You are on page 1of 201

Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 1

Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 2

Önsöz

Bu derleme; Haremeyn’e (İki haram belde. Mekke,


Medine) gidenlerin tekrar bir lahza da olsa Hac veya Umre
hatıralarını yaşamaları, hiç gitmemiş olanlarında gidip, görüp, o
manevi tadı almak istemelerine vesile olması amacıyla
derlenmiştir. Bu çalışma yapılırken Haremeyn’de yaşanan ders
niteliğinde, eğitici, ibretlik ve insanda mana aleminde fırtınalar
estiren örnekler derlenmeye çalışılmıştır.
Gidip gelenlere, neler yaşadın? Neler gördün diye
sorulduğuna genelde “Anlatılmaz, yaşanır” derler. Alıntı
yaptıklarım ise yaşayıp, anlatanlardan oluşmaktadır.
Yaşayanların anlattıkları bazen duygulandırmış, bazen
imrendirmiş, bazıları bizleri eğitmiş, bazıları da bizleri
tebessüm ettirmiştir.
Rabbim okuma esnasındaki zikir ve salavatlardan
bahşettiği ecirleri, alıntı yaptığım kimselerin sevap hanelerine
yazar inşallah. Amin

“ilahî ente maksudî ve rizake matlubî"


Allahım maksadım sensin. Arzum rızan ve hoşnutluğun.
11 OCAK 2017

Ebu ABDULLAH
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 3

Yazılanlardan hiçbir maddi beklenti amaçlanmamaktadır.

İçindekiler
Önsöz...............................................................................2

AFİYET OLSUN AFİYET OLSUN “HENİEN HENİEN”.....7

ALLAH İÇİN OLAN İŞİN BEDELİ.....................................9

ARAFAD’DA DOĞAN ÇOCUK.......................................10

ATEŞDE YANMAYAN ET..............................................12

BABAMI ÇÖLDE UNUTTUM..........................................14

BABANIN OĞLUNA KÂBE’DE BEDDUASI....................15

BAKTIM KÂBE GÖKTE UZAYIP GİTMİŞ......................20

BERAT KAĞIDI..............................................................22

BİR HACININ KÂBE’YE KARŞI KÖTÜ HAREKETİ........27

BU YIL HACCA GİTMİYORUM......................................29

BURSALI HACI..............................................................35

CAFER AMCA NIN HIZIR ALEYHİSSELAMI MI?..........38

CEMARAD’TA KOLU EZİLİR.......................................40

CENAB-I HAKK'IN RAHMETİYLE TECELLİSİ...............41

ÇEÇENİSTAN’DAN YÜRÜYEREK HAC........................43


Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 4

ÇEKİRGE İLE TAVAF....................................................44

DUYUFUR RAHMAN.....................................................45

EFENDİMİZE GÖNDERİLEN SELAM............................46

EMİR SULTAN 1368—1430...........................................49

EVLİYASI GİZLİ.............................................................51

HAC SEMİNERİNDE YOKMUŞ.....................................53

HAC’DA MÜFETTİŞ.......................................................55

HACCA ÇAĞRILAN DOKTOR.......................................62

HACCA GİDEN İLK KADIN DOKTOR............................68

MEHMED ZAHİD KOTKU İLE İLGİLİ BİR ANI...............71

HACI OTELDE KARETE DERSİ VERİYOR...................72

HEKİMOĞLU ALİ PAŞA YÜZ SALAVATI UNUTMUŞ....75

HELAL RIZIK..................................................................77

HER ŞEY ONDAN..........................................................79

HER ADIMDA SALAVAT................................................85

Hz MUHAMMED (S.A.V) KABRİNİ ÇALMAK İÇİN........87

İBRAHİM SURESİNİ OKURKEN....................................92

ALİ ULVİ KURUCU’DAN İBRETLİK BİR HATIRA..........94

İDAM SEHBASINDAN HACCA UZANAN YOL..............97


Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 5

İMAM-I AZAM MEDİNE’DE............................................99

KÂBE AVLUSUNDA PEÇELİ KADINLAR....................102

KABEDE YARIM SAAT TEK BAŞINA..........................103

KABUL OLUNAN HAC.................................................106

KADİSİYE.....................................................................109

KALBİM GÖĞSÜME SIĞMIYORDU............................113

KASAP MENNAN.........................................................116

KIRKDOKUZ TAVAF YAPMIŞ.....................................120

KURAN-I KERİM ‘İ BİR DAHA YERE KOYARSAN......121

MAZLUMUN DUASI.....................................................123

MAYMUN ÇANTAYI KAPTI.........................................125

MEDİNE’NİN EVLİYASI...............................................127

MESTAN......................................................................128

NİYET KISMET............................................................135

NUR DAĞINDAKİ MAYMUN........................................139

O BURANIN EHLİNDEN..............................................140

O KOKU SATILMAZ.....................................................141

OĞLUNDAN KABEYE KAÇMIŞ...................................143

ÖĞRENMENİN YAŞI YOK...........................................144


Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 6

RASÛLULLAH (SAV) GÖRDÜĞÜM RÜYALARIM......147

RÜYADA HAC..............................................................155

SAKIN TERK-İ EDEPDEN...........................................156

SANA NE.....................................................................160

SATIN ALINAN ARSA..................................................161

SECCADEM.................................................................163

ŞEYH ŞAMİL VE İHLAS MELEKLERİ.........................164

ŞİMDİ NEYE GÜVENECEKSİN...................................170

TACİKİSTAN’DAN YÜRÜYEREK HAC........................173

TAKKEYİ ÇIKAR HACI.................................................174

TEK BAŞIMA TAVAF...................................................176

ÜÇYÜZ GÜNDE BOSNA’DAN KABEYE......................177

VELİYY OLAN ALLAH (cc)...........................................180

YA RABBİ SEN GÖRÜYORSUN.................................184

YEŞİL ELMA................................................................185

YOL AÇILDI.................................................................190

YÜZÜNCÜ REKÂTI KÂBE’DE KILMIŞ.........................192

ZEMZEM LE ABDEST ALASAN..................................195


Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 7
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 8

AFİYET OLSUN AFİYET OLSUN “HENİEN HENİEN”

Medine'de Ali Ulvi Kurucu Hocamız bize anlatmıştı.


Medine’de Üniversite öğrencisi iken arkadaşlarımızla
beraber onun sohbetinde dinlemiştik. Bir şahıs 1956
yılında Konya'dan Medine'ye hicret etmek ister. Yola
çıkmadan önce Konya'da, Ali Ulvi Kurucu’nun amcası
Hacı Veyiszade Mustafa Kurucu Hoca Efendi’yi ziyaret
eder. “Efendim, ben Medine'ye hicret etmek istiyorum.
Bana bir diyeceğiniz, bir nasihatiniz var mı ?” der.
Hacı Veyiszade Mustafa Efendi:
“Rasulullah Efendimize selamımı arz et, sonra da
bize dua et. Takva sahibi ol. Medine'de edepli ol.” der…
Medine'ye gelen bu şahıs Mescid-i Nebevi’de bazı
insanları gelişi güzel oturmuş, ayaklarını kıbleye doğru
uzatmış görünce onları yadırgar, içinden eleştirir, onlara
karşı suizanda bulunur. Yedi sekiz sene kadar Medine’de
kalan bu şahıs, bir defa bile Peygamber Efendimizi
rüyasında görememiş, ibadetlerinden de tat alamamış.
Kendi kendine, demek ki ben Rasulullah Efendimizin
sevgisini kazanamadım, ona layık bir ümmet olamadım
diye düşünür. Türkiye'ye geri dönmeye karar verir.
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 9

Peygamber Efendimiz in Hücre-i Saadetlerine


edeple yaklaşıp, ellerini bağlar ve karşısına geçip ona
aczini, fakr’ini ifade eder. 1962 yıllarıdır.
“Ya Rasulullah! Ben sana layık bir ümmet
olamadım, seni seven birisi olamadım, seni bir kere bile
rüyamda göremedim” diye büyük bir tevazu ile halini arz
ederken; üzerine bir ağırlık çöker, oracığa direklerin
dibine yığılır. O anda Rasulullah Efendimizi rüyasında
görür. Efendimiz kendisine bir bardak süt ikram eder, sütü
içer; sütü içtikten sonra uyanır. Büyük bir sevinç içerisinde
ayağa kalkar, Peygamber Efendimize edeple salat selam
getirir. Tarifsiz bir heyecan ve mutluluk içerisindedir. Bab-ı
Selam kapısına doğru sevinçle yürürken; kendi kendine
“Demek ki Rasulullah Efendimiz beni kabul etti, demek ki
beni seviyor” diye söylenirken; kenarda kendi haline
yatmakta olan, daha önce içinden eleştirdiği kimselerden
birisi. Henien, henien (Afiyet olsun, afiyet olsun),
Resulullah'ın elinden bir bardak süt içtin der. Bir anda
şaşırır. Hemen yanına gidip elini öpmek ister, öptürmez.
Sen nereden biliyorsun benim Resulullah’ın elinden bir
bardak süt içtiği mi?
Biz onun muhiplerindeniz.! Biz onun
sevgililerindeniz.! Biz hiç ayrı değiliz ki ondan. Biz her an
onunla beraberiz…
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 10

Bana nasihat eder misin der. O da: Hiç kimseyi hor


görme, küçük görme. Allah katında, Resulullah'ın
yanında, onun değerinin ne olduğunu bilemezsin, der.
 Nakleden-Hasan Başiş. Muğla Müftüsü-
2012

ALLAH İÇİN OLAN İŞİN BEDELİ

Cüneyd i Bağdadi hazretlerine bir gün, “Efendim,


İhlas hususunda en çok etkilendiğiniz bir olay yaşadınız
mı?” diye sorarlar. Evet, yaşadım buyurur ve devam
eder: Mekke-i Mükerreme’de altın kesemi kaybetmiş,
parasız kalmıştım. Basra'dan para bekliyordum, ama
gelmemişti. Saçım sakalım çok uzamıştı. Bir berbere
girdim, “Param yok. Allah rızası için saçlarımı düzeltebilir
misin?” diye sordum.
Berber o anda birini tıraş ediyordu. Hemen adamın
yanındaki boş koltuğu gösterip, otur buraya dedi! Ve onu
bırakıp beni tıraş etmeye başladı. Adam itiraz etti. Berber,
kusura bakmayınız efendim dedi, sizi ücreti mukabilinde
tıraş ediyorum. Ama bu genç Allah rızası için istedi. Allah
için olan işler önceliklidir! Ve bir bedeli yoktur. Yani
“Allah için olan işin bedelini kullar ödeyemez ve bilemez”
dedi.
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 11

Berber tıraştan sonra, cebime zorla birkaç altın


sokuşturdu, acil ihtiyaçlarını karşılarsın, imkânım bu
kadar kusura bakma dedi. Aradan birkaç gün geçti,
beklediğim para geldi. Ona bir kese altın götürdüm. Asla
alamam dedi ve ekledi, Allah için olan işin bedelini kullar
ödeyemez demedim mi ben. Var git işine!
Allah selamet versin.
Helalleşip ondan ayrıldım ama tam kırk senedir
ona dua ediyorum, ona dua etmeye doyamıyorum, gece
kalkıp dua ediyorum.
 Menkıbeler
İyilik ticaret değildir. Allah’hu Teâla için yapılır ve
unutulur.
-Abdul Hâkim Arvasi-

ARAFAD’DA DOĞAN ÇOCUK

Bu hac 1940 yılının Ocak ayında idi. O yıllarda


otomobil çok az. Ne benzin kokusu, ne de motor
gürültüsü var. Vasıta olarak yalnız cankurtaranlarla,
hacıların çadırlarını taşıyan büyük askeri kamyonlar var.
Hacıların yarısı deveyle, yarısı da bizim gibi yayan
çıkıyor.
Arafat’tan Müzdelife’ye doğru bu enişte duyulan
sadece: Lebbeyk Allahümme Lebbeyk… Sesleri idi.
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 12

Müzdelife’ye yaklaştık… Hocam (Zekai Hoca)*1.


İleride bir yerde bir kadın kafilesi görmüş.
Dedi ki:
“Yeğenim, şurada, hepsi beyaz giyimli, siyahi
kadınlardan bir topluluk var. Ayakta halka olmuşlar.
Acaba namaz mı kılıyorlar? Burada namaz kılınmaz.
Daha Arafad’tayız, henüz Müzdelife hududuna girmedik.
Peygamber Efendimiz, akşam ve yatsı namazlarını orada
kıldığı için, Müzdelife'de kılması şarttır… Onlar bunu
bilirler. Zikir mi yapıyorlar acaba bu saatte? Şunu
anlayabilir misin?”
Kalabalığa yaklaştım. Yaşlı bir hanım çıktı.
“Teyze, hocam selam söylüyor. Kimsiniz siz,
nerelisiniz, ne yapıyorsunuz?”
“Oğlum, biz Nijeryalı’yız. Yayan olarak yola çıkalı
altı ay oldu. Hanımlar bir kafile, erkekler bir kafile…
İçimize bir gelin katılmıştı. Hamileymiş. Çocuğu büyüdü.
Bugün akşama kadar sancı çekmişti. Şimdi burada
doğuruyor. Onu bekliyoruz…”
Hocanın yanına döndüm. Vaziyeti anlattım. Hoca
başladı ağlamaya:
“Yeğenim, bu iman, nasıl iman ki, gelini evinde
oturtmuyor. Ölürsem hac borçlusu öleceğim diye altı ay
yürümeyi göze aldırıyor… Şu çocuk da ne bahtiyar bir
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 13

çocuk ki, şu zaman ve şu mekânda doğuyor. Dünya


seslerinden ilk işittiği ses, Lebbeyk Allahümme Lebbeyk
oluyor…” dedi. Ağlaya ağlaya Müzdelife’ye girdik.
Nijeryalı’lar, Maliki mezhebinden oldukları için fakir
de olsalar, eğer yürümeye, yürüyerek Kâbe’ye gelmeye
güçleri yetiyorsa üzerlerine hac farz oluyor. Çünkü İmam-ı
Malik Hazretleri “ Gücü yetene hac farzdır. “ kaidesindeki,
güç şartını böyle tefsir etmiştir. Bizdeki gibi ayrıca
zenginlik aranmaz.
Not-Nijerya- Mekke arası 4565 kilometredir.
*(1)-Hafız İsmail Zekai Sarsılmaz-1897-1977-Hacı Bayram
Veli Camii ‘neden emekli. Hoca misafirliğe gittiği evlerde, eski
geleneğin bir devamı olarak, bir vesile ile pencere kenarına, kapı
pervazına, ya da duvarın uygun bir yerine; bir ayet, bir hadis veya
Arapça bir ibâre yahut bir beyit yazarak güzel bir hatıra bırakırdı.
En çok da "Dünya hayatı bir saat (tan ibaret)tir, onu ibadetle geçir."
anlamına gelen Arapça ibâreyi yazar, altına “Hiç” diye imza atar ve
tarihi de ayı günüyle kaydederdi.
Alıntı-Ali Ulvi Kurucu: Hatıralar –C.3-sayfa-32

ATEŞDE YANMAYAN ET

Olay, Haremeyn’in, Osmanlı idaresinde olduğu


zamanlarda gerçekleşir.
Kâbe’ye yakın bir bölgede Osmanlı Karakolu
vardır. Komutan Askerin birine emreder:
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 14

"Git, Erat için Kasaptan şu kadar et satın al, gel"


der. Asker gider. Eti satın alır. Dönüşte bakar ki, Kâbe de
Tavaf tenhadır. Kendi kendine:
- "Kâbe'nin tenha olduğu şu sırada bir tavaf
yapayım da öyle gideyim" der. Bir tavaf yapar, sonra
Karakola gider aldığı eti aşçıbaşına verir.
Aşçıbaşı eti yemek yapmak üzere doğrar, kazana
koyar. Ateşi yakar. Ne var ki et pişmek bilmez. Pişmediği
gibi çiğ görünüşünde en küçük bir değişiklik olmaz
Aşçıbaşı ateşi ne kadar korlasa da, ette en küçük bir
pişme emaresi yoktur. Durumu komutana haber verir.
Komutan da aynı hali müşahede eder. Komutan eti alan
eri çağırır. Ere, emir verdikten sonra ne yaptığını sorar. Er
anlatır:
- "Komutanım! Eti alıp dönüşte baktım ki Kâbe’de
tavaf tenhadır. 'Bir tavaf yapayım da öyle gideyim' dedim.
Kucağımda etle beraber tavaf eyledim; bitince de tavaf
namazını kıldım ve geldim. Başka bir şey yapmadım."
Komutan, hayret ve heyecanla etrafındakilere
gözyaşları içerisinde söyle seslenir:
- "Bakınız! Allah hu Teâlâ Kâbe’yi tavaf eden
cansız eti bile ateşte yakmıyor.
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 15

Ya Onu tavaf eden insanı hiç yakar mı?"

 Haydar Hatipoğlu – İslami, Eğitim ve


Araştırma Derneği 17-Kasım

BABAMI ÇÖLDE UNUTTUM

Hacca ilk kez 1976 yılında Yüksek İslam


Enstitüsü'ndeyken giden Remzi Hoca, “Bir din adamı
olarak haccı yaşamak insanlara bilerek anlatmak istedim.
Kâbe’yi ilk o zaman gördüm. “Okumakla tarif edilmeyecek
zenginlikleri ve güzellikleri vardı.” diyor. Diğer hocalar gibi
1991'de Diyanetten emekli olduktan sonra özel şirketlerle
hacca gitmeye başlayan Remzi Hoca, şimdiye kadar 21
kere gittiğini, her gidişinde “Ya Rabbi bu son olmasın”
diye dua ettiğini anlatıyor.
Remzi Hoca yolculukları esnasında yaşadığı bir
olayı şöyle anlatıyor. “1980 yılında karayolundan
gidiyoruz. Annem babam da var. Yolda çok güzel bir çöl
gördüm. Hacıları dinlendirmek için 20 dakika kum
banyosu molası verdim. Hepsi çok sevindi. İhramlı, kuma
gömüldüler, koştular. 20 dakika sonunda otobüse bindik.
Her zaman hacıları tek tek kontrol ederdim. Ama çöl
olduğu için, geriye baktım, kimse yok. Hareket ettik. 3- 4
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 16

kilometre sonra Annem, oğlum baban nerde. Babacın yok


dedi. Başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Çölde
sıcağın altında, üstünde koruyacak bir şey yok. Kenara
çektik, tek yol, yoğun, geriye de dönemiyoruz. Baktım
arkadan gelen arabalardan birinden indi babam.
Şimdi bütün hacılarımı tek tek isim isim kontrol
ediyorum. ”

 Remzi Hoca ile röportaj-Yeni Şafak

BABANIN OĞLUNA KÂBE’DE BEDDUASI

Hz. Hüseyin (ra) anlatıyor: "Biz Kâbe-i


Muazzama'yı tavaf ediyorken birdenbire bir kişinin acı
dolu sesini işittik. O kişi: 'Ey darda kalmışların duasına
icabet buyuran... Ey bela ve musibete uğrayanların
ıstıraplarını gideren...' diyerek, yalvara yalvara dua ediyor
ve yaşlı gözleriyle Allah Teâlâ'dan merhamet talep
ediyordu. Uğradığı felaketten kurtulmak için dua ediyordu.
Babam, Ali bin Ebu Talip, adamının bu durumunu
görünce bana; 'Ey Hüseyin' Hakk'ın takdirine çarpılmış,
günahlarının bağışlanmasını Rabbinden ağlayarak
isteyen şu kimsenin arkasından git ve onu bana çağır'
dedi.
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 17

Ben de çabucak, koşa koşa o adama yetiştim ve


Müminlerin emiri Ali bin Ebu Talip (ra) seni istiyor, kabul
et' dedim. Yüzü güzel ama sağ tarafı tamamen çökmüş
bu zavallı adam, sürüne sürüne babamın yanına geldi.
Birlikte babamın yanına girince; babam, adama ismin
nedir diye sordu. Adam: 'Menazik bin Lahak'tır' dedi.
Babam: 'Bu duruma nasıl düştün, bu vaziyete maruz
kalmana sebep nedir?' diye sorunca adam anlatmaya
başladı:
'Ey Müminlerin emiri! Ben Araplar arasında çalar
oynar, geçinen bir kimse idim. Gençliğim oyun ve eğlence
ile geçiyordu. Kendimi bir türlü zevkten, gülüp
eğlenmekten alamıyordum. Günahlarıma tövbe etsem,
nefsim ve şehvetimden vazgeçemediğimden kabul
olmuyordu. Recep ve Şaban aylarında ise; oyun ve
eğlenceler daha da fazla artıyordu.
Hâlbuki benim şefkatli ve merhametli bir babam
vardı. O, beni düşmüş olduğum bu cehalet bataklığından
kurtarmaya çalışırdı. Sürekli, Hak Teâlâ'ya karşı
günahlarımdan ve isyanlarımdan beni vazgeçirmeye
çalışırdı.
Ve: 'Oğlum' derdi, 'Allah'ın cezası çok şiddetli,
kahır ve galebesi ziyadedir. O'nun cehennemi ne fena bir
yerdir. Cehennem ateşi ne tahammül edilmez bir ateştir.
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 18

Şu halde oğlum; Allah'a asi ve seni O'na isyana teşvik


eden kimselerle arkadaş olmaktan sakın. Bu yaramaz
hallerini bırak. Çünkü melekler ve hürmetli aylar ve
gündüzler senden feryat ediyorlar. Onlar seni Allah'a
şikâyet ediyorlar' diye nasihat ederdi.
Babamın her gün devam eden bu ikaz ve
nasihatlerinden canım sıkılır ve onu döverdim. Yine bir
gün buna benzer bir nasihat ve azarlamasına çok daha
fazla kızdım, üzerine saldırarak onu dövmeye başladım.
Bu seferki dayağımdan fazla canı yanan babam yemin
etti ve: 'Elbette senden intikamımı alırım' dedi. Daha
sonraki yedi gün boyunca oruç tuttu ve bir deveye binerek
Mekke'ye gitti.
Hac günü Kâbe-i Muazzama'nın örtüsüne
yapışarak, bana beddua etmiş. Babam bedduasını bitirir
bitirmez benim sağ yanım kuruyuverdi. Benim bu halimi
gören insanlar; 'İşte bu adam babasının bedduasına
süratle çarpılan kimsedir' derlerdi..."
Diye bütün bir hadiseyi, anlattı. Bunun üzerine
babam Ali bin Ebu Talip: 'Sonra baban ne yaptı, senin
hakkında ne işledi?' diye adama sordu.
Adam anlatmaya devam etti: "Ey Müminlerin emiri!
Babamın bedduası ile yerlerde süründükten sonra, artık
aklım başıma geldi. Gaflet uykusundan uyandım.
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 19

Pederimin merhamet ve şefkatini kendi tarafıma


çekebilmek için kendisine yalvarıp, yakarmaya başladım.
Benim yerlerde sürünmem ve yalvarmalarım babamın
kalbini yumuşattı da, daha sonra beni affetti.
Babamı bu bedduadan kurtulmam için, aynı yer ve
makamda dua etmeye ikna ettim. Gönül hoşnutluğu ile
onu deveye bindirdim, gerekli hürmet ve saygıyı
göstererek, birlikte Irak vadisine geldik. O esnada bir
ağaçtan bir kuş, aniden kaçıverdi. Kuşun parıldayarak
kaçması üzerine devemiz ürktü ve devenin ürkmesinden
dolayı babam devenin üzerinden düştü. Hemen oracıkta
canını teslim etti..." dedi.
Adamın susmasından sonra, babam Ali bin Ebu
Talip, adama sordu: 'Sana Resulullah (sav)'dan
öğrendiğim dualardan öğreteyim mi? Ki o dualar ile
yalvaranı Allah Teala, gam ve kederinden kurtarmış ve o
duayı yapan bela ve musibetleri atlatmıştır...'
Bu sorudan sonra bir tarafı felçli olan adam; 'Ey
Müminlerin emiri, görüyorsunuz, çaresizlik içinde yerde
sürünüyorum. Pek mustaribim. Buyurunuz, duayı talim
ediniz, dinleyeceğim' dedi. Bunun üzerine babam duayı
adama öğretti. O dua ile Allah'a yalvaran hasta, hemen
şifa bulmuş olarak ertesi gün yanımıza geldi.
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 20

Dua ise şöyleydi: "Allah'ım! Senden yalvararak


diliyorum. Ey gizliyi bilen. Ey sema, kudreti ile bina edilen
yer. Ey izzeti ile döşenmiş olan. Ey celalinin nuru ile
güneşi ışık saçıcı ayı da parlayıcı kılan. Ey her inanmış
temiz nefese teveccüh eden. Ey korkakların, muttakilerin
korkusunu sükûna erdiren.. Ey yaratıkların ihtiyaçlarını ve
dileklerini yerine getiren. Ey Yusuf'u kuyudan çıkarıp,
kölelik boyunduruğundan kurtaran. Ey kullarının
ihtiyaçlarını Zat'ına arz etmeleri için araya aracı
koymayan, her dilek sahibinin ihtiyaçlarını doğrudan
dinleyen ve alıp veren bir vezir edinmeyen Rabbim! Bir
Rabb ki, kendisine her müracaat edene vermekle
nimetlerinde bir azalma olmaz.
Allah Teâlâ, Muhammed (sav)'a ve âline salât
ve selam etsin. Duamı kabul buyur, isteğimi ver. Şüphesiz
sen her şeye kadirsin."
Babam, Ali bin Ebu Talip (ra), adama duayı
öğrettikten sonra şöyle demişti: 'Bu duaya sıkı sarılınız!
Çünkü bu dua, arz hazinelerinden bir hazinedir'
[Duanın metni, Abdülkadir Geylani'nin Üç aylar ve
faziletleri adlı eserinden alınmıştır]

 Ali Kara Hoca


Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 21

BAKTIM KÂBE GÖKTE UZAYIP GİTMİŞ

Zekai Efendi, Kıbrıs'tan Mekke'ye geldiği ilk


günlerde şahit olduğu fevkalâde bir hali şöyle anlatmıştı.
Mekke-i Mükerreme ye geldim. Parasız kaldım.
Sabrediyorum! Fakirlik zor imiş.,, Bunu gördüm, yaşadım.
Fakat manen çok zengin idim. Manen çok şeyler
kazandım…
ilk Umre tavafını yaptım. Altınoluk’un altında
oturuyorum. Kâbe-i Muazzama ya bakarken hatırımdan,
gönlümden şu geçti:
“Yarabbi, ben sanırdım ki, Kâbe-i Muazzama’nın
civarında, Kâbe’den yüksek ev bulunmaz…”
O günlerde civarda dört beş katlı evler
bulunuyordu. Yalnız zihnimden geçiyor, dilimle bir şey
söylemiş değilim…
Rüknü-i Yamani tarafından, Altınoluk ‘un altına
doğru bir zat geldi. İhramlı, saçlı, esmer, son derece
mehib (azametli), heybetli… Selam verdi:
“Esselamu Aleyküm”
“Ve Aleykümüsselam…” dedim.
“İrfa’ re’sek ve’n-zur fevkek! Başını kaldır, yukarı
bak!” dedi.
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 22

Başımı kaldırdım, Kâbe’ye baktım… Baktım ki,


Kâbe gidiyor… Semaya doğru yükselip gidiyor, gökte
uzayıp gitmiş, sonu görünmüyor!..*1
Zekai Hoca:
Bunu gözümle gördüm, yeğenim, dedi; kendimden
geçtim, derler ya; bunu duyarız, menkıbelerde okuruz
ya… Allah’ım bunu bana gösterdi. Ben gözümle gördüm.
Kendinden geçmek, manevi bir tecelliye mazhar olmak
neymiş, bunu ben yaşadım… Kendimden geçmişim,
kendimi kaybetmişim ….
Bir taraftan da:
“Allah'ım, bu bir su-i edeptir. Fakat dilimden
çıkmadı. Gönlüme geldi, kalbime hutur etti. Allah'ım,
muaheze etmedim (Eleştirmedim)… Allah'ım beni
gazabına uğratma, beni yerlere çarpma.” diye yalvarıp
yakardığımın farkındayım.
Kendime geldim. Dedim ki:
“Beni uyandıran, bu ikazda bulunan zatın bir elini
öpeyim, duasını alayım…”
Hemen tavafa girdim. Tavaf edenler 40 50 kişiyi
geçmiyordu. O zat yoktu. Mekke'de on beş gün kaldım, o
zatı hep aradım, göremedim.
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 23

 Alıntı-Ali Ulvi Kurucu: Hatıralar –C.3-sayfa-


30
*(1)- Kâbe’nin Beyti Ma’mura kadar yükseldiği rivayet
edilir.
52/Tûr suresi-4. ayet: Vel beytil ma’mûr.
Müfessirler bu ayet-i kerimede sözü geçen Beytü'l-Ma'mûru
genellikle, yedinci kat semada, Kâbe'nin üst hizasında bulunan bir ev
olarak tefsir etmişlerdir. Onu günde yetmiş bin melek namaz kılmak
ve tavaf etmek için ziyaret eder ve kıyamete kadar da bir daha geriye
dönmezler. Beytü'l-Ma'mûr Kâbe'nin üst hizasındadır. (Muhtasar'u
Tefsir-i İbn Kesîr, Nşr. M. Ali es-Sâbünî, Beyrut 1401, III, 388-389;
Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, İstanbul 1936, VI,
4551; el-Hâzin, Lübâbü't-Te'vîl fî Maâni't-Tenzîl, IV, 242; el-
Beydâvî, Envâru't-Tenzîl ve Esrâru't-Te'vîl, IV, 467; İsmail Hakkı
Bursevî, Rühu'l-Beyân fî Tefsîri'l-Kur'an, IV, 123).

BERAT KAĞIDI

Abdullah-ı Rûmî Hazretleri bir sohbetinde


Ebülleys-i Semerkandî'den naklen şöyle anlattı:
Bir tarihte Bağdat’ta, zenginler hacca gidiyorlardı.
Peygamber efendimizin aşkıyla yanan bir fakir de, o sene
hacca gitmeye niyet etti ve hac kâfilesiyle yola çıktı. Kâfile
hareket etmeden önce, herkes eşi-dostu ile helalleşti.
Şehir dışına çıkıldığında, zenginlerden biri bir fakirin de
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 24

hacca gittiğini görünce; "Bineğin yok, azığın yok. Sen


hacca nasıl gideceksin? Bari cebinde birkaç bin altının
var mıdır?" diye alay etti. Fakir, bu zenginin alaylı
sorusuna çok üzüldü ve; "Allahü teâlâ ne güzel vekildir.
Mahlûkatın rızkını o vermektedir. Hepimiz O'nun
verdiklerini yiyoruz." diyerek, zenginin bulunduğu yerden
mahzun bir şekilde ayrıldı. Hac vazifelerini yapana kadar
da o zengine hiç görünmedi. Herkes Mekke-i Mükerreme’
den, Medine-i Münevvere ye yola çıktıkları zaman, o
zengin, fakiri sağ salim tekrar karşısında görünce hayret
etti ve;
"Komşu, sen de buraya kadar gelip hac vazifeni
yapabildin mi?" diye sormaktan kendini alamadı.
Fakir de; "Allah’ü Teâlâ’ya sonsuz Hamdi senalar
olsun. Yüzümüzün karasına bakmayıp, bu mübarek
makamı ziyaret etmeyi nasip etti. Geldim, Beyt-i şerifi
tavaf ettim. Sağ salim dönüyorum." dedi.
Zengin; "Hacı Efendi! Acaba sana da berat verdiler
mi?" diye sordu.
Fakir; "Bu ne beratıdır ki?" dedi.
Zengin; "Beyti şerifi ziyaret edenlere, Cehennem
‘den Azad olduğuna dair berat kâğıdı verilir." diyerek,
koynundan herhangi bir kâğıt çıkarıp fakiri aldattı.
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 25

Fakir, berat kâğıdının kendisine verilmediğine çok


üzüldü. Derhal geriye dönüp Harem-i şerife geldi. İki gözü
iki çeşme hâlinde, kanlı yaşlar akıtarak çok inledi. Allah’ü
Teâlâ’ya kırık bir gönülle dualar etmeye, yalvarmaya
başladı: "Ey âlemleri yaratan yüce Rabbim! Sen her şeye
kâdirsin, gani bir padişahsın. İhsanların bütün kullarına
her ân yağmaktadır. Cehennem ‘den azad olup orada
incinmemeleri için kullarının bazısına berat vermişsin. Bu
fakir kuluna berat verilmedi. Yoksa bu garip kulun âzâd
olmadı mı?" deyip bayıldı. Baygın hâlde iken, mana
âleminden yanına bir kimse gelip; "Ey fakir! Başını kaldır
ve şu beratını alıp arkadaşlarına yetiş!" diyerek elindekini
ona verdi. O ânda fakir kendine gelerek ayıldı. Elinde,
dünya kâğıtlarına hiç benzemeyen, yeşil renkli nurdan
yazıları olan ve misk gibi kokan bir berat kâğıdı vardı.
Kâğıdı defalarca öpüp başına koyan fakirin sevincinden
neredeyse aklı gidecekti. Şükür secdesine kapandı.
Ömründe hiç görmediği o beratı, yüzüne ve gözüne
sürdü, bağrına bastı ve koynuna sokarak arkadaşlarına
yetişmek için hızlı adımlarla yürümeğe başladı.
Arkadaşları, geriden fakirin geldiğini görünce gülüşmeğe
başladılar. Yanlarına soluk soluğa gelen fakire alayla;
"Cehennem ‘den âzâd olma beratını alabildin mi?" diye
sordular. Fakir de koynundan beratını çıkararak; "İşte!
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 26

Rabbimizin ihsanı olan beratım!" diyerek, misk kokulu


beratını zengine sunuverdi. Herkes yerinde donakalmıştı.
Beratı alan zengin, Nurdan yazılarla fakirin Cehennem
‘den âzâd olduğunu okuyunca, aklı başından gidip,
atından düştü. Bir süre yerde baygın yatan zengini zor
ayılttılar. Kendine gelen zengin, kâğıdı öpmeye, misk
kokusunu koklamağa başladı. Kendi kendine de; "Vah,
vah benim boşa geçen ömrüme! Keşke ben de bu fakir
gibi sadık bir fakir olsa idim. Onun kavuştuğu bu saadete
ben de kavuşsaydım. Bu fakir, sadâkati sebebiyle bu
mertebelere ulaştı. Ben ise zenginliğim sebebiyle gurura
kapıldım ve bundan mahrum oldum. Bütün malımı
versem, bu kâğıttakilerin bir noktasını alamam" diyerek
ah eyledi. Gözlerinden kanlı yaşlar döktü.
Fakir; "Hacı Efendi! Beratım sende kalsın. Sakla.
Ben öldüğüm zaman kefenimin arasına koyun da
kabrimde sual meleklerine onu göstereyim." dedi.
Hacı efendi beratı büyük bir itina ile koynuna
koydu. Uzun yolculuktan sonra evlerine ulaştılar. Zengin
olan hacı, beratı sandığına koydu. Aradan günler geçti.
Zengin, ticaret için başka memlekete gittiğinde, fakir vefat
etti. Yıkayıp kefenlediler, fakat beratını bulup kefenin içine
koyamadılar. Fakirin cenazesini kabre defnettiler. Ancak
birkaç ay geçtikten sonra, zengin ticaretinden döndü.
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 27

Fakiri sorduğunda; "Sizlere ömür! Sen gittikten sonra


vefat etti." dediler.
Zenginin sanki dünyası başına yıkıldı. Çok ağladı
ve; "O zavallının bende pek kıymetli bir emaneti vardı.
Onu yerine getiremedim. Böylece vasiyetini yapamamış
oldum. O ahirete göçtü, beratı ise bende kaldı. Beratını
yanına koyamadım." dedi. Hemen sandığın yanına varıp
ağzını açtı. Fakat beratı koyduğu yerde bulamadı. Tekrar
tekrar aramasına rağmen yine bulamadı. "Kabrine gidip
bakayım. Belki, birisi beratı alıp ona vermiştir." dedi.
Kazma kürek alarak kabre gitti. Mezarını açmak
istedi. O anda; "Kabri açma! Biz ona o beratı verdik,
dışarıda bırakmadık!" diyen bir ses işitti. Nereden geldiği
belli olmayan bu ses karşısında zengin, düşüp bayıldı.
Mana âleminde fakiri gördü.
Fakir; "Ey hacı efendi! Allah’ü Teâlâ sana selâmet
versin. O berat bana verildi. Hamd olsun. Münker ve
Nekîr meleklerine gösterdim. Onu görünce sorgu sual bile
etmediler. Bu beratı almama hacdan dönerken sen sebep
olmuştun. Cenabı Hak senden razı olsun." deyip
kayboldu. Zengin ayıldığında, doğru evine gidip, fakir için
hatimler okuttu.
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 28

Yemekler pişirtip, yetimleri, fakirleri doyurdu.

 Kıssalar

BİR HACININ KÂBE’YE KARŞI KÖTÜ HAREKETİ

Seminer uygulamasının bu düzeyde olmadığı 1995


yılında hacı adaylarımızla Mekke’de vazifelerimizi bitirdik
ve tavafın ardından hanım hacılarımızdan gelen yoğun
talebi de dikkate alarak o zamanlar açık olan zemzem
kuyusuna indik. Hacılara on beş dakika sonra merdiven
başında buluşacağımızı söyledim. Daha önce defalarca
girmiş, hacılarımız kısa sürede dışarı çıktı. Ancak, eşi
daha önce hiç girmelerine izin vermediği iki hacı hanım
on dakika geçmesine rağmen hala gelmeyince eşi
söylenmeye başladı. Zemzem kuyusundan çıkan
merdivenlerin başında, yüzümüz Kâbe’nin Haceru’l-
Esved tarafına bakar şekilde beklerken, bir taraftan da
hacı efendiye hanımların gecikmediğini, onlara on beş
dakika süre verdiğimi anlatmaya çalışırken; bir anda
hanımını merdiven başında gördü. Hemen elini kaldırıp
hanımına vurmaya kalktı. Yakınımda olduğundan elini
tutunca bu sefer de insanın dışarıda dahi yüzü
kızarmadan dinleyemeyeceği ağır bir küfür etti. Hacım
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 29

dur! Ne yapıyorsun, ne diyorsun? Derken, o Kâbe’ye


karşı yüzü dönük olarak yapacağını yapmıştı. Eşi şoka
girmiş ağlıyor. Bütün hacılar da bu konuyu konuşuyordu.
Gurubumu dışarıya alarak müsait bir yerde şunları
söyledim:
“Değerli Hacılar; ben bu olayı haccımızın
kabulüne işaret sayıyorum. Çünkü hayatı boyunca bu
çileyi çektiği anlaşılan hacı hanım ve bu fiili işleyen hacı
kardeşimiz bunu yaşamasalardı, büyük ihtimalle aynı
şekilde hayatına devam edeceklerdi. Oysa bu çok kötü
hadiseden sonra bu hacı efendi, her küfür etmeye ve
hanımına vurmaya teşebbüs ettiğinde gözünün önüne
Kâbe gelecektir. Hanımefendi bu hac vesilesiyle
eziyetten, hacımız da günahtan kurtulacaktır.”
Hacılarımızın ne düşündüğünü bilmiyorum. Ancak
aradan bir yıl geçtiğinde hacı hanıma telefonla durumu
sordum. Dedi ki: “Hocam eşim ve ben yaklaşık üç ay
normalleşemedik. Birbirimize baktıkça hep Kâbe’deki
olayı hatırladık. Onun bana söyleyeceği bir şey
olmadığını görünce ben onu teselli edip sizin söylediğinizi
hatırlattım. Bu sürede bana karşı sözlü ya da fiili hiçbir
hareketi de olmamıştı. Üç aydan sonra normalleşmeye
başladık. Mizacı gereği kızıp küfür edecek duruma
geldiğinde sesi çıkmıyor ve kızarmaya başlıyor. Ben
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 30

anlıyorum ki gözünün önünde Kâbe var ve o kendini


tutuyor. Adamın başına bundan dolayı bir iş gelmezse
ben hayatımdan memnunum.”

 Bir Gurup Hocasının Kâbe Anısı

BU YIL HACCA GİTMİYORUM

Vakit gece yarısı... Ortada ses seda yok... Uzaktan


bir iki köpek havlaması duyuluyor o kadar. Rıfkı amcanın
yüreği kıpır kıpır...
Akşamüzeri hac işlemini birlikte yaptırdığı
müstakbel hacı arkadaşlarıyla vedalaşmış, evine gidiyor.
Birkaç gün sonra Allah nasip ederse mukaddes
topraklara doğru yola çıkacaklar... Bu duyguyu ailesi ve
çocuklarıyla paylaşmak için aceleci...
Tenha sokakta ilerlerken, loş ışığı henüz
sönmemiş bir evin önüne geldiğinde pis bir koku
burnunun direğini kırıyor. Öyle pis bir koku ki, midesi
bulanıyor.
"Üüffff!" diyor gayri ihtiyari, "Bu ne pis bir koku
Allah’ım. Leş kokusu bu be..."Koku sebebiyle sağına
soluna bakınırken loş ışıklı pencereden bir ses duyuyor
ağlamaklı: -Anne pişmedi mi daha? Durup içeriye kulak
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 31

kabartıyor. Duyduğu ses yüreğini dağlıyor: -Az daha


sabret yavrum. Az kaldı. Bir başka çocuk sesi!… Diğer
kardeşi olmalı. -Anne çok acıktım. Tamam oğlum, pişiyor.
Pis koku insanın midesini bulandırıyor.
Öğürmemek için çaba gerek. Peki, yavrularını teselli
etmek isteyen annenin sesindeki mahzunluğa ne
demeli... Rıfkı amca duramıyor: "Ben altmış yaşımı
geçmiş bir ihtiyarım. Merak ettim yahu. Bir gidip
soracağım." diyor kendi kendine. O zamanlar terör nerde,
öyle anarşist nerde? Kimin aklına gelir art niyet... Üstelik
biraz araştırsan herkes birbirini tanır. Hele Rıfkı amca ki,
Erzurum'da bilmeyen çıkmaz. Biraz da bu cesaretle
burnunun direği kırılsa da çalıyor kapıyı. Bir iki tıklatıyor
tabii. Sonunda kapı çekingen bir şekilde gıcırtıyla açılıyor.
Tamam, işte o leş kokusu içerden geliyor. Ama artık
merak, kokuyu bastırmıştır. Kapı aralandı işte. Gencecik
bir gelin. Otuz otuz beş yaşlarında. Yüzüne yaşmak
denilen cilbabını çekmiş, kapı aralığından soruyor: -Kim
o? Benim kızım, ismim Rıfkı. Ne istersiniz? -Yoldan
geçiyordum. Sesler duydum. Halinizi merak ettim yavrum.
Müsaade ederseniz bu meraktan kurtulmak istiyorum. O
esnada zaten çocuklar da annelerinin eteğinden tutarak
kapı aralığından bu meçhul adama bakıyorlar, niçin
geldiğini anlamak istercesine... Rıfkı amca, üstleri başları
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 32

loş ışıkta bile per perişan olan bu çocukların halini


görünce koyuveriyor kendini. Dünyası allak bullak oluyor.
Ne haccın sevinci kalıyor yüreğinde, ne az önceki manevi
heyecan. O yürek şimdi bir sorumlulukla sarsılıyor. Bir
mümin olarak, bu gece vakti iki küçük çocukla bu tenha
sokakta loş ışığın altında hayat mücadelesi veren bu
sahipsiz genç kadının halinden sorumlu hissediyor
kendini. Kimin kimsen yok mu kızım? Yok amca. Kocam
öleli iyice naçar kaldım. Evine misafir olabilir miyim?
Buyur gel ama... Cümlenin sonundaki "ama" nın ne
anlama geldiğini çok iyi biliyor Rıfkı amca. "Ne oturtacak
misafir odam var, ne ikram edecek bir kahvem" denilmek
isteniyor. Ne fark ederdi ki, Rıfkı amca ne misafir
köşesine kurulmak ne de kahve içmek istiyor. Onun tek
derdi bu kimsesiz ailenin halini öğrenmek. Öğreniyor tabi.
Yüreği kıyım kıyım kıyılarak öğreniyor. Kapıdan içeri girer
girmez dayanamayıp soruyor: Kızım bu pis koku ne
Allasen.
Susuyor genç kadın. Dudakları titriyor. Gözlerinden
aşağı inen yaşları fazla saklayamıyor. Başını kaldırıp
şöyle bir bakıyor, gece yarısı belki de Allah tarafından
gönderilen nur yüzlü ihtiyara. -Söyle yavrum çekinme
söyle. Ölmüş köpek eti amca...
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 33

Ardından hıçkırıklarını koyuveriyor anne. Başını


Rıfkı amcanın omuzuna koyup babasına sarılır gibi
çaresizliğini anlatıyor: Çocuklarım aç amca. Kimsem yok.
Ne yapaydım? Kime gideydim.... Rıfkı amca taş mı sanki?
Kim dayanır o hale? Koskoca adam, çocukluğundan beri
ilk kez hıçkırarak ağlıyor, hem de çocuklar gibi: Allah’ım
affet... Allah’ım affet!.. Çocuklar melül melül annesiyle
birlikte ağlayan ak saçlı adamın yüzünden aşağı süzülen
yaşlara bakadursunlar, Rıfkı amca ani bir kararla anneyi
omuzundan tutuyor: Tamam kızım, artık ben yanındayım.
Sen benim kızımsın, bunlar da torunlarım. Hemen indir o
leşi ocaktan. Bekleyin ben yarım saate kalmaz gelirim.
Kimsede konuşacak hal yok. Rıfkı amca kapıdan çıkar
çıkmaz, ardından atlı kovalarcasına koşuyor. Hem
koşuyor hem söyleniyor: -Hacca gitmiyorum bu sene...
Hacca gitmiyorum... Allah’ım affet... Hacca gitmiyorum...
Kendi evine vardığında evdekilerin yüreği ağzına geliyor.
Eyvah! Babalarına ne oldu? Öyle ya! Rıfkı amcanın
göğsü körük gibi inip kalkıyor.
-Baba, bu ne hal!
-Hemen dediğimi yapın!
-Tamam, da baba?
Ardından talimatlar yağdırıyor herkese:
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 34

-Hanım, kullanmadığın ne kadar tabak çanak varsa


hepsini çıkart. Yastık yorgan, halı kilim ne varsa çıkartın.
Bu telaş üzerine Rıfkı amcanın diğer çocukları da
başına üşüşüyor. Ama baba nedir bu halin? Kimse bir
isteğini ikileyemez. Öyle bir saygı var o zaman. Rıfkı
amca, hem ağlıyor hem oğluna kızına torunlarına emirler
yağdırıyor tatlı tatlı:
-Sen badana boya için kireç vs tedarik et. Sen
keser çekiç çivi falan ayarla. Sizler yastık yorgan çarşaf
çıkartın. Sen un yağ şeker gibi erzak hazırla... Haydi,
hemen yola çıkacağız! "Eyvaah" diyor aile, "Rıfkı amca
hac sevdasıyla aklını oynattı. "Çünkü gece gündüz hac
için hazırlık yapan bu adam birden ne oldu da bu hale
geldi? "Tamam, bu iş burada bitti" diyor aile. Ama bakalım
ne olacak? Yarım saat sonra baba önde, yastık yorgan,
mala çekiç, tencere tabak, ailesi ardında. Rıfkı amca yine
aynı heyecanla kapıyı tıklatıyor. "Geldik yavrum, geldik!"
diyor,
Rıfkı amcanın ailesi gördüğü manzara karşısında
şaşkın. Herkes nerdeyse küçük dilini yutacak. Ama az
sonra işin sırrı anlaşılıyor. Bu kez görev taksimatı hemen
oracıkta yapılıyor. Mağdur anne ve çocukları hemen Rıfkı
amcanın evine misafir olarak götürülüyor. Çocukların
yemekleri hazırlanacak. Güzelce yıkanıp temizlenecek ve
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 35

karınları doyurulacak. Orda kalanlar da kadıncağızın evini


oturacak hale getirecekler. Sabaha kadar evin altı üstüne
getiriliyor. Biri kapıyı pencereyi tamir ediyor. Biri boyayı
badanayı başlatıyor. Yastıklar yorganlar yerleştiriliyor.
Kilimler seriliyor. Ev sabaha bayram evi gibi hazırlanıyor.
Üstelik o gürültüyü ne bir komşu duyuyor, ne kimse
rahatsız oluyor, hayret!.. Sabah ezanlarıyla birlikte her
şey tamam... Rıfkı amca ertesi gün huzura kavuşmuş,
belli... Sakinleşmiş halde, çocukları tekrar evinde ziyaret
ediyor.
Erzak getirilmiş çuval çuval... Ayrıca hacca gitmek
için ayırdığı parayı da genç anneye teslim ediyor.
-Amca, Allah senden razı olsun. Allah gönlüne
göre versin. Birkaç gün sonra Hacı adayları yola revan
oluyorlar.
Rıfkı amca arkadaşlarını yolcu ederken bir garip
halde, o mübarek topraklara gidemediği için yüreği buruk.
Gerçi çaresiz bir annenin imdadına yetiştiği için de
huzurlu. Bu garip duygularla yol arkadaşlarını uğurlayıp,
mahzun bir şekilde arkalarından el sallarken, Rıfkı
amcanın çocukları, babalarının bu haline doğrusu çok
üzülüyorlar.
İki buçuk ay boyunca hacdan dönen arkadaşlarının
yolunu gözlüyor Rıfkı amca. Hiç olmazsa onlardan
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 36

dinleyecek o mübarek yerleri... Ama Rıfkı amcanın ailesi


bir kere daha şaşıracak.
Çünkü hacdan dönen arkadaşlarının soluk aldığı
ilk yer Rıfkı amcanın evi. Herkes Rıfkı amcaya gelip,
hürmetle elini öpmek için eğiliyor. Rıfkı amca bile şaşkın:
-Hayırdır, hacdan dönen sizsiniz. Ben size
gelecekken?
-Sen oradaydın. Bizden sonra nasıl gittin? Bizden
önce nasıl döndün Hacı Rıfkı?
-Yanılmış olmayasınız.
-Nasıl yanılırız Hacı Rıfkı, Bize bu yeşil akikleri
hediye vermedin mi?
Rıfkı amcanın buğulu gözleri uzak ufuklara dalıp
giderken, hacı arkadaşları hala, ellerindeki yeşil akikleri
Rıfkı amcaya gösterip onu inandırmaya çalışıyorlardı.
 KAYNAK: Moral Dergisi

BURSALI HACI

Muhammed Üftâde hazretlerini sevenlerden fakir


bir kimse vardı. Her sene hac mevsiminde hacca gitmek
ister, fakat gidecek parası olmadığı için de bu arzusuna
nail olamazdı. Üzüntüsünden hiç yüzü gülmez, gözleri
hep hacca gidenlerin yolu üzerine takılır kalırdı. Hanımı,
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 37

yüzü gülmeyen kocasının bu hâline oldukça üzülürdü.


Yine bir sene hac mevsiminde, parası olmadığı için
gidemeyen bu fakir, bir gün üzüntüsünden aklı başından
gitti ve hanımına: “Eğer bu sene de hacca gidemezsem,
seni üç talak ile boşadım” dedi.
Günler geçti. Kurban bayramı yaklaştı. Fakiri bir
düşüncedir aldı. Hacca gidemezse, hanımı boş olacaktı.
Bir yerden de borç bulup hacca gidememişti. Ne
yapacağını şaşırdığı bir gün, aklına Muhammed Üftâde
geldi. Hemen huzuruna gidip, ağlayarak durumunu
anlattı. Muhammed Üftâde “Bizim Eskici Mehmed
Dede’ye git, bizim selâmımızı söyle. O seni hacca
götürüp derdine derman olur” buyurdu. Fakir, sevinerek
huzurdan ayrıldı, süratle Mehmed Dede’nin dükkânına
koştu. Mehmed Dede’ye hocasının selâmını söyleyip,
derdini ona da anlattı.
Mehmed Dede; “Ey fakir! Gözlerini kapa. Aç
demeden sakın açma” dedi. Fakir gözlerini açtığında,
kendilerini Mekke’de buldular. Mehmed Dede, Allah’ü
Teâlâ’nın izniyle, keramet göstererek fakiri bir anda
Hicaz’a götürmüştü. O gün, Arefe idi, hacılar Arafat’a
çıkmışlardı. Fakir ve Mehmed Dede de ihram giyip
Arafat’a çıktılar. Ertesi günü Kâbe-i muazzamayı tavaf
ettiler. Ziyaret edilecek yerlere gittikten sonra, Bursalı
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 38

hacıları buldular. Onlar, hemşerileri olan Mehmed Dede’yi


ve fakiri görünce sevindiler. Fakir, birkaç hediye alıp, bir
kısmını götürmeleri için hemşerisi olan hacılara emanet
etti. Vedalaşarak ayrıldılar. Aynı şekilde bir anda Mekke’yi
Mükerreme’den Bursa’ya geldiler.
Fakir, getirdiği bazı hediyelerle eve gelince,
hanımı, birkaç gündür eve gelmeyen kocasını eve almak
istemedi ve; “Sen beni boşamadın mı? Hangi yüzle bana
hediye getirerek eve giriyorsun?” dedi. Kocası da; “Hanım
ben hacca gittim ve geldim. İşte bu getirdiklerimi de
Mekke’den aldım” dediyse de, kadın; “Bir de yalan
söylüyorsun. Üç-beş gün içinde hacca gidilip gelinir mi?
Seni mahkemeye vereceğim” dedi.
Kadıya giderek durumu anlattı ve; “Nikâhımızın
fesh edilmesini istiyorum. Çünkü nikâhsız olarak
yaşamayı dinimiz yasaklamaktadır. Bu sebeple haram
işlemek istemiyorum” dedi. O sırada Bursa kadısı, Aziz
Mahmut Hüdai isminde bir genç idi. Kadı, hanımın
kocasını mahkemeye çağırtarak onu da dinledi. Fakir,
hacca gittiğini, Kâbe-i muazzama da tavaf edip, ziyaret
edilecek yerleri gezdiğini, Bursalı hacılarla görüşüp,
getirmeleri için emanet dahi verdiğini iddia etti. Bu
sebeple boşanmanın vaki olmadığını söyledi. Fakir,
Mehmed Dede’yi şâhid gösterdi. Mehmed Dede de;
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 39

“Şeytan, Allahü Teâlâ’nın düşmanı olduğu hâlde, bir anda


dünyanın bir ucundan bir ucuna gittiği kabul edilir de, bir
velinin bir anda Kâbe’ye gitmesi niçin kabul edilmez”?
dedi. Kadı hayret ederek, mahkemeyi diğer hacıların
geleceği günlerden birine tehir etti. Aradan günler geçti.
Bursalı hacılar hacdan döndüler.
Mahkeme gününde de, şâhid olarak fakirin hac
vazifesini yaptığını, hatta emanet olarak verdiği şeyleri
getirdiklerini bildirdiler. Kadı, şahitlerin verdiği bu ifade ile,
davacı hanımın nikâhı fesh etme isteğini reddetti.
Böylece, boşanma hâdisesi olmadı.

 İslam Alimleri Ansiklopedisi

CAFER AMCA NIN HIZIR ALEYHİSSELAMI MI?

1981 yılında, kara yolu ile otobüsle, Hac


yolculuğuna çıktık. Kafilemiz Hatay sınır kapısına yakın
bir yerde akşam namazı için mola verdi. Kafile görevlisi
“Herkes bir saat içinde otobüsün yanında olsun,
gelmeyen, geç kalan olursa beklemeyiz!...” diye ikaz etti.
Akşam namazını cemaat yaparak beraberce kıldık. Cami
tarihi bir cami…. Ben dışarı çıkınca hayran hayran camiyi
incelemeye başladım. Öyle dalmışım ki! bir anda
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 40

etrafımda kimsenin kalmadığını fark ettim; herkes gitmişti.


Hava karardığı için de, ne taraftan geldiğimizi, ne tarafa
gideceğimi çıkaramadım.
Ellerimi açıp Rabbime yöneldim.
“ Yarabbi!... Benim niyetim senin rızan için Hac
görevimi yapmak. Peygamber Efendimiz Sallallahü Aleyhi
ve Sellem Efendimizi ziyaret etmek. Yarabbi!.. Ben kafile
mi kaybettim; yolumu kaybettim. Bana yardım et.” diye
dua ettim.
O anda yanımda uzun boylu, sarıklı birisi belirdi;
üzerinde uzun bir elbise vardı, eliyle kendisini takip
etmemi işaret etti, yürüdü. O kişi önde, ben arkada
yürümeye devam ettik; biraz gittikten sonra bir anda
ileride kafilemi gördüm. Sanki Kâbe’ye kavuşmuşum gibi
sevindim. Onların yanına koştum. Onlar da beni merak
etmişlerdi. Bana nerede kaldın?. Korkuttun bizi, dediler.
Ben de: “Caminin önünde etrafa bakınırken
dalmışım. Yolu çıkaramadım”…. İşte bu arkadaş bana
yolu ….!!! deyip arkaya döndüğümde o kişiyi
göremedim!.. Ortadan kaybolmuştu…
Rabbim bana yardım için onu vazifelendirmişti.

 Kastamonu-Cideli Cafer amcanın anısı


Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 41

CEMARAD’TA KOLU EZİLİR

Hacda, aşırı izdihamda Şeytan Taşlama


mahallinde yere düşen bir uzman doktorun anlattıkları.
Bu doktor aynı zamanda emekli olana kadar Türk
Hava Yolları'nda çalışmış bir beyefendi. Mehmed Zahid
Efendi ile Hacca gitmek üzere işaret (emir alır). Nasıl olur
diye düşünürken iş yerinde THY ile Kızılay işbirliği
kapsamında Hac döneminde görevli doktor olarak
gideceği kendisine bildirilir.
Hacılara doktorluk görevini büyük bir özveri ile
yerine getiren doktor bey, Arafat ve Müzdelife vakfelerini
yerine getirdik den sonra Mina’ya gelir.
Doktor Beyefendi; Hac ‘da Şeytan Taşlama mahal
inde izdihamdan yere düşer. Üzerine basarak geçen
insanlar kolunu çiğner. Ve kolundaki et kemiğe kadar
sıyrılır. Ne bir kandamlası, ne bir acı hissetmez. Bu
şaşkınlık içerisinde etrafındakilerin de yardımı ile kalkarak
vazifesini yerine getiren doktor; Mehmed Zahid Kotku'nun
yanına gider. Durumu anlatır. Mehmed Zahid Kotku okur
ve kolunu sıvazlar. Yara tamamı ile kapanmıştır.
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 42

Bir kızarıklık ve ileriki günlerde bağlayan kabuk


haricinde hiçbir sıkıntı kalmamıştır.

 Mahmud Esad Coşan Hocanın sohbetinden

CENAB-I HAKK'IN RAHMETİYLE TECELLİSİ

Hz. Ömer’in oğlu Abdullah (r.anhüma) anlatıyor:


Medineliler ’den biri Rasûlüllah’a (s.a.v.) gelerek
“Ya Rasulullah! Senden bazı şeyler soracağım” dedi.
Sonra Sâkif Kabilesinden biri geldi, o da (aynen), “Ya
Rasulallah! Senden bazı şeyler soracağım” dedi.
Peygamberimiz her ikisine de, “Oturunuz” dedi ve
“Medineli kardeşin seni geçti, evvela ona cevap
vereceğim” buyurdu. Medineli olan, “Ya Rasulallah! Sâkifî
olan kardeşim gariptir. Ben hakkımı ona veriyorum,
evvela o sorsun” dedi. Peygamberimiz de Sâkifîye
dönerek, “Ne soracağını sen mi söyleyeceksin? Yoksa
ben mi söyleyeyim?” buyurdu.
O zat, “Sen söyle ya Rasulallah!” dedi. Peygamber
Efendimiz: “Sen bana rükû’, sücut, namaz, oruç
mevzularını sormaya geldin” deyince, o zat: “Seni hak
Peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki,
doğru söyledin ya Rasulallah!” dedi. Peygamberimiz de
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 43

bunların hepsini izah buyurdu, sonra da Medineli ’ye


döndü ve ona da: “Sen mi soracaksın, ben mi
söyleyeyim?” buyurdu. Medineli de: “Sen söyle ya
Rasulallah!” dedi. Peygamberimiz de: “Sen bana, bir
kimse hac için evinden çıkarsa, Allah için Arafat’ta Vakfe
’ye durursa ve nihayet diğer hac vazifelerini de
tamamlayıp evine dönerse, ona ne var? Diye sormaya
geldin değil mi?” buyurdu. Medineli (Ensari) de, “Yemin
ederim ki, hata etmedin tam benim soracaklarımı söyledin
ya Rasulallah!” dedi. Bu defa Peygamberimiz:
“Hac için evinden ayrılıp adım atanın her adımında
günahları silinir ve her adımda ona bir sevap yazılır.
Arafat’a çıkınca ise, Cenabı Hak rahmetiyle birinci kat
semaya tecelli eder ve meleklerine şöyle buyurur:
“Şu tozlara-toprağa bulanmış kullarıma bakın ey
meleklerim! Ve şahidim olun ki, onların günahları göklerin
kataratı (damlaları) ve arzın mevaddi (yeryüzündeki
varlıkların-cisimlerin adedi) kadar bile olsa ben onları afv
eyledim. Onlar evlerine annelerinden doğdukları gibi pırıl
pırıl olarak döneceklerdir.”.*
* Bkz. Müslim, Sahih, Hac, 148; Buhari, Sahih, 98; Ebu
Davud, Sünen, Menasik, 56; İbn Mace, Sünen, Menasik, 84; Muvatta,
Hac, 167
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 44

ÇEÇENİSTAN’DAN YÜRÜYEREK HAC

Rusya’ya bağlı Çeçenistan Cumhuriyeti’nde oturan


Ebu Bekir beş bin kilometre yolu yürüyerek hacca gitti. İki
aydır yollarda olan Ebu Bekir kutsal mekânlara ulaştı.
Yürüyerek hacca gitmeye yemin ettiği için bu yolu tercih
eden Çeçen hacı adayı, günde ortalama 100 kilometre
yol kat etti.
Çeçen Ebu Bekir kutsal topraklara ulaşabilmek için
Türkiye, Suriye ve Ürdün üzerinden yürüdü. Mekke’de El-
Cezire muhabirine açıklamada bulunan Ebu Bekir,
“Yürürken bulunduğum ülkenin vatandaşları bana
yardımcı oldu. Bazıları ise arabalarıyla bana sınıra kadar
eşlik etti. Yorulduğum sıralarda Kuran-ı Kerim ve
ayetlerini okuyarak yorgunluğumu atıyordum. Bu bana bir
ilham kaynağı da oldu.” dedi.
Çeçen hacı, yürüdüğü sıralarda kendisine arabayla
seyahat etme konusunda yardımcı olmak isteyen
insanların teklifine, “Hayır! Atalarımız kutsal topraklara,
Mekke’ye yürüyerek gitmiş. Ben de aynısını yapmam
gerekiyor.” diye yanıt vererek geri çevirdiğini belirtti.
Bu yıl ilk kez Çeçenistan’ın başkenti Grozni’den
Suudi Arabistan’a doğrudan hacılar uçakla gitme imkânı
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 45

bulurken, geçen yıl de bisikleti ile hacca giden bir Çeçen


hacı Rus basınında gündem olmuştu.
Rusya’dan yirmi binden fazla Müslüman kutsal
topraklarda hac görevini yerine getiriyor.
 Fuad Seferov, Moskova, 26 Kasım 2009

Bir kimse Mekke'den (Mekke-Mina-Arafat-Mina/-Mekke)


yürüyerek hac eder ve yine Mekke'ye böyle dönerse, Allah Teâla her
bir adımına karşılık "Harem" sevabından yedi yüz sevap yazar
Denildi ki: "Harem sevabı nedir"? Buyurdu ki: "Onda her bir hasene
yüz bin hasenedir"
Ravi: Hz İbni Abbas (r.anh)---Ramuz El-Ehadis (Ahmed
Ziyauddin Gümüşhanevî) (K.S)-5

ÇEKİRGE İLE TAVAF

Tavaf etmeye gidiyoruz, o sırada da çekirgeler var,


yerler çekirgelerle dolu. Ben de hatıra olsun diye mevta
bir çekirgeyi yerden alıp ön cebime koydum. Gittim,
tavafımı yaptım, tam dönüyorum, aklıma geldi. İşte
sanatçı deliliği dedikleri o herhalde. Dedim ki ya ! Bu
yarın öbür gün gelip rüyamda kocaman, dikilip karşıma
“Ulan ben ne güzel tam Kâbe’nin orada takılıyordum,
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 46

beni niye buralara getirdin ”derse. Dönüşte bunu düşüne


düşüne yine aldığım yere bıraktım.
Sonra otele yaklaşırken de düşündüm, dedim ki!
“Bu çekirge kendini tavaf ettirdi, ne mübarek bir
çekirge.”
 Yaşayan-Mazhar Alanson

DUYUFUR RAHMAN

(Merhaben biduyûfur rahmân!) "Ey Rahman’ın


misafirleri, merhaba! Hoş geldiniz!.." diye yazmışlar
yollarda...
Bugün bir mübarek zatın ziyaretine gittik burada...
Yaşlı, 87 yaşında adam... Mübarek nur olmuş artık...
Burada böyle, Peygamber Efendimiz’in şehrinde
senelerce kalmış... Sofra çok çeşitliydi. Dedim ki,
"Dilenciye bir kap yemek verirler, küflü ekmek verirler,
'Kapının önünde ye bunu!' derler. Bir kap yemek karnını
doyurur, yeter. Biz fakiriz, dervişiz. Siz bize çok yemek
çıkarttınız!" dedim. O da dedi ki: "Siz Duyûfur
Rahman’sınız, biz de hadimleriniziz, hademeyiz!" dedi.
Kıymetinizi bilin muhterem kardeşlerim!.. Duyufur
Rahman’sınız, yâni Rahman’ın misafirlerisiniz.
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 47

Allah size dâvet çıkarmış. Nasip etmiş, gelmişsiniz.


 Mahmud Esad Coşan-24 Mayıs 1993 –
MEDİNE SOHBETİ

EFENDİMİZE GÖNDERİLEN SELAM

Almanya’da yaşayan Türk işçisi Mehmet hacca


gitmeye karar verir. Gerekli müracaat ve işlemlerini
tamamladıktan sonra hazırlıklarını yapıp gidiş tarihini
bekler. Nihayet beklenen an gelip çatar. Komşu, eş dost
ve akrabalarıyla helâlleşip vedalaşır. Arkadaşlarına
Allahaısmarladık demek için iş yerine gider. Türk işçiler
tek tek sıra olup, Mehmet’le kucaklaşıp helalleşir. Bu
sırada Alman ve hristiyan olan ustabaşı Hans’ta onları
seyretmektedir. Neler olduğunu pek anlamamış ki sorar:-
İşçi Mehmet nereye gidiyor?
- Hacca gidiyor.
- Tamam, tamam anladım. Yani Mekke’ye değil mi?
- Evet.
Hacı adayı Mehmet’e hasretle, gözyaşı ile sımsıkı
sarılan arkadaşları:
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 48

- Bize de dua et, Kâbe’ye, Peygamber Efendimize


bizden selam götür, şefaatini bizden esirgemesin
temennileri dudaklarından dökülür.
Bu duygu yoğunluğu içinde, Hans da sıraya girer.
O da bir Türk gibi Mehmet’e sarılır, aynı şeyleri söyler:
- Kâbe’ye ve Peygamberiniz Muhammed’e benden
selam götür.
Orada bulunanlar birbirlerinin yüzlerine şaşkın
şaşkın bakıp kafalarını sağa sola sallayıp “Lâ Havle”
çekerler.
İşçi Mehmet’in Kafilesi önce Medine’ye iner. Otele
yerleştikten sonra Mescidi Nebi’ye gidip namazlarını eda
ederler. Mehmet artık Medine’de Rasulullah Efendimizin
huzurundadır. Ziyaretini yapar oteline döner.
İkinci gün yine Efendimizi ziyarete gider. Orada
uzun uzun dua eder, ailesi, geçmişleri, eşi dostu için
üzerindeki selamları bir bir iletir Kâinatın Efendisine,
herkesi sayıp bitirdikten sonra biraz tereddüt eder sonra;
- Ya Rasulallah! bizim Hans’ın da selamı var!…
Medine’de sekiz gün kalırlar. Mekke’ye hareket
ederler. Umresini tamamlayıp, ihramdan çıkarlar.
Doyasıya Kâbe’yi Tavaf eder, Zemzem’den kana kana
içer. Günü gelince Hac için ihrama girer, Arafat’a Vakfe.
Orada bol bol dua ederler. Akşam Müzdelife, sabah Mina,
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 49

şeytan taşlama derken işçi Mehmet, Hacı Mehmet’tir


artık.
Sayılı gün tez geçer ve hac kafilesi Almanya’ya
hareket eder. Komşular, tanıdıklar evi doldurup boşaltır.
Hacı Mehmet’in izni bitince biraz hurma, zemzem alıp iş
yerine gider.
Arkadaşları etrafını kuşatıp tek tek yine sarılır,
haccını tebrik ederler. Kendisini tebrik edenlerin arasında
sarışın, başında takke, hafiften sakallı birisi gözüne
takılır. Hacı Mehmet biraz dikkatlice bakınca, hayretler
içinde;
- Bu, bu Hans der…!.
Oradakiler - Hans değil, Hasan diyerek tebessüm
ederler. Hacı Mehmet’in şaşkın ve hayret ifadeleri
bakışları arasında, eski Hans yeni Hasan şöyle der;
- Sen gittikten birkaç gün sonra idi. Bir rüya
gördüm: Temiz yüzlü, nurlu bir kişi bana bakıyordu,
sordum
- Siz kimsiniz?
- Ben son Peygamber Muhammed (s.a.v.)’im
- Evet… Evet… Ben işçi Mehmet’le size selam
göndermiştim.
- Selamın geldi, ama imanın gelmedi…! Dediler.
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 50

Ertesi sabah burada görevli bir müftüye gidip


olanları anlattım. Sonrada Elhamdülillah Müslüman
oldum. İsmimi de Hasan olarak değiştirdim.

 Baş Makaleler

EMİR SULTAN 1368—1430

Osmanlı Devletinin kuruluş devrinde Bursa'da


yaşayan büyük veli…. İsmi Muhammed, lakabı
Şemsüddîn'dir. Babasının adı Ali’dir- 1368 (H.770)
senesinde Buhara’da doğdu. Soyu, Peygamber
efendimize dayanır. Ona, Buhara’da doğduğu için
Muhammed Buhari, Seyyid olduğu için Emir Buhari,
Yıldırım Bayezid Hanın damadı olduktan sonra da Emir
Sultan denilmiştir.
Emir Sultan 17-18 yaşlarına geldiğinde babası
vefat etti. Babasının vefatından sonra bir müddet
Buhara’da kaldı. Sonra aldığı ilâhî emir üzerine Mekke'ye
gitti. Hac farizasını yerine getirdikten sonra Medine’ye
geçti. Niyeti, ceddi Rasulullah Efendimizin mübarek
kabirlerine yakın bir yere yerleşmek ve ömrünün sonuna
kadar orada kalmaktı.
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 51

Medine’ye geldiği zaman, kalacak bir yer


bulamadı. Seyitler için ayrılmış bir oda olduğunu duydu
ve oraya gitti. Orada bulunanlar, seyit olduklarını ve
odanın kendilerine tahsis edildiğini söyleyerek, Emir
Sultan'ı yanlarına almak istemediler. Emir Sultan onlara;
"Ben de seyidim." dedi ise de dinlemediler. Hatta "Senin
seyit olduğunu burada kim bilir? Seyit olsaydın hâlinden
belli olurdu." dediler. Emir Sultan onlara; "Ben de burada,
Allah'ın garip bir kuluyum. Bizim yolumuzda gurur ve kibir
yoktur. Gelin beraber kâinatın efendisi Rasulullah
Efendimizin türbesine gidelim. Selâm verelim. Hangimizin
selâmına cevap verirse, onun nesebinin sahih olduğu
belli olsun." dedi. Bu teklif üzerine, onlar türbeye dahi
gitmeden, yüzlerini Rasulullah Efendimizin türbesine
dönerek; "Esselâmü aleyke yâ ceddî!" dediler. Fakat
hiçbirine cevap gelmedi. Emir Sultan, ihlâs ve şevkle;
"Esselâmü aleyke, yâ ceddî!" dedi. Resûl-i Ekrem
mübarek sesiyle "Ve aleyküm selâm, ya veledi!" diye
cevap verdi. Bunun üzerine orada bulunanlar, görünüşte
fakir ve hakir gibi olan Emîr Sultan karşısında büyük bir
mahcubiyet duydular ve af dilediler. Emîr Sultan
hazretleri, Medine-i Münevvere ye yerleşmek ve
ömürlerinin sonuna kadar orada kalmak niyetinde iken,
bir rüya gördü. Rüyasında Peygamber Efendimiz ve
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 52

Hazret-i Ali yan yana oturmuş hâlde idiler. O da gidip


edeple yanlarına diz çöküp oturdu. Hazret-i Ali ona; "Ey
Oğlum! Sana cenap-ı Hak tarafından ceddin
Muhammed'in sünnetini, takva yoluyla öğretmen için Rum
iline gitmen işaret olundu. Senin önünde, ilerleyen nurdan
üç kandil belirecek, o kandiller nerede gözünden
kaybolursa orada kalacaksın. Mezarın da orada olacak."
dedi. Emir Sultan uykudan uyanınca; "Demek ki takdir-i
ilâhî böyle." diyerek yola çıktı. Hazret-i Ali'nin dediği gibi,
üç kandil ona kılavuzluk etti.
Bursa’ya kadar geldi ve oraya yerleşti
 Bursa Evliyaları

EVLİYASI GİZLİ

Medine’yi Münevvere ’de bir Ramazan gecesi


teravih namazı kılıyoruz.1991 yılı idi. O Ramazan
Ürdün’den gelmiş bir aile bizim mahallede oturuyorlar.
Yaşlı bir baba ile iki oğlu her gün teravihe geliyorlar.
Mihraba yakın yerde onlar hemen önümde birlikte
kılıyoruz.
Mescidi Nebevi imamı Eyyüp bu gün namazda
yirmi beşinci cüzü okuyordu.
Ham Mim Ayn Sin Kaf (Şura) diye başladı.
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 53

Zaten Ham Mim Ayn Sin Kaf diye başlarken, bayati


makamında çok hazin bir başlayışla başladı.
“Melekler, yeryüzünde Muhammed ümmetine
müminlere dua ederler, istiğfar ederler; Cenabı Hak’tan
onların affını dilerler” (Şura-5.) Bu ayeti kerimeleri
okuyordu.
Önümdeki ihtiyar birden yere düştü…
İki oğlu selam verdiler. Yanımızda zem-zem
bidonu vardı. Hemen zem-zem getirdiler. Saftaki insanlar
da tuhaf oldular; acaba öldü mü, filan diye…
Bir şeyler konuştular. İhtiyar oğullarına.
“Namazınıza devam edin” diye eliyle işaret etti.
Sağ tarafına yatırdılar. Birisi abasını çıkardı,
başının altına koydu. İhtiyar bir taraftan ağlıyordu.
Namaz bitti. Herkes, “Geçmiş olsun, geçmiş olsun,
dediler!” gittiler. Ben kaldım.
İhtiyar, için için, sessiz sessiz ağlamaya devam
ediyordu. Yaklaştım,
“Geçmiş olsun amca, hayırdır inşallah” dedikten
sonra yavaşça, nezaketle sordum.
“Amca, ayet-i kerime mi dokundu? Seyidine Ömer’
de böyle olmuştu. Ve’t –Tur suresini birisi okuyormuş. Hz
Ömer de böyle düşüp kalmış…”
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 54

Ben böyle, “Ayeti kerimeler mi dokundu amca..”


deyince; ihtiyar ağlayarak şu cevabı verdi: “
Yestavfirûne li men fi’l ard… Yeryüzündeki
müminlere melekler istiğfar ederler; Allah’dan onların
günahlarının affını niyaz ederler… Bu ayeti Şıh Eyüb
okurken, baktım” dedi;
“Mihrapta Peygamber-i Zişan’ı gördüm:” Melekler
ümmetime dua ederler, istiğfar ederler de ben etmem mi
diyor; mihrapta dua ediyordu… Gözümün önünde öylece
tecelli etti; dayanamadım, ayaklarım taşıyamadı,
yıkıldım…”
Amcam merhum (Hacı Veyiszade Mustafa Efendi)
“Medine’de herkes gizli” demişti.
Oğlum Medine-i Münevvere ‘de evliyaullah
gizleniyor. Burada makam mevki, menzil siliniyor.
Buranın hikmeti sırrı budur.
 Alıntı-Ali Ulvi Kurucu: Hatıralar –C.3-sayfa-
377

HAC SEMİNERİNDE YOKMUŞ

2001 yılında on üç hafta eğitim verdiğim bir kafileyi


hacca götürmüştüm. Elli kişilik kafilede seminerlere
sadece iki defa katılmış altı kişiden oluşan bir hacı
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 55

grubumuz vardı. Beşi yaşlı sayılabilecek durumdaydı.


İçlerinde orta yaşlı dinç bir hacı adayı kardeşimiz yaşlılara
rehberliğe soyunur. Kâbe’ye ilk tavafa gittiğimizde bütün
uyarılarımıza rağmen kafileden ayrılarak, yarım yamalak
bilgisi ile umrelerini yaptırmaya kalkışmış.
Bunlar kafileden ayrılıp yavaş yavaş tavafa
başlıyor. Ancak, ikinci şavft ta ikisi tavafı bırakıyor.” Dinç,
bilgili rehberimiz” onları tavaf alanında belirli bir yere
oturtup, diğerleri ile yedi savt’ı tamamladıktan sonra, dinç
hacımız her ikisinin yerine eksik şavtlarını “vekâleten “
onların yerine de tamamlıyor.
Bizim otel girişinde gelen hacılarımızı tek tek
karşılayıp görevlerini yapıp yapmadıklarını
sorduğumuzda, her birinin yedi şavt yapıp tavafı
tamamladıklarını ve Say’larını da yaptıkları şeklinde
cevap veriyor. Tıraş olup ihramdan çıktıktan sonra diğer
hacılara, kendisinin diğerlerinin yerine ’de tavaflarını nasıl
tamamladıklarını anlatınca, durum bize intikal ediyor.
Hacımıza eksik tavafın böyle tamamlanacağını
nereden biliyorsun?... Diye sorunca, aklıyla düşündüğünü
ve vekâlet alınca değil tavaf, haccın bile olacağına
inandığını söyledi. Kendisine Hac seminerlerinde
defalarca her hacının kendisinin yürüyerek tavaflarını
yapmalarını.. Ancak, yaşlı ve hasta olanların özürlü
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 56

arabaları ile taşınarak herkesin yedi şavtı bizzat


yapmasının gerektiğini anlattık. Son olarak, tavafa
çıkmadan otel önünde de söyledik, deyince. “Hocam biz
yoktuk” dedi.
Bu durumda ne gerekir: Tavafın şavtlarının eksik
yapılması durumunda ne gerekir? Tavafın ilk dört şavtı
farz, kalan üç şavtı ise vaciptir. Dolayısıyla ilk dört şavtı
yapan kimsenin tavafı geçerli olur. Daha sonra eksik
kalan şavtlar usulüne uygun olarak yapılırsa her hangi bir
ceza gerekmez. Vacip olan bu üç şavtın biri veya daha
fazlası yapılmazsa, vacip terk edildiği için dem gerekir.
Diğer üç mezhepte ise tavafı yedi şavta tamamlamak
farzdır. Aksi takdirde yapılan tavaf geçersiz olur.
 Yaşayan---Bir hac görevlisinin anısı

HAC’DA MÜFETTİŞ

Yıl 1978, Diyanet İşlerinden Sorumlu Devlet


Bakanının başkanlığında yapılan HAC TOPLANTISI‘NA
İçişleri Bakanlığını temsilen katılmıştım. O yıllarda çeşitli
firmaların düzenlediği hac kafilelerinden aşırı şikâyet
olduğundan ilk defa Diyanet İşleri Başkanlığınca hac
kafilesi düzenleyeceğinden, Pasaport işlemlerinin Genel
Müdürlüğümüzce yürütülmesi öngörülmüştü. Toplantı
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 57

sonunda Sn. Devlet Bakanı bana resmi bir yazı vererek,


gerek sivil hac kafileleri ve gerekse Diyanetin ilk deneme
kafilesi hakkında aksaklıkları tespit ve rapor vermek
üzere bir üst düzey Emniyet Görevlisinin Hacca
gönderileceğini, isimin tespitle kendisine bildirilmesi
talimatını vermişti.
Konuyu Daire Başkanına ilettim, yazıyı verdim.
Birlikte ilgili Emniyet Genel Müdür Yardımcısına çıktık,
Başkan henüz bu tür göreve hazır olmadığını, Genel
Müdür Yardımcısı da böyle bir görevi düşünmediğini
söylemiş ve yazıyı makamında alıkoymuştu. Bir müddet
sonra, kafilenin hareketine az bir zaman kala yapılan
ikinci toplantı sonunda Sn. Devlet Bakanı yazının
encamını, ismin belirlenip belirlenmediğini sordu.
Cevaben evrakı ilgili mercilere arz ettiğimi, talipli
olmadığını, yazının hıfzedilişini anlattım. Bana, benim
gidip gitmeyeceğimi sordu, cevaben çok arzu ettiğimi
ancak yetkililerin beni tefrik(seçmek) etmek
istemeyeceklerini makul sebeplerle izah ettim, sinirlendi
ve hazır olmamı tembihledi. Ben daireye döndüm. Akşam
saatlerinde Devlet Bakanı imzasıyla ulaşan yazıda benim
Hac seyahatim emrediliyor ve hazırlıkların ikmali
isteniyordu. O teklif edilip de burun kıvıranların
homurtuları içinde ben hazırlığımı ikmal ettim. Gerekli
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 58

transit ve oturma vizelerini gri pasaporta işleterek, Sayın


Bakanın son talimatları doğrultusunda, özel bir seyahat
firmasıyla yola çıktım. Pasaportun arka sayfasına isteğim
üzerine Suudi Arabistan Konsolosluğunca,
hatırlayabildiğim kadarıyla “Seyyit Kemal ÇELEBİ,
Düvelül Turkiyye, Vüzeratül Dâhiliye, Müdirül Ecanib,
Seyahatül Seyyare, Küllün Cevazat… Şükran” gibi
ibareler vardı, zarardan çok fayda görmedim, bu da
başka.
Otobüs Hatay ve Yayladağı hudut kapısından
Suriye’ye geçti. Otobüste otuz beş kadar Cidde yolcusu
vardı. Yayladağı’ndan Suriye’ye geçişte ben, ilk
izlenimlerimi not etmek üzere otobüste kaldım, birkaç
Suriye Subayı beni alıp bir odada nargile çeken fesli,
yelekli ve şalvarlı birine götürdüler, yarım saat sonra
otobüs şoförünü çağırıp yola devam etmesini Lazkiye’de
beklemesini, beni yetiştireceklerini söyleyip gönderdiler.
Sorgulayan Gizli İstihbaratçıydı, neler not ettiğimi ne
niyetle seyahat ettiğimi sordular, izah ettim, herhalde
konsolosluğumuzla irtibata geçmiş ve ikna olmuş
olacaklar ki dört saat sonra bir jeep ile otobüse
yetiştirdiler. Karayolu seyahati tam anlamıyla bir ıstırap,
Suriye askeri ve polisi alenen otobüse çıkıyor,
şahıslardan beş ‘er on ‘ar riyal alıyor ve iniyorlardı. Ürdün
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 59

polisine deri ceket rüşvet yetiyor, Suudi Arabistan


hududunda ise bal ve fındık geçer akçe oluyordu. Tabi ki
ben her şeyi not ediyordum. Meşakkatli bir yolculuk
sonrası Medine şehrine vasıl olduk ve ben orada indim,
yanımda Hac Farizası için giden bir hacı adayı ile
Mekke’ye dolmuş bulduk, yolda ihrama girerek Mekke’ye
salimen ulaştım. Orada Diyanet Kafilesi Başkanını
buldum. Bu arada Hac Kafilesi düzenlenip Mekke’de
bulunan Kayın biraderime mülaki oldum. Hac Farizasını
Allah’ın izniyle ikmal edip kayın biraderin kafilesiyle
Medine’ye döndüm. Sekiz gün orada kalıp, bir aylık
süreden sonra Türkiye’ye dönüşe geçtik. Aldığım talimat
gereği Diyanet Kafilesinin benim görevimden haberi
olmayacaktı. Bende kayın biraderime kafilesini Diyanet
Kafilesiyle birlikte hareket ettirmesini söyledim. Böylece
beraber seyahat ediyor, hudut kapılarından aynı anda
geçiyorduk.
Diyanet Organizasyonu diğer kafilelere oranla
daha düzenli ve kaliteli idi, Kızılay ile müşterek işi iyi
götürüyorlardı. Hacıların konaklama ve iaşe, sağlık,
kurban kesme ve Arafat ve Mina’da şeytan taşlama,
Kâbe’de tavaf işleri diğer firmalara göre çok çok iyi idi,
firmaların beherinde on on beş otobüs bilemedin nadiren
yirmi otobüslük hacılarına karşın Diyanetin seksen
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 60

otobüs, yeterli ambulans, sağlık ekibi ve kasabı vardı.


Buna rağmen görevlisi de çoktu ve işin uhdesinden, ilk
denemede, gelebilmişlerdi.
Ürdün Hudutlarından giriş ve çıkışlarda problem
yaşanmamış, ufak tefek bahşişlerle geçişler sağlanmıştı.
Ancak Suriye Hudutlarında durum bambaşka idi. Girişte
sorun yaşamamışken Türkiye’ye çıkışta oldukça zahmet
çekilmişti. Kayınbiraderden bir ambulans, altı otobüs ve
bir eşya kamyonu için çok büyük meblağda açıktan para
istenmiş ve kayınbirader kabul etmeyince iş beklemeye
alınmış, bu arada parayı isteyen Rütbeli istirahate
çekildiğinden, yirmi dört saat adamın gelişi beklenmiş ve
neticede para verilerek yola çıkabilmiştik. Diyanet Kafilesi
ile mesafeyi oldukça açmış geri kalmıştık. Suriyelilerin
resmi dairelerinde asılı devlet haritalarında, Hatay ili
topraklarını kendi sınırları içinde gösterdiklerini bir
haritada ise ta Diyarbakır’a varan altı vilayetimizi de
“Cebelül Bereket” adıyla topraklarına kattıklarını esefle
izledim. Bir haritayı da aşırdım ve yurda getirdim.
Suriyelilerden kurtulup bir oh çekerek sevinç içinde
Cilvegözü Hudut kapımıza vasıl olduk. Bir gümrük
yetkilimiz kafile başkanını sordu, ben olduğumu söyledim,
hiç tereddütsüz sekiz vasıtanız var beheri on bin lira
toplam seksen bin lira verin, kamyonunuza bakmadan
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 61

geçirin dedi ve binaya girdi, hurmaları yakmak, kadife


halı, televizyon, radyo vs. eşyayı zapt etmekle tehdit
de etmişti üstelik. Biz kayın biraderle durum
değerlendirmesi yaparken adamın ayakçısı bir zat
yaklaşarak, bu parayı vermeden asla giriş
yapamayacağımızı söyledi. Ben binaya girdim, orada
görevli mülki amiri buldum, görevimi ve statümü söyledim,
durumu anlattım, himmetleriyle kazasız belasız Hatay’a
yollandık, yolda jandarma ekipleri ve Bölge Trafik
ekiplerine münasip bahşiş dağıtarak yola devam ettik.
Halep’ten ikmal edilen yakıt Ulukışla’da tükendi,
daha önce giriş yapan kafileler perişan vaziyette
yakıtsızlıktan bekleşiyorlardı. İlçe Kaymakamı büyük
hizmet göstererek polis ekibi verdi, onların refakatiyle on,
yirmi litre mazotu on. on beş istasyondan güç bela
tedarikle yola devam ederek sağ ve salimen bitap
vaziyette Ankara’ya ulaşabildim.
Mekke ve Medine’de Türk’ten çok Araplar
Kızılay’ın sağlık hizmetinden yararlanıyor, kuyruklardan
hacılarımıza fırsat kalmıyordu. O yıllarda hac imkânları bu
güne nazaran çok kıttı, kafilelerin hacıları ya çok sağlıksız
ucuz evlerde topluca geceliyor, ya da tuvalet ve duş
imkânı olan, oto garda konaklıyorlardı. Sokakta bir pet
şişe su bir riyale satılırken alacak olanlar çoğalıp su
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 62

azalınca, fiyatı kademeli olarak iki, üç, dört hatta beş


riyale çıkıveriyordu. Bir sakal tıraşına on riyal verdim,
adam üstünü vermediği gibi, kovdu da beni, Belediye
Başkanına çıktım, hac mevsimidir esnaf hasat topluyor
diye alaylıca cevap verdi. Hacılarımızın cehaleti firmaların
dalavere zihniyeti, Arap polisinin kabalığı belleğimde
kalan kalıcı izlenimler oldu. Hele dönüşte Maan kentinde
Diyanet Kafilesinden rahatsızlanan bir hacıyı tüm
ambulanslar halı vs. yüklü olduğundan bizim ambulansla
hastaneye kaldırılışı tam bir rezaletti.
Dönüşte tüm notlarımı rapor haline getirdim. Çok
detaylı idi. Sayın Devlet Bakanına ilettim, yanımda bazen
tebessüm bazen sinirlenerek okudu ve teşekkür etti. Bir
hafta sonra Sayın Bakanın iştirakiyle Diyanet İşleri
Başkanlığında yapılan değerlendirme toplantısında
raporu okuduğumda, zamanın Diyanet İşleri Başkanı Dr.
Tayyar Altıkulaç, kafileleriyle ilgili hususlara sinirlenerek,
bunun adeta çaycı raporu olabileceğini, aslında çok
başarılı olduklarını söylediğinde Sayın Bakan “Sayın
Çelebi’yi böyle teferruatlı rapor hazırlaması için ben
talimatlandırdım, iyisiniz! Ancak Allame-i Cihan’da
değilsiniz, sizinde hatalarınız olabilirmiş” diye Sayın
Başkanı susturmuş, beni huzurunda tekrar övmüş ve
takdir etmişti.
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 63

Devlet Bakanı Sayın Orhan Ferruh Eyüboğlu’nu


hac farizama vesile olduğu, itimat ve teveccühlerinden
dolayı minnet ve rahmetle anıyorum.

 Kemal ÇELEBİ - Emekli Emniyet Müdürü


11 Kasım 1978 –Kurban bayramı

HACCA ÇAĞRILAN DOKTOR

Muhammed hac görevlerini yerine getirmiş, hacı


olmuş, memleketine dönmek için Cidde havalimanının
bekleme salonunda uçağın hareket saatini bekliyordu. Bir
ara yanına bir hacı gelip oturdu. Selam verip
Muhammed’e şöyle dedi:
– Ben inşaat sektöründe müteahhitlik yapıyorum.
Allah’ın büyük lütfu ile bu sene onuncu defadır hac nimeti
bana nasip oluyor...
Muhammed, başını sallayarak müteahhide şöyle
dedi:
– Maşallah! Allah haccınızı ve amellerinizi kabul
etsin, günahlarınızı bağışlasın!
Müteahhit gülümseyerek Muhammed’e dedi ki:
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 64

– Âmin, ecmain... Peki, sen daha önce hacca


geldin mi hiç?
Muhammed az düşündü, sonra da şöyle dedi:
– Aslına bakarsan hacım, benim bu hac seferimin
uzun öyküsü var, başınızı ağrıtmak istemem...
Hacı güldü, sonra da Muhammed’in omuzuna
vurarak dedi ki:
– Gördüğün gibi uçağın kalkış saatini beklemekten
başka bir işimiz yok. Hadi anlat, çok merak ettim.
Muhammed de tebessüm etti ve söze başladı:
– Evet, beklemek... Aslında benim öykümün de
tam başlangıç noktası... Uzun yıllar süren bir bekleyişten
sonra ancak bu sene hacca gelmek nasip oldu.
Özel bir hasta hanede fizyoterapist likle meşgulüm. Tam
otuz sene sürdü hac için gereken parayı toplamam. Hac
kayıtlarını yaptırmak için hastaneden izin alıp bankaya
gitmek isterken, felçli oğlunun fizik tedavisiyle uğraştığım
bir anneyle karşılaştım. Yüzünden hüzün, keder
yağıyordu ve çok üzgün bir hâldeydi. Beni görünce
yanıma geldi ve şöyle dedi:
– Muhammed kardeş, sanırım bu bizim son
görüşmemiz ve hastaneye son gelişimiz olacak, hakkınızı
helal edin, Allah’a emanet olun...
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 65

Benim tedavimden memnun kalmadığını ve oğlunu


başka bir yere nakletmeyi düşündüğünü sandım. Şaşkın
bakışlarımdan ne düşündüğümü fark etmiş olmalıydı ki
şöyle dedi:
– Yok hocam, düşündüğünüz gibi değil. Allah da
şahittir, siz benim oğluma bir babadan daha çok şefkatli
oldunuz ve tedavileriniz de oğluma gerçekten çok iyi geldi
dedi. Sonra da üzgün üzgün yoluna devam edip
hastaneden çıktı.
Müteahhit Hacı da şaşırıp kalmıştı. Muhammed’e:
– Çok ilginç! Madem senin tedavinden memnun ve
oğlu da iyileşmeye başlamış, peki neden tedaviye devam
etmedi?
Muhammed:
– Evet, ben de bunun üzerinde çok düşündüm.
Sonunda yönetime gidip bilgi almaya karar verdim.
Çocuğun babasının işten atıldığını ve tedavi masraflarını
karşılayacak gücünün kalmadığını öğrendim.
Müteahhidin de bu duruma üzüldüğü her hâlinden
belliydi; içten bir ah çekti ve merakını gidermek
maksadıyla şöyle dedi:
– Allah yardımcıları olsun, gerçekten çok zor bir
durum! Kadıncağız ne yaptı acaba?
Muhammed sözlerine devam etti:
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 66

– Dayanamayıp müdürün yanına koştum ve


ondan, çocuğun tedavi masraflarının hastane tarafından
karşılanmasını istedim. Ancak müdür, “Asla! Böyle bir
şeyin mümkünatı yok! Burası özel bir kurumdur
Muhammed, hayır kurumu değil ki.” diyerek yardım
etmeye yanaşmadı.
Üzgün bir hâlde müdürün odasından çıktım. Ancak
çaresiz kadının perişan hâli bir an olsun gözümün
önünden gitmiyordu...
Derken elim bir anda, hac paralarının bulunduğu
cebime gitti. Donup kaldım yerimde. Aklıma bir fikir
gelmişti çünkü...
Başımı göğe kaldırıp şöyle dedim:
– Ey Allah’ım! Sen benim kalbimde olanı, hacca
gitmeyi ve Peygamberinin mescidini ziyaret etmeyi ne
kadar sevdiğimi, istediğimi biliyorsun. Bu arzuma ulaşmak
için de bir ömür çalışıp çabaladım. Fakat ben bu çaresiz
kadını ve hasta oğlunu kendi isteğime tercih ediyorum.
Lütfunu benden esirgeme!
Ardından muhasebe sorumlusuna gittim ve felçli
çocuğun altı aylık masrafını karşılayan hac parasının
hepsini masanın üzerine koydum. Ayrıca kadına da
hastanenin, bu gibi durumlar için ayrılan bir bütçesinin
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 67

olduğunun söylenmesini, ödemeyi benim yaptığımın


söylenmemesini rica ettim...
Müteahhidin gözleri dolmuş, baya duygulanmıştı.
Muhammed’e:
– Aferin sana! Çok iyi bir iş yapmışsın. Allah senin
gibi insanların sayısını artırsın!
Ardın Muhammed’e sordu:
– Peki sen tüm paranı onlara bağışlamamış
mıydın? O zaman şimdi nasıl oluyor da hacdan
dönüyorsun?
Muhammed şöyle cevap verdi:
– Aynı günün akşamı, kaçırdığım hac fırsatının
üzüntüsüyle eve geldim. Üzgün olmama rağmen içimde
çok güzel bir duygu vardı ve mutluydum. Çünkü bir
annenin ve hasta oğlunun sıkıntısını gidermiştim. Bir süre
sonra gözyaşları içinde yatağa uzanıp uyudum ve bir rüya
gördüm.
Rüyada Kâbe’yi tavaf ettiğimi, oradaki insanların
da bana selam verip, “Haccın kabul olsun Hacı
Muhammed! Yeryüzünde hac yapmadan önce
gökyüzünde hac yaptın. Ne mutlu sana! Bize de dua et.”
dediklerini gördüm.
Uyandığımda çok farklı bir his içindeydim. Allah’a
şükredip takdirine razı olduğumu dile getirdim. Henüz
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 68

uyanmıştım ki telefonum çaldı. Hastane başhekimiydi


arayan:
– Yardımıma koş Muhammed! Hastane sahibi bu
sene hacca gitmek istiyor; ama kendi fizyoterapisti
olmadan da gitmek istemiyor. Ne var ki fizyoterapist ’in
eşi hamile ve doğum günleri yaklaşmış, o nedenle de
eşini yalnız bırakamıyor. Acaba sen hac süresince
hastane sahibine eşlik eder misin?
Donup kalmıştım, ne yapacağımı bilmiyordum.
Sevinçten secdeye kapanıp şükür secdesi yaptım. Sonra
da vize için gerekli işlemleri yapıp, hiçbir para ödemeden
hac farizamı yerine getirmiş oldum. Hatta hastane sahibi
yaptığım hizmetten memnun kaldığı için ısrarla bana
yüklü miktarda bağışta bile bulundu. Yolculuk esnasında
hastane sahibine o kadınla felçli oğlunun durumunu
anlattım. O da onların tedavi masrafının hastane
tarafından karşılanmasını, ayrıca hastanede fakirlerin
tedavisi için kullanılmak üzere özel bir bütçe tahsis
edilmesini emretti. Tüm bunlara ilaveten bir de kadının
kocasını şirketlerinden birinde işe aldı... Şimdi Rabbimin
lütfundan daha yüce bir lütuf olduğunu düşünebilir misin
hacı kardeş?
Muhammed’in sözlerini heyecanla dinleyen
müteahhidin gözleri dolmuştu; ayağa kalktı ve
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 69

Muhammed’e sarılarak alnından öptü, sonra da şöyle


dedi:
– Hayatımda hiçbir zaman şu an duyduğum kadar
mahcubiyet duymamıştım. On yıldır peş peşe hacca
geliyorum ve büyük bir şey yaptığımı, her hac yaptığımda
Allah katındaki makamımın daha da yükseldiğini
düşünüyordum. Oysa şimdi anlıyorum ki senin bir haccın,
benim gibilerinin bin haccına bedeldir.” Ben Allah’ın evine
gittim; ama seni Allah, evine çağırdı”...
Anonsun yapılmasıyla müteahhit oturduğu yerden
kalktı; gözleri dolmuş, diline şu duayı mırıldandı.
“Rabbim, yaptığımız cümle Salih ve hayır amellerimizi
bizden kabul eylesin”…

HACCA GİDEN İLK KADIN DOKTOR

Dr. Hümeyra Ökden: Ben hacca gideyim


istiyordum, ama asistanlık yapıyorum. Bir gün hastamın
benden beklemeyeceği bir hizmet yaptım herhalde ki
"Doktor hanım ayağın Kâbe'ye varsın" diye dua etti.
Birden durdum kapıda, "Allah'ım sen hasta duasını kabul
edersin" dedim. Kabul oldu. Kızılay'la doktor olarak hacca
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 70

gittim ilk. Orada da Allah'ım her sene geleyim diye dua


ettim. Sonra Suudi Arabistan doktorlara oturma izni
verince orada kalmaya başladım.
Temmuz 1953'te ilk hac yolculuğum başladı. Hac
yolculuğumuzu gemi ile yaptık, İstanbul’dan başladı ve bir
hafta sürdü. Bir haftada Cidde limanına indik. Akdeniz’i iki
günde geçtik. İskenderiye limanında durduk birkaç saat.
Süveyş Kanalı’nı geçtik. Uzun bir kanal değil ama bazı
yerleri tek yol olduğundan bir günde geçebildik orayı da.
İki günde de Kızıldeniz’i geçtik. Pazar günü de Cidde
limanına indik.
Mekke’de sekiz saat çalışıp vardiya değiştiriyorduk.
İstirahat zamanlarımızda Harem’i Şerif'e gidip tavaf
yapıyorduk. Arkadaşlarla konuşup böyle bir çalışma
sistemi kurmuştuk. Diğer türlü görevimizi yerine
getirmeyip Harem’e gireriz diye düşünüyorduk.
Arafat'a çıktık. Sabahleyin baktım ki, doktor
beylerin hepsi hasta olmuşlar, çadırlardan çıkamıyorlar.
Her ibadet erkeklere kolaydır ama ihram ibadeti kadınlara
kolay. Erkek doktorlar ihramlı ve başları açık olduğu için
sıcaktan rahatsızlandılar. Ben ise, başörtümün üzerine
buz torbasını bağladım, çadır-çadır hastaları dolaştım,
gerekli müdahaleleri yaptım. Bir yandan da; "Ya Rabbi!
Bana her yıl hac nasip et, buraya geleyim" diye dua ettim.
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 71

Hac bitti. Cidde'ye geri döndük. Oradan da


Medine'ye gitmek için yola çıktık. Cidde Medine
arasındaki yolun 160 km asfalttı, gerisi kum. Kumlar yolu
kapattığı için tekerlek izlerini takip ederek, 16 saatte
Medine'ye varabildik.
Medine'ye vardığımızda çadırlar hastanenin
bahçesine kurulmuştu. O zaman sadece Harem'i Şerif'te
ve hastanede elektrik vardı. Hastaneden kablo uzatılarak
bizim çadırların elektriği sağlanmıştı. O yıllarda Suudi
Arabistan zayıf ve fakirdi. Amerikalılar ilk petrolü
çıkarmaya başladıklarında Arabistan'a % 10 pay
veriyorlardı.
Medine'den ayrılacağımız son gün Peygamberimizi
(sav) ziyarete gittim. Önde erkekler olduğu için arkada
durdum. İçimden: Ya Rabbi! Medine’den bu gün
ayrılıyorum. Rasulullah’a biraz daha yaklaşabilsem diye
dua ediyordum. Bir baktım başımdaki polis; "Sıhhiye"
dedi. Beni çağırdı. Erkekler yol açtı. Resulullah’ın
huzuruna girince, bana öyle bir edep geldi ki; "Ben buraya
nasıl geldim" dedim. Sonraki yıllarda, bir gün Mescitte
otururken, harem ağası*(1) beni çağırdı ve Ravza’dan
süpürdükleri tozdan verdi. Bir kısmını kabirlere serptik. Bir
kısmını ise hala saklarım. Hala mis gibi kokar...
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 72

*(1)Harem ağalarını Abdurrahman Büyükkörükcü


1974 ilk haccında görmüş, Kadın kısmı bölünmeden
önce, bazı kadınlar erkek safları arasında kalınca onları
aradan çıkarıp, kadın safına getirirmiş.

MEHMED ZAHİD KOTKU İLE İLGİLİ BİR ANI

Ben reçete yazarken kendi ismimin yanına İçimden


“Bismillahirrahmanirrahim” derken besmelenin “B” sini
koyardım, kendi ismimim yanına belli olmayacak şekilde.
Ama Mehmed Zahid Kotku hoca efendi okumuş,
anlamıştı yazımı.
İlk tanışmamız hacca giderken. İstanbul vapuruyla
gittik. Güzel bir vapur.. Bin yolcusu vardı. Biz ilk kafile ile
gittik son kafile ile döndük.
Babamla gittiğimiz ikinci haccın dönüşünde idi.
Gemide çiçek salgını olduğu söylendi ve gemi
karantinaya alındı. İzmir açıklarında bir hafta kadar
gemide bekletildik. O gemide İskender paşa cemaatinden
Mehmed Zahid Kotku Efendi de bulunuyormuş.
Herkes tabi orda, müftüler, imamlar, zengin
tüccarlar falan var. “Maşallah doktor hanım tebrik ederiz ”
falan derlerdi. Mehmed Zahid Efendi yanıma kadar
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 73

gelirdi. Ben de onu dedeme benzetirdim. Dedem de onun


gibiymiş. Zaten o da Kafkaslıymış. Öyle beyaz, azcık
tombulca, kumral sakalı, güler yüzlü. Orda işte, vapurda
beraber bir hafta yolculuk… Sonra çiçek şüphesi oldu.
Bizi bir hafta İzmir’in Urla limanında karantinaya aldılar.
Oldu on beş gün vapurda hoca efendi ile. Hoca efendinin
sancısı tutmuş. Erkek doktor gitmiş, iğne yapmış,
bırakmış, ağrısı geçmemiş. Hoca efendi beni ismimle
çağırttırdı. Ben de lazım gelen tedaviyi yaptım ama
bırakmadım. Oturdum, sohbet ettik. O kendini tanıttı.
Ondan sonra başladı sohbet. Onunla sohbet etmek,
onu dinlemek insana büyük bir huzur veriyor.

 Dr. Hümeyra Ökden-Basındaki


röportajlarından

HACI OTELDE KARETE DERSİ VERİYOR

Yakın dövüş sanatı uzmanı bir hacı adayımız, otel


lobisinde hacılara uygulamalı bir şeyler anlatıyordu.
Yanına gittiğimde duyduğuma inanamadım. Hacı
adayımız: “Tavaf alanında arkadan birisinin omuz
vuracağını hissederseniz omzunuzu öne doğru çekin,
sonra birden normalleşin. Arkanızdakinin darbeyi aldığını
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 74

göreceksiniz”… Diye anlatıyor. “Hacım burada kimse


tavaf alanında yakın dövüş yapmaya gelmemiştir. Böyle
şeyler konuşma” desem de o: “Bu Afrikalı iri yarı kaslı
zenciler bizim zayıf, çekingen Türkleri eziyor. Ben
öğreteceğim taktikle ezilmelerini önleyeceğim diyordu.
Kısa bir süre sonra Arafat’a çıktık. O dönemde
Türk hacılarının kullandığı hızlı yol sistemi olmadığından
otobüslerin ikinci turunu beklemeyen güçlü hacılar yaya
olarak Arafat’tan Mekke’ye kadar yürüyordu. Karateci
hacımız da yaklaşık 40 kişiyle birlikte yanımızdaydı.
Saatler sonra şeytan taşlamaya geldiğimizde biraz
sıkışıklık olduğunu görüp hacılara taş atmadan yandan
geçme talimatı verdim ve taşlamayı arka kısımdan
yaptırdım. Ancak karateci hacımız eşiyle birlikte bizden
ayrılıp ön kısımdan taşlamaya gitmiş. Buluşamayınca
Şişe mahallesindeki otelimize döndük.
Ben hacımız ve eşinin otele gelmediğini anlayınca
bahçede beklemeye başladım. Kısa bir süre sonra uzakta
ihramının üstü olmayan, altındaki bembeyaz ihramı siyah
renge bürünmüş ve yanındaki eşine dayanıp,
topallayarak gelen hacımızı görünce koşarak yanına
gittim. Bahçede uygun bir yere oturtup durumu anlamaya
çalıştım. Hacının anlattığına göre; şeytan taşlamada bir
gurup zenci ile yan yana gelmişler ve itişirken dalgalanma
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 75

oluşmuş. Hacımız hanımını korumaya çalışırken yere


düşmüş ve dengesini koruyamayan birçok kişi de üzerine
basmış. Hanımı eşinin kalkamadığını görünce yüksek
perdeden bir çığlık atmış ve bir boşluk olmuş. Hacının
ifadesine göre: “Oluşan bir anlık boşlukta çabalamama
rağmen kalkacak gücü bulamadım. O sırada kapkara
güçlü bir elin bana uzandığını gördüm. Kısa bir
tereddütten sonra iki elimle tutundum ve beni kaldırdı. O
siyah el olmasaydı ben ölmüştüm. Sonra bizi otelin
yakınına kadar getirdi. Ben gören olur diye daha fazla
getirmemesi için ısrar ettim. Bizi zor bıraktı” dedi.
Hacımızı birkaç gün gecikme ile Ziyaret tavafına
götürdüm. Tavaf alanında iki omuzunu kimseye
değdirmemek için içeriye çekiyor, kimseye değmeden
tavaf yapmaya çalışıyor, Birisine değerse haliyle veya
diliyle özür diliyordu. Onun bu durumundan endişelenerek
omuzlarında yara olabilir veya psikolojik desteğe ihtiyacı
olur diye “Seni tedavi ettirelim Hacım” teklifinde
bulunduğumda. Bana manalı-manalı baktı ve “Ben tedavi
oldum. Sen de bu olanların sebebini biliyorsun” dedi.

 Yaşayan- Bir görevlinin anısı


Konu Tavaf Ve Say`in Ahkamı-Kütüb-i Sidde
Ravi İbnu Abbas
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 76

Hadis Rasulullah (sav) buyurdular ki: "Beytullah


etrafındaki tavaf, namaz gibidir. Ancak bunda
konuşabilirsiniz, öyle ise, kim tavaf sırasında konuşursa
sadece hayır konuşsun."
HadisNo 1366

HEKİMOĞLU ALİ PAŞA YÜZ SALAVATI UNUTMUŞ

Sultan III. Osman’ın padişahlığı döneminde (1754-


57) İstanbul’da bir tüccar iflas eder. Bütün mal ve
servetini kaybettiği gibi bir de borca girer. Bu sıkıntılı
durumda iken müracaat ettiği bütün eş dost kapıları
yüzüne kapanır. (İslâm’da sosyal dayanışmanın bir kuralı
ve sevabı da büyük olan ‘Karz-ı hasen’ yani ödünç verme
sistemi sanki unutulmuştur.) Adamcağız bu çaresiz
haldeyken bir gece rüyasında Peygamberimizi görür ve
O’ndan yardım ve destek ister. Peygamberimiz ona:
“Git Allah’ın makbul kulu Ali Paşa’ya benden
selâm söyle, sana 100 altın versin” der.
Adam: - “Ya Rasulullah, ben Ali Paşa’ya
selâmınızı iletir, bana 100 altın vermesini emrettiğinizi
söylerim ama, bana inanmaz” der. Hz. Peygamber
(S.A.V.) şöyle buyurur:
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 77

-“Sana inanması için belge vereceğim. Ali Paşa


bana her akşam 100 salâvatı şerife okurdu. Ama geçen
perşembe akşamı okumadı! Bunu kendisine söylersen
inanır.”
Sabah olunca adam hemen Ali Paşa’ya koşar.
Rüyasını anlatır, ancak Ali Paşa:
-“Peygamberimiz niye bana söylemiyor da sana
söylüyor?” Diye inanmak istemez. Adam, Hz.
Peygamber’in (S.A.V.) belirttiği belgeyi öne sürer.
-Efendim sizin bana inanmayacağınızı Hz.
Peygamber’e (S.A.V.) söyledim. O da bana bir belge
verdi. Siz her gece Efendimize 100 salâvatı şerife
okuyormuşsunuz. Ancak geçtiğimiz perşembe akşamı
okumamışsınız” der. Ali Paşa düşünür ve hakikaten o
gece okumadığını fark eder. Bunun üzerine adama şöyle
der:
- “Peki, Hz. Peygamber sana ne söyledi ise aynen
tekrarla.” Adam tekrarlar:
- “Git! Allah’ın makbul kulu Ali Paşa’ya benim
selâmımı söyle, sana 100 altın versin.” Ali Paşa:- “Bir
daha söyle.” Diye tam yedi defa tekrarlatır. Adam Ali
Paşa’yı kendisiyle alay ediyor sanır ve paradan da
ümidini keser ki, Hekimoğlu Ali Paşa:
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 78

-Sana Peygamber’in (S.A.V.) her selâmı için 100


altın vereceğim. Yedi defa tekrarlattım 700 altın eder” der
ve gerçekten 700 altını verir.
 Kıssadan Hisseler

HELAL RIZIK

Gencin birisi Kâbe’de hep, “Ey doğruların


yardımcısı olan Allah’ım, ey haramdan sakınanların
yardımcısı olan Allah’ım, sana hamdü sena ederim” diye
dua eder.
Bu durum herkesin dikkatini çeker.
Birisi, (Neden hep aynı duayı yapıyorsun, başka bir
şey bilmiyor musun?) der.
O da anlatır: –Yedi sekiz sene önce yine Kâbe’de
iken içi altın dolu bir torba buldum. Tam 1000 altın vardı.
İçimden bir ses (Bu altınlarla, şunları, şunları yaparsın)
diyordu.
–Hayır dedim kendi kendime, bu benim değil,
başkasının malı, kullanmam haram olur dedim.
Bu sırada birisi, “şöyle bir torba bulan var mı?” diye
bağırıyordu.
Çağırdım onu, nasıl bir torbaydı, içinde ne vardı
diye sordum. Torbayı tarif etti ve içinde 1000 altın vardı
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 79

dedi. Al öyleyse torbanı diyerek verdim. Adam torbayı


açıp içinden bana 30 altın verdi.
Pazara gittim. Temiz yüzlü genç bir esiri överek
satıyorlardı. Gencin temizliği dikkatimi çekti.
Yanlarına gittim, bu köle için ne istiyorsunuz
dedim. 30 altın dediler. Adamdan aldığım 30 altını verip
genci satın aldım. Bir iki yıl geçti. Genç çok çalışkan, çok
edepli idi. Onu aldığıma çok memnun olmuştum.
Bir gün onunla giderken karşıdan iki üç kişi geliyordu.
Genç bana dedi ki;
– Efendim, ben Fas emirinin oğluyum. Bu gelenler
babamın adamları. Beni buldular. Senden beni satın
almak isterler. Sen iyi bir insansın, onlara 30 bin altından
aşağıya satma dedi.
O kişiler yanıma geldi, bu esiri bize satar mısın
dediler. Satarım dedim. 60 altın verelim dediler. Olmaz
dedim. İyi ama sen bunu 30 altına almadın mı? Biz sana
iki mislini veriyoruz dediler. Öyleyse gidin pazardan alın
dedim. Artıra artıra 20 bin altına kadar çıktılar. 30 binden
aşağı olmaz dedim.
Çaresiz kabul ettiler. Altınları verip, genci alıp
gittiler. Ben o 30 bin altınla işyerleri açtım, ticaret yaptım,
daha çok zengin oldum.
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 80

Bir gün bana arkadaşlar, “çok zengin bir ailenin iyi


bir kızı var. Babası yeni vefat etti. Onunla seni
evlendirelim” dediler. Ben de “olur” dedim.
Nikâh kıyıldı. Deve yükleri çeyizini getirdiler. Çeyiz
arasında bir torba dikkatimi çekti. Kıza, “bu nedir” dedim.
“İçinde 970 altın var, babam Kâbe’de bunu
kaybetmiş, bulan gence 30 unu vermiş. Kalanını da bana
hediye etti, çeyizine koyarsın dedi“.
Demek ki bulduğum altınlar benim rızkım imiş,
vermese idim haram yoldan gelecekti, şimdi helâl yoldan
yine bana geldi. Bana yardım edip haramlardan koruyan,
nice nimetler ihsan eden yüce Rabbime hamt ederim.
Acı da olsa, doğruları söyleyiniz. (hadis)
Takdirden ötesi yok… Nasipten ötesi yok…
 Kıssalar

HER ŞEY ONDAN

Amcam merhum öyle demişti:


“Oğlum Medine-i Münevvere de evliyaullah
gizleniyor. Burada makam, mevki, menzil siliniyor.
Buranın hikmeti sırrı budur. Burada etrafı bir tevazu, bir
nur, bir esrar perdesi kaplıyor… Güneşin doğmasıyla,
yıldızların silinmesi, şehir ışıklarının sönmesi gibi, veliler
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 81

velisi, peygamberlerin imamı, peygamber-i Zişan’ın


himmeti, ruhaniyeti, maneviyatı, letaifi örtüyor; burada
gizli bir perde var yavrum.
“Burada herkes edeple gezsin, herkese hüsnü zan
etsin diye, böyle bir hal var. Hiç belli olmaz. İşçidir
tamirciler, hamaldır; ama Allah'ın veli kuludur. Aman
yavrum, burada kimseye kusur bulma, kendi kusurunu
gör. Her gördüğünü Hızır, her geceyi Kadir bil oğlum!..”
Amcamın böyle bir tavsiyesi vardı. Öyle demişti:
Medine-i Münevvere’ de ben bu hali gördüm. Makam,
mevki, mansıp (Yüksek memur), şeyh, kutup, gavs,
evliyaullah burada gizli…. Burada hepsi siliniyor.
Medine-i Münevver’de bulunan insan zamanla bazı
şeylere şahit oluyor. 1953'de Evkaf da memur’dum.
İnşaat ve sicillat daireleri başkanıyım. Osmanlı'dan kalma
tapular, siciller, kayıtlar olduğu için, bu dairenin
başkanının Türkçe bilmesi şart idi. O sebeple kimseleri
tayin ödemediler, ben tayin oldum. Orada çalışıyorum.
Bir gün öğle namazını kıldım. İçimde her zaman
bulunmayan bir sıkıntı var… Arkadaşlara: “Ben biraz
rahatsızım, eve gideceğim.” Dedim; “Pekâlâ” dediler.
Valide o zaman hayattaydı. İki keçimiz vardı. Sütü
sağılır; evde yoğurt peynir yapılırdı. Keçiler için eve
mutlaka yonca götürmek lazım. Yonca pazarına uğradım.
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 82

Yoncayı aldım. Aldığımız yoncayı hamala veririz. Bağ


yapar, başlarına koyar, taşırlar yahut iple sırtına vurur
götürürler. Adetleri öyledir.
Hamal için bakındım. Nur yüzlü bir Yemenli
yetmişlik bir ihtiyar… İpini omuzuna atmış, hazin bir
tavırla bekliyor.
“Başkasına verme, yoncayı.” ben götüreyim der
gibi acıklı duruşunu gördüm; Faddal ammi, buyur amca
al….” dedim. Yoncayı aldı. Ben önde, o iki adım arkada,
eve doğru yürümeye başladık.
Hamal amca yonca’yı başına koyduğu dakikadan
itibaren başladı:
“ Elhamdülillah, La havle ve la kuvvete illa billah,
küllün minhu, Elhamdülillah, küllün minhu...”
“Küllün minhu, her şey ondan, her şey ondan…”
“Lenyusibena İlla ma keteballahu lena… Başımıza ancak
Alla hu Teâla’nın tayin ve takdir eylediği şeyler gelir.
Başımıza gelenler onun takdiridir… Her şey ondan, her
şey ondan…” “Ve’s-sabirine fi’l-be’sai ve’d-darrai ve hine’l
be’s…; gerek sürur, gerek sıkıntı anında, hayatın her
safhasında, Allah'tan gelen kaza ve kadere teslimiyet
gösteren, sabırlı kimseler, işte takva sahipleri bunlardır…”
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 83

Allah şahidimdir. Eve kadar o beş yüz metrelik


yolu, o adam bu tesbihlerle yürüdü… Allah’ım şahittir,
artık o hale geldim ki,
“Kütüphane yandı… Evin yandı, içinde annen,
kızım, oğlun, hanımın da yandı Kül oldu” deseler, “Eh,
küllün minhu, her şey ondan; onun takdiridir.” diyecek
hale geldim….
Eve yaklaştık. Evin önündeki bahçe duvarını
geçtik. Baktım, bir kalabalık var. Bizim evin önü insan
dolu. Harem-i Şerif'ten çıkmışlar, herkes evine gidiyor,
sokak insan dolu, hayırdır inşallah!
Beni karşılayanlar;
“Geçmiş olsun, geçmiş olsun; inşallah geçmiş
olsun!” diyorlar.
“Hayırdır? Ne oldu?”
“Hayır inşallah hayır La be’s, la be’s, hayırdır; Alla
hu latifun, Allah hu latifun…
Sokakta evin önünde kan var, eşikte daha çok kan
var… Artık kemal’i teslimiyetle içeri girdim. “Herhalde bir
ölü var.” Diyordum… Annem karşıladı: “Oğlum bir kazaya
uğradık. İbrahim üçüncü kattan, balkondan düştü. Başının
üzerine… İçeride… Seni bekliyorduk. Daireden aradık,
çıktı dediler…” Koştum, çocuğu kucağıma aldım. Beş
yaşındaydı. Ağzından, burnundan, kulaklarından kan
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 84

geliyor. Kafası çatlamış… Hemen bir arabaya atladım;


doğru hastaneye… Herkes tam öyle tatiline çıkmak
üzereyken, neyse yakaladık. Röntgen çektiler. Çocuk
kanlar içinde baygın... Entarim kan içinde kalmış.
Bizim birader Ziya orta mektepte hoca idi. Mektep
müdürü Ahmet Boşnak Bey’le beraber koşup geldiler. O
günlerde Medine-i Münevvere Melik hastanesi’nde
operatör olarak çalışan Şamlı Dr. Şefik isminde bir kardeş
vardı, çocuğa o bakıyor. Röntgen çekildi, iğne vurdular,
İbrahim annesiyle beraber hastaneye yattı. Dr. Şefik
bana,
“Hocam İbrahim uyudu.” Biz lazım gelen şeyi
yaparız. Annesi madem yanımda yatıyor, sizin ayakta
durmanıza lüzum yok. Ravza-i Mutahhara’ya gidin, dua
edin.” Dedi.
Doktor beni savdıktan sonra, biradere ve Boşnak
Ahmet Bey’e şöyle demiş;
“Dua edin. Allah lütuf buyursun. Eğer arıza
bırakacaksa, Allah alsın, yeni bir evlat versin… Yara filan,
onlar mühim değil, dikeriz, kavuşur… Ama beyinde bir
sarsıntı olur, çocuk hayatta kalırsa, aklı şuuru tam olmaz;
evinden çıkar, evine dönemez…
Akşam namazını kıldım; hastaneye döndüm.
İbrahim daha önce uyanmış. Annesine,
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 85

“Anne burası iyi değil, karanlık; evimize gidelim.”


Demiş.
Hastanenin loşluğundan hoşlanmamış.
Doktor Şefik Bey, gelip sormuş:
“Hacı Hanım. İbrahim uyanınca ne dedi?”
“Anne burası karanlık, evimize gidelim, dedi.”
“Elhamdulillah! İşte bu iyiye alamet…”
Ben varıncaya kadar, amcası bir küçük otomobil
filan almış… Baktım, oturmuş, oynuyor. Başı sarılı…
Rabbimize hamd olsun. İbrahim yaşadı, okuduğu, makine
mühendisi oldu.
Hani amcamın, “Oğlum burada veliler gizli…
Hamaldır ama belki velidir.” sözü vardı ya? İşte hamalın
velayetini gözümle gördüm.
Mübarek beni, beş yüz metre yol boyunca, iki adım
arkamdan, devamlı,
“Her şey Allah'tan, Her şey ondan, ondan gelene
sabır, sabır sabır…” diye zikir ve tesbihler le o hale getirdi
ki, sanki bir hasta bakıcı, bir operatör gibi soğukkanlı,
telaş etmeden, kanlar içindeki çocuğu kucağıma aldım,
yürüdüm… Beni öyle teskin etti, teskin etti.
Yoksa ben o halde görünce çok üzülür, sarsılır,
bayılır, bir şeyler olurdum… Annem sormuştu:
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 86

“Oğlum, neydi sen de o günkü teslimiyet?...”


Anneme olanları anlattım.
Ah oğlum, amcan demişti ya! İşte bu da amcanın
kerameti…
Efendim, Medine-i Münevvere’nin tecellileri
bambaşkadır…
 Alıntı-Ali Ulvi Kurucu: Hatıralar –C.3-sayfa-
378.383

HER ADIMDA SALAVAT

Kâbe-i Muazzama’yı tavaf ediyordum. O esnada


bir kimseyi gördüm. Her adımda salavat-ı şerife
getiriyordu. Merakla kendisine sordum:
Niçin sadece salavat-ı şerife okuyorsun? Her
makamın bir duası vardır. Başka dua bilmiyor musun?
O kimse bana dönerek şunları anlattı:
Babamla beraber, Hac niyetiyle yola çıkmıştık.
Gelirken babam yolda vefat etti. Yüzü siyahlaşmış,
kendisi çok korkunç bir hal almıştı. Ben mahcup olmaktan
korktuğum için, durumu kimseye söyleyemedim. Mahzun
ve mükedder olarak babamın yüzünü örttüm. Bir müddet
sonra gecenin sessizliği ortalığı kaplamıştı.
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 87

Üzerimdeki hayret ve dehşet hiç geçmemişti. Bir


taraftan yolculuğun verdiği yorgunluk, bir taraftan başıma
gelen bu sıkıntı beni iyice yormuştu. Gayr-i ihtiyari
uykunun kollarına bırakmıştım kendimi.
Çok geçmemişti ki, rüya mıydı gerçek miydi,
bilemedim. Çadırı beyaz elbiseleri içerisinde nurani bir zat
şereflendirdi.
Birden etrafı çok güzel bir koku kapladı. O güne
kadar ondan daha güzelini koklamamıştım. İzzet ve
vakarla gelip, babamın başı ucuna oturdu. Yüzünden
perdeyi kaldırarak, mübarek elini babamın yüzüne sürdü.
İçerideki matemin yerini sürur, zulmetin yerini ise nur
almıştı.
Gözlerimi, o zatın mübarek yüzünden başka bir
tarafa çeviremiyordum. Bir ara gözüm babamın yüzüne
ilişti. Gördüklerim hayretimi daha da artırdı. Babamın
yüzü eskisinden daha güzel görünüyordu.
O mübarek zat, babamın yanından aynı vakarla
kalkıp ayrılacakken; hemen minnet ve şükran ifadeleriyle:
Siz kimsiniz, beni ve babamı bu gurbet elinde, bu
büyük beladan kurtardınız diyerek eteğine sarıldım.
Ben Sahib-i Kur'an Muhammed Mustafa’yım. Senin
baban günahkâr biriydi. Ama benim üzerime salavat-ı
şerife getirmeyi de hiç ihmal etmezdi. Babanın bu halini,
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 88

her gün okuduğu salavat-ı Şerife’yi bana getiren melek


haber verdi, dedi ve gözden kayboldu.
Uykudan uyandım. Rüyada hissettiğim güzel koku
çadırın içindeydi. İlk işim korku ve merakla babamın
yüzünü açmak oldu. Perdeyi kaldırdığımda gözleri
sürmelenmiş, yüzü nurlanmış, içindeki sürur yüzüne
aksetmiş olduğu halde babamı görünce, gözyaşlarıma
hâkim olamadım.
Ve o günden sonra ahdettim. Devamlı olarak
salavat-ı şerife ile meşgul oldum.

 Süfyan-ı Sevri (k.s)'den bir menkıbe

Hz MUHAMMED (S.A.V) KABRİNİ ÇALMAK İÇİN

Kaynaklarda yazdığına göre Mağrip (Fas)


müşriklerinden (puta tapanlardan) iki kişinin, Hz
Muhammed'in (S.A.V) na’şını kaçırmaya çalışıp Mağribe
götürme girişiminin son anda fark edilip engellendiğini
biliyor muydunuz? Bu 557 Hicri (1161 M.) yaşanmış o
olaydır…
Allah’ü Teâla sevgili Peygamberimizi hayatında
insanların kötülüklerinden koruduğu gibi vefatından sonra
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 89

da O'nun mübarek vücudunu korumuştur. Şimdi


anlatacağımız tarihi bir olay bunun açık delilidir. Şöyle ki:
Hıristiyanlar Peygamberimizin mübarek vücudunu
kabrinden kaçırıp Avrupa'ya getirmek üzere iki kişiyi
görevlendirdiler. Bu kişiler Müslüman kıyafetine
bürünerek, güya Hac yapmak için yola çıktılar.
Peygamberimizi ziyaret etmek bahanesiyle de Medine'ye
vardılar ve Mescidi Nebi'nin kıble tarafında
Peygamberimizin kabrine çok yakın bir eve yerleştiler.
Bunlar, namazları mescidde kılıp Peygamberimizin
kabrini ziyaret ediyorlar, her sabah Baki Kabristanı'na
cumartesi günleri de Kuba mescidine gidiyorlardı.
Kılık kıyafetleri ve fakirlere yaptıkları yardımlarla
halkın güvenini kazanmayı başaran bu kişiler,
Peygamberimizin mübarek vücudunu kaçırmak için
geceleri bulundukları evden Peygamberimizin kabrine
doğru gizlice tünel kazmaya başladılar. Buradan çıkan
toprakları torbalara doldurarak kabirleri ziyaret
bahanesiyle Baki kabristanına döküyorlardı. Böylece
devam ederek kazdıkları tünel Peygamberimizin kabrine
iyice yaklaştı. Peygamberimiz için çok büyük bir tehlike
olan bu durumdan ise halkın haberi yoktu.
İşte tam bu sırada, adaletli hükümdar olarak
tanınan ve haçlılara karşı başarılı savaşlar yapan,
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 90

Ortaçağ İslam tarihinin parlak siması Selçuklu Atabeyi


Nurettin Mahmut Zengi Aksungur (1146-1174) her zaman
olduğu gibi yine bir gece teheccüd namazını kılıp yatmıştı
ki, rüyada Peygamberimizi gördü. Peygamberimiz ona iki
sarışın yüzlü adamı göstererek:
“Ey Nurettin! Beni bunlardan kurtar!” dedi.
Gördüğü bu rüya üzerine feryat ederek uyandı.
Abdest alıp namaz kıldıktan sonra yattı. Yine aynı rüyayı
gördü. Yine feryat ederek uyandı. O gece aynı rüyayı
üçüncü defa görünce kalktı ve iyi bir insan olan veziri
Cemalettin Mavsili'yi yanına çağırdı, gördüğü rüyayı
anlattı. İstişare ederek, Medine'ye gitmeye karar verdiler.
Kimseye duyurmadan hükümdar, veziri ile beraber yirmi
süvari ve pek çok eşya ile Şam'dan yola çıktılar. Gece
gündüz devam ederek 16 günde Medine'ye vardılar.
Hükümdar, abdest alıp Mescid-i Nebi'ye girerek iki
rekât namaz kıldı ve Peygamberimizi ziyaret etti. Medine
halkı hükümdarın yanına toplanmıştı.
Vezir; “Hükümdar, Peygamberimizi ziyaret
maksadıyla gelmiş, yanında da sizlere hediye getirmiştir.
Medinelilerin isimlerini yazın” dedi. Onlar da bütün
Medinelilerin isimlerini yazdılar. Bu isimlere göre herkes
gelip hükümdardan hediyesini almaya başladı. Bundan
maksat; Peygamberimizin, rüyada: “Beni bunlardan
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 91

kurtar” dediği o iki kişiyi tanıyıp tespit etmekti. Bunun için


hediyeleri hükümdarın huzuruna gelerek alıyorlar, bu
esnada hükümdar gelenlere dikkatle bakıyordu.
Herkes hediyelerini aldı. İsim listeleri bitti. Fakat
hükümdar bu gelenler arasında Peygamberimiz
tarafından rüyada kendisine gösterilen iki kişiyi göremedi.
Bunu üzerine; “Hediye almayan kimse kaldı mı?”
diye sordu. Orada bulunanlar dedi ki:
“Kimse kalmadı. Ancak Endülüs'ten gelen iki kişi
var. Onlar kimseden bir şey almazlar. İhtiyaç sahiplerine
çok sadaka vermektedirler.”
Hükümdar onların da yanına getirilmesini istedi. O
iki kişi de huzuruna getirildiler.
Hükümdar onların rüyada kendisine gösterilen
kişiler olduğunu tanıdı ve kendilerine nereli olduklarını
sordu. Onlar da; “Biz Endülüs'ten Hac maksadıyla geldik
ve bu sene Peygamberimizin yanında bulunmayı arzu
ettik.” diye cevap verdiler.
Hükümdar, nerede kaldıklarını sordu. Mescidin
yakınında olduklarını söylediler. Hükümdar onlarla
beraber evlerine gitti. Evde süslü kitaplar ve değerli
eşyalar gördü. Bu arada halk, onların her gün oruç
tuttuklarını, namazlarını mescitte kıldıklarını ve hiçbir
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 92

dilenciyi boş çevirmediklerini söyleyerek bu iki kişiyi


övüyordu.
Nurettin Zengi odayı dolaştı ve burada serilen
hasırı kaldırdı. Baktı ki altında kazılmış bir tünel var.
Tünel ta Peygamberimizin kabrinin yakınına kadar
uzanıyordu. Bunu gören halk mahcup olup başlarını
önlerine eğildiler ve artık söyleyecek bir şey bulamadılar.
Bunun üzerine hükümdar bu iki kişiyi sorguya
çekti. Onlar da gerçekte Müslüman olmadıklarını ve
Peygamberin vücudunu buradan alıp ülkelerine kaçırmak
için görevlendirildiklerini itiraf ettiler. Bunu yapabilmek için
derviş kıyafetine bürünerek halkı kandırdıktan sonra
geceleri tünel kazmaya devam ettiklerini ifade ettiler ve;
“Peygamberin kabrine iyice yaklaştığımız gece gök
gürültüsü ve şimşekler öyle bir sarsıntı meydana getirdi ki
sanki dağlar yerinden oynayacaktı. Bundan fena halde
korktuk ve sabahleyin de sizin geldiğinizi haber aldık.”
dediler.
Hükümdar, suçlarını itiraf eden bu kişileri idam etti.
Bu olaydan sonra Nurettin Zengi, Peygamberimizin
kabrinin çevresinde derin hendek kazdırdı ve bu hendeği
kurşun eriterek doldurdu. Böylece Kabr-i Saadet,
çepeçevre kurşunla muhafaza altına alınmış oldu.
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 93

İşte Yüce Allah, düşmanların hilelerini boşa


çıkarmış ve Sevgili Peygamberimizi böyle korumuştur.

 Bu olay, H: 557/M:1162 yılında vuku


bulmuştur.
 (Kaynak: Seyfeddin YAZICI, Mekke ve
Medine'deki Mübarek Ziyaret Yerleri, TDV
Yayınları Ankara, 1999. s: 80-85)

İBRAHİM SURESİNİ OKURKEN

Hacca gittiğimde beş günlük altı günlük hatimler


indirdim. Zor oluyordu, çünkü hafız değildim.
Bu hatimlerin bir tanesinde Kâbe’nin tam
karşısındaydım. İbrahim suresine geldim. Elhamdülillah
okuduğumu az çok anlıyordum. İbrahim suresinde Hz
İbrahim’in duasını yaptığı yere geldim:
İbrahim-40: Rabbicalni mukımessalati ve min
zurrîyeti Rabbena ve tekabbel dua’i.
Rabbim! Beni namaza devam eden bir kimse eyle.
Soyumdan da böyle kimseler yarat.
Rabbimiz duamızı da kabul buyur.
Bu duaya geldim ve okuyorum. Ama bir taraftan da
ağlıyorum. Demek istediğim, gözeneklerim dahi açılmıştı.
Bir anda önümdeki bütün o çevre yok oldu. Bunu çok net
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 94

yaşıyordum. Cenabı-ı Hak biliyor uykuda filan değildim.


Bütün ortam yok oldu, revaklar binalar, hepsi gitti. Bir
anda Kâbe karşımda ve etrafı kum içindeydi. Bir baktım ki
adamın biri ayakta dua ediyordu. Hintlilere benziyordu.
Uzun elbiseli, uzun fistanlı, gözleri kırmızı ve kahverengi
arasında, dikine kedigözünü andırıyordu. Yüzü böyle
kırmızıya yakın, sanki öfkelenmiş gibi ama muazzam bir
güzelliği vardı ve ışık saçıyordu.
Elinde bir tutam ışıkla bana doğru geldi. O ışığı
Kur’an-ı Kerim’in içine koydu ve Kur’an-ı kapattı. Ben
hayretler içinde, sen kimsin? Ne yapıyorsun? Derken
eliyle sus işareti yaptı. Bir anda o ortam kayboldu ve
baktım ki ben milletin içinde oturuyorum. Her şey eski
haline döndü. Zırıl zırıl ağlıyordum. Kur’an-ı Kerim’i açtım
ve tam ortasında gümüş bir madalyon duruyordu. O
madalyonu kim koydu? Nasıl koydu? Ben sadece o
gümüş madalyonun bu işin yaşandığının kanıtı olarak
bana verildiğine inanıyorum.
Çok eski dönemlere ait antika bir para gibi
madalyon. Ama ben bunu sadece hayal olmadığının
kanıtı olarak gördüm. Çünkü benim şüphem vardı. Böyle
bir şey nasıl yaşanır? Öyle müthiş bir koridor açılmıştı ki o
koridorda Kâbe’nin yapıldığı anı görmüştüm. Yanıma
birisi geldi. Ben Hz İbrahim’im demedi, ama uzun boylu,
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 95

Hintlilere benziyordu ve üstünde bir fistan vardı. Fistanı


kreme yakın bir renkteydi. Bunu sonra tanıdıklarıma
anlattım. Tabi anlattığıma da çok pişman oldum.

Bu hadiseden sonra günlerce etkisinden


kurtulamadım.
 Yaşayan-Mehmet Ali Bulut-1993 de
yaşadığı Kâbe anısı-Moral fm

ALİ ULVİ KURUCU’DAN İBRETLİK BİR HATIRA

“1970 yıllarında Endonezya’nın eski


başbakanlarından Muhammed Nasır, Medine-i
Münevvere ’ye geldi. Kendisini daha önceden tanıdığım
için ziyaretine gittim.
Halimi hatırımı sorduktan sonra ilk sorusu şu
olmuştu:
“Bu sene de Türkiye’den hacı var mı?”
“Var Elhamdülillah” dedim. Tekrar sordu:
“Kaç kişiler?”
“Yüz elli bin” dedim.
“Yüz elli bin mi?” diye ağlamaya başladı ve
secdeye kapandı. Hayretler içinde kaldım, büyük bir
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 96

devlet adamı secdede ağlıyordu. Secdeden kalkınca


oturdu. Kendisine:
“Verdiğim bu haber zat-ı âlinizi çok duygulandırdı,
hislendirdi. Acaba hikmeti ne olabilir?” diye sordum. Şu
cevabı verdi:
Aziz dostum, ben Lozan Muahedesini çok iyi bilen
bir diplomatım. O muahedenin hedefi, aslında Müslüman
Türkiye’nin başını yemekti. İngiliz heyetinin baş
murahhası olan Lort Curzon’un teklifi Türkiye’nin bir
Hıristiyan devleti olmasıydı. Türk heyetini bu ağır teklifi
kabule zorluyorlardı. Eğer Türk milleti Hıristiyan olma
fikrine şiddetle karşı çıksa ki çıkacaktır. O zaman hiç
olmazsa Türkiye’de Avrupa kültürünün tam hâkim
olmasını ve sefahate azamî hürriyet tanınmasını
sağlayacaklardı. Laiklik, batı dünyasında olduğu gibi din
ve vicdan hürriyeti manasına değil, din aleyhtarlığı
şeklinde uygulanacaktı. Gelecek nesilleri bu manevi
güçten, faziletten, mahrum etmekle menhus gayelerine
kavuşacaklardı.” dedi.
O sırada Bekir Berk Bey dayanamayarak, “Haçlı
seferleriyle yapamadıklarını bu muahede ile yaptılar.”
dedi.
Ali Ulvi Bey, Muhammed Nasır’ın ağzından
anlatmaya devam etti: “…Fakat Allah’a hesapsız şükürler
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 97

olsun ki, düşmanların bu plânları akim kaldı, muvaffak


olamadılar. Çünkü sizin kahraman ecdadınız İslâmiyet
uğrunda büyük bir ihlâs ve samimiyetle kan dökmüş,
milyonlarca şehitler vermişler. Şehit olurken de şu samimi
ifadeler ile niyaz etmişler: “Allah’ım gelecek neslimizin
imanı sana emanettir. Onların maddî-manevî varlıklarını
senin Hafız ismine havale ediyoruz. Zira bütün ruhumuzla
inanıyoruz ki, senin hıfzına ve emanına teslim edilen bir
emanet asla zayi olmaz.”
Şimdi yüz elli bin (150.000) hacının Türkiye’den
geldiğini duyunca sevinç gözyaşlarını dökmekten kendimi
alamadım:
“Ya Rabbi! Bu ne azametli bir tecelli sahnesidir.
Cenap-ı Hakkın bu lütuf ve kereminin karşısında nasıl
secdeye kapanmayayım? Ya Rabbi! Sen her şeye
kadirsin. Cemalin güzel olduğu gibi, Celalin de güzeldir.
Celalin olmasaydı, Cemalini nasıl müşahede ederdik.
Zalimlerin bu ceberutları bu Türk vatandaşlarına hiç nefes
aldırır mıydı?”
 Mehmed Kırkıncı-Hayatım Hatıralarım-Zafer
Yayınları-İst.2007
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 98

İDAM SEHBASINDAN HACCA UZANAN YOL

Malatya da yaşayan Sami Karaaslan gördüğü bir


rüya nedeniyle Hac ibadetini yerine getirebilmek için 76
gün yol yürüdü ve o isteğine zor da olsa ulaşmış oldu.
76 günde yürüyerek hacca giden Sami Karaaslan
ın hikâyesi…
74 yaşındaki Sami Karaaslan, Bir mobilya
dükkânında kendisi için yaptırılan ve kulübeyi andıran
baraka bir evde yaşamını sürdürüyor… Ama çok farklı bir
hikâyesi var.
Türkiye nin kaynayan bir kazana benzediği
yıllarda, Sami Karaaslan, adam öldürmek suçundan
yakalanarak cezaevine gönderildi. Ve idamla yargılandı.
O bir daha gün yüzünü göremeyeceğini düşünerek
cezaevinde ölümü beklerken bir gece rüyasında uçarak
hacca gittiğini gördü. Sami Karaaslan’ın hayatı o gecenin
sabahı değişti. Daha önce içki içen, kumar oynayan Sami
Karaaslan, hapisteyken sigarayı bıraktı.
Parmaklıklar ardında en yakın dostu Hamido
lakaplı Malatya’nın efsanevi belediye başkanı Hamit
Fendoğlu idi.
Sami Karaaslan, İdamla yargılandığı davada hiçbir
umudu yokken,
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 99

“Eğer hapisten çıkarsam yürüyerek hacca


gideceğim” diye adakta bulundu.
Ve ilginçtir, asılarak ölmeyi bekleyen Sami
Karaaslan, mucizevî bir şekilde o dönemin siyasi iktidarı
tarafından çıkarılan genel afla serbest bırakıldı.
Ve Sami Karaaslan rüyasında uçarak gittiği kutsal
topraklar için yola çıktı. Adağı vardı ve kararlıydı…
Yaşadığı mucizeye o da bir mucize ekledi ve tam
76 günde yürüyerek yol gitti.
Sami Karaaslan, 76 gün sonra kutsal topraklara
yüz sürdü…
Yaşadığı mucize için Allah’a şükretti ve kendisine
yeni bir hayat kurdu.
Döndüğünde artık herkes hacca yürüyerek giden
bu genç adamdan bahsediyordu. Gazetelere manşet olan
Sami Karaaslan, uzunca bir süre, Malatya’da unutulmadı.
İki farklı hayatı, iki farklı insanı ve iki farklı dünyayı
yaşayan Sami Karaaslan, şimdi aslında hiçbirimizin tam
olarak anlayamayacağı ve anlatamayacağı kocaman
dünyasında sessiz sedasız bir hayat sürüyor
 Güncel haber
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 100

İMAM-I AZAM MEDİNE’DE

İmam-ı Azam Ebu Hanife, asıl adı Numan b. Sabit.


Hanefi mezhebinin kurucusu, bu büyük insan, Kûfe’de
yaşıyordu. Batılılara kendisini, “fıkıh ve hukuk
metodolojisini koyan adam” diye tanıttıran büyük imam,
rivayetlere göre, kırk defa hacca gitmişti. Her seferinde de
derin bir iştiyakla Beytullah'ı tavaf etmiş, Mültezem’e
yüzünü sürüp, Hacerü’l-Esved’i öpmüş ve Efendimiz’ in
huzuruna çıkıp el pençe divan durmuştu.
Medine’de kaldığı günlerde her defasında da
çadırını Ravza’nın bir km ötesine kuruyordu. Böyle
yaparken kendi kendine derin muhasebe içinde; “Ben
nasıl Resulullah'ın huzuruna çıkarım, ya benden sû-i
edep bir davranış sadır olursa, ya kalbimden uygunsuz
bir şeyler geçerse!” endişesiyle hareket ediyordu.
Nihayet yetmiş yaşında, kırkıncı haccını yapıyordu.
Yine çadırını Ravza-ı Tahire’ye 1, 2 km uzakta kurmuştu.
Çadırında, kendinden geçmiş bir halde duruyor, bazen
belki temessül olarak kendisini Allah Resul’ünün
huzurunda görüyor, bazen de kendine geliyordu...
Derken, çadırın kapısına bir elin dokunduğuna şahit oldu.
Bu el, birkaç dakika evvel yeşil kubbenin sahibinin
huzurunda diz çökmüş oturan bir bedevinin eliydi.
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 101

Bedevi, Allah Resulüne fakirliğinden ve ailesinin


sıkıntısından dert yanmaktaydı ve şöyle serzenişte
bulunuyordu: “Ya Resul Allah! Çölleri tepip huzuruna
geldim, tuttuğum şeyler kurudu; elimde kaldı, ailemin
geçimini sağlayamaz oldum. Bir taraftan seni ve dinini
tercih ederken, öbür taraftan dünyaya ait şeyler beni
senden alıp götürüyor, alıkoyuyor.” Bu feryatla yalvarıp
yakarırken bedevi, birden trans hali gibi bir hale girer.
Resul’ü Ekrem karşısında temessül eder. Efendimiz
bedeviye ferman eder: “Git şu kadar metre ötede falan
çadırda, Numan İbn Sabit diye birisi var, selamımı söyle,
artık gayrı huzuruma gelebilir, gelsin.”
Ebu Hanife, kendi duygu ve düşünceleri içinde
mest ve ser-mest kendinden geçip âdeta, bazen bayılıp,
bazen ayılma gibi haller yaşarken, çadırın kapısını
açmaya çalışan ve birkaç dakika evvel Efendimiz ’in
huzurunda yalvarıp yakaran işte o bedeviyi karşısında
görür. Bedevi karşısına dikilir dikilmez şöyle der: “Ya
İmam! Allah Resulünün sana selamı var. Ferman ettiler:
‘Kırk senelik hasret yeter artık, Ravza’ma gelebilir.’ Büyük
İmam Ebu Hanife birden irkilir ve “O sözü bir kere daha
söyler misin?” der.
Bedevi: “Resulü Ekrem’in sana selamı var.” der
demez, büyük imam, hemen kesesindeki bütün parayı bir
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 102

hamlede çıkararak bedeviye verir ve ‘Şu sözü Allah


aşkına bir kere daha tekrar et.’ der. Bedevi tekrar edince,
sırtındaki kıymetli cübbesini çıkarır verir, ardından
iştiyakla, ‘Şu sözü bir kere daha tekrar eder misin?’ der.
Bedevi, ‘Allah Resul’ünün sana selamı var, ferman ettiler:
‘Kırk senelik hasret yeter artık. Ravza’ma gelebilir.’
deyince, koca imam, sırtındaki elbisesi dâhil neyi varsa
çıkarır, bedeviye verir.
Bu bir davettir, ama bu davet çok pahalı bir
davettir. Âşık maşukuna böyle kavuşursa, bu çok
pahalıya mâl olur. Bu davet tabiî ki öteler ötesi bir âleme
davetti ve bunun anlamı da ölüm demekti, belki de çok
tatlı bir şeydi. Zira bu davet, canından çok sevdiği
Efendisi’ne ebedi âlemde kavuşma davetiydi.
Büyük İmam Ebu Hanife kırk sene edeple oturdu;
ülfet ve ünsiyetin, havasını bozacağı endişesini hep
yüreğinde hissetti... Kendisine: “Niçin Medine-i
Münevvere ’de ikamet etmiyorsun? Diye sorulunca,
“Kûfe'de durup Medine'yi arzulamayı isterim. Medine'de
kalıp içimde Kûfe'nin aşkını taşımayı arzu etmem.
Korkarım, Medine'de dolaşırken çoluk çocuğumu hatırlar;
onları arzularım, bundan endişe ettiğim için Medine'de
durmadım, kalbime itimat edemedim, orada kalmaya
cesaret edemedim.” diyecektir.
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 103

Büyük imam böyle demekle bize, o kutlu beldelerin


sürekli kalmak için değil; dolmak üzere oralara gidilmesi
gerektiğini, dolduktan sonra da oradaki duygu ve
düşünceleri, dünyanın değişik yerlerine taşımanın
zaruretini hatırlatıyordu belki de.
 Kıssalar

KÂBE AVLUSUNDA PEÇELİ KADINLAR

Bir hacımız Kâbe’nin avlusundan geçerken avluda


oturup bir şeyler satan zenci kadınları göstererek sürekli
alay ediyor: “Şunlara bak, hem zenciler hem de peşe
takıyorlar. Yüzleri açık olsa onların suratına kim bakar”
diyordu. Kendisine başta Bilal-i Habeşi ve nice değerli
Müslüman zencinin olduğunu, insanların seçeneği
olmayan bir konuda kınanamayacağını, onların Ashabın
hanımları ve bazı din âlimlerimizin görüşüne göre
davrandıklarını, Burada böyle alay etmemesi gerektiğini
söylüyordum..
Bir gün hacımızın bacağının kırıldığı ve hastanede
yattığı haberi geldi. Yanına gittiğimizde korkmuş bir halde
“Hocam, ben nasıl tövbe edeceğim” diye soruyordu. Ne
oldu diye sorduğumuzda şu olayı anlattı:
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 104

“Ben Peygamberimizin evinin olduğu kısımdan


Kâbe’ye giderken merdivenlerde kaydım. Bacağım sanki
birisi tarafından havaya kaldırılıyormuşçasına havaya
kalkıp merdivenin basamaklarına çarpıtı. Kemiklerim
birçok yerden kırılmış ve ben de baygınlık geçirmişim.
Hemen orada oturan peçeli zenci kadınlar ayaklarındaki
terlikleri çıkarıp kırılan bacağımın yanlarına koymuş,
başlarındaki tülbentlerle de tutturmuş, bir ambulans
gelinceye kadar benimle ilgilenmişler. Ben ise başıma
kara kara şeyler üşüştüğünü hayal, meyal görünce,
Azrail’in karaltısı sandım. Allah benim cezamı verdi. Ben
artık hayatımı bu insanlara nasıl yararlı olacağımı
araştırarak geçireceğim ve Allah kalbimi biliyor ki ben
onları Bilal-i Habeşi kadar çok seviyorum” dedi.
 Anlatan- Bir görevlinin anısı

KABEDE YARIM SAAT TEK BAŞINA

Mekke’de düzenlenen "Uluslararası Engelliler


Kur’an-ı Kerim ve Ezan Okuma Yarışması’nda" birinci
olan görme engelli, Kâbe-i Şerif’i yarım saat ziyaret hakkı
kazandı.
Çankırı Belediyesinde santral görevlisi olarak
çalışan, doğuştan görme engelli Kasım Şen (28), AA
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 105

muhabirine, yarışmaya katılmasında mahallesindeki


caminin imamının büyük katkısı olduğunu, uluslararası
alanda Türkiye’yi temsil etmenin gururunu yaşadığını
söyledi.
Ezan okumada 2010’da Türkiye üçüncülüğü, 2011
ve 2013’te birincilik, 2012’de de ikincilik elde ettiğini
anlatan Şen, şöyle konuştu:
“Yaklaşık 20 gün önce Mekke ve Riyad’daki
yarışmalarda ezan okumada dünya birincisi, Kur’an-ı
Kerim okumada dünya dördüncüsü oldum. Çok
mutluyum. Bir gün istediğim yerlere geleceğime
inanıyordum. Bu, anlatılmaz bir duygu. Sonuçta Allah
yolunda çaba sarf ediyorsunuz. Belli bir zamandan sonra
bu çabanızın karşılığını alıyorsunuz. Peygamber
Efendimiz hep kahır ve çileyle yaşamıştır. Ben bu
yarışmadaki başarımı benle yarışan diğer Müslüman
ülkelerimize, bana küçüklüğümden beri destek olan
hocam ve aileme, komşularıma, özellikle Arakan ’da,
Myanmar’da, Filistin’de, Mısır’da, Çeçenistan’da, Bosna
Hersek’te, Suriye’de zulüm ve cefa gören Müslümanlara
hediye ediyorum. Onları da her vakitte dualarımda
anıyorum.”
“Mescid-i Nebevi’deki İmamın bana verdiği öz
güvenle bugünlere kadar geldim”
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 106

Şen, küçük yaşlardan itibaren maneviyata önem


verdiğini, Kur’an-ı Kerim okumanın ve öğretmenin
kendisine haz verdiğini aktardı.
2009’da ilk kez umreye gittiğinde ilginç bir anı
yaşadığını dile getiren Şen, şunları belirtti:
“İkindi namazını kılmak üzere Mescidi Nebevi ’ye
gidiyorduk. Tam bahçesinden içeri girmiştik ki bir polis
gelerek, ‘sizi şeyh çağırıyor’ diye Mescidi Nebevinin
imamı Saad Al-Ghamidi’ye götürdü. O imam bana
‘Kur’an-ı Kerim okumasını biliyor musun ‘ diye sordu. Ben
de ‘evet, biliyorum’ dedim. Sonra bana kabartma Kur’an-ı
Kerim okuttu. ‘Bu, sana Peygamber Efendimizin
emanetidir. Ona sahip çık, kolla ve yarışmalara katıl,
hangi yarışmaya katılırsan katıl, o yarışmalarda derece
dışı kalmayacaksın, bütün yarışmalarda dereceye
gireceksin’ dedi. 2009’da Kur’an-ı Kerim’e merakım böyle
başladı. Hamd olsun, 2010’dan sonra hangi yarışmaya
katıldıysam, derece dışında kalmadım. O imamın bana
verdiği öz güvenle bugünlere kadar geldim.”
“Kâbe’de yarım saat tek başıma kaldım”
Mescidi Nebevinin imamının 2009’da kendisine
hediye ettiği Kur’an-ı Kerim’i sakladığını kaydeden Şen,
şunları ifade etti:
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 107

“O imam Kur’an-ı Kerim’i hediye ettiği vakit, ‘Bana


buraya çok şey girer ama buradan hiçbir eşya dışarı
çıkmaz. Bu, sana Peygamber Efendimizin hediyesidir,
kıymetini bil’ demişti. Ben de o günden beri bu Kur’an-ı
Kerim’i saklarım. Bu, Mescidi Nebevinin kayıtlarında da
mevcuttur. Mekke’de ezan okumada birincilik elde ettikten
sonra ödül olarak iki seçenek sunuldu. Birincisi, ‘cuma
vaktinde Kâbe’de ya müezzinlik yapacaksın ya da
Kâbe’ye gireceksin’ dediler. Herkese nasip olmadığını
düşünerek Kâbe’ye girdim. Allah’ın evinde bulunmak ayrı
bir duyguydu. Yarım saat Rabbimle baş başa kaldık,
Elhamdülillah.”
 Kaynak-Anadolu Ajansı-3-03-2014

KABUL OLUNAN HAC

Abdullah bin Mübarek anlatıyor:


Bir sene hacdan sonra rüyasında gökten inen iki
melekten birinin diğerine;
"Bu sene kaç kişi hacca geldi?" dediğini duydu.
Öbür melek;
"Altı yüz bin kişi." dedi.
"Peki, kaç kişinin haccı kabul edildi?"
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 108

O da; "Bunlardan hiç birinin haccı kabul edilmedi."


diye cevap verdi.
Abdullah bin Mübarek buyurdu ki:
Bunu işitince üzerime büyük bir sıkıntı çöktü.
Dedim ki:
"Bunca insan, bunca zahmet ve meşakkate
katlanıp dünyanın her tarafından hacca geldiler. Çöller
aşarak zor şartlarda büyük sıkıntılara katlandılar. Bütün
bu emekler boşa mı gidecek?"
Bunun üzerine o melek; "Şam'da ayakkabı tamir
eden Ali bin Muvaffak adında biri vardır. O, hacca
gitmeye niyet etmişti, fakat gidemedi. Lâkin haccı kabul
edildi. Altı yüz bin hacıyı ona bağışladılar da hepsinin
haccı kabul edildi." dedi.
Abdullah bin Mübarek şöyle anlatıyor:
Bunu işitince uykudan uyandım ve; "Gidip o zatı
ziyaret etmeliyim!" dedim. Arkadaşlarımdan ayrılıp, Şam
kâfilesine katıldım. Şam'a gidince, o zatın evini araştırıp
buldum. Kapıyı çaldım. Bir kimse kapıya çıktı. Adını
sordum. "Ali bin Muvaffak." dedi. İsmimi sordu. "Abdullah
bin Mübarek." deyince, feryâd edip kendinden geçti.
Ayılınca, gördüğüm rüyayı kendisine anlattım. Haccının
kabul edildiğini ve kendi haccı ile beraber altı yüz bin
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 109

kişinin ibadetinin kabul edildiğini de haber vererek; "Bana


nasıl hayırlı bir amel işlediğini anlat." dedim. O da anlattı:
Ben ayakkabı tamircisiyim. Otuz seneden beri
hacca gitmeyi arzu ederdim. Bu işimden, otuz senede üç
yüz dirhem gümüş biriktirdim. Bu sene hacca gidecektim.
Hanımım hâmileydi. Komşu evden burnuna yemek
kokusu gelince; komşudan yemek istememi söyledi.
Gidip, onun arzusunu bildirdim. Komşum ağlayarak şöyle
dedi: "Ey Ali bin Muvaffak, bizim bu yemeğimiz size helâl
değildir. Çünkü üç gündür, çocuklarım bir şey
yememişlerdir. Bütün Şam şehrinde hiç bir iş bulamadım.
Kimse bana iş vermedi. Ölü bir hayvan gördüm. Zaruret
miktarınca ondan bir parça kesip getirdim. Çocuklara
yemek pişiriyorum. Size helâl olmaz."
Bunu duyunca içime bir acı düştü. Hac için
biriktirdiğim gümüşleri getirip verdim ve; "Bunu
çocuklarına nafaka yap, haccımız bu olsun!" dedim.
Abdullah bin Mübarek bunun üzerine; "Allahü teâlâ, doğru
rüya gösterdi." buyurdu.
 Kıssalar
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 110

KADİSİYE

Çocukluğumda Kâbe’ye giden komşularımızın


getirmiş olduğu hediyeler, oradan getirdikleri oyuncaklar
ve filmler vardı. Onları hatırlıyorum. Bir de tesbihler vardı,
tesbihin imamesinin ortasında küçük bir delik vardı, o
deliğin içinde de Kâbe resmi vardı. O küçücük resmini
oraya nasıl yerleştirmişler, hayret ederdim.
Ben on bir yaşımda geçirmiş olduğum menenjit
hastalığı nedeniyle gözlerimi kaybettim. Fakat Kâbe
sevgisi, Rasulullah aşkı bende hiç eksilmedi.
Hacca gittiğimde Kâbe’de yaşadıklarımla ilgili
anılarımı başkaları ile paylaşıp paylaşmamak hususunda
içimde bir tereddüt oluştu. Riya olur, bir gurur vesilesi olur
düşüncesiyle paylaşmayı düşünmemiştim. Kâbe’de
bulunduğum o günlerde Kâbe imamı sık sık sabah,
akşam, yatsı namazlarında Duha suresini okuyordu. O
surede geçen bir ayette mealen şöyle diyordu. “Rabbinin
nimetine gelince, işte onu anlat da anlat.” Son ayette
geçen bu anlamı kendime yorumlamıştım. O günden
sonra yaşadıklarımı anlatmaya karar verdim. O günden
sonra başkalarıyla paylaşıyorum.
2007 yılında Hacca gitmeye karar verdik. Diyanet
İşleri görevlisini aradım. Onlar gerekli işlemleri yaptılar.
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 111

Daha sonra beni tekrar arayıp, iki konaklama otelimiz var,


birisi Kâbe’nin yakınında lüks bir otel. Diğeri servisli
üçüncü sınıf Kadisiye oteli. Hangisini istersiniz deyince:
“Kadisiye de kalmak isterim” dedim. Görevli şaşırdı!
Neden! Merak ettim dedi. Ben de anlattım. Hadise şu,
niye Kadisiye’yi seçtim!
Abdullah ibni Mektum Hazretleri var. Peygamber
Efendimizin Medine’de vekillerinden, müezzinlerinden.
Abese suresinde kendisinden bahsedilen, Peygamber
Efendimizin dostu âmâ bir sahabi. Kadisiye savaşında
sancaktar olarak şehit oldu. Ben onun hatırasına binaen
Kâbe’de yaşayacağım hatıralara katkı sağlamak amacıyla
bu otelde kalmak istiyorum dedim. Peki dedi. Otele gittik,
küçük güzel bir otel, eşyaları birinci kalite değil ama bizim
ihtiyaçlarımızı karşılıyor. Banyosu, tuvaleti, kliması var.
Hayatımızdan memnunuz.
Bizimle giden milletvekilleri vardı. Lokman Bey!
Sen nerede kalıyorsun diye sordu.
“Kadisiye’ de.” Siz nerede kalıyorsunuz? Malum
marka otelde, ama sorma başımıza geleni! Ne oldu?
Hiç sorma! dedi.
Otel inşaat halinde imiş… Banyoda bile perde yokmuş.
Kâbe ile ilk karşılaştığınızda neler hissettiniz?
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 112

Ben ilk defa göremediğim için, ilk defa dokundum.


Muhteşem bir duygu! Dokunabilmek de istisna o
izdihamda. Bende Kâbe’ye dokunduğumda bazı dualar
yaptım. Eşimle çocuklarımızla ilgili dileklerimizi
konuşmuştuk. Tavaf esnasında kendimizi bir anda
Makam-ı İbrahim’de bulduk. Hz İsmail’i hatırladık. Bu hali
çocuklarımızla ilgili dualarınızın kabulüne yorduk.
Kâbe’de bir gün tavafta iken birisiyle çarpıştım.
Karşılıklı tanıştık. Meğer o da görme özürlüymüş.
Kastamonuluymuş. Yahu dedim! Kâbe’de bile kör körle
çarpışıyor. Hacı hacıyı Mekke'de derler ya! Kör de körü
Mekke'de buluyor.
Samimi bir duygumu paylaşayım:
Kâbe’de gözlerimin açılması için “dua edeyim mi,
etmeyeyim mi?” diye bir düşünce geldi aklıma. Ama çok
utandım Cenabı Allah'tan. Ben körlükten dolayı çok
nimetler gördüm Cenabı Allah’tan. Verdiği bu nimetlere
nankörlük olarak düşündüm.
Buralara kadar gelmişim. Nasip olmuş! Kendimi
büyük bir devlet adamından kâğıt mendil ister gibi
hissettim. İstenecek o kadar güzel şeyler var ki! Cenneti
iste! Ahiretle ilgili iste!
Bu dünya ile ilgili iste! İslam âleminde sıkıntılar var!
Ümmeti Muhammed'in sorunları var! Bunlar duracak! Sen
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 113

orada; Yarabbi gözlerim açılsın! O düşünce ile gözlerimin


açılmasını dilemedim. Ama Rabbimden bazı özel
dileklerim oldu.
Peygamber Efendimizi ben on beş yaşımdayken
rüyamda görmüştüm.
Efendimiz kabrinden kalkıyor, bana camdan bir
Kuran-ı Kerim hediye ediyor. Fakat Kuran-ı Kerim'in bir
köşesi kırık.
Bu rüyadan sonra benim hayatım değişti.
Medine'ye Peygamber Efendimizin kabrine geldiğimizde
rüyadaki o duygularımın devamını tekrar yaşamaya
başladım. Sanki o rüyanın devamı gibiydi. O rüyadan
haberdar imiş gibi bir duygu yaşadım.
Hacdan sonra ben de oluşan duygu: Hazreti
Âdem’den Peygamber Efendimize kadar ki dönemin bir
bütün olduğu. Orada hiçbir ırk ayrımının olmadığını!
Afganlının, Yemenlinin, Sudanlının! Beyaz la siyah ırk
arasında bir fark olmadığını gördüm.
 Yaşayan-Lokman Ayva. Kâbe anıları-İsmail
Tongar. Moral Fm
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 114

KALBİM GÖĞSÜME SIĞMIYORDU

Cenabı Allah sizi buraya çağırmıştır. O sizi davet


etmiştir. O sizi buraya getirtmiştir. Sizi razı etmek için,
sizden razı olmak için. Buranın her tarafından istifade
etmeye bakın. Eşiğine, duvarının dibine dökeceğiniz iki
damla gözyaşı; “ Allah! Suphanallah “… Bütün rahmet
kapılarının açılmasına vesile olacaktır. İlk yapıldığı
zamandan beri hiç değişmemiş Yemani köşesi ve Hacer-
ül Esved köşesini sağ elinizle her şavtta selamlayın.
Peygamber Efendimiz bu iki köşeyi her zaman
selamlamış; diğer iki köşeyi selamlamamıştır.
Beytullah'ın içinde ne var: Üç tane ağaç direk
vardır; çatıyı tutmak için. Girişe göre sağ köşede
yukarıya çıkmak için bir merdiven vardır. Oradan
yukarıya çıkılıp, Arafe günü Hacılar Arafat’ta iken, her
sene Kâbe’nin örtüsü değiştirilir.
Kâbe’nin içinde direkler arasında gerilmiş olan
tellere asılı kandiller ve eski anahtarlar vardır. Ve iki tane
sandık vardır. Kâbe’nin içini yıkamada kullanmak için. Her
sene ikisinin de içi gül suyu ve Zemzem ile yıkarlar. İşte o
zaman Mevlam gir derse girersin. Yoksa mümkün değil.
Kâbe’nin içine ilk girişim biraz enteresandır.
Şaban ayının on beşinde idi. Arkadaşlarla beraber
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 115

Mescid-i Haram ’da sabahlamıştık. Bir baktım !..


Askerler geldiler. Kâbe’nin etrafını bir sıra kordon
yaptılar, sonra ikinci bir sıra kordon, sonra üçüncü bir sıra
kordon. Ne oluyor! Diye sordum. Beytullah yıkanacak
dediler. Baktım ilerden şişman bir Suud’lu, elinde taslarla
geliyor. İhramlı idim; yanına gittim. Ben Türkiye'den
geldim. Bir daha gelip gelemeyeceğimi Allah(cc) bilir.
Yanında yürürsem bana bir şey dermisin? Dedim. Hiç bir
şey demedi. Ben de onunla birlikte yürüdüm. Askerleri
geçtik. Kapının önüne geldik. Asıl mesele kapıdan içeri
girmek!.. Kapıda Beni Şeybe kabilesinin reisi bulunuyor.
Kâbe’nin kapısının anahtarı Peygamber Efendimiz
zamanından beri bu kabilededir. O reis’in karşısına
geldik. Bana Şöyle bir baktı. Adama dedi ki !.. Bu hangi
kabileden? Ben de hiç arkama bakmadan, hızlı adımlarla
kendimi Beytullah’ın içine attım. Dedim ki! Bir miktar
kalırım, çıkarılana kadar. “Allah Kerim”… Fakat
heyecandan kalbim göğsüme sığmıyor. Rabbim gir dedi;
girdik. Yedi defa, Vallahi tekbir alıp namaza başladım ;
fakat Fatiha'yı okuyamıyorum!...dilim dönmüyor. Yarabbi!.
dedim .Buraya girmeyi nasip ettin!.. Sükûnet ile de iki
rekât namaz kılayım. Sükûnetle namazımı kıldım.
Elhamdülillah!...
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 116

Beytullah'ın içinde her yöne namaz kılabilirsiniz.


Allah(cc) cümlenize de nasip etsin inşallah!... Orada
namaz kılmak eşi benzeri olmayan bir duygudur. Dediğim
gibi, o yürü dediği zaman yürütür; kimse ona mani
olamaz. Ondan sonra da birkaç defa girdim. Bir
defasında da, içinin tamiri sırasında beş saat içeride
kalmak nasip oldu.
İçeride başka bir şey yoktur. Giriş kapısının
karşısında, örülü olan kapının önünde, iki direk arasında
Peygamber Efendimizin namaz kıldığı yerde, beyaz
seccade biçimde bir mermer bulunur. Allah Resulü Fetih
günü orada namaz kılmıştır. Onun haricinde, iki metre
yukarıya doğru mermerdir. Ondan sonrası yeşil atlas bir
örtü vardır. Dıştaki siyah örtülü, içte ki yeşildir.
Duvarlarında dokuz adet oyma, bir adet kabartma yazılı
ayetler vardır. Beytullah'ın içi boştur. Ne penceresi
vardır, ne ışıklandırması vardır. Açtıkları gün içerisi
ışıklandırılır. En son 6 yıl önceydi!..Suud lu Bir arkadaşa
dedim ki!... Epeydir Beytullah'ın içini ziyaret edemedim…
O da bir kart çıkarttı ve tekrar içeride namaz kılmak nasip
oldu.
Not-Kâbe’nin duvarlarında 1614 taş vardır. En son
4.Murat zamanında değiştirilmiştir.
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 117

 Anlatan-Doç. Dr. Necati Öztürk-Mekke


Ümmü’l Kura Üniversitesi'nde öğretim
üyeliğinden emekli Halen Mekke'de
kütüphane müdürlüğü görevi.

KASAP MENNAN

Gaziantep müftüsü iken 12 Eylül’den sonraki


yıllardaydı. Hac zamanı hacıların kurbanlarını kesmek
için kasaplar istenmekteydi, çok sayıda talep vardı.
Diyanet işleri başkanlığı adaylar için sözlü bir mülakat
komisyonu oluşturdu. Sonrada uygulamalı değerlendirme
yapılacaktı. Ben de imtihan komisyonundaydım. Her
kasap adayına önce bir Fatiha okutuyor, Fatiha’yı tecvitle
makamlı okuyor ise bu kasap değil, bu imam diye
yorumlayıp ona zayıf veriyordum. Kasap olanlar da
düzgün okuyamıyor, onlara da iyi puan veriyorum.
Arkadaşlar “Bu tersine olmuyor mu hocam?” deyince
“Düzgün okuyan imam, düzgün okuyamayan kasaptır”
diye açıklama yapıyorum.
Birisi geldi, babayiğit uzun boylu. Gözlerinden,
davranışlarından akşamdan kaldığı, sarhoş olduğu belli
oluyor.
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 118

Karşıma oturdu.” Adın ne?” dedim. “Adım


Mennan” dedi. “Peki, Mennan, oku bakalım Fatiha’yı”.
“Bilmiyorum” dedi!. “O zaman Sübhaneke yi oku” dedim.
“Onu da bilmiyorum” dedi. “Mennan kelime-i şehadet getir
bari” dedim. “Onu da bilmiyorum” dedi. O böyle cevap
verice “Ya Mennan, sen ne zamandan beri
Müslümansın ?” dedim. “On iki eylülden beri hocam” dedi.
Öyle deyince arkadaşlar gülmeye başladı. Mennan
şaşırdı, etrafına bakındı, ne diyeceğini bilemedi.
“Mennan; sen bunları bilmiyorsun, ne yapacağız?”
“Bana din iman sorma hocam, ben kasabım. Bir
hayvanı dört dakikada keserim, şişirip yüzerim,
çengellere asarım” dedi. “Ben bir tek Allah’ı biliyorum,
ona inanıyorum. Birde camiyi biliyorum, fakat oranın içini
de daha görmedim” dedi. O böyle söyleyince “Mennan,
sen niye gitmek istiyorsun hacca?” dedim.
“Hocam! Ben oralara gidince yüzümü gözümü
oraların toprağına süreceğim, birde tövbe edeceğim,
Allah’a (cc) yalvaracağım, bu illetten beni kurtarması için
dua edeceğim” dedi. Bunu öyle bir içtenlikle söyledi ki!
Ben duygulandım bu sözlerinden. “Peki Mennan, ben
seni Hacca getireceğim. Sen şimdi dışarı çık ve beni
bekle” dedim.
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 119

İmtihan bitti, Mennan’ın yanına gittim. “Bak


Mennan, seni Hacca getireceğim, arkadaşlarım razı
olmadı ama”, “Biliyorum hocam, bana güldüler onlar”
dedi. “Seni getireceğim, fakat senden bir ricada
bulunacağım” dedim.” Nedir?” dedi?. “Şimdi sizin
gideceğiniz Mina’da çok modern mezbahalar yapıldı,
orada kalacaksınız. Biz Arafat’tan Müzdelife’ye
geçeceğiz, Müzdelife ile Mina birbirine yakın, bizim orada
çok suya ihtiyacımız olacak, oraya ben de geleceğim,
bana bir teneke su alıp getireceksin, tamam mı” dedim.
“Başım gözüm üstüne hocam. Ben getiririm o suyu sana.”
Fakat oranın şartlarını bilmiyordu. Arafat,
Müzdelife, Mina nerededir bir bilgisi yok Mennan’ın.
Fakat içten gelerek, samimi olarak “Getireceğim ben size
suyu” dedi.
Ben kafile başkanı olarak, o da kasap olarak
hacca gittik.
Arafat’tan Müzdelife’ye indik. Karşıdan uzun boylu
iki kişi geliyor, biri Mennan, ellerinde bir sandık, içinde iki
teneke su. Geldi suyu önüme koydu. Su tenekelerinin
üzerine buz doldurmuş, kenarlarına kulp takmış, getirdi.
Şöyle hayretle bir baktım! Mennan nasıl buldun burayı,
nasıl geldin dedim. Neredeyse üç milyon a yakın hüccac,
herkes bembeyaz ihramın içinde, kimseye sormadan,
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 120

kimseye danışmadan, yolu yordamı bilmeden kaldıkları


mezbahanın oradan suyu almışlar yanıma gelmişler. Çok
duygulandım. Kalktım alnından öptüm. Sen gerçekten
hacı oldun dedim.
Döndük geldik Hacdan, Müftülük te oturuyordum,
sekreter içeri girdi. “Hocam, dışarda bir bayan var,
yanında da bir çocuk var, illa müftüyü göreceğim” diyor.
“Kim miş?” “Mennan’ın eşiyim” diyor. “Al içeri” dedim.
Kadıncağız geldi. Büyük bir minnet duygusuyla
ellerimi öpmeye çalışıyor. “Hocam, ben size çok dua
ediyorum. Benim Mennan dan yediğim sopayı peş peşe
eklesem Ankara’ya ulaşır. Önceden gece gündüz sarhoş
olan Mennan şimdi sabah namazına gidiyor. Bize karşı
da çok şefkatli davranmaya başladı” dedi.
Çok duygulandım, gözlerim yaşlandı. Caminin içini
görmedim diyen adam namaza başlamış, Gerçekten iyi
bir hacı olmuştu.

Yunus suresi. 25- Allah esenlik yurduna çağırır ve


dilediğini doğru yola iletir.

Kasas Suresi. 56- Doğrusu sen, sevdiğini doğru


yola iletemezsin; fakat Allah dilediğini doğru yola iletir ve
doğru yola erecekleri o daha iyi bilir.
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 121

Elif okuduk ötürü. Pazar eyledik götürü- Yaratılanı


sev. Yaratandan ötürü. Yunus Emre

Anlatan - İbrahim ACAR- Gaziantep- Samsun-


İzmir müftüsü iken emekli oldu.
Diyanet TV Bir Asır-Bir Çınar programında anlattı.

KIRKDOKUZ TAVAF YAPMIŞ

2005 yılının Eylül ayında, yaklaşık elli kişilik bir


kafile ile kutsal toprakları ziyarete gittik. Grubumuz
tamamen gençlerden oluşuyordu. Hedefimiz üç beş
günde elli tavaf ve üç umre ziyareti yapmaktı. Zor olsa da
bizimle olan birçok arkadaşımız bunu yapmayı başardı.
Allah bize bunu lütfetti demem daha doğru olur. Güzel bir
rüya gibi geçen bu kısa süre bitti ve biz de hep beraber,
kafile halinde, veda tavafını yaptık ve dönmek için
otobüsümüze doğru yola çıktık. Otobüse vardığımızda on
altı on yedi yaşlarında bir delikanlı kendini salmış, müthiş
üzgün bir vaziyetteydi ve gözyaşlarına boğulmuştu. Bu
genç kırk dokuz tavaf yapmış ve elli tavaf hedefini de
veda tavafı ile yapmak istemiş. Bizi son tavafını yapmak
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 122

için Mescidi Haram’ın yanında beklemiş; ama


kalabalıktan bizi görememiş. Ve sonra da otobüsü
kaçıracağından endişelenmiş. Onu, bunun kutsal
topraklara yeni bir davet olduğuna ikna etmeye çalışsak
da, bu gözyaşlarını dindirmeye yeterli olmadı.
Aradan bir yıl geçmeden bana ikinci kez umreye
gitmek nasip oldu. İlk tavaf o gözü yaşlı gencin
niyetineydi. Böylece o da elli tavafını tamamlayıp, inşallah
hayatına tertemiz bir sayfadan devam etme fırsatını elde
etmiş oldu.
(1167) İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor:
"Rasulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Beyt´i (Kâbe-i
Muazzama´yı) kim elli defa tavaf ederse, günahlarından çıkar ve tıpkı
annesinden doğduğu gündeki gibi olur." [Tirmizî, Hacc 41, (866).]
Buradaki tavaftan maksat, şavtlar olmayıp, elli tam tavaftır.

KURAN-I KERİM ‘İ BİR DAHA YERE KOYARSAN

Hac için Medine-i Münevvere ’de bulunan Celal


amca Mescidi-i Nebevi ’de namaz saatini beklerken
Suud’lu bir arabın, Kuran-ı Kerim’i okuyup, sonra yanı
başına yere koyduğunu görür. Onun bu hareketini Kuran'ı
Kerim'e bir saygısızlık olarak gördüğünden hemen yerden
alıp karşıdaki rafa koyar. Bunu gören Suud’lu hacı tekrar
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 123

Kuranı Kerim-i raftan alır ve yanı başına yere koyar. Celal


amca tekrar yerdeki Kuran-ı Kerim-i yerden alır ve rafa
koyar. Suud’lu hacı Kuran-ı Kerim'i alıp tekrar yere
koyunca !..Celal amca Suud’lu hacıyı şiddetle itekler.
Kargaşayı gören görevli askerler gelip bizim Celal amcayı
ve Suud’lu hacıyı alıp karakola götürüler.
Suud’lu hacı Celal amca’dan şikâyetçidir. Celal
amca arabca bilmediği için Diyanet İşleri’nin görevli
tercümanı çağırılır. Görevli tercüman Celal amcaya neler
olduğunu sorar. O da Suud’lu nun Kuran-ı Kerim'i yere
koyduğunu; birkaç kez ikaz etmesine rağmen tekrar yere
koyunca! Ona müdahale ettiğini, iteklediğini söyler.
Görevli tercüman; yapmış olduğu hareketin yanlış
olduğunu, bu yolculukta kimseye kötü söz
söylenmeyeceğini cebir ve şiddetin harem bölgesinde
haram olduğunu Celal amca ’ya izah eder.
Karakoldaki görevliye, Celal amcanın Suud’lu hacı
ya karşı herhangi husumeti, kötü bir niyeti olmadığını,
Kuran-ı Kerim’e saygısızlık yaptığını zannederek
iteklediğini söyler. Suud lu hacıya da dönerek; özür
dilediğini, afv etmesini rica eder. Görevli amir de Suud’lu
hacıya, olayda kasıtlı bir şey olmadığını, şikâyetçi
olmamasını söyler. Suud lu hacı: “Öyleyse şikâyetimi geri
aldım.” der. Barışıp kucaklaşırlar.
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 124

Görevli tercüman ile birlikte dışarı çıkmakta iken


Celal amca, geri döner, Suud’lu hacıya!..

“Bak bir daha Kuran'ı Kerim'i yere koyduğunu


görürsem döverim haa!..der ve dışarı çıkar.
 Anlatan-Bir görevli

MAZLUMUN DUASI

2017 yılı Ocak-şubat umresine gitmiştik. Önce


Medine deki ziyaretlerimizi yaptık, dört gün sonra
Mekke’ye geçtik. Kafilemizle ilk umremizi yaptıktan sonra
kendi başımıza nafile tavaflarımızı yapmaya ve Kâbe
imamına uyarak vakit namazlarını kılmaya başladık.
Bir yatsı namazını cemaatle kıldıktan sonra nafile
tavaf için niyet edip tavafa başladım. Dördüncü şavf ta idi.
Altınoluk istikametinde kırk beş elli yaşlarında, esmer
tenli, düzgün giyimli, ayaklarını ileri uzatmış, oturur
vaziyette, ellerinin yardımıyla tavaf yapan bir engelliyi
gördüm. Kimseye aldırmadan, kimseden yardım
istemeden, tavaf yapıyordu. Sağlıklı insanların ders
alacağı, ibretlik bir hali vardı. Şu hali resmedeyim dedim.
Cep telefonumu çıkartıp ön cephesinden çekerken beni
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 125

fark etti. Sağ elini kaldırıp, çekme diye eliyle işaret yaptı.
Ben de o anda telefonun tuşuna basmış bulundum.
Tavaf namazını kıldıktan sonra resmi kontrol ettim.
Eli havada, çekme işareti yaparken çıkmıştı.
Otele geldim. Telefonumu kontrol ettim. Bir de ne
göreyim! Yalnız engellinin resmi var, diğer çektiğim
resimler yok! Telefonumu kapattım, tekrar açtım, hafızada
başka resim yok yazıyor. Şaşkınlık içerisindeyim!
Medine’de iken Hz Ebu Eyüp el Ensari’nin evinin olduğu
yeri, teheccüd mihrabının olduğu yeri, Suffa mescidini
doğusundaki duvarda asılı Osmanlıdan kalma
Peygamber Efendimizin Şemaili Şerifinin yazılı olduğu
çerçeve, Hz Ebu Talha’nın vakfettiği bahçesindeki Haa
kuyusunun yeri ve Hz Ebu Bekir’in halife seçildiği Beni
Sakif bahçesinin yerinin resimlerini çekmiştim. Eyvah
dedim! Bütün resimlerim gitti. Çok üzülmüştüm!
Yattım. 02.30 civarında uyandım. Hemen
resimlere baktım. Yalnız engellinin resmi vardı. Onu da
ben sildim. Kendi kendime! Sen bu garibin rızasını
almadın. O da gücendi, buğuz etti dedim.
Demiyor mu Peygamber Efendimiz?
Kütüb-i sidde-1985- Mazlumun bedduasını
almaktan korkun. Zira Allah (cc) ile bu beddua arasında
perde yoktur.
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 126

Ben bu garibi bugün arayayım, af dileyeyim dedim.


Yine yatsı namazından sonra hemen hemen aynı yere
yakın yerde rastladım. Yanına yaklaşıp, Affe Ya Ahi
dedim. Elini göğsüne getirip gülümsedi. Yanından
ayrıldığımda huzurluydum. Otele geldim. Telefonumu
kontrol ettim. O da ne? Bütün resimlerim duruyor. Bende
tarifsiz bir mutluluk, bir sevinç! Sormayın.
Yaşadığım bu olayı Cenabı-ı Allah’ın bir ikazı ve
lütfu olarak yorumladım.
 Yaşayan: Ebu Abdullah

MAYMUN ÇANTAYI KAPTI

Umre için gittiğimiz ziyarette bir iki arkadaşla


kafaya koyduk. Sabahın erkenin de Nur Dağı’na
çıkmayı… Nur Dağı’nın tepesinde de Hıra mağarası var.
Mağaraya kadar vardık. Mağara dediğimiz bizim
Anadolu’daki mağaralar değil. Mesela bizim Antalya’da
Karain Mağarası vardır içi bir daireden daha büyüktür.
Aile yaşayabilir rahatlıkla… Burası öyle bir yer değil. İki
kişi yan yana namaz kılmakta güçlük çekiyor. Yani üzeri
taşlarla kaplı bir küçük oyuk diyebiliriz buna. Neyse
mağaraya vardık. Orada iki rekât namaz kılmak için
sırada bekliyor insanlar. Biz de arkadaşlarla sıraya girdik.
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 127

İki seccade var içeride. Birisi önde erkekler namaz kılıyor,


diğeri arkada kadınlar namaz kılıyor.
Sıra bana geldi, el çantamı seccadenin yanına
koydum namaza durdum. İlk vahyin geldiği mekân olduğu
için konsantre olup şöyle adamakıllı iki rekât namaz
kılayım dedim. Tekbir almamla birlikte bir patırtı hissettim,
huylandım. Konsantrasyonum bozuldu, gözümü açtım
baktım önümde kıllı bir hayvan… Allah Allah! Hayal mi
görüyorum dedim. Neyse tekrar konsantre olmaya
çalıştım. Beş on saniye sonra tekrar bir patırtı koptu, ben
ısrarla namaza devam ediyorum. Yanımda benden sonra
namaz kılmak için bekleyen arkadaşın sesini duydum:
“Şeref abinin çantasını maymun kaptı.” dedi.
Gözümü açtım baktım yanıma koyduğum çantam
yok. Henüz namazdayım… Ben namazı hayırlısı ile
kılmak için inat ettim, maymun da bana namaz
kıldırmamak için inat etti. Sonuçta ben namazımı bitirdim.
İki rekât namaz kıldım ama istediğim gibi bir namaz
olmadı. Ben ilk vahyin geldiği o mekânda öyle bir namaz
kılmak istiyordum ki o namazı hayatım boyunca
unutmayayım. Olmadı. Namazı bitirince sırayı
arkadakilere verdim, dua ettim çıktım.
Ben çantamı alan maymunu nerede bulacağım?
Bulsam bile çantamı alabilecek miyim? Mağaranın üstüne
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 128

çıktım, baktım her taraf maymun… İçlerinden benim


çantamı alanı nasıl ayırt edeceğim? Benim maymun
denilen hayvanla hiç tanışıklığım olmadı bu zamana
kadar. Huyunu suyunu da bilmem. Şöyle bir göz attım.
Baktım içlerinden birisi önüne bir çanta almış fermuarını
açmaya çalışıyor. Dedim “tamam. Ben şimdi buna bir
meydan dayağı çekeyim âleme ibret için bir görsün. Bir
yandan korkuyorum da hayvandan… Ya karşı koyarsa!
Ya saldırırsa! Ben maymun fıtratlı insanlar tanıdım ama
maymunla hiç tanışıklığım olmadı.
Hayvana ağır ağır yaklaştım, o bana bakıyor ben
ona… Üzerine öyle bir yürüdüm ki, hayvan çantayı
bıraktığı gibi fırladı. Çantamı aldım, baktım. Dolarlar
duruyor. Dövizden anlamadığı için ona dokunmamış.
Güneş gözlüğümü takmaya çalışmış, becerememiş. Su
şişesini açmaya çalışmış açamamış. Fotoğraf makineme
dokunmamış.
Velhasıl böyle bir maceramız oldu Hıra ’da
 Yaşayan- Şeref Yılmaz: Umre değen sözler

MEDİNE’NİN EVLİYASI

Medine'ye geldiğimizin ilk haftası idi. Mescidi-i


Nebevi ’de Hanefi mihrabına yakın bir yerde namaz
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 129

kılıyordum. Yanı başımda huşu içinde oturan güzel yüzlü


Aksakallı üzerinde uzun beyaz bir elbise bulunan, yetmiş
yaşlarında birisi dikkatimi çekti. Yanına oturup, onu
tanıyıp, sohbet etmek istedim. Yanına oturdum, elimi
onun omuzuna dokundurup selam vermek için
kaldırdığında, sanki elimi havada bir el tuttu. Bir güç elimi
omuzuna değmesini engelledi. Bir anda ürperdim !..
Etrafıma baktım. Herkes ibadeti, zikri ile meşguldü. Biraz
sonra cesaretimi toplayıp tekrar dizine dokunup
konuşmak istedim. Fakat yine aynı güç elimi havada
tuttu. “Bu mübarek bir kişi” dedim. Onun o anda hafaza
melekleri tarafından sarıldığını, korunduğunu hissettim
ve onun şu anda manen bu ortamda olmadığını,
bedenen olduğunu düşünerek yanından uzaklaştım.
 Kastamonu-Cideli Cafer amcanın anısı

MESTAN

1999 yılında anacığımla hac için yola çıktık. İlk


yolculuğumuz Medine’ye. Medine’de 4. günümüzdü. Yeşil
kubbenin altında hacı adayları ile beraber Kur’an okuyor,
okuduğumuz Kur’an ın ecrini Peygamber Efendimize,
şehidi şühedaya, ashabı kirama, Cennet’ ül Baki ehline
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 130

ve tüm ümmeti Muhammed’in ruhlarına bağışlayıp


duamızı yapıyoruz.
Baki kapısı Peygamber Efendimizi selamlayıp
dışarı çıkılan bir kapı. Orada bir arbede! Yanımdaki
arkadaşımla birlikte oraya, kalabalığa yöneliyoruz.
İçeriden bir genç çıkardılar. İnce zayıf, sarışın, sakallı
birini dışarı çıkarıp mermerin üzerine yatırdılar. Birisi kalp
masajı yaptı. Fakat genç ruhunu teslim etti.
Ölen gencin başında 38-40 yaşlarında, başında
keçeden, Bosnalıların taktığı bir başlık bulunan bir abi
ağlıyor. Ona sordum kim bu diye. Yaşlı gözlerle
anlatmaya başladı.
Ben vefat eden bu gencin köyünün muhtarıyım. Bu
genç Bosna’daki köyümüzün meşhur bir sarhoşu idi, ismi
Mestan. Mestan her gün içer, tüm köy halkı ondan şikâyet
ederdi.
Muhtar gözlerinden yaş akıtarak bize Mestan’ı
anlattı. Mestan’ı yolda görseler yollarını değiştirirler. Adını
duysalar illallah ettik ondan derlerdi..Mestan bir gün
köyün muhtarının kapısını çalar. Mestan telaşlı bir şekilde
der ki;
Muhtar! Ben rüyamda Resulullah’ı (s.a.v) gördüm,
beni yakamdan öyle bir tuttu ki, öyle bir salladı ki;
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 131

Mestan! Yeter artık! Nedir senin bu rezilliğin? Çabuk bana


geliyorsun! Yeter artık! Dedi.
Ne olur beni Medine'ye götür muhtar, Allah aşkına
beni Medine'ye götür. Muhtar Mestan'ın içki almak için
böyle bir şey uydurduğunu düşünmüştür.
Mestan’ı başına bela olmasın diye eline üç beş
kuruş verip göndermiştir. Mestan bütün Köyü kapı-kapı
gezmiş. Ben Peygamberimi gördüm, ne olur beni
Medine'ye götürün, diye herkese yalvarmıştır.. Maalesef
köyde ki herkes Muhtar gibi düşünüp, Mestan başlarına
bela olmasın diye üç beş kuruş cebine koyup
göndermişlerdir. Mestan paralar cebine girdikten sonra,
en son cebinde ki paraya bakar, kendi kendine; Bu
parayla Medine'ye gidemem ki.. Çaresiz tekrar Muhtara
gider, der ki; Muhtar: Sen bizim başımızsın. Sen bizim
emirimizsin. Ben sana beni Medine'ye götür diyorum.
Vallahi damınızı başınıza yakarım sizin! Beni Medine'ye
götür! Bu köyü yakarım!.. Beni Medine'ye götür. Beni
Peygamberim çağırıyor. Beni Muhammedim çağırıyor.
Beni Medine'ye götür! Der. Muhtar durumun ciddiyetini
anlar..
Muhtar baktığı dört beş ineği satıp, Mestan'la
beraber hacca gitmeye karar vermiştir. Parasını
denkleştirip, beraberce yola koyulurlar. Mestan'la Muhtar
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 132

Medine'ye vardıklarında otobüs Medine otelin önünde


durur durmaz Mestan hemen aşağıya fırladı ve birinin
kolundan tutup Peygamber nerede diye sordu?..
Karşısında ki sorusundan anladı ve bu tarafta
diyerek Mescid-i Nebevi yi gösterdi. Mestan bir anda
oraya koşmaya başladı. Muhtar arkasından bağırıyor:
Mestan!... Valizlerimiz burada odalarımıza yerleşelim
gideriz. Mestan dinlemiyor..
Muhtar'da peşinden koşmaya başlıyor. Bir yer
bilmiyorlar. Otelin yerini bilmiyorlar. Mestan’ı
kaybetmemek için, Mestan önde, Muhtar arkada
koşturuyorlar. Mestan Mescid-i Nebevi'ye doğru koşarak
Selam kapısından girdi. İleriye doğru hızla koşarak; Ya
Resul Allah! Ben geldimm! Ben geldimm, ben bir yolunu
buldum ve geldim! Ya Resul Allah (gözlerim doldu ya)
sen beni davet ettin, bende geldim Ya Resul Allah..
Mescid-i Nebevide ki görevliler normalde ses
çıkarılmasına izin vermezler.
Edep derler. Ama kimse Mestan’a karışmaz.
Mescid-i Nebevi'de yeşil halıların bulunduğu Cennet
Bahçesi denilen bir yer vardır. Hac döneminde o yerde
namaz kılmak en önemli isteklerden biridir. Normalde
birisinin orada namaz kılması için üç dört saat sıra
beklemesi gerekiyor ve normal de sıra da gelmez. O
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 133

kadar kalabalık olur. Ama Mestan önünde ki kalabalığı bir


sürat teknesi gibi yardı ve Peygamber Efendimizin (s.a.v)
kabrinin yanında ki parmaklıklara yanağını dayadı: Ya
Resulallah ben geldim. Sen beni bu kadar mı çok sevdin,
beni davet ettin. Bu ne büyük bir şeref! Ben bütün
günahlarıma tövbe ettim! Ama bilmiyorum, sen bana
şefaat edecek misin? Ben onu çok merak ediyorum. Ben
seni çok seviyorum Ya Resulallah, diyor. Hep aynı
sözleri tekrar ediyor. Muhtar başında bir saat bekledi, iki
saat bekledi, olacak gibi değil! Omzuna vurdu. Mestan
hadi gidelim abiciğim, otelimize yerleşelim, tekrar geri
geliriz..Mestan aldırış etmez ve der ki: Muhtar git
başımdan! Tamam! Sen vazifeni yaptın. Artık ben
buradayım. Otel de senin, otobüs te senin olsun..
Mescid normal saatlerinde gece 12 de kapatılıp,
imsak vakitlerinde tekrar açılıyordu. Kapanış vakti
geldiğinde polisler Mestan'a gidip. Hadi tamam! Saat
geldi, çık artık diyorlar. Mestan polislere bakıp: Ben onun
misafiriyim, beni o davet etti, ne olur beni çıkarmayın der,
ve gelin görün ki polisler ağlayışına, samimiyetine
bakarak müsaade ediyorlar.. Yeşil kubbenin altında
sadece Mestan ve Alah Resulü (s.a.v) beraber
sabahlıyorlar. Mestan hiç bir şey yiyip içmiyor. İkinci gün
olunca yine yalvarıyor yakarıyor, yine kalıyor.. Üçüncü
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 134

gün orada ki emniyet müdürü Mestanı görüyor, bakıyorlar


ki sadece zemzem içiyor ve namaz kılıyor. Mestana
baktıklarında ise rengi benzi solmuş.. Bu Adamı çıkartın
buradan bir şeyler yesin içsin, ondan sona tekrar anlayış
gösterin, yine kalsın, ama bu halde olmaz, bu adam
ölecek diyor. Emir olduğu için polisler Mestan ın yanına
gidiyor ve diyorlar ki; Mestan hadi çık sen artık, yemek ye,
sonra gel. Mestan onlara bakıp diyor ki: Ben aç değilim..
İyiyim ben. Beni çıkarmayın, beni ondan ayırmayın, ben
onun misafiriyim, beni kendisi davet etti. Tamam diyorlar.
Yemeğini ye, tekrar gel. Mestan: Hayır beni çıkartmayın.
Diyor. Fakat polisler kollarından, bacaklarından tutup
çıkartıyorlar Mestan’ı. Tam bütün Müminlerin Esselamü
Aleyke ya Resulallah dedikleri noktada Mestan başını
çeviriyor Allah Resulüne, ve diyor ki: Ya Resulallah!
Senin misafirine neyi reva görüyorlar. Beni sen
çağırmadın mı? Senin türbedarlarının benden haberi yok
mu? Beni senden ayırıyorlar Ya Resulallah! Derken tam o
anda polislerin elinde ruhunu teslim ediyor Mestan..
Orada bir arbede yaşanıyor. Mestan’ı alıyorlar mermerin
üzerine, yatırıyorlar. Birisi ben doktorum diyor. Kalp
masajı yapıyor, Muhtar yanında gözyaşları içerisinde.
Mestan ruhunu Hakka teslim ediyor.
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 135

Fıtrat olarak kıskanç birisi değilim. Bir insanın


başka birisini de kıskanmasına da bir anlam veremem.
Ama ben Bosnalı sarhoş Mestan’ı o kadar çok kıskandım
ki!
Dedim kendi kendime: “ Sen yıllardır hocalık
yapıyorsun. İki yaşında Kur’an okumaya başladın.
Sülalen hoca, ömrüm hocalarla beraber geçti. Ben nasıl
bir insanım ki Bosnalı Mestan kadar olamadım?
Allah Resulünden ayrılıyorum diye kalbin duracak
kadar Allah Resulünü sevemedin”!
Yıkanmasında yanında bulunmak istedim. Gasil
hane görevlileri içeri almak istememelerine rağmen
yalvardım, onları ikna ettim. Yıkarken ben de onlarla
birlikte yıkadım.
Yıkarken, uykudaki bir insanın yüzüne su
damladığında irkilir, yüzünde de güzel bir ifade belirir ya!
Aynı onun gibi bir tebessüm! Güldü gülecek. O an Allah
Resulünü görüyor gibi, yüzünde öyle bir ifade.
Ondan sonraki her Medine’ye uğradığımda önce
Sevgili Peygamberimize
Esselatü vesselâmü aleyke Ya Resulallah-
Esselatü vesselâmü aleyke Ya Habiballah
Esselatü vesselâmü aleyke Ya Seyidelevveline
vel’ahîrin. Devam ederek,
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 136

Esselatü vesselâmü aleyke Ya Ebu Bekir Sıddîk,


Esselatü vesselâmü aleyke Ya Ömer’ül Faruk, dedikten
sonra! Baki kabristanlığına dönerek, Aşkına şahit
olduğum. İmrendiğim! Kıskandığım! Bosnalı Mestan,
diyerek onu da selamlarım.
Allah(cc) Mestan’ın Resulallah’a olan aşkı gibi aşkı
herkese nasip etsin.
Anlatan= SÜLEYMAN ÖZER
Tunahan Camii imam hatibi-4.Etap-Başak şehir-
İstanbul

NİYET KISMET

Mehmet Zahid Kotku Efendi ile birlikte kalabalık bir


cemaat 1972'de hacca gelmişlerdi. Mekke-i Mükerreme
ye hareket edecekleri gün yaklaşınca her zaman olduğu
gibi, beni de, “Arabalarda yerimiz var; buyurun beraber
gidelim.” diye davet ettiler.
Benim ise bu sene hacca yalnız gitmek arzusu
gönlüme doğmuştu. Hep kalabalıkla, kafile, kervan
halinde gidiyorduk. Allah kabul etsin, böyle belki otuz hac
yapmıştık.
“Yahu bir de yalnız başıma hac etsem.” Dedim.
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 137

Onları uğurladım, gittiler. Ertesi gün seccademi ve


hafif bir yatak aldım. Hafif bir çantayla, elimde şemsiyem,
Harem-i Şerif'te ikindi namazını kıldıktan sonra garaja
doğru yollandım. Vasıtalar Mehmet Akif Bey'in “Necid
Çöllerinden Medine’ye” şiirinde bahsettiği “Meliha”
meydanından kalkıyordu. Şimdi oraları Mescid-i Şerif'in
önündeki geniş meydanlarda kaldı. Altını da otopark
yaptılar…
Meydana doğru giderken önümde koyu yeşil bir
mercedes durdu. Yepyeni, daha kâğıdı üstünde…
Direksiyonda esmer bir zat, arkada bir hanım… Adam
arabanın camını açtı, selam verdi:
“Esselamu Aleyküm”
“Aleyküm selam”
“İla fey? Nereye gidiyorsun…”
“Mekke-i Mükerreme’ye…”
“Faddal! Buyur” dedi… Tabi irkildim, şaşırdım,
tereddüt ettim.
“Buyurun, bende arkadaş arıyordum…”
Artık bindim…. Adam Mekkeli zengin bir zat imiş,
Hanımın da kadın hastalığı teşhis etmişler;
“Kanser olma ihtimali var.” Demişler. Almanya'da
tedavisini münasip görmüşler. Adamcağız hanımını alıp
Almanya'ya koşmuş Kırk beş yaşlarında, esmer yüzlü,
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 138

siması nurlu, tertemiz bir Müslüman… Kadını ameliyat


etmişler, kanser çıkmamış; sıkıntıları, şikâyetleri geçmiş,
iyileşmiş…
Hanım iyileşince, karı koca karar vermişler:
“Bize bu nimeti bahşeden Allah'ımıza şükür etmek
için, bir araba alalım; karadan, Türkiye, Suriye yoluyla
Medine’ye varalım, Resulallah’ı ziyaret ettikten sonra
haccedelim, oradan da Riyad’a dönelim” demişler.
Tam ben Allah’a teslim olup, yalnız başıma
gideyim diye, Hoca Efendi’nin on on beş arabalık
kafilesini bırakıp, tek başıma, kalabalığa karışıp gitmeye
karar vermişken, Cenabı Hak,
“Ey kulum, sen bana tevekkül edip, rahmeti göze
aldın; ama bakalım, tevekkül eden kulumu ben bırakır
mıyım?” dercesine, artık Allah'ın lütfu Kerem'i Medine-i
Münevver’enin bereketleri, tecellileri; ne derseniz deyin…
Lütuf içinde lütuf, yepyeni bir Mercedes… Bindik,
“kimsin, necisin filan…”
Sohbet ederek yolumuza devam ettik. Yolu
sohbetlerle, Lebbeyk lerle bitirdik. Mekke’ye vardık. Gece
olmuştu. Özür beyan ederek ayrıldım. Eşyamı bir
Türkistanlı kardeşin mağazasına bıraktım. Tavafımı
yaptım, say’ımı ettim. Sabahleyin Mina’ya giden
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 139

vasıtalara bindim. Mina’da beş vakit namazımı kıldım.


Beş riyal verip Arafat'a çıktım.
Arafat'ta akşam güneş battıktan sonra Müzdelife’ye
geldim. Akşamla yatsıyı kılıp, bir şeyler yiyip yatacağım;
sabah vakfesini yaptıktan sonra Mina'ya ineceğim.
Bir ses duydum, kalktım. Abdestimi aldım, namaza
durdum… O Müzdelife gecesinin o saatinde, O vakte
kadar hiç etmediğim bir dua dilime geldi:
“Ya Rabbi, kızım Sare için, ırzını, namusunu,
şerefini, haysiyetini koruyacak bir İbni helal, bir
helalzade…”
Eyvallah! O güne kadar, ne hatırıma, ne de dilime
gelmiş bir dua. O anda içimden geliverdi. Böyle bir dua
ağzımdan çıktı.
Artık sabah ezanları okundu. Oradakiler le birlikte,
cemaatle namazı kıldık. Vakfeyi yaptık. Yürüdüm.
Mina’ya geldim. Bizim çilekeş dervişlerin kaldığı çadıra
vardım, onlara katıldım.
Hacdan döndük. Şeyh Efendi, Ahmet Kibritçioğlu,
Doktor Hümeyra Hanım, hepsi bir gençten bahsetmeye
başladılar.
“Doktor Hayrettin diye bir oğlumuz, kardeşimiz
var… Bu zamanda insanın iyisi… Bu asırda öyle geç
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 140

bulunmaz… Almanya gibi yerde dinini, nezahet ini


korumuş bir genç…”
Şeyh Efendi’de,
“Çocukluğundan beri tanırım.” deyince artık,
“Peki dedik…. Cenab-ı Hak önce duayı ettirdi;
sonra cevabını verdi. Yani “Küllün minhu…. Her şey
ondan….” Güç ve kuvvet ondan…. İşte bu da Medine-i
münevverinin tecellilerinden biri oldu.
 Alıntı-Ali Ulvi Kurucu: Hatıralar –C.3-sayfa-
335.390

NUR DAĞINDAKİ MAYMUN

Türkiye’den hac farizasını yerine getirmek üzere


Suudi Arabistan’ın Mekke şehrine giden, Fethullah İskola
çantasını alan maymunu kovalarken Nur Dağı’ndan
düşerek hayatını kaybetti.
Gece diğer hacılarla birlikte Mekke’nin Kuzey
Doğusunda bulunan ve Kâbe’ye beş kilometre
mesafedeki Nur Dağı’na geziye giden Muşlu Fetullah
İskola (60), Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa’ya
ilk vahyin geldiği 300 metre yüksekliğindeki Hira
Mağarası’nda çantasını bir kenara koyarak ibadet etmeye
başladı. Bir maymunun çantasını aldığını gören İskola,
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 141

maymunun peşinden koşmaya başladı. Gece


karanlığında sarp kayalıkların bulunduğu Nur Dağı’nda
ayağı kayan talihsiz hacı, uçurumdan yuvarlandı.
Olay
hemen acil sağlık ekiplerine iletildi.
Düştüğü uçurumdan ekipler tarafından kurtarılıp
hastaneye kaldırılan hacı, hayatını kaybetti.
 Muşlu hacı Fethullah İskola, Mekke’de Şerai
Mezarlığına defnedildi.
 Basında-10-09-2015

O BURANIN EHLİNDEN

Medine’de öğrenciydim. Ali Ulvi Kurucu Kurucu Ağabeyle


Mescid-i Nebevi ’de karşılaştım. Kendisi Konyalı, hemşerimdir.
Yıllardan beri Medine’de kalmaktadır. Beni görünce! “Gel
bakalım evladım Abdurrahman”. Sana bir şey anlatacağım.
Dedi.
“Rüyamda Ravza-i Mutahhara’dayım. Görevliler
yatsı namazından sonra cemaati
çıkarıyorlar.*1 “Kalkın, buraları süpüreceğiz.”
diyorlar. Şöyle baktım ileride Tahir Hoca
kardeşim oturuyor. Bunun üzerine “Ama Tahir
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 142

Hoca burada oturuyor, O’nu kaldırmamışsınız.”


dedim.
“O buranın ehlindendir.” dediler.”
Ben de bu rüyayı babama anlattım. Babam bu
rüyayı işitince ağlamıştı. Çok çok memnun,
mesut olmuştu ve “Bu rüyayı bizzat kendim
görsem bu kadar sevinmezdim. Kendisine son
derece hüsn-ü zan ettiğim ağabeyim görünce
çok memnun oldum, Rabbime hamd
ediyorum.” demişti. Babamın bizim muttali
olmadığımız bir gönül âlemi vardı doğrusu. Çok
ketumdu, rüyasını bile kolay kolay anlatmazdı.
(Muttali=Bilgili, haberli)
*1Önceki yıllarda Mescid-i Nebevi’yi yatsı namazından
sonra kapıları kapatıp temizlik yaparlar, imsak
vaktinden önce açarlardı.

Anlatan- Abdurrahman Büyükkörükcü (Tahir Hoca’nın oğlu)

O KOKU SATILMAZ

İlk Medine'ye gittiğimde gençlik yıllarımdı.


Arapçamın çok iyi olmadığı öğrencilik günlerim.
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 143

Rasulullah Efendimizin kabrini ziyaret ettiğimde, çok


güzel, müthiş bir koku hissettim. Benim bildiğim esans
kokularından farklı bir koku.
Bir kokucuya gittim.
“Peygamber Efendimizin kabrinin orada bir koku
var, ondan istiyorum” dedim.
Adam bana baktı! Yok dedi.
Ben “gelecek mi!” Dedim. Yok dedi. Ben yoku bitti,
kalmadı anlamında anladım. Yarım yamalak Arapçam ile.
“Nerede bulabilirim!” Dedim.
Baktı bana! “Oğlum sen nerelisin” dedi.
Türk'üm! Dedim.
“Oğlum o koku satılmaz. O koku Peygamber
Efendimizin kokusudur.”
Bu beni çok derinden etkilemişti.
Her seferinde o kokuyu duyabiliyor musunuz?
Zor…
Bazen bir sefer duyuyorsun. Bazen hiç
duyamıyorsun.
 Yaşayan-Prof. Dr. Nihat Hatipoğlu

Hz. Enes (r.a) anlatıyor


“(Annem) Ümmü Süleym, Rasulullah (s.a.s) için yere bir post
serer, O da üzerinde kaylule (öğle uykusu) kestirirdi. Aleyhissalatu
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 144

vesselam uyanınca annem O'nun terini ve kıllarını toplardı. Bunları


bir şişede toplar, sonra onu sürünme maddesine katardı.”
[Buhari, İsti'zan 41; Müslim, Fezail 84, (2331); Nesai, Zinet
119, (8,218).]
Enes bin Malik’ten Rivayet: "Peygamber Efendimiz, Medine
sokaklarından birinden geçtiği zaman, oradan geçenler, Onun
oradan geçmiş olduğunu, hoş kokudan anlarlardı. Derlerdi ki:
"Buradan Peygamber Efendimiz geçmiştir."

OĞLUNDAN KABEYE KAÇMIŞ

Kâbe ‘de 75 yaşlarında, iki sütun arasına bir yastık


koymuş, orada yaşayan çok enteresan bir zat ile
karşılaştım. Bir dönem gitmiş ve orada kalmış. Kâbe’nin
içinde kaldıkça kimseye karışmıyorlar. Vizen var mı yok
mu demiyorlar. Oradan çıkmadığın sürece Allah’ın
misafiri olarak görüp, kimseye pek dokunmuyorlar. O
zata selam verdim. Biraz konuştuk.
“Türk’üm. Allah’a hicret ettim“ dedi.
Hayırdır! Niye Allah’a hicret ettin? Dedim.
“Çocuklarımdan kaçtım” dedi ve sonra uzun ve
acıklı olan hikâyesini anlattı.
Çocukların yüzünden perişan olmuş, dilenecek
hale düşmüş. Bir yolunu bulup Kâbe’ye gelmiş…
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 145

Adama dedim ki :”
Sen Neden gidip şikâyetçi olmadın? Çocuğundan
şikâyetçi olsaydın, senin elinden malını mülkünü almış,
sana bakmak zorundaydı.
“Ben onu yetiştirdim. Öyle bir çocuğum olsun diye
yaptığım öyle dualar var ki, Cenabı Hakk’a kaldırıp
bakmaya yüzüm yok.
Yani; tek bir oğlum olsun, şöyle olsun. Tek bir
oğlum olsun, böyle olsun diye acayip dualar ettim.
Allah (cc) bana o oğlanı verdi. Ama o oğlan benim
buralara düşmeme sebebiyet verdi. Buraya geldim. Ben
Allah (cc) ın misafiriyim” dedi.
 Anlatan-Mehmet Ali Bulut-1993 de yaşadığı
Kâbe anısı-Moral fm de

ÖĞRENMENİN YAŞI YOK

Yetmiş sekiz yaşımıza kadar Umre yapmak nasip


olmamıştı. Rabbimiz bizi de çağırdı Elhamdülillah.
Umremiz sömestri tatiline denk gelmişti. Umrede gençler
ve çocuklar çoğunluktaydı.
Önce Peygamber Efendimizi ziyaret ettik.
Peygamber Efendimizi tarif edilemez bir heyecanla
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 146

selamladıktan sonra Cennet bahçesinde (Ravza-ı


Mutahhara) namaz kılabilme mutluluğuna eriştik.
Peygamber Efendimizin mescidinde namaz kılmak, onun
sahabeleri ile namaz kıldığı, onlarla sohbet ettiği yerde
olmak, onun kokusunu hissetmek bambaşka bir duygu,
bambaşka bir mutluluk.
Ve!! Veda günü geldi. Ayrılmanın hüznü ile
Peygamber Efendimizin muvâcehe-i saâdeti önünde
dururken; önümde sekiz, on yaşlarındaki bir çocuğun
Peygamber Efendimize karşı sözleri dikkatimi çekti.
Çocuk: ”Sevgili Peygamberim! Senden ayrılmak
çok zor…. Ama veda zamanımız geldi. Cenabı Allah
tekrar nasip ederse, inşallah sizleri bir daha ziyaret
ederim”. Dedi ve Essalatü vessalamû aleyke ya
Rasulallah diye salavat getirerek, edeple Baki kapısına
doğru yürüdü.
Yaşı küçük, fakat bana verdiği ders büyük olan bu
çocuğu ardından gıpta ile seyrettim.
Medine'den Mekke'ye geçtik. Eşyalarımızı otele
bıraktıktan sonra topluca umremizi yaptık. Sonraki
günlerde guruptan ayrı kendi başımıza namazlara
gitmeye ve tavafları kendi başımıza yapmaya başladık.
Yalnız başına yapılan tavaflar ve tavaf namazından sonra
yapılan dualar, önümden geçen eli bastonlu, beli bükük
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 147

yaşlılar, Bir çocuğunun elinden tutmuş, bir çocuğunu da


kucağına almış ayaklarının altı öpülesi anneleri
seyretmek insana tarifsiz bir haz, bam başka bir duygu
veriyor.
Kâbe’nin etrafında inşaat çalışmaları var. Tavaf
alanını görevliler sık sık temizlemelerine rağmen yine de
mermer yüzeyler toz oluyor.
Tavafımı yaptım. Biraz geride, tenha bir yerde iki
rekât tavaf namazımı kıldım. Pantolonumun dizlerindeki
tozları görünce gayrı ihtiyari elimle süpürdüm.
Tavaf alanında beş altı yaşlarında, ülkesini
bilmediğim bir çocuk mermer zemin üzerinde kayarak
oynamakta idi. Kendisine! “Elbisen tozlanıyor, kaymadan
oyna “dedim. Hangi dili konuştuğunu bilmediğim çocuk
sağa sola koştuktan sonra yanıma gelip bana Türkçe; ”Bu
tozlar peygamber tozu amca, peygamber tozu,
Peygamber Efendimiz de Kâbe’nin tamirinde çalışırken
bu tozlara bulanmış dedi. Tekrar koşarak oyununa devam
etti.
Dondum kaldım, ne diyeceğimi bilemedim. Bu
yaştaki bir çocuğun verdiği cevap beni kendimden
utandırdı. Biz bu kadar yaşımıza gelmişiz ama bu
çocuktaki idrake sahip olamamışız, Peygamber
Efendimizin torunları Hz Hasan ve Hz Hüseyin aklıma
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 148

geldi. Abdestini yanlış alan bir bedeviye incitmeden


abdest almayı öğretmeleri…… Benim de bu umre
seyahatimde hocalarım bu çocuklar oldu.
 Yaşayan-Osman Özgüven

RASÛLULLAH (SAV) GÖRDÜĞÜM RÜYALARIM

İLK RÜYAMDA BAYILDIM


İlk rüyamı Mısır'da görmüştüm: 1942 yılında Mısırlı
yazar Sadıku’r Rafi’i’nin bir yazısını okumuştum. “fi’l-leheb
ve la yahtarik: Ateşler içinde fakat yanmıyor” diye,
birtakım dindar gençleri anlatıyordu. “Allah'ım, bu
çocuklar, aristokrat ailelerin çocukları, üniversitede
kızlarla birlikte okuyorlar… Fakat bunlar nasıl bu kadar
temiz kalmışlar ki, yüzlerindeki Nur kalbimi yaktı…”
Yazıyı okuyunca ağladım, abdest alıp İki rekât
namaz kıldım ve “Allah'ım, Mustafa Sadıku’r-Rafi’i’nin
anlattığı böyle bir gençlik benim milletimde de
yetişmeyecek mi?” diye dua ettim.
O günler çok feyizli günlerdi. O günlerde bir rüya
gördüm:
Peygamber Efendimiz bir köşke ziyarete
gelecekmiş. O köşke gittim. Bahçe içinde tek katlı bir
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 149

köşk… Bahçe, köşkün duvarları her taraf yeşil çimen…


Gönül alıcı, fevkalade güzel, tatlı, tarifi zor bir yeşillik…
Tavus tüyü gibi, ördekbaşı gibi, ömrümde görmediğim bir
yeşillik…
Baktım. Osmanlı sarığı ve cübbesiyle, üç tane
âlim zat, nöbet tutuyorlar. Peygamber Efendimizi onlar
karşılayacakmış… Bu üç zatın birisi Şeyhülislam Mustafa
Sabri Efendi, birisi Zeynel Abidin Efendi, ortalarındaki de
dedem Hacı Veyis Efendi.
“ Peygamber-i Zişan geliyor” dediler.
Efendimiz teşrif ettiler. Başlarında altın sarısı bir
kumaş üzerine sarılmış Nurdan bir sarık vardı. Bu
sarıktan, simalarına ve simalarından siyah cübbeleri
üzerine, adeta sağanak halinde Nur akıyordu. Kendilerini
karşılayan üç âlim sırayla ellerini öptüler. Efendimiz köşke
girdi… Ben dayanamadım, rüyamda bayıldım.
EFENDİMİZ NAMAZ KILDIRIYORMUŞ 2.Rüyam
Dr. Abdürrahim ‘le birlikte Sahih-i Buhari
okuduğumuz altı ay, benim için de manen çok güzel ve
yüksek bir hal içinde geçmişti. O günlerde yazdığım:
Mücahit, Levlake Ya Muhammed, Kızıl Fırtına, Ayasofya,
Fatih'in Türbesinde ve Müstesna Hülya şiirlerimde de bu
manevi hava vardır. Daha sonra, Gümüş Tül ve Alevlere
alınırken, bu şiirlerim biraz kısaltılmış ve değiştirilmiştir.
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 150

İbni Abbas'ın bir tavsiyesi


Bu güzel hal içinde Buhar-i Şerif okurken, Hazret-i
Abdullah ibni Abbas'tan bir rivayet gördüm. Hazret
tabiinden bir zat-ı irşat için bir yere vazifeli olarak
gönderiyor. Bir kabileye vaaz ve İrşadda bulunmak üzere
gönderiyor. O sırada, kendisine şu tavsiyede bulunuyor:
“Sakın, olur olmaz yerde, vakitli vakitsiz sohbet
yapma. Sohbetin de vakti var. Dini konuşmalar yapacağın
zamanlarda, onların istekli anlarını, seni huzurla, iştiyakla
dinleyecekleri saatleri seç… Dini sohbet her yer ve
zamanda yapılmaz. Her şeyin zemin ve zamanı olduğu
gibi sohbetinde zemini ve zamanı vardır.”
İbni Abbas Hazretleri, edebiyatta geçerli olan
“Mutabakatu’l kelam li-mukteza’l- hal: Söylenecek söz
zamana ve zemine uygun olmalıdır.” Kaidesini, irşada
gönderdiği zata tavsiye etmişti.
Bu rivayeti okuyunca gönlümden şu sual geçti:
“Acaba Abdullah ibni Abbas'ın bu tavsiyesini bugün
Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem işitselerdi, ne
derlerdi? Onu tasvip mi ederlerdi, yoksa tashih mi
ederlerdi?”
O gece bir rüya gördüm.
Ellerini Öptüm
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 151

Rüyamda, bir yerden evimize geliyorum. Evin


önünde bir at var. At, sanki bildiğimiz at gibi değil de,
Burak gibi, sanki Nur’dan bir mahlûk, parıl, parıl yanıyor.
Bir heykel gibi güzel ve ahenkli…. At kapıya bağlanmış.
İçeri girdim. Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz
sahabe-i kiram ile birlikte bize gelmişler. Validem onları
davet etmiş. Bu davet üzerine, bize gelmişler. Yukarı
katta imişler…
Evimizin içi Nur'la dolu.. Tarife sığmaz, bu güne
kadar mislini duymadığım bir rayiha, bir koku var.
Gönülde, gülşende, sümbülde, karanfilde, zambakta,
leylakta ve bildiğimiz bütün çiçeklerde ve esanslarda
bulunmayan manevi lahuti bir koku var.
Efendimiz namaz kıldırıyorlarmış. Ben de uydum.
Namazdan sonra ellerini öptüm. Gönlümden geçirdiğim
suali sordum:
“Ya Rasulullah, geçenlerde ders zamanında
Abdullah ibni Abbas’ın filan zata ettiği bu tavsiyeyi, acaba
Peygamber-i Zişan’ımız duysaydı, amcazadesinin bu
sözünü kabul mü ederlerdi, yoksa tahsis mi buyururlardı
diye tereddüdüm vardı…. Bu tereddüdü şimdi size
soruyorum ya Rasulullah!…”
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 152

Ben böyle deyince Peygamber Efendimiz


tebessüm buyurdular; lisan-ı pakinden, fem-i
saadetlerinden şu cevabı aldım:
“El-hükm evvelen li’l enbiyâ ve Abdullah ibni
Abbas mine’l evliyâ: Hüküm önce nebilere aittir, sonra
velilere aittir ve Abdullah ibni Abbas da o velilerdendir.”
Buyurdular.
Bu rüyam ikinci görüşüm idi.
CEMALİNİ GÖRÜYORUM AĞLIYORUM-3. Rüyam
Rüyayı talebe yurdunda, Muhammed Bey
Ebuzzeheb yurdundaki yatağımda görmüştüm. Günlerce
tesirinde kaldım. Uzun müddet riya olmasın diye, kimseye
söylemedim.
Peygamber Efendimizi görebildiğim üçüncü rüyam
da ikinciyi gördüğüm günlerde, Medine-i Münevvere ’de
tecelli etmişti:
Rüyada, o sırada oturduğumuz eski evimize
geldim. Validem beni karşılayarak:
“Oğlum, senin kütüphaneyi, Peygamber-i Zişan
Sallallahu Aleyhi ve Sellem teşrif ettiler. Fakat şimdi
uyuyorlar.” Dedi.
Sokak kapısından yavaşça girdim. Seyyidina
Osman ibni Affan Radıyallahu anh nöbet bekliyordu…
Odamda bir kanepe vardı. Kapıdan içeri baktım.
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 153

Efendimiz kanepenin üzerine uzanmış dinleniyorlardı.


Seyrine daldım. Cemalini görüyorum, ağlıyorum!…
O sırada hafif bir ses oldu. Efendimiz hemen
gülümseyerek kalktılar… Bunu gören Hz Osman telaş
içinde koştu. Yavrusunun rahatsızlığını gören bir anne
kuş gibi çırpınıyordu.
“Rahatsız mı oldunuz Ya Rasulullah!....
Uyuyamadınız mı?”
Efendimiz gülümsediler. Mübarek yüzünde sanki
mehtaplar doğuyor; dişlerinde İnciler parıldıyordu.
“Hayır Osman, çok rahat etmişim; çok
dinlenmişim.” buyurdular.
Bu iki rüyayı gördüğüm günlerde, Dr. Abdurrahim
ile “Sahih-i Buhari”yi okuyorduk. Bu manevi hallere doktor
’un çok tesiri vardı.
HALA O KOKU RUHUMU MEST EDER-4.Rüyam
Resul-ü Ekrem Sallallahu Aleyhi ve Sellem
Efendimize dair gördüğüm dördüncü rüya da 1975 yılında
Medine-i Münevvere ‘de tecelli etti:
Medine-i Münevvere ‘de bir hurma bahçesine
gidiyorum. Şıh Abdulgafur Efendi,(1) bahçede geziniyor.
Yanına vardım, ellerini öptüm. “Neredeydin? “diye sordu.
“Efendim, Harem-i Şerif’te idim. Biraz fazlaca
kaldım.” Dedim.
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 154

“Rasulullah Efendimiz burada idiler…”


“Nerede efendim?” diye sordum.
“Şu karyolanın üzerine uzanıp uyudular, sonra
gittiler.” Diyerek, hurma yapraklarından yapılmış bir
karyolayı gösterdi ve:
“İşte şu yatakta uyudular.” Dedi.
Bu, semavi açık renkte bir yataktı. Üzerinde açık
sema renginde bir yatak, Onun üzerinde de açık sema
renginde mavi bir çarşaf seriliydi. Çarşafta bir nemlilik
vardı.
“Efendim yatağa su mu döküldü.” diye sordum.
“Yok, yok!. Hava sıcak, Peygamber-i Zişan
terlemişti. Onun teridir.” Dedi.
Yıllardır “Rasulullah Efendimiz ’in teri gül gibi
kokar.” diye okurduk…. Yatağa yaklaştım. Şıh Abdulgafur
Efendi:
“ Kokla ya Ali Ulvi, kokla dedi…” dedi.
Gözyaşları içinde yatağa kapandım…. Aradan
yirmi yıl geçti. Hala o koku ruhumu mest eder. Hiçbir
gülde, hiçbir karanfilde, hiçbir şebboy da, zambakta,
bildiğim, gördüğüm herhangi bir çiçekte, ömrüme hâkim
olan o kokuyu, bir daha duyamadım.
ONU AMELİNİZE GÖRE GÖRÜRSÜNÜZ
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 155

Şıh Abdulgafur Efendi’ye Rasulullah Efendimiz-i


rüyada görme hakkında sordum:
“Efendim, rüyada görülen, Peygamber-i Zişan’ın
kendileri midir; asli ve hakiki simaları mıdır?”
Tebessüm ederek şöyle buyurmuşlardı:
“Peygamber-i Zişan’ın şekline, şeytan giremez.
Her gören, kendisinin ameli ve Peygamber’e intisabı
nispetinde görür. Görülen Resul-ü Ekrem’dir. Onu
amelinize göre görürsünüz .”
Hatta şöyle buyurmuşlardı:
Hatırına bir şey gelmesin; sır olarak söylüyorum.
Ben Delhi'den ilk geldiğim günlerde büyük bir feyz deryası
içindeydim. Manen çok zengin idim. Vecd içinde, aşk
içindeydim. Şıh Manzur, Şıh Abdullah Şah ve bazı
kardeşlerimiz le beraber Hz Osman rubâtında hatm-i
hace yapardık….Hatm-i hacede Peygamber-i Zişan’a
salavatı çok getirirdik. Mesela âdetimiz yüz iken. Onun
hilafına bin defa getirirdik… Böyle yaptığımız zamanlarda
Resul-i Ekrem Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz ‘in
hücre-i Saadetlerinden çıkıp da “Udnû, Udnû, Udnû!”
Yaklaşın, yaklaşın, yaklaşın!” buyurduklarını defalarca
gördüm.
(1)Abdulğafur Efendi kaddesallahu sırruhuma el-Abbasî diye
anılırlar. Hazret-i Abbas radıyallahu anhın soyundan gelen Afganlı bir aileye
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 156

mensuptur. Bu aile asırlar boyu ulema, fudela ve ehl-i tarik kimseleri


yetiştirmiştir.
Şıh Efendi'nin ecdad'ı Afganistan'dan, Hindistan'ın Yeni Delhi şehrine göç
etmişler.1935 de Medine’ye yerleşmiştir. 7 Defa Medine’den Mekke’ yaya
olarak Hacca gitmiştir.

 Alıntı-Ali Ulvi Kurucu: Hatıralar –C.3-sayfa-


45-50

RÜYADA HAC

Saime Hanım vardı. Allah rahmet eylesin. Vefat


etti. Öğretmen Saime Hanım derlerdi. Kendisi dul bir
öğretmen Hanım olduğu için hacca gidememiş. Aşık
da…. Hocamıza demiş ki:
“Efendim, mahremsiz hacca gidilmiyor. Ben de
hacca gidemedim. Çok da canım istiyor, aşıkım. Oraları
görmek istiyorum” filan demiş.
Hocamız:
“Ben seni götüreyim hacca.” Demiş.
“Hac mevsimi gelecek. Hocamız bana da bilet
alacak, beraber uçağa bineceğiz, hacca beraber
gideceğiz sandım” Diyor. Evi şuracıkta idi, ön sokakta….
Eve gitmiş. Hani gece erken kalkanlar, sabahla öğle
arasında uyumak ihtiyacı duyar. Çünkü ötekiler gibi değil
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 157

ki!. Geceden uyanık, zikretti, tesbih çekti, dervişlik yaptı.


Öğleye doğru evinde uyumuş.
Uyuduğu zaman rüyasında Hocamız yanına
gelmiş. Önüne düşerek Mekke-i Mükerreme’ye gitmişler.
Kâbe’yi Müşerrefe’yi tavaf etmişler. Safa ile Merve
arasında say eylemişler. Arafat'a çıkmışlar. Cemreleri
taşlamışlar… Rüyada aynen böyle görmüş.
İki saat önce, “Ben sana haccettireyim” dedi. İki
saat sonra Saime Hanım böyle rüyalar görüyor.
 Mahmud Esad Coşan Hocanın sohbetinden

SAKIN TERK-İ EDEPDEN

Osmanlı Padişahı 4. Mehmet (Avcı) zamanı.


Osmanlı devrinde yaşamış arif ve meşhur şair Yusuf
Nabi, 1678 yılında bir kafile ile hac yolculuğuna çıkmıştı.
Kafilede devletin ileri gelen paşaları da bulunuyordu.
Kafile hicaz bölgesine girince Hz. Peygamber'i ziyaret
aşkı Nabi’yi iyice sardı. Öyle ki, vücudu bir hoş oldu,
uykusu kaçtı, hiç uyumadı. Bir gece yarısı kafile
Peygamber şehri Medine-i Münevvere ‘ye yaklaştı.
Kafilede bulunan Eyüp’lü Rami Mehmed Paşa o esnada
kıble tarafına doğru ayaklarını uzatmış, uyuyordu. Resul-i
Kibriya'nın beldesine girerken arkadaşlarında gördüğü bu
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 158

manzara Nabi’ye hiç de hoş gelmedi. Paşayı uyandıracak


bir şekilde şu meşhur beyitleri söylemeye başladı:
Sakın terk-i edepten, kûy-i mahbûb-ı Hüdâdır bu!
Nazargah-i ilahîdir, Makam-ı Mustafa’dır bu.
Mürâât-ı edep şartıyla gir Nabî bu dergâha,
Metâf-ı kudsiyadır, bûsegâh-ı enbiyadır bu.
Açıklaması şöyledir: Edebi terk etmekten sakın!
Zira burası Alla hu Teâla’nın Habibinin beldesidir. Burası,
Hak Teâlâ’nın devamlı nazar kıldığı bir yerdir;
Muhammed Mustafa'nın makamıdır. Ey Nabi, bu dergâha
edebin şartlarına dikkat ederek gir. Sakın edebi basite
alma. Burası, büyük meleklerin etrafında pervane gibi
döndüğü, peygamberlerin eğilip eşiğini öptüğü bir yerdir.
Bu beyitleri işiten paşa, gözünü açtı, hemen
kendine geldi, İkazın sebebini anladı, ayaklarını topladı,
doğruldu. Nabi’ye dönerek:
- "Ne zaman yazdın bunları? Senden başka duyan
oldu mu onları?" diye sordu. Yusuf Nabi:
- "Bunları daha önce herhangi bir yerde söylemiş
değilim. Şimdi, sizi bu halde görünce elimde olmadan
yüksek sese söylemeye başladım. İkimizden başka bilen
yok!" dedi. Paşa:
-" Öyleyse bu aramızda kalsın," diye ikaz etti. Nabi
sustu, yola devam ettiler. Kafile, sabah ezanına yakın Hz.
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 159

Resulullah’ın mescidine yaklaştı. Bir de baktılar ki,


mescidin minarelerinden müezzinler ezandan önce
Nabi’nin: "Sakın terk-i edepten..." beytiyle başlayan na’tını
okuyorlar. Nabi ve paşa hayret ettiler. Mescide girdiler,
namazı kıldıktan sonra, hemen müezzinin yanına
koştular. Nabi, heyecanla:
- "Allah adına, peygamber aşkına söyle, sen
ezandan önce okuduğun o beyitleri kimden, nereden ve
nasıl öğrendin?" diye sordu. Müezzin önce cevap vermek
istemedi, Nabi ısrar ve rica etti. Bunun üzerine müezzin:
- Resulü Kibriya (s.a.v.) Efendimiz, bu gece bütün
müezzinlerin rüyasını şereflendirerek: "Ümmetimden Nabi
isimli birisi beni ziyarete geliyor. Bana olan aşkı her şeyin
üzerindedir. Kalkın, ezandan önce, onun benim için
yazdığı beyitleri okuyarak kendisini karşılayın, mescidime
girişini kutlayın!" buyurdu. Biz de Efendimizin emirlerini
yerine getirdik, dedi.
Nabi, hepten şaşırdı ve heyecanlandı,
dayanamayıp ağladı. Gözyaşları içinde müezzine tekrar:
- "O iki cihanın Efendisi, gerçekten Nabi mi dedi, o
benim ümmetimdendir mi buyurdu?" diye sordu. Müezzin:
- "Evet, Nabi dedi, o benim ümmetimdendir
buyurdu," deyince. Nabi bu iltifata daha fazla
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 160

dayanamadı, sevincinden düşüp bayıldı. Bir zaman sonra


ayıldığında paşayı ve müezzini yanında ağlarken buldu.
 (Kaynak: Seyyid Muhammed Saki Haşim’i,
"Arifler Yolunun Edepleri", Semerkand
Yayınları)
Nabi nin Şiiri
“Sakın terk-i edebden kûy-ı mahbûb-i Hüdâdır bu;
Nazargâh-ı ilâhîdir makâm-ı Mustafa’dır bu.
Habîb-i Kibriyâ’nın hâbgâhıdır fazîlette
Tefevvuk-kerde-i arş-ı Cenâb-ı Kibriyâdır bu.
Bu hâkin pertevinden oldu deycûr-ı adem zâil
Âmâdan açdı mevcûdât dü çeşmin, tûtiyâdır bu.
Felekde mâh-ı nev bâbüsselâmın sineçâkidir,
Bunun kandili cevzâ matla-i nûr-i ziyâdır bu.
Mürâ’ât-ı edeb şartıyle gir Nâbî bu dergâha
Metâf-ı kudsiyândır bûsegâh-ı enbiyâdır bu”
Mânâsı: Edebi terketmekten sakın; Burası Allâhü Teâlâ’nın
Habibi’nin yeridir.
Burası Allâhü Teâlâ’nın nazar ettiği, Mustafa (s.a.v.)’nın
makamıdır.
Habîb-i Kibriyâ’nın yeridir ki; Fazilette üstünlük bakımından
Allâhü Teâlâ’nın arşının üstündedir.
Bu mübârek toprağın parlaklığından yokluk karanlıkları
sona erdi.
Yaratılmışlar iki gözünü körlükten açtı,
Zîrâ burası kör gözlere şifâ veren bir sürme gibidir.
Gökyüzündeki hilal onun kapısının yüreği yaralı âşığıdır.
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 161

O gökyüzündeki hilâle ışığının nurundan veren kandildir.


Ey Nâbî! Bu dergâha edebin şartlarına riâyet ederek gir.
Zira burası meleklerin etrafında pervâne olduğu ve
peygamberlerin hürmetle öptüğü tavaf yeridir.”
 Diyanet İslam Ansiklopedisi

SANA NE

Necati Öztürk Hoca, bu topraklarda kimseyi tenkit


etmememiz gerektiğini başından geçen bir hadise ile
anlattı..
Altı yıl önce Medine’de bir gün öğle namazını
kıldım, tam ayakkabılarımı giymiştim ki 70-75 yaşında
arap olduğu belli olan bir amca boylu boyunca
Peygamberimizin kabrine, Ravza’ya doğru ayaklarını
uzatmış yatıyor.
İçimden diyorum ki, ya amca yatılacak yer burası
mıdır?
Dünyanın dört bir yerinden insanlar kıbleye karşı
ayaklarını uzatmazken, sen hem kıbleye, hem de
Efendimiz(as) kabrine doğru ayaklarını uzatıyorsun.
Sonra bir şey söylemeden oradan uzaklaşıyorum..
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 162

Arkamdan biri sesleniyor. Bana değildir diye


bakmıyorum, lakin bir el omzuma dokunuyor, o adamın
beni çağırdığını söylüyor..
Yanına gidiyorum. Amca bana diyor ki:
Ne homurdanıyorsun, sana mı düşmüş benim nasıl
yatacağım?
Ben 30 senedir buradayım. Allah Resulünün
komşusuyum.. Komşu komşunun yanında ayağını
uzatmaz mı? Rahat etmez mi?.. O sorun etmiyorken sen
niye sorun ediyorsun..? Sana mı düştü iki yakın dostun
arasına giriyorsun.. Lütfen bir daha kendi üzerinize vazife
olmayan şeylere karışmayın!.. Dedi.
Ne diyeceğimi şaşırdım. Ellerine sarılıp öptüm.
Daha sonra onunla muhabbetimiz, dostluğumuz devam
etti.
 Anlatan- Doç. Dr. Necati Öztürk-Mekke
Ümmü'l Kura Üniversitesi'nde öğretim
üyeliğinden emekli Halen Mekke'de
kütüphane müdürlüğü görevi

SATIN ALINAN ARSA

1982 yılında kafile başkanı olarak Hac yolculuğum


oldu. O zaman yolculuğumuz karayolu ile yapılıyordu.
Giderken Mevlana ve Ashabı Keyf ziyaretlerimizi yaparak
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 163

Suriye’ye geçtik. Bilal’i Habeşi ve Halid bin Velid’in kabrini


ziyaret edip, Medine’de bir gün kalıp, Mekke'ye ulaştık.
Hac görevimizi yaptıktan sonra Medine'ye dönüp
Peygamber Efendimizi ziyaret ettik. Bağdat üzerinden
Türkiye'ye doğru yola çıktık. Irak’ta Hz Ali (ra) ve İmam’ı
Azam’ın kabrini ziyaret ettik. Gurubumuzdaki hacılardan
birinin düşünceli hali dikkatimi çekti. Yanına yaklaştım.
“Hacı amca ne düşünüyorsun” dedim. “Boş ver evlat”,
Sorma! Dedi. Ben de: Hacı amca Allah'ın izniyle Hac
Görevimizi yaptık, Hacı olduk Elhamdülillah. Sınırın ötesi
Türkiye.. Memleketimize az kaldı, düşünme dedim.
Hacı amca derin bir ah çekti.
Anlatmaya başladı:
Oğlum ben fabrikadan emekli oldum. Emekli
ikramiyemi alınca hanımla Hacca gitmek için niyetlendim.
Hac paramı ayırdım. Bu düşüncemi evlatlarımla
paylaştım.
Onlar! “Baba sen bu yıl gitmekten vazgeç. Biz sizi
seneye göndeririz. Bizim evin yanındaki arsa satılıkmış.
Orayı alalım” dediler. Beni ikna ettiler. Ben de kabul ettim.
Arsayı aldım. Kendi üzerime yaptım. Fakat bir yıl
geçmeden hanım vefat etti. Bir yıl sonra Hac kayıtları
başlayınca oğullarıma; kayıtlar başladı! Benim Hac
parasını denkleyelim dedim. Onlar; “Bu sene durumumuz
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 164

sıkışık. Seneye bırakalım” dediler. Oğullarıma! “Bakın,


anneniz vefat etti, gidemedi. Seneye ne olacağı belli
olmaz.” Dedim. Onlar yine de beni göndermeye
yanaşmadılar. Bende aldığım arsayı sattım. Hac için kayıt
yaptırdım.
Fakat çocuklarla aramız açıldı. Tartıştık! Oğullarım
beni yolcu etmediler.
Bende, “İnşallah bu kapıdan bir daha girmek nasip
olmaz” diye dua ettim.
Evlat! Evden biraz tatsız ayrıldım anlayacağın,
şimdi o duayı düşünüyorum. Ben de kendisini teselli
ettim. Yine de kendisinin evlatlarına hayır dua etmesini
tavsiye ettim.
Fakat Hacı amca o akşam vefat etti. Ailesine
kavuşmak nasip olmadı.
Kendisini Bağdat'taki kabristanlığına defnettik.
Özel eşyalarını da döndüğümüzde ailesine teslim ettik.

Dört dua vardır ki red olunmaz:


Geri dönünceye kadar hacının duası
Evine gelinceye kadar gazinin duası
İyileşinceye kadar hastanın duası
Din kardeşinin din kardeşine gıyabında ettiği dua.
Tirmizi-Dâvât-129
Anlatan-Hasan Ünal-Müftülük görevlisi
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 165

SECCADEM

2002 yılında Allah’ım, eşimle bana hac görevimizi


yapmayı nasip etti. Eşim ve ben ikimiz de eczacıyız.
Kâbe’ye giderken işimizi ve iki çocuğumuzu Allah’a
emanet ederek yola çıktık.. Kâbe’de yaşlı bir teyze ve
yanında 15-16 yaşlarında bir kızın yanında namaza
durdum. Namazı beklerken onunla biraz İngilizce sohbet
ettik. Anneannesi ile umreye gelmiş. Pakistanlı olduğunu
öğrendim. Ben de Türk’üm deyince o kadar mutlu oldu
ki… Namaz sonunda benim Türkiye’den götürdüğüm
minik seccademi istedi. Seve, seve verdim ve ayrıldık.
İki gün sonra Medine’ye Peygamber Efendimiz (sas)’in
yanına gittik. Gidenler bilir, bayanlara belli saatlerde
açılır. Büyük bir hevesle içeri girmeye çalıştım. Fakat o
kadar kalabalıktı ki sonra şansımı denerim, diye
düşündüm. Birden Ravza’dan beni çağıran bir el gördüm.
Bu benim Mekke’de seccademi verdiğim Pakistanlı genç
kızdı. Bana en ön sıradaki yerini verdi. Benim orada
namaz kılarken ki mutluluğumu anlatmam mümkün değil.
Bir küçücük hediye bana Cennet bahçesinde namaz
kılmayı nasip etti.
 Ecz. Dilek
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 166

ŞEYH ŞAMİL VE İHLAS MELEKLERİ

Şeyh Şamil Hazretleri (1797-1871), çok büyük bir


veli, eşi bulunmaz bir mücahitti. O; otuz dokuz yıl
boyunca Rus Çarlığıyla cihat etmiş, onlara karşı büyük
başarılar elde etmişti. Şeyh Şamil Hazretlerinin kâfirle
cihat ettiğini bilen Konya’nın Seydişehir ilçesinde Hacı
Abdullah Efendi adında bir Allah dostu vardı. Bu
mübarek, oraya gidip kâfirle cihat edemediği için çok
üzülür, dervişlerine; “Evladım! Bizim oraya gidip
silahlanmamız mümkün değil. Varmamız da mümkün
değil. Bizde manevi yardım edeceğiz onlara… Herkes
100 tane İhlâs-ı Şerif okusun. Sonra da ‘Ya Rabbi! İhlâs
melekleriyle Şeyh Şamil Hazretlerine yardım eyle, diye
dua etsin” buyururdu.
Uzun yıllar bu şekilde Abdullah Efendi Hazretleri
dervişleriyle beraber, Şeyh Şamil Hazretlerine manevi
yardım gönderdi.
Şeyh Şamil, Allah dostlarının dualarıyla
kuvvetlenip kâfire karşı güç kazanırken; Ruslar da boş
durmuyor, sürekli bir açık arıyor, türlü yollar deneyerek
mücadele ediyorlardı. Sonunda Müslümanları mağlup
ederek Şeyh Şamil Hazretlerini esir ettiler. Otuz dokuz yıl
boyunca kendilerine kök söktüren Şeyh Şamil Hazretlerini
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 167

Rus Çar’ının yanına getirdiler. İşte Allah’ın aziz ettiğini,


kimse zelil edemez.
Rus Çarı, onu son derece hürmetle karşıladı ve
“Senin kılıcını alamam, sana hürmet gerekir. Otuz dokuz
sene koskoca Çar İmparatorluğunu dize getirdin. Biz otuz
dokuz değil, yüz otuz dokuz yıl da geçse yine seni
yıkamazdık. Şunu da söylemeden geçemeyeceğim. Sen
yıkılmadın, seni zâkirlerin yıktı. Biz sizi mağlup
edemeyince dininizi araştırmaya başladık. Sizin
Peygamberinizin sözlerini incelerken, Peygamberinizin:
“Benim ümmetimi para sevgisi, kadın sevgisi,
makam sevgisi yıkar.”
Diye bir sözünü bulduk. Bunun üzerine senin
Zâkirlerine; “Bir ihtiyarın arkasına düştünüz, gidiyorsunuz.
Ömrünüz geldi geçiyor. Para isterseniz alın! Kadın
isterseniz alın! Servet isterseniz alın! Dağda taşta
senelerdir sıkıntı içindesiniz, arkadaşlarınız da hep
ölüyor...” diye söyledik. Onlar bunları işitince, “Hakikaten
de doğru. Koskoca Çarlığa karşı gel, karşı gel nereye
kadar! Ben bu işte yokum.” dediler ve kimisini parayla,
kimisini kadınla, kimisini de sana, falan yerin valiliğini
verelim, şuranın amiri yapalım diye makamla teslim aldık.
Onları satın aldık. Bunu da sana bil diye söyledim. Ancak
sen çok büyük bir kumandansın. Senin gibi büyük bir
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 168

kumandanı ben esir edemem, hürsün. Kılıcını eline al.


Nerde yaşamak istiyorsan ailenle beraber gidebilirsin,
serbestsin” dedi.
Gemi ile Rusya’dan İstanbul’a gelen Şeyh Şamil’i
İstanbul’da büyük bir kalabalık karşıladı. Sultan Abdülaziz
kendisini misafir etti.
Şeyh Şâmil, İstanbul'da kısa bir müddet kaldı.
Başta Sultan Abdülaziz’in ve İstanbulluların gösterdiği
yakın alâkaya, misafirperverliğe hayran oldu. Bu kadar
ilgiye rağmen bir an önce Hicaz'a gitmek istediğini
padişaha bildirdi. Abdülaziz Hân onun için en mükemmel
vapurunu hazırlatıp Hicaz’a yolcu etti.
Mısır’a geldiklerinde Hıdiv İsmail Paşa onu şanına
layık bir şekilde karşıladı. İsmail Paşa’nın Kahire’de bir
ay kadar misafiri oldu. Paşa, İskenderiye’ye kadar giderek
Şeyh Şamil’i Cidde’ye uğurladı. O sırada Mekke Emiri
Şerif Abdullah. O da Şeyh Şamil Hazretlerini çok
seviyordu.
Onu büyük bir itibarla karşıladı. Hicazda onun büyük bir
âlim ve kahraman olduğunu işiten herkes onu görmeğe
can atıyor, ilgi ve hürmet gösteriyordu.
Hac esnasında dünyanın dört bir yanından gelen
hacılar namını işittikleri bu şanlı mücahidi görmek, elini
öpüp, duasını almak isterler, lâkin ister istemez izdiham
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 169

meydana gelir. Bu duruma çare olmak üzere idareciler


Şeyh Şamil'i Kâbe’nin damına çıkarırlar. Bir müddet
orada duran İmam Şamil'i hacılar doyasıya seyrederler.
Şeyh Şâmil, büyük bir itina ile bütün şartlarına
azami titizliği göstererek haccını yaptıktan sonra, ömrünü
O'nun sünnet-i seniyyesini yaymak için uğraştığı, bu
uğurda ölümü göze aldığı, sevgili, muhterem, mübarek
Peygamberi, iki cihanın efendisi, Hz Muhammed (sav)ın
huzur-u şeriflerine gitmek için, nurlu Medine yollarına
düştü. Her an aşkıyla yandığı efendisine yaklaşıyor,
şimdiye kadar içinde kopan fırtınalar her geçen saniye
daha da şiddetleniyordu.
Peygamber Efendimize olan aşkının çokluğundan
ve Ona kavuşmanın heyecanından dolayı gözünden sel
gibi gözyaşı akıtan Şeyh Şâmil, sürünerek Resulullah’ın
huzur-ı şeriflerine geldi. Başta Medine muhafızı Hâfız
Paşa, seyitler, dünyanın dört bucağından gelmiş hacılar,
onu heyecanla takip ediyordu. Kabri- saadetlerinin kıble
tarafına geçip, mübarek ayak uçlarından Resûlullah’a,
gönlünün en derin köşelerinden coşup gelen vecd ile:
"Essalâtü ves-selâmü aleyke yâ Resûlallah!
Essalâtü ves-selâmü aleyke yâ Habîballah!"
Essalâtü ves-selâmü aleyke yâ Seyyidel evvelîne
vel-âhirîn!"
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 170

Diyerek selâm verince, Resulullah’ın, selâmına


mukabelesi ile şereflendi. Orada bulunanların şâhid
olduğu bu hâdiseden sonra Şeyh Şâmil, uzun müddet
dua edip gözyaşı dökerek hasretini giderdi, gönlündeki
fırtınaları dindirdi.
Seydişehirli Abdullah Efendi de hac münasebetiyle
Hicaz’daydı. Beytullah’tan sonra Medine’ye, Ravza-yı
Mutahhara’ya gelmişti. Ravza’ya varınca Şeyh Şamil
Hazretlerinin buraya geldiğini ve Medine’de yaşadığını
öğrendi. Bunu duyar duymaz; Abdullah Efendi, “Otuz
dokuz sene kâfirle cihat eden bu mücahit zatın yanına,
elini öpmeye gidelim.” diye dervişlerini topladı ve Şeyh
Şamil Hazretlerinin yanına gitmek için yola koyuldu.
Onlar yanına doğru gelirken Şeyh Şamil Hazretleri
de manen Abdullah Efendi’nin kendisini ziyarete geldiğini
haber aldı ve; “Bize yirmi beş sene ihlas melekleriyle
yardım gönderen Seydişehirli Abdullah Efendi geliyor.
Ziyarete giden, ziyaret edilenden daha fazla sevap alır.
Biz de onu ziyarete gidelim” diyerek dervişleriyle beraber
o mübareği karşılamaya gitti. Nihayet birbirlerini hiç
görmedikleri halde yarı yolda karşılaştılar ve ağlayarak
birbirlerini kucakladılar.
Şeyh Şamil Hazretleri; “Allah senden razı olsun.
Bize manevi kuvvet gönderdin. Ne zaman kâfir karşısında
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 171

sıkışsak, zor duruma düşsek, sizin gönderdiğiniz İhlâs


melekleri bize yetişti. Kâfiri perişan ettik” diyerek Abdullah
Efendi’ye dua ederken, O da; “Allah senden razı olsun!
Kâfirle din-i İslam-ı Mübin için çarpıştın. Ne yazık ki kadın,
para, makam sevdasıyla sizi mağlup ettiler.” diyordu.
Şeyh Şâmil, Medîne-i münevvere ye geldiğinde
hastalandı. Kısa süren bu hastalığında aile efradı,
beraberinde gelip kendisine hizmet edenlerle ve
ziyaretine gelenlerle vedalaştı. Sultan Abdülaziz’e, Rus
Çar’ında rehin bıraktığı çocuklarının kurtarılmasını,
Devlet-i Aliye-i Osmaniye’de vazife verilmesini bildiren bir
mektup yazdırdı. Sonra başında okunan Kur’an-ı Kerîm
tilâvetleri arasında, 1870 (H.1287) senesi Zilkade ayının
yirmi beşinci gününde Kelime-i şehadet söyleyerek vefat
etti. sevdiklerine kavuştu. Cennet-ül-Bakî' Kabristanlığına
defnedildi.
 1) Şems-üş-Şümûs; s.137
 2) Gazevât-ı Şeyh Şâmil
 3) Âsâr-ı Dağıstân; s.194
 4) Rehber Ansiklopedisi; c.16, s.73
 5) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.18, s.225
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 172

ŞİMDİ NEYE GÜVENECEKSİN

Bâyezid-i Bistâmî Efendimiz (Kaddesallahu


Sirrahul Azîz) Otuz sene yaya hac eylemiş.
Yaya hac etmek, çok büyük bir mükâfat
kazandırıyor insana...
Bu sene de Kafkasya'nın Çeçenistan'ından yaya
hacca gelen kardeşlerimiz var... Tebük emiri bunları
karşılamış bir yerde... "Bu mübareklerin gönlünü alayım,
duasını alayım." diye ziyafet filân hazırlatmış. Yemekten
sonra demişler ki Tebük emirine: "Bizi arabayla aldığın
yere götür! Bu kadar yeri beleş araba ile gelmiş
olmayalım. Aldığın yere götür, oradan yürüyeceğiz."
demişler. Araba tahsis etmek istemiş, kabul etmemişler.
Niye?.. Her adımı için yetmiş Mekke hasenesi var.
Diyorlar ki: "Yâ Rasûlallah, Mekke hasenesi nedir?"
"Mekke hasenesi, başka yerlerdekilere göre yüz bin
mislidir." buyuruyor.
Mekke'nin şanındandır, Kâbe-i Müşerrefe'nin
şanındandır ki, burada kılınan bir namaz yüz bin misli
oluyor. Adımda Mekke hasenesi... İstanbul hasenesi,
Konya hasenesi değil, Mekke hasenesi olunca, o da yüz
bin misli oluyor. Yetmiş Mekke hasenesi var bir adımına;
yâni yedi milyon İstanbul, Konya hasenesi bir adımına...
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 173

O adımların ne kadar çok olduğunu düşünün ve sevabın


ne kadar büyük olacağını düşünün.
Bâyezid-i Bistâmî Hazretleri'nin de otuz sene böyle
Bistam'dan, Horasan'dan yaya haccettiğini düşünün; ne
muazzam sevap!.. Hem de kendisi kuvvetli hafızmış, her
gün bir defa hatim indirirmiş. Arafat'a çıkmışlar, vakfeye
durmuşlar. İçinden gönlüne gelmiş ki, "Yâ Bâyezid, ne
mutlu sana! Otuz sene yaya haccettin ve her gün de
Kur'an-ı Kerîm'i hatmeyledin. Öf be, ne sevaplar
kazandın!.." gibi içinden böyle bir duygu, bir söz, bir ses...
Hemen toparlamış kendisini... Arkasından ameline
güvenmek tehlikesi var... Yaptığı ibadetine güvenmek
tehlikesi görülüyor bu sözün, bu duygunun, bu
düşüncenin içinden... Nefsinden veya şeytandan bir
vesvese bu, içerden... Anlamış onu... Etrafındaki hacılara
demiş ki: "Ey cemaat! Otuz yıl yaya haccettim, her gün
Kur'an-ı kerim hatmederek... Bunları satıyorum, var mı
alan?.."
Herkes birbirlerine bakmış. "Bu şeyh delirdi mi,
aklını mı oynattı?.. Sıcak başına mı vurdu, güneş mi
çarptı?.." filân. Bir şey dememişler. Çörekçinin biri demiş:
"Tamam, ben alıyorum!" Üç tane çörek almış, "Verdim
sana haccın sevaplarını!.." demiş. Aldığı çörekleri de,
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 174

orda bir zayıf köpek varmış, kenarda kuyruğunu oynatıp


duruyormuş. Atmış, o köpeğe yedirmiş.
Elinde ne sevap kaldı, ne çörek kaldı; hepsi gitti. O
zaman kendi içine dönmüş, demiş ki: "Söyle bakalım, ey
benim zalim nefsim, şimdi nereye güveneceksin?.. Ne
haccın kaldı, ne hatmin kaldı; hadi bakalım şimdi nereye
güveneceksen güven!

Allah'ın rahmetinden başka güveneceğin yer mi


var?" demiş.
 M.Esad Coşan 3 Haziran 1993 – MEKKE
SOHBETİ

TACİKİSTAN’DAN YÜRÜYEREK HAC

Tacikistan'dan mayıs ayında yola çıkan dört hacı


adayı yürüyerek yaptıkları 4800 km lik yolculuğu
tamamlayarak Medine'ye ulaştı. Tacikistan-Mekke-Kuş
uçumu mesafe-3565 km
Tacikistan Müslüman Din İşleri Komitesi'nden
yapılan açıklamada ülkesinden hac ibadetini yerine
getirmek için yaya yola çıkan hacı adayları Suudi
Arabistan'ın Medine şehrine ulaştığını kaydetti. Yerel
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 175

Medine televizyon kanalı tarafından karşılanan Tacik


Müslümanların Mekke'ye ulaşacağı belirtildi.
Tacikistan'dan yedi kişiden oluşan bir grup, Hac
ibadetini yerine getirmek için Mayıs ayında yaya yola
çıkmıştı. Yirmi bir ile, atmış beş yaş arasında oluşan
Müslüman grubun Tacikistan sınırını aşarak Afganistan,
Pakistan üzerinden İran'a ulaşan heyet Suudi Arabistan'a
vize sorunu yaşayınca sadece dört kişi yoluna devam etti.
Grubun sağlık durumun iyi olduğu öğrenildi. Hacı
grubu ibadetini tamamladıktan sonra tekrar yürüyerek
önümüzdeki yılın Mayıs ayında Tacikistan'a ulaşmayı
hedefliyor.
 Murat Hayati/ Dünya Bülteni

Ravi: Hz. İbni Abbas (r.anhüma)


Bir kimse Mekke'den (Mekke-Mina-Arafat-Mina/-Mekke)
yürüyerek hac eder ve yine Mekke'ye böyle dönerse, Allah Teâla her
bir adımına karşılık "Harem" sevabından yedi yüz sevab yazar.
Denildi ki: "Harem sevabı nedir"? Buyudu ki: "Onda her bir hasene
yüz bin hasenedir." 700x700.000 = 490.000.000 (Her bir adımda)
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 176

TAKKEYİ ÇIKAR HACI

İhramlı olarak Mekke’deki otelimize indik. Kafile


görevlimiz, otele eşyalarımızı koyup, ihtiyaçlarımızı görüp,
kırk dakika sonra otelin önünde toplanmamızı tembihledi.
İhtiyaçlarımızı görüp duşumuzu alıp , otelin önüne
indiğimizde, bir hacı amcanın başında takke olduğunu
gördük!..
Kafile hocası: “Hacı amca, takkeyi başından
çıkart, ihramlı iken baş örtülmez” diye ikaz etti.
Hacı amca; “Hadi oradan!. Ben daha ömrümde baş
açık namaz kılmadım. Beni kandırmayın! Dedi. Biraz
sonra kafile görevlisi müftü efendi otelden aşağı indi.
Arkadaşlar dediler ki; “Hocam, hacı amca takkesini
çıkartmıyor, biz söyledik, bize inanmıyor dediler. Müftü
Efendi: “Hacı amca; takkeni çıkart ihramlı iken takke
giyilmez” dedi; hacı amca yine onada. “Ben şimdiye kadar
baş açık namaz kılmadım. Hepiniz bir olup beni
kandırmayın”, dedi. Müftü efendi ona: Siz seminerlerde
duymadınız mı? Seminerlerde size hoca arkadaşlar
hatırlatmadılar mı?.
“İhramlı iken bir gündüz veya bir gece süreyle
herhangi bir giysi giymek, iç çamaşırı giymek, ayakkabı
giymek, şapka giymek, başa takke giymek, başa sarık
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 177

sarmak, yüzü örtmenin cezası dem (koyun veya keçi


kesmek) dir. Eğer giyim süresi bir gün veya bir geceden
az olursa sadakayı fıtır gerekir, seminerde duymadın
mı?... Deyince hacı amca; ben seminerlere gidemedim
dedi. Biz hacı amcayı ikna etmeye çalışırken, otelden
hacı amcanın hanımı yanımıza geldi. Kafile görevlisi hoca
arkadaş ona; “Hacı anne, hacı amcaya söylüyoruz,
ihramlı iken baş örtülmez, takke giyilmez diye”; fakat hacı
amca bizi dinlemiyor! Deyince!
Hacı anne, hacı amcaya şöyle yan gözle sert bir
şekilde baktı ve…” Hacı!.. Çabuk çıkar takkeyi başından.”
deyince, hacı amca yavaşça takkeyi başından aldı ve
çantasına koydu.
Böylece hacı amca bir “dem” cezasından
kurtulmuş oldu.
 Bir görevlinin anısı

TEK BAŞIMA TAVAF

20 Kasım 1979 da, sabah namazı vaktinde bir


gurup Kâbe-i Muazzama yı işgal etmiş, çıkan çatışmada
yüzlerce kişi ölmüş, bazı yerler zarar görmüştü. Ben de o
günlerde Medine İslam Üniversitesinde okumakta idim.
Kendi kendime; bu yılki sömestr tatilimi Türkiye'de
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 178

geçirmeyeyim. Kâbe’ye gidip Umre yapayım diye


düşündüm ve yanıma birkaç eşya alıp Mekke'ye gittim.
Kâbe baskını olduğu için Kâbe’nin içerisine
dozerler girmiş, etrafı temizliyorlardı. Gördüğüm manzara
içler acısıydı. Çünkü duvarlarda, minarelerde kurşun
izleri görülüyordu. Tavaf alanının altındaki Zemzem
kuyusu ve çeşmelerde zarar görmüştü. Ben Otel
tutmadan Kâbe’nin içinde kalarak Umre yapmaya
başladım. Kâbe’nin içi bomboştu. Yine bir gün Kâbe’nin
ikinci katında yatarken bir anda uyandım. Saate baktım,
iki buçuk civarı idi. Yukarıdan doğru metaf alanına
baktım, tavaf ’da on kişilik bir grup var. Hemen abdestimi
aldım, aşağıya indim.
Nafile tavafa niyet edip tavafa başladım. Onlarla
birlikte iki şavt yaptık. Onlar tavaflarını bitirdiler. Ben tek
başıma tavafta kaldım. Gittim, Hacer-ül Esved’i doya
doya öptüm. Tekrar bir şavt daha yaptım, yine Hacer-ül
Esved’i öptüm, öptüm. Anlatılmaz bir duygu idi. Oradaki
görevli asker: “Burada kaç senelik görevliyim, ilk defa
Kâbe’yi böyle tek kişi tavaf ederken gördüm “dedi. Ben
altıncı şavt’a başladığımda on beş yirmi kişilik bir gurup
geldi. Ben tavafımı bitirdiğimde onlar tavafa
başlamışlardı.
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 179

Hayatımda unutamadığım, kimseye nasip


olmayan böyle bir tavaf yaşadım.
 Hasan Başiş-Safranbolu Müftüsü iken Hac
seminerinde paylaştı. 2006

ÜÇYÜZ GÜNDE BOSNA’DAN KABEYE

Hac farizasını yerine getirmek üzere Bosna-


Hersek'in Banoviçi kentinden 10 Aralık 2011'de yürüyerek
yola çıkan Bosnalı Senad Haciç, kutsal topraklardaki
vazifesini yerine getirerek hava yoluyla ülkesine döndü.
Yaklaşık 300 gün boyunca kar, karanlık, savaş ve
diğer zorluklarla mücadele eden Bosna'nın "en ünlü
hacısı" Senad Haciç, kutsal topraklara ulaşmak için
Sırbistan, Bulgaristan, Türkiye, Suriye ve Ürdün'den geçti.
Haciç, on ay süren hac yolculuğunda yaklaşık beş bin
kilometre yol yürüdü.
Kutsal topraklardaki ibadetleri tamamladıktan
sonra hava yoluyla ülkesine dönen Haciç, Uluslararası
Saraybosna Havalimanı'nda yakınları tarafından
karşılandı. Karşılama esnasında duygulu anlar yaşayan
Senad Haciç, kutsal topraklara yaptığı uzun ve
meşakkatli yolculuğa ilişkin anılarını AA muhabiri ile
paylaştı.
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 180

Yolculuk esnasında çok büyük zorluklarla


karşılaşmasına rağmen, hedefinden asla vazgeçmediğini
belirten Haciç, 10 ay boyunca geçtiği yerlerin
sakinlerinden büyük destek aldığını söyledi. Haciç, "Bu
yolculuk sırasında bana yardım eden, beni maddi veya
başka şekilde destekleyen herkese teşekkür ediyorum"
dedi.
Kutsal topraklara ulaşmak için yaklaşık 5 bin
kilometre yol yürüdüğünü belirten Haciç, yolculuk
esnasında on üç çift ayakkabı ve bin çift çorap eskittiğini
kaydetti.
-"Suriye'den sağ-salim geçmeyi başardım"-
Bosna Hersek'ten yola çıktıktan sonra, Sırbistan ve
Bulgaristan'ı geçerek Kapıkule sınır Kapısı'ndan
Türkiye'ye giriş yaptığını hatırlatan Haciç, "Türkiye'ye
girer girmez eğilip toprağı öptüm.” Burada kardeşlerim
tarafından karşılandığımı biliyordum. Buradan geçerken
her türlü yardım aldım. Ankara'da beni evine alan,
karnımı doyuran kardeşimin annesi hastaydı, engelliydi
ve tekerlekli sandalye aracılığı ile hareket ediyordu.
“Onun sağlığı için dua ettim gece boyu.”
Birkaç gün sonra ayağa kalktığını öğrendim.
“Dua ettiğim diğer üç kişi ise kanserdi.”
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 181

Daha sonra sağlık durumlarının iyiye gittiğini


öğrendim.
Yolculuk esnasında çok mucizevi olaylar yaşadım"
diye konuştu.
Türkiye'nin ardından Suriye'ye geçtiğini ifade eden
Haciç, "Burada savaş olduğunu biliyordum, ancak
yolculuğa ara vermedim. Esed'in askerleri pasaportuma
el koymak istedi" dedi.
Suriye'den geçerken muhaliflerden destek aldığını
belirten Haciç, "bu sırada büyük zorluklar yaşadığını,
fakat ulaştığı her yerde temiz kalpli ve iyi niyetli insanların
da bulunduğunu ve kendisine yardım yaptıklarını"
kaydetti. Haciç, bütün zorluklara rağmen, çatışmaların
yaşandığı Suriye'den sağ-salim geçmeyi başardığını ifade
etti.
Ürdün'den geçerken de farklı tecrübeler yaşadığını
ifade eden Senad Haciç, "Buraya (Ürdün) gelir gelmez
çocuklar beni taşlamaya başladı. Daha sonra beni
Amerikalı sandıklarını öğrendim. Bu ülkenin fahri
vatandaşı oldum ve oraya her zaman gidebilirim" dedi.
Bu yıl hacca yürüyerek giden ilk kişi olduğunu
belirten Haciç, "Aynı zamanda beş bin kilometre geçerek
bir rekoru da kırdığımı söylediler" diye konuştu.
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 182

Bir kimse Mekke'den (Mekke-Mina-Arafat-Mina/-Mekke)


yürüyerek hac eder ve yine Mekke'ye böyle dönerse, Allah Teâla her
bir adımına karşılık "Harem" sevabından yedi yüz sevab yazar
Denildi ki: "Harem sevabı nedir"? Buyudu ki: "Onda her bir hasene
yüz bin hasenedir"
Ravi: Hz İbni Abbas (ranhüma)

VELİYY OLAN ALLAH (cc)

Manisa'nın Turgutlu ilçesinin Kaynak köyünde TRT


için çekim yapıyorduk. Elinde meşe dalları olan yaşlı bir
teyze dikkatimi çekti, yanına gidip sohbet ettik. Boynunda
bir kolye vardı, kolyeniz çok güzelmiş, ne kadar da havalı
bir kolyen var dedim! Hacdan geldi oğlum dedi! Benim en
büyük isteğim hacca gitmek biliyor musun oğlum dedi!
Çok Niyet ettim, çok istedim, Allah nasip etmedi,
gidemedim bir türlü. Sonra köyden birine hac çıktı. O
kadar çok sevindik, o kadar çok sevindik ki, ona yemekli
mukabeleli, Kur'an'lı bir uğurlama yaptık. Sanki tüm
Türkiye hacca gidiyormuş gibi sevindik.
Hacca giden hanımefendi taksiye binince yanına
gidip; Bana oradan bir hediye getir, ne olursa olsun
dedim. Peygamber Efendimizin, Allah Resulünün
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 183

hediyesi dedim. O da bana bu kolyeyi getirdi. Yıllar boyu


bunu boynumdan bir an bile çıkarmadım oğlum, dedi!
Teyzeye; ben seni umreye göndereyim. Ben
gerekli şirketlerle görüşürüm dedim. Muhtara da;
pasaport gibi resmi işlemlerde sana ait dedim.
Ben de eşim de yıllardır normal yoldan Hac sırası
bekliyoruz, çıkmamıştı şimdiye kadar.
Nine'nin işleri ile uğraşırken, kendisinde kalp,
şeker, tansiyon, romatizma gibi birçok rahatsızlıkların
olduğunu gördük. Doktor kendisinin tek başına umreye
gitmesinin sakıncalı olacağını, gidemeyeceğini belirtti. Bu
duruma çok üzüldük. Nineye bu durumu açıkladığımızda:
Bana “Boş ver evlat” dedi.
“Sen hacca gittin mi” ?
“Hayır. Umre ‘ye gittim ama Hacca gitmedim.”
Bana: “Allah sana Hac nasip eylesin inşallah” dedi.
O gün o köyden ayrıldık. Akşam otele gittik, yattık.
Sabah kalktığımda cep telefonum da bir mesaj.
“Bekir Bey, Suud Kralı Selman bin Abdülaziz’in
davetlisi olarak basın kontenjanından hacca gelmek ister
misiniz”?
Ben bu mesajı görünce çok şaşırdım! Dondum
kaldım. Ben onu umreye gönderememiştim. Ama Veliyy
olan Allah(cc) (İnananların dostu, onları sevip yardım
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 184

eden)Ninenin duasını kabul etmiş, bana Hac yolunu


açmıştı.
Döndüğümde ona Kâbe örtüsü parçası ve yanında
bazı hediyeler getirdim. Teyzenin köyüne gönderdim. O
kişiye, bunları teyzeye verin, ama ne olur bir videoya
çekin. Onun sevincini, mutluluğunu göreyim dedim.
Kâbe örtüsü ve hediyeleri teyzeye verip, “Bunu
sana Bekir Abi gönderdi. Mutluluğunu görmek için
videoya çekmemi istedi” dedi. Teyze! Kâbe örtüsünü alıp,
yüzüne getirip, derin bir nefes çekti, kokladı ve… “O
hacca gidemiyormuş da biz ona haccı çıkarttırdık ya!
Onun için gönderdi bu hediyeleri” dedi. “Allah razı olsun.
Ninenin tevekkülüne hayran kaldım.
Nineyi hiç unutamadım. Ona her zaman bol bol
dua ediyorum.

 Yaşayıp anlatan: Bekir Develi-

Yasin-82- Bir şeyi dilediği zaman, O’nun emri o şeye ancak


“Ol!” demektir. O da hemen oluverir.
Hz. Enes Radıyallâhu Anh , rivayet etmiştir. Hz. Peygamber
Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
"Gerçekten Allah Celle Celâluhû , yaşlı müslüman; doğru ve
sünnete bağlı olması halinde, kendisinden bir istekte bulunursa, onun
isteğini vermemezlikten haya eder." [1]
1-Taberanî "Evsat" adlı eserinde sakıncasız bir senedle
rivayet etmiştir.
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 185

Not-Kral Selman’ın geleneksel olarak düzenlediği hac


organizasyonuna 2016 yılında da 60 ülkeden toplam 1400 seçkin
davetli katıldı. Ayrıca Mescid-i Aksa’nın muhafızları olan Filistinliler
için bin kişilik özel kontenjan ayrıldı.

Hadimül Haremeyn olan Kral’ın Türkiye’den gelen


misafirleri arasında İlahiyatçı Hafız Selman Okumuş, Erhan
Akçaoğlu, Dr. Ramazan Akkır, Kenan Alpay, Prof. Abdurrahman
Eren, Doc. Dr. Abdurrahman Savaş, İlahiyatçı Mehmet Akif Koç ve
Bekir Develi yer aldı. Kral’ın davetli grubu ‚Rahman’ın Misafirleri’
olarak, kutsal topraklarda ilk olarak zemzem ve hurma ile karşılandı.
DÜNYA - 2016-09-21 01:56:21

YA RABBİ SEN GÖRÜYORSUN

Hacda hakikaten sabretmek lâzım!.. Hacının boynu


bükük olacak, "Dur bakalım, bu işin sonu nereye
varıyor?.." diye Allah'a tevekkül edecek. "Yâ Rabbi, sen
görüyorsun bu durumu! Ben, haksızlığa maruz olduğum
kanaatindeyim!.." diyecek. Allah onun cezasını verir,
senin namına verir.
Önümde dört beş tane babayiğit Afrikalı oturuyor...
Yiğit mi yiğit, tavana değecek boyları... Yola oturmuşlar,
Kâbe karşılarında, neşeli-neşeli sohbet ediyorlar. Ne
dediklerini, ne konuştuklarını bilmem ama kıkır kıkır
gülüşüyorlar. Fıkra mı anlatırlar, hikâye mi okurlar, ne
yaparlar... Yâni oraya uygun değil halleri, laubali...
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 186

Sonra, hacı buradan hanımıyla tavaftan çıkmış,


nefes nefese, şakaklarından terler akıyor, buradan
geçecek; o tarafa eğiliyor, yol vermiyor... Şuradan
geçmek istiyor; o tarafa eğiliyor, yol vermiyor... "Dolaş!"
diyor. Menemen testisi gibi dizildiler ya oraya, aradan
kimseyi geçirmiyorlar.
Bu da yetmiyor; geçen hacı ileriye bakıyor, öndeki
arkadaşını kaybetmemek istiyor; ayağını uzatıp çelme
takıyor. Adam balıklama sendeleyince, gülüyorlar...
Hazmedememişler yâni İslâm'ı... Karşılarında Kâbe...
Orda biz akşam namazını bekliyoruz... Böyle yapıyorlar.
Bir hacı dalgası geldi. Kalabalık, izdiham... Bunları
ayakları altına bir aldı, bir savurdu, bir attı ki; şamar yâni...
Edepsizlik yaptıkları an, şamar hemen geldi. Darmadağın
oldular, canları da epeyce yandı. Hadi bakalım, çelme
takın... Hadi bakalım gülün Kâbe'nin yanında...
 Prof. Dr. Esad COŞAN
1.6.1993-Mekke Sohbeti

YEŞİL ELMA

Eşim ve ben 46 günlük hac vazifemizin 40’ıncı


gününe gelmiştik. Sekiz gün Medine’de kalmış sonra
Mekke’ye intikal etmiştik. Mekke’de de otuz iki günümüz
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 187

dolmuştu. Kurban Bayramını geçirmiş ve Allah’a şükür


Hacı olmuştuk.
Paramızın çoğunu tüketmiştik. Memleketten
getirdiğimiz yiyeceklerimiz ve bir miktar kavurmamız da
bitmişti. Adeta ortada kalmıştık…
Hesabı kaçırmış, kalan altı günü nasıl
tamamlayacağımızı düşünüyorduk. Kalan paramız
sadece ekmek almaya imkân verecek nispette idi.
Kimseden de borç almak istemiyordum. Çünkü Hac
parasının bir kısmını borçla ikmal etmiştim. Yeniden borç
almak beni sıkıntıya sokacaktı. Zira emekli maaşı ile borç
ödemek mümkün değildi.
Bu düşüncelerle Mescidi-Haramın avlusuna
gelmiştim. O esnada tanıdık bir sima ile karşılaştım. Önce
cemaatten biri zannederek kucaklaştım. Hal hatır
sorduktan sonra birlikte Kâbe’ye yakın bir yerde namaza
durduk.
Namazdan sonra bu kişinin amcamın damadı
olduğunu hatırladım. Kaldığım yere göre memleketin çok
uzak ve ücra bir köşesinde ikamet ettiğinden sık sık
görüşme imkânımız olmuyordu. Hac süresince de
sakalını kesmediğinden sakallı haliyle biraz da değişmişti.
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 188

O nedenle tanımakta zorlanmıştım. Yine de kendi


kendime teessüf ettim!.. Neden ben Yusuf’u tanıyamadım
diye.
Namaz sonrası sohbeti koyulaştırdık. Meğer aynı
mahallede elli metre mesafede iki ayrı otelde
kalıyormuşuz. Buna rağmen otuz iki gün boyunca
karşılaşmamışız. Kısmet bu güneymiş.
Sohbet esnasında bir ara “Mekke’deki vazifelerini
bitirdiklerini ve Medine’ye döneceklerini” söyledi. Meğer
onlar önce Mekke’ye gelmişler, Medine kısmını sonraya
bırakmışlar.
Ben yiyeceklerimizin bittiğinden hiç
bahsetmemiştim ve hiçbir şekilde yiyeceğimizin
tükendiğini ihsas dahi etmemişken, baktım birden bana
dönerek, “Cezmi abi yarın bizim kafilemiz Medine’ye
gidecek. Medine’de Diyanet yemeklerimizi ücretsiz
verecekmiş. Benim bir miktar kavurmam ve zeytin ve
benzeri yiyeceklerim var. Bunlar Medine’ye gidersem zayi
olacak ve dökülecek ne yapayım bu yiyecekleri?” demez
mi?
Bu garip tevafuka şaşırmıştım. Bir an durdum,
duygulandım. Yusuf’un güzel yüzüne baktım. Dedim,
“Yusuf kardeş merak etme o yiyecekler zayi olmayacak.
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 189

Zira bizimde yiyeceğimiz bitmişti ve ne yapacağımızı


düşünüyorduk.”
“Bizim yiyeceğimizin bittiğini ve senin de o fazla
yiyeceğe ihtiyacın olmadığını bilen Rezzak-ı Zülcelâl bu
gideceğin son gününde bizi bir birimizle Mescidi-Haram
’da tevafukken buluşturdu.”
“Bu sayede bizi başkasının minneti ve borcu altına
girmekten kurtardı, hem sana da yiyeceklerini zayi
olmayacak şekilde tam ihtiyacı olan birilerine (bizlere)
verme imkânı ihsan etti, sevabını ziyadeleştirdi. Artık bu
saatten sonra bize düşen: bizi bizden çok düşünen Rabbi
Rahimimize Hamdi senalar olsun demek ve şükretmektir.”
Yatsı sonrası otele döndük, Yusuf’un yiyeceklerini
aldıktan sonra onları uğurladık. Bu durum eşimi de çok
sevindirmişti. Birlikte bu hususi lütfu İlahiye ve ikramı
Rabbaniye karşısında hadsiz şükretmiştik.
Yeşil elma
Kıymetli kardeşlerim: Bu hac hatırası bana elma
hatırasını ‘da hatırlattı... Onu da sizinle paylaşmak
istiyorum.
Eşimle birlikte Kurban Bayramındaki şeytan
taşlamadan sonra, tavafımızı yapmış ve say’ imizi
bitirmiştik ve yorgunluktan adım atacak halde değildik.
Merve tepesinde hitam bulan bu görevin sonunda
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 190

ağzımız dilimiz kurumuş bir vaziyette bir köşede oturup


biraz dinlenelim istedik. Baktım eşim çantasından yeşil bir
elma çıkardı. O anda canım çok çekti. O istekle bende
gayr-ı ihtiyari bir hareket oldu. Onun üzerine benim o
elmayı çok istediğimi anladı ve benim nefsimi kendi
nefsine tercih ederek bana verdi. Çok ısrar ettiğim halde
geri almayı kabul etmedi. Bende “herhalde canı istemiyor”
zannederek, elmayı onun gözü önünde hatur hutur iştahla
yedim, bir dakikada elmayı bitirmiştim. Ben elmayı yerken
göz ucuyla beni izlediğini bile fark etmemiştim.
Meğerse o da o anda öyle yeşil ve ekşi bir elmayı
çok arzulamış, ama bana da bir şey diyememiş.
Hanımları şefkat kahramanı yapan da zaten
onların bu yönü değil midir?
O anda çevremizde elma alacak yer de yoktu… O
nedenle hanım bu isteğini göstermemeye özen
göstermişti. Kalktık, Merve’den caddeye doğru yürümeye
başladık, 20-30 adım atmıştık ki, bir zencinin bize doğru
geldiğini fark ettik, yaklaştı, yaklaştı ve eşimin tam
karşısında durarak tebessümle birlikte eşime bir elma
ikram etmesin mi?
Ben, bir zenci adama, bir eşime ve bir de elmaya
bakıyorum o duruma bir anlam vermeye çalışıyorum.
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 191

Baktım adam elmayı verir vermez birden uzaklaştı ve


kalabalıkta kaybolup gitti.
Eşim de şaşırmıştı… Yaşadığımız hadise
karşısında artık dayanamadı ve kendi halini itiraf etmek
zorunda kaldı.
Bana dönerek “sana verdiğim elmayı aslında ben
yemeyi çok istemiştim ama senin daha fazla ihtiyacın
olduğunu fark etmiş sana vermeyi tercih etmiştim. Seni
kendime tercih etmiştim, etmesine ama bana “şu anda ne
istersen iste dileğin kabul edilecek” diye sorsalardı, ben
“o elmayı yemekten başka bir isteğim yoktur” derdim”
dedi.
Durduk!. Birlikte düşündük, bu ikram ve ihsanı
ilahiye ve bu garip tevafuka hayret ederek kalbimizin en
derin arzularını duyan ve kabul eden Rabbi Rahimimize
bir kez daha şükretmemiz gerektiğini anlamıştık.

 Yaşayan-Hacı Cezmi Bey ve Hanımı


Not-2005 e kadar hacılar yemeklerini kendileri yapar,
memleketlerinden erzak götürürlerdi.
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 192

YOL AÇILDI

Otuz üç yaşımda, doğum günümde Kâbe’de


olmaya niyet etmiştim. 2002 yılında umre için yola çıkmak
nasip oldu.
Umreye gitmeden önce bir liste yapmıştım. Dua
edeceğim arkadaşlarımın isimlerini telefon rehberime
kaydettim. Hepsine umrede dua ediyorum. Fakat benim
26-29 yaşlarında iken çok canımı yakan bir aile vardı.
Gerçekten çok canımı acıtmıştı. Sürekli aklımda, ama
onlara dua edemiyorum. Medine'de edemedim. Mekke'ye
geldik, herkese dua ediyorum, aklıma geliyor, ama onlara
dua edemiyorum. Nefsim yapıyor tabii ki bunu bana,
nefsim yaptırmıyor.
Umremizin son gecesiydi. Erkenden yatayım,
erken kalkayım dedim. Teheccüd namazı vaktiydi.
Namazımı kıldım. O aileye dua edememem aklımda.
Yarabbi! Ben nefis yapıyorum dedim.
Bediüzzaman hazretlerinin o hali var ya. Kendine
zulmeden savcıya tam beddua edecekken savcının üç
dört yaşlarındaki kızını pencerenin önünde görüyor, o
masumun hatırına beddua etmekten vazgeçiyor ya!
Aynı oradaki gibi.. Nefsim dua ettirmiyor, ama ben
nefsimin dediğini yapmayacağım….
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 193

O aileye bir dua ettim, bir dua ettim, on dakika


kadar.
O geceye kadar tavaflarımda Hacer-ül Esved’e
yaklaşamamıştım, yaklaşmakta mümkün değil; Hac gibi
kalabalık. Hocamız da kimseyi incitmeyin, incinmeyin diye
tavsiyede bulunmuştu.
Benim bu aileye yaptığım candan, samimi duadan
sonra uykum kaçtı. Bari Kâbe’ye gideyim, tavaf edeyim.
Tavaf etmeye başladım. Üçüncü şavftı bitirdim. Hacer-ül
Esved’i Bismillahi Alla hu Ekber diyerek tekrar istilam
ettim. Tam karşımda yeşil gözlü, araba benzemeyen,
melez gibi, açık kahverengi cübbeli, sarıklı, cübbesinin
kenarında sarı sırmalar olan bir erkek karşımda duruyor.
Konuşmadan eliyle dur diye işaret yaptı. Sonra kalabalığı
İki eliyle açtı. Önümde bir yol açıldı. Bana eliyle buyur
dedi. Ben o kalabalıkta önümde açılan yoldan gittim,
Hacer ül Esved’e başımı soktum, öptüm, öptüm. Oradan
başımı çıkarttığımda kalabalık beni aldı götürdü.
Benim orada gördüğüm, adını bilmediğim, soyadını
bilmediğim, ne iş yaptığını bilmediğim birisi, benim
nefsime dur deyip yapmış olduğum on dakikalık bu
duanın sonucunu, Rabbimin lütfuyla, onun izniyle beni
Hacer-ül Esved’e yaklaştırarak bana o harikulade anları
yaşattı.
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 194

Ben bunu canlı canlı görerek yaşadım. Rabbime


hamd olsun.
 Yaşayan-S.Türküsev. Kâbe Anıları-İsmail
Tongar-Moral Fm

YÜZÜNCÜ REKÂTI KÂBE’DE KILMIŞ

Ali Yıldırım Hoca’nın dilinden Kâbe anısı..


Sene 1978’de emekli paramızla evvela bir daire
aldık kendimize. Elli lira da hacca gitmek için ayırdık.
Müracaatımızı yaptık, muamelelerimizi yaptırdık,
acenteye hac paramızı ödedik. Birkaç gün sonra
acenteye tekrar gittiğimde “Hocam, devalüasyon oldu,
paranın değeri düştü. Biletler pahalandı” dedi. Bizim de
başka paramız yoktu. Eve gittim hanıma durumu anlattım.
“Ben hacca gittim. Bu sefer bir kadın kafilesiyle seni
göndereyim” dedim. “Olmaz, ben yalnız gidemem, sen
git” dedi. Neyse uzatmayalım. Hacca ben gittim.
Haccımı yaptım, ertesi gün veda tavafımı yapıp
dönecektim. O gece ben Mescidi Haramdan hiç
çıkmadım. Akşam namazını kıldım, yatsıyı kıldım, herkes
dağıldı, ben de sabaha kadar uyumadan zikir yapacağım
diyerek bir yere oturdum. Biliyorsunuz orada sabah ezanı
iki kere okunuyor. Birinci ezan okunana kadar oturdum.
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 195

Ezan okununca kalktım bir abdest tazeleyeyim dedim.


Abdestimi aldım geldim, iki rekât namaz kıldım.
“Esselamu aleyküm ve rahmetullah” deyip selam verince
baktım ki!. Beyaz başörtüsü başında, bizim hatun iki
metre yanımda. Namazı bitirdim. “İnanamıyorum, hayal
mi görüyorum, bana bir şey mi oluyor” diyerek başım
böyle kaldı. Ben döndüm tam karşısına gittim, kayboldu.
Eve dönünce; “O gece sen neredeydin, ne
yapıyordun?” dedim. “İşte burada salonda doksan sekiz
rekât namaz kıldım, yüze tamamlamadan bana bir uyku
geldi. Uyuklar gibi oldum. Kalktım, namazı yüze
tamamlayayım diye. İki tane kanatlı melek beni alıp
Mekke’ye götürdüler. “İki rekâtı da orada kıldım“ diyerek
olan biteni anlattı. “Peki, beni gördün de niye konuşmadın
benimle?” dedim. “Sen de benimle konuşmadın” dedi. O
vakit meleklerin tekrar tutup götürdüklerini anlattı.
Ali Yıldırım Hoca (Pamuk Hoca)
İsmi anılmış iken Ali Yıldırım Hoca’nın bu anısını
da paylaşmak istedim
1938 yılının ramazanıydı, benim görev yaptığım
Beşiktaş Yahya Efendi camii küçük bir cami idi.
Ramazan’da sabah namazında cemaatim olmuyordu. Bir
gün kendi kendime dedim ki “Nasıl olsa sabah
namazında cemaat olmuyor. Bugün Süleymaniye
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 196

Camii’ne gideyim…” Hocam Sadık Efendi’nin arkasında


kılayım. O zamanlar o vakitte Süleymaniye’ye gitmek için
vasıta bulunmuyordu. Ben de erken kalktım yola çıktım.
Yolda bir tramvaya rastladım. Eminönü’ne kadar onunla
geldim. Oradaki yokuşu çıktıktan sonram Süleymaniye’ye
ulaştım. Tam da ezan okunmaya başladı. Ezanı da kim
okuyordu biliyor musun? Halil İbrahim Çanakkaleli
Hoca… Ne ses vardı onda biliyor musun?
Sünnet namazlarımızı kıldıktan sonra müezzin
kamet getirdi. Caminin imamı Hacı Sadık Erzi Efendi
vardı, “Allah gani gani rahmet eylesin.” Farza durmadan
önce arkasını döndü ve yüksek bir sesle dedi ki:
“Muhterem cemaat safları sık ve düzgün tutun. Allah’ın
rahmeti üzerinize olsun.” Ben de, camide beş altı kişi var.
İmam Efendi niye bu kadar bağırıyor diye gülümsedim.
Benim gülümsediğimi görmüş. Kolumdan tutup mihraba
doğru çekti. “Kapıya doğru bak” dedi. Bir baktım ki ne
göreyim camii ağzına kadar beyaz elbiseli, aynı boyda
melaike-i kiramla dolu. Tabi bunu sadece İmam Efendi bir
de ben görebildim. “Sen” dedi “Boş mescitleri boş mu
zannedersin? O boş safları melekler doldurur.” Dedi.
Namazdan sonra İmam Hacı Sadık Efendi: “Bütün
imamların safları sık tutmayı cemaatine hatırlatması ve
Allah’ın rahmeti üzerinize olsun demesi gerekir. Çünkü bu
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 197

duaya oradaki melekler âmin der” dedi. Ondan öğrenmiş


oldum ki o gördüğüm aynı boyda aynı hizada olan
adamlar, insan sûretli meleklermiş. Bu da gördüğüm
kerametten birisi oldu.
 Ali Yıldırım Hoca 1909 doğumlu-42 yıl
Yahya Efendi camiinde görev yapıp(1936-
1978)emekli olmuş. Vefat-21-05-2017)

ZEMZEM LE ABDEST ALASAN

O yıllarda 1999, Urfa'ya sık sık gidip geliyordum.


Yine Urfa’daydım. Kafamın çok bozuk olduğu bir gündü.
Arka mahallelerde canım sıkkın bir şekilde yürüyordum.
Karşıdan bir adamcağız geliyordu. Yaşlı bir adam ve
Urfalı olduğu belliydi. Ben şalvarlıyım, yaşmağım
kafamda, O da öyle iki büklüm ama hurma dalı gibi
bükülmüş ve elinde bir de sopası var. Yanıma geldi.
“Selamünaleyküm” dedi.
“Aleykümselam” dedim. Biraz durdu ve uzun uzun
bana baktı.
“Ağam-Ağam, zemzemle abdest alasan” dedi.
“Allah senden razı olsun, seni cennetine koysun”
dedim.
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 198

Selamlaşıp yolumuza devam ettik. Durup


dururken yoldan geçerken yaşlı bir insan böyle bir şey
söyledi bana.
Çok kısa bir süre içerisinde bana hac çıktı. Ben
gittim. O sene de “hacc-ı ekber.” İğne atsanız yere
düşmez. Şimdiki haclar çok kalabalık oluyor ya, o zaman
da öyle inanılmaz bir kalabalık vardı. Vakit namazlarının
çoğunda birbirimizin sırtına secde ettik. Yaşlı amcanın
dediği de çıktı. Bol bol zemzemle abdest aldım. Kendi
kendime o yaşlı adamla ilgili, sen nasıl bir adamsın,
nasıl bir dua ettin bana diye düşündüm. Rabbim henüz o
mübarek topraklara gitmek nasip olmayan bütün
kardeşlerime tez vakitte gitmeyi ve zemzemle abdest
almayı nasip etsin.
Kâbe’nin karşısında sanki canlı bir organizmayla
karşı karşıya duruyormuş gibi oluyor. Neticede taş…
Ama o taşın bir maneviyatı var. Sanki Beytullah ile
selamlaşıyorsun gibi. Eski bir dostla karşılaşıyormuşsun
gibi, mütebessim, sıcak hoş geldin diyor sana…
Hacer’ül Esved de aynı şekilde canlı geliyor bana.
İlk gittiğimde Hacer’ül Esved bayağı kalabalıktı. Etrafı bir
sürü insan doluydu. “Niye böyle yapıyoruz ki biz?” dedim.
Çünkü orada sürekli bir itiş kakış vardı. Bir tane Suud
askeri, mecburen eliyle Kâbe’nin kenarını tutmuş, asılmış
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 199

duruyordu. Ben tavafı mı bitirmiştim ve Hacer’ül Esved’in


karşısında açıkta bir yerde durdum. Kendi kendime
konuşuyordum; güya Hacer’ül Esved’e dedim ki:
“Bak ben şimdi bu büyük sünneti yerine getirmek
istiyorum. Seni şöyle bir koklasam, bir öpsem diyorum
ama bu itiş kakış içinde istemiyorum” dedim. Bir de
baktım ki oradaki asker gözünü dikmiş bana bakıyor.
Eliyle işaret ederek beni çağırdı. Yanına gittim.
Etrafımdaki insanları açtı. Benim durduğum yeri ferahlattı
ve Hacer’ül Esved’in yanına gitmeyi başardım. Allah o
askerden razı olsun, doya doya öpüp kokladım. Normalde
hiç olacak bir şey değildi.
Asker birisini gözüne kestirip çağıracak da, onun
Hacer’ül Esved’e dokunmasını sağlamak için
etrafındakileri geri savuşturacak…
 Yaşayan-Münib Engin Noyan: Alıntı-Kâbe’yi
ilk gördüğümde-Sayfa.83-İsmail Toygar



 BEYTULLAH’TA BEN

Rabb'in o davetli misafirleri;


Doldurmuş, Mekke'de her karış yeri.
Dillerinde dinmez, ''LEBBEYK'' sesleri,
Arş'a yollar gördüm... Beytullah'ta ben...
Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 200

Bir zaman derdim ki: ''Yâ Rabbî neden,


Bir daha istiyor, bir kere giden?''
Meğer bilemezmiş, insan gitmeden;
Aldım cevabımı... Beytullah'ta ben...

Gördüm ki; bu dünya bir oyalanma,


Halime bakıp da, mutluyum sanma.
Bedenim Kâbe'den uzakta amma;
Gönlümü bıraktım... Beytullah'ta ben...

CENGİZ NUMANOĞLU --(1993)


Harameyn'de Yaşadılar-Anlattılar 201

Kütüb-i Sidde - (1898)- İbnu Mes'ud (radıyallâhu


anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissâlatu
vesselâm) buyurdular ki: "Kıyamet günü bana
insanların en yakını, bana en çok salavât
okuyandır." [Tirmizî, Salât 357 , (484)

You might also like