You are on page 1of 128

M İLLİ FO L K L O R Y A Y I N L ARl- 1

G E N E L K O N U L AR D İ Zİ S İ : 1

TÜRK KÜLTÜRÜ ARAŞTIRMALARI

DOGU
VE
GÜNEYDOGU ANADOLU

- 1 -

Ahmet TU R.Uıl

AN KARA - 1991
© Milli Folklor Yayınlan
ISBN 975 - 95548 - O - 1

· . · ,. . '
ı ' : '
Ya�ınlayan: �Milli Folklor Yayınlirı
·, ı , . · ·. · .

. �·�· ': '_336 Y�nşehir f ANKARA


. _·

Baııld.ıJ� Yşr: ÖZTEK Matbaacılık Tel: 3190036


�N'i<...\R.·.\ : �et !
. . - ·

. .. '
İÇİN D E K İL E R

Ön söz v

Türk Kültüründe Aşık Kemiği Oyunu . . ........... .... . . .


........... ....... . 1

Türk Folklorunda Silah Üzerine And İçme ...


. . . ........................ 7

Türkler'de Küpeli Erkekler .. .


. . . . . . ... . .. . . .. . .
...... ...... .. . .
..... ..... ........ 13

Türk Destan ve Masallarında Şekil Değiştirme Motifi ..


.... . ...... 17

Türk Destanlarında "Yedi" Sayısı· .


....... ............ . .
.. ... . ..
.. . ........... 23

Türk Boylarında "Nevruz" Geleneği ... .. . .


. . . . ...... . ............... ...... . 30

Nevruz Bayramı ve Ergenekon .


. ........ . .
. ....................... ....... . .. . .. 34

Hıdırellez: Kültür ve Bahar Bayramı .


. . . ........ . .. . . ....................... 41

Cenaze Törenlerinde "Saç Kesme" Adeti . .


. . . . . . . ..... ............ .. ... . 45

Düğün Törenlerinde "Ocağa Saygı" Adeti . .............................. 52

Türk Destanlarında Bir Motif : Ağızdan Alev/Ateş Çıkması ... 56

Tuncelt'de Türkistan'lı Bir Derviş : Sarı Saltuk ... . .


.. ... ..... .. . .
. . .. 58

Diyarbakır Ata Sözleri .. . . . . . . . . . . . . . . . ....... . . . . . . . . . . . .. .. .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 64

Türk Kültür ve Folklorunda "Yılan" Motifi ........ . ................. . . . . 68

Resimler . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . 89

Dizin ................................................... ....................................... 107

III
ÖN SÖZ

Doğu Anadolu, Türklüğün Anadolu'ya gırış kapılarındandır.


Onuncu yüzyıl başlarından itibaren, dalgalar halinde, Horasan ve
Türkistan'dan Anadolu'ya doğru sarkan Oğuz boylarının, ilk durağı
olan bu mukaddes toprakların her karışında, "Türklük" damgası vardır.

Türk - Oğuz boylarının yurt tuttuğu bu kutsal vatan parçası üze­


rinde; Selçuklular, Saltuklular, Mengücükler, Sökmenliler, Dilmaçlı­
lar, Danişmendliler, Artuklular, Ermen Şahlar, İnallılar, Eyyubiler,
Dulkadırlılar, Akkoyunlular, Karakoyunlular vs. gibi Türk topluluk ve
hanedanları, bu bölgeyi "yurt" tutarak, asırlar boyu burada beylikler,
devletler kurmuşlar ve bu mübarek beldeleri, günümüzde yörenin sa­
kini olan torunlarına miras bırakmışlardır.

Doğu Anadolu'da, her adım başında rastlanan; camii, imaret,


medrese, şifahane, han, hamam, kervansaray, kale, çeşme, türbe,
köprü, tekke vs. gibi kültür varlıklarında, bu Türk boylarının damgası
vardır. Bu damgayı ayrıca; dağ, dere, tepe, yamaç, ova, oba, köy, ır­
mak vs. isimlerinde gördüğümüz gibi, kişi ve aşiret isimlerinde de gör­
mekteyiz.

Bunun yanısıra; oyunlar, şölenler, bayramlar, gelenek ve görenek­


ler, inançlar, destanlar, efsaneler, folklorik unsurlar, edebi unsurlar,
filolojik unsurlar, tarihi ve sosyolojik unsurlar, vs. bakımından da bu
yöremiz, denilebilir ki, Türklüğün kalbinin attığı kutsal bir vatan par­
çasıdır.

Bu kutsal vatan parçasının bugünkü "hıil-ü pür melıili"ne bakıp,


farklı biçimde yorumlar getirerek buna dair temelsiz teoriler üreten
cahiller zümresine, sadece şunu sormak lazım : En az bin yıl önceden
bu mukaddes topraklara yerleşip, bu mübarek beldeleri yurt tutan

v
Türk-Oğuz boyları, oymakları nereye gitti? Selçuklu, Saltuklu, Men­
gücüklü, Sökmenli, Dilmaçlı , Artuklu, Akkoyunlu, Karakoyunlu, Ey­
yıibi çocukları nerede? Torunları nerede?

Bize göre; Doğu Anadolu, hôla bir "kapalı kutu" olma vasfını de­
vam ettiriyor. Bu "kutu "yu açmanın zamanı, çoktan gelmiş ve geç­
mektedir. Doğu Anadolu Türk Kültürü diyebiliriz ki, henüz lôyıkı ile
el sürülmemiş, bakir bir durumdadır. Bu kültürü müz, inanıyoruz ki,
bilim adamları ve araştırmacılar için de zevkli ve ilginç bir uğraş ala­
nı olacaktır.

Zaman zaman çeşitli gazete ve dergilerde, Doğu Anadolu Türk


Kültürü üzerindeki tespitleri makaleler hôlinde yayınlanan genç araş­
tırmacı Ahmet TURAN, bize göre, bu doğrultuda bir kapı aralayan­
lardandır. Tespitleri "isabet"li, sonuçları gayet "sağlam" ve oldukça
da enteresandır. İlgi çekici olduğu kadar, milli birlik ve bütünlük çiz­
gisinde, küçümsenemeyecek bir hizmet ifa ettiğine inandığı mız bu
makalelerin, itiraf etmeliyiz ki, dergi sayfalarında kalmasına gönlü­
müz razı olmadı. İşte bu kitap, bu makalelerden meydana geldi.

Araştırmalarıyla kültürümüze hizmetler vereh Ahmet TURAN'a


şükranlarımızı sunuyoruz.

MİLLİ FOLKLOR

VI
TÜR K KÜLTÜR ÜNDE
AŞIK KEMİGİOYUNuı·ı

Tarihin çeşitli safhalarında, Orta Asya'dan Anadolu'ya doğru


yayılarak, muhtelif coğrafi bölgelerde yer tutup yerleşen Türk boy,
oymak ve aşiretlerinde müşterek olan ve günümüzde dahi varlığı mu­
hafaza edilen milli oyunlarımızdan biri de "aşık kemiği oyunu"dur.

Bilindiği gibi aşık kemiği oyunu; koyun, keçi gibi hayvanların


arka ayaklarının diz kısmından çıkarılan ve dört yüzü değişik şekiller
gösteren aşık kemiği ile oynanan bir oyundur. İnsanın ayak bileğinde
bulunan yedi küçük kemikten biri de aşık kemiği adını taşımaktadır.111.

Kaşgarlı Mahmud; "aşuk" kelimesini, "insanın aşığı, topuğu, to­


puk kemiği "l21 şeklinde izah etmekte; "aşuklamak" kelimesini de
"aşık kemiğine vurmak"l3J diye açıklamaktadır.

Türk kavimlerinin yayıldıkları her yerde aşık oyununun türlü


çeşitleri de, başka kavimlerden çok daha gelişmiş ve çeşitlenmiş ola­
rak yayılmıştır. Oğuzlar'ın destani edebiyatlarının, aynı zamanda
onların en eski adet ve geleneklerini de aksettiren bir ürünü olan
"Dede Korkut" kitabında, Oğuz çocuklarının -hatta Bey ve Han
çocuklarının- meydan yerinde aşık oynadıkları anlatılır.

"Dirse Han Oğlu Boğaç Han Destanı"nda konu ile ilgili şu kayı­
ta rastlıyoruz :

( ) Türk Dünyası Tarih Dergisi, Sayı : 35, Kasım 1989, s. 34-37.


(1) Meydan Larousse, cilt : 1, s. 778-779.


(2) Kaşgarlı Mahmud, Divan-ı Lügati'! Türk, 1, s. 66.
(3) Kaşgarlı Mahmud, anılan eser, 1, s. 305.

1
"Meğer sultanım, Dirse Han'ın oğlancığı üç de kabile çocuAu
meydanda aşık oynuyorlardı. . "ı•ı .

Yine Dede Korkut'taki, "Salur Kazan Esir Olup Oğlu Uruz'un


Çıkardığı Destan"da da; "altın aşık oynayan beğler"l5Jden bahsedilir.

Türk boyları arasında, aşık kemiği ile fal açmak adeti de vardır.
Nogaylar'ın "Edige" destanında bunu açıkça görüyoruz :

"Edige ve arkadaşları, Alp Kabardin'i takip edip etmemenin


hangisinin hayırlı olacağını öğrenmek için davul üzerine aşık atar
'alçı düşerse Alp Kabardin'in arkasından kovacağız' diye and içti­
ler. Aşık 'alçı' düştü."ıeı

Merhum Prof. Dr. Abdülkadir İnan, Semerkant'daki Özbek Türk­


leri'nden şu hikayeyi dinlediğini söyler :

"Saybek Han Semerkant şehrini kuşatırken karargahını kurup


Semerkant'a kat'i hücuma hazırlanırken davul getirtti ve eline aşık
alıp:
'Çek düşse de Babırga
Dağ düşse de Babırga
Semerkant'ı men alsam
Oma düşsün davulga'
diye davul üzerine aşık attı. " 171

Resmi Ak-Koyunlu tarihi olan "Kitab-ı Diyarbekriyye"de; Kara­


Amid (Diyarbakır)'dan savaşa çıkan Ak-Koyunlu Türk Hükümdarı
Uzun Hasan'ın ordudaki mehter alayını durdurup deve üzerindeki
kös adlı ulu davul üzerinde aşık atarak, savaşın sonu nice olacak
diye fala baktığı anlatılmaktadır 181 .

(4) Muharrem Ergin, Dede Korkut Kitabı, lstanbul 1971, s. 13.


(5) Anılan eser, s. 22 1 .
(6) Abdülkadir inan, Şamanizm, s . 1 56 v.d.
(7) Abdülkadir inan, anılan eser, s. 156 v.d. (dizede geçen "çek" ve "dağ" kelimeleri
aşık kemiğinin iki yüzünün adları olsa gerektir.)
(8) Ebıl Bekir Tahran!, Tarih-i Diyarbekriyye, nşr. N. Lugal ve F. Sümer, Ankara
1962 - 1964.

2
Prof. Dr. Faruk Sümer de, Yazıcıoğlu "Selçukname"sinden ve
"Kitab-ı Diyarbekriyye"den alarak, savaştan önce aşık falına baka­
rak ona göre yol tutan iki Türk hükümdarını tanıtmaktadır.ı•ı

Prof. Dr. M. Fahrettin Kırzıoğlu, aynı geleneğin bugün Doğu


Anadolu'daki Kürt aşiretlerinde de yaşadığını tespit ederek; "bugün
yaşlı Kürtler bile aşık kemiğini taşa sürterek 'lepezletip' zar olarak
kullanmakta olduklarını" ifade etmektedir.!101

Anadolu'da zamanımızda da aşık, köylerde, küçük kasabalarda


ve şehirlerin, modern oyunların eski oyunları unutturmadığı ve on­
ların yerine yerleşmediği mahallelerinde çocukların başlıca kader
kumar oyunlarıdır; aşık kemikleri para ile alınıp satılır, boylarına ve
bazı özelliklerine göre değer taşıyarak oyuncu çocuklar arasında
mübadele maddesi olur. Bu oyunun·pek çok çeşitleri vardır. Ayrıca
aşık kemiğinin dört yüzünün de ayrı ayrı değeri ve isimleri olduğu­
nu biliyoruz. Ancak bu isimler bölgeden bölgeye farklılık gösterir­
ler. Aşığın, daha enli olan iki yüzünden çukur olan taraf "aç";
"çik", "cuk" vb.; bunun tümsek olan karşı tarafı "tok", "tök" vb.;
dar ve düzce olan diğer iki yüzünden kenarı hafifçe kalkık, ortası çu­
kurca olan tarafı "bey", "say", "kazak", "kallek", "kel-ali" vb.; bu­
nun kenarsız düz olan karşı tarafı da "kıt", "tokan", "dalak" vb. ad­
larını alır.

Anadolu'daki aşık oyunları başlıca iki esasa dayanır:

1. Sadece, katışılan aşıkların yere serpilmesi; bunların yerde


belli vaziyetlerde konmalarına göre atanın veya karşısındaki oyun­
cunun kazanması.

2. Aşıkların, bilye gibi, bir yere dizilmesi, eldeki daha iri, daha
ağır bir aşıkla (bu aşık "enek" veya "atmer" vb. gibi ayrı bir ad alır
ve çok defa, içine kurşun veya mum akıtılmak suretiyle oyuna daha

(9) Faruk Sümer, "Oğuzlar'a Ait Destani Mahiyette Eserler", Dil, Tarih
Coğrafya Fakültesi Dergisi, Ankara (Temmuz - Eylül - Aralık] 1959, XVII,
sayı : 3 - 4, s. 442.
(10) M. Fahrettin Kırzıoğlu, Kürtler'in Türklüğü, Ankara 1968, s. 123.

3
elverişli hale getirilir.) devrilmesi, belli bir çizgiden çıkarılması gibi
oyunun belli birtakım kurallarına göre elde edilen başarılar sonu­
cunda bir tarafın aşıkları utması (kazanması), öbür tarafın da utul­
ması (kaybetmesi). Bu ikinci teknikte, bazı oyun çeşitlerinde, vurma­
ya mahsus aşığın veya vurulan aşıkların vuruştan sonra aldıkları du­
rum da gözönüne alınır; bu takdirde yukarıda anlatılan iki esasın ka­
tışık olarak. bulunduğu oyun çeşitleri çıkmış olur. Bundan başka,
oyuncuların sını almasında da eldeki aşıklar at1Jdıkları zaman, zar­
da olduğu gibi yüzlerinin hangisi üste gelirse bu yüzün değerine gö­
re, sırayı tayin edici rol oynar. Genel olarak, aşığın durumları değer
sırasıyle : "bey", "kıt", "aç", "tok"tur. 1111

Çeşitli yörelerin aşık oyunları üzerinde yapılan bazı araştırma


ve derlemelerden de haberdarız.

Prof. Dr. Abdülkadir İnan'ın bir incelemesine göre, bazı yöreler­


de aşık kemiğinin irisine "saka", küçüğüne "hanek" derler. Aşığın
üst tümseğine "alçı", altına "tokan", yan çukuruna "çiğ", öteki ya­
nına da "tüğ" derler. A. İnan, dört aşık oyununu anlatmaktadır.
Bursa'da aşık kemiğinin düz yanına "malı", oygulu tarafına "ka­
zak"; iki yandan çukur olana "aç" veya "cık", yuvarlak yanına da
"tok" denir. Aşıkta oyun yapacak aşıklar ustalıkla delinerek buraya
kurşun dökülür ve oyun bunlarla oynanır. Oyunun da çeşitleri var­
dır. Aşığın bir de "lamba" cephesi vardır ki bu cephe oyunda kulla­
nılmaz, yalnız adı vardır.1121

Müşfika Abdülkadir'e göre; Maraş'ta, aşığın biri kız öteki oğlan


itibar edilmek üzere iki yanı vardır ve aşık kumar gibi para ile oy­
nanır. 1131

Enver Sadık'a göre; Gaziantep'te asıl aşık oyununda, aşık kemiği­


nin oyuk tarafına "cik", bunun karşılığı olan kambur tarafına "tük",

(11) Türk Ansiklopedisi, cilt: 4, s. 50.


(12) Abdülkadir (İnan), Birinci İlmi Seyahate Dair Rapor, lst. 1930, s. 35 v.d.
(13) Müşfika Abdülkadir, "Maraş'ta Çocuk Oyunları", Halk Bilgisi Haberleri, İstan­
bul (1 Eylül 1930), yıl: 1, sayı: 1, s. 173 v.d.

4
geri kalan iki yanından en düz olanına "kıt'', bunun karşılığına da
"say" denir. E. Sadık, dört türlü aşık oyununa yer vermektedir.1141

Güner Demiray'a göre; Sivas 'ın Gemerek ilçesinde, aşığın şişkin


yerine "dok", çukur yerine "aç", alt başa "eşek", üst başa "bey" de­
nir. G. Demiray, ev içinde, aile arasında oynanan bir tek aşık oyunu­
nu vermektedir. 11 51

M. Osman da, Balıkesir'den üç çeşit aşık oyununu derlemiştir.1181

Kars'ın Arpaçay ilçesi yöresinde de; "sultan", "cız" ve "gıda" deni­


len üç çeşit aşık oyunu vardır. Aşığın dört tarafı da; "alçı", "tol;ıan",
"böle", "cik" adlarını taşırlar.ll71

Doğu Anadolu Türkleri 'nden .Kurmançlar arasında da bir hayli


yaygın olan bu aşık oyunu hakkında Sayın Prof. Dr. M. Fahrettin
Kırzıoğlu; "Kürtler' de yaygın olan çocukların aşık oyunu ve aşık ke­
miğinin her bir yönünün adları, onun 'alçı' gelişinin uğurlu sayılma­
sı, Oğuzlar'a mahsus geleneklerdir. "1181 demektedir.

Kurmançlar'daki aşık oyunlarının adları şunlardır :

C IZ : Aşıkla oynanan bir çizgi oyunudur. Çizginin ortasına sıra


ile bir aşık koyulur, oyun oynayan her çocuk belli bir noktadan çizi­
len bu aşığa "da�" veya "de�" (diğer bazı bölgelerde buna "eneke"
veya "enek" denir) denilen bu aşıkla vurmaya çalışır. Vurduğu ve
çizginin dışına çıkarabildiği her aşığı alır. Bu durum çizgideki bü­
tün aşıklar bitinceye kadar devam eder.

(14) Enver Sadık, "Gaziantep'te Aşık ve Gülle Oyunları", Halk Bilgisi Haberleri, İs­
tanbul ( 1 5 Mayıs 1933), yıl : 2, sayı : 21-22, s. 218.
( 1 5) Güner Demiray, "Gemerek'te Aşık Oyunu", Türk Folklor Araştırmaları, İstan­
bul (Ekim 1960), sayı : 135, s. 2249.
(16) M . Osman, Balıkesir'de Doğum Görenekleri ve Çocuk, Balıkesir 1934, s. 19.
(17) Prof. Dr. Selahattin Olcay, Dr. A. Bican ErcilAsun, Dr. Ensar Aslan, Arpaçay
Köylerinden Derlemeler, Ankara 1976, s. 223, 224.
(18) M. Fahrettin Kırzıoğlu, anılan eser, s. 123.

5
BER GEVİR K : Bu oyunda, aşığın her yüzünün ayrı bir adı ve
değeri vardır. Aşığın dik düz tarafına "kera" (eşek), dik çukur tarafına
"dız" (hırsız), yan çukur tarafına "mir" (emir, bey), yan yüz tarafına
"sof" denilir. Bu oyunda aşıklar üst üste konur, sıra ile "dal$"/"del$"
deniİen aşıkla bu yığılan aşıklara vurulmaya çalışılır. Atan şahıs
eğer vurursa, "del(le diğer bozulan aşıkların durumuna bakar. Eğer
"del(, "mir" gelmişse, oyuncu ancak "sof" gelen aşığı alır. Diğerle­
rini almak içi'iı, ikinci bir atış yapar. Oyun böyle sürer gider.1191

KER ŞE : Develi yahut devheri (ağzı çamurlu veya ağzı topraklı)


de denilen bir aşık oyunudur. Gaziantep çevresindeki Kurmanç ve
Türkmenler' de "fal mı baktın?" manasına "aşık mı attın?" tabiri çok
yaygındır .c20ı

Türkçe'de; "aşığı bey oturmak", "aşığı cuk oturmak", "aşık ata­


mamak", "aşık atmak" vb. deyimlere de rastlıyoruz.c21ı

(19) Mehmet Alkeş, Kars Merkez Söğütlü Köyünde Mukayeseli Folklor Çalışması,
Erzurum 1967, s. 42.

(20) Dr. Mahmut Rışvenoğlu, Doğu Aşiretleri ve Emperyalizm, lst. 1975, s. 240.

(21) 1. H. Soykut, Türk Atalar Sözü Hazinesi, İstanbul 1974, s. 338.

6
TÜR K FOLKLOR UNDA
SİLAH ÜZ ER İNEAND İÇMEC">

Tdrih boyunca bütün Türk topluluklarının çeşitli "and" (yemin)


formüllerinde, "sildh" büyük rol oynamıştır. Kılıç, bıçak, mızrak,
ok, balta, son zamanlarda da tüfek vb. gibi sila.hlar sayılabilir.

Türk tdrihinde kaydedilen ilk and töreni, Hun Hakanı Huhanye


ile Çin elçileri arasında yapılan anlaşma dolayısıyla icra edilen tö­
rendir. Hakan, seferlerde kullandığı kılıcını eline alarak ucunu şara­
ba batırıyor ve bu andlı şarabı Yüeçi Hanı'nın kafatasından yapıl­
mış kapla içiyor. 111

Türk folklorunda and, türlü formüllerle yapılmaktadır. Türk dil


bilgini Kaşgarlı Mahmud, Divanı Lügdti-t Türk'te; "demir" kelime­
sini açıklarken, "gök girsin, kızıl çıksın" andını verdikten sonra,
"Türklerde and" hakkında şu bilgiyi veriyor : "Kırgız, Yabaku, Kıp­
çak ve daha başka kabilelerin halkı and içtiklerinde, yahut ahitleştik­
lerinde kılıcı çıkararak yanlama korlar, 'bu gök girsin, kızıl çıksın'
derler ki, 'sözümde durmazsam (yalan söylersem) kılıç kanıma bu­
lansın, demir benden öcünü alsın' demektir"ı2ı. Dede Korkut Kita­
bı'nda, Oğuz yiğidinin gerdek gecesi, kılıcını çıkarıp kız ile arasına
koymasında bu anlam dile gelmektedirl3J,

Dede Korkut'taki "Uşun Koca Oğlu Segrek Destanı"nda; kardeşi


Egrek'in esarette olduğunu yıllarca sonra öğrenen Segrek, kardeşini

(*) Yeni Forum, sayı : 246, 1-15 Aralık, 1989, s. 47-48.


(1) Abdülkadir inan, "Eski Türklerde ve Folklorda And", Dil Tarih Coğrafya Fakül­
tesi Dergisi, Ankara 1948, VI, sayı : 4, s. 279.
(2) Kaşgarlı Mahmud, Divftn-ı Lügati-t Türk, !, s. 45, 382.
(3) Orhan Şaik Gökyay, Dedem Kordudun Kitabı, İstanbul 1973, s. CCCVIII.

7
kurtarmak için sefere çıkma hazırlığı yaparken, onu kararından
döndürmek için evlendirip gerdeğe kapatıyorlar : "Oğlanı gelin
odasına koydular. Kız ile ikisi bir döşeğe çıktılar. Oğlan kılıcını çı­
kardı, kız ile kendi arasına koydu. Kız der : Kılıcını gider yiğit, mu­
rat ver murat al, sarılalım dedi. Oğlan der : Bre kavat kızı, ben kılı­
cıma doğranayım okuma sancılayım, oğlum doğmasın, doğarsa on
yaşına varmasın, ağabeyimin yüzünü görmeyince, ölmüş ise kanını
almayınca bu gelin odasına girersem, dedi. "14l
Buna benzer motiflere diğer Türk destanlarında da rastlamakta­
yız. Mesela; Doğu ve Güneydoğu Anadolu ile Kuzey-lrak'ta yerleşik
Kürt Türkleri'nin meşhur destanlarından biri olan "DEST ANA
MEM E ALAN" (Alanlı Memo Destanı)'da, şöyle bir ifadenin yer al­
dığını görmekteyiz :

"(Memo ile Zin) karyolaları yanyana çekip konuşmaya daldılar.


Birbirlerine ağır yemin ettiler.
Peygamberin ve evliyaların adına and içtiler.
Memo, boynundan çıkardı değerli hamaylısınıısı ve getirdi ner­
gis kılıcını, bunların ikisini, koydu iki yatağın arasına.
Dedi : 'Bu gece yanyana yatalım, bacı-kardeş gibi.
Sabah olunca çağıralım Mığrıbiler kentinin şeyhlerini, bilginlerini.
Tanrı'nın emri ve Peygamber'in kavliyle ikimizin nikahını kıy­
sınlar . . . "ıeı.

Görülüyor ki silah, Türk yiğidinin yanında gerdek odasına, zifaf


yatağına kadar girmiştir. İki sevgili arasına uzatılan kılıç, aşılmaz
bir sınır olmaktadır. Burada Türk hayatında silahın yeri ve kutsallı­
ğı yanında, Türk yiğidinin nefsine hakimiyette gösterdiği irade kud­
reti de görülmektedirl7l.
(4) Muharrem Ergin, Dede Korkut Kitabı, İstanbul 1971, s. 206.
(5) Hamaylı /hamail: 1. Omuzdan asılan çapraz bağ, kılıç kayışı. 2. Muska.
(6) Destana Meme Alan, İstanbul 1978, s. 240.
(7) Arslan Ergüç, "Dede Korkut Kitabı'na Göre Türklerde Si!Ahın Yeri ve Önemi",
Türk Kültürü, sayı : 58, s. 762 (Ağustos 1967).

8
Yine Dede Korkut'tan başka örnekler vermek yerinde olur ka­
naatindeyiz.

Destanda; Oğuz yiğitlerinden Bamsı Beyrek, kendini almak şartıyla,


onu zindandan kurtaracak olan ka.fir beyinin kızına; "kılıcıma doğrana­
yım, okuma saplanayım, yer gibi kertileyim, toprak gibi savrulayım, sağ­
lık ile varacak olursam Oğuz'a, gelip seni helallığa almazsam dedi."ııı.

Kan Turalı da üç canavarı öldürme karşılığı hak ettiği Selcen


Hatun'la gerdeğe konduğu zaman öfkesi kabarır: "Kılıcını çıkardı
yere çaldı, kertti, dedi ki : Yer gibi kertileyim, toprak gibi savrula­
yım, kılıcıma doğranayım, okuma saplanayım, oğlum doğmasın, do­
ğarsa on güne varmasın, bey babamın kadın anamın yüzünü görme­
den bu gelin odasına girersem, dedi"l•I denilmektedir.
Merhum Prof. Dr. Abdülkadir İnan'a göre; Oğuz and törenindeki
"yer kertme" ve küçük çocukları nişanlarken "beşik kertme", "ara­
ya silah koyma" en eski şamanizm devrinden kalma unsurlardır<10ı.
Kırgız Türkleri'nin "Manas Destanı"nın kahramanlarından Alp
Yulay, at sürülerinin iki çobanı ile dostluk andı yaparken, kendisi ile
onların arasına bir ok koyuyor1ııı.
Manas Destanı'nın "Büyük Sefer" rivayetinde bir yerde Manas;
"göğsü tüylü yağız yer beni vursun, dipsiz yüksek mavi gök beni ce­
zalandırsın, keskin ay-baltam beni parçalasın" diye and içiyor ki,
Dede Korkut'taki yemin şeklinin aynıdırıı21,
Bunun daha eski bir benzerini, Hunların V I . yüzyılda, Hakan
Bayan'ın, Sava nehri üzerinde yaptırdığı köprünün kendisine karşı
olmadığını anlatmak için Bizans hükümdarına verdiği yeminde bu­
luyoruz : "Sava nehri üzerine köprü kurmakla Romalılara karşı za­
rar vermek niyetinde isem, ben Bayan mahvolayım, bütün Avarlar

(8) Muharrem Ergin, anılan eser, s. 76.


(9) Anılan eser, s. 148, 149.
(10) Abdülkadir İnan, "Gerçek Kelimesi Üzerine Not", Türk Dili, VIII, s. 687.
(11) Abdülkadir İnen, "Dede Korkut Kitabında Eski İnançlar ve Gelenekler", Türk
Kültürü Araştırmaları (1966-1969), Ankara 1973, s. 149.
(12) Abdülkadir inen, "Menes Destanı Üzerine Notlar", Türk Dili Araştırmaları
Yıllığı (Belleten), Ankara 1959, s. 144.

9
mahvolsun, gök üstümüze yıkılsın, Gök-Tanrının ateşli okları bizi
öldürsün, dağlar ve ormanlar başımıza yıkılsın, Sava suyu taşarak
bizi yutsun"cıJı.
Fatih Sultan Mehmed 'in Galata ahalisine verdiği ahitnamedeki
yemin formülü içinde, üzerine yemin ettiği unsurlar arasında, "ku­
şandığım kılıç hakkıyçün" denilmektedir.
Silahdar Tarihi'ndeki bir rivayete göre de; Edirne vak'asında
(1703), Yeniçerilere, bir tepsi üzerine konan Kur'an-ı Kerim, kılıç,
ekmek ve tuz üzerine yemin ettirilmektedirl141.
Kılıç üzerine and içme formüllerinden birisini de, daha önce sözü­
nÜ ettiğimiz, Kürt Türkleri'nin "ALANLI MEMO DESTANI"ndan
vermek istiyoruz. (Cizre beyinin kızına aşık olan Memo, padişahı oldu­
ğu Mığrıb kentini terkederek Cizre'nin yolunu tutar. Burada Hasan,
Çeko (Çaka) ve Karatacin (Karataçlı) adlı üç kardeşe konuk olur. Her üç
kardeş, Memo'nun işini halledeceklerine söz verip, and içerler... )
Buradaki "and " formülünü gayet ilgi çekici bulduğumuzdan,
söz konusu destandan, konu ile ilgili geniş bir alıntı vermeyi faydalı
bulduk :
"Hasan, daldı düşüncelere . . .
Dedi : 'kardeşler, yiğitler yiğitlerin kapısına gider . . .
Düşmanların garezinden, şimdi boynumdan çıkarmak istiyo-
rum kılıç kaytanını ve hamayl ıyı.
Memo'nun derdine çare bulacağımıza, onların üstüne yemin
edelim . . .
Anladım k i bu yiğit aşıktır, sevdiği d e bizim mahalleden, Cizreli­
ler içinde bizim Celali takımındandır.
Dedim ki davanı sonuçlandıracağım, bu kılıç ve bu hamaylı adı­
na; senin derdin-yaran, biz Celalilerin derdi, yarasıdır.

13) Hüseyin Namık Orkun, "Eski Türklerde Andlaşma", T.C. Adliye Vekaleti, Türk
Hukuk Tarihi, Araştırmalar-Düşünceler-Belgeler, Ankara 1935, s. 19 v.d.
(14) Orhan Şaik Gökyay, anılan eser, s. CCCIX, CCCX.

10
Her kimse ona getireceğim, karşılıksız, parayla değil;
Bunun üzerine Çeko elini attı kılıç ve hamaylıya.
Dedi : 'Benden taraf, bu konuğumuzun gelişi her ne içinse, ya­
pacağım, mademki siz iki kardeşin isteği böyle.
Elini hangi kızın omuzuna koysa ve o biz Celalilerden bile olsa,
Hasan'ın sözünü kırabilir miyim? Onun sevdiğini, kuşluğa kalmaz,
getiririm. '
Bu kez sıra geldi, her ü ç kardeşin küçüğü Karatacin'e.
Elini koydu kılıcın ve hamaylının üstüne,
Dedi : 'Küçük kardeş daima tüm kardeşlerin kulu, kölesidir.
Bu kılıca ve bu hamaylıya bir kez and içerim ki, konuğumuzun
isteği Cizrel15l kentinde ne olursa olsun onu yerine getireceğim.
Doğrusu, çok sevdim onu, konuk olmasa da kardeşim gibi.'
Hasan bir kez daha dönüp dedi : 'Yiğitlerin sözü and için üçün-
cüsüdür.
Bu kılıç ve bu hamaylıya and içerim ki tüm Cizre kenti üstüne.
Sözüm yerine gelecek ...
Bize Botanlıı11ı derler.
Gelip bize konuk oldu Kürt Padişahı Mem� Alan,
Biz üç kardeş kılıç ve hamaylı üzerine birlikte and içtik. . . "(t7J

(15) Cizre : Günümüzde, Ş ırnak ilimizin bir ilçesidir.


(16) Boten : Pek çok kaynakta "Bohten" ya da "Boğdan" şeklinde geçmektedir ki;
sondaki (-an), Farsça çokluk ekidir. Diyarbakır ve Mardin yörelerinde yerleşik bulu­
nan bir aşiretimiz de "Bohti" adını taşımaktadır. "Bohti" (Buht-i/Buğd-i :
Buğd'lu) adı, 24 Oğuz boyundan biri olan "Buğduz"un bozulmuş şeklinden başka
birşey değildir. Bu boy, Üç-Oklar koluna bağlı Deniz-Hen Oğullerı'ndandır. Aşiret­
leriıpizin sosyal yapısının geniş bir şekilde ele alındığı "Şerefneme"de (yazılış tari­
hi : 159'7); "bütün Kürtler Boht (Boğt/Buğd) ve Becen adlı iki kardeşten türemişler­
dir" (Şerefneme, s. 202) denilmek suretiyle, Doğu Anadolu yöremiz aşiretleri Oğuz
boylarından gösterilmiştir. Şerefneme'de ayrıca; Kürtler'in ileri gelenlerinden
"Buğduz" adlı birinin, Türkistan'ın ünlü hükümdarı Oğuz Hen ("Oğuzlar'ın hanı")
tarafından bir heyetin başına geçirilerek, Hazreti Muhammed'e (s.e.v.) elçi olarak
gönderildiğine de yer verilmektedir (Şerefneme, s. 27). Adı geçen "Bec:en" ise, yine
Oğuz boylarından olen "Beçene"nin değişik bir söyleniş şeklidir. Ki, bu boy da yine
Üç-Oklar koluna bağlı Gök-Hen Oğullan'ndendır.
(17) Destana MemEI Alan, s. 294, 295, 296, 309.

11
Altaylı Türk boylarından Telengit Türkleri'nin and töreni, A. Ka­
laçev adlı etnograf tarafından tespit edilmiştir. Onun verdiği bilgiye
göre, Telengitlerin and töreninde en önemli unsur silahtır. And içen
adam, eski zamandan kalma bir çakmaklı tüfek tutup şu formülü
söyler : "İşte ay, işte güneş, işte silah! Ben bu silahı yalıyorum. Eğer
suçlu isem, güneşi gözüm görmesin, bu silah beni öldürsün."ııeı.
Türklerde kahramanın kılıcı altından geçmeninl1 91 itaat ve sada­
kat andı sayıldığına tanık olarak; Dede Korkut'ta, Beyrek'in yavuklu­
sunu bir düzenle almaya kalkışan Yalancı-oğlu Yaltacuk'un, Beyrek'in
kılıcı altından, Beyrek'in de onun suçundan geçtiği belirtilmiştirı20ı .
Eski bir Türk geleneği olan silah üzerine and içme olayı, günü­
müzde de bütün canlılığı ile T Ü RK SİLAHLI KUVVETLERİ'nde de­
vam etmektedir.
Askerlik yükümlülüğü altına giren şahıslarla [erbaş ve erler),
özel kanunlarla silahlı kuvvetlere intisap eden asker kişiler; asker
ocağına katıldıktan bir müddet sonra, hazırlanmakta oldukları yurt
savunması görevinin şuurlu kutsiyetine erişmek için, hatırası her
askerin ömrü boyunca hiç unutulmayacak özel törenlerle bayram
sevinci içerisinde, en engin manaları mündemiç andı içerler.
Türk Silahlı Kuvvetleri'ne intisap eden her asker; düzenlenen ye­
min töreninde, sağ elini silahın üzerine koymak suretiyle şu andı içer:
"Barışta ve savaşta, karada, denizde ve havada, her zaman ve
her yerde, milletime ve cumhuriyetime doğruluk ve muhabbetle hiz­
met ve kanunlara ve nizamlara ve amirlerime itaat edeceğime ve as­
kerliğin namusunu, Türk sancağının şanını canımdan aziz bilip,
icabında vatan, cumhuriyet ve vazife uğrunda seve seve hayatımı fe­
da eyleyeceğime namusum üzerine and içerim"ı21ı.
(18) A. Kalaçev, Poezdka k Telengitam, Javaya Starina, 1896, iV. Kısım, s. 485 (zik­
reden : Abdülkadir İnan, "Eski Türklerde ve Folklorda And").
(19) Ahat Ural Birkul, "Topkapı Sarayı Müzesindeki Türk Kılıçları Üzerine Bir
İnceleme", Türk Etnografya Dergisi, Ankara 1961, sayı : iV, s. 20 v.d.
(20) Muharrem Ergin, anılan eser, s. 92.
(21) Doruk - Türk Kültürü ve Medeniyeti Dergisi, sayı : 1, Ağustos 1976, s. 148, 153, -Or­
du Özel Sayısı- [Hazırlayanlar : Prof. Dr. İsmail Kayabalı, Cemender Arslanoğlu).

12
TÜR KLER ' DE KÜPELİ ER KEKLER l"l

Kulak memesine takılan, ekseriya kıymetli maden ve taşlardan


yapılan süse "küpe" denildiğini biliyoruz. Şemseddin Sa.mi, "K§.mus-ı
Türki" adlı eserinde, küpe için, "kadınların kulağa astıkları süs"
şeklinde bir açıklamaya yer veriyorsa da, küpenin yalnızca kadına
tahsis edilmesi hata.lıdır. Çünkü eski Türk töresinde, erkekler de
küpe takmışlardırı1 ı .

Prof. Dr. Fuat Köprülü'nün araştırmalarından çıkardığı sonuca


göre, Türkler arasında kulağa halka yahut küpe takmak a.deti İsla.m­
lıktan önceki devirlerde bile vardır. Cengiz Han çocuklarında, Ti­
murlularda, Kara-Koyunlular'da ve Ak-Koyunlular'da hükümdarlar
kıymetli küpeler takmaktadırlar. Kara-Koyunlular ve Ak-Koyunlu­
lar'da, yalnız hükümdarlar değil, orduyu teşkil eden Türkmen'lerin
de kulaklarına halkalar takmaları bu §.detin özellikle Türkmen'lerde
çok yayılmış olduğunu anlatmaktadır. Ama bunların kulaklarına
halkalar takmaları hiç bir suretle "esaret ve inkiyat timsali" olarak
kabul edilemezı2ı.

Kara-Koyunlu hükümdarı Kara Yusuf'un 1420 yılında, 65 yaşın­


da iken ordug§.hta öldüğü zaman, askerlerinin küpelerini almak için
kulaklarını kestiklerine dair bilgilere de rastlamaktayızl3l,

Kuzlıy Uygur devletini yıkan Karaşar'ın kuzeyindeki Akdağlar


yakınında oturan Hakas'larda, erkekler kulaklarına küpe takarlar14l.

(") Yeni Forum, Sayı: 250, Mart 1990, s. 73.


(1) Reşat Ekrem Koçu, Türk Giyim Kuşam ve Süslenme Sözlüğü, Ank. 1967, s. 162.
(2) Prof. Dr. Fuat Köprülü, "Dede Korkut Kitabına Ait Notlar : Altın Küpeli Oğuz
Beyleri", Azerbaycan Yurt Bilgisi, İstanbul 1932, 1, s. 17, v.d.
(3) ) . Deguignes, Türklerin Tarih-i Umumisi, Cilt : VI, s. 102.
(4) W. Radloff, Sibirya'dan, (Çev. Ahmet Temir], I, s. 138.

13
XIV. yüzyılda Anadolu'da esnaf tabakası ile zanaat erbabının
çok yakın bağları olduğu Ahi z§.viyelerinde şeyhler ve müridleri, bir
sanata sahip olduklarının al§.meti olarak sağ kulaklarına bir küpe
takmışlardır. Ahilerin içinden çıkarak bir Mnedanın kurucusu ol­
muş Osman Gazi'nin torunları bu h§.tıranın yolunda bir sanat öğ­
renmeye hevesk§.r olmuşlar, bir kısmı hünerlerin içinde muhakkak
ki bir as§.let taşıyan yazı sanatında çalışmışlardır. Bu arada Kanuni
Sultan Süleyman gibi büyük bir imparator da kuyumculuk ile meş­
gul olmuştur. Yavuz Sultan Selim'in kulağında bir küpe taşıdığı, kü­
peli muhayyel bir portresi yapılacak kadar meşhurdur. Kanuni Sul­
tan Süleyman'ı yakından görmüş olan Fransız r§.hibi J�rom Morand
da, büyük p§.diş§.hın sağ kulağında bir fındık büyüklüğünde ve ar­
mut şeklinde tek inciden küpesi olduğunu söylemektedir.

Bazı şeyhler, kalender dervişler kulaklarına küpe takmaya asrı­


mız başına kadar devam etmişlerdir. Erkeklerden küpe takanların
bir kısmı da sırf süslenme bakımından, oyuncu kollarının genç rak­
kasları olmuştur. XVI I . yüzyılda Evliya Çelebi, Küpeli Ayvaz Ş ah
adında meşhur bir köçekten bahseder<11 .

Bir Türk-Oğuz uruğu olan Kürtler'de de bu geleneğin var oldu­


ğunu bilmekteyiz.

"Tarih Encümeni Mecmuası"nda yayınlanan bir dörtlükte,


1584yılında İran seferine iştirak için gelen asker ve kumandanı ve
kumandanın kulağındaki küpe şöyle tarif ediliyor :

"Gelmişti ceyş-i Kürdistan tarnöm


Her biri rezm eri, dfv irtisam
Mülk-i Palu Mkimi Cemşid-i fer
Kılşe-i gılşmda var rnengılş-1 zer"

(5) Reşat Ekrem Koçu, anılan eser, s. 162.

14
Günümüzün Türkçesi ile :

Gelmişti tüm Kürdistan askeri


Herbir savaşçısı dev gibi iri idi
Göründü kulağında altın küpesi ile
Palu16l mülkünün ha.kimi güçlü Cemşid'i.17l

Van'a seyahat eden Evliya Çelebi, Çölemerik/Hakkari, Ş atak ve


Vastan halkından bahsederken : "Genellikle kulaklarının yanları bı­
çakla delinip kan akıtarak turna, şahin ve horoz telleri sokmuşlar­
dır"l6l demektedir.

Evliya Çelebi, yine Van'da gördüğü "binbeşyüz küpeli Tatar as­


keri"nden de haber vermektedirısı .

Prof. Dr. M . Fahrettin Kırzıoğlu da, folklor bakımından incele­


diği Kürt Türkleri'ndeki bu gelenekle ilgili olarak; "Erkek çocuğa
küpe takma ve bununla cinleri, perileri kandırıp 7 veya 9 gibi tek yıl­
lı yaşında sünnet oluncaya kadar oğlanın saçını uzatıp kız elbisesi
giydirmek. 1. Sultan Selim'in, Maraşlı (Dulkadırlı) Türkmen anası­
nın bu milli geleneğe göre bebekken kulağına taktığı küpeyi, büy­
üyüp Osmanlı P§.dişahı ve Halife-i Müslimin olduğu ha.lde çıkarma­
yışı gibi, 'Küpeli-Kürt erkekleri de, ölünceye değin bunu kulakların­
dan çıkarmazlar . . . " ııoı demektedir.

Son zamanlara kadar da bu adetin Kürtler arasında yaşatıldığını


söyleyebiliriz. Bizim de bu hususta gözlemlerimiz olmuştur. Bilhas­
sa çocukları yaşamayan ailelerde bu gelenek daha belirgindir. Bu

(6) Pıılu : Günümüzde Elazığ'a bağlı bir ilçedir.


(7) Süleyman Sabri Paşa, Van Tarihi ve Kürt Türkleri Hakkında İncelemeler, 3.
Baskı, Ankara 1982, s. 1 2 .
(8) Evliya Çelebi, Seyahatname, Cilt : 4, İstanbul 1976.
(9) Anılan eser, s. 1209.
(10) M. Fahrettin Kırzıoğlu, Kürtlerin Türklüğü, Ankara 1968, s. 122.

15
tür aileler, kalan tek oğullarının yaşaması için okul çağına gelinceye
kadar saçlarını kesmezler, kız elbisesi giydirip, sağ kulağına da küpe
takarlar.

Anadolu'nun pek çok yerinde de benzer adetlere rastlanmakta­


dır. Örneğin Gaziantep'te, köylülerin erkek çocuklarının kulakları­
na küpe taktıkları görülmektedirc11ı .

Dede Korkut destanlarında da, "kulağı altın küpeli Oğuz


beyleri "ndenı1 2ı bahsedildiği bilinmektedir.

( 1 1 ) Muhtar Göğüş, Kitab-ı Dede Korkut, Gaziantep Dili ve Göreneği, Gaziantep


1938, s. 53.

(12) Muharrem Ergin, Dede Korkut Kitabı, İstanbul 1971, s. 48.

16
TÜR K DESTAN VE MASALLAR INDA
ŞEKİL DE GİŞTİR ME
(KUŞ ŞEKLİNE GİR ME) MOTİFİl*l

Türk destan ve masallarında bir hayli işlenen, kahramanların


şekil değiştirme, diğer bir ifade ile kuş şekline girme motifi, bilhassa
İslamiyetten önceki Türk dini inancında da önemli yer tutarı1 ı.

Eski Türk inançlarında, din adamları olan Kam'lar, zaman za­


man birer kartal şekline girer, gökleri dolaşır ve ondan sonra da ye­
rer inerlerdi. Her Kam'ın, şekline girebileceği bir hayvan vardı.
Ama büyük Kam'ların eşleri daha çok "kuş"lar idiler. Anadolu'daki
eski Türk şairleri, başka bir kuşun şekline girme olayını "donuna
girmek" deyimi ile ifade ediyorlardı. B üyük mutasavvıflardan Ah­
met Yesevi, zaman zaman "turna donuna", Hacı Bektaş-ı Veli, "gü­
vercin donuna", Abdal Musa ise, "geyik donuna" bürünürlerdi. Abdal
Musa, Hacı Bektaş-ı Veli'nin Anadolu'ya gelişini şöyle anlatıyordu:

"Güvercin donuyla Urum'a uçan,


imamlar evinün kapısın açan!.. "

Gerçekten, Anadolu'daki hikayelere göre Hacı Bektaş-ı Veli,


"bir güvercin donuna (şekline) girmiş ve böylece uçarak Anadolu'ya
kadar gelmişti." Hacı Bektaş-ı Veli'nin, büyük güç ve tesirini gören

( ) M illi Folklor, Sayı : 5, Mart - 1990, s. 35 - 37.


*

Yeni Forum, Sayı : 244, 1-15 Kasım 1989, s. 47-48.


(1) Geniş bilgi için bk. Prof. Dr. Abdülkadir İnan, Eski Türk Dini Tarihi, İstanbul
1976; Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu, Eski Türk Dini Ankara 1980. (Kültür Bakanlı­
ğı Yayınları).

17
Anadolu'lu yerli dervişler, onu kıskanmışlar ve ona karşı cephe al­
mışlardı. Bu mücadeleleri gösteren bazı sembolik hikayeler de yok
değildir. Söylendiğine göre; "Hacı Bektaş-ı Veli, güvercin donunda
Anadolu'ya gelince, onu hemen Doğrul Baba karşılamıştı. Doğrul
Baba, bir doğan donuna girmiş ve Hacı Bektaş-ı Veli'yi yakalamak
istemişti. Hacı Bektaş-ı Veli ise, bunu görünce silkinerek insan ol­
muş ve derhal Doğrul Baba'nın boğazından sıkarak nefesini kesme­
ye başlamıştı. Doğrul Baba, durumun tehlikeli olduğunu görünce,
Hacı Bektaş'tan aman dilemiş ve o da onun maiyetine girmişti."

Merhum Prof. Dr. Bahaeddin Ögel'e göre; bu hikaye de aslında,


bir Türk mitolojisidir. Çünkü "Doğrul Baba"nın adı "Tuğrul" kuşu­
nun adından alınmıştı. Tuğrul da, Türklerin hem kutsal hem de çok
iyi av yapabilen, büyük kuşlarından biri idi.

Bektaşiler, Uygurlar'ın bu eski dönüşümünü İsla.miyet'e uydur­


mak ve onunla bağdaştırmak istiyorlardı. Nitekim Bektaşi Ş airi Ab­
dal Musa, Hacı Bektaş-ı Veli'in güvercin şekline girmesini mutasav­
vıfların "devir", yani dönüşüm nazariyesi ile şöyle açıklamaya çalı­
şıyordu :

"Ali oldum, Adem oldum bahane,


Güvercin donunda, geldim cihöne! .. "

Merhum Prof. Dr. B . Ögel 'e göre; bu daha çok, eski Sibirya Şa­
manlarının düşüncesi ile Uygur tükellik nazariyesinin devamından
başka birşey değildi<2ı .

Ş imdi, bu motifin işlendiği Türk destan ve masallarından örnek­


ler verelim.

Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da yerleşik aşiretlerimizde pek


meşhur olan "ALANLI MEMO DESTANI "nda, bu motif şöyle kul­
lanılmıştır :

(2) Bahaeddin Öge!, Türk Mitolojisi, 1, İstanbul 1971, s. 110, 1 1 1 .

18
"Peri padişahının üç kızı vardı,
Büyüğünün adı Günkız'dı, ortanca bacının adı Aykız ve Yıldız-
kız'dı en küçüklerinin.
Birgün çıkıp Gül Çeşmesi başına gittiler,
Keklik tüyü postlarından soyundular,
Gül havuzuna daldılar.

Ü çü de postları örtünüp keklik biçimine girdiler.


Gül Çeşmesi'nden uçtular,
Botan Cizresi kentine geldiler . . .
Zin'in dairesinde kondular pencerelere, ışık deliklerine . . . "131.

Dede Korkut'ta işlenen motif de aşağı yukarı aynıdır. "BASAT'IN


TEPEG ÖZ' Ü ÖLD Ü RD ÜGÜ DEST AN"da şöyle denilmektedir :

"Oğuz bir gün yaylaya göçtü. Aruz'un bir çobanı var idi. Adına
Konur Koca Sarı Çoban derlerdi. Oğuz'un önünce bundan evvel
kimse göçmezdi. Uzun Pınar denmekle meşhur bir pınar var idi. O
pınara periler konmuştu. Ansızın koyun ürktü. Çoban erkeçe kızdı,
ileri vardı. Gördü ki peri kızları kanat kanada bağlamışlar (vermiş­
ler), uçuyorlar. Çoban, keçesini Üzerlerine attı, peri kızının birini
tuttu . . . Peri kızı kanat vurup uçtu . "141
..

Yine Dede Korkut'taki, "DUHA KOCA OGLU DEL İ DUMRUL


DEST ANI "nda sergilenen düşünce de aşağı yukarı aynıdır :

" . . . Deli Dumrul der : Bre, al kanatlı Azrail sen misin dedi. Evet
benim dedi. Bu güzel yiğitlerin canını sen mi alıyorsun dedi. Evet,
ben alıyorum dedi. Bre Azrail, ben seni geniş yerde istiyordum, dar
yerde iyi elime girdin değil mi dedi. Ben seni öldüreyim, güzel yiği­
din canını kurtarayım dedi. Kara kılıcını sıyırdı eline aldı. Azrail'e
çalmağa hamle kıldı. Azrlil bir güvercin oldu, pencereden uçtu
gitti. . . "151

(3) Destana Memlı Alan, İstanbul 1978, s. 229, 230, 231.


(4) Muharrem Ergin, Dede Korkut Kitabı, İstanbul 1971, s. 169.
(6) Anılan eser, s. 124.

19
İslamiyetten önceki Türk destanlarından biri olan "YARADILIŞ
DEST ANI "nda ise, şu hususlar dikkati çekmektedir :

"Herşeyden önce ve sadece su vardı. Yer, gök, ay ve güneş yok­


tu. İlah Kara Han (Kayra Han) ile insan vardı. Her ikisi de birer kara
kaz şeklinde, suyun üstünden uçuyorlardı. .. Kara Han kadını yaka­
layıp yüzüne tükürdü. Tükürür tükürmez de kadın bir kuş olup uçtu.
Bu kuş, eti yenmeyen tüyü bir işe yaramayan kl'ı:day denilen kuştur.
Kara Han erkeği yakalayıp onun da yüzüne tükürdü, o da bir kuş
olup uçtu, adına yalban kuşu dediler . . . "ceı

Birkaç örnek daha verelim.

"KARTAGA-MERGAN DESTANI "ndan :

" . . . Kartaga, evine dönerken savaş atının dağ sırtları üzerinde


koşarak yurta yaklaştığını görür, fakat at hiçbir şey söyleyemeden
altın eşiğin dibinde cansız olarak yere serilir. O zaman av atı, çabu­
cak üzerindeki eğer ve kantarmanın alınmasını ister, bunun üzerine
yerde bir defa ağındıktan sonra yalbagay kuşu şekline girerek ak ve
kara bulutlara doğru uçar ve gökte küçük bir kuş yakalayıp yere in­
dirir. Kartaga-Mergan kuşu yakalar. Av atı tekrar eski şekline gire­
rek, bu kuşun savaş atının ruhu olduğunu söyler, onu atın ağzına
koyarsan, hemen canlanır, der . . . Kartaga-Mergan, Kan-Töngüs'ün
yurtunu alıp götürürken, kızkardeşi bir atmaca şekline girerek yük­
seklere uçup gider . . "l7l
.

"KU G U LAR"dan :

"Bir padişahın, onbir oğluyla bir tek kızı vardı. Bu çocukların


sevgili anneleri ölünce, padişah başka bir kadınla evlendi. Bu yeni
hanım Sultan, büyücüydü; üvey evlatlarını da hiç sevmiyordu . . .
Ü vey anne, kızın onbir erkek kardeşini büyü ile birer kuğu şekline
soktu. Bu zavallılar, geceleyin yine insan olurlardı; fakat güneş do-

(6) M. Necati Sepetçioğlu. Türk Destanları. İstanbul 1972. s. 92, 98, 99.
(7) Anılan eser, s. 203, 216.

20
ğar doğmaz kuğu şekline girerek havaya uçarlardı. Yeşil göllere gi­
derek, orada sazların mor gölgelerinde yıkanırlardı. .. "ıeı

"YILAN BEY İLE POLT AN BEY"den :


" ... Ayşe Sultan, Poltan Bey'in sözlerini Padişaha söyledi. Padişah
halkı topladı. Büyük bir ateş yaktırdı, 'torunumu bu ateşe atacağım!'
diye ilan etti. Çocuğun gömleğini, çocuk diye, ateşe attılar. Bunun üze­
rine bütün kurtlar, kuşlar, geyikler, kederlerinden kanatlarını, tüylerini
döktüler, yas tuttular. Bu felakete kendilerinin sebep olduklarını gören
iki peri, iki beyaz güvercin suretinde gelerek ateşe atıldılar.. "191 .

"C İHANŞAH HİKAYESİ"nden :


" . . . Sabah oldu. Cihanşah odada oturuyordu. Baktı, güvercin gel­
di, kondu pencereye. Pencereden girdi içeriye. Gitti, içeri odada
soyundu. Güvercin elbisesini gizledi. Kız elbisesiyle meydana
çıktı . . . Periler Padişahının kızıymış. Uçtu gitti. . . O kızlar üç bacıdır.
Senede bir defa buraya gelirler. Burada havuz var, onların havuzu,
gelir, yıkanır, giderler . . . Cihanşah baktı ki, üç tane güvercin geldi,
bacaya kondu. İçeri boylandılar (baktılar), dışarı boylandılar. Büyük
kız dedi ki, beni insan kokusu geliyor. Küçük kız dedi, burada beni
insanın ne işi var, buraya nereden gelecek? Ortancıl kız dedi ki, sen
insan oğlunun eline düştüğünden kokuyu unutmuşsun, kokudan an­
lamıyorsun dedi. . . Bacadan indiler aşağı. O yana baktılar, bu yana
baktılar kimse yok, soyundular. Havuza indiler, yıkandılar, çimdi­
ler . . . (Cihanşah) elini uzattı, kendi nişanlısının gömleğini çekti aldı.
Bunlar çıktılar (havuzdan), büyük kızlar gömlvklerini giyindiler, kil"
çük kız elini attı, gömlek yok. Kız, benim gömleğimi çaldılar dedi.
Büyük kız dedi, demedim mi burada beni insan var? O senin gömle­
ğini çaldı. Bunlar acele giyindi. Güvercin donunu da giydiler, çıktı­
lar bacaya. Cihanşah'ın nişanlısı kaldı . . . "tıoı

(8) Ziya Gökalp, Altın Işık, Ankara 1976, s. 25.


(9) Anılan eser, s. 71, 72.
(10) Prof. Dr. Seldhattin Olcay - Dr. A. Bican Ercilasun - Dr. Ensar Aslan, Arpaçay
Köylerinden Derlemeler, Ankara 1976, s. 29, 3 1 .

21
"ÜÇ YUMURTA"dan:
" . . . Dedi bak, ileri gideceksin, bir çeşme var, bir havuzdur. Ha­
vuz gül ile bezenmiş, güzel silinip süpürülmüş. O havuzun başında
güzelce yatacaksın, iki tane güvercin gelecek. O güvercinler soyuna­
cak, melaikedirler. Onlar soyunduğu zaman, birinin donunu gizle­
yeceksin. O güvercinler sana yumurtaların yerini söyleyecekler ...
Bu gitti güzelce, çalıdan, çırpıdan kendisine bir perdelik yaptı, gö­
rünmeyecek bir şekilde havuzun başında, öğlen sıcağında baktı ki
hakikaten de, kanat kanata vurarak iki tane beyaz güvercin indi çeş­
menin başına, soyundular, düştüler çimdiler. Bu, birinin elbisesini
gizledi. . . İkisi de çıktı. Biri giyindi çıktı, kanat vurdu uçtu gitti, biri
kald ı. . . "111ı

"PADİŞAHIN ÜÇ OGLU"ndan :
" . . . Mehemmet gitti, baktı ki bir güzel kız oturuyor. Kız, aman
dedi Mehemmed sen nere bura nere, katır gelir tırnak salar, kuş ge­
lir kanat salar, kara dev şimdi gelir, seni de yer, beni de yer. Ne ya­
pal ım? Dedi sen bir kuş ol kon pencereye. Kara dev gelecek. . . Ya Ali
ya Bismillah der devi vurursun. Bu kuş oldu, kondu pencereye . . . Ka­
ra dev geldi, oturdu sofrasının başına ekmek yedi, bu ya Ali ya Bis­
millah dedi kılıcını çekti, buna nasıl çektiyse bu ikiye bölündü . . "•12ı
.

Görüldüğü gibi; Türkistan'dan Anadolu'ya, buradan da Balkan­


lara kadar uzanan geniş bir coğrafi sahada yayılan bütün Türk boy,
oymak ve aşiretlerinde müşterek olan unsurlar ve değerler aynıdır.
Asırlar geçmesine ve yabancı kültürlerin bunca taarruzlarına ve
tahribatlarına rağmen de bu ortak dokuların ve motiflerin değişme­
diği, bilakis daha canlı ve görkemli olarak dimdik ayakta durdukları
a şikardır.

(11) Anılan eser, s. 1 5 1 .


(12) Anılan eser, s . 376.

22
TÜR K DESTAN LAR IN DA "YEDİ" SAYISI<"l

Her milletin kültüründe belirli sayıların özel yerleri vardır. Mil­


letler, türeyişlerinden itibaren birtakım değerler yaratır, geliştirir ve
bu değerlere kültürleri içerisinde özel anlamlar kazandırırlar. Bu
olay, o kültürel unsurun millileşmesi şeklinde tanımlanabilir. Bazen
de belirli değerler birden fazla milliyetin kültür mahsulüdürler. Hiç
kimsenin olmayan veya herkesin olan değerler de vardir. Bu tasnif
ve tanım sayı kültürü için de geçerlidir.

Türk milli sayı kültürü içerisinde üç, yedi, dokuz, kırk ve ben­
zerlerinin özel ve önemli yerleri bulunduğu bilinmektedirl1l. Türk
kültürünün çeşitli kesimlerinde yer alan binlerce örneği olmakla be­
raber, biz öncelikle ve özellikle; Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölge­
lerimizde yerleşik bulunan Kurmanç Türk aşiretleri arasında pek
meşhur olan "DESTANA MEM E ALAN" (Alan'lı Memo Destanı)
ile bunun edebi bir şekli olan "MEM O ZİN"de pek ziyade işlenen
"yedi" sayısı motifinin kullanılış biçimini, -alıntılar yapmak
suretiyle- diğer destan ve hika.yelerimizdekilerle mukayese etmekle
yetineceğiz.

(0) Yeni Forum, Sayı: 243, 16-31 Ekim 1989, s. 44-45


(1) Bk. Prof. Dr. Abdülkadir İnan, "Türk Destan ve Masallarında Kırklar Motifi",
Türk Dili, sayı: 77, 1985; Prof. Dr. M. Fahrettin Kırzıoğlu, "Eski Türklerde ve
Oğuz/Türkmenlerde ikili, Dörtlü, Altılı, Onikili, Yirmidörtlü Düzen", Beşinci
Milletlerarası Türkoloji Kongresi, lstanbul, 23-28 Eylül 1985, s. 255-267; Baha­
eeddin Ögel, Türk Mitolojisi, 2. cilt, lstanbul 1971; H. Avni Yüksel, "Türk Folk­
lorunda Bazı Sayılar", "Türk Folklorunda Kırk", "Türk Folklorunda Dokuz
Sayısı", "Türk Folklorunda Yedi Sayısı", Mi11i Kültür Dergisi, sayı: 4,5,6, 1981.

23
"Destana Mem� Alan"dan:

"Büyük, paha biçilmez bir kenttir Mığrı b kenti.


Yedi dağın üstünde . . . "
"Emer Beg geldi ve açtı kapısını yedi odanın . . . "

"(Memo der :) Dairem beneklidir, yedi katın üstündedir . �· .

"Zin 'in tahtını kaldırdılar, iki çırayla birlikte,


Yükselttiler göğün yedinci katına dek ... "

"Cariye dedi : Hey, Tanrı 'nın ateşi baba evini tutuştursun,


Yedi yerden hem de!"
"(Memo) İçinden belki on kez demişti : Keşke yer yarılsaydı da
ben yedinci kata gömülseydim."
"(Emer Beg, Memo'ya der:) Zin de ölecek, senden yedi gün sonra."

"(Atın) kişnemesi göğün yedinci katına ulaşırdı. .. "


"Mir Ezin yedi ocağı söndürmekte. . . "

" Yedinci gün, Zin öldü, göçüp gitti ..."Czı

"Mem O Zin"den :

"Parlak kümeleri yıldız kümeleri gibi ışıklı,


Tam yedi gün ve yedi gece,

Sıti'nin meclisi ve Tacdin'in çevresini


Bu şekilde süslediler ve şenlendirdiler.

Yedinci günün seher vaktinde,


Sanırdın ki ateş yetişti yağa. "C31

(2) Destana Meme Alan. İstanbul 1978, s. 221, 228, 235, 241, 280, 329, 374, 382, vd.
(3) Ehmede Xani, Mem t1 Zin, İstanbul 1975, s. 195, 197.

24
"Yaratılış Destanı"ndan :
"Kara Han, Erliği yerin altındaki karanlıklar ülkesine sürdü,
üzerine yedi kat kilitler vurdurdu . . . "l4l

Tufan Efsanesi"nden:

"Tufan (yayık) hakkında Altay Türkleri şu rivayeti naklederler:


Tufan olacağını ilk olarak demir boynuzlu, gök (tüylü) bir teke (tem­
ri müüstü kök teke) haber vermişti.

Gök teke yedi gün yeryüzünü dolaştı ve bağırdı.

Yedi gün zelzele oldu.


Yedi gün dağlar ateş püskürdü.
Yedi gün yağmur yağdı .
Yedi gün fırtına oldu ve dolu yağdı.
Yedi gün kar yağdı.

Bundan sonra müthiş soğuk oldu. Yedi aziz kardeş vardı. Bunlar
tufan olacağını bildiler. Yedi kardeş gemi yaptılar. Her cins hayvan­
dan bu gemiye birer çift aldılar . . . "l5l

"Göç Destanı"ndan:
"Türkeli'nin bütün kurdu kuşu, bütün hayvanları dile geldi, ken­
di dillerince kayanın düşmana verilişine ağladılar. Yedi gün sonra
da bu düşüncesiz hakan öldü . . . Bir gün Bugu Han bir düş görür. Bu
düşü Bugu Han hemen her gece, yedi yıl , altı ay ve yirmi iki gün üst
üste görür. .. "ıuı

[4) Mustafa Necati Sepetçioğlu, Türk Destanları, İstanbul 1972, s. 98.


(5) A. V. Anohin. "Allay �amanlığına Ait Maddeler : Yerin ve İnsanların Yaradı­
lışı Hakkında Efsaneler'". (Çev. Abdülkadir İnan), Ülkü Dergisi sayı : 88, Hazi­
ran 1940; ayrıca bk. Prol. Dr. Abdülkadir İnan, Eski Türk Dini Tarihi, İ stanbul
1976, s. 89, 90.
[6) M. N. Sepetçioğlu, aynı eser, s. 1 36, 137.

25
"Köroğlu Destanı"ndan :

"Köroğlu, atını şu şekilde övmektedir :

Kır atı sorarsan yedidir yaşı


İridir gövdesi ufaktır başı
Dizgini çekende un eder taşı
Alma gözlü kız perçemli kır atım

Köroğlu'nun bir diğer seslenişi de şöyledir :

Koç Köroğlu girdi meydan almağa


Nara vurup düşmanına dalmağa
Yemin ettim yedi derya dolmağa
Doldurun denize çalın kılıcı. "171

"Zoya Tülek Destanı"ndan :

"Zoya Tülek yedi gün yedi gece bekledi. Zayıfladı, halsiz düştü.
Yüzü sarardı, avurtları çöktü .. "181
.

"Ay Böke Destanı"ndan :

"(Tilki, iki kardeşe :) 'Yedi gün gittikten sonra dağın öte tarafında
yetmiş pencereli altın bir ev bulacaksınız, orada bir hükümdar oturur,
ona tabi olmalısınız' diyor... Bunu gören Kümüs-Pırgı/Ay-Mökö'yü
yakaladı/Yedi gün güreştiler ... " 191

"Kartaga-Mergan Destanı"ndan :

"Kuşlar şöyle bağrışırlar : 'Yedi gök yerine yedi defa gideriz' ...
Kan-Töngüs, pehlivanın/Altın yatakta uyuduğunu gördü/Yedi sarı

(7) Aynı eser, s. 166, 167.


(8) Aynı eser, s. 178.
(9) Aynı eser, s. 191, 197.

26
kız/Onun başına destek oluyordu . . . Çok mu güreştiler I Az mı güreş­
tiler I Yedi gün güreştiler I Yere yuvarlanmadılar . . . İki vahşi kulun
gibi I Bağrıştılar I Yedi yıl güreştiler I Yere yuvarlanmadılar . . . Kan­
Töngüs bağırıverdi : 'Yer altındaki yedi kuğu I Yedi kuğunun dama­
dı I Yer aynası, Yer kara . . . At korkar ve Kartaga'nın hiçbir akrabası
yoktur, diyerek sızlanır, inler. Semayı yedi defa dolaşır, hiçbir kar­
deşini bulamaz . . . Karışık yeleli at kel kafalı bir adam şekline girer;
bu adam kutuyu açarak yedi kuşu eline alır ve diğer eliyle de
Kartaga-Mergan'ın bir kenara bıraktığı kılıcı yakalayarak yedi ku­
şun kafasını koparır. O zaman kuğu karısı cansız yere serilir . . . " 11oı

"Salur Kazan'ın Evinin Yağmalandığı Destan"dan :


" . . . Bıyığını ensesinde yedi yerde düğümleyen, yiğitler ejderha­
sı, Kazan Bey'in kardeşi Kara Göne . . . Yedi kızın ümidi, boz aygırlı
Beyrek . . . Kazan Bey ordusunu, çoluğunu çocuğunu, hazinesini aldı
geri döndü. Yedi gün yedi gece yeme içme oldu . "11 1ı . .

"Kam Püre'nin Oğlu Bamsı Beyrek Destanı"ndan :


"(Beyreğin) Yedi kız kardeşi ak çıkardılar, kara elbiseler giydi­
ler . . . (Bezirganlar, Beyreğe der :) 'Yedi kız kardeşini yedi yol ayırı­
mında ağlar gördüm Bamsı' . . . Derelerde kdfire kırgın girdi. Yedi ka­
fir beyi kılıçtan geçti. . . Beyrek yedi kız kardeşini, yedi yiğide
verdi... "112ı

"Kazan Bey Oğlu Uruz Bey'in Esir Olduğu Destan"dan :


"(Kazan der:) .. . 'ben bu oğlanı alayım ava gideyim, yedi günlük
azık ile çıkayım' . . . 'avda kalan oğul için kaygılanma, yedi gün ben
Kazan'a mühlet ver, yerde ise oğulu çıkarayım, gökte ise indireyim' . . .
Akça Kale Sürmeli'ye gelip Kazan kırk otağ diktirdi. Yedi gün yedi
gece yeme içme oldu . . "l1 3J.

(10) Aynı eser, s. 203 - 2 1 5 .


(11) Muharrem Ergin, Dede Korkut Kitabı, lstanbul 1971, s. 4 7 , 48, 5 1 .
(12) Aynı eser. s. 7 1 , 7 5 , 92, 94.
(13] Aynı eser. s. 99. 109. 1 19.

27
"Kanglı Koca Oğlu Kan Turalı Destanı'ndan :

"(Kan Turalı) Kırk yiğidini yanına aldı. Yedi gün yedi gece at
koşturdular . . . Kafirler yedi ağaç yer karşı geldiler, neye geldiniz yi­
ğit beyler dediler. İzzet hürmet eylediler. Ak çadır diktiler, alaca ha­
lı döşediler, ak koyun kestiler, yedi yıllık al şarap içirdiler. Alıp bun­
ları teküre getirdiler. Tektir taht üzerinde oturmuştu. Yüz kafir gizli­
ce giyimini (zırhını) giyinmişti. Yedi kat meydanı dolandı geldi . . . Te­
ktir devenin ağzını yedi yerden bağlayın dedi... (Kan Turalı) yedi
gün yedi gece at koşturdu . . . "CHJ

"Kazılık Koca Oğlu Yigenek Destanı"ndan :


"(Yigenek'in dayısı Emen Beğ der :)
Yetiştiğinde yel yetişmezdi yedi vurgunum
Yedi bayırın kurduna benzerdi yiğitlerim
Yedi kişiyle kurulurdu benim yayım
Kayın dalı tüylerinden som altınlı benim okum
Yel esti yağmur yağdı yükü koptu
Yedi defa vardım o kaleyi alamadım geri döndüm
Benden daha er çıkmayasın Yigeneğim dön. "c1sı
(Yukarıya aldığımız "soylama"daki mısraların toplamının da
' 'yedi ' ' olması dikkat çekicidir.)

"Basat'ın Tepegöz'ü Öldürdüğü Destan"dan :


"Tepegöz çevirip önünü kesti, Oğuz'u bırakmadı, geri yerine
kondurdu. Velhasıl Oğuz yedi kerre ürktü, Tepegöz önünü kesip ye­
di kerre yerine getirdi. . . Oğuz beylerinin de kimisini perişan edip ki­
misini şehid eyledi, yedi defa Oğuz'u yerinden sürdü . . . Basat'ın dili­
ne bu geldi ki: 'LA ilahe illallah Muhammedün Resıilullah' dedi. He­
men o anda künbet yarıldı, yedi yerden kapı açıldı. .. "c1sı

(14) Aynı eser, s. 139, 140, 146, 149.


(15) Aynı eser, s. 163.
(16) Aynı eser, s. 172, 1 74, 180.

28
"Salur Kazan Esir Olup Oğlu Uruz'un Çıkardığı Destan"dan:
"Kazan'ı küçücük ölüm tuttu, uyudu. Meğer, Oğuz beyleri yedi
gün uyurdu. Onun için küçücük ölüm derlerdi. . . Tekür'ün karısı
der : 'Dinin için Kazan Bey, yedi yaşında bir kızcağızım ölmüştür . . . ',
Kazan güzel çimene çadır otağ diktirdi. Yedi gün yedi gece toy dü­
ğün edip yeme içme oldu. "c11ı

Misaller çoğaltılabilir. Fakat bu kadarını kafi görüyoruz.


Eski Türkler' de "yedi" sayısı kutsal bir rakamdı. Aynı zamanda,
bir hafta da "yedi" gündü. Doğu Türklerinde 9 sayısı kutsallığını de­
vam ettirip giderken, Batı Göktürk devletinde 7 rakamı, daha çok
önem kazanmaya başlamıştıı11ı . Göktürk Kitabeleri'nde de sık sık 7,
17, 27, 70, 700 sayılarının kullanıldığı bilinmektedirl19l . Batı Göktürk
Kağanı İstemi Kağan, Bizans İmparatoru'na yazdığı mektupta, ken­
disinin "yedi iklimin hükümdarı" olduğundan söz açıyordu. Tür­
geş'ler çağında, Çin kaynaklarının verdikleri haberlere göre, "yedi
tuğlu" T'u-mi-tu adlı bir Karluk reisi vardıc2oı .

Alanlı Memo Destanı'nda işlenen; "yedi dağ", "yedi kat yer


altı", "yedi kat gök" motiflerine de Türk kültüründe sık sık rastlanıl­
maktadır.

( 1 7) Aynı eser, s. 2 16, 218, 230.


(18) Bahaeddin Öge!, Türk Kültürünün Gelişme Çağları, 1, İst. 1971, s. 56,57.
(19) Bk. Hüseyin Namık Orkun, Eski Türk Yazıtları, 4. cilt, İstanbul 1936 - 1941;
Prof. Dr. Muharrem Ergin, Orhun Abideleri, İstanbul 1973; Ali Öztürk, Ötüken
Türk Kitabeleri, İstanbul 1973.
(20) Bahaeddin Öge), Türk Mitolojisi, İstanbul 1971, il, s. 270.

29
TÜR K BOYLAR INDA "NEVR UZ " GELENE Gİl"l

Türk kültür ve folklor tarihinde, "Nevruz"un çok önemli bir yeri


vardır. Eski çağlardan beri, hemen hemen bütün Türk boy ve oy­
makları arasında Nevruz kutlanmakta ve bugünün adına çeşitli şen­
likler tertiplenmektedir.

Nevruz konusu, bölücü ve yıkıcı çevreler tarafından, özellikle


son yıllarda, alabildiğine istismar mevzuu yapılmaktadır. Gerçek
anlamı üzerine de bir sünger çekilmek suretiyle, asılsız ve hayali bir­
takım düzmece tanımlarla ifa.de edilen Nevruz, Doğu Anadolu Türk­
leri'ne de bu şekliyle kabul ettirilmeye çalışılmaktadır.

Nevruz ("nev" : yeni, "ruz : gün) kelime anlamıyla "yeni gün"


demek olup, Farsça'dan gelmektedir. Ortaya çıkışı ise, çok eskilere
dayandırılmaktadır. İ ran destan yazarı Firdevsi'nin "Şehname"sin­
de izah edildiği kadarıyla; kökü, İran'ın efsanevi padişahlarından
"Cemşid" çağına kadar götürülmektedir. Ancak, Nevruz adı zaman­
la, İran'a komşu bulunan toplumların da kültürlerine girdi. Her top­
lumda önemli bir günün başlangıcı olarak benimsenen bu ad, za­
man süreci içinde gittikçe birbirinden farklı, değişik anlamlarla ifa­
de edilmeye başlandı.

Türkler'de yılbaşı, ilkbaharda, gece ile gündüzün eşit olduğu 2 1


Mart günüdür. Bugün, Türk topluluklarında çeşitli adlarla kutlanır.
Nevruz, Noruz, Navrız, Newroz, Naurus, Ergenekon, Bozkurt,
Çağan gibi adlarla kutlanan bu bayram ile ilgili olarak Türk toplu-

(*) Yeni Forum, Sayı : 251, Nisan 1990, s. 80-81.


Erciyes Dergisi, Sayı : 150, Haziran 1990.

30
luklarında çeşitli gelenekler meydana gelmiştir. Orta Asya'dan Ana­
dolu'ya ve Balkan Türkleri'ne kadar bu gelenekleri ve törenleri tes­
pit etmek mümkündürcıı.

Orta Asya Türk topluluklarında yılın ilk gününe "Navrız" denil­


mekte olup, bu gelenek çok eski tarihlere kadar iner.

Kırgızlar, yeni yılın ilk gününe "Nooruz" adını vermekte ve bu­


gün "Nooruz Köcö" denilen özel bir yemek yemektedirlerı2ı .

Doğu Türkistan Türkleri arasında da Nevruz geleneği yaşamak­


tadır. Uygur Türkleri bugünü bahar bayramı olarak kabul etmekte
ve bu güne "Novröz" demektedirler.

Kazaklar'da da Nevruz geleneği yaygındır. Kırgızlar'da görülen


Köcö yemeği, Kazaklar'da da vardır. Kazaklar buna "Navröz Köcö"
ya da "Navrız Köce" adını vermektedirler.

Bir diğer önemli husus da, Kazaklar'ın Mart ayı için "Navrız"
adını kullanmalarıdır.C3J

Bazı kaynaklarda ifade edildiğine göre, Kürtler'de Mart ayı için


"Nevruz" adı da kullanılmaktadırC4l.

Azerbaycan Türkleri'nde Nevruz bayramına mahalli şive ile


"Noruz/Noyruz" denildiği gibi, Ergenekon Bayramı ve Bozkurt Bay­
ramı adı da verilirl5l .

(1) Geniş bilgi için bk. Doç. Dr. M. Abdülhalılk Çay, Türk Ergenekon Bayramı Nev-
rılz, Ankara 1988.
(2) K. K. Yudahin, Kırgız Sözlüğü, Ankara 1945, s. 496, 585.
(3) Halife Altay, Anayurttan Anadolu'ya, Ankara 1981, s. 20, 196.
(4) Dıldar Berwari, "Lı Ser N av�n Mehan" (Ayların Adları Üzerine), Roja Nıi (Yeni
Gün) dergisi - Kürtçe-, Sayı , 46, Stockholm 1983.
(5) Doç. Dr. M. A. Çay, anılan eser, s. 82; M. Emin Resulzade, "Nevruz Bayramı",
Azerbaycan, Sayı : 24 (Mart 1954).

31
Kırım Türkleri'nde de Nevruz geleneği yaşamaktadır. Kırım
Türkçesine Nevruz sözü, "Navrez" şeklinde girmiş olup, 21 Mart
günü bu bayram kutlanmaktadırısı.

Batı Trakya Türkleri'nde Nevruz geleneği "Mevris" adıyla bilin­


mektedirC7l.

Çuvaş Türkleri'nde "Naurus' ' , Mart ayında olup, yeni yılın ilk
günü anlamına gelmektedircsı.

Osmanlı Türkleri 'nde de Nevruz sayılı günlerden biri olarak


kutlanmış, güneşin koç burcuna girdiği anda "Nevruziyye" adı veri­
len bir macun veya tatlı yemek adet olmuştur. Nevruz münasebeti
ile, sadrazam padişaha donanmış atlar, murassa silahlar ve pahalı
kumaşlar gibi, hediyeler verirdi. Bunlara "Nevruziyye pişkeşi" deni­
lirdi. Nevruz'da divan edebiyatı şairlerinin "caize" almak için, bü­
yüklere kaside sunduklarını da belirtelim19l.

Günümüz Anadolu Türkleri 'nde; Alevi, Bektaşi, Tahtacı, Yörük,


Kara papak, Kürt, Azeri, Türkmen vs. gibi, gerek mistik yollara bağlı
olan, gerekse olmayan Türk topluluklarında, Nevruz, pek yaygın
olarak ve adeta bir bayram havası içinde, asırlardan beri kutlana
gelmektedir.

Türk musikisinin en eski makamlarından biri de " Nevruz" adını


taşır. Bunun, bilinen çeşitleri şunlardır : Nevruz Büzürk, Nevruz
Hicaz, Nevruz Hüseyni, Nevruz Irak, Nevruz İsfehan, Nevruz Kı1-
çek, Nevruz Neva, Nevruz Buselik, Nevruz Rast, Nevruz Rehavi,
Nevruz Saba, Nevruz Zengule, Nevruz-i Acem, Nevruz-i Arab,
Nevruz-i Asi , Nevruz-i Hara, Nevruz-i Sami, Nevruz-i Sultani Uş­
şak. Bunlardan Nevruz-i Arab ile Nevruz-i Hara'nın üç veya dört, di-

(6) Mehmet Vahap Yurtsever, "Nevruz (Nevrez)", Emel, Sayı : 75 (Mart-Nisan


1973), s. 33.
(7) Abdürrahim Dede, Batı Trakya Türk Folkloru, Ankara 1978, s. 123.
(8) H. Paasonen, Çuvaş Sözlüğü, İstanbul 1950, s. 94.
(9] Meydan Larousse, "Nevruz" maddesi; Doç. Dr. M. A. Çay, anılan eser, s. 175.

32
ğerlerinin en az altı yüzyıllık geçmişi vardır. Ancak günümüzde hiç
birinden örnek kalmamıştırııoı.

Kürt Türkleri de "Nevruz"u, soydaşı bulundukları diğer Türk


boy ve oymakları gibi eynen kutlamaktadırlar. Bunlarla diğer Türk
topluluklarının Nevruz'a bakış açıları aynıdır. Nevruz, kelime ola­
rak her ne kadar İ ran kökenli ise de, Kürtler de dahil bütün Türk
boylarında, taşıdığı anlam tamamen milli olup, Türk kültüründen
kaynaklanmıştır. Bu bakımdan diyebiliriz ki, Kürtler'deki Nevruz
bayramı, geleneksel Türk Nevruzunun ve dolayısıyla Türk milli
folklorunun ayrılmaz bir parçasıdır.

Bugün, bazı kötü niyetli kişilerce istismarı yapılan, Türklük'ten


ayırmak için de üzerine " İ rani"lik, ya da "Zerdütti"lik kılıfı geçiril­
mek istenen "NEVRUZ", nereden bakılırsa bakılsın, Türk milli kül­
türünün malıdır.

Doğulu gençlerimizin kafalarını bulandırmaktan, karıştırmak­


tan başka bir mana ifade etmeyen; "İrani" veya "Zerdüşti" kılıflı
olan uydurma ve düzmece Nevruz tanımlarının, düşmanın birer
oyunu olduğu bilinmelidir. Gençlerimiz bu hain oyunların ve propa­
gandaların içyüzünü kavramakta gecikmemelidirler . . .

(10) Geniş bilgi için bk. Yard. Doç. Dr. Zı>ınelabidin Makas, Türk Milli Kültüründe
Nevruz, İstanbul 1987; Doç. Dr. Op. Bedri Noyan, "Şi'ıi'nın B ayramlarından
NevrO.z" ve "NevrO.z Erka.nı", Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi il,
İzmir 1983; Doç. Dr. M . A. Çay, anılan eser.

33
NEVR UZ BAYRAM I VE ERGENEKON

Türk topluluklarının duygu ve düşüncelerinde önemli yer tutan


pek çok olayın başlangıç günü olarak kabul edilen ve bir bayram ola­
rak türlü etkinliklerle her yıl kutlanan "Nevruz ' ' , bir bakıma, Türk­
ler'in "Ergenekon'dan Çıkış Bayramı "dırc1ı .

Prof. Dr. Süheyl Ü nver'e göre; Nevruz, Türkler'in Ergenekon'dan


çıktıkları gün olup, Orta Asya Türklüğü'nün bayramıdırczı .

"Nevruz" üzerine önemli araştırmalar yapan Doç. Dr. Bedri


Noyan da; "Türkler için Nevruz, Ergenekon'dan çıkış, dünyaya
yayılış günüdür. "C3l demektedir.

Bu bayramın Türk boyları arasında niçin kutlandığını, ilk defa


13.asır Moğol tarihçisi Reşidüddin tarafından yazıya geçirilen,
Türkler'in "Ergenekon Destanı"ndan öğrenelim :

"Türk illerinde Göktürk oku ötmeyen, Göktürk kolu yetmeyen


bir yer yoktu; yani bütün ülkeye Göktürkler hakimdi. Bu durum ise,
diğer bütün öteki kavimlere acı geliyordu, üstelik Göktürkleri de kıs­
kanıyorlardı. Bir araya gelip birleştiler ve Türkler' den öç almaya ka­
rar verdiler, onların Üzerlerine yürüdüler . . . Göktürkler yenildi. Düş­
man, Göktürkler'i öldüre öldüre çadırlarına kadar geldi, mallarını
yağmaladı . . . Büyüklerin hepsini kılıçtan geçirdiler, küçükleri kul

(1) Doç. Dr. M. Abdulhalük Çay, Türk Ergenekon Bayramı Nevruz, Ankara 1988.
(2) Prof. Dr. Süheyl Ünver, "Bugün Nevruz'', Haber Gazetesi, 21 Mart 1967.
(3) Doç. Dr. Op. Bedri Noyan, "Şi'a'nın Bayramlarından NevrO.z" ve "NevrO.z Erkanı",
Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi, il, İzmir 1983.

34
edindiler ve her birini alıp kendi evlerine götürdüler . . . Kayan ile Tu­
kuz, her ikisi de düşmana esir olmuşlardı . . . Bir müddet sonra kadın­
larını da kurtarıp düşmandan kaçtılar ve esirlikten kurtuldular . . .
Oturup düşündüler : 'Dört yanımız düşman dolu, bizi yaşatmazlar'
dediler. 'En iyisi, dağların içinde insan yolu düşmez sapa bir yer bu­
lup orada yerleşelim' diye karar verip, sürülerini (deve, at, öküz,
koyun) de alarak dağa doğru varıp göçtüler . . . Vardıkları yerde akar
sular, çeşmeler, türlü bitkiler, meyve ağaçları ve avlar vardı. Böyle
bir yeri görünce Tanrı'ya şükrettiler. Kışın hayvanlarının etini yedi­
ler, yazın sütünü içtiler, derisini giydiler ve bu yere"Ergenekon" de­
diler . . . Kayan'ın ve Tukuz'un burada zaman geçti, bir çok çocukları
oldu. Yıllar yılı bu iki yiğidin çocukları Ergenekon'da kaldılar.
Çoğaldılar, çoğaldılar .. O yöreye sığmaz oldular . . . Bu yüzden topla­
nıp konuştular. Ergenekon'dan çıkmak için bir yol aramaya başladı­
lar, bulamadılar. O zaman bir demirci dedi ki; "bu dağda bir demir
madeni var. Yalın kata benzer. Madenin demirini eritsek bir yol
olurdu."14l. Bunun üzerine dağın geniş yerine bir kat odun, bir kat
kömür dizdiler. Sonra, yetmiş deriden körük yapıp yetmiş yerde
kurdular ve ateşlediler . . . Tanrı'nın gücü ve inayeti ile ateş kızdıktan
sonra DEMİR DA G eriyip akıverdi. Yüklü deve çıkacak kadar yol ol­
du. O günü, o ayı, o saati belleyip Ergenekon'dan dışarı çıktılar. Es­
ki düşmanlarıyla savaştılar. Yendiler . . . Böylece dörtyüz yıl sonra
kanlarının öcünü aldılar .. BU MUKADDES G Ü N15ı, O G Ü NDEN
SONRA T Ü RKLER İÇİN BAYRAM OLDU. Her yıl, o gün gelince
büyük törenler yapıldı. Bu törenlerde, bir parça demir alınıp ateşte
kızdırılıyordu, sonra da kızdırılan demiri Türk hakanı kıskaçla tu­
tup örse koyuyor, çekiçle dövüyordu ve bayramı başlatıyordu . "ıeı. . .

(4) M. Fuat Köprülü bu kısmı şöyle zikrediyor: " . . . bir demirci dedi ki; burada DE­
M İRDEN BİR DAG var, onu eritelim." (bk. Köprülüzade Mehmet Fuat, Türk
Edebiyatı Tarihi, Cilt : 1, s. 67).
(5) Çoğu kaynaklarda bu günün, miladi takvime göre 21-22 Mart, rumi takvime göre
9 Mart'a rastladığı kaydedilmektedir.
(6) M. Necati Sepetçioğlu, Türk Destanları. lstanbul 1972, s. 1 29-132.

35
Ebulgazi Bahadır Han (1603 - 1663) tarafından yazılan "Şecere-i
Terakime"de, konu ile ilgili olarak şu bilgi veriliyor :
"Oğuzlar ve Moğollar, Ergenekon'dan çıkılan günü ve onun
saatini bellediler. Her sene o günde ve o saatte bayram yaparlar. Bir
parça demiri ateşe sokup kızdırırlar. Önce han, bir aletle demiri tu­
tup örse koyup çekiçle vurur. O günü gayet aziz tutarlar "171,
...

Diyarbakır'lı büyük Türk filozofu Ziya Gökalp de, "Ergenekon"


hakkında yazdığı bir şiirinde, Türkler'in Ergenekon'dan çıkış gü­
nünde bayram yaptıklarını şöyle dile getiriyor :
"Kurt bir delik buldu gitti
Bir demirci takip etti.
Ocak ( ateş) yaktı, taş eritti
=

Açıldı yol kapağımız.


Büyük sevinç, büyük müjde
Bayram yaptık köyde, kentte.
Torun, oğul, baba, dede
Büyüğümüz, ufağımız. "ısı.
"Ergenekon'dan çıkış bayramı", son senelere kadar "Türk
Ocakları", daha sonra " Ülkü Ocakları"na mensup gençler tarafın­
dan, her yıl 2 1-22 Mart gününde kutlanıyordu. Önce ATEŞ YAKI­
LIR, sonra ateşe bir demir parçası atılırdı. Demir kızdıktan sonra
ocak başkanı çekiçle dövüyor ve böylece bayramı, yani Nevruz'u
başlatıyordu.
1969'larda kurulan DDKO (Devrimci Doğu Kültür Ocakları)'na
mensup bazı doğulu gençler de NEVRUZ'u, dağlarda, tepelerde
ATEŞ LER YAKMAK suretiyle kutluyorlardı. Bu, aslında Ergene­
kon dağlarında "kurtuluş için" yakılan ATEŞ 'i simgeliyordu. Fakat
bu gençler, dağlarda yaktıkları bu ateşin gerçek anlamını bilmiyor,
bildikleri şey, bu günün Kürttürkleri'nin düşmanlarının esaretinden
kurtuldukları gün olduğu idi.

(7) Ziya Gökalp, Türk Töresi, Ankara 1976, s. 104, 105.


(8) Ziya Gökalp, Kızılelma, Ankarıı 1976, s. 112, 113.

36
Daha sonraki yıllarda da, hatta günümüzde de bazı doğulu genç­
ler, bu eski Türk geleneğini -değişik anlamlar da vererek- her yıl 2 1
Mart'ta, kutlamaya devam etmektedirler. NEVRUZ adı verilen bu
bayram, gerçek manası ile Ergenekon'dan çıkış gününün bayramı­
dır.

Kürttürkleri'ndeki Nevruz'un İ ranlılar'la hiçbir ilgisinin bulun­


madığını da ileri süren bu gençler, " Rızgari" dergisinde, şu açıkla­
mayı yapıyorlar :

" İranlılar, Nevruz'un kendi bayramları olduğunu iddia etmele­


rine rağmen, bu iddia asılsızdır ve temelsizdir. Çünkü günümüzde
birçok toplum bugüne sahiplik ederek bayram şenlikleri yapıyorlar...
bu kıymetli günü kendi malları biliyorlar. "ısı

Adı geçen dergide Kürttürkleri'nin kutladıkları Nevruz günün­


de "ateşlerin yakıldığı"da belirtilmektedirı10ı.

i. Nuri de kitabında; "ATEŞ YAKMA" konusuna yer vererek


şöyle diyor :

"Bu bayramı ("Nevruz"), Kurmanc aşiretlerinden Çarekler daha


iyi kutlarlar . O gece herkes evinin arkasında yahut yüksek yerlerde
..

ATEŞ YAKAR. " 1111.

Kürttürklerine mensup gençler, Nevruz'u -bu anlamıyla- niçin


kutladıklarını şöyle yazıyorlar:

"Yıllardan beri yerleşmiş bulunan ve nesilden nesile aktarılmakta


olan inanışa göre; Kürtler, yüzyıllar önce 21 Mart günü Kave adlı bir
D E M İ R C İ 'nin önderliğinde, zalim bir hükümdar olan Dah­
hak'a karşı ayaklanmışlar, onun zulmüne son vererek hürriyete kavuş­
muşlardır. O gün Kürtler, zulümden kurtuluşun sevincini birlikte pay­
laşmak için bayram yapmışlar, DAGLARDA, Y ÜKSEK YERLERDE

(9) Rızgari dergisi, Sayı : 1, Mart 1976, s. 15.


(10} Anılan dergi, s. 14.
(11) İhsan Nuri, Kürtlerin Kökeni, İstanbul 1977, s. 79.

37
ATEŞLER YAKARAK bu mutlu haberi birbirlerine iletmişler. O
gün, bu gün her 21 Mart gelişinde bu mutlu gün yeniden anılmış, se­
vinci yeniden paylaşılmıştır . . Günümüzde de çoğu yerde, 2 1 Mart
Nevruz bayramı aynı anlamda, ATEŞLER YAKILARAK şenlikler
düzenlenerek kutlanır . . . " ı12ı .

1 812 yılında -ikinci defa- İ ran'ı dolaşan Jamis Morrier adlı İngi­
liz gezgini: "Demavend halkı, her yıl 31 Ağustos'ta Dahhak'tan kur­
tuluşu kutluyor. Bu bayram 'Ayd-ı Kurdi' ( = Kürt Bayramı) adını alı­
yordu. "l13ı diyor.

Bunun "ERGENEKON BAYRAM I " olduğu açıktır. Yukarıda


adı geçen ve Kürttürkleri'nin düşmanı olduğu belirtilen "DAHHAK",
aslında bir hükümdarın adı değil, bir sülalenin, toplumun adı olsa
gerektir.

Kürt Türkleri 'nin ortaya çıkışını anlatan Dahhak efsanesi ile Er­
genekon destanı arasındaki ortak noktalar, benzerlikler oldukça ilgi
çekicidir. Her iki rivayetin de hemen hemen aynı tezgahta dokundu­
ğunu, aynı motifler içinde işlendiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.

Burada, konunun ayrıntılarına girmeden, sadece bir iki husus


üzerinde duracağız.

"DAH HAK" adı bazı kaynaklarda; "Zahhak", "Ezidehak", "Eji­


dehak", "Ejideha" vs. gibi şekillerde geçmektedir ki, mana itibariyle
"ejderha" demektirl141 . Firdevsi de "Şehname" adlı kitabında çoğu
yerde "Dahhak" için, doğrudan doğruya "EJDERHA" tabirini kul­
lanmakta ve bin (1000) yıl yaşadığını belirtmektedir. Doğrusu, "bin
yıl" gibi çok uzun bir zaman kavramı, bir insanın ömründen ziyade,
bir sülalenin veya milletin başka sülaleler yahut topluluklar üzerin-

(12) Devrimci Demokrat Gençlik, Seyı : 2 (Mart 1978), s. 10.


(13) Bazil Nikitin, Kürtler, Cilt : 1 , lstanbul 1976, s. 47; M . Fahrettin Kırzıoğlu,
Kürtlerin Türklüğü, Ankara 1968, s. 1 1 3; Dr. Fritsche, Kürtler, -Tarihi ve İçti­
mai Tetkikat-. İstanbul 1918.
(14) İhsan Nuri, anılan eser, s. 69

38
deki "egemenlik" süresini düşündürmektedir<15l. "EJDERHA" ise,
bu sülalenin adı veyahut milli bir sembolü olabilir. Bilindiği gibi "ej­
derha" motifi, çok eski çağlardan beri Çinliler'in milli bir sembolü
durumunda görülmektedir. Hatta eski Çinliler'de ve bilhassa 'Tao­
izm" adlı dini sistemlerinde de görüldüğü gibi; "dört yön"den her
birine, onun idaresine müvekkil olan bir hayvanın ismi verilir.
"Şark" (doğu) ciheti "EJDERHA"ya ayrılmıştır ki, "Çİ N"i temsil et­
mektedir<18ı.

Daha önce de işaret ettiğimiz gibi; "Ergenekon Destanı"nda de­


mir madeninin bulunduğu bir dağdan sözedilir ve Tüı:kler'in bir
DEMİRCİ 'nin yardımıyla bu dağda ATEŞ LER YAKARAK, DEM İ R
DAG 'ı erittiklerini v e hurdan çıkıp kurtularak düşmanlarından öçle­
rini aldıkları zikredilir.

Dahhak efsanesinde de "DE M İ R DAG" motifi işlenmektedir.


Kave isimli DEMİRC İ , Dahhak'ın sarayından çıktıktan sonra; Dah­
hak, yanındaki adamlarına şunları söyler :

"Kave saraya girip de kulaklarıma onun sesi gelince, onunla


aramızda sanki DEMİRDEN YAPI LM I Ş BİR DAG peyda oldu."1171

Görüldüğü gibi burada, çok düşündürücü bir tablo çizilmekte­


dir. Göktürkler ile düşmanları ve Kürttürkleri ile düşmanları arasın­
da tasavvur edilen "demirden bir dağ" motifinin her iki destanda da
işlenmesi, oldukça büyük anlam taşımaktadırl 18>.

Yine Dahhak efsanesinde; Kave adlı DE Mİ RCİ 'nin önlüğünü bir


mızrağın ucuna geçirip, BAYRAK olarak kullcınarak halkın başına
geçtiği ve onları Dahhak'ın esaret ve zulmünden kurtardığı kaydedi­
Jirııeı.

(15) Ihsan Nuri de bu görüşü ileri sürüyor (bk. anılan eser, s. 70)
(16) Ziya Gökalp, Türk Medeniyeti Tarihi, lstanbul 1976, s. 54.
(17) Firdevsi, Şehname, !, (Çev. Prof. Dr. Necati Lugal), İstanbul 1974.
(18) Geniş bilgi için bk. Hayri Başbuğ, "Kürt Türkleri'nin Doğuş Destanı İle Ergene­
kon Destanı Üzerine Düşünceler", Türk Kültürü, Sayı : 248 (Aralık 1983), s. 42-52.
(19) Firdevsi, anılan eser.

39
"Oğuzlar'la Göktürkler'i dörtyüz senelik esaretgahları olan Er­
genekon'dan kurtaran da bir DEMİ RC İ 'dir"ı2oı diyen Ziya Gökalp,
"Ergenekon" şiirinde de konuyu işlemekte ve demircinin BAYRAK
açıp Türkler'e önder olduğu da şöyle vurgulanmaktadır :

"Demirciye Bozkurt dendi;


Han tanıldı, taç giyindi;
Yoldan önce kendi indi,
Sağ elinde bayrağımız!

Ergenekon yurdun adı;


Börteçine kurdun adı,
Dört yüz sene durdun, hadi,
Çık, ey yüzbin mızrağımız! "12 1ı .

"ATEŞ "in de yakılması çok önemli bir unsurdur. Ergenekon'dan


çıkışta, ateşin rolü büyüktür. Demirci Kave'nin önderliğiyle Dah­
hak'a karşı yapılan ayaklanmada da ateş yakılmaktad ır. Ateş, eski
Türk dininde ve inançlarında MUKADDES'tir. Türk kültüründe ve
geleneklerinde mühim yer tutar.

ATEŞ 'i Kürttürkleri de mukaddes sayar ve ona büyük saygı gös­


terirler .ı22ı

(20) Ziya Gökalp, Türk Medeniyeti Tarihi, s. 340.


(21) Ziya Gökalp, Kızılelma, s. 1 1 3 .
(22) Hayri Başbuğ, "Nevruz", Türk Dünyası Araştırmaları, Sayı: 3 4 (Şubat 1985).

40
H IDIR ELLEZ : KÜLTÜR VE BAHAR BAYRAMJ C* l

30 Nisan 1990 tarihli gazetelerde, pek sevinçli bir haberle karşı­


laştık. Haber şöyle :
"Kültür Bakanlığı, 6 Mayıs'ı 'Hıdırellez Kültür ve Bahar Bayramı'
ilan etti. Kültür Bakanlığı'nın ilki önümüzdeki pazar günü kutlana­
cak Hıdırellez Bayramı ile ilgili olarak Valiliklere gönderdiği genel­
ge uyarınca il ve ilçelerde 'Hıdırellez Kutlama Komiteleri' kuruldu.
Valilik tarafından okullara gönderilen yazılarda da Hıdırellez Bay­
ramı nedeniyle çeşitli etkinlikler düzenlenmesi istendi. Kültür Ba­
kanlığı'nın da '6 Mayıs Hıdırellez Bayramı' nedeniyle hazırlıklarını
tamamladığı öğrenildi. 6 Mayıs H ıdırellez Kültür ve Bahar Bayramı
nedeniyle Ankara'da ilkokul öğrencilerinin de katılacağı 'devlet tö­
reni' düzenlenecek. Kültür Bakanlığı'ndan edinilen bilgiye göre 6
Mayıs pazar günü Atatürk Orman Çiftliği 'nde düzenlenecek tören­
de Kültür Bakanı Namık Kemal Zeybek bir konuşma yapacak . . . öte
yandan Kültür Bakanlığı'nın genelgesi uyarınca, Hıdırellez Bayra­
mı önümüzdeki cuma günü camilerde verilecek vaazlarla tanıtıla­
cak. İslami inanışa göre ölümsüzlüğe ulaşmış Hızır ve İlyas peygam­
berlerin her yıl bir araya geldikleri gün olarak kabul edilen 6 Mayıs
öncesi verilecek vaazlarda, bu inanış işlenecek."• 1ı
Kültür Bakanlığı tarafından 6 Mayıs'ın "H ıdırellez Kültür ve Ba­
har Bayramı" olarak ilan edilmesi, çok yerinde ve isabetli bir karar
olmuştur. Kültür Bakanımız Sayın Namık Kemal Zeybek'i, bu fevka­
lade önemli ve milli konuya el atmasından dolayı tebrik ederiz.
Türk milli birlik ve bütünlüğünün adeta bir simgesi olan Hıdırellez,
Türkistan'dan Anadolu'ya, Kıbrıs'a, Balkanlara kadar uzanan bütün

[") Milli Folklor Dergisi, Sayı : 6, Haziran 1990, s. 18.


(1) Cumhuriyet Gazetesi, 30.4.1990, s. 1 , 15.

41
Türk diyarlarında, bütün Türk boy, oymak ve aşiretleri arasında bi­
linmekte, bu ad altında şenlikler düzenlenmekte ve kutlanmaktadır.

"Hızır" (Hıdır), anlam itibariyle "yeşil" ya da "yeşillik"tir. As­


lında "Hızır-İlyas" olan kelime, halk ağzında "Hıdır-ellez"e dönüş­
müştür. Hızır, bazı İslam bilginlerine göre peygamber olup, asıl adı
"Elyasa"dır. Jfazı bilginler ise Hz. Hızır'ın veli veya melek olduğu­
nu iddia etmişlerdir . . . Rivayete göre Hz. Hızır ile Hz. İlyas "ab-ı ha­
yat" içmişler ve ölümsüzlüğe kavuşmuşlardır. l:iu iki arkadaş ab-ı
hayatı içtikten sonra; Hızır karadakilerin, İlyas ise denizdekilerin
yardımcısı olmuştur. Hızır ile İlyas 6 Mayıs tarihinde buluşurlar­
mış. Bu buluşma ile birlikte dünya da ye�illiklere bürünürmüşı2ı .

Hızır inancı, bütün Türk topluluklarında doğrudan doğruya ba­


harın gelmesi merasimi ile ilgili bir inanıştırl3l.

Türk folklorunda Hıdırellez ile ilgili sayısız inanışlar ve her yıl o


gün ve gecede uygulanan gelenekler yer almaktadır. mesela; kısme­
tin çıkması, talihin açılması, ev sahibi olmak, zengin olmak, hasta­
lıklardan korunmak, sıhhatli olmak, yılın başarılı ve becerikli geç­
mesi, yılın talihli geçmesi, yılın bereketli geçmesi, vs. gibi çeşitli di­
lekler için birtakım ameliyeler yapılmaktadırl4l .

"H ıdırellez" geleneği Anadolu'nun her tarafında vardır. Hıdır


Nebi, Hıdır-Elyas, Hıdrellez, Hoca Hıdır, Sultan H ızır, vs. gibi halk
ağızlarında değişik söyleniş biçimleri de görülmektedirısı.

(2) Doç. Dr. Ali Berat Alptekin, "Hıdırellez", Görgü Ansiklopedisi, s. 1 24.
(3) Türk Milli Bütünlüğü içerisinde Doğu Anadolu (Hazırlayanlar : B. Öge! H.D.
Yıldız, M.F. Kırzıoğlu, M . Eröz, B. Kodaman, A. Çay), Ank. 1986, s. 1 10
(4) Murat Uraz, "Hıdırellez ve Hızır ile liyas", Türk Folklor Araştırmaları, Sayı :
346 (Mayıs 1978).
(5) Kemal Güngör "Anadolu'da H ızır Geleneği ve Hıdırellez Törenlerine Dair Bir
İnceleme", Türk Etnografya Dergisi, Sayı : 1 (Ankara 1956).

42
Kaynaklarını da göstermek suretiyle, bazı örnekler vermek gerekir
ise; İZMiRı1ı, İSTANBULl'I, YOZGATıeı , VANıeı , KARsııoı, Muş ı111,
B İTLisı1 2ı, SİİRT, AGRll13ı, TUNCELİ114l, ELAZIG, B İNGöLıısı, Dİ­
y ARBAKIR118l , vs. gibi yörelerimizde bu inanç ve buna dayalı gele­
neksel motifler hep aynı anlamı ifade etmektedirler.
Yer adlarında da hep aynı "birlik" bilincinin muhafaza edildiği­
ni görmekteyiz. Köy adlarından örnekler : HIDRANLIKANTARMA
(Yolboyu), Pazarcık/K. Maraş. HIDIRDODİK (Adımova), Hamur/Ağ­
rı. HIDIRİLYAS (Hızırilyas) Merkez/Diyarbakır. HIDIROZ (Kıraç­
lar), Çemişgezek/Tunceli. HIZIRDERE, Düzce/Bolu. HIZIRİLYAS,
Horasan/Erzurum. HIZIRKAHYA, Kumluca/Antalya. H IZIRŞAH,
Datça/Muğla. H IZIRUŞAGI, Kozaklı/Nevşehir, vs. 1171
Hızır'ın Türk oymak ve aşiretlerine de isim olduğul181, arşiv ka­
yıtlarının tetkikinden anlaşılmaktadır.

(6) Gündüz Artan, "İzmir'de Hıdırellez Eğlence ve İnanışları", TFA, Sayı : 323
(Haziran 1976).
(7) Sermet Muhtar Alus, "İstanbul Folkloru : Ruz-u Hızır", TFA, Sayı : 23 (Hazi­
ran 1951).
(8) Hasan Özbeş, "Yozget'ta Eğrice (Hıdırellez) Hazırlığı", TFA, Sayı : 170 (Eylül 1973).

(9) Ven il Yıllığı 1967, Ankara 1968, s. 81.


(10) Şeref Taşlıova, "Gülyüzü Köyünde Hıdırellez", Kars Eli, Sayı : 59 (Haziran
1969); Mustafa Turan, "Hıdır-Ellez (Hızır-llyaz)", Kars Eli, Sayı : 24 [femmuz 1966).
(1 1 ) M. Şerif Fırat, Doğu illeri ve Varto Tarihi, Ankara 1981, s. 228.
(12) Yusuf Ziyaeddin Paşa, Kürtçe-Türkçe Sözlük, İstanbul 1978, s. 147.
(13) Ihsan Nuri, Kürtlerin Kökeni, İstanbul 1977, s. 76.
(14) M . Nuri Dersimi, Dersim Tarihi, İstanbul 1979, s. 36; Bilal Aksoy, Tarihsel De­
ğişim Sürecinde Tunceli, Ankara 1985, s. 2 19, 220; Ömer Kemal
Ağar, Tunceli-Dersim Coğrafyası, İstanbul 1940, s. 45; Neşit Uluğ, Tunceli Me­
dey.iyete Açılıyor, İstanbul 1939, s. 99.
(15) Ramazan Korkmaz, "Fırat Havzası Folklorunda Hıdırellez Şenlikleri ve Bu Ge­
leneğin Türk Dünyası içindeki Yeri", Fırat Havzası il. Folklor ve Etnografya
Sempozyumu, 5-7 Kasım 1987 Elazığ. Bildiriler - Elazığ 1989, s. 183-197.
(16) Şevket Beysenoğlu, "Esheb-ı Kehfin Yeri", 1. Uluslararası Türk Folklor Kong­
resi (23-30 Haziran 1975). Bildiriler-Ankara 1976, s. 4 1-48.
(1 7) Köylerimiz, Ankara 1982, s. 280, 887.
(18) Cevdet Türkay, Başbakanlık Arşivi Belgelerine Göre Osmanlı İ mparatorluğun­
da Oymak, Aşiret ve Cemaatler, İstanbul 1979, s. 30, 90, 418, 4 1 9.

43
Anadolu 'da Hızır, İlyas, Hıdırellez, vs. sözleriyle adlandırılan
birçok makam da vardır. TUNCELİ ilimizdeki "SULTAN H IZIR"
türbesiı10ı ile HATAY (Samandağ)' da "HIZIR MAKAMI" ı20ı, bunlar­
dan sadece birer örnektirler.
Türk-İslam inançlarında Hızır kültü destanlarımızın da önemli
motifleri arasında yer almaktadır. Mesela; Kırgız Türkleri'nin "Ma­
nas Destanı"ndaı21ı, Karahanlı Türkleri'nin "Satuk Buğra Han Des­
tanı"ndaı22ı , Kürt Türkleri'nin "Memo Alan Destanı"ndal23l, Oğuz
Türkleri'nin "Dede Korkut Destanları"ndaı241, Başkırt Türkleri'nin
"Zoya Tülek Destanı"ndaı251, Yozgat şehrinin adı efsanesindeı21ı,
Elazığ-Hazar Gölü efsanesindeı27ı, ayrıca " Beyböyrek", "Latif Şah",
"Salman Bey", "Kerem İle Aslı", vs. gibi halk hikayelerimizde de,
"H IZIR" önemli rol oynamaktadır.
Hızır inancı, Türk halk şairlerine de konu olmuştur. Karacaoğ-
lan'ın bir dörtlüğüne yer vermek istiyoruz :
"Şevketli efendim sultanım vezir
Altmış bin kılıçlı yanında hazır
Deryalar yüzünde boz atlı HIZIR
Benli boza binmiş o da geliyor. "1211.
Diğer taraftan; Anadolu dışında, Azerbaycan, Bulgaristan, Batı
Trakya, Yugoslavya, Kazak, Kırgız, Özbek, Kırım, Kıbrıs, Kerkük­
Musul, ve Altay Türkleri arasında da aynı inancın, aynı anlamda,
yaşamakta ve yaşatılmakta olduğunu görmekteyiz.

(19) Naşit Uluğ, anılan eser, s. 89.


(20) Yahya Benekay, "Anadolu'daki Peygamber Mezarları", Hürriyet, Kelebek eki
(12 Nisan 1990).
(21 ) Prof. Dr. Bahaeddin Öge!, Türk Mitolojisi, Cilt: 1, Ankara, 1971, s. 533.
(22) M . Necati Sepetçioğlu, Türk Destanları, İstanbul 1972, s. 142.
(23) Destana Mem� Alan, İstanbul 1978, s. 222, 251, 252, 253.
(24) Muharrem Ergin, Dede Korkut Kitabı, İstanbul 1971, s. 20.
(25) M . Necati Sepetçioğlu, anılan eser, s. 175, 176.
(26) Mehmet önder, Efsane ve Hikayeleriyle Anadolu Şehir Adları, Ankara 1969, s. 105.
(27) İsmail Görkem, "Hazar Gölü (Elazığ-Sivrice) Üzerine Anlatılan Efsaneler", Mil-
li Kültür, Sayı : 70 (Mart 1990), s. 52.
(28) Mustafa Necati Karaer, Karacaoğlen, Tercüman 1001 Temel Eser, (tarihsiz), s. 267.

44
C ENAZ E TÖ R EN LER İNDE "SAÇ KESME" ADETİ

Cenaze törenleri, eski Türkçe'de "yuğ" adı ile tanımlanır. Orta


Asya Türkçesi 'nde; "yığlarnak", ağlarnakı1ı ve "yığlagur" da ağlayıcı
dernektir. Bu kelime ile ilgili olduğu anlaşılan "yuğ" veya "yog", ağ­
lama; yuğ veya yog töreni de matem/yas töreni, dernektirı21.
Eski Türkler'de yuğlara, yani cenaze törenlerine büyük önem
verilir. Ölen kişinin derecesine ve çeşitli yörelere göre yuğlar, az
çok birtakım farklılıklar gösterirdi. Bütün Türk topluluklarında yuğ­
lar tüyler ürpertici bir şekilde cereyan eder, yüzler çizilir, burunlar
ve kulaklar kesilir, saçlar yolunurdu. Şiddetli ağlamalar esnasında
ağıtlar söylenirdi. Bu hareketler ölüm esnasında olduğu gibi, cenaze
merasiminde de tekrarlanırdıl3J.
Yas belirtilerinden olan "saç kesme" adetinin kökeni, Türk kül­
tür tarihinde Hun'lar çağına kadar inmektedir. Jordanes, Atilla'ya
yapılan cenaze törenini anlatırken; "onlar kendi adetlerine göre saç­
larının bir kısmını kestiler. Kendilerini çirkin yapacak şekilde yara­
ladılar. Onlar bu büyük savaşçıya, kadınlar gibi göz yaşlarıyla değil,
kanlarıyla ağlamak istediler. " l4J demektedir.
Arkeolojik kazılar, saç kesme geleneğinin çok eski devirlerde de
mevcut olduğunu göstermektedir. Noan-ula'da bulunan bir Hiyong-nu
(Hun) rngzarında ipek içinde yumak yapılmış 17 telem bulunmuştur.
Pazırık'taki il ve III nolu kabirlerde de telernler görülmüştür. Bazan
saç kesme yerine saç örgülerinin çözülmesiyle de yetinilmiştir. Ha­
zan sakallar da matem alameti olarak kesilirdi!5J.

(1) Kaşgarlı Mahmud, DivAn-ı LügAti"t-Türk. I. 272, 504, il, 232; III, 258, 309, 321.
(2) Nihad Sami Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, Fasikül : 1 İstanbul 1971, s.44.
(3) Ramazan Şeşen, İbn Fazlan Seyahatnamesi, İstanbul 1975, s. 140.
(4) R. Şeşen, aynı eser, s. 141.
(5) R. Şeşen, aynı eser, s. 142.

45
Kök-Türkler de, inançlarının gereği olarak yüzlerini çizip kan
akıtırlar, saçlarını ve atlarının kuyruklarını keserlerdil81.

Orhun kitabelerinde Kül Tegin ve Bilge Kağan'a yapılan mAtem


törenlerinin tasvirlerinden anlaşıldığına göre, Kök-Türkler yas tu­
tarken saçlarını, kulaklarını. . . keserler, feryat ederek ağlarlardıC71 .
Kök-Türk yazıtlarında; Bilge Kağan için dikilen kitabede, "bunca
millet saçını, kulağını kesti"ceı şeklinde geçen sözler de bunu ifade
etmektedir.

Dede Korkut Destanlarından anlaşıldığına göre, Oğuzların ce­


naze ve yas törenleri, biraz İslAmlaşmış olmakla beraber Hunlar ve
Kök-Türklerin cenaze ve yas törenlerinden farksız olmuştur. Ölü­
nün bindiği atının kuyruğunu keserler, bu atı boğazlayıp aşını verir­
ler, bağıra bağıra ağlarlar, yüzlerini yırtarlar, saçlarını yolarlardıl91 .

"Saç kesme" motifinin işlendiği Dede Korkut destanlarındaki


yas/matem ile ilgili olarak şu ifadeleri kaydetmekte fayda görüyoruz :

"Boyu uzun, beli ince Burla Hatun boynu ile kulağını tuttu düş­
tü.güz elması gibi al yanağını çekti yırttı, kargı gibi kara saçını yol­
du.oğul oğul diyerek feryat figan etti ağladı. . . "1101 .

"Beyreğin babası kaba sarığı kaldırıp yere çaldı, çekti yakasını


yırttı, oğul oğul diyerek böğürdü feryat figan etti. Ak bürçekli anası
boncuk boncuk ağladı, gözünün yaşını döktü, acı tırnak ak yüzüne
aldı çaldı, al yanağını yırttı, kargı gibi kara saçını yoldu, ağlayarak
evine geldi. "cııı.

(6) Ali Öztürk, ötüken Türk Kitabeleri, lstanbul 1973, s. 196.


(7) Abdülkadir İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, Ankara 1972, s. 195
(8)Prof. Dr. Muharrem Ergin, Orhun Abideleri, lstanbul 1973, s. 46.
(9) Prof. Dr. Abdülkadir inan, "Dede Korkut Kitabında Eski inançlar ve Gelenekler",
Türk Kültürü Araştırmaları (1966-1969), Ankara 1973, s. 154.
(10) Muharrem Ergin, Dede Korkut Kitabı, lstanbul 1971, s. 43
(11) M. Ergin, aynı eser, s. 70, 7 1 .

46
İbn el-Cevzi, Selçuklu Sultanı Alparslan için Bağdat'da yapılan
yas törenini anlatırken, halifenin karısı olan kız kardeşi Arslan Ha­
tun'un yedi gün oturarak matem tuttuğunu, bu matem esnasında ca­
riyelerinin saçlarını kestirdiğini, kendi saçını da kesmek isteyince
halifenin buna mani olduğunu kaydeder112ı.
Selçuklu Sultanı Melik Ş ah da oğlu Davud'un ölümü üzerine
büyük yas tutmuş, günlerce otağından dışarı çıkmamıştı. Defin me­
rasimi için hükümet merkezi olan Isfahan'a gelen Türkler (Oğuzlar),
saçlarını kesmişler, atlarının alınlarını çizerek, eyerlerini ters çevir­
mişler, kendileri de karalar giyerek yas tutmuşlardıl1 3J.
14. yüzyılda bu adetin Aydınoğulları'nda da bulunduğunu
"Desturname-i Enveri"nin şu beyitlerinden, Umur Bey'in babasına
yas tutarken saçını kestiğini, öğreniyoruz :
"Hasta Muhammed Beg ölür andan gider
Kesti paşa saçını anda ah eder"

Umur Bey, Saruhanoğlu Süleyman Bey'in yas töreninde de saçı­


nı kesmiştir :

"Açdı baş saç kesdi paşa ağlıyu


Firkat adiyle yüreğin dağlıyu "lt4J

Şeyhi Ebu Sa'id Meyheni'nin menkıbelerinde anlatıldığına gö­


re.şeyhe karşı yaptıklarına pişman olan Türkmen beyleri, şeyhin hu­
zurunda ağlayarak tövbe etmişler ve saçlarını kesmişlerdirı1sı.
Merhum Prof. Dr. Abdükadir İnan'ın tesbitlerine göre Orta
Asya Türk boylarından olan Beltirler, ölüyü defin edip eve geldikten
sonra ölünün dul kalan karısının saç örgülerini çözüp dağıtır ve ya­
rısından aşağısını keserler. Dul kadın ancak ölünün yedisinden son-

(12) R. Şeşen, aynı eser, s. 142.


( 1 3)
Prof. Dr. Faruk Sümer, "Oğuzlar'a Ait Destani Mahiyette Eserler", Ankara
DTCF Dergisi, XVII, Sayı : 3-4, s. 446.
(14) Mükrimin Halil, DesturnAme-i Enveri, s. 35, 67 (zikreden : A. inan, Tarihte ve
Bugün Şamanizm, s. 197, 198).
(15) A. inan, aynı eser, s. 198 ("Asar at-Tavhid ... , jukovski, 279'a atıf).

47
ra saçlarını örebilir. Dul kadınların saçlarını kesmeleri, matem ala­
metlerinden biri olduğu anlaşılmaktadırı11ı.

Yas alameti olarak saç kesme adeti, Sagay Türkleri'nde de tespit


edilmiştir. Sagaylar, defin törenini tamamlayıp ölenin evine dön­
dükten sonra, karısının saç örgüsünü yarısından keserlerı11ı.

Kazaklar'da da definden sonra, ölünün karısının ve kızlarının


saçlarını kesme adeti vardır. Kesilen saçlar, ölünün diğer kıymetli
eşyaları ile birlikte mezara gömülürı1eı.

Türk kültür tarihinde ikibin yıllık gibi bir geçmişe sahip bulu­
nan "saç kesme" adeti, Türkeli'nin Anadolu kesiminde de yaşamak­
tadır.

Misal olarak, Kars yöresindeki Karakalpaklar'da bulunanıı eı bu


adeti, Mersin'de yerleşik Yörük-Türkmenler'de de görmekteyiz(ZOJ.

Folklor araştırıcısı Ali Rıza Yalman (Yalkın)'ın verdiği bilgiye


göre, Güney Anadolu'daki Türkmen oymaklarında, yas alameti ola­
rak genç kadınlar, kendi elleriyle kendi saçlarının iki üç örgüsünü
keserlerı 21ı.

Yas belirtisi olan "saç kesme"adeti, Türk boylarından biri olan


Kürtler'de de yaygındırızzı.

Doğu ve Güneydoğu Anadolu'daki aşiret ve kabilelerimizde, ya­


kın zamanlara kadar, özellikle aşiret reisleri veya ileri gelenlerinin
cenaze törenleri pek muhteşem olurdu. Asırlar önce anayurt Türkis­
tan 'da "yuğ" adıyla tertiplenen ölüm törenlerinin, yüzyıllar geçme-

(16) A. İnan, aynı eser, s. 187.


(17) W. Radloff, Proben, IX, s. 356 (zikreden : A. İnan, aynı eser, s. 197).
(18) S. Buluç, "Şamanizm", Türk Amacı, İstanbul 1942, s. 129 (zikreden : Yaşar
Kalafat, Doğu Anadolu'da Eski Türk İnançlarının İzleri, Ankara 1990, s. 1 1 1).
(19) R. Şeşen, aynı eser, s. 142.
(20) A. İnan, aynı eser, s. 197 (dipnot : 224).
(21) Ali Rıza Yalman (Yalkın), Cenupta Türkmen Oymakları, il, Ankara 1977, s. 432.
(22) M. Fahrettin Kırzıoğlu, Kürtlerin Türklüğü, Ankara 1968, s. 1 2 1 .

48
sine rağmen, aynı inanç ve düşünce yapısı içinde hiç değişmeden
aşiretlerimizde sürdürüle gelmesi, çok derin anlamlar ifade etmek­
tedirl23>.
Doğu Anadolu'da (özellikle, Mardin-Cizre yöresinde) pek meş­
hur olup, "dengbej" denilen halk ozanlarının dilinden düşmeyen
"Memo Alan Destanı"nda, destan kahramanı olan Memo'nun cena­
ze töreninde, "saç kesme" motifinin işlenmiş olduğunu görmekte­
yiz. Bu manzum destanda, Memo'nun ölümü ile ilgili bölümün ko­
numuzu ilgilendiren kısımları şöyledir :

"Memo zindanda üç gün kaldı.


Ne kimse ona su götürdü, ne bir lokma yiyecek verdiler.

Gözler kapandı, rahmete gitti, canım Tanrı'ya emanet etti.


Zin124>, Memo'nun öldüğünü görünce dövündü, bağırıp çağırdı.
Koştu, makası aldı, mor saç örgülerini tüm makasladı.
Memo'nun bedeni üstüne attı, zindan diplerine.

Zindanda ölmüş, Kürt Padişahı Memo Alan gibi bir yiğit.

Hasan'm evi derin bir yasa gömüldü,


Ölen, onların güzel cemalli konukları Memo Alan.

Ağlaşıp bağrışarak yasa başladılar.


Kentte kimse kalmadı, tümü de Emer Beg'in evine toplandılar.
Yeniden zorlu bir yas başlattılar.
Kızlar, gelinler saç örgülerini kesip Memo'nun giysileri üstüne
attılar.
Yas, aralıksız, üç gün, üç gece sürdü . . . "ızsı

(23) Hayri Başbuğ, Aşiretlerimizde At Kültürü, İstanbul 1986, s. 41


(24) Cizre Beyinin kızı ve Memo'nun nişanlısı.
(25) Destana M eme Alan, İstanbul 1978, s. 370, 378, 379, 386, 387 (Özgürlük Yolu
yayını).

49
Ziya Gökalp, Kürt aşiretleri hakkındaki incelemesinde; Diyarba­
kır, Şanlıurfa ve Mardin yöresi aşiretlerinde gördüğü "saç kesme"
adetine işaret etmektedir.

Ziya Gökalp'ın tesbitlerine göre :

"Aşiret reislerinden veya ileri gelenlerinden birisi vefat ederse,


cenazeye mensup kadınlar, saçlarını keserek bir mızrağın ucuna ta­
karlar. Vefat edenin elbiselerini ağaçtan yaptıkları bir heykelin üze­
rine geçirirler. Kısrak ve tüfeğini yanına getirirlerl281 . Etrafını bir
çok kadın sarar. (Ölenin) mazisinden bahisle beyitler okur, feryat ve
figan ederler. ı21ı.

Kars'ın Merkez Söğütlü köyündeki Kürtler arasında yaptığı


araştırmada, Mehmet Alkaş; "ölen kimsenin hanımı, kızkardeşi,
anası ve en yakın arkadaşları ölüm haberi alır almaz tırnaklarıyla
yüzlerini yırtarlar. Bunu müteakip, mahalli şivelerle acılarını belir­
ten ve ölen kimselerin iyiliklerini ihtiva eden ağıtlar söylerler. Tıpkı
Kök-Türkler'de olduğu gibi. Eğer ölen kimse hürmete şayan bir şa­
hıs ise anası, bacısı iki sıra halinde örülen saçlarının bir örgüsünü
keserler ve elbiselerine dikerler," demektedir. Yine aynı araştırma-

(26) Aynı gelenek, Azerbaycan Kürtleri'nde, Kırgızlarda, Kazaklarda, Güney Anadolu


Türkmenleri'nde, hatta Osmanlılar'da (iV. Murad'ın cenaze töreninde) vs. mev­
cuttur. Ayrıntılı bilgi için bk. Hayri Başbuğ, Aşiretlerimizde At Kültürü, İstan­
bul 1986, s. 41-49 ("Cenaze Töreninde At" başlıklı bölüm); Bezil Nikitin, Kürt­
ler, Cilt 1, İstanbul 1976, s. 209; F. Millingen, Wild life among the Koords (Kürt­
ler Arasında Vahşi Hayat), Londra 1870, s. 379, 380; Prof. Dr. Abdülkadir İnan,
Eski Türk Dini Tarihi, İstanbul 1976, s. 156; Nail Uçar, "Türklerde At Sevgisi",
Y ıllarboyu Tarih, Sayı : 6 (Haziran 1983 ) , s. 63; Prof. Dr. Nejat Diyarbekirli,
Hun Sanatı, İstanbul 1972, s. 71, 72, 74, 75; Halife Altay, Anayurt'tan
Anadolu'ya, Ankara 1981, s. 183, 184; Ali Rıza Yalman (Yalkın), Cenupta Türk­
men Oymakları, Cilt 1, Ankara 1977, s. 61.
(27 ) Ziya Gökalp, Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyolojik incelemeler, Ankara 1975, s.
111 (Koma! yayını).

50
da; "ölen Keçeroğlu Ağa'nın karıları saçlarını kesip ağanın elbisesine
dikip esvaplarını ters giydiler,ızaı kara bağladılar . . . "ızeı denilmektedir.

Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da önemli iz bırakan bu eski Türk


adeti; kısa bir süre önce yayınlanan ve sahasında "ilk" diyebileceği­
miz, oldukça zengin ve enteresan folklorik malzemeler ihtiva eden
"Doğu Anadolu'da Eski Türk İnançlarının İzleri" isimli kitapta da,
söz konusu edilmektedir. Kitabın yazarı olan ve Doğu Anadolu Türk
kültürü üzerine önemli tespitleriyle konuya yeni bir anlam ve açık­
lık getiren Sayın Yaşar KALAFAT, Elazığ ve Bitlis yörelerinde der­
lediği konumuz olan "saç kesme" Adeti ile ilgili tespitlerine anılan
incelemesinde yer vermektedirt3oı.

Bu geleneğe, hemen hemen bütün Türk boy ve oymaklarının


cenaze törenlerinde rastlanmaktadır.

(28) Bu geleneğin Kazaklar arasında da yaşadığını Prof. Dr. Abdülkadir lnan'ın şu


tespitlerinden anlıyoruz : "Matem alAmetlerinden biri elbiseyi ters giymektir.
Kırgız-Kazakların bazı boylarında kadınlar ağıt söyleyip ağlarken, ters oturur
(yüzleri duvara bakar) ve elbiselerini ters giyerler. Bu Adeti biz Kıpçak-Köldönön
boyunda da müşahade ettik .. Dikkate değer ki bu Adet 14. yüzyılda Anadolu'da
Sinop Türklerinde İbn Batuta tarafından görülmüş ve tesbit edilmiştir ... " (A. inan,
Tarihte ve Bugün Şamanizm, s. 199) (A. T.).
(29) Mehmet Alkaş, Kars Merkez Söğütlü Köyünde Mukayeseli Folklor Çalışması,
Erzurum 1967.
(30) Yaşar Kalafat, Doğu Anadolu'da Eski Türk inançlarının İzleri, Ankara 1990,
s. 1 12, 1 16 [Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü yayını).

51
DÜ G ÜN TÖ R EN LER İNDE "OCA GA SAYGI " ADETİ

Eski Türk dini inançlarında mukaddes sayılan ateş, Türk Kültü­


ründe ve geleneklerinde de önemli yer tutmaktadır. Bilhassa aile
ocağında yanan ateşin daha ayrı bir kutsi özelliği söz konusudur.

Eski Türk inançlarına göre ateş, herşeyi temizler, kötü ruhları


kovar. Kök-Türkler de ateşin kutsallığına inanırlardı. 568 yılında Bi­
zans elçisi Zemarkhos, Orta Asya'da Batı Kök-Türk sınırına vardığı
zaman, Türkler onu ve arkadaşlarını ateş alevleri üzerinden atlat­
mak suretiyle zararlı ruhlardan temizlemişlerdi. Ocağa tazim de
bozkır Türklerinin inançları arasında idit 1ı .

Ateş ruhuna hitaben okunan şaman/kam ilahilerinden anlaşıldı­


ğına göre aile ocağı kültü ile ateş kültü birbirinden ayırt edilmez.
Aynı zamanda ocak kültü atalar kültüyle bağlıdır. Şaman duaların­
da "atamızın yaktığı ocak" denirtzı.

Eski Türk dini ayinlerinde okunan bir duada şöyle deniyor :

"Üç köşeli taş ocak, alevli yanan al ateşim! Taş ocağımız yerin­
den oynamasın, daima yansın! Yaktığımız ateş alevli olsun. Tarhana
pişirdiğimiz ocağın külü çok olsun! Neslimiz kesilmesin, sürsün, bi­
ri giderse biri gelsin! Ey Abukan dağının payı, ey ay ve güneşin par­
çası olan ateş! Bereket ver, kısmetimiz bol olsun"l3l.

Bu inancın izlerini Türk örf ve adetlerinde pek çok alanda oldu­


ğu gibi, düğün merasimlerinde de görmekteyiz.

(1) Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu, Eski Türk Dini, Ankara 1980, s. 25, 26.
(2) Prof. Dr. Abdülkadir inan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, Ankara 1972 s. 68.
(3) A.V. Anohin, Materialı po Samanstvu u Altaytsev, Sbornik MAE, 1924, iV, 2
(zikreden : Prof.Dr. A. inan, a.g.e., s. 70).

52
Düğün törenlerinde ateş ve ocağın gerek şamanistlerde ve gerek
Müslüman Türklerde çok önemli yeri vardır.

Merhum Prof. Dr. Abdülkadir İnan'ın tespitlerine göre; Buret


Türkleri, gelin ve güveyi ateş ve ocağa secde ettirerek şu duayı okur­
lar :

"Ey melikem, ey anam ateş! Sen Hangay-Han ve Burhatu-Han


dağlarının tepesinde biten kara ağaçdan yaratılmışsın! Gök yerden
ayrıldığı zaman doğmuşsun; Ötügen anamızın tabanından peyda ol­
muşsun! Anamız ateş, senin baban sert çelik, anan çakmak taşı, ec­
dadın kara ağaçtır. Senin nurun göklere ulaşır, yerin altına nüfuz
eder. Gökte yaşayanın çakmağıyla çakılmışsın, anamız Uluken hatu­
nun eliyle yakılmışsın! Sarı başlı �oyundan aldığımız sarı yağları sa­
na kurban sunuyoruz. Neşeli ve sağlam, oğlun, güzel kız-gelinin var!
Ey daima göklere uzanan ve bakan ateş! Biz sana fincan fincan kı­
mız, kap kap yağ sunuyoruz ; güveye ve geline ve bütün ulusumuza
sağlık ve güven ver! Biz sana secde ediyoruz" l4l.

Müslüman Kırgız ve Kazaklar'ın düğün törenlerinde ateş ve


ocak, tıpkı Altay ve Buret şamanistlerinde olduğu gibi, en önemli bir
unsurdurısı.

Çağdaş Kazak yazarlarından Halife Altay'ın ifadesine göre; Ka­


zak Türkleri'nde aile ocağında yanan ateşe büyük saygı gösterilir.
Düğün törenlerinde, yeni gelin eve ilk girerken, kayınbabanın kutsal
ocağına saygı için ateşe biraz yağ döktükten sonra oturtulurıeı .

Aynı geleneği diğer bir kısım Türk boylarında da görmekteyiz.

Kırgız Türkleri'nin "Manas" destanında, bir gelinin kayınbaba­


sının evine giderken, ateşe ve ocağa yükündüğü şöyle anlatılıyor :

(4) Prof. Dr. A. İnan, a.g.e., s. 70 (O. Banzarov, Çernaya Veral - Kara Din, s. 22-23'e atıl).
(5) Prof. Dr. A. İnan, a.g.e., s. 71.
(6) Halife Altay, Anayurttan Anadolu'ya, Ankara 1981 , s. 1 76, 198, 199.

53
"Kızlar ve gelin, çifte çifte dizilerek çadıra (eve) girdiler. Gelin
eğilerek ocağa selam verdi. Sonra ateşe yaklaşarak yükündü, ateşe
selam verdi. " c11.

Yakut Türkleri de and törenlerini ateş ve ocak karşısında yapar­


lar. And formülü; "büyük babamız ateş karşısında . . . and ediyorum . . . "
diye başlar se "yemeklerimden attığım alevli ateş ile and ediyorum"
diye nihayet bulurreı .
Kürt Türkleri de ateşi mukaddes sayar ve ona büyük saygı göste­
rirler.

Yet. Dr. M. Nuri Dersimi, Tunceli yöresindeki aşiretler arasında


da ateş ve ocağın "kutsal" sayıldığını şu satırlarıyla ifade ediyor :

"Ateş en temiz, her türlü fenalığı ve pisliği ortadan kaldıran bir


unsur addolunur. Ateşin yanması, bir ailede hayatın vücut ve beka­
sına delalet eder. Ocağın sönmesi ise, o ailenin felaket ve izmihlali­
ne delil sayılır. "cuı.
Diğer Türk topluluklarında görüldüğü gibi, Kürtler'de de düğün
törenleri esnasında ateş ve ocağa saygı gösterildiği gözlemlenmektedir.

Bu hususu bir kaynağa da dayandırmanın yararlı olacağını dü­


şünmekteyiz. Sovyet-Rus bilim adamı Bazil Nikitin'in Azerbaycan
yöresinde yerleşik bulunan Kürt Türkleri arasında yaptığı araştır­
malarda, gözüne çarpan ilginç konulardan biri de aşiret düğünleridir.

Bu düğün törenlerinde; tıpkı Buret, Altay, Kazak, Kırgız ve Yakut


Türkleri'nin düğün törenlerinde olduğu gibi, Kürt düğünlerinde de,
gelin eve girdiğinde, ocağa ve ateşe saygı gösterdiği açıkça görül­
mektedir.
Bazil Nikitin, bu hususta şunları kaydetmektedir :

" . . . Kız evin eşiğinde attan iner. Oğlanın akrabalarından bir ka-

(7) Prof. Dr. A. İnan, Eski Türk Dini Tarihi, İstanbul 1976, s. 45; Tarihte ve Bugün
Şamanizm, s. 7 1
(B) Prof. D r . A. İnan, a.g.e., s. 46; Şamanizm, s. 7 1 .
(9) Vet. D r . M. Nuri Dersimi, Dersim Tarihi, İstanbul 1979, s. 34.

54
dm, kızın ayaklarıyla eşik arasına birkaç lavaş ekmeği atar. Kız, se­
la.m vererek ve ekmeği alarak evin içine yönelir. Geçerken kız, eşiği
öpmek zorundadır. Evin içinde kadınlar, kızı elinden tutup ocağın
(gördüğümüz üzere, odanın ortasında toprağa oyulmuş tandır) etra­
fında bir ya da üç kez dolandırarak ona şöyle derler : 'Seni buraya
aldık; sen de bu eve son nefesine kadar hizmet etmelisin. ' Ocağın
çevresinde dönüldükten sonra kız, kırmızı bir perdeyle ayrılan oda­
nın bir köşesinde, kendisi için hazırlanmış yere götürülür. . . "ııoı .

Aynı İnancın izlerine; Doğu Anadolu'da, mesela. Tunceli, Diyar­


bakır, Erzincan, Hakkari, Gaziantep, Erzurum ve Kars yörelerinde
de rastlanmaktadırıııı.

Türk boy ve oymakları arasındaki ' 'inanç birliği' 'ni pekiştirecek


bu gibi motiflerin derlenmesi, yeri geldikçe işlenmesi, Türk toplu­
lukları arasındaki kültürel kopukluğun giderilmesi açısından büyük
ehemmiyet taşımaktadır. Bu bakımdan, özellikle araştırmacıların ve
bilim çevrelerinin dikkatlerini, bir kere daha bu noktaya çekmeyi,
bir görev sayıyoruz.

(10) Bezil Nikitin, Kürtler -Sosyolojik ve Tarihi İnceleme·, Cilt : 1, İstanbul 1976,
s. 200, 201.
(11) Yaşar Kalafat, Doğu Anadolu'da Eski Türk İnançlarının İzleri, Ankara 1990,
s. 53.

55
TÜR K DESTAN LAR INDA B İR MOTİF
A G IZDAN ALEVI A TEŞ ÇIK MASI

Bazı Türk destanlarında rastladığımız, kahramanların ağızları­


nın ateş gibi oluşu, ya da ağızlarından ateş veya alevlerin çıkması,
Türk mitolojisinin çok önemli motiflerinden biridir.

Bu motife mesela Sibirya ve Altay Türk efsanelerinde daha mü­


balağalı ve tam mAnAsı ile mitolojik olarak rastlıyoruz.

Altay ve Sibirya efsanelerinde, "gözleri ateşli ve göğsü de alev


alev yanan çocuklar"a rastlamak mümkündür. Yine bir efsanede,
Ak-Han adlı bir Han vardır. Bu Han, bir gün, elbisesiz ve çıplak bir
çocuğa rastlar. Çocuk ona yaklaşır ve "beni evlAtlık alır mısın, beni
sana Tanrı gönderdi" der. Ak-Han bakar ki, çocuğun ağzından
alevler çıkıyor. Az sonra bu alevlerin sıcaklığından bulutlar da yan­
maya başlar. Ak-Han bunu görünce, korkuya kapılır ve çocuğa hiç
bir cevap vermeden uzaklaşır111.

Merhum Prof. Dr. Bahaeddin Ögel'in konu ile ilgili düşünceleri


şöyledir : "Tabii olarak bu sahne, incelediğimiz motifin çok aşırı ve
tam mitolojik bir tipidir. Diğer efsanelerde, bu motif daha hafiflemiş
ve hazan da akla yakın bir hale gelmiştir. Önemli olan, Türk mitolo­
jisindeki ağzı ateş gibi olan çocukların varlığıdır."121

En eski Türk destanlarından olan "Oğuz Kağan Destanı"nda,


Oğuz Kağan için "agızı ataş kızıl erdi", yani "ağzı, ateş kızılı idi"
denilerek, ağzı ateşe benzetilmiştir. "Ateş kızılı" deyimi burada bir
sıfat olarak kullanılmıştır.

(1) W. Radloff, Proben. I, s. 6, 15 (zikreden : Prof. Dr. Bahaeddin Öge!, Türk Mito­
lojisi, Ankara 1989, s. 137).
(2) Prof. Dr. Bahaeddin Öge!, Türk Mitolojisi, Ankara 1989, s. 137.

56
Karahanlı Türk devletinin kurucusu Satuk Buğra Han etrafında
gelişen olaylarla teşekkül eden "Satuk Buğra Han Destanı"nda da
bu motife dair şu ifadeleri okuyoruz :
" . . . ve Satuk Buğra Han hükümdar oldu. Hükümdar ulur olmaz
d;ı Türk ülkesinde İslamiyeti yaymaya başladı. Bütün savaşları kaza­
n ıyordu. Savaşlarda ağzından çıkan ateşler bütün kafirleri yakıyor­
d ı ı . Kılıcını düşmana çevirince, kılıcı kırk adım birden uzuyordu . "c3ı ..

l'rof. Dr. Bahaeddin Ögel 'in ifadesiyle, "Türk mitolojisinin bir


motifi" olan, "ağızdan alev/ateş çıkması" olayını, Doğu Anadolu ve
Kuzey-I rak'taki Kürt Türkleri 'nin meşhur destanlarından olan
"MEMO ALAN DESTAN"nda da görmekteyiz. Destana göre Me­
mo, olağanüstü yeteneklere sahipti r. Ağzından alevler çıkartarak
rakibini korkutmaktadır. Tıpkı biraz önce sözünü ettiğimiz Altay
Türk destanındaki örnekte olduğu gibi.
"Memo Alan Destanı "nda, motif şöyle işleniyor :
"Merrio dedi : 'Öyle olsun, bakalım şakan ne?' . .
Beka, burcun altına indi, bir zincir getirdi.
Memo Alan yine ses çıkarmadı, elini-ayağını gevşetti, bıraktı.
Beka, konuğunu sıkı bağladı, halkaları, düğümleri bir güzel büktü.
Memo, bir süre mahzun kaldı, sanki bir alev çıktı ağzından, onu
zincire üfledi.
Demir korlaştı, eridi, aktı, yere döküldü, dev bir yılan oldu.
Beko yılanın önünden kaçtı, bir yana çekildi, donuna etti . . "c4ı
Halk hikayelerimizden " KEREM İLE ASLI "da da bu mottif iş-
lenmiştir. Bu hikayede, bir keşiş kızı olan Asl ı'yı Kerem gibi bir
Müslümana vermek istemediği için , kızına sihirli bir gömlek giydir­
miştir. Gerdek gecesinde Kerem, sabaha kadar uğraşır, bu sihirli
gömleğin düğmelerini çözemez. Acısından bir ah çeker, ağzından
bir ateş çıkar ve kerem yanıp kül olurcsı.
Diğer bazı destan ve hikayelerimizde de aynı motifin işlendiği
bilinmektedir.

(3) Mustafa Necati Sepetçioğlu, Türk Destanları, İstanbul 1972, s. 142.


(4) Destana Meme Alan (Alanlı Memo Destanı), lstanbul 1978, s. 366, 367,
(5) Prof. Dr. İlhan Başgöz, İzahlı Türk Halk Edebiyatı Antolojisi, İstanbul 1968, s. 84.

57
TUNC ELİ' DE TÜR KİSTAN ' LI B İR DERVİŞ
S A R 1 S A L T U Kl *l

Türk tarihi boyunca; Türkistan'dan B alkanlara kadar uzanan


geniş "Türk Dünyası"nda, "baba", "dede", yahut "derviş"ler, Türk
cemiyetlerinin geçmişi ile geleceği arasındaki rabıtayı sağlayan ve
yaşadıkları dönemde muvazene unsuru olan mümtaz kişilerimizdiııı.

Anadolumuz, "baba"lar bakımından B üyük Türkeli'nin en zen­


gin parçası sayılmaktadır. Öyle ki, "baba"sız, "dede"siz yerlere
rastlamak mümkün değildir.

Her karış toprağı buram buram Türklük kokan TUNCEL İ ilimiz­


de de her adım başı bir "baba"ya, "dede"ye rast gelmekteyiz. İsim­
leri de saf ve halis Türkçe! İ şte birkaç örnek : Munzur B aba, Buyur
Baba, Yel Baba, Yeşil Baba, Düzgün Baba, Ağu İçen Baba, Derviş
Cemal, Deli Yusuf Dede, Sultan Baba/Tujik Baba ( = Celaleddin Har­
zemşah), Sultan Hıdır, Çoban Baba, Seyid Sabun, Baba Mansur,
Seyid Ahmet Dede, Derviş Beyaz, Pir Sultan, Derviş Mehmet, Şeyh
Hasan, Seyid Kemal, Seyid Mahmut, Sarı Saltuk, v.s . . .121

ı•ı Tanıtım, Sayı : 129, Nisan 1990, s. 19-21 .


(1) Geniş bilgi için bk. Prof. Dr. Abdurrahman Güzel - Şükrü Kaya Seferoğlu, "Türk
Milli Kültüründe Babalar", Erol Güngör için, Ankara 1988, s. 51-77. (Türk Kültü­
rünü Araştırma Enstitüsü Yayını).
(2) Bk. Tunceli il Yıllığı, 1967; Vet. Dr. M. Nuri Dersimi, Dersim Tarihi, İstanbul
1979, s. 32; Hıdır Öztürk, Tarihimizde Tunceli ve Ermeni Mezalimi, Ankara
1984, s. 43 v.d. (T.K.A.E. yayını); Yusuf Gül, Tunceli'de Şavaklılar, Ankara 1976,
s. 63, 66; Bilal Aksoy, Tarihsel Değişim Sürecinde Tunceli, Ankara 1985, s. 35;
Naşit Hakkı, Derebeyi ve Dersim, Ankara 1931, s. 33, 34, 35; "Sultan Baba Sem­
pozyumu (3 Kasım 1986 Tunceli) Tebliğleri", Sultan Bebe ve Köroğlu, Elazığ
1987 (Fırat Üniversitesi yayını).

58
Biz burada, sadece "SARI SALTUK" üzerinde duracağız.
Tunceli ilimizin Hozat ilçe merkezinin 8 kilometre kuzeyindeki
2276 rakımlı "Sarı Saltuk" tepesinde, harap halde bir Sarı Saltuk
makamı vardır (Bk. Harita Genel Müdürlüğü, 1/200.000 ölçekli hari­
ta). Sarı Saltuk dağının eteklerindeki köylerde yerleşik bulunan "Sa­
rı Saltuk" isimli bir de kabile yaşamaktadır.
Tunceli'li entellektüellerden Vet. Dr. M . Nuri Dersimi, "Dersim
Tarihi" isimli eserinde bu konuya temes ederken; "Sarı Saltuk, bir
kabile haline gelmiştir. Bu kabilenin ceddi sayılan Saltuk'un türbesi,
Sarı Saltuk dağındadır... Bir Kürt evliyası olan bu Saltuk'un sülalesine
Kürtler 'seyid' derler . . "131 demekte, ancak, bazı noktalarda konuyu
.

saptırarak, Sarı Saltuk'u İranlı Med'lere dayamaya çabalamaktadır.


Tunceli üzerinde önemli araştırmaları bulunan merhum Nazmi
Sevgen'in konu ile ilgili düşünceleri gayet enteresandır. Yazarın,
"Sarı Saltuk ve Aiyos Spiridon" isimli incelemesinde, gayet çarpıcı
ifadeler buluyoruz :
"Sarı Saltuk tepesinin güney ve güney-batısındaki Karaca ve Ak­
viran köylerinde Saltuk soyadım taşıyan bir aile oturur. Hasan Sal­
tuk Dede ve rahmetli Seyfi Saltuk Dede bu ailenin ileri gelenlerin­
dendir. Bu aileden eski bir milletvekili ve Ankara'da yerleşmiş olan­
lar da vardır. (Eski) Ulus gazetesi yazı işleri müdürlerinden Cemal
Saltuk bu ailedendir. Bugün bir taş yığınından ibaret olan remzi tür­
be, Sarı Saltuk'a atfolunan kerametler için hem bir adak yeri, hem
de Kızılbaşlarca mukaddes bir ziyaretgahtır. Karaca ve Akviranlılar,
burasının sembolik bir makam olmayıp Sarı Saltuk'un hakiki merka­
dı oldugunu iddia eder, buna inanmış bulunurlar. Yer ve yurt isim­
leri manalarla mahmuldur. Bunlar çok defa tarihi hadiselere, göçen
ve yerleşen, istila eden milletlerde eski yurtlarına ait hatıraların de­
vamına, şahıs isimlerine delalet eder.
Seyfi Saltuk Dede'nin, Dersim nakib'ül-eşraf kaymakamlığına
tayinine ait 1340 senesi Ş aban ayının beşinci günü tarihini taşıyan

(3) Vet. Dr. M. Nuri, Dersimi , Dersim Tarihi, lstenbul 1979, s. 32.

59
buyrultuda, 'Bilcümle sadat-ı kiramın vukubulacak müracaatlarında
hüsn-ü muamele ve teshilat-ı lazime ifası ve din ve milletin selamet
ve saadeti ve Halife-i Resfil hazretlerinin devam-ı ömr-ü afiyeleri'
duasını ifaya devam olunması tavsiye edilmektedir.

Hiç şüphesiz, Hozat'ın şimalindeki tepeciğin, asırlardan beri


Sarı Saltuk adıyla anılmasında bir sebep vardır. Yüzyıllarca evvel
Dobruca'daki hadiselerin hatıraları hangi meçhul ellerle buralara
kadar gelmiştir? Bu gibi hadise ve sebepler delaletiyle söyleyebiliriz
ki,. Sarı Saltuk biraz da efsanevi şahsiyetinden sıyrılarak tarihi bir sima
olarak karşımızda belirmektedir. İsminin resmi haritalarımıza geç­
miş bulunması da ayrıca dikkate şayan ve bir vesika-i resmiye itldkına
seza görülmektedir.

Akviran köyünde, Sarı Saltuk ailesinden birine ait bir türbe ile
asırdide bir mezarlık vardır. Bu mezarlıktan (ortasında kırılmış, iki
parçadan ibaret) seçtiğimiz bir mezar taşının eskiliği, memleketimi­
zin her tarafında görülen taşlardan farkı olmaması ve bunlar iane­
siyle Dersimdeki mezar taşlarının Türk kültür ve folkloru itibariyle
aynı kıymet ve manayı taşımakta bulunması bakımından takdim
ediyoruz "141.

1925 yılında, Tunceli yöresinde önemli tespitlerde bulunarak,


tuttuğu notları bilahare "Derebeyi ve Dersim" isimli kitabında
yayımlayan gazeteci Naşit Hakkı da bu konuda şu bilgiyi vermektedir :

"Sarı Saltık; ben bu ismi Dersim'i bilmeden de duymuştum. Ru­


meli'de, Anadolu'nun garp kıyılarında bir değil, birkaç 'Sarı Saltık'
yatırı görmüştüm. Hozat'la Ovacık yolu üstünde bunlardan biri da­
ha yatıyor.

'Sarı Saltık' totemi Dersim'in vicdanıdır. En büyüle antlar, onun


başında içilir. Aşiretler ahitlerini burada yaparlar.

(4) Nazmi Sevgen, "Sarı Saltuk ve Aiyos Spiridon", Tarih Konuşuyor Dergisi,
sayı : 36 (Ocak 1967), s. 3018.

60
Ovacık yolu üstünde, kuru, çıplak, fakat ha.kim bir tepede olduk­
ça mazbut bir türbe içinde yatırılan bu sembol, 'Sarı İsmail Sultan'
diye tanıtılıyor. Sarı İsmail, öldüğü vakit dokuz tabuttan başgöster­
miş imiş. Demek ki, bugün de Rumeli'de, Malatya'da, daha bir çok
kasabadaki mezarların her biri bir başınındır. Biraz ötede, Karaca
köyünde oturan seyidler, 'bunun torunlarındanız' derler. Sarı Saltık
mezarı, iyi bir sermaye, hiç bakım istemeyen ve çok getiren bir irat­
tır. Dersim'de ağız ve göz hastalıkları için mütehassıs hekim, Sarı
Saltık postneşinidir."csı
Hiç şüphesiz, Sarı Saltuk, yalnız Tuncelilerin değil, bütün Türk­
lerin malıdır. Türkistan'dan Anadolu'ya buradan da Macaristan ve
daha ötesine kadar ünü ufukları tutan Sarı Saltuk'a her yörenin in­
sanı sahip çıkmaktadır. Ancak, Tunceli insanının "Sarı Saltuk"a
olan inanç ve bağlılık derecesinin bir örneğini başka yörelerde ne
yazık ki göremiyoruz. Tunceli insanı, öylesine bu Türkistan dervişi­
ni bağrına basmıştır ki, adına izafeten bir de aşiret meydana getir­
miştir. Ve bugün, Tunceli'deki "Sarı Saltuk Aşireti" mensupları,
"soyadı" olarak da "Saltuk"u seçmişlerdir. Ki böylelikle, kıyamete
kadar "Sarı Saltuk" adını yaşatmış olacaklardır. Ne mutlu onlara.
Türk milli kültüründeki "baba"lar arasında önemli yeri bulunan
"Sarı Saltuk" ile ilgili olarak, şöyle kısa bir ansiklopedik bilgi verme­
nin de, konuya açıklık getirmesi bakımından yararlı olacağını dü­
şünmekteyiz.
13. yüzyılda yaşadığı kabul edilen Buha.ra.'lı alp-eren'lerden, sa­
vaşçı bir Türk dervişi olan Sarı Saltuk'un hayatı hakkında yazılı kay­
naklarda çok az bilgi vardır. "Saltukname" adlı, son zamanlarda bu­
lunmu� önemli bir kitapla diğer Bektaşi "Vela.yetname"leri, menkı­
be kitapları ve Evliya Çelebi'nin "Seyahatname"si Sarı Saltuk hak­
kındaki efsaneleşmiş bilgileri ortaya koyar. Bu efsanelere göre
Sarı Saltuk (asıl adı Mehmed) Türkistan'da Hoca Ahmed Yesevi'den,
"Saltuk Mehmed'im, seni Rum'a saldım, var git yedi krallık yerde
nam ve şan sahibi ol" emrini almış, yediyüz sadık müridiyle Anado­
lu'ya gelmiş mücahit bir Türk dervişidir (alp-eren). Yine efsanelere

(5) Naşit Hakkı, Derebeyi ve Dersim, Ankara 1931, s. 33, 34.

61
göre, Hazreti Muhammed (s.a.v.)'den, " Edirne'yi fethet, onu müslü­
man et. Ümmetim bu yeri komasunlar" buyruğunu aldı ve emri yeri­
ne getirmek için, savaşçı derviş arkadaşlarıyle birlikte postlarını de­
nize yayarak üzerinde, ilk defa Rumeli sahillerine çıktı.

Dobruca'da kralın kızlarına musallat olan bir ejderi öldürerek


kralın kalbini kazandı ve bu yüzden "kırk bin ka.fir imana geldi", Le­
histan'da ünlü bir papazı öldürerek oradaki Lipka Tatarlarını müs­
lüman etti. Bu 150.000 yeni müslümanı Danzig şehrine yerleştirdi,
sonra da bu Tatarlarla birlikte 600.000 Hersek tebaasını hak dinine
soktu. "KAfirlerin dilini, dinini, usul ve erka.nını öğrendi, sırası ge­
lince kiliselerde vaız verdi, düşmanların arasına öyle sokuldu ki bir
gün Ayasofya'da hıristiyanları vaftiz bile etti". Vasiyetine uyularak,
öldüğü zaman yedi tabut hazırlandı. Yedi kral, "o bizdendir" diye
cenazeyi almak için müracaat edince, her birine bir tabut verildi.
Bunlar Moskof, Leh, Çek, İsveç, Edirne, Bağdan ve Dalmaçya kral­
larıydı ve Sarı Saltuk'u almak için asker göndermişlerdi. Her kral as­
kerinin getirdiği tabutu kendi törelerine göre gömdürdü. B öylece
Ahmed Yesevi'nin isteğince şanı, yedi kırallık yere gitti.

Bu yedi mezar yıldan yıla arttı. Kaynaklar, Sarı Saltuk'a ait kırk
yerde mezar ve makam olduğunu rivayet eder. Bunların en ünlüleri
Svetinaum manastırında, Kosova ile Arnavutluk ovasındaki Altıneli
bölgesinde, Mastar yöresinde Blagay köyünde, Yunanistan'ın Korfu
adasında, Dobruca'da Kaliabra'da, Anadolu'da Bor şehrinde ve
Edirne yöresinde Babaeski'dedir. Diyarbakır'da da Sarı Saltuk ma­
kamı vardır. Diyarbakır'ın Urfa kapısından girilince sağdaki köşe
başında, güzel yapısıyla Sarı Saltuk makamı göze çarpar. Altı köşeli
olan makamın, kuşak tarzında vechelerini kaplayan yazı; "Allahü
nur-el-semevat-i vel-ard" (Allah, göklere ve yere nur verendir) kelime­
leriyle başlayan Ayet-i celiledir . . . Yine İstanbul'da Rumeli feneri bina­
sının içinde de bir Sarı Saltuk makamı vardır. Kitabesinden mezarııı,
Sarı Saltuk'un vefatından 705 sene sonra tesis edildiği anlaşılmakta­
dır. Mezarın kitabesi aynen şöyledir : "Kutb-ül-a.rifin gavs-ül-vasilin
Hacı Bayram Veli kaddese sırrihu evla.d-ı kiramlarından Sarı Saltuk
hazretlerinin merkad-ı şerifleridir. Fatiha - 1204." Kitabeye göre bu­
radaki yatırın Hacı Bayram Veli'nin evladından Sarı Saltuk adında

62
bir zat olduğu anlaşılmakta ise de biz, bunun da sembolik bir Sarı
Saltuk makamı olabileceğini düşünmekteyiz.
Bunların en önemlisinin Baba dağındaki makam olduğu iddia
edilmektedir. İbni Batuta, "Seyahatname"sinde Sarı Saltuk'un Baba
dağındaki makamını ziyaret ettiğini yazar. Evliya Çelebi, "Seyahat­
name"sinde bu bilgiye Sarı Saltuk'u bir Bektaşi ermişi gibi gören
diğer Bektaşi menkıbelerini de ekler. Efsaneye göre, Sarı Saltuk,
Fatih'e rüyasında İ stanbul şehrinin anahtarlarını teslim etmiş ve
"Hanım! Bu anahtarları Edirne'de saklayasın" demiştir.
Fatih, Uzun Hasan seferindeyken babası tarafından Balkan sı­
nırlarının korunmasıyla görevli olan şehzade Cem, çok sık işittiği bu
alp-erenin kimliğini merak etti. Ebül Hayr Rumi adlı bir bilgine Sarı
Saltuk efsanelerini toplamasını emretti. Bu çalışma 7 yıl sürdü. So­
nunda "Saltukname" adlı kitap meydana geldi. Fatih'ten sonra B ay­
azıd i l , Baba dağını ziyaret bölgesi yaptı. Kanuni Sultan Süleyman
ise Bağdan seferine giderken (1 538) Sarı Saltuk türbesini ziyaret etti.
Bir Türk kahramanı olan Sarı Saltuk'un, hıristiyanların dilleri­
ni, dinlerini Alim bir rahip kadar bilmesi, çeşit çeşit hilelerle onların
şehirlerine, hükümdar saraylarına, kiliselerine girmesi, rahip kıya­
fetiyle kiliselerde vaazlarda bulunması gibi halleri, onu hıristiyanlar
arasında "Saint-Aiyos-Aziz" olarak tanıtmış, kimi yerde Saint Niko­
la, bazı yerde Saint Naum, nihayet Korfu'da Saint Spiridon adıyla
hıristiyan aleminin büyük ve sevilen bir azizi haline getirmiştir. Bu
gibi teşebbüs ve hareketleri, İsla.m dinini neşre çalışan bir misyoner
olmasından ileri gelmiştir .ceı

(6) Geniş bilgi için bk. Ebu'l-Hayr-ı RO.mt, Saltuk-NAme, Cilt : 1, il, [Hazırlayan :
Dr. Şükrü HalO.k Akalın), Ankara 1988 (Kültür ve Turizm Bakanlığı yayını); Yer.
Doç. Dr. Kemal Yüce, Seltuk-NAme'de Tarihi, Dini ve Efsanevi Unsurlar, Ankara
1987 [Kültür ve Turizm Bakanlığı yayını); Prof. Dr. Tayyip Okiç, "Sarı Saltuk'a
Ait Bir Fetva", İIAhiyet Fakültesi Dergisi, 1951, Sayı : 1, s. 48-58; Şevket Beyse­
noğlu, Diyerbekırım, Cilt : 2, Ankara 1986, s. 275 ("Sarı Saltuk Türbesi" bölü­
mü); Nazmi Sevgen, "Sarı Saltuk ve Aiyos Spiridon", 1, il, III, iV, -tefrike-, Tarih
Konuşuyor Dergisi, Sayı : 33, 34, 35, 36 (Ekim, Kasım, Aralık 1966, Ocak 1967);
Franz Babinger, "Sarı Saltık Dede", İslAm Ansiklopedisi, Cilt : 10, s. 220-221;
"Sarı Saltık Dede", Türk Ansiklopedisi, Cilt : 28, s. 157; "Sarı Saltuk", Meydan
Larousse, Cilt : 1 1 , s. 1 1 .

63
DİYARBAKIR ATA SÖ Z LER İ

Ata sözleri; "toplumların hayat tecrübelerinden doğan, coğrafya


ve tarih gerçeklerini bilgece bir yargı olarak belirten, kısa, yoğun, çok
zaman mecazlı, kalıplaşmış biçimleriyle tekrarlanan özlü sözler (me­
sel, darbımesel)" olarak tanımlanırlar.
Bir başka ifade ile ata sözleri; "atalarımızın uzun denemelere
dayanan yargılarını genel kural, bilgece düşünce ya da öğüt olarak
destanlaştıran ve kalıplaşmış biçimleri bulunan kamuca benimsen­
miş özsözler"dir (Ö.A. Aksoy, Ata Sözleri ve Deyimler, Ankara 1965).
Türk ata sözleri üzerine ilk yazılı örnekleri XI. yüzyılın ikinci
yarısında (1070), Türk dil bilgini Kaşgarlı Mahmud'un Divdn-ı Lüga­
ti't Türk adlı kıymetli eserinde buluyoruz. Kaşgarlı Mahmud, Türk
boy ve kabileleri arasında konuşulan dile ait sözleri bir "Sözlük"te
toplarken, bunların kullanılışına örnek olarak 266 ata sözü de kay­
detmiştir.
Daha sonraki dönemlerde buna dair pek çok çalışmanın yapıldı­
ğını bilmekteyiz.
Gerçek olan şudur ki; bugün Türkistan, Azerbaycan veya
Kırım'daki Türk insanının kullandığı bir ata sözünü, Anadolu'da da
hemen aynı anlam ve ifade ile bulabilmekteyiz.
Anadolu'nun çeşitli yörelerinde konuşulan ağızlara göre ata
sözleri de derlenmiştir. Hep aynı doku ve motiflerle bezenmiş olan
Türk ata sözlerinde görülen tek farklılık, sadece bazı "kelime"lerdir
ki, bunlar da bilindiği gibi mahalli şive ile söylenişlerinden ileri gel­
mektedir. Yoksa, söz aynı sözdür.
Diyarbakır ata sözleri de, genel Türk ata sözlerinden farksızdır­
lar. Bunu, "söz"leri okudukça, daha rahat anlayabiliyoruz.

64
Yöreden derlenen sözlerden bir kısmını herhangi bir yorum
yapmadan, alfabetik sıra ile sunuyoruz :

- Abanın kadri yağmurda belli olur.


- Aç bırakma huysuz olur, çok söyletme yüzsüz olur.
- Aç yeri başka, acı yeri başka.
- Açma kutuyu, söyletme kötüyü .
- Ad AJi'nin, şan Veli'nin.
- Adamın kafasına vurmuşlar, "vay arkam " demiş.
- Ağır dur ki batman gelesen.
- Ağız var inci döker, ağız var zehir söker.
- Ak gün ağartır, kara gün karartır.
- Akça sayış öğretir, kaftan yürüyüş öğretir.
- Akçası ucuz olanın kendisi kıymetli olur.
·- Akıl yaşta değil baştadır.
- Al asili, ser hasiri, alırsan bedasili, olursun dert yesiri.
- Alçak duvar olma, her gelen üstünden geçer.
'- Altının kıymeti az oluşundandır.
- Arı bal yapacak çiçeği bilir.
'- Arif olan, sözü aş gibi tadar.
- Arsız neden arlanır, çul da giyse saJJanır.
- Arsıza yüz verme, astar da ister.
- Arsızın yüzüne tükürmüşler, "meşeye yağmur yağıyor" demiş
- Arslan arslandır, ha erkek ha dişi.
- Arslanlar yerine keçel kerkesler konmuş.
- Asil azmaz, bal acımaz.
- Aslını saklayan haramzadedir.
- At ile katır döğüşür, arada eşek ezilir.
- Ateş ateşle söndürülmez.
- Ay doğuşundan, erkek yürüyüşünden beJJidir.
- Azası noksan olanın kazası noksan olmaz.
- Azda bereket var, çokta hareket.
- Azıcık aşım, ağrısız başım.
- Azın kadrini bilmeyen, çoğun kadrini hiç bilmez.
- Baba mirası yanan mum gibidir, çabuk tükenir.

65
- Bahtı tahta değişmem .
- Bakarsan bağ olur, bakmazsan dağ olur.
- Başın çektiği, dil belôsındandır.
- Bekôr gözü ile kız alınmaz.
Bir korkak bir orduyu bozar.
Biri yer biri bakar, kıyamet ondan kopar.
Borca şarap içen, iki kere sarhoş olur.
Boş boğazı cehenneme atmışlar, "odun yaş " demiş.
Boynuzsuz keçinin ahını boynuzludan alırlar.
- Cahiller vakitsiz öten horoz gibidir.
- Cezasız cürümün sahibi çok olur.
- Cömert demişler maldan etmişler, yiğit demişler candan etmişler.
- Çirkefe taş atma, üstüne sıçrar.
- Çok çocuk anayı şaşkın, babayı düşkün yapar.
- Dağ ne kadar yüce olsa yine geçit verir.
Dert vardır gelir geçer, dert vardır deler geçer.
Deveci ile görüşen kapıyı büyük açar.
Deveye boynun niçin eğridir demişler, "nerem doğrudur ki
boynum eğri olmasın" demiş.
Din olan yerde kin olmaz.
Dinsizin hakkından imansız gelir.
Dişi köpek kuyruğunu sallamayınca, erkek köpek
arkasından gitmez.
- Doğru yolda düşen çabuk kalkar.
- Dost yüzünden, düşman gözünden beJiidir.
- Eğri otur, doğru söyle.
- Ekmek yohtur yemağa, atla çıhar gezmağa.
- El atına binen tez iner.
- El elden üstündür.
Eşek bile bir defa çamura düşer.
- Fakir dost çabuk unutulur.
Gülme komşuna gelir başına.
- Güzele bahmağ sevaptır.

66
Hatasız kul olmaz.
Her kuş kafilesiyle (kendi sürüsünde) uçar.
Hırsıza ne yapıyorsun demişler, "saz çalıyorum " demiş. Sesi
neden çıkmıyor demişler, "sesi yarın çıkar" demiş.

İhtiyar genç alırsa, el alır.


İncecik pamuk erişi (ipliği), koca gül demetini korur.
Kaplumbağayı bağ sahibi bağından atınca, "canım sen de,
o bağ olmasın, bu bağ olsun" demiş.
- Kurda niçin ensen kalındır demişler, "kendi işimi kendim
görürüm de ondan" demiş.

- Küçücük bir taş koca bir arabayı durdurur.


- Mal cam kazanmaz, can mqlı kazanır.
- Olan dört bağlar, olmayan dert bağlar.
Oldu şakır şukur, olmadı Allah 'a şükür.
- Sabır acıdır, meyvesi tatlıdır.
- Sarımsağı gelin etmişler, kırk gün kokusu çıkmamış.
- Sen ağa, ben ağa, inekleri kim sağa?
- Sivrisinek kavağın arkasına gizlenmiş de, ne yapıyorsun di-
yenlere, "kavak bana yaslanıyor" demiş.

- Şık şık eden nalçadır, iş bitiren akçadfr.


- Ta ki atım at olur, sahibi mat olur.
- Terazinin tuhti var, her şeyin bir vahti var.
Tilki, piliçleri taşlayana, "Yarabbim gazabını arttır" demiş.
Uyuz duvara sürünür.
Vurursan acıt, yedirirsen doyurt.
Yalan ile iman bir yerde durmaz.
Yatan arslandan, gezen tilki iyidir.
Yel kimi(gibi) gelen, sel kimi gider.
Yengece niçin yan yan gezersin demişler, "kabadayılığımdan"
demiş

Yırtıcı kuşun ömrü az olur.


- Zenginin malı, züğürdün çenesini yorar.

67
TÜR K KÜLTÜR VE FOLKLOR UNDA
YILAN MOTİFİ

Türk kültür ve folklor motifleri arasında önemli bir yer tutan


"yılan", yeryüzündeki milletlerin çoğu tarafından uğur, sağlık, saa­
det ve gençlik işareti olarak kabul edilmektedir. Bu motifin taşıdığı
mana tarih öncesinden günümüze kadar değişmemiştir. B ütün dün­
yada tıbbın sembolü olarak kabul edilen "yılan"ı1ı motifinin Türk
Kültüründeki yerini, bu yazıda etraflıc a ele almak elbette ki müm­
kün değildir. Dolayısiyle, bizim burada yaptığımız; Orta Asya'dan
Anadolu'ya, buradan da Balkanlara kadar uzanan Türk toplulukla­
rında, günümüzde bile izleri görülen bu motifin, belli başlı bazı nok­
taları üzerinde görüş belirtmektir.

TOTEM OLARAK YILAN :

Macar Türkologlarından Prof. Dr. Uı.szlô Rasonyi, eski Türk


totemlerini sıralarken, "yılan"a da yer vermektedir.ızı Ona göre
"yılan" bir totemdir. Çin kaynaklarında, B üyük Hun hükümdarı
Mo-tun ("Mete") ailesinin " Ejder ( = yılan) soyu" diye anıldığıl3J da
ileri sürülmüştür. Eberhard'a göre 15 Mayıs'a rastlayan büyük "ej­
derha ( = yılan) yortusu", Hunlarda da kutlanmıştır141. Diğer Türk
topluluklarında da yılan kültünün izlerine rastlayabiliyoruz. Örne­
ğin Volga havalisinde yaşayan Bulgar Türkleri de yılana hürmet

(1) Doc. Dr. Fuat Yöndemli, "Yılan Motifi : Hekimliğin Milletlereresı sembolü",
Türk Kültürü, Sayı : 299, s. 177-179 (Mert 1988).
(2) Prof. Dr. Llıszlô Rlısonyi, Tarihte Türklük, Ankara 1971, s. 22.
(3) B. Szlısz, A Hunok törtenete, s. 27, 477, 482 (zikreden : Prof. Dr. İbrahim Kefes­
oğlu, Türk M illi Kültürü, Ankara 1977. s. 250).
(4) Prof. Dr. L. Rilsonyi, anılan eser, s. 34.

68
ederlerdiısı. Bir Türk kavmi olan İ skit/Saka'larda da aynı inancın iz­
leri görülür. Herodot'a göre, İskitler kendi kökenlerini, Boristen ve
Herakles ağzında yerleşmiş yarı-kadın, yarı-yılan bir tanrıya bağla­
maktaydılarıeı. Türk mitolojisindeki "yeraltı yılanları"nı11ı da anma­
dan geçemeyeceğiz. Anadolu'nun bazı yörelerinde rastlanılan
"Ş ah-Maran" (yılanların şahı) hikayeleri ve temsili resimleri de dik­
kat çekmektedir . . .

Doğu Anadolu'daki Türk aşiretlerinin inançlarında d a b u eski


Türk toteminin kalıntıları yaşamaktadır.

Sovyet-Rus bilim adamı Bazil Nikitin, "KÜRTLER" adını taşı­


yan kitabının 2. cildinde; "Kürt İnançlarında Yılan" başlıklı bölüm­
de, konuya dair geniş açıklamalarda bulunmaktadır. Yazar, Yezidi
Kürtlerin geleneklerinde ve inançlarındaki "yılanın rolü"nden de
sözetmektedir. B . Nikitin, daha sonra, yöreden derlediği şu bilgileri
de sunmaktadır :

"Oramar ( = Hakkari) bölgesi, geleneğe göre yılanların sığınağı­


dır . . . Mari Mummu adlı bir ermiş yılanları büyülemiş ve onları bir
mahzene kapatmış; mahzenin üstüne de onun himayesinde bir kili­
se kurulmuş. O kilise hala yerinde durmaktadır; bekçiliğini de, yal­
nız Kürt ortamında, Kaideli bir aile yapmaktadır. . . Bekçi her yıl 'yı­
lanların babası'nı görür. Yerel inanışa göre bu aile özel ayrıcalığını
yitirirse, sürüngenler mahzenden çıkacak ve bütün bölgeye yayıla­
caktır. "ıeı. Bazil Nikitin'in Kürt Türklerindeki "yılan" inancını gayet
ustalıkla saptırdığını da belirtmeliyiz. Yazarın Türk kültür ve folklo­
runda, efsanelerindeki yılanla ilgili motiflerden hiç bahsetmeyişi de
düşündürücüdür.

Adana-Ceyhan yolu üzerindeki "Yılanlı Kale" için de, yöre halkı


arasında yukarıdakine benzer hikAyeler anlatılmaktadır. Yerli halk

(5) Hilmi Göktürk, Anadolu'nun Dağında Ovasında Türk Mührü, Erzurum 1974, s. 154.
{6) Herodot Tarihi, (Çev. Müntekim Ökmen), lstanbul 1983.
(7) Prof. Dr. Bahaeddin Öge!, Türk Mitolojisi, I, Ankara 1989, s. 443.
{8) Bezil Nikitin, Kürtler, Cilt : 2, lstanbul 1978, s. 127, 129.

69
buraya "Şahmaran Kalesi" de demektedir. Rivayete göre, Ş eyh Me­
ram adında birisi burada yılan terbiye etmekle vakit geçirdiği için
kale bu ismi almıştırıeı

Tunceli'nin Kiştim köyünde de "Mar" (yılan) isimli bir evliyanın


bulunduğu ve yöre halkının her yıl belirli bir günde burayı ziyaret
ettiğine dair rivayetler de vardır.

M. Nuri Dersimi, "Dersim Tarihi" isimli eserinde, bu konu ile il­


gili olarak bizzat şahit olduğu manzarayı kaydetmektedir.

Konumuzla doğrudan alakalı olan M. Nuri Dersimi'nin tespitle­


rini, gayet enteresan bulduğumuzdan dolayı, aynen aktarıyoruz :

"Kiştim Evliyası - Bu mıntıkadaki Kürtler, her yıl Ocak ayı so­


nunda üç gün Hıdır orucu tutarlar, geçen yıl aynı mevsimde Bala­
ban aşireti reisi Gül Ağa beni davet ederek, kendi köyü olan Hınzori
yakınındaki Kiştim köyüne götürdü. Her yıl binlerce Kürt bu köyde
Mar dedikleri evliyanın evinde aynı günde büyük bir toplantı yap­
tıklarından, Gül Ağa ile biz de toplantı yerine gittik. Büyük bir oda
ortasında, büyük ve eski bir direk vardı. Bu direkte yeşil sargıyla sa­
rılı bir asa asılmış ve asanın sargıdan dışarı kalan kısmı büyük bir
yılan başı şeklinde görünüyordu. Buna herkes Kiştim Har'ı, yani
Kiştim Evliyası diyorlardı. Sözü geçen oda o derece genişti ki, bir iki
bin kişi içine sığabilirdi. Buraya toplanan halk, bir taraftan eninli
seslerle Hüda'ya yalvarıyor ve bir taraftan Mar'a karşı huşu ile inki­
yal ediyorlardı. Genel bir ağlayış başgösterdi, ben dahi bu umumi
heyecan ve heybetten ağlamaktan kendimi alamamıştım. Cemaat bi­
rikmişti, Mar'ı çıkarmaya yetkili aileden çarpık, yarı kötürüm bir
zat ortaya gelerek direkte asılı sargıdan Mar'ı ya Allah diyerek çı­
karmış ve yarı ayakta, yarı yerde secdeye gelerek Mar'ı insanlar üze­
rine uzatmaya ve günahlarına tövbe ettirmeye tevcih ettirmişti. Ş ey­
hin elindeki Mar, bazen uzuyor, bazen kısalıyor ve bazen münhani
vaziyetler alıyor, cemaatı heyecana getiriyor ve bazen de sahibini
yerlere deviriyor ve şeyhin feryadı asumana çıkıyordu. Binlerce hal-

(9) Nazmi Sevgen, Anadolu Kaleleri, Ankara 1960, s. 339.

70
kın manevi kuvvetinin tam bir merkezde birleştiği bu anda, ben ar­
tık kendimden geçmiştim, Gül Ağa'nın elini tutmuş, karanlık gece­
den ve bu karanlık içinde nur fışkıran şiddetli ateşten, halkın çoş­
kun vavilasından şiddetli bir heyecana kapılmıştım. Böylece saatler
geçti, yüzlerce kurban kesildi. Mar tekrar yerine kondu, tekrar Al­
lah'a yalvarmalar oldu ve toplantı dağıldı. Bu toplantıya iştirak eden
aşiretler arasında pek çok uzaklardan gelenler de vardı. "1101.

Yılan motifine Gök-Türklerde de tesadüf ediyoruz. Orhun kita­


belerinin bulunduğu bölgelerde yapılan araştırmalara göre, bir du­
var resminde bir savaşçının elinde Gök-Türklerin börü (kurt) başlı
bayrağı görüldüğü gibi, savaşçının başı üzerinde de karşılıklı iki yı­
lan resmi vardırı11ı .

DESTAN VE EFSANELERİMİZD E YILAN :

Türk destan ve efsanelerinde de yılan motifinin bolca işlendiği­


ni görmekteyiz.

Türk mitolojisindeki "Yaradılış Destanı"nda; yılan, yenilmesi


yasaklanan meyvelerin bekçiliğini yapmaktadır. Bu görev ona Tanrı
Kara Han (Kayra Han) tarafından verilmiştirıızı .

Oğuz Kağan Destanı'nda da, Oğuz'un bir ejderha ile mücadelesi


anlatılmaktadırl13l.

Dede Korkut destanlarında da çeşitli vesilelerle "yılan"dan sö­


zedilmektedir. Örneğin "Dirse Han Oğlu Boğaç Han Destanı"nda,
"sarı yılan" motifi işlenirken ı141, "Duha Koca Oğlu Deli Dumrul Des­
tanı" ile "Kanglı Koca Oğlu Kan Turalı Destanı"nda da "alaca

(10) M. Nuri Dersimi, Dersim Tarihi, İstanbul 1979, s. 90.


(11) Emel Esin, "Burkan ve Meni Dinleri Çerçevesinde Türk Sanatı", Türk Kültürü
El Kitabı (Makaleler), İstanbul 1972, Levha : XIX.
(12) M. Necati Sepetçioğlu, Türk Destanları, İstanbul 1972, s. 94, 95.
(13) W. Beng - R. Rahmeti, Oğuz Kağan Destanı, İstanbul 1936.
(14) Muharrem Ergin, Dede Korkut Kitabı, İstanbul 1971, s. 18.

71
yılan"danc15ı söz açılmaktadır. Diğer taraftan, "Salur Kazan Esir
Olup Oğlu Uruz'un Çıkardığı Destan"da, "yedi başlı ejderha
(yılan)"dan bahsedilmesi de dikkat çekicidir.

Ziya Gökalp tarafından tespit edilen "Yılan Bey İle Poltan Bey"
efsanesindeki " şekil değiştirme" olayında, yılan motifi tekrar karşı­
mıza çıkmaktadır. İlgi çekici bu efsaneden şu alıntıları sunuyoruz :

"Bir padişahın hiç evlıidı olmuyordu. Bir sabah, namazdan son­


ra Allah'a yalvardı : 'Allahım, bana bir evlat ver! Hanım sultan bir
yılan doğursa bile razıyım!' . . . Bu duadan sonra çok geçmedi, Hanım
Sultan gebe kaldı. Dokuz ay geçince, Hanım Sultan'ı ağrı tuttu. Fa­
kat hangi ebe saraya getirildiyse, Hanım Sultan'a dokunur dokun­
maz yere düşerek can verdi... Ayşe, bir kazan süt getirtti. Yılan sütü
görünce kazanın içine süzüldü. Ayşe, bunun kazanla birlikte ayrı
bir odaya kaldırılması lıizım geldiğini, yoksa, Hanım Sultanı da ısı­
rıp zehirleyebileceğini bildirdi. . . Yılan Bey, kederinden eğildi, kıv­
randı, yeniden bir yılan suretine girdi. İştiyaklı bakışlarla Ayşe Sul­
tanı süze süze, hamamın bir deliğine daldı, gitti.. ."118l .

Yılan şekline girme olayına " Ülker İle Aydın" masalında da şöy­
le yer veriliyor :

"Aydın suyu görür görmez seğirtti,


Bir kuş dile geldi, Ülker işitti :
'Bu pınar soğuk pınar,
İçinde balık donar;
Kim içerse suyundan,
Olur, korkunç bir yılan!'

Ülker, hemen koştu, tuttu kolundan,


Kardeşini, geri çekti yolundan,

(15) Anılan eser, s . 131, 137, 138.


(16) Ziya Gökalp, Altın Işık, Ankara 1978, s. 63, 65, 74.

72
Dedi : 'Aman Aydın! içme bu suyu :
Düşman, yine bize kurmuş pusuyu.
Yılan olur, sonra beni sokarsın, .
Bak ne diyor, sen kuş dili anlarsın. "lt7J

Aynı motif, "Alageyikli " masalında da canlı bir misal olarak


karşımıza çıkar :
" . . . Oğlan kurtuluş olmadığını görünce, kıza bir tokat vurur, onu
bir kavak ağacı yapar, kendi de bir yılan olarak ağaca sarılır. Dev
anası gelir, tılsımı tanır : 'Ey oğlum, şimdi ikinizi de yok edeceğim'
der. Oğlan yalvarmaya başlar. Sonunda, 'oldu olan, bari dilini uzat
da öpeyim, sonra beni ne edersen et' der. Annesi dilini uzatır, oğlu
zehirinden akıtarak anasını dilinden sokar. Dev anası ölür . . . "ı11ı.
Bir başka örneği de "İstanbul Kız Kulesi Efsanesi"nden verelim:
"İmparatorun çok sevdiği ve üzerinde titrediği bir kızı varmış.
Birgün, falcılarını toplamış ve kızının istikbalini sormuş. Falcılar
oturup birer birer kızın falına bakmışlar ve hep birlikte, kızın bir yı­
lan sokmasından öleceğini söylemişler. Telaşlanan İmparator, he­
men mimarlarını toplamış, denizin ortasında bir kule yapmalarını
emretmiş. Bir süre sonra, yapılan kulede, kızını muhafaza altına al­
dırmış. Aklınca, kızının kara ile bağlantısı kesilecek ve yılanın şer­
rinden kurtulacak. . . Gel zaman git zaman, birgün kızın canı üzüm
istemiş. Bir sepet üzüm getirmişler. Meğer, üzüm sepetinin bir köşe­
sinde zehirli, küçücük bir yılan çöreklenmiş. Prenses, üzüm salkımı­
nı almak üzere sepete el attığı zaman, bu yılan zarif parmaklarını
ısırıvermiş. Kızcağız oracıkta can vermiş . . . "1191 .
Bir Türk boyu olan Kürtler'in doğuş efsanesinde de "yılan" mo­
tifi önemli rol oynarızoı.

(17) Anılan eser, s. 123.


(18) Ali Rıza Yalınan (Yalkın), Cenupta Türkmen Oymaklan, l, Ankara 1977, s. 132, 133.
(19) Mehmet Önder, Efsane ve Hikayeleriyle Anadolu Şehir Adları, Ankara 1989, s. 29.
(20) Hayri Başbuğ, "Kürt Türklerinin Doğuş Destanı İle Ergenekon Destanı Üzerine
Düşünceler", Türk Kültürü, Sayı : 248 (Aralık 1983).

73
Firdevsi'nin "Ş ehname" isimli eserinde yer alan bu efsaneye
göre (Şeref Han'ın "Şerefname"sinde de aynı efsanenin bir varyantı
anlatılır.); şeytanın günün birinde, zalim bir kral olan Dahhak'ın iki
omuzundan öpmesiyle, her iki omuzunda iki tane kara yılan çıkmıştır.
Gerisini "Şehname"den okuyalım :

"Dahhak, bundan çok kederlendi. Her tarafta çareler aramaya


başladı.
Nihayet, bu iki yılanı omuzlarının üzerinden kesti. Fakat, ne şa­
şılacak şeydir ki, bu iki kara yılan, bir ağaç dalı gibi, tekrar bitti.
Hekimler ve akıllı adamlar gelip toplandılar. Her biri, sıra ile
düşüncelerini söylediler.
Türlü türlü tedbirler aldılarsa da bu derde bir çare bulamadılar.
Bunun üzerine şeytan, bir hekim kıyafetine girdi. Derhal gelip,
akıllı bir adam tavrıyla, Dahhak'ın huzuruna çıktı.
Ona : 'Yiyecek vermek suretiyle onları yatıştır, azdırma. Bun­
dan başka yapılacak çare yoktur.
Sen onlara insan beyninden başka birşey yedirme.
Her gün iki adam öldürmeli ve beyinlerini çıkarmak için kafala­
rını kesmelisin! .. . ' dedi.
Böylelikle ...
Her gece, ister halktan veya isterse yiğitler soyundan olsun, iki
delikanlıyı,
Aşcı, padişah (Dahhak)ın sarayına götürür ve bunlarla onun der­
dine derman bulmak isterdi.
Bunları öldürür, beyinlerini çıkarır, yılanlara yiyecek yapardı.. '
.'

Bu hal böyle devam ederken; Ermail ve Kermail adlı iyi kalpli iki
kişi, Dahhak'ın bu zulmü karşısında, bir yolunu bulup "aşcı" olarak
Dahhak'ın sarayına yerleşmeye karar verirler. Ve nitekim öyle ya­
parlar. Amaçları, öldürülmeye götürülen bu insanlara yardımcı ol­
maktır. "Şehname"den devam edelim :

74
"Sarayın adam öldürücü kapıcıları tarafından yakalanan iki de­
likanlı, çığlıklar kopararak aşçıların önüne doğru koştular ve yüzü­
koyun yere kapandılar.
Aşçıların, bu manzara karşısında, ciğerleri sızladı. Gözleri kanlı
yaşlar ve kafaları kinle doldu.
Yeryüzü padişahının bu zalimce işine şaşarak, bakıştılar. Ve iki­
sinden birini öldürmekten başka bir çare göremediler. Bir koyunun
beynini çıkarıp, öldürdükleri gencin beyni ile karıştırdılar.

ötekinin canını bağışlayarak ona : 'Git, bir yerde gizlen, canını


kurtar!
Mamur şehirlerde yaşama! Bundan sonra senin yaşayacağın
yer, dağlar ve ovalardır! dediler.
Onun kafası yerine, değersiz koyun kafasından yılanlara yiye­
cek yaptılar.

B öylece her ay otuz genç canlarını kurtarıyordu. Zamanla, bun­


lar çoğaldılar . . .

Aşçı her gün birkaç keçi v e koyunu ovaya salar, bunlara gönde­
rirdi. İşte bugünkü KÜRT kavminin aslı bunlardan türemiştir ki,
bunlar mamur şehir nedir bilmezler.

Evleri çadırlardan ibarettir . . . "1211

Yine Kürt Türkleri arasında pek meşhur olan "Alanlı Memo Desta­
nı"nda da "yılan" motifinin değişik şekillerde işlendiğini görüyoruz.

Ad i geçen destanda söz konusu motifin kullanıldığı şu cümleleri


naklediyoruz :

"Bazıları açıyorlardı yılan hikayeleri..."


"Zülüflerin ve kızıl örgülerin ucu ok yılanı gibi bükülmüşler . . "
Kanlılar gölü derindir, içinden gelir balık şıpırtıları, yılan ıslık-
ları . . . "

(21) Firdevst, Şehname, 1, (Çev. Prof. Dr. Necati Lugal), İstanbul 1974, s. 42 vd.

75
"Beka atına bindi, aldı terkisine bir heybe buday unu ve bir şişe
yılan zehiri" . . .
"Beka, Memo'nun yiyeceğine yılan zehri kattı . . . "
"Memo, bir süre mahzun kaldı, sanki bir alev çıktı ağzından,
onu zincire üfledi. Demir korlaştı, eridi, aktı, yere döküldü, dev bir
yılan oldu. Beka yılanın önünden kaçtı, bir yana çekildi, donuna et­
ti. Memo güldü, ıslık çaldı, baktı, yılan gerildi, dama yöneldi. Bur­
cun bir deliğine girdi . . . "
"Beko'nun kızı bir nar peydahladı, çuvaldızın ucuyla deldi; içine
Kaşan yılanı zehiri akıttı. . . "c22ı

TÜRK TAKVİMİNDE YILAN:


Eski Türk takvimi, her biri bir hayvan adı ile anılan " 1 2 yıllık"
devre esasına dayanıyordu. Yılların adları şöyle idi : 1 . Sıçkan (fare),
2. Ud (sığır, öküz), 3. Pars, 4. Tabışkan (tavşan), 5. Lu (ejder), 6. Yı­
lan, 7. Yund (at), 8. Koy (koyun), 9. Biçin (maymun), 10. Takagu (ta­
vuk), 1 1 . İt (köpek), 1 2 . Tonguz (domuz).
Menşei çok eski olması gereken ve Çinlilerle müşterek olmasına
rağmen, hayvanlara yakın ilgisi sebebiyle esasta Çin geleneğine ay­
kırı düştüğü için, Türk menşee dayanması kuvvetle muhtemel bulu­
nan bu takvimCZ3J, 12 yılın 5 katı 60 yıllık devreleri ile de, Gök­
Türklerde, Uygurlarda, Batı Türklerinde ve muhakkak ki Hunlarda
kullanılmış olupC24l, hem zaman, hem coğrafi yönden çok yaygın bir
sistem gibi görünmektedir.
"Yılan"ın bir seneye ad olarak verildiği, "12 hayvanlı" bu eski
Türk takvimi, son zamanlara kadar Orta Asya'da, bilhassa Kırgızlar,
Kazaklar, Özbekler, Uygurlar, Türkmenler arasında kullanılmıştırc2sı .
(22) Destana Mem� Alan, İstanbul 1978, s. 225, 232, 253, 339, 344, 366, 367, 371,
373, 377.
(23) Prof. Dr. Bahaeddin Ôgel, Türk Mitolojisi, Ankara 1971, s. 292, vd.
(24) Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, Ankara 1977, s. 291.
(25) Geniş bilgi için bk. Prof. Dr. Osman Turan, 12 Hayvanlı Türk Takvimi, İstanbul
194 1 ; Reşit Rahmeti Arat, Eski Türklerde Tarih Zabtı, i l . Türk Tarih Kongresi
Zabıtları, İstanbul 1943; A. V. Gabain, Alttürkische Datierungsformen, Türkçe
tercümesi : Eski Türklerde Tarih Zabtı Şekilleri, Atatürk Üniversitesi Yıllığı,
1963; Kaşgarlı Mahmud, Divdn-ı Lüga.ti't Türk, 1 , il, III, Ankara 1939 - 1943;
Halife Altay, Anayurttan Anadolu'ya, Ankara 1981.

76
Azerbaycan ve Anadolu'daki boy, oymak ve aşiretlerimiz arasında
da bütün canlılığıyla muhafaza edilmekte olan bu eski gelenek, bil­
hassa Doğu ve Güneydoğu Anadolu'daki oba, kabile ve aşiretleri­
mizde hala da tatbik edilmektedir.

Prof. Dr. M. Fahrettin Kırzıoğlu, Kürtlerdeki bu geleneği tespit


etmiş bulunmaktadır. Prof. Kırzıoğlu'na göre; "Oniki Hayvanlı Türk
Takvimi'nde her yıl, bir hayvan adı ile anılır. Sıçan-Yılı'ndan başla­
yıp, Domuz Yılı'nda bitince, yeniden 12 hayvan sıra ile adını alan
yıllar gelir : Sıçan, Öküz, Kaplan, Tavşan, Balık, YILAN, At, Koyun,
Maymun, Tavuk. İt, Domuz yılı gibi. Bugün Kürt çoban ve yaşlı kişi­
lerce de bu takvimin kullanıldığını ve her yılda, 'o yıla hükmeden
hayvana göre' bolluk, kuraklık, savaş veya barış olacağı bir gelenek
olarak kestirilir . . . "cz&ı

Kars'ın merkez Söğütlü köyündeki Kurmanç (Kürt)lar arasında


Mehmet Alkaş tarafından derlenen "12 hayvanlı" takvimde de "YI­
LAN" 4. sırada yer almaktadırl27l .

HEKİMLİKTE YILAN :

Ord. Prof. Dr. Süheyl Ü nver'e göre yılan, bilhassa birbirine sa­
rılmış çifte yılan, Orta Asya Türkleri arasında saadet sembolüdür.
Bundan dolayı hükümdar armaları, mabedler ve sağlık kuruluşları­
na çifte yılan motifi resmedilmektedir. Orta Asya'dan göç eden
Türklerle beraber bu motif Anadolu'daki şifahanelerin de kapısında
görülmeye başlamıştır. Türkiye'de doktorluk, eczacılık ve diş he­
kimliğinin sembolü olarak kabul edilip rozetlere geçen yılan motifi­
nin aslı Selçuklular devrinde Çankırı'da yapılmış bir darüşşifa (has­
tahane)nın duvarlarında bulunmaktadır. Zaten Selçuklular devrin-

(26) M. Fahrettin Kırzıoğlu, Kürtlerin Türklüğü, Ankara 1968, s. 124; ayrıca bk.
aynı yazar; "Oniki Hayvan Üzerine Dönen Yıllar ve Türkçe Ay Adları", Türk
Folklor Araştırmaları, Sayı: 1 1 , s. 171 (Haziran 1950).
(27) Mehmet Alkaş, Kars Merkez Söğütlü Köyünde Mukayeseli Folklor Çalışmaları,
Erzurum 1967.

77
de yapılan hastahanelerin çoğunun duvarında çifte yılan figürü
mevcuttur. Bu figürlerden dolayı darüşşifalara "yılan yurdu" mana­
sına gelen "maristan" da denmektedir. Ancak halk tarafından bazı
hastalıklara iyi geldiği inancıyla bu taşlardaki yılan kabartmaları ka­
zınıp tozu suyla içildiğinden çoğu belirsiz hale gelmiştir.
Anadolu'da Selçuklu hastahaneleri dışında, değişik yerlerde yı­
lan motifini görmek mümkündür. Mesela Mardin ve Konya kaleleri­
nin duvarlarında yılan motifi bulunmaktadır. Yine Konya'da, çok
değişik yapılarda, söz gelişi Meram'daki Selçuklu hamamının, belki
de suyunun şifa vermesi için, kapısı üzerinde bulunan yılan motifi
günümüzde bile rahatça görülmektedir.
Yılanın şifa unsuru, ilaç olarak kullanıldığı da bilinmektedir.
Selçuklu devrinden kalma eserlerde cüzzamlı hastalara yılan eti tav­
siye edilmektedir. Kirpi etinde bulunduğuna inanılan şifa verici, te­
davi edici özelliğin ise, -kirpi, yılanı yediği için- aslında yılandan
ona geçtiği kabul edilmektedir. Ortaçağda çok değer verilen tiryak
macununun terkibinde keza yılan eti bulunmaktadır.
Günümüzde Anadolu'da bulunan birçok yılanlı göl, yılanlı çer­
mik gibi isimler taşıyan yerlerde canlı yılanların tedavi edici özelli­
ğinden faydalanılmaktadır. Tedavi olan hastalıklar arasında yılan­
c ık'ın bulunması dikkat çekicidir. Günümüzde modern tıpta ise kan
pıhtılaşması ve kansere karşı tedavi maksadıyla yılan zehiri başarıy­
la kullanılmaktadır. Folklorumuzda yılanın tedavide kullanılması,
ayrı bir makale konusu olacak kadar geniştir. Bir örnek olarak bu­
gün halk arasında; yılanın gömleğinin (derisinin) yakılarak elde edi­
len külleri zeytin yağı ile merhem haline getirilip dökülen saçlara
sürülürse, yeniden çıkarılacağına inanılır.
Bütün dünyada olduğu gibi, Türkiye'de de tıp fakültelerinin
amblemi yılandırc2aı.
SİHİR VE BÜYÜDE YILAN :
Prof. Dr. Abdülkadir İnan'a göre; yılan afsunu, Türk uluslarında
çok yaygın bir folklor maddesi teşkil ediyorczaı .

(28) Doç. Dr. Fuat Yöndemli, anılan yazı.


(29) Prof. Dr. Abdülkadir İnan, Eski Türk Dini Tarihi, İstanbul 1976, s. 134.

78
Büyük Türk şairi Ali Ş ir Nevai, bir şiirinde "yılan arbağı"ndan,
yani yılan afsunundan bahsederek şöyle diyor :

"Zülfi sevdasında bilmesler Nevöi nüktesin


Çün cünun güftaridur yahut yılan arbağı "

"Yılan arbağı" Türk folklorunda yaygın bir inançtır. Ali Şir Ne­
vai'nin şiirindeki "arbağ" kelimesini "Abuşka" lugatı yazarı şöyle
açıklıyor : "Yılanı ininden çıkarmak ya da zehirini gidermek için
okunan afsundur. ' '

Prof. D r . Abdülkadir İnan, konu ile ilgili düşüncelerini şu şekil­


de açıklamaya devam ediyor :

"Ali Ş ir Nevai'nin lehçesindeki bu 'arbak' kelimesini B aşkurtlar


'arbav' telaJfuz ederler. Ural dağlarının doğu tarafında yaşayan Baş­
kurtların 'Ulu Katay' denilen boyunda 'yılan arbavı' hakkın­
da çok şeyler işitmiştim. Eski zamanın 'yılan arbavçıları'nı görmüş
olan Baygonak adlı bir ihtiyar bize bu yılan arbavcılarına dair hika­
yeler anlatırdı. Bu hikayelere o da inanır, bizi de inandırırdı. Bu ihti­
yar Başkurt bir gün bize şöyle bir hikaye anlatmıştı : Bizim Ulu Ka­
taylardan bir çobanı yılan sokmuştu. O zaman bizim yaylamı­
za yakın Barın - Tabın oymağında ünlü bir 'arbavçı' vardı; 'arba­
mak' için onu getirdiler. Görenler bizim ihtiyara şöyle anlatmışlar :
Arbavçı arbamıya başlamış . . . Bir de bakmışlar: -uzun bir kara yılan
arbavçının karşısına gelmiş, ıslık çalmaya başlamış . . . Meğer yılan
da arbavçının afsununa karşı afsun yapıyormuş. Adamın karnı şiş­
meye başlamış, bakmışlar yılanın da karnı şişiyor. Arbavçı birçok
yılan isimlerini söylüyormuş, ama bu yılanın adını bulamadığı için
müşkül durumda kalmış. Yanındaki adamlardan biri 'düğmeni çöz!'
diye bağırmış. Arbavçı da, 'ey, altın düğme kara yılan' diye bağır­
mış ve yılan da derhal ölmüş. Arbavçının da karnı iyi olmuş. Meğer
bu yılanın adı 'altın düğme' imiş. 'Düğmeni çiiZ' sözü ile hatırına
yılanın adı geçmiş. Her usta arbavçı bütün yılanların isimlerini bi­
lirmiş.

79
Bu ihtiyar bana kendisinin de bir zaman arbav öğrenmek iste­
miş olduğunu, bundan bazı şeyler hatırında kaldığını anlatmıştı. Ar­
bavdan bir parça şöyle imiş :

'Çenke çenke çenke yılan I çenke başlı kara yılan


Aktan oktan revan yılan I agm sudan mervan yılan
Sen sen yılan sen yılan I senden artık men yılan
Çığar balsan çık yılan I kiter bolsan kit yılan
Nuh peygamber hörmetine I yatkan yerinden tebrenme yılan
Altın başlı ala yılan I bakır başlı sarı yılan
Sen sen yılan sen yılan I senden artık men yılan'ıaoı .

Anadolunun çoğu yörelerinde de sihir ve büyüde yılan motifi­


nin yer aldığı görülmektedir.

Mesela Erzincan yöresinden yılanla ilgili tespitleri şöyle sırala­


yabiliriz:

- Konuşma sırasında yılandan söz etmek uğursuz sayılır. Yılan­


dan söz eden kimseyi o anda bir düşmanın andığı, ona bir tuzak ku­
rulmakta olduğu kabul edilir.

- Yılanın ayağını gören cennete gider.

- Yılan ateşte yakılırsa yağmur yağar.

- Yılanın bir kurbağayı yutmakta olduğunu gören kimse, çocu-


ğu olmayan birisini hatırlayıp, o şahsın niyetine bırakmasını söyler
ve yılan da kurbağayı bırakırsa niyet edilenin çocuğu olurcaı ı.

Diğer taraftan nazar, sihir ve büyüden korunmak için günümüzde


bile Anadolu'da yılanın eti, kemiği, derisi ve gözü kullanılmaktadır1321.
(30) Prof. Dr. Abdülkadir İnan, "Ali Şir Nevıı.i ve Folklor", Türk Folklor Araştırma­
ları, Sayı : 198, s. 3510 (1 966); ayrıca bk. aynı yazar, anılan eser, s. 249-2 5 1 .
( 3 1 ) Doç. Dr. Abdurrahman Küçük, "Erzincan ve Çevresindeki Halk İnanışlarına
Toplu Bakış", III. M illetlerarası Türk Folklor Kongresi Bildirileri, iV. Cilt, An­
kara 1987, s. 245.
(32) Doç. Dr. Fuat Yöndemli, anılan yazı.

80
RÜYADA YILAN: �
Rüyada yılanın görülmesi ile ilgili olarak da çeşitli yorumlar ya­
pılmaktadır. Bununla alakalı olarak şunları sıralayabiliriz :
- Bir kimsenin rüyada gördüğü ve ondan korkmadığı yılan, o
kimsenin kuvvet ve devletidir.
- Yılanı kendi evine soktuğunu gören kimse, o yılan kendisine
hile edecek bir düşmanıdır.
- Yılanı tuttuğunu gören kimseye emniyet içerisinde bir düşman
tarafından mal gelir. Eğer yılanı öldürdüyse düşmanına galip olur.
- Kendisini yılanın ısırdığını gören kimseye düşmanı tarafından
bir eza ve meşakkat erişir.
- Siyah yılan, hile ve yaramazlığı cihetiyle düşmanının en şid-
detlisidir.
- Yılanın beyazı, zayıf ve kuvvetsiz düşmandır.
- Rüyada görülen su yılanları maldır.
- Yılan eti yediğini gören kimseye, sevinç, menfaat ve izzet isa-
bet eder.
- Bostanın yılanlarla dolduğunu görse, o bostandan meydana
gelecek büyüme ve gelişmeye, ürünlerin fazlalığına ve bereketine
işaret eder.

"TAŞ KESİLME" OLAYINDA YILAN :


"Taşlaşma", "taşa dönüşme" ya da "taş kesilme" motifi, gerek
Anadolu'da ve gerekse Anadolu dışındaki Türk toplulukları arasın­
da yaşayan yüzlerce efsaneye konu olmuştur.
Bu tür efsanelerin bir kısmı da konumuzla yakından ilgilidir.
Prof. Dr. Saim Sakaoğlu tarafından tespit edilebilen efsanelerin
konumuzla ilgili olanları şunlardırl33l;
(33) Saim Sakaoglu Anadolu-Türk Efsanelerinde Taş Kesilme Motifi ve Bu Efsane­
lerin Tip Kataloğu, Ankara 1980, s. 122, 123, 124.

81
"Ar duygusu, din sevgisi kalmayan Erzurum halkını cezalandır­
mak için Allah'ın gönderdiği ejderha şehri yutmak üzere iken Ab­
durrahman Gazi'nin duasıyla ağzı kitlenir ve taş kesilir." (Erzurum).
"Erzurum'a musallat olan ejderha, kendisini öldürmek isteyen
pek çok gencin canına kıyar. Abdurrahman Gazi ile karşılaşan ej­
derha, onun vurduğu kılıç ile taş kesilir." (Erzurum).
"Bir ejderhanın Erzurum halkını yemek üzere kendi türbesi isti­
kametinden geldiğini hisseden Abdurrahman Gazi dua eder. Ejder­
ha taş kesilir." (Erzurum).
"Abdurrahman Gazi'nin türbesi civarında koyun otlatan ermiş
bir çoban ejderhayı görünce Abdurrahman Gazi'nin hatırı için onu
taş haline koymasını Allah'tan diler. Ejderha ve sonra da çoban ve
sürüsü taş kesilir. " (Erzurum).
"Erzurum şehrinin üzerine inmek isteyen ejderhanın torbası Al­
lah tarafından delinir. Onu yamamak için oyalanan ejderha gecikir
ve vaz geçer. İnmek istediği bir gün ise Allah onun ağzına kilit vu­
rur, taş haline getirir. " (Erzurum).
"Şehre inmekte olan ejderhaları Fetamet Baba ile Oslu/Osduk
Baba durdururlar. Ejderhalar taş kesilir. " (Bayburt-Gümüşhane).
"Koyunlara zarar veren ejderha, Koyun Baba'nın duasıyla taş
kesilir." (Osmancık-Çorum).
"Köylüler ejderhadan korkup kaçarlar. Kaçamayan yaşlı bir ka­
dın I hamile bir kadın kendisinin veya ejderhanın taş kesilmesini di­
ler. Ejderha taş kesilir." (Bayburt-Gümüşhane).
"Köye inen ejderha, ağzı dualı bir gelinin dileğiyle taş kesilir."
(Bayburt-Gümüşhane).
"Çalışkan bir kadının işine mani olmak isteyen ejderhanın, ağla­
yan bebeğin hürmetine taş olması niyaz edilir. Ejderha taş kesilir."
(Bayburt-Gümüşhane).
"Ejderha herkesi yer. En sona kalan bir anne ile kızı sıranın ken­
dilerine geldiğini anlayınca Kur'an-ı Kerim'i alıp dua etmeleri üzeri­
ne ejderha taş kesilir. " (Turhal-Tokat).

82
"Pek çok insanı yiyen ejderha, bir annenin kucağındaki yavruyu
da parçalar. Annenin duası ile ejderha taş kesilir." (Elazığ).
"Gelin alayının önüne ejderha çıkar. Alaydakiler ejderhadan kur­
tulmak için kurban adarlar. Ejderha taş kesilir. " (Karlıova-Bingöl).
"Ejderha taş kesilirse çoban bütün hayvanlarını kurban edecek­
tir .Ejderha taş kesilir." (Yusufeli-Artvin).
"Sonradan olan tek evladının bir ejderha tarafından öldürülece­
ğini bir falcıdan öğrenen padişah, Gülek Boğazı'na bir saray yaptı­
rır. B abasından izin alıp kırlara çıkan bir kız bir ejderha ile karşıla­
şır. Kız Allah'a duada bulunur. Ejderha taş kesilir. " (Toroslar).
"Çukurova'daki bir krala, falcısı, kızının bir yılan tarafından so­
kulacağını söyler. Sarayda saklı tutJ.Ilan kız serbest bırakıldığı gün
ormana koşar. Bir yılanla karşılaşınca kurtulmak için taş veya kuş
olma dileğinde bulunur. Kız ve yılan taş kesilir." (Çukurova).
" Rum diyarını fethe çıkan Hz. Ali'nin yolunu, Gülek Boğazı'n­
dan geçerken bir ejderha kesmek ister. Halifenin üzerine atılan ej­
derha taş kesilir." (Toroslar).
"Toroslardan geçmekte iken ağaç gövdesi kadar kalın bir yılanı
gören Hz. İbrahim, bunun insanlara zarar verebileceğini düşünür
ve taş olmasını diler. Yılan taş kesilir." (Toroslar).
"Halka kötülük yapan zalimler için Allah gökten ejderha indirir.
Ancak zalimleri yiyip bitiren ejderha mazlumları yemeye başlar. Bir
nine, torununu yememesi için ejderhanın taş kesilmesini diler. Ej­
derha taş kesilir." (Ş avşat-Artvin).
"Ş avak'tan yola çıkan göçteki taze bebekli gelin geride kalır.
Çocuğunu doyururken kocaman bir yılanın hücumuna uğrar. Gelin,
kendilerini bu yılana yem etmemesi için Allah'a yalvarır. Yılan taş
kesilir." (Pertek-Tunceli)1341.

(34) Yusuf Gül, Tunceli'de Şavaklılar, Ankara 1976, s. 97; ayrıca bk. Efsanelerimiz,
İnönü Üniversitesi Efsane Derleme Yarışması, Malatya 1988, s. 1 39 (İsmail
Görkem, "Yılan Dağı Efsanesi").

83
OYMAK VE KABİLE ADLARINDA YILAN :

Türk kültür ve folklorunda mühim bir yer tuttuğunu gördüğü­


müz yılanın bazı Türk oymak ve kabilelerinin isimlerinde de yaşadı­
ğını öğrenmekteyiz.

Kuman-Kıpçak Türkleri'nde bir boyun ismi "Yılan"dırt3sı.

Başkırt Türkleri'nde de bir kabile "Yılan" aı..l ı nı taşımaktadırl3&l .

Osmanlı Tahrir Defterlerinde ve çeşitli belgelerde de, "Yörükan


Taifesinden" diye gösterilen pek çok Türk topluluğu, keza yine "Yı­
lan" adını taşımaktadır.

Yerleşme yerleri ile birlikte birkaç örnek veriyoruz :

Yılancılar nam-ı diğer (Halilobası) : Badracık Kazası (İnebahtı


Sancağı).

Yılancılı (Yılancılu) : Adana ve Sis Sancakları.

Yılancıobası : Akdağmadeni Kazası (Bozok Sancağı).

Yılanhacılı (Yılanhacılu) : Bozok ve Meraş Eyaletleri.

Yılanlı (Yılanlu) : Siverek Sancağı (Diyarbekir Eyaleti), Kurşun­


lu Kazası (Kengıri Sancağı).

Yılanlıca (Yılanluca) : Kusun Kazası (Tarsus Sancağı), Karahi­


sar-ı Ş arki Sancağıl37l.

ŞAHIS ADLARINDA YILAN :

Oymak ve kabile adlarının yanısıra, şahıs isimlerinde de "yılan"


adına rastlanmaktadır.

(35) Prof, Dr. L. Rasonyi, "Tuna Havzasında Kumanlar", Belleten, Sayı : 1 1-12, s. 413.
(36) Hüseyin Namık Orkun, Türk Dünyası, İstanbul 1932, s. 166.
(37) Cevdet Türkay, Başbakanlık Arşivi Belgelerine Göre Osmanlı İmparatorluğu'nda
Oymak Aşiret ve Cemaatlar, İstanbul 1979, s. 774.

84
Prof. Dr. Laszlö Rasonyi, Kuman Türkleri'ndeki şahıs isimlerini
verirken; "Eski Türklerdeki totemizmi andıranlar" ibaresinin he­
men ardından ilk sırada "İlan (Yılan)" adını zikretmektedirl3BJ.

Milli Mücadelede Antep direnişinin sembollerinden olan Molla


Mehmet'e halkın "Kara Yılan" adını verişi, Kuman'ların yaşattığı
bu gelenekle ilgili olabilir13eı.

Diğer taraftan; Anadolu Selçukluları devrinin en önemli sosyal,


kültürel, sınai, iktisadi ve siyasi kuruluşu olan Ahi Teşkilatı'nın ku­
rucusu olarak bilinen "Ahi Evren"in, adındaki "Evren" kelimesinin
yılan veya ejder anlamına geldiği biliniyor. Bu Türk halk filozofu­
nun asıl adı ise Ş eyh Nasiru'd-Din Ebu'l-hakayık Mahmud b. Ah­
med el-Hoyi'dir•40l. Kendisine "Ahi Evren" adının verilişi birkaç
farklı efsaneye dayandırılmaktadır. Hepsinde ortak olan taraf "Ev­
ren"in yılan (ejder) anlamına geldiğidir. Bu rivayetler şunlardır :

1 . Ahi Mahmud, Hz. Peygamber zammında Bedir Savaşına ka­


tılmış, yılan olup düşmana saldırdığı için bizzat Hz. Peygamber ta­
rafından kendisine yılan anlamına gelen "Evren" adı verilmiş, son­
ra da ona Ahi üniforması giydirerek Diyar-ı Rum'a (Anadolu'ya)
göndermiş ve böylece Nasiru'd-Din Mahmud'a Ahi Evren denir ol­
muştur.

2. Bir rivayete göre de Ahi Mahmud Kayseri'deki dabbağ atöl­


yesinin mahzeninde yılan beslediği için kendisine Evren denmiştir.

3. Bir rivayete göre de Ahi Mahmud Kırşehir'e gelince halk bir


yılanın kendilerine musallat olduğunu, bu yılanın korkusundan işle­
rine gidemediklerini bildirmişler, o da bu yılanı kendisine muti kıl­
mış ve halkı bu yılanın saldırısından kurtarmıştır. Bu yüzden de ona
Ahi Evren denmiştir.

(38) Prof. Dr. L. Rlısonyi. anılan eser, s . 143; ayrıca bk. aynı yazar; "Kuman Özel
.

Adları", Türk Kültürü Araştırmaları 1966-1969, Ankara 1973, s. 106, 142.


(39) Necdet Sevinç, Gaziantep'te Yer Adları ve Türk Boyları Türk Aşiretleri Türk
Oymakları, İstanbul 1983, s. 120.
(40) Geniş bilgi için bk. Refik H. Soykut, Ahi Evren, Ankara 1976.

85
4. Halk inanışlarına göre de Ahi Evren'in ölümü bir yılan donu­
na girip bir kayanın dibine girmek şeklinde olmuş, türbesi de bu
kayanın üzerine inşa edilmiştir. Menakıbnamelerde de onun ejder
donuna girdiği sık sık söz konusu edilmiştir.

Bu rivayetlerin 1. ve 4. sünde çok eski bir Türk efsanesi olan bir


hayvan donuna girme motifininl41l Ahi Mahmud'a uygulandığı gö­
rülmektedirını.

YER ADLARINDA YILAN :


Anadolu'da "yılan" adını taşıyan pek çok dağ, tepe, dere, kale,
ova, vadi, köy, vs. bulunduğunu bilmekteyiz. Bu tür isimlerden, ör­
nek olarak şunları kaydediyoruz :

İIAnlı 'yılanlı' (yeni adı : Balkan) : Mazgirt/Tunceli. Merhum


Prof. Dr. Mehmet Eröz, bu adı eski Türklerdeki "yılan totemi"ne
dayandırmaktadır. Nitekim, "Totemik İzler Taşıyan Doğu Anadolu
Köyleri" başlıklı yazısında, bu ve diğer bazı isimler üzerinde geniş
bilgi vermektedirl43l.
İlan(os) : Akçaabat I Trabzon.
Yılanca : Kilis I Gaziantep.
Yılancı : Merkez I Kastamonu.
Yılangömü : Karaman.
Yılanhöyük : Gürün I Sivas.
Yılankale : Ceyhan I Adana.
Yılankalesi : Arslanlı Köyü - Hilvan I Ş anlıurfa.

(41) Bu konuda bk. Ahmet Turan, "Türk Destan ve Masallarında Şekil Değiştirme
Motifi", Yeni Forum, Sayı : 244, s. 47-48 (1-15 Kasım 1989).
(42) Dr. MikAil Bayram, "Ahi Evren Hakkındaki Yılan (Evren : Ejder) Efsanelerinin
Ortaya çıkışı", III. Milletlerarası Türk Folklor Kongresi Bildirileri, i l . Cilt, An­
kara 1986, s. 75-79.
(43) Mehmet Eröz, Doğu Anadolu'nun Türklüğü, lstanbul 1975, s. 148. Ayrıca bk.
aynı yazar, "Sosyolojik Yönden Türk Yer Adları", Türk Yer Adları Sempozyu­
mu Bildirileri (11-13 Eylül 1984), Ankara 1984, s. 51.

86
Yılanlar : Ulus I Zonguldak.
Yılanlı :: Birecik I Şanlıurfa.
Yılanlı : Doğubeyazıt /Ağrı.
Yılanlı : Oğuzeli I Gaziantep.
Yılanlı Çamlıdere I Ankara.
Yılanlı : Kalecik I Ankara.
Yılanlı : Karayazı I Erzurum.
Yılanlı : Kırıkhan I Hatay.
Yılanlı : Ilgaz I Çankırı.
Yılanlı : Bin taş - Hassa I Hatay.
Yılanlı : Eğridir I Isparta.
Yılanlı : Arpaçay I Kars.
Yılanlı : Selim I Kars.
Yılanlı : Taşköprü I Kastamonu.
Yılanlı : Varto I Muş.
Yılanlı : Boyabat I Sinop.
Yılanlı : Malkara I Tekirdağ.
Yılanlı : Erciş I Van.
Yılanlıca (Yılanca) : Devrek I Zonguldak.
Yılanlıcakuz (Yılancakuz) : Devrek I Zonguldak.
Yılanlıkaya : Yıldızeli I Sivasl"l.
Yılan Tepe : Siirt - Cizre arasında bir tepe adı.
Yılanlı Dağı: Siirt'te bir dağ adıc4sı .
Yılanlı Dağı: Tunceli'de bir dağ adıl48>.

(44) Bk. Köylerimiz, Ankara 1982, s. 582; Hilmi Göktürk, anılan eser, s. 154; Necdet
Sevinç, anılan eser, s. 120; Doç. Dr. H. Hilmi Karaboran, "Türkiye'de Mevkii
Adları Üzerine Bir Araştırma", Türk Yer Adları Sempozyumu Bildirileri, An­
kara 1984, s. 136, 143.
(45) Yeni Tabii Yer Adları 1977, s. 66.
(46) M. Nuri Dersimi, anılan eser, s. 1 1 ; Yusuf Gül, anılan eser, s. 97.

87
R E S İ M L E R
DİZİN
I. KİŞİ ADLARI

- A -

Abdal Musa : 17,18. Alp Kapardin : 2.


Abdurrahman Gazi : 82. Alp Yulay : 9.
Adem [Hz.) : 18. Alparslan : 47.
Ağu içen Baba : 58. Altay, Halife : 53.
Ahi Evren : 85, 86. Arslan Hatun : 47.
Ahi Mahmud : Bk. Ahi Evren. Aruz : 19.
Ahmet Yesevi : 17, 61,62. AtillA : 45.
Aiyos Spiridon : Bk. Sarı Saltuk. Ay Mökö : 26.
Ak-Hen : 56. Aydın : 72,73.
Aksoy, Ö. A. : 64. Aykız : 19.
Alanlı Memo : Bk. Memo. Ayşe Sultan : 21,72.
Ali [Hz) : 18,22,83. Ayvaz Şah : 14.
Ali Şir NevAI : 79. AzrAil : 19.
Alkaş, Mehmet : 50,77.

- B -

Baba Mansur : 58. Beko : 57, 76.


Bamsı Beyrek : 9, 12, 27, 44,46. Beyböyrek : Bk. Bamsı Beyrek.
Benarlı, N. S. : 98, 100. Bilge Kağan : 48.
Basat : 28. Bozkurt : 40.
Bayan : 9. Bugu Han : 25.
Bayazıd il : 63. Burle Hatun : 48.
Beygonak : 79. Buyur Baba : 58.

- c -

CelAleddin Harzemşeh : 58. Cengiz Han : 13.


Cem Sultan : 63,94. Cihan Şah : 93.
Cemşid [Palu Beyi) : 14, 15. Cihanşah [masal kahramanı) : 21.
Cemşid [ lran Padişahı) : 30.

- ç -
Çeko : 10, 11. Çoban Baba : 58.

109
. D .

Dahhak : 37, 38, 39, 40, 74. Derviş Beyaz : 58.


Davud : 47. Derviş Cemal : 58.
Dede Korkut : 1, 2, 7, 9, 12, 16, 19, 46, 71. Derviş Mehmet : 58.
Deli Dumrul : 19. Dirse Han : 2.
Deli Yusuf Dede : 58. Doğrul Baba : 18.
Demiray, Güner : 5. Düzgün Baba : 58.
Dersimi, M. Nuri : 54, 59, 70.

. E .

Eberhard : 68. Emen Beğ : 28.


Ebu Sa'id Meyheni : 47. Emer Beg : 24, 49.
Ebulgazi Bahadır Han : 36. Enver Sadık : 4, 5.
Ebül Hayr Rumi : 63. Erlik : 25.
Edige : 2. Ermail : 74.
Egrek : 7. Eröz, Mehmet : 86.
Elyesa (Hz.) : 42. Evliya Çelebi : 14, 15, 61, 63.

• F •

Fatih Sultan Mehmed : 10, 63. Firdevs! : 30, 38, 74.


Fetamet Baba : 82.

• G •

Gökalp, Ziya : 36, 40, 50, 72. Gülensoy, T. : 105.


Grünwedel, A. : 96. Günkız : 19.
Gül Ağa : 70, 71.

• H •

Hacı Bayram Veli : 62. Hıdır : Bk. Hızır (Hz.).


Hacı Bektaş-ı Veli : 17, 18. Hıdır Nebi : Bk. Hızır (Hz.).
Hasan : 10, 11, 49. Hızır (Hz.) : 41, 42, 43, 44, 58, 70, 99.
Hasan Saltuk Dede : 59. Hoca Hıdır : Bk. Hızır (Hz.).
Hazreti Muhammed : 28, 62, 85. Huhanye : 7.
Herodot : 69.

• t •

İbn el-Cevzi : 47. İlan (Yılan) : 85.


İbni Batuta : 83. İlyas (Hz.) : 41, 42, 44.
İbrahim (Hz.) : 83. İnan, Abdülkadir : 2, 4, 9, 47, 53, 78, 79.
İhsan Nuri : 37. İstemi Kağan : 29.

110
- J -
Jordanes : 45.
- K -

Kalaçev, A. : 12. Kave : 37, 39, 40.


Kalafat Yaşar : 51. Kayan : 35.
Kan-Töngüs : 20, 26, 27. Kazan Bey : 27, 29.
Kan Turalı : 9, 28. Keçeroğlu Ağa : 51.
Kanuni Sultan Süleyman : 14, 63. Kerem ile Aslı : 44, 57.
Kara Göne : 27. Kermail : 74.
Kara Han (Kayra Han) : 20, 25, 71. Kırzıoğlu, M. Fahrettin : 3, 5, 15, 77.
Kara Yılan : 85. Konur Koca Sarı Çoban : 19.
Kara Yusuf : 13. Koyun Baba : 82.
Karacaoğlan : 44. Köprülü, Fuat : 13.
Karatacin : 10, 11. Köroğlu : 26.
Kartaga-Mergan : 20, 27. Kül Tegin : 46.
Kaşkarlı Mahmud : 1, 7, 64. Kümüs-Pırgı : 26.

- L -

Latif Şah : 44.

- M -

M. Osman : 5. Mir Ezin : 24.


Manas : 9. Molla Mehmet : 85.
Mar : 70, 71. Morand, Jerom : 14.
Meri Mummu : 69. Morrier, Jamis : 36.
Mehemmet : 22. Mo-tun (Mete) : 68.
Melik Şah : 47. Muhammed Beg : 47.
Meml! Alan : Bk. Memo. Munzur Baba : 58.
Memo : 8, 10, 11, 24, 49, 57, 76. Müşfika Abdülkadir : 4.
Merzifonlu Kara Mustafa Paşa : 95.

- N -

Naşit Hakkı : 60. Nuh (Hz.) : 80.


Nikitin, Bezil : 54, 69.

- o -

Oğuz Kağan : 56, 71. Osman Gazi : 14.


Oslu/Osduk Baba : 82.

- ö -
Ögel, Bahaeddin : 18, 56, 57, 97, 105. ô tügen ana : 53.

111
- p -

Pir Sultan : 58. Poltan Bey : 21.

- R -

Rasonyi, Laszlô : 68, 85. Reşidüddin : 34.

- s -

Saint Naum : Bk. Sarı Saltuk. Sevgen, Nazmi : 59.


Saint Nikola : Bk. Sarı Saltuk. Seyfi Saltuk Dede : 59.
Saint Spiridon : Bk. Sarı Saltuk. Seyid Ahmet Dede : 58.
Sakaoğlu, Saim : 81. Seyid Kemal : 58.
Salman Bey : 44. Seyid Lokman : 102.
Saltuk, Cemal : 59. Seyid Mahmut : 58.
Sarı İsmail Sultan : 61. Seyid Sabun : 58.
Sarı Saltuk : 58, 59, 60, 61, 62, 63, 101, Sıti : 24.
102, 103. Sultan Baba : 58.
Satuk Buğra Han : 57. Sultan Hıdır : Bk. Hızır (Hz.).
Saybek Han : 2. Sultan Hızır : Bk. Hızır (Hz.).
Segrek : 7. Sultan İbrahim : 94.
Selcan Hatun : 9. Sümer Faruk : 3.

- ş -

Şah Maran : 69. Şeyh Meram : 70.


Şemseddin SAmi : 13. Şeyh Nasiru'd-Din Ebu'l-hakayık Mah­
Şeref Han : 74. mud bin Ahmed el-Hoyi : Bk. Ahi
Şeyh Hasan : 58. Evren.

- T -

Tacdin : 24. Tukuz : 35.


Tepegöz : 28. T'u-mi-tu : 29.
Tujik Baba : 58. Turan, Ahmet : VI.

- u -

Uluken Hatun : 53. Uzun Hasan : 2, 63.


Umur Bey : 47.

- Ü -

Ülker :72. Ünver, Süheyl : 34, 77.

112
- y -

Yalman [Yalkın), Ali Rıza : 48. Yeşil Baba : 58.

Yaltacuk : 12. Yılan Bey : 72.

Yavuz Sultan Selim : 14, 15, 93. Yıldızkızı : 19.

Yazıcıoğlu : 3. Yigenek : 28.

Yel Baba : 58.

- z -

Zemarkhos : 52. Zin : 8, 19, 24, 49.

Zeybek, Namık Kemal : 41. Zoya Tülek : 26.

il. DEVLET, MİLLET, BOY VE AŞİRET ADLARI

- A -

Akkoyunlu, -lar : V, VI, 2, 13. Aydınoğulları : 47.

Artuklu, -lar : V, VI. Azeri : 32.

Avarlar : 9.

- 8 -

Balaban : 70. Bizans : 9, 29, 52.

Barın-Tabın : 79. Botanlı : 11.

Başkırt, -lar : 44, 79, 84. Bulgar : 68.

Başkurt : Bk. Başkırt, -lar. Buret : 53.

Beltirler : 47.

- c -

Celali, -ler : 10, 11.

- ç -

Çarekler : 37. Çin, -li, -ler : 7, 29, 39, 68, 76.

Çek : 62. Çuvaş : 32.

113
- D -

Danişmendliler : V. Dulkadırlı, -lar : V, 15.


Dilmaçlı, -lar : V, VI.

- E -

Ermen Şahlar V. Eyyubi, -ler : V, VI.

- F -

Fransız : 14.

- G -

Gök-Türk, -ler : 29, 34, 40, 46, 50, 52, 71, 76.

- H -

Hakaslar : 13. Hiyong-nu : Bk. Hun, -lar.


Halilobası : 84. Hun, -lar : 7, 9, 45, 46, 68, 76.

- i -
İnallılar : V. İranlı, -lar : 37, 59.
İ ngilizler : 38. lskit/Sakalar : 69.

- K -

Kaldeli : 69. Kırgız, -lar : 7, 9, 31, 44, 53, 54, 76.


Karahanlı : 44, 57. Kök-Türk, -ler : Bk. Gök-Türk, -ler.
Karakalpaklar : 48. Kuman : 84, 85.
Karakoyunlu, -lar : V, VI, 13. Kurmanc, -lar : 5, 6, 23, 37, 77.
Karapapak : 32. Kürt, -ler : 3, 5, 8, 10, 11, 14, 15, 31, 32,
Karluk : 29. 33, 36, 37, 38, 39, 40,44, 48, 49,50, 54,
Kazak, -lar : 31, 44, 48, 53, 76. 57, 5� 69, 7� 73, 75, 77.
Kıpçak : 7, 84.

- L -

Leh : 62.

- M -

Macar : 68. Moğol, -lar : 34, 36.


Medler : 59. Moskof : 62.
Mengücük, -ler : V, VI.

- N

Nogaylar : 2.

114
. o .

Oğuz, -lar : V, VI, 1, 5, 7, 9, 14, 16, 19, Osmanlı : 15, 32, 84.
28, 29, 36, 40, 44, 46, 47.

. ö .

Özbek, -ler : 2, 44, 76.

• R •

Romalılar : 9. Rus : 54, 69.

. s .

Sagay, -lar : 48. Selçuklu, -lar : V, VI, 47, 77, 78, 85.
Saltuklu, -lar : V, VI. Sökmenli, -ler : V, VI.
Sarı Saltuk (aşiret) : 59, 60, 61.

. ş .

Şavak : 83.

• T •

Tahtacı : 32. Türk, -ler : V, VI, 1, 2, 3, 7, 8, 12, 13,


Tatar, -lar 15, 62. 14.1� 18, 20, 22,23, 29, 30, 31, 32, 33,
Telengit, -ler : 12. 34, 35, 36, 37, 39, 40, 41, 42, 43, 44, 45,
Timurlular : 13. 47, 48, 51, 52, 53, 54, 55, 56, 57, 58,
Türgeşler : 29. 60, 61, 63, 64, 68, 69, 71, 73, 76, 77,
Türkmen, -ler : 6, 13, 15, 32, 47, 48, 76. 78, 79, 81, 84, 85, 86, 91, 98, 100, 105.

- u -

Ulu Katay : 79. Uygur, -lar : 13. 18, 31, 76, 96.

- y •

Yabaku : 7. Yılanhacılı (Yılanhacılu) : 84.


Yakut : 54. Yılanlı (Yılanlu) : 84.
Yezidi : 69. Yılanlıca (Yılanluca) : 84.
Yılancılar : 84. Yörük : 32, 48, 84.
Yılancılı (Yılancılu) : 84. Yörüklln : Bk. Yörük.
Yılancıobası : 84. Yüeçi : 7.

115
111. COGRAFYA ADLARI
- A -

Abukan : 52. Anadolu : V, 1, 3, 14, 16, 17, 18, 22, 31,


Adana : 69, 84, 86. 32. 41. 42, 44, ·i8, 58, 60, 61, 62, 64,
Adımova : 43. 68, 69, 77, 78, 80, 81,85.
Ağrı : 43, 87. Ankara : 41, 59, 87.
Akçaabat : 86. Antalya : 43.
Akdağlar : 13. Antep : Bk. Gaziantep.
Akdağmadeni : 84. Arnavutluk : 62.
Akviran : 59, 60, 101. Arpaçay : 5, 87.
Alıay, -lar : 12, 25, 44, 53, 54, 56, Arslanlı : 86.
57, 97. Arlvin : 83.
Alııneli : 62. Azerbaycan : 31, 44, 54, 64, 77.

- B -

Baba dağı : 63. Bitlis : 43, 51.


Babaeski : 62. Blagay : 62.
Badracık : 84. Bağdan : 62, 63.
Bağdat : 47. Bolu : 43.
Balıkesir : 5. Bor : 62.
Balkan (köy) : 86. Boristen : 69.
Balkan, �ar : 22,31, 41, 58,63, 68, 86. Boyabat : 87.
Batı Trakya : 32, 44. Bozok : 84.
Bayburt : 82. Buharı\ : 61
Bedir : 85. Bulgaristan : 44.
Bingöl : 43, 87. Burhatu-Han : 53.
Binlaş : 87. Bursa : 4.
Birecik : 87.

- c -

Ceyhan : 69, 86. Cizre : 10,11, 19,49, 87.

- ç -
Çamlıdere : 87. Çorum : 82.
Çankırı : 77, 87. Çölemerik : 15.
Çemişgezek : 43. Çukurova : 83.

116
- D -

Dalmaçya : 62. Diyarbekir : Bk. Diyarbakır.


Danzig : 62. Dobruca : 60, 62.

Datça : 43. Doğu Anadolu : V,VI, 3,5, 8, 18, 23,

Demavend : 38. 30,48, 49, 51, 55,57, 69, 77,86.

Dersim : Bk. Tunceli. Doğu Türkistan : Bk. Türkistan.


Devrek : 87. Doğubcyazıt : 87.

Diyarbakır : 2, 36,43,50, 55, 62, 64, Düzce : 43.

84, 103.

- E -

Edirne : 10,62, 83. Erciş : 87.

Eğridir : 87. Erzincan : 55, 80.

Elazığ : 43,44,51, 83. Erzurum : 43,55, 82, 87.

- G -

Galata : 10. Gümüşhane : 82.

Gaziantep : 4, 6,16,55, 85, 86, 87. Güney Anadolu : 48.

Gemerek : 5. Güneydoğu Anadolu : 8,18, 23,48, 51,77.

Gülek Boğazı : 83. Gürün : 86.

- H -

Hakkari : 15,55, 69. Hıdranlıkantarma : 43.

Hamur : 43. Hınzori : 70.

Hangay-Han : 53. Hızırdere : 43.

Hassa : 87. Hızırilyas : 43.

Hatay : 44,.87. Hızırkahya : 43.

Hazar Gölü : 44. Hızırşah : 43.

Herakles : 69. Hızıruşağı : 43.

Hersek : 62. Hilvan : 86.

Hıdırdodik : 43. Horasan : V, 43.

Hıdırilyas (Hızırilyas) : 43. Hozat : 59, 60.

Hıdıroz : 43.

- 1 -

Ilgaz : 87. Isparta : 87.

Isfahan : 47.

117
. t •

İlllnlı : 86. İstanbul : 43, 62,53,73.


İlan(os) : 86. İsveç : 62.
İnebahtı : 84. İzmir : 43.
İ ran : 14, 30, 38.

• K •

Kalecik : 87. Kıraçlar : 43.


Kaliabra : 62. Kırıkhan : 87.
Kara-Amid : Bk. Diyarbakır. Kırım : 32, 44,64.
Karaca : 59,61. Kırşehir : 85.
Karahisar-ı Şarki : 84. Kilis : 86.
Karaman : 86. Kiştim : 70.
Karaşar : 13. Konya : 78,104.
Karayazı : 87. Korfu : 62, 63.
Karlıova : 83. Kosova 62.
Kars : 5,43,48,50,55, 77,87. Kozaklı : 43.
Kastamonu : 86, 87. Kumluca : 43.
Kayseri : 85. Kurşunlu : 84.
Kengıri : 84. Kusun : 84.
Kerkük : 44. Kuzey-Irak : 8,57.
Kıbrıs : 44. Kürdistan : 14,15.

• L .
Lehistan : 62. Lipka : 62.

. M .
Macaristan : 61. Mersin : 48.
Malatya : 61. Mığrıp : 8, 10,24.
Malkara : 87. Mastar : 62.
Maraş : 4,15, 43, 84. Muğla : 43.
Mardin : 49, 50, 78. Musul : 44.
Mazgirt : 86. Muş : 43, 87.
Meram : 78.

• N •

Nevşehir : 43. Noan-ula : 45.

. o .
Oğuzeli : 87. Osmancık : 87.
Orhun : 46, 71. Ovacık : 60, 61.
Orta Asya : 1,31, 45,47, 52, 68, 76, 77.

118
. p •

Palu : 14, 15. Pazırık : 45.


Paris : 104. Pertek : 83.
Pazarcık : 43.

• R •

Rum : Bk. Rumeli. Rumeli : 60, 61, 62, 83, 85.

. s .

Samandağ : 44, 99. Sinop : 87.


Sarı Saltuk (dağ, tepe) : 59, 60, 101. Sis : 84.
Sava : 9,10. Sivas : 5, 86, 87.
Selim : 87. Siverek : 84.
Semerkant : 2. Söğütlü : 50, 77.
Sibirya : 18, 56, 105. Sürmeli : 27.
Siirt : 43, 87. Svetinaum : 62.

. ş .

Şahmaran Kalesi : 70. Şalak : 15.


Şanlıurfa : 50, 62, 86, 87. Şavşat : 83.

. T .

Tarsus : 84. Tunceli : 43, 44, 54, 55, 58, 59, 60, 61,
Taşköprü : 87. 70, 83, 86, 87, 101.
Tekirdağ : 87. Turhal : 82.
Tokat : 82. Türkeli : 25, 48, 58.
Toroslar : 83. Türkistan : V, 22, 31, 41, 46, 58, 61, 64.
Trabzon : 86. Türkiye : 77, 78.

. u .

Ulus : 87. Urfa : Bk. Şanlıurfa.


Ural : 79. Urum : 17.

. v .

Van : 15, 43, 87, 105. Vastan : 15.


Varto : 87. Volga : 68.

• y •

Yılan Tepe : 87. Yılanlı Kale : 69.


Yılanca : 86. Yılanlıca (Yılanca) : 67.

119
Yılancı : 86. Yılanlıcakuz (Yılancakuz) : 87.
Yılangömü : 86. Yılanlıkaya : 87.
Yılanhöyük : 86. Yıldızeli : 87.
Yılankale : 86. Yolboyu : 43.
Yılankalesi : 86. Yozgat : 43, 44.
Yılanlar : 87. Yugoslavya : 44.
Yılanlı : 87. Yunanistan : 62.
Yılanlı Dağı : 87. Yusureli : 83.

- z -

Zonguldak : 87.

120

You might also like