Professional Documents
Culture Documents
G E N E L K O N U L AR D İ Zİ S İ : 1
DOGU
VE
GÜNEYDOGU ANADOLU
- 1 -
Ahmet TU R.Uıl
AN KARA - 1991
© Milli Folklor Yayınlan
ISBN 975 - 95548 - O - 1
· . · ,. . '
ı ' : '
Ya�ınlayan: �Milli Folklor Yayınlirı
·, ı , . · ·. · .
. .. '
İÇİN D E K İL E R
Ön söz v
Resimler . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . 89
III
ÖN SÖZ
v
Türk-Oğuz boyları, oymakları nereye gitti? Selçuklu, Saltuklu, Men
gücüklü, Sökmenli, Dilmaçlı , Artuklu, Akkoyunlu, Karakoyunlu, Ey
yıibi çocukları nerede? Torunları nerede?
Bize göre; Doğu Anadolu, hôla bir "kapalı kutu" olma vasfını de
vam ettiriyor. Bu "kutu "yu açmanın zamanı, çoktan gelmiş ve geç
mektedir. Doğu Anadolu Türk Kültürü diyebiliriz ki, henüz lôyıkı ile
el sürülmemiş, bakir bir durumdadır. Bu kültürü müz, inanıyoruz ki,
bilim adamları ve araştırmacılar için de zevkli ve ilginç bir uğraş ala
nı olacaktır.
MİLLİ FOLKLOR
VI
TÜR K KÜLTÜR ÜNDE
AŞIK KEMİGİOYUNuı·ı
"Dirse Han Oğlu Boğaç Han Destanı"nda konu ile ilgili şu kayı
ta rastlıyoruz :
1
"Meğer sultanım, Dirse Han'ın oğlancığı üç de kabile çocuAu
meydanda aşık oynuyorlardı. . "ı•ı .
Türk boyları arasında, aşık kemiği ile fal açmak adeti de vardır.
Nogaylar'ın "Edige" destanında bunu açıkça görüyoruz :
2
Prof. Dr. Faruk Sümer de, Yazıcıoğlu "Selçukname"sinden ve
"Kitab-ı Diyarbekriyye"den alarak, savaştan önce aşık falına baka
rak ona göre yol tutan iki Türk hükümdarını tanıtmaktadır.ı•ı
2. Aşıkların, bilye gibi, bir yere dizilmesi, eldeki daha iri, daha
ağır bir aşıkla (bu aşık "enek" veya "atmer" vb. gibi ayrı bir ad alır
ve çok defa, içine kurşun veya mum akıtılmak suretiyle oyuna daha
(9) Faruk Sümer, "Oğuzlar'a Ait Destani Mahiyette Eserler", Dil, Tarih
Coğrafya Fakültesi Dergisi, Ankara (Temmuz - Eylül - Aralık] 1959, XVII,
sayı : 3 - 4, s. 442.
(10) M. Fahrettin Kırzıoğlu, Kürtler'in Türklüğü, Ankara 1968, s. 123.
3
elverişli hale getirilir.) devrilmesi, belli bir çizgiden çıkarılması gibi
oyunun belli birtakım kurallarına göre elde edilen başarılar sonu
cunda bir tarafın aşıkları utması (kazanması), öbür tarafın da utul
ması (kaybetmesi). Bu ikinci teknikte, bazı oyun çeşitlerinde, vurma
ya mahsus aşığın veya vurulan aşıkların vuruştan sonra aldıkları du
rum da gözönüne alınır; bu takdirde yukarıda anlatılan iki esasın ka
tışık olarak. bulunduğu oyun çeşitleri çıkmış olur. Bundan başka,
oyuncuların sını almasında da eldeki aşıklar at1Jdıkları zaman, zar
da olduğu gibi yüzlerinin hangisi üste gelirse bu yüzün değerine gö
re, sırayı tayin edici rol oynar. Genel olarak, aşığın durumları değer
sırasıyle : "bey", "kıt", "aç", "tok"tur. 1111
4
geri kalan iki yanından en düz olanına "kıt'', bunun karşılığına da
"say" denir. E. Sadık, dört türlü aşık oyununa yer vermektedir.1141
(14) Enver Sadık, "Gaziantep'te Aşık ve Gülle Oyunları", Halk Bilgisi Haberleri, İs
tanbul ( 1 5 Mayıs 1933), yıl : 2, sayı : 21-22, s. 218.
( 1 5) Güner Demiray, "Gemerek'te Aşık Oyunu", Türk Folklor Araştırmaları, İstan
bul (Ekim 1960), sayı : 135, s. 2249.
(16) M . Osman, Balıkesir'de Doğum Görenekleri ve Çocuk, Balıkesir 1934, s. 19.
(17) Prof. Dr. Selahattin Olcay, Dr. A. Bican ErcilAsun, Dr. Ensar Aslan, Arpaçay
Köylerinden Derlemeler, Ankara 1976, s. 223, 224.
(18) M. Fahrettin Kırzıoğlu, anılan eser, s. 123.
5
BER GEVİR K : Bu oyunda, aşığın her yüzünün ayrı bir adı ve
değeri vardır. Aşığın dik düz tarafına "kera" (eşek), dik çukur tarafına
"dız" (hırsız), yan çukur tarafına "mir" (emir, bey), yan yüz tarafına
"sof" denilir. Bu oyunda aşıklar üst üste konur, sıra ile "dal$"/"del$"
deniİen aşıkla bu yığılan aşıklara vurulmaya çalışılır. Atan şahıs
eğer vurursa, "del(le diğer bozulan aşıkların durumuna bakar. Eğer
"del(, "mir" gelmişse, oyuncu ancak "sof" gelen aşığı alır. Diğerle
rini almak içi'iı, ikinci bir atış yapar. Oyun böyle sürer gider.1191
(19) Mehmet Alkeş, Kars Merkez Söğütlü Köyünde Mukayeseli Folklor Çalışması,
Erzurum 1967, s. 42.
(20) Dr. Mahmut Rışvenoğlu, Doğu Aşiretleri ve Emperyalizm, lst. 1975, s. 240.
6
TÜR K FOLKLOR UNDA
SİLAH ÜZ ER İNEAND İÇMEC">
7
kurtarmak için sefere çıkma hazırlığı yaparken, onu kararından
döndürmek için evlendirip gerdeğe kapatıyorlar : "Oğlanı gelin
odasına koydular. Kız ile ikisi bir döşeğe çıktılar. Oğlan kılıcını çı
kardı, kız ile kendi arasına koydu. Kız der : Kılıcını gider yiğit, mu
rat ver murat al, sarılalım dedi. Oğlan der : Bre kavat kızı, ben kılı
cıma doğranayım okuma sancılayım, oğlum doğmasın, doğarsa on
yaşına varmasın, ağabeyimin yüzünü görmeyince, ölmüş ise kanını
almayınca bu gelin odasına girersem, dedi. "14l
Buna benzer motiflere diğer Türk destanlarında da rastlamakta
yız. Mesela; Doğu ve Güneydoğu Anadolu ile Kuzey-lrak'ta yerleşik
Kürt Türkleri'nin meşhur destanlarından biri olan "DEST ANA
MEM E ALAN" (Alanlı Memo Destanı)'da, şöyle bir ifadenin yer al
dığını görmekteyiz :
8
Yine Dede Korkut'tan başka örnekler vermek yerinde olur ka
naatindeyiz.
9
mahvolsun, gök üstümüze yıkılsın, Gök-Tanrının ateşli okları bizi
öldürsün, dağlar ve ormanlar başımıza yıkılsın, Sava suyu taşarak
bizi yutsun"cıJı.
Fatih Sultan Mehmed 'in Galata ahalisine verdiği ahitnamedeki
yemin formülü içinde, üzerine yemin ettiği unsurlar arasında, "ku
şandığım kılıç hakkıyçün" denilmektedir.
Silahdar Tarihi'ndeki bir rivayete göre de; Edirne vak'asında
(1703), Yeniçerilere, bir tepsi üzerine konan Kur'an-ı Kerim, kılıç,
ekmek ve tuz üzerine yemin ettirilmektedirl141.
Kılıç üzerine and içme formüllerinden birisini de, daha önce sözü
nÜ ettiğimiz, Kürt Türkleri'nin "ALANLI MEMO DESTANI"ndan
vermek istiyoruz. (Cizre beyinin kızına aşık olan Memo, padişahı oldu
ğu Mığrıb kentini terkederek Cizre'nin yolunu tutar. Burada Hasan,
Çeko (Çaka) ve Karatacin (Karataçlı) adlı üç kardeşe konuk olur. Her üç
kardeş, Memo'nun işini halledeceklerine söz verip, and içerler... )
Buradaki "and " formülünü gayet ilgi çekici bulduğumuzdan,
söz konusu destandan, konu ile ilgili geniş bir alıntı vermeyi faydalı
bulduk :
"Hasan, daldı düşüncelere . . .
Dedi : 'kardeşler, yiğitler yiğitlerin kapısına gider . . .
Düşmanların garezinden, şimdi boynumdan çıkarmak istiyo-
rum kılıç kaytanını ve hamayl ıyı.
Memo'nun derdine çare bulacağımıza, onların üstüne yemin
edelim . . .
Anladım k i bu yiğit aşıktır, sevdiği d e bizim mahalleden, Cizreli
ler içinde bizim Celali takımındandır.
Dedim ki davanı sonuçlandıracağım, bu kılıç ve bu hamaylı adı
na; senin derdin-yaran, biz Celalilerin derdi, yarasıdır.
13) Hüseyin Namık Orkun, "Eski Türklerde Andlaşma", T.C. Adliye Vekaleti, Türk
Hukuk Tarihi, Araştırmalar-Düşünceler-Belgeler, Ankara 1935, s. 19 v.d.
(14) Orhan Şaik Gökyay, anılan eser, s. CCCIX, CCCX.
10
Her kimse ona getireceğim, karşılıksız, parayla değil;
Bunun üzerine Çeko elini attı kılıç ve hamaylıya.
Dedi : 'Benden taraf, bu konuğumuzun gelişi her ne içinse, ya
pacağım, mademki siz iki kardeşin isteği böyle.
Elini hangi kızın omuzuna koysa ve o biz Celalilerden bile olsa,
Hasan'ın sözünü kırabilir miyim? Onun sevdiğini, kuşluğa kalmaz,
getiririm. '
Bu kez sıra geldi, her ü ç kardeşin küçüğü Karatacin'e.
Elini koydu kılıcın ve hamaylının üstüne,
Dedi : 'Küçük kardeş daima tüm kardeşlerin kulu, kölesidir.
Bu kılıca ve bu hamaylıya bir kez and içerim ki, konuğumuzun
isteği Cizrel15l kentinde ne olursa olsun onu yerine getireceğim.
Doğrusu, çok sevdim onu, konuk olmasa da kardeşim gibi.'
Hasan bir kez daha dönüp dedi : 'Yiğitlerin sözü and için üçün-
cüsüdür.
Bu kılıç ve bu hamaylıya and içerim ki tüm Cizre kenti üstüne.
Sözüm yerine gelecek ...
Bize Botanlıı11ı derler.
Gelip bize konuk oldu Kürt Padişahı Mem� Alan,
Biz üç kardeş kılıç ve hamaylı üzerine birlikte and içtik. . . "(t7J
11
Altaylı Türk boylarından Telengit Türkleri'nin and töreni, A. Ka
laçev adlı etnograf tarafından tespit edilmiştir. Onun verdiği bilgiye
göre, Telengitlerin and töreninde en önemli unsur silahtır. And içen
adam, eski zamandan kalma bir çakmaklı tüfek tutup şu formülü
söyler : "İşte ay, işte güneş, işte silah! Ben bu silahı yalıyorum. Eğer
suçlu isem, güneşi gözüm görmesin, bu silah beni öldürsün."ııeı.
Türklerde kahramanın kılıcı altından geçmeninl1 91 itaat ve sada
kat andı sayıldığına tanık olarak; Dede Korkut'ta, Beyrek'in yavuklu
sunu bir düzenle almaya kalkışan Yalancı-oğlu Yaltacuk'un, Beyrek'in
kılıcı altından, Beyrek'in de onun suçundan geçtiği belirtilmiştirı20ı .
Eski bir Türk geleneği olan silah üzerine and içme olayı, günü
müzde de bütün canlılığı ile T Ü RK SİLAHLI KUVVETLERİ'nde de
vam etmektedir.
Askerlik yükümlülüğü altına giren şahıslarla [erbaş ve erler),
özel kanunlarla silahlı kuvvetlere intisap eden asker kişiler; asker
ocağına katıldıktan bir müddet sonra, hazırlanmakta oldukları yurt
savunması görevinin şuurlu kutsiyetine erişmek için, hatırası her
askerin ömrü boyunca hiç unutulmayacak özel törenlerle bayram
sevinci içerisinde, en engin manaları mündemiç andı içerler.
Türk Silahlı Kuvvetleri'ne intisap eden her asker; düzenlenen ye
min töreninde, sağ elini silahın üzerine koymak suretiyle şu andı içer:
"Barışta ve savaşta, karada, denizde ve havada, her zaman ve
her yerde, milletime ve cumhuriyetime doğruluk ve muhabbetle hiz
met ve kanunlara ve nizamlara ve amirlerime itaat edeceğime ve as
kerliğin namusunu, Türk sancağının şanını canımdan aziz bilip,
icabında vatan, cumhuriyet ve vazife uğrunda seve seve hayatımı fe
da eyleyeceğime namusum üzerine and içerim"ı21ı.
(18) A. Kalaçev, Poezdka k Telengitam, Javaya Starina, 1896, iV. Kısım, s. 485 (zik
reden : Abdülkadir İnan, "Eski Türklerde ve Folklorda And").
(19) Ahat Ural Birkul, "Topkapı Sarayı Müzesindeki Türk Kılıçları Üzerine Bir
İnceleme", Türk Etnografya Dergisi, Ankara 1961, sayı : iV, s. 20 v.d.
(20) Muharrem Ergin, anılan eser, s. 92.
(21) Doruk - Türk Kültürü ve Medeniyeti Dergisi, sayı : 1, Ağustos 1976, s. 148, 153, -Or
du Özel Sayısı- [Hazırlayanlar : Prof. Dr. İsmail Kayabalı, Cemender Arslanoğlu).
12
TÜR KLER ' DE KÜPELİ ER KEKLER l"l
13
XIV. yüzyılda Anadolu'da esnaf tabakası ile zanaat erbabının
çok yakın bağları olduğu Ahi z§.viyelerinde şeyhler ve müridleri, bir
sanata sahip olduklarının al§.meti olarak sağ kulaklarına bir küpe
takmışlardır. Ahilerin içinden çıkarak bir Mnedanın kurucusu ol
muş Osman Gazi'nin torunları bu h§.tıranın yolunda bir sanat öğ
renmeye hevesk§.r olmuşlar, bir kısmı hünerlerin içinde muhakkak
ki bir as§.let taşıyan yazı sanatında çalışmışlardır. Bu arada Kanuni
Sultan Süleyman gibi büyük bir imparator da kuyumculuk ile meş
gul olmuştur. Yavuz Sultan Selim'in kulağında bir küpe taşıdığı, kü
peli muhayyel bir portresi yapılacak kadar meşhurdur. Kanuni Sul
tan Süleyman'ı yakından görmüş olan Fransız r§.hibi J�rom Morand
da, büyük p§.diş§.hın sağ kulağında bir fındık büyüklüğünde ve ar
mut şeklinde tek inciden küpesi olduğunu söylemektedir.
14
Günümüzün Türkçesi ile :
15
tür aileler, kalan tek oğullarının yaşaması için okul çağına gelinceye
kadar saçlarını kesmezler, kız elbisesi giydirip, sağ kulağına da küpe
takarlar.
16
TÜR K DESTAN VE MASALLAR INDA
ŞEKİL DE GİŞTİR ME
(KUŞ ŞEKLİNE GİR ME) MOTİFİl*l
17
Anadolu'lu yerli dervişler, onu kıskanmışlar ve ona karşı cephe al
mışlardı. Bu mücadeleleri gösteren bazı sembolik hikayeler de yok
değildir. Söylendiğine göre; "Hacı Bektaş-ı Veli, güvercin donunda
Anadolu'ya gelince, onu hemen Doğrul Baba karşılamıştı. Doğrul
Baba, bir doğan donuna girmiş ve Hacı Bektaş-ı Veli'yi yakalamak
istemişti. Hacı Bektaş-ı Veli ise, bunu görünce silkinerek insan ol
muş ve derhal Doğrul Baba'nın boğazından sıkarak nefesini kesme
ye başlamıştı. Doğrul Baba, durumun tehlikeli olduğunu görünce,
Hacı Bektaş'tan aman dilemiş ve o da onun maiyetine girmişti."
Merhum Prof. Dr. B . Ögel 'e göre; bu daha çok, eski Sibirya Şa
manlarının düşüncesi ile Uygur tükellik nazariyesinin devamından
başka birşey değildi<2ı .
18
"Peri padişahının üç kızı vardı,
Büyüğünün adı Günkız'dı, ortanca bacının adı Aykız ve Yıldız-
kız'dı en küçüklerinin.
Birgün çıkıp Gül Çeşmesi başına gittiler,
Keklik tüyü postlarından soyundular,
Gül havuzuna daldılar.
"Oğuz bir gün yaylaya göçtü. Aruz'un bir çobanı var idi. Adına
Konur Koca Sarı Çoban derlerdi. Oğuz'un önünce bundan evvel
kimse göçmezdi. Uzun Pınar denmekle meşhur bir pınar var idi. O
pınara periler konmuştu. Ansızın koyun ürktü. Çoban erkeçe kızdı,
ileri vardı. Gördü ki peri kızları kanat kanada bağlamışlar (vermiş
ler), uçuyorlar. Çoban, keçesini Üzerlerine attı, peri kızının birini
tuttu . . . Peri kızı kanat vurup uçtu . "141
..
" . . . Deli Dumrul der : Bre, al kanatlı Azrail sen misin dedi. Evet
benim dedi. Bu güzel yiğitlerin canını sen mi alıyorsun dedi. Evet,
ben alıyorum dedi. Bre Azrail, ben seni geniş yerde istiyordum, dar
yerde iyi elime girdin değil mi dedi. Ben seni öldüreyim, güzel yiği
din canını kurtarayım dedi. Kara kılıcını sıyırdı eline aldı. Azrail'e
çalmağa hamle kıldı. Azrlil bir güvercin oldu, pencereden uçtu
gitti. . . "151
19
İslamiyetten önceki Türk destanlarından biri olan "YARADILIŞ
DEST ANI "nda ise, şu hususlar dikkati çekmektedir :
"KU G U LAR"dan :
(6) M. Necati Sepetçioğlu. Türk Destanları. İstanbul 1972. s. 92, 98, 99.
(7) Anılan eser, s. 203, 216.
20
ğar doğmaz kuğu şekline girerek havaya uçarlardı. Yeşil göllere gi
derek, orada sazların mor gölgelerinde yıkanırlardı. .. "ıeı
21
"ÜÇ YUMURTA"dan:
" . . . Dedi bak, ileri gideceksin, bir çeşme var, bir havuzdur. Ha
vuz gül ile bezenmiş, güzel silinip süpürülmüş. O havuzun başında
güzelce yatacaksın, iki tane güvercin gelecek. O güvercinler soyuna
cak, melaikedirler. Onlar soyunduğu zaman, birinin donunu gizle
yeceksin. O güvercinler sana yumurtaların yerini söyleyecekler ...
Bu gitti güzelce, çalıdan, çırpıdan kendisine bir perdelik yaptı, gö
rünmeyecek bir şekilde havuzun başında, öğlen sıcağında baktı ki
hakikaten de, kanat kanata vurarak iki tane beyaz güvercin indi çeş
menin başına, soyundular, düştüler çimdiler. Bu, birinin elbisesini
gizledi. . . İkisi de çıktı. Biri giyindi çıktı, kanat vurdu uçtu gitti, biri
kald ı. . . "111ı
"PADİŞAHIN ÜÇ OGLU"ndan :
" . . . Mehemmet gitti, baktı ki bir güzel kız oturuyor. Kız, aman
dedi Mehemmed sen nere bura nere, katır gelir tırnak salar, kuş ge
lir kanat salar, kara dev şimdi gelir, seni de yer, beni de yer. Ne ya
pal ım? Dedi sen bir kuş ol kon pencereye. Kara dev gelecek. . . Ya Ali
ya Bismillah der devi vurursun. Bu kuş oldu, kondu pencereye . . . Ka
ra dev geldi, oturdu sofrasının başına ekmek yedi, bu ya Ali ya Bis
millah dedi kılıcını çekti, buna nasıl çektiyse bu ikiye bölündü . . "•12ı
.
22
TÜR K DESTAN LAR IN DA "YEDİ" SAYISI<"l
Türk milli sayı kültürü içerisinde üç, yedi, dokuz, kırk ve ben
zerlerinin özel ve önemli yerleri bulunduğu bilinmektedirl1l. Türk
kültürünün çeşitli kesimlerinde yer alan binlerce örneği olmakla be
raber, biz öncelikle ve özellikle; Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölge
lerimizde yerleşik bulunan Kurmanç Türk aşiretleri arasında pek
meşhur olan "DESTANA MEM E ALAN" (Alan'lı Memo Destanı)
ile bunun edebi bir şekli olan "MEM O ZİN"de pek ziyade işlenen
"yedi" sayısı motifinin kullanılış biçimini, -alıntılar yapmak
suretiyle- diğer destan ve hika.yelerimizdekilerle mukayese etmekle
yetineceğiz.
23
"Destana Mem� Alan"dan:
"Mem O Zin"den :
(2) Destana Meme Alan. İstanbul 1978, s. 221, 228, 235, 241, 280, 329, 374, 382, vd.
(3) Ehmede Xani, Mem t1 Zin, İstanbul 1975, s. 195, 197.
24
"Yaratılış Destanı"ndan :
"Kara Han, Erliği yerin altındaki karanlıklar ülkesine sürdü,
üzerine yedi kat kilitler vurdurdu . . . "l4l
Tufan Efsanesi"nden:
Bundan sonra müthiş soğuk oldu. Yedi aziz kardeş vardı. Bunlar
tufan olacağını bildiler. Yedi kardeş gemi yaptılar. Her cins hayvan
dan bu gemiye birer çift aldılar . . . "l5l
"Göç Destanı"ndan:
"Türkeli'nin bütün kurdu kuşu, bütün hayvanları dile geldi, ken
di dillerince kayanın düşmana verilişine ağladılar. Yedi gün sonra
da bu düşüncesiz hakan öldü . . . Bir gün Bugu Han bir düş görür. Bu
düşü Bugu Han hemen her gece, yedi yıl , altı ay ve yirmi iki gün üst
üste görür. .. "ıuı
25
"Köroğlu Destanı"ndan :
"Zoya Tülek yedi gün yedi gece bekledi. Zayıfladı, halsiz düştü.
Yüzü sarardı, avurtları çöktü .. "181
.
"(Tilki, iki kardeşe :) 'Yedi gün gittikten sonra dağın öte tarafında
yetmiş pencereli altın bir ev bulacaksınız, orada bir hükümdar oturur,
ona tabi olmalısınız' diyor... Bunu gören Kümüs-Pırgı/Ay-Mökö'yü
yakaladı/Yedi gün güreştiler ... " 191
"Kartaga-Mergan Destanı"ndan :
"Kuşlar şöyle bağrışırlar : 'Yedi gök yerine yedi defa gideriz' ...
Kan-Töngüs, pehlivanın/Altın yatakta uyuduğunu gördü/Yedi sarı
26
kız/Onun başına destek oluyordu . . . Çok mu güreştiler I Az mı güreş
tiler I Yedi gün güreştiler I Yere yuvarlanmadılar . . . İki vahşi kulun
gibi I Bağrıştılar I Yedi yıl güreştiler I Yere yuvarlanmadılar . . . Kan
Töngüs bağırıverdi : 'Yer altındaki yedi kuğu I Yedi kuğunun dama
dı I Yer aynası, Yer kara . . . At korkar ve Kartaga'nın hiçbir akrabası
yoktur, diyerek sızlanır, inler. Semayı yedi defa dolaşır, hiçbir kar
deşini bulamaz . . . Karışık yeleli at kel kafalı bir adam şekline girer;
bu adam kutuyu açarak yedi kuşu eline alır ve diğer eliyle de
Kartaga-Mergan'ın bir kenara bıraktığı kılıcı yakalayarak yedi ku
şun kafasını koparır. O zaman kuğu karısı cansız yere serilir . . . " 11oı
27
"Kanglı Koca Oğlu Kan Turalı Destanı'ndan :
"(Kan Turalı) Kırk yiğidini yanına aldı. Yedi gün yedi gece at
koşturdular . . . Kafirler yedi ağaç yer karşı geldiler, neye geldiniz yi
ğit beyler dediler. İzzet hürmet eylediler. Ak çadır diktiler, alaca ha
lı döşediler, ak koyun kestiler, yedi yıllık al şarap içirdiler. Alıp bun
ları teküre getirdiler. Tektir taht üzerinde oturmuştu. Yüz kafir gizli
ce giyimini (zırhını) giyinmişti. Yedi kat meydanı dolandı geldi . . . Te
ktir devenin ağzını yedi yerden bağlayın dedi... (Kan Turalı) yedi
gün yedi gece at koşturdu . . . "CHJ
28
"Salur Kazan Esir Olup Oğlu Uruz'un Çıkardığı Destan"dan:
"Kazan'ı küçücük ölüm tuttu, uyudu. Meğer, Oğuz beyleri yedi
gün uyurdu. Onun için küçücük ölüm derlerdi. . . Tekür'ün karısı
der : 'Dinin için Kazan Bey, yedi yaşında bir kızcağızım ölmüştür . . . ',
Kazan güzel çimene çadır otağ diktirdi. Yedi gün yedi gece toy dü
ğün edip yeme içme oldu. "c11ı
29
TÜR K BOYLAR INDA "NEVR UZ " GELENE Gİl"l
30
luklarında çeşitli gelenekler meydana gelmiştir. Orta Asya'dan Ana
dolu'ya ve Balkan Türkleri'ne kadar bu gelenekleri ve törenleri tes
pit etmek mümkündürcıı.
Bir diğer önemli husus da, Kazaklar'ın Mart ayı için "Navrız"
adını kullanmalarıdır.C3J
(1) Geniş bilgi için bk. Doç. Dr. M. Abdülhalılk Çay, Türk Ergenekon Bayramı Nev-
rılz, Ankara 1988.
(2) K. K. Yudahin, Kırgız Sözlüğü, Ankara 1945, s. 496, 585.
(3) Halife Altay, Anayurttan Anadolu'ya, Ankara 1981, s. 20, 196.
(4) Dıldar Berwari, "Lı Ser N av�n Mehan" (Ayların Adları Üzerine), Roja Nıi (Yeni
Gün) dergisi - Kürtçe-, Sayı , 46, Stockholm 1983.
(5) Doç. Dr. M. A. Çay, anılan eser, s. 82; M. Emin Resulzade, "Nevruz Bayramı",
Azerbaycan, Sayı : 24 (Mart 1954).
31
Kırım Türkleri'nde de Nevruz geleneği yaşamaktadır. Kırım
Türkçesine Nevruz sözü, "Navrez" şeklinde girmiş olup, 21 Mart
günü bu bayram kutlanmaktadırısı.
Çuvaş Türkleri'nde "Naurus' ' , Mart ayında olup, yeni yılın ilk
günü anlamına gelmektedircsı.
32
ğerlerinin en az altı yüzyıllık geçmişi vardır. Ancak günümüzde hiç
birinden örnek kalmamıştırııoı.
(10) Geniş bilgi için bk. Yard. Doç. Dr. Zı>ınelabidin Makas, Türk Milli Kültüründe
Nevruz, İstanbul 1987; Doç. Dr. Op. Bedri Noyan, "Şi'ıi'nın B ayramlarından
NevrO.z" ve "NevrO.z Erka.nı", Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi il,
İzmir 1983; Doç. Dr. M . A. Çay, anılan eser.
33
NEVR UZ BAYRAM I VE ERGENEKON
(1) Doç. Dr. M. Abdulhalük Çay, Türk Ergenekon Bayramı Nevruz, Ankara 1988.
(2) Prof. Dr. Süheyl Ünver, "Bugün Nevruz'', Haber Gazetesi, 21 Mart 1967.
(3) Doç. Dr. Op. Bedri Noyan, "Şi'a'nın Bayramlarından NevrO.z" ve "NevrO.z Erkanı",
Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi, il, İzmir 1983.
34
edindiler ve her birini alıp kendi evlerine götürdüler . . . Kayan ile Tu
kuz, her ikisi de düşmana esir olmuşlardı . . . Bir müddet sonra kadın
larını da kurtarıp düşmandan kaçtılar ve esirlikten kurtuldular . . .
Oturup düşündüler : 'Dört yanımız düşman dolu, bizi yaşatmazlar'
dediler. 'En iyisi, dağların içinde insan yolu düşmez sapa bir yer bu
lup orada yerleşelim' diye karar verip, sürülerini (deve, at, öküz,
koyun) de alarak dağa doğru varıp göçtüler . . . Vardıkları yerde akar
sular, çeşmeler, türlü bitkiler, meyve ağaçları ve avlar vardı. Böyle
bir yeri görünce Tanrı'ya şükrettiler. Kışın hayvanlarının etini yedi
ler, yazın sütünü içtiler, derisini giydiler ve bu yere"Ergenekon" de
diler . . . Kayan'ın ve Tukuz'un burada zaman geçti, bir çok çocukları
oldu. Yıllar yılı bu iki yiğidin çocukları Ergenekon'da kaldılar.
Çoğaldılar, çoğaldılar .. O yöreye sığmaz oldular . . . Bu yüzden topla
nıp konuştular. Ergenekon'dan çıkmak için bir yol aramaya başladı
lar, bulamadılar. O zaman bir demirci dedi ki; "bu dağda bir demir
madeni var. Yalın kata benzer. Madenin demirini eritsek bir yol
olurdu."14l. Bunun üzerine dağın geniş yerine bir kat odun, bir kat
kömür dizdiler. Sonra, yetmiş deriden körük yapıp yetmiş yerde
kurdular ve ateşlediler . . . Tanrı'nın gücü ve inayeti ile ateş kızdıktan
sonra DEMİR DA G eriyip akıverdi. Yüklü deve çıkacak kadar yol ol
du. O günü, o ayı, o saati belleyip Ergenekon'dan dışarı çıktılar. Es
ki düşmanlarıyla savaştılar. Yendiler . . . Böylece dörtyüz yıl sonra
kanlarının öcünü aldılar .. BU MUKADDES G Ü N15ı, O G Ü NDEN
SONRA T Ü RKLER İÇİN BAYRAM OLDU. Her yıl, o gün gelince
büyük törenler yapıldı. Bu törenlerde, bir parça demir alınıp ateşte
kızdırılıyordu, sonra da kızdırılan demiri Türk hakanı kıskaçla tu
tup örse koyuyor, çekiçle dövüyordu ve bayramı başlatıyordu . "ıeı. . .
(4) M. Fuat Köprülü bu kısmı şöyle zikrediyor: " . . . bir demirci dedi ki; burada DE
M İRDEN BİR DAG var, onu eritelim." (bk. Köprülüzade Mehmet Fuat, Türk
Edebiyatı Tarihi, Cilt : 1, s. 67).
(5) Çoğu kaynaklarda bu günün, miladi takvime göre 21-22 Mart, rumi takvime göre
9 Mart'a rastladığı kaydedilmektedir.
(6) M. Necati Sepetçioğlu, Türk Destanları. lstanbul 1972, s. 1 29-132.
35
Ebulgazi Bahadır Han (1603 - 1663) tarafından yazılan "Şecere-i
Terakime"de, konu ile ilgili olarak şu bilgi veriliyor :
"Oğuzlar ve Moğollar, Ergenekon'dan çıkılan günü ve onun
saatini bellediler. Her sene o günde ve o saatte bayram yaparlar. Bir
parça demiri ateşe sokup kızdırırlar. Önce han, bir aletle demiri tu
tup örse koyup çekiçle vurur. O günü gayet aziz tutarlar "171,
...
36
Daha sonraki yıllarda da, hatta günümüzde de bazı doğulu genç
ler, bu eski Türk geleneğini -değişik anlamlar da vererek- her yıl 2 1
Mart'ta, kutlamaya devam etmektedirler. NEVRUZ adı verilen bu
bayram, gerçek manası ile Ergenekon'dan çıkış gününün bayramı
dır.
37
ATEŞLER YAKARAK bu mutlu haberi birbirlerine iletmişler. O
gün, bu gün her 21 Mart gelişinde bu mutlu gün yeniden anılmış, se
vinci yeniden paylaşılmıştır . . Günümüzde de çoğu yerde, 2 1 Mart
Nevruz bayramı aynı anlamda, ATEŞLER YAKILARAK şenlikler
düzenlenerek kutlanır . . . " ı12ı .
1 812 yılında -ikinci defa- İ ran'ı dolaşan Jamis Morrier adlı İngi
liz gezgini: "Demavend halkı, her yıl 31 Ağustos'ta Dahhak'tan kur
tuluşu kutluyor. Bu bayram 'Ayd-ı Kurdi' ( = Kürt Bayramı) adını alı
yordu. "l13ı diyor.
Kürt Türkleri 'nin ortaya çıkışını anlatan Dahhak efsanesi ile Er
genekon destanı arasındaki ortak noktalar, benzerlikler oldukça ilgi
çekicidir. Her iki rivayetin de hemen hemen aynı tezgahta dokundu
ğunu, aynı motifler içinde işlendiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
38
deki "egemenlik" süresini düşündürmektedir<15l. "EJDERHA" ise,
bu sülalenin adı veyahut milli bir sembolü olabilir. Bilindiği gibi "ej
derha" motifi, çok eski çağlardan beri Çinliler'in milli bir sembolü
durumunda görülmektedir. Hatta eski Çinliler'de ve bilhassa 'Tao
izm" adlı dini sistemlerinde de görüldüğü gibi; "dört yön"den her
birine, onun idaresine müvekkil olan bir hayvanın ismi verilir.
"Şark" (doğu) ciheti "EJDERHA"ya ayrılmıştır ki, "Çİ N"i temsil et
mektedir<18ı.
(15) Ihsan Nuri de bu görüşü ileri sürüyor (bk. anılan eser, s. 70)
(16) Ziya Gökalp, Türk Medeniyeti Tarihi, lstanbul 1976, s. 54.
(17) Firdevsi, Şehname, !, (Çev. Prof. Dr. Necati Lugal), İstanbul 1974.
(18) Geniş bilgi için bk. Hayri Başbuğ, "Kürt Türkleri'nin Doğuş Destanı İle Ergene
kon Destanı Üzerine Düşünceler", Türk Kültürü, Sayı : 248 (Aralık 1983), s. 42-52.
(19) Firdevsi, anılan eser.
39
"Oğuzlar'la Göktürkler'i dörtyüz senelik esaretgahları olan Er
genekon'dan kurtaran da bir DEMİ RC İ 'dir"ı2oı diyen Ziya Gökalp,
"Ergenekon" şiirinde de konuyu işlemekte ve demircinin BAYRAK
açıp Türkler'e önder olduğu da şöyle vurgulanmaktadır :
40
H IDIR ELLEZ : KÜLTÜR VE BAHAR BAYRAMJ C* l
41
Türk diyarlarında, bütün Türk boy, oymak ve aşiretleri arasında bi
linmekte, bu ad altında şenlikler düzenlenmekte ve kutlanmaktadır.
(2) Doç. Dr. Ali Berat Alptekin, "Hıdırellez", Görgü Ansiklopedisi, s. 1 24.
(3) Türk Milli Bütünlüğü içerisinde Doğu Anadolu (Hazırlayanlar : B. Öge! H.D.
Yıldız, M.F. Kırzıoğlu, M . Eröz, B. Kodaman, A. Çay), Ank. 1986, s. 1 10
(4) Murat Uraz, "Hıdırellez ve Hızır ile liyas", Türk Folklor Araştırmaları, Sayı :
346 (Mayıs 1978).
(5) Kemal Güngör "Anadolu'da H ızır Geleneği ve Hıdırellez Törenlerine Dair Bir
İnceleme", Türk Etnografya Dergisi, Sayı : 1 (Ankara 1956).
42
Kaynaklarını da göstermek suretiyle, bazı örnekler vermek gerekir
ise; İZMiRı1ı, İSTANBULl'I, YOZGATıeı , VANıeı , KARsııoı, Muş ı111,
B İTLisı1 2ı, SİİRT, AGRll13ı, TUNCELİ114l, ELAZIG, B İNGöLıısı, Dİ
y ARBAKIR118l , vs. gibi yörelerimizde bu inanç ve buna dayalı gele
neksel motifler hep aynı anlamı ifade etmektedirler.
Yer adlarında da hep aynı "birlik" bilincinin muhafaza edildiği
ni görmekteyiz. Köy adlarından örnekler : HIDRANLIKANTARMA
(Yolboyu), Pazarcık/K. Maraş. HIDIRDODİK (Adımova), Hamur/Ağ
rı. HIDIRİLYAS (Hızırilyas) Merkez/Diyarbakır. HIDIROZ (Kıraç
lar), Çemişgezek/Tunceli. HIZIRDERE, Düzce/Bolu. HIZIRİLYAS,
Horasan/Erzurum. HIZIRKAHYA, Kumluca/Antalya. H IZIRŞAH,
Datça/Muğla. H IZIRUŞAGI, Kozaklı/Nevşehir, vs. 1171
Hızır'ın Türk oymak ve aşiretlerine de isim olduğul181, arşiv ka
yıtlarının tetkikinden anlaşılmaktadır.
(6) Gündüz Artan, "İzmir'de Hıdırellez Eğlence ve İnanışları", TFA, Sayı : 323
(Haziran 1976).
(7) Sermet Muhtar Alus, "İstanbul Folkloru : Ruz-u Hızır", TFA, Sayı : 23 (Hazi
ran 1951).
(8) Hasan Özbeş, "Yozget'ta Eğrice (Hıdırellez) Hazırlığı", TFA, Sayı : 170 (Eylül 1973).
43
Anadolu 'da Hızır, İlyas, Hıdırellez, vs. sözleriyle adlandırılan
birçok makam da vardır. TUNCELİ ilimizdeki "SULTAN H IZIR"
türbesiı10ı ile HATAY (Samandağ)' da "HIZIR MAKAMI" ı20ı, bunlar
dan sadece birer örnektirler.
Türk-İslam inançlarında Hızır kültü destanlarımızın da önemli
motifleri arasında yer almaktadır. Mesela; Kırgız Türkleri'nin "Ma
nas Destanı"ndaı21ı, Karahanlı Türkleri'nin "Satuk Buğra Han Des
tanı"ndaı22ı , Kürt Türkleri'nin "Memo Alan Destanı"ndal23l, Oğuz
Türkleri'nin "Dede Korkut Destanları"ndaı241, Başkırt Türkleri'nin
"Zoya Tülek Destanı"ndaı251, Yozgat şehrinin adı efsanesindeı21ı,
Elazığ-Hazar Gölü efsanesindeı27ı, ayrıca " Beyböyrek", "Latif Şah",
"Salman Bey", "Kerem İle Aslı", vs. gibi halk hikayelerimizde de,
"H IZIR" önemli rol oynamaktadır.
Hızır inancı, Türk halk şairlerine de konu olmuştur. Karacaoğ-
lan'ın bir dörtlüğüne yer vermek istiyoruz :
"Şevketli efendim sultanım vezir
Altmış bin kılıçlı yanında hazır
Deryalar yüzünde boz atlı HIZIR
Benli boza binmiş o da geliyor. "1211.
Diğer taraftan; Anadolu dışında, Azerbaycan, Bulgaristan, Batı
Trakya, Yugoslavya, Kazak, Kırgız, Özbek, Kırım, Kıbrıs, Kerkük
Musul, ve Altay Türkleri arasında da aynı inancın, aynı anlamda,
yaşamakta ve yaşatılmakta olduğunu görmekteyiz.
44
C ENAZ E TÖ R EN LER İNDE "SAÇ KESME" ADETİ
(1) Kaşgarlı Mahmud, DivAn-ı LügAti"t-Türk. I. 272, 504, il, 232; III, 258, 309, 321.
(2) Nihad Sami Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, Fasikül : 1 İstanbul 1971, s.44.
(3) Ramazan Şeşen, İbn Fazlan Seyahatnamesi, İstanbul 1975, s. 140.
(4) R. Şeşen, aynı eser, s. 141.
(5) R. Şeşen, aynı eser, s. 142.
45
Kök-Türkler de, inançlarının gereği olarak yüzlerini çizip kan
akıtırlar, saçlarını ve atlarının kuyruklarını keserlerdil81.
"Boyu uzun, beli ince Burla Hatun boynu ile kulağını tuttu düş
tü.güz elması gibi al yanağını çekti yırttı, kargı gibi kara saçını yol
du.oğul oğul diyerek feryat figan etti ağladı. . . "1101 .
46
İbn el-Cevzi, Selçuklu Sultanı Alparslan için Bağdat'da yapılan
yas törenini anlatırken, halifenin karısı olan kız kardeşi Arslan Ha
tun'un yedi gün oturarak matem tuttuğunu, bu matem esnasında ca
riyelerinin saçlarını kestirdiğini, kendi saçını da kesmek isteyince
halifenin buna mani olduğunu kaydeder112ı.
Selçuklu Sultanı Melik Ş ah da oğlu Davud'un ölümü üzerine
büyük yas tutmuş, günlerce otağından dışarı çıkmamıştı. Defin me
rasimi için hükümet merkezi olan Isfahan'a gelen Türkler (Oğuzlar),
saçlarını kesmişler, atlarının alınlarını çizerek, eyerlerini ters çevir
mişler, kendileri de karalar giyerek yas tutmuşlardıl1 3J.
14. yüzyılda bu adetin Aydınoğulları'nda da bulunduğunu
"Desturname-i Enveri"nin şu beyitlerinden, Umur Bey'in babasına
yas tutarken saçını kestiğini, öğreniyoruz :
"Hasta Muhammed Beg ölür andan gider
Kesti paşa saçını anda ah eder"
47
ra saçlarını örebilir. Dul kadınların saçlarını kesmeleri, matem ala
metlerinden biri olduğu anlaşılmaktadırı11ı.
Türk kültür tarihinde ikibin yıllık gibi bir geçmişe sahip bulu
nan "saç kesme" adeti, Türkeli'nin Anadolu kesiminde de yaşamak
tadır.
48
sine rağmen, aynı inanç ve düşünce yapısı içinde hiç değişmeden
aşiretlerimizde sürdürüle gelmesi, çok derin anlamlar ifade etmek
tedirl23>.
Doğu Anadolu'da (özellikle, Mardin-Cizre yöresinde) pek meş
hur olup, "dengbej" denilen halk ozanlarının dilinden düşmeyen
"Memo Alan Destanı"nda, destan kahramanı olan Memo'nun cena
ze töreninde, "saç kesme" motifinin işlenmiş olduğunu görmekte
yiz. Bu manzum destanda, Memo'nun ölümü ile ilgili bölümün ko
numuzu ilgilendiren kısımları şöyledir :
49
Ziya Gökalp, Kürt aşiretleri hakkındaki incelemesinde; Diyarba
kır, Şanlıurfa ve Mardin yöresi aşiretlerinde gördüğü "saç kesme"
adetine işaret etmektedir.
50
da; "ölen Keçeroğlu Ağa'nın karıları saçlarını kesip ağanın elbisesine
dikip esvaplarını ters giydiler,ızaı kara bağladılar . . . "ızeı denilmektedir.
51
DÜ G ÜN TÖ R EN LER İNDE "OCA GA SAYGI " ADETİ
"Üç köşeli taş ocak, alevli yanan al ateşim! Taş ocağımız yerin
den oynamasın, daima yansın! Yaktığımız ateş alevli olsun. Tarhana
pişirdiğimiz ocağın külü çok olsun! Neslimiz kesilmesin, sürsün, bi
ri giderse biri gelsin! Ey Abukan dağının payı, ey ay ve güneşin par
çası olan ateş! Bereket ver, kısmetimiz bol olsun"l3l.
(1) Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu, Eski Türk Dini, Ankara 1980, s. 25, 26.
(2) Prof. Dr. Abdülkadir inan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, Ankara 1972 s. 68.
(3) A.V. Anohin, Materialı po Samanstvu u Altaytsev, Sbornik MAE, 1924, iV, 2
(zikreden : Prof.Dr. A. inan, a.g.e., s. 70).
52
Düğün törenlerinde ateş ve ocağın gerek şamanistlerde ve gerek
Müslüman Türklerde çok önemli yeri vardır.
(4) Prof. Dr. A. İnan, a.g.e., s. 70 (O. Banzarov, Çernaya Veral - Kara Din, s. 22-23'e atıl).
(5) Prof. Dr. A. İnan, a.g.e., s. 71.
(6) Halife Altay, Anayurttan Anadolu'ya, Ankara 1981 , s. 1 76, 198, 199.
53
"Kızlar ve gelin, çifte çifte dizilerek çadıra (eve) girdiler. Gelin
eğilerek ocağa selam verdi. Sonra ateşe yaklaşarak yükündü, ateşe
selam verdi. " c11.
" . . . Kız evin eşiğinde attan iner. Oğlanın akrabalarından bir ka-
(7) Prof. Dr. A. İnan, Eski Türk Dini Tarihi, İstanbul 1976, s. 45; Tarihte ve Bugün
Şamanizm, s. 7 1
(B) Prof. D r . A. İnan, a.g.e., s. 46; Şamanizm, s. 7 1 .
(9) Vet. D r . M. Nuri Dersimi, Dersim Tarihi, İstanbul 1979, s. 34.
54
dm, kızın ayaklarıyla eşik arasına birkaç lavaş ekmeği atar. Kız, se
la.m vererek ve ekmeği alarak evin içine yönelir. Geçerken kız, eşiği
öpmek zorundadır. Evin içinde kadınlar, kızı elinden tutup ocağın
(gördüğümüz üzere, odanın ortasında toprağa oyulmuş tandır) etra
fında bir ya da üç kez dolandırarak ona şöyle derler : 'Seni buraya
aldık; sen de bu eve son nefesine kadar hizmet etmelisin. ' Ocağın
çevresinde dönüldükten sonra kız, kırmızı bir perdeyle ayrılan oda
nın bir köşesinde, kendisi için hazırlanmış yere götürülür. . . "ııoı .
(10) Bezil Nikitin, Kürtler -Sosyolojik ve Tarihi İnceleme·, Cilt : 1, İstanbul 1976,
s. 200, 201.
(11) Yaşar Kalafat, Doğu Anadolu'da Eski Türk İnançlarının İzleri, Ankara 1990,
s. 53.
55
TÜR K DESTAN LAR INDA B İR MOTİF
A G IZDAN ALEVI A TEŞ ÇIK MASI
(1) W. Radloff, Proben. I, s. 6, 15 (zikreden : Prof. Dr. Bahaeddin Öge!, Türk Mito
lojisi, Ankara 1989, s. 137).
(2) Prof. Dr. Bahaeddin Öge!, Türk Mitolojisi, Ankara 1989, s. 137.
56
Karahanlı Türk devletinin kurucusu Satuk Buğra Han etrafında
gelişen olaylarla teşekkül eden "Satuk Buğra Han Destanı"nda da
bu motife dair şu ifadeleri okuyoruz :
" . . . ve Satuk Buğra Han hükümdar oldu. Hükümdar ulur olmaz
d;ı Türk ülkesinde İslamiyeti yaymaya başladı. Bütün savaşları kaza
n ıyordu. Savaşlarda ağzından çıkan ateşler bütün kafirleri yakıyor
d ı ı . Kılıcını düşmana çevirince, kılıcı kırk adım birden uzuyordu . "c3ı ..
57
TUNC ELİ' DE TÜR KİSTAN ' LI B İR DERVİŞ
S A R 1 S A L T U Kl *l
58
Biz burada, sadece "SARI SALTUK" üzerinde duracağız.
Tunceli ilimizin Hozat ilçe merkezinin 8 kilometre kuzeyindeki
2276 rakımlı "Sarı Saltuk" tepesinde, harap halde bir Sarı Saltuk
makamı vardır (Bk. Harita Genel Müdürlüğü, 1/200.000 ölçekli hari
ta). Sarı Saltuk dağının eteklerindeki köylerde yerleşik bulunan "Sa
rı Saltuk" isimli bir de kabile yaşamaktadır.
Tunceli'li entellektüellerden Vet. Dr. M . Nuri Dersimi, "Dersim
Tarihi" isimli eserinde bu konuya temes ederken; "Sarı Saltuk, bir
kabile haline gelmiştir. Bu kabilenin ceddi sayılan Saltuk'un türbesi,
Sarı Saltuk dağındadır... Bir Kürt evliyası olan bu Saltuk'un sülalesine
Kürtler 'seyid' derler . . "131 demekte, ancak, bazı noktalarda konuyu
.
(3) Vet. Dr. M. Nuri, Dersimi , Dersim Tarihi, lstenbul 1979, s. 32.
59
buyrultuda, 'Bilcümle sadat-ı kiramın vukubulacak müracaatlarında
hüsn-ü muamele ve teshilat-ı lazime ifası ve din ve milletin selamet
ve saadeti ve Halife-i Resfil hazretlerinin devam-ı ömr-ü afiyeleri'
duasını ifaya devam olunması tavsiye edilmektedir.
Akviran köyünde, Sarı Saltuk ailesinden birine ait bir türbe ile
asırdide bir mezarlık vardır. Bu mezarlıktan (ortasında kırılmış, iki
parçadan ibaret) seçtiğimiz bir mezar taşının eskiliği, memleketimi
zin her tarafında görülen taşlardan farkı olmaması ve bunlar iane
siyle Dersimdeki mezar taşlarının Türk kültür ve folkloru itibariyle
aynı kıymet ve manayı taşımakta bulunması bakımından takdim
ediyoruz "141.
(4) Nazmi Sevgen, "Sarı Saltuk ve Aiyos Spiridon", Tarih Konuşuyor Dergisi,
sayı : 36 (Ocak 1967), s. 3018.
60
Ovacık yolu üstünde, kuru, çıplak, fakat ha.kim bir tepede olduk
ça mazbut bir türbe içinde yatırılan bu sembol, 'Sarı İsmail Sultan'
diye tanıtılıyor. Sarı İsmail, öldüğü vakit dokuz tabuttan başgöster
miş imiş. Demek ki, bugün de Rumeli'de, Malatya'da, daha bir çok
kasabadaki mezarların her biri bir başınındır. Biraz ötede, Karaca
köyünde oturan seyidler, 'bunun torunlarındanız' derler. Sarı Saltık
mezarı, iyi bir sermaye, hiç bakım istemeyen ve çok getiren bir irat
tır. Dersim'de ağız ve göz hastalıkları için mütehassıs hekim, Sarı
Saltık postneşinidir."csı
Hiç şüphesiz, Sarı Saltuk, yalnız Tuncelilerin değil, bütün Türk
lerin malıdır. Türkistan'dan Anadolu'ya buradan da Macaristan ve
daha ötesine kadar ünü ufukları tutan Sarı Saltuk'a her yörenin in
sanı sahip çıkmaktadır. Ancak, Tunceli insanının "Sarı Saltuk"a
olan inanç ve bağlılık derecesinin bir örneğini başka yörelerde ne
yazık ki göremiyoruz. Tunceli insanı, öylesine bu Türkistan dervişi
ni bağrına basmıştır ki, adına izafeten bir de aşiret meydana getir
miştir. Ve bugün, Tunceli'deki "Sarı Saltuk Aşireti" mensupları,
"soyadı" olarak da "Saltuk"u seçmişlerdir. Ki böylelikle, kıyamete
kadar "Sarı Saltuk" adını yaşatmış olacaklardır. Ne mutlu onlara.
Türk milli kültüründeki "baba"lar arasında önemli yeri bulunan
"Sarı Saltuk" ile ilgili olarak, şöyle kısa bir ansiklopedik bilgi verme
nin de, konuya açıklık getirmesi bakımından yararlı olacağını dü
şünmekteyiz.
13. yüzyılda yaşadığı kabul edilen Buha.ra.'lı alp-eren'lerden, sa
vaşçı bir Türk dervişi olan Sarı Saltuk'un hayatı hakkında yazılı kay
naklarda çok az bilgi vardır. "Saltukname" adlı, son zamanlarda bu
lunmu� önemli bir kitapla diğer Bektaşi "Vela.yetname"leri, menkı
be kitapları ve Evliya Çelebi'nin "Seyahatname"si Sarı Saltuk hak
kındaki efsaneleşmiş bilgileri ortaya koyar. Bu efsanelere göre
Sarı Saltuk (asıl adı Mehmed) Türkistan'da Hoca Ahmed Yesevi'den,
"Saltuk Mehmed'im, seni Rum'a saldım, var git yedi krallık yerde
nam ve şan sahibi ol" emrini almış, yediyüz sadık müridiyle Anado
lu'ya gelmiş mücahit bir Türk dervişidir (alp-eren). Yine efsanelere
61
göre, Hazreti Muhammed (s.a.v.)'den, " Edirne'yi fethet, onu müslü
man et. Ümmetim bu yeri komasunlar" buyruğunu aldı ve emri yeri
ne getirmek için, savaşçı derviş arkadaşlarıyle birlikte postlarını de
nize yayarak üzerinde, ilk defa Rumeli sahillerine çıktı.
Bu yedi mezar yıldan yıla arttı. Kaynaklar, Sarı Saltuk'a ait kırk
yerde mezar ve makam olduğunu rivayet eder. Bunların en ünlüleri
Svetinaum manastırında, Kosova ile Arnavutluk ovasındaki Altıneli
bölgesinde, Mastar yöresinde Blagay köyünde, Yunanistan'ın Korfu
adasında, Dobruca'da Kaliabra'da, Anadolu'da Bor şehrinde ve
Edirne yöresinde Babaeski'dedir. Diyarbakır'da da Sarı Saltuk ma
kamı vardır. Diyarbakır'ın Urfa kapısından girilince sağdaki köşe
başında, güzel yapısıyla Sarı Saltuk makamı göze çarpar. Altı köşeli
olan makamın, kuşak tarzında vechelerini kaplayan yazı; "Allahü
nur-el-semevat-i vel-ard" (Allah, göklere ve yere nur verendir) kelime
leriyle başlayan Ayet-i celiledir . . . Yine İstanbul'da Rumeli feneri bina
sının içinde de bir Sarı Saltuk makamı vardır. Kitabesinden mezarııı,
Sarı Saltuk'un vefatından 705 sene sonra tesis edildiği anlaşılmakta
dır. Mezarın kitabesi aynen şöyledir : "Kutb-ül-a.rifin gavs-ül-vasilin
Hacı Bayram Veli kaddese sırrihu evla.d-ı kiramlarından Sarı Saltuk
hazretlerinin merkad-ı şerifleridir. Fatiha - 1204." Kitabeye göre bu
radaki yatırın Hacı Bayram Veli'nin evladından Sarı Saltuk adında
62
bir zat olduğu anlaşılmakta ise de biz, bunun da sembolik bir Sarı
Saltuk makamı olabileceğini düşünmekteyiz.
Bunların en önemlisinin Baba dağındaki makam olduğu iddia
edilmektedir. İbni Batuta, "Seyahatname"sinde Sarı Saltuk'un Baba
dağındaki makamını ziyaret ettiğini yazar. Evliya Çelebi, "Seyahat
name"sinde bu bilgiye Sarı Saltuk'u bir Bektaşi ermişi gibi gören
diğer Bektaşi menkıbelerini de ekler. Efsaneye göre, Sarı Saltuk,
Fatih'e rüyasında İ stanbul şehrinin anahtarlarını teslim etmiş ve
"Hanım! Bu anahtarları Edirne'de saklayasın" demiştir.
Fatih, Uzun Hasan seferindeyken babası tarafından Balkan sı
nırlarının korunmasıyla görevli olan şehzade Cem, çok sık işittiği bu
alp-erenin kimliğini merak etti. Ebül Hayr Rumi adlı bir bilgine Sarı
Saltuk efsanelerini toplamasını emretti. Bu çalışma 7 yıl sürdü. So
nunda "Saltukname" adlı kitap meydana geldi. Fatih'ten sonra B ay
azıd i l , Baba dağını ziyaret bölgesi yaptı. Kanuni Sultan Süleyman
ise Bağdan seferine giderken (1 538) Sarı Saltuk türbesini ziyaret etti.
Bir Türk kahramanı olan Sarı Saltuk'un, hıristiyanların dilleri
ni, dinlerini Alim bir rahip kadar bilmesi, çeşit çeşit hilelerle onların
şehirlerine, hükümdar saraylarına, kiliselerine girmesi, rahip kıya
fetiyle kiliselerde vaazlarda bulunması gibi halleri, onu hıristiyanlar
arasında "Saint-Aiyos-Aziz" olarak tanıtmış, kimi yerde Saint Niko
la, bazı yerde Saint Naum, nihayet Korfu'da Saint Spiridon adıyla
hıristiyan aleminin büyük ve sevilen bir azizi haline getirmiştir. Bu
gibi teşebbüs ve hareketleri, İsla.m dinini neşre çalışan bir misyoner
olmasından ileri gelmiştir .ceı
(6) Geniş bilgi için bk. Ebu'l-Hayr-ı RO.mt, Saltuk-NAme, Cilt : 1, il, [Hazırlayan :
Dr. Şükrü HalO.k Akalın), Ankara 1988 (Kültür ve Turizm Bakanlığı yayını); Yer.
Doç. Dr. Kemal Yüce, Seltuk-NAme'de Tarihi, Dini ve Efsanevi Unsurlar, Ankara
1987 [Kültür ve Turizm Bakanlığı yayını); Prof. Dr. Tayyip Okiç, "Sarı Saltuk'a
Ait Bir Fetva", İIAhiyet Fakültesi Dergisi, 1951, Sayı : 1, s. 48-58; Şevket Beyse
noğlu, Diyerbekırım, Cilt : 2, Ankara 1986, s. 275 ("Sarı Saltuk Türbesi" bölü
mü); Nazmi Sevgen, "Sarı Saltuk ve Aiyos Spiridon", 1, il, III, iV, -tefrike-, Tarih
Konuşuyor Dergisi, Sayı : 33, 34, 35, 36 (Ekim, Kasım, Aralık 1966, Ocak 1967);
Franz Babinger, "Sarı Saltık Dede", İslAm Ansiklopedisi, Cilt : 10, s. 220-221;
"Sarı Saltık Dede", Türk Ansiklopedisi, Cilt : 28, s. 157; "Sarı Saltuk", Meydan
Larousse, Cilt : 1 1 , s. 1 1 .
63
DİYARBAKIR ATA SÖ Z LER İ
64
Yöreden derlenen sözlerden bir kısmını herhangi bir yorum
yapmadan, alfabetik sıra ile sunuyoruz :
65
- Bahtı tahta değişmem .
- Bakarsan bağ olur, bakmazsan dağ olur.
- Başın çektiği, dil belôsındandır.
- Bekôr gözü ile kız alınmaz.
Bir korkak bir orduyu bozar.
Biri yer biri bakar, kıyamet ondan kopar.
Borca şarap içen, iki kere sarhoş olur.
Boş boğazı cehenneme atmışlar, "odun yaş " demiş.
Boynuzsuz keçinin ahını boynuzludan alırlar.
- Cahiller vakitsiz öten horoz gibidir.
- Cezasız cürümün sahibi çok olur.
- Cömert demişler maldan etmişler, yiğit demişler candan etmişler.
- Çirkefe taş atma, üstüne sıçrar.
- Çok çocuk anayı şaşkın, babayı düşkün yapar.
- Dağ ne kadar yüce olsa yine geçit verir.
Dert vardır gelir geçer, dert vardır deler geçer.
Deveci ile görüşen kapıyı büyük açar.
Deveye boynun niçin eğridir demişler, "nerem doğrudur ki
boynum eğri olmasın" demiş.
Din olan yerde kin olmaz.
Dinsizin hakkından imansız gelir.
Dişi köpek kuyruğunu sallamayınca, erkek köpek
arkasından gitmez.
- Doğru yolda düşen çabuk kalkar.
- Dost yüzünden, düşman gözünden beJiidir.
- Eğri otur, doğru söyle.
- Ekmek yohtur yemağa, atla çıhar gezmağa.
- El atına binen tez iner.
- El elden üstündür.
Eşek bile bir defa çamura düşer.
- Fakir dost çabuk unutulur.
Gülme komşuna gelir başına.
- Güzele bahmağ sevaptır.
66
Hatasız kul olmaz.
Her kuş kafilesiyle (kendi sürüsünde) uçar.
Hırsıza ne yapıyorsun demişler, "saz çalıyorum " demiş. Sesi
neden çıkmıyor demişler, "sesi yarın çıkar" demiş.
67
TÜR K KÜLTÜR VE FOLKLOR UNDA
YILAN MOTİFİ
(1) Doc. Dr. Fuat Yöndemli, "Yılan Motifi : Hekimliğin Milletlereresı sembolü",
Türk Kültürü, Sayı : 299, s. 177-179 (Mert 1988).
(2) Prof. Dr. Llıszlô Rlısonyi, Tarihte Türklük, Ankara 1971, s. 22.
(3) B. Szlısz, A Hunok törtenete, s. 27, 477, 482 (zikreden : Prof. Dr. İbrahim Kefes
oğlu, Türk M illi Kültürü, Ankara 1977. s. 250).
(4) Prof. Dr. L. Rilsonyi, anılan eser, s. 34.
68
ederlerdiısı. Bir Türk kavmi olan İ skit/Saka'larda da aynı inancın iz
leri görülür. Herodot'a göre, İskitler kendi kökenlerini, Boristen ve
Herakles ağzında yerleşmiş yarı-kadın, yarı-yılan bir tanrıya bağla
maktaydılarıeı. Türk mitolojisindeki "yeraltı yılanları"nı11ı da anma
dan geçemeyeceğiz. Anadolu'nun bazı yörelerinde rastlanılan
"Ş ah-Maran" (yılanların şahı) hikayeleri ve temsili resimleri de dik
kat çekmektedir . . .
(5) Hilmi Göktürk, Anadolu'nun Dağında Ovasında Türk Mührü, Erzurum 1974, s. 154.
{6) Herodot Tarihi, (Çev. Müntekim Ökmen), lstanbul 1983.
(7) Prof. Dr. Bahaeddin Öge!, Türk Mitolojisi, I, Ankara 1989, s. 443.
{8) Bezil Nikitin, Kürtler, Cilt : 2, lstanbul 1978, s. 127, 129.
69
buraya "Şahmaran Kalesi" de demektedir. Rivayete göre, Ş eyh Me
ram adında birisi burada yılan terbiye etmekle vakit geçirdiği için
kale bu ismi almıştırıeı
70
kın manevi kuvvetinin tam bir merkezde birleştiği bu anda, ben ar
tık kendimden geçmiştim, Gül Ağa'nın elini tutmuş, karanlık gece
den ve bu karanlık içinde nur fışkıran şiddetli ateşten, halkın çoş
kun vavilasından şiddetli bir heyecana kapılmıştım. Böylece saatler
geçti, yüzlerce kurban kesildi. Mar tekrar yerine kondu, tekrar Al
lah'a yalvarmalar oldu ve toplantı dağıldı. Bu toplantıya iştirak eden
aşiretler arasında pek çok uzaklardan gelenler de vardı. "1101.
71
yılan"danc15ı söz açılmaktadır. Diğer taraftan, "Salur Kazan Esir
Olup Oğlu Uruz'un Çıkardığı Destan"da, "yedi başlı ejderha
(yılan)"dan bahsedilmesi de dikkat çekicidir.
Ziya Gökalp tarafından tespit edilen "Yılan Bey İle Poltan Bey"
efsanesindeki " şekil değiştirme" olayında, yılan motifi tekrar karşı
mıza çıkmaktadır. İlgi çekici bu efsaneden şu alıntıları sunuyoruz :
Yılan şekline girme olayına " Ülker İle Aydın" masalında da şöy
le yer veriliyor :
72
Dedi : 'Aman Aydın! içme bu suyu :
Düşman, yine bize kurmuş pusuyu.
Yılan olur, sonra beni sokarsın, .
Bak ne diyor, sen kuş dili anlarsın. "lt7J
73
Firdevsi'nin "Ş ehname" isimli eserinde yer alan bu efsaneye
göre (Şeref Han'ın "Şerefname"sinde de aynı efsanenin bir varyantı
anlatılır.); şeytanın günün birinde, zalim bir kral olan Dahhak'ın iki
omuzundan öpmesiyle, her iki omuzunda iki tane kara yılan çıkmıştır.
Gerisini "Şehname"den okuyalım :
Bu hal böyle devam ederken; Ermail ve Kermail adlı iyi kalpli iki
kişi, Dahhak'ın bu zulmü karşısında, bir yolunu bulup "aşcı" olarak
Dahhak'ın sarayına yerleşmeye karar verirler. Ve nitekim öyle ya
parlar. Amaçları, öldürülmeye götürülen bu insanlara yardımcı ol
maktır. "Şehname"den devam edelim :
74
"Sarayın adam öldürücü kapıcıları tarafından yakalanan iki de
likanlı, çığlıklar kopararak aşçıların önüne doğru koştular ve yüzü
koyun yere kapandılar.
Aşçıların, bu manzara karşısında, ciğerleri sızladı. Gözleri kanlı
yaşlar ve kafaları kinle doldu.
Yeryüzü padişahının bu zalimce işine şaşarak, bakıştılar. Ve iki
sinden birini öldürmekten başka bir çare göremediler. Bir koyunun
beynini çıkarıp, öldürdükleri gencin beyni ile karıştırdılar.
Aşçı her gün birkaç keçi v e koyunu ovaya salar, bunlara gönde
rirdi. İşte bugünkü KÜRT kavminin aslı bunlardan türemiştir ki,
bunlar mamur şehir nedir bilmezler.
Yine Kürt Türkleri arasında pek meşhur olan "Alanlı Memo Desta
nı"nda da "yılan" motifinin değişik şekillerde işlendiğini görüyoruz.
(21) Firdevst, Şehname, 1, (Çev. Prof. Dr. Necati Lugal), İstanbul 1974, s. 42 vd.
75
"Beka atına bindi, aldı terkisine bir heybe buday unu ve bir şişe
yılan zehiri" . . .
"Beka, Memo'nun yiyeceğine yılan zehri kattı . . . "
"Memo, bir süre mahzun kaldı, sanki bir alev çıktı ağzından,
onu zincire üfledi. Demir korlaştı, eridi, aktı, yere döküldü, dev bir
yılan oldu. Beka yılanın önünden kaçtı, bir yana çekildi, donuna et
ti. Memo güldü, ıslık çaldı, baktı, yılan gerildi, dama yöneldi. Bur
cun bir deliğine girdi . . . "
"Beko'nun kızı bir nar peydahladı, çuvaldızın ucuyla deldi; içine
Kaşan yılanı zehiri akıttı. . . "c22ı
76
Azerbaycan ve Anadolu'daki boy, oymak ve aşiretlerimiz arasında
da bütün canlılığıyla muhafaza edilmekte olan bu eski gelenek, bil
hassa Doğu ve Güneydoğu Anadolu'daki oba, kabile ve aşiretleri
mizde hala da tatbik edilmektedir.
HEKİMLİKTE YILAN :
Ord. Prof. Dr. Süheyl Ü nver'e göre yılan, bilhassa birbirine sa
rılmış çifte yılan, Orta Asya Türkleri arasında saadet sembolüdür.
Bundan dolayı hükümdar armaları, mabedler ve sağlık kuruluşları
na çifte yılan motifi resmedilmektedir. Orta Asya'dan göç eden
Türklerle beraber bu motif Anadolu'daki şifahanelerin de kapısında
görülmeye başlamıştır. Türkiye'de doktorluk, eczacılık ve diş he
kimliğinin sembolü olarak kabul edilip rozetlere geçen yılan motifi
nin aslı Selçuklular devrinde Çankırı'da yapılmış bir darüşşifa (has
tahane)nın duvarlarında bulunmaktadır. Zaten Selçuklular devrin-
(26) M. Fahrettin Kırzıoğlu, Kürtlerin Türklüğü, Ankara 1968, s. 124; ayrıca bk.
aynı yazar; "Oniki Hayvan Üzerine Dönen Yıllar ve Türkçe Ay Adları", Türk
Folklor Araştırmaları, Sayı: 1 1 , s. 171 (Haziran 1950).
(27) Mehmet Alkaş, Kars Merkez Söğütlü Köyünde Mukayeseli Folklor Çalışmaları,
Erzurum 1967.
77
de yapılan hastahanelerin çoğunun duvarında çifte yılan figürü
mevcuttur. Bu figürlerden dolayı darüşşifalara "yılan yurdu" mana
sına gelen "maristan" da denmektedir. Ancak halk tarafından bazı
hastalıklara iyi geldiği inancıyla bu taşlardaki yılan kabartmaları ka
zınıp tozu suyla içildiğinden çoğu belirsiz hale gelmiştir.
Anadolu'da Selçuklu hastahaneleri dışında, değişik yerlerde yı
lan motifini görmek mümkündür. Mesela Mardin ve Konya kaleleri
nin duvarlarında yılan motifi bulunmaktadır. Yine Konya'da, çok
değişik yapılarda, söz gelişi Meram'daki Selçuklu hamamının, belki
de suyunun şifa vermesi için, kapısı üzerinde bulunan yılan motifi
günümüzde bile rahatça görülmektedir.
Yılanın şifa unsuru, ilaç olarak kullanıldığı da bilinmektedir.
Selçuklu devrinden kalma eserlerde cüzzamlı hastalara yılan eti tav
siye edilmektedir. Kirpi etinde bulunduğuna inanılan şifa verici, te
davi edici özelliğin ise, -kirpi, yılanı yediği için- aslında yılandan
ona geçtiği kabul edilmektedir. Ortaçağda çok değer verilen tiryak
macununun terkibinde keza yılan eti bulunmaktadır.
Günümüzde Anadolu'da bulunan birçok yılanlı göl, yılanlı çer
mik gibi isimler taşıyan yerlerde canlı yılanların tedavi edici özelli
ğinden faydalanılmaktadır. Tedavi olan hastalıklar arasında yılan
c ık'ın bulunması dikkat çekicidir. Günümüzde modern tıpta ise kan
pıhtılaşması ve kansere karşı tedavi maksadıyla yılan zehiri başarıy
la kullanılmaktadır. Folklorumuzda yılanın tedavide kullanılması,
ayrı bir makale konusu olacak kadar geniştir. Bir örnek olarak bu
gün halk arasında; yılanın gömleğinin (derisinin) yakılarak elde edi
len külleri zeytin yağı ile merhem haline getirilip dökülen saçlara
sürülürse, yeniden çıkarılacağına inanılır.
Bütün dünyada olduğu gibi, Türkiye'de de tıp fakültelerinin
amblemi yılandırc2aı.
SİHİR VE BÜYÜDE YILAN :
Prof. Dr. Abdülkadir İnan'a göre; yılan afsunu, Türk uluslarında
çok yaygın bir folklor maddesi teşkil ediyorczaı .
78
Büyük Türk şairi Ali Ş ir Nevai, bir şiirinde "yılan arbağı"ndan,
yani yılan afsunundan bahsederek şöyle diyor :
"Yılan arbağı" Türk folklorunda yaygın bir inançtır. Ali Şir Ne
vai'nin şiirindeki "arbağ" kelimesini "Abuşka" lugatı yazarı şöyle
açıklıyor : "Yılanı ininden çıkarmak ya da zehirini gidermek için
okunan afsundur. ' '
79
Bu ihtiyar bana kendisinin de bir zaman arbav öğrenmek iste
miş olduğunu, bundan bazı şeyler hatırında kaldığını anlatmıştı. Ar
bavdan bir parça şöyle imiş :
80
RÜYADA YILAN: �
Rüyada yılanın görülmesi ile ilgili olarak da çeşitli yorumlar ya
pılmaktadır. Bununla alakalı olarak şunları sıralayabiliriz :
- Bir kimsenin rüyada gördüğü ve ondan korkmadığı yılan, o
kimsenin kuvvet ve devletidir.
- Yılanı kendi evine soktuğunu gören kimse, o yılan kendisine
hile edecek bir düşmanıdır.
- Yılanı tuttuğunu gören kimseye emniyet içerisinde bir düşman
tarafından mal gelir. Eğer yılanı öldürdüyse düşmanına galip olur.
- Kendisini yılanın ısırdığını gören kimseye düşmanı tarafından
bir eza ve meşakkat erişir.
- Siyah yılan, hile ve yaramazlığı cihetiyle düşmanının en şid-
detlisidir.
- Yılanın beyazı, zayıf ve kuvvetsiz düşmandır.
- Rüyada görülen su yılanları maldır.
- Yılan eti yediğini gören kimseye, sevinç, menfaat ve izzet isa-
bet eder.
- Bostanın yılanlarla dolduğunu görse, o bostandan meydana
gelecek büyüme ve gelişmeye, ürünlerin fazlalığına ve bereketine
işaret eder.
81
"Ar duygusu, din sevgisi kalmayan Erzurum halkını cezalandır
mak için Allah'ın gönderdiği ejderha şehri yutmak üzere iken Ab
durrahman Gazi'nin duasıyla ağzı kitlenir ve taş kesilir." (Erzurum).
"Erzurum'a musallat olan ejderha, kendisini öldürmek isteyen
pek çok gencin canına kıyar. Abdurrahman Gazi ile karşılaşan ej
derha, onun vurduğu kılıç ile taş kesilir." (Erzurum).
"Bir ejderhanın Erzurum halkını yemek üzere kendi türbesi isti
kametinden geldiğini hisseden Abdurrahman Gazi dua eder. Ejder
ha taş kesilir." (Erzurum).
"Abdurrahman Gazi'nin türbesi civarında koyun otlatan ermiş
bir çoban ejderhayı görünce Abdurrahman Gazi'nin hatırı için onu
taş haline koymasını Allah'tan diler. Ejderha ve sonra da çoban ve
sürüsü taş kesilir. " (Erzurum).
"Erzurum şehrinin üzerine inmek isteyen ejderhanın torbası Al
lah tarafından delinir. Onu yamamak için oyalanan ejderha gecikir
ve vaz geçer. İnmek istediği bir gün ise Allah onun ağzına kilit vu
rur, taş haline getirir. " (Erzurum).
"Şehre inmekte olan ejderhaları Fetamet Baba ile Oslu/Osduk
Baba durdururlar. Ejderhalar taş kesilir. " (Bayburt-Gümüşhane).
"Koyunlara zarar veren ejderha, Koyun Baba'nın duasıyla taş
kesilir." (Osmancık-Çorum).
"Köylüler ejderhadan korkup kaçarlar. Kaçamayan yaşlı bir ka
dın I hamile bir kadın kendisinin veya ejderhanın taş kesilmesini di
ler. Ejderha taş kesilir." (Bayburt-Gümüşhane).
"Köye inen ejderha, ağzı dualı bir gelinin dileğiyle taş kesilir."
(Bayburt-Gümüşhane).
"Çalışkan bir kadının işine mani olmak isteyen ejderhanın, ağla
yan bebeğin hürmetine taş olması niyaz edilir. Ejderha taş kesilir."
(Bayburt-Gümüşhane).
"Ejderha herkesi yer. En sona kalan bir anne ile kızı sıranın ken
dilerine geldiğini anlayınca Kur'an-ı Kerim'i alıp dua etmeleri üzeri
ne ejderha taş kesilir. " (Turhal-Tokat).
82
"Pek çok insanı yiyen ejderha, bir annenin kucağındaki yavruyu
da parçalar. Annenin duası ile ejderha taş kesilir." (Elazığ).
"Gelin alayının önüne ejderha çıkar. Alaydakiler ejderhadan kur
tulmak için kurban adarlar. Ejderha taş kesilir. " (Karlıova-Bingöl).
"Ejderha taş kesilirse çoban bütün hayvanlarını kurban edecek
tir .Ejderha taş kesilir." (Yusufeli-Artvin).
"Sonradan olan tek evladının bir ejderha tarafından öldürülece
ğini bir falcıdan öğrenen padişah, Gülek Boğazı'na bir saray yaptı
rır. B abasından izin alıp kırlara çıkan bir kız bir ejderha ile karşıla
şır. Kız Allah'a duada bulunur. Ejderha taş kesilir. " (Toroslar).
"Çukurova'daki bir krala, falcısı, kızının bir yılan tarafından so
kulacağını söyler. Sarayda saklı tutJ.Ilan kız serbest bırakıldığı gün
ormana koşar. Bir yılanla karşılaşınca kurtulmak için taş veya kuş
olma dileğinde bulunur. Kız ve yılan taş kesilir." (Çukurova).
" Rum diyarını fethe çıkan Hz. Ali'nin yolunu, Gülek Boğazı'n
dan geçerken bir ejderha kesmek ister. Halifenin üzerine atılan ej
derha taş kesilir." (Toroslar).
"Toroslardan geçmekte iken ağaç gövdesi kadar kalın bir yılanı
gören Hz. İbrahim, bunun insanlara zarar verebileceğini düşünür
ve taş olmasını diler. Yılan taş kesilir." (Toroslar).
"Halka kötülük yapan zalimler için Allah gökten ejderha indirir.
Ancak zalimleri yiyip bitiren ejderha mazlumları yemeye başlar. Bir
nine, torununu yememesi için ejderhanın taş kesilmesini diler. Ej
derha taş kesilir." (Ş avşat-Artvin).
"Ş avak'tan yola çıkan göçteki taze bebekli gelin geride kalır.
Çocuğunu doyururken kocaman bir yılanın hücumuna uğrar. Gelin,
kendilerini bu yılana yem etmemesi için Allah'a yalvarır. Yılan taş
kesilir." (Pertek-Tunceli)1341.
(34) Yusuf Gül, Tunceli'de Şavaklılar, Ankara 1976, s. 97; ayrıca bk. Efsanelerimiz,
İnönü Üniversitesi Efsane Derleme Yarışması, Malatya 1988, s. 1 39 (İsmail
Görkem, "Yılan Dağı Efsanesi").
83
OYMAK VE KABİLE ADLARINDA YILAN :
(35) Prof, Dr. L. Rasonyi, "Tuna Havzasında Kumanlar", Belleten, Sayı : 1 1-12, s. 413.
(36) Hüseyin Namık Orkun, Türk Dünyası, İstanbul 1932, s. 166.
(37) Cevdet Türkay, Başbakanlık Arşivi Belgelerine Göre Osmanlı İmparatorluğu'nda
Oymak Aşiret ve Cemaatlar, İstanbul 1979, s. 774.
84
Prof. Dr. Laszlö Rasonyi, Kuman Türkleri'ndeki şahıs isimlerini
verirken; "Eski Türklerdeki totemizmi andıranlar" ibaresinin he
men ardından ilk sırada "İlan (Yılan)" adını zikretmektedirl3BJ.
(38) Prof. Dr. L. Rlısonyi. anılan eser, s . 143; ayrıca bk. aynı yazar; "Kuman Özel
.
85
4. Halk inanışlarına göre de Ahi Evren'in ölümü bir yılan donu
na girip bir kayanın dibine girmek şeklinde olmuş, türbesi de bu
kayanın üzerine inşa edilmiştir. Menakıbnamelerde de onun ejder
donuna girdiği sık sık söz konusu edilmiştir.
(41) Bu konuda bk. Ahmet Turan, "Türk Destan ve Masallarında Şekil Değiştirme
Motifi", Yeni Forum, Sayı : 244, s. 47-48 (1-15 Kasım 1989).
(42) Dr. MikAil Bayram, "Ahi Evren Hakkındaki Yılan (Evren : Ejder) Efsanelerinin
Ortaya çıkışı", III. Milletlerarası Türk Folklor Kongresi Bildirileri, i l . Cilt, An
kara 1986, s. 75-79.
(43) Mehmet Eröz, Doğu Anadolu'nun Türklüğü, lstanbul 1975, s. 148. Ayrıca bk.
aynı yazar, "Sosyolojik Yönden Türk Yer Adları", Türk Yer Adları Sempozyu
mu Bildirileri (11-13 Eylül 1984), Ankara 1984, s. 51.
86
Yılanlar : Ulus I Zonguldak.
Yılanlı :: Birecik I Şanlıurfa.
Yılanlı : Doğubeyazıt /Ağrı.
Yılanlı : Oğuzeli I Gaziantep.
Yılanlı Çamlıdere I Ankara.
Yılanlı : Kalecik I Ankara.
Yılanlı : Karayazı I Erzurum.
Yılanlı : Kırıkhan I Hatay.
Yılanlı : Ilgaz I Çankırı.
Yılanlı : Bin taş - Hassa I Hatay.
Yılanlı : Eğridir I Isparta.
Yılanlı : Arpaçay I Kars.
Yılanlı : Selim I Kars.
Yılanlı : Taşköprü I Kastamonu.
Yılanlı : Varto I Muş.
Yılanlı : Boyabat I Sinop.
Yılanlı : Malkara I Tekirdağ.
Yılanlı : Erciş I Van.
Yılanlıca (Yılanca) : Devrek I Zonguldak.
Yılanlıcakuz (Yılancakuz) : Devrek I Zonguldak.
Yılanlıkaya : Yıldızeli I Sivasl"l.
Yılan Tepe : Siirt - Cizre arasında bir tepe adı.
Yılanlı Dağı: Siirt'te bir dağ adıc4sı .
Yılanlı Dağı: Tunceli'de bir dağ adıl48>.
(44) Bk. Köylerimiz, Ankara 1982, s. 582; Hilmi Göktürk, anılan eser, s. 154; Necdet
Sevinç, anılan eser, s. 120; Doç. Dr. H. Hilmi Karaboran, "Türkiye'de Mevkii
Adları Üzerine Bir Araştırma", Türk Yer Adları Sempozyumu Bildirileri, An
kara 1984, s. 136, 143.
(45) Yeni Tabii Yer Adları 1977, s. 66.
(46) M. Nuri Dersimi, anılan eser, s. 1 1 ; Yusuf Gül, anılan eser, s. 97.
87
R E S İ M L E R
DİZİN
I. KİŞİ ADLARI
- A -
- B -
- c -
- ç -
Çeko : 10, 11. Çoban Baba : 58.
109
. D .
. E .
• F •
• G •
• H •
• t •
110
- J -
Jordanes : 45.
- K -
- L -
- M -
- N -
- o -
- ö -
Ögel, Bahaeddin : 18, 56, 57, 97, 105. ô tügen ana : 53.
111
- p -
- R -
- s -
- ş -
- T -
- u -
- Ü -
112
- y -
- z -
- A -
Avarlar : 9.
- 8 -
Beltirler : 47.
- c -
- ç -
113
- D -
- E -
- F -
Fransız : 14.
- G -
Gök-Türk, -ler : 29, 34, 40, 46, 50, 52, 71, 76.
- H -
- i -
İnallılar : V. İranlı, -lar : 37, 59.
İ ngilizler : 38. lskit/Sakalar : 69.
- K -
- L -
Leh : 62.
- M -
- N
Nogaylar : 2.
114
. o .
Oğuz, -lar : V, VI, 1, 5, 7, 9, 14, 16, 19, Osmanlı : 15, 32, 84.
28, 29, 36, 40, 44, 46, 47.
. ö .
• R •
. s .
Sagay, -lar : 48. Selçuklu, -lar : V, VI, 47, 77, 78, 85.
Saltuklu, -lar : V, VI. Sökmenli, -ler : V, VI.
Sarı Saltuk (aşiret) : 59, 60, 61.
. ş .
Şavak : 83.
• T •
- u -
Ulu Katay : 79. Uygur, -lar : 13. 18, 31, 76, 96.
- y •
115
111. COGRAFYA ADLARI
- A -
- B -
- c -
- ç -
Çamlıdere : 87. Çorum : 82.
Çankırı : 77, 87. Çölemerik : 15.
Çemişgezek : 43. Çukurova : 83.
116
- D -
84, 103.
- E -
- G -
- H -
Hıdıroz : 43.
- 1 -
Isfahan : 47.
117
. t •
• K •
• L .
Lehistan : 62. Lipka : 62.
. M .
Macaristan : 61. Mersin : 48.
Malatya : 61. Mığrıp : 8, 10,24.
Malkara : 87. Mastar : 62.
Maraş : 4,15, 43, 84. Muğla : 43.
Mardin : 49, 50, 78. Musul : 44.
Mazgirt : 86. Muş : 43, 87.
Meram : 78.
• N •
. o .
Oğuzeli : 87. Osmancık : 87.
Orhun : 46, 71. Ovacık : 60, 61.
Orta Asya : 1,31, 45,47, 52, 68, 76, 77.
118
. p •
• R •
. s .
. ş .
. T .
Tarsus : 84. Tunceli : 43, 44, 54, 55, 58, 59, 60, 61,
Taşköprü : 87. 70, 83, 86, 87, 101.
Tekirdağ : 87. Turhal : 82.
Tokat : 82. Türkeli : 25, 48, 58.
Toroslar : 83. Türkistan : V, 22, 31, 41, 46, 58, 61, 64.
Trabzon : 86. Türkiye : 77, 78.
. u .
. v .
• y •
119
Yılancı : 86. Yılanlıcakuz (Yılancakuz) : 87.
Yılangömü : 86. Yılanlıkaya : 87.
Yılanhöyük : 86. Yıldızeli : 87.
Yılankale : 86. Yolboyu : 43.
Yılankalesi : 86. Yozgat : 43, 44.
Yılanlar : 87. Yugoslavya : 44.
Yılanlı : 87. Yunanistan : 62.
Yılanlı Dağı : 87. Yusureli : 83.
- z -
Zonguldak : 87.
120