You are on page 1of 68

MİLLİYET ÜZERİNE DÜŞÜNCELER

Dr. Tahsin ÜNAL


MİLLİYET ÜZERİNE DÜŞÜNCELER

Dr. Tahsin ÜNAL

Yayına Hazırlayanlar
Dr. Ali Güler
Dr. Tahsin Ünal
C Berikan Yayınlan
I. Baskı, Ocak 2001
ll. Baskı, Nisan 2007
Tüm Haklan Saklıdır.
ISBN: 975-8308-60-2

Kapak Tasanm
Arn S Ajans

Sayfa Düzeni
Halil İbrahim Bülgi

Baskı
M.L.E Organizasyon: 0312 278 12 89

HERİKAN
ELEKTRONiK BASlM YAYlM
SAN. ve TİC. LTD. ŞTİ.
GMK Bulvan 8011 Maltepe-ANKARA

� Tel: 0.312.232 62 18/ 19 Fu: 0.312.232 14 99



İÇİNDEKİLER

tçlNDEK1LER . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . vn
SUNUŞ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . IX
ÖNSÖZ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . XI

- MILLIYET FlKRI MILLET OLMANIN ANA

UNSURLARlNDAN BIRİDİR . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1

- AKlŞI TERSINE ÇEVIRELIM . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ll

- TARİHI OLUŞUM VE ESKININ

DEVAM EDEN TESIRLERİ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 17

- YANILlYORLAR . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 33

- BİR KONFERANS . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 49
IX

SUNUŞ

Merhum Dr. Tahsin Ünal, ülkemizin yetiştirdiği ender şahsiyet­

lerden birisi idi. Çok yönlü bir kişiliği vardı. Öncelikle askeri öğretmen

olarak, başta Kara Harp Okulu olmak üzere Silahlı Kuvvetierimize ait

bir çok eğitim ve öğretim kurumunda "Tarih Öğretim Üyesi" kimliği

ile binlerce subay adayını milli tarih bilinci ile yetiştirdi.

Ikinci olarak O, kısa ömrüne, hepsi alanında çok önemli boşlukla­

rı dolduran, bir çoğu bugün bile hala aşılamayan önemli ilmi ve fıkri

çok sayıda eser sığdırdı.

Üçüncü olarak, Albay rütbesinde Silahlı Kuvvetlerden emekli ol­

duktan sonra atıldığı siyaset alanında da ülkemize önemli hizmetlerde

bulundu. Alışılmış siyasetçi "tipi" dışında hareket eden Dr. Tahsin

Ünal, bu alanda da fikri bir ağırlığın ve seviyenin temsilcisi oldu.

Vefatından sonra başta eşim Azize Hülya Güler' in "ha/ası" olan

çok değerli merhum eşi Kevser Ünal ve oğlu kıymetli ağabeyim Baba­

dır Ünal olmak üzere, ailenin diğer üyeleri eserlerini ve evraklarını bi­

ze intikal ettirdiler. Dr. Suat Akgül ile birlikte yaptığımız tasnif çalış-
X

maları sonucunda gördük ki; Dr. Tahsin Ünal'ın yayımıanmış ve yayı­

ma hazır olan eserleri ile birlikte makaleleri yaklaşık yirmi kitap olacak

seviyededir.

Sayın Babadır Ünal'ın da teşvikiyle bütün bu eserlerin yayımlan­

masına, kamuoyumuza intikal ettirilmesine karar verilmiş bulunmakta­

dır. Berikan Yayıncılık tarafından "Dr. Tahsin Ünal'ın Bütün Eserle­


ri" adı ile yayımlanacak olan serinin yinniikinci kitabı, elinizde tuttu­
ğunuz "Milliyet Üzerine Düşünceler" isimli, daha önce yayımıanmış
olan makalelerden oluşan bu güzel eserdir. Bu eseri serinin diğer ki­

tapları takip edecektir. Seri "Dr. Tahsin Ünal: Hayatı, Eserleri, Kişi­

liği ve Düşünceleri" isimli monografik bir eser ile tamamlanacaktır.

Merhum Dr. Tahsin Ünal ' ı ve merhum eşi Kevser Ünal ' ı rahmet­

le anıyor, başta Sayın Babadır Ünal olmak üzere ailenin bütün fertleri­

ne şükranlarımızı sunuyorum. Berikan Yayıncılık ve Kale Ofset Mat­

haası ' nın değerli yöneticileri ile çalışanianna ve Vedat Beki' ye göster­

dikleri titiz çalışmalardan dolayı teşekkür ederim.

Dr. Ali GÜLER


Ankara, Ocak 200 1
XI

ÖNSÖZ"

Bu küçük kitap, hiç bir şahsı küçük düşürmek maksadıyla yazı/ma­

mıştır. Her fikir makbul ve muhterem olduğuna göre, yanlış bulduğu­

muz, fikri perişanlığına sebep olduğunu sandığımızfikirleri, birleşme­

ye davet maksadı ile yazılmıştır. Küçük kitabımı "Millet sağ olsun" di­

yerek can veren millet kahramanlarının ruhuna ithaf ediyorum.

Tahsin ÜNAL

(*) Kitabın Ankara, 1961 baskısındaki Önsöz'üdür.


Milliyet Ourine Düşünceler

MILLIYET FİKRİ MILLET OLMANIN


ANA UNSURLARlNDAN BİRİDİR

1- Bugün medeni bir millet nazarı ile baktığııruz cemiyetler, tari­

hin çok eski devirlerinde en iptidai cemiyetler halinde idiler. Fakat o

günden bugüne kadar geçen uzun zaman içinde geliştiler. Tekamül et­

tiler, medeni millet oldular. K.Hindan cemiyete, cemiyetten millete ka­

dar her sosyal topluluğun bir takım tekamül halkaları vardır. Her cemi­

yet mutlaka içtimal siyaset oluşlarında, önce köy devletleri kurmuşlar,

zamanla köy devletinden şehir devletine, şehir devletinden devlete,

devletten imparatorluğa yükselmişlerdir.

Tarihin ilk devirlerinde dünyada olup da, dünya üzerine yukarıdan

kuş bakışı bir bakmış olsaydınız, dünya üzerinde ve su kenarlarında

binlerce köy devletleri görecektiniz.

Bu köy devletleri, evlenmeler, miraslar, kıtlıklar, hastalıklar ve ni­

hayet savaşlar sonunda yapılan ilhaklar ile yavaş yavaş büyümüş, kuv­

vetlenmiş ve dolayısiyle şehir devletleri ortaya çıkmıştır. Hemen he­

men aynı sebeplerle şehir devletleri birleşmişler, yahut birleştirilmişler,

devletler ortaya çıkmıştır. Devletlerin birleştirilmesi de imparatorlukla­

rın kurulmasına yol açmıştır. Fakat toplurnların köy devletinden, dev-


2 Dr. Tahsitı Ütıal

let veya imparatorluk haline gelmesi kolay ve kısa zamanda olmamış­

tır. Toplumlar, o iptidai durumdan, bugünkü medeni millet haline ve

nihayet imparatorluk seviyesine yükselineeye kadar, asırlan beklemiş­

tir.

Önemine binaen ilave edeyim ki milletierin en tabii halleri, impa­

ratorluk değil, devlettir. Zira, tarih bize imparatorlukların kısa veya

uzun bir zaman sonra yıkıldığını sık sık gösteriyor da, devletlerin yıkıl­

dığını bazan gösteriyor. Tarihin ilk devirlerinden beri, mesela 50 tane

imparatorluk kurulmuşsa 48 tanesi yıkılmıştır.

Ama kurulan 50 devletten ancak yarısı yıkılmıştır. En az yarısı ya­

şamıştır, yaşamaktadır. Bir başka deyişle, bir toplum, iç oluşları bakı­

mından tekamül etmiş, kıvamını bulmuş, millet denilen topluluğun bü­

tün karakter ve vasıflarını kendisinden cem ettikten sonra devlet kur­

muşsa, onun kurduğu imparatorluk, bir gün gelip şu veya bu sebeple yı­

kılmıştır. Ama, millet olmanın unsurlarını, karakter ve vasıflarını sine­

sinde toplamış bir cemiyet, yıkılmamış ve yeniden bir silkinme ile,

devlet olarak, millet olarak bekasını sağlamıştır. Yunanlılar, İtalyanlar,

Fransızlar, lran, Çin böyledir. Biz? Bizim durumumuz bir istisna teşkil

eder. Ayrıca zikredeceğim.

Millet olmanın unsurlarını, karakter ve vasıflarını kendisinde ve

içtimai bünyesinde cem edemeyen toplumlar ise, şu veya bu sebeple

"bir ideolojinin meydana getirdiği dinamizma ile" imparatorluklar kur­

muşlar, fakat bir müddet sonra, bu imparatorluk yıkılmış, geride sadece

bir isim bırakmışlardır. İskender, Temür, Moğol imparatorlukları gibi . . .


Milliyet Üzerine Düşünceler 3

Öyle ise, millet olmanın, ana unsurları, karakter ve vasıfları neler­

dir? Bunlar nasıl ve hangi sistemlerle elde edilir? B unlar kendiliğinden

mi yoksa bir vasıta ile mi olur? Birinci sorunun cevabını yurd bilgisi ki­

tablanndan tutunuz da, sosyoloji kitaplarına varıncaya kadar bir çok

eserlerde bulmak mümkündür. Yalnız ben şunu ilave edeyim ki, bir ai­

lenin fertlerinden olup da, ayrı dili konuşan, ayrı gelenekiere sahip

olan, ayrı ayrı giyilen -şalvar, peşli entari, çarşaf, entari v.s.- ayrı dine

sahip olan fertlere tesadüf edilmez. Varsa bu aile değildir. Yine varsa

bu pek istisnadır, kaideyi bozamaz. Bu hal ailede böyle olduğu gibi,

köyde, kasabada, şehirde, hatta bütün bir memleket sathında da böyle

olması lazımdır. Ve bu içtimai bir mütearifedir. Bu hal, belki yüzde yüz

böyle olmayabilir. Fakat yüzde seksen, yüzde yetmiş bir nisbetle bu

böyledir. Şayet böyle değilde, mesela bizde olduğu gibi pek perişan,

pek darrnadağınık, türlü şekiller ve renkler arzediyorsa, işte o toplum

millet olmanın ana unsurlarını, karakter ve vasıflarını kendi içtimai

bünyesi içinde cem edememiş, Nasreddin Hoca'nın dediği gibi helva

yapamamıştır. Dolayısiyle millet olma vasfını kazanamamış demektir.

Söz burada iken ilave edeyim ki, memleket coğrafyasına lütfen bir ba­

kınız. Ve söylenen sözlere dikkat ediniz. B iz söylemiyoruz. Tarihte

söylemişler, bugün söylüyorlar. Hepsi de bir ağacın dallarından başka

bir şey olmayan bu memleketin çocuklarına, türlü isimler ve ünvanlar

verilerek, sanki başka başka milletlerdenmiş gibi parçalara ayırıyorlar

ve parçalıyorlar. Gelişip, tekamül edemediğimiz, millet olma derecesi­

ni ihraz edemediğimiz için, düşmanca düş ünceler haksız da değiller ha­

ni . . .
4 Dr. Tahsin OnaJ

Ben bu milletin hali pürınelalini kısaca dahi olsa izah edebilmek,

henüz millet olma vasfını ibraz edemediğimizi gösterebilmek için biraz

daha ileri gideceğim. Evet bu milleti, Kürt, Zaza, Çeçen, Abaza, Çer­

kes, Laz, Türkmen, Yörük, Karakeçili, Karakoyunlu, Kayı, Bozok, Av­

şar v.s. gibi bölümlere ayırıyorlar. Unutmamalı ki bunlar Türk ağacı­

nın, türlü isimlerde anılan dallandır. Bu milletse Asya'dan nasıl gelmiş

ve nasıl Anadolu' ya yerleşmişse öylece kalmıştır. Ondan çok şey alma­

yı, daima düşünmek ve almak, fakat ona hiçbir şeyi vermemek yüzün­

den ve nihayet bu millet, sahipsizlik yüzünden, hemen 13-14'üncü

asırdaki gibi kalmış, tekamül etmemiş ve ettirilmemiştir.

Doğu, Orta, Batı Anadolu halkı birbirine benzemediği gibi, bu bö­

lümlerden birinde mesela Orta Anadolu'da da Ankaralı'lar, Konya­

lı'lar, Eskişehirli'ler, Kayserili' ler giyinişleri, gelenekleri, mimari tarz­

ları, fikir ve itikatları, hatta dilleri "yahut lehçeleri" bakımından birbi­

rinin aynı değildir. Orta Anadolu'da hal böyle olunca, Batı Anadolu ile,

Doğu Anadolu halkı arasında uçurumlar olacağı aşikardır . . . Öyle ise

biz bütün iddialara rağmen, kanşıp kaynaşıp, hiç olmazsa ana hatlan ile

medeni ve mütekamil bir millet olmaktan uzak, fakat ortaçağların ka­

bile seviyesi karakterine yakın bir seviyede bulunuyoruz demektir. Bu­

nu şuur altı düşünüşlerimizde, davranışlarımızda, hatta bazı sistemleri­

mizde görmek bile mümkündür. Bilmem, milli adını verdiğimiz bay­

ramlarımızın üzerinde hiç durup düşündünüz mü? Bana öyle geliyor

ki, bu bayramlar, milli ismini taşımakla beraber, milletin bayramı ol­

ması icabederken, milletin değil, devletindir. Zira bu bayramiara genel


MUUyet Ozerine DüJünceler 5

olarak hükumet erkfuıı, o da davetli olarak gelir. Milletin olan bayram,

yapılırken halk hatıra bile gelrnez.Hatta davet edilmek şöyle dursun,

halktan bir kimse bayram yerine, değil girmek, yaklrujınası bile hata,

kabahat kabul edilir. Kendiliğinden oradan uzaklrujrnazsa, tehdit ile,

icabederse hakaretle, copla oradan uzaklaşurılır.

Halk, zorla uzaklrujtınldıktan sonra, rnuayyen bir zümre bayram

yerine -Hipodrurn veya stadyuma- toplanır. Hislere, heyecaniara hitap

eden konuşmalar yapılır. Şiirler okunur. Resmi geçitler yapılır. Göste­

riler birbirini takip eder. Milli olan bu bayrarnlarda, millet narnına, mil­

letin kahrarnanlığmdan, fedakarlığmdan bahsedilir. Fakat narnma bay­

ram edilen milletin, milletin yüzde seksenini teşkil eden köylünün bun­

lardan haberi yoktur. Narnma bayram yapılırken o, yarnalı pantolonu,

çarığı ile ya tarlada veya işyerinde yarınki ekmek parasını düşünerek

alınteri dökmekle meşguldür.

Bizde, fakr-u-zaruret, rneşakkat, mahrumiyet, cehalet rnuharebe­

lerde şehadet, büyük kitlenin; zevk-ü-sefa, refah ve bayram rnuayyen

bir zümrenindir . . . Ondan sonra da "imtiyazsız sınıfsız kaynrujrnış bir

kitleyiz" şarkını dilimizden düşürrneyiz. Özürnüzle, sözümüzün bir ol­

madığı bundan belli ... Hemşehrilik düşünceleri bizde galip vaziyette­

dir. Hemşehrinin yanına teklifsiz girip çıkabiliriz. Bir hemşehriden yar­

dım ve himaye bekleriz. Bir hemşehri işimizi yapmazsa güceniriz. Bir­

çok, mahalli davalar ile meşgul olan derneklerimiz vardır. Hemen bir

çok rnemurlarımız da vazife ve mes'uliyet şuuru uyanrnarnıştır. Memur

daima vazifesinin ve memuriyelinin esbabı rnucibesini unutur. Meclis,


6 Dr. Tahsin Onal

kendisi olduğu için, millet var zanneder. Kumandan kendisi olduğu için

kışla yapılmış, askerlik icad edilmiş sanır. Öğretmen kendisi olduğun­

dan, öğrencilerin varlığına kanidir. Memur, vatan, millet duygusundan

habersiz şuursuzca çalışır. İşinin neden olmadığını, yapılmadığını so­

ran bir iş sahibine kızar. İş arayan bir kimse lakaydi ile dinlenir. Yapı­

lan müracaatlara baştan savma cevaplar verilir. Memleket ve millet da­

valanna ya şahsi zaviyeden veya en geniş olarak, zümre ve parti zavi­

yesinden bakılabilmektedir. İşte bütün bunlar,bizim topyekun milleti

düşünen, bir milli camia haline gelemediğimizi, fakat malıdut ve ma­

halli düşünen orta çağ cemiyeti seviyesinde bulunduğumuzu gösteren

şuuraltı belirtilerdir.

Zaman zaman medeni bir millet olduğumuzdan bahsedilir. Halbu­

ki medeni bir milletin mümeyyiz vasıflarından biri de "cemiyet bünye­

sinde iş bölümlerinin ayrılmış, ihtisasa hürmetkar" olmasıdır. Zira iş

bölümü olmayan, ihtisasa hürmet edilmeyen yerde, emir vardır. Hod­

gamlık, ehliyetsizlik, illimas ve beceriksizlik vardır. Bunların bizim ce­

miyette olup olmadığının takdirini okuyucuya bırakıyorum.

Argomuzda "torpil" diye bir tabir vardır. Bu kelime cidden iyi bu­

lunmuş bir tabirdir. Vurdumduymaz memuru, dert dinlemeyen amiri,

işini bilmez lakaydiyi, bizde, bu torpil, harekete geçirebilmektedir.

Onun için de, mübarek pek revaçtadır. Ama revaçta olup da ne yapı­

yor? Olmazı olur yaparak, adama iş verdirerek, ehliyet ve liyakadsızı

himaye ederek cemiyet işlerini büsbütün allak bullak etmekte, işleri

arap saçına çevirerek, içinden çıkılmaz bir hale getirmektedir. Cemiyet


Milliyet Üzerille Düşü11celer 7

hayatında torpil veya iltimas öyle bir illettir ki, hiçbir şey yapmasa, ce­

miyet hayatında tekamülü frenler. Kabiliyel ve liyakatı törpüler, şevki

kırar, ümidi yok eyler. Teşebbüsü kırar, cesareti korkuya tahvil eder.

B ütün bu içtimal hastalıkları birer birer tedavi edecek olan, içti­

mal bünyeden, içtimal mikroplan birer birer temizleyecek olan, ondan

sonra da millet olmanın ana unsurlarını karıştırıp kaynaştırmak suretiy­

le yeni bir millet yaratacak olan fikir, kanaatime göre, milliyet fikridir.

Zira milliyet, millete ait herşeyi sevmektir. Bir anne şefkat, bir baba

muhabbeti ile, bu milletin insanlarını sevmektir. Milliyet, bu vatanın

taşına, toprağına bir deruni aşk ile bağlanmaktır. Milliyet, bu milleti

köylüsüne, kentlisine, fakirine, zenginine bir Hazreti İshak tevekkülü

ile bağlı olmak, icabederse onun yoluna kurban olmaktır. Bir Yunus

Emre sevgisi ile sevmektir. kabederse onun ısınması için kırk yıl sırt­

ta odun taşımak, onun huzuru için, huzuru terk etmek, onun refahı için

şahsi refahı bırakmak, unutmaktır. Onun derdi ile hemdert, neş 'esi ile

hem neşe' e olmaktır.

Sorunun ikincisine gelince:

Yukandan beri arzetmeye çalıştığım içtimai tekamül, klan veya

kabile hayatından çıkıp millet olma, ilk çağlardan zamanımıza kadar

belli başlı iki yol ile olmuştur. Ya cemiyet denilen kazanı, fikir adam­

larının, durmadan fikir ateşi ile kaynatıp mefküre kepçesi ile karıştır­

masiyle olmuştur. Bu takdirde topyekun cemiyet, kendisi bir tekamül

yolu açmış, gelişmiş ve tekamül etmiştir.Medeni millet, kuvvetli dev­

let olmuştur. Yahut da, iktidarı ellerinde bulunduran krallar, padişahlar,


8 Dr. Tahsirı Orıal

meclisler, (ki bunlar milletierin her sahada güzideleri olmak lazım ge­

lir), bir babanın eviadının veya bir evladın babasının iyiliğini, saadeti­

ni ve refahını düşünmüş, istemiştir. Milletin başına çıkarak değil, önü­

ne geçerek doğru yolu, tekamül yolunu göstermiştir. Vazettiği sistem­

ler ve esaslar ile millet kazanım, fikri meş' aleler ile kaynatmış, fazilet

kepçesi ile karışurarak tekamül yolunu açmıştır. Bu yolda yürüyen top­

yekun cemiyette tekamül etmiştir. Medeni millet, kuvvetli devlet ol­

muştur.

Tarihimize bakıyoruro ve düşünüyorum da, bizim cemiyene, ge­

nel hatları ile, ne birinci ne de ikinci şekilde, içtimai bir oluş, içtimai

bir tekamül olmuştur. Bu cemiyet, 1 300 tarihinden 1683 tarihine kadar

yatağından taşan bir sel gibi üç kıt' aya taşmış ve yayılmıştır. O zaman­

lar bu akışa, bir şekil, bir islikarnet verilemez mi idi? Düşünülse, iste­

niise pekala verilebilirdi. 1683 tarihinden 1 920 tarihine kadar bu sel

durmuştur. Sel suları toprağa sızar, emilir ve çekilirken, yerinde bere­

ketli, gür bir mahsul vermesi icabederken vermemiştir. Aksine durgun

sularda yılanlar, çıyanlar belirmiş, içtimai mikcoplar türemiş, gül yeri­

ne dikenler bitmiştir. Bizim lakaydimizden, asli unsura sahip çıkama­

mızdan istifade eden dahili ve harici düşmanlar, bu muzaffer milletin,

bu kahraman milletin başına çullanmışlardır. Vurmuşlar, kırmışlar,

parçalamışlar ve nihayet onun imparatorluğunu yıkmışlardır.

1800' den bu yana, her eyalet müstakil bir devlet olarak ortaya çı­

karken, devlet büyükleri hastalığın ne olduğunu ne yazık ki hiç bilme­

den, fakat ruhuna, sistemlerine vukuf peyda etmeye lüzum görmeden,


Milliyet Ourine Dülüneeler 9

asılsız, esassız ve mesnetsiz bir talditçilik yolu tutmuşlardır. Aspirin ile

kanserin tedavisine çalışmışlardır. Fikir cereyanlarına karşı lakayt, sa­

nayi inkılabına karşı pasif, içtimai kaynaşmalar karşısında ehliyetsiz,

askeri mevzularda liyakat kesbedememişler. Nadası yapıp zemini ha­

zırlamadan tohum saçan, sonra ellerini kaldınp Allah'tan bol mahsul

vermesi için dua eden cahil çiftçiler gibi içtimai, iktisadi, fikri, dini fak­

törleri düşünmeden liberalizmi kabul edip demokrasi yoluna girmeye

çalışmışlardır. Kulaktan dolma fikirlerle, tercüme kanunlarla, liberaliz­

mi kabul etmekle kurtulacağımız sanılmıştır. Olaylar, liberalizmin, me­

deni kanunun, Tanzimat ve Meşrutiyet'in lazım olduğunu, fakat hiç de

kafi olmadığını; pek acı örneklerle göstermiştir.

Late Devrinde başlayan içtimai ısiahat hareketleri, Tanzimat, 1.

Meşrutiyet, 2. Meşrutiyet devirlerindeki gayretler, işte müsbet bir neti­

ce hasıl etmemiştir. Bunun elbette ki bir çok sebepleri vardır. Bu sebep­

lerden biri de hiç şüphe edilmemeli ki, bizde iktidarın bir külfet yeri de­

ğil, bir nimet yeri olmasıdır. Bu nimeti bir kere elde edenler bir daha

burayı bırakmamaya çalışmışlardır. Devlet büyükleri ya şahsi menfa­

atını veya bir zümrenin menfaatını, milletin menfaatını, kendisinin ve­

ya zümresinin kalkınmasını, milletin kalkınması gibi göstermeye çalış­

mıştır. İliraf etmek lazımdır ki, Atatürk'e gelinceye kadar, samimi bir

"sahibi millet" çıkmamıştır. Bu milletin çocuğu, bu vatanın eviadı ol­

makla iktifa etmeyerek, "Benim vatanım, benim milletim" diye düşü­

nen ve ona sahip olan kimse çıkmamıştır. Atatürk gibi "milli maarif,

milli ahlak, milli ekonomi, milli sanayi, milli tarih, milli dil" diye ko-
lO Dr. Tahsi11 O�ıal

nuşan, onun gibi halkın arasına karışacak dertleri ve dilekleri mahallin­

de tesbit ederek, çareler arayan, hemen hiç çıkmamıştır. Bizde politika­

cı, denilebilir ki Tanzimat'tan bu yana, meydanlarda, sokaklarda, kah­

velerde, meclislerde, kendi zamanındakinden önceki devri zemmede­

rek, fakat kendi zamanını methederek konuşmuştur. Durmadan kalkın­

madan bahsetmişlerdir.

Tanzimat'tan bu yana 120-122" sene geçmiştir.Bizim politikacılar

kalkınmadan bahsetmişler, kalkınıyoruz demişlerdir. Fakat tarihi reali­

teler onları hep nakzetmiş ve yalanlamıştır. -Politikacı kalkınmadan

bahsederken, imparatorluk çökmüş ve yıkılmıştır- politikacı gelişme­

den bahsederken imparatorluk inhitat edip yıkılmıştır.

O halde; ya politikacı yalan söylemiş, milleti aldatmıştır, yahut da

tarih yalan söylüyor. Ya birincisi, yahut da ikincisi yalan söylüyor ve

bizi aldatıyor. Tarihin söylediği çökme ve yıkılma, bir realite, bir haki­

kat olarak karşımızda duruyor. Demek ki tarih yalan söylemiyor. Poli­

tikacının bahsettiği kalkınmadan, ortada milli bir eser yok. Öyle ise po­

litikacı yalan söylüyor. Gözüme mi inanayım, yoksa senin sözüne mi?

Ben politikacının sözüne değil, gözüme, gözlerimle gördüklerime ina­

nıyorum.

( )
"
Bu kitap 1961 yılında yazılmıştır. (y.n.)
Milliyet Üı.erine Düşünceler ıı

AKlŞI TERSİNE ÇEVtRELİM

Bugün cemiyet fertlerinin, türlü sebeplerden ötürü akımı, yüzü,

gözü, amacı ve arzusu köyden şehre doğrudur. Fakir köylü şehirlere

akın eder. Toprağı olmayan köylü amelelik, odacılık, kapıcılık etmek,

ekmek parası kazanmak için şehre gelir. Köyde kazanan zengin, şehre

gelip apartman yaptırıp yerleşir. Okuyan köylü çocuğu için köyüne

dönmek zuldür. Emekli olan memur yerleşecek bir şehir bucağı arar.

Dağda göçebe hayatı yaşayan Türkmen - Yörükten tutunuz da, on ha­

neli köyden 2 10, 3 10 haneli köyden, kasabaya, kasabalardan küçük şe­

hirlere, küçük şehirlerden viHiyetlere, vilayetlerden büyük şehirlere

doğru olan bu akış, bu gidiş, herhalde cemiyetin bekası bakımından, iyi

bir içtimai hadise olmasa gerektir. Tarlayı terkedip şehre gelmenin zi­

rai sıkıntısı içinde bulunuyoruz. Bir ziraat memleketi olduğumuz hal­

de, her sene dışardan binlerce ton buğday almaktayız. Almazsak açlığı­

mızdan öleceğiz.

Hayvanlarını bırakıp şehre gelen çobanın ızdırabını, ancak kasap

dükkaniarında hisseder gibiyiz. Yünlü kumaşların veya ayakkabı fıyat­

larını işitince ağzımız açık kalıyor. Cehli sebebiyle, doğruyu ve haki­

katı göremediği için, çöller ortasında gülistanlar vadeden ağzı kalaba-


12 Dr. Tahsin Ü1ıal

lık politikacıya inanıp reyini veren köylünün ve onun teşkil ettiği ikti­

darların ızdırabı içinde kıvranıyoruz. Hürriyet diye subay gösterildiği

zaman inanan, referandum diye bir Amerikalı gelecek, sakın inanmayı­

nız diye kadınlan köylünün, acınacak haline gülüyoruz.

Bütün bunların sorumlusu kimdir? Bizleriz. Biz münevverleriz.

Bunu, biz ülküsüz, mefkıiresiz, gayesiz münevver kitlesinden, ziraat,

orman, inşaat,makine mühendislerine, hayvan ve insan tabiplerine, he­

kime, hakime, avukata, mebusa, bakana, reisicumhura kadar teşmil et­

mek mümkündür. Biz münevverlerde kabahat.

Öyle sistemler, öyle müesseseler kurmalıyız ki, öğretmenimizle,

mühendisimizle, hekimimiz ve hakimimizle köye dönmeli, köye git­

meliyiz. Bilmeliyiz ki köyü ve köylüyü kalkındırmadan, milletçe kal­

kınma olamaz. Köyü ve köylüyü refaha kavuşturmadan, refah temin

edilemez. Eski nizarn ve sistemlerle kalkınanlar, refaha kavuşanlar ola­

bilir, fakat bu çoğunluğun içinde bir zümre olur. Yine milletin %80'i

cahil, fakir kalır, belki %20'si kalkınır, refaha kavuşur, mevzi mahdut,

zümrevi kalkınmaları bırakalım artık. Topyekun milleti kalkındıracak

tedbirlere başvuralım, sistemler tesis edelim. Hiç olmazsa milletin yüz­

de seksenini kalkındıracak yollar bulalım. Yukarıda arzettiğim mühit­

ten merkeze doğru olan akışı durduralım. Hatta bunu tersine çevirerek

merkezden muhitlere doğru akış temin edecek çareler arayıp bulalım.

Ekilmemiş tarlalarımız, işleomemiş madenierimiz gibi milletin

ruhundaki gizli kuvvetler, kafasındaki meçhul fikirler, istidatlar, kabi­

liyetler, zekalar, bileğİndeki kuvvet ve enerjide, işlenmemiş, öylece ba-


Milliyet Üzerine Düşü11celer 13

kir bir şekilde duruyor. O, kafasındaki fikri, zekayı işieyecek kudretli

öğretmeni, ruhundaki gizli kuvveti keşfedip yarar bir hale getirecek

mürebbiyi, bileğİndeki enerjiye istikamet verip işe yarar bir hale geti­

recek mühendisi bekliyor.

Bu milletin derdi, o kadar çok, o kadar mütenevvi ki . . . Bu dertler,

bu davalar okyanuslar kadar geniş, uçurumlar kadar derindir. Şimdiye

dek biz, bu vasi okyanusu, yolda işimize yarayacak malzemeler ile, tec­

hiz edilmiş kocaman gemilerle değil, fakat aksine, techiz edilmemiş

küçük kayıktarla geçmeye çalışmışızdır.

Tedbirsizce, ihtiyatsızca küçük kayıklarla, kocaman okyanusu

geçmek için yola çıkmışız. Fakat dertler ve davalar okyanusunun, ko­

caman dalgaları küçük kayıklanmızı daima geriye, sahile atmıştır. Yol

uzun ve geniş. Vasıta küçük ve zayıf. Dert çok, hemdert yok . . . "Men­

zili maksuda" vanlamamış bir türlü.

Bütün bu vatan sathını, üstü kapalı kocaman bir salon, bütün bir

millet efradını bu salonun içine konmuş elektrik lambaları kabul ediniz.

Koca salon zifıri karanlıktır. Bu halde iken üç ila beş yerde, üç ila beş

lambayı yakınız. Zifiri karanlık olan kocaman salon aydıntanır mı? Ha­

yır. 8-1 0 lamba daha yakıldığını kabul ediniz. Salon aydınlanmış kabul

edilebilir mi? Eskisine nazaran biraz daha fazla aydınlanmış olsa bile,

koca salon yine karanlıktır. Fakat salonun içindeki lambaların en az

%80'ini yakınız. Salon, yine tamamen değilse bile, karanlıktan kurtul­

muş, aydınlanmış denilebilir.

O halde; 30 milyona yaklaşan Türk milletinin %25-%30'unun il-


14 Dr. Tahsi11 Ü11al

min nuru ile yakılması, vatan salonunu aydınlatamaz. Salon yine karan­

lıklar, zulmeller içindedir.

Onun için geliniz. Sen-ben davasını bırakalım. Davaları sağa so­

la çekmekten vazgeçelim. Herşeyden önce, karşımızda bir realite ola­

rak duran hatta zemine serilmiş yatan, köyü ve köylüyü kalkındıı"6llım.

İşte o zaman milletçe kalkınma olacaktır.

Düşmandan bir kanş toprak, bir köy zapteden kumandana fatih

veya kahraman deniliyor. B izler de, el ele, başbaşa vererek nasıl yapa­

caksak yapalım, bir köyü ilimle, san'atla, medeniyetle fethedelim. Bi­

ze de kahraman desinler.

Milletler, kahramanları ile şan ve şeref kazanırlar, milletler, ide­

alist evHitları ile taze hayat ve dinamizm bulurlar. Milletler, atimleri,

san' atkarları, filozoflan ile olgunluk, kültür, haysiyet sahibi olurlar.

Türk milleti ve onun mümtaz evHitlan, Araplar' dan, Yahudi­

ler' den, Sırplar' dan geri değildir. Almanlar' dan, İ ngilizler' den, Ameri­

kalılar'dan daha çok liyakat ve kabiliyel sahibi değilse, en az onlar ka­

dar liyakat, istidat ve kabiliyel sahibidir. Üstün ırk, üstün ehliyet ilim

alemince reddedildiğine göre, aşağı ırk, aşağı ehliyet ve kabiliyel de

aynı şekilde reddedilerek müsavilik esasları kabul ediliyor. Bir Alman

kadar bir Afrika yerlisi, bir Amerikalı kadar Çinli, bir Fransız kadar bir

Hintli de aynı derecede liyakat ve kabiliyel sahibidir. Aynı ayarda fikir

ve zekaya sahiptir. Bu ilmin kabul ettiği bir hakikattır.

Bu itibarta fertleri olduğu gibi, cemiyetleri ve milletleri de geri


Milliyet Üzerine Düşütıceler 15

veya medeni, fakir veya zengin, kültürlü veya cahil yapan şey, o mille­

tin kendi sistemleri, kendi müesseseleridir. Kendi duyuş ve düşünüşle­

ri, kendi idrak ve iz'anlarıdır.

Çocuğun cahil kalışının günahı babanındır. Çocuğun bir san' atkar

olamamasının vebali ebeveynindir. Cahil, geri, iptidai ve fakir kalmış

milletierin günahı da, münevverlerin ve iktidarlanndır.


Milliyet Ozerine Düşütıceler 17

TARİHİ OLUŞ VE ESKİNİN


DEVAM EDEN TESİRLERİ

1- Rahmetli R. Oğuz Arık, "İdeal, bir topluluğun kaderi önünde

duyulan ilk ızdırabdan doğmuştur." diyor. B u sözün i fade ettiği gerçe­

ğin akislerini, kendi nefsimde bulduğum için, doğru diyorum. Zira ben,

fakir bir köylü ailesinin çocuğuyum. Konya'da liseyi bitirince-ye kadar,

yazları çift sürdüm, koyun güttüm. Ekin biçtim, harman kaldırdı m. Kö­

yümün derdi ile hemdert, neş'esi ile heınneş 'e oldum. Köylülerimle be­

raber çalışıyor, çabalıyordum. Fakat iktisadi hayatımızda bir değişme,

düşünüş tarzımııda bir fark olmuyor, yine fakir, yine cahil irlik. De­

demden, babamdan 70-80 sene evvelki hayatlarını soruyor, onlar da

"Hep böyle. Böyle gelmiş böyle gider" diyorlar, sonra "Ne yapalım?

Köyde yaratılmış, fakir ve kör -yani cahil- yaratılmışız" diye ilave edi­

yorlar, talihlerine boyun eğiyorlardı. Zaman zaman "Aman eviadım sen

oku! Adam ol da şu köyden kurtul!" diye nasihat ediyorlardı.

Ben okudum. Köyün o meşakkatli çalışmalarından, mahrumiyet

ile geçen hayatından kurtuldum. Kurtuldum ama gönlüm köyde asılı

kaldı. Köyün meşakkatli çalışmalarından, mahrumiyelle geçen hayatın-


18 Dr. Talısin Onal

dan kurtuldum ama onlardan daha ağır dertlere, düşüncelere, kalb ağrı­

larına müpteHi oldum. Belki evvelce derdİm bir idi. Şimdi bin oldu. Zi­

ra gerek lise tahsilim esnasında, gerek fakülte tahsilim esnasında, gerek

sonra geçen seneler esnasında bir kaç kitab okudum. Okuduklarım üze­

rinde düşüncelere daldım. Neticede gördüm ve anladım ki, yalnız bizim

köylüler fakir ve cahil değil, adedi 40.000'e varan bütün Türk köylüsü

fakir ve cahil. Işte bu hal karşısında duyduğum hicab, hlssettiğim ızdı­

rab bem R. Oğuz Beyin dediği gibi idealist yaptı. Milliyetçi bir fikirle

hareket etmeye, çalışmaya beni adeta mecbur etti. Şimdi, o büyük dü­

şüncenin sıkıntısı beni buram buram terletmekte, o sonsuz ızdırabın

mcş'alesi beni alev alev yakmaktadır. Bu şartlar altında ve bu gidişle

mes ' ut olmanın imkanı yoktur. Fakat şunu da ilave edeyim Id, insan

anasından bir kere doğar. Ama bunun nasıl olduğunu bilemez. Lakin

ruhunda millet aşık parıldayan, kalbinde millet ızdırabının ilk kıvılcım­

larını hissetmeye başlayan, manen yeniden doğar ve hiç ihtiyarlamaz.

Daima genç, daima zinde, daima dinamik kalır. Amerikalı bir yazarın

"İnsan bedenen ihtiyarlayabilir. Ruhu genç kalmışsa o daima gençtir"

dediği işte budur.

Muhterem okuyucu, millet ve memleket aşkıle kalbin kanıyor, ız­

dırab duyuyor musun? O halde sen de bir idealistsin. Ama unutmamak

Hizımdır ki, ızdırab bu işin başlangıcıdır. Ondan sonra aşılması icabe­

den nice dağlar, gidilmesi icabeden nice dikenli yollar vardır. Çektiğin­

den habersiz olan, fakirliğini ve cehaletini "kaderine" hamledip geçeı

büyük kitle idealsizdir.


Milliyet Ozerine Düşünceler 19

2- Bazı kimseler vardır. Kısa görüşlü olduklarındanmıdır, yoksa

birisine yaranmak için mi yazar ve söylerler bilmem? Türk'ün tarihini

inkar ederek Türkiye' nin ve Türk devletinin 10-15 yılda kurulduğunu,

hatta yoktan var edildiğini söylerler. Bazıları daha da ileri gider " lO.

Yıl Marşında" olduğu gibi marşlar düzüb bestelerler. Bu telakki ve gö­

rüşle, arkasını ta Orta Asya'ya kadar uzanan muazzam Türk alemine

dayandığını unutarak, Osmanlı İmparatorluğu'nun yalnız 400 çadırlık

Kayı kabilesi kurmuştur diyen görüş arasında bir fark olmasa gerektir.

Fertleri ve milleti ayakta tutan en kuvvetli manevi mesnetlerden

biri idealdir. Xl. asrın başından itibaren müslüman olan Türkler, islami

akideler ile kendi akide ve kavmi esaslarını birleştirince yepyeni bir

ideal sahibi oldular. Sanki ateş ile barut birleşti, içtimai bir alev, milli

bir volkan meydana geldi. l 043'de Dandanakan bu inançla kazanıldı.

l 060'da Tuğrul Bey, bu inançla Bağdat üzerine yürüdü. Arap Halifesi

Kaaim bi Emrullah'ı, bu inançla hapisaneden çıkardı. Onu ata bindirdi .

Halifenin atının yularını çekerek ve yaya olarak bu inançla B ağdat'a

girdi. Malazgirt bu inançla, bu idealle kazanıldı. Anadolu dediğimiz

bugünkü anavatan, bu inançla şarktan gelen Hıristiyan Haçlı sürülerine

karşı korundu, müdafaa edildi. İstanbul bu inançla fethedildi. Viyana

bu imanla muhasara edildi.

Yine R. Oğuz Arık; "İnsan, neye bağlı olduğunu, en büyük feda­

kiirlığı niçin yapacağını, en sıkı, en felaketli anlarında gösterir." diyor.

Merkfiresinin hamuru islam dini ile yoğrulmuş olan Türkler, orta za­

manlardan taa XVIII. asrın başına kadar hep din için yaşamış, din için
20 Dr. Tahsin Onal

ölmüştür. O zaman hayat, din içinde, din ile, din içindi. O zaman milli

kahramanlar, milli şairler, milli edibler değil, din kahramanları, din şa­

irleri, din edibleri ve din iileması vardı. Milli savaşlar değil, din savaş­

ları yapılırdı. HüHisa o zaman, insanlar ve cemiyetler din için nefes alır,

din için nefes verirlerdi. Derken Tanzimat devri başladı. Adı üstünde

Tanzimat, topyekun cemiyeti yeniden tanzim etmenin bir ifadesidir.

Avrupa'da otokrasi sisteminin yıkılıp yerine büyük demokrasiterin ku­

rulmaya başlaması, bizde ilk akislerini, gayri müslim tebaanın İstikiali

için silaha sarılmaları, dolayısıyle Osmanlı Imparatorluğu'nun parça­

lanmaya başlaması şeklinde gösterdi. Müslüman olmayan tebaanın,

reylerini, arzularını, menfaat ve kudretleri ile refah ve saadetlerini,

müslüman Türklerden ayrı mütalaa etmeleri, hatta tamamen ayırmala­

rı, Tanzimat devrinin en orijinal içtimai hadisesidir.

lmparatorluun bütün siyasi ve içtimai yapısını parçalama istidadı

gösteren bu ayrılmayı, Batıdaki büyük değişmelerle birlikte hesaba ka­

tıp, karşılamayı düşünen devlet, "Osmanlılık" idealini yaratmak istedi.

Hatta böyle bir fikri ortaya attı. Bir müddet de bunda ısrar etti. Fakat

parçalanma önlenmedi. Zira gayri müslim tebaanın arzuları, istekleri,

menfaalleri arasında istiklat fikirleri, milliyet idealleri de vardı. Os­

manlı devleti, arzuları, istekleri, menfaalleri kısmen telif etmeye çalış­

tı. Fakat istiklal fikirlerini, hele milliyet düşüncelerini kat'iyyen tatmin

edemedi, önleyemcdi, durduramadı. Çünkü, kendisi unsuru asli ve ha­

kim devlet olduğu halde, milliyet kelimesini ağzına alamadı. B u keli­

melerden daima korktu ve ürktü. Bu kelimeyi konuşmak, söylemek is-


Milliyet Üzerine Düşünceler 21

teyen bazı Türk edib ve mütefekkirlerini de susturdu. Zira, milliyet ba­

kımından yamalı bir bohçaya benzeyen imparatorlukta "milliyet" lafı­

nın edilmesine müsaade etmek, imparatorluğun parçalanmasına, bile

bile göz yummak demek olacaktı. Tevfik Fikret'in, Abdülhamit'e su­

ikast yapan Ermeni' yi metetmesi bundandır.

Hakim devlet, unsuru aslinin -Türklerin- edib, şair ve mütefek­

kirleri "milliyet" kelimesini, imparatorluğun hatın için kullanmaktan

kaçınırtarken gayri müslimlerin -Rum, Ermeni, B ulgar, Sırp v.s.- edib,

şair ve mütefekkirleri "milliyet" kelimesini bol bol kullanıyorlar, ken­

di milletlerini uyandınyorlar ve bu yeni fikir etrafında kendi milletleri­

ni toplamaya çalışıyorlardı.

Sair tebaaya nazaran, Türkler arasında milliyet fikrinin geç uyan­

masının sebebi budur. Hala zamanımızda, milliyetten bahsedildiği za­

man, ürkülmesinin, korkulmasının sebebi, Tanzimat devrinden beri de­

vam eden "milliyetten, milliyetçilikten" korkunun, şüphe ve tereddü­

dün, zamanımıza intikal etmiş bakayalarıdır. O zaman imparatorluk

parçalanır diye milliyetten, milliyetçilikten korkuluyordu. Bugün ne­

den korkuluyor bilmem! Bu itibarla, eski devirlerin tesirinden silkinip

kurtulalım artık!

3- Osmanlılık idealini, bir çok Türk mütefekkirleri de dahil oldu­

ğu halde, çorak topraklar üzerinde gül fidanı yetiştirmek gibi zorla tut­

turmaya ve yeşertmeye çalışılırken Balkan Harbi patladı. O zaman

"Osmanlılık" için yaşayan Osmanlı devleti, Osmanlı mütefekkiri, Os­

manlılığı kendileri için kabul ettiği gayri müslimlerin hıyanetine uğra-


22 Dr. Talısilı Ünal

dı. B u korkunç ve yüz kızartıcı felaket esnasında, Osmanlılığı zaten ka­

bul etmeyen gayri müslim tebaa, imparatorluktan ayrıldı ve imparator­

luğun Balkanlar'a uzanan kanadı, bir daha birleşmernek üzere kırıldı.

O zaman, Osmanlılık idealini ortaya atmak ve bunu tutundurma­

ya çalışmak, isternek ve bunda ısrar etmekle ne muazzam yanılmış, ne

büyük hata etmiş olduklarını Osmanlı Türk münevverleri ve devlet

adamları anladılar. Anladılar ama iş işten çoktan geçmiş, imparatorlu­

ğun Balkan topraklan elden çıkmıştı.

Kuruluş devrindeki Osmanlılık ocağının söndüğünü, ilk devirler­

deki Osmanlılık mayasının bozulduğunu, yükseliş devirlerindeki ha­

murun ekşidiğini ne yazık ki anlayamarnışlardı !

Bunun gibi o devir devlet adamlannın, Osmanlı münevverinin an­

layamadıkları mühim bir nokta daha vardı. O da dini mesele idi. Mil­

letleri idare etmek isteyenlerin belli başlı üç şeyi çok iyi bilmeleri ve

bunlar üzerinde hassasiyetle durmaları icabeder. Milletin iktisadi faali­

yeti, içtimai yapısı ve dini itikadı. Bunlann her biri başlı başına millet­

leri sevk ve idare eden fikri amillerdir.

Osmanlı devlet adamlarının bu üç noktadan bihaber olduklarını

tarihi realiteler göstermiştir. Imparatorluk içinde, gayri müslim tebaa

daima, tabir caiz ise, piyasaya satıcı unsur olarak hakim olmuş, asıl ha­

kim unsur olan Türkler ise, alıcı unsur olarak kalmıştır. Siz buna birin­

cisi sömüren, ikincisi sömürülen unsur durumunda olmuştur da diyebi­

lirsiniz. Bu ise zamanla hakim unsurun, iktisaden çökmesine zemin ha-


Milliyet Oz.erilıe Düşü11celer 23

zırlamış ve fakr-u-zaruretini ortaya koymuştur.

Milletin içtimai yapısına gelince, yamalı bohçayı andıran rengi

ile, akortsuz çalan bir koroyu andıran çatlak sesi ile imparatorluğun iç­

timai yapısı karmakarışıktı. Hangi sistem ve prensibe sarılsa ve onu

müdafaa etmek istese kimseyi memnun edemiyordu. Hani bir adam

çok tenkit edilip sıkıştırılınca en yakınlarına "Bari sen sus" derse, im­

paratorluğu idare edenler de; her taraftan yükselen sesler arasında, ha­

kim unsura dayanıp ötekileri susturacağı yerde, hakim unsura; "Bari

sen sus!" diyordu. Bundan da, Osmanlılıktan da zarar eden biz olduk.

Öteki unsurlar hep kazandılar. . .

Din ise bir milletin manevi bağlarının en kuvvetlisidir. İster put­

perest dinler devrinde olsun, ister tek Allah'lı iHihi dinler devrinde ol­

sun, cemiyetler dinsiz, itikatsız, imansız yaşamamışlardır. Din ' i ihmal

eden cemiyetler kısa veya uzun bir zaman sonra mutlaka inkiraz bul­

muşlardır. Dini-uhrevi-işler ile dünyevi işler, bir kuşun iki kanadı gibi

bir cemiyetin iki kolu, iki kanadı mesabesindedir. Dini ihmal edip ta­

mamen dünya işlerine sapan, maddeye sarılan cemiyetler yaşamadık­

ları gibi, "bir lokma, bir hırka" mefhumunca dünya işlerini ihmal eden

cemiyetler de zillete düşmüşler, istiklaJlerini kaybetmişler ve nihayet

münkariz olmuşlardır. Bu hakikatı dinimiz, "Hiç ölmeyecekmiş gibi

çalış, yarın ölecekmiş gibi ibadet et" şeklinde formüle etmiştir.

Asırlarca siyasi, iktisadi ve içtimai olduğu kadar fikri ve dini ba­

kımından da ihmal edilen Türk cemiyeti, fakir düştükçe dine sarılmış,

dine sarıldıkça din hurafat ile karışmıştır. Din hurafat ile karıştıkça di-
24 Dr. Tahsin Onal

ni bilgiler sathileşmiş, dini bilgiler sathileştikçe itikat zaafa uğramıştır.

"Osmanlılık idealini" ortaya atanların bundan da haberleri yoktu! Bal­

kan harbi faciasını müteakib "Osmanlılık idealinin" iflas ettiğini görün­

ce, hala ilk devirlerin "Fisebilillah gaza" vecdi içinde yaşadığını, isia­

rniyet için yaşadıklarını sandıkları anavatan halkına dönüp bu sefer de

dini, yeniden ilk devirlerin mefkuresi haline getirmek istediler. Panis­

lamizmi ortaya attılar.

Mahmut Şevket, Enver, Cemal, Talat, Halim Paşalar gibi Türk pa­

şalarına, M. Akif, Şeyh Cemaleddin, Musa Carullah gibi Türk şairleri­

ne ve nihayet bütün bir Sıratı-Mustakim ailesine panislamizm ideali,

pek cazib göründü. Bu fikri şiddetle, hararetle savundular. Fakat ola­

madı. Bu da, Birinci Dünya Savaşı daha bitmeden i flas etti. Zira panis­

lamistler, islamları Halifenin etrafında toplamak, taarruza geçen ehli

salibe karşı yeni bir islam mukavemeti kurmak isterken, islamlar, isla­

miyetİn düşmanları ile birleşrnek ve müslüman Türk eviadlarını arka­

dan vurmakta tereddüt etmediler.

Bir taraftan "Osmanlılık ideali" taraftarlarının, bir taraftan "panis­

lamist ideali" taraftarlarının arasına sıkışmış kalmış, cılız, zayıf nahif

olan, zayıf ve zavallı durumda olduğu için ötekiler tarafından durma­

dan tenkit edilen, tehdit edilen bir ses, bir fikir daha vardı. Bu ses "Ya­

hu etmeyin eylemeyin! Bu millete Osmanlılıktan da, Panislamdan da

hayır yoktur. Varsa bu millete fayda, kendi tarihinden, kendi ruhunun

derinliklerinden kopup gelen milliyetçilikten, Türkçülükten fayda var­

dır! Görmüyor musunuz, Avrupa'da derlenip toparlanan milletler, dev-


Milliyet Ozerine Düşünceler 25

letler, milliyet ideali ile derlenip toparlanıyorlar, kalkınıyorlar, kuvvet

oluyorlar!" diyorsa da dinleyen olmuyordu. Osmanlılığın içine karış­

mış olan masonlar, sosyalistler yüksek perdeden "Hürriyet, musavat,

uhuvvet" diye, İslam alemindeki niyetlerden, maksatlardan habersiz

olan panislamistler ise "Hilafat, şeriat" diye bağırıp "Türklük ve milli­

yet" fikirlerini boğuyorlardı. Bu günde matbuatımıza dikkatle bakacak

olursanız 5(}...60 yıl evvelki o havanın bakayalarını görür ve anlarsınız.

Adamlar; "Hürriyet ve demokrasi" diyorlar da başka demiyorlar. San­

ki bu iki kelimeden başka bildikleri yok! Matbuatımıza dikkat ediniz,

dedikodudan başka ne görüyorsunuz? Şu derdimiz şöyle halledilir, di­

yen var mı?

Ziya Gökalp, M. Emin, A. Hikmet'lerin temsil ettiği bu nefesi bo­

ğulan milliyet fikrini, elinden tutarak Mustafa Kemal ortaya çıkardı.

Bir bayrak gibi vatan sathında dolaştırdı. Kalplere ve vicdaniara döküp

doldurdu. O ideal ile kendi ismini koyduğu "Milli Türk Devletini" kur­

du.

4- Şuna hasseten temas etmeden geçemeyeceğim. İslamiyetten

önce Türklerde "Anavatan" diye bir düşünce varken, islamiyeti kabul

ettikten sonra "anavatan" diye birşey kabul etmemişler ve düşünme­

mişlerdir. Selçuklular'dan itibaren Anadolu'yu "Anavatan" kabul et­

memiz, buraya fetihlerle ilave edilen ülkeleri de, müstemleke kabul et­

memiz icabederdi. Eğer bu esas kabul edilmiş olsa idi tarihimizin ala­

�� ve oluşu mutlaka başka türlü tecelli ederdi.

Zira böyle bir şey düşünülmüş, böyle bir esas kabul edilmiş olsa
26 Dr. Tahsin Ünal

idi; Anavatan, müstemlekeler (Balkanlar, Arabistan, Afrika) için sarf

ve israf edilmez, aksine müstemlekeler, Anavatan için sarf ve israf edi­

lirdi. Neticede müstemlekeler zayıf ve takatsız, fakat Anavatan kudret­

li ve kuvvetli kalırdı. Müstemlekelerde olan küçük bir kımıldanma

Anavatanın kuvveti ile bastırılır, susturulurdu. Halbuki iş, bunun tama­

men tersi olmuş, Anavatan kabul edilmesi icabeden Anadolu, bütün

maddi ve manevi gücü ile, enerjisi ile, müstemlekeler için sarfedilmiş

ve bozuk para gibi harcanmıştır. Müstemlekeler imar edilir, gayri müs­

limler refaha kavuşur, kudret ve kuvvet sahibi olurken, Anadolu harab,

viran, Anadolu halkı fakir, cahil ve bitab kalmıştır.

Tarih boyunca "Anavatan" mefhumundan mahrum olan, belli

başlı iki imparatorluk gösterilebilir. Roma ve Osmanlı İmparatorluğu . . .

Dinin ideal olduğu devirlerde imparatorluğu idare edenlerin meş­

galelerinin ağırlık merkezi, Anadol u' nun -Anavatanın- dışında, Ara­

bistan olmuştur. Osmanlılığın ideal olduğu zamanlarda, ağırlık merke­

zi Balkanlar'a kaymıştır.

B undan 50-60 yıl önce bir hayli gelişmiş, taraftar toplamış olan

"milliyet fikrinin ideal olduğu" zamanlarda da yine maalesef fikirlerio

ağırlık merkezi Anadolu' nun dışına, bu sefer de Asya'ya kaymıştır.

Milliyet mefk:ı1resinin ilmini yapmış olan Ziya Gökalp, ağırlık

merkezi Asya'ya kaymış olan bu yeni fikre "Turan" demiş, buradan da

"panturanizm" çıkmıştır. Fakat panturanizm dahi, Sarıkamış felaketi

ile sarsılmış, hayallerde canlandırılarak ananevileştirilmiş olan "Altı-


Milliyet Üzerille Düşü11celer 27

nordu - Türk akını" can çekişirken, istiklalini anavatandan uzanan sün­

gülere borçlu olan "Azerbaycan"da, İngilizler yolumuzu kesince, pan­

turanİzın de iflas etmiştir. Lakin ilave edeyim ki, kuvvetli fikirleri ve

kalemi ile, zihinlere panturanİzın aşılayan Ziya Gökalp önce:

- uvatan ne Türkiye'dir Türklere, ne Türkistan,

Vatan, ulu ve müebbed bir ülkedir Turan."

derken fikirlerinin, başlarını kayalara çarparak parçalandığını görünce,

fikir değiştirmiş ve;

- "Bu mümkün mü? Bugünlük değilse durmalı,

Bırakmalı Halife, öz mülkünü düzeltsin."

demeye başlamıştır. Daha sonra da:

- uTürkiye devletim, Türklük milletim."

diye tekrar etmeye başlamıştır.

Ziya Gökalp'ın hayalden başlayıp, realitelerle karşılaştıkça teka­

mül eden, vüzuh kesbeden bu fikirleri, Sahib-ül seyf-vel-kalem olan

Mustafa Kemal' in dilinde, daha çok vuzuhlaştı. Mustafa Kemal uBiz


hayal peşinde koşan, yapamayacatımız şeyleri yapar görünen sahte­
kar insanlardan değiliz. Biz mevhum mejküreler arkasından, o mef­
kürelere vasıl olmak için değil, fakat isa/ etmek hülyası ile milleti ka­
yalara çarparak, bataklık/ara batırarak mahvetmekten hazer ederiz.
Arkadaşlar,biz pa�ıisliimizm, panturanizm yapmadık. Fakat yapıyo­
ruz, yapacağız dedik." diyerek fikirlere daha çok vüzuh, daha doğru bir
28 Dr. Tahsin OnaJ

istikamet vermiştir. Ben bunu fikrin tekamülü ve açıklanması kabul

ediyorum. Gerek Ziya Gökalp, gerekse Mustafa Kemal bu sözleri söy­

leyeli ve onlar ile aynı kanaatte olan hakiki milliyetçiler bu fikirleri ay­

nen benimseyeli 35-40 yıl oldu. Bizler de, "önümüzde haki zemine se­

rilmiş, harab bir anavatan, karşımızda fakir ve cahil bir millet dururken,

her şeyden önce bunun dertlerine bir deva aramamız icabederken, mil­

li sınırların dışında işimiz yoktur." demekteyiz. Bu ün Anavatanın he­

men halledilmesi icabeden iktisadi, içtimai, fikri binlerce davası var­

ken, hiçbir vatan evladının, palayı çekib Turan ' a gidelim diyeceğini,

gitmek isteyeceğini sanmıyorum. Vardır deniyorsa bu milliyetçilere if­

tiradır. Bu 30--40 yıl önceki fikir ve düşünüş tarzlarının, zamanımıza

intikal etmiş bakayalarıdır. Bu gün için, demode olmuş fikirlerle, mil­

liyetçileri "Turancı, ırkçı" diye itharn etmek günahtır. Onlar için "Tu­

rana gidecekler, milleti maceraya sürükleyecekler" şeklinde konuşmak

bühtandır.

Fikirlerio ve ideallerin gelişmiş, tekamül etmiş olduğundan, bu

günkü milliyetçilerde, yapılan iftiraların hiç biri olmadığından habersiz

olanlara, ağızdan dolma· bilgilerle malumat furuşluk satanlara, kitap

okumayanlara, fikir cereyanlanndan bihaber olanlara, haber verelim ki;

Dursun Yaşa'nın da dediği gibi, bizim kızılelmamız, Kızılırmak vadi­

lerinden başlamakta, milli sınırlar içinde kalan vatan sathına yayılmak­

ta ve Anadolu'dan gayri Anavatan tanımamaktayız.

5- Zaten Ziya Gökalp'in ağızlarda bir sakız gibi çiğnenen, fakat

buna rağmen iyice anlaşılamayan;


Milliyet Oıerine DÜJÜnceler 29

- Vatan ne Türkiye'dir Türklere, ne Türkistan,

Vatan, ulu ve mübbed bir ülkedir: Turan"

sözünü dikkatle okumak, iyi anlamak icabeder ve Turan' ı coğrafi ma­

nada, Orta Asya olarak ele almamak lazımdır. Turan'ın, Orta Asya'da­

ki eski Türk yurdu ile alakası yoktur. Fakat Ziya Gökalp'ın yaşadığı de­

virlerdeki Türklerin oturduğu yerler ile alakası daha çoktur. Ziya Gö­

kalp'in ''Turan" tabir caiz ise, İtalyanlar'ın "ltalya irredentası"na mu­

adildir.

Zaten, dikkat edilirse bu kendiliğinden anlaşılır. "Vatan ne Türki­

ye'dir, Türkler'e, Ne Türkistan" ya neresi? "Vatan, ulu ve müebbed bir

ülkedir" Neresi bu ülke? .. "Turan". Turan neresi? .. Orta Asya mı? .. Ha­

yır, Türkistan mı?. Hayır. Türkiye mi? .. Hayır. .. Ya neresi? "Ulu ve

müebbed bir ülke", yani milli idealdir.

Her milletin, milli birer ideal ile ortaya çıkıp dinamizm kazandığı

bir devirde, ltalyanlar'ın "ltalya irredenta", Yunanlılar'ın "Megalo

idea", Almanlar'ın "Germanizm" diye haykırdıkları bir asırda Ziya

Gökalp de eski devirlerin "kızıl elmasına" yeni bir isim vermiş, "Tu­

ran" demiştir. Nitekim kendisi Turanı , "Turan, Türklerin efeadını cami,

ağyarini miini mefkürevi vatanıdır." diye tarif ve tasrih etmiştir. Kaldı

ki bu fikirde tekiimül etmiş ve zamanımızda yepyeni bir mana kazan­


mıştır (Aşağıda bu konu ile alakah bahse bakınız). Mustafa Kemal ' in

uBiz patıislfimizm, patıturanizm yapmadık. Yapacağız dedik.Biz ha­


yal peşinde koşan, yapamayacağımız şeyleri yapar görünetı sahtekar
insanlardan değiliz." demesi bundandır. Biz de Mustafa Kemal ' in fi-
30 Dr. Tahsin Onal

kirlerine aynen iştirak ediyoruz ve ciğerlerinden hasta bir adamın en

mahir koşucularla, bin metre koşusuna iştirak etmeyi iddia etmesi ka­

dar gülünç olan bu fikri kabul etmiyor, viran bir Anavatan, 30 milyona

yaklaşan cahil ve fakir bir millet, bir yanda dururken, milli sınırlar dı­

şında, fetih siyaseti güden bir maceraperest olmadığııruzı anlatmak is­

tiyoruz. Fakat yazık ki, hakkımızdaki sabit fikirleri değiştiremiyoruz.

6- Asırlarca devam eden kanlı savaşlardan, yıkılma, yok olma

tehlikelerine maruz kalan dahili kaynaşmalardan sonra, sıra ile kah ls­

Iamcılık, kah Osmanlılık, kah panislamizm, kah panturanİzın gibi ciha­

nı bir merkez etrafında toplamak gibi büyük iddialar uğruna, bu mille­

tin bazan malı, bazan kanı, bazan canı harcandıktan sonra Türkiye,

Mustafa Kemal ' in, tarihi realiteyi ortaya koyan, idrakler ve iz'anlar

önüne seren fikirleri ve işaretleri ile "kendi kendine" yönelmiştir. Bu­

gün Anadolu Türklüğü, asırların ihmalkar, hatalı gidişini telafi etmek,

kabile ve ümmet seviyesini aşarak (Yukarıda bu konu ile alakah bahse

bakınız.) millet olmak ızdırabı içinde kıvranıyor. Anadolu Türklüğü,

artan nüfusu,buna mukabil eksilen istihsali ile, içinde bulunduğu bu ız­

dırabı, ateşten gömlek dahi olsa giyecek, kabile hayatından, millet ha­

yatına geçecektir. O bunu yapmaya mecburdur. O bunu yapmazsa ikti­

sadi, içtimai, fikri faktörler onu, buna icbar edecektir. İşte bu sebeble­

dir ki, bugünün milli ideali, bugünün realiteleri ile içiçedir. Zira bugün

artık, olan olmuş, Anavatan - Anadolu ile onun hakiki sahipleri karşı

karşıya gelmişlerdir. Ya coğrafya, üzerinde oturan milleti yola getire­

cektir. Yahut millet, üzerinde oturduğu topraklara ilmen, fikren, tekni­

ken, iktisaden hakim olacak, onu işleyecek, ona hakim olacaktır. Cemi-
Milliyet Üzerille Düşünceler 31

yet, üzerinde yaşadığı coğrafyaya hakim olursa her yerde bir İsviçre,

bir Hollanda, her yerde bir cennet vatan yaratabilir.

B ugün karşı karşıya geldiğimiz bu vatanda yeniden yaratılacak bir

dil, bir tarih yoktur. Fakat işlenecek bir dil, yazılacak bir tarih vardır.

İstİkarnet verilmesi icabeden ziraatı, sanayiyi, ticareti, onnancılığı,

hayvancılığı vardır. Ve nihayet, bütün bunların hedefi olması icabeden

bu "vatanın halkı" vardır. Her imtihanda kazanan, toprağına iyice yer­

leşen, her şehrin ittihadını bozan, benliğini yitinnemiş olan bu vatanın

halkı vardır. Temmuz güneşini giyen, ağustosun kavurucu sıcağını

içen, "yastığı taş, yatağı toprak, yorganı toprak" olan bu vatanın halkı

vardır. Halk diye, vatan sathına baktığımız zaman, halkın %80 ' inin

köyde yaşamakta olduğunu görürüz. Fakir, cahil olan ve ibtidai bir ha­

yat yaşayan köylüyü görüyoruz. İşte biz ne Turancı, ne ırkçıyız, köycü­

yüz. Bu günün milli fikrinin nazarları, ne Tuna'dadır, ne Turan'da, mil­

li sınırlarımız içinde kalmış olan köydedir. Köyü ve köylüyü kalkındır­

mazsak, topyekün kalkınmanın olamayacağına kaniyiz.


Milliyet lh:.erine Düşünceler 33

YANILlYORLAR

1- Bilmem gördünüz ve okudunuz mu? Vatan Gazetesinde "Tür­

kiye'de aşırı ceryanlar: Milliyetçilik - Irkçılık - Turancılık" başlığı al­

tında ve 24 Kasım' dan 27 Mayıs 1 960 ' a kadar devam eden dört maka­

le çıktı. Hemen ilave edeyim ki, belki "Sana ne?" diye bir sual sorula­

bilir. "Yarası olan gocunur. Yoksa sizin de yaranız mı var?" denebilir.

Allaha şükürler olsun ki gocunacak bir yararn yoktur. Buna rağmen be­

ni bu yazıyı yazmaya sevkeden arnillerden biri; müellifin, ele aldığı ko­

nuyu layıkı ile tetkik edip aklıselim süzgecinden geçirmemiş, dolayı­

sıyle okuyanlarda yanlış bilgi hasıl etmiş olacağı endişesidir. Öteki de,

memlekette sayıları az dahi olsa bir milliyetçi kitle vardır. Ve bu kitle

bütün itham-ü-iftiralara rağmen, kendi konusunda tamamen Ata­

türk'ün izinde yürümektedir. Bu izden ayrılmamaya, sadece hissi ve

heyecanı ile değil, fakat tamamen bilerek ve inanarak ahd-ü-peyman

eylemiştir. Müfrit bir milliyetçiliği, yanlış olarak, palayı çekib Türkis­

tan' a gitmek şeklinde anlaşılan Turancılığı, Ui.boratuvar ırkçılığını

ezelden, tetkik ederek reddetmiştir. Fakat, memleketin selametini, mil­

letin kalkınmasını, içtimai mikroplardan birer birer temizlenerek eski

zindeliğini isteyen, arzu eden, tamamen akli, tamamen mantıki, tama-


34 Dr. Tahsin Onal

men Atatürkçü mutedil bir milliyetçilik yolundadır. Bir Türk vatanı

varsa, bir Türk milleti mevcutsa, bu milletin, kaynağını, kendi milli ta­

rihinin dehlizlerinde ve milli ruhunun derinliklerinde bulan, maziden

atiye seslenip duran, elbette bir milli mefk.firesi olacaktır. Elbette bu

mefk.ureyi benimseyenler olacaktır. B u tabii, hatta zaruridir. Sanırım

ki, Türküm diyen, Türk vatanında oturan, Türk olmağı seven ve bunun­

la iftihar eden herkes bu kanaattadır. İşte saf ve tertemiz kitleyi, kaba­

hatleri; bir menfaat gözetmeden bu vatan ve milleti, canlarından önce

sevmek, bu vatanın imarından, bu milletin refahından başka arzuda bu­

lunmamak olan bu insanları; A.N. Kırmacı Bey yanlış tanıyor. Pek acı

ithamlarla bu insanlan, bilmiyorum, kimin nazarında kötülüyor. Beni

bu yazıyı yazmaya sevk eden ikinci sebep de budur. Bu memleketi ve

milleti seven insanlar, bilmiyorum neden birbirlerini bu kadar fena, bu

kadar hain tanıyorlar. Elele başbaşa verip milli davalarımızı şöyle bir

sıraya koyup birer birer halletmek için birleşmiyorlar, birlikte çalışmı­

yorlar da, neden birbirlerine düşman nazan ile bakıyorlar?. B una üzü­

lüyor, memleket ve millet namı hesabına, buna müteessir oluyorum.

2- M uhterem A.N. Kırmacı Bey, yazınızı başından sona kadar

dikkatle okudum. Hitler ve Mussolini gibi diktatörleri anlatan kısımlar

zaten malum olan hadiselerdir. Bazı yerlerinden istifade ettim. Fakat ne

yalan söyliyeyim, bazı yerlerdeki kanaat ve hükümlerinizden de üzül­

düm ve müteessir oldum.

Yazınızı "arkadaşlarınızın ve bazı okuyucuların ikaz ve isteği

üzerine" yazmışsınız. Buna bir şey diyemem, olabilir. Yine yazımza


Milliyet Üzerine Düşünceler

"Türkiye'de aşırı ceryanlar:" başlığını seçmiş ve ilk defa "Milliyetçilik

- ırkçılık - Turancılık" cereyanlarını ele almışsınız. Demek, size göre,

bu memlekette, komünizm, siyonizm cereyanlarından daha tehlikeli bir

cereyan vardır. Bu da size göre "Milliyetçilik - ırkçılık ve Turancılık­

tır" olabilir. Ne yaparsınız ki bu, milletin karabahtı, kem talihidir. Ken­

di bağrından kopup gelen ses haksızdır. Düşman sesidir de, başkaları­

nın, yabancıların sesi haklı ve dost sesidir. Saniyen "Türkiye'deki ce­

reyanları" izah etmeye başladığımza göre, bu yazı serisinden sonra

Türkiye'deki diğer aşırı cereyanlan ve mesela, komünizmi, siyonizmi,

hümanizmi, islamizmi de izah edeceksiniz demektir. V atanın daimi bir

okuyucusuyum. Yukarıda işaret ettiğim cereyanlar hakkında da yazına­

nızı rica ve istirham ediyorum. Yazmaz, biz cahil okuyucuları bu cere­

yanlar hakkında da tenvir etmek zahmetini ihtiyar etmez iseniz, bu ilk

yazının, bir maksadı mahsusla yazılmış olduğuna, istemeyerek hüküm

vermekten kendimizi alamayacağız.

3- Benim, neşrettiğiniz ilk konu hakkında sizler kadar derinliğine

ve genişliğine bir malumatım yoktur ! Ama bazı aksaklıklar olduğunu

sanıyorum. B ilfarz, başlık "Milliyetçilik - ırkçılık - Turancılık" olarak

dizilmiştir. Halbuki, başlığın "Milliyetçilik - Turancılık - ırkçılık veya

Türkçülük" olarak dizilmesi ve böyle sıralanması lazım değil mi idi?.

Zira benim bildiğime göre, herşeyde olduğu gibi bunda da bir ge­

lişme ve tekamül sırası vardır ve olması icabeder. Bu sıra 1 - Milliyet­

çiliktir. Milliyetçilik, milli sınırlar içindeki Türkleri düşünmektir. 2-

Turancılıktır. Turancılık, milli sınırlar dışında kalmış -yalnız Turanda-


36 Dr. Tahsin Onal

kileri değil, zaten bu fikirde kullanılan Turan, Orta Asya manasma gel­

mez ve coğrafi bir terim de değildir. Manevi ve daha ziyade Ziya Gö­

kalp'e göre; mevhum bir mana ifade eder, idedir- olan Türkleri düşün­

mektir. Hemen ilave edeyim ki Turanı, coğrafi bir terim olarak ele alan,

Turandan bahsedildiği zaman, hemen Orta Asya'yı ve oradaki Türkle­

ri hatırlayanlar, bu kelimeyi kullananı Turancılıkla ithama kalkışıyor­

lar. Hayır efendim Turan ve Turancılık Asya'daki Türkleri düşünmek­

ten daha çok, milli sınırlarımıza çok yakın yerlerdeki Türkleri düşün­

mektir. Palayı çekip gidip oraları fethelrnek değil, B irleşmiş Milletler

Anayasası' nın ve insan hakları beyannamesinin azınlıklara ve esir mil­

letiere ait maddeleri muvaceheside, sadece düşünmektir. 3- Irkçılık ve­

ya Türkçülüğün ise sınırları daha geniştir. Az veya çok, dünyanın nere­

sinde Türk varsa, ister B atı Trakya ve Balkanlar' da, ister Kıbrıs veya

lran'da, isterse Tokyo veya Londra'daki Türk kolonisinde olsun, bura­

lardaki Türklerin sıhhat ve selameti ile hak ve hukukunu düşünmektir.

Bu üç düşünce iç içe, üç daireden ibarettir. Bu dairelerio en küçüğü

milliyetçilik, en büyüğü ırkçılık veya Türkçülüktür.

Genel durum bu olduğuna ve sizin izahımza göre; bugün milli sı­

nırlarımızın içindeki Türklerin sıhhat ve selametini düşünmek mubah­

tır. Milli sınırlarımızın dışında kalan Türkleri düşünmek, onlardan ko­

nuşmak ve yazmak günahtır. Milli sınırlarımızın dışında kalan Türkler­

den bahsetmek Turancılıktır, ırkçılıktır. Dolayısiyle suçtur, vatana iha­

nettir. Öyle ya, onlardan bize ne?. Milli sınırlarımızın dışında kalma­

saydılar? Onlardan bahsedip de b�ırnıza dert mi açalım? .. Bu şekilde

düşünmek bilmem ki, ne derece doğrudur. Şayet milletçe böyle düşün-


Milliyet Oz.erine Düşünceler 37

müş olsa idik, Kıbrıs meselesi ile hiç alakadar olmamamız icabederdi.

Kıbrıs meselesi ile alakadar olduğumuza göre, onlara bazı haklar ve

imtiyazlar sağladığımıza ve halen de bu alınmış hakları müdafaa etmek

için bir miktar askerimizi Kıbrıs ' ta bulundurduğumuza göre, biz millet­

çe Turancılık ve ırkçılık ettik demektir. A.N. Kırmacıbey şunu sorma­

ma müsaade ederler mi? Biz Kıbrıs işinde Turancılık ettik, dolayısiyle

suç mu işlerlik, yoksa kardeşlerimizin hakkını koruduk, vatanperverlik

mi ettik? .. Herhalde vatanperverlik ve milliyetperverlik ettik. İşte Tu­

rancılık budur. Turan deyince aklınıza, hemen Asya'daki Türkleri ve

palayı çekip oraya gitmeyi düşündüğümüz, gelmesin. Hatta şunu da ila­

ve edeyim ki Kıbrıs davası bütün şiddetiyle ortaya çıktığı zaman, o za­

manki iktidar bu davada yavaş davranmış, geç kalmış olmakla itharn ve

tenkit edildi. Tenkitler yerinde ve tenkitçiler haklı idiler.

4- Şayet, fikrinizde musir ve bu hareketin bir Turancılık veya ırk­


çılık "ki bu gün ırkçılık diye bir şey yoktw· zaten" olduğunu kabul edi­

yor iseniz, bendeniz zatialinize, B urhan Arpad Beyi şikayet ediyorum.

Zira, siz milli sınırlar içinde kalan Türklerin, Kemalist manada bir mil­

liyetçiliğin mubah, fakat milli sınırlarımızın dışında kalan Türklerden

bahsederek Turancılık etmenin günah olacağından, bunun içtimai ve

fikri bir suç olacağından, böyle müfrit iddiaların millete fayda değil,

zarar getireceğimten bahsederken, B urhan Bey karşı sütunda, "Günü

Gününe" sütünunda ve "Batı Trakya Türklerinin durumu" başlığı altın­

da, Batı Trakya Türklerinin acıklı durumuo.�an bahsediyor, dolayısiyle


--...

Turancılık veya Türkçülük yapıyordu.

İlimat buyurunuz beyefendi, Batı Trakya 'daki acıkh durum, Bul-


38 Dr. Tahsilı Ona/

garistan'daki , lran'daki, Azerbaycan ve Asya'daki Türkler için de va­

rittir. Denilecek ki, Batı Trakya veya Kıbns' taki Türklerden bahsetmek

Turancılık değildir. . . O halde Azerbaycan, ya da Asya'daki Türklerden

bahsetmekte aynı şekilde Turancılık değildir. Sizi bu kanaata sevk eden

sebeb ülkelerin birisinin şarkta, ötekisinin garbte oluşunda, Turan keli­

mesinin yanlış anlaşılmış olmasındadır?.

5- Bu fikirlerin, bu terimierin yanlış anlaşılmasından başka şu da

varidi hatırdır. Turan, Asya'dır. Asya bugün Rus egemenliğindedir.

Rusya dünyanın büyük bir kısmını elde bulunduran kuvvetli bir devlet­

tir. Binaenaleyh, Asya' daki Türkler'den, Birleşmiş Milletler Anayasa­

sı, insan hakları beyannamesi muvacehesinde dahi, bahsetmek yani Tu­

rancılık etmek, Rusya'yı kızdırır. Bize karşı siyasetini değiştirir. Belki

de memleketimize saldırır. B�ımıza dert açarız. Onun için susalım.

Böyle düşünenler olabilir. Fakat bu düşünce de yersiz bir evhamdan

b�ka bir şey değildir. Zira, Rusya ı 700 tarihinden itibaren bize karşı

mukabil taarruza geçmiştir. Bu taarruz ı 9 l 7 tarihine kadar fasılatarla

devam etti. Öbür taraftan Turancılık ve ırkçılık denilen cereyanlar,

l 900 tarihi c ivannda ortaya çıktı. Konuşulmaya ve yazılmaya başlan­

dı. Şimdi bitarafane ve insafla düşünelim. Bizim Rusya'yı, 1 700'den

l 900 tarihine kadar, Turancılık ile teşvik ve tahrik etmiş, üzerimize sai­

dırmasına sebep olmuş ve başımıza, bu sebeple dert açmış olmamıza

imkan var mıdır?. Yoktur. O halde eskiden olduğu gibi bugün de Rus­

ya bize karşı siyasetini değiştirmemiştir ve değiştirmez. Biz Rusya'da­

ki Türkler'den bahsetsek de, etmesek de o siyasetini değiştirrnez. Taar-


Milliyet Üzerine Düşü11celer 39

ruz edecekse eder. Etmiyorsa bizim Turancılık etmememizden, susma­

mızdan değil, başka sebeplerdendir.

B ununla beraber, bu memlekette, bu milletin bir eviadı çıkıp da

"Milli sınırlarımızın içindeki Türkler orta çağ hayatı yaşaya dursun.

Hele ben elime fırsat geçmişken palayı çekip önce şu Turanı bir kurta­

rayım" diye düşüneceğini ve bunu icraya kalkışacağını kabul edemiyo­

rum. Böyle bir kimse yoktur. Fakat şu vardır: Biribirimize karşı itimat­

sızlık, evham, biribirimizi beğenmemek, küçük adi ve tehlikeli görmek,

fikir ve ideal düşmanlığı etmek . . .

6- Bugün aydınlarımız arasında, memleketin imarı, milletin kal­

kınması, hürriyet ve demokrasi, fikir ve ideoloji konularında, maalesef

zümreler ve gruplar vardır. Fikir platformumuzda bir vahdet değil, ay­

rılık ve dağınıklık vardır. Belki bu, biraz da tabii ve zaruridir. Fikirle­

rio çarpışmasından belki "barika-i hakikat" doğacaktır. Fakat gel gör

ki aydın olarak bizler fikir münakaşası değil, şahsiyat ile, itharn ile uğ­

raşıyoruz. Şahsiyat münakaşası, hatta kavgası ediyoruz. Bu da aramız­

dak.i mesafeyi gittikçe açıyor. Davalar üzerinde birleşmemize mani

oluyor. Birbirimizle uğraşmaktan vakit bulup da dertleri teşhis edemi­

yor, devasını gösteremiyoruz. Milliyetçi geçinenler, kendi fikirlerinde

olmayanlara, solcu, komünist, dinsiz derken ötekiler de milliyetçilere,

en ağır ithamlarla hücum ediyorlar. Turancı ve ırkçılıkla suçlandırma­

ya çalışıyorlar. Ben bunların hiç birisine inanmıyorum. Fakat şuna ina­

nıyorum; "Herkesin maksudu bir amma, rivayet muhtelif."

Mademki maksat, şu harap memleketin imarı, şu fakir milletin re-


40 Dr. Tahsin Onal

fahıdır. O halde, her birimiz bir yana çekip koparmayalım. El ele verip,

teferruattan sarfınazar ederek, ana fikir ve gayeler etrafında birleşelim.

Münevverler, aslı astarı olmayan, zan ve tahmin sınularını geçemeyen,

fakat ayrışmalara mükemmel zeminler hazulayan; iftira, isnat ve it­

hamlardan vazgeçmelidirler. ·

7- A.N. Kırmacı Bey yazılarının "iç ve dış tehlike" bahsinde

"Halbuki, diyor, asıl solcuların, komünistlerin ve dinsizlerin oyununa

düşen evvela yine kendileridir". Hemen ilave edeyim ki solcuların, ko­

münistlerin ve dinsizlerin oyununa düşen biri varsa, bunlar herhalde

milliyetçiler değildir. Zira isimleri geçen bu ideolojiler ile milliyet ide­

olojisi, değil, yanyana gelip bağdaşmak, hatta uzaktan uzağa bile bir­

birlerinin hasını canıdırlar. Birbirlerini iten iki kutba benzerler. B irbir­

lerine katiyyen yaklaşmazlar ki onların tuzağına, oyununa düşs ün­

ler.Bilir ve takdir edersiniz ki bilhassa komünizm, milliyete düşmandır.

Yayılmak, milletleri yek elde toplamak isteyen komünizmin kolayca

hakkından gelemediği, demir bilye gibi kolayca çiğneyip yutamadığı

bir nesne varsa o da, milliyet fikridir. Mütearrız komünizm, milliyet

duvarlarını daima yıkmak, ezmek, aşmak ister. Onun için komünizmin

bu günkü taktiklerinden biri de, bugün değilse yarın ele geçirmek, iste­

diği bir memlekette, önce milliyet fikirlerini şu veya bu sebeple suçlu

duruma düşürmek, ezmek ve yok etmektir. Bu onun menfaalını kolay­

ca elde etmek için, sinsice başvurduğu sistemlerden biridir. B unları bi­

len milliyet ideali, daima tetikte, daima uyanık, daima ayakta durmak­

tadır. O komünizm gibi mütearrız değildir. Aksine mevcudiyetini mu­

hafaza ve müdafaa edebilmek için müdafaadadır. Onun için de, kendi-


MiUiyet Üzerine Düşünceler 41

sini rahat bırakmayan, ne taraftan taarruz edeceğini bilemediği komü­

nizme düşmandır. Mütearrız komünizmin, milliyete düşman olduğu

kadar, müdafaadaki milliyetçiliğin de, komünizme düşman olması,

yoksa suç mudur? O benim meınleketime taarruz etmekten, o benim

canıma, malıma, mukaddesatıma, göz dikmekten, taarru z etmek eme­

linden, düşmanlık düşüncelerinden vazgeçsin, ben de onu kendime

düşman addetmekten vazgeçeyim.

Milliyetçilik dinsizliğin de oyununa, tuzağına düşmez. Zira kendi

mefkfiresinin hamuru, din ile yoğurulmuştur. İslam dini, Türk milliyet­

çiliğinin, denilebilir ki en büyük yaratıcısı olmuştur. Milliyet, bir elma

ise denilebilir ki bunun yarısı Türk olmaktan, yarısı da müslüman ol­

maktan gelir. Onun içindir ki, milliyetçilere, aynı zamanda "milliyetçi

ve mukaddesatçı" derler. Bu itibarla milliyetçiler, dinsiz değiller ki,

dinsizlerle ahbaplık edip onların tuzağına, onların oyununa düşsünler.

Hatta o kadar ki, dinsizleri komünistlerle bir tutarlar.

Yalnız yanlış anlaşılmasın diye ilave edeyim ki, milliyetçilerio

din anlayışı; hurafelerle tamamen aslını ve safiyetini kaybetmiş, mistik

ve tarikat felsefesinin içine gömülerek dinamizmini kaybederek, pasif­

leşmiş, bir anlayış ve görüş değildir. Onun din anlayışı, kaynağını sa­

dece Kur'an'dan ve hadislerden alan pasifizmi ve meskeneti şiddetle

red ederek, ilmi, medeniyeti, kültürü, çalışmayı, istikameti, ittihadı teş­

vik ve tahrik eden, cemiyette daima dinarnizınİ isteyen bir din anlayı­

şıdır. Milliyetçilikte, Allah'ı, Peygamber' i külliyen inkar ederek coğra­

fi ve içtimal hadiseleri yalnız ve yalnız maddeye dayayan, materyalist


bir görüş yoktur. Onda dünya ilimlerinin bir çoğunun kabul ettiği gibi
42 Dr. Tahsin Ü11al

manevi bir kuvvetin mevcut olduğuna inanmak vardır. Binaenaleyh,

kendi inanışı ile taban tabana zıt olan bir inanışa uyamayacağı, onunla

samirniyet peyda edip ahbab olup, onun oyununa gelmeyeceği, geleme­

yeceği aşikardır. Ancak dinsizlik ve komünizm, akide olarak birbirleri­

ne çok yakın iki ahbap çavuş olmaları sebebiyle onlar birbirlerinin oyu­

nuna gelebilirler. Onlar birbirlerini tuzağa düşürebilirler.

8- Yine aynı bahiste bunlar, yani milliyetçiler "İcabında yalan

söylerler. Hile yaparlar. Sinsi metodları takip ederler. lçerde ve dışarda

milletin itibarını zedelemek için ellerinden geleni yaparlar" buyurulu­

yor. Ne kadar acı bir hüküm. B unlar sahtekar mı ki, yalan söylerler.

B unlar hırsızlar mı ki, hile yaparlar. B unlar, cemiyeti birbirine katıp

karşıdan seyreden anarşistler, vatan hainleri mi ki, itibar zedelemekten

hoşlanırlar. İnsan biraz vicdan sahibi olur da saf ve tertemiz eviadı va­

tanı bu kadar adi derecelere düşürmez ve karalama yoluna gitmez. Ne

yalan söylerler, ne hile yaparlar. Çünkü milletlerini ve onun menfaatle­

rini severler. Ne sinsi metot takip eder. Çünkü, atasında tevarüs etmiş­

tir, mertdirler. Ne anarşisttirler. Çünkü milli gelenekleri, dini sistemle­

ri, onu kendisinden olan bir idareye itaate adeta mecbur kılmıştır. Bu

hükümleri verebilmek için, Türk'ün tarihini ve onun ulvi hasletlerini

bilmernek lazımdır. "Ne ilim, ne din ahlakından, ne kültür ve medeni­

yet ahlakından, ne ferdi ve ne de içtimai ahlaktan haberdardırlar" deni­

liyor. "Kendi iddialarına kendileri de inanmazlar. Fakat cahil ve saf va­

tandaşları inandırmak, onlara fedakarlık, kahramanlık, feragat, namus

ve şeref abidesi gibi görünmek, böylece her istediklerini yaptırabilmek

için bu cereyanlardan daha kolay ve daha ucuz bir vasıta olmadığını ga-
Milliyet Üzerine Düşünceler 43

yet iyi bilirler." deniliyor. Bilmiyorum bütün bu itharn ve hükümlere

milliyetçi olduklarında kimsenin şüphesi olmayan, Namık Kemal,

Ömer Seyfeddin, Ziya Gökalp ve nihayet Mustafa Kemal de dahil mi­

dir? Şüphe yoktur ki yazının, muhterem yazarı, hayır, başa diyecektir.

Ama unutmamak lazımdır ki, bugünkü milliyetçiler, fikir, bilgi, ideal,

ahlak gibi ne almışlarsa, kendilerinden önce eser yazmış olanların eser­

lerini okumuşlar, herşeylerini onlardan almışlardır, sayılıp dökülen bu

sıfatlar, anarşistlerde, vatansızlarda, hırsızlarda, katillerde bile bulun­

maz. Milliyetçiyim diyenler onlardan daha dun bir ahlak noksanlığına

mı sahiptirler? Veya şol milletiere ki, münevverleri birbirine düşmüş­

tür. Dunnadan birbirlerini kötüler, dunnadan birbirlerini itharn ederler.

Yabandan gelecek olan düşmana nehacet, biz, bize yeteriz de artarız bi­

le.

9- "Kemalist manada milliyetçilik Lozan'ı, Montrö'yü ve Hatay' ı

yarattı. Ne oldukları belli olmayan insanlar elinde, kah müfrit milliyet­

çilik, kah ırkçılık, kah dincilik, 6-7 Eylül hadiselerini, vatan cepheleri­

ni yarattı. Milleti birbirine düşman etmek için ne mümkünse yaptı" bu­

yuruyorsunuz. Düşük iktidara mensup olanların, saydığınız işleri ya­

panların milliyetçi, ırkçı, dinci olduklannı kabul ediyorsunuz. Muhte­

rem beyefendi. Şayet düşük iktidar mensupları, hakiki milliyetçi olsa­

lardı, memleket sathında, 80-83 kadar şubesi bulunan Milliyetçiler

Derneği'ni kapatmazlardı. Kapattıkianna göre demek ki onlar milliyet­

çi değillerdi. Aksine milliyet düşmanı idiler. Keza düşük iktidar men­

supları dindar olsalardı, milliyetçi ve mukaddesalçılar gibi düşünürler-


44 Dr. Tahsin OnaJ

di. Allah'tan korkarlar, Peygamber'den baya ederlerdi. Ankara'da ka­

dın oynatıp fuhşettikten sonra gidip Eyüp Sultan'da abdestsiz iftar et­

mez, namaz kılmazlardı. Bunu yaptıklarına göre o halde dindar da de­

ğillerdi. Mürai idiler. Onlar dine de düşman idiler. Vatan cephelerine

gelince; onlarda, milliyetçiterin istedikleri, fakat tesisine muvaffak ola­

madıklan maddeye ve paraya tapmayı men ile, vatana ve manevi kıy­

metiere tapmayı kabul edemeyen, maddeci ve midecilerin bir eseri ol­

duğunu bilmeyen kalmamıştır. 6-7 Eylül hadiselerini yaratanlar ise

şimdi Yassıada'da bunun hesabını veriyorlar.

Siz, merak buyurmayınız, memleketin yakın tarihinde bunlar

olurken, kalbi kan ağlayan, yanıp tutuşan, derdini kimseye anlatama­

yan, vatanın yavuklusu, milletin aşığı olan milliyetçilerdi. Milletin iş­

leri karıştıkça kıskıs gülen anarşistler, milletin zaafa düşmesinden

memnun olan kornünistlerdi.

1 O- İki numaralı yazınızda; "Tarihçesi itibariyle milliyetçilik

Fransız ihtilalinden sonra teessüs etmiştir, denilebilir. Tarih de o zama­

na kadar bu manada, yani milliyetçilik noktasından hareket eden ne bir

kuvvet, ne bir harp ne de bir istiklal davası olmuştur." buyuruyorsunuz.

Bu belki Avrupa için doğru olabilir. Ama Asya için, Türk tarihi için as­

la doğru olamaz. Türk tarihini okuduğumuz zaman karşımıza bir Gök­

türkler çıkar. Bir Kutluk devleti çıkar. Bir Orhun Abidesi ile karşılaşı­

rız. Orada, Vlll. asırda Türklerin, bugünkü manası ile, bir istiklal sava­

şı yaptıklan uzun uzun anlatılu. lstikbaldeki çocuklarına da hürriyet ve

İstikiali kaybetmernek için nasıl hareket edeceklerine dair öğütler veri-


Milliyet Ozerine Düşünceler 45

lir. Bu itibarta milliyetçilik Fransa ihtilalinden evvel de vardı. Ama

üzeri küllenmişti. ihtilalden önce yavaş yavaş küller açıldı. ihtilal ile

tamamen ortaya çıktı. Zamanla gelişti ve şuurlaştı. Bir vakitler, çok de­

ğil 25-30 sene önce, milletierin yapıcı, onarıcı unsuru ve gücü kabul

edilen milliyetçilik, 25-30 sene sonra bugün, tabiiki onu anlamayanlar,

bunun tadını tatmayanlarca, millet için yıpratıcı ve yıkıcı olarak kabul

edilmektedir. Kısa zamanda bu kadar inkişaf ( ! ) doğrusu her yerde, her

içtimal toplulukta görülmemiştir. Bir de sosyologlar oturmuşlar "içti­

mal oluşlar ve tekamüller ancak 40-50 senede olabilmektedir" diyor­

lar. Hükümlerinde yanıldıktarım gelip bizde görsünler( ! )

ı ı - Hü r ve demokratik esaslar, sınıf ve zümre aristokrasisi bahis­

lerinde serdediten fikirlerioize aynen iştirak ediyoruz. Biz de milliyet­

çiliği böyle biliyoruz. Biz de milliyetçilik budur diyoruz. Bizler de,

milliyetçilikte, millet için felah ve selalı vardır, kanaatındayız. Milli­

yetçilikte hürriyet, demokrasi vardır.

İnsanlara hürmet, insanlan sevmek ve hümanizma vardır. Sair

milletlerle dostane münasebetler vardır. Huzur ve rahat için yaşama ar­

zusu, emel ve hedefleri vardır. Kin, düşmanlık, esarete nza, istismara,

sömürülmeye göz yumma yoktur. Milliyetçiliğin ruhunda ve özünde

dürüstlük, hüsnüniyet, çalışkanlık vardır. Ar ve haya, utanma vardır.

Vatan ve milleti canından çok sevmek, kendi şahsi menfaatından önce,

milletin menfaalını düşünmek vardır. lltimasın, himayenin, siyanetin

düşmanı, ehliyetin, liyakat ve kabiliyetİn dostudur. Başkalarını körü

körüne taklit etmeyi istemez. Onların, iyi bulduğu tarafını almak, ken-
46 Dr. Tahsin Ünal

di milli hars kazarn içinde kaynayıp eriterek, kendi rengine çevirmek,

kendi milli damgasını vurmak isteyen düşüncelere sahibdir. Mensup

olmakla iftihar ettiği milletin, milli sanayii, ziraatı, fabrikaları, alimle­

ri san' atkarları olmasını can-ı gönülden ister. Bunun temini için, he­

men işe başlanmasını, İngiliz kumaşından değil, yerli kumaştan elbise

giyilmesini, İsrail kalemi değil kendi kalemlerimizin kullanılmasını,

Amerikan cikleti değil, Türk sakızı çiğnenmesini ister. O Avrupa'nın

ipeklerine, kendi abalanmızın tercih edilmesini ister. Bu ideoloji, hey­

besini omuzuna alıp, köyü ve köylüyü kalkındıracak milli misyonerler,

kırk yıl bu yolda bıkmadan usanmadan sehat edecek Yunus Emre'ler

ister. Alnından akan ter ile, gözünden akan nur ile, vatan toprağını ka­

nştıracak, çamur karacak, vatanı yeni baştan inşa ve imar edecek emek

ister. Bütün bunlardan sonra, bütün bu düşüncelerin hafızalarda şuur­

laşmasını ister. Bütün bir milleti, belki fikirleri kalıplaştırmak doğru ol­

maz diyenler olacaktır ama, Atatürk' ün çizdiği milliyetçilik metotlan

ve yolu üzerinde toplamak ister.

Gayrisi ona sürülen kara, onu suçlandırmak için ithamdır.

1 2- Bugün milliyetçi denilenler arasında ırkçılık iddiasında bulu­


nan, kan birliği kurulabilir diyen, yanlış olarak bilinen Turan'a, gitmek

isteyen bir tek kimse yoktur. Onlar, Atatürk' ün tavsiyesi gereğince

hadlerini müdriktirler. Mütearız değil, yukarıda da temas ettiğim gibi

milletin müdafiidirler. Onlarda akıl, iz'an ve mantık çerçevesi içinde

memleket ve millet davalarını mütalaa ve münakaşa ederler.

Irk meselesinin bir ideal değil, ancak bir ilim konusu olduğunu
Milliyet Üı.erine Düşütıceler 47

herkesten daha çok, onlar bilirler. Turan' ın coğrafi bir yer olmadığını,

Turan' ın, 1 000 sene evvel kullanılan Orta Asya ile alakası bulunmadı­

ğını, Turan' ın ulaşılması zor bir ideal olduğunu pek iyi bilirler. Turan

denilince, palayı çekip Asya'ya gidileceğini zan edenlerin, ithamlarına,

sadece üzülürler. Turancılığın; milli sınırlarımızın dışında kalan Türk­

ler' e karşı beslenen, sıcak bir sevgi ve samimiyet, onların da insan hak­

ları muvacehesinde hürriyet ve istiklallerine kavuşmaları konusunda,

temiz bir dilekten, insani bir terneoniden ibaret olduğunu bilir ve takdir

ederler.

Afrika yerlilerinin hürriyet mücadelelerinden hayranlıkla bahsedi­

lirken, Macarlar'ın esir olmasına acınırken, Kore' yi müdafaa etmek

için, dünyanın dört yanından koşup gelen kuvvetleri kan akıtır can ve­

rirken, kendi cinsinden olan esir Türklerin, selamete kavuşmasından

bahsedenleri, Turancılıkla suçlandırmaya kalkışanlara acırlar.

Ne kadar tenakuzlar içinde olduğumuzun farkında rnıyız, bilmem.

Milliyetçilik günah, Turancılık suçtur. Lakin Batı Trakya, Kıbns Türk­

lerinden bahsetmek, yazmak vatanperverlik, Koreli 'lerin hürriyeti için

ölmek kahramanlık. Macar esaretinden söz açmak, esir olduklarına acı­

mak insaniyet perverliktir. . . Lütfen meselelerimizi tarafsız olarak ve in­

saf ile mütalaa edelim. Kararlarımızı ve hükümlerimizi ona göre vere­

lim.
Milliyet Oı.eri11e Düşü11celer 49

BİR KONFERANS

1 - Atatürk Haftası münasebeti ile "Atatürk' ün maarif programı"


mezuunda, Gazi Eğitim Enstitüsü' nde verilmiş bir konferanstan da

bahsetmeme bilmem müsaade edilir mi? . .

Şunu hemen arzedeyim ki A.N. Kırmacı Bey, biz hangi ideoloji­

nin taraftarı olursak olalım, hangi fikirde bulunursak bulunalım, Ata­

türk ' ü severiz, sayarız da, onun "Ey Millet ! . . B unları yapınız, bunda fe­

lah vardır. Şunları yapmayınız. B unda felaket vardır." dediklerini hiç

kaale almayız. Yahut hiç değilse onun fikirlerini biliriz, onun veeizele­

rini çerçeveletiriz. B unlar ile salonlarımızı, odalarımızı süsleriz de, ica­

batını yapmayız ve maalesef yapmıyoruz. O büyük adamın ziraat ko­

nusunda söylediklerini biz aynen tatbik etmiş olsa idik ufulunden bu

güne kadar geçen bunca zamandİr, memleketimiz bir ziraat memleketi

olur ve kalkınırdık. Hiç değilse kendi yağımızia kavrulur hale gelir, ya­

bancılardan buğday almazdık. Sanayi içinde hal böyledir. O, "Köylü,

memleketin efendisi" demişti. O nasıl bıraktı ise köylü yine öyle kal­

mış, "köylü efendimizdir" sözü de dillerde alay mevzuu haline gelmiş­

tir. Demokrasimizin, onun vazettiği prensibierden ayrılması sonunda,

ne dereketere griftar olduğunu bç,nden daha iyi bilir ve takdir edersiniz.


50 Dr. Tahsin Onal

Bunun gibi, ondan daha çok, onun düşündüğü, istediği prensibierden

ve esaslardan inhiraf ederek, fikir pHitformumuzun bugünkü hale gel­

diği yine malumunuzdur. Demokrasi prensiplerinden daha çok, maarif

prensiplerinden inhiraflar olmuştur diyorum. Zira maarif prensiplerin­

de inhiraf olmasa, onun koyduğu esaslardan ayrılmasa idik, demokrasi

prensiplerinde inhiraf ya hiç olmayacak veya hissedilmeyecek derece­

de az olacaktı. Zira, bir milletin münevverleri, o memleketin mekteple­

rinde okunan ve ders programları ile tesbit edilen dersleri okuyarak ye­

tişirler. Programlardaki fikir, seviye ve sistemler, yetişen nesillerin fi­

kir seviyelerini ve fikir sistemlerini tesbit ve tayin eder.

lşte bunlan Atatürk, bizlerden senelerce evvel görmüş, düşünmüş,

yetişecek nesillerin, hangi fikir sistemleri ile yetişecek olursa, daha iyi,

daha doğru olacağını bizlere izah etmiştir.

2- Büyük taarruzdan bir müddet sonra idi. Bir gün kendisine:

- lşte memleketi kurtardınız.Şimdi ne yapacaksınız? .. diye soran

gazeteci ye:

- "Asıl işimiz bundan sonra başlıyor. Maarif vekili olacağım.


Milleti okutacağım. Onu jikren kalkındıracağım. Bu benim en büyük
emelimdir."

diye cevap vermiştir. Bilirsiniz ki, fakir ve cahil kalmış, bu ikincisinin

muhassalası olarak, milletler camiası içinde, geri kalmış olan milletle­

ri kalkındınnak için, belli başlı iki noktai nazar vardır.

1- Önce zirai veya sınai olarak kalkındıralım. Zenginleştirelim. O


Milliyet Üzerine Düşü11celer 51

kendisi okur. Fikren tenevvür eder.

2- Hayır, önce okutalım. O kendisi kalkınır. Zengin olur. Bu iki


noktai nazardan, görüşten, Atatürk ikinci şıkkı seçmiş, önce milletin

okurnasına, okutulmasına başlamıştır. Gerçi kendisi maarif vekili ol­

madı ama maarif işleri ile pek yakından meşgul oldu. Bir ilk mektep

hocası gibi kara tahtanın başına geçerek, halka alfabe öğretmesinden

tutunuz da, bizzat bir ziraat motorunun direksiyonuna geçip nasıl zira­

at yapılacağını öğretmeye çalışmasına kadar hep, son 1 5- 1 6 senesi,

millete bizzat bir şeyler öğretmekle geçmiştir. O, çalıştı, çırpındı dur­

du, ölümünden sonra tam 22 yıl geçti. Cemiyetin tabii tekamülü, bir ya­

na bırakılırsa, bu 22 yıl içinde, cemiyetin gelişmesine bizler, münevver

olarak, parti olarak, iktidar olarak ne gibi yenilikler getirdik? Cemiye­

tin tabii seyrine, hangi taraftan hız verebildik? Kuvvet kaynağı olabil­

dik? Bilmiyorum, belki yanılıyorum. Ama, söylerneye değer. Mühirn

ve başarılı hamleler yaparnadık. Yaparnaz mı i dik? Ala yapardık. Lakin

ömrü azizlerimizin, kıymetli zamanlarımızın çoğunu sen, ben didişme­

leri ile harcadık. Hala da harcamaya devarn ediyoruz.

3- Atatürk, asırlarca ihmal edilmiş bir milletin, yine asırlarca üze­

rinde durulmamış olan maarif ve kültür davası gibi pek hayati, en mü­

him ve en büyük, bir davasını, mümkün olduğu kadar kolay ve kısa za­

manda halledebilmek için bir program yapılmasından, bu programın

tatbik ve takib edilmesiden bahsederken:

- "Öyle bir program takip etmeye mecburuz ki, bu program, mil­


letimizi bugünkü halinden kurtarsın. Asnn icabatı ve muhitin şeraiti
52 Dr. Tahsin Omd

ile tamamen mütenasip ve mütevaftk bir hale getirsin" buyurmuşlar­


dır. Bu isteğİn ve direktitin içinde, bir milletin kalkınması için Hizırn

gelen urndeler vardır.

Siz bu prograrn isteğini ve rnecburiyetini sair sahalar için de ka­

bul edebilirsiniz. Fakat ben bu ısrarlı isteği ve rnecburiyeti, maarif da­

vası için "Ki bassaten böyledir" kabul ediyorum. Mustafa Kemal, bu

konuşmasında, ilk önce işe okullarda okutulacak olan ders programla­

rından başlanılmasını istiyor ve:

- uBu itibarla, bir ders programından bahsederken, eski devrin


hurafatından tamamen uzak seciyei milliyemiz ve tarihiyemizle mü­
tenasip kültür verecek bir program kastediyorum." diyor ve bassaten
ilave ederek:

- uBir programdan bahsederken, evsafifiriyemizle yakından ve­


ya uzaktan hiçbir münasebeti olmayan yabancı fikirlerden, şarktan
veya garpten gelen cümle tesirlerden tamamen uzak, seciyei milliye­
miz ve tarihiyemizle mütenasip kültür verecek bir program kastediyo­
rum." buyuruyorlardı.

Merhum rnuhterern Atatürk' ün bu konuşması ve prograrn yapacak

olan öğretmeniere verdiği bu direktif, haddizatında bir kaç cümle içine

sıkıştırılmıştır. Fakat ben, fikir daha iyi, daha sarih olarak anlaşılsın di­

ye iki kısma ayırdırn. Tereddüde düşenler, merak edenler İslam Ansik­

lopedisi ' nin Atatürk sayısına bakabilirler. Görülüyor ki, prograrnı ha­

zırlayacak olan öğretrnenlere, uÖğretmenler, yannın Türkiye'si sizin


eseriniz olacaktır." diye iltifat ettiği öğretmeniere, uDers programla-
Milliyet Oz:.erine Düşünceler 53

nnı hazırlarken, ders kitaplannı yazarken, ders verirken ne fikirleri


köhneleştiren, zihinleri hurafat ile örümcekleştiren eski devrin sis­
temlerine, ne de milleti, milli sınırlanmızın dışından gelebilecek olan
tesiriere kapılacak veya kaptıracak, dolayısiyle bizi milli benliğimiz­
den ayıracak sistemlere, programlannızda yer vermeyiniz." demek �s­
temiştir.

- "Tedrisaftmızı ve terbiyemizi birleştirmedikçe, aynı fikirde ay­


nı zihniyetle bir aydın kitle yetiştirmek mümkün değildir.Bunun aksi
ile bir millet meydana getirmeye çalışmak, abesle uğraşmaktır." de­
miştir.

Şundan çıkarılacak mananın, milliyetçi düşünüş ve görüşlere mi,

yoksa sair düşünüş ve görüşlere mi daha yakın olduğunu ehli insafa ve

okuyucuların takdirlerine bırakıyorum.

4- Mustafa Kemal ' in yukardaki ifadelerinden, nasıl bir nesil ye­


tiştirmek ve topyekun milleti, milletler camiası içinde, hangi İstikame­

te doğru götürmek istediği açıkca anlaşılıyor. Lakin O, yine de tered­

düde mahal kalmayacak şekilde fikirlerini muhtelif konuşmalarında

tekrar etmiş ve:

"Mektep ve mektepte okunan dersler, genç dimağlara, milli


menfaatı, millete sevgiyi hürmeti, milli terbiyeyi öğretir." dedikten
sonra:

- "Efendiler, terbiye kelimesi yalnız olarak kullanıldığı zaman


herkes kendince maksat olan bir medlüle intikal eder. Dini terbiye,
beynelmilel terbiye, milli terbiye vs. vardır. Bütün bu terbiye/erin he-
54 Dr. Tahsi11 Ünal

def ve gayeleri başka başkadır. Ben burada yeni nesle verilecek olan
terbiyenin, milli terbiye olmasını katiyyetle ifade ediyorum. Milli ter­
biye, bir milleti hür ve mustakil yaşatır, ve ali kdar. " buyurmuşlardır.

Her kelimesinin başında milli kelimesini koyan, milli kelimesini

dilinin pelesengi yapan Atatürk' ün maarif için çizdiği bu programdan

inhiraf edilmiş midir? Zahire bakılacak olursa edilmemiştir. O sistem

ve programlar devam etmektedir. Fakat realiteye bakılacak olursa,

onun sistemlerinden, onun tatbik edilmesini istediği programlardan bir

hayli inhiraf edilmiş olduğu görülüyor. Zira aynı okulda, aynı ders

programlarını, aynı sistemleri okuyan, aynı öğretmenierin rahlei tedri­

sinden geçen nesillerin, aşağı yukarı aynı fikri seviyede, aynı fikri sis­

temler içinde, aynı görüş ve düşünüşlere sahip olması icabederken, ha­

yatta görülen, realitede görülen, bu değişik fikirler nasıl ve nereden gel­

mektedir? .. Her halde maarif vekaletinin resmi okullarından başka, ha­

yatta, cemiyet bünyesi içinde de, gayri resmi ve tamamen nev' i şahsı­

na münhasır, gizli veya aleni bir takım okullar var ki, resmi okullardan

başka, bu gayri resmi okullarda da tedris edenler olmalı ki, fikirleri miz,

okuduğumuz okulların şekline ve rengine göre değişiktir. Yalnız deği­

şik değil, hatta birbirine zıttır. O kadar değişik ve o kadar zıttır ki, bir­

birimize, fikirlerimizi kabul ettirebilmek için oturup konuşmayı, fikir

münakaşası etmeyi bir yana bırakmış, kalkıp saç saça baş başa kavga

eder haldeyiz.

Bir memlekette münevverlerin böyle gruplara ve zümrelere ayni­

ması, halkın siyasi partileri yanlış anlayıp, kısırnlara ayrılması ancak


Milliyet Oı.eritıe Düşütıceler 55

düşmanları sevindirir, dostları müteessir eder. Bizler de, bu milletin

dostu isek, ki her birimiz öyle olduğumuzu iddia ediyoruz,bundan mü­

teessir olmalıyız.

5- Muhterem beyefendi, bu memlekette Atatürk vefat edeliden

beri, kalemi eline alıp bir fikrin müdafaasına kalkan, Atatürk şöyle de­

mişti,diye başlıyor. Herkes, onun fikirlerine, kendi ruhunda ve şuurun­

da takılı bulunan fikir gözlüğü ile bakıyor, bizzat o büyük adamın;

"Efendiler, terbiye denilince herkes kendince maksul olan bir medtü­


le intikal eder" dediği gibi, vatan, millet, milliyetçilik v.s. deyince de
herkes kendisince maksut olan bir medlüle "delalet olunan, anlaşılan

mana", intikal ediyor olmalı ki, bütün bu konular üzerinde fikir birliği

olamamaktadır.

Atatürk'ün, fikirleri ile, İcraatieri ile, davranışları ile, yüzde yüz,

milliyetçi bir zat olduğunu kimse inkar ve aksini iddia edemez. B u iti­

barta da, ATA, şu ya da bu, fikir sistemlerinden uzak, fakat milliyetçi­

lik sistemine çok daha yakın, hatta onun içindedir. B ir başka deyişle,

bugünkü milliyetçilik, Atatürk' ün yaşayan milliyetçiliğinden, onun

devamından başka bir şey değildir. Bunun için de, milliyetçiliği kara­

lamak, milli fikirleri suç olarak göstermek, onları susturmaya, zayıflat­

maya çalışmak demek, Atatürk' ü karalamaya, onun fikirlerini suç ola­

rak göstermeye, susturmaya çalışmak demektir. Hem Atatürk ' ün mil­

liyetçi olduğunu kabul etmek, hem de milliyetçilik fikirlerine sırt çev ­

rimek, onu suç olarak tavsif etmek, birbirine zıt iki izah şeklidir ki,

bunlardan biri doğru ise, öteki yanlış olmalıdır.


56 Dr. Tahsin Onal

6- Hülasa şu ki, bu memlekette bir milliyetçilik vardır. Sanırım

ki, bilerek veya bilmeyerek bütün Türk milleti milliyetçidir. Biz bu fik­

rin, bir şuur haline gelmesini istiyoruz. Öyle ki manifaturacıdan kumaş,

yahut pazen alan müşteri Türk malı arasın ve alsın. B undaki faydayı

müdrik olsun. Yerli malı haftası,yerli malı ayı ve yerli malı senesi ol­

sun. Pazarlarımııda kendi malımız alınsın, satılsın. Bunun kendi sana­

yiimiz, kendi endüstrimiz için faydalarını milletçe bilelim. Ta ki bizim

de milletler camiası içinde saygın bir yerimiz olsun. Bu millet, hürriyet

ve istikl5.1 konusunda Koreliler' den aşağı olmadığı gibi çalışma ve kal­

kınma konusunda da, Yahudilerden ve Araplar' dan aşağı olmadığı mu­

hakkaktır.

Bu memlekette ve milliyetçilik konusunda yanlış anlaşılan, herke­

sin yanlış bildiği bir terim vardır. Turancılık . . . Bu kelimenin, en az bin

ikiyüz, bin beşyüz sene önce kullanılan ve tamamen bir coğrafi mıntı­

ka, bir yer ismi olan Orta Asya'daki Turan ismi ile hiçbir alakası yok­

tur. Turan veya Turancılık denince Orta Asya'ya gidileceği, oradaki

Türkler ile birleşiterek bir müttehit Türk devleti kurulacağı anlaşılma­

malıdır. Böyle bir şey yoktur. Turan, tamamen bir fikrin sembolik ifa­

desidir. Turan bir idedir. Nasıl bir idedir?

Milli sınırlarımızın dışında kalmış olan Türkler' in, Birleşmiş Mil­

letler Anayasası, İnsan Hakları Beyannamesi muvacehesinde, sair

gruplara haklar, hukuklar ve imtiyazlar tanınırken, onların insanca ya­

şamaları sağlanırken, milli sınırlarımızın dışında kalmış Türkler'e de

bu haldar tanınmasını, bazı imtiyazlar sağlanmasını unutmadan düşün-


Milliyet Oı.erine Düşünceler 57

rnek, sırası ve zamanı geldikçe onlara haklar ve imtiyazlar tanınmasını

istemektir. Kıbrıs'taki Türkler, Batı Trakya'daki Türkler, B alkan­

lar'daki Türkler bu düşüncenin içinde mütalaa edildiği gibi, lran'daki,

Azerbaycan'daki, Asya'daki Türkler de aynı fikrin içinde mütalaa edi­

lir. Kıbrıs, Batı Trakya, Balkanlar'daki Türklerle meşgUl olmak nasıl

suç değil, fakat milliyetperverlik kabul ediliyorsa, İran, Azerbaycan,

Asya'daki Türklerle meşgUl olmak da, aynı şekilde suç değil, milliyet­

perverlik kabul edilmesi icabeder.

Ben samimi olarak şuna kani bulunuyorum ki Türkiye' de milli­

yetçi millet, Turancı iktidar vardır. B unun dışında olanlar varsa, bun­

dan ayrı fikir besleyenler varsa bilmiyorum. Onlar da açıkça ortaya çık­

sınlar da görelim . . .

You might also like