You are on page 1of 164

Kadir CANGIZBAY

GLO BALLEŞ(TIR)ME
.. ..

TERORU

1. Basım
GLOBA�R)ME Tf.RÖRO I Kadir CANGIZBAY

OOdek, 2003

Bu kitabın bütün hakları Odak Yayın Evi Tic. Ltd. Şti.'ne aittir.
Telif hakları yasası gereQince, tamamı veya herhangi bir b61ümü yayınlayıcısının yazılı izni
alınmadan basılamaz, kopyası çıkarılamaz, fotokopisi alınamaz veya
kopya anlamı taşıyabilecek hiçbir işlem yapılamaz.

Genel Yayın Ylinetnwni: Prof Dr. Kemal GÖRMEZ

DüZenleme: Ayşe Yalmur

Baskı ve Cilt, Fersa Matbaacılık

Baskı Yılı 2003

ISBN: 975-92257-0-0

Yayın ve Datıtım
ODAK YAYIN EV/ BASIM DAÔ. KRT. TUR. /NŞ. LTD. ŞT/
Dögol Cad. 3714 B eşevler 1 ANKARA
Tel: (312) 223 77 73 - Fax: (312) 215 14 50
İÇİNDEKİLER

TAKDiM . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1

YENi DÜNYA DÜZENi: "TARIH'IN SONU' OLUR MU;


MEDENiYETLER ÇATIŞIR MI? . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 3

GLOBALLEŞTIRMEYE 'INTRODUCTON ET RONDO


CAPRICCIOSO': ÖZELLEŞTiRME ya da 'TABU YIKICI'LARIN
TABUSU . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 13

GLOBALLEŞME: MELEZLEŞME DEÔIL, TOPYEKÜN


PAZAR-İÇİNLEŞME . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 17

iNSANIN CAN DÜŞMANI GLOBALLEŞME . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 25

GLOBALLEŞME V E KAMUSAL ALAN . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 45

GLOBALLEŞME Mİ, KÜRESELLEŞME Mİ? . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 79

TEDHİŞ Mİ, TERÖR MÜ? . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 93

GÖRE ViMiZ, 'TERÖRLE MÜCADELE' . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 99

il EYLÜL: 200 1 Mİ, YOKSA 1973 MÜ? . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 103

'TERÖR ' KAVRAMI ÜZERİNE . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 105

TERÖR VE İRTİCA ÜZERİNE . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 125

'BİLGİ ÇAÔiffOPLUMU' MASALI . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 30

KİMLiKLER PANAYIRINDA BİR UCUZ ÇADIR ya da


GLOBAL HAYVANAT BAHÇESl'NİN NESEBSİZLER KAFESİ:
FUTBOL . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 147
TAKD İM

Elinizdeki kitap , hemen hepsi daha önce , bazıları da mükerre­


ren farklı yerlerde (gazete , derg i , kitap . . . ) yayınlanmış yazılarımı­
zın -ki , bunların i l k yayın yer ve tarihleri n i içeride belirttik- gözden
geçiri l i p kısmen de yeniden kaleme alınmış versiyonlarından olu­
şan tematik bir derleme .

B unlar, globalleşme ' yle birlikte anılan , onunla birl ikte duyulur
veya daha sık an ılır hale gelen kavramları ele aldığımız, işlediğimiz
yazı l ar: ' Tarihin Sonu ' ; ' B ilgi Çağıfl'oplu mu ' ; ' Medeniyetler Çatı­
şması ' ; kültürel kiml ikler, mikro- m i l liyetç i likler, i nanç merkezl i
cemaatleşmeler yükseltil irken Akıl(?)ın sorgulanması/' tü kaka'
edi l mesi -nam-ı diğer, post-modernl ikler- ; ama, her şeyden önce ve
her şeyi n ötesi nde , stratej ik araç-tema olarak ' terörle mücadele ' . . .

Yazı ları n hepsi farklı vesilelerle v e farklı yerlerde yayınlan­


mak üzere kaleme alınmış olduğu , ama yine hepsinde hep aynı bir
teorik çerçeveden kalkı p , i şlenen temaların hepsini hep aynı bir bü­
tün içinde birleştirmeye de çalıştığımız için , gerek konuya giriş
bağlamında, gerekse örnek ve benzetmeler düzeyi nde bazı tekrar­
larla karşılaşmanız kaçınılmaz. Ancak bunlar, aynı bir şeyin etra­
fı nda tekrar tekrar tur atmak değ i l ; fakat , farklı yerlere gidecek de
olsak ister istemez aynı terminalden yola çıkmak türünden tekrar­
lar.
YENİ DÜNYA DÜZENİ: TARİH'İN SONU'
OWR MU; MEDENİYETlER ÇATIŞIR MI?

"Sosyal izm öldü (mü?)": i nsanlara bu lafı dedirten , bu soruyu


sordurtan , Sovyet Bloku ' nun çökmesidir. Oysa bu çöküş , ne sosya­
lizmin çöküşüdür , ne de sosyalizmden kaynaklanmıştır. Olan biten
aslında şudur: emeği i nsan dünyasının temel değeri haline getirme
idealinin , insanları , ürettikleri ortak eserler bazında/ortak bir eseri
üretirken oluşturdukları , yani içlerinde sadece emekleri itibariyle
bulundukları , kendilerine sadece emekleriyle katıldıkları gerçek
kollektif özneler bazında ele almak yerine , bu insanlara belirli ayrı­
calıklar veya avantaj l ar tanısa da sonuçta onları belirli bir enerji
kaynağı kategorisinin seriye! birimleri konumunda tutarken , kendi
iktidarını da belirl i/somut bir i ş/eser temelinde gerçek bir kol lektif
özne oluşturm ayan bir sınıf adına meşrulaştıran bir bürokrasinin
elinde , ritüalistik birer simge olmanın ötesinde hiç bir işleve sahip
olmayan içi boş kalıplara indirgenmesi .

Bu rej i m i n ve blokun ne kadar sosyalist olduğu ve sosyalizm­


le kendisi arası ndaki mesafenin ne şekilde ve nelerden dolayı orta­
ya çıktığı , bizi burada doğrudan ilgilendirmiyor. Söz konusu çöküş­
le birlikte ortaya çıkan tek kutuplu dünyada kuru lduğu/kurulacağı
iddia edilen Yeni Dünya Düzeni ise , insanı kendisi karşısında arızi
bir konuma oturtuyor olmanın ötesinde , aynı zamanda insanların da
kendi kendilerini i nsan kavramı karşısında arızi olan çerçevelere
i ndirgeyip/doluşup hapsetmelerine yol açan , belki de ancak böyle
olduğu takdirde/ölçüde/sürece varlığını sürdürebilecek olan bir dü­
zendir.
4 GWBAUEŞ(T/R)ME TERÖRÜ

'Tarihin Sonu ' ndan söz edi l mekte , dolayısıyla insan özne ko­
numundan ıskat edi lmektedir; oysa , tarihin öznesi insandır ve de
' insan zaten özne ama bu arada tarihin de öznesidir; dolayısıyla ta­
rih sona erse de kendi sinin öznel iği devam etmektedir' değil , i nsa­
nın özneliği sadece ve sadece tarih üretiyor olmasına bağlı olan bir
öznel iktir: insanın kendi beşeri'liği ni kurması , yani doğal gerçekl i ­
ğin doğrudan fonksiyonu duru mundaki c a n l ı bir nesne olmanın öte­
sine geçi p özne niteliği kazanması , kendi dışından veri li/hazır/be­
lirlenmiş olan doğal yapıları değişikliğe uğratmak , yan i , tarih üret­
mek , dolayısıyla tarihin öznesi olmak şek l i nde gerçekleşmiştir.

B u 'yeni ' düzen , insanı , Hayekgil ifadesiyle , insan tarafından


tasarımlanıp düzenlenmiş olmayan , ama yine de sadece i nsan tara­
fından işletilecek olan bir düzene mahkum etmekte , buna bilimsel
nesnel l i k adına yapmakta , tabii' bu arada insana da ' insanoğlu eşek '
diye hakaret etmektedir; zira , bütün öze l l iği , kendisinin tasarım l a­
yıp kurmuş olmadığı bir düzeneği n sadece işletilmesiyle , yani bu
düzeneğin ihtiyaç duyduğu enerjiyi sağlamakla, bu enerj iye sağlar­
ken de söz konusu düzenek çerçevesinde önceden kurall ara bağlan­
mış davranışları göstermekle yükümlü olmaktan ibaret bir varlık
olarak görü ldüğü ölçüde , insanın , başı dönmesin diye gözü bağlan­
mış , kuyu çıkrığım çalı ştırmak üzere habire dönen eşekçikte n , eşe­
ğin sadece kendisi değil babasının da eşek ol ması dışında , hiç bir
farkı yoktur; ama yine de "yaşasın ekonominin evrensel kurall a­
rı/' nesnel ' gerekleri ve de tabii' özelleştirme ! . . ".

B u düzen aynı zamanda ' bilgi çağı ' y l a eşzamanl ı laştırılmakta­


dır k i , ' societe d ' i nformation/informatics society ' terimlerinden
mülhem olarak , kendisine olumlu bir değer atfedilebilsin diye ' in ­
fonnation ' u Türkçe ' ye ' bilgi ' olarak çevirme cahil l iği/sahtekarlı­
ğıyla maJOJ olması bakı mı ndan , böyle bir teri min varlığı bile Tür­
kiye ' m izin son 1 6- 1 7 yı ldır ne den l i uğursuz bir girdabın dibine çe­
kilmekte olduğunun tek başına göstergesi olabi lir: ' informati-
YEN/ DÜNYA DÜZEN/ ... 5

on ' (enformasyon) kesinlikle bilgi değil , en nötr haliyle malumat


anlamına gelmekle birlikte , toplumsal gerçeklikteki işlevi itibariyle
her enformasyon , muhatabının ne şekilde davranması , ne yapması
gerektiğine i l i şkin açıktan telaffuz edilmemiş bir talimattır da.

' B i lgi toplumu/bi lgi çağı ' türünden bir mithos aracılığıyla , in­
san için ' mümkün maksimum ' u n , olan bitenden en kısa sürede ha­
berdar ol ması olduğu işlenirken , -özellikle de , bizimki gibi , yani İn­
ternet ya da bilgisayardan yararlanabilmek için bile emperyalizmin
metropol d i l i n i öğrenmek zorunda olduğu beynine işlenmiş toplum­
larda- asl ında empoze edi lmek istene n , insanın , değil hakkında bil­
gi üreti len gidi şat üzerinde belirleyici ol ması , bu bel irleyiciliklerin
bilgisini dahi üretmekten aciz bir konumda bulunduğunu baştan ka­
bul edi p , sadece , üretilmişi en önce kapan olma konusunda hem­
cinsleri yle ölesiye bir mücadeleye girmekten başka hiç bir çaresi
bulunmadığıdır.

Global leşme çağının insanı , sürekli tüyyo peşindeki ezeli-ebe­


di bir ' altılı ganyan 'cı misal i , bütün hayatını , kendi ölçütünü kendi­
si koymak yeri ne , her şeyiyle başkalarının nas ı l davranıp neler ya­
pacağının doğru tahmini üzerine kurmuş , dolayısıyla kendi dışında­
kileri sırtları ndan para kazanacağı atlar olarak görürken , onların da
kendisininkinin tıpkısı bir tavır içinde bulunmaları ölçüsünde , her­
kesin bir diğeri n i n atı konumunda bulunduğu , ancak sonuçta insa­
nın kaderi ni atlara , üstelik de ol mayan atlara bağlay ı p , koştuğunu
sandığı atlar yeri ne de asl ı nda kendisinin koşuyor olduğu, ancak
esas koşanı n kendisi olduğunu bilmediği için de , karşısındaki man­
zaranın her an değişiyor olmasını , kendisinden bağımsız olarak iş­
leyen bir dünyanın gidişatına bağlayıp , her yeni manzaraya kendi­
m i uydurayım derken ister istemez gördüğü manzaranın da yeniden
değişmesine yol açtığı bir ' gölgeler mağarası ' nın insanı , daha doğ­
rusu bir ' gölge i nsan/insan gölgesi 'dir ki , bu insan türünün en iddi­
alısının bile iddial ı lığının temelinde paparazzisel bir sefillik yatar;
6 GWBAUEŞ(T/RJME TERÖRÜ

kendi yaşamının en üst sınırın ı 'ilk haberdar' olmaya indirgerken,


ister istemez, ge rçek/a sıl/s ahici yaşamın da hep kendisi dışında bir
yerlerde yaşanacak olduğunu peşinen kabOl etme sefilliği.

Bu yeni düzende globalleşme adı altında , sadece nesneler de­


ğil , insanların jest , mimik , kızgınl ı k , coşku , tutku , aşk ya da bir bü­
tün olarak vücutlarından parça parça organl arına, kaç çocuğa hami­
le kalacaklarına ya da doğuracak oldukları çocuklara kadar her şey
pazar-içinleşir; yani , pazarda alınıp satıl an , arz-talep mekanizması
çerçevesinde tümüyle kendi dışlarından konulmuş ölçütler uyarın­
ca bel irlenip biçimlenen nesnelere dönüşür. İ nsan , artık her şeyiy­
le , aynı ve tek bir global muhasebe defterinin her biri bir diğeriyle
toplanıp bir diğerinden çıkartılabilir niceliklerlerle ifade edilen mal
kalemlerine indirgenirken , söz konusu pazar-içinleşmenin bir sonu­
cu , adaletinden eğitim ya da sağlığına kadar her şeyi n en fazl a pa­
zarlık gücüne sahip olanlardan yana işleyecek bir biçimde yeniden
yapılandırılması , bir diğer sonucu da, mübadele hadlerinin yine sü­
rekli olarak pazarlık gücü en fazla olanlardan yana değişecek şekil­
de otomatiğe bağlanmış olmasıdır. Her şeyin pazar-içinleşmesi öl­
çüsünde , bu sürece baştan dezavantaj l ı olarak , yani daha az pazar­
lık gücüne sahip olarak katılanlar, gerek ulusal , gerekse uluslar ara­
sı düzeyde , kendileri ni her an daha da fazl a dezavantaj l ı kılacak bir
fasi t daire içine girm i ş olurlar: bütün yeniden yapılanmalar pazar­
lık gücü daha fazla olanlara göre biçimlenirken , mübadele hadleri
de sürekl i olarak onlar leyhine değişmektedir.

B u durum gelir eşitsizl iklerini uçuru msulaştırırken , sağlık , eği­


tim ve sosyal güvenlik sistemlerinin resmen ve/ya da fiilen piyasa
kurallarına tabi kılınmasının etkisiyle de , insan , pazar-içinleşme sü­
recine ne denli dezavantajlı girmiş ise o ölçüde de pazara sürülebi­
lecek neyi var neyi yoksa onları bir an önce pazara sürmek zorun­
da kalacaktır ki , bu da , insanın -sahip oldukları kullanım ve/veya
değişim değerinden , dolayısıyla da belirli bir kullanım ve/veya de­
ğişim değerine sahip olup olmamalarından bağımsız olarak sahip
YENi DÜNYA. DÜZEN/... 7

çıktığı , muhafaza etmeye , yaşatmaya ya da gerçekleştirmeye çalış­


tığı her ne var ise işte onlardan ve sadece onlardan oluşabilecek
olan- manevi dünyasının , herhangi bir değişim değerine sahip ol­
maları kendi yapılan gereği zaten mümkün olmayan , bu yüzden de
kendi lerini alım-satım konusu yapmaması kendisinin pazardan elde
edebilecek olduğu toplam değişim değerinde herhangi bir eksilme­
ye yol açmayacak unsurlarla sınırlı bir dünya şeklinde kavruklaş­
ması sonucunu verecektir; tabii, yine , pazara sürebileceği zaten pek
fazla bir şeyleri bulunmayanlardan başlamak üzere .

Her şeyin pazar-içinleşmesinin kural , insanın pazara sürebile­


cek ne kadar az şeyi varsa, hayatını sürdürebilmek için kendi ken­
disini pazar-içinleştirmesinin de o denli kaçınılmaz olduğu bir dün­
yada , insanların manevi değer yükledikleri şeylerin de giderek,
değiş tokuş edil mesi , dolayısıyla pazara sürüldüğünde herhangi bir
değişim değerine tekabül etmesi zaten olanaksız olan şeylerden iba­
ret kalması ya da kişini n , kendi sahip oldukları arasından , yani ' be­
nim' dediği her ne v ar ise , i şte onların arasından , sadece ve sadece,
kendisi isteseydi bile değiş-tokuşa konu olması fii len zaten müm­
kün olmayanlarına manevi bir değer atfeder hale gelmesi de kaçı­
nılmazdır ki , bunlar da kişinin doğuştan/doğunca kendi dışın­
dan/öncesinden hazır/veril i/belirlenmiş olarak bulduğ u , dolayısıyla
da kendisinin bireysel beşer-dışı ' na tekabül eden deri rengi , kafata­
sı biçim i , c insiyeti ve/ya da milliyet, etnik köken , anadil , din , mez­
hep, memleket ve bunların türevi olarak yerine göre tuttuğu takım,
atası bildiği adam ya da hayvan vb . . . gibi özellikleri olacaktır .

Globalizm ideologlarının nesnel bir tespit ve/veya öngörüden


çok hem bir temenni , hem de bizdeki 'enflasyon canavarı ' , ' trafik
canavarı ' terimleri türünden animist bir mistifikasyon aracı olarak
formüle edip ortaya attıkları ' medeniyetler çatışması ' , ' kültürlerin
mücadelesi ' türünden kavraml ara ilk bakışta hak verdirir gibi görü­
nen olgunun temelinde yatan da, globalleşmeyle birlikte, mane­
vi ' nin giderek artan bir yoğun l uk ve sıklıkla sadece ve sadece be-
8 GLOBAUEŞ(T/R)ME TERÖRÜ

şer-dışı 'dan referanslı bir alana hapsedi liyor olmasıdır; tabii daha
yukarıda da işaret ettiğimiz şekilde , gerek ulus-içi , gerekse ulusla­
rarası planda , daima ve daima insanların en yoksul ve yoksun olan­
ları ndan başlamak ve en şiddetli ve uç tezahürlerine de yine onlar
arasında ulaşmak üzere .

Post- modem lafazanlıklar babında ' akıl çağının sonu ' , ' akıl-dı-
'

şının özgürleştiriciliği ' , ' dinin geri dönüşü' olarak kendileri nden
adeta sevi nerek bahsedil irke n , bizdeki arazi koşul l arına uyarlanmış
versiyonları arasında ' i nancına göre yaşama özgürlüğü ' ve ' çok-hu­
kukl uluk' türünden siyasal sloganların bul u nduğu kavramlaştı rma­
ların dayandığı olgusal zemin de , aynı şekilde , globalleşme çağının
beşer-dışı maneviliğidir.

İ nsan , manevi 'yi beşeri ' nin dışındaki bir yerlere , yani uhrevi
ya da esatiri (bizden birer örnek verecek olursak , Ahiret ya da Er­
genekontruran türünden) nitelikte , dolayısıyla da ş i mdi/burada
mevcut ol mayan bir ' öteki ' dünyaya bağladımıydı , şimdi ve burada
yaşayan gerçek kişi leri maddiyatın , maddi çıkarları n , paran ı n , ikti­
dar tutkusunun ötesine taşıyan , kısacası insanı insan yapan her tür­
lü nhlaki değeri bir kenara atma, görmezden gel me , askıya alma ya
da araç olarak kullanma konusunda kendi kendisine tümüyle açık
bir çek çıkartmış olur ki , bu aynı zamanda bu dünyan ı n , tam tam ı ­
na kapital izmin istediği b i r biçimde , tümüyle maddi ' nin egeme nl i­
ğin e amade , yani tıpkı nesneler (gerek cansız, gerekse canlı nesne­
ler, yani hayvanlar) dünyasında olduğu gibi tümüyle a-moral , bir işi
yaparken yegane ölçütün ' işi -ne şekilde ve ne yoldan olursa olsun­
bitirmek ' , dolayısıyla da her şeyin meşru , her yolun mubah olduğu
bir dünya haline getiri lmesi demektir.

Kapital izm i n , sömüre nlerle sömürülenler arasındaki sınıfsal


nitelikli çatışmalar yerine her türden etnik , dinsel , mezhepsel çatış­
mayı tercih edeceği , sınıf çatışmaların ı n üstünü bu türden çatışma­
larla örtmeye , sınıf çatışmalarını elinden geldiğince bu türden çatış­
malara dönüştürmeye , en azından öyleymiş gibi göstermeye çalışa-
YEN/ DÜNYA. DÜZENi . .. 9

cağ ı ; globalleşme çağında da uluslararası silah tekellerinin en ve­


rimli arpalığı olan iç-savaşları medeniyetler çatışması formülü al­
tında olağan ve normalmiş gibi gösterip çoğulculuk, çok-seslilik,
çok-kültürlülük türünden teri mler aracılığıyla, -işine geldiği yer ve
zamanda- birer demokratik atılımmış gibi sunduğu mikro-milliyet­
çilikleri de , kendisinin muhtaç olduğu homojen zemin üzerinde şu
ya da bu ölçüde engel oluşturabilecek güçteki ulus-devletleri res­
men ya da fii len tasfiye etme yolunda bulu nmaz bir fırsat olarak de­
ğerlendireceği açıktır: ulusl ararası kapitalist bir tekel , yolunun üze­
rinde , diyelim tek bir Fransa'yı görmek yeri ne , karşısına yirmi tane
S lovenya veya üçyüz tane Çeçeni stan çıksın , tabii bu ikinci duru­
mu tercih edecektir.

Tam bu noktada belirt i lip v urgulanması gereken bir husus var­


dır ki , ulus , kavmin devlet kurmuş hali deği l , tam tersine , kavimsel
mensubiyetleri hukuken , ama daha da önemlisi fii len işlemsel ol­
maktan çıkartmış devletin halkına veri len addır: ' vatandaş ' , ulus­
devlet açısından hem hukuken , hem de -çok daha önemlisi- fi ilen
işlemsel kıl ınması hayati önem taşıyan yapı taşı/çerçeve olup, ' va­
tandaş ' ı temel birim olarak alan bir hukukun 'olmazsa olmaz ' ko­
şulu da, ' yasa karşısında eşitlik' tir. Ulus-devletlerin ilklerinden bi­
ri olmanın yanısıra aynı zamanda prototipi de sayılabilecek Fran­
sa ' nın halkı Cerme n ' i nden Kafkasyal ı ' sına ya da V iking ' inden
Kel t ' ine (yani , Alzas ' l ı , B ask , Norman ya da Bröton) çok çeşitli et­
nik kökenin taşıyıcısı olup , Fransız diye bir kav im bulunmadığı gi­
bi/için bu halkın oluşturduğu m i l leti niteleyen Fransız sıfatı da ke­
sinlikle belirli bir kavmin adı ol may ı p doğrudan doğruya ve de tam
tamına Fransa ' l ı (France=Frans=>franç-oise , franç-aise=frans­
uvaz , frans-ez=>fransız) anlamına gelen bir kelimedir. Bu durum­
da şu da açıklık kazanır ki , başta kavimsel homojenlik olmak üze­
re , dinsel , mezhepsel , i nançsal vb . . . homojenlikler temelindeki ör­
gütlenme ve bütünleşmeler ile her türden ve her boyuttan cemaat­
çiliği demokratizan bir çoğulculuğun dile gel işi olarak görüp göste-
10 GWBAILEŞ(T/RJME TERÖRÜ

ren yaklaşımlar da, global düzeydeki pazar-içinleşme/içinleştirme­


nin aynı anda hem bir ürünü, hem de bir aracı olarak manevi'nin
beşer-dışı'laşmasıyla -bilerek ya da bilmeyerek- organik ilişki için­
de bulunan yaklaşımlardır.

Beşer-dışından referanslı manevi değerlerin, kendilerine sahip


çıkan insanın niyet, istek, irade ve çabasından bağımsız olarak, ken­
di yapılan gereği değiş-tokuşa konu, dolayısıyla herhangi bir deği­
şim değeri taşıyor olmaları zaten mümkün olmayan şeylere izafe
edilmiş değerler olduğunu söylemiştik ki, bu da, söz konusu şeyle­
rin sadece zaten satılamaz değil, aynı zamanda satın da alınamaz,
kendisine ait olduğu kişi istese de istemese de, talibi bulunsa da bu­
lunmasa da başkaları tarafından el konulamaz, yani kendi taşıyıcı­
larından ayrılamaz, ayrılması imkansız şeyler olduğu anlamına ge­
lir: insanın, beşeri bir varlık olarak, kendisi değiştirmeye ya da baş­
ka birileri ona el koymaya kalksa da böylesi işlemlere konu edilme­
si hiç bir şekilde mümkün olmayan tek şeyi varsa, o da kimliğidir.

Bir insanın kimliğinin, manevi değerleri ile tam tamına bir ör­
tüşme içinde olması, ya da sadece manevi değerlerine referanslık
eden unsurlardan oluşup onlardan ibaret bulunması kesinlikle zo­
runlu olmamakla birlikte, kişinin manevi değerlerinin münhasıran,
değiş-tokuş edilmesi zaten olanaksız yanları temelinde kurulmuş
olduğu bir durumda da, söz konusu kimliğin, kişinin manevi değer­
lerine referans aldığı şeylerden ibaret ve onlarla tam ve mutlak bir
örtüşme içinde olmaması da imkansızdır: manevi değerlerin beşer­
dışı referanslılığı ölçüsünde, kişinin kimliği de, ya kendisinin be­
şer-altı'na tekabül eden ırksal, cinsel ya da en geniş anlamıyla kül­
türel (etnik, dinsel, mezhepsel vb... ) mensubiyetleri ya da beşer-üs­
tü'ne ilişkin inançları temelinde ve de sadece bunlar temelinde ta­
nımlanmış, olacaktır. Bu durumda, söz konusu kimlik de, bireyin
ya kendi dışından verilip belirlenmiş nesne yanını (ne'liğini) öne
çıkartan ve/ya da -kendi ölçütlerini yine kendisi vaz'eden- bağım­
sız bir özne değil de 'kul' olarak taşıdığı bir kimlik olacaktır. Glo-
YEN/ DÜNYA DÜZEN/... 11

halleşme çağının, bir yandan etnik/kültürel kimlikler ön plana çıkıp


bu türden kimlik arayışları inanılmaz bir yoğunluk ve yaygınlık
gösterir, diğer yandan da beşer-üstü'ne ilişkin inançlar doğrudan
doğruya birer kimliksel temel niteliği kazanırken, yukarıda da de­
ğindiğimiz gibi, yine dünyanın en yoksul ve yoksun halkların­
dan/halkların en yoksul ve yoksun kesimlerinden başlamak üı.ere,
her türden ırkçılık, şovenlik ve ayırımcılıkla, dinsel fanatizmlerin
ve tarikatsal cemaatleşme ve marjinalleşmelerin de -bu arada takım
esasında holiganizmi, marka ya da star 'fan'lığının yaygınlaşması­
nı da hatırlayabiliriz- çağı olarak yaşanması, kesinlikle bir tesadüf
değildir.

Böyle bir gidiş aslında, 'vatandaş' kavramı temelinde kendisi­


ne hukuksal bir boyut da kazandırılmış olan insan'ın kavram düı.e­
yindeki tekliği tuzla buz edilip';· her bir insanı din, dil, ırk, cinsiyet
vb... gibi arızi özelliklerinden bağımsız ahlaki bir değer olarak ele
alma ilke ve idealinden uzaklaşılırken, insanlığın da Aydınlan­
ma'nın ve Büyük İhtilal'in gerilerine doğru yol almasından başka
bir şey değildir; her ne kadar globalizmin gerek profesyonel, gerek­
se amatör ideologları 'ah, devlet bir yeterince küçültülebilse' orta­
ya ne denli müreffeh bir sivil toplum çıkacağını ballandıra ballan­
dıra anlatıp, Milat'tan sonra bile ancak 1 789 yılda kurabildiğimiz
İnsan kavramının parçalanmasını insan çok-sesliliğinin özgürce ya­

şanması olarak sunuyor olsalar da: çoğulculuk, inkarcı, tasfiyeci ve


imhacı bir indirgemeciliğin panzehiri olmanın dışında, kendi için­
den kaynaklanan olumlu ya da olumsuz herhangi bir değer taşıma­
dığı gibi, insan kavramı karşısında hiç biri diğerinden daha az arızi
olmayan farklılıkların, insanın kendi kendisini anlamlandırırken
kendilerine dayanacağı birer mutlaklıkmış gibi kabOI edilmeleri de
çoğulculuk değildir; zira her birinin sadece kendi kendisinin ölçütü
olabileceği baştan kabOI edilmiş çok sayıda şey, ister bir arada, hat­
ta içiçe bulunsunlar, isterse ayrı ayrı, hiç bir şeyin çoğulunu oluş­
turmazlar.
12 GWBALLEŞ(T/RJME TERÖRÜ

Çoğulculuk, tekil bir insan kavramından itibaren sözü edilebi­


lecek bir şey olup, insan kavramını işlemsel kılan çerçeve de, insan
haklan ve hukukun evrensel ilkeleri karşısında her insanı cinsiyet,
ırk, dil, din ya da dinsizliğinden bağımsız olarak eşit derecede ku­
caklayacak olan vatandaş statüsüdür; tabii', sadece bireysel öznele­
ri değil, herhangi ortak bir iş/eserin gerçekleştirilmesi temelinde
oluşan gerçek organik varlıklar durumundaki kollektif özneleri de
kucaklar hale getirilebildiği takdirde/ölçüde.
GLOBAllEŞTİRMEYE 'INTRODUCTON Er
RONDO CAPRICCIOSO': ÖZELLEŞTİRME ya da
'TABU YIKJCl'L.ARIN TABUSU(*)

" Ekonom i n i n , i nsanları ve i nsanların öznel tercih , kaygı ve öl­


çütleri ni aşan nesnel ve evrensel işleyiş yasaları vardır; bu yasalar
dikkate alın mayıp işin içine siyaset karıştırı lır ve ekonomi kendi dı­
şından getiri l m i ş amaçlara hizmet etmeye yönlendiri l irse , ister iste­
mez çarpık bir biçi mde yapılaşıp, verimsiz bir biçimde çalışmaya
da mahkum edi l m i ş olur": işte size , günümüzde "özelleştirme de
özel leştirme" diye tutturanların savlarını dayandırdıkları temel ön­
kabu l .

Her şeyden önce şunu söyleyelim ki , ekonom i , ne tabiatta ken­


diliğinde n , yani herhangi bir insan müdahalesi ve çabası olmaksı­
zın varolan bir olgudur, ne de dünyanın dönmesi , bitkilerin yeşer­
mesi veya ana karnındaki bir ceninin büyümesi türünden doğal , do­
layısıyla da i nsan i rade ve çabasından bağımsız olarak biçimlenen
bir süreç : en nesnel ve evrensel gibi görünen kuralları da dahil ol­
mak üzere , her şey iyle i nsan tarafından varedi l ir ve ayakta tutulur;
bu yüzden de , ister i ntemez i nsan-üstü nesnel zorunluluklar deği l ,
doğrudan doğruya i nsandan kaynaklanmış öznel tercihler doğrultu­
sunda biçimlenir.

İ nsanlık tek bir i nsandan ibaret olmadığına ve de insanlar aynı


ve tek bir insan modelinin -öznel tercihleri de dahil , her bakımdan

( *) Özelleştirme'nin Kavramsal Bağlamı, Özgıda-İş, sayı: 7, 1994


1� GWBAUEŞ(T/R)ME TERÖRÜ

birbirleriyle özdeş- basit birer kopyası olmayıp, kendi tercihlerini


kabOI ettirme gücü açısından da tam ve bozulmaz bir eşitlik içinde
bulunmadıklarına göre, ekonomi, kendileri doğrultusunda biçim­
lendiği tercihlerin evrenselliğinden, yani herkes için en iyi, en doğ­
ru, en güzel ya da tek mümkün tercihler olduğundan söz edilmesi
mümkün olmayan, kısacası gerek ülke bazında, gerekse dünya ça­
pında herkesden yana değil, tam tersine, -siyasal yapı ve/veya kon­
jonktüre göre değişen ölçülerde olsa da- daima ve daima birilerin­
den yana işleyen, dolayısıyla zorunlu olarak siyasal nitelikli bir ol­
gudur: zihinsel soyutlama düzlemi hariç, gerçekliğin hiç bir nokta­
sında ekonomi tek başına varolmayıp, daima ve daima belirli bir
ekonomi-politik olarak· fii li'leşir.

Ancak biz yine özelleştirme yırtınmacılarına dönelim: onlara


göre "ekonominin etkin bir yapıya ve verimli bir işleyişe kavuştu­
rulması, ancak ve ancak, salt kendi nesnel yasaları dışında başka
hiç bir şeyin etkisi altında bulunmadığı bir ortamda mümkün ola­
caktır; bunun için de, kendisi siyasal örgütlerin en hası ve en kap­
samlısı olduğundan, ekonomiye bulaştığı anda, siyasal kaygıları ön
plana çıkartıp onu belirli öznel tercihlerin ipoteği altına sokması da
kaçınılmaz olan devletin tümüyle ekonomi dışına çekilmesi, kısa­
cası özelleştirme yoluyla küçültülmesi gerekmektedir".

Toplumun maddi varlığına ilişkin faaliyetlerin her türlü öznel­


liğin bozucu/engelleyici etkisinden kurtarılması, birey düzeyinde
zaten büyük ölçüde gerçekleştirilmiştir; 'iş bitiricilik'in bir erdem­
miş gibi sunulmasıyla. 'İş bitiricilik'in ise tek ölçütü vardır; o da,
işi bitirmek<x>; hangi iş ve ne yoldan bitirilecek olduğuna bakma-

(x) Kendisi için helal gördüğü bir işi, yine helal gördüğü bir yoldan, yani hak­
kını vererek sonuca ulaştıran kişi.ellerini ovuşturup "iş bitirdim" değil, "çok
şükür, emeğim boşa gitmedi, işim rast gitti, Allah utandırmadı vb ..." der ya
da hiç bir şey demez.
GWBALLEŞTIRMEYE 'INTRODUCTON ET... 15

dan; yani, işin içine herhangi bir öznel (ahlak da hukuk da, tam ta­
mına ve en alasından birer öznelliktir; her türlü ideal gibi... ) ölçütü
kesinlikle sokmaksızın; yani, adeta bilimsel/teknik bir nesnellikle
ki, bu yanıyla gerek 'iş bitiricilik', gerekse özelleştirmecilik çağı­
mızın teknolojiperest söylemine de denk düşmüş olur; işte tam bu
noktadan hareketle de ver elini 'bilgi toplumu/çağı' yutturmacası,
daha doğrusu ihaneti, ayrıca da sahtekarlığı. Şöyle ki, 'bilgi' diye
dilimize çevirdikleri aslında 'information'; türkçesi malfimat, daha
doğrusu istihbarat edinme; yani insanın kendi dışındaki birileri ta­
rafından olup bitirilenler hakkında, yine kendi dışındaki başka biri­
leri aracılığıyla haberdar edilmesi durumu: pasif bir konum. Kısa­
cası, burada söz konusu olan, emperyalizmin bizim gibi ülkeler için
bestelettiği 'çiftçisin sen, çiftçi kal'ın yeni bir uyarlaması -tabii ar­
tık, yani topyekun pazar-içinleşme çağında artık ona da izin yok-;
insanları 'bilgi üretmez/bilerek üretmez' durumda, 'üretmenin bil­
gisinden uzakta' tutmaya yönelik bir manevra.

'İş'i ahlakın dışına alan, ekonomiyi de siyasetin sultasından


kurtaracaktır, siyaset-üstü politikalarla; sanki siyasal tercihlere da­
yanmayan bir ekonomi mümkünmüş gibi. Burada yapılmak iste­
nen, aslında, siyasal tercihler vazetme yetkisinin bu tercihlerden et­
kilenecek olanların, -ülke bazında halkın, çalışanların; uluslararası
düzeyde de, ulusal kollektivitelerin- elinden alınmasına meşruluk
verecek ideolojik bir kılıf hazırlamaktır. Bu durum dikkate alındı­
ğında, özelleştirmenin demokratik bir açılım/atılım bağlamına otur­
tulmaya kalkışılması, kepazeliğin doruk noktasını oluşturur: özel­
leştirme sayesinde devletin üretim araçları üzerindeki merkezi
kontrol gücü de azalmış olacaktır: çoğulcu bir demokrasinin olmaz­
sa olmaz koşulu tam tamına budur; tabu, 'küreselleşme çağı' mas­
karalığının söylemi çerçevesinde.

"Üretim araçlarının sahipliği ölçüsünde devlet ister istemez


despotik olur, kendi öznel tercihlerini insanlara dayatır; dolayısıy­
la, bir yandan ekonominin nesnel gereklerini kaale almayıp maddi
16 GLOBAUEŞ(T/R)ME TERÖRÜ

zenginlik üretimini sekteye uğratırken, aynı zamanda bireyin mane­


vi' dünyası üzerinde de müdahaleci bir tavır takınır" -üretim araçla­
rının özel ellerde tekelleşmesi ise, sanki hiç de böyle sonuçlar ver­
mez ... : yaşasın (özelleştirme; küçülen Devlet; nesnel yasaların yö­
netimine bırakılmış serbest ekonomi; her türlü öznelliğin, değil
Devlet müdahalesi, aklın sınırlandırıcılığından bile azade kılındığı
sivil toplum); yani, diyelim %36'nın %65'ten büyük olabileceği;
cezanın suça değil, suçlunun verilmek istenen cezaya göre, hem de
en demokratik yoldan, halkoyuyla tayin edilebileceği; yamyamlığın
inanç özgürlüğü çerçevesinde inanç özgürlüğünden yana olmakla
eşit derecede özgür olacağı ya da hak ve yetkilerin insanın cinsel
organının türüne göre de pekala belirlenebileceği sonsuz derecede
serbest, hukukuna kadar çoğulcu/çok-hukuklu; böyle bir çoğulculu­
ğa ket vurmasın diye de ister istemez, her türlü kollektif birimi in­
san özgürlüğünü sınırlandıran baskıcı bir çerçeve olarak görüp dış­
larken, tek ve evrensel birim olarak sadece ve sadece bireyi kabfil
edip, bireyciliği yücelten bir toplum; tabii' buradan da ver elini kü­
reselleşme ve, ulusal bağımsızlık/onur ya da ulusal sınır/çıkar gibi
dinozorsu bağnazlıkları tarihin çöp sepetine atacak olan post-mo­
dern il.Cumhuriyet.
GLO BAUEŞME: MELEZLEŞME DE<'.JİL
TOPYEKUN PAZAR-İÇİNLEŞME

Globalleşme konusuna, daha baştan handikaplı giriyoruz: İngi­


lizce'deki globalization'ı küreselleşme diye çevirdiler ve de, ne ya­
zık ki, bu kelime tuttu. Kelimenin kökü globe; yani, küre; ama, te­
meli globe değil, global; yani, küre değil, topyekun . Topyekfin'un
bildiğimiz top ile ne kadar alakası varsa, global'in de globe, yani
küre ile alakası da işte o kadar.

Global, bir ele alış, hesaba katış biçimini gösterir; yoksa, ele
alınanın, hesaba katılanın kendisine ilişkin herhangi bir şeyi göste­
riyor, herhangi bir içeriksel özelliği belirtiyor değil. Globalize et­
mek, hiç bir şeyi dışarıda bırakmayıp her şeyi aynı muhasebe def­
teri içinde ele alınabilir, hesaba katılabilir kılmak; kısacası, o hepi­
mizin hep bildiği "elmalarla armutlar toplanmaz"ı aşmak; tabii,
muhasebe düzeyinde; yoksa bazılarının sandığı gibi elmalarla ar­
mutlar 'melez'leşip, 'elmut' diye, artık 'hem elma hem armut/ne el­
ma ne armut' yeni ve tek bir meyva haline geldiler de, işte o saye­
de değil.

Global, ya her şeyi kapsar, ya da global değildir . Bir kavram


olarak global'in kaplamı sonsuz/sınırsızdır ve işte bunun için de, iç­
leminin sıfır olması gerekir; kısacası, her şeyi kapsayabilmesi, ken­
disinin hiç bir şey olmamasına dayanır: global sıfatı, herhangi bir
içeriksel özelliğe değil, tam tersine içeriksel özelliklerin kesinlikle
dikkate alınmadığına, bunlar arasında hiç bir fark ve ayırım göze­
tilmediğine işaret eder.
18 GWBAUEŞ(T/R)ME TERÖRÜ

Evet, elma elma olarak, armut da armut olarak kaldığı sürece


birbirleriyle ne toplanabilirler, ne de birbirlerinden çıkartılabilirler;
beş elma ile dört armut, dokuz 'elmut' değil, ama diyelim tanesi
onar liradan beş elma elli, tanesi onbeşer liradan da dört armut alt­
mış, dolayısıyla toplam yüzon lira ederler: globalleşme, global di­
ye nitelenebilecek, yani bütün lokal/yerel, kısmf, cüz'i'lerden fark­
lı -ve bazılarının sandığı gibi 'melez'- bir içeriğin ortaya çıkma­
,
sı şeklinde değil, her şeyin değişim değeri üzerinden hesaplanabilir
kılınması ölçüsünde gerçekleşen, bunun için de her şeyin pazara çı­
kartılması/pazar-içinleştirilmesini zorunlu kılan bir süreçtir.

Pazar üzerinden her şeye ulaşılabilen, her şeyin de ancak pazar


.
üzerinden ulaşılabilinir olduğu bir dünyayı isteyecek olanlar kim­
lerdir; böyle bir şey kimin işine yarar, kimden yana işler? Tabii ki,
kimin ki pazarlık gücü daha yüksek, işte onların. Şöyle ki, kulla­
nım değeri ile değişim değeri arasında ve kullanım değeri temelin­
de bire birlik bir örtüşme, kısacası aynilik söz konusu olsaydı, kul­
lanım değeri ve değişim değeri diye iki ayrı kavram da olmaz, her
şeyin sadece değerinden bahsederdik. Öyleyse değişim değerinin
oluşmasında kullanım değerinden başka bir şeyin de etkisi vardır ve
de bu, pazardaki tarafların pazarlık gücüdür. Bu ise demektir ki,
pazarlık gücü yüksek olan taraf, aynı bir kullanım değeri karşılığın­
da, onu elde ederken ödeyecek olduğundan daha yüksek bir deği­
şim değeri elde edebilecektir. Bu, pazarlık gücü yüksek olan, ken­
disinin alıcı konumunda bulunduğu durumda, herhangi bir malın
değişim değerinin, o malın kullanım değerinin altındaki bir nokta­
da oluşmasını pekala sağlayabilir de demektir. Her şeyin ancak pa­
zar üzerinden ulaşılabilir olduğu ölçüde de, pazarlık gücü düşük
olan, her gün biraz daha güçsüzleşecek, dolayısıyla, aynı değişim
değeri miktarını elde edebilmek için, her geçen gün biraz daha faz­
la kullanım değerini elinden çıkarmak, ve yine bugünden yarına ay­
nı kullanım değerini pazardan satın alabilmek için her gün biraz da­
ha fazla değişim değeri ödemek zorunda kalacaktır.
GWBALLEŞME: MELEZLEŞME DE(;/L ... 19

Pazarlık gücü düşük olanın kendi kendisini bugünden yarına


yeniden üretebilmesi, bu yeniden üretimin her gün biraz daha küçü­
lerek gerçekleşmesi şartıyla mümkün olacak; yok eğer "kendi yeni­
den üretimini bugünden yarına küçülmeden gerçekleştireceğim" di­
yorsa, bunu yapabilmek için, kullanım değerine sahip olmakla bir­
likte üretilmişlik taşımayan ya da üretilmiş ama kendisi tarafından
ne üretilmiş ne de satın alınmış bir şeyleri pazara sürmesi veya on­
ların kullanım değerine el koyması gerekecektir.

Bu söylediklerimizi ampirik (görgü), duyumlanabilir) paramet­


relerle ifade edecek olursak, bizimkilerin küreselleşme dedikleri
topyekun pazar-içinleşme süreci, güçlünün/zenginin her geçen gün
daha güçlü/zengin, güçsüzün/yoksulun da her geçen gün daha güç­
sün/yoksul hale gelmesinin yanısıra, insanın kendi vücudunu birile­
rine süreli olarak kiralamasına tekabül eden -gününüzdeki cilalan­
mış adlarıyla korumalık/badigartlık/sosyete güllüğü/magazin gü­
zelliği/'mankenlik' vb ...- fedailik, fahişelik gibi işlerin yaygın­
lık/olağanlık kazandığı, insanların kendi ve/veya ailelerinin hayatı­
nı idame ettirebilmek için kendi organlarını, yani vücutlarının/can­
larının/ömürlerinin bir bölümünü pazara çıkartıp sattığı, kendi vü­
cutlarını hormon/silikon/bisturi desteğinde pazarda para edeceğini
sandıkları biçimlere soktukları, gasp/soygunculuk/şantajın her tür­
den meslekf faaliyet çerçevesinde sıradan bir 'iş bitirme' tekniğiy­
miş gibi görülür hale geldiği bir süreç olarak yol alacaktır.

Her geçen gün ancak biraz daha küçülmek şartıyla kendi ken­
disini bugünden yarına yeniden üretebilen kişinin, 'kendisi' olarak
hazır bulduğu/kendi dışından verilmiş/belirlenmiş/biçimlenmiş
varlığı, yani kendi kendisinin nesne yanını sadece bir ham/ilk mad­
de olarak görüp/ele alıp, temeli tabii ki bu hammadde olan, ancak
bu hammaddeye indirgenmesi mümkün olmayan yeni ve daha ge­
niş/gelişmiş bir manzume haline getirmesi ve böyle yaparken ken­
di nesne yanından ibaret olmayıp, artık özne boyutu da bulunan bir
varlığa dönüşmesi, kısacası, kendi kendisini salt kimliksel paramet­
relerinden (cinsiyeti, ırkı, dini, mezhebi, etnisitesi, dili, yöre-
20 GLOBAUEŞ(TIR)ME TERÖRÜ

si/memleketi vb... ) kalkılarak izah edilip çözümlenmesi mümkün


olmayan bir kişilik olarak inşa etmesi bir yana, -hayatının her gü­
nünü süreklileşmiş bir yıkımı yaşayarak ve her an yerle bir olma
tehdidi altında geçirmek yerine, kurtuluşu, yıkımcılarından önce
davranıp kendi kendisini kendi elleriyle kendi temellerine gömerek
yerküreyle hemzemin olmakta bulan bir bina misali- kendi kendisi­
ni sürekli olarak küçülterek yeniden üretirken yavaş yavaş yokol­
masının alt sınırı olarak, kendisinin kendi dışından verilip belirlen­
miş olan nesne yanına sarılıp sığınması, yani kendisini, kendi kim­
liksel parametrelerinden biri veya bir kaçı temelinde tanımlar hale
gelmesi, neredeyse mukadderdir.

Kişi, kendi kendisini şu ya da bu kimliksel parametre temelin­


de tanımlamakla, kendisinden bağımsız olarak varolan, dolayısıyla
kendi kendisinin daraltılmış yeniden üretiminden etkilenmeyip hep
aynı kalacak bir kategoriyle özdeşleşmiş, bu suretle de kendi ken­
disinin kendi gözündeki anlamını gerçek hayattaki fiili veya muh­
temel her türlü düşüş karşısında garantiye almış olmaktadır: kişi,
neyini/ne kadar kaybederse kaybetsin, diyelim türklüğü veya alevi­
liği nasıl olsa kaybolmayacak ve kendi kendisini ne denli bu türden
bir özelliğine indirgemişse, 'kendim' dediği şey de aynı ölçüde, da­
ralmadan/azalmadan/küçülmeden hep aynı kalacaktır; ama hiç bir
zaman da büyüyememek/genişleyememek/zenginleşememek/geli­
şememek pahasına.

Globalleşme çağının insanı, kendisi ne ölçüde her şeye pazar


üzerinden ve ancak pazar üzerinden ulaşabiliyorsa, kendisinin her
şeyine de pazar aracılığıyla yine aynı ölçüde ulaşılabilecek olan in­
sandır ve bu pazarı kontrol etme gücünden ne kadar yoksunsa, bu
insan, hem kaygan, hem de gerek dikey, gerekse yatay olarak sü­
rekli hareket halinde, üstelik yüzeyi de her an değişiklik gösteren
bir zemin üzerinde, -yol almak ne kelime- sırf bulunduğu yerde
durabilmek/kalabilmek için habire bir sağa, bir sola, bir aşağı, bir
yukarı koşuşturmak, hareket etmek, bir bir ayağı, bir öteki ayağı
GWBAUEŞME: MELEZLEŞME DEÔIL ... 21

üzerinde zıplamak zorunda bırakılmış ve her an bir oraya, bir bura­


ya zıplasa, hedef kendisi olmasın diye sürekli zigzaglar çizse veya
kendisi, bizatihi bir hareketli zigzaga dönüşse bile, yine de ne za­
man neresine bir darbe alacağını, ne zaman ayaklarının hemen al­
tında birden bir çukur oluşup içine düşeceğini bilemeyen, kısacası
kendisi için tümüyle karanlık bir dünyada çaresizce çırpınan, her
şeyin kapkaranlık olmasından dolayı da bazen kendisinin yol aldı­
ğını zannederken, aslında zeminin kendi ayakları altından kaydı­
ğı/kaydırıldığı, ya da hep aynı yerde durduğunu zannederken de as­
lında zeminin yukarı doğru hareket edip kendisini yutuyor/derinle­
re gömüyor olabileceği, işte bu yüzden de kendisine tutunacak bir
dal, üzerine tüneyebileceği en küçüğünden de olsa bir adacık ara­
yan, bunları hazır bulamadığı veya hazır bulduğu dalın fazla diken­
li, adanın da fazla sarp olduğu durumda, kendisini güvence altında
hissedebilmek için böylesi bir sabiteyi ya kendi kafasından uydur­
maya kalkışan ya da piyasadan satın almayı deneyecek olan insan­
dır: topyekun pazar-içinleşme çağı, sadece kültürel kimliklerin,
mikro-milli yetçilik/kavmiyetçiliklerin, yeniden aşiretleşmelerin
değil, bunların yanısıra, cemaatleşmenin, okült tarikatlerin ve de
fan-klüplerin/marka fanatizmlerinin de çağıdır ki, özellikle bu so­
nuncusu, bu çağı fetişler çağı da haline getirecektir.

Bu son söylediğimizi açacak olursak, belirli bir markanın, ta­


kımın veya 'star'ın fanatikliğinde kendisine bir kimlik bulmaya/in­
şa etmeye girişen kişi, kimliğin mübadele edilemezliği ölçüsünde,
pazardan, kimliğin kendisini değil sembollerini satın alacak ve bu
satın alış ne denli kullanım değeri ölçütünden bağımsız olarak -sa­
tın alınan şeyin kullanım değeri taşıyıp taşımadığı kaale alınmaksı­
zın- gerçekleşiyor, kısacası satın alınan mal ne denli kullanım de­
ğerinden yoksun/uzak, buna karşılık kendisi için ödenen değişim
değeri ne denli yüksek ise, kişinin de işte o ölçüde fanatik, dolayı­
sıyla da kimlik sahibi/kimliğine sahip çıkar olduğunun göstergesi
ve kanıtı, kısacası kişiye kimlik kazandırma işlevini yerine getirmiş
olacaktır.
22 GWBAUEŞ(T/R)ME TERÖRÜ

Satın alınan sembol-nesne kullanım değerinden ne denli yok­


sun ve böyle olduğu ne kadar aşikarsa, kendisinin semboller piya­
sasındaki değişim değeri de o kadar yüksek; sembol-nesnenin deği­
şim değeri/fiyatı ne denli yüksek ise aynı ölçüde de değerli görüle­
cek demektir: devir artık fetişler devridir; zira fetiş, tam tamına, hiç
bir kullanım değeri olmaksızın/kullanım değeri ölçüt alınmaksızın
değerli görülen nesnedir. Ancak, buradaki fetişler, insanlığın en ka­
ranlık çağlarındakilerden farklı olarak, her şeyin pazar-içinleştiği,
tabii bu arada her şeyin de pazar için üretildiği, üretimin değişim
değeri hedefli olarak yapıldığı bir dünyanın fetişleridir ki, bu da, in­
sanlığın kaynaklarının kasten kullanım değeri üretmemek üzere
kullanılmakta/tüketilmekte olduğu, üretimin kullanım değeri üret­
memek üzere planlandığı bir dünyada yaşıyoruz demektir: global­
leşen dünyada gerçekten küresel olan, yani yerküreye ve onun üze­
rinde yaşayanların hepsiyle varlık ve varoluş düzeyinde ilintili olan
bir şey varsa, o da absürd-saçma fiilen yaşanır hale gelirken, insan­
ların da, sonucu toptan bir yokoluş olan bir biçimde yaşamak zo­
runda bırakılıyor/bu yöne sevkediliyor, kısacası kollektif bir intiha­
ra zorlanıyor olmasıdır ve intihara zorlamanın gerçek adı da, aslın­
da cinayettir.

"Topyekun pazar-içinleşme çağı, sadece kültürel kimliklerin,


mikro-milliyetçilik/kavmiyetçiliklerin, yeniden aşiretleşmelerin
değil, bunların yanısıra, cemaatleşmenin, okült tarikatlerin ve de
fan-klüplerin/marka fanatizmlerinin de çağıdır" dedik ve bu durum,
insanlığın varlığını sürdürmesi açısından hayati kaynakları ve üre­
tim araçlarının kontrolünü elinde tutan ve bu sayede de sahip ol­
dukları pazarlık gücü aracılığıyla pazara egemen olanların işine ya­
rıyor; işine yarıyorun ötesinde teşvik ediliyor, yaygın ve kalıcı kı­
lınmak, kısacası yapısallaştırılmak isteniyor: Huntington'lar, çatı­
şmayı medeniyetler/kültürler arasına taşıyıp egemen/sömürgen ile
sömürülen arasındaki çelişkiyi gözlerden gizlemeye çalışırken; Fe­
yerabend' ler de, insana dayatılan absürd'ü, artık 'akıl'a bile başkal­
dıran ültra-radikal bir özgürlükçülüğün tezahürü ve gereği olarak -
GWBAUEŞME: MELEZLEŞME DE(;/L...

meşrOlaştırmanın da ötesinde- yüceltip, insan'ı alt/ast-türlere böl­


menin yanısıra, insanların da kendi alt/ast-türlerinin birbirleriyle
özdeş bireyleri konumundaki basit canlı nesnelere indir!enmesi de­
mek olan ırk, din, dil, mezhep ve cemaat temelindeki temsili, de­
mokrasi yolunda bir ileri adımmış/temel bir insan hakkıymış gibi
göstermenin fikıi dayanağını/zihinsel iklimini oluştururlar .

Bütün çatışma ve çelişkiler medeniyetler, kültürler, dinler,


mezhepler veya ırklar arasına taşınıp, herkes işte bu alt/ast-türsel
özellikleri temelinde salt kendisi/kendi 'Biz'i adına/için bir şeyler
ister/elde eder hale gelsin/getirilsin ki, herkes adına karar verme te­
keli de pazarın lordlarına kalsın. Burada artık, herkes kendi kendi­
sini şu ya da bu özellik/mensubiyet/aidiyet esasında -üstelik gönül­
lü olarak kendi elleriyle- bir azınlık çerçevesine hapsederken, bütü­
nün nasıl işleyeceğinin, bu azınlıklardan hepsinin hep birlikte tabi
olacakları ortak rejimin/düzenin/kuralların kendi dışlarından, bir
üst düzeyden belirlendiği bir dünya vardır; zira, azınlık kelimesiy­
le karşıladığımız minorite/minority kavramı, sadece nicel açıdan az
olmaya değil, aynı zamanda mineur/minor, yani nitel olarak
ast/ikincil olma, majeur/reşit olmama, kısacası kendi kendisi hak­
kında bütünsel ve nihai kararı verme yetkinliğine ulaşamamış olma
durumuna da tekabül eder.
İNSANIN CAN DÜŞMAN! GLOBAUEŞME(*J

Küreselleşme kelimesini globalizationın karşılığı olarak kulla­


nıyorlar. Globe, küre demek; küre ise, aynı zamanda Dünya'mızın
biçimi; Yerküre tabiri de bundan kaynaklanıyor. Ancak küreselleş­
me'nin küre'siyle (globalization'un globe'uyla) vurgulanan eğer
Dünya'mızsa, küreselleşme yerine dünyasallaşma/dünya-boyulaş­
ma/dünya-ölçeklileşme demek daha yerinde . Yok, vurgu Dün­
ya'nın kendisine değil de biçimine yapılıyorsa, Arapça kökenli kü­
re yerine öz be öz türkçe top'u temel alarak topsallaşma gibi bir
sözcük kullanmak çok daha tutarlı. Ayrıca şu da var ki, Dünya'nın
bir cisim olarak biçimi esas alınıyor, küre de bir kelime olarak vaz­
geçilmez ise, küresel yerine, dilimize küre kadar yerleşmiş küre­
vi"den kalkarak kürevileşme dememiz gerekir . Globalization'ı glo­
be temelinde ve de vurgusu Dünya'nın kendisine değil de biçimine
yapılarak türkçeleştirmenin ne kadar yerinde olup olmadığını orta­
ya koymak açısından, Dünya'mızın tepsi biçiminde olduğu veya
öyle olduğuna inanıldığı durumda, söz konusu kavramı tepsiselleş­
me kelimesiyle işaret etmemiz gerekecek olduğunu da hatırlatalım.

Globalization'ın etimolojik temeli tabii ki, globe, yani küre'dir


ama, semantik temeli globe değil global'dir; zira global, doğrudan
doğruya globe'a, yani küreye indirgenemeyecek bir anlamsal zati­
yettir; aynen, top'suz topyekun olamayacağı, ancak topyekun'un da
top'a indirgenemeyeceği gibi.

(* ) Aynı isimli makale in Küreselleşme Ekseninde Türkiye İçin Stratejik Öngö­


rüler, Bilal Karabulut (ed.), Alfa Yayınları, 2003, İstanbul
26 GLOBAUEŞ(T/R)ME TERÖRÜ

Evet, globe'suz global de olamazdı: globe, yani küre, yüzeyi­


nin her noktası merkezine eşit mesafede bulunan, dolayısıyla yüze­
yi itibariyle yakını uzağı bulunmayan, hiç bir noktası ne daha az, ne
de daha çok merkezi olan, bundan dolayı da bütün noktaları itiba­
riyle mutlak homojenlik gösteren cisim; global de, hiç bir noktayı
ne daha yakın, ne de daha uzak gördüğüne göre, dışta bıraktığı her­
hangi bir nokta da bulunmayan, hiç bir noktayı dışarıda bırakma­
yan, tümü kapsayan, her şeyi aynı toplam içine dahil eden; türkçe­
si/kısacası, topyekun. Ancak, her şey aynı bir hesaba nasıl dahil
edilecek, nasıl aynı bir yekunda toplanıp topyekun kılınacak, en bi­
lindik örneğiyle elmalarla armutlar birbirleriyle nasıl toplanır hale
getirilecek; mesele, daha doğrusu işin püf noktası, işte burada...

Beş elmayla dört armut dokuz 'elmut' etmeyeceğini, yani ger­


çekte 'elmut' diye hem elma, hem de armut karşısında nötr yeni bir
meyva türü yaratılacak olmadığına göre, buradaki toplama işi, el­
manın da armutun da, kendisi ne elma ne de armut olan bir birim
temelinde değerlendirilmesi, tabii bunun için elmanın da armutun
da aynı bir ölçüte tabi kılınması, dolayısıyla her ikisinin de aslında
birbirlerine indirgenemez iki ayrı zatiyet olduklarının, aralarında
nitel bir farklılık bulunduğunun muhasebe/değerlendirme dışı bıra­
kılması yoluyla/pahasına mümkün olacaktır ki, burada söz konusu
olan, artık, ne elma ne de armut, fakat bunların değişim değerleri­
dir.

Değişim değeri, ancak ve ancak pazarda ortaya çıkabilir ve pa­


zardaki değer, doğrudan ve de sadece, pazara sürülen her ne ise,
onun kullanım değeri temelinde oluşmayıp, pazarda buluşan alıcı
ve satıcıların pazarlık güçlerinin de müdahil olduğu bir bileşkeye
tekabül eder: globallik, her şeyin, değişim değeri üzerinden değer­
lendirilir kılınması yoluyla sağlanacaktır. Her şeyin, ancak taşıdığı
değişim değeri kadar/değişim değeri taşıyorsa hesaba katılır/dikka­
te alınır, kısacası işlemsel bir değere (kıymet-i harbiyeye) sahip kı­
lındığı ölçüdeyse, artık her şey bir yandan pazar-içinleştirilir/paza-
iNSANiN CAN DÜŞMAN/ GWBAUEŞME 27

ra çekilirken, aynı zamanda, pazarlık gücüne kim ki daha fazla sa­


hip, işte onun belirleyiciliği altına sokulmuş demektir.

Burada dikkat çekilmesi gereken iki husus vardır ki, bunlardan


birincisi, pazarlık gücünün, pazarın içinden kaynaklanan, pazar sü­
recinde varlık kazanan bir güç olmadığı; diğeri de, artı-değerin an­
cak değişim değeri söz konusu olduğunda ortaya çıkabilir olduğu,
dolayısıyla pazar-içinleşmenin aynı zamanda, pazar için üretilmiş
olsun olmasın, her şeyi, kendisi üzerinden artı-değer elde edilebilir
hale getirecek olmasıdır. Her şeyin değişim değeri temelinde değer­
lendirilir olduğu bir dünyada ise, o güne kadar değişim değeri elde
etmek için bulunulmayan faaliyetler, yani insan bireyinin kendi
kendisinin basit yeniden üretimini sağlamak üzere, kısacası insanın
bugünden yarına ve bu kuşaktan bir sonrakine kendi varlığını ida­
me ettirirken gerçekleştirdiği faaliyetler de, değişim değeri elde et­
mek üzere gerçekleştirilir veya kendileri üzerinden artı-değer elde
etmek amacıyla pazara sürülür, alınır-satılır, sonuçta da tüketilir ha­
le geleceklerdir.

Kişinin, kendi kendisinin basit yeniden üretimi çerçevesinde


gerçekleştirdiği faaliyetlerin de şu ya da bu ölçüde değişim değeri­
ne sahip hale gelmeleri, bu faaliyetler aracılığıyla gerçekleştirilen
şey kişinin kendisinin yeniden üretimi olduğuna göre, burada paza­
ra sürülen artık doğrudan doğruya kişinin kendisidir ki, bu da, pa­
zar-içinleşmenin insanın kendisini de kapsadığı anlamına gelir. Bu
noktada, Guinness Rekorlar Kitabı'na girebilmek için, bir gazete­
nin sponsorluğunda özel bir hormon kürü görüp, sekiz çocuğa bir­
den hamile kalan/bıraktırılan İngiliz kadınını, yine bir İngiliz çiftin
Londra'daki bir sanat galerisinin vitrininde bir haftalığına sevişme­
ye yatmalarını, 'Biri Bizi Gözetliyor'larda insanların gündelik ha­
yatları satılır bir mal haline getirilirken, bazı Güney Doğu Asya ül­
kelerinde beş-altı yaşlarından itibaren turistlere kiralanmak üzere,
Brezilya ve benzeri ülkelerde de, cenin halindeyken ilaç/aşı ham­
maddesi, doğurulduktan sonra ise nakillik organ kaynağı olarak
28 GLOBALLEŞ(TIR)ME TERÖRÜ

kullanılmak üzere çocuk ürettirmenin olağan bir ticari faaliyet ha­


line geldiğini hatırlayabiliriz.

Evet, artık can da, pazar için üretilir, pazara sunulur, pazardan
alınır, kısacası değişim değeri üzerinden hesaba katılır bir meta ko­
numundadır. Oysa can, kendisini veren açısından, bu dünyadaki hiç
bir şeyle değiş tokuş edilemeyecek bir şeydir; zira canı veren, canı
karşılığında kendisini isterse bütün Dünya verilecek olsun, canını
verdiği anda artık onları alabilecek durumda, yani bu dünyada bu­
lunuyor olmayacaktır. Bu aynı zamanda demektir ki, canı alan, bu
dünyada hiç bir şey karşılığında satın alamayacağı bir şeye ulaşmış
olmaktadır. Canı verenin bu alış-verişte elde ettiği değer sıfır oldu­
ğuna göre, alan tarafın elde ettiği şeyin değişim değeri sonsuzdur.
Öyleyse, can alış-verişinde, canı alan tarafın canı veren tarafa veri­

len canın karşılığında sonsuzluğu verebilmesi gerekir ki, böyle bir


şeyin mümkün olmadığı, en azından sadece bu dünyadan ibaret
olup 'öteki dünya'yı da içermeyen bir paradigma çevçevesinde ger­
çekleşemeyeceği açıktır. Söz konusu alış-verişin, öteki bir dünyayı
da kapsayan bir paradigmaya yerleştiriliyor olması halinde ise,
'öteki dünya' insanın oikos'una (oikos: 1 ngilizce'deki home anla­
mında ev, yaşanan yer) dahil olmadığına göre, burada gerçekleşen
artık, ekonomi(oikos>oiko/eko-nomi)-dışı bir süreç olup, konumuz
itibariyle bizi doğrudan ilgilendirmemektedir.

Alış-verişe konu olan şey insan canı olduğunda, alış-verişin


gerçekleşmesi aynı zamanda taraflardan birinin artık var olmaması
şartına bağlı olduğuna göre, burada gerçek bir alış-veriş gerçekleş­
miş, yani bir pazar teşekkül etmiş olmayacaktır: globalleşme, ancak
ve ancak her şeyin değişim değeri üzerinden hesabedilebilir, bunun
için de yine her şeyin pazarda yer alır hale gelmesi ölçüsünde ger­
çekleşecek; ancak, her şeyin (tabii, bu arada insan canının da) pa­
zarda yer alır hale geldiği nokta, aynı zamanda, birbirleriyle değiş­
tokuşta/mübadelede bulunmaları şartıyla pazarın fiilen varlık kaza­
nabilecek olduğu taraflardan birinin artık varolur olmaktan çıkmış
olacağı noktadır da...
iNSANiN CAN DÜŞMAN/ GWBAUEŞME 29

Buradan ilk çıkaracağımız sonuç şu olacaktır: globalleşme, her


şeyin pazar-içinleşmesi şeklinde gerçekleşmekle birlikte, dinamiği­
ni de yine pazarın içinde bulan bir süreç değildir. İkinci sonuç ise,
pazardaki arz öznesinin birey olduğu yolundaki teorik, bireyin de
ancak pazar ortamında özne olabileceği yolundaki doktriner iddi­
aların aksine, pazar-içinleşme global bir nitelik kazandığı ölçüde,
mübadelenin de, bireyi aşan, yok sayan/eden partnerler arasında
gerçekleşebilir hale geleceğidir. Tabu bu cümle şöyle de yazılabi­
lir: pazar-içinleşmenin gerçekten global bir nitelik kazanabilmesi,
gerçek/yaşayan insan bireylerini aşan, yok sayan/eden aktörlerin
pazara müdahil olmalarıyla mümkün olur . Kısacası , globalleşme,
insan canı temelinde mübadelenin olanaksızlığı engelini aşıp insan
canını da pazar-içinleştiremediği ölçüde tam olarak gerçekleşmesi
olanaksız, işte bu yüzden de insan canını pazara süren güçlerin var­
lığına muhtaç ve ancak onların desteğiyle varlığını sürdürebile­
cek/sürdüren bir olgudur: globalleşen dünyada insan canı da pazar
içinleşmekte, ancak, mübadeleye konu olan meta, doğrudan insan
canı veya insanın fiziksel varlığıyla doğrudan ilişkili olduğu ölçü­
de, değişim değerini tahsil eden, ister istemez, bireyin kendisi de­
ğil, onun dışındaki birileri olmaktadır.

İnsanın, en başta kendi canı olmak üzere , pazara sürdüğünde

karşılığında kendisine verilecek olanları almasını/kÜ llanmasını ola­


naksız kılan şeylerin de pazar-içinleşmesine uzanan bir globalleş­
menin varlığını sürdürmesi, ancak ve ancak , pazardaki aktörlüğün
gerçek bireylerden, örgütlenmiş insan gruplarına aktarılması paha­
sına mümkün olacaktır. Bu noktada şunu da söyleyebiliriz ki, glo­
balleşme aleyhdarlıkları, ulus-devletin etkisizleşmesi/erimesi/sön­
mesi endişesine dayalı 'ulusalcı/milliyetçi ' bir tavırdan kaynakla­
nanların üzülmelerine aslında hiç mi hiç mahal yoktur ; zira, kelime
anlamı itibariyle 'tek/yek bloklaşma' da demek olan globalleşme
çağında , globalizan güçlerin ulus-devletlere olan ihtiyaçları hiç bir
zaman olmadığı kadar acil ve zorunludur.
30 GLOBALLEŞ(TIRJME TERÖRÜ

Dilimizde "canımı pazarda bulmadım" şeklinde bir söz vardır


ve hakikaten can pazarda bulunmaz: pazarda, belki her şey buluna­
bilir ama, can kesinlikle bulunmaz; daha doğrusu hiç kimse canını
pazara sürmez; yani mübadele konusu yapmaz/yapamaz. Can üze­
rinden bir mübadele hiç bir zaman gerçekleşemez; çünkü, kişi, ken­
di canını değişim değerine tabi kılıp başka bir şeylerle değiş-tokuş
etmeye niyetlense bile, verdiği canın karşılığı isterse Dünya'nın bü­
tünü olsun, sözkonusu karşılığı hiç bir zaman kendini tahsil edeme­
yecektir/kullanamayacaktır; zira, -yukarıda da beli rtmiştik- canını
verdiği anda, kendisi artık hayatta/bu dünyada bulunuyor olmaya­
caktır . Bu durumda can, yani insan hayatı, topyekun pazar-içinle­
ştirmenin önüne dikilmiş, dolayısıyla da globalleşmeyi akamete uğ­
ratmış olmaktadır : topyekun/global, ya istisnasız her şeyi kapsar;
ya da -tek bir istisna dahi olsa- artık topyekun/global değildir. İ şte,
tam da tamına bu noktada devlet, özellikle de -demografik temeli­
ni 'vatandaş/yurttaş' statüsü çerçevesinde hukuksal açıdan homo­
jenleştiriyor olması bakımından- ulus-devlet, globalizmin ve glo­
balleştirmeci odakların imdadına yetişir: askere alma/askerlik yap­
tırma/savaşa sokma/cepheye gönderme ve idam etme, kısacası 'va­
tandaş'ının canı üzerinde tasarrufta bulunma güç/yetki/tekeli saye­
sinde/ölçüsünde, başkalarının verdiği canın karşılığını tahsil ede­
cek, dolayısıyla canın da mübadele konusu edilmesini, dolayısıyla
pazar-içinleşip, herhangi bir mal kalemi misali, değişim değeri üze­
rinden toplam yekuna/global hesap defterine belirli bir nicelik ola­
rak dahil edilmesini o mümkün kılacaktır.

Globalleşme, ulus-devletin, değil zayıflamasına/ortadan kalk­


masına yol açmak, tam tersine, canına can katacaktır; ancak kendi­
sini, her gün biraz daha ulusalcı-milliyetçi kılmak zorunda bıraka­
rak. Zira, teker teker insanların canı üzerinden yapılan bu mübade­
leyi meşru kılabilmek üzere, ' milli'/ulusal menfaatler/çıkarlar/gü­
venlik ' teması, belki de hiç bir zaman olmadığı kadar ön plana çı­
kartılacaktır. En başta eğitim ve sağlık olmak üzere, sosyal nitelik­
li hizmetlere ayrılan kaynakların daraltılması ölçüsünde, pazara su-
iNSANiN CAN DÜŞMAN/ GWBALLEŞME 31

nulacak canın maliyeti açısından mukayeseli üstünlüğe, yani aynı


malı daha ucuza maletme imkanına sahip olacak olan devlet, böy­
lesi bir strateji izlemenin kaçınılmaz bedeli olarak her gün biraz da­
ha artıp derinleşecek olan kendi iç sorunlarını can alarak/zora baş­
vurarak çözmeye yönelirken, ağırlığı/önceliği de, büyük ölçüde,
hem kendi halkına karşı kullanmak, hem de bir ihraç ürünü olarak
piyasa sürmek üzere 'gurka' yetiştirmeye verecek ; ancak, bu arada
kendi kendisini de pazar-içinleştirmiş, yani bedelini kim öderse
onun tarafından kullanılacak bir mal haline getirmiş olacaktır .

Bu durumda ulus-devlet, globalleşen dünyanın kurbanı değil,


tam tersine, en has ajanı olarak iş görmekte, ve sadece can değil, in­
sanların pazarda bulmadıkları için/bulamayacakları ölçüde pazara
da çıkartmayacakları yurt/memleket, hava, su, sağlık vb . . . her ne
var ise, işte onları değiş-tokuş konusu yapıp pazar-içinleştirmenin
yegane, dolayısıyla da vazgeçilmez aracı/aracısı niteliğini kazana­
caktır: Afganistan'a gönderilen canları silah altına alan Mösyö Glo­
bal diye birisi olmadığı gibi, Irak'ta ve/veya İ ncirlik civarında canı
yanacak/gidecek olanları bir alacak-verecek kalemi olarak pazarlık
konusu yapan, veya ' siyanürlü altın'cılara karşı, soluduğu havayı,
içtiği suyu, karnını doyuran toprağı korurken aslında sağlığını/canı­
nı pazar-içinleşmenin, yani globalleştirilmenin dışında tutmanın
mücadelesini veren Bergamalıları yargı kararlarına rağmen sindir­
meyi üslenecek olan da yine Mösyö Global diye biri değil, anlı şan­
lı ulus-devlettir. Başka bir ifadeyle, globalleşmenin, ister insan ha­
yatı veya sağlığı, isterse Dünya'nın geleceği söz konusu olsun, de­
ğişim değeri taşımıyorsa hiç bir şeyi hesaba katmayan/her şeyi an­
cak taşıdığı değişim değeri kadar hesaba katan dünyasında, ulus­
devletler, globalleşmeye rağmen değil, globalleştirmek üzere var­
lıklarını sürdüreceklerdir; tabif, sırf -fiziken ve/veya ruhen- "ölme­
yim" demeleri dahi kendilerini globalleştirici güçlerin karşısında
bulmalarına yetecek olan insanları bastırıp yıldıracak, daha da ol­
mazsa yok edecek mahalll karakollar olarak .
32 GWBAUEŞ(TIR)ME TERÖRÜ

Her şeyin, değişim değeri üzerinden niceliklere indirgenip ay­


nı ve tek bir hesap defterine sığdırılabilir kılınmış olduğu bir pazar­
dünyada, değişim değeri kullanım değerinden bağımsızlaşırken, iki
uç durum olarak, bir yanda, hiç bir kullanım değerine sahip olmak­
sızın değişim değeri taşıyor olmak, diğer yandan da mutlak/son­
suz/olmazsa olmaz bir kullanım değerinin sıfır değişim değerli, ya­
ni hiç bir muhasebe defterinde hesaba katılmayacak şekilde kayıt
dışı bırakılması mümkün hale gelmiş olacaktır. Ancak, değişim de­
ğerinin kullanım değeri karşısındaki başıboş kalması, yani kullanım
değeri temelinde belirleniyor olmaktan çıkması, başka hiç bir şey
tarafından da belirlenmiyor olduğu anlamına gelmez. Tam tersine,
değişim değeri, kullanım değeri karşısında bağımsızlaştığı ölçüde ,
-daha önce de belirtmiştik- kimin ki pazarlık gücü daha yüksek, iş­
te onun tarafından belirlenir hale geliyor demektir.

Her şeyin pazar-içinleşip pazarlık konusu edilebilir hale gel­


mesine tekabül eden globalleşme, herkese eşit mesafede cereyan
eden nötr bir olgu değil, kim ki daha fazla pazarlık gücüne sahip,
işte ondan yana işleyen, ve de onun tarafından stratejik hedef itti­
haz edilip kendisi dışındakilere dayatılan bir süreçtir. Örneğin, it­
hal ikamesi yerine ihracatı temel alan 'kalkınma modelleri' telkin,
teşvik ve empoze edilir ki, kullanım değerine ulaşmanın yolu pazar­
dan geçsin; dolayısıyla kim ki en fazla pazarlık gücüne sahip, işte
onun belirleyicilik alanına girsin; girsin de, her şey, dış ticaret had­
leri üzerindeki manipülasyonlar aracılığıyla, güçlü olan lehinde ge­
lişsin.

Ülkeler-arası düzlemde çevre ekonomilerin ihracat odaklı ola­

rak yeniden yapılandırılmalarının yanısıra, ülkeler-içi düzlemde de,


temel/başat ölçütü kullanım değeri olan çerçeveleri parçalamaya
yönelik projelerin uygulamaya konulması, globalleştirici aktörlerin
global stratejilerinin birbiriyle eklemli iki momenti olup, bunun
böyle olduğunu kavramak açısından, ne yazık ki b i z Türkiyeliler,
en şanslı konumda bulunanlardanızdır: Amerika'dan telkinli/teş-
iNSANiN CAN DÜŞMAN/ GWBAUEŞME 33

vikli/destekli, muhtemelen de emirli/planlı 1 2 Eylül rejiminin, bir


yandan 'dünyaya açılma' sloganı eşliğinde sanayimizi -dış ticaret
hadleri açısından manipülasyona açık/kaybetmeye mahkum geri
teknolojili ürünler bazında- tümüyle ihracata endekslerken, diğer
yandan da kör gözüm parmağına nitelikli yasak ve baskılar aracılı­
ğıyla etnik ve/veya bölgesel bazda 'düşük yoğunluklu' bir savaşı
provoke edip, terörle mücadele adına mera yasağından gıda ambar­
gosu, orman yakma, köy yakma veya boşalttırtmaya, çok çeşitli
y ollarla, hem geçimlik ekonomi çerçevelerini yok edip insanlarını
pazara sürgün etmesi, hem de ülkeyi gıda ürünlerini bile ithale mec­
bur/pazara mahkum kılması, Dünya'daki tek-bloklaşma/globalleş­
me sürecinin hız ve şiddet kazanmasıyla eş-zamanlılık gösterir ki,
bunun sadece bir tesadüf olduğuna inanmak için 1 2 Eylül çocuğu
olmak bile yetmez. Her şeyin pazar-içinleştirilmesi suretiyle deği­
şim değerinin kullanım değerinden bağımsız kılınmasının kimlere
yaradığını anlamak için ise, 1 2 Eylül rejimiyle kendisine yapısallık
kazandırtılan son 20-25 yıllık süreç içinde Türkiye'nin ihracatının
miktar bazında aşağı yukarı 900 kat artmasına karşılık, gelir bazın­
daki artışın ancak 1 4- 1 5 katta kalmış olduğunu hatırlamak her hal­
de yeterlidir.

Değişim değerinin kullanım değeri karşısında bağımsızlaşıp,


pazarlık gücü yüksek olanın belirleyiciliği altına girmesi ölçüsün­
de, kullanım değeri isterse sıfır olsun, belirli bir değişim değerine
ulaşılması, artık pekala mümkündür. Burada ilginç bir fenomen ya­
şanır: değişim değeri kullanım değerinden bağımsızlaşıp, kullanım
değeri bir nirengi noktası olmaktan çıktığı ölçüde, değişim değeri,
kendi kendisinin yegane nirengi noktası haline gelmeye yönelir.
Ancak dahası da vardır: neyin ki değişim değeri yüksek, bu, onda
aynı ölçüde bir kullanım değeri bulunduğunu vehmettirir ki, bu da,
söz konusu illusoire (göz yanılgısı/şaşkınlığı ürünü) kullanım değe­
ri temelinde yeni davranış tarz ve kalıpları ortaya çıkarken, bunla­
rın çevresinde de kendilerini destekleyecek yeni sosyal-kültürel de-
34 GLOBAUEŞ(TIRJME TERÖRÜ

ğerlerin oluşmasına ve/veya mevcut değerler hiyerarşisinin bunları


da destekleyecek bir biçimde değişikliğe uğramasına yol açar.

Çağ , artık image çağ ı ; en çağdaş uğraşı , uzmanlık, hatta ' bi­
li msel ' araştırma alanı da image-making' tir (imaj inşa etme/yarat­
ka/kazandırma) ve bu kesinl ikle bir tesadüf değildir; zira , bu faali­
yet dalının üzerinde varl ık kazandığı alan , tam da tamına, değişim
değeri ile kullanım değeri arasında değişim değeri aleyhine ortaya
çıkan örtüşmezlik alanıdır: değişim değeri nin kullanım değeri kar­
şısındaki kopukluğunun üzerini örtüp , bu ikisi arasındaki boşluğu
dolduracak , daha doğrusu görünmez k ı l acak olan , ve/veya kendisi­
nin araya sokulması suretiyle , değişim değeri nin kullanım değeriy­
le bağının gevşemesini/zayıflamasını ve belki de tümüyle yok edil­
mesini mümkün kılacak olan , imajdır. Bu noktada , konumuza ila­
veten şunu da söyleyelim: ' kitle kültürü ' ve/veya ' popüler kültür'
diye bir şeyler varsa , bunlar, ya, değişim değeri ile kullanım değe­
ri arasındaki kopuşun ve de imaj unsurunun bu kopuş bağlamında­
ki yer ve işlevi temelinde incelenecektir , ya da yapılan şey ' çok bil­
miş ' bir şarlatanlığın ötesine geçemeyecektir.

Değişim değerinin kullanım değeri nden bağımsızlaşmasının


mümkün kıldığı bir uç durum daha vardır ki , o da kullanım değeri­
nin değişim değeri cinsinden hiç bir karş ı l ığı bulunmuyor olması­
dır. Ö rneğin , havanın , suyun -kendi leri ol masaydı hayatın da ola­
mayacak olması açısından- mutlak ve sonsuz bir kullanım değerle­
ri vardır. Ayrıca , diyelim bir otomobil motorunun çalışabilme­
si/otomobilin otomobil olabi lmesi aç ısı ndan , bu unsurl ar arası ndan
havanın yine sonsuz ve mutlak bir kullanım değerine sahip olduğu
açıktır; ama, aynı havanın herhangi bir değişim değerine sahip ol­
madığı da aynı derecede açıktır; dolayısıyla, her bir şeyin , ancak ta­
şıdığı değişim değeri ölçüsünde hesaba katıldığı bir dünyada, söz
konusu temiz havayı , gerek koru mak , gerekse onun kirletil mesini
önlemek üzere herhangi bir şey yapmanı n hiç bir rasyonel sebebi
bulunmuyor olacaktır. Böyle bir havayı sağlayan , eğer bir ormansa,
iNSANiN CAN DÜŞMAN/ GWBALLEŞME 35

global hesap defteri nde yer alması , sağladığı temiz havanın kulla­
nım değeri deği l , kendisinden elde edilecek odunun -o da eğer pa­
zara sürülüyorsa- fiyatı temelinde , yani temiz hava sağlamak açı­
sı ndan sahip olduğu kullanım değerinin yok edilmesi ölçüsünde söz
konusu olacaktır ki , burada kul lanım değeri ile değişim değeri ara­
sında -düz orantılı bir ilişki bulunması ne kelime- mutlak bir iliş­
kisizliğin de ötesi nde , ters orantı lı bir ilişki vardır. Başka bir örnek
vermek gerekirse , global leşmiş bir dünyada/dünyanın globalleş­
mişliği ölçüsünde , doğduğundan askerlik çağına geldiği güne kadar
kendisinin yetiştirilip okutulması için toplam , diyelim 20 000 dolar
harcanmış bir Amerikalı er yerine , her birine sadece biner dolar
harcanmış 1 9 Türkiyeli erin Kore , Somali veya Afganistan 'da öl­
mesi/ölüme gönderi l mesi , tercihe şayanlığı tartışılmaz olan bir se­
çenektir.

B u noktada artık şunu da söyleyebiliriz: global leşen bir Dün­


ya'dan veya Dünya ' nın globalleşmesinden söz etmek de aslında dil
düzeyinde ortaya ç� an ideolojik bir çarpıtmadan başka bir şey de­
ğildir; zira global leşme , mevsimlerin gelip geçmesi türünden her­
kese eşit mesafedeki nötr bir süreç/akış olmayıp , birilerinin , insan­
ları her şeyi pazar için yapar, her şeyi/şeylerini pazara sürer hale
gel meye mecbur etme leri , insanlara ancak böyle yaparlarsa hayat­
larını idame ettirebilecekleri koşu lları dayatmaları şekli nde/yoluy­
ba gerçekleşen bir olgudur. B u ise , globalization ' ı n Türkçe 'deki
doğru karşılığının -küresel leşme tabii ki değil , ama- globalleşme de
deği l , globalleştirme olması gerektiğini gösterir. Globalleştirme sü­
reci içinde insanlar hayatları nı değişim değeri üzerinden sürdürebi­
lecekler; dolayısıyla , neleri var neleri yoksa hepsini/her bir şeyleri­
ni , değişim değeri elde edebilmek üzere pazara sürecekler, ancak ,
pazara sürebi lecekleri/sürdükleri ne kadar az şey varsa pazarlık
gü çleri de aynı derecede az olacağından , pazar-içinleşme süreci
içinde , yoksul yoksulluğu ölçüsünde artan bir hızla daha da yoksul­
laşırken , insanların kendi fizikf varlıklarını da ya süreli olarak ya da
kısmen pazara sürmeleri ve/veya kendi kendilerini pazarda en faz-
36 GLOBAUEŞ(T/ R)ME TERÖRÜ

la talep celbedeceğini , yani en fazla değişim değeri getirebileceği­


ni , kısacası para edeceğini sandıkları/düşündükleri bir biçime sok­
maları kaçınılmaz ve olağan hale gelecektir: Arjanti n ' de gençler aç
kalmamak için/açlara kurşun sıkmak üzere yılda l O kat artan bir
hızla askerlik mesleğine intisap eder , bizde ise badigardlık üniver­
site diploması aranan itibarl ı bir meslek , travestilik/transseksüellik
bir furya, silikonlu dudak , meme ve kalça millf estetiğin olmazsa
olmaz bir parçası hal ine gelirken, her şeyin pazar-içinleşmesinin ,
insanı , vücudundan da daha derin bir yerlerine kadar nasıl istila
edebileceğinin bir örneği ol arak , ' sil ikon ' ları , öğrencilerinin de , ho­
calarının da -aslında aynı bir ortak dile sahip; ayrıca bu durumu da
biliyor olmalarına rağmen- ya hiç , ya da tam bilmedikleri bir dilde
öğretim , hem de yüksek öğretim/bilim öğretimi yapmak olan üni­
versite( ! )leri miz . . .

Globalleşmeyi , b u vechesi itibariyle , herkesin kendi kendisi­


nin kapitalisti olmaya yönlendiri lmesi/zorlanması olarak da değer­
lendirebiliriz: kapitalist, artı-değeri işçinin emeğinin ürünü üzerin­
den elde eder; ama bunu ancak pazarda elde edebilir; zira , artı-de­
ğer, pazara sunulan her ne ise, onun kapitaliste maliyeti ile pazar­
daki değişim değeri arasında/lehi ne oluşan farka tekabül eder.
Kendi kendisini , mümkün olan en yüksek değişim değerin i elde et­
mek üzere pazarda talep celbedecek veya talep celbedeceğini dü­
şündüğü şekilde biçimlendiren insan da , kapitalistinkine benzer bir
artı-değer elde edebilme hayali içindedir; daha doğrusu , globalleş­
me çağının yükselen değeri bireycilik kılıfı altında kendisine hem
telkin hem de empoze edilen budur. Anc ak , her şeyden önce şu var­
dır: kapitalistin artı-değer elde etmesi içi n , pazara sürdüğü metanın ,
kendisine olan maliyetinin üzerinde bir değişim değerine ulaşması
yeterlidir; yani , artı-değerin ortaya çıkması için , kullanım değerinin
de üzerinde bir değişim değeri teşekkül etmesi gerekmez; değişim
değeri kullanım değerinin altında kalsa da, kapitalist artı-değer el­
de etmeye devam edecektir; yeter ki , maliyeti değişim değerinin al­
tında tutabilsin . Oysa, kendi kendisi üzerinden artı-değer elde et-
iNSANiN CAN DÜŞMAN/ GWBALLEŞME 37

mek üzere kendi kendisini pazardaki talebe göre biçimlendiren in­


san , kendi kendisinin ne denli büyük bir payını pazar-içinleştirmiş­
se , kendi kendisini yeniden üretmesinin maliyeti ile kendisinin kul­
lanım değeri arasında da aynı ölçüde bir örtüşme meydana gelecek ;
kişi , kendi kendisini bütünüyle pazar-içinleştirdiği durumda ise , söz
konusu örtüşme tam ve mutlak , buradaki yeniden üretim maliyeti
ile kullanım değeri de aynı ve tek bir şey haline gelmiş olacaklardır
ki , işte bu yüzden de , söz konusu kişinin kendi kendisi üzerinden
herhangi bir artı-değere ulaşabilmesi ancak ve ancak , kendisinin
pazardaki değerinin , yani kendi değişim değerinin kullanım değeri­
nin üzerinde teşekkül etmesi halinde mümkün olacaktır .

Kişinin kullanım değerinden daha yüksek bir değişim değerine


sahip olması ne demektir ve böyle bir şey nasıl gerçekleşebilir diye
sorarsak , bunun cevabı , söz konusu kişinin , kendisini olduğundan
daha değerliymiş , yani yapmadığı şeyleri yapmışmış , yapamayaca­
ğı şeyleri yapabilirmiş gibi göstermesi; benzetme yerindeyse , sade­
ce orasına burasına değil kendi varlığının/varoluşunun bütününe si­
likon taktırması ; kısacası , insanları/insanların gözlerini aldatması
suretiyle olacaktır ki , işte tam tamına burada , globalleşme çağı i le
imaj yaratma merak ve gayretinin yaygınlık ve yoğunluk kazanma­
sı arasında doğrudan bir ilişki bulunduğunu bir kez daha yakalarız:
imaj , daima ve zorunlu olarak , o an ve o nokta itibariyle mev­
cut/gerçek olmayan , dolayısıyla belki de hiç bir zaman mevcut ol­
mamış ve/veya olmayacak bir şeylerin imajıdır ve imajın Türk­
çe 'deki karşılığı da zaten tam tamına hayal , yani 'olmayanın görün­
tüs ü ' dür.

Kendi kendisini pazara sürmüş olan kişinin pazardaki değişim


değerinin , kendisinin kullanım değerinin altında kalması da müm­
kündür. B u durumda, kişinin , bir meta olarak kendi varlığını bu­
günden yarına devam ettirebilmesi , ancak ve ancak , pazarladığı
meta nın üretim (kendi kendisinin yeniden üretiminin) maliyetini ,
pazardan elde ettiği değişim değerinin düzeyine indirmesi koşuluy­
la mümkün olacaktır ki , buradaki meta kişinin bizzat kendisi oldu-
38 GLOBAUEŞ(T/R)ME TERÖRÜ

ğuna göre , üretim maliyetinin düşürülmesi , doğrudan doğruya ken­


di kendisini bugünden yarına daha bir küçülerek yeniden üretme­
si/kendi kendisini bugünden yarına yeniden üretebil mek için her
gün biraz daha küçülmesi demek olacaktır. Söz konusu küçülme
ise , her gün biraz daha az yemek , konfor veya güvenceye tekabül
edebi leceği gibi , kişinin kendi varl ığı/varoluşu/hayatı içi nde kendi
başına/adına karar verip biçimlendirdiği alanın/parçanın küçülme­
si , kendi kendisi üzerindeki tasarruf hakkının her gün biraz daha da­
ralıp zay ı flaması , yani kişinin kendi kendisinin efendisi olmaktan
her gün biraz daha çıkı p , başka biri lerinin oyuncağı , papağanı , ale­
ti , ajanı , maşası , tetikçisi , paralı askeri vb . . . haline gelmesi şekl in­
de de tezahür edebilecektir.

Kendi kendisinin kapitalisti olu p , kendi kendisi üzerinden artı­


değer elde etme hayali peşinde kendi kendisini pazar-içinleştirirken
globalleşme/global leştirme çağının o pek yücelti len değeri bireyci­
liğin de en uç noktalarına ulaşan insanımıza bu yönde ümit ışığı ya­
kan , aslı nda kullanım değeri ile değişim değeri arasındaki il işkinin
gevşey i p , yerine göre de kopmasıdır; ancak buradaki kopma/gevşe­
me , kendiliğinden değil , her şeyin pazar-içinleşmesi sonucunda/öl­
çüsünde meydana gelmiş bir kopma/gevşemedir. Her şeyi n pazar­
içinleşmesi ise , kim ki pazarl ık gücüne daha fazla sahiptir, işte
onun kendi belirleyicilik alan , güç ve payını arttırması da demek ol­
duğuna ve sözde oto-kapital istimiz bu pazara emek bazında kollek­
tif bir güç olarak değil de , kendisinin kullanılabilirlik alanının es­
nekl iği dı şında hiç bir pazarl ık gücü bulunmayan bireysel/mikros­
kopik bir unsur olarak girmiş olduğuna göre , istisnai' durumlar/dö­
nemler hariç , kendisinin pazardaki değeri , yani değişim değeri , baş­
langıçta kendisinin ümit kaynağı olan kopma/gevşemenin bir sonu­
cu olarak , kendi kullanım değerinin değil de , sahip olduğu bireysel
pazarlık gücünün fonksiyonunda, dolayısıyla da aslında kendisi
yüksek bir kullanım değeri taşıyor olsa bile (kendisini ne kadar kul­
Iandırtırsa kullandırtsın) , yine de düşük bir düzeyde teşekkül ede­
cektir.
iNSANIN CAN DÜŞMANI GWBALLEŞME 39

Globalleşen , globalleşsin ; ama , "kendimi değişim değeri üze­


rinden hesaplanmış basit bir yekuna indirgetmem" diyenin tutacağı '
yol da, global ' i n karşı kutbudur diye lokal ' e , yani yerel ' e sığın­
mak/sarılmak/yapışmak hiç mi hiç değildir. Zira global leşme , içe­
riksel deği l , işlemsel bir kategoridir; yani , bir uçta global , diğer uç­
ta da global ' in tersi konumda bulunan bir şeyler yok , hiç biri glo­
bal olmayan şeyleri n , değişim değeri temel i nde niceliklere tercüme
edilerek sembollere dayal ı sanal bir homojenl iğe emilmeleri vardır.
Şöyle de söyleyebiliriz: global leşmiş bir dünya , yerel lerin ortadan
kalktığı değil , tam tersine , yerellerin kendi dışları ndaki leri kucakla­
mak/onlara açılmak yerine kendi içlerine gömüldükleri , kendi üst­
lerine kapandıkları , kısacası kendi aralarında bütünleşme gücünden
yoksun oldukları/kaldıkları ölçüde , kendisi yerel olmayan/kendi
kendisini yerelliğine indirgememiş bir güç tarafı ndan , dolayısıyla
da kendi dışlarından -bütünleştiril mek , kesinlikle değil- aynı bir te­
razinin (değişim değerinin) kefesine konmak üzere aynı bir torba­
ya/bohçaya tıkıştırıldıkları bir dünyadır: yerele sarı lıp/kendisini ye­
relle sınırlandırıp yerelde bir melce arayan , ister istemez , kendi dı­
şını/dışındakileri kavrama/kucaklama , kendisini onlarda , onları da
kendisinde devam ettinne gücünü de aynı ölçüde peşinen kaybet­
miş olacaktır.

Sırf yerellerden -üstelik , hep yerel olarak kal maları globalleş­


menin işine gelecek olduğundan , yerelcileştirilmeye de çalışılan
yerel lerden- oluşan bir dünyay ı , yolcularının tümünün şu ya da bu
arızi farklılık temelinde kendilerine ayrılmış özel kompartımanlara
doluşup , kapıyı da "aman başkaları/ötekiler girmesin" diye kendi
üzerlerinden kilitlerken , aslında hep birlikte seyahat ettikleri/yol al­
dıkları/üzerinde bulundukları katarı/treni aynı ve tek bir katar/tren
yapan ortak alanı , yani hem her bir kompartımanın dışında ve her
birine eşit mesafede yer alan , ama hem de bu sayede katarı bir uç­
tan bir uca katederken katar boyunca devamlılık gösterip katarın
GWBALLEŞ(T/R)ME TERÖRÜ

bütünlüğünü sağlayan/temsil eden vagon koridorlarını• boş bıraka­


rak , kendileri hiç bir münferit kompartımanın mensubu olmayan
kondüktörlerin tekeline -köpeksiz köy misali- terketmiş oldukları
bir katara da benzetebiliri z .

Burada artık şunu belirtebiliriz: globalleşmemenin y o l u yerele


sığınmak/kapanmak değil , evrenselleşmektir. Ancak şunu da vur­
gulayalım ki , genellikle sunulduğu/sanıldığı gibi bir yerel-evrensel
dikotomisi yoktur; yani bir yanda yereller, diğer yanda da evrensel
olmak üzere bir ikilik söz konusu değildir. Bu durumu örneklendir­
mek üzere , diyeli m , bir yanda İngilizce , Fransızca, Türkçe , Erme­
nice vb . . . gibi münferit, dolayısıyla evrensel/tümel değil de sınırl ı ,
kısmi , cüzf diller, diğer yanda da bütün bunları aşan Evrensel­
ce/Evrence diye bir dil yoktur; "erkeklik ve kadınlık da kısml­
dir/cüz'ldir" deyip, evrensel olmak üzere tercih edeceğimiz evren­
sel bir cinsiyet olmadığı gibi , hiç biri insanın evrensel deri rengi ol.­
mayan siyah , beyaz veya sarının dışında ve her üçünden de farklı
evrensel bir deri rengi de bulamayız. B ir örnek daha verirsek , bir
yanda Fransa, Belucistan , ABD vb ... gibi münferit, dolayısıyla ev­
rensel olmayan yerel ülkeler var , ama bir de bütün bu münferit ül­
kelerin dışında , onlar gibi yerle-zamanla sınırlı olmayan , yerellik­
ötesi , evrensel bir ülke , diyelim Beşeristan diye bir yer de yoktur.
Aynca , siyah , beyaz ve san derili insanlar var ama bunlar arasında
evrensel olan beyazlıktır/beyazlardır; erkek ve dişi olarak iki cinsi­
yet var ama , evrensel olan dişiliktir/dişidir; yüzlerce ülke var ama ,
bunlar arasında b i r tek Türkiye veya Lüksemburg evrenseldir diye­
meyeceğimiz de açıktır.

Bu arada şuna da değinelim: "globalleşen Dünya 'da İngilizce


evrensel dil haline gelmiştir" türünden laflar edenler de vardır. Oy­
sa, Şekspir' i n dili olarak değil , ama globalleştirme odak ve ajanla-

(•) Bu, aynı zamanda kamusal'ın, üzerinde varlık kazanabileceği yegane alandır
iNSANiN CAN DÜŞMAN/ GWBALLEŞME 41

rının faaliyetleri çerçevesinde kullanıldığı biçimiyle İngilizce , ev­


rensel dil olmak bir yana, yukarıdaki tren/katar benzetmesi üzerin­
den gidersek, vagonun koridorundaki kondüktörün, kompartıman­
larına kapanmış yolculara pencerenin dışından bir şeyler anlatmak
üzere yaptığı el kol hareketleri misal i , basit haber/malumat/talimat
iletiminde kullanı lan , en fazla nida seviyesine ulaşabilen , dolayısıy­
la da , değil evrensel dil olmak , ' langue ' -münferit durum ve nesne­
lere işaret eden herhangi bir iletişim kodu değil de , sadece kavram­
lara işaret ederek işleyen , dolayısıyla, kavramlaştırmayı başarabilen
yegane varlık durumundaki insana münhasır iletişim kodu- anla­
mında dil olduğu bile tartı şılır bir iletişim kodu olmanın ötesinde
pek bir şey değildir; ama , yerellerden hiç biri , zaten tanımı gereği
evr� nsel olamaz .

Yerellerden hiç biri evrensel olamaz ama , evrenselin evrensel­


l iği de yerel olmamasından değil , tam tersine her yere yerleşebilir,
yerellerin her birine girebilir, bunların her birinde kendisine yer bu­
labilir olmasından kaynaklanır. Yine tren/katar örneğimize döner­
sek , evrenseli , kamusal/umumi koridor-özel kompartımanlar diko­
tomisini barındıran bir paradigma çerçevesinde hiç bir zaman yaka­
layamayız: evrensel ne yerelleri n/cüzflerin/kısmflerin/arızfleri n
toplamıdır, ne de ' kendisiyle yerel olan arasında hiç bir devamlılık
bulunmayan 'dır. Şöyle de söyleyebiliriz, her şeyin , tabu bu arada
insanın da pazar-içinleştiri lmesi demek olan globalleşmeye , ne
kendi kompartımanımızdan ve kompartımanımız adına, diyelim
Türk , Eskimo , zenci , eşcinsel veya solaklar olarak/adına karşı ko­
yabiliri z , ama ne de bunlardan hiç biri olmayan soyut bir insan adı­
na . B u arada şunu da hatırlayalım ki , gerçek , yaşayan , kısacası so­
mut insanlara en büyük zulüm ve baskılar hep soyut bir insan tanı­
mı/model i/ideal i adına yapı l m ı ş ; soyut , yani o anda orada bulunma­
y an , orada o an bulunanların hiç biriyle özdeş ol mayan bir insan
ad ına o gün orada bulu nan/yaşayan mi lyonlarca insana hayat dar
edilmiş veya insanlar doğrudan doğruya canlarından edi lmi şlerdir.
42 GLOBAUEŞ(TIR)ME TERÖRÜ

Öyleyse , bizim burada, insanın değişim değeri üzerinden basit ni­


celiklere indirgenmesine ve ancak temsil ettiği nicelik kadar/ölçü­
sünde hesaba katı lır kılınmasına karşı çıkarken kendisine sarı laca­
ğımız evrensel değer, can olacaktır. Şöyle ki , "insan" dediğimizde ,
pekala birileri çıkıp "hangi insan ; nasıl bir insan?" diye bizden bir
tanım isteyebilir ve biz "insan , insandır ve evrensel/ezeli' -ebedi' bir
insan tanımı yapmak kimsenin haddine düşmez" desek bile , bunu
bizim eksikliğimize/aczimize verip ortaya belirli bir insan tanımı
koymaya kalkanlar olacaktır. Oysa "can" dediğimizde , böyle bir
soruya muhatap bile olmayız; zira , can candır, o kadar; siyah can ,
beyaz can , entellektüel can , lumpen can vs . . . diye bir şey ol maz . En
kötü ihtimalle, belki biri leri "kimin canı?" diye sorabilir; biz de "in­
san canı" deriz; bunun ardından bir de "hangi insanın canı?" diye
sormaya kalkarsa, artık bizim de ona "pis cellat ; seninkisi hariç ,
herkesin canı" deyip, gereğini yapma hakkımız doğmuş olur.

Evet , "can" dediğimizde , bu ne zenginin canıdır, ne de beya­


zın ; ne kadının canıdır, ne de erkeğin; ne solağın canıdır, ne de sağ­
lağın; ne Yahudinin canıdır, ne de Arabın . . . " B u , ne zencinin canı­
dır ne de beyaz/kadın/solak veya Arabın" dedik ama , buradaki can ,
kendisi ne beyaz ne de zenci , ne kadın ne de erkek , ne solak ne de
sağlak , kısacası gövdesiz/bedensiz, yani gerçekte var olmayan bir
insanın canı zaten olamaz ve bir kere "evrensel değer , candır" de­
dikten sonra , tutup da ona sahip olmay ı , zenci veya beyaz , kadın
veya erkek , solak veya sağlak , gerçek/yaşayan insanın kendi kendi­
sini söz konusu münferit özellikleri nden soyması -ki bu , fi ilen im­
kansızdır- koşuluna bağlamak ise hiç olmaz: "can" dedikmiydi , zo­
runlu olarak , mutlaka ve mutlaka ya zenci ya beyaz , ya erkek ya ka­
dın , ya Türk ya Eskimo vb . . . olan ve bunlardan ancak ve ancak bir
teki olabilen kısmi' , cüz'i' , arızi' nitel ikteki somut insanların , söz ko­
nusu münferit özelliklerinin bir tekinden ve bir nebzecik dahi so­
yunmak zorunda kalmaksızın yaşarkenki canları nı kastetmiş olu­
ruz . Şöyle de söyleyebi liriz : can , kendisi nden sonra "ama" getiril-
iNSANiN CAN DÜŞMAN/ GWBALLEŞME 43

di ğin de , hiç söylenmemiş durumuna düşen bir kelimedir; dolayısıy­


la , bir kere "can" dedikmiydi , artı k , beni m , salyangozu değil ye­
mek , görmekten bile iğrenirken canımın kuzu pirzolası çekiyor ol­
ma sı ile Fransızı n , -bence , kemiği bile yenilesi- kuzu pirzolası kar­
şı sında "aman bu koyun koyun kokuyor" deyip, Allah ' ı n sümüklü­
süne can ının gitmesi , birbirleriyle eşit derecede meşru; bana zorla
sal yangoz , Fransıza da zorla kuzu eti yedirilmesi ise yine eşit dere­
cede gayri -meşru hale gel miş demektir. Yine ancak "can" dedik­
miydi ki , artık ol mayan ve/veya henüz olmamış insanların global
yekunlarının bile bir tek cana eşit olamayacağını peşinen ilan etmiş
oluruz: can , kendi dışından hiç bir ölçüt kabQl etmeyen yegane şey­
dir.

Can , veri ldiği anda , karşıl ığında hiç birşey alınamayacak olan ,
dolayısıyla herhangi bir değişim değerine sahip olması mümkün ol­
mayan yegane şey olması itibariyle her şeyin pazar-içinleştirilmesi
demek olan globalleşmenin de , ötesine geçemeyeceği nihai sınırı
oluşturur. Ancak fi iliyatta pazar-içinleştirme canı da kapsıyor ise ,
burada artık ekonomik bir süreç değil , doğrudan doğruya bir cina­
yet var demektir . Globalleşmeye karşı çıkılacaksa, bu karşı çıkışı ,
globalleşmenin hiç de globalizm ideologlarının ileri sürdüğü gibi
ekonominin serbest akı şı içinde kendiliğinden ortaya çıkarak kendi
doğasından kaynaklanan nesnel kurallar doğru ltusunda işlemekte
olan nötr bir süreç olmay ı p , tam tersine , kaynağını da, desteğini de ,
gücünü de ekonomi dışından alan ve de insanlara zorla dayatılan bir
dü zene tekabül ediyor o l masının yanısıra , insana ve hayata karşıtlı­
ğını n , her türl ü ahlaki değeri dışlarlığının , kısacası gayri-meşrUlu­
ğu nun da en tartışıl maz biçimde ortaya çıktığı bu nokta temelinde
baş latmak gerekir. Burada tekrar altını kalın kalın çizerek ve nor­
matif bir önerme olarak değil , doğrudan doğruya , can temel indeki
bir mübade lenin fi i len olanaksız olmasından kaynaklanan bir du­
ru m o larak şunu bel irte l i m ki , canın hiç bir değişim değeri olamaz;
do layı sıyla, pazar- içinleşme canı kapsayamaz ; ama , pazar-içi nleş-
GLOBAUEŞ(T/RJME TERÖRÜ

me de , kendi kapsamı içine almaya gücünün yetmediği tek bir şey


dahi olsa , gerçek anlamda global olamaz ; zira , global kavramı istis­
na kabul etmez; dolayısıyla canı da pazar-içinleştirmeksizin , glo­
balleşme , yoluna devam edemez/varl ığını sürdüremez ve işte bu
yüzden de , pazar-içinleşmenin , canı da kapsar hale getirilip getiri l­
memesi , globalleşme açısından bir 'olmak-ol mamak ' sorunudur ki ,
globalleşmenin önünün kesilmesini de insan lık için bir ' ol mak­
olmamak ' (ölüm-kalım) meselesi hal ine getiren de , zaten tam tamı­
na budur.
GLOBALlEŞME VE KAMUSAL AJ..AN (*)

Globalleşmenin maddf temel i , ulaşım ve iletişim teknolojile­


rindeki hızlı gelişme . Ancak teknoloji , gel işme yönü/biçimi/hızı
kendi içinden belirlenmiş yansız bir veri değil ; yani , teknoloji , ne
bir ruha sahip de nereye doğru gideceğine kendisi karar veriyor , ne
de bir doğal olgu da, hangi aşamalardan geçip, sonuçta ne tür bir bi­
çime ulaşacağı nesnel bir düzenlilik çerçevesinde baştan belirlen­
miş . Ö yle olsaydı , örneğin , önce , bağımsız ev üreticileri zapturapt
altına alınmak üzere aile boyu tezgahlarıyla birlikte sonradan fabri­
kaya mekan olacak binalarda biraraya getirilip, fabrika boyu tez­
gahl arın geliştirilmesine de ancak bundan sonra başlanmış olmaz ;
tam tersine , önce çok-işçili tezgahlar gelişip, üretimin fabrika for­
mu da bu teknolojik gelişmenin izdüşümünde varlık kazanmış olur­
du : globalleşmenin dünyayı tek bir pazar çerçevesinde birleştirme­
nin ötesinde , dünyanın kendisini bizatihi ' pazar'a, yani bütün an ve
noktal arında sadece piyasa kuralları nın geçerli olduğu bir varlık
alanına dönüştürmeye yönelik bir süreç niteliği taşıması , teknoloji­
nin kendi içinden kaynaklanan bir zorunlu luk değil , tam tersine ,
globalleşmeyi mümkün kılan teknolojinin , kapitalist üretim tarzı
çerçevesinde , kapitalist sınıfın hedeflerine hizmet edecek şekilde ,
onun talepleri doğrultusunda gel işip biçimlenen bir teknoloj i olma­
sının sonucudur.

(* ) Profesörlük Takdim Çalışması in Komprador Rejimin Anatomisi, Öteki


Yayınevi, 1996, Ankara
46 GWBAUEŞ(TIRJME TERÖRÜ

Globalleşmiş dünya , her yerin pazar, her şeyin pazar için var
ve de herkesin pazarda olduğu bir dünya olacaktır. Zira kapitalis­
tin yegane hayat kaynağı artı-değerdir ve artı-değerin varlık kazan­
ması ancak ve ancak üretimin pazar ile olan ilişkisinde mümkün
olur. Kapitalistin kapitalist olarak kalması artı-değere el koyduğu
sürece/ölçüde mümkün olduğuna göre , kapital izmin varl ıksal açı­
dan zorunlu yönelimi de , pazar için üretimi mümkün olduğunca ge­
nişletmek , her şeyi pazar için üretilir ve/veya üretimin her türlüsü­
nü pazar için gerçekleşir kılmak , dolayısıyla, varlığını üretimden
alan , üretilerek varolan , varlığında üretilmişlik payı taşıyan her şe­
yi ' pazar ' l ı k bir mal haline getinnek olacaktır. Başka bir ifadeyle ,
kapitalizmin maksi mal hedefi toplumsal yeniden üretimin tümünü ,
her bir an ve noktasında artı-değer de üretilebilecek bir ' pazar için
üretim ' e dönüştürmektir.

Sadece sanayi tesislerini değil , aynı zamanda en temel sağlık


ve eğitim hizmetlerini de kapsayan bir ' özelleştinne/devleti küçült­
me ' söyleminin her zaman ve her yerde ' globalleşmeci ' söylemle
eklemlenmiş olarak ortaya çıkması da, buradaki ' pazar-içinleştir­
me ' nin global niteliğine kanıtlık eden bir husustur. Ancak şu da
vardır ki , her şeyi n pazar için üretildiği durumda , üretilmiş her şey
' pazar'lık bir mal , ama işte tam tamına bu yüzden pazarın kendisi
de artık yok olacaktır. Şöyle ki , pazarın varlık kazanabilmesi için
sadece arz yetmez , talebin de olması gerekir; tabii talebin ol ması
için de bir talep öznesinin , yani özne olarak insan ı n bulunması ; oy­
sa, beşeri boyutu itibarıyle i nsan da, doğal bir veri değil , üretilmiş
ve her an yeniden üretil meyi gerektiren bir varlıktır: insan , üretimin
her türlüsünü pazar için gerçekleştirirken , ister istemez kendisini de
' pazar'lık bir mal , alınır-satılır bir şey , değişim değerine sahip ol­
sun diye kendi dışından konulmuş ölçütler uyarı nca biçimlendiri­
len , dolayısıyla bel irlenmişlik boyutundan ibaret bir varl ık, kısaca­
sı bir nesne olarak yeniden üretmiş olacaktır.
GWBAUEŞME VE KAMUSAL � 47

Bu noktada şunu söyleyebiliriz ki , globalleşmenin maksimal


sınırlan , insanın kendi kendisini bir özne olarak yeniden üretmesi­
nin minimal , dolayısıyla pazar için üretimin optimal sınırlarıyla
mutlak , birebirlik bir çakışma hal indedir. Başka bir ifadeyle , insa­
nın özne yanı ne denli minimal sınırlan içine hapsedilebilirse , glo­
balleşmenin önü de o denli açılmış olacaktır. Ancak burada şöyle
bir sorun vardır: insan için minimal öznelik dozunun ne olduğu na­
sıl tespit edilecektir ya da bu dozu doğrudan ölçmek mümkünmü­
dür? Burada yapılacak şey , insan hangi durumda, ne yaptığı zaman
kendi öznelik dozunu en üst düzeye ulaştırıyor, önce bunu tespit
edip, sonra da bu her ne ise , onu bertaraf etmektir.

İnsanın , kendi varlığındaki öznelik dozunu en yüksek noktası­


na çıkarttığı an , tarih ürettiği andır: insan tarih üretirken , kendi ken­
disini de bir özne olarak yeniden üretir; dolayısıyla, globalleşmenin
idealindeki i nsan , tarih üretmeyen , yani tarihin öznesi olmaktan
çıkmış bir i nsan olacaktır . Şöyle de söyleyebiliriz: minimal öz­
ne ' lik dozuna tekabül eden özel bir insan figürünü pozitif yoldan
çizip tarif etmek ve hayata geçirmek tabii' ki mümkün değildir; an­
cak , her türlü ' artı ' nın bütünüyle ' artı-değer'e dönüştürülmesi
ve/veya, sadece ve sadece ' artı-değer'e dönüştürülebilir ' artı ' l ann
üretilmesi , aynı zamanda hiçbir ' artı ' nın ' artı-değer' dışına kaçıp
insanın öznelik boyutuna eklenemiyor, insanın öznelik payını arttı­
ramıyor olması , dolayısıyla beşeri gerçekliğin de (doğadaki diğer
canlıların mevcut doğal düzenlilik çerçevesinde hayatlarını/nesille­
rini , dolayısıyla da söz konusu düzenliliği idame ettirmesi misali)
basit yeniden üreti m temelinde sabitlenmesi , yani içinde yaşanılan
an itibariyle kendisi artık tarih olmayacak bir gerçekliğe dönüşme­
si/dönüştürülmesi de demek olacağına göre , ' tarihin sonu ' -gerçek­
ten gelmiş/gel mekte/gelebil irdi ya da değildir, ama mutlaka- gel­
melidir, getirilmelidir ya da kendisine doğru gidilmelidir; tabii' , glo­
balleş menin ' selamet ' i açısından .
GWBAUEŞ(T/R)ME TERÖRÜ

'Tarihin sonu' kavramı , daha bir teri m olarak bile temel bir
çarpıtılmışlık/çarpıtıcılık taşır: tarih kendiliğinden varolan , kendi
varlıksal temelini kendi içi nde taşıyan bir gerçeklik ya da önceden
belirlenmiş bir senaryo uyarınca gerçekleşen bir süreç değildir ki ,
bir ' son ' u olsun; kendi içinde bitmesi , tükenmesi , son noktasına
ulaşması ya da sona ermesinden söz edilebi lsin . Tarihsel gerçeklik ,
insanın mevcut yapıları , yani belirli bir an itibariyle kendi öncesin­
den/dışından verilmiş/belirlenmiş olan yapıları kendi müdahalesi
ve bilinçli çabasıyla değişikliğe uğratmasıyla varlık kazanan bir
gerçekliktir. B u durumda insan , tarihsel gerçeklik üretmekle , ken­
disini de içeren, ama tümüyle kendi öncesinden/dışından veril­
miş/belirlenmiş bir gerçekliğe değil de , artık üzerinde kendisinin de
belirleyicilik payı bulunan bir gerçekliğe hayat verm i ş , dolayısıyla
kendi varlığına ek (artı) bir öznelik payı katmış olur ki , bu da, i nsa­
nın , hem kendi kendisini , hem de ister istemez içinde yer aldığı be­
şeri gerçekliği , hazır bulmuş olduğu gibi değil , fakat genişleterek
yeniden üretmesi demektir.

Tarihin öznesi olmak , yani tarih üretmek , insanın kendi kendi­


sini özne yanı itibariyle genişleterek yeniden üretmesi deme k olu­
yorsa, insanın yine bir özne , ancak öznelik dozu mümkün _o lan en
alt düzeydeki bir özne olarak varolması da, kendi kendısinin yeni­
den üretimini genişletilmiş değil , basit yeniden üretim olarak ger­
çekleştirmesi halinde mümkün olacaktır. Basit yeniden üretime ev­
rensel bir ölçüt getirmek mümkün değildir; ancak şunu da bilmek­
teyizdir ki , basit yeniden üretim , i nsanın kendi kendisini , kendisi­
nin kendi öncesinden/dışından verilmi ş/belirlenmiş olarak hazır
bulmuş olduğu haliyle , yani belirlenmişliğinden , dolayısıyla da
nesne yanından ibaret bir varlık olarak yeniden üretmesi demektir.
Öyleyse insan , ne denli kendisinin nesne yanına dayanan , yani ken­
di eyleminden , tercihinden ve iradesinden bağımsız olarak içine
doğduğu toplumsal çerçevede sahip kı lınmış olduğu beşeri özellik­
lerden ibaret bir kimliğe sahip olursa, kendi yeniden üretimini de
basit yeniden üretime o denli yaklaştırm ış olacaktır: i nsan için ba-
GWBALLEŞME VE KAMUSAL ALAN 49

sit yeniden üretim , 'kim' liğinin ' ne' liğine , yani kendisinin/'ben ,
kendim ' dediği varl ığın/gerçekliği n , tümüyle kendi dışından veril­
miş, karşısında nesne konumunda bulunduğu yanma/sadece ona in­
dirgenmi ş , ondan ibaret kalmış olması durumuna tekabül eder.

İ nsan , tarihin sıfır noktası itibariyle de sadece kendi basit yeni­


den üreti miyle , yani kendi kendisini , kendi dışından nasıl veri li bul­
duy sa hiçbir değişikl iğe uğratmaksızın hep aynı şekilde üretmekle
yetinmiş olsaydı , ne tarih üretebilmiş , ne beşeri gerçekliğe hayat
verebi lmiş , dolayısıyla ne de kendi kendisini beşeri bir varlık ola­
rak fi i ll leştirmiş olabilir, tam tamına ' canl ı bir nesne ' olarak kalmış
olurdu; zira , i nsanın doğada kendisi olarak hazır bulduğu tek şey ,
tümüyle doğal düzenliliğe tabi , dolayısıyla doğal gerçekliğe tümüy­
le emili canlı bir nesne durumundaki zoolojik varlığıdır. Başka şe­
kilde söylersek , insan , tarihin sıfır noktası itibariyle de ' kim ' l iğini
'ne ' l iğine indirgemiş , yani , kendi kendisinin nesne yanının özellik­
lerini kendisi karşısında aşkınlığa sahip değişmez veriler olarak ka­
bfil etmiş olsaydı , kendi kendisini bütün zamanlar için , antropoitler
familyasından zoolojik bir tür olmaya da mahkum etmiş olurdu . Bu
aynı zamanda demektir ki , globalleşmenin maksimal sınırlarına
ulaştığı ve/veya buna i mkan verecek bir dünya, hayvanlar için ken­
di doğal ' ne ' likleri , yani türleri ne denli mutlak bir aşkınlığa sahip­
se , insanlar için de kendi beşeri ' ne ' liklerinin , yani insan bireyinin
kendi öncesinden ve dışından verilmiş/be lirlenmiş nesne yanına ili­
şkin (etnik , dinsel , mezhepsel , dilsel ve kendilerine beşeri bir anlam
yüklendiği ölçüde anatomik, fizik vb . . . ) özelliklerinin bu birey
karşısında benzer bir konumda bulunacağı bir dünya olacaktır.

Oysa insan , tam tamına, ' ne ' l ik-aşar' lığıyla insandır; yani , en
başta kendi doğal/zoolojik ' ne ' liği olmak üzere , kendisinin kendi
öncesinden/dışından bel irlenmiş nesne yanından ibaret · kalmama­
s ıy la/kalmamış olmasından dolayı/kalmadığı ölçüde insandır. Do­
l ay ısıyla i nsanı i nsan , yani beşeri bir varlık yapan , şu ya da bu kül­
türel ' ne ' liğe sahip olması deği l , hangisi olursa olsun bir kültürel
50 GWBAUEŞ(T/R)ME TERÖRÜ

'ne'Iiğe sahip olmasıdır ki, bu da mevcut ve/veya milmkiln kültürel


'ne'liklerden hiç biri ile insan arasında zorunlu bir bağ bulunmadı­
ğı anlamına gelir. Bu 'ne'liklerden hiç birinin insanın insan olma­
sı açısından zorunlu olmaması, aynı zamanda, bu 'ne'liklerin hep­
sinin de insan karşısında zorunsuz, dolayısıyla arızi' olması demek­
tir. Bu durumda, her biri eşit derecede arızi' olan bu 'ne'Iiklerin in­
san karşısında aşkın bir konuma oturtulmaları, aslında insanın, ken­
disi için arızf olana hapsedilirken, aslf olan üzerinde tasarru fta bu­
lunma hakkının da kendi dışındaki bir mercinin tekeline aktarılma­
sından başka bir şey olmayacaktır.

Arızf olanın, aslfnin yerine geçirilip, insanın da kendisi için as­


li olanın dışındaki bir alana sürülmesi, ister istemez ideolojik bir
çarpıtmaya dayanacaktır: "modern dünya , insanı nesneleştiren bir
dünyadır; hayatın bütün an ve alanları mümkün olan en rasyonel
biçimde düzenlenmek istenirken, insan bir kenara atılmış, yani in­
sanı insan ve herbir insanı da o insan yapan bütün özellikler, dola­
yısıyla da özellik farklılıkları tümüyle yok sayılmış, kısacası insanın
öznelliği ayaklar altına alınıp , insan , tümüyle kendi dışından , ken ­
disinden bağımsız bir rasyonellik doğrultusunda çizilmiş çerçevele­
ri dolduracak amorf bir nesne, yine kendi dışından kurulmuş meka ­
nizmaların işletilmesinde kullanılacak canlı bir hammadde konu­
muna indirgenmiştir. Bu dünyanın nesneleştiriciliği ve bu nesneleş­
tiriciliğin nereden kaynaklandığı açıkken , insanın da böyle bir dün­
ya karşısında basit bir nesn e , hem de kendi içinde h içbir bütünlüğü
bulunmayan un - ufak bir nesne haline gelmemek, kısacası bu dün ­
yanın oyununu bozup, bir insan olarak 'kendi kendisi ' kalabilmek
için nasıl bir tavır almak, ne şekilde da vranmak zorunda olduğu
açıktır: kendi kendisinin en az nesneleşmiş, dış dünya tarafından
kendisine dayatılan rasyonelliğe en az boyun eğmiş yan larına , ya­
ni kendisinde bulunan , kendisine ait olan , kendisinin sahip olduğu ,
ancak kendilerine , kendisinin dış dünya ile olan ilişkileri çerçeve­
sinde herhangi rasyonel bir açıklama getiremediği, kendisindeki
mevcudiyetleri dış dünyanın rasyonelliği doğrultusunda belirlen -
GWBALLEŞME VE KAMUSAL AU.N 51

miş olmayan özelliklerine, bu özelliklerle bağlantılı olan duygu,


inanç, kanı, zevk, tercih, eğilim ve adetlerine sarılmak, onları ön
plana çıkartıp, kendi kendisini bunlar esasında tanımlamak, başka
bir ifadeyle , dış dünyanın nesneleştirici rasyonelliğine , kendi öznel­
liğinin irrasyonel ucunu sivrilterek karşı koymak " .

B u tür bir söylem aslında , oyun içinde oyun da değil, oyun lar
içinde oyunlar içerir: modem dünyanın nesnele şt irici liği bu dünya­
,

nın rasyonelliği ön plana alıyor olmasına bağlan makl a, kapitalizm


aklanmış , daha doğrusu , insanın nesneleştirilmesi konusunda prob­
lematik dışı bırakılmış olmaktadır. Oysa, her şe yin tabii giderek
,

insanın da nesneleşiyor olması , toplumun topyek u n yeniden üreti­


minin giderek artan bir biçimde pazar-içinleşiyor olmasının, yani
pazar için üretim i n , toplumsal yeniden üretimin bütünü içindeki
ağırlığının artmasının bir sonucudur; pazar için üretim ve üret imin
bütünüyle pazar-içinleştirilmesi ise , bütün insanlar için geçerli tek
ve evrensel bir rasyonelliğin gereği değil , sadece ve sadece k api ta­
lizm açısından rasyonel olup , modem dünyanın böyle bir rasyonel­
lik doğrultusunda yapılaşmış ve işliyor olması da, bu d üny an ı n bir
sınıf egemenliği dünyası , yani kapitalist bir burjuvazi tarafından
egemen olunup onun sınıfsal çıkarları doğrultusunda biçimlendiril­
miş bir dünya olduğunun göstergesidir.

Nesneleşmenin müsebbibi olarak rasyonelliğin kendisi göste­


rilmekle , bütün bunlar bir kalemde gözlerden gizlenmiş olmakta,
ancak böyle bir hokus-pokusun gerçekleşebilmesi için de , burada­
kinden daha evrensel uzanımlı temel bir hokus-pokusa başvurul­
muş olması gerekmektedir:

-birincisi , sadece bel irli bir sınıf açısından rasyonel olan, rasyonel­
liğ i n kendisi gibi gösteril mekle , sanki insanlığın bütünü için geçer­
li tek bir rasyonellik varmış gibi yapılıp, hem bu rasyonelliğin gö­
reliliği , hem de göreli bir rasyonelliğin neredeyse evrensel kılınmış
olmasının temelindeki sınıf egemenliği gözlerden gizlenirken, ba­
şka toplumsal sınıflar ya da sınıfsız bir toplum aç ısından rasyonel
52 GWBAUEŞ(TIRJME TERÖRÜ

olabilecek her şey peşinen irrasyonel , dolayısıyla kapitalizminkin­


den farklı bir rasyonelliğin var olması ve/veya egemen kılınması
peşinen olanaksız i Jan edilmiş olmaktadır;

-ikincisi ' bi ri lerinin aklı ' na değil de , doğrudan doğruya akla küfre­
dilmekle , güya kendisine karşı çıkma görü ntüsü altı nda , tek bir
Akı l 'ın varlığı , dolaylı bir yoldan , tartışılmaz , şüphe götürmez , apa­
çık , kendiliğinden belli bir veri , yani bir bedahet konumuna yüksel­
tilmiş olmaktadır ki , bu da burjuvazinin , kendi egemenliğini meşru ­
laştırmak üzere , kendisi tarafından dünyaya dayatılan rasyonalite­
nin kendi sınıfsal rasyonalitesi deği l de , bütün insanlar için aynı bir
Akıl ' ı n , yine bütün i nsanlar için eşit derecede geçerli evrensel buy­
rukları , yani yegane mümkün rasyonalite olduğunu i leri sürebil mek
içi n aşağı yukarı ikiyüzell i yıldır yapmak istediği , ama ve hiçbir za­
man tam olarak başaramamış olduğu şeydir.
İ nsanın nesneleşmesinin panzehiri olarak irrasyoneli önerme k ,
aynı zamanda , kendisinin nesneleşmesine y o l açan kapitalist rasyo­
nal i teyi , rasyonelliğin yegane mümkün biçim i , dolayısıyla da tek ve
evrensel bir Akıl varmış da, işte ondan kaynaklanıyormuş gibi ka­
bı11 etmek , böylesi bir aklın varlığını tartışılmaz bir veri ve zoru nlu
hareket noktası olarak görüp göstermek demektir. Ama bizi bura­
da esas ilgilendiren husus , insana, kendi kendisinin nesneleşmemiş
yanı olarak gösterilip kendisine sarılması önerilen yanının , yani
kendi sine rasyonel bir açıklama getiremediği yanının , beşeri bir
varl ık olarak her bir insan bireyi açısından kendisinin mutlak nesne
yanına, yani tümüyle kendi öncesi/dışından veri lmiş/bel irlenmiş
yanına, kısacası bizim burada insanın beşeri/kültürel ' ne ' liği olarak
adlandırdığımız yanına tekabül ediyor olmasıdır: insan ı n , bu dün­
yaya gelip , kendisine belirli bir kültürel ' n e ' l ik nakşedildikten son­
ra kendisine dönüp baktığında -zaten ancak bütün bunlar olup bit­
tikten sonradır ki , kendim diyebileceği , kendisine ' kendi m ' diye
dönüp bakabi leceği asgari bir varlığa sahip olabilir- , gerçekten de
kendisine rasyonel hiçbir açıklama getiremeyeceği ilk şey kendisi-
GWBALLEŞME VE KAMUSAL ALAN 53

nin niye var olduğuysa , hemen ikincisi de , kendisinin niye kendisi


olduğu , yani ' kendi m ' dediği varl ık olarak varolduğu , [deri rengi ,
kafatası biçimi , cinsiyeti , dili , dini , mezhebi , soyu-sopu ve de ağzı­
nı sulandıran (fransız için salyangoz) , midesini bulandıran (benim
için ' sümüklü böcek ' ) , kulağına/gözüne hoş gelen , nefsini uyandı­
ran , içini karartan vb ... her bir şey itibariyle] bu varlığın niye ken­
disi olduğudur. Başka terimlerle söylersek , insan bir kere kendisi­
nin bu dünyada beşeri bir varlık olarak bulunmasını bir veri olarak
kabfil ettimiydi , kendisi ile kendisi olarak hazır bulduğu varlığın
'ne' liği arasındaki ilişkiden daha mutlak , mutlaklığı ölçüsünde de
irrasyonel hiçbir şey yoktur: ben , ' ben ' i mdir; zira ' ben' imdir; işte ,
o kadar.

İşte böyle bir ideolojik zemin üzerindedir ki , insanların ' ne ' l ik­
leri temel inde hak öznesi olmaları nı -sınırsız bir çoğulculuk ve de­
mokrasi adına- öngörüp , tabu buna bağlı olarak çok-hukukluluk
adlı vahşet vizesini de özgürlükçü bir adımmış gibi ortaya süren ta­
rikatçı/cemaatçi toplum modellerinin gündeme getirilmesi söz ko­
nusu olacaktır. Globalleşmeden yana işleyecek her türlü ideolojik
mekanizmanın şiarı , i ster istemez "insan ne olursa olsun , ama yeter
ki ' ne ' liğinden i baret olsun" olacaktır ki , bu da bir yandan ' ne ' l iğe
-tabu kültürel (etnik, dinsel , mezhepsel , yerine göre aşiretsel , yerel ,
cinsel , mesleksel vb . . . ) ' ki m ' lik adı altında- i nsan karşısında mutlak
bir belirleyicilik atfedilmesini , kendisinin insanın ' öz ' üymüş gibi
gösterilmesini , diğer yandan da bütün ' ne ' liklere , her türlü ölçütten
bağımsız bir mutlaklık statüsü tan ınmasını gerektirir: artık kültür­
ler, medeniyetler, insanların kendi ürünleri ve insanların gerek do­
ğayla, gerekse birbirleriyle olan ilişki leri çerçevesinde belirle­
nen/biçimlenen , dolayısıyla insan karşısında göreli olan çerçeveler
değil de , tam tersine , sanki kendiliğinden varolan , kendi ruhunu
kendi içinde taşıyıp , kendisini de farklı insanlara taşıtan , dolayısıy­
la i nsanlar arasındaki ilişki leri belirleyen , birbirleriyle olan savaşla­
rı nı bu insanlar aracılığıyla sürdüren insan-üstü/tarih-ötesi özneler­
miş gibi ele alınırken , laikl ik, kadın-erkek eşitliği , yasa karşısında
GWBAUEŞ(TIR)ME TERÖRÜ

eşitlik gibi ilkeler ve bunlara bağlı olarak ' vatandaş ' kavramı ve hu­
kuku gibi insanı ' ne ' l iğinden bağımsız olarak ele alan çerçeveler
de , soyut bir Akıl adına, insanın kendi öznelliğini dolu dolu yaşa­
masına engel olup ruhsuz bir ceset halinde nesneleşmesine yol açan
Jakoben/pozitivist cendereler olarak itan edileceklerdir.

' Ne ' liklerin ön plana çıktığı bir dünya , sözde bir çoğulculuk ve
çeşit zenginliği görünümü altında , insanları n , insan açısından her
biri eşit derecede arızi' , dolayısıyla hiç biri insan için asli olana açıl­
mayan , bu bakımdan da, hepsi hep birlikte insanlığın bir alt katın­
da yer alan kompartımanlara doldurulmuş olduğu bir dünya olacak­
tır. Mevcut ve mümkün beşeri/kültürel ' ne ' l iklerden hiçbiri insan
için mümkün yegane ' ne ' lik ya da insan olmak için zorunlu koşul
olmadığına göre , niceliksel olarak bütün i nsanları kapsıyor olsa da­
hi , münferit ' ne ' liklerden hiç birinin , i nsan için asli' olanı tek başı­
na temsil edemeyeceğin i , dolayısıyla niceliği ne olursa olsun nitel
açıdan bir azınlığa (minorite = astlık , ' bir altta' lık, ' alt katta ' l ı k , re­
şit/yetkin olmama durumu) tekabül edeceğini ve de asli , anzi' lerin
toplamı olmadığı gibi , azınlıkların toplamının da çoğunluk (majori­
te) etmeyeceğini dikkate alırsak , bu dünya, herkesin kendi ' ne ' liği
esasında bir azınlık mensubu olduğu ve bu statüsü çerçevesinde ne
denl i söz ve/veya hak sahibi olursa olsun , hiç kimsenin hiçbir za­
man çoğunluk mensubu haline gelemeyeceği , yani azınlıktan ço­
ğunluğa geçme olanağının bulunmadığı , dolayısıyla da, bütün ço­
ğulculuğuna rağmen kesinlikle demokratik olmayan bir dünya ola­
caktır.

Herkes belirli bir ' ne ' likte , bütün ' ne ' likler de azınlıktadır; do­
layısıyla , kendi ' ne ' liğini ne denli serbestçe ortaya koyup bu ' ne ' ­
l i k adına n e tür hak v e avantajlardan yararlanıyor olursa olsun , hiç
kimse , bir azınlık olarak içinde yer aldığı ana gövdenin , yani global
yapının bütünü ve bütünsel işleyiş tarz ve kuralları üzerinde etkili
olma, söz söyleme hakkına sahip olmayacaktır. Kısacası , globalleş­
miş bir dünyada , i nsanın kendisine tabi olduğu ve kendisi de bir in-
GWBAUEŞME VE KAMUSAL ALAN 55

san ürünü olan beşeri' düzenlilik karşısındaki konumu , doğal düzen­


lilik karşısındaki konumundan pek de farklı değildir: kendi dışın­
dan belirlenmiş , kendisi üzerinde hiçbir belirleyicilik payının ve
böyle bir paya sahip olma şansının bulunmadığı , dolayısıyla kendi­
sini değiştirmeye kalkmak yerine , her şeyden önce kendisini oldu­
ğu gibi kabOl edip, hangi koşullarda kendisinden en fazla yararla­
nabileceğini ortaya çıkartacağı ve bu bulgular ışığında kendisini
kendine deği l , kendini kendisine göre ayarlayacağı bir düzenlilik .

Bu düzen lilik çerçevesinde , insanın bir hak öznesi konumuna


sahip olmasının koşul u , kendi kendisini ' ne ' liğine indirgemesidir
ki , bu aynı zamanda , insan kavramının toplumsal yapıl ar düzeyin­
de her türlü karşılıktan yoksun kal ı p , kendi içinden parçalanması
demek olacaktır: nasıl ki , gerçekte hayvan diye özel bir hayvan tü­
rü bulunmayıp , hayvan kavramı , hiç biri , ne kendisinin hayvan ol­
duğunun bilincinde , ne de ortak bir hayvanlık bilincine sahip olan
farkl ı türden hayvanların tümü hakkında kendi dışlarından ve üstle­
rinden yapılmış bir soyutlamanı n ürünüdür, globalleşmenin maksi­
mal sınırlarını ulaştığı ya da böyle bir şeyi mümkün kılacak bir
dünyada insan kavramı da buna benzer bir kavram , yani gerçeklik
düzeyinde karşılığı bulunmayan soyut içerikli bir kavram durumu­
na düşmüş olacaktır.

Böyle bir dünyanın , aynı zamanda, sınır tanımaz fanatizmlerin


de dünyası olması , kaçınılmazın da ötesinde , zorunludur: ' n e ' l ik­
aşar' lığı söz konusu olmayan bir canlının , yani bir hayvanın ,
' ne ' l iksel olmayan yanı sıfır olan bir ' kim' l iğe sahip olmak için
özel bir çaba harcaması gerekmez. Diyelim , bir kedinin kendi ken­
disini , yani ' kim' olduğunu sadece ve sadece ' ne ' olduğu temelin­
de tanı mlamak üzere , kendi kendisini , kedi olmasının zorunlu kıl­
madığı halde kendisinde bulunan özelliklerden arındırmasına, onla­
rı ayıklayıp kendi dışına veya bir kenara/ikinci plana atmasına ge­
rek yoktur; zira, kendisi zaten sadece ve sadece kediliğinden ibaret­
tir; tam bir kedi , sadece kedi ve en kedi olabilmek için aynca bir de
56 GLOBAUEŞ(TIRJME TERÖRÜ

türselci/türiyetçi , yani kedi milleyetçisi , kedilik fanatiği şoven bir


kedi olması gerekmez . Oysa, ' ne ' lik-aşar bir canlının , yani beşeıi
bir varlık olarak insanın , böyle bir ' k i m ' liğe , yani salt ' ne ' liği teme­
linde oluşmuş bir ' ki m ' l iğe sahip olabilmesi için kendi ' ne ' l iğinin
şoveni olması , yani kendi ' ne ' l iğine kayıtsız-şartsız bir üstünlük ta­
nıması , bu ' ne ' l iği her türlü ölçütten bağımsız, hiçbir ölçüte vurul­
maz , dolayısıyla kendi kendisinden başka hiçbir ölçüt ve değer ta­
nımaz bir üst-ölçüt/değer olarak görü p , kendisine mutlak bir tut­
kunluk göstermesi gerekecektir. Yukarıdaki örneğimize dönersek ,
bir kedini n , tümüyle , hep ve sadece kediden ibaret bir varlık olma­
sı için ayrıca kedici, kedilik şoveni veya fanatik bir kedi olması ge­
rekmez ama, i nsanın kendi 'kim ' l iğini ' ne ' liği temelinde tanımla­
ması , ona indirgemesi ancak söz konusu ' ne ' liğin fanatiği de olma­
sıyla mümkün olacaktır.

B urada artık , ancak bir ' ne ' l iğin fanatiği olunduğu ölçüde bir
' ki m ' liğe sahip, kısacası bir ' kimse ' olunabilecek demektir ki , bu
aynı zamanda kapitalist rasyonalitenin de en uç noktasına kadar ha­
yata geçiri l mesine imkan verecek bir duru mdur: ' ne ' lik, ancak ve
ancak nesneler için söz konusu olabilir, yani her ' ne ' likin varlıksal
içeriği , mutlaka ve m utlaka bir nesnedir; ' k i m ' liğin ' ne ' lik temelin­
de kuru luyor olması ise , 'kim' lik i le nesneler arasında mutlak bir
konvertibilite (karşılıklı olarak biribirine tercüme edilebilirl i k , bir
diğerinin cinsinden ifade edilebilirlik) bulunduğu anlamına gelir;
her ne kadar her nesne mutlaka pazafük bir mal/meta değilse de ,
her metanın mutlaka bir nesne olduğunu dikkate alırsak , ' k i m ' lik
ile nesnelerin birbirleri karşısında konvertibl olduğu bir dünyada,
' ki m ' l iğin de -kendisini sembolize eden nesneler biçiminde- pazar­
da satı labilir, pazardan alınabilir, dolayısıyla pazar için üretilebi lir,
kısacası pazar için üretimin sınırlarının ' ki m ' lik üretimini de kap­
sar hale gelmiş olacağı açıktır.

' Ne ' lik fanatizmi temelindeki bir ' k i m ' lik modelinin bir başka
sonucu daha vardır ki , o da insan eylemini n , ' amel ' inin , yani yapıp-
GWBAUEŞME VE KAMUSAL ALAN 57

etmeler dünyasının a-moral (immoral , yani belirli bir ahlak anlayı­


şına ay kın anlamında değil; cansız nesneler, bitkiler ve hayvanlar
için olduğu gibi hiçbir ahlakilik boyutu taşımama anlamı nda) bir
varlık alanı olarak tanımlanmasıdır . Şöyle ki , hangi münferid ahlak
anlayışı söz konusu olursa olsun ve bu anlayış neyi veya neleri er­
dem olarak görtiyor olursa olsun , etik anlamında ahlakın konusu in­
sanı erdeme kavuşturmaktır; ' ne' lik fanatizmi ise , tam tamına insa­
nın kendi ' ne ' l iğini en büyük erdem olarak kabfil etmesidir ki , böy­
le bir durumda insanın artık yaptığı şeylerle erdeme ulaşması , erde­
me ulaşmasını sağlayacak şeyler yapması ya da yapacağı şeyleri er­
deme ulaşacak biçimde yapması söz konusu ol mayacaktır; zira er­
dem , yaptığı değil , olduğu şeydedir; olduğu şey , yani ' ne ' liği biza­
tihi erdemdir.

Ahlfilôlik ' olunan ' a hapsedilmekle , ' yapı lan ' her türlü ahlfilô­
likten bağımsız kılınmış olmaktadır: global leşmiş/globalleşen dün­
yanın i nsan eylemine i lişkin yegane ölçütü , bizdeki dile getiri liş bi­
çimiyle , ' iş bitiricilik ' tir; bitirilen işin ne olduğundan ve nasıl biti­
rildiğinden tümüyle bağımsız olarak . Bunun karşılığında , ' olunan '
da, ' yapılan ' dan tümüyle bağımsız , ' yapılan ' ne olursa olsun , ken­
disi bundan hiçbir şekilde etkilenmeyen değişmez bir kütle haline
gelmiş olmaktadır. B urada kendisiyle karşı karşıya olduğumuz in­
san , kendi gerçekliği (gerçeklik = realite <-res = şey , nesne) ile ha­
kikati (doğru bildiği) arasında mutlak bir örtüşme bulunan bir in­
s andır: kendi kendisinin üzerine sımsıkı kapanmış , kendi içinde tü­
m üyle homojen ve olağanüstü yoğun , kendi dışına ise tümüyle ka­
palı biyo-psişik bir topak . Bu insanın kendi gerçekl iği ile hakikati
iki ayn şey değil de , sanki aynı ve tek bir şey gibidir. Bu durum­
da, söz konusu insanın kendisi de sadece gerçekliğinden ibaret bir
canlıdır . Herhangi bir hayvandan pek farklı bir varlık olmayacak ;
dah a doğrusu tek farkı , hayvan in se bir hayvanken, kendisinin per
se bir hayvan olması olacaktır; zira , kendisinin gerçekliği , aynı za­

manda hakikatidir de .
58 GLOBALLEŞ(TIR)ME TERÖRÜ

Globalleşme çağının bireyleşmiş , bireyliğine sahip çıkan insa­


nı olarak yüceltilecek olan insan işte bu insandır. Bu iı:ısan , yine
bizdeki tabiriyle , ' kalıp y ıkıc ı ' da olac aktır; yani , her türlü yeniliğe
açı k , tabu tanımaz , dinamik , vizyon sahibi vb . . . Bu insanın , kalıp­
lan yıkmak adına yaptığı , iddia ettiği gibi , kendisini kalıplardan
kurtarmak değil , tam tersine , bir yandan , kendi kendisini , kendi le­
rini birer kalıp olarak hissedemeyeceği derecede kendisine kendi
biçimlerini tam tamına vermiş olan kalıpların tekeline teslim eder­
ken , diğer yandan da, bu kalıplar dışında kalan ve kendilerini birer
kalıp olarak algılayabildiğine göre , asl ında kendisine hiç veya yete­
rince kalıplık etmiş olmayan , yani kendisinin içine iyice işleti l­
miş/kendisi tarafından iyice içselleştirilmiş olmayan diğer bütün
kalıpları , yani normları geçersiz, bu normların temel indeki değerle­
ri de yok sayıp, kendisi ile kendisinden farklı olanlar arasındaki bü­
tün köprüleri atmaktan başka bir şey olmayacaktır.
Nasıl ki herhangi bir hayvanın hiçbir beşeri' normu kaale almı­
yor, hiçbir beşeri' değere ya da diğer hayvanların davranış kalıpla­
rına saygı göstermiyor olması onun özgür olduğunun değil , tam ter­
sine , tümüyle kendi dışından verilmiş tek bir kalıba , yani kendi tü­
rünün zoolojik kalıbına hem de mutlak bir biçimde tabi olduğunun
göstergesidir ve de hayvanlar arasında herhangi bir ortak hayvanlık
bilinci , ortak hayvan normları , hayvanlık hukuku gibi şeyleri n olu­
şamaması da tam tamına bu yüzdendir, globalleşme çağ ı n ı n bi­
rey/insanı da, işte buna benzer bir durumda olacaktır . Kendisinin
yeniliğe açık, geniş ufukl u , vizyon sahibi olarak görül mesine yol
açan ise , bu i nsanı n , insan dünyasında yer alıp da kendi ' ne ' liği dı­
şında kalan canlı ya da cansız, somut ya da soyut , normatif ya da
pozitif bütün unsurlara eşit derecede uzak , dolayısıyla bunların
hepsini , işin içine başka hiçbir ölçüt katmaksızın sadece ve sadece
değişim değerleri üzerinden ele alı p , her şeyi pazar'lık bir mal ve
pazarlık konusu olarak görüyor olmasıdır: gerek insanlar, gerekse
insan ürünü ya da insana ait her şey karşısındaki tavrı , monokiniyi
de peçel i/çarşaflı kıyafeti de eşit rahatlıkla sergileyen bir mankenin
tavrına benzer: tam bir profesyoneldir; ama sadece işinde deği l , ha-
GWBAUEŞME VE KAMUSAL ALAN 59

yatın bütünü karşısında/hayatının bütün anlarında; dolayısıyla bu


insan için hayatının bütün ilişkileri zaten sadece bir iştir, tabii ' bu­
siness' anlamında .
İnsanlar tarafından doğrudan birer kalıp olarak algılanması en
zor, hatta çoğu zaman imkansız olan normlar, kişinin içine doğmuş
ve kendisini biçimlendirmiş olan kültürün/kendi kültürünün norm­
ları , kısacası kültürel normlardır. Kültürel normların karşı ucunda
ise entellektüel normlar bulunur: bir normun doğrudan doğruya dış­
sal bir kalıp olarak algılanması , o normun entellektüel bir norm ol­
duğunun kanıtı olamaz; ama bir normun , kendisini dışsal bir kalıp
olarak algılatabiliyor olmaksızın entellektüel bir norm niteliği taşı­
yor olması da hiç mi hiç düşünülemez . Bu durumda ' kalıp yıkıcı­
lık ' ın bizatihi bir değer olarak ortaya sürüldüğü bir ortamda , bun­
dan en çok zarar görecek olan şeyin entel lektüel normlar, dolayısıy­
la da toplumun entellektüel düzeyi olacağını söyleyebiliriz. Buna
karşılık , birer kalıp olarak doğrudan algılanmalarının güçlüğü ölçü­
sünde kültürel normların egemenliği/kültürel normlara teslimiyet ,
neredeyse mutlaklık derecesine ulaşırken , bu türden normlar esa­
sındaki bağnazlıkların da, toplumu adeta bir insan alt-türleri pana­
yırına dönüştüreceği açıktır: bel irli bir ' ne ' lik esasında herhangi bir
alt-türe mensup olmak , hem genel kural , hem de belirli bir hukuk­
sal statüye sahip olmanın koşulu , en azından olağan yolu haline gel­
miştir.

Böyle bir ortamda, ' ne ' l iklerin ölçüt olarak alınmayıp , insanla­
rın tek ve ortak bir skala üzerinde yer almalarının öngörüldüğü ye­
gane yer ise , pazardır. İ şte bu yüzden de pazar , globalleşmenin dün­
yasında, tür kuvvetindeki 'ne 'likler esasında parçalanmış olan insa­
nı yeniden bir araya getirebi lecek , bu parçalanmışlığın telafi edile­
ceği tek yer olarak görülür, gösterilir. Globalleşmeci söylem çerçe­
vesinde , serbest piyasa ekonomisinden yana olmanın , sadece eko­
nomik/siyasal bir tercih değil , aynı zamanda adeta ahlaki bir yü­
kü mlülükmüş gibi sunuluyor olmasının temelinde de , pazarın dün­
ya çapında serbestleşip tek bir pazar haline gelmesine , insanları bü-
60 GLOBAUEŞ(T/RJME TERÖRÜ

tünleştirip dünyada kalıcı bir barışın kurulmasını sağlayacak sihirli


değnek ya da mucizevi formül olarak bakılıyor olması yatar. Oysa
pazarın ' ne ' likleri ölçüt olarak almaması , insanlar arasında fark
gütmeyen demokratik bir ortam oluşturması ndan deği l , hiçbir şey
arasında , bu arada insanla hayvan , hayvanla bitki , bitkiyle taş-top­
rak ya da herhangi bir diğer doğal ya da insan ürünü nesne , ancak
en önemlisi , hayat (can) ile ölüm (ceset, ceset parçaları/nakillik
organlar) arasında hiçbir fark gözetmemesinden kaynaklanan bir
durumdur: pazarda sadece ' ne ' l iklere değil , ' kimse ' ye de yer yok­
tur ya da pazarda insan bir kimse olarak , yani kendisinin "kendim"
dediği varlıkla örtüşen nitel bir biri m , bir zatiyet (kendilik , entite)
olarak değil , diğer her şey gibi , sadece taşıyıcısı olduğu değişim de­
ğeri kadar, yani kendisinin metaya tercüme edilebi l irliği ölçüsünde ,
nesne cinsinden ifade edilebilen bir yekun olarak yer al ır.

G loballeşmenin dünyas ı , insanın kendi ' ne ' liğine tıkı lı olma­


yacağı tek yerde , yani pazarda da, ancak ve ancak nesne olmak ko­
şuluyla yer alabildiği bir dünya olacaktır: bu dünya, insanın hem
' ne ' liği dışına uzanıp , hem de i nsan kalmasına izin veren her türlü
alandan yoksun bir dünyadır. Şöyle de söyleyebiliriz: globalleşme
gerçekleşecekse , paradigması sadece iki parametreden , yani bir
' ne ' l ikler, bir de pazardan ibaret olan bir dünyada gerçekleşecek­
tir<'*) . Bu ise , globalleşmenin dünyası , bütünlüğü kendi dışından

( *) Doğrudan doğruya kapitalizme, kapitalist metropollerin emperyalizmine ve­


ya kapitalizmin ürünü olarak insanın nesneleşmesine karşı çıkışlarını belirli
bir ' ne'lik (etno-ırksal/kültürel/dinsel/mezhepsel/yöresel vb... ) temeline
oturtan hareket, akım ve ideolojilerin, söylem düzeyinde ne denli radikal,
eylem düzeyinde de ne denli şedit ve kural tanımaz olurlarsa olsunlar, glo­
balleşen bir kapitalizm karşısında herhangi bir tehdit oluşturmayıp, sınıfsal
çatışmalar karşısında daima tercih edilir, hatta pek çok zaman da desteklenir
bir alternatif olarak görülmeleri de, işte bu paradigma çerçevesinde varolup,
ister istemez bu paradigmanın yeniden üretimine katkıda bulunuyor olmala­
rıyla açıklanabilir .
GWBALLEŞME VE KAMUSAL � 61

sağlanan bir dünya olacak demektir. Şöyle ki , insanlar sadece ' ne ' -
likleri temelinde ele alınmakta , ' insan' , - ' hayvan' kavramının ke­
di , timsah , fil vb . . . gibi somut canlı türleri karşısındaki durumu mi­
sali- gerçeklik düzeyinde somut hiçbir karşılığı bulunmayan bir so­
yutluk durumuna düşerken , ' ne ' l ikler de ister istemez tür katına
yükselmiş olacaklardır.

Globalleşmenin dünyası artık , farklı türden canlıları n , kendi


ürünleri olmayan , kendi dışlarından kurulmuş/verilmiş ortak bir dü­
zenl i liğe tabi olarak üzerinde yer aldıkları ve aralarında da aynı bir
düzenliliğe tabi olmaktan başka hiçbir bağın bulunmadığı bir dün­
yadır. Bu şekilde , bu dünyayı bu dünya yapan düzenlilik, bu dü­
zenliliğe tabi olarak varl ıklarını sürdürürken aynı zamanda bu dü­
zenliliği de her an yeniden üretmiş olanların , yani insanların dışın­
dan verilmiş , dolayısıyla insan tarafından değişikliğe uğratılması
mümkün olmayan tarih-ötesi bir mutlaklık konumuna oturtulup
dokunulmaz , tartışılmaz , evrensel ve de kalıcı kılınmış olmaktadır.
Oysa insan , gerçek bir türdür; hangi ' ne ' l ikten olurlarsa olsunlar
bütün insanlar da bu aynı türü n mensubudurlar: insanın türsel tekil­
liği , ' ne ' liksel çoğulluğundan daha az gerçek/sahici değildir. Buna
karşılık, globalleşmeni n paradigması , insanın sadece ' ne ' l iksel ço­
ğulluğunu dikkate almakla, insan gerçekliğini n , söz konusu çoğul­
luk ile insanın türsel tekilliği arası ndaki çakışmazlık alanına teka­
bül eden bölümünü yok saymış , dolayısıyla aslında insana ait bir
alanı , sanki i nsan-dışı belirleyic iliklere tabi bir alanmış gibi göste­
rilmeye hazır kılmış olmaktadır.

Çoğulculuk konusunda sınır tanımaz mutlak bir demokratlık


kılıfı altında, insan ' ne ' l iklerine adeta tarih-ötesi bir mutlaklık atfe­
dilirke n , insanın türsel tekilliği görmezden gelinir. Oysa insanın öz­
g üllüğü , şu ya da bu ' ne ' l ikte ya da insanın türsel özelliklerinde de­
ğil , zoolojik düzeyde tek ve aynı bir türsel veriye sahip iken kendi
çabasıyla bu verinin ötesine geç i p , doğada hazır bu lmuş olmadığı
kültürel ' ne ' l iklere h ayat vererek kendi kendisini çoğullaştırmasın­
da , yani kendi zoolojik ' ne ' l iği karşısında özneleşip tarih üretmiş
62 GWBAUEŞ(TIR)ME TERÖRÜ

olmasında yatar. Bu durum gözardı edildiğinde insanın kendisi de ,


sadece türsel tekilliğinden ibaret kalmayıp, kendi kendisini farklı
kültürel ' ne ' l ikler halinde çoğullaştırması sonucunda ortaya çıkan ,
bu yüzden de kendisini beşeri anlamıyla insan yapan yanına teka­
bül eden alanın , yani söz konusu örtüşmezlik alanının dışına alın­
mış olmaktadır.
B u alan , tür ile ' ne ' l ikler arasında yer alır; dolayısıyla, ne tür,
ne de ' ne ' l ikler (kültür) esasında tanımlanması mümkündür; ne de
insanın , sadece türünden ya da ' ne ' Iiğinden ibaret bir varlık olarak
bu alan içinde yer almas ı : insan , gerçeklik düzeyinde hiçbir karşılı­
ğı bulunmayan tür-üstü bir kategori haline getiri l mekle , ' ne ' l ikler
ilk bakışta her ne kadar bir üst kata , yani türler katına taşınmış gibi
görünseler de , aslında insan diye bir tür var ve bu durum değişmi­
yor olduğuna göre , ' ne ' likler bir üst kata değil , tam tersine insanlar
bir alt kata taşınmı ş ; insanlığı n , ister zoolojik, i ster kültürel hiçbir
' ne ' liğe indirgenmesi mümkün olmayan ortak zemini de insanlar­
dan boşaltılmış , insan müdahalesine kapatılmış olmaktadır. Kişinin
kendi ' ne ' liği dışına uzanamaması ölçüsünde kendisine kapalı olan
bu alan , ' ne ' l iğine gömülmüş insan için , adeta insan dünyasına da­
hil olmayan , dolayısıyla düzenleniş ve işleyiş tarzı itibariyle hiçbir
' ne ' lik ayırımı gütmeksizin bütün insanlar karşısında aşkınlığa sa­
hip değişmez bir veri niteliği taşıyor olacaktır.

Buradaki dünya , insanların ' ne ' liklere hapsoldukları bir dünya­


dır; ' ne ' I iksel çoğulluk ile türsel tekillik arasındaki çakışmazlık ala­
nı ise , -insanı bütün bu ' ne ' liklerden sadece bir teki ne indirgemek
ya da aslfyi arızilerin , zorunluyu zorunsuzların vb . . . toplamıymış
gibi görmek mümkün olmadığına göre- ' ne ' Iiklerle doldurulması ,
' ne ' l ikler temelinde düzenlenf!lesi , bu temelde bir işleyiş biçimine
sahip olması mümkün olmayan , dolayısıyla insanlar , ' ne ' liklerine
gömülmüşlükleri ölçüsünde , kendisinin üzerinde i nsan olarak yer
alamazlarken , kendisi de ister istemez insansız kalmış olacak olan
bir alandır .
GWBMLEŞME VE KAMUSAL AUN 63

Bu alan , somut hayvanlarla hayvan kavramı arasındaki alan gi­


bi zihinsel soyutlama ürünü bir alan değildir; insan gerçekliği çer­
çevesinde , ' ne ' liksel çoğulluk ve türsel tekilliğin , yani iki somutlu­
ğun arasında yer alır; dolayısıyla kendisi de somut , pratikte bir an
dahi boş kalması söz konusu olmayan bir alandır; işte bu yüzden de ,
kendisinin ' ne ' liklere kapal ı , insanların da ' ne ' liklere gömülü ol­
maları ölçüsünde , dolduruluş , düzenleniş biçimi itibariyle insanları
insana değil de , insan-dışına bağlayan , yani ' ne ' likleri ölçüt alma­
masının yanısıra , artık hiçbir insan değerinin de ölçüt olarak alın­
madığı bir varlık alanı olarak , bütün insanların karşısına dikilmiş
olacaktır .

Böyle bir düzenlilik , insanın sadece zoolojik verisinden ibaret


olmadığı tarihsel-toplumsal bir çerçevede geçerli olacağına göre ,
doğrudan doğruya doğa kaynaklı bir düzenlilik tabii ki olmayacak­
tır; ama , insan karşısında mutlak , genelgeçer ve değişmez bir belir­
leyiciliğe sahip olabilmesi için de , doğrudan doğruya insan ürünü ,
insan tarafından kurulmuş , dolayısıyla yine insan tarafından kırılıp
yıkılması mümkün bir düzen değilmiş gibi de gösterilmesi gereke­
cektir. Ö yleyse bu düzenlilik , insan tarafından fiili kılınan , işleti­
len , kendisine hayat verilen, ancak insan tarafından yapılmış olma ­
yan (mealen , Hayek) bir düzenlilik olacaktır; yani , doğal değil , ama
doğal kadar evrensel , mutlak ve bağlayıcı; doğrudan doğruya beşe­
ri bir ürün de değil ama , ancak beşeri dünyada , insanda ve insanla
varolabilen bir düzenlilik . Tabii burada , hemen hatırımıza , yapısal­
cı antropolojinin de , beşeri gerçekliğin bütününü , yani tarihi , kültü­
rü , toplumu , kısacası insanı , hayvandan bu yanda, ama tarihin de
öte yanında , yani varolması ' saçl ı kellik' kadar i mkansız bir yere
yerleştirdiği gelir ve kültüre tarih-ötesi bir mutlaklık tanıması bakı­
mından bu yaklaşımın , globalleşme çağı kapitalizminin ideolojisi­
ne esin ve beslenme kaynağı olduğunu düşünürüz.
İ nsanların tümü için geçerli olacak düzenlilik , insan-üstü bir
mutlaklık düzeyine çıkartıldımıydı , daha doğrusu, insanların tümü
64 GWBALLEŞ(TIR)ME TERÖRÜ

kendi münferit ' ne ' likleri temelinde , " - Oh , ne güzel; bizim ve sa­
dece bize ait, dolayısıyla içlerinde ne biçim özerk olacağız! " de­ ...

dikleri insan-altı kovuklara yerleştirildimiydi , ' ulus-devlet' in de ar­


tık genel düzenlilik doğrultusunda çalışacak yerel bir işgüderlik ay­
gıtı olmanın ötesinde herhangi bir işlevinin bulunmayacağı bir dün­
yadayız demektir. Devletin küçültülmesi demokratik bir aşama ola­
rak sunulurken , dünyanın bütününün işgüderlik boyutunu aşmayan
devletler temelinde yeniden yapılanması da , ruhunu -tabii , kültürel
(etno-dinsel-mezhepsel) ' ne ' l ikler esasında- yeniden aramaya çık­
mış bir insanlığın manevi rönesansı olarak kutlanıp kutsanacaktır.
İ nsanın , kendi türsel tekilliği ile beşeri çoğulluğu arasındaki çakış­
mazlık alanı dışına sürgün edi lmesi bir yana, bu alanın insan için en
girilmez bölge olarak ilan edildiği bir dünyanın varlığı söz konusu­
dur ki , işte tam tam ına burada, globalleşmiş bir dünyanın aynı za­
manda , kamusal alanın sıfır noktasında bulunduğu bir dünya da
olacağını söyleyebiliriz: kamusal, ' özel de olabilecek olmayan ' de­
mektir; özel de ol abilecek iken kamusal olan ise , aslında kamusal
deği l , devletleştirilmiş olandır; dolayısıyla, kamusal ancak ve an­
cak , özelin sınırları içine giremeyecek olan , özel tarafından doldu­
rul ması ise zaten varl ık yapısı itibariyle olanaksız bir alan üzerinde
varlı k kazanabilecektir ve insan dünyasında bu nitelikte olan tek bir
alan vardır ki , o da, söz konusu çakışmazhk alanı , yani insanın
' ne ' l iksel çoğulluğu ile türsel tekilliği arasında kalan alandır.

Globalleşmiş bir dünyada , kamusal alana yer olmadığı gibi , in­


san için de , ya ' ne ' liğine gömülmek , ya da , değişim değerinden iba­
ret bir nesne olarak pazarda/pazara ' seri l mek ' dışında herhangi bir
varoluş tarzı öngörül üyor değildir. B u durumda, kamusal alan , in­
sanı n , 'ne ' liğine gömülüyken , yani, tek ölçütü kendi 'ne 'liği, kendi­
si de 'ne ' liğinden ibaret iken üzerinde yer alamayacağı , ancak,
üzerinde yer almak için de 'ne 'liğini yok saymak zorunda/üzerin ­
deyken 'ne ' liğinin yok sayı lacak olmadığı bir alandır diyebiliri z .
' Ne ' lik , ' olunan ' l a sınırlı olduğuna , insan i s e ' ne ' l iğinden ibaretken
kamusal alanda yer alamadığına göre , bu alan ister istemez , 'olu-
GWBALLEŞME VE KAMUSAL ALAN

nan ' a değil , ' yapılan ' a ilişkin bir alan olacaktır. Ancak şu da var­
dır ki , kamusal alanda ' yapılan ' , ' olunan ' dan bağımsız, ondan ko­
partıl mış bir ' yapılan ' değildir: bu alan insanın ' ne ' l iğine değil ,
'n e ' liğinden ibaret insana kapalı olup , kendisi ' ne ' l iği nden ibaret ,
öl çütü de ' ne ' lik olmadığı ölçüde insan , kamusal alanda da kendi
' ne ' l iğini taşıyor, dolayısıyla bu alandaki ' yapı lan ' , ister dstemez
'olu nan ' ı da kapsıyor , daha doğrusu bu ikisi birbirleri ni karşılıklı
olarak içeriyor, bağlıyor ve tanımlıyor olacaktır. Ö yleyse , bu alan­
da ' yapılan ' , insanın kendi dışından konulmuş ölçütleri temel ala­
rak biçimlendirdiği bir ' yapılan ' olmayacaktır; zira ' olunan ' dan ko­
partılmış değil , onu da kapsamaktadır: burada insan , her ne yapı­
yorsa , bu yaptığıyla kendi kendisini de yapmakta olup , yaptığının
içinde kendisi de vardır. Ancak , bu ' yapılan ' ı n , 'olunan ' esasında
belirlenmi ş , yani i nsanın münhasıran kendi ' ne ' liğinin basit yeni­
den üretimine yönelik bir ' yapılan ' olması da söz konusu olamaz;
zira, kamusal alanda bulunmanın koşul u , zaten ' ne ' liğin ölçüt alın­
mamasıdır.

B u durumda şunu söyleyebiliriz: kamusal alanın ' yapılan ' ı , in­


sanın ne kendisinin basit yeniden üretimine , ne de değişim değeri
elde etmeye , dolayısıyla ne kendisi içi n , ne de başkaları için kulla­
nım değeri yaratmaya yöneliktir; yani mutlak bir hasbilik (ne bura­
da ve şimdi , ne orada ve sonra , ne kendis i , ne de başkası için her­
hangi bir ç ıkar gözetmeme ; desinteressement) taşır ki , bu sayede
de , bencilliğin de , elcilliğin de ötesinde , insanın , -belirli bir ' B iz '
açısından belirli b i r yer v e anda geçerli olan somut koşulların prag­
matik gereklerine hapsolmaksızın , taktik gütmeksizin- ' insan ' adı­
na biçi m lendirmiş olduğu bir ' yapılan 'dır. Tabii bu , söz konusu
'y apılan ' ın her türlü pragmatik değerden yoksun olduğu ve 'bura­
da/şimdi ' yaşanmakta olanlara bigane kalma temel inde biçimlendi­
ği anlamına gelmeyip, tam tersine , buranın ve şimdinin sorunlarını ,
yerel ve geçici çerçeveler içinde dağılıp yokolmaya bırakmayıp ev­
re nsel bir sorunsal çerçevesinde kalıcı ve genelgeçer ilkelerin yol
göstericiliğine bağlama kaygısından kaynaklanır.
66 GLOBALL EŞ(TIR)ME TERÖRÜ

Buradaki 'yapılan', 'insan adına'lığından dolayı, ister istemez


dogmatik bir renklenime sahiptir ama, söz konusu 'yapılan'ın, be­
lirli bir 'taraf'ın, belirli koşullar çerçevesindeki hem geçici, hem de
parçasal/parçacı/parçalayıcı çıkarlarını hedeflemiyor olması bakı­
mından da, kamusal alan, bir yandan, etik, estetik ve entellektüel
değerlerin nüfuzuna tümüyle açık, diğer yandan da zaman ve me­
kan üzerindeki ve 'ne'likler düzeyindeki sınırların ötesine geçmeye
elverişli bir alandır. İ şte bu yüzden de, kamusal alan, medeniyetin
kendisi değil, ancak, medeniyetin zorunlu zeminidir. Zira, burada
kültür, 'yapılan'dan kopuk bir 'olunan' çerçevesinde eylemlilikten
yoksun katı/geçirimsiz/opak bir nesne halinde statikleşmemiş, tam
tersine, 'yapılan'a içkin, bu içkinliği ölçüsünde de, insanın olağan ,
gündelik, sıradan davranışları aracılığıyla toplumsal gerçekliğin ye­
niden üretilmesi çerçevesinde de fiilileşir hale gelmiş olacaktır. B u
durumda, bir yandan kültürün kendisi, somut insan eylemine ilişkin
değerlerle beslenip dinamikleşerek, bu değerlerin insan eylemi ara­
cılığıyla maddeye/toplumun fiziksel boyutuna zerkolunmasına im­
kan veren bir özsu niteliği kazanırken, diğer yandan da, toplumsal
gerçekliğin, en somutundan en soyutuna, bütün katları itibariyle ay­
nı özsuyla beslenip, bütün noktaları itibariyle de kendi içinde geçir­
gen, bütün tezahürleri birbirleriyle eklemli, dolayısıyla mekan için­
de sürekliliğe, zaman içinde de kalıcılığa sahip bir bütün haline gel­
mesini sağlamış olur. Artık burada, şunu söylemenin, mümkün
olan en yüksek meşruluk düzeyine ulaştığını düşünüyoruz: "üreti­
min tümüyle pazar-içinleştirilmesi temelindeki bir g loballeşme me­
deniyetin de sonu olacaktı r . "

***

Bu alan, yani söz konusu çakışmazlık alanı, birileri gelsin de


beni sahiplensin diye boş olarak bekleyen bir alan olmadığı gibi,
kendisini kamusal alana dönüştürmek isteyenlere de, kendisini yok
sayan ya da ilhak edip beşer-dışı bir alanın (beşer-üstü: ilam; beşer­
altı: ırksal; Paretogil anlamıyla rezidüel/kalıntısal; libidinal vb. ..)
GLOBALLEŞME VE KAMUSAL ALAN 67

insan dünyası içindeki uzantısı haline getirmek isteyenlere kıyasla


herh angi bir öncelik/ayrıcalık tanıyacak ya da daha bir kolaylık
gösterecek değildir. Ancak şu da vardır ki, böyle bir çakışmazlık
alanının varlığından söz etmek dahi , onun kamusal alana dönüştü­
rül mesinin bir parçası , dolayısıyla bu söz etme işi , kamusal alanın
olu şturulmasının varlıksal/varlık yaratan momentidir. Söz konusu
çakışmazlığın parametreleri , yani bir yandan insanın türsel tekilli­
ği , diğer yandan da i nsanın beşeri/kültürel çoğulluğu ne denli vur­
gulanır ve böyle bir çakışmazlığı n , arızi , tesadüfi , geçici , kısmi , ye­
rel , konjonktüre! bir durum değil de , insanın beşeri bir varlık olma­
sının yegane evrensel ve zorunlu tezahürü olduğunun altı çizilirse ,
kamu sal alan sadece tanımlanmış olmaz , aynı zamanda varlık da
kazanmış olur: kamusal alan , insanın ' insan ' olarak tanımlandığı
yerdir ve de insanın kendi kendisi hakkındaki tanımı , varlık alanı­
nın , genellikle sanıldığı gibi epistemoloj ik değil , doğrudan doğruya
ontolojik düzeyinde yer alır.

Nasıl ki , insanın türsel tekilliğinin geri plana itilip, ' insan ' ın iş­
lemsel çerçevelerden yoksun kılınması kamusal alanın varlıksal te­
melini ortadan kaldırmış olacaktır; insanın ' ne ' l iksel çoğulluğunun
gözardı edilmesi ve işlemsel çerçevelerden yoksun bırakılması da,
bundan farklı bir sonuç verecek değildir: vatandaş kavramı , kültü­
rel ' ne ' liğin , kişinin fiziksel varl ığına paralel bir ' beşeri gövde ' sta­
tüsüne yerleştirilip, kendi sahibi karşısında bile -kendi kendisini
yoketmeye yöneldiği takdirde- dokunulmaz kılınmasını sağlaya­
cak biçimde zenginleştiri l mel i ; daha doğrusu , vatandaş kavramının
içinde zaten mevcut olan bu boyut, şiddetle ve ısrarla vurgulanma­
lıdır. Zira , vatandaş ' ın ne kendisi bir kimliktir, ne de ' ne ' l iksiz bir
kimliği öngörür; tam tersine , bir kimliğe sahip olmak içi n , kendisi
her ' ne ' ise , ondan başka hiçbir şey olmak zorunda olmayan , yani
' ne ' liği güvence altına alınmış insandır.

Vatandaş ' ı n , ' ne ' l iksiz bir kimlik olarak ele alınması ise , adı
konulmamış bir ' ne ' l iğin insanlara dayatılıyor olmasından başka
68 GWBALLEŞ(TIRJME TERÖRÜ

bir şey olmayacaktır. Bu şekilde anlaşıldığı ölçüde , vatandaş kav­


ramı , işlemsel bir kategori olmaktan fiilen çıkmış , tabii bu arada,
gerek kendisi , gerekse kendisinin çağrıştırdığı ve/veya dayandığı
(Fransız İ htilal i ' nden laiklik i lkesine , Aydınlanma'dan metrik sis­
teme) her şey de , bütün itibarını yitirmiş olacaktır. Bu ise , global­
leşmecinin arayıp da bulamadığı fırsattır: ' vatandaş ' ın olmadığı
yerde , devir de artık , despotizme karşı çıkma görüntüsü altında ,
despotluğun faturasını doğrudan doğruya vatandaş kavramının ken­
disine çıkartarak , bir yandan despotizmin sponsoru ve gerçek pat­
ronu durumundaki toplumsal sınıfları aklarken , diğer yandan da, -
ellerinde tam da globalleşmenin istediği türden bir çok-türlülük
modeli- demokrasi şampiyonluğuna soyunan nevzuhurların devri
olacaktır. Bunların gözünde ' insan ' dan söz edi p , ' ne ' liklerden ba­
ğımsız çerçevelere öncelik vermek , adeta tek tip bir Hayvan yara­
tacağım diye , bütün hayvanl arı kesip biçmeye girişip, canlılara zu­
lüm , yeryüzünün zenginliklerini mahv , doğanı n dengesini de yok
etmekten pek de farklı olmayan , üstelik sonuçta da kesinlikle başa­
rısızlığa mahkum , hem ziyankar , hem de despotik bir sapkınlık; bu­
na karşılık , olsa olsa , zengince bir hayvanat bahçesi açısından an­
lamlı olabilecek bir yapılanma tipi de , çoğulculuğun bütün erdem­
lerin i kuvveden fii l e taşıyacak evrensel demokrasi modelidir. Kul­
landıkları söylemin anahtar kavramı ise ' sivil toplu m ' olacaktır;
ama tabu , zihinde inşa edilmiş teorik bir enstrüman deği l de , sanki
somut bir toplumsal formasyon tipiymiş gibi . . . B urada çoğulculuk­
tan söz edilmekte , ancak , çoğulculuğun ve ister istemez çoğulluğun
ön koşulunun , neyi n çoğulluğu söz konusuysa, işte onun tekilinin
mevcudiyeti olduğu gözardı edilmektedir.

Hangi tekile dayandığı , dayandığı tekilin ne olduğ u , bu tekilin


tekilliğinin neye dayandığı açıkça tespit , tarif, teyid ve de ilan edil­
miş olmayan her türlü çoğulculuk , aslında farklı tekil lerin kendi
dışlarından tasarımlanıp kurulmuş ortak bir çerçeve içindeki zorun­
lu birlikteliklerinden başka bir şey olmayacaktır; tıpkı bir hayvanat
bahçesinde olduğu gibi . Bütün hayvanlar kendi tür( ' ne ' lik)lerine
GWBAUEŞME VE KAMUSAL ALAN 69

göre farklı kafeslere tıkılmış (kendilerine farklı statüler, çerçeveler


tah sis edilmiş) ve bu kafeslerin her biri barındırdığı hayvan türüne
göre farklı düzeneklerle donatılıp farklı beslenme , bakım , temizlik
ve yola getirme rejimlerine ( ' sivil toplum ' l ann çok-hukuklulu ğu)
tabi kılınmışlardır; bu yüzden de , hayvanat behçesinin sınırlannın
ke ndi kafeslerinin ön cephe demirleri hizasından geçtiğini/hayvanat
bahç esinin kendi kafeslerinin ötesinde başladığını sanıp , kafesleri­
ni kendi ayrıcalıklı özerklik alanlan olarak göreceklerdir: globalleş­
menin dünyası , her bir sakininin , kendisini bu dünyanın marjında
yer alan sadece kendisine özgü bir dünyada yaşıyormuş gibi görüp,
globalleşmenin dünyasını kendisine taşıyan , kendisini de bu dünya­
ya entegre edip bu dünyanın bir sakini yapan ortak alanlara hiç bu­
laşmadığı ölçüde kendisini bu dünyanın dışında tutabileceğini dü­
şündüğü bir dünya olacaktır.

Tabii burada söz konusu olan , gerçek dünyanın , salt mikrosos­


yal düzeyde yer alan bir tasavvurudur; yani insan , dünyaya kendi
bulunduğu yerden baktığında neyi görebiliyor ve o anda ne hissedi­
yorsa işte ona ve sadece ona bağlı olarak oluşturulmuş bir tasavvur­
dur: buradaki dünya , bireylerin tutum ve davranışları dışında hiç­
bir bel irleyiciliğin geçerli olmadığı , yani hiç bir makro yapısı bu­
lunmayan , dolayısıyla da , bütün varlık alanı kişiler arası ilişkiler­
den ibaret bir dünyadır -sanki - . Bu dünyanın insanı ise , Samuel­
son ' u n unutulmaz örneğindeki insan , yani kendi talep ettiği ücreti
düşürerek diğer talipler arasından işe girenin kendisi olduğuna ba­
kıp , herkes talep ettiği ücreti düşürse işsizliğin ortadan kalkacağını
zanneden insandır: tam göbeğinde bulunup , tümüyle kendisinin dü­
zenliliğine tabi olduğu bir dünyayı , kendi dışından seyrediyor oldu­
ğunu sanmaktadır; tıpkı , zaten içlerinde bulunduğu için kendi ka­
lıplarını kalıp olarak hissedemeyen , dolayısıyla kendisinin de kalıp­
lar içinde olduğunu farkedemeyen ' kalıp yıkıcı ' mız gibi .

Bu türden bir dünya tasavvurunu egemen kılmanın mekaniz­


maları üzerinde düşündüğümüzde ' bilgi çağı , bilgi toplumu ' ile
70 GWBALLEŞ(TIRJME TERÖRÜ

globalleşme arasındaki i lişkinin de basit bir eş-zamanlılığa dayan.


mayıp , ideolojik bir kurgu çerçevesinde yer almakta olduğunu ya­
kalayabiliriz. Tabu burada ilk yapıl ması gereken şey , Türkçe ' ye
' bilgi toplumu , bilgi çağı ' diye çevri len terimlerdeki ' bilgi ' n i n , in­
sanın kendi eylemliliğine dayanan , yani , bilinen her ne ise , bilenin
de ona zihinsel yoldan dokunma, onun hatlarını izleyip bir suretini
çıkarma, onu tanıma , teşhis etme , hatta yerine göre keşif, fetih ve­
ya icad etme , var kılma, ona hayat verme, yaratma türünden bir ey­
lemini de öngören ' connaissance , knowledge ' değil , doğrudan doğ­
ruya ' information ' (societe d ' information , i nformatics society) ol­
duğunu ortaya koymaktır.

Enformasyonda söz konusu olan , insanın enforme edilmesi ,


yani , varlık kazanmasında veya varlığının tanı nmasında, formunun
veya normunun tespitinde kendisinin hiçbir katkıya, bel irleyicilik
payına ve/veya söz hakkına sahip bulunmadığı , kendisi karşısında
dışsal bir şeyler hakkında malumatdar, haberdar kılınmasıdır ki ,
bu , aynı zamanda kendisinin , üstü kapalı olarak , hakkında malu­
mat/haber sahibi kılındığı şey her ne ise , onu veri kabfil ederek dav­
ranmak zorunda olduğu konusunda uyarı lıyor, ona göre davranma­
ya davet ediliyor olması da demektir. Şöyle de söyleyebiliriz: her
malumat/enformasyon , kendisine itibar edildiği ölçüde/sürece aynı
zamanda bir tali mattır da . Buradaki davetin muhatabı ise , globalle­
şen dünyan ı n , kendi kimliğini ' ne ' l iğine indirgemiş , yani sadece
' ne ' liği esasında bir ' kimse ' olabilen insanıdır; ancak ' ne ' lik , i nsan
açısından , ' olunan ' a i l işkindir , 'olunan ' çerçevesinde yer alır; bu
yüzden de , söz konusu i nsan , ' yapılan ' çerçevesinde , yani fii lleri
düzeyinde , artık ' hiç kimse ' , yani ' herkes ' tir: kültürel ' ne ' liklerin
adeta tarih-ötesi mutlak veriler olarak kabul edilip , birer kutsal
emanet misali gündelik hayatın üstünde bir yere yerleştiri l me gö­
rüntüsü altında statikleştirilmeleri , ' olunan ' ile ' yapı lan ' arasındaki
her türlü bağın ortadan kalkmasına yol açarken , kültürel olan da, ri­
tüalistik-sembolik dışa vurumlan/sergilenimleri hariç , insanın fii l ­
leri üzerindeki her türlü düzenleme gücünü , insana ölçüt v e nirengi
GWBAUEŞME VE KAMUSAL ALAN 71

nok talan sağlama işlevini yitirmiştir. Buradaki insan artık, dünya


içindeki yol alışı itibariyle, yani toplumun 'ne'lik tanımaz makro
yapılan çerçevesinde diğer insan ve nesneler karşısında tavır ve
davranışlarını belirleme konusunda, kendi kendisini, tümüyle ken­
di dışından kurulup 'herkes'i kapsayacak şekilde düzenlenmiş ortak
ve anonim bir sinyalizasyon şebekesine tümüyle teslim etmekten
başka çaresi kalmamış bir insandır.

Bütün bunların yanısıra, insan için 'haber'in, ancak ve ancak


kendi yapmadığı, belirlemediği, katılmadığı, dışında kaldığı şeyle­
re ilişkin olabileceğini, bundan kalkarak da, kendisi için her şey bir
' haber' oluşturan insanın aynı zamanda her şeyin de dışında kalmış
olacağını, dolayısıyla insanın salt haber-alıcı, izleyici konumuna in­
dirgenmesi ya da bu boyutunun ağır basar hale getirilmesi ölçüsün­
de her şeyin dışına sürülmüş, merkezden çevreye itilmiş, sürekli
olarak merkezin dışında, kendi köşesine raptedi lmiş olacağını da
dikkate alırsak, bütün insanların bütün her şeyden kolaylıkla ha­
berdar olabileceği, yani bütün bilgilerin herkese açık, böylesine
şeffaf bir dünyada ise bütün her şeyin bilgi sahibi olmaya bağlı ol­
duğu şeklindeki bir mithosun da, dünyayı globalleştinnede vazge­
çilmez bir ideolojik enstrüman olduğu açık seçik ortaya çıkar: her­
kesin, 'her şeyden ilk/tek/en haberdar/malumatdar olma' rantını
kapma peşinde, hep kendi dışında olup bitenleri en yakından izler
hale geldiği bir dünya, herkes kendini seyirci/izleyici, dolayısıyla
sahnenin dışında bulunuyorum sanırken, ortalıkta böyle sanmayan
hiç kimse de bulunmuyor olacağına göre, aslında herkesin oyuncu,
her yerin sahne, ancak hiç kimse herkesle birlikte aynı oyunun için­
de ve sahnenin tam ortasında olduğunu bilmediği için, herkesin de,
ne oyuna, ne de sahneye kesinlikle karışmayıp, meydanı tümüyle
boş bırakıyor olduğu bir dünya olacaktır.

Burada işleyen, Gurvitchgil terimiyle, tam tamına bir 'perspek­


tifl erin karşılıklılığı (reciprocite des perspectives)' diyalektiğidir:
herkes kendisini seyirci/izleyici sanırken/sandığı için, herkes oyun-
72 GWBALLEŞ(T/RJME TERÖRÜ

cudur; herkes kendisini ' dışan 'da sanırken/sandığı için , içeri si sa ­


dece ve sadece ' dışarı ' sı gibi görülenlerden ibarettir; ancak sonuç­
ta , izleyicilik esasında herkes bağımlı (izleyen izlenen karşısında
zorunlu olarak bağımlıdır, yoksa izlemiyor demektir) unsur konu­
mundadır; herkesin 'dışarı ' dalığı esasında da içerisi , yani ortalık ,
tümüyle boştur; daha doğrusu meydan , kendisini dolduranlar tara­
fından boş , sahipsiz bırakılmıştır; buna karşılık , burada herkes ba­
ğımlı unsur konumunda olduğuna göre , kendisi bağımsız olup mey­
danın da patronu konumunda bulunan unsur her ne/kim ise , işte o
ve sadece o , ortalıkta hiç mi hiç yoktur, görünmemektedir .

Burada adeta , metropolsüz bir sömürge imparatorluğuyla karşı


karşıyayızdır: ortalıkta sadece koloniler (bağımlı birimler) görün­
mekte , buna karşılık, bu bağımlı birimleri aynı bir bütünün alt bi­
rimleri halinde tutan , yani hepsini aynı bir imperiuma tabi kı lıp im­
paratorluğun ortak paradigmasını vazeden , oyunun kurallarını ko­
yan aslf unsura i lişkin hiçbir koordinat bulunmamaktadır.

Sanki , bütün oyuncuları için öngördüğü tek rol seyircilik/izle­


yicilik rolü olan bir oyun sahneye konmaktadır: herkesin kulağına,
baştan bir kere "haydi seyret , bir saniyesini bile kaçırma" diye fısıl­
damak yetmiş -ki bu fısıldama işinin telsiz kulaklıklar aracılığıyla
yapılması , mümkünün de ötesinde , kuvvetle muhtemeldir- , herkes
de seyirci rolünü oynamaya koyulmuştur; tabii , kendisinin de
oyuncu ve oyunun içinde olduğunu ve de oyunun kendisiyle , ken­
disinin -kendisinin de oyunun parçası/oyuna dahil olduğunu bil­
meksizin- yaptıklarıyla yürüyor olduğunu bilmeden; bilmediği için
de , en otantik biçimde . B u yüzden de rejisörün ortada dolaşmasına
da kesinlikle gerek kalmamış, hiç kimse rej isörü görmediği gibi
bizzat kendisinin de bir rejiye , hem de herkesle birl ikte aynı bir re­
j iye tabi olduğunu , dolayısıyla herkesle birlikte aynı bir rejim çer­
çevesinde bulunduğunu , aynı bir reji me hayat verdiğini de farket­
memektedir; tabii bu arada, rejimin kendisinin de zaten bu farket­
meme durumuna dayandığının farkedilmesi hiç mi hiç mümkün ol-
GWBALLEŞME VE KAMUSAL ALAN 73

maksızın: rejimin globalliği ile kapsadığı alanın homojenliği birbir­


leriyle düz orantıl ı olup, bu her iki husus da, ' herkesin kendi kendi­
si ni bütün diğer herkesten farklı , kendisini onların tabi oldukla­
rı/içinde yaşadıkları rejimin dışındaymış sanması ' ortak paydası te­
m elinde sağlanmış olmaktadır.

Ortamın homojenliğini , rejimin de globalliğini sağlayan , her­


kesin toplu halde herkesin dışında , herkesten farklı olma yarışı için­
de bulunmak temelinde aslında birbirinin aynısı , özdeşi haline ge­
liyor olmasıdır. Aynca , insanları n aynı global yapı içinde , aynı be­
lirleyicilikler hiyerarşisi uyarınca davranmakta olduklarını bilmek­
sizin ya da yapı düzeyinde herhangi bir değ işikliğe gitmeksizin (ta­
rih üretmeksizin=tarihin sonu) birbirlerinden farklı olmaya çabala­
dıkları ölçüde , aynı bir yapının herkes için bir ve aynı olan sınır
noktalarında buluşup/yığılıp/toplaşıp, hiçbir zaman olmadığı kadar
birbirlerine benzer hale gelmeleri de kaçınılmazdır.

İ nsanların rejiyle bire bir uygunluk içinde davranıyor olup , re­


jimi kendiliğinden yürür kıldıkları bir yerde , rej isörün ortalıkta do­
laşmasına gerek kalmadığı gibi , rej i elemanına da daha az ihtiyaç
olacaktır: globalleşmenin dünyası nda devlet küçülecek , hele glo­
balleşme mutlak saflığına ulaştığı anda görünürde bir devletin bu­
lunmasına, belki gerek bile kalmayacaktır . Ancak , devletin burada­
ki küçülmesinin , globalleşme söylemi çerçevesinde sunulduğu gibi
demokratik bir gelişmeye tekabü l etmediği açıktır: reji uzaktan ku­
mandaya, rejim ise , bu sayede , otomatiğe bağlanmış , rejisör ve
adamlarına tam ortada bir yer ayrı lması da, zorunlu olmaktan çıkıp ,
gereksiz hale gelmiştir. Oysa , her zaman o kadarla sınırlı kalmasa
da, devletin asü varlık alanı , i nsanın çoğulluğu ile tekilliği arasın­
daki örtüşmezlik alanıdır; yani , insan tarafından kamusal kılınabi­
lecek yegane alan . B aşka bir i fadeyle , söz konusu alanın geleneksel
i şgalcisi devlettir . Gerek kamusallaştırma ile devletleştirmenin ço­
ğ u zaman birbirine karıştırı lmasına yol açan , gerekse d e vle ti n hiç­
bir şey/kimse adın a meşn1 1aştıramayacağı tasarrufları nı me ş r fila ş -
74 GWBAILEŞ(TIRJME TERÖRÜ

tırmak üzere , yine bu alana (kamu yaran) göndermede bulunması­


na ya da globalleşmeci devlet küçültmenin demokratik bir adımmış
gibi görülüp gösterilmesine imkan veren de , işte bu geleneksel iş­
galden kaynaklanan bir göz aldanması , yani kamusal ile devletselin
özdeşleştirilmesidir.

Böyle bir aldanmanın kurbanı değilsek, devletin küçülüp bu


alandaki işgalin sona ermesi ya da hafiflemesi , tabii ki demokratik
bir gelişme olacaktır. Ancak , devletin globalleşme çerçevesindeki
küçülmesi , kamusal alanın genişlemesi şeklinde/kamusal alan ge­
nişlediği için değil, çok farklı bir temelde gerçekleşecektir: insan­
lar, tümüyle ' ne ' liklerine gömüldükleri ölçüde, ' ne ' lik temelinde.
doldurulup düzenlenmesi mümkün olmayan ç akışmazlık alanı da,
insana ait bir alan olarak görülebilir olmaktan çıkmı ş , dolayısıyla
bu alanın , aynca devlete işgal ettirilmesine zaten gerek kalmamış
olacaktır. Kısacası , beşeri' varlık alanının sınırlan, insanın sadece
' ne ' l iksel çoğulluğunu kapsayıp , bu çoğullukla türsel tekillik ara­
sındaki alanı dışarıda bırakır şekilde çizildimiydi, artık devlete de
ne yer kalmış olacaktır, ne de gerek; ama , tabii, kamusal olanın var­
lık kazanmasının da olanaksız kılınması pahasına .

Devlet, globalleşme açısından da, fuzuü şagil konumundadır


ama, bu defa insana ait bir alan üzerinde değil, tam tersine , kendi­
sine kesinlikle i nsan öznelliği bulaştırılmaması gereken , böyle bir
şeyin kendi işleyiş düzenini alt üst edip, bundan da bütün insanla­
rın zararlı çıkacağı bir alan üzerinde . Bu durumda bütün insanlığın
en öncelikli gündem maddesi devletin küçültü lmesi olacaktır; zira
bu alan , her ne kadar beşeri' bir belirlenmişli� taşımıyorsa da,
' ne ' l iklerin · hemen ötesinde başlayan , dolayısıyla bütün insanlarla
doğrudan il işkili bir alan ; devlet ise, insan ürünü bir aygıt olarak , is­
ter istemez öznellik taşıyıcısı, dolayısıyla bu alanın doğal dengesi
açısından en tehl ikeli ajandır.

B uradaki zımni' ön-kabOI şudur: insan, ölçütü kendi kısrnf/arı ­


zi ' ne ' liği olmayan, bu sayede de, farklı ' ne ' l ikten insanları da ku-
GWBALLEŞME VE KAMUSAL ALAN 75

şatan herhangi bir öznellik üretmesi , kendi dışındaki insanları da


kapsayan ve kendisini de onlarla aynı bir ortak çerçeveye yerleşti­
ren herhangi bir değer ve ölçüt vazedip, ' insan ' açısından evrensel
olanı kendi içinde n , kendisi olarak ve sadece kendisine dayanarak
kurması kesinlikle imkansız bir varlıktır.

İ nsanı 'kul ' konumunu oturtan ideoloji ve akımlar ile , bunla­


rın , kendisine en büyük şiddetle karşı çıkar gibi göründükleri glo­
balleşme arasında işleyen , hem de çok yoğun biçimde işleyen ' bir­
birini karşılıklı olarak işin içine sokup besleme (implication mutu­
elle )' diyalektiğinin kaynağı , her iki tarafın da, aynı bir insan anla­
yışına dayanıyor olmalarıdı r . Böyle bir ön-kabOl doğrultusunda,
insanlık da, her birinin farklı bir ' doğru ' su bulunan ve hiç birinin
bir diğerini kapsaması mümkün olmayan hepsi birbiri karşısında
dışsal ve geçirimsiz özel ve kısmi çerçevelere hapsedilerek kendi
içinden parçalanıp un ufak edilmiş olmaktadır. Bu durumda, söz
konusu çerçeveleri bir arada tutup, sonuçta aynı ve tek bir dünya
içinde yer alıyor olmalarını sağlayabilecek tek şey de , olsa olsa, bu
çerçevelerin tümünün dışında yer alıp , özel ve kısmi öznelliklerin
tümüne eşit uzaklıkta bulunan , yani öznellik-üstü , dolayısıyla da in­
san değer, ölçüt ve tercihleri karşısında aşkınlığa sahip genel bir dü­
zenek olacaktır: modem globalleşmeciden post-modem bir funde­
mantalist çıkartmak için tek bir hareket , yani ' öznellik-üstü ' yü ' üst­
öznel lik'e çevirmek kafi olup (& vice varsa) , her iki durumda da,
insanl ar kendi dışlarından ' insan ' yapılırken , zooloj i k ' i beşeri ' ye ,
doğal ' ı d a tarihse l ' e dönüştüren , kısacası ' yaratık' ile ' insan ' ara­
sında yer alan yegane katma değer, yani 'emek' , kendisini harca­
yanların elinden alınıp , bir kalemde başkalarının hesabına aktanlı­
vermiş olmaktadır.

Globalleşme çağının küçültülmüş devletinin varlık alanı , işte


bu özel çerçevelerle genel düzenek arasındaki bir yerde bulunup , bu
devletin temel işlevi de bu düzeneğe herhangi bir öznelliğin müda­
halede bulunmasını önlemek olacaktır. B u , aynı zamanda , her biri
76 GWBALLEŞ(TIRJME TERÖRÜ

eşit derecede bu düzeneğe tabi olan özel çerçeveleri n , kendilerine


yabancı her türlü öznelliğin müdahalesinden masun , dolayısıyla
kendi içlerinde özerk kılınmaları da demektir. Bu esasta işleyecek
olan Yeni Dünya Düzeni , sınır tanımaz biçi mde çoğulcu ve çok ses­
li bir demokrasi cennetinden başka bir şey olmayacaktır.

İnsanı böylesine masalsı bir tablonun cazibesine kapılmaktan


kurtaracak tek şey , devleti küçültmek derken ' özelleştirme , yeniden
yapılanma, transformasyon' gibi terimler aracılığıyla bütün söyle­
nenin aslında, devletin ekonomik faaliyet alanlarının tümünün dışı­
na çıkartılıp , diğer alanlardaki işlevleri n i n de y i ne en ekonomik bir
biçimde yeniden düzenlenmesi , bu sayede de ekonominin her türlü
siyasal müdahaleden arındırılıp kendi ' nesne l ' gerekleri doğrultu­
sunda işler hale getiril mesi olduğunu hatırlamaktır: ekonomiye si­
yaset karıştırı lmayacaktır; yani , öznellik-üstü evrensel nesnellik di­
ye dev letten boşaltılmış alanda egemen kılınıp siyaset üstü mutlak
bir veri konumuna oturtulacak olan , doğrudan doğruya , globalle­
şme kapitalizminin ekonomi-politiğidir.

Devletten boşaltılan alan ı n , aynı zamanda kamusallaştırı labile­


cek yegane alan olduğunu , siyasetin ise , doğrudan doğruya belirli
bir ekonomi-politik sınırları içine hapsedildiğini dikkate alırsak ,
globalleşmenin dünyasında, insanın , kendisi için girilmez kılınmak
istenen alanın kapılarını nerelerden zorlayabileceğine ilişkin iki te­
mel nirengi noktası olacak demektir: bir, toplumsal gerçekliğin ,
hiçbir siyasal belirlenmişlik taşımaz görünen , bir de , yine aynı ger­
çekliği n , kesin likle si yasal meşru luk alanı dışında tutulan tezahür­
leri . İşte , bu türden tezahürlerin siyasal sorunsalın içine çekilmesi
ölçüsündedir ki , globalleşmenin paradigması tarafından beşerf var­
lık alanı dışına taşınıp, kendisine mutlak bir değişmezl ik atfedilen
belirleyicilikler hiyerarşisi , yani topyekun toplumsal yapı da, yeni­
den tarihsel-toplumsal bir bağlam içine geri alınıp i nsan tarafı ndan
dokunulabilir kılınmış olacaktır. Burada i nsana rehberl i k edece k
olan , şu paradoksun bilincidir: siyasetin varl ıksal içeriği , i nsan kay-
GWBALLEŞME VE KAMUSAL ALAN 77

naklı ve insan hedefli egemenlik sistemlerinin kurulması/değişikli­


ğe uğratılması veya yıkılıp yeniden kurulmasına ilişkin insan faali­
yetleridir ama , her egemenlik sisteminin temelleri de , kendisine te­
kabül eden toplumsal gerçekliğin en siyaset-dışı yanlarında yatar ya
da bir egemenlik sisteminin ayakta durması , söz konusu sistemin
kendi temellerini siyaset-dışı tutabildiği ölçüde/sürece mümkün­
dür; zira , hiçbir şey kendi içinde siyasal olmayıp , insan üstesinden
gelebi leceği/-ni düşündüğü düzenlilikleri siyasal mücadele konusu
yapar ya da insan ancak siyasal mücadele konusu yapabildiği dü­
zenl i likler üzerinde etkili olma şansına sahip olabilir; tabii , bunlar
gerçekten de insan ürünü düzenlilikler ise .
78 GWBAUEŞ(TIR}ME TERÖRÜ

KAYNAKÇA:
B ALANDIER , Georges , "Sociologie , Ethnologie et Ethnographie" , Tra­

ite de Soctologie (yön .G .Gurvitch ) , (3 .baskı) PUF, Pari s , 1 967 ,

C i l t : 1 , h s . 99- 1 1 3 .

CANGIZB A Y , Kadir, "Kül tür-Medeniyet K u tuplaştırmacı l ı ğ ı " , Yeni

Toplum , say ı : l (Mayıs- Haziran) , 1 992 , qs .43 -54.

CANGIZB A Y , Kadir, " H iç-kimseleşmiş ' Türk ' i n sanı " , Biriki m , say ı :

8 3 (Mart) , I 996 , ss .55 -66 .

ERGU N , Doğan , Sosyoloji ve Tarih , ( 2 .baskı ) , Der Yay . , İ st . , 1 98 2 .

ÇELEB İ , Aykut, Dil ve Siyaset , A . Ü . Sos . B i l .Enst . , S i y . B i l . Anab i l i m

D a l ı (basılmamış doktora tezi) , An kara , 1 995 .

GIRAUD , Miche l , "Le Cul tural isme Face au Rac i s me" , L ' Homme et la

Societe , say ı : 77-78 , ss . 1 43 - 1 5 5 .

GORZ , Andre , "Le Despoti sme d ' U s i ne et ses Lendemains" , Les Temps

Modernes , say ı : 278 , 1 969.

GURVITCH , Georges , Traite de Sociologie (yön .G .Gurv i tch ) , (3 .baskı)

PUX , Pari s , 1 967 , C i l t : l , ss . 1 5 7-2 1 5 .

GURVITCH , Georges , "Diyalektik H i per-A mpirizm (çe v . Kadir Cangız­


·

bay)" . AİTİA Dergisi , C i l t : ? , say ı : 1 -2 , 3975 , ss .26 1 -286.

JAMESON , Fredric , Post-Modernizm (çev . Nuri Pülümer) , Yapı Kredi

Yay . , l st . , 1 997 .

LEDRUT , Raymond , "Sciences de l ' Homme et de la Societe" , L ' Homme

et la Societe , say ı : 7 5 - 7 6 , 1 985 .

MERİ Ç , Cemi l , Saint-Simon : İlk Sosyolog-İlk Sosyalist , Çan Yay . , l st . ,

1 967 .

SOMER , Kenan ,"Demokrasi ve Sosyalist Yaklaş ı m " , Sosyo-Politik Yak­

laşım , sayı : l (Ş ubat- Mart) , 1 993 , ss . 60- 64 .

SOULEZ, Ph i l ippe , "Proudhon et Sore l " , Cahiers Internationaux de So­


ciologie , C i l t : LV , 1 97 3 , s s . 245- 265 ,
GLOBALLEŞME Mİ, KÜRESEUEŞME Mİ?(*J

Globalizasyonu küreselleşme diye çeviriyorlar: çeviri yoluyla


dil yaratılamayacağını n , ayrıca salt lügate bakarak çeviri de yapıla­
mayacağının en güzel örneği . Bir de tam burada bel irtilmesi gere­
ken bir şey daha var: yabancı dil , eğer insanın kendi dilinde daha
iyi düşünmesine yardım edecek bir nirengi noktası , kıyaslama ara­
cı , kavramları koordi natlandırma mekanizması olarak kullanılmı­
yorsa , insanı en geniş anlamıyla ' mal ' Iaştıran bir süste n , bir takıdan
başka bir şey değildir. Hele bu yabancı dil , karşısında ast konumun­
da bulunulanların diliyse , burada söz konusu olan , kendisine takıl ­
d ı ğ ı varlığa olan talebi , o n u n pazardaki fiyatını arttırırken v e arttır­
dığı ölçüde aynı zamanda bu varlığı en dar anlamıyla basit bir ' mal '
haline de getiren bir deri-altı/varlık-içi armatürdür; söz gelimi , fa­
hişenin mesleki amaçlı silikon göğüsleri misal i .

Globalizasyona/globalleşmeye küreselleşme diye n , dünya küre


deği l de tepsi ya da tabak biçiminde olsaydı , buna ya tepsilelleşme
ya da tabaksallaşma der ve böylelikle de kendi zihinseUentellektü­
el düzeyini ortaya koymuş , yok eğer böyle yapmazsa, bu defa da
ahlaki bütünlükten yoksun bir varlık durumuna düşmüş olurdu .

' Globe ' , küre demektir; ama g lob-al kesinlikle küresel değil ,
doğrudan doğruya topyekun , total , daha doğrusu totallerin totali ,
yekunlann yekunu , kısacası n ihai yekun anlamına gelir. Nihai ye­
kun olarak global , her şeyi kapsar; mantıktaki tabiriyle kaplamı

(* ) Ulusal, sayı 2, 1 996


80 GLOBAUEŞ(T/RJME TERÖRÜ

sonsuz, dolayısıyla içlemi de sıfırdır. Global i n , en sınırlısından bir


içlemi olsa, -diyelim mavi olmamak- , bu defa her şeyi kapsayamaz,
yani global olamazdı . Öyleyse , globalin global olabilmesi için ma­
vi ile mavi olmayan arasında fark gözetmemesi , yani her türlü nitel
ölçütü devre dışı bırakıyor olması zorunludur. Bu aynı zamanda ni­
celiğin yegane ölçüt konumuna oturması , dolayısıyla birbirinden en
farkl ı nitellikleri n birbirleriyle eşdeğerl i kılınmaları demektir . Bu
durumda artık iyi-kötü , güzel-çirkin , doğru-yanlış yok , her şey
mümkü n , her şey meşrO , dolayısıyla her yol da mubahtır. Tabii bü­
tün bunlar , bireyi temel alan özgürlükçü bir atı lım olarak sunula­
caktır: post-modemizm .

Modem dünya, her an ve noktası itibariyle rasyonel kılınmak


i stenen bir dünyadır; ama bu rasyonellik uğruna insan tuvalete git­
me saatinden , adımlarının kaç santim olacağına kadar tümüyle ken­
di dışından bel irleniyor olup kendi özünü fii li kılamadığı gibi , ken­
disi için anlamlı olmayan işlevleri yerine getiren basit bir makine
dişlisi durumuna indirgenmiştir. Kendisini bu duruma getiren top­
lumsal çerçeveler rasyonel l ik temel inde kurulmuş olduklarına göre ,
insanın bu durumdan kurtul ması da, ancak ve ancak ' rasyonel ol­
mayan ' a sarıl ması suretiyle mümkün olacaktır . Burada yapılan , ras­
yonelliğin daima göreli olduğu ve günümüz dünyasının temel inde­
ki rasyonelliğin de bütün insanlar için geçerli evrensel bir rasyonel­
lik değil , sadece ve sadece kapitalist bir burjuvazinin kendi çıkarla­
rı açısından anlamlı olan ve kendisinin egemen sınıf konumunda
bulunması sayesinde insanların geri kalanına da dayattığı bir rasyo­
nellik olduğu gerçeğinin gözlerden gizlenip , -yürürlükte olan kapi­
talist rasyonellik yegane mümkün rasyonellikmiş gibi- faturanın
Akıl ' ın kendisine çıkartıl masıdır.

Fatura bir kere Akı l ' a çıkartıldımıydı , kapitalist burjuvazi te­


mize çıkmış , onun açısından rasyonel olan yapılanma biçimi de , in­
sanın ancak birey olarak dışına çıkabileceği , buna karşılık , ' Akı l '
tek v e evrensel , söz konusu yapı d a rasyonel , yani b u Evrensel Akıl
GWBAUEŞME MI , KÜRESELLEŞME MI ? 81

doğrultusunda biçimlenmiş olduğuna göre , tıpkı doğal düzenlilik


gibi insanlar tarafından değişikliğe uğratılması olanaksız bir mut­
lak lık konumuna oturtulmuş olmaktadır.
Globalleşme çağı kapital izminin ideolojik aracı olarak post­
modemizmin bizdeki dile gelişi ise , en başta iş bitiricilik olmak
üzere , kal ıp parçalayıcılık , tabu yıkıcılık ya da vizyon sahibi olmak
gibi şiarlar aracılığıyla gerçekleşecektir. İ ş bitiricilik, 'her yol mu-.
bahtır; yani, ahlaki ölçütlerin tümü kendi aralarında eşdeğerlidir;
dolayısıyla , hepsi birbirini götür� r; bu yüzden de hiç birinin işlem­
sel değeri olmadığı gibi , bu tür ölçütleri işin içine katmanın da ale­
mi yoktu r ' u temel alan bir tav ırdır. Zira iş bitirmek , hangi iş söz ko­
nusu ise onu , o işi , o işin kendi yapısından kaynaklanan gereklerin
yerine getirilmesini değil , her ne şekilde ve hangi yoldan olursa ol­
sun o işin bitirilmesini ve sadece bitirilmesini temel alır: işin ken­
disi bir kenara atılmış, bitirmek tek ölçüt haline gelmiştir. Diyelim ,
'okulu bitirmek' bir iştir; ama okula devam etmeden , okumaksızı n ,
öğrenmeksizin diplomayı almak iş bitirmektir; ister torpil , ister teh­
dit , ister rüşvet , ister kopya ya da resmi evrakta sahtekarlıkla olsun .

Şu hususu da gözden kaçırmamak gerekir ki , globalleşmenin


'her yol mubahtır'cılığının iş bitiricilik şeklinde formüle edilip fi­
ililik kazanması , Türkiye 'de halkı terorize ederek sindirme işini ya­
pısal düzeyde doğrudan devletin üstlenmesi sonucu , bildikleri ye­
gane iş terör yaratmak olan faşist militanlardan bir bölümü devletin
en önemli ve stratej ik mevki lerine yükselirken , diğer ve daha kala­
balık bir bölümünün de , faşizme geçişin devlet eliyle gerçekleştiri­
lip, meslekten militana artık ihtiyaç kalmamasından dolayı kendile­
rine başka bir iş bulmak zorunda kaldığı , ancak teroristlikten başka
bir iş bilmedikleri için de , herhangi somut bir işe girişmek yerine
her türlü işi kapsayan ve yönetim mevkiine yükselmiş ülküdaşları
sayesinde ancak kendi leri nin başarabileceği ' iş bitirme ' y i , ' devlet­
le ilişkiler' adını da verebi leceğimiz müstaki l bir iş kolu halinde ya­
pısallaştırmaya başladıkları bir döneme tesadüf ediyor olup, top-
82 GWBAUEŞ(T/R)ME TERÖRÜ

lumsal-siyasal determinizmleri bulunan ve belirli bir sınıfsal güç


dengesine dayanan , dolayısıyla da sadece bir kişi veya ailenin ah­
l ak yoksunluğuyla açıklanması mümkün olmayan bir olgudur: fa­
şizm gel mi ş , faşist militan da artık yıllarca maşalığını yaptığı ege­
menler sınıfında yer almak istemekte , ancak herhangi bir iş bilm i­
yor olmasının yanısıra her şeyi zorla, emeksiz/çabasız elde etme
alışkanlığı ve raconu gereği herhangi bir işi öğrenme niyeti ve vak­
ti de olmadığından , devleti ele geçirmiş ağabeylerinin i nayet , des­
tek , işbirliği ve ortaklığıyla yapabileceği tek işe yönelmektedir. ·

' Kalıp parçalayıcılık/tabu yıkıcılık ' da post mode m izmin , ' in­
-

sanı etik/estetik her türlü normun kısırlaştırıcı etkisinden kurtarma'


temasıyla uyumlu yeni leştiric i , özgürleştirici , hatta devrimci bir ta­
vır olarak öne sürülürler. Bu şiarların ortaya atılışı ile iş bitirmenin
doğal temeli durumundaki emek düşman l ığı ve zorunlu koşulu du­
rumundaki hak , hukuk ve adalet tanımazl ığı meşrulaştırma ihtiyacı
arasında doğrudan bir il işki olduğu açıktır. Burada hemen vurgu­
lanması gereken bir husus vardır ki o da , post-modem özgürlük for­
mül ü , aslında doğrudan doğruya serbestlikçi bir formüldür ve kapi­
talizmin liberal söylemiyle tam bir uyum halindedir. Oysa özgür­
lük , i nsan tarafından kurulan ; serbestlik ise hazır bulunan bir du­
rumdur: eşek de , her türlü eti k , estetik ve mantık normundan ba­
ğımsız olarak davranır ama, eşeklerin özgürlüğünden söz etmek
mümkün olmadığı gibi , dışarıdan bakıldığında bize eşeğin serbest­
liği gibi görünen durum da aslı nda onun doğal belirleyicilikler kar­
şısındaki birebirlik ve mutlak tabil iğine (ku l l uğuna) tekabül eden
bir durumdur. Tabii bu arada , d i l i mizdeki ' serbest -:t: hür, özgür'
ayırımının bizde b i l i nen yabancı dillerde bulunmadığını , dolayısıy­
la, yabancı dili kendi d i l i nde daha iyi düşünebilmek için değil de ,
başkaları tarafından düşünülmüş olanlara kolayca el koyabil mek
üzere kullananlar içi n , yabancı d i l bilmenin kendileri n i zenginleş­
tirmek değil , zaten el lerinin altında bulunan olanaklardan b i le ya­
rarlanamaz hale gel meleri yolunda bir işlevi olacağını bir kez daha
belirtelim .
GWBALLEŞME MI, KÜRESELLEŞME MI ? 83

Globalleşme çağında , her türlü nitel ölçütün saf dışı edilip, bü­
tü n nitelliklerin eşdeğerli kılınmalanyla uyumlu , ancak bireyin
davranış ve tutumu üzerinde odaklanmak yerine , bir yandan tarih
felsefesi , diğer yandan da somut durumlara ilişkin çözüm modelle­
ri de üretebilecek bir siyasal doktrin edası taşıyan bir söylem de
yaygınlık kazanır. Bu söylemin anahtar kavramı kültür, buna bağlı
olarak da medeniyetler, dinler, etno-kültürel çerçeve ve birimler; ön
plana çıkarttığı değer ise , çoğulculuk , çok-sesliliktir: bütün kültür­
ler eşdeğerli , dolayısıyla eşit derecede saygıdeğer, yaşama hakkına
sahip ve korunmaya layıktır. Bu durumda her türlü inanç , yeme-iç­
me , ibadet etme , çocuk yetiştirme , hak dağıtma vb . . . biçimi kendi­
sini yaşayan , uygulayan insanların dışından kimsenin laf ve müda­
hale edemeyeceği dokunulmazlıklar konumuna getirilmiş olmakta­
dır ki , bizdeki bazı islamcı lann çok-hukukluluk, liberallerin de si­
vil toplum kavramları çerçevesinde dile getirdikleri ve bu iki takı­
mın hep birl ikte , ' inancına göre yaşama özgürlüğü ' adına ileri sür­
düklerinin temelinde yatan da işte bu anlayıştır.

İ lk bakışta fevkelade demokratik, insana saygıl ı , hoşgörü , kar­


şılıklı anlayış ve birbirine karışmama ilkelerine dayanan bir yakla­
şım karşısındayız gibidir; ama, sadece gibidir; zira burada İ nsan
kavramı Hayvan kavramıyla aynı konuma indirgenmiş olmaktadır.
Nasıl ki , gerçekte Hayvan diye özel bir hayvan türü bulunmay ı p .
kimi et yiyen , k i m i suda yaşayan , k i m i çok eşli , k i m i tek eşli , kimi
güzel sesli , kimi hiç sessiz , kimi kör, kimi sağır, kimi gece kuş u , ki­
misi de yer altı sürüngeni sonsuz çeşitlilikte hayvan türleri vardır -
ve kedinin miyavlaması ne denl i meşru ise onu havlamaya zorla­
mak da aynı derecede hem anlamsız ve başarısızlığa mahkum , hem
de gayri-meşrudur- , işte aynı şekilde İ nsan da yok , kimi , kimi gün­
ler et yemeyen; kimi , kimi hayvanlara düşman , kimi de kimi hay­
vanlara tapan; kimi , kız çocuklarını toprağa gömen; kimi , ölen ba­
bası nın kemiklerini öğüterek , kimi de ilk gördüğü yabancıyı haşla­
yarak yiyen ; kimi , dişilerin erkeklere göre üç misli daha fazla yalan
söylediğine inanıp yasalarını ona göre yapan (örneğin müslüman-
84 GWBALLEŞ(T/R)ME TERÖRÜ

lıkta ancak üç , yerine göre de iki kadın şahit, bir erkek şahit ed�r) ;
kimi , kocası ölen kadını ibadet diye canlı canlı yakan ; kimi , el sı­
kışmaktan çocuk olacağını zanneden ; kimi sadece kendilerini in­
san , diğerlerini şeytan ya da farklı bir türden canlılar olarak görüp
ona göre örgütlenen ve ona göre davranan (bazı kavimleri n dil lerin­
de , kavme mensup olan kişi ile ' insan ' aynı kel i meyle i fade edil ir;
diyelim ' Abhaz=insan ' gibi ) ; kimi , kimi insanları ten rengi , kafata­
sı biçimi , c insel organ türü veya boyutları esasında kendi kulu/kö­
lesi , kimi de bütün i nsanları insan-dışı bir varlığın kulu olarak gö­
rüp ona göre yaşayan ve yaşatan farkl ı farkl ı insanlar vardır.

Bu durumda , insanlara saygı adına İnsan kavramı parçalanmış ,


kültürlerin eşdeğerl iliği adına d a kültür, zoolojik tür i l e eşit b i r ko­
numa getiril i p, sanki insan ürünü tarihsel bir yapı deği l de tarih dı­
şından kaynaklanıp kendi mensupları karşısında aşkınlığa sahip
ezeli-ebedf bir mutlaklık olarak şeyleştirilmiş (reifiye edilmiş) ol­
maktadır. Her bir kültür kendisine mensup bireyler üzerinde mut­
lak belirleyici liğe sahip ise , insan artık sadece figüran , gerçek öz­
neler ise kültürler, medeniyetler, dinlerdir: Medeniyetlerin Ça­
tışması (Huntington) . Bu şekilde , uluslararası silah tekellerinin , on­
ların güdümündeki/desteğindeki ve/veya destekçisi devletleri n ,
devletsi çetelerin v e tabii bunlara dayanan/bunları n dayandığı top­
lumsal sınıfların ç ıkarttığı , sürdürdüğü her türden nüfuz alanı mü­
cadeleleri , savaşlar , çatışmalar, yıkımlar, sürgünler, kısacası yoke­
dilen insan hayatlarının sorumluluğu da medeniyetleri n , kültürlerin
sırtına yüklenirken , söz konusu sınıf, çete ve devletler aklanmış;
bunlar i le çalışan/üreten sınıflar arasındaki sömürü ilişkileri gözler­
den gizlenmiş; bu suretle de varolan egemenlik i l i şkileri meşrulaş­
tırılıp kalıcı kılınmış olacaktır.

Kültürleri n , medeniyetlerin birer gerçek özneymiş gibi göste­


rilmeleri , aynı zamanda tarihin de inkarı olacaktır: gerçek özneler,
yani birbiriyle çatışan , savaşan , uzlaşan ya da işbirliği yapanlar me­
deniyetler , kültürler; i nsanlar da sadece bunların birer figüranı ko-
GWBAUEŞME MI, KÜRESEUEŞME MI ? 85

numundaysalar , artık insanın hiç bir şekilde özneliğinden , tabii bu


arada tarihin öznesi olmasından da söz etmek mümkün olmayacak­
tır. Oysa tarih , insanın mevcut yapıları kendi bilinçli çabasıyla de­
ğişikliğe uğratmasıyla ortaya çıkan , yani öznesi insan olan , dolayı­
sıyla ancak insanın özneleşmesiyle varlık kazanabilecek olan bir
gerçekliktir. İşte bu yüzden , insanın öznelikten düşürülmesiyle , ta­
rih de kendisinin yegane yaratıcısından/yapımcısından yoksun kılı­
nıp, varlık kazanması olanaksız hale getirilmiş olur.

'Tarihin sonu ' teması ile globalleşme söylemi arasında sadece


basit bir zamandaşlık değil , doğrudan doğruya organik bir bütünlük
vardır. Tarihin sonu gelmiş , dolayısıyla insanlık bundan sonra ar­
tık değiştirilmesi olanaksız nihai/ebedi yapısına ulaşmıştır: Ameri­
ka' nın başbuğluğunda , her türlü sınır ve engelden arındırılıp bütün
an ve noktaları itibariyle mutlak biçimde tek bir ölçüte , yani deği­
şim değerine tabi kılınarak , her şeyiyle aynı bir muhasebe defteri­
nin birbirleriyle toplanıp birbirlerinden çıkartılabilir alt-yekunları­
na indirgenmiş bir dünya.

Burada gözden kaçırı lmaması gereken nokta , söylemindeki bü­


tün liberall ik ve çoğulculuk vurgusuna rağmen globalleşmenin, ' ta­
rihin sonu ' temasıyla organik bir bütünlük göstermesi ve tarihin öz­
neliğini insandan alı p , sanki kendiliklerinden varolan mutlak ve ba­
ğımsız varlıklarmış gibi kültür ve medeniyetlere veriyor olması açı­
sından , tarihi , seçkinlerin dolaşımından doğan basit bir göz aldan­
ması veya i nsan dışından yazılmış bir senaryonun sahneye konul­
ması olarak görüp insanın tarihin öznesi olma boyutunu tümüyle
reddeden totaliter/entegrist yaklaşımlarla tam bir uyum içinde bu­
lu nmasıdır: totalitarizm ile entegrizm birbirleriyle kardeştir; totali­
t arizm yasama, yürütme ve yargıyı tek elde toplarken , entegrizm de
bu üçünün zaten aynı ve tek bir süper (insan karşısında aşkınlığa sa­
hip, doğal ve/veya tanrısal) özne tarafından insandan bağımsız ola­
rak ve onun sorgulayamayacağı ölçütler temelinde belirlendiği id­
diasına dayanır.
86 GLOBALLEŞ(T/R)ME TERÖRÜ

Bu durumda, globalleşme çağı liberalizmi ve çoğulculuğu nun


ancak en despotik rejimlerin payandasında/ittifakıyla küreselleşebi­
liyor olması ; bu çağın , emperyalist metropollerden müttefik ya da
muhalif/' terorist' çevre ülkelere kadar, bütün Dünya'da adeta bir
entegrizmler çağı olarak da yaşanıyor olması hiç de şaşırtıcı olma­
yacaktır: ister Türkiye ya da Şili söz konusu olsun , isterse Ru sy a ,

Kuveyt ya da Filipinler vb . . . , globalleşmenin liberal demokratik


ideallerini gerçekleştirme misyonu hak-hukuk tanımaz çete rejim­
lerine emanettir; üstelik, bu rejimlerle güya en büyük karşıtlık için­
de olanlar da yine entegrist, dolayısıyla totaliter ve de tabif ister is­
temez despotizan akım ve hareketlerdir. Daha genel bir çerçeveden
bakarsak , globalleşme , emperyalizme uşaklık eden rejim lerle yol
alırken , bu blokun en şedit karşıtları da, entegrizm adına iş görüp,
elleri ' hür dünya'nın çete rejimlerinden daha az k anlı ol mayan des­
potluklardır. Daha da önemlisi , çarpıcı bir örnek olarak İ ran ,
A BD' y i kapitalist-emperyalist şeytan diye dışlarken en büyük dış
ticareti Almanya'yla yapmakta , buna karşılık , başta ' şeytan ' ABD
ol mak üzere , kapitalist metropollerin pek çoğu da , kendi içlerinde
her türden entegrist grupçuğun/tarikatin filizlenip kaynaştığı birer
panayıra dönüşmektedir.
B urada art ı k şunu söyleyebiliriz ki , globalleşmenin dünya ça­
pında bir totalitarizmler/entegrizmler çağı olarak yaşanması basit
bir tesadüf olmadığı gibi , globalleşmenin doğurduğu tepkilerle de
değil , doğrudan doğruya g lo b a ll e ş me ni n kendi içinden , kendi bün­
yesel öze l l iklerinden , kısacası globalleşmenin yapısından kalkı la­
rak açıklanması gereken bir olgudur. Başka bir ifadey le , global leş­
menin aynı zamanda entegristleştirici bir gidiş olarak somutlaşıyor
olması , doğrudan doğruya globalleşme kültür-politik ' i nin zorunlu
bir sonucudur. Şöyle ki , tek ölçütün değişim değeri olacağı bir
dünyaya gereken insan , kendisi de mümkün olduğunca pazar-için­
leşmiş , yani talep edilebilirlik temelinde , bunun için de neye talep
varsa ona göre biçimlenmiş , dolayısıyla kendi dışından belirlenerek
tümüyle nesne konumuna indirgenmiş bir insandır. Ancak , değişim
GWBAUEŞME MI, KÜRESEUEŞME MI? 87

de ğerinin varlığı pazarın varlığına, pazarın varlığı da, arzın yanısı­


ra talebin de bulunmasına, talebin varlığı ise kendisi alınıp satılma­
yan , daha doğrusu sadece alınır satılır yanından/nesne boyutundan
ibaret olmayan , dolayısıyla asgari bir öznelik boyutu da bulunan bir
in sanın varlığına bağlıdır . Ö yleyse globalleşme için esas lazım
olan, sadece nesne yanından ibaret olmayan, ama ' özne ' liği de
mevcut yapılan dön üştürme , tabii bu arada kendi kendisinin kendi
d ış ından verili olan yapısını da değişikliğe uğratma kertesine ulaşa­
mayan , yani kendi kendisi karşısında özneleşemeyen bir insandır.

B u durumda, globalleşme açısından ideal olan insan, -kendi­


sinden ' ne ' diye söz edilecek ( İ ngilizce 'de olsaydı , yerine ' it ' zami­
ri kullanılacak olan) herhangi bir canlı nesne değil de- ' ki m ' zami­
rini hakeden beşeri bir varlık olmasını sadece ve sadece doğuştan
hazır bulduğu/içi ne doğduğu özelliklerine borçlu olan , dolayısıyla
-nesne deği l de- bir ' kimse ' olabi lmek için kendi kimliğini işte bu
özellikler esasında tanımlamak zorunda kalan bir insan olacaktır.
İ nsan bireyinin kendisi bizzat üretmiş olmaksızın kendi dışın­

dan verili olarak hazır bulduğu beşeri özellikler -yani , kendisine


herhangi bir canlı olmanın ötesinde beşeri bir boyut kazandıran
özellikler arasından kendi çabası olmaksızın kendisine verilmiş;
dolayısıyla, kendi dışından bel irlenip biçimlenmiş olanları - , o insan
bireyinin milliyeti ve/veya etnik , dinsel , mezhepsel mensubiyeti ,
anadili ve benzeri unsurlardır. Etnik, dinsel , mezhepsel , kısacası
kültürel kimlikleri n , insanları tanımlamada gittikçe ön plana çıkar
hale gelmesi , her ne kadar global leşmeci söylem çerçevesinde de­
mokratik ve çoğulcu bir gelişme gibi sunuluyor ve post-modem bir
yaklaşımla insanın özüne dönmes i , kendisini yeniden keşfetmesi
olarak alkışlanıyorsa da , bunlar aslında kişini n , eğer tarihin-beşeri­
liğin sıfır noktasında dünyaya gel miş olsaydı basit bir canlı nesne ,
yani kendisine kendi öncesi nden/dışından verilmiş olanları olduğu
gibi bırakıp hiç mi hiç değiştirmeyen, dolayısıyla da tarih üreteme­
yen bir hayvan olarak kalmasına yol açacak bir varoluş tarzının ge­
nel leşmesine tekabül eder.
88 GWBAUEŞ(T/R)ME TERÖRÜ

Daha da vahim olanı , insanın ancak bu özelliklerine sarı ldığ ı


takdirde ve sarılmasının sıkılığı ölçüsünde bir nesne değil de bir
kimse niteliğine kavuşabiliyor olmasının , ister istemez kültürel (et­
nik , dinsel , mezhepsel vb . . . ) kimlik konusunda fanatikliği teşvik
eder yönde iş görmesidir. Kendi kültürel mensubiyetine , hayvan lar
için türleri ne ise ona benzer bir aşkınlık tanırken ister istemez ma­
nevi bir değer de yükleyecek olan insanın , ontolojik açıdan hayvan­
la aynı düzeye iniyor olmasının yanısıra , hiç bir hayvanın yapma­
dığı bir şeyi de yapıp kendi türünü inkar etme zaval lılığına düşme­
si de kaçınılmazdır: ked i , sadece kedidir ve kediliğinden ibarettir ve
böyle olabilmek için aynca kedici , yani kedi mill iyetçisi , şoven bir
kedi , kedilik fanatiği olmak zorunda değildir. Oysa , diyel�m bir Es­
kimo , sadece Eskimo , yani Eskimoloğundan ibaret bir varlık olabil­
mek için , her şeyden önce Eskimoluğu en üstün değer konumuna
getirmek ve Eskimocu olmak zorundadır ki , bu ayn ı zamanda , Es­
kimo olmayan insanları kendisiyle aynı türden varlıklar olarak gör­
�emesi demek olacak , ama söz konusu Eskimocunun değerlendir­
melerinden bağımsız olarak gerçekte i nsan diye bir canlı türü mev­
cut olduğuna göre , onun bizleri insan olarak görmemesi bizi i nsan
olmaktan çıkartmayıp , kendisinin bir -hilkat değil- beşeriyet gari­
besi , yani bir c anavar haline gelmesine yol açacaktır.

Bu noktada artık şunu da söyleyebiliriz ki , globalleşme , makro


yapılar düzeyinde totalitarizmler/entegrizmler çağı olarak somutla­
şırken , mikrososyolojik açıdan da bir fanatizmler çağı olarak yaşa­
nacaktır. Kültürel kimliklere saygının saygıdeğerliği paravana edi­
lerek kimlik bir kült nesnesine dönüştürülüp tapınma konusu hali­
ne getirilir. Bu suretle , insanın , ancak tarih üreterek , yani tarihin öz­
nesi olarak gerçekleştirebilmiş olduğu nesnelikten kimseliğe geçiş ,
birey olarak insanın , değil mevcut yapıları kendi bilinçli çabasıyla
değişikliğe uğratmak , tam tersi ne bütün çabasını kendisine kendisi
olarak , yani "sen , busun" diye kendi dışından/öncesinden verilmiş
olan bir yapının olduğu gibi muhafaza edilmesine hasretmesini ön­
gören bir modele bağlanmış olmaktadır. Kısacası globalleşmenin
GWBALLEŞME MI , KÜRESELLEŞME MI ? 89

muh taç olduğu in s'an , tapınan insandır; isterse tapındığı şey anti­
gl ob alist bir tann olsun , ama yeter ki -tabii tercihan , bir pop yıldı­
zı , bir bira markası veya bir futbol takımına- tapınsı n . Zira, değişim
değerini yegane ölçüt haline getirmeye , bunun için de insanın ken­
disi de dahil her şeyi pazar-içinleştirmeye , yani alınır-satılır bir nes­
ne haline getirmeye yönelik bir projenin karşısına çıkabilecek ye­
gane engel/en korktuğu şey tarihe öznelik eden , dolayısıyla nesne
yanı , yani dıştan belirlenebilirlik payı en aza inmiş insandır: tapı­
nan insan , neye tapınıyor olursa olsun ve de tapındığı şey ister ger­
çekten var olsun isterse olmasın , tarihin öznesi olmaktan peşinen
vazgeçmiş insandır.

İ şte tam burada da, globalleşmeci söylemin ve de onun yede­


ğindeki ve/veya hizmetindeki her türlü ideolojik aracın Fransız Ay­
dınlanması ' na ve B üyük Devrim'e olan düşmanlıklarının da nere­
den kaynaklanmış olduğunu yakalamış oluruz: Fransız Aydınlan­
ması ve Büyük Devri m , insanın zoolojik bir tür olmanın ötesinde
manevi bir zatiyet olarak kendi kendisini ortaya koymas ı , tarihin
öznesi olduğunun bilincine varıp bu durumu İnsan kavramı çerçe­
vesinde ahlaki' , Vatandaş kavramı çerçevesinde de hukuksal bir sta­
tüye kavuşturma çabasıdır. Söz konusu ' özne ' liğin maddesel teme­
linin/evrensel ve yegane özünün de , yine Büyük Devri m ' i n hem ya­
pımcılarından , hem de çocuklarından biri tarafından yakalanıp dile
getiril mesine ise tarihin saatinde sadece çeyrek kalmıştır: ' la soci­
ete , c ' est le travail ' ; yani , ' toplum (toplumsal/beşeri gerçeklik)
emektir' . Bunun Türkçes i , ' insanın zoolojik varlığı dışında sahip
olduğu her şey , yani beşeri varlığının tümü yine kendi emeğinin
ürünü , dolayısıyla insan dünyasındaki bütün değerlerin yegane kay­
nağı emektir'(Claude Henri De Saint-Simon; ya da Cemil Meriç
Hoca' nın tabiriyle ' ilk sosyolog-ilk sosyalist' , 1 804) .
Globalleşmeci , insan bilincini Aydınlanma' nın öncelerine geri
gönderme yolunda , -en efendicesi , insanlığın bu dönüm Çağı 'nı
görmezden-bilmezden gelmek , en çirkefçesi de önce pozitivizmi en
00 GWBAUEŞ(T/R)ME TERÖRÜ

karikatürsü biçimine indirgeyip, köklerini Jakobenlerden alan ve


hiç bir insani değer/kutsal lık tanımaksızın insanı salt biçimlendiri­
lecek bir hammadde olarak gören zalimane bir beşer mühendisliği
müsveddesiymiş gibi göstererek Aydınlanma 'ya küfretmek olan­
çok çeşitli cambazlıklara başvuracaktır. Jakobenlere saldırırken de
insan haklarından dem vuracaktır; oysa , başta laiklik olmak üzere
Büyük Devri m ' i n getirdiği ve insanı dininden , dilinden , ten rengi
ya da kafatası biçimi , cinsel organ türü vb'den bağımsız olarak salt
insan olması temelinde ele alan i lke ve çerçevelerin devre dışı bıra­
kılmalarıyla , İ nsan ' ı n hakları bir yana, bu haklara sahip olacak İ n­
san ' ı n bizatihi kendisi artık ortadan kalkmış olmaktadır: İnsan ' ı ,
her türlü arızi özelliğinden , yani insan olması için zorunlu olmayan
özelliklerinden bağımsız ol arak ele almayan her türlü düşünce ,
inanç , adet/örf/gelenek ya da hukuk , bizatihi insan kavramının in­
karı ; bunlar doğrultusundaki her türlü uygulama bir insanlık suçu ;
bu tür uygulamalara serbestl ik tanınmasından yana çıkmak insan
düşmanlığı; hele böyle bir tavrı i nsan hakları , demokrasi , özgürlük
vb . . . adına savunmak , eğer tam bir beyinsizliğin ürünü değilse ,
sahtekarlığın e n alçakçasıdır.

Burada tekrar vurgulan ması gereken şudur ki , g loballeşmeci ,


Aydınlanma'nın bütün değerlerine açıktan saldırır ve/veya bunları
alttan alta çürütmeye çalışırken , bunu henüz İ nsan kavramına ula­
şamamış arkaik düşünce , inanç ya da kültürlere olan saygısından
değil , değişim değeri tarafından nüfuz edi l me z , en azından tanımı
gereği edil mez olması gereken hukuksal "bir statü olarak vatandaş
kategorisini her türlü işlemsel değerden , kıymet-i harbiyeden yok­
sun kılabil mek için yapmaktadır: ' sivil toplum' kavramıyla mak­
yaj layıp , inancına göre yaşama özgürlüğü temelinde kutsayıp en
yeni , ama sadece en yeni de değil , aynı zamanda nihai demokrasi
modeliymiş gibi sunduğu tasan daha ilk adı mı nda , hem hukukun en
evrensel ilkesini , hem de vatandaşlık kavramının en temel , 'olmaz­
sa olmaz' dayanağını çiğneyip geçer: yasa karşısında eşitlik; yani
Y ahudinin de Müslümanın da, kadının da erkeğin de , zencinin de
GWBAUEŞME MI, KÜRESELLEŞME MI? 91

be yazın da yasa karşısında eşitliği . İşte tam burada bir şey daha or­
taya çıkar ki , ' özel leştirme de özelleştirme' derken globalleşme ça­
ğında kendi lerine kesinlikle yer olmadığı da ister istemez ifade
edil miş olan sosyal devlet/refah devleti/sosyal refah devletinin ya­
nısıra , hukuk devleti de , globalleşmenin perspektifi dışında kal­
mak tadır.

Globalleşmecinin sunduğu biçimi itibariyle devlet , sanki salt


devlet memurlarının kendileri için , kendi başlarına , kendilerine bir
i ş , gelir ve güç kaynağı olsun diye kurup , y ine kendi çıkarları doğ­
rultusunda düzenleyip işlettikleri fazladan bir örgüt , dolayısıyla
kendi çalışanları leyhine , ancak halkın aleyhine bir yük ve buna
rağmen varlığını devam ettirdiğine göre de bir despotizm kaynağı­
dır. Tabii bu durumda devlet , toplumdaki güç dengelerinden , sö­
mürü ilişkilerinden ve sömürgen sınıflardan bağımsız bir varlık ,
devletin dışında kalanl ar da , kendi aralarında hiç bir sömürü ve ege­
menlik ilişkisi , sınıfsal farklılaşma , çelişki ve çatışma bulunmayan ,
olsa olsa bazı inanç , örf, adet , gelenek ve/veya etno-kültürel men­
subiyet farklılıkları gösteren , dolayısıyla her türlü iç gerilimi karşı­
lıklı anlayış , hoşgörü ve uzlaşma yoluyla aşabilecek , kısacası mad­
di temel i itibariyle homojen bir kitleymiş gibi kabfil edilmiş olmak­
tadır: eğer bir uzlaşmazlık varsa, halkla devlet arasında ve de dev­
letin oraya buraya gereksiz müdahaleleri yüzündendir. Her şey ser­
best piyasa ortamında, neye ihtiyaçları olduğunu en iyi yine kendi­
leri bilebilecek olan insanların her türlü engel ve sınırlamadan arın­
mış bir biçimde birbirleriyle karşılaşıp buluşmaları temelinde belir­
le nmiş olsa , hem insanlar daha fazla tatmin ve mutlu olmuş , hem de
her türlü uyuşmazlık kendiliğinden çözülüp tam bir barış ortamına
kavuşulmuş olacaktır.

Eğer gerçekten durum böyle ise , daha doğrusu böyle olduğuna


gerçekten inanıyorsa , aslında globalleşmecinin devletin tümüyle
ortadan kalkmasından yana olması gerekir ama , o sonuna kadar tu­
tarlı kalmak yerine , "devlet küçülsün" demekle yetinir. Devlet kü-
92 GLOBAUEŞ(T/R)ME TERÖRÜ

çülecek , adalet de dahil her şey (bugün ABD' de kısmen görüldüğü


gibi , pazarlık esasında, dolayısıyla da ister istemez daima pazarlık
gücü yüksek olanın leyhine) serbest piyasa kurall arı çerçevesi nde
bel irlenir hale gelirken , tek bir şey kesinlikle serbest olmayacaktır
ki , o da her şeyin serbest piyasa çerçevesinde belirlenmesine karşı
çıkıp , değişim değerine tabi olmayan yaşam alanlarının da bulun­
masından , değişim değerinden farklı değerlerin ölçüt alınmasından
yana olmaktır.

Globalleşmeni n , "her şey serbest piyasa kurall arı doğrultusun­


da çok daha iyi işler" dediği halde , bu önermesiyle sonuna kadar tu­
tarlı kalacaksa tümüyle ortadan kalkmasından yana olması gereken
devlet için sadece "küçülsün , üstelik asü işlevlerini ve sadece onla­
rı , her zamankinden daha etkili biçimde yerine getirmek üzere kü­
çülsün" demekle yetinmesinin hikmeti de tam bu noktada ortaya çı­
kar: globalleşmeni n idealindeki devlet, olsa olsa kavram düzeyinde
elde edilebilecek derecede saf/pür bir devlet, yani egemenlerin hü­
kümranlığını sağlama/güvenceye almanın dışında hiç bir ölçütü işin
içine sokmayan sıfır makyaj l ı ve de en harbisinden bir zor kullan­
ma aygıtı , dolayısıyla değil sosyal hukuk/refah devleti olmak , mil­
ü olması bile yapısal olarak olanaksız, tabiri caizse ' Allahsız' bir
polis devleti , daha doğrusu bir ' enterpol ' (enternasyonal polis) dev­
letidir ki , böyle bir devletin tek başarı ölçütünün de ' ölü olarak ele
geçirilen terörist' sayısı olması kaçınılmazdır.
TEDHİŞ Mİ, TERÖR MÜ71*l

Çok değil , on-onbeş y ı l öncesine kadar, tedhiş denirdi; tedhişci


denirdi . Sonra birden bir şeyler oldu; bu kelimeler tümüyle unutu­
lup , ' terör-terörist' denir oldu . Herhalde , Amerikan talimatnamele­
riy le terminoloji birliği sağlamak istiyorlardı . Ama sonuçta, tedhiş
(terör) ile ' dehşet salma' arasındaki zorunlu bağ devre dışı bırakı­
lırken , terör ve terorist kavramları da, içleri , işlerine geldiği şekilde
doldurabi lsinler diye boşaltılmış bir halde egemenlerin hizmetine
sunulmuş oluyordu .

Terör olmalıydı ki , Terörle Mücadele de kendi meşruluk teme­


lini bulsu n . Zira , terörle mücadele , globalleşen kapitalizmin yeni
dünya düzeni aç ısından stratej ik bir faaliyet: ' terör' ya da ' teröri st­
ler' ortaya çıkınca/çıktığı için girişilen değil , tam tersine kendisini
sürdürebil mek için her işe girişilen bir faaliyet .

Terörle mücadele sürdürülsün ki , insanlar , Yeni Dünya Düze­


ni ' nin insan-dışı lıklarına/cinayetlerine karşı hiç bir şey yapamaya­
cak derecede yıldırılsın, terorize edilsin . Çünkü bu yeni düzen ko­
nusunda , en alt düzeyde dahi olsun , bir konsansüs sağlamanın, ya­
ni insanları şu ya da bu şekilde razı etmenin olanağı yok . Ama bu
durum , insanların daha bir inatç ı , beklenti ve/veya bilinç düzeyi da­
ha bir yüksek hale gelmiş olmalarından değil , global kapital izmin
hiç bir sı nıra razı olmamasından , daha doğrusu razı olamayacak ol­
mas ından kaynaklanır: adı üstünde , global ; yani , topyekun ; ya her
şeyi yer yutar ya da global olamaz .

( *) Düşünen S iyaset , say ı : I S , 200 1


94 GWBALLEŞ(T/R)ME TERÖRÜ

Kapitalizm , insanın sadece emeğini deği l , her şeyini , tabii her


bir insan bireyinin maddesel temeli olarak da bedenini , bir yandan,
o bedeni insan bedeni yapan , yani beşeri bir varlık kılan kültürünü ,
dilini , dinini , inancını , zevkini ; diğer yandan da bu bedenin organik
uzantısı olan/olduğu vatanını , yani yerini yurdunu , havasını suyunu
pazarda görmek istiyor; insanı , bütün bunları pazara çıkartmaya ic­
bar ederek globalleşiyor. Bütün bunlar pazara bir çıksın ki , pazar­
lık gücü fazla olanın , üzerine artı-değer nakşettireceği hammadde
durumuna düşürülebilsinler. Kısacası , global kapitalizm , insana, in­
sanın "kendim" diyeceği hiç bir alan tanımıyor, mutlak bir teslimi­
yet istiyor ve de işte tam tamına bu yüzden de her türlü konsansü­
sü peşinen , varlıksal olarak olanaksız kıl ıyor; zira her konsansüs ,
hala kendisinde "kendim" diyebileceği bir şeyler kalmış/bırakılmış
en az iki tarafın varlığını gerektirir; oysa globalleşme , tam da tamı­
na, kapitalizmin kendisinden başka hiç bir tarafın varlığını kabul et­
meme , kendi dışında hiç bir şey , dolayısıyla da hiç bir taraf bırak­
mama niyetine/sürecine/hedefine tekabül ediyor. S ırası gelmişken
burada da tekrar edeli m , biz de , işte tam tamına bu yüzden İngiliz­
ce globaliz.ation ' ın küresel leşme ya da dünyasallaşma (mondiali­
sation) olarak görülüp çevrilmesinin eksi k , yüzeysel , dolayısıyla da
yanıltıcı olacağında ve kendisi için illaki türkçe bir karşılık kullanı­
lacaksa , bunun ' topyekOnlaş(tır)ma' olmasında ısrar ediyoru z .

Ö zetleyelim: global kapitalizm , globalliği gereği , kendisine ra­


zı olacak bir varlığın bulunmasına bile razı deği l ki , böyle bir şeye
insanlar razı olabilsinler. İ şte bu noktada, yeni dünya düzeni açısın­
dan insanları , bütün insanları , yani insanlığı ' dondurmak ' ın -ki , bu
durumda tarihi de ' dondurmak ' ı n , yani ' Tarihin Sonu ' nu ilan etme­
nin- , hiç de öyle arızi/tesadüfi değil , tam tersine ne denli varlıksal
bir zorunluluk olduğu açıklık kazanıyor. Tabii bu , fiziki anlamda
bir dondurmak , buzullaştırmak olamayacağına göre , burada yapıla­
cak olan , mutlak bir ataleti sağl amak değil , bileşkesi hep sıfır ola­
rak kalacak olan bir kuvvetler oyununu sahneye koymaktır: insa­
nın , altındaki zemin sürekli olarak bir o yana , bir bu yana çeki lip bir
TEDHiŞ MI, TERÖR MÜ? 95

il eri , bir geri döndürülürken, yere yuvurlanıp sağa sola savrulma­


mak , yani bulunduğu yerde kalabilmek - kendi durduğu nokta itiba­
ri yle değişme katsayısını sıfırda tutabilmek- için b ütü n çaba ve dik­
kati yle sürekli olarak, yerine göre, bulunduğu yerinde zıplamak ,
sonra birden ileri , hemen ardından da geri geri koşup ama aynı an­
da da zeminin hareket yönüne göre, sağa ya da sola doğru da kaç­
mak zorunda kaldığı, kısacası, kendini/bu dünyadaki yerini kaybet­
meme derdine düşüp, ' ayağını bir yere basıyor' olmak için dahi
azami enerjiyi harcamak zorunda kaldığı/bırakıldığı bir oyu n .
İ nsanı böyle bir oyuna sokabilmek için gerekli olan , her şey­

den önce, kendisini her türlü nirengi noktasından, referans çerçeve­


s in den ve de evrensel ölçütten yoksun bırakacak bir çevre düzenle­
mesi : her gün her konuda yeni bir ' yeni ' ; ' yeni ' i se , bizatihi -yan i ,
sırf yeni olmasından dolayı- iyi ; kısacası ' yeni ' k ü l tü , tapını s ı ; ' ye­
ni ' yi yüceltme, kendisine tapınılmasını sağlama; ' y eni ' ni n , kendisi­
ne itiraz edilmez, karşı çıkılmaz -bir bakıma tabu- kılınması ve de
tabii her alanda sürekli bir ' yeniden yapılanma' .

Yerini s abitlemek için sürekli koşuşturma, bir oraya, bir bura­


ya hoplama zıplama yerine, insanın, kendi dışındaki muhkem , sağ­
lam , kalıcı, değiştirilmesi olanaksız ya da öyle bili p _sandığı bir şey­
lere tutunup sarılması, kendisini onun içinde erıtl p ona indirgeme­
si , kısacası onunla özdeşleşmesi (özdeşleşme=identificat ion<=
identite=kimlik) ; bu arada, ' kimlik' in ' yükse l e n değer' haline gel­
mesi/getirilmesi, özellikle etno-kültürel/dinsel kimliklere mutlak
bir belirle yicilik atfedilmesi (Pentagon-işi Kültürler/Medeniy etler
Çat ı şması doktrin/teorileri güdümünde/e şliğin de) : bu yolda , en ba­
şta ' yeni ' ye karşı ' eski 'yi yüceltme, kutsama; kendine mutlu , gör­
kem li , dolayısıyla da ebedf kılması bir ' ge ç m i ş ' i n şa etme , kurma ,
u yd urma ; ' yeni ' den etkilenmesi ve ' y eni den yapılanma ' s ı o lanak­
sız ezeü-ebedf , o yüzden de i ster i stemez beşer-üstü , tarih-ötesi bir
şeyleri tapımına açma ve de bütün bunlar temel inde oluşmuş yen i
b i r tarikatler , cemaatler, cemaatleşmele r çağı ( S i v i l Toplum/Çok­
hukukluluk teorileri desteğinde) .
96 GWBAUEŞ(TIR)ME TERÖRÜ

Bütün bunların ortak noktası , insanı n , yapmak , yol al mak de­


ğil de , kendi eyleminde n , yaptıklarından , yapabileceklerinden ba­
ğımsız olarak kendi dışından verilmiş ve/ya da hazır olarak bulun­
muş/bulunabi lecek/alınabilece k , kendisiyle özdeşleşilip kendisi
olunabilecek , kendisi aracılığıyla bir kimlik edinilebilecek bir
' şey ' ler çerçevesinde kendi kendisini kendi ' mümkün kendisi ' ne
yabancı bir nesne halinde dondururken , tarihin öznesi olmaktan da
peşinen istifa etmesi . Bu arada, hem bu oyuna girmek i stemeyenle­
re oyunun kendisine zarar vermeyecek bir açık kapı sunmak üzere
(akla veda ve de bilvesile akıl-dışı ' na atlama, ona sarılma; kurtulu­
şu , insan aklıyla, değil değiştirilip biçimlendirilmek , anlaşıl ması bi­
le mümkün olmayanda arama , tabif bu arada da insanlara oyna­
nan/oynatı lan oyunu problematik dışı , sorgulama alanı dışında bı­
rakma) , hem de olan biten her şeyi oyunun kuralları düzeyinde ak­
larken sorumluluğu da kaybedenin üzerine atıvermenin -kişinin
saygınlığına halel getirmeyecek- bir yolu olarak (yönteme hay ır;
yöntem k i , bir işi yapabilmek için izlenmesi gereken yol ; en basi­
ti nden çorba içerken , çatalı değil de kaşıkı kullanmak ve de yönte­
me bir kere hayır dedinizmiydi , artık her yol doğru , mubah ve
meşru ve bu durumda herkes kendine göre haklı ; yani , ezilen , sö­
mürülen tabii ki haklı ; ama , bu arada ezen de , sömüren de) "yaşa­
s ı n post- modernizm . . . .
"

Bu noktada , globalleşen kapitalizmin zorunlu terorizminin


çoktan göbeğine ulaşmışız demektir. Terör, dehşete kapılmak ise ,
i nsanın dehşete kapı lmasının en vazgeçilmez koşulu , başına nere­
den , ne zaman , neyin , ne sebeple geleceğini bilemez durumda bu­
lunması , böyle bir duruma sokulmasıdır. İ şin bu safhası zaten insa­
nı kendisinin nerede bulunup , nereye doğru gittiğini ve nereye ne­
reden gidebileceğini çıkartmasına yardım edecek her türlü nirengi
noktası ve referans çerçevesinden yoksun bir ortama mahkum et­
mekle başarılmış demektir. B urada , gerçekten bir terör vardır ama ,
terör olsun diye ayrıca planlanan , özel bir düzeneğe bağlanıp da
sistematik ol arak uygulanan değil de , sistemin işleyişinde münde-
TEDHiŞ MI, TERÖR MÜ? 97

miç , yani sistem işliyorsa/işlediği sürece ayrıca murad edilmeyi ge­


rektirmeksizin kendiliğinden varolan bir terör; kısacası , sistematik
değil de sistemik -bizim karakol lar için işkence ne ise , işte o ko­
numdaki- bir terör.

Terörün bir de sistematik olanı , özel bir düzeneğe bağlanmış


olanı var: ' terörle mücadele' . Paradoksal , ama gerçek; ve de sanki
kara mizah olsun diye böyle adlandırmışlar gibi . Oysa, hiç de öyle
değil; yani , terör yaratma işinin ' terörle mücadele ' ye bağlanması
tesadüfi deği l : terör'ün ancak terorize ol an/edilen tarafından/açısın­
dan içeriklendirilebilecek duyuşsal bir olgu türü olması , ' terörle
mücadele 'ciler için adeta bir açık çek .

"Terör, duyuşsal içerikli bir kavramdır" dedik . Daha yukarıda


söylediklerimizle bağlantılı olarak bunu biraz daha açıp örneklen­
direcek olursak , diyeli m , aynı bir yılan , o türden yılanların ne du­
rumda nasıl davranacağını , ne tür bir harekete nasıl cevap verece­
ğini bilen bir orman yerlisi için , bizim gözümüzde herhangi bir so­
kak köpeği ne kadar korkulacak bir hayvan ise , i şte ancak o kadar
bir korku kaynağı iken , benim için , olduğum yerde donup kalma­
ma , o anda kanımın donmasına, hatta düşüp bayılmama yol açabi­
lecek bir dehşet, yani terör kaynağı olabi lir: terör , içerik açısından ,
nesne-merkezli olmaktan çok , özne-merkezli bir olgudur; dolayı­
sıyla da bel irli bir içerik temelinde nesnel bir tanıma kavuşturu lma­
sı fevkelade zordur.

Bu böyle iken , terör özel bir suç kategorisi olarak görüldüğü/


gösterildiği ölçüde , yapılan aslında , suçun , be lirli bir fii l esasında
tanımlanabilir olmaktan çıkartılması ve bu sayede de , suç ile somut
fii l arasındaki bağı kurmanın özel ve ayrıcalıklı bir iş haline getiri­
lip ' terörle mücadele 'cilerin tekeline verilmesidir. Bu durumda , bir
yandan , hukukun en evrensel bir ilkesi olarak ' tanımlanmamış suç
olmaz ' fiilen yürürlükten kaldırıl ırken, diğer yandan da, artık nes­
nel ölçütler uyarınca fiil bazında tanımlanamayan suç , öznel ve de­
ğişken ölçütlere dayanılarak fail bazında , yani yapılan şey değil de ,
98 GWBAUEŞ(TIRJME TERÖRÜ

yapanın kim/kimlerden olduğuna göre tanımlanır hale getiril miş


olacaktır. Tabü burada artık, ' suçun şahsiliği ' ilkesi , çoktan bir ke­
nara atılmakla kalmamış , doğrudan doğruya ırkçılıkla da kucakla­
şabilen bir kollektif suç ve soydan/doğuştan suçlu kategorisi fiile n
ihdas edilmiş olur.

Suçun somut fiilden kopartılmasının sonuçlan bunlardan ibaret


değildir: suç , gerçekleşmiş veya gerçekleşme halindeki somut fiil­
ler temelinde isnat edilebilir olmaktan çıktığı ölçüde , kişinin suçlu
olup olmadığı da ister istemez somut fiilin ardındaki ' niyet ' teme­
linde tespit edilebilecektir. Bu durumda i nsan , artık bedeniyle neyi
yapmış , neyi yapmamı ş , hangi fiili gerçekleştirmiş , hangi fi i l i ger­
çekleştirmemiş olmasından , hatta herhangi bir fi i l gerçekleştirmiş
olup olmamasından bağımsız olarak , niyetleri -daha doğrusu , ken­
disine atfedi len niyetler- itibariyle yargılanıyor/yargılanabilecek
demektir. Bu ise , bizlerin de artık Engizisyon mahkemeleriyle kar­
şı karşıya olduğumuz anlamına gelir: buradaki insan , beden olarak
fiilen gerçekleştirdikleri ne anlama geliyor, suç teşkil edip etmiyor
mu , i şte bütün bunlar ruhunun ne mene bir ruh olduğu esasında tes­
pit edilen bir insan ; insanlık da, ' habeas corpus ' i lkesinin , yani , ki­
şinin ruhu ve bedeniyle tek ve bölünmez bir bütün olarak kabul
edi l mesinin , kısacası 1 600 ' 1erin öncesine geri götürülmüş bir in­
sanlık olacaktır: geriye , hem de 400 yıllık bir geriye gid i ş ; yani ir­
tica diye bir şey varsa/geriye dönüş eğer mümkünse , i şte size tam
bir i rtica; üsteli k , yerine ve konjonktüre göre , ' irticayla mücadele'
adına da dayatı lıp meşrulaştırılmaya çalışılan bir irtic a .

S uçun fii lden kopartılmışlığı ölçüsünde , insanın hangi fii l in­


den dolay ı , ne zaman suçlu olabileceği tam bir belirsizlik içindedir
ve de terör suçu hem en ağır şekilde cezalandırı lan , hem de cezası
en ağır şekilde infaz edilen/en affedi l meyen suçtur ki , bu koşullar­
da insanın terorist addedilip başına bir bela gel memesi için yapabi­
leceği tek şey vardır, o da tam tamına, ölüymüş gibi yapmak: glo­
bal leşen kapitalizm , stratejik hedefine ulaşıp , insanı dondurmuştur .
TEDHiŞ MI. TERÖR MÜ? 99

' Soğuk savaş ' döneminin en gözü kara cengaverine bunun da


yetmeyeceği açıktır; ' terörle mücadele ' çağında da ekstradan bir
şeyler yapmalıdır. Bu ekstranın ne oldu ğ unu ise , "terör siyasallaşı­
yor" ibaresini , terör kelimesinin yerine ' tedhiş' i soyarak telaffuz
edip edemeyeceğimizi , barış diye yürüyüş yapanlar/slogan atanlar
' '

için "tedhiş dün yine sokaktaydı" ya da "tedhiş destekçileri yine ey­


lemde" deyip diyemey ec eği mi z i , eğer böyle bir şey yaparsak , ' akl ı
başındalık ' ı mız açısından n e duruma düşecek olduğumuzu düşüne­
rek pekala çıkartabiliriz: tedhiş , ya tedhiştir , ya tedhiştir; yani ted ­
hiş , tedhişten başka bir biçimde gerçekleşemez/yaşanamaz; yok
eğer tedhişten farklı bir şeyler gerçekleşiyorsa/yaşanıyorsa, ona da
tedhiş denemez.

Koca bir ülke , tedhişe tedhiş değil de terör , tedhişciye de ted­


h i şc i deği l de terörist der hale getirilir. Ancak , tabii ki , tedhiş ile
dehşet arasındaki zorunlu ve doğrudan bağ gözlerden gizlenip, di­
yelim bir pankart asmak ya da duvara yazı yazmak veya , yine diye­
lim yerel yö ne t iml erl e ilgili bir kongre düzenlemek , yapılan işten
dolayı değil , kimler tarafından yapılıyor olduğu temelinde , hiç bir
tedhiş boyutu taşımıyor olduğu , yani insanların yüreğine dehşet sa­
lıp yıldırm ak gibi hiç bir işlevi/sonucu bulunmadığı halde bir terör
suçu olarak görülüp cezalandırılabilsin ya da teröristlerin yeni bir
oyu nu/tak t iği/man evrası olarak yaftalanabilsin/yasaklanabilsin .

Terorist diye bir i nsan kategorisi var ve de bu kategoriye men­


sup olanların her yaptığı şey/bir şey onlar tarafı ndan yapılmışsa, te­
rördür diye bir şey olmay ı p , tam tersine ' terorist ' , teröre , yani ted­
hişe başvuranl ar için ve de teröre başvurdukları çerçevede/sürece
kullanılabilecek olan bir sıfattır.

Terör, hiç bir zaman kendi kendisinin amacı olmayıp , sadece


bir araçtır. Teröre başvuran , bütün zamanlar için ve de sadece ve
sadece teroristliği temelinde ne tanımlanabilir, ne açıklanabilir, ne
de adlandırılmalıdır. Kısacası , kendi amaçlarına ulaşmak üzere
insanların yüreğine dehşet salacak türden fi i l lerde bulunup yıldırma
100 GWBAUEŞ(T/R)ME TERÖRÜ

yoluna baş vurmayan , bu yolu öngörmeyen hiç bir hareket , fikriyat


ya da kuruluş , tedhişçi ; bunların faaliyetleri de tedhiş olarak nite­
lendirilemez: tedhişin olmadığı yerde , yine de hiiUi terörden , terör­
le mücadeleden bahseden birileri varsa , işte orada ve de tam tamı­
na/sadece orada, insanları , yüreklerine dehşet salarak yıldırma gay­
ret ve teşebbüsü , kısacası tedhi ş , yani terör var demektir.

Bu terör, ' terörist ' i n değil , kendisinin yüreklere dehşet salma,


yani tedhiş demek olduğu u nutturulup , içi tümüyle boş bir halde
emre/keyfe amade hale getirilmiş bir ' terör'ün kapsamı n ı , dolayı­
sıyla da kimin terorist olup, kimin de olmadığını belirleme gücünü
tekellerinde bulunduranl arın terörüdür: "terör siyasallaşıyor"un ter­
cümesi , "siyasal olan her şey , terör (suçu) kapsamına alınmıştır" ;
yani , "siyaset yasaktır"dır.
GÖREVİ MİZ, TERÖRLE MÜCADELE'(*)

Amerika ( İ kiz Kuleler) vuruldu , bizimkilere gün doğdu : B lair


bile artık diyormuş ki , ulusal egemenlik/güvenlik bireysel özgür­
lüklerin önüne geçmelidir; Batı , özellikle de Avrupa terörün ne de­
mek olduğunu , dolayısıyla da bizi daha iyi anlayıp artık hak vere­
cekmiş; ayrıca terörle mücadeledeki deneyimlerimizden onları da
artık istifade ettirebilirmişiz . . .

Oysa ben , azıcık d a olsa ümitlenmişti m , belki terör nasıl olur­


muş görürler de pankart asmanın , duvara yazı yazman ı n , yürüyüş
yapman ı n , ' B arış ' demeni n , açlık grevine gitmenin , ölüm orucuna
yatmanın , kendi dilinde türkü söylemenin terör olmadığın ı ; kendi­
lerinin terörle mücadele diye yaptıklarının da başka bir şey olduğu­
nu anlarlar, ' terör siyasal laşıyor ' türünden şizoitçe laflar etmekten
bir nebze olsun utanırlar diye .

'Terör siyasallaşıyor ' demek gerçekten de şizoitçe (çatlakça;


zira şizoit, Eski Yunanca'da çatlak , yarık anlamına gelen skiz­
ma/şizma'dan türetilmiş) değilse , utanmazca . Çünkü terör ya terör­
dür, ya terördür; siyaset de ya siyasettir ya siyaset . Yoksa , siyaseti
birileri yaparsa, o yapı lan şey siyaset; ama , başka biri leri yaparsa,
onlar yaptı diye terör olmaz . Böyle bir şey doğrudan doğruya, si­
yaset yasağıdır ve bu yasak , yöre ya da etnik mensubiyet esasında
birilerine daha az , birilerine de daha çok getiri l iyor/uygulanıyorsa,
bu aynca hem ırkçılık hem de bölücülük demektir ve bunu yapan

(*) Aynı isimli makale , AGOS , say ı : 290 . 200 1


102 GWBAUEŞ(TIR)ME TERÖRÜ

bir devlet, kesinlikle cumhuriyet olamaz; zira , vatandaşlık huku­


kundan statüler hukukuna geri dönmüştür. Ama zaten , seçimlerde­
ki baraj sistemi , şu ya da bu temelde homojenlik gösteren belirli bir
seçmen kitlesini mağdur etmesiyle, bizi çoktan cumhuriyetin geri­
sine düşürmüştür. Böylesi bir mağduriyet , bir de aynca coğrafi
koordinatlara sahipse , artık devlet kendi kendisini kendi eliyle par­
çalıyor demektir.

'Terör siyasallaşıyor' lafına Türkçe bilen , anlayan ve kendisi


de şizoit olmayan herkes , ' hop arkadaş sen ne diyorsun ' diye karşı
çıkmı yorsa , bunda bizatihi terör kelimesinin de büyük bir rolü var­
dır. Çok muhtemelen Amerika ' nın/Pentagon ' nu n -eğer talimatıyla
değilse- etkisiyle/oyunuyla dilimizdeki tedhiş ' i , tedhişç i ' yi bizlere
unutturup terör dediler, terörist dediler/dedirttiler, bu şekilde de
tedhiş=terör ile ' dehşet salmaya yönelik eylemde bulunma' arasın­
daki kökdeşliği ve zorunlu bağı göz ardı etme konusunda kendile­
rine açık çek verdirttiler.

"Bunlar öylesine kurnaz ki , terörle ilişkilerine dair hiç bir deli­


l ik oluşmayacağı şekilde davranmışlar" ( * ) : yani ortada deli l yok ,
somut davranış/fiil düzeyi nde herhangi bir dehşet salma olgusu ve­
ya böyle bir niyetin emaresi yok , ama savcı bütün bunları , teröre
bulaşmakla suçladığı insanları n masumluklannın değil , tam tersine
suçlu , üstelik -delil bırakmayacak kadar kurnaz olduklarına göre­
daha da tehlikeli suçlular olduğunun delili olarak sunuyor: suç de­
lili yokluğu , suçluluğun del i l i oluyor .

Ortada suç teşkil eden bir davranış/fi i l olmadığı halde birileri


yine de suçlanıyorsa, suç da suçluluk da fi ilden kopartılmış; dola­
yısıyla aynı bir fiilin şunlar tarafından yapıl ırsa suç , ötekiler tara­
fından yapılırsa da masum addedilmesi söz konusu: aynı anda hem

(* ) HA D EP Ankara il yönetici leri hakkındaki DGM savc ı l ı k iddianamesinden ,


mealen ( 1996).
GÖREViMiZ, 'TERÖRLE MÜCADELE ' 103

bir insanlık suçu işlenmi ş , hem de Engizisyon dönemine geri dö­


nülmüş oluyor.
İ nsanlık suçu şurada ki , insanlar kimliklerine/kimlerden olduk­

larına göre yargılanmak isteniyor ve tabii bu arada , hem ' yasa tasa­
fından s uç olduğu açıkça belirtilmemiş hiç bir fiil suç addedi le­
mez' , hem de ' suçun şahsi liği ' şeklindeki evrensel hukuk ilkeleri
de çiğnenmiş oluyor; ve de tabii ki Engizisyon : yapıp ettiği, yani fi­
ili suç teşkil etmezken , kişi yine de suçludur denebiliyorsa, demek
ki iddia sahibi , insanların kafalarının içini, gizl i n iyetlerini okuyup ,
ruhları n ı Şeytan ' a satıp satmadıklarını ya da bedenlerine Şeytan ' ın
girip girmediğini tespit edebiliyor.

İ şte size tam tamına bir terör: insanın , ne yaptığından , yani so­
mut fii llerinden bağımsız olarak suçlanabildiği , üstelik , gerek ceza­
lan , gerekse cezalarının infazı bakı mı ndan en ağır suç durumunda­
ki terör suçuyla suçlanabilecek olduğu bir yerde, ' terörle mücade­
le ' tekel i n i elinde tutanl arın gazabından kendisini korumasını ga­
ranti edecek hiç bir şey yoktur; zira yaptığının ne olduğundan ba­
ğımsız olarak suçlanabiliyorsa, hiç bir şey yapmadığı durumda da
suçlanabi lecek demektir ki , işte bu durumda yapabileceği en isabet­
li şey de ölüymüş/hiç doğmamış/yokmuş gibi yapmaktır. Burada ,
insanlar büyük çoğunlukları itibariyle , ölüymüş gibi yapabilmek
için sessiz/susku n ; suskun kalabilmek için de isteyerek duyarsız ve
unutkan ; bütün bun ların temelinde yatan , kendi biyo-fizik varl ıkla­
rını koruyabi lmek kaygısı olduğuna göre , salt yaşama içgüdüsüyle
hareket eden diğer bütün canlılar gibi ahlakiyet-dışı (a-moral); bu
tür canl ılar için mümkün yegane müktesebat , şartlı refleksler oldu­
ğundan dolayı da hafızasız ve projesiz ve de güç karşısında boynu
tümüyle eğikke n , kendi benzerlerine karşı son derece acımasız ve
edepsiz; bu halleriyle kendi başlarına birer ahlaki özne teşkil
edemeyeceklerine göre özneliklerini , kendi lerine aşkınlık atfettik­
leri aidiyet ve/veya mensubiyetler aracılığıyla yakalamaya çalışan ,
10� GLOBALLEŞ(TIR)ME TERÖRÜ

dolayısıyla ahlakfliklerinin üst sınırı aşiret fanatizminin ötesine ge­


çemeyen yığınlara dönüşürler .
Ö lüymüş gibi yapmanın insana maliyetinin kendi hayatı ndan
vazgeçmek olduğunu dikkate alırsak , ölüymüş gibi yapmak yerine ,
yine aynı bedeli -ki , buradaki bedel , yaşamaktan/hayatından vaz­
geçmektir- , ancak bu defa toptan ve peşinen bir kerede , ama kendi­
sinin belirleyeceği koşullarda/yerde/zamanda ödemeyi tercih ede­
cek olanların çıkması/çoğalması ve neyi vermeyi ne denli göze alı­
yorlarsa, ayn ı s ı n ı al maya da o denli hazır ve bunu kendilerine hak
görür hale gelmeleri kaçınılmaz olacaktır.
1 1 EYLÜL: 200 1 Mİ, YOKSA 1 97 3 MÜ7

İ kiz Kuleler vuruldu; hemen herkes 1 1 Eylül 'ün yeni bir şey­
lerin miladı olacağından söz eder hale geldi .

1 1 Eylül , siyasal yapılanma açısından bir milat , bir şeylerin de­


ğişmesinin başlangıç noktası veya belirl i bir sürecin en kristalize
olmuş bir tezahürü olarak ele alınacaksa, bu 200 1 ' i n değ i l , 1 97 3 ' ün
1 1 Eylül ' ü olmalıdır: 1 1 Eylül 1 97 3 'de ABD , Ş i l i ' de Genel Kur­
may B aşkanı Pinochet' ye darbe yaptırtmı ş , Başkanlık Sarayı , emir­
komuta zinciri içinde bombalanıp yerle bir, tek başına direnen Ai­
lende i se kati/şehit edilirken neo-liberal iktisatçı M i lton Friedman
da "darbeyi sen değil , asıl ben yaptırdım" diye övünç y:ırışına gir­
miş amerikan şirketleri tarafından caniye danışman olarak Santi­
ago ' ya gönderilmiş , bundan iki yıl sonra ( 1 976) kendisine Nobel
İ ktisat ödülü verdirtilip Amerika önderli neo-liberal emperyalizmin
hegomanyası berkiltilirken , ülkemizde de Turgut Ö ze l mar ifetiyle
yürürlüğe konan 24 Ocak kararlarını uygulayabi lmek üzere , 1 2 Ey­
lül darbesi , tabif yine emir-komuta zinciri içinde , başında genel
kurmay başkanı olmak ve bu şahıs devletin başına geçirilmek üze­
re yaptırtılmıştı .

Ş i l i Amerika' nı n arka bahçesiyse , Türkiye de yazl ı k evi sayı­


lırdı ve sırf kendi egemenlik payları aşınmasın diye emir-komuta
zincirlerin i emperyalist odaklardan başlatmaya ezelden razı darbe­
c i lerin ellerine tutuşturulan talimatnamede , sömürenle sömürülen
arasındaki gerçek bölünme çizgisi gölgelenip gözlerden gizlensi n
diye , ülkeni n , b i r yandan etni k görünümlü b i r iç-savaşa yönlendiri­
l irken , diğer yandan da bütün hayat kaynağı asker-sivil , atanmış-se-
106 GLOBAUEŞ(T/R)ME TERÖRÜ

çilmiş , ak sermaye-yeşil sermaye vb . . . gibi sahte karşıtlıklar olan


bir ' süreklileştirilmiş kritik dönemler rejimi ' ne mahkum edilmesi
vardı .

1 1 Eylül ' ün 200 1 ' lisi , kendisinin 1 973 ' 10 olanı temelindeki he­
saplaşma yapılıp, Beyaz Saray 'ın Şili B aşkanlık Sarayı ' nın l 1 Ey­
lül 1 973 akşamındaki haline geleceği güne kadar, kendisinin bir dö­
nüm noktası olarak zikredilmesi bile -73 ' lüsünün göz ardı edilip
hatırlatılmamasına/unutturulmasına tekabül eden , dolayısıyla ABD
haydutluğunun meşrulaştırılmasına katkıda bulunmak anlamına ge­
lecek olan arızf ve -insanlık insanlığını kaybetmediği ölçüde- gide­
rek sıradanlaşacak/sıradanlaşması mukadder bir olaydır.
7ERÖR' KAVRAMI ÜZERİNE(*)
Terörist' sosyolog Pınar Selek'e

Nasıl ki , artık hiç kimse açıktan açığa "faşistim" demiyor ama


faşist/faşizan rejimler ve faşistler var , aynı şekilde "teroristi m , te­
rörden yanayım , terör uygulanmalıdır ve de uyguluyorum" diyen
birilerine raslamak da pek mümkün deği l ama , terör var; terör uy­
gulamak üzere kurulmuş aygıtlar, terör de uygulayan örgütler/hare­
ketler, terorizan , hatta neredeyse tümüyle teröre dayanan rej imler
var.

Terör, etrafa dehşet salmak , insanları dehşete/korkuların en ka­


ranlığına düşürmek suretiyle sindirip , "aman benim/yakınlarımın
başına bir şey , bir kötülük gelmesin" diyerek kendi üzerlerine ka­
panmayı -hiç bir şeyi görmüyormuş , duymuyormuş , kısacası kendi­
si bir insan olarak yokmuş , yaşamıyormuş gibi yapmayı- hayatta
kalmak , hayatlarını idame ettirmek için tek çıkar yol olarak görür
hale getirmeye yönelik her türlü tasarru fu n ortak adı ve tabii , insan­
ları sindirme/sindirdirtme gücüne sahip olanların da , istedikleri gi­
bi at oynatabilecekleri , kendi amaçlarını gerçekleştirebilecekleri ,
kendi hedeflerine ulaşabilecekleri ideal ortam .

Terör, yani dehşet , daima ve daima dehşete düşenin/düşürüle­


nin dehşetidir, dolayısıyla zorunlu olarak sübjektiftir de ; bu da bir
yandan insanları dehşete düşürmenin yollarını , diğer yandan da in­
sanl arı terorist ilan etmenin/teroristlikle suçlamanın gerekçelerini

( *) Ö zgür Ü niversite Forumu , say ı : 9, 2000


108 GLOBAUEŞ(TIR)ME TERÖRÜ

neredeyse sınırsız kılar. Ormanda yaşayan bir Afrika ya da Ama­


zonya yerlisini benim irice bir sokak köpeği karşısında ürktüğ üm
kadar ürkütecek bir timsah , benim _içi n en büyüğünden bir deh şet
kaynağı olacak iken , yine benim "yere i nse de yakından görsem
dediğim" bir helikopter, aynı yerlinin gözünde , kendisine yaklaştı­
ğı ölçüde yerlere kapanmasına yol açan dehşetengiz bir varl ık ola­
bi lecektir. Yahut, insanlara şiddet uygulamak ya da doğrudan öl­
dürmek yoluyla dehşet salınabildiği gibi , bir insana her gün ya da
arada bir gidip , "haydi seni bugün de öldürmeyeceğim" diyerekten
de o insanın yüreğine dehşet salmak pekala mümkündür: "haydi se­
ni bugün de öldürmeyeceğim"; yani , "seni her an , istediğim anda
öldürebi l irim" .

Terörün gerek bir araç , gerekse bir suç olarak belirl i ve tam ta­
mına tanı mlanmış bir fii l ve/ya da duruma bağlanabilir ol maması­
nın yanısıra , terorize olmak/edil mek , dehşete düşmek/dehşete düşü­
rül mek i le i nsanın ' belirsizlik ' le karşı karşıya olması arasında sıkı
bir bağ vardır: karşımdaki beni bugün de öldürmeyecektir ama , bu­
na o karar vermiştir ve neden , neye göre öldürmediği beni m için
meçhuldür, dolayısıyla öldürmemeyi belirlediği gibi öldürmeyi de
yim: benim için meçhul bir ölçüte göre kendisi belirleyebi lecektir.
Şöyle de söyleyebiliriz: belirsizl i k , insanı doğrudan doğruya dehşe­
te düşürmez ama, bu belirsizliği n , yani bizim tarafımızdan yaşanan
belirsizliğin bizim dışımızdaki birileri tarafından belirlendiğini bi­
l i yor ya da öyle olduğunu düşünüyor olmak kadar insan ı n terori ze
olmaya/dehşete düşmeye hazır ve yakın olduğu hir;-bir durum da
yoktur. B u durumda insan , ya söz konusu belirsizliğin kaynağında­
ki/kaynağında bulunduğunu sandığı güce biat/secde/kulluk edecek
ya da bu gücün uygulama kudretine sahip olduğu/olduğunu sandığı
yaptırımlara hedef ol mamak için , sanki kendisi hiç yokmuş/hiç bir
zaman varolmamışmış ya da ölüymüş gibi yapacaktır: duymaya­
cak , görmeyecek , söylemeyecek , eylemeyecek , kı sacası ol maya­
caktır. Ne yaparsa ve neyi ne zaman yaparsa korkması gerektiğini
'TERÖR ' KAVRAM/ ÜZERiNE 109

bilemediği ölçüde , ister istemez hiç bir şey yapmamak zorunda ka­
lacaktır; oysa, doğal verisi itibari yle zoolojik bir varlıktan ibaret
olan insan , ancak ve sadece kendi yaptıklarıyla bildiğimiz anlamda
insan olmuştur.

Buradaki , yani terorize olmuş/edilmiş insan artık tarihsiz bir


canlıdır; zira ' zaman ' kendiliğinden değil , ancak insanın bir şeyle­
rin artık -di ' l i geçmişle anlatı labi lir hale gelmesine yol açan bir şey­
ler yapması koşuluyla/ölçüsünde/süresince tarihe dönüşür ve de in­
sanın biyo-anatomik varlığının ötesinde beşeri' boyuta da sahip, ya­
ni doğal verisinin (doğal düzenlilik çerçevesinde belirlenmiş ' nes­
ne ' yanının) ötesine geçip kendisi de bel irleyicilik payı taşıyan bir
' özne ' olması , kendisine kendi yaptıklarından bağımsız olarak tari­
hin öncesinden ve dışından lutfedilmiş bir ayrıcalık değil , doğal
gerçekl ikteki süreklilik/tekrarlanırlık/genellikleri şu ya da bu anda,
şu ya da bu süreyle , şu ya da bu ölçüde akamete uğratacak bir şey­
ler yapıp doğanın ' geniş zaman ' l ı zemini üzerinde 'evvel zaman ' la­
n da bulunan bir röliyef oluşturabildiği ölçüde elde ettiği bir ko­
numdur. Başka bir i fadeyle insan zaten varlıksal olarak öznedir,
ama bu arada ve de zorunlu olmaksızın tarihin de öznesidir, dola­
yısıyla kendisini tarihin öznesi konumuna getirecek bir şeyler ister
yapmış olsun ister olmasın her halükarda mutlaka öznedir değil ,
tam tersine tarihi üretmiş/tarihin öznesi olduğu içi n , ancak ve ancak
bu sayede basit bir canlı nesne değil , beşeri' bir öznedir.

B urada hemen ilk ağızda şunu not edelim ki , Sovyet Devrimi


muzaffer olup insanoğlunun da tarih üretme , dolayısıyla kendi öz­
ne ' lik boyutunu en üst düzeylerine vardırdığı dönemle hemen he­
men eş zamanl ı olarak , ilk bakışta tümüyle siyaset dışı gibi görünen
.
bir alanda, bilim (fizik bilimi ) , ama özellikle de bilim felsefesi ala­
nına ' indeterminisme ' (belirsizlik-belirlenmemişl ik) ilkesine ilişkin
tartışmaların neredeyse tek merkezden yöneti l irmişcesine alevlen­
mesi ve bu i lkenin sadece fizik biliminde değil , beşeri' bilimler de
dahil bilimin bütün alanlarında ve insanın bilebilme yeteneği ve im-
110 GWBALLEŞ(T/R)ME TERÖRÜ

kanlarının bütün boyutlarında , dolayısıyla gerek varl ığı tanıy ıp


kavraması , gerekse kendi varoluşunu yönlendirmesi bağlamında
kendi akl ına olan güvenini ve bilime verebi leceği yeri tümüyle te­
melsiz kılan bir ilke olarak -ancak çok gari p bir biçi mde genelde
fen bilimcileri , özelde de fizikçiler tarafı ndan değil de , genellikle
vülgarizatör nitelikli bazı felsefeci , sosyal bil imci ve edebiyatçılar
tarafından- gündeme getirilmesi hiç de tesadüfi değildir.

' İ ndeterminisme ' (be lirsizlik-belirlenmemişlik) ilkesi , bazı fi­


ziksel fenomenlerin ölçeklerinin küçüklüğü ölçüsünde ölçülemez
hale gelmelerinin ve/veya aynı bir şeyin bir boyutunun ölçülmesi­
nin , diğer bir boyutunun ölçülmesini olanaksız hale getiriyor ol ma­
sının tespitine dayanır; dolayısıyla, doğrudan doğru ya varl ığın ken­
disine değil , onun bilgisine ulaşmanın koşulları , olanakları ve sınır­
l arına i lişkindir; yani , ontoloj i değil epistemoloji düzleminde yer
alır ve ölçüm şeklinde de olsa i nsan eylemi/müdahalesi ile varlık
arası ndaki ilişkinin zorunlu olarak diyalektik bir nitelik taşıdığını
gösterir. B uradaki tespit , i llaki nihai/evrensel , yani kozmolojik bir
sonuca delil olarak kullanılacaksa , ancak ve ancak ' kendi içinde
varlık' diye bir şeyin bulunmadığına delil gösteri lebilecek , yani
Tanrı ' nı n yokluğunu ispatlamak üzere kullanılabilecek -ki , ontolo­
j i k ' i epistemoloj ik 'e indirgemenin gayri-meşruluğu ölçüsünden biz
böyle bir şeye de karşıyız- bir i lkedir. Ancak böyle olmasına rağ­
men , söz konusu belirsizl i k , -tekrar ediyoru m , fizikçi leri n kendile­
ri ve fen bilimciler tarafı ndan değil , genellikle bu disipline yabancı
' ideolog ' l ar tarafından- sanki ölçüme değil de ölçülene i lişkin bir
tespite dayanıyormuş , dolayısıyla ölçülmek istenen varlığın kendi
içinde taşıdığı bir özellikmiş gibi sunulmaktadır: ölçülmek i stenen
her ne ise bizim onun tam olarak nerede bulunduğunu , yani şurada
mı yoksa burada mı olduğunu tam olarak tesbit edemiyor olmamız,
onun aynı anda hem orada hem de burada bulunduğunun , yani me­
kandan , dolayısıyla zamandan da ari (bağımsız) b ir varl ık olduğu­
nun kanıtıymış gibi ortaya sürülmek , gösteri lmek istenmektedir.
'TERÖR ' KAVRAM/ ÜZERiNE 111

Zamandan ve mekandan bağımsız, yani tanımı itibariyle Tan­


n ' ylaaynı özelliklere sahip, en azından bazı özellikleri onunla pay­
laşan ve bu paylaşma ölçüsünde de insanoğlu için yine belirlenme­
si i mkansız bir yerlerde , daha doğrusu aynı anda bir çok -belki de ,
her- yerde bulunabi len ve kendi ' belirlenmemişlik-özgürlük' payı
ölçüsünde hiç bir şekilde nesne olmas ı , tabii bu arada bilime nesne
edilmesi de mümkün ol mayan bir varlık ve böyle bir varlık karşı­
sında da, "hiç değilse bu dünyadaki işlerimi bilimin verileri doğrul­
tusunda çözebiliri m , mutlak ve evrensel doğru/iyi/güzele ulaşama­
sam da münferid yanlış , kötü ve çirkinleri yolumun üzerinden ayık­
ları m , bunun için de ister istemez bir şeyler yapmam gerekir ve bu
bir şeyleri yaparken de elimdek i tek dayanak noktası durumundaki
aklıma müracaat ederi m" demesinin ne denli boş ve ham bir hayal
olduğunu anlayarak tarihin öznesi olma sevdasından vazgeçip , ken­
di dışından verilmiş kutsal lıklara biat etmesi , daha doğrusu kendi
dışından belirlenmiş bütün yapıları birer aşkınlık/kutsallık olarak
kabul edip onları değiştirmeyi/dönüştürmeyi denemek yerine tü­
müyle kendisini onlara uydurmaya yönelmiş bir insan . Başka bir
anlatımla , gökyüzünün fethine çıkmış insanı yolundan döndürebil­
mek için , kendisini , değil gökyüzü , yerin bile yüzüne çıkamamış ve
çıkamayacak olduğuna inandırmaya yönelik bir çarpıtma/komplo .

B undan 60-70 yıl öncesinin bu pek moda ' i ndeterminisme ' ya­
ren liklerini azıcık deştiği mizde , karşımıza çıkacak olanlara aslında
hiç de yabancı değil izdir: postmodemizm ideologlarının ilk izle­
ri/kozmogonik öncülleri . Bu ideologların peşinde olduğu şey , bur­
juvazinin , herkesi -bütün insanları , insanlığı , İ nsan ' ı- bağlayacak
yegane mümkün , dolayısıyla da genelgeçer ve mutlak bir akülik
(rasyonellik) konumuna getirmek üzere Evrensel Akıl formu altın­
da şey-gibileştirdiği (reifiye ettiği) akliliğin aslında sadece ve tam
tamına kendi akl ı , yani sadece kendi sınıfsal çıkarları açısından ak­
ü (rasyonel) olan olduğunu -üstelik bundan en az yüzelli yıl önce­
h�ykırmış olan Marx ' ı duymazlıktan gel i p , sadece egemenliğini de­
ği l , doğrudan doğruya kendi varl İ ğını da insanın insanı sömürmesi-
112 GLOBALLEŞ(T/R)ME TERÖRÜ

ne , insanın insan üzerinde egemen olmasına, dolayısıyla da in sanı n


insana kulluğuna dayandırmak zorunda olan , yani ancak böyl e ya­
parsa varolabilen , dolayısıyla kendisinin ikbali diğerlerinin se fale­
tine , kendisinin mutluluğu da yine başkalarının mutsuzluğuna te ka­
bül etmesi kaçınılmaz olan bir azınlık durumundaki kapitalist sını­
fın aklı -yan i , bu sınıf açısından akli olan- doğrultusunda yağmala­
nıp paramparça edilmiş mutsuz bir dünyanın/insanın faturasını -
burjuvazinin iddia ettiği üzere gerçekten de varmış gibi- evrensel
bir akla -Akı l ' a- çıkartarak , akı l-dışı olanı akli olanla eşdeğerli kı­
l arken , çoğulculuk , çok-seslilik, demokratiklik ve de hatta -insanın
insan üstündeki her türlü egemenliğini yok etmek gibi yüce bir ide­
al peşindeki- ' anarşizm ' adına herşeyi mümkün (anything goes) ,
her tavın meşru , her yolu mubah , herkesi de haklı ilan etme şekl in­
deki alicengiz oyunu arac ı lığıyla aslında o an için kimler egemen ,
kim kendi doğrusunu fiili kılma, kendi yolunu başkalarına dayatma
gücüne sahip , -kim ki , yumruk ya da kurşun atarak kendi dışında­
kileri ezdi ve/veya sindirdi- işte onları ve sadece onları meşrulaştır­
maktır.

Post-modern zamanlar, tabii aynı zamanda 'Tarihin Sonu ' ça­


ğı , ya da tarihi durdurmanın/dondurmanın tam vakti ; insanlığın yer­
yüzünde yakalayabileceği en güzel enstantane (mi?) . Herhalde bi­
rileri için öyledir, ama benim için değil , hele bir şımaklı , filistinli
ya da Bangkok ' taki sokak çocuğu için hiç mi hiç değil . B u , bir ame­
rikal ının bir Güney Doğu Asya ' l ıya göre 60-70 kat daha fazla atık
madde ' ürettiği ' bir zaman ; ve kimler isteyecektir tarihin tam tamı­
na bu anda durması n ı , yani bugünkü durumun ebedi bir şimdiki za­
mana dönüşmesin i ; apaçık bel l i .

Tarihsiz zamanlar, yani insanın artık özne olmadığı zamanlar;


zira yukarıda belirttik , insan önce özne , sonra arızen de tarihin öz­
nesi olmadı ; tam tersine önce ' tari h ' üretti , tarihin öznesi oldu da iş­
te o yüzden/sayede/anda doğal bel irlenmişliğine/nesne ' l iğine öz­
ne ' l ik de katıp beşeıi boyuta sahip bir varl ı k , yani bildiğimiz an­
lamdaki insan oldu .
'TERÖR ' KAVRAM/ ÜZERiNE 113

İ nsan artık özne olmayacaksa tarihin sonu ge lmiş olur ya da ta­


ri hi sonu nerede gelsin istiyorsanız , insanın özne olması nı da işte
n
ay n ı yerde sona erdirmek ve bütün zamanlar için peşinen engel le­

me k/önlemek zorundasınızdır; zorla ya da ikna yol uyla , ama tabii


ik na da aslında güce dayanır, zor kullanabilme gücü de dahil ol mak
üzere: ikna etme-edilme , eğer eşitler/eşit güçler arasında cereyan
ediyor değilse , mutlaka bir hegemonyaya tekabül eder; yani , ikna
o lu nan , aslında kulluğuna, şu ya da bu ölçüde razı/kulluğu kendi
g özünde de meşru kılınmış kuldur.
İ kna konusunda , ' gavur'un , -başka bir çok avantajının yanısıra
ve kısmen onların da bir sonucu olarak- çok büyük bir avantajı var­
dır: başta İ ngilizce olmak üzere bilumum değişim-değerl i Batı dil­
lerinde , özgür (hür) kavramı ile serbest kavramı aynı kelimeyle ifa­
de edilir; o yüce Libette ile vahşet durumunun teammüdfsi libera­
lizm birbirleriyle kökdeş , ingiliz-dilli ' ni n hem "insanlar hür doğar" ,
ama hem de "beni serbest bırak" ya da "eşeği çayıra sal , yani ser­
bes t bırak" derken kullanacak olduğu kelime aynı , yani freedir.

Serbestliği özgürlükmüş gibi sunmak bu dil ler/-le/-de çok ama


çok kolaydır. ' Tarihin Sonu ' nun bir kuşak yaşlı ağabeyi ' İ deoloji­
lerin Sonu ' yla i nsan , gerçeğe dönüştürülmesi olanaksız hayalperest
ideallerin esiri olmaktan kurtulmuş, yani bunlar karşısında öz­
gür(free=serbest)leşmişti , bu defa ise sıra ruhun akıl karşısında öz­
gür(free=serbest)leştirilmesindedir: ' Yönteme Hayır' . Yönteme
' hayır'sa, yani bir şeyleri yapmanın özel bir yolu-yordamı yoksa ,
her yol da mubahtır; yani işi bitir de , hangi yoldan olursa olsun , do­
layısıyla, her şeyi n sıfır noktasında teorik olarak herkes hakl ı , an­
cak pratikte gelinmiş/yaşanıyor olan noktada hak kimin tekelin­
deyse , bu da onun hakkıdır.

Globalleşmiş bir liberalizm açısından , yegane mümkün ahlaki­


yet , en radikalinden bir ahlakiyet-dışı ' I ık, yani a-moralizmdir. Ah­
laksızlık belirli bir ahlakiyetin ihlali iken , a-moral izm ' i n iddiası , ne
türden olursa olsun ahlaki mülahazaları işin içine karıştırman ın in-
114 GWBAUEŞ(T/R)ME TERÖRÜ

sarılığın toplam mutluluk ve refahına indirilmiş bir darbe olacağ ı­


dır. Fiziki sınırların delik-deşik edilmesi ABD ' nin uhdesine düşer­
ken , sınır-içi kalıpları , yani her türlü ahlaki-insani normu un ufak
etme işi de amerikan çocuğu yerli büyüklere havale edilir ki , bu
arada yönteme de çoktan "hayır" denmiş olup , bu aynı zamanda
' akı l ' a da "(el)veda" demektir. Akla ' veda' etmek ise , aslında in­
san ' a , tabif özne olarak insan 'a da "bitsin" demektir ve 'Tarihin So­
nu ' da zaten ancak böyle gelebilecek; bu nihai' ve bütünsel yapıya
tekabül eden yeni ' free , l ibre = serbest � özgür = free , libre ' düzen
de zaten ancak böyle insanlarla kendisini sürdürebilecektir .

Buradaki insan , a k ı l da dahil her türlü çerçeve , aklınkiler de


dahil her türlü norm (kalıp) karşısında özgür( ! )leşmiş bir insandır
ki , aslında insan taa en baştan beri , bunların istediği , idealmiş gibi
gösterdiği insan olsaydı , bildiğimiz anlamdaki insan , yani beşeri bir
varlık olamazdı ; zira , üretemezdi ve en başta da kendi kendisini ,
yani insanı üretemezd i : üretmek , bir şeyi veya durumu emek sarfe­
derek var kılmak demektir ve daima bir iş olarak gerçekleşir ve de
her 'emek sarfı ' mutlaka bir çaba/enerj i sarfına tekabül ederse de ,
herhangi bir çaba/enerj i sarfının emek niteliği kazanması ancak bir
iş çerçevesinde m ü mkün olur.

Emek , yapılacak/başarı lacak işin/eserin kendi iç gereklerine


göre biçimlendiril miş çaba demektir ki , işte tam tamına burada da
işin içine yöntem ve akı l girer. Annesinin zar zor uyuttuğu bir be­
beğin yanı başında bul unsa dahi , hiç bir eşek anırası geldiği anda
anırmazl ık etmez; anırmasını ertelemeye ya da sesini kısmaya ça­
l ışmaz; oysa insan , diye l i m öksürüğü geldiğinde ya öksürüğünü tu­
tacak , en azından , çıkan sesi azaltmaya çalışacaktır; ister bebek ,
ama isterse de , diye l i m hırsızlık için girdiği evde ev sahibi ya da
komşular uyanmasın diye -ki , buradaki hırsız çeşitlemesine , beşeri'
olanın , i l l aki insani-ahlaki' açıdan da değerli olmak zorunda olma­
dığını vurgulamak üzere başvurduk . İ şte o anda ve böyle yapmak­
la, hırsız ya da şefkatli amca, ama her halükarda insan , her şey ken-
'TERÖR ' KAVRAM/ ÜZERiNE 115

di doğal akışına bırakılmış olsaydı kendiliğinden ortaya çıkacak


olandan farklı bir durumu , yani geldiği andan yarım dakika sonra­
sına ertelenmiş ya da 80 desibellik olacak iken 35 desibele indir­
genmiş bir öksürüğü varkılmı ş , bu varkılma kendisinin çabası saye­
sinde gerçekleştiğine göre de üretmiş olur ki , bu durum artık doğal
değil , beşeri bir durumdur.

İ nsan , böyle yapmayıp da öksüresi gelir gel mez , "yazık , çocuk


uyanır" demeden anında öksürse bu insana da zaten biz çok haklı
olarak "hayvan herif' deriz, ancak öksürüğünün sesini azaltmak
üzere çaba harcar, ama bunu eliyle ağzını değil de gözünü ya da ku­
lağını kapatmak suretiyle başarmaya çalışırsa , artık kendisine "hay­
van herif' deği l , ama "bu , iş değil" deyip, kendisi hakkında da "ap­
tal , akılsız adam" diye düşünmemiz haklılık kazanmış ol ur Söz .

konusu kişi , elini ağzına değil de kulağına ya da gözüne götürürken


de bir çaba , hatta ağzına götürseydi harcayacak olduğundan da da­
ha fazla bir çaba harcamıştır ama , bu çabası sonucunda , fizyolojik
bir belirlenmişliğin ürünü olarak ortaya çıkacak olandan farklı , ya­
ni salt doğal belirlenmişliğinden ibaret olmayan , dolayısıyla da be­
şeri varlık alanına tekabül edecek olan bir sonuç elde edememiş,
doğal akış içinde diyelim 80 desibellik şiddete sahip bir gürültüyü
40 desibellik hale getirememiş , kısacası beşeri' gerçeklik üreti­
minde bulunamamıştır. Ortada çaba vardır ama üretim -beşeri' ger­
çeklik üretimi- gerçekleşmemiştir; çünkü yapı lan şey ' iş ' değildir,
zira orada varkılınmak istenen münferid eserin/ürünü n , ulaşı lmak
istenen amacın, varıl mak istenen durumun (80 desibellik yerine 40
desibellik bir gürültü ortamı) kendi iç gerekleri dikkate alınarak
davranılmamı ş , yani ele 90 derecelik bir açı çizdirilmesi gerekir­
ken , diyelim l 1 0 derecelik bir açı çi zdiri l miş , yani yanlış bir eylem
planı (yöntem) izlenmiş veya hiç bir yöntem izlenmemiştir.
B u söylediklerimizi , öksürüğünün sesini azaltmak isteyen ada­
mın , eli daha seyyal olduğu halde elini ağzına deği l de ağzını , tabu
bunun için de kafasını eline ya da diz kapağını ağzına götürmesi
116 GLOBAUEŞ(T/R)ME TERÖRÜ

durumunda da ve mutlaka ve mutlaka ya "akılsız adam" ya da "Al­


lah akı l fikir versin"i de ilave ederek tekrar edeceğimizi dikkate
alır, yöntemin de en kapsayıcı tanımı itibariyle ' her şey kendi ha­
linde/akışına bırakılmış olsaydı kendiliğinden ortaya çıkacak ol ma­
yan herhangi bir nesne ya da durumu ortaya çıkartmak üzere içi nde
bulunulan koşullar ve de sahip olunan olanaklar dikkate alınarak çi­
zilmiş eylem plan ı ' demek olduğunu hatırlarsak, artık şunu diyebi­
l iriz ki , doğal bir veri değil de üretilmiş bir gerçeklik olarak beşeri
gerçekl iğin , dolayısıyla da zoolojik/doğal verisinden ibaret değil de
başeri bir varl ık olarak i nsanın molekül ü , ' iş ' ; herhangi bir ham
enerj i/çaba sarfını iş haline getirmenin zorunlu koşulu i se , söz ko­
nusu çaba/enerjinin belirli bir ' yöntem' doğrultusunda harcanmış
olmas ı ; yöntemde mündemiç olan da , ' akı l ' dır.

Akılsız yöntem çizilemez , yöntemsiz iş vapılamaz , iş niteliği


taşımayan hiç bir çaba da beşeri gerçekliğe , dolayısıyla da özne
olarak insana hayat veremezdi . Kısacası , öksürüğünün sesini , eliy­
le ağzını kapatmak yerine iki eliyle diz kapağını ağzına doğru çeke­
rek azaltmaya çalışan bir i nsana "akılsız adam" dememiz ne kadar
yerinde ve meşru ise , akıl ile , insanın kendi kendisini beşeri bir var­
lık olarak üretebilmesi , bunun için de tarihin öznesi olması arasın­
daki bağ da o denli zorunlu bir bağdır. Bu noktada meşruluk kaza­
nan , ancak bunun ötesinde zorunlu hale de gelen bir husus daha
vardır: insanın özgürleşimi adına bir yandan ' yönteme hayır' deyip
akıl-dışı 'nı ( i rrasyonel ' i ) akı l ' la eşit bir meşruluk düzlemine çeker­
ken kendi kendisine bugünkü dünya düzeninin en radikal eleştirisi
payesini de veren yaklaşımların , aslında dünyayı bugünkü hal ine
getirmiş ve bugünkü işleyiş düzeni içinde tutmak üzere , bugünü ta­
rihin sonu kılıp, bunun için de i nsanı tarihin öznesi olma gücünden
yoksun basit bir canlı nesne konumuna indirgemenin peş i ne düş­
müş kapital ist güç odakl arının çok çeşitli biçimlerde beslediği ide­
olojik maşalarc a kotarılmış felsefi kalpazanlıklar olduğunu aç ıkça
ortaya koymak .
'TERÖR ' KAVRAM/ ÜZERiNE 117

İ nsanın , ancak özne ' liği temelinde bildiğimiz anlamda insan


olduğunun , söz konusu özne ' liğin ise , insanın kendi dışından veri l­
miş belirleyiciliklerin etkisini şu ya da bu ölçüde geriletip basit bir
ne sne ' den ibaret olmanın ötesine geçmesine , kı sacası belirlenmiş­
lik payını azaltması na/özgürleşmesine dayandığının bilinci içinde
hemen şunu söylemeliyizdir ki , insanın ' içinden geldiği şeki lde '
davranması şeklinde tanımlanarak/anlaşıl arak serbestlikle özdeş­
leştirilmiş bir özgürlük, aslında mutlak bir göz yanılgı sıdır: İ nsan ,
en içine gittiğimizde zoolojik/türsel belirlenmişliğinden ibaret, do­
layısıyla öksürüğü , teri , çişi , ten kokusu vb . . . dışında içerisinden
gelecek hiç bir şeyi bulunmayan ve bütün varl ığı bunlardan , yani
' içinden gelenler' den ibaret olduğu ölçüde de , basit bir ' canlı nes­
ne ' den başka bir şey değildir.

Tarihi n , dolayısıyla da beşeri'liğinin sıfır noktası itibariyle ele


aldığımızda gerçekten de basit bir zoolojik birey durumunda bulu­
nacak olan insan ı , tarihsel zamanlar içinde belirli bir toplumsal­
kültürel çerçeve içine doğmuşluğunu dikkate alarak ele aldığımız­
da da, içinden gelenler temelinde davranıyor/varoluyor olması öl­
çüsünde , kendi kendisinin salt nesne boyutunu , yani dıştan bel irlen­
miş olan yanını yeniden üretmenin ötesine geçemeyen bir varlıkla,
ancak bu defa salt zoolojik değil , fakat zoo-kültürel bir nesneyle ka­
rşı karşıya kalmamız kaçınılmazdır: canım acıdığında bağırmam
zoolojik belirlenmişliğimi n , ancak , diyelim bir İtalyan gibi "o,
mamma mia" diye değil de "yandı m anam" diye bağırmam da, be­
nim bir birey olarak özne ' liğimin değil , tam tersine -nerede , ne za­
man , hangi ana-babadan doğacağımı ve anadilinin de ne olacağını
kendim belirlememiş olduğuma göre- yine belirlenmişliğimin , ama
burada artık sadece zoolojik deği l aynı zamanda kültürel de olan bir
bel irlenmişliğin hem bileşik (kompozit) bir sonucu/ürünü , hem de
yeniden üretimi olarak ortaya çıkar: dil diye bir olgunun ve de bu­
radaki örneğimiz çerçevesinde İ talyanca ve Türkçe dil lerinin özne­
si insandır ama , benim İtalyanca ya da ermenice değil de türkçe fer­
yadetmemin öznesi , yani belirley icisi ben değilimdir.
118 GWBAUEŞ(TIRJME TERÖRÜ

Eşeği n eşekliğini kendisinin seçmiş olmaması açısından eşek­


liğinin öznesi olmadığı ölçüde , ben de -türklüğümü kendim seçm iş
olmadığıma göre- kendi türklüğümün öznesi değilimdir; dolayıs ı y ­
la benim türklüğümün içerdiği bireysel beşerilik payı eşeğin eşek ­
liğindeki gibi sıfır mesabesindedir; ancak , hemen şunu da belirte­
lim ki , buradaki feryadediş biçimim , benim tarafımdan belirlenm iş
olmaması ölçüsünde benim ' nesne ' yanıma, yani benim "ben" der­
ken kastettiğim ve aynen vücudum , kulağ ı m , burnum , bacağım ya
da böbreğim gibi benim dışımdan veri l i/be lirlenmiş olarak buldu­
ğum , dolayısıyla kendileri olmaksızın benim de olamayacağım ya­
nıma , kısacası benim varlıksal temelime tekabül etmektedir. Şöyle
de söyleyebiliriz: dilim (anadilim) , vücudumun sesidir ki , bu du­
rumda benim türkçe sesler çıkartmamı/benden çıkan seslerin türk­
çe olmasını engellemek , karnı gurulduyor/guruldamasın diye bir in­
sanın boğazından midesine beton dökmekten daha az vahşiyane ol­
mayan bir insan hakkı ihlal i , hele ki bu engel leme vücudu bu tür­
den sesler çıkartan bütün insanları kapsıyor ve sesin bu türü bir da­
ha hiç mi hiç çıkartılamaz olsun amacına yönelik ise , en kabul edi­
lemez bir insanlık suçudur.

Yeni Dünya Düzeni 'nin ya Nazi eskisi , ya C İ A beslemesi ya


da amerikan/Nato yetiştirmesi ideologlarının ' Tarihin Sonu ' , ' Yön ­
teme Hayır' , ' Akla Veda' türünden alicengiz oyunları aracılığıyla
egemen kılmak istedikleri özgür( ! ) birey/özgür( ! ) dünya konsepti
çerçevesinde i nsana biçtikleri rol , aslında özne ' lik payı sıfır, bel ir­
lenmişlik payı ise mutlak canlı nesneler olarak hayvanların doğal
düzenlilik karşısındaki konumları ne ise , insanı n da , tarihin sonuna
tekabül ettiğini - insanlığın ulaşabi leceği n ihai düzen olduğunu­
iddia edip Yeni Dünya Düzeni adını verdikleı:t- global metalaşma
furyası karşısında işte ona benzer bir konumu , üstelik de kendi öz­
gür iradesiyle benimsemesidir.

Hayvanl ar doğada serbesttir: eşek istediği anda/yerde/gibi/ka­


dar anırır; tabii köpek de aynı şeki lde havlar, yatar-yuvarlanır, i şer
vb . . . Bütün bunları yaparke n , örneğimizdeki eşek de köpek de , ken-
'TERÖR ' KAVRAM/ ÜZERiNE 119

di doğal belirlenmişliklerine tam ve mutlak bir tabilik içinde dav­


ranmakta , öyleyse görünürdeki serbestlikleri aslında sıfır özgürlü­
ğe/mutlak özgürlüksüzlüğe ; varoluşlarının her bir anı ise kendisine
tabi oldukları doğal düzenliliğin basit bir tezahürüne tekabül eder­
ken , harcadıkları enerjinin her bir katresi de bir alt-birimini oluştur­
dukları global yapı nın basit yeniden üretimine giderek , söz konusu
yapının değişmeksizin süregitmesini , yani tarihsiz kalmasını sağla­
mış olmaktadır. İ nsan dışındaki canlıların belki de milyonlarca yıl­
dır sürekli devinim ve değişim içinde bulunmaları ; buna karşılık ,
bu devinim ve değişimleri n , doğal düzenlilikten farklı bir düzenli­
liğin varlık kazanmasına yol açmayıp, tam tersine aynı ve tek bir
düzenliliğin , yani doğal düzenli liğin hiç mi hiç değişmeksizin ge­
çerliliğini sürdürmesine tekabül ediyor olmasının kaynağında bulu­
nan şey ise , söz konusu canlıları n ' içlerinden geldiği gibi ' davran­
maları , yani kendi nesnel belirlenmişliklerinin mutlak/birebir bir
uzantısı olarak varolmalarıdır: yaptıkları her şeyi , oldukları şeyin
zorunlu bir fonksiyonu olarak yapmaktadırlar . Şöyle de söyleyebi­
liriz: köpek havlarken ya da eşek çifte atarken aslında bir şey yapı­
yor değil , zoo-fi zyolojik belirlenmişliği ile o anda karşı karşıya bu­
lunduğu dış koşulların resultante ' ı (bileşkesi) niteliğindeki bir devi­
nimde/davranışta bulunmaktadır .

Köpeğin havlaması ya da eşeğin çifte atması bu canlıların


' yapmak ' ı değ i l , ' olmak ' larının devinimsel bir tezahürüdür. İ nsan
ise , yaparak olmuştur. B ireyin özgürleşimi türünden söylemler ara­
cılığıyla ' iç inden geldiği gibi ' l iğin , ' olduğu gibi ' l iğin , ' özüne sadık
kalma, özüne dönme ' ni n , ' özünü , kendisini ortaya koymada sınır
tanımama ' ı n yücelti l i p , insanların kendi kimliklerini kendileri dı­
şından verilmiş/belirlenmiş boyutlarına -ne 'liklerine- öncelik/ağır­
lık verecek şekilde yeniden tanımlamalarının , bu yönde/temelde
davranıp örgütlenmelerinin teşvik ve takdir gördüğü bir düşünce
ortamı ile Yeni Dünya Düzeni teorisyenlerinin insanı tarihsizle­
ştirme , tarihi de öznesizleştirme özlem ve projeleri arasında içsel
bir bağ vardır.
120 GLOBALLEŞ(T/R)ME TERÖRÜ

İ nsan , -hayvanın yapabi ldiği tek şey olan- olmak ' ına göre yap­
mak ' ı , üstelik de özgürleşme adına ön plana çıkarttığı ölçüde , ken­
di kendisinin (nesne yanının) basit yeniden üreti minin ötesine geçe­
mez; yani , tarihin öznesi olmaktan uzaklaşıp ' Tarihin Sonu ' n u geti­
rirken , kendisine zemin oluşturan , dolayısıyla kendisinin bir fonk­
siyonu durumunda bulunduğu global düzenliliğin (Yeni Dünya Dü­
zeni ' nin) inşa ve bekasına katkıda bulunur hale gel miş olacaktır .

Kapitalist emperyal izmin , insanları ' free , libre ' anlamında öz­
gür bireyler=serbest hayvanlar gibi davranmaya ikna etme yolları
ideolojik plandaki post-modern saldırıl ardan ibaret kalmayıp , teori�
pratik bütünlüğünü yine post-modern bir özgürlükçülük( ! ) doğrul­
tusunda ters yüz edip pratik-teori bütünlüğü şeklinde devrimsel bir
değişikl iğe uğratan çeşitl i uygulamaları da kapsar: kendi koydukla­
rı gelişmişlik ölçütlerini yakalaması , yine kendilerinin dayattığı ge­
l işme model ve yollarından dolayı hiç bir zaman gerçekleşemeye­
cek olan ülkelerde , önce kendi adamlarına/'boy ' larına darbe yaptır­
tıp baskı rejimleri kurdurturlar; sonra da "işte bakın az-gelişmiş ül­
kelerde demokrasi kalıcı olamıyor, hep darbeler oluyor, o yüzden
de gelin önce gelişin , bunun için de , nası l gel işilir onu bizden öğre­
nin" diye kitaplar yazdırtıp Nobel ' leri toplar/toplattırırlar. Demok­
rasi , ekonomik kalkınmışlığa bağlı olduğuna göre , insanlar demok­
rasiyi gerçekten istiyorlarsa, önce ekonomik kalkınmayı , bunun
için de yatırımı , yatırım için tasarrufu , tasarruf için de yememeyi
başarmak zorundadırlar ki , ülkelerin kalkınıp demokrasiye ka­
vuşmalarını kimlerin enge llediği , global refah ve mutluluk yolunda
insanlığın önünü kimlerin kesi p , bir türlü barı ş , huzur ve istikrara
kavuşulamamasından kimlerin soruml u , dolayısıyla nerede görü­
l ürlerse anında başı ezilmesi gereken hainlerin kimler olduğu da iş­
te tam tamı na bu noktada ortaya çıkar: "açız" diye haykıranlar; zi­
ra "açız" diy � bağırıyorlarsa, demek ki bugün yediklerinden de
daha azını yemeye razı olmaları gerektiğini halii öğrenememişler­
dir.
'TERÖR ' KAVRAM/ ÜZERiNE 121

Burada artık şunu söyleyebiliriz ki , insanın ancak tarih üret­


mekle beşeıi varl ık anlamında insan haline geldiğini de dikkate
alırsak , ancak ve ancak insanın tarihin öznesi olmaktan çıkması öl­
çüsünde inşa edilebi lecek olan Yeni Dünya Düzeni , insanı kendi
varoluş ilkesinin, yani ' yapmak ' ı n uzağına yerleştirme konusunda ,
ye m ' i n (arpa , kemik vb . . . ) hem çeşit , hem de miktar açısından bol
ve cazip olduğu yerde hayvan-gibileşmeyi teşvik etmeye ağırl ık ve­
rirken , yemin kıt olduğu yerde de en kısa yol u , yani doğrudan doğ­
ruya ' insan ' ı , bunun için de ' yapmak ' ı yasak etmeyi , insanın ' yap­
ma' sını önlemeyi deneyecektir . Başka bir anlatımla, kapitalizmin
metropol ülkeleri nde insanlar çok çeşitli ' olmak ' lar temelinde ' yap­
mak ' ı n uzağına çeki l irken , pari ferideki insanlara ' yapmak ' yasak
edilecektir. Oysa insan daima bir iş yaparak insan olmuştur. Dav­
ranışları kendi belirlenmişliğinin ve/veya başkalarınca belirlenmiş
bir işin işlevi durumunda bulunduğu ölçüde o insan artık bir iş yap­
mıyor demektir; sadece belirl i bir işlevi yerine getirmekte olup, bu
haliyle de belirli bir mekanizmanın işletilmesinde , kendi dışından
bel irlenip kotarı lmış bel irl i bir düzenliliğin yeniden üretilmesinde
görev almış canlı bir enerji kaynağından başka bir şey değildir.

İ nsan ' ı yapmaz hale getirmenin en kesin yolu tabü ki onu öl­
dürmektir ama , bu arada devletlere millet, patronlara işç i , tüccarla­
ra da müşteri/tüketici gerekmektedir; işte o yüzden de öldürmek
şeklindeki nihai' çözü m , ancak insanların milli' , ekonomik ve ticaıi
açıdan taşıdıkları değerle ters orantılı bir sıklık ve yoğunlukla ba­
şvurulacak bir yol olarak kalacaktır. Yaşayan insanı 'yapmak ' ın
uzağında tutmanın en iktisadi yolu ise , onu ' olmak ' ına indirgemek­
tir. İ şte tam bu noktada da , marka , takım , star vb . . . fanatikliğinden
din , mezhep, tarikat , etni , yöre ya da cinsiyet/cinsel tercih vb . . . te­
melindeki şovenizmleri , her türlü irrasyonel tutkunluğu , bireyin bir
değer olarak yükselmesi ve kendi özünü-ruhunu yeniden keşfedip
onun dinamiği doğrultusunda özgürleşmesi şeklinde sunup yücel­
ten post- modern yaklaşımların Yeni Dünya Düzeni 'yle ne denli or-
122 GLOBAUEŞ(T/R)ME TERÖRÜ

ganik bir bağlantı içinde ve ideolojik bir işlev taşımakta oldukları


da bir kez daha açıklık kazanır.

' Olmak ' ın ön plana çıkması ölçüsünde bireyin tek ' yapmak ' ı ,
olduğu şeyi n e kadar i y i olduğunu göstermekle sınırlanmış olacak­
tır: sadece ' olmak' ından ibaret olan bir varlık, diyelim bir köpek
(ve bütün köpekler) sadece havlar, havlamakla yetinir; tutup da ' kö­
pekl ik ' i , yani köpek ' olmak ' ı bir değer; buradaki 'olmak ' ı n , yani
olduğu şeyin bir fonksiyonu durumundaki ' havlamak ' ı bir erdem;
en iyi havlayan ' olmak ' ı da bir ideal haline getirmez. ' Ol m ak ' ına
sarılıp bütün yapmak ' ını ona endeksleyen bir insanlar dünyası ise,
her şeyi , hem olduğu şeyin en iyi , hem de o şeyi en iyi kendisinin
olduğunu göstermek/ispatlamak üzere yaparken kendi kendisinin
basit yeniden üretimi temelinde cehennemf bir yarış ve mücadele
içinde kendilerini kaybetmiş bir yalnız ve tarihsiz bireyler dünyası
olacaktır. Burada artık , her türden hayvanın hem kendi türünün di­
ğer bireyleriyle , ama bu arada diğer bütün türlerle de sürekli üstün­
lük mücadelesi içinde bulunduğu bir ' hayvanlar alem i ' y l e , daha
doğrusu bir ' fanatik hayvanlar alemi 'yle karşı karşıyayızdır adeta;
"adeta" diyoru z , zira böyle bir �ey hayvanların değil , ancak insan­
ların işi olabilir.

Globalleşmiş serbestlik düzeninde , yoksul periferi olmazsa


zengin metropoller de olamaz; devlet ise bizatihi , herkesin herkese
ve her şeye eşit uzaklıkta bulunmasını engellemek üzere vardır. Bu
durumda, insanları hayvan-gibilik sarmalına çekebi l mek üzere her­
kese gerek miktar, gerekse çeşit zenginliği açısından eşit ölçüde
yem sunulamayacağı açıktır. Bu ise , insanları ' yapm ak ' tan uzak­
l aştırıp tarihin öznesi olmaktan çıkartmak üzere ' olmak ' ı cazip kıl­
maya ayrılacak kaynakları n ülke , sınıf ya da yöre/etni temelindeki
sınırl ılığı ölçüsünde ' olmak ' a teşvikin yeri ni ' yapmak ' ı yasaklama­
nın alacağı anlamına gelir. Burada söz konusu olan , insanların şu­
nu ya da bunu yapmaması deği l , doğrudan doğruya ' y apan ' bir var-
'TERÖR ' KA VRAM/ ÜZERiNE 123

t ı k olmaktan çıkartılmasıdır : tarihin sonu ancak öyle gelmiş olacak­


tır. Böyle bir şeyin ise , klasik baskı rejimleri aracılığıyla , bilinen
po lis devleti yöntemleriyle gerçekleştirilem eyeceği açıktır. Terör
Devleti de , işte tam tamına bu noktada ortaya çıkar ve bu devletin
kendi kendisine biçtiği misyon da ,-kapkara bir ironi olarak- ' terör­
le mücadele'dir: devletin içteki ve dıştaki tasarrufları arasında te­
rörle mücadele adına yapıldığı iddia edilenlerin ağırl ık kazanması
ölçüsünde , yönetme gücünü teröre dayandıran bir rejimle karşı
karşıyayız demektir.

Yeni Dünya Düzeni , merkezden periferiye doğru gidildikçe


artan bir oranda terör rejimlerine muhtaçtır ve bu kesinlikle bir te­
sadüf değildir. Yine tesadüf olmayan bir husus daha vardır ki , o da
bu terör rejimlerinin kendi meşrOluklannı büyük ölçüde ' terörle
mücadele ' temelinde kurmalarıdır. Yazımızın taa en başlarında
söylediğimiz gibi "belirsizlik, insanı doğrudan doğruya dehşete dü­
şürmez ama , bu belirsizliğin , yani bizim tarafımızdan yaşanan be­
lirsizliğin bizim dışımızdaki birileri tarafından bel irlendiğini bili­
yor ya da öyle olduğunu düşünüyor olmak kadar da insanın terori­
ze olmaya , dehşete düşmeye hazır ve yakın olduğu hiç bir durum da
yoktur" . Terör ise , belirli bir fiil kategorisi temel inde tanımlanması
mümkün olan bir olgu değildir. B u durumda, rejimin tasarrufları
' terörle mücadele ' temeline oturtulduğu , hele ki terör, başlı başına
ayn bir suç kategorisi , hem de verilecek cezanın ve de infaz koşul­
larının ağırlaştırılmasını öngören bir suç kategorisi olarak tanımlan­
dığı ölçüde , devlet erkini kullananların eline adeta açık bir keyfilik
çeki de verilmiş olur: terörün belirli bir fiil temelinde net ve kesin
bir biçimde tanımlanabilir olmaması , ister istemez suç ile fiil ara­
sındaki bağın iyice gevşek , dolayısıyla da esnek ve her tarafa çeki­
lebilir olması sonucunu verecektir. Bu durumda, bir yandan hemen
hemen her fiil pekal a terör suçu addedilebilir hale gelirken , diğer
yandan da , bel irli bir fiilden kalkıl arak doğrudan tanımlanabi lir ol­
mayan bir suç kategorisinin varlığı , ister istemez herhangi bir fiil-
124 GWBALLEŞ(T/R)ME TERÖRÜ

den bağımsız olarak önce suçlunun bel irleni p , yani birilerinin önce
terorist ilan edi lip, sonra da onların her yaptığının -sırf onlar yap tı­
ğı için- terör suçu addedi l mesi türünden uygulamalara sözde bir ya­
sallık zemini hazırlar .

Suçun fii lden koparı lmışlığı , dolayısıyla da işe cürümden değil


de mücrimden başlanıyor olması ölçüsünde , terör suçu olarak nite­
lenebilecek hiç bir fi i lde bulunmuş ve bulunuyor.olmamak , suçsuz­
luğun değil , tam tersi ne teroristliğini bel l i bile etmeyecek kadar
kurnaz , tabii bu durumda daha da tehl ikel i bir terorist olunduğunun
delili olarak görülüp gösterilir hale gelebilecektir ki , böyle bir or­
tamda artık neyin suç , neyin de olmadığının bilinemezliği bir yana,
bugün suç sayıl mayan bir fiilin daha sonra suç addedilip failinin
cezalandırılmasına yol açmayacağının da hiç bir garantisi bulunma­
yacaktır. Bu durumda artık herkes yaptığı herhangi bir şeyden do­
layı ve bugün deği lse bile pekala yarın suç l u , hem de terör suçlusu ,
yani cezaların daima en ağırını hakeden türden bir suçl u durumuna
düşürülebilecektir ki , bu riski bertaraf etmenin de tek bir yolu var­
dır: ' yapmamak ' ; yani huhangi bir ' şey ' deği l ama , ' insan ' olma­
mak .

İ nsan , en temel ve en baştaki ' olmak ' ı çerçevesinde sadece ba­


sit bir zoolojik varl ık/mutlak bir canlı nesne , buna karşılık ancak ve
ancak ' yapmak ' ı sayesi nde/yaptıklarıyla bildiğimiz anlamda insan
olduğuna göre , ' olmak ' l a yetinerek yaşanabilen/yaşayabi l mek için
' olmak ' la yetinmek zoru nda kalınan bir dünyada insan , esas olarak
' olmak ' içi n bile ' yapmak ' zorunda olanlar/kalanl ar/bırakılanların -
yani ' yapmak ' kendileri için varoluşsal bir zorunluluk haline gel­
miş olanları n- yaptıklarıyla, yaptıkları kadar/sürece/gibi olacaktır.

' Yapmak ' kendi leri için varoluşsal bir zorunluluk hali ne gel­
miş olanlar, yani daha ' olmak' düzeyinde yasaklı , oldukları ' şey '
her ne ise o bile yasaklan m ı ş , dolayısıyla eğer kendisi balık ise yü­
zebil mek , kedi ise miyavlayabi lmek için dahi , bunların dışında/
'TERÖR ' KAVRAM/ ÜZERiNE 125

öncesinde/ötesinde başka bir şeyler daha yapmak zorunda kalan , ta­


bii , böyle yapmakla da ister istemez kendi kendisinin basit yeniden
üretiminin ötesine geçerken , kendi kendisini de kendi dışından/ön­
cesinden hazır/verili/belirlenmiş olarak bulduğu nesne yanından
daha geniş , dolayısıyla kendisinin özne ' l iğini de içeren bir varlık
haline getirip tarihin öznesi haline de gelmiş , dolayısıyla tarihi öz­
nesiz olmaktan çıkartıp tarihin sonu oyununu bilerek ya da bilme­
yerek bozmuş olacak olanlar: onların savaşı , ' olmak ' içi n , dolayı­
sıyla 'olmamak ' a karşı bir savaş olması açısından , aslında varl ığın
yokluğa, yaşamın da ölüme karşı direnmesi olarak , biz yaşayanla­
rı n tümünün ortak davasıdır.
TERÖR VE İRrİCA ÜZERİNE(*)

İ nsanı i nsan yapan/insana yaraşan/insanın layık olduğu hemen


her şeyin yasa-dışı i lan edildiği bir ülke: insanlar yasaklı değil , doğ­
rudan doğruya, İ nsan yasak; İ nsan yasa-dışı . Bu durumda yasaları
hakim kılmanın tek bir yolu var, o da ülkeyi insansızlaştırmak ; ma­
nen ya da maddeten , ama mutlaka . Geriye kalacak olan ise , onbin­
lerce cansız, milyonlarca da ruhsuz beden; tabu bir de bütün bu fe­
laketlerin , ilk/baş değilse de nihaf sorumlusu 1 2 Eylü l ' ü n , -yargı­
lanmayan da değil , yargılanmaları doğrudan doğruya Anayasak­
darbecileriyle , bunların taşeronluğu sayesinde , ellerini -güya- hiç
kirletmeden , bir yandan hayallerindeki Ş i l i ' yi burada , hemen ayak­
l arının altında bul u verirken , bir de üstelik demokrasi abideliğine
terfi ediveren gerçek mimar ve müteahhitleri . Ama yine de , "yaşa­
sın çok partili parlemanter demokratik rejim" ve de tabu ki "kah­
rolsun bölücü terör ve irtica" .

Terörün ne olduğunu çok iyi biliyorum ve de lanetl iyorum . Te­


rör, siyasi amaçlarına ulaşmak amacıyla insanları dehşete düşür­
mek , dehşet içinde tutmak suretiyle paralize etmek , yani kendi he­
deflerini formüle edip bu yolda mücadele vermekten aciz bir felçli
haline getirmektir. Ne zaman , ne yüzden başına neler gelebileceği­
ni bilemeyen i nsan , terorize edilmiş insandır; insanları bu hale ge­
tiren de teroristtir: değil binlerce ' faili meçhul ' , bir tek 1 402 uygu­
laması bile binlerce insanı terorize edebilir ve etmiştir de .

(*) A y n ı isimli yazı(kısmen) , Ülkede Gündem Gazetesi , 2 4 M a rt 1 998


128 GWBALLEŞ(TIRJME TERÖRÜ

' Fai l i meçhul ' leri n failleri tabii ki teroristtir ama, günümüzde­
ki anlamıyla ilk ve baş terorist doğrudan doğruya Amerikan devle­
tidir: istediği birey , grup, örgüt ya da devleti istediği anda terorist
ilan eder ve de terori st ilan edilen gerçek ya da hükmi kişi , o andan
itibaren hiç bir hakkı bulunmayan , mevcut ve mümkün hukuksal
statülerden hiç birine girmeyen bir varlıktır artık; yani her şeye
müstahak , dolayısıyla terörle mücadele ettiğini söyleyen için de her
yol mubah , her şey meşru .

Terorist (olduğu iddia/ilan edilen) eğer bir devletse , bu demek­


tir ki , savaş falan ilan etmeye gerek kalmaksızın toprakları üzerin­
re müdahalede bulunulabi lecek, sivil yapılarından sığınaklarına her
bir yeri bombalanabi lecek , yani savaş hukuku çerçevesinde dahi
muhatap olarak kabul edil meyecektir. Birey bazında ise , terorist
(olduğu iddia/ilan edilen) ne vatandaştır, ne de dış düşman ; ne tu­
tukludur, ne de savaş tutsağ ı ; dolayısıyla aynı anda hepsi olabilir,
daha doğrusu hepsidir: terori st, düşman olarak öldürülür, vatandaş
olarak da ele geçiri lir; yani terorist , genel olarak ölü ele geçirilen­
dir; ya da ölü olarak ele geçirilen her kim i se , terorist i şte odur.

İ rtica nedir? Onu ise hiç bir zaman tam olarak bilemedim ve de
bilemeyeceğim ama , bu demek değildir ki , "irtica geldi gel iyor" di­
ye neler yapı ldığını , kimleri n neler yapmak istediğini de bilmiyo­
rum . İ rtica , kel i me anlamı iti bariyle geriye dönüş demek . Mürteci­
ler nereye , hangi ' geri ' ye dönmek istiyorlar? Gerinin karşıtı ileri ve
de , diyelim veri l m i ş sendikal hakları geri armak mı ileri : insanlara
mürteci den i l i p irtica teh l i kesinden bahsedilirken neyi n kastedildi­
ğini ne kadar bi lemesem de , en büyük geri dönüşleri n , yani mürte­
ciliğin sözde ileri l iklerin arkasına saklanılarak yapıldığını çok iyi
bil iyorum .

Hemen akl ıma gelen bir örnek , hem de oldukça eskilerden : ka­
dınlara oy hakkı veri lir veri l mez, artık kadın-erkek ayrı lığı yok de­
yip kadın dernekleri kapatıl ı yor. Tabii aklıma geliveren bir tek bu
değil : yükselen emekçi/memur eylemliliği , yoğunlaşıp kararlı laşan
'TERÖR ' KAVRAMI ÜZER/NE 129

demokratik hak talepleri ve , en azından emekçiler nezdinde inandı­


rıcılığını yitirmeye yüz tutmuş ' terörle mücadele ' bahanesine yedek
bir bahane bulma/icad etme ihtiyac ı ; tabii hep , oligarşinin muhtaç
olduğu sıkı düzeni/yönetimi meşrOlaştırabilmek için . Ayrıca, ikti­
darını sürdürmek açısından silah desteğine muhtaçlığı ölçüsünde
oligarşinin kendi silahlı kanadının bürokratik niteliğinden kaynak­
lanan fantazmagorilerine (hayalet/hortlak oyunu) giderek daha faz­
la inanırmış gibi yapıp onların fantezilerine daha fazla bir serbest­
lik alanı tanımak zorunda kalacağı da akıldan çıkartı lmamal ıdır.

Vakıa , şu da var ki , insanların ileri gitme olanakları ellerinden


alınıp bu yoldaki umutları söndürü ldüğü ölçüde , daha iyi bir gele­
cek için referans noktalarını gerilerde/geçmişteki hayali bir cenne­
te , idealize edilmiş bir asr-ı saddet'e taşıma eğilimleri güçlenirken ,
bu yolda istismar edilme ihtimalleri de ister istemez artacaktır . An­
cak , tarih hiç bir zaman istediğimiz noktadan başlamak üzere yeni­
den yaşanılabilir olmadığına göre , gerçekte hiç bir zaman geriye de
dönülemeyecek , geriye döndüm diye yaşanılacak olan ise , yaz sıca­
ğından bunalıp da çareyi geçmiş aylardan hayal meyal anımsadığı
kış uykusuna yeniden -ama bu defa Temmuz ya da Ağustos ortasın­
da- yatmakta arayan ayınınkinden daha fazla başarı şansı bulunma­
yan bir deneyim olacaktır.

Mutlak anlamda bir irticanın , yani geçmişte yaşan mış bel irli
bir dönem ve düzene gerçekten geri dönmenin olanaksızl ığı bir ve­
ri iken , mürteciliğin de ancak göreli olarak , yani ancak ' i leri " olana
göre tanımlanabileceği , söz konusu göreli mürteciliğin mümkün
olan en uç noktasının ise mutlak bir immobi lizm , yani hareketsizci­
lik, tarih-dondurmacılık olacağı açıktır. Kendi varl ıksal/bünyesel
özellikleri itibariyle böylesi bir immobilizmden yana olup mürteci­
liğin en uç noktasında yer alması mümkün olan yegane toplu msal
grup ise bürokrasidir; ister dinsel (kilisesel) olsun isterse laik , ister
askeri' olsun isterse sivil ya da i s ter partisel olsun isterse sendi kal .
130 GWBALLEŞ(TIR)ME TERÖRÜ

Elinden gelse -ve de kendi açısından çok haklı olarak- b ütü n


toplumu klasörler halinde kataloglayıp bütün zamanlar için b ir
defada kendi çekmeceleri ne kilitleyecek olan bürokrasinin kend isi­
ne özgü hiç bir dinamiği bulunmadığı için , şu ya da bu ölçüde bir
özerkliğe sahip olup belirli bir iktidar odağı konumunda bulunabi l­
mesi ancak ve ancak diğer bütün toplumsal dinamiklerin önünü ke­
sebi ldiği , bu dinamiklerden herhangi birinin diğerleri karşısında ba­
şat hale gelmesini engelleyebildiği ölçüde mümkün olacaktır: bü­
rokrasi , ne denli özerk bir iktidar odağı haline gelmi şse , bu konu­
munu koruyup güçlendirmek üzere söz konusu immobi l izmi topye­
kun bir ideoloj iye dönüştürüp toplumun tümüne empoze etmeyi de­
neyecektir.

Terör, hele bölücü terör dediklerinde i se , hemen akl ıma gelen


"bana sağcılar/milliyetçiler c inayet işliyor dedirtemezsiniz" lafı .
B u , tam tamına bir savaş , hem de bir iç savaş i lanı : savaşın kendisi
-tabii bizler için- bizatihi bir cinayetse de , böyle bir lafı etmi ş olan­
lar için insan öldürmenin hiç de cinayet sayılmadığı bir ortam var­
dır ki , o da savaştır ve bir iç savaş i lanı kadar bölücü hiç bir şey ola­
maz .

B u , bölücü terör tabiri nin ' bölüc ü ' sünün ak l ı ma getirdikleri ;


ama bu tabirin bir de terör unsuru var: Taks i m ' deki 1 Mayıs , Beya­
zıt' taki 1 6 Mart , B ahçelievler'deki ev-içi katl iamları terör deği l se
başka hiç bir şey terör olamaz . Nerede bu cinayetlerin fail leri ? Biz
zaten biliyorduk ama , devletin kendisi d e açıkladı , pek ço ğ u devlet
hi zmetinde ya da bulunmuş . Cevdet Sunay da, kalbi' takdirleri ni
sunmuştu bu canilerin ilk tertiplerine; kend i l e r in den ' devlete yar­
dımcı olan çocuklar' diye söz ederek . Ş i mdi de "Türkiye onlarla
gurur duyuyor" ve bu sloganı atanlar terörü övmek , teröre destek ve
teşvikten yakalanıp cezalandırılmadıkları sürece , terörle mücadele
edilmiyor, tam tersine , teroristler -himaye edilmenin de ötesinde­
ödülle ndiriliyorlar demektir. Ve , gerçekten de öyledir, hem de bir
kaç kötü niyetlinin öznel tercihi olarak deği l , nesnel bir zorunluluk
'TERÖR ' KAVRAM/ ÜZERiNE 131

olarak , yani eşyanın tabiatı icabı ; zira , aynı zamanda emperyalist de


olmaksızın kendi varlıklarını sürdürmeleri zaten mümkün olmayan
kapitalist metropol lerin taşradaki temsilcisi durumundaki kompra­
dor rejimler çerçevesinde , l i beral izm ancak bir faşizm olarak vücut
bulabilir ve her faşizm de mutlaka ve mutlaka insanları terorize
ederek varlığını sürdürebilir: teroristler bu tür rejimlerin en has ev­
latları , en vazgeçilmez unsurlarıdır.

B u devlet Çatlı ' larından , Yeşi l ' lerinden, Ağca' l arından vazge­
çemez ; zira ne onlar birer arızi vaka , ne de onları destekleyen , ye­
tiştiren , kul l anan ve hi maye edenler birer çürük elma, tam tersine
düzenin temel direkleridir ve bu bakı mdan da ortalıkta dolaşan ' li­
der' ler arasında en harbisi yine de Tansu Ç i l ler'dir, açıktan açığa
"devlet için kurşun atan da , yiyen de haysiyetlidir" demiş olması
açısından . Tabu bu arada şunun da vurgulanması gerekir ki, kapi­
talist metropollerin yer yer ve/veya zaman zaman ve genellikle de
sosyal-demokratlar marifetiyle hiç deği l se pembemsi bir renge bü­
rünebilen liberalizmleri ile periferik kapitalizmlerin ya koyu kahve­
rengi ya da doğrudan doğruya kapkara faşizmleri ' siyaset bili­
mi ' ni n göstermek istediği gibi iki ayrı dünyanın rejimleri , iki fark­
l ı ' siyasal kültür'ün tezahürleri değil , tam tersine aynı bir bütünün
-sadece mütemmim de değil- birbirleri ni üretip besleyen , birbirleri
açısından zorunlu cüzleridir: metropolün kadife eldiveni periferinin
işkencehanelerinde dokunur, daha doğrusu oralarda dokunduğu
için/sürece/ölçüde kadifedendir ve de globalleşme adı verilen sü­
reç , periferinin de giderek metropolleşmesi yönünde değil , tam ter­
sine her yerin periferiye , periferinin de giderek salt bir işkenceha­
ne/cinayethaneye dönüşmesi yönünde işleyen bir süreçtir.
'BİLG İ ÇAGl/TOPWMU' MASAl.J f *J

' B i lgi toplumu' terimi içindeki ' bilgi ' sözcüğü , ' information ' a
karşılık olarak kullanılmış (societe d ' information , informatics soci­
ety) . Oysa , bilgi kavramı dilimizde , Batı dillerindeki ' connaissan­
ce , knowledge ' sözcüklerine denk düştüğü gibi , ' information ' da
söz konusu teri mler çerçevesinde doğrudan doğruya ' malumat­
dar/haderdar hale gelme/kılınma' gibi bir anlam taşımaktadır.

B u arada bir parantez açıp şunu da bel irtelim: dil i , sözcüklerin


kök-dil leri/etni k kökenleri temelinde ele alan tasfiyeci/ırkçı bir
yak laşıma kendisini kaptırmış olanlardan olsaydık, dil dağarcığı ,
dolayısıyla da kavramlar dünyası itibariyle ' haberdarlık/malumat­
darlı k ' tan yoksun bir canlı olarak bu noktadan sonra söylecekleri­
mizi düşünüp söylemek bir yana, ' bilgi toplumu ' terimini proble­
matik bir unsur olarak görmemiz, burada bir problem olduğunu al­
gılamamız, bırakın problemi , en basitinden/kabasından bir dil/çevi­
ri yanlışı bulunduğunu hissetmemiz dahi mümkün olmazdı .

B i lg i çağı , bilgi toplumu ; hem sahtekarlık, hem de cah i l l i kle


malfil bir tabir, daha doğrusu , bir türkçeleştirme . Gerek kendisin­
den beslendiği , gerekse kendisini beslediği eğilim ise , kolaycılık ,
hazıra konuculuk , yani bilinçli çaba göstermekten , emek harcamak­
tan imtina; ki , bu da, doğrudan doğruya i nsanlıktan istifa ; zira , "la
societe , c ' est le travail": yani , toplum (toplumsal gerçeklik; beşeri'

(*) B i r Diğer Masal : ' B ilgi Toplumu ' , in Komprador Rejimin Anatomisi ( 2 .
baskı ) , Mak i Basın Yay ı n , 2000 , Ankara
134 GLOBAUEŞ(T/R)ME TERÖRÜ

gerçeklik; insanı bildiğimiz anlamda insan yapan beşeri' yanı/boyu ­


tu) emektir, iştir, çalışmadır (Saint-Simon) ; kısacası , beşeri' varlık
alanı , insanın kendi dışından veri li/hazır bulmayıp da , kendi üretti­
ği , kendisi ürettiği takdirde varl ık kazanan bir alandır.

B i lgi çağ ı , bilgi toplumu ; Ö zal ' ı n Cross marka kalemi ; hani ş u ,
televizyonda ' icraatın içinden ' milletin gözüne soktuğu kalem; kal­
bin üzerinde değil de dış göğüs cebinde taşınan kalem; kravatın
kendisi değil de , kravat iğnesi misal i , daha ziyade bir takı ; erkek
süs eşyası ; Amerika'ya biatın sembolü/rozeti adeta -en son , Kara­
yalçı n ' ı n elinde görmüştüm , tabii' televizyonda- ; genellikle altın ve­
ya gümüş kaplama: isterse kaplama değil de som altın veya gümüş
olsun; bütün bunlar kaleme hakaretmiş gibi gel ir bana hep ; sanki
kalem olarak , yani kendisi olarak , asli fonksiyonu itibariyle ek­
sik/özürl ü , dolayısıyla, o haliyle taşınmaya değmezmiş de , kalem­
liğiyle doğrudan ilişkili olmayan dışsal bir unsurun kendisine ek­
lenmesiyle değerli kılınmaya çal ı ş ı l ıyormuş gibi bir duru m . Oto­
mobil sergileri . . . pardon ! , ' auto show ' larda da, yarıdan az çıplak ,
ama dardan d a sıkı kıyafetleriyle arabaların üzerine iliş(tiril)miş
manken kızlar; burada da, arabaya hakaret gibi bir şeyler var aslın­
da; altın değil de et kaplama: bir arkadaşı m , o zamanlar CSO ' da vi­
yolonist, İ stanbul ' dan gelmiş şarkıcı bir kıza beni doçent diye tak­
dim etmişti de , daha tam tamına düz bir asistanken , sanki düz Ka­
dir olarak tan ıştırılmaya değmezmişim gibi , üstelik de bana kıyak­
çılık yapıyormuş havasıyl a ; adam la bir daha ne görüştüm , ne de ko­
nuştum, aşağı yukarı yirmibeş yıl oluyor .

B i lgi çağ ı , bilgi toplumu : entrensek değerlerin inkarı ; herhangi


bir şeyi n kendisinden doğan , kendi içinde taşıdığı değerlerin göz­
den düşmesi , kaale alı nmaz/ hesaba katı lmaz/peşine düşülmez hale
gelmesi . Tabu bu arada "Türkiye ' nin dışa açılması bayağı geç ol­
du , ama neyse ki , bilgi çağında oldu da, il laki sanayileşeceğiz diye
bir sürü sosyal ve ekolojik tahribatı yaşamaktan kurtulduk" diyen
Ö zal dönemi siyaset ' b i l i m ' c i leri , iktisatçıları , ikinci Cumhuriyet
doç ' ları , prof' ları . . . ve beni m özbeöz bir yakınım, yine bir onbeş
"BiLGi ÇACJITOPLUMU " MASAU 135

y ıldır görmediğim; bütün gününü Sakarya Caddesinde tapu daire­


si yle vergi dairesi arasında, sokakta , çay ocağı ya da kahvede her
konuşulana kulak kabartıp , kimin malı-mülkü üzerinde haciz
var/haciz gelmek üzere ya da adam satış yapacak da haczi kaldır­
mak zorunda , sonuçta acilen nakde ihtiyacı var; onu öğrenmeye ,
bunlardan ' haberdar' (enforme <=enformasyon=information) ol­
maya çalışarak geçiren; tabu , ya adamcağızın evini/dükkanını/arsa­
sını ucuza kapatmak ya da yüksek faizle para vermek üzere .

B i lgi çağı , bilgi toplumu . . . Hinlik şurada ki , bilgi sözcüğü , bi­


lim , bilim adamı , bilgi n , bilge ile aynı aileden , onlarla aynı çağrı ­
şım çerçevesine dahil; yani prestijl i bir kavram ; oysa burada peşin­
de olunan şey , hasbi bir tecessüsün fonksiyonunda belirlenmiş ke­
sinlikle deği l ; tam tersine , ya spekülasyo n , ya manipülasyon , ya ga­
bin , ya muhbirlik ya da şantaja yönelik menhus bir haberdarlı k ; da­
ha doğrusu , ilk ve/ya da tek haberdar olma rantı . Ancak mesele sırf
bu değ i l : şu da bir vakıa ki , ülkemin kafası koparılmış , 1 2 Eylül ' le ;
baş olsunlar diye ortaya salıverilenlerin ise n e ruhu, n e zihni , n e de
dili , insanın bilgi ' de aktif özne , enformasyon karşısında ise , taa
içinden , yani ruhundan/beyninden biçimlendirilmiş bir nesne konu­
munda bulunduğunu ayı rt/ifade etmeye müsait; hele vitrindeki leri ­
nin çoğu tarzan , Amerikan cangılından devşirme ; kendi dilini bil­
meden dil öğrenirim/öğrendim sanmış , tabu dil diye de İ ngi l iz­
ce ' y i : anadilini bilmeyen, yabancı dil ne kadar öğrenebi lirse ; ana­
dilini bilmek , dil deği l konuşmayı bilmek olduğuna , konuşabilmek
de i nsan ol manın temel bir fonksiyonu olduğuna göre , ne kadar in­
san olabi lirse ! ..

Evet , ' bilgi toplumu ' nu n ' bilgi ' s i , enformasyon ' a karşılık ola­
rak kullan ı lmaktadır ve de enformasyon , kendisini edinenden tü­
müyle bağımsız olarak , onun herhangi bir katkı ve katılımı kesin­
l i kle söz konusu olmaksızın üretilip biçimlendirilmiş bir bilgiye te­
kabül eder: enformasyon , bir bakıma , kullanıma hazır (konfeksi­
yon ürünü) bir bilgidir. Ancak , her kullanıma hazır l ı k kul lanıcı-
,
136 GLOBAUEŞ(T/RJME TERÖRÜ

dan tümüyle bağımsız olarak , tümüyle onun dışından hazırlanmış­


lık, yani üretilip biçimlendiri l mişlik de demektir: buradaki kullanı­
ma hazırlık'ın da , kullanıcıya/alıcıya sağladığı kolaylığın bedeli ,
enformasyon alıcısı/kul lanıcısı ile enformasyona konu olan realite
arasında mutlak bir kesiklilik, yani bu ikisi arasında karşılıklı bir
dışsallık bulunduğunun peşinen kabul edilmesi , dolayısıyla da, söz
konusu real iteni n , alıcı/kullanıcı tarafından üzerinde müdahalede
bulunul ması ontolojik olarak olanaksız bir aşkınlık konumuna otur­
tulması olacaktır.

Her enformasyon , kendisine itibar edilip kullanılabilir bir bilgi


olarak kabul edildiği andan itibare n , sadece bir malumat/haber ol­
manın ötesine geç i p , aynı zamanda bir talimat niteliği de kazanmış
olur. Bu konuda en sıradanından bir örnek verecek olursak , herhan­
gi bir tren garı nda , diyelim İ stanbul Ekspresinin hangi saatte , han­
gi peronun kaçıncı yolundan hareket edeceğine dair enformasyon
bürosundan i lan edilen/verilen bilgi/malumatı n , aslında , herhangi
bir yapıştırıcı tübünün üzerinde yazılı olarak bulunan kullanım tali­
matından hiç bir farkı bulunmadığını hatırlatabiliri z ; tabii , bu trene
binecek olanlar açısından . . .

Enformasyonun dilimizdeki mümkün bir diğer karşılığ ı , yani


' haber' kavramı temelinde söyleyebilecek olduklarımıza geçmeden
önce , hemen şunu da belirtelim: bir enformasyon/bilgi/malumat , ta­
l imat işlevi de kazandığı durumda , talimatı vere n , söz konusu tal i ­
m a t uyarınca davrananlar üzerinde şu ya d a b u ölçüde belirleyicilik
kazanını � olur ki , bu da, enformasyon kaynağı ile enformasyonun
muhatabı arasında , tabii' ki kaynak leyhine , bir egemenlik i lişkisi
kuru luyor demektir. Alıcı , söz konusu enformasyonu kendisi için
işlevsel olarak görüp kabul ettiği ölçüdeyse , buradaki egemenliği
kendisi üzerinde uygulanan bir zorlama olarak değil , fakat ' nesne­
nin tabiatı ' ndan kaynak lanan doğal/kaçınılmaz/normal/meşru bir
durum olarak benimseyip yaşıyor olacaktır: kendisi artı k , enfor­
masyon kaynağının hegemonyası altına girmiştir.
"BiLGi ÇA(;/fTOPLUMU " MASAL/ 137

Enformasyonun bir de haber boyutu vardır. Bu boyutu itibariy­


le , enformasyonun ne gibi işlevleri olacağını ortaya koymak içinse ,
gazetecilik, daha doğrusu habercilik/iletişimcilik literatürünün bel­
ki de en klasik/bilindik örneğiyle işe başlayalım: "köpeğin insanı
ısırması haber değildir ama , i nsan köpeği ısırdımıydı , işte bu haber
olur" . Evet , i nsanın köpeği ısırması gerçekten haber olur, hem de
her zaman , her yerde ve de herkes için; ama , bir tek kişi hariç: bu
işi yapan , yani köpeği ısıran kişi . Ya da örneğimizin , sadece failin
değil , aynı zamanda mefulün de insan olduğu bir versiyonunu , di­
yelim bir hocanın öğrencisini ya da öğrencinin hocasını sınıfta ısır­
dığını düşünelim. Böyle bir şey de gerçekten herkes için bir haber
niteliği taşır ama , bu defa iki kişi -gerek ısıran , gerekse ısın lan ki-
şi; yani hem fail , ama aynı zamanda hem de meful- hariç .. .

Haberdarlık, haberdarı olunan şey (olgu , olay , durum . ) her ne


. .

ise , tam tamına işte o şeyi n dışında yer alıyor, o şey içi nde ne fail ,
ne de meful olarak yer almıyor olma ön koşuluna bağlı olan bir du­
rumdur. Tabii bu arada , bir de olayın doğrudan tanıkları varsa, on­
lar için de : öğretmen öğrenciyi ısırdığı nda sınıfta bulunan diğer öğ­
renciler için de bu olay bir haber niteliği taşı mayacaktır. Kısacas ı ,
hangi durum y a d a olay söz konusu olursa olsun , insan eğer fail ,
meful y a da tanık durumunda ise , kesinlikle ' haber' dar konumunda
bulunamaz; dolayısıyla, ' haber'darı konumunda bulunduğu hiç bir
olay ya da durumun da kesinlikle ne fai l i , ne mefulü ne de tanığı
olabilir. Ancak bu , ontolojik olarak böyledir ve de ne ontolojik ile
epistemolojik aynı ve tek şeydir; ne de epi stemolojik doğrudan
doğruya ve mutlak bir birebirlik içinde ontolojik tarafından belirle­
nir diye bir şey vardır -ki , öyle olsaydı ne bilime gerek , ne de ide­
olojilere/propaganda ve manipülasyonlara yer kalırd ı : insan , fail ya
da meful durumunda olup da, pekala bunun bilincinde olmayabi lir.
Tanıklık ise , adı üstünde , zaten doğrudan doğruya ve de tümüyle ta­
nımaya bağlıdır: duyuların, duyumladıklarımızın tanımını da veri­
yor o lmadığı bir veri iken , insanın da duyumladıkları arasından an­
cak tanımını bildiklerini/yapabildiklerini tanıyıp tanık konumuna
geçebileceği açıktır.
138 GWBAUEŞ(T/R)ME TERÖRÜ

Bu tespitlerin ardından , artık şunu da söyleyebiliriz: insan , bu­


lunduğu konumu ' haber' darlık konumu olarak tanımlayıp , kendisi­
ni de ' haber'dar olarak tanıyıp bildiği ölçüde , artık her şeyin kendi
dışında olup bittiği -ne fail olarak sorumlu , ne meful olarak tepki­
l i , ne de tanık olarak müdahil olduğu- bir dünyada yaşamaktadır;
daha doğrusu bir yanda böyle bir dünya vardır, diğer yanda da
-kendisinin ' haber' darlık konumunu veri almışlığı ölçüsünde­
oyunun oynandığı sahnede yer alması ontolojik açıdan olanaksız
bir seyirci olarak kendisi .

Bu insanı şöyle resmedebiliriz: her birinin kulağında bir kulak­


lık ve her biri ne , aynı ve tek bir merkezden , "bak , şurada birileri ga­
liba bir oyun sahneliyorlar; istersen git bir göz at" türünden bir ile­
tide bulunulan , dolayısıyla her biri bütün diğerlerini/onların oyna­
dığı oyunu/sergilediği gösteriyi seyredebilmek üzere habire devi­
nirken/devinmekle bilmeden gösterinin bizatihi kendisini oluştu­
ran , seyircisi olduğunu sandığı tiyatronun bedavadan oyunculuğu­
nu da yapan , üstelik sahneye konulan oyunda tek bir rol , yani ' oyun
seyrettiğini sanan oyuncu' rolü bulunduğuna, kendisi de işte bu tek
-dolayısıyla da, oyunun/tiyatronun/kumpanyanın varlığı ve devamı
açısından zorunlu- rolü oynadığına göre aslında en aslf ve en vaz­
geçilmez unsuru durumunda bulunduğu oyuna, kendisini seyirci
zannettiğinden dolayı hiç mi hiç karışmamakla rej isörün işini ola­
ğanüstü kolaylaştınp başarısını da mutlak kılan zoo-antropolojik
antite(kendilik, zatiyet)lerden herhangi biri .

İ şte size tam tamına, Yeni Dünya Düzeni açısından ideal in­
san/insanlara ideal diye sunulan insan modeli : ' özgür ve bağımsız
birey ' . Bir kendisi vardır bu Dünya' da; bir de kendileriyle aynı
oyunda , aynı sahneyi , üstelik aynı rolü paylaşmanın da ötesinde ay­
nı reji(y/m)e tabi olarak devindiğini , varolduğunu idrak edemediği ,
daha doğrusu aynı ve tek bir reji(m) tarafından , o reji(y/m)e tabi ol­
duklarından ve her biri kendisini ve salt kendisini oyun dışı sand ı­
ğından dolayı , hiç biri belirli ve aynı tek bir senaryodaki yine tek ve
"B /WI ÇA.(;/fTOPLUMU " MA.SA.U 139

aynı bir rolü paylaştığını bilmediği için/ölçüde/sürece tam tamına


kendi roldaş/oyundaş/reji(m)daşlsenaryodaş , dolayısıyla da, aslın­
da kendisinin yegane mümkün yoldaşlarından oluşan sanal (illuso­
ire , göz-yanılgısal) ' öteki ' ler.

' Ö teki ' s i sanal olanın ' ben ' i de ister istemez sanal olacaktır; ta­
bii , bu durumda ·· özgür ve bağımsız birey' olmak bir yana, bütün
bireyselliği sadece bedeniyle , yani zoo-fizik varlığıyla sınırl ı , dola­
yısıyla sadece zoolojik türünün ' birey ' i bir ' bireyci ' ; zira türdeşle­
riyle tam tamına özdeş; yani onlarla aynı düzenliliğe ve belirleyici­
likler hiyerarşisine , kısacası aynı rejime , aynı rej i ' nfo komutlarına
(talimatlarına) tabi ; ama , ortada kendisini de kapsayan bir re­
ji(nlm)in olduğunun farkında deği l ; zira komutlar (talimatlar) , en­
formasyon (malumat , haber) olarak formatlanmış; dolayısıyla re­
ji(m) ile hiç bir davası/sorunu yok : kendisi olarak , kendisi için dav­
ranıp devindiğini/varolduğunu sanıyor, tam bir ' kendiliğinden
(spontane ) ' ' bireysellik' çerçevesinde ; ama tabii ' kendisi içi n ' dav­
randığı kesin de , ' kendisi olarak ' ' kendiliğinden' davranmadığı da
bir o kadar kesin: buradaki insanımız -tekrar ediyoruz- müthiş bi­
reyci ama , sosyal-beşeri' boyutu itibariyle ne denli bireyciyse aynı
ölçüde de bireysellikten yoksun ; bütün ' öteki ' leriyle birlikte aynı
oyunun aynı rolünün aynı ölçüde bilinçsiz bir figüranı/figüranların­
dan biri . Tek derdi , ' öteki ' ler hakk ı nda her an daha fazla ve daha
ayrıntılı ve daha/en önce ' bilgi ' sahibi olup sahneye en hakim olan
pozisyonu kestirmek/kapmak . Oysa aslında her pozisyon (seyirci
koltuğu ya da locası) sahnen in içinde , daha doğrusu sahnenin ken­
disi , doğrudan doğruya ve de sadece ve sadece işte bu seyirci kol­
tuklarından/pozisyonlarından oluşuyor; ama, her bir koltukta/pozis­
yonda oturanın/bulunanın gözündeki/kafasındaki sahne , kendi kol­
tuğunun/pozisyonunun dışındaki her yer . Öyleyse buradaki yegane
problematik, oyunun akışına göre her an yeniden en doğru pozisyo­
nu yakalamak; doğru zamanda , doğru yerde bulunup doğru davra­
nışı yapmak : yaşasın -kız tavlama sanatı ndan , halkla ilişkiler ya da
işletmeciliğe- Davran ış B i l im( ! )leri . . .
140 GWBAUEŞ(T/R)ME TERÖRÜ

Burada , hangi ' bireysi'nin hangi pozisyonu kaptığı davranış­


saldır; ama, söz konusu bireysi ' lerden her birini n , kısacası burada­
ki herkesi kendi dışındaki herkesi oyuncu , kendi kendisini ise oyu­
nun/sahnenin dışında , yani seyirci/otantik birey sanıyor , dolayısıy­
la onlarla aynı sahneyi paylaştığını , aynı sahnede aynı oyunu aynı
rej i(y/m) tabi olarak oynuyor olduğunu bil miyor olması ve oyunun
da tam tamına bu durum üzerine kurulu olup gerek oyunun devam­
lılığının , gerekse sahnenin bütünlüğünün işte bu düzenek sayesinde
sağlanıyor olması , yapısaldır.

B ilvesile şunu da söyleyelim: ' toplumsal yapı ' kavramını , ya­


ni belirli bir toplumda yürürlükte olan belirleyic;,i l ikler hiyerarşisini
teorisinin tam göbeğine oturtmayıp da işi -bireysel ve/ya da grup­
sal- davranışlardan başlatan , onlara odaklanan/tümüyle orada ka­
lan her yaklaşım , oyunun ne , sahnenin neresi , neler ve kimler oyu­
na dahil , neler ve kimler değil , işte bütün bunları tespit edememe­
nin/yanlış tespit etmenin ötesinde , ortada bir reji(m), yani belirli bir
bel irleyicilikler hiyerarşisi , dolayı sıyla egemenlik i lişkileri bulun­
duğunu da gözden kaçırır/gözlerden gizlerken , ya nihai/yegane be­
lirleyiciliği bulmak üzere insan/beşer/tarih/toplum dışı metafizik
veya biyo-psişik unsurlara sarılarak insanı insan-dışı ' dan açıklama­
nın , ya da beşeri gerçekliği , biliminin yapılması olanaksız bir tesa­
düfler silsilesi ve/veya gerisinde hiç bir bel irleyicilik bulunmayan
bir ' bireysel tanrılar alemi ' ymiş gibi göstermeni n ; kısacası , ya ' be­
şeri yoktur' ya da ' beşeri olanın bilimi yapılamaz ' ı temel alan bir
obskürantizme düşmenin dışında hiç bir çıkış yolu bulamayacaktır.

Kendi belirlenmişliğinin/güdülmüşlüğünün sonuçlarını , doğru­


dan doğruya kendi ' bireysellik ' i nin , ' e nforme edi lmiş kendiliğin­
denlik' inin ürünleri olarak gören insan ise , diyel im kendisinin hav­
lamayıp da anırmakta , etobur değil de otobur ya da suya girmekten
deği l de çimlerin üzerinde yuvarlanmaktan hoşlanıyor oluşunu ken­
di özgür iradesinin bir sonucu , kendi özgürlüğünün bir tezahürü
olarak gören bir hayvandan farksı zdır. Tabii , böyle bir hayvan ger-
"BiLGi ÇAÖllTOPLUMU " MASAU 141

çekte yoktur; ama Yeni Dünya Düzeni aynı zamanda Tarihin So­
nu ' na da tekabül edecekse/ediyorsa -ki , bunun böyle olduğunu/ola­
cağını iddia eden , bizzat bu yeni düzenden yana ideologların ken­
di leridir- , böyle bir düzenin gerçekleşmesi ve sürmesi açısından zo­
runlu olan insan( ! ) , işte tam tamına böyle bir insandır; zira , ' tarihin
sonu ' demek , - tarihin yegane öznesi insan olduğuna göre- insanın
tarih üretir -tarihin öznesi- olmaktan çıkması demektir. İ nsanın , ta­
rihin öznesi -tarih üretir- hale gelmesini n , en/ilk başta , diğer canlı­
larla birl ikte ve eşit derecede kendisine tabi olduğu doğal belirleyi­
cili kler hiyerarşisini , yani yapıyı değişikliğe uğratması , dolayısıyla
doğal belirleyicil ikler karşısındaki mutlak tabiliğini şu ya da bu öl­
çüde geri leti p , sıfır özgürlük noktasının şu ya da bu ölçüde ötesine
geçerken , salt bel irlenmişliğinden ibaret canlı bir nesne olmaktan
çıkıp bel irleyicilik payına da sahip bir özne haline gelmesi olarak
gerçekleştiğini dikkate alırsak , Tarihin Sonu ' nun da ancak , mevcut
düzenlilikle barışık -böyle bir düzenliliğe tabi olarak davrandığın ı ,
yani salt bel irlenmişliğinden ibaret bir varlık olduğunu kesinlikle
hissetmeyen- bir insan temelinde gerçekleşebilecek olduğunu söy­
leyebiliriz .

Tümüyle doğal düzenliliğe tabi , tümüyle doğal bel irlenmişli­


ğinden ibaret, dolayısıyla da ' mutlak belirlenmişlik/sıfır özgürlük '
noktasındaki bir canl ı , -ancak belirli bir özgürlük payına sahip var­
lıklar aç ısından bağlayıcılık taşıyabilecek olan- eti k , estetik ve lojik
ölçütler karşısında , tabii ki , tümüyle serbesttir. Böyle bir serbestl ik
ise , tam tamına, hiç bir özgürlük payına sahip olmamasına borçlu
olduğu bir serbestliktir. Yeni Dünya Düzeni ' nin bütün insanlık için
öngördüğü ortak zemin , -değişim değeri tarafından nüfuz edil mesi
olanaksız, değişim değeri bulunmayan , 'ekonomik' açıdan (tabu ,
aslında kapitalizmin ekonomi politiği açısından) anlam taşımayan ,
temel i/kaynağı 'ekonomik ' olmayan her türlü ' suru ' sınır, engel ve
engebelerden arındırı lmış global bir pazar olarak- ' serbest piya­
sa' dır. Böyle bir ortak zeminin varlık kazanıp ayakta kalmasının
zorunlu koşulu ise , değişim değeri elde etme/taşıma konusunda ba-
142 GLOBAUEŞ(TIR)ME TERÖRÜ

şanlı ve etkili davranışta bulunmanın , herkes tarafı ndan yegane/ev ­


rensel ölçüt ve en baş değer olarak benimsenmesi olacaktır. Bunlar
dikkate alındığında , söz konusu düzenin stratejik hedefinin de , in­
sanların tümüyle belirlenmişliklerinden ibaret -dolayısıyl a , mevcut
yapıları kendi bi linçli çabalarıyla değişikliğe uğratmaları (yani , ta­
rih üretmeleri ve Tari hin Sonu olarak ilan edilen an ' a denk düşen
' belirleyicilikler hiyerarşisi ' ni/'toplumsal yapı ' y ı yıkmaları) kesin­
likle mümkün ol mayan- canlılar konumuna i ndirgen mesinden baş­
ka bir şey olamayacağı açıklık kazanır.

Böyle bir hedefe ulaşmak açısından en rasyonel yol , tabii' ki ,


insanları n , kendilerini -geçerlil ikleri ancak ve ancak insanın özgür­
leşmesi ölçüsünde mümkün olan- etik , estetik ve/veya lojik her tür­
lü ölçüt karşısı nda serbest hissetmelerinin sağlanması , kendilerinin
her türlü eti k , estetik ve lojik kaygıdan bağımsız varlıklar olarak
davranmaya teşvik edilmeleri olacaktır; ancak buradaki serbestleş­
meye/hayvansılaşmaya veri len adın , ' i nsanın global özgürleşme
hamlesi; vizyon sahibi/tabu yıkan/kalıp parçalayan/iş bitiren özgür
ve bağımsız birey olarak kendi kendisini gerçekleştirmesi ' olması
şartıyla: vakit artık ' akla veda' edip ' yönteme hayır' demenin v ak­
tidir; zira ' her şey mümkün ' , dolayısıyla ' ne yaparsan yap meşru ' ,
' hangi yolu/yöntemi kullanırsan kullan mubah ' tır (anything goes) ;
yeter ki ' i ş bitir' . Oysa ' i ş ' , bitirilecek değil , yapılacak bir şeydir;
yeni ' üretmek ' e tekabül eder ve yapılmıyor da bitiriliyorsa, burada
işin kendisi deği l , birilerinin işi bitiriliyor demektir ( mealen , Fikret
Başkaya) .
Ü retmek ' e dayanmayan bir paradigma çerçevesinde hayat ,
gerçekten de , ancak ve ancak başka birilerinin işini bitirmek sure­
tiyle devam ettirilebilir; tıpkı hayvanlar aleminde olduğu gibi : aslan
ceylanı avlayarak , büyük balık da küçük balığı yutarak vb . . . yaşam­
larını devam ettirirler ve bu paradigma çerçevesinde "la raison du
plus fort est toujours la meilleure" , dolayısıyla da her şey o an
(mevcut yapı/düzen/rejim) itibariyle güçlü olandan yana işler.
"BIWI ÇAÖ/ITOPLUMU" MASAL/ 143

Böyle bir paradigmaya işlerlik kazandırabi lmek içinse , insan­


ları , yaptıkları değil , oldukları şeyler temelinde saf tutar/tavır
alır/yapıp eder hale getirmek gerekir ki , diyel im bir kedinin ya da
balinanın olduğu şey -kedilik ya da balinalık- temelinde davranma­
sı , mutlak ve değişmez (tarihsiz) bir biçimde sadece ve sadece ke­
diliğinden ya da bal inalığından ibaret kalması için ayrıca kediliği
ya da balinalığı yüceltmesi , kedi ya da balina olmayı bir değer , üs­
telik de en yüce değer olarak görüyor olması söz konusu değil -ve
de zaten gerekmez- iken , insanın kendi kendisini olduğu (erkek, so­
lak, türk , müslüman , sünni vb . . . ) veya olabileceği herhangi bir (ta­
rikatın üyesi , takımın taraftarı , markanın tutkunu vb . . . ) ' şey ' teme­
l i nde tanımlayıp sadece ondan ibaret bir varl ıkmış gibi tavır
alır/davranır kıl ması için , ancak olduğu şeyin şoveni haline gel­
mek/fanatiği olacağı bir şeyler bul mak şartıyla varlığını sürdürebi­
leceği , hak/söz sahibi olabileceği bir dünyaya çekmek , dünyayı
böyle bir ortam olarak tasavvur eder hale getirmek gerekecektir .

İ şte b u husus dikkate alındığındadır ki , gerek , ' Medeniyetler


Çatışması ' misali -her türlü toplumsal/siyasal karşıtlık ve mücade­
leyi etno-kültürel farklıl ıklar eksenine çekmeye yönel ik- Pentagon­
i ş i doktrin/teoriler, gerekse , bir yandan , demokrasiyi ' azınlık hakla­
rı ' na indirgerke n , diğer yandan da , insanları -sadece etno-kül türel
değil , cinsellikten hobilere , hayatın her alanındaki her türlü farklı­
lık temel inde- cemaatleşip/camialaşıp kendi kendilerini kendi elle­
riyle azınlıklaştırmaya çağıran ' sivil toplum ' merkezli asr-ı saadet
efsaneleri/formülleri ile Yeni Dünya Düzeni ' n i n , insanl ığın tümü­
nü, -gerek ulusal , gerekse g lobal düzeyde- yolcu larının hepsi farklı
azınlıklar halinde farklı kompartımanlara doluşup/tıkışıp kapanmış ,
b u sayede boş kalan koridorları , yani bütün yolculara/umuma
açık/ait , kısacası ' kamusal/herkesin olan ' bölümleri de fi ilen, kom­
partımanlar-dışı , yani cemaatsel deği l doğrudan doğruya sınıfsal ni­
telikli çok küçük bir azınlığın tekeline bırakılmış bir tren misal i , bir
avuç ulus-aşırı şirketin arpalığı haline geti rmeye yönelik pratiği
arasındaki içsel ve zorunlu bağı da yakalamak mümkün olacaktır.
144 GWBAUEŞ(T/R)ME TERÖRÜ

Burada sözünü ettiğimiz kompartımanlaşma ile -hangi temel­


de olursa olsun (etnik , kültürel , dinsel , cinsel , ırksal , yöresel , takım­
sal , mesleksel , şirketsel , markasal vb . . . )- ' kimlik ' i n , beşeri gerçek­
liğe ilişkin her türden problematiğin en merkezi kavramı/paramet­
resi konumuna yüksel mesi/yükseltil mesi arasında bir paralel lik bu­
lunduğu da açıktır. Tam bu noktada şunu da belirtmek gerekir:
' ki m l i k ' , insanlara sandırtıl mak istendiği gibi , kendisinden kalkıla­
rak ' k işilik ' i n kurulacağı varlıksal temel değil , tam tersine , i nsanın
varl ıksal bütünlüğü tehdit altına girdiği ölçüde ' kişilik ' i ni daraltıp
kavruklaştırmak suretiyle/pahasına içine girip büzüleceği ' kovuk ' ,
' kişilik ' i nin çevresinde oluşturacağı savunmasa) ' kabuk ' , dışarıdan
en fazla basınç gören/darbe yiyen noktasında oluşan ' nasır'dır.
Şöyle de söyleyebiliriz ki , ' kimlik ' , ' kiş11ik ' in hareket/kalkış nok­
tası değ i l ; mümkün olan en dar çerçevesi , yokolmadan önceki en
son durağı , yokolmamak için en son çaresi/sığınağıdır.

En uç bir durum olarak , diyelim bir balinanın bütün varoluşu


itibariyle mutlak bir biçimde sadece ve sadece olduğu şeyle , yani
bal inalığıyla örtüşük olması misal i , yapmak ' ı ile olmak ' ı arası nda
tam bir örtüşüklük bulunan , yapmak ' ını olmak ' ının fonksiyonunda
belirleyip biçimlendiren , bütün tercih , tavır ve davranışlarını , ken­
disine biçtiği kimlik ' i fiilileştirmeye endekslemiş , bu kimlik ' in hi­
poteği altına sokmuş insan , Yeni Dünya Düzen i ' nin aksiyomu du­
rumundaki 'Tarihin Sonu ' açısından zorunlu olan insandır: balina­
lar hep bal ina, kediler de hep kedi gibi/olarak , yani kendi d ı şların­
dan bel irlen m i ş l i k leri çerçevesinde/doğrultusunda davranmala­
rı/varolmal arı yüzündendir ki , mevcut yapılar/belirley i c i l i k hiye­
rarşi leri üzerinde hiç bir değişiklik yaratamayıp tarih üretmeyen
canlı nesneler olarak kalmışlardır; ancak , yine bu aynı varoluş tar­
zı sayesindedir ki , kendi varl ıklarını sürdürmek üzere ' y aptıkları '
her davranış/harcadıkları enerjinin her bir katresi de kendi lerine ta­
bi oldukları düzenliliğin yeniden üretimine gidip onun ayakta/yü­
rürlükte kalmasını sağlar; insan ise , kendisinin böylesi bir varoluş
tarzına yaklaşması ölçüsünde , - kendisine tabi olup , yeniden üreti-
"BiLGi ÇAÖllTOPLUMU " MASAU 145

mine katkıda bulunduğu düzenliliği n , doğal bir veri ve/veya beşer­


üstü kaynaklı bir zorunluluk deği l , kendileri de insan ürünü olan ya­
pılara tekabül ediyor olduğu dikkate alınırsa- balina, kedi vb . . . her­
hangi bir diğer canlı nesne (hayvan) türünden farklı olarak , ' kula da
kulluk' eder hale gelmiş olur ki , burada artık bir haysiyet sorunuy­
la da karşı karşıya olduğumuz açıktır.
İ nsan ı n , doğal belirlenmişliği karşısı nda özgürleşmesinin hem
temeli , hem de ürünü durumundaki etik , estetik ve lojik karşısında
serbestleştiği ölçüde hayvana yaklaşmış olacağı açıktır. Ancak da­
ha kötüsü , insan bunu özgürleşme ol arak yaptığı/gördüğü ölçüde ,
hiç bir hayvanın olamayacağı kadar sersem bir canlı durumuna da
düşer: hayvanlar sadece ' kendilik( ! ) ' lerinden a-moral , yani ahlaki'­
lik-dışı iken , kendisi artık , militan bir ahlakflik-karşıtı/düşmanı/yı­
kıcısı , yani ahlaksızlaştıncı bir ajan konumundadır. Şöyle de söy­
leyebiliriz: tarihsel ' i (historique ' i ) aşı p , insanlığın evrensel/mut­
lak/nihai hakikatinin ' serbest' piyasada gizl i , her bir insan bireyi
için de yegane ' doğru ' nun ' topyekun (global ; yani , iç organlarınd­
an gülümseme tarzına ya da çıkartacağı nidalara kadar) pazar-için­
leşme ' olduğunu en sonunda keşfetmiş post-historique (post-mo­
dem de diyebilirsiniz) insan , masum bir hayvansı değil , menhus bir
insanlık yıkımcısı olacaktır.

Sömürge-işi (bon pour l ' Orient) adlandırılma biçimi ' bilgi top­
lumu ' olan 'enformasyon/haberdarlık/malumatdarlık toplumu ' ef­
sane/pratiğinin , ' globalleşme çağı ' kapitalizminin kendi kendisini
gerçekten de global ve ilelebed payidar kılmak üzere insanı tarih­
sizleştirme stratejisi açısından ne denli işlevsel , tabii bir o kadar da
vazgeçilmez olduğu ise , tam tamına şu noktada apaçık ortaya çıkar:
' açıklamak ' , yani belirleyicilikleri ortaya koymak/insanın kendi be­
lirlenmişliğini de ortaya çıkartmak , bilim ' i n ; zaman ve mekan için­
de belirlenmiş münferit/sınırlı/natamam/kısmi (partiel ; partiel' liği
ölçüsünde de , ister istemez partial) tezahür ve gerçekleşimleri -zi­
hin düzeyinde- aşıp, evrensel/genel-geçer referans çerçeveleri kur-
146 GWBALLEŞ(T/R)ME TERÖRÜ

mak ise felsefe ' nin işidir ve işte bu yüzden de bilimsel bilgi hasbi'
(çıkar-gütmez , dezenterese , disinterestıd) , felsefi bilgi de aristokra­
tik (somut koşullara/durumlara tepeden , ama bu sayede de yukarı­
lardan bakan) olmak zorundadırlar; oysa enformasyon , kullanıma
hazır/kullanım amaçlı bir bilgi olup , ne aristokratikliği , ne de has­
bi'liği söz konusu olabilir: enformasyon , aristokratik değildir, zira
bugünü/buray ı , zaman ve mekanla sınırlı somut durumları elinin
tersiyle itiverip daha bir yukarılardan , zamana ve mekana göre eği­
lip bükülmeyen bir zeminden bakamaz; hasbi ise , olamaz; yani , en­
formasyon hasbi' , hasbi' ise enformasyon olamaz ; zira , her enfor­
masyon mutlaka ve mutlaka pragmatik bir değeri gerçekleştirmek
üzere varlık kazanır; yani , kullanılmamak üzere , enformasyon , ne
toplanır, ne de -satın- alınır.

Yazımızı bitirmeden önce , enformasyon kavramına bir kez da­


ha dönüp belirtmek istediğimiz bir husus vardır ki , o da, herhangi
bir teorik çerçeveyle donanmış olmadığımız takdirde , olan bitenden
haberdarlığımız ölçüsünde gerçekliğin bütünü hakkı nda doğru bil­
giye daha fazla yaklaşmış deği l , tam tersine daha çok yanlışın taşı­
yıcısı , dolayısıyla da yanılmaya/yanıltılmaya/aldatıl maya çok daha
müsait bir hale gelecek olduğumuzdur. Şöyle ki , Ay ' ı n Dünya ,
Dünya'nın da hem kendi , hem de Güneş etrafında dönmekte oldu­
ğu şeklindek i , kendi deneyimlerimizden kalkarak elde etmiş olma­
dığımız/olamayacağımız teorik bilgiyle donanmamış olduğumuz
bir durumda , o güne kadar iletişimde bulu namadığı m ı z , diyelim Ay
sakinleriyle i letişime giri p , bildiğimiz Ay ve Güneş tutul malarının
yanısıra Dünya tutulması diye bir şeyin de olduğunu öğrenmemiz,
bizleri Ay , Dünya ve Güneş hakkı nda doğru bilgiye daha fazla yak­
laştırmış olmamak bir yana, bu konudaki yanlışlarımıza yeni bir
yanlışın daha eklenmesinden başka bir şey olmayacaktır; üsteli k,
kendi yaşadığımız (ampirik) gerçekliğe denk de düşmeyen b ir yan­
l ı ş : .. : Ay tutul ması ile Dünya tutul ması ' n ın kozmik tekliğini/aynılı­
ğını yakalayamamanın bedeli , kaos ' u yaşamak olacaktır.
"BiLGi ÇA(;lfTOPLUMU" MASAU 147

Ancak esas vahim olanı , aylıların kendimizden (dünyalılardan)


üstün olduğuna , şu ya da bu sebeple bir kere inanmış isek , kendi
gördüğümüz/yaşadığımız/bildiğimiz Ay ve Güneş tutulmalarının
birer hayal ve kendi geriliğimizin kanıtı , evrensel doğrunun i se sa­
dece ve sadece Dünya tutul ması olduğunu kabOl edecek olmamız­
dır. B aşka terimlerle söylersek , herkesin kendi baktığı yerden gör­
düklerinin , yani amiyane bilgi lerin toplamının bizi bilimsel bilgiye
götü rmeyeceği açıktır ama, bu epistemolojiye i lişkin bir husustur;
herkesin kendi baktığı yerden gördükleri temelinde yapılan enfor­
masyon alış verişinin , eşitler arasında değil de , aralarında egemen­
lik ilişkisi , birinin diğeri üzerinde hegemonyası bulunan partönerler
arasındaki bir alış veri ş olması ölçüsünde ise , üstün konumda bulu­
nanı n , ast konumundakinin bildikleri nden hiç de daha bilimsel ol­
mayan amiyane bilgi lerinin , evrensel geçerlil iğe sahip hakikatler­
miş gibi kabOI edilmesi söz konusu olacaktır.

Enformasyon alış verişi , aralarında egemenlik i lişkisi bulunan


partönerler arası ndaki bir alış veri ş olduğu ölçüde , hegemonya al­
tındaki , "daha doğru olana, en doğru olana ulaşıyoru m , artık onu
benimsiyorum" derke n , asl ında , değil evrenseli yakalamak , en ba­
sit anlamıyla sağduyusunu bile yitiriyor demektir. Bu durumdaki
insan , iç-güdüsünü yitirmiş bir hayvandan , diyelim nerede/ne za­
man/ne için/ne şeki l se anıracağım bilemeyen ya da anırmayı tüm­
den beceremez hale gelmiş bir eşekten hiç de farklı değildir: sağdu­
yu , insanın hayatta yol alırken , yani hayatını idame ettirirken , ken­
disinin nerede bulunup hangi istikamete gittiğini tespit ve tayin et­
mede kendi lerine dayanacağı nirengi noktalarının bilgisidir; niren­
gi noktası ise , tanımı gereği , kime nirengi noktalığı ediyorsa, işte
onun bulunduğu yerden (de) görünenler arasından seçilmek zorun­
da olan bir noktadır; dolayısıyla, eğer insan , kendi yolunu kendisi
çizip kendisi olarak yol alabi len , yani hacir altında bulunmayan bir
varlık olacaksa , kendi nirengi noktalarını da, ister istemez kendi bu­
l unduğu yerden görülebi lenler arasından seçmek zorundadır.
148 GWBAUEŞ(TIRJME TERÖRÜ

Sadece kendi bulunduğu yerden bakıldığında görülebilenleri


geçerli sayan bir insan ı n , türsel belirlenmişliğinin dışına çıkall!ay an
herhangi bir hayvandan pek bir farkı yoktur ama , kendi belirlen­
mişliğinin ötesine geçmenin yolu da, başkalarının belirlenmişliğini
model olarak almak hiç mi hiç değildir: kedi olmak , kendi içinde
bir erdem değildir; ama , miyavlamak yerine havlamaya çabalayıp ,
tabif onu da beceremeyen bir kedi , artık kedi bile değildir.
KİMLİKLER PANAYIRINDA BİR UCUZ ÇADIR
ya da GLOBAL HAYVANAT BAHÇESİ'NİN
NESEBSİZLER KAFESİ: FUTBOLf*J

Spor, Fransızca' dan aldığımız bir kelime ; Fransızca'ya da İ n­


gilizce ' den geçmiş ; ancak İngilizce ' sport ' un kökeninde de eski
Fransızca'dan İ ngiltere ' ye taşınmış ' desport ' var: ' eğlence/eğlen­
me/eğlendirme ' . Kısacası , kök/köken/kaynak itibariyle Türkçe ' yle
uzaktan/yakından hiç bir i lişkisi yok . Ancak spor kavramının en
kendisine özgü , en karakteristik , ama aynı zamanda da bugün artık ,
özellikle de futbol söz konusu olduğunda , en fazla unutulmuş , göz
ardı edilen yanını en iyi şekilde vurgulayabilmek de Türkçe ' ye na­
_
sip olmuş: ' herhangi bir şeyi spor olsun diye ya da spor için yap­
mak ' ; yani , yapılan her ne ise , o işi , yapıldığı sürecin gerek öncesi­
ne , gerekse sonrasını bağlamayacak şekilde ele alarak yapmak ; do­
layısıyla da yapılan işin sonuçlarını , işin yapılma sürecinin ötesine
taşımamak , bu sürecin sonrasını bu süreç içinde yapılmış olanlara
endekslememek .

Burada niyeti miz Türkçe 'yi yüceltmek değil : ama şu da bir va­
kıa ki , sporun tanımı da şöyle : ferdi veya kollektif oyunlar şeklinde
yapılan , genellikle yarışmaya yol açan , bazı kesin -net- kurallara
göre uygulanan ve ani -anında , doğrudan , dolaysız- bir yarar getir­
mesi beklenmeyen beden hareketlerinin tümü (Meydan Larousse) .

(*) G lobal H ayvanat B ahçesi ' n i n Nesebsizler Kafesi : Futbol , Yeni Türkiye ,
Nisan 1 998
150 GWBALLEŞ(TIRJME TERÖRÜ

Bu sözler dansı tanımlamak isterken de kullanılabi lirdi ama , şu


farkla: dansın kendi içinde bir sonucu yoktur; oysa sporda bir sonuç
vardır, ancak sporu , bir sonuç getirsin diye gerçekleştirilen bütün
diğer faaliyetlerden ayıran şey , burada kaale alınan sonucun , söz
konusu faaliyetin hemen ardından ya da bir süre sonra ortaya çıka­
cak bir sonuç değil , sadece faaliyet sürecinde ortaya çıkacak , dola­
yısıyla da yine sadece faaliyet süresince kendisine değer atfedilen
bir sonuç olmasıdır. Diyeli m , spor yapan insanın vücudu gel işir,
güzelleşir, ama vücudum güzelleşsin diye yapılan faaliyet spor de­
ğil , j imnastiktir, idmandır. Daha netleştirelim: söz gelimi , nefesim
açılsın diye futbol oynayan birisi spor değil tedavi amaçlı bir egzer­
siz yapmaktadır; murat edilen sonuç kendisinin dışında/sonrasında­
dır. Ya da karşısındaki kaleci çok sevdiği , çok yakın bir arkadaşı ,
dostu olduğu için atabileceği golü atmaktan kaçı nan kişi , bunu yap­
makla sportif değil , spor-dışı bir değeri gerçekleştirmiş ol makta ve
bu , amaçlı/bilinçli bir davranış olduğuna göre de böyle bir şey yap­
tığı anda da artık spor yapmıyor demektir.

Bu noktada şu da açıkça ortaya çıkar ki , spor, kendi dışı ndaki


değerlere/ölçütlere tabi kılınmaksızın gerçekleştirilen bir faaliye­
te/sürece tekabül eder. Bu ise sporun kurallarının herkese eşit me­
safede yer alıyor olması anlamına gelir: kaledeki kralsa, ona gol
atılmaz/atılan gol sayılmaz veya asistanın attığı basket profesörün­
kinden daha az puan getirir diye bir şey yoktur . İ şte bu açıdan da
spor en alasından bir toplumsal düzenleyicilik türüdür .

Teorik olarak herkese eşit mesafede yer alan bu kural ları n ,


pratikte d e insan bireyinin kendisi dışından veri l m i ş/bel irlenmiş
yanları açısından bazıları için avantaj , bu bazı ları dışındakiler için
de dezavantaj teşkil etmezlikleri ölçüsünde ise , artık sadece bir top­
lumsal düzenleyicilikle değil , fakat aynı zamanda bir medeniyet
eseriyle de karşı karşıyayız demektir . Diyel i m , kendi açısından de­
ğerl i olan sonuçlara ulaşmak açısından , söz gel i ş i solakları sağlak­
lara , kısa boyluları uzun boylulara , kol ve bacakları ile gövdesi
K/MilKLER PANA YIRINDA BiR UCUZ ÇADIR . . . 151

arasında belirli bir oran bulunanları bundan farklı bir oran bulunan­
lara göre peşinen avantajlı kılan bir spor dal ı , bu türden farklılıkla­
rın peşin bir belirleyiciliğe sahip olmadığı bir spor dalına göre bir
medeniyet eseri niteliği taşıyor olmanın çok daha uzağında olacak­
tır. Başka bir şekilde söylersek , beşeri bir olgu ve bir toplumsal dü­
zenleyicilik türü olarak spor, kendisinin aktörleri durumundaki in­
san bireylerinin kendi dışlarından belirlenmiş özellikleri arasındaki
farkl ılıkları , spor süreci içi nde gerçekleştirilecek değerler açısından
herhangi bir işlemsel değere , yani kıymet-i harbiyeye sahip olmak­
tan çıkartabildiği ölçüde , potansiyel olarak bütün insanları eşit de­
recede kucaklama yeteneğine sahip bir toplumsal çimento niteliği
de taşıyor demektir. B u ise , futbolun neden diğer spor dallarına gö­
re , neredeyse kıyas kabul etmez bir yaygınlık gösterdiği ve bir ta­
kımla ve/veya futbolcuyla özdeşleşme temelinde kollektif vecd hal­
leri yaratılmasına neden fevkelade müsait bir ortam oluşturduğu
üzerinde düşünürken mutlaka di kkate alınması gereken bir husus­
tur.

Futbol gerçekten de insanın bir birey olarak mutlak nesne ya­


nın ı n , yani kendi dışından/öncesi nden belirlenmiş fiziko-anatomik
(beşer-dışı) varlığının spor süreci çerçevesindeki bağlayıc ı l ığının
diğer spor dallarına göre çok daha alt bir düzeye i nmesini mümkün
kılan bir yapıya sahiptir. Ö rneğin , boyu l m .50 ' 1eri aşamayan bir
Mikro Mustafa ile -eğer yanlış hatırlamıyorsam- 1 m .90 ' lık Ekerbi­
çer'in aynı dönem , ayn ı ülke ve ay nı kümede en başarı lı , hatta yıl­
dız oyuncular arası nda yer alabi lmiş ol malarını futbolun bu yapı­
sından bağımsız olarak ele alamayız. Aynı şekilde , söz gelimi , ne­
redeyse eni boyuna denk bir M aradona, biraz daha erken doğmuş
olsaydı Alain Delon ' u işsiz bırakabi lecek bir Platin i ve bostan sırı­
ğı kılıklı bir Cruyff' un bütün bu fiziko-anatomik farklıl ıklarına rağ­
men aynı bir spor dalında en üst düzeyde başarı gösterebi lmiş ol­
maları da, futbola i l işkin olarak yukarıda söylediklerimizi destekle­
yen bir olgudur.
152 GLOBALLEŞ(TIRJME TERÖRÜ

Futbol , diğer spor dallarına göre , bir takım ve/veya bir oyun­
cuyla özdeşleşmeye çok daha müsaittir ama , insanların böyle bir
özdeşleşmeye müsait hale gelmeleri futbolun kendisinden kalkıla­
rak açıklanacak bir şey değildir. Öyleyse burada işe futbolun ken­
disinden değil , her ne temelde olursa olsun özdeşleşmenin anatomi­
sini ve özdeşleşme ihtiyacının dinamiklerini ortaya koymakla baş­
lamak gerekecektir. İ şte bu noktada hemen şunu söyleyelim ki , can­
sız veya canlı , hayvan veya insan , bütün varlıkların kendisiyle öz­
deş oldukları bir şeyler vardır; daha doğrusu , bunlar arasında , fark­
lı noktalar temel alınarak özdeşlik kurmak , yani bu varlıkları belir­
li bir nokta temel inde kimliklendirmek mümkündür: örneğ i n , buz ,
su ve buhar , moleküllerinin H20 olması esasında özdeştirler; bütün
canlılar nefes alıp veriyor olmaları esasında özdeştirler; bütün eşek­
ler eşek olmaları esasında özdeştirler, hakeza bütün i nsanlar da in­
san türüne mensubiyetleri esasında , bütün kadınlar da dişi olmaları
esasında vb . . . Bu durumda şunu söyleyebi liriz ki , biri ncisi , özdeş­
lik özdeş olanların kendi dışlarından bel irlenmiş yanları , yani nes­
ne yanları temelinde söz konusu olabilen bir durumdur; ikincisi , her
özdeşlik mutlaka ve mutlaka , gerçek varlıktan kalkılarak yapılan
;�irgeyici bir soyutlama aracılığıyla kurulur: buz , su ve buhar, her
üçü de moleküllerinin H20 olması temelinde birbirleriyle özdeştir­
ler ama , su , buz ve buharın aynı şeyler olmadıkları da bir bedahet­
tir.

Ö zdeşliğinden söz edilen varlıkları n , tümüyle kendi dışların­


dan bel irlenmiş , kendi özgürlük payl arı zaten bulunmayan varlıklar
olmaları durumunda , bunlar arasında özdeşlik kurmak , bunların
varlıkları ve varoluşları açısından herhangi bir problem oluşturmaz;
zira burada, sadece epistemolojik düzeyde yer alan bir işlem söz
konusudur. Ancak insan , kendi belirlenmişliğinin dışına çıkmak ,
daha doğru su bu bel irlenmişliğini şu ya da bu ölçüde geriletip azalt­
mak , kısacası özgürleşmek suretiyle doğadan farklılaşıp beşeri' sı­
fatını hak eder hale gel miş bir varl ıktır. Bu durumda , insanın kendi
KIMUKLER PANA YIRINDA BiR UCUZ ÇADIR . . . 153

kendisini belirli bir özdeşlik çerçevesinde tanımlamaya yönelmesi ,


aynı zamanda kendi kendisini kendi dışından belirlenmiş/tanımlan­
mış bir ' şey ' e , yani özne değil de nesne konumundaki bir varl ığa
indirgemeye yönelmesi de demek olacaktır. Böyle bir yönelim ise ,
ister istemez , kendisiyle özdeşleşilecek olan her n e ise , işte o konu­
da fanatikleşmeyi de kaçınılmaz kılar. Şöyle ki , eşekler zoolojik
türleri esasında birbirleriyle özdeştirler ve de anırırlar: eşeğin anır­
ması , aslı nda pekala havlaya-da-bilecek olduğu halde eşeklikle öz­
deşleşmek üzere kendi tercihi doğrultusunda gerçekleştirdiği , dola­
yısıysa kendi özgürlük payını da mündemiç bir davranış değildir;
oysa insan ı n , diyelim belirli bir takımın marşını söylemesi , eşeğin
anırması gibi tercih hakkına sahip olmaksızı n , kendiliğinden , zaten
başka türlüsünü yapma imkan ve ihtimali bulunmaksızın yapmak
zorunda kaldığı bir davranış değil , o anda söylediği marşı söyleme­
nin hem hiç bir marşı söylememekten , hem de herhangi başka bir
marşı söylemekten daha değerli bir davranış , daha doğrusu bu
marşın sembolize ettiği mensubiyetin bütün diğer mensubiyetler­
den daha değerli olduğu iddiasını da içeren bir davranış olacaktır.

Her insanın mutlaka ve mutlaka belirli mensubiyetleri olmakla


birlikte , birey olarak insan ne sadece mensubiyetlerinden/bel irl i bir
mensubiyetinden ibarettir, ne de insanlar için mümkün mensubiyet­
lerden hiçbiri insan olmak için zorunludur. İ şte , tam tamına bu yüz­
den de , mümkün mensubiyetlerden herhangi birinin bütün diğerle­
rinden daha üstün olarak ilan edilmesi fanatizmden başka bir şey
olmayacaktır. Bel irl i bir mensubiyeti sembolize eden bir marşın
söy lenmesi/marşı söylemek, eşeğin anırması gibi zaten varolan bir
özdeşliğin doğrudan/kendiliğinden bir tezahürü olmayıp, tam tersi­
ne söz konusu özdeşlik bu marşı söyleyerek/marşın söylenmesi ara­
c ı l ığıyla kurulacağına göre de , özdeşliği gerçekleştirmek açısından
bu marşın , gerek diğer marşları söyleyenleri n , gerekse aynı marşı
söyleyen diğerlerinin sesini bastıracak şekilde mümkün olan en
yüksek sesle haykırılması gerekecektir.
154 GLOBAUEŞ(T/R)ME TERÖRÜ

Bu noktada önümüzü daha da aydınlatabilecek bir hususu vur­


gulayalım: özdeşl ik-aynılık kavramlarının B atı dillerindeki karşılı­
ğı olan ' idantite (identite , identity vb ... ) ' aynı zamanda ' kimlik' de
*
demektir( ) . Bu durumda şunu da söyleyebiliriz: özdeşleşen , öz­
deşleşmek isteyen , bu yönde çaba harcayan insan kendi kimliğini ,
kendi kendisinden kalkarak deği l , kendisinin dışında ve kendisin­
den bağımsız olarak var/varlık kazanmış olan , dolayısıyla üzeri nde
hiç bir belirleyicilik payına sahip olmadığı bir varlık temelinde ta­
nımlamaya yönelmiş demektir. Bu yöndeki çaba mutlak bir başarı­
ya ulaştığı anda, karşımızda artık hiç bir öznelik payı taşımayan ,
dolayısıyla mutlak nesne nitel iğindeki bir canlı bulunuyor olacak­
tır. Ancak , böylesi bir çaba gösteriyor olmanın bizatihi kendisi bu
çabayı gösteriyor olanın özneliğine tekabül ediyor olacağı içi n , ger­
çekte ortaya çıkacak olan , mutlak nesne niteliğindeki bir canl ı , ya­
ni a-moral -ahlaki soru m l u l uk taşıması varlıksal olarak olanaksız­
ve medeniyet-dışı masum bir hayvan değil , kendi olduğu ' şey ' i bi­
zatihi bir/tek değer olarak görüp onun dışında başka hiç bir değer,
kendi özdeşleri nin dışında da hiç kimseye hiç bir hak tanımayan
immoral , yani ahlaksız, daha doğrusu ahlak düşman ı , ancak bunun
yanısıra insana ve medeniyete de düşman bir cani/cani adayı ola­
caktır: fanatiklik , bizatihi bir suç ; hem de bir insanlık suçudur.

Burada sözünü ettiğimiz , tabu , uç bir durumdur; ancak , insan ,


kendi kimliğini kendi dışı ndaki bir ' şey ' le özdeş/aynı ve ondan iba­
ret kılmak suretiyle kurduğu ölçüde , s � z konusu kimlik, aslında bir
' ne ' l i k nite l i ğ i taş ı y o r , dolay ı s ı y l a kendisi de , kendisi nden
'kim?'den ziyade ' ne ? ' diye bahsedilmeyi hakeden bir varl ı k , yani
bir nesne konumuna yaklaşmış olac aktır.
Tabu burada sorulması gereken soru , insanları keskin hatlı öz­
deşleşme çerçevelerinde yer almay a , kendi kendi lerini özdeşlikleri

(*) B u anlamdaşlığı tespit edi p üzerinde düşünen v e çok önemli bir düşünme
arac ı olarak hepimize kazand ı ran sosyolog dostum Prof. D r.Nilgül Çelebi ' ye
burada bir kez daha teşekkür ediyoru m .
KIMiJKLER PANA YIRINDA BiR UCUZ ÇADIR . . . 155

temelinde tanımlamaya neyin yönelttiği , neyin bu türden yönelim­


lerin yoğunluk ve yaygınlık kazanmasına yol açtığı sorusudur. An­
cak bu konuda verilebilecek cevaplardan birisi vardır ki , doğruluğu
ya da yanlışlığı tartışma konusu bile yapılmaksızın , gayri-meşruluk
temel inde peşinen reddedilmeyi gerektirir: insanların başka birileri
ve/veya başka bir şeylerle özdeşleşme ihtiyacı hissetmeleri ve on­
larla özdeşleşmeye yönelmelerinin bir sevk-i tabii , �ani insan tabi­
atının bir gereği olduğu . Böyle bir cevap gayri-meşrudur; zira ' be­
şeri olan ' , tanımı gereği , bizatihi 'doğal (tabu ) bel irleyiciliklerle,
yani doğal düzenlilik çerçevesinde açıklanması mümkün olma­
yan' dır.
İnsan , kendisini dıştan belirlenmiş bir nesne konumuna yaklaş­
tıracak doğal bir yönelim taşıyor ve/veya böyle bir yönelim i nsan
üzerinde nihaf/ağır basan bel irleyici konumunda bulunuyor olsa,
tarihin sıfır noktası itibariyle insanın kendisi olarak hazır bulduğu
şeyi n de zaten doğal düzenliliğe tümüyle tabi , dolayısıyla doğal
gerçekliğin uzantısı durumundaki basit bir canlı ' nesne ' olduğunu
dikkate alırsak , bu durumunu hiç mi hiç değiştirmez , yani doğal dü­
zenliliği oluşturan tekrarlanırlık , süreklilik ve genellikler üzerinde
hiç bir değişiklik meydana getirmez , dolayısıyla da, ne tarih üret­
miş ve -tarih üretmesinin bir sonucu olarak- doğal gerçekliğe in­
dirgenmesi mümkün olmayan yeni bir gerçekliğe hayat vermiş , ne
de salt belirlenmişliğinden/ ' nesne ' liğinden ibaret bir varlık olmak­
tan çıkıp belirleyicilik payına da sahip , yani ' özne ' niteliği de taşı­
yan bir varl ık konumuna gelmiş olurdu .

İ nsan zaten/peşinen bir özne , ama bu arada arızen tarihin de


öznesi olan bir varlık olmayıp, tam tersine tarih üretebilmiş, yani
tarihin öznesi olduğu için/anda/ölçüde özne niteliği kazanabilmiş­
tir. Tarihin sıfır noktası itibariyle kendi kendisinin kendisi olarak
hazır/verili bulduğu haliyle , yani ' nesne ' yanından ibaret bir varl ık
olarak basit yeniden üretimiyle yetinmiş olsaydı sadece tarihi üre­
tememiş deği l , aynı zamanda bir özne niteliği de kazanamamış
olurdu .
156 GWBAUEŞ(TIRJME TERÖRÜ

İ nsan taa en baştan beri , kendi kendisini mevcut ya da müm­


kün mensubiyetleri temelinde tanımlıyor, yani kendisini sadece be­
lirli bir mensubiyetten gelen özelliklerinden ibaret bir varl ık olarak
yeniden üretmekle yetiniyor olsaydı , verili durumdaki yegane men­
subiyeti türsel mensubiyeti olduğuna göre , kendisi için mümkün
yegane kimlik de türsel kimliği olurdu . Böyle bir kimlik ise , ister
istemez , tarihsel-beşeıf bir kimlik değil doğrudan doğruya doğal ­
zoolojik bir kimlik olur ve bütün varoluşu bu kimliğin yeniden üre­
timinden ibaret olan insanın da tarih üretmesi ve beşeıf bir varl ık
nitel iği kazanması daha işin başında imkansız hale gelmiş olurdu .

Bu noktada artık şunu diyebiliriz ki , insanları n , bireysel men­


subiyetleri temel i nde tanımladıkları kimlikler çerçevesinde küme­
lendiği bir dünya,

-insanın artık tarih üretir olmaktan çıktığı , yani Tarihin So­


nu ' na , dolayısıyla bütün insanlık için geçerli tek ve nihai düzene
ulaşıldığı;

-zoolojik türler temel indeki doğal kompartimantasyonun , bu


defa doğal türler değil ama aynen onlar gibi tarihsiz ve birbirleri
karşısında geçirimsiz birer mutlaklık statüsüne yükseltilmiş tarih­
sel-beşerf mensubiyetler düzeyine taşınmış olduğu bir dünya ola­
caktır.

Buradaki kompartimantasyon , tabii ki doğadaki gibi kendil i­


ği nden/doğal bi r veri olarak değil , ancak kompartımanlarının her
biri kendi başına/kendi içinde bir değer, dolayısıyla da bir amaç
olarak görülen bir kompartimantasyon olacaktır. İ şte bu yüzden , or­
taya çıkacak olan manzara da yine doğadakinden farkl ı olarak , hiç
biri mevcut hayvan türlerinin tümünü tek başına barındıramayan bir
cangıllar çeşitliliğinden çok , mevcut bütün türlerin farklı farklı ka­
feslerde , ancak hep birden aynı bir düzenleme ve yönetim modeli­
ne tabi olacak şekilde bir araya getirilmiş oldukları global bir hay­
vanat bahçesine benzeyecektir.
KIMUKLER PANA Y/RINDA BiR UCUZ ÇADIR . . . 157

Belirli bir anın Tarihin Sonu 'na tekabül etmesini isteyecek , öy­
leymiş gibi ilan edecek ve öyle olması yolunda çaba harcayacak
olanlar, tabii' ki , o an itibariyle en avantajlı durumda ve kurulu dü­
zenden en fazla çıkarı bulunanlar kimler ise , işte onlar olacaktır. Bu
hususu dikkate aldığımızda , mensubiyet temelindeki kimlikler te­
mel/evrensel parametre hal ine getirilirken , insanın tarihin öznesi
olmaktan düşürülüp, tarihin de bugün geldiği nokta itibariyle ni­
hai/değişmez bir mutlaklık statüsüne oturtulup dondurulduğu , dola­
yısıyla bundan sonraki zamanların artık ebedi' bir şimdiki/geniş za­
man olarak yaşanacağı bir dünyanın kimlerin idealindeki dünya
olabileceğinin ipucunu da yakalamış oluruz. Şöyle ki , bütün yarın­
ların aynen bugün gibi yaşanmasını isteyecek olan , bugün kim ege­
mense , mevcut düzenek kimi egemen kı lıyorsa, işte odur.

Söz konusu ipucu , aynı zamanda, insanın doğuştan ve/ya da


sonradan edindiği -özellikle de etno-kültürel- mensubiyetler teme­
lindeki kimliklerin ön plana çıkartı lmasını insanın özgürleşimi yö­
nündeki bir gelişme gibi görüp/gösteren yaklaşımlar ile - ' Bilgi
Toplumu/Çağı ' adı altında yüceltilen enformasyon ağı/manipülas­
yon düzeneğinin finans kapitale sağladığı sınırsız seyyaliyet/akış­
kanlık sayesinde , o an için neresi işine geliyorsa kendisini hemen
orada ürettirebilir hale gelmiş- emperyalizmin Dünya 'ya vermek
peşinde olduğu Yeni Düzen arasındaki içsel-bünyesel-zorunlu ba­
ğın farkına varmamızı sağlayacak olan ipucudur da: en i lerisinden
bir tekno-teknolojik rasyonellik adına meşrfilaştınl mak istenen bu
yeniden-kompradorlaşma çağının en temel besin kaynağı , insan
için mümkün olan en irrasyonel ne v arsa , işte odur/onlardır; başka
bir ifadeyle , globalleşme çağı kapitalizminin kendisini devam etti­
rebil mek için insanı da her an daha bir irrasyonel bir canlı mesame­
sine i ndirgemekten başka çaresi yoktur.

İşte bu bağlamda ele aldığımızda şu ortaya çıkar ki , futbol , da­


ha önceleri hemen hemen bütün baskıcı rej imlerde görülmüş olan
' kitleleri oyalama' aracı , onbinlerce insana gösteri sunabilen bir
' sirk ' olma işlevinin ötesi nde , yeni bir işlev daha kazanma yolun-
158 GWBAUEŞ(TIRJME TERÖRÜ

dadır, hatta şimdiden kazanmıştır bile: klüp/takım merkezli bir öz­


deşleşme/kimlik kurma işlev i ; tabu artık bir spor dalı/gösteri türü
olarak değil , fakat , Global Hayvanat Bahçesi 'nin , bir mensubiyet
peşinde , ancak nesebi gayri-sahih ya da nesebinden gayri-memnun
olanların içine doluşabilecekleri en ehven bedell i , dolayısıyla gerek
her bir toplum içinde , gerekse toplumlar arasında ' aşağı ' inildikçe
gördüğü rağbet de artan - ' bon pour le Sud ' ; Güney ' e , yani en geniş
anlamıyla ' aşağı 'ya uyar- bir kafes türü ya da Kimlikler Panayı­
rı ' ndaki çadırların en ucuzlarından biri olarak .

You might also like