
: َقا ُلواs اب ال َّنب ِِّيَ حَدَّثَنِى وَحْشِي ُّ بْنُ حَرْبٍ عَنْ َأ�بِيهِ عَنْ جَدِّهِ َأ� َّن َأ� ْص َح
، َن َع ْم:ون؟” َقا ُلوا َ “ َف َل َع َّل ُك ْم َت ْف َت ِر ُق: َق َال،ول ال َّل ِه! �ِإنَّا َن أ�ْ ُك ُل َو َلا نَشْ َب ُع
َ َيا َر ُس
”. “ َف ْاج َت ِم ُعوا عَ َلى َط َعا ِم ُك ْم َو ْاذ ُك ُروا ْاس َم ال َّل ِه عَ َل ْي ِه ُي َبا َر ْك َل ُك ْم ِفي ِه:َق َال
653
:s عَنْ ابْنِ عَبَّاسٍ قَالََ ... :ف َق َال َر ُس ُ
ول ال َّل ِه
“�ِإ َذا َأ� َك َل َأ� َح ُد ُك ْم َط َعا ًما َف ْل َي ُق ِل :ال َّل ُه َّم! َبا ِر ْك َل َنا ِفي ِه َو َأ� ْط ِع ْم َنا خَ ْي ًرا ِم ْنهُ”.
َ sق َ
ال: عَنْ حَكِيمِ بْنِ حِزَامٍ عَ ِن ال َّنب ِِّي
“ا ْل َب ِّي َعانِ بِا ْل ِخ َيا ِر َما َل ْم َي َت َف َّر َقاَ ،ف ِإ� ْن َص َد َقا َو َب َّي َنا ُبو ِر َك َل ُه َما ِفى َب ْي ِع ِه َماَ ،و�ِإ ْن
َك َذ َبا َو َك َت َما ُم ِح َق ْت َب َر َك ُة َب ْي ِع ِه َما”.
654
İbn Abbâs’ın naklettiğine göre..., Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:
“Sizden biri yemek yediği zaman, ‘Allah’ım, bu yemeği bizim için bereketli eyle
ve bize bundan daha hayırlısını ikram eyle.’ desin.”
(D3730 Ebû Dâvûd, Eşribe, 21)
655
M ekke fethedildiği gün Müslüman olan zengin insan Hakîm
b. Hizâm... Hz. Muhammed’in (sav) gençlik arkadaşı ve Hz. Hatice’nin
yeğeni... Fetihten bir ay sonra yaşanan Huneyn Savaşı’nda Müslümanla-
rın safında yerini almış, ilk kargaşanın ardından gelen zaferde üzerine
düşen görevi yerine getirmişti.1 Ancak elde edilen ganimetten payına dü-
şene bir türlü gönlü razı olmamıştı. Resûl-i Ekrem’in yanına gelerek ken-
disine az verildiğinden şikâyet edince, eski dostu ona daha fazla ikramda
bulunmuştu. Ne de olsa kalplerinin İslâm’a ısınmasını istediği daha yeni
inanmışlardan biriydi o. Fakat Hakîm ısrarla ganimet talebini yineliyor
ve kendisine verilen miktarın artırılmasını istiyordu. İkinci ricayı da kır-
mamıştı cömert Peygamber... Ama Hakîm bu sefer de tatmin olmamışa
benziyordu...
Onun bu durumunu gören Hz. Peygamber, “Ey Hakîm!” dedi, “Bu dün-
ya malı göz alıcı ve tatlıdır. Kim bu mala cömert bir gönülle sahip olursa, kendisi
için malı bereketlenir. Ama kim de hırs ve tamahla dolu bir kalple bu malı arzu-
larsa, onun için malın bereketi kaçar.”
Hakîm b. Hizâm bu sözlerden o denli etkilenmişti ki, “Yâ Resûlallah,
seni hak ile gönderene yemin olsun ki bu dünyayı terk edene kadar bir
daha kimseden bir şey almayacağım!” demekten kendini alamamıştı.2 Ger-
çekten Resûlullah’ın vefatından sonra da Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’in
kendisine hazineden tahsis ettikleri payı bile reddetmişti.3
Hakîm’e bunu söyleten, bereketin sırrını fark etmesi olabilir miydi?
Mübarek Peygamber’in samimi cümleleriyle Hakîm’in hırsı köreldiğine ve
tamahkârlığı söndüğüne göre, neydi bu cümlelerdeki bereket sırrı?
Bereket, bolluk demekti; öyle bir bolluk ki taşan, eksilmeyen... Bere-
ket, saadet demekti; öyle bir saadet ki hiç gitmemecesine yerleşip kalan... 1 Hİ2/112 İbn Hacer, İsâbe,
Ve bereket, ilâhî lütfun apaçık tecellilerinden birisiydi, “Tebâreke” vasfıyla II, 112.
2 N2604 Nesâî, Zekât, 93.
anılan Rabbimizin, kullarına lütfettiği bir ihsan...4 3 B1472 Buhârî, Zekât, 50.
Allah Tebâreke ve Teâlâ Hazretleri, azametini kullarına anlatır- 4 ZT27/57 Zebîdî, Tâcü’l-arûs,
XXVII/57-59.
ken, yaratmayı da, emretmeyi de sadece kendisine mahsus kılmakta ve 5 A’râf, 7/54.
657
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
azametli ama bir o kadar da ikram sahibi7 ve göklerin, yerin ve ikisi ara-
sındaki her şeyin yegâne maliki8 olduğunu Kur’an’da anlatırken kendisini
nitelediği sıfat “Tebâreke” idi.
Şanı Yüce Rabbimiz kendisini bizlere tanıtırken, “Allah, yeryüzünü si-
zin için karar kılma yeri, göğü de bina yapan, size şekil verip de şekillerinizi güzel
kılan ve sizi temiz şeylerle rızıklandırandır. İşte Rabbiniz Allah! Âlemlerin Rabbi
Allah ne yücedir!”9 buyurur. Fâni olmaktan çok uzak, bitmez tükenmez bir
bereket menbaıdır O... O verir, verdiğini artırır, saadete kapı açar ve hayrı
kesintisiz sürer gider.10
İşte Rabbimizin bu eşsiz özelliği hayata yansır. Kara toprağın derin-
liklerine sakladığı bereketi,11 gökten indirdiği bereketli bir su ile coştu-
ran da12 doğusundan batısına yeryüzünü bereketle donatan da13 yine O
değil midir?
Sonra âlemlere uyarıcı olsun diye kuluna (Sevgili Peygamberimize),
Furkân’ı indiren Allah Tebâreke ve Teâlâ,14 bu kutlu öğüdün ne bitmez bir
bereket kaynağı olduğuna dikkatimizi çeker.15 Mübarek bir gecede inen
mübarek kitap!16
İnsanoğlunun gönlü Kur’an ile berekete ermelidir... Çorak vadiler yağ-
mur yüklü bulutlardan inen hayat suyu ile nasıl yeşeriyorsa, işte öyle! O
zaman bereketli toprağı andıran inanmış yüreklerden Rablerinin izniyle
bolluk fışkırır. Hâlbuki kötü toprağa benzeyen verimsiz yüreklerin ekini
ne de cılızdır!17
Hatadan sakınıp güzel davranışa odaklanan iman dolu kulları
için yerlerin ve göklerin bereket kapılarını sonuna kadar açacaktır Yüce
7 Rahmân, 55/78. Yaratan!18 Kendisinden bağışlanma dileyenlere dünya muradı adına arzu-
8 Zuhruf, 43/85, Mülk, 67/1.
9 Mü’min, 40/64.
ladıkları ne varsa verecektir.19 Onları tufan misali sıkıntılardan kurtarıp20
10 B7419 Buhârî, Tevhîd, 22. selâm ve bereket yağdıracaktır üzerlerine...
11 Fussilet, 41/10.
12 Kâf, 50/9-11.
Kârûn’un malı aldatmamalıdır zihinleri. Anahtarlarını bile güçlü bir
13 A’râf, 7/137; Enbiyâ, 21/71, topluluk zor taşımaktadır ama bereketli değildir! Zira zenginlik onu şı-
81; Sebe’, 34/18. martmış, yeryüzünde bozgunculuğa sevk etmiş ve neticede hem kendisi-
14 Furkân, 25/1.
15 En’âm, 6/92, 155; Enbiyâ, nin hem de sarayının yerin dibine geçirilmesine yol açmıştır.21
21/50; Sâd, 38/29. O hâlde her şeyin özüne bereketi yerleştiren Kudret Sahibi’ne inan-
16 Duhân, 44/2-3.
17 A’râf, 7/57-58. mayıp gönlünü O’nun rızasına bağlamayanları acı bir pişmanlık bekle-
18 A’râf, 7/96.
mektedir. Sebe’ kavminin cennet misali ibretlik bahçelerine aldanmama-
19 Nûh, 71/10-12.
20 Hûd, 11/48.
lıdır gözler. Evet, sağda ve solda uzanıp giden yemyeşil bahçelerdi, ama
21 Kasas, 28/76-81. bereketli değildi! Zira onlar kendilerine verilen bunca rızıktan yiyip Rab-
658
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
Bir gün, Hz. Peygamber (sav), babasından kalan borçları ödeyemedi- 26 Enbiyâ, 21/107.
ama Peygamber’e yakın Suffe Ehli’ne bir tas süt ikram eder. Sütü odanın 33 B4053 Meğâzî, 18.
659
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
içinde elden ele dolaştıran Ebû Hüreyre ise daha onları Hz. Peygamber’in
ikramına çağırdığı andan itibaren endişe içindedir: Bu bir tas süt, bun-
ca kalabalığı gezip de kendisine ulaştığında, artık açlığına dayanamadığı
karnını nasıl doyurabilecektir? Sıra kendisine geldiğinde tasta hâlâ ona
da yetecek kadar süt vardır ...34 Zira Rahmet Peygamberi; ... “Sadaka malı
eksiltmez!”35 buyurmuştur. Rabbimiz helâl kazançtan verilen o sadakayı
nasıl hoşnut bir eda ile kabul eder ve küçücük bir hurmayı bile dağ kadar
olana dek özenle bereketlendirip mükâfatlandırır!36
Resûlullah’ın dostları, Hendek Savaşı öncesi Medine’de o geniş hen-
deği kazarlarken de aynı berekete şahit olurlar. Üç gündür süren açlığın
karınlarına taş gibi oturduğu bir anda, yanı başlarında çalışan mütevazı
Peygamber kendilerini sofraya davet etmektedir... Hâlbuki eşi bir ölçek
arpadan ekmek yaparken kendisi de küçük oğlağını kesip pişiren Câbir b.
Abdullah, Peygamberimizi yemeğe davet ederken bunca insanı hesaba kat-
mamıştır. Endişe dolu ev sahibi ve bu endişeyi gideren tevekkül dolu eşi, o
gün bir orduyu ağırlar.37 Allah’a ve âhiret gününün gerçekliğine inananları
misafirine ikramda bulunmaya davet eden Peygamber Efendimizin38 me-
sajı bütün insanlığadır: Siz cömertçe misafirinize kapılarınızı açtığınızda,
cömert olan Rabbiniz de bereket kapılarını size açacaktır...
Allah Resûlü’nün çağında yaşayan inanmışlar ordusu, canlarını or-
taya koydukları çetin demlerde adanmışlığın bereketini defalarca tecrübe
etmiştir.39 Artık bindikleri develeri kesmekten başka çarelerinin kalma-
dığı bir açlık sınavında, ortaya yayılan deri yaygının üzerinde toplanan
34 B6452 Buhârî, Rikâk,
birkaç avuç yiyecek onları bereketle buluşturur. Öyle bir bereket ki, ar-
17; T2477 Tirmizî, Sıfatü’l- kasında ne doymamış bir nefer ne de dolmamış bir kap bırakır...40 Çünkü
kıyâme, 36.
35 M6592 Müslim, Birr, 69.
onlara “bir duvarın birbirine geçmiş tuğlaları kadar sıkı bir örgüyle ke-
36 B1410 Buhârî, Zekât, 8. netlenmelerini” öneren Peygamberlerinin41 tavsiyesine uymuşlar, yardım-
37 B4101 Buhârî, Meğâzî,
laşarak bereketi çağırmışlardır.
30. Benzer olaylar için bkz.
B5450 Buhârî, Et’ıme, 48; Bu örnekler, geçmişte kalan birer mucize değildir. Bilakis kıyamete
M3507 Müslim, Nikâh, 94. dek her gün tekrarlanan gerçekliğin Peygamber Efendimizle yaşanan birer
38 B6018 Buhârî, Edeb, 31;
M173 Müslim, Îmân, 74. temsilidir. Mucize olan bereketin bizzat kendisidir!
39 Örnekler için bkz. B5639
Bereket hayatın her lahzasına sinmiş bir ilâhî teyiddir. Yeter ki insan
Buhârî, Eşribe, 31, B4152
Buhârî, Meğâzî, 36. hayatının bereketini yitirmemek için onun üzerine titresin. Bereketi unu-
40 B2484 Buhârî, Şirket, 1;
tup, onu kaçırmasın...
M138 Müslim, Îmân, 44.
41 B481 Buhârî, Salât, 88;
Rahmet Peygamberi’nin bu konuda Müslümanlara öğreteceği pek
M6585 Müslim, Birr, 65. çok şey vardır. Öncelikle o, (sav) inananlara zamanın bereketli dilimleri-
660
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
ümmetinin bir ferdi olduğu gün ikram edilen bir tas süt ile doyar. İşte o M2549 Müslim, Sıyâm, 45.
44 D2344 Ebû Dâvûd, Sıyâm,
zaman değişimin getirdiği bereketi izah için Resûlullah (sav) der ki: “Mü- 16.
45 B971 Buhârî, Îdeyn, 12.
min bir mide dolduracak kadar içer, kâfir ise yedi mide doldurana kadar içer.”47
46 B2067 Buhârî, Büyû’, 13;
Müminin tok gözlülüğü vardır bu cümlenin içinde, kanaatkârlığı var- D1693 Ebû Dâvûd, Zekât,
dır; her şeyden öte yediğinin bereketi vardır. Çünkü mümin, “Ey Allah’ın 45.
47 M5379 Müslim, Eşribe,
Resûlü, yiyoruz ama doymuyoruz!” diyen ashâbına, “Yemeği topluca yiyin 186; T1819 Tirmizî, Et’ıme,
ve (başlarken) Allah’ın adını anın ki, bereketli olsun.”48 tavsiyesinde bulunan 20.
48 D3764 Ebû Dâvûd, Et’ıme,
Sevgili Peygamberi’nin sözünü dinleyerek, ağzına besmele ile lokma alma- 14; İM3286 İbn Mâce,
ya özen gösterir. Yine nebevî davranışı örnek alır da, yemeğinin bitiminde, Et’ıme, 17.
661
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
“Allah’ım, bu yemeği bizim için bereketli eyle ve bize bundan daha hayırlısını
ikram et.” diyerek Rabbine şükür ve bereket dolu dualar eder.49 Ve de en
önemlisi rızkı kendisine kimin ihsan ettiğini asla unutmadan, nimete kar-
şı nankörlük etmeden, minnettar bir eda ile yer.
İnsan, yemeğin bereketini kaçırmamaya da özen göstermelidir. Sev-
gili Peygamberimizin tasvirine bakılırsa, gökten inen bir lütuf olmalıdır
ki bereket, gelir yemeğin ortasına konar.50 O hâlde sofrasının bolluğu-
nu yitirmemek isteyenler, açgözlü bir tavırla tabağın ortasındaki bere-
keti kaşıklamamalı, önünden yemelidir51 Çünkü bereket tabağın ortada
olmasındadır, ortak olmasında, onda başkalarının da payı olmasındadır.
Çünkü bereket, önünde olana, bizim payımıza düşene oradan, o ortadan,
ortada olmadan, ortak olmaktan dağılır. Ortaya uzattığın her kaşıkla,
ortak olmaktan ve ortak etmekten bir parça götürürsün. Çünkü ortada
herkese yetecek kadar bereket vardır. İnsan kendine yetecek kadarını al-
malı ve tabağını iyice sıyırıp, bir zerre bile yiyeceği ziyan etmemek üzere
hassas davranmalıdır. “Birinizin lokması yere düşerse hemen alıp üstündeki
kiri temizledikten sonra onu yesin, şeytana bırakmasın. Çünkü siz, bereketin ye-
meğin hangi kısmında olduğunu bilemezsiniz!”52 buyurarak bilhassa yokluk
ve kıtlık zamanlarında israfa giden yolu iyice kapatan Peygamberimiz,
bugün çöpe sıyrılan tabaklar dolusu yemeği ve poşetler dolusu ekmeği
görseydi acaba ne derdi?
49 B5458 Buhârî, Et’ıme, 54; İşte böylesi bir itina ile beslenen bereketle bakarsınız ki, “bir kişinin
D3730 Ebû Dâvûd, Eşribe, yemeği iki kişiye, iki kişinin yemeği dört kişiye ve hatta dört kişinin yemeği sekiz
21.
50 T1805 Tirmizî, Et’ıme, 12;
kişiye yeter.”53 Çünkü yemeğin sahibi tüketip atmaya değil kendine verilen
DM2078 Dârimî, Et’ıme, 16. rızkı bölüşmeye niyetlenmiştir.
51 M5269 Müslim, Eşribe,
Öte yandan müminin, Rezzâk olan Rabbinin kendisini her hâlükârda
108; D3772 Ebû Dâvûd,
Et’ıme, 17. doyuracağına olan inancı sarsılmazdır. “Yeter mi?” endişesi taşımaz ve
52 M5306 Müslim, Eşribe,
inceden inceye tartıp durmaz. Hani denir ya, “Sayarsan bereketi kaçar.”
136; D3845 Ebû Dâvûd,
Et’ıme, 49. diye, işte öyle... Nitekim Allah’ın Resûlü de saymasaydın, tartmasaydın,
53 M5371 Müslim, Eşribe,
sonunu silkelemeseydin yer dururdun, bitmezdi şeklinde pek çok uyarıda
181.
54 M5945 Müslim, Fedâil, 8; bulunmuştur.54 Meselâ, Hz. Ebû Bekir’in kızı Esmâ’yı, “Ver ve hesap etme!
M5946 Müslim, Fedâil, 9; Yoksa Allah da sana hesaplayarak verir.”55 diyerek ikaz etmiştir.
T3839 Tirmizî, Menâkıb,
46, T2467 Tirmizî, Sıfatü’l- Müslüman’ın ayırıcı vasfı olan dürüstlük de bereketi çağırır. Yalan-
kıyâme, 31. cılık, kutluluktan ve mübarek oluştan ne kadar da uzaktır! Peygamber
55 M2375 Müslim, Zekât, 88;
662
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
bereket versin! Bereketini gör! Kesene bereket! Bereketli olsun!” diye dua
ederiz. Oysa Yüce Yaratan’ın öbür dünyada yalan yere yemin edenin yü-
züne bile bakmayacağı ve onunla konuşmaya tenezzül etmeyeceği57 dü-
şünüldüğünde, belki de dürüstlük, ticaret için edilecek en tesirli bereket
duasıdır. Bu noktada da Resûlullah’ın müjde ve ikazı karşılar inananları:
“Alışverişte bulunanlar birbirlerinden ayrılmadıkları sürece kararlarını değiş-
tirme hakkına sahiptirler. Eğer doğruyu söyler ve (malın ayıbını) açıkça dile ge-
tirirlerse, alışverişlerinde kendilerine bereket ihsan edilir. Ama yalan söyler ve
kusurları gizlerlerse alım satımlarının bereketi yok olur gider.”58
Nihayetinde Allah Resûlü bereketi arzulayan bunca fiilî duayı, kavlî
dualarıyla daima destekler. Annesi Ümmü Süleym ile birlikte huzuruna
gelen küçük hizmetçisi Enes için “Allah’ım, (bu yavruya) bolca mal ve evlât
nasip et. Verdiğin (nimetler)in kendisi için bereket dolu olmasını ihsan buyur.”59
diye dua eder. Yine kucağına verilen her yeni doğan çocuğa bereket duala-
rı ettikten sonra mübarek ağzıyla çiğnediği bir lokmacık hurmayı tattırır.60
Elbette Hz. Peygamber’in hayata yeni açılmış bu tazecik bedene ilk düşen
lokmalar için hurmayı seçmesi tesadüfî değildir. Zira onun ifade ettiğine
göre, hurma bereketli bir azıktır.61 Dahası belki de bu bereketi sebebiyle
hurma ağacı, mümin insanı anımsatır Peygamberimize...62
Efendimiz sadece insan için değil, çevresini kuşatan her bir varlık için
bereket niyazında bulunur: “Allah’ım, şehrimizde (Medine’de) meyvelerimizde
ve ölçeklerimizde bereket üstüne bereket ver!”63 Şüphesiz bu dualardan en bü- 57 M293 Müslim, Îmân, 171;
yük nasibi, ona zor zamanında kucak açan kutsal şehir Medine alır.64 T1211 Tirmizî, Büyû’, 5.
58 M3858 Müslim, Büyû’, 47;
Onun sünneti toplumda bereketli bir kültür, âdeta bir bereket kültürü B2079 Buhârî, Büyû’, 19.
inşa eder. Bereket dolu duaları kimilerinde ticaret için,65 kimilerinde rız- 59 B6379 Buhârî, Deavât, 47;
keşfettiği, belki sezdiği, ama mutlaka hayatına yansıttığı sır? Daha önemlisi 63 M3335 Müslim, Hac, 474.
mektedir. Berekete dair o gün yaşanan olaylar, örnek alınarak hayatımıza 146.
67 B5155 Buhârî, Nikâh, 57;
yansımayı beklemektedir. Ahlâkî erdemlere sahip olmakla bereket arasın- D2130 Ebû Dâvûd, Nikâh,
da ne kadar sıkı bir bağ olduğunu görebilmeyi, bereketin öncesinde ve 35, 36.
663
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
664
NAZAR
GÖZ DEĞMESİ
َ َقs
:ال عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ عَ ِن ال َّنب ِِّي
”...“ا ْل َع ْي ُن َح ٌّق َو َل ْو َك َان َش ْي ٌء َسا َب َق ا ْل َق َد َر َس َب َق ْت ُه ا ْل َع ْي ُن
665
ال َّل ِه :s عَنْ عَائِشَةَ قَالَتَْ :ق َال َر ُس ُ
ول
“اس َت ِع ُيذوا بِال َّل ِهَ .ف ِإ� َّن ا ْل َع ْي َن َح ٌّق”.
ْ
َو َي ُق ُ
ول: عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ قَالََ :ك َان ال َّنب ُِّي ُ sي َع ِّو ُذ ا ْل َح َس َن َوا ْل ُح َس ْي َن
“�ِإ َّن َأ� َب ُاك َما َك َان ُي َع ِّو ُذ ب َِها �ِإ ْس َم ِاع َيل َو�ِإ ْس َح َاقَ ،أ�عُ و ُذ ب َِك ِل َم ِ
ات ال َّل ِه ال َّتا َّم ِة ِم ْن
ُك ِّل َش ْي َطانٍ َوهَ ا َّم ٍةَ ،و ِم ْن ُك ِّل عَ ْي ٍن َلا َّم ٍة”.
666
Hz. Âişe’nin naklettiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:
“(Nazar’dan) Allah’a sığının. Çünkü göz değmesi (nazar) gerçektir.”
(İM3508 İbn Mâce, Tıb, 32)
667
B ir gün Allah Resûlü ashâbı ile birlikte Mekke’ye doğru yola
çıkmıştı. Cuhfe yakınlarında Harrar denilen1 yere geldiklerinde bir de-
reye rastladılar. Medineli sahâbî Sehl b. Huneyf, burada yıkanmak istedi.
Sehl, beyaz tenli, yakışıklı bir insandı. O sırada Medine’ye ilk hicret eden
sahâbîlerden olan Âmir b. Rebîa, Sehl’i gördü ve birden ağzından onu öven
sözler dökülüverdi. Hemen ardından Sehl olduğu yere yıkıldı. Görenler
durumu alelacele Hz. Peygamber’e bildirdiler. Sehl, ne başını kaldırabili-
yor ne de ayağa kalkabiliyordu. Muhtemelen Âmir’in nazarı değmişti ken-
disine. Resûlullah (sav), onlara kimden şüphelendiklerini sordu. Onlar da,
“Âmir b. Rebîa ona baktı.” dediler. Resûl-i Ekrem (sav), Âmir’i derhâl yanı-
na çağırtarak öfkeli bir şekilde, “Neden biriniz kardeşini öldürüyor?” dedi ve
ekledi: “Biriniz kardeşinde beğendiği, hayran kaldığı bir şey gördüğü zaman ona
mübarek olması için dua etsin.”2
Arapça asıllı bir kelime olan “nazar”, “bakış ve görüş” anlamına ge-
lir. Türkçede daha ziyade, “göz değmesi veya bakmak suretiyle maddî ve
mânevî bir etki meydana getirmek” anlamına gelir. Bu anlamda Arapçada
nazar kelimesi yerine, “ayn” veya “isâbetü’l-ayn” tabirleri kullanılır. Baş-
langıcı tam olarak bilinmemekle birlikte nazar inancı, tarih öncesi dö-
nemlere kadar uzanmakta ve İslâm öncesi Arap kültüründe de var olduğu
bilinmektedir.3
Kur’ân-ı Kerîm’de “en güzel kıssa” olarak takdim edilen4 Yusuf’un (as)
hikâyesini5 bilmeyen yoktur. Özetle; kardeşleri tarafından kıskanılan ve bir 1 HM16076 İbn Hanbel, III,
kör kuyuya atılan Yusuf’u, kader Mısır’a hâkim yapar. Bir süre sonra kurak- 486; İF10/204 İbn Hacer,
lık her yanı kasıp kavurur. Herkes gibi Yakub (as) ve oğulları da Yusuf’un Fethu’l-bârî, X, 204.
2 İM3509 İbn Mâce, Tıb, 32;
(as) kapısına muhtaç olurlar. Boylu poslu ve güzel giyimli oğullarını, yiyecek HM16076 İbn Hanbel, III,
temini için ikinci kez Mısır’a gönderirken Hz. Yakub, onlara, gerek güvenlik 486.
3 “ Nazar”, DİA, XXXII, 444.
açısından bir tehlike doğmaması gerekse de kem gözlerin bakışlarına maruz 4 Yûsuf, 12/3.
kalmamaları için6 Mısır’a değişik kapılardan girmelerini tavsiye eder.7 5 Yûsuf, 12/4-101.
669
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
tedir: “O inkâr edenler Zikr’i (Kur’an’ı) işittikleri zaman, neredeyse seni göz-
leriyle devirivereceklerdi. Hâlâ da (kin ve hasetlerinden), ‘Hiç şüphe yok o bir
delidir.’ derler.”8 Peygamber Efendimize olan kin ve hasetleri bakışlarına
yansıyan müşrikler onu âdeta öfke dolu nazarlarıyla yok etmek istiyorlar-
dı. Eğer Allah’ın (cc) koruması olmasaydı, ona bir fenalık yapacaklardı.
Ayrıca, Yüce Allah tarafından Felâk sûresinde, “Ve haset ettiği zaman haset-
çinin şerrinden (Allah’a sığınırım).”9 denilerek, bizzat kendine sığınılmasını
emretmesi ile nazar arasında bir ilgi söz konusudur. Zira nazarın oluşma-
sında haset duygusunun önemli bir rolü vardır.
Kur’ân-ı Kerîm’de, dolaylı olsa da varlığına işaret edilen nazarın, Hz.
Peygamber’in, “Göz değmesi gerçektir.”10 şeklindeki açık ifadeleriyle kesin-
lik arz etmesi, onun sağlıklı bir şekilde anlaşılmasını gerekli kılmaktadır.
Çünkü halk arasında nazar, birtakım yanlış anlamalar ve hurafelerle iç içe
geçmiş bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır.
Batı’da “psikokinezi” ismiyle anılan nazar, metapsişik veya parapsi-
kolojik yani insanın normal sınırlar dâhilindeki duyuş, düşünüş ve davra-
nışlarını aşan olaylardan biri olarak kabul edilir. Dolayısıyla mahiyeti tam
olarak anlaşılamayan bir olay olarak nazar, yalnızca fiziksel ya da maddî
dünyanın gerçeklerine dayalı pozitivist bakış açısına sahip bilim adamları
tarafından pek kabule şayan görülmemektedir. Tıbbî açıdan nazar, “insan
gözünden çıkan ışınların, dikkatle ve kıskançlıkla bakış esnasında yoğun-
luk kazanması ve bu yoğun ışınların karşı organizmanın atomlarının ça-
lışma düzenine tesir icra etmesi” şeklinde açıklansa da çoğu tıp doktorları
tarafından, bir hastalık sebebi olarak kabul edilmez, nazarın etkisine ve
gücüne inanılmaz. Fakat parapsikoloji ile uğraşan bilim adamları, nazarı
bilimsel açıdan incelemeye değer görmüşlerdir.
Nazarın asıl kaynağı haset duygusudur. Bu duyguda, düşmanlık, kin
ve intikam mevcuttur. Nazarın etki düzeyinde, haset duygusunun şiddeti
çok önemlidir. Haset duygusu ne kadar şiddetli olursa nazarın gücü de o
kadar şiddetli olur. Halk arasında da yaygın olan, “Nazar, haktır ve deve-
yi kazana, insanı mezara koyar.” sözü, nazarın toplum nezdinde ne kadar
güçlü bir olgu kabul edildiğini göstermektedir. Ayrıca, “Göz değmesi (nazar)
8Kalem, 68/51. gerçektir. Eğer kaderin önüne geçecek bir şey olsaydı nazar onun önüne geçerdi...”11
Felâk, 113/5.
9
hadisi de nazarın etki gücüne işaret etmektedir. Bununla birlikte nazarın
10 M5701 Müslim, Selâm, 41;
670
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
“Ey Allah’ın kulları tedavi olunuz; Allah, verdiği her hastalığın şifasını da
yaratmıştır.”12 buyuran Resûlullah’ın, nazarın yani kötü niyetli bakışların et-
kisiyle ortaya çıkan hastalıkların tedavisine kayıtsız kaldığı düşünülemez.
Kur’an’ın, “Hastalandığım zaman bana şifa veren O’dur.”13 anlayışına uygun ola-
rak “(Nazar’dan) Allah’a sığının. Çünkü göz değmesi gerçektir.”14 buyuran Resûl-i
Ekrem (sav), aynı zamanda Kur’an’dan belirli sûre yahut âyetlerin okunma-
sını (rukye yapmayı) emretmiş ve bunu kendisi de uygulamıştır.15
Ca’fer b. Ebû Tâlib Mûte Savaşı’nda şehit düştüğünde16 Esmâ bnt.
Umeys ile evliydi ve geriye üç yetim bırakmıştı. Bunlardan biri de Abdul-
lah b. Ca’fer idi.17 O, başlarına gelen bu felâket günlerini şöyle anlatır: “Al-
lah Resûlü Ca’fer ailesine üçüncü gün gelip, ‘Artık kardeşim için ağlamayın.’
buyurdu. Sonra, ‘Kardeşimin çocuklarını bana getirin.’ dedi. Bizi Resûlullah’a
götürdüler. Birer kuş yavrusu gibi idik. Allah Resûlü, ‘Bana berberi çağırın.’
buyurdu ve bizi tıraş ettirdi.”18
Hz. Peygamber bu çocukların iyice zayıflamış olduklarını görünce
Esmâ’ya, bir ihtiyaçlarının olup olmadığını sordu. Bunun üzerine Esmâ,
“Hayır, bir ihtiyaçları yok; ancak onlara çabuk nazar değiyor.” dedi. Rah-
met Elçisi de, “Öyleyse onlara rukye yap (oku)!” deyince, Esmâ, bunu yapması
için Hz. Peygamber’e (sav) ricada bulundu. Fakat Allah Resûlü, Esmâ’dan,
çocuklarına kendisinin okumasını istedi.19
Bir gün kıymetli eşi müminlerin annesi Ümmü Seleme’nin evinde,
benzi sararmış bir kız çocuğu gördüğünde, “Bu çocuğa nazar değmiş, ona
hemen rukye (okuyarak tedavi) edin.” buyurdu.20 Yine Şefkat Peygamberi, 12 D3855 Ebû Dâvûd, Tıb, 1;
T2038 Tirmizî, Tıb, 2.
gözü gibi sevdiği torunları Hasan ve Hüseyin’i, “Eûzü bi-kelimâti’llâhi’t- 13 Şuarâ, 26/80.
tâmmeti min külli şeytânin ve hâmmetin ve min külli aynin lâmmetin.” (Her tür 14 İM3508 İbn Mâce, Tıb, 32.
sine havale ettiğini bildirmiştir.21 Ebû Saîd el-Hudrî’nin naklettiğine göre Avnü’l-ma’bûd, XI, 164.
18 D4192 Ebû Dâvûd,
cinlerin şerrinden ve göz değmesinden Allah’a sığınıp değişik dualar oku-
Teraccül, 13; N5229 Nesâî,
yan Hz. Peygamber (sav), Felâk ve Nâs sûreleri indirildikten sonra diğer Zînet, 57.
okuduklarını bırakmış ve sadece bu sûreleri okumaya başlamıştır.22 19 M5726 Müslim, Selâm, 60.
rinde Kalem sûresinin elli birinci âyetini içeren levhaların asılması gibi uy- N5496 Nesâî, İstiâze, 37.
671
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
gulamalar da esasen asıl şifayı verenin Allah olduğu inancının birer yansı-
masıdır. Şunu da belirtmek gerekir ki nazara karşı dua ve rukye dışındaki
önlemleri; meselâ, nazar boncuğu gibi nesneler taşımak, at nalı ve kafası
asmak yahut Şamanist gelenekten gelen kurşun dökmek gibi âdetleri İslâm
dini uygun bulmamış ve bunları asla meşru görmemiştir. Birçok hadiste,
gerek insanların, gerekse hayvanların boyunlarına nazarlık türünden çe-
şitli nesnelerin asılması yasaklanmış,23 Hz. Peygamber bunu yapanların
kendisinden uzak olduklarını24 ve Allah’ın korumasından da mahrum ka-
lacaklarını söylemiştir: “Kim düğüm yapar sonra ona üflerse sihir yapmış olur.
Kim sihir yaparsa şirk koşmuş olur. Kim de (kendisini koruması için nazarlık ve
benzeri) bir şey takarsa, o taktığı şeyin korumasına havale edilir.”25
Nazarlık takma âdeti, câhiliye Araplarının kendileri için son derece
değerli olan at ve develerine göz değmesin diye aldıkları bir önlemdi. Allah
Resûlü (sav) ise ilâhî yardım dışında başka aracılardan medet uman ve
herhangi bir fayda sağlamayan bu uygulamayı yasaklamıştır.26 Özellikle
nazardan sakınmak amacıyla vücuda dövme yaptırmak da aynı şekilde
yasaklanmıştır. Dövme yaptırmakla nazar arasındaki bu münasebetten
dolayıdır ki27 bir hadiste nazarın hak olduğu, dövme yaptırmanın da ya-
saklandığı hususu bir arada zikredilmiştir.28 Hz. Peygamber’in, nazardan
korunmak için Allah dışında başka şeylere sığınmamaları yönünde üm-
metine yaptığı uyarılar, tevhid inancının zedelenmemesi hedefine mâtuf
olmalıdır. Zira dinde meşru olmayan bu tür korunma yöntemleri, sadece
Allah’a ait olan sıfatların eşyaya devredilmesi anlamını taşımaktadır.
23 B3005 Buhârî, Cihâd, 139;
Câhiliye döneminden beri uygulanan bir yöntem olmasına rağmen
M5549 Müslim, Libâs ve Allah Resûlü (sav), içinde şirk olmadıkça rukye yapmakta yani Kur’an’dan
zînet, 105.
24 D36 Ebû Dâvûd, Tahâret,
âyetler okumada bir sakınca görmemiş29 ve onu zaman zaman tavsiye et-
20; N5070 Nesâî, Zînet, 12. miştir. Bununla birlikte Hz. Peygamber’in rukyeyi tavsiye etmesinin nedeni
25 N4084 Nesâî, Muhârebe,
iyi anlaşılmalıdır. O, öteden beri insanların yapageldikleri, bâtıl inanışlar-
19.
26 B3005 Buhârî, Cihâd, 139; dan kalan bazı yanlış uygulamaların önüne geçmek istemiştir. Çünkü şi-
M5549 Müslim, Libâs ve fayı veren Allah’tır ve buna inanılmalıdır. Dolayısıyla nazardan korunmak
zînet, 105.
27 İF10/203 İbn Hacer, için yapılacak en güzel şey Allah’ın âyetleri ve dua ile yardım dilemektir.
Fethu’l-bârî, X, 203. Bunun kişi üzerindeki olumlu etkisi göz ardı edilmemelidir. Ancak Pey-
28 B5740 Buhârî, Tıb, 36.
672
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
birlikte, Allah’a sığınan bir müminin bu kötü bakışlardan etkilenmesi son MU1714 Muvatta’, Ayn, 1.
34 HM14851 İbn Hanbel, III,
derece sınırlıdır. Unutmayalım ki Rabbimiz dilemezse kimse bir başkasına 352.
zarar veremez.35 35 Bakara, 2/102.
673
FAL, KEHANET,
BÜYÜ, UĞURSUZLUK
İNANÇ ZAFİYETİ
675
ال َّل ِه َ sق َ
ال: ولعَنْ َأ�بِى هُرَيْرَةَ َ dأ� َّن َر ُس َ
ات :الشِّ ْر ُك بِال َّل ِهَ ،و ِّ
الس ْح ُر”. “اج َت ِن ُبوا ا ْل ُمو ِب َق ِ
ْ
َ sي ُق ُ
ول: حَدَّثَنَا قَطَنُ بْنُ قَبِيصَةَ عَنْ َأ�بِيهِ قَالََ :س ِم ْع ُت َر ُس َ
ول ال َّل ِه
الط ْر ُق ِم َن ا ْلجِ ْب ِت”. “ا ْل ِع َيا َف ُة َو ِّ
الط َي َر ُة َو َّ
عَنْ َأ�بِى هُرَيْرَةَ قَالََ :ك َان ال َّنب ُِّي ُ sي ْعجِ ُب ُه ا ْل َف أ�ْ ُل ا ْل َح َس ُن َو َي ْك َر ُه ِّ
الط َي َر َة.
676
Ebû Hüreyre’den (ra) nakledildiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle
buyurmuştur: “Helâk eden şeylerden kaçının: Allah’a şirk koşmak ve sihir
yapmak!”
(B5764 Buhârî, Tıb, 48)
Ebû Hüreyre şöyle demiştir: “Peygamber (sav) tefeülden (bir şeyi uğurlu,
hayırlı saymaktan) hoşlanır ve tıyeradan (bir şeyi uğursuz saymaktan)
hoşlanmazdı.”
(İM3536 İbn Mâce, Tıb, 43)
677
C âhiliye devri insanları, kimi zaman kâhinlerden medet umuyor,
büyüyle kendini avutuyor, çoğu zaman da fallara başvuruyordu. Çeşitli
varlıklara uğur ve uğursuzluk atfediyor, Allah’ın yaratarak kullarının hiz-
metine sunduğu1 güneş, ay ve yıldızların hareketlerinden çeşitli anlamlar
çıkarmaya çalışıyordu. İnsanları tüm bu câhiliye inançlarından temizle-
mek için gönderilen Allah Resûlü, ashâbıyla birlikte olduğu her an, onları
eski inanç ve alışkanlıkları konusunda uyarıyor ve bunların yerine İslâm’ın
öğretilerini anlatıyordu. Sevgili Peygamberimiz, bir gece, ensardan bir top-
lulukla birlikte otururken, kayan bir yıldız görmüş ve etrafın birden aydın-
lanmasına neden olan bu yıldızla ilgili ashâbına şu soruyu sormuştu:
“Câhiliye döneminde bunun gibi bir yıldız kaydığı zaman sizler ne derdiniz?”
Ashâb, “Allah ve Resûlü bilir. Biz bu gece büyük bir adam doğdu ve bu gece
büyük bir adam öldü derdik.” cevabını verirler. Bunun üzerine Resûlullah,
“Yıldız ne bir kimsenin doğumu ne de ölümü için kayar!” buyurarak onlara yıl-
dızlar ve onlardan haber veren kâhinlerle ilgili şu açıklamayı yapar:
“Allah Teâlâ bir şey hakkında hüküm buyurduğu zaman arşı taşıyan melekler
tesbih ederler. Arkasından onlardan sonra gelen gök ehli tesbih eder. Ta ki tesbih
şu alt semanın sakinlerine ulaşır. Sonra arşı taşıyanların arkasından gelenler arşı
taşıyanlara, ‘Rabbiniz ne buyurdu?’ diye sorarlar. Onlar da ne buyurduğunu ken-
dilerine haber verirler. Böylece gökyüzü sakinleri birbirleriyle haberleşir. Nihayet
haber şu alt semaya ulaşır. Ve cinler işitileni kaparak onu (kâhin) dostlarına akta-
rır ve yıldızla taşlanırlar. Bu bilgiler geldiği şekilde aktarılmış ise gerçektir. Fakat
bunlara ilâvelerde bulunurlar ve yalan karıştırırlar.”2 Allah Resûlü’nün yıldız-
lar ve gökyüzüyle ilgili bu ifadeleri, Allah Teâlânın şu âyetlerinde temelini
bulmakadır: “Andolsun, biz gökte birtakım burçlar yarattık ve seyredenler için
onu süsledik. Onları, taşlanmış (kovulmuş) her şeytandan koruduk. Ancak kulak
hırsızlığı eden olursa onu da parlak bir ateş takip etmektedir.”3
Hz. Peygamber’in yıldızlarla ilgili olarak ashâbını uyardığı bu tür 1 Nahl, 16/12.
inanışlar o dönemde pek çok çeşidiyle oldukça yaygındı. Hiçbir mantıkî 2 M5819 Müslim, Selâm, 124;
T3224 Tirmizî, Tefsîru’l-
temeli olmayan, akılla izah edilemeyen, gerçek dışı, din ve inanç hâlini al- Kur’ân, 34.
mış bu bâtıl inanç, davranış ve hurafeler, Hz. Peygamber’in mücadele ala- 3 Hicr, 15/16-18.
679
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
nını oluşturmaktaydı. Allah’a putları ortak koşmak olan şirk başta olmak
üzere, hayatın her alanında çok farklı şekilde karşılaşılan bâtıl inançların
yerine, İslâm’ın tevhid akidesi yerleştirilmeliydi. Zira pek çok bâtıl inancın
kaynağı, insanların tek tanrılı Hanîf dininden uzaklaşmaları ve bu inanç
boşluğunu çeşitli varlıklara ulûhiyeti yakıştırarak onları kutsallaştırmaları
sebebiyle gerçekleşmişti. Kendilerini Allah’a yakınlaştırsın diye putları,4
cinleri O’na ortak koşup oğullar ve kızlar isnat etmeleri,5 gök cisimlerini
ve esrarengiz varlıkları Allah’la aralarında aracı olarak görmeleri, müşrik-
lerin ilâh sayısını artırdı ve böylece haktan uzaklaşırken bâtıl inançlarla
kuşatıldılar. Oysa Allah’ın dışında tapılan her şey bâtıldı.6
Allah’ın bakanların ibret alıp kendisini hatırlamaları için süslediği
gökyüzü ve yıldızlar,7 câhiliye dönemi insanı için yalnızca geceleyin yol-
larını aydınlatan birer kandil8 değildi. Bu insanlar, meteorolojik olaylar,
iklim değişiklikleri, bitki örtüsü gibi tabiat olaylarının yanı sıra, bereket
ve kıtlığın oluşmasına da sebep olarak gördükleri yıldızlara fazlaca ehem-
miyet vermişler, ilkel inançları doğrultusunda onlara ilâhlık isnadında bu-
lunmuşlardı. Oysa gökten ve yerden rızık veren tek Yaratıcı olan9 Allah’a
secde eden yıldızlar,10 ne birinin doğum veya ölümünü haber vermekte ne
tabiat olaylarını idare etmekte ne de uğur veya şansa sebep olmaktaydı-
lar. Bu bâtıl inanışları tevhid ile saf dışı bırakan Allah Resûlü, yıldızların
yağmur yağdırarak insanları rızıklandırdığı düşüncesini de reddediyordu.
Yıldızlardan yağmur bekleme fikrini ümmetinin câhiliyeden kalma inanış-
ları arasında sayıyordu.11 Nitekim ashâbıyla Hudeybiye’den Medine’ye dön-
düğü gece yağmur yağmış, hâlâ eski alışkanlıklarının etkisinde olan bazı
insanlar da gökyüzündeki yıldızlarla yağmur arasında ilişki kurmuşlardı.
Bunun üzerine Allah Resûlü, sabah namazından sonra ashâbına dönerek,
“Rabbinizin ne buyurduğunu biliyor musunuz?” diye sordu ve şöyle dedi: “Allah
Teâlâ, şöyle buyurdu: ‘Kullarımdan bir kısmı mümin, bir kısmı da kâfir olarak
Zümer, 39/3.
4
5 En’âm, 6/100. sabahladı.’ ‘Allah’ın lütfu ve rahmetiyle yağmur yağdı.’ diyen bana iman etmiş,
6 Hac, 22/62.
yıldızı(n yağmur yağdırma gücünü) reddetmiştir. ‘Yıldızın doğuşu veya batışı ile
7 Saffât, 37/6; Hicr, 15/16.
8 En’âm, 6/97. yağmur yağdı.’ diyenler ise beni inkâr etmiş, yıldıza iman etmiştir.”12 Böylece
9 Yûnus, 10/31.
Allah Resûlü, insanların çeşitli bâtıl inançlar doğrultusunda, bu tür fiilleri
10 Hac, 22, 18.
11 M2160 Müslim, Cenâiz, Allah’tan başkasına isnat ederek şirk koşmalarını engellemeye çalışmıştır.
29; HM10821 İbn Hanbel, Câhiliye döneminde insanlar cehaletten, inançsızlıktan veya gökte-
II, 526.
12 B1038 Buhârî, İstiskâ, 28;
kilerin yeryüzünü yönettikleri şeklindeki ilkel inançlardan dolayı güneş,
M231 Müslim, Îmân, 125. ay ve yıldızlar gibi gök cisimleriyle ilgili çeşitli bâtıl fikirlere sahip olmuş-
680
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
lardı. Nitekim oğlu İbrâhim’in vefatı ile o gün gerçekleşen güneş tutulma-
sı arasında bir bağ kurulması üzerine Allah Resûlü, bu yanlış düşünceyi
hemen reddederek, “Güneş ve ay hiç kimsenin ölümünden ya da hayatından
dolayı tutulmazlar. Lâkin onlar Allah’ın âyetlerinden iki âyettir. Siz, onların tu-
tulduklarını gördüğünüz zaman hemen namaz kılın.”13 buyurarak böyle düşü-
nen insanları uyarmıştır.
Câhiliye Arapları arasında yıldızlar veya cinler vasıtasıyla gaybdan
bilgi edinilebileceği inancı oldukça yaygındı. Gökyüzündeki yıldızların
hareketlerinden, çeşitli, görünmeyen varlıklarla iletişime geçerek veya in-
sanın fiziksel özelliklerinden yola çıkarak bilgi edinme yolu olarak görülen
kehanet düşüncesi, İslâm öncesinde revaçta idi. Bu konuda ihtisas sahibi
olduğuna inanılan kâhin ve arrâflara başvurularak geçmiş veya gelecekle
ilgili bilgi sahibi olunmaya çalışılırdı. Çeşitli ihtilâfların çözümünden has-
talıklara şifa bulmaya, felâketleri önlemekten rüya tabirine kadar pek çok
konuda danışılan kimseler olan kâhinler, o dönemdeki bâtıl inançların en
önde gelen kaynağı idiler.14 Oysa Allah Resûlü, bazı kâhinlerin gaybî ko-
nularda verdikleri bilgilerin gerçekleşmesini, irtibat hâlinde bulundukları
cinlerin kulak hırsızlığıyla elde ettikleri şeyleri bu kâhinlerle paylaşma-
sından kaynaklandığını bildirmişti. Bu konu, âyetlerde de ele alınmış ve
olağanüstü özelliklere sahip olduğuna inanılan kâhinlerin elde ettikleri
bilgilerin asılsızlığına dikkat çekilmiştir.15
Câhiliye devrinde görülen Allah’a ortak koşarak cinlere sığınma inan-
cı âyetlerde reddedilmektedir.16 Nitekim bir âyet-i kerimede, “...Cinler gaybı 13 B1057 Buhârî, Küsûf, 13;
B1060 Buhârî, Küsûf, 15.
bilselerdi o küçük düşürücü azap içinde kalmazlardı.” buyrulmakta,17 cinlerin 14 “Kâhin”, DİA, XXIV, 171.
gaybdan haber verme konusundaki âcizlikleri ve gaybın ancak Allah tara- 15 Saffât, 37/6-10; Hicr,
15/16-18.
fından bilindiği birçok âyette kesin bir dille ifade edilmektedir.18 16 Cin, 72/6, En’âm, 6/100.
Allah Resûlü, kâhinlerin bir doğru söze yüzden fazla yalan katan insan- 17 Sebe’, 34/14.
inanmayı, “...Kim de bir kâhine gider ve onun sözlerini tasdik ederse Muhammed’e halk, 6.
20 M1199 Müslim, Mesâcid,
indirileni inkâr etmiş olur.”22 buyurarak kesin bir dille yasaklamıştır. 33.
Kehanet düşüncesi ve kâhinlere başvurma alışkanlığının yaygınlığın- 21 D3484 Ebû Dâvûd, Büyu’
681
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
22; İM3726 İbn Mâce, Edeb, terirlerdi. Allah Teâlâ bunların şarlatanlıklarına son vermek ve insanları
28. doğru yola iletmek üzere Hz. Musa’ya asâ ve yed-i beyzâ (beyaz el) gibi
28 N4084 Nesâî, Muhârebe,
682
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
mucize olarak ortalıkta sürünen her şeyi yutmuştu. Bunu gören sihirbazlar
derhâl iman etmişlerdi. Bunun üzerine Firavun onları şehit etti.31
Yine, döneminde çok yaygın olan sihre karşı büyük mücadele veren
Süleyman (as) da büyücülükle itham edilmiş ancak bu iftiralar Kur’an ta-
rafından yalanlanarak şeytanların uydurdukları şeylere tâbi olanların kâfir
oldukları bildirilmiş ve büyüye başvuranların akıbeti şu şekilde haber ve-
rilmiştir: “...Onlar, o iki melekten, karı ile koca arasını açacak şeyleri öğreniyor-
lardı. Oysa büyücüler, Allah’ın izni olmadan hiç kimseye zarar veremezler. On-
lar, kendilerine fayda vereni değil de zarar vereni öğrenirler. Sihri satın alanların
(ona inanıp para verenlerin) âhiretten nasibi olmadığını çok iyi bilmektedirler.
Karşılığında kendilerini sattıkları şey ne kötüdür! Keşke bunu anlasalardı!”32
Tüm peygamberler gibi Hz. Peygamber de büyü gibi bâtıl inanç-
larla mücadele etmiş, bu tür davranışları kesin bir dille yasaklamıştır.
Buna rağmen, insanların Allah Resûlü’ne dahi büyü yapmaya teşebbüs
ettikleri, Hz. Peygamber’in bu durumdan Cenâb-ı Hakk’ın yardımıyla
kurtulduğu şeklindeki rivayetler kaynaklarda yer almaktadır.33 Bu tür
rivayetler âlimler tarafından eleştirilmekle birlikte, bir insan olarak Hz.
Peygamber’in bundan etkilendiği de düşünülebilir. Zira büyünün insan-
ları olumsuz tesir altında bırakabildiği, büyücülerin insanları aldattıkları,
kafaları karıştırdıkları bilinen bir husustur. Bu yüzden Allah Teâlâ, dü-
ğümlere üfleyerek büyü yapan insanların şerrinden kendisine sığınılması
konusunda müminleri uyarmakta,34 küfür olarak görülen bu tür faaliyet-
lere itibar edilmemesi, büyücülerin sözlerine değer verilip inanılmaması
31 A’râf, 7/106/122; Yûnus,
konusunda insanları ikaz etmektedir.35 Peygamber Efendimiz de Allah’tan 10/76-81; Tâ-Hâ, 20/60-73.
başkasından medet umulması dolayısıyla büyüyle şirkin ilişkisine şöyle 32 Bakara, 2/102.
nazarlık ve benzeri) bir şey takarsa o taktığı şeyin korumasına havale edilir.”37 36 B5764 Buhârî, Tıb, 48.
şıyan bazı rivayetlerde sihir yapanların cennete giremeyeceği,39 bu yüzden 39 HM11123 İbn Hanbel, III,
15.
kâhinlere başvuranların dini inkâr etmiş olacağı,40 kırk gece namazının 40 T135 Tirmizî, Tahâret,
cılık uygulamasıydı. Arap dilinde, “uğur ve uğurlu şeyleri gösteren sim- 125.
683
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
ge” anlamına gelen “fal” (fe’l) kavramı, genellikle çeşitli alet ve yöntemler
aracılığıyla gelecek ve bilinmeyene dair bir tür haber edinme tekniği idi.
Ayrıca, “fal tutmak” anlamıyla birlikte, “belli şeyleri uğurlu saymak ve
gelecekle ilgili iyimser tahminlerde bulunmak” anlamına gelen “tefe’ül”
kelimesi de “uğursuzluk” anlamındaki “tıyera” ve “teşe’üm” kavramlarının
zıddı olarak kullanılmaktaydı.
Allah Resûlü, “İslâm’da uğursuzluk yoktur, tefeül (bir şeyi hayırlı ve uğurlu
saymak) ondan daha hayırlıdır.” diyerek fe’l sözünden hoşlandığını bildir-
miş; ashâbın “Fe’l nedir?” sorusunu ise, “Birinizin işittiği salih sözdür.” şek-
linde cevaplamıştır.42 Böylece fe’l kavramıyla bir şeyi hayırla yorumlayarak
onunla iyimser tahminler yürütme anlamı kast edilmiştir. Ancak bu kav-
ram zamanla anlam kaymasına uğrayarak kehanette bulunarak gaybdan
haber alma yöntemi olarak kullanılır olmuş ve bu fal anlayışı dinimizce
asla tasvip edilmeyerek yasaklanmıştır.
İslâm öncesinde Araplar arasında pek çok çeşidiyle yaygın biçimde
uygulanagelen ve gaybdan haber alma yöntemi olarak kullanılan fal yön-
temleri mevcuttu. Bu dönem halkı, kum üzerine çizgiler çizerek (hattü’r-
reml),43 kuş uçurarak (ıyâfe), taşları veya hurma çekirdeklerini yere vura-
rak (tark)44 veya fal oklarıyla (ezlâm)45 gelecekte yapacakları iş hakkında
karar verirlerdi. İnsanlar savaşa girme, yolculuğa çıkma, nikâh, ticaret,
nesep tayini, kan davası gibi önemli birtakım kararlar almadan önce ge-
nellikle fal oklarına (ezlâm) başvururlar, çekilen ok doğrultusunda verilen
kararı putların onayladığına inanırlardı.46
42 B5755 Buhârî, Tıb, 44;
684
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
53 Fâtiha, 1/5.
İslâm’ın reddettiği bâtıl inançlar arasında uğursuzluk inancı da 54 En’âm, 6/59.
önemli yer tutmaktaydı. Câhiliye döneminde çeşitli varlıklarla, eşyalarla, 55 Talâk, 65/12.
56 Zümer, 39/46.
hayvanlarla veya zaman dilimleriyle ilgili çok farklı uğursuzluk inançları 57 Bakara, 2/255.
mevcuttu. İslâm’ın ortaya çıktığı dönemde Araplar arasında uğursuz ola- 58 Cin, 72/26, 27.
685
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
rak nitelenen pek çok varlıktan uzak durulur, hiçbir temele dayanmayan
bu tür saçma düşüncelerle gelecekle ilgili olumsuz yorumlar yapılarak boş
yere korku ve endişeye yol açılırdı. Oysa uğursuzluk, nispet edilen varlık-
larda değil zan ve kuruntudan ibaret olan bu tür düşünce ve yorumlarda-
dır. Bu yüzden Allah Resûlü, hiçbir şeyde uğursuzluğun bulunmadığını,59
varlıkların, zâtında uğursuzluğu barındıramayacağını bildirmiştir. Zira
İslâm’da her şeyin tek yaratıcısı Allah Teâlâ’dır ve hiçbir kudrete sahip
olmayan varlıklara nispet edilen uğursuzluk düşüncesi, dinin temeli olan
tevhid inancıyla asla bağdaşmamaktadır. Nitekim Resûl-i Ekrem üç defa,
“Uğursuzluğa inanmak şirktir.” buyurduktan sonra, insanların kalbine bu
tür düşüncelerin gelebileceğini ancak Allah’ın, bunları, kendisine dayanıp
tevekkül eden kullarından giderdiğini bildirmiştir.60
Resûl-i Ekrem, olumsuz ve kötümser bir hayat algısını öngören uğur-
suzluk düşüncesinden hoşlanmaz, bunun yerine bir şeyi iyimser bakış
açısıyla, hayırlı ve uğurlu saymayı tercih ederdi.61 Çevresindeki insanları
da uğursuzluk inancı gibi boş ve asılsız düşüncelerden arındırmaya çalı-
şırdı. Nitekim bir gün, İslâm’la yeni tanıştığı anlaşılan Sülem kabilesinden
Muâviye b. el-Hakem Allah Resûlü’nün huzuruna gelerek ona şöyle de-
mişti: “Ey Allah’ın Resûlü! Ben câhiliyeden yeni kurtulmuş biriyim. Allah
Teâlâ bize İslâm’ı getirdi. Bizden bazı kimseler kâhinlere gidiyor (ne der-
siniz)?” Bu soruya karşılık Hz. Peygamber ona, “Sen gitme.” dedi. Muâviye
tekrar sordu: “Ey Allah’ın Resûlü! Bazılarımız da, uğursuzluğa inanıyorlar
(buna ne dersiniz)?” Resûl-i Ekrem ise, “Bu, onların içlerinden geçen bir dü-
şüncedir. Bu düşünce onları sakın işlerinden alıkoymasın!”62 buyurarak bu tür
asılsız düşüncelerin etkisi altında kalınmamasını, söylemiştir. Bir başka
hadislerinde ise efsun yapmayan, uğursuzluğa inanmayan ve Rablerine te-
59 B5707 Buhârî, Tıb, 19. vekkül eden kimseleri cennetle müjdelemiştir.63
60 D3910 Ebû Dâvûd, Tıb, 24; Hz. Peygamber döneminde yaygın inanışlardan biri olan ‘evde, kadında
İM3538 İbn Mâce, Tıb, 43.
61 İM3536 İbn Mâce, Tıb, 43. ve atta uğursuzluk bulunduğu’ düşüncesi de reddedilmelidir.64 Bazı kay-
62 M1199 Müslim, Mesâcid, 33;
naklarda Hz. Peygamber’e de atfedilen65 ancak Allah Resûlü’nün uğursuzluk
M5813 Müslim, Selâm, 121.
63 B6472 Buhârî, Rikâk, 21. konusundaki genel kanaatine ters düşen bu düşünce, Hz. Âişe tarafından şu
64 B5707 Buhârî, Tıb, 19.
şekilde düzeltilmiştir: “Kur’an’ı Muhammed’e indiren Allah’a yemin ederim
65 B5095 Buhârî, Nikâh, 18;
B5772 Buhârî, Tıb, 54. ki Resûlullah (sav) asla böyle bir şey söylemedi. Fakat o, ‘Câhiliye devri insan-
66 HM26562 İbn Hanbel, VI,
ları, kadında, atta ve evde uğursuzluğun bulunduğuna inanırlardı.’ buyurdu.”66
240.
67 TM1641 Tayâlisî, Müsned,
Konuyla ilgili başka rivayetlerde de Hz. Âişe, bu rivayeti bazı sahâbîlerin
II, 231. yanlış anlayıp eksik olarak naklettiklerini belirterek onları düzeltmiştir.67
686
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
sanları etkileyen büyük bir güç olduğuna inanırlardı. Bundan korunmak D3915 Ebû Dâvûd, Tıb, 24.
77 M5788 Müslim, Selâm, 101.
için de çeşitli bâtıl uygulamalar geliştirmişler, “temâim” adı verilen muskalar, 78 M5795 Müslim, Selâm, 107.
nazar boncuğu türü nesneler, çeşitli gerdanlıklar takmayı âdet hâline getir- 79 HM14328 İbn Hanbel, III,
306.
mişlerdi. Sevgili Peygamberimiz (sav), takılan muskaların ve nazarlık olarak 80 M5549 Müslim, Libâs ve
687
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
İM3530 İbn Mâce, Tıb, 39. işgal ederek asılsız korku, endişe, beklenti ve inançlarla doldurmaktadır.
83 T2055 Tirmizî, Tıb, 14;
Günümüzde aktüel biçimde artan çeşitleriyle bâtıl inançlar, insan-
İM3489 İbn Mâce, Tıb, 23.
84 Kalem, 68/51. ların dinî itikatlarının yerini alır hâle gelmiştir. Oldukça farklı ve etkili
85 B5740 Buhârî, Tıb, 36.
sunuş teknikleriyle insanların ilgi ve merakını celbeden bâtıl uygulamala-
86 İM3508 İbn Mâce, Tıb, 32.
688
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
689
BİD’AT
SONRADAN İHDAS EDİLEN
691
ول ال َّل ِه َ sف َح ِم َد ال َّل َه َو َأ� ْث َنى عَ َل ْي ِه ب َِما هُ َو َل ُه َأ�هْ ٌل ُث َّم عَنْ جَابِرٍ قَالَ :خَ َط َب َنا َر ُس ُ
اب ال َّل ِه َو�ِإ َّن َأ� ْف َض َل ا ْل َه ْد ِي هَ ْد ُي ُم َح َّم ٍد َق َالَ “ :أ� َّما َب ْع ُد َف ِإ� َّن َأ� ْص َد َق ا ْل َح ِد ِ
يث ِك َت ُ
َو َش َّر ْال ُأ� ُمو ِر ُم ْح َد َثات َُها َو ُك َّل ب ِْدعَ ٍة َض َلا َل ٌة”.
692
Câbir (b. Abdullah) anlatıyor: Resûlullah (sav) bize hutbe verdi. Allah’a
hamd etti ve O’nu lâyık olduğu biçimde övdü. Sonra şöyle buyurdu:
“Sözlerin en doğrusu Allah’ın Kitabı’dır. Yolların en iyisi Muhammed’in yoludur.
İşlerin en kötüsü (dinde) sonradan uydurulanlardır. Ve her bid’at, dalâlettir.”
(HM14386 İbn Hanbel, III, 310)
693
B ir gün, üzerlerinde yünden basit elbiseler olan birkaç fakir
bedevî, Medine’ye, Allah Resûlü’nün huzuruna geldiler. Allah Resûlü on-
ların içler acısı hâllerini görünce çok üzüldü. Ashâbını onlara yardım
etmeye, onların maddî ihtiyaçlarını karşılamaya teşvik etti. Nedendir
bilinmez, sahâbe-i kirâm yardım getirmekte biraz ağır davrandılar. Teş-
vikine rağmen, bu yoksul insanlara yardımda acele etmemeleri Resûl-i
Ekrem’i üzdü. Hatta üzüntüsü öfkeye dönüşerek yüzüne yansıdı. Derken
Medineli bir sahâbî elinde bir kese gümüş para ile çıkageldi. Sonra bir
başkası, sonra bir başkası ve diğer sahâbîler yardımlarını peş peşe ge-
tirmeye başladılar. Bu manzaraya şahit olan Allah Resûlü’nün yüzünde
sevinç tebessümleri belirmeye başladı ve ardından şöyle buyurdu: “Kim
İslâm’da güzel bir işe öncülük eder ve kendisinden sonra bununla amel edilirse
kendisinden sonra o işi yapanlar gibi sevap alır. Üstelik onların sevaplarından
da bir şey eksilmez. Kim de İslâm’da kötü bir davranışa ön ayak olur ve kendi-
sinden sonra bununla amel edilirse, kendisinden sonra onu yapanlar gibi günah
alır. Onların günahlarından da bir şey eksilmez.”1
Dinde olmayan bir şeyin sonradan ortaya çıkarılması anlamında
“kötü çığır” olarak adlandırılan “bid’at”, asr-ı saadetten sonra ortaya çıkan,
şer’î bir delile dayanmayan inanç, ibadet ve davranışlar hakkında kulla-
nılan bir terimdir.2 Bid’atın “Peygamber Efendimizden sonra icat edilen
günlük hayata dair her türlü yenilik” şeklinde geniş kapsamlı bir tarifi
yapılabileceği gibi, “sadece dine ait olup ilâve ya da eksiltme özelliği ta-
şıyan yenilikler” şeklinde dar kapsamlı bir tanımı da yapılabilir. Hayata
ilişkin düşünce, tavır, davranış, alışkanlık ve uygulama alanlarında Al-
lah Resûlü’nden sonra çeşitli etkenlerle ortaya çıkan her türlü yeniliğin
bid’at olarak isimlendirilmesi, bid’at başlığı altında yeni bir ayrıma git-
meyi gerektirmiştir. İslâm âlimleri, bid’atı kesin bir dille reddeden hadis
rivayetlerini, değişen yaşam şartlarının da tesiriyle kaçınılması mümkün
olmayan yenilikler ile bağdaştırabilmek için “bid’at-ı hasene” (iyi bid’at) ve
“bid’at-ı seyyie” (kötü bid’at) ayrımına gitmişlerdir. Bu bağlamda Kur’an’ı
bir Mushaf’ta toplamak, teravih namazını cemaatle kılmak, minare ve
medrese inşa etmek, iyi bid’at örnekleridir. Übey b. Kâ’b’ın insanlara top-
luca teravih namazı kıldırdığını gördüğünde Hz. Ömer’in, “Bu ne güzel 1 M6800 Müslim, İlim,
bid’at!”3 diyerek ifade ettiği de budur. Öte yandan kabirlerin üzerine türbe 15; DM523 Dârimî,
Mukaddime, 44.
yapmak, bu mekânlarda adak adayıp kurban kesmek ve mum dikmek 2 “Bid’at”, DİA, VI, 129.
695
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
M6011 Müslim, Fedâil, 51. lar o denli değişti ki şu an tanıyamaz hâle geldim.” Kendisine, “Namaz da
696
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
nen her yeni şey mevcut bir dinî inancı veya ibadeti ya değiştirecek ya da M3037 Müslim, Hac, 220.
11 İM3029 İbn Mâce,
ortadan kaldıracaktır. Nitekim halife Abdülmelik b. Mervân, Gudayf b.
Menâsik, 63.
Hâris es-Sümâlî’ye cuma günleri minberde dua için ellerini kaldırmak ve 12 B5063 Buhârî, Nikâh, 1.
697
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
sabah ile ikindi namazlarından sonra kıssa anlatmak âdetini insanlara ka-
bul ettirdiklerini söyleyince Gudayf, onun bu yaptıklarının tam anlamıyla
bid’at olduğunu söylemiş ve Hz. Peygamber’in şöyle buyurduğunu naklet-
miştir: “Ne zaman bir topluluk bir bid’at uydurursa onun karşılığında bir sünnet
kaldırılır. Sünnete bağlı kalmak, bid’at uydurmaktan daha hayırlıdır.”13
Bu minvalde Abdullah b. Mes’ûd’un, “Sünnet çerçevesinde itidalli dav-
ranmak, bid’at içerisinde çaba sarf edip yorulmaktan daha hayırlıdır.”14 sözü
çok manidardır. Zira Hz. Peygamber’in her davranışında bir ölçü vardır ve
o, bu ölçüyle de örnek alınmalıdır. Bu anlayışından dolayıdır ki Abdullah
b. Mes’ûd, Hz. Peygamber ve sahâbe yapmadığı hâlde, birtakım insanların
mescitte toplanarak, “Şu kadar şunu söyleyin, şu kadar bunu söyleyin!”
diye zikir yaptıklarını görünce karşı çıkmış ve onlara, “Siz kötülüklerinizi
sayın! Çünkü ben, iyiliklerinizden hiçbirinin zayi edilmeyeceğine kefilim!”
demiştir.15 Zira Allah Resûlü’nün açık ifadelerine göre, dinde sonradan
uydurulan her şey bid’attır16 ve “Her bid’at dalâlettir.”17 Bu bağlamda Allah
Resûlü, “Kim bizim bu dinimizde olmayan bir şeyi sonradan ortaya koyarsa, o
reddedilir.”18 buyurarak bid’atlara asla taviz verilmemesini istemiştir.
Allah Resûlü, bid’atlara karşı tavizsiz bir tutum sergilerken her ne
maksat ve sebeple olursa olsun bid’at ortaya koyan bid’atçılara da uya-
rılarda bulunmuştur. Bu bağlamda, “Allah, bid’atını bırakmadıkça bid’at
sahibinin amelini kabul etmeyi reddeder.” buyurmuştur.19 Allah Resûlü ay-
rıca bid’atçıların âhirette kevser havuzuna gelmekten men edilecekleri-
ni söylemiş,20 bid’atçıyı barındırıp, koruyup kollayanlara Allah’ın lânet
edeceğini21 belirterek Allah, melekler ve tüm insanların lânetinin bid’at
13 HM17095 İbn Hanbel, IV, çıkaran kişinin üzerine olmasını istemiştir.22 Hz. Ali de Peygamber Efen-
105. dimizden işittiklerini kaydettiği Sahife’de hangi bilgilerin bulunduğunu
14 DM223 Dârimî,
açıklarken, bid’at çıkaranın veya bid’atçıyı koruyup kollayanın, Allah’ın,
Mukaddime, 23.
15 DM210 Dârimî, meleklerin ve bütün insanların lânetini hak edeceğini, ayrıca böyle bir
Mukaddime, 23. kimsenin farz ya da nafile hiçbir ibadetinin kabul edilmeyeceğinin yazılı
16 N1579 Nesâî, Îdeyn, 22;
698
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
nete muhalefet ettiğini söylemiş, o sırada mescitte bulunan Ebû Saîd el-
Hudrî de bu kişinin sözlerini tasdik etmiştir.24
Netice itibariyle bid’at sadece inanç ve ibadet alanında ortaya çıkan ve
dinin aslında yani Kur’an ve sünnette olmayan uygulamalardır. Bir bid’atı
uygulamak demek, Hz. Peygamber tarafından bizzat yaşanan, bizlere de
örnek olarak sunulan dinî hayatın ve sünnetin dışına çıkmak demektir.
Çünkü her bid’at bir sünnetin yerine konulmakta ve o sünneti işlevsiz hâle
getirmektedir. Hz. Peygamber’in, sahâbenin ve daha sonraki bütün İslâm
bilginlerinin bid’ata şiddetle karşı çıkmaları, sünnetin safiyetini koruma-
ya yönelik çabaların bir göstergesidir. Diğer taraftan bid’atı inanç ve iba-
det alanının dışına çıkararak hayatın tüm alanlarındaki yeni gelişmeleri
kapsayacak şekilde tanımlamak; hayatın durağanlaşmasına, değişime ka-
pıların kapanmasına ve çağın gerektirdiği donanımdan mahrum olmaya
sebep olacaktır. Hâlbuki İslâm, getirdiği temel ilkelerle çelişmediği sürece
her türlü yeniliğin önünü açmış, hatta bu konuda çığır açanların kat kat
mükâfatlandırılacağı Peygamberimiz tarafından övgüyle anlatılmıştır.25
Mahiyeti, muhtevası ve sınırları itibariyle ortaya çıkan bid’atlar, top-
lum hayatında İslâm tarihi boyunca varlığını devam ettirmiştir. Genellikle
dinî alandaki bilgisizlik ve cehaletten kaynaklanan bid’atlar, dinin Kur’an
ve sünnetin ruhuna uygun olarak yaşanmasının önünde çok önemli bir
engel oluşturmaktadır. Çünkü inanç ve ibadet dünyası bid’atlar tarafından
kuşatılan Müslüman fertlerin, dinin ruhunu anlama, Kur’an ve sünnet doğ-
rultusunda bir hayat sürme imkânları olmayacaktır. Bunun bertaraf edile-
bilmesi, bütün Müslümanların dinde doğruyu yanlıştan ayırabilecek bilgi
birikimine, Kur’an ve sünnet kültürüne sahip olmalarıyla mümkündür.
İslâm tarihi boyunca Müslümanların dinî yaşantılarında devamlı
müşahede edilen bid’atların bütün olumsuz tezahürlerine rağmen inanan-
ların çoğunluğu sünnete uygun bir yaşantıyı devam ettirmişler; istikameti
korumuş, dinin ana sınırlarını ve değerlerini ayakta tutmuşlardır. Bu se-
beple, İslâm dininin inanç, ibadet ve hukukla ilgili temel hükümlerinde
ve ahlâkî değerlerinde ciddî bir sapma yaşanmamış, İslâm’ın özü ve yapısı
hiçbir zaman değişmemiştir.
Günümüz Müslümanları dinî konularda daha çok bilgi sahibi olup 24 D1140 Ebû Dâvûd, Salât,
cehaleti ortadan kaldırarak Kur’an ve sünnetin aydınlığında hayatları- 239-242; İM4013 İbn Mâce,
na devam etmelidirler. Allah Resûlü’nün ve sahâbenin önde gelenlerinin Fiten, 20.
25 M2351 Müslim, Zekât, 69;
bid’ata ve bid’atçılara karşı takındıkları tavrı kendilerine rehber edinmeli, DM523 Dârimî, Mukaddime,
bid’at ve bid’atçılarla her türlü vasıtayı kullanarak mücadele etmelidirler. 44
699
DİZİN
A Âd kavmi (K.K.) I/276, I/581 I/94
A. Hamdi Akseki (Ş.) I/94 âdâb I/100, I/197, I/382, I/422 Ahmed Şâkir (Ş.) I/90
A’lâmü’l-hadîs (K.) I/80 adak adama I/688, I/695 Ahmed Ziyâeddin (Ş.) I/35, I/91
Abbâd b. Bişr (Ş.) I/585 adalet: ~ terazisi I/214, I/647; ~ Ahmediyye (K.) I/86
Abd (L.) I/72 hükmetme I/214, I/512 Ahmet Davudoğlu (Ş.) I/94
Abd (Ş.) I/72 adaletli davranmak I/548 Ahmet Hamdi Akseki (Ş.) I/94
abdest: ~ alırken besmele çekme Adbâ adlı devesi (Ş.) I/91 Ahsenü’l-haber (K.) I/89
I/180: ~ bozma I/422 Âdem peygamber (Ş.) I/163, I/248, ahsenü’l-hadîs I/55
Abdullah Azmi Efendi (Ş.) I/93 I/635; ~e secde edilmesi I/239; aile kurma I/422
Abdullah b. Abbâs (Ş.) I/66, I/409 ~in yaratılışı I/239 ak(ı)l: ~ dışı inançlar I/318; ~
Abdullah b. Amr b. el-Âs (Ş.) I/63, âdet sünneti I/135 melekesi I/482; ~ ölçütleri
I/64, I/68, I/109, I/403, I/425, Adî b. Bedda (Ş.) I/364 I/99; ~ yürütme I/403; ~la izah
I/483, I/611 Adî b. Hâtim (Ş.) I/404 edilemeyen I/679; ~a arz etme
Abdullah b. Avf (Ş.) I/507 âdil râvi I/58 I/99; ~a aykırı hadisler I/99; ~ı
Abdullah b. Büreyde (Ş.) I/120 Adl I/219, I/227 kullanma I/308, I/328, I/434,
Abdullah b. Ca’fer (Ş.) I/671 Adn cennetleri I/254, I/640 I/435, I/445; ~-ı selim I/99;
Abdullah b. Ebû Ümeyye (Ş.) affetme I/351, I/595 ~-ı selim sahibi insanlar I/462;
I/479 Afganistan (Y.M.) I/76 ~ın işletilmesi I/434, I/436; ~ın
Abdullah b. ed-Deylemî (Ş.) I/477 Afrika (Y.M.) I/87, I/696 önemi I/318; ~ın sarih ilkeleri
Abdullah b. Fîrûz ed-Deylemî (Ş.) Afüv I/219, I/228 I/99; ~ını kullanma I/127, I/377,
I/483 ağaç(c): ~ kesme I/593; ~a çaput I/434, I/435, I/482
Abdullah b. Kâ’b (Ş.) I/621 bağlama I/688 Akabe (Y.M.) I/251, I/379; ~ günü
Abdullah b. Mehmed (Ş.) I/89 âhâd haber I/56 I/251
Abdullah b. Mes’ûd (Ş.) I/62, ahde vefa göstermek I/367 akademik: ~ makale (K.) I/152; ~
I/415, I/445, I/555, I/559 Ahd-i Atîk (K.) I/546 problemler I/44, I/149
Abdullah b. Muğaffel el-Müzenî Ahd-i Cedîd (K.) I/546 aklî: ~ çıkarımlar I/98, I/408; ~
(Ş.) I/559 Ahîlik Teşkilatı I/423 delil I/98; ~ ilimler I/90
Abdullah b. Mübârek (Ş.) I/58, Âhir I/207, I/216, I/219, I/228 akraba: ~ hakları I/225; ~ ile bağı-
I/72, I/74 âhiret: ~ gününe inanma I/603; ~ nı kesme I/633; ~yı ziyaret I/513
Abdullah b. Ömer (Ş.) I/64, I/67, gününe inanmama I/248, I/634; akrabalık: ~ bağı I/225; ~ ilişkileri-
I/70, I/199, I/445, I/514 ~ gününü inkar I/545, I/592, ne önem verme I/336, I/648
Abdullah b. Saîd b. el-Âs (Ş.) I/62, I/595, I/635; ~ hayatını harap aktar I/616
I/380 etme I/166; ~ hayatının mahiyeti alaca hastalığı I/167
Abdullah b. Übey b. Selûl (Ş.) I/544, I/591, I/594; ~ kelimesi alacalıyı iyileştirme I/575, I/577,
I/394, I/623, I/625, I/626, I/636 I/591; ~ tasavvuru I/364; ~e I/580
Abdullah b. Ümmü Mektûm (Ş.) dünya hayatını tercih I/342; ~e Alâeddin es-Semerkandî (Ş.) I/86
I/379 yatırım yapmak I/651; ~i ihmal alâmâtü’n-nübüvve (K.) I/583
Abdullah b. Zeyd (Ş.) I/472 I/287; ~i unutma I/344; ~te hüs- Alasonyalı Zeynelâbidîn (Ş.) I/90
Abdullah b. Zübeyr (Ş.) I/29 ran I/614; ~te mükâfatlandırılma alçakgönüllülüğü koruma I/350
Abdurrahman b. Avf (Ş.) I/67, I/514 aldatma I/272, I/274, I/365, I/366,
I/601, I/602 ahkâm: ~ hadisleri I/77, I/122; ~ I/624
Abdurrahman b. Ebû Leylâ (Ş.) rivayetleri I/122 aldatmama I/366
I/67, I/193 ahlâk: ~ felsefesi I/125; ~ ilkeleri âlemdeki düzen I/49
Abdurrahman el-Evzâî (Ş.) I/72 I/113; ~a özendirmek I/123; alevden yaratılma I/239
Abdurraûf el-Münâvî (Ş.) I/87 ~-değer ilişkisi I/126; ~-ı hamîde aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm I/197
Abdülkays (K.K.) I/342, I/507 I/528; ~ın kaynağı I/141; ~lı aleyhi’s-selâm I/197
Abdülmelik b. Abdülazîz b. Cü- olma I/171, I/451, I/595 alfabetik olarak düzenlenen hadis
reyc (Ş.) I/72 ahlâkî: ~ çöküntü I/368; ~ kitabı (K.) I/85
Abdülmelik b. Mervân (Ş.) I/697 davranışlar I/126, I/367, I/628; alım satımların bereketi I/655,
Abdülmuttalib b. Hâşim (Ş.) I/479 ~ değerler I/416; ~ değerlerde I/663
Abdürrezzâk b. Hemmâm (Ş.) I/73 sapma I/699; ~ erdemler I/367; Ali b. Ebû Tâlib (Ş.) I/66, I/200,
âbid kul I/276 ~ ilkeler I/49, I/55; ~ ilkeler ile I/450, I/698
abluka yılları I/260 iman arasındaki ilişki I/616; ~ Ali b. Muhammed et-Tanâfisî (Ş.)
acâibu’l-melekût I/113 sorumluluk I/434; ~ yozlaşma I/78
aceleci olma I/327 I/309; ~ zaaflar I/167, I/288, Ali b. Süleyman el-Mansûrî (Ş.)
Aclûnî (Ş.) I/89 I/368 I/89
açgözlülük I/652, I/662, I/664 ahlâksızlık I/123 Alî I/219, I/227
açılan ellerin boş çevirilmemesi Ahmed b. Hanbel (Ş.) I/64, I/68, Ali Sürûrî Bey (Ş.) I/93
I/212 I/73, I/101, I/109, I/146 Alîm I/219, I/226
açlıkla sınanmak I/351 Ahmed Naim (Ş.) I/42, I/85, I/93, âlim: ~ olmanın temel şartı I/444;
701
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
~in âbide üstünlüğü I/373, inmesi I/128; ~’ın (cc) gazabı faiz I/593
I/375, I/376; ~in ölümü, âlemin I/169, I/214, I/252, I/359, I/359; Amasya (Y.M.) I/87, I/89
ölümüdür I/382; ~lerin ihtilâfı ~’ın (cc) görünmez kulları I/264; Amasyalı Yusuf Efendizâde Abdul-
I/409; ~lerin peygamberlerin va- ~’ın (cc) güzel isimleri I/190, lah (Ş.) I/89
risleri olduğu I/373, I/375, I/445 I/224; ~’ın (cc) hidayet etmesi amel I/499; ~-i ehl-i Medine I/98;
Aliyyü’l-Kârî (Ş.) I/83, I/84 I/481, I/486; ~’ın (cc) hoşnut- ~in boşa çıkması I/527; ~lerin
alkol I/279 luğunu kazanma I/136; ~’ın niyetlere göre değer kazanacağı
Allah (cc) adına yemin I/514 (cc) hükmüne razı olma I/189, I/101, I/365
Allah (cc) insan ilişkisi I/602 I/316; ~’ın (cc) irade ve kudreti amelî nifak I/626
Allah (cc) katında geçerli din I/49 I/579, I/602, I/604, I/607; ~’ın âmentü I/328, I/545
Allah için buğzetme I/509, I/513 (cc) kelâmı I/546, I/555; ~’ın Ammâr b. Yâsir (Ş.) I/380
Allah için sevme I/509, I/513, (cc) Kılıcı (L.) I/169; ~’ın (cc) Amr b. Abese (Ş.) I/334
I/525 kızları fikri I/248, I/533, I/534; Amr b. Şuayb (Ş.) I/399, I/643
Allah: ~ için verme I/509; ~ kelâmı ~’ın (cc) koyduğu kanunlar an’anevî I/54
I/545, I/547, I/581; ~ korkusu I/316; ~’ın (cc) koyduğu sınırları ana: ~ babaya saygı I/631, I/636
I/512; ~ sevgisi I/201, I/512; aşmak I/525; ~’ın (cc) nurunu ana; ~ hadis kaynakları (K.) I/81; ~
~ sevgisinden mahrum kalma ağızıyla söndürmek I/368, I/634; hadis kitapları I/81, I/94; ~ hadis
I/673; ~ sözü I/555, I/585; ~ ~’ın (cc) nuruyla bakma I/455, kitapları (K.) I/94; ~dan doğma
yolunda cihad I/305, I/494, I/458, I/460, I/461, I/616; ~’ın körün gözlerinin açılması I/580
I/511, I/592; ~ yolunda harcama (cc) parmakları I/213; ~’ın Anadolu (Y.M.) I/36, I/42, I/86,
I/367, I/592, I/638; ~ yolunda (cc) rahmetinden uzak olanlar I/87, I/88, I/89, I/90; ~ hadis-
hudutları beklemek I/512; ~ yo- I/125; ~’ın (cc) rahmetinden çileri I/89; ~’da hadis eğitim
lunda mücadele I/376; ~ yolunda ümit kesme I/224, I/273; ~’ın kurumları I/86
savaşa çıkmak I/179; ~ yolundan (cc) razı olması I/640; ~’ın (cc) Anam babam sana feda olsun!
alıkoyma I/635; ~’a (cc) çağırma rızasına nâil olmak I/501; ~’ın I/169
I/640; ~’a (cc) ibadet etme I/359; (cc) rızasına uygun davranmak anarşi I/333
~’a (cc) ibadet için yaratılma I/320, I/363, I/461; ~’ın (cc) rı- anlam: ~ daralması I/105; ~ geniş-
I/261; ~’a (cc) iman ile ilgili ha- zasını elde etmek I/614; ~’ın (cc) lemesi I/105; ~ karmaşası I/124;
disler I/513; ~’a (cc) itaat I/301, rızasını gözetme I/505, I/508; ~ kayması I/105, I/684; ~sız
I/305, I/413, I/417, I/418, I/422, ~’ın (cc) rızasını kazanma I/367, konuşma I/548; ~sız şeyleri terk
I/517, I/519, I/521, I/522, I/523, I/416, I/525, I/646; ~’ın (cc) sağ etme I/365
I/524, I/528, I/639; ~’a (cc) karşı eli I/236; ~’ın (cc) sağlam ipi anlaşılır Türkçe kullanma I/152
sorumluluk bilinci I/408, I/413, I/548; ~’ın (cc) sıfatları I/225; anlatım: ~ bozuklukları I/153,
I/424; ~’a (cc) kulluk etme I/277, ~’ın (cc) sıfatları (el-hâdi) I/481; I/154; ~ gücünü artırmak I/105;
I/349, I/350, I/366, I/633, I/634, ~’ın (cc) takdiri I/264, I/684; ~’ın ~ tarzı I/45, I/105, I/106, I/109,
I/636; ~’a (cc) oğul ve kız isnad (cc) takdirine sabır I/599, I/605; I/123, I/150; ~ üslûbu I/556
etme I/213; ~’a (cc) ortak koşma ~’ın (cc) varlığını ispat I/241; anne: ~ babanın Kur’an öğrenmesi
I/263, I/515, I/631, I/635, I/636, ~’ın (cc) yazgısı I/347; ~’ın (cc) I/560; ~ babaya iyilik I/513; ~
I/637; ~’a (cc) tam teslimiyetin yoktan var etmesi I/593; ~’ın Ki- babaya karşı görevler I/422; ~
sembolü I/535; ~’a (cc) teslim tabı I/51, I/56, I/97, I/399, I/403, babaya lânet okuma I/125; ~
olmak I/50, I/496, I/501, I/522; I/413, I/418, I/421, I/422, I/424, olma I/422
~’a (cc) teslimiyet I/49, I/360; ~’a I/427, I/429, I/433, I/477, I/481, ansiklopedi maddesi (K.) I/152
(cc) teşekkür etme I/650; ~’a (cc) I/485, I/548, I/551, I/555, I/557, anti-mikrop I/527
tevekkül etme I/688; ~’a (cc) yö- I/561, I/568, I/693, I/697; ~’ın apaçık: ~ deliller I/446; ~ sapıklık
nelme I/436; ~’ı (cc) anma I/171, Kitabı’na bir şey karıştırma I/63; I/260, I/568
I/179, I/278, I/368; ~’ı (cc) ~’tan (cc) başka tanrılar edinmek Arabistan (Y.M.) I/75, I/86
anmadan başlanan işler I/173; I/635; ~’tan (cc) başkasına aracı tanrılar I/222
~’ı (cc) birlemek I/501; ~’ı (cc) ibadet I/359; ~’tan (cc) başkasına Arap: ~ âdeti I/138; ~ boyları
çokça zikretme I/416; ~’ı (cc) tapmak I/240; ~’tan (cc) gelene I/103; ~ dilbilimcisi I/365; ~ dili
hatırlama I/178, I/201; ~’ı (cc) razı olmak I/525; ~’tan (cc) hayâ I/52, I/53, I/105, I/107, I/121,
inkâr I/534, I/545, I/569, I/592, etmek I/525; ~’tan (cc) korkma I/262, I/305, I/315, I/365, I/683;
I/626; ~’ı (cc) tazim etme I/189; I/115, I/276, I/525, I/526; ~-in- ~ dilinin anlatım özellikleri
~’ı (cc) tek kabul etme I/638; ~’ı san ilişkisi I/50 I/105; ~ Edebiyatı I/104; ~
(cc) unutma I/278, I/308, I/350; Alois Sprenger (Ş.) I/92 kabileleri (K.K.) I/342; ~ kültürü
~’ı (cc) yalanlama I/240; ~’ı (cc) alt sema (Y.M.) I/679 I/669; ~ şairleri I/457; ~ Yarıma-
zikretme I/313, I/319, I/334, altı hadis kitabı (K.) I/74, I/81, dası (Y.M.) I/507
I/536, I/615; ~’ın (cc) dilemesi I/222 Arapça I/108, I/110, I/117, I/365,
I/376, I/481, I/482; ~’ın (cc) Altı İmamın Şartları (K.) I/79 I/459, I/669; ~ şiirler I/87; ~’nın
doksan dokuz ismi I/179, I/219, altın: ~a karşılık altın satmak ağızları I/103; ~’nın lehçeleri
I/223; ~’ın (cc) dünya semasına I/593; ~ın altınla değişiminde I/103
702
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
Arent Jan Wensinck (Ş.) I/92 Ayasofya (Y.M.) I/89, I/90; ~ Şeyhi Barthelemy d’Herbelot (Ş.) I/92
Arîm seli I/659 (L.) I/89 Bâsıt I/219, I/226
arpa ekmeği I/660 âyet: ~in iniş sebebi ⇒ Bakara, basîr I/219, I/227
arrâflar I/681 2/256 I/364 ⇒ Mâide, 5/87; ~in basiret: ~ melekesi I/461; ~ yetisi
arrâflık I/262 inmesi ⇒ Ahzâb, 33/37 I/199 I/278; ~i elden bırakmama I/458;
arsızca bir şey isteme I/459 ⇒ Bakara, 2/226, I/221 ⇒ Kıble ~li davranma I/310; ~sizlik I/308
Arş (Y.M.) I/236; ~ kavramı I/315, değiştirme âyeti, I/395, I/395, baskı altında nikah I/288
I/319; ~ı taşıma görevi I/247; ~ı I/404 ⇒ En’âm, 6/82, I/635 ⇒ Basra (Y.M.) I/68, I/69, I/72, I/74,
taşıyan melekler I/319, I/536, Mümtehine, 60/10; ~ler üzerinde I/76, I/77, I/78, I/360, I/381
I/679 tartışanlar I/403; ~leri anlama baş: ~ kadı I/344; ~a gelen musibet
arşın I/110, I/217, I/223, I/347, I/407, I/408; ~leri yalanlamak I/617
I/352; ~ melekleri I/249; ~ su I/639; ~lerin açıklanması I/404; başkalarına yardım etmek I/651
üzerinde oluşu I/337, I/341 ~lerin tefsir edilmesi I/407; Başkentin Hadisçisi (L.) I/90
Arthur John Arbery (Ş.) I/92 ~lerin yalanlanması I/580 başyapıt I/86
arzular: ~a uyma I/589, I/594; ~ın Âyetü’l-kürsî: ~’yi okuma I/209, batı: ~ (kültürü) I/321, I/472,
esiri olma I/309; ~ını Kur’an’a I/264; ~’yi vird edinme I/209 I/670; ~’da geliştirilen psikolojik
söyletmek I/408 ayın: ~ iki parçaya bölünmesi kuramlar I/472; ~lı araştırmalar
âsâ: ~ mucizesi I/571, I/580; ~nın I/575, I/583; ~ yarılması I/583 I/91; ~lı bilim adamları I/91 ; ~lı
yılana dönüşmesi I/580 ayn I/669 şarkiyatçılar I/91
âsâr I/80, I/82, I/147, I/560 ayrımcılık yapmak I/67 bâtıl: ~ fikirlere sahip olma I/680;
asdaku’l-hadîs I/55 az amel karşılığında çok mükâfat ~ inancı reddetme I/263, I/687;
ashâb: ~ arasındaki samimiyet I/124 ~ inancın kaynağı I/680; ~ inanç
I/558; ~ı sevmek I/512; ~-ı Suffe az hadis nakledenler I/70, I/629 I/319; ~ inançlar I/679, I/680,
I/584; ~ın âyetleri onar onar az konuşma I/626 I/682, I/683, I/685, I/688, I/689;
öğrenmesi I/560; ~ın fazileti I/79 azab(p): ~ın hafifletilmesi I/639; ~ ~ inançlarla mücadele I/683;
Âsım b. Sâbit (Ş.) I/457 ve rahmet melekleri I/536; ~tan ~ inançtan arındırma I/689; ~
aslı olmayan şeyler I/413, I/424 kurtulma I/639 inanış I/500, I/672, I/680; ~ uy-
aslu’l-usûl I/494 azdırılma I/276 gulamalar I/687; ~ı hak gösterme
asra yemin I/329 azgınlaşma I/164 I/682
asr-ı saadete dönüş I/132 azgınlık I/213, I/624 Bâtın I/207, I/216, I/219, I/228
astroloji I/317 azılı inkârcılar I/635 baykuş I/313, I/317; ~un uğursuz
astronomi I/318, I/382; ~ araştır- Azîm I/219, I/227 sayılması I/687
maları I/321 Azîz I/219, I/226, I/460 bayram: ~ namazı I/135, I/661,
aşağılamak I/252, I/368 azmak I/635 I/698; ~ların kutlandığı mekanlar
aşama aşama tebliğ I/119 (Y.M.) I/201
aşılama I/114; ~yı bırakma I/519, B bed’ü’l-halk I/99, I/527
I/525 ba’s I/299 bedbaht I/283, I/289, I/599, I/604
aşılayıcı rüzgâr I/247 bâb başlıkları I/73, I/74, I/75, I/77, bedbahtlık I/604
aşırı yorum I/149 I/78, I/79, I/124, I/457 bedenlerin yeniden diriltilmesi
aşırılık I/227, I/362, I/697; ~lardan babanın yerine haccetmek I/435 I/299
sakınma I/362 Babanzâde Ahmed Naim (Ş.) I/42, Bedî’ I/219, I/229
aşkın varlık I/228 I/93 Bedir harbi I/376, I/408, I/457,
at nalı ve kafası asmak I/672 Bâbil (Y.M.) I/571 I/469, I/526
Atâ b. Ebî Rebâh (Ş.) I/445, I/458 Bağdat (Y.M.) I/76, I/78, I/132 Bedir: ~ Muharebesi I/584; ~
atâ: ~’nın işittiğine göre (Ş.) I/445, bağışlanma dilemek I/128 Savaşı’nda meleklerin yardımı
I/458; ~lar adına yemin I/514; bağlayıcı emir I/91, I/115, I/129, I/251, I/353, I/376; ~’in aslanları
~larla övünme I/283, I/289 I/133, I/135, I/136, I/137, I/138 I/251; ~’in melekleri I/251
atâlet I/111 bağlayıcılık I/82, I/113, I/114, Bedreddin el-Aynî (Ş.) I/110, I/365
Atâullah Efendi (Ş.) I/88 I/135, I/136, I/138, I/142, I/472 Begavî (Ş.) I/83
Atâullah Efendi Dârülhadis’i I/88 bahîra I/685 Bekir Sadak (Ş.) I/94
ateş: ~ ehli I/541, I/547; ~e üşüşen Bahreyn (Y.M.) I/342, I/507 Bel’am b. Bâûra (Ş.) I/449
böcekler I/198; ~te pişen yemek- Bâis I/219, I/227 belâlara sabretmek I/595, I/617
ler I/117; ~ten yaratılma I/247, Bâkî I/219, I/229 beldeler (Y.M.) I/62, I/296, I/480
I/272, I/634; ~ten yaratılmış Bakî’ Mezarlığı (Y.M.) I/260, I/604 Belh (Y.M.) I/74, I/77
varlıklar I/533 bal arısı I/109, I/392, I/611, I/617, Belkıs (Ş.) I/177, I/276
Atlantik sahili (Y.M.) I/131 I/618 belleği kuvvetli olan râvi I/58
atta uğursuzluk I/686 barbarlık I/423 bencil davranmak I/446
ay: ~ tutulması I/319, I/514, I/675, bârekallah I/673 bencillik I/383
I/681; ~a tapma I/637 Bâri I/219, I/226 Benû Abdiyalîl (K.K.) I/567
ayakların konuşması I/591 Bârik duası I/188 Benû Kurayza (K.K.) I/65
703
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
Benû Mustalık (K.K.) I/623, I/625 ~yi esirgemek I/432, I/446; ~yi Buhârâ (Y.M.) I/74
Benû Sa’d (K.K.) I/103 gizleme I/383, I/432, I/445; Buhârî (K.) I/74
Benû Sâlim Mescid (Y.M.) I/582 ~yi paylaşmak I/381, I/446; ~yi Buhârî (Ş.) I/68, I/73; ~ şârihi (Ş.)
Berâ’ b. Âzib (Ş.) I/175, I/559 uygulamak I/444; ~yle meşgul I/365; ~ şerhi (K.) I/80, I/87,
Berât gecesi I/334 olanlar I/451 I/90, I/110; ~’nin bâb başlıkları
bereket: ~ duası I/663, I/664; ~ bilgiçlik taslama I/295 I/74; ~’nin kitabı (K.) I/72; ~’nin
için dua I/257; ~ kapılarının bilgin: ~ler I/450; ~ sahâbîler ⇒ rivayeti I/61; ~’nin Sahîhi (K.)
açılması I/658; ~ kaynağı Kur’an Abdullah b. Amr (Ş.) I/169 ⇒ I/85, I/364, I/457
I/658; ~ kaynağı su I/583 Abdullah b. Mes’ûd (Ş.), I/450, bulaşıcı hastalık I/601
Berîre (Ş.) I/114, I/115, I/526 I/460 bunaklık I/26, I/303, I/310
Berr I/219, I/228 bilgisizce fetva verme I/382, I/425, Burak I/100, I/527
besmele: ~ çekmek I/175, I/178, I/432, I/433 Bustânü’l-vâizîn (K.) I/82
I/179, I/180, I/181; ~ çekmeyi bilgisizlik I/699 buûs I/62
unutmak I/175, I/180; ~nin bilim: ~ adamları I/670; ~ dalları Bülûğü’l-merâm min Edilleti’l-
okunmadığı işler I/179 I/149; ~ tarihi I/382; ~in önemi Ahkâm (K.) I/122
beş: ~ bin melek I/251; ~ temel I/318 Bünyamin (Ş.) I/02, I/27, I/31,
esas I/511; ~ vakit namaz I/117, bilimsel: ~ bilgi I/397; ~ faaliyet I/64, I/82, I/93, I/95, I/115
I/119, I/188, I/308, I/509, I/511 I/62; ~ faaliyetler I/423 Büşeyr b. Kâ’b (Ş.) I/67
beşerî bilgi I/391, I/397 bilimsellik I/43, I/46, I/47, I/62, büyü I/579, I/679, I/682, I/683; ~
Beşîr b. Sa’d (Ş.) I/199 I/86, I/87, I/95, I/143, I/148, yapmak I/682; ~ye başvuranlar
Beyân ve’t-tebyîn (K.) I/104 I/149, I/152, I/316, I/382, I/397, I/683; ~ye inanmak I/683; ~yle
beyaz: ~ el mucizesi I/577, I/682; I/407, I/423, I/472, I/670 şirkin ilişkisi I/683
~ iplik I/404 bilme: ~den şirke düşme I/638, büyücüler I/262, I/682, I/683,
Beyhakî (Ş.) I/147, I/512 I/640; ~yene öğretme I/380, I/685, I/688
Beyt-i Atîk I/419 I/431 büyücülük I/317; ~le itham edilme
Beytü’l-Efkâri’d-Düveliyye (K.) bin bir hadis (K.) I/95 I/683
I/146 bin melek I/251 büyüğün imam olması I/381
Beytü’l-Makdis (Y.M.) I/567, I/583 bir damla sudan yaratılma I/238, büyük: ~ Arap kabileleri (K.K.)
bıkkınlık vermek I/380 I/239 I/342; ~ günah I/224, I/631,
bıldırcın I/580 bir delikten iki kere ısırılmaz I/683; ~ günahlar I/636; ~
Bibliotheque Orientale (K.) I/92 I/453, I/457, I/616 günahların bağışlanması I/636;
bid’at: ~ çıkarma I/698, I/699; ~ birbirini sevme I/513 ~ Hadis Külliyâtı (K.) I/87; ~
kavramı I/53, I/696; ~ uydur- birbiriyle çelişen hadisler I/76 hadisçiler I/75, I/450; ~ hesap
mak I/698; ~-ı hasene I/695; ~ı Birgi (Y.M.) I/88 günü I/307; ~lere saygı I/422,
reddeden hadis rivayetleri I/695; Birgivî Mehmed Efendi (Ş.) I/32, I/513; ~lük taslamak I/272,
~-ı seyyie I/695; ~ı uygulamak I/88, I/91 I/635, I/639
I/699; ~lerden sakınma I/79 Birinci Akabe Biati I/379
Bilâl b. Yahyâ b. Talha b. Ubeydul- birr kelimesi I/104 C
lah (Ş.) I/313 birr-ism I/104 Ca’fer b. Ebû Tâlib (Ş.) I/396,
Bilâl-i Habeşî (Ş.) I/380 Bismi’l-lât ve’l-uzzâ I/178 I/633, I/671
bilge sahâbî (Abdullah b. Amr) Bismike Allahümme I/178 Câbir (veya Cüveybir) (Ş.) I/342
(Ş.) I/382 Bismillâhi fî evvelihî ve âhirihî Câbir b. Abdullah (Ş.) I/64, I/68,
bilgi: ~ ile iman arasındaki bağ I/175, I/180 I/70, I/659
I/378, I/444; ~ ile kemale biyolojik yaratılış evreleri I/287 Câbir b. Semure (Ş.) I/357
erişme I/446; ~ kirliliği I/383; Bizans İmparatoru I/497 Câhız (Ş.) I/104
~ mirasını reddeden yorumlar Bizi ancak zaman helâk eder I/328 cahil: ~ kimseleri önder edinme
I/436; ~ öğretmenin sadaka bizikrillâh I/178 I/382, I/425, I/432; ~ vaizler I/71
oluşu I/381; ~ şehirleri (Y.M.) bolluk: ~ zamanında hamd I/191; Câhiliye: ~ döneminde sünnet
I/61; ~-iman birlikteliği I/378; ~ta iktisatlı davranmak I/652 olma I/360; ~ inançları (uğur-
~leri doğru muhafaza etmek borc(ç): ~u vekâleten ödeme I/435; uğursuzluk) I/317, I/685
I/58; ~nin aktarılması I/376, ~lu olarak vefat etme I/139 cahillerden yüz çevirmek I/165
I/381, I/451; ~nin çıkarlara alet boş: ~ inanç I/688; ~ sözden uzak Câmi’ beyne ahlâkı’r-râvî ve
edilmesi I/447; ~nin davranışlara durmak I/513; ~ vakit I/646 âdâbi’s-sâmi’ (K.) I/80
yansıması I/379; ~nin istismarı boy: ~ (kabile) I/103; ~ abdesti Câmi’ I/80, I/219, I/228; ~ türü
I/383, I/449, I/451; ~nin kaybol- I/103 eserler (K.) I/75, I/100
ması I/382; ~nin önemi I/382; boykot I/178 Câmiu’l-Kebîr (K.) I/76
~sine göre amel etme I/444; ~yi boynuzlu koyun I/589, I/593 Câmiu’l-ulûm ve’l-hikem (K.) I/84
başkalarına aktarmak I/444; bozgunculuk(ğ) I/159, I/166, Câmiu’l-usûl (K.) I/83, I/85, I/375
~yi çıkar aracına dönüştürme I/239, I/248, I/621, I/626; ~un Câmiu’l-usûl li ehâdîsi’r-resûl (K.)
I/447, I/449; ~yi esirgeme I/446; yayılması I/445 I/83
704
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
Câmiu’s-sağîr (K.) I/84 cimrilik etme I/26, I/161, I/166, I/687; ~ davranış I/273; ~ fiiller
Câmiu’s-sahîh (K.) I/74, I/76, I/80, I/168, I/170, I/171, I/303, I/309, I/212, I/276, I/633; ~ işleri süsle-
I/85, I/101 I/310, I/431, I/485, I/615, I/624, yip hoş gösterme I/276
Câmiu’s-sahîh’in muhtasarı (K.) I/625, I/651, I/652 çocuk(ğ): ~ eğitimi I/422; ~
I/85 cin: ~ çağırma I/263; ~ çıkarma istismarcılığı I/279; ~ları diri
Câmiu’t-Tirmizî (K.) I/76 I/263; ~ Mescidi (Y.M.) I/260; diri toprağa gömme I/423; ~ları
can güvenliği I/168, I/496 ~ şeytanlar I/164, I/278; ~lere öldürme I/647; ~ların fıtrat üzere
canın bedenden ayrılması I/252 gönderilen peygamberler I/261; doğması I/233, I/240; ~a isim
canlı: ~ varlığı hedef edinme I/125; ~lere sığınma inancı I/681; ~lerin koymak I/497; ~u düşürmek
~ tasvirler I/105; ~ların genetik gaybı bilmesi I/681; ~lerin inti- I/214
yapılarını bozmak I/451; ~ların kam alması I/263; ~lerin İslâm’a çok: ~ hadis nakledenler I/70;
yaratılışı I/237 girmesi I/263; ~lerin mahiyeti ~ soru sormak I/420; ~ tanrıcı
Cebbâr I/219, I/226 I/260; ~lerin müslüman olması inanç ve ibadet şekilleri I/533
Cebrail’in (as) dini öğretmesi I/363 I/261; ~lerin Peygamberimizden çöpe sıyrılan yemekler I/662
cedelden sakınma I/79 Kur’an dinlemesi I/259, I/260; çürümüş kemiklerin dirilmesi
cehalet I/382, I/432, I/458, I/484, ~lerin yiyeceği I/264 I/635
I/680, I/688, I/699 cinayetlerin artması I/325, I/332
Cehcâh b. Kays (Ş.) I/623 cinci I/263 D
cehennem bekçileri I/639 cinsel ilişki I/181 d’Herbelot (Ş.) I/92
cehennem: ~ ehli I/63, I/66, I/116, cinsellik I/306 dağlar: ~ meleği I/251; ~ın yerleş-
I/401, I/407, I/485, I/599, I/604, cinsiyet I/118, I/602, I/606 tirilmesi I/645; ~ın yürütülmesi
I/615; ~ tasvirleri I/108 c-n-n kökü I/262 I/639
cehennemlik I/439, I/443, I/469, Concardance (K.) I/92 daha muhtaç olanlara bakmak
I/479, I/570, I/599, I/605; ~lerin cömertlik I/212, I/224, I/225, I/647
ameli I/599, I/605 I/250, I/367, I/513, I/641, I/646, dalâlet I/135, I/424, I/693, I/697,
Cehmiyye I/70, I/79 I/650, I/657, I/660 I/698; ~e düşme I/481, I/483,
Celâl I/119, I/211, I/227, I/228, Cuhfe (Y.M.) I/669 I/486; ~te ısrar I/580
I/235, I/237, I/269, I/272, I/319 cuma: ~ günü boy abdesti almak Damad İbrahim Paşa (Ş.) I/89
Celâleddin es-Süyûtî (Ş.) I/84 I/103; ~ günü gusletmek I/102, Damdam b. Katâde (Ş.) I/435
Celîl I/219, I/219, I/227, I/227, I/103; ~ namazı I/103, I/647; ~ Dante (Ş.) I/92
I/549 namazına gelenlere şahitlik I/536 darda kalanların yardımına koşma
cem ve telif I/98, I/121 Cumhuriyet dönemi I/42, I/85, I/664
cemaatle namaz I/136 I/93, I/94, I/366 Dârekutnî (Ş.) I/80; ~’nin Sünen’i
Cemâl I/222, I/237, I/352 cübbe I/138 (K.) I/80
Cemel Vakası I/70, I/132 Cüheyne kabilesi (K.K.) I/508 darlık zamanları I/191
Cemmâîlî (Ş.) I/122 Cümâdâ el-âhir I/325, I/330 Dârr I/219, I/228
cenaze: ~ için üç günden fazla yas Cündeb b. Abdullah el-Becelî (Ş.) Dârü İbn Hazm (K.) I/146
I/593; ~ namazında salât ü selâm I/401, I/405 Dârü İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî (K.)
getirme I/200; ~ye katılmak cünüplük hâli I/558 I/147
I/604; ~yi yıkayanın gusletmesi Cüveybir (Ş.) I/342 dârü’l-âhire (Y.M.) I/591
I/99 cüzzam I/167 Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye (K.) I/146,
cenin I/99 Ç I/147
cennet: ~ ehli I/116, I/189; ~e çağdaş: ~ dinî metinler I/144; ~ Dârü’l-Ma’rife (K.) I/147
sokacak amel I/493; ~in sekiz olma I/368 Dârü’s-Selâm (K.) I/145
kapısı I/491, I/498, I/515, I/589, çakıl taşları I/697 Dârü’s-Sünne (Y.M.) I/54
I/595; ~likler I/469, I/599, I/605; çalışmayı elden bırakmamak I/618 Dârü’s-Sünne I/54
~ten çıkarılma I/163 çalmak I/259 Darülfünûn (Y.M.) I/90; ~ müder-
cerhedilen râviler I/72 çamurdan yaratılma I/239 risi (Ş.) I/93
cerh-ta’dil I/71, I/77, I/140 çan I/387, I/393; ~ sesi I/387, dârülhadisler (Y.M.) I/85, I/86,
Cerîr b. Abdülhamîd (Ş.) I/72 I/393 I/89
cevâmiu’l-kelim I/104 çarpıtmak I/557 davacı I/420
ceza: ~ günü I/187, I/603; ~sını çarşı I/50, I/61, I/117, I/344, davet: ~ günleri I/391; ~ mektup-
dünyada çekme I/458 I/395, I/422, I/662 ları I/64; ~e icabet I/46, I/306,
Cezair (Y.M.) I/87 çekirge I/405 I/483
Cezîre (Y.M.) I/74, I/261 çevre bilinci I/618 davetçi I/260, I/418
Cibrîl hadisi I/104, I/363, I/495, çıkar sağlamak I/558 davranışlar: ~da ölçülülük I/698;
I/511, I/545 çıkarcılık I/625 ~da samimiyet I/365
ciddiyet I/61 çiğnem et I/287 dayanışma I/422
cihad etme I/571 Çin ırkı I/131 Deccâl I/108
cimri olma I/277 çirkin: ~ iş yapmak I/298, I/633, değer: ~ bilmeme I/351; ~ hükmü
705
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
I/123, I/124, I/125, I/126; ~ ~ duyarlılık I/139; ~ hassasiyetler duyu ötesi: ~ alan ⇒ gayb I/262,
hükmü ifade eden rivayet I/126; I/470; ~ ilimler I/60; ~ inkâr I/377, I/535; ~ varlıklar I/260,
~ler manzumesi I/129, I/130, etme I/683; ~ metinler I/96, I/264
I/141, I/367; ~ler sistemi I/130 I/120, I/127, I/144; ~ metinler- düğümlere üflemek I/164, I/667,
değişime kapıların kapanması den hüküm çıkarma I/122; ~ I/672, I/677, I/682, I/683
I/699 öğretiler I/279; ~ yaşantıda bid’at dünya: ~ âhiret dengesi I/342; ~
dehir I/329 I/699; ~-ahlâkî açıdan güvenilir âhiretin tarlasıdır I/341; ~ görüşü
delâil (K.) I/140, I/583 olmak I/58 I/105, I/364; ~ işlerine karşı
deli I/165 dinle alay I/368 menfî tavır I/71; ~ malına düş-
delil getirme I/177, I/434 dinlemek ve itaat etmek I/413, künlük I/287; ~ savaşları I/449;
delilik I/167 I/424 ~ seması (Y.M.) I/128, I/316,
Demîrî (Ş.) I/263 dinlenme zamanı I/331 I/319, I/333, I/345, I/351, I/531;
demirle hayvanlara damga vurul- dirayetli olmak I/70 ~ sevgisi I/287; ~da imtihan
ması I/125 diriliş I/175, I/181, I/210, I/247, I/351; ~dan el etek çekme I/416;
dengeli olma I/344, I/377 I/253, I/272, I/293, I/299, I/327, ~nın gelip geçici I/344; ~nın
denizde boğulma I/580, I/581 I/398, I/522, I/603, I/604, I/635, sonu I/99; ~ya en yakın olan gök
denizin insanın hizmetinize veril- I/649; ~i inkâr I/241 (Y.M.) I/237
mesi I/645 dirilme I/241, I/296, I/299, I/512, dünyevî: ~ menfaatler I/447; ~
Denizli (Y.M.) I/93 I/595 zevkler I/375; ~leşme I/342,
Denizli mebusu (Ş.) I/93 dişleri temizlemek I/103 I/486
depremlerin çoğalması I/325, Divan Edebiyatı I/86 dürüstlük I/595, I/662, I/663
I/332 Diyanet İslâm Ansiklopedisi (K.) düşmanlık I/347, I/351, I/357,
ders: ~ alma I/316; ~ çıkarma I/39, I/153 I/368, I/391, I/455, I/461, I/507,
I/461, I/462 doğal: ~ genetik yapıyı bozmak I/528, I/595, I/633, I/670
desinler diye yapmak I/448 I/451; ~ güzellikler I/645; ~ düzmece tanrılar I/221
devlet yönetimi I/423 kaynaklar I/333
deyim I/327 doğru: ~ ile yanlışı ayırt etmek E
deyimsel ifade I/107 I/288, I/555; ~ kimse olmak Ebâbîl kuşları I/235
Dımâd (Ş.) I/682 I/58; ~ söylemek I/508, I/655, ebedî hayat I/341, I/497, I/594
Dımaşk (Y.M.) I/86, I/373, I/375 I/663; ~ söz söylemek I/249; ~ Ebrehe (Ş.) I/235
Dicle (Y.M.) I/32, I/34 sözlü olmak I/633; ~ sözlülük ebter I/181
diğer: ~ ilâhî kitaplar I/592; ~ I/210, I/465, I/472, I/522, I/633; Ebû Abdullah Muhammed b.
peygamberler I/545, I/570 ~ yola iletilme I/640; ~ yoldan Yezîd el-Kazvinî (Ş.) I/78
Dihyetü’l-Kelbî (Ş.) I/250 ayrılmak I/272; ~ yoldan saptır- Ebû Abdurrahman Ahmed b.
dil: ~ âlimi I/53; ~ ile ikrar I/495, mak I/166, I/276; ~ yolu bulmak Şuayb el-Horasânî (Ş.) I/77
I/507, I/509, I/515; ~ine sahip I/404, I/418, I/517, I/521, I/528; Ebû Azze Abdullah b. Amr b.
olmak I/431, I/512 ~ yolu göstermek I/459, I/467, Umeyr (Ş.) I/457
dilencilik I/459 I/482, I/543, I/568, I/637; ~ya Ebû Bekir (Ş.) I/385, I/657
din: ~ adamları I/546; ~ bilgini teşvik I/445 Ebû Bekir İbnü’l-Arabî (Ş.) I/72,
I/364; ~ dili I/104, I/123; ~ doğruluk I/67, I/129, I/472, I/543, I/111
günü I/214; ~ samimiyettir. I/607, I/633 Ebû Bekir’in kızı Esmâ (Ş.) I/319,
I/357, I/364, I/366; ~ sözcüğü Doğu Hindistan (Y.M.) I/92 I/662
I/361; ~de aşırı gitmek I/362, Doğu Hindistan şirketi I/92 Ebû Bekre (Ş.) I/325, I/330, I/631
I/697; ~de aşırılık I/362; ~den doktorlar I/29, I/30, I/31, I/32, Ebû Bürde (Ş.) I/311
çıkma I/362; ~den dönme I/567; I/33, I/34, I/35, I/36, I/37, I/100, Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerîr
~den taviz vermek I/276; ~e I/527 et-Taberî (Ş.) I/82
davet I/105, I/569; ~i daralt- dokunulmazlık I/290, I/495, Ebû Cehil b. Hişâm (Ş.) I/210,
mak I/362; ~i öğrenme I/430, I/496, I/593 I/235, I/393, I/479
I/559; ~i öğretmek I/129, I/429, domuz I/450 Ebû Dâvûd et-Tayâlisî (Ş.) I/73,
I/527, I/529, I/563; ~i tebliğ dosdoğru: ~ olmak I/513, I/628; ~ I/146
I/134, I/495, I/570, I/681; ~in yol I/165, I/187, I/357, I/363 Ebû Dâvûd Süleyman b. el-Eş’âs b.
asıl kaynağına aidiyeti I/58; ~in dört büyük melek I/536 İshak el-Ezdî (Ş.) I/75, I/76, I/80
inceliklerini anlama I/377, I/427, Dört Sünen (K.) I/74 Ebû Dâvûd şerhi (K.) I/80
I/430; ~in kemale ermesi I/469, dövme yaptırmak I/125, I/672 Ebû Hanife (Ş.) I/33
I/556, I/696; ~in kolay oluşu dua: ~ âdâbı I/197; ~ eden sâlih Ebû Hayseme Züheyr b. Harb (Ş.)
I/357, I/363; ~in temel kavram- evlat I/373, I/381; ~-ibadet I/73
ları I/535; ~in temel kaynaklarını I/223; ~ların geri çevrilmediği Ebû Hâzim (Ş.) I/449, I/450
şerh/izah etme (K.) I/407; ~in ya- vakitler I/650; ~nın kabul edil- Ebû Huseyn el-Basrî (Ş.) I/106
rısı I/367; ~i zorlaştırmak I/363 mesi I/226, I/345, I/351 Ebû Huzâme es-Sa’dî (Ş.) I/599,
dinî: ~ değerler I/143; ~ delil I/60; duvarlara asılan Mushaflar I/559 I/607
706
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
Ebû Huzeyfe (Ş.) I/559 ekolojik denge I/451 Eskişehir (Y.M.) I/30, I/36, I/93
Ebû Huzeyfe’nin azatlı kölesi eksiklerinden ders çıkartmak I/458 Eskişehir mebusu I/93
Sâlim (Ş.) I/559 el emeği ile geçinmek I/618, I/643, Esmâ bint. Ebû Bekir (Ş.) I/662
Ebû Hüreyre (Ş.) I/66, I/68, I/70, I/648 Esmâ’nın çocukları (Ş.) I/673
I/200, I/380 elest bezmi I/298, I/497 Esmaî (Ş.) I/365
Ebû İdrîs (Ş.) I/629 Elfiyyetü’l-hadîs (K.) I/81 Esmâ-i hüsnâ I/222, I/224
Ebû Îsâ (L.) I/75 elhamdülillâh I/180, I/185, I/188, esnaf I/117
Ebû Leheb (Ş.) I/235 I/189, I/190, I/191, I/486, I/510 esneme I/111
Ebû Mâlik el-Eş’arî (Ş.) I/185, eller: ~i yıkamak I/117; ~in konuş- esrarengiz varlıklar I/680, I/685
I/190 ması I/591 Esved (Ş.) I/445
Ebû Mes’ûd el-Ensârî el-Bedrî elli: ~ bin seneye tekabül eden bir eşeğin namazı bozması I/97
(Ukbe b. Amr) (Ş.) I/199, I/207, gün I/330; ~ sahife I/541, I/544 eşrâtü’s-sâa I/126
I/213, I/675 Elmalılı Hamdi Yazır (Ş.) I/93, et yemeği I/359
Ebû Muhammed Zekiyyüddin I/191 etkileyici konuşma I/633
Abdülazîm (Ş.) I/83 emanet: ~ kavramı I/444; ~e Eûzü billâhi mine’ş-şeytâni’r-racîm
Ebû Müshir (Ş.) I/375 hıyanet I/621, I/627; ~i ehline I/165, I/209
Ebû Nüceyd (L.) I/419 vermek I/512, I/633; ~i koruma ev: ~e besmele ile girmek I/175,
Ebû Saîd el-Hudrî (Ş.) I/62, I/63, I/512 I/180; ~in uğursuz sayılması
I/70, I/102, I/111, I/116, I/269, embriyo I/387, I/391; ~ safhaları I/686; ~leri kabirlere çevirme
I/272, I/339, I/387, I/393, I/396, I/99 I/195, I/201
I/445, I/455, I/465, I/470, I/531, emek I/389 evlilikten uzak durma I/415
I/539, I/671, I/699 Emevî: ~ halifesi I/71; ~ iktidarı evrensel: ~ ilkeler I/132; ~ küllî
Ebû Saîd Ubeydullah b. Ömer el- I/71; ~ler I/70 kaideler I/98
Kavârîrî (Ş.) I/73 Emrolunduğun gibi dosdoğru ol Evs b. Huzeyfe (Ş.) I/558
Ebû Seleme (Ş.) I/298, I/470 I/628 evsizler I/423
Ebû Şâh (Ş.) I/63, I/64 emzirme I/214 Evvel I/219, I/228
Ebû Tâlib (Ş.) I/210, I/260, I/475, en büyük ganimet I/235; ~ günah ezberlenen âyetlerin unutulması
I/479, I/498, I/514 I/631, I/636; ~ iftira I/465, I/471; I/560
Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh (Ş.) I/601 ~ miras I/561 Ezd-i Şenûe (K.K.) I/681
Ebû Ümâme (Ş.) I/168, I/362, en çok hadis rivayet eden sahâbîler ezelî: ~ bilgi I/477, I/484, I/606,
I/559 I/63, I/382, I/432, I/468, I/470 I/607; ~ ilim I/605
Ebû Ümâme el-Bâhilî (Ş.) I/361 en faziletli zikir I/499 Ezher Camii I/90
Ebû Zekeriyya en-Nevevî (Ş.) I/84 en geniş hadis kitapları (K.) I/73 eziyet etme I/513
Ebû Zür’a er-Râzî (Ş.) I/75 en güzel isimler I/221, I/222 ezlâm I/684
Ebu’d-Derdâ (Ş.) I/69, I/371, en hayırlı gün I/333 ez-Zâhir I/207, I/216, I/219, I/228
I/373, I/375, I/381 en şerli âlimler I/445
Ebu’l-Abbâs Zeynüddin Ahmed b. en üstün amel I/499 F
Ahmed ez-Zebîdî (Ş.) I/84 en yakın gök (Y.M.) I/237 fâcir I/615
ebu’l-beşer (L.) I/238 Enceşe (Ş.) I/107 Fahreddin-i Acemî (Ş.) I/86, I/91
Ebu’l-Huseyn Muslim b. el-Haccâc Enderûn-ı hümâyûn I/89 faiz: ~ yasağı I/119; ~ yiyen insan-
el-Kuşeyrî (Ş.) I/74 Endülüs (Y.M.) I/111, I/696 lar I/125
Ebu’l-Leys es-Semerkandî (Ş.) I/82 Enes b. Mâlik (Ş.) I/66, I/68, I/70, fakîh: ~ sahâbî ⇒ (Ş.) I/433; ~
ebucehil karpuzu I/560, I/614 I/362, I/445; ~’in azatlısı Mu- sahâbîler (Ş.) I/115
ecel-i müsemmâ I/329 hammed b. Sîrîn (Ş.) I/57 fal I/471; ~ açmak I/677; ~ bak-
ecelin geciktirilmesi I/661 en-Nûr I/219, I/228 mak I/549, I/558; ~ inancı I/684;
edebiyat I/104, I/128, I/130, I/143, Erbaîn (K.) I/84 ~ kalemleri I/684; ~ okları I/273,
I/181, I/382, I/512, I/581 Erbaûn el-Aclûniyye (K.) I/89 I/684; ~ oku çekme I/684; ~ tut-
Edebü’l-müfred (K.) I/82, I/125 erkeğe benzemeye çalışan kadınlar mak I/684; ~ yöntemleri I/684;
edep kuralları I/134, I/138 I/125 ~a başvurmak I/679
Edirne (Y.M.) I/86, I/87; ~ erken dönem hadis kaynakları falcılar I/263, I/685, I/688
Dârülhadisi I/86; ~ kadılığı I/87; I/149 falcılık I/317, I/406, I/471, I/683
~ medreseleri I/87 Erzurumlu Musa Kazım (Ş.) I/90 fâris I/458
ef’âl-i hayriyye I/367 esbâb-ı: ~ mûcibe I/43, I/148; ~ Farsça I/87; ~ şiirler I/87
efsun yapmak I/686 vürûd I/102 farz sözcüğü (hadis eserlerinde)
Eğinli İbrahim Hakkı (Ş.) I/90 esed kabilesi (K.K.) I/427 I/78
eğitim kurumları I/85, I/87 eser kelimesi I/56 Fatih (Ş.) I/33, I/86, I/87; ~ devri
ehâdîs-i külliyye I/84 esfel-i sâfilîn I/100 I/87
Ehl-i: ~ hadis I/79; ~ kitab I/35, Eski Ahid (K.) I/591 fayda: ~ vermeyen ilim I/26, I/161,
I/139, I/429, I/541; ~ kitaba eski kitaplar (K.) I/382, I/432 I/166, I/171, I/303, I/310, I/373,
danışma I/546; ~ tevhid I/498 eski Mısır I/682 I/384; ~lı ilim I/373, I/381; ~sı
707
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
kesintisiz devam eden sadaka Fuad Sezgin (Ş.) I/93 gençliğin değerini bilme I/335
I/373, I/381; ~sız ilim I/451 fuhuş I/113; ~ yapan I/113; ~ genetik yapı I/451, I/606
faziletli amel I/118 yaptıranlar I/113 gerçeği gizlemek I/446
fe’l kavramı I/684 fücûr I/286 gerçek(ğ): ~ mümin I/461, I/508;
Fedâle b. Ubeyd (Ş.) I/301, I/305 ~ müminlerin vasıfları I/367
Felâk: ~ Sûresini okumak I/164; ~ G gerdanlık I/450; ~lar I/687
Sûresinin indirilişi I/671 G. H. A. Juynboll (Ş.) I/92 geri kalmışlık I/368
feleğe küsmek I/327 Gaffâr I/219, I/226 gıllü gıyş I/366
feraset I/458, I/459, I/460, I/461, gaflete düşmek I/276, I/458 gıpta etme I/379, I/441, I/449,
I/616 Gafûr I/219, I/224, I/227 I/450, I/673
fesat çıkarma I/341 gâî yorum I/124 gizli şirk I/638; ~ tehlikesi I/637
fetânet I/126, I/459 galaksiler I/315 gizlice dua etme I/211
fethedilen bölgeler (Y.M.) I/69 Ganemoğulları (K.K.) I/252; ~ göğün yaratılışı I/238
Fethu’l-muğîs (K.) I/81 sokağı (Y.M.) I/252 göğün yükseltilmesi I/602
Fettâh I/219, I/226 Ganî I/219, I/228 gök: ~ cisimleri I/315, I/317,
fetvâ vermek I/134, I/382, I/425, ganimetin beşte biri I/512 I/319, I/320, I/330, I/332, I/680;
I/427, I/432, I/433, I/436, I/437 Garâibü’l-ehâdîs (K.) I/90 ~ cisimlerinin yok olacağı I/332;
feyiz I/444 garîb rivayetler I/84 ~ haberleri I/259; ~ kapılarının
fıkh I/106, I/458; ~etme I/431; ~ın gayb: ~ âlemi I/115; ~ ile ilgili riva- açılması I/298, I/299; ~lerdeki
küllî kaideleri I/84; ~ın usul ve yetler I/126; ~ ilmi I/223; ~a ait melek I/252; ~teki burçlar I/679;
kaideleri I/122 konular I/241; ~a iman I/327; ~a ~ten bıldırcın eti indirilmesi
fıkhî: ~ hadisler I/92, I/100, I/122; inanma I/592; ~dan haber alma I/580
~ hüküm I/77; ~ ihtilaflar I/44; I/684; ~dan haber alma yöntemi gökyüzü I/237, I/238, I/251,
~ konular I/44, I/98, I/149; ~ I/684; ~dan haber verme I/681; I/259, I/299, I/311, I/316, I/318,
yaklaşımlar I/82 ~ı bilmek I/211, I/262, I/569; ~ı I/321, I/392, I/577, I/679, I/680,
fıkhu’l-Buhârî fî terâcümih I/74 öğrenmek I/685; ~ın anahtarları I/681; ~ sakinleri I/679; ~nün
fıkıh I/130, I/430; ~ alanı I/408; I/211, I/685 parça parça düşürülmesi I/638;
~ bâbları I/72, I/75, I/79, I/83; gaybî: ~ bilgilere muttali olmak ~nün yas tutması I/319
~ kaynakları I/101; ~ kitapları I/262; ~ konular I/681; ~ rivayet- gönül: ~ huzuru I/664; ~ zengin-
I/74, I/141; ~ konuları I/85; ~ lerin kaynağı I/126 liği I/25
usulcüsü I/138; ~çılar I/53; ~la gayri müekked sünnet I/136, I/142 görünmeyen ordular I/584, I/585,
meşgul olmak I/430 Gaytî (Ş.) I/88, I/89, I/91 I/585
Fırat (Y.M.) I/35, I/37 gazavetnâme (K.) I/85 gösteriş: ~ için giyinmek I/134; ~
fırtına I/167, I/396, I/514, I/581 Gazzâlî (Ş.) I/111, I/112, I/115, için namaz kılma I/625
fıtrat:~ üzere doğma I/233, I/240, I/116, I/133, I/134, I/142, I/224, göz: ~ değmesi I/665, I/667, I/669,
I/283, I/286, I/360; ~a aykırı I/335 I/670, I/671; ~ değmesinin
davranışlar ⇒ Allah’tan başkası- gece: ~ ibadet etmek I/334, I/615; gerçekliği I/669; ~lerin aleyhte
na tapmak I/240 ⇒ kötülük ~ ibadetine kalkmak I/334; ~ şahitlik etmesi I/212
fıtrî: ~ olan ⇒ ahlâk I/285 ⇒ bi- Kur’an okumak I/558; ~ melek- gözbağcılık yapma I/682
linmeyene ve geleceğe ait merak; leri I/245, I/254; ~ namaz kılma gözetleyen melekler I/252
~ olana dönme I/461 I/415; ~ namazı I/334, I/683; ~ Gudayf b. Hâris es-Sümâlî (Ş.)
fidye: ~ ⇒ âhirette I/480, I/639 namazlarına devam etme I/468; I/697
⇒ boşanma; ~ âyetinin inmesi ~ yürüyüşü I/659; ~nin fitnesi gulyabani I/317
I/199 I/257; ~nin son üçte biri I/128, gusül abdesti I/102
fiilî dua I/663 I/345, I/351; ~nin son yarısı gücün yeteceği amelleri yapma
Filistin (Y.M.) I/69, I/77 I/334 I/519, I/523
Firavun’un sihirbazları I/579, geçmiş günahların bağışlanması Gümüşhanevî (Ş.) I/90
I/682 I/190, I/333 gün: ~lerin saatlere bölünmesi
Firdevs (Y.M.) I/188; ~ cenneti gelecek(ğ): ~ten haber alma I/685; I/336; ~ü Kur’an’la yaşamak
I/188 ~ dair bilgi edinmek I/681 I/560; ~ümüzde hadis eserlerinin
fîsebîlillâh I/305 gelenekler I/46, I/49, I/58, I/69, tercümesi I/144; ~ümüzde hadis
fiten I/70, I/71, I/100, I/108, I/71, I/88, I/131, I/133, I/248, usulü ve ıstılahları I/81
I/126, I/127, I/198, I/303, I/309, I/307, I/308, I/361, I/497, I/687, günah: ~ defteri I/499; ~ kapsamı-
I/332, I/547, I/591, I/637, I/699; I/696 na giren davranışlar I/631, I/636;
~ kitapları I/126; ~ rivayetleri geleneksel: ~ hadis birikimi I/90; ~a öncülük etme I/53; ~lardan
I/332; ~ ve melâhim rivayetleri ~ hadis nakil usulü I/88; ~ hadis sakındırmak I/123; ~ların
I/108, I/126 tetkikleri I/101 bağışlanması I/254; ~ların ba-
fitne I/408; ~ dönemi I/57, I/127 genç sahâbîler ⇒ Abdullah b. ğışlanmasına vesile ⇒ “Lâ ilâhe
fizik ötesi âlem I/115, I/569 Abbâs (Ş.) I/66, I/252, I/407, illâllahü vahdehû lâ şerîke leh,
fizikî âlem I/393 I/445, I/499, I/613 lehü’l-mülkü ve lehü’l-hamdü
708
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
ve hüve alâ külli şey’in kadîr” ~ aşma I/213, I/224 ve sünnetin doğru anlaşılması
demek I/505, I/509 hâdî I/219, I/228, I/481, I/482 I/95; ~ yorumcuları I/366; ~
günahkâr: ~ kişi I/283, I/289; ~ın hadis: ~ arşivleri I/73; ~ bilimin- yorumu I/343; ~çiler I/59, I/64,
rahmetten ümit kesmesi I/224 de uzman olmayanlar I/143; I/69, I/71, I/72, I/73, I/75, I/79,
gündüz melekleri I/245, I/254 ~ dersleri I/90; ~ dinleme ve I/82, I/84, I/85, I/88, I/89, I/128,
güneş: ~ tutulması I/313, I/319, ezberleme I/74; ~ edebiyatı I/81, I/134, I/365; ~çilere göre sünnet
I/320, I/514, I/681; ~ tutulması I/84, I/125; ~ eğitim kurumları I/53; ~i anlamaya çalışmak I/96;
namazı I/320; ~e secde etme I/86; ~ ehlini savunmak I/80; ~i bağlamından koparma I/112;
I/177, I/315, I/514; ~in batıdan ~ eserleri I/72, I/82, I/85, I/86, ~-i erbaîn (K.) I/90; ~i reddet-
doğması I/315; ~in bir yörün- I/95, I/100, I/126, I/143, I/144, mek I/99; ~in altın çağı I/73; ~in
geye göre hareket etmesi I/315; I/408, I/409; ~ eserlerini okuma anlamı I/431; ~in değeri I/92;
~in doğudan doğması I/603; I/141; ~ hafızı I/78, I/88, I/375; ~in farklı tarikleri I/101; ~in
~in dürülmesi I/316, I/639; ~in ~ hırsızlığı I/79; ~ ıstılahları I/75, güvencesi I/57; ~in güvenilir-
hareketleri I/320 I/81; ~ ilimleri I/80, I/120; ~ ilmi liği I/92; ~in isnadı I/59; ~in
Gürânî (Ş.) I/86, I/87, I/91 I/56, I/58, I/68, I/69, I/80, I/82, muttasıl olması I/58; ~in önemi
güven vermek I/398 I/143; ~ ilminin meseleleri I/143; I/57, I/92; ~in Peygamberimize
güvenilir: ~ hadis kaynakları I/83; ~ kaynakları I/42, I/72, I/81, aidiyeti I/58, I/59; ~in sebeb-i
~ olma I/58, I/72; ~ râvi I/58, I/83, I/87, I/88, I/92, I/95, I/100, vürûdu I/77, I/121; ~in sıhhati
I/59 I/101, I/102, I/124, I/125, I/140, I/76; ~in söylenme nedeni I/102,
güvercin beslemek I/273 I/144, I/149, I/151, I/167, I/259, I/458; ~in sübûtu I/58, I/59; ~le
güz mevsimi I/636 I/298, I/364, I/457; ~ kitabeti fıkhın birleştirilmesi I/72; ~le
güzel ahlâk I/285, I/352, I/367, I/93; ~ kitapları I/72, I/73, I/79, tasavvufun kaynaşması I/90; ~ler
I/430, I/513, I/528, I/615 I/80, I/81, I/85, I/94, I/95, I/101, arasındaki ihtilâf I/121, I/122;
güzel: ~ ahlâk kavramı I/367; ~ I/124, I/141, I/143, I/144, I/366, ~ler, On Kere Kırk ; ~ (K.) I/94;
ahlâk sahibi kişiler I/430; ~ işe I/380, I/430, I/508, I/513, I/583, ~lerde dolaylı anlatım I/108;
öncülük etme I/53, I/691, I/695; I/585; ~ kitaplarının tercüme fa- ~lerde görülen teâruz I/120;
~ isimlerle dua etme I/222; ~ aliyeti I/144; ~ kitaplarının tercü- ~lerdeki illetler I/82; ~lerdeki
koku sürünmek I/103; ~ konuş- me faaliyeti (K.) I/144; ~ külliyatı mecaz I/106; ~lerdeki meseller
ma I/342; ~ sesli sahabiler ⇒ I/43, I/60, I/102, I/109, I/142; ~ I/109; ~lere saygı I/79; ~leri an-
Abdullah b. Mes’ûd (Ş.) I/559 kültürü I/44, I/149; ~ literatürü lama I/141, I/408; ~leri anlama
⇒ Ebû Huzeyfe’nin azadlı kölesi I/122, I/128; ~ meclisleri I/68; ~ sorunu I/141; ~leri anlama ve
Sâlim (Ş.); ~ söz I/430 metinleri I/84, I/94, I/98, I/104, yorumlama I/101, I/143, I/407,
I/124, I/143, I/145, I/546; ~ I/446; ~leri Kur’an ile birlikte
Ğ metinlerinin yorumlanması I/99, düşünmek I/96; ~leri nakletme
ğarîb kelimeler I/77 I/407; ~ metni I/44, I/57, I/102; I/57; ~lerin bağlayıcılığı I/114;
ğarûr I/272 ~ metnini nakleden râviler I/57; ~lerin güvenilirliği I/83; ~lerin
ğul I/687 ~ mirası I/24, I/41, I/52, I/85, isnadı I/77, I/143; ~lerin izahını
I/93, I/141; ~ nakledenler I/70; ~ konu edinen şerhler (K.) I/408;
H okulları I/85; ~ râvileri I/69; ~ ri- ~lerin kaynağını araştırma I/57;
Habbe (Ş.) I/643 saleleri I/82; ~ rivayet etme I/56, ~lerin Kur’anla karşılaştırılması
haber I/55; ~-i sâdık I/397; ~leri I/57, I/58, I/66, I/67, I/143; ~ I/97; ~lerin şerhi I/408; ~lerin
aktaranın sika olması I/58 rivayet merkezi I/68; ~ rivayetini tedvin ve tasnif edilmesi I/72;
Habeş: ~ asıllı sahâbîler ⇒ Bilâl b. teşvik I/66; ~ rivayetinin ıstılah- ~lerin toplanması I/63; ~lerin
Rebâh (Ş.) I/413, I/424; ~ diyarı ları I/80; ~ rivayetleri I/42, I/45, yazılmaması I/62, I/63; ~lerin
(Y.M.) I/591 I/46, I/98, I/109, I/112, I/120, yazıya geçirilmesi I/63, I/64,
Habeşistan (Y.M.) I/396, I/591; ~ I/122, I/123, I/125, I/126, I/127, I/71, I/499
kralı I/633 I/143, I/144, I/695, I/696, I/698; hadise ilgi I/60
Hâbil (Ş.) I/306; ~’in öldürülmesi ~ sahifeleri (K.) I/64; ~ sözcüğü hadîsü’l-cünûd I/55
I/306 I/56; ~ tahsil etme I/74; ~ talebe- hafaza melekleri I/536
habîr I/219, I/227 leri I/68; ~ tarihi I/30, I/41, I/59, hâfıd I/219, I/226
hablullah I/548, I/555 I/60, I/64, I/69, I/70, I/77, I/78, hafızası kuvvetli olan ravi I/58
hac: ~ aylarında umre I/687; ~ I/79, I/85, I/144; ~ tercümesi hafîz I/219, I/227
görevi I/697; ~ ibadeti I/133, I/93; ~ tetkikleri I/92, I/101; hak: ~ Dini Kur’an Dili (K.) I/191;
I/320, I/362, I/419; ~ menâsiki ~ toplamak I/74; ~ usulü I/75, ~ hukuka riayet I/595
I/419; ~ mevsimi I/447; ~cın I/76, I/80, I/81; ~ uydurma I/59, hakaret etmek I/165, I/274
farz kılınması I/420; ~da şeytan I/71; ~ uydurma faaliyeti I/60, Hakem (Ş.) I/193
taşlama I/273 I/70, I/71; ~ uydurma sebepleri hakem I/219, I/227, I/686
hacılara su dağıtma I/592 I/124; ~ uydurmanın vebali I/79; hakikat: ~i görmezlikten gelme
Hacûn (Y.M.) I/260 ~ uzmanları I/42, I/81, I/144; I/437; ~leri gizlemek I/446
haddi: ~ aşanlar I/66, I/409, I/451; ~ ve sünnet hasımları I/95; ~ Hakîm b. Hızâm (Ş.) I/655, I/657,
709
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
710
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
Hind-Pakistan alt kıtası (Y.M.) I/89 I ~ye itaat etmek I/413, I/424
Hira Mağarası (Y.M.) I/249, I/259, Ignaz Goldziher (Ş.) I/92 ideal eş seçimi I/422
I/387, I/390, I/469, I/555 Irak (Y.M.) I/69, I/75, I/77, I/88, ideolojik bilgi sistemleri I/398
hissi/fiziki mucize I/580 I/103 idrak kuvveti I/459
Hişâm b. Ammâr (Ş.) I/78 Irâkî (Ş.) I/81, I/87 İdris (Ş.) I/541, I/544
hitabet I/682 Irbâd b. Sâriye (Ş.) I/413 İdris Peygamber (Ş.) I/541, I/544
hizibler I/558 ırk I/131, I/602 iffet I/25, I/459; ~li kadına iftira
hizmetçiler I/103, I/285, I/289, ıslah etmek I/368 I/633; ~li olmak I/431, I/512
I/510, I/663 ifrit I/257, I/261
hizmetkâr I/252 İ iftâ I/134
H-N-F sözcüğü I/360 ibâdât I/122 iftar etmeden peş peşe oruç tutma
Horasan (Y.M.) I/72, I/74, I/75, ibâha I/137 I/139
I/77, I/79 İblis I/164, I/239, I/263, I/269, iftira: ~ atmak I/633; ~ etmek
horlamak I/252 I/271, I/272, I/273, I/277 I/394; ~ kampanyası I/394
hortlak inancı I/687 İbn Abdi Yâlîl (Ş.) I/251 iğvâ I/271, I/276
hoş görme I/595 İbn Balabân (Ş.) I/83, I/102, I/111 İhkâmü’l-ahkâm şerhu Umdeti’l-
hoşgörü I/36, I/37, I/368, I/458, İbn Dakîku’l-Îd (Ş.) I/122 ahkâm (K.) I/122
I/625 İbn Ebî Dâvûd (Ş.) I/278 ihlâslı olmak I/512
Hubâb b. Münzir (Ş.) I/526 İbn Ebî Hâtim (Ş.) I/80 ihrama girmek I/650
hubr I/55 İbn Ebî Şeybe (Ş.) I/35 İhsân fî takrîbi sahîhi ibn Hibbân
Hudeybiye (Y.M.) I/318 İbn Ebî Vakkâs (Ş.) I/67 (K.) I/83
hukuk: ~ esasları I/98; ~a riayet İbn Ebî Zâide (Ş.) I/72 ihtida I/481
I/595 İbn Hacer el-Askalânî (Ş.) I/34, ihtiras I/305
Hulefâ-i Râşidîn: ~’in sünneti I/79; I/37, I/70, I/81, I/88, I/94, I/122, ihtiyaç ölçüsünde harcama I/652
~’in uygulamaları I/53 I/128, I/344 ikâb I/123
hulûd I/116 İbn Haldûn (Ş.) I/129 iki ana kaynak I/84
Humeydî (Ş.) I/29, I/74, I/155 İbn Hibbân el-Büstî (Ş.) I/82 ikinci: ~ halife hz. Ömer I/250; ~
humus I/77 İbn Huzeyme (Ş.) I/80 yaratılış I/240, I/591
hunefâ I/360 İbn Kayyim el-Cevziyye (Ş.) I/109 ikindi: ~ namazının ilk vaktinde
Huneyn savaşı I/524, I/657 İbn Kemal Paşa (Ş.) I/87, I/91 kılınması I/117; ~ namazının
hurafe I/249, I/263, I/264, I/316, İbn Mâce (K.) I/85, I/222 önemi I/118
I/317, I/318, I/670, I/679, I/688, İbn Mâce (Ş.) I/74, I/78, I/79, I/85, ikiyüzlü: ~ davranmak I/365; ~ler
I/689; ~lere sığınmak I/685; ~ye I/122, I/145, I/222 I/621, I/624, I/627
dayalı düşünme I/317 İbn Manzûr (Ş.) I/53 ikiyüzlülük I/624, I/627
hurma: ~ ağaçlarını aşılama I/519, İbn Melek (Ş.) I/86, I/91 ikra I/178
I/525; ~ aşılama I/114 İbn Râheveyh (Ş.) I/73 ikram etmek I/513, I/585, I/589,
huşû: ~ duygusu I/142, I/161, İbn Receb el-Hanbelî (Ş.) I/29, I/593, I/661
I/171, I/303, I/310, I/373, I/378, I/84 ikrar etmek I/237, I/495, I/507,
I/383, I/535; ~ duymayan kalp İbn Sa’d (Ş.) I/63 I/509, I/510
I/26, I/161, I/171, I/303, I/310, İbn Şihâb ez-Zührî (Ş.) I/53, I/71 iksir I/296
I/373, I/383 İbnü’d-Deyba’ (Ş.) I/85 iktidâ I/133, I/134, I/523
hutbe I/102, I/313, I/420, I/517, İbnü’l-Cârûd (Ş.) I/80 ilaçlar I/128, I/599, I/607
I/629, I/693 İbnü’l-Cevzî (Ş.) I/82 ilâhî: ~ adalet I/594; ~ davet I/483;
Hübel I/235 İbnü’l-Esîr (Ş.) I/83, I/85 ~ daveti reddetmek I/483; ~
hüdâ sünneti I/136 İbnü’s-Salâh (Ş.) I/81 dinler I/533, I/568; ~ ezelî bilgi
Hüdhüd I/177 İbrânîce I/391, I/541 I/606; ~ irade I/51, I/272, I/287,
hüküm: ~ istinbatı I/60; ~ koyma ibret almak I/434, I/462, I/557, I/289, I/417, I/484; ~ kanunlar
yetkisi I/420; ~ verirken ictihad I/571, I/648 I/52; ~ kitaplar (K.) I/523, I/543,
I/427, I/434; ~ vermek I/51, îcab I/78 I/545, I/546, I/547, I/592; ~
I/309, I/420, I/427, I/429, I/433, icâre I/62, I/383, I/618, I/681 mucize I/392; ~ müdahale I/390;
I/434, I/484, I/512 icazet I/88, I/89 ~ öğretiler I/66, I/132, I/523; ~
hülle I/125 icmâlî iman I/494 öğretiler manzumesi I/364; ~ ses
Hüseyin b. Hasan el-Halîmî (Ş.) ictihad etmek I/59, I/377, I/421, I/163; ~ takdir I/670; ~ yardım
I/512 I/427, I/429, I/430, I/433, I/434, I/584, I/672
Hüşeym b. Beşîr (Ş.) I/72 I/436 ilâhlar I/556
Hz. Ebû Bekir’in kızı Esmâ ⇒ ictihadî konu I/59 ilâhlık isnadı I/680
Hz. Ebû Bekir’in kızı Esmâ (Ş.) içerken kabın içine solumak I/422 İlel (K.) I/80
I/319, I/662 İçki I/119, I/125, I/273, I/593; ~ İlel I/80
Hz. Şuayb ⇒ Şuayb Peygamber içilen sofrada oturma I/593 ileri görüşlülük I/460
(Ş.) I/460, I/570 idareci: ~ler I/133, I/290, I/366; ilham I/262, I/389, I/423, I/459,
711
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
I/512, I/613 I/618; ~ın en yüksek mertebesi onuruna saygı I/98; ~ psikolo-
ilham: ~ etme I/392; ~ perisi I/262 I/501; ~ın gereği ile amel etmek jisi I/169; ~ ruhu I/287, I/296,
ilim I/106; ~ adamı I/46, I/92, I/510; ~ın kalbe girmesi I/508; I/297; ~ ruhunu inkâr I/297; ~
I/445, I/449; ~ adamları I/57, ~ın kalbe yerleşmesi I/508; ruhunun neliği I/297; ~ şeytanı
I/59, I/66, I/446; ~ adamlarının ~ın kemale ermesi I/524; ~ın I/164, I/264, I/272; ~ tabiatı
değeri I/450; ~ adamlarının top- kökleşmesi I/522; ~ın şubeleri I/49, I/444; ~daki zaaflar I/277;
lum içindeki rollerine I/445; ~ I/505, I/512, I/618; ~ın tadına ~ı koruyan melekler I/533; ~ın
çevreleri I/144; ~ dalı I/53, I/460; varma I/505, I/508, I/509; ~ın en güzel surette yaratılması
~ ehli I/449, I/450; ~ elde etmek tarifi I/133; ~ın yetmiş küsur I/286; ~ın fıtrî bir özelliği I/685;
I/377; ~ erbabı I/432; ~ heyetleri şubesi I/505, I/512; ~ın zıddı ~ın irade özgürlüğü I/606; ~ın
I/89; ~ için seyahat I/69; ~ için I/634; ~ını güçlendirme I/444; karakter yapısı I/285, I/298;
yola çıkmak I/373, I/375, ~ını kaybetmek I/166; ~ının ~ın mayası I/327; ~ın metafizik
I/376; ~ meclisleri I/69, I/380, göstergesi I/615 âlemle ilişkisi I/468; ~ın rûhî
I/430, I/448, I/536; ~ meclis- imar etmek I/343, I/618 yönü I/300; ~ın saygınlığı I/290,
lerinde gösteriş yapmak I/448; imâre I/126 I/689; ~ın sorumlu oluşu I/604,
~ merkezleri I/69, I/75, I/77, imhâl I/329 I/607; ~ın tercih özgürlüğü
I/78, I/375; ~ merkezlerine (Ş.) imparatorluklar I/131 I/601; ~ın varlık gayesi I/49; ~ın
I/75, I/78; ~ öğrenmek I/379, İmrân b. Husayn (Ş.) I/231, I/235, Yaratıcı’sına karşı sorumluluğu
I/380, I/381, I/431, I/448, I/512, I/337, I/419 I/50; ~ın yaratılış gayesi I/98,
I/536; ~ öğrenmek isteyenler İmrân’ın hanımı Hanne (Ş.) I/163 I/341; ~ın yaratılışı I/50, I/239,
I/536; ~ öğretmek I/379, I/512; imrenme I/673 I/240, I/247, I/286, I/287, I/289,
~ sahipleri I/315, I/406, I/444, imtihan: ~ dünyası I/350; ~a tâbi I/299, I/306, I/448, I/484, I/605;
I/445, I/448, I/471; ~ seferberliği tutulma I/127 ~ın yaratılışının amacı I/240; ~ın
I/375; ~ sıfatının tecellisi I/376; inanç(c): ~ boşluğu I/680; ~ın yaratılmasındaki hikmet I/593;
~ tahsili I/75, I/378; ~ talebeleri zayıflaması I/132; ~ ve ahlâkla ~ın zaafları I/279, I/288; ~î
I/373, I/375, I/380; ~ talipleri ilgili hadisler I/123; ~sız insanlar değerler manzumesi I/367; ~lar
I/375; ~ ve âlimlerin fazileti I/79; I/166; ~sızlar I/237, I/251, I/261; arasında adaletle hüküm vermek
~le amel etme I/379 ~sızlık I/318, I/329, I/680; ~ta I/512; ~ları aldatmak I/628; ~ları
ilk: ~ dârülhadis I/90; ~ fakihler samimiyetsizlik I/625, I/628 dine davet I/105; ~ları kandırma
I/72; ~ fitne dönemi I/127; ~ İnâyetü’l-meliki’l-mün’im li şerhi I/471; ~ları karalama I/615; ~ları
hadis şârihleri I/108; ~ halifeler Sahîh-i Müslim (K.) I/90 saptırmak I/264, I/382, I/425,
I/67; ~ inen sûreler I/334; ~ İncil (K.) I/63, I/207, I/215, I/250, I/432; ~ların arasını düzeltmek
Müslümanlar I/389, I/498, I/591 I/391, I/419, I/541, I/544, I/545, I/513; ~ların en hayırlısı I/443,
ilkeli ve tutarlı davranmak I/627 I/546, I/547, I/570 I/571; ~ların en şerlisi I/287;
İlmâ’ ilâ ma’rifeti usûli’r-rivâye ve infak etmek I/459, I/485, I/510, ~ların izzet-i nefislerini rencide
takyîdi’s-semâ’ (K.) I/81 I/652 etmek I/512; ~ların kusurları-
ilmihal kitapları (K.) I/141 infakta bulunma I/615 nı araştırmamak I/422; ~ların
ilmin: ~ başı I/444; ~ kaybolması İngiliz (K.K.) I/92 sorunlarını çözmek I/433; ~lığı
I/325, I/332; ~ ortadan kalkması inkâr: ~ bataklığı I/276; ~ edenler kurtuluşa çağırmak I/368; ~lığın
I/382 I/241, I/498, I/535, I/570, I/571, hidayeti I/416; ~lığın kurtuluşu
İlmü dirâyeti’l-hadîs I/60 I/578, I/582, I/585, I/639, I/646, I/296; ~-tabiat ilişkilesi I/382
İlmü rivâyeti’l-hadîs I/60 I/670; ~ etmek I/135, I/276, insanüstü vasıflara sahip melekler
İlyas (Ş.) I/127 I/297, I/316, I/368, I/545, I/569, I/50
İlyas Peygamber (Ş.) I/127 I/595, I/624, I/626, I/634, I/635, internet I/332
İmam Mâlik (Ş.) I/54, I/72, I/79, I/639; ~a saplanmak I/362; ~da intihar I/171, I/309; ~ vakaları
I/83, I/138, I/413 ısrar I/306; ~da ileri gitmek I/309
İmam Müslim (Ş.) I/73 I/624; ~da inat etmek I/580; ~ın intikam alma I/317, I/579, I/670
İmam Nesâî (Ş.) I/167 ifadesi I/613 inzâr I/123
İmam Nevevî (Ş.) I/75 inkârcı: ~lar I/50, I/534, I/580, inzivaya çekilmek I/469
İmam Şâfiî (Ş.) I/29, I/32, I/80, I/581, I/583, I/634, I/635, I/639; irade: ~ eğitimi I/309; ~ sahibi
I/138, I/484 ~nın gururu I/635 varlık I/543; ~yi kullanmak I/51,
imâmet I/134, I/135 inkıta I/58, I/60 I/309; ~yi özgürce kullanmak
imamlık I/430, I/559 inkiyâd I/133 I/486
iman: ~ esasları I/494, I/495, innâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn İran (Y.M.) I/75, I/76
I/507, I/535, I/545, I/568, I/569, I/189 irfan ve hikmet I/377
I/592; ~ esaslarının temeli I/568; insan: ~ fıtratı I/306, I/376; ~ irfanî anlayış I/290
~ ettikten sonra inkâr I/624; ~ fıtratını inkâr I/306; ~ hakları irşad I/81, I/134
hadisleri I/510; ~ ile ahlâk I/615; I/290; ~ hakları ihlalleri I/290; ~ İsa Bey Camii I/88
~ ile amel I/511, I/569; ~ üzere iradesi I/169, I/286, I/308, I/481, İsa Peygamber (Ş.) I/88, I/108,
ölme I/589, I/595; ~ı muhafaza I/605; ~ onuru I/98, I/290; ~ I/249, I/278, I/296, I/392, I/449,
712
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
I/491, I/498, I/544, I/545, I/556, israf: ~ etmek I/273; ~ etmemek kabalık I/431
I/565, I/570, I/575, I/577, I/580, I/652; ~a kaçmama I/134; ~tan Kâbe I/178, I/514, I/581, I/659
I/581, I/592 kaçınmak I/512 Kâbe’nin onarılması I/592
İsâbe (K.) I/70 İsrafil (Ş.) I/247, I/250 Kâbıd I/219, I/226
isabet: ~li karar verme I/427, İsrâiloğulları (K.K.) I/449, I/547, Kâbil (Ş.) I/306
I/434; ~li tahmin ve öngörü I/571, I/578, I/579 kabile taassubu I/71
I/462 İstanbul (Y.M.) I/30, I/31, I/32, kabir: ~ azabı I/26, I/161, I/166,
isâbetü’l-ayn I/669 I/33, I/34, I/35, I/37, I/83, I/87, I/171, I/250, I/303, I/310; ~
isâet I/135 I/89, I/90, I/93, I/95, I/98, I/105, ziyareti yasağı I/120, I/514; ~
İshâk b. Râhûye (Ş.) I/247, I/536 I/135; ~-Evkaf Matbaası I/93 ziyaretleri I/514; ~lerin geniş
İshak Peygamber (Ş.) I/161, I/168, istek ve arzularla mücadele I/305, kazılması I/559; ~lerin üzerine
I/249, I/545, I/570, I/667, I/671 I/308 türbe yapmak I/695
isim koymak I/497 istiâre I/105, I/106, I/116, I/123, kabul olunmayan dua I/26, I/161,
İslâm: ~ ahlâkı I/84, I/125, I/367; I/141 I/171, I/303, I/310, I/373, I/383
~ akaidinin temel esasları I/593; istiâze I/159, I/161, I/165, I/166, kaburga: ~ kemiğinden yaratılma
~ âlimleri I/52, I/222, I/264, I/167, I/168, I/170, I/171, I/181, I/106; ~ kemikleri I/253
I/535, I/695, I/696; ~ bilgin- I/250, I/264, I/310, I/451, I/558, Kader: ~ anlayışı I/602, I/603; ~
leri I/134, I/298, I/480, I/498, I/626, I/671 inancı I/601; ~ inancına I/602; ~
I/698, I/699; ~ büyükleri I/335; istidat I/287, I/297, I/298 tartışmaları I/607; ~den kaçma
~ cemaati I/424; ~ cemaatin- istidlal I/95 I/601; ~e iman I/603; ~e inan-
den ayrılmak I/424; ~ daveti istiğfar I/198, I/479, I/531, I/536, mak I/587, I/592, I/597, I/602;
I/130; ~ düşünce tarihi I/408; ~ I/618; ~a devam eden I/648 ~i değiştirme I/685; ~in önüne
düşüncesi I/249, I/273, I/486; ~ İstihâre I/63 geçme I/665, I/670
düşünürleri I/486; ~ fıkhı I/76; ~ istihza I/567 Kaderiyye I/70
fıkıhçıları I/54; ~ geleneği I/56, istikamet I/486, I/615 kadılık I/429
I/58, I/59, I/297, I/298, I/305; ~ istirahat celsesi I/138 Kadın: ~ ve çocuk istismarcılığı
hukuku I/60, I/107; ~ kültürü istismar: ~ edilme I/689; ~ etme I/279; ~da ve atta uğursuzluk
I/131, I/149, I/377, I/407, I/408, I/66, I/279, I/382, I/471 I/686; ~lara benzemeye çalışan
I/423, I/430, I/468, I/471; ~ istismarcı I/673; ~lar I/451 erkekler I/125; ~lara iyi muamele
medeniyeti I/98, I/122, I/130, istişare etmek I/63, I/415, I/421, I/106; ~ların kaburga kemiğin-
I/142, I/382, I/423, I/424; ~ I/472, I/601 den yaratılmması I/106; ~ların
öncesi Arap toplumu I/318; ~’a iş: ~i en güzel biçimde yapma kaburga kemiğine benzetilmesi
davet I/64, I/133, I/165, I/497; I/423; ~ini sağlam yapma I/423 I/107
~’a davet mektupları I/64; ~’a işçi işveren ilişkileri I/422 Kadir gecesi I/333, I/334
girmek I/381, I/495, I/496; ~’a işkence etmek I/633 Kâdir I/219, I/228
ısındırmak I/525; ~’ı anlatmak işveren I/422 Kahhâr I/219, I/226
I/416; ~’ı ilk kabul eden I/178; itaat kavramı I/523 kâhin I/257, I/262, I/263, I/392,
~’ı kabul eden insanlar I/68; ~’ı İtbân b. Mâlik (Ş.) I/496 I/679, I/681, I/685, I/688; ~ler-
kabul etme I/68, I/485, I/500, itidal: ~ üzere olmak I/362, I/363, den medet umma I/679; ~lere
I/624, I/696; ~’ı öğrenmek I/507; I/698; ~le ibadet etmek I/416 I/262, I/681, I/683, I/685, I/686;
~’ı öğretmek I/133; ~’ı tebliğ ittibâ I/133, I/134, I/142, I/523 ~lere başvurma I/681, I/683,
I/50; ~’ın esasları I/62, I/96; ~’ın ittisal I/58, I/60 I/686; ~lere giderek sözlerine
genel ilke ve esasları I/124; ~’ın iyi: ~ bid’at I/695; ~ huy I/285; ~ inanmayı I/681
iki ana kaynağı I/84, I/406; ~’ın Müslüman I/430; ~ niyet I/71, Kahire (Y.M.) I/87
ilim merkezleri I/375; ~’ın tevhid I/673; ~ ve kötü melekler I/533 kalemlerin kaldırılması I/599,
akidesi I/684; ~’ın tevhid inancı iyilik(ğ): ~i emretmek I/419, I/439, I/605
I/360; ~ın beş esası I/110, I/491, I/443, I/512; ~i teşvik I/123 Kalenderhane Mahallesi (Y.M.)
I/495 İzmir Tire (Y.M.) I/86 I/89
İslâmî: ~ eserlerin telif ve tercü- İzmirli İsmail Hakkı (Ş.) I/90 Kâmil Miras (Ş.) I/42, I/94, I/366,
mesi I/42, I/93; ~ ilimler I/81, İznik (Y.M.) I/86 I/367
I/86, I/408 izzetinefis I/309 Kara Halil (Ş.) I/89
İsmail el-Aclûnî (Ş.) I/89 Karadâvî (Ş.) I/120, I/137, I/138
ismet sıfatı I/104 J Karesi mebusu (Ş.) I/93
isnad I/57, I/127; ~ araştırmaları Joseph Schacht (Ş.) I/92 Karnu’s-seâlib (Y.M.) I/251
I/92; ~ ilmi I/80; ~ sistemi I/93; Kârûn (Ş.) I/448, I/635, I/658
~ tatbiki ve tenkidi I/71; ~ zinciri K Katan b. Kabîsa (Ş.) I/677
I/58, I/59; ~a verilen önem I/58; Kâ’b b. Mâlik (Ş.) I/299, I/394, Kavî I/219, I/227
~ın dinden oluşu I/58 I/395 kaynak: ~ eser (K.) I/79; ~ kitaplar
İspanya (Y.M.) I/696 Kâ’b b. Ucre el-Ensârî (Ş.) I/193, (K.) I/44, I/149
İsrâ: ~ gecesi I/334; ~ olayı I/582 I/199 Kays b. Ebû Hâzim (Ş.) I/449,
713
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
I/450 I/382; ~ günü I/108, I/116, kötü: ~ ahlâk I/26, I/159, I/166,
Kays b. Kesîr (Ş.) I/373, I/375 I/166, I/190, I/191, I/195, I/200, I/615, I/621, I/626; ~ bid’at
Kayyûm I/219, I/228 I/201, I/213, I/214, I/215, I/228, I/695; ~ davranışa ön ayak olma
Kebîr I/219, I/227 I/250, I/298, I/307, I/330, I/332, I/691, I/695; ~ gidişe öncülük
Kelb kabilesi (K.K.) I/333 I/343, I/352, I/383, I/406, I/415, etme I/53; ~ sonuç I/191; ~
kelime-i tevhid I/479, I/494, I/495, I/421, I/429, I/432, I/439, I/441, cinler I/264, I/273; ~ çığır I/52,
I/497, I/498, I/499, I/613, I/614 I/443, I/446, I/447, I/448, I/471, I/79, I/695; ~ duygular I/305;
kem gözle bakma I/669 I/475, I/479, I/496, I/498, I/512, ~ düşünce I/112, I/306; ~ dü-
kem nazar I/161, I/168, I/667, I/553, I/556, I/560, I/565, I/573, şünceler I/275; ~ huylar I/111,
I/671 I/582, I/589, I/593, I/594, I/599, I/615; ~ huylu I/285; ~ melekler
kemik ve tezekle taharetlenme I/604, I/621, I/627, I/651, I/652; I/533; ~ muamele I/165; ~ niyet
I/264 ~ olgusu I/332; ~ öncesindeki I/164, I/165, I/264, I/265, I/272,
kendi: ~n bilmek I/384; ~n için olaylar I/332; ~ zamanının I/445, I/471, I/671; ~ rüya I/274,
istediğin şeyi insanlar için de yaklaşması I/583; ~i inkâr I/635; I/470, I/471; ~ rüyalar I/470,
isteme I/513; ~nden aşağıda ~in kopması I/319, I/320, I/325, I/471; ~ söz I/422, I/431, I/614;
olanlara bakmak I/643, I/647; I/332, I/639; ~in kopmasının ~ sözlü I/615; ~ şans I/317
~ni bilen, Rabbini de bilir. habercisi I/536 kötülemek I/307
I/308; ~ni bütünüyle ilme verme kız çocuklarını diri diri toprağa kötülük: ~ meleği I/273; ~lerden
I/69; ~ni büyük görme I/350, gömme I/423 sakındırıp kendi yapmak I/439,
I/635; ~ni düzeltme I/570; ~sini Kızıldeniz (Y.M.) I/132 I/443; ~lerden sakındırmak
babasından başkasına nispet kibir I/247, I/277, I/373, I/378, I/123, I/136, I/513; ~ten alıkoy-
etme I/125; ~sini hesaba çeken I/387, I/397, I/448, I/635; ~len- mak I/419; ~ten kurtulmanın
I/589, I/594 me I/352 yolu I/165; ~ten sakınmak I/307
Kenzü’l-ummâl (K.) I/85, I/155, Kifâye (K.) I/55, I/80; ~ fî ilmi’r- kral peygamber I/343
I/367 rivâye (K.) I/80 kubbe I/645
kerâhet I/78, I/135 kilise I/139 Kuddûs I/219, I/226
keramet I/585 kimsesiz I/339, I/344 kudret helvası I/580
Kerîm I/219, I/227 kin: ~ ve düşmanlığı terk etme Kudüs (Y.M.) I/567
kesin bilgi I/56, I/377 I/512; ~ ve intikam I/670 Kûfe (Y.M.) I/33, I/67, I/68, I/69,
kevnî âyetler I/484 Kirâmen Kâtibîn I/247, I/536 I/72, I/74, I/76, I/78, I/170,
Kevserî (Ş.) I/90 Kitâb-ı Mukaddes I/533, I/546, I/277, I/433, I/450
Kevseru’l-cârî (alâ/fî) ilâ Riyâzi’l- I/591 kulak hırsızlığı I/679, I/681
Buhârî (K.) I/87 Kitabın tahrif edilmesi I/547 kulluk etmek I/49, I/187, I/192,
kıble ehlinden olanın cenaze Kitâbü’l: ~-cerh ve’t-ta’dîl (K.) I/221, I/240, I/350, I/511, I/544,
namazını kılmak I/513 I/80; ~-İlel (K.) I/76; ~-îmân ve’l- I/545, I/568, I/633, I/647
kına I/135, I/137 istihsân (K.) I/88; ~-İstiâze (K.) kulun irade özgürlüğü I/486
Kıptîler (K.K.) I/579 I/167; ~-minhâc fî şuabi’l-îmân Kur’an: ~ hakkında bilgisizce
kıraatleri açıktan ve uzunca okuma (K.) I/512 konuşma I/401, I/407; ~ ile
I/320 Kitâbü’t-tıbb (K.) I/128 hemhâl olma I/352; ~ ile yetinme
Kırım (Y.M.) I/86 Kitap: ehli I/306; ~çık (K.) I/544; I/421; ~ İslâm’ı I/421; ~ Meali
kırk: ~ gece namazın kabul olun- ~lara iman I/512, I/543, I/545, (K.) I/42; ~ okumak I/62, I/65,
maması I/683; ~ hadis çalışma- I/547; ~lara inanmama I/545, I/448, I/512, I/536, I/555, I/558,
ları (K.) I/85; ~ hadis şerhi I/88; I/634 I/559, I/560, I/615; ~ öğrenimi-
~ hadis tercümesi I/89; ~ hadis” kolay olan İslâm dini I/362, I/363 öğretimi I/79; ~ öğrenmek I/62,
çalışmaları I/85; ~ hadisler I/82 kolaylığı terk etme I/362 I/429; ~ öğretilerini hayatın
kısas I/496 komşu: ~ya eziyet etme I/513; ~ya dışında tutma I/380; ~ öğretmek
kıssa I/55, I/108, I/123, I/177, ikram etmek I/513; ~ya kötü I/379, I/436, I/699; ~ talebeleri
I/578, I/669, I/698; ~lar I/105, davranma I/633; ~yu rahatsız I/527; ~ tefsiri I/93, I/409, I/559;
I/106, I/108, I/109, I/649 etme I/589, I/593 ~ üzerinde düşünme I/403; ~
kıtlık I/285, I/406, I/662, I/680 komşuluk ilişkileri I/91 vahiylerinin “şair sözü” ya da
Kıvâmuddin Burslan (Ş.) I/94 korkaklık I/26, I/161, I/168, I/170, “kâhin sözü” olarak nitelenmesi
kıyâfe I/460 I/171, I/303, I/310 I/556; ~ ve sünnet I/122, I/436,
kıyâme I/126, I/212, I/264, I/287, korku namazı I/52, I/419 I/699; ~’da bilgi I/448; ~’da
I/299, I/303, I/307, I/332, I/347, korkulu rüyalar görme I/169 çelişki aramak I/399, I/403,
I/350, I/351, I/361, I/368, I/396, kovulmuş şeytan I/163, I/269, I/557; ~’da ilim I/377; ~’dan
I/500, I/558, I/584, I/589, I/593, I/275, I/679 sûreler ezberlemek I/559; ~’ı ağır
I/594, I/599, I/605, I/618, I/628, kölelere iyi davranmak I/513 ağır, tane tane okumak I/558;
I/660, I/662 köpeğin namazı bozması I/97 ~’ı anlama ve yorumlama I/403,
kıyamet: ~ ahvali I/333; ~ kör I/221, I/638, I/669 I/405; ~’ı anlamak I/405, I/406;
alâmetleri I/126, I/319, I/332, kötü adam I/299 ~’ı bilenlere sormak I/403; ~’ı
714
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
bilgisizce yorumlamak I/408; ~’ı lât I/178, I/235, I/637 Medine (Y.M.) I/61; ~ Mescidi
bilmek I/559; ~’ı bir Mushaf’ta Leone Caetani (Ş.) I/92 I/380; ~ Sözleşmesi I/64
toplamak I/695; ~’ı ezberden leş I/633 medrese I/62, I/87, I/695; ~ler I/85
okuma I/558; ~’ı ezberlemek Levâmiu’l-ukûl (K.) I/90 Medyen I/581, I/581
I/553, I/559; ~’ı güzel okumak levh-i mahfûz I/236 medyum I/263, I/685, I/688
I/558; ~’ı güzel sesle okumak livâü’l-hamd I/190 medyumluk I/406
I/559; ~’ı kişisel görüşler doğ- liyakat I/450 megapoller (Y.M.) I/142
rultusunda yorumlama I/403; Lokman as. (Ş.) I/447 meğâzî I/126, I/140, I/149
~’ı öğrenen ve öğretendir I/553, Lût Peygamber (Ş.) I/125, I/249, Mehmet Akif Ersoy (Ş.) I/93,
I/560; ~’ı öğrenme I/556, I/560; I/377, I/460, I/480, I/570 I/113, I/353, I/558
~’ın anlaşılması I/54; ~’ın bir lüzumundan fazla konuşmak I/626 Mehmet Sofuoğlu (Ş.) I/94
benzerini getirmek I/392, I/557; mekârim-i ahlâk I/82
~’ın bütün olarak değerlendiril- M Mekhûl (Ş.) I/54, I/135
mesi I/403; ~’ın bütünlüğü I/96; Ma’bed I/427, I/436 Mekke: ~’nin fethedildiği gün
~’ın büyü olduğu ithamı I/638; Ma’kil b. Yesâr (Ş.) I/366 I/393, I/657; ~’nin fethi I/235,
~’ın Hz. Osman devrinde çoğal- Ma’mer b. Râşid (Ş.) I/72 I/559, I/601, I/684
tılması I/69; ~’ın indiriliş gayesi Ma’rifetü ulûmi’l-hadîs (K.) I/80 Meknezü’l-İslâmî (K.) I/145
I/406; ~’ın mucizesi I/585; ~’ın Mâcid I/219, I/228 Mektebetü’l: ~-Asriyye (K.) I/147;
öğrenilmesi I/560; ~’ın sünnete mağara arkadaşı I/285 ~-İslâmî (K.) I/146
olan ihtiyacı I/54 mağfiret dilemek I/345, I/351 melâhim I/70, I/71, I/100, I/108,
Kurayza (K.K.) I/65 Mahmud Esad (Ş.) I/33, I/90 I/126
Kurayzaoğulları (K.K.) I/65, I/252 mahşer I/108, I/198, I/214, I/253 melek: ~ kavramı I/111; ~ kelimesi
Kurban: ~ bayramı arefesi I/89; ~ Makâm-ı Mahmûd I/190, I/334 I/249, I/533; ~ orduları I/536,
kesmek I/139, I/615, I/695 makâsıdu’ş-şerîa I/98, I/117, I/124 I/646; ~lerden bir ordu I/247,
Kurbet I/138 Makrizî (Ş.) I/87 I/251; ~lere inanmamak I/634;
Kureyş kabilesi (K.K.) I/581 Maksadü’l-esnâ (K.) I/224 ~lerin dişi olduğu anlayışı I/248,
Kurrâ I/72 maktû’ haber I/56 I/533, I/534; ~lerin tesbih etmesi
kurşun dökmek I/672 mal: ~ güvenliği I/496; ~a karşı I/319, I/679; ~lerin tesbihatta
kusurları araştırmak I/422 hırs I/287; ~ı arzulamak I/657; bulunması I/319; ~lerin varlığı
kuş uçurmak I/684 ~ın bereketlenmesi I/657; ~ın I/248, I/535; ~lerin varlığına
kuşluk: ~ namazı I/697; ~ vakti dokunulmazlığı I/495 iman I/534
I/390 Mâlik b. Duhşum (Ş.) I/497, I/625 melekût âlemi I/115, I/127, I/535
kutsal kitaplar (K.) I/546, I/547 Mâlik b. Enes (Ş.) I/72 Melik I/219, I/226
Kuzey Afrika (Y.M.) I/87, I/696 Mâlik b. Huveyris (Ş.) I/381 Memlükler devri I/365
küçük: ~ görme I/290, I/342; ~ Mâlik b. Nadle el-Cüşemî (Ş.) Menhûl (K.) I/134
risale (K.) I/544; ~ şirk I/627; I/649 menkıbe I/100
~lere merhamet I/422; ~leri Mâni’ I/219, I/228 mensûh I/120, I/121
sevmek I/513 Mansur Ali Nasıf (Ş.) I/94 merak duygusu I/235
küçümsemek I/449 Marakeş (Y.M.) I/87 merfû I/56, I/73, I/84, I/85
küçümsememek I/643, I/647 maruf I/98, I/104 merhamet edenlerin en merhamet-
küf(ü)r: ~le suçlamak I/634; ~e marufta yöneticilere itaat etmek lisi I/214
düşmek I/362 I/512 Merv (Y.M.) I/72
külliyat I/42, I/93 marufu emir I/136 Mervân b. Hakem (Ş.) I/698
külliyeler I/62, I/89 Marufzâde (Ş.) I/87 Merve (Y.M.) I/200, I/407
Künûzü’l-hakâik (K.) I/87 Mâverâünnehir (Y.M.) I/74 Meryem as. (Ş.) I/163, I/164,
künye I/75, I/78; ~ taşıma I/671 Mazhar Müfid Bey (Ş.) I/93 I/249, I/491, I/498
küsmek I/327 mazlum: ~a yardım etmek I/513; Mesâbîhu’s-sünne (K.) I/83, I/88
küsûf I/320 ~un bedduası I/120, I/170 Mescid-i: ~ Aksâ (Y.M.) I/582,
Kütüb-i: ~ Seb’a (K.) I/145; ~ Sitte Me’cûc I/108 I/659; ~ Harâm (Y.M.) I/582,
(K.) I/34, I/73, I/76, I/79, I/81, Meâlimü’s-Sünen (K.) I/77, I/80 I/592, I/659; ~ Nebevî (Y.M.)
I/85, I/145; ~ Tis’a (K.) I/108 Mebârikü’l-ezhâr (K.) I/86 I/62, I/197, I/235, I/364; ~ Nebî
Mebsût (K.) I/335 (Y.M.) I/61
L Mecâzâtü’n-Nebeviyye (K.) I/106 Mesnevî (K.) I/366
Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh Mecdüddin İbnü’l-Esîr (Ş.) I/83 Meşâriku’l-envâr (K.) I/85, I/86,
I/606 Mecîd I/219, I/227 I/88
laf taşımak I/615 Mecmai’z-zevâid (K.) I/87 Metîn I/219, I/227
lânet I/317; ~ etmek I/124, I/125, Mecûsî I/233, I/240, I/283, I/286 metîn I/219, I/227
I/446, I/615; ~i gerektiren davra- meddahlar I/107 Mevlânâ (Ş.) I/366
nışlar I/125 meddahlık I/108 Mevlid-i Şerif I/181
lânetlenmek I/125 medih I/188 mevlitler I/23, I/140
715
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
716
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
Müsned es-sahîh ale’t-tekâsîm ve’l- nesih I/120 ölüm: ~ meleği I/536; ~ü en çok
envâ’ (K.) I/82 neş’etü’l-âhire I/591 hatırlayan I/594
Müsnedü’s-sahîh (K.) I/75, I/76 Nevevî (Ş.) I/81, I/84, I/330 Ömer b. Abdülazîz (Ş.) I/37
Müstedrek (K.) I/80, I/147 Nevfel b. Abdullah (Ş.) I/75 Ömer b. Ebû Seleme (Ş.) I/71,
Müşavere Kurulu I/94 nezaket I/225 I/139
Müşebbihe I/70 nezîr I/123 Ömer b. el-Hattâb (Ş.) I/89, I/408,
Müteâlî I/219, I/228 nifak I/366, I/431, I/624, I/626, I/597, I/599, I/604
Mütekebbir I/219, I/226 I/627, I/640; ~a düşme tehlikesi Ömer b. el-Hattâb’ın oğlu Abdul-
müteşâbih I/99, I/127, I/128, I/626 lah ⇒ Abdullah b. Ömer (Ş.)
I/315, I/408, I/422 nimet: ~lere nankörlük etmeme I/344, I/471
mütevâtir haber I/55 I/640; ~lere şükretme I/512, Ömer b. Ubeydullah (Ş.) I/479,
mütevazı I/130, I/350, I/659, I/660 I/650; ~lere teşekkür etme I/649; I/489, I/524
müttakî I/351, I/592 ~leri küçümsememe I/643, I/647 örf ve âdet I/696
nineye altıda bir miras I/67 övünme I/283, I/289, I/342, I/615
N Nîsâbûrî (Ş.) I/74 Özbekistan (Y.M.) I/75
naatlar I/140 Nişabur (Y.M.) I/74, I/75 özgür irade I/51, I/307, I/364,
Nabia Abbot (Ş.) I/85, I/155, I/367 Nuh: ~ kavmi (K.K.) I/581; ~ I/522
Nadr b. Enes (Ş.) I/92 Peygamberin üç oğlu (Ş.) I/129, özgür tercih I/603
Nâfi’ (Ş.) I/219, I/228 I/163, I/178, I/480, I/570, I/571,
nafile ibadetler I/347, I/352, I/455, I/581, I/592 P
I/461, I/615 Nuhbetü’l-fiker (K.) I/81 Pakistan (Y.M.) I/89, I/93
Nahle (Y.M.) I/259, I/260 Nur Dağı (Y.M.) I/249 papirüs parçaları (K.) I/396
namaz: ~ ibadeti I/335; ~ vakitleri- Nûriyye Dârülhadisi I/86 paylaşmak I/383, I/446, I/449,
nin tespitinde I/320; ~ı cemaatle Nusaybin (Y.M.) I/261 I/450
kılmak I/135; ~ı dosdoğru kıl- Nübeyt b. Câbir (Ş.) I/86 peş peşe birkaç gün oruç tutma
mak I/367, I/489, I/495, I/507, Nüzhetü’n-nazar (K.) I/81 I/139
I/592 peştamalsiz yıkanma I/593
namazgâh (Y.M.) I/496, I/497 O Peygamber: ~ Efendimizin ibadet-
Nâmûs I/250, I/391 okuma yazma I/380, I/383 leri I/697; ~ sevgisi I/201; ~’e
Nâsıriyye (Y.M.) I/90 okültizm I/317 itaat I/130, I/133, I/417, I/418,
nâsih I/120, I/121, I/365; ~ ve on sahife (K.) I/541, I/544 I/421, I/523, I/524; ~’i sevmek
mensûh hadisler ilmi I/120 orta yol I/377, I/651 I/525; ~’in (sav) nafile ibadetleri
nasihat kelimesi I/365 ortak: koşanlar I/331, I/360, I/415; ~’in sünneti I/53, I/54,
nasûh I/365 I/368, I/378, I/462; ~ koşarak I/97, I/131, I/417, I/422; ~’in
nazar I/665, I/667, I/669, I/670, ölme I/631, I/636; ~ koşmak üstün ahlâkı I/53; ~e itaat I/417,
I/671, I/673, I/687; ~ boncuğu I/352, I/499, I/515, I/631, I/633, I/524; ~e itaat ve iman ilişkisi
I/672, I/687; ~ değmesi I/671, I/635, I/636, I/637, I/638, I/646, I/521; ~e itaatin Allah’a itaattir
I/673; ~ inancı I/669; ~ kelimesi I/680; ~ koşmamak I/511 I/523; ~e uyma I/51; ~imize
I/669; ~a karşı dua I/672; ~dan oryantalist I/92, I/131; ~ gelenek verilen mucizeler I/581; ~imizin
korunmak I/671, I/672; ~dan I/92; ~ler I/91, I/92 amcası Abbâs (Ş.) I/115; ~imizin
sakınmak I/672; ~ın etki gücü oryantalizm I/91; ~in tarihi I/92 hanımı Hz. Âişe (Ş.) I/68, I/70,
I/670; ~ın etkisi I/670; ~ın Osman b. Affân (Ş.) I/69, I/70, I/687; ~imizin hanımı Hz. Hafsa
gerçek olduğu I/688; ~ın hak I/71, I/127, I/132, I/443, I/447, (Ş.) I/467; ~imizin hanımı Hz.
olduğu I/672; ~lık I/667, I/672, I/498, I/553 Hatice (Ş.) I/249, I/250, I/251,
I/677, I/683, I/687, I/688 Osman b. Talha (Ş.) I/415, I/416 I/260, I/387, I/389, I/390,
Necâhu’l-kâri (K.) I/90 Osmanlı: ~ Anadolu coğrafyası I/391, I/567, I/657; ~imizin
Necid (Y.M.) I/480 (Y.M.) I/87, I/90; ~ dârülhadisleri hanımı Hz. Meymûne (Ş.) I/447;
Necip Fazıl (Ş.) I/633 I/88; ~ hadisçileri I/85 ~imizin hanımı Hz. Meymûne
nedb I/137 otuz sahife (K.) I/541, I/544 bnt. el-Hâris (Ş.) I/447; ~imizin
nef(i)s: ~ terbiyesi I/100; ~le mü- hanımı Hz. Safiyye bnt Huyey
cadele I/307, I/309; ~anî arzular Ö (Ş.) I/112, I/271; ~imizin hanımı
I/306, I/343; ~i arındırma I/308; öfke I/165, I/670 Hz. Ümmü Seleme (Ş.) I/213,
~i hesaba çekmek I/307; ~i öğle uykusu I/118 I/479, I/671; ~imizin hanımı
ilâhlaştırmamak I/501; ~i tahkir öğüt: ~ almak I/434, I/557; ~ Meymûne bnt. el-Hâris (Ş.)
etmek I/308; ~ine hâkim olma vermek I/134 I/447; ~imizin ibadet hayatı
I/105, I/303, I/307 ölçü ve tartı birimleri I/109 I/415; ~imizin mucizeleri I/582;
Nemrut (Ş.) I/88, I/571 öldükten sonra: ~ dirilme I/512, ~imizin sözleri, davranışları ve
Nesâ kasabasında (Y.M.) I/77 I/529, I/535, I/563, I/568, I/595; onayları I/129; ~imizin sünneti
Nesâî (Ş.) I/77 ~ diriltilme I/328; ~ diriltme I/53, I/409; ~imizin sünnetin-
nesh I/98, I/121 I/604 den yüz çevirme I/697; ~imizin
717
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
teyzesi Esmâ bnt. Umeys (Ş.) Rey (Y.M.) I/72, I/74, I/78 Sabûr I/219, I/229
I/75; ~imizin torunu Hz. Hasan reyhan otu I/560 saç: ~ ekletenler I/113; ~ ekletme
(Ş.) I/161, I/168, I/477, I/487, Rezzâk I/219, I/226 I/113; ~larına başkalarının saçla-
I/667, I/671; ~imizin torunu Hz. rıfk I/363 rını ekletenler I/112, I/113
Hüseyin (Ş.) I/161, I/168, I/667, rızık: ~ aramak I/648; ~ kazanmak saçıp savurma I/273
I/671; ~imizin, Cebrail’e (as) için çaba sarf etmek I/648 sadaka: ~ vermek I/120, I/313,
Kur’an’ı arz etmesi I/396; ~lere ricâl I/67, I/76, I/140 I/319, I/446, I/637; ~-i câriye
iman I/512, I/568, I/569; ~lerin ridâ I/138 I/373, I/381
ahlâkî karakterleri I/398; ~lerin Rihle fî talebi’l-hadîs I/69 sadık rüyalar I/469
beşer yönü I/289; ~lerin hepsine rikâk I/100 Sâdıka (K.) I/63
inanmak I/571; ~lerin mucizeleri Risâle (K.) I/80; ~ ilâ ehli Mekke Sadrazam Damad İbrahim Paşa
I/577, I/582 (K.) I/80 (Ş.) I/89
pinti I/288 rivayet: ~ dönemleri I/69; ~ ilim- Safâ (Y.M.) I/200, I/407, I/575,
pozitivist I/670 leri I/90; ~ ilmi I/80; ~te ihtisar I/577; ~ ile Merve I/200, I/407
psikokinezi I/670 I/121 safer I/317, I/687
psikolojik: ~ ihtiyaçlar I/468; ~ Rivâyetü’l-hadîs I/60 saflar arasında boşluklar I/274
kuramlar I/472 riya I/512, I/627, I/638 Safranbolulu Hafız (Büyük) Ah-
put: ~a tapıcılık I/557; ~lara tapma riyâh I/296 med Şâkir (Ş.) I/90
I/534, I/633, I/636, I/637 Riyâzu’s-sâlihîn ve Tercemesi (K.) Safvân b. Muattal (Ş.) I/394
putperest I/685; ~ler I/295, I/533; I/94 Safvân b. Ümeyye (Ş.) I/457
~lik I/359 Riyâzü’s-sâlihîn (K.) I/84, I/95 sağ el: ~le yemek I/138; ~le yiyip
Riyâzü’s-sâlihîn Şerhi (K.) I/95 içmek I/274
R rubûbiyet I/237 sağ tarafa uzanıp yatmak I/138
rabbânî I/378 Rûdânî (Ş.) I/87, I/91 Sâğânî (Ş.) I/85, I/86, I/88
Rabbin rızası I/444, I/528 Rûdânî Süleyman (Ş.) I/91 sahifeler (K.) I/63, I/64, I/541,
Râfızıyye fırkası I/70 ruh I/237, I/252, I/286, I/291, I/544, I/546
Râfi I/219, I/226 I/293, I/295, I/296, I/297, I/298, Sahîh (K.) I/73, I/74, I/80, I/87,
Râfi’ b. Hadîc (Ş.) I/64, I/519 I/299, I/300, I/305, I/330, I/397, I/145
rahibe I/591 I/405, I/423, I/471, I/534, I/614, Sahîhayn (K.) I/74, I/78, I/147
râhile I/288 I/615, I/624; ~ beden ilişkisi Sahîh-i Buhârî (K.) I/42, I/74, I/75,
rahmet meleği I/536 I/297; ~un ölmezliği I/591 I/85, I/88, I/93, I/122, I/362
Rakîb I/219, I/227 ruhanî varlıkların mevcudiyeti Sahîh-i Müslim (K.) I/75, I/88,
Ramazan Bayramı I/320 I/248 I/90, I/94, I/122, I/366
Ramazan orucu I/489, I/491, ruhbanlaşma I/342 Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi
I/495, I/507, I/511 ruhbanlık I/362 (K.) I/95
Râmehürmüzî (K.) I/72, I/80, ruhlar âlemi I/298, I/344 Sahîhu’t-Tirmizî (K.) I/76
I/109 ruhsat I/362; ~lar I/139, I/362 sahur I/661; ~a kalkmak I/661;
Râmûzu’l-ehâdîs (K.) I/90 Rûhu’l-Emîn I/296 ~un bereketi I/661
Raûf I/219, I/228 Rûhu’l-Kuds I/296 Sâib b. Yezîd (Ş.) I/67
Raûf I/219, I/228 rukye I/671, I/672, I/688 Sâibe I/685
râvi tasarrufları I/101 rükû I/320 Saîd b. Cübeyr (Ş.) I/445
raybe’l-menûn I/329 rüşvet I/125 Saîd b. Ebî Arûbe (Ş.) I/72
Re’y I/421, I/432 rüya I/37, I/108, I/190, I/274, Saîd b. Müseyyib (Ş.) I/68
Rebâh b. Abdurrahman b. Huvey- I/387, I/389, I/390, I/392, I/394, Saîd b. Yesâr (Ş.) I/447
tıb (Ş.) I/565 I/463, I/465, I/467, I/468, I/469, Saîd b. Zeyd (Ş.) I/359
Rebî’ b. Sabîh (Ş.) I/72 I/470, I/471, I/472, I/681; ~-ı Saîd b. Zeyd’in babası (Ş.) I/359
Rebîa kabilesi (K.K.) I/331 sâdıka I/387, I/390, I/465, I/469; saîd I/599, I/604
Reinhart Dozy (Ş.) I/92 ~lar I/169, I/387, I/390, I/392, Sakîf kabilesi (K.K.) I/212, I/251,
rekât I/320, I/362, I/405, I/419, I/465, I/467, I/468, I/469, I/470, I/558
I/497 I/471, I/472 sakîm hadis I/59
remiz I/84 salâh I/81, I/365
Remle şehri (Y.M.) I/77 S salgın hastalıklar I/317, I/601
resim I/98, I/101, I/328 Sa’d b. Ebû Vakkâs (Ş.) I/67 salih amel I/329, I/469, I/615,
Resûl: ~-i Ekrem’in (sav) ahlâkı Sa’d b. Hişâm (Ş.) I/418 I/640; ~ler I/357, I/363, I/482,
I/56, I/405, I/418; ~ullah’ın (sav) Sa’d b. Mâlik (Ş.) I/67 I/525, I/594, I/595, I/615, I/640,
sünneti I/53; ~ü’ne itaat I/418, Sa’d b. Ubâde (Ş.) I/64, I/199, I/651
I/517, I/521, I/523, I/524, I/525, I/285, I/430 Sâlih b. Keysân (Ş.) I/53
I/528; ~ü’s-sekaleyn I/261 sa’y I/200, I/407 Salih Peygamber (Ş.) I/581
reşâd I/481 Sâbit b. Kays b. Şemmâs (Ş.) I/285 Salih Peygamber I/581, I/635
Reşîd I/219, I/229 sabrı tavsiye I/329 salih rüya I/463, I/468
718
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
719
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
hareket I/134, I/200, I/699; ~e Şamlı I/54, I/375, I/409, I/451 ~a uymak I/278; ~dan Allah’a
ittiba I/79; ~e muhalefet I/698; şans getirme I/318, I/685, I/688 sığınmak I/165, I/278, I/308;
~e uygun yaşantı I/699; ~e uyma Şark Kütüphanesi I/92 ~dan kaynaklanan rüya I/463,
I/201; ~-hadis I/96; ~i farîza şarkiyatçılar I/91 I/468; ~dan korunmak I/164;
I/135; ~-i fazîle I/135; ~-i gayri Şâtıbî (Ş.) I/696 ~ın akılları çelmesi I/164, I/269,
müekkede I/136; ~-i hüdâ I/135; şavt I/419 I/271, I/273, I/274, I/275,
~i ihya etmek I/132; ~i işlevsiz şâz I/58 I/276, I/277, I/278, I/279,
hâle getirmek I/699; ~-i müek- şâz ve münker hadisler I/79 I/306, I/431, I/468; ~ın ateşten
kede I/135; ~i terk etmek I/362; Şeddâd b. Evs (Ş.) I/303, I/589 yaratılması I/272; ~ın ayartması
~i yüceltme I/132; ~-i zevâid şefaat I/199, I/419, I/500, I/515; ~ I/169, I/278; ~ın başı I/278; ~ın
I/135; ~in aktarılması I/66; ~in etme I/197; ~ hadisi I/499 dostları I/273; ~ın hilesi I/278;
anlaşılması I/95, I/129, I/130; şehâdet: ~ cümlesi I/494, I/495; ~ ~ın iğvası I/275, I/276; ~ın insan
~in bağlayıcılığı I/135, I/136; etmek I/119, I/489, I/491, I/494, hayatındaki rolü I/273; ~ın insan
~in değeri I/55, I/130, I/419; ~in I/495, I/500, I/503, I/508; ~ üzerindeki nüfuzu I/277; ~ın
dışına çıkmak I/699; ~in esasları getirmek I/497 kışkırtmaları I/164; ~ın kovuluşu
I/436; ~in genel esasları I/96; Şehîd I/219, I/227 I/276; ~ın simgesel değeri I/273;
~in harfiyyen izlenmesi I/54; ~in şehir devleti I/131 ~ın sol eliyle yemesi I/274; ~ın
hedefi I/53; ~in İslâm’daki yerini şehit: ~ler I/640; ~lerin ikişer üçer şaşırtması I/277; ~ın telkini
I/130; ~in kaynağı I/56; ~in birlikte defnedilmesi I/559 I/275, I/278; ~ın temel amacı
kaynaklığı I/421; ~in ruhu I/142; şehvet I/161, I/170, I/273, I/308, I/166; ~ın tuzakları I/279; ~ın
~in ruhuna uygun olan I/699; I/595 vesvesesi I/269, I/275, I/278,
~in safiyetini koruma I/699; şekâvet I/604 I/306; ~î fikirler I/279
~in temeli I/417; ~ler I/131; ~te Şekel b. Humeyd (Ş.) I/161, I/170 şeytanî güçler I/286
olmayan uygulamalar I/699; şeklî saygı I/548 şeytaniyet I/272
~ten uzaklaşmak I/424; ~ten yüz Şekûr I/219, I/227 Şi’râ yıldızı I/636
çevirmek I/416, I/697 şekûr I/219, I/227 Şîa I/70
sünnetullah I/52, I/316 şemâil I/23, I/65, I/82, I/100, şiar I/595
sünnetü’l-evvelîn I/52 I/140, I/146, I/155 şibhî varlık I/116
sünnetü’n-Nebî I/53 Şemâilü’l-Muhammediyye ve’l- şifa kaynağı I/548, I/555, I/618,
Süryanice I/63 Hasâilü’l-Mustafaviyye (K.) I/146 I/637, I/672
süs eşyaları I/645 Şemse (Ş.) I/447 Şihâbü’l-ahbâr (K.) I/82
süslenmek I/276, I/422, I/512 şer’î: ~ delil I/120, I/121, I/695; ~ şiir I/88, I/181, I/392, I/457, I/581
süsler I/181 hüküm I/53, I/120, I/121, I/122 şirk I/235, I/422, I/636, I/637,
süslü kılıflar I/548 Şer’iyye ve Evkaf vekili I/93 I/638, I/640, I/686; ~ batak-
süt ikram etme I/659, I/661 şerh: ~ türü eserler (K.) I/85, lığı I/639; ~ büyük zulüm
Süyûtî (Ş.) I/81, I/82, I/84, I/85, I/141, I/149, I/344, I/408; ~ler oluşu I/404; ~ inancı I/685; ~
I/179, I/367, I/435 I/8 , I/141, I/149; ~lerimizde koşmadan ölen I/497, I/498,
I/344 I/500, I/636; ~ koşmak I/276,
Ş Şerhu elfiyye (K.) I/87 I/404, I/636, I/637, I/639, I/667,
Şa’bî (Ş.) I/67 Şerhu erba’in (K.) I/88 I/672, I/677, I/680, I/683; ~
şah damarı I/211, I/568 Şerhu meâni’l-âsâr (K.) I/80 koşmaksızın ibadet etmek I/636;
Şah Veliyullah Dihlevî (Ş.) I/129 Şerhu Meşâriki’l-envâr li’s-Sâğânî ~ koşmayana azap edilmemesi
Şah Veliyyullah ed-Dihlevî (Ş.) (K.) I/88 I/636; ~e düşmek I/308, I/637;
I/89, I/110, I/113, I/117 Şerhu müşkili’l-âsâr (K.) I/80 ~i çağrıştıran davranışlar I/636;
şahit I/132, I/404, I/486, I/623, Şerhu’l-Buhârî (K.) I/87 ~in azı ve çoğu I/638; ~ten uzak
I/695, I/698; ~lik I/212, I/308, şeriat I/361, I/366 durma I/637
I/333, I/364, I/475, I/479, I/494, Şerif Radî (Ş.) I/106 Şit Peygamber (Ş.) I/541, I/544
I/514, I/536, I/624, I/636, I/698; Şevval: ~ ayında evlilik I/687; ~ Şuabü’l-îmân (K.) I/512
~lik etmek I/494 hilâli I/320, I/404 Şuayb Peygamber (Ş.) I/460, I/570
şair I/262, I/299, I/329, I/392, Şeyh Gâlib (Ş.) I/290 Şureyh b. Hâni (Ş.) I/161
I/457, I/549; ~lerin özel bir cini şeyhülislâm I/87, I/90, I/344 Şurûtu’l-Eimmeti’s-Sitte (K.) I/79
olduğu I/262; ~lerin sözleri şeytan I/111, I/262, I/263, I/264, şuur I/406, I/594, I/595
I/682; ~lik I/262 I/273, I/274, I/276, I/278, I/279, şükr: ~eden kalp I/350; ~eden
şakî I/483, I/599, I/604 I/286, I/319, I/392, I/465, kul I/165, I/415, I/649, I/650;
Şam bölgesi (Y.M.) I/69, I/72, I/75, I/470; ~ insanın damarlarında ~edenler I/289
I/77, I/78, I/89, I/359, I/361, dolaşması I/111, I/112, I/267, şükran: ~ duygusu I/376; ~ ve
I/362, I/375, I/393, I/443, I/601; I/271; ~ kardeşliği I/273; ~ minnettarlık I/189
~’ın fethi I/393 kavramı I/111; ~ kovalayan şükretme I/25, I/188, I/189, I/190,
Şamanist gelenek I/672 şeytan I/273; ~ özellikli cinler I/200, I/351, I/617, I/643, I/648,
Şâme (Y.M.) I/133, I/138 I/264; ~ taşlamak I/273, I/697; I/649, I/650, I/651
720
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
şüpheli meseleler I/433 ~ ve kemâl eğitimi vermek I/134; tebâreke I/205, I/345, I/657, I/658
Şüteyr b. Şekel b. Humeyd (Ş.) ~da yarışmak I/513 tebe-i tâbiîn I/71
I/80 takvim I/235; ~ farkı I/331 tebessüm I/695
talâk I/119 tebliğ: ~ etmek I/24, I/50, I/66,
T Talha b. Musarrif (Ş.) I/67, I/313, I/99, I/113, I/114, I/128, I/480;
ta’dil I/119 I/498 ~ ettim mi I/24; ~ görevi I/52,
Ta’lika ale’l-Câmii’s-sahîh li’l- Talha en-Nemrî (Ş.) I/445 I/113; ~inin ortak çağrısı I/507
Buhârî (K.) I/88 talih I/604 Tebrizî (Ş.) I/357, I/364
taat I/50 Talmud (K.) I/34, I/92 tebşîr I/123
Tabakât (K.) I/62 tam teslimiyetle selâm verme I/197 Tebûk Seferi I/381, I/395, I/493,
tabakât I/140 tamah I/657, I/664 I/505, I/510, I/584
Taberî (Ş.) I/80, I/82 tamahkârlık I/305, I/657; ~la I/659 Tebük (Y.M.) I/381, I/395, I/493,
tabiat: ~ hadiseleri I/602; ~ kanun- Tarafe (Ş.) I/87 I/505, I/510, I/584
ları I/316; ~ olayları I/514, I/680; tarafgirlikten uzak durmak I/99 Tecrîd-i sarîh (K.) I/42, I/93, I/95,
~ olaylarının idaresi I/680; ~a tarih: ~ kaynakları (K.) I/45, I/102, I/366, I/367
hükmetme I/382; ~ın düzenini I/140; ~ kitapları (K.) I/260; ~ Tecrîdü’s-sarîh li ehâdîsi’l-Câmii’s-
keşfetmek I/50 öncesi dönemler I/669; ~ ve fıkıh sahîh (K.) I/84
tabiatüstü: ~ güçler I/682; ~ var- kaynakları I/101 tedavi: ~ olmak I/137, I/169,
lıklar I/682 Tarihçi Makrizî (Ş.) I/60 I/599, I/603, I/607, I/637, I/671;
tabîbü’l: ~-ebdân I/100, I/527; tarihî olaylar I/462 ~ yollarını arama I/128
~-kulûb I/100, I/527 Târîhu’l-Kebîr (K.) I/74 tedbir: ~ almak I/602, I/607,
tâbiîn: ~ âlimleri I/64, I/361, tarîk I/52, I/366 I/616; ~li olmak I/457, I/458
I/420, I/448; ~ büyükleri I/483; tarikler I/76, I/77, I/101 Tedrîbü’r-râvî şerhu Takrîbi’n-
~ kuşağı I/69; ~ nesli I/53, I/56, tark I/684 Nevevî (K.) I/81
I/71, I/74, I/135, I/375, I/445, Tarsus (Y.M.) I/77 tedrîcîlik I/119, I/120, I/121, I/363
I/448; ~ sonrası kuşak I/71 tartışma I/59, I/93, I/113, I/126, tedvin faaliyeti I/71, I/72, I/80,
tabip I/99 I/128, I/134, I/137, I/137, I/138, I/93
tadil I/71 I/297, I/399, I/403, I/406, I/436, tedvin ve tasnif dönemleri I/81
tafsilî I/126 I/623 teessî I/133, I/134, I/142, I/523
tâğût I/568 tasarruf I/228, I/450, I/602, I/606 tefe’ül I/677, I/684
tahakküm I/290 Tasavvuf I/33, I/34, I/35, I/60 tefekkür etmek I/188, I/316, I/334,
taharetlenme I/61, I/102, I/103, tashif I/121 I/462, I/649
I/111, I/117, I/180, I/185, I/190, tasnif I/145; ~ dönemi I/73, I/81, tefsir I/44, I/45, I/52, I/60, I/100,
I/191, I/263, I/264, I/422, I/432, I/82; ~ faaliyetleri I/80; ~ usulleri I/149, I/155, I/405, I/406, I/407,
I/499, I/515, I/558, I/577, I/650, I/82 I/408, I/420, I/498, I/499; ~
I/652, I/672, I/681, I/683, I/688, tasrif I/123 dersleri I/407; ~ etme I/406,
I/698 tasvir I/45, I/61, I/98, I/104, I/106, I/408; ~ ilminin kurucusu I/407;
Tahâvî (Ş.) I/31, I/79 I/140, I/150, I/215, I/249, I/315, ~ler I/544
tahiyyât I/23, I/26, I/199, I/225 I/443, I/448, I/534, I/591, I/624 teheccüd namazı I/334
tahkir I/308 taş yağdırılması I/461 Tehzîbü’l-âsâr ve tafsîlü’l-meâni’s-
tahrif etme I/140, I/407, I/547 taşkınlığa sürüklenme I/164 sâbit mine’l-ahbâr (K.) I/82
tahrife uğramak I/547 taşkınlık I/164, I/272 tek: ~ Allah inancı I/491, I/498,
Tâif (Y.M.) I/251, I/260, I/261, Taşköprülüzâde (Ş.) I/100 I/507, I/685, I/689; ~ olan
I/479, I/567 taşlamak I/697 Allah’a iman I/507; ~ Yaratıcı
Tâif Muhasarası I/479 taşlanmak I/260 I/222, I/522, I/680
Tâifliler (K.K.) I/567 taşlanmış şeytan I/269, I/275, tekâsür kelimesi I/651
takatinin üstünde ibadete kalkışır- I/679 tekbir I/661; ~ getirmek I/201,
sa I/357, I/363 Tatar âlimi (Ş.) I/100 I/207, I/211, I/253, I/313, I/319,
takdir-i ilâhîye isyan I/500 tavaf: ~ etmek I/407, I/419; ~ın I/509
taklide dayalı, şuursuz itaat I/523 yedi şavtı I/419 teknoloji I/688
taklit etmek I/134, I/142, I/523, taviz vermeme I/698 teknolojik: ~ güç I/383; ~ icatlar
I/528 tâvus I/599 I/696
takma saç takma I/125 tayyib I/104; ~ ve Tâhir (Ş.) I/83, tekrar: ~ dirilmek I/210, I/272,
Takrîb ve’t-teysîr (K.) I/81 I/84 I/635; ~ dirilmeyi inkâr I/241; ~
takrir I/54, I/56, I/417 tayyibât I/23 yaratma I/604
takrirî sünnet I/97 tayyib-habis I/104 telbîs I/276
takva I/161, I/171, I/289, I/303, tazim etmek I/531 telkin I/164, I/165, I/275, I/277,
I/307, I/310, I/351; ~ sahibi mü- TBMM I/42, I/93 I/278, I/307, I/392, I/445, I/468,
min I/283, I/289, I/592; ~ sahibi te’dîb I/135 I/497, I/528, I/592
olma I/468, I/485; ~ sözü I/498; teâruz I/120, I/121 temâim I/687
721
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
tembellik I/26, I/161, I/166, I/168, I/510; ~e iman I/568 I/688; ~luk düşüncesi I/257,
I/170, I/303, I/310, I/498 tevil etmek I/121 I/264; ~luk inancı I/317, I/685,
temel: ~ dini metinler I/149; ~ Tevrat (K.) I/63, I/207, I/215, I/686; ~luk saymak I/677
eğilimler I/298; ~ hadis eserleri I/419, I/541, I/544, I/545, I/546, uhrevî: ~ âlem I/319; ~ mesuliyet
I/408, I/409; ~ hadis kaynakları I/547, I/570; ~ ve İncil metinleri I/408
I/87, I/88, I/95; ~ hadis kaynak- I/546; ~’ın tahrif edilmesi I/546 uhrevîleşme I/342
larının çevirisi I/95; ~ ihtiyaçlar Tevvâb I/219, I/228 Uhud: ~ günü I/251; ~ Savaşı
I/131; ~ İslâm bilimleri I/53; ~ Tevvâb I/219, I/228 I/457, I/472, I/526, I/559, I/625
kavramlar I/377 Teysîru’l-vüsûl ilâ Câmiil-usûl Ukâz (Y.M.) I/259
Temîm’in memleketi (Y.M.) I/364 (K.) I/82 Ukbe b. Âmir el-Cühenî’nin kız
Temîmoğulları (K.K.) I/235 tezekle taharetlenme I/264 kardeşi (Ş.) I/199
temiz: ~ fıtrat I/240; ~ giyinmek tezkiye I/100, I/307, I/461 ukûbât I/122
I/512; ~ rızık I/343; ~ su I/626 Tıbb-ı Nebevî I/128 ulûhiyet I/179, I/227, I/510, I/680
temizlik ve iman I/185, I/191 tıka basa doymadan yemek I/134 Ulûmü’l-hadîs (K.) I/122
temsilî: ~ anlatım I/298, I/378, tıp: ~ bilgisi I/129; ~ doktorları uluslararası münasebetler I/91
I/605; ~ hikayeler I/109; ~ I/670 Umdetü’l-ahkâm (K.) I/591
kıssalar I/109 tıyera I/317, I/677, I/684 umre I/687; ~ yapmak I/687
tenakuz I/547 Tih (Y.M.) I/259 unutkanlık I/271
tenasüh I/299 Tirmizî (Ş.) I/72, I/87; ~’nin Câmi’i urûc I/100, I/527
Tenbîhü’l-ğâfilîn (K.) I/82 (K.) I/76; ~’nin Sünen’i (K.) I/80, Urve b. Mes’ûd es-Sekafî (Ş.)
tenezzüh I/78 I/81; ~’nin Şemâil’i (K.) I/222 I/128, I/407
tenzih etmek I/215, I/578 tok gözlülük I/661 urvetu’l-vüskâ I/548, I/555
teolojik sorunlar I/482 toplum: ~a öncülük etmek I/445; ustura I/257, I/264
ter kokusu I/103 ~a rehberlik etme I/432 usulcüler I/53, I/137
teravih: ~ namazı I/695; ~ namazı- toplumsal: ~ çürüme I/445; ~ da- usûl-i: ~ fıkh I/122, I/124; ~
nı cemaatle kılmak I/695 yanışma I/422; ~ dönüşüm I/423 hamse I/79
terazi I/236, I/641, I/646 topraktan yaratılma I/233, I/238, usûlü’l-hadîs I/80
tercüme: ~ hadis kitapları I/95, I/239, I/240, I/283, I/289 uydurma: ~ hadis I/59; ~ hadis-
I/144; ~ hadis kitapları (K.) I/95, Trablusşam (Y.M.) I/90 ler I/71, I/143; ~ hadislerin
I/144; ~ metinler (K.) I/144 tufan I/178, I/571, I/581, I/658 alâmetleri I/124; ~ hadislerin
Terğîb ve’t-terhîb (K.) I/83 Tuleyha b. Huveylid (Ş.) I/62, kaynakları I/93; ~ rivayet I/59
terğîb: ~ ve terhîb hadisleri I/83, I/347, I/383, I/491, I/498 Uyeyne b. Hısn (Ş.) I/635
I/123, I/124; ~ ve terhîbin asıl Tûr (Y.M.) I/215, I/262, I/329, uygar olma I/368
konusu I/124 I/392, I/557, I/581, I/638, I/639, uyuşturucu I/279
terk-i dünya I/361 I/681 uzlaştırma I/98, I/121
tesbih etmek I/188, I/253, I/319, turunç I/560 uzlet I/71, I/361
I/535, I/679 tutumlu davranmak I/367 uzun: ~ emeller I/287; ~ ömür
tesbihat I/188, I/190, I/319, I/558, tuvalet adabı I/61 I/287, I/335
I/584 türbeler I/695; ~den medet um- uzuvların hamdi I/188
teslimiyet I/222, I/360, I/417, mak I/688 Uzzâ I/178, I/235
I/422, I/468, I/535, I/636 Türk: ~ asıllı hadis bilgini I/83; ~
teşbih I/105, I/106, I/107, I/116, Dil Kurumu I/153; ~ Dili kural- Ü
I/123, I/141, I/328 ları I/153 Übey b. Halef (Ş.) I/62, I/205,
teşdîd I/78 Türkçe I/44, I/85, I/86, I/87, I/342, I/559, I/695
teşe’üm I/684 I/143, I/150, I/152, I/153, I/154, üç: ~ günden fazla yas I/593; ~
teşebbüh I/101, I/134, I/142, I/528 I/365, I/669 nefeste içmek I/138
teşekkür etmek I/350, I/651 Türkistan (Y.M.) I/86 üfürükçülük I/672
teşrî I/114, I/121, I/134, I/136, tüyleri aldırmak I/112 ümitsizlik(ğ) I/127; ~e kapılma-
I/137, I/138 mak I/536
tevâtür I/55; ~ derecesi I/56, I/66 U ümmî Peygamber I/419
tevazu: ~ göstermek I/134; ~ sahi- Ubeyd b. Umeyr (Ş.) I/389 Ümmü Bürde (Ş.) I/385, I/389,
bi olmak I/513 ubudiyet I/179 I/390, I/394
tevekkül: ~ etmek I/255, I/261, Udeyse b. Ühbân (Ş.) I/589 Ümmü Süleym (Ş.) I/663
I/351, I/647, I/648; ~ ve kader ufolar I/262 üniversite I/90; ~ler I/423
I/602 uğurlu saymak I/684, I/686 üreme I/209
tevhid: ~ akidesi I/680, I/684, uğursuz: ~ saymak I/677; ~luk üretim I/300, I/406, I/434, I/618
I/685; ~ düşmanı I/221; ~ I/317, I/318, I/684; ~luğa inan- Üsâme b. Zeyd (Ş.) I/389, I/439,
düşüncesi I/359; ~ Elçisi I/221; mak I/686; ~luğa inanmamak I/443, I/496, I/508
~ ilkesi I/500; ~ inancı I/360, I/686; ~luk atfedilen varlıklar Üseyd b. Hudayr (Ş.) I/585
I/672, I/686, I/689; ~ zikirleri I/687; ~luk atfetmek I/679, üst üste aldanma I/457
722
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
üstün: ~ ahlâk I/53; ~ ahlâk sahibi velî: ~ kula düşmanlık I/347, yalancılık I/59, I/79, I/662
I/54 I/351, I/455, I/461; ~ kullar yalanlamak I/332
üsve-i hasene I/53, I/133 I/585 yanlış: ~ fetvalar I/432; ~ tefsirler
Velîd b. Müslim (Ş.) I/72 I/546; ~ uygulamalar I/672
V verâ I/368 yapmayacağı şeyleri söyleme I/626
va’d I/123 veren el I/450 yararlı bir insan olma I/616
vaaz: ~ ve nasihat vakitleri I/380; ~ vesile I/545, I/637; ~ değerler yaratan: ~’ı tanıma I/240; ~’ı
vermek I/191 I/125 unutma I/352
Vâbısa b. Ma’bed el-Esedî (Ş.) Vesvâsü’l-hannâs I/278 yaratılış: ~ gayesine uygun yaşantı
I/427, I/436, I/437 vesvese I/26, I/111, I/269, I/271, I/486, I/515; ~ gayesini unutma
Vâcid I/219, I/228 I/275, I/278; ~ vermek I/264, I/594; ~ın amacı I/237, I/240;
vah(i)y: ~ bilgisi I/377, I/391, I/279; ~ci I/279; ~ler I/275, ~ın başlangıcı I/99, I/115, I/236;
I/397; ~ kâtibi I/396; ~ katipleri I/306; ~li kişi I/278 ~ın hikmeti I/341; ~ın nasıl
I/393; ~ meleği I/249, I/363; Vezir Muhammed Ruşdî eş-Şirvanî başladığı I/337, I/527
~le gelen bilgi I/396, I/397; ~ler (Ş.) I/90 yardımlaşma I/423, I/660
I/279; ~e iman I/541, I/547, vird edinme I/209, I/510, I/577 yardımseverlik I/595
I/570; ~i alma şekilleri I/393; visâl orucu I/139 yâr-ı ğâr I/285
~î bilgi I/396, I/397; ~i getiren vitir: ~ kunutu I/487; ~ namazı yas tutmak I/593
elçiler I/398; ~in ağırlığı I/393, I/477; ~ namazını kılmak I/139 yasaklardan kaçınmak I/522
I/556; ~in geliş biçimleri I/392; vudû I/117 Yaşar (Ş.) I/74, I/77, I/95, I/100,
~in iniş süreci I/406; ~in kaynağı vuslat I/223 I/124
I/144; ~in kesilmesi I/385, I/389, vücûb I/137 yaşayan Kur’an I/561
I/390; ~in müdahalesi I/394 vücuda dövme yaptırmak I/672 yaşayarak tefsir etme I/405
Vâhid I/219, I/228 vücûdü’l-aklî I/116 yatsı namazını geç kılma I/117
vahşet I/368 vücûdü’l-hayâlî I/116 Yavuz Sultan Selim (Ş.) I/87, I/88
Vahşî b. Harb (Ş.) I/653 vücûdü’l-hissî I/116 yazgı I/277, I/328
vaîd I/123 vücûdü’ş-şibhî I/116 yazı: ~ dili I/104; ~ yazma I/62,
vak(i)t ölçüleri I/320; ~inde kılı- vücûdü’z-zâtî I/116 I/318
nan namaz I/119 vücutlarına dövme yaptıran I/112 yazılı: ~ belge I/544; ~ kaynaklar
vakar I/25, I/344 vüfûd I/62 I/140; ~ kültür I/140
vakıf: ~ geleneği I/423; ~ medeni- vürûd sebebi I/112 yazışmalar I/106
yeti I/423; ~lar I/423 Ye’cûc ve Me’cûc I/108
Vâlî I/219, I/228 W yed-i beyzâ I/575, I/682
Varaka b. Nevfel (Ş.) I/250, I/391, William Muir (Ş.) I/92 yedi mide I/661
I/469 yedi şavt I/419
Vâris I/219, I/229 Y Yemâme (Y.M.) I/480; ~ halkı
varlık: ~ alanı I/262; ~ âlemi I/209, Ya’fûr isimli merkep I/349 (K.K.) I/480; ~ reisi Müseylime
I/264, I/347, I/515; ~ tasavvuru Ya’lâ (Ş.) I/155, I/278, I/364, I/393 (Ş.) I/221
I/604; ~ta şükretmek I/191 Ya’lâ b. Ümeyye (Ş.) I/393 yemek(ğ): ~i elle yemek I/138; ~i
vasat ümmet I/54 yağcılık I/108 sağ elle yemek I/422; ~i topluca
Vâsıt (Y.M.) I/72, I/78 yağmalamalar I/279 yemek I/180, I/653, I/661; ~in
Vâsi’ I/219, I/227 yağmur duası I/138 bereketini kaçırma I/662; ~in
vasîle I/685 Yahudi: ~ bilginler I/359; ~ gele- bereketlenmesi I/180
vasiyette iki kişinin şahitliği I/364 neği I/273; ~ inancı I/533; ~ ve Yemen (Y.M.) I/64, I/72, I/89,
veba: ~ hastalığı I/601; ~ salgını Hıristiyan din adamları I/546 I/119, I/170, I/177, I/364, I/396,
I/601, I/602; ~ tehlikesi I/601 Yahyâ b. Ca’de (Ş.) I/257 I/421, I/427, I/429, I/495, I/511;
vech I/315 yakarış I/164, I/167, I/221, I/251, ~ hadisçileri I/89
Vedâ: ~ Haccı I/107, I/285, I/301, I/486 Yemenliler (K.K.) I/236
I/357, I/548, I/637; ~ Hutbesi yakınları ziyaret I/513 Yeni: ~ Ahid (K.) I/541, I/544,
I/24, I/64, I/66, I/305 Yakub Peygamber (Ş.) I/306, I/546; ~ doğan çocuğa dua et-
Vedûd I/219, I/227 I/545, I/570, I/669 mek I/663; ~ doğan çocuğa isim
vefakâr I/603; ~lık I/422 Yakuboğulları (K.K.) I/545, I/570 vermek I/497; ~ doğan çocuk
vehbî feraset I/459 yalan isnadı I/483 I/257, I/497, I/663; ~ fethedilen
Vehhâb I/219, I/226 yalan konuşmak I/633 yerler (Y.M.) I/69, I/429; ~ geliş-
vekaleten haccetme I/435 yalan: ~ söylemek I/55, I/167, meler I/696; ~ kurulan şehirler
Vekî’ b. el-Cerrâh (Ş.) I/72, I/74 I/621, I/624, I/627, I/655, I/663; (Y.M.) I/69; ~ Müslüman olanlar
vekîl I/219, I/227; ~ olarak Allah ~ söz I/636; ~ ve yanlış rüya I/69, I/404, I/524; ~den diriliş
yeter I/353 tabiri I/471; ~ yere yemin I/662, I/247, I/253, I/398; ~den dirilme
velâ I/606 I/663 I/296, I/299
Velî I/219, I/227 yalancı şahitlik I/636 yenilik(ğ) I/406, I/695; ~in önünü
723
HADİSLERLE İSLÂM
İMAN
açmak I/699; ~lerin muhdes Yunus Peygamber (Ş.) I/570 Zekeriya Peygamber (Ş.) I/392
oluşu I/131 Yusuf Efendi (Ş.) I/89 Zekeriyya el-Ensârî (Ş.) I/88
yerhamükellâh I/486 Yusuf Efendizâde Abdullah (Ş.) zelzele I/581
yeryüzü: ~nde bir halife yara- I/89, I/91 Zemahşerî (Ş.) I/108
tılması I/166, I/239, I/289; Yusuf Peygamber (Ş.) I/163, I/273, zenginlik I/25, I/31, I/128, I/289,
~nde bozgunculuk çıkarmak I/306, I/377, I/460, I/468, I/592 I/351, I/650, I/658
I/658; ~nde dolaşan melekler Yüce Dost I/171 zerre I/315
I/245, I/254, I/531; ~nde fesat yüksek: ~ ahlâk I/126, I/136; ~ zevâid sünnet I/135
çıkarmak I/341; ~nde her çeşit ahlâkın ilkeleri I/126; ~ ahlâkî Zeyd b. Amr b. Nufeyl (Ş.) I/359
canlının yayılması I/241; ~ne erdemler I/126; ~ İslâm Enstitü- Zeyd b. Erkam (Ş.) I/67, I/161,
halife olarak gönderilme I/166, lerinin I/94 I/170, I/303, I/310, I/623
I/350, I/593; ~nün halifesi I/341; yüz dört kitap I/541, I/544 Zeyd b. Hâlid el-Cühenî’ (Ş.) I/318
~nün yozlaştırılması I/289 yüz: ~e toprak saçmak I/107; ~e Zeyd b. Hârise (Ş.) I/389, I/460
Yesrib (Y.M.) I/142 toprak serpmek I/108 Zeyd b. Sâbit (Ş.) I/63, I/381,
yetim: ~ malı I/633; ~e saygıyı yüzük I/559 I/393, I/427
I/555; ~i ezme I/649 yüzündeki tüyleri aldıran I/112 Zeyneddin ez-Zerkeşî (Ş.) I/87
yevmü’l-âhir I/591 Zeynüddin Ahmed b. Ahmed ez-
yıldız: ~ falı I/317; ~ kültü Z Zebîdî (Ş.) I/42, I/84
I/321; ~a atfedilen ilâhî güç zâbıt râviler I/58 zeytin I/645
I/316, I/318; ~a iman I/318, Zâhid el-Kevserî (Ş.) I/88 zik(i)r I/499; ~ I/100, I/396, I/555,
I/500, I/514, I/636, I/680; ~la zâhid olmak I/339, I/343 I/670; ~ (Kur’an) (K.) I/396,
taşlanmak I/679; ~lar ilmi I/682; zahirî anlam I/111, I/127 I/670; ~eden bir dil I/350
~lardan anlam çıkarmak I/688; zalim: ~ ile mazlum I/593; ~ toplu- Zilhicce: ~ ayı I/325, I/330, I/335;
~lardan bir ilim alma I/682; luk I/592 ~ hilâli I/320
~ların hareketleri I/604, I/679, zaman: ~ algısı I/327; ~ dilimleri- Zilkade I/325, I/330
I/681; ~larla yağmur arasında nin kutsallığı I/333; ~ düşüncesi zillet I/26, I/161, I/167, I/226,
ilişki I/680 I/328; ~ kavramı I/328, I/329; ~a I/449
yirmi üç yıl I/119, I/132, I/250 sövmek I/323, I/328; ~ın kısal- zina: ~ etmek I/593; ~ etmeme
yoksula yardım I/664 ması I/325, I/332; ~ın kıymetini I/119; ~ yapılması I/497, I/636
yol: ~ göstermek I/134, I/481; ~da bilmek I/336 zînet I/112, I/125, I/672, I/687
kalan I/423; ~daki eziyet veren zan: ~-hak/hakikate ilişkisi I/534; zorbalık I/593
şeyleri kaldırmak I/133, I/505, ~na uymak I/534 zorlaştırmak I/429
I/512, I/618; ~dan çıkarmak zannî bilgi I/98 zulme uğrama I/26
I/177, I/213; ~dan çıkmak I/639; Zâtî varlık I/116 zulmetmek I/214, I/331, I/484
~dan şaşmak I/362; ~unu şaşır- zayıf: ~ hadis I/59; ~ hatta uydur- zulüm I/166, I/404, I/450; ~den
mak I/164, I/413, I/424 ma hadisler I/143; ~ râvi I/59, uzaklaştırmak I/123
yozlaşmak I/424, I/445 I/79 Zü’l-celâli ve’l-ikrâm I/219, I/228
yozlaşmalar I/309 Zehebî (Ş.) I/67, I/70 Zübdetü’l-Buhârî (K.) I/95
yöneticiler I/512; ~e itaat I/512 zekât: ~ malı I/120; ~ memuru Zübeyr b. Avvâm (Ş.) I/417, I/521
Yukarı: ~ Mezopotamya (Y.M.) I/429; ~ miktarları I/110; ~ veri- zühd I/124, I/513
I/261; ~da olanlara bakmak lecek kimseler I/423; ~ verirken Zührî (Ş.) I/53, I/54, I/71, I/450
I/643, I/647 gösteriş I/625; ~ vermek I/494, Zür’a I/75
yumuşak: ~ huylu I/225; ~lık I/651; ~ı veren I/592; ~ı verilen zürriyetler I/298, I/599, I/604
I/225 malın temizlenip arındığı I/200;
Yunus Emre (Ş.) I/384 ~ın farz kılınması I/511
724
HADİSLERLE İSLÂM 2
Hadislerin Hadislerle Yorumu
EDİTÖRLER : Prof. Dr. Mehmet Emin ÖZAFŞAR SON OKUMA : Prof. Dr. Mehmet Emin ÖZAFŞAR
Prof. Dr. İsmail Hakkı ÜNAL Dr. Mahmut DEMİR
Prof. Dr. Yavuz ÜNAL Elif ERDEM
Prof. Dr. Bünyamin ERUL Hale ÇERÇİBAŞI
Prof. Dr. Huriye MARTI Kenan ORAL
Dr. Mahmut DEMİR Rukiye AYDOĞDU
Salih ŞENGEZER
REDAKSİYON HEYETİ : Prof. Dr. Huriye MARTI Yusuf TÜRKER
Prof. Dr. Abdurrahman CANDAN
Doç. Dr. Zişan TÜRCAN Genel Koordinatör : Prof. Dr. Huriye MARTI
Dr. Öğr. Üy. Mehmet HARMANCI Yayın Yönetmeni : Dr. Fatih KURT
Dr. Öğr. Üy. Mahmut Esad ERKAYA Koordinasyon : Bünyamin KAHRAMAN
Dr. Öğr. Üy. Suat KOCA Tasarım : tavoos
Dr. Mahmut DEMİR Baskı Hazırlık : Emre YILDIZ
Dr. Muhammet Ali ASAR Baskı Kontrol : Hasan ÖZTÜRK
Dr. Saliha TÜRCAN Baskı ve Cilt : Çağlayan Matbaası
Ali ÇİMEN (0232) 274 22 15
Elif ERDEM Baskı: : 5. Baskı, İzmir 2019
Esma ÜRKMEZ DİYK Kararı : 12.07.2011/49
Hale ÇERÇİBAŞI 2019-35-Y-0003-985
Kenan ORAL ISBN 978-975-19-5998-0 (takım)
Rukiye AYDOĞDU ISBN 978-975-19-6000-9 (2. cilt)
Salih ŞENGEZER Sertifika No: 12930
Yıldıray KAPLAN
Yusuf TÜRKER
© T.C. Diyanet İşleri Başkanlığı
011 | MÜKELLEFİYET
İNSANÎ YÜKÜMLÜLÜK
023 | İBADET
KULLUĞUN GEREĞİ
035 | DUA
KULLUĞUN ÖZÜ
047 | DUA ÂDÂBI
RABBE YÖNELİŞ
059 | KUNUT
ALLAH’IN HUZURUNDA DUAYA DURMAK
069 | ŞÜKÜR
NİMETLERİN KADRİNİ BİLMEK!
079 | ZİKİR
ALLAH’I ANMAK
091 | TEVBE
GÜNAHTAN DÖNEN GÜNAHSIZ GİBİDİR
103 | TEMİZLİK
MADDÎ ve MÂNEVÎ ARINMA
113 | ABDEST ve TEYEMMÜM
İBADETE MÂNEVÎ HAZIRLIK
127 | GUSÜL
BOY ABDESTİ
137 | KADINLARIN ÖZEL HÂLLERİ
ÂDET, LOĞUSALIK ve İSTİHÂZE
149 | NAMAZ
DİNİN DİREĞİ
159 | NAMAZIN KILINIŞI
KULUN RABBİYLE BULUŞMASI
173 | BEŞ VAKİT FARZ NAMAZ
MÜMİNİN MİRACI
185 | CEMAATLE NAMAZ
ALLAH’A BİRLİKTE YÖNELİŞ
197 | İMAMLIK
CEMAATE KILAVUZ OLMAK
209 | CUMA NAMAZI
HAFTALIK BULUŞMA
219 | HUTBE
MİNBERDEN MİLLETE SESLENİŞ
231 | CENAZE NAMAZI
MÜMİN KARDEŞ İÇİN YAPILAN SON GÖREV
241 | NAFİLE NAMAZ
ALLAH’A YAKLAŞTIRAN SECDELER
255 | TERAVİH NAMAZI
RAMAZAN GECELERİNİN İHYASI
265 | MÜBAREK VAKİTLER
ALLAH’IN RIZASINI KAZANMA FIRSATLARI
277 | NAMAZLARIN KAZASI
KILINAMAYAN NAMAZIN TELÂFİSİ
287 | MESCİT ve CAMİLER
RAHMÂN’IN EVLERİ
299 | EZAN
HUZURA İLK ÇAĞRI
309 | EZAN
İSLÂM’IN ÇAĞLAR AŞAN ÇAĞRISI
321 | KIBLE
MÜSLÜMANLARIN İSTİKAMETİ
331 | KÂBE
ALLAH’IN EVİ
343 | HAC
RABBİN EVİNE YOLCULUK
353 | HACCETMEK
HAC ARAFAT’TIR
371 | UMRE
MÂNEVÎ DÜNYAYI İMAR ETMEK
381 | ZEMZEM
İÇİMİ ŞİFA MÜBAREK SU
389 | RAMAZAN
RAHMET, MAĞFİRET ve BERAAT AYI
399 | ORUÇ
YALNIZ ALLAH İÇİN
411 | ORUÇ TUTMAK
SABIR EĞİTİMİ
421 | SAHUR ve İFTAR
ORUÇLA GELEN BEREKET ve SEVİNÇ
431 | İTİKÂF
RAMAZAN’DA NEFİS MUHASEBESİ
441 | SADAKA-İ FITIR
VAROLUŞ SADAKASI
451 | ZEKÂT
MALIN ARINDIRILMASI
461 | ZEKÂT VERMEK
ZEKÂTA TABİ MALLAR ve ZEKÂT NİSABI
473 | ZEKÂT
YOKSULUN HAKKI
483 | SADAKA
SADAKATİN GÖSTERGESİ
497 | HİBE
GÖNÜLLÜ BAĞIŞ
509 | KURBAN
ALLAH’A YAKIN OLMA VESİLESİ
521 | ADAK
SÖZE VEFA
531 | ÖZÜRLÜLÜK ve İBADETLER
GÜCÜ NİSPETİNDE SORUMLU OLMAK
541 | YOLCULUKTA İBADET
YOLCUYA TANINAN KOLAYLIKLAR
553 | AZİMET ve RUHSAT
ASLÎ HÜKÜMLER ve ARIZÎ DURUMLAR
563 | İBADETTE İTİDAL
AŞIRILIKTAN UZAK, ÖLÇÜLÜ KULLUK
576 |0 DİZİN
IV. BÖLÜM
İBADET
MÜKELLEFİYET
İNSANÎ YÜKÜMLÜLÜK
11
ول ال َّل ِه َ sق َالُ “ :ر ِف َع ا ْل َق َل ُم عَ ْن َثل َا َث ٍة :عَ ِن ال َّنا ِئ ِم َح َّتى عَنْ عَائِشَةَ َأ� َّن َر ُس َ
الصب ِِّى َح َّتى َي ْك َب َر”. َي ْس َت ْي ِق َظَ ،وعَ ِن ا ْل ُم ْب َت َلى َح َّتى َي ْب َر َأ�َ ،وعَ ِن َّ
ول ال َّل ِه ِ�“ :sإ َّن ال َّل َه ت ََجا َو َز عَ ْن ُأ� َّم ِتى ا ْلخَ َط َأ� عَنْ َأ�بِى ذَر ٍّ الْغِفَارِي قَالََ :ق َال َر ُس ُ
ِّ
َوال ِّن ْس َي َان َو َما ْاس ُت ْك ِرهُ وا عَ َل ْي ِه”.
عَنْ َأ�بِى هُرَيْرَةَ َأ� َّن ال َّنب َِّي – َق َال عَ ْب ُد ال َّر ْح َم ِن :عَ ْن َر ُسولِ ال َّل ِه s
َق َالِ�“ :إ َّن ال َّل َه َت َعا َلى ت ََجا َو َز عَ ْن ُأ� َّم ِتى ُك َّل َش ْي ٍء َح َّد َث ْت ِب ِه َأ� ْن ُف َس َها
َما َل ْم ت ََك َّل ْم ِب ِه َأ� ْو َت ْع َم ْل”.
12
Hz. Âişe’den (ra) rivayet edildiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle
buyurmuştur: “Üç kişiden sorumluluk kaldırılmıştır: Uyuyandan uyanıncaya
kadar, akıl hastalığına duçar olandan aklı başına gelinceye kadar ve çocuktan
bulûğ (ergenlik) çağına gelinceye kadar.”
(D4398 Ebû Dâvûd, Hudûd, 17)
13
H abeş kralı (Necâşîsi) Ashame’nin yeğeni olan ve Hz. Peygam
ber’e hizmet etmesiyle tanınan Zû Mihmer1 anlatıyor: “Biz bir seferde
Resûlullah’la beraberdik. Yolda giderken Allah Resûlü aniden hızlandı.
Genelde bir yolculuk esnasında yanındaki yiyecek içecek azaldığında böy-
le yapardı. Birisi ona, ‘Ey Allah’ın Resûlü! İnsanlar geride kaldılar.’ de-
yince durdu ve geride kalanlar yetişinceye kadar bekledi. Geride kalanlar
yetişip bütün yolcular bir araya toplanınca Allah Resûlü arkadaşlarının
yorgunluğunu da görerek, ‘Hafifçe uyusak size faydalı olur mu?’ dedi ve mü-
sait bir yerde konakladı. Sonra da, ‘Bizi bu gece kim bekleyecek?’ diye sordu.
Ben de, ‘Ben beklerim.’ diyerek cevap verdim. Bunun üzerine Allah Resûlü
devesinin yularını bana verdi ve ‘Şunu al, sakın dikkatsiz davranma!’ dedi.
Ben de Resûlullah’ın devesinin yuları ile kendi devemin yularından tutup
fazla uzaklaşmaksızın biraz ilerledim. Sonra iki deveyi otlamaları için bı-
raktım ve onları gözetlemeye başladım, ancak uyku ağır bastı ve oracıkta
uyuyakaldım. Hatta güneş doğup yüzümde sıcaklığını duyuncaya kadar
hiçbir şey hissetmedim. Güneşin sıcaklığını hissedince hemen uyandım,
sağıma soluma baktım, neyse ki iki binek de fazla uzaklaşmamış, yakında
bir yerde duruyorlardı. Allah Resûlü’nün devesinin yuları ile kendi deve-
min yularından tutup topluluktan bana en yakın olan kişiye yaklaştım,
onu uyandırdım ve ‘Namaz kıldınız mı?’ diye sordum. ‘Hayır.’ dedi. Son-
ra herkes birbirini uyandırmaya başladı. Derken Resûlullah da uyandı.
Bilâl’e, ‘Su kabında su var mı?’ diye seslendi. ‘Evet, sana kurban olayım Yâ
Resûlullah.’ dedi Bilâl onun için abdest suyunu getirdi. Resûlullah toprağı
fazla ıslatmayacak kadar az su kullanarak abdest aldı. Sonra Bilâl’e ezan
okumasını emretti, o da ezan okudu. Hz. Peygamber kalktı, acele etmek-
sizin sabah namazının önce iki rekât sünnetini kıldı. Sonra Bilâl’e kâmet
getirmesini söyledi. Bilâl’in kâmet getirmesinin ardından acele etmeksizin 1EÜ2/222 İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-
sabah namazının farzını kıldı. Topluluktan birisi, ‘Ey Allah’ın Resûlü! Ku- gâbe, II, 222.
15
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
surlu davrandık.’ deyince, ‘Hayır, Allah önce ruhlarımızı aldı, sonra bize geri
verdi ve namazımızı kıldık.’ buyurdu.2
Uyuyakalıp da sabah namazını vaktinde kılamadıkları için günahkâr
olduklarını zanneden ashâbını bu latîf ifadesiyle rahatlatan Hz. Peygam-
ber, ümmetine uyuyarak herhangi bir namazı geçirdiklerinde nasıl dav-
ranmaları gerektiğini böylece öğretmiş, uykunun geçici olarak mükellefi-
yeti kaldırdığını vurgulamıştır. Hatta ümmetini daha da rahatlatmak için
o, şöyle buyurmuştur: “Allah’a hamdederiz ki, bizi namazdan alıkoyan şey
dünya meşgalesi değildi. Fakat ruhlarımız Yüce Allah’ın elindedir (uyuyorduk).
O, ruhlarımızı dilediği zaman gönderir.”3
Allah Resûlü’nün bu hadisinde insan ve Müslüman olmanın ağır yü-
kümlülüğüne dair çarpıcı bir hatırlatma vardır. Yüce Yaratıcı insanı topraktan
var etmiş,4 onu en güzel şekilde yaratmış,5 işitme, görme, akletme, düşünme
kabiliyetleriyle donatmıştır.6 Zayıf bir yapıda yaratılmıştır ayrıca insan.7 Ace-
leci8 ve hırslı9 bir tabiatı, yeryüzünde fesat çıkarıp kan dökebilecek bir potan-
siyeli vardır.10 Ancak Yüce Allah ona değer verip11 kendi ruhundan üflemiş,12
onu yeryüzünün halifesi kılmış13 ve ağır bir insanî yükümlülükle onu baş
başa bırakmıştır: “Biz emaneti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu
yüklenmekten çekindiler, (sorumluluğundan) korktular. Onu insan yüklendi. Doğ-
rusu o çok zalim, çok cahildir.”14 Âyette geçen “emanet”, insanın bedenî, ruhî,
dinî ve ahlâkî bütün vecibe ve yükümlülüklerini dile getiren önemli bir kav-
ramdır. İnsan bu emaneti yüklenmekle kendi fıtratına, toplumdaki insan-
lara, çevresindeki varlıklara ve Yüce Allah’a karşı birtakım yükümlülükleri
olduğunu kabul ve itiraf etmiştir. Bu, bir bakıma onun yeryüzündeki varlık
nedenidir. İnsan yüklendiği emanet ve mükellefiyet sayesinde bir yandan
2 HM16949 İbn Hanbel, IV,
varlıklar içinde özel ve seçkin konum elde ederken, diğer yandan bu mükel-
90.
3 D438 Ebû Dâvûd, Salât, 11. lefiyetin gerekleri konusunda ağır bir yükün altına girmiştir. Yukarıdaki ha-
4 Secde, 32/7-9.
5 Tîn, 95/4.
dis, insanın yükümlülüklerini yerine getirirken takatini aşan birtakım beşerî
6 Mülk, 67/23; Beled, 90/8. zaafları nedeniyle bazı zorluklarla karşılaşabileceğini ve bu durumun Yüce
7 Nisâ, 4/28.
Allah tarafından dikkate alınacağını haber vermektedir.
8 Enbiyâ, 21/37.
9 Meâric, 70/19. Aslında yerde ve gökte olan her şey, kısaca tüm mahlûkat Yüce Allah’a
10 Bakara, 2/30.
lisan-ı hâlleriyle ibadet etmekte, hamd ve tesbihle15 O’na karşı yüküm-
11 İsrâ, 17/70.
12 Hicr, 15/29. lülüklerini yerine getirmektedirler. Bu meyanda Yüce Allah şöyle buyur-
13 Bakara, 2/30.
maktadır: “Görmedin mi, göklerde ve yerde olanlar, güneş, ay, yıldızlar, ağaçlar,
14 Ahzâb, 33/72.
16
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
nimete sahip olan17 insanın Rabbine kulluk etmemesi, O’na karşı yüküm-
lülüğünü yerine getirerek tazimini göstermemesi düşünülebilir mi? Yüce
Allah, kendisine kulluk edebilme kabiliyetini insan fıtratına yerleştirmiş,
hayatın ve ölümün, ‘kimin daha güzel işler yapacağını sınamak için’ var
olduğunu18 beyan etmiştir. O, insanın yalnızca iman etmesinin, kurtulu-
şuna ve Allah katında mükâfata nail olmasına yetmeyeceğine dikkatimizi
çekerek, “İnsanlar sadece ‘inandık’ demeleriyle bırakılacaklarını ve imtihana
çekilmeyeceklerini mi sandılar?”19 buyurmuştur.
Rabbimiz, Kur’an’da imandan söz ederken devamlı olarak ameli, yani
güzel, iyi ve yararlı davranışları zikredip20 kendisine ibadet edilmesini21
istemektedir. Hz. Peygamber’e de, “Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine iba-
det et.”22 buyuran Allah (cc), böylece inananlara ibadetlerini ömür boyu,
sürekli olarak yapmaları gerektiğini vurgulamaktadır. Bu çerçevede Sev-
gili Peygamberimiz de, “Güç yetirebileceğiniz amelleri yapmaya gayret ediniz.
Allah usanmaz da siz usanırsınız. Allah katında amellerin en sevimlisi az da
olsa devamlı olanıdır.” buyurmuş, başladığı bir ibadeti devamlı yapmıştır.23
Nitekim Resûlullah (sav) bir kudsî hadisinde, Yüce Allah’ın, “Ey âdemoğlu,
her durumda kendini bana ibadete ver ki, gönlünü zenginlikle doldurup ihtiyacını
gidereyim. Böyle yapmazsan ellerini meşguliyetle doldururum, ihtiyaçlarını da
gidermem.”24 buyurduğunu nakletmiş, bu suretle, her zaman ve durumda
ibadetin gerekliliğine dikkat çekmiştir. Hatta Abdullah b. Amr’ı, “Falan
gibi olma! O, gece namazlarına devam ederdi, sonradan terk etti.”25 diyerek
ikaz etmiştir. Nitekim gece namazı kılmayı âdet hâline getiren kişinin bazı
hâllerde teheccüde kalkamasa da kalkmışçasına Cenâb-ı Hak tarafından
mükâfatlandırılacağını ifade etmiştir.26
Kur’an’da olduğu gibi, hadislerde de iman-amel bütünlüğü söz ko- 17 Lokmân, 31/20.
nusudur. Bir defasında uzun ve meşakkatli bir yolculuktan sonra İslâm 18 Mülk, 67/2.
19 Ankebût, 29/2.
dinini öğrenmek için Medine’ye gelen Abdülkays kabilesinden bir heye- 20 Bakara, 2/25, 82, 277.
te Allah Resûlü yalnızca Allah’a iman etmelerini emretmiş ve “Yalnızca 21 Bakara, 2/21.
22 Hicr, 15/99.
Allah’a iman etmek ne demektir, bilir misiniz?” diye sormuştu. Onlar, “Allah ve
23 D1368 Ebû Dâvûd,
Resûlü daha iyi bilir.” diye karşılık verince Hz. Peygamber, “Allah’tan başka Tatavvu’, 27.
ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Resûlü olduğuna iman etmek, namaz 24 T2466 Tirmizî, Sıfatü’l-
kıyâme, 30.
kılmak, zekât vermek, Ramazan orucunu tutmak ve ganimetlerden beşte birini 25 N1764 Nesâî, Kıyâmü’l-
17
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
30 Fetih, 48/29.
kelimelerini söyleyerek namaz kılmasını tavsiye etmiştir.38
31 Bakara, 2/185. Asr-ı saadette yaşanan şu hâdise, Peygamber Efendimizin ibadetler
32 Mü’minûn, 23/62; Bakara,
konusunda katı uygulamalara karşı gösterdiği tepkiyi yansıtması bakı-
2/286.
33 En’âm, 6/152. mından çok önemlidir: Câbir b. Abdullah anlatır: “Bir sefere çıkmıştık.
34 D1368 Ebû Dâvûd,
İçimizden bir adamın başına bir taş geldi ve başı yarıldı. Sonra bu adam
Tatavvu’, 27.
35 N1643 Nesâî, Kıyâmü’l- ihtilâm oldu. Yanındakilere, ‘Benim başım yaralı, teyemmüm edebilir mi-
leyl, 17. yim?’ diye sordu. Onlar, ‘Suyu kullanabilme imkânın varken, teyemmüm
36 İM1223 İbn Mâce, İkâmet,
139. etmeni uygun bulmuyoruz.’ dediler. Bunun üzerine adam gusül abdes-
37 İM1224 İbn Mâce, İkâmet,
ti aldı ve (yarası su ile temas edince) öldü. Onunla beraber olanlar Hz.
139.
38 D832 Ebû Dâvûd, Salât,
Peygamber’in huzuruna geldiklerinde bu olayı ona haber verdiler. Bunun
134, 135. üzerine Hz. Peygamber, ‘Onu öldürdüler, Allah da onların canını alsın. Bil-
18
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
tiğinde görüş birliği içindedirler. Akıl ve idrak sahibi olmayan varlıkların 17.
43 N615 Nesâî, Mevâkît, 53.
201.
başlatılmalarını tavsiye eder,48 kendisi de namazlarını kimi zaman torun- 48 D495 Ebû Dâvûd, Salât,
larıyla birlikte kılardı.49 Medine Mescidi’nde vakit namazlarında bile Pey- 26.
49 B516 Buhârî, Salât, 106.
gamber Efendimizin arkasındaki cemaatte bir saf oluşturacak kadar çok 50 D677 Ebû Dâvûd, Salât,
19
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
hanımlar çocuklarını oruç ibadetine alıştırmak için de özel çaba sarf eder-
ler, hatta Âşûrâ orucunu çocuklarına da tuttururlardı.51 Hac yolculuğu es-
nasında bir kadın Allah Resûlü’ne kucağındaki çocuğu göstererek, “Bunun
için de hac var mı?” (Bu çocuk hac yapabilir mi?) diye sormuş, Sevgili Pey-
gamberimiz de, “Evet (onunla birlikte haccettiğin için) sana da ayrıca ecir var.”
buyurmuştu.52 Dolayısıyla hem çocuğun küçük yaşta ibadet edebileceğini,
hem de çocuklarına ibadeti sevdiren anne-babaların bundan dolayı sevap
kazanacağını ifade etmişti.
Diğer taraftan, uyku ve çocukluk hâli gibi, delilik hâli de kişinin iba-
detlerle mükellef olmadığı durumlardandır. Hatta aklını yitirmiş bir insan,
ibadetle mükellef olmak şöyle dursun, cezaî sorumluluktan bile muaftır.53
Dinimiz, insanın, iradesine bağlı olmayan durumlardan dolayı ibadet-
lerini ifa edememesini, geciktirmesini veya eksik bırakmasını da mazeret
saymıştır. Bu durumu Sevgili Peygamberimiz, “Allah, yanılarak, unutarak ve
zor kullanılarak yaptıklarından dolayı ümmetimi sorumlu tutmaz.”54 sözüyle
açıklamıştır. Bu konuda Yüce Allah Kur’ân-ı Kerîm’de, “Ey Rabbimiz! Unu-
tur ya da yanılırsak bizi sorumlu tutma! Ey Rabbimiz! Bize, bizden öncekilere
yüklediğin gibi ağır yük yükleme! Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği şey-
leri yükleme!”55 şeklinde dua etmemizi öğretmiştir. Bu çerçevede istemeden
hata ile yapılan bir işin günahının olmadığını da ifade buyurmuştur.56
Unutanın mazur sayılacağını öğreten Allah Resûlü ise, söz gelimi na-
mazda iken kaç rekât kıldığı hususunda yanılan kişinin iki secde yaparak
namazını tamamlayabileceğini57 ifade etmiştir. Kendisi de, dört rekâtlı bir
namazda yanılarak iki rekâtta selâm vermiş, bir sahâbînin ikazı üzerine
kalan rekâtları tamamlamış ve sehiv (yanılma) secdesi yaparak58 namazı-
nı ikmal etmiştir. Allah Resûlü, oruçlu olduğunu unutarak yiyip içen kişi
için de, “Kim oruçluyken unutarak bir şey yiyip içerse, orucunu tamamlasın.
51 B1960 Buhârî, Savm, 47,
Çünkü ona Allah yedirmiş, içirmiştir.”59 buyurmak suretiyle, unutarak yeme-
M2669 Müslim, Sıyâm, 136.
52 M3255 Müslim, Hac, 411. içmenin orucu bozmayacağını söylemiştir.
53 D4399 Ebû Dâvûd, Hudûd,
Hata ve unutmanın yanı sıra ikrah ile yani başkasının baskısı veya
17.
54 İM2043 İbn Mâce, Talâk, engellemesi ile ibadetlerini yerine getiremeyen kişiden de o ibadetin so-
16. rumluluğu kaldırılmıştır. Bir kimse maddî imkânları ve sağlık şartları ba-
55 Bakara, 2/286.
56 Ahzâb, 33/5. kımından hac farizasını yerine getirmekle mükellef olsa, fakat savaş hâli,
57 M1265 Müslim, Mesâcid,
terör tehlikesi ve salgın hastalık riski gibi durumlardan dolayı Kâbe’ye
82.
58 MU209 Muvatta’, Salât, 15.
ulaşamasa, o yıl sorumluluğu düşer ve hac yükümlülüğünü daha sonra
59 İM1673 İbn Mâce, Sıyâm, 15. yerine getirir.
20
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
bize acı! Sen bizim Mevlâmızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et.”63 63 Bakara, 2/286.
21
İBADET
KULLUĞUN GEREĞİ
ُي ِع ُين،“ك ُّل ُسل َا َمى عَ َل ْي ِه َص َد َق ٌة ُك َّل َي ْو ٍم ُ : َق َالs عَ ِن ال َّنب ِِّيd َعَ نْ َأ�بِى هُ َر ْي َرة
َّ َوا ْل َك ِل َم ُة،ال َّر ُج َل ِفى دَا َّب ِت ِه ُي َحا ِم ُل ُه [عَ َل ْي َها] َأ� ْو َي ْر َف ُع عَ َل ْي َها َمتَاعَ ُه َص َد َق ٌة
الط ِّي َب ُة
”.الط ِر ِيق َص َد َق ٌة َّ َود َُّل،الصل َا ِة َص َد َق ٌة َّ َو ُك ُّل خَ ْط َو ٍة َي ْم ِش َيها �ِإ َلى
23
عَ نْ ُمعَاذٍ dقَالَ ُك ْن ُت ِردْ َف ال َّنب ِِّي sعَ َلى ِح َما ٍر ُي َق ُال َل ُه عُ َف ْي ٌر،
َف َقالَ “ :يا ُم َعا ُذ ،هَ ْل ت َْد ِرى َح َّق ال َّل ِه عَ َلى ِع َبا ِد ِه َو َما َح ُّق ا ْل ِع َبا ِد عَ َلى
ال َّل ِهُ ”.ق ْل ُت ال َّل ُه َو َر ُسو ُل ُه َأ�عْ َل ُمَ .ق َالَ “ :ف ِإ� َّن َح َّق ال َّل ِه عَ َلى ا ْل ِع َبا ِد َأ� ْن
َي ْع ُب ُدو ُه َو َلا ُيشْ ِر ُكوا ِب ِه َش ْيئًاَ ،و َح َّق ا ْل ِع َبا ِد عَ َلى ال َّل ِه َأ� ْن َلا ُي َع ِّذ َب َم ْن
اس َق َال: َلا ُيشْ ِر ُك ِب ِه َش ْيئًاَ ”.ف ُق ْل ُت َيا َر ُس َ
ول ال َّل ِهَ ،أ� َفل َا ُأ� َبشِّ ُر ِب ِه ال َّن َ
َ
“لا ُت َبشِّ ْرهُ ْم َف َي َّت ِك ُلوا”.
ول ال َّل ِه ِ�“ :sإ َّن ال َّل َه َت َعا َلى َق َال َم ْن عَ ادَى ِلى َو ِل ًّيا عَنْ َأ�بِى هُرَيْرَةَ قَالََ :ق َال َر ُس ُ
َف َق ْد �آ َذ ْن ُت ُه بِا ْل َح ْر ِبَ ،و َما َت َق َّر َب �ِإ َل َّى عَ ْب ِدى ِبشَ ْى ٍء َأ� َح َّب �ِإ َل َّى ِم َّما ا ْف َت َر ْض ُت عَ َل ْي ِه،
َو َما ز َُال عَ ْب ِدى َي َت َق َّر ُب �ِإ َل َّى بِال َّن َوا ِف ِل َح َّتى َأ� ْح َب ْب ُتهُُ ،ك ْن ُت َس ْم َع ُه ا َّل ِذى َي ْس َم ُع ِب ِه،
َو َب َص َر ُه ا َّل ِذى ُي ْب ِص ُر ِب ِهَ ،و َي َد ُه ا َّل ِتى َي ْب ُط ُش ب َِها َو ِر ْج َل ُه ا َّل ِتى َي ْم ِشى ب َِهاَ ،و�ِإ ْن َس َأ� َل ِنى
ل ُأ�عْ طِ َي َّنهَُ ،و َل ِئ ِن ْاس َت َعا َذ ِنى ل ُأ� ِع َيذ َّن ُه”...
24
Muâz (ra) anlatıyor: “Ufeyr adlı eşeğin üzerinde (yolculuk ederken) Hz.
Peygamber’in (sav) terkisinde idim. Resûlullah, “Ey Muâz! Allah’ın kulları
üzerindeki hakkını ve kulların Allah üzerindeki hakkını bilir misin?” diye
sordu. Ben, “Allah ve Resûlü daha iyi bilir.” dedim. Bunun üzerine Hz.
Peygamber şöyle buyurdu: “Allah’ın kulları üzerindeki hakkı, Allah’a kulluk/
ibadet etmeleri ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmamalarıdır. Kulların Allah
üzerindeki hakkı ise kendisine ortak koşmayan kimselere azap etmemesidir.”
Ben, “Ey Allah’ın Resûlü! İnsanlara bunu müjdeleyeyim mi?” diye
sorunca, Resul-i Ekrem, “Hayır müjdeleme, zira (bu müjdeye güvenip)
gevşeyebilirler.” cevabını verdi.
(B2856 Buhârî, Cihâd, 46)
25
O n sekiz yaşında Müslüman olan Muâz b. Cebel (ra), Akabe
Biatı’nda bulunmuş, Bedir ve Uhud başta olmak üzere Allah Resûlü ile
beraber tüm savaşlara katılmıştı. Sahâbenin önde gelenlerindendi. O, bir-
çok kez Hz. Peygamber’in iltifatına mazhar olmuş, sahâbenin arasında
Kur’an ve helâl/haram (fıkıh) bilgisiyle ön plana çıkmış, Allah Resûlü’nün
döneminde dinî konularda fetva verebilen birkaç sahâbeden birisiydi. Bu
özelliklerinden olsa gerek, Allah Resûlü onu Yemen’e yönetici olarak tayin
etmişti.1 Muâz, Allah Resûlü ile birçok sefere katılmış, onunla birçok kez
yolculuk yapmıştı. Bu yolculuklardan birisinde Peygamber Efendimizin bi-
nitinin terkisinde idi. Bu, Muâz’ın Allah Resûlü’ne fiziksel olarak en yakın
olduğu anlardan biriydi. Aralarında sadece semerin arka kaşı vardı. Allah
Resûlü arkasında oturan Muâz’a, “Yâ Muâz!” diye seslendi. Muâz, “Buyur
Yâ Resûlallah!” dedi. Biraz sonra Allah Resûlü bir kez daha seslendi aynı
şekilde. Muâz da tekrar, “Buyur Yâ Resûlallah!” diyerek cevap verdi. Biraz
daha yol aldıktan sonra muhatabının dikkatini önemli bir konuya çek-
mek istercesine Allah Resûlü bir kez daha seslendi: “Yâ Muâz!” “Buyur Yâ
Resûlallah!” karşılığı geldi Muâz’dan yine. Bunun üzerine, “Allah’ın kulları
üzerindeki hakkı nedir bilir misin?” diye sordu Allah Resûlü. Muâz’ın, “Allah
ve Resûlü bilir.” diyerek cevap vermesi üzerine de, “Allah’ın kulları üzerinde-
ki hakkı yalnızca O’na ibadet etmeleri ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmamalarıdır.”
buyurdu. Bir müddet sonra tekrar, “Yâ Muâz!” diye seslendi, bitmemişti
söyleyecekleri. Muâz yine aynı karşılığı verdi: “Buyur Yâ Resûlallah!” Allah
Resûlü, “Bunu yaptıkları takdirde kulların Allah üzerinde hakkı nedir bilir mi-
sin?” dedi. Muâz’ın, “Allah ve Resûlü bilir.” cevabı üzerine de, “Onlara azap
etmemesidir.” buyurdu. Duydukları karşısında heyecanlanan Muâz, “Ey
Allah’ın Resûlü! İnsanlara bunu müjdeleyim mi?” diye sordu. Resul-i Ek-
rem ise, “Hayır müjdeleme, zira (bu müjdeye güvenip) gevşeyebilirler.” cevabını 1 EÜ5/187 İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-
gâbe, V, 187.
verdi.2 Yüce Yaratıcı’nın kulları üzerindeki hakkı diye tanımlanan “iba- 2 B2856 Buhârî, Cihâd, 46;
det”, insanın yaratılış gayesini ifade etmektedir.3 İbadet, insanı Yaratıcı’nın B5967 Buhârî, Libâs, 101;
M143 Müslim, Îmân, 48.
huzurunda değerli kılan bir olgudur.4 Allah (cc) insanı en güzel şekilde 3 Zâriyât, 51/56.
yaratmış, kâinattaki her şeyi onun hizmetine sunmuştur. Yeryüzünde ha- 4 Furkân, 25/77.
27
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
life sıfatıyla var ettiği insanı5 aklını kullanma, düşünme, tefekkür etme ve
irade hürriyeti gibi hiçbir varlığa bahşedilmeyen üstün kabiliyetlerle do-
natmıştır. Bütün bu özellikleri verdiği insandan sadece kendisine kulluk
etmesini istemiştir. Bu bağlamda Cenâb-ı Hakk’a kul olmak, bir efendi ve
köle mantığı ile seçim hakkı olmaksızın O’na ibadet etmek anlamına gel-
mez. Aksine kulluk, seçme özgürlüğünü kullanarak isteğe bağlı biçimde
Yüce Yaratıcı’nın iradesine uymaktır. Nefsinin istek ve arzularını terk edip,
Allah’ın (cc) istediği doğrultuda yaşamaktır.
İbadetin, Allah’ın kulları üzerindeki hakkı olması, insanın sahip ol-
duğu her şeyi kendisine bahşeden Allah’a şükran bilinciyle yaşamasını
gerektirir.
Bu çerçevede Allah Resûlü şöyle buyurmaktadır: “Hepiniz her gün her
bir eklemi karşılığında bir sadaka (borcu) bulunarak sabahlar. (Kişinin kıldığı) her
namaz kendisi için bir sadakadır. (Tuttuğu) her oruç bir sadakadır. (Yaptığı) her
hac bir sadakadır. Her tesbih bir sadakadır, her tekbir sadakadır.”6 “Karşılaştığı
kimseye selâm vermesi bir sadakadır. İyiliğe çağırması bir sadakadır. Kötülükten
sakındırması bir sadakadır. Eziyet veren bir engeli yoldan kaldırması bir sadaka-
dır. Kişinin eşiyle cinsel ilişkide bulunması bile bir sadakadır.”7 Dolayısıyla insan,
her gecenin sabahında uyanabilme kabiliyetini kendisine bahşedenin Allah
olduğunu unutmamalı, ibadet ederek bu bilinci taze tutmalıdır.
İbadet, kulun, Rabbi ile iletişim kurabilmesinin adıdır. Her şeyi yok-
tan var eden Yüce Yaratıcı’ya muhtaç olan insanın, aracısız, vasıtasız bir
şekilde hâlini O’na ifade edebilmesidir ibadet. Bunun için kul, Rabbinin
huzurunda her duruşunda, “Hamd/övgü, âlemlerin Rabbi, Rahmân, Rahîm,
hesap ve ceza (âhiret) gününün mâliki (sahibi) olan Allah’adır. (Allah’ım!) Yalnız
sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz. Bizi doğru yola, kendilerine
nimet verdiklerinin yoluna ilet; gazaba uğrayanların ve sapıkların yoluna değil.”8
âyetlerini telaffuz etmektedir. Böylece o, Yaratıcısını övmekle işe başlar.
Kendi âcizliğini itiraf eder. Rabbine boyun büker, O’ndan yardım diler ve
kendisini kulluğunda ve hidayette sabit tutması için O’na dua eder. İşte
bu, ibadet bilincidir, kulluk şuurudur.
5 En’âm, 6/165.
İslâm, her kulun en azından farzlar noktasında ibadet şuuru taşı-
6 D1286 Ebû Dâvûd,
Tatavvu’, 12. masını ister. Bunun için Allah Resûlü, “İslâm beş esas üzerine kurulmuş-
7 D1285 Ebû Dâvûd,
tur: Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Resûlü olduğuna
Tatavvu’, 12.
8 Fâtiha, 1/1-7.
şehâdet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, haccetmek ve Ramazan orucunu
9 B8 Buhârî, Îmân, 2. tutmak.”9 buyurmuştur. Allah Resûlü burada ibadet alanında asgarî zorun-
28
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
29
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
30
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
geri kalan kısmında da uyu.” buyurmuştur.23 Aynı şekilde bir kaya üzerinde 19 BS9608 Beyhakî, es-
uzun süre namaz kılan bir sahâbîyi ikaz ederek, “Ey insanlar! Mutedil dav- Sünenü’l-kübrâ, V, 204.
20 DM223 Dârimî,
ranın (ifrat ve tefritten sakının)!”24 buyurmuştur. Mukaddime, 23.
Allah Resûlü ibadetin az da olsa devamlı olması gerektiğini ifade 21 B5063 Buhârî, Nikâh, 1.
20.
tulması ve hayatın her alanını kapsaması gerektiğine vurgu yapmıştır. Bu 24 İM4241 İbn Mâce, Zühd,
bağlamda o, “Vücuttaki bütün eklemler için her gün sadaka vermek gerekir. 28.
31
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
Bineğine binmek isteyen kişiye yardım etmek veya eşyasını bineğine yüklemek sa-
dakadır. Güzel söz ve namaza giderken atılan her adım sadakadır. Yol göstermek
sadakadır.”25 buyurmuştur. Böylece Efendimiz, iyi niyetle ve samimiyetle
yapılan her işin sadaka ve ibadet olduğunu ifade etmiştir.
Hz. Peygamber tarafından sadaka olarak nitelendirilen, insanlar ara-
sında adaletle hüküm vermek,26 iyiliği tavsiye edip kötülükten alıkoymak,27
karşılaştığı kimseye selâm vermek, eziyet veren bir engeli yoldan kaldır-
mak, şehvetini eşi/helâli ile teskin etmek,28 ailesinin nafakasını temin et-
mek için çalışmak29 gibi davranışlar, hayatın çeşitli alanlarında ifa edilen
birer ibadet olarak değerlendirilebilir. Bu minvalde kişinin anne babasına
iyilik etmesi, bir garibanın gözünün yaşını silmesi, bir öksüzün ya da
yetimin başını okşaması, bir öğrencinin masraflarını karşılaması, bir ihti-
yara saygı göstermesi, bir hamileye otobüste yer vermesi de ibadettir. Aynı
şekilde bir insanın bilgilerini başkalarıyla paylaşması, yaptığı işi en güzel
şekilde icra etmeye çalışması, kötü alışkanlıkların pençesinden gençle-
ri kurtarmak için çaba sarf etmesi, bombalar altında can veren yavrular
için bir şeyler yapmak adına koşuşturması ibadettir. Bütün kötü ahlâk
özelliklerinden uzak durmaya çalışıp, ahlâkî erdemler kazanmak için uğ-
raşması, iyilik yapmak için fırsat kollaması, karşılaştığı mümin kardeşine
tebessüm etmesi, çevresindekiler için zorlaştırıcı değil kolaylaştırıcı bir
fert olmaya özen göstermesi ve bütün bunlar gibi sayılamayacak binlerce
husus hep ibadettir ve hayatı ibadetle geçirmektir. İşte Yüce Allah kulla-
rından böyle bir ibadet şuuruyla yaşamalarını istemekte ve şöyle buyur-
maktadır: “Ey âdemoğlu! Her durumda bana ibadet et ki gönlünü zenginlikle
doldurup ihtiyacını gidereyim. Böyle yapmazsan seni başka şeylerle meşgul eder,
ihtiyaçlarını da gidermem.”30
Müminin Allah katındaki sorumluluk alanları mertebelere ayrılsa şu
şekilde bir tasnif yapılabilir: İman, İslâm/ibadet ve ihsan. İman edip, iba-
25 B2891 Buhârî, Cihâd, 72. dete devam eden insan için kulluğun doruk noktası ihsandır. Peygamber
26 B2707 Buhârî, Sulh, 11. Efendimizin tarifiyle, “... İhsan, O’nu görüyormuş gibi Allah’a ibadet etmendir.
27 M1671 Müslim, Müsâfirîn,
84. Sen O’nu göremesen de O seni görmektedir...”31 İmanla hayatına anlam katan,
28 D1285 Ebû Dâvûd,
karanlıklardan aydınlığa çıkan kul, ibadetlerle Yüce Yaratıcı’ya tazimini,
Tatavvu’, 12.
29 T1965 Tirmizî, Birr, 42. muhabbetini, saygısını, bağlılığını, itaatini gösterir. Farzları eda ederek
30 T2466 Tirmizî, Sıfatü’l-
Allah’a yaklaşır. Nafileler ve sünnetlerle Allah’ın sevgisine mazhar olur.
kıyâme, 30.
31 B4777 Buhârî, Tefsîr,
İhsan mertebesinde de artık attığı her adımı, yaptığı her işi, niyet ettiği
(Lokmân) 2. her ibadeti Allah’ın kendisini gördüğü bilinciyle, onun murakabesinde ye-
32
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
33
DUA
KULLUĞUN ÖZÜ
:الدعَ ا ِء َأ� ْس َم ُع؟ َق َال َ َيا َر ُس: ِق َيل:َعَنْ َأ�بِى ُأ�مَامَةَ قَال
ُّ ُّول ال َّل ِه َأ�ي
”.ات ِ ات ا ْل َم ْك ُتو َب
ِ الص َل َو َّ َو ُد ُب َر،“ج ْو ُف ال َّل ْي ِل ْال آ� ِخ ُر
َ
35
ول ال َّل ِه َ sذ َك َر َي ْو َم ا ْل ُج ُم َع ِةَ ،ف َق َال: عَنْ َأ�بِى هُرَيْرَةَ َأ� َّن َر ُس َ
“ ِفي ِه َساعَ ٌةَ ،لا ُي َوا ِف ُق َها عَ ْب ٌد ُم ْس ِل ٌم َوهُ َو ُي َص ِّلى َي ْس َأ� ُل ال َّل َه َش ْيئًا �ِإ َّلا َأ�عْ َطا ُه �ِإ َّيا ُه”.
عَنْ عَمْرِو بْنِ شُعَيْبٍ عَنْ َأ�بِيهِ عَنْ جَدِّهِ َأ� َّن ال َّنب َِّي َ sق َال:
الدعَ ا ِء دُعَ ا ُء َي ْو ِم عَ َر َف َة”.
“خَ ْي ُر ُّ
عَنْ عُمَرَ َأ� َّن ُه ْاس َت أ�ْ َذ َن ال َّنب َِّي ِ sفى ا ْل ُع ْم َر ِةَ .ف َأ� ِذ َن َل ُه َو َق َال:
“ َيا ُأ�خَ َّي! َأ� ْش ِر ْك َنا ِفى َش ْي ٍء ِم ْن دُعَ ا ِئ َكَ ،و َلا َت ْن َس َنا”.
36
Ebû Hüreyre’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah (sav) cuma
gününden bahsederek şöyle buyurmuştur: “Onda öyle bir an vardır ki şayet
bir Müslüman namaz kılarken o âna rastlar da Allah’tan bir şey isterse Allah,
ona dilediğini mutlaka verir.”
(M1969 Müslim, Cum’a, 13)
Hz. Ömer’den rivayet edildiğine göre, bir gün umreye gitmek için Hz.
Peygamber’den (sav) izin istedi. Hz. Peygamber de kendisine izin verdi ve
şöyle dedi: “Kardeşim! Duana bizi de ortak et, bizi unutma.”
(İM2894 İbn Mâce, Menâsik, 5)
37
M ekke’de ilk Müslüman olanlardan biri idi.1 Câhiliye döne-
minde insanları sapıklık içinde gören, putlara tapmanın boş ve bâtıl oldu-
ğunu düşünen Amr b. Abese, fıtratı bozulmamış, kalbinin sesini dinleyen,
sağduyulu bir kimseydi. Amr, Mekke’de daha önce duyulmamış birtakım
haberler veren bir şahsın varlığını işitmişti. Bu haber üzerine Mekke’ye
gitti.2 İslâm davetinin gizliden gizliye yapıldığı, bi’setin ilk yılları idi.3
Mekke’de Allah Resûlü’nü soran Amr’a, onu (sav) ancak Kâbe’nin ya-
nında, gece görebileceği söylendi. Gece olduğunda Amr, Kâbe ile örtüsü
arasında gizlenip Allah Resûlü’nü beklemeye başladı. Gecenin bir vakti
kulağına gelen ses, Kâbe’yi tavaf eden Hz. Peygamber’in sesi idi.4 Amr, Hz.
Peygamber’in yanına gidip ona kim olduğu, Allah’tan ne mesaj getirdiği,
risâletine kimlerin inandığı hakkında sorular sordu. Sevgili Peygamberi-
miz de ona kendisinin Allah’ın Nebîsi, getirdiği mesajın: “Akrabaya yar-
dım etmek, putlara tapmamak, sadece Allah’a kulluk etmek ve ona hiçbir
şeyi ortak koşmamak” olduğunu, (şimdiye kadar) kendisine inanan bir
hür (Ebû Bekir) ve bir köle (Bilâl) bulunduğunu söyledi.
Amr b. Abese bu görüşmede Allah Resûlü’ne tâbi olduğunu bildirmiş
ve Müslüman olmuştu. Hz. Peygamber ise ona, “Sen bugün bunu yapamaz-
sın. Benim hâlimi ve ortalığın hâlini görmüyor musun? Şimdi ailene dön ve benim
meydana çıktığımı duyduğunda hemen yanıma gel.” tavsiyesinde bulunmuştu.
Amr, Allah Resûlü’nün bu sözüne uyarak ailesinin yanına döndü. Yıllar
sonra Kutlu Nebî’nin hicret ettiğini duyunca Medine’ye gitti. Orada Hz.
Peygamber ile görüştüğünde ona, “Beni tanıdınız mı?” diye sordu. Allah
Resûlü onunla Mekke’de görüştüklerini söyledi. Soru sormaya meraklı bir
1 NM5246 Hâkim, Müstedrek,
tabiatı olan Amr b. Abese, ilkinde olduğu gibi bu görüşmesinde de Allah
V, 1949 (3/285).
Resûlü’ne namaz, abdest ve gusül hakkında sorular sormaya başladı.5 Sor- 2 HM17144 İbn Hanbel, IV,
duğu sorulardan biri de üzerinde önemle durulması gereken bir vakit olup 112.
3 NM584 Hâkim, Müstedrek,
olmadığı ile ilgiliydi: “Ey Allah’ın Resûlü! Vakitler içerisinde Allah’a daha I, 244 (1/164).
yakın olunacak bir an var mıdır? İbadet için tercih olunacak bir saat var 4 MÜ806 Taberânî,
Müsnedü’ş-Şâmiyyîn, I, 455.
mıdır?” sorusuna Resûlullah (sav), “Evet” diye cevap verdi ve şöyle devam 5 M1930 Müslim, Müsâfirîn,
etti: “Kulun, Allah’a en yakın olduğu vakit, gecenin sonlarına doğru olan vakittir. 294.
39
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
O saatlerde Allah’ı zikredenlerden olmak istersen ol. Çünkü güneş doğuncaya ka-
darki o vakitlerde kılınacak namaza melekler gelir ve özellikle şahitlik yaparlar.”6
Allah Resûlü’nün Amr b. Abese’ye verdiği bu cevap, Allah’ın kulları-
na rahmetinin ifadesidir aslında. Onun (sav) bildirdiği gibi, Allah, kulla-
rının kendisine yönelebilecekleri özel zamanlar bahşetmiştir. “Kulluğun
özü” olarak nitelendirilen dua hakkında Yüce Rabbimiz, “Bana dua edin ki
duanıza icabet edeyim.”7 buyurarak müminin kendisine yönelmesine her an
karşılık vereceğini hatırlatır. Zira dua insanın varoluş nedenidir. Kul, duası
sayesinde Allah katında değer kazanır. Bu konuda Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle
buyrulur: “(Resûlüm!) De ki: Duanız olmasa Rabbim size ne diye değer versin!”8
Ancak Allah’ın, rahmetinin eseri olarak kullarına sunduğu öyle zaman ve
mekânlar vardır ki, bunlar müminin dualarının kabulü ve günahlarından
arınması için birer fırsattır. İşte Allah Resûlü, Amr b. Abese’ye bu özel za-
manlardan birini haber vermiştir.
Kur’ân-ı Kerîm’de Yüce Rabbimizin, “Onlar (takva sahipleri) seher va-
kitlerinde bağışlanma dilerlerdi.”9 âyeti ile haber verdiği seher vakti, Allah ile
kulunun buluştuğu bu özel vakitlerdendir. Allah Resûlü bu vakti değer-
lendirmek üzere geceleri teheccüd namazı için kalkıp dua ederdi.10 Yüce
Rabbimiz özellikle Sevgili Peygamberimize gece yarısı ibadetle meşgul ol-
masını tavsiye etmişti. Vahyin başladığı dönemlerde Cebrail, Efendimize
gelmiş ve “Birazı hariç, geceleri kalk namaz kıl. (Gecenin) yarısında kalk. Yahut
bunu biraz azalt, ya da çoğalt ve Kur’an’ı tane tane oku.”11 âyetlerini getirmişti.
Allah Resûlü’nün gece yaptığı dualarından birini Hz. Âişe şöyle anla-
tıyordu: “Bir gece Allah’ın Resûlü’nü yatakta bulamadım, onu elimle yok-
layarak aramaya başladım. O sırada elim ayaklarının tabanlarına değdi.
Ayaklarını dikmiş vaziyette secde hâlindeydi ve “Allah’ım! Gazabından rıza-
6 N573 Nesâî, Mevâkît, 35; na, cezandan affına sığınırım. Senden sana sığınırım. Sana tüm övgüleri saysam
NM584 Hâkim, Müstedrek, I, yine de bitiremem. Sen kendini nasıl övdüysen öylesin.” diye dua ediyordu.12
244 (1/164).
7 Mü’min, 40/60. Sevgili Peygamberimiz ashâbını da bu vakitlerde ibadet ve duaya teşvik
8 Furkân, 25/77.
ederdi. Nitekim Câbir’in (ra) rivayet ettiğine göre, Allah Resûlü şöyle bu-
9 Zâriyât, 51/18.
10 HM2710 İbn Hanbel, I, yurmuştu: “Gerçekten gecede öyle bir an vardır ki Müslüman bir kimse o âna
298; N1620 Nesâî, Kıyâmü’l- rastlar da Allah’tan dünya ve âhiret işlerine ait bir hayır isterse, o isteğini Allah
leyl, 9.
11 Müzzemmil, 73/2-4. kendisine verir. Bu, her gece (böyle)dir.”13
12 M1090 Müslim, Salât, 222.
Bir başka sefer de Peygamber Efendimize, “Yâ Resûlallah, hangi dua
13 M1770 Müslim, Müsâfirîn,
166.
daha çok kabule şayandır?” diye sorulmuş, Allah Resûlü, “Gece yarısından
14 T3499 Tirmizî, Deavât, 79. sonra ve farz namazların arkasından yapılan dualar.” diye cevap vermişti.14 Bu
40
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
41
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
başka hiçbir zaman olmadığı kadar, ibadet ve kulluk için çaba gösterirdi.19
“O gece nasıl dua edelim?” diye soran Hz. Âişe’ye, “Allah’ım! Sen affedicisin,
affı seversin, beni affet.” duasını öğretmişti.20
Dua, sevgililer sevgilisi Peygamberimizin bütün hayatını kapsıyordu.
O (sav), dua ile yatar, dua ile kalkardı. Allah’ın yarattığı her şeye karşı ni-
met ve şükür içerisindeydi. Bu şükrünü asla gizlemezdi. Karşılaştığı tabiî
olaylar karşısında bile dudaklarından dua eksik olmaz, her vesile ile Rab-
bine olan bağlılığını tazelerdi. Meselâ, hilâli gördüğü zaman şöyle derdi:
“Allâhü ekber! Allah’ım! Onu biz güvendeyken, iman etmişken, selâmetteyken,
İslâm üzereyken ve Rabbimizin sevdiği işlerde başarılı olduğumuz hâldeyken
üzerimize doğur. (Ey Hilâl!) Bizim Rabbimiz de senin Rabbin de Allah’tır.”21
Sevgili Nebî özellikle sabah ve akşam vakitlerinde dua ederdi. Bu va-
kitlerde çoğunlukla o vakte uygun içerikte dualar eder ve âdeta duaları ile
o vakitleri vesile kılarak tüm hayatı anlamlandırırdı. Meselâ, hayatın âdeta
yeniden dirilişini ifade eden sabah vaktinde, “Allah’ım! Senin kudretinle sa-
baha çıktık, senin kudretinle akşama gireriz. Senin kudretinle yaşar, senin kud-
retinle ölürüz... En son dönüşümüz sanadır.” diye dua etmeyi tavsiye ederdi.22
Akşam olunca da, “Rabbim, bu gecede olanların ve sonrasında olacakların
hayrını senden dilerim. Bu gecede olanların ve daha sonrasında olacakların şer-
rinden de sana sığınırım.23 diye dua ederdi. Başka bir rivayete göre de yata-
cağımız zaman, “Yâ Rabbi! Senin adınla yatar ve senin adınla kalkarım. Eğer
canımı alırsan ona rahmet et. Eğer onu serbest bırakırsan salih kullarını nasıl
koruyorsan onu da öyle koru.” diye dua etmemizi istemişti.24
Her ânını dua ile süsleyen Sevgili Peygamberimiz, Allah ile kulu ara-
sındaki bağın daha da güçlü olduğu özel zamanlarda yapılan duaya, kul-
luk ve ibadete daha da önem verir, bütün samimiyetiyle Rabbine yönelirdi.
Söz gelimi, onun bildirdiğine göre, ezan ile kâmet arasındaki vakit, duala-
19 T796 Tirmizî, Savm, 73.
rın geri çevrilmeyeceği vakitlerdendi.25 O (sav), Allah’ın dualara icabet sa-
20 T3513 Tirmizî, Deavât, 84.
21 DM1720 Dârimî, Savm, 3. ati olduğunu bildirirdi. Hatta bu vakitlerde söz ve isteklere dikkat etmeleri
22 T3391 Tirmizî, Deavât, 13.
konusunda ashâbını uyarırdı. Zira bu vakitlerde, beddualar bile kabul olu-
23 M6908 Müslim, Zikir, 75.
24 T3401 Tirmizî, Deavât, 20. nabilirdi. Câbir b. Abdullah, Resûlullah’ın bu konuda şöyle buyurduğunu
25 T3594 Tirmizî, Deavât,
bildirmişti: “Kendinize, çocuklarınıza, hizmetçilerinize ve mallarınıza beddua
128.
26 D1532 Ebû Dâvûd, Vitr, etmeyiniz. Olur ki, Allah’tan istenilenlerin ihsan edildiği bir zamana rastlarsınız
27. da Allah dilediğinizi kabul ediverir.”26
27 T739 Tirmizî, Savm, 39.
42
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
fat ve Mekke, tarih boyunca birçok peygambere şahitlik etmiş mukaddes 32 M1975 Müslim, Cum’a, 16.
33 Yûsuf, 12/97-98.
mekânlardır. Rivayete göre Arafat, Hz. Âdem ile Havva’nın buluştuğu ve bir- 34 T3570 Tirmizî, Deavât,
birlerini tanıdığı yerdir.35 Hz. Âdem bu topraklarda Allah’a yalvarmış, ken- 114.
35 TB1/85 Taberî, Târîh, I, 85.
disine namazları için kıble edineceği bir ev inşa etmek arzusuyla Allah’tan 36 MN2/233 Şehristânî, Milel
izin istemiştir.36 Allah, vahiy zincirinin en büyük halkalarından yani ulü’l- ve nihal, II, 233.
43
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
azm peygamberlerinden olan Hz. İbrâhim’e ise burada bir ev yapmasını em-
retmiş, Hz. İbrâhim, oğlu İsmâil ile birlikte Allah’ın evi Kâbe’yi inşa etmiştir.
Kâbe’nin yapımını bitirdikten sonra onlar, “Rabbimiz! Bizi sana teslim olan-
lardan kıl. Soyumuzdan sana teslim olacak bir ümmet getir. Bize ibadet yollarını
göster. Tevbemizi kabul buyur. Çünkü sen, tevbeleri çok kabul edensin, çok merha-
metli olansın. Rabbimiz! İçlerinden kendilerine senin âyetlerini okuyan, kitabı ve
hikmeti öğreten, onları her kötülükten arındıran bir peygamber gönder. Şüphesiz
sen mutlak güç sahibisin, hüküm ve hikmet sahibisin.”37 diye dua etmişlerdi.
Hz. İbrâhim çorak bir yer olan Mekke topraklarına eşi Hacer ve
oğlu İsmâil’i bıraktığı zaman, “Rabbim! Bu şehri güvenli bir şehir kıl. Hal-
kından Allah’a ve âhiret gününe iman edenleri her türlü ürünle rızıklandır.”38
diye dua etmişti. Nitekim Allah Resûlü, Hz. İbrâhim’in bu duası nedeniyle
Mekke’nin yiyecek ve içeceklerinin bereketli olduğunu ikrar edecekti.39
Böylece Mekke, “ümmü’l-kurâ” (şehirlerin anası), “beled-i emîn” (gü-
venli belde) oldu.40 Âlemlere rahmet ve hidayet kaynağı olan Kâbe ise,
Mekke’de insanlar için kurulan ilk ibadet evi oldu.41 Peygamberimiz bu şe-
hirde duaya bir başka özen gösteriyordu. O, duaların kabul olunduğu anlar-
dan birinin de Kâbe’nin görüldüğü ilk an olduğunu bildirmişti.42 Mekke’nin
fethinde Allah Resûlü ile birlikte Kâbe’ye giren Üsâme b. Zeyd (ra)43 onun,
Kâbe’de Allah’a cân-ı gönülden dua edişini şöyle anlatmıştı: “Resûlullah
(sav) ile birlikte Kâbe’ye girdim. Bilâl’e kapıyı kapatmasını emretti, o da
kapıyı kapattı. Kâbe’nin içerisinde altı direk vardı. Kâbe’nin kapısına yakın
iki direk arasına gelip oturdu. Allah’a hamd ü senâ ettikten sonra, Allah’tan
bir şeyler istedi, bağışlanma talebinde bulundu. Sonra kalktı, Kâbe’nin arka
tarafına karşı dönerek yüzünü ve yanaklarını sürdü. Allah’a hamd ü senâ
ettikten sonra yine dua edip, bir şeyler istedi, bağışlamasını diledi. Sonra
dönüp Kâbe’nin her bir köşesini tekbir, tesbih, tehlil getirerek ve Allah’ı
övüp dua ve istiğfar ederek selâmladı. Sonra çıktı ve Kâbe’ye dönerek iki
37 Bakara, 2/128-129.
38 Bakara, 2/126.
rekât namaz kıldı ve dönüp, “İşte kıble, işte kıble.” buyurdu.44
39 B3365 Buhârî, Enbiyâ, 9. Allah, temellerini Hz. İbrâhim’in attığı Kâbe’de, onun ismi ile anılan
40 En’âm, 6/92; Tîn, 95/3.
46 Bakara, 2/125.
Mekke’de yer alan mübarek mekânlardan bir başkası ise, duaların ka-
47 T862 Tirmizî, Hac, 38. bul olduğu Arafat’tır. Peygamberimiz arefe günü Arafat’ta yapılan duaları,
44
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
Menâsik, 5.
bu bağı kuvvetlendirmek için kendisine bir fırsat olarak sunulan zaman ve 51 B240 Buhârî, Vudû’, 69.
mekânları değerlendirmeli ve bu sayede kulluk bilincini canlı tutmalıdır. 52 MU1602 Muvatta’, Câmi’, 1.
45
DUA ÂDÂBI
RABBE YÖNELİŞ
47
عَنْ َأ�نَسِ بْنِ مَالِكٍ عَ ِن ال َّنب ِِّي َ sق َال ُّ
“الدعَ ا ُء ُمخُّ ا ْل ِع َبا َد ِة”.
الدعَ ا ِءاب ُّ ول ال َّل ِه َ “ :sم ْن ُف ِت َح َل ُه ِم ْن ُك ْم َب ُ عَنِ ابْنِ عُمَرَ قَالََ :ق َال َر ُس ُ
اب ال َّر ْح َم ِة َو َما ُس ِئ َل ال َّل ُه َش ْيئًا َي ْع ِنى َأ� َح َّب �ِإ َل ْي ِه ِم ْن َأ� ْن ُي ْس َأ� َل
ُف ِت َح ْت َل ُه َأ� ْب َو ُ
فع ِم َّما َن َز َل َو ِم َّما َل ْم َي ْن ِز ْل ول ال َّل ِه ِ�“ :sإ َّن ُّ
الدعَ ا َء َي ْن ُ ا ْل َعا ِف َي َةَ ”.و َق َال َر ُس ُ
ِالدعَ اءِ”.َف َع َل ْي ُك ْم ِع َبا َد ال َّل ِه ب ُّ
ون ب ِْال ِإ� َجا َب ِة، عَنْ َأ�بِى هُرَيْرَةَ قَالََ :ق َال َر ُس ُ
ول ال َّل ِه “ :sادْ عُ وا ال َّل َه َو َأ� ْن ُت ْم ُمو ِق ُن َ
يب دُعَ ا ًء ِم ْن َق ْل ٍب َغا ِف ٍل َلا ٍه”. َواعْ َل ُموا َأ� َّن ال َّل َه َلا َي ْس َتجِ ُ
48
Enes b. Mâlik’in naklettiğine göre Hz. Peygamber (sav) şöyle
buyurmuştur: “Dua ibadetin özüdür.”
(T3371 Tirmizî, Deavât, 1)
49
G ünlerden Cuma idi ve Ramazan’ın da on yedinci günüydü.1 Müş-
rik ordusu ile Müslümanlar Bedir’de karşılıklı olarak yerlerini almışlardı.
Orduların sayısındaki dengesizlik hemen fark ediliyordu. Müşrikler bin,
Müslümanlar ise üç yüz on dokuz kişi idi. Allah Resûlü her iki orduya da
baktı.2 Sonra yuvarlak çadırının içerisinde3 kıbleye yönelerek ellerini açtı
ve Allah’a şöyle yalvardı:4 “Allah’ım! Ben senden ahdini ve vaadini (yerine ge-
tirmeni) istiyorum. Allah’ım! Eğer (müminlerin helâkini) diliyorsan (ve onlar da
helâk olurlar ise) bugünden sonra sana ibadet edilmeyecek!”5 Bu şekilde, kıbleye
dönmüş ellerini uzatıp Rabbine yakarmakta, dua etmekteydi ki, duası çok
uzadığından üst elbisesi omuzundan düşmüştü ve sanki bundan haberi
yoktu. O sırada içeri gelen sadık dostu Ebû Bekir, cübbesini Peygamber
Efendimizin omuzlarına koydu ve ona sarılarak: “Yeter Ey Allah’ın Resûlü!
Rabbine bu kadar yalvarış ve yakarış yeter! Allah sana vaad ettiğini mut-
laka yerine getirecektir.” dedi. Bu esnada Allah’ın müminlere yardım ede-
ceğini müjdeleyen şu âyet-i kerime nâzil oldu: “Hani Rabbinizden yardım
istiyor, yalvarıyordunuz. O da, ‘Ben size art arda bin melekle yardım ediyorum.’
diye cevap vermişti.”6 Son derece rahatlatıcı olan bu müjdenin ardından Al-
lah Resûlü üzerinde zırhı ile, “Yakında o ordu bozulacak, onlar arkalarını
dönüp kaçacaklar.” âyetini7 okuyarak çadırdan dışarı çıktı.8 1 MŞ36642 İbn Ebû Şeybe,
Allah Resûlü’nün kendilerinden kat kat fazla olan müşrik ordusu Musannef, Meğâzî, 25.
2 M4588 Müslim, Cihâd ve
karşısında, kendinden geçercesine Rabbine yönelmesi, aslında Allah’la siyer, 58.
kurduğu samimi bağı ve O’na olan güvenini gösteriyordu. Resûl-i Ekrem 3 B2915 Buhârî, Cihâd, 89.
Resûlü’nün, Rabbinin duasını kabul edeceğine dair kuşkusuz bir iman ve Tefsîru’l-Kur’ân, 8; M4588
Müslim, Cihâd ve siyer, 58.
teslimiyet ile yaptığı duaya karşılık verilmiş, onunla birlikte tüm Müslü- 7 Kamer, 54/45.
51
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
“dua”, terim olarak, kulun samimi ve içten bir şekilde Allah’a sığınmasını ve
yakarışını, Allah’ın yüceliği karşısında güçsüzlüğünü itiraf etmesini, sevgi
ve tazim duyguları içerisinde O’nun lütfunu, yardımını ve affını dilemesi-
ni ifade eder. Dua, Allah’ın (cc) büyüklüğünü dile getirme, O’na yalvarma,
hamdetme, şükretme, O’nu övme ve aynı zamanda Allah’a karşı sevgi ve
saygı sunma ifadesidir. Hatta özel zaman ve mekânlarda gerçekleştirilen
kimi dualar bir yana bırakılacak olursa, dua, genel ve geniş anlamda hiçbir
törene bağlı bulunmayan, şekil ve şartlardan bütünüyle sıyrılmış, zaman ve
mekân bakımından süreklilik gösteren, kulun Yaratıcısıyla sürekli bir biçim-
de iletişimde bulunduğu bir ibadet olarak tanımlanabilir. Hz. Peygamber’in,
“Allah Teâlâ katında duadan daha kıymetli bir şey yoktur.”10 ifadesi,bu ibadetin
önemini göstermesi açısından dikkat çekicidir. Nitekim Hz. Peygamber dua
ile ilgili olarak, “Dua ibadetin özüdür.” buyurmuş,11 başka bir rivayete göre
ise, “Dua ibadetin ta kendisidir.” dedikten sonra şu âyeti okumuştur: “Rabbiniz
şöyle buyurdu: Bana dua edin ki duanıza icabet edeyim. Bana kulluk etmeyi kibir-
lerine yediremeyenler aşağılanmış hâlde cehenneme gireceklerdir.” 12
Sonsuz güç ve kudret sahibi olan Allah, “Bana dua edin ki, duanıza
icabet edeyim.”13 âyetiyle kullarını kendisine çağırır âdeta. “(Resûlüm!) De
ki: Duanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin?”14 ifadeleriyle, yaratılış
gayelerini kullarına hatırlatır. Böylece kendisine kulluk için yarattığı in-
sandan, kulluğunu göstermesini ister. Kulluğun özü ise duadır! Kulun dua
ile Allah’a yönelmesi, aslında O’nu hakkıyla tanımaya çalıştığı ve tazim
ettiği anlamına gelir. Yüce Yaratıcı’nın isteği de zaten bu değil midir? Ku-
lun Allah (cc) karşısında haddini ve konumunu bilmesi, O’nun büyüklüğü
karşısında sevgi ve saygı ile boyun eğmesi... Belki de bu aczi somut olarak
dillendirdiği için dua, kulluğun ve ibadetin özü sayılmıştır.15 Bu yönüyle
dua, Allah ile kul arasında bir diyalog geliştirmek, bir iletişim kurmaktır.
Bu iletişim esnasında kul, kendini yaratan Rabbine samimi şekilde hâlini
arz eder; âcizliğini, güçsüzlüğünü dile getirir; bunun karşısında o yüce
10 T3370 Tirmizî, Deavât, 1; makamdan yardım, bağış, af, merhamet, güç ve destek ister. Böylece O’na
İM3829 İbn Mâce, Dua, 1.
11 T3371 Tirmizî, Deavât, 1. olan bağlılığını, teslimiyetini ve samimiyetini gösterir. Allah, duaya ihti-
12 Mü’min, 40/60; T3372
yacı olmadığını düşünen, kendini dua etmekten müstağni gören ve Rabbi
Tirmizî, Deavât, 1; D1479
Ebû Dâvûd, Vitr, 23. ile iletişimini sağlayan duayı terk eden insandan hoşnut değildir.16 Zira bu,
13 Mü’min, 40/60.
Yaratan karşısında kibirlenmenin ifadesidir.
14 Furkân, 25/77.
52
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her vakit) Allah’ı anarlar, gök-
lerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler (ve şöyle derler:) Rab-
bimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tesbih ederiz. Bizi cehennem azabın-
dan koru!”17 âyeti bu gerçeği ifade eder. İnsan, hayatı boyunca üstesinden
gelemeyeceği birçok şeyle karşılaşır; öfke, keder, sıkıntı, korku, âcizlik,
yalnızlık ve ümitsizlik gibi hâller yaşar. Özellikle zorlandığı zamanlarda
Allah’a dua etme ihtiyacı hisseder. Zira Yüce Allah’ın duayı kabul edece-
ği ümidi, dua edenin üzüntü ve kederini hafifletir; ona dayanma gücü
ve sabır verir. Dolayısıyla insan sıkıntılı durumlarda Rabbine yönelmeli
ve O’na dua etmelidir. Bu sıkıntılar karşısında dua Resûlullah’ın da bu-
yurduğu üzere, “müminin silahı” konumundadır.18 Ve Allah Resûlü, “Sizden
her kime dua kapısı açılmış ise ona rahmet kapıları açılmıştır. Allah’tan isteni-
len şeyler arasında O’na en sevimli geleni, afiyettir.” dedikten sonra sözlerine
şöyle devam etmiştir: “Dua, başa gelen ve henüz gelmeyen belaya karşı fayda
sağlar. Ey Allah’ın kulları, duaya sarılın!”19
Ancak Allah, insanların sadece sıkıntıya düştüklerinde dua etmelerini
istemez. O, varlıkta olduğu kadar yoklukta, sıkıntıda olduğu kadar rahat
zamanlarında da kulunun yakarışını duymak ister. Sadece darda kaldığı
anlarda Allah’ı hatırlayarak dua eden kimse, “İnsana bir nimet verdiğimiz za-
man (bizden) yüz çevirir ve yan çizer. Fakat ona bir kötülük dokunduğu zaman
da yalvarmaya koyulur.”20 ifadeleriyle Kur’ân-ı Kerîm’de kınanır. Nitekim bu
tavır, Allah’ın âyetlerini inkâr edenlerin, başlarına bir musibet geldiğinde
büyük bir âcizlik içerisinde yalvarmalarına, Allah onları bu musibetten
kurtardığında ise nankörlük yapmalarına benzemektedir.21
Oysa insan, her an Allah’a muhtaç olduğunun, O’nunla kurduğu bağı
her an sağlam ve taze tutması gerektiğinin şuurunda olmalıdır. Nitekim
Ebû Hüreyre’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuş-
tur: “Sıkıntılı ve ıstıraplı anlarda duasının Allah tarafından kabul edilmesi her
kimi sevindirirse, bolluk ve ferahlık zamanlarında duasını çoğaltsın.”22 İyi gü-
nünde şükreden, eline geçen nimeti O’nun rızasına uygun biçimde kulla- 17 Âl-i İmrân, 3/191.
18 YM439 Ebû Ya’lâ, Müsned,
nabilmek için Rabbine dua eden kul, bolluk ve refah içinde de Yaratıcısına I, 344; NM1812 Hâkim,
bağlılığını ve sadakatini göstermiş olur. Sabah akşam O’nun rızasını dile- Müstedrek, II, 692 (1/492).
19 T3548 Tirmizî, Deavât,
yerek dua edenlerle birlikte23 Rabbini tazim eder. 101.
Duanın yasak olduğu bir zaman yoktur. Aksine, âyet ve hadislerde bazı 20 Fussilet, 41/51.
21 Lokmân, 31/32.
vakit ve durumlarda yapılan duaların daha makbul olduğu belirtilmiştir. Bu 22 T3382 Tirmizî, Deavât, 9.
vakitler, kulun Rabbine daha yakın olacağı özel zamanlardır. Seher vakitleri 23 Kehf, 18/28.
53
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
Cum’a, 13; D521 Ebû Dâvûd, hır lî vahter lî” (Allah’ım! Bana hayırlısını ver ve benim için en uygun olanı
Salât, 35. seç.)29 diye niyazda bulunurdu. Yolculuğa çıkarken de binitine biner ve üç
27 DM2714 Dârimî, İsti’zân,
53.
kez tekbir getirdikten sonra, “Sübhânellezî sehhara lenâ hâzâ vemâ künnâ
28 T3396 Tirmizî, Deavât, 16. lehû mukrinîn ve innâ ilâ rabbinâ lemünkalibûn” (Hiçbir şekilde sahip olamaya-
29 T3516 Tirmizî, Deavât, 85.
54
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
bul etmez.”45 şeklindedir. Allah (cc), “Kullarım sana beni sorarlarsa, bilsinler 23.
41 M4649 Müslim, Cihâd ve
ki ben, şüphesiz onlara yakınım. Benden isteyenin, dua ettiğinde duasını kabul
siyer, 107.
ederim. Artık onlar da davetimi kabul edip bana inansınlar ki, doğru yolda yü- 42 M6812 Müslim, Zikir, 8.
rüyenlerden olsunlar.”46 âyetiyle kendisine yönelen kulun duasını kabul ede- 43 D1484 Ebû Dâvûd, Vitr,
son derece hayâ ve kerem sahibidir. Kulu O’na elini kaldırdığı zaman, o elleri boş 45 T3479 Tirmizî, Deavât, 65.
46 Bakara, 2/186.
çevirmekten hayâ eder.”47 buyurmuştur. Böyle bir lütuf karşısında Rabbine 47 D1488 Ebû Dâvûd, Vitr,
55
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
49M6829 Müslim, Zikir, 19. ile bitirmesini tavsiye eder ve bunun sayfaya vurulan bir mühür gibi oldu-
50 D1495 Ebû Dâvûd, Vitr,
ğunu söylerdi. Ebû Züheyr bu konuyla ilgili başından geçen bir hâdiseyi
23.
51 A’râf, 7/180. etrafındakilere şöyle anlatmıştı: “Bir gece Resûlullah (sav) ile birlikte dışa-
52 D1519 Ebû Dâvûd, Vitr,
rıya çıkmıştık. Devamlı ve ısrarla dua eden bir adamın yanına geldik. Bu-
26; M6840 Müslim, Zikir, 26.
53 Bakara, 2/200-202.
nun üzerine Peygamber (sav) durup onu dinlemeye başladı ve ‘Eğer mühür-
54 M6936 Müslim, Zikir, 92. lerse, kazandı.’ dedi. Cemaatten birisi, ‘Ne ile mühürleyecek?’ diye sorunca,
56
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
O (sav), “Âmîn ile. Eğer âmîn ile mühürlerse kazandı.” diye cevap verdi. Bunun
üzerine Peygamber’e (sav) soru soran kişi, dua eden adama gidip dedi ki,
‘Ey filân, ‘âmîn’ ile bitir ve müjdeye nail ol!’”55
İnsanın kendi kendine dua etmesi kadar, başkalarından dua alması da
önemlidir. Bir defasında Allah Resûlü, Hz. Ömer’e şu tavsiyede bulunmuş-
tur: “Bir hastanın ziyaretine gittiğinde ondan senin için dua etmesini iste.
Zira hastanın duası meleklerin duası gibidir.”56 Müslüman’ın din kardeşi
için yaptığı dua hakkında ise Peygamberimiz şunları söyler: “Kişinin (din)
kardeşi için gıyabında (onun olmadığı yerde) ettiği dua makbuldür. O kişinin ba-
şucunda, duasına âmîn diyen bir melek bulunur. O kişi (din) kardeşine hayır dua
ettikçe (görevli) melek: ‘Âmîn, (din kardeşin için istediğin) hayrın misli senin için de
olsun.’ der.”57 Bunun gibi, anne babanın çocuklarına yaptığı dua ile misafirin
ve yolcunun duaları da kabul olunacak dualar arasında zikredilmiştir.58
Diğer taraftan haksızlığa uğrayan insanların da bedduasından sakın-
mak gerekir. Allah Resûlü, Muâz b. Cebel’i Yemen’e gönderirken, mazlum-
ların duasından sakınmasını tavsiye eder ve şöyle buyurur: “Mazlum ile
Allah arasında (duanın kabulüne mâni olacak) hiçbir perde yoktur.”59
İnsan, hayatını duayla anlamlandırmalı, duasız bir hayatın Allah ka-
tında değeri olmadığını bilerek varlığına değer katmak, hayatını anlamlı
kılmak ve Allah katında bir hoşnutluk bulmak için dua etmelidir. Yap-
tığı dua ise içten ve samimi olmalıdır. Gerçekleşeceğine inanarak, ısrar-
la Allah’a isteklerini arz etmeli, ama duasının bir an önce gerçekleşmesi
için acele etmemelidir. Kur’an’daki dua âyetleriyle ya da selef-i sâlihînden
nakledilen/me’sûr dualarla Rabbimize niyazda bulunmak mümkün oldu-
ğu gibi, içinden geldiğince, kendi diliyle ve kendi hislerini ortaya koyarak
dua etmek de mümkündür. En güzeli ise, her işte olduğu gibi dua ederken
de Peygamber Efendimizi örnek almak, onun öğrettiği dua âdâbına uya-
rak, onun dilinden dökülen cümlelerle Allah’a yalvarmaktır. Allah’ın Son
Resûlü bir duasında Rabbine şöyle yalvarır:
“Allah’ım! Günahımı, bilgisizliğimi(n sonucu olarak yaptıklarımı), haddi-
mi aşarak işlediklerimi ve benden daha iyi bildiğin bütün kusurlarımı bağışla! 55 D938 Ebû Dâvûd, Salât,
Allah’ım! Ciddi ve şaka yollu yaptıklarımı, yanlışlıkla ve bilerek işlediğim günah- 167, 168.
56 İM1441 İbn Mâce, Cenâiz, 1.
larımı affeyle! Bütün bu kusurların bende bulunduğunu itiraf ederim. Allah’ım! 57 İM2895 İbn Mâce,
Şimdiye kadar yaptığım ve bundan sonra yapacağım, gizlediğim ve açığa vurdu- Menâsik, 5.
58 T1905 Tirmizî, Birr, 7.
ğum, benden daha iyi bildiğin günahlarımı affeyle! Öne geçiren de sensin, geride 59 B4347 Buhârî, Meğâzî, 61.
bırakan da sensin. Ve senin gücün her şeye yeter.”60 60 M6901 Müslim, Zikir, 70.
57
KUNUT
ALLAH’IN HUZURUNDA DUAYA
DURMAK
، ا ْل ُق َّرا ُء: َس ِر َّي ًة ُي َق ُال َل ُه ُمs َب َع َث ال َّنب ُِّي:َ قَالd ٍعَنْ َأ�نَس
، َو َج َد عَ َلى َش ْي ٍء َما َو َج َد عَ َل ْي ِه ْمs َف ُأ� ِصي ُبوا َف َما َر َأ� ْي ُت ال َّنب َِّي
...َف َق َن َت َش ْه ًرا ِفى َصل َا ِة ا ْل َف ْج ِر
Enes (b. Mâlik) (ra) şöyle demiştir:
“Peygamber (sav) kurrâ denilen bir birliği (dini anlatmaları için Necd’e)
göndermiş ve onlar (Maûne Kuyusu başında pusuya düşürülüp)
öldürülmüşlerdi. Ben Peygamber’in (sav) onların öldürülmelerine
üzüldüğü kadar hiçbir şeye üzüldüğünü görmedim. (O kadar ki) bir ay
sabah namazında kıyamda kunut okudu...”
(B6394 Buhârî, Deavât, 58)
59
عَنْ عَلِى بْنِ َأ�بِى طَالِبٍَ :أ� َّن ال َّنب َِّي َ sك َان َي ُق ُ
ول ِفى �آ ِخ ِر ِو ْت ِر ِه“ :ال َّل ُه َّم! �ِإنِّى ِّ
َأ�عُ و ُذ ِب ِر َض َاك ِم ْن َسخَ طِ َك َوب ُِم َعا َفا ِت َك ِم ْن عُ ُقو َب ِت َكَ ،و َأ�عُ و ُذ ب َِك ِم ْن َك َلا ُأ� ْح ِصى
َث َنا ًء عَ َل ْي َكَ ،أ�ن َْت َك َما َأ� ْث َن ْي َت عَ َلى َن ْف ِس َك”.
ول ال َّل ِه! ادْ عُ عَ َلى ا ْل ُمشْ ِر ِك َينَ ،ق َال: عَنْ َأ�بِى هُرَيْرَةَ قَالَِ :ق َيلَ :يا َر ُس َ
“�ِإنِّى َل ْم ُأ� ْب َع ْث َل َّعانًاَ ،و�ِإن ََّما ُب ِعث ُْت َر ْح َم ًة”.
60
Ali b. Ebû Tâlib’den nakledildiğine göre, Hz. Peygamber vitir namazının
sonunda şöyle dua ederdi: “Allah’ım! Gazabından rızana sığınırım,
cezalandırmandan affına sığınırım. Senden (gelecek her türlü azaptan) Sana
sığınırım. Seni lâyıkıyla övmeyi beceremem.
Sen, kendini övdüğün gibisin.”
(N1748 Nesâî, Kıyâmü’l-leyl, 51)
61
H icretin dördüncü yılının Safer ayı idi. Acıları hâlâ tazeliğini
koruyan Uhud Gazvesi geride kalalı sadece dört ay olmuştu. Müminler bu
savaşın yaralarını sarmaya çalışırken, başlarına yürekleri dağlayacak yeni
bir felâket daha geldi.
Âmiroğulları’nın reisi Ebû Berâ’ İslâm’la ilgili bilgi almak için
Medine’ye gelmişti. Hz. Peygamber’den kendilerine dini anlatacak kimse-
ler göndermesi için ricada bulundu. Allah’ın dinin herkese ulaşması hu-
susunda son derece gayretli olan Hz. Peygamber, davette bulunulan Necid
bölgesini emniyet açısından pek güvenilir bulmadığı için önce tereddüt
etti. Zira o, ashâbına çok düşkündü.1 ve onlar için endişeleniyordu. Ebû
Berâ’ ise endişe etmemesini söyleyerek gelecek olanların can emniyeti hu-
susunda tam güvence verdi.2
Hz. Peygamber, daveti kabul etti ve bir müddet sonra İslâm’ın ilk eği-
tim müessesi olan Suffe’de yetişmiş, Kur’an’ı çok iyi bilen ve kendilerine
kurrâ denilen, çoğu ensardan yetmiş kişilik bir heyeti İslâm’ı anlatmak
ve insanları irşad etmek amacıyla söz konusu kabileye gönderdi. Heyetin
başında ensardan Münzîr b. Amr vardı. Hz. Peygamber ona kabilenin ileri
gelenlerine hitaben bir de mektup verdi. Medine’den yola koyulan heyet
Medine-Mekke yolunda Bi’r-i Maûne isimli kuyunun bulunduğu yerde ko-
nakladı. Harâm b. Milhân, Resûlullah’ın mektubunu Âmiroğulları kabi-
lesine getirip Ebû Berâ’ın yeğeni Âmir b. Tufeyl’e verdi ve onları İslâm’a
davet etti. Fakat Âmir İslâm’a ve onun peygamberine karşı kin besleyen bi-
riydi. Kendisine sunulan mektubu okumadığı gibi, işaret ettiği bir kişiye,
davet konuşması yapmakta olan Harâm’ı arkadan mızraklattırdı. Harâm
aldığı darbeyle orada şehit oldu.3
Âmir, Allah Resûlü’nün elçisini katlettirdikten sonra kuyunun yakı- 1 Tevbe, 9/128.
nında dinlenmekte olan diğer sahâbîleri de öldürmek için kabilesini kış- 2 HS4/137 İbn Hişâm, Sîret,
IV, 137; VM1/346 Vâkıdî,
kırtmaya çalıştı. Ancak verilen emân nedeniyle kabile mensupları bunu Meğâzî, I, 346.
reddettiler. Bunun üzerine Âmir, aralarında dostluk bulunan Süleymoğul- 3 B2801 Buhârî, Cihâd, 9;
63
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
Tuayme’nin dayısı olan ve intikam ateşiyle yanıp tutuşan Ri’l kolunun reisi
Enes b. Abbâs bu isteğe hemen olumlu cevap verdi ve harekete geçti.4
Küçük bir ordu gibi toplanan müşrikler, hiçbir şeyden habersiz Bi’r-i
Maûne’de beklemekte olan sahâbîlere saldırdılar. Neye uğradıklarını şa-
şıran ashâb maksatlarını ne kadar anlatmaya çalıştılarsa da gözlerini hırs
bürümüş canileri engelleyemediler.5 Ağır yaralı olduğu için öldü zanne-
dilerek bırakılan Kâ’b b. Zeyd en-Neccârî ile esir alınan Amr b. Ümeyye
dışında herkes acımasızca katledildi.6
Olayı duyan Peygamber Efendimiz son derece üzüldü. Yüreği daya-
nılmaz bir acıyla dolmuştu. Enes bu acıyı şöyle anlatır: “Peygamber (sav)
kurrâ olarak adlandırılan kişilerden oluşan bir heyeti (dini anlatmaları
için Necd’e) göndermiş ve onlar (Maûne Kuyusu başında pusuya düşü-
rülüp) öldürülmüşlerdi. Ben Peygamber’in (sav) onların öldürülmelerine
üzüldüğü kadar hiçbir şeye üzüldüğünü görmedim. (O kadar ki) bir ay
sabah namazında kıyamda kunut okudu...”7
Bu esnada, İslâm’ı öğrenmek için davetçi isteyen Adal ve Kare kabile-
lerinin, Lihyânoğulları ile işbirliğine girerek gönderilen on davetçiyi tuza-
ğa düşürdükleri, sekiz kişiyi katlettikleri, iki kişiyi esir alarak Mekkelilere
sattıkları Recî’ olayının haberi de Hz. Peygamber’e ulaştı.8
Yıllardır, kendisine ve ashâbına yönelen pek çok baskı, işkence ve
4 HS4/138 İbn Hişâm, Sîret, saldırı karşısında sabredip beddua etmeyen Rahmet Peygamberi bu kez
IV, 138; ST2/52 İbn Sad,
Tabakât, II, 52; TD9/325 İbn öyle ağır bir acı yaşamıştı ki, haberin geldiği gece yatsı namazının son
Asâkîr, Târîhu Dimaşk, IX, rekâtında rükûundan doğrulduktan sonra bütün bu felâkete sebep olan-
325.
5 B4088 Buhârî, Meğâzî, 29.
lara beddua etti: “Allah’ım! Mudar kabilelerini perişan et! Allah’ım! Onların
6 HS4/138 İbn Hişâm, Sîret, yıllarını, Yusuf peygamberin kıtlık yılları gibi çetin kıl, başlarına dar getir!”9
IV, 138; BN4/81 İbn Kesîr,
“Allah’ım! Sana ve Resûlü’ne isyan eden Lihyânoğulları, Ri’l, Zekvân ve Usayye
Bidâye, IV, 81-84.
7 B6394 Buhârî, Deavât, 58; kabilelerine lânet et.”10
M1550 Müslim, Mesâcid, Hz. Peygamber bir ay boyunca bu bedduasını sürdürmüş ve her va-
302.
8 VM1/349 Vâkıdî, Meğâzî, kitte tekrarlamıştır.11 Ayrıca Allah Resûlü’nün o günlerde müşriklerin
I, 349. elinde kalmış bazı güçsüz Müslümanların kurtulması için, “Allah’ım! Zayıf
9 B6393 Buhârî, Deavât, 58;
D1442 Ebû Dâvûd, Vitr, 10. düşürülmüş müminleri (müşriklerin baskısından) kurtar!”12 diyerek dua ettiği
10 M6434 Müslim, Fedâilü’s-
de nakledilmektedir.
sahâbe, 186.
11 M1550 Müslim, Mesâcid, Hz. Peygamber’in namaz esnasında kıyamda iken yapmış olduğu bu
302; D1443 Ebû Dâvûd, Vitr, münâcât “kunut” diye isimlendirilmektedir. Kunut; itaat etmek, sükût et-
10.
12 D1442 Ebû Dâvûd, Vitr,
mek, namazda kıyam hâlinde iken dua etmek demektir. Kunut; zorda,
10. darda kalan kulun, aczini, derdini, şikâyetini namaz içinde dua ya da bed-
64
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
dua şeklinde Allah’a arz etmesidir. Kudret sahibi Rabbine olan güvenini
dile getirdikten sonra O’na sığınıp O’ndan yardım talep etmesidir. Maûne
Kuyusu felâketinin haberini aldığında Resûlullah da Rabbine sığınarak
O’ndan yardım dilemişti. Zira her yolu denediği ve iyi ilişkiler kurmak
için çabaladığı hâlde müşrikler, Allah’ın dinini inkârda ısrarcı davranarak
Müslümanlara zulmetmişlerdi. Bu ise Resûlullah’ı yürekten yaralamıştı.
İşte Peygamberimizin namazlarında yaptığı bu beddualar da o yaralı kalp-
ten dökülen iç yakarışlarıydı.
Nice zorluklarla karşılaşmasına rağmen müşriklere beddua etmemiş-
ti Rahmet Peygamberi. Her zaman sabretmiş, affedici olmuş ve sonunda
onları Allah’a havale etmişti.13 Müslüman olmaları ve kendisine yardım
etmeleri umuduyla gittiği Tâif’te kendisine reva görülen kötü muameleden
dolayı beddua etmemiş ve Rabbine sığınarak şöyle yakarmıştı:
“Allah’ım! Güçsüzlüğümü, çaresizliğimi ve halkın nazarında hakir görülü-
şümü sana arz ve şikâyet ediyorum. Ey merhametlilerin en merhametlisi! Sen
zayıfların Rabbisin! Sen benim Rabbimsin! Beni kimin eline bırakıyorsun? Sen-
den uzak olan ve beni gördükçe suratını asan kimselere mi? Yoksa beni eline
bıraktığın düşmana mı? Bu, senin bana karşı bir öfkenden dolayı değilse buna
aldırış etmem. Fakat af ve merhametin, benim için (gazabından) daha geniştir.
Senin gazabına uğramaktan, karanlıkları aydınlatan, dünya ve âhiret işlerini ıs-
lah eden senin nuruna sığınırım! Her şey senin rızan içindir. Güç ve kuvvet ancak
sendedir!”14 Yine Uhud’da müşrikler tarafından yaralandığında, “Peygam-
berlerinin başını yaran, dişini kıran bir kavim nasıl felâh bulur! Halbuki o, onları
Allah’a davet ediyor.” diye sitem etse de asla beddua etmemişti.15
Kendisi için değil, haram kıldığı şeylere yapılan hürmetsizlikten do-
layı yalnızca Allah için cezalandıran Resûlullah,16 örneklerden anlaşılaca-
ğı üzere şahsıyla ilgili durumlarda lânet ve bedduadan uzak durmuştur.
Bir defasında kendisinden müşriklere beddua etmesi istendiğinde Allah
Resûlü’nün cevabı şöyle olmuştu: “Ben lânetçi olarak gönderilmedim; bilakis
ancak rahmet olarak gönderildim.”17 Çünkü asıl olan rahmet ve duadır. Ku-
13 B2934 Buhârî, Cihâd, 98.
nut yaparak beddua etmek ise istisnadır. Evet, o, Bi’r-i Maûne faciası nede- 14 HS2/267 İbn Hişâm, Sîret,
niyle müşriklere beddua etmişti. Fakat bunu kendi adına değil, müşrikler II, 268.
15 M4645 Müslim, Cihâd ve
tarafından haince tuzağa düşürülen değerli ashâbı için yapmıştı. Bizzat siyer, 104.
emek verip yetiştirdiği onca âlim ve hafızı bir anda kaybetmek kolay de- 16 B3560 Buhârî, Menâkıb,
65
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
45; T1976 Tirmizî, Birr, 48. Peygamberimizden bizlere miras kalan kunut dualarından bazıları
21 D1532 Ebû Dâvûd, Vitr,
şunlardır:
27; M7515 Müslim, Zühd,
74. “Allâhümme innâ nesteînüke ve nestağfiruke ve nü’minü bike ve nüsnî
22 B1496 Buhârî, Zekât, 63;
aleyke’l-hayra ve lâ nekfüruke ve nahleu ve netrukü men yefcüruk.
M121 Müslim, Îmân, 29.
23 M3276 Müslim, Hac, 426;
Allâhümme iyyâke na’büdü ve leke nüsallî ve nescüdü ve ileyke nes’â ve nahfi-
N5500 Nesâî, İstiâze, 41. dü nercû rahmeteke ve nahşâ azâbeke inne azâbeke’l-cidde bi’l-küffâri mülhık.”
66
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
67
ŞÜKÜR
NİMETLERİN KADRİNİ BİLMEK!
َل َي ُقو ُم َأ� ْو ِل ُي َص ِّل َىs �ِإ ْن َك َان ال َّنب ُِّي:ُ يَقُولd َ سَمِعْتُ الْمُغِيرَة:َعَنْ زِيَادٍ قَال
”ون عَ ْب ًدا َش ُكو ًرا؟ ُ َف َي ُق،ُ َف ُي َق ُال َله:َح َّتى َت ِر َم َق َد َما ُه َأ� ْو َسا َقا ُه
ُ “ َأ� َفل َا َأ� ُك:ول
69
ول ال َّل ِه :s عَ نْ َأ�بِى هُ َر ْي َرةَ قَالََ :ق َال َر ُس ُ
اس َلا َيشْ ُك ِر ال َّلهَ”.“ َم ْن َلا َيشْ ُك ِر ال َّن َ
70
Ebû Hüreyre’nin naklettiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:
“İnsanlara teşekkür etmeyen, Allah’a da şükretmez.”
(T1954 Tirmizî, Birr, 35)
71
İ srâiloğulları içerisinde cildi alacalı, kel ve kör üç kişi vardı. Allah
bunları imtihan etmek istedi ve onlara bir melek gönderdi. Melek, derisi
alacalı olan adama geldi ve en çok istediği şeyin ne olduğunu sordu. Adam,
güzel görünümlü bir cilt istediğini, çünkü insanların, mevcut görüntüsüy-
le kendisini çirkin bulup ondan iğrendiklerini söyledi. Bunun üzerine me-
lek, adamın vücudunu sıvazladı ve şifa bulan adamın çirkinliği gitti. Ona
çok güzel bir renk ve hoş bir görünüm verilmişti. Daha sonra melek ona
en çok hangi malı sevdiğini sordu. Hastalıktan kurtulan adam, deveyi sev-
diğini söyleyince, ona on aylık gebe bir deve verildi. Melek, devenin onun
için hayırlı olmasını temenni ederek adamın yanından ayrıldı ve başı kel
olan adamın yanına gitti. Ona da en çok istediği şeyin ne olduğunu sordu.
O da kendisinden kelliği giderecek güzel bir saç istediğini söyledi. Melek
onun başını sıvazlar sıvazlamaz kellikten eser kalmadığı gibi çok güzel
saçları da oluverdi. Melek ona da en çok hangi malı sevdiğini sordu. O,
ineği sevdiğini söyleyince, kendisine gebe bir inek verildi. Melek bu adama
da bahşedilen ineğin hayırlı olmasını temenni ederek yanından ayrıldı.
Melek son olarak âmâ olan adamın yanına geldi ve dünyada en çok istedi-
ği şeyin ne olduğunu ona da sordu. O, görmeyen gözlerinin açılmasını ve
böylece insanları görmek istediğini söyledi. Melek adamın gözlerini sıvaz-
ladı ve adam görmeye başladı. Ardından daha öncekilere sorduğu gibi ona
da hangi malı çok sevdiğini sordu. Adam koyunları sevdiğini söyleyince,
kendisine kuzulu bir koyun verildi.
Bir müddet sonra bu kişilere bahşedilen hayvanlar yavruladı ve çoğal-
dı. Bu suretle birinin bir vadi dolusu devesi, diğerinin bir vadi dolusu sığırı,
ötekisinin de bir vadi dolusu koyunu oldu. Aradan yıllar geçti. Melek, bu üç
kişinin karşısına bir kez daha çıktı. Ama bu sefer onların karşısına çıkma
sebebi, nimeti veren Allah’a karşı onları şükür imtihanına tâbi tutmaktı. Bu
amaçla önce cildi alacalı olup da Allah’ın sıhhat ve mal verdiği adamın ya-
nına geldi. Tıpkı onun eski hâli gibi hastalıklı ve yoksul bir insan suretine
girmişti. Ona dedi ki, “Ben fakir biriyim. Bütün çarelerim tükendi. Yolculuğu
tamamlayabilmem önce Allah’ın inayeti sonra da senin yardımınla mümkündür.
Şimdi ben, sana güzel bir renk, güzel bir görünüm ve mal veren Allah rızası için,
73
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
74
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
göğsüne, sakalına ve secde ettiği yere damladı. Daha sonra Bilâl-i Habeşî
sabah ezanını okumaya geldi. Allah Resûlü’nün ağladığını görünce, ‘Yâ
Resûlallah! Yüce Allah geçmiş ve gelecek bütün günahlarını affettiği hâlde
niçin ağlıyorsun?’ dedi. Allah Resûlü ona şu cevabı verdi: ‘Ben Allah’a şük-
reden bir kul olmayayım mı?’”2
Allah Resûlü’nü mübarek ayakları ya da bacakları şişinceye kadar3
ibadete yönlendiren duygu, Allah’a şükretme duygusudur. Kendisine yeni
inen4 ve göklerin ve yerin yaratılışını, gece ile gündüzün birbiri ardınca
gelip gitmesini akıl sahipleri için ibret olarak takdim eden âyetten sonra5
derin tefekkür sahibi bir Peygamber elbette O’na şükretmeyi seçecekti.
“İnsan”a biri “şükür/teşekkür”, diğeri “küfür/nankörlük” olmak üzere
iki yol gösterilmiştir. Yüce Yaratıcı ona akıl ve irade vermiştir; ister şükre-
den biri olsun, isterse inkâr eden biri!6 İster kadirşinaslığı yani iyiliklerin
değerini bilme yolunu tercih etsin, isterse nankörlük yolunu!
Şükür, Yüce Allah’ın sayısız nimetlerine karşı kalp, dil ve beden ile
övgüde ve teşekkürde bulunma, nimetleri saygı ile itiraf etmedir. Kalbin
şükrü, nimetleri verenin Allah olduğuna inanmak; dilin şükrü, Allah’ın
verdiği nimetlere hamdetmek; bedenin şükrü, varlığını Allah’ın rızasına
uygun bir şekilde sürdürmek, namaz, oruç gibi ibadetleri eda etmek ve
O’nun yasaklarından uzak durup buyruklarını yerine getirmek; malın
şükrü ise sadaka ve zekât vermektir.
Şükür, aslında bir kulluk bilinci, bir yaşama biçimidir. Kur’an’ın ifa-
desiyle Allah’a kul oluşun bir gereğidir.7 Güzel isimlerinden biri de “Şekûr”
olan, yani kendisine yapılan şükranları kabul eden Allah, insanın kendisi- 2 Sİ620 İbn Hıbbân, Sahîh,
6 İnsân, 76/3.
yoktur. O, çok kerem sahibidir.”10 Ne var ki çoğu insan şükretmez!11 Bir kısmı
7 Bakara, 2/172.
da çok az şükreder!12 8 Bakara, 2/152.
İnsanlığın örnek şahsiyetleri olan peygamberler, hep Rablerine şük- 9 İbrâhîm, 14/7.
10 Neml, 27/40.
retmişlerdir. Kur’ân-ı Kerîm, Hz. Nuh hakkında, “O, çok şükreden bir kul 11 Mü’min, 40/61.
idi.”13 derken; Allah’ın nimetlerinden dolayı Hz. İbrâhim’in;14 kendilerine 12 A’râf, 7/10.
13 İsrâ, 17/3.
verilen ilimden dolayı Hz. Dâvûd ve Hz. Süleyman’ın15 hamd ve şükürle- 14 Nahl, 16/121.
75
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
ŞS1/153 Serahsî, Şerhu’s- İslâm ahlâkının gereğidir. Bunun nasıl olacağını Hz. Peygamber’den öğ-
siyeri’l-kebîr, I, 153. renmekteyiz: “Kendisine bir ikramda bulunulan kişi, imkân bulduğu takdirde
19 Bakara, 2/185.
20 Hac, 22/36. karşılığını versin. Bulamazsa (o iyiliği yapana) övgüde bulunsun. Çünkü (bir
21 T1954 Tirmizî, Birr, 35.
iyiliği) öven, şükran borcunu yerine getirmiş olur. İyiliği gizleyen ise nankör-
22 D4813 Ebû Dâvûd, Edeb,
76
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
hadiste, “Bir kimseye bir nimet verilir de onu (hayırla yâd ederek) dile getirirse,
onun şükrünü yerine getirmiş olur. Eğer onu (kimseye söylemeyerek) gizlerse ona
nankörlük etmiş olur.” ifadeleri yer almaktadır.24 Bu durum eşler söz konu-
su olunca daha fazla önem arz eder. Nitekim Peygamber Efendimiz (sav)
bir hadisinde, Allah Teâlâ’nın, eşinin yaptığı iyiliğe teşekkür etmeyen bir
kadının yüzüne bakmayacağını belirtmektedir.25 Kuşkusuz aynı durum
eşinin verdiği emeğe, gösterdiği iyi niyete ve sunduğu hayra teşekkür et-
meyen erkek için de geçerli olacaktır.
Yaratan’ını tanıyan her müminin, O’nun bahşettiği nimetlerin değeri-
ni bilmesi ve onları kendisine karşılıksız vereni hatırlaması kulluk bilin-
cinin gereğidir. Dolayısıyla inanan kulun üzerine düşen görev, bu nimet-
leri kendisine nasip eden Yüce Allah’a karşı hamd ve şükür vazifesini her
zaman yerine getirmesidir. Hz. Peygamber hangi malın hayırlı olduğunu
öğrenip hayırlı mal edinmek istediğini ifade eden Hz. Ömer’e, mal yerine,
“şükreden bir kalp, zikreden bir dil ve âhiret hususunda yardımcı olacak imanlı
bir eş” edinmesini tavsiye etmiştir.26
Şükür, insanı yaratılış gayesinden uzaklaşmaya karşı korur. Çünkü
insan, zenginliğe eriştiğinde ya da güç kazandığında zalimleşme, zor-
balaşma, vicdansızlaşma eğilimindedir. Kendisine sunulan nimetleri ve
imkânları Allah’ın bir lütfu olarak göreceğine, hep kendisinin elde ettiğini
düşünmeye başlar. Bu aşamada şükrün yerini nankörlük hatta inkâr tavrı
alır. Mayasında mal ve dünya sevgisi olan insanın, konumu yükseldikçe,
varlığı arttıkça Rabbine karşı şükrü de artması gerekirken, nankörlüğü
artar. “İnsan Rabbine karşı çok nankördür.”27 Kendisini yeterli gördüğü için
azgınlık eder.28 İşte bütün çeşitleriyle yerine getirilen şükür, bu kulluk
bilincini muhafaza eder. 24 D4814 Ebû Dâvûd, Edeb,
“Yiyip şükreden kimse sabrederek oruç tutan kimse gibidir.” buyuran Pey- 11.
25 NS9135 Nesâî, es-Sünenü’l-
gamber Efendimiz,29 müminin, varlıkta şükrederek, darlıkta ise sabrede-
kübrâ, V, 354.
rek kazançlı çıkacağını belirtmiştir.30 Musibete uğrayınca sabreden, nimet 26 İM1856 İbn Mâce, Nikâh,
verilince şükreden, kendisine haksızlık yapılınca affeden ve kendisi hak- 5; T3094 Tirmizî, Tefsîru’l-
Kur’ân, 9.
sızlık yapınca da istiğfar eden müminlerin, korkudan emin olan ve hida- 27 Âdiyât, 100/6.
disine veren Allah’ı anmalı, kendi âcizliğinin farkına varmalı ve kendisine îmân, IV, 104.
77
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
34 Sebe’, 34/13.
tılış bakımından kendisinden üstün olanlara bakıp dövünmektense, ken-
35 M7428 Müslim, Zühd, 8. disinden aşağıdakilere bakarak sahip olduklarının kıymetini bilmesidir.35
78
ZİKİR
ALLAH’I ANMAK
79
عَنْ عَائِشَةَ قَالَتَْ :ك َان ال َّنب ُِّي َ sي ْذ ُك ُر ال َّل َه عَ َلى ُك ِّل َأ� ْح َيا ِن ِه.
80
Hz. Âişe (ra) şöyle demiştir: “Hz. Peygamber (sav) Allah’ı sürekli
zikrederdi.”
(M826 Müslim, Hayız, 117)
81
B ütün varlıklarını Mekke’de bırakıp Hz. Peygamber’le beraber
Medine’ye hicret eden bazı fakir Müslümanlar Hz. Peygamber’in yanına
gelip ona dertlerini anlatmaya başladılar: “Yâ Resûlallah! Zenginler cenne-
tin en yüksek derecelerini ve ebedî nimetleri alıp götürdüler! Çünkü bizim
namaz kıldığımız gibi onlar da namaz kılıyor, bizim oruç tuttuğumuz gibi
onlar da oruç tutuyorlar. Fazla malları olduğu için bir de onlar hac ve
umre yapıyor, cihad ediyor ve sadaka veriyorlar; bizim ise sadaka verebi-
leceğimiz malımız yok.” dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber: “Size bir
şey haber vereyim mi? dedi ve ekledi: Dediğimi yaptığınız takdirde sizi sevap-
ta geçenlere yetişirsiniz, sizden sonrakilerden kimse de size yetişemez ve içinde
bulunduğunuz toplulukta en hayırlı topluluk olursunuz. Ancak onlar da sizin
yaptığınız bu tesbihleri yaparlarsa size yetişebilirler. Her namazın peşinden otuz
üç kez tesbih (sübhânellâh), otuz üç kez tahmîd (elhamdülillâh) ve otuz üç kere
tekbir (Allâhü ekber) getirirsiniz.”1 Bir başka hadisinde ise Resûlullah (sav) bu
tesbihleri saydıktan sonra, “Kim (sayıları) doksan dokuz eden bu tesbihleri,
‘Lâ ilâhe illâllâhü vahdehü lâ şerîke leh lehü’l-mülkü ve lehü’l-hamdü ve hüve alâ
külli şey’in kadîr.’ diyerek yüze tamamlarsa, günahları denizin köpükleri kadar
da olsa bağışlanır.”2 diyerek bütün müminleri müjdelemiştir.
Yine bir gün Hz. Peygamber, ashâbıyla beraber otururken onlara şöyle
bir soru yöneltmişti: “Sizden herhangi biriniz, her gün bin sevap kazanmaktan
âciz mi?” Orada oturan sahâbîlerden biri merakla sordu: “Bizden biri bin se-
vabı nasıl kazanabilir?” Hz. Peygamber cevap verdi: “(Allah’ı) yüz kere tesbih
eder (sübhânellâh der) ve kendisine bin sevap yazılır veya bin günahı silinir.”3
Zikir, sürekli Allah’ı hatırında tutmak ve devamlı Yüce Yaratan’ın
gözetiminde olduğunun bilincinde olmaktır. Zikir, Allah’ı anmak üzere
yapılması veya söylenmesi tavsiye edilen, hamd, dua, tesbih ve ibadet gibi 1 B843 Buhârî, Ezân, 155;
söz ve fiillerdir. Zikir, Allah’ın varlığının, birliğinin ve sonsuz kudretinin M1347 Müslim, Mesâcid,
142.
delili olan pek çok konuyu düşünmek, tefekkür etmektir. 2 M1352 Müslim, Mesâcid,
azametinin farkına vararak tekrar tekrar dillendirmek, gönüle ve zihne 5 A’râf, 7/180.
83
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
9 Ahzâb, 33/41-42; Âl-i nız beni anın ki ben de sizi anayım. Bana şükredin, sakın nankörlük etmeyin.”13
İmrân, 3/41. buyuran Rabbini tesbih ederek bu zincirin bir halkası olur. Hatta sadece
10 BŞ687 Beyhakî, Şuabü’l-
îmân, I, 452. dili ile zikretmekle kalmaz, Yüce Allah’ı gönülden anarak ve devamlı O’nu
11 Ahzâb, 33/41-42.
aklında tutarak tefekkür ederse kalbi ile de zikretmiş olur.
12 Hadîd, 57/1; Haşr, 59/1;
Cum’a, 62/1.
Rabbine teslim olan insan, gizlice yalvararak ve korkarak, sesini yük-
13 Bakara, 2/152. seltmeden sabah akşam Allah’ı zikretmek suretiyle gafillerden olmamaya
84
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
çalışır.14 Mümin, Rabbini, ister tek başına isterse bir toplulukla beraber
zikreder. Nitekim Peygamber Efendimiz de Allah’ın zikredildiği meclisleri
ve zikir ehlinin yanında bulunmayı ister ve ashâbına bu tür toplulukların
faziletini şu sözlerle anlatır: “Allah’ı zikreden bir toplulukla sabah namazı vak-
tinden güneş doğuncaya kadar birlikte oturmayı, İsmâiloğulları’ndan dört kişiyi
kölelikten kurtarmaktan daha çok severim. Yine Allah’ı zikreden bir cemaatle
ikindi namazı vaktinden güneş batıncaya kadar beraber oturmayı da dört kişiyi
kölelikten kurtarmaktan daha çok severim.”15
Ebû Saîd el-Hudrî ve Ebû Hüreyre’nin beraber işittikleri bir hadiste
ise Hz. Peygamber, “Allah’ı zikir için oturanları, melekler kuşatır, onları rahmet
kaplar, üzerlerine mânevî bir huzur (sekînet) iner ve Allah, yanındaki (melek)lere
onlardan bahseder.”16 buyurmuştur. Ebû Hüreyre’nin naklettiği bir haberde
Allah Resûlü, bu tür toplulukların bulunduğu mekânları “cennet bahçeleri”
olarak nitelendirmiş ve şöyle demiştir: “Cennet bahçelerine uğradığınız za-
man nimetlerinden yararlanın.” Bunun üzerine, “Yâ Resûlallah, cennet bah-
çeleri nedir?” diye sordum. Hz. Peygamber, “Mescitler!” diye cevap verdi.
“(Peki, o hâlde) er-Rat’u (yani) nimetlerinden yararlanmak nasıl olacak Yâ
Resûlallah?” dedim. Peygamber (sav), “Sübhânellâhi ve’l-hamdülillâhi ve lâ
ilâhe illâllâhü vallâhü ekber” diyerek cevap verdi.17 Bir kudsî hadiste de, “(Zi-
kir meclislerinde) bulunanlar öyle kimselerdir ki onlarla birlikte oturanlar kötü
kimseler olamaz.”18 buyrulmuştur.
Sadece Rabbin rızasını gözeten Müslüman, bütün benliğiyle yapar
zikri.19 İbadetlerin özü ve amacı olan bu en büyük ibadeti yaparken de,
Peygamberini takip eder ve onu örnek alır. Çünkü o, Allah’a ve âhiret
gününe kavuşmayı umanlar için en güzel örnektir.20 Bu nedenle zikir,
Rahmet Elçisi’nin ashâbına öğrettiği gibi yapılmalı ve zikrederken Allah
Resûlü’nün hayatında görülmeyen, dolayısıyla bid’at sayılacak tavır ve
yaklaşımlar sergilenmemelidir.
Rahmet Elçisi (sav) Allah’ı zikrederken özlü ve mânâ bakımından
kapsamlı lafızlar seçer ve Rabbine bunlarla seslenirdi. Ayrıca o, hikmet
dolu bu zikir ifadelerini ashâbına da öğretirdi. Bir gün sabah namazını 14 A’râf, 7/205.
kıldığında namaz kıldığı yerde zikirle meşgul olan Cüveyriye validemizin 15 D3667 Ebû Dâvûd, İlim,
13.
yanından ayrıldı. Kuşluk vaktinden sonra döndüğünde Hz. Cüveyriye’nin 16 M6855 Müslim, Zikir, 39.
hâlâ oturuyor olduğunu gören Peygamberimiz, “Seni bıraktığımdan beri 17 T3509Tirmizî, Deavât, 82.
verince Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurdu: “Yanından ayrıldıktan sonra üç 20 Ahzâb, 33/21.
85
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
defa (şu) dört cümleyi söyledim. Bunlar senin gün boyunca söylediğin (zikirler)le
tartılacak olsa, (sevap bakımından) onlara eşit olur: ‘Sübhânellâhi ve bi-hamdihî
adede halkıhî ve rıdâ nefsihî ve zinete arşihî ve midâde kelimâtih.’ (Mahlûkatı
sayısınca, kendisinin hoşnut olacağı kadar, arşının ağırlığınca ve bitip tükenme-
yen kelimeleri adedince ben Allah’ı ulûhiyet makamına yakışmayan sıfatlardan
tenzih eder ve O’na hamdederim.)”21
Hz. Peygamber, kendisinin ve önceki bütün nebîlerin dile getirdikleri
arasında en değerli sözün, “Lâ ilâhe illâllâhü vahdehû lâ şerîke leh.” (Allah’tan
başka ilâh yoktur, O, yalnızdır (tektir), O’nun hiçbir şekilde ortağı yoktur.) cüm-
lesi olduğunu belirtmiştir.22 Bir başka hadisinde de Rahmet Elçisi (sav),
“Kim bir günde yüz defa ‘Lâ ilâhe illâllâhü vahdehû lâ şerîke leh, lehü’l-mülkü
ve lehü’l-hamdü ve hüve alâ külli şey’in kadîr.’ (Allah’tan başka ilâh yoktur, O,
yalnızdır (tektir) O’nun hiçbir şekilde ortağı yoktur, mülk (hâkimiyet) O’nundur
ve hamd O’nundur. O, her şeye kadirdir.) derse o kimse için on köleyi azat et-
miş kadar sevap vardır. Ona yüz sevap yazılır, yüz günahı da silinir. Bu zikir
o kimse için geceye kadar şeytana karşı bir korunak olur. Hiç kimse de onun
yaptığı bu zikirden daha faziletli bir zikir yapamaz. Ancak bu zikri ondan fazla
söyleyen kimse müstesna.”23 buyurmuştur. Hz. Peygamber, “Sübhânellâhi ve
bi-hamdihî, sübhânellâhi’l-azîm.” tesbihini ise, “söylenmesi kolay, mizanda
ağır ve Rahmân’ın sevdiği sözler” olarak nitelemiştir.24
Bir gün Ebû Hüreyre fidan dikerken Peygamber Efendimiz yanına
21 M6913 Müslim, Zikir, 79. gelmiş ve “Ebû Hüreyre, o diktiğin nedir?” diye sormuştu. Ebû Hüreyre,
22 MU951 Muvatta’, Hac, 81. “Kendim için bir fidan dikiyorum.” deyince Hz. Peygamber, “Senin için
23 İM3798 İbn Mâce, Edeb,
54.
daha hayırlı bir fidan göstereyim mi?” buyurmuştu. Ebû Hüreyre’nin, “Gös-
24 B6682 Buhârî, Eymân ve ter Yâ Resûlallah!” cevabı üzerine Resûl-i Ekrem ona şu müjdeyi vermişti:
nüzûr, 19.
25 İM3807 İbn Mâce, Edeb,
“Sübhânellâhi ve’l-hamdü lillâhi ve lâ ilâhe illâllâhü vallâhü ekber.’ (Allah’ı bütün
56; NM1887 Hâkim, noksanlıklardan tenzih ederim, hamd Allah’adır, Allah’tan başka ilâh yoktur ve
Müstedrek, II, 719 (1/512). Allah en büyük olandır.) de. Böyle söylersen her kelimeye karşılık cennette senin
26 M826 Müslim, Hayız, 117.
72. laştıran Rahmet Elçisi, eşi Hz. Âişe’nin de belirttiği üzere, “Allah’ı sürekli
30 B6312 Buhârî, Deavât, 7.
zikrederdi.”26 Günlük hayatta zikir için her fırsatı değerlendirir, elbisesini
31 B142 Buhârî, Vudû’, 9.
32 D30 Ebû Dâvûd, Tahâret, giyerken,27 devesine binerken,28 bir yokuş inişinde veya çıkışında,29 yatağı-
17. na yatarken ve uykudan kalkarken,30 tuvalet ihtiyacını gidermeden önce31
33 T3427 Tirmizî, Deavât, 35;
86
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
çok ganimetle gelen bir başka müfreze görmedik.” demişti. Bu söz üzerine İmrân) 18.
38 Ahzâb, 33/41-42.
Resûlullah (sav), “Bu müfrezeden daha hızlı ve daha çok ganimet elde eden 39 T3375 Tirmizî, Deavât, 4;
bir topluluğu size bildireyim mi?” diye sordu ve ardından şöyle dedi: “Sabah İM3793 İbn Mâce, Edeb, 53.
40 T3579 Tirmizî, Deavât,
namazını kılıp güneş doğuncaya kadar Allah’ı zikreden bir topluluk, (bu müfre- 118; N573 Nesâî, Mevâkît,
zeden) daha hızlı ve daha çok ganimet elde eder.”41 35.
41 T3561 Tirmizî, Deavât,
Kur’an, âlemin yaratılışındaki mucizeyi gören sağduyu sahibi mümin- 108; YM5826 Ebû Ya’lâ,
lerin ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken yani her durumda Müsned, X, 194.
42 Âl-i İmrân, 3/190-191.
Rablerini andıklarını belirtir.42 Nitekim bir kudsî hadiste de Yüce Allah’ın, 43 T3580 Tirmizî, Deavât,
“Benim gerçek kulum, (savaş meydanında) çarpışırken bile beni anandır.”43 bu- 118.
87
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
47 Nisâ, 4/142. rim. O beni kendi başına anarsa, ben de onu kendim anarım. O beni bir topluluk
48 D4856 Ebû Dâvûd, Edeb,
içinde anarsa, ben onu daha hayırlı bir topluluk içinde anarım. O bana bir karış
25.
49 İM3792 İbn Mâce, Edeb, yaklaşırsa ben ona bir arşın yaklaşırım. O bana bir arşın yaklaşırsa ben ona bir
53; HM10988 İbn Hanbel, kulaç yaklaşırım. O bana yürüyerek gelirse ben ona koşarak giderim.”50
II, 541.
50 M6805 Müslim, Zikir, 2;
Her hâl ve şartta Allah’ı zikretmekle sorumlu olan mümini Allah’ın
B7405 Buhârî, Tevhîd, 15. zikrinden alıkoyacak hiçbir sebep olamaz, olmamalıdır. Çünkü zikirsiz
88
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
bir hayat inanan bir insan için ölümdür, hayatın anlamını yitirmesi de-
mektir. Yine onun belirttiğine göre, “Rabbini zikreden kimse ile zikretmeyen
kimsenin misali, diri ile ölünün misali gibidir.”51 Mümin, rahatlık, bolluk, sıh-
hat ve afiyet zamanlarında olduğu gibi, sıkıntı, hastalık, musibet ve felâket
zamanlarında da Rabbini anmalı, O’ndan yardım istemeli ve gaflete düşüp
O’nu unutmamalıdır.
Zikir ruhun gıdasıdır; derdin devası, gönlün şifasıdır. Kalpleri do-
yuran, ruhları yatıştıran, gönülleri coşturan bir ibadettir. Zikir, kula far-
kındalık, uyanıklık ve şuur kazandırır; onu gafletten, vesveseden ve ku-
runtudan korur. İnsan zikir sayesinde takvaya erer; yoksulluktan kanaat
zenginliğine, yalnızlıktan ebedî dostluğa mazhar olur. Allah’ın rahmetini,
bağışlamasını, rızasını ve muhabbetini kazanmak istiyorsa eğer, bir kul
için zikir hayatının vazgeçilmez parçası olmalıdır. 51 B6407 Buhârî, Deavât, 66.
89
TEVBE
GÜNAHTAN DÖNEN GÜNAHSIZ
GİBİDİR
ُ عَنْ عَبْدِ ال َّلهِ بْنِ مَعْقِلٍ قَالَ َك َان َأ�بِي ِع ْن َد عَ ْب ِد ال َّل ِه ْب ِن َم ْس ُعو ٍد َف َس ِم َع ُه َي ُق
ول
”. “ال َّن َد ُم َت ْو َب ٌة:ولُ َي ُقs ول ال َّل ِه َ َس ِم ْع ُت َر ُس
91
ول ال َّل ِه “ :sال َّت ْو َب ُة ِم ْن َّ
الذن ِْب َأ� ْن َي ُت َ
وب ِم ْن ُه عَنْ عَبْدِ ال َّلهِ قَالَ :ق َال َر ُس ُ
ُث َّم َلا َي ُعو َد ِفيه”.
ولَ ... :و َح َّد َث ِنى َأ� ُبو َب ْك ٍر عَنْ َأ�سْمَاءَ بْنِ الْحَكَمِ الْفَزَارِي َق َال َس ِم ْع ُت عَ ِل ًّيا ََ dي ُق ُ
ِّ
ول: ول ال َّل ِه َ sي ُق ُ َو َص َد َق َأ� ُبو َب ْك ٍر َ dأ� َّن ُه َق َالَ :س ِم ْع ُت َر ُس َ
الط ُهو َر ُث َّم َي ُقو ُم َف ُي َص ِّلى َر ْك َع َت ْي ِن ُث َّم
“ َما ِم ْن عَ ْب ٍد ُي ْذ ِن ُب َذ ْن ًبا َف ُي ْح ِس ُن ُّ
َي ْس َت ْغ ِف ُر ال َّل َه �ِإ َّلا َغ َف َر ال َّل ُه َلهُ”.
عَنْ َأ�بِى عُبَيْدَةَ بْنِ عَبْدِ ال َّلهِ عَنْ َأ�بِيهِ قَالََ :ق َال َر ُس ُ
ول ال َّل ِه :s
الذن ِْب َك َم ْن َلا َذن َْب َلهُ”.
“ال َّتا ِئ ُب ِم َن َّ
ول ال َّل ِه َ “ :sل َّل ُه َأ� َش ُّد َف َر ًحا ِب َت ْو َب ِة َأ� َح ِد ُك ْم، عَنْ َأ�بِى هُرَيْرَةَ قَالََ :ق َال َر ُس ُ
ِم ْن َأ� َح ِد ُك ْم ب َِضا َّل ِت ِهِ� ،إ َذا َو َج َدهَ ا”.
92
Abdullah (b. Mes’ûd) tarafından nakledildiğine göre, Allah Resûlü (sav)
şöyle buyurmuştur: “Günahtan tevbe etmek, günahı terk edip bir daha ona
dönmemektir.”
(HM4264 İbn Hanbel, I, 446)
93
H icretin dokuzuncu senesi Receb ayında,1 sıcağın dayanılmaz
boyutlara ulaştığı bir mevsimde Allah Resûlü ashâbıyla birlikte savaş için
bütün hazırlıklarını tamamlayıp yola koyulmuş ve nihayet Tebük’e var-
mıştı. Peygamberimiz ashâbına, “Kâ’b ne yaptı?” diye sordu. Selimeoğulla-
rından birisi Resûlullah’a, “Yâ Resûlallah! Kâ’b’ı (kıymetli) iki hırkası(ndan
dolayı duyduğu gururu) ve kibri (Medine’de) alıkoydu!” diye cevap verdi.
Bunun üzerine Muâz b. Cebel itiraz edip Hz. Peygamber’e (sav), “Val-
lahi Yâ Resûlallah, biz Kâ’b hakkında hayırdan başka bir şey bilmeyiz.”
diyerek Kâ’b b. Mâlik’i savundu. Resûlullah ise Muâz’ın bu itirazına susa-
rak karşılık verdi.
Allah Resûlü ile birlikte birçok gazveye katılan Kâ’b b. Mâlik, Tebük
Savaşı’ndan geri kalan seksen küsür kişiden biriydi. Diğer bütün gazvele-
rin aksine Resûlullah bu defa, uzak ve tehlikeli bir yolculukta çok kuvvetli
bir düşmanla karşılaşacak olan Müslümanların, ona göre hazırlanmaları-
nı istediği için, gidilecek yönü Müslümanlara açıklamıştı. Müslümanların
savaşa hazırlanacak vakitleri vardı. Buna rağmen Kâ’b b. Mâlik, bir türlü
savaşa katılamamıştı.
Resûlullah ile Müslümanlar gazâ hazırlığı ile meşgul olduğu sırada
Kâ’b b. Mâlik de onlarla beraber yol hazırlığı için sabahleyin evden çıkıp
dolaşıyor, ancak hiçbir iş görmeden akşam üzeri evine dönüyordu. “(Daha
hazırlanmaya vaktim ve) gücüm var.” diyerek günlerini geçiriyordu.
Nihayet herkes gerçekten hazırlanıp bir sabah Resûlullah ile Müslü-
manlar sefere çıktıklarında, Kâ’b’ın henüz hiçbir hazırlığı yoktu ortada.
Bu sefer de, “Onun (ordunun) ardından bir iki günde hazırlanır, sonra
onlara yetişirim.” diyerek yine kendini avuttu Kâ’b. Bundan sonraki bir-
kaç gün de hiç farklı geçmemişti. Sabahları hazırlık için evden ayrılıyor,
akşam eve hiçbir hazırlık yapmadan bomboş dönüyordu. Neticede ordu
epey yol almış, Kâ’b’ın onlara yetişme ihtimali kalmamıştı.
Tebük Gazâsı’ndan başka, Resûlullah’ın yaptığı gazvelerin hiçbirisin-
den geri kalmayan Kâ’b b. Mâlik’in ilk pişmanlıkları işte bu günlerde baş- 1 HS5/195 İbn Hişâm, Sîret,
lamıştı. Zira daha önce hiçbir zaman bu kadar güçlü ve kuvvetli olmamıştı. V, 195.
95
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
96
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
Savaşa gitmeyip geride kalan bu üç kişinin pişmanlığı ise her geçen gün
daha da katlanıyordu. Kimi evine kapanıp gözyaşları içinde bağışlanma di-
liyor, kimi ise Resûlullah’tan güzel bir haber almanın umuduyla insanların
arasında dolaşıyor, kimseyle konuşamadan tekrar evine dönüyordu.
Nihayet ellinci günün sabahı, tevbelerinin kabul edildiğine dair bü-
yük müjdeyi aldılar. Tevbeleri çokça kabul eden Yüce Allah’ın hakların-
daki beyanı şöyleydi: “Andolsun ki Allah, Müslümanlardan bir grubun kalp-
leri eğrilmeye yüz tuttuktan sonra, Peygamberi ve güçlük zamanında ona uyan
muhacirlerin ve ensarın tevbelerini kabul etti. Evet, onların tevbelerini kabul
etti. Şüphesiz O, onlara karşı çok şefkatli, pek merhametlidir. Ve (seferden) geri
bırakılan üç kişinin de (tevbelerini kabul etti). Yeryüzü, genişliğine rağmen onla-
ra dar gelmiş, vicdanları kendilerini sıktıkça sıkmıştı. Nihayet Allah’tan (O’nun
azabından) yine Allah’a sığınmaktan başka çare olmadığını anlamışlardı. Sonra
(eski hâllerine) dönmeleri için Allah onların tevbesini kabul etti. Çünkü Allah
tevbeyi çok kabul eden, çok merhamet edendir. Ey iman edenler! Allah’a karşı
gelmekten sakının ve doğrularla beraber olun.”2
Böylece Kâ’b b. Mâlik ve onun durumunda olan diğer iki arkadaşı,
tevbelerine Kur’an’la şahitlik edilen ve Allah’ın mağfiretinden daha dün-
yadayken haberdar olan kutlu sahâbîler olmuşlardı. İşledikleri kusurdan
dolayı duydukları pişmanlık göstermelik değildi. Bütün kalpleri ile piş-
manlığı hissetmişler ve tekrar aynı hataya düşmemek için azmetmişlerdi.
Onlar aslında Rablerine verecekleri hesabı düşünüyorlardı. Belki çevrele-
rindeki herkesi kusurlu olmadıklarına inandırabilirlerdi. Ancak her şey-
den haberdar olduğuna inandıkları Rablerini nasıl kandıracaklardı? Hesap
günü O’nun karşısına aynı günahlarla nasıl çıkacaklardı? İşte tüm bunları
düşündükleri içindi bu kadar pişman olmaları. Allah Teâlâ da onların bu
samimiyetinden dolayı onlarla birlikte bütün Müslümanlara, günahlardan
kurtulmanın yegâne yolunun tevbe etmek olduğunu bildirmişti.
Kâ’b b. Mâlik ve arkadaşlarının tevbesi gibi içten ve samimi olarak
yapılan tevbe, hem bir ibadettir hem de kaybedilmiş değerleri yeniden ka-
zanma vasıtasıdır. Dinî inanç ve yaşayışı yeniden ihya etmenin ve Allah ile
bozulan ilişkileri onarmanın yoludur. Yüce Allah, insanoğlunu diğer var-
2 Tevbe, 9/117-119; B4418
lıklardan farklı bir yapıda var etmiş; hem iyiye hem de kötüye yönelebile- Buhârî, Meğâzî, 80; T3102
cek bir potansiyelde yaratmıştır.3 En güzel surette yaratılan insan4 kötüye Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân, 9.
3 Şems, 91/7-8.
yöneldiğinde hayvanlardan da aşağı bir dereceye düşebilmektedir.5 İnsan- 4 Tîn, 95/4.
dan istenen, daima iyiye yönelmesi; Allah ve Resûlü’nün emir ve yasakları 5 A’râf, 7/179.
97
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
98
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
bir daha ona dönülmemesidir.14 Kişi eğer tüm pişmanlığına rağmen, terk
etmeyerek günahına devam ederse, onun bu hâlinin tevbe değil, sadece
anlık bir pişmanlık olduğu anlaşılır.
Hâlbuki ciddiyetle ve gerçek bir pişmanlık içinde yapılan tevbe, gü-
nahların affedilmesini sağlar. Peygamberimiz bu konuda şöyle buyurmuş-
tur: “İzzet ve celâl sahibi Allah buyurur ki: ‘Ey kullarım! Benim affettiklerim dı-
şındakiler günahkâr (kalır). Benden bağışlanma dileyin, sizi bağışlayayım. Kim
benim affediciliğimi bilir ve af dilerse onu affederim, (hatasını) önemsemem...’”15
Kur’ân-ı Kerîm’de de, Hz. Âdem’in, hatasını anladıktan sonra Rabbine
pişmanlığını ve bağışlanma dileğini nasıl dile getirdiği anlatılır. Buna
göre Yüce Allah, Hz. Âdem’e, “Ey Âdem! Sen ve eşin cennette kalın. Dile-
diğiniz yerden yiyin. Fakat şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa zalimlerden olursu-
nuz.” buyurduğu hâlde şeytan onlara, “Rabbiniz size bu ağacı ancak melek
olmayasınız ya da (cennette) ebedî kalacaklardan olmayasınız diye yasakladı.”
diyerek vesvese vermiş ve onları kandırarak yasağa sürüklemişti.16 Hz.
Âdem’in bu hatası hakkında Allah şöyle buyurmuştu: “Âdem Rabbine asi
oldu ve yolunu şaşırdı.”17 Sonra Allah onlara, “Ben size bu ağacı yasaklama-
dım mı? Şeytan size apaçık bir düşmandır, demedim mi?” diye seslendi.18 Hz.
Âdem ve eşi Havva işledikleri kabahati anlayıp hemen Rablerine yönel-
diler ve ondan bağışlanma dilediler. Onlar Kur’ân-ı Kerîm’in bildirdiğine
göre Rablerine şöyle dua ediyorlardı: “Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik.
Eğer bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen mutlaka ziyan edenlerden
oluruz.”19 Sonunda tevbeleri kabul eden Allah, onları da bağışlamış ve
tevbelerini kabul etmişti.20
Yüce Allah, tevbeleri kabul edeceğini belirtirken21 kulları arasında bir
ayırım ve istisna yapmamıştır. Kabule şayan olan tevbe açıklanırken22 de
günahkârlar arasında bir ayrıma gidilmemiş, tevbelerinin kabul edileceği
vaad edilmiştir. Nitekim bir rivayette anlatılan bir kıssa bu konuda olduk- 14 HM4264 İbn Hanbel,
I, 446; BŞ7036 Beyhakî,
ça etkileyici bir örnektir. Doksan dokuz kişiyi öldüren bir adam, pişman- Şuabü’l-îmân, V, 387.
15 HM21695 İbn Hanbel,
lık içerisinde tevbe etmek üzere yeryüzünün en bilgili insanını sorar ve
V, 152; İM4257 İbn Mâce,
kendisine gösterilen rahibin yanına gider. Ama rahip ona affedilmesinin Zühd, 30.
mümkün olmadığını söyleyince öfke içinde onu da öldürür. Yüz insanın 16 A’râf, 7/19-20.
17 Tâ-Hâ, 20/121.
canına kıymış olarak yine âlim birisine danışma ihtiyacı hisseder. Kendi- 18 A’râf, 7/22.
sine tavsiye edilen bir ilim adamının yanına geldiğinde o, affının elbette 19 A’râf, 7/23.
20 Tâ-Hâ, 20/122.
mümkün olduğunu söyleyerek, “Seninle tevben arasına kim girebilir ki?” 21 Nisâ, 4/27; Şûrâ, 42/25.
der. Sonra da adama o diyarı terk ederek Allah’a kulluk eden iyi insan- 22 Nisâ, 4/17.
99
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
ların olduğu bir yere gitmesini öğütler. Tevbe eden ve yeni bir başlangıç
için yola çıkan adam, arzu ettiği yere ulaşamadan yolda ölür. Öldüğü yer
ulaşmak istediği sâlih insanlara daha yakın olduğu için onlardan sayılır ve
rahmet meleklerinin eşliğinde Rabbinin affına nail olur.23
Allah’ın affetmeyeceği bir günah ve günahının büyüklüğü sebebiyle
tevbe kapısı yüzüne kapanacak bir günahkâr yoktur. Zira Allah’ın af ve
mağfireti çok geniş ve büyüktür.24 İnsan onur ve haysiyetini yok edici suç-
lar olarak bilinen zina ve hırsızlık, bütün kötülüklerin anası sayılan içki
gibi suçları işleyenler için de tevbe kapısı açıktır.25 İnsanın bütün güzel
amellerini âhirette boşa çıkaracak kadar büyük bir suç olan irtidattan yani
dinden dönmeden dolayı yapılacak bir tevbenin bile kabul edileceği âyetle
bildirilmiştir.26 Günahların en kötüsü olarak vasıflandırılan şirk suçun-
dan dahi insan tevbe eder ve imana dönerse elbette bu da kabul edilecek-
tir. Yeter ki son nefesini küfür üzere vermesin.27
Kur’an’da bir taraftan, “Kim bir mümini kasten öldürürse, cezası içinde
ebediyen kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, onu lânetlemiş ve onun
için büyük bir azap hazırlamıştır.”28 buyrulurken, diğer taraftan da, “Onlar
ki, Allah ile beraber başka bir tanrıya yalvarmazlar. Allah’ın haram kıldığı cana
haksız yere kıymazlar ve zina etmezler. Kim bunları yaparsa ağır azaba uğrar.
Kıyamet günü azabı kat kat artırılır ve o azapta horlanmış olarak devamlı ka-
lır. Ancak tevbe ve iman edip iyi davranışta bulunanlar müstesna... Allah işte
onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah çok bağışlayıcıdır, engin merhamet
sahibidir.”29 buyrularak, tevbe edenler bundan istisna edilmişlerdir. Bu iti-
barla âyet ve hadislerdeki bazı günahların affedilmeyeceğine dair ifadele-
rin30 sakındırma bağlamında oldukları anlaşılmaktadır. Öyleyse bu gibi
âyet ve hadislerden anlamamız gereken, hatalarımız ne kadar çok olursa
olsun, tevbe-istiğfar etmemiz gerektiği ve tevbenin önüne kimsenin geçe-
23M7008 Müslim, Tevbe, 46; meyeceğidir. Ne var ki, başkalarının haklarına tecavüz edenler bundan
İM2622 İbn Mâce, Diyât, 2.
24 Necm, 53/ 32. tevbe ettiklerinde, önce o kişilere haklarını iade etmek suretiyle helâllik
25 B6810 Buhârî, Hudûd, 20;
almalıdırlar. Çünkü burada kul hakkı söz konusudur ve onu affetme yet-
M208 Müslim, Îmân, 104.
26 Âl-i İmrân, 3/86-89. kisini Allah ancak hak sahibine vermiştir.31 Bunun dışında tevbelerin ka-
27 Nisâ, 4/18.
bul edileceği bildirilmiştir. Nitekim Allah (cc), “Âyetlerimize inananlar sana
28 Nisâ, 4/93.
29 Furkân, 25/68-70. geldiğinde onlara de ki: Selâm size! Rabbiniz merhamet etmeyi kendisine yazdı.
30 B6069 Buhârî, Edeb, 60;
Gerçek şu ki, sizden kim, bilmeyerek bir kötülük yapar, sonra da ardından tevbe
İM2635 İbn Mâce, Diyât, 8.
31 B6534 Buhârî, Rikâk, 48.
edip kendini düzeltirse, (bilsin ki) Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir.”32
32 En’âm, 6/54. buyurarak, günah işleyenleri ümitsizliğe düşmekten kurtarmaktadır.
100
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
Ümitsizlik bir yana, işlediği bir günahın peşinden tevbe ile hemen
Yaratıcısını hatırlayan kimse,33 bu vesileyle imanını kuvvetlendirme gay-
retine girer. Öyle ki bu sayede insan, daha çok günah işlemekten kurtulur
ve bu yeni ruhla Rabbine daha fazla bağlanıp yakınlaşarak O’nun emirle-
rini yerine getirip yasaklarından kaçınmaya daha bir gayret gösterir. Diğer
taraftan günah işlememiş olduğumuz zaman bile tevbe-istiğfar etmemiz,
hayatın sıkıntıları ve kederleri için bir ferahlık sağlar; Allah bu sayede hiç
beklemediğimiz bir yerden bizi rızıklandırır.34 Fakat bir günah işlediği
hâlde tevbe etmeyenleri âhiret nimetlerinden mahrum bırakır.35
Kul, tevbe ile günahlarından arınarak âdeta aslî ve fıtrî temizliğine
geri dönmüş olur. Zira Peygamber Efendimiz, “Günahtan tevbe eden kim-
se, hiç günahı olmayan kimse gibidir.” buyurmuştur.36 Peygamberimiz, tevbe
sayesinde vicdanın nasıl arındığını şu güzel benzetme ile anlatır: “Kul bir
hata işlerse kalbine siyah bir nokta konulur. Şayet o, (günahtan) vazgeçer, bağış-
lanma diler, tevbe ed(ip Allah’a dön)erse kalbi arınır. Eğer (bunları yapmaz gü-
nah ve hataya) geri dönerse (siyah nokta) artırılır ve neticede bütün kalbini kap-
lar. Allah’ın, ‘Yaptıkları yüzünden kalpleri pas tutmuştur.’37 diye anlattığı pas
işte budur.”38 Bu bağlamda Yüce Allah tarafından geçmiş-gelecek bütün
günahları affedildiği hâlde39 Allah Resûlü’nün günlük yaşantısında Rabbi-
ne çokça tevbe etmesi40 ne kadar da manidardır. Tevbe, Allah Resûlü için
Rabbi ile iletişim kurma vesilesidir. Zira Allah çok tevbe edenleri sever.41
33 Âl-i İmrân, 3/135.
Sevgili Peygamberimizin anlattığına göre, “Rabbimiz, kulunun tevbe et- 34 D1518 Ebû Dâvûd, Vitr,
mesine, çok önemli bir yitiğini kaybedip ondan ümidini kestiği bir anda 26; İM3819 İbn Mâce, Edeb,
57.
karşısında bulan birinin sevindiğinden daha çok sevinmektedir”.42 35 B5575 Buhârî, Eşribe, 1;
Yüce Allah insanın özgür iradesi ile hatasından dönüp, kendisinden M5223 Müslim, Eşribe, 77.
36 İM4250 İbn Mâce, Zühd,
bağışlanma dilemesinden memnun olmaktadır. Zaten insanı Allah katında
30.
değerli kılan da O’na niyazı,43 O’ndan yardım ve bağışlanma istemesi değil 37 Mutaffifîn, 83/14.
41 Bakara, 2/222.
arınmalarını gerçekleştirmek üzere Allah Resûlü’nün tavsiye ettiği gibi45 42 M6953 Müslim, Tevbe, 2;
tevbe ve istiğfarda bulunmalıdır. Günahlardan kurtuluş vesilesi olan tevbe B6308 Buhârî, Deavât, 4.
43 Furkân, 25/77.
ve istiğfarı, Rableri ile aralarındaki bağı kuvvetlendirmek için fırsata dö- 44 M6963 Müslim, Tevbe, 9.
nüştürmeyi bilmeli ve bu fırsatı değerlendirmek için zaman kollamalıdır. 45 M6859 Müslim, Zikir, 42.
101
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
Tevbe etmek için belli bir zaman ve mekân şart koşulmamakla bir-
likte Kur’ân-ı Kerîm’de seher vakitlerinde tevbe edenler övülmüşlerdir.46
Peygamber Efendimiz, Allah’ın (cc), kullarını affetmek için gece dünya
semasına tecelli edeceğini şöyle haber verir: “Yüce Rabbimiz, her gece, ge-
cenin son üçte biri kaldığında dünya semasına iner (rahmet nazarıyla bakar)
ve şöyle buyurur: Bana dua eden yok mu ki, duasını kabul edeyim! Benden bir
şey isteyen yok mu ki, ona dilediğini vereyim! Benden mağfiret isteyen yok mu
ki, onu bağışlayayım!”47 Bu özel vakitlerin dışında her an günaha düşme
riski ile karşı karşıya olan insandan, işlediği günahın farkına varmasıyla
birlikte hemen tevbe etmesi beklenir. Zira tevbelerin kabul edilmeyeceği
bir an vardır; bu da kişinin ölümünün gelip çattığı,48 canın boğaza geldiği
andır.49 Ölümün ne zaman gelip çatacağı ise belli değildir. Diğer taraftan
Hz. Peygamber’in bildirdiğine göre, güneşin batıdan doğduğu yani dünya-
nın sonunun geldiği kıyamet günü iyice yaklaştığında, “tevbe kapısı” artık
tamamen kapanmış olacaktır.50
Unutulmamalıdır ki tevbe etmenin insan hayatındaki rolü pek bü-
yüktür. Zira insan, tevbe sayesinde Allah’a yönelip imanını kuvvetlendi-
rerek yeniden hayata bağlanır ve ümidini, yaşama isteğini devam ettirir.
Tevbe vasıtasıyla, toplum içinde, Allah ve Resûlü’nün istediği şekilde ha-
reket eden kimselerle birlikte mutlu olarak güven içinde yaşar. Yine tevbe,
insanın herkesin hakkını gözeten ve kendi hak ettiğine razı olan, hak-
sızlığa uğramalarına sebep olduğu kimselere haklarını iade edip onlarla
helâlleşerek onların dostluğunu kazanan bir kişi hâline gelmesini sağlar.
Tevbe-istiğfar ederken insan istediği ifadeleri seçebilir; yeter ki, içten ve
samimi olsun. Ancak pişmanlık ve af dileği en güzel sözcüklerle dile getiril-
mek isteniyorsa, o zaman Sevgili Peygamberimizin ifadelerine bakmak gere-
kir. İşte O’nun dilinden “seyyidü’l-istiğfar” yani tevbe-istiğfarın en güzeli:
“Allah’ım, benim Rabbim sensin, senden başka ilâh yok.
Beni sen yarattın ve ben senin kulunum.
Ben gücüm yettiğince sana verdiğim söz üzereyim ve senin vaadine de gü-
Âl-i İmrân, 3/17.
46 veniyorum.
47 B6321 Buhârî, Deavât, 14. Yaptıklarımın şerrinden sana sığınırım.
48 Nisâ, 4/18.
102
TEMİZLİK
MADDÎ ve MÂNEVÎ ARINMA
103
عَ ِن ا ْل ُم ِغي َر ِة ْب ِن ُش ْع َب َة:
“ َأ� َّن ال َّنب َِّي َ sك َان �ِإ َذا َذهَ َب ا ْل َم ْذهَ َب َأ� ْب َع َد”.
ول ال َّل ِه “ :sا َّت ُقوا ا ْل َمل َا ِع َن الثَّل َا َث:عَنْ مُعَاذِ بْنِ جَبَلٍ قَالََ :ق َال َر ُس ُ
الظ ِّل”. ا ْل َب َرا َز ِفى ا ْل َم َوا ِر ِدَ ،و َقا ِرعَ ِة َّ
الط ِر ِيقَ ،و ِّ
عَنْ َأ�نَسِ بْنِ مَالِكٍ dقَالََ :ك َان ال َّنب ُِّي ِ� sإ َذا َدخَ َل ا ْلخَ ل َا َء َق َال“ :ال َّل ُه َّم �ِإنِّى
َأ�عُ و ُذ ب َِك ِم َن ا ْلخُ ُب ِث َوا ْلخَ َبا ِئ ِث”.
104
Muğîre b. Şu’be’nin naklettiğine göre, Hz. Peygamber (sav), tuvalet
ihtiyacını gidereceğinde (kimsenin göremeyeceği kadar) uzağa giderdi.
(D1 Ebû Dâvûd, Tahâret, 1)
Enes b. Mâlik (ra) diyor ki, “Hz. Peygamber (sav) tuvalete girerken,
‘Allâhümme innî eûzü bike mine’l-hubüsi ve’l-habâis’ (Allah’ım! Her türlü
pislikten ve necasetten sana sığınırım.’ derdi.”
(B6322 Buhârî, Deavât, 15)
105
H er fırsatta Müslümanların alay edecek bir açığını arayan
müşriklerden biri, Selmân’a (ra) alaycı bir üslûpla, “Peygamberinizin size
her şeyi, hatta abdest bozmayı bile öğrettiğini görüyorum.” demişti. Ken-
dince küçümsüyordu bu durumu. Oysa Selmân rencide olmadı. Aksine bu
alaycı tavra büyük bir ciddiyetle karşılık verdi: “Evet, o, büyük ve küçük
abdest bozarken kıbleye doğru dönmemizi, sağ el ile taharetlenmemizi,
taharetlenmeyi üç taştan daha azıyla yapmamızı, kemik ve tezekle taha-
retlenmemizi bize yasakladı.”1
Selmân ciddiyetle cevap vermişti. Çünkü tuvalet âdâbı, câhiliye in-
sanının takdir edemeyeceği bir medenîlik düzeyiydi. Eskilerin zarif deyi-
miyle def-i hacet, yani tuvalet ihtiyacı insanın en doğal ve zorunlu ihtiya-
cıdır. İslâm Peygamberi bu doğal ihtiyacın giderilmesine bile bir incelik,
ölçü ve ahlâk getirmiştir. Sadece getirmekle kalmamış aynı zamanda bunu
ilk Müslümanlar için bir öğretim konusu yapmıştır. Tuvalet âdâbı, aynı
zamanda temizlik bilincini, ötekine saygı anlayışını, çevre duyarlılığını ve
hatta zihnen ve bedenen temizlenme ve temiz kalma iradesini içeren bir
öğretiyi yansıtmaktadır. Beden temizliği esasen kendileriyle ruhî temiz-
liğin hedeflendiği ibadetler için de ön şarttır. Bir ön hazırlık safhasıdır.
Bundan dolayı Allah Resûlü, “Temizlik imanın yarısıdır.”2 buyurmuştur.
Din dilinde büyük abdestten sonra taharetlenmeye yani temizlenme-
ye “istincâ”, küçük abdestten sonra temizlenmeye ise “istibrâ” denir. Tuva-
let temizliğinde esas olan, arınmanın suyla yapılmasıdır. Temizliği imanla
bağdaştırarak ona son derece önem atfeden İslâm medeniyetinde su, ben-
zersiz bir yere sahiptir. Suyun bulunmadığı şart ve ortamlarda muhtelif
malzemelerle temizlik yapılabilirse de, suyun mevcut olması hâlinde te-
mizliğin suyla yapılması gerekir. Nitekim Resûlullah (sav), “Orada temiz- 1 M606 Müslim, Tahâret, 57;
lenmeyi seven adamlar vardır. Allah da tertemiz olanları sever.”3 âyetiyle Yüce T16 Tirmizî, Tahâret, 12.
2 T3519 Tirmizî, Deavât, 86.
Yaratıcı’nın övgüsüne mazhar olan Kubâ halkının, suyla taharetlenmeleri
3 Tevbe, 9/108.
sayesinde bu şerefe eriştiklerini söylemiştir.4 4 T3100 Tirmizî, Tefsîru’l-
Peygamberimiz kendisi de su ile taharetlenmiş, hatta bu amaçla Enes Kur’ân, 9; İM357 İbn Mâce,
Tahâret, 28.
b. Mâlik ve Ebû Hüreyre gibi bazı sahâbîler kendisine su temin etme ko- 5 B152 Buhârî, Vudû’ 17; D45
nusunda yardımcı olmuşlardır.5 Sevgili eşi Hz. Âişe de, suyun bulunduğu Ebû Dâvûd, Tahâret, 24.
107
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
T18 Tirmizî, Tahâret, 14. duğunu gördüğü bazı sahâbîleri uyardığına ilişkin de rivayetler vardır.11
9 B1361 Buhârî, Cenâiz, 81;
Efendimizin (sav) genelde oturarak küçük abdest bozması; avret mahalli-
M677 Müslim, Tahâret, 111.
10 B224 Buhârî, Vudû’ 60; nin görülmesi ve üzerine idrar sıçraması endişesine yönelik olsa gerektir.
M624 Müslim, Tahâret, 73. Nitekim sahâbe-i kirâmdan Ebû Musa el-Eş’arî, Hz. Peygamber’in tuvalet
11 İM308 İbn Mâce, Tahâret,
14.
ihtiyacı belirdiğinde, idrar sıçramasından korunmak amacıyla yumuşak
12 D3 Ebû Dâvûd, Tahâret, 2. bir zemin aradığına dikkat çeker.12 Dönemin kıyafet şekli dikkate alındı-
108
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
ne daldırılmasını ve kaptan su alınmasını temizlik açısından sakıncalı M5268 Müslim, Eşribe, 107.
18 M698 Müslim, Hayız, 20,
bulmuştur.20
İM508 İbn Mâce, Tahâret, 71.
Tuvalet ihtiyacını giderirken Kâbe yönüne dönmemek ve kıbleyi arka- 19 İM358 İbn Mâce, Tahâret,
ya almamak da konuya ilişkin nebevî bir uyarıdır. Hz. Peygamber, “Büyük 29; HM8090 İbn Hanbel, II,
311.
veya küçük abdest bozarken kıbleyi önünüze ve arkanıza almayın; doğuya veya 20 M643 Müslim, Tahâret, 87;
batıya dönün.”21 buyurmuş, böyle bir durumda kıblenin sağ veya sol yana D103 Ebû Dâvûd, Tahâret,
49.
alınmasını tembihlemiştir. Ancak bu yasak, mesken ve açık alan arasın- 21 M609 Müslim, Tahâret, 59;
daki fark dikkate alınarak yorumlanmış ve yasağın daha çok açık arazide N21 Nesâî, Tahâret, 20.
109
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
6; T14 Tirmizî, Tahâret, 10. sorumsuz hareketler, mümin duyarlılığı ile bağdaşması mümkün olmayan
24 D35 Ebû Dâvûd, Tahâret,
küçültücü davranışlardır. Bu noktada Hz. Peygamber’in, mümin için, “İn-
19; DM687 Dârimî, Tahâret,
5. sanların kendilerine zarar vermeyeceğinden emin oldukları kişidir.”26 şeklinde-
25 D26 Ebû Dâvûd, Tahâret,
ki tanımını hatırdan çıkarmamak gerekir.
14.
26 T2627 Tirmizî, Îmân, 12;
Bu konunun bir devamı olarak günümüz itibariyle tuvaletlerin kulla-
N4998 Nesâî, Îmân, 8. nımı da üzerinde durulması gereken bir diğer mühim noktayı teşkil eder.
110
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
lan yere küçük abdest bozmamak da31 tuvalet kültürüne dair Resûlullah’ın 7.
31 T21 Tirmizî, Tahâret, 17;
bize öğrettiği diğer edep kuralları arasında yer almaktadır. N36 Nesâî, Tahâret, 32.
111
ABDEST ve TEYEMMÜM
İBADETE MÂNEVÎ HAZIRLIK
:s ول ال َّل ِهُ َق َال َر ُس:َعَنْ جَابِرِ بْنِ عَبْدِ ال َّلهِ قَال
”.الصل َا ِة ا ْل ُو ُضو ُء َّ “ ِم ْف َت ُاح ا ْل َج َّن ِة
َّ الصل َا ُة َو ِم ْف َت ُاح
113
ولَ :
“لا َي َت َو َّض ُأ� عَنْ حُمْرَانَ ،فَلَمَّا تَوَضَّ� َأ عُثْمَانُ قَالََ ...:س ِم ْع ُت ال َّنب َِّي َ sي ُق ُ
الصل َا َة �ِإ َّلا ُغ ِف َر َل ُه َما َب ْي َن ُه َو َب ْي َن َّ
الصل َا ِة َح َّتى َر ُج ٌل َف ُي ْح ِس ُن ُو ُضو َء ُهَ ،و ُي َص ِّلى َّ
ُي َص ِّل َي َها”.
ول ال َّل ِه َ sق َالِ�“ :إ َذا َت َو َّض َأ� ا ْل َع ْب ُد ا ْل ُم ْس ِل ُم – َأ� ِو ا ْل ُم ْؤ ِم ُن– عَنْ َأ�بِى هُرَيْرَةََ :أ� َّن َر ُس َ
َف َغ َس َل َو ْج َه ُه خَ َر َج ِم ْن َو ْج ِه ِه ُك ُّل خَ طِ ي َئ ٍة ن ََظ َر �ِإ َل ْي َها ِب َع ْي َن ْي ِه َم َع ا ْل َما ِء – َأ� ْو َم َع �آ ِخ ِر َق ْط ِر
ا ْل َماءِ– َف ِإ� َذا َغ َس َل َي َد ْي ِه خَ َر َج ِم ْن َي َد ْي ِه ُك ُّل خَ طِ ي َئ ٍة َك َان َب َطشَ ْت َها َي َدا ُه َم َع ا ْل َما ِء – َأ� ْو
َم َع �آ ِخ ِر َق ْط ِر ا ْل َماءِ– َف ِإ� َذا َغ َس َل ِر ْج َل ْي ِه خَ َر َج ْت ُك ُّل خَ طِ ي َئ ٍة َمشَ ْت َها ِر ْجل َا ُه َم َع ا ْل َما ِء
ُوب”. الذن ِ – َأ� ْو َم َع �آ ِخ ِر َق ْط ِر ا ْل َماءِ– َح َّتى َي ْخ ُر َج َن ِق ًّيا ِم َن ُّ
عَنْ عَمَّارِ بْنِ يَاسِرٍَ ،أ� َّن ال َّنب َِّي ال َّل ِه َ ﴿ sق َال ُيون ُُسِ� :إ َّن ُه َس َأ� َل َر ُس َ
ول ال َّل ِه s
“ض ْر َب ٌة ِل ْل َك َّف ْي ِن َوا ْل َو ْج ِه”.
عَ ْن ال َّت َي ُّم ِم؟﴾ َف َق َالَ :
114
Humrân’dan nakledildiğine göre, Hz. Osman abdest aldığında dedi ki:
... Hz. Peygamber’in (sav) şöyle dediğini işittim: “Bir kimse abdest alır ve
güzelce abdest almaya özen gösterir, ardından da namaz kılarsa, bu abdestle
namaz arasında işlediği (günahlar) o namazı kılıncaya kadar mutlaka
bağışlanır.”
(B160 Buhârî, Vudû’, 24; M540 Müslim, Tahâret, 5)
115
A llah Resûlü, ölümü ve âhireti hatırlatması dolayısıyla kabir-
lere ziyarette bulunur, ashâbına da bunu tavsiye ederdi.1 Engin merhame-
tiyle her konuda ashâbına yol gösteren Rahmet Elçisi, kabristanda nasıl
davranmaları gerektiği hususunda da onları uyarır, kendisi de kabirde-
kilere selâm verir ve dua ederdi.2 Âdeti olduğu üzere, bir gün sahâbîlerle
birlikte bir kabristana uğradı ve “Esselâmü aleyküm ey müminler diyarı(nın
sakinleri)!” diyerek selâm verdi. Sonrasında ise, “İnşallah biz de size katıla-
cağız, (ancak din) kardeşlerimizi (dünyada) görmüş olmayı çok arzu ederdim.”
diye ekledi. Bunu duyan sahâbîler merakla, “Yâ Resûlallah! Biz senin
kardeşlerin değil miyiz?” dediler. Allah Resûlü, “Siz benim ashâbımsınız,
kardeşlerim ise henüz (dünyaya) gelmeyenlerdir.” buyurdu. Bunun üzerine
ashâb-ı kirâm, “Ümmetinden henüz dünyaya gelmeyenleri nasıl tanıya-
caksın Yâ Resûlallah?” diye sordular. Resûlullah şöyle dedi: “Bir adamın si-
yah atlar arasında, alınları ve ayakları beyaz (sekili) atları olsa, onları tanımaz
mı?” Ashâbın, “Elbette tanır.” cevabını duyan Resûl-i Ekrem, ümmetinden
hiç görmediği insanları kıyamet gününde nasıl tanıyacağını, müjde nite-
liğindeki şu cevabıyla bildirdi: “İşte benden sonra gelecek olan kardeşlerim,
aldıkları abdestten dolayı kıyamet günü abdest azaları parlayarak gelecekler.
Ben de onları Kevser havuzu başında karşılayacağım.”3
Sevgili Peygamberimizi görme saadetine eremeyip, onunla asr-ı saa-
dette yaşayamamış olsalar da, onun kardeşleri, nurlu simaları ile âhirette
tanınabileceklerdir. Bunun yolu ise maddî ve mânevî kirlerden arınma ve-
silesi olan abdesttir. İslâm’da birtakım ibadetlerin yerine getirilmesi için
hazırlık aşaması olan abdest, Farsça “âb” (su) ve “dest” (el) kelimelerinin
birleşmesiyle oluşmakta ve “el suyu” anlamına gelmektedir. Arapçası ise
“vudû”dur. Kendisi ibadet olmasının yanında, diğer bazı ibadetlerin yapıl-
masının da ön şartı olan abdest, belli uzuvları su ile usulüne uygun olarak 1 M2259 Müslim, Cenâiz,
108.
yıkamak, bazılarını ise mesh etmekten ibarettir. 2 M2257 Müslim, Cenâiz,
İslâm dininde kulun Allah’ın huzuruna ibadet maksadıyla çıkabil- 104; M2255 Müslim, Cenâiz,
102.
mesi için maddî ve mânevî yönden temizlenmiş ve arınmış olması esastır. 3 M584 Müslim, Tahâret, 39;
Bu yüzden ibadet için hazırlanan kişi (bedenen temiz olsa bile) abdestsiz N150 Nesâî, Tahâret, 110.
117
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
olma durumunda abdest, cünüp olma durumunda ise gusül almak su-
retiyle mânevî (hükmî) kirlilikten temizlenir. “Hadesten tahâret” olarak
da bilinen bu temizlik, Kur’ân-ı Kerîm’de şu şekilde bildirilmektedir: “Ey
iman edenler! Namaza kalkacağınız zaman yüzlerinizi, dirseklere kadar elleri-
nizi ve —başlarınıza mesh edip— her iki topuğa kadar da ayaklarınızı yıkayın.
Eğer cünüp iseniz, (boy abdesti alıp) iyice yıkanarak temizlenin.”4 Âyette bildi-
rildiği üzere yüzü, kollarla birlikte elleri, ayakları yıkamak ve başı mesh
etmek abdestin farzlarından (temel şartlarından) sayılmıştır.
Allah Resûlü, yalnız, ruhları câhiliyenin düşünce ve inanç kirlerin-
den arındırmakla kalmamış, beden temizliği konusunda da oldukça has-
sas davranarak ashâbına bunu öğretmiştir. Câhiliye karanlığından yeni
kurtulmuş, her türlü kirden arınma ihtiyacında olan insanlara, “temizliğin
imanın yarısı olduğunu”5 bildiren Hz. Peygamber, bizzat uygulamalı olarak
bedenin nasıl temizlendiğini ve nasıl ibadetlere hazır hâle geldiğini an-
latmıştır. Bir defasında bir sahâbînin, “Yâ Resûlallah, abdest nasıl alınır?”
sorusu üzerine bir kap su isteyen Allah Resûlü abdest almaya başlamıştır.
Ellerini üç kere, yüzünü üç kere, kollarını üç kere yıkamış, başına mesh
etmiş, şehâdet parmaklarını kulaklarına götürüp uçlarıyla içini, başpar-
maklarıyla dışlarını mesh etmiş ve ayaklarını da üçer defa yıkamıştır.
Sonrasında ise, “İşte abdest böyle alınır. Kim buna bir şey ekler veya eksiltirse
(Resûlullah’a muhalefetten dolayı kendisine) kötülük etmiş ve zulmetmiş olur.”6
4 Mâide, 5/6. buyurarak abdestin hakkını vermeyenlere veya bu konuda aşırıya kaçan-
5 M534 Müslim, Tahâret, 1. lara uyarıda bulunmuştur.
6 D135 Ebû Dâvûd, Tahâret,
118
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
rini yıkarken eğer parmağında yüzük varsa onu hareket ettirir14 ve par-
maklarının arasını hilallerdi.15 Allah Resûlü’nün abdest konusundaki bu
hassasiyetine şahit olan Abdullah b. Amr, bir yolculuk esnasında namazı
yetiştirmek için acele ederek ve mesh edercesine az su kullanarak abdest
aldıkları sırada, Hz. Peygamber’in kendilerini gördüğünü ve ses tonunu
yükselterek onlara, “Ateşte yanacak olan şu topuklara yazık! (Hiçbir yeri kuru
bırakmadan) abdestinizi güzelce alın!” demişti.16
Resûlullah, abdest azalarını kimi zaman bir, kimi zaman iki, kimi
zaman da üç kere yıkardı.17 Onun, azalarını üçer kere yıkamak suretiyle
abdest aldıktan sonra, “İşte bu, benim ve benden önceki peygamberlerin abdes-
tidir.” dediğine dair rivayetler bulunmaktadır.18 Böylece, abdestin önceki
peygamberler ve ümmetleri tarafından da bilindiği ortaya çıkmaktadır.
Hz. Peygamber, abdest aldıktan sonra yapılmasını hoş karşıladığı
bazı hareketleri de bildirmiş, söz gelimi güzel bir şekilde abdest aldık-
tan sonra, “Eşhedü en lâ ilâhe illâllâhü vahdehû lâ şerîke leh ve eşhedü enne
Muhammeden abdühû ve Resûlüh. Allâhümme’c’alnî mine’t-tevvâbîne ve’c’alnî
mine’l-mütetahhirîn.” (Şehâdet ederim ki, tek olan, hiçbir ortağı bulunmayan
Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur ve şehâdet ederim ki, Muhammed O’nun kulu
ve elçisidir. Allah’ım! Beni tevbe edenlerden ve temizlenenlerden eyle!) denilme-
sinin cennete girmeye vesile olacağını haber vermiştir.19 Bu yüzden abdest
aldığı sırada insanın Rabbine tam bir teslimiyetle dua etmesi, özellikle her
bir azayı yıkarken onunla ilgili duada bulunması, abdest vesilesiyle huzu-
ra ermek ve hakiki bir temizlik için önemlidir.
Sevgili Peygamberimizin hayatının her ânını dikkatle gözlemleyerek
onun her davranışını örnek alan ashâb-ı kirâm, abdest konusunda da
aynı hassasiyeti göstermiş, onun abdest alışını sonraki nesillere aynen
nakletmiştir. Nitekim tâbiînden Abdu Hayr, sahâbîlerin ileri gelenlerin-
14 İM449 İbn Mâce, Tahâret,
den Hz. Ali’nin kendilerine abdesti şu şekilde öğrettiğini anlatmaktadır:
54.
“Hz. Ali (ra) bir defasında bizim yanımıza geldi ve namaz kıldı. Sonra 15 İM448 İbn Mâce, Tahâret,
abdest suyu istedi. Biz içimizden, ‘Namazı kıldığı hâlde suyu ne yapacak 54; HM16495 İbn Hanbel,
IV, 32.
ki?’ dedik. Halbuki onun maksadı bize bir şeyler öğretmekmiş. Nihayet 16 B96 Buhârî, İlim, 30; M570
içinde abdest suyu bulunan bir kapla bir leğen getirildi. Önce kabı sağ Müslim, Tahâret, 26.
17 B157 B158 Buhârî, Vudû’,
eline döküp iki elini üç defa yıkadı. Sonra üç kez suyu ağzına ve burnuna 22-23; N81 Nesâî, Tahâret,
ayrı ayrı verip dışarı attı. Ardından üç defa yüzünü ve üçer defa da sağ 65.
18 İM420 İbn Mâce, Tahâret,
ve sol kolunu yıkadı. Sonra elini kaba daldırıp başını bir kez mesh etti. 47.
Sonra da sağ ve sol ayaklarını üçer kere yıkadı. Akabinde bize şöyle dedi: 19 T55 Tirmizî, Tahâret, 41.
119
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
24 D857 Ebû Dâvûd, Salât, bulunduğu hâlde namaz kıldığını gören Allah Resûlü, ondan abdestini
143-144; İM460 İbn Mâce, ve namazını iade etmesini istemiştir.28 Bu şekilde Sevgili Peygamberimiz,
Tahâret, 57.
25 D618 Ebû Dâvûd, Salât,
huşû ile kılınarak tadına varılan namazların, ancak eksiksiz alınan bir
73; İM275 İbn Mâce, Tahâret, abdestle mümkün olabileceğini bildirmiştir.
3.
26 M535 Müslim, Tahâret, 1.
“Cennetin anahtarı namaz, namazın anahtarı ise abdesttir.”29 buyuran
27 B6954 Buhârî, Hıyel, 2; Allah Resûlü, namazla abdest arasındaki sıkı irtibattan dolayı pek çok
M537 Müslim, Tahâret, 2. kez bunları birlikte zikrederek, bu iki ibadetin günahların affına vesile
28 D175 Ebû Dâvûd, Tahâret,
66; İM666 İbn Mâce, Tahâret, olduğunu haber vermiştir.30 “Bir kimse abdest alır ve güzelce abdest almaya
139. özen gösterir, ardından da namaz kılarsa, bu abdestle namaz arasında işlediği
29 T4 Tirmizî, Tahâret, 1;
HM14717 İbn Hanbel, III, (günahlar) o namazı kılıncaya kadar mutlaka bağışlanır.”31 buyuran Hz. Pey-
341. gamber, abdestle arınan kulun namazla Rabbini yüceltmesinin mükâfatını
30 HM430 İbn Hanbel, I, 61.
31 B160 Buhârî, Vudû’, 24; dile getirmiştir. Ümmetine, “Kim güzelce abdest alır da kalbiyle ve yüzüyle
M540 Müslim, Tahâret, 5. yönelerek iki rekât namaz kılarsa, cennete girmeyi hak eder.”32 müjdesini veren
32 D906 Ebû Dâvûd, Salât,
120
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
özen göstermiştir. Ashâbını bununla yükümlü tutmamış ancak onların da 35 M6324 Müslim, Fedâilü’s-
zikreden kimsenin, dünya ve âhirete dair yaptığı duasının kabul edileceği- İM509 İbn Mâce, Tahâret, 72.
39 D62 Ebû Dâvûd, Tahâret,
ni haber vermektedir.42 Bunun yanında, abdestin öfke ateşini söndürdüğü-
32; İM512 İbn Mâce, Tahâret,
nü bildiren Hz. Peygamber, ashâbına öfkelendiklerinde abdest almalarını 73.
40 İM512 İbn Mâce, Tahâret,
tavsiye etmiştir.43
73.
Suyun temiz ve temizleyici olarak kabul edildiği İslâm dininde su 41 HM25414 İbn Hanbel, VI,
kullanarak temizlenmek her fırsatta teşvik edilmiştir. Temiz olmak kay- 121.
42 T3526 Tirmizî, Deavât, 92.
dıyla su vasfı değişmeyen sıvılardan da abdest alınabileceği bilinmektedir. 43 D4784 Ebû Dâvûd, Edeb,
121
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
49 M577 Müslim, Tahâret, 32; kadar yıkamış ve yanındakilere şu tavsiyede bulunmuştur: “Sizden her
T2 Tirmizî, Tahâret, 1. kim yapabilirse bu parlaklığı artırsın!”53
50 M586 Müslim, Tahâret, 40.
51 B136 Buhârî, Vudû’, 3; Sevgili Peygamberimiz, abdest almayı ve mümkün olduğunca abdest-
M579 Müslim, Tahâret, 34. li bulunmayı tavsiye etmekle birlikte, abdest alırken suyun israf edilmesini
52 M581 Müslim, Tahâret, 36.
122
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
israf olur mu?” diye sormuştu. Bunun üzerine Allah Resûlü, “Evet, akan bir
nehir kenarında olsan bile (haddinden fazla tüketirsen abdestte de israf olur)!”
buyurarak bu konudaki hassasiyetini dile getirmişti.54
Abdest, idrar ve dışkı yollarından herhangi bir şey çıktığında, ağız
dolusu kusma, vücudun herhangi bir yerinden kan, irin gibi şeylerin çıka-
rak akması durumlarında bozulmaktadır. Zikredilen bu durumların ger-
çekleşebilmesi ihtimaliyle, insanın iradesini kontrol edemediği, bayılma,
delirme, sarhoş olma ve uyuma gibi durumlarda da abdestin bozulması
söz konusudur.
Allah Resûlü, tuvalet ihtiyacını giderdiği zaman abdestini tekrar
almıştır.55 Ancak namazda iken karnında bir ağrı hissederek abdestinin
bozulduğu zannına kapılan kişinin bir ses duymadığı veya koku hisset-
mediği sürece namazına devam etmesi gerektiğini bildirmiş, bu tür vesve-
selerin şeytanın işi olduğunu haber vermiştir.56 Hz. Peygamber, uyuma ve
kusma durumlarında ise abdestin bozulduğunu bildirmiştir.57
Abdestte, baş, boyun ve kulaklar ıslak el sürülmek suretiyle mesh
edilir. Aynı şekilde mest ve sargı üzerine de mesh etme söz konusudur.
Dinde kolaylığın esas olması bağlamında, özellikle soğuktan korunmak
için giyilen mestlerin ve yaralara sarılan sargıların üzerine mesh etmenin
abdest için yeterli olduğu bildirilmiştir.58 Hz. Peygamber de kimi zaman
başıyla birlikte sarığının, mestlerinin, ayakkabı, çizme ve (mest özelliğine
sahip olan kalın) çoraplarının üzerine mesh ederek bu konuda ümmetine
kolaylık sağlamıştır.59 Resûlullah, mest üzerine meshin süresini yolcu için 54 İM425 İbn Mâce, Tahâret,
48; HM7065 İbn Hanbel, II,
üç gün üç gece; yolcu olmayan kimse için ise, bir gün bir gece olarak tayin 221.
etmiş,60 mestlerin uyku veya abdest bozma durumlarında çıkarılmama- 55 M628 Müslim, Tahâret, 76.
Daha önce de belirttiğimiz üzere, İslâm’da temizliğin su kullanıla- D159 Ebû Dâvûd, Tahâret,
61; D153 Ebû Dâvûd,
rak yapılması esas olmakla birlikte, suyun bulunmadığı veya hastalık, so- Tahâret, 59.
ğuk, can güvenliği endişesi gibi çeşitli nedenlerden ötürü su kullanımının 60 M639 Müslim, Tahâret, 85;
ruhsat verilmiştir. Toprak veya toprak türü temiz bir madde kullanılarak İM478 İbn Mâce, Tahâret, 62.
123
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
124
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
bir iklime doğru ilk adımını atar. Arınmaya içtenlikle niyet eden insan, 124; HM17965 İbn Hanbel,
IV, 204.
yıkadığı her bir uzuvla sadece görünen kirlerden değil, mânevî kirlerinden 69 M818 Müslim, Hayız, 110.
73 T4 Tirmizî, Tahâret, 1;
tir. Abdesti Peygamber Efendimizin ve ashâbının abdestine ne kadar ben- HM14717 İbn Hanbel, III,
zerse, hayatının da onlarınki gibi berraklaşması mümkün olabilecektir. 341.
125
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
126
GUSÜL
BOY ABDESTİ
ِفى َط ِر ٍيق ِم ْن ُط ُرقِ ا ْل َم ِدي َن ِة َو َأ�نَا ُج ُن ٌبs ول ال َّل ِه ُ َل ِق َي ِنى َر ُس:َعَنْ َأ�بِى هُرَيْرَةَ قَال
:” َق َال. “ َأ� ْي َن ُك ْن َت َيا َأ� َبا هُ َر ْي َر َة؟:َفاخْ َت َن ْس ُت َف َذهَ ْب ُت َف ْاغ َت َس ْل ُت ُث َّم جِ ئ ُْت َف َق َال
ُ : َ َق َال. �ِإنِّى ُك ْن ُت ُج ُن ًبا َف َك ِرهْ ُت َأ� ْن ُأ� َجا ِل َس َك عَ َلى َغ ْي ِر َط َها َر ٍة:ُق ْل ُت
“س ْب َح َان ال َّل ِه
”.�ِإ َّن ا ْل ُم ْس ِل َم َلا َي ْن ُج ُس
Ebû Hüreyre anlatıyor: “Bir gün cünüp bir hâlde iken Medine
sokaklarından birinde Resûlullah (sav) ile karşılaştım. Hemen geri
durdum ve gidip yıkanıp geldim. Resûlullah (sav), ‘Nerede kaldın Ebû
Hüreyre?’ dedi. Ben, ‘Cünüp idim, temiz olmayan bir hâlde seninle
beraber oturmak istemedim.’ dedim. Bunun üzerine Resûlullah (sav),
‘Sübhânallâh! Müslüman necis olmaz.’ buyurdu.”
(D231 Ebû Dâvûd, Tahâret, 91)
127
ال�نْصَارِي ُّ وَجَابِرُ بْنُ عَبْدِ ال َّلهِ وَ�َأنَسُ بْنُ مَالِكٍ َأ� َّن هَ ِذ ِه حَدَّثَنِى َأ�بُو َأ�يُّوبَ َأ
ون َأ� ْن َي َت َط َّه ُروا َوال َّل ُه ُي ِح ُّب ا ْل ُم َّط ِّه ِر َين﴾ َق َال ْال آ� َي َة َن َز َل ْتِ ﴿ :في ِه ِر َج ٌال ُي ِح ُّب َ
الط ُهو ِر َف َماول ال َّل ِه َ “ :sيا َم ْعشَ َر ْال َأ�ن َْصا ِر �ِإ َّن ال َّل َه َق ْد َأ� ْث َنى عَ َل ْي ُك ْم ِفى ُّ َر ُس ُ
لصل َا ِة َو َن ْغ َت ِس ُل ِم َن ا ْل َج َنا َب ِة َون َْس َت ْنجِ َي بِا ْل َماءِ.
ُط ُهو ُر ُك ْم؟” َقا ُلواَ :ن َت َو َّض ُأ� ِل َّ
َق َالَ “ :ف ُه َو َذ َاك َف َع َل ْي ُك ُمو ُه”.
عَنْ َأ�بِى هُرَيْرَةَ قَالََ :ق َال ال َّنب ُِّي ِ “ :sل َّل ِه َت َعا َلى عَ َلى ُك ِّل ُم ْس ِل ٍم َح ٌّق َأ� ْن َي ْغ َت ِس َل
ِفى ُك ِّل َس ْب َع ِة َأ� َّيا ٍم َي ْو ًما”.
ول ال َّل ِه َ sر َأ�ى َر ُجل ًا َي ْغ َت ِس ُل بِا ْل َب َرا ِز َف َص ِع َد ا ْل ِم ْن َب َر َف َح ِم َد ال َّل َه عَنْ يَعْلَىَ :أ� َّن َر ُس َ
َو َأ� ْث َنى عَ َل ْي ِه َو َق َالِ�“ :إ َّن ال َّل َه عَ َّز َو َج َّل َح ِل ٌيم َحي ٌِّي ِس ِّتي ٌر ُي ِح ُّب ا ْل َح َيا َء َو ِّ
الس ْت َر َف ِإ� َذا
ْاغ َت َس َل َأ� َح ُد ُك ْم َف ْل َي ْس َت ِت ْر”.
عَنْ عَائِشَةَ زَوْجِ ال َّنبِي ِّ َ sأ� َّن ال َّنب َِّي َ sك َان �ِإ َذا ْاغ َت َس َل ِم َن ا ْل َج َنا َب ِة َب َد َأ� َف َغ َس َل
لصل َا ِةُ ،ث َّم ُي ْد ِخ ُل َأ� َصا ِب َع ُه ِفى ا ْل َماءَِ ،ف ُيخَ ِّل ُل ب َِها َي َد ْي ِهُ ،ث َّم َت َو َّض َأ� َك َما َي َت َو َّض ُأ� ِل َّ
يض ا ْل َما َء عَ َلى ول الشَّ َع ِر ُث َّم َي ُص ُّب عَ َلى َر أ�ْ ِس ِه َثل َا َث ُغ َر ٍف ِب َي َد ْي ِهُ ،ث َّم ُي ِف ُ ُأ� ُص َ
جِ ْل ِد ِه ُك ِّل ِه.
128
Ebû Eyyûb el-Ensârî, Câbir b. Abdullah ve Enes b. Mâlik şöyle
anlatmaktadır: “Orada (Kubâ Mescidi’nde) temizlenmeyi seven adamlar
vardır. Allah da temizlenenleri sever.” (Tevbe, 9/108) âyeti nâzil olmuştu.
Bunun üzerine Resûlullah (sav), “Ey ensar topluluğu! Şüphesiz ki Allah sizi
temizlik konusunda övmektedir. (Övgüye lâyık olan) bu temizliğiniz nedir?”
buyurdu. Onlar, “Biz namaz için abdest, cünüplükten dolayı da boy
abdesti alırız ve biz su ile taharetleniriz.” diye cevap verince Resûlullah
(sav), “İşte (övüldüğünüz şey) bu! O hâlde buna devam edin.” buyurdu.
(İM355 İbn Mâce, Tahâret, 28)
Ya’lâ anlatıyor: “Resûlullah (sav) açıkta gusleden bir adam gördü, minbere
çıktı. Allah’a hamd ve senâ ettikten sonra şöyle buyurdu: ‘Muhakkak ki
Azîz ve Celîl olan Allah Halîm’dir, hayâ sahibidir, ayıp ve kusurları örtendir.
Hayâyı ve örtünmeyi sever. Sizden biriniz gusledeceğinde başkalarına
görünmeyecek şekilde (kapalı yerde gusletsin).’”
(N406 Nesâî, Gusül, 7)
129
H z. Peygamber (sav) hicret esnasında Rabîu’l-evvel ayının bir
pazartesi günü Kubâ’ya ulaşmış ve burada yaklaşık on gün kadar kalmıştı.1
Medine’nin önemli simalarından olan ve hicret esnasında birçok sahâbîyi
evinde ağırlayan, Gülsüm b. Hidm’in evinde misafir olmuştu.2 Bu müddet
içerisinde bizzat kendisi de çalışarak ashâbı ile birlikte bir mescit inşa etti.3
Bu mescit, Kur’ân-ı Kerîm’de “takva mescidi”4 olarak anılan Kubâ Mes-
cidi idi. Tevbe sûresinde, “Orada (Kubâ) temizlenmeyi seven adamlar var-
dır. Allah da temizlenenleri sever.”5şeklinde zikredilen kişiler de Kubâ’daki
Müslümanlardı.6 Sevgili Peygamberimiz Kubâ’dan ayrıldıktan sonra da
burayı ihmal etmedi. O (sav), kimi zaman yürüyerek, kimi zaman binekle
Kubâ’yı ziyaret eder, orada namaz kılmaya giderdi.7 Yine böyle bir ziyare-
tinde, Allah’ın övgüsüne mazhar olan Kubâ halkına, “Ey ensar topluluğu!
Şüphesiz ki Allah sizi temizlik konusunda övmektedir. (Övgüye lâyık olan) bu
temizliğiniz nedir?”diye sordu.
Kubâlıların “Biz namaz için abdest, cünüplükten dolayı da boy abdes-
ti alırız ve biz su ile taharetleniriz.” cevabı karşısında Resûl-i Ekrem (sav),
“İşte (övüldüğünüz şey) bu! O hâlde buna devam edin.” buyurarak8 hem Kubâ
halkını bu davranışlarından ötürü onaylıyor hem de bu sözleri ile onları
bütün Müslümanlara örnek gösteriyordu. 1 B3906 Buhârî, Menâkıbü’l-
ensâr, 45.
Cünüplükten temizlenmek üzere gusül abdesti almak, Hz. İbrâhim’den 2 ST3/623 İbn Sa’d, Tabakât,
kalan güzel bir haslet olarak câhiliye döneminde de yaygındı. Nitekim Ebû III, 623.
3 MK21389 Taberânî, el-
Süfyân’ın, Bedir Savaşı’nda müşriklerden önemli isimlerin öldürülmesi- Mu’cemü’l-kebîr, XXIV, 318.
nin ve müşrik ordusunun Müslümanlar karşısında yenilgiye uğraması- 4 Tevbe, 9/108.
5 Tevbe, 9/108.
nın ardından yaptığı adak, bu uygulamanın câhiliyede de var olduğunu 6 D44 Ebû Dâvûd, Tahâret,
göstermektedir. Rivayete göre Ebû Süfyân, Peygamberimiz (sav) ile tekrar 23.
7 İK2/292, İbn Kesîr, Sîret,
savaşmadıkça cünüplükten dolayı başına su değdirmeyeceğine dair adak-
II, 292.
ta bulunmuştur.9 Kubâlıların, birlikte yaşadıkları bazı yahudileri örnek 8 İM355 İbn Mâce, Tahâret,
131
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
12MA890 Abdürrezzâk,
Ebû Hüreyre, ihtilâm olduğu birgün Resûlullah’la karşılaşınca hu-
Musannef, I, 230. zursuz olmuştu. Peygamber’i görür görmez geri kalmış ve hızla gidip boy
13 D334 Ebû Dâvûd, Tahâret,
abdesti aldıktan sonra onun yanına gelmişti. Onun kaybolmasının farkı-
124; HM17965 İbn Hanbel,
IV, 204. na varan Peygamber (sav), “Nerede kaldın Ebû Hüreyre?” diye sorunca Ebû
14 D337 Ebû Dâvûd, Tahâret,
Hüreyre, “Cünüp idim, temizlenmeden seninle beraber oturmak isteme-
125; İM572 İbn Mâce,
Tahâret, 93. dim.” diye cevap vermiş. Bunun üzerine Peygamberimiz, “Sübhânallâh!
15 Nisâ, 4/43.
Müslüman necis olmaz.” buyurmuştur.19 Bu sözleriyle Hz. Peygamber (sav),
16 T146 Tirmizî, Tahâret, 111;
N266 Nesâî, Tahâret, 171. ihtilâm olmanın doğal olduğunu ve cünüp olan kişinin necis olarak de-
17 D232 Ebû Dâvûd, Tahâret,
ğerlendirilmesinin de yanlış olacağını vurgulamıştır. Nitekim Resûlullah
92.
18 D4176 Ebû Dâvûd, döneminde insanlar arasında, cünüp olan bir kişinin hem mânevî hem de
Teraccül, 8, D4180 Ebû maddî açıdan necis/pis olduğu, dolayısıyla gusletmediği sürece uyuması-
Dâvûd, Teraccül, 8.
19 D231 Ebû Dâvûd, Tahâret,
nın, bir şey yiyip içmesinin, diğer insanlarla görüşüp konuşmasının gü-
91; B283 Buhârî, Gusül, 23. nah olacağı yönünde inanışlar mevcuttu. Resûlullah, bu inanışların yanlış
132
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
yacaklarını değişik vesilelerle tek tek açıklamaktaydı. Buna göre, boşalma,29 İM593 İbn Mâce, Tahâret,
104.
cinsel ilişki,30 ihtilâm olma31 gibi durumlarda mutlaka gusül etmek gerek- 23 N224 Nesâî, Tahâret, 142;
liydi. Ayrıca kadınların âdet ve nifas/loğusalık hâli bittiğinde gusletmeleri D226 Ebû Dâvûd, Tahâret,
89.
gerektiği de onun bu bağlamda ashâbına öğrettikleri cümlesinden idi.32 24 M2590 Müslim, Sıyâm, 76;
Sevgili Peygamberimiz insanların özel hâlleri ile ilgili konularda M2591 Müslim, Sıyâm, 77.
25 HM19216 İbn Hanbel, IV,
açıklamalarıyla ilk Müslümanları her bakımdan aydınlatıyor, zihinlerinde
342.
oluşabilecek en küçük sorulara dahi cevaplar veriyordu. Hz. Âişe’nin (ra) 26 B322 Buhârî, Hayız, 21.
ıslaklık (meni) gören, fakat ihtilâm olduğunu hatırlamayan bir adamın ne 29 N199 Nesâî, Tahâret, 132.
133
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
36 D355 Ebû Dâvûd, Tahâret, ram havasında mescide gelmekteydi. Resûlullah (sav) arefe günü ve bayram-
129; HM10273 İbn Hanbel, larda namaza gitmeden önce41 gusül abdesti alır ve bu günlerde ev halkına
II, 483.
37 B2071 Buhârî, Büyû’, 15; da boy abdesti almalarını tembihlerdi.42 Yine hac yapmak üzere ihrama gir-
B902 Buhârî, Cum’a, 15. meden önce gusletmek, Resûlullah’ın sünneti olarak değerlendiriliyordu.43
38 B898 Buhârî, Cum’a, 12;
M1963 Müslim, Cum’a, 9. Gerek maddî gerek mânevî arınmayı gerçekleştirmek için alınan gu-
39 B877 Buhârî, Cum’a, 2;
sül abdestinin belirli âdâbı vardır. Sevgili Peygamberimiz her şeyden önce,
M1951 Müslim, Cum’a, 1.
40 B858 Buhârî, Ezân, 161;
“Muhakkak ki Azîz ve Celîl olan Allah Halîm’dir, hayâ sahibidir, ayıp ve kusur-
M1957 Müslim, Cum’a, 5. ları örtendir. Hayâyı ve örtünmeyi sever. Sizden biriniz gusledeceğinde örtünsün/
41 MU432 Muvatta’, Îdeyn, 1.
134
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
yıkayıp sol eliyle de avret mahallini iyice temizlerdi.56 Sonra (elini yıkar) M736 Müslim, Hayız, 50.
54 B281 Buhârî, Gusül, 21;
ağzına ve burnuna üçer kere su verip temizler,57 yüzünü ve kollarını da
M767 Müslim, Hayız, 73.
aynı şekilde yıkayarak namaz için aldığı abdest gibi abdest alır58 ve niha- 55 D102 Ebû Dâvûd, Tahâret,
yet başını mesh etmeden su dökerdi.59 Ancak başına sadece su dökmekle 48.
56 D245 Ebû Dâvûd, Tahâret,
yetinmez, suyun saç diplerine ulaşması için, önce başının sağ tarafı sonra 97; M729 Müslim, Hayız, 43.
da sol tarafı olmak üzere,60 saçlarını iyice ovalardı.61 Ve nihayet suyu bütün 57 HM25155 İbn Hanbel, VI,
97.
bedeni üzerinden akıtırdı.62 Öyle ki bedeninde hiçbir kuru yer kalmazdı. 58 B248 Buhârî, Gusül, 1.
Bir keresinde sol omuzunda suyun ulaşmadığı kuru bir yer görmüştü de 59 N422 Nesâî, Gusül, 18.
yaptığı şey ise, guslettiği yerden kenara çekilerek ayaklarını yıkamaktı.64 62 B248 Buhârî, Gusül, 1.
söylemişti. Şu farkla ki, saçı örgülü ve sık olanların özellikle suyun az 83.
69 M747 Müslim, Hayız, 59.
bulunduğu zamanlarda, örgülerini çözmeyip sadece üzerlerine su dök- 70 D252 Ebû Dâvûd, Tahâret,
135
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
başına üç defa su dökerdi. Biz ise, saçımızdaki örgülerden dolayı beş defa
dökeriz.”71 diyerek suyun saç örgülerinin altına iyice nüfuz etmesi gerekti-
ğine vurgu yapmaktaydı.
Suya ulaşmanın gayet zor olduğu o dönemin şartlarında dahi Allah
Resûlü, ashâbını ısrarla temizliğe ve arınmaya çağırmıştır. Günümüzde
suyun çok daha kolay bulunduğu göz önünde bulundurulduğunda, te-
mizliğe verilen önemin daha fazla olması gerektiği şüphe götürmeyen bir
gerçektir. Gusül, insanın bedenen ve ruhen zinde kalmasını sağlayan bir
etkiye de sahiptir. Hayız, nifas ve cünüplük hâlinin vücuda verdiği yor-
gunluk ve gerilim, gusül abdesti ile giderilir. Guslederek arınma, insanı
71 D241 Ebû Dâvûd, Tahâret,
kirli olma hissinden kurtardığı gibi arınmış olma duygusu verir ve onu
97. ibadete hazır hâle de getirir.
136
KADINLARIN ÖZEL HÂLLERİ
ÂDET, LOĞUSALIK ve İSTİHÂZE
137
عَنْ عَائِشَةَ قَالَتُْ :ك ْن ُت َأ� ْش َر ُب َو َأ�نَا َحا ِئ ٌضُ ،ث َّم ُأ�نَا ِو ُل ُه ال َّنب َِّي َ ،sف َي َض ُع َفا ُه
عَ َلى َم ْو ِض ِع ِف َّيَ ،ف َيشْ َر ُبَ ،و َأ� َت َع َّر ُق ا ْل َع ْر َق َو َأ�نَا َحا ِئ ٌضُ ،ث َّم ُأ�نَا ِو ُل ُه ال َّنب َِّي ،s
َف َي َض ُع َفا ُه عَ َلى َم ْو ِض ِع ِف َّي.
عَنْ مَنْصُورٍ ابْنِ صَفِيَّةَ َأ�ن َّ ُأ�مَّهُ حَدَّثَتْهُ َأ�ن َّ عَائِشَةَ حَدَّثَتْهَاَ :أ� َّن ال َّنب َِّي َ sك َان
َي َّت ِك ُئ ِفى َح ْج ِرى َو َأ�نَا َحا ِئ ٌض ُث َّم َي ْق َر ُأ� ا ْل ُق ْر�آ َن.
اض عَنْ عَائِشَةَ َأ�ن َّ فَاطِمَةَ بِنْتَ َأ�بِى حُبَيْشٍ َس َأ� َل ِت ال َّنب َِّي َ sقا َل ْتِ� :إنِّى ُأ� ْس َت َح ُ
“لاِ� ،إ َّن َذ ِل َك ِع ْر ٌقَ ،و َل ِك ْن د َِعى َّ
الصل َا َة َق ْد َر الصل َا َة؟ َف َق َالَ :
َفل َا َأ� ْط ُه ُرَ ،أ� َف َأ�دَعُ َّ
يض َين ِف َيهاُ ،ث َّم ْاغ َت ِس ِلى َو َص ِّلى”. ْال َأ� َّيا ِم ا َّل ِتى ُك ْن ِت ت َِح ِ
عَنْ مُعَاذَةَ قَالَتْ :سَ�َألْتُ عَائِشَةَ فَقُلْتَُ :ما َب ُال ا ْل َحا ِئ ِض َت ْق ِضى َّ
الص ْو َم َو َلا َت ْق ِضى
الصل َا َة؟ َف َقا َل ْتَ :أ� َح ُرو ِر َّي ٌة َأ�ن ِْت؟ ُق ْل ُتَ :ل ْس ُت ب َِح ُرو ِر َّي ٍةَ ،و َل ِك ِّنى َأ� ْس َأ� ُلَ ،قا َل ْت:
َّ
الص ْو ِم َو َلا ُن ْؤ َم ُر ِب َق َضا ِء َّ
الصل َا ِة. َك َان ُي ِصي ُب َنا َذ ِل َك َف ُن ْؤ َم ُر ِب َق َضا ِء َّ
138
Hz. Âişe diyor ki: “Ben âdetli iken bir şey içer sonra onu Hz. Peygamber’e
(sav) uzatırdım, o da ağzını tam benim ağzımın değdiği yere koyarak
içerdi. Yine ben âdetli iken kemikli etten bir parça ısırıp sonra onu Hz.
Peygamber’e (sav) uzatırdım, o da ağzını tam benim ağzımın değdiği yere
koyar(ak ısırır)dı.”
(M692 Müslim, Hayız, 14; D259 Ebû Dâvûd, Tahâret, 102)
Muâze (isimli bir kadın) anlatıyor: Hz. Âişe’ye, “Âdetli kadına ne oluyor
da, (tutamadığı) oruçları kaza ettiği hâlde (kılamadığı) namazları kaza
etmiyor?” diye sordum. Hz. Âişe, “Sen Harûrî (Sadece Kur’an’da harfiyen
bulunan hükümlerle yetinen bir Hâricî) misin?” diye cevaplayınca,
“Hayır, Harûrî değilim ama soruyorum.” dedim. Bunun üzerine Hz. Âişe,
“Biz (Resûlullah zamanında) âdet olurduk, orucu kaza etmemiz bize
emredilir ama namazı kaza etmemiz emredilmezdi.” dedi.
(M763 Müslim, Hayız, 69; B321 Buhârî, Hayız, 20)
139
A llah’ın Son Elçisi’yle Medine’den yola çıkan kafilenin hedefi
Mekke idi. Yolculuk hac yolculuğuydu. Yolcular Mekke’ye henüz ulaşma-
mışlardı ki aralarında bulunan Hz. Âişe derin bir hüzne kapılarak ağlama-
ya başladı; ağlamasının nedeni âdet görmeye başlamasıydı! İhrama girerek
niyetlendiği umresi yarım kalacağı gibi, haccı da yapamayacaktı. Şevki kı-
rılmış, heyecanı kaybolmuştu. Yanına gelen Allah Resûlü’nü gözyaşlarıyla
karşılamıştı. Peygamberimiz, neşeli bırakıp kederli bulduğu eşinin hâlini
görünce hayretle sordu: “Hayırdır? Niçin ağlıyorsun? Yoksa âdet mi oldun?”
Hz. Âişe, “Evet!” dedi ve buruk bir sesle ekledi: “Hâlbuki Allah şahit, haccı
ne çok istemiştim! Ama bu yıl hacı olamayacağım.” Şefkat Peygamberi ona
teselli olacak şu karşılığı verdi: “Bu başına gelen, Âdem kızlarına Allah’ın
takdir ettiği bir yazgıdır. Kâbe’yi tavaf etmek dışında hacıların eda edecekleri
vazifeleri sen de yerine getirebilirsin.”1
İlerleyen günlerde Peygamberimiz Hz. Âişe’nin hevesle başladığı bu
görevi lâyıkıyla yerine getirmesine yardımcı olmuş, bayram günü âdeti
sona erip temizlenince farz olan tavafını yapmasını istemişti. Hatta, “İn-
sanlar ne güzel hem umre hem hac yaparak evlerine dönüyorlar. Oysa ben
sadece haccedebildim.” diyerek sızlanan eşinin, kardeşi Abdurrahman ile
birlikte Ten’im’e gidip ihrama girmek suretiyle yarım kalan umresini ta-
mamlamasını da sağlamıştı.2
Bir kız çocuğu olarak dünyaya gelmek nasıl Yüce Allah’ın takdirine
bağlıysa,3 bir genç kızın âdet kanaması ile ergenliğe erişmesi de aynen
öyledir. Yeme, içme, uyuma ya da üreme bir insan için ne kadar doğalsa,
âdet görme de bir kadın için o kadar doğaldır. Dolayısıyla hayatın akışı
içinde diğer bedensel gelişim ve işlevlerle birlikte normal karşılanarak ka-
bullenilmelidir.
Oysa ay hâli zaman zaman kimi topluluk ve inanışlarda kadının aley-
1 B294 Buhârî, Hayız, 1; B305
hine ve hatta utanç verici bir durum olarak telakki edilmiştir. Kadının Buhârî, Hayız, 7; M2918
iradesi dışında kalan, müdahale etme, değiştirme imkânı olmayan Allah Müslim, Hac, 119.
2 B1786 Buhârî, Umre, 7;
vergisi bu durum sebebiyle aşağılanması; anlaşılması, açıklanması ve ka- M2919 Müslim, Hac, 120.
bul edilmesi mümkün olmayan bir yaklaşımdır Allah’ın Peygamberi mes- 3 Şûrâ, 42/49.
141
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
142
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
söyleyen Abdullah b. Abbâs’a, “Hay evlâdım, âdetin el ile ne ilgisi olabilir!” 14 B518 Buhârî, Salât, 107.
143
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
26 B5251 Buhârî, Talâk, 1; gerekmektedir. Kıyafetlerinde kan lekesi olduğunda ne yapmaları gerek-
M3656 Müslim, Talâk, 3. tiğini soran hanımlara Peygamberimiz, “(Bu durumdaki bir kadın) elbisesi-
27 B227 Buhârî, Vudû’, 63;
B306 Buhârî, Hayız, 8; M675 ni eliyle ovar, su ile çitiler ve üzerine su dökerek temizler. Daha sonra bu elbise
Müslim, Tahâret, 110. ile namaz kılar.” buyurmuştur.27 Üzerlerine giyecek tek bir elbiseye sahip
28 B312 Buhârî, Hayız, 11;
144
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
setmekte ve “Âdetli kadına ne oluyor da, (tutamadığı) oruçları kaza ettiği 133; DM1127 Dârimî,
hâlde (kılamadığı) namazları kaza etmiyor?” diye soran bir kadını, “Sen Tahâret, 109.
35 BS1069, BS1071 Beyhakî,
Harûrî (Sadece Kur’an’ın hükümleriyle yetinen bir Hâricî) misin?” diyerek es-Sünenü’l-kübrâ, I, 304,
sert bir üslûpla azarlamaktadır.37 Onun, bu kadını, ibadete aşırı derecede 305.
36 B325 Buhârî, Hayız, 24;
düşkünlükleri ile tanınan sünnet çizgisinin dışında kabul edilen Hâricîlere M753 Müslim, Hayız, 62.
atıfta bulunarak ikaz etmesi, âdetli iken namaz kılmama ve oruç tutmama 37 M763 Müslim, Hayız, 69;
145
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
M2919 Müslim, Hac, 120. mamıştır. Böylece hem cemaatin düzeni hem de âdetli hanımların ibadet
43 B1757 Buhârî, Hac, 145;
hayatına iştiraki sağlanmış olmaktadır.
M3222 Müslim, Hac, 382.
44 B974 Buhârî, Îdeyn, 15;
Allah Resûlü özel günlerinde hanımların geçerli bir sebep olmaksı-
M2054 Müslim, Îdeyn, 10. zın mescide girmelerini de hoş görmemektedir. Nitekim evlerinin kapıları
146
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
kanının ayırt edilmesidir. Bu adımda Peygamberimiz, “Kan âdet kanı olur- N383 Nesâî, Hayız, 18.
47 T139 Tirmizî, Tahâret, 105;
sa rengi siyah (koyu) olur ve böyle bilinir. Bu durumda namaz kılmayı bırak. D311 Ebû Dâvûd, Tahâret,
Ama başka renkte bir kan olursa abdest al. Çünkü bu, damar(dan gelen bir kan) 119.
147
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
148
NAMAZ
DİNİN DİREĞİ
İbn Mes’ûd’dan (ra) rivayet edildiğine göre, bir adam Hz. Peygamber’e
(sav), “Amellerin/İbadetlerin en faziletlisi hangisidir?” diye sordu.
Peygamber Efendimiz, “Vaktinde kılınan namazdır...” buyurdu.
(B7534 Buhârî, Tevhîd, 48)
149
عَنْ عَبْدِ ال َّلهِ قَالََ :ق َال َر ُس ُ
ول ال َّل ِه :s
“ َأ� َّو ُل َما ُي َح َاس ُب ِب ِه ا ْل َع ْب ُد َّ
الصل َا ُة”...
“الصل َا ُة ا ْلخَ ْم ُسَ ،وا ْل ُج ُم َع ُة �ِإ َلى ول ال َّل ِه َ sق َالَّ : عَنْ َأ�بِى هُرَيْرَةَ َأ� َّن َر ُس َ
ا ْل ُج ُم َع ِةَ ،ك َّفا َر ٌة ِل َما َب ْي َن ُه َّن َما َل ْم ُت ْغ َش ا ْل َك َبا ِئ ُر”.
ولَ “ :م ْن َحا َف َظ عَ َلى ول ال َّل ِه َ sي ُق ُ عَنْ حَنْظَلَةَ الْكَاتِبِ قَالََ :س ِم ْع ُت َر ُس َ
ات ا ْلخَ ْم ِس ُر ُك ِ
وع ِه َّن َو ُس ُجو ِد ِه َّن َو ُو ُضو ِئ ِه َّن َو َم َوا ِقي ِت ِه َّن َوعَ ِل َم َأ�ن َُّه َّن َح ٌّق ِم ْن الص َل َو ِ
َّ
ِع ْن ِد ال َّل ِه َدخَ َل ا ْل َج َّن َة”.
150
Abdullah (b. Mes’ûd) tarafından nakledildiğine göre, Resûlullah (sav)
şöyle buyurmuştur: “(Kıyamet gününde) kulun ilk önce hesaba çekileceği şey,
namazdır...”
(N3996 Nesâî, Muhârebe, 2)
151
H icretin beşinci yılıydı. Kureyşliler, Hayber yahudileri, Gata-
fanlılar ve Fezâreliler gibi çok sayıda Arap kabilesi, on bin kişilik bir orduy-
la Müslümanlara hücum etmişlerdi.1 Allah Resûlü ve ashâbı birkaç hafta
boyunca büyük bir uğraşla kazdıkları hendeklerle düşmanı durdurarak
Medine’yi müdafaa etmek istiyorlardı. Hendeklerden dolayı “Hendek” ya da
düşman gruplarının ittifakından oluştuğu için “Ahzâb” (Gruplar) adı veri-
len bu savaş öyle şiddetli geçiyordu ki, bazı günler Müslümanlar vakit na-
mazlarını bile kılmaya fırsat bulamıyorlardı.2 Bu yüzden Allah Resûlü, “Bizi
meşgul ederek ikindi namazını geçirmemize neden oldular. Allah kabirlerini (veya
evlerini ya da karınlarını) ateşle doldursun!”3 demekten kendini alamamıştı.
Namaz, bütün peygamberlerin Allah’a yönelişinin en somut göster-
gesidir. Peygamber Efendimize, “Şüphesiz benim namazım da, kurbanım da,
hayatım da ölümüm de âlemlerin Rabbi Allah içindir.”4 demesi emredildiği
gibi, Hz. İbrâhim de, “Ey Rabbim! Beni ve soyumdan gelecekleri namazı de-
vamlı kılanlardan eyle.”5 diye dua etmişti. Hz. İsmâil, “Halkına namazı ve
zekâtı emretmişti.”6 Lokman, “Yavrucuğum! Namazı dosdoğru kıl.”7 diye tav-
siyede bulunmuştu. Allah, Hz. Musa’ya, “Bana kulluk et; beni anmak için na-
maz kıl.” diye emretmiş,8 İsrâiloğulları’ndan namaz kılma sözünü almıştı.9
Hz. Zekeriya mabette namaz kılmış,10 Hz. Meryem Rabbine ibadet etmek, 1 HS4/176 İbn Hişâm, Sîret,
secdeye kapanmak ve O’nun huzurunda eğilenlerle beraber eğilmek ile IV, 176.
2 N663 Nesâî, Ezân, 22.
emrolunmuş,11 Hz. İsa da, “Nerede olursam olayım yaşadığım sürece Allah 3 M1422 Müslim, Mesâcid,
geldi ki, bunlar namazı bıraktılar, nefislerinin arzularına uydular. Bu yüzden ile- 6 Meryem, 19/55.
7 Lokmân, 31/17.
ride sapıklıklarının cezasını çekecekler.”13 buyurarak insanı hayâsızlık ve fena- 8 Tâ-Hâ, 20/14.
lıklardan koruyan14 namazı terk edenlerin hem dünyada nefsanî arzuların 9 Bakara, 2/83.
14 Ankebût, 29/45.
İslâm’ın gelişi öncesinde Mekkeliler tarafından da bilinmekteydi. Nitekim 15 M6359 Müslim, Fedâilü’s-
kaynakların naklettiğine göre Ebû Zer el-Gıfârî15 ve Ebû Kays Sırme b. Ebû sahâbe, 132.
153
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
III, 255. likleri sıralanırken, onların “namazlarında huşû içinde olduklarının”,24 “namaz-
23 Bakara, 2/110, 277; Mâide,
larını muhafaza ettiklerinin”25 ve “namazlarına devam ettiklerinin”26 altı ısrarla
5/55; Enfâl, 8/3.
24 Mü’minûn, 23/2. çizilir. Diğer taraftan namazı ciddiye almayıp ondan uzaklaşan, onu gösteriş
25 Mü’minûn, 23/9.
için kılan27 ve kılarken de tembellik yapan kimseler yerilir.28
26 Meâric, 70/23.
27 Mâûn, 107/4-6.
Namaz, sadece Allah ile kul arasındaki ilişki biçimi olmakla kalmaz,
28 Nisâ, 4/142. aynı zamanda insanı olumsuz davranışlardan ve her türlü kötülükten de
154
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
hayatını belli bir programa sokmasıdır. Nitekim, “Gündüzün iki tarafında ve 29 Ankebût, 29/45.
gecenin gündüze yakın vakitlerinde namaz kıl. Çünkü iyilikler kötülükleri gide- 30 Meâric, 70/19-22.
31 B528 Buhârî, Mevâkîtü’s-
rir. Bu, öğüt alanlar için bir öğüttür.”36
salât, 6; M1522 Müslim,
Daima namaz vaktini takip eden müminin, namazı cemaatle kılmak Mesâcid, 283.
için fırsat buldukça camiye gitmesi ise Müslümanlar arasında tanışma, 32 M543 Müslim, Tahâret, 7.
155
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
mükemmel bir şekilde namazda temsil edilirler. İnsan, bedeni ile kıyam, rükû,
secde ve kıraati gerçekleştirirken, zihni ile okuduklarını düşünmeye ve anla-
maya yönelir. Kalp ise huşû ve sükûnet ile bu ibadeti en iyi şekilde tamamlar.
Kıbleye dönüldüğünde tek Allah’a yönelme demek olan namaz, kıyamda
Allah’ın huzurunda durma, rükûda yalnızca O’nun önünde eğilme, secdede
ise Allah’a en yakın olma demektir.37 Namaz; dua, yalvarma, sadece Rab-
be yönelme, O’ndan yardım ve bağışlanma dileme, O’na iltica ve münâcât
etmedir.38 Namaz, ruhun derinliklerinden gelen bir hissiyatla Allah’ı anma/
zikir, gönülden gelen bir içtenlikle Yaratan’a hamd ve senâda bulunma, bü-
tün samimiyetiyle O’nun hükümranlığını kabul ve itiraf etmedir.
Namaz, aynı zamanda Müslümanların dünyevî meşguliyetlerine kısa
bir mola vererek Allah’a yönelme, psikolojik olarak rahatlama çabasıdır.
Sahâbeden Ebû Huzeyfe’nin naklettiğine göre, “Peygamberimiz (sav) sı-
kıntılı bir işle karşılaşınca namaz kılardı.”39 Nitekim bir defasında Bilâl’e,
“Kalk namaza (çağır da) bizi namazla rahatlat!”40 diye seslenmişti. Gerçekten
Efendimizin kıldığı namaza bakıldığında, onun Rabbine olan şükrünü eda
ederken ne denli içten davrandığı, kendisini Rabbine nasıl verdiği açıkça
görülür. Buna tanıklık eden sahâbenin, namaz kılarken ağlamasından do-
layı onun göğsünden gelen, değirmen sesine benzer hırıltıyı duyabildikle-
rini söylemeleri41 Resûl-i Ekrem’in, Allah’ın huzurunda taşıdığı heyecanı
ve ruh hâlini yeterince anlatmaktadır.
Rükünlerinin hakkıyla yerine getirilmesi kadar, namazın belirlenen
beş vakitte kılınması da çok önemlidir. Nitekim bir gün Peygamber Efen-
dimize, “Amellerin en faziletlisi hangisidir?” diye sorulunca, Allah Resûlü,
“Vaktinde kılınan namazdır.” cevabını vermiştir.42 Buna mukabil Efendimiz,
37 M1083 Müslim, Salât, 215.
38 Bakara, 2/45.
“(Farz) namazını (bilerek) geçiren kimse, ailesini ve malını kaybetmiş gibidir.”43
39 D1319 Ebû Dâvûd, hadisiyle, namaz kılmamanın kaybettirdiklerine dikkat çekmektedir.
Tatavvu’, 22. Hz. Peygamber’in, namazı, kul ile küfür ve şirk arasında bir engel/
40 D4985 Ebû Dâvûd, Edeb,
156
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
disi için bir mescit kılındığını”55 ve namazın temiz olan her yerde kılına- 2; İM1425 İbn Mâce, İkâmet,
bileceğini belirtmiştir. Ancak elbette bazı mekânlarda kılınan namazlar, 202.
50 T4 Tirmizî, Tahâret, 1.
oraların farklı özellikleri sebebiyle daha faziletlidir. Nitekim, “Sadece şu üç 51 HM18535 İbn Hanbel, IV,
mescide yolculuk yapılır: (Mekke’deki) Mescid-i Harâm (Kâbe), Mescid-i Aksâ ve 266.
52 Bakara, 2/277.
(Medine’deki benim) bu mescidim.”56 hadisi, bu mekânların ayrıcalığına ve 53 Tevbe, 9/71.
Peygamber,57 onu ümmetine bütün detaylarıyla öğretmiş ve “Benim nasıl T326 Tirmizî, Salât, 126.
57 B3221 Buhârî, Bed’ü’l-halk,
namaz kıldığımı gördüyseniz siz de öyle namaz kılın.”58 buyurarak bizzat ken- 6.
disini örnek göstermiştir. Müslümanlara düşen, Resûl-i Ekrem’in teşvik 58 B631 Buhârî, Ezân, 18.
157
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
158
NAMAZIN KILINIŞI
KULUN RABBİYLE BULUŞMASI
159
ونَ ،ف َأ� َق ْم َنا ِع ْن َد ُهحَدَّثَنَا مَالِكٌ َأ� َت ْي َنا �ِإ َلى ال َّنب ِِّي َ sون َْح ُن َش َب َب ٌة ُم َت َقا ِر ُب َ
ول ال َّل ِه َ sر ِح ًيما َر ِفي ًقاَ ،ف َل َّما َظ َّن َأ�نَّا َق ِد ِعشْ ِر َين َي ْو ًما َو َل ْي َل ًةَ ،و َك َان َر ُس ُ
ْاش َت َه ْي َنا َأ�هْ َل َنا َأ� ْو َق ِد ْاش َت ْق َنا َس َأ� َل َنا عَ َّم ْن َت َر ْك َنا َب ْع َدنَا َف َأ�خْ َب ْرنَا ُه َق َال“ :ا ْرجِ ُعوا
�ِإ َلى َأ�هْ ِل ُيك ْم َف َأ� ِق ُيموا ِفي ِه ْم َوعَ ِّل ُموهُ ْم َو ُم ُروهُ ْم – َو َذ َك َر َأ� ْش َيا َء َأ� ْح َف ُظ َها َأ� ْو َلا
الصل َا ُة َف ْل ُي َؤ ِّذ ْن َل ُك ْم
َأ� ْح َف ُظ َها– َو َص ُّلوا َك َما َر َأ� ْي ُت ُمو ِنى ُأ� َص ِّلىَ ،ف ِإ� َذا َح َض َر ِت َّ
َأ� َح ُد ُك ْم َو ْل َي ُؤ َّم ُك ْم َأ� ْك َب ُر ُك ْم”.
ول ال َّل ِه :﴾s عَنْ مُعَاوِيَةَ بْنِ الْحَكَمِ ال ُّسلَمِي قَالََ :ق َال ﴿ َر ُس ُ
ِّ
اسِ� ،إن ََّما هُ َو ال َّت ْسب ُِيح َوال َّت ْكبِي ُر
الصل َا َة َلا َي ْص ُل ُح ِف َيها َش ْي ٌء ِم ْن َكل َا ِم ال َّن ِ
“�ِإ َّن هَ ِذ ِه َّ
َو ِق َرا َء ُة ا ْل ُق ْر�آن”.
160
Mâlik (b. Huveyris) anlatıyor: Biz yaşça birbirine yakın bir grup gençle
Hz. Peygamber’e (sav) geldik ve onun yanında yirmi gün kaldık. Allah
Resûlü (sav) çok merhametli ve şefkatli idi. Ailelerimizi özlediğimizi ya
da —dönmeyi— arzuladığımızı anlayınca geride kimleri bıraktığımızı
sordu, biz de anlattık. Bunun üzerine şöyle buyurdu: “Ailelerinizin
yanına dönün. Onlarla ikamet edin. Onlara, (öğrendiklerinizi) öğretin ve
onlardan (dinin gereklerini yapmalarını) isteyin. Benim nasıl namaz kıldığımı
gördüyseniz siz de namazı öyle kılın. Namaz (vakti) geldiğinde içinizden biri
sizin için ezan okusun. En büyüğünüz de size imam olsun.”
(B631 Buhârî, Ezân, 18)
161
P eygamber Efendimiz, bazı sahâbîleri ile birlikte mescitte oturur-
ken ensardan Hallâd b. Râfi’ isimli sahâbî1 içeri girdi ve alelacele namaz
kıldıktan sonra Hz. Peygamber’e yaklaşarak selâm verdi. Hallâd’ın namaz
kılışını göz ucuyla takip eden Resûlullah, onun selâmını aldıktan sonra,
“Dön ve namazını yeniden kıl, çünkü sen namaz kılmış olmadın!” buyurdu.
Bunun üzerine Hallâd namazını tekrar kıldı ve Hz. Peygamber’in yanına
gelerek selâm verdi. Resûlullah, selâmını aldıktan sonra yine, “Dön ve na-
mazını yeniden kıl, çünkü sen namaz kılmış olmadın!” buyurdu. Bu durum
üçüncü defa tekrar ettikten sonra Hallâd, “Seni hak ile gönderen Allah’a
yemin olsun ki, bundan daha güzel yapamıyorum. Bana (doğrusunu) öğ-
retir misin?” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav) usulüne uygun ola-
rak kılınması gereken namazı şöyle tarif etti:
“Namaz kılacağın zaman (önce) tekbir getir. Sonra Kur’an’dan kolayına gelen
yerlerden oku. Ardından rükûa git ve yeterli olduğuna kanaat getirinceye kadar
bekle. Sonra tam olarak doğrul. Peşinden secdeye git ve yeterli olduğuna kanaat
getirinceye kadar bekle. (Secdeden) kalktığında (belini) iyice doğrult ve yeterli oldu-
ğuna kanaat getirinceye kadar bekle. Sonra (tekrar) secdeye var ve yeterli olduğuna
kanaat getirinceye kadar bekle. Sonra namazın tamamını bu şekilde kıl.”2
Müslümanlar diğer ibadetleri olduğu gibi namaz kılmanın şeklini ve
detaylarını da Hz. Peygamber’den öğreniyorlardı. Zaman zaman Medine’ye
heyetler geliyor ve Hz. Peygamber’e sorular soruyorlardı. Peygamber Efen-
dimiz onlara da aynı şekilde uygulamalı olarak nasıl ibadet edeceklerini
anlatıyordu. Bu heyetler arasında Medine’ye gelen ve burada yirmi gün
kalan bir gruba Peygamber Efendimiz, “Ailelerinizin yanına dönün. Onlarla
ikamet edin. Onlara (öğrendiklerinizi) öğretin ve onlardan (dinin gereklerini yap-
malaraını) isteyin. Benim nasıl namaz kıldığımı gördüyseniz siz de namazı öyle
kılın. Namaz (vakti) geldiğinde içinizden biri sizin için ezan okusun. En büyüğü-
nüz de size imam olsun (namaz kıldırsın).”3 buyurmuştu. Dolayısıyla namaz,
1 İF2/277 İbn Hacer, Fethu’l-
sahâbenin Hz. Peygamber’den görerek öğrendikleri bir ibadet idi. bârî, II, 277.
Sevgili Peygamberimiz, ashâbına namazın nasıl kılınacağını tarif 2 B793 Buhârî, Ezân, 122;
163
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
10 D744 Ebû Dâvûd, Salât, şulamayacağı şuuru ile namaza başlar. Tekbir alırken ellerini kaldırarak
115, 116. dünyalık her şeyi elinin tersiyle iter ve Rabbi ile baş başa kalır.
11 B757 Buhârî, Ezân, 95.
12 İM275 İbn Mâce, Tahâret, Tekbir ile birlikte, namaza özel, bazı yasaklar da başlar. Peygamber
3. Efendimiz, tekbir ile başlayan yasakların selâm verinceye kadar devam etti-
13 Bakara, 2/238.
164
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
Sofra kurulmuş iken aç karnına,25 tuvalet ihtiyacı var iken,26 uykulu hâlde27 fi’s-salât, 15.
17 HM21656 İbn Hanbel, V,
namaza durulmasını hoş görmemiştir. Ayrıca namaz kılanın önünden ge-
150.
çilmemesi için uyarıda bulunmuş28 ve namaz kılanın da önüne bir engel 18 M966 Müslim, Salât, 117.
160, 161.
imamın yanılması durumunda dahi konuşmadan erkeklerin yalnız- 22 Mü’minûn, 23/2.
ca “sübhânallâh” diyerek, hanımların ise el çırparak ona ikaz etmelerini 23 Bakara, 2/45.
kimse, Azrail’in, arkasında beklediğini ve namazı bitirince canını alacağı- 31 M932 Müslim, Salât, 87;
Peygamber Efendimiz de her namazın bir veda namazı gibi kılınmasını fi’s-salât, 5.
33 İM4171 İbn Mâce, Zühd,
tavsiye etmekle, namazların korku ile ümit arasında, saygı ve hassasiyet 15; HM23894 İbn Hanbel,
içerisinde kılınmasını öğütlemiştir. Resûlullah böyle temizliğe riayet edip V, 413.
165
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
41 HM27118 İbn Hanbel, VI, larda Fâtiha’nın sonunda, ilk safta yer alan cemaatin duyacağı bir şekilde
302; D1466 Ebû Dâvûd, Vitr, “âmîn” demiştir.45
20.
42 B756 Buhârî, Ezân, 95. Peygamber Efendimizin bildirdiğine göre, Allah Teâlâ, Fâtiha’yı ken-
43 Fâtiha, 1/6-7.
di ile kulu arasında paylaştırmış, ilk bölümü kendisine ait kılmış, kulun
44 B4475 Buhârî, Tefsîr,
(Fâtiha) 2.
isteklerini beyan ettiği ikinci bölümü ise kuluna tahsis etmiş ve buradaki
45 İM853 İbn Mâce, İkâmet, 14. dileklerinin ona verileceğini müjdelemiştir.
166
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
Fâtiha sûresi, namazda kişi ile Rabbi arasında bir konuşma niteli-
ğindedir. Fâtiha’yı okuyan kişi öncelikle hamd ve senâ ederek Rabbi ile
konuşmasına başlar:
Kul, “el-Hamdü lillâhi Rabbi’l-âlemîn. (Hamd (övgü), âlemlerin Rabbine
mahsustur.)” dediğinde Allah Teâlâ, “Bak, kulum bana hamd etti.” buyurur.
Kul, “er-Rahmâni’r-Rahîm. (O, Rahmân ve Rahîmdir.)” dediğinde, Allah,
“Kulum bana senâ eyledi (beni övdü, yüceltti, methetti.)” buyurur.
Kul, “Mâliki yevmi’d-dîn. (Hesap ve ceza gününün (âhiret gününün) sa-
hibidir.)” dediğinde, “Kulum beni yüceltti.” buyurarak Fâtiha’nın bu ilk bö-
lümünü okuyan kulunun kendisine hamd ü senâ eylemesi karşısındaki
memnuniyetini ifade eder.
Fâtiha’nın ikinci bölümünde ise kul, isteklerini Rabbine arz eder:
Kul, “İyyâke na’büdü ve iyyâke nestaîn. (Yalnız sana ibadet ederiz ve yal-
nız senden yardım dileriz.)” dediğinde, Allah, “Bu, kulum ile benim aramdadır.
Kulum ne istiyorsa onundur.” buyurarak ibadetlerini kabul edeceğini ve ku-
luna yardım edeceğini belirtir.
Kul, “İhdina’s-sırâta’l-müstakîm, sırâta’llezîne en’amte aleyhim ğayri’l-
mağdûbi aleyhim ve le’d-dâllîn. (Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdikleri-
nin yoluna ilet; gazaba uğrayanlarınkine ve sapmışlarınkine değil.)” dediğinde,
Allah Teâlâ, “İşte bu, kuluma aittir. Kulum ne istiyorsa onundur.” buyurarak
kulunun kendisine yönelmesi karşısında onu taltif edeceğini bildirir.46
Rabbine olan bu münâcâtının hemen bitmesini istemeyen Hz. Pey-
gamber, “En faziletli namaz hangisidir?” sorusuna, “Kıyamı uzun olan.” şek-
linde cevap vermiş,47 kendisi de namazlarında kıyamı uzun tutmuştur.48
Bununla birlikte cemaatle kılınan namazlarda cemaat içindeki yaşlı ve güç-
süzleri dikkate alarak imamların namazı fazla uzatmamalarını istemiş ve49
“Ben, uzatmayı arzu ederek namaza durduğumda, (cemaat içerisinde) bir çocu-
ğun ağlamasını işitir, onun annesini rahatsız etmesini istemediğim için namazı
kısa tutarım.”50 buyurarak bu husustaki hassasiyetini dile getirmiştir.
Namaz kılan kişi, kıyamdan sonra tekbir getirerek rükûa gider. Rükû, 46 M878 Müslim, Salât, 38.
47 İM1421 İbn Mâce, İkâmet,
Allah’ın azameti ve celâli karşısında kulun âcizliğini ifade eder. Aczini idrak 200.
eden kul, Yüce Yaratıcısı huzurunda başka hiçbir varlığın önünde eğilmeye- 48 M1815 Müslim, Müsâfirîn,
204.
ceği şekilde eğilir. Allah Teâlâ, “Namazı kılın, zekâtı verin. Rükû edenlerle birlikte 49 B90 Buhârî, İlim, 28; B704
siz de rükû edin.”51 buyurarak müminlerden rükû etmelerini istemekte ve “Ey Buhârî, Ezân, 63.
50 B707 Buhârî, Ezân, 65.
iman edenler! Rükû edin, secde edin, Rabbinize kulluk edin ve hayır işleyin ki kurtu- 51 Bakara, 2/43.
167
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
62 D869 Ebû Dâvûd, Salât, Secdeyi iki kez yapan kul, rekâtları tamamladıktan sonra namazın
146, 147. sonunda oturur. Ka’de-i ahîre denilen bu oturuş esnasında Peygamber
63 Alak, 96/19.
64 M1083 Müslim, Salât, 215; Efendimizin yaptığı gibi sol ayağını yayıp sağ ayağını diker66 ve “Teşeh-
D875 Ebû Dâvûd, Salât, 147, hüd” veya “et-Tahiyyâtü” olarak bilinen şu duayı okur:
148.
65 T388 Tirmizî, Salât, 169.
“Bütün yüceltmeler (tazim), övgüler ve dualar, bütün ibadetler Allah Teâlâ’ya
66 T292 Tirmizî, Salât, 102. mahsustur. Sana selâm olsun Ey Peygamber! Allah’ın rahmeti ve bereketi üzeri-
168
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
ne olsun. Selâm bize ve Allah’ın salih kulları üzerine olsun. Şahitlik ederim ki,
Allah’tan başka tanrı yoktur ve şahitlik ederim ki, Muhammed, Allah’ın kulu ve
Resûlü’dür.”67
Peygamber Efendimiz bu duayı ashâbına sanki Kur’an’dan bir sûre öğ-
retir gibi öğretmiş,68 namazda bu duanın okunmasını istemiş69 ve şehâdet
getirirken de işaret parmağını kaldırmıştır.70 İşaret parmağını kaldırması,
Allah’ın varlığına, birliğine ve Hz. Muhammed’in O’nun kulu ve elçisi
olduğuna kalbi ve dili ile şahitlik ettiği gibi hâl ve hareketleri ile de tüm
bedeninin şahitliğini simgelemektedir.
Tahiyyât duasını okuduktan sonra “Salli” ve “Bârik” dualarını okur.
Nitekim Hz. Peygamber, “Sizden biriniz namaz kılarken son oturuşa geldiğinde
Allah’a hamd ve senâ (tahiyyât) ile başlasın. Ardından Peygamber’e salât ve selâm
getirsin. Sonra da dilediği şekilde dua etsin.”71 buyurarak hamd ile başlanan
namazın kendisine salavât getirilerek ve dua edilerek bitirilmesini tavsiye et-
miştir. Peygamber Efendimizin bu tavsiyesi, Allah Teâlâ’nın, “Şüphesiz Allah
ve melekleri Peygamber’e salât ediyorlar. Ey iman edenler! Siz de ona salât edin,
selâm edin.”72 emri gereğincedir. Peygamber Efendimiz, Allah Teâlâ’nın bu
emri üzere namazda kendisine salât ü selâm edilmesini istemektedir.
“Salavât” olarak da bilinen salât ü selâm getirme, Hz. Peygamber’i
övme ve ona dua etmeyi ifade etmektedir. Nitekim söz konusu âyet indi-
ği zaman Peygamberimizin kumandanlarından Beşîr b. Sa’d Peygamber
Efendimize,
“Yâ Resûlallah! Allah bize, sana salât ve selâm etmemizi emretti. Sana na-
sıl selâm vereceğimizi biliyoruz. Ancak sana nasıl salât getireceğiz?” demiştir.
Hadisi rivayet eden, ensardan Ukbe b. Amr Ebû Mes’ûd şöyle demiştir:
“Resûlullah o kadar sustu ki, içimizden, ‘Keşke bu soruyu sormasaydı...’ de-
dik.” Uzun bir süre sessiz kaldıktan sonra Peygamber Efendimiz, oradakile-
re namazlarda okuduğumuz “Salli” ve “Bârik” dualarını öğretmiştir:
“Allah’ım! Muhammed’e ve Muhammed’in ailesine salât (rahmet) et. Tıpkı
İbrâhim’in ailesine salât (rahmet) ettiğin gibi... Kuşkusuz sen övgüye en lâyık ve 67 B831 Buhârî, Ezân, 148.
68 B6265 Buhârî, İsti’zân, 28.
şanı en yüce olansın.” 69 M897 Müslim, Salât, 55.
“Allah’ım! Muhammed’e ve Muhammed’in ailesine bereket ihsan et. Tıpkı 70 İM911 İbn Mâce, İkâmet,
169
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
170
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
da, kişinin günahlarının silinmesine vesile olacağını müjdelemektedir.86 136; T298 Tirmizî, Salât,
108.
Bu tesbihlerin fazileti hakkında şu hâdise anlatılmaktadır: Bazı fakir 86 M1352 Müslim, Mesâcid,
171
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
Mu’cemü’l-kebîr, VIII, 114. durmaktır. Peygamber Efendimiz, “En kötü hırsızlık namazdan çalmadır.”92
91 B793 Buhârî, Ezân, 122.
buyurarak rükû ve secdelerin hakkını vermeyerek acele etmenin ne de-
92 MU406 Muvatta’, Kasru’s-
salât, 23. rece yanlış olduğunu dile getirmiştir. Çünkü namaz, dinin direği,93 Allah
93 BŞ2807 Beyhakî, Şuabü’l-
Teâlâ’yı anmanın,94 O’na karşı şükran duygularını ifade etmenin, yakarış
îmân, 3, 39; HM22473 İbn
Hanbel, V, 245. ve niyazın en mükemmel şeklidir. Allah’a yakınlaşma vesilesi95 olan na-
94 Tâ-Hâ, 20/14. maz, sahibini hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyan96 en güzel ibadettir.
95 Alak, 96/19.
96 Ankebût, 29/45.
Huzurunda durulan Yüce Yaratıcı’nın büyüklüğüne yaraşır bir saygı,
97 HM6576 İbn Hanbel, II, samimiyet ve kulluk bilinciyle devamlı eda edilen namaz, Peygamber Efendi-
169.
98 HM18535 İbn Hanbel, IV,
mizin ifadesiyle kıyamet günü sahibi için bir aydınlık, bir delil ve kurtuluş ve-
266. silesi olacak97 ve namaz kılan âhirette cennet ile mükâfatlandırılacaktır.98
172
BEŞ VAKİT FARZ NAMAZ
MÜMİNİN MİRACI
173
ول ال َّل ِه :sسَمِعْتُ جُنْدَبًا الْقَسْرِي يَقُولَُ :ق َال َر ُس ُ
َّ
الص ْب ِح َف ُه َو ِفى ِذ َّم ِة ال َّل ِه”...
“ َم ْن َص َّلى َصل َا َة ُّ
ول ال َّل ِه َ sق َال: عَنِ عَبْدِ ال َّلهِ بْنِ عُمَرَ َأ� َّن َر ُس َ
“ا َّل ِذى َت ُفو ُت ُه َصل َا ُة ا ْل َع ْص ِر َك َأ�ن ََّما ُو ِت َر َأ�هْ َل ُه َو َما َلهُ”.
ول ال َّل ِه :s قَالَ سَعِيدُ بْنُ الْمُسَيَّبِ :إ�ِن َأ�بَا قَتَادَةَ بْنَ رَبْعِى َأ�خْبَرَهُ قَالََ :ق َال َر ُس ُ
ٍّ َّ
ات َوعَ ِه ْد ُت ِع ْن ِدى وج َّلِ� :إنِّى َف َر ْض ُت عَ َلى ُأ� َّم ِت َك خَ ْم َس َص َل َو ٍ “ َق َال ال َّل ُه عَ َّز َ
عَ ْه ًدا َأ� َّن ُه َم ْن َجا َء ُي َحا ِف ُظ عَ َل ْي ِه َّن ِل َو ْق ِت ِه َّن َأ�دْ خَ ْل ُت ُه ا ْل َج َّن َة َو َم ْن َل ْم ُي َحا ِف ْظ عَ َل ْي ِه َّن َفل َا
عَ ْه َد َل ُه ِع ْن ِدى”.
174
Cündeb el-Kasrî’den işitildiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle
buyurmuştur: “Her kim sabah namazını kılarsa, o kimse Allah’ın koruması
altındadır.”
(M1494 Müslim, Mesâcid, 262)
175
E fendiler Efendisi (sav), Mekke’de iken bir gece evinin tavanı açı-
lır ve ‘Cibrîl’ iner. Göğsünü yarıp zemzem suyu ile yıkadıktan sonra hik-
met ve iman ile doldurur. Sonra ellerinden tutup kendisini semaya doğru
çıkarır. Sema katları arasında devam eden yolculukta Hz. Âdem, Hz. İdris,
Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. İbrâhim peygamberleri görüp onlarla sohbet eder
Sevgili Peygamberimiz. Ve mucizevî bir şekilde Rahmân’a yapılan bu yol-
culuktan büyük hediyelerle döner. Cenâb-ı Allah’ın elli vakte bedel kabul
ettiği beş vakit farz namaz, belki de en büyüğüdür bu hediyelerin.1
Aslında Hz. Peygamber risâletin başlarından itibaren namaz kılmak-
ta, hatta müşrikler tarafından zaman zaman engellenmektedir.2 İlk başlar-
da ikişer rekât olarak farz kılınan namazlar, hicretle birlikte dörder rekâta
çıkarılır.3 Nihayetinde Mir’ac’da, Peygamberimize ve ümmetine günde beş
vakit namaz hediye edilir.
Namaz, önceki ümmetlere de farz kılınan bir ibadettir.4 “Namaz, mü-
minlere belirli vakitlere bağlı olarak farz kılınmıştır.”5 buyuran Yüce Mevlâ,
inananların, ibadet vakitlerine göre günlük hayatlarını belli bir düzen
içinde sürdürmelerini istemiştir. İslâm, aynı zamanda güçlüklere karşı
direnç göstermeyi ve sabretmeyi öğreten namazı6 Müslümanlara farz kıl-
makla, mensuplarını disipline etmeyi amaçlamış ve diri bir Allah şuuru-
nun korunmasını sağlamıştır. Dolayısıyla vaktinde kılınan namaz, zamanı
doğru değerlendirme, vakte riayet ve düzenli olma gibi meziyetler kazan-
dırarak kişinin öz disiplinini destekler. Bu yönleriyle sistemli bir şekil-
de ibadet etme alışkanlığı aşılayan namaz, Hz. Peygamber’in, “Dinin başı
İslâm (kelime-i şehâdet getirerek Allah’a teslim olmak), direği ise namazdır.’”7 1 B349 Buhârî, Salât, 1; M415
ifadesiyle İslâm’ın özü sayılmıştır. Müslim, Îmân, 263.
2 Alak, 96/9-10.
Kulun, Yaratanına yaklaşmasını ve O’nun mağfiret ve merhametine 3 B395 Buhârî, Menâkıbü’l-
erişmesini sağlayan en güzel vesile; sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı ensâr, 48.
4 Bakara, 2/83; Yûnus, 10/87;
vakitlerinde olmak üzere her gün beş vakit namaz kılmasıdır.
Enbiyâ, 21/73.
Müslüman yeni başlayan güne sabah ezanıyla uyanıp, sadece sabah 5 Nisâ, 4/103.
ezanında yer alan, “Namaz uykudan hayırlıdır.” müjdesinin verdiği enerjiyle 6 Bakara, 2/153.
177
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
“Bir de sabah namazını kıl; çünkü sabah namazı şahitlidir.”8 buyurarak davet
ettiği günün ilk buluşmasına katılamamak, büyük bir kayıp sayılmalıdır.
Zira Peygamberimizin anlattığına göre, gece melekleri ile gündüz melek-
leri sabah namazı vaktinde toplanırlar9 ve yirmi dört saatin en bereketli
ânında kılınan bu namaza şahitlik ederler. Peygamber Efendimiz, “Her
kim sabah namazını kılarsa, o kimse Allah’ın koruması altındadır.”10 buyurarak
sabah namazıyla güneşin ilk ışıklarından önce Rabbine bağlanan bir kim-
senin O’nun rahmetini kazanmaya başladığını ifade etmiştir. Bu namaz o
kadar önemlidir ki, iki rekât farzından önce kılınması tavsiye edilen iki
rekâtlık sünneti bile, Allah Resûlü tarafından, “dünyadan ve dünyadaki her
şeyden daha hayırlı” olarak nitelendirilmiştir.11
Bazı rivayetlere göre Hudeybiye Seferi’nden,12 bazılarına göre ise Hay-
ber Seferi’nden13 dönüldüğü gece Allah Resûlü ile ashâbı bir yerde konak-
larlar. Resûlullah, “Bizi kim bekleyecek?” diye sorunca, sevgili müezzinleri
Bilâl-i Habeşî (ra) hemen atılarak, “Ben!” der. Efendimiz (sav), “Uyursan (ne
olacak)?” deyince de, “Hayır, (uyumam).” diyerek kararlılığını gösterir. Bu-
nun üzerine kafile gönül rahatlığıyla istirahata çekilip uyurlar. Ancak son
8İsrâ, 17/78.
9 B648 Buhârî, Ezân, 31; derece yoğun geçen günler ve uzun bir yolculuk sonrası herkes gibi Bilâl
M1473 Müslim, Mesâcid, de yorgunluğa yenik düşer. Bütün gayretine rağmen daha fazla direnemez
246.
10 M1494 Müslim, Mesâcid, ve uyuyakalır. Sabah namazının vakti geçer. Derken güneş doğar ve teker
262. teker uyanırlar. Hz. Ömer de uyanır ve “Konuşun (ki, Resûlullah da uyan-
11 M1688 Müslim, Müsâfirîn,
96. sın).” der. Gelen sesler üzerine Sevgili Peygamberimiz uyanır ve ashâbıyla
12 HM3710 İbn Hanbel, I,
birlikte namazlarını kaza ederler. Sonra şöyle buyurur: “Sizden uyuyan ya
391.
13 M1560 Müslim, Mesâcid,
da unutan (ve bu sebeple namazını geçiren) işte böyle yapsın!”14
309; D435 Ebû Dâvûd, Salât, Sevgili Peygamberimizin ifadesiyle: “Sabah namazının vakti girdikten son-
11.
14 HM3657 İbn Hanbel, I,
ra (nafile olarak) sadece iki rekât (sünnet) kılınır.”15 Peygamber Efendimiz, sabah
386. namazının iki rekât sünnetinde Fâtiha sûresinden sonra genellikle Kâfirûn
15 T419 Tirmizî, Salât, 193;
ve İhlâs sûrelerini okurdu.16 Âişe annemizin anlattığına göre, Resûlullah,
D1278 Ebû Dâvûd, Tatavvu’,
10. müezzin sabah ezanını okuduğunda, fecir aydınlığı iyice belirdikten sonra
16 T417 Tirmizî, Salât, 191;
kalkar, iki rekât namaz kılar, sonra da sağ yanı üzerine hafif uzanarak17 veya
İM1148 İbn Mâce, İkâmet,
102. eşiyle sohbet ederek18 müezzin namaz için kâmet getirene dek beklerdi.
17 B626 Buhârî, Ezân, 15.
Allah Resûlü (sav) sabah namazının farzını kıldırırken Fâtiha’dan son-
18 B1161 Buhârî, Teheccüd,
24; M1732 Müslim, ra okuduğu Kur’an âyetlerini genellikle orta uzunlukta tutardı. Ebû Berze
Müsâfirîn, 133. (ra), bazen onun, altmış ilâ yüz âyet kadar okuduğunu söylemiştir.19 Bu-
19 B547 Buhârî, Mevâkîtü’s-
salât, 13.
nunla birlikte Hz. Peygamber’in Felâk ve Nâs sûrelerini okuyarak da sabah
20 N5436 Nesâî, İstiâze, 1. namazını kıldırdığı olmuştur.20 Bunda gerek kendisinin gerekse cemaatin
178
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
yaşandığı ülkelerde, öğle namazının ilk vakitleri sıcağın kasıp kavurduğu 21 B707 Buhârî, Ezân, 65.
22 B578 Buhârî, Mevâkîtü’s-
saatlere rastlamaktadır. Bu sebeple Rahmet Peygamberi, “Öğle namazını se-
salât, 27; M1457 Müslim,
rin vakitte kılın, şüphesiz sıcağın şiddeti (âdeta) cehennemin kaynamasındandır.”27 Mesâcid, 230.
23 B586 Buhârî, Mevâkîtü’s-
buyurmuş, öğle namazını biraz geciktirerek kılmayı tavsiye etmiştir.
salât, 31.
Güneşin etkisini kaybetmeye başladığı, her şeyin gölgesi bir veya iki 24 M1525 Müslim, Mesâcid,
katı olduğu dakikalarda öğle namazının vakti çıkar ve ikindi namazı- 286.
25 D1222 Ebû Dâvûd, Sefer,
nın vakti girer. Öğleden ikindiye kadar geçen süre, gün içinde sıcağın en 7; T550 Tirmizî, Cum’a, 41.
şiddetli olduğu zaman dilimidir. Bugün de sıcak ülkelerde yapıldığı gibi 26 M1404 Müslim, Mesâcid,
ğın etkisini kaybetmeye başladığı ikindi vaktinde ise geçimlerini sağla- salât, 9; M1398 Müslim,
Mesâcid, 182.
mak üzere işlerinin başına dönerlerdi. İşte Peygamberimiz, “Her kim ikindi 28 B553 Buhârî, Mevâkîtü’s-
namazını (kasten) terk ederse ameli ziyan olur.”28 ve “İkindi namazını kaçıran salât, 14.
179
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
salât, 31; M1930 Müslim, birimizin attığı okun düştüğü yeri rahatlıkla görebileceği kadar aydınlık
Müsâfirîn, 294. olurdu.”37 diyerek sahâbenin bu konudaki hassasiyetini ifade etmektedir.
35 DM1240 Dârimî, Salât, 17;
D418 Ebû Dâvûd, Salât, 6. İbadete olan düşkünlüğüyle tanınan büyük sahâbî Abdullah b. Ömer
36 B561 Buhârî, Mevâkîtü’s-
(ra), “Akşam namazı gündüz namazlarının vitridir.” derdi.38 Allah Resûlü
salât, 18.
37 B559 Buhârî, Mevâkîtü’s- akşam namazının vaktinin kısalığına rağmen, muhtemelen kış mevsi-
salât, 18; M1441 Müslim, mine oranla daha uzun süren yaz akşamlarında bu namazı kıldırırken
Mesâcid, 217.
38 MU276 Muvatta’, Salâtü’l-
Kur’ân-ı Kerîm’deki uzun sûrelerden de okurdu. En uzun sûrelerden olan
leyl, 3. A’râf sûresi bunlardan biriydi. Bunu bilen sahâbîlerden Zeyd b. Sâbit (ra),
180
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
re “ışâ”43 yani “ortalık kararınca kılınan namaz” denilmesini istemiştir.44 41 D46 Ebû Dâvûd, Tahâret,
Münafık tabiatlı insanlara son derece zor gelen iki namazdan biri yatsı 25; N535 Nesâî, Mevâkît, 20.
42 HM22416 İbn Hanbel,
namazı, diğeri de sabah namazıdır.45 Böyle olunca da bu iki namaza de- V, 237; D421 Ebû Dâvûd,
vam etmek, kişinin Allah’a teslimiyetinin ve inancındaki samimiyetin bir Salât, 7.
43 Nûr, 24/58.
göstergesi kabul edilebilir. Hatta yatsı ve sabah namazlarını cemaatle kılan 44 M1456 Müslim, Mesâcid,
kişinin, o gecenin tamamını namaz kılarak geçirmiş gibi ecir kazanacağı 229.
45 M1482 Müslim, Mesâcid,
Peygamberimiz tarafından müjdelenmiştir.46 Bu kadar önemine ve fazile- 252.
tine rağmen yine de insanların değerlendiremedikleri bu nadide vakitler, 46 D555 Ebû Dâvûd, Salât,
181
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
Rivayetlerde rekât sayısı beş, üç ve bir olarak geçen48 vitir namazı ise,
yatsı namazından sonra kılınan müstakil bir namazdır. Ramazan ayın-
da teravih sonunda cemaatle kılınsa da yılın diğer aylarında tek başına
kılınan vitir namazı, hem vaktinde hem de kazaya kalması hâlinde kılı-
nabilen bir namazdır. Allah Resûlü (sav), “Allah size bir namaz ihsan etti. O
namaz, sizin için kızıl develerden daha hayırlıdır. O, vitirdir. Onu sizin için yatsı
ile fecrin doğuşu (sabah namazı vaktinin girişi) arasına koydu.”49 ve “Vitir haktır
(sabittir), vitir kılmayan bizden değildir.”50 buyurarak bu namazın önemine
dikkatlerimizi çekmiştir.
Gündüz olduğu gibi geceleyin de Rabbine ibadet etmeyi hiçbir za-
man ihmal etmeyen Hz. Peygamber (sav), teheccüd namazını kıldıktan
sonra o gecenin en son namazı olarak vitir namazını kılardı.51 Muhterem
annemiz Hz. Âişe’den nakledildiğine göre, kendisi Peygamberimizin ya-
nında uyurken, Resûl-i Ekrem Efendimiz gece namazı kılar, sonra vitri
kılmak isteyince onu uyandırır, o da vitir namazını kılarmış.52 Buna göre
Sevgili Efendimiz vitir namazını gecenin oldukça ilerleyen bir vaktinde
kılmış olmaktadır. Nitekim o, vitir namazının, sabah namazının vakti-
nin girmesinden önce mutlaka kılınmasını istemiş,53 Hz. Âişe de, “Sabah
namazına kadar uyuyup kalacağından endişe eden kimse vitir namazını
uyumadan önce kılsın, gecenin sonunda uyanabileceğini düşünen de vi-
tir namazını ertelesin.”54 demiştir.
Peygamberimizin ev hâlini, hâne-i saadet içinde herkesten uzakta
iken nasıl ibadet ettiğini bize aktaran Âişe validemiz, kendisine sorulan
bir soru üzerine Allah Resûlü’nün farz namazlarla birlikte kıldığı sünnet
namazları şöyle anlatmıştır: “Resûlullah benim evimde öğleden evvel dört
48 D1422 Ebû Dâvûd, Vitr, 3;
rekât (nafile namaz) kılar, sonra (mescide) çıkarak cemaate namaz kıldı-
N1713 Nesâî, Kıyâmü’l-leyl,
40. rır, ardından (tekrar benim evime) gelir ve iki rekât (nafile daha) kılardı.
49 D1418 Ebû Dâvûd, Vitr, 1.
M1141 Müslim, Salât, 268. kılardı. Bazı geceler, namazı ayakta, uzun kılar; bazı geceler de oturarak
53 T469 Tirmizî, Vitr, 12.
uzun kılardı. Ayakta kılarken okursa, ayakta olduğu hâlde rükû ve secde
54 MU272 Muvatta’, Salâtü’l-
leyl, 3. ederdi; otururken okursa, oturduğu hâlde rükû ve secde ederdi. Fecir do-
55 M1699 Müslim, Müsâfirîn,
ğunca, iki rekât (nafile namaz) kılardı.”55 Hadisin başka bir rivayetinde,
105.
56 HM26339 İbn Hanbel, VI,
“İkindi namazından önce iki rekât namaz kılar, sonra (cemaatle farz) na-
216. mazı kılmaya çıkardı.” ilâvesi de yer almaktadır.56
182
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
zın65 insanı kötülüklerden alıkoyacağı66 inananlar için ne güzel bir müj- 65 Mü’minûn, 23/2.
66 Ankebût, 29/45.
dedir! Mümin, Yüce Allah’tan namaz vasıtasıyla yardım ister,67 cennetin 67 Bakara, 2/153.
anahtarı68 ve dinin direği olan namaz sayesinde arınır, tazelenir, güçlenir. 68 T4 Tirmizî, Tahâret, 1;
183
CEMAATLE NAMAZ
ALLAH’A BİRLİKTE YÖNELİŞ
“�ِإ َذا َر َأ� ْي ُت ُم ال َّر ُج َل َي َت َعاهَ ُد:s ول ال َّل ِه ُ َق َال َر ُس:َعَنْ َأ�بِى سَعِيدٍ قَال
﴿�ِإن ََّما َي ْع ُم ُر َم َساجِ َد:ول ُ ا ْل َم ْسجِ َد َف ْاش َه ُدوا َل ُه ب ِْال ِإ� َيمانِ ” َف ِإ� َّن ال َّل َه َت َعا َلى َي ُق
الصل َا َة َو�آتَى ال َّز َكا َة﴾ ْال آ� َي َة َّ ال َّل ِه َم ْن �آ َم َن بِال َّل ِه َوا ْل َي ْو ِم ْال آ� ِخ ِر َو َأ� َقا َم
Ebû Saîd (el-Hudrî) tarafından rivayet edildiğine göre,
Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:
“Bir kişinin sürekli mescide gittiğini görürseniz onun imanına şahit olun!
Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurur: ‘Allah’ın mescitlerini, ancak Allah’a ve âhiret
gününe inanan, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve Allah’tan başkasından
korkmayan kimseler imar eder...’”
(Tevbe, 9/18; T2617 Tirmizî, Îmân, 8; İM802 İbn Mâce, Mesâcid, 19)
185
ول ال َّل ِه َ sق َالَ :
“صل َا ُة ا ْل َج َماعَ ِة َت ْف ُض ُل َصل َا َة عَنْ عَبْدِ ال َّلهِ بْنِ عُمَرََ :أ� َّن َر ُس َ
ا ْل َف ِّذ ب َِس ْب ٍع َو ِعشْ ِر َين َد َر َج ًة”.
“ح َين َي ْخ ُر ُج ال َّر ُج ُل ِم ْن َب ْي ِت ِه �ِإ َلى َم ْسجِ ِد ِه،عَنْ َأ�بِى هُرَيْرَةَ عَ ِن ال َّنب ِِّي َ sق َالِ :
َف ِر ْج ٌل ت ُْك َت ُب َح َس َن ًة َو ِر ْج ٌل ت َْم ُحو َس ِّي َئ ًة”.
الصل َا ِة َو َي ُق ُ
ول: ول ال َّل ِه َ sي ْم َس ُح َم َن ِاك َب َنا ِفى َّ عَنْ َأ�بِى مَسْعُودٍ قَالََ :ك َان َر ُس ُ
“اس َت ُووا َو َلا ت َْخ َت ِل ُفواَ ،ف َت ْخ َت ِل َف ُق ُلو ُب ُك ْم”...
ْ
عَنْ َأ�بِى هُرَيْرَةَ عَ ِن ال َّنب ِِّي َ sق َالَ “ :م ْن َغ َدا �ِإ َلى ا ْل َم ْسجِ ِد َو َر َاح َأ�عَ َّد ال َّل ُه َل ُه ُن ُز َل ُه
ِم َن ا ْل َج َّن ِة ُك َّل َما َغ َدا َأ� ْو َر َاح”.
186
Abdullah b. Ömer’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle
buyurmuştur: “Cemaatle kılınan namaz, tek başına kılınan namazdan yirmi
yedi kat daha faziletlidir.”
(B645 Buhârî, Ezân, 30; M1477 Müslim, Mesâcid, 249)
187
V eda haccındaki hutbesinde Kutlu Nebî, âdeta ümmetiyle veda-
laşarak bu dünyadan ayrılma vaktinin yaklaştığının işaretlerini vermişti.
Nitekim Veda haccından döndükten kısa bir süre sonra da rahatsızlan-
mıştı. Artık Hz. Resûl’ün son günleriydi. Ancak hastalığına rağmen mes-
cide çıkıp cemaatle namaz kılmaya büyük önem veriyor, ashâbına namaz
kıldırmaya devam ediyordu. Ta ki perşembe günü1 yatsı vakti ezan okun-
muş, cemaat toplanmış ama Rasul-i Ekrem mescide gelmemişti. Herkes
onu bekliyordu. O ise bu esnada, “Cemaat namazı kıldı mı?” diye sordu.
Daha kılmamışlardı. O gelmeden de başlamayı düşünmüyorlardı. Hz.
Peygamber rahatlamak için vücudunu yıkadı ve kalkmaya çalıştı ama kal-
kamadı. Bayılmıştı. Ayılınca tekrar namazın kılınıp kılınmadığını sordu,
cemaat hâlâ onu bekliyordu. O, yeniden yıkanıp kalkmaya davrandı ama
yine bayıldı. Böylece üç kere yıkanıp hazırlanmış her defasında da ba-
yılmıştı. Artık mescide çıkabilecek takatinin kalmadığını anladı. Ancak
birinin mescide gidip cemaate namaz kıldırması gerekiyordu. Bunun üze-
rine namazı kıldırması için Hz. Ebû Bekir’e haber gönderdi. Sonra kendi-
sini iyi hissettiği bir öğle vakti, Hz. Abbâs ve Hz. Ali’nin kolları arasında
son derece zorlanarak geldiği mescitte Hz. Ebû Bekir’in namaz kıldırdığı
cemaate oturarak iştirak etmişti.2 Fakat o vakitten sonra odasından bir
daha çıkamayacaktı. An be an takatten düşüyordu. Pazartesi günü sabaha
karşı, biraz kendini iyi hisseder gibi olunca hemen odanın mescide çıkan
kapısındaki perdeyi aralayıp namazın cemaatle kılınışını seyretti. Ashâb-ı
kirâm, saf saf olmuş yine Hz. Ebû Bekir’in imametinde sabah namazını
kılıyorlardı. Onların bu hâlini görünce sevindi, tebessüm ederek şükretti.
Ashâb da göz ucuyla Hz. Resûl’ünü görünce yine aralarına geleceği umu-
duyla ne kadar sevinmişler ve heyecanlanmışlardı. Fakat o ancak namaz- 1 Şİ1235 Süyûtî, Şerhu Süneni
larını tamamlamalarını işaret buyurabildi ve perdeyi kapattı. O gün öğle- İbn Mâce, s. 87.
2 B687 Buhârî, Ezân, 51;
ye doğru vefat eden Hz. Peygamber’i,3 ashâbın son görüşleriydi bu.4
M936 Müslim, Salât, 90.
Hz. Peygamber, henüz bir mescidin inşa edilmediği İslâm’ın ilk yılla- 3 HS6/72 İbn Hişâm, Sîret,
rında, müşriklerin bütün engellemelerine rağmen Dârülerkam diye bilinen VI, 72.
4 B680 Buhârî, Ezân, 46;
Erkam b. Ebu’l-Erkam’ın evinde, namazlarını gizli de olsa ilk Müslüman- M944 Müslim, Salât, 98.
189
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
larla birlikte kılmıştı.5 Hz. Ömer’in İslâm’ı kabul etmesiyle birlikte ashâb,
o güne kadar namaz kılma imkânı bulamadıkları Kâbe’de ilk kez toplu-
ca namaz kılabilmişlerdi.6 İlerleyen süreçte Medineliler İslâm’la tanışmış
ve Medine’de ilk Müslümanlardan Ebû Ümâme Es’ad b. Zürâre, hicretten
önce bir mescit inşa ederek Hz. Peygamber’in gelişine kadar orada cema-
atle namaz kıldırmıştı.7 Hicret yolculuğu esnasında Resûlullah Kubâ’da
kaldığı sırada vakit namazlarını orada,8 Rânûnâ vadisindeki Benî Sâlim
mescidinde de ilk cuma namazını kıldırmıştı.9 Mescid-i Nebevî’nin inşa
edilmesinin ardından vefatına kadar ise bütün farz namazları cemaatle
kıldırmış ve her fırsatta ashâbına cemaate katılmayı tavsiye etmişti. Çün-
kü mescide gitmeyi alışkanlık hâline getirmek, namazı cemaatle kılmak ve
mescitlerin bakımı ile uğraşmak İslâm’ın şiarlarından biriydi. Bu nedenle
Hz. Peygamber, “Bir kişinin sürekli mescide gittiğini görürseniz onun imanına
şahit olun! Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurur: ‘Allah’ın mescitlerini, ancak Allah’a
ve âhiret gününe inanan, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve Allah’tan baş-
kasından korkmayan kimseler imar eder...’”10 buyurmuştu.
Toplu olarak Medine’ye hicret, ensar ile muhacirlerin kardeşleştiril-
mesi, bir arada ibadet edilecek mescidin inşası, insanları ilâhî huzurda
hep birlikte toplanmaya davet edecek kutsal bir çağrı arayışı ve İslâm’ın
temel ibadetlerinin hepsinde toplumsal bir yönün bulunması gibi bütün
uygulamaların aslında bir tek amacı vardı. O da, İslâm kimliğiyle yoğrul-
muş bir toplum meydana getirmek ve bu topluma aynı inancı paylaşan
bir ümmet olma şuuru kazandırmaktı. Belli ki İslâm, sadece yığınlardan
oluşan kuru bir kalabalık istemiyordu. Bilinçli ve aynı hedefleri paylaşan
inançlı insanların oluşturduğu nitelikli bir toplum kurmayı amaçlıyordu.
Bu sebeple, imandan sonra belki de en önemli ibadet olan namaza, bu
şuurun yerleşeceği ve gelişeceği bir unsur olarak “cemaatle kılınma” özel-
5BH1/457 Halebî, es-Sîretü’l- liği getirilmişti. Böylece, aslında ferdî bir ibadet olan namazın, toplumsal
Halebiyye, 1/457.
6 HS2/186 İbn Hişâm, Sîret, mahiyet kazanan bir yönü ortaya konulmuş oluyordu.
II, 186. Namaz için cami ve mescitlerde bir araya gelen Müslümanların oluş-
7 ST1/239 İbn Sa’d, Tabakât,
1, 239. turduğu cemaat, bireylerinin içinde benliğini erittiği ve yüce gayeler uğru-
8 ST4/311 İbn Sa’d, Tabakât,
na ferdî düşüncelerini ikinci plana attığı, mânevî bir topluluğun adıdır. O,
IV, 311.
9 HS3/22 İbn Hişâm, Sîret, ortak his, ruh ve şuurun ictimai bir bedene büründüğü özel bir topluluktur.
III, 22. Bu sebeple, maddî ve nefsanî hiçbir menfaatin söz konusu olmadığı namaz
10 Tevbe, 9/18; T2617
190
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
ma ve kaymadan korumak gibi bir rolü de bulunmaktadır. Nitekim Hz. DM1309 Dârimî, Salât, 57.
15 HM23299 İbn Hanbel, V,
şuurunun cemaat ruhuna bağlı olduğunun, aksi takdirde tek başına kalan salât, 27; M1457 Müslim,
Mesâcid, 230.
kişinin kaybolup gideceğinin, cemaatten mahrum fertlerin oluşturduğu 18 B645 Buhârî, Ezân, 30;
larında bile namazın cemaatle kılınmasından vazgeçilmemesi gerektiği- 46; N848 Nesâî, İmâmet, 48.
191
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
İM1125 İbn Mâce, İkâmet, kim Hz. Ömer, bir sabah namazında cemaatten Süleyman b. Ebû Hasme
93. adlı bir kişiyi göremeyince merak etmiş, çarşıya giderken evine uğrayıp ne
27 B657 Buhârî, Ezân, 34;
MU292 Muvatta’, Salâtü’l- olduğunu öğrenmek istemişti. Yolda o şahsın annesi Şifâ Ümmü Süleyman’a
cum’a, 2. rastlayan Hz. Ömer, “Süleyman’ı sabah namazında göremedim.” deyince
28 B615 Buhârî, Ezân, 9;
192
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
de ise cemaate gitmemeye ruhsat vermiştir. İslâm Dini’nin kolaylık prensi- 309.
34 B676 Buhârî, Ezân, 44.
binden hareketle kar, sel, çamur, hareket imkânı olmayan bedensel engelli- 35 M1486 Müslim, Mesâcid,
lik, can güvenliğinin bulunmaması, bakılan hastanın başından ayrılamama, 255; D552 Ebû Dâvûd, Salât,
kayıp arama, cenaze işleri gibi hususlar da mazeret kabul edilmiştir.38 46.
36 D551 Ebû Dâvûd, Salât,
Allah Resûlü, iki kişi bir araya geldiklerinde içlerinden büyük olanın 46.
37 B666 Buhârî, Ezân, 40;
imam olmasını ve ezan okuyarak namazlarını cemaatle kılmalarını,39 eğer
M1601 Müslim, Müsâfirîn,
üç kişi bir aradaysa içlerinden Kur’an’ı en iyi okuyanın imam olmasını tav- 23.
siye etmiş,40 bunun usulünü öğretmişti. Meselâ, İbn Abbâs’ın anlattığına 38 “Cemaat”, DİA, VII, 289.
193
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
51 M985 Müslim, Salât, 132; dokunun ilk ilmeği, namaz kılarken oluşturulan bu düzgün ve sık saflardı.
T224 Tirmizî, Salât, 52. Safta oluşacak bir boşluk ve gevşeklik, dalga dalga bütün safları etkileyecek
52 HM23299 İbn Hanbel, V,
194
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
namaza katılanların sigara kokusu ve çorap temizliği gibi hususlara dikkat 58 DM1350 Dârimî, Salât, 72.
ve namazlar da hidayet yollarındandır. Eğer siz, şu evinde kalan kimse 66 M1252 Müslim, Mesâcid,
72.
gibi evlerinizde namaz kılarsanız, Peygamberinizin sünnetini terk edersi- 67 M1488 Müslim, Mesâcid,
195
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
196
İMAMLIK
CEMAATE KILAVUZ OLMAK
“ ِل ُي َؤ ِّذ ْن َل ُك ْم ِخ َيا ُر ُك ْم َو ْل َي ُؤ َّم ُك ْم:s ول ال َّل ِه ُ َق َال َر ُس:َعَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ قَال
”.ُق َّرا ُؤ ُك ْم
197
ول ال َّل ِه َ “ :sي ُؤ ُّم ا ْل َق ْو َم َأ� ْق َر ُؤهُ ْم عَنْ َأ�بِى مَسْعُودٍ الْ�َأنْصَارِي ،قَالََ :ق َال َر ُس ُ
ِّ
ِالس َّن ِةَ ...و َلا َي ُؤ َّم َّن ال َّر ُج ُل اب ال َّل ِهَ ،ف ِإ� ْن َكانُوا ِفى ا ْل ِق َرا َء ِة َس َوا ًءَ ،ف َأ�عْ َل ُم ُه ْم ب ُّ
ِل ِك َت ِ
ال َّر ُج َل ِفى ُس ْل َطا ِن ِهَ ،و َلا َي ْق ُع ْد ِفى َب ْي ِت ِه عَ َلى ت َْك ِر َم ِت ِه �ِإ َّلا ِب ِإ� ْذ ِن ِه”.
عَنْ َأ�بِى هُرَيْرَةَ ،عَ ِن ال َّنب ِِّي َ sق َالِ�“ :إ َذا َص َّلى َأ� َح ُد ُك ْم بِال َّن ِ
اس
ِيرَ ﴿ ،ف ِإ� َذا﴾ َص َّلى يف َوا ْل َكب َالض ِع َ
الس ِق َيم َو َّ َف ْل ُي َخ ِّف ْفَ ،ف ِإ� َّن ِفي ِه ُم َّ
َأ� َح ُد ُك ْم ِل َن ْف ِس ِه َف ْل ُي َط ِّو ْل َما َشا َء”.
عَنْ َأ�بِى هُرَيْرَةَ عَ ِن ال َّنب ِِّي َ sأ� َّن ُه َق َالِ�“ :إن ََّما ُج ِع َل ْال ِإ� َما ُم ِل ُي ْؤت ََّم ِب ِهَ ،فل َا ت َْخ َت ِل ُفوا
عَ َل ْي ِهَ ،ف ِإ� َذا َر َك َع َفا ْر َك ُعواَ ،و�ِإ َذا َق َال َس ِم َع ال َّل ُه ِل َم ْن َح ِم َد ُهَ ،ف ُقو ُلواَ :ر َّب َنا َل َك
ونَ ،و َأ� ِق ُيموا وسا َأ� ْج َم ُع َا ْل َح ْم ُدَ ،و�ِإ َذا َس َج َد َف ْاس ُج ُدواَ ،و�ِإ َذا َص َّلى َجا ِل ًسا َف َص ُّلوا ُج ُل ً
الصل َا ِة”. الصل َا ِةَ ،ف ِإ� َّن �ِإ َقا َم َة َّ
الص ِّف ِم ْن ُح ْس ِن َّ الص َّف ِفى َّ
َّ
198
Ebû Mes’ûd el-Ensârî’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle
buyurmuştur: “Bir topluluğa Allah’ın Kitabı’nı en iyi okuyup bileni imam
olsun. Kur’an’ı okuma (ve anlama) konusunda eşit iseler sünneti en iyi bilen
imam olsun... Bir kimse, izin vermedikçe bir başkasının yetkili olduğu yerde
imamlık yapmasın ve kişinin evindeki özel mekânına oturmasın.”
(M1532 Müslim, Mesâcid, 290)
199
H azrec ve Evs, ensarın iki büyük kabilesiydi. Evs kabilesinin
birçok boyundan birisi olan Amr b. Avfoğulları, Medine’ye yaklaşık üç mil
uzaklıktaki Kubâ’da oturuyorlardı.1 Mekke’den hicret edilirken ilk mescit
orada inşa edilmiş2 ve ilk cuma namazı burada kılınmıştı.3 Hicreti esna-
sında Hz. Peygamber (sav) de on dört gün kadar burada ikamet etmiş,4
Amr b. Avfoğullarının aralarında bulunarak onlara imamlık yapmıştı.
Derken bir gün bu boyun kendi aralarında kavga ettikleri ve birbirleri-
ni yaraladıkları haberi gelmişti Medine’ye.5 Hz. Peygamber (sav), durumu
araştırdı. İşin ciddi olduğu anlaşılıyordu. Öğle namazını kıldırır kıldırmaz
yanına ashâbından bazılarını alarak, kardeş kavgasına son vermek üzere
yola koyuldu. Kubâ’daki duruma göre ikindi namazını kıldırmak için geç
kalabilirdi. Müezzini Bilâl’i çağırdı ve “Bilâl, ikindi namazı vakti gelir de ben
gelemezsem Ebû Bekir’e söyle namazı kıldırsın.” dedi. Bilâl de öyle yaptı. İkin-
di vakti girdiğinde Hz. Peygamber (sav) henüz dönmemişti. Bilâl, Hz. Ebû
Bekir’e durumu anlattı ve “Namazı kıldırır mısın?” diye sordu. Hz. Ebû
Bekir kabul etti ve öne geçip imam oldu. Namaz kıldıkları sırada Resûl-i
Ekrem geldi. Cemaatin arasından ön safa doğru ilerledi. Hz. Ebû Bekir’in
arkasında bir yere durdu. Kendini tam anlamıyla namaza veren ve etrafıy-
la ilgilenmeyen Hz. Ebû Bekir bunu fark etmedi. Bunun üzerine ashâb-ı
kirâm Resûlullah’ın geldiğini ona haber vermek için sağ ellerinin içiyle
sol ellerinin üzerine vurmaya başladılar. Cemaatin ellerini vurma sesleri
artınca, Hz. Ebû Bekir (ra) olağanüstü bir şey olduğunu anladı ve dönüp
baktı ve Resûlullah’ı gördü. Derhâl makamı sahibine teslim etmek üzere
geri çekilmeye yeltendi, ancak Resûlullah namaza devam etmesini işaret
etti. Hz. Ebû Bekir ellerini şükürle semaya kaldırdı, hamdetti ve geri çekil- 1 FK4/322 Münâvî, Feyzu’l-
di. Peygamber Efendimiz de onun yerine ilerledi ve namazın geri kalanını kadîr, IV, 322.
2 İF7/245 İbn Hacer, Fethu’l-
tamamladı. Namazdan sonra Hz. Peygamber ashâbına dönerek, cemaatin
bârî, VII, 245.
bir uyarıda bulunması gerektiğinde erkeklerin “sübhânallâh” demelerini, 3 ST3/118 İbn Sa’d, Tabakât,
kadınların ise el çırparak (tasfîh veya tasfîk) ikazda bulunabileceklerini III, 118.
4 İF7/244 İbn Hacer, Fethu’l-
öğretti. Daha sonra Hz. Ebû Bekir’e döndü ve “Ey Ebû Bekir! Sana namaza bârî, VII, 244.
devam et diye işaret ettiğim zaman, neden yerinde kalmadın?” diye sordu. Hz. 5 N794 Nesâî, İmâmet, 15.
201
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
Ebû Bekir’in verdiği cevap, hem onun Allah Resûlü’ne olan saygısını hem
de imamet makamında liyakatin ve ehliyetin önemini vurgular niteliktey-
di: “Çünkü Ebû Kuhâfe’nin oğlunun Resûlullah’ın önünde durup namaz
kıldırması uygun olmazdı.”6
İşte imamlık böyle bir şeydi. Namazda cemaatin önünde, dışarıda
toplumun önderi olmaktı. Onların dertleriyle ilgilenmek, sevinçlerini
paylaşmaktı. Ve imamlık, Peygamber Efendimizin (sav) Hz. Ebû Bekir’e
vekâlet verdiği son hastalığındaki günden itibaren7 ümmetinin bazı fertle-
rine yüklenmiş bir nebevî vazife ve bir peygamber emaneti olmuştu.
İslâm toplumunda önceleri imamet veya imamlık denilince, toplumun
idarî, askerî, hukukî, dinî işleri başta olmak üzere bütün sorumluluğunu
üstlenen makam; imam denilince de bu sorumlulukları üstlenen kimse
anlaşılırdı. Bu anlayış, imamın namazda Müslümanların önünde bulun-
masına, her hususta ona tâbi olunmasına ve itaat edilmesine dayanmak-
tadır. Zira İslâm’da namaz kıldırmak, esasında idarecilerin vazifelerinden
olduğundan,8 “imam” ismi, hem namaz kıldıran hem de idareci kimse
mânâsına ortak kullanılmaktadır. Bütün bu vasıflar, gücünü ve ilk örne-
ğini Hz. Peygamber’in (sav) imamet sıfatından almıştır. Ancak zamanla
Müslüman toplumun büyümesi, coğrafyanın ve idarî yapının genişleyip
farklı şekil alması gibi hususlar, bu işlerin de farklı kurum ve kişilerce yü-
rütülmesini zorunlu kılmıştır. Artık bugün toplumumuzda imamet veya
imamlık denilince, namazda cemaate namaz kıldıran ve topluma dinî ko-
nularda hizmet veren kişi akla gelmektedir.
6 N794 Nesâî, İmâmet, 15;
B1218 Buhârî, el-Amelü
İslâm’da ilk imam, Hz. Peygamber’dir. O da bu görevi Cebrail’den
fi’s-salât, 16; M949 Müslim, öğrenmiştir.9 Kaynaklarımızda Mi’rac’a çıkarken Hz. Peygamber’in (sav),
Salât, 102; MU395 Muvatta’,
bütün peygamberlere imamlık yaptığı da zikredilmektedir.10 Hayatta kaldı-
Kasru’s-salât, 20.
7 M943 Müslim, Salât, 97. ğı müddetçe imamlık yapmaya devam eden Sevgili Peygamberimiz, zaman
8 “İmam”, DİA, XXII, 178.
5.
bizzat kendileri devam ettirmişler, bu nebevî emaneti zorunlu olmadıkça
14 M936 Müslim, Salât, 90. başka birine devretmemişlerdir. Nitekim Hz. Ömer ve Hz. Ali’nin imam-
202
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
lık yaparken şehit edildikleri mâlûmdur. Ancak ilk devirlerde bir yerin en
yetkili mülkî amirinin görevlerinden birisinin namaz kıldırmak olduğu
görülse de, yine bu dönemlerde valilerle birlikte namaz kıldıracak imam-
ların da tayin edildiği görülmektedir.15
İmamlık, nebevî bir hizmettir. İmamlığın mukaddes bir görev olması
da Peygamber Efendimizin vazifesini ve emanetini devam ettirmek ve bir
nevi onu temsil etmekten kaynaklanmaktadır. Bu sebeple bütün din hiz-
metlerinde olduğu gibi imamlıkta da asıl olan, herhangi bir maddî menfa-
at ve gelir elde etmek için değil, sırf Allah rızası için bu görevi yapmaktır.
Bunun en güzel misalini Hz. Peygamber (sav) ve daha sonra bu emaneti
üstlenmiş olanlar bize göstermiştir. Ancak, zamanla sosyal hayatın kar-
maşık bir hâle gelmesi ve toplumsal iş bölümüne gerek duyulması gibi
sosyolojik ve tarihî gerçekler, diğer dinî görevler yanında imamlığın da bir
meslek hâline gelmesi zorunluluğunu ortaya çıkarmıştır. İslâm âlimleri de
imamların namaz kıldıkları için değil, camilerle ilgili işleri yürüttükleri ve
toplumun dinî hizmetlerini gördükleri için ücret aldıklarına hükmetmiş-
lerdir. Her Müslüman, dininin adamı ve görevlisidir aslında. Ancak pra-
tikte dinî hizmetlerin görülebilmesi için gereken bilgi, tecrübe ve imkân,
herkes için mümkün olamayabilmektedir. Bu bakımdan imamlık, dinî hu-
suslardaki rehberlik ve yardımın karşılığında kurumsallaşmıştır. Sonuçta
imamlık, dini öğrenmek ve usulünce öğretmenin, toplumun dinî ihtiyaç-
larını ve uygulamalarını gereğince ifa etmesine yardımcı olmanın dışında,
kişiye dinî bakımdan herhangi bir ayrıcalık kazandırmamaktadır.
Hz. Peygamber, imamlık yapacak kişilerde aradığı en önemli özellik-
leri zaman zaman ashâbına anlatıyordu. Sıklıkla vurguladığı husus ima-
mın, “Kur’an’ı en iyi okuyan ve bilen bir kimse” olmasıydı.16 İlk dönemlerde,
Müslümanların sayısı az olduğu için namazları Kur’an’ı en çok ezberle-
yenler kıldırıyordu. Bu özelliğinden dolayı Ebû Huzeyfe’nin azatlı kölesi
Sâlim, içlerinde Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Ebû Seleme, Zeyd ve Âmir b.
Rabîa’nın da bulunduğu ilk muhacirler Kubâ’da imamlık yapmıştır.17 An-
cak sonraki dönemlerde Kur’ân-ı Kerîm ezberinin yanında dinî meseleleri 15 “İmam”, DİA, XXII, 188.
en iyi anlayıp değerlendirebilen, dinî hükümlerle en çok amel eden, vakar 16 M1529 Müslim, Mesâcid,
289.
ve saygınlık bakımından toplum içinde kabul görenlerin öncelikle imam 17 B7175 Buhârî, Ahkâm, 25.
olarak seçildikleri görülmektedir. Birçok hafızın bulunduğu ortamda Pey- 18 İŞ2/299 İbn Battâl, Şerhu
203
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
Mirkâtü’l-mefâtîh, II, 337. hepsini kapsamaktadır. Bu bakımdan Allah Resûlü, ilimde denk olunduğu
21 AU5/297 Aynî, Umdetü’l-
takdirde yaşlı ve saygın kimselerin imam olmasını veya imamın arkasında
kârî, V, 297.
22 T1986 Tirmizî, Birr, 54. durmasını istemiştir. Öte yandan onun, toplum tarafından sevilmeyen bir
23 M1532 Müslim, Mesâcid,
kimsenin imamlık yapmasını hoş görmemesi24 ile “günahkâr da olsa her
290.
24 T358 Nesâî, Salât, 149.
Müslüman’ın arkasında namaz kılınmasını” söylemesi25 arasında bir çelişki
25 D2533 Ebû Dâvûd, Cihâd, 33. yoktur. Birincisi ideal olanı gösterirken, ikincisi şartlar gerektirdiğinde
204
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
hususta görüş birliği içerisindedir.29 Diğer yandan Hz. Peygamber’in eşle- 61; HM27826 İbn Hanbel,
VI, 404.
rinden Hz. Âişe ve Ümmü Seleme’nin kadınlara imamlık yaptıkları esas 28 İM1081 İbn Mâce,
olmasına rağmen Amr b. Selime’nin Cermoğulları kabilesine imam yapıl- Sünenü’l-kübrâ, I, 542;
ması da31 ilk dönemlerde kendi kabilesi içinde Kur’an bilgisi yeterli kimse MA5080 Abdürrezzâk,
Musannef, III, 140; “İmam”,
bulunmadığı içindir. DİA, XXII, 189.
Resûlullah (sav) namaza durmadan önce cemaatin saflarını omuz- 31 D585 Ebû Dâvûd, Salât, 60;
cemaatin en önüne geçer ve arkasında, derecelerine göre ilim ve hikmet sa- 33 M972 Müslim, Salât, 122;
205
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
48; N673 Nesâî, Ezân, 32. sonra ona, “Sen münafık mı oldun?” denilince adam hiddetle, “Hayır, val-
39 B708 Buhârî, Ezân, 65;
lahi ben münafık değilim. Sabah olsun da durumu Allah Resûlü’ne bil-
B868 Buhârî, Ezân, 163.
40 B704 Buhârî, Ezân, 63.
direceğim.” dedi. Ertesi gün Hz. Peygamber’e gelerek “Yâ Resûlallah, biz
41 N824 Nesâî, İmâmet, 35. develerle su taşıyan insanlarız, gündüzleri çalışırız. Muâz bize imamlık
206
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
yapmak üzere geldi, Bakara veya Nisâ sûrelerinden birini okudu. Ben de
namazdan ayrılıp tek başıma namaz kıldığımdan dolayı beni münafık-
lıkla itham ettiler.” şeklinde şikâyette bulundu. Bunun üzerine Hz. Nebî,
Muâz’a döndü ve “Sen insanların sabrını mı deniyorsun? Ve’ş-şemsi ve duhâhâ,
sebbihi’sme Rabbike’l-a’lâ ve benzeri sûreleri oku!”42 diyerek onu cemaati dik-
kate alması konusunda uyardı.
Cemaatin namazı, imamın namazına bağlıdır. Eğer onun namazı tam
ise cemaatinki de tam olur. Nitekim Resûlullah (sav), “İmam (kendisine
uyanların namazlarına) kefil, müezzin ise (namaz vakitleri konusunda) kendi-
sine güvenilen kimsedir. Allah’ım! İmamlara (kefil oldukları konuda) muvaffa-
kiyet ver, müezzinleri de (olası taksirlerinden dolayı) bağışla!”43 buyurmuştur.
Bu sebeple, namazda önden geçenleri engellemek üzere kullanılan sütre,
sadece imamın önünde bile olsa bütün cemaat için yeterli olur.44 Ancak
imam namazda bir eksiklik yaparsa veya bir kusur ederse, cemaatin na-
mazı tam olur ve vebali ise ona ait olur.45 42 M1040 Müslim, Salât,
Namazı kıldırdıktan sonra Resûl-i Ekrem (sav), çoğunlukla sağ ta- 178; B705 Buhârî, Ezân, 63;
rafından46 cemaate doğru yüzünü döner ve bazen onlarla konuşurdu.47 B6106 Buhârî, Edeb, 74.
43 T207 Tirmizî, Salât, 39.
Binâenaleyh, imam cemaatiyle her bakımdan azami derecede ilgilenmek 44 T335 Tirmizî, Salât, 133;
durumundadır. Ayrıca Resûlullah (sav), “sadece kendisine dua edip, cemaati- N137 Nesâî, Tahâret, 103.
45 İM983 İbn Mâce, İkâmet,
ni duasına katmayan bir kimsenin başkalarına imamlık yapmamasını” istemiş 47.
ve böyle yapanın da “cemaatine ihanet etmiş olacağını” bildirmiştir.48 46 HM12384 İbn Hanbel, III,
133.
Cemaatin de imamla ilgili birtakım yükümlülükleri vardır. Meselâ, ce- 47 M5937 Müslim, Rü’yâ, 23;
maatin, imam görünüp kâmet getirildiğinde ayağa kalkması ve ona uyarak T2294 Tirmizî, Rü’yâ, 10.
48 D90 Ebû Dâvûd, Tahâret,
namaza başlaması,49 namazda Kur’an okuduğunda onu dinlemesi,50 herhan- 43; HM22596 İbn Hanbel,
gi bir yanlışlık ânında erkeklerin “sübhânallâh” diyerek ve kadınların da el V, 259.
49 M1365 Müslim, Mesâcid,
çırparak onu uyarması,51 o Fâtiha’yı bitirince cemaatin de âmîn demesi,52
156.
o tekbir alınca tekbir alması ve ondan önce rükû veya secde etmemesi ya 50 N920 Nesâî, İftitâh, 28;
da başını ondan önce secdeden kaldırmaması53 gibi hususlar, bu yükümlü- T312 Tirmizî, Salât, 116;
HM23310 İbn Hanbel, V,
lüğün başlıcalarıdır. Nitekim Resûlullah (sav) bir defasında cemaatini şöyle 345.
51 B1204 Buhârî, el-Amelü
uyarmıştır: “İmam ancak kendisine uyulmak için vardır. Öyleyse (namazda) ondan
fi’s-salât, 5; M954 Müslim,
farklı davranmayın. O rükûa varınca siz de rükûa varın. ‘Semiallâhü limen hami- Salât, 106.
deh.’ dediği zaman ‘Rabbenâ leke’l-hamd.’ deyin. Secdeye gittiği zaman siz de secde- 52 N930 Nesâî, İftitâh, 34;
safı düzgün tutun. Çünkü safı düzgün tutmak namazın güzelliğindendir.”54 41.
54 B722 Buhârî, Ezân, 74;
Sonuç olarak, mihrap Peygamber Efendimizin makamıdır. Onun bu- M930 Müslim, Salât, 86;
rayı Hz. Ebû Bekir’e devretmesiyle de artık imamlık yapan kişi onun bir N833 Nesâî, İmâmet, 40.
207
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
208
CUMA NAMAZI
HAFTALIK BULUŞMA
“خَ ْي ُر َي ْو ٍم َط َل َع ْت عَ َل ْي ِه الشَّ ْم ُس َي ْو ُم ا ْل ُج ُم َع ِة: َق َالs عَنْ َأ�بِى هُرَيْرَةَ َأ� َّن ال َّنب َِّي
الساعَ ُة �ِإ َّلا ِفى َي ْو ِم
َّ ِفي ِه خُ ِل َق �آ َد ُم َو ِفي ِه ُأ�دْ ِخ َل ا ْل َج َّن َة َو ِفي ِه ُأ�خْ ِر َج ِم ْن َها َو َلا َت ُقو ُم
”.ا ْل ُج ُم َع ِة
209
عَنْ َأ�بِى هُرَيْرَةَ عَ ِن ال َّنب ِِّي َ sق َالَ “ :م ِن ْاغ َت َس َل ُث َّم َأ�تَى ا ْل ُج ُم َع َة َف َص َّلى َما ُق ِّد َر
َل ُه ُث َّم َأ�ن َْص َت َح َّتى َي ْف ُر َغ ِم ْن خُ ْط َب ِت ِه ُث َّم ُي َص ِّلى َم َع ُه ُغ ِف َر َل ُه َما َب ْي َن ُه َو َب ْي َن ا ْل ُج ُم َع ِة
ْال ُأ�خْ َرى َو َف ْض ُل َثل َا َث ِة َأ� َّيا ٍم”.
عَنْ حَفْصَةَ زَوْجِ ال َّنبِي ِّ َ sأ� َّن ال َّنب َِّي َ sق َالَ “ :ر َو ُاح ا ْل ُج ُم َع ِة َواجِ ٌب عَ َلى ُك ِّل
ُم ْح َت ِل ٍم”.
ضمْرِي ِّ وَكَانَ لَهُ صُحْبَةٌ قَالََ :ق َال ال َّنب ُِّي َ “ :sم ْن َت َر َك عَنْ َأ�بِى الْجَعْدِ ال َّ
ا ْل ُج ُم َع َة َثل َا َث َم َّر ٍ
ات ت ََها ُونًا ب َِها ُطب َِع عَ َلى َق ْلبِه”.
َح َّد َث َنا َك ِثي ُر ْب ُن عَ ْب ِد ال َّل ِه ْب ِن عَ ْم ِرو ْب ِن عَ ْو ٍف ا ْل ُم َز ِن ُّي عَ ْن َأ�بِي ِه عَ ْن َج ِّد ِه عَ ِن ال َّنب ِِّي
َ sق َالِ�“ :إ َّن ِفى ا ْل ُج ُم َع ِة َساعَ ًة َلا َي ْس َأ� ُل ال َّل َه ا ْل َع ْب ُد ِف َيها َش ْيئًا �ِإ َّلا �آتَا ُه ال َّل ُه �ِإ َّيا ُه”.
210
Ebû Hüreyre’den nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle
buyurmuştur: “Her kim gusleder, sonra cumaya gelip belirlenen namazı kılar,
sonra hutbesini bitirinceye kadar sessizce (imamı) dinler, sonra onunla beraber
namazını kılarsa, o cuma ile sonraki cuma arasındaki günahları ayrıca üç
günlük günahları daha bağışlanır.”
(M1987 Müslim, Cum’a, 26)
211
B irinci Akabe Biati sonrasında Müslüman olan on iki kişi saye-
sinde Medine İslâm’la tanışmıştı. Hz. Peygamber’in çağrısına kulak verip
Müslüman olan bu Medineliler yurtlarına dönüp İslâm’ı anlatmışlar, ertesi
yıl ise daha kalabalık bir grup Mekke’ye gidip Hz. Peygamber’e biat etmiş
ve Medine’ye gelmek istedikleri takdirde kendisine ve Mekkeli Müslüman-
lara sahip çıkacaklarına dair söz vermişlerdi. Mekke’de müşriklerin baskısı
çekilmez hâle geldiğinde Hz. Peygamber Medine’ye hicrete izin vermişti.
Mekkeli Müslümanlar da gruplar hâlinde Medine’ye hicret etmişlerdi. Medi-
ne henüz Hz. Peygamber’in hicretiyle şereflenmemişti. Ancak Medine’deki
yerli ve muhacir Müslümanlar, kaynaşmalarına vesile olacak, toplanıp
bir araya gelebilecekleri özel bir günleri olmasını, haftanın bir gününün
kendilerine ait bayram günü olmasını istiyorlardı. Nitekim Medine’de ya-
şayan hıristiyanlar pazar, yahudiler de cumartesi gününü bayram olarak
benimsemişlerdi.1 Yahudiler cumartesi gününe hazırlık yapmak için bir
gün öncesinde Medine’de sabahtan öğleye kadar pazar kurarlardı.2
Medine’de İslâm’ı öğretmek ve imamlık yapmak için bulunan Mus’ab
b. Umeyr (ra), sayıları gün geçtikçe artan Müslümanların bu isteklerini
Hz. Peygamber’e mektupla bildirmişti. Hz. Peygamber de Müslümanların,
yahudi ve hıristiyanların bayram günlerinden farklı bir günü, yahudilerin
cumartesiye hazırlıkla geçirdikleri ve Arûbe yani arefe olarak adlandırdık-
ları günü bayram edinmelerine izin vermişti. Bu arada bir de öğle vakti iki
rekâtlık bir namaz kıldırılmasını ve beraberinde hutbe okunmasını iste-
mişti. Mus’ab (ra) buna uyarak on iki kişiyi toplayıp namaz kıldırmıştı. Bir
de koyun keserek o günü kutlamışlardı. İşte bu namaz Medine’de, hatta 1 MA5144 Abdürrezzâk,
İslâm tarihinde kılınan ilk “cuma namazı” olarak tarihe geçmişti.3 Musannef, III, 159; İF2/355
İbn Hacer, Fethu’l-bârî, II,
Hz. Peygamber ise cuma namazını onlardan daha sonra kılabilmişti. 355.
2 “Cuma”, DİA, VIII, 85.
Allah Resûlü hicret sırasında Medine’nin hemen yakınındaki Sâlim b. Avf
3 ST3/118, İbn Sa’d, Tabakât,
kabilesinin yaşadığı “Rânûnâ” denen yere ulaştığında cuma vakti girmişti. III, 118.
Cuma namazını ilk defa, sonraları “Cuma Mescidi” olarak anılacak bu 4 AV3/283 Azîmâbâdî, Avnü’l-
213
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
cuma günü Müslümanların bir araya geldikleri haftalık bayram günü ola-
rak belirlenmiş oldu.
Artık cumanın Müslümanlar nazarında ayrı bir önemi vardı. Bir ara-
ya gelmeleri ve kendilerini ilgilendiren meseleler hakkında istişare yapma-
ları, Müslümanların bu vesileyle birbirlerinden haberdar olmaları, böylece
kaynaşarak birliktelik ruhu kazanmaları, hep birlikte Allah’ı anmak ve
ibadet etmek için cuma namazının eda edilmesi, cumayı Müslümanlar
için diğer günlerden farklı ve anlamlı kılan faaliyetlerdi. Hz. Peygamber’in
cuma günü için, “Güneşin doğduğu en hayırlı gün, cuma günüdür. Âdem o gün
yaratıldı, o gün cennete konuldu ve o gün cennetten çıkarıldı. Kıyamet de ancak
cuma günü kopacaktır.”5 ve “Cuma sizin en faziletli günlerinizdendir.”6 buyur-
ması aslında cuma gününün ne şekilde algılandığına işaret etmekteydi.
Cumayı bu kadar faziletli yapan en önemli unsurlar, şüphesiz cuma
namazı ile namaz öncesindeki hutbedir. Peygamber Efendimiz Müslü-
manların cuma namazına mümkün olduğunca erken gelmelerini isterdi.
Bununla ilgili olarak o şöyle buyurmuştur: “Cuma günü olduğu zaman me-
lekler mescidin kapısında durur, gelenleri öncelik sırasına göre yazarlar. En er-
ken gelen (Allah için) bir deve bağışlayan kimse gibidir. (Ondan) sonraki bir sığır
bağışlayan gibidir; sonraki bir koç, daha sonraki bir tavuk, en son gelen ise bir
yumurta bağışlayan gibidir. İmam hutbeye çıkınca melekler (sevapları yazmayı
bırakarak) sahifelerini dürüp zikri (hutbeyi) dinlemeye başlarlar.”7
Resûlullah (sav), cuma günü temizlenip cuma namazı için camiye er-
kenden giden ve susup hutbeyi dinleyen kişiye, bu yolda attığı her bir adıma
karşılık gündüzü oruç, gecesi ibadetle geçirilen bir yıllık sevap verileceğini
söylemiş,8 bu günde kendisi için çokça salavât getirilmesini tavsiye etmiş ve
bu salavâtların kendisine ulaştırılacağını haber vermiştir.9 Ayrıca, “Her kim
5 M1977 Müslim, Cum’a, 18.
6 D1047 Ebû Dâvûd, Salât, gusleder, sonra cumaya gelip belirlenen namazı kılar, sonra hutbesini bitirinceye ka-
200, 201; N1375 Nesâî, dar sessizce (imamı) dinler, sonra onunla beraber namazını kılarsa, o cuma ile son-
Cum’a, 5.
7 B929 Buhârî, Cum’a, 31; raki cuma arasındaki günahları ayrıca üç günlük günahları daha bağışlanır.”10
M1984 Müslim, Cum’a, 24. Hz. Peygamber Müslümanlardan, bu kıymetli günde cuma namazı
8 T496 Tirmizî, Cum’a, 4;
D345 Ebû Dâvûd, Tahâret, için özel hazırlık yapmalarını istemiş ve şöyle buyurmuştur: “Bulûğa ermiş
127. olan herkesin cuma günü gusletmesi, misvak kullanması ve mümkün olduğu ka-
9 D1531 Ebû Dâvûd, Vitr, 26;
İM1085 İbn Mâce, İkâmet, dar koku sürünmesi gerekir.”11 Resûlullah’ın cuma guslüyle ilgili talebi, bazı
79. sahâbîler tarafından kesin bir emir olarak algılanıp uygulanmıştır. Bununla
10 M1987 Müslim, Cum’a, 26.
214
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
emir olmadığını, o günün şartlarıyla ilgili olarak gerçekleşen bir talep ol-
duğunu düşünmüşler ve buna yönelik açıklamalarda bulunmuşlardır. Ken-
disine cuma guslünün farz olup olmadığını soran kişilere İbn Abbâs, temiz
olmak için yıkanmanın daha iyi olduğunu ama bunun zorunlu olmadığını
söylemiş ve Resûlullah’ın insanlardan o gün neden yıkanmalarını istediği-
ni şöyle anlatmıştır: “İnsanlar (malî açıdan) sıkıntılı zamanlar yaşıyorlardı.
Kendileri çalışıyor, yün elbise giyiyor ve sırtlarında yük taşıyorlardı. Mescit
dar, tavanı basık ve bir gölgelikten ibaretti. Sıcak bir günde, Resûlullah (sav)
mescide geldi. Yün elbiseler içerisindeki insanlar terlemiş ve kendilerinden
birbirlerine rahatsızlık veren kokular yayılmıştı. Resûlullah (sav) bu koku-
yu hissedince, ‘Ey insanlar! Bu gün geldiğinde yıkanın ve her biriniz bulabildiği
kokuların en güzellerini sürsün.’ buyurdu.” İbn Abbâs sözlerine şöyle devam
etmiştir: “Sonra Allah zenginlik verdi ve yün olmayan elbiseler giydiler,
bizzat (bedenen) çalışmaz oldular ve mescitleri de genişletildi. Böylece bir-
birlerini rahatsız eden ter kokuları da azaldı.”12
Hz. Âişe de Resûl-i Ekrem’in cuma guslüyle ilgili talebini benzer
bir gerekçeyle açıklamış ve insanların çalışma sonrası temizlenmeden
cuma namazına gelmelerinden dolayı yıkanmalarının tavsiye edildiğini
bildirmiştir.13 Hz. Peygamber’in ashâbına biri cuma günleri, diğeri de sair
günler (iş için) giymek üzere iki elbise edinmelerinin iyi olacağını söy-
lemesi14 de aynı bağlamda değerlendirilecek bir tavsiyedir. Ayrıca Müs-
lümanlardan haftada bir gün yıkanmalarını isteyen15 Allah Resûlü’nün, 12 D353 Ebû Dâvûd, Tahâret,
“Her Müslüman’ın haftada bir gün yıkanması gerekir. O da cuma günüdür.”16 128; HM2419 İbn Hanbel,
I, 269.
buyurması da yine aynı hassasiyetle ilişkili bir tavsiyedir. 13 B903 Buhârî, Cum’a, 16;
Cuma günü yerine getirilmesi gereken bir başka sorumluluk, cuma M1959 Müslim, Cum’a, 6.
14 MU241 Muvatta’, Cum’a,
namazına katılmaktır. Gerek, “Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrı
8; İM1096 İbn Mâce, İkâmet,
yapıldığı zaman, hemen Allah’ın zikrine koşun ve alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz 83.
15 B3487 Buhârî, Enbiyâ, 54;
bu, sizin için daha hayırlıdır.”17 mealindeki âyet, gerekse Hz. Peygamber’in,
M1963 Müslim, Cum’a, 9.
“Cuma namazına gitmek, bulûğa ermiş olan herkese farzdır.” buyruğu18 ye- 16 N1379 Nesâî, Cum’a, 8.
17 Cum’a, 62/9.
tişkinlere bu sorumluluğu yüklemiştir. Bundan dolayı Resûlullah, cuma
18 N1372 Nesâî, Cum’a, 2.
namazını mazeret olmaksızın terk eden kişiye gücü yettiği ölçüde sadaka 19 D1053 Ebû Dâvûd, Salât,
vermesini tavsiye etmiştir.19 Başka hadislerde ise zaruret olmaksızın20 ya- 204, 205; N1373 Nesâî,
Cum’a, 3.
hut önemsemediğinden dolayı üç sefer cuma namazına katılmayanın kal- 20 İM1126 İbn Mâce, İkâmet,
binin mühürleneceği uyarısı yapılmıştır.21 Zira dinimizce bu derece önem- 93; HM22925 İbn Hanbel,
V, 300.
senen bir günü ve namazı ihmal edip ona katılmayan kişi, böyle yapmakla 21 İM1125 İbn Mâce, İkâmet,
evvelden açık olan kalbini o mânevî atmosfere kapatmış ve cuma günü- 93.
215
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
ma’bûd, III, 302. unutarak mescidi boşaltmışlardı. Hz. Peygamber ayakta hutbesine devam
32 M1995 Müslim, Cum’a, 34;
ederken mescitte sadece on iki kişi kalmıştı.34 Bunun üzerine Resûlullah,
B920 Buhârî, Cum’a, 27.
33 N1519 Nesâî, İstiskâ, 10.
“Varlığım kendi elinde olan (Yüce Allah)a yemin olsun ki, şayet onların peşinden
34 M1997 Müslim, Cum’a, 36. tümünüz gitseydiniz de burada hiç kimse kalmamış olsaydı, sizin için şu vadi ateş
216
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
Resûlullah cuma günü ile ilgili olarak o gün, cuma namazı için kâmet 37 HM6676 İbn Hanbel, II,
getirilmesiyle başlayıp, namazın bittiği süre içerisinde yer alan46 çok müba- 180.
38 B881 Buhârî, Cum’a, 4;
rek bir andan bahsetmiştir ki, “...o anda Allah’tan bir şey dilerse Allah mutlaka M1964 Müslim, Cum’a, 10.
ona o isteğini verir.”47 Söz konusu mübarek ânın ne zaman olduğuna dair 39 B934 Buhârî, Cum’a, 36;
den gelinmesini ve namazın beklenmesini de dâhil edersek, icabet ânının İM1064 İbn Mâce, İkâmet,
73.
cuma namazı tamamlanıncaya kadarki sürede olması ihtimali daha fazla- 41 B904 Buhârî, Cum’a, 16.
dır, diyebiliriz. Bundan dolayı, hem namaz öncesinde ve sonrasında yapıla- 42 B4168 Buhârî, Meğâzî, 36;
okunacak dua âyetleriyle söz konusu ânı yakalama gayreti içinde olunmalı- 44 M2031 Müslim, Cum’a, 64.
yine iki rekât nafile namaz kılardı.50 Hz. Peygamber (sav) cumadan sonra 49 T491 Tirmizî, Cum’a, 2;
Dolayısıyla cumadan sonra iki ya da dört rekât nafile namaz kılınması Hz. 51 M2037 Müslim, Cum’a, 68.
217
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
54 B1986 Buhârî, Savm, 63. ma hayatı devam ettirilecektir. “Namaz kılınınca artık yeryüzüne dağılın ve
55 M1982 Müslim, Cum’a, 22.
Allah’ın lütfundan isteyin. Allah’ı çok zikredin, umulur ki kurtuluşa erersiniz.”57
56 B876 Buhârî, Cum’a 1;
218
HUTBE
MİNBERDEN MİLLETE SESLENİŞ
، َق ْص ًدا َوخُ ْط َب ُت ُه َق ْص ًداs َكان َْت َصل َا ُة َر ُسولِ ال َّل ِه:َعَنْ جَابِرِ بْنِ سَمُرَةَ قَال
َ ات ِم َن ا ْل ُق ْر�آنِ َو ُي َذ ِّك ُر ال َّن
.اس ٍ َي ْق َر ُأ� �آ َي
219
عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ َأ� َّن ال َّنب َِّي َ sق َال“ :ا ْل َح ْم ُد ِل َّل ِه ن َْح َم ُد ُه َون َْس َت ِعي ُن ُه َو َن ُعو ُذ
َات َأ�عْ َما ِل َناَ ،م ْن َي ْه ِد ِه ال َّل ُه َفل َا ُم ِض َّل َلهُ، بِال َّل ِه ِم ْن ُش ُرو ِر َأ� ْن ُف ِس َنا َو ِم ْن َس ِّيئ ِ
يك َلهُ، َو َم ْن ُي ْض ِل ْل َفل َا هَ ا ِد َى َلهَُ ،و َأ� ْش َه ُد َأ� ْن َلا �ِإ َل َه �ِإ َّلا ال َّل ُه َو ْح َد ُه َلا َش ِر َ
َو َأ� َّن ُم َح َّم ًدا عَ ْب ُد ُه َو َر ُسو ُل ُه”...
اس َق َال :خَ َر ْج ُت َم َع ال َّنب ِِّي s عَ ْن عَ ْب ِد ال َّر ْح َم ِن َق َال َس ِم ْع ُت ا ْب َن عَ َّب ٍ
َي ْو َم ِف ْط ٍر َأ� ْو َأ� ْض َحى َف َص َّلى ُث َّم خَ َط َب ُث َّم َأ�تَى ال ِّن َسا َء َف َوعَ َظ ُه َّن َو َذ َّك َرهُ َّن
َو َأ� َم َرهُ َّن ب َّ
ِالص َد َق ِة”.
ول ال َّل ِه َ “ :sم ْن َت َو َّض َأ� َف َأ� ْح َس َن ا ْل ُو ُضو َءُ ،ث َّم َأ�تَى عَنْ َأ�بِى هُرَيْرَةَ قَالََ :ق َال َر ُس ُ
ا ْل ُج ُم َع َة َف ْاس َت َم َع َو َأ�ن َْص َتُ ،غ ِف َر َل ُه َما َب ْي َن ُه َو َب ْي َن ا ْل ُج ُم َع ِةَ ،و ِز َيا َد ُة َثل َا َث ِة َأ� َّيا ٍمَ ،و َم ْن
َم َّس ا ْل َح َصى َف َق ْد َل َغا”.
220
İbn Abbâs’ın naklettiğine göre, Hz. Peygamber (sav) (hutbeye başlarken)
şöyle buyurmuştur: “Hamd, Allah’a mahsustur. Biz O’na hamdeder, O’ndan
yardım diler, nefislerimizin şerrinden ve yapıp ettiklerimizin kötülüklerinden
Allah’a sığınırız. Allah kime hidayet ederse onu saptıracak yoktur, kimi de
saptırırsa ona hidayet edecek yoktur. Şahitlik ederim ki tek olan Allah’tan başka
ilâh yoktur, O’nun hiçbir ortağı yoktur. Muhammed de O’nun kulu ve elçisidir...”
(İM1893 İbn Mâce, Nikâh, 19; M2007 Müslim, Cum’a, 45)
221
H z. Peygamber, Mekke’de müşriklerin zulüm ve baskıları kar-
şısında, hicrete karar verdi ve Hz. Ebû Bekir ile birlikte Medine’ye doğru
yola çıktı. Rahmet Elçisi bir cuma günü Medine yakınlarında Sâlim b.
Avfoğulları’nın ikamet ettiği Rânûnâ vadisine ulaştı. Orada insanlar, “Na-
maza toplanın.” nidalarıyla namaza çağırıldılar. Bugün, Medine’de “Cuma
Mescidi” adıyla anılan mescidin bulunduğu bu mübarek mekânda Hz.
Peygamber, ilk cuma namazını kıldırdı. Ardından toplanan kalabalığa hi-
tap etti. Allah’a hamd ve senâdan sonra konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Ey İnsanlar, (âhirete gitmeden) önceden, kendiniz için bir şeyler gönde-
rin. Çok iyi biliyorsunuz ki, Allah’a yemin olsun, sizden biriniz muhakkak (so-
nunda) düşüp (ölecek) ve hayvanlarını çobansız bırakacak. Muhakkak ki, sonra
Rabbi ona arada, bir tercüman ve onu kendisinden ayıran bir perde olmaksızın
‘Resûl(üm) sana gelip tebliğde bulunmadı mı? Sana mal vermedim mi, ihsanda
bulunmadım mı? Önceden kendin için ne hazırladın?’ buyuracak. O da sağına,
soluna bakacak ve bir şey göremeyecek. Sonra da önüne bakacak orada da yalnız
cehennemi görecek. Öyleyse herkes gücü nispetinde yüzünü (kendini) cehennem
ateşinden korusun. Yarım hurma ile dahi olsa bunu yapsın. Bunu da bulamıyor-
sa, güzel bir sözle de olsa (kendisini cehennem ateşinden korusun). Zira muhak-
kak her iyiliğin karşılığı on katından yüz katına kadar verilir. Allah’ın selâmı,
rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.”1
Hz. Peygamber’in ilk kez kıldırdığı cuma namazı ve irad ettiği cuma
hutbesi ile birlikte Cuma günü Müslümanların haftalık toplanma ve gö-
rüşme vakti olmuştur. Hutbe denilince de akla öncelikle cuma namazın-
dan önce irad edilen hutbe gelmektedir.
1 HS3/30 İbn Hişâm, Sîret,
Hz. Peygamber, hutbe için minbere çıktığında önce cemaate selâm
III, 30; KU16101 Müttakî
verirdi.2 Kısa ve güzel ifadelerle Allah’a hamd ve övgü sunarak hutbesi- el-Hindî, Kenzü’l-ummâl, VI,
ne başlayan Resûl-i Ekrem’in3 hamd ve senâsı şu şekildeydi: “el-Hamdü 367-368.
2 İM1109 İbn Mâce, İkâmet,
lillâhi nahmedühû ve nesteînüh, ve neûzü billâhi min şürûri enfüsinâ ve min 85; MA5282 Abdürrezzâk,
seyyiâti a’mâlinâ, men yehdihi’llâhü felâ muzılle leh ve men yuzlil felâ hâdiye Musannef, III, 193.
3 D1096 Ebû Dâvûd, Salât,
leh.” (Hamd, Allah’a mahsustur. Biz O’na hamdeder, O’ndan yardım diler, ne- 221, 223; M2007 Müslim,
fislerimizin kötülüklerinden ve yapıp ettiklerimizin çirkinliklerinden Allah’a sı- Cum’a, 45.
4 İM1893 İbn Mâce, Nikâh,
ğınırız. Allah kime hidayet ederse onu saptıracak yoktur, kimi de saptırırsa ona 19; M2007 Müslim, Cum’a,
hidayet edecek yoktur.)”4 Ardından şehâdet kelimelerini şöyle dile getirirdi: 45.
223
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
223. içlerine ve ağaçlık alanlara ver.” buyurdu. Hz. Enes’in anlattığına göre, bu-
13 D1100 Ebû Dâvûd, Salât,
lutlar dağılmıştı ve dışarı çıkıp güneşte yürümüşlerdi.14
221, 223.
14 B1014 Buhârî, İstiskâ, 7;
Cumanın yanı sıra Ramazan ve Kurban Bayramı namazları da ka-
N1519 Nesâî, İstiskâ, 10. dın, erkek ve çocukların katılımıyla kılınırdı. Hz. Peygamber önce nama-
224
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
tiği gün güneş tutulmuş, halk da, “İbrâhim öldüğü için güneş tutuldu.” 18 M988 Müslim, Salât, 134.
açılmıştı. Allah’ın Elçisi insanlara bir hutbe irad ederek hamd ve senâdan 485; HM18682 İbn Hanbel,
IV, 283.
sonra şunları söyledi: “Muhakkak ki güneş ve ay Allah’ın âyetlerindendir. Biri- 21 MA5655 Abdürrezzâk,
nin ölümünden veya yaşamasından dolayı tutulmazlar. Bu ikisini(n tutulduğunu) Musannef, III, 287.
22 BS6306 Beyhakî, es-
gördüğünüz zaman Allah’ı yüceltin (tekbir getirin), Allah’a dua edin, namaz kılın Sünenü’l-kübrâ, III, 428.
ve sadaka verin. Ey Muhammed ümmeti! Vallahi erkek-kadın bütün kullarının 23 HM4583 İbn Hanbel, II,
11.
iffetsizlik etmesini Allah’tan daha çok meneden kimse yoktur. Ey Muhammed 24 HM12309 İbn Hanbel, III,
ümmeti, vallahi benim bildiğimi bilseniz, mutlaka çok ağlar ve az gülerdiniz. 127.
25 M2353 Müslim, Zekât, 70.
Söyleyin! Tebliğ ettim mi?”26 Farklı rivayetlere göre, Peygamber Efendimiz 26 M2089 Müslim, Küsûf, 1;
bu konuşmasında namazdayken kendisine cennet ve cehennem ile içinde- M2102 Müslim, Küsûf, 10.
225
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
226
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
durmak bana zor gelmeye başladı.” diyerek ayaklarındaki zayıflıktan şikâyet N1413 Nesâî, Cum’a, 29;
M2005 Müslim, Cum’a, 43.
edince, ashâbdan Temîm ed-Dârî, ona bir minber yapmayı önerdi. Böyle- 42 M2006 Müslim, Cum’a, 44.
likle hem cemaat Peygamber’i daha iyi görebilecek ve duyabilecek hem de 43 M2005 Müslim, Cum’a, 43.
227
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
48 BS5914 Beyhakî, es- sessizce dinlemesini istemiştir.53 Hz. Peygamber, “Cuma günü imam hutbe
Sünenü’l-kübrâ, III, 313; okurken arkadaşına ‘Sus!’ bile desen, boş bir söz söylemiş olursun.”54 şeklindeki
HM15600 İbn Hanbel, III,
427. açıklamasıyla insanların bütün dikkatlerini hutbeye vermelerini istemiş-
49 B881 Buhârî, Cum’a, 4.
tir. Ayrıca başkasını susturmak için bile olsa konuşmanın mekruh olması
50 M1997 Müslim, Cum’a, 36.
51 Cum’a, 62/ 11. ve cumadan alınacak sevabı azaltması bu konuda ne denli hassasiyet gös-
52 A’râf, 7/204.
termemiz gerektiğini ortaya koymaktadır.
53 TT13/350 Taberî, Câmiu’l-
228
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
ru bilgisiyle orantılı olarak inandırıcılığı ve etkisi artan hatip, Peygambe- Salât, 224, 226; AV3/321
Azîmâbâdî, Avnü’l-ma’bûd,
rin üslûbu olan müjdeleyici, uyarıcı, ümit verici, bilgilendirici, hoşgörülü III, 321.
58 D1110 Ebû Dâvûd,
ve her kesimden insanın anlayacağı açıklıkta bir üslûp kullanmalı; ümit
Salât, 226, 228; T514
kırıcı, sert, cemaati gerginliğe ve münakaşaya taşıyacak, onları camiden Tirmizî, Cum’a, 18; TA3/37
ve ibadetten uzaklaştıracak bir tarz benimsemekten kaçınmalıdır. Hatip, Mübârekpûrî, Tuhfetü’l-
ahvezî, III, 37.
hutbenin içerdiği bilgilerin doğruluğu, tutarlılığı ve anlamlı bir akış içinde 59 B1166 Buhârî, Teheccüd,
229
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
230
CENAZE NAMAZI
MÜMİN KARDEŞ İÇİN YAPILAN
SON GÖREV
: ٍ “ ِل ْل ُم ْؤ ِم ِن عَ َلى ا ْل ُم ْؤ ِم ِن ِس ُّت ِخ َصال:s ول ال َّل ِه ُ َق َال َر ُس:َعَنْ َأ�بِى هُرَيْرَةَ قَال
،ُ َو ُي َس ِّل ُم عَ َل ْي ِه �ِإ َذا َل ِق َيه، َو ُيجِ ي ُب ُه �ِإ َذا دَعَ ا ُه،ات
َ َو َيشْ َه ُد ُه �ِإ َذا َم،َي ُعو ُد ُه �ِإ َذا َم ِر َض
”.اب َأ� ْو َش ِه َد َ َو َي ْن َص ُح َل ُه �ِإ َذا َغ،َو ُيشَ ِّم ُت ُه �ِإ َذا عَ َط َس
231
ول ال َّل ِه :s �َأن َأ�بَا هُرَيْرَةَ dقَالََ :ق َال َر ُس ُ
َّ
“ َم ْن َش ِه َد ا ْل َج َنا َز َة َح َّتى ُي َص َّلى َف َل ُه ِقي َر ٌاط َو َم ْن َش ِه َد َح َّتى ت ُْد َف َن َك َان َل ُه
ِقي َر َاطانِ ِ ”.ق َيلَ :و َما ا ْل ِقي َر َاطانِ ؟ َق َالِ “ :مث ُْل ا ْل َج َب َل ْي ِن ا ْل َعظِ َيم ْي ِن”.
عَنْ عَوْفِ بْنِ مَالِكٍ الْ�َأشْجَعِي ِّ قَالََ :س ِم ْع ُت ال َّنب َِّي َ sو َص َّلى عَ َلى َج َنا َز ٍة
ول“ :ال َّل ُه َّم ْاغ ِف ْر َل ُه َوا ْر َح ْمهَُ ،واعْ ُف عَ ْن ُه َوعَ ا ِف ِهَ ،و َأ� ْك ِر ْم ُن ُز َلهَُ ،و َو ِّس ْع ُم ْدخَ َلهُ، َي ُق ُ
الدن َِس، َو ْاغ ِس ْل ُه ب َِما ٍء َو َث ْل ٍج َو َب َر ٍدَ ،و َن ِّق ِه ِم َن ا ْل َخ َطا َيا َك َما ُي َن َّقى ال َّث ْو ُب ْال َأ� ْب َي ُض ِم َن َّ
َو َأ� ْب ِد ْل ُه دَا ًرا خَ ْي ًرا ِم ْن دَا ِر ِهَ ،و َأ�هْ ل ًا خَ ْي ًرا ِم ْن َأ�هْ ِل ِهَ ،و َز ْو ًجا خَ ْي ًرا ِم ْن َز ْوجِ ِهَ ،و ِق ِه ِف ْت َن َة
اب ال َّنا ِر”. ا ْل َق ْب ِر َوعَ َذ َ
232
Ebû Hüreyre’nin (ra) bildirdiğine göre, Allah Resûlü (sav) şöyle
buyurmuştur: “Kim namazı kılınana kadar cenazenin yanında bulunursa,
ona bir kîrat; kim de defnedilinceye kadar cenazenin yanında bulunursa, ona
iki kîrat sevap vardır.” “İki kîrat ne (kadardır)?” diye sorulduğunda Hz.
Peygamber, “İki büyük dağ kadardır.” cevabını vermiştir.
(B1325 Buhârî, Cenâiz, 58; M2189 Müslim, Cenâiz 52)
Avf b. Mâlik el-Eşcaî anlatıyor: “Hz. Peygamber’in (sav) bir cenaze için
namaz kılarken şöyle dua ettiğini işittim: ‘Allah’ım! Onu bağışla, ona acı ve
onu affet, ona afiyet ver, vardığı yerde ona ikramda bulun, yerini (kabrini) geniş
eyle. Onu su, kar ve dolu ile yıka. Beyaz elbisenin kirden arınması gibi onu
hatalarından arındır. Ona bu dünyadaki evinden daha hayırlı bir ev, ailesinden
daha hayırlı bir aile, eşinden daha hayırlı bir eş ver. Onu kabir imtihanından
ve cehennem azabından koru.’”
(M2234 Müslim, Cenâiz, 86)
233
P eygamber Efendimiz bir gün ashâbı ile otururken önlerinden bir
cenaze geçer. Orada bulunanlar vefat eden kişiyi güzel hatıralarla anarlar.
Bunun üzerine Hz. Peygamber üç defa “Vacip oldu.” der. Başka bir cena-
ze geçerken de orada bulunanlar ölen kişiyi kötülükleriyle anarlar. Hz.
Peygamber bu sefer de üç kere “Vacip oldu.” buyurur. Bunun üzerine Hz.
Ömer durumu merak ederek, “Anam babam sana feda olsun ey Allah’ın
Resûlü, cenaze geçip, hayırla yâd edilince üç sefer ‘Vacip oldu.’ dediniz;
cenaze geçip, kötülükle yâd edilince de ‘Vacip oldu.’ buyurdunuz?” de-
yince Allah Resûlü, “Siz kimi hayırla anarsanız ona cennet, kimi de kötülükle
anarsanız ona cehennem vacip olur. Zira sizler yeryüzünde Allah’ın şahitlerisi-
niz.” sözleriyle karşılık verir.1
Cenaze namazı, müminlerin vefat eden kardeşlerini âhirete uğurla-
madan önce, ona karşı son görevleri, son tanıklıkları ve son dualarıdır.
Sevdikleriyle olan bu son birlikteliğinde cenaze namazına katılanların
kendisi hakkında hüsn-i şehâdette bulunmaları, yani iyi bir insan oldu-
ğunu dile getirmeleri, Allah’tan günahlarının affını isteyerek rahmet ve
mağfiretle karşılanması için niyazda bulunmaları, dünya hayatına veda
eden mümin için bir tezkiyedir.
Allah Resûlü iki kişi tarafından da olsa hakkında yapılan hüsn-i
şehâdetin ölüye cenneti kazandıracağını ifade etmiş,2 ölünün cenaze na-
mazını kalabalık bir cemaatin kılması ve böylece onun için af dilemesi
hâlinde edilen bu duaların kabul edileceğini bildirmiştir.3 Müslümanların 1 M2200 Müslim, Cenâiz, 60.
2 T1059 Tirmizî, Cenâiz, 63.
üç saf olarak kıldığı cenaze namazının da ölünün bağışlanması ve cennete 3 M2198 Müslim, Cenâiz, 58;
girmesi için bir vesile olacağını müjdelemiştir.4 Bu nedenle Hz. Peygamber İM1489 İbn Mâce, Cenâiz,
“Her ölünün namazını kılın.”5 buyurarak, âhirete göçen her müminin cena- 19.
4 D3166 Ebû Dâvûd, Cenâiz,
ze namazına katılmayı emretmiş ve bunu inananların birbirlerine karşı 38, 39; T1028 Tirmizî,
görevleri arasında saymıştır.6 Resûl-i Ekrem, “Kim namazı kılınana kadar Cenâiz, 40.
5 İM1525 İbn Mâce, Cenâiz,
cenazenin yanında bulunursa, ona bir kîrat; kim de defnedilinceye kadar ce- 31.
nazenin yanında bulunursa, ona iki kîrat sevap vardır.”buyurmuş, “İki kîrat 6 T2737 Tirmizî, Edeb, 1;
vermiştir.7 Yine Sevgili Peygamberimiz, “Kim bir ölüyü yıkar, kefenler, kefe- M2189 Müslim, Cenâiz 52.
235
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
nine güzel koku saçar, cenazesini taşır, namazını kılar ve onun üzerinde gördüğü
özel durumları yaymazsa, anasından doğduğu gibi hatalarından arınmış olur.”8
sözleriyle de cenaze namazının ölen kimseye rahmet olduğu gibi, kılanla-
ra da sevap kazandıran bir amel olduğunu haber vermiştir.
Her ne kadar tüm ayrıntılarıyla kılınış şekli rivayetlerde yer almasa da
diğer namazlar gibi cenaze namazı da asr-ı saadetten günümüze amelî bir
uygulama şeklinde kesintisiz olarak gelmiştir. Hz. Peygamber’in, rükûu
ve secdesi olmayan, kıyam hâlinde kılınan dua mahiyetindeki bu namazı
ellerini bağlayarak,9 Fâtiha10 ve diğer duaları okumak suretiyle çoğunlukla
dört tekbirle11 kıldığı belirtilmiştir. Genellikle namazın sonunda, “Allah’ım!
Dirimize ve ölümüze, küçüğümüze ve büyüğümüze, erkeğimize ve kadınımıza,
burada hazır olanlarımıza ve olmayanlarımıza mağfiret eyle. Allah’ım! Bizden
yaşattığın kimseleri İslâm dini üzere yaşat. Bizden öldüreceklerini de iman üzere
öldür. Allah’ım! Bu cenazenin ecrinden bizi mahrum etme ve ondan sonra bizi
dalâlete götürme.”12 diye niyaz eden Peygamber Efendimiz, ölen kimse için
hayır dua etmeye de büyük önem atfetmiştir. “Cenaze namazı kıldığınız za-
man, onun için samimiyetle dua edin.”13 buyurmuş, kendisi de Yüce Allah’a,
duyanlara ölünün yerinde olmayı arzu ettirecek kadar güzel ve uzun yaka-
rışlarda bulunmuştur. Nitekim cenaze namazlarının birinde Resûlullah’ın
ölen mümin için ettiği şu duaya hayran kalan Avf b. Mâlik, “Keşke bu ölen
ben olsaydım.” demekten kendini alamamıştır: “Allah’ım! Onu bağışla, ona
acı ve onu affet, ona afiyet ver, vardığı yerde ona ikramda bulun, yerini (kabrini)
8 İM1462 İbn Mâce, Cenâiz, 8. geniş eyle. Onu su, kar ve dolu ile yıka. Beyaz elbisenin kirden arınması gibi onu
9 T1077 Tirmizî, Cenâiz, 75.
54, 56; İM1498 İbn Mâce, ken, tam tepedeyken ve batarken cenaze namazı kılınmasını ve cenazenin
Cenâiz, 23. defnedilmesini yasaklamıştır.16 Bu nedenle hiçbir namazın kılınamadığı bu
13 D3199 Ebû Dâvûd, Cenâiz,
54, 56. üç vakit dışında, gece de olsa17 her zaman cenaze namazı kılınabilir.
14 M2234 Müslim, Cenâiz, 86.
Cenaze namazları, Hz. Peygamber (sav) döneminden günümüze dek
15 İM1501 İbn Mâce, Cenâiz, 23.
16 M1929 Müslim, Müsâfirîn, genellikle mescitlerin dışında kılınagelmiştir. Ancak mescidin içinde ce-
293. naze namazı kılınamayacağını bildiren bir yasaktan da bahsedilmemiştir.
17 İM1522 İbn Mâce, Cenâiz, 30.
236
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
tılmış bir mezar gören Resûlullah, burada yatanın kim olduğunu sormuş, 48, 49.
23 D2539 Ebû Dâvûd, Cihâd,
azatlı bir köle olduğunu ve kendisi öğle uykusundayken defnedildiğini, ra- 38; T997 Tirmizî, Cenâiz, 20.
hatsız etmemek için kendisine haber verilmediğini öğrenince onun cenaze 24 T171 Tirmizî, Salât, 13.
ölen mümin için cenaze namazı kılmanın gerekliliğine vurgu yapmıştır. İM1528 İbn Mâce, Cenâiz, 32.
237
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
32 T1016 Tirmizî, Cenâiz, 31. tığında böyle davranılabileceğini gösteren bir ruhsat olarak okumak daha
33 D3137 Ebû Dâvûd, Cenâiz,
yerinde olur. Nitekim hadis kaynaklarının çoğunda Hz. Peygamber’in
26, 27.
34 D3224 Ebû Dâvûd, Cenâiz,
Uhud’da şehit olan amcası Hz. Hamza’nın namazını orada kıldığı,33 diğer
69, 71. şehitler için de sonradan cenaze namazı kıldığı bildirilmiştir.34 Zira cenaze
238
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
za iştirak etmeyerek bu görevi yerine getirme işini ashâba bırakmıştır.42 38 B5796 Buhârî, Libâs, 8.
ve insanlarla helâlleşerek Allah’ın huzuruna tertemiz çıkmanın gereğine 133; İM2848 İbn Mâce,
Cihâd, 34.
işaret etmiş; devlet yeterince zenginleştiğinde, “Ben bütün müminlere ken- 41 N1963 Nesâî, Cenâiz, 67.
di öz nefislerinden daha yakınım, binaenaleyh artık her kim üzerinde bir borç 42 T1070 Tirmizî, Cenâiz, 69.
239
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
bırakarak ölürse o borcu ödemek bana aittir. Her kim de bir mal bırakırsa, o
mal kendi mirasçılarına aittir.” buyurarak borçlu olarak ölenlerin borcunu
hazineden ödemek suretiyle Rableriyle üzerlerinde hiçbir hak kalmadan
buluşmalarını sağlamıştır.43
Hz. Peygamber’in intihar edenlerin cenaze namazlarını da kıldırma-
dığı bilinmektedir. Örneğin yaralı birinin yarasının acısına dayanama-
dığı için kendi oklarıyla intihar ettiğini öğrendiğinde, Resûlullah onun
cenaze namazını kıldırmamıştır.44 Ancak onun bu davranışının, intihar
edenin namazının kılınmayacağı anlamına gelmeyeceği, bilakis insanları
bu konuda belli bir duyarlılığa yönlendirmeyi amaçladığı belirtilmiştir.45
Allah Resûlü intiharın ne kadar büyük bir günah olduğuna dikkatleri çe-
kerek bu filli asla tasvip etmediğini göstermek ve Müslümanları böyle bir
davranışa yeltenmekten sakındırmak istemiştir.46 Dolayısıyla Müslüman
olduğu hâlde ölen herkes için cenaze namazı kılındığı gibi, intihar eden
kimselere de cenaze namazı kılınır. Nitekim Hz. Peygamber zina gibi bü-
yük bir günahı işlediği hâlde tevbe ettikten sonra ölen kimselerin cenaze
namazını kıl(dır)mıştır.47
Resûlullah’ın cenaze namazlarını kılma hususunda gösterdiği hassasi-
yet, günümüzde yerini büyük bir gevşekliğe ve umursamazlığa bırakmıştır.
İletişim ve haberleşmenin son derece kolaylaştığı günümüzde Müslüman-
lar, sorumluluk bilincinin zayıflamasıyla dünyada bir daha görme imkânı
bulamayacakları kardeşlerini son yolculuklarında dahi yalnız bırakmak-
tan rahatsızlık duymamaya, cenaze haberlerini büyük bir soğukkanlılıkla
ve umursamazlıkla karşılamaya başlamışlardır. Halbuki cenaze namazına
katılmak, insana, akıp giden hayatta bir an olsun ölümü hatırlayarak ken-
dini gözden geçirmek için bir fırsat ve aynı sonla yüzleşeceğini hatırlatan
etkileyici bir ibrettir. Ölen kimseyi bu dünyadan yeni bir hayata, hayır du-
43 B2298 Buhârî, Kefâlet, 5; alarla, güzel temennilerle uğurlamak ve ona olan vefa borcunu ödemek,
M4157 Müslim, Ferâiz, 14. geride kalan ailenin acısını bir nebze olsun hafifletmek için de bir vesiledir.
44 M2262 Müslim, Cenâiz,
107; İM1526 İbn Mâce, Ayrıca cenaze sahiplerinin bu hüzünlü zamanında yanında ve yardımında
Cenâiz, 31. olmak, onlara maddî ve mânevî anlamda destek sağlamak toplumsal birlik
45 İM1526 İbn Mâce, Cenâiz,
240
NAFİLE NAMAZ
ALLAH’A YAKLAŞTIRAN SECDELER
“ َأ� َّو ُل َما ُي َح َاس ُب ِب ِه ا ْل َع ْب ُد َصل َا ُت ُه َف ِإ� ْن: َق َالs عَنْ َأ�بِى هُرَيْرَةَ عَ ْن َر ُسولِ ال َّل ِه
ٌ ان ُْظ ُروا ِل َع ْب ِدى ِم ْن ت ََط ُّو ٍع َف ِإ� ْن ُوجِ َد َل ُه ت ََط ُّوع:َك َان َأ� ْك َم َل َها َو�ِإ َّلا َق َال ال َّل ُه عَ َّز َو َج َّل
”.يض َة َ َأ� ْك ِم ُلوا ِب ِه ا ْل َف ِر:َق َال
Ebû Hüreyre’den rivayet edildiğine göre,
Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:
“(Kıyamet günü) kulun ilk hesaba çekileceği şey namazıdır. Eğer bunu tam
olarak yapmışsa (ne âlâ!) Ama (farz namazları tamam) değilse Yüce Allah,
‘Kulumun nafilelerine bakın.’ buyurur. Eğer nafile namazı bulunursa, ‘Onunla
farzları tamamlayın.’ buyurur.”
(N468 Nesâî, Salât, 9)
241
ول ال َّل ِه ِ�“ :sإ َّن ال َّل َه َق َال َم ْن عَ ادَى ِلى َو ِل ًّيا َف َق ْد عَنْ َأ�بِى هُرَيْرَةَ قَالََ :ق َال َر ُس ُ
�آ َذ ْن ُت ُه بِا ْل َح ْر ِبَ ،و َما َت َق َّر َب �ِإ َل َّي عَ ْب ِدى ِبشَ ْى ٍء َأ� َح َّب �ِإ َل َّي ِم َّما ا ْف َت َر ْض ُت عَ َل ْي ِهَ ،و َما
َي َز ُال عَ ْب ِدى َي َت َق َّر ُب �ِإ َل َّي بِال َّن َوا ِف ِل َح َّتى ُأ� ِح َّبهَُ ،ف ِإ� َذا َأ� ْح َب ْب ُت ُه ُك ْن ُت َس ْم َع ُه ا َّل ِذى َي ْس َم ُع
ِب ِهَ ،و َب َص َر ُه ا َّل ِذى ُي ْب ِص ُر ِب ِهَ ،و َي َد ُه ا َّل ِتى َي ْب ُط ُش ب َِها َو ِر ْج َل ُه ا َّل ِتى َي ْم ِشى ب َِهاَ ،و�ِإ ْن
َس َأ� َل ِنى َل ُأ�عْ طِ َي َّنهَُ ،و َل ِئ ِن ْاس َت َعا َذ ِنى َل ُأ� ِع َيذ َّن ُه”...
عَنْ عَبْدِ ال َّلهِ بْنِ شَقِيقٍ قَالََ :س َأ� ْل ُت عَ ا ِئشَ َة عَ ْن َصل َا ِة َر ُسولِ ال َّل ِه ،sعَ ْن
اس، ت ََط ُّو ِع ِه؟ َف َقا َل ْتَ :ك َان ُي َص ِّلى ِفى َب ْي ِتى َق ْب َل ُّ
الظ ْه ِر َأ� ْر َب ًعاُ ،ث َّم َي ْخ ُر ُج َف ُي َص ِّلى بِال َّن ِ
اس ا ْل َم ْغ ِر َب ُث َّم َي ْدخُ ُل َف ُي َص ِّلى ُث َّم َي ْدخُ ُل َف ُي َص ِّلى َر ْك َع َت ْي ِنَ ،و َك َان ُي َص ِّلى بِال َّن ِ
اس ا ْل ِعشَ ا َءَ ،و َي ْدخُ ُل َب ْي ِتى َف ُي َص ِّلى َر ْك َع َت ْي ِنَ ،و َك َان ُي َص ِّلى ِم َن َر ْك َع َت ْي ِنَ ،و ُي َص ِّلى بِال َّن ِ
اتِ ،في ِه َّن ا ْل ِو ْت ُر... ال َّل ْي ِل ِت ْس َع َر َك َع ٍ
ول ال َّل ِه :s عَنْ َأ�بِى سَعِيدٍ وَ�َأبِى هُرَيْرَةَ قَالاََ :ق َال َر ُس ُ
“�ِإ َذا َأ� ْي َق َظ ال َّر ُج ُل َأ�هْ َل ُه ِم َن ال َّل ْي ِل َف َص َّل َيا َأ� ْو َص َّلى َر ْك َع َت ْي ِن َج ِمي ًعا ُك ِت َبا ِفى َّ
الذ ِاك ِر َين
ات”. َو َّ
الذ ِاك َر ِ
عَنْ َأ�بِى سَلَمَةَ بْنِ عَبْدِ ال َّرحْمَنِ َأ� َّن ُه َس َأ� َل عَ ا ِئشَ َة َ :gك ْي َف َكان َْت َصل َا ُة
َر ُسولِ ال َّل ِه ِ sفى َر َم َض َان؟ َف َقا َل ْتَ :ما َك َان َي ِز ُيد ِفى َر َم َض َانَ ،و َلا ِفى َغ ْي ِرهَ ا
عَ َلى �ِإ ْح َدى عَ شْ َر َة َر ْك َع ًةُ ،ي َص ِّلى َأ� ْر َب ًعا َفل َا ت َْس َأ� ْل عَ ْن ُح ْس ِن ِه َّن َو ُطو ِل ِه َّنُ ،ث َّم
ُي َص ِّلى َأ� ْر َب ًعا َفل َا ت َْس َأ� ْل عَ ْن ُح ْس ِن ِه َّن َو ُطو ِل ِه َّنُ ،ث َّم ُي َص ِّلى َثل َا ًثا...
242
Ebû Hüreyre’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle
buyurmuştur: “Allah şöyle buyurdu: ‘Kim benim bir velî kuluma (dostuma)
düşmanlık ederse, ben de ona harp ilân ederim. Kulum, kendisine farz kıldığım
şeylerden daha sevimli bir şeyle bana yaklaşamaz. Kulum nafile ibadetlerle
de bana yaklaşmaya devam eder, ta ki ben onu severim. (Sevince de) artık
onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olurum. Benden isterse
muhakkak ona (istediğini) veririm. Bana sığınırsa muhakkak onu korur ve
kollarım...’”
(B6502 Buhârî, Rikâk, 38)
243
A srının ileri gelenlerinden Atâ b. Ebû Rebâh ile Ubeyd b. Umeyr,
bir gün Resûl-i Ekrem’i en yakından tanıyan sevgili eşi Hz. Âişe’ye gelirler.
Ubeyd b. Umeyr, “Anneciğim! Resûl-i Ekrem’de gördüğün en hayretâmiz
davranışı bize anlatır mısın?” diye sorar. Hz. Âişe bir müddet sessiz kal-
dıktan sonra şöyle anlatır: Bir gece bana, “Ey Âişe! İzin verirsen, kalkıp bu
gece Rabbime ibadet edeyim.” dedi. Ben de, “Vallahi sana yakın olmayı se-
verim ve senin hoşuna giden şeyleri de severim.” diyerek ona müsaade et-
tim. Kalkıp abdest aldı. Sonra namaza başladı. Namazda o denli ağladı ki
gözyaşları göğsünü, sakalını ve secde ettiği yeri ıslattı. Daha sonra Bilâl-i
Habeşî sabah namazı için ezan okumaya geldi. Allah Resûlü’nün ağladığı-
nı görünce, “Yâ Resûlallah! Yüce Allah geçmiş ve gelecek bütün günahları-
nı affettiği hâlde niçin ağlıyorsun?” dedi. Allah Resûlü ona şu cevabı verdi:
“Allah’a çok şükreden bir kul olmayayım mı? Bu gece bana bir âyet indirildi. Onu
okuyup da tefekkür etmeyene ne yazık: ‘Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında,
gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanlara yarar sağlayacak şeylerle
denizde seyreden gemilerde, Allah’ın gökyüzünden indirip kendisiyle ölmüş top-
rağı dirilttiği yağmurda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgârları ve
gökle yer arasındaki emre âmâde bulutları evirip çevirmesinde elbette düşünen
bir topluluk için deliller vardır.’”1
Hz. Peygamber’in (sav) mübarek ayakları şişinceye kadar,2 yaşlı göz-
lerle sabahlara kadar namaz kılması, günahlarını affettirmek için değil,
Rabbine yakınlaşmak, O’na karşı şükrünü en güzel şekilde yerine getir-
mek içindi. Nitekim Cenâb-ı Allah, Kur’ân-ı Kerîm’de Resûlü’ne geçmiş ve
gelecek günahlarını bağışladığını söylüyordu.3 “Rabbinin nimetini an.”4 em-
rine muhatap olan Hz. Peygamber (sav), farzların dışında da namaz kılmak
suretiyle Rabbinin bu emrini yerine getiriyor ve şükrünü ifade ediyordu.
Peygamber Efendimiz, nafile namazı yalnızca Rabbine karşı bir şü- 1 Bakara, 2/164; Sİ620 İbn
Hibbân, Sahîh, II, 386.
kür olarak değil, aynı zamanda ümmeti için Allah’ın sevgisini kazanma- 2 B1130 Buhârî, Teheccüd,
nın, ona yakınlaşmanın bir aracı olarak da görüyordu. Nitekim Efendimiz 6; M7124 Müslim, Sıfâtü’l-
münâfikîn, 79.
kudsî bir hadisinde şöyle buyurmaktaydı: “Allah şöyle buyurdu: ‘Kim benim 3 Fetih, 48/2.
bir velî kuluma (dostuma) düşmanlık ederse, ben de ona harp ilân ederim. Ku- 4 Duhâ, 93/11.
245
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
lum, kendisine farz kıldığım şeylerden daha sevimli bir şeyle bana yaklaşamaz.
Kulum nafile ibadetlerle de bana yaklaşmaya devam eder, ta ki ben onu severim.
(Sevince de) artık onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olu-
rum. Benden isterse muhakkak ona (istediğini) veririm. Bana sığınırsa muhak-
kak onu korur ve kollarım...’”5
Bundan dolayıdır ki Hz. Peygamber (sav) yalnızca kendisi nafile na-
maz kılmakla kalmıyor, ashâbına da bol bol namaz kılmayı tavsiye edi-
yordu: “(Kıyamet günü) kulun ilk hesaba çekileceği şey namazıdır. Eğer bunu
tam olarak yapmışsa (ne âlâ!) Ama (farz namazları tamam) değilse Yüce Allah,
‘Kulumun nafilelerine bakın.’ buyurur. Eğer nafile namazı bulunursa, ‘Onunla
farzları tamamlayın.’ buyurur.”6
Kişinin yerine getirmekle yükümlü olduğu “farz namazlar”ın dışın-
da kalan namazlar nafile ibadetlerdir. Nitekim farz namazların dışında
başka namaz kılması gerekip gerekmediğini soran bir kimseye Peygam-
ber Efendimizin cevabı, “Hayır, ancak istersen nafile namaz da kılabilirsin.”7
olmuştur. Fakat Peygamber Efendimizin hadislerinden anlaşıldığına göre
nafile namazlar, farz namazların eksiklerini tamamlar, dahası kulu Rabbi-
ne yakınlaştırarak O’nun sevgisinin kazanılmasına, hatta günahların ba-
ğışlanmasına vesile olur. Bu sebepledir ki Efendimiz her fırsatta ashâbına
nafile namazı tavsiye etmiş, kendisi de günün muhtelif vakitlerinde bu
namazları kılarak ümmetine örnek olmuştur.
Peygamberimizin nafile olarak kılmaya devam ettiği namazlar arasın-
da farz namazların öncesi ve sonrasında kılınan namazlar büyük önem
taşımaktadır. Her ezan ile kâmet arasında kılmak isteyen kimse için bir
nafile namaz olduğunu8 ifade eden Peygamberimiz, Allah Teâlâ’nın gün-
lük on iki rekât nafile namaz kılan kimse için cennette bir ev bina edece-
5 B6502 Buhârî, Rikâk, 38.
6 N468 Nesâî, Salât, 9; ğini müjdelemektedir.9 Efendimiz beş vakit farz namazın sünnetleri olarak
İM1425 İbn Mâce, İkâmet, kılınan bu on iki rekât namazın vakitlerini şöyle açıklamıştır: “...Dört rekât
202.
7 B46 Buhârî, Îmân, 34; M100 öğle namazı(nın farzı)ndan önce, iki rekât da (farzından) sonra, iki rekât akşam
Müslim, Îmân, 8. namazı(nın farzı)ndan sonra, iki rekât yatsı namazı(nın farzı)ndan sonra ve iki
8 B624 Buhârî, Ezân, 14;
103; D1250 Ebû Dâvûd, sınırlı değildir. Namaz kılınacak andaki hâl ve şartlara göre bu namazların
Tatavvu’, 1. uzunluğu, rekât sayıları değişebilmektedir. Hz. Âişe, Hz. Peygamber’in
10 T415 Tirmizî, Salât, 189;
246
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
rekât (nafile namaz) kılar, sonra (mescide) çıkarak insanlara namaz kıldı-
rır, ardından gelir ve iki rekât (nafile daha) kılardı. Cemaate akşam nama-
zını kıldırır, sonra gelir, iki rekât nafile kılardı. Cemaate yatsıyı kıldırır ve
yine benim evime gelir, iki rekât (nafile) kılardı. Geceleyin vitirle beraber
olmak üzere dokuz rekât namaz kılardı. Bazı geceler namazı ayakta, uzun
kılar, bazı geceler de oturarak uzun kılardı. Ayakta kılarken okursa, ayak-
ta olduğu hâlde rükû ve secde ederdi; otururken okursa, oturduğu hâlde
rükû ve secde ederdi. Sabah namazı vakti girince, iki rekât (nafile namaz) 11 M1699 Müslim, Müsâfirîn,
105; D1251 Ebû Dâvûd,
kılardı.”11 Hadisin başka bir rivayetinde ise, “İkindi namazından önce iki Tatavvu’, 1.
rekât namaz kılardı.” ilâvesi yer almaktadır.12 12 HM26339 İbn Hanbel, VI,
216.
Peygamber Efendimizin (sav) farz namazlar ile birlikte kıldığı nafile 13 B1169 Buhârî, Teheccüd,
namazlar içerisinde en çok önem verdiği, sabah namazının farzından ön- 27; M1686 Müslim,
Müsâfirîn, 94.
ceki iki rekât namazdı.13 Peygamberimiz sabah namazının sünneti olarak 14 M1689 Müslim, Müsâfirîn,
kılınan bu iki rekât hakkında, “Bunlar gerçekten benim için bütün dünyadan 97.
15 D1258 Ebû Dâvûd,
daha sevimlidir.”14 buyurmuş ve ashâbına şu tavsiyede bulunmuştu: “Sizi
Tatavvu’, 3.
atlılar kovalasa dahi bu iki rekâtı bırakmayın!”15 Efendimiz, bu iki rekâta o 16 İM1155 İbn Mâce, İkâmet,
sonra kaza etmişti.16 Resûlullah (sav) sabahın sünnetini fazla uzatmadan 90.
18 M1690 Müslim, Müsâfirîn,
kılar17 ve çoğunlukla Kâfirûn ve İhlâs sûrelerini okurdu.18 Namazdan son-
98; T417 Tirmizî, Salât, 191.
ra kâmet getirinceye kadar mescidin bitişiğinde bulunan evinde sağ yanı 19 B1123 Buhârî, Teheccüd, 3.
üzerine uzanıp istirahat eder,19 bazen uyur bazen de eşiyle sohbet ederek 20 HM24573 İbn Hanbel, VI,
36.
kâmet getirilmesini beklerdi.20 21 B586 Buhârî, Mevâkîtü’s-
Hz. Peygamber’in sabah namazından sonra kıldığı diğer bir namaz salât, 31; M1923 Müslim,
Müsâfirîn, 288.
ise güneşin doğmasından yaklaşık kırk beş dakika sonra kılınabilecek 22 M1525, M1526 Müslim,
olan “duhâ” diğer bir ifadeyle “kuşluk” veya “işrak namazı” idi. Sabah na- Mesâcid, 286-287.
23 M1663 Müslim, Müsâfirîn,
mazından sonra güneş doğuncaya kadar mescitten ayrılmayan Efendimiz,
78.
namaz kılmanın yasak olduğu bu vakitlerde21 dostlarıyla sohbet eder,22 24 B1103 Buhârî, Taksîru’s-salât,
güneş yükseldiğinde ise duhâ namazı kılardı. Duhâ namazını dört rekât 12; M1667 Müslim, Müsâfirîn,
80.
kılar, dilerse uzatırdı.23 Nitekim Mekke’nin fethi günü sekiz rekât namaz 25 D1290 Ebû Dâvûd,
kılmış,24 her iki rekâtta bir selâm vermişti.25 Tatavvu’, 12; İM1323 İbn
Mâce, İkâmet, 172.
Allah Resûlü ashâbına da duhâ namazı kılmayı tavsiye ediyor26 ve bu 26 B1178 Buhârî, Teheccüd,
namazın fazileti hakkında onlara müjdeler veriyordu: “Duhâ namazının iki 33; M1675 Müslim,
Müsâfirîn, 86.
rekâtını düzenli olarak kılan kimsenin günahları denizin köpüğü kadar olsa dahi 27 İM1382 İbn Mâce, İkâmet,
bağışlanır.”,27 “On iki rekât duhâ namazı kılan kimse için Allah Teâlâ cennette 187; T476 Tirmizî, Vitr, 15.
28 İM1380 İbn Mâce
altından bir köşk bina eder.”,28 “Sizden birinizin vücudundaki bütün eklemler için İkâmetü’s-salavât, 187; T473
her gün sadaka vermesi gerekir. İşte bu sebeple her tesbih bir sadaka, her hamd bir Tirmizî, Vitr, 15.
247
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
sadaka, her tehlîl (lâ ilâhe illâllâh demek) bir sadaka, her tekbir bir sadaka, iyiliği
emretmek bir sadaka, kötülükten sakındırmak bir sadakadır. Fakat duhâ vakti kı-
lınan iki rekât namaz bunların yerini tutar.”29 Peygamber Efendimiz bu namazı
devamlı kılmaya gayret etse de farz gibi algılanmaması için zaman zaman
kasıtlı olarak terk etmiştir.30 Duhâ namazı güneş tepeye yükselinceye kadar
kılınabilir. Güneş tepede iken ise namaz kılmak mekruh görülmüştür.31
Peygamber Efendimiz öğle vakti girince öğle namazının farzının
29 M1671 Müslim, Müsâfirîn, öncesinde dört, sonrasında iki rekât nafile namaz kılmaktaydı. Öğle na-
84.
30 MU361 Muvatta’, Kasru’s- mazının farzından önceki dört rekâtlık nafile namazı terk etmeyen Hz.
salât, 8; T477 Tirmizî, Vitr, Peygamber,32 bu dört rekâtı çoğu zaman mescidin bitişiğinde bulunan
15.
31 N566 Nesâî, Mevâkît, 34. evinde kılardı. Daha sonra mescide gelip farzı kıldırdıktan sonra tekrar
32 N1758 Nesâî, Kıyâmü’l-
evine döner son iki rekâtı orada kılardı.33 Bu dört rekâtı bir sebeple kıla-
leyl, 56.
33 D1251 Ebû Dâvûd,
mazsa farzdan sonraki iki rekâtın arkasından kılardı.34 Ashâbına da bu
Tatavvu’, 1. namazları kılmalarını öğütleyen Hz. Peygamber bu namazı kılma sebebini
34 İM1158 İbn Mâce, İkâmet,
ise şöyle açıklamaktaydı: “O vakit gök kapılarının açıldığı bir saattir. Ben de
106.
35 T478 Tirmizî, Vitr, 16; salih amelimin o saatte Allah’a yükselmesini arzu ederim.”35
HM23947 İbn Hanbel, V, Cuma günleri ise Allah Resûlü cuma namazının farzından önce dört
419.
36 İM1129 İbn Mâce, İkâmet, rekât nafile namaz kılardı.36 Farzı kıldıktan sonra evine döner ve orada iki
94. rekât nafile namaz kılardı.37 Cumadan sonra nafile namaz kılmak isteyen-
37 B937 Buhârî, Cum’a, 39;
M2040 Müslim, Cum’a, 71. lere ise dört rekât kılmalarını tavsiye ederdi.38
38 M2037 Müslim, Cum’a, 68;
İkindi vakti girince de aynı şekilde farzdan önce dört rekât kılar39 ve
DM1609 Dârimî, Salât, 207.
39 N875 Nesâî, İmâmet, 65. “İkindi namazının farzından önce dört rekât (namaz) kılan kimseye Allah rah-
40 D1271 Ebû Dâvûd,
met etsin.” buyururdu.40 Hz. Peygamber’in, ikindinin farzından önce kıl-
Tatavvu’, 8; T430 Tirmizî,
Salât, 201.
dığı bu namazı bazen iki rekât kıldığı da olurdu.41 İkindiden sonra güneş
41 D1272 Ebû Dâvûd, batımına yani akşam namazının vakti girinceye kadar namaz kılmayı ise
Tatavvu’, 8.
42 M1920 Müslim, Müsâfirîn,
yasaklamıştı.42
285. Akşam namazının vakti girdiğinde Peygamber Efendimizin akşam
43 D1281 Ebû Dâvûd,
namazının öncesinde ve sonrasında nafile namaz kıldığına dair hadisler
Tatavvu’, 11; HM20826 İbn
Hanbel, V, 55. bulunmaktadır. Bu hadisler arasında, akşam namazının farzından önce
44 B625 Buhârî, Ezân, 14.
Peygamber Efendimizin iki rekât nafile namaz kılmayı tavsiye ettiğine43
45 B1172 Buhârî, Teheccüd,
29; D1251 Ebû Dâvûd, ve bazı sahâbîlerin ezan ile kâmet arasındaki kısa sürede iki rekâtlık na-
Tatavvu’, 1. maz kıldıklarına44 dair rivayetler olmakla birlikte daha çok akşam nama-
46 İM1164 İbn Mâce, İkâmet,
111. zının farzından sonra kıldığı iki rekâtlık namaza vurgu yapılmaktadır.45
47 D1301 Ebû Dâvûd,
Resûlullah akşam namazının farzından sonraki bu iki rekât nafileyi evin-
Tatavvu’, 15.
48 İM1166 İbn Mâce, İkâmet,
de kılar46 ve namazdaki kıraatini cemaat mescitten dağılıncaya kadar da
112. uzatır,47 genellikle de Kâfirûn ve İhlâs sûrelerini okurdu.48
248
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
zaman yüzüne su serpen hanıma Allah rahmetini ihsan etsin!”57 Başka bir ri- 174.
55 M2755 Müslim, Sıyâm,
vayette ise, Sevgili Peygamberimiz şöyle buyurmuştu: “Bir kimse geceleyin 202; D2429 Ebû Dâvûd,
hanımını uyandırır da ikisi de namaz kılarsa veya birlikte iki rekât namaz kı- Sıyâm, 55.
56 B1127 Buhârî, Teheccüd,
larlarsa zâkirîn ve zâkirâtın (Allah’ı çokça anan erkekler ve hanımların) arasına 5; M1818 Müslim, Müsâfirîn,
yazılırlar.”58 Yüce Rabbimiz de gecenin bir yarısında kalkıp namaz kılan, 206.
57 D1308 Ebû Dâvûd,
ibadet eden müminleri övmekteydi: “Yoksa geceleyin secde ederek ve kıyamda Tatavvu’, 18; N1611 Nesâî,
durarak ibadet eden, âhiretten çekinen ve Rabbinin rahmetini dileyen kimse (o Kıyâmü’l-leyl, 5.
58 D1309 Ebû Dâvûd,
inkârcı gibi) midir? (Resûlüm!) De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Tatavvu’, 18.
Doğrusu ancak akıl sahipleri bunları hakkıyla düşünür.”59 59 Zümer, 39/9.
249
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
Gece namazına kalkmak sevap olduğu kadar, zor bir ibadettir. İnsa-
nın uykusunu bölüp uyanması o kadar zordur ki Efendimiz uyuyan kim-
se ile şeytanın mücadelesini şöyle anlatır: “Sizden biriniz (gece) uyuyunca
şeytan, onun ensesine üç düğüm atar ve her düğümde de, ‘Uzun bir gece var,
dinlen!’ der. O kimse uyanıp da Allah’ı zikrettiğinde bir düğüm, abdest aldığında
bir düğüm, namaz kıldığında bir düğüm çözülür ve artık sevinçle ve gönlü hoş
olarak sabaha çıkar. Aksi takdirde huzursuz ve uyuşuk olarak sabahlar.”60 Fakat
Efendimiz gece namazının insana bir işkence hâline gelmesini de istemez,
uykulu kılınan namazın da tam olarak kılınamayacağını ifade ederdi:
“Namazda uykusu gelen kimse uykusu geçinceye kadar uyusun. Çünkü uykulu
60 B1142 Buhârî, Teheccüd,
12; M1819 Müslim, hâlde namaz kılarsa, istiğfar edeyim derken belki de (bilmeden) kendisine ha-
Müsâfirîn, 207. karet ediverir.”61 “Sizden biri ibadet etmek için gece kalkar da uyku sebebiyle dili
61 B212 Buhârî, Vudû’, 53;
M2739 Müslim, Sıyâm, 189. yarısına kadar uyur, üçte birini ibadetle, altıda birinde ise tekrar uyurdu. Bir
65 B1146 Buhârî, Teheccüd,
gün oruç tutar, bir gün tutmazdı.”64 Hz. Peygamber (sav) kendisi de gecenin
15; M1728 Müslim,
Müsâfirîn, 129. tamamını namaz kılarak geçirmek yerine bir kısmında uyur bir kısmında
66 B1136 Buhârî, Teheccüd, 9;
da namaz kılardı. Genellikle gecenin ilk kısmını uyuyarak, son kısmını
M593 Müslim, Tahâret, 46.
67 B183 Buhârî, Vudû’, 36; ise ibadet ile geçirirdi.65
M1789 Müslim, Müsâfirîn, Peygamber Efendimiz gece teheccüd için kalktığında öncelikle dişle-
182.
68 İM1356 İbn Mâce, İkâmet,
rini misvaklar66 ve abdestini alırdı.67 Namaza durmadan önce çeşitli dualar
180; N1618 Nesâî, Kıyâmü’l- ve zikirler yapardı. Kimi zaman on defa tekbir getirir, on defa hamdeder,
leyl, 9.
69 B1120 Buhârî, Teheccüd,
on defa tesbih eder, on defa tevbe eder ve şu duayı okuyarak kıyamet gü-
1; M1808 Müslim, Müsâfirîn, nünün sıkıntılarından Allah’a sığınırdı: “Allah’ım! Bana mağfiret eyle. Beni
199. daima hidayet üzere eyle. Beni rızıklandır ve bana afiyet ihsan eyle.”68 Kimi
70 N1692 Nesâî, Kıyâmü’l-
250
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
Resûl-i Ekrem gece namazının sonunda ise vitir namazı kılmayı tavsiye Tatavvu’, 18; HM26643 İbn
Hanbel, VI, 250.
etmişti.83 Kendisi vitri bazen üç,84 bazen de bir rekât kılardı.85 Ashâbına da, 81 D1303 Ebû Dâvûd,
“Vitir (namazı) haktır. Dileyen yedi, dileyen beş, dileyen üç, dileyen de bir rekât ola- Tatavvu’, 16.
82 N1652 Nesâî, Kıyâmü’l-
rak kılsın.”86 buyurmakta, böylece nafile bir ibadet olmasından dolayı kişinin leyl, 18.
kendi durumuna göre farklı şekillerde kılabileceğini bildirmekteydi. Vitir 83 N1683 Nesâî, Kıyâmü’l-
leyl, 30.
namazının, gece namazının ardından kılınması tavsiye edilmesine rağmen 84 N1708 Nesâî, Kıyâmü’l-
uyanamama ihtimaline karşı yatmadan önce veya yatsının ardından kılın- leyl, 39; İM1361 İbn Mâce,
İkâmet, 181.
ması Efendimiz tarafından uygun görülmüştü: “Gecenin sonunda kalkamaya- 85 B995 Buhârî, Vitr, 2;
cağından korkan kimse, vitir namazını gecenin evvelinde kılsın. Gecenin sonunda M1761 Müslim, Müsâfirîn,
uyanacağını ümit eden ise gecenin sonunda kılsın. Zira gecenin sonunda kılınan 157.
86 N1711 Nesâî, Kıyâmü’l-
namaz şahitlidir (onda melekler hazır bulunur). İşte bu, daha faziletlidir.”87 Vitir leyl, 40.
87 M1766 Müslim, Müsâfirîn,
namazı, diğer farzlar gibi kesin olarak emredilmiş değildi. Fakat Resûlullah
162.
(sav) onu kılmayı sünnet edinmiş88 ve “Ey Kur’an ehli, (tek rekâtlı) vitir nama- 88 T454 Tirmizî, Vitr, 2;
zını kılın. Çünkü Allah tektir ve teki sever.” buyurmuştu.89 N1677 Nesâî, Kıyâmü’l-leyl,
27.
Hz. Peygamber’in (sav) günlük, düzenli olarak kılmaya gayret ettiği 89 D1416 Ebû Dâvûd, Vitr, 1;
bu nafile namazlardan başka her gün olmasa da bazı özel gün ve za- İM1170 İbn Mâce, İkâmet,
114.
manlarda kıldığı namazlar da bulunmaktaydı. Nitekim Ramazan’da yatsı 90 B2013 Buhârî, Salâtü’t-
namazının ardından uzun uzun çoğunlukla sekiz rekât namaz kılardı.90 teravih, 1.
251
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
252
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
mak için her fırsatta nafile namaz kıldığı görülmektedir. Resûl-i Ekrem İM1384 İbn Mâce, İkâmet, 189.
102 B1162 Buhârî, Teheccüd, 25.
Efendimiz, kıldığı nafile namazların kimisini mübarek ayakları şişecek 103 Âl-i İmrân, 3/135.
rekât hâlinde kılıyordu. Kimi namazları aksatmadan devamlı olarak, kimi İkâmetü’s-salavât, 192.
106 İM1392 İbn Mâce
namazları ise ara sıra veya nadiren kılıyordu. Efendimizin bu çeşitli uygu- İkâmetü’s-salavât, 192.
lamaları nafile namazlarda farzlardaki kadar kesin kurallar olmadığını, bu 107 M2073 Müslim, İstiskâ, 4;
253
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
254
TERAVİH NAMAZI
RAMAZAN GECELERİNİN İHYASI
“ َما ز ََال ب ُِك ُم ا َّل ِذى َر َأ� ْي ُت ِم ْن: ف َق َال...s عَنْ زَيْدِ بْنِ ثَابِتٍ َأ� َّن ال َّنب َِّي
، َو َل ْو ُك ِت َب عَ َل ْي ُك ْم َما ُق ْم ُت ْم ِب ِه،يت َأ� ْن ُي ْك َت َب عَ َل ْي ُك ْم ُ َح َّتى خَ ِش،َص ِني ِع ُك ْم
َّ �ِإ َّلا، َف ِإ� َّن َأ� ْف َض َل َصل َا ِة ا ْل َم ْر ِء ِفى َب ْي ِت ِه،اس ِفى ُب ُيو ِت ُك ْم
﴾﴿الصل َا َة ُ َف َص ُّلوا َأ� ُّي َها ال َّن
”.ا ْل َم ْك ُتو َب َة
255
عَنْ َأ�بِى سَلَمَةَ بْنِ عَبْدِ ال َّرحْمَنِ َأ� َّن ُه َس َأ� َل عَ ا ِئشَ َة َ gك ْي َف َكان َْت
َصل َا ُة َر ُسولِ ال َّل ِه ِ sفى َر َم َض َان؟ َقا َلتَ :ما َك َان َي ِز ُيد ِفى
َر َم َض َانَ ،و َلا ِفى َغ ْي ِره عَ َلى �ِإ ْح َدى عَ شْ َر َة َر ْك َع ًةُ ،ي َص ِّلى َأ� ْر َب ًعا َفل َا
ت َْس َأ� ْل عَ ْن ُح ْس ِن ِه َّن َو ُطو ِل ِه َّنُ ،ث َّم ُي َص ِّلى َأ� ْر َب ًعا َفل َا ت َْس َأ� ْل عَ ْن ُح ْس ِن ِه َّن
َو ُطو ِل ِه َّنُ ،ث َّم ُي َص ِّلى َثل َا ًثا”...
256
Ebû Seleme b. Abdurrahman, Hz. Âişe’ye (ra), “Resûlullah’ın (sav)
Ramazan’da kıldığı namazlar nasıldı?” diye sordu. O da şöyle cevap
verdi: “Resûlullah Ramazan’da da Ramazan dışındaki gecelerde de on bir
rekâttan fazla namaz kılmazdı. Önce dört rekât kılardı ki o rekâtların
güzelliğini ve uzunluğunu sorma! Sonra dört rekât daha kılardı.
Bunların da güzelliğini ve uzunluğunu sorma! Sonra da üç rekât (vitir
namazı) kılardı...”
(B2013 Buhârî, Salâtü’t-terâvîh, 1)
Ebû Hüreyre’den (ra) rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle
buyurmuştur: “İnanarak ve sevabını Allah’tan umarak Ramazan orucunu
tutan kimsenin geçmiş günahları bağışlanır. İnanarak ve sevabını Allah’tan
umarak Kadir gecesini ihya eden kimsenin de geçmiş günahları bağışlanır.”
(B2014 Buhârî, Fadlü leyleti’l-kadr, 1)
257
P eygamber Efendimizi en iyi tanıyan sevgili eşi Hz. Âişe anlatı-
yor: “İnsanlar, Ramazan geceleri Resûlullah’ın (sav) mescidinde gruplar
hâlinde namaz kılardı. Kur’an’dan biraz (ezberi) olan bir kişinin arkasın-
da beş-altı kişi toplanır ve ona uyarak namazı birlikte kılardı. Resûlullah
(sav) bir gece bana odamın kapısının önüne bir hasır sermemi söyledi
ve ben de serdim. Kendisi yatsı namazını kıldıktan sonra bu hasırın
üzerine geçti. Mescitte bulunanlar da etrafında toplandı. Bunun üzeri-
ne Resûlullah (sav) onlara o gece uzunca namaz kıldırdı ve hasırı orada
öylece bırakarak yanlarından ayrılıp odaya girdi. Sabah olunca insanlar
Resûlullah’ın (sav) o gece mescitte bulunan kimselerle birlikte kıldığı na-
mazı konuşmaya başladılar. Akşam mescit insanlarla doldu. Hz. Peygam-
ber onlara yatsı namazını kıldırdı ve evine girdi. İnsanlar ise dağılmayıp
mescitte kaldı. Resûlullah (sav) bana, ‘Ey Âişe! İnsanların bu durumu da
nedir?’ diye sordu. Ben de, ‘Yâ Resûlallah! İnsanlar dün gece mescitte bu-
lunanlara kıldırdığın namazı işitmişler ve kendilerine de kıldırman için
toplandılar.’ dedim. Bunun üzerine, ‘Hasırını dürüp kaldır Ey Âişe!’ buyur-
du, ben de dediğini yaptım. Resûlullah (sav) o geceyi de ibadetle geçirdi,
insanlar ise Efendimiz sabahleyin yanlarına çıkıncaya kadar mescitte öy-
lece beklediler. Sonra onlara, ‘Ey insanlar! Allah’a hamdolsun ki, vallahi ben
bu geceyi gaflet içinde geçirmediğim gibi, durumunuzdan da habersiz değildim.
Fakat bu namazın size farz kılınmasından endişelendim (ve bu nedenle bekle-
diğiniz namazı kıldırmaya çıkmadım). Siz, gücünüzün yeteceği amelleri yapın!
Allah usanmaz, ama siz usanırsınız!” buyurdu.”1
Başka bir rivayette ise, Hz. Âişe, yeğeni Urve’ye bu namazı şöyle an-
latır: “Resûlullah (sav) bir gece yarısı evinden çıkıp mescitte namaz kıldı.
Bu durumu gören bazı insanlar da ona uyarak beraberinde namaz kıldılar.
Sabah olunca insanlar birbirlerine geceleyin Hz. Peygamber’in mescitte
namaz kıldığını anlattılar. Bu haber yayılınca ertesi gece daha çok insan
toplandı ve Hz. Peygamber ile birlikte namaz kıldılar. Sabah olunca insan-
lar bunu yine aralarında konuşup yaydılar. Üçüncü gece mescitte halk iyi- 1HM26838 İbn Hanbel, VI,
ce çoğaldı. Resûlullah yine çıkıp namaz kıldı, insanlar da onun namazına 267.
259
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
uyup namaz kıldılar. Dördüncü gece mescit, toplanan insanları zor aldı.
Fakat Resûlullah o gece ancak sabah namazını kıldırmak için çıktı. Sabah
namazını kıldırınca cemaate yönelerek şehâdet kelimelerini söyledikten
sonra, o gece, namaza çıkmama gerekçesini şöyle açıkladı: ‘Sizin mescitte
toplanmanızdan habersiz değildim. Fakat bu namazın üzerinize farz kılınma-
sından ve onu yerine getirmeye gücünüzün yetmemesinden endişelendim (ve bu
yüzden yanınıza gelmedim).’”2
Diğer anlatımlarda ise şu detaylar yer almaktadır: Ashâbı, hasırla çev-
rili odasından sesini işitmeyince Resûlullah’ın uyuduğunu zannettiler.3
Dördüncü gece Resûlullah’ın (sav) namaza çıkmaması üzerine cemaatten
bazı kimseler, “Namaz! Namaz!” diye seslenmeye başladılar,4 bazıları ök-
sürdüler, seslerini yükselttiler, hatta kimileri onun kapısına küçük çakıl
taşları attılar.5 Bunun üzerine Resûlullah (sav) kızgın bir hâlde yanlarına
çıkıp, “Ey insanlar! Sizin bu namaz konusundaki ısrarlı tutumunuzu gördüm
ve onun size farz kılınmasından endişe duydum. Şayet farz kılınsa eda etmekte
zorlanacaktınız. Siz bu namazı evlerinizde kılın. Çünkü kişinin farz namazın
dışında kıldığı en hayırlı namaz, evinde kıldığı namazdır.”6
Hz. Peygamber’in Ramazan gecelerinde kıldırdığı namazı anlatan
sahâbîlerden biri olan Ebû Zer ise şunları nakleder: “Resûlullah (sav)
ile beraber oruç tuttuk. Ramazan ayının son haftasına kadar bize farz
namazlardan başka herhangi bir namaz kıldırmadı. Ramazan’ın son on
günü olunca Resûlullah (sav) mescitte itikâfa girdi. Yirmi ikinci gün ikin-
di namazını kıldırdıktan sonra, ‘İnşallah bu gece kalkıp namaz kılacağız.
Sizden arzu eden kalkıp bu namazı kılsın.’ dedi. Ramazan’ın bitmesine bir
hafta kala (yirmi üçüncü) gecenin üçte biri geçinceye kadar namaz kıldır-
dı. Yirmi dördüncü gece namaz kıldırmadı. Yirmi beşinci gecenin yarısı-
na kadar bize namaz kıldırdı. Biz dedik ki: ‘Ey Allah’ın Resûlü! Bu gece-
nin geri kalan kısmında da bize nafile namaz kıldırsanız?’ Bunun üzerine
2 B2012 Buhârî, Salâtü’t- şöyle buyurdu: ‘İmam namazı bitirinceye kadar onunla namaz kılan kimseye,
terâvîh, 1. geceyi ibadet etmiş gibi sevap yazılır.’ Sonra Ramazan ayının son üç günü
3 B2790 Buhârî, İ’tisâm, 3.
4 M1784 Müslim, Müsâfirîn, kalıncaya kadar bize namaz kıldırmadı. Yirmi yedinci gece yine namaz
178. kıldırdı, çocuklarını ve eşlerini de çağırdı ve “Felâh”ı geçirme korkusuna
5 D1447 Ebû Dâvûd, Vitr, 11;
M1825 Müslim, Müsâfirîn, düşünceye kadar bize namaz kıldırdı.” Ebû Zerr’e “Felâh nedir?” diye so-
213; B6113 Buhârî, Edeb, 75. rulduğunda “Sahur” demiştir.7
6 B7290 Buhârî, İ’tisâm, 3;
260
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
261
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
262
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
ibadet konusunda âlimler arasında farklı görüşler ve uygulamalar söz ko- 21 MU251 Muvatta’, Ramazân, 2.
263
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
nusudur. İlim adamlarının bir kısmı tarafından vitir ile birlikte “kırk bir”
rekât kılınması gibi görüşler ifade edilmiş olsa da, Peygamber Efendimizin
ashâbından Hz. Ömer, Hz. Ali ve başkaları tarafından rivayet edilen “yir-
mi” rekât kılınması görüşü muteber kabul edilmiş ve asırlardır uygulama
bu şekilde gerçekleşmiştir. Bazı ilim adamları, Ramazan’da gece namazının
imamla kılınması gerektiğini söylemişler, bazıları ise, Kur’an kıraati düz-
gün olan kimsenin kendi başına kılabileceği görüşünü tercih etmektedir.22
Asırlardır Kâbe’de ve Medine’deki Peygamberimizin mescidinde te-
ravih namazı yirmi rekât olarak kılınmaktadır. İslâm dünyasının birçok
bölgesinde oldukça canlı bir şekilde kılınan bu namaz, bazı bölgelerde
hatimle kıldırılırken, bazı bölgelerde ise sekiz rekât olarak eda edilmekte-
dir. Özellikle ülkemizde namazın şartlarını ve rükünlerini zorlayarak çok
hızlı kılınan yirmi rekâta karşı, birçok Arap ülkesinde kılınan sekiz rekât
teravih namazı en az iki üç saati bulmaktadır.
Sonuç olarak, teravih namazında asıl olan, Kur’ân-ı Kerîm’in hatmi
ve Ramazan gecelerinin ihyasıdır. Kadir gecesine rastlama ihtimali yüksek
olan bu mübarek geceleri ibadetle değerlendirme hedeflenmelidir. “İnanarak
ve sevabını Allah’tan umarak Ramazan orucunu tutan kimsenin geçmiş günahla-
rı bağışlanır. İnanarak ve sevabını Allah’tan umarak Kadir gecesini ihya eden
kimsenin de geçmiş günahları bağışlanır.”23 buyuran Hz. Peygamber Ramazan
gecelerini namaz ile değerlendirmiştir. Bu nedenle, teravih namazını ge-
çiştirme yerine, mümkün mertebe bu namaza daha fazla zaman ayırma,
ecrinden daha fazla yararlanma cihetine gidilmelidir. Böylece gündüzünü
sıyam (oruç) ile gecelerini de kıyam (teravih) ile Ramazan dolu dolu geçiril-
22 T806 Tirmizî, Savm, 81.
miş ve bin aydan daha hayırlı olan Kadir gecesi ihya edilmiş olacaktır.
23 B2014 Buhârî, Fadlü İmam Buhârî’nin teravih namazı ile ilgili bir hadis için koymuş ol-
leyleti’l-kadr, 1. duğu başlık dikkat çekicidir: “Ramazan gecelerinde kılınan nafile namaz,
24 B37 Buhârî, Îmân, 27 —bab
başlığı—. imandandır.”24
264
MÜBAREK VAKİTLER
ALLAH’IN RIZASINI KAZANMA
FIRSATLARI
265
ول ال َّل ِه َ “ :sما ِم ْن َأ� َّيا ٍم ا ْل َع َم ُل َّ
الصا ِل ُح ِفي ِه َّن عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ قَالََ :ق َال َر ُس ُ
َأ� َح ُّب �ِإ َلى ال َّل ِه ِم ْن هَ ِذ ِه ْال َأ� َّيا ِم ا ْل َعشْ ِر”.
عَنْ َأ�بِى هُرَيْرَةَ َأ� َّن ال َّنب َِّي َ sق َال“ :خَ ْي ُر َي ْو ٍم َط َل َع ْت عَ َل ْي ِه الشَّ ْم ُس
َي ْو ُم ا ْل ُج ُم َع ِة”...
ول ال َّل ِه َ sي ْن َهانَا َأ� ْن ات َك َان َر ُس ُ عَنْ عُقْبَةَ بْنَ عَامِرٍ الْجُهَنِي َّ يَقُولَُ :ثل َا ُث َساعَ ٍ
ن َُص ِّل َي ِفي ِه َّنَ ،أ� ْو َأ� ْن َن ْق ُب َر ِفي ِه َّن َم ْوتَانَاِ :ح َين ت َْط ُل ُع الشَّ ْم ُس َبا ِز َغ ًة َح َّتى َت ْر َت ِف َع،
وب الظ ِهي َر ِة َح َّتى ت َِم َيل الشَّ ْم ُسَ ،و ِح َين ت ََض َّي ُف الشَّ ْم ُس ِل ْل ُغ ُر ِ َو ِح َين َي ُقو ُم َقا ِئ ُم َّ
َح َّتى َت ْغ ُر َب.
266
İbn Abbâs’tan rivayet edildiğine göre, Allah Resûlü (sav) şöyle
buyurmuştur: “Salih amelin Allah katında en sevimli olduğu günler
(Zilhicce’nin ilk) on günüdür.”
(T757 Tirmizî, Savm, 52; İM1727 İbn Mâce, Sıyâm, 39)
Ukbe b. Âmir el-Cühenî şöyle demiştir: “Üç vakit vardır ki, Resûlullah
(sav) o vakitlerde namaz kılmamızı ve cenazelerimizi defnetmemizi bize
yasaklardı: Güneşin doğmaya başlamasından yükselmesine kadar; güneş
tam gökyüzünün ortasında iken (batıya) meyledinceye kadar; bir de
batmaya başlamasından itibaren batıncaya kadar.”
(M1929 Müslim, Müsâfirîn, 293)
267
“E y Allah’ın Resûlü, (Allah’a) diğer vakitlerden daha yakın
olunacak bir vakit var mıdır ya da özel olarak tercih edilecek bir zaman var
mıdır?” Amr b. Abese’nin yönelttiği bu soruya Peygamberimiz şöyle cevap
vermişti: “Evet. Azîz ve Celîl olan Allah’ın kula en yakın olduğu vakit, gecenin
sonlarına doğru olan vakittir. O saatlerde Allah’ı ananlardan olmayı istersen,
bunu yap! Kuşkusuz o vakitlerde kılınan namazlarda melekler hazır bulunup şa-
hitlik yaparlar.”1 Ardından ibadet için uygun olmayan vakitleri de sıralayan
Sevgili Peygamberimiz, Amr b. Abese’ye güneşin doğduğu, gün ortasında
tam tepe noktaya geldiği ve battığı anda namaz kılmasının yasak oldu-
ğunu öğretmişti. Demek ki, günün bereketli, hayırlı ve değerli zamanları
olduğu gibi, ibadete uygun olmayan zamanları da vardı...
Peygamberimizin Amr’a verdiği cevapta, yirmi dört saatlik bir zaman
dilimi içerisindeki mübarek ve mekruh vakitlerden söz edilmektedir. Allah
Resûlü diğer pek çok sözünde hafta, ay ya da yıl içerisinde bulunan özel
zaman dilimlerine de işaret etmiştir. Bu bağlamda Ramazan ayı, mübarek
aylar içindeki en faziletli aydır. Ramazan, orucuyla teravihiyle, sahuruyla
iftarıyla, gecesiyle gündüzüyle, akşamıyla sabahıyla, hâsılı her ânıyla Hz.
Peygamber’in yoğun bir dinî coşku içinde geçirdiği bir aydır. Bu ayın ihya
edilmesi sonucunda elde edilecek kazancı Sevgili Peygamberimiz şöyle müj-
delemektedir: “Yüce Allah Ramazan ayında oruç tutmayı size farz kıldı. Rama-
zan gecelerini namazla geçirmek de benim sünnetimdir. Kim inanarak ve (sevabını
yalnızca Allah’tan) umarak Ramazan ayında oruç tutup, geceleri de namaz (tera-
vih) kılarsa, annesinden doğduğu günkü gibi günahlarından arınmış olur.”2
Ramazan ayının mübarekliği, Kadir gecesinin bu ay içerisinde yer
alması ile yakından ilgilidir. Peygamber Efendimiz, “... Bu ayda öyle bir gece
vardır ki, bin aydan daha hayırlıdır. Bu gecenin hayrından mahrum kalan, bin
ayın hayrından mahrum kalmış gibidir.”3 buyurarak Kadir gecesinin önemi
hakkında bize ipuçları vermektedir.
Kadir gecesinin mübarekliği ise, Kur’ân-ı Kerîm’in bu gecede indi-
rilmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Kadir sûresinde bu husus şöyle
1 N573 Nesâî, Mevâkît, 35.
anlatılmaktadır: “Şüphesiz, biz onu (Kur’an’ı) Kadir gecesinde indirdik. Kadir 2 N2212 Nesâî, Sıyâm, 40.
gecesinin ne olduğunu sen ne bileceksin! Kadir gecesi bin aydan daha hayırlı- 3 N2108 Nesâî, Sıyâm, 5.
269
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
dır. Melekler ve Ruh (Cebrail) o gecede, Rablerinin izniyle her türlü iş için iner
de iner. O gece, tan yerinin ağarmasına kadar bir esenliktir.”4 Ayrıca Duhân
sûresinde yer alan, “Biz onu (Kur’an’ı) mübarek bir gecede indirdik.”5 âyetinde
de Kadir gecesinin kastedildiği belirtilmektedir.6
Böylesine faziletli bir gece hakkında Resûlullah (sav), “Her kim ina-
narak ve (sevabını Allah’tan) umarak Kadir gecesini ibadetle geçirirse geçmiş
günahları bağışlanır. Her kim Ramazan orucunu, inanarak ve (mükâfatını
Allah’tan) umarak tutarsa geçmiş günahları bağışlanır.”7 buyurmuş ve Kadir
gecesinde hangi duayı okuyacağını soran Hz. Âişe’ye, “Allah’ım! Sen affedi-
cisin, ikram sahibisin, affetmeyi seversin, beni de affet.” şeklinde dua etmesini
tavsiye etmiştir.8 Fakat Peygamber Efendimiz Kadir gecesinin hangi gece
olduğunu kesin olarak bize bildirmemiş, bu eşsiz gecenin Ramazan’ın son
on günü içindeki tek sayılı gecelerde aranmasını tavsiye etmiştir.9 Bazı
hadis rivayetlerinde Kadir gecesinin Ramazan’ın yirmi yedinci gecesi ol-
duğu ifade edildiği için10 İslâm âleminde ağırlıklı olarak bu gece ibadetle
değerlendirilmeye çalışılmaktadır. Aslında Kadir gecesinin kesin olarak
belirlenmemiş olması, Ramazan’ın her gecesinin Kadir gecesi imiş gibi
geçirilmesi gerektiği anlamına gelmektedir. “Her geleni Hızır, her geceyi
Kadir bil!” sözü de bunu ifade etmektedir.
Ramazan ayına değer katan diğer özellikler arasında, bu ayda tutulan
orucun farz olması,11 Peygamber Efendimizin itikâf ibadetini bu ayda yap-
4 Kadir, 97/1-5. ması12 ve teravih namazının bu ayda kılınması13 sayılabilir.
5 Duhân, 44/3. Ramazan’ı ibadetlerle geçiren kulun mükâfatı, mübarek günlerden
6 İT7/245 İbn Kesîr, Tefsîr,
VII/245.
oluşan Ramazan Bayramı’dır. Bayram günleri, oruç tutmanın yasak oldu-
7 B1901 Buhârî, Savm, 6; B35 ğu günlerdir.14 Kendisine has bir namazın, bayram namazının bulunması
Buhârî, Îmân, 25.
8 T3513 Tirmizî, Deavât, 84.
bu günün değerinin bir göstergesidir.
9 B1016 Buhârî, Fadlü Ramazan Bayramı’nın ardından Şevval ayı içerisinde altı gün oruç
leyleti’l-kadr, 2. tutulması Peygamberimiz tarafından tavsiye edilmiş ve Peygamberimiz
10 M1785 Müslim, Müsâfirîn,
179. Ramazan ile birlikte Şevval’de altı gün oruç tutan kimsenin tüm seneyi
11 Bakara, 2/185.
oruçlu geçirmiş gibi sevap kazanacağını müjdelemiştir.15
12 B2025 Buhârî, Fadlü
138; B1990 Buhârî, Savm, “Allah’ım! Receb ve Şâban’ı hakkımızda mübarek eyle, bizi Ramazan’a ulaştır...”16
66. şeklinde dua eden Resûlullah (sav), üç ayları sevinç içerisinde karşılamıştır.
15 T759 Tirmizî, Savm, 53.
270
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
eden İsrâ, oradan da yedi kat semaya yükseldiğini ifade eden Mi’rac olayı
bir görüşe göre Receb ayında gerçekleşmiştir.17 Mi’rac’ta, Resûl-i Ekrem’e
beş vakit namazın, Âmenerrasûlü olarak bilinen Bakara sûresinin son
âyetlerinin ve “Allah’a şirk koşmayanların büyük günahlarının bağışlanabilece-
ği” müjdesinin verilmesi18 Receb ayı için bir bereket vesilesidir.
Receb ve Şâban ayları, Peygamber Efendimizin oruç tutmaya büyük
önem verdiği aylardır.19 Fakat Hz. Peygamber, bütün ayı oruçlu geçirme-
nin Ramazan’ın şerefine özel bir durum olarak kalmasını istediğinden olsa
gerek, Receb ayı orucundan bahsettiği bir hadisinde bu ayın tamamının
oruçlu geçirilmesini hoş görmediğini belirtmiştir.20
Hz. Peygamber Şâban ayı geldiğinde de oruç tutmaya özen gösterirdi.21
Çok sevdiği Zeyd’in oğlu Üsâme22 bunu fark etmiş, Şâban ayında tut-
tuğu kadar hiçbir ayda oruç tutmamasının sebebini sorduğunda Allah
Resûlü’nden şu cevabı almıştı: “Bu ay Receb ile Ramazan arasında insanla-
rın gafil bulundukları bir aydır. Bu ayda ameller âlemlerin Rabbi olan Allah’a
arz olunur. Ben de amellerimin oruçlu iken Allah’a sunulmasını arzu ederim.”23
Kulun amellerinden Allah’ın haberdar olmaması düşünülemez. Fakat kul-
ların amellerinin Allah’a belirli zamanlarda arz olunması, muhtemelen
Allah’ın kullarına tevbe için fırsat tanımasından kaynaklanmaktadır.
Şâban ayı içerisinde muhtelif günlerde oruç tutan Hz. Peygamber’in,
Şâban’ın son günlerini oruçlu geçirerek Ramazan ayı ile birleştirdiği de
olmuştur.24 Bununla birlikte, Hz. Âişe validemiz Peygamber Efendimizin
Ramazan haricindeki hiçbir ayı tamamen oruçlu geçirdiğine şahit olma-
dığını söylemektedir.25 Bundan dolayı bu ayların tamamının oruçlu ge-
çirilmesi yerine belirli günlerde oruç tutularak nefsin terbiye edilmesi ve
Ramazan’a hazırlanması esas alınmalıdır.
Şâban ayının on beşinci gecesi ise, kültürümüzde Berât gecesi olarak
adlandırılır. Peygamber Efendimiz, Şâban ayının yarısına denk gelen bu 17 İF7/203 İbn Hacer, Fethu’l-
bâri, VII, 203.
gecede Allah’a çok ibadet edilmesini, gündüzünde ise oruç tutulmasını 18 M431 Müslim, Îmân, 279.
Rızık isteyen yok mu, ona rızık vereyim! Belaya duçar olan yok mu, ona afiyet 21 N2181 Nesâî, Sıyâm, 35.
İşte böyle bir gecede uyanan Hz. Âişe, Resûlullah’ı (sav) yanında gö- 24 İM1649 İbn Mâce, Sıyâm, 4.
271
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
Tirmizî, Savm, 51. Rabbinin belirlediği vakit kırk geceye tamamlandı.”37 âyetindeki on gecedir.38
37 A’râf, 7/142.
İkincisi, Fecr sûresinde geçen, “On geceye andolsun.”39 âyetidir.40 “Allah’ın
38 İT3/468 İbn Kesîr, Tefsîr,
III/468. kendilerine rızık olarak verdiği (kurbanlık) hayvanlar üzerine belli günlerde (on-
39 Fecr, 89/2.
ları kurban ederken) Allah’ın adını ansınlar.”41 âyetinde yer alan “belirli günler”
40 HM14565 İbn Hanbel, III,
V/415.
rimiz hiçbir gecede bu gecede olduğu kadar çok sayıda kulun cehennem-
43 M3288 Müslim, Hac, 436. den azat edilmediğini müjdelemekte,43 şeytanın ise hiçbir zaman, arefe
272
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
günü görüldüğünden daha küçük, daha hakir, daha zelil ve daha öfkeli
görülmediğini belirtmektedir.44 Ayrıca, “arefe günü tutulacak orucun önce-
ki ve sonraki senenin günahlarına kefaret olacağını Allah’tan ümit ediyorum.”45
buyurarak Allah’ın rahmetinin indiği bu bayrama hazırlık gününde oruç
tutulmasını teşvik etmektedir. Fakat bu teşvik hac farizasını ifa etmekte
olan hacılar için değildir. Hatta Peygamber Efendimiz, sıcaktan ve hac iba-
detinin meşakkatlerinden dolayı hacıların hâlsiz kalıp hastalanabilecek-
lerini düşünerek bu günde oruç tutmamalarını daha uygun bulmuştur.46
Kendisi de hac yaparken arefe günü oruç tutmamıştır.47
Arefe gününden sonra Kurban Bayramı başlar ki, Peygamber Efendi-
miz Allah katında günlerin en değerlisinin Kurban Bayramı’nın ilk günü,
sonra ikinci günü olduğunu48 ve bu günlerin Allah tarafından Ümmet-i
Muhammed’e bayram kılındığını haber vermektedir.49 Allah’ın Kutlu El-
çisi, bu günleri Müslümanların bayramı olması dolayısıyla (oruç değil)
yeme-içme ve Allah’ı zikretme günleri olarak nitelemiş,50 Hz. Âişe de,
onun (sav) bu günlerde oruç tuttuğunu hiç görmediğini söylemiştir.51
Zilhicce ayından sonra, hicrî yılın ilk ayı olan Muharrem ayı gelmek-
tedir. Hz. Peygamber, “Ramazan ayından sonra en kıymetli oruç Allah’ın ayı
olan Muharrem ayında tutulan oruçtur.”52 buyurarak bu ayı “Allah’ın ayı” şek-
44 MU950 Muvatta’, Hac, 81.
linde nitelemiştir. Muharrem’i değerli kılan diğer bir husus ise, içerisin- 45 T749 Tirmizî, Savm, 46;
de Âşûrâ gününün bulunmasıdır. Peygamberimiz, “Âşûrâ günü orucunun, İM1730-İM1731 İbn Mâce,
Sıyâm, 40.
bir önceki yılın günahlarına kefaret olmasını Allah’tan ümit ediyorum.” diyerek 46 D2440 Ebû Dâvûd, Sıyâm,
Âşûrâ orucu tutmaya teşvik etmiştir.53 Hatta Peygamberimiz zamanında 63; AV7/75 Azîmâbâdî,
Avnü’l-ma’bûd, VII/75.
çocukların bile bu ibadete alışmasını arzu eden anneler, onlarla birlikte 47 B1658 Buhârî, Hac, 85;
oruç tutmuşlar, onlara yünden oyuncaklar yaparak açlıklarını unuttur- M2632 Müslim, Sıyâm, 110.
48 D1765 Ebû Dâvûd,
maya çalışmışlardır.54 Âşûrâ orucu, câhiliye döneminde de bilinen ve tu-
Menâsik, 19.
tulan bir oruçtur. Peygamber Efendimiz Medine’ye geldiğinde yahudilerin 49 D2789 Ebû Dâvûd,
gün Musa ile İsrâiloğulları’nın Firavun’dan kurtuldukları gündür. Biz onu 51 T756 Tirmizî, Savm, 51.
rakmıştır; dileyen bu gün oruç tutmuş dileyen tutmamıştır.56 İbn Abbâs, M2641 Müslim, Sıyâm, 116.
273
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
Âşûrâ günü ile birlikte bir gün öncesinin de oruçlu geçirilmesini, böylece
yahudilere muhalefet edilmesinin daha uygun olacağını belirtmektedir.57
Buraya kadar anlattığımız mübarek zaman dilimleri, yılda bir defa
yaşayabildiğimiz aylar ve günlerdir. Bunlardan başka bir de her hafta is-
tifade imkânı bulduğumuz mübarek vakitler vardır ki, bunların başında
haftalık toplanma vakti olan cuma günü gelmektedir. Kur’ân-ı Kerîm’deki
sûrelerden birinin isminin ‘Cuma’ olması ve yine aynı sûrede Cuma na-
mazından açıkça bahsedilmesi58 bu vaktin önemini göstermektedir. Pey-
gamber Efendimiz, cumanın “Müslümanların bayramı”59 ve “üzerine güneş
doğan en hayırlı gün” olduğunu, Hz. Âdem’in bu günde yaratıldığını, cenne-
te girdiğini ve tekrar cennetten çıkartıldığını ifade etmektedir.60 Yine Pey-
gamberimiz, “Cuma günü öyle bir an vardır ki, şayet bir Müslüman kul namaz
kılarken o âna rastlar da Allah’tan bir şey dilerse, Allah mutlaka ona dilediğini
verir.” buyurarak61 cumanın icabet ânına dikkat çekmektedir. Bir hadiste
bu kıymetli vaktin, imamın hutbe için minbere çıkması ile namazın eda
edilmesi arasındaki vakit olabileceği62 ifade edilmekteyse de icabet ânının
kesin bir şekilde belirlenmemesi, cuma gününün tümüne değer verilmesi
gerektiğini göstermektedir. Şu hâlde cuma günü her ânını Allah’ın rızası-
na uygun bir şekilde geçiren kimsenin bu vakti yakalaması ve Allah’ın da
onun dileklerini yerine getirmesi umulur.
Pazartesi ve perşembe günlerinin önemine de dikkat çeken Peygam-
ber Efendimiz, “İnsanların amelleri pazartesi ve perşembe günleri olmak üzere
haftada iki defa (Allah’a) arz olunur ve inanan her kula mağfiret buyrulur. Yal-
nız din kardeşi ile aralarında düşmanlık bulunan kul müstesna! (Onlar hakkın-
da), ‘Bu iki kişiyi (barışa) dönünceye kadar bırakın.’ denilir.” buyurmaktadır.63
Hz. Âişe’nin ifadesiyle pazartesi ve perşembe günü oruçlarını dört gözle
bekleyen Allah Resûlü,64 çevresindekilere de bu günleri oruçlu geçirmeyi
57 T755 Tirmizî, Savm, 50. tavsiye etmiştir.65
58 Cuma, 62/9.
59 MU144 Muvatta’, Tahâret, Her hafta yaşadığımız mübarek vakitler olduğu gibi her gün karşılaş-
32. tığımız bazı özel anlar da bulunmaktadır. Bunların başında, gecenin son
60 M1976 Müslim, Cum’a, 17.
61 M1969 Müslim, Cum’a, 13. üçte birine yani imsaktan önceki zamana rastlayan seher vakti gelmekte-
62 M1975 Müslim, Cum’a, 16.
dir. Amr b. Abese isimli sahâbî, bir gün Hz. Peygamber’in huzuruna ge-
63 M6547 Müslim, Birr, 36.
64 T745 Tirmizî, Savm, 44; lerek Allah’a yakın olabilmek için gözetilmesi gereken ve diğer zamanlar-
HM25014 İbn Hanbel, VI, dan daha mübarek olan vakitlerin bulunup bulunmadığını sormuş, Allah
80.
65 D2452 Ebû Dâvûd, Sıyâm,
Resûlü de, “Evet!” demiş ve sözlerine şöyle devam etmişti: “Allah’ın kula en
69. yakın olduğu vakit, gecenin sonlarına doğru olan vakittir. Eğer bu saatlerde Yüce
274
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
veya işe yaramaz vakitler olmayıp, sadece namaz açısından mahzurlu ka- 69 T3549 Tirmizî, Deavât,
101.
bul edilen vakitlerdir. Dolayısıyla Kur’an okuma, zikretme gibi ibadetlerle 70 M1929 Müslim, Müsâfirîn,
275
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
276
NAMAZLARIN KAZASI
KILINAMAYAN NAMAZIN TELÂFİSİ
َّ َح َّد َث ِنى َص ِاح ُب هَ ِذ ِه:َعَنِ الْوَلِيدِ بْنِ الْعَيْزَارِ َأ�نَّهُ سَمِعَ َأ�بَا عَمْرٍو ال َّشيْبَانِي َّ قَال
الدا ِر
َأ�يُّ ْال َأ�عْ َمالِ َأ� َح ُّب �ِإ َلى:s ول ال َّل ِه َ َس َأ� ْل ُت َر ُس:– َو َأ� َشا َر �ِإ َلى دَا ِر عَ ْب ِد ال َّل ِه– َقال
ُث َّم: “ ُث َّم ِب ُّر ا ْل َوا ِل َد ْي ِن” ُق ْل ُت: ُث َّم َأ� ٌّي؟ َق َال:“الصل َا ُة عَ َلى َو ْق ِت َها” ُق ْل ُت
َّ :ال َّل ِه؟ َق َال
”. “ ُث َّم ا ْلجِ َها ُد ِفى َسب ِِيل ال َّل ِه:َأ� ٌّي؟ َق َال
277
عَنْ َأ�نَسٍ عَ ِن ال َّنب ِِّي َ sق َالَ “ :م ْن ن َِس َي َصل َا ًة َف ْل ُي َص ِّل �ِإ َذا َذ َك َرهَ ا،
َلا َك َّفا َر َة َل َها �ِإ َّلا َذ ِل َك...
ول ال َّل ِه َ sف َق َال: عَنْ َأ�بِى قَتَادَةَ قَالَ :خَ َط َب َنا َر ُس ُ
الصل َا َة َح َّتىيطِ� ،إن ََّما ال َّت ْف ِر ُيط عَ َلى َم ْن َل ْم ُي َص ِّل َّ َ “ ...أ� َما �ِإ َّن ُه َل ْي َس ِفى ال َّن ْو ِم َت ْف ِر ٌ
الصل َا ِة ْال ُأ�خْ َرىَ ،ف َم ْن َف َع َل َذ ِل َك َف ْل ُي َص ِّل َها ِح َين َي ْن َت ِب ُه َل َهاَ ،ف ِإ� َذا َك َانَيجِ ى َء َو ْق ُت َّ
ا ْل َغ ُد َف ْل ُي َص ِّل َها ِع ْن َد َو ْق ِت َها”...
278
Enes (b. Mâlik)’in naklettiğine göre,
Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur:
“Kim bir namazı unutursa onu hatırladığında kılsın.
Zira onun kefareti ancak budur...”
(B597 Buhârî, Mevâkîtü’s-salât, 37; M1566 Müslim, Mesâcid, 314)
279
R ahmet Peygamberi’nin ağzından belki de ilk kez böyle cüm-
leler dökülüyordu: “Allah onların evlerini ve kabirlerini ateşle doldursun!”1
Risâlet görevini üstlenmeden önce de sonra da insanlara karşı sonsuz sev-
gi ve merhameti, onu beddua etmekten hep uzak tutmuştu. Peygamberlik
görevinin ilk yıllarında yanındaki bir avuç inananıyla birlikte çektiği onca
sıkıntıya rağmen, hatta Tâif’te yollarına dikenler serildiğinde, taşlandığın-
da bile merhametle davranmıştı.2 Zira Yüce Allah, “Biz seni ancak âlemlere
rahmet olarak gönderdik.”3 buyurmaktaydı. Ancak şimdi söz konusu olan
kendi nefsi değil, kendisine dünyada sevdirilen şeyleri saydıktan sonra,
“iki gözümün nuru” diye vasıflandırdığı4 namazdı. Günün en bereketli za-
manlarında Allah’ın huzuruna durup namaz kılması engellenmişti. İşte
Efendimiz bu yüzden Hendek Savaşı günü harbin kızışması sebebiyle öğle,
ikindi, akşam ve yatsı namazlarını kılamamanın üzüntüsünü yaşamış5 ve
müşriklere, “Bizi orta namazından —yani ikindi namazından— alıkoydular. Al-
lah da onların evlerini ve kabirlerini ateşle doldursun.”6 diye beddua etmişti.
Tek dayanağı olan Yüce Rabbinden onları cezalandırmasını istemişti.
Allah katında en güzel amelin ne olduğunu soran Abdullah b.
Mes’ûd’a Resûlullah’ın cevabı şöyle olmuştu: “Vaktinde kılınan namaz.” İbn
Mes’ûd sorularına devam etti: “Sonra hangisidir?” “Sonra, anne babaya iyilik
yapmak.” buyurdu Allah’ın Resûlü. Ondan sonra da, “Allah yolunda cihad
etmek” geliyordu.7 Böylece Hz. Peygamber, “dinin direği” olarak tanımladı-
1 B2931 Buhârî, Cihâd, 98;
ğı8 namazın Allah nezdindeki yerine işaret ediyor, onu tayin edilen vakitte M1425 Müslim, Mesâcid,
kılmanın, anne babaya iyilik ve cihad gibi son derece faziletli amellerden 205.
2 HS2/267 İbn Hişâm, Sîret,
bile daha önemli olduğunu bildiriyordu. Nitekim Yüce Allah, kurtuluşa II, 267-268.
erecek olan müminlerin vasıflarını sayarken, “Onlar ki, namazlarını kılma- 3 Enbiyâ, 21/107.
sıkıntı veren yolculuk hâli ve hatta daha ağır şartların hâkim olduğu sa- 7 M254 Müslim, Îmân, 139;
vaş ortamı bile namazı aksatmaya neden olacak bir mazeret olarak gö- B5970 Buhârî, Edeb, 1.
8 BŞ2807 Beyhakî, Şuabü’l-
rülemezdi. Yüce Allah, her türlü olumsuzluğa rağmen yolculuk esnasın- îmân, 3, 39.
da namazın terk edilmesine müsaade etmemiş, ancak kısaltılabileceğini 9 Mü’minûn, 23/9.
10 Nisâ, 4/103.
bildirmişti.11 Aynı şekilde savaş esnasında namazların nasıl eda edilece- 11 Nisâ, 4/101.
281
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
282
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
283
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
284
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
mazsa (uyandığı zaman) o namazı kılsın! Ertesi gün o namazı vaktinde kılsın!’”24
sözünde de ifadesini bulduğu gibi göz göre göre namazı terk etmek mümi-
ne yakışmayan bir hatadır. Namaz konusunda gönülsüz davranmanın ve
tembellik göstermenin, Kur’an’da münafıkların özelliklerinden birisi ola-
rak anlatıldığı25 unutulmamalıdır. Namazı kılmayıp diğer vakit girinceye
kadar geciktirmek ya da dünya meşgalesine kapılıp namazın vaktini ak-
satarak sonradan kaza etmeye güvenmek, samimi müminlere yakışan bir
tavır değildir. Zira bir mümin için Rabbine olan sorumluluklarını yerine
getirmek, her türlü telaş, heves ve ilgiden önce gelir. Hatta kişinin, namaz
kadar ulvî bir ibadet için özel zaman ayırarak mescide gitmesi ve namaz-
larını cemaatle eda etmesi en güzelidir. Zira gönlü mescitlerde kalan, yani
bir namaz vaktinin ardından diğerinin gelmesini hevesle bekleyen kimse,
hiçbir himayenin olmadığı kıyamet gününün dehşetinde Allah Teâlâ’nın
özel himayesinde olacaktır.26
Gönülden istediği hâlde cemaate devamda zorlanan müminin ise na-
mazlarını vaktinde kılmaya özen göstermesi, ibadetinin aksamaması için
gerekli tedbirleri almaya gayret etmesi lazımdır. Uyanamayacağını düşündü-
ğünde Hz. Peygamber gibi kendisini uyarması için bir başkasından yardım
isteyerek veya saatini kurarak ya da gece erken yatmaya özen göstererek27 24 M1562 Müslim, Mesâcid,
311; D441 Ebû Dâvûd, Salât,
bireysel tedbirlere başvurmalıdır. Gün içinde mümkün olduğunca abdestli 11.
bulunmaya çalışarak Yaratan’ın huzuruna varacağı an için daima hazır olan 25 Nisâ, 4/142.
285
MESCİT ve CAMİLER
RAHMÂN’IN EVLERİ
“ج ِع َل ْت ِل َي
ُ :s ول ال َّل ِه ُ َق َال َر ُس:َعَنْ جَابِرِ بْنِ عَبْدِ ال َّلهِ قَال
َّ ْال َأ� ْر ُض َم ْسجِ ًدا َو َط ُهو ًرا َأ� ْي َن َما َأ�دْ َر َك َر ُج ٌل ِم ْن ُأ� َّم ِتى
”.الصل َا َة َص َّلى
287
اس َذ ِل َك َو َأ� َح ُّبوا َأ� ْن َي َدعَ ُه عَ َلى �َأن َّ عُثْمَانَ بْنَ عَفَّانَ َأ� َرا َد ِب َنا َء ا ْل َم ْسجِ ِد َف َك ِر َه ال َّن ُ
ولَ “ :م ْن َب َنى َم ْسجِ ًدا ِل َّل ِه َب َنى ال َّل ُه َل ُه ِفى ول ال َّل ِه َ sي ُق ُ هَ ْي َئ ِت ِه َف َق َالَ :س ِم ْع ُت َر ُس َ
ا ْل َج َّن ِة ِم ْث َلهُ”.
عَنْ َأ�بِى هُرَيْرَةَ عَ ِن ال َّنب ِِّي َ sق َالَ “ :ما َت َو َّط َن َر ُج ٌل ُم ْس ِل ٌم ا ْل َم َساجِ َد
الذ ْك ِر �ِإ َّلا َت َبشْ َب َش ال َّل ُه َل ُه َك َما َي َت َبشْ َب ُش َأ�هْ ُل ا ْل َغا ِئ ِب ِب َغا ِئ ِب ِه ْم �ِإ َذا
لصل َا ِة َو ِّ
ِل َّ
َق ِد َم عَ َل ْي ِه ْم”.
عَنْ جَابِرِ بْنِ عَبْدِ ال َّلهِ قَالََ :ق َال ال َّنب ُِّي َ “ :sم ْن َأ� َك َل ُثو ًما َأ� ْو َب َصل ًاَ ،ف ْل َي ْع َت ِز ْل َنا
– َأ� ْو ِل َي ْع َت ِز ْل َم ْسجِ َدنَا–َ ،و ْل َي ْق ُع ْد ِفى َب ْي ِت ِه”.
288
Osman b. Affân, mescidi yeniden bina etmek istemiş, halk bunu hoş
görmeyerek onu olduğu gibi bırakmasını istemişlerdi. Bunun üzerine
Osman, “Ben Allah Resûlü’nü (sav), ‘Her kim Allah için bir mescit
bina ederse, Allah ona cennette bu mescidin benzeri (bir köşk) bina eder.’
buyururken işittim.” dedi.
(M7471 Müslim, Zühd, 44)
289
O n üç sene süren çeşitli baskı, tehdit, işkence ve boykotlar netice-
sinde Hz. Peygamber, aldığı ilâhî emirle,1 Medine’ye hicret etmiş, günlerdir
büyük merakla yolu gözlenen bu Kutlu Elçi’nin gelişi hicret yurdunda bay-
ram havası estirmişti. Öyle ki, Allah Resûlü’nü karşılama heyecanıyla ka-
dınlar ve erkekler evlerin damlarına çıkmış, çocuklar ve hizmetçiler yollara
dökülmüş,2 özlemle bekledikleri Resûlullah’ı bağırlarına basmışlardı. Sıcak
ve coşkulu bir karşılanmanın ardından, Allah Resûlü’nün ilk işi bu yeni
Müslüman yurdunda yapılacak olan mescidin yerini tayin etmek olmuştu.
Allah’ın Sevgili Elçisi, hem mescidin yapılacağı mekânı hem de mi-
safir olarak kalacağı evi belirlemek üzere devesi Kasvâ’yı serbest bıraktı
ve onun, üzerine çöktüğü, hurma serip kurutulan düzlük bir alanı mescit
yapımı için uygun buldu. Neccâroğulları’ndan Sehl ve Süheyl adındaki iki
yetim gence ait olan bu yeri, bedelini ödemek suretiyle satın aldı.3 Arazi,
inşaat yapımı için uygun hâle getirildi, hurma kütükleriyle kurulan ka-
pının iki cephesine kerpiçten duvarlar örüldü,4 kıblesi Mescid-i Aksâ’ya
doğru olan mescide giriş için üç kapı belirlendi.5 Sahâbe olanca gücüyle
çalışıyor, Hz. Peygamber de onlara yardım ediyordu. Büyük çabalar sonu-
cunda, Mescid-i Nebevî olarak bilinen Hz. Peygamber’in mescidi dualar ve
şiirler eşliğinde tamamlanmış oldu.6
‘Mescit’ sözcüğü ‘tevazu ile eğilmek’ anlamındaki secde etmek kelime-
sinden türeyen ve ‘secde edilen yer’ mânâsını ifade eden bir isimdir. Kur’ân-ı
1 İsrâ, 17/80; T3139 Tirmizî,
Kerîm ve hadislerde Müslümanların ibadet mekânları ‘mescit’ olarak anıl- Tefsîru’l-Kur’ân, 17.
mıştır ki, bu adlandırma oldukça manidardır. Zira Allah Resûlü, “Kulun, 2 M7522 Müslim, Zühd, 75.
toplayan mânâsında ‘el-mescidü’l-câmi’ denilmiştir. Ülkemizde zamanla, bu ST1/239 İbn Sa’d, Tabakât,
tamlamanın ‘cami’ kısmı tek başına kullanılarak yaygınlık kazanmış, ‘mes- I, 240.
6 HS3/22 İbn Hişâm, Sîret,
cit’ ismi ise müstakil olmayan, çok daha küçük ibadethanelere has kılınmış- III, 24-25; M1173 Müslim,
tır. İslâm dünyasının geri kalanı ise ‘mescit’ ismini benimsemiş, Müslüman- Mesâcid, 9.
7 D875 Ebû Dâvûd, Salât,
ların en kutsal mekânları olarak bilinen Mescid-i Harâm, Mescid-i Aksâ ve 147, 148; N1138 Nesâî,
Mescid-i Nebevî özel isimleriyle anılmaya devam edilmiştir. Tatbîk, 78.
291
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
III, 26; ST3/248 İbn Sa’d, ğın namaz kılmak için uygun olduğunu bildiren Hz. Peygamber, Medine’de
Tabakât, III, 250. mescit inşası tamamlanıncaya kadar namaz vakti girdiğinde, bulduğu geniş
12 B2297 Buhârî, Kefâlet, 4.
13 ST3/242 İbn Sa’d, Tabakât, ve temiz olan her yerde namazını eda ederdi.15 Ancak ilk dönemlerden itiba-
III, 242-243; BH1/457 ren Müslümanların kendilerine belirli yerleri mescit edindikleri görülmek-
Halebî, es-Sîretü’l-Halebiyye,
1/457.
tedir. Nitekim Allah Resûlü henüz hicret yolculuğunu tamamlamamışken,
14 N737 Nesâî, Mesâcid, 42; Medine yolundaki son durağı olan Kubâ’ya vardığında kendisinden önce
B438 Buhârî, Salât, 56.
15 M1173 Müslim, Mesâcid,
gelen ilk muhacirlerin burada namaz kılacak bir yer yaptıklarını ve Ebû
9; B429 Buhârî, Salât, 49. Huzeyfe’nin azatlı kölesi Sâlim’in imamlığında namaz kıldıklarını görmüş-
16 B692 Buhârî, Ezân, 54;
tü. Kubâ’da kaldığı süre içerisinde kendisi de burada namaz kılan Allah
ST3/87, ST4/311 İbn Sa’d,
Tabakât, III, 87; IV, 311; Resûlü bu namazgâhı genişleterek ‘Kubâ Mescidi’ diye bilinen mescidi inşa
HS3/22 İbn Hişâm, Sîret, III, ettirmiştir.16 Medine’ye yerleştikten sonra da kimi zaman yaya kimi zaman
22.
17 M3396 Müslim, Hac, 521; da binekli olarak sık sık bu mescidi ziyaret etmiş ve burada namaz kılmış,17
D2040 Ebû Dâvûd, Menâsik, sahâbeyi de burada namaz kılmaya teşvik etmiştir.18
95, 96.
18 N700 Nesâî, Mesâcid, 9; Kubâ’da dinlendikten sonra Medine’ye varmak üzere tekrar yola çıkan
İM1412 İbn Mâce İkâmetü’s- Hz. Peygamber, Sâlim b. Avfoğulları’nın ikamet ettiği yere vardığında cuma
salavât, 197.
19 HS3/22 İbn Hişâm, Sîret,
namazını, Rânûnâ vadisinde daha önceden var olan bir mescitte kılmıştır.19
III, 22. Medine’de mescit yapımı için karar kıldığı alanda ise, Medinelilerden ilk
292
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
Müslüman olan kimse olduğu kabul edilen Es’ad b. Zürâre tarafından ku-
rulmuş bir mescit vardı. Resûlullah’ın hicretinden önce Es’ad burada Müslü-
manlara vakit namazları ile cuma namazlarını kıldırıyordu.20
Kur’ân-ı Kerîm’de, “Eğer Allah, bir kısım insanları diğer bir kısmı ile önle-
meseydi, mutlak surette, içlerinde Allah’ın ismi bol bol anılan manastırlar, kiliseler,
havralar ve mescitler yıkılır giderdi.” buyuran21 Yüce Yaratan, kendisine ibadet
edilen mekânların önemine işaret etmektedir. Allah Resûlü de Müslümanla-
rın mâbedi olan mescitlerin, “Allah katında en makbul mekânlar”22 olduğunu
haber vermiş ve bulunduğu yerlerde mescit yapılmasına özen göstermiştir.
Sahâbeyi de bu konuda teşvik etmiş, “Her kim Allah için bir mescit bina eder-
se, Allah ona cennette bu mescidin benzeri (bir köşk) bina eder.”23 buyurmuştur.
Bu nedenle Mescid-i Nebevî’den sonra Medine’nin içinde ve çevresinde pek
çok mescit bina edilmiş, bunların çoğu yapımlarını gerçekleştiren kabile-
lere nispet edilmiştir. Fakat bunların içinde Hz. Peygamber’in mescidi ay-
rıcalığını korumuş, vakit namazları bütün mescitlerde kılınmakla beraber,
ilk dönemlerde cuma namazlarında bütün müminlerin Allah Resûlü’yle
buluştuğu yegâne mescit Mescid-i Nebevî olmuştur.24
Mescitler İslâm’ın sembolü, Müslümanların birlik ve beraberlikleri-
nin göstergesi, onların bir bölgedeki varlık ve hâkimiyetlerinin işaretidir.
Resûlullah’ın (sav), bir ordu veya akıncı birliği gönderdiğinde onlara verdi-
ği şu talimat bunu açıkça ortaya koymaktadır: “Orada bir mescit görürseniz
ya da ezan sesi işitirseniz (o bölge halkından) kimseye saldırmayınız.”25
Birleştirici rolü olan mescitlerin, insanlar arasındaki farklılıkları or-
taya koymak, ayrı bir zümre oluşturmak amacıyla inşa edilmesi, Müslü-
manlar arasındaki kardeşlik anlayışına aykırıdır. Nitekim inananların Hz.
Peygamber’in mescidinde bir araya gelerek kenetlenmelerinden rahatsızlık
duyan münafıklar bu birliği bozmak, müminler arasına ayrılık sokmak ve
onların aleyhinde yapacakları zararlı faaliyetler için merkez oluşturmak 20 MA9743 Abdürrezzâk,
Musannef, V, 384; ST1/218
amacıyla bir mescit inşa etmişlerdi. Ancak Yüce Allah Kur’ân-ı Kerîm’de ST1/218 ST1/239 İbn Sa’d,
‘Mescid-i Dırâr’ diye anılan bu mescidin hangi niyetlerle kurulduğunu Tabakât, I, 218, 239.
21 Hac, 22/40.
Resûlü’ne bildirmiş ve şöyle buyurmuştu: “Ey Peygamber! Böyle bir yere 22 M1528 Müslim, Mesâcid,
asla adımını atma. İçine adım atacağın en uygun mescit, daha ilk günden beri, 288.
23 M7471 Müslim, Zühd, 44.
Allah’tan yana takva temeli üstünde yükseltilen mescittir ki, orada arınmak iste- 24 BE1/273, Belâzürî, Ensâbü’l-
ğiyle dolup taşan kimseler vardır. Şüphesiz Allah kendini arındıranları sever.”26 eşrâf, I, 273.
25 D2635 Ebû Dâvûd, Cihâd,
Bu âyetlerin yer aldığı Tevbe sûresinin daha ilk başında Allah Teâlâ 91; T1549 Tirmizî, Siyer, 2.
şöyle buyurmuştur: “Allah’ın mescitlerini ancak Allah’a ve âhiret gününe iman 26 Tevbe, 9/107-108.
293
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
28 T2617 Tirmizî, Îmân, 8; bir kimse mescitleri namaz ve zikir için kendine yer-yurt edindiğinde, Allah onun
İM802 İbn Mâce, Mesâcid, bu durumuna, ailesinin gurbetten dönen kişiye sevindiği gibi sevinir.”35 sözleriyle
19.
29 T3226 Tirmizî, Tefsîru’l- tasvir etmiştir.
Kur’ân, 36. Peygamber Efendimiz mescide gelmek isteyen kadınlara mâni olun-
30 B662 Buhârî, Ezân, 37.
17. ibadet edilen,40 özel mekânlar olan mescitler, bizzat Resûlullah tarafın-
38 D464 Ebû Dâvûd, Salât,
dan ‘Allah’ın evleri’ olarak anılmış41 ve böylece her mescit ‘Allah’ın evi’
17.
39 B980 Buhârî, Îdeyn, 20. kabul edilerek Müslüman hayatının merkezine yerleşmiştir. Ancak Allah
40 Cin, 72/18.
Teâlâ’nın Kur’ân-ı Kerîm’de ilk mabet olan Kâbe için ‘evim’ ifadesini kul-
41 M1521 Müslim, Mesâcid,
282.
lanması sebebiyle,42 Beytullah (Allah’ın evi) ismi Müslümanların kıblesi
42 Bakara, 2/125. olan Kâbe’yle özdeşleşmiştir. Müslümanların kutsal mekânlar olan mescit-
294
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
45 MA107 Abdürrezzâk,
bir cuma günü, hutbe esnasında onu uyarmıştır.50
Musannef, I, 34.
Resûlullah, mescitte bulunduğu sürece müminin vakar ve sükûnetle 46 İM778 İbn Mâce, Mesâcid,
hareket etmesini gerekli görmüş, bu sükûneti bozacak her türlü söz ve 14.
47 MA1663-1670
davranıştan ashâbını men etmiştir. Örneğin mescitte kayıp ilânı yapma- Abdürrezzâk, Musannef, I,
yı51 ve alışverişte bulunmayı52 yasaklamış, cemaate yetişmek niyetiyle bile 425-426; HM26948 İbn
Hanbel, VI, 283.
olsa cami içinde koşuşturmayı uygun bulmamıştır.53 Peygamber Efen- 48 M1652 Müslim, Müsâfirîn,
uzak dursun ve evinde otursun.” buyurmuştur.54 Kesici ve delici aletlerle mes- 51 M1260 Müslim, Mesâcid,
cide girilmesini hoş görmemiş,55 bunlarla camiye girme zorunluluğu varsa 79.
52 T1321 Tirmizî, Büyû’, 76;
kimseye zarar vermemek için gerekli tedbirlerin alınmasını istemiştir.56 DM1434 Dârimî, Salât, 118.
53 M1359 Müslim, Mesâcid,
Mescitte ibadet ederken bile ölçülü hareket edilmesi gerektiğini bildiren
151.
Resûl-i Ekrem, kendisi itikâfta bulunduğu sırada bazı kişilerin yüksek 54 B7359 Buhârî, İ’tisâm, 24.
sesle Kur’an okuduklarını işitince, “Dikkat edin! Hepiniz Rabbinize münâcât 55 MA1734 Abdürrezzâk,
Musannef, I, 443.
ediyorsunuz. Birbirinizi rahatsız etmeyin! Kıraatte —ya da namazda— biriniz se- 56 M6661 Müslim, Birr, 120.
sini diğerinden daha fazla yükseltmesin!”57 buyurarak onları ikaz etmiştir. 57 D1332 Ebû Dâvûd,
295
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
zînet, 75.
yısıyla buralarda ibadet etmenin faziletine işaret etmiştir. Bu mescitlerin, ta-
62 B434 Buhârî, Salât, 54. rihimizde ve kültürümüzde ayrı bir yeri vardır. Bunların farklılığı şüphesiz
63 B435 Buhârî, Salât, 55.
67 İM1406 İbn Mâce, İkâmet, Kubâ Mescidi İslâm tarihinin ilk müstakil mâbedidir. Mescid-i Nebevî
195. ise, Müslüman âleminde önemli bir mabet olmanın yanı sıra eşsiz bir ilim
68 B1190 Buhârî, Fadlü’s-
salât, 1. ve mâneviyât merkezi olma vasfıyla, kendinden sonraki bütün mescitlere ör-
69 İM1413 İbn Mâce, İkâmet,
nek teşkil eden, Allah Resûlü’nün müminlere bıraktığı değerli bir mirastır.
198.
70 İM1412 İbn Mâce Hz. Peygamber ve onu takip eden İslâm’ın ilk dönemlerinde mescitler,
İkâmetü’s-salavât, 197; N700 dinî ve sosyal hayatın merkezi olarak ibadet haricinde de kullanılmıştır.
Nesâî, Mesâcid, 9.
71 BH2/277 Halebî, es-Sîretü’l-
Daha yapımı sırasında Medine Mescidi’nde, Suffe Ashâbı olarak bilinen,
Halebiyye, II, 277. kendilerini ilme adamış seçkin talebeler için bir yer ayrılmıştır.71 Mescit içe-
296
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
risinde ilimle meşgul olan kimseleri görünce onları överek yanlarına otu-
ran Allah Resûlü, “Muhakkak ki ben muallim olarak gönderildim.” buyurmuş,72
böylece eğitim ve öğretime özel bir önem verdiğini göstermiştir. Zaman
zaman sahâbenin sorularını mescitte yanıtlamış, kendisine dini öğrenmek
üzere gelen bireylere ve gruplara gerekli dinî bilgiyi burada vermiştir.73
Kendisine gelen âyetleri mescitte okuyup açıklayarak dinin hükümlerini
ve inceliklerini öğretmiş; sözleri, vaaz ve hutbeleriyle inanan gönüllere
bunları yerleştirmeye çalışmıştır. Ashâbın uygun olduğu vakitleri kolla-
yarak bu zaman dilimlerinde onlara mescitte dersler vermiş,74 sahâbe de
onun bu tavrını devam ettirmişlerdir.75 Kadınların da mescitte rahatça ilim
tahsil edebilmeleri için bir gününü onlara tahsis etmiştir.76 Ashâb mescide
geldiğinde halkalar kurarak Kur’an okumuş, ilmî sohbetlerde bulunmuş
ve özellikle de fıkhî konuları onlarla müzakere etmiştir.77 Mescidin “ilim
meclisi” olma özelliği sonraki dönemlerde de devam etmiş, büyük mez-
hep imamları ve diğer önemli İslâm âlimleri hep bu meclislerde yetişmiş,
kendileri de mescitlerde ders halkaları kurmak suretiyle ilmi yaymışlardır.
Böylece Hz. Peygamber’in başlattığı ilmî faaliyetler asırlar boyu devam et-
miş, mescitler İslâm âleminde canlı ilim merkezleri hâline gelmiştir.
Hz. Peygamber’in evinin yanı başında bulunması ve Müslümanların
72 İM229 İbn Mâce, Sünnet,
rahatça toplandıkları bir mekân olması sebebiyle Mescid-i Nebevî, devle- 17.
tin idare merkezi olmasının yanı sıra gerekli durumlarda sosyal, hukukî, 73 B63 Buhârî, İlim, 6; B523
Buhârî, Mevâkîtü’s-salât, 2.
siyasî, askerî ve malî bütün işlerin görüldüğü bir merkez niteliği taşımış- 74 B68 Buhârî, İlim, 11.
tır. Bazen konuların görüşülüp karara bağlandığı bir şûra meclisi,78 bazen 75 B70 Buhârî, İlim, 12.
bir hapishane gibi kullanılmıştır.81 Beytülmal vazifesi görmüş,82 kimi za- Terâtibü’l-idâriyye, II, 218-
222.
man da evsiz, muhtaç kimseler için barınma imkânı sağlamıştır.83 Şiirlerin 78 VM1/209 Vâkıdî, Meğâzî, I,
müvâdea, 4.
mimarî ve sanatsal özelliklere sahip muhteşem camilerle yeryüzünü do- 83 B6452 Buhârî, Rikâk, 17.
natmışlardır. Yeni kurdukları şehirlerde mescidi merkeze alan bir planla- 84 D5013 Ebû Dâvûd, Edeb,
bakımından en güzel yapılar olmasına özen göstermişlerdir. 86 B463 Buhârî, Salât, 77.
297
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
298
EZAN
HUZURA İLK ÇAĞRI
299
لصل َا ِة َك ْي َف َي ْج َم ُع عَنْ َأ�بِى عُمَيْرِ بْنِ َأ�نَسٍ عَنْ عُمُومَةٍ لَهُ مِنَ الْ�َأنْصَارِ قَالَ :اهْ َت َّم ال َّنب ُِّي ِل َّ
اس َل َهاَ ،ف ِق َيل َلهُ :ان ِْص ْب َرا َي ًة ِع ْن َد ُح ُضو ِر َّ
الصل َا ِة َف ِإ� َذا َر َأ� ْوهَ ا �آ َذ َن َب ْع ُض ُه ْم َب ْع ًضا َف َل ْم ُي ْعجِ ْب ُه ال َّن َ
َذ ِل َكَ ...فان َْص َر َف عَ ْب ُد ال َّل ِه ْب ُن َز ْي ِد ْب ِن عَ ْب ِد َر ِّب ِه َوهُ َو ُم ْه َت ٌّم ِل َه ِّم َر ُسولِ ال َّل ِه –َ –sف ُأ� ِر َي ْال َأ� َذ َان
ِفى َم َنا ِم ِهَ .ق َالَ :ف َغ َدا عَ َلى َر ُسولِ ال َّل ِه َ sف َأ�خْ َب َر ُه َف َق َالَ :يا َر ُس َ
ول ال َّل ِه! �ِإنِّى َل َب ْي َن نَا ِئ ٍم َو َي ْق َظ َان
ول ال َّل ِه َ “ :sيا بِل َا ُل! ُق ْم َفان ُْظ ْر َما َي أ�ْ ُم ُر َك ِب ِه عَ ْب ُد ال َّل ِه �إ ِْذ َأ�تَا ِنى �آ ٍت َف َأ� َرا ِنى ْال َأ� َذ َان َ ...ف َق َال َر ُس ُ
ْب ُن َز ْي ٍد َفا ْف َع ْلهُ”.
عَنْ حَفْصِ بْنِ عَاصِمِ بْنِ عُمَرَ بْنِ الْخَطَّابِ عَنْ َأ�بِيهِ عَنْ جَدِّهِ عُمَرَ بْنِ الْخَطَّابِ قَالََ :ق َال
َر ُس ُ
ول ال َّل ِه ِ�“ :sإ َذا َق َال ا ْل ُم َؤ ِّذ ُن ال َّل ُه َأ� ْك َب ُر ال َّل ُه َأ� ْك َب ُرَ .ف َق َال َأ� َح ُد ُك ْم :ال َّل ُه َأ� ْك َب ُر ال َّل ُه َأ� ْك َب ُر.
ُث َّم َق َالَ :أ� ْش َه ُد َأ� ْن َلا �ِإ َل َه �إ َِّلا ال َّلهَُ .ق َالَ :أ� ْش َه ُد َأ� ْن َلا �ِإ َل َه �إ َِّلا ال َّل ُه ُث َّم َق َالَ :أ� ْش َه ُد َأ� َّن ُم َح َّم ًدا
الصل َاةَِ .ق َالَ :لا َح ْو َل ول ال َّل ِهُ .ث َّم َق َالَ :ح َّي عَ َلى َّ ول ال َّل ِهَ .ق َالَ :أ� ْش َه ُد َأ� َّن ُم َح َّم ًدا َر ُس ُ َر ُس ُ
َو َلا ُق َّو َة �إ َِّلا بِال َّل ِهُ .ث َّم َق َالَ :ح َّي عَ َلى ا ْل َفل َا ِحَ .ق َالَ :لا َح ْو َل َو َلا ُق َّو َة �إ َِّلا بِال َّل ِهُ .ث َّم َق َال :ال َّل ُه
َأ� ْك َب ُر ال َّل ُه َأ� ْك َب ُرَ .ق َال :ال َّل ُه َأ� ْك َب ُر ال َّل ُه َأ� ْك َب ُرُ .ث َّم َق َالَ :لا �ِإ َل َه �إ َِّلا ال َّلهَُ .ق َال َلا �ِإ َل َه �إ َِّلا ال َّلهُِ ،م ْن
َق ْل ِب ِه َدخَ َل ا ْل َج َّن َة”.
الد ْردَاءَِ :أ� ْي َن َم ْس َك ُن َك؟ َق َالُ :ق ْل ُت ِفي عَنْ مَعْدَانَ بْنِ َأ�بِي طَلْحَةَ الْيَعْمُرِي ِّ قَالََ :ق َال ِلي َأ� ُبو َّ
ولَ “ :ما ِم ْن َث َلا َث ٍة ِفي َق ْر َي ٍة َف َلا ُي َؤ َّذ ُن، ول ال َّل ِه َ sي ُق ُ ُون ِح ْم َص َق َالَ :سمِ ْع ُت َر ُس َ َق ْر َي ٍة د َ
ات �إ َِّلا ْاس َت ْح َو َذ عَ َل ْي ِه ْم الشَّ ْي َط ُان ،عَ َل ْي َك بِا ْل َج َماعَ ِةَ ،ف ِإ�ن ََّما َي أ�ْ ُك ُل ِّ
الذ ْئ ُب َو َلا ُت َقا ُم ِفي ِه ْم َّ
الص َل َو ُ
ا ْل َق ِ
اص َي َة”.
300
Enes (b. Mâlik)’in oğlu Ebû Umeyr, ensardan olan amcalarından birinin şöyle
dediğini nakletmiştir: “Peygamber (sav), insanları namaza nasıl toplayacağı konusunu
düşünüyordu. Kendisine, ‘Namaz vakti girince bir bayrak dik, onu görünce (insanlar)
birbirlerine haber verirler.’ denildi. Fakat o, bu teklifi beğenmedi... Abdullah b. Zeyd
b. Abdirabbih Resûlullah’ın (sav) düşüncesini içinde hissederek oradan ayrıldı. (O
gece) rüyasında ezanı gördü. Sabahleyin hemen Resûlullah’a (sav) gelerek, ‘Ey Allah’ın
Resûlü! Ben uyku ile uyanıklık arasında iken birden birisi yanıma geldi ve bana ezanı
öğretti.’ diyerek rüyasını anlattı... Bunun üzerine Resûlullah (sav), ‘Ey Bilâl kalk ve
Abdullah b. Zeyd sana ne söylerse onu yap!’ buyurdu.
(D498 Ebû Dâvûd, Salât, 27)
Mâlik b. Huveyris anlatıyor: “Yolculuğa çıkmak isteyen iki kişi Hz. Peygamber’in
(sav) yanına geldi. Hz. Peygamber (sav) onlara şöyle buyurdu: ‘Yola çıktığınızda
(namaz vakti geldikçe) ezan okuyup ardından kâmet getirin. Sonra büyüğünüz imam
olsun.’”
(B630 Buhârî, Ezân, 18)
Ma’dân b. Ebû Talha el-Ya’murî anlatıyor: “Ebu’d-Derdâ bana, ‘Evin nerede?’ diye
sordu. ‘Hıms şehrinin dışında bir köyde.’ diye cevap verdim. Bunun üzerine
Ebu’d-Derdâ dedi ki, ‘Resûlullah’ı (sav) şöyle derken işittim: ‘Bir köyde üç kişi
bulunur da ezan okunmaz ve orada namaz kılınmazsa, şeytan onlara musallat olur. Sen
cemaate devam et. Çünkü sürüden ayrılanı kurt kapar.’”
(HM28064 İbn Hanbel, VI, 445)
301
N amaz, Mekke’de farz kılınmasına rağmen1 Müslümanların
Mekke’de açık bir şekilde cemaat hâlinde ibadet etmeleri mümkün olma-
mıştı. Bu yüzden orada namaz için bir yerde toplanmayı sağlayacak bir
çağrı vasıtasına da ihtiyaç duyulmamıştı. Zaten mescitleri yoktu ki toplan-
sınlar. Zaman zaman Erkam’ın evinde beraberce namaz kılsalar da bunu
gizlice yapıyorlardı. Müşriklerin şerrinden korktukları için, namazı çağ-
rıyla duyurmak imkânsızdı. Zira Kureyş’in ileri gelenleri, Müslümanların
evlerini mescit gibi kullanmalarına dahi müdahale ediyorlardı.2 Onlar,
Mekke’de gariptiler ve onların namazları da sessiz ve gizliydi.
Mekke’de yaşanan zor yılların ardından müminler, hicretle Medine’de
buluşmuşlar ve Resûlullah (sav) rehberliğinde yeni bir toplum oluşturmuş-
lardı. Burada yaptıkları ilk işlerden birisi, hemen bir mescit inşası olmuştu.
İbadet etmek için toplanacakları, dünyevî ve uhrevî işlerini konuşacakları
mütevazı bir yerdi burası. Altı toprak idi, ön tarafının üstü ise hurma dal-
larıyla gölgelenmişti. Ama Müslümanlar için anlamı ve işlevi o kadar bü-
yük ve o kadar zengindi ki... Hep birlikte Allah Teâlâ’nın huzuruna duru-
lacağı, kulların yakarışının hep birden O’na ulaşacağı, Hz. Peygamber’in
ümmetiyle birlikte inşa ettiği Medine’nin ilk mâbediydi bu.
Ne var ki, hâlâ namaz vaktinin geldiğini bildirecek ve inananların bir
araya gelmelerini sağlayacak bir çağrı vasıtaları yoktu. Allah için, Resûlü
için, İslâm’ı daha iyi ve daha özgür yaşayabilmek için Medine’de toplanan
sahâbe, namaz vaktinde hepsini aynı anda bir araya gelmeye çağıracak bir
araca ihtiyaç duymaktaydı. Bu duruma bir çare bulmak için aralarında
istişareye başladılar. Namaz vaktinin girdiğini duyurmak ve hep birlikte
huzura durarak yakarmak için Rabbin evinde toplanılacağını haber ver-
mek üzere sahâbeden bazıları, diğer din mensuplarının ibadete çağrı va-
sıtalarını kullanmayı teklif ettiler. Kimi, ‘hıristiyanlar gibi çan çalabiliriz.’
derken, kimisi de, ‘yahudilerin yaptığı üzere boynuz şeklindeki bir boru 1 B349 Buhârî, Salât, 1;
ile çağrıda bulunalım.’ diyordu. Hatta bazıları, Mecûsîlerle özdeşleşen ateş İF7/203 İbn Hacer, Fethu’l-
bârî, XII, 203.
yakmayı ve bunu namaza davet işareti olarak kullanmayı bile gündeme 2 B3905 Buhârî, Menâkıbü’l-
getirdi. Doğrusu bunların hiçbirisi gönüllerine sinmiyordu. Bir başka di- ensâr, 45.
303
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
304
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
yordu; bu mübarek sözleri onun getireceğini biliyor gibiydi; “Bu kesinlikle hak III, 536.
9 ST1/247 İbn Sa’d, Tabakât,
bir rüyadır. Hemen Bilâl ile beraber kalk, çünkü onun sesi seninkinden daha gür ve I, 248.
güzeldir, sana söylenenleri ona öğret de bu şekilde (namaza) çağırsın.” dedi.12 10 D499 Ebû Dâvûd, Salât, 28;
onaylamıştı. Ne büyük bir şerefti ki bu, kıyamete kadar bâkî kalacak D505 Ebû Dâvûd, Salât, 28,
İM708 İbn Mâce, Ezân, 2.
ezanla birlikte onun da adı anılacaktı. Nitekim İmam Ahmed b. Hanbel, 12 T189 Tirmizî, Salât, 25;
sahâbeden gelen hadisleri derlediği kıymetli eseri Müsned’inde Abdullah D499 Ebû Dâvûd, Salât, 28.
305
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
28; İM706 İbn Mâce, Ezân, vahiy getirmişti.18 Bir diğer rivâyete göre ise ezanın Hz. Peygamber’e İsrâ
1; DM1217 Dârimî, Salât, 3. Gecesi’nde vahyedildiği nakledilmişti.19
17 İF2/78 İbn Hacer, Fethu’l-
bârî, II, 78; ŞZ1/198 Zürkânî, Daha sonra inen Kur’an âyetlerinde20 ezana atıfta bulunularak öne-
Şerhu Zürkânî ale’l-Muvatta’, minden bahsedilmesi, onun Kur’an tarafından da onaylandığının açık bir
I, 198.
18 İF2/78 İbn Hacer, Fethu’l- göstergesi olmuştur. Böylece ezanın, imkân dâhilinde olmasına rağmen,
bârî, II, 78. ilâhî hikmet gereği, doğrudan bir vahiy ile değil de, sahâbeyle istişare,
19 BZ508 Bezzâr, Müsned, II,
146.
Abdullah b. Zeyd’in ve Hz. Ömer’in rüyaları, Resûlullah’ın takriri ve
20 Mâide, 5/58; Cum’a, 62/9. Kur’an’ın tasdikiyle dindeki yerini aldığı anlaşılmaktadır.
306
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
Yukarıda bahsedildiği gibi Bilâl’in, ilk zamanlarda Neccâroğullarına Tuhfetü’l-ahvezî, IX, 375.
25 HE1/147 Ebû Nuaym,
ait bir kadının evinin damına çıkıp ezan okumasından,27 ardından da Hılyetü’l-evliyâ, I, 147.
26 DM1221 Dârimî, Salât, 5;
Mescid-i Nebevî’de tahsis edilen yüksek yerde ezan okumasından28 ve Hz.
İM715 İbn Mâce, Ezân, 3;
Peygamber’in, “Bütün Müslümanların aynı namazı aynı anda kılmaları beni HM16591 İbn Hanbel, IV,
memnun eder. O kadar ki, bütün evlere namaz vaktinin geldiğini ilân edecek 43.
27 D519 Ebû Dâvûd, Salât,
adamlar göndermeyi bile düşündüm. Hatta bazı kişilere damların üzerine çıkıp, 33.
namaz vaktinin girdiğini ilân etmelerini emretmeyi bile kalbimden geçirdim.”29 28 “Müezzin”, DİA, XXXI,
Önce ezanın simgesi olan minareler zaman içinde İslâm’ın simge ve sem- 28.
307
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
308
EZAN
İSLÂM’IN ÇAĞLAR AŞAN ÇAĞRISI
s ُك َّنا َم َع َر ُسولِ ال َّل ِه:ُ�َأن ال َّنضْرَ بْنَ سُفْيَانَ حَدَّثَهُ َأ�نهُ سَمِعَ َأ�بَا هُرَيْرَةَ يَقُول
َّ َّ
ُ َف َقا َم بِل َا ٌل ُي َنا ِدى َف َل َّما َس َك َت َق َال َر ُس
“ َم ْن َق َال ِمث َْل هَ َذا َي ِقي ًنا:s ول ال َّل ِه
”.َدخَ َل ا ْل َج َّن َة
Nadr b. Süfyân, Ebû Hüreyre’yi şöyle derken işitmiştir: “Resûlullah (sav)
ile birlikteydik, derken (namaz vakti girdi ve) Bilâl kalkıp ezan okudu.
Bitirdiğinde Resûlullah (sav) şöyle buyurdu: ‘Kim gönülden inanarak bunun
söylediklerini söyler (ezanı tekrar eder)se cennete girer.’”
(N675 Nesâî, Ezân, 34)
309
الدعَ ا ُء َب ْي َن ْال َأ� َذانِ ول ال َّل ِه َ :s
“لا ُي َر ُّد ُّ عَنْ َأ�نَسِ بْنِ مَالِكٍ قَالََ :ق َال َر ُس ُ
َو ْال ِإ� َقا َم ِة”.
عَنْ َأ�بِى هُرَيْرَةَ عَ ِن ال َّنب ِِّي َ sق َال“ :ا ْل ُم َؤ ِّذ ُن ُي ْغ َف ُر َل ُه َم َدى َص ْو ِت ِهَ ،و َيشْ َه ُد َل ُه ُك ُّل
ون َصل َا ًةَ ،و ُي َك َّف ُر عَ ْن ُه َما
الصل َا ِة ُي ْك َت ُب َل ُه خَ ْم ٌس َو ِعشْ ُر َ
َر ْط ٍب َو َياب ٍِسَ ،و َشا ِه ُد َّ
َب ْي َن ُه َما”.
ول ال َّل ِه َ sق َالَ “ :م ْن َق َال ِح َين َي ْس َم ُع ال ِّن َدا َء: عَنْ جَابِرِ بْنِ عَبْدِ ال َّلهَِ :أ� َّن َر ُس َ
الصل َا ِة ا ْل َقا ِئ َم ِة� ،آ ِت ُم َح َّم ًدا ا ْل َو ِسي َل َة َوا ْل َف ِضي َل َة، ال َّل ُه َّم َر َّب هَ ِذ ِه َّ
الدعْ َو ِة ال َّتا َّم ِة َو َّ
َوا ْب َع ْث ُه َم َقا ًما َم ْح ُمودًا ا َّل ِذى َوعَ ْد َتهَُ ،ح َّل ْت َل ُه َش َفاعَ ِتى َي ْو َم ا ْل ِق َيا َم ِة”.
310
Enes b. Mâlik’ten nakledildiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle
buyurmuştur: “Ezan ile kâmet arasında yapılan dua geri çevrilmez.”
(D521 Ebû Dâvûd, Salât, 35)
311
İ slâm tarihinin sayfaları arasında gözyaşları ile saklanmış şöyle
bir ezan hikâyesi vardır: Hz. Peygamber (sav), tebliğ vazifesini tamamla-
dıktan sonra, ardında sevgisini bırakarak vefat etmişti. Ashâbı ona doya-
mamıştı. Bunlardan birisi de Sevgili Nebî’nin, “müezzinlerin efendisi”1 diye
ezanını ve müezzinliğini tebrik ettiği Habeşli Bilâl’di. Vefatın ardından
üzüntüsünden duramamıştı Bilâl Medine’de. Bastığı, gördüğü her yer onu
(sav) hatırlatıyor, dokunduğu her şey elemini, özlemini artırıyordu.
“Resûlullah’tan sonra kimse için ezan okumayacağım/okuyamayaca-
ğım.” demişti Bilâl. Uzaklaşmak istedi Medine’den. Hiç kıramayacağı Hz.
Ebû Bekir’i bile buna ikna etti; Şam’a gitti. Ancak ruhuna işleyen peygam-
ber sevgisini ve aşkını geride bırakmak ne mümkündü! Gönlünden hiç
çıkmayan Resûlullah, bir gece rüyasında görünüverdi, “Yâ Bilâl! Bu cefa
nedir? Beni ziyaret edeceğin vakit gelmedi mi?” diyordu. Daha fazla dayanama-
dı Bilâl. Hemen yollara düştü; onun elinin değdiği, ayağının dokunduğu
yerleri yine göreyim diyerek döndü Medine’ye. Geldiğinde sabah namazı
vakti girmek üzereydi. Doğrudan Ravza’ya, Resûlullah’ın kabr-i şerîfine
gitti. Mübarek kabrine yüzünü sürdü, ağladı ve yüreğindeki hasreti göz-
yaşlarıyla söndürmeye çalıştı. Derken Peygamberimizin torunları Hasan
ve Hüseyin çıkageldiler. Bilâl onlara sarıldı, kokladı. Onlar da dedeleri-
nin günlerini hatırladılar; özlemişlerdi Bilâl’in sesinden ezan dinlemeyi.
Hatırayı yâd etmek üzere ezan okumasını istediler Bilâl’den. Medineliler
de hasretti Bilâl’in sesine. Bu peygamber müezzininin okuduğu ezanın
gönüllerindeki ve kulaklarındaki hatırası ve hatırlattıkları bir başkaydı.
Kabul etti Bilâl ve Peygamber zamanında olduğu gibi mescidin damına
çıkıp, “Allâhü ekber” dediğinde, Medine dikkat kesildi. “Eşhedü en lâ
ilâhe illâllâh.” dediğinde Medine çalkalandı. “Eşhedü enne Muhammeden
Resûlullâh.” deyince Bilâl, sanki Peygamber (sav) dirilmiş diye sokaklara
döküldü halk. Bir şehir halkı ağlıyordu; hıçkırıklara boğulan Medineliler, o
gün Allah Resûlü’nün vefatından sonra en hüzünlü günlerini yaşamıştı.2
Bu olay, ezanın içeriğini, mesajını ve anlamını, yaşanmış bir vakıa 1 HE1/147 Ebû Nuaym,
olarak bütün tazeliğiyle bize anlatması bakımından önemlidir. Ezan her Hilyetü’l-evliyâ, I, 147.
okunduğunda ve her okunduğu yerde; ilk gün okunduğu gibi, o gün 2 ZS1/357, Zehebî, Siyeru
a’lâmi’n-nübelâ, I, 357-358;
Bilâl’in okuduğu gibi, büyük mânâlar, coşkular ve hatıralar yaşatır gönül- ST3/236 İbn Sa’d, Tabakât,
den dinleyenlere ve anlayanlara. III, 236-238.
313
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
9 İM723 İbn Mâce, Ezân, 5. âlemin, kulluğunu ve teslimiyetini âlemlerin Rabbine arz etmesine vesile
10 D515 Ebû Dâvûd, Salât, 31.
olan müezzine minnetini ifade etmektedir.
314
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
315
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
1; HM12318 İbn Hanbel, III, ezanın bu mânâ ve önemine işaret eden nebevî haberler cümlesindendir.
128. Ezana kayıtsız kalmamalıdır insan. Önem verdiği bir kimse çağırdı-
17 M850 Müslim, Salât, 12.
316
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
vermiş,27 onların bağışlanmaları için de şöyle özel duada bulunmuştur: HM8609 İbn Hanbel, II, 352.
21 B615 Buhârî, Ezân, 9;
“Allah’ım! İmamlara (kefil oldukları konuda) muvaffakiyet ver, müezzinleri de M981 Müslim, Salât, 129.
(olası taksirlerinden dolayı) bağışla!”28 22 T200 Tirmizî, Salât, 33.
canlı cansız bütün varlıkların kıyamette lehlerine şahitlik edeceği29 ve onla- T197 Tirmizî, Salât, 30.
25 D590 Ebû Dâvûd, Salât,
rın, “kıyamet gününde en uzun boylular (seçkin kimseler) olacağı”30 yani makam-
60; İM726 İbn Mâce, Ezân, 5.
larının yüksek olacağı gibi nebevî müjdelerden mahrum kaldıklarını dile 26 T207 Tirmizî, Salât, 39.
getiren kimi sahâbe, Peygamberimize “Ey Allah’ın Resûlü! Müezzinler (ezan 27 T1986 Tirmizî, Birr, 54.
zenişte bulunmuştu. Bunun üzerine Hz. Peygamber de (sav), “Sen de, onlar İM723 İbn Mâce, Ezân, 5.
30 M852 Müslim, Salât, 14.
söylediklerini söyleyip bitirince, dilediğini iste; sana da (aynı sevap) verilsin.”31 bu- 31 D524 Ebû Dâvûd, Salât, 36;
yurarak, bu rahmet ikliminden hissedar olmanın yolunu göstermişti. HM6601 İbn Hanbel, II, 171.
317
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
M847 Müslim, Salât, 9. Ümmet-i Muhammed, ezan-ı Muhammedî’sine sahip çıkmış, Bilâl’in
36 HM28064 İbn Hanbel, VI, okuduğu ilk ezanı asırlar boyunca aynı sözcük ve ifadelerle devam ettirmek
445.
37 ST3/234 İbn Sa’d, Tabakât,
suretiyle onu en vazgeçilmez değerleri arasında tuttuğunu göstermiştir. İslâm
III, 234. âlimleri ezanı olduğu ifade kalıplarından farklı bir şekle dönüştürmenin veya
318
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
319
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
Ortak bir dildir ezan; Ümmet-i Muhammed için bir şiar ve şuurdur.
Bir kimlik bilincidir ezan; vakitle birlikte insana ne olduğunu, nerede
olduğunu bildirir.
Bir davettir o; huzura, şuura, kurtuluşa, sevgiye, sevgiliye ve kullukta
özgürlüğe.
Bir dinginliktir o; duyan gönüllere, fıtratını arayanlara.
Ve bir işaret feneridir ezan, yolunu yitirenlere; bir ışıktır, karanlıkta
kalmışlara; bir ulu sestir, yalnızlara, çaresizlere; bir müjdeli ışıktır, vakti
gözetenlere ya da sabahı bekleyenlere.
Dahası çocuklar, Allah demeyi ilk ondan öğrenir, büyüklerinin bu
ses karşısındaki saygısını görür, kımıldayan dudakları okur ve böylece ilk
dinî terbiyeyi ezanla alır. Bu sebeple, çocukların millî ve dinî terbiyesi üze-
rindeki etkisi de önemi de bir başkadır ezanın. İnsan yıllar sonra ve hele
ülkesinden uzaksa, özlemle yâd eder coşkulu ezanları, kandilleri, iftarları.
Ve duyunca ezanı, Müslümanlığını, vatanını hisseder. Şair bu duygularla
evlâtlarımızın, memleketimizin ezandan mahrum kalmaması için ne gü-
zel yakarmıştır:
“Biz, kısık sesleriz... Minareleri
Sen, ezansız bırakma Allah’ım!
Ya çağır şurda bal yapanlarını,
Ya kovansız bırakma Allah’ım!
Mahyasızdır minareler... Göğü de
Kehkeşansız bırakma Allah’ım!
Müslümanlıkla yoğrulan yurdu,
Müslümansız bırakma Allah’ım!”
Her ne kadar, “Namazda gözü olmayanın, ezanda kulağı olmaz!” de-
nilmişse de, Müslüman, namaz kılsın ya da kılmasın, şehâdet ve tevhid
kelimelerinin haykırıldığı ezanları edeple dinler. Bu rahmetten, bereketten
nasibdar olmak, şehâdetini yani şahitliğini yenilemek için, ezanı saygı ve
huzur ile dinleyip tekrarladıktan sonra Allah Resûlü’nün şu duasını okur:
“Allâhümme Rabbe hâzihi’d-da’veti’t-tâmme, ve’s-salâti’l-kâime, âti Muhamme
deni’l-vesîlete ve’l-fazîlete, ve’b’ashü makâmen mahmûdeni’llezî veadteh.” (Ey bu
mükemmel davetin ve kılınan namazın Rabbi olan Allah’ım! Muhammed’e sana
38 B614 Buhârî, Ezân, 8;
yaklaştıran her türlü vesileyi ve fazileti ihsan et. Onu, kendisine vaad etmiş ol-
D529 Ebû Dâvûd, Salât, 37. duğun Makâm-ı Mahmûd’a kavuştur.)”38 Âmîn!
320
KIBLE
MÜSLÜMANLARIN İSTİKAMETİ
:الص ْب َح ِفى َم ْسجِ ِد ُق َبا ٍء �ِإ ْذ َجا َء َجا ٍء َف َق َال ُّ ون َ اس ُي َص ُّل ُ َب ْي َنا ال َّن: َعَنِ ابْنِ عُمَر
َف َت َو َّج ُهوا �ِإ َلى، ُق ْر�آنًا َأ� ْن َي ْس َت ْقب َِل ا ْل َك ْع َب َة َف ْاس َت ْق ِب ُلوهَ اs َأ� ْن َز َل ال َّل ُه عَ َلى ال َّنب ِِّي
.ا ْل َك ْع َب ِة
İbn Ömer (ra) anlatıyor:
“İnsanlar Kubâ Mescidi’nde sabah namazı kılarlarken birisi geldi ve
‘Allah, Hz. Peygamber’e (sav), Kâbe’ye yönelmesini emreden bir Kur’an
âyeti indirdi. ‘Siz de Kâbe’ye yönelin.’ dedi.
İnsanlar da Kâbe’ye yöneldiler.”
(B4488 Buhârî, Tefsîr, (Bakara) 14)
321
عَنْ عَطَاءٍ قَالَ :سَمِعْتُ ابْنَ عَبَّاسٍ قَالََ :ل َّما َدخَ َل ال َّنب ُِّي sا ْل َب ْي َت دَعَ ا ِفى
َن َو ِاحي ِه ُك ِّل َهاَ ،و َل ْم ُي َص ِّل َح َّتى خَ َر َج ِم ْنهَُ ،ف َل َّما خَ َر َج َر َك َع َر ْك َع َت ْي ِن ِفى ُق ُب ِل ا ْل َك ْع َب ِة
َو َق َال“ :هَ ِذ ِه ا ْل ِق ْب َل ُة”.
ول ال َّل ِه َ “ :sم ْن َص َّلى َصل َا َت َنا َو ْاس َت ْق َب َل عَنْ َأ�نَسِ بْنِ مَالِكٍ ،قَالََ :ق َال َر ُس ُ
ِق ْب َل َت َنا َو َأ� َك َل َذب َِيح َت َنا َف َذ ِل َك ا ْل ُم ْس ِل ُم ا َّل ِذى َل ُه ِذ َّم ُة ال َّل ِه َو ِذ َّم ُة َر ُسو ِل ِهَ ،فل َا ت ُْخ ِف ُروا
ال َّل َه ِفى ِذ َّم ِت ِه”.
322
Atâ’nın işittiğine göre, İbn Abbâs şöyle demiştir:
“Hz. Peygamber (sav) (Mekke’nin fethedildiği gün) Kâbe’ye girdiği zaman
her köşesinde dua etti. Oradan çıkıncaya kadar da namaz kılmadı. Dışarı
çıkınca Kâbe’nin önünde iki rekât namaz kıldı ve ‘İşte kıble!’ buyurdu.”
(B398 Buhârî, Salât, 30)
323
B irinci Akabe Biati’nde Allah Resûlü’ne bağlılık yemini eden
Medinelilerden Kâ’b b. Mâlik anlatmaktadır: “Kavmimizin müşrik olan
hacılarıyla beraber Medine’den yola çıktık. Seyahat esnasında namazla-
rımızı kıldık. Berâ b. Ma’rûr da bizimle beraberdi. Yola çıkıp Medine’den
ayrıldığımızda Berâ bize dedi ki: ‘Ahali! Ben bir karar vermiş bulunuyo-
rum. Bu konuda bana katılıp katılmayacağınızı da bilmiyorum.’ Biz, ‘Ne-
dir?’ dedik. Berâ, ‘Vallahi şu binayı, yani Kâbe’yi arkama almayacağım.
Namazımı ona doğru kılacağım.’ dedi. Ona, ‘Vallahi bize ulaşan (haber)
Peygamberimizin sadece Şam’a doğru namaz kıldığıdır. Biz ona muhalefet
etmeyi de istemiyoruz.’ dedik. Berâ ‘Ben Kâbe’ye doğru kılacağım.’ derken,
biz de ‘Bunu yapmayacağız.’ dedik. Namaz vakti geldiğinde biz Şam’a doğ-
ru namaz kıldık, o ise Kâbe’ye yönelerek namazını kıldı.
Nihayet Mekke’ye geldik. Biz onun yaptığını ayıplıyorduk. O ise bu
şekilde devam etmekte ısrar ediyordu. Mekke’ye ulaştığımızda bana dedi ki:
‘Ey kardeşimin oğlu, Resûlullah’a git ve ona bu yolculuğum esnasında yap-
tığım şeyi sor. Vallahi bu konuda bana muhalefet ettiğinizi görünce içime bir
şüphe düştü.’ Bunun üzerine ikimiz birlikte Resûlullah’a gittik. Ancak biz
kendisini tanımıyorduk. Zira daha önce onu görmemiştik. Bu nedenle Mek-
keli birisine rastlayınca ona Resûlullah’ı sorduk. Bize, ‘Onu tanıyor musu-
nuz?’ diye sordu. Biz, ‘Hayır.’ dedik. ‘Amcası Abbâs’ı tanıyor musunuz?’ diye
sorduğunda, ‘Evet.’ diye cevap verdik. Zira o ticaret için bizim memleketi-
mize gelirdi. Bunun üzerine adam, ‘Mescide girdiğinizde Abbâs’ın yanında
oturan kişi Muhammed’dir.’ açıklamasını yaptı. Mescide girdik, gerçekten
de Resûlullah Abbâs’la birlikte oturuyordu. Onlara selâm verdik. Ardından
yanlarına oturduk. Yanlarına yaklaşınca Resûlullah, Abbâs’a, ‘Bunları tanıyor
musun?’ diye sordu. Abbâs da, ‘Evet, tanıyorum. Bu, kavminin lideri Berâ b.
Ma’rûr, bu da Kâ’b b. Mâlik’tir.’ diye karşılık verdi.”
Kâ’b o ânı anlatırken, “Resûlullah’ın, ‘Şair mi?’ diye sorduğunu, Abbâs’
ın da, ‘Evet.’ diye cevap verdiğini unutmam.” demiş, ardından da olayı an-
latmaya devam etmiştir: “Resûlullah’ın huzurunda duran Berâ, söze şöyle
girdi: ‘Ey Allah’ın Elçisi, ben bu yolculuğa çıktım. Allah da bana İslâm’ı
325
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
Musannef, XI, 337. kıblesiyle ilgili farklı değerlendirmelerin kaynağını da oradaki bu uygu-
5 Bakara, 2/143.
lama şekli oluşturmaktadır.7 Mekke’de olduğu gibi, Medine’ye hicret et-
6 HM2992 İbn Hanbel, I,
325. tiğinde de Hz. Peygamber, yaklaşık olarak on altı veya on yedi ay kadar
7 UE1/312 İbn Seyyidinnâs,
Beytü’l-Makdis’e yönelerek namaz kılmaya devam etmiştir.8
Uyûnü’l-eser, I, 312.
8 B399 Buhârî, Salât, 31; Kıblesi Beytü’l-Makdis de olsa Allah Resûlü Beytullah’a dönmeyi arzu
T340 Tirmizî, Salât, 138. ediyordu.9 Mekke’de iken Kâbe’ye yönelme imkânı vardı. Ancak Medine’de
9 HM18690 İbn Hanbel, IV,
283.
artık bu da mümkün değildi. Öte yandan Beytü’l-Makdis’e yönelmesi ya-
10 B40 Buhârî, Îmân, 30. hudilerin hoşuna gidiyor,10 “Hem bizim kıblemize uyuyor hem de dinimiz
326
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
Bu âyetlerden sonra müminler ibadetlerinde Kâbe’ye yönelmeye baş- beyân, III, 173.
12 Bakara, 2/144.
lamışlardır. Âyetin nüzûlünden haberi olmayan ve hâlâ eski kıblelerine 13 B40 Buhârî, Îmân, 30;
yönelerek ibadetlerini sürdüren bazı müminler, haberi aldıklarında, na- HM18690 İbn Hanbel, IV,
283.
mazda bile yönlerini değiştirmişlerdir. Kubâ’da insanların sabah namazı 14 UE1/310 İbn Seyyidinnâs,
kıldığı esnada verilen haber üzerine yaşananları Abdullah b. Ömer şu Uyûnü’l-eser, I, 310.
15 Bakara, 2/146.
şekilde anlatmaktadır: “İnsanlar Kubâ’da sabah namazını kılmakta idi- 16 İM1010 İbn Mâce, İkâmet,
ler. Selemeoğulları kabilesinden bir adam geldi18 ve ‘Bu gece Resûlullah’a 56.
17 Bakara, 2/150.
Kur’an’dan bir âyet indi ve Kâbe’ye yönelmekle emrolundu. Siz de ona 18 M1180 Müslim, Mesâcid,
doğru yönelin.’ dedi. O esnada insanların yüzü Şam tarafına dönüktü. 15.
327
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
24 D480 Ebû Dâvûd, Salât, Resûl-i Ekrem (sav), “Biriniz tuvalet ihtiyacını giderirken önünü de arkasını
22. da kıbleye dönmesin...”30 uyarısında bulunmuş ve mescitte kıble yönündeki
25 B3364 Buhârî, Enbiyâ, 9.
26 D909 Ebû Dâvûd, Salât, duvara tükürüldüğünü gördüğünde bundan rahatsız olmuştur.31 Her ne ka-
160-161. dar kıbleye dönerek abdest bozma yasağının açık alanlara has olduğu ifade
27 T344 Tirmizî, Salât, 139.
28 Bakara, 2/115. edilse de, Hz. Peygamber’in bu hassasiyetini dikkate alan Müslümanlar evle-
29 T2957 Tirmizî, Tefsîru’l-
rini yaparken tuvaletlerini kıbleye dönük inşa etmekten kaçınmışlardır.
Kur’ân, 2.
30 N40 Nesâî, Tahâret, 36.
Kıblenin değiştirilmesi, yahudi ve hıristiyanların kıblesi olan Beytü’l-
31 B405 Buhârî, Salât, 33. Makdis’ten, sadece şeklî olarak Kâbe’ye dönüşü ifade etmemektedir. Aksine,
328
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
ken tuvaletlerin yönünü kıbleye çevirmemek, cenazenin defni esnasında sahâbe, 136.
36 B391 Buhârî, Salât, 28.
mevtânın yüzünü kıbleye döndürmek Müslümanlara has uygulamalardır. 37 B393 Buhârî, Salât, 28.
329
KÂBE
ALLAH’IN EVİ
َما َق َال: ُق ْل ُت ِل ُعث َْم َان:ُعَنْ ُأ�مِّى صَفِيَّةَ بِنْتِ شَيْبَةَ قَالَتْ سَمِعْتُ الْ�َأسْلَمِيَّةَ تَقُول
ُ “�ِإنِّى ن َِس: ِح َين دَعَ َاك؟ َق َالs ول ال َّل ِه
يت َأ� ْن �آ ُم َر َك َأ� ْن ت َُخ ِّم َر ا ْل َق ْر َن ْي ِن ُ َل َك َر ُس
”.ون ِفى ا ْل َب ْي ِت َش ْي ٌء َيشْ َغ ُل ا ْل ُم َص ِّلىَ َف ِإ� َّن ُه َل ْي َس َي ْن َب ِغى َأ� ْن َي ُك
331
وث �ِإ َلى َم َّك َة– ا ْئ َذ ْن ِلى عَنْ َأ�بِي شُرَيْحٍ َأ� َّن ُه َق َال ِل َع ْم ِرو ْب ِن َس ِع ٍيد – َوهُ َو َي ْب َع ُث ا ْل ُب ُع َ
َأ� ُّي َها ْال َأ� ِمي ُر! ُأ� َح ِّد ْث َك َق ْو ًلا َقا َم ِب ِه ال َّنب ُِّي sا ْل َغ َد ِم ْن َي ْو ِم ا ْل َف ْت ِحَ ،س ِم َع ْت ُه ُأ� ُذن َ
َاي
ايِ ،ح َين ت ََك َّل َم ِب ِهَ ،ح ِم َد ال َّل َه َو َأ� ْث َنى عَ َل ْي ِه ُث َّم َق َالِ�“ :إ َّن َو َوعَ ا ُه َق ْلبِىَ ،و َأ� ْب َص َر ْت ُه عَ ْي َن َ
اسَ ،فل َا َي ِح ُّل ل ِا ْم ِرئٍ ُي ْؤ ِم ُن بِال َّل ِه َوا ْل َي ْو ِم ْال آ� ِخ ِر َم َّك َة َح َّر َم َها ال َّلهَُ ،و َل ْم ُي َح ِّر ْم َها ال َّن ُ
َأ� ْن َي ْس ِف َك ب َِها َد ًماَ ،و َلا َي ْع ِض َد ب َِها َش َج َر ًة”...
وف بِا ْل َك ْع َب ِة َو َي ُق ُ
ولَ “ :ما ول ال َّل ِه َ sي ُط ُ حَدَّثَنَا عَبْدُ ال َّلهِ بْنُ عَمْرٍو قَالََ :ر َأ� ْي ُت َر ُس َ
َأ� ْط َي َب ِك َو َأ� ْط َي َب ِر َيح ِك َما َأ�عْ َظ َم ِك َو َأ�عْ َظ َم ُح ْر َم َت ِك”...
332
Ebû Şureyh, Mekke’ye asker göndermeye hazırlanmakta olan Amr b.
Saîd’e şöyle demiştir: “Ey Emir! Bana izin ver Mekke’nin fethinden
sonraki gün, bizzat kendi kulağımla işittiğim, ezberlediğim ve gözlerimle
gördüğüm Hz. Peygamber’in söylediği bir sözünü sana aktarayım.
(Resûlullah) konuşurken Allah’a hamd ve senâ etti. Ardından şöyle
buyurdu: ‘Mekke’yi Allah haram (saygın/dokunulmaz) kıldı, insanlar haram
kılmadı. Allah’a ve âhiret gününe iman eden kimse için orada kan dökmek ve
ağaç kesmek helâl olmaz...”
(B104 Buhârî, İlim, 37)
333
H z. İbrâhim, Hacer’le evlenmiş; ondan İsmâil adını verdikleri
bir çocuğu dünyaya gelmişti. Hz. İbrâhim, Hacer’i ve oğlu İsmâil’i alıp
Mekke’ye, bugün Kâbe’nin ve zemzem kuyusunun bulunduğu yerin biraz
yukarısında yer alan büyük bir ağacın altına getirdi. O günlerde bu böl-
gede su bulunmadığından kimse yaşamıyordu. İçi hurma dolu bir bohça,
su dolu bir kırba ve emzikli bir çocukla oraya bırakılan Hacer, yanların-
dan uzaklaşıp giden Hz. İbrâhim’e seslendi: “Yâ İbrâhim! Ne insan ne de
başka bir şey olan bu vadide bizi bırakıp nereye gidiyorsun?” Bu sözleri
tekrarlayıp durdu Hacer. Ancak Hz. İbrâhim geriye dönüp cevap vermedi.
Nihayet Hacer, “Sana bunu emreden Allah mı?” diye sordu. Buna cevaben
Hz. İbrâhim, “Evet (Allah emretti).” diye karşılık verdi. Aldığı cevap ile
ikna olan Hacer, “Öyleyse Allah bizim yok olup gitmemize izin vermeye-
cektir.” dedi ve çocuğunun yanına geri döndü. Hacer ve oğlu İsmâil’den
ayrılan İbrâhim, onlardan gözle görülemeyecek kadar uzaklaştı. Seniyye
mevkiine gelince, yüzünü bugünkü Kâbe’nin bulunduğu noktaya dönen
Hz. İbrâhim, ellerini kaldırdı ve şu duayı yaptı: “Rabbimiz! Ben çocukla-
rımdan bazısını, senin kutsal evinin (Kâbe’nin) yanında ekin bitmez bir vadiye
yerleştirdim. Rabbimiz! Namazı dosdoğru kılmaları için (böyle yaptım). Sen de
insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meylettir, onları ürünlerden rızıklan-
dır, umulur ki şükrederler.”1
Aradan geçen zaman içinde oğlu İsmâil ile birlikte kalan Hacer’in kır-
basındaki su tükendi. Suya ihtiyaç duyan Hacer, daha sonra Allah’ın nişa-
neleri2 yani yeryüzündeki sembolleri olarak nitelenecek olan etrafındaki
iki yüksek tepe yani Safâ ile Merve arasında çaresiz bir şekilde su aramaya
başladı. Safâ tepesine çıktı; sonra vadiye yöneldi ve birilerini görme ümi-
diyle ufukları süzdü. Fakat hiç kimseyi göremiyordu. Bu defa Safâ tepe-
sinden indi. Ayağına dolaşmasın diye elbisesinin eteğini toplayarak telaşla
yürüdü, vadiyi geçti ve Merve mevkiine geldi. Orada da biraz durdu ve ‘bir
1 İbrâhîm, 14/37; B3364
kimse görebilir miyim?’ diye baktı. Fakat hiç kimseyi göremedi. Hacer bu Buhârî, Enbiyâ, 9.
suretle (Safâ ile Merve arasında) yedi defa gitti, geldi. Su bulmak için çır- 2 Bakara, 2/158.
335
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
pınan Hacer, bir ses işitti. Sese kulak verdi; ardından da, “Sesini işittirdin;
eğer yapabileceksen bize yardım et.” dedi. Bu esnada zemzem suyunun
bulunduğu yerde bir melek göründü. Melek topuğuyla yahut kanadıyla
yeri kazıyordu. Nihayet su göründü. Çıkan zemzem suyundan içen Hacer,
oğlu İsmâil’e de içirdi. Suyu bir yandan avuçlarıyla kırbasına dolduruyor,
bir yandan da zayi olmasın diye bir çukur kazıyordu. Bu durumu gören
melek, Hacer’e, “Telef oluruz diye korkmayın; işte şurası Allah’ın evidir. Onu bu
çocukla babası inşa edecektir. Allah, İbrâhim ailesini zayi etmez.” dedi.3
Aradan yıllar geçmiş; İsmâil büyümüş ve Cürhüm kabilesinden bir
kızla evlenmişti. Hz. İbrâhim, onları ziyarete geldiğinde evde İsmâil yok-
tu. Kendisini karşılayan İsmâil’in eşine, oğlunun nerede olduğunu ve ne
yiyip içtiklerini sordu. Gelini, İsmâil’in ava gittiğini, kendilerinin et yi-
yip zemzem suyundan içtiklerini söyledi. Bunun üzerine Hz. İbrâhim,
“Allah’ım! Yiyecek ve içeceklerine bereket ver.” diye dua etti. İşte bu duaya
atıfta bulunan Peygamberimiz, “İbrâhim’in duası nedeniyle Mekke’nin yiye-
cek ve içeceklerinde bereket vardır.” açıklamasında bulunmuştur. Avdaki oğlu
İsmâil’i göremeyen Hz. İbrâhim, geri döndü. Ziyaret amacıyla tekrar gel-
diğinde, zemzem kuyusunun arka tarafında oklarını tamir eden İsmâil
(as) ile karşılaşan Hz. İbrâhim, “Ey İsmâil, Rabbin kendisi için bir ev inşa
etmemi bana emretti.” dedi. Hz. İsmâil, “O hâlde Rabbinin emrini yerine
getir.” diye karşılık verdi babasına. Hz. İbrâhim, “Ancak Allah senin de bu
işte bana yardım etmeni emir buyurdu.” dedi. Bunun üzerine Hz. İsmâil,
“Öyleyse yardım ederim.” dedi. Hz. İbrâhim, yüksekçe olan yeri göstere-
rek, “Allah işte buraya bir ev inşa etmemi emretti.” dedi.4 Zira Rabbi ona,
Kâbe’nin yerini göstermişti.5
Baba-oğul birlikte Yüce Mevlâ tarafından işaret edilen yere Beytullah’ın
temelini atıp duvarlarını yükseltmeye başladılar. Hz. İsmâil taş getiriyor,
Hz. İbrâhim de örüyordu. Duvarlar iyice yükselince, Makâm-ı İbrâhîm’de
bulunan taşı getirdi Hz. İsmâil. Hz. İbrâhim de onu basamak olarak kulla-
nıp duvarları örmeye devam etti. Bir yandan da baba-oğul dua ediyorlardı.6
Kur’ân-ı Kerîm, Kâbe’nin inşasını ve orada yapılan duayı şu şekilde an-
3 B3364 Buhârî, Enbiyâ, 9. latmaktadır: “Hani İbrâhim, İsmâil ile birlikte Beyt’in (Kâbe’nin) temellerini
4 B3364, B3365 Buhârî,
Enbiyâ, 9. yükseltiyor, ‘Ey Rabbimiz! Bizden kabul buyur! Şüphesiz sen hakkıyla işitensin,
5 Hac, 22/26.
hakkıyla bilensin.’ diyorlardı.”7
6 B3365 Buhârî, Enbiyâ, 9.
7 Bakara, 2/127.
Kâbe’yi yani Beyt-i Harâm’ı insanların din ve dünya hayatlarını sür-
8 Mâide, 5/97. dürebilmeleri için sebep kılan8 Yüce Mevlâ, “Onlar Mescid-i Harâm’dan (mü-
336
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
Müslümanlar arasında çok özel bir yere sahip olan Kâbe, câhiliye dö- 13 Âl-i İmrân, 3/97.
tekim Kâbe hizmetlerini yürütmekte olan Kureyş, gerek ticaret hayatında 16 Bakara, 2/125.
etmiştir. Bu iltifata atıfla Yüce Allah, “Kureyş’i ısındırıp alıştırdığı için, onları 19 Bakara, 2/125; Hac, 22/26.
337
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
26 UE1/77 İbn Seyyidünnâs, Kureyş’in Kâbe’yi onarmayı düşündüğü bu dönemde bir kaza meyda-
Uyûnü’l-eser, 1/77. na geldi. Söz konusu kazada Rum tüccarlardan birine ait olan inşaat mal-
27 MA9718 Abdürrezzâk,
Musannef, V, 313. zemesi taşıyan bir gemi, şiddetli rüzgâr nedeniyle Mekke’nin Şuaybe ismi
28 HS2/13 İbn Hişâm, Sîret,
verilen limanına doğru sürüklenmiş ve karaya çarparak parçalanmıştı.29
II, 13-14.
29 BH1/233 Halebî, es-Sîretü’l-
Geminin karaya oturduğu ve parçalandığı haberi kendilerine ulaşınca, ya-
Halebiyye, I, 233. nına birilerini alan Velîd b. Muğîre kaza mahalline gitti ve tahtaları satın
338
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
aldı. Hazır malzemeyi bulan Kureyşliler, Kâbe’yi yıkıp yeniden inşa etme
ve satın aldıkları tahtalarla da Kâbe’ye çatı yapma hususunda anlaştılar.30
Hz. İbrâhim zamanında çatısız inşa edilen Kâbe’ye bir çatı yapılmış
ve duvarları da yükseltilmiştir.31 Ancak inşaat devam ederken, bir araya
gelerek Kâbe’yi onaran kabileler arasında Hacerülesved’i yerine kimin ko-
yacağı meselesi tartışmaya sebep olmuştur. Bu şerefi elinde bulundurmak
isteyen kabileler arasında çıkması muhtemel bir savaş, herkesin güvenini
kazanmış olan Hz. Peygamber’in hakemliğiyle önlenmiştir.32
Muhammedü’l-Emîn olarak anılan Hz. Peygamber, Hacerülesved’i
yerine koyma şerefinin kendilerine ait olmasını isteyen kabilelerden bi-
rini tercih etmek yerine, bir örtü istemiş ve Hacerülesved’i yere serdiği
örtünün üzerine bizzat kendisi koymuştur.33 Ardından Kureyş’in dört ko-
lundan birer adam istemiş, kabileleri adına Utbe b. Rebîa, Ebû Zem’a, Ebû
Huzeyfe b. Muğîre ve Kays b. Adî gelmişlerdir. Peygamberimiz (sav), on-
lardan, örtünün birer ucunu tutarak kaldırmalarını istemiş,34 farklı kabile-
lerin temsilcileri hep birlikte Hacerülesved’i kaldırmışlar, Peygamberimiz
de konulacağı yerin hizasına gelince örtünün içinden alıp onu kendi eliyle
yerine yerleştirmiştir.35
Kureyşliler Beytullah’ı yeniden yapmaya kalktıkları zaman, Ebû Hu-
zeyfe b. Muğîre, “Ey Kureyşliler! Kâbe’nin kapısını ancak merdivenle giri-
lecek kadar yüksek yapınız. Ona, ancak sizin istediğiniz kimseler girsin.
30 MA9106 Abdürrezzâk,
Hoşlanmadığınız bir kişi girecek olursa ona yukarıdan ok atarsınız ve dü- Musannef, V, 102;
şer. Bu, onu görenler için ibretlik bir ceza olur.” demişti. Bunun üzerine ST1/145İbn Sa’d, Tabakât,
I, 145; BN2/368 İbn Kesîr,
Kâbe’nin içinden zeminini de bu yüksekliğe kadar, molozla doldurdular.36 Bidâye, II, 368.
Resûl-i Ekrem’in de bizzat katıldığı Kâbe inşaatında37 malzeme ye- 31 EZ1/228 Ezrakî, Ahbâru
Mekke, I, 228.
tersizliği nedeniyle Hicr, Kâbe’nin dışında bırakılmıştır. Nitekim Hz. 32 MA9718 Abdürrezzâk,
İbrâhim’in temelleri üzerinde olmasına rağmen, Kureyş’in tadilat esna- Musannef, V, 313.
33 HS2/18 İbn Hişâm, Sîret,
sında dışarıda bıraktığı Hicr hakkında, “O, Beyt’ten midir?” diye soran
II, 19; TB1/526 Taberî, Târîh,
Hz. Âişe’ye, Peygamber Efendimiz, “Evet (Hicr, Beyt’tendir).” diye cevap ver- I, 526.
34 ST1/146 İbn Sa’d, Tabakât,
miştir. Müminlerin annesi, “Neden onu Beytullah’a dâhil etmediler?” diye
I, 146; HS2/18, İbn Hişâm,
sorduğunda da, “Çünkü kavmin masrafları karşılayacak imkân bulamadı.” Sîret, II, 19.
cevabını almıştır. “Neden kapısı yüksek?” diye sorduğunda ise, “Kavmin 35 MA9718 Abdürrezzâk,
Mekke, I, 135.
câhiliye döneminden yeni çıkmış olmasaydı ve buna karşı çıkacaklarından kork- 37 MA1103 Abdürrezzâk,
masaydım Hicr’i Kâbe’ye dâhil eder, Kâbe’nin kapısını yer hizasında yapardım.” Musannef, I, 286.
339
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
buyurmuştur.38 Bir başka rivayete göre ise Resûlullah, “Biri girilecek diğeri
de çıkılacak iki tane de kapı yapardım.” diyerek Kâbe hakkında bir başka
temennisini dile getirmiştir.39
Nitekim Hz. Âişe Beytullah’ın içine girip orada namaz kılmayı arzu
ettiğini söylediğinde Hz. Peygamber onu Hicr’e götürmüş, “Beytullah’a gir-
mek istediğin zaman, Hicr’de namaz kıl. Muhakkak ki, orası Beytullah’tan bir
parçadır. Fakat senin kavmin Kâbe’yi yaptıkları zaman, orayı Beytullah’tan çı-
kardılar.” buyurmuştur.40 Beytullah’ın Hz. İbrâhim tarafından inşa edilen
temeller üzerine bina edilmesini arzu eden Hz. Peygamber, bir gün yerine
getirilme ihtimalini düşünerek, inşaatında bizzat çalıştığı Kâbe’nin dışa-
rıda bırakılan kısmını Hz. Âişe’ye göstermiştir.41 Hz. Âişe’den söz konu-
su bilgiyi aktaran Abdullah b. Ömer, Resûlullah’ın Hicr’e yakın olan iki
köşeyi istilâm etmemesini, oranın İbrâhim’in inşa ettiği temeller üzerine
oturmamasına bağlamıştır.42
İmkânsızlıkları nedeniyle Kureyşlilerin Kâbe’ye dâhil etmedikle-
ri Hicr, Abdullah b. Zübeyr tarafından Beyt’e ilâve edilmiştir.43 Yezid b.
Muâviye zamanında Şamlılar ile mücadele esnasında Kâbe yanmış ve ne-
redeyse tamamen tahrip olmuştu. Bununla birlikte Kâbe’nin duvarlarının
yıkılıp yeniden yapılması hususunda ihtilâf meydana gelmişti. İhtilâfı gi-
dermek isteyen Abdullah b. Zübeyr, “Sizden birinin evi yansa onu yenile-
medikçe rahat etmez. O hâlde Rabbinizin evine nasıl razı oluyorsunuz?”
diyerek halkı yönlendirdi. İbn Zübeyr’in girişimiyle ikna olan Müslüman-
lar, elbirliğiyle Kâbe’nin duvarlarının kalan kısımlarını yıkıp, binayı Hz.
38 B1584 Buhârî, Hac, 42.
İbrâhim’in temellerini esas alarak yeniden inşa ettiler. Abdullah b. Zübeyr,
39 B126 Buhârî, İlim, 48. bu inşaat esnasında Hicr’i binaya dâhil etti. Kâbe’yi genişletme faaliyetinin
40 D2028 Ebû Dâvûd,
yeni bir fitneye sebep olmasını engellemek amacıyla, insanları ikna ede-
Menâsik, 93; T876 Tirmizî,
Hac, 48. bilmek için temelin üzerini açarak Hz. İbrâhim ve İsmâil tarafından atılan
41 M3246 Müslim, Hac, 403.
45 B1586 Buhârî, Hac, 42. bulunmuştur.45 Böylece ‘İlk Mabet’, ilk temelleri üzerinde yeniden yük-
46 M3245 Müslim, Hac, 402.
selmiş, duvarlarının yüksekliği de 28 arşına çıkmıştı.46 Bundan sonraki
47 M3245 Müslim, Hac, 402.
48 M3246 Müslim, Hac, 403: tarihî süreçte Abdullah b. Zübeyr’in Kâbe üzerinde birtakım değişiklikler
M3244 Müslim, Hac, 401; yaptığı,47 ardından Emevî halifesi Abdülmelik b. Mervân’ın onayı ile bu
HM25562 İbn Hanbel, VI,
137; İF3/446 İbn Hacer,
değişiklikler üzerinde de yeniden tadilata gidilerek Kâbe’nin Kureyşliler
Fethu’l-bârî, III, 446-47. tarafından inşa edilen aslî hâline döndürüldüğü görülmektedir.48
340
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
dırmanı sana emretmeyi unutmuşum. (Onları kaldır.) Zira Kâbe’de namaz kıla- 52 B398 Buhârî, Salât, 30.
341
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
342
HAC
RABBİN EVİNE YOLCULUK
343
ول ال َّل ِه :s عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ عَنِ الْفَضْلِ َأ�وْ َأ�حَدِهِمَا عَنِ الْ آ�خَرِ قَالََ :ق َال َر ُس ُ
الضا َّل ُة َو َت ْع ِر ُض “ َم ْن َأ� َرا َد ا ْل َح َّج َف ْل َي َت َع َّج ْل َف ِإ� َّن ُه َق ْد َي ْم َر ُض ا ْل َم ِر ُ
يض َوت َِض ُّل َّ
ا ْل َح َاج ُة”.
عَنْ َأ�بِى هُرَيْرَةَ ِ dقَالََ :ق َال ال َّنب ُِّي َ “ :sم ْن َح َّج هَ َذا ا ْل َب ْي َتَ ،ف َل ْم َي ْر ُف ْثَ ،و َل ْم
َي ْف ُس ْقَ ،ر َج َع َك َي ْو ِم َو َل َد ْت ُه ُأ� ُّمهُ”.
ول ال َّل ِه َ sق َال: عَنْ َأ�بِى هُرَيْرَةَ َِ :dأ� َّن َر ُس َ
“...ا ْل َح ُّج ا ْل َم ْب ُرو ُر َل ْي َس َل ُه َج َزا ٌء �ِإ َّلا ا ْل َج َّن ُة”.
ول ال َّل ِه ُ “ :sب ِن َي ْال ِإ� ْسل َا ُم عَ َلى خَ ْم ٍس َش َها َد ِة َأ� ْن َلا �ِإ َل َه قَالَ عَ ْبدُ اللَّهَِ :ق َال َر ُس ُ
�ِإ َّلا ال َّل ُه َو َأ� َّن ُم َح َّم ًدا عَ ْب ُد ُه َو َر ُسو ُل ُه َو�ِإ َقا ِم َّ
الصل َا ِة َو�ِإي َتا ِء ال َّز َكا ِة َو َح ِّج ا ْل َب ْي ِت َو َص ْو ِم
َر َم َض َان”.
344
İbn Abbâs’ın, Fadl (b. Abbâs)’tan ya da Fadl (b. Abbâs)’ın, İbn Abbâs’tan
naklettiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Haccetmek isteyen
kimse acele etsin! Olur ki hastalanır veya binek hayvanı kaybolur ya da (hacca
gitmesini engelleyen) bir ihtiyaç ortaya çıkar.”
(İM2883 İbn Mâce, Menâsik, 1; D1732 Ebû Dâvûd, Menâsik, 5)
345
T arih yaklaşık olarak, M.Ö. XXII-XX. yüzyılları göstermekteydi.
Hz. İbrâhim, Filistin topraklarında yaşamaktaydı.1 Rabbinden aldığı emir
üzerine, eşi Hacer’i ve henüz annesini emmekte olan oğlu İsmâil’i Mekke’ye
getirdi. Onları, daha sonra inşa edecekleri Kâbe’nin yanına bıraktıktan
sonra, ilgi çekmeleri ve bu beldenin bereketli olması için dualar ederek
oradan ayrıldı. Ailesini Allah’a havale etmişti. O günlerde Mekke’de kimse
olmadığı gibi, ne içecek su vardı, ne de ziraat yapılıyordu.2
Bir süre sonra Cürhüm kabilesinden gelen bir grup insan Mekke ci-
varına yerleşerek orada Hacer ve oğluyla birlikte yaşamaya başladılar; kısa
sürede birbirlerine kaynaştılar. Yıllar geçti ve İbrâhim (as) tekrar Mekke’ye
geldi. Oğlu İsmâil’e, Allah Teâlâ’nın kendisine buraya bir ev yapmasını
emrettiğini söyledi ve oğlundan yardım istedi. İsmâil’in, bu teklifi derhâl
kabul etmesi üzerine baba-oğul, kendilerine gösterilen yerde Kâbe’nin te-
mellerini yükseltmeye başladılar. İsmâil (as) taş getirdi, İbrâhim (as) bi-
nayı yaptı ve Allah Teâlâ’ya kendilerinden bu hizmeti kabul etmesi için
birlikte dua ettiler.3
Yüce Allah, elçisi Hz. İbrâhim’e, Kâbe’nin yerini göstermiş ve evini,
tavaf edenler, namaz kılanlar, rükû ve secde edenler için temizlemesini
emretmişti. Ardından da insanlara haccı ilân etmesini; onların da ister
yaya olarak, isterse develeri üzerinde, birtakım menfaatleri elde etmeleri
ve Allah’ın onlara rızık olarak verdiği (kurbanlık) hayvanlar üzerine belli
günlerde (onları kurban ederken) Allah’ın adını anmaları için hacca gel-
melerini emir buyurmuştu.4
Yüce Rabbimizin beyanına göre, insanlar için kurulan ilk ibadet evi,
elbette Mekke’de âlemlere rahmet ve hidayet kaynağı olarak inşa edilen
Kâbe’dir. Onda apaçık deliller, Makâm-ı İbrâhîm vardır. Oraya kim girerse
1 TB1/150 Taberî, Târîh, I,
güven içinde olur.5 Bu âyetlerden hareketle Kâbe’nin, Hz. İbrâhim’den daha
150.
evvel var olduğu, hatta Hz. Âdem’e kadar geri gittiği, ancak çeşitli sebeplerle 2 Bakara, 2/126; İbrâhîm,
zaman içinde binanın yıkılıp unutulduğu söylenmektedir.6 Buna göre Hz. 14/37.
3 B3364 Buhârî, Enbiyâ, 9;
İbrâhim, Kâbe’yi aynı yerine, eski temelleri üzerine yeniden inşa etmiştir. Bakara, 2/127.
Kur’an, hac, namaz ve itikâf gibi ibadetler için Kâbe’nin Hz. İbrâhim ile Hz. 4 Hac, 22/26-28.
insanların hac ibadetine davet edildiğini açıkça beyan eder. Dolayısıyla hac Uyûnü’l-eser, I, 77.
347
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
ibadeti Hz. İbrâhim ile başlamıştır. Hz. İbrâhim’in tek Allah inancına da-
yalı yani hanîf olan din anlayışı ve buna bağlı olarak yapılan ibadetler bir
süre aslını koruyarak devam etmiştir. Ancak Yemen bedevîlerinden Huzâa
kabilesi, Mekke’ye gelerek Cürhümlüleri buradan çıkarmış, beş asır Kâbe’yi
ellerinde tutmuş ve bu dönemlerde bölgede putperestlik yayılmıştır. Hz.
Peygamber’in beşinci göbekten dedesi olan Kusay b. Kilâb zamanında ise
Kâbe muhafızlığı tekrar Hz. İsmâil’in torunlarına geçmiştir.7
İslâm’ın doğuşu öncesinde Kâbe’yi tavaf, umre, Arafat ve Müzdelife’de
vakfe, kurban kesme gibi âdetler devam ettirilmekte; hac, putperest gele-
nekleriyle birlikte sürdürülmekteydi.89 Hac ibadeti, câhiliye döneminde de
yapılmış, ancak Hz. İbrâhim dönemindeki safiyeti kaybedilmişti. Hemen
bütün hac görevlerine şirk karışmış, Kâbe başta olmak üzere, hac görev-
lerinin yapıldığı Safâ, Merve, Mina gibi yerlere birçok put yerleştirilmiş ve
hac kurbanları putlar adına kesilir olmuştu.10 Müşrikler Safâ ve Merve ara-
sında sa’y yaptıkları sırada, “Buyur Allah’ım buyur! Senin ortağın yoktur.
Ancak bir ortağın vardır. O da sana aittir. Sen hem ona hem de onun sahip
olduklarına hükmedersin.”11 şeklinde telbiye getiriyorlardı. Hatta ensarın
Müslüman olmadan önce “Tâğıye Menât” putu için ihrama girip telbiye ge-
tirdikleri ve kendi putlarının karşısında dikili bulunan Safâ ve Merve put-
ları arasında sa’y etmeyi günah saydıkları nakledilmektedir. Müslüman
olduktan sonra ensardan bazı kimseler Allah Resûlü’ne bu durumu anlat-
tıklarında Allah Teâlâ, “Şüphesiz Safâ ile Merve Allah’ın nişanelerindendir.”12
âyetini indirmiş ve câhiliyeye ait bu uygulama ortadan kaldırılarak sa’yın
7 İK1/60 İbn Kesîr, Sîret, I, 60.
8 M2954 Müslim, Hac, 151;
hac menâsikinden olduğu bildirilmiştir.13
M2955 Müslim, Hac, 152; Hacda putperest inancın izlerini taşıyan uygulamalar haccın farz kı-
D1910 Ebû Dâvûd, Menâsik,
lındığı ve müşriklerin bu mübarek mekânlardan uzaklaştırıldığı hicrî 8.
57; İ.
9 İK1/60 İbn Kesîr, Sîret, I, 61; veya 9. yıla kadar devam etmiştir. Bu yıl itibariyle müşriklerin Mescid-i
HS1/203 İbn Hişâm, Sîret, Harâm’a girmeleri ve çıplak olarak Kâbe’yi tavaf etmeleri yasaklanmıştır.14
I, 203.
10 B1643 Buhârî, Hac, 79; Mekke’nin fethinden sonra Kâbe’nin içinde ve etrafında bulunan putlarla
M3081 Müslim, Hac, 261. birlikte Hz. İbrâhim’den sonra eklenen ve hac ibadetinin aslında bulun-
11 M2815 Müslim, Hac, 22.
12 Bakara, 2/158. mayan şirk unsurları da tamamen temizlenmiştir.15 Haccın farz kılınma-
13 B1643 Buhârî, Hac, 79;
sıyla birlikte, hac görevleriyle ilgili hükümler Kur’ân-ı Kerîm âyetleri16 ve
M3081 Müslim, Hac, 261.
14 B4655 Buhârî, Tefsîr, Hz. Peygamber’in uygulamasıyla yeniden tespit edilmiştir.
(Tevbe) 2. Mekke’nin fethinden önce farz kılınmasına rağmen, müşriklerle iliş-
15 D2030 Ebû Dâvûd,
Menâsik, 93.
kilerin iyi olmaması sebebiyle Müslümanlar ancak fetihten sonra hacca
16 Tevbe, 9/28. gidebilmişlerdir. Fethi takip eden yıl Hz. Ebû Bekir “hac emîri” olarak
348
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
sağlayacak her türlü vasıtayı hazırlamaları için Müslümanları uyarmakta, 23 Âl-i İmrân, 3/97.
24 Mâide, 5/101.
gerekli tedbirleri almalarını bir vecibe olarak onlara yüklemektedir. Aynı 25 M3257 Müslim, Hac, 412;
hususa Allah Resûlü de dikkat çekmiş ve kendisine, “Hac yükümlülü- T814 Tirmizî, Hac, 5; N2621
Nesâî, Menâsikü’l-hac, 1;
ğünü gerekli kılan şey nedir?” şeklinde sorulan soruya, “Yiyecek ve binek HM2642 İbn Hanbel, I, 291.
imkânıdır.” cevabını vererek bu şartlar sağlandığında insanın hac yapmakla 26 Âl-i İmrân, 3/97.
349
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
Müslim, Îmân, 1. günahlarının bağışlanmasını isterlerse Allah onların günahlarını bağışlar.”34 bu-
33 B1820 Buhârî, Muhsar, 10.
yuran Resûl-i Ekrem, hacca gidenleri “Allah’ın elçileri” şeklinde niteleyerek
34 İM2892 İbn Mâce,
350
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
altın ve gümüşün kir ve pasını giderdiği gibi hac ve umre de günahları ve fakirliği
giderir. Kabul edilmiş haccın sevabı ise ancak cennettir.”35
Haccın faziletini anlatarak bu ibadete karşı insanları teşvik eden Hz.
Peygamber, kendisine yöneltilen, “Hangi amel daha faziletli ve daha ha-
yırlı?” sorusuna önce, “Allah’a ve Resûlü’ne iman etmek.” diye cevap vermiş,
“Sonra hangisi?” denildiğinde, “Amellerin zirvesi olan Allah yolunda cihad.”
buyurmuş ve “Bundan sonra hangisi?” sorusuna ise, “Kabul olunan hac.”
cevabını vermişti.36 Meşakkatli bir ibadet olan haccı cihadla birlikte zik-
reden Allah Resûlü, Hz. Âişe’nin (ra), “Yâ Resûlallah! Biz kadınlar sizinle
beraber gazâya çıkıp cihad edemez miyiz?” sorusuna karşılık, “Sizin için
cihadın en iyisi ve en güzeli haccetmektir, makbul olan hacdır.” buyurmuş ve
bunun üzerine Hz. Âişe de, “Artık ben bu sözü Resûlullah’tan işittiğim
zamandan itibaren haccetmeyi terk etmem.” demişti.37 “Yaşlının, küçü-
ğün, zayıfın (düşkünün) ve kadının cihadı hac ve umre yapmaktır.”38 buyuran
Resûlullah, kendisine hanımların cihad edip etmemeleri sorulduğunda,
“Ne güzel cihaddır hac!” şeklinde cevap vermişti.39
Hac, malî ve bedenî bir ibadet olduğu gibi, maddî ve mânevî, dünyevî
ve uhrevî, ferdî ve içtimaî boyutları olan bir ibadettir. Hac ibadetinde za-
man kadar, mekân unsuru da büyük önem arz eder. Hac, Allah’a, peygam-
berlere, âhirete iman gibi inanç esaslarını pekiştirmekte ve Müslümanlara
takva, sabır, sevgi, saygı, kardeşlik, fedakârlık, cömertlik gibi ahlâkî gü-
zellikleri kazanma ve yaşama imkânı sunmaktadır.
Hac ibadeti, ihram, namaz, telbiye, zikir, vakfe, istiğfar, tavaf, sabır,
ilgili yasaklar, kurban, sadaka gibi yoğunlaştırılmış bir dizi ibadet ve ta-
atten oluşmaktadır. Hac, belli bir zaman ve belirli mekânlarda gerçekle-
şen bir ibadet olduğu için Müslümanlara zaman ve mekân mefhumunu,
dünyada her şeyin belli bir düzen içinde gerçekleştiği şuurunu kazandırır.
Buna göre hac, bir ay içerisinde başlayıp biten bir ibadet değildir. Hac,
Müslümanların mânevî yönlerini güçlendirecek, morallerini takviye ede-
cek, izzet ve şereflerini artıracak, sorumluluk bilinçlerini geliştirecek, on-
35 T810 Tirmizî, Hac, 2;
lara birlikte hareket edebilme yetisi kazandıracak en önemli ibadetlerden N2632 Nesâî, Menâsikü’l-
biridir. Bu mübarek iklimde Müslümanlar, karşılıklı olarak sevgi, bilgi, hac, 6.
36 B1519 Buhârî, Hac, 4.
görgü, tecrübe ve kültür alışverişi yapma, birbirlerinden yararlanma fırsatı 37 B1861 Buhârî, Cezâü’s-
bulurlar. Böylece, en mübarek zamanda, en mukaddes mekânda son de- sayd, 26.
38 N2627 Nesâî, Menâsikü’l-
rece bereketli bir buluşmayı gerçekleştirip günahlarından arınmış olarak hac, 4.
memleketlerine dönerler. 39 B2876 Buhârî, Cihâd, 62.
351
HACCETMEK
HAC ARAFAT’TIR
353
ول ال َّل ِه َ sق َالَ “ :أ� ْف َض ُل ُّ
الدعَ ا ِء دُعَ ا ُء عَنْ طَلْحَةَ بْنِ عُبَيْدِ ال َّلهِ بْنِ كَرِيزٍ َأ� َّن َر ُس َ
َي ْو ِم عَ َر َف َة”.
ول ال َّل ِه :s عَنْ سَهْلِ بْنِ سَعْدٍ قَالََ :ق َال َر ُس ُ
“ َما ِم ْن ُم ْس ِل ٍم ُي َل ِّبى �ِإ َّلا َل َّبى َم ْن عَ ْن َي ِمي ِن ِه َو ِش َما ِل ِه ِم ْن َح َج ٍر َأ� ْو َش َج ٍر َأ� ْو َم َد ٍر
َح َّتى َت ْن َقطِ َع ْال َأ� ْر ُض ِم ْن هَ ُه َنا َوهَ ُه َنا”.
354
Talha b. Ubeydullah b. Kerîz’den nakledildiğine göre, Resûlullah (sav)
şöyle buyurmuştur: “Duaların en faziletlisi arefe günü yapılan duadır.”
(MU951 Muvatta’, Hac, 81)
355
‘K astetmek’ anlamına gelen hac sözcüğü, Kâbe’ye yönelerek
Allah’ı, O’nun rızasını kastetmek ve aslında O’na yönelmektir. Hac, insa-
nın Allah’a yönelişini ve mânen yükselişini temsil eder. Bütün benliğiyle
Allah’a yönelen mümin, O’nun evini ziyaret etmeyi büyük bir mânevî tec-
rübe olarak telakki eder. Zira Allah’ın, sembol değeri taşıdığını belirttiği
dinî ödev, mekân ve davranışlara saygı göstermek, kalplerdeki takvanın,
bilinç ve şuurun sonucudur.1
Hz. İbrâhim’in çağrısına kulak vererek hacca niyetlenen mümin,2 gün-
de beş vakit uzaktan yöneldiği Allah’ın evine bu defa bedeniyle varmak ister.
Hem maddî azığını hem de takva azığını hazırlayarak çıkar yola...3
Hedef olarak Allah’a, mekân olarak Allah’ın evinin bulunduğu Ha-
ram bölgeye, zaman olarak da bir taraftan âdeta Hz. İbrâhim, Hz. Peygam-
ber ve sahâbe asırlarına; diğer taraftan da hac ile kazandıklarıyla geleceğe
yapılan bir yolculuktur hac.
Mîkât, bu yolculuğa ve ilâhî buluşma iklimine girişin sınırıdır. Tayin
edilen vakit, buluşma vakti, bugünkü tabirle “randevu zamanı/yeri” anlamı-
na gelen “mîkât” kelimesi, hac ibadetine başlanan yeri ve zamanı ifade eder.
Hz. Peygamber (sav) tarafından belirlenmiş olan mîkât sınırlarında4 bir başka
deyişle mîkât mahallinde yapılan niyet ile birlikte hac ibadeti başlamış olur.
Mîkâta gelen mümin, âdeta kendisini Tur Dağı’na Allah ile konuşma-
ya giden Hz. Musa5 gibi hisseder. Acaba Allah ile nasıl buluşacaktır? O’nun
rahmetini, azametini nerede, nasıl ve ne kadar görebilecektir? Acaba Allah
kendisini ve haccını kabul edecek midir? Hac, onun için gerçekten bir ilâhî
buluşmaya dönüşecek midir? Mîkât mahalli, aynı zamanda ihram mahal-
lidir. “İhram” ise, hac süresince bazı helâllerin, Allah ve Resûlü’nün getir-
diği yasaklar çerçevesinde kişiye haram kılınması demektir. Söz konusu 1 Hac, 22/32.
yasaklar, mîkât mahallinde hacca niyet etmekle başlar ve ihramdan çıkın- 2 Hac, 22/27.
3 Bakara, 2/197.
caya kadar devam eder. Hanımların kendi normal giysileri içinde gerçek- 4 B1524 Buhârî, Hac, 7;
leştirdikleri ihram hâli, erkeklerin ‘izâr’ ve ‘ridâ’ denilen dikişsiz iki parça M2804 Müslim, Hac, 12.
5 A’râf, 7/142, 143, 155.
peştamala bürünmeleriyle sembolize edilir. Artık erkekler ihramdayken 6 B1542 Buhârî, Hac, 21;
gömlek, sarık, şalvar, bornoz ve benzeri elbiseler ve mest giyemezler.6 M2791 Müslim, Hac, 1.
357
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
Esas itibariyle ihram, sadece beyaz bir kıyafete bürünme değil, belki
takva elbisesine bürünmedir. Hacca gelenler, sosyal ve ekonomik statülerini
gösteren dünyevî elbiselerini, makam ve mevkilerini ortaya koyan kıyafet-
lerini, zevklerini, kültürlerini ve karakterlerini yansıtan her türlü (süs, ziy-
net, makyaj gibi) göstergeleri bırakıp, Allah önünde herkesin eşit olduğu-
nu simgeleyen bu iki basit giysiye bürünürler. İhram, Allah nezdinde mal,
mülk, madde ve metaın bir hiç sayıldığını, bütün Müslümanların bu kutsal
iklimde kardeş olduğunu ifade eder. Birini diğerinden ayrıcalıklı, üstün
gösteren hiçbir emare yoktur. Artık dünyevî elbiseler çıkartılmış, şahsiyet-
leri gizleyen süslü elbiseler atılmış, ‘takva elbisesi’ giyilmiştir. Mîkât ile baş-
layan bu kutsal yolculukta asıl giyilmesi gereken elbise takva elbisesi, yani
Allah şuuru ve insan olmanın gereği yüklenilen sorumluluk bilincidir.7
Yüce Allah, “Hac (ayları), bilinen aylardır. Kim o aylarda hacca başlarsa,
artık kendisi için hacda cinsel yakınlık, günaha sapmak, kavga etmek yoktur.”8
buyruğuyla, cinsel konuları konuşma dâhil, her türlü şehevî ilişkiyi, her
türlü günah, kötülük ve çirkinlikleri, başkalarıyla kavga, kapışma, tar-
tışma, sövüşme ve dövüşme gibi olumsuz davranışları yasaklamaktadır.
Hz. Peygamber de, “Her kim bu evi (Kâbe’yi) haccederken, (söz ya da eylemle)
cinsel yakınlığa yeltenmez ve kötülük işlemezse, anasının onu doğurduğu günkü
(günahsız) hâline dönmüş olur.” sözleriyle9 bu yasaklara riayet ederek hac
yapabilen kimseleri müjdelemektedir.10
İhram yasakları, sadece insanları değil, canlı ve cansız hemen her şeyi
kapsamaktadır. Bütün hayvanlar, bütün bitkiler ve hatta Allah’ın mümin-
lere bahşettiği bütün tabiat ve çevre dokunulmaz bir alandır artık. Allah
Resûlü’nün talimatı gereği, “(Mekke’nin) otu koparılmaz, ağacı kesilmez, av
hayvanları ürkütülüp rahatsız edilmez, yitiği kimse tarafından alınamaz, ancak
sahibini arayacak kimse alıp muhafaza eder.”11
Kâbe ve çevresi için kullanılan “Haram” tabiri, bölgedeki bütün ilişkile-
rin Allah’ın emir ve yasaklarına saygı esasına göre düzenlendiğini, başta insan
7 A’râf, 7/26.
olmak üzere, ağaç ve bitki örtüsünden hayvanlara kadar bölgedeki bütün var-
8Bakara, 2/197.
9 B1820 Buhârî, Muhsar, 10. lıkların ilâhî koruma altına alındığını, dokunulmaz olduklarını ifade eder.
10 B1521 Buhârî, Hac, 4;
Öte yandan ihrama bürünen hacı, “Lebbeyk, Allâhümme lebbeyk!” derken
M3291 Müslim, Hac, 438.
11 B1833 Buhârî, Cezâü’s- kendisini Kâbe’sine çağıran Rabbinin tam huzurundaymış gibi hisseder. Tıp-
sayd, 9; M3305 Müslim, Hac, kı Resûl-i Ekrem gibi, “Buyur Allah’ım buyur! Emrindeyim buyur! Buyur Allah’ım!
447.
12 B1549 Buhârî, Hac, 26;
Senin hiçbir ortağın yoktur. Buyur Allah’ım! Şüphesiz hamd sana mahsustur. Ni-
M2811 Müslim, Hac, 19. met de senindir, mülk de senin. Senin hiçbir ortağın yoktur.” der12 ve “Davetini
358
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
gınlığın da ne yüce! Ama bu canı bu tende tutan Allah’a yemin ederim ki, Allah 17 Âl-i İmrân, 3/96.
359
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
N586 Nesâî, Mevâkît, 41. onlar da bunu yapmıştı.22 İbn Abbâs’a (ra) göre, başlangıçta tavaf esnasın-
22 B1602 Buhârî, Hac, 55;
da Kureyşlilere gövde gösterisi için yapılan remel (heybetli yürüyüş), Hz.
M3059 Müslim, Hac, 240.
23 M3055 Müslim, Hac, 237;
Peygamber’in Veda haccında, tavafın ilk üç şavtında yapmasıyla sünnet
HM2783 İbn Hanbel, I, 305. olmuştur.23 Nitekim bir defasında Hz. Ömer, “Biz neden hâlâ bu remele
360
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
devam ediyoruz ki? Çünkü vaktiyle biz, onunla (bizim zayıf düştüğümü-
zü söyleyen) müşriklere karşı güç gösterisi yapardık, (güçlü) görünmek
isterdik. Halbuki Yüce Allah onları helâk etmiştir.” demiş ancak hemen
ardından, “Ama biz, Hz. Peygamber’in yapmış olduğu bir şeyi terk etmek
istemeyiz.” diye eklemiştir.24
Tavafın başlama noktasını göstermek gibi pratik bir faydası da bu-
lunan Hacerülesved (Kara Taş) ise Rabbimizle ahdimizi yenilemenin
sembolik bir işaretidir. Hacerülesved’in menşei, tarihçesi, mahiyeti ve
mânevî değeri hakkında, bir kısmı sembolik anlam taşıyan çok sayıda
rivayet vardır. Bu rivayetlerde umumiyetle Hacerülesved’in aslında sütten
daha beyaz iken insanların günahları yüzünden karardığı, cennetten in-
dirildiği anlatılır.25Allah kıyamet günü Hacerülesved’i mahşer yerine ge-
tirecek, onun, göreceği iki gözü, konuşacağı bir dili olacak ve kendisini
selâmlayanlara şahitlik yapacaktır.26
Yine bazı rivayetlerde Hacerülesved’i selâmlama, Allah’a vermiş oldu-
ğu ahdi ifa etme ve Rahmân ile musâfaha gibi algılanmaktadır.27 Müslü-
man, ruhlar âleminde verdiği kulluk sözünü,28 amelleriyle ortaya koyduğu
iman akdini, bu defa Beytullah’ta Hacerülesved’i selâmlayarak hem yineler
hem güçlendirir. Burada asıl olan taşın kendisi değil, onu selâmlamanın
24 B1605 Buhârî, Hac, 57.
sembolik anlamı ve Hz. Peygamber’in örnek davranışıdır. Hz. Peygamber, 25 T877 Tirmizî, Hac, 49;
müsaitse Hacerülesved’i öper,29 değilse elindeki baston ile selâmlayarak N2938 Nesâî, Menâsikü’l-
hac, 145.
tavafa başlardı.30 O, güçlü kuvvetli birisi olan Hz. Ömer’i, zayıf bünyeli 26 T961 Tirmizî, Hac, 113;
kimselere eziyet verebileceği gerekçesiyle, Hacerülesved’i öpmek için izdi- İM2944 İbn Mâce, Menâsik,
27.
hama karışmaması konusunda uyarmış, eğer boş ise istilâm etmesini, aksi 27 İM2957 İbn Mâce,
takdirde tehlîl ve tekbir ile geçmesini söylemişti.31 Nitekim bir defasında Menâsik, 32; MA8899
Abdürrezzâk, Musannef, V,
Hz. Ömer Hacerülesved’e seslenerek, “Biliyorum ki sen bir taşsın. Ne zarar
34.
verirsin, ne de fayda! Eğer, Resûlullah’ın sana dokunduğunu görmeseydim 28 A’râf, 7/172.
sahâbîler de Hacerülesved’i selâmlarken, “Allah’ım, sana inanarak, Kita- M3073 Müslim, Hac, 253.
31 HM190 İbn Hanbel, I, 28.
bını ve Peygamberinin sünnetini tasdik ederek/Peygamberinin sünnetine
32 B1605 Buhârî, Hac, 57;
uyarak.” derler ve öyle selâmlarlardı.33 M3069 Müslim, Hac, 250.
Tavaf sonrasında İbrâhim makamının yakınında iki rekât namaz kı- 33 MA8898 Abdürrezzâk,
361
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
yer alan Makâm-ı İbrâhîm denilen taşın, Hz. İbrâhim’in, oğlu Hz. İsmâil
ile birlikte Kâbe’yi yeniden inşa ederken üzerine basıp iskele olarak kul-
landığı yahut Hz. İbrâhim’in insanları hacca davet için üzerine çıktığı taş
olduğu kabul edilir. Bu hatırayı yâd eden Peygamber Efendimiz, Makâm-ı
İbrâhîm’i kendisi ile Kâbe arasına alarak kıldığı iki rekât tavaf namazında
Allah’ın birliğini, tevhidi içeren Kâfirûn ve İhlâs sûrelerini okurdu.36
Sa’yin yapıldığı, yalçın kayalarla dolu, sert ve yüksek birçok dağa nis-
petle hayli mütevazı iki küçük kaya tepeciği olan Safâ ve Merve, Kur’an’a
göre “şeâirullâh” yani “Allah’ın (dininin) nişaneleri”dir.37 Koşmak, hızlı ve
canlı yürüyüş anlamına gelen “sa’y”, hac ve umrede Kâbe’nin doğu tara-
fındaki Safâ tepesinden başlayarak Merve’ye dört gidiş, Merve’den Safâ’ya
doğru da üç geliştir. Sa’yin aslı, Hz. İbrâhim tarafından ileride Kâbe’nin
inşa edileceği mevkiye getirilerek yavrusu ile baş başa bırakılan Hz.
Hacer’in, yanındaki su ve azık tükenince henüz kendisini emmekte olan
oğlu Hz. İsmâil için su ararken bu iki tepe arasında koşması hâdisesine
dayanır. Hz. Hacer yavrusuna su bulmak için, annelik sevgisi ve şefkatiyle
sağa sola koşturur. Su temin edebilecek birilerini görebilir miyim diye bu
iki tepe arasında gidip gelmeye başlar. İki tepe arasındaki vadiye indiği
zaman orayı koşarak geçer. Ve bu su arayışı ilâhî iradenin hemen Kâbe’nin
yanı başından zemzem suyunu ikram etmesine kadar devam eder.38 İşte
bugün yeşil ışıklı direklerle işaret edilen ve hacıların koşar adımlarla geç-
tikleri yer Hz. Hacer’in koştuğu o yerdir.
Sa’y, Hacer validemizin kızgın güneşin altında susuzluktan kıvranan
biricik İsmâil’ine hayat verecek suyu arayışı gibi bir arayıştır. Ve orada
Hacer rolünü canlandıran hacı, yedi defa canla başla, Hacer’deki telaşla,
heyecanla arar kendi İsmâil’lerini kurtaracak olan o mânâ suyunu, âb-ı
hayatı. Kendi çocuklarının açlığını, susuzluğunu giderecek olan o hayat
suyunu, ahlâkı, mâneviyâtı, ilmi, hayrı, hakikati ve hizmeti yeşertecek,
kısaca nesillerimize hayat verecek mânevî zemzemi araştırır.
İbn Abbâs (ra), Resûlullah’ın (sav) Beyt’i ve Safâ ile Merve arasını
ancak müşriklere kendi kuvvetini göstermek için koşarak sa’y ettiğini
söylemiştir.39 Nitekim sa’y’in her seferinde, Safâ ile Merve arasındaki engin
36M2950 Müslim, Hac, 147;
T869 Tirmizî, Hac, 43. kısma gelindiğinde, (şimdiki iki yeşil direk ve ışıklarla gösterilen kısımda)
37 Bakara, 2/158.
erkekler orayı daha hızlı ve canlı bir şekilde yürüyerek herveleyle geçerler.
38 B3364 Buhârî, Enbiyâ, 9.
362
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
Safâ ile Merve arasındaki sa’y bitince, umre veya hac yapanlar tıraş
olmak suretiyle sembolik olarak kendi bedenlerinden bir parçayı feda
ederler. Bu, bir taraftan, gerektiğinde saçını değil, başını da Allah yolunda
verebileceğini temsil ederken, başından dökülen her saç teli, âdeta dökü-
len günahları ve günahlardan arınmayı simgeler.
Hz. Peygamber, “Allah’ım, başlarını tıraş ettirenlere merhamet et!” diye
dua etmiş, sahâbeden bazıları, “Saçlarını kısaltanlara da dua etseniz ey
Allah’ın Resûlü!” demişler; o da dördüncüsünde, “Saçlarını kısaltanlara da.”
diyerek onlar için de dua etmiştir.40 Sahâbeden kimisi saçını tamamen ka-
zıtmış, kimisi de saçını kısaltmıştır.41
Arafat, haccın bizzat kendisidir ve Kâbe’yi tavaftan, Safâ ile Merve ara-
sında sa’yden sonra kalan hac görevleri, arefe gününden itibaren Arafat’ta,
Müzdelife’de ve Mina’da yerine getirilir. Kelime olarak “Arafat”, bilme, an-
lama, tanıma ve güzel koku gibi mânâlar taşıyan bir kökten gelir.
Arafat, haccın bizzat kendisidir. Arafat’ta Allah Resûlü’ne, Haccı sor-
duklarında kısaca: “Hac, Arafat(ta bulunmak)tır.” cevabını vermiştir.42 Bu
ifade, bizim dilimizdeki vurgu ile söylenecek olursa tıpkı, “Hac demek,
Arafat demektir.” gibi anlaşılmalıdır. Bu sözü yorumlayarak ve Arafat’ın
sembolik mânâsını anlamaya çalışacak olursak, “Hac, Arafat’tır.” demek,
hakikati bilmek, tanımak, anlamak, kavramak demektir. Dirilişi, mah-
şeri, mahkeme-i kübrâ öncesi bekleyişi, ölmeden önce ölmeyi, hesaba çe-
kilmeden önce muhasebe yapmayı bilmek demektir. Arafat’ı idrak eden
hacı olur, Arafat’ı kavrayan marifeti bulur. Arafat, önce kendini bilme,
kendini bulma deneyimidir. “Kendini bilen, Rabbini de bilir.” fehvasın-
ca, önce kendini tanıma, ardından da Rabbini tanımadır. Yunus’un dediği
gibi: “İlim, ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir.” Allah’ı unutanlar, nasıl
hem kendilerini hem de Allah’ı unutmuşlarsa ve neticede âhirette de Allah
tarafından unutulacaklarsa,43 Arafat’ta kendini ve Rabbini tanıyanlar da,
mükâfat olarak Allah tarafından tanınacaklardır.
Arefe günü, en bereketli zaman ile en mübarek mekân birleşir ve kutsal
Arafat iklimi ortaya çıkar. Arafat, tıpkı Rahmet Elçisi gibi yüzünü Kâbe’ye
çevirip, sırtını Rahmet Dağı’nın eteklerine verip, İlâhî rahmete nail olabilme 40 B1727 Buhârî, Hac, 127.
41 B1729 Buhârî, Hac, 127.
arayışıdır. Arafat’ta mümin, haşir ve hesaba çekiliş sahnesini temsilî bir şe- 42 T889 Tirmizî, Hac, 57;
kilde yaşayarak sorumluluğun ve hesaba çekilmenin idrakine varır. N3019 Nesâî, Menâsikü’l-
hac, 203; İM3015 İbn Mâce,
Arafat’ta vakfeye durulur. “Vakfe”, duruş, bekleyiş demektir. Arafat Menâsik, 57.
vakfesi, insanın kıyamet günü Allah’ın huzurunda bekleyişini hatırlatır. 43 A’râf, 7/51; Câsiye, 45/34.
363
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
364
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
edince” diye çevrilen “ifâda” tabiri, bir nehrin taşmasını, sel sularının coş-
kulu bir şekilde akmasını ifade eder. Arafat vakfesini yerine getirmenin se-
vinci ile hacıların coşkulu bir tarzda âdeta bir insan seli gibi akması âyette
böyle ifade edilmiştir. “O’nu, size gösterdiği biçimde anın.”52 şeklinde ikinci
kez zikrin emredilmesinden, bu bölgenin Allah’ın zikredileceği bir mekân
olduğu anlaşılmaktadır. Gece yarısından itibaren yapılmaya başlayan ve
sabah namazı sonrasına kadar devam eden buradaki vakfenin, zikir için
en uygun zaman dilimlerinden biri olduğu şüphesizdir.
Müzdelife, Haram bölgesi içinde Arafat ile Mina arasında kalan bir
yerin adıdır. Akşamdan sonra hacıların peş peşe gelip orada toplanma-
ları ve topluca Allah’a yakararak Mina’ya yaklaşmaları sebebiyle bu adı
almıştır.53
Hz. Peygamber Arafat’tan ayrıldıktan sonra akşam namazını gecikti-
rerek, yatsı namazının vakti girdikten sonra ikisini birlikte burada kıldı.
Geceyi istirahatla geçirdikten sonra, sabah namazının peşinden buradaki
vakfesini yaptı. Allah Resûlü, kıbleye karşı dönerek tekbir, tehlil ve kelime-i
tevhidlerle Allah’a dua etmiş54 ve Müzdelife’nin tamamını vakfe yapılacak
yer olarak ilân etmişti.55 Yolda ertesi gün girişecekleri temsilî savaşta şey-
tana atmak üzere Müzdelife’de Fadl b. Abbâs’a yedi taş toplatmıştı. Eline
aldığı küçük taşları göstererek, ashâbına böyle taşlar atmalarını tavsiye
etmiş, evvelki milletlerin dinde aşırılıkları sebebiyle helâk olduklarını ha-
tırlatarak dinde aşırılıktan sakınmalarını emretmişti.56
Müzdelife’den ayrıldıktan sonra, Muhassir vadisi sağda kalacak şekil-
de hızlıca Mina’ya geçilir.57 Muhassir bölgesi, Kâbe’yi yıkmak üzere gelen
Ebrehe’nin fil ordusunun Ebâbîl kuşlarının attığı taşlarla hüsrana uğra- 52 Bakara, 2/198.
53 ŞN8/187, Nevevî, Şerh ale’l-
tıldığı yerdir.58 Oradan geçerken, “Fil sûresinde anlatıldığı gibi, küçücük
Müslim, VIII, 187; İŞ4/353,
taşlar, güçlü Ebrehe ordusunun planını nasıl boşa çıkarmışsa, Cemerât’ta İbn Battâl, Şerh, IV, 353.
54 M2950 Müslim, Hac, 147.
atılacak taşlar da, şeytanın insana karşı kurduğu tuzakları boşa çıkarma- 55 M2952 Müslim, Hac, 149;
365
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
yolunda kurban etmeye karar verir ve Mina yolunu tutar. Allah’ı her şey-
den, herkesten daha çok sevdiğini, Allah’a olan aşkını ispat etmek üzere
çıkar yola. Ancak peygamber de olsa sonuçta bir insan ve baba olan, hem
de baba olabilmek için neredeyse tam bir asır bekleyen Hz. İbrâhim’in kar-
şısına o esnada şeytan çıkar. Bu kez, bir tarafta Allah’ın emri, diğer tarafta
şeytanın vesvesesi vardır. Ve İbrâhimî kararlılık ağır basar. Hz. İbrâhim,
tercihini Allah sevgisinden, ebedî aşktan yana kullanmış, kendisini Allah’a
yaklaştıran yolda karşısına çıkan şeytanı bugün taşlamanın yapıldığı yer-
lerde defalarca taşlamıştır. Neticede baba-oğul ikisi de Allah’ın emrine tes-
lim olmuşlar ve bu ağır sınavı kazanmışlardır.60
Aslında Hz. İbrâhim ve oğlunun sınavıyla, bugün bizim sınavlarımız
pek farklı değildir. Ancak İbrâhimî tavır takınmanın çok zor olduğunda
şüphe yoktur. Bu zorlu sınavda diğer sevgiler ağır basıyorsa burada yapıla-
cak şey, Allah’tan istiğfar dilemektir. Nitekim âyette de Allah’tan bağışlan-
ma dilenmesi emredilmektedir.61 Mina’da bu emri yerine getirip, kalbini
Allah aşkıyla doldurduktan sonra, şeytanla yapacağı savaş öncesinde hacı,
Mina’da mağfiret miğferini giyer ve şeytanı taşlamak üzere Hz. İbrâhim’in
onunla mücadele ettiği savaş alanına gider.
Hacda kesilen kurbanlar, Allah’a yaklaşma çabasının göstergesidir.
Hac esnasında kesilen kurbanlık hayvanlar, Kur’an’da, “Allah’ın nişaneleri”
olarak anılır.62 Burada asıl ve önemli olan, kesilen hayvanların bedenle-
ri değil, onların sembolik anlamıdır. Bu nedenledir ki Yüce Allah, “On-
ların ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşır. Ama O’na sizin takvanız ulaşır.”
buyurur.63 Allah için kesilen bu kurbanların kanları, kurban sahibinden
de günahların dökülmesini ve diğer bütün hac menâsiki ile birlikte “kirle-
rin giderilmesini”64 sembolize eder.65
“Hedy” denilen hac kurbanı, hacca gelen müminin sırf Allah için ma-
lından vazgeçebildiğinin ifadesidir. İhramda bir otu dahi koparmak yasak
iken, Allah’a bağlılığın, fedakârlığın bir göstergesi olarak bayramda can-
60Sâffât, 37/103-107. lı hayvanlar kurban edilmektedir. Özellikle kurban etlerinin tamamının
61 Bakara, 2/199.
62 Hac, 22/36. yoksul İslâm ülkelerine gönderildiği günümüzde, hacının hiç tanımadığı
63 Hac, 22/37.
Müslüman kardeşlerine verdiği destek ve sosyal dayanışma haccın en hik-
64 Hac, 22/29.
366
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
367
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
M5679 Müslim, Selâm, 24. kaddes iklimdeki günlerin de sonuna gelinir. Hacının memleketine dön-
71 D1888 Ebû Dâvûd,
meden evvel Kâbe ile vedalaşmak üzere yapacağı tavafa “Veda (Sader)
Menâsik 50; T902 Tirmizî,
Hac, 64.
Tavafı” denilir. Her vedada hüzün vardır. Birkaç günlük ‘Rahmân’ın misa-
72 B1521 Buhârî, Hac 4. firliği’ sona ermiş ve huzurdan ayrılmanın zamanı gelip çatmıştır. Hacı-
368
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
nın kalbi, birkaç hafta önce Kâbe’ye kavuşmanın heyecanı ile çarparken,
şimdi bu mukaddes mekândan ayrılmanın hüznü ile burkulmaya başlar.
Hacı şunları düşünür bu veda tavafında: Acaba Kâbe-i Muazzama’ya bir
kez daha kavuşmak nasip olacak mı? Dünyada Kâbe’ye kavuşma imkânı
veren Allah’ın acaba cennet ve cemâline kavuşmak mümkün olacak mı?
Acaba Kâbe ile gerçekleşen geçici ve sembolik vuslat, âhirette gerçek ve
ebedî vuslata dönüşecek mi? İşte bu duygu ve düşüncelerle, endişe ile ümit
arasında Kâbe’ye veda eder. Günlerdir gözüyle gördüğü Beytullah’ı, bun-
dan sonraki hayatında gönlüyle görmek, hac esnasında edindiği tecrübeyi
gönül bağıyla sürdürmek üzere veda eder.
369
UMRE
MÂNEVÎ DÜNYAYI İMAR ETMEK
371
ول ال َّل ِه َ sق َال: عَنْ َأ�بِى هُرَيْرَةَ َ :dأ� َّن َر ُس َ
“ا ْل ُع ْم َر ُة �ِإ َلى ا ْل ُع ْم َر ِة َك َّفا َر ٌة ِل َما َب ْي َن ُه َماَ ،وا ْل َح ُّج ا ْل َم ْب ُرو ُر َل ْي َس َل ُه َج َزا ٌء
�ِإ َّلا ا ْل َج َّن ُة”.
عَنْ عُمَرَ َأ� َّن ُه ْاس َت أ�ْ َذ َن ال َّنب َِّي ِ sفى ا ْل ُع ْم َر ِة َف َق َال:
“ َأ� ْي ُأ�خَ َّي َأ� ْش ِر ْك َنا ِفى دُعَ ا ِئ َك َو َلا َت ْن َس َنا”.
372
Ebû Hüreyre’nin (ra) rivayet ettiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle
buyurmuştur: “İki umre, aralarında işlenen günahlara kefarettir. (Allah
tarafından) kabul gören haccın karşılığı ise ancak cennettir.”
(B1773 Buhârî, Umre, 1; M3289 Müslim, Hac, 437)
Hz. Ömer’den nakledildiğine göre, umreye gitmek için izin isteyince Hz.
Peygamber (sav) ona şöyle demişti: “Kardeşçiğim! Duana bizi de ortak et ve
bizi unutma!”
(T3562 Tirmizî, Deavât, 109; İM2894 İbn Mâce, Menâsik, 5)
Ebû Saîd el-Hudrî’nin (ra) rivayet ettiğine göre, Hz. Peygamber (sav)
şöyle buyurmuştur: “Ye’cûc ve Me’cûc’un çıkmasından sonra bile mutlaka
Beytullah’a hac ve umre (ziyareti) yapılacaktır.”
(B1593 Buhârî, Hac, 47)
373
H icretin altıncı yılında Hz. Peygamber Medine’de ilginç bir rüya
görmüş ve bunu, çok sevdiği Kâbe’yi ziyarete yormuştu. Rüyasını ashâbıyla
1
II, 120.
başladılar, Mekkelilerin meraklı bakışları arasında. Mekkeli Müslümanlar 5 M4631 Müslim, Cihâd ve
Medine’ye hicret edince, oranın havası kendilerini olumsuz etkilemiş ve siyer, 92.
375
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
376
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
377
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
M3038 Müslim, Hac, 221. Resûlü’nün kullanmış olduğu, “Kardeşçiğim!” hitabı Hz. Ömer’in o kadar
19 B1773 Buhârî, Umre, 1;
hoşuna gitmiştir ki bu ifadeyi, “üzerine güneşin doğduğu her şeyden daha
M3289 Müslim, Hac, 437;
MU770 Muvatta’, Hac, 21. sevimli” diye nitelemiştir.21
20 T3562 Tirmizî, Deavât,
Üzerinde bir cübbe bulunan, sakalı ve başı sarıya boyanmış bir adam,
109; İM2894 İbn Mâce,
Menâsik, 5.
Ci’râne’de iken Resûlullah’a gelerek, “Ey Allah’ın Resûlü! Ben umre için
21 HM195 İbn Hanbel, I, 30. ihrama girdim ve gördüğün gibiyim (ne yapmalıyım?)” diye sormuş, bu-
378
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
nun üzerine Hz. Peygamber, “Üzerinden cübbeni çıkart, sarı boyayı da yıka ve
hac yaparken ne yapıyorsan, umrende de onu yap.” buyurmuştur.22
Umre ile hacda yapılması gereken hususlar, Safâ ile Merve arasında
sa’y yapıp ihramdan çıkılmasına kadar aynıdır. Peygamberimizin umrele-
rinden birini kısaca özetleyen İbn Ömer şöyle demiştir: “Hz. Peygamber
(sav) umre için (Mekke’ye) geldi, Beyt’i yedi kere (etrafında dönerek) tavaf
etti. Makam’ın arkasında iki rekât namaz kıldı. Safâ ile Merve arasında sa’y
etti. (Siz de böyle yapınız, çünkü) ‘Andolsun ki, Allah’ın Resûlü’nde sizin için
güzel bir örnek vardır.’”23 Muâviye ise, Resûlullah’ın (sav) umre yaptığında
sa’y sonrasında saçını makasla kısalttığını haber verir.24
Umre yapan kişi sa’yini tamamladıktan sonra saçlarını tıraş eder veya
kısaltır ve ihramdan çıkar. Böylece umre tamamlanmış olur. Hacda ise,
ayrıca günü geldiğinde Arafat’a çıkılması, arefe günü orada vakfeye durul-
ması, dönüşte Müzdelife vakfesi, Mina’da kurban kesilmesi ve Cemerât’ta
şeytan taşlanması gibi hacca özgü görevler devam etmektedir.
İbn Abbâs’ın anlattığına göre, câhiliye devrinde müşrikler hac ayla-
rında umre yapmayı dünyadaki en çirkin işlerden sayarlardı. Onlar, Mu-
harrem ayına Safer ismini verirler ve “(Ne zaman) devenin sırtındaki yara
iyileşir; (yoldaki) ayak izleri silinir; (Safer ayı da çıkarsa) artık umre yap-
mak o zaman helâl olur.” derlerdi. İbn Abbâs dedi ki: “Resûlullah (sav)
sahâbîleriyle beraber (Zilhicce’nin) dördüncü günü (sabahında) sade-
ce haccetmek niyetiyle telbiye ederek (Mekke’ye) geldi. Peygamber (sav),
sahâbîlerine haclarını umreye çevirmelerini (tavaf, sa’y ve tıraşla ihramdan
çıkmalarını) emretti.”25 Allah Resûlü, umrenin kıyamete kadar hac (ayları)
içine girmiş olduğunu ilân etti ve böylece hac aylarında umre yapmakta
hiçbir sakınca olmadığını göstermiş oldu.26
Günümüzde olduğu gibi iktisadî ve coğrafî nedenlerle, ömründe yalnız
bir defa hacca gidebilme imkânı bulan bir kimse, elbette hac ile birlikte
umre yapmaya da gayret edecektir. Çünkü bu insanlardan çoğu, hac dışın-
da ayrıca umre için Kâbe’ye gelme imkânını belki de hiç bulamayacaktır. 22 M2801 Müslim, Hac, 9.
23 Ahzâb, 33/21; B395 Buhârî,
Oysa ilk dönemlerde İslâm coğrafyası küçüktü ve insanların Medine’den, Salât, 30; M2999 Müslim,
Şam’dan, Irak’tan umreye de gidebilme imkânları mevcuttu. Bu nedenledir Hac, 189.
24 N2990 Nesâî, Menâsikü’l-
ki, günümüzde ülkemizden giden hacıların çoğu, önce umre yaptıktan son- hac, 183.
ra ardından yeni bir ihramla yapılan temettü haccını tercih etmektedirler. 25 B3832 Buhârî, Menâkıbü’l-
379
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
her gün devam etmektedir. Allah’ın evi olan Kâbe, Rahmân’ın misafir-
leri tarafından asırlardır kesintisiz bir şekilde ziyaret edilmektedir. Öyle
anlaşılmaktadır ki bu durum kıyamete kadar da böyle devam edecektir.
Sahâbeden Ebû Saîd el-Hudrî’nin naklettiğine göre, Peygamber Efendi-
miz (sav) şöyle buyurur: “Ye’cûc ve Me’cûc’un çıkmasından sonra bile mutlaka
27 B1593 Buhârî, Hac, 47. Beytullah’a hac ve umre (ziyareti) yapılacaktır.”27
380
ZEMZEM
İÇİMİ ŞİFA MÜBAREK SU
381
قَالَ َأ�بُو ذَر ٍَّ ...ق َال َر ُس َ
ول ال َّل ِه َ:s
“�ِإن ََّها ُم َبا َر َك ٌة �ِإن ََّها َط َعا ُم ُط ْع ٍم”.
382
Ebû Zerr’in rivayet ettiğine göre... Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:
“O (zemzem) gerçekten mübarektir, o gerçekten doyurucu bir gıdadır.”
(HM21858 İbn Hanbel, V, 174; M6359 Müslim, Fedâilü’s-sahâbe, 132)
383
H z. İbrâhim, eşi Hacer ile emzikteki oğlu İsmâil’i Filistin’den
getirip Mekke’ye yerleştirmişti. Bu ıssız vadide henüz ne Kâbe vardı, ne de
etrafında başka birileri yaşardı. Allah’ın dostu İbrâhim, Rabbinden aldığı
emir gereği onları dualarla O’na emanet ederek dönüp gitmişti.1
Hacer’in kırbasındaki su çok geçmeden tükendi. Suyun bitmesiyle,
Hacer’in sütü de kesilecekti. Bu ise, bebek İsmâil için ölüm demekti. Bunu
görmekte gecikmeyen anne telaş içinde arayışa koyuldu. Önce en yakının-
daki Safâ tepesine çıktı. Bir kimse görebilir miyim diye vadiye baktı, fakat
kimseyi göremedi. Bu defa vadiyi geçip Merve’ye geldi. Orada da biraz
durdu, herhangi birini görebilir miyim diye etrafı süzdü. Fakat görünürde
hiç kimse yoktu. Hacer gittikçe artan bu endişeli hâliyle Safâ ile Merve
arasında yedi defa gidip geldi. Merve üzerine son çıkışında ansızın bir ses
işitti. “Sus, iyice dinle!” dedi kendi kendisine. Sonra dikkat kesildi ve o sesi
tekrar işitti. Sesin geldiği tarafa bakıp şöyle seslendi: “(Sesin sahibi!) Sesini
bana duyurdun. Eğer imkânın varsa, bize yardım et!” Böyle der demez
şimdiki Zemzem Kuyusu’nun bulunduğu yerde bir melek yani Cebrail (as)
göründü. Topuğu veya kanadıyla toprağı kazıp zemzem suyunu meydana
çıkardı. Hacer, bir taraftan taşıp zayi olmasın diye eliyle suyun etrafını
çevirip havuz hâline getiriyor, bir taraftan da kırbasını doldurmaya çalışı-
yordu. Su ise alındıkça, yeniden fışkırıyordu.
Bu tabloyu anlatan Peygamberimiz (sav), “Allah, İsmâil’in anasına
(Hacer’e) rahmet etsin! Şayet o, (suyun etrafını çevirmede) acele etmeseydi, zem-
zem, akan bir pınar olurdu.”2 buyurmuştu. Hacer bu sudan (kana kana) içti
ve çocuğunu tekrar emzirdi.3
Mekke’ye yerleşip Hacer’e komşu olan Cürhümlüler, bilâhare Mekke’yi
terk ederken Zemzem Kuyusu’nu kapatıp gittiler.4 Zaman içerisinde ta-
mamen körelip kaybolan Zemzem Kuyusu’nu yeniden açmak ise Mekke 1 İbrâhîm, 14/37.
reisliği döneminde Peygamberimizin dedesi Abdülmuttalib’e nasip oldu. 2 B3362 Buhârî, Enbiyâ, 9.
3 B3364 Buhârî, Enbiyâ, 9.
Abdülmuttalib, gördüğü bir rüya üzerine kuyunun yerini buldu. Kâbe ci-
4 FA2/15 Fâkihî, Ahbâru
varındaki bu kuyuyu, Kureyş’in karşı koymasına rağmen özel mülkiyetine Mekke, II, 15.
geçirdi ve hacılara su dağıtma (sikâye) görevini de üstlendi.5 5 MA9113 Abdürrezzâk,
Musannef, V, 113.
“Zemzem” kelimesi, atların burunlarından çıkardığı ses ve yerken 6 ZT32/328 Zebîdî, Tâcü’l-
içerken alçak sesle konuşmak6 gibi anlamlarının yanı sıra, bol, bereketli, arûs, XXXII, 328.
385
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
386
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
kadar göğsü yarılır. Kalbi çıkarılır ve zemzem suyu ile yıkandıktan son-
ra tekrar yerine konulur. Sonra iman ve hikmetle doldurulur.10 Ardından
Cibrîl elinden tutup onu dünya semasına doğru çıkarır.11
Allah Resûlü’nün Mekke’deyken içmeye doyamadığı, oradan uzak
kaldığı günlerde de özlemini çektiği bir sudur zemzem. Hayatının son yıl-
larında Hz. Peygamber’in Mekke’den zemzem suyu getirttiği rivayet edilir.
Mekke’deki Süheyl b. Amr’a bir mektup yazarak, mektubu alır almaz ken-
disine, Medine’ye zemzem göndermesini ister. Süheyl de, derhâl iki kap
dolusu zemzem gönderir Medine’ye, Kutlu Elçi’ye.12
Resûlullah’ın (sav) zemzemi yanında taşıdığını haber veren Hz.
Âişe, kendisi de hac günlerinde zemzemi yanında bulundururdu.13 Allah
Resûlü’nün, Veda haccındaki şu uygulaması, onun zemzeme olan ilgisini
gösterir: Bayramın ilk günü Kâbe’deki tavafını tamamladıktan sonra zem-
zem sâkiliği yapan Abdülmuttaliboğulları’nın yanlarına gider ve onlara,
“Ey Abdülmuttaliboğulları! Su çekin! Su çekmeniz hususunda insanların (bunu
bir hac görevi zannedip, izdiham oluşturarak) size galip gelmesi (ihtimali) olmasa,
sizinle beraber ben de su çekerdim.” buyurur. Onlar da kendisine bir kova su
takdim eder ve Resûlullah (sav) bu sudan içer.14
Bazı rivayetler Peygamberimizin (sav) o kovadan ayakta olduğu hâlde
zemzem içtiğini haber verirken,15 bazı rivayetler ise, zemzem suyundan
içerken onun (sav) deve üzerinde bulunduğunu anlatır.16
Zemzemin aynı zamanda şifa verici bir tarafı olduğu, ateşi düşürdüğü
de rivayet edilir. Mekke’de ateşli bir hastalığa yakalanan Ebû Cemre el-
Dubeî’ye İbn Abbâs, “Sendeki bu hastalığı zemzem suyu ile serinlet! Çün-
kü Resûlullah (sav), ‘Yüksek ateş, cehennemin şiddetli sıcağından bir parçadır.
Siz onu su ile (yahut zemzem suyu ile) serinletin!’ buyurdu.” der.17 10 M416 Müslim, Îmân, 264;
Resûlullah (sav) zaman zaman Zemzem Kuyusu’nun içine düşen veya T3346 Tirmizî, Tefsîru’l-
içinde bulunan canlı cansız zararlı şeylerin çıkarılıp temizlenmesini de Kur’ân, 94.
11 B349 Buhârî, Salât, 1;
istemiştir.18 Son yıllarda da modern teknolojiden yararlanılmakta ve zem- M415 Müslim, Îmân, 263.
zem suyu güneş ışınlarıyla dezenfekte edilmektedir. Günümüzde zemzem, 12 MA9127 Abdürrezzâk,
camla kaplı elli tonluk depolarda toplanarak, önce karbon ve kum filtre- Musannef, V, 119.
13 T963 Tirmizî, Hac, 115.
lerinden, daha sonra da ultraviyole ışın filtresinden geçirilerek dezenfekte 14 M2950 Müslim, Hac, 147.
edilmekte ve yirmi litrelik gün ışığı geçirmeyen damacanalara/termoslara 15 B5617 Buhârî, Eşribe, 16;
Mübarek sayılan zemzemi içmenin de belli bir âdâbı vardır. Nitekim 17 B3261 Buhârî, Bed’ü’l-halk,
zemzem kuyusundan geldiğini söyleyen bir şahıs ile İbn Abbâs arasında 10.
18 D5251 Ebû Dâvûd, Edeb,
387
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
Kenzü’l-ummâl, XIV, 120; zıları, “zemzemden sonra boğazından bir daha haram lokma geçmemesi
BŞ4128 Beyhakî, Şuabü’l- kararlılığıyla”, bazıları da “hüsn-i hâtime yani güzel bir son iştiyakıyla”
îmân, III, 481.
23 MA9112 Abdürrezzâk,
yudumlar. Kimileri ise dünyada zemzemi bahşeden Rabbinden, cennette
Musannef, V, 113. de Kevser’i lütfetmesi niyazlarıyla...
388
RAMAZAN
RAHMET, MAĞFİRET ve BERAAT AYI
: َق َال، �ِإ َذا َدخَ َل َر َج ٌبs ول ال َّل ِه ُ َك َان َر ُس:َعَنْ َأ�نَسِ بْنِ مَالِكٍ قَال
”. َو َب ِّل ْغ َنا َر َم َض َان، َو َش ْع َب َان،“ َال َّل ُه َّم َبا ِر ْك َل َنا ِفي َر َج ٍب
389
ول ال َّل ِه َ “ :sأ�ت َُاك ْم َر َم َض ُان َش ْه ٌر ُم َبا َر ٌكَ ،ف َر َض ال َّل ُه عَ ْن َأ�بِى هُ َر ْي َر َة َق َالَ :ق َال َر ُس ُ
اب ا ْل َج ِح ِيم،
الس َماءَِ ،و ُت ْغ َل ُق ِفي ِه َأ� ْب َو ُ
اب َّ عَ َّز َو َج َّل عَ َل ْي ُك ْم ِص َيا َمهُُ ،ت ْف َت ُح ِفي ِه َأ� ْب َو ُ
َو ُت َغ ُّل ِفي ِه َم َر َد ُة الشَّ َي ِاط ِين”.
ول ال َّل ِه َ “ :sم ْن َصا َم َر َم َض َان �ِإ َيمانًا َو ْاح ِت َسا ًبا ُغ ِف َر عَنْ َأ�بِى هُرَيْرَةَ قَالََ :ق َال َر ُس ُ
َل ُه َما َت َق َّد َم ِم ْن َذ ْن ِب ِه”.
ول ال َّل ِه َ sق َال“ :ت ََح َّر ْوا َل ْي َل َة ا ْل َق ْد ِر ِفىعَنْ هِشَامِ بْنِ عُرْوَةَ عَنْ َأ�بِيهِ َأ� َّن َر ُس َ
ا ْل َعشْ ِر ْال َأ� َو ِاخ ِر ِم ْن َر َم َض َان”.
390
Ebû Hüreyre’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle
buyurmuştur: “Mübarek Ramazan ayı size geldi. Yüce Allah bu ayda size oruç
tutmayı farz kıldı. Bu ayda sema (cennet) kapıları açılır, cehennem kapıları ise
kapanır ve şeytanların azgınları bağlanır.”
(N2108 Nesâî, Sıyâm, 5)
391
M edine’ye hicret ile birlikte İslâm dini, kendi müesseselerini
oluşturmaya başlamıştı. Mescid-i Nebevî’nin yapılmasının ardından hayat,
vahyin kılavuzluğunda, “inanç-amel bütünlüğü” içinde gelişmeye devam
ediyordu. Medine’ye geleli daha on sekiz ay olmuştu. Kısa bir süre önce kıb-
leyi Mescid-i Aksâ’dan Kâbe’ye çeviren Yüce Allah,1 bu sefer hicrî takvimin
8. ayı olan Şâban ayında, Ramazan orucunu farz kılan şu âyetleri indirdi:
“Ey inananlar! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, sakınasınız diye
size de sayılı günlerde farz kılındı... Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğru-
nun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur’an’ın indirildiği aydır.
Öyle ise sizden Ramazan ayını idrak edenler onda oruç tutsun. Kim o anda hasta
veya yolcu olursa (tutamadığı günler sayısınca) başka günlerde kaza etsin. Allah
sizin için kolaylık ister, zorluk istemez. Bütün bunlar, sayıyı tamamlamanız ve size
doğru yolu göstermesine karşılık, Allah’ı tazim etmeniz, şükretmeniz içindir.”2
Bu âyetler, Ramazan ayının, diğer aylardan ayrıcalıklı olduğunu açık-
ça ifade etmektedir. Çünkü;
Ramazan, oruç ayıdır.
Ramazan, Kur’an ayıdır.
Ramazan, takva ayıdır.
Ramazan, Allah’ı yüceltme ayıdır.
Ramazan, şükür ayıdır.
Ramazan, doğruyu bulma ayıdır.
Ramazan, tevbe ayıdır.
Ramazan, itikâf yani tefekkür ve taabbüd ayıdır.
Ramazan, Allah’ın koyduğu sınırları gözetme ayıdır.
Ramazan, bin aydan daha hayırlı olan Kadir gecesini içinde saklayan
bir aydır.
Mübarek Ramazan ayı, Müslümanlara Allah’ın emirleri karşısında
sorumluluk bilincine yani takvaya erişme fırsatı sunuyordu. Böylece top-
lumsal dayanışma ve paylaşma şuurunu aşılayarak, bir anlamda “irade
eğitimi” vermek suretiyle, müminlere kişilik kazandırıyor, “kâmil bir mü-
min” olmanın yollarını gösteriyordu.
“Ramazan”, sözcük olarak “yaz sonunda yağıp yeryüzünü tozlardan
1 Bakara, 2/144; ST1/248 İbn
temizleyen yağmur” mânâsında “er-ramzâ” kelimesinden veya “Güneş Sa’d, Tabakât, I, 248.
ışınlarından taşların yanıp kızması” anlamında olan “er-ramaz” kelime- 2 Bakara, 2/183-185.
393
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
394
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
rini hem yaşayarak hem de bazı tavsiye ve uyarılarda bulunarak öğretmişti. 12 B1948 Buhârî, Savm, 38.
395
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
21 MU432 Muvatta’, Îdeyn, 1. nın on üçüncü günü ise, Mekke’nin fethi için yola çıkılmıştır.25 Böylece Hz.
22 B986 Buhârî, Îdeyn, 24.
Peygamber’in hayatındaki en önemli iki sefer, Ramazan ayında yaşanmıştır.
23 B971 Buhârî, Îdeyn, 12.
24 T714 Tirmizî, Savm, 20; Her ne kadar Ramazan ayı, Allah tarafından mübarek kılınmışsa da,
BN3/369 İbn Kesîr, Bidâye, onun bereketinden istifade etmek Müslüman’ın iradesine bırakılmıştır. De-
III, 369.
25 MA9738 Abdürrezzâk,
ğerlendiren için Ramazan bulunmaz bir hasat mevsimi, maddî ve mânevî
Musannef, V, 372. bir arınma iklimidir. Ramazan’a yetiştiği hâlde onun kadrini ve kıymetini
396
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
bilmeyen biri içinse, kaçırılmış bir fırsat hatta bir vebal olacaktır. Hem de
Rahmet Elçisi’ne, “Ramazan ayına girdiği hâlde günahlarını affettiremeden bu
ayı tamamlayan kişinin burnu yerde sürünsün!” dedirtecek kadar!26
Evet, Ramazan ayı, berekettir, ziyafettir, zerafettir. Ramazan ayı,
ibadettir, rahmettir, mağfirettir. Ramazan ayı, ruh ve nefis için, birey ve
toplum için takvadır, korunmadır. Ramazan ayı, selâmdır, esenliktir,
sükûnettir, sekinettir, dinginliktir, olgunluktur. Ramazan ayı, kardeşliktir,
dayanışmadır, paylaşmadır. Ramazan ayı, zenginin oruç tutarak yoksulu
anlaması, kısmen de olsa onun hâlini yaşamasıdır. Ramazan ayı, geçici
olarak yeme-içmeden uzak kaldığı nimetlerin kadrini bilmek ve onları ve-
ren Rezzâk olan Allah’a karşı şükür görevini hatırlamaktır. Ramazan ayı,
kötü alışkanlıklara son verme, iyiden, güzelden yana yeni sayfalar açma
fırsatıdır. İşte bu bilinç içerisinde dolu dolu yaşanan Ramazan, sonrasında
gelen ayların hatta bütün bir yılın verimli geçirilmesini sağlayacaktır. Al-
lah Resûlü’nün, “Büyük günahlardan kaçınıldığı takdirde, beş vakit namaz ile
cuma bir sonraki cumaya kadar ve Ramazan diğer Ramazan’a kadar, aralarında
işlenen günahların bağışlanmasına vesiledir.”27 hadisi, sadece geçmişte işlen-
miş günahların kefareti olarak değil, aynı zamanda Ramazan’ın verdiği
bilinç ile bir sonraki Ramazan’a kadar açılmış olan beyaz sayfayı temiz
tutma gayreti olarak anlaşılmalıdır.
Ramazan ayı taattir, hasenattır, kurbettir, Cenâb-ı Hakk’a yakın ol-
madır. Cennet kapılarının açıldığı, cehennem kapılarının kapandığı, şey-
tanların bağlandığı, toplumda suç oranının azaldığı bir huzur dönemidir.
Takvanın, şükrün ve rüşdün yollarının öğretildiği, irade eğitiminin veril-
diği, bir aylık yoğun program uygulayan bir okuldur.
Asırlardır Ramazan, Müslümanlar arasında bir ay boyunca kutlanan
bir bayram esintisidir. Ülkemizde açılan iftar çadırları, ışıl ışıl yanan mi-
narelerin arasını süsleyen mahyalar, Mısır’da sokakları, dükkânları süsle-
yen Ramazan fenerleri, Medine’de her milletten Müslümanların sokaklara
açıp, kardeşlerini yalvararak davet ettiği mütevazı iftar sofraları ve dünya-
nın dört bir yanında teravih namazlarına koşan ve saf tutan milyonlar...
Hepsi Ramazan ayının bereketi ve coşkusudur şüphesiz.
Hatta bu ayın girmesiyle birlikte birçok kavram da konuk olur dili-
mize: Ramazan topu, Ramazan imsakiyesi, Ramazan mahyası, Ramazan
26 T3545 Tirmizî, Deavât,
davulu, Ramazan pidesi, Ramazan menüsü, Ramazan programı, Ramazan 100.
sofrası, Ramazan paketi, Ramazan indirimi, Ramazan kampanyası... Artık 27 M552 Müslim, Tahâret, 16.
397
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
Ramazan ayı, bir zaman diliminin adı olmaktan öte bir şeydir. Evet o,
yedisinden yetmişine bütün Müslümanlar için bir neşedir, coşkudur, he-
yecandır, kültürdür, medeniyettir. Hem de üzerinde çok konuşulan, ma-
kaleler ve kitaplar yazılan bir “Ramazan Medeniyeti!”
Ramazan, bir medeniyettir, bir dünya görüşüdür. Sadece, nefsimize
gem vurulan günler değil; yoksulların, düşkünlerin, açların, muhtaçların,
kimsesizlerin hatırlandığı ve korunduğu yoğun bir seferberliktir.
Ve her sayılı gün gibi, bu coşkulu günler de çok hızlı geçer. Ömrü
boyunca kaç Ramazan geçireceğini bilemeyen Müslüman için son teravih
namazı, son sahur, son iftar buruk bir hüzne dönüşür. Tıpkı gözü yaş-
lı hacıların kutsal iklime veda edişi gibi, bu mübarek mevsime de aynı
duygularla veda edilir. Camilerde güzel sesli hafızların, “Elveda yâ şehr-i
Ramazan” nağmeleri ile uğurlanır Ramazan. Bir taraftan arınmış, korun-
muş, bol ecir kazanmış olma ümidi, diğer taraftan bir sonraki Ramazan’a
yetişememe endişesi ile vedalaşılır.
398
ORUÇ
YALNIZ ALLAH İÇİN
، “ ُب ِن َي ْال ِإ� َسلا ُم على خَ ْم ٍس:s ول ال َّل ِه ُ َق َال َر ُس:ِقَالَ عَبْدُ ال َّله
ُ و َأ� َّن ُم َح َّمد ًا َر ُس،َش َها َد ِة َأ� ْن َلا �ِإ َل َه �ِإ َّلا ال َّله
َّ و�ِإ َقا ِم،ول ال َّل ِه
،الص َلا ِة
”.مضان َ َو َص ْو ِم َر، َو َح ِّج ال َب ْي ِت،َو�ِإي َتا ِء ال َّز َكا ِة
Abdullah’ın naklettiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:
“İslâm beş esas üzerine kurulmuştur: Allah’tan başka ilâh olmadığına ve
Muhammed’in Allah’ın Resûlü olduğuna şahitlik etmek, namazı dosdoğru
kılmak, zekât vermek, Kâbe’yi haccetmek ve Ramazan orucunu tutmak.”
(M113 Müslim, Îmân, 21)
399
عَنْ عَائِشَةَ َ :gأ� َّن ُق َر ْيشً ا َكان َْت ت َُصو ُم َي ْو َم عَ ُاشو َرا َء ِفى ا ْل َجا ِه ِل َّي ِةُ ،ث َّم َأ� َم َر
ول ال َّل ِه :s ول ال َّل ِه sب ِِص َيا ِم ِه َح َّتى ُف ِر َض َر َم َض ُان َو َق َال َر ُس ُ
َر ُس ُ
“ َم ْن َشا َء َف ْل َي ُص ْمهَُ ،و َم ْن َشا َء َأ� ْف َط َر ُه”.
ول ال َّل ِه َ sق َال: عَنْ َأ�بِى َأ�يُّوبَ الْ�َأنْصَارِي َ dأ� َّن ُه َح َّد َث ُه َأ� َّن َر ُس َ
ِّ
“ َم ْن َصا َم َر َم َض َان ُث َّم َأ� ْت َب َع ُه ِس ًّتا ِم ْن َش َّوالٍ َ ،ك َان َك ِص َيا ِم َّ
الدهْ ِر”.
عَنْ َأ�بِى هُرَيْرَةَ dقَالََ :أ� ْو َصا ِنى خَ ِلي ِلى ِ sبثَل َا ٍثِ :ص َيا ِم َثل َا َث ِة َأ� َّيا ٍم ِم ْن ُك ِّل
َش ْه ٍرَ ،و َر ْك َع َت ِي ُّ
الض َحىَ ،و َأ� ْن ُأ�و ِت َر َق ْب َل َأ� ْن َأ�نَا َم.
400
Hz. Âişe (ra) anlatıyor: “...Kureyşliler câhiliye döneminde Âşûrâ günü
oruç tutarlardı. Sonra Resûlullah da (sav) Ramazan orucunun farz
kılındığı zamana kadar bu orucun tutulmasını emretti. (Ramazan orucu
farz kılınınca) Resûlullah (sav), “(Âşûrâ orucunu) dileyen tutsun, dileyen
tutmasın.” buyurdu.
(B1893 Buhârî, Savm, 1)
401
S açı sakalı karışmış Necidli bir adam Resûlullah’a gelir. Sesinin
uğultusu işitilir fakat ne söylediği anlaşılmaz. Nihayet Resûlullah’a yak-
laşır. İslâm’ın ne olduğunu öğrenmek isteyince, Peygamber Efendimiz ile
arasında şöyle bir konuşma geçer:
—Günde beş vakit namaz kılmaktır.
—Kılmam gereken başka namaz var mı?
—Hayır, ama nafile kılabilirsin. Bir de Ramazan ayında oruç tutmaktır.
—Tutmam gereken başka oruç var mı?
—Hayır, ama nafile oruç tutabilirsin.
Daha sonra Peygamberimiz (sav) o adama zekât vermekten bahseder.
Adam:
—Vermem gereken başka bir şey var mı? der. Allah Resûlü cevap olarak:
—Hayır, ama sadaka verebilirsin, buyurur.
Bu adam, “Vallahi, bundan ne fazla, ne de eksik yapacağım.” diyerek
Peygamber Efendimizin yanından ayrılır. Bunun üzerine Resûlullah Efen-
dimiz, “Eğer sözünde durursa kurtuluşa erdi.” der.1
Allah Resûlü’nün bu şahsa verdiği cevapta oruç, kurtuluş sebeplerin-
den ikincisidir. Bir başka hadisine göre ise oruç, İslâm binasını oluşturan
beş esastan biridir: “İslâm beş esas üzerine kurulmuştur: Allah’tan başka ilâh
olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Resûlü olduğuna şahitlik etmek, namazı dos-
doğru kılmak, zekât vermek, Kâbe’yi haccetmek ve Ramazan orucunu tutmak.”2
Bir şeyden uzak durmak, bir şeye karşı kendini tutmak, engellemek
anlamına gelen oruç ibadetinin, değişik biçimlerde de olsa hemen bütün
din ve kültürlerde var olduğu görülmektedir. Bazılarına göre belirli bir
süre yeme, içme ve cinsel ilişkiden uzak durma; bazılarına göre perhiz
yapma, belirli yiyecekleri yememe; diğer bazılarına göre de sükût etme
gibi şekillerde yerine getirilir. Tevbe maksadıyla oruç tutanlar olduğu
gibi kefaret, arınma ve matem amacıyla da oruç tutanlar bulunmaktadır.
Kur’ân-ı Kerîm’de geçmiş ümmetlere de orucun farz kılındığı3 haber veri-
lerek orucun vazgeçilmez kadim bir ibadet olduğuna işaret edilmiştir.
1 M100 Müslim, Îmân, 8.
İslâm tarihinde Hz. Peygamber ve Müslümanların tuttukları ilk oruç, 2 M113 Müslim, Îmân, 21.
Âşûrâ orucudur. Aslında Âşûrâ orucu, Medine’deki yahudiler tarafından 3 Bakara, 2/183.
403
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
8 AU11/166 Aynî, Umdetü’l- ğu âlimlerin büyük çoğunluğu tarafından söylenmiştir.8 İbn Abbâs’a Pey-
kârî, XI, 166. gamber Efendimizin hangi günde oruç tuttuğu sorulunca onuncu günde,9
9 T755 Tirmizî, Savm, 50.
404
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
onuncu gününde tuttuklarını ima edilince) o da, “İnşallah gelecek yıl biz de
(Muharrem’in) dokuzunda oruç tutalım.” demişti. Ancak ertesi yıl gelmeden
Allah Resûlü vefat etti.11 Ancak Allah Resûlü’nün yahudilere benzeme-
mek için müminlere tek gün değil Âşûrâ gününe Muharrem’in dokuzun-
cu veya on birinci gününü de ekleyerek en az iki gün oruç tutmalarını
tavsiye ettiği de rivayet edilmiştir.12 Peygamber Efendimizin ne zaman
oruç tuttuğunu rivayet eden İbn Abbâs’ın da, “Dokuzuncu ve onuncu
günleri oruç tutarak yahudilere muhalefet ediniz.” dediği nakledilmiştir.13
Dolayısıyla Resûl-i Ekrem’in yahudileri taklit etmemek ve hurafelerinin
İslâm bünyesine girmesine engel olmak için sadece Âşûrâ günü değil,
Muharrem’in dokuz ve onuncu ya da on ve on birinci günlerinde oruç
tutmalarını tavsiye ettiği anlaşılmaktadır.
Medine yıllarında Hz. Peygamber ve ashâbı oruç ibadetini bu şekilde
yerine getirirlerken, Ramazan orucunu emreden ilk âyetler inmiştir: “Ey
iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakınmanız için oruç, sizden öncekilere
farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Oruç, sayılı günlerdedir. Sizden kim hasta
ya da yolculukta olursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutar. Oru-
ca gücü yetmeyenler ise bir yoksul doyumu fidye verir. Bununla birlikte, gönülden
kim bir iyilik yaparsa (meselâ, fidyeyi fazla verirse) o kendisi için daha hayırlıdır.
Eğer bilirseniz oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.”14 Bu âyetler, mümin-
lere belli bir esneklik ve muhayyerlik tanımıştır. Buna göre hasta ya da
yolculukta olanlar Ramazan orucunu daha sonraki bir zamanda tutabilir-
lerdi. Bir süre sonra ilâhî hikmetin gereği olarak oruç ibadetinde yeni bir
düzenleme yapılmıştır.
Oruç âyetindeki,15 “ve ale’llezîne yutîkûnehû” (oruca gücü yetmeyenler)
ifadesi, hem oruca güç yetiremeyenler hem de zorlukla güç yetirenler an-
lamına gelmektedir. Bu nedenle ilk zamanlarda sahâbe-i kirâmdan dileyen
oruç tutmuş, dileyen ise tutmamış ve bunun yerine tutmadıkları gün sa-
yısınca fidye vermiştir. Daha sonra ise, “...içinizden kim bu aya ulaşırsa, onu
oruçla geçirsin...”16 âyetiyle oruç ibadeti Ramazan ayına erişen herkes için 11 M2666 Müslim, Sıyâm,
133; M2445 Ebû Dâvûd,
farz kılınmıştır. Böylece bir önceki âyetlerde de belirtilen yolculuk ve has- Sıyâm, 65.
talık durumu dikkate alınmış ve bu durumdaki kişilerin sıhhate veya yur- 12 HM2154 İbn Hanbel, I,
240.
duna kavuştuklarında orucu kaza etmelerine ruhsat verilmiştir. Yine oruç 13 T755 Tirmizî, Savm, 50.
tutamayacak kadar güçsüz ve yaşlı olanların tutamadıkları günler kar- 14 Bakara, 2/183-184.
15 Bakara, 2/184.
şılığında fakirleri doyurmalarına ilişkin izin, geçerliliğini korumuştur.17 16 Bakara, 2/185.
Bunun yanında bazı hadislere göre, “Allah, yolcudan namazın yarısını ve 17 D507 Ebû Dâvûd, Salât, 28.
405
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
406
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
din kardeşi ile aralarında düşmanlık bulunan kul müstesna! (Onlar hakkında), 194.
29 T745 Tirmizî, Savm, 44.
‘Bu iki kişiyi (barışa) dönünceye kadar bırakın ya da geciktirin, denilir.”31 ha- 30 T747 Tirmizî Savm, 44.
dislerinde pazartesi ve perşembe günlerinde oruç tutmanın faziletine ve 31 M6547 Müslim, Birr, 36.
407
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
hikmetine işaret edilerek bu günlerde oruç tutmanın güzel bir nafile ol-
duğu anlatılmaktadır. Yine Peygamber Efendimize pazartesi günü oruç
tutmak hakkında soru sorulduğunda, “Ben o gün doğdum, bana o gün vahiy
geldi.”32 buyurmasında da özellikle pazartesinin güzel günlerin hatırasını
yaşatmak için güzel bir fırsat olduğunu göstermektedir.
Peygamber Efendimizin Zilhicce’nin ilk dokuz gününde de oruç tut-
tuğunu belirten;33 arefe günü orucunun faziletine ve geçmiş senenin gü-
nahlarına kefaret olduğunu bildiren bazı hadisler vardır.34 Ancak Peygam-
berimize Arafat’ta vakfedeyken süt gönderilmiş ve oruçlu olup olmadığı
konusunda ihtilâfa düşen insanların bakışları arasında onu içmişti.35 Hatta
Hz. Peygamber’in Arafat’ta bulunanlara, arefe günü orucunu yasakladığı-
na dair rivayetler de vardır.36 Bu rivayetlerden anlaşıldığına göre, Hz. Pey-
gamber bu orucu hacda bulunmayanlar için teşvik etmiştir. Ancak muh-
temelen Arafat’ta bulunanların sıcak ve yorgunluktan etkilenmemeleri, bu
nedenle dua ve diğer ibadetleri yapmaktan geri kalmamaları için, ayrıca
bu gün bayram olarak kabul edildiği için orada oruç tutulmamasının daha
uygun olduğuna işaret etmiştir.37
Resûlullah (sav) bazı aylarda da oruç tutmanın faziletli olduğunu be-
lirtmiştir. Muharrem ayında tutulan oruç ile ilgili olarak, “Ramazan ayın-
dan sonra en faziletli oruç, Allah’ın ayı olan Muharrem’de (tutulan oruçtur). Farz
namazdan sonra en faziletli namaz ise gece namazıdır.” buyurmuştur.38 Şâban
ayında oruç tutulması ile ilgili olarak Hz. Âişe’den, “Ben Allah Resûlü’nün
(sav) kesinlikle Şâban ayında tuttuğundan daha fazla oruç tuttuğu bir ay
görmedim. Şâban ayının neredeyse tamamını oruçlu geçirirdi.” rivayeti
32 M2750 Müslim, Sıyâm, nakledilmiştir.39 Bunun dışında Kutlu Nebî’nin Ramazan dışında hiçbir
198.
33 D2437 Ebû Dâvûd, Sıyâm,
ayın tümünü oruçla geçirmediği rivayet edilmiştir.40
61. Söz konusu rivâyetler bütün olarak ele alındığında Hz. Peygamber’in,
34 M2747 Müslim, Sıyâm,
senenin büyük çoğunluğunu oruçlu geçirdiği gibi bir sonuç ortaya çık-
197.
35 B1661 Buhârî, Hac, 88. maktadır. Halbuki Allah Resûlü bu uygulama ve tavsiyeleri ile oruç tutula-
36 D2440 Ebû Dâvûd, Sıyâm,
bilecek faziletli vakitleri belirtmek istemiş, Müslümanlardan bütün senele-
63.
37 İF4/238 İbn Hacer, Fethu’l- rini oruçlu geçirmelerini beklememiştir. Nitekim kendisi de bu vakitlerde
bârî, IV, 238. kimi zaman oruç tutmuş, kimi zaman tutmamıştır.
38 M2755 Müslim, Sıyâm,
202. Allah Resûlü bazı faziletli zaman dilimlerini oruçlu geçirmeyi tavsiye
39 M2722 Müslim, Sıyâm, 176.
ettiği gibi bazı günlerde oruç tutmayı yasaklamıştır. Oruç tutulamayaca-
40 M2724 Müslim, Sıyâm,
178.
ğı belirtilen günlerden biri Ramazan Bayramı’nın birinci günü, diğeri de
41 B1993 Buhârî, Savm, 67. Kurban Bayramı günleridir.41 Ayrıca Allah Resûlü’nün sadece cuma günle-
408
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
oruç tutanların geçebilecekleri Reyyân Kapısı oruçluları beklemektedir.46 46 T765 Tirmizî, Savm, 55.
409
ORUÇ TUTMAK
SABIR EĞİTİMİ
411
ول ال َّل ِه :s عَنْ َأ�بِى هُرَيْرَةَ dقَالََ :ق َال َر ُس ُ
“ َم ْن َل ْم َي َدعْ َق ْو َل ال ُّزو ِر َوا ْل َع َم َل ِب ِهَ ،ف َل ْي َس ِل َّل ِه َح َاج ٌة ِفى َأ� ْن َي َدعَ
َط َعا َم ُه َو َش َرا َبهُ”.
ول ال َّل ِه ُ “ :sر َّب َصا ِئ ٍم َل ْي َس َل ُه ِم ْن ِص َيا ِم ِه �ِإ َّلا عَنْ َأ�بِى هُرَيْرَةَ قَالََ :ق َال َر ُس ُ
ا ْل ُجوعُ َ .و ُر َّب َقا ِئ ٍم َل ْي َس َل ُه ِم ْن ِق َيا ِم ِه �ِإ َّلا َّ
الس َه ُر”.
ول ال َّل ِه َ “ :sم ْن َف َّط َر َصا ِئ ًما َك َان َل ُه عَنْ زَيْدِ بْنِ خَالِدٍ الْجُهَنِي قَالََ :ق َال َر ُس ُ
ِّ
ِمث ُْل َأ� ْج ِر ِه َغ ْي َر َأ� َّن ُه َلا َي ْن ُق ُص ِم ْن َأ� ْج ِر َّ
الصا ِئ ِم َش ْيئًا”.
412
Ebû Hüreyre’den (ra) nakledildiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle
buyurmuştur: “Yalanı ve yalana göre hareket etmeyi terk etmeyenin yemeyi
içmeyi bırakmasına Allah’ın ihtiyacı yoktur!”
(B1903 Buhârî, Savm, 8)
Enes (b. Mâlik)’ten (ra) rivayet edildiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle
buyurmuştur. “Sahura kalkın. Çünkü sahurda bereket vardır.”
(M2549 Müslim, Sıyâm, 45)
413
H z. Peygamber, bütün ibadetler gibi orucun da insan davranış-
larını etkileyen, düzenleyen yönlerine işaret eder: “Oruç bir kalkandır. Oruç-
lu, saygısızlık yapmasın, ahlâksızca konuşmasın. Eğer biri kendisiyle dövüşmeye
veya sövüşmeye kalkışırsa, iki defa, ‘Ben oruçluyum.’ desin. Bu canı bu tende tu-
tan Allah’a yemin ederim ki oruçlunun (açlıktan dolayı değişen) ağız kokusu Allah
nezdinde, misk kokusundan daha hoştur. (Allah, oruçlu için şöyle buyurur): ‘O,
yemesini, içmesini ve cinsel isteklerini benim için terk ediyor. Oruç benim içindir.
Onun mükâfatını ben vereceğim. Bir iyiliğe ise on misli ecir vardır.’”1
Hz. Peygamber bu hadisinde orucu kalkana benzetmektedir. Kalkan,
nasıl ki savaşta askerleri düşmanın ok ve kılıç darbelerine karşı koruyorsa,
oruç da sahibini öyle korur. Üstelik sadece dışarıdan gelecek saldırılara
karşı değil kendi nefsinden, şehevî arzularından, şeytanın vesveselerinden
de onu korur. Bu hassasiyetle oruç tutan kişi dünyada günah ve kötü-
lüklere, âhirette ise cehennem azabına karşı korunmuş olacaktır. Oruçlu,
kalkanı öncelikle kendi elinden ve dilinden sadır olabilecek yanlış tutum
ve davranışlara karşı kullanacaktır. Bu nedenle kimseye karşı kaba davra-
nışlarda bulunmayacak, cahil ve zorba tutumlar içine girmeyecektir. Şayet
bir başkası ona sataşır, kavga ve dövüş edecek olursa bu defa da oruç kal-
kanını ona karşı kullanacaktır. Çünkü böyle davranmak zor olsa da öfkeyi
yenmenin ve yanlış yapana iyilikle karşılık vermenin bir şeklidir.
Oruçluya yakışan, aç olmasına rağmen, yüzünden tebessümü eksik
etmemektedir. Gönül kırmak, inanan insana, hele oruçlu bir Müslüman’a
yakışmaz. Güler yüz ve tatlı dil, oruç ibadetinin ruhuna verdiği dinginlik-
le birleşerek insanın ilâhî rahmet esintisine ulaşmasını sağlar. İnananlar
nefislerini körelterek ruhlarına huzur veren ve gönüllerinde sevgi, mer-
hamet, şefkat duygularını artıran orucun aydınlığını, yaptıkları hatalarla
gölgelemekten sakınırlarsa karşılığını fazlasıyla göreceklerdir. Oruçlunun
ayrıntı sayılabilecek fakat orucunu güzelleştirecek davranışlarda bulun-
ması, mahzurlu davranışlardan sakınması ona bambaşka mânevî boyut-
lar kazandıracaktır.
“Oruçlunun ağız kokusu Allah katında misk kokusundan daha güzeldir.”2
buyuran Peygamber Efendimiz, Allah’ın rızasını elde etmek niyeti ile aç 1 B1894 Buhârî, Savm, 2.
kalmaktan dolayı ağızda oluşan kötü kokunun bile böylesine güzel bir 2 M2707 Müslim, Sıyâm, 164.
415
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
niyetten kaynaklandığı için Allah katında ayrı bir anlam ifade ettiğini be-
lirtmektedir. Kaldı ki oruçlunun orucunu güzelleştiren hususlardan biri
de ağız ve diş temizliğidir. Nitekim, “Oruçlunun iyi davranışlarından birisi,
misvak kullanmasıdır.”3 rivayeti bunu ifade etmektedir.
Oruç, kişiye ahlâkî güzellikleri kazandırması bakımından da çok
önemlidir. Çünkü oruç insana sabır, takva ve şükretmeyi öğretir. Kişi bir
yandan orucum bozulur endişesi ile nefsinin arzularından sakınırken,
öbür yandan da istenilen şekilde oruç tutabilmek için iyi hasletler sergile-
meye çalışır. Tuttuğu her oruçta nefsine hâkim olma kabiliyetini geliştirir.
Bu ayda sabır, müminin bütün benliğini kaplar. Geçici bir süre uzak ka-
lınan maddî gıdaların yerini mânevî gıdalar alır. Artık kalp, Allah’ın adı
anıldığında ürpermeye başlar.
Oruç, bir sabır sınavıdır. İnsan oruçlu iken önünde duran yemeğe eli-
ni uzatmaz, kötü söz söylemez, kem gözle bakmaz, başına gelen her türlü
olumsuzluğu olgunlukla karşılar. Oruçlu olduğu sürece açlığa, susuzluğa
ve her türlü günah ve kötülüğe karşı sabreder. Bundan dolayı da Allah
Resûlü, “Oruç, sabrın yarısıdır.”4 buyurur.
Kur’ân-ı Kerîm’de, “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakınmanız
için oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de farz kılındı.”5 buyrulmuş-
tur. Oruç, insanın kötülüklere karşı oluşturduğu mânevî korunma hâli
olan takvayı, muhkem ve sağlam bir kalkana dönüştürür. Bundan dolayı
oruç yalnız belirli bir zaman yeme ve içmeden el çekmek değil, aynı za-
manda her türlü kötülükten sakınmak için iradenin güçlendirilmesi eğiti-
midir. Oruç sayesinde o, ruhunu ve gönlünü takva ile besler. Yine oruçla
ilgili âyette yer alan, “...lealleküm teşkürûn.” (Umulur ki şükredersiniz.)6 ifa-
desi de hem oruç konusunda tanınan birtakım ruhsatlar için şükretmeye
hem de belli saatlerde el çekilen nimetlerin kadrini anladıktan sonra, on-
ları bahşeden Allah’a karşı tazim ve şükür görevinin yerine getirilmesinin
gereğine işaret etmektedir. İbadetleri yerine getirmeye gayret eden kişinin
Allah’ın kendisine verdiği sayısız nimetlerden istifade etmesine karşılık
şükretmesi, kulluğunun bir gereğidir. Çünkü o yaptığı bütün ibadetleri
Allah’ın lütuf ve ihsanı sayesinde yapılabildiğinin farkındadır. Oruç ve
3İM1677 İbn Mâce, Sıyâm,
17. Ramazan ile ilgili hükümleri beyan eden âyetlerin sonunda yer alan, “leal-
4 İM1745 İbn Mâce, Sıyâm, 44.
lehüm yerşüdûn.” (Umulur ki doğru yolu bulurlar.)7 ifadesinin de oruç tutan-
5 Bakara, 2/183.
6 Bakara, 2/185.
ların Ramazan boyunca edinilen değerlerle donanacakları ve doğru yolu
7 Bakara, 2/186. bulma çabası içinde olacakları anlamına geldiği söylenebilir.
416
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
Allah Resûlü akşam namazını kılmadan önce orucunu birkaç yaş hurmay- 14 T765 Tirmizî, Savm, 55.
417
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
418
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
dim. Kızların her birine birer hurma verdi. Yemek için bir hurma da ağzı-
na attı. Derken kızları annelerinin ağzındaki hurmayı da yemek istediler.
Kadın yemek istediği hurmayı hemen ikisinin arasında pay etti. Onun bu
hâli benim pek hoşuma gitti. Allah Resûlü’ne kadının bu davranışından
bahsettim. Efendimiz buyurdular ki: ‘Bu hurma hatırına Allah ona cenneti
vacip kılmıştır. Veya bu hurma hatırına onu cehennemden azat etmiştir.”26
İftar sofralarına mümkün mertebe yoksulların davet edilmesi bir ta-
rağın dişleri gibi birbirine eşit olan insanların27 aynı sofra etrafında buluş-
masını sağlar. Allah Resûlü, “Bir oruçluya iftar veren, o kişinin sevabı kadar
sevap elde eder. Oruçlunun sevabından da hiçbir şey eksilmez.”28 buyurarak
iftar davetlerini teşvik etmiştir. Yemeklerde israfa kaçılmaması ve sünne-
te uygun davranılması gerekir. Allah Resûlü, misafiri olduğu ev sahibine
kendisi dua ettiği gibi ashâbına da dua etmelerini tavsiye etmiştir.29 26 M6694 Müslim, Birr, 148.
Oruçtan nasibi aç kalmaktan öteye geçmeyen kimselerin durumuna 27 MB195 Kudâî, Müsnedü’ş-
düşmemek için gözler, kulaklar, eller, ayaklar, kalp ve ağız, mideyle bera- şihâb, 1/145.
28 T807 Tirmizî, Savm, 82.
ber oruç tutmalıdır. Allah Resûlü’nün uyarıları oruç tutarken de rehberi- 29 D3853 Ebû Dâvûd, Et’ıme,
419
SAHUR ve İFTAR
ORUÇLA GELEN BEREKET ve SEVİNÇ
: َق َالs ول ال َّل ِه َ عَنْ عَمْرِو بْنِ الْعَاصِ َأ� َّن َر ُس
ِ “ َف ْص ُل َما َب ْي َن ِص َيا ِم َنا َو ِص َيا ِم َأ�هْ ِل ا ْل ِك َت
َّ اب َأ� ْك َل ُة
”.الس َح ِر
421
ول ال َّل ِه sعَنْ َأ�نَسٍ dقَالََ :ق َال َر ُس ُ
الس ُحو ِر َب َر َك ًة”.
“ت ََس َّح ُروا َف ِإ� َّن ِفى ُّ
ول ال َّل ِه :s عَنْ زَيْدِ بْنِ خَالِدٍ الْجُهَنِي قَالََ :ق َال َر ُس ُ
ِّ
“ َم ْن َف َّط َر َصا ِئ ًما َك َان َل ُه ِمث ُْل َأ� ْج ِر ِه َغ ْي َر َأ� َّن ُه َلا َي ْن ُق ُص ِم ْن َأ� ْج ِر َّ
الصا ِئ ِم َش ْيئًا”.
َاس َق َال: عَنْ َأ�نَسِ بْنِ مَالِكٍ َأ� َّن ال َّنب َِّي َ sك َان �ِإ َذا َأ� ْف َط َر ِع ْن َد ُأ�ن ٍ
ونَ ،و َأ� َك َل َط َعا َم ُك ُم ْال َأ� ْب َرا ُرَ ،و َت َن َّز َل ْت عَ َل ْي ُك ُم ا ْل َمل َا ِئ َك ُة”. “ َأ� ْف َط َر ِع ْن َد ُك ُم َّ
الصا ِئ ُم َ
422
Enes’in (ra) naklettiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Sahur
yemeği yiyin. Çünkü sahur yemeğinde bereket vardır.”
(M2549 Müslim, Sıyâm, 45; B1923 Buhârî, Savm, 20)
423
P eygamber Efendimizin Medine’ye gelişinden yaklaşık olarak on
sekiz ay geçmişti. Şâban ayının son günleriydi. Bakara sûresinin gelen
âyetleri Ramazan orucunun farz kılındığını haber vermişti.1 Resûlullah’ın
tebliğ ve teşvik ettiği herşeyi, “İşittik ve itaat ettik.”2 diyerek büyük bir aşkla
yerine getirmeye çalışan sahâbe-i kirâm, bu ibadeti de gerektiği gibi yap-
maya gayret ve özen gösteriyorlardı.
Orucun farz kılındığı bu ilk dönemlerde sahâbîler, iftar ettikten sonra
gece uyumadıkları müddetçe yiyebiliyor, içebiliyor, eşleriyle birlikte olabi-
liyorlardı. Fakat akşam olduğunda, iftar vakti dâhil, herhangi bir vakitte
uyumaları hâlinde uyanınca bunların hiçbirini yapamıyorlar, ertesi gün
güneş batıncaya kadar oruçlu sayılıyorlardı.3 Bir gün Kays b. Sırma (ra)
adlı bir sahâbî yorgun argın evine gelerek hanımından iftar için yemek ha-
zırlamasını istemişti. Fakat bütün gün çalışan Kays, hanımı gelene kadar
yorgunluktan uyuyakaldı. Böylece hiç yemek yiyemeden ertesi günün oru-
cuna başlamak zorunda kaldı ve yine tarlasında çalışmaya başladı. Ancak
günün ortasında açlık ve yorgunluğa daha fazla dayanamayarak bayılıver-
di. Kays’ın bu hâli Resûlullah’a haber verildi. Bunun üzerine Müslümanla-
ra kolaylık sunan ve “sahur” uygulamasını başlatan şu âyet nâzil oldu:
“Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helâl kılındı. Onlar sizin için
birer elbise, siz de onlar için birer elbisesiniz. Allah sizin kendinize kötülük etti-
ğinizi bildi ve tevbenizi kabul edip sizi bağışladı. Artık (Ramazan gecelerinde)
onlara yaklaşın ve Allah’ın sizin için takdir ettiklerini isteyin. Sabahın beyaz ip-
liği (aydınlığı) siyah ipliğinden (karanlığından) ayırt edilinceye kadar yiyin, için 1 ST1/248 İbn Sa’d, Tabakât,
hur”, oruç tutmak üzere fecrin doğuşundan önce yenen yemeğe verilen bârî, IX, 130.
4 B1915 Buhârî, Savm, 15;
isimdir. Hz. Peygamber’in, bazı hadislerinde “ekletü’s-sahûr”5 bazılarında
T2968 Tirmizî, Tefsîru’l-
ise “taâmü’s-sahûr”6 yani “sahur yemeği” olarak ifade ettiği, gecenin yarısın- Kur’ân, 2; Bakara, 2/187.
5 D2343 Ebû Dâvûd, Sıyâm,
dan sonra yenen bu yemek için genellikle “sahur” kelimesi kullanılmıştır.
15; T708 Tirmizî, Savm, 17.
Gündüz oruç tutabilmek için sahur yemeğinden istifade edilmesini 6 İM1693 İbn Mâce, Sıyâm,
tavsiye eden7 Peygamber Efendimiz, “Bizim orucumuzla Ehl-i kitabın orucu- 22.
7 İM1693 İbn Mâce, Sıyâm,
nu ayıran (şey), sahur yemeğidir.”8 diyerek sahur yapmanın oruç ibadetinde 22.
Müslümanların ayırt edici bir vasfı olduğunu bildirmiştir. Sahura kalkma- 8 M2550 Müslim, Sıyâm, 46.
425
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
14 M2533 Müslim, Sıyâm, 33; iyice anlaşılmış, Adî b. Hâtim gibi siyah ve beyaz iplerle kafası karışan
D2349 Ebû Dâvûd, Sıyâm, diğer kimselerin de16 zihinleri aydınlanmıştı. Ancak imsak vaktinin tayi-
17.
15 B1916 Buhârî, Savm, 16.
ni hususundaki ihtilâflar devam etmekteydi. Ashâbın çoğunluğu imsak
16 B1917 Buhârî, Savm, 16. ve iftar vakitlerinde ezana göre hareket ediyordu. Ancak imsak vaktinde
426
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
Hz. Peygamber’in müezzinlerinden Bilâl (ra) ezanı daha önce okurken İbn
Ümmü Mektûm (ra) ise geciktiriyordu. Gecenin farklı vakitlerinde okunan
bu ezanlar, sahâbenin imsak vaktini karıştırmalarına neden olmuştu. Al-
lah Resûlü’nün, “Bilâl ezanı geceleyin okur. Siz, İbn Ümmü Mektûm’un ezanını
işitinceye kadar yiyin, için.”17 sözleriyle bu karışıklık da ortadan kalkmış
oldu. Zira Hz. Bilâl’in okuduğu ezan, uyuyanları uyandırmak, gece kalkıp
namaz kılanlara da sahur vaktinin bitmek üzere olduğunu haber vermek
içindi, imsak vaktinin girdiğini göstermiyordu.18 İbn Ümmü Mektûm’un
okuduğu ezan ise Müslümanlara oruç ibadetinin başladığını ilân ediyor-
du. Zira o, âmâ olduğundan çevresindeki insanların sabah namazı vakti-
nin girdiğini söylemesiyle ezan okumaktaydı.19
İmsak vakti, sabah namazının vaktinin girdiği, gecenin bittiği, gündü-
zün başladığı andır. İmsakla birlikte mümin, sevabını Allah Teâlâ’nın takdir
edeceği çok özel bir ibadete başlar. Zira Yüce Allah kutsî bir hadiste şöyle bu-
yurmuştur: “...Oruç benim içindir, onun ecrini ben vereceğim...”20 Gün ilerledikçe,
oruç tutmanın kazandırdığı mânevî haz ve heyecanla birlikte açlık ve susuz-
luk hissi de artar. Fakat oruç tutan Müslüman, “Oruçlunun ağız kokusu Allah
katında misk kokusundan daha güzeldir.”21 diyen Allah Resûlü’nün bu övgüsüne
mazhar olabilmek için sabreder. Ve yalnızca Allah için türlü zorluklara katla-
nılarak eda edilen bir günlük oruç iftar vaktinin girmesiyle sona erer.
Kur’ân-ı Kerîm’de “akşama kadar” oruç tutulması emredildiği ve iftar
vaktinin tam olarak ne zaman girdiği açıklanmadığı için sahâbe, konuyu
Peygamber Efendimize danışmıştır. Hz. Ömer’in, “İftar vakti ne zaman-
dır?” sorusu üzerine Sevgili Peygamberimiz, “Gece gelip gündüz gidince ve
güneş kaybolunca oruçlu iftar eder.”22 diyerek güneşin batışıyla iftar vaktinin
girdiğini bildirmiştir.
İftar vakti, müminler için sevinç ve huzur vaktidir. Bu vaktin gir-
mesiyle Allah’ın rızası için açlığa, susuzluğa, orucun sıhhatine zarar ve- 17 B620 Buhârî, Ezân, 12.
recek tutum ve davranışlara karşı sabreden, oruca özel yasaklardan uzak 18 B621 Buhârî, Ezân, 13;
durmayı başaran ihlâslı gönüller için bütün bu yasaklar kalkar. Bu vakit, N2172 Nesâî, Sıyâm, 30.
19 B617 Buhârî, Ezân, 11.
Resûlullah’ın (sav), “Şüphesiz her iftar vaktinde Allah tarafından (cehennem 20 M2706 Müslim, Sıyâm,
ateşinden) azat edilenler vardır. Bu (azat etme işlemi Ramazan’da) her gece 163; B1904 Buhârî, Savm, 9.
21 M2707 Müslim, Sıyâm,
olur.”23 sözleriyle ifade ettiği üzere, bağışlanma vaktidir. Yine Hz. Peygam- 164.
ber, “...Müminin iki sevinci vardır: Birisi iftar vaktinde orucunu açtığı andaki se- 22 M2558 Müslim, Sıyâm, 51.
427
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
Visal orucunu yani iki gün peş peşe iftar etmeden oruç tutmayı ya-
saklayan25 Allah Resûlü, iftar vakti gelince, oruç açmada acele edilmesini
tavsiye etmiştir. “İnsanlar vakti girince iftar etmekte acele ettikleri sürece hayır
üzere olurlar.”26 buyurmuş ve Allah’ın en sevdiği kullarının iftar yapmada
acele edenler olduğunu bildirmiştir.27 Nitekim bir gün, tâbiînden Ebû Atıy-
ye ile Mesrûk, müminlerin annesi Hz. Âişe’nin yanına gelerek sahâbeden
bir kişinin iftar yapmada ve akşam namazını kılmada acele ettiğini, diğer
bir kimsenin ise bunları geciktirdiğini söylemiş, hangisinin daha doğru
olduğunu öğrenmek istemişlerdi. Hz. Âişe iftarda ve namazda acele ede-
nin kim olduğunu merak etmiş ve onun Abdullah b. Mes’ûd olduğunu
öğrendikten sonra şöyle demişti: “Allah Resûlü de böyle yapardı.”28
Peygamber Efendimiz, iftar edeceği zaman özel yiyecekler aramaz,
yemek ayrımı yapmaz, sofrada ne bulursa onunla iftar ederdi. Onun iftar
sofrası, lüks ve israftan uzak, son derece sade idi. Medine’de Efendimizin
yanında büyüyen Enes b. Mâlik (ra), Resûlullah’ın iftarını şöyle anlatmış-
tır: “Resûlullah (sav) akşam namazını kılmadan önce birkaç taze hurma
ile, eğer yoksa kuru hurma ile iftar ederdi, o da yoksa birkaç yudum suy-
la orucunu açardı.”29 Peygamberimiz, Allah rızasını kazanmak için oruç
tutar, O’nun rızkıyla iftar eder, iftar ederken de ellerini açarak şöyle dua
ederdi: “Allâhümme leke sumtü ve alâ rızkıke eftartü. (Allah’ım! Senin rızan için
oruç tuttum ve senin rızkınla orucumu açtım.)” 30
Allah Resûlü, “Her oruçlunun iftarını açtığında reddedilmeyen bir duası
vardır.” diyerek müminlere bu sevinç ve bağışlanma vaktinde dua etmeleri-
25 B1961 Buhârî, Savm, 48.
26 B1957 Buhârî, Savm, 45;
ni öğütlemiştir. Bu hadisi Peygamberimizden nakleden sahâbî Abdullah b.
M2554 Müslim, Sıyâm, 48. Amr’ın (ra) iftar vaktinde, “Allah’ım! Senden herşeyi kuşatan rahmetin ile beni
27 T700 Tirmizî, Savm, 13;
bağışlamanı dilerim.” diyerek dua ettiği bilinmektedir.31
BS8211 Beyhakî, es-Sünenü’l-
kübrâ, IV, 396. Ramazan ayında, diğer zamanlara göre daha cömert olan Sevgili
28 M2556 Müslim, Sıyâm, 49.
428
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
429
İTİKÂF
RAMAZAN’DA NEFİS MUHASEBESİ
َك َان َي ْع َت ِك ُف ا ْل َعشْ َر ْال َأ� َو ِاخ َر ِم ْنs َأ� َّن ال َّنب َِّي:s ِّ زَوْجِ ال َّنبِيg َعَنْ عَائِشَة
...ان َح َّتى َت َو َّفا ُه ال َّل ُه َت َعا َلى
َ َر َم َض
431
ول ال َّل ِه َ sي ْج َت ِه ُد ِفى ا ْل َعشْ ِر ْال َأ� َو ِاخ ِر َما َلا قَالَتْ عَائِشَةُ [َ :]gك َان َر ُس ُ
َي ْج َت ِه ُد ِفى َغ ْي ِر ِه.
ول ال َّل ِه ُ sي َجا ِو ُر ِفى ا ْل َعشْ ِر ْال َأ� َو ِاخ ِر ِم ْن َر َم َض َان عَنْ عَائِشَةَ قَالَتَْ :ك َان َر ُس ُ
ول“ :ت ََح َّر ْوا َل ْي َل َة ا ْل َق ْد ِر ِفى ا ْل َعشْ ِر ْال َأ� َو ِاخ ِر ِم ْن َر َم َض َان”.
َو َي ُق ُ
ول ال َّل ِه َ sق َال ِفى ا ْل ُم ْع َت ِك ِف: عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ َأ� َّن َر ُس َ
ات َك َعا ِم ِل ا ْل َح َس َن ِ
ات ُك ِّل َها”. ُوب َو ُي ْج َرى َل ُه ِم َن ا ْل َح َس َن ِ “هُ َو َي ْع ِك ُف ُّ
الذن َ
432
Hz. Âişe (ra) şöyle demiştir: “Resûlullah (sav), (Ramazan’ın) son on
gününde, (ibadet hususunda) başka zamanlarda göstermediği gayreti
gösterirdi.”
(M2788 Müslim, İ’tikâf, 8)
433
M übarek Ramazan ayı... Mescid-i Nebevî’nin içinde Ravza-i
Mutahhara’daki Tevbe Sütunu’nun arkasına atılmış basit bir yaygı ve ya-
tak... Üzerine kurulmuş küçük bir çadır... Hem de keçeden yapılma bir Türk
çadırı (Kubbe Türkiyye)... Çadırın ağzında mütevazı bir hasır... Ve hasırın
arkasında Rahmet Elçisi... İtikâfa girmiş ve Rabbiyle halvete çekilmiş...1
Sahâbeden Ebû Saîd el-Hudrî’nin anlattığına göre, Resûlullah (sav)
önceleri Ramazan’ın ilk on gününde itikâfa girerdi. Sonra ortasındaki on
günde itikâfa girmeye başladı. Yirminci gece geçip de yirmi birinci geceyi
karşıladığı zaman evine dönerdi. Onunla birlikte itikâfa girenler de evleri-
ne giderdi. Ancak bir Ramazan ayında, evine dönmeyi itiyat edindiği gece
mescitte kaldı. Bir ara, hasırı eliyle tutarak çadırın bir tarafına çekti. Sonra
başını dışarı çıkararak cemaate şöyle seslendi: “Ben, o Kadir gecesini aramak
üzere Ramazan’ın ilk on gününde itikâfa girmiştim, sonradan ayın ortasındaki
on günde itikâf yapmaya başladım. Ardından bana bu gecenin son on günde ol-
duğu söylendi. Dolayısıyla sizden itikâfa girmek isteyen (tekrar) girsin!” Bunun
üzerine cemaat de onunla birlikte itikâfa girdiler. Resûlullah (sav), “Bana,
Kadir gecesi, tek sayılı (21, 23, 25, 27, 29) ve sabahında çamurlu su içine secde
edeceğim bir gece olarak gösterildi.” buyurdu. Yirmi birinci gecenin sabahı
namaza kalktıklarında gökyüzünde tek bir bulut dahi yoktu. Derken bir
bulut geldi ve birden yağmur yağmaya ve mescitte sular akmaya başladı.2
Ebû Saîd el-Hudrî, Hz. Peygamber’in bahsettiği çamurlu suyu gözleriyle
gördü. Resûlullah (sav) sabah namazını kıldırdıktan sonra alnında ve bur-
nunun ucunda çamurlu su vardı. Anladı ki, o gece (Kadir gecesi), son on
günün yirmi birinci gecesi imiş.3
İtikâf, alıkoymak, hapsetmek, bir yerde kalmak anlamına gelir ve ki-
şinin sıradan davranışlardan uzaklaşarak, ibadet amacıyla belli bir süre
mescitte kalması demektir. İtikâf yapmak, kökleri Hz. İbrâhim zamanına
kadar giden bir ibadet çeşididir. Yüce Allah, Hz. İbrâhim ile oğlu İsmâil’e,
1 M2771 Müslim, Sıyâm, 215;
tavaf edecekler, orada ibadete kapanacaklar (itikâfa girecekler), rükû ve İM1774 İbn Mâce, Sıyâm, 61.
secde edecekler için Beyt’i temizlemelerini emretmişti.4 İtikâf geleneği, 2 M2772 Müslim, Sıyâm, 216.
435
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
M2784 Müslim, İ’tikâf, 5. idi. Nitekim bir defasında Resûlullah (sav) itikâfta kendi çadırındayken
8 B2044 Buhârî, İ’tikâf, 17.
bazı kişilerin seslice Kur’an okuduğunu işitince çadırın perdesini açıp
9 İF4/285 İbn Hacer, Fethu’l-
bârî, IV, 285; İM1770 İbn onlara, “Dikkat edin! Hepiniz Rabbinizle konuşuyorsunuz. Birbirinizi rahatsız
Mâce, Sıyâm, 58; T803 etmeyin! Kur’an okurken ya da namazda seslerinizi fazla yükseltmeyin!” uyarı-
Tirmizî, Savm, 79.
10 B2041 Buhârî, İ’tikâf, 14.
sında bulunmuştu.11
11 HM11918 İbn Hanbel, İtikâf ibadetine Hz. Peygamber kadar hanımları ve ashâbı da önem
III, 94; D1332 Ebû Dâvûd,
vermişti. Hatta Resûlullah’ın vefatından sonra hanımları itikâf geleneğini
Tatavvu’, 25.
12 M2784 Müslim, İ’tikâf, 5; sürdürmüşlerdi.12 Nafile bir ibadet olmasına rağmen ashâbdan da itikâf
D2462 Ebû Dâvûd, Sıyâm, yapmaya gayret gösterenler olmuştu.13
77.
13 B813 Buhârî, Ezân, 135; Ramazan ayını en güzel şekilde değerlendirmeye özen gösteren Al-
M2772 Müslim, Sıyâm, 216; lah Resûlü,14 Ramazan’ın son on gününe daha da önem verir, ibadet hu-
MŞ9653 İbn Ebû Şeybe,
Musannef, Sıyâm, 88. susunda başka zamanlarda göstermediği gayreti gösterirdi.15 Hz. Âişe’nin
14 B6 Buhârî, Bed’ü’l-vahy, 1.
söylediğine göre, “Resûlullah (sav) itikâfa gireceği vakit, Ramazan’ın son
15 M2788 Müslim, İ’tikâf, 8.
16 M2785 Müslim, İ’tikâf, 6; on gününün ilk gecesinden önceki sabah namazını kılar ve itikâf yerine
T791 Tirmizî, Savm, 71. girerdi.”16 Kendisi bu değerli zaman dilimini ihya ettiği gibi, ailesinin de
17 B2024 Buhârî, Fadlü
leyleti‘l-kadr, 5; M2787
aynı feyiz ve bereketten faydalanmasını ister ve geceleri aile fertlerini iba-
Müslim, İ’tikâf, 7. det için uyandırırdı.17
436
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
266.
Şevval ayında girdiği bir sene hariç, diğer sekiz itikâfını hep Ramazan 22 B5063 Buhârî, Nikâh, 1.
ayında ve çoğunu da Ramazan’ın son on gününde gerçekleştirmişti. An- 23 M684 Müslim, Hayız, 6;
sürmüşlerdir. Buna göre itikâf, Ramazan’da ve Ramazan dışında olabilece- M5679 Müslim, Selâm, 24.
437
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
ği gibi belirli bir süreye de tâbi değildir. İtikâf niyetiyle camide birkaç gün
veya birkaç saat kalmak yeterlidir. Çok kısa bir süreyi de itikâf için yeterli
gören âlimler bulunmaktadır.25
İlim adamlarının bu geniş yorumu, farklı uygulamalara kapı arala-
mıştır. Osmanlı döneminde yapılan ve “Selâtin Camileri” denilen büyük
camilerin mimarî tasarımına bakıldığında, itikâf sünnetinde yatan espri-
nin gözetilmiş olduğu dikkat çeker. İlk önce caminin çok geniş tutulan dış
avlusu, camiye gelen cemaatin dış dünya ile ilgisini keser. Ardından şadır-
vanın bulunduğu ikinci bir iç avlu, namaza geleni mâbede ve ibadete hazır-
lar. Abdestini alan Müslüman, üzerinde Arapça “Neveytü’l-i’tikâfe/İtikâfa
niyet ettim” yazılı muşamba kapıdan camiye girer. Artık dış dünyadan
tamamen koptuğu caminin içerisinde belli bir süre için de olsa itikâf hâli
başlar. Gerek ezanı ve cemaatle namazı beklerken, gerekse namaz sonrası
dua ve tesbihat için ayırdığı zamanı itikâf niyeti ve bilinciyle geçirmeye ça-
lışır. İşinden, meşgalesinden uzak bir şekilde, kısa da olsa tefekkür etmeye
gayret eder. Dünya işlerinin unutturduğu hakikatleri düşünür, kendisiyle
yüzleşir, neredeyse unuttuğu kendini, akıbetini, âhiretini hatırlar. Dünya
hayatının yabancılaştırdığı “kendine” gelir, yeniden dirilir, ‘huşû ve huzur
içerisinde takvasını artırarak’ tekrar döner dünyasına.
Modern hayatta gündüzleri iş güç, geceleri televizyon gibi pek çok
oyalayıcı nedenden dolayı, tefekküre, daha doğrusu kendisine zaman ayı-
ramayan Müslüman için bulunmaz bir fırsattır itikâf. Son yıllarda kimi
çevrelerin, hayatın yoğun stresine ve sorunlarına karşı, reiki, meditasyon,
yoga gibi bazı uygulamaları yegâne çözüm gibi sunulabilmektedir. Oysa
huşû içinde kılınan namaz ile itikâf içinde geçirilen vakitler, sadece bir
zihin boşalması değil, aynı zamanda imanın kemale erdirilmesi gayreti,
nefis muhasebesi, nefis terbiyesi ve tezkiyesidir aslında. Kişinin nereden
geldiğini ve nereye gittiğini derinlemesine tefekkür ederek hedeflerine
daha emin adımlarla ilerlemesi için tamamen kendine ayırdığı vakitlerdir.
Bireyin kendini hatırlamasıdır, Rabbini hatırlamasıdır, hakikat aynasına
bakıp kendine gelmesidir.
Ve ne yazık ki, bizi rahatlatacak, hayatımızı kolaylaştıracak, dünyamı-
25 “İ’tikâf”, DİA, XXIII, zı yaşanır kılacak “huşû içinde kılınan namaz” ile “tefekkürle geçirilecek
458; MŞ9652 İbn Ebû itikâf” gibi iki önemli alternatif, toplumumuzda unutulmaya yüz tutmuş
Şeybe, Musannef, Sıyâm,
87; MA8006 Abdürrezzâk,
vaziyettedir. İşte itikâf, bize bizi, bizi biz yapan değerlerimizi, kendimizi,
Musannef, IV, 346. öz benliğimizi hatırlatacaktır.
438
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
439
SADAKA-İ FITIR
VAROLUŞ SADAKASI
، ب َِص َد َق ِة ا ْل ِف ْط ِر َق ْب َل َأ� ْن َت ْن ِز َل ال َّز َكا ُةs ول ال َّل ِه ُ َأ� َم َرنَا َر ُس:َعَنْ قَيْسِ بْنِ سَعْدٍ قَال
.َُف َل َّما َن َز َل ِت ال َّز َكا ُة َل ْم َي أ�ْ ُم ْرنَا َو َل ْم َي ْن َه َنا َون َْح ُن َن ْف َع ُله
441
عَنْ مُعَاذِ بْنِ جَبَلٍ قَالَُ :ك ْن ُت َم َع ال َّنب ِِّي ِ sفى َس َف ٍرُ ...ث َّم َق َالَ “ :أ� َلا َأ� ُد ُّل َك
الص َد َق ُة ت ُْط ِف ُئ ا ْل َخطِ ي َئ َة َك َما ُي ْط ِف ُئ ا ْل َما ُء ال َّنا َر، اب ا ْل َخ ْير َِّ :
الص ْو ُم ُج َّن ٌةَ ،و َّ عَ َلى َأ� ْب َو ِ
َو َصل َا ُة ال َّر ُج ِل ِم ْن َج ْو ِف ال َّل ْي ِل” َق َالُ :ث َّم تَل َا ﴿ َت َت َجا َفى ُج ُنو ُب ُه ْم عَ ِن ا ْل َم َضاجِ ِع﴾
ون﴾... َح َّتى َب َلغَ ﴿ َي ْع َم ُل َ
ول ال َّل ِه sز ََكا َة ا ْل ِف ْط ِر َصاعً ا ِم ْن ت َْم ٍر، عنِ ابْنِ عُمَرَ قَالََ :ف َر َض َر ُس ُ
الص ِغي ِر َوا ْل َكبِي ِر ِم َن
الذ َك ِر َو ْال ُأ� ْنثَىَ ،و َّ
َأ� ْو َصاعً ا ِم ْن َش ِعي ٍر عَ َلى ا ْل َع ْب ِد َوا ْل ُح ِّرَ ،و َّ
اس �ِإ َلى َّ
الصل َا ِة. وج ال َّن ِ ا ْل ُم ْس ِل ِم َينَ ،و َأ� َم َر ب َِها َأ� ْن ُت َؤدَّى َق ْب َل خُ ُر ِ
442
Muâz b. Cebel anlatıyor: “Hz. Peygamber (sav) ile bir yolculuktaydım...
Sonra (Allah Resûlü) şöyle buyurdu: ‘Sana hayır kapılarını bildireyim mi?
Oruç bir kalkandır. Sadaka suyun ateşi söndürdüğü gibi hataları söndürür. Ve
(hayır kapılarından) biri de kişinin gece kalkıp namaz kılmasıdır.’ Ardından,
‘Onlar, korkarak ve ümit ederek Rablerine ibadet etmek için yataklarından
kalkarlar. Kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden de Allah için harcarlar.
Hiç kimse, yapmakta olduklarına karşılık olarak, onlar için saklanan göz
aydınlıklarını bilemez.’ (Secde, 32/16-17) âyetlerini okudu...”
(T2616 Tirmizî, Îmân, 8)
İbn Ömer (ra) şöyle demiştir: “Allah Resûlü (sav) fıtır zekâtını köle-hür,
erkek-kadın ve küçük-büyük bütün Müslümanlara bir sa’ hurma yahut
bir sa’ arpa miktarı farz kıldı. Ve bunun, insanlar bayram namazına
çıkmadan önce verilmesini emretti.”
(B1503 Buhârî, Zekât, 70)
443
K ıble’nin Mescid-i Aksâ’dan Kâbe-i Muazzama istikametine
çevrilmesinden bir ay sonra, takriben hicretin on sekizinci ayı başların-
da Ramazan orucu farz oldu. Hz. Peygamber (sav) o sene Müslümanla-
ra fıtır zekâtı vermelerini emretti. O zaman (aynî/nakdî mallardan alı-
nacak olan) zekât emri henüz gelmemişti.1 Allah Resûlü’nün en yakın
hizmetkârlarından olan, dehasıyla ve cömertliğiyle meşhur Medineli sahâbî
Kays b. Sa’d b. Ubâde,2 fıtır sadakasının tarihi konusunda bizlere şu bilgiyi
aktarmaktadır: “Biz Âşûrâ günü oruç tutar ve fıtır zekâtımızı da verirdik.
Nihayet Ramazan ayı (orucu) (ile ilgili âyetler) nâzil oldu ve zekât emri
geldi. Ancak fıtır zekâtı konusunda bir emir veya yasak gelmedi. Biz de
fitrelerimizi vermeye devam ettik.”3 Yine Kays’ın, “Resûlullah (sav) zekâtı
emreden âyetler indirilmeden önce bize fıtır sadakasını vermemizi emret-
ti. Sonra zekâtı emreden âyetler inince bize (fıtır sadakasını) ne emretti
ne de bizi (bu sadakayı vermekten) menetti. Biz de fıtır sadakası vermeye
devam ediyoruz.” dediği nakledilmektedir.4
İslâm, insan hayatını düzenleyen birçok esaslar getirmiştir. Bunla-
rın en önemlisi insanlar arasında karşılıklı yardımlaşma ve dayanışma
kültürünü yerleştirmeye yönelik getirdiği hükümlerdir. Zekât ve sadaka
toplumun farklı kesimleri arasında köprü kuran, fertler arası duygusal ge-
rilimi engelleyen, sosyal barış ve huzuru temin eden çok önemli bir dinî
yükümlülüktür. Bu bakımdan dilimize “fitre” olarak yerleşen fıtır sada-
kasının Ramazan Bayramı öncesinde yerine getirilmesi istenen malî bir
ibadet olması manidardır.
“Fıtrat” kelimesinin, yarmak, ikiye ayırmak, kesmek, yaratmak, 1 ST7 İbn Sa’d, Tabakât, I,
icat etmek mânâlarına geldiği5 dikkate alınırsa “fıtır sadakası” ifadesin- 248.
2 İBS608 İbn Abdülber, İstîâb,
de şu iki mânâ ön plana çıkmaktadır. Birincisi; fıtır, “oruç bozma” veya 608.
3 N2508 Nesâî, Zekât, 35.
“Ramazan’ın sona ermesi” anlamlarında kullanıldığı için bu sadakaya fıtır
4 N2509 Nesâî, Zekât, 35;
sadakası denmektedir. Nitekim Basralı âlim Hasan-ı Basrî’nin aktardığına İM1828 İbn Mâce, Zekât, 21.
göre sahâbeden Abdullah b. Abbâs Basra’da vali iken Ramazan’ın sonun- 5 LA38/3432 İbn Manzûr,
olan fitrenizi veriniz.” demiştir.6 Diğer yandan; fıtratın, kişinin yaratıldığı HM3291 İbn Hanbel, I, 351.
445
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
tabiatı ve özünü ifade etmesine paralel olarak “can veya baş zekâtı/sadaka-
sı” anlamında (sadakatü’n-nüfûs) kullanıldığı için bu isim verilmiştir.7 Bu
bakımdan fıtır sadakası, kişinin, hem kendisinin hem de velâyeti altında-
kilerin canını bağışladığı için Allah’a bir şükran borcunu ifade etmektedir.
Bu sadaka, hadis kaynaklarımızda daha çok “fıtır sadakası”8 “fıtır zekâtı”9
“oruç zekâtı”10 ve “Ramazan sadakası”11 şeklinde geçmektedir
Şüphesiz ki Ramazan’da mânevî bir iklimin oluşmasını sağlayan şey,
bu ayda yapılan taat ve ibadetlerin yoğunluğudur. Oruç ve namaz gibi
sosyal yardımlaşma ve dayanışma da bu ibadetlerin bir parçasıdır. Bu yüz-
den Ramazan, müminin sadece bedenen değil malı ile de kul olmasının
gereğini yerine getirdiği bir aydır. Abdullah b. Abbâs, Hz. Peygamber’i
(sav) insanların en cömerdi olarak nitelerken, onun cömertliğin zirvesinde
olduğu zamanın ise Ramazan ayı olduğunu belirtmektedir.12 Ramazan’ın
mânevî atmosferini oluşturan oruç, namaz ve sadaka, bir hadiste “hayır
kapıları” olarak ifade edilmiştir. Muâz b. Cebel’in anlattığına göre, Hz.
Peygamber (sav) bir yolculuk esnasında kendisine, “Sana hayır kapılarını
bildireyim mi? Oruç bir kalkandır. Sadaka suyun ateşi söndürdüğü gibi hataları
söndürür. Ve (hayır kapılarından) biri de kişinin gece kalkıp namaz kılmasıdır.”
buyurmuş ve ardından, “Onlar, korkarak ve ümit ederek Rablerine ibadet et-
mek için yataklarından kalkarlar. Kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden
de Allah için harcarlar. Hiç kimse, yapmakta olduklarına karşılık olarak, onlar
için saklanan göz aydınlıklarını bilemez.”13 âyetlerini okumuştur.14 Efendimi-
zin (sav) benzer bir nasihati Rıdvan Biati ashâbından Medineli Kâ’b b.
7 AU9/153 Aynî, Umdetü’l-
kârî, IX, 153.
Ücre el-Ensârî’ye de yaptığı rivayet edilmektedir.15
8 B1511 Buhârî, Zekât, 77; Fıtır sadakasının yıllık oluşu, Ramazan ayı gibi insanların ibadete
M2276 Müslim, Zekât, 10.
9 B1503 Buhârî, Zekât, 70;
yoğunlaştığı, ruhanî hayata daha da özen gösterdiği bir zamanda öden-
M2278-79 Müslim, Zekât, mesi son derece anlamlıdır. Fıtır sadakası, gündüzü oruçla, gecesi na-
12-13. mazla ihya edilen Ramazan ayının bereketidir. Oruç ile bedenini arın-
10 N2510 Nesâî, Zekât, 36.
11 HM3291 İbn Hanbel, I, dıran Müslüman, fıtır sadakası ile de bayrama erişmenin şükrünü eda
351. eder. İbn Abbâs’tan rivayet edilen bir hadis, hem fıtır sadakasının hik-
12 B6 Buhârî, Bed’ü’l-vahy, 1.
HM15358 İbn Hanbel, III, kötü sözlerden temizlemek, hem de fakirlere gıda (temin etmek) üzere fı-
399. tır zekâtını farz kıldı. Artık kim bunu bayram namazından önce öderse,
16 D1609 Ebû Dâvûd, Zekât,
446
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
447
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
olup yaklaşık 2.75 litreye tekabül eder) yahut arpadan bir sâ’ miktarı farz
kılmış ve bu sadakanın insanların bayram namazına çıkmasından önce
verilmesini emretmiştir.19
Temel ihtiyaç maddelerinin zamanla değişkenlik arz edebileceği mu-
hakkaktır. Bu durumda fıtır sadakasını hadiste yer alan hurma ve arpa
gibi ürünlerle sınırlamak doğru değildir. Nitekim başka rivayetlere göre
sahâbîlerin değişik mahsullerden de fıtır sadakası verdiklerini görmekte-
yiz. Ebû Saîd el-Hudrî şöyle söylüyor: “Biz fıtır sadakasını; buğday, arpa,
hurma, keş/çökelek veya kuru üzümden Hz. Peygamber’in sa’ı (ölçeği) ile
bir sa’ verirdik.”20 Bir başka rivayette Ebû Saîd el-Hudrî, “Yediklerimiz de
zaten arpa, kuru üzüm, keş ve hurma idi.”21 ilâvesinde bulunmaktadır.
Dolayısıyla Efendimiz (sav), ekonomik şartları ve çevresel faktörleri göze-
terek fıtır sadakasını, insanların ellerinde bulunan temel yiyecek madde-
lerinden vermelerini istemiştir.
Fıtır sadakası aynî olarak verilebilir. Daha doğru bir deyişle, Hz.
Peygamber zamanında öyle verilirdi. Ülkemizde de bu böyledir. Cebinde
nakit parası olmayan bir çiftçi elbette para veremez. Ama aynı şahıs har-
manının başında bir ölçek fındık, kuru fasulye, nohut, buğday, arpa, kuru
üzüm gibi mahsullerden daha rahat ve bolca verebilir. Bu noktada herke-
sin elinde bulunan maldan bu sadakayı vermesi bakımından önemlidir.
Bir Müslüman eğer kuru üzüm sergisi başında ise ondan un veya hurma
ile fıtır sadakası istemek, ona zorluk çıkarmaktır. Ayrıca fıtır sadakası-
nın nihaî maksadını düşündüğümüzde, günümüzde bu sadakanın sadece
hadiste ifade edilen yiyecek maddelerinden verilmesi gerektiği sonucunu
çıkarmak yanlıştır. O dönemde bir fakirin bir ölçek hurma veya buğday ile
önemli bir ihtiyacını karşıladığı göz önüne alınırsa, buradaki temel mak-
sadın bir kişinin bir günlük yiyeceğini sağlamak olduğu anlaşılacaktır. Bu
ihtiyacın nakit para ile karşılanması da mümkündür. Nitekim ülkemizde-
ki uygulamalar bu yöndedir. Ancak şunu ifade etmek gerekir ki, günlük
ihtiyacın tespiti yapılırken fitreyi alanın değil, verenin hayat standardı esas
alınmalıdır. Nitekim Kur’an’da yemin kefaretini belirleyen âyette, “Ailenize
yedirdiğiniz yemeğin orta hâllisinden on fakire yedirmek.”22 şeklinde bir ölçü
ifade edilmektedir. Bu âyet, fakire ikramda bulunurken nasıl bir kıstas
19Buhârî, Zekât, 70. tayin edilmesi gerektiği konusunda bizlere ışık tutmaktadır.
20 B1506 Buhârî, Zekât, 73.
21 B1510 Buhârî, Zekât, 76.
Dinimizde insanın yararlanması için, görünüşte sanki dinî ve dünyevî
22 Mâide, 5/89. ayrımı yapılabilecek tarzda, vergiler, hayırlar, yardımlar ve mal ile ilgili
448
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
449
ZEKÂT
MALIN ARINDIRILMASI
“ ُب ِن َي ْال ِإ� ْسل َا ُم عَ َلى خَ ْم ٍس َش َها َد ِة:s ول ال َّل ِه ُ َق َال َر ُس:ِقَالَ عَ ْبدُ اللَّه
َّ َأ� ْن َلا �ِإ َل َه �ِإ َّلا ال َّل ُه َو َأ� َّن ُم َح َّم ًدا عَ ْب ُد ُه َو َر ُسو ُل ُه َو�ِإ َقا ِم
الصل َا ِة َو�ِإي َتا ِء ال َّز َكا ِة
”.َو َح ِّج ا ْل َب ْي ِت َو َص ْو ِم َر َم َض َان
Abdullah (b. Ömer) tarafından nakledildiğine göre,
Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:
“İslâm beş esas üzerine kurulmuştur: Allah’tan başka ilâh olmadığına ve
Muhammed’in Allah’ın Resûlü olduğuna şahitlik etmek, namazı dosdoğru kılmak,
zekât vermek, Kâbe’yi haccetmek ve Ramazan orucunu tutmak.”
(M113 Müslim, Îmân, 21)
451
ول ال َّل ِه :s عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ قَالََ ...:ف َق َال َر ُس ُ
“�ِإ َّن ال َّل َه َل ْم َي ْف ِر ِض ال َّز َكا َة �ِإ َّلا ِل ُي َط ِّي َب َما َب ِق َي ِم ْن َأ� ْم َوا ِل ُك ْم”...
ول ال َّل ِه :s عَنْ كَعْبِ بْنِ عُجْرَةَ قَالََ :ق َال ِلى َر ُس ُ
الص َد َق ُة ت ُْط ِف ُئ ا ْل َخطِ ي َئ َة َك َما ُي ْط ِف ُئ ا ْل َما ُء ال َّنا َر”...
“َ ...و َّ
452
İbn Abbâs’tan nakledildiğine göre... Allah Resûlü (sav) şöyle
buyurmuştur: “Allah, zekâtı ancak mallarınızın kalan kısmını temizlemek için
farz kıldı...”
(D1664 Ebû Dâvûd, Zekât, 32)
Kâ’b b. Ucre diyor ki: “Allah Resûlü (sav) bana şöyle buyurdu:
‘Sadaka/zekât vermek, suyun ateşi söndürdüğü gibi hataları yok eder...’”
(T614 Tirmizî, Cum’a, 79; İM4210 İbn Mâce, Zühd, 22)
453
V eda haccı öncesiydi. Resûl-i Ekrem, yakın dostlarından Ebû
Musa el-Eş’arî ve Muâz b. Cebel’i Yemen bölgesine göndermeye karar ver-
di. Onları çağırıp durumu anlattıktan sonra şu tavsiyelerde bulundu: “Ko-
laylaştırın, zorlaştırmayın! Müjdeleyin, nefret ettirmeyin!”1
Ardından Muâz’a döndü ve dinî emirler hususunda şöyle buyurdu:
“Sen Ehl-i kitap (hıristiyan) olan bir topluluğa gidiyorsun. Onları önce Allah’tan
başka ilâh olmadığını ve benim O’nun elçisi olduğumu kabule davet et. Bu ko-
nuda itaat ederlerse, onlara günde beş vakit namazın farz olduğunu haber ver.
Buna da itaat ederlerse Allah’ın kendilerine zekâtı farz kıldığını ve zekâtın zen-
ginlerinden alınıp fakirlerine dağıtılacağını haber ver. Bunu da kabul ederler-
se kendilerinden zekât al. Ancak zekât tahsil ederken mallarının en değerlisini
alma! Mazlum kimselerin bedduasından da sakın. Çünkü Allah ile mazlumun
duası arasında perde yoktur.”2
Bütün semavî dinlerde muhtaç insanların korunmasına yönelik
bazı tedbirlerin alındığı ve zekâtın emredildiği görülmektedir.3 Tevrat’ta
yabancılara, öksüzlere ve dul kadınlara zekât verilmesinin gerekliliği
vurgulanırken,4 İncil’de zekât vermenin ahlâkî görevler gibi gerekli oldu-
ğu anlatılmaktadır.5 Kur’ân-ı Kerîm’de de yahudilerin zekât vermekle yü-
kümlü tutuldukları,6 Hz. İbrâhim, Hz. İshak, Hz. Yakub ve Hz. İsa gibi
çeşitli peygamberlere de zekât ibadetinin emredildiği bildirilmektedir.7
Kur’ân-ı Kerîm’de müşriklerden söz edilirken, “Tevbe edip namazı kılar
1 B4342 Buhârî, Meğâzî, 61.
ve zekâtı verirlerse, artık onlar sizin din kardeşlerinizdir.”8 buyrulması, zekâtın 2 M121 Müslim, Îmân, 29;
Müslüman olmanın en belirleyici unsurlarından biri olduğunu göstermek- B1496 Buhârî, Zekât, 63.
3 Beyyine, 98/5.
tedir. Nitekim Hz. Peygamber de zekâtı İslâm’ın beş temel esasından biri 4 Kitâb-ı Mukaddes, Tesniye,
olarak değerlendirmiş ve şöyle buyurmuştur: “İslâm beş esas üzerine kurul- 26/12; Kitâb-ı Mukaddes,
muştur: Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Resûlü olduğu- Levililer, 27/30.
5 Kitâb-ı Mukaddes, Luka,
na şahitlik etmek, namazı dosdoğru kılmak, zekât vermek, Kâbe’yi haccetmek ve 11/42.
6 Bakara, 2/83; Mâide, 5/12.
Ramazan orucunu tutmak.”9
7 Enbiyâ, 21/72-73; Meryem,
Kur’ân-ı Kerîm’in Mekke’de nâzil olan âyetlerinde zekâta vurgu ya- 19/31.
pılması, risâletin ilk dönemlerinden itibaren konunun önemsendiğini 8 Tevbe, 9/11.
455
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
456
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
maksızın, herkese mal mülk verir.28 Ancak bir insanın elinde mal ve mül- T661 Tirmizî, Zekât, 28.
24 T3012 Tirmizî,Tefsîru’l-
kün bulunması onun Allah katında değerli bir şahıs olduğu anlamına gel- Kur’ân, 3; N2483 Nesâî,
mez. Mal sahibini değerli kılacak olan şey, o nimetlerin kadrini bilmesi Zekât, 20; HM7553 İbn
Hanbel, II, 262.
ve şükrünü yerine getirmesi, yani malında fakirin hakkı bulunduğunu 25 Tevbe, 9/103.
bilerek bunu ödemesidir. Bu anlamda insan, evlâtlarıyla olduğu gibi mal- 26 İsrâ, 17/100.
27 Haşr, 59/9.
larıyla da imtihan edilmektedir.29 İnsanların en fazla yanıldıkları konu ve 28 İsrâ, 17/20.
başarısız oldukları imtihanlardan biri de mala olan aşırı düşkünlükleridir. 29 Teğâbün, 64/15.
457
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
Sünenü’l-kübrâ, III, 542; gamber, “Mallarınızı zekât vererek korumaya alınız!”38 buyurmak suretiyle
MK10196 Taberânî, el- de zekâtın mânevî bir zırh olduğunu hatırlatır. Öte taraftan zekâtı verilme-
Mu’cemü’l-kebîr, X, 128.
39 BS7760 Beyhakî, es-
diği için temizlenmeyen, içerisinde fakirin hakkı olan bir malın akıbetinin
Sünenü’l-kübrâ, IV, 268. hayırlı olmayacağını bildirir.39
458
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
Nebî (sav), “Allah, ganimetten haksız yere alınan (haram) bir maldan verilen
sadaka ile abdestsiz kılınan namazı kabul etmez.”40 ve “Allah güzeldir ancak güzel
olan şeyleri kabul eder.”41 buyurarak zekâtın ancak helâl ve temiz mallardan
kabul edileceğini bildirir. Şu hâlde namaz için abdest ile temizlik nasıl şart
ise, zekât için de malın helâlinden kazanılmış olması şarttır. Böylece toplum-
da üretim faaliyetlerine mânevî ve ahlâkî bir boyut kazandırılarak insanlara
dürüst iş yapma, helâl mal kazanma ve harcama bilinci aşılanmaktadır.
Kur’ân-ı Kerîm’de Allah rızası gözetilerek güzel bir şekilde infak edi-
len mal, Allah’a verilmiş bir borç sayılmakta ve karşılığının kat kat faz-
lasıyla yine Allah tarafından ödeneceği bildirilmektedir.42 Şeytan insana
Allah yolunda harcamakla fakir olacağı şeklinde vesvese vermekte,43 Yüce
Allah ise zekâtlarını gereğince ve sadece O’nun rızası için verenlerin as-
lında mallarını kat kat artırdıklarını44 ve verilen her zekâtın karşılığının
ödeneceğini45 müjdelemektedir. Peygamber Efendimiz de müminlere zekât
vermekle mallarının azalmasından korkmamaları gerektiğini şu şekilde
açıklar: “Sadaka/zekât vermek, maldan hiçbir şey eksiltmez.”46 Malın artma
ve azalma ölçüsünün sadece miktarla ilgili olmadığı düşünülürse, görü-
nürde eksilmiş gibi olan malın, aslında zekâtı ödendiği için bereketlenip
daha verimli hâle geldiği veya geleceği anlaşılır. “Allah, verilen sadakaları/
zekâtları artırır.”47 âyeti de bu durumu en güzel şekilde izah etmektedir.
Yüce Rabbimiz zekâtı farz kılmakla ihtiyaç sahiplerini elde edilen gelir-
de hak sahibi yapmıştır. Böylece zekâtla desteklenen muhtaç kişi, genel ser-
vet içinde bir payının olduğunu bilerek, zihnini meşgul eden fakirlik sıkın-
tısını hafifletmiş olur. Bu şekilde sıkıntıya maruz kalan onurlu insanların
dilencilik ve karamsarlık gibi durumlara düşmelerinin önüne geçilmiş olur.
40 D59 Ebû Dâvûd, Tahâret,
İslâm, insanların dünya saadetini önemsemiştir. Bazı rivayetlerde iyi
31; N139 Nesâî, Tahâret,
bir eş, geniş bir ev, iyi bir binek birer saadet vesilesi olarak sunulmaktadır.48 104.
41 M2346 Müslim, Zekât, 65.
Öte taraftan Allah Resûlü, fakirliğin istenilmeyen, hatta Allah’a sığınıl- 42 Bakara, 2/245.
ması gereken bir hâl olduğunu da belirtmiştir.49 Asıl olan, her ferdin bü- 43 Bakara, 2/268.
44 Rûm, 30/39.
tün imkânlarını zorlayarak kendi geçimini temin etmesidir.50 Fakat bu
45 Sebe’, 34/39.
imkânları elde edemeyip varlık sahibi olamayan insanların ihtiyaçlarının 46 M6592 Müslim, Birr, 69.
giderilmesi ve onların da aktif ve verimli bir şekilde toplum hayatına ka- 47 Bakara, 2/276.
48 NM2684 Hâkim,
tılımlarının sağlanması toplumun genel huzuru açısından önemlidir. Bir Müstedrek, III, 1010 (2/162).
yıl boyunca değişik ticarî faaliyetlerle insanlar arasında dolaşan servet, 49 N5487 Nesâî, İstiâze, 29;
459
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
asgarîye indirilmiş olur, toplumun bütün kesimlerinin bir şekilde mal do-
laşımına dâhil edilmesi sağlanır.
Zekât, İslâm’ın ilk kutlu kuşağı sahâbe tarafından çok iyi anlaşılıp uy-
gulanmıştı. Abdullah b. Mes’ûd, kendilerinin namazı dosdoğru kılmakla,
zekâtı vermekle emrolunduklarını hatta zekât vermeyenin namazının bile
kabul edilmeyeceğini söylüyordu.51 Allah Resûlü’nün vefatından sonra ha-
life olan Hz. Ebû Bekir ise, Müslüman oldukları hâlde bazı kimselerin
zekât vermek istememeleri üzerine, zekât ve namazın birbirinden ayrıla-
maz dinî yükümlülükler olduğunu bildirmiş, hatta gerekirse bu kimselere
karşı savaş açacağını ilân etmişti.52
Malî bir yükümlülük olan zekât, kişinin dünya malına karşı dengeli
bir duruş içinde olmasını sağlar. Toplumsal boyutları açısından değerlen-
dirildiğinde, kardeşlik ve paylaşma duygularını geliştirir. Zekâtını veren
zengin, servetini mümin kardeşiyle paylaşmanın hazzını, güzelliğini ya-
şar. Bilir ki verdiği zekât hem bu dünyada arınması hem de âhirette ecir
kazanması için Hz. Peygamber’in deyişiyle “delil” olacaktır.53 Yine Sevgili
Peygamberimizin müjdelediğine göre, “Sadaka/zekât vermek, suyun ateşi
söndürdüğü gibi hataları yok eder.”54 İhtiyaç sahiplerinin bu paydan yararlan-
dıkları sırada yaşadıkları sevinç ve memnuniyet, verenin gönlünde huzura
51 MK10095 Taberânî, el- ve genişliğe dönüşür. Böylece zekâtın tam olarak verildiği yerlerde denge
Mu’cemü’l-kebîr, X, 103.
52 B1400 Buhârî, Zekât, 1;
ve sükûnet egemen olur. Yoksul, zengin kardeşinin malına kem gözle bak-
D1556 Ebû Dâvûd, Zekât, 1. mak şöyle dursun, kendisi de yararlandığı için o malı kendi gözü, kendi
53 İM280 İbn Mâce, Tahâret, 5.
460
ZEKÂT VERMEK
ZEKÂTA TABİ MALLAR ve ZEKÂT
NİSABI
461
عَنْ سَالِمِ بْنِ عَبْدِ ال َّلهِ عَنْ َأ�بِيهِ dعَ ِن ال َّنب ِِّي َ sق َال:
ون َأ� ْو َك َان عَ َث ِر ًّيا ا ْل ُعشْ ُرَ ،و َما ُس ِق َي بِال َّن ْض ِح
الس َما ُء َوا ْل ُع ُي ُ
“ ِف َيما َس َق ِت َّ
ِن ْص ُف ا ْل ُعشْ ِر”.
عَنْ عَبْدِ ال َّلهِ بْنِ مُعَاوِيَةَ الْغَاضِرِي ِّ ...قَالََ :ق َال ال َّنب ُِّي :s
“ َثل َا ٌث َم ْن َف َع َل ُه َّن َف َق ْد َط ِع َم َط ْع َم ْال ِإ� َيمانِ َ :م ْن عَ َب َد ال َّل َه َو ْح َد ُه َو َأ� َّن ُه َلا �ِإ َل َه �ِإ َّلا
ال َّل ُه َو َأ�عْ َطى ز ََكا َة َما ِل ِه َط ِّي َب ًة ب َِها َن ْف ُس ُه َرا ِف َد ًة عَ َل ْي ِه ُك َّل عَ ا ٍم َو َلا ُي ْعطِ ى ا ْل َه ِر َم َة َو َلا
يض َة َو َلا الشَّ َر َط ال َّل ِئ َيم َة َو َل ِك ْن ِم ْن َو َس ِط َأ� ْم َوا ِل ُك ْم َف ِإ� َّن ال َّل َه َل ْم الد ِر َن َة َو َلا ا ْل َم ِر َ
َّ
َي ْس َأ� ْل ُك ْم خَ ْي َر ُه َو[ َل ْم] َي أ�ْ ُم ْر ُك ْم ِبشَ ِّر ِه”.
462
Sâlim b. Abdullah’ın, babasından (Abdullah b. Ömer’den) (ra)
naklettiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Yağmur ve
nehir sularıyla sulanan veya kendiliğinden sulanan (mahsuller)de zekât miktarı
onda bir; (hayvanlarla veya kovalarla) sulanan (mahsuller)de ise, yirmide bir
oranındadır.”
(B1483 Buhârî, Zekât, 55)
Hz. Âişe diyor ki, “Allah Resûlü’nü (sav) şöyle derken işittim: ‘Üzerinden
bir yıl geçmeyen mal zekâta tâbi değildir.”
(İM1792 İbn Mâce, Zekât, 5)
Muâz (b. Cebel) anlatıyor: “Allah Resûlü (sav) beni (Yemen’e vali olarak)
gönderirken şöyle buyurdu: ‘...(Zenginlerin) mallarının en iyisini zekât
olarak almaktan kaçın. Mazlumun bedduasından da sakın. Çünkü mazlumun
duasıyla Allah arasında perde yoktur.’”
(M121 Müslim, Îmân, 29)
463
H z. Peygamber, aralarında Câbir b. Abdullah’ın da bulunduğu
birkaç sahâbî ile oturmaktaydı. Bu sırada Ebû Husayn es-Sülemî,1 elin-
de maden yatağında bulduğu güvercin yumurtası büyüklüğünde bir altın
parçası ile gelerek bundan başka bir malı olmadığını, onu da sadaka olarak
vermek istediğini söyledi. Fakat Peygamber Efendimiz onun bu isteğini
reddetti. Ebû Husayn isteğinde ısrarlıydı. Hz. Peygamber’e önce sağından
sonra solundan yaklaşarak ricasını tekrarladı. Ancak Hz. Peygamber yine
kabul etmedi. Bu sefer arka tarafından gelerek altın parçasını Peygambe-
rimize vermek istedi. Resûlullah (sav) onu aldı ve bu sahâbîye geri attı.
Eğer ona değseydi incitebilirdi. Ardından da şöyle buyurdu: “Biriniz, sahip
olduğu her şeyi getirip: ‘Bu benim sadakamdır.’ diyor, sonra da oturup insanlara
avuç açıyor. Sadakanın en hayırlısı, ihtiyaç fazlası maldan verilendir.”2
Zarurî ihtiyaçlarını bile karşılayamayacak kadar fakir olan Ebû Hu-
sayn, elde ettiği altın parçasını sadaka olarak vermek istemişti. Halbuki
o, öncelikle kendisinin ve bakmakla yükümlü olduğu kişilerin geçimini
temin etmekle mükellefti. Bir yandan başka bir malı olmadığını söyleyen,
diğer yandan da Hz. Peygamber’in kabul etmemesine rağmen elindeki al-
tın parçasını verme hususunda ısrar eden Ebû Husayn’ın bu tavrı, Resûl-i
Ekrem’in hoşuna gitmemişti. Bu şekilde hareket edenlerin zamanla başka-
larına muhtaç hâle gelebileceklerine işaret ederek, her Müslüman’ın elin-
deki malı, yerli yerinde harcaması gerektiğine dikkat çekmişti.
Kur’ân-ı Kerîm’de inananlardan zekât vermeleri ısrarla istenirken han-
gi maldan ne ölçüde verilmesi gerektiğine ilişkin bir açıklama yer almaz.
Zekâta tâbi tüm malların nisap miktarları, hangi cins mallardan ne oranda
verilmesi gerektiği Hz. Peygamber tarafından tespit edilmiştir. Efendimiz
döneminde para olarak dirhem (gümüş) ve dinar (altın) kullanılmakta;
hayvanlardan deve, sığır ve koyun; tahıl olarak arpa, buğday, darı, hurma
ve üzüm yetiştirilmekteydi. Zekâtın nisabına ilişkin yapılan tespitler de bu
mallar çerçevesinde şekillenmiştir. 1 Hİ7/91 İbn Hacer, İsâbe,
Bahsi geçen mal ve değerlerin zekâta tâbi olmasının temel şartı onla- VII, 91.
2 D1673 Ebû Dâvûd, Zekât,
rın belli bir nisaba/miktara ulaşmış olmasıdır. Allah Resûlü’nün belirtti- 39; DM1692 Dârimî, Zekât,
ğine göre, “Beş ukıyyeden (200 dirhem/561 gr.) az olan gümüşte, beş devede ve 25.
465
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
beş veskten (653 kg.) az (toprak mahsullerinde) zekât yoktur.”3 Aynı şekilde Hz.
Peygamber, “Yirmi dinarın (81 gr. altın) olmadıkça senin üzerine (zekât olarak)
bir şey yoktur.”4 sözü ile de altının nisap miktarını belirlemiştir. Nisap mik-
tarına ulaşan ve para cinsinden olan maldan verilecek zekât miktarı ise
kırkta bir (% 2,5) idi.5
Kur’an’da yer alan, “O, çardaklı-çardaksız olarak bahçeleri, ürünleri, çeşit
çeşit hurmaları ve ekinleri, zeytini ve narı birbirine benzer ve her birini birbirin-
den farklı biçimde yaratandır. Bunlar meyve verince meyvelerinden yiyin. Hasat
günü de hakkını (zekâtını/sadakasını) verin!”6 âyetine göre, yeryüzünde yeti-
şen ürünlerden zekât/sadaka verilmesi gerekmektedir. Nitekim Efendimiz
zekât miktarını belirlerken, “nehir veya yağmur sularıyla sulanan arazilerin
mahsulleri” gibi tabirler kullanarak,7 toprak mahsullerinden zekât verilmesi
gerektiğine işaret etmiş ve o, kendi yaşadığı coğrafyada yetiştirilen buğday,
arpa, darı gibi hububat ürünleri ile kuru ve yaş olarak tüketilen üzüm ve
hurma gibi meyvelerden zekât verilmesi gerektiğini bildirmiştir.8 Yeni fe-
tihler neticesinde İslâm coğrafyası farklı topraklarda üretilen yeni ürünlerle
tanışmış ve böylece ürün çeşitliliği artmıştır. Bunu fark eden Hz. Ömer’in
bütün baklagiller, hububat, zeytinyağı ve benzeri ürünlerden zekât alması,9
Hz. Peygamber zamanında ve Hicaz yarımadasında üretilmeyen ürünler-
den de zekât alınacağını göstermektedir. Bu çerçevede nisap miktarına
ulaşan toprak mahsullerinden alınacak zekât miktarı, ürünün elde edilme
sürecinde üretici tarafından yapılan masrafa göre değişiklik arz etmektedir.
Bu konuda Hz. Peygamber, “Yağmur ve nehir sularıyla sulanan veya kendiliğin-
3 B1405 Buhârî, Zekât, 4.
den sulanan (mahsuller)de zekât miktarı onda bir; (hayvanlarla veya kovalarla)
4 D1573 Ebû Dâvûd, Zekât, sulanan (mahsuller)de ise, yirmide bir oranındadır.” buyurmuştu.10 Onun bu
5.
5 T620 Tirmizî, Zekât, 3;
sözleri, bütün ziraî ürünlerde verilecek zekât miktarının, yapılan masraflar
D1572 Ebû Dâvûd, Zekât, 5. dikkate alınarak belirlendiğini ortaya koymaktadır.
6 En’âm, 6/141.
Musannef, VI, 99. şındaki altın, gümüş, hayvan ve ticarî mallar için ise, Peygamber Efendi-
10 B1483 Buhârî, Zekât, 55.
miz malın üzerinden bir yıl geçme şartı arandığını belirterek “Üzerinden
11 En’âm, 6/141.
12 İM1792 İbn Mâce, Zekât, bir yıl geçmedikçe bir malda zekât yoktur.” buyurmuştur.12 Ayrıca hadislerde
5; D1573 Ebû Dâvûd, Zekât, zekâtın, vaktinden önce de verilebileceği bildirilmiştir.13
5; T631 Tirmizî, Zekât, 10.
13 D1624 Ebû Dâvûd, Zekât,
Kur’an’da hayvanların zekâta tâbi olduğuna açıkça işaret eden her-
22; T678 Tirmizî, Zekât, 37. hangi bir âyete rastlanmamakla birlikte, “Ey peygamber! Onların malların-
466
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
atlardan zekât alınmaya başlanmasıyla ilgili olarak iki olay anlatılır. İlkine 5.
17 B1454 Buhârî, Zekât, 38;
göre, Şam’dan gelen bir heyet, sahip oldukları atların zekâtını vermek is- D1567 Ebû Dâvûd, Zekât, 5.
tediklerini beyan ederler. Hz. Ömer, daha önce atlardan zekât alınmadığı 18 D1572 Ebû Dâvûd, Zekât,
5.
için tereddüt ederek zekât almak istemez. Fakat durumu değerlendirmek 19 B1463 Buhârî, Zekât, 45.
amacıyla sahâbeye danışır. Onların da onayını alınca Şamlıların teklifini 20 D1574 Ebû Dâvûd, Zekât
5.
kabul eder.21 İkinci rivayete göre, Abdurrahman b. Ümeyye, Yemenli bi- 21 MA6887 Abdürrezzâk,
rinden yüz deve karşılığında bir kısrak alır. Ancak adam kısrağı sattığına Musannef, IV, 35.
467
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
pişman olur ve durumu Hz. Ömer’e anlatarak kısrağını geri almak ister.
Bir atın yüz deve ettiğine şaşıran Hz. Ömer, “Gerçekten at, sizin nezdiniz-
de bu kadar ediyor mu? Şimdiye kadar bir atın değerinin bu meblağa ulaş-
tığını bilmiyordum. Kırk koyundan bir koyun alıyoruz da, bu atlardan bir
şey almayacak mıyız?” der ve her at için bir dinar zekât belirler.22
Hanımların süs eşyası olarak kullandıkları altın ve gümüş takıların
zekâta tâbi olup olmadığı hususunda sahâbe döneminden itibaren farklı de-
ğerlendirmeler yapılmıştır.23 Allah Resûlü, kendisini ziyarete gelen Esmâ b.
Seken’den, beraberindeki kızının kolundaki bileziklerin zekâtını vermesini
istemiştir.24 Aynı şekilde Hz. Âişe’ye ziynet olarak kullandığı büyük gümüş
yüzüklerin zekâtını verip vermediğini sorduğunda, aldığı “Hayır” cevabı
üzerine, “Ateş olarak bu sana yeter!”25 diyerek onu uyarmıştır. Peygamber Efen-
dimizin bu uyarılarından, hanımların kullandığı ziynet eşyalarından zekât/
sadaka vermeleri gerektiği anlaşılmaktadır. Ancak yine kaynaklarımızda Hz.
Âişe’nin, yanında bulunan yetim çocuklara ait ziynet eşyalarından zekât ver-
mediği de anlatılmaktadır.26 Bu ve benzer hadislerden hareketle nisap mik-
tarına ulaşan altın ve gümüş ziynet eşyasının zekâta tâbi olduğunu söyleyen
âlimler olduğu gibi, kadınların süs eşyasının artmadığı ve herhangi bir gelir
getirmediği gerekçesiyle zekâta tâbi olmayacağını söyleyenler de vardır. Fa-
kat ziynet olarak kullanılan altın ve gümüş takıların yatırım amaçlı olması
hâlinde zekâta tâbi olacağı hususu genel kabul görmüştür.27
Topraktan sayısız ziraî ürünler elde edildiği gibi, çok sayıda maden
çeşidi de çıkarılmaktır. Yer altında tabiî olarak bulunan veya insanlar ta-
rafından yer altına gömülüp gizlenen her türlü kıymetli maden ve eşyanın
zekât nisabını Hz. Peygamber, beşte bir olarak tayin etmiştir.28 Tabiatıyla
burada toprağın kime ait olduğu ve bunların nasıl çıkarıldığı gibi hususlar
önem arz eder. Maden ve definelerin topraktan çıkarılması ile denizden
22 MA6889 Abdürrezzâk, çıkarılması arasında bir fark yoktur. Ancak denizden elde edilen balık gibi
Musannef, IV, 36.
23 T636 Tirmizî, Zekât, 12. diğer ürünlerin zekâtlarının da ticaret ürünleri çerçevesinde ele alındığı
24 N2481 Nesâî, Zekât, 19;
ve nisap miktarına ulaştığı takdirde kırkta birinin zekât olarak verilmesi
D1563 Ebû Dâvûd, Zekât, 4.
25 D1565 Ebû Dâvûd, Zekât, 4. gerektiği yönünde görüşler vardır. Bununla birlikte denizden elde edilen
26 MŞ10188 İbn Ebû Şeybe,
ürünlerin, topraktan elde edilen mahsullere kıyas edilerek zekât nisabının
Musannef, Zekât, 47.
27 KZ1/311 Karadâvî, Fıkhu’z- tespit edilmesi gerektiğini ileri sürenler de olmuştur.
zekât, I, 311. Peygamber Efendimiz zekât olarak verilecek malın özelliklerini zekât
28 B1499 Buhârî, Zekât 66;
468
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
kulluk etmek; malının zekâtını gönül rızasıyla, içine sinerek ve her sene düzenli
olarak vermek; zekât olarak yaşlı, uyuz, hasta, çelimsiz ve sütü az olan hayvanı
vermeyip, mallarınızın orta hallisinden vermek. Çünkü Allah, sizden malınızın
en iyisini istemedi; fakat en kötüsünü verin diye de emretmedi.”29
Abdülmelik b. Mervân’ın Mekke valisi olan Nâfi’ b. Alkame, bir me-
murunu zekât mallarını toplaması için görevlendirmişti. Görevli, Sa’r
b. Deysem adında yaşlı bir adamın yanına vardı ve “Ben, koyunlarının
zekâtını almak üzere gönderildim.” dedi. Yaşlı adam, “Hangisini almayı
düşünüyorsun?” diye sordu. O da, “Koyunların memelerine bakar, iyisini
alırız.” dedi. Sa’r bunun üzerine başından geçen bir olayı şöyle anlattı:
Ben Resûlullah zamanında şu vadilerin birinde koyunlarımın başın-
daydım. Bir deveye binmiş iki adam çıkageldi. Kendilerini Resûlullah’ın
gönderdiğini ve koyunların zekâtını almaya geldiklerini söylediler. Onla-
ra, “Ne vermem gerekiyor?” deyince, “Bir koyun.” dediler. Bunun üzerine
ben iyi süt veren ve etine dolgun bir koyuna yöneldim, onu tutup onla-
ra getirdim. Görevlilerden birisi bana, “Bu, kuzusu olan bir koyundur.
Resûlullah kuzusu olan koyunu almamızı yasakladı.” dedi. “Peki, nasıl
bir şey alırsınız?” dedim. Onlar, “Bir yaşındaki dişi oğlak veya bir yaşını
bitirip iki yaşına basmış olanı.” dediler. Ben de yaşı geldiği hâlde henüz hiç
kuzulamamış olan birini tutarak, kendilerine getirdim. Onu alıp, devenin
üzerine koydular, sonra da gittiler.30
İslâm Peygamberi, Muâz b. Cebel’i Yemen’e elçi, idareci ve zekât me-
muru vasfıyla gönderirken de, “...(Zenginlerin) mallarının en iyisini zekât
olarak almaktan kaçın. Mazlumun bedduasından da sakın. Çünkü mazlumun
duasıyla Allah arasında perde yoktur.” buyurmuştu.31
Bir sahâbî, zekât olarak zayıf ve hasta bir deve vermişti. Hz.
Peygamber’in bunu iyi karşılamadığını haber alınca hemen daha güzel
bir deve getirerek Resûlullah’ın duasını almıştı.32 Bu durum, zekât verenin
hayvanlarının zayıf, hasta ve kötü olanını değil, sağlıklı ve normal olanını 29 D1582 Ebû Dâvûd, Zekât,
vermesi gerektiğine işarettir. Halk arasında yaygın olan “zekât keçisi” tabi- 5.
30 D1581 Ebû Dâvûd, Zekât,
rinin de Allah uğrunda bağış yaparken malının en kötüsünden verenlerin 5; N2464 Nesâî, Zekât, 15.
zekâtı için kullanılması manidardır. Bu nedenledir ki, çürük, işe yaramaz 31 M121 Müslim, Îmân, 29;
insanın dinî zorunluluk olmadığı hâlde, kendi arzusu ile malının en iyisi- 33 Bakara, 2/267; N2494
469
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
Nitekim bir gün Resûlullah (sav) elinde asâsı ile mescide gelmişti.
Zekât olarak verilmiş ve duvarda asılı olan kuru hurma salkımını görünce
asâsını ona uzatarak şöyle buyurdu: “Bu zekât sahibi dileseydi, bundan daha
iyisini verebilirdi. Bu kişi âhirette (işte böyle) kuru bir hurma yiyecektir.”35
Hz. Peygamber zamanında zekât memurları gidip, malları bulunduk-
ları yerden alırlardı. Çünkü görevlilerin zekât mallarının yanlarına geti-
rilmesini isteme hakları olmadığı gibi, mal sahibinin de hayvanları daha
uzak bir yere götürmesi doğru görülmüyordu.36 Peygamber Efendimiz ve-
rilecek zekât miktarını eksiltmek amacıyla ayrı ayrı bulunan zekât mal-
larını bir araya toplamayı, toplu bulunanları da ayırmayı yasaklamıştı.37
Zekât görevlisinin âdil olması esastı. Görevlinin haksızlık yapacağı baha-
nesiyle zekât mallarının gizlenmesi de uygun görülmüyordu.38
Hz. Peygamber Muâz b. Cebel’i zekât toplamak üzere Yemen’e gönder-
diğinde o, Müslümanlardan arpa ve darı gibi toprak ürünlerinin zekâtını,
“elbise” olarak vermelerini istemiş ve bunun zekât verilecek kimseler için
daha uygun olacağını belirtmişti.39 Helâl ile haramı en iyi bilen sahâbîlerden
olan ve zekâttaki hedefleri gözeten Muâz, Yemen halkından zekât malları-
nın bedelini almakta hiçbir beis görmemiş, mensucat ve giyim-kuşamı bol
olan bu insanlardan giyecek almayı tercih etmişti. Zira bu, hem verenler
için daha kolay hem de alanlar için daha yararlıydı. Şu hâlde Muâz’ın bu
uygulaması, zekâtın her malın kendi cinsinden verileceği gibi, bedeli para
veya başka bir mal olarak da verilebileceğini gösterir.
İnsanlık tarihinin ilk dönemlerinde alışveriş, malın malla değiştiril-
mesi esasına dayanmaktaydı. Ancak daha sonraları altın ve gümüş paralar,
alışveriş aracı olarak yaygınlık kazandı. Hz. Peygamber’in belirlediği altın
ve gümüş nisapları, o dönemde yaklaşık olarak aynı değeri taşımaktaydı.
Fakat ilerleyen dönemlerde ve günümüzde 200 dirhem gümüş ile 20 dinar
altın arasında değer bakımından oldukça büyük fark olmuştur. Hz. Pey-
gamber döneminden günümüze kadar, altının ekonomik değerini korudu-
ğu dikkate alınırsa, zekât verilirken altının esas alınması daha isabetlidir.
35 D1608 Ebû Dâvûd, Zekât, Son birkaç yüzyıl içinde ise itibarî değere sahip madenî ve kâğıt para-
17. lar piyasaya sürülmüş, bunlar altın ve gümüş paraların yerini almıştır. Bu
36 D1591 Ebû Dâvûd, Zekât,
9; N3338 Nesâî, Nikâh, 60. durumda madenî ve kâğıt paralar da altın, gümüş ve diğer ticaret malları
37 B1450 Buhârî Zekât, 34.
hükmündedir. Dolayısıyla günümüzde altının nisap miktarına yani 81 gr.
38 D1586 Ebû Dâvûd, Zekât, 6.
470
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
471
ZEKÂT
YOKSULUN HAKKI
“ َل ْي َس ا ْل ِم ْس ِك ُين بِا َّل ِذى َت ُر ُّد ُه: َق َالs ول ال َّل ِه َ عَنْ َأ�بِى هُرَيْرَةَ َأ� َّن َر ُس
ال َّت ْم َر ُة َوال َّت ْم َر َتانِ َو َلا ال ُّل ْق َم ُة َوال ُّل ْق َمتَانِ �ِإ َّن ا ْل ِم ْس ِك َين ا ْل ُم َت َع ِّف ُف ا ْق َر ُءوا
”.﴾اس �ِإ ْل َحا ًفا َ ون ال َّنَ ﴿لا َي ْس َأ� ُلَ :�ِإ ْن ِش ْئ ُت ْم
Ebû Hüreyre’den nakledildiğine göre,
Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:
“(Kendisine zekât verilecek olan) miskin, ihtiyacını bir iki hurma veya bir iki
lokmanın giderebileceği kişi değildir. Asıl miskin, (maddî imkânı olmadığı
hâlde onurundan dolayı) istemekten kaçınan kişidir. Dilerseniz (bu konuda) ‘...
İnsanlardan arsızca (bir şey) istemezler...’
âyetini (Bakara, 2/273) okuyun!”
(M2394 Müslim, Zekât, 102; B1476 Buhârî, Zekât, 53)
473
عَنْ عَبْدِ ال َّلهِ بْنِ عَمْرٍو عَ ِن ال َّنب ِِّي َ sق َال:
الص َد َق ُة ِل َغ ِن ٍّي َو َلا ِل ِذى ِم َّر ٍة َس ِويٍّ ”. َ
“لا ت َِح ُّل َّ
عَنْ ابْنِ عَبَّاسٍ َ :أ� َّن ال َّنب َِّي َ sب َع َث ُم َعا ًذا �ِإ َلى ا ْل َي َم ِن َف َق َال:
“َ ...ف َأ�عْ ِل ْم ُه ْم َأ� َّن ال َّل َه ا ْف َت َر َض عَ َل ْي ِه ْم َص َد َق ًة ِفي َأ� ْم َوا ِل ِه ْم ُتؤْخَ ُذ ِم ْن َأ� ْغ ِن َيا ِئ ِه ْم َو ُت َر ُّد
عَ َلى ُف َق َرا ِئ ِه ْم”.
عَنْ سَلْمَانَ بْنِ عَامِرٍ عَ ِن ال َّنب ِِّي َ sق َالِ�“ :إ َّن َّ
الص َد َق َة عَ َلى ا ْل ِم ْس ِك ِين َص َد َق ٌة
َوعَ َلى ِذى ال َّر ِح ِم ا ْث َنتَانِ َ :ص َد َق ٌة َو ِص َل ٌة”.
474
Abdullah b. Amr’dan rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle
buyurmuştur: “Zengin ve gücü kuvveti yerinde (sağlıklı) kimselerin zekât
almaları helâl değildir.”
(D1634 Ebû Dâvûd, Zekât, 24; T652 Tirmizî, Zekât, 23)
475
Z iyâd b. Hâris, Yemen’in Sudâ kabilesindendi. Resûlullah’a ge-
lerek biat etmiş, Hz. Peygamber’in kendi kabilesine karşı savaşmak üzere
bir ordu göndermek istediğini öğrenmişti. Ordunun gönderilmesine mâni
olmak amacıyla: “Ey Allah’ın Resûlü! Orduyu geri çevirirseniz, ben onla-
rın hem Müslüman olmalarını hem de size itaat etmelerini sağlayabilirim”
dedi. Hz. Peygamber onun bu isteğini kabul etti. O da derhâl akrabalarına
bir mektup yazdı. Bir süre sonra, kabilesinden Medine’ye bir heyet geldi.
Müslüman olduklarını ve itaat edeceklerini belirterek selâm verdiler. Hz.
Peygamber Ziyâd b. Hâris’in bu girişiminden memnun bir şekilde: “Ey
Ziyâd! Sudâ kabilesinde sözü dinlenen biri olduğun anlaşılıyor.” diye iltifat etti.
“Allah onlara hidayeti nasip etti ve iyilikte bulundu.” cevabını verdi Ziyâd
tevazu içinde. Onun bu tavrını daha da beğenen Hz. Peygamber, “Seni on-
ların başına yönetici yapayım mı?” diye sordu. “Evet, beni onların yöneticisi
yap.” dedi Ziyâd memnuniyetle.
Bunun üzerine Allah Resûlü onu yönetici olarak tayin ettiğini bildirdi
ve bunu yazı ile kayıt altına aldı. Ziyâd, Peygamber Efendimizden, kabile-
sinden alınan zekâttan kendisi için pay istedi. Bu teklifi de kabul edildi.
Resûlullah ile Ziyâd arasında geçen bu olay, bir yolculuk esnasında
gerçekleşmişti. Konakladıkları yerde bir şahıs gelerek Allah Resûlü’nden
bir şeyler istedi. Kutlu Nebî de, “Kim muhtaç olmadığı hâlde insanlardan bir
şey isterse, aldığı şey, ona baş ve karın ağrısı yapar!” buyurdu. Bu defa o şahıs,
“Öyleyse bana zekâttan ver!” deyince, Peygamberimiz, “Allah, zekâtların
kimlere verileceği hususunda ne bir peygambere ne de bir başkasına yetki verdi
ve bizzat kendisi, onları sekiz kısma ayırdı. Eğer sen onlardan birisi isen, vere-
yim.” buyurdu.
Hz. Peygamber ile bu şahıs arasındaki konuşmayı işiten ve maddî
durumu iyi olan Ziyâd, duyduğu bu sözlerden çok etkilendi. Düşündü,
taşındı ve sabah olunca Allah Resûlü’nün yanına varıp hem yöneticilikten,
hem de zekât almaktan vazgeçtiğini belirtti...1
Hz. Peygamber zekât alacak kişilerin bizzat Allah tarafından sekiz
sınıf olarak belirlendiğini söylerken, hiç şüphesiz şu âyeti kastetmişti: “Sa-
1D1630 Ebû Dâvûd, Zekât,
dakalar (zekâtlar) Allah’tan bir farz olarak ancak, yoksullara, miskinlere, zekâtı 24; MK5285 Taberânî, el-
toplayan memurlara, gönülleri İslâm’a ısındırılacak olanlara, (hürriyetlerini sa- Mu’cemü’l-kebîr, V, 262.
477
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
tın almaya çalışan) kölelere, borçlulara, Allah yolunda olanlara, yolda kalmışlara
mahsustur. Allah en iyi bilendir, hikmet sahibidir.”2
Hz. Peygamber zekâtın zenginlerden alınıp, fakirlere verilmesi gere-
ken bir mal olduğunu belirtmişti.3 Böylece yetkili kişiler öncelikle fakirleri
tespit edecek ve onlara gerekli yardımları ulaştıracaktı. İlgili âyette fakir-
lerin yanı sıra bir de ‘miskinler’den bahsedilmekteydi. Allah’ın Son Elçisi
buna da şöyle açıklık getirmişti: “(Kendisine zekât verilecek olan) miskin, ihti-
yacını bir iki hurma veya bir iki lokmanın giderebileceği kişi değildir. Asıl miskin,
(maddî imkânı olmadığı hâlde onurundan dolayı) istemekten kaçınan kişidir.
Dilerseniz (bu konuda) ‘...İnsanlardan arsızca (bir şey) istemezler...’ âyetini4
okuyun!”5 Buna göre, tabiî ve zarurî ihtiyaçlarını karşılayamayan, bakmak-
la yükümlü olduğu kişileri geçindirecek kadar geliri olmayan bütün yok-
sullar fakir ve miskin sınıfına girmektedir. Ama bunların içinde öyleleri
vardı ki, yoksul olduklarını kimseye bildiremeyecek kadar iffetliydiler. Bu
nedenle de sokaklarda bir iki lokma için dilencilik yapmazlardı.6 Dolayı-
sıyla Rahmet Elçisi, zekât verilirken böyle gerçek muhtaçların araştırılıp
tespit edilmesini istemişti.
Hz. Peygamber’in Veda haccını yaptığı günlerdi. Zekât taksimi yapar-
ken, çalışabilecek derecede gücü kuvveti yerinde iki adam gelerek, ken-
dilerine zekât verilmesini istediler. Peygamber Efendimiz başını kaldırıp
istek sahiplerinin yüzüne baktıktan sonra, “İsterseniz size zekât verebilirim.
Ancak, zengin ve çalışmaya gücü yetenlerin zekâtta payı yoktur.” demişti.7 Böy-
lece, Kutlu Resûl, çalışma imkânı olduğu hâlde tembellik edenlerin, zekât
alamayacaklarını belirtiyordu.8 Ancak gücü yettiği hâlde iş bulamayanla-
rın bu insanlardan sayılamayacağı da açıktı.
Zekât verilecek borçlulara gelince, onlar, temel ihtiyaçları dışında
borçlarını ödeyebilecek malı olmayan kimselerdir. Varlıklı olup, malını
mülkünü daha da artırmak için borçlanan kimseler bu kapsamın dışın-
dadır. Zira böyle kimselere verilecek zekât, ihtiyaç sahiplerinin bu paydan
2 Tevbe, 9/60.
mahrum olmasına neden olacaktır. Ancak, maddî durumu iyi iken, aniden
3 B1395 Buhârî, Zekât, 1;
M121 Müslim, Îmân, 29. iflas etme, beklenmedik bir sıkıntı sonucu borçlanma, birilerine yardım
4 Bakara, 2/273.
edeyim derken borç altına girme gibi geçici durumlarda borçlananlara da
5 M2394 Müslim, Zekât, 102;
B1476 Buhârî, Zekât, 53. zekât verilebilecektir. Nitekim bir anlaşmazlığı gidermek amacıyla kefil
6 Bakara, 2/273.
olan sahâbeden Kabîsa b. Muhârik de Hz. Peygamber’e gelip borcunu öde-
7 D1633 Ebû Dâvûd, Zekât,
24.
yebilmesi için yardım talep etmişti. Resûlullah (sav), biraz beklemesini,
8 T652 Tirmizî, Zekât, 23. zekât geldiği takdirde kendisine verilmesini emredeceğini söylemiş, ardın-
478
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
dan da kefalet altına girip ödeyemeyenlerin, başına gelen bir afet sebebiyle
bütün mal varlığını kaybedenlerin ve sözüne güvenilir üç kişi tarafından
fakir olduğuna tanıklık edilen kişilerin, sıkıntılarından kurtuluncaya kadar
açıkça yardım talep etmelerinde bir sakınca bulunmadığını ifade etmiştir.9
Buradan özellikle çeşitli felâketlere uğrayıp borçlanan kimselerin normal
geçim standardına erişinceye kadar zekât mallarından istifade edebilecek-
leri anlaşılmaktadır. Bu bağlamda Resûlullah (sav) kimin tarafından öldü-
rüldüğü kesin olarak bilinmeyen fakat insanların birbirlerini itham ettikleri
bir olayda, herhangi bir husumetin ortaya çıkmasını engellemek amacıyla
da maktulün diyetini zekât için ayrılan develerden karşılamıştır.10
Hz. Peygamber’in, sırf kalplerini İslâm’a ısındırmak amacıyla, küfür-
den yeni kurtulmuş kişilere zekâttan daha çok pay verdiği de oluyordu.11
Bu kişiler arasında ilk etapta sadece dünyalık bir şeyler elde edebilmek
gayesiyle Müslüman olanlar bile vardı. Ancak daha akşam olmadan onlar
için İslâm, bütün dünya ve içindekilerden daha sevimli hâle geliyordu.12
Hz. Peygamber ve onun güzîde ashâbı, zekât taksiminde, âyet-i keri-
mede, “fî sebîlillâh/Allah yolundakiler” şeklinde genel bir ifade ile belirtilen
diğer hak sahiplerini de gözetiyorlardı. Bu, öncelikle Allah yolunda cihad
edenlere teçhizat temini, şehitlerin ailelerinin bakımı şeklinde anlaşılmak-
la birlikte, yerel ihtiyaçlara göre de değerlendirilebiliyordu. Örneğin; Hz.
Peygamber’in amcasının oğlu İbn Abbâs (ra), malının zekâtıyla köle azat
ettiği gibi, fakirlerin hac yapabilmelerine de imkân sağlıyordu. Sahâbeden
Ebû’l-Âs el-Huzâî de Hz. Peygamber’in, kendilerini, hac farizasını yerine
getirmek üzere zekât develerine bindirdiğini anlatmıştı.13 Bu uygulamalar
ışığında, “fî sebîlillâh” kavramı ile, müminlere günün şartlarına göre zekâtı
daha faydalı bir şekilde harcama imkânı verildiği anlaşılmaktadır. Böylece
yardım yapılabilecek yerler ihtiyaçlara göre genişletilip birçok hayır işleri- 9 M2404 Müslim, Zekât, 109.
ni kapsayacak şekilde dağıtım yapılabilecektir. 10 D1638 Ebû Dâvûd, Zekât,
26.
Hz. Peygamber döneminde ve sonraki dönemlerde, zekâtı tahsil eden 11 M2436 Müslim, Zekât,
resmî görevliler vardı. Kendilerine ‘âmil’ de denilen bu kimseler ile Allah 132.
12 HM12073 İbn Hanbel, III,
yolunda savaşanlar, borçlular ve yolda kalmışlar, zengin bile olsalar zekât 107; M6020 Müslim, Fedâil,
alabileceklerdi.14 Zekât memurları fakir oldukları için değil, yaptıkları işin 57.
13 B1468 Buhârî, Zekât, 49
karşılığı olarak zekâttan belli bir pay alıyorlardı. Bir de topladıkları zekât (bab başlığı); İF1/36 İbn
mallarında onların gözü kalmamalıydı. Bunun dışında herhangi bir maaş Hacer, Fethu’l-bârî, I, 36.
14 D1635 Ebû Dâvûd, Zekât,
almak şöyle dursun, hediye dahi alamıyorlardı. Aksi takdirde aldıkla- 25; D1637 Ebû Dâvûd,
rı hediyelerin hesabı kendilerine sorulmaktaydı. Kutlu Elçi, Abdullah b. Zekât, 25.
479
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
19 HM20877 İbn Hanbel, V, kek hanımına, hanım da fakir olan kocasına zekât veremez. Çünkü zekât
60. veren kimsenin, verdiği zekâttan hiçbir şekilde maddî menfaat sağlama-
20 D5139 Ebû Dâvûd, Edeb,
480
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
167.
Zekât, Allah rızası gözetilerek ve gönül rahatlığıyla verilmelidir. Allah 24 M2362 Müslim, Zekât, 78;
için yapılan bir ibadet olduğundan, zekâtın alınması-verilmesi kadar, kabul HM8586 İbn Hanbel, II, 350.
481
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
30 Bakara, 2/263.
hâline getirivermiştir. Bunlar kazandıklarından hiçbir şeye sahip olamazlar. Al-
31 Bakara, 2/264. lah, kâfirleri doğru yola iletmez.”31
482
SADAKA
SADAKATİN GÖSTERGESİ
“عَ َلى ُك ِّل ُم ْس ِل ٍم: َق َالs عَنْ سَعِيدِ بْنِ َأ�بِى بُرْدَةَ عَنْ َأ�بِيهِ عَنْ جَدِّهِ عَ ِن ال َّنب ِِّي
”.َص َد َق ٌة
483
عَنْ جَابِرِ بْنِ عَبْدِ ال َّلهِ عَ ِن ال َّنب ِِّي َ sق َال:
وف َص َد َق ٌة”. ُ
“ك ُّل َم ْع ُر ٍ
ول ال َّل ِه :s عَنْ َأ�نَسِ بْنِ مَالِكٍ قَالََ :ق َال َر ُس ُ
الص َد َق َة َل ُت ْط ِف ُئ َغ َض َب ال َّر ِّب َوت َْد َف ُع ِمي َت َة ُّ
السوءِ”. “�ِإ َّن َّ
عَنْ عَدِي ِّ بْنِ حَاتِمٍ عَ ْن َر ُسولِ ال َّل ِه َ sأ� َّن ُه َذ َك َر ال َّنا َر َف َت َع َّو َذ ِم ْن َها،
َو َأ� َش َاح ِب َو ْج ِه ِه َثل َا َث ِم َرا ٍرُ ،ث َّم َق َال“ :ا َّت ُقوا ال َّنا َر َو َل ْو ب ِِش ِّق ت َْم َر ٍةَ ،ف ِإ� ْن
َل ْم َتجِ ُدواَ ،فب َِك ِل َم ٍة َط ِّي َب ٍة”.
عَنْ َأ�بِى هُرَيْرَةَ dقَالََ :ق َال َر ُج ٌل ِلل َّنب ِِّي َ :sيا َر ُس َ
ول ال َّل ِه! َأ�يُّ َّ
الص َد َق ِة
يصَ ،ت أ�ْ ُم ُل ا ْل ِغ َنىَ ،وت َْخشَ ى ا ْل َف ْق َر،
َأ� ْف َض ُل؟ َقالَ “ :أ� ْن ت ََص َّد َق َو َأ�ن َْت َص ِح ٌيح َح ِر ٌ
َو َلا ت ُْم ِه ْل َح َّتى �ِإ َذا َب َل َغ ِت ا ْل ُح ْل ُقو َم”...
عَنْ عَبْدِ ال َّلهِ بْنِ يَزِيدَ سَمِعَ َأ�بَا مَسْعُودٍ الْبَدْرِي َّ عَ ِن ال َّنب ِِّي َ sق َال:
“ َن َف َق ُة ال َّر ُج ِل عَ َلى َأ�هْ ِل ِه َص َد َق ٌة”.
484
Câbir b. Abdullah’ın (ra) naklettiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle
buyurmuştur: “Her iyilik/güzel iş bir sadakadır.”
(B6021 Buhârî, Edeb, 33)
Ebû Hüreyre (ra) anlatıyor: “Bir adam Hz. Peygamber’e (sav), ‘Ey Allah’ın
Resûlü, hangi sadaka en faziletlidir?’ diye sordu. Hz. Peygamber, ‘Sağlıklı
iken ve fakirlik endişesi ve zengin olma hırsı ile hareket ederken
tasaddukta bulunabilmendir. (Sadaka vermeyi) can boğaza gelip de (son
nefesini yaşadığın âna kadar) erteleme...’ buyurdu.”
(B2748 Buhârî, Vesâyâ, 7)
485
B ir gün Allah Resûlü, “Her Müslüman’ın sadaka vermesi gerekir.”
buyurdu. Bunu duyanlar bir an için şaşırdılar. Çünkü aralarında zengin
olmadıkları için mal ile sadaka veremeyenler de vardı. Hemen sordular:
“(Sadaka verecek mal) bulamayana ne dersin?” Allah Resûlü, “Eliyle (emek
verir) çalışır. Hem kendisi faydalanır, hem de sadaka verir.” buyurdu. Sahâbe
tekrar, “Ya buna gücü yetmezse ne dersin?” diye sordular. “İhtiyaç sahibi,
darda kalmış ve mazlum kimselere yardımcı olur.” Sahâbe tekrar, “Ya buna
gücü yetmezse ne dersin?” diye sorunca Resûlullah, iyiliği veya hayrı ister.
“Bunu da yapmazsa ne dersin?” diye dördüncü kez sorunca, “Kötülükten
uzak durur. Bu da bir sadakadır.” buyurdular.1
Değişik vesilelerle sadaka vermenin önemini ve kapsamını izah eden
Allah Resûlü yine bir gün ashâbına bu konuda şunları söylüyordu: “Güne-
şin doğduğu her gün, insanın bütün eklemleri için sadaka vermesi gerekir. İki ki-
şinin arasını düzeltmen sadakadır. Bir kimseyi kaldırarak hayvanına binmesine
yardımcı olman veya eşyasını ona yüklemen sadakadır. Güzel söz de sadakadır.
Namaza giderken attığın her adım sadakadır. Yoldaki rahatsızlık veren şeyleri
kaldırman sadakadır.”2 “Kendini doyurmak için harcadığın senin için sadakadır.
Çocuğuna yedirdiğin şey senin için sadakadır. Eşine yedirdiğin şey senin için sa-
dakadır. Hizmetçini doyurduğun şey senin için sadakadır.”3 buyuran Peygam-
ber Efendimiz, bir anlamda helâl lokmanın sadaka yerine geçtiğini dile
getirmektedir. Onun belirttiğine göre Müslüman kişinin bir insana selâm
vermesi ve kişinin kendi eşi ile birlikte olması da sadakadır.4 Aynı şekilde
Müslüman kardeşine güler yüzlü davranmak, kovasındaki sudan onun
kabına boşaltmak,5 kaybolan birine yolu tarif etmek, iyi göremeyen birine
1 M2333 Müslim, Zekât, 55;
rehberlik etmek,6 ve üzerinde hakkı olduğu kimseye veya borçlusuna an-
B1445 Buhârî, Zekât, 30.
layışlı davranarak süre tanımak7 da Allah Resûlü tarafından sadaka olarak 2 M2335 Müslim, Zekât, 56.
ları ifade edebilecek bütün davranışları kapsar. Meselâ, ibadet niyetiyle 7 HM20219 İbn Hanbel, IV,
442.
sadaka veren kimse Rabbine karşı, malından veren varlıklı kişi muhtaç- 8 HM27583 İbn Hanbel, VI,
lara karşı, evinin ihtiyaçlarını karşılayan eşine ve çocuklarına karşı yar- 363.
487
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
488
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
verirse —ki Allah sadece helâl olanı kabul eder— Allah o sadakayı büyük bir hoş- 20 M4223 Müslim, Vasiyye,
489
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
490
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
buyurduğunu ve bu durumda en çok sadaka verenlerin hanımlar olduğu- Sünenü’l-kübrâ, III, 542.
31 T614 Tirmizî, Cum’a, 79.
nu aktarmıştır.35 32 B525 Buhârî, Mevâkitü’s-
Hz. Peygamber sair zamanlarda da ihtiyaç hâlinde ashâbını teşvik salât, 4; M7268 Müslim,
Fiten, 26.
ederdi. Bir gün ashâbdan bazıları öğle vaktine doğru Resûlullah’ın yanın- 33 D3326 Ebû Dâvûd, Büyû’, 1.
daydı. O sırada yalın ayak, abalarını ortadan delerek başlarına geçirmiş, 34 M2350 Müslim, Zekât, 68.
491
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
rengi değişti. İçeri girip çıktı ve sonra Bilâl’e ezan okumasını, ardından
kâmet getirmesini söyledi. Öğle namazını kıldıktan sonra cemaati sadaka-
ya teşvik babında özlü bir hitapta bulundu: “Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten
yaratan ve ondan da eşini yaratan, ikisinden birçok erkek ve kadın (meydana
getirip) yayan Rabbinize karşı gelmekten sakının. Kendisi adına birbirinizden di-
lekte bulunduğunuz Allah’a karşı gelmekten ve akrabalık bağlarını koparmaktan
sakının. Şüphesiz Allah üzerinizde gözetleyicidir.”36 âyetini okudu ve ardından,
“...Allah’tan korkun. Herkes yarın için ne göndermiş olduğuna bir baksın...”37
âyetini okuduktan sonra (sözüne devamla) herkesin dinarından, dirhe-
minden, elbisesinden, buğdayından, kuru hurmasından —bu yarım hurma
da olsa— sadaka vermesi gerektiğini vurguladı.
Önce ensardan bir sahâbî avucunun alamayacağı büyüklükte, içi dolu
bir para kesesi getirdi. Daha sonra oradakiler peş peşe bir şeyler getirdiler.
Sonunda orada yiyecek ve giyecek cinsinden iki küme mal yığıldı. Bu du-
rumu gören Resûlullah’ın mübarek yüzleri altın gibi parlamaya başladı.
Memnuniyetini de şu evrensel prensip ve müjde ile belirtti: “Her kim
İslâm’da güzel bir gelenek başlatırsa hem yaptığının ecrini hem de kendisinden
sonra onunla amel edenlerin ecrini kazanır. Onu yapanların kendi ecirlerinden
de bir şey eksilmez. Her kim de İslâm’da kötü bir gelenek başlatırsa hem yaptığı-
nın günahını hem de kendisinden sonra onunla amel edenlerin günahını yüklenir.
Onların günahlarından da hiçbir şey eksilmez.”38
Bu şekilde Allah Resûlü’nün mektebinde yetişen sahâbe, sadaka verme
konusunda birbirleriyle tatlı bir yarış içindeydiler. Yine bir gün Allah Resûlü
ashâbını mal vermeleri yönünde teşvik etmişti. Ömer b. Hattâb, Resûlullah
bu gün bize sadaka vermemizi emretti. Bu (emir) bende mal bulunan bir za-
mana rastladı. (Kendi kendime), “Eğer bir gün Ebû Bekir’i geçe(bile)ceksem
ancak bugün geçerim.” dedim ve malımın yarısını getirdim. Resûlullah, “Ai-
lene ne bıraktın?” dedi. Ben de, “Bu kadarını.” dedim. Ardından Ebû Bekir de
malının hepsini getirdi. Resûlullah ona da, “Ailene ne bıraktın?” dedi. O da,
“Onlara Allah ve Resûlü’nü bıraktım.” dedi. Bunun üzerine ben, “Bundan
sonra hiçbir şeyde seninle yarışa girmeyeceğim.” dedim.39
Sadaka vermek aslında bir şükür ifadesidir. Verilen nimetin devamı
36 Nisâ, 4/1.
37 Haşr, 59/18. için onu diğer insanlar ile paylaşmaktır. Yüce Allah, “Allah’ın sana ihsan
38 M2351Müslim, Zekât, 69.
ettiği gibi, sen de ihsanda bulun.”40 buyurarak kendilerine nimet verilenlerin
39 D1678 Ebû Dâvûd, Zekât, 40;
492
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
493
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
olduğun hâlde Allah bu malı mülkü sana vermedi mi?” diye sordu. Bu sorulara
karşılık adam, “(Hayır) yemin olsun ki bu mal mülk bana atalarımdan miras
kaldı.” dedi. Melek de ona cevaben, “Eğer sen yalan söylüyorsan Allah seni eski
hâline döndürsün!” dedi ve oradan ayrıldı.
Sonra kel olan adamın yanına kel bir insan suretinde gitti ve aynı şeyleri
söyledi. Bu adam da alacalı adamın yaptığı gibi meleğe yardım etmeyi reddetti.
Melek de ona, “Eğer sen bu sözlerinde yalancı isen, Allah seni eski hâline dön-
dürsün!” dedi.
Ardından âmâ bir insan suretine girerek eskiden âmâ olan adamın yanı-
na giden melek, ona dedi ki: “Ben gariban bir yolcuyum. Yolda kaldım. Önce
Allah’ın, sonra senin yardımınla ancak gideceğim yere ulaşabilirim. Şimdi ben,
sana görme kabiliyetini bahşeden Yüce Allah’ın rızası için senden bir koyun isti-
yorum ki ondan istifade ederek gideceğim yere ulaşabileyim.” Meleğin bu isteği
üzerine âmâ olup da Allah’ın sıhhat verdiği adam dedi ki: “Evet ben gerçekten
kördüm. Allah bana görme kabiliyetini bahşetti. Fakir idim, beni zenginleştirdi.
(İşte koyunlarım!) Dilediğin kadar al. Allah’a yemin ederim ki, bugün Allah rı-
zası için benden alacağın hiçbir şeyde sana sınır koymam.” Bunun üzerine melek
ona, “Malın senin olsun. Siz imtihan edildiniz. Neticede Allah senden razı oldu,
diğer iki arkadaşın ise Allah’ın gazabına uğradılar.” dedi.”41
Allah Teâlâ, “Mallarını gece ve gündüz, gizli ve açık, hayra sarf edenler
var ya, onların mükâfatları Allah katındadır. Onlara korku yoktur, üzüntü de
çekmezler.” buyurur.42 Sadakalar gösteriş ve riyadan uzak, alanın haysiyet
ve onuru zedelenmenden verilmelidir. Allah Resûlü de, Allah’ın kendi göl-
gesinden (himayesinden) başka hiçbir gölgenin (yardımcının) bulunmadı-
ğı kıyamet gününde, Allah’ın gölgesinde (himayesinde) olacak yedi sınıf
insandan bir sınıfın da sağ elinin verdiği sadakayı sol bilmeyecek derecede
gizli tutan kimseler olduğunu belirtmiştir.43
Eskiden bazı cami, türbe ve hastanelerin gizli köşelerinde üstleri çu-
kur sadaka taşları vardı. Varlıklı hayırseverler bu çukurlara gizlice para
koyarlar, sıkıntılarını ve kötü durumlarını dile getiremeyen, kimseye aça-
mayan fakir insanlar da gizlice gelir, ihtiyaçları miktarınca parayı alır-
lardı. Kalanını ise kendisi gibi muhtaç insanları düşünerek orada bırakır
ve sadakayı bırakan meçhul kişiye dua ederdi. Böylece sadaka verenler
41B3464 Buhârî, Enbiyâ, 51; gösteriş ve riya âfetinden kurtulur, ihtiyaç sahibi fakirlerin de onurları ze-
M7431 Müslim, Zühd, 10.
42 Bakara, 2/274.
delenmezdi. Böylece sadakayı veren de alan da daha bir samimi duygular
43 B1423 Buhârî, Zekât, 16. içinde sevap kazanırlardı.
494
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
20.
incitilmemesi, gönlünün kırılmaması ve yapılan iyiliğin başına kakılma- 47 T1627 Tirmizî, Fedâilü’l-
masıdır. Allah Teâlâ, “Güzel söz ve bağışlama, arkasından incitme gelen sada- cihâd, 5.
48 HM22826 İbn Hanbel, V,
kadan daha iyidir. Allah zengindir, halîmdir (hemen cezalandırmaz, mühlet ve- 285.
rir). Ey iman edenler! Allah’a ve âhiret gününe inanmadığı hâlde malını gösteriş 49 İM3667 İbn Mâce, Edeb, 3.
495
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
için harcayan kimse gibi, başa kakmak ve incitmek suretiyle yaptığınız hayırları
boşa çıkarmayın...”50 buyurmaktadır.
Sadakanın kimlere verileceği de önemlidir. Bir insanın harcama yap-
masına, yardım etmesine en lâyık olanlar öncelikle eşi ve aile efradıdır.
“Kişinin ailesi için yaptığı harcama da sadakadır.”51 buyuran Allah Resûlü,
aile fertleri ihtiyaç hâlinde iken başkalarına sadaka verilmesini tasvip et-
memiştir. Bunun içindir ki o (sav) şöyle buyurmuştur: “Sadakanın en ha-
yırlısı, vereni ve geçindirmekle yükümlü olduğu aile efradını ihtiyaçsız bırakacak
şekilde verilendir. Üstteki (veren) el, alttaki (alan) elden hayırlıdır. Sen ilk önce,
geçimini sağlamakla yükümlü olduğun kimselerden başla.”52
Sadaka verilirken ikinci olarak hısım ve akraba gözetilmelidir. Çünkü
yoksul bir kişiye verilen sadakada sadece bir sevap varken, akrabaya veri-
lende iki sevap vardır. Birincisi sadaka sevabı, ikincisi akrabalık bağlarını
kuvvetlendirme sevabıdır.53 Hz. Peygamber, akrabaya verilen sadakanın
aradaki kin, haset, dargınlık vb. duyguları gidereceğine işaretle, “Sadaka-
nın en faziletlisi içinde sana karşı (gizli) düşmanlık duygusu besleyen akrabaya
verilen sadakadır.”54 buyurmuştur.
Sonuç olarak sadaka, Allah’a karşı bağlılığın bir ifadesi olarak her
insanın imkân ve bulunduğu ortama göre yapabileceği bir ibadet çeşidi-
dir. Böylece Müslümanlar zaman ve sınırlama olmaksızın hayır işlemeye,
mükâfat kazanmaya teşvik edilmektedir. Kendi şahsı, ailesi, toplumu, çev-
resi hatta hayvanları ilgilendiren bütün hayırlı işlerin sadaka olduğunu
bilen bir kişi var gücüyle çalışacaktır. Ayrıca bu sadaka kültüründe her
şahsa bu hayrı işleme fırsatı verilerek insanların hayır yolunda yarışma-
larına imkân sağlanmıştır. Bu sayede insanlar daha güzelini ve daha fay-
dalısını bulma noktasında çaba içerisinde olacak ve sonuçta faydalı olma,
50 Bakara, 2/263-264.
hayır yapma anlayışı hâkim olmaya başlayacak, insanlar farklı alanlarda
51 B4006 Buhârî, Meğâzî, 12. hayır yarışına gireceklerdir. Böylece Kutlu Nebî’nin, “Sadakalarınızı (bir an
52 DM1686 Dârimî, Zekât, 22.
496
HİBE
GÖNÜLLÜ BAĞIŞ
: َق َالs ول ال َّل ِه َ َأ� َّن َر ُس،ِ عَنْ َأ�بِيه،ٍعَنْ سَالِم
”... َم ْن َك َان ِفى َح َاج ِة َأ� ِخي ِه َك َان ال َّل ُه ِفى َح َاج ِت ِه...“
Sâlim’in, babası (Abdullah b. Ömer) aracılığıyla rivayet ettiğine göre,
Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:
“...Kim kardeşinin ihtiyacını giderirse Allah da onun ihtiyacını giderir...”
(M6578 Müslim, Birr, 58)
497
ول ال َّل ِه َ “ :sم ْن َأ�ن َْظ َر ُم ْع ِس ًرا َأ� ْو َو َض َع َلهَُ ،أ� َظ َّل ُه عَنْ َأ�بِى هُرَيْرَةَ قَالََ :ق َال َر ُس ُ
ال َّل ُه َي ْو َم ا ْل ِق َيا َم ِة ت َْح َت ِظ ِّل عَ ْر ِش ِهَ ،ي ْو َم َلا ِظ َّل �ِإ َّلا ِظ ُّلهُ”.
عَنِ ابْنِ عُمَرَ وَابْنِ عَبَّاسٍ عَ ِن ال َّنب ِِّي َ sق َالَ :
“لا َي ِح ُّل ِل َر ُج ٍل َأ� ْن ُي ْعطِ َي عَ طِ َّي ًة َأ� ْو
َي َه َب ِه َب ًة َف َي ْرجِ َع ِف َيها �ِإ َّلا ا ْل َوا ِل َد ِف َيما ُي ْعطِ ى َو َل َد ُه”...
498
Ebû Hüreyre’den rivayet edildiğine göre,
Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:
“Kim darda kalan borçluya zaman tanırsa yahut (alacağının tamamını
veya bir kısmını) borçluya bağışlarsa, Allah onu, başka hiçbir gölgenin
(himayenin) olmadığı kıyamet gününde kendi arşının gölgesinde (himayesinde)
gölgelendirecektir.”
(T1306 Tirmizî, Büyû’, 67; M7512 Müslim, Zühd, 74)
499
B ir yolculuk esnasındaydı. Hz. Ömer’in oğlu Abdullah, bindiği
hırçın deveyi zapt edemiyordu. Deve birden hızlanıyor ve ta kafilenin önü-
ne geçiyordu. Devenin sahibi Hz. Ömer ise, biraz da kızarak oğlunun bin-
diği deveyi durduruyor ve onu tekrar arka tarafa sürüyordu. Bu durumu
gören Peygamber Efendimiz, Hz. Ömer’e, “Bu hırçın deveni bana satar mı-
sın?” buyurdu. Bunun üzerine Hz. Ömer derhâl, “Deve senindir ey Allah’ın
Resûlü.” dedi. Ancak Peygamberimiz sözünü yineleyerek deveyi kendisine
bedeli mukabilinde satmasını söyledi. Hz. Ömer de emre uydu ve deveyi
sattı. Hz. Resûl, Abdullah’a seslenerek, “Ey Abdullah! Şimdi bu deve senindir.
Artık ona istediğini yapabilirsin.” buyurdu.1 Abdullah bu duruma çok sevin-
mişti, artık bindiği deve onundu. Hem de çok sevdiği Resûlullah’ın kendi-
ne hibe etmesiyle devenin kıymeti bir kez daha artmıştı gözünde...
Satın aldığı deveyi Abdullah’a hibe ederek onu sevindiren Allah
Resûlü, bu hâdise ile kendisine bir şey bağışlanan kişinin, o şey üzerinde
tam yetki sahibi olduğunu da beyan etmişti. Peygamber Efendimiz, aynı
şekilde hicretin dördüncü yılında cereyan eden Zâtü’r-Rikâ’ Gazvesi’nden
dönüş yolunda, Câbir b. Abdullah’ın yorgun düşen devesini kendisinden
satın almak istediğini söylemiş, Medine’ye vardıktan sonra ücretini öde-
miş, hemen arkasından Câbir’e, “Para da deve de senindir!” demiş ve deve-
sini ona hibe etmişti.2
Hibe, karşılığını sadece Allah’tan bekleyerek bağışta bulunmak ve
Allah’ın kendisine bahşettiği nimetleri, diğer insanlarla paylaşmaktır. Ki-
şinin değişik vesilelerle malından bir kısmını başkalarına vermesi, çeşit-
li adlarla anılsa da, üzerinde ısrarla durulan önemli ibadet türlerindendir.
Bu, bazen zekât şeklinde mecburî olabileceği gibi bazen de kişinin kendi
isteğine bırakılmış olabilmektedir. İsteğe bağlı bağışlardan biri de, kişinin
malını hayatta iken karşılıksız olarak başkasına vermesi anlamına gelen hi- 1B2115 Buhârî, Büyû’, 47.
bedir. Sadaka, hediye, atıyye, nıhle gibi “karşılıksız verme” anlamına gelen 2B2861 Buhârî, Cihâd, 49;
M4100 Müslim, Müsâkât,
bütün kavramlar hibe olarak ifade edilebileceği gibi, her birinin daha dar, 110; AU13/422 Aynî,
özel anlamlarının olduğu da söylenebilir. Örneğin, sadaka karşılıksız olarak Umdetü’l-kârî, XIII, 422.
501
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
Allah rızası için fakir ve ihtiyaç sahiplerine verilen mal için kullanılırken,
hediye daha çok muhatap ile sevgi bağı oluşturmak,3 toplumsal bağları güç-
lendirmek4 yahut devletlerarası ilişkiler çerçevesinde diplomatik teâmüllere
uymak5 gibi amaçlarla verilen mallar için kullanılmaktadır. Özel ayrıntıları
ifade edebilmek için ayrı ayrı kullanılan bu kavramların6 bazı hadis rivayet-
lerinde kısmen birbirinin yerine de kullanıldığı görülmektedir.
Sevgili Peygamberimiz, hem insanlar arasındaki kardeşliği en üst dü-
zeye çıkarmak, hem de fakir ve zengin arasındaki kaynaşmayı tesis etmek
için diğerkâmlık, paylaşma, ihsan, vefa gibi erdemli davranışların yanında,
karşılıksız bağış yapmayı da tavsiye etmiştir. Nitekim kendisinden bir şey
isteyeni asla geri çevirmemiş,7 yanında verebileceği bir şeyler varsa vermiş;
yoksa başka zaman vereceğini söyleyerek isteyen kişinin gönlünü almıştır.8
Peygamberimizin dostları, “Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcama-
dıkça iyiliğe asla erişemezsiniz. Her ne harcarsanız Allah onu bilir.”9 âyetinin gere-
ği olarak ömürleri boyunca “verme”yi kendilerine şiar edinmişlerdi. Öyle ki,
bu âyet indiğinde, Ebû Talha, “Ey Allah’ın Resûlü! Rabbimiz mallarımızdan
dağıtmamızı istiyor. Seni şahit tutarım ki ben Beyrûhâ adlı bahçemi Allah
yolunda verdim.” deyince Peygamberimiz (sav), “Bu ne kârlı bir maldır! Bu ne
kârlı bir maldır!” diye onu takdir ettikten sonra bahçeyi onun akrabalarından
fakir olan Hassân b. Sâbit ve Übey b. Kâ’b’a vermesini istemişti.10
Resûlullah (sav), maddî bakımdan rahatlatmak ve yakınlık kurmak
için insanlara hibe verdiği gibi, onları İslâm’a yakınlaştırmak için de ba-
ğışta bulunabiliyordu. Bir defasında yanına gelen bir şahsa bu amaçla bir
3 MU1651 Muvatta’, Hüsnü’l-
koyun sürüsü hibe etmiş ve onun kavmine ilâhî mesajı götürmesine vesile
Hulk, 4. olmuştu.11 Aynı şekilde yeni Müslüman olan Hevâzin kabilesinin temsil-
4 T2130 Tirmizî, Velâ ve
cilerine savaş esirlerini hibe etmeye karar verip ashâbına da dileyenlerin
Hibe, 6.
5 D155 Ebû Dâvûd, Tahare, esirleri hibe edebileceğini bildirmiş,12 böylece onların gönüllerini hoş ede-
59. rek sevgilerini kazanmayı hedeflemişti.
6 M2491 Müslim, Zekât, 175.
7 B6034 Buhârî, Edeb, 39; Peygamber Efendimiz, çeşitli nedenlerden dolayı bir şeyler isteyenlere
EM279 Buhârî, el-Edebü’l- de mal hibe ediyordu. Bedir Savaşı’ndan sonra Sa’d b. Ebû Vakkâs, elinde
müfred, 106.
8 EM278 Buhârî, el-Edebü’l- bir kılıçla Allah Resûlü’nün yanına gelip kılıcı kendisine hibe etmesini is-
müfred, 105. temişti. Ancak Hz. Peygamber, “Bu kılıç ne senindir, ne de benim.” buyurarak
9 Âl-i İmrân, 3/92.
10 N3632 Nesâî, Ehbâs, 2; ganimet mallarını taksimattan önce hibe edemeyeceğini bildirmişti. Bir
MU1845 Muvatta’, Sadaka, 1. müddet sonra, “(Ey Muhammed!) Sana ganimetler hakkında soruyorlar. De ki:
11 M6020 Müslim, Fedâil, 57.
502
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
kisine sahip değildim, ancak şimdi bunu sana verme yetkisini aldım.” dedikten
sonra kılıcı ona hibe etmişti.14
Resûlullah, boynunda iz bırakacak kadar hırçın bir tavırla gömle-
ğini çekiştirip sonra da kendisine bir şeyler verilmesini isteyen bedevîye
bile şefkatle davranmış ve gülümseyerek ona bağışta bulunulmasını
emretmişti.15 Ancak Huneyn ganimetlerinden kendisine de verildiği hâlde
defalarca bunun artırılmasını isteyen Hakîm b. Hızâm’ı itidale çağırarak,
büyük bir hırs ve açgözlülükle dünya malına tamah etmenin, insanın iç
dünyasında yapacağı tahribata dikkat çekmişti.16
Sağlıklı iletişim içerisindeki bireylerden oluşmuş bir toplumun sos-
yal sıkıntıları çözme kabiliyeti daha fazladır. Bu nedenle Allah Resûlü
Müslümanları birbirlerinin ihtiyaçlarını gidermeye çağırır, “Kim kardeşi-
nin ihtiyacını giderirse Allah da onun ihtiyacını giderir.” buyururdu.17 Çünkü
gönülden yapılan bağış, bir ihtiyacı karşılamanın ötesinde, veren ve alan
arasında sıcak bağlar kurulmasına vesile olarak toplumsal kaynaşmaya
katkı sağlamaktaydı.
Allah Resûlü bazen ashâbından varlıklı olanlara çağrıda bulunarak,
onları kamuda ortak kullanılmak üzere hibeye teşvik ederdi. Hz. Osman’ın
Rûme Kuyusu’nu satın alarak insanların ondan ücretsiz istifade etmelerini
sağlaması,18 bu teşviklerin maksadına ulaştığını gösteriyordu. Bazen de
ihtiyaç sahibi birisinin sıkıntısının giderilmesi için hibede bulunulmasını
isteyen Allah Resûlü, “Kim darda kalan borçluya zaman tanırsa yahut (alaca-
ğının tamamını veya bir kısmını) borçluya bağışlarsa, Allah onu, başka hiçbir
gölgenin (himayenin) olmadığı kıyamet gününde kendi arşının gölgesinde (hima-
yesinde) gölgelendirecektir.”19 buyuruyordu.
Hz. Peygamber, aynı zamanda hibenin şeklini ve sınırlarını da açıkla-
mıştır. Bu bağlamda her şeyden önce, kişinin kendi ailesini ve çocuklarını
düşünmeden malının hepsini hibe etmesinin doğru bir davranış olmadı-
ğını vurgulamıştır. Aşere-i Mübeşşere’den olan Sa’d b. Ebû Vakkâs, hasta-
lanmıştı. Hastalığı ağırdı ve iyileşebileceğinden ümidi yoktu. Bu hâldeyken
14 T3079 Tirmizî, Tefsîru’l-
Hz. Peygamber onu ziyaret etti ve “Allah’ım, Sa’d’a şifa ver. Allah’ım, Sa’d’a şifa Kur’ân, 8.
ver.” diye onun için üç defa dua etti. Sa’d b. Ebû Vakkâs hastalığının ağır- 15 B5809 Buhârî, Libâs, 18.
olarak bir kızımdan başka kimsem bulunmuyor. Bu sebeple malımın hep- 18 T3699 Tirmizî, Menâkıb,
18.
sini bağışlamak istiyorum, ne dersiniz?” diye sordu. Resûlullah (sav), “Ha- 19 T1306 Tirmizî, Büyû’, 67;
yır, olmaz.” buyurdu. Sa’d, “Üçte ikisini bağışlasam?” deyince, Resûlullah M7512 Müslim, Zühd, 74.
503
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
(sav), “Hayır, o da olmaz.” diye cevap verdi. Bu defa Sa’d, “Peki yarısını
bağışlasam?” dedi. Resûlullah (sav), “Hayır.” deyince Sa’d üçte birini ba-
ğışlamak istediğini söyledi. Allah Resûlü, “Üçte biri olur. Aslında üçte bir de
çoktur ya!” buyurdu ve sonra şöyle devam etti: “Ey Sa’d! Vârislerini varlıklı
bırakman, onları muhtaç ve halka (sadaka için) ellerini açar bir hâlde bırakman-
dan şüphesiz daha hayırlıdır. Ey Sa’d! Allah rızası için sarf ettiğin her nafakanın
ecrini alırsın. Hatta yemek yerken hanımının ağzına koyduğun bir lokmadan
dolayı bile (sevap kazanırsın.)”20 Sa’d b. Ebû Vakkâs bu olaydan sonra daha
uzun yıllar yaşadı, dört erkek çocuk ile birçok kız evlâdı daha oldu.21
Aynı şekilde sahâbeden Tebük savaşından geri kalıp da pişman olan
ve tevbe eden Kâ’b b. Mâlik de tevbesi kabul edildikten sonra Kutlu Nebî’ye
gelip, “Allah Teâlâ’nın tevbemi kabul etmesine karşılık bütün malımı Al-
lah ve Resûlü’ne hibe etmek istiyorum.” deyince Kutlu Nebî, “Hayır, malı-
nın bir kısmını kendine bırakman daha hayırlıdır.”22 buyurmuştu. Böylece Hz.
Peygamber, bir yandan bağış yapmaya teşvik ederken, öte yandan bunun
sınırının ne olması gerektiğini de öğretiyor, kişiyi, bağış yapmadan önce
sorumlu olduğu aile bireylerini düşünmeye sevk ediyordu.
Peygamber Efendimiz Medine’ye vardığında, devesi Müslümanların
o sırada namaz kılma yeri olarak seçtikleri yere çökmüştü. Burası daha
evvel Es’ad b. Zürâre’nin terbiyesinde bulunan Süheyl ve Sehl adlı iki ye-
tim çocuğa ait olup hurma kurutmak için kullanılan bir harman yeriydi.
Resûlullah, “İnşallah burası bizim konaklayacağımız yerdir.” buyurduktan
sonra bu iki genci davet edip, orayı mescit yapmak üzere onlardan satın
almak istedi. Yetim olan bu iki genç ise satmak yerine burayı Resûlullah’a
hibe etmek istediler. Fakat Allah Resûlü, çocukların bu hibesini kabul
etmedi. Belirlenen bir bedel karşılığında arsayı satın aldı ve Mescid-i
Nebevî’yi bu arsa üzerine bina etti.23
Hibenin esas itibariyle insanlar arasında sevgi, dostluk ve yardımlaş-
mayı teşvik eden ve geliştiren hoş bir davranış olduğu dikkate alınarak,
bu güzelliği gölgeleyecek her türlü tavırdan kaçınmak gerekir. Hele bunu
20 M4209 Müslim, Vasiyyet, tam aksi bir duruma çevirerek, yapılan hibe neticesinde bazılarının gönlü-
5. nü kırmak, insanlar arasında kin ve düşmanlığa sebebiyet verecek şekilde
21 İF5/363 İbn Hacer, Fethu’l-
bârî, V, 363-366; AU14/48 bağışta bulunmak doğru değildir. Bu konuda sık karşılaşılan bir durum
Aynî, Umdetü’l-kârî, XIV, 48. olarak, çocuklar ve aile bireyleri arasında adalet gözetilmeksizin yapılan
22 B2757 Buhârî, Vesâyâ, 16.
504
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
ilişkiyi besleyecek ve kırgınlık oluşturmayacak şekilde birbirlerine bağış 27 D2870 Ebû Dâvûd, Vesâyâ, 6.
505
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
32 AV9/336 Azîmâbâdî, İnsanlar, birbirlerine bu şekilde hibede bulunuyorlardı. Ancak bu tür hi-
Avnü’l-ma’bûd, IX, 336. beler uzun süreli olduğu için taraflardan biri vefat edince vârislerin malın
33 D3547 Ebû Dâvûd, Büyû’,
(İcâre), 84. kime kalacağı hususunda ihtilâfa düşme ihtimali vardı. Umrâ ve rukbâ
34 B2598 Buhârî, Hibe, 14;
şeklinde verilen bu hibeler, verene ait olmaya devam edecek miydi, yoksa
M4176 Müslim, Hibe, 8.
35 B3003 Buhârî, Cihâd, 137. verilen kişinin mülkiyetine mi geçecekti?
36 CA13/225 Cevâd Ali, el-
Peygamber Efendimiz bütün malî konularda olduğu gibi bu tür uygu-
Mufassal fî târîhi’l-Arab, XIII,
225.
lamalarda da şartların anlaşılır bir şekilde belirlenmesini tavsiye ediyordu.
37 “Hibe”, DİA, XVII, 424. Câbir b. Abdullah tarafından nakledilen, “‘Bu senin ve çocuklarının olsun.’
506
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
şeklinde verilen umrâ, verilende sürekli kalır. Ancak, ‘Bu mal yaşadığın müddetçe
senin olsun.’ denilerek verilen mal, bu kişi öldükten sonra sahibine döner.” hadi-
si38 bu tür hibelerin nasıl verilmesi gerektiğini izah etmekteydi. “Hangi-
miz ölürse” tabirine bağlı kalınarak verilen hibe çeşidi (rukbâ), belirsizlik
oluşturup vârislerin anlaşmazlığına neden olabilirdi. Dolayısıyla bu uygu-
lamanın anlaşılabilir ve ihtilâfa neden olmayan bir hâle dönüştürülmesi
gerekiyordu. Peygamber Efendimizin, “Rukbâ yoluyla mallarınızı birbirinize
vermeyiniz. (Ancak yine) o şekilde bir mal elde eden kişi, o malın sahibidir.”39
anlamında buyurduğu birçok hadiste40 rukbâ suretiyle verilen bağışları hoş
karşılamadığı ancak bu şekilde verilen malların sürekli bir hibe olarak ka-
bul edilebileceğini tavsiye ettiği anlaşılmaktadır. Böylece Efendimiz, rukbâ
yoluyla verilen hibelerin verilen kişiye ait olacağını belirterek belirsizliğin
önüne geçmiş oluyordu. Ancak kişilerin iki tarafın ölüm şartına bağlı ol-
maksızın süreyi ve miktarı belirleyerek verdikleri bağışların geçerli olduğu
hususu yine Peygamber Efendimizin hadislerinden anlaşılmaktadır.41
Süknâ konusunda yaşanan bir örnek ise şöyledir: Hz. Ömer’in oğlu
Abdullah’a kız kardeşi Hz. Hafsa’dan miras olarak bir ev düşmüştü. Hz.
Hafsa bu evi Zeyd b. Hattâb’ın kızına ömür boyu mesken olarak kullan-
ması (süknâ) için vermişti. Zeyd’in kızı ölünce, Abdullah b. Ömer kendi-
sinin olduğu görüşüyle bu eve sahip olmuştur.42 Böylece süknâ şeklinde
verilen bir malın, ücret alınmadan kullanılan bir mal gibi olduğu ve kulla-
nan kişinin ölümü hâlinde sahibine tekrar döneceği anlaşılmaktadır.
Sonuç olarak hibe; hediye, sadaka, vakıf gibi karşılığını Allah’tan
bekleyerek yapılan bağışları ifade eden genel bir kavramdır. Hibenin, ba-
ğışlayan ve bağışlanan açısından insanî ve ahlâkî bakımdan nasıl olması
gerektiğini ise Peygamber Efendimizin sünneti belirlemektedir. Hibe kişi-
nin ihtiyacına göre nakit para olabileceği gibi, kullanabileceği herhangi bir
eşya veya gayri menkul de olabilir. Barınabileceği bir mesken veya sürebi- 38 M4191 Müslim, Hibe, 23;
leceği bir arazi de olabilir. Sevabı sadece Allah’tan umularak, samimi bir D3555 Ebû Dâvûd, Büyû’,
şekilde ve malın iyisinden yapılan bağış aynı zamanda kişiyi ruhî olarak (İcâre), 86.
39 N3739 Nesâî, Rukbâ, 2.
da olgunlaştırır. Hibenin herhangi bir çıkar maksadıyla yahut bir yüküm- 40 D3556 Ebû Dâvûd, Büyû’,
lülükten kaçmak için verilmesi ve hibe alanların aşırı heveskâr tutumları (İcâre), 86; HM21989 İbn
Hanbel, V, 189.
ise dinimizce tasvip edilmemiştir. Kişiyi ve bakmakla yükümlü oldukla- 41 D3565 Ebû Dâvûd, Büyû’,
rını maddî olarak sıkıntıda bırakacak bir hibenin yapılmaması önerilmiş, (İcâre), 88; İM2398 İbn
Mâce, Sadakât, 5.
hibeden geri dönülmesi de uygun görülmemiştir. Bu konudaki tek istisna 42 MU1448 Muvatta’, Akdiye,
507
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
508
KURBAN
ALLAH’A YAKIN OLMA VESİLESİ
“�ِإ َّن َأ� َّو َل َما َن ْب َد ُأ� ِب ِه ِفي َي ْو ِم َنا: َي ْخ ُط ُب َف َق َالs َس ِم ْع ُت ال َّنب َِّي:َعَنِ الْبَرَاءِ قَال
”.اب ُس َّن َت َنا َ َف َم ْن َف َع َل َف َق ْد َأ� َص، ُث َّم َن ْرجِ َع َف َن ْن َح َر،هَ َذا َأ� ْن ن َُص ِّل َي
509
َمي ِم ْن عَ َم ٍل َي ْو َم ال َّن ْح ِر َأ� َح َّب ول ال َّل ِه َ sق َالَ “ :ما عَ ِم َل �آد ٌّ عَنْ عَائِشَةََ :أ� َّن َر ُس َ
الد ِم �ِإنَّه َل َي ْئ ِتي َي ْو َم ا ْل ِق َيا َم ِة ِب ُق ُرو ِن َها َو َأ� ْش َعا ِرهَ ا َو َأ� ْظل َا ِف َها َو�ِإ َّن َّ
الد َم �ِإ َلى ال َّل ِه ِم ْن �إِهْ َراقِ َّ
َل َي َق ُع ِم َن ال َّل ِه ب َِم َكانٍ َق ْب َل َأ� ْن َي َق َع ِم َن ْال َأ� ْر ِض َفطِ ي ُبوا ب َِها َن ْف ًسا”.
عَنْ شَدَّادِ بْنِ َأ�وْسٍ قَالَِ :ث ْنتَانِ َح ِف ْظ ُت ُه َما عَ ْن َر ُسولِ ال َّل ِه َ sق َالِ�“ :إ َّن ال َّل َه
َك َت َب ْال ِإ� ْح َس َان عَ َلى ُك ِّل َش ْي ٍء َف ِإ� َذا َق َت ْل ُت ْم َف َأ� ْح ِس ُنوا ا ْل ِق ْت َل َة َو�ِإ َذا َذ َب ْح ُت ْم َف َأ� ْح ِس ُنوا
الذ ْب َح َو ْل ُي ِح َّد َأ� َح ُد ُك ْم َش ْف َر َت ُه َف ْل ُي ِر ْح َذب َِيح َتهُ”. َّ
ول ال َّل ِه َ sي ْو َم ِع ٍيد ب َِك ْبشَ ْي ِن عَنْ جَابِرِ بْنِ عَبْدِ ال َّلهِ قَالََ :ض َّحى َر ُس ُ
ات َو ْال َأ� ْر َضالس َم َو َِف َق َال ِح َين َو َّج َه ُه َماِ�“ :إنِّى َو َّج ْه ُت َو ْج ِه َي ِل َّل ِذى َف َط َر َّ
اى َو َم َما ِتى ِل َّل ِه َر ِّبَح ِني ًفا َو َما َأ�نَا ِم َن ا ْل ُمشْ ِر ِك َين �ِإ َّن َصل َا ِتى َون ُُس ِكى َو َم ْح َي َ
يك َل ُه َوب َِذ ِل َك ُأ� ِم ْر ُت َو َأ�نَا َأ� َّو ُل ا ْل ُم ْس ِل ِم َين ال َّل ُه َّم ِم ْن َك َو َل َك
ا ْل َعا َل ِم َين َلا َش ِر َ
عَ ْن ُم َح َّم ٍد َو ُأ� َّم ِت ِه”.
510
Hz. Âişe’den rivayet edildiğine göre, Allah Resûlü (sav) şöyle
buyurmuştur: “Âdemoğlu kurban günü Allah katında kurban kesmekten
daha güzel bir amel işlemez. Kurban, kıyamet günü boynuzları, kılları ve
tırnaklarıyla (sevap olarak) gelir. Kurban, henüz kanı yere düşmeden, Allah
tarafından kabul edilir. Bu sebeple kurban kesme konusunda gönlünüz hoş
olsun, (bu iş size zor gelmesin).”
(T1493 Tirmizî, Edâhî, 1)
Şeddâd b. Evs diyor ki, “Ben iki şeyi Resûlullah’tan (sav) belledim. O
şöyle buyurdu: “Allah her işi güzel yapmayı istemiştir. Şu hâlde siz (meşru
bir sebeple) öldürürken de, (işkence etmeden) güzelce öldürün. Bir hayvanı
kestiğinizde de kesimini güzel yapın. (Biriniz hayvan keseceği zaman) bıçağını
bilesin ve kestiği hayvanı rahatlatsın!”
(M5055 Müslim, Sayd, 57; D2814 Ebû Dâvûd, Dahâyâ, 10-11)
511
T arih, hicretin ikinci senesi, Zilhicce ayının onunu göstermekteydi.
Peygamber (sav), Yesrib’in Medine-i Münevvere’ye dönüşmesinden sonra
ashâbıyla birlikte ilk kez Kurban Bayramı kutlayacaktı. İlk defa Allah adına
kurbanlar kesilecek, Müslümanlar birlik ve dirlik içinde bayram yapacak-
lardı. Ensar-muhacir kardeşliğinin ardından yardımlaşma ve dayanışma-
nın güzel bir örneği daha sergilenecekti. İslâm’ın bayramlarından birini
daha kutlamanın heyecan ve coşkusu büyük küçük herkesi sarmıştı.
Kurban Bayramı sabahı Yüce Peygamber ashâbına kıldıracağı bayram
namazına hazırlanmaktaydı. Güneşin yükselişiyle birlikte bayram nama-
zı için önceden tespit ettiği açık alandaki musallâya (namazgâha) doğru
ilerlemeye başladı. Yol boyu giderken henüz vakti gelmediği hâlde aceleyle
kesilmiş kurbanlar dikkatinden kaçmadı.
Allah Resûlü, bayram heyecanını yaşamaları, dua ve hutbeden yarar-
lanmaları arzusuyla genciyle yaşlısıyla bütün kadınların da bayram sabahı
namazgâha gelmelerini istemişti.1
Namazgâha varınca oradakilere selâm verdi. Kendisine verilen bir yay
veya bastona dayanarak Allah’a hamd ve senâ ettikten sonra2 ashâbına
şöyle seslendi: “Bugün ilk işimiz, (bayram) namazı kılmak, sonra dönüp kurban
kesmektir. Kim böyle yaparsa sünnetimize uymuş olur.”3
Her zamanki huşû ile kadın-erkek, genç yaşlı, çoluk çocuktan oluşan
ashâbına bayram namazını kıldırdı. Sonra kurbanla ilgili önemli mesajlar
verdiği hutbesini irad etti.
Bayram hutbesinde Kutlu Elçi, Yüce Allah’ın kurban günlerini Müs-
lümanlar için bayram ilân ettiğini ve kendisinin de bunu kabul etmekle
emrolunduğunu belirtti.4 Bayram günlerini, (oruç değil) yeme-içme5 ve 1 B974 Buhârî, Îdeyn, 15;
M2054 Müslim, Îdeyn, 10.
Allah’ı zikretme günleri olarak niteledi.6 Bayramda çeşitli kurbanların ke- 2 HM18682 İbn Hanbel, IV,
ten daha sevimli olan bir amel işlemez. Kurban, kıyamet günü boynuzları, kılları 1.
5 M2677 Müslim, Sıyâm, 144.
ve tırnaklarıyla (sevap olarak) gelir. Kurban, henüz kanı yere düşmeden, Allah 6 N4235 Nesâî, Fer’, 2.
tarafından kabul edilir. Bu sebeple kurban kesme konusunda gönlünüz hoş olsun, 7 T1493 Tirmizî, Edâhî, 1.
513
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
M5087 Müslim, Edâhî, 17. bununla emrolundum ve ben Müslümanların ilkiyim. Allah’ım (bu kurban) senden-
16 İM3121 İbn Mâce, Edâhî,
dir ve Muhammed ile ümmeti tarafından senin (rızan) için sunulmuştur.”16
1; D2795 Ebû Dâvûd,
Dahâyâ, 3-4.
Allah Resûlü’nün âyetler ihtiva eden17 bu duası, İslâm’daki kurban-
17 Bkz. En’am 6/79, 162-163. lar ile câhiliye dönemindeki kurbanlar arasındaki en önemli farkı göster-
514
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
durumunda istenildiği kadar yenilir, yedirilir ve saklanabilirdi.23 İhtiyacın 3; HM19498 İbn Hanbel, IV,
fazla olması hâlinde ise, tekrar Hz. Peygamber’in uygulamasına benzer bir 368.
20 D2812 Ebû Dâvûd,
tutum sergilenecekti. Dahâyâ, 9-10.
Hz. Âişe’ye göre söz konusu yasak, haram kılmaya yönelik değildi. 21 HM18682 İbn Hanbel, IV,
283.
Hz. Peygamber zenginlerin bu etlerle fakirleri doyurmasını istemişti.24 22 N4235 Nesâî, Fer’, 2;
Nitekim bazı rivayetlerde, ilgili yasak üzerine Medine’deki bazı Müslü- M5114 Müslim, Edâhî, 37.
23 T1510 Tirmizî, Edâhî, 14.
manlar, çoluk çocuk ve hizmetçileri bulunduğunu dile getirince, yemeleri, 24 B5438 Buhârî, Et’ıme, 37.
yedirmeleri, saklamaları yahut biriktirmeleri doğrultusunda Peygamber 25 M5108 Müslim, Edâhî, 33.
515
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
32 Sâffât, 37/101-108.
düşüncesiyle ölen kimsenin kabri başında da kurban kestikleri bilinmek-
33 Hac, 22/34. tedir. İslâm döneminde bu âdet, tevhid inancına aykırı öğelerden temizle-
516
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
nerek Hz. İbrâhim’in sünnetine uygun biçimde ihya ve ıslah edilmiş, sos-
yal işlevler de yüklenerek zenginleştirilmiştir. Putlar için hayvan kurban
etmek şirk, bu şekilde kesilen hayvanlar da murdar sayılmıştır.34
Kur’ân-ı Kerîm’de daha çok hac kurbanlarından söz edilir. Bu
âyetlerde, kurbanlık hayvanların Allah’ın nişaneleri olması, Allah adı
anılarak kesilmesi, onlardan yararlanılması, hem yenilmesi hem de yok-
sullara yedirilmesi, etlerinin veya kanlarının değil takvanın esas olduğu
anlatılır. Elbette bu hususlar, bayram günlerinde kesilen bütün kurbanlar
için fazlasıyla geçerlidir.35
Mekke döneminde inen, “Rabbin için namaz kıl ve kurban kes.”36 âyetine
rağmen, Resûl-i Ekrem’in Mekke’de kurban kestiğine dair herhangi bir
bilgi bulunmamaktadır. Kesin bir şekilde olmaksızın, “Kurban kesmekle
emrolundum.” şeklindeki rivayetlerde,37 “venhar” (kurban kes) emrine bir
atıf olabilirse de, âyetteki “venhar” emrinin anlamı ve bağlayıcılığı birçok
âlim tarafından farklı yorumlanmıştır.38
Kur’an’da verilen bu temel bilgilerden sonra, kurbanla ilgili detayları,
Hz. Peygamber’in Medine’deki uygulamalarından öğrenmekteyiz. Resûl-i
Ekrem’in hicretin ikinci yılından itibaren Kurban Bayramlarında kurban
kesmeye başlaması ve kurbanla ilgili çeşitli açıklamalardan oluşan zengin
hadis rivayetleri bu alandaki uygulamaların, fıkhî yorum ve değerlendir-
melerin zeminini teşkil etmiştir.39 34 “Kurban”, DİA, XXVI, 436.
35 Hac, 22/28, 36, 37; Bakara,
Bilindiği gibi kurbanlık hayvanlar sadece koyun, keçi, sığır, camız 2/196; Mâide 5/2, 95, 97.
ve develerden oluşmaktadır. Peygamber Efendimizden gelen hadislere 36 Kevser, 108/2.
37 MA4572 Abdürrezzâk,
göre, sığır ve deve, yedi kişi tarafından ortaklaşa kurban edilebilmekte;40 Musannef, III, 5; HM2081 İbn
kurbanın en hayırlısının boynuzlu koç olduğu belirtilmekte;41 kurbanlık Hanbel, I, 234.
38 KC20/219 Kurtubî, Tefsîr,
koyunların bir yaşını doldurmuş olması gerekmektedir.42 Ayrıca, sağlıklı
XX, 219-222.
olmayan, meselâ, topal olan, tek gözü kör olan, hastalığı iyice belli olan, 39 “Kurban”, DİA, XXVI, 436.
Abdullah b. Ömer, organları noksan veya yaşları elverişli hâle gelmemiş D2797 Ebû Dâvûd, Dahâyâ,
4, 5.
olan hayvanları kurban olarak kesmekten çekinir;45 Hz. Âişe’nin yeğeni 43 T1497 Tirmizî, Edâhî, 5.
Urve b. Zübeyr ise çocuklarına şöyle derdi: “Yavrularım! Hiçbiriniz şe- 44 D2789 Ebû Dâvûd,
Dahâyâ, 1.
refli dostlarınıza lâyık görmediğiniz hayvanları, hac (veya umre) kurbanı 45 MU1032 Muvatta’, Dahâyâ, 1.
olarak kesmesin. Çünkü Allah, şereflilerin en şereflisidir ve her şeyin en 46 MU856 Muvatta’, Hac, 46.
517
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
iyisine lâyıktır.”46
Yine hadislere göre kurbanlıkların sadece etleri değil, derileri, yün-
leri, develerin üzerindeki minder gibi değerli eşyalar da fakirlere tasad-
duk edilirdi.47 Kasap ücreti ise, kurban etinden değil, sahibi tarafından
ödenirdi.48
Kişi, kurbanını bizzat kesebileceği gibi, vekil tayin etmek suretiyle
başkasına da kestirebilir.49 Nitekim Allah Resûlü de, hicretin dokuzuncu
senesinde kurbanlık develerini hac emîri olarak tayin ettiği en yakın dostu
olan Hz. Ebû Bekir’le Mekke’ye göndermişti.50 Yine Hz. Ali, Peygamberi-
mizin yaptığı vasiyet gereği onun adına iki koç kesmişti.51
Kurban kesmenin fıkhî hükmü, sahâbeden beri tartışılagelmiştir. Ab-
dullah b. Ömer’e bu husus sorulduğunda, Resûlullah’ın (sav) Medine’de
on yıl kaldığını ve her yıl kurban kestiğini,52 (ona uyarak) Müslüman-
ların da kurban kestiğini ve böylece kurban kesmenin sünnet olduğunu
söylemiştir.53 İbn Ömer’in, bu soruya, Kevser sûresindeki “venhar” emrine
değil de, Hz. Peygamber’in devamlı uygulamasına dayanarak cevap ver-
mesi dikkat çekmektedir.
Resûlulah’ın tavsiyelerini eksiksiz dikkate alan ve gereğince amel
etme eğiliminde olan sahâbîler, ondan öğrendikleri bu faziletli ibadeti
—maddî durumları ölçüsünde— yine ona uyarak yerine getirmeye çalışmış-
47 B1708 Buhârî, Hac, 113. lardır. Ancak zamanla kurban kesme âdeta zorunlu bir yükümlülük gibi
48 M3180 Müslim, Hac, 348;
İM3099 İbn Mâce, Menâsik, anlaşılmaya başlanmış olmalıdır. Buna mukabil Akabe Biati’ne katılan en
97. genç sahâbî olma şerefine ermiş54 Ebû Mes’ûd el-Ensârî (Ukbe b. Amr),
49 MU889 Muvatta’, Hac, 59.
Musannef, IV, 383. beni (birden fazla kurban kestirerek) sıkıntıya soktu. Halbuki (evvelden) bir
57 Hİ2/43 İbn Hacer, İsâbe,
aile, bayramda bir veya iki koyunu kurban ederdi. Şimdi (bir iki koyunla ye-
II, 43.
58 MA8150 Abdürrezzâk, tinirsek) komşularımız bizi cimrilikle itham ediyorlar.”58 Halbuki ben, Ebû
Musannef, IV, 383; İM3148 Bekir ve Ömer’in bile kurban kesmediklerine şahit oldum.”59
İbn Mâce, Edâhî, 10.
59 MA8139 Abdürrezzâk,
İstanbul’u şereflendiren sahâbî Ebû Eyyûb el-Ensârî de ilerleyen yıllar-
Musannef, IV, 381. da kurban konusundaki bu gayretin boyutlarını şöyle anlatır: “Resûlullah
518
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
(sav) zamanında kişi, kendisi ve çoluk çocuğu için bir koyun keserdi.
Onun etinden hem kendileri yer, hem de başkalarına yedirirlerdi. Daha
sonra Müslümanlar arasında gördüğün bu mal çokluğuyla övünme duru-
mu ortaya çıktı ve birkaç kurban kesmeye başladılar.”60
Kurban ile ilgili farklı yaklaşımlar, sahâbe sonrasında da devam etmiş-
tir. Hz. Peygamber’in uygulamasına dayanan Ebû Hanîfe ve talebeleri, dinen
aranan şartları taşıyan kimselerin kurban kesmesini vacip görürken; diğer
fakihler ise bunu sünnet olarak değerlendirmişlerdir. Netice itibariyle kur-
ban kesme, İslâm dünyasının genelinde canlı bir şekilde uygulanmaktadır.
İslâm geleneğinde kurbanın yerine nakit olarak bedelinin verilme-
si kabul görmemiştir. Putları adına kurbanlar kesenlerin şirkine karşılık,
İslâm’da ‘sadece Allah adına ve O’nun adıyla O’na gönderilen’ bir tevhid
sembolüdür kurban.
Kurbanın ibadet boyutu kadar, toplumsal fonksiyonu da önem arz
eder. Allah için kesilen kurban ibadetinde, tüketimi itibariyle muhtaç in-
sanların doyurulması gibi pratik bir amaç gözetilir. Buradaki hikmet, Al-
lah rızası ile birlikte yoksulun et ve gıda ihtiyacını karşılamaktır. Böylece
kurban, Müslüman toplumda kardeşlik, yardımlaşma ve dayanışma ruhu-
nu canlı tutar, sosyal adaletin gerçekleşmesine katkıda bulunur. Zengine
malını Allah rızası için harcama ve başkalarıyla paylaşma haz ve alışkan-
lığını verir; onu cimrilik hastalığından, dünya malına tutkunluktan kurta-
rır. Neticede fakirleri de bayram günlerindeki sevince ortak ederek, birlik
ve kardeşlik içinde huzurlu bir bayram geçirmelerini sağlar.61
Kurban ibadetinin bir hikmeti de zengini muhtaç kardeşlerine yak-
laştıran önemli bir vesile olmasıdır. Komşuları, akrabaları, dostları, yakın
olsun uzak olsun kardeşleri birbirine bağlayan ve ruhları kaynaştıran bir
ibadettir. Vekâlet yoluyla Afrika’da, Asya’da adını dahi duymadığı birçok
yoksul ülkede yaşayan hiç görmediği, tanımadığı, aç ve muhtaç kardeş-
lerine uzattığı bir eldir. Binlerce kilometre uzaktaki kardeşleriyle yakın-
laşmanın, bütünleşmenin, ümmet olmanın adıdır kurban. Yoklukların,
afetlerin yaşandığı coğrafyalara ulaşmak, fizikî mesafeleri gönül coğraf-
yasında aşmak, onların dertlerini paylaşmak, onlara umut ışığı olmaya
çalışmaktır. Hatta sadece din kardeşlerine değil, inancı ne olursa olsun
muhtaç olan herkese ulaşmaktır!
60 T1505 Tirmizî, Edâhî, 10;
Kurban, Yüce Yaratıcı’ya yakınlaşmaktır; kurbanlarımız, “kurb” anları- MU1040 Muvatta’, Dahâyâ, 5.
mızdır, yani O’na en yakın olma zamanlarımızdır. Kurban, mukarrebûndan 61 “Kurban”, DİA, XXVI, 436.
519
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
olma çabasıdır, yani takvaya erişme arzusu içinde Yüce Yaratıcı’ya yaklaşan-
lar arasına girebilme gayretidir. Kurban, takvaya; takva da Allah’a ulaştırır.
Nitekim Yüce Rabbimiz hac kurbanlarından söz ederken kurbanların, as-
lında Allah’ı yüceltme ve O’na şükretme vesilesi olduğunu belirttikten sonra
şöyle buyurur:
62 Hac, 22/36-7. “(O kurbanların) ne etleri, ne de kanları Allah’a ulaşacaktır. Fakat O’na
sizin takvanız ulaşacaktır.”62
520
ADAK
SÖZE VEFA
s َف َأ�تَى َأ�خُ وهَ ا ال َّنب َِّي، َأ� َّن ا ْم َر َأ� ًة ن ََذ َر ْت َأ� ْن ت َُح َّج َف َمات َْت:ٍعَنِ ابْنِ عَبَّاس
ِ “ َأ� َر َأ� ْي َت َل ْو َك َان عَ َلى ُأ�خْ ِت َك َد ْي ٌن َأ� ُك ْن َت َق: َف َق َال،َف َس َأ� َل ُه عَ ْن َذ ِل َك
”اض َيهُ؟
”.ِ “ َفا ْق ُضوا ال َّل َه َف ُه َو َأ� َح ُّقبِا ْل َو َفاء: َق َال. َن َع ْم:َق َال
İbn Abbâs’tan rivayet edildiğine göre, bir kadın hacca gitmeyi adamış
fakat gidemeden ölmüştü. Bunun üzerine kardeşi Resûlullah’a (sav) gelip
bu durumda ne yapılacağını sordu. Allah Resûlü (sav) de ona, “Kardeşinin
bir borcu olsaydı, onu öder miydin?” diye sordu. O, “Evet” diye cevapladı.
Bunun üzerine Allah Resûlü, “O hâlde Allah’a borcunuzu ödeyin. Çünkü
Allah vefa gösterilmeye daha lâyıktır.” buyurdu.
(N2633 Nesâî, Menâsikü’l-hac, 7)
521
عَنْ عَائِشَةَ gعَ ِن ال َّنب ِِّي َ sق َال: “ َم ْن ن ََذ َر َأ� ْن ُيطِ َيع ال َّل َه َف ْل ُيطِ ْعهَُ ،و َم ْنن ََذ َر
َأ� ْن َي ْع ِص َي ُه َفل َا َي ْع ِص ِه”.
عَنْ َأ�بِى هُرَيْرَةَ عَ ِن ال َّنب َِّي َ sق َال:“�ِإ َّن ال َّن ْذ َر َلا ُي َق ِّر ُب ِم ِن ا ْب ِن �آ َد َم َش ْيئًا َل ْم َي ُك ِن
ال َّل ُه َق َّد َر ُه َلهَُ ،و َل ِك ِن ال َّن ْذ ُر ُي َوا ِف ُق ا ْل َق َد َرَ ،ف ُي ْخ َر ُج ب َِذ ِل َك ِم َن ا ْل َب ِخ ِيل َما َل ْم َي ُك ِن
ا ْل َب ِخ ُيل ُي ِر ُيد َأ� ْن ُي ْخ ِر َج”.
522
Hz. Âişe’den (ra) nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle
buyurmuştur: “Her kim Allah’a itaat etmeyi adarsa, Allah’a itaat etsin. Her
kim de Allah’a karşı isyan etmeyi adarsa, sakın Allah’a isyan etmesin!”
(B6696 Buhârî, Eymân ve nüzûr, 28)
523
S akîf kabilesinden Kerdem b. Süfyân’ın kızı Meymûne anlatıyor:
“Hz. Peygamber’in Veda haccında babamla birlikte dışarı çıkmıştım. Ben
Allah Resûlü’nü orada gördüm. Etraftaki insanlar, ‘Açılın! (Allah’ın Resûlü
geliyor!)’ diye bağrışıyorlardı. Dikkatle Hz. Peygamber’i gözlemeye başla-
dım. Babam kalabalığı yararak Allah’ın Resûlü’ne yaklaştı. Efendimiz deve-
sinin üzerindeydi. Babam ona iyice yaklaştı ve onun ayağını tuttu. Buna ses
çıkarmayan Hz. Peygamber, devesini durdurarak babamı dinledi. Babam,
‘Ey Allah’ın Resûlü! Ben vaktiyle, bir erkek çocuğum olursa, Büvâne dağı-
nın dik yamaçlarında elli koyun keseceğim, diye adakta bulunmuştum, ne
buyurursunuz?’ diyerek, ne yapması gerektiğini sordu.”1
Büvâne’de koyun kesmeyi adayan Kerdem, aslında bu vaadini yerine
getirecekti, ancak adakta sözü geçen Büvâne, Kureyş’e ait bir putun bulun-
duğu bir yerdi. Kureyşliler orada saçlarını tıraş ederek kurbanlar kesmek-
te, yılda bir kez toplanıp törenler yapmaktaydı.2 Dolayısıyla zihinlerdeki
bütün hatıralarıyla şirki çağrıştıran bu özel yerde, kendisine bahşettiği ni-
mete şükretme düşüncesiyle Allah için bir ibadet yerine getirilebilir miydi?
İşte Kerdem’in zihnini bu soru meşgul etmekteydi.
Kıyamete kadar söz konusu kaygıyı taşıyacak olan ümmetine mesaj
niteliğindeki cevap, çözümü içinde barındıran bir soruyla birlikte gel-
di. “Orada herhangi bir put var mı?” diye sordu Hz. Peygamber. Kerdem,
Büvâne’nin şirk emarelerinden temizlendiğini dikkate alarak “Hayır” diye
cevap verdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav), “O hâlde Allah’a olan ada-
ğını yerine getir.” buyurdu. Meymûne olayın gerisini şöyle anlatmaktadır:
“Daha sonra babam adamış olduğu koyunları toplayıp kesmeye baş-
ladı. Ancak bir koyun elinden kurtulup kaçtı. Babam onu ararken bir ta-
raftan da, ‘Allah’ım adağımı yerine getirmeyi nasip et!’ diye yalvarıyordu.
Sonunda kaçan koyunu yakalayıp onu da kesti.”3
Câhiliyeden yeni kurtulan, alışkanlıkların ve mekânların hâlâ eski
1 D3314 Ebû Dâvûd, Eymân
inanç ve ibadetleri çağrıştırdığı bir yer ve zamanda Müslümanlar, adağın ve nüzûr, 22.
meşruiyeti, yeri ve zamanı gibi hususlarda kaygı duymaktaydılar. Bir ta- 2 ZE1/80 Zehebî, Târîhu’l-
İslâm, I, 80.
raftan Yüce Yaratıcı’ya verdikleri sözleri yerine getirmeye çalışırken, diğer 3 D3314 Ebû Dâvûd, Nüzûr,
525
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
7 B2042 Buhârî, İ’tikâf, 15 . bir savaşta düşmanın eline geçmişti. Ümmü Zer prangaya vurulmuş bir
8 D3308 Ebû Dâvûd, Nüzûr,
hâldeydi. Her nasılsa, bir gece ahali hayvanlarını evlerinin önüne salarken
24.
9 N2633 Nesâî, Menâsikü’l-
kadın bağından kurtulmayı başardı ve develerin yanına kadar ulaştı. Fakat
hac, 7. o, bir devenin yanına varır varmaz deve böğürüyor, o da irkilip diğerine
526
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
nüzûr, 28.
Resûl-i Ekrem, can, mal ve sağlık gibi temel prensipler açısından ko- 14 MU1019 Muvatta’, Nüzûr,
runması zorunlu olan değerlere zarar verecek bir şekle büründüğünde, 4.
527
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
19.
Ümit, korku, beklenti veya şükran gibi duyguların yoğun olduğu an-
19 T3690 Tirmizî, Menâkıb, 17. larda, Yüce Yaratıcı’ya dönerek yapılan vaadlerin arzu edildiği gibi çık-
528
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
lerde yer alan, ‘istemediği hâlde cimrinin elinden malı çıkarılır.’ ifadesi de nüzûr, 26.
529
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
530
ÖZÜRLÜLÜK ve İBADETLER
GÜCÜ NİSPETİNDE SORUMLU OLMAK
s َكان َْت بِى َب َو ِاسي ُر َف َس َأ� ْل ُت ال َّنب َِّي:َ قَالd ٍعَنْ عِمْرَانَ بْنِ حُصَيْن
َ : َف َق َال.الصل َا ِة
َف ِإ� ْن َل ْم، َف ِإ� ْن َل ْم ت َْس َتطِ ْع َف َق ِاع ًدا،“ص ِّل َقا ِئ ًما َّ عَ ِن
”.ت َْس َتطِ ْع َف َع َلى َج ْن ٍب
İmrân b. Husayn (ra) diyor ki:
“Basur hastalığım vardı. Bu sebeple Hz. Peygamber’e (sav) gelerek nasıl
namaz kılacağımı sordum. Hz. Peygamber şu cevabı verdi:
“Namazı ayakta kıl, buna gücün yetmezse oturarak kıl, buna da gücün
yetmezse yan üstü yatarak kıl.”
(B1117 Buhârî, Taksîru’s-salât, 19)
531
ول ال َّل ِه ِ sفى َس َف ٍر َف َر َأ�ى عَنْ جَابِرِ بْنِ عَبْدِ ال َّلهِ قَالََ :ك َان َر ُس ُ
اس عَ َل ْي ِهَ ،و َق ْد ُظ ِّل َل عَ َل ْي ِهَ ،ف َق َالَ “ :ما َلهُ”.
َر ُجل ًا َق ِد ْاج َت َم َع ال َّن ُ
ول ال َّل ِه َ “ :sل ْي َس ا ْل ِب ُّر َأ� ْن ت َُصو ُموا َقا ُلواَ :ر ُج ٌل َصا ِئ ٌمَ .ف َق َال َر ُس ُ
الس َف ِر”.
ِفى َّ
ول ال َّل ِه ِ� sإ َذا َب َع َث َأ� َح ًدا ِم ْن َأ� ْص َحا ِب ِه ِفى َب ْع ِض عَنْ َأ�بِى مُوسَى قَالََ :ك َان َر ُس ُ
َأ� ْم ِر ِه َق َالَ “ :بشِّ ُروا َو َلا ُت َن ِّف ُرواَ ،و َي ِّس ُروا َو َلا ُت َع ِّس ُروا”.
532
Câbir b. Abdullah (ra) anlatıyor: Bir yolculuk esnasında Resûlullah (sav),
insanların etrafına toplanarak gölgelendirdikleri bir adam gördü ve “Neyi
var?” diye sordu. Etrafındakiler, “O, oruçlu.” deyince Resûlullah (sav)
şöyle buyurdu: “(Zorlanmanız yahut zarar görmeniz hâlinde) yolculukta oruç
tutmanız iyilik (fazilet) değildir.”
(M2612 Müslim, Sıyâm, 92)
533
A llah Resûlü bir gün kendisine indirilen Kur’an âyetlerini yaz-
ması için vahiy kâtiplerinden Zeyd b. Sâbit’i yanına çağırmıştı. Bunu du-
yan Zeyd, yazı için eline aldığı bir kürek kemiğiyle Resûlullah’ın (sav)
yanına geldi. Hz. Peygamber, Nisâ sûresinin 95. âyetini yazdıracaktı. “Mü-
minlerden oturanlarla Allah yolunda cihad edenler bir olmaz.” demişti ki âmâ
sahâbî Abdullah b. Ümmü Mektûm çıkageldi. Allah Resûlü’nün sözlerini
işitmişti ve bu nedenle yüreğini derin bir hüzün kaplamıştı. Dilinden dö-
külen şu sözler üzüntüsünü ve çaresizliğini ifade etmeye yetiyordu: “Yâ
Resûlallah! Vallahi, eğer gücüm yetseydi ben de mutlaka cihada katılır-
dım.” İbn Ümmü Mektûm’un iman dolu bu sözcüklerin ardından vahyin
ağırlığı tekrar Allah Resûlü’nün üzerine çöktü. Zira kulunun taşıyamaya-
cağı yükü ona asla yüklemeyen Allah Teâlâ, “özür sahipleri müstesna” ifade-
sini Elçisi’ne vahyetmişti.1
İnsanı yaratan Allah, onu en iyi tanıyan ve dolayısıyla onun sınırları-
nı en iyi bilendir.2 Ve O, her şeye kadir olduğu gibi kuluna gücünün yet-
meyeceği bir vazifeyi vermeyecek kadar da âdildir. Çünkü O, Rahmân ve
Rahîm’dir. Hayatın her ânında insanlara karşı şefkatli ve merhametli olan3
Yüce Yaratıcı, kullarına birtakım sorumluluklar yüklerken elbette onları
donattığı özellikleri en iyi bilendir.4 Bu nedenle onlara çekemeyecekleri
bir yükü asla yüklememiştir.5 Zihinsel engelli kimseleri sorumluluktan
tamamen muaf tutarken, “Âmâya güçlük yoktur, topala güçlük yoktur, hastaya
güçlük yoktur.”6 âyetiyle bedensel engellilik gibi uzun süreli ya da hastalık
gibi daha kısa süreli engeller nedeniyle dinin bazı gereklerini yerine getire-
meyen kimseleri bu nedenle günahkâr saymayacağını bildirmiştir. Zira O,
kulları için kolaylığı diler, onların zorluk çekmelerini istemez7 ve “Rabbim, 1 B4592 Buhârî, Tefsîr, (Nisâ)
18; M4911 Müslim, İmâre,
bize çekemeyeceğimiz yükü yükleme!”8 diye dua eden kullarına icabet eder. 141.
2 Mülk, 67/13-14.
Hastalık, insanı zayıf düşüren bir durum olduğu için İslâm dini bunu
3 Bakara, 2/143.
bir mazeret kabul etmiş ve hastaların ibadetlerini yerine getirmeleri için 4 Mülk, 67/14.
bazı kolaylıklar sunmuştur. Peygamberimiz (sav) sağlık problemleri olan 5 Bakara, 2/286.
6 Nûr, 24/61.
kimselerin durumunu mutlaka dikkate almış, kişinin ibadetleri yerine ge- 7 Bakara, 2/185.
tirmek için sağlığını düşünmeksizin canını tehlikeye atacak derecede ken- 8 Bakara, 2/286.
535
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
salât, 33. kolayınıza gelen kurbanı gönderin. Kurban yerine varıncaya kadar başlarınızı
13 M926 Müslim, Salât, 82.
tıraş etmeyin. Sizden her kim hasta olursa yahut başından bir rahatsızlığı var-
14 B702 Buhârî, Ezân, 61.
15 Bakara, 2/185. sa; oruç, sadaka, kurban cinsinden biri üzere fidye gerekir.”19 âyetiyle, bir ra-
16 Bakara, 2/184.
hatsızlığı nedeniyle hacda bazı görevlerini yerine getiremeyen kimselerin
17 M3078 Müslim, Hac, 258.
536
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
miştir. Dolayısıyla âdet günleri sona erdiği hâlde kanaması bitmeyen bir 119.
23 İM1668 İbn Mâce, Sıyâm,
kadın, âdetinin bitiminde mutlaka gusül abdesti almalıdır.27 Özür ka-
12.
naması gören kadının eşiyle birlikte olmasına da müsaade edilmiştir.28 24 B325 Buhârî, Hayız, 24;
Böyle özrü olan bir hanımın Kur’an okuması, mescide girmesi ve tavaf M753 Müslim, Hayız, 62.
25 M753 Müslim, Hayız, 62.
etmesi de bu müsaade kapsamındadır.29 Devam eden burun kanaması 26 D297 Ebû Dâvûd, Tahâret,
ve idrar tutamama gibi abdeste mâni olan bir durumun sürekliliği söz 112; T126 Tirmizî, Tahâret,
94.
konusu olduğunda da aynı hüküm geçerlidir. 27 B228 Buhârî, Vudû’, 63.
Bedensel engellilik, hastalık, yolculuk ve yaşlılık gibi durumların dı- 28 DM839 Dârimî, Tahâret,
537
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
538
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
âdet edinerek sonunda bunların bir mecburiyet hâline gelmesine yani farz 108.
40 Bakara, 2/173; En’âm,
kılınmasına yol açan, dolayısıyla kendi kendilerine zorluk çıkaran geç-
6/145.
miş kavimlerin45 bu hâllerine dikkat çeken Hz. Peygamber,46 ümmetinin 41 B6786 Buhârî, Hudûd, 10.
kılmak gibi yapmaktan zevk duyduğu bazı ibadetleri bazen bilerek terk 259.
44 D422 Ebû Dâvûd, Salât, 7;
etmiş47 ve kendisi gibi gece namazı kılmak isteyen sahâbîlere de şöyle öğüt
HM11028 İbn Hanbel, III, 5.
vermiştir: “Gücünüzün yeteceği kadar işi (ibadeti) üzerinize alın. Çünkü sizler 45 Hadîd, 57/27.
(ibadetten) usanıp bıkarsınız da Allah (sevap vermekten) bıkmaz. Allah katın- 46 D4904 Ebû Dâvûd, Edeb,
44.
da amellerin en hayırlısı az da olsa devamlı olandır.”48 Ashâbından herhangi 47 B1128 Buhârî, Teheccüd,
birini bir göreve gönderdiği zaman onlara, “Müjdeleyin nefret ettirmeyin; ko- 5; M1662 Müslim, Müsâfirîn,
77.
laylaştırın zorlaştırmayın.”49 tavsiyesinde bulunan Rahmet Peygamberi, şu 48 M1827 Müslim, Müsâfirîn,
uyarısıyla bütün çağlara seslenmiştir: “Din kolaydır. Bir kişi takatinin üstün- 215; N763 Nesâî, Kıble, 13.
49 M4525 Müslim, Cihâd ve
de ibadete kalkışırsa din karşısında âciz kalır. Bunun için aşırıya kaçmayın, dos-
Siyer, 6.
doğru yolu tutun ve (salih amellerden alacağınız mükâfattan ötürü) sevinin.”50 50 B39 Buhârî, Îmân, 29.
539
YOLCULUKTA İBADET
YOLCUYA TANINAN KOLAYLIKLAR
“ا ْل َم ْس ُح عَ َلى ا ْلخُ َّف ْي ِن ِل ْل ُم َسا ِف ِر: َق َالs عَنْ خُزَيْمَةَ بْنِ ثَابِتٍ عَ ِن ال َّنب ِِّي
”.َثل َا َث ُة َأ� َّيا ٍم َو ِل ْل ُم ِق ِيم َي ْو ٌم َو َل ْي َل ٌة
541
ول ال َّل ِه َ sي ْج َم ُع َب ْي َن َصل َا ِة ُّ
الظ ْه ِر عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ قَالََ :ك َان َر ُس ُ
َوا ْل َع ْص ِر �ِإ َذا َك َان عَ َلى َظ ْه ِر َس ْي ٍرَ ،و َي ْج َم ُع َب ْي َن ا ْل َم ْغ ِر ِب َوا ْل ِعشَ اءِ.
عَنْ َأ�نَسِ بْنِ مَالِكٍ قَالََ :ك َان ال َّنب ُِّي ِ� sإ َذا ا ْرت ََح َل َق ْب َل َأ� ْن َت ِزيغَ
الظ ْه َر �ِإ َلى َو ْق ِت ا ْل َع ْص ِرُ ،ث َّم َي ْج َم ُع َب ْي َن ُه َماَ ،و�ِإ َذا ز ََاغ ْت
الشَّ ْم ُس َأ�خَّ َر ُّ
الظ ْه َر ُث َّم َر ِك َب.َص َّلى ُّ
الس َف ِر َق َال:
الص ْو ِم ِفي َّ ول ال َّل ِه sعَ ِن َّ عَنْ حَمْزَةَ ﴿بْنِ عَمْرٍو﴾ قَالََ :س َأ� ْل ُت َر ُس َ
“�ِإ ْن ِشئ َْت أ�ن ت َُصو َم َف ُص ْم َو�ِإ ْن ِشئ َْت أ�ن ُت ْفطِ َر َف َأ� ْفطِ ْر”.
542
İbn Abbâs (ra) şöyle demiştir: “Resûlullah yolculukta öğle ile ikindi
namazlarını cem eder (tek vakitte birleştirerek peş peşe kılar), aynı
şekilde akşam ile yatsı namazlarını da cem ederdi.”
(B1107 Buhârî, Taksîru’s-salât, 13)
Enes b. Mâlik şöyle demiştir: “Hz. Peygamber (sav), öğle vakti girmeden
sefere çıkacağı zaman öğle namazını ikindi vaktine kadar erteler, sonra
iki namazı beraber kılardı. Öğle vaktinden sonra yola çıktığında ise
namazını kılar yola öyle çıkardı.”
(B1111 Buhârî, Taksîru’s-salât,15)
543
H icretin sekizinci yılı Ramazan ayında, Allah Resûlü ve bin-
lerce sahâbîsi Mekke’nin fethi için yola çıktıklarında oruçlu idiler. Mek-
ke yakınlarındaki Kürâu’l-Ğamîm mevkiine vardıklarında vakit ikindiyi
geçmişti. Hz. Peygamber, yorgun ve bitap düşen ashâbının oruçtan dolayı
hayli zorlandığını fark etti. Arkadaşlarından bir tas su istedi ve getirilen bu
suyu herkesin gözü önünde içti. Allah Resûlü’nün orucunu bozduğunu gö-
renlerden bazıları derhâl oruçlarını bozdu, bazıları ise oruçlarına devam
ederek bozmadılar. Bunu duyan Allah’ın Elçisi, “Onlar sözüme karşı geliyor-
lar, onlar sözüme karşı geliyorlar!” diyerek oruç tutmaya devam edenlerin bu
tutumundan hoşlanmadığını bildirdi.1
Yolculuk hâli, başlı başına bir meşakkattir. Hemen her yolculuğun
kendine göre birtakım riskleri, sıkıntıları ve güçlükleri vardır. Kişi eşin-
den, işinden, evinden uzak kalarak, zihnen ve bedenen yorulur. Nitekim
Peygamber Efendimiz, “Yolculuk, uykunuzu ve yeme-içmenizi engelleyen bir
çeşit azaptır.”2 buyurarak yolculuğun sıkıntısını tarif etmiştir. Durum böyle
olunca kişi, bir an önce evine, yurduna, ailesine sağ salim kavuşma çabası
içinde hisseder kendini.
Kur’ân-ı Kerîm’de savaş ve hastalık gibi yolculuğun da sıkıntılı olduğu-
na işaret edilmiş ve bu durumlar için özel hükümlere işaret edilmiştir. Savaş
esnasında kılınan namaz için olduğu gibi, yolculukta kılınan namaz için
de kolaylık sağlanmıştır. “Yeryüzünde sefere çıktığınız vakit kâfirlerin size sal-
dırmasından korkarsanız, namazı kısaltmanızdan ötürü size bir günah yoktur.”3
âyeti her ne kadar savaş amacıyla sefere çıkılması hâlinde namazın kısaltı-
labileceğine işaret ediyorsa da, Peygamber Efendimizin uygulamalarından,
bu âyetin diğer yolculuklarda namazların kısaltılmasını da kapsadığı anla-
şılmaktadır. Dolayısıyla hem savaş esnasında kılınan korku namazları hem
de yolculukta kılınan namazlar için farklı kolaylıklar sağlanmıştır.
“Eğer hasta veya yolculukta iseniz veya biriniz tuvaletten gelmişse ya da
1 M2610 Müslim, Sıyâm, 90;
hanımlarla cinsel ilişkiye girip de su bulamazsanız, o zaman temiz bir toprakla N2265 Nesâî, Sıyâm 49.
teyemmüm edin.”4 âyetinde yolculuğa çıkan insanların su bulamama gibi 2 B3001 Buhârî, Cihâd, 127;
edebileceklerine işaret edilmektedir. Aynı şekilde, “Sizden kim hasta ya da 4 Mâide, 5/6.
545
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
yolculukta olursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutar. Oruca gücü
yetmeyen ise bir yoksul doyumu fidye verir.”5 âyetinde oruç konusunda hasta
ve yolcu için özel kolaylık sağlandığı bildirilmiştir. Kulları için zorluğu de-
ğil daima kolaylığı isteyen Yüce Allah,6 sıkıntılı anlarında kullarına böyle
kolaylıklar sağlamıştır.
Resûlullah’ın yaptığı yolculuklara bakıldığında, risâlet öncesinde ti-
caret; sonrasında ise hicret, cihad, umre ve hac yapmak için sefere çıktı-
ğı, seferin sıkıntılarını yaşayarak yolculuk esnasında yapılan ibadetlerle
ilgili kolaylaştırıcı hükümleri uyguladığı ve bunları ashâbına da öğrettiği
görülmektedir. Bu hükümlerden biri hafif ve yumuşak deriden yapılan
ve ayakları topuklarla birlikte örten bir çeşit ayakkabı olan mestler üze-
rine yapılan meshin süresi ile ilgilidir. Hz. Peygamber (sav), “Mestler üze-
rine mesh süresi, yolcu için üç gün üç gece, mukim içinse bir gün bir gecedir.”
buyurmuştur.7 Tâbiîn âlimlerinden Şureyh b. Hâni bir gün Hz. Âişe’ye
gelerek yolculukta mest üzerine meshetme meselesini sorar. Hz. Âişe de
ona, “Ali b. Ebû Tâlib’e git ve ona sor. Çünkü o Resûlullah (sav) ile birlikte
sefere çıkıyordu.” der. Bunun üzerine Şureyh, Hz. Ali’ye gider ve Allah
Resûlü’nün nasıl meshettiğini sorar. Hz. Ali, Resûlullah’ın (sav) yolcunun
üç gün üç gece, mukim olanın da bir gün bir gece meshedebileceğini be-
lirlediğini anlatır.8 Yine sahâbeden Huzeyme b. Sâbit’in, “Resûlullah (sav),
‘(Yolculukta) mestlere üç gün mesh edin.’ buyurdu. Eğer bu sürenin daha fazla
olmasını isteseydik onu artıracaktı.”9 ifadeleri, Allah Resûlü’nün her za-
man, özellikle de seferde sıkıntıları gidermeye yönelik bir tutum sergiledi-
ğinin bir diğer işaretidir.
Hz. Peygamber’in yolculukta ashâbına öğrettiği önemli kolaylık-
lardan biri de namazların kısaltılarak ve cem edilerek kılınabileceği-
dir. Hicretin dokuzuncu senesiydi. Müslümanlara karşı savaşmak üzere
Dımaşk’ta kırk bin kişilik bir ordu hazırlanmıştı. Böyle bir askerî harekât
5 Bakara, 2/184.
6 Bakara, 2/185. hazırlığını öğrenen Allah’ın Resûlü genel seferberlik ilân etti. Hazırlanan
7 D157 Ebû Dâvûd, Tahâret, 60.
ordu Tebük’e doğru yola çıkmıştı. Gidilecek yer uzak, havalar ise sıcak ve
8 M639 Müslim, Tahâret, 85.
9 HM22201 İbn Hanbel, kuraktı. Zorlu bir yolculuğa çıkılmıştı.10 Hatta Kur’ân-ı Kerîm bu yolcu-
V, 214; D157 Ebû Dâvûd, luğu “sâatü’l-usra” (güçlük zamanı) diye nitelemişti.11 Bu yolculuk esna-
Tahâret, 60.
10 İF8/111 İbn Hacer, Fethu’l- sında Resûl-i Ekrem mola verip hareket edeceği zaman öğle vakti henüz
bârî, VIII, 111; BH3/99 girmemişse öğleyi ikindi vaktine kadar geciktirmiş ve ikisini bir arada
Halebî, es-Sîretü’l-Halebiyye,
III, 99.
kılmıştı. Öğle vakti girdikten sonra hareket edecekse, ikindiyi öne alarak
11 Tevbe, 9/117. ikisini bir arada kılmış, sonra hareket etmişti. Akşamdan önce hareket
546
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
edeceği zaman akşam namazını geciktirmiş, akşamı yatsı ile birlikte kıl-
mış; şayet akşamdan sonra hareket edecekse yatsı namazını öne almış,
yatsıyı akşam ile birlikte kılmıştı.12
Peygamber Efendimiz cem uygulamasını “öğle ile ikindi” ve “akşam
ile yatsı” namazlarını birleştirmek suretiyle yapıyordu.13 O, yolculukta va-
racağı yere acele gitmesi gerektiği zamanlarda da,14 düşman takibi ve kor-
kusu gibi acele etmesini gerektiren bir durum bulunmadığı seferlerde de
öğle ile ikindiyi ve akşam ile yatsıyı cem ederek kılardı.15 Nitekim onun bu
tutumuna şahit olan Abdullah b. Ömer gibi sahâbîler de böyle yapardı.16
Enes b. Mâlik Peygamber Efendimizin yolculuktaki namazı nasıl cem et-
tiğini şöyle anlatıyordu: “Hz. Peygamber (sav), öğle vakti girmeden sefere
çıkacağı zaman öğle namazını ikindi vaktine kadar erteler, sonra iki na-
mazı beraber kılardı. Öğle vaktinden sonra yola çıktığında ise namazını
kılar yola öyle çıkardı.”17
Sevgili Peygamberimiz işlerin daima dengeli yürümesinden yana idi.
İbadetleri ihmal etmeden bunların günlük hayatın akışı içindeki konu-
munu belirliyordu. Saîd b. Cübeyr, İbn Abbâs’a, Hz. Peygamber’in Tebük
Seferi’nde namazı neden cem ettiğini sorduğunda, “Ümmetini meşakkate
sokmamak istediği için” cevabını almıştı.18 Böylece Allah Resûlü’nün sefe-
re çıkan ashâbını karşılaşabilecekleri sıkıntılardan kurtarmak ve kolaylık
sağlamak amacıyla namazları cem ettiği anlaşılmaktadır.
Hz. Peygamber’in seferde bizzat uygulayarak ashâbına gösterdiği
kolaylıklardan biri de namazın kısaltılmasıdır. Hz. Âişe’den rivayet edi-
len, “Allah, namazı farz kıldığı zaman, hazarda (barış durumunda ve yerleşik
iken) ve seferde ikişer rekât olarak farz kılmıştı. Sonra sefer namazları oldukları
12 T553 Tirmizî, Cum’a, 42.
gibi bırakıldı da hazar namazları artırıldı.”19 hadisinden de anlaşıldığı gibi 13 B1107 Buhârî, Taksîru’s-
seferîliğin sıkıntısı göz önünde bulundurularak namazların rekât sayısın- salât, 13.
14 N595 Nesâî, Mevâkît, 45.
da kolaylık sağlanmıştır. İbn Abbâs’tan rivayet edildiğine göre, Resûlullah 15 İM1069 İbn Mâce, İkâmet,
(sav), Mekke’den Medine’ye yola çıkar ve âlemlerin Rabbi olan Allah’tan 74.
16 B1091 Buhârî, Taksîru’s-
başka hiçbir şeyden korkusu olmadığı hâlde namazlarını ikişer rekât ola-
salât, 6.
rak kılardı.20 O, bu kısaltmanın Yüce Allah’ın müminlere bir ikramı ol- 17 B1111 Buhârî, Taksîru’s-
duğunu söylerdi. Ya’lâ b. Ümeyye, Ömer b. Hattâb’a, “Allah Teâlâ, ‘Yeryü- salât,15.
18 M1630 Müslim, Müsâfirîn,
zünde sefere çıktığınızda, kâfirlerin size bir fenalık yapmasından korkarsanız, 51.
namazı kısaltmanızda size bir sorumluluk yoktur.’21 buyuruyor. Halbuki in- 19 B350 Buhârî, Salât, 1.
547
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
548
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
min etmeye yönelik bir tedbir idi. Nitekim Resûlullah’ın (sav) uygulama- 35 N2311 Nesâî, Sıyâm, 59.
549
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
HM21371 İbn Hanbel, V, 110. Allah Resûlü, seferden döndüğünde Allah’a şükür amacıyla iki rekât
41 B3595 Buhârî, Menâkıb, 25.
namaz kılıyordu. Kuşluk vakti yoldan döndüğü zaman (doğru) mescide
42 N1457 Nesâî, Taksîru’s-
salât, 4. girer ve oturmadan önce iki rekât namaz kılardı.44 Nitekim Câbir b. Ab-
43 D338 Ebû Dâvûd, Tahâret,
dullah diyor ki, “Ben bir seferde Peygamber’in beraberinde bulundum.
126.
44 B3088 Buhârî, Cihâd 198.
Medine’ye geldiğimiz zaman Peygamber (sav) bana, ‘Mescide gir de iki rekât
45 B3087 Buhârî, Cihâd, 198. namaz kıl.’ buyurdu.”45 Böylece Efendimiz seferin sıkıntılarından kurtula-
550
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
rak evine selâmetle vardığında Allah’a şükretmenin güzel bir haslet oldu-
ğunu ashâbına öğretiyordu.
İslâm, Allah ile kul arasındaki ilişkiye son derece önem veren bir din-
dir. Hem yolculuktaki sıkıntı ve meşakkatler dikkate alınarak tanınan ko-
laylık ve ruhsatlar hem de bütün zorluklara rağmen namazın kısaltılarak
veya birleştirilerek kılınmasına verilen önem, Yüce Allah’ın kullarına olan
sevgisinin ve onları mânevî huzurunda istemesinin bir ifadesidir. Fakih
sahâbîlerden İbn Abbâs’ın rivayet ettiği, “Allah, namazı Peygamberinizin
(sav) dilinden hazarda (barışta ve yerleşik hâlde iken) dört, seferde iki, kor-
ku zamanında da bir rekât olarak farz kıldı.”46 hadisi, müminlere gösterilen
merhamet ve ikramı en güzel şekilde ifade etmektedir. Yolculuk, hastalık,
savaş gibi sıkıntılı zamanlarda ibadet etmenin kolaylaştırılması bir yandan
insanların ibadete devamını sağlayıp iştiyaklarının kırılmamasını temin et-
tiği gibi diğer yandan da gönüllerinin rahata ermesini sağlamaktadır.
İslâm dininin, hükümlerini zaman ve coğrafî şartları da dikkate ala-
rak herkesi kucaklayacak şekilde vazetmesi, evrenselliğinin bir gereğidir.
Bugün gayet konforlu ve rahat yapılan yolculuklar olduğu gibi; imkânsızlık
sebebiyle ya da iklim ve coğrafyanın zorluklarından dolayı ağır şartlarda
yapılan yolculuklar da vardır. Şurası bir gerçektir ki, yolculuktaki ruh-
satları kullanmanın sebep ve hikmeti meşakkatten ziyade bizâtihi yolcu-
luktur. Belli mesafedeki bir yolculuğa niyetlenen herkes bu ruhsatlardan
yararlanma hakkına sahiptir. Peygamber Efendimizin bizzat uygulama-
larında görüldüğü üzere, dört rekâtlı farz namazların ikişer rekât olarak
kılınması, iki namazın birleştirilerek bir vakitte kılınması, nafile namaz-
ları binek üzerinde kılmanın ve suyun bulunamaması hâlinde teyemmü-
mün caiz olması, cuma namazının terk edilebilmesi, mestler üzerine mesh
müddetinin üç güne kadar uzatılması, Ramazan orucunun kaza edilmek
üzere sonraya bırakılmasına izin verilmesi gibi pek çok husus, ibadetlerin
uygulanışında yolculara tanınan ruhsatlardır. Dileyen bu ruhsatları değil
de azimeti uygulayabilir yani ibadetleri hazardaki (mukîm iken) hâlleriyle
yerine getirmeyi tercih edebilir. Ancak tanınan bu kolaylıkların “Allah’ın
bir ikramı” olduğunu unutmamak gerekir. 46 M1575 Müslim, Müsâfirîn, 5.
551
AZİMET ve RUHSAT
ASLÎ HÜKÜMLER ve ARIZÎ DURUMLAR
“�ِإ َّن ُه َل ْي َس ِم َن ا ْل ِب ِّر َأ� ْن: َقال...s ول ال َّل ِه َ َأ� َّن َر ُس:ِ�َأخْبَرَنِى جَابِرُ بْنُ عَبْدِ ال َّله
”.الس َف ِر َوعَ َل ْي ُك ْم ِب ُرخْ َص ِة ال َّل ِه ا َّل ِتى َرخَّ َص َل ُك ْم َفا ْق َب ُلوهَ ا
َّ ت َُصو ُموا ِفى
553
عَنْ حَمْزَةَ بْنِ عَمْرٍو الْ�َأسْلَمِي َ dأ� َّن ُه َق َالَ :يا َر ُس َ
ول ال َّل ِه! َأ�جِ ُد ِّ
ول ال َّل ِهاح؟ َف َق َال َر ُس ُ
الس َف ِرَ ،ف َه ْل عَ َل َّي ُج َن ٌ
الص َيا ِم ِفى َّ بِى ُق َّو ًة عَ َلى ِّ
ِ “ :sه َي ُرخْ َص ٌة ِم َن ال َّل ِهَ ،ف َم ْن َأ�خَ َذ ب َِها َف َح َس ٌنَ ،و َم ْن َأ� َح َّب َأ� ْن
َي ُصو َم َفل َا ُج َن َاح عَ َل ْي ِه”.
ول ال َّل ِه َ sب ْي َن عَنْ عَائِشَةَ زَوْجِ ال َّنبِي َ sأ�نهَا قَالَتَْ :ما خُ ِّي َر َر ُس ُ
َّ ِّ
َأ� ْم َر ْي ِن �ِإ َّلا َأ�خَ َذ َأ� ْي َس َرهُ َما َما َل ْم َي ُك ْن �ِإ ْث ًماَ ،ف ِإ� ْن َك َان �ِإ ْث ًما َك َان َأ� ْب َع َد
اس ِم ْن ُه...
ال َّن ِ
ول ال َّل ِه ِ�“ :sإ َّن ال َّل َه ُي ِح ُّب َأ� ْن ُت ْؤتَى ُرخَ ُص ُه َك َما عَنِ ابْنِ عُمَرَ قَالََ :ق َال َر ُس ُ
َي ْك َر ُه َأ� ْن ُت ْؤتَى َم ْع ِص َي ُتهُ”.
554
Hamza b. Amr el-Eslemî (ra), “Ey Allah’ın Resûlü! Yolculukta iken oruç
tutabilecek gücü kendimde bulabiliyorum. Böyle yapmamda bir sakınca
var mı?” diye sordu. Bunun üzerine Resûlullah (sav), “Bu, Allah’ın verdiği
bir ruhsattır. Kim bunu alıp uygularsa güzel olur. Ama kim de oruç tutmak
isterse bunu yapmasında bir sakınca yoktur.” buyurdu.
(M2629 Müslim, Sıyâm, 107)
İbn Abbâs anlatıyor: “Resûlullah (sav) bana şöyle dedi: ‘...Dinde aşırılıktan
sakının. Muhakkak ki sizden öncekileri dinde aşırılığa gitmek helâk etmiştir.’”
(N3059 Nesâî, Menâsikü’l-hac, 217)
555
P eygamber Efendimiz, bir Ramazan gününde hazırlıklarını ta-
mamlayıp ashâbı ile birlikte bir sefere çıkmıştı. Dayanılmaz bir çöl sıcağı
vardı. Sıcaktan kavrulan toprak ayakları, güneş ise başları kavuruyordu.
Resûlullah (sav) yolda ilerlerken sıcağın ve orucun etkisiyle ashâbının yo-
rulduğunu görünce dinlenmeye çekilmelerini istedi. Yeteri kadar gölgele-
nebilecek ağaç olmadığı gibi, çadır kurmak için de vakit yoktu. İnsanlar
gölgelenmek için buldukları ağaçların altına sığınmaya çalışıyorlardı. Bu
arada Peygamberimiz insanların toplandığını gördü. Seslerin geldiği yere
vardığında bazı kimselerin bir ağacın gölgesinde baygın hâlde yatan Ebû
İsrâil isimli sahâbînin başında toplandıklarını, yüzüne su serperek onu
serinletmeye, rahatlatmaya çalıştıklarını gördü. Peygamberimiz durumu
öğrenmek maksadıyla, “Bu arkadaşınıza ne oldu?” diye sordu. Onlar, “Ey
Allah’ın Resûlü, o oruçlu.” dediler. Bunun üzerine Peygamberimiz, “(Zor-
lanmanız yahut zarar görmeniz hâlinde) yolculukta oruç tutmak, fazilet değildir.
Allah’ın size tanıdığı ruhsatı kullanın ve onu kabul edin.” buyurdu.1
Allah’ın kullarını sorumlu tuttuğu çeşitli emirler ve yasaklar, helâller
ve haramlar asıl hükümleri oluşturur ve bunlarla amel etmek “azimet” ola-
rak anılır. Fakat bu hükümlerin uygulanması esnasında karşılaşılan za-
ruret, meşakkat ve ihtiyaç gibi ârizî durumlar sebebiyle bazı hükümlerde
çeşitli kolaylıklar gösterilmiştir. İşte bu kolaylıklara da “ruhsat” adı verilir.
Buna göre “azimetler” Allah’ın kulları üzerindeki hakkı, “ruhsatlar” ise
kulların Allah’ın lütfundan aldıkları bir paydır.2 Ruhsatlar dini yaşamada
bir gevşeklik değil, bilakis zorluk ve güçlüğün bulunduğu özel şartlarda
dinin yaşanabilir olmasına imkân sağlayan özel ve geçici uygulamalardır.
İnananlar öncelikle asıl yapmakla yükümlü oldukları hükümlerle yani azi-
metle amel ederler. Ancak güçlerini aşan bir zaruret, ihtiyaç ya da zorlukla
karşılaştıklarında kendilerine verilen ruhsatlardan da istifade etmeleri ge-
rektiğini bilirler. Bu nedenledir ki Cenâb-ı Hak, zorluk doğurabilecek bazı
durumlarda bir çıkış yolu olarak ruhsatları da bildirmiştir. Örneğin Müs- 1 N2260 Nesâî, Sıyâm, 47;
lümanlara orucu farz kılmış, hastalık veya yolculuk durumunda orucun İF4/186 İbn Hacer, Fethu’l-
ertelenip daha sonra uygun bir zamanda kaza edilebileceği, buna imkân bârî, IV, 186.
2 ŞB1/306 Şâtıbî, Muvâfakât,
olmaması hâlinde de fidye verilebileceğini bildirerek güçlüğü ortadan kal- I, 306.
dırmış ve “Allah sizin için kolaylık diler, zorluk dilemez!” buyurmuştur.3 Yine, 3 Bakara, 2/183-185.
557
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
558
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
onlar söz dinlemeyenlerdir!” buyurdu.16 Öte taraftan Abdullah b. Abbâs gibi17 hac, 217; HM3248 İbn
Hanbel, I, 347.
meşakkatli durumlarda verilen ruhsatlara ziyadesiyle sevinenler de bulun- 14 M6569 Müslim, Birr, 52;
maktaydı. Onlar böylece dinin azimetlerini yerine getirirken de ruhsatla- DM681 Dârimî, Tahâret, 2.
15 TA3/324 Mübârekpûrî,
rıyla amel ederken de aynı ibadet huzurunu paylaşmaktaydılar. Tuhfetü’l-ahvezî, III, 324.
Bazen Allah’ın verdiği ruhsatların bilinmemesi ya da onlardan yararla- 16 M2610 Müslim, Sıyâm, 90;
nılmaması yüzünden ortaya çıkan üzücü hâdiseler, Hz. Peygamber’in daha T710 Tirmizî, Savm, 18.
17 HM2349 İbn Hanbel, I,
sert tepkiler vermesine yol açmaktaydı. Câbir b. Abdullah’ın (ra) anlattığına 259.
559
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
23 Bakara, 2/185.
rı içine düştükleri meşakkatlerden kurtarmak olan İslâm dini, kolaylık
24 Hac, 22/78. temeli üzerine bina edilmiştir.25 Allah’ın dininde kolaylık vardır.26 Onun
25 B39 Buhârî, Îmân, 29.
560
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
seçerdi. Şayet (kolay olan iş) günah ise ondan insanların en uzak duranı
o olurdu...”27 Nitekim o, arkadaşlarından birini bir bölgeye görevli olarak
gönderdiğinde, “Kolaylaştırın, zorlaştırmayın; sevdirin, nefret ettirmeyin.”28
buyurmuş ve bunu bir hayat düsturu hâline getirmiştir.
Verilen örneklerden hareketle, İslâm’daki ruhsatların yalnızca ibadet-
ler konusundaki hükümlerle ilgili olduğu sanılmamalıdır. Bazen imanla
ilgili hususlarda dahi belli ruhsatlar söz konusudur. Özellikle Mekke dö-
nemindeki baskı ve işkence yıllarında yaşanan ibret verici şu sahne, inanç
konusunda dahi bazı ruhsatlara başvurulduğunun göstergesidir.
Mekke müşriklerinin ağır işkenceleri sonucunda anne ve babasını şe-
hit veren Ammâr b. Yâsir, işkence altında bitkin düşmüşken müşriklerin
zor kullanması sonucu onların taptığı ilâhlar hakkında olumlu sözler söy-
leyerek kurtulabilmişti. Daha sonra Peygamber Efendimize durumu an-
latınca, Ammâr’ın baskı sonucu söylediklerini değil, kalbindeki imanını
dikkate alan Allah Resûlü, “Tekrar (zulüm) ederlerse sen yine böyle söyle!”
diyerek onu teskin etmişti.29 Yüce Allah’ın, “Kalbi imanla dolu olduğu hâlde
(inkâra) zorlanan” diye andığı30 dolayısıyla kalbinde iman açısından en
ufak bir şüphe bulunmayan Ammâr için Resûl-i Ekrem, “Ammâr iliklerine
kadar iman ile doludur.” diyerek ona tasviplerini bildirmiştir.31
Hadislerde görüldüğü üzere Peygamber Efendimiz zamanında azi-
metler kadar ruhsatlar da uygulanmıştır. Bunu belirleyen de ashâbının du-
rumu, hükme konu olan şeyin bağlamı ve zamanı olmuştur. Müslüman’ın
yapması gereken şey, aslî olan görevlerini yerine getirmektir. Bu da azimet
olarak tanımlanmıştır. İhtiyaç, zaruret ve meşakkat hâsıl olduğu zaman
da zorunlu veya isteğe bağlı olarak ruhsatlara başvurulacaktır. Sözün özü,
normal şartlar dâhilinde azimetler ile, şartlar gerektirdiğinde de suistimale
ve istismara yol açmayacak şekilde ruhsatlarla amel edilmelidir.
Kullarına taşıyamayacakları yük yüklemeyen Cenâb-ı Hakk’ın buy-
rukları karşısında ruhsatlar birer alternatif hüküm gibidirler. Kolaylık 27 M6045 Müslim, Fedâil, 77.
prensibi de Allah’ın muradı olduğuna göre, sıkıntılı durumlarda ruhsata 28 B69 Buhârî, İlim, 11;
M4525 Müslim, Cihâd ve
yönelmek de genel bir kural hükmündedir. Çünkü Yüce Allah, “Gerçekten, siyer, 6.
güçlükle beraber bir kolaylık vardır.” buyurmuştur.32 İşte Hz. Peygamber’in 29 ST3/248 İbn Sa’d, Tabakât,
III, 249.
bu kural doğrultusunda bütün sahâbeye değil de bazı arkadaşlarına tanı- 30 Nahl, 16/106.
dığı kolaylıklar, diğerleri tarafından da bilinmekte ve gerekçeleri anlaşıl- 31 İM147 İbn Mâce, Sünnet,
maktaydı. Hz. Peygamber’in ipek elbise giymeyi erkeklere yasaklamasına 11; N5010 Nesâî, Îmân, 17.
32 İnşirâh, 94/6.
rağmen33 Abdurrahman b. Avf ve Zübeyr b. Avvâm’ın maruz kaldıkları 33 B5832 Buhârî, Libâs, 25.
561
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
kaşıntı gibi bir rahatsızlıktan dolayı ipek elbise giymelerine izin verme-
si34 bu tür örnekler arasında sayılabilir. Yine İslâm’da yalan söylemek ve
laf taşımak gibi davranışlar uygun (helâl) olmayan davranışlar arasında
yer almasına rağmen, Allah Resûlü düşmanı yanıltma ve dargınların ve
eşlerin arasını bulma gibi bazı özel durumların dikkate alınmasını öner-
miş35 ve “İnsanların arasını düzelten ve bunun için iyilik maksadıyla söz taşıyan
veya iyilik maksadıyla (yalan) söyleyen, yalancı değildir.”36 buyurmuştur. Bu ve
benzeri rivayetlerden, söz konusu ruhsatların maksada, zamana, yere ve
kişiye göre farklılıklar gösterdiği anlaşılmaktadır.
İslâm’ın çeşitli hükümlerini yerine getirirken bireylerin karşılaştıkları
zaruret ve zorluklar karşısında ruhsatlardan yararlanması, dinin vermiş
olduğu bir kolaylıktır. Bu tür ruhsatların istismar edilmesi ne kadar sa-
kıncalıysa, onları dinî hayatta bir “gevşeklik” olarak görmek, “yapılması
gereken ibadetleri terk etmek” şeklinde anlamak da o kadar yanlıştır.
Ancak Allah yolunda savaş gibi, din, vatan ve millet savunması gibi
bireyi aşan durumlarda azimet daha fazla öne çıkmaktadır. Nitekim gör-
me engelli sahâbî İbn Ümmü Mektûm, savaş konusunda engellilere ruhsat
tanınmış olmasına rağmen37 ruhsatı değil azimeti tercih etmiş ve Kâdisiye
Savaşı’nda sancaktarlık yaparak bu savaşta şehit düşmüştür.38 Fiziksel en-
gelli bir sahâbî olan Amr b. Cemûh da oğullarının kendisi için tanınan
savaşa katılmama ruhsatını kullanması yönündeki telkinlerini dinlemeyip
şehit olma arzusuyla Uhud Savaşı’na katılmış ve şehit olmuştur.39
Bu tür olağanüstü durumlarda Müslümanlar, karşılaştıkları zorluk-
ları canları, malları ve evlâtlarını kaybetme pahasına da olsa göğüslemek
zorundadırlar. Bu nedenledir ki iyilerden ve iyilikten söz eden bir âyette
34M5431 Müslim, Libâs ve Yüce Allah, “...zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda (direnip) sabre-
zînet, 25; B5839 Buhârî,
Libâs, 29. denlerin davranışlarını...” da iyiliklerden saymış ve bu vasıflara sahip olan-
35 T1939 Tirmizî, Birr, 26;
ların doğru ve takva sahibi kimseler olduğunu ifade etmiştir.40
D4921 Ebû Dâvûd, Edeb, 50.
36 B2692 Buhârî, Sulh, 2. Netice itibariyle azimetler de, ruhsatlar da Yüce Allah’ın kullarının
37 Fetih, 48/17.
yararına vermiş olduğu hükümlerdir. Normal şartlarda azimetle amel eden
38 NS8605 Nesâî, es-Sünenü’l-
562
İBADETTE İTİDAL
AŞIRILIKTAN UZAK, ÖLÇÜLÜ
KULLUK
563
عَنْ َأ�بِى هُرَيْرَةَ عَ ِن ال َّنب ِِّي َ sق َالِ� :إ َّن ِّ
الد َين ُي ْس ٌرَ ،و َل ْن ُيشَ ا َّد ِّ
الد َين ﴿ َأ� َح ٌد﴾
�ِإ َّلا َغ َل َبهَُ ،ف َس ِّددُوا َو َقا ِر ُبوا َو َأ� ْب ِش ُروا”...
عَنْ َأ�بِى هُرَيْرَةَ عَ ِن ال َّنب ِِّي ِ�“ :sإ َّن ِل ُك ِّل َش ْي ٍء ِش َّر ًة َو ِل ُك ِّل ِش َّر ٍة َف ْت َر ًةَ ،ف ِإ� ْن َك َان
َص ِاح ُب َها َس َّد َد َو َقا َر َب َفا ْر ُجو ُه َو�ِإ ْن ُأ� ِشي َر �ِإ َل ْي ِه ب ِْال َأ� َصاب ِِع َفل َا َت ُع ُّدو ُه”.
564
Ebû Hüreyre’den nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle
buyurmuştur: “Din kolaydır. Bir kişi takatinin üstünde ibadete kalkışırsa din
karşısında âciz kalır. Bunun için aşırıya kaçmayınız, dosdoğru yolu tutunuz ve
(salih amellerden alacağınız mükâfattan ötürü) sevininiz...”
(B39 Buhârî, Îmân, 29)
Hz. Âişe (ra) anlatıyor: “Peygamber’e (sav), ‘Allah’ın en çok sevdiği amel
hangisidir?’ diye soruldu. O da, ‘Az da olsa devamlı olanıdır.’ buyurdu ve
devamında şöyle dedi: ‘Gücünüz yettiği kadar amel üstlenin.’
(B6465 Buhârî, Rikâk, 18; M1828 Müslim, Müsâfirîn, 216)
565
H z. Peygamber (sav) ve ashâbının zor zamanlarıydı... Tebliğe
başladığı günden itibaren Hz. Peygamber’e karşı olumsuz bir tavır alan
müşriklerin boykot, baskı ve işkenceleri son haddine ulaşmış, mümin-
ler işkenceyle öldürülmeye başlanmıştı. Mekkeli müşriklerin, Müslüman-
lara yaşattıkları vahşet karşısında Müslümanların güvenliğini sağlama
imkânı bulamayan Resûlullah, çareyi hicret etmekte bulmuştu. Öncelikle
ashâbından hicret etmelerini isteyen Hz. Peygamber,1 daha sonra kendisi
de Medine’ye hicret etmişti.2 Hicretten sonra Hz. Peygamber, her şeylerini
Mekke’de bırakarak Medine’ye hicret eden Mekkeli müminler (muhacir)
ile onlara her konuda yardımcı olan Medineli müminler (ensar) arasında
bir kardeşlik antlaşması (muâhât) yapmıştı.3 Buna göre Hz. Peygamber her
bir muhaciri ensardan biri ile kardeş ilân etti. Böylece ensar, muhacirlere
kucak açıp ihtiyaçlarını giderecek, onları barındıracak, yeni memleketle-
rinde yeni bir hayat kurmalarına yardımcı olacaktı.
Hz. Peygamber’in bu şekilde kardeş yaptığı kimseler arasında muha-
cirlerden Selmân el-Fârisî ile ensardan Ebu’d-Derdâ da yer alıyordu. Bu
kardeşlerden Ebu’d-Derdâ, Müslüman olduktan sonra kendisini ibadetten
alıkoyduğu için ticareti dahi bırakıp kendini ibadete vermiş bir kimseydi.4
Bir gün Selmân, kardeşi Ebu’d-Derdâ’yı ziyarete gitti ve dostunun hanı-
mını bakımsız elbiseler içinde görünce çok şaşırarak, “Bu ne hâl?” diye
sordu. Ümmü’d-Derdâ, kocasının kendisi ile ilgilenmediğini ima ederek,
“Kardeşin Ebu’d-Derdâ’nın dünyaya (ve bir eşe) ihtiyacı kalmadı ki!” kar-
şılığını verdi. Biraz sonra Ebu’d-Derdâ gelerek Selmân’a yemek ikram etti.
Selmân onun da kendisiyle birlikte yemesini isteyince Ebu’d-Derdâ, “Ben
oruçluyum.” dedi. Ancak Selmân, “Sen yiyene kadar ben yemeyeceğim!”
deyince Ebu’d-Derdâ, nafile olan orucunu bozarak yemeğe katıldı.
Selmân, o gece Ebu’d-Derdâ’nın misafiri oldu. Ebu’d-Derdâ gecenin
bir yarısında erkenden namaza kalkmıştı. Bu durumu fark eden Selmân, 1 HS2/314 İbn Hişam, II, 314;
yatıp uyumasını istedi. Bir süre sonra tekrar namaza kalkan Ebu’d-Derdâ’yı ST1/226 İbn Sa’d, Tabakât,
I, 226.
Selmân yine uyuması konusunda ikaz etti. Gecenin sonuna doğru Selmân, 2 İsrâ, 17/80; T3139 Tirmizî,
Ebu’d-Derdâ’yı, “(Haydi), şimdi kalk.” diyerek uyandırdı ve ikisi birlikte na- Tefsîru’l-Kur’ân, 17.
3 B2294 Buhârî, Kefâlet, 2.
maz kıldılar. Namaz sonrasında Selmân, Ebu’d-Derdâ’yı karşısına alarak 4 Hİ4/747 İbn Hacer, İsâbe,
kardeşlik hakkından doğan şu samimi uyarıda bulundu: “Rabbinin senin IV, 747.
567
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
üzerinde hakkı var. Nefsinin senin üzerinde hakkı var. Ailenin senin üze-
rinde hakkı var. Şu hâlde her hak sahibine hakkını ver!”
Bu olaydan sonra Ebu’d-Derdâ Peygamber Efendimize gelerek hâdiseyi
anlattı. Hz. Peygamber (sav), “Selmân doğru söylemiş.” buyurarak Selmân’ın
kardeşine olan uyarılarını takdir etti.5
İslâm dini bütün aşırılıkları, yani olması gerekenin ötesine geçmeyi,
bir sapma olarak kabul etmiştir. İslâmî çerçevede “ifrat” ve “tefrit” ola-
rak nitelendirilen aşırı uçlar, bir bakıma Allah’ın koyduğu sınırları zorla-
yan noktalardır. İfrat, gereğinden fazla (aşırı) olma; tefrit ise yetersizlik ve
ihmalkârlık anlamına gelmektedir. Bunların ortası, yani duygu, düşünce,
ahlâk ve davranışlarda dengeli olmak ise “itidal” olarak adlandırılır. İtidal,
sırât-ı müstakîm yani bütün aşırılık ve gevşekliklerden uzak olan doğru ve
dengeli bir yol ve yöntemdir.
Kâinat son derece hassas bir denge üzerine kurulmuştur. Bu denge-
den ufacık bir sapma bile evrende korkunç felâketlere yol açabilmektedir.
Küçük kâinat diye nitelenen insan da aynı şekilde hassas bir dengeyle yara-
tılmıştır. Bu dengede görülecek sapmalar, zamanla insanı aşırılıklara götü-
receği için insanın ruh ve beden bütünlüğünde, madde ve mânâ algısında,
dünya ve âhiret telakkisinde birtakım düzensizliklere yol açacaktır. Ancak
bunlar arasında kurulacak denge, iki tarafa da aynı değeri vermekle değil,
hepsine hak ettiği önemi vermekle mümkündür. Meselâ, Cenâb-ı Hak,
dünya-âhiret ikilisinden bahsederken onları eşit değerde tutmamış, âhiret
yurdunun dünya hayatından daha hayırlı olduğunu sürekli hatırlatmıştır.6
Ebedî olanla fâni olanın karşılaştırılmasında aklın varacağı sonuç da bun-
dan başkası değildir. Ruh ve beden, madde ve mânâ arasında yapılacak
karşılaştırmalarda da aynı değerlendirme geçerlidir.
Günümüzde bireysel ve toplumsal sıkıntıların kaynağında, hayatın sırrı
olan bu dengenin alt üst edilmiş olmasının yattığı inkâr edilemez. Ruh-beden
5 B1968 Buhârî, Savm, 51; bütünlüğü bozulduğu için hayatı anlamlandıramayan ve ruhsal bunalımlar
T2413 Tirmizî, Zühd, 63. içinde savrulan bireyden; maddî açıdan geliştiği hâlde mânevî dünyası alabil-
6 Nisâ, 4/77; A’râf, 7/169;
İbrâhîm, 14/3; Ankebût, diğine fakir kalmış, kendi çıkarları ve egemenlikleri için hiçbir değer tanıma-
29/64; Duhâ, 93/4. yan dünya güçlerine kadar birçok olumsuz fotoğrafı içinde barındıran yaşlı
7 Hûd, 11/112; Mâide, 5/77;
Bakara, 2/229; Furkân, dünyamızın içine düştüğü durum, bunun en açık göstergesidir.
25/67. Kur’ân-ı Kerîm’de her fırsatta aşırılıktan kaçınmayı ve itidali elden bı-
8 Bakara, 2/143.
568
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
sahibi, her şeyi yerli yerine koyan, yerli yerince yapan, her şeye hakkını ve-
ren, aşırılıklardan (ifrat ve tefritten) uzak duran, orta yolu takip eden, den-
geli bir toplum olarak tefsir etmiştir. İtidali elden bırakıp Cenâb-ı Hakk’ın
koymuş olduğu sınırları aşanlar ise Allah’ın gazabına uğramışlardır.10
Mümin hayatın her alanında ve özellikle ibadetler konusunda dengeli ol-
mak zorundadır. Nitekim, “Güzel bir hayat tarzını, tedbirli ve dengeli hareket etme-
yi peygamberliğin yirmi dört parçasından biri” sayan Resûl-i Ekrem,11 Benî Kays
heyeti içinde gelen ve akıllılığı, sakinliği ve ağırbaşlılığı ile öne çıkan Münzir
b. Âiz isimli sahâbîyi, “Sende Allah’ın sevdiği iki özellik var!” diyerek12 övmüştür.
Buna mukabil itidalli olamayan pek çok kimseyi haddi aşmaktan ve aşırılığa
kaçmaktan sakındırmıştır. Meselâ, Hz. Peygamber hac görevini ifa ederken
şeytan taşlamak amacıyla kendisi için toplanan sapan taşı büyüklüğündeki
küçük taşları insanlara göstererek, “Bunun gibi taşları atınız!” buyurmuş ve ar-
kasından, “Ey insanlar! Dinde aşırılıktan sakının. Çünkü sizden öncekileri ancak
dinde aşırılık helâk etti.” uyarısında bulunmuştur.13 Burada Allah Resûlü, büyük
taşlar atarak diğer insanlara zarar verebilecek kimseleri uyarmakta ve bunun
dince benimsenmeyen bir aşırılık olduğunu belirtmektedir.
Kur’ân-ı Kerîm’in haddi aşan ve aşırıya kaçanları uyardığı âyetlerinin
birisinde, “Ey iman edenler! Allah’ın size helâl kıldığı iyi ve temiz nimetleri (ken-
dinize) haram etmeyin ve (Allah’ın koyduğu) sınırları aşmayın. Çünkü Allah,
haddi aşanları sevmez.”14 buyrulur. Bu âyetin iniş sebebi olarak zikredilen
olaylardan birisi de şudur: Hz. Peygamber’in eşlerine gelerek onun ibadet-
leri hakkında bilgi almak isteyen üç kişi, kendilerine anlatılanı azımsaya-
rak, “Biz kim, Peygamber kim! Allah onun geçmiş ve gelecek günahları-
nı bağışlamıştır.” demişlerdi. Sonra kendi aralarında sözleşerek biri gece
boyu sürekli namaz kılmaya, diğeri sürekli oruç tutmaya, üçüncüsü de
kadınlardan uzak kalarak evlenmemeye karar vermişlerdi. O arada yan-
larına giren ve konuştuklarını duyan Allah Resûlü, “Şöyle şöyle diyen sizler
misiniz? Şunu iyi bilin ki, vallahi, aranızda Allah’tan en çok korkanınız ve O’na 10 Bakara, 2/61; Mâide, 5/78.
karşı en çok takva sahibi olanınız benim. Bununla birlikte ben bazen oruç tutar, 11 T2010 Tirmizî, Birr, 66.
12 T2011 Tirmizî, Birr, 66.
bazen tutmam. Hem namaz kılarım hem de uyurum. Kadınlarla da evlenirim. 13 İM3029 İbn Mâce,
Kim benim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir!” buyurmuştur.15 Menâsik, 63; N3059 Nesâî,
Menâsikü’l-hac, 217.
Kur’ân-ı Kerîm’de, “Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez.”16 şek- 14 Mâide, 5/87.
linde ifade edilen “dinde kolaylık” prensibi aslında, dengeli bir dinî haya- 15 B5063 Buhârî, Nikâh, 1;
sorumlu tutan Cenâb-ı Hak17 onlardan, zorlanmadan yapabilecekleri şey- 17 Bakara, 2/286.
569
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
25 İM987 İbn Mâce, İkâmet, Peygamber Efendimiz, namazları fazla uzatmayı hoş görmediği gibi
48; HM18071 İbn Hanbel, alelacele baştan savma bir şekilde kılınan namazın kabul olmayacağını
IV, 218.
26 İF2/277 İbn Hacer, Fethu’l-
da belirtmiştir. Bir defasında hızlı hızlı namaz kılıp yanına gelen Hallâd
bârî, II, 277. b. Râfi’ isimli sahâbîye26 kıldığı namazı aslında kılmış olmadığını, dola-
570
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
Benzer bir şekilde Hz. Peygamber, ibadet konusunda çok istekli olan 11.
30 B1496 Buhârî, Zekât, 63;
kimselere, bireysel ve toplumsal görevlerini aksatmayacak bir sınır çizerek M121 Müslim, Îmân, 29.
daha fazlasına izin vermemiş, “Sürekli oruç tutan, oruç tutmamış olur.”32 ifa- 31 B1975 Buhârî, Savm, 54;
571
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
III, 395. aşırılığa dikkat çekmiş, ardından da Ramazan ayı ile her ay sadece bir günü
37 Hİ7/360 İbn Hacer, İsâbe,
oruçlu geçirmesini önermiştir. Abdullah daha fazlasını isteyince Peygamber
VII, 360.
38 D2428 Ebû Dâvûd, Sıyâm,
Efendimiz, önce her ay iki gün, sonra üç gün oruç tutmasını tavsiye etmiş,
54. sonunda da haram aylarından belli sayıda oruç tutmasına izin vermiştir.38
572
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
Görüldüğü üzere Allah Resûlü, sürekli oruç tutmayı, kişinin kendine eziyet
etmesi olarak niteleyerek, bu tür aşırılıkları hoş görmemiştir.
Dinî uygulamalar açısından uzantısı günümüze kadar ulaşan bir baş-
ka aşırılık ise Kur’an’ı anlamadan hızlı bir şekilde okumaktır. Mushafların
çoğaltıldığı ve Kur’an’ı hızlı okuyarak kısa sürede hatmedenlerin sayısının
arttığı günlere yetişen Hz. Âişe, anlamaya imkân tanımayan böyle bir oku-
yuşu tasvip etmemiş, İslâm’ın birinci asrında ortaya çıkan bu âdet hakkın-
da, “Ben Allah’ın Peygamberi’nin (sav) bir gecede Kur’an’ın tamamını okuduğunu
ve sabaha kadar namaz kıldığını bilmiyorum.” demiştir.39
İbadetlerde üzerinde özellikle durulması gereken husus devamlılıktır. Pey-
gamber Efendimiz, ibadeti özel bir güne tahsis etmekten ziyade ibadetin sürekli
olmasına önem vermiştir. Nitekim Hz. Âişe’nin anlattığına göre, Peygamber
Efendimiz (sav), “Allah’ın en çok sevdiği amel hangisidir?” diye soruldu. O da,
“Az da olsa devamlı olanıdır.” buyurmuş ve devamında şöyle demiştir: “Gücünüz
yettiği kadar amel üstlenin.”40 Bu sözleri ile Resûl-i Ekrem amelleri, başlangıçta
aşırı bir şekilde yapıp daha sonraki zamanlarda bırakmaktansa az da olsa de-
vamlı yapmanın Allah katında daha değerli olduğunu ifade etmiştir.
İbadetlerde gözetilmesi gereken diğer bir husus ise ihlâsla yapılmasıdır.
Peygamberimiz, Muâz b. Cebel’i Yemen’e gönderirken, “Dininde samimi/ihlâslı
ol ki az amel bile sana yetsin.” tavsiyesinde bulunarak41 ibadetlerde önemli
olanın çok yapılması değil, ihlâslı ve huşû içerisinde yapılması olduğunu
vurgulamıştır. Kişinin samimi olarak, yalnızca Rabbinin rızasını gözeterek
yaptığı ameller, riya için yaptığı amellerin karşısında elbette ki çok değerli-
dir. Çünkü riya amelleri boşa çıkarır. Peygamber Efendimiz, “Her şeyin bir
coşkunluğu olduğu gibi her coşkunluğun da bir durgunluğu vardır. Şayet bu iki hâli
yaşayan kimse itidalli olup orta yolu takip edebilirse onun (kurtuluşa ereceğini)
umarım. Fakat (bunları samimiyetten uzak yapıp da) parmakla gösterilecek hâle
gelirse, onu (salih kimselerden) saymayın!”42 buyurarak yapılan işlerin itidalli
bir şekilde ve gösterişe kaçmadan yapılmasının önemini vurgulamıştır. 39 M1739 Müslim, Müsâfirîn,
Burada işaret edilen iki ayrı aşırılık; ibadetlere aşırı bir şekilde yönel- 139.
40 B6465 Buhârî, Rikâk, 18;
mek ile ibadetleri tamamen bırakıp farzları dahi yerine getirememektir. Pey- M1828 Müslim, Müsâfirîn,
gamberimiz bu iki aşırılığı değil, orta yolu yani itidali tavsiye etmektedir. 216.
41 NM7844 Hâkim, Müstedrek,
Efendimiz, başka bir hadiste ise, “Her şeyin coşkunluğu olduğu gibi, her coş- VIII, 2797 (4/306).
kunluğun da bir durgunluğu vardır. Durgunluk döneminde bile sünnetime yönelen 42 T2453 Tirmizî, Sıfatü’l-
kıyâme, 21.
kurtulmuştur. Fakat bundan başkasına yönelen kimse ise helâk olmuştur.”43 buyu- 43 HM6958 İbn Hanbel, II,
573
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
50 Nisâ, 4/84. vincinde de mutedil davranmaya dikkat etmiş, “Bir şeyi (aşırı) sevmen,
51 Fetih, 48/29.
(seni) kör ve sağır eder.”54 buyurarak duygulardaki kontrolsüzlüğün olum-
52 Mümtehine, 60/8.
574
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
saç baş dağınık derbeder bir şekilde dolaşmayı da hoş karşılamamıştır.56 Pey-
gamberimiz, “Allah, nimetinin izinin kulunun üzerinde görülmesinden hoşlanır.”57
buyurmuş, ayrıca temiz ve sade giyinmeyi tavsiye etmiştir.58
Yeme içme konusunda da aşırıya kaçmamayı tavsiye eden Peygamber
Efendimiz, “İnsan, midesinden daha kötü bir kap doldurmamıştır. Halbuki bir-
kaç lokma insanın belini doğrultmaya yeter. Eğer mutlaka bu miktarı geçecekse,
midesinin üçte biri yemeğe, üçte biri içeceğe ve diğer üçte biri de (boş kalarak)
nefes alıp vermeye ayrılmış olsun.”59 buyurarak insanın yaşantısını sürdüre-
bilmesi için az bir yiyeceğin bile kâfi geleceğini bildirmiştir. Çok yemenin
insana verdiği maddî ve mânevî rahatsızlıklar düşünüldüğünde Peygam-
ber Efendimizin bu tavsiyesi daha iyi anlaşılacaktır.
Yeme içme hususunda riayet edilmesi gereken diğer bir husus da israftan
kaçınılmasıdır. Yüce Rabbimiz, “Ey Âdemoğulları! Her secde edişinizde güzel elbi-
selerinizi giyin, yiyin, için, fakat israf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez.”60
buyurarak gıda tüketiminde israfa gidilmemesini önemle vurgulamıştır. Yine
harcamalarda da ölçülü olmak Allah Teâlâ’nın bizleri uyardığı önemli bir hu-
sustur. Rabbimiz, “Onlar, harcadıklarında ne israf ne de cimrilik edenlerdir. Onla-
rın harcamaları, bu ikisi arası dengeli bir harcamadır.”61 ve “Eli sıkı olma, büsbütün
eli açık da olma. Sonra kınanır ve çaresiz kalırsın.”62 buyurarak bizlere israf ve
cimrilik arasında orta yolu yani cömertliği tavsiye etmektedir.
Kısacası Müslüman her hâlükârda orta hâlli olmayı, dengeli ve ölçü-
lü davranmayı prensip edinmelidir. Aşırılığın insanı helâke götüreceğini
hatırlatan Peygamber Efendimizin, dünya ve âhiret mutluluğu için bizlere
56 D4062 Ebû Dâvûd, Libâs,
tavsiyesi, iki hayat arasındaki hassas dengeyi yitirmemek, birisine abar-
14.
tılı bir özen gösterirken diğerini ihmal etmemektir. Öteki âlemde huzura 57 T2819 Tirmizî, Edeb, 54.
O hâlde Müslüman’ın, birey olarak dengeli bir hayat sürdürmesi, o hayatı 62 İsrâ, 17/29.
63 En’âm, 6/119.
yaratan, yarattığı her şeyi en güzel şekilde66 ve bir ölçüye göre var eden67 Yüce 64 Bakara, 2/229.
Yaratıcı’nın koyduğu kanunlara uygun hareket etmesiyle mümkündür. İşte 65 Mâide, 5/94.
66 Secde, 32/7.
böyle bireylerden oluşacak bir toplum ancak, Cenâb-ı Hakk’ın, “vasat ümmet” 67 Kamer, 54/49.
olarak tanımladığı68 dengeli toplum olma vasfına hak kazanacaktır. 68 Bakara, 2/143
575
D İZİN
A aczini hatırlama II/317 akıntı II/144
abdest: ~ alırken suyu israf aç: ~ gözlülük II/503; ~ kimseyi aklını kullanma II/028
etmeme II/122; ~ bozma II/105, doyurmak II/488 Akra’ b. Hâbis et-Temîmî (Ş.)
II/107, II/110, II/123, II/164, açgözlülük II/503 II/354
II/328; ~ organları II/118; ~ âdâb II/057, II/107, II/134, II/229, akraba: ~ya sadaka verme II/496;
tazeleme II/121; ~ uzuvlarının II/294, II/295, II/387, II/417, ~ya yardım etmek II/039
ışıldaması II/122; ~i bozan II/418, II/550 akrabalık bağlarını koparmak
durumlar II/123; ~in bozulması adak(ğ): ~ta bulunma II/131; ~ın II/226, II/492
II/120, II/121, II/123, II/135, meşruiyeti II/525; ~ını ⇒yerine akşam: ~ ile yatsı namazını cem
II/148, II/164, II/229; ~siz getirme II/337, II/525, II/526, etme II/543; ~ namazını gecik-
kılınan namaz II/164, II/459; ~te II/528, II/530 tirme II/365, II/547; ~ namazını
israf II/123 Adal (K.K.) II/064 kılmada acele etme II/180,
Abdullah b. Abbâs (Ş.) II/144, adalet: ~i gözetmek II/504; ~le II/428; ~ namazının vakti II/180,
II/448 hükmetme II/032; ~li yönetici II/248
Abdullah b. Âmir (Ş.) II/335 II/418 alacalı, kel ve kör üç kişi II/073,
Abdullah b. Âmir b. Rebîa (Ş.) adam öldürme suçu II/574 II/493
II/335 Adbâ II/526, II/527 alan el II/496
Abdullah b. Büsr (Ş.) II/087 Âdem peygamber (Ş.) II/043, alelacele kılınan namaz II/163,
Abdullah b. el-Lütbiyye (Ş.) II/484 II/209, II/216, II/342; ~in yaratıl- II/570
Abdullah b. Hâris (Ş.) II/575 dığı gün II/209, II/214 alışveriş: ~in yasak olduğu vakit
Abdullah b. Ma’kil (Ş.) II/091 âdet: ~ görme II/141, II/143; ~ II/215, II/218; ~te boş söz,
Abdullah b. Mes’ûd (Ş.) II/433 günleri II/145, II/148; ~ kanama- yemin II/491
Abdullah b. Mübârek (Ş.) II/394 sı II/139, II/141, II/147, II/148; ~ Ali b. Ebû Tâlib (Ş.) II/120
Abdullah b. Ömer (Ş.) II/335, sonrası gusül II/145 âlimlerin: ~ ihtilâfı II/263; ~
II/513, II/550 Adî b. Hâtim (Ş.) II/410, II/429, peygamberlerin varisleri olduğu
Abdullah b. Şakîk (Ş.) II/246 II/489 II/204
Abdullah b. Übey b. Selûl (Ş.) af ve mağfiret vesilesi II/238 Alkame (Ş.) II/474
II/242 afetler II/519 Allah (cc) ile kul arasındaki ilişki
Abdullah b. Ümmü Mektûm (Ş.) affedici olmak II/065, II/098, II/154, II/183, II/551; ~ (cc) ka-
II/193, II/307, II/427, II/535, II/164 tında değerli kişi II/457, II/490;
II/538, II/562 affetme II/100, II/101, II/120, ~ (cc) katında en güzel amel
Abdullah b. Zâide (Ş.) II/311 II/191, II/253, II/270 II/277; ~ (cc) katında en sevimli
Abdullah b. Zeyd (Ş.) II/304, Afrika (Y.M.) II/519 namaz II/250; ~ (cc) katında
II/307, II/308, II/310, II/318 Afüv II/098 en sevimli oruç II/250; ~ aşkı
Abdullah b. Zeyd b. Abdirabbih ağaç kesme II/333, II/337, II/358 II/319, II/366; ~ sevgisi II/366;
(Ş.) II/304 ağırbaşlılık II/569 ~ yoluna kendini vakfetme
Abdullah b. Zübeyr (Ş.) II/340, ağız: ~ kokusu II/415, II/427; ~ ve II/377; ~ yolunda cihad II/277,
II/345, II/347 diş temizliği II/416 II/281, II/282, II/351, II/479,
Abdullah Ebû Sa’saa (Ş.) II/313 ahde vefa göstermek II/361 II/535; ~ yolunda infak II/076;
Abdurrahman (Ş.) II/224 âhiret: ~e imanı pekiştiren ibadet ~ yolunda savaş II/562; ~’a (cc)
Abdurrahman b. Abd el-Kârî (Ş.) II/351; ~te nurlandırılma II/122; havale etme II/065, II/347; ~’a
II/266 ~teki büyük mahkeme II/364 (cc) isyan hususunda nezir/
Abdurrahman b. Avf (Ş.) II/554, ahlâkî: ~ değerler II/153, II/155; ~ adak II/527; ~’a (cc) itaat II/084,
II/565 değerleri yitirmek II/153; ~ er- II/224, II/226, II/523, II/527;
Abdurrahman b. Ebû Bekir (Ş.) demler II/032; ~ görevler II/455 ~’a (cc) kulluk etme II/033,
II/142 Ahmed b. Hanbel (Ş.) II/305, II/039, II/066, II/463, II/468;
Abdurrahman b. Ümeyye (Ş.) II/308 ~’a (cc) şükretme II/054, II/075,
II/470 Ahzâb (Gruplar) II/153 II/076, II/550, II/551; ~’a (cc)
Abdurrahman b. Ya’mur (Ş.) II/353 aile: ~ huzurunun bozulması şükretmeme II/071, II/076; ~’a
Abdülkays (K.K.) II/017, II/029 II/506; ~ için yapılan harcama (cc) teslim olmak II/173, II/177;
Abdülmelik b. Mervân (Ş.) II/347, II/485, II/496; ~ ile sınanma ~’a (cc) teslimiyet II/439; ~’a (cc)
II/474 II/491; ~nin geçimini sağlamak yakarış II/165; ~’a (cc) yönelme
Abdülmuttalib b. Hâşim (Ş.) II/032 II/041, II/153, II/165, II/357; ~’ı
II/390 Akabe (Y.M.) II/027, II/213, (cc) anma II/053, II/077, II/083,
Abdülmuttaliboğulları (K.K.) II/304, II/325, II/326, II/395, II/084, II/088, II/156, II/183,
II/387 II/518; ~ Biati’ne katılan en genç II/214, II/218, II/269, II/275;
âb-ı hayat II/362, II/388 sahâbî (Ş.) II/523; ~ Biatleri ~’ı (cc) çokça zikretme II/084,
acele etme II/049, II/055, II/350, II/027, II/395 II/087, II/217, II/218, II/243,
II/428 akan nehirde abdest II/123 II/249; ~’ı (cc) hatırında tutmak
acizliğini idrak etme II/167 akıl melekesi II/021 II/083; ~’ı (cc) hatırlama II/053,
577
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
II/098, II/253; ~’ı (cc) tazim etme Âmir b. Rabîa (Ş.) II/205 II/401, II/404, II/405, II/445;
II/393; ~’ı (cc) tesbih II/084, Âmir b. Tufeyl (Ş.) II/063 ~ orucu II/020, II/273, II/401,
II/168; ~’ı (cc) unutma II/363; Âmiroğulları (K.K.) II/063 II/403, II/404, II/445; ~ orucunu
~’ı (cc) zikretme II/040, II/083, Ammâr b. Yâsir (Ş.) II/115, II/126, çocukların tutması II/020
II/084, II/085, II/087, II/088, II/228, II/229, II/294, II/564, at: ~ yetiştiriciliği II/467; ~ yetiştir-
II/217, II/228, II/250, II/282; II/565 mek II/467
~’ı anmaktan alıkoymak II/088; Amr b. Abese (Ş.) II/039, II/040, Atâ’nın işittiğine göre (Ş.) II/074,
~’ı zikretme günleri II/273, II/081, II/087, II/271, II/276 II/227, II/247, II/328
II/513; ~’ın (cc) affına mazhar Amr b. Avf (Ş.) II/214 ateme II/181
olma II/096; ~’ın (cc) âyetlerini Amr b. Avf oğulları (K.K.) II/201 ateş: ~i düşürme II/387; ~li
inkâr II/053; ~’ın (cc) ayı II/273, Amr b. Saîd (Ş.) II/338, II/341 hastalık II/387; ~te yanacak olan
II/401, II/408; ~’ın (cc) dinini Amr b. Selime (Ş.) II/207 topuklar II/119
inkâr II/065; ~’ın (cc) dünya Amr b. Şuayb (Ş.) II/037 atık su II/134
semasına inmesi II/272; ~’ın (cc) Amr b. Ümeyye (Ş.) II/064 atın değeri II/468
gazabı II/065, II/066, II/074, Anam babam sana feda olsun! atıyye II/501
II/074, II/494, II/494, II/569, II/235, II/550 atların zekatı II/467
II/569; ~’ın (cc) gölgesi II/494; aniden iflas II/478 av hayvanları II/358
~’ın (cc) güzel isimleri II/083; anne babaya iyilik II/032, II/277, Avf b. Mâlik el-Eşcaî (Ş.) II/236,
~’ın (cc) hidayet etmesi II/326; II/281 II/238
~’ın (cc) hoşnutluğu II/276; ~’ın annelik sevgisi II/362 avret mahalli: ~ni gösterme II/110;
(cc) koyduğu sınırları aşmak antlaşma imzalamak II/375 ~nin görülmesi II/108, II/110
II/569, II/574; ~’ın (cc) rızası apaçık deliller II/041, II/347, avuçları açarak dua II/054
II/417, II/429; ~’ın (cc) rızasına II/359 ay: ~ hâli II/141, II/144; ~ tutul-
erişmek II/276; ~’ın (cc) rızasına Arafat: ~ bölgesi (Y.M.) II/043; ~ ması II/253
uygun davranmak II/075, II/274; ile Mina arasındaki bölge (Y.M.) ayak: ~ların oruç tutması II/419;
~’ın (cc) rızasını elde etmek II/364, II/365; ~ meydanı (Y.M.) ~ta iki hutbe II/216; ~ta küçük
II/415; ~’ın (cc) rızasını gözetme II/364; ~ vakfesi II/363, II/516; abdest bozma II/108; ~ta zem-
II/073, II/074, II/203, II/459, ~’a çıkma II/379; ~’ı idrak eden zem içme II/387
II/481, II/490, II/493, II/494, II/363; ~’ta vakfe II/364; ~’ta aybaşı: ~ hâli II/148; ~ hâlinde
II/502, II/504, II/519; ~’ın (cc) yapılan dualar II/044 iken cinsel münasebet II/142;
rızasını gözetmek II/054; ~’ın Arap kabileleri (K.K.) II/153, ~ hâlinden sonra gusül abdesti
(cc) sevgisini kazanma II/245, II/338, II/404 II/145
II/254; ~’ın (cc) sevgisini ka- Arapça II/110, II/117 ayda üç gün oruç tutma II/407,
zanma vesilesi II/254; ~’ın (cc) Arefe günü II/273, II/363 II/409, II/558, II/571
takdiri II/141, II/523, II/529; ~’ın arkasından incitme gelen sadaka âyet: ~in indiriliş sebebi ⇒
Evi II/044, II/294, II/328, II/336, II/495 Teyemmüm II/124; ~in iniş
II/342, II/360, II/380; ~’ın Kitabı arsızca bir şey isteme II/473, sebebi ⇒ Bakara, 2/256 II/569
II/181, II/199, II/204, II/489, II/478 ⇒ Nisâ, 4/43; ~in inmesi ⇒
II/505; ~’tan (cc) korkma II/492, arşın gölgesinde gölgelenecek yedi Ahzâb, 33/37 II/051 ⇒ Mâide,
II/505; ~-kul ilişkisi II/154 sınıf II/294 5/87, II/169 ⇒ Âl-i İmrân, 3/92,
Allah: ~ (cc) ile kul arasındaki bağ arşın II/088 II/228 ⇒ En’âm 6/82, II/245 ⇒
II/042 Arûbe II/213 Bakara, 2/183-184, II/321 ⇒
altı gün oruç II/270 Ashame (Ş.) II/015 Mâide, 5/101, II/327 ⇒ Bakara,
altın: ~ leğen II/386; ~ın kulu Asya (Y.M.) II/519 2/150, II/327 ⇒ Bakara, 2/164,
olanlar II/458; ~ın nisap miktarı aşağılamak II/226 II/393 ⇒ Bakara, 2/183-187,
II/466, II/470 aşağılanma II/141 II/405 ⇒ Bakara, 2/183-185,
alttaki el II/496 aşere-i mübeşşere II/503 II/406, II/406 ⇒ Bakara, 2/187,
amel: ~de devamlılık II/539, aşırı: ~ şekilde ibadet II/574; ~ II/426, II/458
II/565, II/573; ~in boşa çıkması dünya sevgisi II/457; ~ istek, Âyetü’l-kürsî’yi okuma II/172
II/573; ~lerde devamlılık II/025, arzu II/365; ~ sevmek II/574; ~ ayın tamamını oruçla geçirme
II/029; ~leri kesilmesi II/489; tezyinat II/296; ~ uçlar II/568 II/271
~lerin Allah’a (cc) arzı II/271; aşırılık(ğ): ~ II/021, II/365, II/555, aynî mallar II/445
~lerin en faziletlisi II/149, II/156; II/559, II/563, II/568, II/569, ayrımcılığa gitmemek II/505
~lerin en hayırlısı II/539; ~lerin II/570, II/571, II/572, II/573, az: ~ amel II/573; ~ gülme II/225;
en sevimlisi II/011, II/017, II/574, II/575; ~a kaçmak II/569; ~ su ile abdest II/119
II/025, II/029, II/254; ~lerin ~lardan kaçınma II/568; ~lardan azaları üçer kere yıkama II/119
niyetlere göre karşılık bulması sakınma II/365, II/555, II/559, azap(b): ~ vesilesi II/457; ~ın kat
II/482 II/563, II/569; ~lardan uzak kat artırılması II/100
Âmenerrasûlü II/271 durma II/569, II/570, II/574 azgın cinlerin zincire vurulması
âmil II/479 Âşûrâ: ~ günü II/273, II/274, II/395
578
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
579
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
580
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
II/565, II/570; ~in temel ibadet- II/316 Ebû Ubeyde b. Abdullah (Ş.)
leri II/033 dürüst iş yapma II/459 II/093
dinî: ~ değerler II/229; ~ duyarlılık dürüstlük II/359, II/417, II/487 Ebû Umeyr (Ş.) II/301
II/110; ~ görevler II/203; ~ düşman: ~ korkusu II/537, II/547; Ebû Zem’a (Ş.) II/339
hassasiyetler II/146; ~ hayatın ~lık II/025, II/030, II/243, Ebu’d-Derdâ (Ş.) II/191, II/301,
zayıflaması II/562; ~ ilimler II/245, II/274, II/407, II/496 II/567, II/568
II/204, II/298; ~ mimari II/297; düşünme kabiliyeti II/016 Ebû’l-Ca’d ed-Damrî (Ş.) II/211
~ terbiye II/320; ~ yaşantıda Düveyk (Ş.) II/344 edebiyat II/319; ~ tarihimiz II/319
aşırılık II/571 edep kuralları II/111
diriliş II/054, II/363 E eğitim: ~ faaliyeti II/394; ~ kurum-
diş temizliği II/416 Ebâbîl kuşları II/365 ları II/298
doğa şartları II/537 Ebrehe (Ş.) II/372; ~’nin fil ordusu Ehl-i: ~ Kıble II/329; ~ kitab
doğal: ~ afetler II/238, II/338; ~ II/365 II/455; ~ kitab’ın orucu II/417
ihtiyaçlar II/107 Ebû Abdülmelik (L.) II/181 ekin bitmez vadi (Y.M.) II/335
doğru: ~ söylemek II/093; ~ söz Ebû Abdülmelik (Ş.) II/181 ekletü’s-sahûr II/425
söylemek II/226; ~ yoldan Ebû Amr eş-Şeybânî (Ş.) II/277 eksiksiz alınan abdest II/120
sapmak II/224; ~ yolu bulmak Ebû Atıyye (Ş.) II/433 el çırpmak II/154
II/224, II/416; ~ yolu göstermek Ebû Bekir (Ş.) II/294, II/352 elbise temizliği II/164
II/393 Ebû Berâ’ Âmir b. Mâlik b. Ca’fer elhamdülillâh II/083, II/084,
doğruluk II/487 (Ş.) II/063 II/172
dokunulmazlık II/272, II/333, Ebû Berze el-Eslemî (Ş.) II/179 eli sıkı olma II/155, II/456, II/575
II/358, II/360 Ebû Bürde b. Niyâr (Ş.) II/517 elleri yıkamak II/109
dolunay II/407 Ebû Cehil b. Hişâm (Ş.) II/045 elli gün II/096
domuz eti yemek II/539 Ebû Cemre el-Dubeî (Ş.) II/393 ellinci gün II/097
dosdoğru: ~ olmak II/417; ~ yol Ebû Eyyûb el-Ensârî (Ş.) II/131, emân verme II/063
II/013, II/021, II/539, II/565, II/406, II/523 Emevî halifesi II/340
II/570 Ebû Hâzim (Ş.) II/115 emmek II/347, II/362
dört: ~ halife II/202; ~ haram ay Ebû Hubeyş’in kızı Fâtıma (Ş.) en: ~ bereketli zaman dilimi
II/394 II/141, II/146, II/542 II/363; ~ büyük ibadet II/085;
dua: ~ âdâbı II/057, II/253, II/426; Ebû Husayn es-Sülemî (Ş.) II/459, ~ faziletli ay II/269; ~ faziletli
~ âyetleri II/057, II/217, II/251; II/468 günler II/043, II/214; ~ faziletli
~ kapısı II/049, II/053; ~ terimi Ebû Huzeyfe (Ş.) II/157, II/205, namaz II/167, II/252, II/255,
II/052 II/294 II/401, II/408; ~ faziletli oruç
duagâh II/044; ~-ibadet II/049, Ebû Huzeyfe b. Muğîre (Ş.) II/344 II/401, II/408; ~ faziletli saflar
II/052; ~ların en faziletlisi II/355, Ebû Huzeyfe’nin azatlı kölesi II/194; ~ güzel amel II/277; ~
II/364; ~ların en hayırlısı II/037, Sâlim (Ş.) II/205, II/294 güzel isimler II/056, II/083;
II/045; ~ların geri çevrilmediği Ebû Hüreyre (Ş.) II/086 ~ güzel söz II/488, II/508; ~
vakitler II/042, II/043; ~ların Ebû İsrâil (Ş.) II/532, II/560 hayırlı gün II/209, II/214, II/267,
kabul olunduğu anlar II/043, Ebû Katâde (Ş.) II/282 II/274; ~ hayırlı sadaka II/495;
II/044; ~ların kabul vakti II/053; Ebû Katâde b. Rib’î (Ş.) II/177 ~ hayırlı topluluk II/083; ~
~nın kabul edilmesi II/040, Ebû Katâde el-Ensârî (Ş.) II/282 kıymetli oruç II/273; ~ kuvvetli
II/053, II/054, II/102, II/121, Ebû Kuhâfe (Ş.) II/203 sünnet II/195; ~ mukaddes
II/183, II/267, II/275, II/395; ~yı Ebû Ma’kıl (Ş.) II/383 mekân II/351; ~ mübarek mekân
terk eden insanlar II/052 Ebû Mahzûre (Ş.) II/311 II/363; ~ mübarek zaman II/351;
duhâ II/247; ~ namazı II/247, Ebû Mâlik el-Eş’arî (Ş.) II/457 ~ önemli ibadetler II/190
II/539; ~ vakti II/248 Ebû Mes’ûd el-Ensârî el-Bedrî Enes (b. Mâlik)’in oğlu Ebû Umeyr
durgun suya abdest bozmak II/134 (Ukbe b. Amr) (Ş.) II/170, (Ş.) II/301
dünya: ~ görüşü II/398; ~ işleri II/189, II/201, II/484, II/489, Enes b. Abbâs (Ş.) II/064
II/438; ~ işlerinden el çekme II/523 Enes b. Mâlik (Ş.) II/107, II/543
II/437; ~ malına tamah II/503; ~ Ebû Saîd el-Hudrî (Ş.) II/085, Enes b. Nadr (Ş.) II/309
malına tutkunluk II/519; ~ sema- II/185, II/313, II/377, II/386, engelli sahâbîler ⇒ Abdullah b.
sı (Y.M.) II/041, II/054, II/102, II/438, II/453, II/494, II/554, Zâide (Ş.) II/307 ⇒ Amr b. el-
II/267, II/272, II/275, II/387; II/555 Cemûh (Ş.), II/562
~ sevgisi II/077, II/457; ~dan Ebû Seleme (Ş.) II/205, II/246, ensar: ~ ile muhacir arasındaki
el etek çekme II/437, II/571, II/260, II/561 kardeşlik II/190; ~ kabileleri
II/572; ~nın muhtaç mıntıkaları Ebû Seleme b. Abdurrahman (Ş.) (K.K.) II/201
(Y.M.) II/449; ~nın sonu II/102; II/246, II/260 erdemli davranışlar ⇒ adalet
~ya dalmak II/316; ~ya en yakın Ebû Süfyân b. Hâris (Ş.) II/131 II/502 ⇒ doğruluk
olan gök (Y.M.) II/043 Ebû Şureyh (Ş.) II/333, II/337 ergenlik II/143; ~ çağına erişme
dünyevî: ~ çıkar II/192; ~ zevkler Ebû Talha (Ş.) II/301, II/502 II/013, II/019, II/141, II/205
581
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
Erkam b. Ebu’l-Erkam (Ş.) II/189, nışlar ⇒ abdest tazeleme II/121 II/017, II/121, II/143, II/182,
II/292, II/303; ~’ın evi (Y.M.) ⇒ ağız temizliği; ~ gün II/043, II/249, II/250, II/251, II/252,
II/189, II/303 II/218; ~ mekanlar ⇒ Allah’ın II/261, II/264, II/275, II/401,
erkek çocuk sahibi olmak II/529 zikredildiği meclisler (Y.M.) II/408, II/539; ~ namazına
esir: ~ alınan sahâbîler (Ş.) II/064; II/085 ⇒ Kubâ Mescidi (Y.M.); ~ devam etme II/249; ~ namazına
~ alınan sahâbîler ⇒ Amr b. vakitler II/275, II/408; ~ zaman kalkmak II/250; ~ namazını
Ümeyye (Ş.) II/064 dilimleri II/408; ~ zamanlar ⇒ cemaatle kılma II/252, II/264; ~
Eslemiyye (Ş.) II/331, II/341 Berat Kandili II/043 ⇒ Cuma, namazını ikişer rekât hâlinde kıl-
Esmâ b. Seken (Ş.) II/468 II/214, II/218 ⇒ gecenin yarısı, ma II/250; ~ namazlarına devam
Esmâ bnt. Şekel (Ş.) II/145 üçte biri, son kısmı; ~ zamanlar etme II/017; ~ yolculuğu II/550;
Esmâ-i hüsnâ II/056 II/041 ~leri sabaha kadar namaz kılmak
Esmâ-i hüsnâ ile dua etmek II/056 fecir II/043, II/178, II/182, II/271, II/181, II/250, II/570; ~leyin ka-
es-Salâtü hayrun mine’n-nevm II/425 dınların mescide gitmesi II/249;
II/307, II/316 fedakârlık II/351, II/366, II/458, ~nin ilk kısmı II/250; ~nin ilk
es-Selâmü aleyküm II/171 II/495 üçte biri II/041; ~nin son üçte
estetik II/319 Felâh II/260 biri II/102, II/267, II/274, II/275,
Eşca’ kabilesi (K.K.) II/239 Felâk Sûresini okumak II/178 II/425; ~nin son yarısı II/081,
eşler: ~ arası cinsel ilişki II/148, fesat çıkarma II/016 II/087; ~nin tamamını ibadetle
II/406, II/425, II/487; ~in arasını feyiz II/249, II/436 geçirme II/031
bulma II/562; ~in birbirleri üze- Fezâreliler (K.K.) II/153 geçmiş günahların bağışlanması
rinde hakkı II/571 fıkhî: ~ hüküm II/518; ~ yorum II/120, II/252, II/257, II/264,
eti için kesilen koyun II/514 II/517 II/265, II/270, II/391, II/396
etkileyici konuşma II/227 fıkıh bilgisi II/027 gelenekler II/435
eûzü çekme II/367 Fıtır II/446, II/447, II/448, II/449; gelinin çeyizi II/142
ev: ~ inşa etmek II/043, II/329, ~ sadakası II/394, II/396, II/441, genç sahâbîler ⇒ Abdullah b.
II/336; ~lerde tuvalet II/110 II/445, II/446, II/447, II/448, Abbâs (Ş.) II/418
evlilikten uzak durma II/437 II/449; ~ sadakasının hikmeti gerdanlık II/124, II/515
Evs kabilesi (K.K.) II/201 II/446, II/447; ~ sadakasının gereği yapılamayan yemin II/527
eyyâm-ı bîd II/407 miktarı II/449; ~ zekâtı II/443, Gıfâr kabilesi (K.K.) II/386
ezan: ~’ın hikâyesi II/313; ~ı II/445, II/446 gıpta etme II/033
dinleme II/316, II/320; ~ı tekrar fıtrat kelimesi II/445 gıyabî cenaze namazı II/238
etme II/309, II/317; ~ın sahibi fidan dikmek II/086 gıybet II/417; ~ etmek II/417
II/305, II/306 fidye ⇒ âhirette II/536 gizli: ~ şekilde namaz kılma
Filistin (Y.M.) II/347, II/385 II/303; ~ce dua etme II/054,
F fîsebîlillâh II/479 II/084; ~ce sadaka verme II/490,
fâcir II/205 fiten II/333, II/342, II/360, II/457, II/494; ~ce zekat verme II/482
faiz karışan mal II/490 II/491 gökyüzü II/165, II/271, II/435
fakîh sahâbî ⇒ (Ş.) II/031 fitneye sebep olmak II/340 gölgelik yerlere abdest bozmak
fakir: ~ sahâbîler II/171, II/447; ~ fitre: ~ verme II/445; ~ yükümlü- II/105, II/110
sınıfı II/478; ~e ikramda II/448; lüğü II/447; ~nin miktarı II/449 gönlün mescitte kalması II/285
~i doyurma II/405, II/515; ~in fusülde kullanılan su miktarı gönül: ~ almak II/502; ~ kırmak
başına kakmak II/482; ~lere II/135 II/415, II/417, II/504; ~leri
tasadduk etme II/518; ~lerin fürû II/480 İslâm’a ısındırma II/477
ihtiyacını gidermek II/447; ~lerin görev: ~i kötüye kullanma II/470;
ihtiyacını karşılamak II/457, G ~li melek II/057
II/490; ~lik endişesi II/485, Gâbe denilen yer (Y.M.) II/505 görme engelli sahâbîler ⇒
II/495 gafillerden olmak II/084 Abdullah b. Zâide (Ş.) II/307 ⇒
fal okları II/341 gaflete düşmek II/089 Hassân b. Sâbit (Ş.), II/562
Fârisî (Ş.) II/567 Gafûr II/098 gösteriş: ~ âfetinden kurtulma
farklı inanç mensupları II/292 ganimetin beşte biri II/017 II/494; ~ için giyinmek II/574;
Farsça II/117 gasp suçu II/460 ~ için malından harcama II/482,
Farslar (K.K.) II/530 Gatafânlılar (K.K.) II/153 II/495; ~ için zekât ve sadaka
farz: ~ ibadetler II/021, II/029; ~ gazâ II/351 vermek II/494; ~ yapma II/482
kapsamında görülen konular gece: ~ boyu sürekli namaz kılma gözler: ~in kişi üzerindeki hakkı
(zekat) II/030; ~-ı kifaye II/237; II/569; ~ ibadet etmek II/031, II/409, II/558; ~in oruç tutması
~ları ihmal etme II/031; ~ları II/040, II/260, II/264, II/275, II/419
yerine getirememek II/573 II/396, II/409, II/558, II/571; ~ Gruplar II/153
faydası kesintisiz devam eden melekleri II/178; ~ namaz kılma gus(ü)l: ~ abdesti II/018, II/131,
sadaka II/489 II/087, II/192, II/193, II/249, II/132, II/133, II/134, II/135,
faziletli: ~ amel II/281; ~ davra- II/260, II/443, II/446; ~ namazı II/136, II/145, II/147, II/148,
582
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
II/537; ~etme II/125, II/132, güvence verme II/063, II/323, II/057, II/569
II/133, II/134, II/145, II/195, II/329 hadesten tahâret II/118
II/211, II/214, II/536; ~ü bozan güvenli: ~ belde II/044; ~ şehir hadis: ~ eserleri II/306; ~ kay-
şeyler II/124; ~ abdesti alıp II/044 nakları II/228, II/238, II/249,
cumaya gitme II/211, II/214; ~ güzel: ~ ahlâk aşılama II/208; ~ II/446, II/467; ~ kitapları II/029;
almak II/118 ahlâk II/170; ~ elbiselerin kulu ~ kitaplarının iman ve ibadet
gücü: ~ ölçüsünde ibadet yapma olma II/458; ~ giyinme II/195, bölümleri (K.) II/029; ~ rivayet
II/018, II/254, II/409; ~ ye- II/575; ~ isimlerle dua etme etme II/170; ~ rivayetleri II/217,
tenlerin haccetmesi II/337; ~n II/056; ~ koku sürmek II/295 ⇒ II/270, II/502, II/517; ~ uzman-
yeteceği amelleri yapma II/011, kefene; ~ koku sürünmek II/135; ları II/350
II/017, II/018, II/259, II/349, ~ söz II/023, II/032, II/487 hadisçiler II/262
II/409, II/539, II/565, II/570, Hadramevt (Y.M.) II/550
II/572, II/573 Ğ Hafs b. Âsım (Ş.) II/301, II/548
güç: ~ yetirilemeyecek adaklar Ğamîm (Y.M.) II/545, II/559 Hafs b. Âsım b. Ömer b. Hattâb
II/530; ~ yetirilemeyen ibadetlere Ğufrânek II/111 (Ş.) II/301
kalkışmama II/018 haftada bir defa: ~ temizlenme
güler yüzlülük II/415, II/487 H II/195; ~ yıkanma II/215
Gülsüm b. Hidm (Ş.) II/131 habâis II/105, II/111 haftalık toplanma vakti II/223,
gümüş: ~ nisabı II/470; ~ yü- Habeş asıllı sahâbîler ⇒ Bilâl b. II/274
züklerin zekâtı II/468; ~ ziynet Rebâh (Ş.) II/307, II/313 hainlik yapmak II/574
eşyasının zekâtı II/468; ~ün kulu Habeşistan (Y.M.) II/238, II/296, hakaret etmek II/250
olanlar II/458 II/455 Hakîm b. Hızâm (Ş.) II/503
gün: ~ ortası II/180, II/269; ~ orta- habeşistan kralı II/015, II/238, hakir görme II/065
sında namaz II/180, II/269 II/455 haksızlık: ~ yapılınca affeden
gün: ~lerin en değerlisi II/273; hac: ~ ayları II/349, II/379; ~ ay- II/077; ~ yapma II/077
~ün en bereketli zaman dilimi larında umre II/379; ~ farizasını halifelik II/216, II/467
II/281; ~ün en kıymetli zaman yerine getirmek II/020, II/273, Halîm II/129, II/134
dilimi II/087 II/479; ~ görevi II/377, II/387; Hallâd b. Râfi’ (Ş.) II/163, II/570
günah: ~ kapsamına giren davra- ~ görevleri II/348, II/366; ~ hamamlar II/134, II/298
nışlar II/100; ~a öncülük etme görevlerine şirk karışması II/348; hamile kadının orucu II/537
II/492; ~lardan arınmak II/135, ~ ibadeti II/020, II/021, II/043, Hamne bnt. Cahş (Ş.) II/148
II/170; ~lardan uzak durma II/272, II/273, II/347, II/348, Hamza b. Amr el-Eslemî (Ş.)
II/433, II/439; ~ların bağış- II/357, II/359, II/360, II/368, II/543, II/549, II/555, II/558
lanmasına vesile ⇒ “Lâ ilâhe II/373, II/380, II/536, II/549; hanefîler II/134
illâllahü vahdehû lâ şerîke leh, ~ ibadetini yürüyerek yapma hanif Dini II/170, II/348, II/437,
lehü’l-mülkü ve lehü’l-hamdü II/528; ~ ibadetinin farz kılın- II/511, II/514, II/572
ve hüve alâ külli şey’in kadîr” ması II/343, II/349; ~ ibadetinin Hanne (Ş.) II/529
demek II/083, II/086 ⇒ abdest, meşakkatleri II/273; ~ ile birlikte hapishane II/297
II/120, II/122 ⇒ hacca gitme, umre yapma II/379; ~ ile umre hapsetmek II/435
II/151, II/155, II/155, II/166, arasındaki fark II/378; ~ kurbanı Harâm b. Milhân (Ş.) II/063
II/175, II/183, II/211, II/214, II/366, II/517; ~ kurbanları haram II/358; ~ Bölge (Y.M.)
II/221, II/229, II/246, II/264, II/517, II/520; ~ menâsiki II/348, II/292, II/359, II/365; ~ lokma
II/265, II/265, II/270, II/270 ⇒ II/364, II/367; ~ mevsimi II/076, II/388
kelime-i tevhid, II/378, II/391, II/272; ~ sözcüğü II/357; ~ harcamalarda ölçülü olmak II/575
II/391, II/391, II/394, II/397, yapmadan ölen kimse II/350; ~ Hâricîler II/139, II/145
II/397, II/397, II/408 ⇒ âşûrâ yolculuğu II/020, II/349, II/549; harûrîler II/139, II/145
günü orucu ~ca denk ibadet II/373, II/377; Hasan-ı Basrî (Ş.) II/263, II/445
günde beş vakit namaz II/177, ~cetmek II/351; ~c-ı Ekber hasenat II/397; ~ı artırma II/121
II/403 II/377; ~cı umreye çevirme hasene II/121
gündüz melekleri II/178 II/379; ~cın fazileti II/351; ~cın hasletler II/131, II/416, II/551
güneş: ~ batarken namaz II/248, sevabı II/351 Hassân b. Sâbit (Ş.) II/502
II/275; ~ battığı anda namaz haccü’l-asğar II/377 hasta: ~ ziyareti II/231, II/488;
kılma II/269; ~ doğarken namaz Hacer (Ş.) II/044, II/335, II/347, ~nın duası II/057
II/236, II/275; ~ tam tepede iken II/362, II/381, II/385, II/386, hatayı affetmek II/168
namaz II/179, II/180, II/248, II/388 hâtemü’l-enbiyâ II/304
II/267; ~ tutulması II/193, hacılara su dağıtma II/338, II/385 hatim: ~ duası II/378; ~le kılınan
II/225, II/253, II/304; ~ tutulma- hacim: ~ ölçüsü birimi II/447; ~ teheccüd namazları II/378; ~le
sı namazı II/193; ~e secde etme ölçüsü II/447 kılınan teravih namazları II/264,
II/180; ~e tapma II/275; ~in haddi: ~ aşan II/569; ~ aşanlar II/378
batıdan doğması II/102 II/054, II/569, II/574; ~ aşma hatip II/227, II/229
583
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
584
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
585
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
itibarî değer II/470 Kadir gecesi II/041, II/257, II/264, II/102, II/117, II/151, II/157,
itidal: ~ üzere olmak II/503, II/265, II/269, II/270, II/391, II/172, II/218, II/241, II/246,
II/559, II/565, II/568, II/569, II/393, II/396, II/433, II/435, II/250, II/285, II/294, II/308,
II/570, II/573, II/574; ~den II/437 II/311, II/314, II/317, II/361,
uzaklaşmak II/021; ~i elden Kâdisiyye (Y.M.) II/562 II/363, II/480, II/489, II/490,
bırakmamak II/568, II/569 kâğıt paralar II/470 II/494, II/499, II/503, II/511,
itidalle ibadet etmek II/031 Karadâvî (Ş.) II/468 II/513, II/529; ~ sahneleri II/224;
itikâf: ~a girmek II/143, II/396, Kâre kabilesi (K.K.) II/064 ~in cuma günü kopacak olması
II/433, II/435, II/436, II/526; ~ta Kays b. Adî (Ş.) II/339 II/209, II/214; ~te susuzluk
cinsi münasebet II/406 Kays b. Sa’d b. Ubâde (Ş.) II/441, çekmemek II/388
iyi: ~ binek II/459; ~ eş II/459; ~ II/445 kıyamı uzun olan namazı II/250
niyet II/032, II/488 Kays b. Sırma (Ş.) II/406, II/425 kıyâmü’l-leyl II/262
iyilik(ğ): ~e çağırma II/028, II/488; Kelb kabilesi (K.K.) II/272 kibir II/033, II/367, II/574
~e iyilikle karşılık verme II/415; kelime-i tevhid II/341, II/365, kilise II/296; ~ler II/293
~i başa kakma II/495; ~i emret- II/488, II/508 kimsesiz II/495; ~ler II/298, II/398
mek II/248, II/491; ~i gizlemek kem gözle bakma II/416 kirler: ~den arındırma II/315; ~i
II/076; ~i öğretmek II/208; ~i kemik ve tezekle taharetlenme giderme II/337; ~in giderilmesi
tavsiye II/032; ~in kötülükleri II/107 II/366
gidermesi II/155 kendi: ~n bilmek II/363; ~nden Kitâb-ı Mukaddes II/142, II/143,
aşağıdakilere bakma II/078; II/455
K ~nden üstün olanlara bakma koku sürme II/214, II/295
Kâ’b b. Mâlik (Ş.) II/095, II/096, II/078; ~ni Allah’a adama II/437; kolay: ~ olanı seçme II/555,
II/097, II/325, II/504 ~ni bilen, Rabbini de bilir. II/560; ~ olanı tercih II/539
Kâ’b b. Ucre el-Ensârî (Ş.) II/446, II/363; ~ni bilme II/363; ~ni kolaylık(ğ): ~ dini II/538, II/559;
II/453 doyurmak için yapılan harcama ~ı seçme II/549; ~ prensibi
Kâ’b b. Zeyd en-Neccârî (Ş.) II/064 II/487; ~ni düzeltme II/100; ~ni II/123, II/193, II/561
Ka’b kabilesi (K.K.) II/530 ibadete vermek II/337, II/567; komşu: ~ ile imtihan II/491; ~luk
kaba: ~ davranışlarda bulunmak ~sini tamamen nafile ibadetlere hukuku II/208; ~ya ikram etmek
II/415; ~ davranmak II/226 vererek II/031 II/514
Kâbe II/043, II/190, II/294, Kenzü’l-ummâl (K.) II/223, II/388, konuşma üslûbu II/226
II/335, II/338, II/341, II/342, II/488 korku: ~ ile ümit arası II/165; ~
II/347, II/358, II/361, II/362, kerahet: ~ vakitleri II/275; ~ vakti namazı II/545; ~ ve ümit II/364
II/385, II/388; ~ hizmetleri II/236 koyunların zekât nisabı II/467
II/337, II/338; ~ kapısı II/361; ~ Kerdem b. Süfyân (Ş.) II/525 kör II/073, II/493, II/517, II/574
muhafızlığı II/348; ~’nin çatısız Kerdem b. Süfyân’ın kızı kötü: ~ ahlâk II/032, II/170; ~
oluşu II/339; ~’nin görüldüğü Meymûne (Ş.) II/525 alışkanlık II/032; ~ alışkanlıklara
ilk an II/044; ~’nin inşası II/044, kesici aletler II/295 son verme II/397; ~ gelenek baş-
II/336; ~’nin onarılması II/338; kesim işinin hızlı yapılması II/514 latma II/492; ~ davranış II/183;
~’nin yanması II/340; ~’nin Kesîr b. Abdullah b. Amr b. Avf ~ duygu ve düşünceler II/033; ~
yıkılması II/339; ~’nin yıkılması el-Müzenî (Ş.) II/211 konuşmama II/411; ~ söz II/416,
II/347; ~’ye iki kapı yapılması Kevser: ~ havuzu II/117; ~ sûresi II/417, II/447; ~ sözler II/443,
II/340; ~’ye yürüyerek gitmeyi II/181 II/446
adama II/530; ~’yi çıplak olarak kıble: ~nin değiştirilmesi II/327, kötülük: ~le anılmak II/235; ~ler-
tavaf II/338; ~’yi yıkmak üzere II/328; ~nin Mekke’ye döndürül- den sakındırmak II/028, II/248,
gelen Ebrehe II/365 mesi II/306; ~nin tahvili II/329; II/491; ~lerin anası II/100; ~ten
kabir: ~ ziyareti II/117; ~ ziyareti- ~ye dönerek abdest bozma alıkoymak II/032, II/084, II/155;
nin âhireti hatırlatması II/117 II/328; ~yi tayin II/328 ~ten sakınmak II/416; ~ten uzak
Kabîsa b. Muhârik (Ş.) II/478, kına II/145 durmak II/487
II/480 kıraat II/156, II/166, II/204, Kubâ (Y.M.) II/107, II/121, II/129,
kabrin genişletilmesi II/233, II/236 II/250, II/264; ~e başlama II/166; II/131, II/154, II/190, II/201,
kabul: ~ edilmiş haccın karşılığı ~siz namaz II/166 II/203, II/292, II/296, II/307,
II/345, II/373, II/378; ~ olunacak kırk bir rekât II/264 II/321, II/327; ~’da imamlık
dualar II/057; ~ olunan hac kırkta bir II/466, II/468, II/470 II/203
II/351; ~e şayan dualar II/041 kısas II/574 Kubbe Türkiyye II/435
kaderin önüne geçme II/530 kıssa II/099 kul: ~ hakkı II/100, II/239; ~
kadın: ~ın cihadı II/351; ~ın ka- kıtlık II/064, II/515 hakları II/239
dınlara imamlık yapması II/205; kıyâme II/017, II/019, II/032, kulağa ezan okuma II/315
~ın kocası üzerindeki hakkı II/071, II/077, II/489, II/565, kulluk etmek II/017, II/021,
II/031, II/568; ~ların mescide II/573 II/028, II/049, II/052, II/066,
gelmesi II/225 kıyamet: ~ günü II/031, II/100, II/153, II/167, II/168, II/314,
586
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
587
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
Muâviye b. el-Hâkem es-Sülemî Münâvî (Ş.) II/201, II/307, II/365 ~ları ihmal etmek II/156
(Ş.) II/161 Münzir b. Âiz (Ş.) II/572 namazgâh (Y.M.) II/361
Muâz b. Cebel (Ş.) II/025, II/027, Münzir b. Amr es-Sâidî (Ş.) II/063 Neccâroğulları (K.K.) II/291,
II/095, II/173, II/181, II/465 Müslüman: ~ kimliği II/329; ~’ın II/307
Muâze (Ş.) II/139 ahlâkı II/111 Necid (Y.M.) II/059, II/063, II/064,
Mudar kabilesi (K.K.) II/064, müşrikler: ~in baskıları II/061, II/087
II/491 II/064, II/213; ~in işkenceleri Necip Fazıl (Ş.) II/238, II/456
Mugîre (Ş.) II/069 II/561 nef(i)s: ~ muhasebesi II/438; ~
Muğîre b. Şu’be (Ş.) II/105, II/110 mütevazı II/303, II/362, II/397, terbiyesi II/438; ~ine hâkim
Muhammed Mustafa (Ş.) II/391 II/429, II/435 olma II/416
Muhammedü’l-Emîn (Ş.) II/341 Müzdelife (Y.M.) II/348, II/363, nefsanî: ~ arzular II/439; ~ arzula-
Muharrem II/272, II/273, II/379, II/365, II/376, II/379; ~ vakfesi rın esiri olma II/153
II/394, II/401, II/404, II/405, II/348, II/379 Nemire (Y.M.) II/364
II/408; ~ ayının onuncu günü neveytü’l-i’tikâfe II/438
II/404; ~’in dokuzu II/405; ~’in N nezretme II/523, II/526, II/529
dokuzuncu veya on birinci günü Nabia Abbot (Ş.) II/223, II/388 nıhle II/501
II/405 nafaka II/480, II/504 nifas II/133, II/134, II/136, II/147,
muhkem II/416 Nâfi’ (Ş.) II/471 II/148
Muhsin II/033 nâfia (L.) II/386 nimetlere hamdetmek II/075
mukâbele II/261, II/394, II/396, nafile: ~ ibadet II/030, II/251, nisap miktarı II/456, II/466,
II/418 II/436, II/456; ~ ibadetler II/025, II/468, II/470, II/471
mukarrebûn II/519 II/030, II/031, II/243, II/246, Nuh Peygamberin üç oğlu (Ş.)
mukîm II/541, II/546, II/551 II/254, II/439; ~ namaz II/031, II/075, II/153
murdar II/142, II/517 II/182, II/216, II/217, II/241,
Mus’ab b. Umeyr (Ş.) II/213 II/243, II/245, II/246, II/247, O
Musa Peygamber (Ş.) II/153, II/248, II/249, II/252, II/253, on kat sevap II/409, II/558, II/571
II/177, II/272, II/404 II/260, II/263, II/264; ~ namaz- onur II/100; ~u zedelememe
musâfaha II/133, II/361 lar II/170, II/171, II/193, II/246, II/494
musallâ II/143, II/513 II/250, II/252, II/253, II/254, organların hepsiyle oruç tutma
Mushaf (K.) II/573 II/551; ~ orucu bozma II/567; ~ II/417
musibetlere sabretme II/077 oruç II/030, II/403 orta: ~ namaz II/180, II/281; ~ yol
musiki II/319 namaz: ~ ibadeti II/156, II/308; II/065, II/559, II/565, II/569,
musikişinaslar II/319 ~ ibadetinin önemi II/157; ~a II/570, II/573, II/575
muteber hadis kaynakları (K.) giderken atılan her adım II/023, ortak: ~ koşanlar II/170; ~ koşma-
II/249 II/032, II/487; ~da gökyüzüne mak II/017, II/039
mutedil davranma II/031 bakma II/165; ~da huşûu II/154, oruç(c): ~ ibadeti II/405, II/425;
Muvâfakât (K.) II/557 II/164, II/165; ~da kıraat II/166, ~a başlama vakti II/426; ~a gücü
mübarek: ~ geceleri II/264; ~ II/248; ~da konuşulmaması yetmeyenler II/405, II/546,
gün ve geceler II/043; ~ vakitler II/165; ~da okunacak dualar II/548; ~u kaza etme II/139,
II/274, II/276; ~ zaman dilimleri II/168; ~ı ayakta kılma II/531, II/145, II/405, II/551; ~ bozma
II/274; ~ zaman II/351; ~ zaman II/536; ~ı cemaatle kılmak II/445, II/559; ~ ibadetinin
ve mekânlar II/043; ~ zaman ve II/155, II/183, II/190; ~ı dosdoğ- şekil şartları II/417; ~ tutmanın
mekânlarda yapılan dualar II/041 ru kılmak II/029, II/153, II/157, faziletli olduğu zamanlar II/408;
müekked sünnet II/308 II/185, II/190, II/294, II/335, ~ türleri II/403; ~lunun gıybet
müezzin II/178, II/199, II/207, II/345, II/399, II/403, II/451, etmesi II/417; ~luya iftar veren
II/216, II/284, II/301, II/307, II/455, II/460; ~ı kaçırmak II/413, II/419
II/308, II/311, II/314, II/317, II/019; ~ı kaza etmek II/139, Osman b. Affân (Ş.) II/115, II/120,
II/538; ~ler II/178, II/199, II/145, II/283, II/284, II/537; ~ı II/216, II/263, II/289, II/503,
II/207, II/317; ~lik II/197, kıldığının farkında olmak II/164; II/551
II/204, II/307 ~ı kısaltmak II/545, II/546, Osman b. Maz’ûn (Ş.) II/206,
mükellef olmanın şartları II/019, II/547, II/551; ~ı oturarak kıl- II/573
II/021 mak II/018; ~ı terk etmek II/153; Osman b. Talha (Ş.) II/575
mükellefiyet II/016, II/021 ~ı vaktinde kılamamak II/283, Osman Gazi (Ş.) II/331, II/344,
mümin: ~ olmasının alâmeti II/284; ~ı vaktinde kılmak II/345
II/033; ~i kasten öldürme II/100; II/279, II/283, II/284, II/285; ~ın Osman’ın azatlı kölesi Ferruh (Ş.)
~lerin özellikleri II/154 önemi II/182, II/194; ~ın vaktin- II/550
münâcât II/064, II/156, II/166, de kılınmaması II/016, II/282; oturarak: ~ imamlık yapma II/536;
II/167, II/171, II/295 ~ını iade etmek II/120, II/125, ~ kılma II/531, II/536; ~ küçük
münafıkların özellikleri II/088, II/550; ~ları birleştirmek II/547; abdest bozma II/108
II/285 ~ları cem etmek II/543, II/546;
588
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
589
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
sa’y II/348, II/355, II/362, II/363, samimiyet II/030, II/032, II/045, sıyam II/264
II/368, II/376, II/379, II/388 II/052, II/125, II/146, II/168, sidre II/145
sâatü’l-usra II/546 II/172, II/181, II/227, II/229, sigara II/195
sadaka: ~ taşları II/494; ~ vereme- II/233, II/236, II/315, II/359, sikâye II/385
yenler II/487; ~ verenler II/491; II/378, II/487, II/488, II/489 simge II/307
~ vermek II/023, II/031, II/144, San’a (Y.M.) II/550 sofra duası II/418
II/215, II/221, II/225, II/247, sarhoş II/123, II/164 soğan II/195, II/289, II/295
II/403, II/483, II/485, II/487, sarımsak II/195, II/289, II/295 soğuk: ~ gecede ihtilâm olma
II/488, II/489, II/490, II/491, savaş hâli II/020 II/124; ~ havalarda abdest almak
II/492, II/495, II/496, II/536; Sebe (K.K.) II/078, II/459 II/560
~-i câriye II/489; ~-i fıtır II/019; secde: ~ hâli II/161, II/168; ~ izi sol elle yemek II/109
~ları/zekâtları artırır II/459; ~nın II/171 son: ~ nefes II/100, II/485, II/495;
hataları söndürmesi II/491; ~nın sefer: ~ namazları II/547; ~de ~ oturuş II/169; ~ oturuşta dua
malı artırması II/490 namazı iki rekât kılma II/548; II/171; ~ saf II/194
sadakatü’n-nüfûs II/446 ~de namazları kısaltma II/547; sorguya çekilme II/019
sade giyinme II/575 ~de oruç tutma II/549; ~in sıkın- soru sormak II/572
Sader Tavafı II/368 tılarını II/546 sorumluluk bilinci II/154, II/240,
Safâ (Y.M.) II/292, II/335, II/348, seferî II/548; ~lik II/547 II/351, II/358, II/393
II/355, II/362, II/363, II/368, seher vakti II/040, II/087, II/274, sosyal: ~ adalet II/519; ~ barış
II/376, II/379, II/385, II/388; ~ II/275 II/445; ~ yardımlaşma II/446,
ile Merve II/335, II/348, II/355, sehiv (yanılma) secdesi II/020 II/480
II/362, II/363, II/368, II/376, Sehl (Ş.) II/291, II/506 soy çokluğuyla övünme II/488
II/379, II/385, II/388 Sehl b. Sa’d (Ş.) II/358 sövüşmek II/358, II/411, II/415
safer II/063, II/379 sekînet II/085, II/397 söz: ~ taşıma II/108; ~ verme
Safiyye bnt. Şeybe (Ş.) II/331 sekiz rekât II/247, II/251, II/262, II/368, II/490; ~ünde durmak
safları: ~ düzeltme II/205; ~ düz- II/263, II/264 II/403; ~üne sadık kalmak II/021
gün tutma II/165, II/194, II/199, selâm II/100, II/169, II/171, statüler II/358
II/207; ~n arasındaki boşlukları II/368, II/437; ~ vermek II/028, stres II/438
doldurma II/199; ~n düzgünlüğü II/032, II/117, II/164, II/165, su: ~ ile temizlenme II/108; ~
II/194 II/171, II/206, II/216, II/231, kaynakları II/105, II/110; ~
safta boşluk II/194 II/487; ~ı yaymak II/249 kaynaklarına abdest bozmak
sağ yanı üzerine uzanıp istirahat selâmlaşmak II/165 II/105, II/110; ~ kullanarak
eder II/247 Selâtin Camileri II/438 temizlenmek II/121; ~ları ölçülü
sahur II/260, II/394, II/398, selef-i sâlihîn II/057 kullanmak II/135; ~yla temizlik
II/417, II/418, II/421, II/423, Selimeoğulları (K.K.) II/095 II/107, II/122; ~yu israf etmemek
II/425, II/426, II/427, II/429; ~ Selmân (Ş.) II/107 II/122; ~yun temiz ve temizleyici
kelimesi II/425; ~ yemeği II/417, Selmân b. Âmir ed-Dabbî (Ş.) olması II/121
II/418, II/421, II/423, II/425, II/478 Sudâ kabilesi (K.K.) II/477
II/426; ~a kaldırmak II/429; ~a Selmân-ı Fârisî (Ş.) II/570 Suffe ashâbı II/063, II/296
kalkmak II/413, II/417, II/425; semavî dinler II/455 suiistimal II/561
~un bereketi II/413, II/417, senâ II/044, II/067, II/129, II/167, sübhânallah II/083, II/084
II/426 II/169, II/224, II/333, II/337, sübhâne rabbiye’l-a’lâ II/251
Saîd b. Cübeyr (Ş.) II/549 II/341, II/480, II/513 sübhâne rabbiye’l-azîm II/251
Saîd b. Ebû Bürde b. Ebû Mûsâ sene: ~nin tamamını oruçlu ge- sübhâneke II/166
el-Eş’arî (Ş.) II/483 çirme II/401, II/407, II/408; ~yi Süheyl (Ş.) II/291, II/506
Saîd b. Zeyd (Ş.) II/216 oruçlu geçirmek II/571 Süheyl b. Amr (Ş.) II/390
Sakîf kabilesi (K.K.) II/525 Serahsî (Ş.) II/076 Süheyl b. Beyzâ (Ş.) II/236
salâ II/216 Serif (Y.M.) II/376, II/537 süknâ II/506, II/507
salâh II/301, II/304, II/305, II/316 seriyye II/538 sükût: ~ etmek II/064; ~ orucu
salavât getirme II/169 servet II/459, II/503 II/403
salgın hastalık II/020 sevap(b): ~ kazanmak II/020, Süleyman b. Ebû Hasme (Ş.)
salih: ~ amel II/248, II/267, II/272; II/083, II/191, II/236, II/270, II/192
~ ameller II/013, II/021, II/429, II/294, II/458, II/494; ~ını Süleyman Peygamber (Ş.) II/075,
II/539, II/565, II/570 Allah’tan ummak II/257, II/264 II/296
Sâlim b. Abdullah (Ş.) II/465 seyyidü’l-istiğfar II/102 Süleymanoğulları (K.K.) II/480
Sâlim b. Avf kabilesi (K.K.) II/213 Sıddîk (L.) II/342 Süleymoğulları (K.K.) II/063,
Sâlim b. Avfoğulları (K.K.) II/223, Sıdk II/487 II/341
II/292 sıkıntılara katlanma II/143 Sümâme b. Üsâl el-Hanefî (Ş.)
Sâlim’in babası Abdullah b. Ömer sıla-i rahim II/475, II/481 II/134
(Ş.) II/497 sırât-ı müstakîm II/568 sünnet: ~ bilgisi II/204; ~ namazla-
590
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
rı II/284; ~ olmak II/279, II/284; ile teskin etmek II/032 tadil-i erkâna riayet II/165, II/172,
~ ve nafile ibadetler II/030; ~e şek orucu II/409 II/571
göre hareket II/573; ~e ittiba şekûr II/075 Tâğıye Menât II/348
II/205; ~e uygun bir şekilde şemâil II/226, II/227 taharetlenme esnasında sağ eli
abdest alma II/120; ~e uygun şerefü’l-mekân bi’l-mekîn II/394 kullanmamak II/109
davranma II/419; ~e uyma Şevval: ~ ayında altı gün oruç tahiyyât II/169, II/217
II/125, II/254, II/509, II/513, II/270, II/401, II/407; ~ ayında tahiyyâtü II/168
II/573; ~i en iyi bilen II/199, oruç II/407; ~ hilâli II/395 tahiyyetü’l-mescid II/216, II/252,
II/204; ~i terk etmek II/195; ~ler şeytan II/395, II/409; ~ işi II/123, II/295
II/317, II/377, II/394; ~ten yüz II/284; ~ taşlamak II/355, tahmîd II/083, II/084
çevirmek II/569 II/367, II/368, II/379, II/559, tahvil II/470
sürekli oruç tutma II/569, II/570, II/569; ~a karşı yapılan savaş Tâif (Y.M.) II/065, II/206, II/281,
II/571, II/572, II/573 II/366, II/368; ~ca işler II/315; II/376, II/570
sürüden ayrılan II/191, II/301, ~dan Allah’a sığınmak II/367; takatinin üstünde ibadete kalkışır-
II/308 ~ı kovmak II/367; ~ın akılla- sa II/013, II/021, II/539, II/565,
süs eşyaları II/468 rı çelmesi II/191, II/250; ~ın II/570
süslenmek II/145 musallat olması II/301, II/308; takı II/468
sütre II/165, II/207 ~ın vesvesesi II/366, II/415; ~la taklit etmek II/405
Süyûtî (Ş.) II/189 mücadele II/250, II/367, II/368; takrir II/306
~ların bağlanması II/391, II/395, taksir II/199, II/207, II/317
Ş II/397; ~ların zincire vurulması takva II/089, II/318, II/351, II/357,
şahit II/119, II/340, II/547; ~lik II/409 II/368, II/393, II/397, II/416,
etmek II/169, II/221, II/224, şiar II/307, II/315, II/318, II/320, II/438, II/517, II/519, II/520; ~
II/226, II/306, II/311, II/314, II/364, II/502 ayı II/393; ~ azığı II/357, II/367;
II/345, II/399, II/403, II/451, şifa: ~ kaynağı II/386, II/387; ~ ~ elbisesi II/358; ~ ile de Allah’a
II/455; ~lik II/040, II/043, Ümmü Süleyman (Ş.) II/192 ulaşmak II/368; ~ mescidi
II/097, II/169, II/178, II/221, şiir II/217, II/291, II/297 II/131, II/293; ~ sahibi kimseler
II/224, II/226, II/269, II/292, şirk emareleri II/525 II/040, II/054, II/562
II/306, II/311, II/314, II/317, şirk II/100; ~ karışmış ibadet Talha b. Musarrif (Ş.) II/358
II/345, II/361, II/399, II/403, II/154, II/348; ~ koşmak II/341; Talha b. Ubeydullah (Ş.) II/358
II/451, II/455 ~ unsurları II/348; ~i çağrıştıran tam teslimiyet II/439
şair II/319, II/320, II/325; ~ler II/525 tamahkârlık II/495
II/319 Şit Peygamber (Ş.) II/340 tan yerinin ağarması II/270,
şalvar II/357 Şuaybe limanı (Y.M.) II/338 II/406, II/426
Şam bölgesi (Y.M.) II/216, II/228, şûra meclisi II/297 tane tane okumak II/166
II/313, II/325, II/326, II/327, Şurahbil b. Amr (Ş.) II/548 tapınak II/296
II/338, II/379, II/467 şuur II/033, II/089, II/317, II/320, tarağın dişleri II/419
Şamlılar II/340 II/364 tartışma II/358
şarkı söylemek II/528 şük(ü)r: ~ namazı II/550; ~ secdesi tasadduk II/172, II/485, II/488,
şartlı hibe II/506 II/076; ~eden kalp II/077; ~eden II/489, II/495, II/518; ~ta bulun-
Şâtıbî (Ş.) II/557 kul II/069, II/075, II/245, II/253; mak II/485, II/488, II/495
şavt II/360, II/376 ~edenler II/078; ~etme duygusu tasfîh II/201
şeâir II/318 II/076; ~etme II/042, II/052, tasfîk II/201
Şeddâd b. Evs (Ş.) II/514 II/054, II/066, II/071, II/075, tasvir II/224, II/294, II/296,
şefaat II/311 II/076, II/077, II/078, II/124, II/418, II/496
şefkatle davranma II/503 II/156, II/245, II/366, II/393, taşlamak II/366, II/569
şehâdet: ~ etmek II/028, II/119; ~ II/397, II/416, II/418, II/446, taşlanmak II/281
kelimeleri II/223, II/224, II/260, II/457, II/458, II/520, II/525, taşlanmış şeytan II/367
II/305, II/316; ~ parmağı II/319; II/551 tatlı dil II/415
~ parmakları II/118, II/308; ~ ve şükran II/528, II/529; ~ borcu tavaf: ~ alanı II/386; ~ edenler
tevhid kelimeleri II/320 II/076, II/446; ~ duygusu II/168 II/337, II/347; ~ etmek II/120,
şehevî: ~ arzular II/415, II/439; ~ II/141, II/333, II/337, II/342,
ilişki II/358 T II/359, II/360, II/375; ~ ibadeti
şehirlerin anası II/043, II/044 taabbüd II/393 II/360; ~ namazı II/362; ~ın
şehit(d): ~ aileleri II/479; ~ olma taâmü’s-sahûr II/425 başlama noktasını II/361; ~ın ilk
arzusu II/562; ~ler II/238; ~lerin taat II/351, II/396, II/446; ~te üç şavtı II/360, II/376
cenaze namazının kılınmaması bulunmak II/439 Tay kabilesi (K.K.) II/426
II/239; ~lerin yıkanması II/238; tabiat II/358 tazim: ~ duyguları II/052; ~ etmek
~ olma II/063, II/238, II/562 tâbiîn: ~ âlimleri II/225, II/546; ~ II/052
şehvet II/367, II/368; ~ini eşi/helâli nesli II/119, II/428 tebessüm II/032, II/189, II/415; ~
591
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
592
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
593
HADİSLERLE İSLÂM
İBADET
594
HADİSLERLE İSLÂM 3
Hadislerin Hadislerle Yorumu
EDİTÖRLER : Prof. Dr. Mehmet Emin ÖZAFŞAR SON OKUMA : Prof. Dr. Mehmet Emin ÖZAFŞAR
Prof. Dr. İsmail Hakkı ÜNAL Dr. Mahmut DEMİR
Prof. Dr. Yavuz ÜNAL Elif ERDEM
Prof. Dr. Bünyamin ERUL Hale ÇERÇİBAŞI
Prof. Dr. Huriye MARTI Kenan ORAL
Dr. Mahmut DEMİR Rukiye AYDOĞDU
Salih ŞENGEZER
REDAKSİYON HEYETİ : Prof. Dr. Huriye MARTI Yusuf TÜRKER
Prof. Dr. Abdurrahman CANDAN
Doç. Dr. Zişan TÜRCAN Genel Koordinatör : Prof. Dr. Huriye MARTI
Dr. Öğr. Üy. Mehmet HARMANCI Yayın Yönetmeni : Dr. Fatih KURT
Dr. Öğr. Üy. Mahmut Esad ERKAYA Koordinasyon : Bünyamin KAHRAMAN
Dr. Öğr. Üy. Suat KOCA Tasarım : tavoos
Dr. Mahmut DEMİR Baskı Hazırlık : Emre YILDIZ
Dr. Muhammet Ali ASAR Baskı Kontrol : Hasan ÖZTÜRK
Dr. Saliha TÜRCAN Baskı ve Cilt : Çağlayan Matbaası
Ali ÇİMEN (0232) 274 22 15
Elif ERDEM Baskı: : 5. Baskı, İzmir 2019
Esma ÜRKMEZ DİYK Kararı : 12.07.2011/49
Hale ÇERÇİBAŞI 2019-35-Y-0003-985
Kenan ORAL ISBN 978-975-19-5998-0 (takım)
Rukiye AYDOĞDU ISBN 978-975-19-6001-6 (3. cilt)
Salih ŞENGEZER Sertifika No: 12930
Yıldıray KAPLAN
Yusuf TÜRKER
© T.C. Diyanet İşleri Başkanlığı
AHLÂK
GÜZEL AHLÂK
İSLÂM’IN ÖZÜ
11
الصل َا ِة َق َال:
عَنْ عَلِي ِّ بْنِ َأ�بِى طَالِبٍ عَ ْن َر ُسولِ ال َّل ِه َ ،sأ� َّن ُه َك َان �ِإ َذا َقا َم �ِإ َلى َّ
“َ ...واهْ ِد ِنى ِل َأ� ْح َس ِن ال َأ�خْ ل َاقِ َ ،لا َي ْه ِدى ِل َأ� ْح َس ِن َها �ِإ َّلا َأ�ن َْتَ ،و ْاص ِر ْف عَ ِّنى
َس ِّيئ ََهاَ ،لا َي ْص ِر ُف عَ ِّنى َس ِّيئ ََها �ِإ َّلا َأ�ن َْت”...
ول ال َّل ِه :s عَنْ َأ�بِى ذَر ٍّ قَالََ :ق َال ِلى َر ُس ُ
الس ِّي َئ َة ا ْل َح َس َن َة ت َْم ُح َهاَ ،وخَ ا ِل ِق ال َّن َ
اس “ات َِّق ال َّل َه َح ْيث َُما ُك ْن َتَ ،و َأ� ْتب ِِع َّ
بِخُ ُل ٍق َح َس ٍن”.
حَدَّثَنَا َأ�يُّوبُ بْنُ مُوسَى عَنْ َأ�بِيهِ ،عَنْ جَدِّهِ َأ� َّن َر ُس َ
ول ال َّل ِه َ sق َال:
َب َح َس ٍن”. “ َما ن ََح َل َوا ِل ٌد َو َل ًدا ِم ْن ن َْح ٍل َأ� ْف َض َل ِم ْن َأ�د ٍ
12
Ali b. Ebû Tâlib’den rivayet edildiğine göre Resûlullah (sav) namaza
kalktığında şöyle dua ederdi: “...(Allah’ım!) Beni güzel ahlâka eriştir. Senden
başka güzel ahlâka eriştirecek yoktur. Kötü ahlâkı benden uzaklaştır. Senden
başka kötü ahlâkı benden uzaklaştıracak yoktur!..”
(M1812 Müslim, Müsâfirîn, 201)
Ebû Zerr’in rivayet ettiğine göre, Resûlullah (sav) ona şöyle buyurmuştur:
“Nerede olursan ol, Allah’a karşı sorumluluğunun bilincinde ol! Kötülüğün
peşinden iyi bir şey yap ki onu yok etsin. İnsanlara da güzel ahlâka uygun
biçimde davran!”
(T1987 Tirmizî, Birr, 55)
13
6 10 yılının Ramazan ayıydı. Bir süredir alışkanlık hâline getirdiği
üzere yine Hira mağarasına çekildiği bir gün Muhammed el-Emîn, vahiy
meleği Cebrail ile karşılaşmış ve ilk vahiy tecrübesini yaşamıştı. Bu heye-
can ve telaşla yüreği titreyerek, hemen evine, sevgili eşi Hz. Hatice’nin ya-
nına dönmüş ve başından geçenleri ona anlatmıştı. “Kendimden korktum.”
demişti ona. Onun bu endişeli hâline karşılık Hz. Hatice oldukça sakindi.
Çünkü onun gibi yüksek ahlâkî meziyetlere sahip bir insanın başına gelen
bu olayın kötü bir şey olacağına asla ihtimal vermiyordu. Bu nedenle eşini,
“Öyle deme. Allah’a yemin ederim ki Allah hiçbir vakit seni utandırmaz.
Çünkü sen akrabayı gözetirsin; muhtaç olanların bakımını üstlenirsin;
aç ve açıkta olanı koruyup, kollarsın; misafire ikram edersin ve musibete
maruz kalanlara yardım edersin.”1 sözleriyle teselli etti.2 Hz. Hatice’nin
saydığı bütün bu hususiyetleri ile sevgili eşi Muhammed, ahlâkî değerlerin
önemini yitirdiği câhiliye gibi bir dönemde dahi eşine ender rastlanacak
karakterde bir insandı.
Hira dönüşü Hz. Hatice’nin Allah Resûlü’ne sarf ettiği bu teselli cüm-
leleri, âdeta Allah Teâlâ’nın Elçisi’nin ahlâkına övgüyle şahitlik ettiği,
“Sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin.”3 âyetinin tefsiri niteliğindeydi. İlk inen
sûrelerden biri olan Kalem sûresinin bu âyeti, Hz. Peygamber’in nübüvvet
görevinden önce de yüksek bir ahlâka sahip olduğunu ifade etmektedir.
Nitekim Resûlullah, peygamberlikle görevlendirilmeden önce ahlâkı ile
toplumda temayüz etmiş, güven kazanmış ve “Muhammed el-Emîn” (Gü-
venilir Muhammed) nitelemesine lâyık görülmüş bir insandı. Güzel ahlâkı
hâkim kılma onun peygamber olarak gönderiliş sebeplerinden biriydi.
Hz. Peygamber, hiç yoktan bir güzel ahlâk manzumesi düzenlemek ya da
ahlâk kuralları “tespit etmek” için değil, kendisinden önceki peygamberler 1 B3 Buhârî, Bed’ü’l-vahy, 1.
2 B4953 Buhârî, Tefsîr, (Alak)
zincirinin insanlığa öğrettiği güzel ahlâkı “tamamlamak” için gönderil- 1; M403 Müslim, Îmân, 252.
mişti. Nitekim o, “Ben, (başka değil, sadece) (iyi), güzel ahlâkı tamamlamak 3 Kalem, 68/4.
15
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
16
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
güzel ahlâktır. Kötülük ise içini huzursuz eden ve başkalarının bilmesini isteme- 23; M6033 Müslim, Fedâil,
68.
diğin şeydir.” buyurmuştur.19 Ancak insanın fıtratı gereği yanıldığı ve hata 17 B3759 Buhârî, Fedâilü
ettiği zamanlar olabilmektedir. Böyle bir durumda Allah Resûlü şunu tav- ashâbi’n-nebî, 27.
18 HM18164 İbn Hanbel, IV,
siye etmektedir: “Nerede olursan ol, Allah’a karşı sorumluluğunun bilincinde ol! 227; DM2561 Dârimî, Büyû’,
Kötülüğün peşinden iyi bir şey yap ki onu yok etsin. İnsanlara da güzel ahlâka 2.
19 M6516 Müslim, Birr, 14.
uygun biçimde davran!”20 Çünkü Allah Teâlâ’nın buyurduğu üzere, yapılan 20 T1987 Tirmizî, Birr, 55.
17
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
23 Kasas, 28/84. ibadeti, ahlâkını güzelleştirmeye vesile olmuyorsa çelişkili bir durum söz
24 T2002 Tirmizî, Birr, 62.
konusudur. Nitekim Allah Resûlü, namazı, orucu ve sadakasının çoklu-
25 D4800 Ebû Dâvûd, Edeb,
7. ğuyla anıldığı hâlde komşularını diliyle inciten bir kadın hakkında kendi-
26 B1 Buhârî, Bed’ü’l-vahy, 1.
sine sorulduğunda, onun cehennemde olacağını söylemiştir.30 İman, iba-
27 Saff, 61/2-3.
28 HM13079 İbn Hanbel, III, detler ve ahlâk arasındaki bu denge ve birliktelik göstermektedir ki ahlâklı
199. olmak, tek kelimeyle her şeyde tevhidi bulma çabasıdır.
29 Ankebût, 29/45.
18
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
tün detaylarını tanzim eden bir işlev görür. Bu çerçevede yeme içme, 34 T1952 Tirmizî, Birr, 33.
360.
her davranışın, her ibadetin âdâbı vardır. Meselâ, her işe Allah’ın adını 37 B5376 Buhârî, Et’ime, 2;
anarak başlamak,36 yemeği sağ elle ve önünden yemek,37 bir şey içtiğinde M5269 Müslim, Eşribe, 108.
19
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
38 B153 Buhârî, Vudû’, 18. kabın içine solumamak,38 başkasının evine izinsiz girmemek,39 selâmı
39 B6245 Buhârî, İsti’zân, 13;
yaymak,40 selâma daha güzeli veya aynıyla karşılık vermek,41 küçüklere
M5626 Müslim, Âdâb, 33.
40 D5193 Ebû Dâvûd, Edeb, merhamet, büyüklere saygı göstermek,42 insanların kusurlarını araştıran
130-131; T1854 Tirmizî, değil, örten olmak,43 namazı huşû içerisinde kılmak,44 kötü söz ve fiilleri
Et’ime, 45.
41 Nisâ, 4/86. terk etmek,45 sadakayı başa kakmadan, gönül kırmadan temiz ve güzel
42 T1919 Tirmizî, Birr, 15;
şeylerden vermek46 bunlardan bazılarıdır. Bunların hepsi Müslüman’ın
D4943 Ebû Dâvûd, Edeb, 58.
43 M6594 Müslim, Birr, 71. zihnini inşa ederek ona şahsiyet kazandıran davranışlardır. Edebe riayet
44 Mü’minûn, 23/2.
20
NİYET ve DAVRANIŞ
AMELLER NİYETLERE GÖREDİR
21
عَنْ َأ�بِى ُأ�مَامَةَ الْبَاهِلِي ِّ قَالََ :جا َء َر ُج ٌل �ِإ َلى ال َّنب ِِّي ُ ...sث َّم َق َال:
“�ِإ َّن ال َّل َه َلا َي ْق َب ُل ِم َن ا ْل َع َم ِل �ِإ َّلا َما َك َان َل ُه خَ ا ِل ًصا َوا ْب ُت ِغ َي ِب ِه َو ْج ُههُ”.
22
Ebû Ümâme el-Bâhilî’nin naklettiğine göre, bir adam Hz. Peygamber’e
(sav) geldi (ve bazı sorular sordu)... Sonra Resûlullah (sav) şöyle buyurdu:
“Allah sadece samimi bir şekilde ve kendi rızası gözetilerek yapılan amelleri
kabul eder.”
(N3142 Nesâî, Cihâd, 24)
23
A llah’ın Elçisi (sav) yaklaşık on üç sene devam eden Mekke
döneminde Kureyşlileri putlara tapmaktan vazgeçirmeye ve Allah’ın bir-
liğini kabul etmeye çağırmıştı. Buna karşın Kureyş’in ileri gelenleri, onu
küçümseyerek ve ona hakaret ederek karşılık vermişlerdi. İslâmiyet’in gün
geçtikçe Mekke’de yayılmasıyla müşriklerin Müslümanlara karşı tavrı ve
baskıları da sertleşmiş ve işkenceye dönüşmüştü. Böyle bir ortamda İslâm’ı
tebliğ edemeyeceğini anlayan Resûlullah (sav), İslâm davetini Mekke dışına
taşımayı düşündü. Hicret emri üzerine de Müslümanlar o güne kadar elde
ettikleri bütün varlıklarını, hatta bazıları aralarında kan bağı olan yakın
akrabalarını Mekke’de bırakarak önce Habeşistan’a sonra da Medine’ye hic-
ret ettiler. Öyle ki, “...Kim Allah’a ve Peygamberine hicret etmek amacıyla evin-
den çıkar da sonra kendisine ölüm yetişirse, şüphesiz onun mükâfatı Allah’a düşer.
Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.”1 âyetinde işaret edildiği üzere,
bu uğurda yola çıkıp Medine’ye ulaşmadan vefat edenler de vardı.2
Ancak hicret edenler arasında tamamen farklı bir amaç için Medine’ye
gelen birisi dikkat çekti. Bu kişi Medine’ye hicretin faziletini elde etmek
için gelmemişti. Onun Medine’ye geliş gayesi âşık olduğu Ümmü Kays
diye bilinen bir kadınla evlenebilmekti. Zira âşık olduğu kadın Müslü-
man bir hanımdı ve diğer sahâbîlerle birlikte Hz. Peygamber’in çağrısı
üzerine hicret etmiş; Mekke’de evlenme teklifini kabul etmemişti. Söz
konusu gizli niyetinden dolayı bu şahıs daha sonraları “Ümmü Kays mu-
haciri” diye anılmıştı.3
Bu olay üzerine Hz. Peygamber, “Ameller niyetlere göredir. Herkes sadece
niyetinin karşılığını alır. Kim Allah ve Resûlü için hicret ederse, hicreti Allah ve
Resûlü’nedir. Kim de erişeceği bir dünyalık veya evleneceği bir kadından dola-
yı hicret ederse hicreti, hicretine sebep olan şeyedir.” buyurdu.4 Böylece Hz. 1 Nisâ, 4/100.
2 TT9/114 Taberî, Câmiu’l-
Peygamber (sav), insan fiillerinin Allah katındaki değerinin ve sonsuz beyân, IX, 114.
3 MK8540 Taberânî, el-
âlem için karşılığının öncelikle niyete göre belirleneceğine dikkat çekmiş-
Mu’cemü’l-kebîr, IX, 103;
tir. Ayrıca sadece dünyevî maksatlarla yapılan işlerin sonucunun da elde İF1/10 İbn Hacer, Fethu’l-
edilebileceğini, ancak bunların âhirette bir karşılığının bulunmayacağını bârî, I, 10.
4 M4927 Müslim, İmâre, 155;
belirtmiştir. Mekke’nin fethinden sonra dile getirdiği, “Fetihten sonra hicret B1 Buhârî, Bed’ü’l-vahy, 1.
yoktur. Fakat cihad ve niyet vardır...”5 hadisiyle de artık Medine’ye hicrete 5 B2783 Buhârî, Cihâd, 1.
25
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
26
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
tan sonra Allah’ı inkâr eden ve böylece göğsünü küfre açanlara Allah’tan gazap
iner ve onlar için büyük bir azap vardır.”10 âyeti nâzil oldu.11 Hatta bir başka
âyette, kâfirlerden gelebilecek bir tehlikeyi savuşturabilmek için12 söyle-
yeceği bâtıl sözlerin dahi müminin imanına zarar vermeyeceği ifade edil-
miştir. Çünkü Allah, insan fiillerini görünüşleriyle değil yapılışlarındaki
niyetlerle birlikte değerlendirmektedir.
Kalpteki inanç ve niyet esastır. Bu ilkeye Hz. Peygamber, “Allah sizin
dış görünüşlerinize ve mallarınıza bakmaz, bilakis kalplerinize ve amellerinize
bakar.”13 ifadesiyle dikkat çekmiştir. Bu hadiste Allah’ın kalp ve ameli
peş peşe zikretmesi, bizi dış görünüşümüz ile değil, kalbimizdeki irade
ve niyetle bir araya gelen teşebbüs ve eylemimizle değerlendirdiğini gös-
termektedir.
Yüce Allah insanların kalplerine, niyetlerine ve onları gerçekleştirme-
deki azim ve kararlılıklarına bakar. Kişi, niyeti istikametinde bir iş veya
davranışı gerçekleştirmeye kast etmişse, Yüce Allah onun bu teşebbüsünü
mutlaka dikkate alır. Rahmet Elçisi bu konuyu örnek bir hikâyeyle şöyle
anlatır: “İsrâiloğulları’nın içinde doksan dokuz kişiyi öldürmüş bir adam vardı.
Bu adam pişman oldu ve kendisi için bir tevbe yolu olup olmadığını sormak için
bir rahibin yanına gitti. Rahipten olumsuz cevap alınca onu da öldürdü. Yüz
kişiyi öldürmenin pişmanlığını yaşayan katil, tevbe için yol aramaya devam etti.
Danıştığı âlim bir zât onun için tevbe kapısının açık olduğunu söyledikten sonra
şunları ekledi: ‘Seninle tevben arasına kim girebilir! Şöyle şöyle bir yere git. Ora-
da Allah’a ibadet eden insanlar var. Sen de onlarla birlikte Allah’a ibadet et. Ken-
di topraklarına da dönme. Çünkü orası (seni suça sevk eden) kötü bir yerdir.’14
Adam köye doğru yola koyuldu ve yolun yarısına geldiğinde öldü. Azap ve rah-
10 Nahl, 16/106.
met melekleri adamın durumu hakkında tartıştılar. Ardından Allah’ın emriyle 11 İM150 İbn Mâce, Sünnet,
melekler adamın gitmek istediği köye mi yoksa geldiği yere mi yakın olduğunu 11; TT11/534 Taberî,
ölçtüler. Adam köye daha yakın çıkınca Allah onu affetti.”15 Şüphesiz bu temsilî Câmiu’l-beyân, XI, 534;
ST3/248 İbn Sa’d, Tabakât,
anlatıda geçen adamın haktan yana tercihi ile niyet, azim ve teşebbüsü, III, 248; HE1/140 Ebû
Yaratan’ın affına vesile olmuş ve kurtuluşa ermesini sağlamıştır. Nuaym, Hilyetü’l-evliyâ, I,
140, I, 149; TK21/221 Mizzî,
Resûl-i Ekrem’in, “Birbirine kılıç çeken iki Müslüman’dan, öldüren de öl- Tehzîbü’l-kemâl, XXI, 221.
dürülen de cehennemdedir.”16 hadisi de aynı şekilde yorumlanmaktadır. Hz. 12 Âl-i İmrân, 3/28.
tu: “Ey Allah’ın Elçisi! Öldüreni anladım, peki ölen neden cehenneme gi- 15 B3470 Buhârî, Enbiyâ, 54;
azmetmişti.” şeklinde karşılık verdi.17 Burada ölen kişinin de azaba müs- 17 B6875 Buhârî, Diyât, 2.
27
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
şinin Allah katındaki değerini artırmaz. Amelsiz niyet ise kişiye sevap ka-
zandırabilir. Nitekim Allah Resûlü salih ameller yapmak istedikleri hâlde
imkânsızlıkları ya da mazeretleri nedeniyle yapamayanların, o amelleri
yapmış gibi sevap alacağını müjdelemiştir. O (sav), bir savaş esnasında,
“Medine’de bize katılamayan öyle kimseler kaldı ki geçtiğimiz her dağ yolu ve va-
dide onlar da bizlerle beraberdi. Mazeretleri onların (bizimle gelmelerine) engel
oldu.”19 buyurmuştur. Allah’ın, tüm kalbi ile içten ve samimi bir şekilde
“şehit olayım” diye kendisine yalvaran kişiyi —yatağında da ölse— şehitlerin
makamına çıkarması da20 fiile dönüşmese bile içten ve samimi niyetin kıy-
metini göstermek için kâfidir. Dolayısıyla dinimizde halis niyetin, samimi
bir gayret kadar değerli olduğu; bir iş için gönülden verilen doğru kararın
ya da zihinden geçirilen iyi planın en az o işi gerçekleştirmek kadar anlam
taşıdığı unutulmamalıdır.
Niyet-amel ilişkisini Hz. Peygamber döneminde yaşanan şu olay daha
net bir şekilde ortaya koymaktadır: Bedir ehlinden olan Yezid b. Ahnes,21
bir miktar parayla mescide gelmiş ve insanlara dağıtması için onları bir
adama vermişti. Bu esnada babası gibi Bedir ashâbı arasında olan oğlu
Ma’n b. Yezid de22 mescide gelmişti. Söz konusu kimse de bu parayı ona
verdi. Yezid bu durumu fark edince, “Vallahi sana vermek istememiştim.”
diyerek oğlundaki parayı geri almak istedi. Ma’n ise vermeyeceğini söy-
leyince tartıştılar. Durumu Hz. Peygamber’e ilettiklerinde o (sav), şöyle
karar verdi: “Ey Yezid! Niyet ettiğin üzere verdiğin sadakanın sevabı senindir.
18 MK5942 Taberânî, el- Ey Ma’n! Aldığın para da senindir.”23
Mu’cemü’l-kebîr, V, 185.
19 B2839 Buhârî, Cihâd, 35. Hz. Peygamber, “Dile getirmedikçe veya fiiliyata dökmedikçe Allah, ümmeti-
20 T1653 Tirmizî, Fedâilü’l-
mi akıllarından geçirdikleri hususlarda sorumlu tutmamıştır.”24 buyurarak insanın
cihâd, 19; M4930 Müslim,
İmâre, 157. zihnine gelen veya nefsinde hissettiği vesvese türü gelip geçici duygulardan
21 Hİ6/192 İbn Hacer, İsâbe,
ve olumsuz düşüncelerden sorumlu olmadığını açıklamıştı. Nitekim şeyta-
VI,192.
22 BM2712 Beyhakî, nın insanın içine attığı ve hiç kimsenin kurtulamayacağı bu şeyler sorum-
Ma’rifetü’s-sünen, V, 2541- luluk kapsamında değildir. Hatta bir keresinde bazı sahâbîler Resûlullah’a
2542.
23 B1422 Buhârî, Zekât, 15.
gelerek, “Bazen söylemesi bile bize çok ağır gelecek şeyler içimizden geçiyor.”
24 M331 Müslim, Îmân, 201. dediklerinde Hz. Peygamber, “İşte bu imanın en açık şeklidir.” buyurmuştur.25
28
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
Allah için verir, Allah için engel olursa, imanı kemale ermiştir.”30 15.
29
SALİH AMEL
İYİ İŞ, DOĞRU DAVRANIŞ
31
ول ال َّل ِه s عَنْ عَبْدِ ال َّلهِ بْنِ َأ�بِى بَكْرٍ قَالَ سَمِعْتُ َأ�نَسَ بْنَ مَالِكٍ يَقُولُ َق َال َر ُس ُ
“ َي ْت َب ُع ا ْل َم ِّي َت َثل َا َث ٌة َف َي ْرجِ ُع ا ْثنَانِ َو َي ْب َقى َو ِاح ٌد َي ْت َب ُع ُه َأ�هْ ُل ُه َو َما ُل ُه َوعَ َم ُل ُه َف َي ْرجِ ُع َأ�هْ ُل ُه
َو َما ُل ُه َو َي ْب َقى عَ َم ُلهُ”.
اس؟ َق َال: عَنْ عَبْدِ ال َّلهِ بْنِ بُسْرٍَ :أ� َّن َأ�عْ َرا ِب ًّيا َق َالَ :يا َر ُس َ
ول ال َّل ِه! َم ْن خَ ْي ُر ال َّن ِ
“ َم ْن َط َال عُ ُم ُر ُه َو َح ُس َن عَ َم ُلهُ”.
ول ال َّل ِه َ sق َالَ “ :با ِد ُروا بِال َأ�عْ َمالِ ِف َت ًنا َك ِق َط ِع ال َّل ْي ِل عَنْ َأ�بِى هُرَيْرَةَ َأ� َّن َر ُس َ
ا ْل ُم ْظ ِل ِمُ ،ي ْصب ُِح ال َّر ُج ُل ُم ْؤ ِم ًنا َو ُي ْم ِسى َكا ِف ًراَ ،أ� ْو ُي ْم ِسى ُم ْؤ ِم ًنا َو ُي ْصب ُِح َكا ِف ًراَ ،يب ُِيع
ِدي َن ُه ِب َع َر ٍض ِم َن ُّ
الد ْن َيا”.
32
Abdullah b. Ebû Bekir anlatıyor: Enes b. Mâlik’ten işittiğime göre,
Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Üç şey öleni (mezara kadar) takip
eder; ikisi geri döner, biri kalır. Ailesi, malı ve ameli onu takip eder. Ailesi ve
malı geri döner, ameli kalır.”
(M7424 Müslim, Zühd, 5)
33
O n yedi yaşında İslâm’ı seçen ve ilk Müslümanlardan olan Sa’d b.
Ebû Vakkâs (ra),1 Allah Resûlü’yle ilgili bir anısını şöyle anlatmaktadır:
“Veda Haccı senesi hastalığımın artması üzerine Resûlullah (sav) beni
ziyarete gelince ona, ‘Yâ Resûlallah! Gördüğün gibi hastalığım çok arttı.
Ben mal sahibiyim. Bir kızımdan başka da vârisim yok. Malımın üçte iki-
sini sadaka olarak verebilir miyim?’ dedim. Resûlullah (sav), ‘Hayır.’ bu-
yurdu. ‘Yarısını sadaka olarak verebilir miyim?’ dedim. ‘Hayır.’ buyurdu.
Sonra Allah Resûlü (sav), ‘Üçte biri olur. Hatta üçte bir bile çoktur. Vârislerini
zengin bırakman, insanlara el açan fakirler olarak bırakmandan daha iyidir.
Allah’ın rızasını kazanmak için vereceğin her nafaka, hatta hanımının ağzına
koyduğun her lokma, sana sevap kazandırır.’ buyurdu.
‘Yâ Resûlallah! Arkadaşlarım seninle Medine’ye gidecekler. Ben geride
mi bırakılacağım?’ dedim. Resûlullah (sav) şöyle buyurdu: ‘Sen geride bıra-
kılmayacaksın, daha salih ameller işleyeceksin ve derecen yükselecek. Umulur ki
sen hayatta bırakılacaksın ve bazı topluluklar senden yararlanacak, öteki (düş-
man) topluluklar da senden zarar görecektir!’”2
Allah Resûlü’nün bu umut ve temennisi gerçekleşecek, Mekke’de öle-
ceğinden endişelenen Sa’d b. Ebû Vakkâs, Hicrî 55. seneye kadar yaşaya-
cak ve nice salih ameller işleyecekti. Bedir ve Uhud Savaşlarında nasıl aktif
rol oynadıysa, büyük bir komutan ve askeri bir deha olarak Kâdisiye’de
Sâsânîleri hezimete uğratacak ve Medâin’i fethedecekti. Ele geçirilen Irak
topraklarında Müslümanları teşkilatlandıracak ve Kûfe gibi bir ilim ve
kültür şehrini kuracaktı.3 Bunlar onun geride bıraktığı salih amellerinden
sadece birkaçıydı.
“Salih amel”, din dilindeki yaygın kullanımı ile öncelikle Allah
Teâlâ’ya ibadet ve taatte bulunmak, Allah’ın kullarının yararına faydalı
işler demektir. Helâl ve meşru olan her türlü iş, şayet düzgün, sağlam,
1 ST3/139 İbn Sa’d, Tabakât,
dürüst yapılıyorsa bu, salih amel olarak nitelenir. Birçok âyet ve hadiste III, 139.
“amel” ile daha çok ecir/sevap kazanmak için yapılan çeşitli ibadet ve taat 2 MU1461 Muvatta’, Vasiyyet,
35
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
Yüce Allah yüze yakın âyette, “iman eden ve salih amel işleyen” buyura-
rak iman etmekle salih amel işlemeyi yan yana zikretmiştir.4 Âyetlerde ge-
çen “salih amel işleyenler” nitelemesi, başta ibadetler olmak üzere her türlü
olumlu ve yararlı davranış ve işleri ifade etmektedir.
İman ile birlikte salih amel, Müslüman’ın hayat anlayışını, iş ahlâkını
ve üretim felsefesini göstermektedir. Buna göre her meslek erbabı işini te-
miz yapmalı, hizmetin hakkını vermelidir ki, böylece helâlinden kazan-
mış olsun. Şu hâlde iman ve salih amel, kişiyi ahlâklı ve sorumlu davra-
nışlara yöneltmeli, karşılıklı hak ve hukukun korunmasına sevk etmelidir.
Bu durum ortaklar için de,5 alıcı ve satıcı için de genel geçer bir kuraldır.
Salih bir müminin işi, çalışması, üretimi de aynı şekilde salih, yani dürüst
olmalıdır. Bundan dolayıdır ki Resûlullah (sav), “Salih bir kişi için, salih
mal ne kadar güzeldir!” buyurmakla hem salih kimseyi, hem de onun helâl
kazancını övmektedir.6 Zira salih olmayan iş, neticesi itibariyle karşı tarafı
zarara sokacağından beraberinde kul hakkını getirecek; haksız ve haram
kazanç ise o şahsın ibadetlerini dahi olumsuz etkileyecektir. Dolayısıyla
işi salih olmayanın, kendisi de asla salih olamayacaktır.
Salih amel kavramının geniş bir anlam bütünlüğüne sahip olduğu-
nu teyit eden başka âyetler de vardır. Örneğin Yüce Allah, demir zırhlar
imal etmelerini emretmesinin hemen ardından Hz. Dâvûd’a ve ailesine
“Ve salih amel yapın!”7 derken, zırhların sağlam yapılması gereğini hatır-
latmaktaydı.
Salih amel, Müslümanlara sadece âhiret mutluluğu değil, güzelliklerle
dolu bir dünya hayatı da sunmanın yoludur: “Erkek veya kadın, kim mümin
olarak salih amel/iyi iş işlerse, elbette ona hoş bir hayat yaşatacağız ve onların
mükâfatlarını, yapmakta olduklarının en güzeli ile vereceğiz.”8 Görüldüğü gibi
bu âyet-i kerimede imanın ve salih amellerin, öncelikle “dünyada hoş bir
hayat sağlayacağı” üzerinde durulmaktadır. Bu anlamda Yüce Rabbimiz,
“Andolsun, Zikir’den sonra Zebûr’da da, ‘Yeryüzüne muhakkak benim salih kul-
larım vâris olacaktır.’ diye yazmıştık.”9 derken, yeryüzü egemenliğinin salih
4 Bakara, 2/25, 62, 82, 277. amel işleyen birey ve toplulukların hakkı olduğunu ilân etmektedir: “Allah,
5 Sâd, 38/24.
içinizden iman edip de salih ameller işleyenlere, kendilerinden önce geçenleri
6 HM17915 İbn Hanbel, IV,
197. egemen kıldığı gibi, onları da yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına, onlar için
7 Sebe’, 34/11.
hoşnut ve razı olduğu dinlerini iyice yerleştireceğine, yaşadıkları korkularının ar-
8 Nahl, 16/97.
9 Enbiyâ, 21/105.
dından kendilerini mutlaka emniyete kavuşturacağına dair vaatte bulunmuştur.
10 Nûr, 24/55. Onlar, bana kulluk eder ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar...”10
36
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
Sadece işler değil, insanlar da “salih” olur. Salih evlât sahibi olmak
şükredilecek bir durumdur. “Eğer bize salih bir evlât verirsen andolsun ki
biz şükredenlerden oluruz.”11 Salih babaların evlâtları bazen salih olmayan
işler yapabilir. Nitekim babası Nuh’un (as) yalvarmasını kâle almayan, tu-
fanı görmesine rağmen kurtuluş gemisine binmeyen evlâdının bu tavrı,
Kur’an’ın diliyle “salih olmayan bir amel”12 diye nitelendirilmiştir. Diğer ta-
raftan iman eden ve salih ameller işleyenler, “yaratılmışların en hayırlıları”
olarak değerlendirilmiştir.13
Kur’ân-ı Kerîm’de, “Allah’a çağıran, salih amel işleyen ve ‘Kuşkusuz ben
Müslümanlardanım.’ diyenden daha güzel sözlü kimdir?” buyrulmaktadır.14
“Âyinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz! Şahsın görünür rütbe-i aklı, eserinde.”
deyişi de aynı espiriye işaret etmektedir.
Yüce Allah, dünya ve âhirette izzet ve şeref isteyenlere bu makama
yükselebilmeleri için iki yol öğretir: “Güzel söz ve salih amel!”15 İman ve
salih amel, aynı zamanda Allah nezdinde insanların değerini gösteren en
önemli iki ölçüdür: “Sizi huzurumuza yaklaştıracak olan ne mallarınızdır ne
de evlâtlarınız. İman edip salih amel yapanlar müstesna, onlara yaptıklarının
kat kat fazlası mükâfat vardır. Onlar (cennet) odalarında güven içindedirler.”16
Âyetteki mesajı Allah Resûlü de şu şekilde özetler: “Allah sizin suretlerinize
ve mallarınıza bakmaz, ancak kalplerinize ve amellerinize bakar.”17
Kur’an’da, “Mallar ve çocuklar dünya hayatının süsüdür. Ama kalıcı salih
işler (el-bâkıyâtü’s-sâlihât) ise, Rabbinin katında, hem mükâfat yönünden hem
de ümit bağlamak bakımından daha hayırlıdırlar.”18 buyrulmasına bakılırsa,
“bâkî/kalıcı” olmasının, salih amelin temel vasfı olduğu söylenebilir. Ancak
bu kalıcı iyilikler, kulun ölümünden sonra geride bıraktıkları ile berabe-
rinde götürdüklerini ifade eder. Nitekim bir hadisinde Sevgili Peygambe-
rimiz, kulun, geride bıraktığı faydalı bilginin, kendisine dua eden salih 11 A’râf, 7/189.
evlâdın ve faydası süregelen sadakalarının, ölümünden sonra dahi seva- 12 Hûd, 11/46.
13 Beyyine, 98/7.
bından yararlanmaya devam edeceği ameller olduğunu19 haber verir. Bir 14 Fussilet, 41/33.
15 Fâtır, 35/10.
başka rivayette zikredilen mescit yaptırmak, yolcular için misafirhane inşa
16 Sebe’, 34/37.
etmek ve bir yere su getirmek gibi kalıcı yatırımlar da bu cümledendir.20 17 M6543 Müslim, Birr, 34.
Yine Peygamber Efendimizin haber verdiğine göre, “Üç şey ölüyü (mezara 18 Kehf, 18/46.
20.
Salih amel, Müslümanların hem dünyaları hem de âhiretleri için 21 M7424 Müslim, Zühd, 5;
büyük öneme sahiptir. Allah Resûlü, bir bedevînin kendisine insanların B6514 Buhârî, Rikâk, 42.
37
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
38
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
iki kişinin arasını düzeltmenin (ıslâhu zâti’l-beyn), nafile oruç, namaz ve sa-
dakadan daha üstün bir davranış olduğunu söylerken, iki insan arasına fesat
sokmanın da barışın kökünü kazıyan bir davranış olduğunu belirtmiştir.31
İman, güzel bir davranışın Allah indinde kabule mazhar olması için
gereken ilk ve en önemli koşuldur. İnandıktan sonra salih amel işleyen-
lerin çabalarının zayi olmayacağına32 ve karşılığının kesintisiz olarak ve-
rileceğine33 dair birçok ilâhî vaat bulunmaktadır. İman olmaksızın sergi-
lenen iyi davranışlar, âhiret hayatı için bir fayda sağlamayacaktır: “Allah,
sırf kendi rızası için yapılmayan hiçbir ameli kabul etmeyecektir.”34 Dolayısıyla
Allah’ın rızası bulunmayan amel de salih görülmeyecektir. Peygamber-i
Zîşân Efendimiz, Allah için değil de, başka varlıklar için çalışanlara âhiret
günü bir münadinin şöyle sesleneceğini haber verir: “Kim işlediği bir amelde
Allah’a başkasını ortak koşmuşsa sevabını Allah’tan başkasından istesin. Zira
Allah kendisine ortak koşulmasından en uzak olandır.”35
Kur’an’da salih amelin, kötülüklerin ve günahların karşısında bir
alternatif olarak sunulduğu görülür.36 Bu alternatif, kulun hem kendine
yaptığı kötülükler, hem de başkalarının kendisine yaptığı kötülükler için
geçerlidir. Allah Teâlâ salih ameli tevbenin bir parçası olarak bizlere tak-
dim eder: “...Sizden kim cahillikle bir kabahat işler de sonra peşinden tevbe eder,
durumunu düzeltirse, Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”37
Gerçekten de inananlar, başkalarından gördükleri kötülükleri onlara
iyilik yaparak gidermeye çalıştıkları gibi,38 başkalarına yaptıkları kötülük-
leri ve kendi günahlarını da ancak salih amelle düzeltebilirler. Başkasına
yapılan bir haksızlık veya bir kötülüğün bağışlanması için sadece pişman
olup tevbe etmek yetmez. O haksızlığı düzeltmek de gerekir. Örneğin ge-
31 D4919 Ebû Dâvûd, Edeb,
reksiz yere başkasının onuruyla oynayarak ve ona ait bir malı zimmetine
50.
geçirerek haksızlık yapan kimse, kıyamet günü gelmeden önce yaptığı bu 32 Enbiyâ, 21/94; Kehf, 18/30.
33 Tîn, 95/6.
haksızlığı telâfi etmelidir. Ya hak sahibiyle helâlleşmeli veya hakkını geri 34 N3142 Nesâî, Cihâd, 24.
ödemelidir. Bunu yapmadığı takdirde işlediği salih amellerinden de olur.39 35 T3154 Tirmizî, Tefsîr, 18.
nah, kul ile Allah arasındaki bağı zedeleyen türden ise, elbette bu durum- 38 Ra’d, 13/22; Kasas, 28/54.
koruması anlamına geldiğine göre,41 salih amel sadece günahları silmekle Lisânü’l-Arab, LIV, 4902.
39
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
kalmaz, aynı zamanda mümin için “takva” zırhına dönüşür ve günah işle-
mesine mani olur. Zaten Müslüman, “Nerede olursan ol Allah’a karşı gelmek-
ten sakın; (işlediğin) bir kötülüğün arkasından hemen bir iyilik yap ki onu yok
etsin...”42 nebevî buyruğu doğrultusunda hareket eder ve böylece kendisini
korumuş olur. “Salâh, iyilik, güzellik”, müminin sadece ibadet hayatına
değil, onun ahlâkına ve tüm davranışlarına yansımalıdır. O hâlde her mü-
min Sevgili Nebî’nin (sav) öğrettiği şu duayı sık sık tekrarlamalıdır:
“...Allah’ım, beni amellerin en güzeline ve ahlâkın en güzeline kavuştur.
Onların en güzeline ancak sen ulaştırırsın. Beni kötü işlerden ve kötü ahlâktan
muhafaza et. Bunlardan ancak sen koruyabilirsin.”43
Ölümü hâlinde kulun kendisiyle birlikte gidecek olan ve mizanın
sevap kefesini kendi lehine ağırlaştıracak olan hiç kuşkusuz kulun salih
amelleridir. “Her nefis yarın için ne hazırladığına bir baksın.”44 ilâhî emrin-
de kastedilen hazırlık da salih amellerden başka bir şey değildir. Elbette
Allah’ın rahmeti ve lütfu olmaksızın sadece işlediği iyi ameller sayesinde
kul cennete giremez.45 Ancak müminin, âhirete dair kaygılarını azaltacak
ve ebedî kurtuluş için bir umut kaynağı olacak iman ve salih amelden
başka sermayesi de yoktur.
“De ki: ‘Çalışın, yapın. Yaptıklarınızı Allah da, Resûlü de, müminler de
42 T1987 Tirmizî, Birr, 55;
göreceklerdir. Sonra (duyular dışında kalan) gaybı da, görülen âlemi de bilen
DM2819 Dârimî, Rikâk, 74.
43 N897 Nesâî, İftitâh, 16. Allah’ın huzuruna döndürüleceksiniz. O da size bütün yapmakta olduğunuz şey-
44 Haşr, 59/18. leri haber verecektir.’”46
45 B6467 Buhârî, Rikâk, 18.
46 Tevbe, 9/105.
Şu hâlde, “Kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, salih amel işlesin ve Rabbi-
47 Kehf, 18/110. ne ibadette hiçbir şeyi O’na ortak koşmasın!”47
40
SEVAP ve GÜNAH
AMELLERİN KARŞILIĞI
“ا ْل ِب ُّر َما... : َق َال ِل َواب َِص َةs ول ال َّل ِه َ عَنْ وَابِصَةَ بْنِ مَعْبَدٍ الْ�َأسَدِي َأ� َّن َر ُس
ِّ
َو ْال ِإ� ْث ُم َما َح َاك ِفى ال َّن ْف ِس َو َت َر َّد َد،ْاط َم َأ�ن َّْت �ِإ َل ْي ِه ال َّن ْف ُس َو ْاط َم َأ� َّن �ِإ َل ْي ِه ا ْل َق ْل ُب
”.اس َو َأ� ْف َت ْو َك
ُ الص ْد ِر َو�ِإ ْن َأ� ْف َت َاك ال َّن َّ ِفى
Esed kabilesine mensup Vâbisa b. Ma’bed,
Resûlullah’ın (sav) kendisine şöyle dediğini nakletmiştir:
“... İyilik, gönlü huzura kavuşturan ve içe sinen şeydir; kötülük ise, insanlar
sana fetva verseler (onaylasalar) bile, gönlü(nü) huzursuz eden ve iç(in)de bir
kuşku bırakan şeydir.”
(DM2561 Dârimî, Büyû’, 2)
41
ول ال َّل ِه ِ�“ :sإ َذا َأ� ْح َس َن َأ� َح ُد ُك ْم �ِإ ْسل َا َمهَُ ،ف ُك ُّل عَنْ َأ�بِى هُرَيْرَةَ قَالََ :ق َال َر ُس ُ
َح َس َن ٍة َي ْع َم ُل َها ت ُْك َت ُب َل ُه ِب َعشْ ِر َأ� ْمثَا ِل َها �ِإ َلى َس ْب ِع ِما َئ ِة ِض ْع ٍفَ ،و ُك ُّل َس ِّي َئ ٍة َي ْع َم ُل َها
ت ُْك َت ُب َله ب ِِم ْث ِل َها”.
ول ال َّل ِه َ “ sم ْن َس َّن ِفى ْال ِإ� ْسل َا ِم عَنِ الْمُنْذِرِ بْنِ جَرِيرٍ عَنْ َأ�بِيهِ قَالََ ...:ف َق َال َر ُس ُ
ُس َّن ًة َح َس َن ًة َف َل ُه َأ� ْج ُرهَ ا َو َأ� ْج ُر َم ْن عَ ِم َل ب َِها َب ْع َد ُه ِم ْن َغ ْي ِر َأ� ْن َي ْن ُق َص ِم ْن ُأ� ُجو ِر ِه ْم
َش ْي ٌء َو َم ْن َس َّن ِفى ْال ِإ� ْسل َا ِم ُس َّن ًة َس ِّي َئ ًة َك َان عَ َل ْي ِه ِو ْز ُرهَ ا َو ِو ْز ُر َم ْن عَ ِم َل ب َِها ِم ْن
َب ْع ِد ِه ِم ْن َغ ْي ِر َأ� ْن َي ْن ُق َص ِم ْن َأ� ْوزَا ِر ِه ْم َش ْي ٌء”.
ول ال َّل ِه :s عَنْ َأ�بِى ذَر ٍّ قَالََ :ق َال ِلى َر ُس ُ
الس ِّي َئ َة ا ْل َح َس َن َة ت َْم ُح َها َوخَ ا ِل ِق ال َّن َ
اس “ات َِّق ال َّل َه َح ْي ُث َما ُك ْن َت َو َأ� ْتب ِِع َّ
بِخُ ُل ٍق َح َس ٍن”.
42
Ebû Hüreyre’nin rivayet ettiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle
buyurmuştur: “Biriniz İslâm’ı güzelce yaşadığında, yapacağı her bir iyiliğe
karşılık on mislinden yedi yüz katına kadar (sevap) yazılır; yapacağı her bir
kötülüğe ise ancak bir misli (günah) yazılır.”
(B42 Buhârî, Îmân, 31)
Ebû Zer diyor ki: “Allah Resûlü (sav) bana şöyle dedi: ‘Nerede olursan ol,
Allah’a karşı gelmekten sakın. Bir kötülüğün arkasından hemen iyilik yap ki
onu yok etsin. Bir de insanlara güzel ahlâkla davran!’”
(T1987 Tirmizî, Birr, 55)
43
H z. Peygamber ile bir arada yaşayan sahâbîler, istedikleri
zaman gidip ona soru sorabiliyorlardı. Ancak o dönemde İslâm’ı kabul
eden herkes, Peygamber’in yakın ashâbı kadar şanslı değildi. Hicretin
dokuzuncu senesinde, kabilesinden on kişilik bir heyetle Medine’ye ge-
lip Müslüman olan Vâbisa b. Ma’bed el-Esedî de bunlardan biriydi.1 O,
Medine’nin yerlisi değildi ve Peygamber Efendimizden İslâm ile ilgili ge-
rekli hususları öğrenip memleketine geri dönecekti. Medine’de kalacağı
süre zarfında sorumluluklarını, nelerin sevap nelerin günah olduğunu
öğrenip dönmek istiyordu. Bu amaçla, doğru Resûlullah’a gitti. Ne var
ki, Hz. Peygamber’in etrafında oldukça kalabalık bir cemaat vardı. An-
cak Vâbisa kararlıydı. Oradakileri kızdırmak pahasına da olsa, kalabalığı
yararak ilerlemeye ve ‘yanı başında olmaktan en çok mutluluk duyaca-
ğım insan’ diyerek niteleyeceği Sevgililer Sevgilisi’ne yaklaşmaya çalıştı.
Vâbisa’nın bu telaşını takip eden Nebî (sav), “Yaklaş ey Vâbisa! Yaklaş ey
Vâbisa!” dedi. Bunun üzerine dizi dizine değecek kadar yakınına gelen
Vâbisa henüz sorusunu sormadan Allah Resûlü şöyle buyurdu: “Bana iyilik
ve kötülüğün (sevap ve günahın) ne olduğunu sormaya mı geldin?” “Evet” dedi
Vâbisa. Elleriyle Vâbisa’nın göğsüne dokunan Resûl-i Ekrem (sav): “Kendi-
ne danış ey Vâbisa! İyilik, gönlü huzura kavuşturan ve içe sinen şeydir; kötülük
ise, insanlar sana fetva verseler (onaylasalar) bile, gönlü(nü) huzursuz eden ve
iç(in)de bir kuşku bırakan şeydir.”2 buyurdu.
Aynı soruyu on sekizinde İslâm’la şereflenen ve Allah’ın Resûlü’ne
daha fazla soru sorup daha çok şey öğrenmek amacıyla bir yılını
Medine’de geçiren Nevvâs b. Sem’ân da sormuştu. Onun aldığı cevap da
Vâbisa’nınkinden pek farklı değildi: “İyilik, güzel ahlâktır; kötülük ise, vicda-
nını rahatsız eden ve insanların bilmesini istemediğin şeydir.”3 1 TK30/39 Mizzî, Tehzîbü’l-
kemâl, XXX, 392.
İlk İslâm toplumunun iyilik ve kötülük gibi evrensel nitelikli kavram- 2 HM18164 İbn Hanbel, IV,
lardan ve bunların içeriğinden habersiz oldukları düşünülemez. Ancak 227; DM2561 Dârimî, Büyû’,
2; MK18923 Taberânî, el-
onlar İslâm’la birlikte bu kavramların uhrevî boyutuyla tanışmışlar, iyinin Mu’cemu’l-kebîr, XXII, 148.
‘sevap’, kötünün ise ‘günah’ olduğunu öğrenmişlerdi. Aslında bulûğ çağı- 3 M6517 Müslim, Birr, 15.
45
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
na ermiş ve akıllı olan her insan, iyi ve kötüyü birbirinden ayırt edebilir.
Zira Yüce Yaratan kötülük duygusunu ve bundan sakınma erdemini insan
fıtratına4 ilham etmiştir.5 İnsana düşen, Rabbinden gelen bu ilhamla, ter-
temiz olan fıtratını6 günahlardan koruyup doğru davranışlara yönelmek-
tir. Bununla birlikte âhiret inancıyla yeni tanışmış ve onu benimsemiş ilk
Müslümanlar arasında hangi davranışların sevap kazandıracağı, hangile-
rinin de günaha yol açacağı özel bir ilgi ve merak konusu olmuştu.
Sergiledikleri güzel davranışların asla zayi olmayacağını,7 karşılığının
kesintisiz bir şekilde verileceğini,8 bu davranışları sayesinde ebedî cennet
yurdunda sayısız rızıklarla donatılacaklarını9 öğrenen sahâbîler, Allah
Resûlü’ne sık sık “Hangi ameller daha iyidir?”, “Allah’ın en çok hoşuna
giden davranışlar hangileridir?” gibi sorular yöneltiyorlardı. Resûl-i Ekrem
de muhatabının içinde bulunduğu duruma ve ihtiyacına göre bu sorula-
ra farklı cevaplar veriyordu. Onun (sav) dilinde en hayırlı veya Allah’ın
en çok hoşuna giden davranış, şartlara ve muhataplara göre değişken bir
nitelik arzederek, bazen Allah ve Resûlü’ne iman ile Allah yolunda cihad
etmek,10 bazen cihadla emrolunmayan hanımlar için ‘cihadın en hayırlısı’
dediği makbul bir hac,11 bazen vaktinde kılınan namaz ve ana babaya iyi
davranmak,12 bazen de oruç ibadeti olabilmekteydi.13
Allah katında mükâfatlandırılacak davranışların sınırı yoktur. Se-
vap, davranışlarımızın Allah nezdinde hüsn-i kabul görmesi olduğuna
göre, esasında davranışı sevaba dönüştüren onun niceliği değil, niteliğidir.
Ameli sevaba çeviren şey öncelikle niyettir. Söz konusu niyet ise, Allah’ın
4 M6757 Müslim, Kader, 22.
sevgisini ve rızasını elde etmek dışında hiçbir amaç gözetmemektir. Bu
5 Şems, 91/8. bakımdan diyebiliriz ki, hiçbir iyilik küçük görülmemelidir. Basit gibi gö-
6 M6758 Müslim, Kader, 23.
7 Kehf, 18/30.
rünmekle beraber geçmiş günahların silinmesine vesile olan nice davranış
8 Tîn 95/6. vardır. Bazen susuzluktan dili sarkmış ve ölmek üzere olan bir köpeğe iki
9 Mü’min, 40/40.
14 B3321 Buhârî, Bed’ü’l-halk, ettin! Attığın adımlar hayırlı olsun, cennette bir yerin yuvan olsun.”16 muştusuy-
17; M5860 Müslim, Selâm, la karşılık bulabilir. Ve bazen tatlı bir söz, cehennem ateşini söndürebilir,17
154.
15 B652 Buhârî, Ezân, 32. bir güler yüz, sevap hanesine artı olarak kaydedilebilir. Bu bakımdan Al-
16 T2008 Tirmizî, Birr, 64.
lah Resûlü’nün, “Hiçbir iyiliği küçümseme.”18 şeklindeki öğüdü anlamlıdır.
17 M2349 Müslim, Zekât, 68.
46
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
23 En’âm, 6/160.
nı emir buyurdu. Allah Resûlü namazdan sonra bir konuşma yaptı. Allah’a
24 B42 Buhârî, Îmân, 31.
hamd ve senâ ettikten sonra konuşmasına, “Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten 25 B6664 Buhârî, Eymân ve
yaratan ve ondan da eşini yaratan; ikisinden birçok erkek ve kadın (meydana geti- nüzûr, 15.
26 M336 Müslim, Îmân, 205.
rip) yayan Rabbinize karşı gelmekten sakının. Kendisi adına birbirinizden dilekte 27 HM7195 İbn Hanbel, II,
Haşr sûresinin 18. âyetini okudu: “Ey inananlar! Allah’tan sakının ve herkes 30 Nisâ, 4/1.
47
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
yarın (âhiret) için neler hazırladığına bir baksın!” Sözüne devamla, “Herkes al-
tın ve gümüş paralarından, elbisesinden, buğdayından ve hurmasından bir avuç,
hatta yarım hurma da olsa sadaka versin!” buyurarak mescitteki ashâbını bu
fakirlere yardım etmeye çağırdı. Bunun üzerine ensardan bir zât, taşımak-
ta güçlük çektiği bir torbayla mescide girdi. Sonra diğerleri onu takip etti,
herkes imkânı nispetinde ne bulduysa getirmişti. Neticede mescidin orta-
sında iki kocaman yiyecek ve giyecek öbeği oluştu. Bu manzara karşısında
sevinçten yüzü parlayan Kutlu Nebî, hayırlı bir işe öncülük etmenin âhiret
yurduna getirisini, şu cümlelerle müjdeledi:
“Kim İslâm’da güzel bir davranışa öncülük ederse hem (kendi yaptığının)
sevabını, hem de kendisinden sonra o işi yapanların sevaplarını alır. Üstelik on-
ların sevaplarından da bir şey eksilmez. Kim de İslâm’da kötü bir davranışa ön
ayak olursa, hem kendi günahını, hem de kendisinden sonra onu yapanların
günahını alır. Yine onların günahından da bir şey eksilmez.”31
Allah Resûlü’nün teşvik edici konuşmasında dile getirdiği, “...Herkes
yarına (âhirete) neler hazırladığına bir baksın.”32 âyeti, sahâbîlerin üzerinde o
kadar kuvvetli bir tesir meydana getirmiş olmalı ki, onlar, bu yoksul gru-
bun ihtiyaçlarını gidermek için seferber olmuşlar ve âdeta bir yarış içine
girmişlerdi. Onların Mescid-i Nebevî’de Mudarlı yoksullar için biriktir-
dikleri yiyecek ve giyecekler gerçekte âhirete götürmek üzere biriktirdikle-
ri azığın bir parçasıydı. Orada birikenlerin âhirette ilâhî bir lütufla, ödülle
karşılık bulacağını biliyorlardı. Bunun için yarışmaya değerdi. Bu yarışın
özelliği herkesin kazançlı çıkmasıydı. En kazançlı olan ise yarışı başlatan,
yani hayra, iyiliğe öncülük edendi.
Bir kötülüğe öncülük edenin günah bakımından durumu da aslında
bundan farksızdır. Allah Resûlü, bu durumda olan kişilerin akıbetini Kâbil
örneğiyle inananlara anlatmıştır: “Bir can haksız yere öldürüldüğünde onun
kanından/günahından Âdem’in ilk oğluna (Kabil’e) mutlaka bir pay düşer! Çün-
kü öldürme âdetini ilk kez başlatan odur.”33 Kötülük etmek, kötülükte işbirliği
yapmak, kötüye ve kötülüğe göz yummak dinî olduğu kadar insanî açıdan
da kabul edilir davranışlar değildir. Sahâbîlerin Hz. Peygamber’e en büyük
31M2351 Müslim, Zekât, 69; günahın ne olduğunu sormaları, iyilik kadar kötülük konusunda da has-
M6800 Müslim, İlim, 15.
32 Haşr, 59/18. sas olduklarını göstermektedir. Allah Resûlü bu sorulara cevap verirken,
33 M4379 Müslim, Kasâme,
Allah’a şirk koşmanın günahların en büyüğü olduğunu söyledikten sonra,
27; B6867 Buhârî, Diyât, 2.
34 M259 Müslim, Îmân, 143.
anne babaya karşı saygısız ve kötü davranmak, yalancı şahitlik,34 haksız
35 T1207 Tirmizî, Büyû’, 3. yere adam öldürmek,35 fakirlik endişesi ile çocuğunun canına kıymak ve
48
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
olmalıdır. Allah Resûlü ile sık sık bir araya gelen sahâbîler arasında da Kur’ân, 83; İM4244 İbn
zaman zaman günaha bulaşanlar olmuyor değildi. Ancak onlar işledikleri Mâce, Zühd, 29.
41 İM4022 İbn Mâce, Fiten,
günahın altında o kadar eziliyorlardı ki, daha fazla dayanamayıp, “Helâk 23; HM22745 İbn Hanbel,
oldum ey Allah’ın Elçisi!” diyerek Resûl-i Ekrem’in karşısına çıkıyor ve V, 278.
42 B3346 Buhârî, Enbiyâ, 7.
yüz kızartıcı da olsa işledikleri günahı itiraf etmekten çekinmiyorlardı. 43 Nahl, 16/97.
Yaptıklarının cezasını âhirette çekmektense, dünyada verilecek her tür- 44 Ra’d 13/33-34.
49
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
Kur’ân, 11.
manlık duyarak tevbe etmesi ve durumunu düzeltmesiyle mümkündür.56
50 Hûd, 11/114. Zira Rahmân olan Allah’ın merhameti her şeyi kuşatır57 ve O, merhamet
51 B4687 Buhârî, Tefsîr, (Hûd)
etmeyi kendi zâtına farz kılmıştır.58 “Günahtan tevbe eden, hiç günahı ol-
6; M7004 Müslim, Tevbe, 42.
52 Ankebût, 29/45. mayan kimse gibidir.”59 buyuran Peygamber Efendimiz, tevbenin, günahtan
53 M552 Müslim, Tahâret, 16.
Meryem, 19/60. işlerse siyah nokta artırılır ve neticede bütün kalbini kaplar.”60
57 Mü’min 40/7.
Böylece tevbe edenleri günahlarından arındıran Yüce Allah, bir yan-
58 En’âm 6/12.
59 İM4250 İbn Mâce, Zühd, dan da, dünya hayatında karşılaşılan musibetleri inanan kulunun affı için
30. bir vesile kılar. Öyle ki, müminin yorgunluğu da hastalığı da, üzüntüsü de
60 T3334 Tirmizî, Tefsîru’l-
Kur’ân, 83.
sıkıntısı da, vücuduna batan bir dikene varıncaya kadar kendisine eziyet
61 B5641 Buhârî, Merdâ, 1. veren her şey, işlediği günahlara kefaret sayılır.61 Resûlullah’ın ifadesiyle
50
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
başka günahları kim bağışlar?— ve bile bile işledikleri (günah) üzerinde ısrar 65 Bakara 2/187, 229; Nisâ
4/11-13.
etmeyenlerdir.”70 buyurmaktadır. Unutulmamalıdır ki, küçük günahlarda 66 Nisâ 4/118-119; Fâtır 35/6.
ısrar etmek büyük günahlara kapı açmak demektir. 67 M6965 Müslim, Tevbe, 11.
68 Bakara, 2/276.
Yapılan tevbenin kabul olmasının ve günahların affedilmesinin en 69 M7004 Müslim, Tevbe, 42.
önemli şartı ise, işlenen hatanın büyük günahlardan olmamasıdır. Bu- 70 Âl-i İmrân, 3/135.
51
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
nunla ilgili olarak Yüce Allah Kur’an’da, “Eğer size yasaklanan (günah)ların
büyüklerinden kaçınırsanız, sizin küçük günahlarınızı örteriz ve sizi güzel bir
yere koyarız.”71 buyurmuştur. Daha önce de zikrettiğimiz üzere, Allah’a
şirk koşmak, anne-babaya karşı saygısız ve hayırsız davranmak, insan
öldürmek, yalan söylemek,72 yalancı şahitlik yapmak ve açlık korkusuy-
la evlâdını öldürmek73 büyük günah olarak nitelendirilmiş ve bunları
işleyenlerin büyük cezaya çarptırılacağı bildirilmiştir.74 Bununla birlikte
Allah’a şirk koşmak dışındaki günahları Cenâb-ı Allah dilerse bağışlar.
Nitekim Kur’an’da da, “Şüphesiz Allah, kendisine ortak koşulmasını bağışla-
maz. Bunun dışındaki günahları, dilediği kimseler için bağışlar. Allah’a ortak
koşan, kuşkusuz, derin bir sapıklığa düşmüştür.”75 buyrulmaktadır.
Kul hakkını ilgilendiren günahlar için ise, kişinin öncelikle haksız-
lık ettiği kişiden helâllik alması gerekmektedir.76 Dinimizde kul hakkı o
derece önemsenmiştir ki, Hz. Peygamber, Allah’a karşı görevlerini yaptı-
ğı hâlde kul hakkı kapsamındaki günahlarla Allah’ın huzuruna gelecek
olan kişiyi gerçek anlamda iflas etmiş insan olarak tanımlamış ve şöyle
buyurmuştur: “Ümmetim içinde asıl müflis, kıyamet gününde namaz, oruç ve
zekâtla(rıyla) beraber gelir. Ama dünyada iken şuna sövmüş, buna iftira atmış;
ötekinin malını yemiş; berikinin kanını dökmüş; diğerini de dövmüştür. (İhlal
ettiği bu hakların karşılığı olarak) onun iyiliklerinden alınıp hak sahiplerine ve-
rilir. Şayet hesabı görülmeden iyilikleri biterse, onların günahlarından alınarak
bunun üzerine yüklenir; sonra da cehenneme atılır.”77
Gerek Kur’an’da gerekse hadislerde sevap ve günaha yol açan dav-
ranışlar çok değişik kavramlarla ifadesini bulmaktadır. “Hasene/seyyie”,
“tayyib-habîs”, “hayır-şer”, “hasen-kabîh”, “birr-ism” bunların belli başlı-
larıdır. Bu kavramlarla ifade edilen iyi ve kötü mefhumu konusunda âyet
ve hadisler bize yol göstermektedir. Dolayısıyla iyi ve kötünün, sevap ve
günahın belirlenmesinde temel ölçüt Allah ve Resûlü’nün bu konularla il-
gili açık beyanları ve ortaya koydukları ilkelerdir. Bunların yanı sıra diğer
bir ölçü ise kişinin aklı ve vicdanıdır. Bireysel vicdan kadar kamu vicdanı
da önemli bir ölçüttür. İslâm hukuk geleneğinde “örf” olarak adlandırılan
71 Nisâ, 4/31.
kavram da esasen her türlü ön yargılardan arınmış şaibesiz aklın yani akl-ı
72 M260 Müslim, Îmân, 144.
73 M259 Müslim, Îmân, 143. selimin reddetmediği ve insanlar arasında genel kabule şayan olmuş şey-
74 Furkân, 25/68.
leri ifade eder. Bu bağlamda fakih sahâbî Abdullah b. Mes’ûd’un da ifade
75 Nisâ, 4/116.
52
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
genel ahlâkî değerlere ters düşen tutum ve davranışlar ise Allah katında
da kötüdür.”78 O hâlde gerek bireysel gerekse toplumsal konulara ilişkin,
“Bu günah mıdır? Şu sevap mıdır?’ gibi gündelik tartışmalarda yahut en
azından şüpheli durumlarda, Kur’an’ın âyetlerine, Resûl’ün hadislerine ve
yine onun tavsiyesine uyup kalbe, vicdana danışmak kadar kamu ortak
vicdanının sesine kulak vermek de gerekir.
Vâbisa’nın, Nevvâs’ın, sevap ve günah kazandıracak davranışların
neler olduğunu Peygamberimize soran diğer sahâbîlerin endişesi ortaktı:
Allah’ın hoşnutluğunu ve sevgisini kazanmak, ebedî âlemde sonsuz hu-
zura ve sınırsız nimetlere kavuşmak. Günümüz Müslüman toplumunda
bu endişenin neredeyse kaybolduğunu görmekteyiz. Bu kaygıyı yeniden
canlandırmak ise sevabı günahı, helâli haramı, iyiyi kötüyü, tayyibi ha-
bisi, vb. temel kavramları toplumsal yapımızın merkezine taşımamızla
mümkün olacaktır. Bireylerin öncelikle kendilerini kontrol ederek sevaba
odaklanmış ve günaha sırtını dönmüş bir hayat için çabaladıkları toplum, HM3600 İbn Hanbel, I,
78
53
KALP
BEDEN ÜLKESİNİN SULTANI
s ول ال َّل ِه َ َس ِم ْع ُت َر ُس:ُ سَمِعْتُ ال ُّنعْمَانَ بْنَ بَشِيرٍ يَقُول:َعَنْ عَامِرٍ قَال
ُ َي ُق
،ُ َأ� َلا َو�ِإ َّن ِفى ا ْل َج َس ِد ُم ْض َغ ًة �ِإ َذا َص َل َح ْت َص َل َح ا ْل َج َس ُد ُك ُّله...“ :ول
”. َأ� َلا َو ِه َي ا ْل َق ْل ُب،َُو�ِإ َذا َف َس َد ْت َف َس َد ا ْل َج َس ُد ُك ُّله
Âmir’in en-Nu’mân b. Beşîr’den işittiğine göre,
Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:
“...Bilin ki! Vücutta öyle bir et parçası vardır ki o, iyi (doğru ve düzgün)
olursa bütün vücut iyi (doğru ve düzgün) olur; o bozulursa bütün vücut
bozulur. Bilin ki! O, kalptir.”
(B52 Buhârî, Îmân, 39)
55
حَدَّثَنِى شَهْر بْن حَوْشَبٍ قَالَُ :ق ْل ُت ِل ُأ� ِّم َس َل َم َةَ :يا ُأ� َّم ا ْل ُم ْؤ ِم ِن َين! َما َك َان َأ� ْك َث ُر
دُعَ ا ِء َر ُسولِ ال َّل ِه ِ� sإ َذا َك َان ِع ْن َد ِك؟ َقا َل ْتَ :ك َان َأ� ْك َث ُر دُعَ ا ِئ ِه:
ول ال َّل ِه! َما وب! َث ِّب ْت َق ْلبِى عَ َلى ِدي ِن َكَ ”.قا َل ْتَ :ف ُق ْل ُتَ :يا َر ُس َ “ َيا ُم َق ِّل َب ا ْل ُق ُل ِ
وب! َث ِّب ْت َق ْلبِى عَ َلى ِدي ِن َك؟ َق َالَ “ :يا ُأ� َّم َس َل َم َة! �ِإ َّن ُه َأ� ْك َث ُر دُعَ ا ِئ َك َيا ُم َق ِّل َب ا ْل ُق ُل ِ
َاغ”. َل ْي َس �آ َد ِم ٌّي �ِإ َّلا َو َق ْل ُب ُه َب ْي َن ُأ� ْص ُب َع ْي ِن ِم ْن َأ� َصاب ِِع ال َّل ِه َف َم ْن َشا َء َأ� َقا َم َو َم ْن َشا َء َأ�ز َ
ول ِ�“ :sإ َّن ِم ْن َق ْل ِب ا ْب ِن �آ َد َم ،ب ُِك ِّل َوا ٍد عَنْ عَمْرِو بْنِ الْعَاصِ قَالََ :ق َال َر ُس ُ
ُش ْع َب ًةَ .ف َم ِن ا َّت َب َع َق ْل ُب ُه الشُّ َع َب ُك َّل َهاَ ،ل ْم ُي َبالِ ال َّل ُه ِب َأ�يِّ َوا ٍد َأ�هْ َل َكهَُ .و َم ْن َت َو َّك َل
عَ َلى ال َّل ِه َك َفا ُه ال َّتشَ ُّع َب”.
56
Şehr b. Havşeb anlatıyor: “Ümmü Seleme’ye; ‘Ey müminlerin annesi!
Allah Resûlü (sav) senin yanındayken en çok hangi duayı ederdi?’
dedim. Ümmü Seleme, ‘Onun çoğunlukla ettiği dua şuydu: ‘Ey
kalpleri çeviren (Allah’ım)! Benim kalbimi dinin üzere sabit kıl.’ Ben
kendisine, ‘Ey Allah’ın Resûlü! ‘Ey kalpleri çeviren (Allah’ım)! Benim
kalbimi dinin üzere sabit kıl.’ diye neden çok dua ediyorsun?’ dedim.
Allah Resûlü şöyle buyurdu: “Ey Ümmü Seleme! Hiçbir insan yoktur ki
kalbi Allah’ın iki parmağı arasında olmasın. O, dilediği (kulunun kalbini)
istikamet üzere kılar, dilediğini ise saptırır.”
(T3522 Tirmizî, Deavât, 89)
57
T âbiûnun büyük âlimlerinden olan Şehr b. Havşeb anlatıyor: Allah
Resûlü’nün ölümünden sonra onun dualarını merak ettim ve Müminlerin
annesi Ümmü Seleme’ye giderek, “Ey müminlerin annesi! Allah Resûlü
(sav) senin yanındayken en çok hangi duayı ederdi?” dedim. Ümmü Se-
leme, “Onun çoğunlukla ettiği dua şuydu: ‘Ey kalpleri çeviren (Allah’ım)!
Benim kalbimi dinin üzere sabit kıl.’ Ben kendisine, ‘Ey Allah’ın Resûlü! ‘Ey
kalpleri çeviren (Allah’ım)! Benim kalbimi dinin üzere sabit kıl.’ diye neden çok
dua ediyorsun?’ dedim. Allah Resûlü şöyle buyurdu: ‘Ey Ümmü Seleme!
Hiçbir insan yoktur ki, kalbi Allah’ın iki parmağı arasında olmasın. O, dilediği
(kulunun kalbi)ni istikamet üzere kılar, dilediğini ise saptırır.’”1
Böylece Allah Resûlü kalpler ile Allah arasında bir bağ olduğuna işaret
etmektedir. Kuşkusuz kalplerdeki değişim, kulun iradesi ile Allah’ın ira-
desi arasındaki hassas bir dengeye bağlıdır. Bu durum Kur’an’ın, “Ey iman
edenler! Size hayat verecek şeylere, sizi çağırdığı zaman, Allah’ın ve Resûlü’nün
çağrısına uyun ve bilin ki, Allah kişi ile kalbi arasına girer. Bilin ki, onun huzu-
runda toplanacaksınız.”2 âyetiyle tam bir uygunluk göstermektedir. Âyette
Allah ve Resûlü’nün çağrısı yani Kur’an ve sünnet, “hayatın kendisi” olarak
ifade edilmiştir. Hayata yapılan çağrıda hayatın odağı olan kalbe en önce-
likli görevin yüklenmiş olması şaşırtıcı değildir. Değişken bir yapıya sahip
olan kalbin, Allah’ın yardımı olmaksızın hidayet üzerinde sebat etmesinin
imkânsızlığını bilen Allah Resûlü’nün sürekli, “Ey kalpleri çeviren Rabbim,
benim kalbimi dinin üzere sabit kıl.”3 diye dua etmesi, âdeta savaş meydanında
inananların ayaklarını meleklerle sabit kılan Allah’ın, nefis ile olan mücade-
lede de müminin kalbini sebatkâr kılması içindir. Peygamberimiz kalbinin
sebat ve kararlılık içinde olmasının yanı sıra Allah’tan, kalbini her an O’na
itaat etmeye yöneltmesini de istemiştir.4 Allah Resûlü’nün zaman zaman,
“Kalpleri evirip çeviren Allah adına yemin ederim.”5 şeklinde söze başlaması
1 T3522 Tirmizî, Deavât, 89.
her işin kalpten varlık dünyasına yol bulduğunun bir işareti gibidir. 2 Enfâl, 8/24.
Kalp, Allah Resûlü’nün başka hadislerine de konu olmuştur. Ebû 3 T3522 Tirmizî, Deavât, 89.
sebebi, onun çok değişken olmasındandır. Kalbin misali çöldeki bir ağacın üze- nüzûr, 3.
59
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
rinde asılı kalan kuş tüyünün misali gibidir. Rüzgâr onu bir oraya bir buraya
savurur.”6 buyurmaktadır. Peygamber Efendimiz diğer bir hadisinde kalbin
değişken yapısını tencerede kaynayan su benzetmesiyle açıklamaktadır:
“Âdemoğlunun kalbi, (ateşin üzerindeki) tencere gibi kaynayan bir şeydir, sürekli
değişir.”7 Kalp o kadar değişkendir ki Hz. Peygamber, “Benim kalbim de per-
delenir ve ben her gün yüz defa Allah’tan bağışlanma dilerim.” demektedir.8
İslâm düşüncesinde kalp, bütün vücuda yön veren merkezî bir organ
olarak görülür. Her ne kadar kalp denilince ilk bakışta kanı toplayıp bütün
vücuda pompalayan organ akla gelse de Kur’ân-ı Kerîm ve hadislerde kal-
bin, şuur, vicdan, idrak, duygu, akıl ve irade gücünün merkezi, bütün sezgi
ve duygularımızın ve nihayet düşünme gücümüzün kaynağı oluşuna vurgu
yapılır. Maddî hayatımızın merkezî organı kalp, mânevî hayatımıza da yön
veren bir kaynaktır. Bu iki hayat alanı birbirinden ayrı düşünülemez.
Din dilinde kalp, imanın ve küfrün, sevginin ve nefretin, cesaretin ve
korkaklığın, iyiliğin ve kötülüğün, kısaca bütün duyguların merkezidir.
Haset, gazap ve nefret gibi kötü duygular kalpte bulunduğu gibi iman,
Allah korkusu, hilm ve takva gibi birçok olumlu duygular da kalbe isnad
edilmektedir. Marifet, yani Allah’ı bilmek ve tanımak da kalbin işidir.9
Cebrail, Kur’an’ı Hz. Peygamber’in kalbine indirmiştir.10 Kalpte ilâhî
güzellikler tecelli eder, insanın aklen kabul ettiği şeyler, iman ve ihsan bo-
yasıyla boyanarak duygu boyutuna burada aktarılır. “Allah her kimi doğruya
erdirmek isterse onun gönlünü İslâm’a açar.”11 âyetinin nüktesiyle bu hâl insanı
mekanik bir varlık olmaktan çıkararak onu olaylar karşısında ürperen, kor-
ku ve ümit sarmalı içinde gelgitler yaşayan bir varlık hâline dönüştürür.
İnsan vücudunun mihenk noktası olan ve insanın hilkatinde bulunan
dört özelliğin; vahşetin, behimî duyguların, şeytanî duyguların ve Rabbânî
duyguların beraberce hissedildiği kalp, büyük sûfîlerden Sehl et-Tüsterî’nin
ifadesiyle arşın kürsîde bulunması gibi göğüslerde bütün vücuda hâkim bir
6 HM19895 İbn Hanbel, IV,
409. noktada bulunur.12 Allah Resûlü, kalbin bu merkezî konumunu ikinci ser-
7 HM24317 İbn Hanbel, VI,
levhada yer alan şu hadisinde açıklar: “...Dikkat edin! Vücutta öyle bir et parçası
4.
8 M6858 Müslim, Zikir, 41. vardır ki o iyi (doğru ve düzgün) olursa bütün vücut iyi (doğru ve düzgün) olur; o
9 B20 Buhârî, Îmân, 13.
bozulursa bütün vücut bozulur. Dikkat edin! O, kalptir.”13
10 Bakara, 2/97; Şuarâ,
60
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
bilmece”sini tamamlayan diğer parçalar, beden, ruh ve nefistir. Ruh, “...ona Musannef, XI, 221.
18 M4094 Müslim, Müsâkât,
ruhumdan üfledim...”19 fermanınca ilâhî bir nefha ve Rahmânî bir esintidir. 107.
Aynı şekilde farklı şekil ve mertebelerle kendisini göstermekle beraber, 19 Hicr, 15/29; Sa’d, 38/72.
61
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
“Ey huzur içinde olan nefis! Sen O’ndan razı, O da senden razı olarak Rabbine
dön!”20 fermanınca nefisten, sadece eşyanın tabiatından hâsıl olan bilgiyle
değil letâif cinsinden en derunî ve sırlı bilgileri de özümseyip ilâhî hoşnut-
luğa erişmesi istenmektedir. Bu hâliyle nefis, ilim ve iradenin mahalli olan
kalpten azade olamaz. O hâlde kalp sadece bedene ait merkezî bir organ
değil aynı zamanda ruhun ve nefsin kısaca insanın tüm duygu, düşünce
ve hayat faaliyetinin merkezindedir.
Kalpte Rahmân’ın cemâl ve celâlini hissedecek korku ve ümit duyguları-
nın bulunuşu, onu nazargâh-ı ilâhî’ye çevirir. Fakat nefsin bundan mahrum
bırakılması, kalbin, nefsin vesvesesi ve şeytanın aldatmasıyla süflî ve anlam-
sız duygulara kapılmasına yol açar. O zaman kalp asla ilâhî hakikatleri ala-
maz olur ve Rahmân’ın ilim, hikmet ve iman nurundan yararlanmak yerine
değersiz arzuların, üstüne düşen gölgesiyle karanlıklara gömülür. Bu durum
Kur’an’da, “Yahut (inkârcıların küfür içindeki hâlleri) derin bir denizdeki karan-
lıklar gibidir. (Bir deniz ki) onu dalga üstüne dalga kaplıyor, üstünde de bulutlar
var. Karanlıklar üstüne karanlıklar... İnsan elini çıkarsa neredeyse onu bile göremez.
Kime Allah nur vermezse onun için nur diye bir şey yoktur.”21 diye ifade edilir.
Yüce Allah insanların kalplerine nazar etmektedir. Hz. Peygamber bu
hakikati şöyle ifade eder: “Allah sizin suretlerinize ve mallarınıza bakmaz,
ancak kalplerinize ve amellerinize bakar.”22 Bu şekilde Allah’ın kulun kalbini
ölçü alması kişiyi gösterişten kurtaracağı gibi onu samimi davranışlara
yöneltecektir. Samimi davranışlara yönelebilmek için samimi bir kalbe ih-
tiyaç duyulacaktır.
İnsanın, her an nefsinin aldatmasına maruz kaldığı dünya hayatında,
salih amellerle ve Allah’ı çokça anarak kalbini uyanık tutması gerekmekte-
dir. Allah Resûlü, şeytanların âdemoğlunun kalbini perdelediklerini, dola-
yısıyla melekût âlemi üzerinde düşünmesine engel olduklarını23 söyleyerek
dünyevî arzularımızın çepeçevre sararak bizleri ilâhî güzelliklerden nasıl
da alıkoyduğunu anlatmaktadır. Kalbimizi İslâm’ın aydınlık bilgisiyle bes-
lemediğimiz takdirde kalbimiz giderek kararmakta ve bir de buna, işlenen
günahlar eklendiğinde kalp tüm ışığını kaybetmektedir. Allah Resûlü bu
konuda bizim için, “Allah’ım! Faydasız bilgiden, huşû duymayan kalpten, doy-
Fecr, 89/27-28.
20
21 Nûr, 24/40. mayan nefisten ve kabul edilmeyen duadan sana sığınırım.”24 şeklinde bir ölçü
22 M6543 Müslim, Birr, 34.
koymakta, kalbimizi huşûa davet etmektedir.
23 MŞ36563 İbn Ebû Şeybe,
Musannef, Meğâzî, 6.
Huşû, Allah’a karşı hissedilen derin bir kavrayış, ince bir duyuş ve
24 N5538 Nesâî, İstiâze, 64. her an O’nun huzurundaymış gibi ihsan parıltılarıyla ilâhî hakikate tes-
62
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
lim oluşu ifade eden mümine özgü bir duygudur. Bu duyguda iman, ilim
ve tefekkür beraber bulunur. Hepsinin de mahalli kalptir. Huşû duygu-
sunu salih ameller ve tevazu ile beslemek gerekir. Gömleğindeki söküğü
diken Hz. Ali’yi, “Niçin kendi söküğünü dikiyorsun?” diye yadırgayanlara
o, “Kalp huşû duygusuyla yoğrulduğunda mümin de (tüm benliğiyle) ona
uyar.” diye cevap vermiş25 ve bazen önemsiz gibi görünen işlerin bile kal-
bin mânevî olarak beslenmesinde ne kadar önemli olduğunu öğretmiştir.
İnsan hem akıl ve kalp nimetine sahiptir hem de şeytan, nefis ve şeh-
vet ile çetin bir imtihana tâbidir. Allah’ın nazargâhı kalp olduğu gibi şey-
tanın insana vesvese ve şüphe vermek için fırsat kolladığı yer de kalptir.
Allah, kalbi yüceltmeyi amaçlarken, şeytan onu yıkmayı hedefler. İnsan
gece uykusunda dahi şeytanın vesvesesiyle karşı karşıyadır.26 Aynı şekilde
şeytan namazda da kalbi rahat bırakmaz, ona hiç aklında olmayan şeyleri
hatırlatır ve zihnini meşgul etmeye çalışır.27 Bu şekilde şeytan, kişi ile kal-
bi arasına girmeye çalışarak onu Allah yolundan alıkoymak ister.
Ameller de kalpte başlar. Bütün ameller niyetlere göredir. Niyet ise
kalbin işidir. Dilbilimciler niyet ve nevât (çekirdek-öz) kelimesini türeyiş
bakımından bağlantılı görmektedirler.28 Çekirdek nasıl ki bir meyvenin
gelişimi için temel bir öz ise, bir düşüncenin salih bir amele dönüşüp güzel
bir meyve verebilmesi, niyetin güzelliğiyle ilgilidir. Bu bakımdan sade-
ce niyet kelimesinin semantik tahlili bile düşünce ve eylemler arasında
bulunan bağı ve kalbin özünden doğan duygu ve düşüncelerin gerçekleş-
me sürecini anlamamıza belli ölçüde ışık tutar. Ne var ki kalbin, özünde
doğan düşünceleri eylemlere dönüştürebilmesi için düşünceleri gölgele-
yen arzuların kalp üzerine örttüğü kılıfları kaldırmak ve düşüncelerimi-
zin Hakk’ın rızasına uygun eylemlere dönüşmesini engelleyen psikolojik
engelleri yıkmak gerekir. Bunun için yapılması gerekenler hem Kur’an’da
hem de Allah Resûlü’nün hadislerinde anlatılmaktadır.
Allah Resûlü, “Siz siz olun, tevazuu elden bırakmayın. Tevazu kalpte baş-
lar. Hiçbir Müslüman diğerine eziyet etmesin. Yamalı elbiseler içinde olan nice
25 ZHS108 İbn Hanbel, Zühd,
biçareler vardır ki, onların Allah’ın adını vererek ettikleri dualar hemen kabul s. 108.
edilir.”29 derken, düşünceyi eylemle birleştirmede kalbin gücüne işaret et- 26 N1608 Nesâî, Kıyâmü’l-
leyl, 5.
mektedir. Kalplerde olan düşünceler onun derinliğinden süzülüp dudak- 27 B1231 Buhârî, Sehv, 6.
lardan döküldüğünde ve niyetler gözlerden akan yaşlarla yıkandığında en 28 LA51/4588, İbn Manzûr,
imkânı bulamaz. Fakat samimi ve iyi düşünceler varlık dünyasında kar- Mu’cemü’l-kebîr, VIII, 186.
63
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
şılık bulmasa da bunun Allah indinde olmuş gibi değer bulduğu muhak-
kaktır. Bu bakımdan Allah Resûlü, “Bir kimse samimi olarak ve tüm kalbiyle
Allah’tan şehit olmayı dilerse o kişi yatağında bile ölse Allah onu şehitlerin ma-
kamına ulaştırır.”30 buyurmuştur.
Allah’ın insanlara bir lütfu olarak kalpten geçen kötü düşünceler, eyleme
dönüşmedikçe kulun günah hanesine yazılmaz. “Allah, sizi kasıtsız yeminleri-
nizden dolayı sorumlu tutmaz fakat sizi kalplerinizin kazandığı (bile bile yaptığınız)
yeminlerden sorumlu tutar. Allah, çok bağışlayandır, Halîm’dir.”31 âyeti ve “Allah,
ümmetimi akıllarına gelen kötü düşünceleri yapmadıkça ve onları dile getirmedikçe
sorumlu tutmayacaktır.” hadisi32 bu duruma açıklık getirmektedir.
Kalp bir nazargâh-ı ilâhî olarak, bir mümin için aynı zamanda doğ-
ru bilgiyi yanlış olandan ayırt etme yeridir. “Heyetler yılı” olarak bilinen
hicretin dokuzuncu yılında Arap yarımadasının çeşitli bölgelerindeki ka-
bilelerin Medine’ye akın ettiği bir zamanda Esedoğulları’ndan Vâbisa b.
Ma’bed’in, “İyilik ne demektir?” sorusuna Allah Resûlü’nün üç parmağını
birleştirip Vâbisa’nın göğsüne vurarak verdiği cevap, bugün de kulakları-
mızda yankılanmaktadır:
“Sen fetvayı kendinden iste, sen fetvayı kalbinden iste, ey Vâbisa! İyilik, içi-
nin huzurlu, gönlünün rahat olduğu şeydir. Kötülük ise insanlar sana ‘yapmanı’
söyleseler bile içini tırmalayan, gönlüne rahatsızlık veren şeydir.”33
Allah Resûlü doğruyu yanlıştan ayırt etme yeri olarak kalbi görürken,
kalpte bulunan imandan dolayı, müminin kalbinde oluşmuş bir mekaniz-
maya dikkat çekmektedir: “Üç şey var ki Müslüman kalbi bunlar karşısında
aldanmaz: Allah için ihlâsla amel etmek, yöneticilere karşı samimi olmak ve
İslâm toplumu ile beraber hareket etmektir.”34
Kalp, kötülüklere karşı mücadelenin verildiği yerdir. Nitekim meşhur
bir hadiste son direnç noktasının kalp olduğu, en azından kalbi kötülüğe
teslim etmemenin gerekliliği şöyle ifade edilmektedir: “Kim kötü ve çirkin
bir iş görürse onu eliyle düzeltsin; eğer buna gücü yetmiyorsa diliyle düzeltsin;
buna da gücü yetmezse kalben karşı koysun. Bu da imanın asgarî gereğidir.”35
30 T1653 Tirmizî, Fedâilü’l-
cihâd, 19. Doğruya ulaşmada da kalbin vereceği hükme bakılması tavsiye edilmek-
31 Bakara, 2/225.
tedir. Çünkü doğruluk kalbin mutmain olmasıdır.36
32 B5269 Buhârî, Talâk, 11.
33 DM2561 Dârimî, Büyû’, 2. Kalp, ilâhî ışığın yansıması veya nurun tecellisi sayesinde kişinin
34 T2658 Tirmizî, İlim, 7.
hidayete erdiği bir yer olarak Hakk’ın aynası kabul edilmiştir. Abdullah
35 M177 Müslim, Îmân, 78.
64
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
nur, önümde nur var eyle, benim nurumu artır.”37 şeklindeki duası bu anlayı-
şın bir yansımasıdır.
Gerek inançsızlık gerekse işlenen günahlar insanı mânevî güzelliklerden
feyz alamayacak şekilde nefsin ve şeytanın oyuncağı hâline getirebilmektedir.
Bu durum kalbin akıl, basiret ve duygu yönlerini kaybederek mânâsızlaşmasına
yol açmaktadır. Nihayet kalp işlenen günahların ağırlığı altında paslanma
(rayn), sapma (zeyğ), hastalanma (maraz), katılık (kasvet), perdelenme (gulf),
körleşme (‘amâ), mühürlenme (hatm), kilitlenme (kufl) gibi Kur’an ve hadisle-
rin haber verdiği bir dizi mânevî hastalığa maruz kalmaktadır.
Nitekim Sevgili Peygamberimizin bir hadisinde, “Kul bir günah işlediği
zaman kalbinde siyah bir nokta oluşur. Bundan vazgeçip tevbe ve istiğfar ettiği
zaman kalbi parlatılır. Günaha devam ederse siyah nokta artırılır ve sonunda
tüm kalbini kaplar. Allah’ın, (Kitabı’nda) ‘Hayır hayır! Doğrusu onların kazan-
makta oldukları, kalplerini paslandırmıştır.’38 diye anlattığı ‘pas’ işte budur.”39
buyrulmaktadır.
Allah Resûlü, kalbin hastalıkları üzerinde çok fazla durmaktadır. Pek
çok hadiste, insanlar bencillik, haset, kibir, başkalarına tepeden bakmak
(ucb), sûizanda bulunmak, kin beslemek (hıkd), insanların başına gelen
musibetten zevk almak (şematet), dostlara darılıp onları yüzüstü bırak-
mak (hecr), sözde durmamak (gadr), dünyaya karşı gözü doymamak (tûl-i
emel) gibi kötü duygulara karşı uyarılmıştır.
Allah Resûlü bir başka hadisinde, “Kulun Allah yolunda yuttuğu toz
ile cehennem ateşi onun karnında asla birleşmez. Bencillik ve iman da aynı
kalpte birleşmez.”40 buyurarak Allah’ın rızasına uygun işlerin cehennem
ateşine engel olduğunu, buna mukabil, çoğu defa tezahürü başkalarına
haset etmek olan bencilliğin imanla bağdaşmayan bir nitelik olduğunu 37 M1788 Müslim, Müsâfirîn,
vurgulamıştır.41 Allah Resûlü bencilliğin kapı araladığı diğer pek çok kötü 181.
38 Mutaffifîn, 83/14.
özellikten de bahsetmiştir. 39 T3334 Tirmizî, Tefsîru’l-
Nezaketsiz ve küstah kimselerin42 ve kalbinde zerre kadar kibir bu- Kur’ân, 83.
40 EM281 Buhârî, el-Edebü’l-
lunanların cennete giremeyeceği,43 acıma duygusunun sadece günahkâr
müfred, 106.
bedhahların kalbinden çekilip alınmış olduğu,44 bir Müslüman’ın, karde- 41 EM281 Buhârî, el-Edebü’l-
şini küçük görmesinin ona şer olarak yeteceği45 gibi sözlerle pek çok ko- müfred, 106; N3113 Nesâî,
Cihâd, 8.
nuda Allah Resûlü’nün uyarısı vardır. 42 D4801 Ebû Dâvûd, Edeb,
ve minberden, “Ya birtakım kimseler cuma namazlarını terk etmekten vazgeçer- 45 T1927 Tirmizî, Birr, 18.
65
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
50 Nahl, 16/108.
lere götürecek duygulara teslim olduğunda, kötülüklerin kalbinde oluştur-
51 Münâfikûn, 63/3. duğu57 kararmadan kurtulmakla kalmamakta, kendisinden yol bulan güzel
52 Nahl, 16/108.
53 Muhammed, 47/16.
arzuların çağladığı düşünce pınarlarından beslenen kalp, zamanla ilâhî bir
54 T3479 Tirmizî, Deavât, 65. temizlenmeye liyakat kazanarak bembeyaz olmaktadır. Bir hadiste bu du-
55 MK1643 Taberânî, el-
rum şöyle dile getirilir: “Fitneler kalbe işledikçe siyah bir nokta oluşur, kalp onla-
Mu’cemü’l-kebîr, II, 154.
56 İM4166 İbn Mâce, Zühd, 14. rı kabul etmediği takdirde bu sefer kalpte beyaz bir nokta meydana gelir.”58
57 T3020 Tirmizî, Tefsîru’l-
İman, ilim ve muhabbet pınarlarıyla beslenen kalp ilâhî güzellikleri
Kur’ân, 4; MU1831 Muvatta’,
Kelâm, 7. elde edecek şekilde beyazlarken, dünyaya çok dalmak, tefekkürü terk et-
58 M369 Müslim, Îmân, 231.
mek, ölümü unutmak, çok gülmek, çok konuşmak59 ve merhametsizlik
59 T2411 Tirmizî, Zühd, 61.
66
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
ulaşmış olur. Allah Resûlü böyle bir kalp için gece namazından sonra, 28/69; Ahzâb, 33/51.
64 Şuarâ, 26/88-89.
“Allah’ım! Senin katından öyle bir rahmet istiyorum ki o rahmet vasıtasıyla kal-
65 HM11146 İbn Hanbel, III,
bimi doğru yoluna ilet.” şeklinde niyazda bulunmuş,68 Hz. Âişe’nin bildirdi- 17.
ğine göre uykudan uyanırken ettiği duasında ise Allah’tan hidayete erdir- 66 İM3830 İbn Mâce, Dua, 2.
67
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
Kalbi, selim hâle getirebilmek için kalbin halis niyetler ve güzel amel-
lerle beslenmesi gerekir. Allah Resûlü bu amelleri çeşitli sözlerinde açık-
lamıştır. Bunlardan birinde, “Yedi kişi vardır ki, Allah’ın gölgesi (himayesi) dı-
şında hiçbir gölgenin (himayenin) olmadığı günde Allah onları gölgelendirecektir
(himaye edecektir): ...kalbi mescitlere bağlı kişi, birbirlerini Allah için sevip Allah
için bir araya gelen ve O’nun adıyla ayrılan iki dost...”71 buyurmuştur.
Kuşkusuz kalplerin selim olabilmesinin akletmekle yakından ilgisi
vardır. Başka bir ifadeyle kalbin kararması, perdelenmesi ve hakikatleri
kavrayamamasının en büyük sebebi Kur’an’ın ısrarla üzerinde durduğu
akletme melekesinin yitirilmiş olmasıdır. Allah Resûlü, insanları doğru
düşünmeye çağırırken onları akıl nimetinden yoksun olmakla suçlama-
mış, sadece onları akıllarını gereği gibi kullanmaya davet etmiştir. Bu-
nunla birlikte bütün peygamberler gönderildikleri toplumlarda katılaşmış
ve hakikatlere karşı perdelenmiş kalpleri açmakla görevli kimseler olarak
tavsif edilmişlerdir.72
Kur’ân-ı Kerîm, kalbi akılla aynı anlamı çağrıştıracak şekilde de
kullanmaktadır. İslâm düşüncesinde kalbin en önemli işlevlerinden biri
akıldır. Nitekim Kur’an’da akletme (düşünme) ve fıkhetme (anlama) fi-
illeri kalbe nispet edilmiştir.73 Sahâbenin hadis naklederken, “Kulakla-
rım dinledi ve kalbim kavradı.” deyip hadis naklinde bulunmaları,74 bazı
sahâbîlerin Kur’an’ı okudukları hâlde kalplerinin kavramadığından yakı-
narak Hz. Peygamber’e başvurmaları,75 vahyin en canlı olduğu dönemde
kalbin anlama ve kavrama yeri olarak görüldüğünü ortaya koymaktadır.
Hz. Ali de aklın kalpte bulunduğunu açıkça ifade etmiştir.76
İslâm âlimleri aklı, “Kalpte bulunan, hak ve bâtılı ayırt etmede vasıta
olan nur” şeklinde tarif ederek aklın kalple olan ilişkisini vurgulamışlardır.
71 B660 Buhârî, Ezân, 36. Dinin akıl sahiplerine hitap etmesi ve onları sorumlu tutması akıl yoluyla
72 B4838 Buhârî, Tefsîr,
kalbe yüklenen inanma sorumluluğu ile yakından ilgili görülmüştür. Nite-
(Fetih) 3.
73 Hac, 22/46. kim bir hadiste aklı olmayanların sorumlu olmadıkları belirtilmektedir.77
74 T1393 Tirmizî, Diyât, 5.
Müslüman olmanın ya da dinî emirlere muhatap olmanın ilk şartı akıllı
75 HM6604 İbn Hanbel, II,
173. olmak, diğer bir şartı ise kalbi Allah’a teslim etmektir. Kişi dili ile ikrar
76 EM547 Buhârî, el-Edebü’l-
etmedikçe ve kalbiyle teslim olmadıkça Müslüman olamaz.78 Bu bakımdan
müfred, 192.
77 T1423 Tirmizî, Hudûd, 1. Allah’a iman etmek için aklını kullanarak her türlü bilgiye ulaşan kişinin
78 HM3672 İbn Hanbel, I,
bu bilgileri kalbi ile de benimsemesi gerekir. Esasında kalplerin mühürlen-
388.
79 Bakara, 2/88.
mesi, kılıflanması,79 kilitli olması80 gibi ifadelerle bir yönüyle anlatılmak
80 Muhammed, 47/24. istenen, insanların hakikatler karşısında akıllarını gereği gibi kullanma-
68
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
dıklarıdır. Ayrıca kalp; irade, ilim ve imanın ortaklaşa mahalli olduğu için
Kur’ân-ı Kerîm akletmeyi; inanmak, vahyi kabul etmek ve gerçeği kavra-
mak anlamlarında da kullanmaktadır.81
Resûlü Ekrem Efendimiz Allah’ın Kitabı’ndan nasibini almamış
bir insanı, içinde hiç kimsenin oturmadığı viran bir eve benzetmiştir.82
Sahâbe-i kirâmdan Abdullah b. Mes’ûd, kalbin olgunlaşması ve dimağla-
rın ilâhî kelâmla dolması için Kur’an okumaya teşvik etmiş, “Kalplerinizi
onunla (Kur’an ile) mâmur kılın.”83 buyurmuştur.
Allah Resûlü, kalplerin tefrika girdabına kapılmalarına karşı insan-
ları ikaz ederek çarşı ve pazarlardaki koşuşturmaya kapılıp84 kalbimizi
mânevî lezzetlerden mahrum etmememiz gerektiğine işaret etmektedir.
Bu doğrultuda Allah Resûlü, “...Altın ve gümüşü biriktirip de onları Allah yo-
lunda harcamayanları elem dolu bir azapla müjdele.”85 âyeti inince ashâbının
hangi meta daha iyiyse onu edinelim, şeklindeki sözlerine karşılık şöyle
buyurmuştur: “(Dünyada en değerli olan şey) zikreden bir dil, şükreden bir kalp
ve kişinin imanının yaşamasında ona yâr ve yardımcı olan inançlı bir eştir.”86
Allah Resûlü’nün müminin kalbi olarak tanımladığı kalp şudur: Al-
lah Resûlü’ne, “İnsanların hangisi daha faziletlidir?” diye sorulduğunda o,
“Kalbi mahmûm ve dili doğru olan her mümin böyledir.” buyurmuştur. Ashâb,
“Doğru sözlü ne demek biliyoruz ama mahmûm kalp nedir bilmiyoruz.”
deyince, Allah Resûlü, “Mahmûm kalp, Allah’tan korkan, tertemiz kalptir. 81 Bakara, 2/171; Enfâl,
8/22; Yûnus, 10/42; Mülk,
Onda günaha, zulme, kine, hasede yer yoktur.”87 buyurmuştur. 67/10; Hûd, 11/51; Bakara,
Allah Resûlü, “Ey Allah’ın Resûlü! İman nedir?” diye soran sahâbîsine, 2/44; Enbiyâ, 21/10, 67;
Mü’minûn, 23/80; Kasas,
“Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in de O’nun kulu ve elçisi oldu- 28/60.
ğuna şehâdet etmen, Allah ve Resûlü’nü her şeye tercih edebilmen, ateşte yanma- 82 T2913 Tirmizî, Fedâilü’l-
Kur’ân, 18.
yı Allah’a şirk koşmaya tercih edebilmen, soylu olmasa da bir kişiyi, sadece Allah 83 DM3365 Dârimî, Fedâilü’l-
için sevebilmendir.” demiştir. Hz. Peygamber aynı hadisinde “iman aşkının” Kur’ân, 4.
84 T228 Tirmizî, Salât, 54.
kalbe nasıl nüfuz ettiğini şöyle anlatmıştır: “Eğer bunları yapabiliyorsan tıp- 85 Tevbe, 9/34.
kı sıcak bir günde su arzusunun, susuz kişinin kalbine işlemesi gibi iman aşkı da 86 T3094 Tirmizî, Tefsîru’l-
11.
izinde) bekçi kılan kişi kurtuluşa ermiştir... Kalbini (ilâhî güzelliklerin dolup taş- 89 HM21635 İbn Hanbel, V,
69
SEVGİ
KİŞİ SEVDİĞİYLE BERABERDİR
71
عَنْ عَبْدِ ال َّلهِ عَ ْن ال َّنب ِِّي َ sأ� َّن ُه َق َال:
“ا ْل َم ْر ُء َم َع َم ْن َأ� َح َّب”.
عَنْ َأ�نَسِ بْنِ مَالِكٍَ ،أ� َّن َر ُجل ًا َك َان ِع ْن َد ال َّنب ِِّي َ ،sف َم َّر ِب ِه َر ُج ٌل َف َق َالَ :يا َر ُس َ
ول
ال َّل ِه! �ِإنِّى َل ُأ� ِح ُّب هَ َذاَ ،ف َق َال َل ُه ال َّنب ُِّي َ “ :sأ�عْ َل ْم َتهُ؟” َق َالَ :لاَ .ق َالَ “ :أ�عْ ِل ْمهُ”.
َق َالَ :ف َل ِح َق ُه َف َق َالِ� :إنِّى ُأ� ِح ُّب َك ِفى ال َّل ِهَ ،ف َق َالَ :أ� َح َّب َك ا َّل ِذى َأ� ْح َب ْب َت ِنى َلهُ.
72
Abdullah (b. Mes’ûd) tarafından nakledildiğine göre, Hz. Peygamber
(sav) şöyle buyurmuştur: “Kişi sevdiğiyle beraberdir.”
(B6168 Buhârî, Edeb, 96)
73
İ slâm ordusu Bedir Savaşı’ndan büyük bir zaferle çıkmıştı. Hz.
Ebû Bekir, müşrik esirlerin fidye karşılığı serbest bırakılmasından ya-
naydı. Bu teklif Resûlullah’a da uygun gelmişti. Kararı duyan Mekkeliler
esirlerini kurtarmak için fidye göndermeye başlamışlardı bile. Gönderi-
len fidyelerin arasındaki bir gerdanlık Resûlullah’ın dikkatini çekti. Evet,
bu hiç şüphesiz eşi Hz. Hatice’nin gerdanlığıydı. Sevgili kızı Zeyneb idi
bu gerdanlığı gönderen. Hz. Muhammed’e (sav) peygamberlik verilmeden
önce Zeyneb, teyzesi Hâle bnt. Huveylid’in oğlu Ebu’l-Âs b. Rebî’ ile ev-
lenmişti. Düğün günü Hz. Hatice, boynundaki gerdanlığı çıkarıp kızına
hediye etmişti.1 Zeyneb ile Ebu’l-Âs arasında olağanüstü bir sevgi vardı. Ne
var ki Resûlullah’a peygamberlik verildikten sonra, Zeyneb ilk inananlar
arasında yerini alırken Ebu’l-Âs hâlâ Müslüman olmamıştı. Üstelik Bedir
Savaşı’nda Peygamber’in karşısında, müşrik saflarında savaşmış, netice-
de Müslümanlara esir düşmüştü. Gerdanlığın fidye olarak gönderilmesi,
Zeyneb’in Ebu’l-Âs’a duyduğu sevginin bir işaretiydi. Ebu’l-Âs da Zeyneb’e
duyduğu sevgiden hiçbir şey kaybetmemişti. Mekke müşriklerinin onca
baskısına rağmen Zeyneb’i boşamamış, vefakâr bir eş olduğunu göster-
mişti. Zeyneb de diğer Müslümanlarla beraber hicret edememiş, Mekke’de
eşinin yanında kalmıştı.
Allah Resûlü hem Ebu’l-Âs’ın iyi bir damat olduğunun hem de
Zeyneb’in ona olan sevgisinin farkındaydı. Müslümanlara dönerek bir
teklifte bulundu: “Eğer uygun görürseniz kızım Zeyneb’in esirini serbest bı-
rakın, şu gönderdiği gerdanlığı da ona geri verin.” Müslümanlar elbette Allah
Resûlü’nün talebini geri çevirmeyeceklerdi. Ebu’l-Âs derhâl serbest bıra-
kıldı. Ancak Resûlullah henüz hicret etmemiş kızının artık Medine’ye gel-
mesini istiyordu. Öte yandan eşi müşrik olduğu sürece evli kalmaları da
mümkün değildi. Ebu’l-Âs’a bu talebini iletti. Ebu’l-Âs Resûlullah’a karşı
gelmedi, Zeyneb’i göndereceğini söyledi.2
Birbirini seven iki insan, aynı dinde birleşemeyince yollarını ayırmak 1 D2692 Ebû Dâvûd, Cihad,
121.
zorunda kaldılar. Zeyneb, kızı Ümâme ile birlikte Medine’de, Resûlullah’ın 2 D2692 Ebû Dâvûd, Cihâd,
75
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
76
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
met günü için Allah ve Resûlü’nün sevgisini hazırladığını söyleyen sahâbîye 18 T3491 Tirmizî, Deavât, 73.
Hayatını Allah sevgisi ile yoğurmuş bir insanın kalbinde Allah sevgi- T2385 Tirmizî, Zühd, 50.
21 M1188 Müslim, Mesâcid,
sini, Allah’ın habîbi Resûlullah’ın sevgisi izler. Zira Hz. Muhammed, Hz. 23; İM141 İbn Mâce, Sünnet,
İbrâhim gibi Halîlullah’tır, Allah dostudur.21 “Halîlullah” olacak kadar 11.
77
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
24 Tevbe, 9/24.
Onun için Abdurrahman b. Avf, Resûlullah secdede uzun bir süre kalınca
25 T3789 Tirmizî, Menâkıb, korkuya kapılmış, Allah Resûlü’nün vefat ettiğini zannetmişti.29 Samimi
31. ve kâmil bir sevgi besleyen kişi, sevdiğinden ayrılmaya katlanamaz. Bu
26 Ahzâb, 33/6.
27 EM533 Buhârî, el-Edebü’l- yüzden ashâbdan Enes b. Mâlik, Resûlullah’ın Medine’ye geldiği gün her
müfred, 188. yerin apaydınlık olduğunu ancak vefat ettiği zaman karanlıklara gömül-
28 M3138 Müslim, Hac, 311.
78
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
lah falanı seviyor, onu sizler de sevin!’ diye nida eder. Bunun üzerine o kulu 35 D4599 Ebû Dâvûd, Sünnet,
2.
gök ehli de sever. Sonra yeryüzündeki insanların gönlüne o kimsenin sevgisi 36 MU1748 Muvatta’, Şa’r, 5.
yerleştirilir.”38 Böylece hem gökte melekler hem de yeryüzünde insanlar 37 M6549 Müslim, Birr, 38.
79
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
M6708 Müslim, Birr, 159. retmiş ve bunun yöntemleriyle ilgili bilgiler vermiştir. Resûlullah, sevgi-
41 Hucurât, 49/10.
nin sağlam temellere oturtulması ve böylece gelişmesine zemin sağlan-
42 B6011 Buhârî, Edeb, 27;
M6588 Müslim, Birr, 67. ması için insanların önce birbirlerini tanımaları gerektiğini ifade etmiştir.
43 T2510 Tirmizî, Sıfatü’l-
Bu bağlamda, Müslümanların birbirlerinin ismini, babalarının ismini,
kıyâme, 56.
44 B13 Buhârî, Îmân, 7.
hatta mensup oldukları kabileyi sorarak öğrenmelerini istemiş, böylece
45 T2392 Tirmizî, Zühd, 53. aralarında sevgi ve bağlılığın gerçekleşeceğini söylemiştir.45 Tanışıp kay-
80
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
Hüsnü’l-hulk, 4.
verdiği önemi göstermektedir. 49 B2093 Buhârî, Büyû’, 31.
İnsanın yüreğine anne baba sevgisini, kardeş sevgisini, eş sevgisini, 50 D5125 Ebû Dâvûd, Edeb,
için size kendi cinsinizden eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet peyda etmesi 26.
52 B4474 Buhârî, Tefsîr,
de O’nun (varlığının) delillerindendir. Doğrusu bunda, iyi düşünen bir kavim için
(Fâtiha) 1.
ibretler vardır.”55 buyurur. Dolayısıyla sevgi, Allah’ın varlığının delili olacak 53 HM7566 İbn Hanbel, II,
olan Allah Resûlü, ilk eşi Hz. Hatice’yle ilgili, “Bana onun sevgisi bahşedildi.” Hüsnü’l-hulk, 4.
55 Rûm, 30/21.
buyurmuştur. Onun vefatından sonra hatırasına hürmeten eşinin sevdi- 56 M6278 Müslim, Fedâilü’s-
ği insanlarla ilişkisini devam ettiren Hz. Peygamber56 zaman zaman Hz. sahâbe, 75.
81
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
64 M6269 Müslim, Fedâilü’s- dağlara, şehirlere duyduğu sevgiyi bile dillendirmiştir. Nitekim Mekke’ye,
sahâbe, 67. Medine’ye, Uhud Dağı’na olan sevgisini ifade ettiği bilinmektedir.67
65 B516 Buhârî, Salât, 106.
66 D5217 Ebû Dâvûd, Edeb, İnsan, kalbinde en çok Allah sevgisine yer verip bütün sevgilerin-
143-144. de O’nun hoşnutluğunu gözetince, daha önce nefret ettiği kişileri dahi
67 B4084 Buhârî, Meğâzî, 28;
82
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
Âişe’nin naklettiğine göre bir gün Hind geldi ve Hz. Peygamber’e, “Yâ
Resûlallah! Vaktiyle yeryüzünde senin ev halkın kadar zelil ve harap ol-
malarını istediğim hiçbir ev halkı yoktu. Oysa bugün, yeryüzünde senin
ev halkın kadar aziz olmalarını istediğim hiçbir ev halkı yoktur.” dedi.
Resûlullah da Hind’e kendisiyle aynı hisleri paylaştığını söyledi.68 Her za-
man olduğu gibi sevgi konusunda da ölçülü olmayı emreden Allah Resûlü
şöyle buyurmuştur: “Sevdiğin kimseyi ölçülü sev ki bir gün sevmeyeceğin bir
kişi olabilir. Sevmediğin bir kimseyi de ölçülü şekilde sevme ki günün birinde çok
sevdiğin bir kimse olabilir.”69
Sevgi, insan ruhunun derinlerine işleyen bir duygudur. Hz. Peygam-
ber, sevginin insan tabiatı ve davranışları üzerindeki derin tesirlerini ifa-
de etmek üzere, “Bir şeyi sevmen seni kör ve sağır eder.” buyurmuştur.70
Bu yoğun duygu atmosferi içinde seven kimse, sevdiğinin hatalarını, çir-
kin davranışlarını göremez, duyamaz hâle gelebilir. Bu nedenle sevilecek
kimsenin Allah’ı seven, dolayısıyla Allah’ın hoşnut olmayacağı davranış-
lardan kaçınan birisi olması önem arz eder. Resûlullah, “Kişi, dostunun
dini/ahlâkı üzerinedir.” diyerek71 sevgi ve dostluğun amellere ne ölçüde te-
sir ettiğini ifade etmiştir.
Sevginin yurdu olan kalp, farklı sevgilere meyledebilecek tarzda ya-
ratılmıştır. Kalp, güzellik, zarafet, asalet veya zenginlik gibi dünyevî de-
ğerlere meyillidir ve dünya hayatının geçici zevklerinin cazibesine kapıla-
bilir. İnsanın dünya nimetlerine olan sevgisi tabiî olmakla birlikte, Allah
ve Resûlü’nün sevgisini gölgede bırakacak veya ona asıl yaratılış amacını
unutturacak derecede olmamalıdır. Bu nedenle, kullarını çok iyi tanıyan
Cenâb-ı Hak, insanın tabiatında bulunan çeşitli zaaflara işaret ederek on-
ları uyarmıştır. Allah Teâlâ, insanın malı çok sevdiğini bildirmiş,72 Allah
Resûlü de, “Âdemoğlunun iki vadi dolusu altını olsa üçüncüsünün de olmasını
ister.” şeklinde bu düşkünlüğe dikkat çekmiştir.73 “Sevdiğiniz şeylerden Al- 68 B3825 Buhârî, Menâkıbü’l-
ensâr, 23.
lah yolunda harcamadıkça iyiliğe asla erişemezsiniz.”74 buyuran Cenâb-ı Hak, 69 T1997 Tirmizî, Birr, 60.
malına karşı düşkün oldukları, ancak tüm bu dünyevî sevgilerin geçici ol- D4833 Ebû Dâvûd, Edeb, 16.
72 Âdiyât, 100/8.
duğu bildirilmiş75 ve bunların âhireti unutturmaması gerektiği şu şekilde 73 M2415 Müslim, Zekât,
cı sevgi, Allah katında kıymetli olan hususlara değer verildiği sürece elde 76 İnsan, 76/27.
83
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
edilebilir. Böyle bir sevgi, Allah’ı anmaktan alıkoyucu bir nitelik taşıma-
yacak, Allah’ın rızasını kaybettirmeyecektir. Hiçbir zaman unutulmaması
gereken husus, Allah’a karşı olan sorumlulukların yerine getirilmesine en-
gel olan bir sevgiden Allah’ın razı olmadığıdır: “Ey iman edenler! Mallarınız
ve çocuklarınız sizi Allah’ı anmaktan alıkoymasın. Kim bunu yaparsa işte onlar
77 Münâfikûn, 63/9. ziyana uğrayanlardır.”77
84
MERHAMET
VARLIĞIN İLÂHÎ MAYASI
85
عَنْ عَبْدِ ال َّلهِ بْنِ عَمْرٍو َي ْب ُلغُ ِب ِه ال َّنب َِّي :s
ون َي ْر َح ُم ُه ُم ال َّر ْح َم ُان ا ْر َح ُموا َأ�هْ َل ْال َأ� ْر ِض َي ْر َح ْم ُك ْم َم ْن ِفى َّ
الس َماءِ”. “ال َّر ِاح ُم َ
86
Abdullah b. Amr, Hz. Peygamber’e (sav) nispet ederek şunu nakletmiştir:
“Merhametliler (var ya!)... Rahmân, işte onlara merhamet eder. Siz
yeryüzündekilere merhamet edin ki gökyüzündeki(ler) de size merhamet etsin.”
(D4941 Ebû Dâvûd, Edeb, 58; T1924 Tirmizî, Birr, 16)
Ebû Hüreyre diyor ki: “Ebu’l-Kâsım’ı (Hz. Peygamber’i) (sav) şöyle derken
işittim: “Yalnızca şakî (bedbaht) olan kimse merhametten yoksun bırakılır.”
(T1923 Tirmizî, Birr, 16; D4942 Ebû Dâvûd, Edeb, 58)
87
H z. Peygamber Hz. Hatice ile evlenmiş ve bu evlilikten ilk kızı
Zeyneb dünyaya gelmişti. Evlenme çağına gelince Hz. Peygamber onu, tey-
zesinin oğlu Ebu’l-Âs ile evlendirmişti. Hz. Peygamber’in Medine’ye hic-
retinden bir süre sonra kızı da hicret etmişti.1 Bir gün çocuklarından biri-
sinin ağır bir şekilde hastalanması üzerine Zeyneb, babasına, torununun
çok hasta olduğunu, acilen gelmesini söyleyerek haber yollamıştı. Muhte-
melen o sırada çok önemli bir işle meşgul olan Allah’ın Resûlü ona selâm
gönderip, “Allah’ın aldığı ve verdiği her şey kendisine aittir. Her şey Allah katın-
da takdir edilmiştir. Sen sabırlı ol ve mükâfatını Allah’tan bekle.” diye tavsiyede
bulunmuştu. Fakat bebeğin durumu ağırlaşınca, babasını yanında görmek
isteyen Zeyneb mutlaka gelmesini isteyerek bir daha haber göndermiş, Hz.
Peygamber de kızını kırmayarak beraberindekilerle birlikte onun evine
gitmişti. Can çekişmekte olan çocuğu şefkat ve merhametle kucağına alan
Rahmet Peygamberi, gözyaşı dökmeye başlamıştı. Yanındaki arkadaşların-
dan Sa’d b. Ubâde, “Bu (gözyaşı) da nedir yâ Resûlallah?” diyerek hayretini
gizleyememişti. Bunun üzerine şefkatli Nebî, “Bu gözyaşı, Allah’ın, dilediği
kullarının kalplerine yerleştirdiği bir rahmettir. Allah, kullarından sadece mer-
hametli olanlara merhamet eder.”2 buyurmuştu.
Merhamet, esirgemek ve şefkat etmektir; acımak ve insaflı davran-
maktır; kalp inceliği ve gönül yumuşaklığıdır. Merhamet, Allah’ın Rahmân
isminin bir yansımasıdır.3
Bütün varlıklar, Allah’ın engin rahmetiyle çepeçevre kuşatılmış,4 yok-
luktan varlığa çıkışları, ilk yaratılışları Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın
rahmetinin tecellisi ile olmuştur. Allah, ‘sınırsız ve sonsuz rahmet ve merha-
met sahibi’ anlamında, ‘Rahmân ve Rahîm’dir.5 O, “Rahmetim gazabımı geçti.”6 1 Hİ7/665 İbn Hacer, İsâbe,
VII, 665.
buyurarak, merhametinin celâlinden önde geldiğini açıkça bildirir. Yüce 2 B5655 Buhârî, Merdâ, 9.
89
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
sonrası), Resûlullah’a bir grup esir getirildi. İçlerinden bir kadın telaş için-
de esirler arasında yavrusunu arıyordu. Sonunda bir çocuk buldu ve onu
kucaklayıp bağrına bastıktan sonra emzirmeye başladı. Durumu gören
Hz. Peygamber yanındakilere, “Bu kadının çocuğunu ateşe atacağına inanır
mısınız?” diye sordu. Onlar da, “Hayır.” diye cevap verdiler. Bunun üzerine
Peygamber (sav), “Bilin ki, Allah’ın kullarına olan rahmeti, bu kadının çocuğuna
olan şefkat ve merhametinden çok daha fazladır.”8 buyurdu.
İnsanlığın en mükemmel ferdi olan Hz. Peygamber’in (sav) en belir-
gin özelliği, onun Merhamet ve Şefkat Peygamberi olmasıdır.9 İnsanların
onun etrafında toplanmalarına sebep de yine bu duygudur.10 Merhameti
var eden Allah, Peygamberini merhamet duygusu ile bezemiş, müminlerin
de bu meziyetle süslenmelerini ve şefkati birbirlerine tavsiye etmelerini
emretmiştir.11
Kur’an ahlâkını benimseyen ve Resûlullah’ın örnek kişiliği ile kendi
tavır ve davranışlarına yön veren müminler, birbirlerine karşı merhametli
olmalıdır. Peygamberimizin anlatımıyla “Müminler, birbirlerini sevmede, bir-
birlerine merhamet ve şefkat göstermede, tıpkı bir organı rahatsızlandığında diğer
organları da uykusuzluk ve yüksek ateşle bu acıyı paylaşan bir bedene benzer.”12
İman ile merhamet arasında doğrudan bir ilişki vardır. Allah’a imanı
olan kişi, Allah’ın yarattıklarına karşı merhamet duygusu besler. Merhamet-
li olmak dar bir alanla sınırlı değildir. Hz. Peygamber (sav), Allah’ın, ancak
merhamete değer veren kullarının kalbine merhameti koyacağını hatırlatın-
ca sahâbîler, “Ey Allah’ın Elçisi, hepimiz birbirimize karşı merhametliyiz.”
demişlerdir. Halbuki Hz. Peygamber, buradaki merhametten maksadın, sa-
dece kişinin arkadaşlarına olan merhameti olmayıp bilakis bütün insanlara
karşı gösterilmesi gereken merhamet olduğunu ifade etmiştir.13
8 B5999 Buhârî, Edeb, 18; Yine şefkatli Nebî, “...Yeryüzündekilere merhamet edin ki, Allah da size mer-
M6978 Müslim, Tevbe, 22. hamet etsin.”14 buyurarak, merhametin kapsamının çok geniş olduğunu ifade
9 Tevbe, 9/128.
10 Âl-i İmrân, 3/159. etmiştir. Bu itibarla merhamet duygusunu, insanlara, müminlere, iyi kim-
11 Beled, 90/17.
selere veya fakirlere gösterilen merhamet diye kayıtlamamıştır. İnsan, yer-
12 M6586 Müslim, Birr, 66;
B6011 Buhârî, Edeb, 27. yüzündekilere merhamet etmekle Allah’ın rahmetine nail olma noktasında
13 MZ8/187 Heysemî,
kendisi için yatırım yapmış olmaktadır. Mahlûkata karşı merhamet, kalbin
Mecmau’z-zevâid, VIII, 187.
14 D4941 Ebû Dâvûd, Edeb, rikkati ve inceliğidir. Kalpteki bu yumuşaklık ise imanın alâmetidir. Öyley-
58; T1924 Tirmizî, Birr, 16. se kim bu hassasiyet ve incelikten nasipsiz ise, o bahtsız ve bedhahtır.15
15 TA6/42 Mübârekpûrî,
Tuhfetü’l-ahvezî, 6, 42.
Âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Peygamber (sav),16 “Merha-
16 Enbiyâ, 21/107. metliler (var ya!)... Rahmân, işte onlara merhamet eder. Siz yeryüzündekile-
90
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
kadın ve oğulları bir aradayken bir kurt gelerek ikisinden birinin oğlunu 27.
19 B5998 Buhârî, Edeb, 18;
kapıp götürür. Kadınlar birbirlerini işaret edip, “Kurt senin çocuğunu M6027 Müslim, Fedâil, 64.
götürdü.” diyerek tartışırlar. Olayı Hz. Dâvûd’a anlatırlar ve o, büyük 20 T1923 Tirmizî, Birr, 16;
tan sonra Hz. Süleyman’a başvururlar. Onları dinleyen Süleyman (as), M6030 Müslim, Fedâil, 66.
91
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
“Bir bıçak getirin çocuğu iki parçaya bölüp aranızda taksim edeceğim.”
deyince, gerçek anne olan küçük kadın, “Yapma, Allah sana merhamet
etsin, çocuk onun olsun.” der. Kadının bu şekilde şefkat göstermesinden
gerçek annenin küçük kadın olduğunu anlayan Süleyman (as) çocuğu
ona verir.22 Çünkü gerçekten hiçbir anne, çocuğunun acı çekmesine razı
olamaz, bir annenin yavrusuna karşı kalbinde taşıdığı merhamet ve şef-
kat, sökülüp alınamaz.
İnsanlığa merhameti öğreten Hz. Peygamber’in şefkati sadece insan-
larla ya da kendisine tâbi olan müminlerle sınırlı değildi. O, hayvanlara
karşı davranışlarında da merhamet dolu olup bunu her fırsatta ashâbına
da tavsiye ederdi.
Bir seferinde Rahmet Peygamberi, Medineli Müslümanlardan birinin
bahçesine girmişti. Oradaki bir deve, onu görünce inledi ve gözlerinden
yaşlar akıttı. Nebî (sav) deveye yaklaşarak başının arka/üst tarafını ok-
şamaya başlayınca hayvan sakinleşti. Peygamberimiz devenin sahibinin
kim olduğunu sordu, ensardan bir genç de onun kendisinde ait olduğunu
söyledi. Bunun üzerine Hz. Peygamber, o gence nasihatte bulunarak şöyle
dedi: “Allah’ın sana verdiği bu deve hakkında Allah’tan korkmuyor musun? Deve
bana şikâyette bulundu. O bana senin kendisini aç bıraktığını ve fazla çalıştıra-
rak yorduğunu şikâyet etti.”23
Hz. Peygamber’in anlattığına göre, bir adam da bir köpeğe acıması
sebebiyle Allah’ın mağfiretine nail olmuştu. Yolculuk sırasında susayan ve
bir kuyuya inip su içen adam, çıktığında susuzluktan toprağı yalayan bir
köpek görmüştü. Ona karşı merhametli davranarak tekrar kuyuya inmiş,
pabucuna doldurduğu suyu çıkarıp köpeğe içirmişti. Rahmeti sonsuz olan
Yüce Allah, adamın bu davranışını beğenmiş ve onu bağışlamıştı. Sahâbîler
bu garip hadiseyi Hz. Peygamber’den işitince merak ederek sormuşlardı,
“Hayvanları sulayınca da sevaba erişir miyiz?” Resûlullah (sav), “Elbette,
her hayat sahibini sulama karşılığında size ecir vardır.” buyurmuştu.24
22 B6769 Buhârî, Ferâiz, 30;
Yine bir seferde Hz. Peygamber, karınca yuvasını ateşe verip yakan-
M4495 Müslim, Akdiye, 20.
23 D2549 Ebû Dâvûd, Cihâd, ları, “Ateşle azap etmek, ancak ateşin Rabbine mahsustur.”25 şeklinde ağır bir
44; HM1745 İbn Hanbel, I, cümle ile uyarmıştır. Buradan hareketle, anız yakarken börtü böceğin de
204.
24 B2466 Buhârî, Mezâlim, insafsızca yakılmasının, Efendimizin asla tasvip etmeyeceği bir merha-
23; M5859 Müslim, Selâm, metsizlik örneği olduğunu söyleyebiliriz.
153.
25 D2675 Ebû Dâvûd, Cihâd,
Resûlullah’ın bildirdiği üzere, “Allah, rahmeti yüz parçaya ayırdı, doksan
112. dokuz parçasını yanında alıkoydu, bir parçasını ise yeryüzüne indirdi. İşte bu bir
92
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
93
İNSANÎ SORUMLULUK
BÜYÜK EMANET
95
حَدَّثَنَا زَكَرِيَّاءُ قَالَ سَمِعْتُ عَامِرًا يَقُولُ سَمِعْتُ ال ُّنعْمَانَ بْنَ بَشِيرٍ عَ ِن ال َّنب ِِّي
َ sق َال “ َمث َُل ا ْل َقا ِئ ِم عَ َلى ُح ُدو ِد ال َّل ِه َوا ْل َوا ِق ِع ِف َيها َك َمث َِل َق ْو ٍم ْاس َت َه ُموا عَ َلى
اب َب ْع ُض ُه ْم َأ�عْ ل َاهَ ا َو َب ْع ُض ُه ْم َأ� ْس َف َل َهاَ ،ف َك َان ا َّل ِذ َين ِفى َأ� ْس َف ِل َها �ِإ َذا
َس ِفي َن ٍةَ ،ف َأ� َص َ
ْاس َت َق ْوا ِم َن ا ْل َما ِء َم ُّروا عَ َلى َم ْن َف ْو َق ُه ْم َف َقا ُلوا َل ْو َأ�نَّا خَ َر ْق َنا ِفى ن َِصي ِب َنا خَ ْر ًقاَ ،و َل ْم
ُن ْؤ ِذ َم ْن َف ْو َق َناَ .ف ِإ� ْن َي ْت ُر ُكوهُ ْم َو َما َأ� َرادُوا هَ َل ُكوا َج ِمي ًعاَ ،و�ِإ ْن َأ�خَ ُذوا عَ َلى َأ� ْي ِدي ِه ْم
ن ََج ْوا َون ََج ْوا َج ِمي ًعا”.
ول ال َّل ِه َ sي ُقول: عَنْ عَبْدِ ال َّلهِ بْنِ عُمَرَ َ :أ� َّن ُه َس ِم َع َر ُس َ
ُول عَ ْن َر ِع َّي ِت ِهَ ،ف ْال ِإ� َما ُم َر ٍاعَ ،وهْ َو َم ْسئ ٌ
ُول عَ ْن َر ِع َّي ِت ِهَ ،وال َّر ُج ُل ِفى “ك ُّل ُك ْم َر ٍاع َو َم ْسئ ٌ
ُ
َأ�هْ ِل ِه َر ٍاع َوهْ َو َم ْسئ ٌ
ُول عَ ْن َر ِع َّي ِت ِهَ ،وا ْل َم ْر َأ� ُة ِفى َب ْي ِت َز ْوجِ َها َر ِاع َي ٌة َوهْ َي َم ْسئُو َل ٌة عَ ْن
ُول عَ ْن َر ِع َّي ِت ِه”.َر ِع َّي ِت َهاَ ،وا ْلخَ ا ِد ُم ِفى َمالِ َس ِّي ِد ِه ﴿ َر ٍاع﴾َ ،وهْ َو َم ْسئ ٌ
ول ال َّل ِه :s عَنِ ال ُّنعْمَانِ بْنِ بَشِيرٍ قَالََ :ق َال َر ُس ُ
“ َمث َُل ا ْل ُم ْؤ ِم ِن َين ِفى َت َوا ِّد ِه ْم َو َت َر ُاح ِم ِه ْم َو َت َع ُاط ِف ِه ْم َمث َُل ا ْل َج َس ِد �ِإ َذا ْاش َت َكى ِم ْن ُه
ِالس َه ِر َوا ْل ُح َّمى”.
عُ ْض ٌو ت ََداعَ ى َل ُه َسا ِئ ُر ا ْل َج َس ِد ب َّ
96
Nu’man b. Beşîr’den nakledildiğine göre Hz. Peygamber (sav) şöyle
buyurmuştur: “Allah Teâlâ’nın koymuş olduğu sınırlara uygun yaşayanlar ile bu
sınırları ihlâl eden kimselerin durumu, bir gemiye binmiş, gemi içerisindeki yerleri
kura ile belirlenmiş iki grup insanın durumuna benzer; Bunlardan bir kısmı
geminin alt tarafında, bir kısmı da üst tarafında yolculuk etmeye hak kazanmıştır.
Alt kattakiler (su ihtiyaçlarını karşılamak için) üsttekilerin yanına giderler. (Bir
süre sonra), ‘(Sudan) nasibimizi almak için (geminin altından) bir delik açsak da
yukarıdakileri rahatsız etmesek.’ derler. Eğer yukarıda bulunanlar aşağıdakilerin
isteklerini yapmalarına izin verirlerse gemidekiler hep birlikte helâk olur. Fakat
onlara engel olurlarsa hem onlar hem de kendileri kurtulur.”
(B2493 Buhârî, Şirket, 6)
97
H z. Peygamber, câhiliye karanlığındaki kalplere iman nuru-
nu yerleştirmek için elinden gelen gayreti gösteriyordu. Bir yandan hâl ve
hareketleriyle getirdiği hidayeti yaşayarak sunarken bir yandan da üstün
hitabet yeteneğiyle ilâhî mesajı en hikmetli kelimelere döküyordu. Bir gün
insan ve toplum için hayatî bir önem taşıyan “sorumluluk” duygusunu
ashâbına şu örnekle anlatmıştı: “Allah Teâlâ’nın koymuş olduğu sınırlara uy-
gun yaşayanlar ile bu sınırları ihlâl eden kimselerin durumu, bir gemiye binmiş,
gemi içerisindeki yerleri kura ile belirlenmiş iki grup insanın durumuna benzer;
Bunlardan bir kısmı geminin alt tarafında, bir kısmı da üst tarafında yolculuk
etmeye hak kazanmıştır. Alt kattakiler (su ihtiyaçlarını karşılamak için) üstte-
kilerin yanına giderler. (Bir süre sonra) ‘(Sudan) nasibimizi almak için (gemi-
nin altından) bir delik açsak da yukarıdakileri rahatsız etmesek’ derler.” Allah
Resûlü, sözlerine bu gemide bulunan bütün insanların huzur içerisinde
yaşamalarının yoluna işaret ederek devam etti: “Eğer yukarıda bulunanlar
aşağıdakilerin isteklerini yapmalarına izin verirlerse gemidekiler hep birlikte
helâk olur. Fakat onlara engel olurlarsa hem onlar hem de kendileri kurtulur.”1
Allah Resûlü’nün gemi hadisindeki benzetmesiyle insanlara aktardı-
ğı “sorumluluk bilinci”, esasında tüm varlıklardan farklı donanıma sahip
olarak yaratılan insana has bir duygudur. Zira insanı eşsiz güzellikte yara-
tan Yüce Allah (cc)2 ona şeref vermiş ve onu yarattıklarının pek çoğundan
üstün kılmış,3 çeşitli nimetlerle rızıklandırmış, kâinatı onun hizmetine
vermiştir.4 Yüce Yaratan, diğer canlılardan farklı olarak “akıl” ve “irade”
vermek suretiyle insanı, çeşitli kabiliyetlerle donatmış; ona, verdiği kararı
uygulayabilme özgürlüğünü sunmuştur. Bütün bunları bahşettikten son-
ra, “İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı zanneder.” diyerek ona dünya
hayatında sorumsuz bırakılmayacağını bildirmiş,5 kendisine çeşitli görev-
ler yüklemiştir. Koyduğu düzen içinde huzurla yaşaması için ona doğru 1 B2493 Buhârî, Şirket, 6.
2 Tîn, 95/4.
yolu göstererek6 bazı sınırlar koymuş, emir ve yasaklar belirlemiştir. İn- 3 İsrâ, 17/70.
san da göklerin, yerin ve heybetli dağların dahi üstlenmekten çekindiği 4 İbrâhîm, 14/32-33.
5 Kıyâme, 75/36.
“emanet”i, yani Allah’a kul olma sorumluluğunu akıllı, irade sahibi, dü- 6 İnsan, 76/3.
şünen, gören ve işiten bir varlık olarak kabul etmiştir.7 Böylece Allah’a bir 7 Ahzâb, 33/72.
99
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
anlamda söz vererek sözünü yerine getirmekle yükümlü olan sorumlu bir
varlık, yani “mükellef” olmuştur.
Sorumluluk, insan hayatına yön veren, onu amaçsız yaşamaktan kur-
taran bir rehberdir. Sadece duyguya dayalı bir iç ses değil, aynı zamanda
bir düşünme faaliyeti ve bilinç düzeyidir. Dolayısıyla her ne kadar sorum-
luluk duygusu insanın fıtratında varsa da bunun körelmesi ya da gelişti-
rilmesi insanın elindedir. Sorumluluk duygusu gelişmiş kişiler ellerindeki
nimetlerle birlikte bazı vazifeleri de yüklendiklerinin, kazandıkları birta-
kım hakların yanında sorumluluklar taşıdıklarının farkında olur ve bun-
ları ifâ ettikçe huzur ve saadete ererken, yerine getirmedikleri her görev
onları derin bir huzursuzluğa sevk eder.
Fıtrat dini olan İslâm, insanı sorumlu bir varlık olarak kabul ederken
öncelikle ona yerine getirmesi gereken görevlerin bildirilmesini zorunlu
görmüş ve bunun mümkün olmadığı durumlarda insanlardan sorumlu-
luğu kaldırmıştır. “Her nefis, kazandığına (amellerine) karşılık bir rehindir.”8
buyurarak kullarına “sorumlu” olduklarını hatırlatan Allah Teâlâ, dinini,
beklentilerini, emir ve yasaklarını bildiren bir peygamber göndermedikçe
kimseye azap etmeyeceğini bildirmiştir.9 Çünkü bilgi sorumluluk gerekti-
rir, bilmeyenin sorumluluğu yalnızca kendisine verilen imkânlar ölçüsün-
de araştırıp öğrenmektir. Bilginin varlığı ise akılla olur. Bu nedenle, Hz.
Peygamber şöyle buyurmuştur: “Üç grup insandan sorumluluk kaldırılmıştır:
Uyanıncaya kadar uyuyandan, buluğa erinceye kadar çocuktan ve aklı başına
gelinceye kadar delirenden.”10 Nebevî ahlâkla yetişen sahâbenin de uygula-
malarında bu prensibi gözettiği görülmektedir. Nitekim Hz. Ömer’in ha-
lifeliği zamanınd Şam’da bir kimse zina ettiğini beyan etmiş ve kendisine
bunun haram olduğu bildirilince şaşırmıştı. Bunun üzerine Şam valisi Saîd
8 Müddessir, 74/38. b. Müseyyeb, Hz. Ömer’e bu adamın durumunu sormak üzere bir mektup
9 İsrâ, 17/15.
Musannef, VII, 403. Allah Teâlâ’nın akıl ve irade sahibi kullarına yüklediği sorumluluk-
12 Bakara, 2/286; Mü’minûn,
lar ancak onların güçlerinin yettiği kadardır.12 Hz. Peygamber’in bildir-
23/62.
13 Bakara, 2/185. diği üzere, kullarını en iyi tanıyan ve onların zorluk çekmelerine razı ol-
14 İM2045 İbn Mâce, Talâk,
mayan13 Yüce Yaratan, unutarak ya da hatayla yaptığı günahlardan dolayı
16.
15 B6664 Buhârî, Eymân ve
onları sorumlu tutmamış,14 kalplerinden geçirdikleri kötü düşünceleri
nüzûr, 15. fiile dönüştürmedikleri takdirde onları affedeceğini söylemiştir.15 Allah
100
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
Teâlâ, zor durumda kalan kullarına haram olan şeylerden ihtiyaçlarını gi-
derecek miktarda kullanmalarına izin vermiştir.16 Kullarından söz verip
de güç yetiremediği için bu sözü tutamayanı mazur görmüş,17ve onlara
şu duayı öğretmiştir: “Ey Rabbimiz! Unutur ya da yanılırsak bizi sorumlu
tutma! Ey Rabbimiz! Bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme.
Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme!”18 Allah Resûlü de
Allah’a iman ve dinin emirlerini yerine getirme hususunda kendisine biat
eden Medineli kadınlara güçlerinin yettiği konularda bağlılık yemini et-
melerini salık vermiştir.19
İstisnai ve zorunlu bazı durumlar hâricinde insan, sorumluluğu sü-
rekli olan bir varlıktır ve onun sorumlulukları kendisini yaratan Rab-
binden başlar. İnsanın ilk ve en büyük sorumluluğu Rabbine karşıdır.
Allah Teâlâ’nın, “İşte bu Kur’an; kendisiyle uyarılsınlar, Allah’ın ancak tek ilâh
olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri düşünüp öğüt alsınlar diye insanlara (gön-
derilmiş) bir bildiridir.”20 sözleriyle ortaya koyduğu üzere bu sorumluluk,
kulun kendisini yaratan Rabbinin varlığını ve birliğini kabul ederek O’na
ortak koşmadan inanmasıdır. İnancının gereği olan yaşam tarzını benim-
semesi, Allah Teâlâ’nın koyduğu sınırları koruması, emir ve yasaklarına
riayet etmesi; dahası bütün bunları kuru bir mecburiyet duygusuyla değil
samimi bir mesuliyet hissiyle, yerine getirmesidir. Rabbini ve O’na olan
sorumluluklarını daima hatırında tutması, bu şuurla yaşamasıdır. Bu bi-
linçle yaşadığı zaman elde edeceği mükâfat ise Allah Resûlü tarafından şu
şekilde bildirilmektedir:
Resûlullah bir gün Muâz b. Cebel ile binek üzerinde yolculuk yap-
maktaydı. Yol arkadaşına, “Allah’ın kulları üzerindeki hakkı nedir, bilir misin?”
diye sordu. Muâz b. Cebel, “Allah ve Resûlü daha iyi bilir.” diyerek karşılık
verdi. Hz. Peygamber, “Allah’ın kulları üzerindeki hakkı, insanların O’na kul-
luk etmeleri ve hiçbir şeyi O’na ortak koşmamalarıdır.” buyurdu. Sonra devam
etti ve şöyle dedi: “Bunu yaptıkları takdirde kulların Allah üzerinde hakkı ne- 16 Bakara, 2/173; Nahl,
dir, bilir misin?” Muâz (ra) yine sözü ona bırakınca Allah Resûlü, “Allah’ın 16/115.
17 T2633 Tirmizî, Îmân, 14;
onlara azap etmemesidir.” buyurdu.21 D4995 Ebû Dâvûd, Edeb, 82.
Bir defasında da Cebrail’in (as) bir insan suretinde gelerek sorduğu, 18 Bakara, 2/286.
101
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
25 Ra’d, 13/28.
önemlidir. Sağlıklı ve huzurlu bir toplum ancak böyle bir ortamda yetişen
26 Tahrîm, 66/6. bireylerden ve bu bireylerin oluşturduğu ailelerden meydana gelir. Nite-
102
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
183.
yip büyüten, nazını çeken ve onu türlü zorluklara katlanarak yetiştiren 30 T1952 Tirmizî, Birr, 33.
ebeveynine karşı daima saygılı olmalı, onlara iyi davranmalı, kendilerine 31 Tâ-Hâ, 20/132; D497 Ebû
daha muhtaç hâle geldiklerinde kendilerine hassas davranmalı, onları asla 33 M6501 Müslim, Birr, 2.
103
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
43; T2511 Tirmizî, Sıfatü’l- dur. “Müminler ancak kardeştirler.”45 âyetiyle ifade edildiği üzere toplum,
kıyâme, 57. insanın en geniş ailesidir. Bu ailede yaşayan insanın toplumun tüm bi-
41 B3 Buhârî, Bed’ü’l-vahy 1.
42 B6138 Buhârî, Edeb, 85. reylerine karşı ayrı ayrı sorumlulukları vardır. Kan bağı olan kişilerin
43 T1979 Tirmizî, Birr, 49;
ardından insan, her an yanı başında hazır bulunan komşularına karşı
HM8855 İbn Hanbel, II, 374.
44 N2533 Nesâî, Zekât, 51.
sorumludur. Zira kişinin sevincinin de üzüntüsünün de ilk şahitleri olan
45 Hucurât, 49/10. komşular aynı zamanda bir sıkıntı ya da ihtiyaç hâlinde varılacak ilk ka-
104
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
rumda olanlara yapılan harcamanın, bir anlamda onlara kendi haklarını 54 HM22505 İbn Hanbel, V,
250.
iade etmek olduğunu ifade etmiştir. Ayrıca muhtaç kimselerin yardımına 55 Nisâ, 4/36.
koşmak, Kur’ân-ı Kerîm’de Allah’a karşı sorumluluk bilinci içerisinde 56 Zâriyât, 51/19.
105
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
63 B2409 Buhârî, İstikrâz, 20. inanırsınız.”65 âyetiyle de Müslüman ümmete sorumluluklarını bildirmiştir.
64 Bakara, 2/143.
Örnek toplumun oluşması için her iş, bu işe lâyık olan kimseye verilerek
65 Âl-i İmrân, 3/110.
66 Nisâ, 4/58.
adalete riayet edilmeli66 ve herkes işini iyi yapmalıdır. Hz. Peygamber’in
67 Şuarâ, 26/3. inanmayanlar için aşırı derecede üzüntü duyması67 ve hayata veda eder-
106
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
ken ashâbına, “(Size dini tam anlamıyla) Tebliğ ettim mi?” diye ısrarla sor-
ması68 onun “Allah’ın Elçisi” olarak bu görevindeki hassasiyetini ve so-
rumluluk şuurunu göstermektedir. Bu bilinçle yaşayarak insanlara örnek
olan Peygamberimiz (sav), kendisine verilen görevi hakkıyla yerine getiren
kimseleri övmüştür.69
İdeal bir toplumun oluşması insanların birlik, beraberlik ve dayanış-
manın hâkim kılındığı sağlam bir mânevî yapı içerisinde bulunmalarına
bağlıdır. Bu da ancak beşerî ilişkilerin canlı tutulduğu, mânevî değerlerin
önemini koruduğu ve “Müslüman” adına yaraşır şekilde, karşılıklı güven
esasına dayanan bir toplum oluşturmakla mümkündür. Allah Resûlü’nün
misafiri ağırlamak,70 iyi ve güzel söz söylemek,71 komşuya ikramda bu-
lunmak72 gibi sıradan görünen birtakım fiillerin imanın gereği olduğu-
nu bildirmesinin amacı, toplumsal ilişkilerin sağlıklı bir şekilde devamı-
nı sağlamaktır. Bu doğrultuda affetmek,73 kimse için kin beslememek,74
küskünleri barıştırmak,75 hediyeleşmek76 gibi insanlar arasında sevgi ve
beraberliği artıracak davranışlar teşvik eden Resûlullah, Müslümanların
kıskançlık, dargınlık, birbirine sırt çevirme gibi birliği bozacak her türlü
davranıştan uzak kalarak kardeş olmalarını istemiştir.77 Zira İslâm toplu-
munu oluşturan üyelerin bir binanın taşları gibi sıkı sıkıya bağlı olması
gerektiğini ifade eden78 Allah Resûlü, Müslümanları şöyle tasvir etmekte-
dir: “Müminler, birbirlerini sevmede, birbirlerine merhamet ve şefkat gösterme- 68 B105 Buhârî, İlim, 37;
M4383 Müslim, Kasâme, 29.
de, tıpkı bir organı rahatsızlandığında diğer organları da uykusuzluk ve yüksek 69 M4324 Müslim, Eymân,
ateşle bu acıyı paylaşan bir bedene benzer.”79 46; D2936 Ebû Dâvûd,
İmâre, 7.
Bu inanca sahip olan Müslüman bir yandan kendi hayatını düzen- 70 M173 Müslim, Îmân, 74;
lerken bir yandan da çevresinde olup bitenleri takip eder. İyi ya da kötü, B6018 Buhârî, Edeb, 31.
71 M173 Müslim, Îmân, 74.
yaşanan her olaydan toplumun tamamının etkileneceğini bilir. Bu yüzden 72 B6019 Buhârî, Edeb, 31.
kendisinin iyiliği kadar toplumun da iyiliğini düşünür, kendi mutluluğu 73 M6592 Müslim, Birr, 69.
ümmetlerin bu sorumluluğu yerine getirmediklerinden dolayı helâk ol- 80 Tevbe, 9/71; Âl-i İmrân,
3/114.
duklarını belirterek81 Müslümanlara şu tavsiyede bulunmuştur: “Sizden, 81 Mâide, 5/78-79.
hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten alıkoyan bir topluluk bulunsun.”82 82 Âl-i İmrân, 3/104.
107
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
7; HM13012 İbn Hanbel, III, yasaklamış,92 ashâbını ağaç dikmeye teşvik etmiştir.93 Ayrıca çevrenin te-
191. miz tutulmasına büyük önem vermiş, özellikle canlıların yaşam kayna-
94 D26 Ebû Dâvûd, Tahâret,
108
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
109
TAKVA
ALLAH’A KARŞI SORUMLULUK ŞUURU
111
عَنْ سَمُرَةَ ،عَ ِن ال َّنب ِِّي َ sق َال:
“ا ْل َح َس ُب :ا ْل َم ُال َوا ْل َك َر ُم :ال َّت ْق َوى”.
ولَ ،ق َال: ول ال َّل ِه َ sي ُق ُ ول َل ُك ْم �ِإ َّلا َك َما َك َان َر ُس ُ عَنْ زَيْدِ بْنِ َأ�رْقَمَ قَالََ :لا َأ� ُق ُ
ول...“ :ال َّل ُه َّم! �آ ِت َن ْف ِسى َت ْق َواهَ اَ ،وز َِّك َها َأ�ن َْت خَ ْي ُر َم ْن ز ََّكاهَ اَ ،أ�ن َْت َك َان َي ُق ُ
َو ِل ُّي َها َو َم ْو َلاهَ ا”...
اس ا ْل َج َّن َةَ ،ف َق َال: عَنْ َأ�بِى هُرَيْرَةَ قَالَُ :س ِئ َل َر ُس ُ
ول ال َّل ِه sعَ ْن َأ� ْك َث ِر َما ُي ْد ِخ ُل ال َّن َ
“ َت ْق َوى ال َّل ِه َو ُح ْس ُن ا ْلخُ ُل ِق”.
112
Semüre’den nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur:
“Haseb (kişiyi halk nazarında yücelten nitelik) maldır, kerem (kişiyi Allah
katında yücelten nitelik) ise takvadır.”
(T3271 Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân, 49)
113
A llah Resûlü, genç dostlarından Muâz b. Cebel’i Yemen’e elçi
olarak tayin etmişti. Uğurlarken onunla birlikte yola çıktı ve bazı tavsi-
yelerde bulundu. Muâz bineğinin üstünde gidiyor, Allah Resûlü de onun
yanında yürüyordu. Tavsiyelerini tamamlayan Peygamber Efendimiz şöy-
le buyurdu: “Ey Muâz! Bu seneden sonra benimle karşılaşamayabilirsin, bel-
ki de ancak şu mescidime veya kabrime uğrarsın.” Bunu duyan Muâz, Hz.
Peygamber’den ayrılmanın üzüntüsüyle ağladı. Allah Resûlü ise yüzünü
Medine’ye doğru çevirerek şöyle buyurdu: “İnsanların benim gözümde en
üstün olanları, kim olurlarsa olsunlar ve nerede bulunurlarsa bulunsunlar, tak-
va sahibi olanlarıdır.”1
Allah’ı sevmek, O’na saygı duymak, yasaklarına düşmekten sakın-
mak, korunmak, O’nun rızasına nail olmayı ümit ve azabına maruz kal-
maktan endişe etmektir “takva”. İslâm’ın en temel kavramlarındandır ve
önemini Kur’ân-ı Kerîm’de aynı kökten gelen kelimelerin yer aldığı yüz-
lerce âyetin bulunması açıkça göstermektedir. Kur’an, iman eden ve salih
amel işleyen bütün müminleri “müttaki” yani takva sahibi olarak niteler.
Başka bir ifadeyle, imandan sonra onun gereğini yerine getirip, iyiliklere
sarılan ve kötülüklerden kaçınan herkes bu sıfatı almaya hak kazanmıştır.
Onun için takva, Allah’ın insanları değerlendirmede kullandığı bir ölçü-
dür. Allah katında en değerliler en fazla takva sahibi olanlardır.2 Allah
müttakiler ve güzel iş yapanlarla beraberdir.3 Allah müttakilerin dostudur.4
“Allah müttakileri sever.”5 Cennet ve nimetleri müttakiler içindir.6 1 HM22402 İbn Hanbel, V,
236.
Kıblenin değişmesinden rahatsız olanlara hitabında Cenâb-ı Hak, 2 Hucurât, 49/13.
“İyiliğin, yüzlerin doğu ve batı tarafına çevrilmesinde değil; Allah’a, âhiret günü- 3 Nahl, 16/128.
4 Câsiye, 45/19.
ne, meleklere, kitaplara, peygamberlere inandıktan sonra, yakınlara, yetimlere, 5 Âl-i İmrân, 3/76; Tevbe,
yoksullara, yolda kalmışlara, isteyenlere ve kölelere hoşa giden maldan harca- 9/4, 7.
6 Ra’d, 13/35; Tûr, 52/17;
mak, namaz kılıp zekât vermek, yapılan antlaşmalara sadık kalmak, sıkıntı,
Mürselât, 77/41-42.
hastalık ve savaş zamanlarında sabretmekte olduğunu, doğru olanların ve müt- 7 Bakara, 2/177.
takilerin” bu kimseler olduğunu bildirmektedir.7 Bunlara ilâve olarak, “sö- 8 Âl-i İmrân, 3/76.
9 Mâide, 5/8.
zünde durmak”,8 “affetmek”, “âdil olmak”,9 “dürüst davranmak”,10 “malla, 10 Tevbe, 9/7.
canla cihad etmek”11 gibi iyi işler de Kur’an’ın müttakilere nispet ettiği 11 Tevbe, 9/44.
115
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
özellikler arasında sayılmıştır. Kısaca, imandan sonra her türlü salih ameli
işlemenin müttakilerin temel vasfı olduğu anlaşılmaktadır.
Sürekli olarak Allah’ın gözetim ve kontrolünde olan mümin, ancak
takva ile kulluk bilincine ulaşır. Allah Resûlü, “Nerede olursan ol, Allah’a
karşı sorumluluğunun bilincinde ol! Kötülüğün peşinden iyi bir şey yap ki onu
yok etsin. İnsanlara da güzel ahlâka uygun biçimde davran!” buyururken,12
müminin her hâl ve şartta takvadan ayrılmaması gerektiğini vurgulamış-
tır. Çünkü onun ifadesine göre, “Ameller kap (içindeki sıvı) gibidir. Altı iyi
olursa, üstü de iyi; altı bozuk olursa, üstü de bozuk olur.”13 Dolayısıyla insan
ancak niyet ve ameliyle bir bütün olarak müttaki yani iyi insan olabilir.
Duruma göre tavır değiştiren insanın varacağı nokta nifak yani iki yüz-
lülüktür. Bunun için Peygamber Efendimiz, “İslâm açıktan, iman ise kalpte
(gizli) olur.” buyurduktan sonra eliyle göğsüne işaret ederek üç kere, “İşte
takva buradadır. İşte takva buradadır.”14 buyurmuştur.
Nerede ve ne durumda olunursa olunsun, Allah’a karşı saygılı olmak
ve O’nun emirlerini ihlâl etmekten sakınmak müttakilerin en belirgin
özelliklerindendir. Hz. Peygamber’in “ihsan” mertebesi olarak tarif etti-
ği, Allah’ı görüyormuşçasına kulluk etmek de böyle bir şeydir.15 Her şeyi
gören, bilen, işiten ve bütün gizliliklere vâkıf olan bir Yaratıcı’ya inan-
manın doğal sonucudur bu. Hangi görev ve statüde bulunursa bulunsun,
sürekli Cenâb-ı Hakk’ın gözetim ve denetiminde olduğunu bilen bir mü-
minin bilerek günah işlemesi ve günahında ısrar etmesi kolay değildir.
İşte bu duyarlılık içinde olan bir müminden kimseye zarar gelmez. Gerçek
dindarlardan zarar gelmeyeceği kanaati, böyle kimselerin sürekli bir ne-
fis muhasebesi yani otokontrol içinde bulunmalarından dolayıdır. Halbu-
ki bu duyarlılığa sahip olmayan, haram helâl ve hesap endişesi taşıma-
yan bir kimsenin nasıl tehlikeli olabileceği, ecdadımız tarafından, “Kork
Allah’tan korkmayandan!” atasözüyle veciz bir şekilde ifade edilmiştir.
Allah Resûlü’nün, “insanların ilk peygamberlik öğretilerinden beri duyup
idrak ettikleri bir söz” olarak nitelendirdiği, “Utanmıyorsan dilediğini yap!”
12 T1987 Tirmizî, Birr, 55;
116
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
defa göğsüne işaret etmiş ve “Kişiye Müslüman kardeşini küçük görmesi kö-
tülük olarak yeter. Her Müslüman’ın kanı, malı ve ırzı (diğer) bir Müslüman’a
haramdır.”17 buyurarak takva ile ameller arasında ilişki kurmuştur.
Allah’a saygı ve itaatin ancak samimi bir sevgiyle gerçekleşebileceği
şüphesizdir. Sadece korkuya dayalı bir saygı ve itaatin, insanlar nazarın-
da olduğu gibi Cenâb-ı Hak katında da fazla değeri yoktur. Onun için
İslâm Dini’nde Allah sevgisi ve hoşnutluğu Allah korkusuna öncelenmiş,
Allah’tan korkmak da “O’na karşı gelip günah işlemekten, hesap günün-
de yüzü kara çıkmaktan ve O’nun azabını gerektirecek bir iş yapmaktan
endişe etmek.” şeklinde anlaşılmıştır. İnsanı takvaya ulaştıran da, sevgiyle
beraber bu sorumluluk ve endişe duyguları içerisinde olmaktır. Kullarına
karşı çok bağışlayıcı ve çok merhametli olan Cenâb-ı Hakk’ın18 muradı
onları korkutmaktan çok, doğru yola sevketmek ve karşılığında cennet
nimetleriyle ödüllendirmektir. O’nun bütün elçileri gibi Son Elçisi de müj-
delemek (tebşîr) ve uyarmak (inzâr) görevlerini yerine getirirken insanlara
karşı sevgi ve hoşgörüyle yaklaşmış, katı ve korkutucu davranarak onların
kendisinden uzaklaşmalarına fırsat vermemiştir.19
“Haseb (kişiyi halk nazarında yücelten nitelik) maldır, kerem (kişiyi Al-
lah katında yücelten nitelik) ise takvadır.”20 diyen Allah Resûlü, “Öyle bir âyet
biliyorum ki, eğer insanların hepsi ona sarılsalar onlara yeter.” buyurduktan
sonra, “Kim Allah’a karşı takva bilinci içerisinde olursa Allah ona bir çıkış yolu
ihsan eder.”21 âyetini okumuş,22 böylece dünya ve âhirette her türlü sıkıntı
ve zorluktan kurtulmanın yolunun takvaya sarılmak olduğunu ifade et-
miştir. Nitekim başka bir âyette, Cenâb-ı Hakk’ın takva sahibi kimselerin
işini kolaylaştıracağı23 bildirilmiştir.
Sevgili Peygamberimiz, Cenâb-ı Hakk’ın, câhiliye döneminin kibrini
ve atalarla övünme âdetini kaldırdığını ifade ettikten sonra, insanların ya
müttaki mümin, ya da günahkâr kötü tabiatlı kimseler olarak nitelene- 17 M6541 Müslim, Birr, 32.
18 Bakara, 2/199.
ceklerini, herkesin Âdem’in çocukları olduğunu, onun da topraktan ya- 19 Âl-i İmrân, 3/159.
Buna uyun. (Başka) yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah’ın yolundan ayı- 110-111.
117
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
rır. İşte takvaya ulaşmanız için Allah size bunları tavsiye etti.” meâlindeki 153.
âyetini ashâbına açıklarken, yere bir çizgi çizdi ve “Bu, Azîz ve Celîl olan
Allah’ın yoludur.” buyurdu. Sağına ve soluna ikişer çizgi daha çizerek, “Bun-
lar da şeytanın yoludur.” dedi. Sonra elini ortadaki çizginin üzerine koyarak
yukarıdaki âyeti okudu.25 Böylece Fâtiha sûresinde, bizi ulaştırması için her
gün Allah’a dua ettiğimiz, “sırât-ı müstakîm”in (dosdoğru yolun)26 takvaya
götürecek yol olduğunu ve amacın bu zirveye çıkmak olduğunu açıkladı.
Din konusunda, yani iman sahibi ve salih insan olma noktasında ki-
şinin kendinden daha iyi durumda olana bakarak daha fazla gayret göster-
mesi, dünya nimetleri konusunda da kendinden daha aşağıdaki kimselere
bakarak şükretmesi, Allah Resûlü’nün ifadesiyle onun Allah katında, “şük-
reden ve sabreden bir mümin” olarak değerlendirilmesine vesile olacaktır.
Ancak, din konusunda kendinden daha yetersiz kimselere bakarak, kendi
iyiliklerini yeterli gören ve kendinden daha fazla dünyalığa sahip olanın
elindekine tamah edip de kendi durumuna üzülen kimse, şükreden ve sab-
reden kul sıfatını yitirecektir.27 İşte takva, iyilik ve güzellikler konusunda
başkalarıyla yarışarak Allah’ın dostu olma şerefine lâyık olma çabasıdır.
Zira Cenâb-ı Hak, iman edip müttaki olanları kendi dostu olarak nitele-
miş, bunların korku ve hüzünle karşılaşmayacaklarını bildirmiştir.28
Dilimizde çok kullanılan dindarlık veya mütedeyyin olma, mümin
için gereksiz bir vasıf değildir. Takva sahibi mümin zaten mütedeyyin, yani
dininin gereklerini yerine getiren bir kimsedir. Ancak bu, müttaki insanın
günahtan ve hatadan tamamen salim olduğu anlamına gelmez. Günahının
farkında olup Allah’ın rahmetine sığınmak, hataları için af dilemek de
takva sahibi müminin özelliklerindendir. Nitekim Cenâb-ı Hak, “müttaki
kimselerin kötülüklerini örtüp, mükâfatlarını artıracağını”29 beyan etmiş-
tir. Allah Resûlü’nün yanında olduğu zaman, onun sohbetinden etkilene-
rek cennet ve cehennemi âdeta görür gibi olduğu hâlde, onun yanından
25 HM15351 İbn Hanbel, III, ayrılıp ailesine ve gündelik işlerine dönünce bunları unutmayı münafıklık
398; İM11 İbn Mâce, Sünnet, alâmeti sanarak endişelenen sahâbî Hanzala’ya Allah Resûlü, “Canımı elin-
1.
26 Fâtiha, 1/6. de tutana yemin olsun ki, eğer benim yanımda iken yaşadığınız hâlde devamlı
27 T2512 Tirmizî, Sıfatü’l-
olsanız, melekler sizinle yatağınızda ve yollarda musâfaha ederlerdi. Halbuki ey
kıyâme, 58.
28 Yûnus, 10/62-63. Hanzala! (İnsanın bir hâli bir hâlini tutmaz) Bazen öyle bazen de böyle!”30 diye-
29 Talâk, 65/5.
rek karşılaştığı durumun doğal olduğunu anlatmak istemiştir.
30 M6966 Müslim, Tevbe,
118
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
ği gibi “müttakiler için âhiret yurdunun daha hayırlı olduğunu”37 sürekli 36 M6543 Müslim, Birr, 34;
ti için düstur hâline getirmiştir. Hz. Âişe’nin bildirdiğine göre o, dünyaya 38 Bakara, 2/197.
119
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
41 HM23885 İbn Hanbel, V, 411. masını ve yetim malına velî olmamasını istemesi, Ebû Zerr’i bu konularda
42 M6904 Müslim, Zikir, 72.
yeterli görmemesinden kaynaklanan özel bir uyarıdır.47 Ancak görüldüğü
43 T3444 Tirmizî, Deavât, 44;
DM2699 Dârimî, İsti’zân, 41. üzere Hz. Peygamber, bu önemli tavsiyelerin başında takvayı zikretmiş,
44 Bakara, 2/197.
diğer tavsiyeleri de âdeta bunun doğal bir sonucu gibi sıralamıştır. Yine
45 M6906 Müslim, Zikir, 73.
46 HM21906 İbn Hanbel, V, 181. ona yönelik bir dizi nasihatten önce, “Sana Allah’tan sakınmanı tavsiye ede-
47 M4719 Müslim, İmâre, 16;
rim, çünkü işin (dinin) başı budur.”48 buyurmuştur.
M4720 Müslim, İmâre, 17.
48 MK1651 Taberânî, el-
Bir gün arkadaşlarından bir grubun yanına gelen Allah Resûlü,
Mu’cemü’l-kebîr, II, 157. onların, “Bugün seni hoşnut hâlde görüyoruz.” demesi üzerine, “Evet,
120
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin... Sizden, müfred, 403.
53 A’râf, 7/26.
hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. 54 İM4216 İbn Mâce, Zühd, 24.
İşte kurtuluşa erenler onlardır.”55 buyuran Cenâb-ı Hak, takvayı kulları için 55 Âl-i İmrân, 3/102-104.
121
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
bir çıkış ve kurtuluş yolu olarak göstermiş, hesap gününde dikkate ala-
cağı öncelikli değerin bu olduğunu bildirmiştir. Allah Teâlâ’nın, “İyilik ve
takva üzere yardımlaşın; günah ve düşmanlık üzere yardımlaşmayın.”56 emrine
uyan müttaki mümin, Allah’ın hesabından çekinen, kendisini ve ailesini
bu dünyada kötülüklerden, âhirette cehennem azabından korumayı amaç-
56 Mâide, 5/2. layarak büyük imtihanı kazanmaya aday olan bahtiyar insandır.
122
HUŞÛ
ALLAH’IN AZAMETİNİ HİSSETMEK
123
عَنْ هِشَامِ بْنِ إ ِ�سْحَاقَ وَهُوَ ابْنُ عَبْدِ ال َّلهِ بْنِ كِنَانَةَ ،عَنْ َأ�بِيهِ َق َال َأ� ْر َس َل ِنى ا ْل َو ِل ُيد
اس َأ� ْس َأ� ُلهُ ،عَ ِن ْاس ِت ْس َقا ِء َر ُسولِ ال َّل ِه s ْب ُن عُ ْق َب َة َوهُ َو َأ� ِمي ُر ا ْل َم ِدي َن ِة �ِإ َلى ا ْب ِن عَ َّب ٍ
اض ًعا ُم َت َض ِّرعً ا َح َّتى َأ�تَى ا ْل ُم َص َّلى ول ال َّل ِه sخَ َر َج ُم َت َب ِّذ ًلا ُم َت َو ِ َف َأ� َت ْي ُت ُه َف َق َالِ� :إ َّن َر ُس َ
الدعَ ا ِء َوال َّت َض ُّر ِع َوال َّت ْكبِي ِرَ ،و َص َّلى
َف َل ْم َي ْخ ُط ْب خُ ْط َب َت ُك ْم هَ ِذ ِهَ ،و َل ِك ْن َل ْم َي َز ْل ِفى ُّ
َر ْك َع َت ْي ِن َك َما َك َان ُي َص ِّلى ِفى ا ْل ِع ِيد.
ول ال َّل ِه :s عَنِ الْفَضْلِ بْنِ عَبَّاسٍ قَالََ :ق َال َر ُس ُ
“الصل َا ُة َم ْث َنى َم ْث َنى ،تَشَ َّه ُد ِفى ُك ِّل َر ْك َع َت ْي ِنَ ،وت ََخشُّ ٌع َوت ََض ُّرعٌ َوت ََم ْس ُك ٌن”...
َّ
124
Abdullah b. Kinâne’nin oğlu Hişâm b. İshâk’ın naklettiğine göre, babası
şöyle demiştir: “Medine valisi Velîd b. Ukbe beni, Resûlullah’ın (sav)
yağmur duası hakkında bilgi edinmem için İbn Abbâs’a göndermişti.
Ona gittim, bana şunları anlattı: Resûlullah (sav) gösterişsiz kıyafetler
içinde, mütevazı ve yalvarır bir tavırla yağmur duasına çıktı. Namaz
kılınan geniş alana geldi. Sizin yaptığınız bu hutbe gibi hutbe irad
etmedi. Ancak aralık vermeksizin dua, yakarış ve tekbire devam etti.
Sonra bayramda kıldırdığı gibi iki rekât namaz kıldırdı.”
(T558 Tirmizî, Cum’a, 43; N1507 Nesâî, İstiskâ, 3)
125
V ahiy kâtiplerinden Hanzala el-Üseyyidî bir gün Medine’de
dolaşıyordu. Hz. Ebû Bekir es-Sıddîk ile karşılaştı. Hâlini hatırını soran
Hz. Ebû Bekir’e, “Hanzala münafık oldu!” karşılığını verdi. Hz. Ebû Be-
kir, “Fesübhânallâh! Ne diyorsun!” deyince Hanzala içini dökmeye baş-
ladı: “Allah Resûlü’nün yanındayken, o bize cenneti, cehennemi o kadar
canlı bir şekilde hatırlatıyor ki sanki gözlerimizle görmüş gibi oluyoruz.
Efendimizin yanından ayrıldıktan sonra hanımlarla, çocuklarla, iş güçle
uğraşmaktan (onun anlattıklarını) unutuveriyoruz.” Hz. Ebû Bekir, “Al-
lah biliyor ya, biz de bu durumu yaşıyoruz.” dedi. Aynı dertten muzdarip
bu iki sahâbî, hâllerini bildirmek üzere Allah Resûlü’nün yanına gittiler.
Hanzala, kendisinden duyduğu şüpheyi, “Münafık oldum.” diyerek bu kez
Peygamberimizin huzurunda dile getirdi. Efendimiz (sav), “Bu da ne demek
oluyor?” diye sorunca Hanzala, Hz. Ebû Bekir’e söylediklerini tekrarladı:
“Ey Allah’ın Resûlü! Senin yanındayken bize cennet ve cehennemi öyle an-
latıyorsun ki sanki gözümüzle görüyoruz. Yanından ayrılınca hanımlarla,
çocuklarla, iş güçle uğraşmaktan (anlattıklarını) unutuveriyoruz.” Bunun
üzerine Resûl-i Zîşân, “Bu canı bu tende tutan Allah’a yemin ederim ki, benim
yanımdaki ve ibadet ederkenki hâliniz sürekli devam edecek olsaydı, melekler
evlerinizde, yollarınızda karşınıza çıkıp sizinle selâmlaşır, elinizi sıkarlardı. Gel
gör ki, yâ Hanzala! (İnsan bu!) Bazen öyle, bazen böyle!” Efendimiz (bu son
sözünü) üç defa tekrarladı.1
Hz. Peygamber’in, ashâbıyla birlikte bulunduğu ortamlarda huşû zir-
veye ulaşıyordu. Ashâbı Allah Resûlü’nü öyle bir vakar ve sükûnetle dinli-
yorlardı ki onları görenler, sanki başlarında ürkütüp kaçırmaktan korktuk- 1 M6966 Müslim, Tevbe,
ları kuşlar var sanırdı.2 Allah Resûlü, bu huşû hâlinin ve hissettikleri derin 12; T2514 Tirmizî, Sıfatü’l-
duyguların onun yanından ayrıldıklarında yok olduğunu söyleyerek endi- kıyâme, 59.
2 HM18644 İbn Hanbel, IV,
şelenen ashâbına hem huşûun mükâfatını bildirmiş hem de bu hâli sürekli 279.
3 M6966 Müslim, Tevbe,
muhafaza etmenin zorluğuna işaret etmişti.3 Zira sürekli Allah’ı anmasına
12; T2514 Tirmizî, Sıfatü’l-
rağmen4 kendisinin dahi zaman zaman kalbinin perdelendiği oluyor ve he- kıyâme, 59.
men O’na istiğfarda bulunarak5 bu durumu telâfi etmeye çalışıyordu. 4 M826 Müslim, Hayız, 117.
ları olan “huşû” kavramı,6 insanın Cenâb-ı Hakk’ın huzurunda tevazu Lisânü’l-Arab, XI, 1165.
127
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
11 Tâ-Hâ, 20/108.
yerine getirilen ibadetler huşû ile eda edildiğinde, kalbi huzur ve sükûnet
12 Kamer, 54/7. kaplar. Mümin için o ibadetlerdeki birtakım bedenî zahmetler rahmete
13 Fussilet, 41/39; Haşr,
dönüşür. Kur’an’ın ifadesiyle namazın, kalplerinde huşû olmayanlara ağır
59/21.
14 Hadîd, 57/16. gelmesi17 bu yüzdendir. Ayrıca Kur’an’da kurtuluşa eren müminlerin ilk
15 Enbiyâ, 21/90.
özelliği olarak onların namazlarında huşû içerisinde olmalarının zikredil-
16 M6543 Müslim, Birr, 34.
128
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
28 Bakara, 2/238.
derken, namazın tam bir huşû hâli olduğunu vurgulamaktadır. 29 M1203 Müslim, Mesâcid,
Elbette namazı başından sonuna kadar tam bir huşû içinde kılmak 35; D949 Ebû Dâvûd, Salât,
173-174.
kolay değildir. Zira Müslüman, Allah’a en yakın olduğu bu zaman dilimin- 30 T385 Tirmizî, Salât, 166;
de kul olma bilincine ermişken, ezelî düşmanı şeytan boş durmayacak, HM1799 İbn Hanbel, I, 211.
129
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
D3757 Ebû Dâvûd, Et’ıme, katini dağıttığı gerekçesiyle eşi Hz. Âişe’den duvara astığı resimli çarşafı
10. kaldırmasını istemiş,39 bir keresinde de üzerinde resim bulunan bir kıya-
39 B374 Buhârî, Salât, 15.
130
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
I, 375.
su olduğunda son derece tehlikelidir. Meselâ, namazı, sadece insanların 45 TİS175 İbnü’l-Cevzî, Telbîsü
gördükleri zamanlarda güzel bir şekilde kılmak, Peygamber Efendimizin iblîs, s. 175.
46 İM4204 İbn Mâce, Zühd,
ifadesiyle “gizli şirk”tir.46 Nitekim namazlarını ciddiye almayarak yalnızca 21.
gösteriş için kılanlar Kur’an tarafından da eleştirilmişlerdir.47 Allah’a hak- 47 Mâûn, 107/4-6.
131
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
kıyla ibadet eden kul, hem insanların gözü önünde hem de gözlerden uzak
mekânlarda namazını huşû içinde kılan kişidir.48 Gösteriş için oruç tut-
mak ve bağışta bulunmak da aynı şekilde kınanmıştır. Bu sebeple sahâbîler
kalplerinin gösteriş arzusuna kapılması sonucu huşûlarını yitirmekten,
nihayetinde amellerinin boşa gitmesinden son derece korkmuşlardır.49
Resûlullah’ın terbiyesinde yetişen altın neslin insanları gerek ibadetlerinde
gerekse günlük yaşantılarında Allah’a karşı mütevazı, saygılı ve edepli du-
ruşlarını korumaya gayret göstermişlerdir. Onlar kulluk bilinci içerisinde
Allah’a boyun eğerek yüceleceklerinin farkında olmuşlardır. Bu yüzden
Abdullah b. Mes’ûd, “Kim Allah için huşûundan dolayı tevazu gösterirse,
Allah onu kıyamet gününde yüceltir. Her kim kibrinden dolayı böbürle-
nirse Allah da onu kıyamet gününde alçaltır.” demiştir.50
Allah’ın kendisine mülk ve zenginlik verdiği Hz. Süleyman’ın huşû
undan dolayı başını semaya kaldırmaması Müslümanlar için güzel bir
örnektir.51 Hz. Âişe’nin naklettiğine göre, Peygamberimiz de Kâbe’ye gir-
diğinde çıkıncaya dek huşû içinde başını yukarı kaldırmamıştır.52 Arap
olmayan bir grubun gelerek önünde saygıyla eğilmeleri üzerine Selmân-ı
Fârisî, kendisinin sadece bir kul olduğunu onlara hatırlatırcasına hemen
başını eğip, “Ben, Allah’a boyun eğdim.” demiştir.53 Aynı şekilde Kûfe şeh-
rinin değerli âlimlerinden biri olan Ebu’l-Bahterî ve arkadaşları da birinin
kendilerini övdüğünü duyar ve gurur hissederlerse omuzlarını indirir ve
“Ben Allah’a boyun eğdim.” derlerdi.54
Resûl-i Ekrem’in ve onu örnek alan kıymetli şahsiyetlerin huşû ile
hayatlarını anlamlı kılma gayretlerine dair örnekler sayılamayacak kadar
48İM4200 İbn Mâce, Zühd, 20. çoktur. En genel anlamda Allah’a gönülden teslimiyetin bir ifadesi olan
HM17270 İbn Hanbel, IV,
49
huşû hâlinin bir Müslüman’ın karakterine tam olarak yerleşmesi, onun
125.
50 ZHS129 İbn Hanbel, mütevazı ve ağırbaşlı olmasıyla yakından ilgilidir. Hz. Peygamber (sav),
Zühd, s. 129; HM11747 İbn her yaştan insanın Allah ile sağlıklı bir bağ kurarken huşûdan yardım
Hanbel, III, 76.
51 MŞ34259 İbn Ebû Şeybe, almasını tavsiye etmiş, meselâ, yetişkinlere göre daha dinamik ve gösteriş-
Musannef, Zühd, 3. li olmalarından dolayı olsa gerek, gençlerin böbürlenmeyip Allah’a karşı
52 SH3012 İbn Huzeyme,
XI, 287.
lerine yansır. Elbette kişi ibadet ederek, Allah’ı anarak, Kur’an okuyarak
56 İsrâ, 17/109; Hadîd, 57/16. huşûun tadına varabilir.56 Ancak huşû, sadece ibadetlere mahsus olmayıp
132
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
doymayan nefisten ve kabul olunmayan duadan sana sığınırım.”59 N5540 Nesâî, İstiâze, 65.
133
İHLÂS
ALLAH İÇİN SAMİMİYET
:s ول ال َّل ِه ُ َف َق َال َر ُس... :َعَنْ َأ�بِى ُأ�مَامَةَ الْبَاهِلِي قَال
ِّ
”.ُ“�ِإ َّن ال َّل َه َلا َي ْق َب ُل ِم َن ا ْل َع َم ِل �ِإ َّلا َما َك َان َل ُه خَ ا ِل ًصا َوا ْب ُت ِغ َي ِب ِه َو ْج ُهه...
135
الدا ِريِّ َأ� َّن ال َّنب َِّي َ sق َال: عَ ْن ت َِم ٍيم َّ
“الد ُين ال َّن ِص َيح ُة” ُق ْل َناِ :ل َم ْن؟ َق َالِ “ :ل َّل ِه َو ِل ِك َتا ِب ِه َو ِل َر ُسو ِل ِه َول َأ� ِئ َّم ِة
ِّ
ا ْل ُم ْس ِل ِم َين َوعَ ا َّم ِت ِهم”.
ولِ ... :فى ُد ُب ِر َصل َا ِت ِه: عَنْ زَيْدِ بْنِ َأ�رْقَمَ قَالََ :س ِم ْع ُت َنب َِّي ال َّل ِه َ sي ُق ُ
“...ال َّل ُه َّم! َر َّب َنا َو َر َّب ُك ِّل َش ْيءٍْ ،اج َع ْل ِنى ُم ْخ ِل ًصا َل َك َو َأ�هْ ِلى ِفى ُك ِّل َساعَ ٍة ِفى
الد ْن َيا َوال آ� ِخ َر ِةَ ،يا َذا ا ْل َجل َالِ َوال ِإ� ْك َرا ِم”...
ُّ
136
Temîm ed-Dârî anlatıyor: “Hz. Peygamber (sav), ‘Din samimiyettir.’
buyurdu. Biz, ‘Kime karşı (samimiyet)?’ deyince, ‘Allah’a, Kitabı’na,
Resûlü’ne, Müslümanların idarecilerine ve bütün Müslümanlara.’ buyurdu.”
(M196 Müslim, Îmân, 95)
137
P eygamber Efendimizin, “Sen bendensin, ben de senden!” diyerek
övdüğü sahâbî Ebû Ümâme el-Bâhilî’nin anlattığına göre, bir adam Pey-
gamberimize gelerek, “Şöhret ve kazanç (ganimet) elde etmek için savaşan
kimse hakkında ne dersin?” diye sordu. Resûlullah (sav), “Onun için hiçbir
şey yoktur.” dedi. Adam sorusunu üç defa tekrarladı. Allah Resûlü de her
defasında, “Onun için hiçbir şey yoktur.” diyerek böyle bir adamın mükâfat
elde edemeyeceğini belirtti ve ardından şöyle buyurdu: “Allah, ancak sami-
miyetle sadece kendisi için ve rızası gözetilerek yapılan ameli kabul eder.”1
Peygamber Efendimizin ifadesinden de anlaşılacağı üzere, “iş, davra-
nış ve ibadetleri gösteriş ve çıkar kaygılarından arındırıp sadece Allah için
yapmak” mânâsına gelen ihlâs, Kur’an’da peygamberlerin başlıca nitelikleri
arasında sayılmış2 ve âyetlerde ihlâslı kimselerden övgüyle söz edilmiştir.3
Sözlükte, saf, katışıksız, arı ve duru olmak gibi anlamları öne çıkan “ihlâs”
kavramı bazı âyetlerde, “muhlisîne lehü’d-dîn” yani “dini yalnızca Allah’a has
kılmak” şeklinde ifade edilmiş4 ve bununla inancın, kulluğun ve itaatin,
âlemlerin Rabbi olan Allah’a özgü kılınması gerektiği vurgulanmıştır. Bu
anlamıyla ihlâs, inançta samimi olmak, yani kullukta Allah’a hiçbir şeyi
ortak koşmamaktır. Çünkü her kim Rabbine kavuşmayı arzu ediyorsa iyi
iş yapmalı ve Rabbine kullukta O’na hiçbir şeyi ortak koşmamalıdır.5
Allah’a ortak koşularak yapılan ibadetin hiçbir faydası yoktur. Her na-
mazda, her rekâtta okuduğumuz, “Yalnızca sana ibadet eder, yalnızca senden
yardım dileriz.”6 âyeti de sadece Allah’a kulluk edilmesi gerektiğini beyan
etmektedir. Onun için Cenâb-ı Hak Resûlü’ne, “Sen dini yalnız Allah’a has
kılarak O’na kulluk et.”7 diyerek, kendi ulûhiyetini ve dininde hiçbir ortak-
lığa yer olmadığını açıkça belirtmiştir. Nitekim Allah Resûlü’nün dilinden
dinlediğimiz bir kudsî hadiste şöyle buyrulmaktadır: “Yüce Allah: ‘Ben şirk 1 N3142 Nesâî, Cihâd, 24.
2 Yûsuf, 12/24; Meryem,
konusunda kendisine ortak koşulanların en uzak (ve yüce) olanıyım. Her kim bir 19/51; Sâd, 38/45-46.
3 Nisâ, 4/146; Bakara, 2/112.
amel işler de benimle birlikte başkasını ona ortak ederse onu şirkiyle baş başa
4 A’râf, 7/29; Yûnus, 10/22;
bırakırım.’ buyurdu.”8 Mü’min, 40/14, 65.
İhlâsın zıddı “riya” ve “süm’a”dır. Riya, bir işi Allah rızası için değil 5 Kehf, 18/110.
6 Fâtiha, 1/5.
gösteriş için yapmak, süm’a ise yapılan bir iyiliği, övünme ve çıkar amacıy- 7 Zümer, 39/2.
la başkalarına duyurmaya çalışmaktır. İçine riya karışmış olan amellerin, 8 M7475 Müslim, Zühd, 46.
139
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
21; N3142 Nesâî, Cihâd, 24. amellerin âhirette işe yaramayacağını bildikleri için O’nun gibi ihlâs ve sa-
14 M196 Müslim, Îmân, 95.
mimiyetle hareket etmişlerdir. Bu yüzden Hz. Ömer, “Allah’ım! Amelimin
15 B57 Buhârî, Îmân, 42;
M199 Müslim, Îmân, 97. hepsini salih ve sadece senin rızana has kılınmış eyle ve amelime hiçbir
16 D1508 Ebû Dâvûd, Vitr,
şeyi ortak etme.” diye dua etmiştir.17
25.
17 MF1 İbn Teymiyye,
Sevgili Peygamberimiz, pek çok hadisinde ihlâsın önemine işaret et-
Mecmûu’l-fetâvâ, X, 173. miş ve insanları ihlâslı ve samimi olmaya çağırmıştır. Bunun için de önce-
140
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
likle niyetin halis olması gerektiğini, amellerin ancak niyetlere göre değer
kazanacağını bildirmiş,18 “Müminin niyeti, amelinden hayırlıdır.”19 buyurarak
niyetin önemine işaret etmiştir.
Bir savaş sonrası payına düşen ganimeti Hz. Peygamber’e getiren bir
bedevî, “Ben bunun için sana uymadım. (Okuyla boynunu göstererek)
Buradan vurularak şehit olup cennete gitmek için sana uydum.” diyerek
ganimeti geri vermişti. Bir süre sonra savaşta şehit olup isteğine kavuşan
bedevî hakkında Resûlullah (sav), “O, Allah’a verdiği sözü tuttu, Allah da ona
(dilediğini vererek) sözünü tuttu.” buyurarak hiçbir dünyevî karşılık bekle-
meden halis bir iman ve samimi bir niyetle yapılan amelin Allah katındaki
değerine dikkat çekmiştir.20
İnsanların Allah katındaki kıymeti, dış görünüşlerine ve mal varlık-
larına göre değil niyetlerinin samimiyetine ve işledikleri amellere göredir.
Bu konuda Allah Resûlü şöyle buyurmaktadır: “Allah sizin suretlerinize ve
mallarınıza bakmaz, ancak kalplerinize ve amellerinize bakar.”21 Niyetin sami-
miyeti, ihlâslı amelle, kalbin temizliği de dışa yansıyan samimi tutum ve
davranışlarla belli olur. Amelin onaylamadığı bir kalp temizliği ve iyi niyet
iddiası samimiyetten ve inandırıcılıktan uzaktır. Hayatı ve ölümü, hangi-
mizin daha iyi amel yapacağını sınamak için yarattığını bildiren22 Cenâb-ı
Hakk’ın bireysel ve toplumsal alanda sonucu görülmeyen soyut bir kalp
temizliği iddiasına değer vermeyeceği açıktır.
İslâm, iyi niyet ve samimi tutuma verdiği önemden dolayı, niyet et-
mesine rağmen mazereti sebebiyle yerine getiremediği amelin sevabından
bile kişiyi mahrum bırakmamıştır. Sevgili Peygamberimizin şu hadisi
buna işaret etmektedir: “Her kim şehit olmayı Allah’tan samimiyetle isterse,
yatağında ölse bile Allah onu şehitlerin derecesine ulaştırır.”23
Bu konuya açıklık getiren diğer bir rivayete göre Resûlullah (sav), Te-
bük Savaşı dönüşü Medine’ye yaklaştığında, mazeretleri sebebiyle savaşa 18 B1 Buhârî, Bed’ü’l-vahy, 1;
katılamayanları kastederek, “Vallahi, siz Medine’de öyle bir topluluk bıraktınız M4927 Müslim, İmâre, 155.
19 MK5942 Taberânî, el-
ki onlar sizin yürüdüğünüz bütün yollarda, sarf ettiğiniz her malda ve geçtiğiniz
Mu’cemü’l-kebîr, V, 185.
her vadide sizinle (ecirde) beraberdiler.” buyurmuştur. Ashâb, “Ey Allah’ın 20 N1955 Nesâî, Cenâiz, 61.
Resûlü! Onlar Medine’de oldukları hâlde nasıl bizimle beraber olurlar?” 21 M6543 Müslim, Birr, 34.
22 Mülk, 67/2.
deyince Hz. Peygamber, “Onları mazeretleri alıkoydu.” demiştir.24 Hz. 23 M4930 Müslim, İmâre,
141
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
142
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
143
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
cennet, 25; N2571 Nesâî, İşte, Necidli Dımâm b. Sa’lebe de bu samimiyetiyle cenneti hak eden-
Zekât, 75. lerden biriydi. Hicretin beşinci yılında kabilesinin elçisi olarak Medine’ye
30 B1142 Buhârî, Teheccüd,
12. gelen Dımâm, Resûlullah’a namaz, oruç ve zekât gibi İslâm’ın temel pren-
31 M2755 Müslim, Sıyâm,
siplerini sormuş, Hz. Peygamber de ona bu prensipleri anlatmıştı. Bunun
202; T438 Tirmizî, Salât,
207.
üzerine Müslüman olan Dımâm, “Sana ikramda bulunan Allah’a yemin
32 SŞ6/379 Sübkî, Tabakâtü’ş- ederim ki nafile ibadet yapmayacağım. Fakat Allah’ın bana farz kıldığı
şâfiiyyeti’l-kübrâ, VI, 379.
33 NM7844 Hâkim,
ibadetlerden de hiçbir şeyi eksik bırakmayacağım.” demiş, Allah Resûlü
Müstedrek, VIII, 2797 onun ardından, “Eğer sözüne sadık kalırsa kurtuluşa ermiş/cennete girmiş-
(4/306). tir.” buyurmuştu.37 Kabilesine dönen Dımâm onları İslâm’a davet edin-
34 İM230 İbn Mâce, Sünnet,
18. ce, onlar kadınıyla erkeğiyle hep birlikte bu daveti kabul edip Müslüman
35 B38 Buhârî, Îmân, 28;
olmuşlardı.38 Böylece Dımâm, hem kendisini hem de kabilesini şirkin ka-
M1781 Müslim, Müsâfirîn,
175. ranlığından tevhidin aydınlığına çıkarmış oldu.
36 İM70 İbn Mâce, Sünnet, 9.
Hz. Peygamber’in, “...Kıyamet gününde şefaatimle en fazla mesut olacak
37 B6956 Buhârî, Hıyel, 3;
N2092 Nesâî, Sıyâm, 1; kişi, tüm kalbiyle veya gönülden ‘Lâ ilâhe illâllâh’ (Allah’tan başka ilâh yoktur.)
HM2380 İbn Hanbel, I, 265. diyen kişidir.”39 hadisi, ihlâs konusunda söylenebileceklerin özü olsa gerek-
38 DM677 Dârimî, Tahâret, 1.
144
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
olmayan ameller, dışı süslü ama içi kof davranışlar, içtenlikten uzak ve art
niyetli sözler, insanın Allah katında olduğu kadar diğer insanlar nazarında
da değer kaybetmesine sebep olur. Her konuda dürüst, tutarlı ve samimi
bir tutum içinde olmak mümin olmanın ayrılmaz vasfı iken, riyakârlık
ve ikiyüzlülük imanla bağdaşmayan hâllerdir. Kur’ân-ı Kerîm’in inanç
ve amelde ikiyüzlü davranan münafıklara cehennemin en alt tabakasını
müstahak görmesi40 bu açıdan anlamlıdır. İkiyüzlü davranarak, gösteriş
yaparak insanları aldatmak mümkün olsa bile her şeyin iç yüzünü bilen
Yüce Yaratıcı’yı kandırmak mümkün değildir. Velhâsıl ihlâs, Yaratıcısına
gizli açık hiçbir şeyi ortak etmeyen samimi bir imandır. İhlâs, dünyevî
bir karşılık beklemeden sırf Allah rızası için yapılan bir kulluktur. İhlâs,
Allah’a karşı olduğu gibi insanlara, canlı cansız bütün varlıklara karşı da
gösterilen samimiyettir. İhlâs, nifak ve ikiyüzlülükten uzak bir kalp safiye-
tidir. İhlâs, Allah rızasına göre programlanan akıl ve kalbin ivazsız, garaz-
sız amelidir. İhlâs, olduğu gibi görünmek, göründüğü gibi de olmaktır. Ve 40 Nisâ, 4/145.
Allah’ın azabından sadece ihlâslı kulları kurtulacaktır.41 41 Sâffât, 37/39-40, 127-128.
145
İHSAN
ALLAH’I GÖRÜYORMUŞÇASINA
YAŞAMAK
: َق َال...s ول ال َّل ِه َ َأ� َّن َر ُس:d َعَنْ َأ�بِي هُرَيْرَة
”...“ال ِإ� ْح َس ُان َأ� ْن َت ْع ُب َد ال َّل َه َك َأ�ن ََّك َت َرا ُه َف ِإ� ْن َل ْم ت َُك ْن َت َرا ُه َف ِإ� َّن ُه َي َر َاك
ْ
147
ول ال َّل ِه :s عَنْ حُذَيْفَةَ قَالََ :ق َال َر ُس ُ
اس َأ� ْح َس َّناَ ،و�ِإ ْن َظ َل ُموا َظ َل ْم َناَ ،و َل ِك ْن “لا ت َُكونُوا �ِإ َّم َع ًة َت ُقو ُل َ
ونِ� :إ ْن َأ� ْح َس َن ال َّن ُ َ
اس َأ� ْن ت ُْح ِس ُنواَ ،و�ِإ ْن َأ� َسا ُءوا َفل َا ت َْظ ِل ُموا”. َو ِّط ُنوا َأ� ْن ُف َس ُك ْمِ� ،إ ْن َأ� ْح َس َن ال َّن ُ
عَنْ سَهْلِ بْنِ مُعَاذِ بْنِ َأ�نَسٍ ،عَنْ َأ�بِيهِ ،عَ ْن َر ُسولِ ال َّل ِه َ sأ� َّن ُه َق َال:
“ َأ� ْف َض ُل ا ْل َف َضا ِئ ِل َأ� ْن ت َِص َل َم ْن َق َط َع َكَ ،و ُت ْعطِ َي َم ْن َم َن َع َكَ ،وت َْص َف َح
عَ َّم ْن َش َت َم َك”.
148
Huzeyfe (b. Yemân) tarafından nakledildiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle
buyurmuştur: “İnsanlar iyilik yaparlarsa biz de iyilik yaparız, zulmederlerse
biz de zulmederiz.’ diyen zayıf karakterli kimseler olmayın. Bilakis iyilik
yaptıklarında insanlara iyilikle karşılık vermeyi, kötülük yaptıklarında ise
onlara zulmetmemeyi alışkanlık hâline getirin.”
(T2007 Tirmizî, Birr, 63)
149
H z. Ömer anlatıyor: “Bir gün Resûlullah’ın yanında iken bir
adam çıkageldi. Elbisesi bembeyaz, saçları simsiyahtı ve üzerinde herhan-
gi bir yolculuk belirtisi yoktu. Üstelik aramızda onu tanıyan da yoktu.
Peygamber’in (sav) yanına oturdu; dizlerini onun dizine dayayıp ellerini
uylukları üzerine koydu. Sonra da, ‘Ey Muhammed! Bana İslâm’ı anlat.’
dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sav) şöyle buyurdu: ‘İslâm, Allah’tan başka
ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın elçisi olduğuna şahitlik etmen; namazı
kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman ve eğer gücün yetiyorsa hac-
cı yerine getirmendir.’ Bu sözler üzerine adam, ‘Doğru söyledin!’ dedi. Biz
ise, adamın hem soru sorup hem de onu tasdik etmesine şaşırdık. Sonra,
‘Bana imanı anlat.’ dedi. O da, ‘İman; Allah’a, meleklerine, kitaplarına, pey-
gamberlerine, âhiret gününe ve iyisi ve kötüsüyle kadere inanmandır.’ şeklinde
karşılık verdi. Adam yine, ‘Doğru söyledin!’ deyip peşinden, ‘Bana ihsanı
anlat.’ dedi. O da şöyle söyledi: ‘İhsan, Allah’ı görüyormuşsun gibi ibadet et-
mendir. Çünkü sen O’nu görmesen de O seni görmektedir.’ Daha sonra adam,
‘Bana kıyameti anlat.’ dediğinde, Peygamber (sav), ‘Bu konuda kendisine soru
sorulan kimse, soruyu sorandan daha bilgili değildir.’ dedi. Adam, ‘Öyleyse
bana onun alâmetlerini söyle.’ deyince, şunları saydı: ‘Cariyenin efendisini
doğurması ve yalın ayak, çıplak, fakir sürü çobanlarının yüksek binaları yapma-
da yarıştıklarını görmendir.’ Sonra adam gitti. Bir süre sonra Hz. Peygamber
bana soru soranın kim olduğunu bilip bilmediğimi sordu. Ben, ‘Allah ve
Resûlü en iyisini bilir.’ dediğimde şunu ifade etti: ‘O, Cibrîl idi. Size dininizi
öğretmeye gelmişti.’”1 Vahiy elçisi Cebrail bu defa insan suretinde gelmişti.
Kutlu Nebî’ye soru sorarken aslında İslâm’ın temel öğretilerinin daha iyi
anlaşılmasını sağlıyordu. İlk önce Müslüman olmanın esaslarını öğren-
mek istedi. Ardından mümin olmayı sağlayan inanç esaslarını sordu. Bek-
lediği cevapları aldı. Kişinin belirtilen görevleri yerine getirirken nasıl bir
davranış içinde olması gerektiği de önemli idi. Onun için de, “İhsan ne-
dir?” sorusunu sordu. “İhsan”, yapılması gereken şeyi en iyi şekilde bilme 1 M93 Müslim, Îman 1; B50
Buhârî, Îmân, 37.
ve güzel bir şekilde yerine getirme, başkasına iyilik etme,2 Allah’a kulluk, 2 RM7 İsfehânî, Müfredât,
her görevi en iyi şekilde, önemseyerek, hakkıyla ve lâyık vechiyle yapma3 399.
151
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
399.
görür gibi ibadet etmendir. Sen O’nu görmüyor olsan da O seni görmektedir.”11
5 İE1/387 İbnü’l-Esîr, Nihâye, şeklinde tanımlayarak aynı gerekliliğe vurgu yapmaktadır.
I, 387.
6 M99 Müslim, Îmân, 7.
İşte “ihsan” insana ince bir düşünce ve hassasiyet duygusu kazandı-
7 KRS332 Kuşeyrî, Risâle, s. rır. İnsanı saflaştırır, arındırır ve her an Rabbinin huzurunda olma duy-
332. gusu ile olgunlaştırır. Bütün amellerin, ihlâs ve samimiyetle en iyi şekilde
8 RŞ1/140 Kastallânî, İrşâdü’s-
11 B4777 Buhârî, Tefsîr, dirdi ve şeklinizi en güzel şekilde yaptı.”,13 “Yaratıcıların en güzeli.”,14 “İyi bilen
(Lokman) 31. bir toplum için Allah’tan daha güzel hüküm veren kim olabilir?”,15 “Allah ona
12 Secde, 32/7.
13 Tegâbün, 64/3. hakikaten güzel bir rızk ihsan etmiş!”16 âyetlerinde Allah’ın en mükemmel
14 Sâffât, 37/125.
yaratıcı, düzenleyici, kullarına karşı son derece lütufkâr ve cömert olduğu
15 Mâide, 3/50.
16 Talâk, 65/11.
“ihsan” kavramıyla vurgulanmaktadır. “Allah sana nasıl ihsan etti ise, sen
17 Kasas, 28/77. de öyle ihsanda bulun!”17 âyeti de kullarına karşı en güzel şekilde “ihsan”
152
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
ile muamele eden Allah’a karşı, kulların da “ihsan” ile mukabele etmeleri
istenmiştir. Zira, “İhsan ile davranmanın karşılığı, aynı şekilde ihsandır.”18
Kur’ân-ı Kerîm’de ihsan ile hareket edenlere “muhsin” denilmekte ve
bu kimselerin bazı özelliklerine değinilmektedir: “İşte bu âyetler, hikmet
dolu Kitab’ın âyetleridir. Muhsin olanlara (iyilik yapanlara) bir hidayet ve bir
rahmettir. Onlar ki namazı kılarlar, zekâtı verirler. Onlar âhirete de kesin olarak
inanırlar.”19 “Onlar, Rableri tarafından gösterilen doğru yol üzerindedirler.”20
“Onlar, bollukta ve darlıkta Allah yolunda harcarlar, öfkelerini yenerler, in-
sanları affederler, çirkin bir iş yaptıkları yahut nefislerine zulmettikleri zaman
Allah’ı hatırlarlar.”21 Neticede de Allah katında bu amellerinden dolayı
mükâfatlandırılırlar.22
Muhsinler her türlü iyi hasleti kendilerinde toplamak için çaba sarf
eden, yaptıkları işleri de en güzel şekilde yerine getirmek için gayret gös-
teren kişilerdir. Çünkü en güzel olanı en güzel şekilde yapan Allah,23 aynı
şekilde insanlardan da işlerini güzel yapanlara muhabbet besler, onlara sev-
gi ve merhametiyle muamele eder.24 Bundan dolayı Peygamber Efendimiz,
“Allah’ım! Benim yaratılışımı güzel kıldığın gibi ahlâkımı da güzelleştir.”25 şeklinde
dua etmiştir. Çünkü en güzel surette yaratılan insanın sorumluluklarını da
en iyi şekilde yerine getirmesi sürekli ihsan ile karşılaşması için gereklidir.
Kur’ân-ı Kerîm’de, “Hayır, öyle değil! Kim ‘ihsan’ derecesine yükselerek
özünü Allah’a teslim ederse, onun mükâfatı Rabbinin katındadır. Artık onlara
korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir.”26 ve “Kimin dini, ihsan sahibi olarak ken-
dini Allah’a teslim eden ve hakka yönelen İbrâhim’in dinine tâbi olan kimsenin
dininden daha güzel olabilir?”27 âyetlerinde inancın gereğinin ihsan ile yeri-
ne getirilmesinin önemine vurgu yapılmakta ve bu şekilde davrananların
mükâfat görecekleri bildirilmektedir. Peygamber Efendimiz de buna bina- 18 Rahmân, 55/60.
en, abdest alırken itina gösteren, huşû içerisinde ve güzelce abdest alan 19 Lokmân, 31/2-4.
20 Lokmân, 31/2-5.
kimsenin namaz kılana kadar geçirdiği süredeki günahlarının affolunaca- 21 Âl-i İmrân, 3/134-135.
ğını müjdelemiştir.28 Bu durumun oruç, zekât, hac, kurban gibi diğer bütün 22 Zâriyât, 51/15-16.
23 Secde, 32/7.
ibadetler için de geçerli olduğunu değişik münasebetlerde belirtmiştir.
24 Bakara, 2/195.
İhsan, sadece Allah’ın huzurunda ve ibadetlerde değil aynı zaman- 25 HM3823 İbn Hanbel, I,
yakın akrabalar, yetimler, yoksullar, yakın komşular, uzak komşular, ar- 28 B160 Buhârî, Vudû,’ 24;
ne kulluktan sonra zikretmesi30 ve “Eğer onlardan biri ya da her ikisi senin 30 Nisâ, 4/36, İsrâ, 17/23.
153
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
yanında yaşlanırsa, sakın onlara ‘öf!’ bile deme; onları azarlama, onlara say-
gılı, güzel söz söyle. Onları esirgeyerek alçakgönüllülükle üzerlerine kol kanat
ger.”31 buyurması onlara karşı ideal davranışın ihsan şeklinde olmasına
işaret etmektedir. Allah Resûlü aynı şekilde anne babanın çocuklarla
olan ilişkilerinde de ihsanı elden bırakmamaları, onları terbiye edip iyi
birer insan olarak topluma kazandırırken iyilikle davranmalarını iste-
miştir. O, “Kim yanındaki cariyeyi terbiye eder ama ihsan ile terbiye eder,
okutup yetiştirir ama ihsan ile okutup yetiştirirse, özgürlüğüne kavuşturur so-
nunda da evlen(dir)irse iki mükâfat kazanır.”32 hadisinde de işlerin ihsan ile
yapılmasının gerekliliği ve bu şekilde yapılması hâlinde mükâfatının da
kat kat verileceğini vurgulamaktadır.
Peygamber Efendimiz, “İnsanlar iyilik yaparlarsa biz de iyilik yaparız,
zulmederlerse biz de zulmederiz.’ diyen zayıf karakterli kimseler olmayın. Bila-
kis iyilik yaptıklarında insanlara iyilik yapmayı, kötülük yaptıklarında ise onla-
ra zulmetmemeyi alışkanlık hâline getirin.”33 buyurur. Buna göre insanların
kendi aralarında yaptıkları davranışların ihsan boyutuna ulaşması için
karşılık beklenmeden sırf Allah rızası için yapılması gerekir. Öte taraftan
hata ve bilgisizlik gibi nedenlerle yapılan kötülüklere karşı da aynı şekilde
kötülükle cevap verilmemesinin gereği vurgulanır. İnsanların fazileti de
zaten bu durumlarda sergiledikleri tutumlarda ortaya çıkar. Allah Resûlü
bu şekilde yapılan kötülüklere karşılık verilmeyerek ihsanda bulunulma-
sını ister. Çünkü bazı durumlarda muhataba iyilikte bulunularak bazen de
yaptığı kötülüğe karşılık verilmeyerek ihsanda bulunulur.
Allah Resûlü akrabalara karşı ihsan hususunda da, “Faziletlerin en
üstünü, seninle akrabalık bağlarını kesenle ilişkini sürdürmen, sana vermeyene
vermen, sana kötü söz söyleyeni bağışlamandır.”34 buyurur. O, “Komşuna ih-
sanda bulun ki mümin olasın.”35 buyurmakla komşulara gösterilmesi gereken
ideal tavrı, bir anlamda inanan insan olmanın öncelikli gereği olduğuna
işaret eder.
Müminler her işlerinde ihsan ile hareket ederler. “Allah her işte ihsanı
31 İsrâ, 17/23-24.
32 B2547 Buhârî, Itk, 16; (güzel davranmayı) emretmiştir. (Savaşta bile) öldüreceğiniz zaman öldürmeyi
İM1956 İbn Mâce, Nikâh, 42. ihsan ile (en iyi şekilde) yapın. Hayvan keseceğiniz zaman kesme işini ihsan ile (en
33 T2007 Tirmizî, Birr, 63.
34 HM15703 İbn Hanbel, III, iyi şekilde) yapın. Kesecek kimse bıçağını iyi bilesin ve hayvanı sakinleştirsin.”36
439. hadisinde de bu durum örnek verilerek izah edilmektedir. Buna göre ke-
35 T2305 Tirmizî, Zühd, 2.
154
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
tavsiye etmiştir. Burada kişinin hanımının ihtiyaçlarını adalet seviyesinde 41 T1163 Tirmizî, Ridâ, 11.
155
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
156
HASBÎLİK
HER DURUMDA ALLAH’IN RIZASINI
GÖZETMEK
157
ول ال َّل ِه :s عَنْ َأ�بِى ُأ�مَامَةَ الْبَاهِلِي قَالََ ... :ف َق َال َر ُس ُ
ِّ
“ِ�...إ َّن ال َّل َه َلا َي ْق َب ُل ِم َن ا ْل َع َم ِل �ِإ َّلا َما َك َان َل ُه خَ ا ِل ًصا َوا ْب ُت ِغ َي ِب ِه َو ْج ُههُ”.
عَنْ َأ�بِى ُأ�مَامَةَ عَ ْن َر ُسولِ ال َّل ِه َ sأ� َّن ُه َق َالَ :م ْن َأ� َح َّب ِل َّل ِهَ ،و َأ� ْب َغ َض ِل َّل ِهَ ،و َأ�عْ َطى
ِل َّل ِهَ ،و َم َن َع ِل َّل ِهَ ،ف َق ِد ْاس َت ْك َم َل ْال ِإ� َيم َان”.
158
Ebû Ümâme el-Bâhilî’nin naklettiğine göre, ... Resûlullah (sav) şöyle
buyurmuştur: “...Allah ancak samimiyetle ve kendi rızası gözetilerek yapılan
işleri kabul eder.”
(N3142 Nesâî, Cihâd, 24)
159
A llah’ın sevgisine mazhar olmaktan daha güzel bir şey olabilir
mi! Bir insanın, Allah’ın sevgisini elde etmesini sağlayan ulvî duygu ve
davranış nedir ve bu nasıl elde edilir? Allah Resûlü’nün dilinde bu üstün
duygu ve davranış, “hasbîlik”ten başka bir şey değildir. Nitekim Peygam-
ber Efendimiz (sav) şöyle anlatıyor: “Adamın biri, başka bir köyde yaşayan
kardeşini ziyaret etmek için bir gün evinden çıktı, yola koyuldu. Derken Yüce Al-
lah onun yoluna bir melek çıkardı. Melek, ‘Nereye gidiyorsun?’ diye sordu. Adam,
‘Falancayı ziyarete.’ diye cevapladı. Melek, ‘Yakının olduğu için mi?’ diye sordu.
Adam, ‘Hayır.’ deyince, melek, ‘Peki, ona bir iyilik borcun mu var?’ diye sordu.
Adam yine, ‘Hayır.’ dedi. Melek, ‘O hâlde ona niye gidiyorsun?’ diye sorunca
adam, ‘Ben onu, izzet ve celâl sahibi Allah için seviyorum da ondan.’” diye cevap
verdi. Bunun üzerine melek şöyle dedi: ‘Ben, o kişiyi Allah için sevmenden dola-
yı, izzet ve celâl sahibi Allah’ın da seni sevdiğini (bildirmek üzere) Allah’ın (cc)
(gönderdiği) bir elçisiyim.”1
“Güzel davranışlarda dünyevî bir karşılık beklemeden, sadece Allah
rızasını gözetmek.” mânâsına gelen hasbîlik, zor ve sıkıntılı durumlar-
da Allah’ın kendisine yardımcı olarak kâfi geleceğini bilmek, bu bilinçle
gösterilen sabır karşılığında Allah’ın ecrini ummak demektir. Başka bir
ifadeyle “hasbîlik”, her türlü şahsî çıkar ve menfaatten uzak durulma-
sı, her işin, gönüllü olarak ve yalnız Allah için, O’nun hoşnutluğunun
elde edilmesi için yapılmasıdır. Buna göre gerçek anlamda hasbî olan bir
mümin, Allah için en büyük fedakârlığı göstermeye hazırdır. Müminin
Allah yolunda feda edebileceği en kıymetli varlığı şüphesiz ki canıdır.
Hz. Âişe’nin yeğeni olan Urve b. Zübeyr’in, zorlu Tebük günü şiddetli
sıcağa rağmen Allah Resûlu’nün talimatı üzerine hiç tereddüt etmeden
Şam’a doğru yola çıkan müminlere “hisbe ehli”2 demesi bundandır. Bu
yüzdendir ki Hz. Ömer, şehidi, “canını Allah yolunda feda eden kimse
(ihtesebe)” olarak tanımlamıştır.3
Sırf Allah Teâlâ’nın rızasını gözeten ve O’nun hoşnut olduğu amel-
lere yönelen bir Müslüman, çevresine şirin görünme kaygısı taşımaz.
1 HM10608 İbn Hanbel, II,
Hatta bazı insanlar hoşlanmasa da o, Allah’ın hoşnutluğunu esas alır. 509; M6549 Müslim, Birr,
Bu durumda Cenâb-ı Hak elbette onu zor durumda bırakmaz. Nitekim 38.
2 BS18370 Beyhakî, es-
Peygamber Efendimiz, ‘Kim (bir konuda) insanlar kendisine buğzetse dahi,
Sünenü’l-kübrâ, IX, 58.
(o konuda) Allah’ın rızasını ararsa, Allah da insanların vereceği sıkıntıdan onu 3 MU996 Muvatta’, Cihâd, 15.
161
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
164, 180. ihmal etmeyip güzelce eda eden bir çobanın mazhar olduğu ilâhî iltifatı
11 En’âm, 6/162.
şöyle dile getirmektedir: “Rabbiniz der ki; ‘Şu kuluma bir bakın! Sırf benden
12 N3142 Nesâî, Cihâd, 24.
13 N667 Nesâî, Ezân, 26; sakınarak ezanını okuyup namazını kılıyor, ben de onu affettim ve cennetime
D1203 Ebû Dâvûd, Salâtü’s- koydum.’”13 Allah Resûlü bir başka hadisinde de, “Müslüman bir kul Allah’ın
sefer, 3.
14 HM21889 İbn Hanbel, V,
rızasını umarak namaz kılarsa, tıpkı ağaçtan yaprakların döküldüğü gibi gü-
180. nahları dökülür.” buyurmaktadır.14 Sadece “Allah için” olduktan sonra, na-
162
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
mazın kendisi gibi, uğruna atılan adımlar da büyük bir ecir kaynağıdır.
Yeter ki bu adımlar ilâhî rızayı kazanma amacıyla atılsın. Übey b. Kâ’b,
evi Mescid-i Nebî’ye uzak olmasına rağmen Resûlullah (sav) ile birlikte kı-
lınan hiçbir namazı kaçırmayan ensardan bir zâtın durumuna üzüldükle-
rini ve bu yüzden sıcak havalarda ve karanlıkta mescide rahat gelebilmesi
için bir merkep satın almasını tavsiye ettiklerini söyler. Adamın, “Valla-
hi, evimin mescide yakın olmasını istemem!” karşılığını vermesi üzerine
Übey b. Kâ’b durumu Hz. Peygamber’e iletir. Medineli sahâbî, Resûlullah’a
evinin mescide yakın olmasını istemediğini söylerken şu gerekçeyi dile
getirir: “Mescide giderken ve ailemin yanına dönerken attığım her adım
karşılığında Allah’tan ecir ve sevap umuyorum.” Bunun üzerine Nebî (sav),
“Allah bütün bunları sana verdi.15 Hakikaten, hesap ettiğin (Allah’tan umduğun)
şey senindir.” buyurur.16 Gerçekten de hasbî olunduktan sonra her amelin
Allah katında bir karşılığı vardır. Peygamberimizin müjdesine göre, mü-
minin, karşılığını sadece Allah’tan bekleyerek yaptığı bir hasta ziyareti
onu cehennemden fersah fersah uzaklaştırırken,17 bakmakla yükümlü ol-
duğu ailesi için sevabını Allah’tan umarak yaptığı harcamalar, kendisi için
birer “sadaka” olarak değerlendirilecektir.18
Bazı ibadetler vardır ki onlarda gösterişe mahal yoktur. Hasbîliğin
en bariz şekilde ifadesini bulduğu bu ibadetlerin başında oruç gelmekte-
dir. Zira oruçlunun, tenhada bir bardak su içmesine veya gizlice gidip bir
şeyler yemesine kimse engel olamaz. Ancak o, aç da kalsa susuz da kalsa
buna sırf Rabbi için katlanır. Burada gösterişe yol açabilecek bir husus da
yoktur. Çünkü oruçlunun ne kadar aç ve susuz olduğunu sadece Allah
bilir. Bu yüzdendir ki, Yüce Allah, “Oruç benim içindir. Onun mükâfatını ben
veririm. (Çünkü oruç tutan kimse) nefsî arzularını, yemeyi ve içmeyi sırf benim
için terk eder...”19 buyurmaktadır. Ayrıca Hz. Resûl (sav), “Her kim inanarak
ve karşılığını Allah’tan bekleyerek (ihtisâben) Ramazan orucunu tutarsa, geçmiş 15 D557 Ebû Dâvûd, Salât,
günahları bağışlanır.”20 buyurarak oruçluyu müjdelemektedir. 48; M1514 Müslim, Mesâcid,
Başta namaz ve oruç olmak üzere her ibadetin “kulluk bilinciyle” ye- 278.
16 M1516 Müslim, Mesâcid,
rine getirilmesi hasbîlik esasına dayanır. Ancak bazı amellerde hasbîliğin 278.
önemi daha da artmaktadır. Örneğin Peygamber Efendimiz, sağ elinin 17 D3097 Ebû Dâvûd, Cenâiz,
3.
verdiğini sol eli bilmeyecek derecede yardımlaşma hususunda gizlili- 18 B55 Buhârî, Îmân, 41;
ğe riayet edenleri Allah Teâlâ’nın mükâfatlandıracağını bildirmektedir.21 M2322 Müslim, Zekât, 48.
19 B7492 Buhârî, Tevhîd, 35.
Resûlullah’ın (sav) verdiği bu mesaj, hayırda yarışın, zaman zaman “isim 20 B1901 Buhârî, Savm, 6.
yapma” ve “etiket” yarışına dönüştüğü günümüzde ayrı bir önem arz et- 21 B660 Buhârî, Ezân, 36.
163
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
24 N2568 Nesâî, Zekât, 72; Nebî’nin (sav) ifadesiyle: “İman, bir kişiyi soylu biri olmasa dahi sadece Al-
D5108 D5109 Ebû Dâvûd, lah için sevebilmektir.” Mümin bunu yapabildiği takdirde tıpkı sıcak bir
Edeb, 107-108.
25 D4681 Ebû Dâvûd, Sünne, yaz gününde susuz kalmış kişinin suya hasret olması gibi iman sevgisini
15. kalbinde hisseder.27 Onlar, bu tutumlarının karşılığı olarak dünyadayken
26 B6041 Buhârî, Edeb, 42.
164
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
“Onlar, kimsesiz ve farklı kabilelerden olan bazı kişilerdir ki, aralarında yakın
akrabalık durumu olmadığı hâlde birbirlerini Allah için severler, birbirlerine
samimi/dürüst davranırlar.”28
Yalnızca Allah’ın sevgisini kazanmak üzere salih amel işlemeyi veya
ibadetlerde sadece O’nun hoşnutluğunu elde etme niyetini ifade eden
hasbîliğin bir başka boyutu da müminin zorluklar karşısındaki duruşun-
da kendini gösterir. Şöyle ki hasbî olan mümin, bir musibetle karşı kar-
şıya kaldığında bunun bir imtihan olduğunu ve Allah’ın bilgisi ve takdiri
dâhilinde gerçekleştiğini, buna sabrettiği takdirde de ödüllendirileceğini
bilir. Bu durumda hasbîlik, sabrı, kuru bir teslimiyetten çıkarıp erdemli
bir duruşa dönüştüren duygudur. Diğer bir ifadeyle hasbîlik, Allah katın-
da bir karşılığı olduğunu bilerek sabretmektir. İlâhî imtihan gereği açlık,
korku, can ve mal kaybı gibi çeşitli sıkıntılara maruz kalıp gösterdikleri
sabır karşılığında cennetle müjdelenen müminlere rahmet kapılarını açan
şey, başlarına bir bela ve musibet geldiğinde, “Biz Allah’a aidiz, yine O’na dö-
neceğiz.” diyerek Yüce Yaratıcı’nın takdirinin her şeyin üstünde olduğunu
kabul etmeleridir.29 Nitekim Nebî (sav) bir musibetle karşılaşan mümine
bu âyeti okuduktan sonra şu duayı yapmasını öğütlemiştir: “...Allah’ım! ba-
şıma gelen musibetin/acının mükâfatını senden bekliyorum, bundan dolayı bana
ecir ihsan et, benim için onu daha hayırlısıyla değiştir.’30
Müslüman, hastalık ve ölüm gibi hayatın acı ve hüzün verici gerçekle-
riyle karşılaştığında sabrederek ve hasbî bir tutum sergileyerek hem inan-
cını muhafaza eder, hem de acılarına karşı daha dirençli olur. Rahmet
Peygamberi, kendisine birini göndererek oğlunun ölmek üzere olduğunu
haber veren kızı Zeyneb’e, bir aracı vasıtasıyla şu nasihatte bulunmuştu:
“Allah’ın aldığı da verdiği de O’nundur. O’nun nezdinde her şeyin süresi belir-
lenmiştir. (Kızıma) söyle, sabretsin ve bu sabrının Allah katında bir karşılığı
olduğunu bilsin.”31 Yüce Allah kulunun zorluklar karşısındaki bu hasbî tu- 28 HM23294 İbn Hanbel,
V, 344; D3527 Ebû Dâvûd,
tumunu âhirette elbette karşılıksız bırakmayacaktır. Allah Resûlü tam da Büyû’ (İcâre), 76.
29 Bakara, 2/155-156.
bu noktada, yakalandığı veba hastalığına hasbî bir ruh hâliyle sabrederken
30 D3119 Ebû Dâvûd, Cenâiz,
vefat eden müminin şehit sevabı alacağını belirtmiş,32 ailesinden en sev- 17-18; M2127 Müslim,
diği kişilerden birini kaybettikten sonra buna sabrederek ecrini Allah’tan Cenâiz, 4.
31 B1284 Buhârî, Cenâiz, 32;
isteyen kişinin33 ve görme yeteneğini yitirdikten sonra Allah katında bir M2135 Müslim, Cenâiz, 11.
karşılığı olduğunu bilerek bu duruma sabreden mümin kulların34 cen- 32 B6619 Buhârî, Kader, 15.
Enes b. Mâlik ile birlikte gözlerinden aşırı derecede rahatsız olan Medineli B5653 Buhârî, Merdâ, 7.
165
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
166
HAYIR
MÜMİNİN HER İŞİ HAYIRDIR; HAYIR
ALLAH’TANDIR
“ َأ� َلا:وس َف َق َال ٍ َاس ُج ُل ٍ َو َق َف عَ َلى ُأ�نs ول ال َّل ِه َ َأ� َّن َر ُس:َعَنْ َأ�بِى هُرَيْرَة
،ات ٍ َف َق َال َذ ِل َك َثل َا َث َم َّر، َف َس َك ُتوا:ُأ�خْ ِب ُر ُك ْم بِخَ ْي ِر ُك ْم ِم ْن َش ِّر ُك ْم؟” َق َال
“خَ ْي ُر ُك ْم َم ْن: َق َال،ول ال َّل ِه! َأ�خْ ِب ْرنَا ب َِخ ْي ِرنَا ِم ْن َش ِّرنَا َ َب َلى َيا َر ُس:َف َق َال َر ُج ٌل
”.ُي ْر َجى خَ ْي ُر ُه َو ُي ْؤ َم ُن َش ُّر ُه َو َش ُّر ُك ْم َم ْن َلا ُي ْر َجى خَ ْي ُر ُه َو َلا ُي ْؤ َم ُن َش ُّر ُه
167
ول ال َّل ِه :s عَنْ َأ�نَسِ بْنِ مَالِكٍ قَالََ :ق َال َر ُس ُ
اس َم َفا ِت َيح ِللشَّ ِّر، اس َم َفا ِت َيح ِل ْل َخ ْي ِرَ ،م َغا ِل َيق ِللشَّ ِّرَ ،و�ِإ َّن ِم َن ال َّن ِ
“�ِإ َّن ِم َن ال َّن ِ
َم َغا ِل َيق ِل ْلخَ ْيرَ ،ف ُطو َبى ِل َم ْن َج َع َل ال َّل ُه َم َفا ِت َيح ا ْلخَ ْي ِر عَ َلى َي َد ْي ِهَ ،و َو ْي ٌل ِل َم ْن
َج َع َل ال َّل ُه َم َفا ِت َيح الشَّ ِّر عَ َلى َي َد ْي ِه”.
الصل َا ِة َق َال:
عَنْ عَلِي ِّ بْنِ َأ�بِى طَالِبٍ عَ ْن َر ُسولِ ال َّل ِه َ ،sأ� َّن ُه َك َان �ِإ َذا َقا َم �ِإ َلى َّ
ات َوال َأ� ْر َض َح ِني ًفا َو َما َأ�نَا ِم َن ا ْل ُمشْ ِر ِك َين، “ َو َّج ْه ُت َو ْج ِه َي ِل َّل ِذى َف َط َر َّ
الس َم َو ِ
اى َو َم َما ِتى ِل َّل ِه َر ِّب ا ْل َعا َل ِم َينَ ...وا ْلخَ ْي ُر ُك ُّل ُه ِفى َي َد ْي َك
�ِإ َّن َصل َا ِتى َون ُُس ِكى َو َم ْح َي َ
َوالشَّ ُّر َل ْي َس �ِإ َل ْي َك”...
ول ال َّل ِه :s عَنْ َأ�نَسِ بْنِ مَالِكٍ ،قَالََ :ق َال َر ُس ُ
“عَ َج ًبا ِل ْل ُم ْؤ ِم ِن َلا َي ْق ِضي ال َّل ُه َل ُه َش ْيئًا �ِإ َّلا َك َان خَ ْي ًرا َلهُ”.
ول ال َّل ِه ُ sي َع ِّل ُم َنا ْال ِا ْس ِتخَ ا َر َة ِفى ال ُأ� ُمو ِر عَنْ جَابِرِ بْنِ عَبْدِ ال َّلهِ قَالََ :ك َان َر ُس ُ
السو َر َة ِم َن ا ْل ُق ْر�آنِ ...
َك َما ُي َع ِّل ُم َنا ُّ
168
Enes b. Mâlik’ten (ra) rivayet edildiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle
buyurmuştur: “Öyle insanlar vardır ki (âdeta) hayrın anahtarları, şerrin
sürgüleri gibidir. Kimisi de şerrin anahtarları ve hayrın sürgüleri gibidir. Ne
mutlu! Yüce Allah’ın, hayrın anahtarlarını ellerine verdiği o kimselere! Ve
yazıklar olsun Yüce Allah’ın şerrin anahtarlarını ellerine verdiği o kimselere!”
(İM237 İbn Mâce, Sünnet, 19)
169
G ündelik hayatımızda çok sık kullandığımız “hayır” ve “şer” ke-
limelerinin ne anlama geldiğini acaba hiç düşündünüz mü? Kimi kadim
din ve inanç sistemlerinin varlığın iki temel esası olarak gördüğü, hatta
hayır ve şer tanrısı olmak üzere iki özel tanrı kabul ettiği bu kavramların
hayatımızdaki yeri nedir? Bunlar dil alışkanlığı olarak söylenen sıradan
iki kelime midir? İnsanlığın son ilâhî öğretmeni Peygamberimiz Efendi-
mizin dilinde bu kelimeler nasıl kullanılmıştır? Yüce kitabımız Kur’ân-ı
Kerîm, bu mefhumlara nasıl yer vermiştir? Varlıkta aslolan hayır mı yok-
sa şer midir? Şerrin gerçekliği var mıdır? Bu soruları daha da çoğaltmak
mümkündür. Gelin bu ve benzeri suallerin cevabını hadislerin zengin
lügatinde arayalım. Önce, kedilere düşkünlüğünden dolayı Sevgili Pey-
gamberimizin kendisine uygun gördüğü “kedicik babası” anlamındaki
lakapla anılan Yemenli büyük sahâbî Ebû Hüreyre’ye kulak verelim. Ebû
Hüreyre diyor ki: “Resûlullah (sav) oturmakta olan insanların yanında
durdu ve onlara “Sizin hanginizin hayırlı, hanginizin şerli olduğunu size bildi-
reyim mi?” dedi. Orada bulunanlar sustular. (Bunun üzerinde Resûlullah
sorusunu) üç kere tekrarladı. Bir adam, “Evet yâ Resûlallah!” dedi. Allah
Resûlü şöyle buyurdu: “Hayırlınız, kendisinden hayır beklenilen ve kötülü-
ğünden emin olunandır; şerliniz ise kendisinden hayır beklenmeyen ve kötülü-
ğünden de emin olunmayandır.”1
Başta hadis tarihinin tartışmasız en önde gelen simalarından biri ve en
geniş hadis eserlerinden birinin de müellifi olan İbn Hanbel’in naklettiği
bu rivayet, her şeyden evvel kadri yüce Nebî’nin (sav) konuyu ne kadar
önemsediğini bize bildirmektedir. Kendi hâlinde oturmakta olan insanla-
rın yanına gelişi, oturmadan ayakta onlara seslenerek ısrarla konu hakkın-
da açıklama yapma arzusu, söylenecek şeyin onun için ne kadar önemli ol-
duğunu göstermektedir. Ve tabi oturanların isteği olmaksızın açıklamasına
başlamaması da ilişkilerindeki nezaket ve saygının ayrı bir göstergesidir.
Bu diyalogdan anlaşıldığına göre “hayır ve şer” iki zıt sıfat ve niteliktir. Her
şey hayır ve şerle nitelenebilir. İnsanın hayırlısı olduğu gibi şerlisi de olur.
İşte Sevgili Peygamberimiz burada kimin hayırla kimin de şerle nitelenece- 1 T2263 Tirmizî, Fiten, 76;
ğini dile getiriyor. Hayırlı insan kendisinden hayır umulan, hayır beklenen, HM8798 İbn Hanbel, II, 368.
171
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
ama aynı zamanda şerrinden de emin olunan insandır. Şerli insan ise, ken-
disinden hayır beklenmeyen şerrinden de emin olunmayan insandır.
Hayır, “akıl, adalet, üstünlük, fazl (nimet) ve faydalı nesne” gibi her
insanın rağbet gösterdiği, arzuladığı şeydir. Hayır, insan için kullanıldı-
ğında “seçkin, mümtaz” anlamlarına gelir. Nitekim, “Cennette hayırlı ka-
dınlar vardır.” (fîhinne hayrâtün hisân)2 âyetinde bu anlamda kullanılmıştır.3
Hayır, Kur’an ve hadislerde yer alan en geniş kapsamlı kavramlardan biri-
dir. Kur’an’da yüz yetmiş altı yerde geçen “hayır” kelimesi, farklı anlam-
lara gelmekle birlikte onu, “iyi, güzel, değerli, faydalı, mal, mülk” gibi
arzulanan şeyler şeklinde kapsamlı bir tanımda toplamak mümkündür.4
Kur’ân-ı Kerîm’de hayır, genellikle “her türlü yararlı, iyi ve güzel tutum
ve davranış” karşılığında ahlâkî bir değeri ifade etmekle birlikte,5 Allah’ın
indirdiği vahiy,6 hikmet,7 “zarar”ın zıddı olarak “faydalı şey”8 anlamında
da kullanılmıştır. Bunlardan farklı olarak maddî bir değeri ifade etmek
üzere “hayır” birçok yerde “mal veya servet” mânâsında kullanılmıştır.9
Nitekim toplumda malî fedakârlıklar ve yardımlar “hayır”la nitelendiril-
mektedir. Netice olarak “hayır”, hoş, afîf, necîb ve bereketli olanı ifade
eder. Bu yüzden “hayır” kelimesi, onu duyan herkeste güzel bir duygu
uyandırırken, “şer”, karamsarlık uyandıran bir kelimedir.
Hayır ve şer, eşyanın veya insanın kendisi ile sınırlı bir şey olmayıp
ilişki ile ortaya çıkan ve ötekini ilgilendiren bir durumdur. “Hayır ve şer”
sadece insanın kendine dönük birer sıfat değildir. Başkalarını etkileyen,
onların hayatına iyi veya kötü yönde etki eden birer sıfattır. Bu neden-
le de bir kimsenin kendisini hayırlı olarak görmesi yeterli değildir. Bila-
kis onun durumu arkadaşlarının, komşularının, kısaca diğer insanların
2 Rahmân, 55/70.
beklentisiyle ve hakkındaki kanaatle belirginleşir. Nitekim Peygamber
3 RT5 İsfehânî, Müfredât, 160.
4 “Hayır”, DİA, XVII, 43. Efendimiz (sav), “Allah katında arkadaşın en hayırlısı, arkadaşına karşı iyi
5 Bakara, 2/184, 197,
davranandır. Allah katında komşunun en hayırlısı ise komşusuna karşı iyi dav-
215; Âl-i İmrân, 3/104;
Ahzâb, 33/19; Kâf, 50/25; ranandır.” demektedir.10 Unutmamak gerekir ki öteki insanların bizden
Müzzemmil, 73/20. beklentilerini belirleyen de biziz. Zaman içerisinde geliştirdiğimiz ilişki
6 Bakara, 2/105; Nahl, 16/30.
172
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
cak hayır getirir.”22 buyurmuştur. Yine, “Hayâ sırf hayırdır.”23 diyen Efendimiz 62; DM2593 Dârimî, Büyû’,
31.
(sav) hayâ erdemini hayırla özdeşleştirmiş, Ebu’d-Derdâ’nın naklettiği bir 16 İM1978 İbn Mâce, Nikâh, 50.
Müslüman olmanın gereklerine ve çeşitli tezahürlerine işaret etmiştir. Bu- 22 M156 Müslim, Îmân, 60;
lara örnek olabilecek en hayırlı nesil olarak göstermiştir: “İnsanların en 24 T2013 Tirmizî, Birr, 67.
173
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
29 MB129 Kudâî, Müsnedü’ş- kimselere! Ve yazıklar olsun Yüce Allah’ın şerrin anahtarlarını ellerine verdiği o
şihâb, I, 365. kimselere!”33 Bu hadis Medine’de en son vefat eden sahâbî34 Sehl b. Sa’d’dan
30 D3476 Ebû Dâvûd, Büyû’
(İcâre), 60. şu şekilde rivayet edilmiştir: “Şüphesiz bu hayır, hazineler dolusudur. O ha-
31 Zilzâl, 99/7.
zinelerin de birtakım anahtarları vardır. Allah’ın, hayra anahtar ve şerre sürgü
32 MT4/356 Alî el-Kârî,
Mirkâtü’l-mefâtîh, VI, 208. kıldığı kullara ne mutlu! Ve Allah’ın şerre anahtar ve hayra sürgü kıldığı kullara
33 İM237 İbn Mâce, Sünnet, 19.
yazıklar olsun!”35 Ne garip tecellidir ki hem Enes hem Sehl, Ehl-i Beyt’e dil
34 Hİ3/200 İbn Hacer, İsâbe,
III, 200.
uzatmaları yönünde kendilerine yapılan baskılara karşı direndikleri için
35 İM238 İbn Mâce, Sünnet, 19. Emevî valisi Haccâc-ı Zâlim tarafından elleri kolları bağlanmak suretiy-
174
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
hayır vardır.” (İnne fi’ş-şerri hıyâren) şeklindeki bir Arap vecizesinde42 ol- 38 T1938 Tirmizî, Birr, 26.
gibi günlük dilimize yerleşmiş bulunan ve genellikle olumsuz durumlar- 41 M1812 Müslim, Müsâfirîn,
201.
da teselli için sarf edilen cümleler bu hakikatin toplum vicdanında da 42 ZT11/250 Zebîdî, Tâcü’l-
özümsendiğine işaret etmektedir. Enes b. Mâlik’ten nakledilen bir hadiste arûs, XI, 250.
175
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
47 Nisâ, 4/19.
rettiğini nakletmektedir: “Allah’ım! Şüphesiz ben senden hayrın her çeşidini
48 B1162 Buhârî, Teheccüd, 25. isterim, dünya için olanı da âhiret için olanı da, bilebildiğimi de bilemediğimi de.
176
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
177
SAADET ve ŞEKÂVET
MUTLULUK ve MUTSUZLUK
s َف َأ�تَانَا ال َّنب ُِّي، ُك َّنا ِفى َج َنا َز ٍة ِفى َب ِق ِيع ا ْل َغ ْر َق ِد:َ قَالd عَنْ عَلِي
ٍّ
َف َج َع َل َي ْن ُك ُت ب ِِم ْخ َص َر ِت ِه ُث َّم، َو َم َع ُه ِم ْخ َص َر ٌة َف َن َّك َس،َُف َق َع َد َو َق َع ْدنَا َح ْو َله
وس ٍة �ِإ َّلا ُك ِت َب َم َكان َُها ِم َن َ َما ِم ْن َن ْف ٍس َم ْن ُف، “ َما ِم ْن ُك ْم ِم ْن َأ� َح ٍد:َق َال
”. َو�ِإ َّلا َق ْد ُك ِت َب َش ِق َّي ًة َأ� ْو َس ِع َيد ًة،ا ْل َج َّن ِة َوال َّنا ِر
179
ول ال َّل ِه “ :sم ِْن َس َعا َد ِة ا ْب ِن �آ َد َم ِر َضا ُه ب َِما َق َضى عَنْ سَعْدٍ قَالََ :ق َال َر ُس ُ
ال َّل ُه َل ُه َوم ِْن َش َقا َو ِة ا ْب ِن �آ َد َم َت ْر ُك ُه ْاس ِتخَ ا َر َة ال َّل ِه َوم ِْن َش َقا َو ِة ا ْب ِن �آ َد َم َس َخ ُط ُه
ب َِما َق َضى ال َّل ُه َلهُ”.
حَدَّثَنَا إ�ِسْمَاعِيلُ بْنُ مُحَمَّدِ بْنِ سَعْدِ بْنِ َأ�بِي وَقَّاصٍ عَنْ َأ�بِيهِ عَنْ جَدِّهِ قَالََ :ق َال
َر ُس ُ
ول ال َّل ِه “ :sم ِْن َس َعا َد ِة ا ْب ِن �آ َد َم َث َلا َث ٌة َوم ِْن شِ ْق َو ِة ا ْب ِن �آ َد َم َث َلا َث ٌة :م ِْن َس َعا َد ِة
الصال ُِح َوم ِْن شِ ْق َو ِة ا ْب ِن �آ َد َم الصال َِح ُة َوا ْل َم ْس َك ُن َّ
الصال ُِح َوا ْل َم ْر َك ُب َّ ا ْب ِن �آ َد َم ا ْل َم ْر َأ� ُة َّ
السو ُء”. السو ُء َوا ْل َم ْس َك ُن ُّ
السو ُء َوا ْل َم ْر َك ُب ُّ ا ْل َم ْر َأ� ُة ُّ
ول ال َّل ِه :s عَنِ الْحَارِثِ بْنِ َأ�بِي يَزِيدَ قَالَ :سَمِعْتُ جَابِرَ بْنَ عَبْدِ ال َّلهِ يَقُولَُ :ق َال َر ُس ُ
الس َعا َد ِة َأ� ْن َي ُط َ
ول عُ ْم ُر ا ْل َع ْبدِ َ
“لا ت ََم َّن ْوا ا ْل َم ْو َت َف إ� َِّن هَ ْو َل ا ْل َم ْط َل ِع َشدِ ٌيد َو�إ َِّن م ِْن َّ
َو َي ْر ُز َق ُه ال َّل ُه ْال ِإ�نَا َب َة”.
اس َي ْو َم َف ْت ِح َم َّك َة َف َق َالَ “ :يا ول ال َّل ِه sخَ َط َب ال َّن َ عَنِ ابْنِ عُمَرَ َأ� َّن َر ُس َ
اس اس �إ َِّن ال َّل َه َقدْ َأ� ْذهَ َب عَ ْن ُك ْم عُ ِّب َّي َة ا ْل َجا ِه ِل َّي ِة َو َت َع ُاظ َم َها ِب آ� َبائ َِها َفال َّن ُ
َأ� ُّي َها ال َّن ُ
اس َب ُنو َر ُجل َانِ َر ُج ٌل َب ٌّر َتق ٌِّي َك ِر ٌيم عَ َلى ال َّل ِه َو َفاجِ ٌر َشق ٌِّي هَ ِّي ٌن عَ َلى ال َّل ِه َوال َّن ُ
�آ َد َم َوخَ َلقَ ال َّل ُه �آ َد َم م ِْن ُت َر ٍ
اب”...
180
Sa’d (b. Ebû Vakkâs) tarafından nakledildiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle
buyurmuştur: “İnsanoğlu, Allah’ın kendisi için takdir ettiğine rıza gösterirse mutlu
olur. Şayet, Allah’tan hayırlı olanı ummayı terk eder ve Allah’ın kendisi için takdir
ettiğine kızıp, isyan ederse bedbaht olur.”
(T2151 Tirmizî, Kader, 15)
İbn Ömer’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah (sav), Mekke’nin fethi günü
insanlara hitap ederek şöyle buyurmuştur: “Ey İnsanlar! Allah sizden câhiliye
gururunu ve atalarla övünme âdetini gidermiştir. İnsanlar iki gruptur: İyi, takva
sahibi, Allah katında değerli kişi ve günahkâr, bedbaht Allah katında değersiz kişi.
İnsanlar, Âdem’in çocuklarıdır ve Allah, Âdem’i topraktan yaratmıştır...”
(T3270 Tirmizî, Tefsîrü’l-Kur’ân, 49; D5116 Ebû Dâvûd, Edeb, 110, 111)
181
H z. Ali (ra) anlatıyor: “Bir keresinde Medine’deki Bakî’ Kabris
tanı’nda bir cenazede bulunuyorduk. Peygamber (sav) yanımıza gelip otur-
du. Biz de onun çevresine toplandık. Elinde bir çubuk vardı. Başını dü-
şünceli bir şekilde aşağıya doğru eğdi ve elindeki çubukla yerde çizgiler
çizmeye başladı. Sonra, ‘Hiçbiriniz, (hatta) hiçbir canlı yoktur ki cennet ve
cehennemdeki gideceği yer ile saîd (mutlu) veya şakî (bedbaht) olduğu (önceden)
yazılmış olmasın.’ buyurdu. Sahâbîlerden biri, ‘Ey Allah’ın Resûlü! Öyley-
se biz ibadeti ve ameli bırakıp yalnız kaderimize dayanmalı değil miyiz?
Çünkü nasıl olsa saadet ehlinden olan kimse ona uygun işler yapacak;
şekâvet ehlinden olan kimse de ona uygun işler yapacak.’ dedi. Bunun üze-
rine Allah’ın Resûlü, (bilakis iyi ameller yapmak gerektiğine ve herkesin
ne iş için yaratıldıysa onu kolaylıkla başaracağına işaretle), ‘Saadet ehlinden
olan kimseye saadet ehlinin ameli; şekâvet ehlinden olan kimseye de şekâvet eh-
linin ameli kolaylaştırılacaktır.’ buyurdu ve Leyl sûresinin şu âyetlerini oku-
du: ‘Onun için kim (elinde bulunandan) verir, Allah’a karşı gelmekten sakınır
ve en güzel sözü (kelime-i tevhidi) tasdik ederse, biz onu en kolay olana kolayca
iletiriz. Fakat kim cimrilik eder, kendini Allah’a muhtaç görmez ve en güzel sözü
(kelime-i tevhidi) yalanlarsa biz de onu en zor olana kolayca iletiriz.’”1
Câhiliye döneminde saadet (mutluluk) ve şekâvet (mutsuzluk) kavra-
mı, daha çok mutluluğu ve mutsuzluğu şans ve talihte aramak için kulla-
nılmıştır. Mutluluk ve mutsuzluk, şans ve talih işi olarak görülmüş, şans
ve talih de yıldızların ve kuşların hareketleriyle tespit edilerek sığ bir an-
layışa indirgenmiştir. Günümüzde de görüldüğü gibi astroloji ve farklı dil-
lerdeki “talih kuşu” ve benzeri ifadelerde geçen mutluluk ve mutsuzluk, ne
insanın kendisine, ne yapıp ettiklerine ne de Yaratıcı’sına bağlanmaktadır.
Nitekim “saadet” kavramının kendisinden türediği “seade” kelimesi, erken
dönem Arapça sözlüklerde ilk anlam olarak “uğurlu olmak, bir şeyi uğur-
lu saymak, meymenetli olmak” anlamlarında kullanılmış; bu kelimeden
türeyen “suad”, şans ve talihi belirleyen bir yıldızın adı olmuştur. Ayrıca
Araplar, şans getirip getirmemesine göre yıldızları, “sa’d” kelimesini izafe
1Leyl, 92/5-10; B1362
ederek isimlendirmişler; “yevm-i sa’d ve yevm-i nahs” deyimini de “bahtlı Buhârî, Cenâiz, 82; M6731
gün, bahtsız gün” anlamında kullanmışlardır. Aynı şekilde saadetin tam Müslim, Kader, 6.
183
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
184
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
akraba olup ona ilk iman edenlerden biri olan Sa’d b. Ebû Vakkâs’tan12 7 LA15/1290 İbn Manzûr,
rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber, “İnsanoğlu, Allah’ın kendisi için tak- Lisânü’l-Arab, XV, 1290.
8 LA10/861 İbn Manzûr,
dir ettiğine rıza gösterirse mutlu olur. Şayet, Allah’tan hayırlı olanı ummayı terk Lisânü’l-Arab, X, 861.
9 LA10/869 İbn Manzûr,
eder ve Allah’ın kendisi için takdir ettiğine kızıp, isyan ederse bedbaht olur.”
Lisânü’l-Arab, X, 869.
buyurmuştur.13 10 LA29/2628 İbn Manzûr,
Bu rivayete göre dünya hayatında mutluluğun anahtarlarından biri, Lisânü’l-Arab, XXIX, 2628.
11 LA37/3302 İbn Manzûr,
Hz. Peygamber’in dilinde “Allah’tan hayırlı olanı istemek” olarak çevir- Lisânü’l-Arab, XXXVII, 3302.
diğimiz istihâre bilincidir. İstihâre, sadece bir rüya görmek için yatmak 12 ST3/139 İbn Sa’d, Tabakât,
III, 139.
değil, Allah’tan hep hayırlı olanı isteme bilincine ulaşabilmektir. Bu bilinç, 13 T2151 Tirmizî, Kader, 15;
kişinin, “Ey Rabbim! Şayet senden istediğim şey benim için hayırlı ise onu HM1444 İbn Hanbel, I, 169.
185
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
bana nasip eyle!” diyebilme şuurudur. Buna göre istihâre, her şeyden önce
Müslüman’ın hayat tarzıdır.
Mutluluğun diğer anahtarı ise Allah’ın kaza ve kaderine rıza göstere-
bilme bilincidir. Yunus Emre’nin deyişiyle, “Kahrın da hoş, lütfun da hoş!”;
Erzurumlu İbrâhim Hakkı’nın ifadesiyle, “Mevlâ görelim neyler, neylerse
güzel eyler!” teslimiyetini sergileyebilmektir. Bela ve musibetlere sabır gös-
terebilmektir. Çünkü dünya imtihanı ancak bu şekilde kazanılabilir. Hz.
Peygamber, “Sabır, musibetin başa geldiği ilk andadır.” buyurmuştur.14 Müs-
lüman, dünya hayatında zaman zaman musibetlerle karşılaştığında, bunu
asla bir bedbahtlık olarak görmez. Aksine ıstırap, sıkıntı, felâket ve musi-
betler, bir Müslüman’ın, faziletli davranışlar sergileyebilmesi için, Allah’a
olan imanının test edildiği bir denenme sürecidir. Böyle bir ıstırap, asla
şekâvet değildir. Bunun adı beladır, denenme süreci de ibtilâdır. Kur’an, bu
durumu, “Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürün-
lerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele!”15 âyetiyle ifade etmektedir.
Câhiliye döneminde Araplar, kadın, ev ve atı (bineği) uğursuz sayar-
lar; bunların kişiyi bereketsiz ve mutsuz kılacağına inanırlardı.16Hz. Pey-
gamber, câhiliyeden gelen bu bâtıl inancı ortadan kaldırarak bu dünyadaki
bütün mutlulukların en başına, kişinin iyi bir aile kurmasını getirdi. Uhud
Savaşı’nda bedenini siper ederek Hz. Peygamber’i koruyan ve bu sebeple
Peygamber Efendimizin kendisini, “Anam babam sana feda olsun!” diyerek
methettiği, isminin kelime anlamı da “mutluluk” olan büyük sahâbî Sa’d
b. Ebû Vakkâs’tan nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle buyur-
muştur: “Üç şey insanoğlunun mutluluğundan, üç şey de insanoğlunun bedbaht-
lığındandır. İnsanoğlunun mutluluğundan olan şeyler; iyi bir eş, oturmaya müsa-
it bir ev ve uygun bir binektir. İnsanoğlunun bedbahtlığından olan şeyler ise kötü
bir eş, kötü bir ev ve kötü bir binektir.”17
Hayırlı bir eşten kasıt, dindarlık, beden sağlığı, akıl, edep, güzel idare
ve yaratılış güzelliği gibi niteliklerdir. Hz. Peygamber’in saadet kelimesini
en çok kullandığı yerlerden birinin aile hayatı ile ilgili konular olması,
14 M2139 Müslim, Cenâiz, 14;
B1283 Buhârî, Cenâiz, 31. onun (sav) aile mutluluğuna verdiği önemi göstermektedir. Aile mutlu-
15 Bakara, 2/155.
luğunu Kur’an, “göz aydınlığı” deyimi ile anlatmaktadır. Genellikle bü-
16 HM26562 İbn Hanbel,
VI, 240; TM1641 Tayâlisî, tün dillerde mutluluğun ilk tezahür ettiği yer, göz bebeğidir. Kur’an’da
Müsned, II, 231. da müminlerin özellikleri anlatılırken onların, “Ey Rabbimiz! Eşlerimizi ve
17 HM1445 İbn Hanbel, I,
169.
çocuklarımızı bize göz aydınlığı kıl ve bizi Allah’a karşı gelmekten sakınanlara
18 Furkân, 25/74. önder eyle!”18 şeklinde dua ettiklerinden söz edilmektedir. Bu âyet, kişinin
186
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
Allah’tan hep hayırlı olanı istemesi gerektiğine vurgu yapmasının yanı sıra
hayırlı bir eşe ve salih evlâtlara sahip olmanın, aile saadeti anlamına geldi-
ğini göstermesi açısından dikkat çekicidir. Yine Hz. Ömer’in Mekke valisi
olan Nâfi’ b. Abdülhâris19 tarafından nakledilen bir rivayette Hz. Peygam-
ber, iyi komşuya sahip olmayı da eklemiş ve “İyi bir komşu, rahat bir binek
ve geniş bir ev kişinin mutluluğundandır.”20 buyurmuştur.
Rivayetin sonunda geçen “geniş ev” tabiri ile insanın temel ihtiyaçla-
rından olan barınma ihtiyacına vurgu yapılmaktadır. Zira geçimin yarısı
barınma ile ilgilidir. Bu sebeple ihtiyacı karşılayacak şekilde güzel bir eve
sahip olmak bir mutluluk vesilesidir. Kişinin durumuna uygun bir bineğe
sahip olması, onun temel ihtiyaçlarını karşılaması açısından bir mutluluk
vesilesidir. Güzel ahlâklı bir komşu, kişinin güvenilir bir çevrede yaşaması
açısından çok önemlidir ve bir mutluluk vesilesidir. Belki de bu durumu
en güzel “Ev alma, komşu al” atasözü anlatmaktadır. Hz. Peygamber, yu-
karıdaki hadislerde özellikle hiçbir insanın hayatı boyunca kendisinden
müstağni kalamayacağı hususları ifade etmiştir. Güzel bir ev, uygun bir
binek ve iyi bir komşuya sahip olmak, kısacası bütün bu sayılanlar, başka
bir gaye için değil, ancak ve ancak İslâm toplumunun en güzide kurumu
olan ailenin huzur ve mutluluğu içindir.
Hz. Peygamber’in hadislerine göre, tevbe etmeyi ihmal etmemesi kay-
dıyla uzun bir ömür sürmesi de kişiye verilmiş bir mutluluktur. Çünkü
bu, kişiyi âhirette de mutlu kılacaktır. Sahâbenin büyüklerinden ve bilgin-
lerinden olan Câbir b. Abdullah’tan nakledildiğine göre, Hz. Peygamber,
“Ölümü istemeyin. Zira can vermek (sekerâtü’l-mevt) çok zordur. Kişinin ömrü-
nün uzun olması ve Allah’ın insana, tevbe ile kendisine yönelme imkânı vermesi
onun için mutluluktur.”21 buyurmuştur.
Evet, Allah’a karşı iyilik, takva ve keremle geçen bir ömür, elbette,
imrenilmesi gereken bir ömürdür. Böyle bir kimse âhirette de mutlu ola-
caktır. Allah’a karşı isyan, bedbahtlık ve kötülüklerle geçen bir ömür de
şekâvet içerisinde geçirilen bir ömürdür. Ve böyle bir kimse âhirette de
bedbahtlardan olacaktır. İkinci halife Hz. Ömer’in oğlu Abdullah’ın ri-
vayet ettiğine göre, Hz. Peygamber, Mekke’nin fethi gününde insanlara 19 EÜ5/284 İbnü’l-Esîr,
Üsdü’l-gâbe, V, 284.
şöyle bir konuşma yapmıştır: “Ey İnsanlar! Allah sizden câhiliye gururunu 20 HM15446 İbn Hanbel,
ve atalarla övünme âdetini gidermiştir. İnsanlar iki gruptur: İyi, takva sahibi, III, 408; EM457 Buhârî, el-
Edebü’l-müfred, 162.
Allah katında değerli kişi ve günahkâr, bedbaht Allah katında değersiz kişi. İn- 21 HM14618 İbn Hanbel, III,
sanlar, Âdem’in çocuklarıdır ve Allah Âdem’i topraktan yaratmıştır. Allah şöyle 333.
187
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
buyurmuştur: ‘Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık
ve birbirinizi tanımanız için sizi boylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en
değerli olanınız, O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Şüphesiz Allah hak-
kıyla bilendir, hakkıyla haberdar olandır.’”22 Hz. Peygamber, bu konuşmasın-
da insanları temelde mutlu ve bedbaht olarak ikiye ayırmıştır. Kişi mümin
ve müttaki ise kendi toplumu içinde olmasa bile Allah katında değerlidir.
Kişi günahkâr ve bedbaht ise kendi toplumu içinde yüksek bir konumda
olsa bile Allah katında değersizdir.
Hz. Peygamber, kimi hadislerinde saadet ve şekâveti, kişinin kaderi-
ne dayandırarak ifade etmiştir. Bu, câhiliye dönemi Araplarında var olan
saadet ve şekâvetin şans ve talihe bağlı olduğu inancının yok edilmesi;
bunun yerine saadet ve şekâvetin Allah’a dayandırılması, gerçek mutlu-
luğun ve bedbahtlığın ancak Allah ile olan bir ilişki sayesinde anlamı-
nın olacağının vurgulanması açısından son derecede önemlidir. Fakih
ve müfessir sahâbî Abdullah b. Mes’ûd’dan nakledildiğine göre, Hz. Pey-
gamber şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz sizden birinizin oluşumu annesinin
karnında kırk günde toplanır. Sonra benzer bir süre asılı hâlde (embriyo) olur.
Sonra benzer bir süre bir parça çiğnenmiş et hâline gelir. Sonra melek gönderilir
ve kendisine ruh üfürülür. Meleğe dört kelime; rızkını, ecelini, amelini ve şakî
(bedbaht) yahut saîd (mutlu) olacağını yazması emredilir. Kendinden başka
ilâh olmayan Allah’a yemin ederim ki sizden biriniz cennetliklerin yaptığını
yapar, hatta cennetle arasında bir arşından başka mesafe kalmamışken kitap
(kader) onu geçer ve cehennemliklerin yaptığını yapar da cehenneme girer. Ve
yine sizden biriniz cehennemliklerin yaptığını yapar, hatta cehennemle arasın-
da bir arşından fazla mesafe kalmamışken kitap (kader) onu geçer de cennet-
liklerin yaptığını yapar ve cennete girer.”23
Yine hadis kaynaklarımızda Abdullah b. Mes’ûd’un, “Şakî (bedbaht),
annesinin karnında şakî olandır. Saîd (mutlu) ise başkasından ibret alan-
dır.” dediği nakledilir. Rivayetin devamında da Hz. Peygamber’den şöyle
bir hadis aktarılır: “Nutfenin üzerinden kırk iki gece geçti mi, Allah ona bir
22 Hucurât, 49/13; T3270 melek gönderir. Melek onu şekillendirir; kulağını, gözünü, cildini, etini ve kemik-
Tirmizî, Tefsîrü’l-Kur’ân, 49; lerini yaratır. Sonra, ‘Ey Rabbim! Erkek mi olacak, dişi mi?’ diye sorar. Rabbin,
D5116 Ebû Dâvûd, Edeb,
110, 111. dilediğini hüküm buyurur; Melek de yazar. Sonra, ‘Ey Rabbim! Eceli ne olacak?’
23 M6723 Müslim, Kader 1;
der. Rabbin, dilediğini söyler. Melek yine yazar. Sonra, ‘Ey Rabbim! Rızkı ne ola-
B6594 Buhârî, Kader,1.
24 M6726 Müslim, Kader, 3;
cak?’ der. Rabbin, dilediğini hükmeder. Melek yine yazar. Sonra melek elindeki
İM46 İbn Mâce, Sünnet, 7. sayfayı çıkartır, kendisine emredileni ne artırır ne de eksiltir.”24
188
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
189
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
32 EM644 Buhârî, el-Edebü’l- düşmanların kendisine gülmesinden ve kötü hâlden Allah’a sığınmıştır.34
müfred, 224. Bir hadisinde ise, “Rahmet, ancak şakîden çıkarılıp alınır.”35 buyurmuştur.
33 B3138 Buhârî, Farzu’l-
humus, 15; HS5/174 İbn Şekâvet sahibi kimselerden, zalimlerden şefkat ve merhamet duyguları
Hişâm, Sîret, V, 174. sıyrılıp çıktığı gibi bu hâllerinin cezası olarak da Allah Teâlâ onlara gerek
34 M6877 Müslim, Zikir, 53.
190
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
ifadesiyle “huzur bulmuş nefis” anlamında “nefs-i mutmainne” mertebe- Mu’cemü’l-kebîr, XX, 246.
37 D4263 Ebû Dâvûd, Fiten
sine yükselir. Böyle bir nefis sahibi de hem kendisini hem de Allah’ı razı ve melahim, 2.
ederek O’na kul olur ve cennetine girer. Gerçekte bir Müslüman’ın hayat- 38 HM12606 İbn Hanbel, III,
191
AZİM ve SEBAT
MÜMİNİN AYIRICI VASFI
193
عَنْ عَائِشَةَ َأ�نَّهَا قَالَتْ َك َان ِل َر ُسولِ ال َّل ِه َ sح ِصي ٌر َو َك َان ُي َح ِّج ُر ُه ِم َن ال َّل ْي ِل
ات َل ْي َل ٍة
ون ب َِصل َا ِت ِه َو َي ْب ُس ُط ُه بِال َّن َها ِر َفثَا ُبوا َذ َ
اس ُي َص ُّل َ
َف ُي َص ِّلى ِفي ِه َف َج َع َل ال َّن ُ
اس! عَ َل ْي ُك ْم ِم َن ال َأ�عْ َمالِ َما ُتطِ ي ُق َ
ونَ ،ف ِإ� َّن ال َّل َه َلا َي َم ُّل َف َق َال “ َيا َأ� ُّي َها ال َّن ُ
َح َّتى ت ََم ُّلوا”...
عَ ْن َس ْع ِد ْب ِن �ِإ ْب َرا ِه َيم َح َّد َث ِنى ا ْب ُن َك ْع ِب ْب ِن َما ِل ٍك عَ ْن َأ�بِي ِهَ ،ك ْع ٍب ْب ِن َما ِل ٍك
قَالََ :ق َال َر ُس ُ
ول ال َّل ِه َ “ :sمث َُل ا ْل ُم ْؤ ِم ِن َك َمث َِل ا ْل َخا َم ِة ِم َن ال َّز ْر ِعُ ،ت ِفيئ َُها ال ِّر ُيح،
َوت َْص َرعُ َها َم َّر ًة َو َت ْع ِد ُل َها ُأ�خْ َرىَ ،ح َّتى َت ِه َيج”...
ول ال َّل ِه َ sق َالَ “ :مث َُل ا ْل ُم َنا ِف ِق َك َمث َِل الشَّ ا ِة ا ْل َعا ِئ َر ِة َب ْي َن عَنِ ابْنِ عُمَرَ َأ� َّن َر ُس َ
ا ْل َغ َن َم ْي ِنَ ،ت ِعي ُر ِفى هَ ِذ ِه َم َّر ًة َو ِفى هَ ِذ ِه َم َّر ًة َلا ت َْد ِرى َأ� َّي َها َت ْت َب ُع”.
194
Hz. Âişe anlatıyor: “Resûlullah’ın (sav) bir hasırı vardı, gece (mescitte)
onunla kendisine özel bir yer yapar ve içerisinde namaz kılardı. İnsanlar
da ona uyarak onun kıldığı namazı kılmaya başladılar. Hz. Peygamber
gündüz olunca hasırı (açar ve) sererdi. Bir gece insanlar yoğun biçimde
mescide doluşunca onlara şöyle dedi: ‘Ey insanlar! Gücünüzün yeteceği
amelleri yapın! Allah usanmaz ama siz usanırsınız!..’”
(M1827 Müslim, Müsâfirîn, 215)
Enes’in naklettiğine göre, Resûlullah (sav) sık sık şöyle derdi: “Ey kalpleri
(hâlden hâle) değiştiren (Allah’ım)! Kalbimi dinin üzere sabit kıl.”
(T2140 Tirmizî, Kader, 7)
195
‘Y akın akrabalarını uyar.’ emri1 gereğince gizli davet dönemi
bitmiş ve Resûlullah İslâm’ı açıktan tebliğe başlamıştı. Onun bu davetine
müşriklerin ilk tepkisi kendisini yalancılıkla,2 mecnunlukla suçlamak3 ve
onunla alay etmek olmuştu. Ancak zamanla Resûlullah’a tâbi olanların
sayısı artmaya başlamış ve bu durum müşrikler için tahammül edilemez
hâle gelmişti. Bütün düzenlerini alt üst eden bu dinin daha fazla yayılma-
sına engel olmak için Mekkeliler hemen harekete geçmeye karar verdiler.
Önce sözünü dinler ümidiyle kendilerinin de sevip saydıkları ve
önem verdikleri Hz. Peygamber’in amcası Ebû Tâlib’le görüşüp yeğenine,
putlarına ve kendilerine hakaret etmekten vazgeçmesi ve davet ettiği din-
den dönmesi için nasihat etmesini istediler. Hz. Peygamber’i himayesin-
de bulunduran Ebû Tâlib durumu yeğenine anlattı, “Bana da, kendine de
acı. Gücümün yetmeyeceği işleri bana yükleme!” diyerek bu davasından
vazgeçmesini istedi. Resûlullah, amcasının bu isteğine —kendisine yardım
etmekten vazgeçeceğini düşünmesine rağmen— davasında kararlı olduğu-
nu gösteren şu cevabı verdi: “Ey amca! Allah’a yemin olsun ki bu davamı terk
etmem karşılığında sağ elime güneşi, sol elime de ayı koysalar, Allah dinini güç-
lendirinceye veya bu yolda canımı verinceye kadar asla bundan vazgeçmeyece-
ğim.” Onun bu kararlılığını gören Ebû Tâlib, bildiği yolda devam etmesini
ve kendisinin de ona destek olacağını söyleyerek yeğenini teselli etti.4
Ebû Tâlib’le olan bu görüşmelerinden olumlu bir sonuç alamayan
müşrikler, Resûlullah’a ve Müslümanlara karşı çeşitli hakaret, eziyet ve
işkenceler yapmaya başladılar. Bir defasında Resûlullah (sav) Kâbe’nin göl-
gesinde dinleniyordu. Müşriklerin işkencelerine maruz kalan ashâbından
Habbâb b. Eret ve arkadaşları onun yanına gelerek, “Ey Allah’ın Resûlü!
Bizim için Allah’tan yardım dileyemez misin? Bunların zulmünden kur-
tulmamız için Allah’a dua edemez misin?” demişlerdi. Bunun üzerine
Resûlullah onlara davalarından vazgeçmemeleri ve sebat göstermeleri için 1 Şuarâ, 26/214.
şöyle buyurdu: “Sizden önceki ümmetler içinde öyle (mazlum) kişiler vardı ki 2 Enbiyâ, 21/5.
3 Hicr, 15/6.
müşrikler tarafından yakalanır, onun için yerde bir çukur kazılır, o kişi o çukurun 4 HS2 İbn Hişâm, Sîret, I,
içine gömülürdü. Sonra büyük bir testere getirilir, onun başı üzerine konulurdu 101.
197
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
da başı iki kısma ayrılırdı. Bir başkasının da demir taraklar ile etinin altındaki
kemiği ve sinirleri taranırdı da, bu işkenceler o mümini dininden çeviremezdi.
Allah’a yemin ederim ki, bu din kesinlikle tamamlanacaktır. Öyle ki biniti üze-
rinde bir kimse (tek başına) San’â’dan Hadramevt’e kadar gidecek de Allah’tan
başka hiçbir şeyden korkmayacaktır... Fakat sizler acele ediyorsunuz!”5
Hz. Peygamber’in amcasına bu denli kesin cevap verebilmesinin ve
ashâbını teselli için anlattığı müminlerin bu derece direnebilmelerinin ne-
deni imanlarındaki kararlılıktı. Bu örnekler azmin en çarpıcı örnekleridir.
Ancak azim ve sebat bir tür taassup, yani körü körüne bir şeye bağlılık de-
mek değildir. Azim, dışarıdan gelen olumsuz şartlara karşı dirençli olma
ve şartların değişmesi hâlinde dahi aynı azim ve sebatı gösterebilmektir.
Azim ve sebatın kaynağı inançlı olmaktır. Allah’a gerçek anlam-
da iman eden kişi ancak inancını koruma uğruna elinden geleni yapma
azmini gösterebilir. İmandaki en küçük bir zayıflık kişinin özgüvenini
kaybetmesine, hatta inandığı değerlerde şüpheye düşerek gevşemesine ve
hidayeti yitirmesine bile neden olabilir. Müslümanlardan istenen dünya
menfaatleri ve çekilen sıkıntılar karşısında değişken tutumlar sergileme-
leri değil, ebedî olan âhirete imanları gereği, azim ve sabırla özgüvenlerini
korumaları ve Allah’ın rızasını kazanmaya çalışmalarıdır.
Hz. Âdem’den Hz. Peygamber’e gelinceye dek Allah’ın bütün elçileri,
akıl ve basiretten yoksun kimseler tarafından aynı inkâr, zulüm ve işken-
celerle karşılaşmışlardır. Ancak onlar bu sıkıntılar karşısında davalarıyla
ilgili herhangi bir gevşekliğe ya da ümitsizliğe kapılıp vazgeçmek yerine
Rablerine sığınıp O’ndan yardım dilemişlerdir.6 Ateşe atılan Hz. İbrâhim’in
son sözü, “Allah bana yeter. O ne güzel yardımcıdır.”7 olmuş, düşmanla
karşılaşan taraftarlarının panikleyip yenildiklerini kabul etmeleri karşı-
sında Hz. Musa, “Rabbim şüphesiz benimledir, bana yol gösterecektir.” diyerek
sebat göstermiştir.8 Peygamberlerin kendilerine inananlarla birlikte Allah
yolunda mücadele ederken takındıkları tavır Kur’an’da şöyle anlatılmıştır:
“Nice peygamber, arkasında Allah’a râm olmuş birçok insanla birlikte (O’nun
yolunda) savaşmak zorunda kaldı. Onlar, Allah yolunda çektikleri sıkıntılardan
dolayı ne korkuya kapıldılar, ne zayıf düştüler ve ne de kendilerini (düşman
5 B6943 Buhârî, İkrâh, 1.
6 Âl-i İmrân, 3/147. önünde) küçük düşürdüler. Allah sabredenleri sever.”9
7 İF6/399 İbn Hacer, Fethu’l-
Allah Resûlü de risâletini tebliğe başladığı ilk günden itibaren bu gö-
bârî, VI, 399.
8 Şuarâ, 26/61-62.
revin son anına kadar azmini devam ettirmiştir. İki büyük destekçisi eşi
9 Âl-i İmrân, 3/146. Hz. Hatice ve amcası Ebû Tâlib’i kaybetmenin üzüntüsünü üzerinden ata-
198
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
Resûlü! (böyle yapıyorum)” diye cevapladı. Efendimiz, “Böyle yapma. Ba- 14 Tâ-Hâ, 20/132.
15 Hicr, 15/99.
zen oruç tut, bazen da tutma. Gece ibadet et ama uykunu da al. Çünkü vücu- 16 M1828 Müslim, Müsâfirîn,
dunun sende hakkı var, gözünün sende hakkı var, hanımının sende hakkı var, 216.
199
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
misafirlerinin sende hakkı var. Her ay üç gün oruç tutman yeterlidir. Çünkü her
iyiliğe on kat sevap verilecektir. Bu da yılın tamamını oruçlu geçirmiş olmaktır.”
buyurdu. Abdullah b. Amr gücünün kuvvetinin yerinde olduğunu daha
fazlasını da yapabileceğini söylediğinde ise ona, Dâvûd Peygamber gibi bir
gün oruç tutup bir gün tutmamak suretiyle yılın yarısını oruçlu geçirme-
sini tavsiye etti.17 Hz. Peygamber’in bu uyarılarla dikkat çekmek istediği
nokta ibadetlerde ölçülü olunması, az bile olsa devamlılığın sağlanması ve
kararlı davranılmasıdır. Aksi takdirde Abdullah b. Amr’ın yaşlandığında
düştüğü duruma düşmek kaçınılmaz olabilir. Gençken güç yetirebildiği
bu kadar çok nafile ibadeti yaşlandığında yapamaz hâle geldiğinde Abdul-
lah b. Amr’ın, “Keşke ben, Resûlullah’ın bana göstermiş olduğu o kolaylı-
ğı kabul etseydim. Bakın işte; şimdi yaşlandım ve zayıf düştüm.” diyerek
hayıflandığı nakledilmektedir.18 Abdullah b. Amr’ın düştüğü bu duruma
düşmemek ve ibadetlerde devamlılığı sağlayabilmek için de Resûlullah’ın
şu tavsiyesi daima dikkate alınmalıdır: “Ey insanlar! Gücünüzün yeteceği
amelleri yapın! Allah usanmaz ama siz usanırsınız!”19
Azimle davranmak ve sebat göstermek, yüksek bir karakter gerek-
tirir. Mümin insan bu karaktere sahip olmalıdır. İnsan hayatta pek çok
sıkıntılarla karşılaşabileceği gibi çok rahat ve refah dönemleri de yaşayabi-
lir. Nitekim Kur’an’da Allah’ın çeşitli vesilelerle kullarını deneyeceği ifade
edilmektedir. Bu tür imtihanlara sabredenler müjdelenirken20 Allah’tan bir
nimet geldiğinde şımararak Allah’tan yüz çevirmek de ölçüyü kaçırmak
olarak nitelendirilmiş ve bu şekilde istikrarsız davrananlar eleştirilmiştir.
“İnsana bir sıkıntı dokundu mu, gerek yan üstü yatarken gerek otururken gerekse
ayakta iken (her hâlinde bu sıkıntıdan kurtulmak için) bize dua eder. Ama biz
onun bu sıkıntısını ondan kaldırdık mı, sanki kendisine dokunan bir sıkıntı için
bize hiç yalvarmamış gibi geçer gider. İşte o haddi aşanlara, yapmakta oldukları
şeyler böylece süslenmiş (hoş gösterilmiş)tir.”21 Müslüman kişi her iki durum-
da da ölçülü ve dengeli davranmalı, sıkıntılar karşısında eğilip bükülse de
doğrulmayı ve olgunlaşmayı bilmeli ve azim ve sebatını kaybetmemelidir.
17 B1975 Buhârî, Savm, 54.
18 B1975 Buhârî, Savm, 54. Hz. Peygamber de müminden beklenen bu karakteri şöyle örneklendir-
19 M1827 Müslim, Müsâfirîn,
miştir: “Mümin taze bir ekin gibidir. Olgunlaşıncaya kadar rüzgâr onu eğip bü-
215.
20 Bakara, 2/155. ker; bazen yere yatırır, bazen de doğrultur (ama o kırılmaz)...”22 Allah Resûlü,
21 Yûnus, 10/12.
“Münafık iki sürü arasında dolaşan şaşkın bir koyun gibidir. Bir o sürüye karışır
22 M7094 Müslim, Sıfâtü’l-
münâfıkîn, 59.
bir bu sürüye karışır, hangi sürünün peşinden gideceğini bilmez.”23 diyerek de
23 N5040 Nesâî, Îmân, 31. sebatsızlığı ve tereddüdü münafığın özelliği olarak anlatmaktadır. Nitekim
200
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
Aynı şekilde azim, sebat ve sabır için Allah’tan şu dua ile yardım dile- 27 Ahkâf, 46/35.
sağlam kıl ve hakikati inkâr eden bu topluma karşı bize yardım et!”30 30 Bakara, 2/250.
201
SABIR
VAROLMA MÜCADELESİ
:s ول ال َّل ِه ُ َق َال َر ُس:َال�شْعَرِي قَال عن َأ�بِى مَالِكٍ َأ
ِّ
َّ َو،الص َد َق ُة ُب ْرهَ ٌان
”...الص ْب ُر ِض َيا ٌء َّ َو،الصل َا ُة نُو ٌر
َّ ...“
203
عَنْ َأ�نَسِ بْنِ مَالِكٍ dقَالََ :م َّر ال َّنب ُِّي sبِا ْم َر َأ� ٍة َت ْب ِكى ِع ْن َد َق ْب ٍر،
َف َق َال“ :ا َّت ِقى ال َّل َه َو ْاص ِب ِرى”َ ،قا َل ْتِ� :إ َل ْي َك عَ ِّنىَ ،ف ِإ�ن ََّك َل ْم ت َُص ْب
اب ال َّنب ِِّي s ب ُِم ِصي َب ِتىَ ،و َل ْم َت ْع ِر ْفهَُ .ف ِق َيل َل َهاِ� :إ َّن ُه ال َّنب ُِّي َ .sف َأ�ت َْت َب َ
َف َل ْم َتجِ ْد ِع ْن َد ُه َب َّواب َِينَ .ف َقا َل ْتَ :ل ْم َأ�عْ ِر ْف َكَ .ف َق َالِ�“ :إن ََّما َّ
الص ْب ُر ِع ْن َد
الص ْد َم ِة ال ُأ�و َلى”.
َّ
ول ال َّل ِه َ sف َأ�عْ َطاهُ ْم ُث َّم عَنْ َأ�بِى سَعِيدٍ الْخُدْرِي َأ� َّن ن ًَاسا ِم َن ْال َأ�ن َْصا ِر َس َأ� ُلوا َر ُس َ
ِّ
َس َأ� ُلو ُه َف َأ�عْ َطاهُ ْم َح َّتى �ِإ َذا َن ِف َد َما ِع ْن َد ُه َق َالَ ...“ :م ْن َي ْص ِب ْر ُي َص ِّب ْر ُه ال َّل ُه َو َما ُأ�عْ طِ َي
َأ� َح ٌد ِم ْن عَ َطا ٍء خَ ْي ٌر َو َأ� ْو َس ُع ِم َن َّ
الص ْب ِر”.
204
Enes b. Mâlik (ra) anlatıyor: “Hz. Peygamber (sav) bir kabrin başında
ağlamakta olan bir kadına rastladı ve ‘Allah’tan kork ve sabret.’ dedi.
Kadın, “Git başımdan, başıma gelen musibeti sen yaşamadın!” diye cevap
verdi. Hz. Peygamber’i tanımıyordu. Kendisine, onun Peygamber (sav)
olduğu söylendi. Bunun üzerine kadın Hz. Peygamber’in (sav) kapısına
gitti, kapıda bekleyen herhangi bir görevli de yoktu. (Peygamber’in
yanına girdi ve); “Seni tanıyamadım.” dedi. Peygamber Efendimiz de,
‘Sabır, ancak (musibetin) ilk başa geldiği anda (olmalı)dır.’ buyurdu.
(B1283 Buhârî, Cenâiz, 31; M2140 Müslim, Cenâiz, 15)
205
İ slâm’ı seçtiği için Mekke’de putperestlerin fizikî baskılarına
maruz kalanlardan biri de Habbâb b. Eret idi. Mesleği demircilik olan
Habbâb, Hz. Muhammed’in peygamberliğini inkâr etmesi için bazen çöl-
deki kızgın taşlar üzerinde işkenceye tâbi tutuluyor, bazen de kor ateş-
te iyice ısıtılan demir parçaları sırtında soğutuluyordu.1 Öyle ki sırtın-
daki bu işkence izlerini yıllar sonra bir münasebetle halife Hz. Ömer’e
gösterecekti.2 Habbâb’ın maruz kaldığı fizikî baskılar öyle bir hâl almıştı
ki o ve aynı durumdaki birkaç sahâbî bir gün Hz. Peygamber’e (sav) gelip,
“(Bu zulümden kurtulmamız için) Allah’ın yardımını istemeyecek misin,
bizim için O’na dua etmeyecek misin?” diyerek yakınmışlardı. O esnada
cübbesini yastık yaparak Kâbe’nin duvarına dayanmış, dinlenmekte olan
Resûlullah (sav) bunları duyunca bir anda mübarek yüzleri kızarıverdi ve
onlara şu telkinde bulundu: “Geçmiş ümmetler içinde öyle kimseler vardı ki,
kemiklerinin üstündeki et ve siniri demir tarak ile taranırdı da bu (işkence) onu
dininden çeviremezdi. Yine başının tam ortasına bir testere konulur, başı ikiye
bölünürdü de, bu (işkence) onu dininden çeviremezdi. Allah bu dini mutlaka
kemale erdirecektir. O kadar ki, bir bineği üzerinde bir kimse (yalnız başına)
San’â’dan Hadramevt’e kadar, Allah’tan başka hiçbir şeyden korkmayarak yol-
culuk edebilecektir.”3
Bela ve musibetlere karşı direnç göstermek demek olan sabır, mümin-
lerin hayatları boyunca en çok ihtiyaç duydukları erdemlerden biridir. Her
şeyden önce sabır, tam anlamıyla iman edebilmenin ve bu imanı koruya- 1 ST3/165 İbn Sa’d, Tabakât,
bilmenin ilk şartıdır. Sabır, İslâm’ın on üç yıl süren Mekke döneminin en III, 165.
2 İM153 İbn Mâce, Sünnet,
bariz vasfıydı. Sabır, İslâm’ı seçen Habbâbların, Ammârların, Bilâllerin her
11.
türlü baskı ve işkencelere rağmen imanlarını koruma mücadelesiydi. Belki 3 B3852 Buhârî, Menâkıbü’l-
de bu yüzden Hz. Peygamber, “İman nedir?” sorusuna, “Sabırlı ve hoşgö- ensâr, 29; B6943 Buhârî,
İkrâh, 1.
rülü olmak” diyerek cevap vermişti.4 Bu yüzden Abdullah b. Mes’ûd, sabrı 4 HM19655 İbn Hanbel, IV,
“imanın yarısı” saymıştı.5 Hz. Ali ise sabrı, vücuttaki başa benzetmişti. 386.
5 NM3666 Hâkim, Müstedrek,
Nasıl ki, başsız bir vücudun yaşaması mümkün değilse, sabır olmaksızın IV, 1374 (2/446).
imanın kemale ermesi de imkânsızdı.6 6 MA21031 Abdürrezzâk,
207
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
DM679 Dârimî, Tahâret, 2. Kur’an’da müminlerden ısrarla namazlarına devam etmeleri isteniyor.16
14 D2428 Ebû Dâvûd, Sıyâm,
Yani Allah’ın rızasını arzulayanlar, ta’dîl-i erkâna riayet etme17 ve şeyta-
54; İM1741 İbn Mâce, Sıyâm,
43. nın ayartmasına kapılmama hususlarında sabırlı davranarak namazlarını
15 Bakara, 2/45.
eda etmelidirler.
16 Tâ-Hâ, 20/132.
208
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
türlü sıkıntıyı göze alan hacılar birbirlerine hitap ederken “Hacı, sabır!”
demeyi alışkanlık hâline getirmişlerdir. Bu durum dualar için de geçerli-
dir. Peygamberimiz, dua eden bir müminin acele etmediği, sabredip acele-
ci davranmadığı müddetçe duasının kabul edileceğini haber vermiştir.18
Allah’ın salih kulları arasına girmek isteyen Müslümanlar da sabrı
ön planda tutmalıdır. Resûlullah (sav) Allah’ın rızasına ermek için sab-
retmekle emrolunmuştur.19 Sevgili Peygamberimiz hayatın her alanında
sabırlı davranarak müminlere örnek olmuştur. Olgun insanın özellikle-
ri olan zühd ve hilm gibi kavramlar da özü itibariyle sabrın bir sonucu-
dur. Sabır, aklın ve dinin gerektirdiği şekilde nefsi zapt etmektir.20 Savaşta
düşmana karşı direnmek ve gözü pek davranmak anlamına gelen şecaat,
hayatın şatafatına dalmamayı gerektiren zühd ve öfkeyi yutup yumuşak
huylu davranmayı ifade eden hilm sabra dayanmaktadır.21
Sabrın en çok gerektiği yerlerden bir diğeri de düşman karşısında
sabredebilmektir. Hz. Peygamber ashâbına, “Ey İnsanlar, düşmanla karşı-
laşmayı temenni etmeyin ve Allah’tan afiyet isteyin. Eğer onlarla karşılaşırsanız
sabredin...” buyurmuş ve22 korkuya kapıldıklarında ashâbı toplayarak on-
lara sabırlı ve sakin olmalarını öğütlemiştir.23 Hz. Peygamber, sırf Allah
rızası için düşmandan kaçmayarak sabırla savaşanların, borç hâriç diğer
günahlarının affolunacağı müjdesini vermiştir.24 Kur’an’da da düşman
karşısında müminlerin sabırlı olmaları ve sebat göstermeleri emredilmiş25
18 B6340 Buhârî, Deavât, 22;
ve bu esnada Allah’tan sabır dileyenler örnek olarak gösterilmiştir.26 Allah, T3387 Tirmizî, Deavât, 12.
sabreden, takva sahibi kullarına yardımını indirecektir.27 19 Müddessir, 74/7.
sâbirîn, s. 11.
yerine serinkanlı ve sabırlı davranmalıdırlar. Nitekim Hz. Peygamber Hu- 22 M4542 Müslim, Cihâd ve
neyn Savaşı’nda elde edilen ganimetleri paylaştırdığında, İslâm’a ısınmala- siyer, 20.
23 D2560 Ebû Dâvûd, Cihâd,
rı için uğraştığı bazı kimselere fazla mal vermişti. Bunu gören ensardan bir
49.
kişi de öfkesine hâkim olamayarak hemen, “Vallahi, Bu, adaletin gözetildi- 24 M4880 Müslim, İmâre,
daha fazla eziyete uğramıştı da o bunlara sabretmişti.”28 humus, 19; M2447 Müslim,
Zekât, 140.
Yine bir keresinde İslâm’a henüz yeni girmiş olan Akra’ b. Hâbis29 ze- 29 İF1/323 İbn Hacer, Fethu’l-
mini kum ve toprakla kaplı mescitte küçük abdestini bozunca, bu görgü- bârî, I, 323.
209
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
36 Fussilet, 41/34. gibi durumlarda kişinin haklarını savunmasının yanı sıra, sabır ve metanet
37 BS13582 Beyhakî, es-
içerisinde olması çok önemlidir. Kendisine atılan çirkin iftira karşısında,
Sünenü’l-kübrâ, VII, 68.
38 M6643 Müslim, Birr, 107; günlerce ağlayan Hz. Âişe’nin de sabretmekten başka çaresi yoktu. Henüz
B6114 Buhârî, Edeb, 76. kendisinin günahsız olduğunu bildiren âyetler inmemişti ve şöyle demişti:
39 B6048 Buhârî, Edeb, 44;
210
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
şöyle demişti: “Artık bana düşen, güzel bir sabırdır. Anlattıklarınıza karşı yardı-
mı istenilecek de ancak Allah’tır.”41 Gerçekten de Allah Hz. Âişe’nin tertemiz
olduğunu bildiren âyetleri göndermekle ona en büyük yardımı yapmıştı.42
Hz. Peygamber gerek ashâbına, gerekse genel olarak bütün ümme-
tine toplum içerisinde sabrı tavsiye etse de bazı durumlarda sabretmek o
kadar kolay değildir. Buna rağmen Hz. Peygamber, “İnsanlarla bir arada
yaşayan ve onların eziyetlerine sabreden mümin, insanlarla bir arada yaşama-
yan ve onların eziyetlerine sabretmeyen müminden daha büyük ecre nail olur.”
buyurarak43 bir Müslüman’ın hoşuna gitmese de diğerlerinin tavırlarına
sabretmesi gerektiğini vurgulamıştı.
Hz. Peygamber’in hayatı tam anlamıyla sabırla örülmüştür. O, çocuk-
luğundan itibaren nice zorluklara göğüs germiştir. Her şeyden önce, henüz
dünyaya gelmeden babasını, küçük yaşta annesini kaybetmiş, en zor za-
manlarında yardımcısı olan sevgili eşi Hz. Hatice’nin ölüm acısını yaşamış
ve Hz. Fâtıma hâriç bütün çocuklarını toprağa vermiştir. Ama o, bütün bu
musibetlere karşı hep sabretmiştir.
Öte yandan Resûlullah (sav), Mekkelileri toplayıp da onları Allah’ın
birliğine davet ettiği günde, en yakınlarından biri olan ve belki de ona
en önce inanması beklenen amcası Ebû Leheb’in alaycı sözleriyle karşı-
laşmıştı. “Helâk olasıca!” diyordu Ebû Leheb, “Bizi bunun için mi topla-
dın buraya?”44 Benzer şekilde müşrikler de her fırsatta Allah Resûlü’nü
aşağılayan sözler söylüyorlar, onu davasından vazgeçirmeye çalışıyorlardı.
Hz. Peygamber, belki Allah’ın birliğine inanırlar diye Tâif’e gitmiş fakat
kendini bilmez insanlar tarafından taşlanmıştı. Bazı sahâbîler, Sakîf ka-
bilesine karşı beddua etmesini istemesine rağmen Hz. Peygamber sabre-
derek beddua yerine, “Allah’ım, Sakîf’e hidayet et.” duasında bulunmuştu.45
Nihayetinde Mekkeli müşrikler onu öldürmeye bile teşebbüs etmiş ve öz 41 Yûsuf, 12/18; B4141
yurdundan hicret etmek zorunda bırakmıştı. Hz. Peygamber, İslâm’ı teb- Buhârî, Meğazî, 35.
42 Nûr, 24/11-19.
liğden geri durmamış, yılgınlık göstermemiş, inkâr edenlerin de bir gün 43 İM4032 İbn Mâce, Fiten
hidayete erecekleri umuduyla sürekli sabrı tercih etmişti. 23; HM5022 İbn Hanbel,
II, 44.
Aslında sabır, azim ve irade sahibi peygamberlerin yoludur.46 Sabır, 44 M508 Müslim, Îmân 355.
Hz. İsmâil’in, kendisini kurban etmek isteyen babasına olan teslimiyeti,47 45 T3942 Tirmizî, Menâkıb,
73.
Yusuf’u yitirmiş Yakub’un “sabr-ı cemîl” tesellisi,48 Eyyub’un yıllarca yaşa- 46 Ahkâf, 46/35.
dığı hastalığının tedavisidir.49 Hz. Peygamber’in hayat stratejisi, Mekke’de 47 Sâffât, 37/102.
48 Yûsuf, 12/18.
işkenceye, ablukaya, hicrete tahammül; Medine’de ise cihada, zafere ve 49 Enbiyâ, 21/83-84; Sa’d,
211
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
212
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
213
HAYÂ
İSLÂM AHLÂKININ ÖZÜ
215
عَنْ َأ�بِى هُرَيْرَةَ عَ ِن ال َّنب ِِّي َ sق َال:
ون ُش ْع َب ًةَ ،وا ْل َح َيا ُء ُش ْع َب ٌة ِم َن ْال ِإ� َيمانِ ”. ْ
“ال ِإ� َيم ُان ب ِْض ٌع َو َس ْب ُع َ
216
Ebû Hüreyre’den rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle
buyurmuştur: “İman, yetmiş küsur parçadır. Hayâ da imandan bir parçadır.”
(M152 Müslim, Îmân, 57)
217
M escid-i Nebevî’de büyük bir kalabalık vardı. Zeyneb bnt.
Cahş ile dünya evine giren Allah Resûlü’nün düğün yemeğine davetliydi
herkes. Kendilerine ikram edilen et ve ekmeği yiyenler oradan ayrılıyor,
onların yerine yenileri geliyordu. Bütün davetliler yemeklerini bitirdiğinde
Resûlullah sofranın kaldırılmasını istedi. Ancak vaktin ilerlemesine aldırış
etmeyen bir grup insan evdeki sohbete devam ediyor, Allah Resûlü ile eşi
Zeyneb’in yalnız kalmasına müsaade etmiyorlardı. İnsanları kırmaktan
hoşlanmayan Resûlullah ise ağırdan alan bu sahâbîleri incitmek istemiyor,
kâh oturup kalkarak kâh odayı terk ederek, rahatsızlığını onlara hâliyle
fark ettirmeye çalışıyordu. Odasına girmek üzere geldiğinde üç kişinin
hâlâ oturmakta olduğunu gördü ve onlar gidinceye dek bekledi. Herkes
dağıldıktan sonra tekrar odasına gelen Allah Resûlü, içeriye girer girmez,
“Ey iman edenler! Yemek için çağrılmaksızın ve yemeğin pişmesini beklemeksi-
zin (vakitli vakitsiz) Peygamber’in evlerine girmeyin, çağrıldığınız zaman girin.
Yemeği yiyince de hemen dağılın. Sohbet için beklemeyin. Çünkü bu hareketiniz
Peygamber’i üzmekte, fakat o (size bunu söylemekten) hayâ etmektedir. Ama Al-
lah, hakkı söylemekten hayâ etmez...”1 diye başlayan hicap âyeti nâzil oldu.2
Sözlükte “utanmak, çekinmek” anlamlarına ve Türkçede daha çok
“ar” kelimesiyle ifade edilen hayâ duygusu, genellikle yüzün kızarması,
kişinin başını öne eğmesi, gözlerini kaçırması, şaşkın davranışlar sergi-
lemesi gibi şekillerde dışa yansır. İnsanı kötülükten alıkoyup iyiliğe yö-
nelten fıtrî bir ahlâk özelliği olmakla birlikte hayâ, kişinin içinde yaşadığı
toplumun dinine, örf ve âdetlerine, yaşam tarzına göre şekillenir. Dolayı-
sıyla değer yargılarının değişmesiyle hayânın toplumdan topluma, hatta
bireyden bireye farklılık göstermesi mümkün olduğu gibi, değerlerin hiçe
sayıldığı bir ortamda tamamen yok olması da ihtimal dâhilindedir. 1 Ahzâb, 33/53.
Peygamberlerin temel vasıflarından biri olan hayâ erdemi, onların 2 M3505 Müslim, Nikâh, 92;
B4793 Buhârî, Tefsîr, (Ahzâb)
gönderildikleri toplumlara ısrarla öğütledikleri bir sünnet olagelmiştir.3 33/8.
Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “İnsanlık, ilk günden beri bü- 3 T1080 Tirmizî, Nikâh 1;
219
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
32; İM154 İbn Mâce, Sünnet, da da avret yerlerini örtmesinin gerekli olup olmadığını sorması üzeri-
11. ne şöyle cevap vermiştir: “Kendisinden hayâ edilip utanılmaya en lâyık olan,
13 M6209 Müslim, Fedâilü’s-
sahâbe, 26. Allah’tır.”14 Böylece inananlara, herkesten önce Allah’tan hayâ etmek ge-
14 T2769 Tirmizî, Edeb,
rektiğini bildiren Hz. Peygamber, O’ndan nasıl hayâ edileceğini de yine
22; D4017 Ebû Dâvûd,
Hammâm, 2; Buhârî, Gusül,
kendisi öğretmiştir. Bir gün ashâbına, “Allah’tan gereği gibi, hakkıyla hayâ
20 (bab başlığı). edin!” buyurunca onlar, “Ey Allah’ın Resûlü! Elhamdülillâh biz Allah’tan
220
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
de hanımları sorularından dolayı ayıplamamış, mahrem konuları ayrıntılı DM2819 Dârimî, Rikâk, 74.
18 A’râf, 7/26.
bir şekilde cevaplamaktan da çekinmemiştir. Hanımlarla ilgili meselelerde 19 TT12/366 Taberî, Câmiu’l-
bazen Hz. Âişe’den yardım almış, sonuçta, danışılan her meseleyi müna- beyân, XII/366-367.
20 M157 Müslim, Îmân, 61;
sip bir şekilde aydınlatmıştır. Bir defasında Muâz b. Cebel’in halasının kızı D4796 Ebû Dâvûd, Edeb, 6.
olan ve kadınların sözcüsü anlamında “hatîbetü’n-nisâ” lakabıyla anılan 21 B282 Buhârî, Gusül, 22.
221
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
Esmâ bnt. Yezid b. Seken, Âişe validemizin de bulunduğu bir ortamda Hz.
Peygamber’e gelerek hayızdan ve cünüplükten nasıl yıkanıp temizlenece-
ğini sormuştu. Resûl-i Ekrem’in umumî açıklamaları yeterli gelmediğinde,
Hz. Âişe ortama uygun bir tavırla devreye girerek soru soran hanımın
anlayacağı bir dil ile ona yardımcı olmuştu.
Kadınların dini öğrenme hususunda gösterdikleri bu tavrı takdir eden
Hz. Âişe, “Şu ensar kadınları ne iyi kadınlardır! Utanma duygusu onları,
dinî (hükümleri) sorup öğrenmekten alıkoymuyor.”22 demiştir. Utandıkla-
rı için bazı konuları Hz. Peygamber’e sormaktan çekinen kimseler de bir
başkası vasıtasıyla bile olsa muhakkak Allah Resûlü’ne ulaşarak dinin söz
konusu mesele ile ilgili hükmünü öğrenmişlerdir.23
Hz. Peygamber hayâyı teşvik ettiği bir hadisinde şöyle buyurmuştur:
“Allah hayâ sahibidir, ayıp ve kusurları örter. Hayâyı ve örtünmeyi sever, sizden
biriniz gusledeceğinde başkalarına görünmesin (kapalı yerde yıkansın).”24 Başka
bir hadisinde ise Allah’ın dualara muhakkak karşılık vereceğini ifade et-
mek üzere, “Şüphesiz Yüce Rabbiniz son derece hayâ sahibi ve cömerttir. Kulu
(dua etmek için) O’na ellerini kaldırdığı zaman, o elleri boş çevirmekten hayâ
eder.” buyurmuştur.25 Ayrıca müşriklerin, Kur’ân-ı Kerîm’de arı, karınca,
sinek gibi küçük yaratıkların örnek olarak gösterilmesinin fesahatle yani
üstün bir edebî üslûpla bağdaşmadığı yolundaki iddialarına karşı, Allah
Teâlâ, “Şüphesiz Allah, (gerçeği açıklamak için) sivrisineği ve onun da ötesinde
bir varlığı misal getirmekten hayâ etmez.”26 şeklinde cevap vermiştir. Allah’ın
utanıp çekineceği herhangi bir varlık yoktur. Dolayısıyla, Allah’ın zâtı için
kullanıldığı bu ve benzeri durumlarda hayâ, O’nun “kötü ve çirkin bir işi
yapmayı kendisine lâyık görmemesi” ve “daima iyi olanı yapması” anlam-
larını ifade eder.
Mümin için hayâ onu daima iyiyi ve güzeli yapmaya sevk eden ahlâkî
bir erdemdir. Bu nedenle insanlık tarihi boyunca bütün ilâhî dinler söz,
fiil ve davranışlarda hayâlı olmayı emretmiştir. Edep ve ahlâkın temel
bir unsuru olarak hayâ, toplumumuzda da nesiller boyu üstün bir ahlâkî
22M750 Müslim, Hayız, 61.
23M696 Müslim, Hayız, 17; meziyet olarak görülmüştür. Ancak ahlâkî değerlerin giderek yozlaştığı
B178 Buhârî, Vudû’, 34. günümüz toplumunda hayâ duygusu da eski konumunu kaybetmeye baş-
24 D4012 Ebû Dâvûd,
Hammâm, 1. lamıştır. Öyle ki önceleri hayâ sahibi olan kişiler övülür, değerli görülür-
25 D1488 Ebû Dâvûd, Vitr,
ken, şimdilerde hayâlı olmak bir utanç ve eksiklik sebebi gibi algılanır
23; T3556 Tirmizî, Deavât,
104.
hâle gelmiştir. Edebe aykırı sözleri herkese karşı söyleyebilmek, ahlâksız
26 Bakara, 2/26. davranışları alenî olarak işlemek, bazı çevrelerde, cesaretin, özgüvenin
222
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
223
İFFET
ÖZ SAYGI
225
ول ال َّل ِه s عَنْ َأ�بِى سَعِيدٍ الْخُدْرِي؛ َأ� َّن ن ًَاسا ِم َن ْال َأ�ن َْصا ِر َس َأ� ُلوا َر ُس َ
ِّ
َف َأ�عْ َطاهُ ْمُ ،ث َّم َس َأ� ُلو ُه َف َأ�عْ َطاهُ ْمَ ،ح َّتى �ِإ َذا َن ِف َد َما ِع ْن َد ُه َق َالَ “ :ما
َي ُك ْن ِع ْن ِدى ِم ْن خَ ْي ٍر َف َل ْن َأ�د َِّخ َر ُه عَ ْن ُك ْمَ ،و َم ْن َي ْس َت ْع ِف ْف ُي ِع َّف ُه ال َّلهُ،
َو َم ْن َي ْس َت ْغ ِن ُي ْغ ِن ِه ال َّلهَُ ،و َم ْن َي ْص ِب ْر ُي َص ِّب ْر ُه ال َّلهَُ ،و َما ُأ�عْ طِ َي َأ� َح ٌد ِم ْن
عَ َطا ٍء خَ ْي ٌر َو َأ� ْو َس ُع ِم َن َّ
الص ْب ِر”.
ول ال َّل ِه َ sق َال: عَنِ ابْنِ عُمَرَ وَعَائِشَةَ َأ� َّن َر ُس َ
افَ ،أ� ْو َغ ْي ِر َو ٍ
اف”. “ َم ْن َط َل َب َح ًّقا َف ْل َي ْط ُل ْب ُه ِفى عَ َف ٍ
اف َو ٍ
ول ال َّل ِه :s عَنْ عِمْرَانَ بْنِ حُصَيْنٍ قَالََ :ق َال َر ُس ُ
“�ِإ َّن ال َّل َه ُي ِح ُّب عَ ْب َد ُه ا ْل ُم ْؤ ِم َن ،ا ْل َف ِقي َر ا ْل ُم َت َع ِّف َف َأ� َبا ا ْل ِع َيالِ ”.
226
Ebû Saîd el-Hudrî’den nakledildiğine göre, ensardan bazı kimseler
Resûlullah’tan (sav) (bir şeyler) istediler. O da verdi. Sonra tekrar
istediler. Allah Resûlü de yanındakiler bitinceye kadar verdi ve şöyle
buyurdu: “Yanımda bulunan hiçbir malı sizden saklayacak değilim. Kim iffetli
olmayı dilerse, Allah onu iffetli kılar. Kim müstağni olursa (aza kanaat edip
insanlardan bir şey istemezse), Allah onu zengin kılar. Kim de sabrederse, Allah
ona sabır ihsan eder. Kimseye sabırdan daha hayırlı ve daha geniş bir ikram
verilmemiştir.”
(M2424 Müslim, Zekât, 124)
İbn Ömer ve Hz. Âişe’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle
buyurmuştur: “Hakkını talep eden kişi bunu tam olarak alsa da alamasa da
iffetli bir şekilde istesin.”
(İM2421 İbn Mâce, Sadakât, 15)
227
H z. Peygamber ile uzun süre birlikte olup ona hizmette bu-
lunma şerefine eren meşhur sahâbîlerden Ebû Zer yine bir gün onunla
beraberdi. Allah Resûlü binitine binerek arkasına da Ebû Zerr’i oturtmuş
ve sohbete başlamıştı. Ebû Zerr’e birtakım sorular soruyor, Ebû Zer de Al-
lah Resûlü’nün daha iyi bileceğini söyleyerek onun açıklamalarına kulak
veriyordu. Resûlullah’ın sorularından biri şöyleydi: “Ebû Zer, yatağından
kalkıp mescide gidemeyecek, mescide gidip de yatağına dönmeye takatin kal-
mayacak kadar aşırı bir açlığa maruz kalırsan ne yaparsın?” Bu soru üzerine
Ebû Zer yine Hz. Peygamber’in kanaatini öğrenmek için, “Allah ve Resûlü
daha iyi bilir.” diye cevap verince Resûlullah da ona, “Bu durumda dahi if-
fetli olman gerekir.” buyurdu.1 Böylece Müslüman’ın en sıkıntılı zamanlarda
bile, iffetini koruyup başkalarına el açmaması veya haram kazançlara göz
dikmemesi gerektiğini bildirdi.
Sözlükte, “harama yaklaşmamak, helâl olmayan söz ve fillerden ka-
çınmak” mânâsına gelen “iffet”; kişinin yeme, içme ve cinsellik konuların-
da nefsin aşırı arzularını dizginleyerek dengeli ve ölçülü davranmasını,
dinin belirlediği çerçevede hareket etmesini ifade eden ahlâkî bir terimdir.
Nefsanî arzulara aşırı düşkünlüğü ifade eden “şereh” ile bu arzulardan
tamamen uzaklaşma anlamındaki “humûd”un ortasında yer alan “iffet”;
hikmet, şecaat (cesaret) ve adaletle birlikte İslâm ahlâk felsefesindeki “dört
temel fazilet”i oluşturur. Gazâlî, İhyâ isimli eserinde hayâ, sabır, arzuları
dizginlemek, dürüstlük, kanaat, ağırbaşlılık, nezaket, güzel yaşayış, Al-
lah korkusu, düzenlilik, cömertlik, eli açıklık, diğerkâmlık, âli cenaplık,
yardımseverlik, bağışlama ve hoşgörü gibi erdemlerin iffetin alt kolları ol-
duğunu söylemiştir.2 Ondan çok daha önce meşhur yedi kıraat âliminden
biri olan Ebû Amr b. Alâ ise câhiliye döneminde “cömertlik, ağırbaşlılık,
yumuşak huyluluk, sabır, tevazu ve düşünerek ölçülü hareket etme” sıfat-
larının asalet ölçüsü olduğunu bildirdikten sonra İslâmiyet’te bu vasıfların
1 İM3958 İbn Mâce, Fiten
tamamının “iffet” kapsamında değerlendirildiğini dile getirmiştir.3 10; HM21651 İbn Hanbel,
İffet kelimesinin “cinsel konularda ahlâk kurallarına bağlılık” şek- V, 150.
2 Gİ3/55 Gazâlî, İhyâ, III, 55.
lindeki kullanımı yaygınlaşmış olduğundan “iffetli olmak” günümüz top- 3 BŞ10899 Beyhakî, Şuabü’l-
lumunda, yalnızca namusu korumak şeklinde anlaşılmaktadır. Ancak îmân, VII, 440.
229
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
7 Nisâ, 4/6. yırlı olacağını söyleyerek9 tesettüre riayet etmeyi iffet kapsamında zikret-
8 Nûr, 24/33.
miştir. Allah Resûlü de evli olup da iffetini muhafaza eden kişinin cenneti
9 Nûr, 24/60.
10 M7207 Müslim, Cennet, hak edenlerden olduğunu ifade etmiş,10 iffeti için evlenmeye gayret edenle-
63. ri ise şöyle müjdelemiştir: “Üç gruba Allah’ın yardım etmesi haktır: Allah yo-
11 T1655 Tirmizî, Fedâilü’l-
230
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
Nefsine hâkim olmak iffetin bir diğer boyutudur. Bir gün Übey b.
Kâ’b mescitte bir adamın yakasına yapışmış, borcunu istiyordu. Bu sırada
mescide giren Allah Resûlü, namazını kılıp ihtiyacını giderdikten sonra
geri geldiğinde Übey’in hâlâ aynı vaziyette olduğunu görünce şöyle dedi:
“Hakkını talep eden kişi bunu tam olarak alsa da alamasa da iffetli/afif bir şekil-
de istesin.”12 Resûlullah’ın sözlerini duyan Übey’in kafası karışmıştı. Onun
yanına gelerek, “İffet nedir?” diye sordu. Resûl-i Ekrem de ona şöyle cevap
verdi: “Ona (kardeşine) hakaret etmeden, onu zorlamadan, ona çirkin söz söyle-
meden ve ona eziyet etmeden istemektir!”13 Dolayısıyla Allah Resûlü, hakkını
arayan kişinin iffetli olmasını isterken onun edep sınırlarını aşmaması ge-
rektiğine dikkat çekmiştir. Böylece ölçülü davranma ve nefsi her durum-
da aşırılıklardan koruyabilmenin iffete uygun olduğunu beyan etmiştir.
Müminlerin ölen kimselerin cesetlerini parçalama gibi aşırılıklardan uzak
olup, savaşırken dahi iffetli olduklarını belirtmiştir14
Âyet ve hadislerden anlaşılacağı üzere; başkalarına el açmaktan hayâ
etmek, maddî konularda kanaatkâr davranarak hakkı olmayana tamah
etmemek, namusu korumak, nefsine yenik düşmemek iffetli olmanın ge-
reklerindendir. Dinimiz İslâm, iffeti müminin karakterine yerleştirmek is-
ter. Zira kıskançlığa ve bencil tutkulara meyilli olan nefis,15 iffet erdemiyle
bezendiğinde, akıl ve dinin hoş görmediği şeyleri yapmaktan hayâ eder,
kötülüğü ve çirkinliği kendine yakıştıramadığı için bu tür hoş olmayan
12 İM2421 İbn Mâce, Sadakât,
durumlardan kendini uzak tutar ve saflığını korumaya gayret eder. Dola- 15.
yısıyla müminin insanlar arasındaki saygınlığını ifade eden iffet, kişinin 13 BS11471 Beyhakî, es-
“Nefsin en üstün melekelerle donanmış hâli”ni ifade eden “mürüvvet”e 110; HM3728 İbn Hanbel,
I, 393.
erişmenin temel şartlarından biri olarak iffet, dinin yetiştirmek istediği 15 Nisâ, 4/128.
kâmil insanın vazgeçilmez bir vasfını oluşturur. Zulümden sakınmak16 16 M6576 Müslim, Birr, 56.
yup17 zinaya yaklaşmamak,18 taşkınlığı terk edip mutedil olmak,19 nefsine 19 Mâide, 5/87; M6569
hâkim olmak,20 sabrederek öfkesini kontrol etmek21 gibi dinin üzerinde Müslim, Birr, 52.
20 T2459 Tirmizî, Sıfatü’l-
önemle durduğu pek çok emir ve yasak, kişiye “iffet” erdemini kazan- kıyâme, 25; Şems, 91/7-9.
dırmaya yöneliktir. İlâhî kelâmda, çirkin sözler ve fiiller için kullanılan 21 D4777 Ebû Dâvûd, Edeb,
3.
“fahşâ”,22 “fâhişe”23 ve çoğulu “fevâhiş”24 kelimeleri, daha genel olarak baş- 22 Bakara, 2/169; Yûsuf,
ta zina olmak üzere edep, hayâ ve iffete aykırı her türlü söz ve davranışı 12/24.
23 Nisâ, 4/15; A’râf, 7/28.
ifade etmekte olup bu bağlamda her türlü hayâsızlık, edep ve iffete aykırı 24 A’râf, 7/33; Şûrâ, 42/37.
söz ve davranışlar Kur’ân-ı Kerîm’de yasaklanır.25 Diğer taraftan hayâ, iffet 25 Nahl, 16/90.
231
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
ve edepli olmak ise ısrarla teşvik edilmiştir. Allah Teâlâ, inanan erkekler-
den ve kadınlardan gözlerini haramdan sakınmalarını ve iffetli olmalarını
istemiş,26 kulak, göz ve kalbin dahi fiillerinden sorumlu tutulacağını haber
vermiştir.27 Kötülüğün açığına da gizlisine de yaklaşmamayı tavsiye etmiş,28
nefsini kötülüklerden arındıranların kurtuluşa ereceğini bildirmiş,29 mü-
minlerin, ufak tefek kusurlar işleseler de büyük günahlardan ve çirkin iş-
lerden kaçınan kimseler olduğunu ifade etmiştir.30 Hz. Peygamber de kötü
huylu küfürbaz kimseleri cehennemlikler arasında zikretmiş,31 diline ve
cinsel arzularına hâkim olan kişinin cenneti hak edeceğini söylemiştir.32
“Zinakâr, zina ederken mümin olarak zina etmez. Hırsız, çalarken mümin ola-
rak çalmaz. Sarhoş da şarabı içerken, mümin olarak içmez.”33 sözüyle Allah
Resûlü, bu tür iffete aykırı davranışların mümine yaraşmayacağına dik-
katleri çekerek iffetin imandan olduğunu vurgulamıştır.34
İmanla olan sıkı ilişkisi sebebiyle iffet, başlangıçtan itibaren, inanç
esasları ve diğer bazı ibadetlerle birlikte İslâm’ın temel prensipleri arasın-
da yer alan çok önemli ahlâkî bir meziyet olmuştur. Nitekim İslâmiyet’in
ilk yıllarında Habeşistan’a göç eden müminlerden Ca’fer b. Ebû Tâlib, kral
Necâşî’ye Allah Resûlü’nü tanıtırken onun iffetli bir kişiliğe sahip olduğu-
nu, haramlardan ve her türlü çirkinlikten kaçınmayı, iffetli kadınlara iftira
26Nûr, 24/30-31.
27 İsrâ, 17/36. etmeyi yasakladığını vurgulamıştır.35 Hicretin altıncı yılında, Mekke’nin
28 En’âm, 6/151.
önde gelen müşriklerinden Ebû Süfyân’ın, İslâm’ı tanıtırken öncelikli olarak
29 Şems, 91/7-9.
30 Necm, 53/32; Şûra, 42/37. kullandığı ifadeler de, inanmayanların zihninde dahi iffetin Müslümanlı-
31 M7207 Müslim, Cennet,
ğın temel şartlarından biri olduğunu ortaya koymaktadır. Allah Resûlü’nün
63.
32 B6807 Buhârî, Hudûd, 19.
İslâm’a davet mektubunu alan Bizans kralı Heraklius, ticaret yapmak üzere
33 M202 Müslim, Îmân, 100; Şam’a gelen Ebû Süfyân’dan, kendi kavminden olan bu kişi ve getirdiği din
B5578 Buhârî, Eşribe, 1.
34 DM518 Dârimî,
hakkında bilgi istemiştir. Ebû Süfyân, Hz. Muhammed’in üstün ahlâkıyla
Mukaddime, 43; MA20147 bilinen biri olduğunu kaydettikten sonra, “O bize namaz kılmayı, zekât
Abdürrezzâk, Musannef, XI, vermeyi, akraba ile ilgilenmeyi ve iffetli olmayı emrediyor.” demiştir.36
142.
35 HM1740 İbn Hanbel, I, İnananlardan iffetli olmalarını isteyen Allah Resûlü, iffetli davranış
202; SH2260 İbn Huzeyme, sergileyenleri övmüş ve onları Rabbin rızasına erişmekle müjdelemiş-
Sahîh, IV, 13.
36 B4553 Buhârî, Tefsîr, (Âl-i tir. “Allah, yoksul (olmasına rağmen) iffetli, çoluk çocuk sahibi mümin kulunu
İmrân) 4; B7 Buhârî, Bed’ü’l- sever.”37 buyurmuş, Kur’an’dan Hz. Musa’nın kıssasını okurken onun, Şu-
vahy, 1.
37 İM4121 İbn Mâce, Zühd, 5. ayb Peygamber’in yanında ücretli çalıştığı sekiz-on yıl boyunca iffetini ko-
38 İM2444 İbn Mâce, Rühûn,
ruduğuna dikkat çekmiştir.38 İffetli kimselerin cennete girecek ilk üç grup
5.
39 T1642 Tirmizî, Fedâilü’l-
arasında yer alacaklarını bildirmiş,39 gücü yettiği hâlde Allah rızasını gö-
cihâd, 13. zeterek harama yaklaşmayan kimselerin ayrıca mükâfatlandırılacaklarını
232
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
İslâm ahlâkında “iffetli olmak” bizâtihi özgürleşmek olarak görül- 42 BŞ472 Beyhakî, Şuabü’l-
îmân, I, 382.
müştür. Çünkü iffet, nefsinin baskılarından kurtulan kişinin şahsiyetli 43 MÜ19 Taberânî, Müsnedü’ş-
bir kişilik kazanmasını ifade eder. Ona sağlıklı ve huzurlu, özgür ve say- Şâmiyyîn, I, 34.
233
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
gın bir yaşantı sunar. Bu nedenle pek çok ahlâkî güzelliği içinde barındı-
ran iffet erdemi, dinimizde imanın kemali için zorunlu görülmüş, Allah
Resûlü’nün dualarında iman ve ihlâsla birlikte yer almıştır:
44 M6904 Müslim, Zikir, 72. “Allah’ım! Senden hidayet, takva, iffet ve (gönül) zenginliği dilerim.”44
234
SADAKAT
SADAKAT İYİLİĞE, İYİLİK DE
CENNETE GÖTÜRÜR
ول َل َك َك َما ُ �ِإنَّا َلا َن ُق،ول ال َّل ِه َ َيا َر ُس: َق َال ا ْل ِم ْق َدا ُد َي ْو َم َب ْد ٍر:َعَنْ عَبْدِ ال َّلهِ قَال
﴾ون َ ﴿ َف ْاذهَ ْب َأ�ن َْت َو َر ُّب َك َف َقا ِتل َا �ِإنَّا هَ ا هُ َنا َقا ِع ُد:وسى َ َقا َل ْت َب ُنو �ِإ ْس َرا ِئ َيل ِل ُم
.s َف َك َأ� َّن ُه ُس ِّر َي عَ ْن َر ُسولِ ال َّل ِه،َو َل ِك ِن ا ْم ِض َون َْح ُن َم َع َك
235
َأ
عَنْ سُلَيْمَانَ بْنِ عَمْرِو بْنِ الْ�حْوَصِ قَالََ :ح َّد َث ِنى َأ�بِى َأ� َّن ُه َش ِه َد َح َّج َة ا ْل َود ِ
َاع
َم َع َر ُسولِ ال َّل ِه َ ...sف َق َالَ ...“ :أ� َلا �ِإ َّن َل ُك ْم عَ َلى ِن َسا ِئ ُك ْم َح ًّقاَ ،و ِل ِن َسا ِئ ُك ْم
ونَ ،و َلا َي أ�ْ َذ َّن وطئ َْن ُف ُر َش ُك ْم َم ْن ت َْك َرهُ َ عَ َل ْي ُك ْم َح ًّقاَ ،ف َأ� َّما َح ُّق ُك ْم عَ َلى ِن َسا ِئ ُك ْم َأ�لاَّ ُي ِ
ونَ ،أ� َلا َو َح ُّق ُه َّن عَ َل ْي ُك ْم َأ� ْن ت ُْح ِس ُنوا �ِإ َل ْي ِه َّن ِفى ِك ْس َو ِت ِه َّن
ِفى ُب ُيو ِت ُك ْم ِل َم ْن ت َْك َرهُ َ
َو َط َعا ِم ِه َّن”.
236
Süleyman b. Amr b. Ahves diyor ki, “Veda Haccı’nda Resûlullah (sav) ile
birlikte bulunan babam bana şunları anlattı: Resûlullah şöyle buyurdu:
“...Bilin ki, sizin, kadınlarınız üzerinde haklarınız olduğu gibi onların da sizin
üzerinizde hakları vardır. Sizin kadınlarınız üzerindeki hakkınız, sevmediğiniz
kimseleri evinize almamaları ve onlarla sohbet etmememleridir. Onların sizin
üzerinizdeki hakkı ise, onların en güzel biçimde giyinmelerini ve geçimlerini
sağlamanızdır.”
(T1163 Tirmizî, Radâ’, 11)
237
Z eyd b. Hârise küçük bir çocukken kaçırılır. Köle pazarına gö-
türülür ve orada köle olarak satılır. Mekke’nin önde gelenlerinden Hz.
Hatice’nin akrabası ve Peygamberimizin (sav) de gençlik arkadaşı olan
Hakîm b. Hizâm, onu Hz. Hatice için satın alır. İlk gördüğü andan itibaren
ona kanı ısınıp onu bağrına basan Allah Resûlü’ne de biricik eşi tarafın-
dan hediye edilir.1
Babası Hârise, biricik oğlunun Mekke’de olduğu haberini hacca giden
akrabalarından öğrenir. Vakit kaybetmeden yol hazırlıklarına başlar. Yanı-
na kardeşini de alarak Mekke’ye gitmek üzere yola çıkar.
Şehre geldiklerinde doğru Hz. Peygamber’in (sav) yanına gidip Zeyd
hakkında görüşmek isterler. Zeyd, babasıyla amcasını gördüğüne tam ola-
rak sevinemez. Allah Resûlü onu hürriyetine kavuşturup yanlarında gö-
türmek isteyen baba ve amcasının talebi üzerine şöyle der: “Onu çağırın ve
istediğini seçmesine izin verin. Eğer sizi tercih ederse o size aittir. Fakat beni ter-
cih ederse Allah’a yemin olsun ki beni tercih edene, ben kimseyi tercih etmem.”
Allah Resûlü’ne olan sadakat ve bağlılığını gösteren şu sözcükler
Zeyd’in kararını açık biçimde ortaya koydu: “Onları istemiyorum. Ben
hiç kimseyi sana tercih etmem. Sen benim için baba ve amca yerindesin.”
Zeyd’in bu tercihi üzerine Allah Resûlü, Kâbe’nin etrafında bulunan Mek-
kelileri de şahit tutarak şöyle dedi: “Zeyd, (bugüne kadar benim hizmetçimdi,
artık hürdür. Bugünden sonra da) benim oğlumdur (evlâtlığımdır). O, benim mi-
rasçımdır, ben de onu vârisim kılıyorum. Hepiniz şahit olun.”2
Kendisini “el-Emin”e emanet eden Zeyd, Kur’an tarafından evlâtlıkla
ilgili hüküm değişinceye kadar “Muhammed oğlu Zeyd” diye isimlendiri-
lir. Zeyd, Kur’an’da3 ismi sarahaten zikredilmiş olan tek sahâbî olma şere-
fine nail olmuştur.
Sahâbe-i kirâmın hayatı sadakatin yaşanmış örnekleriyle doludur. Be-
dir Muharebesi öncesinde muhacir ve ensardan söz alan bazı sahâbîlerin
Allah Resûlü’ne hitapları ve onun yanındaki kararlı tutumları, onların Hz. 1 Hİ2/598 İbn Hacer, İsâbe,
Peygamber’e sadakatlerinin, İslâm’a olan bağlılıklarının en güzel gösterge- II, 598.
2 EÜ2/350 İbn Abdülber,
sidir. Enfâl sûresinin yedinci âyetinin nâzil olmasından sonra, Allah Resûlü Üsdü’l-gâbe, I, 352.
savaşın kaçınılmaz olduğunu söyledi arkadaşlarına. Bu konuda onlarla is- 3 Ahzâb, 33/37.
239
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
4. yerde kendisi için gözyaşı döken kişiye farklı bir değer vermektedir.12
8 VM1/48 Vâkıdî, Meğâzî, I,
Kişinin dinine sadakati, her durumda dininin buyrukları doğrultu-
48-49.
9 A’râf, 7/143. sunda yaşamak, dünyevî menfaatleri, istek, şehvet ve arzularıyla dinin
10 Tâ-Hâ, 20/46.
emir ve yasakları karşı karşıya geldiğinde dininin öğretileri doğrultusun-
11 İnfitâr, 82/10-12.
12 B1423 Buhârî, Zekât, 16. da hareket edebilmek, din dairesinin dışına çıkmaktan ateşe atılırcasına
13 B16 Buhârî, Îmân, 9.
korkmak13 şeklinde ifade edilebilir.
14 Tevbe, 9/117.
240
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
mi oluşturan kişiler de ilişkilerini sadakat anlayışıyla şekillendirmeli- 21 T1163 Tirmizî, Radâ’, 11.
241
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
25 Ahzâb, 33/8. vardı. Resûlullah’ın Hakk’a davetine icabet eden ilk erkek olan, girdiği
26 Ahzâb, 33/24.
hak yolda dosdoğru ilerleyen, her zaman hakkı gözeten bir mümindi o.
27 HM8918 İbn Hanbel, II,
242
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
cükleri dile getirdi gayet net bir şekilde: “Bunları eğer o (Muhammedü’l-
Emîn) söylüyorsa muhakkak doğrudur.” Kutlu Elçi’nin doğruluğunu
tereddütsüz tasdik eden Hz. Ebû Bekir’e bu olaydan sonra Müslümanlar
tarafından “Sıddîk” lakabı verildi.28
Allah Resûlü (sav) doğruluktan ayrılmayan, her hâliyle dürüstlüğü ve
sadakati yaşatan kimselerin Allah katında “sıddîk” olarak kayda geçeceğini
müjdelerken sadakati terk edip yalan peşinde koşanların ise kezzâb olarak
tescilleneceklerini ifade etmiştir: “Doğruluktan ayrılmayın. Çünkü doğruluk
(insanı) iyiliğe, iyilik de cennete götürür. Kişi devamlı doğru söyler ve doğruluk-
tan ayrılmazsa Allah katında ‘doğru/sıddîk’ olarak tescillenir. Yalandan sakının!
Çünkü yalan (insanı) kötülüğe, kötülük de cehenneme götürür. Kişi devamlı yalan
söyler, yalan peşinde koşarsa Allah katında ‘yalancı/kezzâb’ olarak tescillenir.”29
Sadakat sahibi insan, insanlarla ilişkilerinde dosdoğrudur; yalan ko-
nuşmaz, kişinin yüzüne karşı nasıl davranıyorsa gıyabında da aynı tavrı
sergiler, ahde vefa gösterir, emanete riayet eder, ticaretinde dürüsttür. Bu
dosdoğru hâliyle insanlara güven telkin eder. Fıtrî bir ihtiyaç olan gü-
ven duygusu, insanî ilişkilerin sağlıklı bir düzlemde ilerleyebilmesinin
olmazsa olmaz koşuludur. Güvenin olmadığı yerde şüphe vardır, şüphe-
nin olduğu yerde ise samimiyetten, birlik ve beraberlikten bahsedilemez.
Bunun idrakinde olan Allah Resûlü Medine’de yeni bir toplumun temel-
lerini atarken öncelikle birbirine yabancı olan ensar ve muhaciri kardeş
ilân etmiş,30 güven alâmeti olan “selâm”ı aralarında yaymayı öğütleyerek31
farklı kesimlerden gelen insanların “Müslüman” kimliği altında kenetlen-
melerini sağlamıştır. Kendisine biat etmek üzere gelen Cerîr b. Abdullah’a,
her Müslüman’a karşı samimi olmayı şart koşmuştur.32
Mümin, güvenilir insandır. Güvenilir olmak onun sıfatıdır. Yüce Al-
lah (cc), “Onlar emanetlerine ve verdikleri sözlere riayet ederler.” buyurarak
kurtuluşa erecek müminleri tavsif etmiştir.33 Hz. Peygamber’in tarifi ise 28 HS2/245 İbn Hişâm, Sîret,
şöyledir: “Müslüman, dilinden ve elinden insanların selâmette olduğu kişidir. II, 244-245.
29 M6639 Müslim, Birr, 105.
Mümin ise insanların canları ve malları konusunda (kendilerine zarar verme-
30 B7340 Buhârî, İ’tisâm, 16.
yeceğinden) emin oldukları kişidir.”34 Müslüman ve mümin tariflerini ema- 31 T2485 Tirmizî, Sıfatü’l-
net (güvenilirlik) sıfatı özelinde yapan Allah Resûlü, müminlere hangi kıyâme, 42; İM1334 İbn
Mâce, İkâmet, 174.
şartlarda olursa olsun emin (güvenilir) olmalarını telkin etmiştir. Hatta 32 B58 Buhârî, Îmân, 42.
komşusuna güven telkin edemeyen kişinin, gerçek mânâda imana ula- 33 Mü’minûn, 23/8.
243
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
(İcâre), 79; T1264 Tirmizî, üstlenmek istememiş, ancak bu emanetin ne denli ağır, değerli ve zorlayıcı
Büyû’, 38. olduğunun farkına varamayan insan, onu üstlenmiştir.43 Allah’ın emaneti-
40 D1547 Ebû Dâvûd, Vitr,
32; N5470 Nesâî, İstiâze, 19. ne riayet, O’nun razı olacağı bir hayat sürerek “salih kul” olabilmekle ger-
41 B946 Buhârî, Salâtü’l-havf,
çekleşir. Bunun yolu da Hz. Peygamber’in şu öğüdünde veciz bir şekilde
5.
42 B3043 Buhârî, Cihâd, 168; ifade edilmiştir: “Allah’a inandım de, sonra da dosdoğru ol!”44 Mümin kişi sa-
M4596 Müslim, Cihâd ve hip olduğu her şeyin ve kendisine bahşedilen her nimetin emanet olduğu
siyer, 64.
43 Ahzâb, 33/72.
bilinci ile hareket etmeli, inançlarına her zaman ve zeminde bağlı kalarak
44 M159 Müslim, Îmân, 62. sadakat göstermeli, bu tavrıyla da “emin” vasfını elde etmelidir.
244
CÖMERTLİK
GÖNÜLDEN VERMEK
245
عَنْ َأ�بِى هُرَيْرَةَ َ dأ� َّن ال َّنب َِّي َ sق َال:
“ َما ِم ْن َي ْو ٍم ُي ْصب ُِح ا ْل ِع َبا ُد ِفي ِه �ِإ َّلا َم َل َكانِ َي ْن ِز َلانِ َف َي ُق ُ
ول َأ� َح ُدهُ َما :ال َّل ُه َّم َأ�عْ ِط ُم ْن ِف ًقا
ول ْال آ�خَ ُر :ال َّل ُه َّم َأ�عْ ِط ُم ْم ِس ًكا َت َل ًفا”. خَ َل ًفاَ ،و َي ُق ُ
ول ال َّل ِه َ sق َال: عَنْ جَابِرِ بْنِ عَبْدِ ال َّلهَِ ،أ� َّن َر ُس َ
“َ ...وا َّت ُقوا الشُّ َّحَ ،ف ِإ� َّن الشُّ َّح َأ�هْ َل َك َم ْن َك َان َق ْب َل ُك ْمَ ،ح َم َل ُه ْم عَ َلى َأ� ْن َس َف ُكوا
ِد َما َءهُ ْم َو ْاس َت َح ُّلوا َم َحا ِر َم ُه ْم”.
صدِّيقِ ،عَ ِن ال َّنب ِِّي َ sق َال: عن َأ�بِى بَكْرٍ ال ِّ
“لا َي ْدخُ ُل ا ْل َج َّن َة خَ ٌّب َو َلا َب ِخ ٌيل َو َلا َم َّن ٌان”.
َ
246
Ebû Hüreyre’den (ra) nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle
buyurmuştur: “Kulların sabaha eriştiği her gün (yeryüzüne) iki melek iner.
Bu iki melekten biri, ‘Allah’ım, malını hayır yolunda harcayan kişiye (harcadığı
malın yerine) yenisini ver.’ der. Diğeri de, ‘Allah’ım, malını (hayır yollarında
harcamayarak) elinde tutan (cimrilik eden) kişinin malını telef et.’ der.”
(B1442 Buhârî, Zekât, 27)
247
Z amanın birinde, bir adam çölde tek başına yolculuk yapıyor-
muş. Aniden gökyüzünden, “Filânın bahçesini sula!” diye bir ses işitmiş.
Başını kaldırıp baktığında gökte sadece bir bulut görmüş. Evet, ses oradan
geliyormuş. Adam hayretler içerisinde kalarak bulutu takip etmeye başla-
mış. Kara taşlık bir yere gelince bulut suyunu boşaltmış. Yağmur suları bir
derede toplanmış ve akmaya başlamış. Bu defa adam suyu takip etmiş ve
önüne bir bahçe çıkmış. Bu bahçede bir adamın elinde kürekle suyu oraya
buraya çevirerek bahçeyi suladığını görmüş. Bahçeyi sulayan adama yak-
laşarak, “Arkadaş, adın ne?” diye sormuş. Bahçeyi sulayan adam yolcunun
buluttan duyduğu ismi telaffuz ederek, “Adımı niçin soruyorsun?” demiş.
O da, “Biraz önce yağmur yağdıran bulut vardı ya...” diyerek anlatmaya
başlamış: “Ben, o buluta bir kişinin senin adını söyleyerek, ‘Filânın bah-
çesini sula!’ dediğini işittim. Sonra da bulutu takip ederek buraya kadar
geldim. Adını da onun için soruyorum. Sen hangi davranışın sebebiyle
böyle bir ilâhî ikrama nail oldun?” deyince bahçe sahibi, “Madem merak
ediyorsun söyleyeyim. Şu gördüğün bahçe ürün verince oturup hesap ya-
parım. Ürünün üçte birini dağıtırım. Üçte birini çoluk çocuğumla yerim.
Üçte birini de tohumluk yaparım. İşte benim yaptığım bundan ibarettir.”
diye karşılık vermiş.1
Peygamber Efendimizin anlattığı bu olayda, olayın kahramanının elde
ettiği ürünün üçte birini dağıtması, üründen verilmesi mecburi olan bir
oranı ifade etmemektedir. Bu oranın dile getirilmesi, cömertliğin mutlaka
bu şekilde ve bu miktarda olması gerektiği şeklinde de anlaşılmamalıdır.
Bilakis gıpta edilecek boyutta bir cömertliğe sahip olan bu olayın kahra-
manı, inananları daima cömertliğe teşvik eden Hz. Peygamber tarafından
bir örnek olarak aktarılmıştır.
Cömertlik konusunda ısrarlı tavsiyeleri olan Allah Resûlü, bizzat ya-
şantısıyla da mümin bir insanın cömertliğinin nasıl olacağına dair eşsiz
1 M7473 Müslim, Zühd, 45.
örnekler vermiştir. Ashâbının anlatımıyla o, esen rüzgârdan daha cömert 2 B6 Buhârî, Bed’ü’l-vahy, 1.
idi.2 Kendisinden bir şey istendiği zaman istenen şey elinde mevcut ise 3 HM3012 İbn Hanbel, I,
326.
onu mutlaka verir,3 asla yok demezdi.4 Kısacası o, insanların en cömerdi 4 M6018 Müslim, Fedâil, 56.
idi.5 Yediğini, giydiğini, bildiğini paylaşır, iyiliğini esirgemez, asla ben- 5 M6009 Müslim, Fedâil, 50.
249
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
cillik yapmazdı. Meselâ, bir hanım sahâbî, bir gün kendi elleriyle ördü-
ğü bir giysiyi getirip Hz. Peygamber’e vermiş ve “Bunu, giyesin diye ör-
düm.” demişti. Peygamber Efendimiz hediyeyi kabul etmiş ve onu giyinip
ashâbının yanına gitmişti. Allah Resûlü’nün üzerindeki hırkayı gören bir
sahâbî, “Ne kadar da güzelmiş! Bunu bana verseniz.” demişti. İnsanların
en cömerdi olan Resûl-i Ekrem, “Peki.” deyip orada biraz oturduktan sonra
evine dönmüş ve o giysiyi katlayarak, isteyen sahâbîye göndermişti.6 Bir
başka sefer onun cömertliği, hayatı dünya malından ibaret gören bir Ya-
hudiyi hayrete düşürmüş, Yahudi, onun yaptığı cömertlikleri şaşkınlıkla
terennüm etmekten kendini alamamıştı.7
Evet, cömertlik paylaşmaktır. Sevgiyi, şefkati, bilgiyi, zamanı, ser-
veti paylaşabilmektir. Kalbinde sevgiden eser olmayan, neyi paylaşabilir?
Başkalarını sevmeyen, yaratılana Yaratan’dan ötürü hürmet etmeyen kişi,
kime, ne verebilir? Böyle bir kişi her türlü mal ve değerin tek sahibi olmayı
istemekten başka bir şey düşünmez. Hâlbuki cömertlik öylesine yüce bir
erdemdir ki Yaratan’ın ikramını yaratılanlara sunabilmektir. Elindeki bir
lokma ekmeği başkasıyla bölüşebilmektir.
En Sevgili’nin Medineli ashâbından Sâbit b. Kays ve eşi emsalsiz bir
cömertlik örneği sergilemişlerdir. Onların bıraktığı cömertlik hatırası, yü-
rekleri özveriye açan bir örnektir:
Bir gün Peygamber Efendimize bir adam gelerek, “Yâ Resûlallah! Aç-
lıktan bitap düştüm, hâlsiz kaldım.” der. Resûlullah onu doyurmaları için
hanımlarına haber gönderir, fakat onların saadet hanelerinde yiyecek hiç-
bir şey yoktur. Bunun üzerine Resûlullah, “Bu gece şu adamı konuk edip
yemek yedirerek Allah’ın merhametine nail olmak isteyen kimse yok mu?” bu-
yurur. Derhâl ensardan bir zât ayağa kalkar ve “Ben varım, yâ Resûlallah!”
diye cevap verir. Bu zât Sâbit b. Kays’tır.8 Akabinde o adamı alıp evine gö-
türür. Hanımına hitaben, “İşte bu kişi Allah Resûlü’nün konuğudur. Evde
ne varsa ona ikram edelim.” der. Evin hanımı, “Vallahi evimizde çocukla-
rımızın yiyeceğinden başka hiçbir şey yok.” diyerek karşılık verir. Eşinden
bu üzüntü verici cevabı alan sahâbî, eşine der ki: “O hâlde çocuklar akşam
yemek istedikleri vakit onları uyut. Sonra gel, kandili söndür. Biz bu gece
6 İM3555 İbn Mâce, Libâs, 1. karanlıkta karnımızı doyuruyormuş gibi yapalım ve geceyi aç geçirelim.”
7 HM14301 İbn Hanbel, III,
Kadın, kocasının dediklerini yapar. Kendileri ve çocukları aç kalmıştır
303.
8 İF7/119, İbn Hacer, Fethu’l-
ama Allah Resûlü’nün emaneti olan misafirleri doymuştur. Sabah olunca
bâri, VII, 119. misafirlerini uğurlarlar. Konuk olduğu evden ev sahiplerinin ikram ve iz-
250
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
madı.” Sevgili eşinin sözlerine karşılık Peygamberimizin verdiği cevap çok 11 İnsân, 76/8-11.
251
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
anlamlıdır: “(Demek ki) ön kolu hâriç tamamı (bize sevap olarak) kalmıştır!”12
Mala ve servete bu açıdan bakan Allah Resûlü, bütün hayatı malından
mülkünden ibaret olanları, hayatlarını dünyalık uğruna harcayarak dün-
yalıklarını tek gaye edinenleri uyarmıştır.13 Bu çerçevede o (sav), kişinin
gerçek malının, ölümünden önce hayır yoluna harcayıp önden gönderdik-
leri olduğunu belirtmiş; hayra sarf etmeyerek, ölünceye kadar biriktirip
sakladıklarının ise mirasçılarının olduğunu14 ifade etmiştir.
Öte yandan kişinin şan, şöhret, makam ve mevki hırsı gibi süflî duy-
gularla tatmin olmak için malını sarf etmesi, cömertlik olarak isimlendiri-
lemez. Nitekim Hz. Peygamber gösteriş için yapılan deve kesme yarışında
boğazlanan hayvanların etlerinin yenilmesini dahi yasaklamıştır.15 Bu tür
duyguların tatmini için yapılan harcamalar sahibi için rahmet değil, olsa
olsa zahmettir. Peygamber Efendimiz, Allah rızası gözetmeksizin, gösteriş
için hayır ve iyilik yapan kişilerin kötü akıbetini şu örnekle açıklamıştır:
“Kıyamet günü huzur-ı ilâhîye zengin birisi getirilecek. Yüce Allah, ona verdiği
nimetleri hatırlatacak. O da, bu nimetlerin kendisine verildiğini kabul edecek.
Sonra Cenâb-ı Hak soracak: ‘Sana verdiğim bu nimetleri nasıl kullandın?’ O kişi,
‘Yâ Rabbi! Hiçbir eksik bırakmadan malımı nereye harcamamı istediysen oraya
harcadım.’ diye cevap verecek. Bunun üzerine o kişiye, ‘Yalan söylüyorsun. Sen,
malını, ‘Ne cömert adam!’ desinler diye harcadın. Gerçekten de sana, ‘Ne cömert
adam!’ denildi.’ şeklinde hitap edilecek. Sonra emir verilecek ve o kişi yüzüstü
sürüklenerek cehenneme atılacak.”16
Malını hak yolunda harcamaya yönelik cömertlik, bir ayrıcalıktır.
Her insana nasip olmayan ve gıpta edilecek bir erdemdir.17 Ancak cömert-
lik yapan kişi, yaptığı iyilik ve hayır için Allah rızasından başka hiçbir
karşılık beklemediği gibi, ikramda bulunduğu insanların onurunu ze-
deleyecek davranışlardan da ısrarla kaçınmalı ve yaptığı iyiliği asla başa
kakmamalıdır.18 Nitekim Allah Resûlü de insanlara mal verirken, onları
12 T2470 Tirmizî, Sıfatü’l-
kıyâme, 33. incitmemeye ve adaletli davranmaya özel önem vermiştir.19
13 M7420 Müslim, Zühd, 3.
Cömertlik, insanı dünyanın geçici zevklerine dalıp âhireti unutmak-
14 B6442 Buhârî, Rikâk, 12.
15 D2820 Ebû Dâvûd, tan, toplumda kendisinden başka insanların da yaşadığını fark etmemek-
Dahâyâ, 13-14. ten, paylaşamamanın girdabından, bencilliğin ve her şeye sahip olma iste-
16 M4923 Müslim, İmâre,
252
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
bir hayırda bulunmaya niyet ettiğinde üzerindeki zırh öyle genişler ki (önceki dar
hâlinden kalma) izler bile silinir gider. Cimri, bir hayırda bulunmak istediğinde
ise üzerindeki zırh büzüşür, elleri köprücük kemiklerine yapışacak gibi sıkışır ve
zırhın her halkası yanındaki halkayı sıkıştırır.”20
Cömert kişi ikram ve ihsanda bulundukça Allah’ın rızasını kaza-
nır. Hz. Peygamber’in bildirdiğine göre, “Kulların sabaha eriştiği her gün
(yeryüzüne) iki melek iner. Bu iki melekten biri, ‘Allah’ım, malını hayır yolunda
harcayan kişiye (harcadığı malın yerine) yenisini ver.’ der. Diğeri de, ‘Allah’ım,
malını (hayır yollarında harcamayarak) elinde tutan (cimrilik eden) kişinin ma-
lını telef et.’ der.”21 Cömertçe ikramda bulunan kimse, takdir edilen tutum
ve davranışlarıyla bir yandan Allah’ın hoşnutluğuna, meleklerin duasına
nail olurken, öte yandan da insanların sevgisini ve hayranlık duygularını
kazanır. Cömertlik yolunda attığı adımlar gıpta ile izlenir. Hz. Peygamber
bu durumu şu sözleriyle ifade etmektedir: “Yalnızca iki kişiye gıpta edilir:
Allah tarafından kendisine mal verilip de malını hak yolunda harcayan kimseye,
Allah tarafından kendisine ilim verilip de onunla hükmeden ve onu başkalarına
öğreten kimseye.”22
Cömertliği tavsiye edip, onu bir erdem olarak takdim eden Yüce Al-
lah cömertliğin sınırlarını da belirlemiş, onun savurganlık şeklinde teza-
hür etmemesini istemiş, mutedil insanların övgüye lâyık tutumlarını şu
âyet-i kerîmede ifade etmiştir: “Onlar, harcadıklarında ne israf ne de cimri-
lik ederler. Bu ikisi arasında orta bir yol tutarlar.”23 Nitekim Peygamberimiz
de cömertliğin ölçüsünü, “İsraf ve savurganlığa kaçmadan, böbürlenmeden
yiyiniz, içiniz, giyiniz ve sadaka veriniz.” buyurarak 24 belirlemektedir. Bu
çerçevede Allah Resûlü kişinin servetinin tamamını cömertlik olarak
başkalarına ikram etmesine de rıza göstermemiştir. Meselâ, servetinin
tamamını bağışlamak isteyen Kâ’b b. Mâlik’i, “Malının bir kısmını kendine
ayır, bu senin için daha hayırlıdır.”25 diyerek uyarmış; malının tamamını 20 M2361 Müslim, Zekât, 77;
vasiyet etmek isteyen Sa’d b. Ebû Vakkâs’a da, yalnız üçte birini vasiyet B5299 Buhârî, Talâk, 24.
21 B1442 Buhârî, Zekât, 27.
etmesini, geri kalanını vârislerine bırakmasını tavsiye ederek, “Vârislerini
22 B73 Buhârî, İlim, 15.
zengin bırakman, onları başkalarına muhtaç bırakmandan daha hayırlıdır.” 23 Furkân, 25/67.
buyurmuştur.26 Ancak ihtiyaç duyulduğunda, toplumun menfaatinin ge- 24 N2560 Nesâî, Zekât, 66;
lendirmiştir. Nitekim Allah Resûlü toplumsal ihtiyaçlar için malî yardım 26 B2742 Buhârî, Vesâyâ, 2.
27 T3675 Tirmizî,
talebinde bulunduğunda, Hz. Ebû Bekir malının tamamını, Hz. Ömer ise Menâkıb,16; D1678 Ebû
malının yarısını bağışlamaktan çekinmemiştir.27 Dâvûd, Zekât, 40.
253
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
127.
cayamaz. Yücelttiği malında, mülkünde, sahip olduğu eşyada arar, huzuru
35 B6365 Buhârî, Deavât, 37. ve mutluluğu. Sahip olduklarının ebedî olduğunu ve kendisini sonsuzluğa
254
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
mek, eşyaya sahip olmak ve variyetlerini artırmak hususundaki gem vu- 39 N3112 Nesâî, Cihâd, 8.
40 Bakara, 2/268.
rulamaz arzuları, onların bu uğurda her türlü adaletsizliği, hukuksuzluğu 41 T1961 Tirmizî, Birr, 40.
mubah görmeleri sonucunu doğurur ki bu da toplumun kıyametidir. Allah 42 M6576 Müslim, Birr, 56.
255
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
47 Âl-i İmrân, 3/180; Hadîd, “Cömert, Allah’a yakın, cennete yakın, insanlara yakın, ama cehennem-
57/10. den uzaktır. Cimri ise Allah’tan uzak, cennetten uzak, insanlardan uzak, ama
48 Âl-i İmrân, 3/26.
49 İsrâ, 17/29.
cehenneme yakındır. Cömert cahil, Yüce Allah katında cimri âbidden daha
50 T1961 Tirmizî, Birr, 40. sevimlidir.”50
256
MİSAFİRPERVERLİK
İKRAM AHLÂKI
257
الص َّف ِة َكانُوا ُأ�ن ًَاسا اب ُّ عَنْ عَبْدِ ال َّرحْمَنِ بْنِ َأ�بِى بَكْرٍَ :أ� َّن َأ� ْص َح َ
ُف َق َرا َءَ ،و َأ� َّن ال َّنب َِّي َ sق َالَ “ :م ْن َك َان ِع ْن َد ُه َط َعا ُم ا ْث َن ْي ِن َف ْل َي ْذهَ ْب
ِبثَا ِل ٍثَ ،و�ِإ ْن َأ� ْر َب ٌع َف َخا ِم ٌس َأ� ْو َسا ِد ٌس”.
عَنْ َأ�نَسٍ َأ� َّن ال َّنب َِّي َ sجا َء �ِإ َلى َس ْع ِد ْب ِن عُ َبا َد َة َف َجا َء بِخُ ْب ٍز َو َز ْي ٍت
ونَ ،و َأ� َك َل َط َعا َم ُك ُم الصا ِئ ُم َ َف َأ� َك َلُ ،ث َّم َق َال ال َّنب ُِّي َ “ :sأ� ْف َط َر ِع ْن َد ُك ُم َّ
ْال َأ� ْب َرا ُرَ ،و َص َّل ْت عَ َل ْي ُك ُم ا ْل َمل َا ِئ َك ُة”.
عَنْ عُقْبَةَ بْنِ عَامِرٍ ،عَ ن ال َّنب ِِّي َ sأ� َّن ُه َق َال:
“لا خَ ْي َر ِف َيم ْن لا ُي ِض ُ
يف”.
258
Abdurrahman b. Ebû Bekir anlatıyor: Suffe ashâbı fakir insanlardı.
Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştu: “Kimin yanında iki kişilik
yemek varsa üçüncü bir kişiyi, dört kişilik yiyeceği olan beşinci ya da altıncı
bir kişiyi misafir etsin!”
(B602 Buhârî, Mevâkîtü’s-salât, 41)
Enes (b. Mâlik) anlatıyor: “Nebî (sav), Sa’d b. Ubâde’nin evine geldi. Sa’d,
(ona) ekmek ve zeytinyağı getirdi. Hz. Peygamber (sav) de onları yedi,
ardından şöyle buyurdu: ‘Yanınızda oruçlular iftar etsin. Yemeğinizi iyi
insanlar yesin. Melekler de size dua etsin.’”
(D3854 Ebû Dâvûd, Et’ıme, 54)
259
B ir gün ashâbıyla beraber olduğu bir sırada Allah Resûlü’nün
(sav) huzuruna bir adam gelerek, “Bitkin ve açım yâ Resûlallah.” dedi. Bu-
nun üzerine Allah Resûlü önce kendi hanımlarına başvurdu. Fakat onlar,
“Yanımızda sudan başka bir şey yok.” cevabını verdiler. Hz. Peygamber’in
o gün için misafiri ağırlayacak yiyeceği yoktu ama yine de bir şekilde bu
misafir ağırlanmalı ve karnı mutlaka doyurulmalı idi.
Ardından ashâbına yöneldi ve “Bu şahsı kim misafir edebilir?” diye sor-
du. Ensardan Sâbit b. Kays,1 “Ben!” diye atıldı. Sonra da misafiri alıp evine
götürdü. Hanımına, Allah Resûlü’nün misafirini ağırlamasını söyledi. Ha-
nımı, “Çocuklarımın yiyeceğinden başka bir şeyimiz yok.” cevabını verin-
ce o da hanımına, “Yemeğini hazırla, kandilini yak, çocuklarını da uyut.”
dedi. Eşinin söylediklerini yapan evin hanımı, ardından yanan kandili
düzeltiyormuş gibi yaparak söndürüverdi. Böylece ev sahipleri, aslında
yemek yemedikleri hâlde gecenin karanlığından yararlanarak yiyormuş
gibi yaptılar. Misafire de bunu hiç hissettirmediler ve o geceyi aç geçirdi-
ler. Karınları doymasa da Allah Resûlü’nün misafirini ağırlamanın verdiği
mutluluk ile gönülleri doymuştu.
Ev sahibi olan Sâbit b. Kays sabahleyin Hz. Peygamber’in yanına gitti.
Onu gören Allah Resûlü o gece misafirlerine yaptıkları ikramdan ötürü
Allah’ın onlardan memnun kaldığını müjdeledi. Bu cömert sahâbî ve eşi
hakkında şu âyet nâzil oldu: “Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları
(muhacir kardeşlerini) kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden, hır-
sından korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.”2
Yüce Allah’ın övgüsüne mazhar olan bu aile hem Allah rızasını, hem
de Peygamber sevgisini kazanmıştı.
Kur’ân-ı Kerîm, Hz. İbrâhim’in hiç tanımadığı misafirlere nasıl ik-
ramda bulunduğunu överek anlatır. Hz. İbrâhim, üstün ahlâkının bir ge-
reği olarak ilk defa karşılaştığı misafirlerine, kendilerinden bir ağırlanma 1 İF7/119 İbn Hacer, Fethu’l-
talebi gelmediği hâlde eşi Sâre ile kendisi bizzat hizmet etmek ve ziyafet bârî, VII, 119.
2 Haşr, 59/9; B3798 Buhârî,
vermek suretiyle ikramda bulunmuş ve onları en güzel şekilde ağırlamış- Menâkıbü’l-ensâr,10; M5359
tı. Bunun için ailesinin yanına gidip ikram olarak semiz bir buzağı ge- Müslim, Eşribe, 172.
261
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
262
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
ber’in ilk yatılı öğrencileri idi. Onların iaşesini başta Peygamberimiz olmak
üzere diğer Müslümanlar karşılıyordu. O dönemde ashâbın da maddî du-
rumları pek iyi değildi. Fakat Efendimiz daha fazla misafir kabul etmeleri
için Müslümanları teşvik ediyor ve kendisi de onlara örnek oluyordu. O
şöyle buyuruyordu: “Kimin yanında iki kişilik yemek varsa üçüncü bir kişiyi,
dört kişilik yiyeceği olan beşinci ya da altıncı bir kişiyi misafir etsin!”10 O gün
Allah Resûlü, Suffe ashâbından on kişiyi misafir ederken Hz. Ebû Bekir, üç
kişiyi misafir etmişti. Ebû Bekir Sıddîk’ın misafirlere ikram ettiği bu yeme-
ğin ne kadar bereketlendiği ise rivayetlerde genişçe anlatılmıştır.11
Allah Resûlü, yine bir gün Suffe ashâbından bazılarını Hz. Âişe’nin
evine götürmüştü. Onlar da orada yediler, içtiler. Sonra Resûlullah, “İs-
terseniz burada uyuyun, isterseniz mescide gidin.” buyurunca, “Biz mescide
gideriz.” demişlerdi.12
Bir gün sahâbîlerden Mikdâd b. Esved ile iki arkadaşı yoldan gelmiş-
lerdi. Yorgunluktan ve açlıktan gözlerinin feri gitmiş, nerede ise kulakları
duymaz hâle gelmişti. Sahâbeden kendilerini misafir etmelerini istediler.
Ama hiç kimse onları kabul edecek durumda değildi. Derken Rahmet Elçi-
si geldi ve onları hanesine götürdü. Kapıda üç keçi duruyordu. Peygamber
(sav), “Şu keçilerin sütünü aramızda paylaşmak üzere sağın.” buyurdu. Bunun
üzerine misafirler keçileri sağdı ve her biri kendi nasibini içti. O gece Hz.
Peygamber misafirlerini sütle ağırlamıştı.13
Allah Resûlü ashâbından aç olanları misafir ederek karınlarını doyu-
rurdu. Meselâ, bir gün Ebû Hüreyre aç kalmış ve bitap düşmüştü. Yolda
Hz. Ömer’le karşılaştı. Kendisinden Allah’ın Kitabı’ndan bir âyeti oku-
masını istedi. Gayesi açlığını hissettirmekti. Ancak onun durumunu fark
edemeyen Hz. Ömer, sorduğu âyeti ona okumakla yetindi. Çok geçme-
den Ebû Hüreyre açlıktan dolayı yüzüstü düştü. Bu sırada bir de gördü
ki, Rahmet Elçisi başucunda dikilmiş, “Ebû Hüreyre!” diye çağırıyor. O
da, “Buyur, emrin olur ey Allah’ın Resûlü!” diye karşılık verdi. Resûlullah 10 B602 Buhârî, Mevâkîtü’s-
elini tuttu, onu kaldırdı ve aç olduğunu fark ettiği Ebû Hüreyre’yi evine salât, 41.
11 M5365 Müslim, Eşribe,
götürdü. Hemen onun için büyük bir bardak süt getirilmesini emretti. Süt- 176.
ten bir miktar içen Ebû Hüreyre’ye, “Tekrar iç Ebû Hüreyre!” buyurdu. Bir 12 İM752 İbn Mâce, Mesâcid,
263
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
264
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
getirdi. Hemen gidip onlara bir hurma salkımı getirdi ki, içinde ham, kuru
ve taze hurmalar vardı. “Bundan yiyin!” dedi ve bıçağı aldı. Bunun üzerine
Rahmet Peygamberi ona, “Sakın sağmal koyuna dokunma.” buyurdu. Ebu’l-
Heysem kendilerine ikram etmek üzere bir koyun kesti. Hem koyundan,
hem o hurma salkımından yediler.
Yemeğe doyup, suya kandıkları vakit Peygamber Efendimiz, Hz. Ebû
Bekir’le Hz. Ömer’e, “Bu canı bu tende tutan Allah’a yemin ederim ki, kıyamet
gününde bu nimetlerden mutlaka sorulacaksınız! Sizi evlerinizden açlık çıkardı.
Sonra şu nimetlere kavuşmadan dönmediniz.” buyurdu.23 Görüldüğü gibi Hz.
Peygamber ve arkadaşları zaman zaman sıkıntılı günler yaşamaktaydı.
Ancak kardeşlik ruhu ve misafirlik anlayışı, bu sıkıntıları giderip mutlu-
luğa dönüştürüyordu.
Allah Resûlü misafire ikramın hayır ve berekete vesile olacağını
müjdelerken,24 imkânı olduğu hâlde misafire ikramdan kaçınanları da, “Mi-
safir ağırlamayan kimsede hayır yoktur.”25 mealindeki hadisi ile uyarıyordu.
Allah Resûlü’nün sünnetinde misafirperverlik artık sadece bir âdet
ve bir gelenek değil, aynı zamanda erdemli bir davranış ve bir ibadet idi.
Hem Allah katında hem de halk katında muteber ahlâkî bir değerdi. Rah-
met Elçisi’nin hicrette Medine’ye ayak basar basmaz verdiği ilk mesajlar
arasında, “Yemek yedirin!” vurgusunu yapması da manidardı: “Ey insanlar!
Selâmı yaygınlaştırın, yemek yedirin ve insanlar uykudayken (gece) namaz kılın
ki, esenlik içinde cennete giresiniz.”26 Bu hadise göre cennete girme vesilesi
olan misafire ikram, bazı zarurî hâllerde, isteğe bağlı bir iyilikten de öte ifa
edilmesi gereken bir misafir hakkı ve toplumsal bir görev olur.27
Nitekim bir hadisinde Hz. Peygamber şöyle buyurmuştu: “Misafiri 23 M5313 Müslim, Eşribe,
140.
bir gece ağırlamak her Müslüman’ın üzerine düşen bir görevdir. Bir kimse bir 24 İM3356 İbn Mâce, Et’ıme,
olduğunu açıkça belirtmektedir. Nitekim Hz. Peygamber bütün zamanını kıyâme, 42; İM1334 İbn
Mâce, İkâmet, 174.
ibadetle geçiren Osman b. Maz’ûn’a, “Ey Osman, Allah’tan kork. Çünkü se- 27 B6137 Buhârî, Edeb, 85;
nin üzerinde ailenin de hakkı vardır. Senin üzerinde misafirinin de hakkı vardır. M4516 Müslim, Lukata, 17.
28 D3750 Ebû Dâvûd, Et’ıme,
Senin üzerinde nefsinin de hakkı vardır. Bundan dolayı bazen oruç tut, bazen 5; İM3677 İbn Mâce, Edeb,
tutma. Bazı geceler namaz kıl, bazı geceler de uyu.”29 buyurmuştur. 5.
29 D1369 Ebû Dâvûd,
“Yâ Resûlallah bana öyle bir amel söyle ki o ameli yapınca cennete Tatavvu’, 27; HM26839 İbn
gireyim.” diyen Ebû Hüreyre’ye, Hz. Peygamber cennete götürecek amel Hanbel, VI, 267.
265
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
32 B87 Buhârî, İlim, 25; M116 siz) Peygamber’in evlerine girmeyin, çağrıldığınız zaman girin. Yemeği yiyince
Müslim, Îmân, 24. de hemen dağılın. Sohbet için beklemeyin. Çünkü bu davranışınız Peygamber’i
33 T1905 Tirmizî, Birr, 7;
D1536 Ebû Dâvûd, Vitr, 29. rahatsız etmekte, fakat o sizden çekinmektedir. Allah ise gerçeği söylemekten
34 D3853 Ebû Dâvûd, Et’ıme,
çekinmez...”37 âyetini indirerek misafirlerin dikkat etmesi gereken bazı dav-
54.
35 B6135 Buhârî, Edeb, 85. ranışları bildirmiştir.38
36 B5163 Buhârî, Nikâh, 65.
Bir defasında kendisine ikram edilen bir yemeği Hz. Peygamber
37 Ahzâb, 33/53.
266
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
III, 283.
perverlik, Müslüman toplumların en önemli hasletlerinden biri olarak 43 TB2/609 Taberî, Târîh, II,
267
ÎSÂR
DİĞERKÂMLIK
269
وج ِفى َح ِاش َي ِت َها – َقا َل ْت َيا عَنْ سَهْلِ بْنِ سَعْدٍ قَال :جا َء ِت ا ْم َر َأ� ٌة ِب ُب ْردَة ٍ َ ...م ْن ُس ٌ
ول ال َّل ِه ُ sم ْح َت ًاجا وك َهاَ ،ف َأ�خَ َذهَ ا َر ُس ُ ول ال َّل ِهِ� ،إنِّى ن ََس ْج ُت هَ ِذ ِه ِب َي ِدى َأ� ْك ُس َ َر ُس َ
�ِإ َل ْي َهاَ ،ف َخ َر َج �ِإ َل ْي َنا َو�ِإن ََّها َل ِإ�زَا ُر ُه َف َج َّس َها َر ُج ٌل ِم َن ا ْل َق ْو ِم َف َق َالَ :يا َر ُس َ
ول ال َّل ِه،
ْاك ُس ِن َيهاَ ،ق َالَ “ :ن َع ْم”َ ،ف َج َل َس َما َشا َء ال َّل ُه ِفى ا ْل َم ْج ِل ِسُ ،ث َّم َر َج َعَ ،ف َط َواهَ ا ُث َّم
َأ� ْر َس َل ب َِها �ِإ َل ْي ِه.
عَنْ زَيْدِ بْنِ َأ�سْلَمَ ،عَنْ َأ�بِيهِ قَالَ :سَمِعْتُ عُمَرَ بْنَ الْخَطَّابِ dيَقُولَُ :أ� َم َرنَا
ول ال َّل ِه َ sي ْو ًما َأ� ْن َن َت َص َّد َقَ ،ف َوا َف َق َذ ِل َك َم ً
الا ِع ْن ِدىَ ،ف ُق ْل ُت :ا ْل َي ْو َم َأ� ْسب ُِق َر ُس ُ
ول ال َّل ِه َ “ :sما َأ� ْب َق ْي َت َأ� َبا َب ْك ٍر �ِإ ْن َس َب ْق ُت ُه َي ْو ًما َفجِ ئ ُْت ِب ِن ْص ِف َما ِلىَ ،ف َق َال َر ُس ُ
ِل َأ�هْ ِل َك؟” َف ُق ْل ُتِ :م ْث َلهَُ .ق َالَ :و َأ�تَى َأ� ُبو َب ْك ٍر dب ُِك ِّل َما ِع ْن َد ُهَ ،ف َق َال َل ُه َر ُس ُ
ول
ال َّل ِه َ “ :sما َأ� ْب َق ْي َت ِل َأ�هْ ِل َك؟” َق َالَ :أ� ْب َق ْي ُت َل ُه ُم ال َّل َه َو َر ُسو َلهُُ .ق ْل ُتَ :لا
ُأ� َسا ِب ُق َك �ِإ َلى َش ْي ٍء َأ� َب ًدا.
270
Sehl b. Sa’d anlatıyor: “Bir kadın ... elinde kenarları dokunmuş bürde
türünden bir kumaşla gelerek, ‘Yâ Resûlallah, bunu giymeniz için
kendi elimle dokudum.’ dedi. Böyle bir kumaşa ihtiyacı olan Resûlullah
(sav) kumaşı aldı ve izar şeklinde giyinerek (belden aşağısına sararak)
yanımıza geldi. Fakat orada bulunanlardan biri kumaşa dokunarak,
‘Yâ Resûlallah, bunu bana giydir!’ dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber
‘Tamam.’ buyurdu ve Allah’ın dilediği kadar (bir süre) o mecliste
kaldıktan sonra evine döndü. Sonra da kumaşı katlayarak ona gönderdi.”
(B5810 Buhârî, Libâs, 18)
Enes (b. Mâlik)’ten rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle
buyurmuştur: “Sizden biriniz kendisi için istediğini mümin kardeşi için de
istemedikçe iman etmiş olmaz.”
(T2515 Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 59)
271
B ir gün Allah Resûlü’ne (sav) gelen bir adam ihtiyacı olduğu-
nu söyleyerek ondan yardım istedi. Sevgili Peygamberimiz, “Belki yiye-
cek bir şeyler vardır.” düşüncesiyle hanımlarından birine haber gönderdi.
Fakat hanımı, “Seni hak dinle gönderen Allah’a yemin olsun ki, evimde
sudan başka bir şey yok.” diye cevap verdi. Bunun üzerine diğer ha-
nımlarına danışan Rahmet Elçisi onlardan da aynı cevabı alınca, kendi
imkânlarıyla ihtiyacını gideremediği bu Müslüman için sahâbeden yar-
dım istemeye karar verdi ve “Bu şahsı bu gece (evinde) kim misafir ederse
Allah ona rahmet etsin.” dedi.
Allah Resûlü’nün bu duasına mescitte bulunanların tamamı nail ol-
mak isterdi, ancak sahâbîlerin çoğunun maddî durumu iyi değildi. Zira
birçoğu mallarının neredeyse tamamını Mekke’de bırakarak Medine’ye
hicret etmişler, Medineli sahâbîler ise evlerini ve yiyeceklerini muhacir
kardeşleriyle paylaşmışlardı. Buna rağmen Medineli Müslümanlardan
Sâbit b. Kays isimli bir sahâbî1 ayağa kalkarak zor durumda kalan bu şahsı
ağırlayabileceğini söyledi ve onu evine götürdü.
Evde yalnızca çocuklara yetecek kadar yiyecek olduğunu öğrenen
sahâbî, Allah Resûlü’nün konuğunu ağırlama gayretiyle hanımına, çocuk-
ları uyutup yiyecekleri misafire getirmesini tembihledi. Hanımı da eşinin
isteği doğrultusunda çocukları uyutarak evdeki bir parça yemeği misafir
için hazırlayıp sofraya koydu. Ev sahipleri adamla birlikte sofraya otur-
duktan sonra, evin hanımı düzeltir gibi yaparak kandili söndürdü. Böylece
misafir karanlıkta, yemek yiyormuş gibi davranan ev sahiplerinin aslında
yemediklerini fark etmeden karnını doyurdu. Zira sofrada yalnızca bir ki-
şiye yetecek kadar yemek vardı. Sofradan kalkan çift, o geceyi çocukla-
rıyla birlikte aç geçirdiler. Fakat gönülleri huzurla doluydu. Çünkü Allah
Resûlü’nün misafirini büyük bir hassasiyetle ağırlamış ve böylece onun
duasına mazhar olmuşlardı.
Ertesi sabah Sevgili Peygamberimiz bu asil davranışı sergileyen
sahâbîyi görünce, “Bu gece sizin misafirinize karşı davranışınızdan Allah Teâlâ 1İF7/119 İbn Hacer, Fethu’l-
çok hoşnut oldu.” diyerek haklarında şu âyetlerin indirildiğini bildirdi: “Ken- Bârî, VII, 119.
273
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
dileri zaruret içinde bulunsalar bile onları (mümin kardeşlerini) kendilerine tercih
ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.”2
Medineli aileye, Allah Teâlâ’nın hoşnutluğunu ve övgüsünü kazan-
dıran bu özverili davranış, îsârın en güzel örneklerinden biridir. Bir şeyi
veya bir kimseyi diğerine tercih etme anlamına gelen “îsâr”, kişinin, baş-
kalarının çıkarlarını ve ihtiyaçlarını kendi nefsine öncelemesi, kendisi
muhtaç durumda olsa da imkânı nispetinde öncelikle başkasının ihtiya-
cını karşılama gayretinde olması anlamına gelen bir ahlâk terimidir. Îsâra
giden yolun başında ise fedakârlık, yani özveride bulunma vardır.
Fedakârlık, insanın sahip olduğu şeylerden bir başkası için vazgeç-
mesidir. Kimi zaman malından, kimi zaman rahatlığından, kimi zaman
da canından vazgeçmektir. Bazen yapılan bir hatayı affetmek, bir sıkın-
tıya sabretmek, bazen daha fazlasına ulaşabilecekken azıyla yetinmek,
bazen de kendi hakkından feragat etmektir. Bir annenin çocuklarına
olan merhameti ve onların rahatı için yaptıkları göz önüne alındığında
fedakârlık duygusunun insanın doğasında var olduğu açıkça görülür.
İslâm Dini, bu fıtrî duygunun beslenerek kişide temel bir özellik hâline
gelmesini hedefler. Nitekim iman ile fedakârlık arasında çok sıkı bir bağ
vardır. Yalnızca Rabbin rızasını kazanma arzusu, kişinin din kardeşine
sevgi ve merhametle bakmasını sağlayıp, ihtiyaç duyduğu bir şeyi karşılık
beklemeden daha çok ihtiyaç duyan bir başkasına vermesini kolaylaştı-
rırken, fedakârlık ve îsâr duyguları da Allah’a olan inancı kuvvetlendirir.
Allah Teâlâ’nın, “Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça iyiliğe asla
erişemezsiniz.”3 sözü de Allah’a duyulan sevgi ve iman ile îsâr arasındaki
2 B3798 Buhârî, Menâkıbü’l- bu ilişkiyi ortaya koymaktadır.
ensâr,10; M5359 Müslim,
Yüksek bir ahlâk üzere olan4 Resûlullah’ın hayatı, fedakârlığın en gü-
Eşribe, 172; Haşr, 59/9.
3 Âl-i İmrân, 3/92. zel örneğidir. Allah’ı en iyi tanıyan ve O’na karşı sorumluluk bilinci en ge-
4 Kalem, 68/4.
274
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
maşı istedin.” dediler. Sahâbî ise kumaşı giymek için değil, Resûlullah’a ait 17 M6021 Müslim, Fedâil, 58.
zihinlerde, mümin olmanın sorumluluk ve özveri gerektirdiği anlayışını M2376 Müslim, Zekât, 88.
22 M2415 Müslim, Zekât,
hâkim kılmaya gayret etmiştir. Bu bağlamda, “Sizden biriniz kendisi için iste-
116.
diğini mümin kardeşi için de istemedikçe iman etmiş olmaz.”20 buyurarak ken- 23 B6065 Buhârî, Edeb, 57;
dini düşündüğü kadar başkalarını da düşünmenin, yani diğerkâmlığın M6526 Müslim, Birr, 23.
24 M6592 Müslim, Birr, 69.
imanın gereği olduğunu vurgulamış; kişiyi nefsanî arzularından doğan 25 B1469 Buhârî, Zekât, 50.
cimrilik,21 açgözlülük,22 kıskançlık23 gibi kötü duygulardan sakındırırken, 26 B2446 Buhârî, Mezâlim, 5;
ma26 ve kanaatkârlık27 gibi güzel vasıfları ashâbının gönlüne yerleştirmeye M7428 Müslim, Zühd, 8.
275
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
16.
ruhu, İslâm’ın aydınlattığı her yere sirayet etmiş ve inananların gönlünde
35 N3638 Nesâî, Ehbâs, 4. hâkimiyet kurmuştur.
276
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
ikram ediyoruz, yoksa sizden karşılık istemediğimiz gibi bir teşekkür de beklemi- B3781 Buhârî, Menâkıbü’l-
ensâr, 3.
yoruz. Çünkü biz, asık suratlı, çetin bir günden (o günün azabından) dolayı Rab- 38 B2325 Buhârî, Müzâraa, 5;
bimizden korkarız.”39 Hz. Peygamber de bu meziyetlerinden dolayı ensarı B2630 Buhârî, Hibe, 35.
39 İnsan, 76/8-10.
çokça methetmiş,40 onlara karşı nefret beslemeyi asla tasvip etmemiş,41 sık 40 B7244 Buhârî, Temennî,
44 Haşr, 59/9.
olmayı tavsiye etmiştir. Fedakârlık ve îsâr, bu yönlendirmeler sonucu ben- 45 B6446 Buhârî, Rikâk, 15;
cillikten kurtularak diğer insanlara da en az kendisi kadar değer verme ve M2420 Müslim, Zekât, 120.
277
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
278
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
279
VEFAKÂRLIK
KADİRŞİNASLIK
: َف َدعَ ا ِنى َف َق َال.الطا ِئ ِف َّ ِع َن ٌب ِم َنs ُأ�هْ ِد َي ِلل َّنب ِِّي:َعَنِ ال ُّنعْمَانِ بْنِ بَشِيرٍ قَال
ٍ َف َل َّما َك َان َب ْع َد َل َيال.“خُ ْذ هَ َذا ا ْل ُع ْن ُقو َد َف َأ� ْب ِل ْغ ُه ُأ� َّم َك” َف َأ� َك ْل ُت ُه َق ْب َل َأ� ْن ُأ� ْب ِل َغ ُه �ِإ َّياهَ ا
. َق َال َف َس َّما ِنى ُغ َد َر. َلا: “ َما َف َع َل ا ْل ُع ْن ُقودُ؟ هَ ْل َأ� ْب َل ْغ َت ُه ُأ� َّم َك؟” ُق ْل ُت:َق َال ِلى
281
ول ال َّل ِه َ sي ُق ُ
ول: عَنْ عَبْدِ ال َّلهِ بْنِ عُمَرَ ... َ:و�ِإنِّى َس ِم ْع ُت َر ُس َ
“�ِإ َّن َأ� َب َّر ا ْل ِب ِّر ِص َل ُة ا ْل َو َل ِد َأ�هْ َل ُو ِّد َأ�بِي ِه”.
عَنْ عَائِشَةَ gقَالَتَْ :ما ِغ ْر ُت عَ َلى َأ� َح ٍد ِم ْن ِن َسا ِء ال َّنب ِِّي َ sما ِغ ْر ُت
عَ َلى خَ ِد َيج َة َو َما َر َأ� ْي ُت َهاَ ،و َل ِك ْن َك َان ال َّنب ُِّي ُ sي ْك ِث ُر ِذ ْك َرهَ اَ ،و ُر َّب َما َذ َب َح
الشَّ ا َةُ ،ث َّم ُي َق ِّط ُع َها َأ�عْ َضا ًءُ ،ث َّم َي ْب َعث َُها ِفى َص َدا ِئ ِق خَ ِد َيج َةَ ،ف ُر َّب َما ُق ْل ُت َلهُ:
ولِ�“ :إن ََّها َكان َْت َو َكان َْت، َك َأ� َّن ُه َل ْم َي ُك ْن ِفى ُّ
الد ْن َيا ا ْم َر َأ� ٌة �ِإ َّلا خَ ِد َيج ُةَ ،ف َي ُق ُ
َو َك َان ِلى ِم ْن َها َو َل ٌد”.
282
Abdullah b. Ömer’in işittiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:
“İyiliklerin en güzeli, evlâdın baba dostlarını ziyaret etmesidir.”
(M6513 Müslim, Birr, 11)
283
A llah Resûlü peygamberliğinin dokuzuncu yılının sonları-
na doğru önce amcası Ebû Tâlib’i, kısa bir süre sonra da biricik eşi Hz.
Hatice’yi kaybetti. Ebû Tâlib ve Hz. Hatice’nin peş peşe vefat etmeleri Hz.
Peygamber için katlanılması zor acılara sebep oldu. İnsanlar arasında yal-
nız kaldığını hissetti. Bir süre evinden çıkmadı, hiç kimseyle görüşmedi.
Yaşadığı birçok sıkıntının yanında bir de kendisine kol kanat geren müm-
taz iki şahsiyetin yokluğu acılarını biraz daha artırdı. Hem içinde bulun-
duğu sıkıntılı konumdan kurtulmak hem de dini daha özgür bir ortamda
tebliğ edebilmek için yeni beldeler aradı. Çünkü Mekke’de İslâm’a davet
adına yapılması gerekenleri yapmış, Mekke’deki İslâm daveti kilitlenme
sürecine girmişti. İslâm’a davet için yeni beldelere açılmak gerekiyordu.
Üstelik yaşanılan sıkıntılar, eziyet ve işkenceler de dayanılmaz bir hâl al-
mıştı. Bu noktada Tâif’in önemli bir işleve sahip olabileceğini düşündü.
Eğer Tâif İslâm davetinin merkezi hâline getirilebilirse Hz. Peygamber, göz
ardı edilemeyecek bir açılım imkânına sahip olacaktı. Zira Tâif, Mekke
eşrafının çok sıkı ilişkiler içerisinde olduğu bir şehirdi. Hemen hepsinin
Tâif’te yazlık evleri, büyük mülkleri vardı. Eğer Tâif İslâm davetinin üssü
hâline getirilebilirse Mekke’nin ileri gelenleri bundan ekonomik mânâda
büyük darbe alacaklar ve zarara uğrayacaklardı.
Hz. Peygamber Tâif’in yolunu tuttu. Tâif, yürüyerek Mekke’ye iki
günlük mesafedeydi. Yanında evlâtlığı Zeyd’le beraber gizlice Tâife ulaştı.
Tâif’te bir ay kadar kaldı. Ahlâf kabilesiyle birçok kere görüştü. Onların
İslâm’ı kabul etmelerini istedi. Ancak Ahlâf kabilesinin eşrafı Kureyşliler-
den çekindikleri için daveti kabul etmediler. Hatta Hz. Peygamber’e karşı
küstahça bir tavır takındılar. Kureyş’in onu korumayacağını anladıkları
zaman, daha da küstahlaştılar ve Kureyş’in yakınlığını kazanabilmek için
ondan şehirlerini hemen terk etmesini istediler. Onu aşağıladılar, onunla
alay ettiler ve şehri terk etmek üzere olan Hz. Peygamber’i yolun iki yanına
dizilmiş köle ve çocuklara taşlattılar. Resûlullah da, Zeyd de yaralandı.
Neticede bir bağa sığındılar, orada bir gölgelikte nefeslenip soluk aldılar.
Derken iki kutlu yolcu yolculuklarına devam edip, Mekke’ye yaklaştı-
lar. Ama ne yazık ki Mekke’ye giremediler. Resûlullah’ın Tâif’ten kovul-
285
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
muş bir şekilde yeniden Mekke’ye girmesi de pek mümkün değildi. Ebû
Leheb’in liderliğindeki Hâşimoğulları da zaten kendisine eskisi gibi sahip
çıkmıyordu. Ama başka bir çaresi de yoktu. Mekke’den başka gidebileceği
hiçbir yer kalmamıştı. Mekke’ye mutlaka girmeliydi ama bu nasıl olacaktı.
Zeyd’le beraber Mekke yakınlarındaki bir dağda üç gün kaldılar. Evlâtlığı
Zeyd, Mekke’ye bir türlü giremeyen ama gidecek başka hiçbir yeri de ol-
mayan Kutlu Elçi’nin durumuna çok üzülüyordu. Onun bu üzüntüsünü
gören Allah Resûlü ona dedi ki: “Ey Zeyd! Şüphen olmasın ki Allah bu gördü-
ğün duruma bir çıkış yolu gösterecektir. Muhakkak ki Allah dininin yardımcısı ve
Peygamberinin destekçisidir.”1
Resûlullah dağda kaldığı üç gün boyunca boş durmadı. Mekke’ye
girmek için bir kabilenin himayesini kabul etmesinin gerektiğini çok iyi
biliyordu. Bunun için Zeyd’i gizlice Mekke’ye gönderip kendisini hima-
ye edebilecek bazı kişilerle görüşmesini temin etti. Himaye teklifini daha
önce de Müslümanlara karşı uygulanan boykotun kaldırılmasında önemli
bir rolü olan Nevfeloğulları’nın lideri Mut’im b. Adî kabul etti. Mut’im va-
kit kaybetmeden oğullarına ve akrabalarına silahlanmalarını emretti. Hz.
Peygamber Mekke’ye sessiz, sakin, korkmuş, sinmiş biri olarak girmek
istemedi. Bunun yerine Nevfeloğulları’nın himayesinde doğruca Kâbe’ye
gitti. Mekke eşrafının gözü önünde Kâbe’yi tavaf etti, namaz kıldı, uzun
uzun dua etti ve sonra evine gitti. Allah Resûlü’nü koruyan savaşçıların
başındaki Mut’im b. Adî, Allah Resûlü’nün Kâbe’de Allah’a bağlılığının
tezahürünü izleyen Mekke’nin ileri gelenlerine dönerek Muhammed’i hi-
mayesine aldığını, herkesin himaye hukukuna riayet etmesi gerektiğini,
himaye hukukuna riayet etmeyenlerle soyunun bütün fertlerinin sonuna
kadar savaşacağını ilân etti.
Allah Resûlü Mekke’den gizlice ayrılmış, Tâif’ten taşlanarak kovul-
muş, evsiz barksız, yurtsuz kalmıştı. Hatta dağda üç gün konaklamış,
doğduğu, büyüdüğü, yaşadığı şehre Mekke’ye girememişti. Ama Allah
(cc) ona öyle bir kapı açtı ki hem de bir müşrikin desteği ve himayesiyle
Mekke’ye alnı açık, başı dik olarak girdi. Hz. Peygamber kendisini bu zor
anında himayesine alan, kol kanat geren, onu himaye uğruna canını ve
soyunu bile tehlikeye atan Mut’im b. Adî’i hiçbir zaman unutmadı. Hatta
hicretten kısa bir süre sonra vefat eden Mut’im için Bedir Savaşı sonrası
1 ST1/212 İbn Sa’d, Tabakât,
esir edilen Mekkeli müşrikleri işaret ederek, “Eğer Mut’im b. Adî sağ olsaydı,
I, 212. sonra şu kokuşmuş kişiler hakkında konuşup onları bağışlamamı isteseydi hiç
286
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
her vefasızın, vefasızlığının bir göstergesi olarak bir sancağı olacaktır...”6 buyur- siyer, 14.
287
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
muştur. Arapların ahdine vefa gösteren kimseleri beyaz bir bayrak, vefa-
sızlık gösterenleri ise kınanması için siyah bir bayrak ile ilân etmelerine
benzer şekilde, vefasızlar da kıyamet günü bir işaretle teşhir edilecektir.7
Anne babaya vefanın önemini bu şekilde altını çizerek anlatan Hz.
Peygamber kendisine ilk defa sütanneliği yapıp ara sıra kendisini emzi-
ren Ebû Leheb’in cariyesi Süveybe’ye karşı gönlünün derinliklerinde sevgi
beslemiş, ona karşı hep minnet duygusu taşımıştır. Süveybe sık sık Efen-
dimizi ziyarete gelir, Allah Resûlü de ona hep izzet ve ikramda bulunurdu.
Peygamberimiz Hz. Hatice ile evlendikten sonra Hz. Hatice de Süveybe’ye
hürmet ve ikramda bulunmuştur. Efendimizin Medine’ye hicretinden son-
ra Ebû Leheb tarafından azat edilen Süveybe’ye Hz. Peygamber, Hayber’in
fethinden sonra ölünceye kadar bakmış, onun bütün ihtiyaçlarını karşı-
lamıştır. Süveybe’nin vefat haberi kendisine ulaşınca da ikram etmek için
yakınlarını soruşturup, araştırmıştır.8
En küçük iyiliklere karşı bile vefa gerektiğine vurgu yapan Allah
Resûlü, iyi ve kötü günde beraber olan, hüznü ve sevinçleri birlikte ya-
şayan eşlerin ve aile fertlerinin birbirlerine karşı vefakârlığına özel bir
vurgu yapmış ve kendisi bunun en güzel örneklerini sergilemiştir. İlk eşi
ve altı çocuğunun annesi olan Hz. Hatice annemizi hayatı boyunca hiç
gönlünden çıkarmayan Sevgili Peygamberimiz, onun vefatından sonra da
onu hatırlatan herkese karşı, gönlünde Hatice’ye beslediği vefa duygusuyla
hareket etmiştir. Bir gün Sevgili Peygamberimiz Hz. Âişe ile beraberken
huzur-ı saadetlerine ihtiyar bir hanım geldi. Allah Resûlü ona adını sordu.
O, “Cessâme el-Müzenî” diye cevap verdi. Bunun üzerine Peygamberimiz
“çirkin” anlamına gelen bu adı, “güzel” anlamındaki yeni bir isimle değiş-
tirerek, “Hayır, senin adın ‘Cessâme’ değil, Hassâne el-Müzenî’dir.” buyurdu.
Sonra da ihtiyar kadına hâlini hatırını sordu, pek çok iltifatlarda bulundu.
(Ona karşı olan ilgi ve alâkasından Hz Peygamber’in onu önceden tanıdığı
belliydi.) Yaşlı hanım gittikten sonra Allah Resûlü’nün yaşlı kadına karşı
olan ihtiram, ilgi ve alâkası dikkatinden kaçmayan Hz. Âişe merak ederek,
“Bu yaşlı hanım kimdi ya Resûlallah?” diye sordu. O da, “Hatice’nin arka-
daşı olup onun sağlığında bize gelip giderdi. Kuşkusuz ahde güzel bir şekilde vefa
7 İF6/284 İbn Hacer, Fethu’l-
bârî, VI, 284. göstermek imandandır.”9 buyurdu.
8 İBS27 İbn Abdülber, İstîâb,
Sevgili Peygamberimiz eşinin hatırasını canlandıran her şeye karşı
I, 27-28.
9 NM40 Hâkim, Müstedrek, I,
vefa duygusuyla yaklaşmıştır. Nitekim Mekkeliler Bedir’de Müslümanla-
20 (1/16). rın eline geçen esirlerine fidye olmak üzere birtakım mallar gönderme-
288
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
ki, ben Efendinizin sütkardeşiyim!” diyerek onları yumuşatmaya çalıştı. ensâr, 20.
289
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
290
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
Ebû Bekir’in özrünü kabul etmeyen Hz. Ömer de pişman oldu ve onun
evine gitti. Evde olmadığını öğrenince de Peygamber Efendimizin huzu-
runa geldi ve selâm verdi. Hz. Ebû Bekir de o esnada mescitte idi. Ancak
Hz. Peygamber’in ona karşı tavrı değişikti. Bunu fark eden Hz. Ebû Bekir
endişelendi, dizleri üzerine çöktü ve “Yâ Resûlallah! Vallahi, ben ileri git-
tim.” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber orada bulunan herkese hitaben,
“Şüphesiz ki Allah, beni size peygamber göndermişti. Bunu size tebliğ ettiğimde
hepiniz bana, “Yalan söyledin.’ demiştiniz. Ebû Bekir ise, ‘Doğru söyledin.’ demiş
ve bana canı ve malı ile yâr ve yardımcı olmuştu.” buyurdu. Sonra Resûlullah
iki kere, “Şimdi sizler dostumu bana bırakırsınız değil mi?” buyurdu. Bunu
işiten ashâb, Hz. Peygamber’in hatırı için Hz. Ebû Bekir’e özel bir saygı
göstermeye başladı ve bir daha onu hiç kimse incitmedi.14
Sevgili Peygamberimiz, dosta yapılan iyiliğe bizzat ve en güzel şekilde
karşılık vermeyi de vefanın gereği olarak addederdi. Allah Resûlü’nün bu
algısı şu hadisede çok açık bir şekilde tezahür etmektedir. Hz. Peygamber
ve ona inananlar, müşrikler tarafından Mekke’de ablukaya alınmış, zor
ve sıkıntılı anlar yaşıyorlardı. Sıkıntı içerisindeki Müslümanlara Hz. Pey-
gamber, Habeş kralı olan Necâşî’nin ülkesine gitmelerini tavsiye eder.15
Peygamberimizin tavsiyesine uyan dostları, o büyük kralın yurduna hicret
ederler. Müslüman misafirlerinden etkilenen ve Peygamber Efendimizin
Hz. İsa tarafından müjdelenen elçi olduğuna şehâdet getiren Necâşî, Allah
Resûlü’ne duyduğu sevgiyi, “Üzerimdeki hükümdarlık görevi olmasaydı gider
ayakkabılarını taşırdım.” diyerek ifade eder.16 Halkı da kendilerine hicret
eden Müslümanlara misafirperverlik gösterir. İşte bu zor zamanların ha-
misi ve gönül dostu Necâşî’nin gönderdiği heyet bir gün Hz. Peygamber’i
ziyarete gelmiştir. Efendimiz kalkıp kendisi onlara hizmet etmeye başlar.
Bunu gören ashâbı, “Bırak, senin yerine biz yaparız.” derler. Bunun üzeri-
ne Allah Resûlü duygularını şu şekilde ifade eder: “Onlar benim ashâbıma
iyilik yaptılar, ben de bizzat onlara iyilik yapmak istiyorum.”17 Zira gelen heyete
yapılacak olan ikram ve iltifat, onların şahsında bizzat devlet başkanı olan
Necâşî’ye iltifat olacaktır. Hz. Peygamber onlarla bizzat ilgilenerek zor za- 14 B3661 Buhârî, Fedâilü
manda kendisine ve ashâbına yapılan iyiliğe ne kadar değer verdiğini gös- ashâbi’n-nebî, 5.
15 D3205 Ebû Dâvûd, Cenâiz,
termiş ve vefakârlığın en güzel örneğini sergilemiştir. 56, 58.
Allah Resûlü davası uğrunda şehit olanların geride bıraktıkları çoluk 16 D3205 Ebû Dâvûd, Cenâiz,
56-58.
çocuklarına ve yakınlarına da büyük bir şefkat ve merhamet göstermiş, 17 BN3/99 İbn Kesîr, Bidâye,
onlara sahip çıkmış, böylece onlara karşı da vefakârlığını sergilemiştir. III, 99.
291
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
292
AHDE VEFA
SÖZE SADAKAT
: �ِإ َّلا َق َالs َما خَ َط َب َنا َنب ُِّي ال َّل ِه:َعَنْ َأ�نَسِ بْنِ مَالِكٍ قَال
”.ُ َو َلا ِد َين ِل َم ْن َلا عَ ْه َد َله،ُ“لا �ِإ َيم َان ِل َم ْن َلا َأ� َما َن َة َله
َ
293
ول ال َّل ِه :s عَنْ َأ�بِى بَكْرَةَ قَالََ :ق َال َر ُس ُ
“ َم ْن َق َت َل ُم َعا ِه ًدا ِفى َغ ْي ِر ُك ْن ِه ِه َح َّر َم ال َّل ُه عَ َل ْي ِه ا ْل َج َّن َة”.
صامِتِ َأ� َّن ال َّنب َِّي َ sق َال: عَنْ عُبَادَةَ بْنِ ال َّ
“اض َم ُنوا ِلي ِس ًّتا ِم ْن َأ� ْن ُف ِس ُك ْمَ ،أ� ْض َم ْن َل ُك ْم ا ْل َج َّن َةْ ،اص ُد ُقوا �ِإ َذا َح َّد ْث ُت ْم، ْ
وج ُك ْمَ ،و ُغ ُّضوا َو َأ� ْو ُفوا �ِإ َذا َوعَ ْدت ُْمَ ،و َأ�دُّوا �ِإ َذا ا ْؤت ُِم ْن ُت ْمَ ،و ْاح َف ُظوا ُف ُر َ
َأ� ْب َصا َر ُك ْمَ ،و ُك ُّفوا َأ� ْي ِد َي ُك ْم”.
294
Ebû Bekre’nin naklettiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:
“Kim bir zimmiyi (antlaşmalı bir gayri müslim vatandaşı) antlaşmalıyken
öldürürse Allah ona cenneti haram kılar.”
(D2760 Ebû Dâvûd, Cihâd, 153)
295
A llah Resûlü’nün ashâbından Enes b. Nadr, Bedir Gazvesi’ne
katılamamıştı. Buna çok üzülmüş, “Allah, Resûlullah’la birlikte bir savaşta
bulunmamı nasip ederse, ne yapacağımı o görecektir.” diyerek duygularını
ifade etmiş, ancak ileri gitmekten de çekinmişti. Aslında bu, Allah’a ve Allah
adına verilmiş bir sözdü. Sonraki yıl Resûlullah’la birlikte Uhud Savaşı’na
katıldı. Enes için, verdiği sözü tutmanın zamanıydı. Ayneyn Geçidi’nde
konuşlandırılan okçuların yerlerini terk etmesi üzerine yaşanan kargaşa-
da Resûlullah’ın öldüğü haberi yayıldı. Müslümanlar sağa sola kaçışmaya
başladı. Bu kargaşa esnasında Enes, gözünü bile kırpmadan müşriklerin
üzerine yürürken Sa’d b. Muâz ile karşılaştı. Sa’d, “Ey Ebû Amr! Nereye?”
diye sorduğunda Enes’in cevabı, “Cennetin kokusu ne kadar hoş, Uhud’un
gerisinden bu kokuyu alabiliyorum.” oldu. O, korkusuzca ilerlemeye devam
etti, savaştı ve şehit oldu. Öyle ki vücudu seksenden fazla yara aldı. Şe-
hitlerin kimliklerini belirleme çalışmasından sonra, kız kardeşi Rübeyyi’,
“Kardeşimi sadece parmak uçlarından tanıyabildim.” demişti.
Enes b. Nadr verdiği sözü tutmuştu. Allah Teâlâ, “Müminler içinde
Allah’a verdikleri sözde duran nice erler var. İşte onlardan kimi, sözünü yerine
getirip o yolda canını vermiştir, kimi de (şehitliği) beklemektedir. Onlar hiçbir
şekilde (sözlerini) değiştirmemişlerdir.”1 âyetiyle, Enes b. Nadr gibi yiğitlere
övgü yağdırmıştı.2
“Allah’a verdiğiniz sözü tutun.”3 hitabının anlamını kavrayan Müslüman-
lar, Allah’a ve Resûlü’ne verilen sözlerin, yerine getirilmeye en lâyık olan
ahitler olduğunun bilincindedirler. Allah’a verilen söz, O, “Ben sizin Rabbi-
niz değil miyim?” diye sorduğunda, “Evet, şahit olduk (ki Rabbimizsin).” şek-
linde verilen cevapta yatmaktadır.4 Kelime-i tevhid veya kelime-i şehâdet
ile yenilenen ve “kâlû belâdan beri Müslüman’ım.” ifadesiyle dilimizde
yer edinen bu ahit, can ile, mal ile veya maddî-mânevî türlü fedakârlıklar
gerektirmektedir. Müslümanlar, bu özverinin farklı örneklerini, tarih bo- 1 Ahzâb, 33/23.
2 M4918 Müslim, İmâre, 148;
yunca ortaya koymuşlardır. Zira bilmektedirler ki bu söze sadakat ve ahde T3200 Tirmizî, Tefsîru’l-
vefa Yüce Rabbimiz tarafından özel olarak ödüllendirilecektir.5 Kur’ân, 33.
3 En’âm, 6/152.
Verilen söz, vefayı gerektirir. Nitekim Peygamber Efendimiz, hutbe- 4 A’râf, 7/172.
lerinde, “Emanete riayet etmeyenin imanı yoktur; ahde vefa göstermeyenin ise 5 Fetih, 48/10.
297
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
siyer, 93. nâm-ı diğer Ebû Basîr, bir yolunu bulup kavminin elinden kaçtı. Medine’ye
8 D2766 Ebû Dâvûd, Cihâd,
11 B2731 Buhârî, Şurût, 15. ez-Zührî, Resûlullah’a hitaben bir mektup yazdılar ve iki elçiyle birlikte Hz.
12 VM2/608 Vâkıdî, Meğâzî,
Peygamber’e gönderdiler. Elçilerin getirdiği mektubu Übey b. Kâ’b’a okutan
II, 608.
13 MA9720 Abdürrezzâk,
Hz. Peygamber, Ebû Basîr’i çağırtıp antlaşma gereğince kendisini teslim
Musannef, V, 330. etmek zorunda olduğunu söyledi. Ebû Basîr, kendisine işkence edileceğini
298
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
nin sığınma talebini de kabul etmemiştir. Böylece doğrudan veya dolaylı II, 624-625.
15 MA9720 Abdürrezzâk,
olarak antlaşmaya aykırı davranışlardan kaçınılması gerektiğini göster- Musannef, V, 330; B2731
miştir. Hatta, “Kim bir zimmiyi (antlaşmalı bir gayri müslim vatandaşı) ant- Buhârî, Şurût, 15.
16 VM2/626 Vâkıdî, Meğâzî,
laşmalıyken öldürürse Allah ona cenneti haram kılar.”20 buyurmak suretiyle II, 626.
de, antlaşmaya muhalefet eden kişinin cehennemle cezalandırılacağına 17 B2731 Buhârî, Şurût, 15.
156.
aleyhine de olsa verilen sözlerin tutulması, müminin ayırıcı özellikle- 20 D2760 Ebû Dâvûd, Cihâd,
299
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
300
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
cak bir davranış olacağı için, Ebû Râfi’in arzu ve rızasına rağmen Medine’de
kalmasına izin vermemiştir. Zira verilen sözden dönmek fâsıkların,25 ya-
pılan ahitlere riayet etmek ise müminlerin en belirgin vasıflarındandır.26
Nitekim “...Verdiğiniz sözü de yerine getirin. Çünkü söz (veren, sözünden) sorum-
ludur.” âyeti gereği, verilen söz mesuliyet doğurmaktadır.27 Yine, “Kardeşinle
(düşmanlığa varan) tartışmaya girme, onunla (kırıcı şekilde) şakalaşma ve ona
yerine getiremeyeceğin sözü verme.”28 buyuran Hz. Peygamber, söz vermenin
ağır bir sorumluluk olduğunu ifade etmiştir.
Arkasında durulmayan ve gereği yerine getirilmeyen söz, Pey-
gamberimiz tarafından kişinin üzerindeki münafıklık alâmeti olarak
zikredilmektedir.29
Yüce Rabbimiz, “Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyor
sunuz?”30 sorusuyla dikkatleri çekmiş, “Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz,
Allah katında büyük gazap gerektiren bir iştir.”31 âyetiyle apaçık bir uyarıda bu-
lunmuştur. Buna göre yerine getirme düşüncesi olmaksızın yapılan vaatler
Allah’ın gazabına sebep olurken, yerine getirme düşüncesiyle verilen sözün
—yapılamasa bile— bir sorumluluk doğurmadığını Peygamberimiz şöyle be-
lirtmektedir: “Kişi yerine getirme niyetiyle kardeşine bir söz verir, ancak onu
yerine getiremez ve zamanında sözünü tutamazsa günahkâr olmaz.”32
Basit menfaatler nedeniyle verdiği sözden dönenler, Allah Teâlâ tara-
fından, “Allah’a karşı verdikleri sözü ve yeminlerini az bir bedelle değiştirenlere
gelince, işte bunların âhirette bir payı yoktur. Kıyamet günü Allah onlarla konuş-
mayacak, onlara bakmayacak ve onları temize çıkarmayacaktır. Onlar için acı
bir azap vardır.”33 âyet-i celîlesi ile tehdit edilmektedir.
Allah Resûlü, câhiliye döneminde yapılmış olsalar bile, antlaşma-
lara riayet edilmesini tavsiye etmiştir.34 Vasiyet için de aynı durum söz
konusudur. Bu nedenle Hz. Peygamber’in vefatından hemen sonra halife
seçilen Hz. Ebû Bekir, Bahreyn’de görevli olan Alâ b. Hadramî’nin ora- 25 Bakara, 2/26-27.
26 Mü’minûn, 23/8.
dan getirdiği malın yanında durup insanlara şu çağrıda bulunmuştur: 27 İsrâ, 17/34.
bana şunu şunu vereceğini vaad etmişti.” dedi. Resûlullah’ın vaadini ye- 31 Saff, 61/3.
harfiyen yerine getirilmesini vasiyet etmiştir.36 Hz. Peygamber’in hayatın- 36 B3052 Buhârî, Cihâd, 174.
301
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
42 D4996 Ebû Dâvûd, Edeb, le Allah Resûlü, bir taraftan hak ve sorumlulukta Müslüman bireylerin
82. eşitliğini ortaya koyarken, diğer taraftan onların bir kimseye karşı tanı-
43 DM2743 Dârimî, Rikâk, 7.
302
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
(İcâre), 56.
sahibi olan kişiye getirdim. Develere baktı ve ‘Bunlar kıymetli hayvanlar.’ 49 D3460 Ebû Dâvûd, Büyû’
dedi. Ben de, ‘Onlar benim sana söz verdiğim ganimetler.’ dedim. Bunun (İcâre), 52.
303
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
üzerine adam, ‘Ey yeğenim! Develerini al götür. Biz, sana düşen ganimet
derken (mânevî kazanç gibi) başka bir şeyi kastettik.’ dedi.”50
Peygamber Efendimiz, “Bana kendi adınıza altı şeyin güvencesini verin,
ben de size cennetin güvencesini vereyim: Konuştuğunuzda doğru söyleyin, söz
verdiğinizde sözünüzü tutun, size (bir şey) emanet edildiğinde ona riayet edin,
iffetinizi koruyun, gözlerinizi (bakılması yasak olandan) sakının ve ellerinizi
(haramdan) çekin.”51 buyurmuştur.52 Zira unutulmamalıdır ki verilen sözle-
rin tutulması, ahde vefa,53 antlaşmalara riayet, kişinin kurtuluşuna vesile
50D2676 Ebû Dâvûd, Cihâd,
113. olacağı gibi, topluma da huzur ve barış getirecektir. Allah’ın sevgisini ve
51 HM23137 İbn Hanbel, V,
insanların güvenini kazandıracak, ecri de Allah tarafından ödenecektir.54
323.
52 HM23137 İbn Hanbel, V, Tutulmayan söz, yerine getirilmeyen vaat, şartlarına riayet edilmeyen ant-
323. laşma ise kişide nifak alâmeti olarak görülecek, ayrıca toplumsal çökü-
53 Âl-i İmrân, 3/76.
304
TEVEKKÜL
ALLAH’A GÜVENMEK
:وس ُّي َق َال ِ الس ُدَّ َح َّد َث َنا ا ْل ُم ِغي َر ُة ْب ُن َأ�بِى ُق َّر َة
ول ال َّل ِه! َأ�عْ ِق ُل َها َو َأ� َت َو َّك ُل َأ� ْو َ َيا َر ُس: َق َال َر ُج ٌل:ول ُ َس ِم ْع ُت َأ�ن ََس ْب َن َما ِل ٍك َي ُق
” “اعْ ِق ْل َها َو َت َو َّك ْل:ُأ� ْط ِل ُق َها َو َأ� َت َو َّك ُل؟ َق َال
305
ول ال َّل ِه :s عَنْ عُمَرَ بْنِ الْخَطَّابِ قَالََ :ق َال َر ُس ُ
“ َل ْو َأ�ن َُّك ْم ُك ْن ُت ْم َت َو َّك ُل َ
ون عَ َلى ال َّل ِه َح َّق َت َو ُّك ِل ِه َل ُر ِز ْق ُت ْم َك َما ُت ْرز َُق َّ
الط ْي ُر َت ْغ ُدو
وح ب َِطانًا”. اصا َو َت ُر ُ ِخ َم ً
عَنْ َأ�نَسِ بْنِ مَالِكٍَ ،أ� َّن ال َّنب َِّي َ sق َال:
“�ِإ َذا خَ َر َج ال َّر ُج ُل ِم ْن َب ْي ِت ِه َف َق َال :ب ِْس ِم ال َّل ِهَ ،ت َو َّك ْل ُت عَ َلى ال َّل ِهَ ،لا َح ْو َل َو َلا ُق َّو َة
يت”... يت َو ُو ِق َ يت َو ُك ِف َ �ِإ َّلا بِال َّل ِهَ .ق َالُ :ي َق ُال ِحي َن ِئ ٍذ :هُ ِد َ
306
Ömer b. Hattâb’ın naklettiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:
“Eğer siz gereği gibi Allah’a tevekkül etmiş olsaydınız, tıpkı sabahleyin
kursakları boş olarak çıkıp (akşam) doymuş bir şekilde dönen kuşların
rızıklandırıldığı gibi sizler de rızıklandırılırdınız.”
(T2344 Tirmizî, Zühd, 33; İM4164 İbn Mâce, Zühd, 14)
307
S evgili Peygamberimiz, Yüce Allah’tan hicret iznini aldığı günün
öğlen vakitlerinde Hz. Ebû Bekir’in yanına gitti. Birlikte Medine’ye doğru
yola çıktıklarında, onların evlerinde olmadıklarını fark eden müşrikler her
tarafta onları aramaya başlamışlardı. Allah Resûlü, yolculuktan haberdar
olmamaları için gece yolculuğunu tercih etmişti. Yine takip edilmemek ve
müşrikleri şaşırtmak amacıyla da Hz. Peygamber (sav) ve yol arkadaşı Me-
dine tarafına değil tam aksi yöndeki Sevr Dağı tarafına yönelmişlerdi. İki
yol arkadaşı oradaki bir mağarada birkaç gün saklandılar. Buna rağmen
kâfirler onların izini bulup mağaranın önüne gelip dayandılar. Acaba baş-
vurdukları tedbir bir fayda vermemiş miydi? Yol arkadaşı çok endişeliydi.
Çünkü müşriklerden bir grup üst üste binmiş kayalardan oluşan bu mağa-
ranın üzerinde gezinip durduğu esnada Hz. Ebû Bekir, onların ayaklarını
görmüş ve endişesini, “Onlardan birisi ayaklarının dibine bakacak olsa
kesin bizi görür.” sözüyle dile getirmişti. Bunun üzerine Allah’a karşı her
an tam bir güven ve tevekkül içinde olan Hz. Peygamber (sav), “Üçüncü-
sü Allah olan iki kişiye sen ne (olacağını) zannediyorsun?” diyerek onu teselli
etmiş ve Allah’ın kendilerini koruyacağına olan güvenini ve tevekkülünü
göstermiştir.1 Arkadaşını, “Üzülme! Çünkü Allah bizimle beraber.” sözleriyle
teskin etmiş, Allah onun üzerine bir güven ve huzur indirmiş ve görün-
mez ordularıyla onları desteklemişti.2 Böylece Peygamberimiz gerçek te-
vekkülün nasıl olması gerektiğini bize öğretmişti. Çünkü onun hicreti,
başlı başına bir tevekkül örnekliği teşkil etmekteydi.
Hz. Peygamber’in bu denli güçlü bir tevekkül duygusuna sahip ol-
ması onun sağlam imanıyla da yakından ilişkilidir. Tevekkül, imanın ve
Müslümanlığın olgunluğunu gösteren alâmetlerdendir. Kur’ân-ı Kerîm’de
Hz. Musa’nın, “Ey kavmim! Eğer siz gerçekten Allah’a iman etmişseniz, eğer
O’na teslim olmuş kimseler iseniz, artık sadece O’na tevekkül edin.”3 demesinde 1 B3653 Buhârî, Fedâilü
bu ilişkiye dikkat çekilir. Tevekkül, her şeyin yaratıcısı,4 ölümsüz ve da- ashâbi’n-nebî, 2; M7521
Müslim, Zühd, 75.
ima diri olan,5 engin merhamet sahibi,6 kullarına yardım eden7 bir Allah 2 Tevbe, 9/40.
3 Yûnus, 10/84.
tasavvurunun sonucunda ortaya çıkan imanî bir olgudur. Hz. Peygamber
4 Zümer, 39/62.
bu tasavvura, İbn Abbâs’a verdiği şu nasihatlerinde dikkat çekmektedir: 5 Furkân, 25/58.
“Evlâdım! Sana bazı sözler öğreteceğim: Allah’ı(n hakkını) koru ki Allah da seni 6 Şuarâ, 26/217.
309
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
korusun. Allah’ı(n hakkını) gözet ki O’nu hep yanında bulasın. Bir şey isteyece-
ğinde Allah’tan iste. Yardım dileyeceğinde Allah’tan yardım dile. Şunu bilmelisin
ki bütün toplum (varlık âlemi) bir konuda senin yararına bir şey yapmak için
bir araya gelse ancak Allah yazmışsa sana destek verebilirler. Yine bütün toplum
(varlık âlemi) sana zarar vermek için bir araya gelse ancak Allah yazmışsa sana
zarar verebilirler...”8
Gerekli tedbirleri alıp sonucu Allah’a havale etmektir tevekkül.
Maddî ve mânevî sebeplerin hepsine başvurduktan ve alınması ge-
reken bütün tedbirleri alıp yapacak başka bir şey kalmadıktan son-
ra, Allah’a güvenip dayanmak ve gerisini O’na bırakmak demektir.
Nitekim Enes b. Mâlik’in anlattığına göre, bir adam, “Ey Allah’ın Resûlü!
Devemi bağlayıp da mı Allah’a tevekkül edeyim, yoksa bağlamadan mı
tevekkül edeyim?” diye sordu. Resûlullah (sav) da, “Önce onu bağla, sonra
Allah’a tevekkül et!” buyurdu.9Ayrıca tevekkülün akıllı bir şekilde hareket
ettikten sonra yapılacağını10 söylemesi de tevekkülün hiçbir zaman için
sebeplere sarılmaya aykırı bir durum olmadığının, aksine hem çalışıp hem
de tevekkül etmek gerektiğinin ifadesidir. Ayrıca şurası iyi bilinmelidir
ki gerçek tevekkül, Allah Teâlâ’nın takdir ettiği sebepleri elde etmek için
çalışmaya aykırı bir durum değildir. Bu, Allah’ın kâinattaki kanununun
bir gereği ve dünyadaki hadiselerin oluşumunun temel esasıdır. Zira Allah
Teâlâ tevekkülü emir buyurduğu gibi sebepleri elde etmek için gayret gös-
termeyi de emir buyurmuştur. Bunun için sadece şu âyet-i kerimeye bak-
mak bile yeterlidir: “Ey iman edenler! Tedbirinizi alın; bölük bölük savaşa çıkın
yahut (gerektiğinde) topyekûn savaşın.”11 Sebeplere başvurmadan, “Kader ne
ise o olur.” tarzında bir anlayış ise tembellikten yahut tedbirsizlikten başka
bir şey değildir ve İslâm’ın tevekkül anlayışıyla ilgisi yoktur.
Tevekkül, karşılaştığı zorluklara sabretmek ve Allah’ın bizimle oldu-
ğunu hatırdan çıkarmamak ve sonucu Allah’a bırakmaktır. Sabır ve te-
8 T2516 Tirmizî, Sıfatü’l- vekkül, müminin şahsiyetinde birlikte bulunan iki özelliktir. Mütevekkil
kıyâme, 59. kişi Allah’a duyduğu güven ile sıkıntılara sabreder. Hz. Peygamber de aza
9 T2517 Tirmizî, Sıfatü’l-
310
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
diri olan” Allah’a dayanmasını19 isteyen Allah, inananların da bir başka 17 Tevbe, 9/129.
Allah’ı vekil kılmalarını emretmektedir.21 “...Kim Allah’a tevekkül ederse, O 20 Mâide, 5/11; Tevbe, 9/51.
311
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
İM4164 İbn Mâce, Zühd, 14. gerekirse sulamasını da yapmalıdır. Ürüne zarar verecek şeylere karşı her
26 Nahl, 16/99.
türlü tedbiri de aldıktan sonra gerisini Allah’a bırakmalı, O’na tevekkül
27 İM4166 İbn Mâce, Zühd,
14.
edip güvenmelidir. Çünkü o kimse, tarlasından ürün elde etmek için elin-
28 M524 Müslim, Îmân, 371. den geleni yapmıştır. Artık tarlanın ürün vermesi için Allah’a tevekkül
312
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
Akdiye, 28.
Tevekkülün nasıl yapılacağıyla ilgili olarak izleyeceğimiz yolu Allah 32 Âl-i İmrân, 3/173; B4563
Resûlü bize şu hadisinde göstermiştir: “Kişi evinden çıkacağı zaman, ‘Bismillâh, Buhârî, Tefsîr, (Âl-i İmrân) 13.
313
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
tevekkeltü alâllâh, lâ havle velâ kuvvete illâ billâh.’ (Allah’ın adıyla. Allah’a tevek-
kül ettim. Güç ve kuvvet sadece Allah’tandır.) dediğinde (ona) şöyle denilir: ‘(İşte
şimdi) sana rehberlik edilir, ihtiyaçların karşılanır ve korunursun...’”33 Resûl-i
Ekrem (sav) bize çok korkup üzüldüğümüz zaman da böyle dememizi
tavsiye etmektedir. Bir gün ashâbıyla kıyametle ilgili hususları konuştuğu
anlaşılan bir sohbetinde şöyle buyurdu: “Sûrun sahibi (İsrafil) sûru ağzına
almış, başını önüne eğmiş, kulak kabartmış bir hâlde kendisine üfleme emri gelip
de sûra üfleyeceği ânı beklerken, ben nasıl nimetlerin tadını çıkarabilirim?” Bu
söz ashâba ağır gelmiş olacak ki Resûlullah (sav), onlara (daha sonra) şöyle
buyurdu: “Allah bize yeter, ne güzel vekildir O. ‘Sadece Allah’a tevekkül ettik.’
deyiniz.”34 Sevgili Peygamberimizin Allah’a olan tevekkülündeki derinlik,
dualarında açıkça görülür. Nitekim Enes b. Mâlik’in naklettiğine göre Hz.
Peygamber (sav) savaşa gideceği zaman şöyle derdi: “Allah’ım, tek dayanağım
sensin, tek yardımcım sensin ve senin (yardımın) ile savaşıyorum.”35
Allah Resûlü’nün yatağa yatarken okunmasını tavsiye ettiği tevekkül
ve teslimiyet dolu dua ise şu şekildedir: “Allah’ım! Kendimi sana teslim ettim.
İşimi sana havale ettim. Azabından korkup, sevabını umup sırtımı sana dayadım.
Senden (azabından) korunmanın ve güvende olmanın tek yolu, ancak sana (rah-
metine) sığınmaktır. İndirdiğin Kitabı’na ve gönderdiğin Nebî’ye inandım. Beni
öldürürsen (bozulmamış) fıtrat üzere öldür. Bu kelimeleri son sözlerim eyle.”36
Tevekkül, tembellik ve miskinliğin mazereti değil; çalışkanlığın, güç,
hareket ve faaliyetin itici unsuru olmalıdır. Hayatımızda disiplinli, verimli
ve başarılı bir çalışma yapılabilmek için niyet, kararlılık, azim, sebat, te-
33D5095 Ebû Dâvûd, Edeb, vekkül ve sabır gibi prensiplere riayet etmek gerekmektedir. Bundan do-
102-103. layı her mümin olayların, ilâhî düzen ve kanunların çerçevesinde olup
34 T2431 Tirmizî, Sıfatü’l-
kıyâme, 8; T3243 Tirmizî, bittiğinin bilincinde olarak Yüce Allah’ın kendisi hakkında yararlı olanı
Tefsîru’l-Kur’ân, 39. verip zararlı olandan kurtaracağına güvenmeli, O’na tevekkül etmelidir.
35 T3584 Tirmizî, Deavât,
121.
Unutmamalıyız ki ebedî ve ezelî olan, her şeyi bilen kudret sahibi Allah
36 B6311 Buhârî, Deavât, 6. kendisine güvenen mütevekkil kulunu hiçbir zaman yalnız bırakmaz.
314
AFFETMEK
ÂL-İ CENABLIK
َس َأ� ْل ُت عَ ا ِئشَ َة:ُ سَمِعْتُ َأ�بَا عَبْدِ ال َّلهِ الْجَدَلِي َّ يَقُول:َعَنْ َأ�بِى إ ِ�سْحَاقَ قَال
َل ْم َي ُك ْن َف ِاحشً ا َو َلا ُم َت َف ِّحشً ا َو َلا َصخَّ ا ًبا: َف َقا َل ْتs عَ ْن خُ ُل ِق َر ُسولِ ال َّل ِه
.الس ِّي َئ َة َو َل ِك ْن َي ْع ُفو َو َي ْص َف ُح َّ ِفى ْال َأ� ْس َواقِ َو َلا َي ْج ِزى ب
َّ ِالس ِّي َئ ِة
315
ول ال َّل ِه ِ sل َن ْف ِس ِه ِفى َش ْي ٍء ُي ْؤتَى �ِإ َل ْي ِه َح َّتى عَنْ عَائِشَةَ قَالَتَ ْ:ما ا ْن َت َق َم َر ُس ُ
ات ال َّل ِه َف َي ْن َت ِق َم ِل َّل ِه.
ُت ْن َت َه َك ِم ْن ُح ُر َم ِ
عَنْ عَبْدِ ال َّلهِ بْنِ عُمَرَ قَالََ :جا َء َر ُج ٌل �ِإ َلى ال َّنب ِِّي َ sف َق َال:
ول ال َّل ِه! َك ْم َأ�عْ ُفو عَ ِن ا ْلخَ ا ِد ِم؟ َف َص َم َت عَ ْن ُه ال َنب ُِّي ُ ،sث َّم َق َالَ :يا َر ُس َ
ول َيا َر ُس َ
ال َّل ِه! َك ْم َأ�عْ ُفو عَ ِن ا ْلخَ ا ِد ِم؟ َق َالُ :
“ك َّل َي ْو ٍم َس ْب ِع َين َم َّر ًة”.
316
Hz. Âişe anlatıyor: “Allah Resûlü (sav), kendisine yapılan bir şeyden
dolayı şahsî olarak kimseyi cezalandırmamıştır; ancak, Allah’ın
yasaklarının çiğnenmesi durumunda Allah için ceza vermiştir.”
(B6853 Buhârî, Hudûd, 42)
317
H udeybiye Antlaşması’nı bozan Kureyşlilerle karşı karşıya
gelmek artık kaçınılmaz olmuştu. Allah Resûlü Medine’deki sahâbîlerine
Mekke’ye sefer için hazırlanma talimatı verdi. Düşmanın hazırlıksız yaka-
lanması için de sefer hazırlıkları gizli tutulacaktı. Ancak bu sırada Hâtıb b.
Ebû Belteâ isimli bir sahâbînin yapılan hazırlıkları Kureyşlilere bildirmek
üzere bir haberciyle gizlice mektup gönderdiği öğrenildi. Haberci kısa süre
içinde yakalandı ve Hâtıb, Allah Resûlü’nün huzuruna getirildi.1 Bir za-
manlar onunla beraber Medine’ye hicret etmiş, Bedir ve Hudeybiye’de canı
pahasına onun yanında mücadele etmiş olan Hâtıb,2 şimdi bir ihanetin
eşiğindeydi. Resûl-i Ekrem, niçin böyle davrandığını sordu arkadaşına.
Hâtıb, Mekke’deki yakınlarını himaye edecek kimsenin olmadığını, Ku-
reyşlileri minnettar bırakmak suretiyle akrabalarının hayatını korumayı
amaçladığını söyledi. Asla dininden dönmediğini de ilâve etti sözlerine.
Allah Resûlü, söylediklerinin doğruluğuna inanarak onu bağışladı.3
Daha sonra İslâm ordusu Mekke’ye doğru yola koyulmuştu. Müs-
lümanlar, birkaç küçük direniş dışında ciddi bir mukavemetle karşılaş-
madan şehre girmeye muvaffak oldular. Resûlullah, başında siyah sarığı,4 1 B3983 Buhârî, Meğâzî, 9.
2 T3864 Tirmizî, Menâkıb,
devesinin üzerinde Fetih sûresini okuyarak5 çok sevdiği hâlde ayrılmak 58; M6403 Müslim,
zorunda bırakıldığı6 kutlu şehir Mekke’ye7 giriyordu. Bu sırada kendisine Fedâilü’s-sahâbe, 162.
3 B3007 Buhârî, Cihâd, 141.
bahşettiği bu büyük fetih karşısında Rabbine karşı gönlünde hissettiği de- 4 DM1971 Dârimî, Menâsik,
Kâbe’yi tavaf edip iki rekât namaz kıldı.10 Bu arada bütün Mekke halkı 68.
7 T1406 Tirmizî, Diyât, 13;
Kâbe’nin etrafında toplanmış, merakla onu beklemekteydi. Tavafını bi-
B104 Buhârî, İlim, 37.
tiren Nebî, Kâbe kapısının eşiğinde durdu ve kapının sövelerini tuttu.11 8 BN4/335 İbn Kesîr, Bidâye,
Karşısında sıralanmış olan kalabalığa baktı. İnsanları İslâm’a davet etme- IV, 335.
9 M4625 Müslim, Cihâd ve
ye başladığı günden bu yana kendisine türlü eziyetler etmiş,12 canına ve siyer, 87.
malına kast etmiş olan13 Mekkelilerin hayatı, şimdi onun iki dudağı ara- 10 D1871 Ebû Dâvûd,
Menâsik, 45.
sından çıkacak söze bağlıydı. Artık onlardan geçmişin hesabını sormasına 11 D3024 Ebû Dâvûd, İmâre,
ve intikam almasına hiçbir şey engel olamazdı. Şöyle seslendi onlara: “Ey 24-25.
12 N308 Nesâî, Tahâret, 192.
Kureyşliler, şimdi benden size nasıl davranacağımı bekliyorsunuz?” Mekkeliler 13 B3678 Buhârî, Fedâilü
başlarını önlerine eğerek cevap verdiler: “Senden iyilik bekliyoruz. Çünkü ashâbi’n-nebî, 5.
319
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
sen asil bir kardeş ve asil bir kardeş oğlusun.” Resûl-i Ekrem, “O hâlde tıpkı
Yusuf Peygamber gibi ben de, ‘Bugün size kınama yok. Allah sizi bağışlasın. O,
merhametlilerin en merhametlisidir.’14 diyorum.” dedi ve ekledi: “Haydi gidin,
hepiniz serbestsiniz.”15
Bu soylu davranış karşısında kalpleri kin, nefret ve düşmanlık duy-
gularından arınan Mekkeliler İslâm’a girmekte tereddüt etmediler.16 Eski
düşmanlar, bağışlanmanın sevinciyle artık yeni kardeşler hâline gelmişler-
di: “Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz de O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte
O’nun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz...”17
Allah Resûlü, kendisini bir kuyunun dibinde ölüme terk eden kar-
deşlerini bağışlayan asil peygamber Hz. Yusuf gibi kendisine ve mümin-
lere yıllarca eziyet eden Mekkelilere af kapısını açarak kötülüğe iyilikle
karşılık vermişti. Nefret sevgiye, küfür de imana dönüşünce dost düşman
farkı silinip gitmişti: “İyilikle kötülük bir olmaz. Kötülüğü en güzel bir şekilde
sav. Bir de bakarsın ki, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse sanki sıcak
bir dost oluvermiştir.”18
Affetmek aslında tam da böyle bir şeydir. Affetmek demek, silmek
demektir. Kini silmek, intikamı silmek, hıncı silmek... Suç ve hataları ba-
ğışlamak belki onları ortadan kaldırmaz; ancak öfke ve husumeti ortadan
kaldırır. Kusur ve kabahatleri affetmek belki onları unutturmaz; ama nef-
ret ve intikamın izini siler. Tüm düşmanlarını bağışlayan Allah Resûlü’nün
dahi bağışladığı hâlde yaptıklarını unutamadığı kimseler vardı. Amcası
Hz. Hamza’yı şehit eden Vahşî’yi affetmiş, fakat ona mümkünse kendisiyle
yüz yüze gelmek istemediğini söylemişti.19
İnsanları bağışlamak aslında ne hataları görmezden gelmek ve ka-
bullenmek ne de gururunu ayaklar altına almak anlamına gelir. Hataları
affetmek suretiyle insan esasen kötülüğe kötülük, öfkeye şiddet, kine kin
eklemeyi reddeder. Nefret ve intikamı kötülere bırakır. Öfkelerinin esiri
olmuş kişileri bir de kin ve nefretin ateşiyle yakmak istemez.
14 Yûsuf, 12/92.
Bir defasında Hz. Âişe, Allah Resûlü’ne başındaki miğferin kırıldığı,
15 BS18784, BS18785
Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, yüzünün kanlara bulandığı ve dişinin kırıldığı Uhud gününden20 daha sı-
IX, 195. kıntılı bir gününün olup olmadığını sormuş, Peygamberimiz de Tâif dönü-
16 BS18784 Beyhakî, es-
Sünenü’l-kübrâ, IX, 195. şünde yaşadıklarının hayatının en ıstıraplı ve unutulmaz anları olduğunu
17 Âl-i İmrân, 3/103.
söylemişti. Tâifliler, kendilerini İslâm’a davet için gittiğinde Allah Resûlü ile
18 Fussilet, 41/34.
320
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
7.
zünden olsa da, Rabbimiz pek çoğunu affeder.29 Çünkü O’nun bağışlama- 24 B3477 Buhârî, Enbiyâ, 54.
sı bol, mağfireti sonsuzdur.30 Eğer yaptıkları yüzünden insanları hemen 25 B4072 Buhârî, Meğâzî, 24.
Fakat O, kullarına belirlenmiş bir süreye kadar mühlet verir.31 28 Şûrâ, 42/40.
29 Şûrâ, 42/30.
Affetmeyi çok seven Rabbimiz, kendisine şirk koşulmasının dışında
30 Bakara, 2/192.
tüm günahları bağışlayabilir.32 Bu yüzden günah işleyerek haddini aşan 31 Fâtır, 35/45.
kullarından, kendi rahmetinden ümit kesmemelerini ister.33 Onları, “Rah- 32 M6833 Müslim, Zikir, 22;
Nisâ, 4/116.
metim gazabımı geçmiştir.” diye müjdeler.34 Kendilerine açık mucizeler gös- 33 Zümer, 39/53.
terildiği hâlde buzağıyı tanrı edinen İsrâiloğulları’nı,35 Uhud Savaşı’nda 34 B7422 Buhârî, Tevhîd, 22.
35 Nisâ, 4/153.
şeytana aldanıp yerlerini terk eden sahâbîleri bağışlayan Allah,36 iman 36 Âl-i İmrân, 3/155.
321
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
45 HS2/270 İbn Hişâm, Sîret, Resûl-i Ekrem kendisi bağışlamayı şiar edindiği gibi, insanlara da
II, 271. bağışlamayı tavsiye ederdi. Bir mümin kabahatinden dolayı kardeşinden
46 M4589 Müslim, Cihâd ve
siyer, 59. özür dilediğinde, özrünün kabul edilmemesinin büyük bir vebal olduğu-
47 M4679 Müslim, Cihâd
nu söylerdi.48 Zira hatasını kabul edip özür dileme cesaretini göstermek de
ve siyer, 133; D2688 Ebû
Dâvûd, Cihâd, 120.
başlı başına bir erdemdir. Bir defasında da huzuruna gelerek, “İşlediği bir
48 İM3718 İbn Mâce, Edeb, 23. suçtan dolayı hizmetçimi kaç kez affedeyim?” diye ısrarla soran bir kişiye,
322
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
yatıştırdığı için adalete ve meşru bir cezaya imkân tanır. Öfke ve husumeti 106.
51 T2678 Tirmizî, İlim, 16.
insanlardan uzaklaştırarak haksız ve adaletsiz cezalara engel olur. Diğer 52 M4589 Müslim, Cihâd ve
yandan suçun ve suçluların bağışlanması insanlar arasında iyiliğin ege- siyer, 59.
53 B6064 Buhârî, Edeb, 57.
men kılınması için ne kadar önemli ise, toplum düzeninin korunması ve 54 B7188 Buhârî, Ahkâm, 34.
adaletin tesisi için suçlara mukabil cezaların takdir edilmesi de o kadar 55 T1994 Tirmizî, Birr, 58.
323
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
58 B6853 Buhârî, Hudûd, 42. fakat yapılmaya değer bir iştir.68 Bu sebeple affetmek müttakilere özgü bir
59 A’râf, 7/199.
erdemdir;69 çünkü affetmek “takva”ya en yakın davranıştır.70
60 Şûrâ, 42/15.
65 T1405 Tirmizî, Diyât, 13. yakınlarına, suçluların cezalandırılması suretiyle adaletin tahakkuku ise
66 N4730 Nesâî, Kasâme, 6-7.
hukukî müesseselere verilmiştir.
67 Nahl, 16/126.
68 Şûrâ, 42/43. Resûl-i Ekrem içini bir sıkıntı kaplayıp gönlü daraldığında Allah’tan
69 Âl-i İmrân, 3/134.
günahlarını bağışlamasını dilerdi.72 Âdeta kar ve dolu sularıyla yıkanmış
70 Bakara, 2/237.
71 İM2340 İbn Mâce, Ahkâm, bembeyaz bir elbise gibi kalbinin günah kirlerinden arınmasını isterdi.73
17; MU1435 Muvatta’, “Günah” anlamına gelen Arapça “vizr” kelimesi aynı zamanda “yük” de-
Akdiye, 26.
72 M6858 Müslim, Zikir, 41.
mektir. Bu sebeple Allah, kulunun günahlarını affettiğinde onun kal-
73 B6368 Buhârî, Deavât, 39. binden günahı silmiş, yüreğinden yükünü almış gibidir. İnsanları af-
324
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
325
TEVAZU ve KİBİR
TEVAZU YÜCELTİR, KİBİR ALÇALTIR
327
عَنْ َأ�بِى هُرَيْرَةَ ،عَ ْن َر ُسولِ ال َّل ِه َ sق َال:
“َ ...و َما َت َو َاض َع َأ� َح ٌد ِل َّل ِه �ِإ َّلا َر َف َع ُه ال َّلهُ”.
328
Ebû Hüreyre’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle
buyurmuştur: “...Allah için tevazu gösteren kişiyi Allah ancak yüceltir.”
(M6592 Müslim, Birr, 69)
329
H icretin üzerinden sekiz yıl geçmişti. Savaşa gerek kalmadan
Mekke’yi fetheden oldukça kalabalık Müslüman ordusunun başında Hz.
Muhammed vardı. O, bu şanlı zaferin büyüsüne kapılmamış; mübarek
şehir Mekke’ye mağrur bir komutan edasıyla değil Allah’ın verdiği bu ni-
mete şükretmenin bilinciyle başını önüne eğerek girmişti.1
Genciyle yaşlısıyla, kadınıyla erkeğiyle Mekke halkı, Safâ tepesinde
Resûlullah’a bağlılıklarını bildiriyor ve insanlar bölük bölük Allah’ın dini-
ne giriyorlardı.2 Biat etmek üzere yanına gelenlerden biri onunla konuşma-
ya başlamıştı. Fakat bu büyük insanla karşı karşıya gelmek ve onunla ko-
nuşmak kendisini o kadar heyecanlandırmıştı ki titremeye başladı. Bunu
gören Hz. Peygamber, “Sakin ol! Ben bir kral değilim. (Güneşte) kurutulmuş et
yiyen bir kadının oğluyum.” diyerek onu rahatlattı.3 Hayatının en görkemli
sahnesinde dahi kibre kapılmayarak tevazudan ayrılmayan Allah Resûlü
bu davranışıyla bir insanlık dersi vermiş, ashâbına da aynı tavrı sergileme-
leri gerektiğini bildirmiştir. Onlara, “Allah birdir!” dedikleri için kendileri-
ni akıl almaz işkencelere maruz bırakan ve âciz bir şekilde öz vatanlarını
terk etmeye mecbur bırakan müşriklere galip geldikleri bu büyük günde
büyüklenmemeleri gerektiğini şu sözleriyle hatırlatmıştır: “Ey İnsanlar! Al-
lah sizden câhiliye gururunu ve atalarla övünme âdetini gidermiştir... İnsanlar,
Âdem’in çocuklarıdır ve Allah, Âdem’i topraktan yaratmıştır...”4
Kibir, kişinin başkalarını küçük görerek nefsini onlardan üstün say-
masıdır. Kibir kavramı genellikle “fahr” yani övünme, “ucb” diye ifade
edilen kendini beğenmişlik ve “ihtiyal” yani büyüklenme gibi kavramlarla
birlikte ele alınır. Zira bunların hepsi birbirini körükleyen ahlâkî tutum-
lardır. Kimi zaman soyluluk, güzellik, fiziksel güç gibi yaratılıştan gelen
birtakım özellikleri; kimi zaman da Allah’ın kendisine sonradan bahşetti-
1 HS5/63 İbn Hişâm, Sîret,
ği zenginlik, makam, ilim ya da nüfuz gibi nimetler, kıskançlığa ve bencil V, 63.
tutkulara meyilli olarak yaratılan insanı5 kendini beğenmeye sevk eder. 2 Nasr, 110/1-2.
331
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
9 Meâric, 70/21. tanımlamıştır: “Kibir, hakikati inkâr etmek ve insanları küçük görmektir.”11
10 Hûd, 11/9-10.
İnsana daima kötülüğü ve hayâsızlığı emrettiğinden,12 “apaçık bir düş-
11 M265 Müslim, Îmân, 147.
12 Bakara, 2/169.
man” olarak tanıtılan13 şeytanın Kur’ân-ı Kerîm’de bahsedilen en belirgin
13 A’râf, 7/22. özelliği kibridir. Allah Teâlâ insanı yarattığı zaman meleklerine, ona saygı
332
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
17 Kasas, 28/76.
alâmeti olan sevgi,22 merhamet23 ve güven24 gibi duyguların gelişmesi
18 Kasas, 28/78.
mümkün değildir. Bunun için Hz. Peygamber, güzel giyinmekten hoşlan- 19 Nâziât, 79/24.
dığını ancak bunun kibir anlamına geldiğinden endişe ettiğini söyleyen 20 Zuhruf, 43/31.
mutmain olan bir kalbe sahip olduğunu söyleyince, böyle bir kalpte kibir 23 Fetih, 48/29.
bu tür insanların çoğalması, İslâm Dini’nin öngördüğü bireylerin “birbi- Musannef, XI, 268.
333
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
30 M266 Müslim, Îmân, 148; Ebû Bekir telaşla, “Ey Allah’ın Resûlü! Eteğimin bir tarafını kaldırmaz-
T1999 Tirmizî, Birr, 61. sam sarkıyor.” diye kendi hâlini açıklama gereği duymuş, Hz. Peygamber
31 D5229 Ebû Dâvûd, Edeb,
151-152.
de onu şu sözlerle rahatlatmıştı: “Sen bunu kibirlenerek yapan kimselerden
32 D1794 Ebû Dâvûd, değilsin.”35 Diğer Müslümanlar da aynı hassasiyeti göstermişlerdir.36 Çün-
Menâsik, 23.
33 B5632 Buhârî, Eşribe, 27;
kü insanın her an her hareketinde kendisini başkalarından üstün görme
N4259 Nesâî, Ferâ’ ve atîre, tehlikesi vardır; ibadetlerinde bile.37
7. İslâm Dini bir yandan kişiyi kibirden olabildiğince uzaklaştırmayı
34 D4222 Ebû Dâvûd, Hatem,
152. kaçma korkusu ve lüks yaşamanın kendisine anlamsız bir gurur vereceği
38 M7210 Müslim, Cennet,
endişesiyle mütevazı bir hayatı tercih eder. Bu niyetinden dolayı, imkânı
64; İM4179 İbn Mâce, Zühd,
16.
olduğu hâlde yalnızca Allah’ın rızasını gözeterek kıymetli ve gösteriş-
39 Furkân, 25/63. li elbiseler giymeyi terk eden kişinin, kıyamet gününde herkesin gözle-
334
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
meziyetlerle kendini büyük görmemiştir. Kendisini canından çok seven 43 Hac, 22/34-35.
48 Enbiyâ, 21/107.
sını hoş görmemiş,50 toplumun en fakir kesimiyle birlikte oturup kalkmış, 49 B3445 Buhârî, Enbiyâ, 48.
yemiş içmiş,51 çocukları dahi selâmından mahrum bırakmamıştır.52 Bu 50 T2754 Tirmizî, Edeb, 13;
tutumuyla insanlara örneklik eden Allah Resûlü sık sık insanları kibir- HM12370 İbn Hanbel, III,
132.
den sakındırıp alçakgönüllü olmaya çağırmıştır: “Allah bana, mütevazı olup 51 B6452 Buhârî, Rikâk, 17.
birbirinize karşı övünmemenizi ve birbirinize karşı haddi aşan davranışlarda 52 M6378 Müslim, Fedâilü’s-
64.
çalışmış54 ve “...Müslüman kardeşini küçük görmesi, kişiye kötülük olarak ye- 54 M7431 Müslim, Zühd, 10.
335
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
336
CESARET ve KORKU
İNSANDAKİ İKİ FITRÎ DUYGU
337
عَنْ َأ�نَسِ بْنِ مَالِكٍ قَالََ :ك َان ال َّنب ُِّي َ sي ُق ُ
ول:
“ال َّل ُه َّم! �ِإنِّى َأ�عُ و ُذ ب َِك ِم َن ا ْل َه ِّم َوا ْل َح َزنِ َ ،وا ْل َك َس ِلَ ،وا ْل ُب ْخ ِلَ ،وا ْل ُج ْب ِنَ ،و َض َل ِع
الد ْي ِنَ ،و َغ َل َب ِة ال ِّر َجالِ ”.
َّ
اب ال َّنب ِِّي ُ sي َق ُال اب َر ُج ٍل ِم ْن َأ� ْس َل َم ِم ْن َأ� ْص َح ِ عَنْ َأ�بِى ال َّنضْرِ ،عَ ْن ِك َت ِ
َل ُه عَ ْب ُد ال َّل ِه ْب ُن َأ�بِى َأ� ْو َفىَ ،ف َك َت َب �ِإ َلى عُ َم َر ْب ِن عُ َب ْي ِد ال َّل ِهِ ،ح َين َسا َر �ِإ َلى
ول ال َّل ِه َ ،sك َان ِفى َب ْع ِض َأ� َّيا ِم ِه ا َّل ِتى َل ِق َي ِف َيها ا ْل َح ُرو ِر َّي ِةُ ،ي ْخ ِب ُر ُه َأ� َّن َر ُس َ
اس! َلا ا ْل َع ُد َّوَ ،ي ْن َتظِ ُر َح َّتى �ِإ َذا َما َل ِت الشَّ ْم ُس َقا َم ِفي ِه ْم َف َق َالَ “ :يا َأ� ُّي َها ال َّن ُ
اص ِب ُرواَ ،واعْ َل ُموا َأ� َّن َت َت َم َّن ْوا ِل َقا َء ا ْل َع ُد ِّو َو ْاس َأ� ُلوا ال َّل َه ا ْل َعا ِف َي َةَ ،ف ِإ� َذا َل ِقي ُت ُموهُ ْم َف ْ
وف”. الس ُي ِا ْل َج َّن َة ت َْح َت ِظل َالِ ُّ
اس، اسَ ،و َأ� ْش َج َع ال َّن ِ عَنْ َأ�نَسٍ قَالََ :ك َان ال َّنب ُِّي َ sأ� ْح َس َن ال َّن ِ
اسَ ،و َأ� ْج َو َد ال َّن ِ
الص ْو ِتَ ،ف ْاس َت ْق َب َل ُه ُم ال َّنب ُِّي
اس ِق َب َل َّ ات َل ْي َل ٍة َفان َْط َل َق ال َّن ُ
َو َل َق ْد َف ِزعَ َأ�هْ ُل ا ْل َم ِدي َن ِة َذ َ
الص ْو ِت... اس �ِإ َلى َّ َ sق ْد َس َب َق ال َّن َ
338
Enes b. Mâlik’in naklettiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle derdi:
“Allah’ım! Kederden, üzüntüden, tembellikten, cimrilikten, korkaklıktan, borç
yükünden ve halkın galeyana gelerek taşkınlığından sana sığınırım.”
(N5478 Nesâî, İstiâze, 25)
339
B edenen oldukça zayıf, çelimsiz biriydi. Arkasında onu hima-
ye edecek bir kabilesi de yoktu. Ancak, cesaret ve iman sahibiydi. Allah
Resûlü’nden sonra, Kâbe’de Kur’an’ı yüksek sesle okuma cesareti gösteren
ilk kişi o olmuştu. Bu zât, Hz. Peygamber’in dostu Abdullah b. Mes’ûd’dan
başkası değildi. İslâm’la müşerref olduğu sıralarda Müslümanlar Hz. Pey-
gamber ile birlikte açıktan açığa ibadet edemiyor, istedikleri yerde yüksek
sesle Kur’an okuyamıyorlardı.
Böyle zor bir ortamda bir gün Resûlullah’ın ashâbı toplanmış, “Valla-
hi! Kureyşliler Kur’an’ın sesli bir şekilde okunduğunu henüz duymadılar.
Kur’an’ı onlara kim duyurabilir?” diye konuşuyorlardı. Abdullah, “Ben!”
dedi. Sahâbîler, “Senin akıbetinden korkarız. Biz, eğer onlar eziyet eder-
lerse kendini koruyacak, kabilesi olan birini(n bunu yapmasını) isteriz.”
dediler. “Müsaade edin, Allah beni korur.” diye ısrar etti Abdullah.
Kuşluk vakti Kâbe’ye gitti. Kureyşliler topluca oturuyorlardı. Ayağa
kalktı ve yüksek bir sesle besmele çekerek Rahmân sûresini okumaya baş-
ladı. Onu duyan Kureyşliler şaşırdılar ve dikkatle dinlediler. Birbirlerine
(Abdullah’ın künyesini kullanarak), “İbn Ümmü Abd ne diyor?” diye hay-
retle sordular. Sonra içlerinden biri, “Muhammed’e gelenden (Kur’an’dan)
bir bölüm okuyor.” dedi.
Hemen yerlerinden kalkıp ona doğru yürümeye başladılar. O, Kur’an
okumaya devam ediyordu. Yanına varınca, her biri bir taraftan vurma-
ya başladı. Onlar vuruyor, o Kur’an okuyordu. Her tarafı kanayıp yaralar
içinde kalıncaya kadar okudu. Ayakta duramayacak hâle gelinceye kadar
vurmaya devam eden Kureyşliler, Abdullah b. Mes’ûd yığılıp kalınca da-
yak atmayı bırakıp arkadaşlarının yanına gittiler. Biraz sonra kendine ge-
len Abdullah, yüzü gözü kan içinde arkadaşlarının yanına gitti. Sahâbîler,
“İşte biz, başına böyle bir şeyin gelmesinden korkuyorduk.” dediler. Ab-
dullah, “Allah düşmanları, benim gözümde şu andakinden daha zayıf ol-
1 HS2/156 İbn Hişâm, Sîret,
madı! İsterseniz yarın yine gelir aynısını yaparım.” dedi. Sahâbîler, “Bu II, 156; EÜ3/382 İbnü’l-Esîr,
kadarı yeter, hoşlanmadıkları şeyi onlara duyurdun.” diye cevap verdiler.1 Üsdü’l-gâbe, III, 382-383.
341
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
5 Neml, 27/10. gusunu eğitmeyip bu duygusuna yenik düşen insanın kişiliğinde korku
6 Tâ-Hâ, 20/25-28.
hâkim olur ve insan hayata karşı korkak bir tutum içerisine girer. Korkak-
7 B3 Buhârî, Bed’ü’l-vahy, 1;
342
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
siz (bırakacak kadar meşgul) edersiniz...”14 21; HM7997 İbn Hanbel, II,
Korku bazen de insan için bir imtihan vesilesidir. Allah, kullarını 302.
11 N5478 Nesâî, İstiâze, 25.
korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek denediğini 12 İsrâ, 17/31.
bildirmiş ve bunlara karşı sabredenlere de mükâfat vaad etmiştir.15 Bazı 13 En’âm, 6/151.
fakirlikle16 bazen de kendi dostlarıyla korkutur.17 Allah ise bu korkula- 16 Bakara, 2/268.
etmiş,18 mümin olanın sadece Allah’tan korkması gerektiğini bildirmiştir.19 19 Âl-i İmrân, 3/175.
343
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
22 Tevbe, 9/52. bir durum olduğunun farkına varır. Bu tür riskler ve tehlikeler karşısında
23 Nisâ, 4/77.
gerekli tedbirleri alır. İşte tam bu noktada cesaret duygusu devreye girer.
24 M4542 Müslim, Cihâd
344
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
kendisine verilen gazap kuvvetidir. Gazap, kalbin çarpmasını hızlandırır, M4920 Müslim, İmâre, 150.
345
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
kanın yüze ve beyne hücum etmesini temin eder. Böylece hâsıl olan bu
kuvvet, önce gelecek tehlikeyi önlemeye çalışır. Şayet tehlike vaki olmuşsa
onun tedavisine veya intikam almaya gayret eder.27 İnsanın mücadele ve
mücahede etmesi gereken yerlerde güç ve kuvvetin hakkını vermesi, yiğit
ve yürekli olması icap eden durumlarda cesaretli davranması ve ırzını,
namusunu, vatanını, canını, malını, nefsini ve neslini koruması ancak bu
duygu sayesinde mümkün olmaktadır.
Cesaret ve şecaatte kendilerine örnek aldıkları Hz. Peygamber’i ashâbı,
“İnsanların en iyisi, en cömerdi ve en cesuru” olarak nitelendirmiştir. Enes
b. Mâlik’in anlattığına göre bir gece Medine halkı yüksek bir ses duyarak
korkmuş ve sesin geldiği tarafa doğru gitmişlerdi. Bir atın üstüne atlayarak
hepsinden önce sesin geldiği yöne atını süren Hz. Peygamber ise dönerken
onlara rastlamış ve boynunda kılıcı onları “Korkmayın, korkmayın!” diye
teskin etmişti.28 Peygamberimizin cesaretinin derecesini anlayabilmek
için, onun tek başına insanları hak dine davet edişi esnasındaki hâlini ve
gayretini hatırlamamız yeterlidir. Allah Resûlü onları öyle bir dine davet
ediyordu ki bu dine uymaları hâlinde bütün sosyal, siyasal, ekonomik ve
ailevî hayat tarzlarını değiştirmeleri gerekiyordu. Asırlardan beri ataların-
dan görüp yaşayageldikleri esasları bırakıp inkâr etmeleri, kanlarına işle-
miş bulunan birçok âdet ve alışkanlıklardan vazgeçmeleri kaçınılmazdı.
Peygamberimiz onları sadece Allah’ın varlık ve birliğine davetle kal-
mıyor, âhiret gibi ebedî bir âlemin geleceğinden, tekrar dirileceklerinden,
hesaba çekilip amellerinin mizanda tartılacağından bahsediyor, cehennem
gibi bir zindandan haber veriyordu ki bu, müşrik Arapların hiç hoşuna
gitmiyordu. Kavmi ve en yakın akrabaları Peygamberimizin ve dininin ge-
tirdiklerini kabule yanaşmıyor, alay ve hakaret ediyor, hatta vazgeçirmek
için önüne cazip teklifler sürüyorlardı. Öz amcası Ebû Leheb, “Bizi bunun
için mi çağırdın?” diyerek, onun kurtuluşa davet mesajıyla alay ediyordu.29
27 Gİ3/166 Gazâlî, İhyâ, III, Übey b. Halef, eline aldığı çürümüş bir kemiği ufalayıp toz hâline getirdik-
166-167. ten sonra Resûl-i Ekrem’in yüzüne üflüyor, “Ey Muhammed, Allah buna
28 B6033 Buhârî, Edeb, 39;
M6006 Müslim, Fedâil, 48. mı hayat verecek?” diye küstahça mukabelede bulunuyor;30 diğerleri onu
29 B4770 Buhârî, Tefsîr,
davasından caydırmak için mal, mülk, şeref ve makam gibi tekliflerde
(Şuarâ) 2; M508 Müslim,
İman, 355. bulunuyordu. Allah Resûlü davetiyle alay edenlere vahiyle cevap verirken
30 HS2/207 İbn Hişam, Siret,
Ebû Tâlib’e de, “Amca, bu işi bırakmam için sağ elime güneşi, sol elime ayı
II, 207.
31 BN3/56 İbn Kesîr, Bidâye,
koysalar da Allah onu üstün kılıncaya ya da ben bu yolda ölüp gidinceye kadar
III, 56. bırakmam!” diyerek cesaretle üzerlerine gidiyordu.31
346
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
Allah Resûlü (sav), yüzlerce felâket, tehlike ve birçok savaşla yüz yüze
geldi. Fakat hiçbir zaman azim ve sebatını kaybetmedi. Aslında son derece
yumuşak huylu, sakin bir tabiata sahip olan Rehberimiz Efendimiz, yeri
geldiğinde hak ve hakikat uğrunda bir o kadar cesur ve bir o kadar da yü-
rekliydi. Bedir Savaşı’nın en şiddetli anlarında, bin kişilik mücehhez müşrik
ordusu karşısında üç yüz kişilik Müslüman ordusu telaşa kapıldıklarında
ona sığınıyor, onu siper yapıyorlardı kendilerine.32 Huneyn Savaşı’nda ilk
hücumda düşmanı bozguna uğratan ancak ganimetlerin peşine düşünce
Hevâzin kabilesi tarafından amansız bir ok yağmuruna tutulan Müslü-
manlar savaş alanından çekildikleri esnada Peygamber Efendimiz, katı-
rının gemini tutan Ebû Süfyan b. Hâris’le birlikte her zaman olduğu gibi
savaş alanında dimdik duruyordu.33 Ona tâbi olan ashâbının cesareti de
takdire şayandır. Söz gelimi “Allah’ın Kılıcı” lakabı verilen Hâlid b. Velîd
düşmanla karşılaştığında onları ilk önce İslâm’a sonra da cizye vererek
anlaşmaya davet ediyordu. Onlara, “Bu daveti reddettiğiniz takdirde size
öyle bir toplulukla geldim ki onlar için ölüm, sizin için yaşamın taşıdığı
anlamdan daha değerlidir.”34 diyordu.
Korkuyu olduğu gibi cesareti de besleyen yahut zayıflatan faktörler
söz konusudur. Sahâbenin cesaretlerini zirve noktasına taşıyan faktör de
onların sarsılmaz imanlarıdır. Korku ve cesaret sadece savaştan kaçmak
ya da savaşta yüreklilik göstererek savaşmaktan ibaret değildir. Önemli
olan insanın hataya karşı korkak yahut cesur olup olmaması ve bu duygu-
larını doğru yönlendirmelerle doğru yerlerde kullanabilmesidir. Örneğin
Hz. Ebû Bekir’in açlıktan korkarak evlâtlarını öldüren bir toplum içerisin-
de tüm malını infak etmesi35 ileri derecede bir cesaret örneğidir. Her ne
olursa olsun yanlışlar karşısında cesurca, yüreklilikle hareket edip hakkı
savunmaktan kaçınmamak cesaret değil de nedir?!
Korku aslında kişinin korktuğu nesneye yahut içinde bulunduğu du-
ruma verdiği bir tepki değildir. Kendi düşüncelerine verdiği bir tepkidir.
Dolayısıyla korkuyu yenmek için kişinin kendi dışındaki bir etkenin du- 32 HM1042 İbn Hanbel, I,
127.
rumu düzeltmesi ya da korkularından kaçması yerine korkuya sebep olan 33 B4317 Buhârî, Meğâzî, 55;
düşünceyi tespit edip bunun üzerine gitmek, korkularla mücadele etmek M4617 Müslim, Cihâd ve
siyer, 80.
korkuyu yenme noktasında atılan ilk ve önemli adımlar olacaktır. Bunun 34 BS19159 Beyhakî, es-
yanı sıra korkuları fobi derecesine gelen kişilerin profesyonel destek alma- Sünenü’l-kübrâ, IX, 314.
35 D1678 Ebû Dâvûd, Zekât,
ları, cesaret duygularını geliştirmek için verilen eğitim ve inanç da korku- 40; T3675 Tirmizî, Menâkıb,
larını yenmeleri noktasında en etkili faktörlerdendir. 16.
347
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
348
KARDEŞLİK HUKUKU
MÜMİNLER KARDEŞTİRLER
349
عَنْ َأ�نَسٍ عَ ِن ال َّنب ِِّي َ sق َال:
َ
“لا ُي ْؤ ِم ُن َأ� َح ُد ُك ْم َح َّتى ُي ِح َّب ل َأ� ِخي ِه َما ُي ِح ُّب ِل َن ْف ِس ِه”.
الد ْن َياعَنْ َأ�بِى هُرَيْرَةَ عَ ِن ال َّنب ِِّي َ sق َالَ “ :م ْن َن َّف َس عَ ْن ُم ْس ِل ٍم ُك ْر َب ًة ِم ْن ُك َر ِب ُّ
َن َّف َس ال َّل ُه عَ ْن ُه ُك ْر َب ًة ِم ْن ُك َر ِب َي ْو ِم ا ْل ِق َيا َم ِةَ ،و َم ْن َي َّس َر عَ َلى ُم ْع ِس ٍر َي َّس َر ال َّل ُه عَ َل ْي ِه
الد ْن َيا َو ْال آ� ِخ َر ِةَ ،وال َّل ُه
الد ْن َيا َو ْال آ� ِخ َر ِةَ ،و َم ْن َس َت َر عَ َلى ُم ْس ِل ٍم َس َت َر ال َّل ُه عَ َل ْي ِه ِفى ُِّفى ُّ
ِفى عَ ْونِ ا ْل َع ْب ِد َما َك َان ا ْل َع ْب ُد ِفى عَ ْونِ َأ� ِخي ِه”.
ول ال َّل ِه َ “ :sمث َُل ا ْل ُم ْؤ ِم ِن َين ِفى َت َوا ِّد ِه ْم عَنِ ال ُّنعْمَانِ بْنِ بَشِيرٍ قَالََ :ق َال َر ُس ُ
َو َت َر ُاح ِم ِه ْم َو َت َع ُاط ِف ِه ْم َمث َُل ا ْل َج َس ِد �ِإ َذا ْاش َت َكى ِم ْن ُه عُ ْض ٌو ت ََداعَ ى َل ُه َسا ِئ ُر ا ْل َج َس ِد
ِالس َه ِر َوا ْل ُح َّمى”.
ب َّ
الظ َّن َأ� ْك َذ ُب ول ال َّل ِه َ sق َالِ�“ :إ َّي ُاك ْم َو َّ
الظ َّنَ ،ف ِإ� َّن َّ عَنْ َأ�بِى هُرَيْرَةََ ،أ� َّن َر ُس َ
يثَ ،و َلا ت ََح َّس ُسواَ ،و َلا ت ََج َّس ُسواَ ،و َلا َت َنا َف ُسواَ ،و َلا ت ََح َاس ُدواَ ،و َلا ا ْل َح ِد ِ
َت َب َاغ ُضواَ ،و َلا ت ََدا َب ُرواَ ،و ُكونُواِ ،ع َبا َد ال َّل ِه! �ِإخْ َوانًا”.
350
Enes’ten nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur:
“Sizden biri, kendisi için istediğini
(Müslüman) kardeşi için de istemedikçe (gerçek anlamda) iman etmiş olamaz.”
(B13 Buhârî, Îmân,7)
351
B ir gün ashâbıyla birlikte otururken Hz. Peygamber’in müba-
rek ağzından şu sözler dökülür: “Allah’ın şehit ya da peygamber olmayan öyle
kulları vardır ki kıyamet gününde Allah’a olan yakınlıkları nedeniyle peygam-
berler ve şehitler onlara gıpta ederler.” Bu sözü işiten sahâbîler bir anda kulak
kesilip merakla sorarlar: “Kim bunlar, yâ Resûlallah?” Ashâbın dikkatini
toplayan Allah Resûlü şu açıklamayı yapar: “Bunlar, akrabalık ya da arala-
rında dönüp dolaşan bir maldan kaynaklanan çıkarları olmaksızın, sırf Allah
için birbirlerini seven insanlardır. Onların yüzlerinde bir nur vardır ve onlar
hidayet üzeredirler. İnsanlar telaşa düştüklerinde onlar korkuya kapılmazlar,
insanlar hayıflanırken onlar üzülmezler.” Allah Resûlü bu sözlerinin ardın-
dan, “Haberiniz olsun, Allah’ın sevgili kullarına korku yok. Onlar üzülecek de
değillerdir.”1 âyetini okur.2 Elbette, “Benim rızam için birbirini sevenler nere-
de! Sığınacak hiçbir gölgenin bulunmadığı bugün, ben onları arşımın gölgesinde
ferahlatacağım.”3 muştusundan haberdar olan ve bunu hayatları boyunca
ilke edinmiş olan Müslümanlar, bekledikleri o günde tasalanmayacaktır.
Zira onlar, imanın en güçlü tutamağı olan, Allah için sevmeyi ve Allah için
buğuz etmeyi başarmışlardır.4 Onlar, Allah için birbirlerini sevdiklerinden
dolayı bir araya gelirler ve bu hâl üzere dağılırlar.5
Mal, makam, akrabalık ya da başka bir ortak yönden ziyade, kişilerin
sahip olduğu güzel ahlâk, iyi huy gibi özellikler nedeniyle oluşan sevgi,
Allah için olan sevgidir. Müminlerin birbirleriyle ilişkilerini de bu sevgi şe-
killendirmelidir. Ancak Allah için olan sevgi, O’nun rızasına muhalif, yani
haksızlıklar ya da gayri ahlâkî davranışlar ortaya çıktığında, ona karşı
gösterilecek tepkiyi ve tavrı da içinde barındırmaktadır. Bu nedenle, sev-
diği insanlar tarafından yapılan haksızlık ve çirkinliklere ses çıkarmayan,
ona karşı çıkmayan, hoşnutsuzluğunu ortaya koymayan kişinin sevgisinin 1 Yûnus, 10/62.
2 D3527 Ebû Dâvûd, Büyû’,
Allah için olmadığı belirtilmektedir.6 Dolayısıyla sözü ve söylemi aşarak, (İcâre), 76.
gerçek ilişkileri belirleyen ve şekillendiren, böylece toplumda emir bi’l- 3 M6548 Müslim, Birr, 37.
ber, bir vesileyle onlara şu soruyu sorar: “Allah’a en sevimli gelen amel nedir?” îmân, 7/70.
353
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
İnsanlar saymaya başlar; bazıları namaz, bazıları zekât, bazıları da, cihad
diye cevaplandırır Allah Resûlü’nün sorusunu. Efendimiz şu açıklamayı
yapar: “Allah’a en sevimli gelen amel, Allah için olan sevgi ve Allah için olan
nefrettir.”7 Bir başka konuşmasında, sevdiğini Allah için sevmeyen kim-
senin imanın zevkine varamayacağını belirten8 Allah Resûlü, Allah için
olan sevgi ve nefretin, en güçlü iman bağı olduğuna dikkat çekmekte;9
Allah için olan sevginin, Allah tarafından sevilmeyi de sağlayacağını
vurgulamaktadır.10 Yüce bir ahlâka sahip olan11 Allah Resûlü’ne ittiba et-
mek, ona uymak kişiye, Allah’ın sevgisini kazandıracak,12 Allah Teâlâ da
sevdiğini asla ateşe atmayacaktır.13
Allah için olan sevgi, Hz. Peygamber’in, “Tamamlamak üzere gönderil-
dim.” dediği14 güzel ahlâk sayesinde ortaya çıkmaktadır. Zira güzel ahlâk,
yaşadığı toplumda insanı seçkin kılmakta, dolayısıyla sevgi ve kalıcı dost-
luklara kapı aralamaktadır. Nitekim Allah Resûlü’ne, “İyilik nedir?” diye
sorulduğunda, “Güzel ahlâktır.” cevabını vermiş,15 dolayısıyla kişiyi cenne-
te götürecek şey olarak nitelediği16 güzel ahlâkla, iyi insan ve güzel Müslü-
man olmak arasında ilişki kurmuştur.
Müslüman’ın çevresine zarar vermesi, kötülük yapması, dolayısıyla
insanların ondan uzaklaşmaları ise düşünülemez. Zira Hz. Peygamber,
7 HM21628 İbn Hanbel, V,
145. “İnsanların en şerlisi, kötülüklerinden korunmak için insanların kendisini terk
8 B6041 Buhârî, Edeb, 42.
ettiği kişidir.”17 buyurmaktadır. Ebû Zerr’e yaptığı nasihatte de, “Nerede olur-
9 MŞ30412 İbn Ebû Şeybe,
Musannef, Îmân ve rü’yâ, 6. san ol, Allah’tan kork. Kötülüğün ardından bir iyilik yap ki onu silsin ve insanlara
10 HM19662 İbn Hanbel, IV,
güzel ahlâkla muamele et.”18 tavsiyesinde bulunmaktadır.
386.
11 Kalem, 68/4.
Karşılıklı muhabbet ve merhamet üzerine kurulan bu ilişki ağında,
12 Âl-i İmrân, 3/31. güven esastır. Müslüman, çevresine güven vermek ve güvenilir olmak zo-
13 HM13501 İbn Hanbel, III,
rundadır. Zira Allah Resûlü, komşularının kötülüğünden emin olmadığı,
236.
14 MU1643 Muvatta’, Hüsnü’l- yani çevresine güven vermeyen kimsenin cennete giremeyeceğini beyan
hulk, 1. etmiş;19 kendisiyle ülfet edilemeyen, dostluk kurulamayan insanlarda
15 M6516 Müslim, Birr, 14.
16 T2004 Tirmizî, Birr, 62. da hayır olmadığını vurgulamıştır.20 Bu nedenle her Müslüman, Allah
17 T1996 Tirmizî, Birr, 59.
Resûlü’nün “...Müslüman kardeşini küçük görmesi kişiye kötülük olarak yeter.”21
18 T1987 Tirmizî, Birr, 55.
19 M172 Müslim, Îmân, 73. hadisini daima hatırında tutmalı, hiçbir şekilde çevresindekileri küçümse-
20 HM9187 İbn Hanbel, II,
memeli, onları hakir görmemeli, güveni zedeleyecek bir davranışta bulun-
400.
21 D4882 Ebû Dâvûd, Edeb, mamalı, haksızlık yapmamalı ve kimseye hakaret etmemelidir.22 Nitekim
35. Müslüman’ın, kardeşine karşı nasıl davranması gerektiği Resûlullah’ın şu
22 HM8707 İbn Hanbel, II,
360.
sözlerinde ifadesini bulmaktadır: “Kardeşinle tartışmaya girme, onunla kırıcı
23 T1995 Tirmizî, Birr, 58. şekilde şakalaşma ve ona yerine getiremeyeceğin sözü verme.”23
354
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
de Müslümanlar arası ilişkinin nasıl olması gerektiğini öğretmiştir. Nite- 28 D4946 Ebû Dâvûd, Edeb,
kim insanlık için bir rahmet olarak gönderilen34 Allah Resûlü, merhamet- 60; T1930 Tirmizî, Birr, 19.
29 Hac, 22/78.
le insanları kucaklamış,35 ve paylaşmayı öğretmiştir. Yoksul olan Ashâb-ı 30 Tevbe, 9/71.
Suffe hakkında, “Evinde iki kişilik yemeği olan, üçüncü kişiyi; dört kişilik ye- 31 Hucurât, 49/10.
birer ikişer dağıtılan Ashâb-ı Suffe’den on kişiyi de kendisi evine yemeğe 34 Enbiyâ, 21/107.
yedirmekle sınırlı kalmamıştır. Meselâ, Medine’ye hicret eden, Abdurrah- salât, 41.
355
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
356
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
Yüce Allah, müslümanların arasındaki problemlerini adaleti gözeterek 147; N4738 Nesâî, Kasâme,
9-10.
çözmelerini istemektedir.58 Ancak anlaşmazlık ve kargaşayı körükleyecek 51 B6105 Buhârî, Edeb, 73.
davranışlardan kaçınılmasına yapılan vurgular da en azından bunun ka- 52 M7253 Müslim, Fiten, 15.
geldiğinde babama uğradı ve şöyle dedi: ‘Ey Ebû Müslim! Şu insanlara 55 M6544 Müslim, Birr, 35.
cevap verdi ve cariyesinden kılıcını çıkarmasını istedi. Cariye kılıcını çı- 58 Nisâ, 4/58.
357
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
10; T2203 Tirmizî, Fiten, 33. hatta bütün insanların elinden ve dilinden güven içinde olduğu kimsedir.”65 ifadesi-
60 M6593 Müslim, Birr, 70.
ne yer verilmektedir. Onlar birbirlerine karşı son derece merhametlidirler.66
61 T1931 Tirmizî, Birr, 20;
HM28093 İbn Hanbel, VI, Nitekim Rahmet Peygamberi, “Büyüklerimize hürmet göstermeyen,67 küçükleri-
449. mize de merhamet etmeyen kimse bizden değildir.”68 demek suretiyle dimağları
62 M6541 Müslim, Birr, 32.
71 M5651 Müslim, Selâm, 5. birini Allah için sevdiğinde bunu kendisine bildirmesini tavsiye etmiş,73
72 T1956 Tirmizî, Birr, 36.
“El sıkışın içinizdeki kin gitsin, birbirinize hediyeler verin sevginiz artsın ve düş-
73 T2391 Tirmizî, Zühd, 53;
HM17303 İbn Hanbel, IV, manlıklar yok olsun.” buyurmuştur.74 “İman etmedikçe cennete giremezsiniz,
131. aranızda sevgi ve muhabbeti ikame etmedikçe de iman etmiş olmazsınız.”75 ifa-
74 MU1651 Muvatta’, Hüsnü’l-
hulk, 4.
deleri de Müslümanların birbirleriyle ilişkilerinin ve birbirlerine karşı va-
75 M194 Müslim, Îmân, 93. zifelerinin imanî boyutunu ortaya koymaktadır.
358
ARABULUCULUK
KARDEŞLERİN ARASINI BULMAK
: َقالs ول ال َّل ِه َ عَنْ َأ�نَسِ بْنِ مَالِكٍ َأ� َّن َر ُس
، َو ُكونُوا ِع َبا َد ال َّل ِه �ِإخْ َوانًا، َو َلا ت ََدا َب ُروا، َو َلا ت ََح َاس ُدوا،“لا َت َب َاغ ُضوا
َ
”. ٍَو َلا َي ِح ُّل ِل ُم ْس ِل ٍم َأ� ْن َي ْه ُج َر َأ�خَ ا ُه َف ْو َق َثل َا ِث َل َيال
359
ول ال َّل ِه :s عَنْ َأ�بِى ال َّدرْدَاءِ قَالََ :ق َال َر ُس ُ
الص َد َق ِةَ :قا ُلواَ :ب َلى ي َا َر ُس َ
ول الص َلا ِة َو َّ
الص َيا ِم َو َّ “ َأ� َلا ُأ�خْ ِب ُر ُك ْم ِب َأ� ْف َض َل ِم ْن َد َر َج ِة ِّ
ات ا ْل َب ْي ِن ا ْل َحا ِل َق ُة”.
ات ا ْل َب ْي ِنَ ،و َف َسا ُد َذ ِ
اح َذ ِ ال َّل ِه! َق َالِ�“ :إ ْص َل ُ
عَ ْن ُح َم ْي ِد ْب ِن عَ ْب ِد ال َّر ْح َم ِن ،عَ ْن ُأ� ِّم ِه ُأ� ِّم ُك ْلثُو ٍم ِب ْن ِت عُ ْق َب َة َقا َل ْت:
ول ال َّل ِه َ sي ُقول: َس ِم ْع ُت َر ُس َ
اس َف َق َال خَ ْي ًراَ ،أ� ْو ن ََمى خَ ْي ًرا”. “ َل ْي َس بِا ْل َكا ِذ ِب َم ْن َأ� ْص َل َح َب ْي َن ال َّن ِ
360
Ebu’d-Derdâ’dan nakledildiğine göre, Resûlullah (sav), “Size oruç, namaz
ve sadakadan daha faziletli olan şeyi bildireyim mi?” diye sordu. Sahâbe,
“Elbette ey Allah’ın Resûlü.” dediler. Bunun üzerine Resûlullah şöyle
buyurdu: “İki kişinin arasını düzeltmektir. İki kişinin arasını bozmak ise
(imanı) kökünden kazır.”
(D4919 Ebû Dâvûd, Edeb, 50; T2509 Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 56)
361
B ir gün Hz. Âişe validemiz, parasıyla fakir ve ihtiyaç sahiplerine
yardım etmek için evini satar.1 Ancak yeğeni Abdullah b. Zübeyr, kendi-
sini çok seven teyzesinin2 bu satışına rıza göstermeyerek, “Vallahi Âişe bu
satıştan ya vazgeçer ya da ben onu menederim.” diyerek satışa engel olaca-
ğını söyler. Yeğeninin bu sözünü işiten Hz. Âişe alınır ve onunla ebediyen
konuşmamak üzere Allah’ın adını vererek yemin eder ve adakta bulunur.
Teyzesinin bu tutumuna üzülen İbnü’z-Zübeyr, Zühreoğulları’ndan Mis-
ver b. Mahreme ile Abdurrahman b. Esved’den arabuluculuk yapmalarını
ister. Misver ile Abdurrahman, yanlarına aldıkları İbnü’z-Zübeyr ile birlik-
te Hz. Âişe’nin yanına gelirler. Onlar içeri girince İbnü’z-Zübeyr, teyzesi
Âişe’ye sarılır ve kendisini affetmesini isteyerek ağlamaya başlar. Bu sırada
Misver ile Abdurrahman da Hz. Âişe’ye barışması için ısrar ederek Hz.
Peygamber’in, “bir Müslüman’ın kardeşiyle üç günden fazla küs durmasının
helâl olmadığını” bildiren hadisini hatırlatırlar. Bunun üzerine müminlerin
annesi Hz. Âişe yeğeniyle barışır; ancak adağı karşılığında da kırk köleyi
hürriyetine kavuşturur.3
Günlük hayatta, insanlar arasında yanlış anlamalar, alınganlıklar veya
menfaat çatışmaları sonucu kırgınlıklar ya da küskünlükler oluşabilmek-
tedir. Ancak Peygamber Efendimiz, “Birbirinizden nefret etmeyin, birbirinize
haset etmeyin, birbirinize sırt çevirmeyin. Ey Allah’ın kulları, kardeş olun. Bir
Müslüman’ın din kardeşiyle üç günden fazla küs durması helâl olmaz!”4 buyur-
muştur. Hele küslük, eşler veya akrabalar arasında olursa bu, toplumun
temeli olan aile birliğini bozar. Bu bakımdan arabuluculuk, İslâm’ın teş-
vik ettiği ahlâkî değerlerdendir. Öyle ki Resûlullah (sav) arabuluculuğun
(nafile) namaz, oruç ve sadaka gibi ibadetlerden daha önemli olduğunu
vurgulamıştır. Nitekim Ebu’d-Derdâ’dan nakledildiğine göre, bir keresinde
1 İF10/493 İbn Hacer, Fethu’l-
Resûlullah (sav) etrafındakilere, “Size oruç, namaz ve sadakadan daha faziletli bârî, X, 493.
olan şeyi bildireyim mi?” diye sordu. Sahâbe, “Elbette ey Allah’ın Resûlü.” 2 AU22/223 Aynî, Umdetü’l-
mektir. İki kişinin arasını bozmak ise (imanı) kökünden kazır.” demiştir.5 4 B6076 Buhârî, Edeb, 62.
363
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
Mu’cemü’l-kebîr, IV, 138; yapmayın...”12 âyetini indirdi.13 Şu hâlde İslâm, yeminlerin iyilik yapmaya
BŞ11094 Beyhakî, Şuabü’l- engel kılınmasını yasaklamıştır. Peygamberimiz de Allah’a isyan anlamına
îmân, VII, 490.
10 Hucurât, 49/10. gelen hususlarda nezrin yani söz vererek adakta bulunmanın geçerli ola-
11 Nisâ, 4/114.
mayacağını vurgulamıştır.14
12 Bakara, 2/224.
13 TT4/421 Taberî, Câmiu’l- Bir hadisinde, “Bir Müslüman’ın din kardeşine üç günden fazla küs durması,
beyân, IV, 421. (ve bu şekilde) karşılaştıklarında birbirlerinden yüz çevirmeleri helâl olmaz. Bun-
14 D3272 Ebû Dâvûd, Nüzûr,
364
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
nı kocasına karşı kışkırtan kimse bizden değildir.”20 uyarısında bulunmuştur. 23; D3594 Ebû Dâvûd, Kadâ
(Akdiye), 12.
Âyet-i kerimede ise, “Eğer karı-kocanın arasının açılmasından endişe ederse- 19 B441 Buhârî, Salât, 58;
niz, erkeğin ailesinden bir hakem, kadının ailesinden bir hakem gönderin. İki M6229 Müslim, Fedâilü’s-
sahâbe, 38.
taraf (arayı) düzeltmek isterlerse, Allah da onları uzlaştırır. Şüphesiz Allah, hak- 20 D2175 Ebû Dâvûd, Talâk, 1.
kıyla bilendir, hakkıyla haberdardır.”21 buyrularak, eşlerin arasını bulacak ve 21 Nisâ, 4/35.
365
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
kalıcı çözüm üretecek şekilde her iki taraftan da birer kişinin hakemliğine
başvurulması önerilmiştir.
İnsanlar arasında kırgınlığın en fazla yaşandığı alanlardan birisi de
alacak-verecek meseleleri ya da ticarî hayata dair işlemlerdir. Bunun bir
örneği Hz. Peygamber’in kapısının önünde yaşanmıştır. Hz. Âişe valide-
mizin anlattığına göre, Resûlullah (sav) kendi kapısı önünde bir alacak
davasından dolayı hasımların yüksek sesle tartıştıklarını işitmişti. Borçlu
olan, alacaklıdan borcun bir miktarından vazgeçmesini ve alacağı konu-
sunda müsamahalı davranmasını istiyordu. Borç veren ise, “Vallahi, bunu
yapmam!” diyordu. Bunun üzerine Resûlullah (sav) evinden çıktı ve “Bir
iyiliği işlememek üzere Allah adına yemin eden kim?” diye sordu. Borç veren,
“Benim ey Allah’ın Resûlü!” deyince Efendimiz, “(Borçlu) hangisini tercih
ediyorsa öyle yap.” buyurdu.22
Toplumsal huzura katkı sağlayan arabuluculuk, sadece Müslümanlar
arasındaki kırgınlıklar ve küskünlükler için değil toplumun bütün fertleri
için geçerlidir. Nitekim asr-ı saadette Müslümanlar ile Ehl-i kitap arasın-
daki borç-alacak ilişkilerinde de bazen anlaşmazlıklar ortaya çıkıyordu.
Meselâ, Câbir’in (ra) anlattığına göre, babası Abdullah, bir Yahudiye borcu
varken ölmüştü. Câbir, Yahudiden borcu ertelemesini istemişse de o bunu
kabul etmemişti. Bunun üzerine Resûlullah’a gidip Yahudi ile arasında
aracılık etmesini rica etmiş, Peygamberimiz de onu kırmamıştı.23
Müslümanlar ile Ehl-i kitap arasındaki anlaşmazlıklar bazen de fikrî
tartışma şeklinde beliriyordu. Ebû Hüreyre’nin anlattığına göre, biri Müs-
lüman diğeri de Yahudi olan iki kişi birbiriyle tartışmıştı. Müslüman olan
şahıs Yahudiye, “Muhammed’i âlemlere üstün kılan (Allah) adına yemin
ederim ki!” demiş, Yahudi de Müslüman’a hitaben, “Musa’yı âlemlere üstün
kılan (Allah) adına yemin ederim ki!” demişti. Bunun üzerine Müslüman,
Yahudiye bir tokat atmıştı. Yahudi hemen Hz. Peygamber’in yanına gidip
olanları haber vermiş, Resûlullah (sav) da Müslüman’ı çağırtarak ona olayı
sormuştu. Olup bitenleri iki taraftan da dinleyen Allah Resûlü, kendisini
Hz. Musa’ya alternatif gösterip tercih etmemesi konusunda Müslüman’a
uyarı ve tavsiyelerde bulunmuştu.24
22 B2705 Buhârî, Sulh, 10.
23 B2396 Buhârî, İstikrâz, 9; Arabuluculuk yapmak dinimizde takdir ve tavsiye edilen bir davranış
D2884 Ebû Dâvûd, Vesâyâ, olmakla birlikte dinin tasvip etmediği konularda aracılık etmek yasak-
17.
24 B2411 Buhârî, Husûmât, 1;
lanmıştır. Özellikle adaletin sağlanmasına ve hukuk düzeninin sağlıklı
M6153 Müslim, Fedâil, 160. işleyişine engel olacak tarzda aracılık yapmak yerilmiştir. Hz. Âişe vali-
366
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
367
SÖZÜN BÜYÜSÜ
SÖZ ETİĞİ VE ESTETİĞİ
369
ول ال َّل ِه َ sق َال: عَنْ َأ�بِى هُرَيْرَةَ َأ� َّن َر ُس َ
يت َج َوا ِم َع ا ْل َك ِل ِم”...
“ُ ...أ�عْ طِ ُ
370
Ebû Hüreyre’den nakledildiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle
buyurmuştur: “...Bana sözün özü verildi...”
(M1167 Müslim, Mesâcid, 5; B2977 Buhârî, Cihâd, 122)
371
B ir öğle vaktiydi. Kutlu Nebî namaz için hazırlık yapıyordu.
Bilâl ezan okumak üzereydi. Medine’nin son aylardaki yoğunluğunu daha
da artıracak bir olay meydana geldi. Sayıları yetmiş ile seksen arasında
değişen kalabalık bir grup atları, develeri ve yayalarıyla birlikte Medine
Mescidi’ne yaklaştı. Kimisi mescide girerken kimisi uzakta bekledi, bir
kısmı ise seslerinin çıkabildiği kadar bağırarak hâne-i saadetin arka kıs-
mından Kutlu Nebî’ye seslendiler.1 Gürültüye dikkat kesilen Nebî, büyük
bir sükûnetle abdestini tamamladı ve vakur adımlarla mescide yöneldi.
Bilâl şaşkınlık içerisinde bir taraftan öğle ezanını okudu, bir taraftan da
gelen grubu süzdü. Cemaat toplanmıştı. Nebî her zamanki gibi öne geçti
ve namazı kıldırdı. Selâm verdikten sonra hiçbir şeyle ilgilenmeden evine
yöneldi. İçeri girdi. İki rekât namaz kıldı. Sonra tekrar mescide geldi ve
mescidin orta yerine, sonradan ‘elçiler sütunu’ denilen direğin yanına geldi
ve durdu. Kalabalık gruba yöneldi,
—Buyrun, şimdi söyleyin, ne istiyorsunuz? dedi. İçlerinden birisi,
—Şairlerimiz ve hatiplerimizle geldik. Biz över, biz yereriz. Sizinle he-
saplaşmaya geldik dedi. Kutlu Nebî,
—Ancak Allah över, Allah yerer, diyeceklerinizi deyin bakalım, karşılığını
verdi.
Gelenler, Arap kabilelerinin en büyüklerinden ve Hicaz yarımadası-
nın Necid bölgesinden Irak’a, Arap Körfezi’nden Yemen hududuna kadar
olan bölgeyi elinde tutan Temîmoğulları’nın ileri gelenleriydi. Kalabalık
grup, önce Medine’de tutsak olan yakınlarını ziyaret etmişler, ardından
da mescide yönelerek kendi evinde Peygamber’e devrin en etkili silahıyla
meydan okumak üzere büyük bir hışımla yığılmışlardı. İçlerinde kabilele-
rinin en seçkin hatipleri ve şairleri vardı. O gün Medine belki de tarihinin
en görkemli söz düellosuna şahit olmuştu. Araplar arasında büyük itibar
sahibi olan liderleri Akra’ b. Hâbis’in işaretiyle ayağa kalkan Temîmliler,
kabilelerini övüyor, câhiliye değerlerini yükselten şiirler söylüyorlardı. Hz.
Peygamber, bir zamanlar “hatîbü’l-ensâr” adıyla anılırken bazı heyetlere
karşı Allah Resûlü’nün adına konuşunca “hatîbü’n-nebî” unvanını kaza- 1 DS7/554 Süyûtî, ed-Dürru’l-
nan şair sahâbî Sâbit b. Kays’la onlara karşılık verdi. Akra’ daha güçlü olan mensûr, VII, 554.
373
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
birini, adıyla sanıyla Temîm’in gözdesi olan Zibrikân b. Bedr’i ayağa kal-
dırdı. O da diyeceğini dedi. Peygamber (sav) bu defa gözde şairi Hassân b.
Sâbit’i çağırttı. Hassân sözlerin en güzelini dillendirdi. Bu şekilde bir on-
lardan bir bu taraftan, söz uzadıkça uzadı. Nihayet kalabalık grup, kendi
aralarında görüşmek üzere izin istediler. Ve sonunda Nebî’nin hatiplerinin
daha güçlü, onun şairlerinin daha dirayetli olduğunu, dile getirdiklerinin
de hak olduğunu teslim ettiler. Gelip Kutlu Nebî’ye iman ettiklerini itiraf
ettiler. Bu itirafla Arap yarımadasının Medine’den öte Irak’a kadar olan
doğu bölgesi İslâmlaşmış oldu. Sözle gelen fetih yarımadayı kuşatmıştı.
Gelen heyet hemen oradan ayrılmadı, görüşme ve söyleşiler devam etti.
Bir aralık heyet içerisinde yer alan Zibrikân ve bir diğer söz ustası Amr
b. Ehtem, Nebî’nin yanına geldiler. Gelenlerin kişilikleriyle ilgili özel bir
diyalog yaşandı. Nebî sordu, onlar söyledi. Orada bulunanlar o gün sö-
zün en güzel ve en güçlüsü nasıl olur ve nasıl söylenirmiş onu gördüler,
âdeta büyülendiler. Hele bu son diyalog o kadar hoşlarına gitti ki, Amr b.
Ehtem’in sözleri üzerine Arap’ın en fasihi olan ve kendisine ‘sözün özü’
lütfedilmiş olan Peygamber, “Gerçekten bazı sözler büyüleyicidir.” dedi.2
Bu olay bu kadarla kalmamış heyetin Müslüman olmasıyla Medine’de
tutsak edilen esirler özgürlüğüne kavuşmuş, Hz. Peygamber (sav) heyet-
te bulunanlara bol bol hediyeler dağıtmıştır. Yaşı biraz küçük olmasına
rağmen Amr b. Ehtem’e özel ihsanlarda bulunmuş, ay yüzlü, söz ustası
Zibrikân’ı da kavmine zekât sorumlusu olarak atamıştır.3 Zibrikân, Hz.
Ebû Bekir ve Hz. Ömer dönemlerinde de bu görevini sürdürmüştür.4
Öte yandan kalabalık heyet Medine’den ayrılmadan, Cebrail, Hucurât
sûresinin 4. ve 5. âyetlerini getirmiştir.5 Toplumsal insanî değerleri, sesi
ve sözü kullanmanın ahlâkî ilkelerini öğreten ilâhî kelâm, bu hadise-
nin yadigârı olarak yeryüzüne indirilmiştir. Sözlerin en güzeli olan ilâhî
2 BN5/50 İbn Kesîr, Bidâye,
kelâm, en güzel Muhammedî terbiyeyi hatırlatmış ve inananlara,
V, 50-54; KU30316 Müttakî
el-Hindî, Kenzü’l-ummâl, X, —Allah ve Resûlü’nün koyduğu sınırlara riayet etmelerini,
820; B5146 Buhârî, Nikâh, —Seslerini Nebî’nin sesinden daha fazla yükseltmemelerini,
48; M2009 Müslim, Cum’a,
47. —Ona karşı yüksek sesle konuşmamalarını,
3 BS13418 Beyhakî, es-
—Hz. Peygamber’in aile efradına ait odaların arkasından ona adıyla
Sünenü’l-kübrâ, VII, 16.
4 EÜ2/304 İbnü’l-Esîr, Üsdü’l- hitap ederek bağıranların, akıllarını kullanmayan kimseler olduklarını,
gâbe, II, 304. —Fâsığın sözünü iyi tetkik etmelerini,
5 B4847 Buhârî, Tefsîr,
374
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
10 Bakara, 2/37.
Ve kâfirlerin sözü, yerlerde sürünür.19 11 Bakara, 2/124.
13 Meryem, 19/26.
Ve söz, habis bir bitki gibi habis olur.21 14 Meryem, 19/34.
16 Lokmân, 31/27.
Ve söz, kesin/fasl olur.23 17 Âl-i İmrân, 3/39.
19 Tevbe, 9/40.
Ve söz, takva olur.25 20 İbrâhîm, 14/24.
22 İsrâ, 17/16.
Ve söz, Rabbin sözü olur.27
23 Târık, 86/13.
Ve Rabbin sözüne ağaçlar kalem, denizler mürekkep olsa, arkasından 24 Zuhruf, 43/28.
26 Yûnus, 10/64.
Ve söz, yerinden oynatılıp tahrif edilen söz olur.29 27 Sâffât, 37/31.
Ve söz, salih amelle O’na yükselen hoş söz olur.30 28 Lokmân, 31/27.
29 Mâide, 5/13.
Ve söz, kerim elçinin sözü olur.31 30 Fâtır, 35/10.
375
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
35 Bakara, 2/263. Enceşe, yavaş ol! Cam gibi narin (hanım) yolcularına mukayyet ol!”52 anlamına
36 Nisâ, 4/9.
gelebilecek sözleri böyle bir geleneğin yadigârıdır. Bir yolculuk sırasında
37 Nisâ, 4/63.
38 İsrâ, 17/23. aralarında Hz. Enes’in annesinin de bulunduğu Peygamber eşlerini taşı-
39 İsrâ, 17/28.
yan develer, Enceşe’nin coşkulu şiir nağmeleriyle o kadar süratlenmişler-
40 Tâ-Hâ, 20/44.
41 Müzzemmil, 73/5. dir ki, müşfik Peygamber, hanımefendiler incinebilir kaygısıyla Enceşe’yi
42 İsrâ, 17/40.
bu şekilde uyarmıştır.
43 Hac, 22/30.
44 En’âm, 6/112.
Câbir b. Semüre; hani şu, Sevgililer Sevgilisi’nin yanlarından geçer-
45 Mâide, 5/63; Mücâdele, ken yanağını okşadığı ve sırf okşadığı için o yanağının ötekinden daha
58/2.
46 Zümer, 39/18.
güzel olduğunu söyleyen Câbir53 diyor ki: “Ben Hz. Peygamber’in mecli-
47 Mücâdele, 58/1. sinde yüzlerce kere bulundum. Arkadaşlarıyla mescitte otururlardı. Ashâbı
48 Hâkka, 69/43; Müddessir,
şiirler okur, câhiliye devrinden söz ederlerdi. O, konuşulanları sessiz bir
74/25-26.
49 Hâkka, 69/41. biçimde dinler, zaman zaman da onlarla birlikte gülümserdi.”54
50 Şuarâ, 26/225.
Kutlu Nebî şair değildir. Hiçbir zaman da şairliğe heves etmemiştir.
51 Yâsîn, 36/69.
52 B6161 Buhârî, Edeb, 95; Ama şiiri en iyi bilenlerdendir. Arap’ın dahi şairlerinin dizelerini sorup
M6038 Müslim, Fedâil, 71. soruşturandır. Yeri geldiğinde onlardan aktarımlarda bulunandır. Zor za-
53 M6052 Müslim, Fedâil,
80; MK1909 Taberânî, el- manlarda şairlerin dilinden dökülen kimi hikmetli sözleri tekrarlamak su-
Mu’cemü’l-kebîr, II, 221. retiyle arkadaşlarını rahatlatandır. Kendisi de binlerce beyti ezbere bilen
54 T2850 Tirmizî, Edeb, 70.
376
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
ال َّل ُه َّم َل ْو َلا َأ�ن َْت َما اهْ َتدَ ْي َنا َو َلا ت ََصدَّ ْق َنا َو َلا َص َّل ْي َنا
َف َأ� ْن ِز َل ْن َسكِ ي َن ًة عَ َل ْي َنا َو َث ِّب ِت ال َأ� ْقدَ ا َم �إ ِْن َلا َق ْي َنا
�إ َِّن ْال ُأ� َلى َقدْ َب َغ ْوا عَ َل ْي َنا َو�إ ِْن َأ� َرادُوا ِف ْت َن ًة َأ� َب ْي َنا
Sen olmasaydın Allah’ım, bulamazdık hidayeti / Zekâtı veremez, kılamazdık namazı.
Karşılaşınca düşmanla, sen ver sekinet bize / Ayaklarımızı sen sağlam tut yerinde.
Şüphesiz kâfirler saldırdılar bizlere / Bizse geri durduk, onlar istese de fitne!
377
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
378
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
dine kürsü tahsis edilen yegâne zât Kutlu Nebî’nin şairi, câhiliyenin ve
İslâm’ın en etkili söz ustası Hassân b. Sâbit’tir. Şirk ve küfrün söz kalele-
rini dizeleriyle çökerten ve bu konuda bizzat Peygamber’in, “Allah’ım, onu
Rûhu’l-Kudüs’le destekle.” diye dua ettiği Hassân.62
Mescitte dizelerini müminlere tekrarlarken halife Ömer’in sert bakış-
ları karşısında yemin ederek Hz. Peygamber’in bu konuda kendisine izin
verdiğine dair Ebû Hüreyre’yi şahit tutan Hassân.63
Kureyş muannitlerini hicvederken ola ki, farkına varmadan
Peygamber’e de dil uzatmış olur endişesiyle Ebû Bekir’den Kureyş’in bü-
tün soy kütüğünü öğrenip, Hz. Peygamber’i tereyağından kıl çeker gibi
ayırarak müşrik Kureyşlileri dizeleriyle can evinden yaralayan Hassân.64
Abdullah b. Revâha’nın umretü’l-kazâ sırasında Mekke’ye girerken
söylediği beyitler için nasıl, “Bu sözler onların üzerlerine yağdırılan oklardan
daha etkilidir/çökerticidir.” demişse Kutlu Nebî, onun için de benzer şeyleri
söylemiştir.65
Söz hazinelerinin anahtarları kendine verilen Kutlu Nebî, sözlerin en
latîfini, en veciz ve en anlaşılır biçimde söyler, konuşurken tane tane ko-
nuşur, anlatırken dinleyenler rahat kavrasın diye sözlerini tekrarlar.66 Ana
dilini herkesten daha iyi öğrenmesi için Sa’doğulları’na daha çocukken
62 B453 Buhârî, Salât, 28;
uzun müddet konuk olur; Arap yarımadasında konuşulan bütün lehçelere M6386 Müslim, Fedâilü’s-
aşina, “elçiler yılı” denilen hicrî dokuzuncu yılda bütün heyetlerle onların sahâbe, 152.
63 N717 Nesâî, Mesâcid, 24;
anlayacağı biçimde konuşacak kadar dile vâkıf. Hatta bu duruma telmih M6384 Müslim, Fedâilü’s-
eden bir rivayette, “Bana dili Rabbim öğretti ve en güzel şekilde öğretti.”67 buy- sahâbe, 151.
64 B4145 Buhârî, Meğâzî, 35;
rulmuştur. “Bana sözün özü verildi.”68 diye kendisinin bütün peygamberlere M6395 Müslim, Fedâilü’s-
olan rüçhanına işaret eder. Konuşurken temsiller, teşbihler, misallerle kas- sahâbe, 157.
65 T2847 Tirmizî, Edeb, 70;
tını en güzel biçimde beyan eder.
N2876 Nesâî, Menâsikü’l-
Allah Resûlü, ümmetini faydasız, lüzumsuz lakırdılara karşı ikaz hac, 109.
66 D4839 Ebû Dâvûd, Edeb, 18.
eder. Mâlâyanîyi terk edebilenin ne güzel bir Müslüman olacağını ilân 67 KU31895 Müttakî el-Hindî,
eder.69 Samimiyeti sözün özü sayar. İnsanların kalbini esir almak için Kenzü’l-ummâl, XI, 534.
68 M1167 Müslim, Mesâcid,
yapmacık sözler söyleyenleri, ağzını eğip bükerek gösteriş için söz sarf
5.
edenleri Allah’ın sevmediğini haber verir.70 İnsanları, ikiyüzlülerin her- 69 MU1638 Muvatta’,
kese karşı farklı farklı konuşmaları konusunda dikkatli olmaları için ikaz Hüsnü’l-hulk, 1; T2318
Tirmizî, Zühd, 11.
eder.71 Hele hukuku ilgilendiren konularda söz yeteneğini kullanarak hak- 70 T2853 Tirmizî, Edeb, 72.
ları gasp etmek isteyenleri en ağır biçimde uyarır. Bu suretle iktisap edile- 71 M6630 Müslim, Birr, 98;
emanet olduğu; sorumsuzca sarf edilen bir söz yüzünden elim acılara du- M4475 Müslim, Akdiye, 5.
379
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
75 D4977 Ebû Dâvûd, Edeb, ler söyleyin.”78 emrine imtisâlen halkla paylaşacak hiçbir şeyi olmayanların
75. hoş sohbetlerini onlarla paylaşabileceklerini hatırlatır.79
76 B2552 Buhârî, Itk, 17.
77 T1977 Tirmizî, Birr, 48. Çünkü insanın insanlığa sadakatinin nişanesi hoş sözdür. Ve çünkü,
78 Bakara, 2/83.
“Hoş/güzel söz sadakadır.”80
79 M2349 Müslim, Zekât, 68;
380
SÖZ SÖYLEMEK
SORUMLULUKTUR
381
عَنْ َأ�بِى هُرَيْرَةَ عَ ْن َر ُسولِ ال َّل ِه َ sق َال:
“ َم ْن َك َان ُي ْؤ ِم ُن بِال َّل ِه َوا ْل َي ْو ِم ْال آ� ِخ ِر َف ْل َي ُق ْل خَ ْي ًرا َأ� ْو ِل َي ْص ُم ْت”...
عَنْ جَابِرِ بْنِ سَمُرَةَ قَالََ :جا َل ْس ُت ال َّنب َِّي َ sأ� ْك َث َر ِم ْن ِما َئ ِة َم َّر ٍةَ ،ف َك َان َأ� ْص َحا ُب ُه
ون َأ� ْش َيا َء ِم ْن َأ� ْم ِر ا ْل َجا ِه ِل َّي ِةَ ،وهُ َو َس ِاك ٌت َف ُر َّب َما َت َب َّس َم
ون الشِّ ْع َر َو َي َت َذ َاك ُر َ
َي َت َن َاش ُد َ
َم َع ُه ْم.
382
Ebû Hüreyre’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle
buyurmuştur: “Kim Allah’a ve âhiret gününe inanıyorsa, ya hayır söylesin ya
da sussun.”
(M173 Müslim, Îmân, 74; B6018 Buhârî, Edeb, 31)
383
P eygamberimizin âlim sahâbîsi Ukbe b. Âmir el-Cühenî... Allah’ın
Kitabı’na aşinalığı ile tanınan, eliyle yazdığı bir “mushaf”ı ardından yadigâr
bırakan kıymetli insan... Anlı şanlı bir şair idi Ukbe. Çok güzel konuşur,
sözleri ile dinleyenleri derinden etkilerdi.1 Bir gün merakla Resûl-i Ekrem’e
sordu: “Ey Allah’ın Resûlü, kurtuluşun yolu nedir?” Dostunu tanıyan Allah
Resûlü, ona özel olsa da asırlar boyunca inananların kulağında çınlayacak
bir cevap verdi: “Diline sahip ol, (fitne zamanında) evinden çıkma, günahların
için de gözyaşı dök.”2
Yeryüzünde halife sıfatıyla yaratılan ilk insana, eşyanın isimleri bizzat
Allah tarafından öğretilmiş3 ve insanı yaratan Rabbi, ona konuşma yete-
neğini bahşetmişti.4 Hz. Âdem’in yaratılışına anlam veremeyen meleklere
karşı Hz. Âdem, Rabbinden öğrendiği bu isimleri esas alarak konuşmuş5ve
böylece insanın üstünlüğü ortaya konulmuştu. Hz. Âdem’in konuşması,
onun kadrini ve değerini artırırken şeytanın Rabbine karşı isyan ve itiraz
yüklü konuşması ise onu alçaltıp Allah’ın rahmetinden uzaklaştırmıştı.
Zaten insanı yücelten sadece konuşabilmesi değil, konuşmasının hakikat
ve güzelliklerle dolu olmasıydı.
İman edenlere Yüce Allah tarafından doğru sözlü olmaları emredil
miştir.6 Ebû Zer (ra), Resûlullah’ın (sav) kendisine emrettiği hususlardan
birisinin de, “acı bile olsa (söylemek zoruna da gitse) doğruyu söylemesi” oldu-
ğunu anlatmaktadır.7 Nitekim insanlara güzel söz söylemek, bir zamanlar
kulların Allah’a verdikleri sözler arasında yer alırdı.8 İncitmeden, zarif ve 1 ZB1/35 Zehebî, Tezkiratü’l-
anlamlı konuşmak kadar iyiliği emredip kötülüğü önlemeye çalışmak da huffâz, I, 35.
2 T2406 Tirmizî, Zühd, 60.
güzel sözler kapsamında değerlendirilmiştir.9 Şu hâlde güzel söz söylemek, 3 Bakara, 2/31.
daima insanların hoşuna giden şeyleri söylemek değildir. Hoşlarına git- 4 Rahmân, 55/4.
5 Bakara, 2/33.
mese de doğruyu ve gerçeği yansıtan cümlelerle insanları uyarmak, güzel
6 Ahzâb, 33/70.
sözlü olmak demektir. Nitekim Hz. Peygamber’in beyanına göre, “En fazi- 7 HM21745 İbn Hanbel, V,
letli cihad, zalim yönetici karşısında (söylenen) doğru sözdür.”10 Ama doğru söz 160.
8 Bakara, 2/83.
söylemenin yani hakkı konuşmanın, doğru ve nitelikli bir üslubunun da 9 İT1/317 İbn Kesîr, Tefsîr, I,
385
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
20 Nisâ, 4/148. kimse!” buyurdu.22 İyi Müslüman, diliyle başka insanları incitip onlara za-
21 B3759 Buhârî, Fedâilü
rar vermediği gibi kendisini ilgilendirmeyen konularda mümkün olabildi-
ashâbi’n-nebî, 27.
22 B11 Buhârî, Îmân, 5; M163 ğince az konuşur.23 Bulunduğu mertebeye nasıl ulaştığı sorulan Lokman
Müslim, Îmân, 66. (as), şu cevabı vermiştir: “Doğru sözlülükle, emaneti ehline teslim etmekle
23 HM1732 İbn Hanbel, I,
201.
ve kendimi ilgilendirmeyen konularla meşgul olmamakla!”24 Hz. Ömer
24 MU1830 Muvatta’, Kelâm, 7. (ra) de şöyle demiştir: “Sizin bize en sevimli olanınız, konuşması en doğru
386
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
ilişkisinde bile buna dikkat edilmesini emretmiş, bir kişinin erkek ya da 29 HM8808 İbn Hanbel, II,
kadın kölesine “kulum” demesini yasaklayarak “evlâdım, kızım” gibi keli- 370.
30 D4990 Ebû Dâvûd, Edeb,
melerin kullanılmasını istemiştir.34 Çünkü insan, ancak Allah’a kul olmalı, 80.
her ne kadar mal ve mevki sahibi olsa da yanında çalışanların ona değil 31 M173 Müslim, Îmân, 74;
konularda konuşurken Allah’ın takdir ve iradesini göz ardı etmemeli, kesin T1934 Tirmizî, Birr, 23.
33 M5694 Müslim, Selâm, 36.
konuşmak yerine “inşallah” demelidir.35 Çünkü sınırlı bir iradeye sahip olan 34 M5874 Müslim, Elfâz, 13.
insan, gelecekte olacakları belirleyecek mutlak iradenin sahibi değildir. 35 Kehf, 18/24.
387
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
İM2885 İbn Mâce, Menâsik, hidayete erdirdiği kimselerdir...”43 âyetiyle över. Dolayısıyla iyi bir dinleme,
2. doğru bir seçim ve bunun sonucu olarak olumlu bir davranış geliştirme,
42 M12 Müslim, Mukaddime,
5.
dinimizde ısrarla öngörülür. Duyma, görme ve düşünme yeteneklerinin
43 Zümer, 39/18. olumsuz yönde kullanılmaması ise yine Kur’ân-ı Kerîm’in uyarısıdır:
388
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
“Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve
kalp, bunların hepsi ondan sorumludur.”44
Bir Müslüman için sükûnet içerisinde dinlenilmesi ve anlaşılması ge-
reken en öncelikli söz, şüphesiz Allah’ın Kitabı’dır. Nitekim Allah Teâlâ,
“Kur’an okunduğu zaman onu dinleyin ve susun ki size merhamet edilsin.”
buyurmaktadır.45
Can kulağı ile dinlemek, sözü söyleyene duyulan sevgi ve saygıdan
kaynaklanır. Okunan Kur’an âyetlerine içtenlikle ve anlama çabasıyla
kulak vermeyen kimsenin, Rabbine saygı duyduğunu söylemek müm-
kün değildir. Aynı şekilde, O’nun Elçisi’ni dinlemek ve sözlerinin gere-
ğini yerine getirmek üzere itaat etmek de hem bir görev hem de bağış-
lanma vesilesidir.46
İnsanların duyulmasını istemedikleri özel konuşmalarını dinlemek,
âhiret hayatında azap vesilesi olacaktır. Çünkü Peygamber Efendimiz, “...
Kim bundan hoşlanmadıkları ya da kendisinden uzaklaştıkları hâlde bir gru-
bun konuşmalarına kulak kabartırsa kıyamet günü kulağına kurşun dökülür.”
buyurmaktadır.47 Diğer yandan, ilâhî hakikatlere ters düşmeyen, edebe ve
ahlâka aykırı olmayan şiir gibi edebî ürünleri dinleyen ve bunda bir sakın-
ca görmeyen Resûlullah (sav),48 bu ilkelere ters olanların dinlenilmesini ise
tasvip etmemiş ve eleştirmiştir.49 Hz. Peygamber, Hassân b. Sâbit gibi edebî
yetenek sahibi bazı sahâbîleri dönemde medya işlevini gören şiir söyleme
alanında teşvik etmiştir. Çünkü bu tür faaliyetleri İslâm düşüncesinin kül-
türel alandaki mücadelesinde bir araç olarak değerlendirmiştir. Gazvelere
giderken yolculuğun sıkıcılığını hafifletmek amacıyla okunan şiirleri,50 bir
bayram sabahı küçük kızların def eşliğinde okuduğu kahramanlık şiirle-
rini51 dinlemiş, müşrik olmasına rağmen Sakîf kabilesinin en büyük şairi
Ümeyye b. Ebu’s-Salt’ın yüzden fazla dizesini Arafat dönüşü Mina yolunda
dinledikten sonra, “(Ümeyye) neredeyse şiirlerinin diliyle Müslüman olmuş.”
demiştir.52 Dinlenecek sözler konusunda seçici davranan Allah Resûlü, bir
sözün göreceği işleve göre onu dinlemeyi teşvik etmiş veya yasaklamıştır. 44 İsrâ, 17/36.
45 A’râf, 7/204.
İnsanlarla sağlıklı iletişim kurmak, sadece güzel söz söylemekle 46 Âl-i İmrân, 3/132.
mümkün olmamaktadır. Güzel konuşma kadar belki de ondan daha da 47 B7042 Buhârî, Ta’bîr, 45;
kir. Dinlemeyi bilmeyen kimsenin sadece konuşma yeteneğini kullanarak 49 M5893 Müslim, Şiir, 7.
389
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
Ramazân, 9.
ve doğruya odaklanmalıdır. Sohbet edilen yerde Kur’an âyetleri inkâr edi-
56 T2850 Tirmizî, Edeb, 70. liyor ve İslâm’ın prensipleri alaya alınıyor ama kimse buna engel olmayı
390
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
içerik ve üslûp olarak, sohbet edeceği yerleri ve kimseleri iyi seçmelidir. 16; T2378 Tirmizî, Zühd, 45 .
60 T1995 Tirmizî, Birr, 58.
Katıldığı meclisler ya kendisine iyilik ve güzellik kazandırmalı veya orada 61 D4869 Ebû Dâvûd, Edeb,
391
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
392
DOĞRU SÖZLÜ OLMAK
HER ZAMAN DOĞRU KONUŞMAK
393
عَنْ َأ�بِى الْحَوْرَاءِ ال َّسعْدِي ِّ قَالَُ :ق ْل ُت ِل ْل َح َس ِن ْب ِن عَ ِل ٍّي َما َح ِف ْظ َت ِم ْن َر ُسولِ ال َّل ِه
s؟ َق َالَ :ح ِف ْظ ُت ِم ْن َر ُسولِ ال َّل ِه “ :sدَعْ َما َي ِري ُب َك �ِإ َلى َما َلا َي ِري ُب َكَ ،ف ِإ� َّن
الص ْد َق ُط َم أ�ْ ِني َن ٌة َو�ِإ َّن ا ْل َك ِذ َب ِري َب ٌة”.
ِّ
ول: ول ال َّل ِه َ sي ُق ُ عَنْ سُفْيَانَ بْنِ َأ�سِيدٍ الْحَضْرَمِي قَالََ :س ِم ْع ُت َر ُس َ
ِّ
“ك ُب َر ْت ِخ َيا َن ًة َأ� ْن ت َُح ِّد َث َأ�خَ َاك َح ِديثًا هُ َو َل َك ِب ِه ُم َص ِّد ٌق َو َأ�ن َْت َل ُه ِب ِه
َ
َكا ِذ ٌب”.
394
Ebu’l-Havrâ’ es-Sa’dî anlatıyor: “Hasan b. Ali’ye, ‘Resûlullah’tan (sav) ne
öğrendin?’ diye sordum. Dedi ki, ‘Resûlullah’tan (sav) şunu öğrendim:
Seni şüphelendireni bırak, şüphelendirmeyene bak. Çünkü doğruluk kalbin
(tereddütsüz biçimde) huzura ermesidir. Yalan ise şüpheden ibarettir.’”
(T2518 Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 60)
395
İ slâm nuru, Mekke topraklarını aydınlatmaya başlayalı üç yıl ol-
muştu. Bu esnada sayıları az da olsa müminler, gizliden gizliye Allah’a kul-
luk ediyor ve ibadetlerini yerine getirmeye çalışıyorlardı. Risâlet dördüncü
yılına girerken Allah, Elçisi’nden daveti daha da genişletmesini, yakın akra-
balarını uyarmasını istedi. Bu gerçekten zor bir görevdi. Acaba nasıl bir tep-
ki vereceklerdi? Allah Resûlü’nün (sav) davetini kabul edip sahte ilâhlarını
bırakacaklar mıydı, yoksa atalarının dininde ısrar mı edeceklerdi?
Resûlullah (sav), önce en yakın akrabalarını yani Abdülmuttalib oğul-
larını İslâm’a davet etti. Sonra da Safâ tepesindeki yüksekçe bir yere çıkıp
olanca sesiyle, “Yâ Sabâhâh! Yâ Sabâhâh!” diye haykırdı. Araplar bu kelime-
lerin ne anlama geldiğini çok iyi bilirlerdi. Düşman saldırısının an meselesi
olduğunun haykırışlarıydı bunlar. Hz. Muhammed’in bu çağrısını işiten-
ler gelip karşısına dizildiler. Gidemeyenler de olup bitenleri öğrenmek için
adamlarını gönderdiler. Resûlullah (sav), “Ben size, ‘Şu vadinin arkasında size
saldırmak isteyen süvari birlikleri var.’ desem bana inanır mısınız?” diye sordu.
Hep bir ağızdan, “Evet, inanırız... Biz senin bugüne kadar yalan söyledi-
ğini hiç görmedik.” diye karşılık verdiler. “O zaman,” dedi Hz. Peygamber,
“Ben sizi şiddetli bir azaba karşı uyarıyorum.” Bu, belki de kalabalığın hiç
beklemediği bir şeydi, bocaladılar. Resûlullah’a (sav) önce amcası Ebû Le-
heb karşı çıktı, sonra da diğerleri.1 Halbuki onlar çok iyi biliyorlardı ki Hz.
Muhammed (sav), o güne kadar herhangi bir şekilde yalan söylememişti ve
o gün de yalan söylemiyordu. Zaten ona, “Yalan söylüyorsun.” da diyeme-
mişlerdi. Çünkü o, doğruluk timsaliydi, “Muhammedü’l-Emîn” idi.
Sevgili Peygamberimiz, “emin” vasfıyla bilinip, doğruluğun müşah-
has bir örneği olduğu gibi, onun temsil ettiği İslâm dini de bir erdem ola-
rak doğruluğu benimsemiş ve teşvik etmiştir. İslâm dininde, Allah’a ve
Peygamberi’ne inanarak özü sözü bir olanlar anlamında “sadıklar” için çe-
şitli mükâfatlar hazırlanmıştır.2 Zira imanla doğruluk arasındaki sıkı bağ,
başta insanın Rabbine karşı sadık olmasını, O’nu tasdik etmesini, sonra
da niyet ve eylemleriyle tutarlı ve doğru bir yol izlemesini gerektirmekte- 1 B4770 Buhârî, Tefsîr,
dir. Ancak bu şekilde sırât-ı müstakîme3 yani dosdoğru yola ulaşılabilir. (Şuarâ) 2; M508 Müslim,
Îmân, 355.
Bu nedenle söz ve davranışlarında dosdoğru olup yalandan kaçınmak, Hz. 2 Hadîd, 57/19; Ahzâb, 33/24.
397
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
Kenzü’l-ummâl, III, 874. Söz ve davranışlarıyla ümmeti için “en güzel örnek” olan Sevgili Pey-
7 T2518 Tirmizî, Sıfatü’l-
gamberimiz, kendisi yalandan uzak durduğu gibi, müminlere de yalanı
kıyâme, 60.
8 T2518 Tirmizî, Sıfatü’l- yasaklamış, yanında birisi yalan söylese o kişinin hemen tevbe edip gü-
kıyâme, 60. nahından arınmasını istemiştir.10 Çünkü Hz. Peygamber, yalan söyleyen
9 D4992 Ebû Dâvûd, Edeb,
80.
kişinin münafıklığın üç alâmetinden birini taşıdığını haber vermektedir:
10 T1973 Tirmizî, Birr, 46. “Münafığın alâmeti üçtür: Söz söylediği zaman yalan söyler, vaad ettiği vakit
398
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
sözünde durmaz, kendisine bir şey emanet edildiği zaman hıyanet eder.”11 Bu-
nunla birlikte Efendimiz (sav) yalanın insan ilişkilerine verdiği zararı şöyle
dile getirmektedir: “Bir konuda seni tasdik ettiği (sana inandığı) hâlde kardeşi-
ne yalan söylemen ne kadar büyük bir ihanettir!”12
Yalan konusunda çok hassas davranan Allah Resûlü, (sav) insanları
yalandan ve ona götürebilecek her türlü davranıştan sakındırmıştır. Hatta
bunlara, birçok kimsenin önemsemediği, çocuklara yalan söylemeyi ve
yalan söyleyerek şaka yapmayı da dâhil etmiştir. Nitekim bir defasında
Resûlullah (sav), bir annenin çocuğunu çağırıp, “Gel sana bir şey verece-
ğim.” dediğini işitince kadına, “Ona ne vereceksin?” diye sormuş, “Kuru hur-
ma.” cevabını alınca da şöyle buyurmuştur: “Dikkatli ol, ona bir şey vermemiş
olsaydın, bu senin için bir yalan olarak yazılacaktı.”13Öte yandan Allah Resûlü
(sav), “Yalancılıktan kaçının. Çünkü ister ciddi olsun, isterse şaka yollu olsun
yalan söylemek Müslüman’a yakışmaz.” buyurarak konunun ne kadar önemli
olduğunu vurgulamıştır.14O, doğru sözlülük konusunda o kadar titizdir ki,
“İnsanları güldürmek için yalan söyleyen kimselere yazıklar olsun.” buyurarak,15
şaka yaparak da olsa bir insanın yalanı terk etmediği sürece tam anlamıyla
mümin olamayacağını haber vermiştir.16 Rabbini tasdik ederek böyle-
ce hem kendisini yaratana, hem de tüm mahlûkata karşı dürüst davran-
ma sözü veren mümine yalan söylemek yakışmaz. Zira Peygamber Efen-
dimizin tanımıyla, “insanların kendisinden emin olduğu kişi” olan mümin,17 11 B6095 Buhârî, Edeb, 69.
12 D4971 Ebû Dâvûd, Edeb,
aynı zamanda Allah’a inanan ve O’na ibadet eden insandır. Ancak yalan 71.
söylemek, yapılan ibadetlerin şuuruna tam olarak varılamadığını gösterir. 13 D4991 Ebû Dâvûd, Edeb,
80.
Bu şekilde yalanla ibadetler de âdeta tehlikeye atılmaktadır. Nitekim Al- 14 İM46 İbn Mâce, Sünnet, 7.
lah Resûlü (sav), oruçlu olduğu hâlde yalanı terk etmeyen şahısların aç ve 15 D4990 Ebû Dâvûd, Edeb,
oruçtan nasibi sadece aç ve susuz kalmak olabilir.19 Oysa başta namaz20 ve 353.
17 T2627 Tirmizî, Îmân, 12;
oruç21 gibi en önemlileri olmak üzere ibadetler, Müslümanları daha iyi bir
N4998 Nesâî, Îmân, 8.
kul olmaya sevk etmelidir. 18 B1903 Buhârî, Savm, 8.
Resûlullah (sav) Kur’an’ın da putlarla birlikte zikrederek men ettiği yalan 21 Bakara, 2/183.
22 Hac, 22/30.
şahitliği,22 Allah’a şirk koşmaya denk tutarak,23 şartlar ne olursa olsun, şa- 23 D3599 Ebû Dâvûd, Kadâ’
hidin gördüğünü olduğu gibi söylemesini istemiştir.24 Çünkü bile bile bir (Akdiye), 15; T2299 Tirmizî,
Şehâdet, 2.
insanın hakkının yenmesine vesile olmak, ona zulmetmekle eşdeğerdir. 24 Sİ275 İbn Hıbbân, Sahîh,
399
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
32 B3193 Buhârî, Bed’ü’l-halk, onlara lânet etmiş,36 kıyamet gününde yüzlerinin kapkara kesileceğini
1. bildirmiştir.37 Ve onlar asla kurtuluşa da eremeyeceklerdir.38
33 Nisâ, 4/48.
34 Nisâ, 4/50. Hz. Peygamber hakkında veya onun adına yalan uydurmak da âhirette
35 Yûnus, 10/17.
ağır cezaları gerektiren durumlar arasındadır. Allah’ı inkâr edip hakkında
36 Hûd, 11/18.
37 Zümer, 39/60.
yalan söyleyenler, Resûlü hakkında yalan söylemekten de geri durmamış-
38 Yûnus, 10/69. lar, onun peygamberliğini, “O delidir.”39 veya “Şairdir.”40 diyerek yalanla-
400
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
Hz. Peygamber’in yalan için izin verdiği bu istisnaî durumlarda iki zarar- II, 480-481.
401
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
402
MÜSAMAHA
HOŞGÖRÜ
403
عَنْ َأ�بِى إ ِ�سْحَاقَ قَالََ :س ِم ْع ُت َأ� َبا عَ ْب ِد ال َّل ِه ا ْل َج َد ِل َّي َي ُق ُ
ولَ :س َأ� ْل ُت عَ ا ِئشَ َة عَ ْن
خُ ُل ِق َر ُسولِ ال َّل ِه َ sف َقا َل ْتَ :ل ْم َي ُك ْن َف ِاحشً ا َو َلا ُم َت َف ِّحشً ا َو َلا َصخَّ ا ًبا ِفى
الس ِّي َئ َة َو َل ِك ْن َي ْع ُفو َو َي ْص َف ُح. ْال َأ� ْس َواقِ َو َلا َي ْج ِزى ب َّ
ِالس ِّي َئ ِة َّ
404
Ebû İshâk’ın işittiğine göre, Ebû Abdullah el-Cedelî şunları anlatmıştır:
“Âişe’ye Allah Resûlü’nün (sav) ahlâkını sordum. Şöyle dedi: ‘O, kaba
ve çirkin söz ve davranışlarda bulunmaz, çarşı pazarda insanlarla
uluorta münakaşaya girmez, kötülüğe kötülükle karşılık vermez, bilakis
bağışlayıcı ve hoşgörülü davranırdı.’”
(T2016 Tirmizî, Birr, 69)
405
B ir gün Allah Resûlü mescitte otururken bir bedevî içeri girdi.
İki rekât namaz kıldıktan sonra, “Allah’ım! Bana ve Muhammed’e mer-
hamet eyle, bizimle birlikte başkasına merhamet etme!” diye dua etti.
Bedevînin bu garip duasını işiten Hz. Peygamber, engin hoşgörüsüyle gü-
lümsemekten kendini alamadı ve, “Sen, geniş olanı (rahmeti) daralttın!” dedi.
Bir süre sonra bedevî mescidin bir köşesinde bevletmeye başladı. Onun
bu hâlini gören ashâb engellemek için öfkeyle ona doğru koştular. Fakat
Resûlullah, ashâbına onu bırakmalarını ve bevlettiği yere bir kova su dök-
melerini söyledi. Sonra şöyle buyurdu: “Siz kolaylaştırıcı olarak gönderildiniz,
zorlaştırıcı olarak değil.”1 Hz. Peygamber bedevîye ne kızmış ne de kötü bir
söz söylemişti. Aksine ona yine hoşgörüyle yaklaşıp mescitte böyle yapıl-
maması gerektiğini söyleyerek hatasını fark ettirmeye çalışmıştı. Nitekim
bu tutumu sonuç vermiş, bedevî yaptığı hatanın farkına varmıştı.2
“Hoşgörü”, diğer bir ifadeyle “müsamaha”, sevgi temeline dayanan
ahlâkî bir erdemdir. Hoş görmek; kolaylık göstermek, iyi karşılamak,
ayıplamamak, hatayı görmezden gelmek, kırıcı ve aşağılayıcı olmamak,
affedici olmak, kendi anlayışımıza aykırı olan görüşleri sabırla karşılamak
demektir. Hoş görmek; affedilebilecek kusurları düzeltme hususunda in-
sanlara fırsat tanımayı, samimi bir niyetle yardımcı olmayı ve onları anla-
yışla karşılamayı gerektirir. Dolayısıyla hoşgörü, ne katlanma, tahammül
etme gibi samimiyetsiz bir tavır ne de görmezlikten gelme, aldırış etmeme
gibi sorumsuzca bir tutumdur. Aksine kişinin kendi irade ve tercihi doğ-
rultusunda ortaya çıkan ahlâkî bir meziyettir. Hoşgörünün varlığından
söz edilebilmesi için hoş görenin, hoş gördüğü şeyi bastırabilecek ya da
engelleyebilecek güce sahip olması, fakat o gücü kullanmamayı yeğliyor
olması gereklidir. Aksi takdirde hoşgörüden bahsedilemez.
Kur’ân-ı Kerîm’de doğrudan hoşgörü ya da müsamaha anlamına gelen
1 T147 Tirmizî, Tahâret, 112;
bir kelime bulunmamakla birlikte onlarla yakın anlam ifade eden “safh” D380 Ebû Dâvûd, Tahâret,
sözcüğü yer almaktadır. Safh; bir kimseyi, suçu, günahı ya da kabahati 136.
2 İM529 İbn Mâce, Tahâret,
nedeniyle kınamayı, azarlamayı, ona hakaret ya da serzenişte bulunmayı, 78; HM10540 İbn Hanbel,
hatasını yüzüne vurmayı terk etmek demektir. Bu nedenle safh sözcüğü II, 503.
407
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
9 Gâşiye, 88/21-22.
sevgisizliğin olduğu yerde tahammülsüzlük vardır. Allah Resûlü, insanları
10 Şûrâ, 42/48. sevmenin imanın bir gereği olduğuna dikkat çekmiştir.14
11 Kalem, 68/4.
Bir kimse diğer insanların hoşgörüsünü elde etmek için öncelikle
12 T2016 Tirmizî, Birr, 69;
HM25931 İbn Hanbel, VI, kendisi, başkalarına hoşgörülü davranmalıdır. Çünkü kişi, başkalarına
174. hoşgörülü davrandığı ölçüde müsamaha görecek, davranış ve düşünceleri
13 Âl-i İmrân, 3/133-134.
14 M194 Müslim, Îmân, 93; anlayışla karşılanacaktır. Bu prensip Hz. Peygamber tarafından, “Hoş gör
D5193 Ebû Dâvûd, Edeb, ki, hoş görülesin.”15 şeklinde özetlenmiştir. Aksi hâlde kendimize yapılma-
130-131.
15 HM2233 İbn Hanbel, I,
sına tahammül etmediğimiz davranışları başkalarına yaparak insanlardan
249. hoşgörü bekleyemeyiz. Tek taraflı olarak hoşgörü beklemek, bu erdemi
408
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
hangi bir olumsuz tavır görmediğini ifade etmiştir.21 19 B2306 Buhârî, Vekâlet, 6;
‘Allah’a yemin olsun ki gitmem.’ dedim. Oysa içimde Resûlullah’ın emret- 14.
409
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
tiği işe gitme niyeti vardı. Derken bu iş için yola koyuldum. Sokakta oy-
nayan çocuklara rastladım (ve onlarla birlikte oyuna dalıp işimi unuttum).
Bir de baktım ki, Allah Resûlü arkamdan başımı tutmuş gülümseyerek du-
ruyordu. Bana, ‘Enescik, sana emrettiğim yere git haydi!’ dedi. Ben de, ‘Peki yâ
Resûlallah, hemen gidiyorum.’ dedim.”22 Enes b. Mâlik devamında şöyle
dedi: “Allah’a yemin olsun ki, ben kendisine on yıl hizmet ettim. Yaptığım
bir işten dolayı, ‘Niye böyle yaptın?’, yapmadığım bir işten dolayı da, ‘Niçin
böyle yapmadın?’ dediğini hatırlamıyorum.”23
Enes b. Mâlik’in anlattığı bir başka hatırasında, bir bedevî Hz.
Peygamber’e gelerek kaftanını şiddetle çekmiş ve kendisine bir şeyler ve-
rilmesini istemişti. Resûlullah, canını acıtmasına rağmen, bedevînin bu
kaba davranışına olumsuz bir tepki göstermemiş, hatta ona şefkatle bakıp
gülümsedikten sonra kendisine bir miktar mal verilmesini emretmişti.24
Görüldüğü üzere hoşgörü, yerine göre kişinin gücü, kuvveti ve öfkesini
kontrol altına almasını da ifade etmektedir.
Yumuşak huyluluk, güzel ahlâkın ve hoşgörünün belirtisidir. İnsan-
lar arasındaki kin ve nefret, yumuşak huylulukla giderilebilir. Hz. Pey-
gamber, “rıfk” yani yumuşak huylu olma erdeminin hangi işte bulunur-
sa onu güzelleştireceğini, bulunmadığı yeri de çirkinleştireceğini ifade
etmektedir.25 Nitekim Yüce Allah da her işte rıfk ile muamele etmeyi se-
ver26 ve kullarına karşı son derece yumuşak davranır. Şiddet karşılığın-
da vermediğini yumuşak huyluluk karşılığında verir.27 Resûlullah cana
yakın, yumuşak huylu ve kolaylaştırıcı kimselerin cehennem ateşinden
22M6015 Müslim, Fedâil, 54;
uzak olacağını,28 yumuşak huydan mahrum kimsenin ise hayırdan da
D4773 Ebû Dâvûd, Edeb, 1. mahrum kalacağını bildirmiştir.29
23 B2768 Buhârî, Vesâyâ, 25.
410
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
dete zarar vermeyeceğini ifade etmesi40 de onun kolaylığı tercih etmesinin 266.
35 B39 Buhârî, Îmân, 29.
kınamaz ve ayıplamazdı. Çünkü ibadetlerde kolaylık ve ruhsat tanınması, M2612 Müslim, Sıyâm, 92.
39 B706 Buhârî, Ezân, 64;
dinî hoşgörünün yansımasıydı. Meselâ, Ramazan ayında sefere çıkıp da M1056 Müslim, Salât, 192.
kendisinde tutabilecek gücü bulan kimse oruç tutar, bu gücü kendinde 40 B1722 Buhârî, Hac, 125;
411
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
45 Kehf, 18/29.
bağlı kalmak şartıyla vatandaş kabul edilmiştir. Bunun içindir ki, geçmiş-
46 Yûnus, 10/99. te İslâm coğrafyasında yaşayan pek çok gayri müslim halk, hiçbir asimi-
412
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
işlenen suçlara gösterilecek hoşgörü, toplumsal düzenin bozulmasına yol B6857 Buhârî, Hudûd, 44;
M4525 Müslim, Cihâd ve
açar. Bu konuda hoşgörü beklemek, hoşgörüyü suistimaldir. Nitekim Hz. siyer, 6; M6576 Müslim, Birr,
Peygamber, Mahzûmoğulları’nın ileri gelenlerinden Fâtıma adlı bir kadın 56.
49 B3475 Buhârî, Enbiyâ, 54;
hırsızlık yaptığında, aracıların ricalarına rağmen cezasının kaldırılması- İF1/338 İbn Hacer, Fethu’l-
nı kabul etmemişti.49 bârî, I, 338.
413
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
414
RIFK
ALLAH HER İŞTE ZARAFETİ SEVER
415
ول ال َّل ِه :s عَنْ عَبْدِ ال َّلهِ قَالََ :ق َال َر ُس ُ
وقَ ،و ِق َتا ُل ُه ُك ْف ٌر”.
اب ا ْل ُم ْس ِل ِم ُف ُس ٌ
“س َب ُ
ِ
416
Abdullah (b. Mes’ûd) tarafından nakledildiğine göre, Resûlullah (sav)
şöyle buyurmuştur: “Müslüman’a sövmek fâsıklık (alâmeti), onunla savaşmak
ise küfür (alâmeti) dür.”
(B6044 Buhârî, Edeb, 44)
417
B ir gün Medine’deki bir grup Yahudi, Hz. Peygamber’in yanına
geldi. Bilinen selâmlama cümlesi olan, “es-Selâmü aleyküm” ifadesini ba-
sit bir kelime oyunuyla değiştirerek “es-Sâmü aleyküm” (Ölüm üzerinize
olsun!) dediler ve Hz. Peygamber’e karşı büyük bir kabalık yaptılar. Orada
bulunan müminlerin annesi Hz. Âişe, Yahudilerin bu kabalıkları karşısın-
da kendini tutamadı ve onlara, “Allah’ın lâneti ve gazabı da sizin üzerinize
olsun!” diye karşılık verdi. Bunun üzerine Şefkat ve Merhamet Elçisi (sav)
eşine hitaben, “Sakin ol ey Âişe! Kibar ve nazik olmalı, kaba davranmaktan ve
çirkin konuşmaktan da sakınmalısın.” buyurdu.1 “Onların ne söylediklerini
duymadın mı?” diye soran Hz. Âişe’ye, Resûlullah şu karşılığı verdi: “Ben
de onlara ‘ve aleyküm’ (sizin üzerinize de) diyerek karşılık verdim ya!”2
Söz ve hareketlerinde kabalıktan uzak durmak, kırıcı olmamak; yapıcı,
uzlaştırıcı ve nezaket sahibi olmak, kişinin hem iyi bir insan hem de olgun
bir mümin olduğunun göstergesidir. Sevgili Peygamberimiz, “Mümin bal arı-
sı gibidir. Temiz olanı yer, temiz olanı (balı) üretir, bir çiçeğe konduğunda onu kı-
rıp bozmaz.” buyurmuştur.3 Bu teşbihiyle o, mümini, kırıp dökmeyen, temiz
ve meşru işler yapan, yararlı ve nazik bir insan olarak tanımlamıştır. Diğer
taraftan, kabalığı ve edepsizliği sebebiyle insanların terk ettiği ve etrafından
uzaklaştığı kimseyi ise “en şerli kişi” olarak nitelemiştir.4 Peygamberimizin
elinde ve evinde yetişen Enes b. Mâlik’in şu ifadeleri, Hz. Peygamber’in hiz-
metçilere ve çocuklara bile ne kadar anlayışlı ve zarif davrandığını ortaya
koymaktadır: “Resûlullah’a on sene hizmet ettim, vallahi bana bir defa bile
‘Of!’ demedi. Bir şey yaptığımda da, ‘Niçin böyle yaptın! Şöyle yapsaydın ya!’
diyerek azarlamadı.”5 Çünkü sükûnet, yumuşak huyluluk ve nezaket, Rah-
met Peygamberi’nin temel karakterini oluşturmakta, bu karakteriyle o (sav), 1 B6030 Buhârî, Edeb, 38.
2 M5658 Müslim, Selâm, 11.
bulunduğu her yeri güzelleştirmekteydi. “Rıfk (zarif davranış) işe güzellik ka- 3 HM6872 İbn Hanbel, II,
tar, rıfktan (zarafetten) yoksunluk ise, işi kusurlu kılar.”6 buyuran Allah Resûlü, 199.
4 B6032 Buhârî, Edeb, 38.
“Rıfktan (zarafetten) mahrum olan, hayırdan da mahrum olur.”7 hadisiyle kaba 5 M6011 Müslim, Fedâil, 51.
ve sert tabiatlı insanı hayırsız olarak nitelemektedir. 6 M6602 Müslim, Birr, 78.
eden, çirkin işler yapan, edepsiz konuşan kimse değildir.”8 HM3839 İbn Hanbel, I, 405.
419
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
13 B6114 Buhârî, Edeb, 76; teyken orada bulunan ve ağzının bozukluğu ile tanınan bir adamdan dola-
M6643 Müslim, Birr, 107. yı, “Müslüman’a sövmek fâsıklık (alâmeti), onunla savaşmak ise küfür (alâmeti)
14 B6474 Buhârî, Rikâk, 23.
15 M6614 Müslim, Birr, 88. dür.” buyurmuşlardır.16 Yine, “Birbirine söven iki kişinin günahı, mazlum olan
16 B6044 Buhârî, Edeb, 44;
haddi aşmadıkça ilk sövene aittir.”17 buyuran Hz. Peygamber, birbirlerine ha-
İF13/27 İbn Hacer, Fethu’l-
bârî, XIII, 27.
karet edenlerden en büyük sorumluluk ve günahın bu çirkinliği başlatana
17 M6591 Müslim, Birr, 68. ait olduğunu ifade etmiştir.
420
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
25.
Abdullah b. Amr b. Âs’tan nakledildiğine göre Resûlullah (sav) bir gün, 20 EM419 Buhârî, el-Edebü’l-
“Bir kimsenin ebeveynine sövmesi büyük günahlardandır.” demiş, ashâb bunun müfred, 151.
421
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
üzerine, “Yâ Resûlallah! Hiç insan ana babasına söver mi?” deyince, “Evet,
bir kimse birinin babasına söver, o da onun babasına söver. (Adamın) anasına
söver, o da onun anasına söver.” buyurmuşlardır.21
Dinimizde açıkça haram işleyen bir günahkâra bile hakaret etmek
uygun bulunmamıştır. Suçlu cezasını çeker ama kendisine hakaret edile-
mez. Günümüz ceza kanunlarında da yerini bulan bu ilkeyi Sevgili Pey-
gamberimiz on beş asır önce şu örnekle bize göstermiştir: Bir defasında
sahâbîler, içki içen birini cezalandırması için Resûlullah’a getirdiler. Hz.
Peygamber de ona dayak cezası uyguladı. Kimi eliyle, kimi pabucuyla,
kimi de elbisesinin ucuyla adama vurmaya başladı. Bununla yetinmeyen
birisi ise, “Allah seni rezil etsin!” diyerek sarhoşa hakaret etti. Bunun üze-
rine Resûl-i Ekrem, “Hayır, böyle demeyin! Ona karşı şeytana yardımcı olma-
yın!” buyurdu.22 Dolayısıyla suç işlemiş ve cezayı hak etmiş olsa da mümin
kardeşin mânevî şahsiyetini korumak diğer müminlerin görevidir.
Dirilere olduğu gibi ölülere sövmek de Hz. Peygamber tarafından ke-
sinlikle yasaklanmıştır. Bu yüzden ölülerin arkasından kötü konuşmamak
ve onları hayırla yâd etmek Müslümanların yaşattığı güzel geleneklerden
biri olmuştur. Bu konuda Sevgili Peygamberimiz (sav), “Ölülere sövme-
yin. Çünkü onlar, önden göndermiş olduklarının (amellerinin) karşılıklarına
ulaşmışlardır.23 (Bu hareketinizle onların) hayatta olan yakınlarını incitirsiniz.”
buyurmaktadır.24 Ölülere yapılan saygısızlığın, kendisine zarar vermese
bile onun akrabalarını, yakınlarını ve sevenlerini rahatsız edeceği açıktır.
Dolayısıyla ölen kimsenin mânevî şahsiyetinin dokunulmazlığını koru-
mak dirilerin görevidir. Muhatabı ölü bile olsa iftira nitelikli sövgülere had
cezasının uygulanması bunun en açık delilidir.
Hz. Peygamber, Müslüman olan çocuklarını ve akrabalarını üzmemek
için kâfir ve müşriklere sövmeyi bile yasaklamıştır.25 Buradan hareketle ta-
rihte görülen üzücü olayları bahane ederek sahâbeye veya onlardan herhan-
gi birine sövmek veya haklarında kötü ve saygısızca konuşmanın evleviyetle
yasak olduğu anlaşılır. Onlar İslâm’ın kuruluş yıllarının bütün sıkıntılarını,
21 M263 Müslim, Îmân, 146;
T1902 Tirmizî, Birr, 4. mahrumiyetlerini çekmiş, düşmanların tüm zulüm, işkence ve saldırıları-
22 B6777 Buhârî, Hudûd, 4;
na Resûlullah (sav) ile birlikte göğüs germiş, bu uğurda yurtlarından hicret
D4477 Ebû Dâvûd, Hudûd,
35. etmiş, hatta babalarına, oğullarına, akrabalarına karşı savaşmak zorunda
23 B1393 Buhârî, Cenâiz, 97.
kalmış, canlarını ve mallarını cömertçe ortaya koymuşlardır.
24 T1982 Tirmizî, Birr, 51.
422
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
pet edilen bela, musibet ve benzeri hoşlanılmayan şeyleri yaratan Allah’ı 105-106.
30 En’âm, 6/108.
rahatsız eder.32 Bu husus bir diğer hadiste daha net ifade edilmektedir: 31 B6181 Buhârî, Edeb, 101.
“Sizden hiç kimse, ‘Zamana yazıklar olsun!’ demesin. Zira zaman(ı yaratan) 32 B7491 Buhârî, Tevhîd, 35.
423
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
424
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
425
GIYBET ve KOĞUCULUK
KARDEŞ ETİ YEMEK GİBİ
427
ول ال َّل ِه :s ال�سْلَمِي قَالََ :ق َال َر ُس ُ عَنْ َأ�بِى بَرْزَةَ َأ
ِّ
“ َيا َم ْعشَ َر َم ْن �آ َم َن ِب ِل َسا ِن ِه َو َل ْم َي ْدخُ ِل ْال ِإ� َيم ُان َق ْل َبهَُ :لا َت ْغ َتا ُبوا ا ْل ُم ْس ِل ِم َين َو َلا
َت َّت ِب ُعوا عَ ْو َرا ِت ِه ْم َف ِإ� َّن ُه َم ِن ا َّت َب َع عَ ْو َرا ِت ِه ْم َي َّتب ِِع ال َّل ُه عَ ْو َر َتهَُ ،و َم ْن َي َّتب ِِع ال َّل ُه عَ ْو َر َت ُه
َي ْف َض ْح ُه ِفى َب ْي ِت ِه”.
428
Ebû Berze el-Eslemî’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle
buyurmuştur: “Ey diliyle iman edip, kalbine iman girmemiş olan kimseler!
Müslümanların gıybetini yapmayın ve onların gizli hâllerini araştırmayın.
Çünkü her kim onların gizli hâllerini araştırırsa Allah da onun gizli hâlini
araştırır. Allah kimin gizli hâlini araştırırsa onu evinde (gizlice yaptıklarını
ortaya çıkararak) bile rezil eder.”
(D4880 Ebû Dâvûd, Edeb, 35)
429
H z. Âişe...1 Resûl-i Ekrem’in insanların en sevimlisi olarak
vasıflandırdığı,2 genç yaşta müminlerin annesi olma şerefine nail olan
güzide insan... Hz. Âişe, sadece vefalı bir eş değil, aynı zamanda güçlü
zekâsı ve hafızasıyla Allah Resûlü’nün terbiyesinde yetişmiş mükemmel
bir talebeydi. Âişe (ra), Allah Resûlü’nün kimi zaman takdirine, kimi za-
man ise ikazına neden olan davranışlarını bizzat kendisi sonraki nesillere
naklediyordu. Kendisinin rivayet ettiği olaylardan biri, Hz. Peygamber’in
eşlerinden Safiyye bnt. Huyey ile alâkalıydı. Hanımları arasında, Hz.
Peygamber’e en çok düşkün olan Hz. Âişe, Resûlullah’la birlikte bulun-
duğu bir gün, mizacındaki kıskançlıktan mı, yoksa eşine olan aşırı sev-
gisinden midir bilinmez, Safiyye bnt. Huyey hakkında hoş olmayan bazı
sözler söylemişti. Hz. Peygamber’e, Safiyye’nin boyunun kısa oluşunu ima
edercesine eliyle işaret ederek, “Ey Allah’ın Resûlü, sana Safiyye’deki şu hâl
yeter.” demişti. Her ne kadar masum görünse de bir insanı arkasından çe-
kiştirme mahiyetindeki bu sözler karşısında Allah Resûlü, hemen Âişe’yi
ikaz ederek, “Sen öyle bir söz söyledin ki, o söz denize karışsaydı denizin suyunu
bozardı.” buyurmuştu.3
İnsan, kimi zaman sevdiğini paylaşmak istemeyerek onu kıskandığı
için kimi zamansa kasıtlı biçimde karşısındakini aşağılamak, kötülemek,
küçük düşürmek maksadıyla acımasızca sözler sarf edebilmektedir. Bazen
nefretten, bazense gafletten kaynaklanan bir içgüdüyle hareket ederek,
sözlerinin muhatabını ne kadar inciteceğini hesaplamaksızın, onun arka-
sından konuşabilmektedir.
Safiyye validemizle ilgili olayda olduğu gibi, kişinin duyduğunda hoş-
lanmayacağı türdeki sözler, genel olarak gıybet, dedikodu olarak bilinmekte
ve bu tür davranışlar Allah Resûlü tarafından âdeta denizi kirletecek ka-
dar kirli görülmektedir. İnsanın kalbinin kırılmasına, onurunun incin- 1 MK19810 Taberânî, el-
Mu’cemü’l-kebîr, XXIII, 181.
mesine, insanlar arasındaki sevgi ve saygı bağlarının incelmesine neden 2 M6177 Müslim, Fedâilü’s-
431
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
432
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
gizli hâllerini araştırırsa Allah da onun gizli hâlini araştırır. Allah kimin gizli hâlini 35; T2032 Tirmizî, Birr, 85.
433
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
araştırırsa onu evinde (gizlice yaptıklarını ortaya çıkararak) bile rezil eder.”9
Gıybetin hazırlık safhası olan kötü zan ve tecessüsle elde edilen bilgi-
ler, dile dökülerek gıybet edilmiş olunur. Kötü zan ve tecessüssün gıybeti
doğurması ve bunların aralarındaki sıkı ilişki dolayısıyla Allah Teâlâ, kul-
larını şu şekilde uyarmaktadır: “Ey iman edenler! Zannın çoğundan sakının.
Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurlarını ve mahremiyetlerini
araştırmayın. Birbirinizin gıybetini yapmayın.”10 Zan, tecessüs, gıybet gibi
davranışlarla insanların gizli hâllerini araştırmanın onlar arasında fesada
neden olacağına işaret eden11 Sevgili Peygamberimiz, ayıpları dile getirmek
yerine örtmeyi emretmiştir. Zira bir Müslüman diğerinin ayıbını örttüğün-
de, Allah Teâlâ’nın da âhirette onun ayıbını örteceğini müjdelemiştir.12 Hz.
Peygamber, insanlar arasında sevgi ve saygıyı yok eden, kin, nefret, haset,
düşmanlık tohumları eken davranışlara karşı ümmetini uyarmış ve on-
lara kardeş olmalarını öğütlemiştir: “Zandan sakının. Çünkü zan, sözlerin
en yalanıdır. Birbirinizin eksikliğini görmeye ve işitmeye çalışmayın. Özel ha-
yatınızı da araştırmayın. Birbirinize haset etmeyin. Birbirinize arkanızı çevirip
küsmeyin. Birbirinize nefret ve düşmanlık da beslemeyin. Ey Allah’ın kulları!
Birbirinizle kardeş olun!”13
İnsanların arkalarından konuşarak gıybet etmeyi yasaklayan Resûl-i
Ekrem, “Ashâbımdan hiç kimse bana bir başkası hakkında (beni rahatsız edecek)
bir şey iletmesin. Zira ben sizin karşınıza (hakkınızda her türlü güvensizlikten)
salim olan bir kalple çıkmayı arzu ediyorum.”14 buyurarak ashâbının birbirleri
hakkında söz taşıyıp gıybet etmelerini engellemeyi amaçlamıştır. İnsanlar
arasında huzuru bozan bu tür fiillerin âhirette de azaba neden olacağını
bildirmiştir. Nitekim Allah Resûlü, mi’rac’a çıkarıldığında gıybet edenlerle
10 Hucurât, 49/12.
ilgili şahit olduğu bir durumu şöyle nakletmiştir: “Mi’raca çıkarıldığım za-
11 D4888 Ebû Dâvûd, Edeb, man bakırdan tırnakları olan bir topluluğa rastladım. Tırnaklarıyla yüzlerini ve
37. bağırlarını tırmalıyorlardı. ‘Bunlar kimlerdir?’ diye sordum. Cebrail, ‘(Gıybet etmek
12 M6853 Müslim, Zikir, 38.
13 B6064 Buhârî, Edeb, 57. suretiyle) insanların etlerinden yiyen ve şereflerine saldıranlardır.’ cevabını verdi.”15
14 D4860 Ebû Dâvûd, Edeb,
Mümin kardeşinin gıybetini yapmayı onun etinden yemeye benzeten Allah
28; T3896 Tirmizî, Menâkıb,
63. Resûlü, bu davranışın âhirette cezasız bırakılmayacağını şu şekilde haber
15 D4878 Ebû Dâvûd, Edeb,
vermektedir: “Her kim Müslüman bir adam(ın gıybetini etmesi) sebebiyle (onun
35; HM13373 İbn Hanbel,
III, 223. ölü etinden) bir lokma yiyecek olursa, Allah ona o yediği et kadar cehennem (ateşin)
16 D4881 Ebû Dâvûd, Edeb,
den yedirecektir. Kime (gıybetini yaptığı) bir Müslüman sebebiyle bir elbise giydiri-
35; HM18174 İbn Hanbel,
IV, 229.
lirse bunun bir misli de kendisine cehennem ateşinden giydirilecektir.”16
17 D4992 Ebû Dâvûd, Edeb, 80. “Kişiye günah olarak her duyduğunu söylemesi yeter.” buyuran Peygamber
434
Efendimiz,17 insanların düşünmeksizin ağızlarından çıkıveren sözler sebe-
biyle cehenneme girebileceklerini bildirmiştir.18 Bu yüzden Allah Resûlü,
gıybet konusunda oldukça titiz davranmış ve eşi Hz. Âişe’nin naklettiği-
ne göre, ismini zikrederek kimse hakkında kötü konuşmamıştır. Bunun
yerine, insanların olumsuz davranışlarını gördüğü zaman onları düzelt-
mek için, “İnsanlara ne oluyor da şöyle şöyle yapıyorlar?” gibi genel ifadeler
kullanmayı tercih etmiştir.19 “Ya hayır söylemeyi ya da susmayı” emreden
Allah Resûlü,20 gıybet ve dedikodu yaparak kötü şeyler konuşmak yerine
susmayı önermiş21 ve dilini bunlardan koruyabildiğinde kişinin cennete
girebileceğini müjdelemiştir.22
Hz. Peygamber tarafından, “elinden ve dilinden emin olunan insan” ola-
rak tanımlanan Müslüman,23 kalbiyle sû-i zan besleyen, diliyle gıybet eden,
insanları arkalarından çekiştiren, onların kusurlarını araştıran, ayıplarını
ortaya döken, sözleriyle kardeşini yaralayan insan değildir. İmanı gereği,
güzel ahlâkla donanan Müslüman,24 kardeşinin mahremiyetine dil uza-
tarak onun şerefini, haysiyetini incitemez. “Müslüman’ın, Müslüman’a malı,
ırzı ve kanı haramdır. Kişiye Müslüman kardeşini hakir görmesi günah olarak
yeter.” buyuran Allah Resûlü,25 Müslümanların birbirlerine dil uzatmak
yerine bu tür sözlere karşı birbirlerini savunmalarını istemiştir: “Kim Müs-
lüman kardeşinin iffetini korursa Allah da kıyamet gününde onun yüzünü ce-
hennem ateşinden korur.”26 buyurarak müminlerin boş iş ve sözlerden yüz
çevirip27 dayanışma içinde olmaları gerektiğini bildirmiştir. Bir vücudun
organları gibi birbirlerine kenetlenmiş olan28 Müslümanlar kardeştir29 ve
18 B6477 Buhârî, Rikâk, 23.
buna göre Müslüman’ın kardeşini ne sözleriyle ne de davranışlarıyla incit- 19 D4788 Ebû Dâvûd, Edeb,
mesi helâldir. Gıybet etmek suretiyle kardeşinin hakkına girmiş olan kişi- 5.
20 B6136 Buhârî, Edeb, 85,
nin hem kardeşinden hakkını helâl etmesini istemesi hem de kul hakkına
M173 Müslim, Îmân, 74.
sebep olduğu için Rabbinden af dileyip tevbe etmesi gerekmektedir. 21 T2501 Tirmizî, Sıfatu’l-
Dünyevî ve uhrevî yönden pek çok zarara neden olması dolayısıyla ha- kıyâme, 50; DM2741 Dârimî,
Rikâk, 5.
ram kılınmış olan gıybet fiiline bazı istisnaî durumlarda ruhsat verilmiş- 22 B6807 Buhârî, Hudûd, 19.
35.
yapacağı kötülüğe engel olmak, kötü davranışları ıslah etmek, lakabıyla 26 T1931 Tirmizî, Birr, 20.
meşhur olmuş bir insanı tanıtmak, günahı alenen işleyen ve bundan utan- 27 Kasas, 28/55; Mü’minûn,
23/3.
mayan bir insanı kınamak veya bir âlime fetva sormak maksadıyla konu- 28 M6586 Müslim, Birr, 66.
şulduğunda, bu gıybet olmamaktadır. Zira ashâbdan Allah Resûlü’ne fetva 29 Hucurât, 49/10.
435
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
436
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
mekten çekinmelidir. İslâm ahlâkında asla yeri olmayan bu faaliyetler M677 Müslim, Tahâret, 111.
36 B6056 Buhârî, Edeb, 50;
Allah’a karşı sorumluluk bilinci taşıyan Müslümanların değil, basit in- M290 Müslim, Îmân, 168.
sanların işidir. Müslüman ise, “Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin 37 İsrâ, 17/36.
437
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur.”37
uyarısının bilinciyle hareket eder. Ve kendisine her şeyden daha yakın
olan Rabbinin her an onu görüp duyduğunun farkındadır.38 Zira insan-
ların aralarındaki gizli fısıldaşmalar da dâhil olmak üzere, Rabbinin her
şeyden haberdar olduğunu ve gün geldiğinde yaptıkları işleri kullarına
birer birer bildireceğini bilir:
“Görmez misin ki Allah göklerde ne varsa, yerde ne varsa bilir! Üç kişinin
gizli konuştuğu yerde dördüncüsü mutlaka O’dur. Beş kişinin gizli konuştuğu
38 Kâf, 50/16; Fussilet, 41/36.
yerde altıncısı mutlaka O’dur. Bunlardan az veya çok olsunlar ve nerede bulu-
39 Mücâdele, 58/7. nurlarsa bulunsunlar mutlaka O, onlarla beraberdir. Sonra kıyamet günü onlara
yaptıklarını haber verecektir. Doğrusu Allah, her şeyi bilendir.”39
438
DALKAVUKLUK
ÇIKAR İÇİN YAPILAN YÜZSÜZLÜK
439
عَنْ عَبْدِ ال َّرحْمَنِ بْنِ َأ�بِى بَكْرَةَ ،عَنْ َأ�بِيهِ قَالََ :أ� ْث َنى َر ُج ٌل عَ َلى َر ُج ٍل ِع ْن َد
يك – َثل َا ًثا– َم ْن َك َان ِم ْن ُك ْم ال َّنب ِِّي َ sف َق َالَ “ :و ْي َل َك َق َط ْع َت عُ ُن َق َأ� ِخ َ
َما ِد ًحا َلا َم َحا َل َة َف ْل َي ُق ْلَ :أ� ْح ِس ُب ُفل َانًا َوال َّل ُه َح ِسي ُب ُه َو َلا ُأ�ز َِّكى عَ َلى ال َّل ِه
َأ� َح ًداِ� ،إ ْن َك َان َي ْع َل ُم”.
440
Abdurrahman b. Ebû Bekre’nin, babasından naklettiğine göre, bir
adam Hz. Peygamber’in (sav) yanında bir kimseyi övdü. Bunun
üzerine Hz. Peygamber (sav) ona üç defa, “Yazıklar olsun sana!
Kardeşinin boynunu kestin.” dedi. Sonra da şöyle buyurdu: “Sizden
birisi illâ bir kimseyi methedecekse, ‘Gördüğüm kadarıyla filâncanın
şöyle olduğunu sanıyorum. Ameline göre onu hesaba çekecek ise Allah’tır.
Allah’ın karşısında hiç kimseyi temize çıkarıp aklayamam.’ desin. Bunu
da o kimsenin hâlini öyle biliyorsa söylesin!”
(B6162 Buhârî, Edeb, 95)
441
H z. Peygamber ashâbıyla birlikte bulunduğu bir sırada bir
adamdan söz edilmişti. Orada bulunanlardan biri söz konusu adamı övün-
ce Hz. Peygamber (sav), “Yazıklar olsun sana! Kardeşinin boynunu kestin!” bu-
yurdu ve bu sözü üç kez tekrarladı. Sonra da şunları ekledi: “Sizden birisi
illâ bir kimseyi methedecekse, ‘Gördüğüm kadarıyla filâncanın şöyle olduğunu
sanıyorum. Ameline göre onu hesaba çekecek ise Allah’tır. Allah’ın karşısında
hiç kimseyi temize çıkarıp aklayamam.’ desin. Bunu da o kimsenin hâlini öyle
biliyorsa söylesin!”1
İslâm ahlâk literatüründe özellikle zenginlere ve yüksek mev-
ki makam sahibi kimselere övgü yağdırmakla tanınmış ve bu tutumla-
rını alışkanlık hâline getirmiş olanlara “dalkavuk/yağcı”, yaptığı işe de
“dalkavukluk/yağcılık” denmiştir. Dalkavuk, karşısındaki kişiyi aşırı şe-
kilde överek ondan itibar ve menfaat sağlamayı amaçlar. Dalkavukluk ise
bir kişilik zafiyeti olup Müslüman’a yakışmayan bir davranıştır.
İnsan kusursuz olmayı sever ve saygınlık kazanmayı, şöhreti arzular;
bu nedenle övülmek hoşuna gider. Yerilmek, bu arzusuna aykırı düştü-
ğü için kendisini huzursuz hisseder ve yerilmeyi sevmez. Fazilet sahibi
kimseler, tanıyıp tanımadığı kimseler hakkında ulu orta konuşan, övgü-
ler düzen şarlatanların övgülerinden hoşlanmazlar. Çünkü dalkavuklar,
güç ve iktidarı gözetirler. Dalkavuk, her zaman güç ve iktidardan yanadır.
Dalkavuk, hakkı savunmak yerine güçlü olanın yanında yer almayı ve
ona övgüler yağdırmayı âdet hâline getirmiştir. Yanında olduğu, övgüler
yağdırdığı güç zayıflayıp tükenerek yok olmaya yüz tutunca da yeni güç
ve iktidarın dizi dibine çöker.
Övülen kişi, kibir, böbürlenme, kendini beğenme gibi tavır ve davra-
nışlardan sakınmalıdır. Yapılan övgüleri hoş karşılamamalıdır. Ebû Hü-
reyre, “Resûlullah (sav), (dalkavukluğu âdet hâline getiren) övücülerin
ağızlarına toprak saçmamızı (onlara engel olmamızı) emretti.” demiştir.2
1 B6162 Buhârî, Edeb, 95;
Zâhirine bakarak Hz. Peygamber’in bu uyarısını harfiyen uygulayan B6061 Buhârî, Edeb, 54.
sahâbîler de olmuştur. Nitekim bir mecliste, Hz. Osman yüzüne karşı 2 T2394 Tirmizî, Zühd, 54.
443
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
övülmüştü. Müslüman olduğunu ilk ilân eden yedi kişiden biri olan ve
Bedir Savaşı’na da iştirak eden güzide sahâbî Mikdâd b. Esved de yanla-
rında oturmaktaydı.3 Mikdâd adamın yaptığı işin ahlâkî olmadığını, bü-
tün insanların topraktan geldiklerini ve eşit olduklarını göstermek üzere
yerden bir avuç toprak alıp adamın yüzüne saçtı. Sonra da, “Resûlullah
(sav), ‘İnsanları övmeyi âdet edinenlerle karşılaştığınızda yüzlerine toprak sa-
çın (onlara engel olun).’ buyurdu.” dedi.4
Resûlullah’ın bu sözünü Mikdâd b. Esved lafzî mânâsıyla anlamış
olsa da, aynı uyarıyı, “Dalkavukluk yapan kişiyi davranışından dolayı kı-
nayarak tahkir edin, onun yağcılığına fırsat vermeyin, ihsan ve ikram-
da bulunmayarak, umduklarından mahrum bırakın.” şeklinde anlamak
da mümkündür. Bu, dalkavuğun söylediği sözün ve yaptığı davranışın
kötü olduğunun, toplumsal ilişkilerde iyi karşılanmadığının ona hisset-
tirilmesidir. Aynı şekilde, dalkavuğa umduklarının verilmemesi suretiyle
dilinden gelebilecek zararlara karşı korunma da sağlanmış olur. Nitekim
İbrâhim et-Teymî’nin, babasından naklettiğine göre, Hz. Ömer’in yanında
oturdukları sırada adamın biri, bir arkadaşını yüzüne karşı övmüş; adam
sözünü bitirdiğinde Hz. Ömer, “Adamın canını aldın, Allah da senin canı-
nı alsın!” diyerek onu azarlamıştır.5
Yapılan yanlışı düzeltmeye yönelik bir davranış özelliği taşımadığın-
dan kötü bir davranış olan dalkavukluğun, her şeyden önce dalkavuğa
yönelik zararları vardır. Övdüğü kimsede olmayanları söylediği için ya-
lan söylemiş, inanmadığı hâlde yüzüne karşı sevgi gösterisinde bulundu-
ğundan münafıkça bir davranış sergilemiş olur. Övüleni sevindirdiği için
onun zalimleşmesine sebep olmak suretiyle günah işler. Aynı zamanda
dalkavuk, yağcılığı ile övdüğü kimseye de zarar verir. Övülen kişinin ken-
dini beğenmesine ve kibirlenmesine neden olur. Övülenin gevşekliğe dü-
şerek yapacağı iyi işleri terk etmesine veya zayi etmesine neden olur.
Basra’ya yerleşen sahâbîlerden Abdullah b. Şıhhîr hicretin 9. senesin-
3 Hİ6/202 İbn Hacer, İsâbe, de Benî Âmir heyeti ile birlikte Resûlullah’a geldiklerinde onu kabile li-
VI, 202-203.
4 D4804 Ebû Dâvûd, Edeb, 9; derlerini övdükleri birtakım ifadelerle methettiklerinde Hz. Peygamber’in
M7505 Müslim, Zühd, 68. tepkisini çekmişlerdir. Abdullah b. Şıhhîr şöyle anlatmaktadır: “Biz Hz.
5 MŞ26253 İbn Ebû Şeybe,
Musannef, Edeb, 139; EM335 Peygamber’in yanına geldik. Ona selâm verip, ‘Sen bizim velîmizsin, sen
Buhârî, el-Edebü’l-müfred, bizim efendimizsin! Bizden daha güçlü, daha kudretlisin! Bizden daha fa-
123.
6 HM16420 İbn Hanbel, IV,
ziletlisin. Sensin cömert, misafirperver olan!’ deyince şöyle buyurdu: ‘Ne
26. söyleyecekseniz söyleyin! Şeytan sizi kendi vekili yapmasın!’”6
444
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
duğu biliniyorsa, ‘Falanın şöyle olduğunu zannediyorum, Allah’a karşı kimseyi 49.
8 B466 Buhârî, Salât, 80.
temize çıkaramam.’ desin.” buyurmuştur.11 9 T3658 Tirmizî, Menâkıb,
İltifat ile dalkavukluk arasındaki ince çizgiye dikkat çeken Allah 14; T3686 Tirmizî, Menâkıb,
17.
Resûlü, örnek alınacak davranışlar övülürken ve kişilere iltifat edilirken 10 M182 Müslim, Îmân, 82.
dalkavukluğa kaçılmasını, kişinin önünü kesen öldürücü bir darbe olarak 11 M7502 Müslim, Zühd, 66.
445
ALAY ETMEK
BELKİ DE ALAY EDİLEN DAHA
HAYIRLIDIR!
447
ول ال َّل ِه :s ال�سْقَعِ قَالََ :ق َال َر ُس ُ عَنْ وَاثِلَةَ بْنِ َأ
َ
“لا ت ُْظ ِه ِر الشَّ َما َت َة ل َأ� ِخ َ
يك َف َي ْر َح ُم ُه ال َّل ُه َو َي ْب َت ِليك”.
448
Vâsile b. Eska’nın naklettiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:
“Kardeşinin başına gelen bir şeye sevinip gülme. Sonra Allah ona merhamet
edip seni (o şeyle) imtihan eder.”
(T2506 Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 54)
Hz. Âişe anlatıyor: “(Bir seferinde boyunun kısa oluşunu kastederek Hz.
Peygamber’e) ‘Ey Allah’ın Resûlü! Safiyye şöyle bir kadındır.’ dedim.
Bunun üzerine Resûlullah (sav) şöyle buyurdu: ‘Öyle bir söz ettin ki; o söz,
şayet denize karışmış olsaydı denizin suyunu bile bozardı.’”
(T2502 Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 51)
449
R esûlullah, Huneyn Seferi’nden dönerken, içlerinde daha
sonra Peygamberimizin müezzinlerinden olacak olan1 Ebû Mahzûre’nin
de bulunduğu on kişilik bir grup aynı yolun yolcusuydu.2 Yolun bir ye-
rinde Resûlullah’ın müezzini, namaz için ezan okumaya başladı. He-
nüz Müslüman olmayan Ebû Mahzûre ve arkadaşlarının yüksek sesle
müezzinin dediklerini tekrarlıyor ve onu taklit ederek alaya alıyorlardı.
Resûlullah onları duydu ve içlerinden güzel sesli olanı yanına getirmele-
ri için bir grup gönderdi. Resûlullah’ın huzuruna geldiklerinde, “Yüksek
sesini duyduğum hanginizdi?” diye sordu. Herkes Ebû Mahzûre’yi gösterdi,
Ebû Mahzûre’nin kendisi de bunu kabul etti. Bunun üzerine Hz. Peygam-
ber diğerlerini gönderdi ve Ebû Mahzûre’yi alıkoyarak ona, “Kalk, ezan
oku.” dedi. Kalktı, ancak o an Ebû Mahzûre için hiçbir şey ezan okumak-
tan daha zor olamazdı. Rahatsız olmuş ve bir yandan da öfkelenmişti.
Bu duygularla Resûlullah’ın önünde ayağa kalktı. Peygamberimiz ezan
kelimelerini ona bizzat öğreterek okuttu.3
Ebû Mahzûre ezan okumayı bitirince Allah Resûlü, içinde bir miktar
gümüş bulunan bir keseyi ona verdi. Onun kalbini İslâm’a ısındırarak Müs-
lüman olmasını arzuluyordu. Sonra onun alnına elini koydu, elini yüzüne
sürdü ve göğsünden karnına kadar sıvazladı. Nihayet Resûlullah, “Allah
bunu senin için mübarek eylesin ve bereket senin üzerinden eksik olmasın.” diye
dua etti. Bu olayın ardından Müslüman olan Ebû Mahzûre heyecanla atıl-
dı: “Ey Allah’ın Resûlü! Mekke’de ezan okumam için izin ver.” Resûlullah
onun bu isteğini geri çevirmedi. Hz. Peygamber’in tavrı karşısında Ebû
Mahzûre’nin kalbinde öfke ve nefretten eser kalmamıştı. Olumsuz duy-
guları tamamen Resûlullah’a karşı sevgi ve muhabbete dönüşmüştü.4 Ebû
Mahzûre bundan sonra perçemindeki saçları ne tıraş etti, ne de ayırdı, 1 Hİ7/365 İbn Hacer, İsâbe,
VII, 365.
çünkü oraya Resûlullah’ın eli değmişti.5 2 N634 Nesâî, Ezân, 6.
Ebû Mahzûre ve arkadaşlarının müezzinle alay etmeleri, dolayısıyla 3 D500 Ebû Dâvûd, Salât, 28.
451
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK
11 Zuhruf, 43/46-56. kurmamaları istenmiştir: “Ey iman edenler! Sizden önce kendilerine kitap
12 Hûd, 11/25-44.
verilenlerden dininizi alaya alıp oyuncak edinenleri ve öteki kâfirleri dost edin-
13 Mâide, 5/ 57-58; Sâffât,
37/12. meyin. Eğer müminler iseniz Allah’a karşı gelmekten sakının.”17 Dinin ya da
14 Sa’d, 37/14.
Allah’ın âyetlerinin alaya alındığı mekânlarda müminlerin sessiz kalma-
15 Bakara, 2/15.
16 Mutaffifîn, 83/29-36.
maları, böyle durumlarda ortamı terk etmek suretiyle tepkilerini ortaya
17 Mâide, 5/57. koymaları öğütlenmiştir: “Oysa Allah size Kitap’ta (Kur’an’da) şöyle indir-
452
HADİSLERLE İSLÂM
AHLÂK