You are on page 1of 271

T.

A Rİ H

İKTİDARIN SEMBOLLERİ
VE İDEOLOJİ
II. Abdülhamid Dönemi (1876-ıgog)

SELİM DERİNGİL
1 ktidarın Sembolleri ve İdeoloji

IL Abdülhamid Dönemi
c 1876-1909)
IKTIDARlN SEMBOLLERi VE IDEOLOJi
ll. Abdülhamid Dönemi (1876-1909)

Orijinal adı: The Well- Protected Domain s: ldeology and legitimation of Power in the
Onoman Empire ı876-ı909
© 200ı, 20ı4 Selim Deringil
1. B. Tauris & Co. ltd. londra aracılığıyla yayımlanmıştır.
Yazan: Selim Deringil
ingilizce aslından çeviren: Gül Çağalı Güven

Türkçe yayın hakları:© Doğan Egmont Yayıncılık ve Yapımcılık Tic. A.Ş.


Bu kitabın Türkçe yayın ·hakları Akcalı Telif Hakları Ajansı aracılığıyla satın alınmıştır.

ı. baskı1 Yapı Kredi Yayınları, 2002


Doğan Kitap'ta 1. baskı/ Ocak 20ı4/ ISBN 978-605-09-ı8ı4-4
Sertifıka no: ıı940

Kapak tasarımı: Geray Gençer


Kapak görseli: Abdullah Biraderler1 CORBIS
Askeri mektep öğrencileri, ı893
Baskı: Ayhan Matbaa Basım Sanayi ve Tic. ltd. Şti.
Mahmutbey Mah. Deve Kaldırım Cad. Gelincik Sok.
No: 6 Kat: 3-41 Bağcılar-iSTANBUl
Tel. (212) 445 32 38
Sertifıka no: 22728

Doğan Egmont Yayıncılık ve Yapımcılık Tic. A.Ş.


ı9 Mayıs Cad. Golden Plaza No. ı Kat ıo, 34360 Şişli- iSTANBUL
Tel. (212) 373 77 001 Faks (2ı2) 355 83 ı6
www.dogankltııp.com.tr 1 edltorcıPdogankltnp.com.tr 1 lltltrıııdog•nkltap.co
iktidarın Sembolleri ve
İdeoloji

Il. Abdülhamid Dönemi


(1876-1909)

Selim Deringil

Çeviren: Gül Çağalı Güven

�DPOAN
-KlTAII
Babam Fjjdal Deringil'e
İçindekiler

Teşekkür . . . . ..
. ...... .... . .
...... ....... ... .. . ... ................ . ..... . ....... . ........ . ......... ı ı

Sunuş .....................................•............................................. 13
Egzotik kuşun peşinde ya da sarığın ötesine bakış . . ..... . . . . . . . . ı 6
Osmanlı Devleti'nde "ince ayar" ve meşruiyet bunalımı. . . 2ı .. ..

Kaynaklar .
............................... ......... ....... ................ ...... . . . . .. ...... . . 24
Kitap ............................................................................................. 25

1/ "Padişahım çok yaşa!"


Abdülhamid döneminde sembolizm ve iktidar ...... . .. . . . 29
.. . .

Devletlerarası rekabette merasim .............. .. . . . .


.. ..... ................. 29
Abdülhamid ideolojisinde anlam kademeleri .......... ........ .. . . ... 3ı
Seçkinlerin entelektüel şartlanması . . .
. .. . ........ . . . . . . . ..
... . ... .. ....... 32
Kamusal sembolizm ve tezahürleri .... .. ..... ... .....
. ................ ..... . 35
Resmi ikonografı . .
................. ............. .... ................. . .... . .. .... ....... 39
Hükümdarlık ihsanının kişisel tezahürleri ... . .. ........ ................ 48
Devlet koleksiyonlarına katılan simgesel nesneler ............... 50
Abdilihamid döneminde dil sembolizmi ................. . ... . . .. . .. . ..... 52
Sonuç . .
.... ... ................. ............................... .................................. 55

2/ Şeriatın Osmanlılaştırılması. ..................... . .. . . .... . .... . 57


..

Hamid dönemi Hanefi hilafeti .. .... ... . . .


... .. .. ............................... 59
Şeriatın Osmanlılaştırılması .
. ... . . .. .. . ... .... .. ..
.. . . . . . ..... ... ......... .... .. 63 .

Resmi mukaddesatı tekelleştirme çabası. . . . . . .. . . 66


........... ... .. .. ... .

Hicaz'da Osmanlı olmayan Müslümanlara karşı


Osmanlılar .......... ................................................................. ........ 70
Hicaz'ın savurunasına yönelik çabalar ................ .. ........... .... . 74
. .

Resmi din militanlığı .. ...... ... . .. . .. ..


.. . . .. .... .. ...... .. . .... . .. ... ....... ... ... 76
. ..

Sonuç ............ ......................... ...................................................... 79

3 1 İhtida ve ideolojik pekiştirme: "Emr bi'l-maruf nehy


ani'l-münker" ..................................................................... 81
Yezidiler: Osmanlı ihtida siyasasının örnek bir olayı .
...... .... . 82
Müslümarıların ve marjinallerin "tashih-i akaidi" . . .... .... .... .... 89
llıriHt.iyıııılıırııı ilıt.icta<ıı ...... .... .. ..
. . ....... .... ...... . . .... ... . .................... !l7
Sııııtıı; . . . . .. . ... . ............ .. . ....................... ... . . .. ..... . . . . . . . . . . . . 1 1 H
4 1 Eğitim: Tüm sorunların çaresi mi? ............................ 107
Osmanlı eğitim siyasasımn uygulamaları .
................. ............. 108
Mekteb-i Aşiret . . .
.... ........ .... ............. . ......................................... ıı5
Osmanlıların gayrimüslim eğitimi
konusundaki tutumu . .
................... ... ........................................ .ıı8
Sonuç ...... .. .... .. ..
.. ........... ... .....
.. . .
...................... ............ .... . ........ .. ı2ı

5 1 "Kafayı karıştınyor ve heyecan yaratıyorlar"


Misyonerler sorunu ......................................................... 127
Misyoner saldırısına karşı Osmanlı savunması . ... .. . . ... . . . .. . .... ı30
Fransız misyoner etkinliği .............. . .........................................ı34
İngiliz misyoner etkinliği .... ... . . ....... . .........................................ı38
Arnerikan misyonerleri .............................................................ı40
Sonuç . . .
... ..... ........... .................. . ....................... ... ....................... ı47

6 1 Osmanlı imaj yönetimi ve hasar kontrolü ................ 151


Genel hasar kontrolü ve imaj yönetimi ..................................ı53
Olumlu bir imajın sunumu: Basın ve tiyatro .......................... ı58
Protokol ve bir "dünya devleti" olarak
Osmanlı İmparatorluğu ........... . . .
....... ....................... ........ ........ . ı60
Sonuç ........... ....... .. . . . .
.. ................. ...... ........... .................... ......... . ı65

7 1 Osmanlı otoportresi ................................................... 167


"Egzotik"i asgarileştirme girişimleri ....................................... ı67
Uluslararası kongreler··························································:··· ı70
Abdülhamid dönemi Osmanlı Devleti ve dünya fuarları:
"Tüm dünya seyrediyor!" . ................ ......................................... ı 71
Sonuç ..........................................................................................ı8ı

8 1 Sonuç ........................................................................... 183


Bir hizmet elitinin "zımni bilgisi" ............................................ı83
Dünya perspekti:fınde Osmanlı İmparatorluğu ..................... .ı87
"Gayrimeşrulaştırma" (de-legitimation) .. . .
... . ........ .. .... ... ı9o
......

Notlar ..........................................................................................ı94
Kaynakça ....................................................................................245
Dizin ............................................................................................ 26ı
Tann ao;ıkına, şuracığa oturalım;
Oturalım da, krallann ölümünün acıklı öykülerini anlatalım;
Bazısı nasıl tahtından indirilmiş; nasıl savao;ıta öldürülmüş bazısı;
Alao;ıağı edilmiş hayaletler dadanmış kimisine;
Kimini kansı zehirlemiş; kimi de uyurken katledilmiş ...

Shakespeare, Kral II. Richard, Perde III, Salıne II.

Düşmanımza saldırabilirsiniz, doğru mu yanlış mı yaptığınızı dü­


şünmeniz gerekmez; er ya da geç yargıçlannız sizi haklı çıkar­
mak için en iyi gerekçeleri bulacaktır nasılsa.

Niccolo Machiavelli, Prens.

Devlet-i Aıiyye olarak, Hıristiyan devletler arasında sıkışıp kal­


mışız... Malzememiz ve diplomatik kaynaklanmız sınırsız olsaydı
bile, yine de Düvel-i Muazzama'nın yardımına muhtaç olurduk . .
Binaenaleyh, devletler arasında bütün yardımlar, karşılıklı şüphe
ve hesaplı menfaate dayalıdır...

Said Pao;ıa, II. Abdülhamid için hazırlanan Ariza'dan.


Teşekkür

Yardımları, tavsiyeleri, eleştirileri, yüreklendirmeleri ve her


şeyden çok da, bana yol gösterme nezaketinde bulunmaları ne­
deniyle pek çok kişiye şükran borçluyum. İlk ve en derin gönül
borcum, "esin perim", tüm zorunlu ayrıntıların planlayıcısı ve
ilk okuyucum olarak bu kitaba katkılarda bulunan meslektaşını
Selçuk Esenbel'e ait; kendisi olmasaydı, bu kitap yazılamazdı.
Aynı şekilde, taslakları okuyan ve dolaysız eleştirilerde bulun­
ma nezaketini gösteren Daniel Goffman'a ve kendimi çok fazla
ciddiye almadığım konusunda bana güvence vermesi nedeniyle
Edhem Eldem'e gönülden teşekkür borçluyum. Ariel Salzmann
da çok değerli eleştirilerde bulundu ve kafaını arşivlerden kal­
dırıp, hiç değilse ara sıra yazmanın gerçek dünyasına şöyle bir
göz atmarnı sağladı. Osmanlı arşivlerindeki arkadaşlığı paha bi­
çilmez olan Caroline Finkel, Londra'ya yaptığım çeşitli ziyaret­
lerde Andrew Finkel ile birlikte bana lojistik destek verme ne­
zaketini de gösterdi. Feroze Yasamee, büyük bir ineelikle kita­
bın taslağını okudu ve kusursuz bir değerlendirmesini yaptı. Ba­
na özellikle imparatorluk yapılarındaki "ince ayar" düşüncesi ile
bağlantılı anahtar niteliğinde içgörüler veren bir başka dostum
ve meslektaşını da Faruk Birtek oldu. Tarihsel ve başka sorun­
larda, önümde antropolojik bir bakış açısının ufkunu açan Dru
Gladney'e de çok şey borçluyum. Çalışmarola ilgili beni aralık­
sız yüreklendiren Prof. Dr. Şerif Mardin'le yaptığım tartışmalar
için en içten şükranlarını sunuyorum. Bir başka meslektaşını
Engin Akarlı, beni Osmanlıca öğrenmeye teşvik eden ve eserleri
aracılı ğı yl a Il. Abdülhamid dönemine ilgi duymamı sağlayan kişi
olmıı:-;ılıır. 1\vrwa Princpf.on Üniversitesi'nde geçirdiğim dönem-
12

d e verdikleri destek için Prof. Carl Brown, Prof. Nonnan Itzko­


witz ve Prof. Avram Udovich'e de teşekkür etmem gerekiyor. Ay­
m bağlamda, II. Abdülhamid dönemine ilişkin bir atölye düzenle­
mek ve beni Bochum'da konuk etmek konusundaki çabalan ne­
deniyle Fikret Adanır'a teşekkür borçluyum. Kendileriyle yaptı­
ğım tartışmalardan çok yararlandığım kişileri de saymak istiyo­
rum: Mehmet Genç, hber Ortaylı, Şevket Pamuk, Nükhet Sinnan,
Nilüfer Göle, Kemal Beydilli, Alunet Yaşar Ocak, Ekmeleddin İh­
sanoğlu, Zafer Toprak, Butrus Abu-Manneh, Hakan Erdem, Cem
Behar, Philip Mansel, Gülru Necipoğlu, Nevra Necipoğlu, Cemal
Kafadar, Alan Duben ve Gültekin Yıldız. Bunun yam sıra, bu ki­
tabı adadığım merhum babam Efdal Deringil'e, Osmanlıcayı öğ­
renmeye başladığım günlerde bana gösterdiği sabır nedeniyle te­
şekkür borçluyum. Mehmet Genç, İdris Bostan, Nejat Göyünç ve
Hayri Mutluçağ'ın, arşiv belgelerini çözmeme yardım etmek için
harcadıkları zaman, nezaketin çok ötesine geçti.
Hemen tümüyle bilgisayar cahili biri olarak, büyük bir incelik­
le bana ayırdıkiarı saatler için Gülen Aktaş ve Aydın Akkaya'nın
yam sıra, Nadir Özbek ve Emre Yalçın'a da teşekkürlerimi dile
getirmeliyim.
Maddi açıdan ise, Princeton'da geçirdiğim yıl boyunca beni
destekleyen Fulbright Türkiye Komisyonu'na, beni konuk eden
Princeton Üniversitesi Yakındoğu Araştırmaları Bölümü'ne, Fi­
restone ve Gest Kütüphaneleri çalışanlarına şükran borçlu­
yum. Bundan başka, misafir öğretim üyesi olarak Bibliotheque
National'den yararlanınama olanak sağlayacak bir dizi ders ver­
ınem için beni davet eden François Georgeon ve Paul Dumont'un
yam sıra Ecole des Hautes Etudes en Sciences Sociales'e de te­
şekkür ediyorum. Ayrıca Başbakanlık Arşivleri personeli de çok
yardımcı oldu. Kitabıının Türkçe baskısının adını koyan Doç. Dr.
Ayhan Aktar'a teşekkür ederim. Bütün bunlardan sonra, bir tek
tüm hataların, ihmallerin, dikkatsizlik ya da abartmaların tümüy­
le bana ait olduğunu söylemek kalıyor geriye.
S. Deri,ngil
Sunuş

Bu kitap, artık var olmayan bir dünya hakkında. Osman­


lı İmparatorluğu'nun son yılları ve Sultan ll. Abdülhamid'in sal­
tanatı (1876-1909) ile, aynı zamanda modern Balkanlar ile
Ortadoğu'nun şafağını görmüş bir dönemdir bu. Osmanlı Devle­
ti, pek çok yönden benzersizdi. Tek Müslüman büyük devlet ve
tek Avrupalı Müslüman devletti. Avrupa'nın 15. yüzyıl sonu ile 16.
yüzyıl keşif ve sömürgeleştirme yolculuklarının sonucu olarak
genişiernekte olduğu bir dönemde, Avrupa Hıristiyanlığına yöne­
lik tek ciddi tehdit olarak ortaya çıkmıştı. Doğmakta olan Avrupa
devlet sistemindeki "yeni monarşiler", tam da güçlerini dünya öl­
çeğinde göstermeye başlamışken, kendilerini saldırgan ve başa­
rılı bir gücün ölümcül tehdidi altında buldular, hem de tam "ar­
ka bahçelerinde". Dahası bu güç, üstünlüğüyle övünüyor ve nasıl
1453'te Ikinci Roma'yı fethetmişse, Birinci Roma'yı da fethetme­
ye hazır gibi görünüyordu. Osmanlı orduları, 1479'da Otranto'yu
ele geçirerek, papanın Roma'ya kaçmasına neden oldular. ı Bazı
tarihçiler, bütün "Avrupa" kavramının , Osmanlı tehdidinin gerile­
mesi çevresinde biçimlendirildiğini öne sürmüşlerdir.2 En muh­
teşem günlerinin çoktan sona erdiği dönemlerde bile, Devlet-i
Aıiyye, her an ölümü beklenen ve büyük bir inatla ölmemek için
direnen bir diken olarak Avrupa'nın bağrında varlığını sürdür­
müştür.
Düvel-i Muazzama emperyalizminin doruğunu oluşturan 19.
yOzyılın dönümünde, öteki kad im imparatorlukların tersine, bü­
yOI< dPVII'UPrirı ordıılarınıı lıal<ilmi.Pıı lwrlmhı anlar yaşatahii<•­
<"PI< l<ııdıır zorlu h ir ıısl«·rl lo( Hı; ıılıııııyı ı-ıllrdllrııwldl' lılrli Id 1', < lı-ı
ııııııılı lıııpıınılıırlıı�ıı urlılı ı;l\·t.Oinp ılıı�ılıııııyıı lııı.•,ılııııwJiı •, Yı•ııll
14

se bile, "Avrupalı komşularıyla teknik düzeyde rekabet edebile­


cek durumdaydı: Plevne, asla bir Tel el-Kebir ya da ürodurman
değildi. "4 Bu durum, Avrupa kültüründe her zaman olağandışı ka­
bul edilmiştir. Sanki düpedüz yaşanmaması gereken bir şeydir.
Büyük Hint imparatoru sonuç olarak, pudralı perukah İngiliz be­
yefendilerin teknik ve mali gücüne karşı yenik düşmemiş miydi?
Bir avuç conquistadores, toplar karşısında dehşete kapılmış ve
atlarla binicilerini "Altı ayaklı ve iki başlı tannlar" diye tanımla­
mış Güney Amerika yerlilerini korkutup alt etmemiş miydi? Çin­
li Cennetin Oğlu, muhteşem Zulular ve Mikronezya halkları ay­
nı kadere duçar olmamış mıydı? 19. yüzyıla gelindiğinde, dün­
ya halklarının "yöneten" ve "yönetilen" halklar olarak bölünme­
si, ne de olsa, son derece "doğal" bir şeydi. Avrupa'da biri dışın­
da, "yöneten"lerin tümü Hıristiyandı. Müslüman bir imparatorluk
olarak milyonlarca Hıristiyana hükmeden, bir tek BabıiHi vardı.
Yüzyıllar geçtikçe, bu durum giderek daha sinir bozucu olmaya
başladı:

Türk'ün görmezden gelinmesi ve neredeyse aynı derecede taham­


mül edilmesi imkansız olan bir konumda bulunması insanlığın barı­
şı açısından üzüntü vericidir; kökeni, alışkanlıkları ve dini açısından
Asyalıların en Asyalısı iken, kaderin bir cilvesiyle, (...)varlığı milyon­
larca Hıristiyan için sonu gelmez bir sefalete sebep olacak bir konu­
ma gelmiştir. 5

Diğer yandan, II. Abdülhamid'e dokuz kez sadrazamlık yapan


Said Paşa, şunları yazarken çarpıcı bir karşıtlık sergiler: "Hıris­
tiyan prenslikler ve devletler arasında tümüyle sıkışıp kalmışız...
Devlet-i Aıiyye yaklaşık elli yıldır Avrupa devletler ailesinin bir
üyesidir... "6
Bu çalışma, son dönem Osmanlı Devleti'ni değişen dünya bağ­
larnma yerleştirmeye yönelik bir girişim, dolayısıyla, dünyaya
İstanbul'dan bakmak yönünde bilinçli bir çabadır. Son dönem Os­
manlı seçkinlerinin yaşadıklan dünyaya nasıl tepki verdikleriy­
le ilgileniyorum. 7 Bu insanların, hem resmi tarih yazıcılarının if­
tiralarından, hem de Türk sağının mantıksız uçlarındaki "fanatik­
ler"inden olduğu kadar, "Korkunç Türk" imgesinin Batılı mücrim­
lerinden de kurtarılması zamanının geldiği kanısındayım. Bıınun
yanı sıra, "hüsnükuruntudan uzak durmayı, l<iil.ii lıalı<•rll·ri siııdir­
meyi, PH l.<•ıııpJ hıılgıı VI' maııt.ıl< sıııııvl:ırıııd:ııı gPı;PııH•yı•ıı lııı�mııl
Pdlı-1 yıınıııılıırı lılr .vıııııı lıırııl<ııııı.vı" lııı.•jnııılıılt·ı·ı·����ııl 1 1 1 111 11 ı·ıll
15

yorum. s Kitap bu konuya sadece uzaktan da olsa değinmekle bir­


likte, sözgelimi, 1890'lardaki Ermeni olaylarını aklamak gibi bir
niyetim kesinlikle yok. 9 Bu, meşruiyet tarihi üzerine bir kitap da
değil; Weberci meşrulaştırma kavramlarının Osmanlı durumuna
uyup uymadığını sormayı amaçlamıyor.lO Elinizdeki kitap, uy­
gulanan meşrulaştırma siyasaları hakkındadır. Dolayısıyla, son
dönem Osmanlı seçkinlerine "kulak vermek" üzerinde durulacak.
Osmanlı seçkinlerinin dünya görüşü neydi? Devlet ve toplumları­
nın sorunlanın nasıl görüyorlar ve bunlara ne gibi çözümler öne­
riyorlardı? Dikkat edilmesi gereken ilk nokta, tıpkı başka yerler­
deki seçkinler gibi, Osmanlı devlet seçkinlerinin de yekpare ol­
madığıdır. Devletin hizmetindekiler; klikler, camialar, hizipler ve
yozlaşma açısından kendi içlerinde son derece farklılaşmış du­
rumdaydı. Değişmez kategoriler ve gelişigüzel tanımlamalar, ta­
rihsel açıdan doğru olmayan tek tip tanırnlara yol açmış olmakla
birlikte, bazı seçkinler daha tutucu, bazılan daha ilericiydi.ıı Bu
bağlamda, Engin Akarlı en uygun sözcükleri seçmiştir: "[Yapma­
mız gereken] duyduklarımızı eleştirmenin yanı sıra, kendi konu­
mumuza karşı da eleştirel kalarak, tarihsel verilerde korunmuş
olan sesleri, gerçek bir konuşmaya dönüştürmeye yönelik bilinçli
bir çabaya girişmektir."l2
Okura, sözgelimi, Kraliçe Victoria'nın tahta çıkış yıldönümü
kutlamalan için düzenlenen davette, Mısır heyetine öncelik ve­
rilmesini Osmanlılann protesto etmesine ilişkin bir bahis ile Ye­
zidi Kürtlerini Hanefi İslam'a döndürmek için Kuzey Irak dağla­
rına gönderilen bir askeri birlik konusundaki bahsin aynı kitap­
ta bulunduğunu görmek tuhaf gelebilir. Yine de, her iki olay ve
Osmanlıların bunlara tepkisi, aym köklü sebebe dayanıyordu: Os­
manlı seçkinleri, dünyalarımn, dışardan olduğu kadar içerden de,
Windsor Şatosu'nun koridorlarından Irak dağlarına varıncaya de­
ğin, her yerden gelebilecek ölümcül bir tehdit altında olduğunu
çok iyi anlamışlardı. Bu onları, hem kendi halklarının hem de dış
dünyanın gözünde konumlanm meşrulaştıracak siyasalar oluş­
turmaya zorladı.
Bu kitap, son dönem Osmanlı bağlaını içinde, Carol Gluck'un
"pgemenliğin ifade edildiği ideolojinin grameri" diye adlandır­
dığı kavram üzerine bir çalışmadır.l3 Benim iddiam, Osmanlı
lıııparatorluğıı'nun Abdülhamid döneminde kendi içine kapandı­
ğııııı dair ynygııı gi\rii�iin aksine, her ne kadar gönülsüzce kabul
l'dill'ıı ycılu-ıııl lıir ıılmılı:ı dıı olı·m, mod<'l'll nıill<'lkr l.oplulıığıııııı
lııılılııınvı lı:ı·_ı:ıııııı 11'11 MONitlııııııı dllııyıı lıııpıınılcırlıığıı cılchıP,ıı lılr
16

dönemde, Abdülhamid çağının hayati bir noktayı temsil ettiğidir.


Bu dönem aynca varoluşuna yönelik içerden ve dışardan yönelti­
len -Rlls, Avusturya, Alman ve Japon imparatorluk sistemlerinin
de yüz Yüze kaldığı- meydan okumalara karşı, Osmanlı'nın tepki­
sini de simgeler.
Osmanlı İmparatorluğu birkaç bakımdan, 19. yüzyıldaki dün­
ya siyasetini belirleyen fay hatlarının çatlakları arasına düşer ve
bu, emperyalizm tarihinin yazılına biçimini belirlemeyi bugün de
sürdüfiir. İmparatorluk, bir yandan, 20. yüzyılın dönümünde bi­
le, hala hesaba katılması gereken bir güç olmayı sürdürüyordu
ve Hin<J.istan'ın prenslikleri ya da Afrika'nın sömürge halklarının
tersine, yabana atılamayacak bir devletti. Öte yandan, her an öl­
mesi b�klenen "Avrupa'nın hasta adamı"ydı. Batı'nın ekonomik
güçlerimn adamakıllı nüfuz ettiği ve kronik mali bunalımlardan
mustaıı.p bir devletti. Avrupa' da toprak kaybına uğramaya de­
vam ediyordu, yine de 19. yüzyıla gelindiğinde, dünyanın en bü­
yük ÜÇ\incü donanma gücüydü; yüzyılın son çeyreğinde ise, İngi­
lizleri ltaygılandıracak şekilde, nüfuzunu Basra Körfezi boyunca
genişletmey-i fiilen başarmıştı.14 Buradaki can alıcı nokta, padi­
şah ile Babıa.J.i'deki memurlarırun, kendi kaderlerini kendilerinin
tayin etmesiydi. Kesinlikle çetin koşullar altında çalışarak, gitgi­
de dar<IJ.an bir çemberin içinde, kendileri için hayati olan bir ma­
nevra qlanı yaratabilmişlerdi. Bu durum, Osmanlı devlet adamı
ile Batllı meslektaşı arasındaki ilişkiyi belirleyen temel dinami­
ği oluşturdu. ı s

Egzottk kuşun peşinde ya da sanğın ötesine bakış


Osmanlı Devleti'ne ilişkin tarih yazıcılığında, Osmanlı konumu­
nun "atıormalliği", bu rahatsız edici olguyu "egzotikleştirme"ye
yönelilt bir eğilimle karakterize olunmuştur. Dünya güç denge­
si açıslndan Osmanlı Devleti'nin tekliği, Batılı tarihçileri, dev­
leti bir "kul yönetimi"16 şeklinde tanımlamaya zorladı. Caroli­
ne Finl<el'ın, karşılaştınlabilir dinamikleri görmezden gelen bu
basitle�tirici modelin ayartıcılığına ve "esnekliği"ne karşı uyarı­
sı son �erece yerindedir.I7 Osmanlı toplumunun "kendine has"
özellikleri üzerinde durmayı uygun bulan yaklaşımlar, "normal"
(yani B:ıristiyan) dünyada insanlan güdüleyen kar dürtüsü veya
öteki dürtülerin Osmanlı'da nasılsa bulunmadı ğ ı varsayınııııdan
hareket. Pl.nwl<te dirler.ı H Türkl<'rin dıırıhı�ıı y< r <'ll
' , 1<11111 dıınıııı
du lcıuıı, MIINIIllllljl Unııılıır l<ııi<'NI, e•ıı Iyi ehınııııclıı Ine• nryıııılııl Ice•
17

pazeliğin ahlaksız zevk yuvası olarak betimlenmektedir. Osmanlı


Devleti, alter ego, yani nihai "öteki"dir.
Yine de, Voltaire gibi bir gözlemcinin, Osmanlı devlet ve toplu­
muna ilişkin çok daha gerçekçi bir değerlendirme yapmış oldu­
ğunu okumak büyüleyicidir:

Öylesine müstebid, öylesine keyfi diye betimlenen bu hükümetin,


iradeleri önünde herkese boyun eğdiren Il. Mehmed, I. Süleyman ya
da Il. Selim'in hükümranlıklanndan bu yana, artık öyle olmadığı gö­
rülüyor. (. . ) ı 703'te, Padişah Il. Mustafa'nın askerler ve İstanbul sa­
.

kinleri tarafından tahtından indirildiğini görüyorsunuz. Yerine geç­


mek üzere çocuklanndan biri değil, kardeşi III. Ahmed seçiliyor. Ar­
dından bu imparator da ı 730'da yeniçeriler ve halk tarafından tahttan
çekilmeye zorlanıyor.( ...) Bu mu oryantal despotluk?l 9

İlginçtir ki, egzotiktik sapiantısı Batılı tarihçilere özgü değildir.


Yeni kuşaktan Türk tarihçileri de, Osmanlı geçmişini açıklayabii­
rnek konusunda bu bakış açısına tutunmuş durumdalar. Sol ke­
simde, Türkiye'nin geri kalmışhğı için eski rejimi suçlayanlar ara­
s�nda, geçmişi "halk zeytin ekmeğe talim ederken, paşaların gör­
kemli ziyafetler çektiği" bir dönem olarak betimlemek modadır.
Taner Timur'un şu sözleri söylediği fiilen kaydedilmiştir: "İşin acı
tarafı, bu siyaset adamları yapmak zorunda kaldıkları 'reformla­
ra kendileri de inanmıyordu." Timur'un temel savı, Ali, Fuad ya
da Reşid Paşa gibi Osmanlı devlet adamlarııun, yalruzca kendi sı­
nıf çıkarlarını korumak amacıyla ve o zaman da şiddetli Batı bas­
kısı altında hareket ettikleriydi. Reformları, Avrupa "Aydınlaruna
düşüncesi"nden esinlenmediği için, "gerçek" reformlar değillerdi.
Osmanlı İmparatorluğu, kendine özgü nitelikleriyle, farklı bir uy­
garlıktı: "Gerçekten kendini yenilemeyen, bağımsızhğııu koruya­
mayan ve giderek soysuzlaşan bir yönetici zümre eliyle kimliğini
kaybeden bir toplum[du]."20
Resmi tarih ile solun konumlarının aksine, Türk sağı, kendi­
ni yüceitme gafletine düşmüş durumdadır; Osmanlı Devleti'nin
bir şekilde sui generis ve hiçbir başka devletle karşılaştırıla­
mayacak bir devlet olduğu yanılsamasına sahip çıkmayı sürdür­
mektedir. lslam'a ve "Türk"ün örgütlenme dehasına inanç, ken­
di ken di ni büt.ünh•ypn ve aşikar bir varsayımdır. Bu görüşler,
ilıl'llil<ll' lslıı.ıııı·ı ı-ııı�ııı ı-ıiymml bir simgesine dönüşmüş olan Sul­
lıııı ll. i\lıdllllııııııld'lıı ld�lli�lı,·ı•vn•sindl' odal<larıır. Bu l«•siıııiıı
"ldııMIId�>l'"lııdı·ıııılıııı lılı Vll'l.lll'llllıl'llıııll'dlj:i,l �llıl:
18

İkinci Abdülhamid, Türk'ün özü ve temel varlığı yönünden hakkı


bellibaşlı bir zümrece gaspedilmiş muazzam bir kurtarıcılık hüviye­
tidir .21
..

Aynı ekolden başka yazarlar, Abdülhamid'in "cesur", "büyük


bir diplomat", "sanatın sadık bir hamisi", hatta "sporsever" ve
"becerikli bir marangoz" olduğunu ileri sürerek, onun yönetimi­
nin çeşitli yönlerinde odaklanırlar. Bu duygusal söylemde, kişi­
sel ve siyasal meseleler ciddi bir biçimde birbirine karışmıştır.22
Türk "İslamcıları" ve "laiklerinin" Abdülhamid'e ilişkin birbirin­
den kesin bir biçimde ayrılan perspektifleri, "bu iki perspektif
arasında mevcut olan derin duygusal bölünmenin örneklerinden
yalnızca biridir. Sanki ayrı dünyalarda yaşıyormuşçasına, her bir
kamp ötekini düşman bir dünya görüşünün temsilcisi olarak algı­
lama eğilimindedir."2 3
Çağdaş Batılı tarihçilerin Osmanlı İmparatorluğu konusundaki
görüş yelpazesi biraz daha çeşitli olsa da, genel anlamda aynı eği­
limleri yansıtmayı sürdürür. Osmanlı İmparatorluğu genelde "sü­
rekli olarak bir şeylere maruz kalan" miskin bir devlet şeklinde
görülür. Kuşkusuz, böyle bir bakış açısı, kendisi de 19. yüzyılın
bir mirası sayılan "Şark Meselesi" paradigması olarak adlandırıla­
bilecek bir yaklaşımdan doğmuştur. 24
Hobsbawm'ın işaret ettiği gibi, "( . ) 19. yüzyıl liberalizmin
. .

standartlan açısından, [Osmanlı Devleti] anormal, modası geç­


miş, tarihin ve ilerlemenin mahkum ettiği bir devletti. Osmanlı
İmparatorluğu en aşikar biçimde evrimsel bir fosildi..."2 5
"Şark Meselesi Okulu"nun modern mirasçıları arasındaki eği­
lim, Osmanlı Devleti'nin, Avrupalıların "güçler dengesi" hesabın­
da bir etken olarak görülmesidir. Aslına bakılırsa, eserlerinin ka­
rakterini belki de en iyi örnekleyen olgu, "Türkler" hakkında ya­
zılan tüm makale ya da kitapların, Türkçedeki yapıtıara veya kay­
naklara, en az düzeyde gönderme yaparak yazılmaya devam edi­
yor olmasıdır.2 6
Ancak, "Şark Meselesi Okulu", biraz modası geçmiş olmak­
la birlikte, hiç değilse b ona fide bilimsel bir geleneğin sonucu­
dur. Osmanlı Devleti hakkındaki Batılı külliyatın en alt sırasında­
ki kitaplar, şuna benzer ifadelerle doludur: "Müslümanlar deni­
ze pek aldırış etmezler"; "Müslümanlar Avrupa dillerine vakıf ol­
mayı beceremezler"; "Yeniçeriler, düzenli olarak Ilırisl.iyaıı l'l.iy­
le beslenmesi gerekf'n çoban kiipPI<IPridir."l.7 Y:ı d:ı �i'ıyiP iıı('iiPr
vardır: "l!IIH'I' dP�iıı 1\nıhisl.nıı y:ırıııı:ııl:ıHı, bir :ıy:ıl1 f:ılıııtP:il l<:ı
19

dar zekaya ve enerjiye sahip olması nedeniyle Ottoman* diye ad­


landmlan imparatorluk tarafından yönetildi."28 Diğer yandan bi­
raz daha ölçülü bir tavırla bize şöyle söylenir: "Batılı modele gö­
re oluşturulmuş Galatasaray gibi yeni okullara Müslüman öğren­
cileri çekme çabaları, 19. yüzyıl boyunca başarısızlığa uğramıştır."
İşin aslı, Galatasaray, kuşaklar boyunca önde gelen isimlere dönü­
şecek olan Müslümanlar yetiştinniştir. Aynı kaynakta, şu sözleri de
okuyoruz: "[İslam devletlerindel başkentler sık sık değiştirilmiştir.
Tek bir kent uzun süre başkent olarak kaldıysa bile, parçalanmış
doğası ve Yeni Saray ile karargah bölümlerinin eklenmesi, kentin
kimlik simgelerini iletme potansiyelini azaltmaktadır." Burada pek
çok muhteşem kentin, kimliği zayıftatan bir etken olmaktansa, ne­
den pekiştirici bir faktör olmadığı belirsiz kalıyor. Daha önceki ge­
nel tarih kitaplarının yazarları, Osmanlı İmparatorluğu'nu basitçe
görmezden gelirken, yakın dönemin "Avrupa merkezci olmayan ta­
rih versiyonu", dengeyi yeniden kurmayı amaçlamakta ve bu süreç
içinde büyük hataların, aşm basitleştirmelerin sürüp gitmesine izin
vermektedif.2 9 Dahası, "Harem'in gizemleri", Osmanlı tarihinde te­
mel bir unsura dönüşmekte ve Türkler bir kez daha Avrupa'ya yö­
nelik "medeniyetsiz" bir tehdit olarak resmedilmektedir. Açıktır ki,
Batılı tarih yazıcılığırun daha önceki versiyonları çok daha tercih
edilir niteliktedir.
Diğer taraftan, yelpazenin üst kısmında yer alan, Osmanlı bi­
rinci! kaynaklarını kullanmış bilim insanlarınca yazılmış eserler­
de bile, "egzotik" öğe, yine de odak noktasına dönüşmektedir.
Carter Findley'in, son dönem Osmanlı bürokrasisine ilişkin öncü
yapıtı bile, (açıklanmamış) bir "kerametler bahçesi"nde yaşayan
derviş-memuru temel alır.30 Derviş-memur Aşçı Dede, her ne ka­
dar Rus-Japon Savaşı'na ilgi duysa da, vapurlara, tramvaylara bi­
nerek tehlikeli bir yaşam sürse de, mucizelere inanması ve mür­
şidi Şeyh Fehmi'nin rehberliğine eksiksiz bir inanç beslernesi ne­
deniyle, bir bakıma oryantal olarak algılanır. Bunun yanı sıra, bi­
ze 19. yüzyıl sonunda bir Osmanlı memurunun, herhalde gerçek­
ten anlamadığı (ya da anlayamadığı) bir Batı eğitimi alması ne­
deniyle, "kültürel açıdan şizoid bir toplumda" yaşadığı söylenir.
Abdülhamid'in kişisel güvenliğiyle ilgili saplantısı, otomatik ola­
rak onu "paranoyak", hükümranlığı altındaki devleti de "polis
dl'vleti" yapar.11 Findley'de, "egzotik kuş" arayışı, fiilen amacına
ıılaşııw;m ht•ıı,..l'l'. < l �ıııanl ı diplomatları, her ne kadar uzun bir yol

• Ay.ıkl.ııııl.ıy.ıııı.ı� Iili' ll' y.ıpıl.ııı ;ı� Vl'/ollll ı.ılııııı•lı•ır nlllllllolll .ıılı Vl'lllllll)lll (\ll)
20

kat etmiş olsalar da, hükümdann, "sarayın hayvanat bahçesi için


bembeyaz ve konuşan bir papağan alınması" gibi kapfislerini ye­
rine getirmek zorunda oldukları için hala bir soytanlar toplulu­
ğundan öteye gidememişlerdi.32 Bu gözlem, o dönemin sarayla­
nndaki hayvanat bahçelerinin, Prens Albert'ten tutun da, Alman­
ya'daki en önemsiz prense varıncaya değin Avrupa kraliyet aile­
lerinden çoğunun meylettiği bir moda olduğu gerçeğini tümüy­
le göz ardı eder. Londra sefareti ise, adı rejim muhaliflerine çı­
kan Osmanlı uyruklannın izini sürmek gibi, kuşkulu oryantal et­
kinliklere düşkündür.33
Masami Arai bir makalesinde şunları söyler: " 19. yüzyılın ba­
şından itibaren ( ... ) Osmanlı reformcularının çoğu, bilinçli ya
da bilinçsiz olarak, imparatorluklarnun çeşitli uyruklanndan bir
ulus-devlet inşa etmeye niyetlenınişe benzer." İnsanın nasıl olup
da, bilinçsiz olarak bir ulus-devlet inşa etmeye koyulabileceği bir
muamma olarak kalıyor. 34 Arai, bunun ardından kendi kendisiy­
le çelişkiye düşer: "Şark'ta ilerici bir ulus-devlet inşa etme arzusu
o kadar güçlüydü ki, hiçbir Osmanlı entelektüeli, -Batıcı, milli­
yetçi ve hatta İslamcı- hangi ideali benimsemiş olursa olsun, bu­
nu bastıramıyordu."35 İnsanın bu denli derinden istediği bir şe­
yi neden bastırmak istemiş olabileceği, ancak Freudcu terimlerle
açıklanabilir herhalde .
Osmanlı topraklarında yaşamış bazı çağdaş Batılı yazarlann,
egzotiklik arayışının beyhudeliğinin farkında olmaları, ilgi çekici
bir noktadır. Bu bağlamda, Leon Cahun'dan uzunca bir alıntı yap­
maya değer:

Şark'ta yolculuk eden rastgele birine, ne görmeyi istediğini bir so­


run: Size, Kudüs'ü, Şam'ı, Lübnan'ın sedir ağaçlannı, daha da ihtiras­
lı ise, Binbir Gece Masalları'nın kenti Bağdat'ı görmek isteyeceği­
ni söyleyecektir. Aynca bir saray, birkaç odalık, bir keıvan, palmiye
ağaçlan ve sema eden dervişleri de [Mevlevi dervişleri] görmek iste­
yecektir.36

Cahun, bunun ardından, potansiyel gezgini yanılsamaların­


dan kurtarmaya koyulur. Kudüs'ün, düpedüz Lourdes'un bir
benzeri olduğuna işaret eder. Bugünlerde saray, "kaymakamlık
binası"ndan daha romantik olmayan bir şeye dönüşmüş, odalık
ise "oda hizmetçisi"nin dengi olmuştur. Kuzey Anadolıı'da, Bre­
tanya ve Normandiya'da y<'t.işPn �(·yl.lrı ağa�·Janııdıııı c l ı ıl ıı ı �·ol<
pnlmlyP nAaı·ı yol<l.ıır VI' "�urlı'ııı clllııPıı ciPrvl�lı·rl, J•'ııııı•11ı'ııııı lıı•
21

yaz hacılanndan ne daha fazladır ne de daha ilginç." Öteki ka­


lıplaşmış örneklere gelince: "Benim sevgili potansiyel gezginim,
Şark'taki Hıristiyanların reaya olarak adlandınldıklarına ve za­
lim paşalar tarafından kırbaçla yola getirildiğine inanmaktan geri
durrnayacaktır." Cahun, reaya teriminin düpedüz vergi mükellefi
anlamına geldiğine ve Hindistan'da eşdeğeri olan ryot sözcüğüyle
İngilizceye de uyarlandığına işaret eder. İmparatorluğun "Türk"
karakterine gelince:

Bir Osmanlı subayıyla karşı karşıya geldiğim ilk sefer(...) ona tam
bir Türk'e benzediğini söyledim. Kıpkırmızı kesildi ve hararetle ba­
na, kendisinin tıpkı babası, ondan önce de büyükbabası gibi, Şam'dan
geldiğini ve İstanbul'daki poucht'larla hiçbir ortak yönü olmadığını
söyledi. Bu Arap özerkçiliği, onu bayrağa büyük bir sadakatle bağ­
lanmaktan ya da padişahın sağlığına kadeh kaldırmaktan alıkoymu­
yordu.37

İnsan, Cahun'un yaptığı gibi, "sanğın ötesine" bakmaya çalışır


da, 19. yüzyılda karar mevkiinde bulunan Osmanlılan gerçekte
neyin güdülediğini incelerse, bu insanların ille de benzersiz ya da
"egzotik" olmadığını açıkça görür. Aslına bakılırsa, aynı dönemde
bir bütün olarak Avrupa toplumlarında yaşanan geniş çaplı
değişim, Osmanlı toplumunda da kendini gösteriyordu.38

Osmanlı Devleti'nde "ince ayar" ve meşruiyet bunalımı


Devletlerin tarihinde, hükümdar ile halk arasındaki yerleşik
ilişkinin çöktüğü bunalım dönemleri vardır. Büyük Petro "impa­
rator" rolünÜ benimsediği zaman, Rusya'da böyle bir bunalım
doğmuştu.39 Osmanlı İmparatorluğu'nda bu bunalım, IL Mahmud
( 1808-1839) ile başlayıp, haleileriyle devam ederek Abdülhamid
döneminde doruk noktasına ulaştı. 40
Osmanlı Devleti'nin çöküşüne ilişkin standart anlayış, 1683'te
İkinci Viyana Kuşatması'ndan bir süre sonra başlayıp, imparator­
luğun 1918'de çöküşüne kadar devarn eden tek yönlü bir süreç ol­
duğu şeklindedir. Ancak bu teleolojik yaklaşımın modası geçmiş­
tir. Artık imparatorluğun, 17 ve 18. yüzyıllarda, dünyadaki genel
J.(idişin, şimdiyi' dPI< kabul edilegeldiğinden çok daha fazla par­
<.;nsı oldu�u, pt�l< uz lwşlm götürüyor. 41 Gelgelelim, Salzmann'ın
"( lı·m ı:ııılı llt ·v lı •ll lu •ııd i ı ı ıPrl<t•ziy PI.çi siya:-ıaların ııı h ir kurhıuıı ol·
du" yi'tııiıııdı·l,l ı�ıııll•.ıliııll pııylw;ııııycınıııı ·L� 'l'cıdcırcıvıı'ııııı ı•pı•y
22

şaşırtıcı ifadesine de aynı şekilde tümüyle karşı çıkıyorum: "Os­


manlı İmparatorluğu'nun bütünleşmiş bir toplum yaratamamış
olduğu kuşku götürmez; bazı Balkan tarihçilerinin anlayamadık­
lan nokta, bu imparatorluğun böyle bir bütünleşmeyi başarmak
için hiç çaba göstermemiş olduğudur."43 Osmanlı Devleti, 19.
yüzyıl ortasında gerçekleştirdiği reformlardan sonra, 18. yüzyıl
sonlanna oranla daha iyi yönetiliyordu ve daha güçlüydü; aynca,
" 19. yüzyıl Osmanlı reformcusu, [kendi misyonu konusunda] 18.
yüzyıl reformcusuna göre hiç değilse bir ölçüde daha bilinçli ve
programlıdır, en azından daha acelecidir."44
Bugün anlaşıldığı biçimiyle modern devletin -yani örgün eğiti­
me, posta hizmetleri, demiryollan, fenerler, saat kuleleri, cankur­
taran sandallan, müzeler, nüfus sayımlan, doğum sertiiikalan ve
pasaportlann yanı sıra, parlamentolara, bürokrasiler ile ordulara
sahip bir devletin- Osmanlı lmparatorluğu'nda, ancak 1839 Tan­
zimat reformlanyla kurulmuş olduğunu söylemek de abartılı ol­
maz.45 Abou el-Haj, Tanzimat çağının pek çok yönden genellik­
le kabul edilenden daha uzun bir ön geçmişe sahip olduğunu ile­
ri sürmekte haklı olsa da, ben onun, bu dönemde ortaya çıkan
nitel değişimleri hafife alarak önceki tarihçilerin tam tersi yön­
de fazlaca ileriediği kanısındayım. 46 Müslüman ve gayrimüslimin
kanun önünde eşitliği, hukukun egemenliği, devletin uyruklannın
can, mal ve ırzını güvence altına alması, her şeyden de öte, dev­
letin kamusal olarak bu vaatleri yerine getirmeyi üstlenmesi gibi
kavramlar, tümüyle yeniydi. Yine de, yeni yasalann gerekçeleri­
ni oluştururken, Gülhane Hatt-ı Şerifi (3 Kasım 1839), aslına bakı­
lırsa, içeriğinin büyük bölümü şeriatın çiğnenmesi anlamına gel­
mekle birlikte, ilk prensiplerinden biri olarak, "kavanin-i şer'iyye
tahtında idare olunınıyan memalikin payidar olamıyacağı vazı­
hattan bulunmuş olduğundan" demesiyle, kasten dinsel dogma­
ya dayanıyordu. 47
Ancak, devlet toplumun katmanianna daha önce hiç olmadı­
ğı derecede nüfuz edip, halkından yepyeni taleplerde bulunur­
ken, toplumda, Jürgen Habermas'ın "meşruiyet bunalımı" ve­
ya "meşruiyet eksikliği" adını verdiği, yepyeni gerilimler de ya­
ratıyordu. 48 Bu meşruiyet bunalımı, Osmanlı merkezinin, kendi
toplumuyla olan ilişkisiyle de sınırlı değildi. Osmanlılar ulusla­
rarası alanda da, 1856'da Kırım Savaşı'nı sonuc;landırıırı Paris
Antlaşma..•ı'ı ndan sonra, Düvel-i Muazzanıa'ııııı taıııııııııı;ı hir ily<'­
si olarak l<abul edilmek suretiylt• ı-ldı• «'lllldı•ri ııu•ı;u·u lıııld<ı, lı•l<
mr l.ı-lmı.r Ileri sürmek zonında luıldıldııııııı ı�ııı n.v41ılııı dı ı·• t\.·ıl<t•
23

ri zaafın söz konusu olduğu ortamda, diplomasi hayati bir önem


kazandı, tıpkı imparatorluğun nüfuzu açısından "ince ayar" adını
vereceğim süreç gibi.SO Caesar limes'i aştığından beri imparator­
luk malzemesi olarak kullanılagelen ince ayar, -tümü de tam do­
zunda olacak şekilde- telkin, tatlı dille ikna, korkutma, pohpoh­
lama, yasaklama, izin verme, cezalandırma ya da ödüllendirmeyi
gerektiriyordu. Son dönem Osmanlı İmparatorluğu gibi yapılan­
malarda, devlet neredeyse sürekli bir acil durum halinde olduğu
zaman, "ince ayar" fazladan bir önem kazanır, ama aynı zamanda
daha da zorlaşır. Bu durumda "ince ayar"ın, sürekli savunmada
kalan bir devletin özelliği olma olasılığının daha yüksek bulun­
duğunu bile ileri sürmem mümkün. s ı İlle de sevecen ve yatıştm­
cı olması gerekmeyen bu süreç, kaba güç ve kan dökmeyi de ge­
rektirebilir, ama ancak son çare olarak "İnce ayar"ın en önemli
yönü, bunun devletin meşruiyet ideolojisini destekleyen ve dev­
let siyasasının topluma benimsetilmesini sağlayan bir süreç olu­
şudur. Meşrulaştırma, devlet siyasasını yapma süreciyle ilgili­
dir ve Emest Geliner'ın söylediği gibi, "Eşyanın tabiatma nakşo­
lunmuştur ve daimidir."S2 Açıkçası bu şeylerin ideal durumudur.
İdeal ile güncel olan arasındaki yelpaze, tarihsel kayıtlara yansı­
dığı şekliyle gerçekliktir. "İnce ayar"ın hedeflediği üzere, şeyle­
rin "daimi" ve "doğal" durumunun yaratılması, belirli temel for­
müllerin ve son dönem Osmanlı Devleti'nin resmi mitolojisinin
(mythomoteur) tecessümü olarak tekrar tekrar dile getirilmesi
aracılığıyla gerçekleştirilmek zorundaydı. s 3
"İnce ayar", birinci dereceden iktidar seçkinleriyle, yani siya­
sayı formüle eden ve uygulayan insanlarla ilgiliydi. İmparatorlu­
ğun fiilen son gerçek padişahı olan II. Abdülhamid kadar müs­
tebid bir padişah bile, kendisine bilgi veren, danışmanlık yapan,
aslına bakılırsa onu etkileyen bir personel topluluğuna muhtaç­
tı. Dolayısıyla, sarayından ender olarak aynlan, payitahtından hiç
çıkmayan sultan, bu insanlara, yetkeyi güçlü sadrazarnlara bırak­
mış olan kendinden önceki padişahların çoğundan daha fazla gü­
venmek zorundaydı.S4
Tüm toplumlarda, devletin meşrulaştırma ideolojisinin, pek
çok açıdan, devlet ile halk arasında üstü kapalı bir pazarlığın sür­
düğü bir "tarafsız bölge" niteliği taşıdığı söylenebilir. Abou el­
llaj'ın belirttiği gibi: I deolojinin çok etkili oluşu, güvenilirliği,
"

losııwn haı;ılaınıı.<ıı vı• J.(ı·�·l'rlilil< kazanması hükümdarlar ile yöne­


l.lll'ıılı•riıı �·o�ıııııııı dı•P,l11-1P dP, aHJ.(nri ılllzPydP bir kısmının lmt.ıl­
dı�ı ıııılııııılı lııı �ıiıvlı·ııılıı ııı;ılır,ıııııı duyuııır."'•'• MPı;ınılyPI lıııııalı
nu dönemlerinde, bu pazarlık süreci yoğunlaşır. Osmanlı lmpum­
torluğu da buna bir istisna oluşturmadı ve II. Abdülhamid'in hü­
küm sürdüğü otuz üç yıl ( 1876-1909) kritik bir dönemdi; çünkü
hem şekillenme ile parçalanma, hem yaratıcılıkla yok edicilik yıl­
larını kapsıyordu. Eğitimden, demiryollarına ve askeri reforma, zi­
rai sulamaya, sınai altyapının mütevazı başlangıcına kadar değişen
çeşitli siyasaların uzun dönemli sonuçları yüzünden bunlar şekil­
lendirici yıllardı. s 6 Bununla birlikte bu dönem, devletin artık edil­
gin itaat değil, tek taraflı ilan edilen bir kurallar düzenine aktif şe­
kilde uymayı talep etmesi nedeniyle, geleneksel toplum dokusu­
nun büyük bölümü açısından parçalanma yıllarıydı da.57 Aslına
bakılırsa, Osmanlı gittikçe artan bir düzeyde Türk kimliği -bu kim­
lik her ne kadar evrenseki İslami terimlerle sarılıp sarmalanmış
olsa bile- kazanmaya başladıkça, Osmanlı İmparatorluğu, "mil­
li bir hayali cemaat"e doğru çekilmeye başlamıştı.SS Bunun yanı
sıra, devletin temel düsturlarının öncelikle İslami açıdan yeniden
tanımlanmasıyla da, potansiyel fesatçı ve bozguncu olarak görü­
len, sayıları hiç de azımsanamayacak Hıristiyan unsurlar üstü ör­
tülü bir biçimde dışlanıyordu. Bu nedenle, söz konusu yılların si­
yasaları, bu kadar çalkantılı olmayan dönemlerde, farklı inançlara
sahip toplulukların hassas dengelerine olanak tanıyan istikrar açı­
sından yıkıcı oldu. Gelgelelim, Osmanlı merkezinin, çeşitli siyasa­
larını uygulamada elini ayağını bağlayan kısıtlamalar altında hare­
ket etmek zorunda olduğunu da vurgulamak gerekir. Bunlardan en
önemlileri, her ikisi de gitgide örtüşmeye başlayan iki olgu, mali
kaynak eksikliği ile yabancı devletlerin müdahalesiydi.s9

Kaynaklar
Bu çalışmanın büyük bölümü, İstanbul'daki Başbakanlık Os­
manlı Arşivi'nde yer alan malzerneye dayanıyor. Amacım, öz­
gül olayları kronolojik olarak araştırmaktan çok, son dönem Os­
manlı iktidar seçkinlerinin düşünce yapısını anlamak Bu neden­
le, kullanılan malzeme, taşrada dini etkinliğin denetimi, misyoner
etkinliğin gözetimi ve bunun gibi çeşitli başlıklar doğrultusun­
da farklı koleksiyonlardan elde edildi. Bu başlıklar altındaki tüm
malzemeyi kullandığım gibi bir iddiarn yok; Başbakanlık Osmanlı
Arşivi'nde daha elimi bile süremediğim bir bilgi madeni olduğuna
hiç kuşku duymuyorum. Çoğunlukla Yıldız koleksiyonuna odak­
landım ama, yararlandığım koleksiyon yalnızca bu değildi. Abdül­
hamid rejimi, bilgi sapiantısı olan bir rejimdi; bunun bir sonucu
ıılııml<, Yıldız Sarayı Arşivleri, son dönem imparatorluk arşiv ko­
I PI<siyonları arasında orantısız denebilecek kadar geniş bir yer
lwplar. ı.o Bunların birçoğu araştırmacılara yakın geçmişte açıl­
c 1 ı. ı. ı K u llandığım bazı önemli koleksiyonlar aşağıda verilmiştir:

Yıldız Esas Evrakı (YEE)62


Yıldız Sarayı belgelerinin ana koleksiyonudur. Dikkat çekici
/lzdliği, dönemin yüksek düzey memurlarından çoğunun evrakı­
n m barındırıldığı yer olmasıdır. Bu belgeler tek sayfalık yorum­
lurdan oluştuğu gibi, özgün ve genel başlıklar altında toplanmış
kapsamlı raporlar da içerir.

Yıldız Sadaret Husus! Maruzat (Y.A HUS)


Saray ile Babıiili'deki sadrazarnın özel kalemi arasında geçen
yazışmalardan meydana gelir. Bu koleksiyon, Basra'daki İngiliz
lwnsolosunun yatının niteliğinden (savaş gemisi olup olmadığı)
tutun da, Doğu Anadolu'daki Ermeni kornitacılara karşı alınması
gereken önlemlere kadar değişkenlik gösterir.

Yıldız Sadaret Resmi Maruzat (Y.A RES)


Sadrazam tarafından saraya sunulan ve padişah iradelerine te­
mel oluşturan belgeler koleksiyonudur.

Yıldız Mütenevvi Maruzat (Y.MTV)


Başlangıçta bu koleksiyon askeri meseleleri kapsayacak şekil­
de düzenlenmişse de, Yıldız arşivinin muhtemelen en zengin ko­
leksiyonlarından biridir ve çok çeşitli başlıklarda geniş bilgi içe­
rir. Bunlar arasında, dini anlaşmazlıklar, kabile ayaklanmaları,
önemli mevki sahibi yabancılara verilen nişanlar, yabancı devlet­
lerin Müslüman uyrukları hakkındaki polis raporları vb ile ilgili
örnekler yer alır.

Yıldız Perakende Gazeteler


Yabancı ve Türk gazetelerden muhtelif gazete kupürleri. Bu
katalog, Osmanlı hnparatorluğu ile ilgili dünya basınında yer alan
binlerce kupürü içerir.

Kitap
Bu kitap iki kısımdan oluşuyor. İll<inde, imparatorluk içinde
içeriği yenilenen meşrulaştırma siyasaları ele alınırken, ikincisin­
de, dışarıda istenen imgeyi yaratma çabalan inceleniyor.
Birinci hülüınd(�, Abdülhamid dönemindeki iktidar sembolizıni
gözden geçirilmektedir. Devlet törenleri, modem protokol doğ­
rultusunda cami mimarisindeki değişimler ile devlet gücünün ar­
malar, nişanlar, vb gibi çeşitli simgesel tezahürlerine odaklanı­
yor. Bundan başka, Osmanlı Hazine-i Evrak'ında sık kullamlan ve
bana kalırsa, Osmanlı üst düzey memurlarının dünya görüşünü
anlamakta yardımcı olan değerli ipuçlarından olan deyim ve kli­
şeler de bu bölümde ele alınıyor.63
İkinci bölümde, Abdülhamid döneminde devletin topluma, o
zamana kadar görülmemiş bir derecede nüfuz etmesi ve buna yö­
nelik Habermasçı söylemle, "meşruiyet açığını" kapatmaya yö­
nelik yeni resmi ideoloji üretme süreci incelenmektedir. 64 Bu
süreç içinde resmi ideoloji olarak dinin yeniden yorumlanması,
Hanefi mezhebinin "resmi inanç" (mezheb-i resmiyye) biçimin­
de öne çıkmasına neden oldu. Ayrıca, bütün Müslümanların ha­
lifesi (dünya çapında İslami önderlik iddiası) ve Hicaz'daki kut­
sal mekanların koruyucusu sıfatıyla, padişahın konumunun yeni
bir içerik kazanmasını sağladı. lleride gösterileceği gibi tüm bun­
lar, devlet ideolojisinin seküler temelinin, İslami kelime dağarcığı
ve ideolojik araçların kullanımı aracılığıyla kurulmasından baş­
ka bir şey değildi. Önceki yüzyıllarda, (16. yüzyıldaki Osmanlı-Sa­
favi savaşlarında olduğu gibi özellikle vurgulandığı dönemler ya­
şanmakta birlikte) padişahın halife olarak konumu az çok kabul
gören bir durumdu. Bununla birlikte, Abdülhamid hükümranlığı­
na gelindiğinde, o zamana değin görülmedik bir yoğunlukta yö­
netme ve denetleme arzusu, merkezin rolünün sürekli olarak ye­
niden tanımlandığı bir duruma yol açtı.65
Üçüncü bölümde, belki de en çarpıcı ve yeni sapma ele alınır:
Resmi dinden döndürme süreci aracılığıyla, Hanefi ortodokslu­
ğunu yaygınlaştırma çabası. Hıristiyan misyonerlerinin etkinliği­
ni taklit etmeye yönelik bilinçli bir çaba içinde, Osmanlı merke­
zi, Hanefi mezhebini benirusetme amacıyla etkin bir şekilde inisi­
yatifi ele geçirerek kendini savunmaya koyulmuştu.
Dördüncü bölüm, Abdülhamid döneminde devletin eğitim si­
yasalarına ayrılmıştır. Seçkin orta ve yüksekokulların üzerinde
durolduğu Tanzimat döneminin tersine, Abdülhamid dönemi ön­
celikle ilköğretimi vurguluyordu. Dönemin bir başka özelliği de,
müfredattaki "İslami" içeriğin giderek daha çok vurgulanmasıydı.
Belgeler, Abdülhamid rejiminin, zararlı Batılı etkiler olarak gör­
düğü unsurları, eğitim sisteminden ayıklamaya çalıştığını göste­
riyor.
l lı ·� i ı ıd lıiilüm, aynı zamanda örnek de oluşturan bir düşma­
ıı;ı odaldanıyor: Misyonerler. 19. yüzyıl son bulurken misyoner­
I i i< , B aL ı ' n ın fiziksel olduğu kadar ahlaki üstünlük iddiasının da
ı · ı ı ii nemli özelliklerinden birine dönüşmüştü. Abdülhamid döne­
ı ı ı i nde Osmanlı İmparatorluğu, kendisini misyonerlik karşıtı mü­
ı·adelenin ön saflarında buldu. Ancak devlet seçkinleri, kendile­
rini misyoner tehdidine karşı savunmanın tek yolunun, onunkine
l ıPnzer taktikler benimsernek olduğunu çok iyi biliyorlardı.
Kitabın ikinci kısmının başlangıcı olan altıncı bölüm, Osmanlıla­
rın dışarıda arzulanan imgeyi yaratmak üzere gösterdikleri çabala­
rı kapsıyor: Tek Müslüman büyük devlet olarak imparatorluğun git­
gide artan yalnızlığı ve Osmanlı seçkinlerinin kendi imgelerini tüm
saygısızlıklara, saldırılara ve karalamalara karşı korwnaya yönelik
sapiantılı çabaları. Bu amaçla, Abdülhamid rejimi dünya basınında,
tiyatro sahnesinde veya tüm diğer kamusal forumlarda kendi say­
gınlığına zararlı olarak gördüğü her şeyi etkisiz hale getirmek için
bulabildiği tüm kaynakları seferber etmiştir.
Yedinci bölümde, arzulanan imgeyi sunmak için gösterilen et­
kin ç abalar ele alınmaktadır. "Uygar devletler kulübü" üyele­
rinin katıldığı tüm kongre ve konferanslarda temsil edilmek,
Babıali'nin hayati kaygılarından biriydi. Babıa1i, tüm büyük dün­
ya fuarlannda temsil edilmeye özen gösteriyordu. Bu yüzdendir
ki, Abdülhamid çağında Osmanlı devlet adamlan, temsil edilme
aracılığıyla elde edilebilecek olan meşruiyete önem vermişler­
di. 66 Abdülhamid'in, Edward Said'in şu sözlerine katılacağı nere­
deyse kesindir: "Bu mücadele [imparatorluk için] ( . . . ) yalnız as­
kerler ve toplarla değil, ayn ı zamanda fikirler, biçimler, imgeler
ve imgelemelerle ilgiliydi. " 6 7 Bunun yanı sıra Abdülhamid rejimi,
"biz de sizin gibiyiz" imajını Avrupa'da oluşturmanın peşindey­
di. Tıpkı kayzer, Avusturya imparatoru ve çar gibi, Abdülhamid
de bir otokrat idi. 1905'te Rusya'nın Japonya tarafından yenilgi­
ye uğratılmasının ardından, "Padişahın subaylan eski düşmanı
Rusya'nın yenilgisi dolayısıyla kendisini kutladıklan zaman, pa­
dişah bu sonucu kesinlikle kutlanacak bir şey olarak görmediği,
çünkü yalnızca kendisinin ve Çar'ın Avrupa'daki otokrat hüküm­
darlar oldukları ve Çar'ın yenilgisinin otokrasi ilkesine bir darbe
anlamına geldiği yanıtını vermişti."68
ı

"Padişahım çok yaşa! "


Abdülhamid döneminde sembolizm ve iktidar

Yamada Torajiro konuklarını daima cuma selamlığına götürmeye


özen gösterirdi. 1890'larda Japonların İstanbul'a gelmesi ender rast­
lanan bir durumdu ve Torajiro, kentin uzun dönemli tek Japon saki­
niydi. Pınl pınl bir Mayıs sabahı, Yamada ve konukları, saraya doğru
ilerleyerek yerini alan Arnavut Süvari Birliği'nin görünümü karşısın­
da büyülenmişlerdi. Bando, Hamidiye Marşı'nı çalarken, güneş mız­
raklarını panldatıyordu. Ardından gösterişli üniformaları içinde muh­
teşem Arap atıarına binmiş Hassa Alayı geldi. Son olarak, valide sul­
tan ile kadın efendinin eşlik ettiği padişah at arabasıyla saraydan çı­
karak camiye doğru ilerledi. Müezzin tiz sesiyle ezan okumaya başla­
yınca, padişah arabasından indi ve tüm birlikleri bir ağızdan haykır­
dı. Konuğu, Yamada'ya askerlerin ne dediklerini sorduğunda, şu yanı­
tı aldı: "Padişalum çok yaşa!" diye bağınyorlar, tıpla imparatorumuza
"Tenno Heika Banzai!" diye tezahürat yaptığımız gibi.I

Devletlerarası rekabette merasim


Yamada ve konuklarının, cuma selamlığını doğru bir şe­
kilde "okumaları" bir rastlantı değildir. 19. yüzyıl, St. James
Sarayı'ndan Meiji Sarayı'na dek tam anlamıyla standartlaştırıl­
mış merasimler dönemiydi. 2 Japon ziyaretçilecin tanık oldukları
sahne, ihtişam ve gösterişin devletler arasında bir rekabet biçimi­
ne dönüştüğü bir dünya bağlamında, saltanat ve hilafetin simge­
sel dilinin yeniden canlandırılmasından başka bir şey değildi. Bu,
Osmanlı ve Japonya gibi ön sırada yer alamayan devletler açısın­
dan özellikle önem taşıyordu. John Elliot'un, IV. Philip dönemi ls­
panya'sına ilişkin tartışmasında, mizahi bir yaklaşımla dile getir­
diği gibi: "Bu, siyasal imaj ve propaganda dünyasında işleyen bir
çeşit Avis Prensibi gibidir sanki: Ancak ikinci gelenler, daha s ı l< ı
çalışırlar."3
Aslına bakılırsa Osmanlılar, Avusturyalılar, Ruslar ve Japon­
lar arasında, imparator kültünü bağdaştıran pek çok ortak tema
vardır. I. Nikola'dan (h.l825-1855) itibaren Rus çarları, resmi Or­
todoksluğun tümüyle kamusal bir işlev üstlenerek hizmet ettiği
"Rus mitleri sentezi"ni kullanmak suretiyle, halklarıyla doğrudan
bir bağlantı kurmaya çalıştılar.4 II. Abdülhamid'in resmi İslam'a
bakış tarzı da aynen buydu. Nasıl I. Nikola ve III. Aleksandr "kut­
sanmış çar" imgesi yarattılarsa, Abdülhamid de fiilen aynı unva­
nı, yani zat-ı akdes-i hümayun unvanını, selefierinin hepsinden
daha çok benimsemişti. Diğer taraftan "Kutsal Rus Toprağı" ya da
"Kutsal 'JYrol Toprağı" terimleri, ism-i mukaddes-i devlet-i aliyye
terimine apaçık denk düşüyordu. s
Gerek Rus, gerek Osmanlı örneklerinde, halkla doğrudan bir
kutsallık bağı oluşturmak yoluyla, siyasal partiler ve parlamen­
tolar gibi elverişsiz aracılardan uzak durabilme umudu besleni­
yordu. Özellikle Meiji devlet adamlannın, bir yandan siyasal par­
tilerin kaçınılmaz doğuşunu hazırlayıp diğer yandan da bu siyasal
etkinliği imparatora "sadakatsizlik" olarak karalamalan, Carol
Gluck'un "siyasetin doğallıktan uzaklaştınlması" olarak adlandır­
dığı sürecin yaşandığı 1880'ler ile 1890'ların Meiji dönemi Japon­
ya'sında güdülmüş bir amaçtı.6 Japon, Rus ve Osmanlı örneklerin­
deki temel fark, Japon deneyiminde dinin görece önemsiz bir rol
oynamasıydı. Yine de, "imparator ideolojisi"nde (tennosei ideolo­
ji) unsurların "sürekli tekrarlanması"nda, imparatorun şahsına sa­
dakati neredeyse düşünürosel olarak odaklama çabası, Rus ve Os­
manlı örnekleriyle son derece benzerlik gösteriyordu)
Avusturya örneğinde, Habsburg hanedanını kuşatan mitoloji,
devletin resmi sembolizminin özü olmakla birlikte, 1867'den son­
ra anayasal bir devletle yan yana var oldu. 8 Milliyetçiliğin mey­
dan okumasına karşı koymanın yollarından biri, özellikle Viya­
na Üniversitesi'nde öğrenim görmeye gelen, Avusturyalı olmayan
uyruklara öğretmek için resmi bir "anavatan tarihi" (vaterlan­
dische geschichte) yaratmak yoluyla, "imparatorluk anavatanı"na
bir çeşit mensubiyet duygusu aşılamaya çalışmaktı.9
Bu durum, Osmanlı Devleti ile imparatorluklarını meşrulaş­
tırmaya çalışan çağdaşları arasındaki farkları yadsımak anlamı­
na gelmez. Rusya, Avusturya, Japonya ve Prusya/Almanya, hepsi
de yüzyılın dönümünde temsili siyasete benzer bir yapıya sahip­
ti. Osmanlı parlamentosu ise, 1876'daki başlangıç günlerinde can-
lı lıır yapı ol ı ı ı a,-;ına karşın, 1909'da yeniden hayata dönebilmesi
t\1 ıd i l l l ı aı ı ı i d
istibdadının sonunda gerçekieşe bildi. Il. Abdülha­
ı ı ı i d , oııa yakıştırılan "Korkunç Türk" veya "Kızıl Sultan" sıfatla­
ıı ı ı a rağmen, modern bir hükümdar gibi davranmaya çalışırken,
lo • ı ı d i halkmdan ve tüm dünyadan kopuk yaşamak gibi kendi ya­
ıııU.ığı bir engele takılmıştı. Aşağıda uluslararası alandaki bu ko­
p ı ı ld uğun üstesinden gelmek için yapılan bir artçı savaşın öykü­
,., � � aıılatılacaktır.

Alıdülhamid ideolojisinde anlam kademeleri


Sultan IL Abdülhamid, giderek Yıldız Sarayı'nın yüksek duvar­
l unnın ardına çekildikçe bir efsane haline geldi. Ancak, halkıy­
In arasına bu mesafe koyma süreci, onun devlet gücüne ilişkin
lmvrayışının özüyle tam bir çelişki oluşturdu. Abdülhamid rejimi
l ıir yandan Osmanlı toplumunun gündelik yaşamına sürekli da­
ha fazla nüfuz etmeye çalışıyor -üstelik Osmanlı sistemi hüküm­
c la rın kişisel görünüdüğünü daima vurgulamıştı-, öte yandan da

romıtanın güvenlik saplantısı, onun sarayın duvarları dışında çok


c•ııder olarak görünmesine yol açıyordu. Bu, onun "pasif bir hali­
fp" olduğuna dair yoğun eleştirilere uğramasına sebebiyet verdi.
l lıınun sonucnnda, padişah efsanesi, onun gücünü ve her yerde
l ı azır ve nazır oluşnnu aralıksız biçimde hatırlatacak bir simgeler
ı-ı istemi aracılığıyla "yönetildi."
Bu bağlamda IL Abdülhamid, II. Mahmud'dan önceki ataları­
nın yöntemlerine dönmüşe benzer. Il. Mahmud, Abdülmecid ve
Abdülaziz gibi hükümdarlar, kendi halkının arasına karışan v e
devletin meşruiyetinin kişisel bir tezalıürünü snnan modem halk
hükümdan rolünü oynamışlardı. Abdülhamid'in amacı, kendisin­
den önce hükmeden selefierinin tersine, ama bir ölçüde ataları­
na benzer şekilde, adeta görülmeksizin, "iktidarın titreşimlerini"
yaymaktı.IO Abdülhamid, 1867'de Paris'teki Dünya Sergisi'ni gör­
mek için bir Osmanlı padişahının Avrupa'ya ilk ve tek resmi zi­
yaretini yapan Abdülaziz'le tam bir tezat içinde, böyle bir ziya­
ret yapmak niyetinde olduğuna ilişkin tüm söylentileri boşa çı­
kardı. l l
Bu nedenle Abdülhamid'in halkıyla v e dış dünyayla olan ileti­
şimi, bir simgeler dünyası aracılığıyla gerçekleştirilmeliydi. Bu
simgeler neredeyse tümüyle İslami motiflere dayanıyordu: "Müs­
lüman Osmanlılar, hem üst hem de alt sınıfları seferber edebilen
duygusal titreşimi İslam'dan alabiliyorlardı. Rum ve Sırpların mil-
li simgeleriyle rekabet edebilen simgeler dağarcığını sağlayacal<
olan kaynak lslam'dı." 1 2
Simgeler aracılığıyla girişilen bu rekabet sürecinde, "mesajın
özü"nün halkın büyük çoğunluğuna ulaşması hayati bir sorundu.
Bu bağlamda, Carol Gluck'un Meiji Japonya'sındaki çok benzer
bir çabaya ilişkin araştırmasından uzunca bir alıntı yapmak ye­
rinde olacak:

Her çeşit ideolojik formülasyondan ortak bir önem evreni üreten


süreçte üç tür etkileşim tanımlanabilir. İlki, "mesajın özü" diye adlan­
dınlabilecek, ideolojik söylemin vurgulanan kesimlerinden; ikincisi,
sıklıkla ideolojik ifadenin "bağımlı cümlecikleri" olarak beliren, vur­
gulanmamış unsurlardan; üçüncüsü de, ideolojik söylemi, onu payla­
şanlarca algılanabilir kılan "derin toplumsal anlamlar" olarak tanım­
lanan, eklemlenmemiş unsurdan doğar. 1 3

Bu betimleme, son dönem Osmanlı'ya da kolayca uygulanabi­


lir. İlk kategori ya da "mesajın özü", İslam'a, halife ve kutsal yer­
lerin koruyucusu olarak padişaha, . vb yapılan sürekli gönderme­
dir. Gluck'un aynı zamanda "anlamın doğallaştınlması" olarak ta­
nımladığı ikinci kategori, göçebeler, Kürtler veya Şiiler gibi orto­
doks olmayan ve öteki sapkın cemaatlerle bağlantılı ifadelerde
kendisini gösterir: "Göçebelerin yerleştirilmesi ve uygarlaştınlma­
sı (ürbanın tavattun ve temeddünleri) veya "göçebelerin cehalet
"

ve vahşetlerinin ortadan kaldınlması (ürbanın izale-i cehalet ve


vahşetleri)" ya da "bir sapkınlık ve cehalet durumu içinde yaşar­
lar (bir hal-i dalôlet ve cehalet içinde yaşarlar). "1 4
Eklemlenmemiş olarak kalan, ama Osmanlı/Türk toplumunun
"verili" özelliklerine bağlantılandırılan, sıradan insanın gündelik
yaşamında mevcut olan "derin toplumsal anlamlar" kategorisi,
"uygarlık" gibi terimierin kullanımında görülebilir: İstiklal Mar­
şı'ndaki "Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar" deyişi buna
bir örnektir. Aynı şekilde, "ilerleme" (terakki) kavramının mer­
kezi unsurları olarak "bilim" (fünun) ya da "ilim"in kullanımı, re­
form yanlısı Osmanlı entelektüelinin düşünme şekline ilişkin bil­
gi verir. I S

Seçkinlerin entelektüel şartlanması


Bu zihniyetle aşılanan ve bunu işlerliği olan siyasalara dönüş­
türmesi beklenen kişiler kimlerdi? Tipik bir son dönem Osman-
l ı l ıl l n ı lmıt-dPvll•t adamının, Haliç'e bakan bürosunda otururken
ıılı lı,:(ı kurarların temelini oluşturan bilgiler nelerdi? Öncelikle bu
l w• m ı , daha çok küçük yaşlardan itibaren İslam ideolojisiyle aşı­
l u ı ıaı ı lıiriydi. Bununla birlikte, hemen ardından, oldukça gevşek
l ı l r l;ll�k ild e bile olsa, Aydınlanmacı fıkirlerle de tanışmıştı. l 6 Son
dllı ıl'ın Osmanlı devlet adamının saplantı noktasına varan temel
ııı l ı;ıguliyeti devleti kurtarmak idi. Bu ana amaç, farklı yollarla ve
'

l ılr dizi farklı çözüme odaklanmış şekliyle, çeşitli devlet adamla­


n tarafından dile getirilir. Diğer yandan Osmanlı devlet adamının
ı lllı;ıüncelerini en fazla etkileyen, son dönem Osmanlı-İslami dev­
ll't yönetiminde bir çeşit mihenk taşı oluşturan İbn Haldun'dur. l 7
l l u noktada çok iyi bir örnek, genellikle muhafazakar kabul
ı•dilmekle beraber, 19. yüzyıl "bilimsel tarihi"nden etkilenen ilk
ilııeınli tarihçi olan, son dönem Osmanlı devlet adamı-tarihçisi
Alımed Cevdet Paşa'dır. l 8
Ahmed Cevdet Paşa, Mukaddime'nin bir bölümünü tercüme
Ptmişti; burada İbn Haldun'a "hikaye edileni ancak bir ölçüye ka­
ı lur kanıtlamayı ve gözden geçirmeyi bilen" bir tarihçi olarak say­
lo(ı gösterir. l 9 Devletleri büyüyen, olgunlaşan ve gerileyen güçler
olarak döngüsel bir tarih anlayışıyla ele alan İbn Haldun, Ahmet
< :evdet gibi medeniyetlerini bu çerçeveye yerleştirmek isteyen
< )smanhları etkilemişti. İbn Haldun'un, insanın ancak zorlayıcı
lı ir yetkeyle denetim altında tutulabilecek bir vahşi olduğuna iliş­
l< in görüşü ile bu yetkeyi oluşturacak gerekli doğaya (asabiyya) ,
ancak bazı halkların sahip olduğu şeklindeki görüşü, Osmanlı ha­
ııedanının hükümranlığım meşrulaştırmaya kısmen hizmet etti.2 0
( :evdet Paşa, şeriat kurallarını kanun metnine dökerek Mecelle'yi
oluşturan kişidir. Mecelle, Osmanlı İmparatorluğu'nun halef
devletlerinde medeni kanunun bazı yönlerinin temelini oluştur­
ınaya bugün bile devam etmektedir.2 1
Bununla birlikte, Fransız Devrimi'nden beri Osmanlılar,
Avrupa'da esen yeni rüzgarların bilincindeydiler. Özellikle Tan­
zimat reformundan sonra, Avrupa, yer yer utandırma noktası­
na varan bir öyküome kaynağına dönüştü. Tanzimat'ın en önde
gelen isimlerinden Sadık Rıfat Paşa, Osmanlı bağlarnma aktar­
mayı ümit ettiği türden Aydınlanmacı otokrasi örnekleri olarak,
Metternich Avusturyası ile "modern Avrupa'yı yaratmış olan bü­
yük bürokratlar"ı görüyordu. 22 Osmanlı reformcularının amaçla­
n, Fransız fızyokratlarınkine çok benziyordu: Kendilerini ve dev­
leti refaha götürebilecek barışçıl amaçlarla ilgilenen hoşnut bir
halk.23
Almanya'nın ve İtalya'mn birleşmesi, Osmanlı devlet adamları­
m çok derinden etkilemiş olmakla birlikte, Aluned Cevdet Paşa'mn
"milliyetçilik sonınu"na oldukça kuşkucu bir bakışı vardır:

Fransız lmparatoru III. Nap oleon, İtalya meselesinden dola­


yı Avusturya ile muharebe etdiği sırada bir 'nationalite', kavmiyyet
meselesi meydana koydu. ( . . . ) Bu ise bunca yıllardan berü mer'i olan
hukuk-ı hükümete dokundu ( . . . ) öteden berü isyana kıyam eden ka­
vimler hakkında hükümetleri kuvve-i cebriye i'maliyle asileri taht-ı
itaate getürmeğe hakk u salahiyetleri olduğu halde, Napoleon bu ka­
ideyi hedm ile yeni bir kaide çıkardı. "Ve madem ki Avusturya yedin­
de bulunan İtalyanlar anı istemiyorlar, o dahi anlardan keff-i yed ey­
lemelidir" dedi. 2 4

Paşa, İngiltere'nin bu ilkeyi onayladığım, ancak Rusya'mn ke­


sinlikle reddettiğini belirterek sözlerine devam ediyordu. Bu,
İtalya'mn birleşmesine yol açmıştı. Bununla birlikte, İtalya'dan
birleşmiş bir Almanya ile intikam alındı ve şerir Napoleon layığı­
m buldu.25 Ahmed Cevdet'in çağdaşı olan Süleyman Hüsnü Paşa
da, kendisinin "Avrupa'mn tüm rnilliyetleri, dilleri ve dinleri bir­
leştirme siyasası" adım verdiği şeyden esinlenmişti. Gelgelelim,
Süleyman Hüsnü Paşa "Şeriat buna imkan verseydi bile, (impa­
ratorluğun) mevcut koşulları izin vermezdi..." demeyi de ihmal
etmiyordu. 2 6
İktidar ve toplumsal etkileşimin tüm tezahürleri, kökenierinin
izlerini bırakırlar. Örneğin bir camide padişaha aynlmış özel bölü­
mün (mahfel-i hümayun) büyütülmesi, belli fırsatlarda belirli bir
müziğin icra edilmesi, padişahın Mekke'ye gönderdiği hediyeleri
taşıyan süslenmiş develerin geçidi (surre-i hümayun) ya da siyasa
yapıcıların gündelik dillerine ilişkin iktidar formüllerini okumak
amacıyla, Clifford Geertz'i, son dönem Osmanlı bağlarnma uyarla­
yabiliriz: Tüm bunlar, tarihsel dokunun malzemesidir.27
Genel olarak, Abdülhamid dönemi Osmanlı İmparatorlu­
ğu'ndaki iktidar simgeleri dört kategoriye ayrılabilir. Üçü padi­
şah ve sarayıyla ilgilidir. Her şeyden önce, Osmanlı Devleti'nin
şanı ve kudretini doğrudan yansıtan kamusal binalardaki arına­
lar, resmi müzik, törenler ve kamusal işler gibi, padişahlhalifenin
kişiliğinin kudsiyeti ile bağlantılı simgeler vardır. İkinci sırada ni­
şanlar, özel olarak ihsan edilmiş Kuran nüshaları, imparatorluk
sancağı ve öteki törensel ziynetler gibi, imparatorluğun cömert­
liğinin daha özgül ve kişisel tezahürleri gelir. Üçüncüsü, sarayda-
Id h ı l ı ı ı ı ı ' ı ı ı i l ı ı d t • gPien i s i m le r i n e ait olduğu öne sürülen hat ör­
ı ı . - ld ı • rl ya da b<•nzer önemde başka malzemeler gibi, dini açıdan
n l ı ı ıgı·sı • l ıı ıaddelerdir.
1 l i \ n l i i nc üs ü, biraz farklı bir kategori oluşturur ve Osmanlı res­
ı ı ı i dol<iimantasyonundaki dil sembolizmiyle ilgilidir. Her zaman
l ı n l< il ın darın şahsıyla doğrudan doğruya bağlantılı olmamakla
1 d ri i l<te, resmi belgelerde sık sık kendini gösteren belirli kilit iba­
n • vt• sözcü kler, Abdülhamid dönemi bürokrasisinin yöneten ve
yiıı wtilen ilişkisi gibi sorunları nasıl kavramsallaştırdığına, göçe­
l ll ' halkiara karşı tutumuna, devlet seçkinleri olarak kendi içle­
rl ı ı del<i ilişkilere dair çok değerli ipuçları verir.

1\aınusal sembolizm ve tezahürleri


I I . Abdülhamid'in yakın dönemdeki selefleri, Avrupa'daki ka­
ı ı ı ı ısal yerlerde kral portrelerinin sergilenmesi uygulamasını be­
ı ı i ı ıısemek yoluyla, "modern" hükümdarlar olarak görtilrnek uğ­
rı ına çok çaba harcamışlardı. Bu uygulamayı başlatan II. Mah­
ı ı ı ı ıd olmuştu. Çeşitli tarikat şeyhleri , onun portrelerini hükümet
dairelerine ve diğer kamusal yerlere asılmalarından önce kutsa­
ı l ı lar ve bir muhafız bölüğü önlerinden geçerken yirmi bir pare
lop atışı yapıldı. Bu uygulama, Abdülmecid (h. 1839-1861) ile Ab­
d iilaziz (h. 1861-1876) döneminde de sürdürülen bir gelenek ha­
l ini aldı.28 Yine 1850'de, "Sultan Abdülmecid'in üç büyük portre­
Hi Mısır'a geldi (... ) ve büyük bir geçit resmi ile kentte [Kahire'de]
dolaştırıldı." Portreler bundan sonra büyük bir debdebe ile kale­
de sergilendi.29
Abdülhamid, kendi suretinin kamusal yerlerde sergilenmesini
kasıtlı olarak yasakladı. Bunun, insan imgesinin resmedilmesini
yasaklayan ortodoks İslam'la ilgili kaygılardan mı kaynaklandığı,
yoksa güvenlikle ilgili bir sapiantı mı olduğu açık değildir. 15 Ma­
yıs 1902'de, Ankara vilayetinden gelen bir raporda, "Ankara'daki
bir kahvehanede Halifemiz Yüce Hakanımızın bir portresinin gö­
rülmüş" olduğu belirtiliyordu. Rapor şu sözlerle sürüyordu: "Bu
yerin mahiyeti Suret-i Hürnayun'un kutsal niteliğiyle uygun düş­
mediğinden, portre satın alındı ve saraya gönderildi."30
Abdülhamid muhtemelen ortodoks İslam'ın put kırıcılık gös­
terisi dahilinde, hükümdarın imgesini, aynı amaca hizmet eden
"Padişahım çok yaşa!" ibaresinin tek tip işlendiği sancaktarla ika­
me etti. 3 ı Bu sözler, çok eskiden beri asker ve sivillerin hüküm­
dara bağlılıklarını göstermelerinin bir yoluydu. Bununla birlik-
te, törensel gösteriler de gittikçe artan uluslararası rekabet sün•­
cinin bir parçası olarak daha çok standartlaşarak, Britanya lm­
paratorluğu'ndaki "Long Live the Queen" (Kraliçe çok yaşa!) ya
da Japonya'daki "Tenno heika banzai!" sözlerine çok benzerne­
ye başlarruştı. 3 2 Sözlü ifadeler, bir muhalefet simgesi de olabili­
yordu. Jön Türk muhalefeti, bu sözleri dile getirrnek konusunda
olumsuz bir tavır alrruştı: Mekteb-i Harbiye ve Mekteb-i Tıbbiye-i
Şahane talebeleri, kamusal törenlerde bu sözleri bağırınayı red­
detmiş veya yalnızca mınıdanarak söylerneyi tercih etrnişlerffi. 3 3
Suikasta uğrarna (1905'te bir girişim olduğuna göre, hiç de yer­
siz olmayan) korkusuna karşın, Abdülharnid, hükürndarın kendi­
sini halka gösterdiği bir tören olarak cuma selarnlığı adetini sür­
dürdü. 1 9 . yüzyılda, cuma selamlıkları, Avrupa örneklerinden
esinlenerek, yeni bir törensel gösteriş kazandı.
Diğer taraftan hükürndarın modern bir kamusal kişilik olma­
sına yönelik bu değişikliğin fiziksel tezahürü, 19. yüzyıl cami rni­
rnarisi idi. Klasik Osmanlı camii, ana binaya daha bir seküler gö­
rünüş kazandıran törensel kamu alanı olarak işlev görecek iki
katlı bir yapı eklemek yoluyla, Avrupai törensel protokol kulla­
nımına uygun hale getirildi. Aptullah Kuran, selatin camilerinde
padişahın kişisel ibadet odası (hünkar rnahfeli) olarak adlandı­
rılan bölürnün 18. yüzyıldan itibaren epeyce büyüdüğüne işaret
eder: "Padişahın ibadet platformunun veya locasının görünümü
ve evrimi, mimarinin önkoşullarının ötesine geçti. (... ) Bir göste­
riş ve debdebe aracı olarak doğdu."34 Abdülharnid'in kendi camii
olan Yıldız Carnii'nin, fiilen ibadet alanına üstün gelen törensel
rnekanının da eşi benzeri görülmemiş derecede büyüyerek "Os­
manlı mimari geleneğini topyekün yıktığı" söylenir. 3 5
Cuma selarnlığı ya da sadece selarnlık, padişah alayının, göz
kamaştırıcı üniformaları içindeki Arnavut kökenli rnuhafız birli­
ği (silahşoran-ı hassa) eşliğinde Yıldız Sarayı'ndan büyük bir deb­
debeyle ayrılarak Yıldız Camii'ne yönelmesiyle başlardı. Burada,
namazın eda edilmesinden sonra, özel memurlar halktan arzu­
haller toplardı. 3 6 Anlaşılan cuma selarnlığı turistler için bir çe­
kim merkezi de oluşturuyordu, çünkü çağdaş anlatılardan biri,
İngiliz, Arnerikan ya da Almanların arabalarının "selarnlık töreni­
ni izlernek üzere Yıldız yokuşunda uzun bir kuyruk oluşturduğu­
nu" betirnler. 3 7 Yabancı konuklar için bir çeşit platform kurulu­
yor, buradan törenleri izleyip padişahı selamlarnalarına izin veri­
liyordu . .Aynca elleriyle herhangi bir ani hareket yapmamaları ko­
nusunda uyarılıyorlardı; çünkü bu, muhafızlar tarafından bir sui-
l< m -ıt � l r l �;� l ı u l o lı ım k anl�ılalıilir ve onlar da bu doğrultuda tepki
f.(I IMI.C'I'Phi l i rl<'r<li. 'Hi
l lı ı t.iln•ıı iPri izlemeye sık sık gelenlerden birisi de, selamlık tö­
n•ııiııi olağanüstü ayrıntılı betimlediği için özellikle ilginç olan
Yı unacia Tonıjiro idi. Yamada, padişahın dört atlı arabasıyla cami­
.V � ' geldiğine, ama dönüşte basit bir caleche ' e * binerek, dizginle­
rl de kendisinin ele aldığına dikkati çekiyordu. Hanedanın erkek
Uy<'lcri, saray erkanı, önde gelen bürokratlar, yüksek rütbeli za­
l ı i tler, bu sırayla onun ardında sıralanıyorlardı. Bu, hükümdann
dPvletin dizginlerini elinde tutmasının simgesel bir temsili olarak
lmbul edilebilirdi peka.Ia. Torajiro, bundan başka "valide sultan"
l l<' "kadın efendi"nin tören alayına katılarak padişaha camiye ka­
c lıır eşlik ettiğini, ama kadınların cuma narnazına katılınayıp İsla­
mi gelenekiere uygun olarak arabalarında kaldığını belirtir. Gel­
f.(Pielim, avluda bulunan kadınlar bile, İslam adetlerinden sapma
ıuılamına geliyordu. Yamada günlüğüne, törenin "artık sendele­
ıııeye başlamış muazzam bir imparatorluğun eski şanını yansıt­
ması nedeniyle" son derece etkileyici olduğunu yazmıştı.39
Bir seferinde selamlık, padişahın kişisel cesaretini göstermesi
l<:in fırsat oluşturdu. 1905'teki törende bir bomba patlamış ve tö­
ren alayında son anda yapılan beklenmedik bir değişikliğin sonu­
ı·ıında padişah yaralanmadan kurtulmuştu:

Moloz ve kan etrafa saçılınca genel bir panik çıktı. Padişah elleri­
ni kaldırdı ve boğuk sesiyle bağırdı: "Telaş etmeyin!" Bundan sonra
arabasına bindi, dizginleri aldı ve hep bir ağızdan ''Yaşa!" diye bağıran
yabancı konukların önünden geçip gitti.40

Padişahın kendisini halka gösterdiği ender olayların bir diğe­


ri de, Ramazan ayında Topkapı Sarayı'ndaki Kutsal Emanetler
( Hırka-i Saadet) ile Haliç kıyısındaki Eyüb Camii'ne yapılan tö­
rensel ziyaretlerdi. Yamada bunları da detaylı anlatır. Padişah,
haremini ve maiyetini içeren 300 atlı arabanın eşliğinde Eski
Saray'a doğru yola koyulurdu. "Kalın bir beyaz kum tabakasıyla
kaplanan" yollar bu olay için hazırlanırdı. 4 1
Bu törenler halka nasıl görünürdü? Bir Ermeni fırınemın çırağı
olan Hagop Mintzuri, sonradan yazdığı anılarında, padişahın bay­
ram namazı için Beşiktaş'taki Sinanpaşa Camii'ne gelişini hatırla­
dığıru aktarır:

* Bir çeşit hafif, atlı araba. (ç.n.)


Tek kelime Türkçe bilmeyen, asker-polis olmayan, sultanlll h(•­
yaz takkeli, mor poturlu Arnavut devriyeleri bizim çarşının üst kısım­
nı doldurdu. Yine asker-polis olmayan, Türkçe bilmeyen, kırmızı şal­
varlı, yeşil sarıklı, sultanın Arap devriyeleri de caddeyi doldurdular.
Yalnız Türklerden oluşan ve uzun boylu askerlerden seçilmiş sultanin
muhafızları, göğüslerinde imparatorluğun ihtişamlı nişanları olduğu
halde geniş bir çember meydana getirerek Arnavut ve Arap devriyele­
rin önünde yer aldılar.

Mintzuri gibi mütevazı bir gözlemcinin bile, padişahın çevre­


sindeki yoğun güvenlik çemberini oluşturan unsurlara dikkat et­
miş olması öğreticidir. Bu törensel yerleşmeyi "okuması"ndan;
en iç çemberin "yalnızca Türkler"den oluştuğuna ve Arnavutlarla
Arapların Türkçe bilmediklerine özellikle işaret etmesinden, tö­
ren muhafızlarının yansıttığı etnik sadakat derecelerine duyarlı
olduğu açıkça anlaşılıyor.42
İstanbul'da Kumkapı semtinde 1895'te yaşanan Ermeni katli­
amlarından pek de uzak bir tarih olmayan 1890'ların sonunu an­
lattığına göre, bir Ermeni olarak Mintzuri'nin bu sıralamaya daha
duyarlı olması da mümkündür. 43 Betimlediği Türklerin, haneda­
nın kurucusu Osman Gazi'nin efsanevi babası Ertuğrul Gazi'nin
adıyla anılan alay olduğu neredeyse kesin gibidir. Bu alayın as­
kerleri, Osmanlı Türklerinin mitik kökeni olan Söğüt'ten özel ola­
rak seçilirlerdi. 44
Mintzuri, küçük bir çocukken padişahın Mekke ve Medine'ye
gönderdiği armağanları taşıyan surre alayının yola çıkışından na­
sıl etkilendiğini de kaydeder. Kutsal Kentler' e gönderilen bu ar­
mağanlar, halifenin İslam'ın en kutsal kalesini himayesinin sim­
gesel bir ifadesiydi. Zengin nakışlı örtülerle süslenmiş develer tö­
rensel ihsanları taşıyarak İstanbul sokaklarından ağır ağır ilerler­
di. Bu da son derece ihtişamlı bir tören vesilesiydi ve Mintzuri de,
bir tören handosunun Hamidiye Marşı'nı çalarak sokaklardan ge­
çişini anlatır. 4 s
Abdülhamid'in, devlet ileri gelenlerinin yanına yaklaşmasına
izin verdiği ender durumlardan biri de, her yıl Ramazan bayra­
mında yapılan etek öpme merasimiydi. Saray görevlilerinden bi­
rinin yazdığı anılardan, bu törenin nasıl yapıldığına ilişkin çok il­
ginç ayrıntılar öğreniyoruz:

Yaver-i padişahiler iki yanında dikilirken, altın nakışlı mendilleri­


ni tutarlardı. Bu törende gerçekte etek öpmekten çok, her grup erkan
f.:l ' l,' l l i<C,'I', l ı l r l ı iııt lı;ıan•l.i ohU'ak mendillerden birini öper ve başına ko­
.v ı ı n l ı . l 'adiı;ıalı, sadPce u lemanın selamını almak için ayağa kalkarctı.46

<_:ol< PHI<i bir geleneğin bu uyarlamasında, geleneksel giyim ku­


�n ı ı ıdan önemli bir sapma vardı. Bu törenlerde, padişah artık kaf­
I ı u ı değil, bunun yerine bir üniforma ya da setre takım giyiyordu;
l ı ı ı nedenle, nakışlı mendiller etek ucunun yerini almıştı. Halife­
n i n , bir tevazu ve saygı jesti olarak, din adamları geçerken ayağa
Imikınası da önemlidir.
Bu kamusal törenierin çoğunda, yeni ve eskinin, İslami ve Ba­
t ılı geleneklerin önemli bir karışımı söz konusuydu. Selamlık, İs­
lami gelenek ile Batı tarzı protokolün iç içe geçtiği, önde gelen
yabancılar ile saraylı kadıniann aynı tören mekanında yer aldı­
ğı bir olaydı. Surre alayına Batılı marşlan çalan bir askeri ban­
c lo eşlik ediyor, biat töreninde ise değişen giyim kuşam tarzı gö­
rlilüyordu.

ııesmi ikonografı
Gelgelelim, bu olaylar kuralı bozmayan istisnalar olarak kalı­
yordu. Abdülhamid, simgeler ve resmi ikonografi bildirilerini Yıl­
dız Sarayı'ndaki köşesinden de pekaJ.a yapabiliyordu. 19. yüzyıl
sonlannda iktidar ile törenselliğin yeniden vurgulanmasının en
çarpıcı simgelerinden biri hanedan armalarıydı.
Devlet-i Aıiyye'nin simgesi Osmanlı Hanedam'nın armasıydı
(Arına-i Osmani) . Arınanın tasarımı, II. Mahmud tarafından bir
İtalyan sanatçıya yaptırılmıştı. II. Abdülhamid'in Osmanlı tahtına
çıktığı döneme gelindiğinde, arına Osmanlı resmi sembolizminin
o denli yerleşik bir parçasına dönüşmüştü ki, padişah 1905'te, an­
laşılan tersim edilişinde tekbiçimlilik olmamasına canı sıkılıp, ar­
ma içeriğinin aynntılı bir betimlemesini istediği zaman, resmi bir
versiyonunun hemen bulunamaması nedeniyle bürokrasi çok zor
durumda kalmıştı. Sonunda uzun aramalar ardından bulunarak,
arınanın içeriği betimlenmişti.4 7
Aynntılı bir layiha ile padişaha, Osmanlı armasının, silahlar ve
öteki simgesel nesneler gibi, gerek yeni ve eski, gerek Türk ve İs­
lami motiflerden oluştuğu bildirildi. Kalkandaki ana motif, "pa­
dişahlann yüce tacı" idi, onun üstünde tahttaki hükümdarın tuğ­
rası bulunuyordu. Bunun yanında, biri İslami yasayı, yani şeriatı,
diğeri de öteki modern yasalan (ahkam-i şer'iye ve nizamiye­
yi cami kitab) simgeleyen iki kalın cilt bulunuyordu. Bunların
altında adaleti simgeleyen bir terazi vardı. Ana motif, eskinin YP··
niyi dengelediği simgesel silahlarla kuşatılmaktaydı: Ok ile sün­
gülü piyade tüfeği, eski tarz ağızdan dolma top, modern bir sah­
ra topu, geleneksel bir pala, modern bir süvari kılıcı vb. Arına-i
Osmani'de aynca, devletin yüce merhametini temsil eden çiçek
açan güller ve günlükle dolu bir vazo gibi geleneksel İslami-Os­
manlı simgeleri de bulunuyordu. Tasarımın sağ yanında bir kır­
mızı sancak, sol yanında da yeşil Sancak-ı Şerif vardı; bunlar Os­
manlı saltanatını olduğu kadar, hilafetin evrensel İslami doğası­
nı da simgeliyordu. Tas arımın en alt kesiminde, Osmanlı nişanla­
nnın tam dizisi bulunuyordu. Dolayısıyla, Osmanlı devlet arınası­
nın ana temalan, eski ve yeninin, geleneksel ve modernin çevre­
sinde dönüyordu.48
19. yüzyıl ikonografisinin bir başka özelliği, andaç madalyon­
lardı. Bu tür Osmanlı örneklerinin belki de en ilginç olanı, çağ­
daşlığı kadim tarihsel meşrulaştırmayla birleştirme çabası olınası
açısından, Abdülmecid döneminde (h. 1831-1861) bastırılan ma­
dalyondur. Son dönem Osmanlı Devleti'nin kendini algılayışının
bir belgesi olan bu madalyonun üzerindeki ibareler çarpıcıdır.
Madalyonun ortasında Fransızca "Cet Etat subsistera Dieu le ve­
ut" (Bu devlet yaşayacaktır, Tann onu emrediyor) ibaresi yer alır.
Bunun üzerinde, tepesinde Osmanlı sancağının asılı olduğu ve az­
gın dalgalann dövdüğü bir kale görünür. Kenannda "Justice egale
pour tours" (Herkese eşit adalet); "Protection des faibles" (Maz­
lumlann korunması); "L'Etat Releve" (Devletin dirilişi) vb ibare­
ler bulunur. Madalyonun arka yüzünde, Orta Asya Türk serpuşu7
nu çevreleyen IL Mehmed, Kanuni Sultan Süleyman, Mustafa Re­
şid Paşa ve Köprülü vezirlerinin adları görülür.49 Bu madalyon­
da şanlı bir geçmişin anılan halihazırdaki bir kuşatılmışlık duy­
gusuyla iç içe simgelenmektedir.
Geçmişin simgelerini kullanmak yoluyla bugünü meşrulaştır­
mak yönündeki benzer bir çaba, devlet yıllıklarında (salname)
Osmanlı soyağacına verilen seçkin yerde de gözlenebilir. 1885'te
Bursa vilayeti için hazırlanan salnamede, Osmanlı hanedanı­
nın kökleri, efsanevi Oğuz aşiretine ve buradan da Nuh yoluyla
Adem ile Havva'ya dek geriye götürülür. Selçuklu Sultanı Alaed­
din Keykubad'ın, hanedanın kurucusu Osman'ı nasıl koruduğu­
na ilişkin resmi hanedan efsanesi, Osmanoğullan'nın "uzmanla­
nn araştırmasına göre, dünyanın en eski hanedanlanndan biri ol­
duğu ve sonsuza dek süreceği" iddiasıyla, başından sonuna dek
hikaye edilir. s o Böylesi aşikar resmi kurgu İslami saray kasidele-
ı l ı ı l r ı lwc l l ı ı ı l ı i r gph•ıwğidir ama, lnırada ilginç olan nokta, bu an­
l ı ı l ı ı ı ı ı ı , l ıl l rokrat.ik modcrnizasyonun bir ürünü olan ve çeşitli na­
t. ı l' l ı ı n ı ı i s i ı ı ı l <'ri, tarımsal üretim ve bölgenin temel coğrafi özel­
l l ldPri g i l ı i dünyevi verileri ortaya koyan bir devlet yıllığında yer
ı ı l ı ı ıı ı ...u d ı r. Bu efsanevi soyağacının dahil edilmesi, Woodhead'in,
ı ı � ı ı :r. a.o;; i reti soyunun "ve 15. yüzyılda özellikle popüler olan kur­
l{ıısal soyağacının", 16. yüzyıl sonlarına gelindiğinde "büyük öl-
4,' 1 1 c ll' çürütüldüğü" şeklindeki sözleri hatırlanırsa, daha da ilginç
l ıı ı i P geliyor. s ı Rivayete dayalı uydurma soyağaçlarının, Osmanlı
l lı•vleti'nin büsbütün zayıf göründüğü 19. yüzyılda geri getirilme­
.-. l ı H� gerek duyulduğu gerçeği önemlidir. Bu durumda amaç, Os­
ı ıııuılı hanedanının hükümranlığının, bu devletin sürekli ve kaçı­
ı ı ı l nıaz bir özelliği olduğunu vurgulamaktı.
Salnameler, kendi başlarına Osmanlı kuruluş efsanesinin
"pompalanışının" bir tezahürüdür. Devlet salnameleri 1846'da ya­
y ımlanmaya başlasa da, Osmanlı padişahlarının soyağacı 1853'e
( I l ieri 1270) kadar bunların içinde yer almayacaktı. 52 Bu tarihten
1mııra bir süre kaybolur, ama 1868'de (Hicri 1285) yeniden belirir.
Ahdülhamid döneminde soyağacı, içindekiler bölümünde beşin­
d sıradan üçüncü sıraya yükselir. Her bir padişah dönemindeki
bireysel kayıtlar da, hatın sayılır ölçüde genişletilir. Böylece eski
l'iltler, doğum ve ölüm tarihleri gibi yalnızca temel verileri sunar­
lwn, Abdülhamid dönemindekiler çok daha ayrıntılı hale gefu.5 3
Osmanlılar, nasıl öteden beri var olan gelenekleri devlet sim­
gelerine dahil etmek yoluyla vurgulamaya çalıştılarsa, "rakip sim­
geler" olarak gördüklerini de azaltına girişiminde bulundular. Sa­
daret Mektubi Kalemi ile Mabeyn arasındaki 8 Haziran 1892 ta­
rihli bir yazışma, ambalajları rakip bir devletin arınasını taşıyan
ınalların ithaliyle ilgiliydi. Yunanistan'dan Girit'e gönderilen bir
sandık dolusu ayna sorun çıkarmıştı. Burada unutulmaması gere­
I<en nokta, bu yılların Girit'in özerkliğine ve 1897 Osmanlı-Yunan
savaşına giden yıllar olduğudur. Padişah, bu tür ambalajların im­
paratorluğa girmesini yasaklamak istiyordu, ama sadrazam, Os­
manlı gümrüğünün bunları uzak tutabilınesi için hiçbir yasal ge­
rekçesi olmadığını ona hatırlatmak zorunda kalmıştı. 5 4
2 Temmuz 1889'da, Dahiliye Nezareti, İstanbul'un Beyoğlu
semtinde, Moskova'da basılmış "Bizans İmparatorları ve Rus çar­
larının yan yana tasvirlerini taşıyan" bazı "levhaların" ele geçiril­
diğini bildiriyordu. Bu levhalar, "Bazı muzır malumatı havi bir ta­
rih kitabı" ile birlikte İstanbul'daki Rum Ortodoks Patrikliği'ne
dağıtılmış olduğu için nazırın dikkatine sunulınuştu. s s
Bu olay, Rus çarlarının, Osmanlı topraklarındaki tüm H u ı ı ı < h'­
todoks uyrukların hamisi oldukları iddiasııun ve kendilerinin " B i ­
zans imparatorlarının torunları", Moskova'nın da "Üçüncü Ho­
ma" olduğu düşüncelerine ilişkin irnalarının, Osmanlı yetkililerin­
ce çok iyi anlaşıldığının çarpıcı bir kanıtıdır. Bu olay, 1883'te tah­
ta oturan III. Aleksandr'ın çarlık döneminde ortaya çıkmıştı; ay­
nı zamanda çarlığın mistik doğasını da vurgulayan Aleksandr'ın
(Petersburg'dan çok) Moskova merkezli devlet sembolizrniyle tü­
müyle örtüşüyordu. S6
Osmanlı resmi mitolojisi, Osmanlı padişahlarının Roma ve
Bizans'ın halefieri olarak konumunu vurguladığı için, Bizans geç­
mişi hassas bir konuydu. s 7 1453 'teki fetihten sonra, Osmanlı im­
paratorluk geleneği kendini var etti. Gülru Necipoğlu, Topkapı
Sarayı'nın kasıtlı olarak Bizans akropolisinin üzerine inşa edildi­
ğini göstermiştir. s s Fletcher'ın da vurguladığı gibi, "Kentin ken­
disi Roma imparatorluk geleneğinin meşruiyetinin bir simgesiy­
di, öyle ki Osmanlı hükümdan (...) artık kendisini Sezar'ın simge­
leriyle donatmaktaydı."59 Fetihten sonra camiye dönüştürülen ve
Osmanlı sultanı I. Selim'in 1519'da hilafet kaftanını giydiği Aya­
sofya Katedrali, özellikle önem taşıyordu. Abdülhamid, hilafet
mekfuu olarak bu camiye özel bir önem verecekti. 6 0
Dolayısıyla, caminin "duvarlarına ve galerilerine resim çizen
ve yazı yazan bazı Rum ve başka ziyaretçiler"e ilişkin haberler
çok can sıkrnışa benziyordu. Bu tür davranışı önlemek için, ziya­
retçilerin camide dolaştıkları süre boyunca hiçbir şekilde yalnız
bırakılmamalarına ilişkin yeni talimat verildi. 6 1
Aslına bakılırsa İstanbul, Osmanlı padişahlarının meşruiyetini
pekiştirmeyi amaçlayan sembolizmde daima merkezi bir konum
işgal etmişti. Gülru Necipoğlu, yeni tahta çıkan bir padişahın, ata­
larının İstanbul'daki türbelerine yaptığı törensel yürüyüşün bi­
le, onun meşruiyetini ilan etmenin bir aracı olduğunu göstermiş­
tir: "Ölen padişahların halefieri tarafından inşa ettirilen bu türbe­
ler, mağrur bir soyun kesintisiz devamlılığını vurgulamak yoluyla,
Osmanlı hanedanının meşruiyetini ilan etmekteydi." 6 2
İstanbul'da türbelerin, Ayasofya'nın ve peygamberin Kutsal
Emanetleri'nin varlığı, kentin sembolizmine katkıda bulunuyor­
du. 19. yüzyılın muhtemelen en büyük devlet adamı olan Reşid
Paşa, "devletin üç temeli"ni (üç rükn-ü devlet) İslam, saltanat
ve hilafet olarak belirler; üçü de Mekke ve Medine ile imparator­
luğun payitahtı olarak İstanbul'u koruyan Osmanoğulları tarafın­
dan idame ettiriliyordu. 6 3
görsel teyidi, onun döneminde ta­
l 'ı ı d i � ; m l ı ı ı ı Pgenwnli ğinin
kamusal eserlerin üzerinde yer alan tuğrasıyla
ı ı ı ı ı ı ı ı l ı u ıa ı ı Wın
• ı ı ı g l ı ı ı ı ıyordu. Anadolu'nun dört bir köşesinde dikilen imparator­
l ı ı ll ı ı rı ııasını ve saltanatın öteki belirtilerini taşıyan saat kulele­
ı l l u ·r yere yayıldı. Padişahın 1901'deki gümüş jübilesinin anısı­
ı ı ı ı N iğde, Adana ve Yozgat gibi küçük Anadolu kasabalarında sa­
u l lw l elcri yapıldı. Finkel, bir saat kulesinin simgelediği "sekü­

l ı · r aıııtsal mimarinin", minarelerden okunan ezanla belirlenen


1 \ ı ı ran ' a dayalı zaman ile, "zamanı ernekle birleştirmeye dayanan"
v c · ı ı i bir ekonomik düzene dönüş arasındaki yüzleşmeye dikkat
ı; c • lm ıiştir. 64 Dolayısıyla, özellikle Anadolu ve Arap vilayetlerin­
ı lc • , lıu binaların, uyumlu zaman anlayışındaki devletin fiziksel te­
t,ı ı l ı ürleri olması amaçlanmış ve bunlar yeni bir zaman ve iktidar
lwvramının göstergeleri olarak işlev görmüşlerdi.
Saat kuleleri ve benzer yapıların, meşruiyete yönelik seküler
ı;ı ı l ıalar olmasına karşın, küçük köy camileri de anısal rnekanlara
( 1 i e'UX de merrioire) dönüşmüşlerdi. Padişahın taşradaki simge­
lil ' l temsilinin bir diğer yönü, onun ismini uzak Osmanlı ataları­
ı ııı bağlayan kitabeleri taşıyan küçük, tek tip camilerdi. 8 Eylül
I H!l2 tarihli bir irade, Trakya'daki Çorlu bölgesinde dokuz cami­
yı• konulacak kitabeler için ebced hesabı yapılmasına yönelikti.
l lı•r bir cami için bir padişah seçilmişti: II. Osman, I. Mustafa, I.
Ahmed, IV. Mehmed, III. Murad, Il. Selim, II. Bayezid, I. Süleyman
( Kanuni) ve I. Selim. 65
Kayıtlar, padişahın ayrıca Rodos adasındaki köylere üç cami
.vaptırdığını ve her birine sırasıyla kendi adını, annesi Tiri Müjgan
l l:uum'ın ve efsanevi Ertuğrul Gazi'nin adını verdiğini de göstermek­
lı •dir. 66 İlk cengaver padişahlardan olan Sultan Yıldırım Bayezid'in,
Siiğüt'ten pek uzak olmayan İnegöl'de yaptırdığı caminin yıkıntı ha­
linde olması dolayısıyla yeniden yaptırılmasına yönelik iradeler de
vardır. Cami tümüyle yeniden inşa edilmiş ve hayır dualarıyla, padi­
�ahın on dokuzuncu cülus yıldönümünde ibadete açılmıştır.67 Es­
ki şanlı günler ile Abdülhamid rejimi arasındaki bir başka simgesel
l ıağlantı, Bursa'daki mu Cami mimarisini, Yıldız Camii mimarisinde
yinelemeye yönelik kasıtlı çabaydı. "Caminin minberinin, Bursa'da­
ki mu Cami'nin minherine benzemesi gerektiği" belirtilmişti .6 8
Burada dinsel/hanedana ait meşrulaştırma temaları kullanıl­
ınakla birlikte, camiierin işlevi, saat kulelerinin sekiller mesaj ma
daha yalandır. Hem saat kuleleri, hem de camiierin küçük yerler­
de inşa edilmiş olmaları, bu anlamda, yerel düzeyde iktidarı açığa
vurmaları bakımından da önemlidir.
Bu mesajın bir örneği, Bağdat valisinin raporunu verdiği, v i la·
yetteki Hindiyye Barajı kıyısına dikilecek dikilitaşın kitabesidir.
Bu türün oldukça tipik bir örneğini oluşturan dikilitaş şu ibareyi
taşıyordu: "Halifenin kutsal adına ve onun sonsuz iktidarına bir
ziynet olsun diye." Vali, muhtemelen Türkçe olması gereken ge­
nel bir iktidar ifadesine başvurmaktan ziyade, hedef kitlenin ye­
rel halk olduğunu gösterecek şekilde, metnin dilini Arapça ola­
rak belirlemişti. 6 9
Şerif Mardin, "Anadolu' da bir imparatorluk isminin yaygın ka­
bulünün, Il. Abdülhamid döneminin belirgin özelliği olduğuna"
dikkati çekmiştir. 70 Abdülhamid'in buradaki tavrı, 19. yüzyılda
Rus çarlarının Ortodoksiuğu kullanarak halklanyla doğrudan gö­
nül birliği kurmaya yönelik tavnna çok benzemektedir. 7 1
Tüm bu çabalarla ilgili olarak, binalar, köprüler, barajlar ve sa­
at kulelerindeki simgesel ibarelerin, özgül bir tarihsel bağlam­
da yapıldığının farkına varmak önemlidir. Bu tarihsel bağlam,
Tanzimat'tan itibaren Osmanlı kentlerini reforme ve modernize
etme çabasıdır. Dumont ve Georgeon'un "devlet iktidarı ile yerel
topluluklar arasındaki mücadele" adını verdikleri, devlet ve top­
lum arasındaki dinamik gerilimde, devlet arınası veya kitabeler
gibi iktidarın simgesel tezahürleri son derece hayati bir rol oyna­
dı. 72 Timothy Mitchell, 19. yüzyılda, benzer gelişmelerin kendi­
ni gösterdiği Mısır'da "bir düzen görünüşü"ne yönelik saplantıya
dikkati çeker. Osmanlı kamusal mekfuu, mümkün olduğu kadar
merkezin vermek istediği simgesel mesajıara uymak üzere, ben­
zer şekilde "düzene konuluyordu." 7 3
Zeynep Çelik, 19. yüzyıl İstanbul'unda "kentsel dokunun düze­
ne sokulması"nın, dış dünyaya "modem" bir görünüm sunmak is­
teyen Osmanlı devlet adamının arzusu sonucu ortaya çıktığına
işaret eder. Kentsel dokunun "düzene sokulması", Mısır örneğin­
de olduğu gibi, merkezin adına iktidarın uygulanmasını da sim­
geliyordu. Ayasofya ve Süleymaniye Camii gibi tarihsel yapılann
anıtsal karakteri, çevrelerinin boşaltılmasıyla vurgulanıyordu. 7 4
Aynı şekilde, Osmanlı Hanedanı'nın efsanevi iki padişahı olan
ve Bursa'ya defnedilen Osman Gazi ile oğlu Orhan Gazi'nin tür­
belerinin restorasyonu için de hiçbir masraftan kaçınılmanuştı. 7 s
Bursa, sık sık "saltanatın beşiği" (mehd-i zuhur-u saltanat) gibi
özel onurlara mazhar olan bir kentti.7 6 Aslına bakılırsa, Abdülha­
mid Osmanlı Devleti'nin "yaradılış efsanesi"ne hiç görülmedik bir
şekilde yoğunlaştıkça, Osmanlı Hanedam'nın tarihsel mirası çev­
resinde gerçek bir "Osmanlı kültü" yaratıldı. 77 Bunun bir kısmı,
c lM ı ııııı ı < ia:�.i'nin babası ve Osmanlı Hanedam'nın efsanevi kuru­
ı · wm ı•; ıtuğrul Gazi'nin türbesinde her yıl sahnelenen mükellef
ı ı ı ı ı ı ı a Wrnıi (ihtifal) idi. Ertuğrul Gazi'nin, Söğüt'teki türbesi, im­
paratorluğun puslu kökenierini yücelten karmaşık bir anıtkabire
c lilı ıüştürüldü.
ı•;rtuğrul'un türbesi, 1886'da yeniden yapılarak hayır sahibi
A hdülhamid'in adını yücelten bir kitabesi olan bir de çeşme açıl­
d ı . Ertuğrul Gazi'nin naaşının bulunduğu lahit, mermerden ye­
ı ı i den yapıldı ve karısına ait olduğu söylenen bir mezar yeniden
l ı ı�a edilerek 1887'de türbeye dönüştürüldü. Sultan Osman'ın
I l k mezan da babasının hemen yanı başına yeniden yapıldı. 7 8
Sliz konusu kişilerden bazılarının tarihsel kimliğinin belirsiz ol­
d uğu ve mezarlardan ancak birkaçının gerçekten isim taşıdığı
göz önüne alındığında, bu etkinlik "geleneğin icadı" gibi bir şey­
d i r. "Osmanlı devletinin ulu kurucusu"nu öven tarihçi bile, "Il.
Abdülhamid'in, Ertuğrul Gazi'nin kansına ait olan mezan nasıl
belirlediğini söylemek güçtür. Tek söylenebilecek şey, onun en
ınuteber rivayete dayanmış olabileceğidir" demekten kendini ala­
ınamaktadır. 79 Yazışmalarda Ertuğrul Gazi türbesinin adı sık sık
geçer. 1902'de, Ertuğrul Gazi Camii'nin çevresinde boş bir alan
yaratmak üzere, camiyi kuşatan binaların istimlak ve yıkımı için
l ıatın sayılır bir para harcandı. 8 0
Bu alan, her yıl "özgün Osmanlı aşireti" Karakeçililerin, Orta
Asyalı göçebe giysileri içinde, Söğüt'e girip, marş söyleyerek at
üstünde geçit resmi yaptıkları bir kutlama yeri haline geldi. Mar­
�ın nakaratı şöyleydi: "Ertuğrul Alayı'nın askerleriyiz . . . ", "Sultan
Abdülhamid için ölmeye hazınz." Bu geçidi, binicilik gösterileri
ve geleneksel cirit oyunu izliyordu. 8 1
Aşiret önderinin her yıl saraya şu mealde bir telgraf çekmesi
fıdet olmuştu: "Zat-ı hümayünlarının saygıdeğer atalarının türbe­
sine saygılarımızı sunma şeklindeki yıllık kutsal vazifemizi ifa et­
miş bulunuyoruz."82 "Ertuğrul Gazi'nin annesi" Hayme Ana, gö­
mülü olduğu söylenen köyde bir padişah buyruğuyla inşa edilen
özel bir anıtkabide onurlandınlmıştı. 83 Hayme Ana Türbesi, pa­
dişahın özel bütçesinden aynlan para ile düzenli olarak bakım ve
onarımdan geçiriliyordu. 84
Padişahın, Osmanlı Devleti'nin ilk günlerinin "Türklüğü"nü
vurgulayışı, onun "özgün Türk hanedanları"na ilişkin tutumunda
da kendini gösterir. Eskiden Adana bölgesindeki bir Türk beyli­
ği olan Ramazanoğullan aşiretini, "saf Türk kanı" taşıdıkları için
onurlandırdı. Abdülhamid, aşiretin kadın reisi Emetullah Hatun'u
İstanbul'a davet ederek, onun ve rnaiyetinin Yıldız Sarayı'nda Pıı
saygıdeğer konuklara gösterilen muameleyle ağırlanrnalarını sağ­
ladı.85
Abdülharnid döneminde Osmanlı İmparatorluğu'nun ilk gün­
lerine yönelik yenilenen ilgi, hatta saplantı, 1402'deki Tirnur fe­
laketinden sonra olduğu gibi a<jın bunalım dönernlerinde kendi­
ni gösteren, hanedanın rneşrulaştınlrnası saplantısına benzetile­
bilir. Fetret Devri'nin en güçlü ismi olan I. Mehrned, "Değerli kay­
naklarının bir bölümünü Söğüt'te bir cami inşa ettirmeye harca­
rnıştı."86 Tıpkı çok sonraları Abdülharnid'in hissedeceği gibi, I.
Mehrned de "temeller"e işaret eden bir ifadeye ihtiyaç duymuştu.
Padişah, Trakya ve Anadolu'nun meçhul köy ve kasabaların­
dan, kutsal Mekke ve Medine kentlerine varıncaya değin, cömert­
liğinin bilinmesi için büyük bir gayret gösterdi. Kutsal kentlerde
simgesel armağanlar özel bir önem kazanıyordu. 6 Nisan 1859'da,
birçok şamdandan oluşan bir ihsan-ı hürnayun Kabe'ye taşındı
ve Ramazan sırasında yapılan bir törende "binlerce mürninin bir
ağızdan zat-ı şahanelerine uzun bir ömür ve rnuvaffakiyet dilekle­
ri arasında" sunuldu.87 Bundan ba<jka, her yıl Mekke'de, hac za­
manı Arafat ve Mina dağları arasında iki tören çadırı kuruluyor­
du. Bu çadırlar yalnızca hac sırasında kuruluyor ve yıllık hac me­
sajı Mina'daki çadırda okunurken, padişahın varlığının sirngele­
ri işlevini görüyordu. Çadırlann, hac ibadetinin yerine getirilme­
si sırasında heyecan odağı olarak hizmet eden iki tepenin arasına
kurulması önemlidir. 8 8
Padişah/halifenin, Kabe'yi örten kutsal örtüyü (setre-i şerif)
sağlaması adeti aracılığıyla görünürlük daha da pekiştiriliyordu.
6 Eylül 1892'de saraya, üzerine altın sırrnayla padişahın adının iş­
lendiği yeni örtünün hazır olduğu bildirilrnekteydi. Halihazırda
Abdülaziz'in adını ta<jıyan eski örtünün yerine konacaktı. 89
Egemenliğin görsel teyidi, gayrimüslim ibadet yerlerine ka­
dar yaygınlaştırılrnıştı. 23 Ekim 1885'te, Sadrazam Karnil Pa­
şa, İstanbul Büyükdere'deki Ermeni Katolik kilisesinin, "Il.
Abdülhamid'in adil ve şanlı hükümranlığı sırasında" inşa edilmiş
olduğunu ifade eden bir kitabe ta<jıdığını bildiriyordu. İlginç olan
şu ki, bu girişim, "[Böyle bir şeyin] bir Hıristiyan tapınağında ilk
kez yapıldığını" ifade eden Ermeni ba<jpiskoposuna aitti. Aslına ba­
kılırsa, padişah bu rneseleyi nasıl karşılayacağını bilemedi ve "eğer
fazla göz önündeyse, bunun Müslüman halkı rahatsız edeceği" dü­
şüncesiyle, "kitabede hangi sözcüklerin bulunduğunun gizlice ara<j­
tınlrnasını" ernretti. K3.rnil Pa<ja, bunun zararsız bir sadakat göste-
ı HI olc l ı ıg ı ı ı ı ı ı w lwr halükarda kitabenin ancak birkaç Müslüman
ıı,l\zO ı ı O ı ı giin�hileceği iç avluda yer aldığım bildirdi.90
i\ ı ı cı ıl< , gayrimüslim resmi yapıların üzerine resmi kitabeler
1< c ı ı ı ı ı l ıııasının yaygınlaşmasıyla, Abdülhamid'in çok geçmeden
«,"l ' l< ingenliğini üstünden attığı anlaşılıyor. 16 Mart 1894 tarihli bir
Irade, Üsküp Katolik Başpiskoposu'nun, kendi ikametgahına pa­
d i�;mhın tuğrasını koyma arzusunun kabul edildiğini bildiriyor­
c l ı ı . Karar, "Öteki mezheplerden çeşitli başpiskoposlukların geç­
ı ı ı iı;; te 'Tuğra-i Hümayun' ile bu şekilde onurlandırılmış olma­
lil emsali"ne dayandırılarak, bu durumun da uygun bulunmasıy­
In alınmıştı. 9 1
Resmi ikonografinin sergilenebileceği yerin uygunluk soru­
ı ı ı ı kimi zaman gülünç olaylara neden olabiliyordu; tıpkı kendi­
lii ni "saray-ı hümayun çaycıbaşısı" olarak tanıtan çayevi işlet­
ııu�cisi Manolaki'nin durumunda olduğu gibi. Talihsiz Manolaki,
l ı i r koyun kurban edip büyük bir ciddiyetle Tuğra-i Hümayun'u
d ükkanının üzerine asmaktan, zaptiyenin tekdirine uğradı. Be­
IPdiye yetkilileri, bu davranışı, "öteki tüccarların dükkanıarını
'1\ığra-i Hümayun'la donatmak için dilekçeler sunmasına" yol aç­
ıııası yüzünden özellikle tekdire müstahak görmüşlerdi. 92 "Ma­
jPsteleri Kraliçe Victoria'nın çay toptancısı"nın eşdeğeri, Osmanlı
1 >evleti'nin resmi ticaret yıllıklarında yer alsa da, Manolaki'nin bu
ı ınvana sahip olmadığı anlaşılıyor. 93
Aslına bakılırsa, Osmanlı arınasının kullanımı ya da istenme­
yen mercilerce kullanımı, küçük çaplı bir diplomatik soruna ka­
dar varabiliyordu. 28 Aralık 1905'te Dahiliye Nezareti, Amerikan
l•:lçiliği'nin, Osmanlı İmparatorluğu'nda Singer dikiş makinele­
rinin distribütörü olan Bay Rosenstein diye birinin lehine aracı­
l ı k yaptığını bildirmişti. Rosenstein taşrada, Edirne ve İzmit gibi
kentlerde imparatorluk arınasını kullanma hakkına sahip olduğu­
nu iddia ediyordu. Karabet Basınacıyan diye biri de, Çatalca'daki
dükkamna devlet arınasını koyma izni için başvurmuştu.
Firmanın görüşü, İstanbul'daki merkez büroya verilmiş olan
imparatorluk izninin, doğal olarak taşrada da uygulanabileceği
yönündeydi. Nezaretin düşüncesi ise farklıydı: "Bu firmanın çalı­
ı;;anlarının, çoğunlukla ne yaptığı belli olmayan yabancılar (mec­
hul el ahval birtakım ecanib) ve aralarından bazılarının (padişaha
yönelen) son ölümcül saldırıya karışmış Ermeniler olduğu anlaşıl­
mıştır." Sorun, "sefaretler meseleyle yakından ilgilenmeye başladı­
ğı için" giderek ciddiyet kesbetmeye başlamıştı. 94 Dikiş makinele­
rinin satışını artırmak için bir reklam hilesi olarak devlet arınasırun
kullanım izni gibi göıiinüşte önemsiz bir isteğin, Ermeni meseh•si
gibi önemli bir bunalımla örtüşmesi, dönemin süreğen istikrarsızlı­
ğıyla sembolizininin nasıl iç içe geçtiğini gösterir.
1893'teki Chicago Dünya Fuan'na gönderilecek fotoğrafları çek­
mekle görevlendirilen "İmparatorluk Fotoğrafçıları" Gülrnez Bira­
derler de, "dükkaruannı devlet arrnası" ve tuğra ile süsleme izni
için başvurdular. 9 s
İrnparatorluk Tütün Rejisi'nin müdürü Louis Rambert, günlüğü­
ne benzer bir olayı kaydetmişti. Osmanlı Gümrüğü, imparatorluk
arnıasım taşıdıkları gerekçesiyle Reji'nin ürtinlerini içeren sandık­
lara el koymuştu. Fransa, Avusturya ve Almanya setirierinin işe ka­
rışmaları nedeniyle, olay diplomatik bir krize dönüştü. Ancak Ram­
bert, Reji'nin logosunun bir parçası olarak arnıayı kullanmaya beş
yıl daha izni olduğunu gösterrnek yoluyla sorunu çözebildi.96

Hükümdarlık ihsanııun kişisel tezahürleri


Hükümdarlık ihsanının belirli dozlarda çeşitli kanallara yön­
lendirilmeye başlamasıyla, 19. yüzyıl onur nişanları çağı oldu.9 7
Abdülhamid rejimi, nişanların, alan kişinin iyi niyetini besteye­
ceği umuduyla, nişan dağıtmayı alışkanlık edinmişti. Dolayısıy­
la, "ihsan-ı hümayun"un simgesel tezahürlerinin, kendi içine al­
ma, özümseme gibi bir amacı da vardı. Disiplin ya da denetim altı­
na alamadığı kişilere nişan veya ödül verme, Babıilli'nin oldum ola­
sı başvurduğu siyasal araçlardan biriydi. 19. yüzyılda devletin ger­
çek yaptırım gücü azaldıkça, bu olgu daha da geçerlik kazandı. Bu­
na rağmen, Osmanlı merkezinin nişan siyasasının, düpedüz zorla­
ma siyasasının bir alternatifi olarak görülmesi doğru olmaz. Nişan­
lar, simgesel kodun bir tezahürüydü ve bu nişanlarda, en çok yuka­
nda değinilen Osmanlı Hanedan arnıası yer alıyordu.98 Arına me­
selesinde olduğu gibi, çeşitli nişanların tasarımında tektiplik, padi­
şahın üzerinde durduğu bir konuydu; öyle ki, tüm devlet nişanları­
nı gösteren kesin çizimierin yapılmasını ve kendisine sunulmasını
emretmişti. 99
19 Haziran 1892'de Konya vilayeti, Isparta'daki bazı Rum eş­
rafın, Paskalya yortusu sırasında kiliseye giderken resmi nişan­
larını ve üniformalarını giydiğini rapor ediyordu. Vali, "bu yakı­
şıksız uygulamaya" bir nihayet verrnek zorunda kaldığını iftiharla
bildiriyordu. (Kuşkusuz epey şaşıran) vali derhal kınandı ve "bu
insanların nişanlannı bir gurur ve sadakat jesti olarak taktıkla­
n, dolayısıyla kesinlikle müdahale görrnemeleri" gerektiği talirna-
l ı ı ı l c l ı . At;ı l<t;ıı gilrüHiyor l< i , yerel m e mur, Hıristiyanların kilise gi­
l ı l l ı l r y t • rdt' h i lal ve yıldız şeldindeki İslami simgeleri göğüslerine
l ı ı lu ı ı w;ıı ıdaıı rahatsızlık duymuştu. Üstleri, kendilerinin uygun
l ıı ı l d ı ıg ı ı bir uygulamaya müdahale etmesinden dolayı onu azarla­
v ı ı ru l< hizaya getiriyorlardı. ı oo
N iı;mıı l ar bunları alanlar ya da alacak olanlar tarafından da
i i t ıl ' ı ı ı s<•niyordu. Paris'teki Osmanlı Sefiri Münir Paşa, Balkan
l ııı1JI«•ntlerini kapsayan bir geziye gönderildiği ve burada nişan­
l ı ı r dağıttığı zaman, olay büyük bir heyecan yaratmıştı . Sofya'da­
lı ı " ( )smanlı Fevkalade Komiseri", Sırp kralının kızına bir nişan-ı
1 1 1 1 V<' Romanya kraliçesine şefkat nişanı verilmesinin, Bul­
f-: ı ı r l ı asınında hararetli tartışmalara yol açtığını bildirmişti. Bu,
I lahıilli'nin Balkanlar'da, Bulgaristan'ın çıkarları aleyhine, Sırp ve
l l ı ı ı ı wn çıkarlarını desteklediğini gösteren bir tutum olarak kabul
ı •ı l l l ınişti. I ü l
N işanların genellikle ödül olarak bir mi ktar parayla birlikte ve­
ı l l ı ııesi, oldukça kuşkulu kişiler tarafından sık sık istenmesi anla­
ı ı ı ı ı ıa geliyordu. Profesör Adolphe Strauss bunlardan biriydi. Pro­
l'ı •sllr, Yıldız'a yazdığı mektupta, Macar basınında çıkan makalele­
r i n i n padişaha karşı son derece olumlu bir duygu yarattığını, öyle
lı 1 , Macar parlamentosunda yüksek sesle okunduğu zaman, parla­
ı ı ıPnterlerin derhal ayağa fırlayarak, "efjen a sultan!" (Padişahım
•:ı ık yaşa) diye bağırınalarmı sağladığını ileri sürüyordu. Profesör
lı;ıi, çeşitli meslektaşlarının belirli nişanlarla ödüllendirilmesini
l uvsiye edecek kadar ileri götürüyordu: "Prof. Sigismonde Vajda
l �· i n Osmanlı Üçüncü Derece' Nişam uygun düşer, çünkü kendi­
ı·ıiııde Osmanlı İkinci Derece Nişanı zaten bulunmaktadır. . . " l 02
Nişanlarla birlikte Kuran nüshalannın ya da tören sancaklan­
ı ı ın sunulması da, yöneten ile yönetilen arasındaki simgesel di­
yal oğun bir parçasını oluşturuyordu. Padişahın gönlünü kazan­
n ı aya çalıştığı unsurlardan biri Doğu Anadolu'daki Kürt aşiret­
lı•rinin liderleriydi . l 03 l l Eylül l89l'de, Trabzon vilayeti, Erzu­
rum bölgesinin Kürt aşiretlerine gönderilen tören sancakları ve
)( uran'ların ellerine ulaştığını ve bir askeri bando ile şeref kıtası­
nın hazır bulunduğu törenin yapıldığını bildirmekteydi.l04 Sancak­
lar, Kürt Hamidiye Alayları için özel olarak İstanbul'da üretilmekte
ve masrafları Ceb-i Hümayun'dan ödenmekteydi. ı o s
1918'de, Medine'de kuşatma altındaki karargaiı.ta bile, alay san­
caklan merasimle süsleniyordu. Askerlere moral vermek üzere,
karargaiı. kumandanı "bayrak kuralları" üzerine bir risalenin kazan­
dığı bir deneme yarışması düzenlemişti. Yazar, Osmanlı Devleti'nin
annasım taşıyan bayraklann padişalu selamlamak için alçalt.ılıııası
gerekirken, Kuran'dan sureler taşıyan bayraklan padişahın selam­
laması gerektiğini söylüyordu. I 0 6
Padişalun kişisel koruyucusu olarak hizmet eden üstün nitelikli
Ertuğrul Alayı'nın sancağı da 1892'de yenilenmişti. Ceb-i Hümayun,
"dualann, tarih ve öteki ibareterin Hazine-i Hassa'da örnek olarak
muhafaza edilen sancakla ayın olmasım" sağlamak için özel bir
özen gösterildiğini bildirmekteydi. I 0 7 Hilat ise, simgesel egemen­
lik uygulamalannda bir başka örnekti. Bu konularda, katı proto­
kol uygulanıyor ve emsal, "kabul gören usul" olarak görülüyordu.
1885'te Şeyh İbn Reşid'e hilat giydiıme meselesi ortaya çıktığında,
Sadrazam Said Paşa buna itiraz etti. Sadrazarnın gerekçesi ilginç­
ti. Said Paşa, Arap şeyhlerine "Hicaz yollannın himayesini sağlama­
lan" karşılığında para verilmesi adet olsa da, hilat giydirme onuru­
nun yalmzca Mekke şeriflerine özgü olduğuna dikkati çekiyordu.
Böyle bir onur İbn Reşid'e verildiği takdirde, "şeriflere denk olarak
kabul edilmiş olacaktı; bu da devletin ona bağımlı olduğunu ima
ederek, Arap şeyhleri arasındaki saygınlığının, devletin nüfuzuna
zararlı olacak derecede artınlması" anlanuna gelecekti. ı o s
Özellikle Arap eyaletlerinde, nişanlar ile "ihsan-ı hümayun"un
öteki simgeleri, "yerel şeyhlerin ve eşrafın gönlünü kazanmak" için
kullanılıyordu. Uz1ın süre Hicaz ve Yemen valiliği yapmış olan Os­
man Nuri Paşa şunlan yazmıştı:

Göçebeler ve şeyhler adalet işıklandır. Onlarla ilişki kurmanın en iyi


yolu, tümüyle dürüst olmak ve verilen sözleri yerine getirmektir. Bu gö­
çebe aşiretlerin kadın ve erkekleri devlet dairelerinde iyi muamele gör­
meli, şikayetleri daima dinlenerek, gerekli önlemler alınmalıdır. İçlerin­
deki ileri gelenlere nişanlar verilmeli ve üstlerine düşülmelidir, çünkü
bu halk alayiş ve ihtişamdan çok hazzeder.l 0 9

Devlet koleksiyonlarına katılan simgesel nesneler


Kutsallığı vurgulamanın bir yolu da, saray için, onun koruyu­
culuğu altında muhafaza edileceği varsayılan simgesel nesnelerin
satın alınmasıydı. Bu uygulamanın, bir önceki hükümranlık dö­
neminin son yıllannda da örnekleri mevcuttur. Butrus Abu-Man­
neh, Mayıs 1872'de, "Peygamberin çarıklan"nın Hakkari'den sa­
tın alırup lstanbul'a getirilmelen üzerine yapılan muazzam törene
dikkati çeker. Bu kutsal eşyamn gelişi sırasında atılan her adımın
haberleri basında yer almış ve yol boyunca ortaya çıkan mucizevi
1 d ı ı y l a r l ı i lo'ı,yl' Pdilıııiı;ıti. I ı 0 B un un bir başka örneği, iddiaya gö­
n • , l 't•ygaı ı ıl><·rin Gassanilerin hükümdarına yazdığı mektupta bu­
l ı ı ı ı a ı ı P lyazısının bir örneğinin satın alınmasıydı. Bay Perpinya­
n ı ( l ıP r l ı aldc Perpigniani) diye birinden 1875'te edinilen bu yazı
1 ın '"�inin, Hazine-i Hassa'ya konulması emredildi.ı ı ı

Yabancı milliyetlere mensup şahıslardan satın alınan bu­


ı ı ı ı l ı<mzer, genellikle de özgünlüğü kuşkulu nesneler, parça par­
l,'a t.oplanmaya devam etti. Bu örneklerden bir diğeri de, girişimci
l 'ı · rpinyani'nin 1877'de saraya sunduğu Hz. Ali'nin elyazısı örneği
1 •l d uğu ileri sürülen bir hattı. Sadrazam Said Paşa, bu nesnenin bir
r·ı H n� önce hazineye devredildiğini belirtiyor ve Perpinyani, Fransız
HP faretinin desteğiyle, şimdi başlangıçtaki ücret olan 5.000 lira ile
Ildemedeki gecikme nedeniyle LOOO liralık faiz tutarının ödenme­
Hi ni, aksi halde hattın iadesini talep ediyordu. Dahası, ödemenin
l u•men yapılmaması halinde bu parçayı derhal British Museum'a
Hatabileceği tehdidini savuruyordu. I l 2
Uzun yıllar sonra, bu sorun hala çözülememişti. 13 Mart
1 HD2'de, nazırlar hala Fransız sefiri aracılığıyla tekrar tekrar bas-
1< 1 yaparak tam bir başbelası olmayı sürdüren Perpinyani'nin
"teskin edilmesinden" söz ediyorlardı. Biriken faiz fiilen daha
�·ok tuttuğundan, 5.000 liranın uygun bir bedel olduğu kabul edil­
ı ı ıişti. 1 1 3 Ağustos 1893'e gelindiğinde, "parçanın özgünlüğü şüp­
heli bile olsa, satın alınarak bu tür parçaların ait olduğu Hazine-i
l lassa'ya konulması gerektiği" talimatı verildi. Burada apaçık bir
dille ifade edilen düşünce şuydu: "Muhtemelen sahte bile olsa sa­
tm alınsın." Bu yapılamazsa ve her taşın altından çıkan Perpinya­
ı r i hattı British Museum'a gerçekten satacak olursa, bu büyük bir
ı ırestij kaybı anlamına gelebilirdi. l l4
Sarayın, bu tür parçalara iyi para ödemeye hazır olduğuna iliş­
kin haberler, benzer şekilde kuşkulu nitelikteki satıcıları cezbet­
ti. Bunun örneklerinden biri, İstanbul'daki Makriköy'de (Bakır­
köy) oturan, padişaha Hz. Ali'nin üzengisi olduğunu ileri sürdüğü
ı;ıeyi sunmak istediğini bildiren bir telgraf çeken Fatma adındaki
kadındı. Bu üzengi, kadının iddiasına göre, keramete sahipti: Ha­
mallar yüklerini kaldırmakta güçlük çektikleri zaman, bu üzengi­
nin içindeki su onlara içiriliyor ve böylelikle güçlenen hamallar,
yüklerini sırtıarına büyük bir rahatlıkla alabiliyorlardı. l l S Zapti­
ye Nazın Nazım Bey, kendisine bu parçayı inceleme talimatı ve­
rildiği zaman, biraz kuşkucu bir yaklaşım gösterdi. Kadının, mer­
hum kayınpederinin sözlerinin ötesinde gerçek bir kanıta sahip
olmadığını ve üzenginin gözü rahatsız eden bir ejder başı biçi-
rninde olduğunu bildirdi: "O dönernde üzengilerin biçimi bilinnw­
rnekle birlikte, Hz. Ali'nin böyle süslü bir üzengi kullanabileceği
pek düşünülemezdi. " Nazım Bey, üzengiyi süsleyen ibarenin -"Ha­
life Ali'nin üzengisi"- "günümüzde yazılnuşa benzediğini" de ekle­
rnekteydi. I I 6
Sarayın bu parçayı almış olma ihtimali düşük görünüyor. Bu
tür olayların, daha ziyade yoksul tebaaya sadaka vermenin rnüna­
sip bir yolu olduğunu düşünüyoruz. II. Abdülharnid'in, Hz. Ali'nin
üzengisinin böyle gizemli güçlerinden rnedet uromuş olması bek­
lenernez; dernek ki aslında, arzuhalci (ölen kocası, ordudaki oğ­
lu, bu armağanı verrnek için ta Bursa'dan gelmesi nedeniyle) tüm
bu talihsizlik öyküleriyle padişahın ilisaruru urnuyor ve muhteme­
len elde ediyordu da.
Buna benzer bir diğer örnek, Tahir Efendi'nin olayıdır. Fat­
ma gibi, rnütevazı bir gelir düzeyine sahip, Harbiye Nezareti'nde
küçük bir memur olan Tahir Efendi, kendisinin, Peygambe­
rin "sersancakdar"ının torunu olarak belirli gelidere hak kazan­
dığını ileri süren bir heratı öne sürüyordu . Saray, sorunun ince­
lenmesini ve "gerçekten böyle bir rütbe olup olmadığını araştınl­
rnasını" emretti. I 1 7 Bu tür durumlarda genellikle başvurulan çö­
züm, Tahir Efendi'nin "bir miktar şey" ile baştan savılrnasıdır.

Abdülhamid döneminde dil sembolizmi


Osmanlı arşiv belgeleri tarandığı zaman, sık sık kullamlan belir­
li sözcük, deyim ya da klişelere rastlanır. Genellikle kitabet üslubu
olarak önernsenrneden geçilen bu deyirnler, devletin uyruklarını na­
sıl gördüğüne, yönetici seçkinlerin kendi aralarındaki ilişkilere ve
yönetimlerinin temelini nasıl algıladıklarına ilişkin yararlı ipuçları
verebilir. ı ı s Bunu o dönernde yaşamış bir İngiliz de fark etmişti:

Tebaanın yönetilmesine gelindiğinde anahtar kavram akilane'dir.


Köylüler arasında çıkan hunhar ve kanlı çatışmalar ise kibarca na­
sazlık (uygunsuzluk) olarak geçiştirilir. Bu durumdakileri nisbeten
yumuşak biçimde cezalandırma eylemine ise tertip (yola getirmek)
denir. Zor kullanmayı ima eden bir sözcük olan vurmak, ender ola­
rak, o da alçak bir tonda dile getirilen bir sözcüktür. Bunlar Türk yö­
neticilerinin tatlı dil ömekleridif. I I 9

Bu "kodların" yakından incelenmesinden ortaya çıkacak ilk


şey, devletin halkına karşı bakışının asla olumsuz olrnadığıdır.
l l ı ı l l< l ı i r l ı üt.ün olarak daima iyidir, ara sıra bazı kötü niyetli ve
l ı ı ı l ı ı t ınsurlar tarafından kandmisalar da, potansiyel olarak dai­
ı ı ı ı ı sadakat göstermeye ehildirler. Bu, ileri sürüldüğü gibi, dev­
IC 'Iirı halkını bir "sürü" olarak görmesi gerçeğinin bir sonucu de­
g i l d i r. Bemard Lewis, 19. yüzyılın akışı içinde, Osmanlı reaya te­
ri ı ı ıinin, yerini İngilizce "subj ect/uyruk" sözcüğünün Osmanlı­
ı ·a karşılığına dönüşen tebaa sözcüğüne bıraktığına işaret etmiş­
Ur. ı :w Özellikle 19. yüzyılda devletin şiddetle ihtiyaç duyduğu,
güvenebileceği halktı. Bütün bir halkı olası bir asiler topluluğu
olarak tanımlamak ve bu varsayımla üzerine zor kullanarak git­
mek verimli bir hal çaresi olamazdı. Kaldı ki ekonomik durum bu
denli pahalı polisiye tedbirlere elverişli değildi.
Hanefi İslam'a döndürülmeleri hedeflenen Iraklı Kürtler olan
Yezidiler örneğinde, halkın kendisi "iyi ile kötüyü ayırt edeme­
yen basit bir halk" (nik ve bed'i tejrik edemeyen sade-dilan aha­
U) olarak görülüyordu . Onları "iğfal ve teşvik" eden önderleri ta­
rafından kötü yola saptınlmışlardı. ı 2 ı Bir başkasında, aynı söz­
cükler tümüyle farklı bir bağlamda tekrar edilir. Yunanistan'dan
göç edip, sınınn Osmanlı tarafında iskan ettirilmiş olan sığınma­
cılar, kendilerine devlet tarafından vaat edilen toprak verilmediği
için Yunanistan'a dönme tehdidinde bulunduklarında, aynı şekil­
de Rumlar tarafından yoldan çıkartılmış "nik ve bed'i jark etmez
kimseler" şeklinde betimlenirler. ı 22
Bu tutum, yalnız Müslüman tebaaya yönelik değildir. Suriye vi­
layetindeki Hıristiyan nüfus arasında Protestan misyonerierin et­
kinlik kazanması üzerine, halk gene kötü niyetli kişilerce düşün­
"nik ve bed'i jark ve temyize muktedir olma­
celeri bulandırılan,
yan sade-dilan ahali" olarak görülür.I 23 Aynı şekilde, Tokat'ın
Alevi Kızılbaş halkı, Hanefi mezhebinin öğretilmesi, "aydınlan­
manın yüce yolunun" gösterilmesi gereken "sade-dil kır'a hal­
kı" (saf köy halkı) olarak betimlenir. 124 Amerikalı misyonerler
Konya'da bir okul açma girişiminde bulunduklan zaman, değer­
lendirme, bunun bölgede Protestanların etkisini ve sayısını artır­
mak için Ermeni "sade-dilanını iğfal" etmeye yönelik bir çaba
olduğu yönündeydi. I 2 S Bizzat halk nahoş etkinliğe karıştığı Za­
man, genellikle önderleri suçlanıyor ve bunlar "kafası karışmış
veya beyinsiz kişiler" (sebük-magz takımı) olarak nitelendirili­
yordu. l 26 Halk üzerinde tek hıyanet ve bozgunculuk kaynağı Hı­
ristiyan misyonerler değildi . Musul ve Basra vilayetlerinde etkin
olan Şii misyonerierin de, "kafa kanştırdıkları (tahdiş-i efldir) ve
halkı Şii olmaya davet ettikleri" biliniyordu. 1 2 7
Bu kafa kanştırma veya bulandırma teması zaman zamarı orta­
ya çıkar. Güncel konularda bile, ihtilafı kışkırtan sorunların dil<­
katle ele alınması gerekiyordu. Malumat gazetesi Mısır'da yayım­
lanan İslam karşıtı bir makaleye reddiye yayımladığı zaman, böyle
tartışmaların gazete sütunlarında yer almasının sıradan insanların
"zihinlerini kanştırdığı" (teşviş-i ezhan) iddia edilmiştiJ 2 8 Ha­
san Kayalı, bu eğilimin Jön Türk döneminde de devam ettiğine işa­
ret etmiştir; 1912'de, "siyasal konularda 'iyiyi kötüden ayırt etmesi'
beklenemeyecek din adamlarının seçimler ve siyasetle ilgili sorun­
lar üzerinde vaaz verdiklerine ilişkin taşradan gelen haberlere bi­
naen, siyasal konulardaki tartışma" yasaklanmıştı. I 29
1918'de Medine'yi savunan kumandan Fahreddin Paşa, denge­
sizliğine dair söylentiler çıkaran astlannın ihanetine uğradığında,
biyografi yazan, bu adamlan "beyinleri sulanmış olmakla birlikte,
aramızdaki bazı safdilleri kandırmayı başaran kişiler" olarak ta­
nımlayacaktı. ı 3 o
Özellikle Bedevi Araplar ya da Kürt aşiretleri gibi göçebe­
ler söz konusu olduğunda sık sık kullanılan bir başka ibare de,
bunlar "hal-i vahşet ve bedeviyedde yaşarlar" idi. Bu durum­
daki Yezidi Kürtler, yaşadıkları Sincar bölgesinde yerel yöneti­
min kurulması ve okullaştırma aracılığıyla, "yavaş yavaş uygar­
lığın içine çekiliyorlar" (peyderpey daire-i medeniyete idhal)
idi. 1 3 1 O zaman, bu ibare, hem çöl ve kent arasındaki çok eski
çelişkinin, hem de yeni Osmanlı bürokrasisinin "uygarlaştırma­
cı misyonu"nun bir ifadesiydi. Şerif Mardin'in belirttiği gibi, Be­
devilerin "kabile yaşamının prangalanndan kurtanlmalan" gere­
kiyordu. ı 3 2 Bir keresinde bizzat padişah bir Avrupalı sefire, Do­
ğu Anadolu'da, "hali tavn Amerika'daki yabanıl kabHelere benze­
yen" kabileler olduğunu söylemişti. ı 3 3
Hiç kuşkusuz, nihai amaç bu halkları "temel unsurun"
(unsur-ı asli) güvenilir üyelerine dönüştürmekti. "Araplara uy­
garlık ve ilerleme getirmek" (ürbanın temeddün ve terakkileri)
ve "onları yerleşik topluluklara dönüştürmek" (ürbanın tevat­
tınları) saplantısı, Osmanlı memurlannı Irak dağlanndan Sahra
çöllerine kadar meşgul ediyordu. Osmanlılann Salıra'daki Sünusi
şeyhlerinin gönlünü kazanmaya çalışmalannın nedeni, Bedevite­
rin "karakterlerini düzeltmek" (tehzib-i ahlak) ve "yabanıllıklan­
nı gidermek" (izale-i vahşet) idi. ı 34 Göçebeler, vahşi yaratıklara
benzeyen, ancak "doğal vahşet ve nefretlerini" (tevahhuş ve nef­
retlerini mucib olmak) uyandırmamak için idare edilmeleri ge­
reken unsurlar olarak görülüyorlardı. I 3 S
ı ı u v. . ı ı l l i r ıı."' ı<l'l'i ı ı ı ı sıırıar yaratma çabası, sık sık yinelenen bir
l ıı ı r,J ıw l l ıııı·Pı ı i ı ı l<ayııağını oluşturuyordu: Halk "sızıldısızca" saf­
l u t ı lı ı l ı i i Ui ı ı ı t ı;;t . iri l ın elidir. Bu sözcük, dikbaşlı topluluklan ordu­
'

ı l u l ıt l l i l ı ı ıPı;; t .inne sorunu ortaya çıktığında kullanılmaktadır. Ku­


I.I',V t\ l 'r i l<a çül Bedevileri, Musullu Yezidiler ve Anadolu Alevi­
l ı • r l ı ı ı • ıu•p hu şekilde davranılmaktaydı. Bu halklar açısından
" rn t.ı ıdaıııa"nın sonu yoktu kuşkusuz. I 3 6 Sorun açık bir isyana
dilı dlı;ılüğünde, o zaman onları "cezalandırmak ve benzerlerini
l1 1 1 rl< 111.rnak" (te'dib ve emsali terhib) şart oluyordu) 3 7
1 ı ıwldan yoksun olmaktan yakınan Tokat Ermenileri örne­
� l ı ı ı iPI<i gibi, sorun bir şikayeti olan Hıristiyan azınlıkla ilgiliyse,
ı. n ı ı a ı ı ılan ifade genellikle "gönül borcuyla kanşık yakınmaları"
r .� ıl fonn ile memzuc şikayetleri) şeklindeydi. l 3 8
t\v nca dış dünyaya karşı iyi, hiç değilse savunulabilir bir imge
'ıı t ı ı ı ııaya yönelik aralıksız bir çaba söz konusuydu. Bu genellikle,
l ıl r I;'Pyin "dosta veya düşmana hoş görünmeyeceği" (enzar-ı yar
,,,. tt,l)yara karşı hoş görünmemek) veya "boş konuşmalara yol
ıı ı;ıwağı" (tervic-i kıl-u-kal) gibi ibarelerle ifade ediliyordu) 3 9
ı trm ıanlı Devleti'nin, şu ya da bu antlaşma yükümlülüğünü yeri­

ı u · gPtirmek ya da reform vaadini gerçekleştirmek açısından dış


ı l llı ıyanın sürekli baskısı altında bulunduğu bir dönemde, nüfuzu­
t l l t ıırtırma yönündeki her türlü fırsattan yararlanmak çok büyük
11111'111 taşıyordu.
ı h ı ifadeler çok sık olarak, Şerif Mardin'in "tılsımlı" diye adlan­
ı l ı rd ığı bir nitelik taşıyor ve yönetici seçkinlerin kendi varoluşla­
ı ı ı l ı ı ı meşruiyetine kendilerini ikna etme çabasından kaynakla­
l l l l l l duygularını dile getiriyordu. I 4 0 Bizzat Osmanlı Devleti'nin
1 ı ·sı ı ı i sıfatıanndan birisi olan memalik-i mahrusa-i şahane (iyi
lı ı ın ınmuş topraklar) bile bu zihniyetin bir göstergesiydi; zira tra­
ı ı ıı 1-(ı�rçek bu toprakların hiç de iyi korunamadığıydı. Devletin da­
� ı ı ı ı ıa tehlikesinden söz edilen her yerde "hüda negerde" (Allah
ı · ��ı rgcsin) ifadesi, neredeyse Tann'nın inayetini harekete geçir­
I t ıP ı< için gereken sözcüklermişçesine dile getiriliyordu. I 4 I
ı )pvletin bir başka ismi olan "Devlet-i Ebed-Müddet-i Osmaniy­
y ı • " de, Roma aeterna veya "la France eternelle" ibarelerine çok
l ıı•ıı ıer ve aynı "ebedilik halesi"ne sahip nitelikteydi. I 4 2

S ı m uç

ı �ir ancien regime devletinin yüz yüze kalmak zorunda olduğu


l ıı •rl ıangi bir toplumsal ve siyasal meşrulaştırma projesinin en ha-
yati görevi, kendisini "eşyanın doğal düzeni"nin, "ı;ıpyleriıı her :w­
manki hali''nin bir parçası yapma ihtiyacıdır. Genel olarak halk,
eşyanın özgül bir düzeninin tarihsel sürekliliğini kabul ettiği za­
man, savaşın yansı kazanılmış demektir; o zaman yapılması ge­
reken artık statükoyu korumaktan ibarettir. Siyasal merkez, hal­
kı üzerinde yeni ve daha yoğun taleplerde bulunmaya başladığı
veya halkın beklentileri değiştiği zaman sorun doğar. Dolayısıyla
devlet, Hamid düzeni, Emest Geliner'ın "gerçeğin kuralı" olarak
adlandırdığı imgeyi sürdürmeye çalıştı, fakat bir yandan da, an­
cak temel dengeyi değiştirme pahasına harekete geçitilebilecek
maddi ve manevi kaynaklan elde etmek için toplumu sıkarak, bu
imgeye yeni bir güç enjekte etmeye çalıştı. 1 4 3
Bilinen İslami geleneklerden alınan simgeler, çok uzun zaman­
dan beri kabul edilmişti, çünkü, Edward Shils'in son derece za­
rif biçimde ifade ettiği gibi, "geçmiş tarafından verilenin bu kadar
yaygın biçimde kabul edilmesinin temel nedenlerinden biri, ya­
şamın geçmiş deneyimden kurulu ve beklenen çizgiler doğrultu­
sunda hareket etmesine izin vermesi, dolayısıyla, bekleneni fark
edilmeyecek biçimde kaçınılmaz olana, kaçınılmaz olanı da ka­
bul edilebilir olana dönüştürmesidir."l44
Hamid dönemi Osmanlı Devleti'nde sorun, artan İslami sembo­
lizmin ve "dünyevi ve göksel hiyerarşileri birbirine bağlantılandı­
ran örnek merkez" olarak hilafete dayanmanın, gerçek iktidann
elverişli bir ikamesi olmamasıydı. l45
2

Şeriatın Osmanlılaştınlması

1918 Haziranı'nın sonlarında kuşatma altındaki Medine'de, Os­


manlı karargahının kumandanı Fahreddin Paşa, askerlerine çekir­
ge yemelerine yönelik bir emir çıkardı. Nisan 1918'den beri Medine
karargahının, Medine'yi Şam'a bağlayan Hicaz demiıyolunu ele geçi­
ren Arap birlikleri tarafından dış dünyayla bağlantısı kesilmişti. Silah
ve mühimmat açısından iyi donanımlı durumdaki karargah çok geç­
ıneden açlıkla yüz yüze geldi. ı Gene de, kuşatma koşulları altında bi­
le, Fahreddin Paşa, Osmanlı hükümranlığının sürekliliğinin bir gös­
tergesi olmak üzere, kentte simgesel bir bulvar inşasını başlattı. Os­
manlı İmparatorluğu'nun teslim olduğu 30 Ekim 1918 tarihli Mondros
Mütarekesi'nden sonra üç ay kadar dayanan Medine karargahı, Os­
manlı meşruiyetinin zeminini, tuğla ve harçtan oluşan temelini koru­
duğunun çok iyi farkındaydı. Haziran 1916'da Mekke'nin kaybından
Ocak 19 19'a değin üç yıl boyunca sürdürülen uzun dönemli bir ku­
şatmanın ardından, şerifin kuvvetleri tarafından teslim olması isten­
diğinde, Hicaz Kuvve-i Seferiyesi'nin kumandanı, İngiliz kumandanı­
na şu mesajı yolladı: "Şu anda Peygamber ve en yüce kumandanın hi­
mayesi altında olduğumdan, savunmaların tahkimi ve Medine'ye yol
ve meydanlar inşasıyla uğraşıyorum. Beni anlamsız isteklerle taciz et­
memenizi rica ederim. "2 Harem-i Şerif'in savunmasına iştirak etmiş
olan N aci Kıcıman, yaşadığı dünyanın yıkıldığını gören bir son dö­
nem Osmanlısı'nın öfkesini dile getirir: "Tarihte hiçbir zaman bu ka­
dar fazla mühimmat ve kuvvetle teçhiz edilmemiş olan Medine, düş­
man iğfalatma kapılan yerli Müslürnanlar, Araplar tarafından rnuha­
sara olunuyordu. Yavuz Sultan Selim himmetiyle açılan, 'Hadirnü'l­
Harerneyni'ş-Şerifeyn' rnetharet unvanıyla başlayan ve asırlardan beri
binlerce kurban verilen hizmet sarsılacak rnıydı?"3
Osmanlı İmparatorluğu dahil, 19. yüzyılın nıoııarşileri, giU. i l«;ı·
artan bir şekilde, kendi varoluşlarını meşrulaştırmak konusım­
da hem kendi uyruklarının hem de dış dünyanın baskısı altında
kaldıkça, "bu kurum için yeni, ya da hiç değilse ek denebilecek
'ulusal' bir temel yaratma ihtiyacı" duymaya başladılar. 4 Osman­
lı hükümdarları, yalnız Hıristiyan uyruklarından ve Balkanlar' da
eski uyruklarından değil, aynı zamanda Müslüman ahaliden ge­
len milliyetçilik tehdidi ile karşı karşıya kaldılar. Osmanlı halkı­
nı, bir "Osmanlı yurttaşlığı"na gittikçe daha çok benzerneye baş­
layan yönde harekete geçirmek nesnel olarak zorunlu hale gel­
dikçe, oyunun kurallarının da bu doğrultuda değiştirilmesi gerek­
ti. Geliner'ın ifadesini kullanacak olursak, yöneten ve yönetilen
arasındaki "gerilim alanı" farklı bir boyuta aktarıldı. 5
1839 tarihli Gülhane Hatt-ı Şerifi, padişah tarafından çıkarılan
yasanın, hukukun üstünlüğüne saygı göstereceğine dair açık bir
bildiri olması nedeniyle, Osmanlı hukuk tarihinde önemli bir dö­
nüm noktasıydı. Bizzat tanzimat kelimesi, yeniden düzenleme an­
lamına gelmesi nedeniyle, kendi başına önemlidir. 6 Genel anla­
yış, bu fermanın şöyle ya da böyle tümüyle Batı baskısının sonu­
cu ve sadrazam Reşid Paşa'nın eseri olduğu yönünde olsa da, son
araştırmalar, Osmanlı yönetici çevrelerindeki bir iç dinamiğe işa­
ret eden kanıtları ortaya koymaktadır: Butrus Abu-Manneh, hep
düşünüldüğünün aksine hiç de pasif yapıda olmayan genç padi­
şah Abdülmecid ve onun danışman çevresinin bu fermanın arka
planını oluşturan temel ifadeleri belirlediğini inandırıcı bir biçim­
de ortaya koymuştur.7 Bu fermanı, Ceza Kanunu (1858), 1869'da
nizami mahkemelerin kuruluşu, Adiiye Nezareti'nin bu mahke­
meleri denetleyecek biçimde güçlendirilmesinin yanı sıra, avu­
katlık mesleğinin başlaması ( 1879- Usul-i Muhakemat-ı Cezaiyye
Kanun-ı Muvakkatı) gibi reformlar izledi. B Gelgelelim, bu süreç,
ardından gelenlerin temelini hazırlamış olmakla birlikte, burada
bizi ilgilendiren, hukuki altyapının kurulması değil. Bu araştırma­
nın amacı, İslam'ın, özgül bir bağlamda nasıl harekete geçirici bir
güç olarak kullanıldığını incelemek
19. yüzyılın başından itibaren Osmanlı yönetici eliti, o zamana
kadar yalnızca itaatkar bir kitle olması beklenen halklarına kar­
şı yeni bir yaklaşım benimsedi. O noktada kendileriyle, artık ak­
tif desteğine ihtiyaç duydukları kitle arasında yeni bir ortak pay­
da tesisine giriştiler. Osmanlı Devleti'nin yeniden ele alınan meş­
ruiyet temeli bu ortak paydanın oluşturulmaya çalışıldığı. deney
tahtası haline geldi. Bu süreç, b eraberinde tebaa ile iktidar ara-
• ı ı ı ıı ln l lı-ıl ii i i ıtiilü bir pazarhğı içeriyordu ve tarafların çıkarları­
I l l i , gi i n • l i lmwet ve zaaflarına, tarihsel konjonktüre bağlı olarak,
1 1 1 y l l zy ı l sonu ile 20. yüzyıl başı Ortadoğu'sunu yarattı. 1839 Tan­
t. l ı ı ı n l l{<'formu'ndan sonra, Osmanlı seçkinleri tebaadan, edilgin
l ı l r l ı i <; i ınde emirlere boyun eğmekten fazlasını isternek ihtiyacını
f(l l li I«,'P daha çok hissettiler ve meşruiyet zeminlerini bu doğrul­
l l ıd n değiştirdiler. Sonuç, Hobsbawm'ın "proto-nationalism" (ön­
ı ı ı l l l iyetçilik) adım verdiği olguya çok yakındı. 9
1 'adişahın, tüm Müslümanların halifesi olarak konumunun vur­
)l, ı ı l a nması, giderek artan şekilde yeni "dinsel-etnik özdeşliğin"
l ı ı l l.iinleştirici bir "ikonası" olarak işlev görmeye başladı: "Bir pro­
l ı ı ı ıasyonal bakış açısından, en doyurucu ikonların, özellikle (. . . )
ı •gpınenlik alanı tesadüfen müstakbel bir ulusla örtüşen ilahilik
y i l ldenmiş bir kral ya da imparatorla bütünleştirilenler olduğu
ııı;ı l<tır. " 1 o
Dolayısıyla 19. yüzyıl sonu Osmanlı devlet adamları, "Osman­
l l l'ı lık" biçiminde bir tür "imparatorluk supra-nasyonalizmi" ha­
yal etmeye başladılar. l l Tanzimat'ın en canlı döneminde ( 1839-
1 H76), görünüşte dinlerüstü nitelikte olmakla birlikte, Osmanlıcı­
l ı l< dönüşüme uğrayacak ve II. Abdülhamid döneminde daha İsla­
ı ı ı i bir nitelik kazanacaktı.

l lamid dönemi Hanefi hilafeti


"Bulgaristan'daki Türk vahşeti"nin 1876 yılı İngiltere'sinde gün­
delik siyaset malzemesine dönüşmesinden az sonra, İngiltere'nin
1 �abıa.J.i sefıri Sir Henry Layard, huzur-ı şahaneye kabul edildi:

Layard, padişahı daha önce hiç böyle kızgın görmemişti. ( . . . )


"Avrupa'da vahşiler ve fanatikler olarak suçlanıyoruz. . . [Oysa] Ça­
nn tersine, bir din savaşı başlatmaktan ve dini fanatizmden yararlan­
maktan şimdiye kadar geri durdum, ama dindaşlarının Bulgaristan ve
Ermenistan'da kesildiğini gören halkırnın haklannı ve öfkesini yatış­
tıramayacağım gün de gelebilir. .. " l 2

16. yüzyılda Hicaz'ın fethinden bu yana, Osmanlı meşruiyet ide­


olojisinin temel taşlarından biri, Osmanlı padişahının "yeryüzünde­
ki tüm Müslümanların halifesi" (Halife-i Müslimin veya Halife-i
Ruy-i-zemin) olmasıydı. l 3 Halil İnalcık'ın da ortaya koyduğu gi­
bi, evrensel İslam hükümdan olma iddiası Kamıni Sultan Süleyman
zamarnnda yeni bir içerik kazandı, çünkü "Süleyman'ın durumun-
da benzersiz olan, tüm bu [iddiaları] ileri sürerken, sahip olduğu
muazzam gücün gerçekliğine inanmasaydı."l4
Resmi mit, Mısır fatihi Sultan I. Selim'in, 151 7'de hilafet unva­
ruru son Abbasi halifesinden aldığını söyler. Ne var ki, efsane ke­
sinlikle tartışılmaz nitelikte değildir. Arnold, bu sözümona akta­
rırnın fiili temelinin biraz şüpheli olduğuna dikkati çeker. ı s Le­
wis, kesin olarak, aktanm öyküsünün "en ufak bir kuşku gölgesi
[olmaksızın] uydurma" olduğunu belirtmiştir. 1 6 İnalcık da ola­
ya, "anlaşılan 18. yüzyılda yaratılmış olan bir efsane" olarak gön­
derme yapar. 1 7 F1eischer ise bunu şöyle ifade ediyordu: "(. . . ) Os­
manlı meşruiyeti, gerek İslami gerek göçebe siyasal geleneği açı­
sından çok zayıftı. ( . . . ) Aslına bakılırsa, başarısını, ideolojiden
çok etkinliğine borçlu"ydu. ı s
Peki o zaman, "etkinliğin" kökten bir biçimde gerilediği 18.
yüzyıldan itibaren ne oldu? Konumlarının yalnız dışardan değil,
Müslüman halktan gelen tehdide maruz kaldığı bir dünya bağla­
mında, Osmanlı padişahları meşruiyetlerini korumayı nasıl ba­
şardılar? I 9 Yanıt şöyleydi: Il. Abdülhamid döneminde (1876-
1909) Osmanlı hilafeti, Müslüman uyrukları arasında yeni bir da­
yanışma temeli yaratmayı amaçlayan önemli bir girişim başlattı.
Bu çaba, Habsburglar ve Romanovlar gibi dönemin öteki meşru­
iyetçi monarşilerinin giriştiği siyasalara çok benzer nitelikteydi.
Seton-Watson'ın, "resmi milliyetçilik" adını verdiği siyasa, ideolo­
jik olarak kuşatılmış çok-etnisiteli imparatorlukların yönetici ha­
nedanları tarafından "milli" motifterin kullanılmasıydı. 2 0 Osmanlı
hilafeti, kendi bağlamında ve kendi tarihsel çeşnisinden yararla­
narak yeni bir "mistik", yeni bir benlik imgesine bürünmeye çalış­
tı. Duguid, Hamid döneminin "birlik" ve "selamet" gibi kilit kav­
rarnlara yaptığı bu yeni vurguya dikkati çeker:

III. Selim, Il. Mahmud ya da Tanzimat'ın tersine, Abdülhamid dö­


neminde ayırt edici olan, (reform ve değişim siyasasının) tutarlı bir
biçimde, daha baskın hissedilen bir ihtiyaca, yani imparatorluğun
Müslüman halkı içindeki birliğe göre arka plana itilmesidir. Siyasalar
ve öncelikler açısından, 1878 yılı, Osmanlı'nın kendine bakışında te­
mel bir değişikliği temsil eder. 2 1

Abdülhamid'in en korkulu düşmanlarının, yani İngiliz sömür­


geci yetkililerin de, "(...) Türkiye sultanının İslam halifesi olduğu­
na dair yeni iddiası"ndan bahsetmeleri önemlidir. 22
Abdülhamid, imparatorluk toprakları birbiri ardına koptukça
l ı ı ı l l' ı ı n ı s ı ı ı d a yaygınlaı;;an ümitsizlik hissiyatından yararlanması­
n ı l ı l l d i ./. '1 Durum, Albert Hourani'yi şu yorumu yapmaya itmiş­
l l l " Avnıpa <'yaletlerinin çoğunun yitirilmesi, imparatorluğun ni­
l ı · l l,:( i ı ı i değiı;; tirdi. Müslüman bir dünyanın siyasal bağımsızlığının
1ıı ı ı ı ı . . �ahürü olarak, ister Türk olsun, ister Arap, Müslüman uy­
.

ı ı ı ldar, eskisinden de yoğun düzeyde, düşmanları tarafından ku­


'Jı ı l.ıldıkları duygusuna kapılmış durumdaydılar."24
lhı nedenle, İslami meşrulaştırma temelde "tedafili" bir konum
u l a rak kabul edilmeye başladı. Huri İslamoğlu İnan'ın haklı ola­
nı 1< l ı elirttiği gibi:

Burada önemli olan 19. yüzyılda devletin meşruiyet ilkesinin, gi­


d1•rek ilahi düzenden kaynaklanan yaygın bir adalet anlayışı olmak­
tım çıkrruş olmasıdır. Artık meşruiyet bilinçli bir şekilde İslami öğeler
�·<•rçevesinde tanımlanan defansif bir ideoloji halini almıştır. Başka
d('yişle, Batı'nın getirdiği haksız düzene karşı hakkaniyetİn dilini öz­
gül (particularistic) bir ulusal ideoloji olarak tanımlanan İslamiyet
ıtlmıştır. Abdülhamid döneminde bilinçli olarak formüle edilen hila­
fet kurumunun simgelediği İslam ulusalcılığını bu çerçeve içinde gör­
mek önemlidif.2 5

Buna e k olarak, Müslüman ve Hıristiyanlann kanun önünde


« 'r;ıit olduklarını ilan etmesinden beri 1839 Tanzimat Fermanı, şe­
riat önünde üstünlük konumlarının gitgide zayıfladığını hisseden
M üslümanlar arasında ciddi bir gücernklik yaratmıştı.2 6
Hanefi mezhebine dayanan "yeni ortodoksluk" resmi ideoloji
ı ı l arak böyle bir ortamdc;ı biçimlendirildi. İslam hukukunun Ha­
ı ı di mezhebi, oldum olası "mezheb-i resmiyye" olarak Osmanlı
l ıükümdarlarına en yakın mezhep olmuştu.27 Bu tercihin nedeni,
l lanefıliğin, güçlü ve yetkin bir hükümdarın, özgün kutsal Kureyş
lmbilesinden olmasa bile İslam'ı koruması ve şeriatı yüceltme­
si şartıyla tüm Müslümanların halifesi olarak tanınması gerekti­
�i yorumuydu . 2 8 Fleischer, Osmanlı padişahının resmi "Tann' run
Yeryüzündeki Gölgesi" (zillullah fi 'l-arz) unvanının, Türklerin
bozkır geleneğini, yüce İslami evrensellik özlemlerinin gerçekli­
ğiyle uzlaştırma ihtiyacına dayanan bir ahir zaman icadı olduğu­
na işaret eder. "Evrensel egemenlik ( ... ) çarpıcı başarısı Tann'nın
inayetinin gözle görülür kanıtı vermesi nedeniyle, meşruiyeti yad­
sınamayacak, en yüce hükümdarlık biçimidir."29
Il. Abdülhamid'in hükümranlığında, Osmanlı bürokrat/entelek­
tüelleri tarafından, yeni bir emperyallmilli ideoloji arayışının esa-
sı olarak temel İslami kurumlara, yani şeriat ve hilafete yeı ıi h i r
içerik kazandırma yönünde bilinçli bir girişim ortaya çıktı. Ü ı ı lU
Rollandalı Şarkiyatçı Snouck Hurgrorıje gibi bir gözlemci, şu yo­
rumu yapacaktı:

Zaferleri döneminde Türk devleti tarafından verilen imtiyazlar (. . . )


fethedilen eyaletlerde, Hanefiliğin yanı sıra, yerli inanca bağlı bir yar­
gıcın atanmasını gerektiriyordu; (bu) günümüzde [ 1856-86] artık ge­
reksiz görülmeye başlandı. ( . . . ) Türk devleti ( ... ) din hukukunda tek
otorite haline gelen Hanefilik dışında ( . . . ) hepsini bastırmış durum­
dadır.30

Daha önce sözünü ettiğimiz Süleyman Hüsnü Paşa'nın bu ko­


nuda çok ilginç fikirleri vardı. Irak'taki sürgününde kaleme aldı­
ğı, 7 Nisan 1892 tarihli olağanüstü ayrıntılı layihada, heterodoks
ve sapkın unsurların resmi mezheple bütünleştirilmelerini sağ­
lamak üzere, devlet tarafından alınması gereken önlemleri anla­
tır. 3 ı İslam ve Hıristiyanlığın çeşitli mezhep ve alt mezheplerine
bölünmüş Türk, Kürt, Arap, Keldani, Nasturi, Ermeni ve Yahudi­
lerden oluşan Irak'ın karmaşık etnik mozaiğinin çöküşüne ilişkin
oldukça ayrıntılı bir girişin ardından, şu yorumu yapar: "Yukarı­
dan anlaşıldığı üzere, devletin resmi mezhebine ve diline mensup
olanların azınlığı oluşturduğu aşikar iken, çoğunluk muhalefet
güruhuna dahildir."32
Bu duruma, sistemli propaganda ve "sapkınlar"ın veya "dala­
lete düşmüş" olanların (!irak-ı dalle) "inançlannın düzeltilmesi"
(tashih-i akaid) ile çözüm bulunabilirdi (tashih-i akaid terimi,
Abdülhamid rejiminin düsturlarından birine dönüşecekti). Paşa,
Osmanlı Devleti'nin bunu gerçekleştirmek için, Kitabü'l-Akaid
yazımının fınansmanını üstlenmesini öneriyordu; bu kitap, her bi­
ri ortodoks olmayan bir unsuru ele alacak on beş kadar bölüm­
den oluşacaktı. Paşa, hikmetinde oldukça cömertti ve önerdiği
kitabın bölümlerini Şiilikten tutun da, Hıristiyanlık, Yahudilik gi­
bi aşikar hedeflerin yanı sıra, "Hindi-Çin'in putperest" inançlarını
kapsayacak kadar geniş tutmuştu . 3 3 Sapkın inançlardan birinin,
"yeni felsefe" (felsefe-i cedide) olarak tanımlanan pozitivizm ol­
ması da önemlidir. Bu nedenle, kitabın Fransızcaya çevrilmesi de
tavsiye edilrnekteydi. 34
Kalemlerini "resmi mezhebi" savunmak için kullananlar, bunu,
yazılı sözün, gazete ve kitapların dünya çapında dağıtımıyla bir­
likte, daha önce hiç olmadığı kadar geniş bir kamuoyuna ulaşma
ı l i ı• ı ı ı ıı · �:ıl ı i p olduğunu bilerek yaptılar. Şerif Mardin'in işaret et­
ı t ı\1 ı.t l l ı l , rı·�ı ı ı i olarak onaylanan türden toplumsal mobilizasyon
l ıl ı • ı ı ı l U r l l vı• "cep kütüphaneleri" olarak adlandırılabilecek bir ya­
ı ıı t l ı ı ı l op l ı ı l tığu, 1890'larda, Van gibi ücra yerlere kadar yayıldı. 3 5
l lı ı l ı ı ı ra l il rün büyük bölümü, daha büyük bir okur kitlesine ula­
· .

·ıııı ııv,ı d il�iincesiyle, kasıtlı olarak görece basit bir dille yazılmış­
l ı " M . . ;ı;Jıpb-i resmiyye", basın aracılığıyla da yaygınlaştırıldı. 3 6
\ v ı ı ı �l'l<ilde, "Türk gazetelerinin tonu ve genel eğilimi, sultan­
l ı ı ı l l lı ·ı ı in, geniş topraklarının en ücra köşelerindekiler de dahil,
ı ıw l l l ldl' alt kesimlere mensup 'gerçek müminlerin' imgeleminde­
ı. ı ı • w • ı ı Hmliğini yoğunlaştıracaktı."37 Bu tutum, küçük bir Ana­
ı lı ıl ı ı l<ı•ntinden kim olduğu bilinmeyen bir din adamının yazdığı
ı ·•u •rdl' örneklendiği şekliyle toplumsal mobilizasyon literatürü­
ı ı ı · . ı . . yansımaktaydı. Bu eserde şu yorum yer alıyordu: "(... ) Ga­
� t• l l'll'r sayesinde, Tek Gerçek Din'in parlak ziyaı, artık lslam'ı
l ıl l l ı ı ı�d yüce bir din Cfenni bir din-i ôü) olarak tanımış olan
\1 ı ı ıpa'ya dek ulaşmış durumdadır... "38

�.lı •riatın Osmanlılaştınlması


ı lı-ımanlı' da siyasi meşruiyet aynı zamanda "şeriatın Osmanlı­
lıırJI ın lması" olarak tanımlanabilecek bir sürece de dayanıyordu.
ı ı,.ıııanlı yönetici seçkinlerinin, şer'i kuralları standartiaştırma ve
ı l t l l.t •ıı leme ihtiyacını duymaları olgusu, İslami uygulamayı rasyo­
ııııl l:.ı:P etme ve "doğallaştırma"ya yönelik arzularının bir göster­
uı•Nidir. Bu tutum, en iyi Ahmed Cevdet Paşa'nın yapıtlarında ve
ı ii.PI I i lde fıkıh kurallarına ilişkin düzenlemesi olan Mecelle'de gö­
ı l l l n r. H Bu anıtsal yapıtın girişinde, Cevdet Paşa, "uygar ve ge­
l l�ıııi� ülkelerin" (medeni ve müterakki milletler) medeni kanu­
ı ı ı ı dt'ğinen anayasalara sahip olduğuna işaret eder. Bununla bir-
1 1 11 1.1', zamanın değişmesi ve medeni kanun ile nizarniye mahke­
ı ı ıl'lt•rinin kuruluşu nedeniyle, hakimierin artık dini hukuka göre
� "ı.tlt.i lmediğini, ama yine de ona gönderme yapmak zorunda kal­
ı lı Id arını belirtir: "Şimdi ise her tarafta ulum-ı şer'iyyede maha­
n·l.li zevata nedret geldiğinden me-hakim-i nizamiyyede ledeli­
ı ·ıılı kütüb-ü fıkhiyyeye müracaatla hall-i şüphe edilebilecek a'za
-,oylc dursun, memalik-i malırusada kain bu kadar mehakim-i
?••r'iyyeye kMi kuzat (kadılar) bulmak müşgil olmuştur."40 Paşa,
l ıı ı ııdan başka Hanefi kurallarının sistemli bir biçimde düzenlen­
ııu•nüş ve "dağınık bir halde" olmasından yakınmaktadır.4 I Cev­
dPI. Paşa, bu düzenleme çabasının, ilm-i fıkhı güncelleştirme ve
onu çağdaş dönemin ihtiya<:hırııuı uygun lıah� g<'l.irı ı u • J.Wrt•l<ı-ıi ı ı l
mine bir yaıut olduğuna işaret ediyordu. Haneti fıkıh kurallarıııı ı ı
derlemesi, bu nedenle "böylelikle uygulamalarını şeriata uydura­
bilecek olan tüm memurlar için bir başvuru kaynağı" idi. 42 Şeri­
at, Brinkley Messick'in dikkati çektiği gibi, böylelikle "açık uçlu"
olma özelliğini kaybedecekti; oysa vurgusu, önceden hatırı sayı­
lır bir hareket alanı bırakmakta olduğu kadılardaydı. Amaç, ay­
nı zamanda imparatorluğun en uzak köşelerine kadar dağıtılacak
ve böylelikle "yasal metin, sıradan insanın, yani yurttaşın yasaya
karşı sorumluluğuna yönelik Batılı kavramın habercisi olacak şe­
kilde" kuralların standartlaştırılmasıydı.43
Cevdet Paşa ve çalışma arkadaşları, hukuki uygulamala­
rı standartlaştırmanın peşinde olmalarına karşın, merkezle da­
ha yakın etkili ideolojik bağlantılar oluşturma girişimi, hemen
hemen sürekli ayaklanma halindeki Yemen başta olmak üzere,
Irak ve Yemen gibi sınırlardaki uzak vilayetlerde genellikle büyük
güçlüklerle karşılaştı. Yemen'in vilayet merkezi olan San'a'dan
gönderilen, 6 Nisan 1884 tarihli bir rapor, bölgenin önde gelen ka­
dılarından olan Kadı Hüseyin Çağman tarafından hazırlanan bir
şikayet dilekçesine gönderme yapıyordu. Kadının yakındığı pek
çok şey arasında, en çarpıcı nokta, İstanbul'un Yemen'deki ni­
zamiye mahkemelerinin sayısını azaltınasına ve halkın adale­
ti şer'i mahkemelerde aramasına izin vermesine yönelik ricasıy­
dı. San'a'dan gelen dilekçe ve beraberindeki mektup, "( . . . ) Yemen
halkı on üç yüzyıl kadar önce Müslüman olduğundan bu yana,
adaleti şer'i mahkemelerde aramaktadır, bu nedenle, halkın niza­
miye mahkemelerini kullanmasında diretmek gerek yerel ahali­
nin gerek devletin çıkarlarına zararlıdır. . . " denilmekteydi. Dahası,
bu belgelerde devletin bölgeye "sadece dini güvenilirliği tartışıl­
maz olanları" ataması tavsiyesinde bulunuluyordu.44
Bununla birlikte, yüzyılın sonlarında bile, merkezin Yemen'de­
ki hükümet mevkilerine memur bulmakta zorluk çektiği anlaşıl­
maktadır. Vali, 3 1 Ekim 1898 tarihli layihasında, alt düzey memu­
riyetlerdeki münhalleri Yemenlilerle doldurmaya çalışmış olma­
sına karşın, bu çabasının, "devletin resmi dilini konuşanların çok
az olması nedeniyle" boşa çıkmasından acı acı yakınıyordu.4S
Yemen' de, Hanefi ve Şafii mezhepleri arasında bir modus vi­
vendi oluşmuş bulunmasına ve Şafii bölgelerin etkin desteğini
almasına karşın, Osmanlı yönetimi yukarı Yemen'de onları "ecne­
biler" olarak gören Zeyyidiye imamlarının amansız düşmanlığıy­
la karşı karşıyaydılar. Messick, Türkler ile Yemen halkı arasında-
h i ldt >oloj i l< J'ay hatlarının, her iki tarafın şeriat yorumlanyla be­
l l ıl t > ı ı ı l iğirw dikkati çekmiştir: "Osmanlılar, imparatorluğun şeri­
ı ı t ı l< c ınuna görevini kararlılıkla savundular ve imamlannkine ra­
h i p, l<l'ndi yerel şeriat siyasetlerini seferber ettiler."46
1 ll. yüzyıl sonunun en tanınmış Osmanlı vilayet yöneticilerin­
ı lı • ı ı l ı i ri olan Osman Nuri Paşa'nın hazırladığı geniş bir raporda,
c IHı ı ııuılı yönetimi altında dini malıkernelerin "uygarlaştıncı" etki­
l ı •rl vurgulanmaktadır.47 Hicaz'ın Arap şeyhlerinden biriyle yaptı­
p,ı l ıi r konuşmada, Osman Nuri Paşa, şeyhi "Kanun-ı Arabdan" vaz­
J.(ı•c;ıııesi ve şeriatın uygarlaştıncı dairesine girmesi yönünde uyanr.
I lliyüklerinin onayını almadan gizlice kaçan iki genç 3şığı öldür­
ı ı ıc •l< konusunda yaptıkları tartışmada çok ilginç bir alışveriş or­
t ı ıya çıkar. Şeyhin ısrarı üzerine sabn tükenen paşa, onu akla da­
v l 'l. eder: "Allah sizi ıslah etsün ya Şeyh! Kanun-ı Arab min kable'r­
Hııl ıman Kabail-i Araba mahsus olarak inzal mi olundu (gökten mi
ı ı ıdi), madem bir hükmü Kuran'a muhalifdir."48
< >sman Nuri Paşa, 1888'de, nizarniye mahkemelerinin, adaleti
l ıc•r zaman şer'i mahkemelerde aramış olan "kabailin teneffür ve
I Pvn.hhuşlarını" mucib olacağını yazacaktı. Bu nedenle, Yemen'de
ı ı lzamiye mahkemelerinden vazgeçilmesi zorunluydu; aksi hal­
ı l«', "ahalinin eelb-i kulO.blan" şeklindeki amacın gerçekleşmesi
ı ı ı ı kansız olacaktı. Bir başka aynntılı layihada, Osman Nuri Pa­
·�a, Hicaz'daki nizarniye mahkemelerini nasıl kaldırdığını ve yer­
lPrine şer'i mahkemeleri geçirdiğini anlatıyordu.49 Bundan baş­
lc ıt yerel halkın kalbini kazanmaya yönelik çabalarını da akta­
ıı yordu: "Yemen'de evvelce teşkil olunan usul-ü adliyyeyi Ba­
l mde-i Seniyye-i Hazret-i Hilafetpenahi ilga etdirüb yerine şer'i
l ı l r mahkeme teşkil etdim. ( . . . ) Kan davalannı ber nesih-i Şer'i Şe­
ri f bu mahkemede fasl etdirdiğimden kabail bundan müteşek­
ldr ve minnetdar oldular." Paşa, şeylerin ve şeritlerin nüfuzunun,
c h�vletin çıkarlarını gözettiği sürece kullanılmasının, arzu edilen

ıunaçların kan dökülmeden gerçekleşmesi anlamına geleceği için


uygun olduğunu da vurguluyordu. s o
"Osmanlılaştırılmış şeriat"ın önceliği, dönemin tüm belgele­
rinde kendini gösterir. 27 Haziran 1882'de, Sadaret Dairesi, Hi­
c ·az'daki yasal işlemlerde gereken tüm kurallara uyulması için
lı er türlü özenin gösterilmesi gerektiğini belirten bir layiha hazır­
ladı. Tüm davaların lslam'a göre görülmesi ve kabile adetlerine
ımcak pek azının bırakılması kararlaştırıldı. Bir Divan-ı Tedkik-i
Alıkarn tesis edilerek kadı tarafından yönetilecek, üyeleri de İsla­
mi kazaya hakim yerel uzmanlardan seçilecekti. İstanbul, Hicaz'a
ancak en yetkin kadıların gönderilmesini sağlayacaktı; "tüm so­
runların şeriatın kutsal ilkelerine uygun olarak görülmesi gerek­
tiği" özellikle belirtilmekteydi. s ı
Düzenin tecessümü olarak şeriat, yerel adetlerle karşı karşıya
getiriliyordu: Aynı tutumun, bölgede Osmanlıların yerini alan sö­
mürge rejimierin siyasasına da yarısıması ilginçtir: "Sömürgecilerin
bakış açısından, tek bir hukuk sistemi yaratmak adına Metlerin ya
standartlaştırılması ya da büsbütün ortadan kaldırılması gerekiyor­
du. Şeriat, Batı hukukuna göre düzensiz kabul edilmekle birlikte,
'adet' ile karşılaştırdığında düzenli görünüyordu."S 2

Resmi mukaddesatı tekelleştirme çabası


Son dönem Osmanlı meşrulaştırmasımn bir başka çarpıcı özel­
liği, resmi mukaddesatı tekelleştirme ve denetleme çabasıdır. Bu­
nun en iyi örneği, Kuran-ı Kerim'in basımı ve ithalini denetleme
çabasıdır. 15 Aralık 1897'de Maarif Nazırı Zühdü Paşa, şeyhülis­
lamlık makamına, İran ve Rusya tebaası Müslümanların Kuran'ın
basım ve satışı için resmi başvurular yaptığını bildiren bir tezki­
re gönderdi. S3 Nazır, 1276 (1858-1860) yasasının İran'dan gelen
Kuran'ların ithal ve satışını özellikle yasakladığını tekrar tekrar
dile getiriyordu: "lranlıların Kuran-ı Kerim nüshalarını Osmanlı
topraklarına, özellikle de Darü'l-Hilafeti'l-Aıiyye'ye (Kutsal Hila­
fet Makamına) getirdikleri gayet iyi bilinmektedir. Bu uygulama­
nın kesinlikle yasaklanmış olduğunu size hatırlatmaya gerek bile
yoktur." Bu doğrultuda, tüm Kuran'ların bundan böyle resmi mat­
baalarda b asılması kararlaştırıldı. S 4
Sünni Osmanlı hilafetinin, Şiilerce hazırlanmış Kuran'lar­
dan kuşkulanmaları anlaşılır bir şey olmakla birlikte, aynı ya­
sak, Sünni Kazan'dan, hatta İslami ilirolerin beşiği olan Mısır'da­
ki el-Ezher medresesinden çıkan Kuran'lara da uygulanmaktaydı:
"Mısır'dan gelen ( ... ) Kuran'ların ithali de, uzun süredir yerleşik
olan uygulamaya göre aynı şekilde yasaktır. " s s Tezkirenin sonra­
ki bölümleri, Osmanlı uygulamasımn özgül, tarihi karakterini or­
taya koyar:

(. . . ) Tedkik-i Mushaf Komisyonu'nun mütalaası vechile ehl-i sün­


netden bulunan matbaacıların bundan memnuiyeti münasib değil gibi
görünür ise de ( ... ) yann yine ehl-i sünnetden olarak zuhur edecek bir
Kazanlı veyahud Hindli ve Cezayirliye [veya diğer] tebaa-i ecnebiy­
yeden mushaf basmak isteyen bir Müslüman'a karşu açılmış olan bu
lmpııııım kapanması mümkün olamıyacağından ötedenbeıü Melfun-ı
Imdiın-i Allahi üzerinde dönüb dolmşan bunca etkiir-ı mütenevvia-i ec­
HI'Iıiyyenin şu zaman-ı galeyanında bin üç yüz bu kadar yıldır bir ha­
l'l'lwsine tebdil tari olmıyan Kuran-ı Kerim'in neuz-u billah envayı tah­
ri fata uğramasına ve bmşka devletçe hayal ve hatıra gelmez müşkiUtta
ll'sadüf edilmesi ...

Bu nedenle, Kuran'ların incelenmesi için bir komisyonun


( 'I'Pdkik-i Mushaf-ı Şerif Komisyonu) kurulması ve tüm Kuran ba­
�-u ınlarının ancak bu komisyonun onayıyla gerçekleştirilmesi ka­
nı.rlaştınldı. s 6
"lranlılar ve Ruslar" tarafından Kuran basımının yasaklanrna­
.-ı ına ilişkin emirlerin yıllar içinde sık sık yinelenrnesi, sorunun
h i ç çözülernediğinin ve bir kaygı kaynağı olmayı sürdürdüğünün
giistergesidir. 18 Ekim 1901 'de, Maarif Nezareti bir tezkirede, "bir
ı ı ıüddettir bu lranlılar ve Ruslarla meşgul olduğuna ve eğer bun­
lara izin verilecek olursa, bunun çok talihsiz bir emsal oluştura­
nığına, fiilen kurala dönüşeceğine" dikkati çekmekteydi. Tedkik-i
Mushaf Komisyonu'na açık açık verilen görev:

( ... ) olağanüstü önemdeki bu soruna büyük bir dikkat göstermek.


Bu kapıyı açacak olursak, lranlı, Cezayirli ve Rus yabancılar, Sün­
ni olsalar bile, çok tehlikeli bir emsal yaratacak, Allah esirgesin!
Kelam-ı Mukaddes'in, yabancıların çatışan görüşlerinin ve propagan­
dalarının arttığı şu belalı dönemde (ejkar-ı mütenevvia ve ecnebiye­
nin şu zaman-ı galeyanında) çeşit çeşit saptırmalara uğramasına
(envai tahrijat) neden olacaktır... s 7

Nazır "yabancılara" veya "Osmanlı olmayan Müslümanla­


ra" gönderme yaparken, dönernin Osmanlı belgelerinin hepsin­
de kendini gösteren bir noktayı dile getiriyordu: Osmanlı hilafe­
tinin meşruiyetinin tehdit altında oluşu ve bu tehdidin hatın sa­
yılır ölçüde, Hıristiyan yönetimi altında yaşayan, Osmanlı meşru­
iyetine meydan okumaya yöntendirilmiş olabilecek Müslüman­
lardan gelişi. Tam bu noktada, söz konusu belgenin, Batılı oryan­
talist/sörnürgeci çevrelerde "Arap hilafeti" tartışmalarnun başla­
masıyla yaklaşık aynı dönernde hazırlandığını hatırlamakta yarar
var. "Belalı dönemlere" ve "İslam hakkındaki başıboş" tartışmala­
ra yönelik bu gönderme, Osmanlıların karşı karşıya bulundukları
tehlikeyi iyi değerlendirdiklerİnİn göstergesidir.
Kuran'a ilişkin yabancı entrikaları sapıantısının saflık raddesi-
ne ulaştığı da bir gerçektir. Bir noktada saray, işi Stockholm'dPI<i
Osmanlı sefaretine "Kelam-ı Mukaddes'in kafirlerin eline geçnw­
si caiz olmadığından" İsveç ve Norveç'te bulabildikleri tüm Ku­
ran'lan satın almasını emretmeye kadar vardırmıştı. Sefır olduk­
ça sıkıntılı bir halde, buradaki nüshaların satışının söz konusu
olamayacağını, bunların kamusal kütüphanelerde nadir eser
koleksiyoncularına ait bölümlerde bulunduğunu bildiriyor ve
"buradaki kamuoyunun Devlet-i Aıiyye'ye çok olumlu olmaması,
durumu daha da nazikleştirmektedir" diyordu. s 8
Abdülhamid rejiminin ünlü bir muhalifi, düşünür ve Jön Türk
Rıza Tevfik de, devletin İslami kaza ile ilgili kitapların dolaşımı ve
içeriğini denetim altına almaya özel bir çaba göstermesine dikka­
ti çekiyor ve Büchner, Darwin, Spencer ve Mill gibi düşünürlerin
eserleri gibi çok daha açıkça "zararlı" kitapların, İstanbul kitap­
çılarında serbestçe satıldığına alaycı bir dille değiniyordu. Özel­
likle iğneleyici bir dille, İslam'da hilafet ve meşru hükümetle ilgi­
li temel ders kitabı olan Mızraklı ilmihal'in bile, "o hükümet bo­
zuntusu tarafından değiştirildiğini ve bu yüzden de İngilizler tara­
fından şiddetle eleştirildiğini" ileri sürer.s9 Burada Rıza Tevfik'in
İngilizlerden bahsetmesi önemlidir, hükümetin korkularının yer­
siz olmadığını gösterir.
Osmanlı hilafetine karşı başlatılan kampanya ile bunun Arap
hilafetine dayanan alternatifi, Abdülhamid'in hal'inden sonra iv­
me kazandı. Ünlü sözlükçü Sir James Redhouse, Osmanlı iddiası­
nı destekler şekilde şunları söyleyecekti:

Unvan genellikle ortodoks Müslüman dünya, Sünni mezhebi tara­


fından tanınır ve kabul görür. (... ) Genel kabulleri muhtemelen kıs­
men Osmanlı İmparatorluğu'nun gücünün, kısmen de Mekke ve Me­
dine kentlerini elinde tutmasının bir sonucu olmuştur (...) [Padişahın]
en değerli unvanlanndan biri Hadimü' 1 -Haremeyn-i Şerifeyn idi. 60

Dolayısıyla, şeriat gibi, hilafet kavramı da dini olmaktan çok


siyasi bir nitelik kazandı. Artık bir Müslüman, hatta bir Sünni ol­
mak bile yeterli olmuyordu.
Cezayir'in Fransızlarca işgalinin ardından Osmanlı toprakla­
nna sığınmak isteyen Cezayirlilerin durumu bunu açıkça ortaya
koyar. Osmanlıların başını epey ağrıtan olay, darülharbden ka­
çarak Suriye vilayetine göç eden Cezayirlilerin hukuki statüsüy­
dü. Bu unsurlardan bazılan Osmanlı topraklannda Fransız pasa­
portlarını alıkoyarak yaşıyor, böylelikle Osmanlı topraklarında
y ı ı 1,u ı .v u ı ı l•'nuısız uyrukların özel imtiyazlarından da yararlanıyor­
ı l l l :w l<wmn 1889'da, Babıa1i, söz konusu Cezayirlilerin ülkeye
sonra iki yıl içinde Fransız yurttaşı olarak kalmaları
ı.ı l ı l � l c • r i ı ıdt�n
ül keyi terk etmek zorunda kalacaklarını, aksi halde oto­
l ı ı ı l l ı ı dP
ı ı ı ı ı ll l< olarak Osmanlı yurttaşı sayılacaklannı belirten bir irade
•: ı lw rd ı . Fransız uyruğundaki Cezayirlilerin Osmanlı kadınlarıyla
.. v l t•ıı ı neleri yasaklanacak ve bu düzenlemeyi çiğneyen tüm Ce­
wy l rl i ler "İranlılara müteallik düzenlemelere göre muamele göre­
n • (< " ve Osmanlı toprağını terk etmeye zorlanacaktı .6 1
< :pzayir'de yaşayan, Müslüman olmuş gibi görünerek 1890'da
l ı ıwca giden bir Fransız olan Gervais Courtellemont, gittiği her
y l ' n l e kendisinin ve rehberinin izlendiğine ve kuşkuyla muame­
l ı • �i irdüğüne değinir. Cidde'de karaya çıktığında, "Daha ilk adım­
ı lı ı ı ı itibaren zanlılar olarak muamele gördük ve sanki tesadüfen
v, l l ı l , alışverişimizi yaptığımız dükkaniarda sorguya çekildik ( . .. )
' I H< kişi bile bizi yemeğe davet etmedi. ( ... ) Bu bir Arap toprağın­
ı lı ı kötüye mi işaret? Evet, kesinlikle. Ben bir zanlıydım ! "6 2
Bu bağlamda bir başka hayati mesele, Osmanlı olmayan Müs­
l l l ı ı ıanların Hicaz'da toprak ve emlak satın almasıydı. 7 Nisan
1 HH2' de Ştıra-yı Devlet, Hintli, Cezayirli ve Rus Müslümanlarının
. . ın tak edinınesi hakkındaki yasağı tekrar tekrar dile getirdiği bir
I Pzkire hazırladı. İfade edilen gerekçe, potansiyel beşinci kol et­
ld ııliklerine yönelik korkuydu:

Bu makule teb'a-i ecnebiyye-yi Müslimenin o havali-i mübareke­


de emlak tasarruf etmelerine nazar-ı bi-kaydi ile bakıldığı takdirde
ınühr-i eyyam ile arazi-i mukaddesenin kısm-ı azaminin ecnebi uhde­
sine geçirilmiş olacağı ve Avrupalılann mücerreb olan ahval-i siyasi­
yelerine nazaran birçok zamanlar iltizam-ı süklln ederek bilahare ed­
na bir vesile ve serişteden istifadeye ve mazallah miliken ve maslaha­
len avakıb-ı vahimiyye tevellid ve tekevvününe kalloşmaları. . . 63

1880'lerde Yemen'de ve uzun süre Hicaz vilayetlerinde görev


yapan vali Osman Nuri Paşa da, hükümetin yabancı Müslüman­
l arın emlak edinınesi sorunu karşısındaki gevşek tutumu olarak
gördüğü meseleyle meşguldü. Paşa, "bölgedeki [Hicaz] en verim­
l i kaynakların çoğunun yabancı ellere geçmesi ve bunun, kendi
halkımızın yabancıların emrinde çalışması gibi utanç verici sonu­
cundan" acı acı yakınıyordu. 64 Cavalıların ve İngiliz uyruğu Hint­
Iiletin hac için gerekli zamandan çok daha uzun süre geçirdikle­
rinden ve devlet okullarında okurken vergi muafiyetinden yarar-
lanıp kıt kaynakları hiçbir ödeme yapmadan kullandıklarındaı ı
da şikayet ediyordu. "Hülasa bu topraklarda yaşayanların devle­
tin kanuniarına riayet etmeleri ve vergi yükümlülüklerini yerine
getirmeleri gerektiği açıktır."65
Courtellemont da, "Halihazırda ticaretin tamamı (kumaş, araç
gereç, mamul maddelerin satışı), Cidde ve Mekke'ye yerleşmiş
Hintliler ile Cavahların elinde. Bu insanlar Hollanda Hindistan'ı
ve İngiliz Hindistan'ı ile ticaret yapıyor ve kuşkusuz, hatın sayı­
lır kazançlar sağlıyorlar"66 bilgisini veriyor. Courtellemont'un de­
ğindiği bir başka etken, "Hintlilerin sahip olduğu, yerel basınla
ciddi bir rekabet halindeki sayısız matbaa" idi. 6 7

Hicaz' da Osmanlı olmayan Müslümanlara karşı


Osmanlılar
Osmanlı ve "yabancı" Müslümanlar arasındaki çekişmenin
izi, Hindistan hükümetinin arşivlerinde de sürülebilir. Kraliçe
Victoria'nın Hindistan kraliçesi olarak unvanı ile Abdülhamid'in
Hicaz için Hadimü'l-Haremeyn olarak unvanının benzer simge­
sel tasvir olarak kullanılması ilginçtir. Osmanlı bağlamında bu,
Hicaz vilayetinin resmi unvanı olan "yüce hilafet tacının mücev­
heri" (gevher-i iklil-i hilajet-i seniyye) ibaresinde simgesel an­
lamda vurgulanıyordu. 6 8 Hicaz'la bağlantılı olarak kullanılan bu
unvanın ilginç yönü, bunun Kraliçe Victoria'nın Hindistan impa­
ratoriçesi olarak egemenliğinin ifadesi olan "tacın mücevheri"
unvanının neredeyse bir yansıması olmasıdır. 69
Cidde'deki İngiliz konsolosu, 7 Mayıs 1882'de, Müslümanların
Hicaz'da mülk edinmesine yönelik yasağının, Hint asıllı İngiliz uy­
ruklularda hatın sayılır huzursuzluk yarattığını yazıyordu. Konso­
los, bu yeni durumun, "hali vakti yerinde olanların İngiliz himaye­
sini feda etmeyi muhtemelen istemeyeceklerine ve onları da epey
kızdırmasına" karşın yoksul Hintlilerin Osmanlı tabiyetine geçmele­
rine neden olmasının peka.J.a mümkün olabileceğine değiniyordu. 70
Padişah, kutsal yerlere gönderdiği armağanlar konusunda bile
aynı kıskançhğı gösteriyordu. Cidde'deki İngiliz konsolosu, Kabe
kapısı için Rampurlu bir nevvabın gönderdiği "45.000 rupi değe­
rinde" gümüş bir merdivenin, "Padişahın ( . . . ) yabancı bir uyru­
ğun (böyle hediyeler vermesine) karşı olması ve böyle kişilerin
bu imtiyaza sahip olmaması yönünde irade göndermesi" nede­
niyle geri çevrildiğini, biraz üzülerek bildirmişti. 7 I Meselenin Os­
manlı belgelerindeki yansıması, padişahın dışlayıcıhğı konusun-
ı lı ı l ı l t; h l r ı;ı l l p i H� bırakmamaktadır: "Bu tür armağanlar yalnızca,
v l lı ·p ' 1\ ı ı tı;al Yerlerin Koruyucusu' unvanının tek sahibi olan hali­
l ı ·y . . aittir. l liçbir yabancı hükümdar, bu şerefi paylaşma hakkına
•ıı ı l ı l p dd�ildir."72
ı"l ı H•ınl i bir sorun da, hacıların kalışlarını fazlaca uzatmaları,
1.ı ı l • • ı ı kıt olan kaynakları tüketmeleri ya da buralara yerleşme­
yı· �,· alışan zengin Hintiiierin durumunda rahatsız edici alterna­
ı ı r l ı i r sadakat odağı yaratmalarıydı. Hac ibadetlerinin sonunda,
lu · ı ı t tellalları kervanlann yola çıkış tarihlerini bildirerek, insan­
lıırı kentten aynimaya teşvik ederdi. Seçkin bir Hintli nevvab ör­
ı ıı •ğinde: "Kutsal Kent'e sürekli olarak yerleşmek niyetiyle, büyük
l ınzinelerini beraberinde getirmişti. Bir akşam, Harem'de kılınan
ı ııımazdan sonra, Abd El Montaleb yanına yaklaşarak, sert bir dil­
lı·, niye ziyaretini uzatıp adeti bozduğunu sordu."73
Aynı kıskançlık ve kuşku, Rus Müslümaniarına karşı da göste­
riliyordu. Kuran basınıma ilişkin ilk olay, Müslüman bir Rus uy­
nığunun hangi şartlarda Kuran basımına girişebileceğine da­
I r bir tartışmayla karıştı. 74 İngiliz hükümeti gibi, Rus hüküme­
li de kendi uyruklarının çıkan olarak gördüğü şeyi korumaya ça­
lıı;;ıyordu. Mayıs 1894'te, Hacı Mirza Mehmed diye biri, beraberin­
de Buhara Emiri'nin Hicaz'a gönderdiği bir sandıkla İstanbul'a gel­
di. Rus sefareti, "Böyle bir tutum, Buhara Müslümanlannın kalbi­
ni kırabileceği"nden, sandığı açıp muayene etmeksizin nakliye iz­
ııi vermeleri için Osmanlı gümrük yetkililerine müdahale etti.? 5 Os­
manlı hükümeti, pek de inandıncı olmayan bir durumu kurtarma
�,�abasıyla idare etmek zorunda kaldı: Rus sefareti tercümanı Mak­
simoff, sandıkta yalnızca değerli kumaşlar bulunduğuna "ve sandı­
ğın hiçbir zararlı eşya (eşya-yı muzırra) taşımadığına" dair yemin
etti.76
Bağımsız Müslüman devletlerin hükümdarlan da ayrı bir sorun
oluşturuyordu. 21 Mart 189l'de, Fas veliahdının geniş bir maiyet­
le birlikte hacca gitmek niyetinde olduğu ve "( ...) Hicaz ileri gelen­
lerine pek çok hediyeler götüreceği" bildirildi. Hacca gitmenin, ve­
liahdın dini hakkı olmakla birlikte, bu kadar çok armağan taşıması­
nın "siyasi niyetleri olduğuna dair kuşkular doğurduğu" da bir ger­
çekti. Bu kuşkunun, Fas hükümdarının "daha önceden Hicaz'da
mülk satın almak ve burada bir vakıf kurmak için izin isternek üze­
re İstanbul'a bir elçisini göndermesi" yüzünden doğduğu da ifade
edilmekteydi. Bu konuda Osmanlı hükümetinin, Fas üzerinde ba­
zı emeller besleyen Hıristiyan bir devlet olan İspanya'nın yardırm­
nı istemekte tereddüt etmemesi de önemlidir. Madrid'deki Osman-
lı sefirine, "(... ) Meselenin doğrusunu öğrenmek için İspanya Dı�iı;ı­
leri Bakanlığı'nda araştırma yapma" talimatı verildiP Korkuya va­
ran bu tereddüdün ardında yatan sebep Fas sultanlarının hilafetin
kendilerine ait olduğunu daima iddia etmeleriydi.7 8
Mısır bir başka sorundu. Resmen, hala Osmanlı İmpara­
torluğu'nun özel bir vali tarafından yönetilen bir parçası olma­
sına karşın, yüzyılın ortasından beri Mısır, de jacto bağımsız bir
devlet haline gelmişti . 7 9 Dahası Babıali, 1882'den beri vilayetin
özerkliğine son veren Mısır'daki İngiliz işgalini hiçbir zaman res­
men tanımamış ve kendisini alternatif bir halife ve kutsal kent­
lerin koruyucusu olarak göstermeye başlayan Hıdiv Abbas Hilmi
Paşa'nın çıkarlarını savunmaya yönelik İngiliz taleplerinden gi­
derek daha çok kaygılanır olmuştu. Genç hıdivi yem gibi kulla­
nan İngiliz konsolusu, mütehakkim Lord Cromer, Hicaz'daki ve
Osmanlı Libyası'ndaki Osmanlı-Mısır sınınnda Osmanlı çıkarları­
nı zorlamaya başladı. Bu, Abdülhamid'in karabasanı olan beşinci
kol türü etkinliğin ta kendisiydi. 80
Zaman zaman saray, "Mısır hıdivinin, Suriye ve Yemen vilayet­
lerinin Mısır'la birleşmesine yol açacak ayaklanmalar çıkarmak
üzere bu vilayetlere ajanlarını gönderdiğine" ilişkin istihbarat
alıyordu. "Bu entrikaları durdu:nnak" üzere gereken önlemlerin
alınması için tekrar tekrar iradeler çıkarılıyordu . 8 1
B u bağlamda, Mısır'dan kaynaklanan, e n uzak ihtimal dahilin­
de bile olsa padişahın Hicaz'daki saygınlığına zarar verecek her
türlü gelişmenin, olabildiğince erkenden bastınlması gerekiyor­
du. 1886 kışında, Mısır'daki kötü hasatın ülkenin Hicaz'a yıllık gı­
da ihtiyacını gönderememe olasılığı yaratması üzerine, alterna­
tif olarak Kutsal Topraklar'ın yiyecek ihtiyacının Hindistan'dan
karşılanması önerildL Padişah, "Hicaz'ın yiyecek ihtiyacının
Bombay'dan sağlanması, kaçınılmaz olarak bölgedeki İngiliz iti­
barının artması anlamına geleceğinden, [bunun] İngiliz entrikala­
nndan biri" olduğunda ısrar ederek, duruma bizzat el koydu. 8 2
Sömürgeci devletlerden kaynaklanan tehditlere karşı tepki,
Osmanlı merkezinin, o zamana değin imtiyazlı olan bu vilayet­
le ilişkisini gözden geçirmesini beraberinde getirdi. Osman Nu­
ri Paşa'nın uzun bir tezkiresi, tam bu noktada ayrıntıyla incelen­
meyi hak ediyor. 8 3 18 Temmuz 1885 tarihli tezkire, Hicaz ile öteki
Arap vilayetlerinde alınması gereken reform önlemlerinin üzerin­
de uzun uzadıya durur. Paşa, Hicaz, Bingazi ve Yemen'de konuş­
landırılan orduların çoğunun, imparatorluğun "ana unsur"undan
(unsur-ı asli), "kan vergisi" ödeyen, yani orduda savaşan "Türk-
l ı · ı v ı • A ı ııulolu ahalisinden" oluştuğunu ifade eder. Bu nedenle,
l l l t ·ıız'ııı i m paratorluğun düzenli bir vilayeti olarak hizaya getiril­

l l ıt'MI v1• savunmasına halkının da katkıda bulunması şarttır. 84 Os-


1 1 1 1 1 1 1 N u ri Paşa'nın 19. yüzyılın aydınlanmacı!modernist etiğiyle
ı lı ı ı ı ı ı ı ı ı ıı ı ş olduğu açıktır:

l ltılo(ün memalik-i malırusa-i şahanenin her köşesinde bulunan


ıılınli-yi müslimenin ( ... ) kavrniyyet ve milliyetleri zail olub da (. . . )
ı�l.l mk-ı menafi ile kuvvet peyda ederek mezc-i umumi (genel kaynaş­
ıım l husule gelmiş olsa bile bunlar bir şecerenin şah ve ia'sı [ağacın
ı lıılları ve budakları] ve Türkler ise kökü ve gövdesi olabilir. 85

Astma bakılırsa, Türklerin Arap vilayetlerinde konuşlandırıl­


ı ı ı ıı; ordulardaki sayılarının çokluğu, onlann kendi bölgelerinde­
ll l l l retken işgücünden kopanlmalan anlamına geliyordu: "İktisat
l 1 l l l r ı ı i ne (ilm-i tedbir-i servet) aşina olanlar, bunun devletin ge­
l l rl1•rinde büyük bir kayba neden olduğunu bilirler." Osman Nu­
ıl l 'aşa ayrıca, Cavalı, Hint ve Rus Müslümanlarının elinde mül-'
lı l l ı ı birikmesi tehlikesinin altını da çiziyordu. 8 6 Üretkenliğe yö-
111' 1 1 1< bu "fızyokratça" vurgu, böylelikle "İbn Halduncu" teşbihler
vı• son dönem Osmanlı devletinin doğasının ön-milliyetçi (proto­
ı ıı ı tionalist) bir değerlendirmesiyle birleşir. 8 7
< >smanlı padişahının, "emirü'l-müminin" olarak Müslümaniann
1(1\zünde itibar kazanabilmesi için, onların refahım temin etmesi
l(l'rekiyordu. Bu, her şeyden önce kutsal kentlere yapılan haccın
l(flvenliğini sağlaması anlamına geliyordu. 88 Bunun yanı sıra, hac
ı ı u•vsimi boyunca ekonomik işleyiş açısından adil ve dürüst bir
ı ırtamın oluşturulmasını sağlaması anlamına da geliyordu. Ker­
vnnlara saldıTip yağmalayan Bedevilerden tutun da, yerel mutav­
vl l', yani hacı kılavuzianna kadar tüm Hicazlılar, hacılan kazıkla­
ı ı ııık konusunda nam salmışlardı.89 Her yıl İstanbul, deve kirala­
ınayı ve "rehberlik ücreti" olarak fahiş fıyatlar belirlemeyi yasak­
luyan emirler ve ilitarlar çıkanyordu.90 Gelgelelim, sık sık tekrar­
Innmalan olgusu, suiistimallerin devam ettiğine işaret eder.
Can sıkıcı bir başka konu, Osmanlı olmayan Müslümanların
l lıristiyan hükümetlerin himayesine başvurabilmeleriydi; bu ha­
c·ılann koruyucusu olarak Osmanlı Devleti'nin saygınlığına zarar­
lı görülen bir hareketti. 9 1 Devletin, görevini yerine getirdiğinin
lo(örülmesi ve hanlar gibi resmi yapılann inşasının yerel basın ara­
I'Ilığıyla duyurulmasına özen gösterilmesi gerekiyordu. n Anlaşı­
lun simgesel iletişim tek taraflı değildi; kimi zaman Hicazlıların
kendileri bir köşk inşa edebiliyor ve bunu "şeriatın koruy ucusu,
itaat ve sadakatin yöneldiği Hayırhahımızın onuruna" ithaf edP­
biliyorlardı. Padişahın cülusunun on altıncı yıldönümü şerefinP,
böyle bir armağan 14 Eylül 1892'de kaydedilmişti.93

Hicaz'ın savunmasına yönelik çabalar


1880'lerin başlarından itibaren "Arap hilafeti" tartışmalan yay­
gınlaştıkça, Babıilli meşrulaştırma ideolojisinin temelinin savu­
nulmasına özel bir önem verme ihtiyacı duydu. Bu uğraşın en so­
mut simgesi, Hicaz Demiryolu idi. 9 4 Yapımına 1890'larda başlanı­
lan demiryolu, lojistik avantajla sembolik başarıyı birleştirmek
umudunda olan Abdülhamid'in en sevdiği projeydi. Projenin ya­
bancı sermaye ve teknolojiye dayanmak zorunda kalmaması ve
her aşamasının tamamlanmasının Türk ve dünya basınında çok
iyi duyurulması için büyük çaba gösterdi. 9 s
Düşünülen bir başka önlem, vilayetin kıyısını korumak üzere
özel bir "Hicaz donanması"nın kurulmasıydı. Avrupa tersanelerine
(hem yelken hem de buhar kullanımı ile) işlemesi ucuz, özel ola­
rak inşa edilmiş ve Kızıldeniz ile Basra Köıfezi kıyılarında devriye
amaçlı kullanılacak kıyı koruma tekneleri sipariş edilecekti. 9 6 Ab­
dülhamid, amcası Abdülaziz'in büyük ve pahalı donanmasını ka­
sıtlı olarak bir kenara atmış olmakla birlikte, kıyı korumaya önem
vermekten ve ucuz fakat etkili kıyı savunma tekneleri satın almak­
tan geri durmadı: "Başka zamanlarda padişahın deniz siyasasını
eleştiren gözlemciler bile, torpido batlarından oluşan bu küçük fi­
lonun yeterli olduğunu kabul etmek zorunda kaldılar."97
1880'lere gelindiğinde, imparatorluğun bütünlüğüne yönelik en
önemli dış tehdit, son dönem Osmanlı siyasetinin her yerde ha­
zır ve nazır karabasanı, "İngiliz parmağı" idi. Kimi zaman hayali,
kimi zaman son derece gerçek olan bu etken, bütün hükümranlı­
ğı süresince Abdülhamid'in başına bela oldu. Padişahın en büyük
korkusu, uzak ve müdafaası zor olan Hicaz'la ilgili olup bu kor­
kulu rüyada en sık tekrarlanan tema "Arap hilafeti" heyulasıydı.
Aslına bakılırsa, Osmanlı basını, İngilizlerin bölgede sahip olabi­
lecekleri her türlü tasarıya karşı bir ön propaganda başlatınıştı bi­
le. 1880'lerin başında, Arapça yarı resmi al-Cevaib gibi gazetelerde,
padişahın İslam halifesi olarak konumunun Zanzibar ve Dmınan'da
kabul görmesine ilişkin göndermeler sık sık yer alıyordu. Bu İngi­
liz çevrelerde bir miktar huzursuzluk yaratmıştı. Zanzibar'daki İn­
giliz konsolosu, Osmanlı padişaluna özel olarak itibar etmediğine
d ı ı ı r Zaı ızihar sultanından bizzat güvence aldığını çeşitli fırsatlarda
l ı l l t l l rı ı ıP I<t.Pydi:"Ne Zanzibar, ne de Ununan vilayeti Osmanlı padi­
•.ıı ı l ı l: ı rı ı ıa bağlılık duymuyorlar. (... ) Şimdi [İstanbul'daki] bazı gaze­
l ı · l t ·rdl' yapılan bazı kaçamak girişimlerin, siyasal bir amaca -tüm
M ı ı ... ı n ı ı ıan dünyasını sözde İslam halifeliğinin uyruğu olarak gös­
l t ·rı ııı• mnacına- hizmet etmek için tasarlandığı açıktır."9 8
Maskat'taki İngiliz konsolosu, Maskat emirine al-Cevaib'deki
ı ı ı ı ı l<aleyi gösterdiği zaman, emirin padişahla herhangi bir ya­
l.l ';l l l l a yaptığını inkar ettiğini bildiriyordu.99 Basra Körfezi siya­
• u ı l danışmanı, bundan başka Umman halkının çoğunlukla İbadi
ı ı ıt •zlwbinden olduğunu, hatta kimilerinin Vahabiliğe eğilimli bu­
l ı ı ı ı d u ğunu ve bu nedenle Osmanlı iddialarını toptan reddettiğini
t lt • 1 ıdirtiyordu. ı o o

< >smanlı-Türk mücadelesine, Arap yarımadasının öteki ucu,


1 H: 1! ı• dan beri İngilizlerin elindeki Aden ile Osmanlı Yemeni arasın­
t lı ı yer alan sınır bölgeleri de katıldı. ! o ı 4 Ekim 1880' de, Aden' deki

I ngiliz komutanlığı, Osmanlı San'a kumandanının, İngiliz yanlısı bir


l ı ! l l< iimdar olan Zhali Emiri Şeyh Ali Mukbil'e ait çeşitli köyleri "ele
�t·ı.·irdiği"ni bildirdi. Komutan, emirin topraklan İngiliz ve Türk
ı oprakları arasındaki sınırı oluşturduğundan, kendisine ödenen 50
Hll'rlin tutarındaki "yıllık desteğin" artırılması gerektiğini öne sü­
rnyordu. I02 Birkaç ay sonra, sorun yeniden aleviendi ve 14 Şubat
I HHl'de, Aden Komutanlığı, Türkler "fırsat buldukça farklı köyle­
ri de geçirdiği" için "sınır meselesi"nin kritik bir önem kazandığı­
nı bildirdi. Bu, durdurulmamaları halinde, "Egemenliklerinin ne­
rPiere kadar uzanabileceğini söyleyememe" gibi bir tehlikeyi bera­
l u•rinde getiriyordu. ı 0 3 Kuşkusuz, "Türkler" açısından bakıldığın­
da olay, kendilerine ait olanı geri almaktan ibaretti. Komutan, Ye­
ı ııen'deki Osmanlı genel valisi ve Yedinci Ordu Müşiri İsmail Hakkı
l 'aşa'dan gelen bir mektubu da raporuna eklemişti. Mektup, yerel
halktan bir dilekçeydi: "Perişan olsak (...) ve bir tekimiz sağ kalma­
Hak bile doğruyu söyleyeceğimize ant içeriz ki, bizler Haremeyn'e
hizmet eden Babıali'ye itaatsizlik etmeyi hala kabul etmiyoruz.
( ... ) Asla İngilizlerin tarafına dönmeyeceğiz. (...) Hiçbirimiz Müslü­
manların yolundan dönmeyecek ve İngilizlerin yoluna girmeyece­
ğiz." Bu mektup üzerine harekete geçen Hindistan Genel Valisi, Ali
Mukbil'le olan antlaşmayı onaylamaya ve ona ödenen yıllık mebla­
ğı 50 sterlinden 100'e çıkarmaya karar verdi. I04
Hindistan hükümeti, özellikle "Türk nüfuzunun Arabistan kıyı­
ları ve Basra Körfezi'nde genişletilmesine yönelik çok uzun za­
mandır yapılan tasarılar" olarak tanımladıklan girişim konusun-
da kaygılıydı. Bu, "Basra Körfezi'ndeki çok önemli İngiliz ı; ı k ıu�
larının (. . . ) derhal etkilenebileceği" bir duruma yol açacaktı. 1 or,
İngilizlerin bölgedeki casusluk öykülerini çağnştıran "esrarlı"
girişimleri, padişalun kuşkulannı haklı çıkarma eğilimindeydi. 2 1
Aralık 1887'de, Sadrazam Kamil Paşa'ya, "Osman Dikna önderli­
ğindeki Sudanlı isyan ordusunun, Suakin'i alıp, ardından Hicaz'a
saldırmaya hazırlandığına" ilişkin söylentilerdeki gerçek payını
araştırması talimatı verildi. Padişah, bunun "( . . . ) Sudanlı isyancı­
lan kullanarak (. . . ) hilafeti Arap hükümetine geçirmeye yönelik
bir İngiliz komplosu" olduğuna dair istihbarat almıştı. I 0 6 Kamil
Paşa, İngilizlerin Sudanlıların baş düşmanı olduğu ve bu düşman­
lığın sona erdiğine ilişkin hiçbir belirti bulunmadığına göre, bu ri­
vayetin gerçek dışı olduğu cevabını verdi. Padişahın bu cevaptan
tatmin olmadığı anlaşılıyor, çünkü aynı gün Kamil Paşa bir defa
daha, Sudanlı asilerin deniz ulaşım araçlan olmaması nedeniyle,
bu rivayetin temelsiz olduğunu yazdı. Balıkçı teknelerine el koy­
salar bile, Cidde'de konuşlanan Osmanlı savaş gemileri, onlarla
rahatça başa çıkabilecek nitelikteydi. Dahası, asilerin Hicaz halkı
arasında destek gördüklerine ilişkin hiçbir belirti yoktu. ı 07
Altı ay kadar sonra, padişahın korkulan hala yatışmamış du­
rumdaydı. Kamil Paşa, bir defa daha asilerin birleşmediğine ve
bir deniz harekatına girişmelerinin olanaksızlığına işaret etti. Pa­
şa, Hicaz'a yönelik gerçek tehlikenin Kızıldeniz'den değil, doğu­
dan, Maskat'tan gelebileceğini ifade etti. Sadrazam, "(... ) Bir süre­
den beri, İngilizler, bizim ihmal ettiğimiz Maskat emiri ile iyi iliş­
kiler geliştirmiş durumdalar" diyor, "Hindistan hükümetinin on­
lara silah verdiğine ilişkin birçok işaret bulunduğuna" dikkati çe­
kiyordu. ı os İngiliz kaynaklarından elde edilen bilgilerle karşı­
laştınldığında, Kamil Paşa'nın Maskat'taki İngiliz etkinliklerine
karşı yaptığı uyannın kesinlikle haklı çıktığı söylenebilir.

Resmi din militanlığı


19. yüzyılın soruanna doğru, Osmanlı İmparatorluğu'nun "meş­
ruiyet bunalımı"nın, meşrulaştırma güçlerinin, yani ulemanın
içindeki bölünme nedeniyle daha da katmerlendiği görülüyor.
Şerif Mardin, üst düzey ulemanın, amcası Abdülaziz'in hal'i için
verdikleri fetva örneğinde görülen gayri-meşrulaştırıcı gücünden
kaygı duyan Abdülhamid'in, onlann bir "batağa saplanmalan"na
izin verdiğine değinmiştif. I 09 Bu, alt düzey ulemanın tekkeler ve
resmen onaylanan medya aracılığıyla yeni bir hareket alanı bul­
ması anlamına geliyordu. ı ı o
t\ l u l lll lıumid döneminde Sünni ortodoksluğun altı çizilmesine
h ı ı ı � ı ı ı , padü;ıahın en önemli propaganda silahlarından biri, tasav­
I ı ı f' ı;ıı•ylı l eri oldu. 1877-78 Osmanlı-Rus savaşı sırasında, Nakşi­

ı , . . ı ı ı f i tarikatı şeyhi Erzincanlı Hacı Fehim Efendi, Kafkasya sefe­


ı ı ı ı c ll' hizzat savaştı. l l l Bir başka Nakşibendi, Ubeydullah Efen­
ı l i , yPrd Kürtleri 2.000 kişilik bir düzensiz birlik olarak örgütle­
ı ı ı L�I.i. Aynca Şeyh Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevi, Batum cep­
l ı ı •M i rıde savaşmıştı. Bu adamlar, okulların kurulmasıyla "halk
ııı ıı.o; ıııda birliği sağlamak" konusunda da etkindiler. l 1 2
ı h ına rağmen, padişahın mutlak hükümranlığı kuruldukça, ba­
.,ıl ıoı;ı dolaşan şeyhlere, kuşkuyla bakılmaya başlandı. 21 Haziran
1 HH7' de, Ankara vilayetinden, Dağıstanlı denilen Ahmed Efendi'nin
A ı ı ı<ııra yakınlarında yerleştiği ve 2.000 kadar mürit topladığı bildi­
ıli di. Raporda şunlar söyleniyordu: "Bu sayı artacağa benziyor. (...)
l l ı ı ı ı un arzu edilmeyeceği çok açıktır." Bu nedenle, şeyhill bir maaş
l ıııj;(hmarak Şam'a gönderilmesine karar verildi. 1 1 3
ı >ini ateş ve coşku, bir şeyhill kendisi bağımsız bir sadakat oda­
At olmadığı sürece kabul edilebilir görülüyordu. 1 Aralık 1890'da,
t l ı ı l ii Nakşibendi şeyhi Gümüşhanevi Ahmed Efendi'nin, padişa­
l ı ı ı ı buyruğu üzerine soruşturolduğu bildirilrnekteydi. Saygıdeğer
�ı·yhin epey karışık bir geçmişi olduğu saptanmıştı. 1860'lar ve
1 H70'lerde, Ahmed Gümüşhanevi kendisini BabıaJi yakınlarında­
Ic 1 ı•'atma Sultan Camii'ne tayin ettirmiş, burada bir mürit çevresi
olıışturmuştu. Bu grup, Gürnüşhanevi'yi onaylamayan din adam­
lu rını dövecek kadar Şeyh Ahmed'e bağlanmıştı. Dahası, Fatma
Su ltan Camii'ne, "sürekli burada oturmak ve halifenin sözü geçen
ı ·ıunideki odasım, bir çeşit bekar odası gibi kullanacak dereceye
Ic adar" yerleşrnişlerdi. 1 1 4
Geçmişte Gümüşhanevi'yi payitahttan uzaklaştırmak için tek­
mr tekrar uğraşılmış, ama onu bir "ruhsal avuntu" kaynağı ola­
ml< gören üst düzey saraylı hanımefendiler sayesinde şeyh paça­
yı kurtamuştı. Gürnüşhanevi, bir tekke kuracağını söyleyerek nü­
ruzlu bir hanımdan bin lira almış, fakat Babıilli'nin karşısında on
nlt.ı odalı bir konak yaptırarak, burayı müritleriyle doldurmuştu.
Konağın, sahte beyanla inşa edilmesi nedeniyle kendisinden alın­
masından sonra bile, mürltıeri yavaş yavaş geri dönüp tekrar bu­
raya yerleşmişlerdi. Rapor, bu tür olayların devam etmesini son
c lerece tatsız buluyordu. ı ı s Yine de, bu rapora rağmen, Gümüş­
lıanevi saray çevrelerine yakın kalmayı başardı ve 1894'teki ve­
f"atına kadar tekkesinde vaaz vermeye devam etti. Özel bir tevec­
cüh işareti olarak, Süleymaniye Camii'nin avlusuna gömüldü. Bu
özel teveccühün, raporda belirtilen durumun daha ünc<'l<i d i i
nemde ya.'Şanmasının ve Gümüşhanevi'nin Tanzimat reforıncula­
nna, yani Ali ve Fuad pa.'Şalara karşı olduğunun bilinmesinin so­
nucu olması pekala mümkündür. Abu Manneh, Gümüşhanevi'nin
öğretisinin, "siyasi iktidara mutlak itaati ve topyekun sadakati"
özellikle vurguladığına işaret eder. ı ı 6 Bununla birlikte, daha ak­
tif ve son derece güçlü olan Halidi/Nakşibendi tarikatı, saray ta­
rafından güvenilmez ve tehlikeli olarak görülüyordu. Şeyh Erbili
Mehmed Esad, 1897'de padişah tarafından İstanbul'dan sürüldü
ve Abdülhamid'in padişahlığı süresince geri dönemedi. ı ı 7
Padişahın, halkın ancak "onaylanan" dinle muhatap olmasını
sağlama çabası, 6 Temmuz 1883'te, şeyhülislama gönderilen ta�
limatta kendini gösterir. Burada şeyhülislam, payitahtın camile­
rinde "sahtekarlann" eğitim verdiğine dair sarayın haberler aldı­
ğı konusunda uyanlıyordu: "Yalnızca bir sank sararak Müslüman
vaiz kisvesi takınan bu adamlar, dini konuların ötesine gitmeye,
hatta bazılan siyasi meseleler hakkında konuşmaya cüret etmek­
tedirler." 1 1 8 Bundan başka, "iyi ailelere mensup kadınlann Bek­
taşi tekketerine devam etmeleri ve alkollü içkiler içmeleri" gibi
son derece nahoş gelişmeler bildirilmekteydi. ı ı 9
Ne ortodoks ne de İslam'ın ana akımlarından olmakla birlikte,
tasavvuf, merkezin denetimi altında tutulabildiği sürece, sıradan
insaniann desteğini kazanmanın ve meşruiyeti pekiştirmenin ya­
rarlı bir yöntemiydi. l 2 0 Abu Manneh'in, bu konuda yazdığı çığır
açıcı makalesinde işaret ettiği gibi: "Sultan Abdülhamid, iki se­
lefinin (... ) Tanzimat dönemi padişahlanrun, sıradan halkla özel­
likle de Arap vilayetterindeki halkla ilişki kurmayı ihmal ettikleri
kanısındaydı." ı 2 ı Abdülhamid'in "mezheb-i resmiyyesi" Ebulhu­
da el-Sayyadi, Şeyh Hamza Zafir ve Ahmad Esad gibi ideologlar
aracılığıyla yayıldı. Halepli olan Ebulhuda, Rıfai tarikatına men­
suptu ve şeyhü'l-meşaih olduğu 1876'dan beri padişahın yakınla­
rından biriydi. Kuzey Afrika'daki Şazeli-Medyeni tarikatının üye­
si olan Hamza Zafır, padişahla daha o tahta çıkmadan önce taruş­
mıştı. Ahmad Esad, Anadolu kökenli olmakla birlikte, bir din gö­
revlisi olarak Hicaz'a atanmıştı. 1881-82'de Mısır'daki olaylar sı­
rasında, padişahın Urabi taraftarianna gönderdiği özel elçi ola­
rak da çalıştı. 1 22
Ebulhuda'run temel mesajı Suriye'yi hedef alıyordu ve "kendi­
sine atfedilen 2 12 kadar kitap ve risale" vardı. En önemli kitabı
olan Da'i al-rashad li sabbil al-ittihad ve'l-inkıyad'daki daimi
mesajı, İslam halifesi olarak Abdülhamid'in yönetiminin meşrui-
.v ı · l ı.v ı l i . M u tlak
hükümranlığın meşruiyeti meselesi üzerinde du­
ı ı ıyor, l ı ı ı n un bir Türk-Moğol icadı olduğuna dair iddiaları yadsı­
v ı ı n h ı. ı n Bu göreviyle, Ebulhuda, dosdoğru Arap hilafeti kavra­
ı ı ı ı ı ı a yiineltilmiş bir silahtı. Bu yüzden de, İngiliz işgali altındaki
M ıs ı r'da pek az dost edinebildL Kamil Paşa, 1899'da, "Mısır bası­
ı ı ı r ıdaki tüm haince ifadeler, Devlet-i Aıiyye'nin son zamanlarda­
Id I ngiliz karşıtı siyasetine karşı bir tepki ve Mısırlı ve Arap hal­
lo ı ı l%ulhuda Efendi'ye karşı intikam duygularının bir sonucu­
d ı ı r " diyecektiJ 2 4
�eyh Hamza Zafır'in temel hedefinin Mrika olduğu anlaşılıyor.
Sı ıPncer Trimingham, onun 1884'te İstanbul'da basılan eseri al-Nur
rı/ saü 'nin (parlak ışık), pan-İslamcı hareketin temelini oluşturdu­
� ı ı ı ı a işaret etmiştir: "Medyeni tekkelerinden, çeşitli tarikatların
f1t•yhlerini etkilerneye çalışan propaganda yayıhyordu. İmparator­
l ı ı l< gücüyle korunan özel elçiler, Fransızlar tarafından istihdam
" d i l en Cezayirliler arasında taraftar kazandılar. . . " ı 2 s Burada de­
,:tiı ıilmesi gereken ilginç nokta, Abdülhamid'in, tam da İngiliz ve
Fransızların, Fransız ve İngiliz uyruklu Müslümanlan potansiyel
1 11 ·�inci kol olarak kullanarak kendisine yapmalarından korktuğu
�··ye girişmiş olmasıdır.
Yabancıların gözünde, mutasavvıflar kısmen esrarengiz ki­
� l l erdi ve padişah üzerindeki nüfuzları son derece meşumdu.
1\ l ıdülhamid'in en önemli biyograficilerinden biri, "Padişahın
l l•:lmlhuda'nın] nebevi güçlerine ilişkin batıl inancı"na gönderme
.vnpar. 1 2 6 Döneme ait bir raporda, padişahın "din daruşmanları,
ı ı ıevcut kötü yönetimi onaylamasını sağlamak amacıyla, onu kor­
Imlmak iÇin ellerinden geleni yapan vicdansız maceracılar" ola­
ml< tanımlanırlar. l 2 7 Trimingham gibi kendini kabul ettirmiş bir
ı ıl.orite bile, Ebulhuda'nın Abdülhamid üzerindeki nüfuzunu "ast­
mlojik" ya da "kehanet nevinden" güçler aracılığıyla kurduğunu
Mliyler. I 2 8

Sonuç
Özetle, Osmanlı yönetici seçkinler, gerek kendi uyrukları ge­
n�kse daha genel anlamda halk üzerinde bir Osmanlı kimliği duy­
gusunu beslerneye çalışıyorlardı. Anthony Smith, "Aristokratik
Pl.nik kültürler, kimlikleri statülerinin bir parçasını oluşturduğun­
ı lan varlıklarını sürdürürler; kültür ve üstünlük, belirgin bir mis­
yon duygusu yaratmak üzere kaynaşır" der. l 2 9 Seçkinler çevre­
Hi küçük olmakla birlikte, mesajı çok daha geniş tabakalara ulaş-
tı. Şerif Mardin, Doğu Anadolu'nun kırsal kesimindel<i olduk�,·ıı
mütevazı bir kökenden gelen bir Kürt mutasavvıfı Said Nursi'nin,
"Kabileler arasındaki iç mezhep çekişmelerini ortadan kaldıraca­
ğı ve onları iyi Osmanlı yurttaşlarına dönüştüreceği" gerekçesiy­
le, Doğu vilayetlerinde seküler Osmanlı okullannın kurulmasını
ele aldığı bir layihayı padişaha sunmayı başardığına dikkati çek­
miştir. I 30 Bunlar, toplumsal hiyerarşinin çok daha üst düzeyinde
yer alan Süleyman Hüsnü Paşa'nın düşüncelerine çok yakın gö­
rüşlerdi; Süleyman Hüsnü Paşa'nın da, Bağdat, Musul ve Basra
vilayetleri için benzer tasarıları vardı. 1 3 1 1889'da, Bitlis gibi üc­
ra ve yoksul bir vilayette bile, kent huzursuzlukla çalkalansa da,
"uygarlaşma motifı" mevcuttu. I 3 2
Osmanlılar "resmi inanç" düzeyinde, Hanefi mezhebi gibi ön­
ceden mevcut değerleri yeni enerjiyle birleştirmek ve bunu uy­
ruk/yurttaşları ile gittikçe yoğunlaşan ilişkilerinin toplumsal har­
cı olarak kullanmak için bir girişimde bulundular. Bu anlamda
Ahmet Yaşar Ocak'ın gözlemi, sorunu çok iyi bir şekilde özetle­
mektedir.

Il. Abdülhamid dönemi İslamcılığı (. . .) klasik Osmanlı islamı'na kar­


şı bir tepki hareketidir. Bu yüzden de esas itibarıyla modernist (yenileş­
meci) bir akımdır. Bu itibarla görünürdeki bütün Batı karşıtı tavrına rağ­
men, yenileşme yanlısı olduğu için, Türkiye tarihinde modernist fikir ha­
reketleri çerçevesinde mütalaa edilmelidir. 1 3 3

B u anlamda da, Osmanlı deneyimi, "geçmişin değerlerini ve


adetlerini çok daha karmaşık bir bugüne hizmet etmek üzere kul­
lanan" öteki 19. yüzyıl devletlerinin deneyimlerine çok benzer. I 34
Osmanlı Devleti, imparatorlukların birbiri ardına düşmanının,
yani milliyetçiterin silahlarını ödünç aldığı dünyanın eğilimlerine
uyuyordu. 1870'lerde Paris için geçerli olan, İstanbul için de ge­
çerliydi: "Köylülerin Fransızlara" dönüştürülmesi ile göçebelerin
"uygarlaştmlması" veya "Osmanlılaştmlması" birbirine koşut ça­
balarctı. I 3 s
3

lhtida ve ideolojik pekiştirme


"Emr bi'l-maruf nehy ani'l-münker" 1 :

Ekim 1892 tarihinde Osmanlı "kuvve-i tedibiyyesi", dağlık Kuzey


Irak'ın sığınaklı noktalanndan, Sincar Dağı'nın eteklerinde bulunan
Yezidi köylerine yaklaşırken, bazı Yezidi aşiret reisleri, köyleri esir-
1-(enecek olursa, lslam'a kucak açacaklan ve askerleri dağın daha yu­
l<anlanndaki diğer Yezidilere götüreceklerine söz verdiler. Kuman­
dan Asım Bey kabul etti. Çok geçmeden yola koyuldular, Osmanlı as­
kerleri, dar bir dağ geçidini aşarken, kendilerini geçidin her iki yanı­
na mevzilenmiş Yezidilerin açtığı cehennemİ bir çapraz ateş altında
buldular. Onlan bu pusuya düşüren "kılavuzlan", derhal saf değiş­
tirdiler. Yüz Osmanlı askeri öldürüldü ve pek çoğu da yaralandı. Ha­
ber, Musul'a 4 Kasım günü ulaştı ve vilayet binalanndaki askeri mü­
zik susturuldu. 2

Yezidi Kürtler, Abdülhamid dönemi devletinin, ana nüfusa kat­


maya ve Osrnanlılaştırılrnış şeriatı aşılamaya çalıştığı pek çok
�ruptan biriydi. Bu göıüşlerin benirnsetilrnesiyle, bu unsurlar as­
l<er olarak daha güvenilir hale de geleceklerdi. Ancak, halkı sade­
ı·c askerlik hizmetine sürmek yeterli olmuyordu. Kısa vadede bu
PLkili olabiliyordu, ama devletin yeni ideolojik gerekleri, uzun va­
ı lede, halkın baskı altına alınmasının yanı sıra, ilrna edilmesini de
wrunlu tutrnaktaydı. 3 Başka bir deyişle, halkın, yönetici iktida­
rın meşruiyet ideolojisine inandınlrnası, en azından gönülsüzce
de olsa nza göstermesini sağlamayı gerektiriyordu. Bu, sistern­
li bir "mezheb-i resrniyye"nin, yani Sünni Hanefiliğin benimsetil­
mesi siyasası ile gerçekleştirildi. Bu siyasa, Bedeviler gibi "söz­
de Müslürnanlar" ya da Yezidi Kürtler gibi "heretik rnezheple­
re" mensup unsurlan, ana ideoloji akımına ekiemierne yönünde
uzun vadeli bir çabadan başka bir şey değildi. Resmi olara!< l l ı ·
ristiyanlar ihtida etmeye zorlanmamakla birlikte, belgeler, llıris­
tiyanlar arasındaki din değiştirme olaylarının bu dönemde arttı­
ğına işaret etmektedir. ihtilal sonrası Fransa'sı, nasıl "köylüleri
Fransız'a dönüştürmeye" çalışmışsa, Osmanlı seçkinleri de "gö­
çebeleri Osmanlı'ya" dönüştürmeye çalışırken, yerleşik nüfusun
ortodoksluğın1u desteklerneyi de ihmal etmeyecekti. 4
Osmanlı İmparatorluğu giderek insan gücünden yoksllil kaldık­
ça, acil savunma ihtiyaçları, padişahın, savaşabilir erkek rezervlerini
kullanabilmek için nüfusu sıkıştırmak zorllilda kalması anlamına
gelmeye başladı. Bu bölüm, devletin, nüfuzWlWl farklı tabakatarına
yeni ortodoksiuğu nasıl aşıladığını incelemektedir.

Yezidiler: Osmanlı ihtida siyasasının örnek bir olayı


Yezidileri Hanefi mezhebine döndürmek üzere 1891-92'de yü­
rütülen kampanya, pek çok yönden o zamana değin marjinal ola­
rak görülerek kendi hallerine bırakılan unsurlara karşı güdülen
Osmanlı siyasasının bir mikrokozmosunu oluşturur. Standart uy­
gulama, genellikle belirli bir kalıbı izliyordu. Ilkin, bir "nasihat
kurulu" (heyet-i nasiha veya heyet-i tejhimiyye), çoğunlukla
yerel ileri gelenlerden veya saygın ulemadan oluşuyordu. Bunla­
rın, bugün "havuç yöntemi" diye adlandırılabilecek yollarla, ya­
ni nişanlar, rüşvetler, kimi zaman liderlerin İstanbul'a davet edi­
lip talihliyseler konforlu ev hapsi altında tutulmaları gibi yöntem­
lerle sonuç almaları bekleniyordu. Bu "yumuşak ve ılımlı araçlar"
(vesait-i teyyine ve mutedile) yöntemi, daha ucuz olması ve is­
tikrarı askeri seçenekten çok daha az bozması nedeniyle tercih
ediliyordu. Eğer bu arzu edilen sonucu yaratmazsa, ancak o za­
man Osmanlı merkezi "heyet-i tedibiyye" gönderme yoluna baş­
vuruyordu. s Bu ikinci yöntemin aşikar sofllilu, merkezin sıklıkla
kullanılan şiddetin düzeyini denetlernek konusın1da elinden fazla
bir şey gelmemesi ve bu durumun genellikle katliam ve nedensiz
yıkıma yol açmasıydı.
Yezidi Kürtler, hatırlanamayacak kadar eski dönemlerden be­
ri Doğu Anadolu ve Yukarı Mezopotamya'nın dağlık bölgelerinde
yerleşiktiler. "Şeytana tapınma" olarak görülen dinleri, 19. yüz­
yılın sonları ile 20. yüzyılın başlarında apaçık egzotizmiyle Şark
gezginlerinin çok ilgisini çekmişti. 6
Osmanlılar açısından Yezidiler, Hanefileştirme aracılığıyla
hesaba katılabilecek "sapkın mezheb" (jirak-ı dalle) idi: "Kürt
ı ı ı ı ı ı ı M ( IH i i l ı ı ıan olmayan Yezidiler ( . . . ) dindar padişahın zihnin­
ı l ı • l ı l r aııonnalliği temsil ediyordu.''7 Bu doğrultuda, o dönem­
ı l e · 1 loğıı Anadolu'da oluşturulmakta olan, Rus Kazak kuvvet­
l ı • rl ı ıd !'ıı mülhem hafif ihtiyat süvari birlikleri olan "Hamidiye
A lııylan 'na" onlan da katmamn planlan yapılıyordu. B 1885'te as­
lı c · l"l i k hizmetinden muafiyetleri kaldırıldı ve kur'a efradına da­
l ı l l P d i ldiler. Gene de, Osmanlı düzenine tam bütünleştirilmeleri
ı;ı ı l ıası, 1891'in kaderi belirleyen ilkbahar ve yazma kadar bekle­
ı ı ı P I< zorunda kalacaktı.
I H Mayıs 189l 'de, Yezidileri askeri hizmetlerini yerine getir­
ı ı ıc•ye "ikna etmek" üzere Şeyhan bölgesine gönderilen Binba­
�ı Abdülkadir'in başkanlığındaki "heyet-i nasiha", tüm Yezidi re­
l s i P rini bir araya topladıklannı ve "anlayabilecekleri bir dilde"
l s tı ınbul'un karannı kendilerine aktardıklannı bildirdi. 9 Heyet,
.v ı • rd halkın tutumu olumlu olduğu halde, "halklarını her zaman
.v ıınlış yollara saptıran ve kendi bencilce amaçlanna hizmet etti­
ı·pcck şekilde yönlendiren" liderlerinin işbirliğine yanaşmadıkla­
rı ı ı ı belirtiyordu. Bu nedenle, sayılan 150.000 kadar olan bu hal­
l< l ı ı askerlik hizmetine dahil edilebilmesi için, liderlerinin elden
ıwldiğince hızlı bir şekilde, imparatorluğun Yezidilerin yaşamadı­
,:ıı bölgelerine sürgün edilmeleri gerekiyordu. l O Yezidi önderleri,
1 li nbaşı Abdülkadir'in zalimce yöntemler kullandığından şikayet
P(.ınek için lstanbul'a telgraf çektiklerinde, binbaşı bu davranışın
l ııı reislerin, "sadakatsiz doğası"nın bir kanıtı olduğunu yazdı. Ye­
ıidi liderlerinin askeri yükümlülüklerini yerine getireceklerine
dair kendisine yazılı bir teminat verdiklerini, fakat şimdi sözlerin­
ı lı•n dönmeye çalıştıklannı ifade ediyordu. "Bu ahalinin inançla­
rının düzeltilmesinin, ancak liderlerinin sürgün edilmesi halinde
ı n ümkün olacağı" görüşünü tekrarlıyordu. I ı
Bu yazışmadan bir ay sonra, saraya çıbanbaşlarından birinin
���yhan miri (reisi) Mir Mirza olduğu ve onun "sürgün edilmeme­
si halinde, bu ahalinin inançlarının düzeltilmesinin (tashih-i aka­
iri) asla gerçekleştirilemeyeceği rapor edildi." 1 2
25 Haziran'da, padişahın yaveri Şakir Paşa durumu Abdül­
l ıamid'le değerlendirirken, askerlik hizmetinin tüm Müslüman uy­
nıklara vacib olan kutsal bir ödev olduğunu ve halkın herhangi bir
grubuna bunun için "özel bir davet gönderilmesi ve yazılı güven­
ce alınmasının" işitilmedik bir şey olduğunu dile getirmişti. I 3 Paşa
bundan başka, askerlik hizmetine öncelik verilmesi gerektiğini, bir
kere ordu saflarına katılmalarından sonra Yezidilerin "tashih-i aka­
id" meselesinin ele alınabileceğini de belirtmekteydi. I4
Ne var ki, padişalun gözünde, dini ortodoksluğun askerlik h iz­
metinden daha önemli olduğu anlaşılıyor: Yezidilerin ihtida etti­
rilmesi gerekiyordu. Hakkari yöresindeki Müslüman Yezidiler
gerçekten de Hamidiye Alayları'nda hizmete gönüllü olmuşlar­
dı. Gelgelelim, sarayın görüşü şuydu: "Bu alaylar Şafii mezhebine
mensup, ı s dini kararlılık ve sadakatleri bilinen unsurlardan oluş­
tuğu için, [heretik] Yezidilerin onlarla eşit konumda düşünülme­
leri söz konusu bile olamaz."
Temmuz 1891'de, hırslı bir Osmanlı paşası olan Ömer Vehbi
Paşa, "fırka-i ıslahiye kumandanı" olarak Musul vilayetine atan­
dı. Bununla birlikte, hhla "yumuşak seçenek"in kullanılması dü­
şünülüyordu. 13 Ekim 1891'de, Yıldız Sarayı'ndan çıkan bir ira­
dede, çoğunluğun Müslüman olduğu Patrak adlı Yezidi köyünde
bir cami ve bir okul inşası için 1 3.000 kuruş harcandığı bildiril­
mekteydi. 1 6
Ancak 1892 yazma gelindiğinde, Ömer Vehbi Paşa daha "düz"
yöntemlere başvurmaya karar vermişti bile. Temmuz-ağustos­
ta Şeyhan bölgesindeki, İslam'a çağnya direnen Yezidi köylerini
dehşete düşürmeyi amaçlayan bir yıldırma programına başladı.
Bu köylere akınlar yapıldı ve kesilen kafalar Musul' a getirildi. 1 7
Bu yıldırma harekatı, kırk kadar Yezidi liderinden oluşan bir he­
yetin kente gelmesine neden oldu. 19 Ağustos'ta, paşa, yerel yö­
netim meclisini (meclis-i idare) topladığını ve halka açık bir tö­
renle Yezidi liderlerini İslam'a kucak açmaya çağrrdığını bildirdi.
Bazı liderler bunu reddedip dayak yediler; içlerinden en azından
bir tanesi yaraları yüzünden öldü. 1 8 Kalanlar, Mir Ali Bey'in ön­
derliğinde bir törenle Müslüman oldular, paşa olayı İstanbul'a bü­
yük bir başarı olarak derhal bildirdi.

Yüzyıllar boyunca onlan doğru yola getirmek için tekrar tekrar ya­
pılan onca başansız girişimden sonra, seksen Yezidi köyü ile otuz Şii
köyü, din-i mübinin onuruna ulaşmıştır. Dün, liderleri tam bir vicdan
serbestisi ile Musul'a gelerek Müslüman olmalan için yaptığım çağrı­
yı kabul ettiler. Bu sabah, askeri bando Hamidiye Marşı'nı çalarken,
dizi dizi ulemanın bir ağızdan, duaların en kutsalı olan Allah-u Ekber
sadaları arasında, eşraf ve askeriye mensuplarından oluşan büyük
bir kalabalık belediye binasının çevresinde toplandı. Bir şeref kıtası
selam dururken, müftü her birine İslam'ı kendi hür iradesiyle kabul
edip etmediğini sordu. Her birinin onayından sonra, kalabalık "Padi­
şahım çok yaşa!" diye haykırdı. ı 9
A l c l ı�ı :;ıidddl i tedbirlere karşın, Ömer Vehbi Paşa da, Yezidile­
l l ı ı ı ı :r. u ı ı vadeli sadakatlerini sağlamak için eğitimden faydalan-
1 1 1 1 1 1< ı ı i yl ' l .indeydi . Din değiştirme töreninin (merasim-i telkiniy­
v • · ı ı • ı'l.<•ı-;i günü, lstanbul'a Yezidi köylerine altı cami ve yedi oku­
l l ı ı ı ynııı sıra, hepsi lslam'ı benimsemiş olan Şebekli köylerine de
l ıı ·.-;ı oi<U l ile beş cami yaptırmak istediğini yazctı. z o
1 'ıı.-;ıa, Laliş'teki Yezidi Tapınağı'nın bir İslam medresesine dö­
ı ı i i � Ui riilmesi ve yirmi öğrenciye burada yine devletin maaş bağ­
I I I ,V I I I 'ağı saygın bir Sünni ruimin yanında öğrenim görmeleri için
l ı 1 ı n; verilmesi gerektiğini de yazmıştı. Bölgedeki okullarda ye-
11'1 u lemanın istihdam edilmesi önemliydi, çünkü halkın dil ve
ı ı c l l 'l.lerine aşinaydılar.Z I Vilayet meclisi, muhtemelen paşanın ha­
I I ' I<PI.e geçirmesiyle, İstanbul'a hemen hemen aynı anlamda, "yöre
l 1ı ı l lunın karakteri ve diline aşina oldukları, siyasal incelikierin ya­
ı ıı Hı ra dinsel dogmada da çok deneyimli olduklarından" yerel ule­
ı ı ıı ı.ııın kullanılmasının yerinde olacağına yönelik bir telgraf çekti­
ı . . r. Bu formül ya da çeşitlernelerinin (emzice ve elsine-i mahalli­
ll' 'aş'ina ve dekayık-ı siyasiyyeye dana ve hakayık-ı diniyyeye
ı•(//oJ . .) Osmanlı belgelerinde heterodoksiye karşı alınan önlem­
l ı • rle ilgili sıklıkla yinelendiğine işaret etmek gerekiyor.22
Bu noktada, yumuşak seçeneğin bir kenara atılınamasına ka­
n ı r verildi ve 26 Ağustos'ta Osmanlı Meclis-i Vükelası Ömer Veh­
l ı l Paşa'dan gelen bir telgrafı tartıştı; paşa bu telgrafta, önde ge­
l l ' ı ı Yezidilerin İslam'ı kabul etmek yoluyla gösterdikleri olumlu
c lııvranışın nişanla ödüllendirilmesini öneriyordu. Paşa, bu reisle­
ıv nişan takılır ve bir aylık bağlanırsa, "imparatorluktaki tüm Ye­
:r.ldilerin yanı sıra İran ve Rusya'dakiterin de İslam'ın kutsal kuca­
Aıııa katılabileceklerini" öne sürmüştü.23
Ümer Vehbi Paşa eylül ortasında, Yezidi köylerine tayin edi­
lı•n öğretmen ve imamların görevlerine başladığını bildirdi.24 Yi­
"" de, işler hırslı paşayı tatmin edecek tarzda yürümüyordu. 24
l•:ylül'de, Mir Ali Bey ile başka birkaç "sorun çıkaran hainin, men­
l'ıır cehalet haline" dönmüş olduklarını ve İslam'a bağlılık yemin­
lt•rini bozduklarını bildirdi. "Yıllar yılı bronz tavus kuşları ve bu­
na benzer tiksindirici putları köyler arasında dolaştırıp, kendileri
l�·in büyük miktarda paralar toplamak yoluyla köylüleri sağan bu
lhlis heriflerin" hadlerini bildirmek gerekiyordu. ı s
Bu noktada Yezidi liderler Musul'daki Fransız konsolasuyla te­
masa geçip, ona, Fransa'nın kendilerini Ömer Vehbi Paşa'ya kar­
�· koruması halinde topluluğun Hıristiyan olmaya hazır olduğu­
mı söylemek yoluyla, işleri daha da karıştırdı.2 6 Bu durum paşa-
yı son derece öfkelendirdi; lstanbul'a devletin uygarlık ve eğit.iı ı ı
getirme "böylece onların yerel halkı aldatmalarmı ve soymaları­
nı önleme" çabaları sonucu "işleri bozulan ve bunalan" bazı Ye­
zidi liderlerin, şimdi de himaye için Fransız konsolosluğuna baş­
vurduklarını bildiren bir telgraf çekti. "Onları cehalet ve dalalet
yüzünden ayrıldıkları doğru yola döndürme çabası, kendi şeytani
yollarına dönebilmek amacıyla yabancılara farklı bir şekilde su­
nulmuştu."27
Bu haber üzerine harekete geçen İstanbul'daki Heyet-i Vüke­
la, 7 Ekim' de, Yezidi reisi Ali Bey ile halklarını "yanlış yöne sü­
rükleyen" ötekilerin, Trablusşam'a sürülmesini emretti,2 8 O za­
mana değin Ömer Vehbi Paşa'nın dönüşümlü olarak kullandı­
ğı "havuç ve sopa" siyasası birtakım sonuçlar veriyordu. Eylülün
sonunda Zor sancağından ve Musul bölgesinden "Harlı" adı veri­
len bir mezhepten sekiz "heretik" köyün mensupları, "kendi öz­
gür iradeleriyle" Musul'a gelerek "Müslüman olduklarını" bildir­
diler. 2 9 Heyet-i Vükela, daha önce İslam'ı benimsemiş olan Şe­
bekli liderleriyle birlikte, bu köylerin liderlerine de alt düzey ni­
şanlar ve 1.000 kuruşluk maaş ödenmesine ilişkin vilayetin öne­
risini onaylamaya karar verdi. Bu "başarıların" tümünün "halife­
mizin çağının uğurlu gelişmelerinin" (muhassenat-ı asriyye-i
hilajetpenahı) sonucu olduğu açıkça belirtiliyordu.3 0
l l Ekim'de, Musul valisi Osman Paşa, "Hanefi mezhebine dö­
nen Yezidi ve Şebekli çocuklarının eğitimi için 300 adet Kuran,
700 adet elifba ve 700 adet de İslam akaidini öğreten risale" talep
etti. Bunun padişahın "yüce dindar yolda attığı adımların meyve­
leri" (asar celile-i takva şiarileri) olduğu söyleniyordu. 3 1
Ekim ortasında, hemen hemen aynı günlerde, Ömer Vehbi Pa­
şa, Yezidi topraklarına bir tedib harekatı yapılmasını emretti. Bir­
liğin kumandanı, paşanın tez canlı, genç bir zabit olan oğlu Asım
Bey'di. Birlik, Şeyhan'daki Yezidi köylerini uykudayken bastı ve
yakıp yıktı. 32 Laliş'teki türbe yağmalanıp ayin malzemeleri alındı.
Burası bir medreseye dönüştürülecekti. Bunu, Osmanlı kuvvetle­
rinin pusuya düşürüldüğü ve dağlı Yezidilerin elinde ağır kayıpla­
ra uğradığı Sincar Dağı'na yapılan sefer izledi. 3 3
Ekim 1893'ün sonuna gelindiğinde, yeni Musul Valisi Aziz Paşa,
1892 yenilgisi hakkında İstanbul'a bilgi vermesi yönündeki emri
yerine getirdiğine ilişkin bir telgraf çekti. Üstlerine, Ömer Vehbi
Paşa tarafından yapılan taktik hatanın, aslında barışçıl olan Yezi­
dilere karşı şiddet kullanılması olduğunu bildirdi. Bu durum, on­
ların Sincar Dağı'ndaki daha savaşçı kabilelerle güçlerini birleş-
t l ıı ı ı Pi ı •riıl(' yol açmıştı. Yeni vali, ilkin eski yöntemin uygulanma­
l l l l l l , "yi>ınün nüfuzlu kişilerinden oluşan" bir nasihat heyeti gön­
ı lı • ri l ı ı ı Psini de öneriyordu. Ancak bunun sonuç vermemesi halin­
ı l ı • , o ı ı ları "ibret alınacak bir tarzda cezalandırmak" zorunlu hale
jl,l • l ı ' ( ' ( ' kti. 34
" N asihat heyeti"nin önemi özellikle vurgulanıyordu; üyelerine,
ııHi rdsleri kan dökmeye gerek kalmadan teslim olmaya ikna et­
ı ı ı ı •INi halinde, padişahın kendilerini cömertçe ödüllendireceği
ı l ı • söylenmişti. 3 s 1 Aralık'ta vali, Sincar bölgesinde isyan halin­
ı iPI<i on yedi Yezidi köyüni.in reisierinden çoğunun, nasihat heyet­
l t •riyle doğru yola sokulabileceğini teyit etti.3 6
Yezidi bölgelerinde tedirgin bir ateşkes yeniden kurulmak­
lu birlikte, Osmanlı merkezinin status quo ante'ye dönmek gibi
l ıi r şeyi tasadamadığı açıktı. Uzun vadeli beklenti, bölgeyi sakin
t ı ı t.arken, okullar ağı aracılığıyla Hanefıliği aşılamaktı. 1893'ün
Hoıı günlerinde, Yezidi lideri Mir Mirza Bey, 1892 akınlan sırasın­
ı l a Şeyh Adi türbesinden alınan kutsal yadigarlann geri verilmesi
lı;in Musul vilayetine başvurdu. Mir Mirza'ya açık açık, kendisine
vı•ya başka herhangi bir Yezidi reisine bunların iadesinin söz ko­
ı ı usu olmadığı ve türbenin artık bir medrese olduğu söylendi. 3 7
Bu arada, Ömer Vehbi Paşa'nın sıradışı mezalimi ve yerel eşra­
fa gözdağı vermesiyle ilgili şikayetler 1892 ve 1893 yıllan boyun­
ca padişaha ulaşmıştı. Bir soruşturma komisyonu oluşturuldu;
I<Omisyon 24 Kasım 1892'de Musul'dan gönderdiği raporda, Ömer
Vehbi Paşa'nın "İmparatorluk çıkarlarına tümüyle aykırı hareket­
lere girişip, Irak kadar önemli ve duyarlı bir bölgeyi kargaşa orta­
rnma sokma riskine girdiğini" belirtiyordu. Kendisine verilen ta­
ı imatın dışına çıkarak, sahip olduğu yetkenin ötesinde ''ifrat ve
t.efrit"e kaçmıştı."38
28 Kasım'da, erkan-ı harbiyye riyaseti, "irade-i hümayunun,
asilerin kan dökülmeksizin dağıtılması ve ancak [Osmanlı birlik­
lerine] ateş açılması halinde zora başvurması yönünde" olduğunu
belirtmekteydi. 3 9 Birkaç hafta sonra, komisyon ilginç bir rapor
sundu: Yirmi kadar Yezidi, tüyler ürpertici kanıtlar teşkil eden ye­
di kesik başla komisyona çıkmış, bunların Asım Bey'in kuvvet­
leri tarafından katiedilenlere ait olduğunu ileri sürmüştü. Komis­
yon bunu rezil bir davranış olarak görmüş ve "böyle hareketle­
rin, dost ve düşman için çirkin bir manzara oluşturduğuna" kana­
at getirmişti. 40
Komisyon, ortaya çıkardığı dehşet verici kanıtıara ilişkin
6 Şubat'ta yazdığı raporda, Ömer Vehbi Paşa'nın sözüm ona
"merasim-i telkiniyye"sinin tam anlamıyla düzmece olduğunu lw­
lirtiyordu: "Gerçekte Yezidi liderlerinin teki bile samirniyetle ilıt.i­
da ettifilmemiş ve lslam'ı kabul edenler de, bunu halkın önündP
dayak yemekten ve saldınya uğramaktan kurtulmak için yapmış­
lardı. Bu nedenle paşanın, bu halkın tek tek bütün samirniyetle­
riyle ihtida ettirililiğine ilişkin raporu, tümüyle temelden yoksun­
du. " Komisyon aynca kumandanın birliklerinin "Şeyhan ve Sin­
car'daki köylülerin, lslam'ı benimsernelerini sağlamak üzere dö­
vülmesi ve işkenceye uğratılması gibi arzu-yu hümayuna büsbü­
tün aykın eylemiere giriştiğini"4 1 bildiriyordu. 19 Ağustos'ta, sa­
ray, soruşturma komisyonunun Ömer Vehbi Paşa'yı görevinden
azletmesini, paşanın Divan-ı Harb'de yargılanmak üzere derhal
lstanbul'a gönderilmesini emretti. 42
Aralık 1893'e gelindiğinde, Yezidilerin hala Hamidiye Alaylan
saflanna katılmamış olduğu anlaşılmaktadır. Bu dönemde Musul
ve Van vilayetine, Yezidi köylerinde bir nüfus sayımı yaptırma­
sı ve çocuklann eğitimine yönelik çabalann sürdürülmesi emre­
dildi.43
Osmanlı merkezi ile Yezidiler arasındaki ideolojik dalgalanma
devam edecekti. Ocak 1914 gibi geç bir tarihte, Yezidilere hala
boyun eğdirilememişti. 25 Ocak 19 14'te, Musul vilayeti Yezidi re­
islerinin Osmanlı kimlik kağıtlarını kullanmayı, ancak dini ifade
eden bölümde "Yezidi" olarak yazılması koşuluyla kabul ettikleri­
ni bildirecekti. 44
Yezidilerin öyküsü, ilgi çekiciliğini korumaktadır. Pek çok yön­
den, bu öykü, Osmanlılann nüfusun güvenilir azalan olarak de­
ğerlendirmek üzere, ideolojik olarak ihtida ettirmek istedikleri
marjinal mezheplere karşı tavırlannın mikrokozmik düzeyde bir
örneğidir. Açıkça görülüyor ki, "havuç ve sopa" siyasası, merkez­
den çelişkili işaretler alan bölgedeki görevliler tarafından suiis­
timal ediliyordu. Bunlara bir yandan "kan dökmemeleri" ve so­
runu "nasihat heyetlerinin" çabalanyla çözmeleri söyleniyordu.
Öte yandan, kararlı bir paşa ya da subaya, açık açık asi unsurla­
ra boyun eğdirilmesi ve İslam'ın benimsetilmesi emredilebiliyor­
du. Üstüne üstlük, iletişimde ve askerin düşman ve zor bir arazi­
ye sevkinde karşılaşılan lojistik sorunlar vardı. Bu koşullar altın­
da, kumandana hatın sayılır bir inisiyatif kalıyor, bununla birlik­
te, herhangi bir nihai eyleme geçmeden önce talimat istemesi ge­
rektiği söyleniyordu. Bu yıllarda Osmanlı Devleti'nin Doğu vila­
yetlerinde sürüp giden katliam ve karşı-katliamlann birçoğunun
altında bu kargaşa yatar.
M I IHi il ı ııanların ve marjinalterin "tashih-i akaidi "
A l ıd il l lı:unid döneminde müderrislerin, aldıkları eğitim ve ica­
'·• · t l t ·ri merkez tarafından belirlenen bir tür gizli polis ile misyo­
ı ı ı • r i l rgüt olarak kullamlması teamül haline geldi. "Serbest" vaiz­
l l�c· I<Psinlikle kötü gözle bakılıyor ve tehlikeli sayılıyordu.
I H! I2'ye gelindiğinde, vaizlerin ve "misyonerlerin" (da'iyan)
ı ı ı ı c·ııl< dört yıl öğrenim gördükten ve şeyhülislamdan bir diplo­
ı ı ı ı ı (rüus) aldıktan sonra vaaz vermeleri uygulaması yerleşmiş­
l l . 1 '• Söz konusu vaizler, öğrenimlerini başarıyla tamamladıkla­
ı ı ı ıda en üst diploma olan İstanbul rüusu alan nüfuzlu din adam­
l u rı n ın çocuklarını (zadegan) da kapsıyordu. 4 6 Öyle görünü­
.v o r Id, bu siyasa Abdülhamid çağı boyunca uygulandı. 1902'de,
A hdülhamid'in saltanatının son döneminde bile, Bab-ı Meşihat
ı �c ·yhülislamlık) saraya yazdığı mektupta, son daiyan grubunun
o,,,.l medreselerinden mezun olup artık "vilayetlerdeki öğretim
ı ı ı ı •vkilerini almaya hazır" olduklarını bildiriyordu. Mektup, Ceb-i
l l l l ı ııayun'dan öğretmeniere dağıtılmak üzere bin liralık ödül
ııyınnası nedeniyle padişaha şükranlarını da içeriyordu.47
< )rtodoksluğun güçlendirilmesi, sapkınlığın döndürülme­
Miyle birlikte yürüyordu. İsmen Müslüman olan unsurlar bile,
IMt.anbul'un keskin nazarından kaçamıyordu. 2 Aralık 1884'te,
M Pdis-i Vükela, padişahın emirleri doğrultusunda, yerel halka
"gprçek" İslam'ı aşılamak üzere Suriye vilayetine yirmi din öğ­
n·t.ıneni gönderilmesini kararlaştırdı. Bu, "ister göçebe, ister yer­
ı .. ı;ıik olsun, yerli halkın İslam'ı, atalarından tevarüs ettikleri bir
� .. yden ibaret olup, aslına bakılırsa [İslami] inançları İslam adları
l nı;ıımaktan öteye gitmediği" için gerekli görülmüştü.48 Böyle la­
lmyt inanç şeklinin, yerini "Müslüman olma onuruna dair bir bi­
llı ıce" bırakması gerekiyordu. Bu eğitim, "onları kandırmaya çalı­
�nn misyoner ve Cizvitler tarafından aldatılmalarını" önleyecekti.
�am'daki özel bir heyet tarafından, göçebelerle birlikte yolculuk
Pl.ınek ve onları doğru yola getirmek üzere yerel dil ve adetleri bi­
IPn özel birtakım öğretmenierin atanması kararlaştınlmıştı. Yer­
IPı;ıik bölgelerde okullar ve camiler kurulacaktı. Meclis-i Vükela
ı;ııı kararı aldı: "Bu uygulama Yemen ve Bağdat'a da yaygınlaştı­
rılmak yoluyla, halka İslam kural ve ibadetleri öğretilmeli ve hi­
lııJete itaatleri sağlanmalıdır."49
Resmi Hanefi mezhebinin, sapkın olarak değerlendirdiği Şii
:l.eydiyye mezhebinin yaygın olduğu Yemen, özellikle sorunlu bir
hülge olmayı sürdürüyordu. s o Bu durum, 2 Kasım 1898'de Yemen
valisinin, önde gelen Zeydi hlimlerinden bazılarının, San'a'da l ı i r
Hanefi medresesi kurulmasını istediklerine dair yazdığı mektulııı
daha da ilginç kılıyor. Vali, "pek de sadakatieriyle tanınmayan"
insanlardan gelen bu ricanın biraz "beklenmedik" (hil{ij-ı rne­
rnul) olduğuna dikkati çekmekteydi. Bununla birlikte vali, kentli
Zeydllerin "vahşi kabileler"e göre "görece daha ılırnlı" ve akla da­
ha yakın olmaları nedeniyle, medresenin açılmasını tavsiye edi­
yordu. Eğitimin "tedrici fakat uzun süreli sonuçlar" yaratabildiği­
ne dikkati çekiyordu. 5 1
Aynı vilayetten bir yıl sonra gönderilen bir rapor, Yemen'deki
Osmanlı ilköğretiminin amaçları konusunda pek az kuşku bırakı­
yordu: "Yemen halkı, İslam tarihi, özellikle de halife efendimizin
büyük eserleri ve işleri konusunda tümüyle cahildirler. Bölgedeki
ilköğretim okulları, Hanefi mezhebini güçlendirecek ve padişaha
karşı itaat duygusunu aşılayacak bir niteliğe sahip olmalıdır... " Ne
ki, aynı rapor, Şafii mezhebinin başat olduğu yerde, okul din ki­
taplarının Şafii öğretisini de içermesi gerektiğini ifade ediyordu.52
Bu uygulama, yüzyılın sonuna dek ve 1900'lerin başlarında de­
vam edecekti. 20 Temmuz 1899'da, Yıldız Sarayı, Suriye vilayeti­
nin güney kesimindeki Maan vadisine, Bedeviler arasında çalışa­
cak on iki nitelikli öğretmen gönderilmesi için irade-i hümayun
çıkarıldığını kaydediyordu. Bu tayinin, "söz konusu halkın tü­
müyle İslam'ın ışığından yoksun olması ve kendilerine din ilimle­
ri ile İslam kurallarının öğretilmesi" gerektiğinden yapıldığı belir­
tilmekteydi. 53 Bu emrin ışığı altında, Maan vadisinin Karak böl­
gesi Bedevilerinin 19l l 'de Osmanlllara karşı ayaklandıkları za­
man, imha etmek için özellikle Hanefi mektep ve camilerini se­
çerek, Hıristiyan ve Yahudi semtleri gibi açık hedefleri görece za­
rar vermeden bırakmaları son derece ilginç bir noktadır. 54
Anadolu gibi, temelde Türklerin yaşadığı bölgelerde de or­
todoksluk kesin olarak sağlanmış değildi. Mayıs 1899'da, İstan­
bul'daki Şeyhülislamlık, " [Mihalıçık] halkının şeriat ve Sünnilik­
ten tümüyle bihaber oldukları dikkati celb etmiş olduğundan"
Ankara yakınlarındaki bu yere vaizler gönderilmesini emretmiş­
tL Aynı şekilde, "Trabzon ve havalisi halkının gerçek İslam'dan
saptıkları ve cehalet yoluna girdikleri" için Trabzon'a da vaizler
gönderilmesine karar verildi. Gerek Ankara'da gerek Trabzon'da
vaizlerin görevi aynıydı: . "Dini ve doğru inançları öğretmek"
(ta'alirn-i diyanetle tashih-i akaidleri) . 5 5
Öyle görünüyor ki, tam b u dönemde Anadolu'da, bir çeşit di­
ni bunalım ortaya çıktı. 1890'ların sonunda, misyoner etkinlikle-
ı l ı lı ı l n y ı � ı y l a pPI< c;ol< l ı i i i �Pde hal kın l lıristiyanlığı benimseme­
ni lwı ı n � n ı ıda �erçck bir korku duyuluyordu. Sonradan bunun tü­
ı ı ı ı l,v l ı • yPrsiz bir panik olduğu anlaşılacaktı. Ama sorun, bu bölge­
l t • ı l ı l l l i n:oğunda halkın Hıristiyanlıktan İslam'a ı 7. yüzyıl sonla­
l l l l ı · l ! l. yüzyıl başında dönmüş olması nedeniyle, o dönemin Os­
ı ı 1 ı ı ı 1 l ı memurlarını son derece kaygılandınyordu. Bunalım, aynca
l l ı ı l ı ' ı ı ın Osmanlı hükümetine reform vaatlerini yerine getirmesi
v n ı d l ı ıd(� ağır baskısına yol açan Ermeni katliamlarıyla da örtüşü­
, , ın l ı ı. 1 6 Batı baskısına karşı bir güvenlik supabı olması düşünce­
.

• ı l y l ı ·, bir Anadolu genel müfettişliği (vilayat-ı şahane müfettiş-i


11 111 11nıLsi) oluşturuldu. İlk müfettiş-i umumi, padişahın en sadık
v ı 1 vl'!"lerinden Aluned Şakir Paşa'dan başkası değildi. S 7
1 li Ocak ı898'de, Trabzon vilayeti Şakir Paşa'ya, "bölgedeki ba­
t. ı "ı;ihasın 'papazın aldatmacalan sonucu' Hıristiyanlığa geri dö­
ı ıı · ı · P klerinin (irtidad) haber alındığını" bildiriyordu. İlgili kaza­
l u rd a bir araştırma başlatıldı, ama "bölgedeki manastırların ve
pııpazların sayısının çok fazla olması sebebiyle", bu araştırmanın
l ı l nız küçük çaplı yürütülmesi, "aksi halde, papazların işleri farklı
l ı l r ı;; ekilde gösterebilecekleri ve yabancı temsilciliklere şikayette
l ıı ı l ı ı nmaktan geri kalmayacaklan" belirtilmekteydi. 5 8 Bir buçuk
v ı l sonra, Trabzon vilayeti, bu rivayetlerden hiçbir şey çıkmadı­
� ı ı ı ı bildirecekti. Bununla birlikte, hatın sayılır bir tedirginlik ya­
n l lı lmıştı. 59
I �u tedirginlik temelsiz değildi. Osmanlılar ı856 Isiahat Perma­
l l l i le din özgürlüğünü resmen kabul ettikleri zaman, aslında Müs­
l l l ı nanlığa yeni geçmiş olanları Hıristiyanlığa geri döndürmek için
ı-: i rişimlerin yapıldığı örnekler vardı. Çarpıcı bir örnek, İstavri ya
ı la Stavriotae'lerin durumudur. İstavriler, ı 7. yüzyıl sonundan iti­
l ınren çeşitli zulüm dönemlerinde İslam'ı kabul eden, ama aslın­
da gizli Hıristiyan olarak kalan Trabzon ve Gümüşhaneli Rumlar­
d ı . İnançlarını açıkça ancak ı856 Isiahat Fermanı'ndan sonra di­
le• getirebilmişlerdi. 6 0 Kimileri ı830'larda, Yozgat'ın Akdağ Made­
ı ı i kazasına yerleşmişlerdi. Döneme ait bir Batı anlatısı, onlardan
�;�i iyle söz eder:

Rum inancına ve Rum diline sahip olan, son yıllara değin Trebi­
zand havalİsinde yaşayan örtülü-Hıristiyanlar: Bunlar, Gümüşhane ci­
varındaki bir köy olan Stavra'dan dolayı "Stavriote" olarak tanınıyor­
lardı. Bu topluluğun, Sivas, Angora ve Trebizand vilayetlerinde sayı­
larının 20.000'e ulaştığı söyleniyor: Şimdi hepsi gerçek dinlerini açık­
ça ifade edebiliyorlar. 6 1
Şakir Paşa, 1897 yazında durumu bizzat incelediği zaınaıı, ls
taviiierden "iki tür ibadeti birden yüıüten bir halk" (iki ay·in ü:ra
eder ahali) diye bahsediyordu. 6 2 Bu nedenle Osmanlı düzeniıw
tümüyle aykırı bir durum arz ediyorlardı. 6 3 Daha eski zamanlar­
da görmezden gelinmişlerdi; ama şimdi, imparatorluğun ayakta
kalabilmek için kaynaklamu son damlasına dek sıkmak zorunda
kaldığı bu dönemde, devletin hiç de memnun olmadıklan ilgisine
mazhar olmuş bulunuyorlardı. Bizzat Akdağ Madeni'nde "seksen
dört hane"ye varan hatın sayılır bir nüfus oluşturuyarlardı ve ay­
nca çevre köylerdeki sayılan "yüz kırk hane"ye ulaşıyordu. Müs­
lüman adlan almışlardı ve askerlik hizmeti yapıyorlardı, dolayı­
sıyla "gizliden gizliye Hıristiyan olarak kalınakla birlikte Müslü­
"
man gibi görünüyorlardı." Cemaat önderıeri, Trabzon'daki Rum
Patrikliği'yle olan bağlantılarını sürdürmüştü; o kadar ki, arala­
rından Mahmud Efendi adındaki biri, yasadışı bir biçimde "Pat­
riklik temsilcisi" olarak anılıyordu. 1879'da Hıristiyanlığa dön­
mek için resmen başvuruda bulunmuşlar, böylece askerlik hiz­
metinden muaf hale gelmiş ama izin alamamışlardı. Bunun üze­
rine Şakir Pruşa şu sözleri sarf edecekti: "Bu onlan şeytanca ent­
rikalara götürdü" (bir mecra-yı şeytaniye sülUk ile). 64 Bu "ent­
rikalar" doğum, ölüm ve evlilik kayıtlarını kütüklere kaydettir­
memek ve ölülerini Rum mezarlığına defnetmekten oluşuyordu.
Bundan başka, çocuklanna açık açık Hıristiyan isimleri vermeye
ve Rum cemaati içinden evlilik yapmaya da bruşlamışlardı. Şakir
Pruşa, "böyle bir örnek öteki basit Müslümaniann kafalannda ka­
rışıklık (tağşiş-i ezhan) yaratacağından" tüm bunlann çok tehli­
keli olduğunu düşünüyordu. Buna rağmen, müfettiş-i umumi, ce­
maat liderlerinin geçici olarak sürgün edilmesi ve Trabzon patri­
ğinin şiddetle kınanmasından daha ağır bir cezayı uygun görmü­
yordu. Buna ek olarak, "güvenilir imamların bunların köylerine
gönderilmesi, çocuklannı okula göndermek ve onlara Müslüman
adlan vermek konusunda ikna edilmeleri gerektiğine" dikkati çe­
kiyordu.65
Gelgelelim, İstavrilerin yanlış yollarını sürdürdükleri anlruşılı­
yor. Şakir Pruşa'nın bölgeden aynimasından birkaç ay sonra, Yoz­
gat mutasarrıfı, İstavrilerin kendi aralarında evlenıneye ve ço­
cuklannı İstavri geleneği uyannca yetiştirmeye devam ettikleri­
ni bildirmekteydi. 66
İstavriler adeta, Şakir Paşa'nın kişisel sapıantısı haline gel­
mişti. Akdağ Madeni'ne yaptığı ziyaretten bir yılı ruşkın bir za­
man sonra, "bu sapkın halk" (erbab-ı dalalet halk) hakkında hata
ı ı 1 1 ı ı ı ru.porlar yazıyordu. Yozgat bölgesinde görece az sayıda ol­
ilk geldikleri bölgede, yani Gümüşhane'deki To­
ı ı ı ı ı l n rı ı ııt lmrşın,
ı ı ı l lwzw-mıdaki sayılannın bütün bir nahiyenin nüfusuna denk ol­
d ı ı � ı ı ı ı a işaret ediyordu. İstedikleri, askerlik hizmetinden kaçın­
ı ı ı n l< VI ' "Avrupa'nın dostluğunu ve himayesini elde etmek" idi.67
1 11\lı.:ı-deki yetkililere, "dinlerini değiştirmelerinin tek sonucu­
ı ı ı l ı ı , komşulan tarafından lanetlenmek olacağının" , ama yine de
ı ı M ic P rl i kten muaf tutulmayacaklannın söylenınesi talimatı veril­
ı ı ı ll111. Paşa, "kafalan halihazırda zehirlenmiş olanlan" doğru yo­
l ı ı c ll lndürmeye çalışmanın boşuna olacağına, asıl hedefin, "inanç­
l u n d üzeltilmesi (tashih-i akaid) gereken" çocukları olması
•wrl' l<tiğine değiniyordu. Paşanın, ebeveynleri, çocuklarını okula
.ıoı ıd<'rmeye zorlama yöntemleri bir parça şantaj kokusu taşımı­
yor değildi:

[ lstavri köylerinde] münasibi veçhile rnekatih-i ibtidaiyye tesis olu­


ııııb (...) bunlann babalan evladlanru bu mekteblere göndermek mec­
hııriyeti bi'l-istisna kabul olunduğu [halde] yine kabul-i nasraniyyete
yPitenmekte musırr olaniann evladlan Yemen ve Trablus ve Hicaz fır­
l<alar, tertibatına tahsis suretinde zecre maruz olacaklan (... ) (Bu sa­
yPde] bir vakit sonra fikr-i nasraniyyete ilcayı tabiatiyle ortadan kal­
lcub Bulgaristan civanndaki Pomaklar gibi en mutaasıb Müslümanlar
ı lcrecesine vasıl olacaklan ümidi pek kavidir. 6 8

l 'aşa, Batı baskısının da bilincindeydi. Yalnız lstavri köylerin­


ı ll' değil, tüm bölgede okulların inşa edilmesi ve açılması gereki­
yordu; böylece "çocuklan okula gönderme zorunluluğunun her­
lcPse uygulandığı söylenerek yabancılann şikayetlerinin önü alı-
1 U tbilecekti."69
lstavri sorunu, Abdülhamid döneminin sonlarına kadar belge­
ı .. rde görünmektedir. Ankara vilayeti, 10 Mayıs'ta Kirilus adında
h i r Ortodoks papazının, İstaYrileri isyana kışkırtmaya uğraştığı­
ı ı l rapor ediyordu. Rapor, Kirilus'un Osmanlı tabiyetindeymiş gi­
hi görünmesine karşın, aslında Korfu adasından bir Rum olduğu­
rııı ileri sürüyordu. lstavri cemaatinden Yunan milliyetçi örgütü
l<'iliki Etheria için para topluyordu ve hatta bazı Müslümanların
l l ıristiyan olmasına neden olmuştu/O Bunlardan biri olan Sof­
nıcıoğlu Ömer, dininden döndükten sonra bir Rum kızla evlen­
r ııişti. Bunu duyduklarında, yetkililer onu derhal yakalayıp, as­
lwrlik hizmetini yerine getirmesi için orduya almışlardı. Ancak,
askerden terhisten sonra, Ömer kansının ailesinin yanına yerle-
şip kiliseye devam etmeye ba�lanıı�l.ı. Tüııı l ı u ı ı lar, A ı ı l<ara va l i
sinin gözünde hatın sayılır bir endişe kaynağıydı: "l�leriı ı h ı ı �!'
kilde devam etmesinin, Devlet-i .Aıiyye ve Kutsal şeriat açısından
sayılamayacak tehlikeler yarattığına hiç şüphe yoktur. Bu insaıı ·
ların alçakça hareketleri, Müslüman halkın sağlıklı etinde irin sız­
dıran bir çıban gibidir. "7 1
1905 yılı, İstavri sorununun çözümü için topyekun bir çaba­
ya tanıklık etti. Ankara vilayetine, İstavrileri Müslüman olarak
kaydetmeleri yönünde açık emirler verildi. Dahiliye Nazın Mah­
mud Memduh Paşa, Şakir Paşa ile birlikte bunu bir çeşit önce­
likli projeye dönüştürdü. Patriklik ve yabancı sefaretlerin pro­
testoları hiçbir işe yaramadı. Çeşitli örneklerde, Ankara vilaye­
ti ve Yozgat mutasarrıfı, din özgürlüğünü tanıdıklarım bildirdiler.
Ne ki, bunun daha çok sayıda İstavri'nin açığa çıkmasını amaç­
layan bir hile olduğu anlaşılacaktı. Rahip Kirilus Caratzas ve bir­
kaç İstavri önderi Ankara'ya sürüldü ve birçoğu burada zindanda
öldü. İstavriler ibadet özgürlüğüne ancak 1908 Devrimi'nden ve
Abdülhamid'in hal'inden sonra kavuştular.72
İmparatorluğun Balkan vilayetlerinin çoğundan yoksun kaldı­
ğından beri büyük ölçüde azalan Balkan Müslüman nüfusu da,
"tashih-i akaid"e maruz kaldı. 1 889'un sonuna doğru, Osmanlı
Arnavutluk'undaki Elbasan nahiyesinde 1.600 kadar kişinin Hı­
ristiyan olduklarını, bu nedenle askerlik hizmetine uygun olma­
dıklarını bildirdikleri rapor ediliyordu. İstanbul, "bölgeye yerel
bir müdürün atanmasını ve bu insanların, hocaların atanması ve
okulların kurulması yoluyla İslam'ın necat dairesine sokulmala­
rını" emretti. Böylece devlet, geçmişte olduğu gibi asker olması
beklenen "halkla temas kurmuş" olacaktı.73
Balkanlar'da oldum olası şüpheli görülen bir grup, İslam'ı be­
nimseyen Yahudilerden oluşan "dönme"lerdi. 24 Nisan 1892'de,
Osmanlı Meclis-i Vükelası, hocası Hacı Feyzullah Efendi'ye sev­
dalanmış olan Rabia adlı bir dönme kızın durumunu tartışmış­
tı. Meclis zabıtlarında, "On sekiz ya da yirmi yaşlarında bir kız
olan Rabia'nın, Hacı Feyzullah ile ilişki kurarak evinden kaçtı­
ğı ve kendisinin İslam'ı benimseyip 'avdeti' inancını terk ettiği"
yer almıştır. 7 4 Burada hemen göze çarpan nokta, Osmanlı res­
mi belgelerinin soruna ihtida gözüyle bakmasıdır; oysa, dönme­
ler, resmen Müslüman kabul ediliyordu. Kız yerel memura sı­
ğınmıştı, ailesi ise kızın evine dönmesini talep ediyordu. Mecli­
sin değerlendirmesi, "Avdetiler Müslüman olarak adlandınlma­
larına ve bu nedenle [bu evliliğe] karşı çıkmamaları gerekmesi-
111• l1 ı ı n;H i l , l ı ı ı ıı l a r M llslll ı ı ı an l arla evlenmekten hep kaçınmışlar­
ı l ı ı " .� l ' ld i ı u leydi. Sonunda, çiftin ilk gemiyle lstanbul'a getirilme­
• ı l , l ı ı ı ra d a Feyzullah'ın bir devlet dairesinde işe yerleştirilmesi
lo ı ı ı ı ı n a.lındıJS
� · · r i f Mardin de, Osmanlı İmparatorluğu'nun sınırlan 19. yüz­
\ ı lda hızla küçüldükçe, Melami ve Nakşibendi tarikatlan tarafın­
ı l ı u ı ).(Prçekleştirilen "Balkanlar' daki birçok yeni ihtida vakasına"
ı l ı ld<al.i çeker. 76
1 ıoğu Anadolu vilayetlerinde redif kuvvetleri olan Hamidi­
\' 1 ' /\ l aylan'nda askerlik hizmeti yapan Kürtlere de, masrafla­
ı ı I l azine-i Hassa-i Şahane'den karşılanmak üzere okullar ve ca­
ı ı ı l lt•r kurulmak yoluyla "doğru" dinin öğretilmesi gerekiyordu. 7 7
" 1 ıoğru yoldan sapmış" olarak tanımlanan Kürtlerin, Türkçe ve
1\ ı l ıtçe olarak basılarak Kürt topluluğa dağıtılacak "din kılavuz­
l ı ı n ı ı ın" (ilm-i hal) basımı ve dağıtımı yoluyla hizaya getirilmesi
ı.ıı • n • ldyordu.7 8
< lsmanlı yönetici sınıfını oldum olası kızdıran topluluklardan
l ı l ri de, geleneksel başlıkları dolayısıyla aldıklan adla Kızılbaş­
l ı ı n l ı . 79 Şii mezhebinin bir kolu olarak tanınan bu unsurlar, orto­
ı lı ı l<sluğun bu denli vurgulandığı bir dönemde Abdülhamid yöne­
ı ı ı ı ı inin dikkatini çekmekte gecikmeyecekti. 4 Ocak 1890'da Ma­
I I I'İf Nezareti'nden Sivas vilayetine Kızılbaşiara hoca ve ilm-i hal
ı.ıllnderilmesi talimatı verildi. Bu, "bölgedeki Kızılbaşların sayısı
l ıl r zamanlar çok az iken, son zamanlarda cehaletlerinin bir sonu­
I 'II olarak günden güne arttığı" için gerekiyordu . B O
Benzer bir biçimde Tokat mutasarnfından, 189l'de, bölgesin­
ı lı • ki Kızılbaş halk arasında bir nüfus sayımı yaptırması istendi.
l l sulüne uygun olarak, mutasarnf burada 33.865 Kızılbaş'ın yaşa­

d ığını bildirdi. Aldığı talimat, bu halkın vaizlerin atanması ve din


risalelerinin dağıtımı yoluyla "cehaletten kurtarılıp, kendilerine
ııydınlanmanın yüce yolunun gösterilmesi" yönündeydi. Bu ara­
ı la, bu köylerdeki imamlar yerel rüşdiyede "eğitilmek" üzere vila­
yPt merkezine gönderileceklerdi. Bundan başka, köylere, "necat­
I an nasiplerini alamamış olan bu zavallı putperestleri kurtarmak
lwnusunda daha etkili olabilmeleri için" buralarda uzun süreler
!<alacak danışmanlar (nasih) gönderilecekti. 8 1
2 Ağustos 189l 'de, Sivas valisi Kızılbaşlarla ilgili uzun bir tezki­
n� kaleme aldı. Daha önceki hükümdarlar ve memurlannın ihma­
l i nedeniyle (ki böyle bir girizgah Abdülhamid'in kuşkusuz dik­
katini celbederdi), "cahil ve sapkınlann sayısı büyük ölçüde art­
ı nıştı. " Ardından, onların "cennet ağacının bir dalı olarak büyük
saygı gösterdikleri kuru dallara tapınak" gibi "putppn•ı;t" i ı ıa ı u ;
ların dini ayrıntılarına giriyordu. 82 Gelgelelim, paşanın �,�ok d a
ha ciddi bir kaygısı vardı: Kızılbaşlar, savaşta şehit olmanın C<'ll
netin kapılarını açacağına inanrruyorlardı; "başka herkesle birlil<­
te ordu birliklerinde askerlik hizmetini yaparlarken, eski çağlar
dan beri sahip oldukları bu batıl inanç, onları savaşta son derecP
güvenilmez kılıyordu." Bu nedenle, resmi talimatlar doğrultusun­
da, "gençleri günah kuyusundan kurtarıp babalarının inancını bı­
rakmalarını sağlamak, gözleri sapkınlıkla kararmış otuz kırk ya­
şındakilere göre daha kolay olduğuna göre" bunların köylerindtı
"yeni tarz" okullar kurmak ve köy imamlarını öğretmenlik için
eğitmek yönünde her türlü çaba gösterilmeliydi. 83 "Karanlık" ve
"aydınlanma" arasındaki bu ikilik, Müslümanlığı beniruserne ko­
nusunu hayli araştırmış olan Hasluck'un da dikkati çektiği üze­
re, aslında Kuran'da geçen bir motiftir: "İslam'ı benimseyen bir
muhtedi, Allah tarafından özellikle aydınlatılmış, böylece yanlış
yetiştirilmesine karşın gerçek inancı görebilen bir kişi olarak ka­
bul edilir."84
"Yetişmelerindeki hataların" kurbanı olan ve ihtida siyasa­
sının hedefi haline gelen bir başka topluluk, Nuseyriler idi. Ku­
zey Suriye'nin Lazkiye bölgesinde görülen bir mezhep olan Nu­
seyrilik, İstanbul'un dikkatini 1889'da çekti. Maarif Nezareti'ne
ait Ayniyat Defterleri'nin birine, "Aralannda Hıristiyan misyo­
nerierin faaliyetleri eksik olmadığından, bunları İslam'ın safları­
na davet etmek üzere bölgede yedi mekteb-i ibtidaiye kurulması­
nın kararlaştırıldığı" kaydedilmiştir. 8 5 Aslına bakılırsa, II. Abdül­
hamid, Nuseyrileri Hanefıliğe yönlendirmesi için onlara bir imam
atamıştı. 8 6
Ertesi yılın mart ayına gelindiğinde, okul inşaatı ilerlemiş­
ti; "illimliği ve sadakatiyle ünlenmiş" Trablusşam'dan Ali Reşid
Efendi, bölgedeki okulların müfettişliğine atanctı.8 7 Bu yıllar bo­
yunca, resmi yazışmalarda Nuseyrilerin adı sık sık geçmeye de­
vam etti. 1891 Haziran'ında Lazkiye mutasarnfı, Sahyun bölgesi­
nin Nuseyri ileri gelenlerinin kendisine gelip, gönüllü olarak Ha­
nefi İslam'ı benimsediklerini bildiren bir dilekçe sunduklarını ve
şimdi "inançlarını sağlamlaştırmak ve kendilerini eğitmek için"
okul ve camiler istediklerini bildirmekteydi. 8 8
Müfettiş Şeyh Al i Efendi de oradaydı ve bölgeye o n beş mek­
tep ile bir o kadar da caininin gerekli olduğunu, aksi halde, "bu
halk cehaletle baş başa bırakılırsa, onlara 'görüyorsunuz, devle­
tiniz size yardım etmiyor' diyen misyonerierin ekmeğine yağ sü-
ı ı ı l ı · ı ·ı•l-(i ı ı i " line sürmüştü.89 Osmanlı hükümeti, Nuseyrileri sap­
lı l l l M UH l i l ı ı ıaıı olarak görmekle birlikte, misyonerler onları "put­
p ı • ıı ·.'i l. l ı l r mezhep" olarak görüyor ve bölgedeki misyoner okulla­
l l l i l l i lmpatılmasını protesto ediyorlardı.90
N ı ıH<'yriler de yorulmak bilmez Ahmed Şakir Paşa'nın dikkatini
•. • · l< ı ı iPI< I.e gecikmeyecekti. 1898'in ortasında, Halep vilayetindeki
l ıl ı l l'lliı;; gezisi sırasında, Antakya kazasında yaşayan Nuseyriler,
l l ı l l ıt'fi lslam'ı beniruserne arzularının, camilere girmelerine izin
'·ı •rı l u•yen yörenin ileri gelenleri tarafından kabul edilmediğinden
'JI I<fıyetle paşaya başvurdular.9 I Şakir Paşa, sorunu incelemiş ve
ı l ı • ri �elenlerin tutrununun " [Nuseyrileri] köle işgücü gibi kullan­
ı l ı ld an ve eğer Müslüman olurlarsa artık böyle yapamayacakla­
ı ı" �<�rçeğinden kaynaklandığı sonucuna varmıştı. lleri gelenleri
N I IHeyrilerin ihtidasını kabul etmeye zorlamanın zorunlu olduğu­
I l l i d üşünüyordu: " [Bu yapılmayacak olursa] muazzam bir fırsat
l� � ı �· ı rılmış olacaktır. Geçtiğimiz günlerde Avrupa basınında, otuz
l ılıı Nuseyri'nin Kutsal Efendimizin tek bir işaretiyle mucizevi bir
l ıl ı;iınde din-i mübine döndüğünden söz edildiğini gördüm. Bu ge­
l lı;ıncnin siyasi değeri, birkaç toprak ağasının dar çıkarlan uğru-
1 11 1 ziyan edilemeyecek kadar büyüktür."9 2 Paşanın, bütün Müslü­
ı ı lanların halifesi olarak padişahin konrnnunu uluslararası propa­
Hııııda değeri olarak öne çıkarması ilginçtir.
Suriye, Osmanlı misyoner faaliyetlerinin odağı olmaya devam
ı •c l iyordu. Lazkiye kazasındaki, "dini ibadet ve inançlannın pekiş­
l l rilmesi gerektiği" düşünülen bir başka mezhep de Hıdaiye idi.
I H Temmuz 1896'da Babıa.J.i, bölgede mekteplerin inşa edilmiş ve
P l ı l iyetli hocalann atanmış olduğunu kaydediyordu. Markab ve
ı : .. hele kazalanndaki ibtidaiyelerin rüşdiye konumuna yükseltil­
I I H'Si ve bölgedeki toplam kırk kadar okulun bir müfettiş tarafın­
ı lım düzenli olarak denetlenmesi de kararlaştınlnuştı. 9 3

l l ıristiyanlann ihtidası
Hıristiyanlıktan lslam'a dönme süreci, Osmanlı araştırmalan­
n ın en çetrefil meselelerinden biridir. Belgelerden anlaşıldığına
l(llre, dayatma ve keyfi ihtidaya resmen tenezzül edilrnezken, gay­
ri resmi olarak zoraki ihtida olaylan görülüyordu. Duruma pek de
Mıeak yaklaşınayan Batılı bir anlatıya göre: "Osmanlı Türklerinin
yllnetiminde, Küçük Asya'da büyük çaplı bir ihtidaya ilişkin pek
ıız tarihsel kanıt vardır. Reaya tehlikeli olmadığı sürece, onlardan
l'nydalanmak gerçek mürninlerden faydalanmaktan daha kolay
olurdu ve kitlesel ihtida hiç kimse n in iı;; i nP yaraı ı ıazı l ı ."'H
Sultan Abdülhamid'in hükümranlığının ilk yıllarında, l l ı riı-ıt.i
yan uyrukların askere alınması ciddi bir şekilde düşünüldü. Sad
razam Said Paşa tarafından 25 Şubat 1880'de hazırlanan bir tez·
kire, İstanbul'daki Rum metropolitinin Hıristiyan ve Müslüman·
lann ayrı birliklerde askerlik hizmeti vermelerini önerdiğine işa·
ret etmekteydi. Bu öneri, " [Rusya'nın] Kazak ve ağır süvari bir­
liklerinde Hıristiyan ve Müslümanların kardeşçe bir arada hiz­
met ettiği"ne işaret eden Meclis-i Vükela tarafından reddedildi. 9 r,
Bundan başka, 1875-76'daki Avusturya karşıtı direnişte "Latinler
ve Müslümaniann yan yana çarpıştığı"na dikkat çekiliyordu. Ne
ki, padişah, hem güvenlik kaygısıyla, hem de Hıristiyanlann ordu
safianna katılmaması, askerlik hizmetinden bağışıklık için alınan
vergiden (bedel-i askeri) elde edilen hatın sayılır gelirin kaybı an­
lamına geleceği için, Hıristiyan uyruklarını silahıandırma konu­
suna giderek daha büyük bir kuşkuyla balanaya başlamıştı.%
Gelgelelim, Osmanlı arşivlerindeki kanıtlar, Hıristiyan ihtidası­
nın 19. yüzyılın son çeyreğinde daha sık yaşandığına işaret eder.
Aslına bakılırsa, Hıristiyanlarla ilgili bir son dönem Osmanlı ihti­
da siyasasından söz etmek mümkündür; bu ihtidanın temeli, ih­
tidanın ancak "uygun kanallar" aracılığıyla gerçekleştirilmesi ve
"uygun prosedürü" izlemesi halinde kabul edilebilir olmasıydı.
Şeriat ve Hanefi mezhebinde olduğu gibi, burada da "bürokrati­
ze edilmiş" bir ihtida prosedürünü görüyoruz. Bu prosedür, Da­
hiliye Nezareti'nce vilayetlere, "yürürlükteki uygulamaya aykırı"
(usul-ü cariye hilafında) olarak gerçekleştirilmiş ihtidalara iliş­
kin şikayetlerle ilgili sıkça gönderilen genelgelerde açıkça telaf­
fuz ediliyordu. Bu konuda merkezin resmi çizgisindeki en temel
unsur, ihtidalann gönüllü yapılmasıydı. Bu nokta, şunlan belirten
bir İngiliz gezgininin gözünden de kaçmamıştı:

Herhangi bir dinden İslam'a geçme durumunda öngörülen prose­


dürün tamamı, akla uygun, ılımlı ve gerçek ile zorunlu ihtidayı birbi­
rinden ayırt etmek ve muhtedinin eski dindaşlarına, ihtidanın gönüllü
olduğu konusunda kendilerini tatmin edebilecek her türlü fırsatı ver­
mek üzere öngörülmüştür. 9 7

Yürürlükteki uygulamalann bazı çarpıcı özellikleri vardı. Bun­


lardan biri, "ihtida merasimi sırasında, muhtedinin mensup bu­
lunduğu dinin en üst düzey yerel din adamının hazır bulunması
zorunluluğu" idi.9 8 Öyle görünüyor ki, burada söz konusu olan,
ı l ı ı l ıu ı•Hid l ı i r ı ıygulaı ıııu ı ı ı ı " l ıi i rol<ratize e d i l mes i" idi. 1 7. yüzyı­
l tı ı ı l l 1\ ı l ırıs kayn ak ları, Kıbrıs'ta bir Rum, lslam'ı benimsediği za­
ı ı ı ı ı ı ı : ı l ı� ı l ı ı ı ı � uygulamanın, hiçbir zorlama olmadığını saptamak
1 ı · " ı ı ı ı ı h t<'diyi kayıtlarından çıkarmak" üzere bir rahibin hazır bu­
l ı ı ı ı ı ı ıı ıHı olduğunu doğrulamaktadır. 9 9
1! ı . yüzyıl düzenlemesine göre, ihtida sırasında rahiple birlik­
l ı • ı ı ı u h tedinin ebeveyni veya yakın bir akrabasının da hazır bu­
l ı ı ı ı ı ı ıası zorunluydu. Meşru ihtida eylemine tanıklık eden belge­
l ı · r l ı ı , hem Müslüman hem de Hıristiyan yetkililer tarafından im­
wlnı ıın ası gerekiyordu. Bu işlem aceleye getirilmemeliydi ve eğer
ı ı ı l 1 i l ıin ya da yakın akrabanın gelmesi bekleniyorsa merasim bir­
lı ı ı ı; gün ertelenebilirdi. Ancak ergenlik çağına erişmiş olan ço-
1'1 ı ldarın ihtida etmesine izin verilebiliyordu. Ayrıca, törene pe­
ıy i i gelen kızların durumunda, "kimliğin saptanması için peçenin
lı ı ı l ı l ırılması" da şarttı. Muhtedi ergenlik çağını geçtiyse, anne ba­
l ıı1H1 ııın evine dönmesi gerekmiyordu; bundan sonra "uygun Hı­
ı l,"' t.iyan ya da Müslüman hanelere" yerleştirilirdi. l OO Ancak, ge­
ı ı l ' lgenin hukuk dilinin başka bir şekilde okunınası da mümkün­
ı l i I r. Bu ve başka pek çok genelgeler aynı şeyi yineler: Rum ve Er­
ı ı u • ı ıi cemaatlerinde, çok sık olarak gayrimeşru ihtida örnekleri
l ıl l ı l i rilmekteydi. Rum Patrikliği, cemaat üyelerinin, kaçınlma so­
ı ı ı w u küçük yaşta dinlerinden döndürüldüklerine dair acıklı öy­
lı l l h•riyle kendilerine başvurduğundan sık sık yakınıyordu. ı o ı
K üçük kızların kaçırılmasının özellikle yaygın bir uygulama
ı ı lı l uğu görülüyor. Babıali'nin hukuk müşavirleri, "genellikle bu
ı;ı ı<' uklar imarnın evinde tutuluyor ve burada onlara başkalarını
ı lıı kendileri gibi din değiştirmeye teşvik etmelerinin, kendileri­
ı l l l l çıkarına olacağı" söyleniyordu. Anlaşılan, muhtedi çocuklar,
l ıı ı.-;; kalarının da onların izinden yürümesi için emsal (emsalinin
, ·, ·flri için kendilerine icra-yı mevaid ve iraiye-i jevaid) olarak
lı ı ı l lanılıyordu. ı 0 2 Bu, kesinlikle kınanacak bir davranıştı ve hu­
lw k müşavirleri, vilayet yöneticilerinin küçük kızları kaçıranla­
n ı ı cezalandırılmasında gevşek davrandıklarından yakınıyorlar­
ı l ı . Heşit olmayan çocuklar söz konusu olduğunda, "bu çocukla­
rl l l alelacele lstanbul'a gönderilrneleri de" yanlış bir şeydi ve "de­
ı l l lwdulara ve yakınrnalara" yol açıyordu.
Bir başka sorun, ayrılmış anne-babaların durumuydu. Ebe­
vt •ynlerden biri İslam'ı kabul ederse, çocuklar "son kırk yıllık uy­
ı-t ı ı l amaya göre", on beş yaşlarından sonra istedikleri dini seç­
ı ı ll'kte özgürlerdi. I 03
Küçük yaştaki muhtedilerin yaşını belirleme konusunda, Rum
Patrikliği ile Osmanlı yetkilileri arasında bir ihtilal' ortaya <; ı lm ı ı:;ı
tı. Patriklik, muhtedinin reşit olup olmadığını saptamak için vaJ.
tiz sertiflkalarının temel alınmasım talep ederken, Osmanlı yetki
liler, bu işlemin yasal temeli olarak Osmanlı doğum sertifıkalarını
almakta devam ediyordu. l 0 4 1913'e gelindiğinde, asgari ihtida ya­
şı kızlar için on beşten yirmiye çıkarıldı. ı o s
Anadolu'daki Ermeni bunalımı, birçok ihtida olayına arkaplan
oluşturdu. 3 Mart 1895'te, Birecik'te oldukça büyük (200 hane ka­
dar) bir Ermeni topluluğunun İslam'ı kabul ettiği bildirildi. Bura­
sı "Ermeni sorunu"nun tam merkezi olduğundan, İngiliz ve Rus
sefaretleri konuyla çok yakından ilgileniyorlardı. Bu nedenle Os­
manlı hükümeti, bölgeye Halep vilayetinden iki memur ile İngiliz
sefareti tercümam Fitzmaurice'den oluşan karma bir komisyon
göndermeyi kabul etmişti. Komisyon, muhtedi topluluğun, adla­
n "artık Mehmed Şakir Efendi adıyla bilinen eski-Gregoryen Ha­
çik Efendi, artık Şeyh Müslim Efendi adıyla tanınan Abos Efendi,
artık Mehmed Nevri Efendi adıyla tanınan eski-Katalik Hacıkebu­
zan Efendi, artık İbrahim Efendi adıyla tanınan bir Protestan ile­
ri gelen olan Abraham Ağa" diye sıralanan liderleriyle görüşme­
ler yapmışlardı. ı 0 6 Topluluğun !iderleri, "son olaylar, can güven­
likleri konusunda kendilerini korkuya düşürdüğünden, toplu ola­
rak Müslüman olmaya karar verdiklerini" açıkça ifade etmişler­
di. Tehlike geçer geçmez Hıristiyanlığa döruneyeceklerine de söz
vermişlerdi: "Bundan başka, kiliselerinin camiye çevrilmesinin
masrafını da tümüyle kendileri üstlenmişlerdir ( ... ) ve bunu tek­
rar bir kiliseye dönüştürmek gibi bir niyetleri yoktur." Aslına ba­
kılırsa, aralanndan herhangi biri yeniden Hıristiyanlığa dönmek
isterse, bu kişiye kilise/cami için ödediği parayı iade edecekleri­
ni ve kendi yoluna gitmesini söyleyeceklerini bildirmişlerdi. Gö­
rüşme yapılan Ermenilerden, komisyon tarafından yazılan rapo­
ru imzalamalan istendi. Anlaşılan, raporun kaleme alırunası ko­
nusunda Osmanlı üyeler ile Fitzmaurice arasında bazı anlaşmaz­
lıklar çıkmıştı. Osmanlı tarafı şu ifadenin kullamlmasım istiyor­
du: "ve tümüyle güvenlikte olmalan veya güvenli bir yere gitme­
leri halinde bile İslam'dan vazgeçmeyeceklerine (söz verdiler). "
Fitzmaurice, bunun hukukun tamdığı din değiştirme özgürlüğü­
ne karşı olduğunu ve söz konusu insanların geleceğini ipotek al­
tına alacağını söyleyerek buna itiraz etti. Osmanlı tarafı razı ol­
du ve nihai raporda şu ifade yer aldı : "Şu anda, İslam'dan vaz­
geçmek niyetinde değillerdir. " Rapor, cemaat temsilcilerinin bun­
dan başka "İslam'ı kabul ederken hiçbir baskı ya da zora maruz
lı ı ı l ı ı ı ı u l ı ld arını ama son korkunç felaketler ve mallarının yağma­
l ı ı ı ı ı ı ııısı sonucu açıkça büyük bir çaresizlik ve yoksulluk halinde,
' " ııı ı ıl ayların korkusuyla hareket ettiklerini" dile getirdiklerini de
luıyı iPdiyordu. Rapor burada sona erer ve "aslı gibidir" ibaresini
l ıı�jı r. Ancak, bu belgede dikkat çekici bir şey vardır. Sayfanın di­
l ıı ı ıı l(•, imzalayanlamı mühürlerinin altında kargacık burgacık ya­
,,ı l ı ı ı ıı;ı şu cümle yer alır: " 1 8 Şubat 131 1. Bazılannın davranışın­
ı lı ı ı ı , eski dinlerine dönme niyetinde oldukları anlaşılıyor." Bu ko­
ııııda yapılabilecek tek tahmin, Fitzrnaurice belgeyi imzalayıp da
ıı rlwsını döner dönrnez, komisyonun Osmanlı üyelerinden birinin
ııiPiacele bu notu karalarnış olabileceğidir. I 0 7
1 4 Mayıs'ta, komisyonun raporu, Fitzmaurice'in "komisyona
lml.ılmasına izin verilmiş olduğuna" dair sadrazarnın bir notuy­
lıı hirlikte padişaha sunuldu. ı os 28 Mayıs'ta Halep valisine konu
lınkkındaki görüşü soruldu. Osmanlı memuru, Ermeni rnuhtedi­
I P rin "bir tek can korkulan nedeniyle" (sırf muhafaza-i hayat
ınnksadına müsteniddir) ihtida etmiş olduklannı tekrarladı. l 0 9
1 h�vletin iki şıktan birini seçmekten başka yapacak bir şeyi olma­
dığına işaret etti. E:nnenilerin olduğu yerde kalmalarına ve Hıris­
llyanlığa dönmelerine izin verrnek isteniyorsa, " [halkın geri ka­
lan bölümünü] korkutmak için, kıtal ve yağmalama eylemlerine
katılan Müslümanlardan bazılarını idam etmek" ve güvenilmeyen
ı nuhtedilere karşı gösterilen yaygın nefreti bastırmak şarttı. Ne
var ki, bu ancak kentsel bölgelerde işe yarayabilirdi. Kırsal ke­
�imde yaşayanlar ise, komşuları olan Kürt aşiretleri arasına iste­
( likleri gibi girip çıkarnayacaklardı, "ihtidalannın samirniyetlerin­
de bu kadar ısrar edişlerinin nedeni de budur." l l O Devletin seçe­
hileceği öteki şık, "ihtidalarını resmi olarak tanırnayıp, halihazır­
da işlerini huzur içinde sürdürebildiklerine göre, işleri zamana bı­
rakmak" idi. Sonradan, rnuhtediler arasında "asıl dinlerine dön­
mek isteyenler, devletin izniyle, Birecik'ten uzakta, asıl dinlerinin
üyeleri olarak yaşayabilecekleri bir yere taşınabilirlerdi." l l l
Bu belge, iki açıdan dikkate değerdir. İlkin, Osmanlı memuru
Müslümanların ibret için cezalandınlrnası konusunu düşünmeye
son derece hazırdır. İkinci olarak, devletin muhtedilere karşı res­
mi konumu, İslam'dan aynlan kişinin öldürülmesini emreden kla­
sik İslami görüşün çok uzağındadır. Vali, Ermeni rnuhtedilerin,
Müslüman komşuları arasında yaşayabilmek için ihtidalarının sa­
mimiyeti konusunda ısrar ettiklerini, "eski dinlerine dönmeleri
halinde bunu yapamayacaklarını" açıkça ifade etmişti; herhalde
şeriatın klasik ilkesi uyarınca İslam'dan dönederse öldürülecek-
lerini kastediyordu. Val i, ErmenilPrin yal ı ı ız;ca taı ı ı ı ıı ı ı ı u l ı l< l arı l ı i r
yere taşınmaları halinde Hıristiyanlığa dönmelerine izin wri l n ı ı •
sini kabul etmeye hazır göıiinüyordu. ı ı z
Temmuz başlarına gelindiğinde, durumun bir kez daha gergin­
leştiği görülüyor. Vali 16 Temmuz'da, "idari ve nizami mahkenw
üyeleri de dahil olmak üzere, Birecik Hıristiyanlarının sarıkları­
nı çıkarıp eski dinlerine döndüklerini" bildiriyordu. Eski kilisele­
rinin anahtarını da geri almışlardı. Kazada gerginlik tırmanıyor­
du: "Halkın içindeki bağnaz Müslümanlar, bu insanların ihtidası­
nın kabul edilemez olduğu konusunda hornurdanmaya başladılar,
yabancı entrikalarının kanıtları da olduğundan, en küçük bir kı­
vılcım son derece nahoş olaylara neden olabilir. " Vali kaygıhydı
ve Adana'dan düzenli birliklerin "en kısa zamanda" gönderilmesi­
ni istiyordu. I I 3
Vali, meselede yabancı parmağı bulunduğuna işaret eder­
ken hakhydı. 12 Mayıs 1896'da, Rus sefareti Birecikli muhtedi­
lerin akıbetiyle yakından ilgilendiğini ifade etti ve asıl dinleri­
ne dönmelerine izin verilecek olursa, bu haberin Avrupa'da iyi
karşılanacağını bildirdi. 1 1 4 Yaklaşık bir yıl sonra, sorun hala
Londra'da yeterince ilgi uyandınyordu ki, Lord Salisbury'ye İngi­
liz Pa'rlamentosu'nda "cebri ihtida" sorunu hakkında bir soru so­
ruldu. Salisbury bu soruyu, İstanbul' daki tüm diğer sefaretlerie
birlikte İngiliz sefaretinin, Osmanlı hükümetini Ermenilerin asıl
dinlerine dönmelerine izin vermesi yönünde uyardığım söyleye­
rek yanıtladı. l l S
Benzer bir olay, 30 Mayıs 1891 ' de Ankara vilayetinden bildiril­
di. Bir Ermeni kadın muhtedi, "ihtidasından önce bıraktığı" çocu­
ğunu görmek için yeriisi olduğu Yozgat'a döndüğünde, bir papaz
onu "evine gelmesi yönünde kandırmıştı." Burada, Ermeni cema­
atinin üyeleri, kadına yeniden Hıristiyanlığa dönmesi için baskı
yaprruş, onu kaçmp Sis kasabasına götürmekle tehdit etmişlerdi.
Ankara'dan bir zaptiye memuru gönderilmiş ama memur "cebri
alıp götürine izlenimi yaratmamak için", papazın evine girmemiş­
tL Bunun yerine muhtarın, gidip kadını alarak müftünün evine
getirmesini sağlamıştı. İstanbul'da alınan karar, "İslam'a bağlıh­
ğında ısrarlı olan hiç kimsenin başka ellere teslim edilmesinin ca­
iz olmadığı" yönündeydi. Yukarıda anılan dönme kızın durumun­
da olduğu gibi, kadın ile bir zaptiye olan kocasının İstanbul'a ge­
tirtilmesi tavsiye edilmekteydi. ı ı 6
Doğal olarak, ihtida, bu tür olayları yakından gözleroleyen Er­
meni yetkililer tarafından da ciddiye alınan bir konuydu. 3 Tem-
ı ı ı ı ıt. I Hn'd(• M u�'t<m, Peroz adlı bir kadının, biri Bitlis'te, öteki
ı l ı • M ı ı�;�' l.a o l m aküzere iki kocası olduğu rapor ediliyordu. Ka­
ı l ı n , l<l ' tu l isini artık karısı saymadığını söylemiş olan ilk kocası
l l ı · gı•ı;iıwmeyince, Müslüman olmaya karar vermişti. "Hükümet
l� � ıı ıağında kararını değiştirrnek için iki saat uğraştık ama onu ik­
ı ı ı ı Pelernedik ve Dacigler [Müslümanlar] şimdi onu bir üçüncü
•Jı ı l ı ısla evlendirrnek istiyorlar, ama halihazırda iki kocası olduğu­
I l l i �üyleyerek buna engel olduk Şimdi Hıristiyanlığa dönmek is­
l ı ·d iğini duyduk, [İstanbul Patrikliği'nden] Babıali'ye ( ... ) kadının
M H�lümanların pençesinden kurtulması için bir dilek çe verilme­
HI ni rica ederiz. " 1 1 7
< >smanlı kayıtları, Gümüşhane'den bir Ermeni dönme olan
MPiımed'inkine benzer örnekleri de içerir. Mehmed'e ilişkin en
ı l l l< kate değer nokta, sünnetinin bizzat padişah tarafından yap­
ı ı niması ve sünnet olduğu hastanede temizlikçi olarak istihdam
ı·dilip 300 kuruş aylık almasının sağlanmasıydı. I I 8 Efsanevi bir
lmçırılış ve cebri ihtida öyküsü de, 1889'da bir Kürt şeyhi olan
M usa Bey tarafından kaçırılan Muş bölgesinden Armenouhie
1\ evonian adlı genç bir Ermeni kızının hikayesidir. Kürtler tara­
l'ından ihtidaya zorlanan genç Armenouhie, inancını korumuş ve
u luslararası baskı, Osmanlı hükümetini Musa Bey'i İstanbul'da
mahkemeye getirtıneye zorlamıştı. Musa Ermeni ve Avrupa ka­
nıuoyunda hatırı sayılır bir öfkeye neden olarak beraat etse de,
lnz Ermeni cemaatine geri gönderildi. 1 1 9
1890'larda Müslümanlar ile Ermeniler arasındaki gerilim tır­
ınandıkça, Osmanlı merkezi, cemaatlerarası ilişkileri etkileyebi­
lecek en küçük ayrmtıya bile daha büyük özen göstermeye baş­
ladı. 3 Eylül 1890'da, Sivas valisi, Sivaslı Ermenilerin, kendilerine
ait arazi üzerinde bir kilise ve bir okul inşası için başvurduklarını
hildirmekteydi. Bunu yapmalarına izin verilmesini, aşağıdaki
gerekçelerle tavsiye ediyordu: "Sivas'ta Müslüman ve gayrimüs­
limler karışık halde yaşadıkları için, Müslümanlar arasında bu in­
şaata karşı olan yoktur. Ermeniler genellikle ayrı semtlerde yaşa­
maya meyyal oldukları için, burada Müslümanlarla karışık yaşa­
maları, iyi ilişkiler (hüsnü hıltat) sağlıyor ve böylelikle yasa ve
düzenin korunmasını kolaylaştırıyor. " 1 2 0 Herhalde paşa, cema­
atler ayrı yaşadıklarında "öteki"ni damgalamanın kolaylaştığı ve
cemaatlerarası şiddetin daha çabuk doğduğu gerçeğinin farkın­
daydı.
"Usulüne uygun süreç" dahilinde ihtida sorunu, dönem boyun­
ca başat tema olmayı sürdürdü. 4 Şubat 1903'te, Musul vilayetin-
deki Alkuş'tan bir grup Hıristiyan'ın, Muhammed Nur ad ı n da bir
şeyh tarafından toparlanıp, Musul'a kadar yürütüldükleri ve ora­
da Müslüman yapıldıkları rapor edilmişti. "Aleni olarak bir ihtida
dilekçesi imzalamalarına karşın, bazılarının ihtidalarında sami­
mi olmadıklarını ve bu işe yalnızca Şeyh Muhammed korkusuyla
girdiklerini gizlice söyledikleri" belirtiliyordu. Şeyh ayrıca "yerel
ulemadan bazısını normal süreci hızlandırmaya zorlamış ve ha­
zır bulunması gereken rahip Patriklik tarafından gönderilmemiş­
tL " 1 2 1
Birkaç gün sonra, Musul'un Müslüman halkının "ihtidalar sı­
rasında kurallara tam uyulmaması ve yerel Patrikliğin bir rahip
göndermemesi" nedeniyle büyük bir galeyan halinde olduğu bil­
dirilecekti. 1 22 14 Şubat'ta, Musul valisi, yerel Müslüman hal­
kın hükümet konağına saldırdığını haber verdi. Saldırının nede­
ni şöyle ifade ediliyordu: "Vali, Alkuş Hıristiyanlarının, kendi ira­
delerine karşı olarak, resmi işlemlere uyulmaksızın (muamelat-ı
resmiye ija olunmaksızın) yapılan ihtidalarını kabul etmişti."
Belgede Dahiliye Nezareti valinin yaşamından kaygı duyduğunu
belirtti. l 2 3
3 Kasım 1891'de, Antakya'dan bir grup Hıristiyan, kentin me­
murları tarafından "şeref-i İslam'dan mahrum edildiklerinden"
yakındılar. İstanbul, "din özgürlüğü olduğuna" göre, özellikle di­
lekçe sahiplerinin hangi mezhepten olduklarının araştırılınasını
emretti. Bunlara "kanun ve nizamma tevfikan" muamele edilme­
sine ilişkin kesin talimat verildi. 1 2 4

Sonuç
Abdülhamid döneminde Osmanlı ihtida ve ideolojik denetim
siyasası incelendiğinde Osmanlı yöneticilerinin "ince ayar" uy­
gulamalarına bir kez daha tanık oluyoruz. İktidarın dikbaşlı Ye­
zidilere karşı tepkisi, yerlisi olduğu Selanik kentinde kalması iş­
leri daha da zorlaştıracak dönme kıza gösterdikleri tepkiden çok
farklıdır. İhtida eden ve potansiyel olarak yeniden asıl dinlerine
dönecek Ermeniler, çok daha ciddi ve uluslararası ölçekte bir so­
rundu. Kızılbaşlar Osmanlılar açısından hep çıban başı olmuşlar­
dı, ama 16. yüzyılda I. Selim'in tepkisi, Il. Abdülhamid'inkinden
çok farklıydı. I. Selim, çok sayıda Kızılbaş'ın katıedilmesini dü­
şünebilmişken, Abdülhamid'in ana kaygısı, bunların ordudaki gü­
venilirlikleri sorunuydu. Ankara ve Trabzon halkı gibi, görünüşte
Müslüman olan halk kesimlerinin bile, Maan vadisinin Bedevile-
l'i ı u · dayatı landan çok da farklı olmayan bir tarzda "ideolojik dü­
,... ı ı ml"' ihtiyacı içinde görülrneleri, özellikle önemlidir.
.

Belgelerden ortaya çıkan bir başka olgu, dinlerini terk eden


M i lslürnanlann (mürted) katlini vacip kılan şeriat hükmünün, ar­
t.ıl< resmen uygulanrnarnasıydı. 1856 Isiahat Fermanı'nın herke­
Hill din özgürlüğünü resmen kabul etmesinden sonra, Osmanlılar
l lıristiyan misyoner etkinliklerini resmi olarak tanırnak zorunda
lmldılar. Bu, Osmanlı yönetici sınıflarında, devletin meşrulaştır­
ma ideolojisinin dini temelinin sarsıldığı korkusunu doğurdu. Ah­
med Şakir Paşa, şüpheye yer bırakmayacak şekilde "Üss-i salta­
nat olan ahali-i İslamiyyenin mikdan ne kadar rnütezayid olur ise
kuvvet-i saltanat dahi o rütbede müzdad olacağı ( . . . )" görüşünü
belirtmekteydi. I Z s
Osmanlı merkezinin aşikar arzusu dini-etnik statükaya istik­
rar kazandırmaktı. Bu siyasada yeni bir taraf yoktu. Bu dönemle­
re özgü olan ise, kural olması gerekenin tekrar tekrar ifade edil­
rnesiydi. Bu bağlamda, belgesel kanıtlardan edinilen izlenim, yö­
neticilerdeki kaygı-panik arası bir ruh halidir. 1 890'ların sonun­
daki Ermeni katliamları ile Anadolu'daki büyük altüst oluşun he­
men ardından, çok sayıda öksüzün durumu, Babırui'nin en büyük
kaygılanndan biriydi. Hem Müslüman hem de Ermeni öksüzle­
rin, Protestan misyoner etkinliklerinin hedefi haline gelmesinden
korkuluyordu. 1 Ağustos 1897 tarihli bir irade-i hürnayun, özel
görevi "yabancıların nüfuzunun yayılmasını önlemek ve herke­
sin kendi dininde kalmasını sağlamak ve tebaa-i şahanenin Pro­
testanlığa olduğu gibi öteki yabancı mezheplere ihtidasını engel­
lemek" olan bir karma komisyonun teşkilini emretmesi bakımın­
dan, bu tutumu açıkça yansıtır. Komisyon (biri Şeyhülislamlık­
tan, biri Maarif Nezareti'nden ve biri de Dahiliye Nezareti'nden
olmak üzere) üç Müslüman, iki Ermeni ve bir de Rum Ortodoks
memurdan oluşacaktı. l 2 6
Sonuçta Müslümanıann Hıristiyanlığa ihtidası veya irtidadı as­
gari düzeyde kaldı, ama bu sonuç o dönemde henüz bilinemezdi.
Padişah tarafından Ahmed Şakir Paşa için hazırlanan bir irade,
bu zihniyeti yansıtıyordu: "Hükümet-i seniyye ne kadar ihtida ve
kabül-ü İslamiyeti kimselere teklif edemez ise de ehl-i İslam'ın ta­
nassuruna [Hıristiyanlaşmasına] asla müsaade edemiyeceğinden
ahali-i İslam'ın darn-ı iğfale düşerek tanassur etmesine ( . . . ) zinhar
meydan verilrnemesi..." l 2 7
4

Eğitim: Tüm sorunlann çaresi mi?

Kısa boylu sırım gibi adam, tıpkı pencereden kazara girmiş kü­
<;ük bir yırtıcı kuş gibi, Yıldız Sarayı'nın Kabul Salonu'nda son dere­
<"e tuhaf görünüyordu. Padişah hazretleri, dağ Kürtleri giysileri için­
deki bu ufak tefek adamı kuşkulu gözlerle süzdü. Huzuruna çıkmış
l ıu genç adamın, hatın sayılır sayıda müride sahip bir şeyh, yüreğinde
derin bir sevda olan, Anadolu'daki İslami seferberlik için potansiyel
l ıir değer olduğu söylenmişti. Yine de, bu adamın tavırlarında, özel­
likle de Halife-i Ruy-ı Zeminin dosdoğru gözlerine baktığında, onu ra­
hatsız eden bir şeyler vardı. Bitlis'ten Şeyh Said-i Nursi olarak tanıtı­
lan adam, kendisine teklifsiz bir şekilde "sen" diye hitap edip sözleri­
ni sürdürdüğünde, partişahın tedirginliği şoka dönüşecekti: "Sen pa­
sif bir halife oldun. Anadolu mektep için kan ağlıyor. Van, Ermenile­
re kusursuz eğitim sağlayan misyonerterin istilası altında. Van gölü­
nün kıyısına neden bir Kürt darülfünunu kurolmasın ki?" Adam de­
lirmiş olmalıydı. Mabeynciler derhal onu derdest edip, huzur-ı şaha­
neden çıkardılar. Onu takdim eden ileri gelen, defalarca affını diledi
ve genç Kürt'ün aklından zoru olması gerektiğine işaret etti. Ancak, o
gece, günün heyecanı söndüğünde, padişah sahneyi teemmül ettiğin­
de, Kürt'ün haklı olduğunu anladı.·

Osmanlı İmparatorluğu, 19. yüzyılın ikinci yarısında yurttaşlan


haline getirrnek istediği uyrukları için sistemli bir eğitim/endokt­
rinasyon programıyla, "eğitmen devlet" e dönüştü. ı Rus, Avustur­
ya, Fransız, İngiliz, Alman ve Japon imparatorluklanyla birlikte,
Osmanlı İmparatorluğu, Hobsbawm'ın "yurttaşı harekete geçiren
ve yurttaşa nüfuz eden bir devlet"te, "eğitim sisteminde endoktri-

* Bu paragraf Şerif Mardin'in, Religion and Social Change in Modern Turkey. The Case ofBediüzzaman Said
Nursi, adlı eserinden ilham alınarak kurgulanmıştır.
nasyona açık bir kitle" oiıu·ak ad land ı rdığı ı;I�".YI yaratıııaya lwy ı ı l
du.2 Eğitim, yüzyılın başındaki Tan z imat reforınlanııdıuı iıPri d a
ima Osmanlı devlet adamının mission civilisatrice'indP ünP ı ı ı l i
bir parça olagelrnişti; ama Abdülhamid döneminde kitle eğitim i
ilköğretime kadar yayıldı. 3
Öteki imparatorluklarda olduğu gibi, temel amaç itaatkar, ama
aynı zamanda merkezin değerlerini kendi değerleri olarak kabul
edecek eğitimli bir nüfusun yaratılmasıydı. Bu anlamda, rneşru­
ti rnonarşiler kesinlikle ideolojik düşmanlarının, yani Fransız
lnkılabı'nın girdiği yolu benirnsiyorlardı. Eugene Weber'in çığır
açan kitabında işaret ettiği gibi, "insanlara Fransızca öğretmek,
onları 'uygarlaştırrna'nın önemli bir yönterniydi. "4 Rus Çarlı­
ğı'ndaki Rus olmayan unsurları "Ruslaştırrna" siyasasının sorum­
lusu olan eğitim bakanı Kont Uvarov, I. Nikola'ya ( 1 825-55), hü­
kürnranlığının tek temelinin "Ortodoksluk, otokrasi ve milliyet"
olduğunu söylediği zaman, bunun en güzel örneğini veriyordu. s
Aslına bakılırsa, Rus örneği, Polonya, Tataristan ve Kafkas­
lar'daki Rus eğitim siyasasını emsal göstererek, ilkokullarda
Müslüman ve gayrirnüslirnlerin karma eğitimini savunan Ahmed
Şakir Paşa gibi Osmanlı devlet adarnlarının zihnindeki modelle
hemen hemen aynıydı. Şakir Paşa, "dil birliği, milli birliğin temeli
olduğundan" eğitim dili olarak yalnızca Türkçenin kullanılmasını
da savunuyordu. 6 Osmanlı bağlamında bu ilke, itaati gerçekleş­
tirme çabası dahilinde, onaylanan dinin eğitim aracılığıyla yöne­
time gittikçe artan dozlarda girmesiyle kendini gösterdi. Aynı za­
manda Ihristiyan azınlıkların ve misyonerierin okulları gibi rakip
eğitim sistemleriyle mücadele etmeyi de amaçlıyordu.

Osmanlı eğitim siyasasının uygulamalan


2 Mart 1887'de, Şeyhülislamlık, Yıldız Sarayı'na, rüşdiye ve İda­
dilerin rnüfredatını yeniden düzenlerneye yönelik bir iradeyle il­
gili bir tezkire sundu. Tezkirede, "dininin temelini sağlamlaştır­
mak isteyen bir millet açısından, sorunun köküne inilrnelidir" de­
niliyordu. 7 Şeyhülislamın görüşü, tıpkı "Osmanlı lisanının teme­
li" olan Arapça öğrenimi gibi, ne yazık ki dini eğitimin de ibtidai­
ye ve rüşdiyelerde olmadığı yönündeydi. 8
Orta öğrenirnin üst aşamasını oluşturan idadiler ile Mekteb-i
Mülkiye-i Şahane'de de rnüfredatın gözden geçirilmesi ve ek
din bilgisi derslerinin konulması gerekiyordu. Aynı şey Harbiye,
Tıbbiye ve Mühendishane için de geçerliydi. Bu okullarda, şey-
l ı t l l lslaın "bilimsel öğretim sorununu yargılamak bize düşmese
d ı • , d i ni nitelikte okuma malzemelerinin eklenmesiyle dini inan­
ı · ı ı ı güçlendirilmesinin yeterli" olacağını kabul ediyordu. 9 Şey­
l ı t i l islam "özel niteliği" nedeniyle, Fransız modeline göre kurul­
ı ı ı ı ı� Galatasaray'ı hariç tutuyordu. Ancak bu okulun da öğren­
I ' I I Prinin, "Devlet-i Aıiyye'nin çıkarlarına aykın olan Batılı kitap­
lardan uzak tutulması" gerektiğini ifade ediyordu. Ayrıca, bazı
M üslüman okullarının yabancı dillerde eğitim vermeleri, kesin­
l l lde kötü bir şeydi ve "bundan tamamen kaçınılmalıydı." Sadece
ı maylanan kitaplar Osmanlıcaya tercüme edilecekti. I o Galatasa­
ray Lisesi'nin müdürü, "Latince ve felsefe derslerinin kaldırılma­
sı , Avrupalı düşünürlerin yaşamiarına dair hiçbir şeyin öğretilme­
ınesi" gerektiğini ekliyordu. Din öğretimi artınimalı ve sadakatle­
ri tartışmasız olan ve talebelerine Hz. Muhammed'in ve sahabele­
rinin hayatını öğretecek hocalara emanet edilmeliydi. ı ı
Tezkire bunun yanı sıra, beş yıllık rüşdiyede verilmesi gere­
ken derslerin ayrıntılı bir çizelgesini de içeriyordu. lik yıl, din bil­
gisi ve Arapça haftalık on iki ders saatinin sekizini oluşturacak­
l.ı. Türkçe dilbilgisi de "İslam ahlakı kitabına" dayandırılmalıydı.
Coğrafya ve "Avrupa ülkelerini gösteren arz" ancak üçüncü yıl
verilecekti ve bu derse on iki saatin yalnızca biri ayrılacaktı. Beş
yıllık öğretimin bütünü, ağırlıkla klasik İslam öğretimine yönelik
olacaktı. Coğrafya, yalnızca üç ve dördüncü sınıflarda ve birer sa­
at öğretilecekti. Her ramazanda, talebelere Ebu Hanife'nin eser­
leri ezberletilecek ve her namazdan önce, padişaha uzun ömür ve
sağlık dilenecekti. I Z
Bundan başka, Osmanlı Devleti'nin topraklarına ilişkin hiçbir
resmi iddiasının eksik kalmadığından emin olmak üzere dünya
haritaları dikkatle incelenecekti. 7 Nisan 1898'de, "ibtidai mek­
teplerde kullanılan Asya kıtası haritalarında, Devlet-i Aıiyye'nin
Asya sınırları açısından bazı hatalar içerdiği" konusu sarayın dik­
katine sunulmuştu. l 3 Söz konusu haritalar müsadere edilip yeni
haritalar hazırlanacaktı. Bu haritalar onay için saraya sunulduk­
tan sonra okullara dağıtılacaktı. l 4
Bu dargörüşlülük, Galatasaray'ın tarih öğretmeni Midhat Bey
hakkında yapılan ihbarda da kendini gösterir; Midhat Bey, "müf­
redat dışına çıkmak" ve eski Mısır, Yunan ve Roma'yı anlatmak­
la şiddetle eleştirilmekteydi. "Her öğretmenin ilk görevi, talebe­
lerinin inançlarını düzeltmek (tashih-i akaid) " olduğuna göre,
bu davranışı özellikle rahatsız ediciydi. Bu öğretmen ayrıca, bu­
gün bir "davranış sorunu" olarak tanımlanabilecek bir şeyle de
suçlanıyordu: "lslaın hulm k u n ı ııı diirt. lmt.sal olw l u ı ı u ı ı ad ı m , (•sl< l
Yunan'ın putperest tannlarıyla aynı anda anlatmak sun•l.iyiP lınfl
fe aldığı bilinmektedir. Öteki öğretmenierin yanı sıra, I I ıristiyaıı
diniyle de alay eder. " ! S Bu öğretmen, büyük olasılıkla talebe!Pri
tarafından çok seviliyordu.
Merkezin değerlerini adamakıllı benimsemiş, sadık ve yet­
kin devlet seçkinleri yetiştirme vurgusu, Osmanlı yükseköğreti­
minde temel bir kaygıydı. Maarif Nezareti'nden tüm yüksekokul­
lara gönderilen bir genelgede belirtildiği üzere, bu kurumlardan
mezun olan talebelerin, "iyi karakterli ve iyi yetişmiş, devlet ve
memleketlerine hiç tereddütsüz hizmete hazır" olmalan bekleni­
yordu . I 6 Özellikle Mekteb-i Mülkiye'de, tüm hocalara "her mül­
ki memurun bilincindeki ilk şey olması gereken devlete hizme­
tin kutsallığını aşılamak için hiçbir fırsatı kaçırmamaları" talima­
tı veriliyordu. Tüm hocalara, din derslerinin ve fıkhın altını çiz­
meleri söyleniyordu. Yukanda sözü geçen Galatasaray hocasının
örneğindeki gibi, "müfredatın ötesindeki konu başlıklarına gir­
memeleri" hepsine kesinlikle ve özellikle telkin ediliyordu. ı 7 Di­
ni olmayan konular bile katı bir sansüre tabi tutuluyordu. Maarif
Nezareti'ne, Mülkiye'de kullanılan uluslararası hukuk ders kitap­
lannı incelemesi ve "her türlü zararlı malzemeyi çıkarması" em­
redilmişti. Usule uygun şekilde, bu okulda okutulan ders kitapla­
rını incelemek ve itiraz edilebilir bulunanlan bildirmek üzere bir
komisyon kuruldu. ı s
Seçkinlere yönelik bir başka eğitim kurumu olan Mekteb-i
Bahriye-i Şahane'de, talebe kitlesinin dini bütünlüğü, padişah
, için büyük bir kaygı konusu haline gelmişti. Mektep yetkililerin­
den, din derslerinde kullanılan kitaplann adlannı, din hocaları­
nın da isimlerini ve unvanlanru vermeleri istendi. Saray, bundan
başka dualann düzenli edilip edilmediğini ve talebenin cuma na­
mazlannı nerede kıldiğını da öğrenmek istiyordu. Mektep yetkili­
leri, dini bütünlük konusuna büyük bir özen gösterildiği ve gün­
lük dini yükümlülükleri sıralayan cetvellerin, "harekat-ı umumiy­
ye" başlığı altında okulun her yerine asıldığı konusunda saraya
güvence verdiler. I 9
Saraydan tüm askeri rüşdiyelere, verilen din eğitiminin niteli­
ğine ilişkin bilgi talep eden bir genelge gönderildi. Askeri Mek­
tepler Nazın Mustafa Zeki Paşa, 23 Ocak 1898'de verdiği cevapta,
bir namazı kaçıran öğrencilerin, ev izinlerinin kaldinlarak ceza­
landınldığını bildiriyordu. Ramazanda oruç tutmayan öğrenciler
de, okul hapsiyle cezalandinlıyordu.zo
< ; P ı ı<; lt•r aras ın d a "�ararlı" ideolojilerin yayılmasını önlemeye
c:ı ı l ı�ıı ıanın bir başka yöntemi de, onların yurtdışında eğitim gör­
ı ı ı P I I'l'ine izin vermemekti. Abdülhamid rejiminin son yıllarında
I n ı d�ilim daha belirgin hale geldi. Bu özellikle dönme seçkinterin
lıat.ırı sayılır sermayeye ve çocuklarını eğitim için Avrupa'ya gön­
d ı • r ıne imkanına sahip olduğu Selanik'te, sorun olarak görülü­
.vordu. Rumeli vilayetleri müfettişliği şuna dikkati çekmek zo­
n ında kalmıştı: " [Bu gençler] öğrenim görmek ve ticari tecrübe
ı • ı linmek üzere İsviçre ve Fransa'ya gidiyorlar. Bunu yapmazlar­
Ha, Selanik'te Fransızlara, İtalyanlara, Rumiara veya Romeniere
ait ticaret okuHanna gidiyorlar. Her ikisi de, İslami ve Osmanlı ye­
t.iı;; me tarzına aykırıdır." Müfettiş, Selanik'teki önde gelen ailelerin
çoğunun oğullarnun gittiği seçkin Terakki ve Feyziye mektepleri­
ııin miliredatma ticaret ve maliye derslerinin eklenmesini öneriyor,
l ı u şekilde yurtdışında öğrenim görmenin, sahip oldukları İslam ah­
lakında yol açtığı kirlenmenin önlenebileceğini belirtiyordu. 2 ı
20. yüzyıla girildiğinde din eğitimi tüm seçkin eğitim kurum­
l arına yoğunlaşmıştı. Askeri Mektepler Nezareti, bu siyasayı,
"Devlet-i Aıiyye'nin hayatta kalmasının, İslam dininin muhafaza­
sına dayandığı" gerçeğine bağlıyordu.22 Devlet-i Aıiyye'nin hayat­
ta kalmasına destek temel kurum, yani orduda din eğitimi öne çı­
karıldı. Çeşitli fırsatlarda "tasdik olunmuş dini metinterin belli
aralıklarla erata okunması" ve "vazifenin kudsiyetinin" kendileri­
ne telkin edilmesi bildirilmişti. 2 3
"Vazifenin kudsiyeti" söz konusu olduğu sürece, Abdülhamid'in
çabalan nafile değilmiş gibi görünür. Carter Findley'in ifade ettiği
gibi: "Bununla birlikte, büyük ölçüde Mülkiye Mektebi aracılığıy­
la yeni tip bir memur yetiştirme çabasının Abdülhamid dönemin­
de ve bizzat onun öncülüğünde başladığı söylenebilir. "24 Findley,
Osmanlı yönetim kadrolarında "yeni bir profesyonelliğin" başlan­
gıcına işaret eder. 2 S
Sekiz yıl kadar sonra hazırlanan bir diğer geniş tezkire, Os­
manlı yönetici sımfina kendi misyonuna ilişkin bir anlayışı aşıla­
mak konusunda daha da açıktır: "Padişah efendimizin arzusu, di­
ni inançlan ve milli coşkulan sağlam olan erkeklerin, mutlulukla­
nnın Devlet-i Ebed Müddet'le bir olduğuna İnanacak şekilde eği­
tilmeleridir. "2 6 Tezkirede, "herkesin, dinini ve geleneklerini mu­
hafaza ederek eğitim alması gerekir. ( . . . ) Ayrıca bir devlette tüm
terakki biçimleri, talebelerin eğitimine ve dinlerinin ve milli onur­
larımn korunmasına bağlıdır"2 7 denmektedir. Bu yüzden, yanlış
öğretmenterin gelecek kuşaklann zihinlerini zehiriemernesi için,
öğretmen seçiminde büyük bir titizlik gösterilnwsi gerekiyord u .
B u talimat ve emirlerin muhafazakar tonuna rağmen, uygula­
mada oluşturulan programiann çok daha gerçekçi olduğu anla�ı-­
lıyor. İptidai mekteplerden Mülkiye'ye dek okullardaki müfredat.ı
belirleyen tabloda din derslerinin çok ağırlıklı olması, ilkokuldan
en üst düzeye kadar, Kuran okumanın (tecvid) daima ağır bas­
masına karşın, daha pratik kaygılar da söz konusuydu. Taşrada­
ki idadilerde programa kozmoğrafya, genel coğrafya ve Osman­
lı coğrafyası, iktisat, geometri ve ziraat gibi dersler de eklenmiş­
ti. Dahası, bazı bölgelerde bunların Arapça, Ermenice, Bulgarca
ya da Rumca öğretilebileceği de belirtiliyordu. Arap vilayetlerin­
de, özellikle Şam gibi entelektüel merkezlerde, hükümet okullan
öğretim merkezleri olmayı sürdürdü ve sonralan bağımsız Arap
halef devletlerin ilk önderleri olacak Arap seçkinlerinin oluşu­
munda büyük ölçüde etkili oldu.28 Fransız dili ve tercümesi de,
Arapça, Rumca, Bulgarca ve Ermenice eğitimine ek olarak, (Re­
cai Bey'in bütün çabalanna karşın) Galatasaray'ın ve Mülkiye'nin
müfredatında yer almayı sürdürdü. Öğretimin bir başka yönü de,
"dikbaşlı ve güvenilmez davranışlar göstermesinler diye" talebe­
lerin sıkı gözetim altında tutulmasıydı.2 9
İmparatorluğun çeşitli ücra köşelerinde görev yapan Osman­
lı memurlan tarafından hazırlanan geniş rapor ve tezkireler, bun­
lann "milli" eğitimi nasıl algıladıkları noktasına ışık tutar. Hicaz
ve Yemen vilayetlerinde uzun süre valilik yapan Osman Nuri Pa­
şa, bu türden pek çok tezkire bırakmıştır. 3 0 Paşanın eğitim görü­
şü, genelde doğrudan Aydınlanma düşüncesinden· etkilenmişti:
"Bir ülkenin eğitimsiz halkı, insanlığa hiçbir yararı olmayan ha­
yattan yoksun cesetlere benzer" (maarifsiz memleket ahali­
si cemiyet-i beşeriyyeye nefiyyi olmayan ecsad-ı mejluce gi­
bidir) . Paşa, din okullarının "İslami coşkunun (asabıyyet-i İsla­
miyye) korunması ve pekiştirilmesinin tek temeli" olduğunu ka­
bul etmekle birlikte, "modem maarif ile edinilen akılcı ve siyasal
öğrenirnin de İslam'ın gücünün sürmesi için elzem olduğunu" be­
lirtir. Kutsal Topraklar'daki medreseler, ne yazık ki bu bakımdan
eksiktir ve zaten "Hintliler, Cavalılar ve Türklerle doludur ki, bu
da buralarda öğretimden yalnızca yabancılann yararlandığı anla­
mına gelir."3 1
Kutsal Topraklar'daki m e dreseleri dolduran Hollanda­
lı Cava Müslümanları, İngiliz Hint Müslümanları ya da Rus
İmparatorluğu'nun Türk uyruklarının, Hicaz'daki diğer Osmanlı
olmayanlar gibi, zaten kıt olan Osmanlı eğitsel kaynaklannı hak-
n ı t. hiı; i ı ı ıd<' tüketen yabancılar olarak kabul edildiği açıktır. 32 Os­
ı ı ı ı ı ı ı N uri Pruşa, Hicaz'daki yabancıların hiç vergi ödernediklerin­
ı l ı • ı ı yalmuyordu: "Halihazırda Kutsal Topraklar'ın arazi ve ern­
l ı ı l< i ı ı i n ı;oğunu denetimleri altında tutan yabancıların, yerel sa­
ldı ı lı•rden bile geniş bir vergi muafiyetinden yararlanıyor olması
"�"r verici bir durumdur." Yabancıların vergilendirilmesiili savunu­
yı ır ve bunun bruşka yerlerdeki Osmanlı vergi yükümlülerinin yü­
ld l ı ı ü de hafifleteceğini öne sürüyordu.33 Yerel Arap kabileleri, eği­
l l ııı aracılığıyla "tedricen uygarlaştırılrnalı" ve "böylece kendi [vah­
ı;ıi l fıdetlerine kendi elleriyle son vermeleri sağlanrnalıydı." Aynca
ı;ıı·yh, şerif ve öteki üst düzey din adamları gibi Arap ileri gelenlerin
ı ığullarının da, ilkin Osmanlı eğitim sisteminden geçip uygun diplo­
ımılar almaksızın babalarının konurnlarını tevartis etmelerine ola­
ı ııık verilrnerneliydi. "Devletin çeşitli kabile ve halklarını bir araya
ı.tl'l.irrnenin birincil araçlarından biri, dil birliği" (tevhid-i lisan) ol­
duğuna göre, Türkçe öğretimi hayati önem taşıyordu.34 Bisrnarck
vı• Mazzini bu söze tüm yürekleriyle katılırlardı.
Eğitim siyasasına ilişkin daha olumsuz bir bakışı, Anadolu'da­
Id teftiş gezilerinden biri sırasında Ahmed Şakir Paşa öne sür­
ınüştü. Paşa, sadakatleri kuşkulu olan bölgelerde ibtidai rnektep­
lı•rin kurulmasına öncelik verilmesini savunuyordu) s
Osmanlı "özel eğitiminin" bir başka hedefi, Musul, Basra ve
Bağdat gibi nüfusu büyük ölçüde Şii olan vilayetlerin halkıy­
dı. Şiilerin eğitimi çabası, rnütevazı ailelerin çocuklarına yönel­
mişti. Bağdat valisinin 30 Aralık 189 1 tarihli mektubu, padişahın
talirnatına uygun olarak, Bağdat ve Kerbela' dan on Şii çocuğun
lstanbul'a gönderildiğini bildiriyordu. Bununla birlikte, vali "Şii­
terin kafasını rahatlatmak ve bu çocukların padişahın cömertli­
ği sayesinde öğrenim görrnek üzere lstanbul'a gönderildiğini gös­
terrnek amacıyla" bu çocukların yanına iki de Sünni çocuk kat­
ınayı uygun görmüştü. Gönüllü aileler yoksul olduğu için, oğlan­
ların altısı devlet hesabına giydirilmiş ve yolculuk giderleri ile
başlarındaki gözetmenlerin ücretini padişah ödernişti. Bu belge,
uygularnanın arnacının geleceğin propagandacı/misyonerlerini
yetiştirmek olduğunu açık açık söylediği için, bir alıntı yapmak
yerinde olur:

[Bu çocuklar için] bunca para harcanması nedeniyle, eğitimlerin­


den gereken yararların sağlarınıası önemlidir. Aralarından Şii olanların
eğitimi, bu mezhepten ayrılıp Hanefi olmalarını, böylece dönüşlerinde
hemşehrilerini de Hanefi yapmalarını sağlayacak yönde olmalıdır. 3 6
114

Bağdat, Basra ve Musul gibi Irak vilayetlerinin adı, eğitimle il­


gili yazışmalarda sık sık geçer. Coğrafi açıdan uzak, dini açıdan
da Şiilerin ağırlıklı varlığı ve İran'a yakınlık nedeniyle dinsel açı­
dan kuşkulu olan bu vilayetlerdeki Osmanlı valileri, iş eğitim si­
yasalarına geldiğinde, kuşatma zihniyeti denebilecek bir anlayışı
benimsediler. Musul valisi İsmail Nuri Paşa, bu ruh hali içinde, l l
Kasım 1 892'de İstanbul'a yazdığı raporda, "Musul, Bağdat'taki Şi­
iler ile İran arasında stratejik bir engel oluşturuyor" diyordu. Nü­
fusu çoğunlukla Hanefi ya da Şafii idi ve bu nedenle güvenilir ka­
bul ediliyordu. Yezidileri ve Şebekli'yi Hanefiliğe döndürme ça­
balan başanya ulaşmıştı. Şeyhan'daki Şeyh Adi adını taşıyan Ye­
zidi türbesi, Hanefi ulema için hoca yetiştiren bir medreseye dö­
nüştürülmüştü. Hayati bir sorun olması nedeniyle, Türkçe eğiti­
min daha da vurgulanması gerekiyordu. Yazışmanın en ilginç yö­
nü, valinin eğitsel sorunlarda askeri imgelemi kullanmasıdır:

Eğitimin ışığı bu vilayetlerde de parlarsa, bu, sınırlarımızı ya­


bancıların açgözlü nazariarına karşı korumak için bir savunma hattı
ve bir direniş perdesi teşkil edecektir. (...) Bu, eğitsel savunma eser­
leri inşa etmek yoluyla gayrimeşru Şii mezheplerine karşı yolları tıka­
yacaktır. 3 7

Açıkça, imparatorluk merkezinin bölgede kurulmasını teşvik


ettiği ibtidaiye ve rüşdiye mekteplerinin, yabancı nüfuzuna kar­
şı kaleler olması öngörülüyordu. Vali, "bir göçebelik, vahşilik ve
cehalet hali içinde yaşayan" kabilelerin, "uygar halklar topluluğu
içine sokulması" gereğini vurgulamayı ihmal etmediği için, askeri
imgelem, mission civilizatrice ile el ele yürüyordu. 3 8
Sorun, Müslüman nüfusun ş u ya d a b u unsurunun yanlış dav­
ranışı olduğu zamanlarda, askeri harekatın bir alternatifi olarak,
eğitim her zaman ilk çare görülüyordu. Musul vilayeti, bir Kürt
aşireti olan Peşderli'nin kırsal kesimi yağmaladığını bildirerel<
bunlara karşı askeri birlikleri gönderme yönünde merkezin iznini
istediği zaman, İstanbul'dan gelen talimat çok açıktı: "Onlara kar­
şı birlikler gönderilmesinden evvel, Müslüman kanı dökmektm
kaçınmak üzere ( ... ) liderlerine nasihat verilmeli ve gerekirse tel< ·
dir edilmeli ( . . . ) onları kazanmayı amaçlayan ( . . . ) okullar gibi ( . . . )
ılımlı yöntemler (vesait-i leyyine) kullanılmalıdır. " 3 9
Eğitimin, yalnızca kıl payıyla bile olsa " ı-ıopa"ya alt.Pn ı:ıl.i f o l
ması, köylerine jandarma k a ra k o l ı ı ı ı ı ı ı ı l< ı ırı ı l ı ı ıaı-ıı ı ı ı ı l< ı ı r:;ıı d i re •
nPn hir l<lly lıııl lmııı lıitnp ı •d ı • ı ı h i r ( hm ı ı ı ı ı l ı .v • · ıı ·l yiıı ı C ' I idMi t ı l ı ı .'J ı ı
1 15

ifadeyi kullanmasına sebep olmuştu: "Sizin gibi insanlarla ancak


iki şey yapılabilir. Biri, kanun ve düzenin gerekliliğini görmenizi
sağlamak üzere sizi eğitecek okullar ( . . . ) öteki de sopadır. Şimdi,
okulların benim istediğim gibi adam yetiştirmesi on beş yıl ala­
cak; sopa ise yalnızca beş dakikada işi bitirir. . . "40

Mekteb-i Aşiret
Şakir Paşa ya da Osman Nuri Paşa gibi memurların savunduk­
ları görüşlerin çoğu, II. Abdülhamid tarafından benimsendi. Bu
tür girişimlerden biri, Mekteb-i Aşiret'in kurulmasıydı. Osman­
lı yurtsevediğini Arap ve Kürt çocuklarına aşılamanın bir ara­
cı olarak, bir irade-i hümayun ile özel bir okul kuruldu ve kapı­
larını 3 Ekim 1892'de açtı. 4 1 Okul başlangıçta önde gelen Arap
ı;ıeyhlerinin ve iyi Osmanlılar olarak görülen eşrafın çocuklarını
Pğitmek ve Arabistan yarımadasında gittikçe artan İngiliz nüfu­
wnu kırmak amacıyla kurulmuştu. Proje daha sonra Kürt şeyh­
lerinin ve bazı Arnavutların çocuklarını da dahil edecek şekilde
genişletildi.
İki yıllık bir yatılı okul olarak başlayan, sonraları beş yıla ta­
mamlanan mektebin, Arap kabilelerine "uygarlık getirmek" ve on­
ların Osmanlı Devleti'ne sadakatlerini pekiştirmeyi amaçladığı be­
lirtilmekteydi. Müfredatta yoğun Türkçe öğretimi olmakla birlikte,
i l k evresinde, çocukların hiç Türkçe konuşmadıkları düşünülerek
Arapça ve Türkçe birlikte kullanılacaktı. 42 Başlangıç olarak, Ha­
l Pp, Suriye, Bağdat, Basra, Musul, Diyarbekir ve Trabluşşam vilayet­
IPrinden, yaşları on iki ile on altı arasında değişen dörder öğrenci
giinderilecekti; dörder öğrenci de Bingazi, Kudüs ve Zor sancakla­
rından gelecekti. Yemen ve Hicaz vilayetlerinden beşer öğrenci gön­
ı Jpr·ilecek olması, bu vilayetlere verilen özel önemi gösteriyordu.43
( >kul, başlangıçta önde gelen Arapların oğulları için düşünülmekle
birlikte, Kürt şeyhlerinden, özellikle Hamidiye Alayları'nda kuman­
c i a mevkilerinde bulunanlardan gelen talepler üzerine, çok geçme­
c lc •ı ı onların çocukları da (biraz gönülsüzce olsa da) dahil edildi. Ar­
c l ı ı ıdan, aynı şekilde İstanbul'a oğullarının kabulü konusunda baskı
yuparı Arnavut ileri gelenlerinin çocukları da bunları izledi.44
i\ rap ve Kürt şeyhleri, oğullarının okula kabul edilmesi için
gc• r"C,"Pl<l.m ç o k hevesliydiler. Dahiliye Nezareti 20 Eylül'de, "ge­
l ll ' l d l ' c.,• oc · ı ı ldarı n ı c.,· ad ı rl ıı.rım ı ı dıı;ıı ı ıa h i l l ' sal ı ı ı ayan" Arap ş<•ylıl!'-
1'1 1 1 1 1 1 , " l ' l ' l ı ı ı l d ve• lw hıı l ı ld ı ı rı l l ı ı ı ( ı ·ı ·lı f , ,, . ı ı ı r ı fır ıı i .IJt'l ) hliy lc • c · c • ı ı.v
1-(ııl'l ı lc I IJ I I{ I .Y i ı ı l lo ı ı ı ı c • c ı l ı ı 1 1 ı w ı ı ı � ı ı ı ı l ı l l c l l l · l ı · ı l l • l ı ı . • : • w ı ı ld ı ı ı 1 1 1 1 . , . , . , .
seve kendi elleriyle getirdiklerini" bildiriyonhı:' '• Naıır, l ıııııdwı
başka şeyhlerin birbiriyle rekabet ettiklerini de belirtiyordıı : Zor
sancağından Ali al-Necri diye bir şeyh, kendisine o yılın kotasıııııı
dolduğu söylendiğinde, durumu şiddetle protesto etmiş ve ağl ıı­
nun alınmaması halinde itibarııu kaybedeceğini ve yolculuk ma.ı;­
raflarım ödemeye bile hazır olduğunu söylemişti. 4 6
3 Ekim 1892'de Mamuretülaziz (Elazığ) valisi, bölgesinden Ü<,�
çocuk göndermesine dair emrin ileri gelenlere ve Kürt aşiretle­
rinin saygın liderlerine bildirilmiş olduğunu kaydediyordu. 47 Ha­
ber, önde gelen aileler arasında büyük bir heves yaratmıştı ve ön­
görülen üç yerine altı çocuk "bu yolculuğu yapmak için aşın de­
recede istekliydi. " Vali, "Dersim bölgesinin duyarlı doğasına" işa­
ret ederek, bu fazladan üç çocuğun geri çevrilmesinin tavsiye
edilemeyeceğini söylüyor ve altı çocuğun hepsinin birden Aşiret
Mektebi'ne kabul edilmesini öneriyordu.48
Okulun saygınlığı, güçlü ailelerin, çocuklarını da kabul ettir­
mek için, onları aşiret üyeleri gibi gösterip yerel memurlar üze­
rinde nüfuzlanm kullanmaları noktasına dek artmıştı. Yerel yet­
kililere, "öğrenci adayının bir aşiret mensubu olup olmadığım be­
lirlemeleri" ve eğer değilse geri çevirmeleri talimatı verilmişti.49
Kürt nüfusunun eğitimine yönelik talep, Şerif Mardin'in efsa­
nevi Şeyh Said-i Nursi üzerine yaptığı çalışmada gün ışığına çıka­
rılır. Fiilen Abdülhamid'in huzuruna çıkmayı başaran Said-i Nur­
si, o zamanlar Van'da kurulmasını talep ettiği bir Kürt üniversite­
sini apaçık savunan fevri, genç bir şeyhti. Nursi, padişaha Protes­
tan misyonerleriyle rekabet etmek istiyorsa, modem İslami eğiti­
min tek ümit olacağım dobra dobra söylemişti. S O
Aşiret Mektebi, Beşiktaş'ta bir zamanlar Osmanlı hanedanına
ait eski bir sarayda açıldı. İlk müdürü, Mülkiye'deki müdür yar­
dımcılığı görevini de sürdüren, her yerde hazır ve nazır Recai
Efendi'ydi. Evlerinden çok uzakta olan ve Türkçe bilmeyen bu
çocuklar için okuldaki yaşamın çok kolay olduğu düşünülemez.
Yönetim çok katıydı ve öğrenciler gerçek bir ev hapsinde tutulu­
yor, sadece ara sıra, o zaman da sıkı denetim altında dışarıya çık­
malarına izin veriliyordu.
Öğrencilerin okul sınırları içinde tutulmaları meselesine iliş­
kin tartışma, Osmanlı eğitimcilerinin zihniyetine açıklık getirme­
si bakımından çok ilginçtir. Önceleri öğrencilerin haftalık tatille­
rini kentteki akraba ve arkadaşlarının yanında geçirmelerine izin
verilmişti. Çok geçmeden, okulun ilk günlerinde bunun iyi bir fi­
kir olmadığı anlaşıldı; akrabaları olup da dışarıya çıkabilen ço-
tür temasları olmayanlar kıskançlıkla bakıyorlardı.
l ' l ı ld ı ı rı ı , l ı u
M ı ıaril' Nazırı Zühdü Paşa, "talebelerin büyük çoğunluğu haia gö­
c;. -hP i i l< ve vahşiyet hali içinde olduğundan, uygarlığın nimetleri­
n i aıı l anıadıklarına" işaret ediyordu. s ı Bu "vahşiyet" davranışı­
n ı n bir bölümünü, "kaçma amacıyla okul duvarlarından atlamak"
c ıl t ı!';!turuyordu. Bu nedenle, talebelerin sıkı bir denetim altına alı­
ı ı ı p , "çevrelerini takdir edebilecek hale gelinceye değin" okulda
1 ı ıt.u lmaları yerinde olacaktı. Cuma günleri, "manzaranın ihtişa­
ı ı ı ı nı görme fırsatı vermek üzere" kentin büyük camilerine götü­
rlllecekler, "çöl insanlan oldukları ve uygar halkla pek temasla­
rı olmadığına göre" buraları hiç kuşkusuz takdir edeceklerdi. s 2
İdari "talimatname", tüm çocukların ailelerine yazdıkları mek­
l.uplann hocaları tarafından sansür edilerek, yakışıksız olan her
l;l('yin "düzeltilmesi"ni öngörüyordu. S 3 Okuldaki olayların hafta­
l ı k bir kaydı tutulacak ve "hiçbir şeyin silinmesine izin verilme­
yPcekti: Sözcüklerdeki herhangi bir değişiklik, ancak yanlış söz­
C'iiğün bir daire içine alınıp, orada okunaklı bir şekilde bırakıl­
masıyla yapılabilecekti." Her günün sonunda, çocuklar toplana­
cak ve İslam dininin şerefi ve tüm Müslümaniann halifesi olan
padişaha itaat etmenin her Müslüman'a düşen görev olduğu anla­
tılacaktı. s 4
Abdülhamid'in, kendisine emanet edilen bu genç Arap ve Kürt­
lere karşı bir çeşit pater familias rolünü benimsediği anlaşılıyor.
Padişaha, her öğrencinin her derste gösterdiği başarıyı yıllık ola­
rak sergileyen bir çizelge sunuluyordu. Bir keresinde saray, okul
yönetimine, "talebelerden bazılarının kötü davranışlarda bulun­
duğunun, [padişahın] dikkatini çektiğini, bu talebelerin karak­
terlerindeki kötülükle (mesavi-i ahlak sahibi) evlerine gönde­
rilmesinin asla arzu edilecek bir şey olmadığını" bildirmişti. Okul
yönetimi çocukların doğru dürüst davranmalarını sağlamakla
görevliydi, aksi takdirde "bundan sorumlu tutulacaktı". SS
Bir yıl kadar sonra, "Arap ve Kürt talebelerin taş, ayakkabı ve
yumruklarını kullandıkları, dört Kürt ile altı Arap çocuğun hafif ya­
ralanmasıyla sonuçlanan bir kavgaya karıştıkları" düşünülürse, ço­
cukların "doğru dürüst davranış"larından pek bahsedilemeyece­
ği anlaşılır. Bu olay üzerine, Maarif Nazırı Zühdü Paşa gibi önemli
bir isim, askeri bir birliğin eşliğinde derhal okula geldi. Nazır, "soru­
nun küçük bir tartışmanın sonucu olduğu ve hiçbir dahili veya hari­
ci tahrikten kaynaklanmadığı"na ilişkin bir rapor yazdı. Bu yorum,
kardeş olmayı öğrendikleri varsayılan Kürtlerle Araplar arasındaki
muhtemel bir etnik çekişme korkusunu açıkça ima ediyordu. s 6
Okulda geçirdikleri dört (sonraları beş) yıll ı l< s i l n• r ı i ı ı ı-ıoııı ı ı u lı ı ,
öğrencilerin önce Mekteb-i Sultani'ye, ardından Mülkiy<''yp ).( i r
meleri, sonunda da öğretmen ve memurlar olarak ai t oldukları vi
layetiere dönmeleri bekleniyordu. S 7 Tophane-i Amire tarafından
hazırlanan, 22 Eylül 1897 tarihli bir tezkire, Aşiret Mektebi'ni ıı
ilk elli mezununun öğrenimlerini tamamladıkları ve Harbiye w
Mülkiye'ye gönderildiklerine dikkati çekiyordu. Burada Kürt ço­
cuklarına bir yıllık süvari taktikleri eğitimi veriliyor, Araplar du
mülki memurlar olarak eğitiliyordu. Askeri Mektepler Nazırı ZP­
ki Paşa, bu mezunların ait oldukları vilayetlere gönderilmesind<•
belirli bir gecikme olduğuna ve bunun dedikodu yarattığına dik­
kati çekiyordu. Yeni yetişen Osmanlı askeri ve mülki memurları
olarak, bu mezunlara Osmanlı bürokratik sistemi içinde üçüncü,
dördüncü ve beşinci rütbe (salise, rabia, hamise) mevkiler veri­
lerek derhal geri gönderitmeleri gerekiyordu . s 8
Ait oldukları vilayetlerde bir başka eğitim döneminden sonra,
Harbiye ya da Mülkiye mekteplerindeki öğrenimlerini tamamla­
mış olan Aşiret Mektebi mezunlarının, Yemen, Bingazi ya da Mu­
sul gibi sorunlu bölgelerde çalışmaları bekleniyordu. Söz konu­
su seçkin kurumların genç mezunları, dünyadan bihaber yer­
ler olarak gördükleri bu bölgelere tayin edilmeyi küçümseyerek,
İstanbul'da kalmayı veya hiç değilse kendi bölgelerinin vilayet
merkezlerine dönmeyi istedikleri için sorun yaratıyorlardı. 5 9
Aşiret Mektebi, görünüşte talebeler arasında yemek konusun­
da çıkan bir arbede yüzünden ansızın kapatıldığı 1907 yılına dek
sürdü. Ö ğrenciler arasında, çorbada yüzen sinekten daha cid­
di bir nedenle kargaşa çıktığını bugün ancak tahmin edebiliriz.
Okulun kapatılmasına gerçek neden, yeşermekte olan Arap milli­
yetçiliği veya Jön Türk etkileri olabilir. 60

Osmanlılann gayrimüslim eğitimi konusundaki tutumu


Gerek genel nüfusun, gerek seçkinlerin eğitimine ilişkin tar­
tışmalara yaklaşan tehlikeye ilişkin bir sezgi hakimdir. Bu tartış-·
malarda imparatorluk, potansiyel bir beşinci kolun bozguncu et­
kinliklerini karşılayabilmek için azami özenin gösterilmesi gere­
ken kuşatılmış bir kale olarak tasavvur ediliyordu. Bu nedenle,
gayrimüslim eğitim kurumları sıkı bir denetim altında tutuluyor
ve bunlara her zaman büyük bir kuşkuyla bakılıyordu. Padişa­
hın nazıriarına gönderdiği bir genelge bu doğrultudaydı: "Devlet-i
Aiiyye'nin Rum ve Ermeni uyruklarının sayısı Müslüman uyruk-
l ı ı ıı ı ı a gllrP az iken ( . . . ) birçok cami köhnemiş bir halde çürür­
lu • ı ı V(' pP k çok medrese viraneye dönmüşken, beş ya da on hane­
l l l< l< i ly i P rd e bile büyük kilise ve okullann inşa edildiğini görüyo­
ı ı ı 'l "rı ı Ahdülhamid döneminde, Tanzimat döneminin görece hoş­
..

�llrll lii atmosferi kayboldukça belirgin bir vurgu değişikliği orta­


v ı ı ı;ı lmuştı. 6 2 Daha 1858'de, Maarif Kanunu altında, tüm gayri­
ı ı ı t lslinı okullan izne tabi tutulmuş ve etkinliklerine ancak Maarif
N<'zareti'nin kurallanna uymaları halinde izin verilmeye başlan­
ı ı ı ı�t.ı . 6 3 Gelgelelim, bu yasalann çıkarılmasına ve katı kurallann
lııızırlanmasına karşın, izleyen yıllarda bu kuralların ardı arkası
l((•s i lmeksizin teyit edilmesi, Osmanlı yetkililerinin bunlan uygu­
lıııııakta ciddi güçlüklerle karşılaştıklannı göstermektedir.
1 H69 Maarif Kanunu, gayrimüslim okulların ders programlan­
ı ı ı ı ı t.eftişine olanak tanımıştı. 1880'de bu daha da genişletildi ve
y<'rel eğitim komisyonlanna, bu tür kurumlarda kullanılan okul
ldt.apları ve müfredatını denetleme görevi verildi. 6 4 Türkçe öğ­
n•timi, 1894'te gayrimüslim okullarında zorunlu hale getirildi. 6 5
ı layrimüslim okullara, ücretleri Osmanlı hükümeti tarafından
ildPnen Türk öğretmenler atandı. 66 1887'de, ilk olarak gayrimüs­
l l ı ı ı ve yabancı okullan müfettişliği kuruldu. 6 7
< �ayrimüslim eğitimini kısıtlama ihtiyacı hakkında tezkirenin,
b i r Hıristiyan öğretmenden, Beyrut idadisinde ders veren Milı­
n ı n Boyacıyan Efendi adında bir Ermeni'den gelmesi ilginçtir.
l loyacıyan, 1891'de, Beyrut'taki Hıristiyan okullarının tehlikesi­
ı u • ve özellikle bu okullara giden Müslüman çocuklarının içinde
bulunduğu tehlikeye karşı uyanda bulunuyordu. Bundan başka,
�ııyrimüslim okullannda Türkçe dersi ile Osmanlı tarihi öğretimi­
n i n önemini vurguluyordu. 68
Osmanlı arşivleri, görünüşte ruhsatı olmadığı gibi bir gerek­
ı;<'yle, şu ya da bu okulun kapatılmasına ilişkin emirlerle doludur.
:w Mart 1890'da, Maarif Nezareti, Manastır vilayetindeki Ulah ve
llıım okullarının tümünün ruhsatsız olduğuna ve kapanması ge­
n•ktiğine işaret ediyordu. 6 9
Vilayetlerdeki devlet okullannda Ermenice öğretimi de sorun
yaratan bir noktaydı. Maarif nazırı, "Ermenice öğretimini, me­
murların eğitildiği İstanbul'daki okullarla kısıtlamak yeterli ola­
ı·ağından", Erzurum İdadisi'ne bir Ermeni öğretmenin atanma­
ması gerektiğini titizlikle vurguluyorduJO Vilayet, devlet okulla­
rında Ermenice öğretiminin, "çoğunluğu Ermenice konuşan Er­
zurum vilayeti halkı üzerinde muhtemelen kötü bir etkisi olaca­
�ı" düşüncesindeydi.71 Bu bilgi, H. B. Lynch'in gezilerini derleyen
anlatısında kaydettiği, Erzurum'daki bir l�rnwni öl':d idadisi olaıı
Sansaryan Koleji'nin, 1894'te yerel yetkililer tarafından kapatıldı­
ğına ilişkin bilgiyle tutmaktadır. Bu sırada Ermeni kilise tarihi w
Ermeni kültürü üzerine okulda kullanılan ders kitaplarına da t'l
konulmuştu. 72
Bu çok açık bir şekilde, Osmanlı yetkililerinin dil ile milliyet­
çi mayalanma arasındaki bağiantıyı çok iyi anladıklarını göste­
rir. Bu sonın hakkında, Andreas Tietze'den, "İstanbul'daki gerek
Rum gerek Ermeni cemaatlerinin önemli kesiminin Türkçe ko­
nuştuklarını ve atalarının kullandığı dili pek az bildiklerini" öğ­
rendiğimizde, durumun önemi daha çok ortaya çıkıyor. 73 Bu du­
rum, Galatalı Cizvitlerin 1 702'de Ermeni Patrikliği'nden Erme­
ni okullarında Türkçe vaaz verme izni alması örneğinde kendini
gösteriyor. 7 4 Türkçenin Ermeni ve Rum cemaatlerinde bu den­
li yaygın bir biçimde konuşulduğu göz önüne alındığında, Erme­
ni ve Rum milliyetçileri tarafından kendi dillerinin kullanımına
yapılan vurgu, Osmanlı sistemine doğrudan bir meydan okuma­
yı temsil ediyordu.
Bu meydan okuma öylesine derinden hissediliyordu ki, devlet,
okul çocuklarırun söylediği Ermenice şarkılar gibi, okul yaşamının
görünürde son derece masum yönlerini bile kuşkuyla karşılıyordu.
6 Mayıs 1890'da, Bursa vilayetine, okulda kullanılan şarkı kitapla­
rının incelenmesi "bozguncu düşüncelerini" (bazı ejkar-ı jaside)
ortaya çıkardığından, lnegöl kazasındaki bir Ermeni okulunun öğ­
retmenleri ve müdürünün "ibret olacak şekilde cezalandırılması" ta­
limatı verildi. 75 Ayın şekilde, 26 Ağustos 1890'da, Ermeni Patrikliği
Osmanlı yetkililerine "bin yıllık dua kitaplarından bazılarırun, boz­
guncu oldukları gerekçesiyle yasaklanmasından" yakınıyorlardı.
Osmanlı yetkilileri, gerçekten eski dua kitaplarına izin verilmesini,
ama yasağın "yeni yazılmış, potansiyel olarak zararlı simgeler ve kı­
saltmalar (rumuzlu)" içeren kitaplara uygulanmasını salık verdi.76
Ayru yıl, Maarif nazırına, İstanbul'daki Yunan sefareti ile Yunan
Dışişleri Bakanlığı arasında gizlice yürütülen yazışmada Osman­
lı İmparatorluğu'ndaki Rum okullarının "Yunan pedagoji progra­
mı doğrultusunda" Yunan hükümeti tarafından etkin bir biçim­
de teşvik edildiği bildirildi. 7 7 Kozmas Politis'in, yakın zamanda
Türkçeye çevrilen bir romanı, bu bakımdan Osmanlı yetkilileri­
nin kuşkulanmakta haklı olduğuna ilişkin kanıtlar içerir. Roman­
da, 1890'ların sonunda İzmir'deki bir Rum okulunda, öğrencile­
ri kentin dışına, kıra götüren müdürüne ilişkin bir bölüm yer alır.
Çocuklar bir dağ tepesinde bazı eski Yunan harabelerini ziyaret
l 'd C ' I', I n ırada "antik Hellen geçmişlerinin şerefıne" bir dakika ses­
�ıızı·ı•dıırurlar. Ardından gözleri önüne serilen dağ ve ırmakların
\'t ı ı ıa ı ıca adiarım birbirlerine
sordukları sırada, okul müdürü göz­
.vu�ları içinde "tüm bunlar bir zamanlar Hellen'di, her zaman da
ilylı• kalacak!" der. 78

S( HlUÇ

( >smanlı eğitim siyasası projesi, değişen dünya koşullannda


�Ittikçe daha fazla tehdit altında hissedilen bir toplumsal düze­
ııin ideolojik meşruiyetini pekiştirmeye yönelikti. Bu da ancak te­
l ıaanın eğitimi ve endoktrinasyonu sayesinde mümkün olacaktı:
Eric Hobsbawm'ın sözleriyle: "Bu durum devlet için yepyeni so­
nınlar yaratıyordu. Tebaamn gözünde meşruiyetini korumalı, ay­
ı ı ı zamanda da onların katılımı sağlanmalıydı. "79
En temel kısıtlama, paraydı. Tüm yerel yönetimlerin, gelirle­
rinin bir bölümü ile "eğitim bütçesi"ne (maarif hissesi) katkı­
da bulunmaları gerektiği halde, çoklukla bu para gelmediğinden,
okullar inşa edilemiyor, öğretmenierin aylıkları ödenemiyordu.
Örneğin 1890'da Yemen vilayetinden gelen bir resmi yazıda,
San'a'daki ibtidai mektebinin hocalarına bir süredir maaş verile­
ınediği anlatılıyordu. 8 0 Aynı şekilde, Bağdat vilayeti de 1890'da,
yerel rüşdiye mektebi için "hayırsever eşhas"tan bağışlar almak
yoluyla gerekli fonu bulmaya çalışmasına karşın, başarısız oldu­
ğundan şikayet ediyordu. 8 I 1899'da, Kastamonu vilayeti, öğrenci
ailelerinin her hasatta tarım ürünlerinin belirli bir bölümünü ver­
meleriyle, köy ibtidai mektep hacalarma ayni olarak ödeme ya­
pılmasım önerecekti. 82
Diğer büyük sorun, çok düşük düzeydeki okuryazarlık oranla­
nydı. Carter Findley, okuryazarlığın "tüm imparatorlukta lSOO'de
belki % l'den, 1900'de % 5-lO'a yükseldiğini" talunin etmektedir.
Eğitim reformları çok düşük bir düzeyden başlamış olmakla bir­
likte, Jön Türk dönemine gelindiğinde imparatorluğun her yerin­
de rüşdiye mektepleri kwulınuş durumdaydı. İmparatorluğun so­
nuna gelindiğinde, bugün Suriye ve Irak'ta yer alan bölgelerde "il­
köğretim düzeyinde 28.400, ortaöğretim düzeyinde de 2. 100 kişi­
nin öğrenim gördüğü 570 Osmanlı devlet okulu" bulunuyor ve bu
öğrencilerin birçoğu daha üst düzey öğrenim için lstanbul'a gidi­
yorlardı. 8 3
Mütevazı köy okulları, burada kız öğrencileri gören gezgin­
ler üzerinde olumlu bir etld yaratıyordu: "Topakh köyünde, bü-
yük bir şaşkınlıkla birçok kız çocuğun erkeklerle yan yaııa otur
duğunu gördük Bu, Türkiye'de büyük bir ahlaki terakkinin g(•r
çekleştiğinin göstergesi ve b u ülkede kadının yaklaşan kur
tuluşunun kesin bir habercisidir. " 8 4 Resmi propagandacılar da
başarılı reformların bir göstergesi olarak eğitimdeki gelişme hal<­
kında yazmaya yönlendiriliyorlardı. Prenses Annie de Lusignan,
"İstanbul'da önde gelen bir Türk kız okulu"nu ziyaret ettiğin·
de, okulun temizliği ve düzenli görünümünden çok etkilenmiş­
ti: "Padişahın ulusal eğitim adına çabalarını adil bir biçimde d<'·
ğerlendirebilmek veya bu büyük dava uğruna yorulmak bilmez
çabasına ilişkin doğru bir fikir verebilmek için birkaç kitap yaz­
ınam gerekirdi. " 8 5 Abdülhamid bundan başka, yabancı ziyaretçi­
lere, onları etkilemek için hazırlarunış "vitrin okulları" gösterme­
ye de özen gösteriyordu. Önde gelen yabancı kütüphanelere gön­
derilen fotoğraf albümlerinin önemli bir özelliği, küçük elleriyle
diplomalarını kavramış ağırbaşlı kız çocuklarını gösteren fotoğ­
raflar içermesiydi. 8 6
19. yüzyıl monarşileri, "milliyetçi kimliğe doğru yanaştıkça," Os­
manlı İmparatorluğu kendini Rus, Japon, Avusturya, Alman, hatta
Çin imparatorluklarıyla aynı kefede buldu. 8 7 Kont Uvarov'un Rus
Devleti'nin temeli olarak "otokrasi" (samoderzhanie) , Ortodoks­
luk (Pravoslavie) ve milliyeti (narodnost) ileri sürmesiyle nere­
deyse aynı dönemde, Tanzimat reformlarının ardındaki etkili güç
olan Reşid Paşa da, "Devlet-i .Aıiyye'nin temelleri" olarak, "İslam,
hanedan-ı Al-i Osman, Mekke ve Medine (Haremeyn) ile impara­
torluğun payitahtı olarak İstanbul'u" öngörmekteydi. 88
Tüm imparatorlukların eğitim sistemlerinde temel sorun, ken­
di halkları arasında "aidiyet" duygusunu güçlendirmekti; bu,
toprakların muazzam genişliği ve halklarının çeşitliliği, "yük­
selen popüler milli kimlik kavramının, ancak ilkel düzeyde bir
yurttaşlık kavramını içerdiği. . . " Rusya ve Osmanlı İmparator­
luğu örneklerinde hepsinden de şiddetle hissedilen bir ihtiyaç­
tı. 89 "Farklı halklarda az da olsa gönüllülük yaratabilecek bir 'et­
nisite-üstü' millet ya da imparatorluk kavramı" da yoktu. 9 0 Bu
bağlamda, ortaya çıkan boşluk, dinin yeni bir içerikle kavram­
sallaştırılması ve/veya imparator/padişahın yan kutsal kişiliği­
ne dolaysız bağlanma ile dolduruldu. Bu bağlanma, kitle eğiti­
miyle aşılanacaktı. Eğitimi standartıaştırma girişimlerinin, Rus
ve Osmanlı İmparatorluklarında yaklaşık aynı dönemde yapıl­
mış olması ilginçtir. İlköğretim okullan hakkındaki Rus kanun
ve yönetmelikleri 1864 tarihini taşırken, Osmanlı Maarif Nezare-
1 1 1 Hrı'f'dl' l<unılmuı;ı w Maarif-i Umumi Kanunu 1869'da çıkarıl­
l l l ı.o;ıl ı . 1 h •r iki eğitim sisteminde, din öğretimi merkezi bir role sa­
l l i p l i . '> l
1 H! l7'de, Rusya'da haftalık 24 saatlik ders saatinin 9'u din ve ki­
ı ı .·w i i ğretimine ayrılırken, Osmanlı okullarında da, ilköğretimden
ı ı .. u •yp kadar Kuran eğitimine (tecvid) ilişkin yenilenen vurguya
ı l ı ı l ıa önce değinmiştik. 9 2 Gerek Osmanlı, gerek Rus örneklerin­
ı le · , okul çocuklarına ortak bir kimlik duygusu aşılamak üzere ta­
l i l ı i.Pn alınan kahramanlık figürleri ve şanlı bir geçmişin imgesi
l1 1 ı l lanılıyordu. 9 3 Sözgelimi, romantik şair/yazar Namık Kemal ve
ıızt · l likle ilk eserleri, öğrenciler için standart okuma parçaları ha­
I i l i!' gelmişti. 94
l{us ve Osmanlı örnekleri arasındaki bir başka benzerlik,
'l'l lrk olmayan ve Rus olmayan unsurlara, merkezin değer siste­
l l l i ni özürusetme çabalarıydı. Nasıl Osmanlılar, Arap ileri gelen­
l P r i nin çocuklarına Aşiret Mektebi'nde Osmanlıcılığı aşılama­
y ı t ı.�alıştılarsa, Ruslar da Rus olmayan halkları " Ruslaştırmaya"
c; : ı l ıştılar. 9 s Kafkaslar'daki Dağıstanlıların efsanevi önderi Şeyh
�:ı ınil'in oğlu Şeyh Cemaleddin, bölgeye baş eğdirmek için yapı­
l : ı ı ı yirmi yedi yıllık ( 1 834-6 1) sefer sırasında rehin alınmış, Rus
�l '<,:kin sınıfının bir üyesi olarak yetiştirilmiş ve yetenekli impara-
1 t ı r·luk muhafızlarının bir üyesi olmuştu. 9 6 Aynı tarzda, önde ge­
l l ' n eşrafın oğulları Abdülhamid'in kişisel muhafızlığına atana­
l ı i l iyordu. 9 7 Rus ve Osmanlı örneklerindeki bir başka benzerlik,
o kuryazarlık ve mevcut okuilaşma oranlarının düşüklüğüydü. 9 8
1 834'te Hindistan'da Kamu Eğitim Komitesi başkanı olan, "soy
VI' renk olarak Hintli, ama zevk, görüş, ahlak ve zeka açısından İn­
gi liz olacak" bir yerli elit yaratmayı amaçlayan Thomas Babington
Macauley gibi; Cemaleddin'i "Rus" yapmak üzere Petersburg'da
Pğiten Ruslar gibi; 9 9 Aşiret Mektebi'nin amacı da Osmanlı olan
Arap, Kürt ve Arnavutlar yaratmaktı.
Meiji döneminin sonlarında Japon eğitim siyasalarının ana
d iirtüsü, "milli birliğe" (kokumin) sadakati besieyecek bir "sivil
ahlak" inşa etme çabasıydı. I OO Japon Konfüçyüsçülüğü ve Budiz­
ıni bağlamında tek başına ele alındığında, din, İslam ya da Orto­
doksluktan çok farklı bir anlama gelmekle birlikte, yurttaşlık için
sadakat odağı olarak bir imparator kültü inşa etme çabası ile eği­
l.imin bu süreçteki rolü, çarpıcı bazı benzerlikler gösterir. İlk ola­
rak, ilerici ve tutucu unsurlar arasındaki mücadelede Batılı ve
yerli temalar arasındaki diyalektik, hem Rus, hem Osmanlı hem
de Japon örneklerinde gözlemlenebilir niteliktedir. Tanzimat öz-
gürlükçülüğü ile Abdülhamid dönemi tutuculuğu arasm d a ı ı aH ı l
bir gel-git dalgası ilişkisi varsa, Japon özgürlükçü reformcuları ilı•
Batılıtaşınayı Japon yerli değerlerine zararlı olarak gören saray
çevreleri arasında da buna benzer bir gerilim vardı. ı o ı 1879 tarih
li Japon Eğitim Nizamnamesi 1880'de gözden geçirildi ve Eğitim
Bakanlığı kabul edilmeyen metinterin bir listesini hazırlarken, il­
kokullarda öğretilmesi gereken konular listesinin başına, ahlal<
öğretimi yerleştirildi. I 02 Tüm bunlar, aynı yıllarda ders progra­
mından Batı felsefesinin çıkarıldığı ve din öğretiminin vurgulan­
dığı Osmanlı okullarında, Yunan ve Roma uygarlığını öğrettikleri
gerekçesiyle azarlanan hocaları hatırlatır. I0 3
Osmanlı eğitim siyasasının temeli, bu nedenle çağdaş dünya
eğilimleriyle uyum halinde, merkezin değer sistemini destekleye­
rek uyruk halkları tedricen "uygarlaştırma"ya yönelik bir çabay­
dı. Osman Nuri Paşa'nın sözleri, bu amacın son derece etkileyici
bir kanıtı olarak görülebilir: "Göçebe halkın adet ve inançları ile
tam bir çelişki içinde olan bir hükümet mekanizması oluşturmak
akla aykırı olur. (... ) Ülkede modem eğitimin yayılması ve geliş­
mesi, ülkenin ihtiyaçlan ve halkının adet ve alışkanlıklarıyla uz­
laşma yoluyla sağlanır." 1 04
Yukarıda aktarılan belgelerde, din ve milliyetİn birbiri yerine
geçebilecek şekilde kullanıldığı açıktır. "Dini gelenek" ile "milli
ahlak"ta (adab-ı diniye ve ahlak-ı miUiye) sıralama, kolayca "mil­
li gelenekler" (adab-ı miUiye) ve "dini ahlak" (ahlak-ı diniye) bi­
çimine dönüşebiliyordu. Harniyet sözcüğü, sıklıkla "hamiyet-i di­
niyye" ya da "hamiyet-i milliye" terkiplerinde kullanılıyordu.
Abdülhamid rejiminin aşılamaya çalıştığı "hamiyet-i milliye"
kaderin bir cilvesiyle, başlıca muhalifleri olan İttihad ve Terakki
Gerniyeti'nin şiarı oldu. Seçkin okullardaki "doğru" ideolojik ko­
şullandırmanın gittikçe artması, bu kurumlarda İttihad ve Terak­
ki Gerniyeti'nin nüfuzunun giderek yoğunlaşmasıyla el ele gider.
Osmanlı İmparatorluğu'nun sonuna damgasını vuracak olan Ce­
miyet, 1889'da Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane'de bir öğrenci hareke­
ti olarak kuruldu. ı os
Bunu çok geçmeden Mekteb-i Harbiye, Mekteb-i Mülkiye ve
Mekteb-i Hukuk'ta kurulan İttihad ve Terakki Cemiyeti şubele­
ri izledi. Mayıs 1895'te, İttihad ve Terakki yanlısı olduklarından
kuşkulanılan Harbiye'deki öğrencilere karşı genel bir temizlik
harekatı gerçekleştirildi. Ayıu yıl, İttihad ve Terakki üyeleri giz­
lice İngiliz sefaretiyle temas kurdular. ı 0 6 İttihad ve Terakki üye­
liği seçkin okullarda hızla yayıldı. Bu, büyük bir kaygı yarattı; 18
Lmihli bir hükümet raporu şu yorumu yapıyordu: "Bu
1\ ı ı ı l ı l< 1 H!JG
ı ııı, ... u rların, amaçları Devlet-i Aıiyye'ye sadık, sağlam karakterli
1' 1 ' ahlaklı insan yetiştirmek olan rnekatih-i şahanelerin talebelen
ı ı ım-ııı ıda bulunması özellikle üzücüdür. (... ) Bu da, söz konusu
ıııl'l<l.eplerin hoca ve talebeleri üzerinde daha sıkı bir denetimin
lu ınılmasının gerektiğine işaret etmektedir." l0 7
N P var ki, Osmanlı yönetici seçkinleri, kendi değerlerini aşıla­
ııın lmvgası verirken İttihad ve Terakki Gerniyeti'nin muhalefeti­
ıılıı yanı sıra, yabancı misyonerierin muhalefetine de katlanmak
1,1 ,n ında kalacaklardı. Şimdi misyoner meselesini ele alalım.
5

" 1\ ; ıJayı kanştınyor ve heyecan yaratıyorlar"


Misyonerler sorunu

Muhterem Peder Blakeney Davis, pencereden kasvetli Anadolu


c ıvasına bakıyordu. Akşam çöküyordu; devasa çoban köpekleri her
ıt,c•ceki ulumalarına başlamışlardı. Çok geçmeden, karanlıkta dışarı
ı;ı l<ınak güvenli olmayacaktı; hayvanlar onu henüz tanımıyorlardı ve
ı ıPdense onun varlığına özellikle sinirleniyorlardı. Sivas bu işte, diye
l�·ini çekti, Freeport Maine gibi uzak bir yoldan Taıın'ya hizmet için
1-(Plmişti buraya. Yerel Ermeni halk başlangıçta kuşkucu ve kayıtsız
c lavranmıştı, ama artık birkaç yoksul oğlan, kendisinin "Orta Anadolu
A kademisi" gibi muhteşem bir ad verdiği toprak kulübeye gidip gel­
ı ı wye başlamıştı. Kaymakam önceki gün onu çağırtmıştı; kamçısıyla
l'llrekli olarak kişisel eşyalarını dürterek Amerika'dan yanlarında pat­
layıcı getirip getirmediklerini soran asık yüzlü bir adamdı bu. •

1 )smanlı Devleti'nin meşruiyetine yönelik tehditlerden hiçbiri,


ı ı ..:ıın vadede misyoner etkinlikten daha tehlikeli olmadı. Asker,
ı l lplomat, tüccann yarattığı tehdidin yaşanan zamanla ve yerle
1 1 1-(isi vardı; misyonerler ise, okulları aracılığıyla gelecek için bir
i l'hdit yaratıyorlardı. Çok büyük bir ölçüde, önceki bölümlerde
.. ı .. alınan önlemler, marjinal unsurların ortodoksluğunu pekiş­

l i nneye veya bunları ortodoksluğa döndürmeye yönelik çabalar,


ıııisyonerlerin varlığına bir tepki olarak tasarlaıunıştı.
Tüm dünyada misyonerlik bir üst kültürün temsilciliği, "beyaz
ııılamın yükü" olarak ortaya çılanıştı. Osmanh-misyonerler mü­
c ·ıtdelesi, bu bakımdan Osmanlı İmparatorluğu'ndaki olayları bir

dünya perspektifine yerleştirmeye de hizmet eder. Misyoner et­


ldı ıliklerin, Latin Amerika'dan Afrika'ya, oradan Çin'e kadar so-

• ll u paragraf benim kurgulamamdır.


runların en çetini olduğu anlru;; ılmıştı. Hawaii gihi, düııyaı ı ı ı ı i i i '
ra bir köşesindeki misyoner etkinlikleri dikkatle gözlemleymı < >ı-ı­
manlı diplomatlan, bu küresel erişimin yaratabileceği sonuçları
gayet iyi fark etmişlerdi. ı
Japonya'daki misyoner etkinlik, kimi Meiji bürokratlarının Hı­
ristiyanlığı "sadakatle uzlaşmaz" olarak karalama kavgalarında,
Hıristiyanlık karşıtı duruşlannın nedeni olmuştu.2 Dine karşı Ja­
pon ve Osmanlı tutumlannın birbirinden çok farklı olmasına ve
Meiji Restorasyonu'nun 1870'lerde çok daha laik bir mecraya dö­
külmesine karşın, Hıristiyanlar devlete karşı sadakatsiz olmakla
suçlandılar. 3 Buna tepki olarak, Budistler "Hıristiyan rakiplerinin
uygulamasına öykünerek, Japonya'da hayır kurumlarını yaygın­
laştırıp Tayvan ve Kore'de misyoner çalışmalara giriştiler."4 Yüzyı­
lın dönümünde, hemen hemen ayru yıllarda, Osmanlılar da Hane­
fi misyonerlik etkinliğine yönelik siyasayı uygulamaya başladılar.
Çin'deki durum, Osmanlı deneyimine daha yakındı. Batılı teh­
dide karşı direnme kapasitesi açısından, Osmanlılardan da zayıf
olan Çinliler, öfkelerini ve kırgınlıklannı büyük ölçüde misyoner
etkinliklerine ve Çinli dönmelere odakladılar. Abdülhamid'in çağ­
ctaşı olan Ana İmparatoriçe Tzu Hsi şu sözleri söylemişti: "Bu Hı­
ristiyanlar, Çin'deki en kötü insanlardır. ( . . . ) Yoksul kır halkının
toprağını ve mülkünü soyuyorlar ve misyonerler, elbette, kendi
paylarını almak için onları daima koruyor. " S Abdülhamid'in bu
görüşü paylaştığına hiç kuşku yoktur.
Edward Said şu yorumu yapar: " 19 ve 20. yüzyıllarda Yakın­
doğu'ya giden efsanevi Amerikan misyonerleri bile, rollerini Tanrı
tarafından belirlenmiş olmaktan çok, kendi Tanrıları, kendi kültür­
leri, kendi yazgıtarı tarafından belirlenmiş olarak görüyorlardı. " 6
Misyonerler, Osmanlıların ülkedeki yönetimlerinin temelini meş­
rulaştırmak için yaptıklan çabaların altını oymakla kalnuyorlardı;
Batı basımnın Türk karşıtı duygularını beslemek yoluyla dışanda
düşmanca koşullar oluşturulmasında da etkiliydiler: "Birçok mis­
yoner ve Batılı gazeteci, 'Korkunç Türk'ün Şeytan'a tapan yoz bir
ırk olduğu varsayımından hareket ediyordu.''7
Özellikle Mısır'ın 1882'de İngilizlerce işgalinin ardından, Pro­
testan misyonerleri, Müslümanların Hıristiyanlığa dönmesi için
yolun açılmış olduğunu hissettiler. 1879'da adada bir İngiliz pro­
tektorası kuran Kıbrıs Konvansiyonu ile birlikte, bu gelişmeler,
önemsiz görünse de, Hıristiyanlığın Ortadoğu'da muzaffer iler­
lemesini olanaklı kılacak kadar önemli sonuçlar doğuracaktı.
Tibawi'nin sözcükleriyle:
( . . . ) I HH�'ye gelindiğinde Protestan misyonerler ( . . . ) meşru hükü­
ııu•l.e ve ikamet edip çalıştıkları bir devletin toprak bütünlüğüne karşı
ı.uı.uınlanm açıkça ortaya koymuşlardı. Bu devletin yerleşik dinini de­
,i.\iı;;tirmeye yönelik niyetlerini açıkça ilan etmekle yetinmediler, dev­
letin ortadan kaldmiması ve topraklarının kendi hükümetleri tarafın­
dan ele geçirilmesini açıkça savunmakla yetinmediler, ama bu ihti­
rasları gerçekleşinceye değin, özel imtiyazlar ve muafiyetler talep et­
tiler ve bizzat bu taleplerle, Osmanlı yetkililerini hoşgörüsüzlük, fana­
tizm ve bağnazlıkla suçladılar. 8

Abdülhamid döneminde yükseltilen son ideolojik savunmala­


rın, yani okullaşmarun giderek daha çok vurgulanması ve Hanefı­
liği güçlendirme girişiminin nedenlerini belki de en iyi anlayanlar
misyonerler olmuştu. Suriye'deki Amerikan Misyonunun yetkilisi
Henry Jessup gördüklerinden duyduğu şaşkınlığı, "Türkler kesin­
likle bir ayağı çukurda denebilecek bir durumda değil" sözleriyle
dile getirmişti.9 1880'lerde Jessup, "İslami gerilerneye ilişkin ön­
ceki tahminierin temelsiz olduğu ve Osmanlı İmparatorluğu'nun
her yerinde kız ve erkek çocuklar için okullar açılmasının (...) ve
yeni camiler inşasının da gösterdiği bir canlanmanın yaşandığı"
bir durumla yüz yüze olduklarını kabul etmişti. I o
1880'ler ve 1890'larda İngiliz, Amerikan, Rus ve Fransız misya­
nerlerin "çalışma" alanlarını aralarında bölüşmeleriyle, misyoner
etkinlikler yeni bir ivme kazandı. Bu, Jeremy Salt'a göre, "Mis­
yonerler ile Osmanlı hükümeti arasında gelişen ilişkinin, karşılık­
lı kuşku ve nefrete" dönüştüğü bir duruma neden oldu. I I Aslına
bakılırsa, 1890'lara gelindiğinde, misyonerler padişah tarafından,
topraklarında yaşayan yabancılar arasında "toplumsal düzenin en
tehlikeli düşmanları" olarak görülmeye başlanmıştı. I 2 Bu gerilim­
li ilişkinin derinliklerine girmeden önce, bizzat II. Abdülhamid'in
durumu nasıl gördüğüne bir göz atmakta yarar var. Padişah 25
Mayıs 1892'de, özel katibine aşağıdakileri dikte ettirdi:

Gerek Rusya ile Fransa'da gerek İngiltere'de birtakım Iüta�-ı Mu­


kaddes cemiyetleri bulunub bu cemiyetlerin bazı mutaasıb Hıristi­
yanların vefatlanndan evvel kendilerine vasiyet eyledikleri nukı1du
ahz ile fevkalade zengin oldukları ve bunlara Fransa ve Rusya ve İn­
giltere hükümetleri zahiren hiçbir veçhile müdahale etmemekde ise
de batmen muavenetde bulundukları ve cemiyet-i mezkı1renin men­
sub oldukları din ve mezhebi neşr ve taamim için dünyanın her tara­
fına hatta Afrika-i vustaya misyonerler göndererek onların vasıtasıyla
(... ) bir ınahalde kendi din ve ııw:.r.lwlıh•rini l<al ıııl Pl.l.i rd i i<IPrl ı ı l l l"w·ıı ı ı ı
teksiri halinde işi politikaya intikal ettirerek icra-i niifıız P:V IPnıPI< d ı ­
olduklan umur-ı malumeden olarak. .. 1 3

Padişahın, misyonerler ile hükümetleri arasındaki çelişki ! i


ilişkiye değinen betimlemesinin, seçkin bir çağdaş tarihçinin d<•­
ğerlendirmesine ne kadar yakın olduğuna işaret etmekte yarar
var: "Misyonerlerin çabası, kesinlikle sörnürgeci siyasaların bir
aracı değildi. Sık sık sömürge yetkilileriyle karşı karşıya kalıyor­
lardı. ( . . . ) Yine de Tanrı'nın başarısı, emperyalist ilerlemenin bir
işleviydi. " 1 4
Bu nedenle, misyonerlerle Osmanlı Devleti arasındaki müca­
deleden söz ettiğimiz zaman, ideolojik bir savaşı ele alıyoruz. Hı­
ristiyanlar ve Müslümanlar arasında Osmanlı meşruiyetinin tam
da temeline meydan okuyan bir savaştı bu.

Misyoner saldırısına karşı Osmanlı savunması


Misyonerler, Osmanlı topraklarında din değiştirmenin meşru te­
rnelinin, beraberce, ister Müslüman, ister Hıristiyan olsun, tüm Os­
manlı uyruklarına din özgürlüğü veren 1839 Tanzimat Fermanı ile
1856 Isiahat Fermanı'ndan kaynaklandığını iddia ediyorlardı. ı s Bu
iki belgenin ilkesi hiçbir zaman geri alınmaya çalışılmamakla bir­
likte, Osmanlılar "din özgürlüğünü", "dinlerini savunma özgürlüğü"
olarak yorumladılar. Hariciye Nazırı Ali Paşa, Londra'daki elçisine,
Kont Russell'a şu soruyu sorması talimatını vermişti:

Dini mezalimi mahkum ederken, Devlet-i Aıiyye'nin hangi dine


olursa olsun saldınlmasına izin verebileceği düşünülebilir mi? Gay­
rimüslim olaniann tümüne özgürlük verirken, aynı zamanda, İslamcı­
lığa karşı onlann eline silah mı vermiş oldu? Dini inanç özgürlüğünü
kuşatan teminatlan bir hamlede imha mı etmiş?1 6

Bu savunmacı tutum aslında 1878 Berlin Antıaşması'nın 62. mad­


desinde de kendini gösterir; fiilen "Avrupa'nın Türklerin dini özgür­
lüğe ilişkin tanımının resmen kabulü"ne varan bir yorumdur bu.
"Madde, Türk Devleti'nin, Müslümanların inançlarını değiştirrnek­
ten alıkoymak açısından uygun gördüğü her türlü önlerni almasına
izin verecek şekilde kalerne alınmıştır." 1 7 Bu önlemlerin dinle pek
az alakası vardı ve Abdülharnid rejiminin dini sadakate ilişkin yeni
siyasal tanırnlarnasıyla ilgiliydi: "Türk Devleti, İslam'dan tüm sap-
ı ı ı: ı l a rıllnlemek konusunda her zamankinden daha da kararlıdır.
( . . . ) Artık bu, dini olmaktan çok, Türk Devleti'nin kesinlikle Müslü­
ı ı u ı ı ı niteliğini korumayı ve tüm siyasal iktidarı Türklerin elinde tut­
ı n ayı amaçlayan siyasal bir ilkedir." l 8
ı;ieriatın, İslam'dan ayrılan herkesin öldürülmesine izin ve­
n · ı ı kuralının uygularunasına artık resmen izin verilmemekle bir­
l i l<l.e, mürtedler halk arasında halen nefretle karşılanıyordu. l 9
l liz:zat Sultan Abdülhamid'in, İngiliz sefiri Layard'a, ilke olarak
lwr Müslüman'ın "Şeyhülislamın bile" Hıristiyan olmakta özgür
olduğunu söylemesine rağmen, gerçek durum farklıydı: Layard'ın
ı-ıiizleriyle, "Padişahın söylediğine göre imparatorluğun bazı böl­
�derinde halk o denli fanatik idi ki çoğu zaman ne yerel yönetici­
ıı�ri ne merkezi hükümeti dinliyorlardı. "2 0
Osmanlıların dini özgürlük tanımı, Sadaret Kalemi'nden çıkan
�2 Mart 1896 tarihli bir tebliğde açıkça ifade edilmiştir. Bu belge­
de, dönemin sadrazaını Rifat Paşa, Meclis-i Vükela'nın "kamusal
düzene zararlı etkinliklere karışmış" misyonerierin sınır dışı edil­
ınesi meselesini tartıştığını bildiriyordu. "Bu misyonerierin insan­
lara dinlerini değiştirtmek gibi etkinliklerinin, din özgürlüğünü
veren (serbesti-i edyan) mevcut yasalara tümüyle aykın" oldu­
ğuna işaret ediyordu.2 1 Osmanlı yönetimi, tüm yabancı okulların
ders programlarını ve öğretmenlerini teftişe açmalarını öngören
Maarif Kanunu (1869) gibi girişimlerle, misyonerierin eğitim ve
diğer alanlardaki etkinliklerini İstanbul'un denetimi altına almak
yönünde önlemler almıştı bile.22 Ancak, kanıtlar bu kısıtlamala­
rın hiçbir zaman etkili bir biçimde uygulanamadığııu ve misyoner
okullarının, Osmanlı eğitiminin yetersizliğinin bıraktığı boşlu­
ğu doldurduğunu gösterir. Osmanlı kaynakları, yerel memurlara,
misyoner okullarının yayılmasının önünü almaları için ellerin­
den gelen her çabayı göstermeleri talimatı vermekteydi. 21 Ocak
1892'de, Suriye valisi, konutları okul binalarma dönüştürmek gibi
"dolambaçlı yollarla kurulan" yabancı okulların bir listesini yap­
tırdığını bildiriyordu. Yetkisi altındaki alanda bu türden 159 okul
bulunduğunu saptamıştı. Vali, devlet her ne kadar ibtidaiyelerin
sayısını artırmak için büyük bir çaba sarf etmiş olsa da, devlet
okullarının sayısının h3Hl. yetersiz olduğunu kaydederek, "Cizvit
ve Protestan okullan bu nedenle gayrimüslim çocuklan parasız
kabul ediyor, onların giysi ve yiyecek ihtiyaçlarını sağlıyor, hat­
ta ana babasına para bile ödüyor" diyordu.23 Bu okulların varlığı
da, Müslüman nüfus göz önünde tutulduğunda, hafife alınamaya­
cak sonuçlar doğuracak bir sorun olarak görülüyordu. Vali şöyle
devam ediyordu: "Bu nedenle, yaklaşan Hanımmn-ı ı;ıerift.<', M I IH
lüman nüfusa, çocuklanın Hıristiyan o kullarına göndermeleri lııı
linde başianna gelebilecek belalara ilişkin gizlice vaaz ven'ePI<
özel din adamlarının gönderilmesi gereklidir. "2 4 Yabancı okulla­
ra karşı böyle bir etkinliğin açıkça yapılması, yabancı konsolosla­
nn gazabına neden olabileceği için, gizliliğin bu şekilde vurgulaıı­
ması önemlidir.
1880'ler ve 1890'lar boyunca, İstanbul, izinsiz yabancı eğitim
ve din kuruluşlarının yayılmasını önlemek üzere vilayetlere tek­
rar tekrar emirler göndermek zorunda kalacaktı. Bu konınıını bu
kadar sık ortaya çıkması, sorunun hiçbir zaman çözülemediği­
ni düşündürüyor. 12 Ocak 1898'de, Aydın vilayeti, Müslüman ço­
cuklann yabancı okullara kabulünü önlemek üzere çok kesin ta­
limat aldı. Bunun nedeni, "Müslüman çocukların yabancı okulla­
ra gitmesi, onların milli ve dini eğitimlerini (diyanet ve terbiye­
yi milliye) bozmak ve Allah koruswı, dinlerinden vazgeçmek gi­
bi kötü sonuçlara yol açmak" olarak gösterilmekteydi. 2 5 Aydın
valisi, "tanassur etmiş olan hiçbir Müslüman'ı tanımadığını" ifade
ederek, tanassur sorınınndan çeşitli fırsatlarla söz edecekti.26 28
Şubat 1892'de, Suriye vilayetine yerel ulemadan oluşan bir gru­
bun, "yerel halka, çocuklarının Hıristiyan okullara gitmelerinden
doğacak kötü sonuçları aktarmakla görevlendirildiği" bildirili­
yordu. Rıza, Muhsin, Cemal, Reşid, Mustafa, Ahmed ve Mehmed
efendilerin, toplam 14.000 kuruş maaşla vilayeti dalaşmasına ka­
rar verilmişti. 2 7
25 Haziran'a gelindiğinde, bu "resmi ulema", Müslüman çocuk­
lan misyoner okullanndan korumak için gerekli önlemlere ilişkin
hazırladıkları raporu lstanbul'a gönderdiler. Gelgelelim, önlem­
ler, Müslüman çocuklann köy imamlarınca eğitilmesinden öteye
geçmiyordu. Bunun için, her köye uygun ilk okuma kitaplarının
gönderilmesi gerekiyordu. 2 8 Ancak, yabancı okullann ruhsatlan­
dırılmasına yönelik bu çaba, yabancı müdahalesiyle sürekli en­
gellenmeye devam edildi . 28 Mart 1892'de Babıali, yabancı okul­
lara ve kiliselere ruhsat almaları veya kapatılmaları için verilen
sürenin sona erdiğini bildiren bir genelge yayımladı. Genelge, ga­
rip bir şekilde, mühletin bir üç ay daha uzatılacağı ifadesiyle so­
na eriyordu. 2 9 Bu, Osmanlı memurlarının, "eğitim kalkarn ardın­
da yabancı nüfuzınıını yayılması" adım verdikleri gelişmeyi dene­
tim altına almak zorunda olduklarının bilincine vardıklarını gös­
terir. 28 Ekim 1898'de, Encümen-i Mahsus-ı Maarif yabancı din
kurumlarııu düzenleyen mevcut kanunların daha etkili hale ge-
lıildiriyordu. ı o Komisyon, "bu okulların ya­
l l r l l ı ı ı « 's i gı•rt>l< l.ii:(ini
l ıı ı ı ıc ı ml ı i p wmisyonerler tarafından (... ) halkı Protestan ve Ka­
t ol l l< d i ı ı lt•rine döndürmek ve onların kafasını karıştırıp heyeca­
ı ı ı ı diiı;ıürmek amacıyla kurulduğu"ndan emindi.3 1 "Kafalann ka­
rıı;ıı.ırılrnası", resmi belgelerde sık sık kendini gösteren bir terkip­
li. Bu kanşıkhk, "Bazı gençlerin yabancı kadınlarla evlenmeleri­
ı ı t • " (yabancı karılarıyla istihsal-i rabıta-i izdivaç), dolayısıy­
IIı "İslam'ın öğretilerine karşı gelmelerine" dek varabiliyordu. 26
I laziran 1906'da, Meclis-i Vükela'nın hazırladığı bir tezkire, buna
M üslüman okullannın "gençliği [bu tür yoldan çıkmalara karşı]
lwruyabilecek (... ) dini ahlak konusunda iyi bir öğretim" vereme­
ı nesinin neden olduğunu bildiriyordu.3 2
Osmanlı hükümeti, misyoner literatürünün yaygınlaşması­
m ve dolaşımını önlemek için elinden gelen her çabayı seferber
ı•diyordu. 29 Mart 1892'de, dini literatürün tedavülüyle ilgili dü­
�enlemelerin, genellikle Kitab-ı Mukaddes Derneği'nin desteğiyle
Kitab-ı Mukaddes dağıtan insanlar için kullanılan bir hüsn-ü tabir
olan "gezgin kitap satıcılan"na uygulanması karan alındı. 33 Ama
bu genellikle yararsızdı. 9 Mart 1896'da, Babıa.li Tercüme Oda­
sı, London Daily News'dan, Osmanlı yetkililerinin ıslahat fer­
manlarının şartlannı çiğnerliklerini ve yabancı gezginlerde bulu­
nan Kitab-ı Mukaddeslerle din kitaplarına el koyduklarını iddia
eden bir makaleyi tercüme etmişti. İstanbul'daki Kitab-ı Mukad­
des Derneği, bunun çeşitli kereler yapıldığını, ardından da müsa­
dere edilen malzemenin halk önünde yakıldığını ileri sürmektey­
di. Babıali, Batı basınında yayımıanmasını sağladığı makalelerle,
bu iddiayı derhal yalanlayacaktı. 3 4
Osmanlı memurlan, devletin yabancı protestosu karşısında ge­
ri adım attığı her seferinde, kural ve düzenlernelerin etkisini yitir­
diğinin bilincindeydi. Askeri Isiahat Komisyonu 27 Aralık 189l'de,
ruhsatsız okul ve kiliseler sorunuyla ilgili bir tezkire hazırladı. Bun­
lar gecikmeksizin kapatılmalı ve protesto yaygarasına kulak asıl­
mamalıydı. Herhangi bir protestoya karşılık olarak, yabancılara şu
söylenmeliydi: "Evet, din özgürlüğü var, ama bu özgürlüğün yasalar
ve düzenlemeler dahilinde uygulanması gerekiyor."35
Babıali'deki yetkililer, karşı karşıya oldukları rekabetin gü­
cü konusunda da yanılmıyorlardı. 2 Mart 1892'de, Babıali Maa­
rif Nezareti'ne, Filistin bölgesindeki Nablus'ta bulunan Osman­
lı rüşdiyesine bir Fransızca öğretmeni tayin edilmesi talimatını
verdi. Yerel halk, çocuklannı Fransızca öğrenebilsinler diye, "di­
ni inançlarını bile öğrenmeden evvel", "Latin okullarına" gönderi-
yordu. Atanacak Fransızca hocasının, yabancı o l< u l l ardaki l•'m ı ı
sız eğitmenleriyle rekabet edebilecek yetkinlikie olması gt•rPI<i
yordu, çünkü "ancak bu durumda yerli halk çocuklarını [ Osınaı ı
lı ıüşdiyesine] göndereceklerdi. "36 Bu belgenin öteki ilginç yüıı l l ,
memurların, halka düpedüz çocuklarını bu okullara göndernw­
yi yasaklamanın yeterli olmadığını, az çok eşit nitelikte alternatif
hizmetin verilmesi gerektiğini anlamış olduklarını göstermesidir.
Benzer nitelikte bir başka örnek, imparatorluğun öteki ucun­
dan kayıtlara girmenin yolunu bulmuştu. 1 Ekim 1889'da, Arna­
vutluk'taki İşkodra vilayeti, yerel idadinin yeterli mali kaynak ol­
mayışı nedeniyle kapandığını bildiriyordu. Bu, yerel Katolik okul­
ları alternatif olarak destekleyen İtalyan konsolasunun ekrneğine
yağ sürüyordu ve İstanbul yeterli kaynak ayırmayacak olursa,
yerli halkın gerçekten de çocuklarını bu okullara göndermeleri
kaçınılmaz hale gelecekti. 3 7
19. yüzyılın son çeyreğinde Osmanlı İmparatorluğu'nda en ön­
de gelen misyonerler Fransız, İngiliz ve Amerikan misyonerleriy­
di. Burada, bunları ulusal kategoriler halinde ele almakla birlikte,
özellikle İngiliz ve Amerikan misyonerierin durumunda, etkinlik­
leri arasmda önemli ölçüde örtüşme olduğunun da kaydedilmesi
gerekiyor.

Fransız misyoner etkinliği


Fransız misyonerleri, Osmanlı topraklarmda en uzun zaman­
dan beri etkinlik gösteren gruptu. 1622'de Papa XV. Gregorius,
hedefi günahkarları tanassur ettirmek ve Şark'ın kadim Hıristi­
yan cemaatlerini Katolik mezhebine döndürmek olan Propagan­
da Fide teşkilatını kurmuştu. Yakındoğu'daki Katolik misyoner
çalışmaları, Propaganda Fide kurumu tarafından Fransız Fran­
sisken, Karmelit ve Cizvit tarikatiarına verilmişti. 3 8
1890'ların başında, Fransız diplomatik-misyonerlik etkinlik­
leri, imparatorluğun Doğu vilayetlerinde toplanmaya başladı.
Fransız misyonları, Musul'un Nesturi halkı arasmda özellikle et­
kindi. 23 Mayıs 1892'de, Musul valisi, Fransızlar tarafından son
dört yıl içinde "bir Fransız serhafıyesinin varlığına hiç kuşku bı­
rakmayacak şekilde" birkaç "özel misyon" gönderilmiş olduğunu
bildiriyordu. Vali, bundan başka Nesturilerin Mareş-Maun adı ve­
rilen dini liderinin, cemaati arasmda Katolik iğfalatından acı bir
dille yalondığını da bildiriyordu. Keldani patriği, Fransızların des­
teğiyle, Nesturi liderine sürekli baskı yapıyordu. Mareş-Maun,
l ı i l t ll ı ı NPsturi cemaatin Katolik olmasına yol aça­
•:• ı l< 1-(t '(,' l l iPdP ı ı .

ı ·n ı.: ı ı ıdaı ı lwrl<t.ıığu bu durumdan şikayetçiydi,3 9 Aslına bakılırsa,


l ı i :r.1mt. padi�ah, Hıristiyan uyrukları arasında misyoner iğfalatın­
dı ı r ı , t.PI.il<te olmaları uyarısını içeren bir genelge gönderecek ka­
ı lıu· I.Pdirginlik duyuyordu.4 0
Fransız varlığı, 1892-93'teki Yezidilerin ihtidaları seferberliği
Hı rasındaki yazışmalarda da öne çıkar. Seferberliğin en hızlı dö­
ııt•minde, Yezidi !iderler, Fransızlar kendilerini Osmanlılara karşı
dPstekleyecek olursa, tüm cemaatin Hıristiyan (ve herhalde Ka­
ı.o l i k) olacağı önerisiyle, Musul'daki Fransız konsolosluğuna baş­
vurdular.4 1 Bu mesele Osmanlı yetkililerin korkularının gerçek­
IPşmesi anlamına geliyordu. 42
Fransız misyoner nüfuzunun Osmanlı Devleti'nin meşruiye­
tinin altını oyduğu alanlardan birinin de Lübnan olduğu anlaşı­
l ıyor. 43 Arapça yazılmış, imzasız bir mektupta bu tehlike açık­
ça belirtilmekteydi. Mektup, "Napoleon'un Mısır ve Suriye'yi is­
tila etmesinden beri ( ... ) Fransa['nın] bölgedeki amaçlarından
vazgeçmemiş" olduğunu ifade ediyordu. Cizvitlerin çabalarıy­
Ia, Fransa, Maruni Hıristiyanları arasında "bunların çocuklann­
dan binlercesini eğitmek yoluyla" bölgede gerçek bir mevcudiyet
kurmayı başarmıştı.44 Bu, "on yıl önce, Fransa ve Prnsya arasın­
daki savaş sırasında, on beş bin kadar Maruni'nin, Fransız safla­
nnda savaşmak üzere gönüllü olması" derecesine kadar varmıştı.
"Rusya'yla yaptıkları son savaşta [1877-78] ise kendi ülkeleri için
bir gönüllü birliği oluşturma gereği bile duymamışlardır."4 5
Abdülhamid'in en önemli sadrazamlarından biri olan Kamil
Paşa tarafından yazılmış bir rapor da, Fransa'nın Lübnan'da
"Napoleon Bonaparte zamanından beri" süregiden çıkarlarına
işaret ediyordu. 4 6 "Fransızların Beyrut'ta kurdukları okulların
yüksek kalitesinin, kendilerini Fransa'ya borçlu hisseden binler­
ce Osmanlı uyruğu yarattığına" da değiniyordu. 4 7
Kfunil Paşa'nın raporu, Katolik bir Arap olan Yusuf Zeki Efen­
di tarafından yazılmış, Fransa'dan esintenmiş din adamlarının
etkinliklerini biraz daha aydınlatan mektubundan yola çıkmışa
benzer. Yusuf Zeki, Şam'da, piskoposun vaazının bir propaganda
konuşmasından ibaret olduğu Paskalya ayinine katılmıştı. Pisko­
posun, cemaatini aşağıdaki sözlerle heyecana getirmeye çalıştı­
ğını yazdı: "Ey Suriyeliler! Fransa sayesinde nasıl iledediğinize
bir bakın! Fransızlar sayesinde bilimleri öğreniyorsunuz! Millet­
Ierin bu en bilgilisi ve en aydınlanmışı tarafından korunuyorsu­
nuz! Çocuklarınız, tüm milletierin üstünde böyle adil ve müşfik
bir devlet tarafından k oru nu yor !" <��'l Yusuf :I.Pid , M ıı·ı ı r ' ı ı ı l ı ı� l l l 1,
lerce istilasına değin Suriyelilerin belirgin bir şeldldt> J<'rıuısıı'yıı
eğilim gösterdiklerini, ama İngilizlerin Mısır'da yapt. ı l< ları ı ı a t.ıı
nık olduktan sonra, Fransa'dan kuşkulanmaya başladıld arı ı ı ı
yazıyordu. Şimdi Fransa, vaazını dinlemiş olduğu piskopos gil ı l
ruhban üyeleri aracılığıyla, egemenliğini yeniden kurmaya çal ı
şıyordu.49
Hıristiyan ibadet mekanıarı ve okullarının inşası ve bakımındu,
Osmanlı denetiminin derecesi neydi? Bu tür kuruluşlara izin veril·
mesinin ya da itiraz edilmesinin ölçütleri neydi? Fransız ve diğ('l'
etkilerin zaten iyice kurumsallaşmış olduğu Beyrut ya da Şam giht
yerlerde, İstanbul'un büyük güçlüklerle karşı karşıya kaldığı oldul<­
ça açıktır. Ama imparatorluğun merkezini oluşturan Anadolu' da,
bu kuruluşların denetimi daha etkiliydi. Böyle bir olay, Mamuretü­
laziz vilayetinden bildiriliyordu. Vilayette Fransisken rahipler, bir
evden bozarak aynı zamanda okul olarak da hizmet edecek bir ki­
lise kurmuşlardı. s o Yerel yetkililer, bu yapının otuz kadar öğrenci­
yi alabilecek kadar mütevazı bir yer olduğunu bildiriyorlardı. Ara­
zinin yüksek duvartarla çevrili ve kışialar ile askeri talim alanının
biraz uzağında olduğuna işaret ediliyordu. Rahipler, bir çan kule­
si yapmışlar, "ama henüz çanı çalmaya başlamamışlardı." Yörenin
Ermeni Katolik halkı, "rahiplerin kendi hizmetkarları da dahil se­
kiz on kadar haneyi" geçmiyordu. Tek dezavantajı, bu yapının Müs­
lüman kesiminde yer almasıydı. Ama yüksek duvarlar, bu sakınca­
yı telafi ediyordu. Bu durumda, yerel yetkililere, bu kilise için ge­
reken iznin verilmesi salık verildi; "böylece [rahipler] Fransız se­
faretinin aracılığına başvurmayacaklard.ı. s ı
Kilise çanlarının çalınması, özellikle, Osmanlı yetkilileri açısın­
dan simgesel bir önem taşıyordu. 22 Haziran 1897'de, İzmir'den
Peder Dominique adında bir Cizvit, okul olarak çalışan konutu­
nun üzerine bir çan kulesi yaptırmıştı. Çan özellikle sakıncalıydı;
"çocukları okula çağırma gerekçesiyle bu çanın çalınması ve bu­
na benzer hataların önü alınmalı ve gelecekte yeniden ortaya çık­
masına izin verilmemeli"ydi. s ı
Bu kuruluşlara Fransız resmi desteği hiç eksik olmuyordu ve Os­
ınanlılar Fransızları bunun bir iç mesele olduğu konusunda ikna et­
meye ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar, bu tür müdahaleyi bütünüy­
le önlerneyi başaramıyorlardı. 15 Haziran 1896'da, Trabzon ve Erzu­
rum vilayetlerine, bölgedeki okulları teftiş etmek üzere Fransa'dan
gönderilen bir Cizvit müfettişe gereken tüm desteğin sağlanması ta­
limatı verilmişti. Bu "Fransız sefaretinin özel ricasıydı." s 3
1 l lw l l ı ın ı ı tdt.iı;; i , aslında büyük hassasiyet gerektiren bir me­
'tl ' l t ·y d l ; i l< i bağımsız devletin mikro düzeyde çatışmasının bir ör­
l ı t ·glydi. Osrnanlılar, kendi topraklarındaki tüm Hıristiyan okulla­
l l l l l d P ı ıe t.leme hakkına sahip olduklarını ileri sürerken, Fransız ve
lll t • l< i yetkililer, kendi okullarını ex-territorial (bulunulan yerin ya­
�ı ı larının hükmü dışında kalan) görme eğilimindeydiler. l l Mart'ta,
Sadrazam Kamil Paşa, Maarif nazınna, irade-i hümayunla, hiçbir
M iiHlüman çocuğun Hıristiyan okullara gidemeyeceğini ve bunun
c;c•ı;ıitli Fransız okulların teftişi aracılığıyla kontrol edilmesini bildi­
riyordu. Ne var ki, söz konusu okullar, ancak Fransız konsolosluk­
ları aracılığıyla teftişe izin verecekleri yanıtını verdiler. Bu cevap
J(ftmil Paşa'yı öfkelendirdi: "Bundan başka Hıristiyan vatan evlat­
Ianna nelerin öğretildiğinin de bilirunesi gerekiyor." S 4
1902'de bazı Cizvitler Fransa'dan sürgün edildiği zaman, Os­
ı nanlı Hariciye Nezareti ve vilayet yetkililerine, "bu insanların Os­
manlı topraklarına girmesine izin verilmemelidir. Bazı unsurlan
Hürgün eden bir ülke, bir başkasının onları kabul etmesini isteme
l ıakkına sahip değildir" talimatı verildi. S S
Katolik misyoner etkinliği, Osmanlılann gözünde bir çıban ba­
ı;ıı olmakla birlikte, yine de tanıdık bir "şer" idi. Yeni gelen Pro­
testanların dinçliği ve saldırganlığıyla karşılaştırdığında, Katalik­
ler olumlu anlamda yumuşak görünüyordu. Ayrıca, Katolik varlı­
ğının çok uzun bir tarihi vardı. Aslında, bu çabanın bir bölümü,
Düvel-i Muazzama kulübünün bir üyesi olarak, Babıali'nin dip­
lomatik açıdan Vatikan'ı tanıması çevresinde yoğunlaşmışa ben­
ıer. Papa ile ilişkiler, 1880'den itibaren istikrarlı bir biçimde ge­
lişiyordu. s 6
1894'te, İstanbul'un Katolik Patriği saraya, papanın "Devlet-i
Aıiyye'nin iyi dileklerini bildiren diğer unsurlarıyla birlikte" Nes­
turi ve Melkit patriklerini huzuruna kabul ettiğini yazacaktı. Bu
görüşme, "bugünden itibaren Roma ruhbamnın (ejrenc rakiple­
ri) , yalnızca kendi yerel patrikliklerine karşı sorumlu olan Os­
manlı Katoliklerine müdahalesini katiyen yasaklanmış" olduğu­
nun belirtildiği "Latince ve Fransızca bir belge" ile sonuçlannuştı.
Bu, tüm misyoner okullannın yalnızca Osmanlı Katalikleri tara­
fından çalıştınlacağı ve papalığın her türlü sorunu yerel patriklik­
lere bırakacağı anlamına geliyordu. Papa, bundan başka, devle­
tin güvenliğiyle ilgili sorunlarda Doğu patrikliklerinin önemini de
vurgulamıştı: "Cemaatlerinin bozguncu ve yıkıcı unsurlarla işbir­
liğine girmemeleri ve meşru hükümdarlarına sadık kalmaları için
her fırsatı değerlendireceklerdir. " s 7
1898'de, Vatikan'a bir Osmanlı seliri gündt-ri l ı m·si kanu·la.';lt.ırı ldı
ğında, halife, Batı'da kendisinin muadili olarak görülen papayı sıı
nunda taruımş oldu. Vatikan'la ilişkilerin geliştirilmesinin, Babıill i 'yp
Protestan misyoner baskısına karşı durabilme ve Katolik halkıııııı
denetimini de sı kılaştırma olanağı vereceği düşünülüyordu. s 8
Katolik dünyasına yaktaşma çabası, Babtali'nin Venedik'teki
Ermeni Katolik manastınna yönelik himayesinin sürmesinde d<'
kendini gösteriyordu. Bu, Katolik Ermenileri, büyük katliamla­
rın çoğunun hedefi olmuş Gregoryenlerden ayırma girişiminin bir
parçasıydı. İstanbul' daki Ermeni Katolik Patrikliği, Osmanlı pa­
saportu taşıyan bu manastır talebelerinin, "sadık uyruklar olarak
kaldığına ve son iki yüzyıldır Osmanlı himayesinden yararlandığı­
na" değiniyordu. s 9

ingiliz misyoner etkinliği


İngiliz ve Amerikan misyoner etkinliği pek çok olayda örtüşü­
yor olmakla birlikte, açıklık adına, burada ayrı ayrı ele alınması
uygun görüldü. İngiliz ve Amerikan misyonerleri ile Babıali ara­
sındaki ilişki, genellikle bunların uzun zamandır kurumsallaşmış
olan Fransız misyonerliğiyle olduğundan çok daha sertti. Aslına
bakılırsa, belgelerden, "bildiğimiz şer" olma ilkesine dayanarak,
Katoliklerin tercih edildiği anlaşılıyor.
1878'de Kıbrıs'taki İngiliz işgali ve adadaki sözüm ona "geçici"
İngiliz yönetimi, İngiliz din siyasetinin doğasına ilişkin ilk ipucu­
nu verecekti. 6 0 Kamil Paşa, 30 Ağustos 1 884'te, "eğitim sistemi­
nin rasyonalizasyonu maskesi altında", İngiliz yetkililerinin, ba­
zı Müslüman ibtidaiye hocalarının aylıklarında tensikat yaptıkla­
rını yazıyordu. Bunun yanı sıra, Lefkoşa'nın Müslüman kesimin­
de, çocuklara İngilizce öğretmekle görevli "bir Protestan rahibi"
tarafından yönetilen bir okul da kurmuşlardı. Ortodoks okulları
iyi durumdaydılar ve müdahaleyi gerektirmiyorlardı; ama İngiliz
önlemleri, Müslüman köy ibtidai mekteplerinin sayısında köklü
bir azalmaya yol açıyordu. 6 1 Kamil Paşa, bu durumun, Protestan
okullarının ibtidai mekteplerin yerini almasının ilk adımı olabile­
ceğinden korkuyordu. 62
23 Haziran 1884'te, İngiliz sefareti, Halep'te bir Protestan oku­
lu kurma girişiminin, yerel yetkililerce engellendiğİnden şikayet
etti. Halep'teki İngiliz konsolosu, kentteki Katolik okul ve kili­
selerine hiçbir şekilde karışılmadığından, bunun son derece tat­
sız olduğunu bildirmişti. Bu "tercihli davranış", imparatorluktaki
t ll n ı yal ıaı wı o k ul lanı Pı;; iUik temelinde davranılacağına dair res­

ı n i ( lımıaıılı güvencesine aykınydı. 63


T l i ıniiyle ayrıntıya ilişkin meseleler bile, devletin en üst düzey­
l ı · r i ı ıde ele alıruyordu. Böyle bir örnek, Basra'daki Protestan me­
m rl ığıyla ilgiliydi. 16 Ağustos 1907'de Basra valisi, son su baskı­
n ı ndan sonra kullanılamaz hale gelen bu mezarlık hakkında yerel
l ı ıgiliz konsolasuyla sürekli yazıştıklannı bildiriyordu. Konsolos,
1 'ro testan cemaatine yeni bir yer verilmesini talep etmişti. Sorun,
ı ızun uzadıya tartışıldı ve Osmanlı yetkilileri koruyucu bir set çe­
Id !m esi için gerekli ödemenin yapılmasım kabul ettiklerinde ko­
ı ı u kapandı. 64
26 Ocak 1892'de, Osmanlı-İran sınırındaki bir kaza olan Ke­
var havalisinde "İngiliz rahipler" görüldüğü bildirildi. Rahiple­
rin, Nesturi halka kitap ve risaleler dağıttıklan b elirtiliyordu. İç­
lerinden biri yakalanmış ve bir soruşturma başlatılmıştı. Padişah,
"elden geldiğince kararlı bir şekilde oradan uzaklaştınlmaları"
(suret-i hakimanede oralardan defleri) için emir verdi. 6 5
"İngiliz rahipler"den duyulan korkunun, imparatorluğun çok
uzak köşelerinde de dile getirildiği görülüyor. Yemen vilayeti 3
Nisan 189 1 'de, "Aden'den gelen misyonerler''in Yemen kıyısına
geldiklerinin anlaşıldığını ve yeriilere Arapça kitaplar dağıtırken
görüldüklerini bildiriyordu. İstanbul, buna derhal son verilmesi­
ne ve "ne tür kitapların dağıtıldığırun anlaşılması ve Müslüman­
Iann ihtiyacı olmayan Kitab-ı Mukaddes oldukları anlaşılması ha­
linde, bunlara el konulmasına" dair kesin talimat gönderdi. 66
Buna karşın, Osmanlı yetkilileri ile İngiliz misyonerler arasın­
daki temasların tümü ihtilaflı nitelikte değildi. Sadrazam Cevad
Paşa'ya göre "son derece nüfuzlu ve saygın bir grup olan" Allian­
ce Evangelique, "son zamanlarda Ermeni sorunuyla ilgili İngiliz
kamuoyunun heyecarunı yatıştıncı ifadeleri" nedeniyle padişalun
teşekkürlerine mazhar olmuştu. Londra sefaretine, örgütün sek­
reteri olan Bay Arnold'a, Babırui'ye özgü bir tavassut olarak ka­
bul edilen, padişah adına teşekkür etme görevi verildi. 67
Osmanlı yetkililerini kaygılarıdırarı bir başka gelişme, impara­
torluktaki İngiliz ve Amerikan diplomatlannın, misyonerlik ko­
nusunda birlikte çalışmalan ve birbirlerinin vatandaşlarını des­
teklemeleriydi. Bu, Washington'daki Osmanlı sefareti tarafın­
dan bildirilmişti; Trabzon'daki İngiliz konsolasunun İstanbul'daki
Amerikan ortaelçisini, Merzifon'daki Amerikan misyon okulunun
yerel Osmanlı zaptiyesi tarafından yakılışının ayrıntıları hakkın­
da b ilgilendirdiği belgede tafsilatıyla açıklanıyordu. 68
Amerikan misyonerleri
Osmanlılar için en büyük baş ağrısı belki de Arıwril<aıı ıııisyo
nerleriydi. 6 9 Osmanlı sahnesine son çıkanlar, New gngland faı ııı
tizminin bu özgül kolu, Osmanlı yetkilileri için bir muamma oluı;ı
turuyordu; onların azınlıklan eğitme çabalarını, devletin meşnı i ·
yetinin altını oymak için bir çaba olarak görüyorlardı yalnızca. 7 11
Sorun, iki tarafın muhtemelen aynı dili konuşmaması gerçeğin­
de yatmaktadır. Çok sıklıkla kendi diplomatik temsilcileriyle çe­
kişen misyonerler, biraz naif bir tarzda, Ermeni ya da Bulgar Os­
ınanlılar için iyi olanın, Müslüman çoğunluk için de iyi olarak so­
nuçlanacağını düşünüyorlardı. Padişahtan en alt düzeye, Osman­
lı yetkilileri ise, onların ihanet yuvalan kurduğunu ve devrimciler
yetiştirdiğini düşünüyorlardı.
En rahatsız edici olan, Osmanlı İmparatorluğu'nun Protestarı
uyruklarının, öteki Hıristiyan azınlıkların tersine, millet sistemi­
nin tanınan bir grubu olmamalanydı. Saraydan gönderilen bir ya­
zı, "bu, Protestan hükümetlerin, Protestan Osmanlıların ruhsal
koruyuculan gibi ortaya çıkmalanna olanak vermekte" olduğuna
dikkati çekerek, bu gerçeğin altını çiziyordu.71 Bu nedenle, Pro­
testanların statüsünü, Osmanlı hükümetine karşı sorumlu bir ku­
rulun oluşturulması yoluyla, "lslahat Fermanı'nın maddelerine
uygun olarak" öteki Hıristiyan cemaatlerinkine yaklaştırmak ge­
rekiyordu. 72
İstanbul ile misyonerler arasındaki ilişki, gitgide karşılıklı suç­
lamalar ve husumetle biçimlenmeye başladı. 1890'lardaki Ermeni
katliamlanyla işler daha da karmaşık hale geldi.
ABD'deki Osmanlı temsilcileri, Missionary Herald gibi mis­
yoner yayınlan dikkatle izliyor ve bu gazeteden yapılan çeviriler
sık sık Osmanlı kayıtlarına giriyordu. Pek çok örnekten biri, Was­
hington'daki Osmanlı sefiri tarafından gönderilen, Herald'dan
alınan bir makalenin yer aldığı yazıdır. Makalede, misyonerierin
ülkedeki [ABD] mali destekçilerine Osmanlı iç kesimlerinin so­
runlu durumuna karşın işlerin yürüdüğüne dair teminat verili­
yordu. Makale söz Kayseri, Karahisar, Ödemiş ve Trabzon'daki
Evangelik misyoner okullarının başaniarına geldiğinde özellikle
şiirsellik kazanıyordu. 73 Sefaret, 3 Mart 1894'te, Amerikan mis­
yoner birliklerinin, "Ermeni entrikacıları" desteklemernek sözü­
nü teyit ettiklerini ve bir jest olarak Massachussetts eyaletindeki
Worcester'de bulunan Ermeni kilisesine maddi desteklerini kes­
tiklerini bildirecekti. 7 4
i\ ı ı u•ri l<aıı h aım ı ın da çıkan tüm misyonerlik karşıtı görüşle­
ı l ı ı lo ı p l l rl l' r i derhal kesilip, lstanbul'a gönderiliyordu. 26 Eylül
1 Hl l: l'l.l•, Washington'daki Osmanlı sefareti, Chicago'da bir dünya
ı l l ı ı l ı•ri kongresinin yapıldığını bildiriyordu. Tüm dünyadan gelen
c l l ı ı adamlannın bu toplantısında, Budist delege, Amerikan din­
l t >y i l " i leri, "Bizi yargılamaya nasıl cesaret edersiniz? Bu dinleyici­
lPr arasında kaç kişi Buda'nın yaşamı hakkında herhangi bir şey
n i<U muştur?" diye azarlamıştı. Ancak beş kişi elini kaldırdığı za­
ı ı ıan, Budist delege onlara, "Öyleyse dört yüz yetmiş beş milyon
1< l�inin dinini bilen bir tek beşiniz var. Başka diniere mensup in­
Mıuılan tanassur ettirememekten yakınıyorsunuz, ( . . .) bu bencilli­
�in dik aJ.asıdır" demiştiJ S Ardından Japon delegesi, Japonya'ya
1-(Plen misyonerierin amacının, ülkeyi yabancı ilhakına hazırla­
mak olduğunu dinleyicilere anlatmak üzere onun yerini almıştı.
Sözlerine devamla, "Japonya' da ilk kez olarak Hıristiyanlığa kar­
ı;ıı çalışan bir derneği kurduğumu söylemekten gurur duyuyorum"
demişti. Delegeler aynca Çin'de büyük acılara ve kan dökülmesi­
tıc neden olan misyoner etkinliklerini de şiddetle kınamışlardı. 7 6
26 Ekim'de, sefaret, Washington Post gibi önemli bir gazetenin,
misyonerierin başka ülkelerde yarattıktan karışıklıklara şiddet­
le karşı çıktığını, gazetenin görüşünün, bu kuruluşların ülke içinde
daha yararlı olabileceği yönünde olduğunu bildirdi. Osmanlı bası­
mnın bu makalenin çevirisini yayımlaması da tavsiye edildi.77
Osmanlıların Amerikan misyonerler konusunda ne kadar kay­
gılandıklannı gösteren, olağanüstü ilginç bir belge, New York'taki
Osmanlı konsolosu Münci Bey tarafından gönderilen, Hawaii
adalarındaki misyoner nüfuzunun tarihine ilişkin bir rapordur. 7 8
Konsolos raporuna şu sözlerle başlamaktadır:

Misyonerler ki diyaneti cebr-i menfaate ve belki iras-ı musibe­


te alet etmiş bir güruhtur. Nebatat-ı nadide ve latife yetiştirici bir
kuvve-i inbatiyye ile Şark'a has bir iklim-i mutedil ve çok mülayim
mizaçlı gayet muti müteesirü'l-tabia ahaliyi havi olan Cezayir-i mez­
bure gibi bir han-ı bi-bahada [ emsalsiz bir ziyafet sofrasında] harisa­
ne bir surette iştahlanırlar.

Konsolos, günümüzde televizyonlarda gösteri yapan vaizlerin­


kine çok yakın bir kitlesel isterinin yaşandığı toplantılarda na­
sıl bağış toplandığını en ince aynntılanyla anlatarak sözüne de­
vam ediyordu: "Mesela o gibi mitinglerde hazır olmuş bulunan
kadın ve erkek halk daha henüz nutuklar irad olunmak üzere
iken muvaffakiyeL-i merviyy<'-i Nasraı ı iyyı•y l l�l l ı ı ıt'lt'l'i ı ı i ı ı ı l l l t •ı ı
kib mahzuziyetlerinden gaşi olmuş veya tağri ı ı ı edilmiı;; l ıalt• 1-(Pi ı ·
rek bir kısmı üzerlerindeki küpe, yüzük, madalyon, broş gilıi ı ı ı n
cevheratlannı ve altın saat ve kordonlanyla ceblerindeki para lu
rını bağışlarlar. " 7 9 Konu üzerinde ayrıntılı bir araştırma yaptı i:( ı
açıkça anlaşılan Münci Bey yazısına, Dole Meyve Şirketi'nin, Mt ı
lokai'deki cüzam kolonisinin kurulmasını ve misyonerierin ada
ların protektorat satüsü için yaptıkları ajitasyonu da ayrıntılıı
rıyla betimleyerek sürdürüyordu. Meşum bir notla sözlerine soı ı
veriyordu: "Misyonerlerin n e mertebe nafiz olduğu ve ( . . . ) dah i
memalik-i mahrusa-i şahane'de emsali mevcud ve asar-ı muzımı
sı meşhud olan Amerika misyonerlerinin daha ne gibi melanetlt•
re kabiliyetleri bulunduğunu müş'ar bir misal zikr etrnektedir. " fiO
Osmanlı diplomatik temsilcileri, 1890'lar boyunca, hükümet<',
Osmanlı meselelerinin Amerikan basınına yansımalannı titizlil<­
le aktarmaya devam ettiler. 14 Nisan 1896'da Washington'daki Os­
manlı sefiri, Bitlis Erkek Akademisi'nden George Perkins Knapp'ırı
Ermenileri ayaklanmaya kışkırttığı iddiasıyla yakalanıp sınır dı­
şı edilmesi sorununu aktaran ayrıntılı tercümeler gönderdi. Sefir,
Amerikan basırunın, misyoner çalışmalarının koşullan açısından
Osmanlı İmparatorluğu'nu, Rusya'dakinden daha uygun gördük·
lerini bildiriyordu. Fakat Dr. Knapp'ın tutuklanması büyük bir gü­
rültü kop armıştı. 8 ı Haberin özü, misyonerierin tüm dünyaya Er­
meni katliamlarını duyurması nedeniyle Osmanlı hükümetinin kız­
gın olmasıydı. 82 Sefarete, Amerikan basımnda ileri sürüldüğü gibi
tüm Amerikan misyonerleri sınır dışı etme niyetinin bulunmadığını
Amerikan yetkililerine bildirme talimatı verilcti.83
Aslına bakılırsa, uluslararası baskının derecesi göz önüne alın­
dığında, Osmanlı yetkililerinin, isteseler bile tüm misyonerleri sı­
nır dışı etmeleri olanaksızdı. Ama, misyoner etkinliklerini yakın­
dan gözlernek için ellerinden geleni yaptılar. 6 Aralık 1899'da, Ha­
riciye nazırı, "hayırseverlik misyonuyla" Van'a gitmek niyetinde
olan birkaç Amerikan ve İngiliz kadınının Erzurum'a geldiğini bil­
diriyordu. Amerikan ortaelçiliği konuklar adına müdahale ederek
Osmanlı yetkililerinin bu kadınlara ellerinden gelen yardımı (söz­
gelimi, yanlarına silahlı bir eşlik birliği vermek gibi) yapmaları
halinde, bunun Avrupa ve Amerika kamuoyunda çok iyi bir izie­
nim yarataeağına işaret etti. Hareketlerinde engellenirlerse, tam
ters bir etki yaratılmış olacaktı. 84 Vilayete, kadıniann derhal yola
çıkanlmalan, Erzurum'da oyalanmamalannın sağlanmasına iliş­
kin talimat gönderilcti. 85
ı,: l ' � i l . l i v i l ayetl('r, aralıksız olarak bölgelerindeki misyoneriere
lo ı r�ı I.PI.il<te olmaları konusunda uyarılıyorlardı. 23 Eylül 1897'de
l l ı ı i P p vil ayeti, Dr. Michael Westerly diye birinin, bölgede "oraya
l ı ı ı n tya gittiğinin" anlaşıldığı ve sıkı gözetim altında tutulması ge­
n · l<t.iğine ilişkin uyarıldı. Vilayete, "[bu şahsal pasaportu verilerek
c lı rhal yoluna gönderilsin" talimatı verildi. 8 6 İmparatorluğun bir

ı wı ı ndan diğerine kadar, gözetimin, anahtar sözcük olduğu anlaşı­


lı yo rdu. 24 Mayıs 1895'te, Arnerikan Kitab-ı Mukaddes Derneği'nin
gpzici temsilcileri sorunu, Şüra-yı Devlet'te ele alındı. Gezgin kitap
satıcıları, kendilerine verilen izinleri düzenleyen yasanın getirdiği
y i lkümlülüklerin, bu tür izinierin her yıl yenilenmesinin yanı sıra
"c.;ok büyük masraf ve güçlüklere " yol açan ücret gibi "mantıksız"
zorunlulukları kapsaması nedeniyle, çok zahmetli olduğu şeklinde­
Id yakınmalarla Manastır vilayetine başVLırmuşlardı. 8 7 Bu satıcılar
sabit bir fiyat ile zaman sınırı olmayan ve imparatorluğun her ye­
rinde geçerli bir izin talep ediyorlardı. Şüra-yı Devlet, "bu gibi gez­
gin satıcılar kanunla denetlenmelidir" millahazasım tekrar ederek,
herhangi bir değişiklik yapmayı reddetti. 8 8
Dış basındaki olumsuz yazılarla ilgili kaygı, tüm Osmanlı bel­
gelerinde açıkça kendini göstermektedir. 2 Ağustos 189l 'de, Si­
vas vilayeti, vergi toplanmasında adil olmayan uygulamalardan
l�rmeni cemaatinin kendisinin sorumlu olduğundan yakımyordu.
Cemaatin ödemekle yükümlü tutulduğu çeşitli vergiler toplu ola­
rak salınıyordu ve bu yekı1nun tek tek hanelere bölünmesi kendi
sorumluluklarıydı. Ama kendini düşünen zenginlerin, zengin yok­
sul demeden vergiyi eşit bölmesi yüzünden, bu, yoksulların ver­
gilerini ödeyememesi, bunun sonucunda da, yerel yetkililerin ka­
nunen yoksulların mülküne el koymak zorunda kalması anlamına
geliyordu. Yabancı basında, bu durum Türk mezaliminin bir baş­
ka örneği kisvesinde sunulmaktaydı. Ardından misyonerler geli­
yor ve Hıristiyanlara, "Gördünüz mü, devletiniz size yardım ede­
mezken, biz bu kadar yoldan size yardıma geldik" diyorlardı. 89
Hıristiyan azınlıkların yaşadığı söylenen güçlükler açısından, ha­
tın sayılır bir abartı söz konusuydu. 90
Misyoner kayıtları, Ermeni devrimci örgütlerine herhangi bir
yardımda bulunduklarım yadsımakla birlikte, Osmanlılar bunun
tersine inamyorlardı. 29 Aralık 1896'da, Hoy'daki (Kuzey İran)
Osmanlı konsolosu, Bay Howard ve Bay Elliot adındaki şahısla­
rın yaklaşık iki aydır kentte bulunduklarım bildiriyordu. Bu şa­
hıslar Osmanlı istihbarat servisi üyelerince izlenmiş, Van'daki sı­
mr boyunda baş gösteren son olaylarda etkin olan Ermenilerle
temasta oldukları belirlenmişti. Bunun yanı sı rıı, Rusya il:wri ı ı ­
den ABD'ye göç etmeleri halinde Ermenilere para vaadindt' bu­
lunmuşlardı. Dağıttıkları paranın bir bölümü, Ermeni devrimci
örgütü Taşnaksutyun'dan gelmekteydi. Elliot bundan sorrra Van'a
gitmiş, Howard da Rusya üzerinden İngiltere'ye geçmişti.9 I
Her iki tarafta da nefretin sınırlarında gezinen büyük bir gü­
vensizlik vardı. Padişah tarafından, Ermeni halka yapılan saldın­
ları araştırmak üzere resmi bir teftiş ekibinin bir üyesi olarak Do­
ğu Anadolu'ya gönderilen Amerikalı din adamı George H. Hep­
worth, son derece kasvetli bir tablo çiziyordu: "Eğitilmeyi inat­
la reddeden bir Türk'ün gözünde, bir Ermeni'nin eğitilmesi, nere­
deyse bir cürüm derecesinde; hem eğitimci, hem de eğitilen suç­
lanıyor. " 9 2 "Eğitilmeyi reddeden" Türkler hakkında ırkçılık ko­
kan yorumlan bir yana bıraksak bile, misyonerierin ya eğitimin
vardığı sonuç hakkında iflah olmaz şekilde naif veya daha kötü­
sü, inançsız olmaları gerekiyor. Arnerican Board tarafından sağ­
lanan eğitim olanakları genellikle Osmanlı Devleti tarafından su­
nulanlardan çok daha iyi olduğuna göre, bu ancak bölgede ma­
yalanmakta olan ırkçı nefretin daha da yoğunlaşmasının ve ken­
di düşkünlüğüne bir çare bulamayan devletin meşruiyetini za­
yıflatmasının bir sonucu olabilirdi. Amaçlarının naif yönü, mis­
yoner davasının en çağdaş savunucusu tarafından açıkça ortaya
konur: "American Board destekçileri, hiçbir zaman yalnızca tek
bir milletin çocuklarını eğitmek niyetinde değildi; daha çok Gü­
neydoğu Anadolu'daki etnik cemaatlerin tümü üzerinde bir etki
yapmayı ümit ediyordu."93 İstanbul'un onca korktuğu da, buydu
zaten. Grabill tarafından yapılan karşılaştırmanın abartılı olma­
sı mümkünse de, yine de asıl noktaya parmak basar: "Amerikan
Protestanları, eğer kendi ülkelerinde Müslümanlar tarafından yö­
netilen yabancı bir eğitim sistemi, sözgelimi, Afro-Arnerikalılara
yönelmiş olsaydı ve sonuçta siyah Müslüman azınlık, beyaz Ame­
rikan çoğunluktan daha eğitimli ve bilgili olsaydı, ne yapariardı
acaba?"94
1890'lar boyunca ortaya çıkan katliamların İstanbul için büyük
bir sıkıntı kaynağı olduğu, hele işin içine kendi memurlarının ka­
rışması halinde bu huzursuzluğun daha da arttığı bir gerçektir.
1893'te Merzifon'daki Arnerikan okulunun yakılmasında memur­
larının parmağı olması nedeniyle, padişah hasar tazminatı ola­
rak 2.200 dolar ödemişti.9 5 Aralıksız baskı ve Abdülhamid'in "Kı­
zıl Sultan" diye anılmasıyla doruğuna varan kötü imaj Osmanlı'yı
rencide ediyordu.
1 >PviPti ı ı lwı ıdi yurt.t.aşlarını gözettiğini göstermek üzere, yetim
J•:rııwni çocukların sayısının ve yerlerinin belirlenmesi için sarf
t•di len çaba bunu doğrular. Dahiliye Nezareti'ne, 4 Nisan 1899'da,
tanı olarak kaç yetim Ermeni çocuğun yabancı misyonerierin hi­
ıııayesi altına alındığını saptaması ve bir alternatif bulması em­
redildi. N ezarete verilen talimatta şöyle deniyordu: "Ermeni ye­
l.imlerin bakım ve eğitimi için ayrılan yerler ( . . . ) kapatılmış ol­
duğu ve bu insani bir mesele olduğu için, Devlet-i Aıiyye'nin bu
önemli vazifeyi yabancılara bırakmaksızın, çocukların bakımını
üstlenmesi halinde hiçbir şey söylenemez . . "% Buradaki anahtar
.

sözler, hükümet üzerindeki aralıksız yabancı baskısım ima eden


"hiçbir şey söylenemez" ifadesidir.
Osmanlı-misyoner mücadelesinin bir başka önemli yönü, Pro­
testan misyonlarındaki Kataliklik karşıtı unsurdu. Yaşamına,
Boğaz sırtlarında Bebek Seminary adıyla 1 863'te başlayan Ro­
bert Kolej 'in kurucusu Cyrus Hamlin, bu mücadeleyi, "en güç­
lünün hayatta kalması" olarak görüyor ve Cizvit okullarından
"Roma'dan yönelen tehlike" olarak söz ediyordu. 9 7 Misyoner ör­
gütler arasındaki bu yoğun mezhep rekabeti, kimi zaman "dinin
bir spor ve ticarete dönüşmesine" yol açan bir aşamaya ulaşıyor­
du. 9 8 Osmanlılar, bu rekabetten yararlanmak konusunda çok ba­
şarılıydılar. Yine de, bu bazen oldukça şüpheli kişilerle içli dış­
lı olmaları anlamına geliyordu. Bunun çarpıcı bir örneği, Mas­
sachussetts, West Sussex'ten gelmiş bir Katalik rahibi olan Ed­
ward RandaU Knowles ile ilişkileriydi. 28 Temmuz 1897'de, Was­
hington'daki Osmanlı sefareti ilginç bir yazı gönderdh Osmanlı
Devleti'ne yaptığı hizmetleri nedeniyle üçüncü rütbeden Mecidi­
ye Nişanı'yla ödüllendirilmeyi talep eden Knowles ile temas kur­
muşlardı. 9 9 Bu hizmetler, Osmanlı çıkarları doğrultusunda yazıl­
mış, hiç tanınmayan New England misyoner gazetelerinde yayım­
lanmış makalelerden oluşuyordu. Knowles, Washington'daki Os­
manlı sefaretine, bu gazetelerden kesilmiş kupürleri gönderdi.
Ermeni devrimcilerin, binlerce masum yaşam pahasına adlarını
duyurduklarını yazıyor ve onlardan "ilkesiz ajitasyonlarıyla gü­
venli bir mesafeden binlerce masum ruhu kurban eden [devrim­
ciler]" diye söz ediyordu . ı oo Knowles, ayrıca İslam'ın zevk veri­
ci maddelerden kaçınma ve kadınların miras hakları gibi, övgüye
değer nitelikleri hakkında da uzun uzadıya görüşlerini açıklıyor­
du) OI Knowles berbat bir Fransızcayla, hizmetlerini şöyle sunu­
yordu: "Je desire vous offir mes services gratis et sans prix com­
me un agent de presse ( . . . ) a ma propre depense et charge abso-
lument! Je vous ai envoye p l usi t • ıırs l ivrPs sP n•gardaı ıl. ı ı ıoi I s li ' ı .
En recompense ne pouvez vous moi donner [sic] l 'Ordn• d P M ı •d
dieh 3eme classe . . . " Saygıdeğer rahibimizin, aynı zamanda "dı•l<l ·
rik ya da kablo olmaksızın ( . . . ) iletişim halindeki kişiler arasında
sıcak bir bilinç birliği içinde düşüncenin aktarılmasıyla" ilgilenPıı
sahte bir telepatici olduğu anlaşılıyor. I 02 Hiç kuşkusuz, Abdülha­
mid bu son konuya oldukça kuşkucu yaklaşmış olmalıdır.
Daha ciddi bir düzeyde, Osmanlı-misyoner mücadelesinde en
can sıkıcı sorunun, okullar olduğuna kuşku yoktur. Misyonerler bu
kuruluşlar aracılığıyla Osmanlı meşruiyetini kendi ülkelerinde za­
yıflatıyorlardı. Kanıtlar bu mücadelenin, 20. yüzyılın şafağında da­
ha da şiddettendiğini ve Ermeni bunalımıyla gittikçe daha çok iç
içe geçirildiğini gösteriyor. 16 Ocak 1906'da, Konya vilayetine, "[ya­
bancı] basını kullanmak ve vaaz vermek yoluyla, basit Ermeni hal­
kın kafalarını karıştırmaya, böylece bölgede Protestan nüfuzunu
genişletmeye çalışan" Mademoiselle Maria Garber adında biri tara­
fından kızlar için Protestan okulunun kurulmasının önlenmesi em­
redildi. Valiliğe gönderilen talimat, okulun ruhsatsız kurulduğuna,
böylece devleti birfait accompli [emrivaki] karşısında bırakmanın
bir kalıp haline geldiğine de işaret ediyordu. ı 03
Kanıtların açıkça ortaya koyduğu bir başka nokta, Osman­
lı yetkililerinin, bu okulların tümünü kapatamayacaklarına gö­
re, bunlara karşı durmanın tek yolunun, onlarla aynı zeminde re­
kabet etmek, yani, Müslüman o kullannın kalitesini artırmak ol­
duğunun farkına vardıklandır. 6 Haziran 1905'te Beyrut vilayeti,
"Müslüman çocukları Cizvit ve Protestanların zararlı pençelerin­
den kurtarmanın tek yolu(nun), onlarla rekabet etmeye muktedir
modem bir okullar ağı kurmak" olacağını yazıyordu. ı 04
Yaygın düşünce, bu okulların kapatılması imkansız olduğu­
na göre, en azından ruhsat altına alınmalarının iyi olacağıydı.
18 Ekim 1903 tarihli bir Heyet-i Vükela raporu, imparatorlukta
yaklaşık 200 Amerikan eğitim kuruluşu bulunduğunu saptıyor­
du. Bunlardan yalnızca dördü, başlangıcında irade-i hümayun al­
mıştı. Yetmiş beşi, bu izni kurulduktan sonra almıştı; geri kalan­
ların ise geçerli ruhsatları yoktu. Meclis-i Vükela kaydı, son za­
manlarda Amerikan ortaelçisinin, yeni ruhsatlar alabilmek için
Babıali üzerindeki baskısını yoğunlaştırdığını ortaya koyuyordu.
Bundan başka, "Devlet-i Aıiyye'nin çıkarianna aykın olabilecek
kötü niyetli adamların istihdam edilmemesini" sağlamak üzere,
öğretmenierin bir listesinin gerektiğini de söylüyordu. ı o s Ame­
rikan ortaelçiliği, Amerikan kuruluşlarının Fransız okullara veri-
l ı · ı ı , siizgP l i ın i vergiıl i'li bağışıklık gibi haklardan yararlanmasını
t n l ı•p !'derek, baskıyı sürdürdü. Bu talep özellikle tehlikeli görü­
ı ı i lyordu, çünkü "Protestan kuruluşlarının sayı ve nüfuzunu artır­
ı ı ıal< gibi istenmeyen bir sonuç yaratabilirdi. " l 0 6
Amerikan ortaelçiliği, misyoner kuruluşların resmen destek­
IPndiğini yadsımakla birlikte, Abdülhamid'in son hükümdarlık
yıllarında, okuHanna resmi ruhsat verilmesi için Babülli'ye yöne­
lik baskısını iyiden iyiye artırmıştı. İspanyol-Amerikan savaşı ve
l•'ilipinler'in ele geçirilmesinin ardından Amerikalıların özgüveni
artmış, bu, BabıaJ.i'yle olan ilişkilerine de yansımıştı. 1906 başla­
rında, BabıaJ.i, Müslüman çocukları kabul etmeyeceklerini res­
men taahhüt etmeleri halinde Amerikan misyoner kuruluşlarına
ruhsat vereceklerini söyleyerek Amerikan ortaelçiliğiyle pazarlı­
ğa girişti. ABD temsilcisi, Hariciye Nazırı Tevfik Paşa'ya, "Ameri­
kan hükümeti, yurttaşlarının Fransızlar, Ruslar ya da İngilizler­
den farklı bir muamele görmesini kabul edemeyeceğini" söyledi.
Amerikalının şunları eklediğini işitmek daha da can sıkıcıydı: "İn­
gilizler, Fransızlar ve Ruslar gibi, ABD'nin de milyonlarca Müslü­
man uyruğu var." Yapılan ima çok açıktı. Tevfik Paşa sözlerine,
"Amerika, ötekiler gibi bir Devlet-i Muazzama haline geldiği için,
onların görüşlerini kabul etmek zorunda kalıyoruz" diye son ve­
recekti. I o 7

Sonuç
Abdülhamid rejiminin ideolojik canlanma çabalarını en doğ­
ru değerlendirebilecek konumdaki Batılıların misyonerler olduğu
bir gerçektir. Misyonerlik sorunu giderek artan bir şekilde devle­
tin vatandaşlığa doğru yöneltıneye çalıştığı tebaasını hedefleyen
bir tehdit halini aldı.
Müslümanların Hıristiyanlığa dönmeleri (tanassur etmeleri),
Amerikan misyonerlerinin daima şiddetle inkar ettikleri bir şey­
di. Bu resmi ifade, gerek misyonerierin kendileri, gerek sempati­
zanları tarafından sürekli yineleniyordu: "Eğitim vererek, tanas­
sur ettirmiyorlardı. Din değiştirenler, bunu onların kolejlerinde
ve okullarında yaprriıyorlardı. Misyonerierin başlıca amaçları, za­
ten Hıristiyan olan ama yüzlerce yıldır doğru dürüst bir eğitim al­
malarına engel olan Türk siyasası yüzünden acınacak kadar kö­
tü eğitimli ve engellenmiş bir halk için gelişkin bir eğitim siste­
mi kurmaktı. " l 08 Müslüman çoğunluk öncelikli bir hedef olma­
mış olabilir, ama "daha geniş ufukta yer aldığı" kesindi. I 0 9
Ermeniler, özell i k le Arıadolu'daki h�r pj:(i l.i msizd l . Ama o w ı ı ı ı ı ı ı
lar Müslümanlar da öyleydi. Yine de, devletin eğits<·l <;al ıalıın ı ı ı ı ı ,
siyasal olarak güvenilir bir yurttaşlar topluluğu yaratma c;al ıala
n doğrultusunda, özellikle Müslümanlara yöneltilmiş old uğu dog
rudur. Durumun ironik yönü, Osmanlı amaçlarının, misyorı P r­
lerinkiyle tıpatıp aynı olduğu gerçeğinde yatar; o kadar ki, ça�­
daş bir gözlemcinin sözleri, her iki taraf için de kullanılabilird i :
"Amerikan misyonerlerinin çalışmalannın sonucu, Türk toprak­
lannda eğitimli bir orta sınıf yaratmak oldu." l l O Abdülhamid reji­
minin yaratmayı amaçladığı "eğitimli orta sınıf", tek başına değil,
ama başat olarak Müslüman' dı. Misyonerlerin, Müslüman orta sı­
nıflar arasında çok küçük bir başanya ulaştığı da bir gerçektir.
Karl Barbir'in veciz bir şekilde ifade ettiği gibi: "Hıristiyan misyo­
nerierin ve kurduklan okullann rolü, Batılılaşmayı canlandır­
nıakla birlikte, Osmanlı İmparatorluğu'nun Tanzimat döneminde
eğitimin modemleşmesi yönündeki çok daha kapsamlı çabaları­
nın yanında sönük kalır. " l l l
Diğer ironi de, tıpkı ihtida sorununda olduğu gibi, öğretim me­
selesinde, Osmanlıların ve misyonerierin birbirleriyle rekabet et­
meleriydi. Nasıl ki, Süleyman Hüsnü Paşa bir Müslüman misyo­
ner derneğinin kurulmasını savunduysa ve Hoca Tahsin Efendi,
"Hıristiyan misyonerlerinin çabalarına öykünecek" bir "Müslü­
man Ülkelerin Coğrafyasını Araştırma Derneği" oluşturduysa;
Abdülhamid döneminin "memalik-i mahrusa" valileri de, yüksek
kalitede eğitime karşı rekabet etmenin tek yolunun, onun bir mu­
adilini yaratmak olduğunu çok iyi anlamışlardı. l l 2 Trajedi, çok
geç kalınmış olmasıydı.
Yalnız misyonerlerle ilişkilerinde değil, Osmanlı gayrimüslim­
lerinin karşısında da, yeni bir Osmanlı milliyetçiliği ideolojisi ya­
ratmaya yönelik Osmanlı çabalan, [Rum] Ortodoks kiliselerinin
"milliyetçileşmesi" arkaplanında değerlendirilmelidir. l l 3 Ermeni
ve Rum okullan örneğinde, Osmanlı entelektüelleri ve yetkilileri,
modem eğitimin ulusal kimlik oluşumu açısından çok şey başa­
rabildiğini ve kaçınılmaz olduğunu açıkça kabul ediyorlardı. l l 4
İslamcı entelektüel militan Şeyh Said-i Nursi, gerçekten, "aşiret
üyelerini tam anlamıyla Osmanlı vatandaşianna dönüşecek şe­
kilde eğitmek üzere" Van gölü kıyısında kurmak istediği medrese
olan "Kürt akademisi" ile benzer bir şey önerecekti. ı ı s Bazı Müs­
lümanlann, çocuklannı misyoner okullarına büyük bir hevesle
gönderdiği ve birkaçının bunlann kuruluşuna bile yardım ettiği
bir gerçektir. Antep'teki Orta Türkiye Koleji (Central Turkey Col-
lq.(ı • ) lmı ı ıpüsüı ıüıı arazisi, bir Türk ve bir hacı olan, "Antepli Ket­
.

l ı l ld ı ı zıtd(• Han Göğüs Efendi" tarafından bağışlanrnıştı. " l l 6


J\ ı wal<, İslam ve Hıristiyanlık arasındaki bu mücadeleye kan­
�aı ı l arın gözünde, ödülün ne olduğu konusunda hiç kuşku yoktu:
Yakın zamanda sona ermiş Soğuk Savaşı çağnştıran bir ideolo­
j i !< savaşta birinin ya da diğerinin hayatta kalması. Hafız Mehrned
Saclık tarafından yazılan, İstanbul'da basılan bir risale, bunu açık­
ı.·ıı ortaya koyar. 365 milyon Müslüman'ın Hıristiyan boyunduru­
ğu altında yaşamasından acı acı yakındıktan sonra, suçu misyo­
neriere yükler.

[Bu milyonlarca Müslüman kardeşin savunmasını] öncelikle İslam


dünyasının münevverleri üstlenmelidir. Bugün misyoner hareketin
amacının, dinimizin ve içtimai ahlakımızın imha edilmesi olduğuna
kuşku yoktur. Bu nedenle, İslam münevverlerinin misyoner erkan-ı
harbiyyesinin birleşik kuvvetlerine karşı dini mücahedelerinde dira­
yet göstermesi şarttır.

Burada, yazann Müslüman entelektüelleri, hain düşmana kar­


şı "manevi bir cihad" açmaya çağırması sırasında, askeri mecaz­
lar büyük önem taşır. 1 1 7
Aynı duygular, 19. yüzyıl misyoner çevrelerinde çok tanınmış
bir isim olan Dr. Muhleisen Arnold'un broşüründe de açıkça ken­
dini gösterir: "Müslüman dini arzın beşte birlik bölümüne yayıl­
makla kalmamış, Müslüman kandırmacası ve despotluğu mah­
vedici etkisini Filistin, Suriye, Arabistan, Mısır ve Küçük Asya'ya
dek genişletmiştir. ( . . . ) Bu tiksindirici perişanlık, olmaması ge­
rektiği yerlerde haJ.a durmaktadır... " 1 1 8 Arnold, "Müslümanların
ruhlarını İblis'ten geri almaktan" da söz eder. 1 1 9 Bu iki beyefen­
di, birbirlerini çok iyi anlariardı herhalde .
Gelgelelim, tüm bunlardan sonra, yadsınamaz olan gerçek, mis­
yonerierin Müslüman ve Yahudiler arasında pek az başarı kazandı­
ğıydı. Her ne kadar, çok kuşku götürür ve ex post jacto kokusu ta­
şıyan bir meşrulaştırma çabası göstererek, sonradan buna çalışma­
dıklarını iddia etseler de, görece son derece az sayıda Müslüman'ın
Hıristiyanlığı benimsediği gerçeği ortadadır. 20. yüzyılın dönümün­
de, Türkiye'de çalışmış olan bir misyoner, şu gerçeğe esef ediyor­
du: "Tüm çalışmalarımız fiilen mahvoldu; yabancı misyonların yüz­
yıllık çabasından sonra, tanassur etmiş Müslümanlardan tek bir ki­
lise bile yok." 1 20 Sonuna dek Müslümanları tanassur ettirme ümit­
leriyle oyalanmaya devam eden Suriye'deki Henry Jessup gibi en
köktenci fanatik bile, tanassur edenlerin sayısını gizli ı.uı.ıı ı a l< vt·
onları ülke dışına kaçımıak zorunda kalnuştı. I 2 1
En büyük ironinin somutlaşması için, bir yüzyıl geçnwsi 1-(t'
rekecekti. Çoğu Rum Ortodoksluktan dönmüş olan Arap Pro
testanlarına, Amerikan ve Avrup alı kilise meclisleri tarafındmı
1980'lerin ortasında, bu yapılanların büyük bir hata olduğu vt•
şimdi Rum Ortodoksluğa "geri dönmeleri gerektiği" söylendi. l :.!. /.
Hiç kuşku yok ki, Halife-i Ruy-ı Zemin bunu duymuş olsaydı, gil­
lümsemekten kendini alamazdı.
6

< >smanlı imaj yönetimi ve hasar kontrolü

Albay Selahaddin Bey, başını kaldınp gri İngiliz semasına baktı.


Yağmur çiseliyor ve apoletli üniformasma damlıyordu. Yemen'in ya­
kıcı kumlarından sonra ne büyük bir değişiklik! General Christop­
her Teasdale'ın son istirahatgiiliına defnedileceği cenaze törenine
katılacak olanlar mezarın çevresinde toplanmaya başlamıştı. Gene­
ral Teasdale, bir zamanlar Osmanlı Dördüncü Ordu'sunda, Kınm Sa­
vaşı sırasında Kars'ın müdafaasından sorumlu Miralay Teasdale idi.
Dizbağı nişanı ve Süvari nişanı alarak şövalye ve usta olan Teasda­
le, padişahın hizmetinde kahramanca çarpışnuştı. Şimdi sıra Osmanlı
Devleti'nin, Londra sefaretinin genç askeri ataşesini onun cenazesine
göndermek yoluyla takdirlerini göstermesine gelmişti. Rahip "küller
küllere, tozlar tozlara" sözlerini tekdüze bir ifadeyle dile getirirken,
Pall Mall Gazette'in vefatlar sütununun muhabiri, biraz huzursuz gibi
görünmekle birlikte, altın sırmalı üniformasının içinde iyi bir izienim
bırakan yakışıklı, genç Türk'ü fark etti.

Çevrelerindeki dünya gitgide küçüldükçe, Osmanlılar, hayatta


kalmanın hayati bir yönünün, dışarıda olumlu bir imaj yaratmak
olduğunu anladılar. Gladstone'un jargonuyla söylersek, "kor­
kunç" Türk'ün alanının gitgide daraldığı bir dünyada, Osman­
lı devlet adamları 1856 Paris Antiaşması ile tanınmış, meşru var
olma haklana sahip bir Devlet-i Muazzama olduğunu kanıtlamak
için çaresizce mücadele etseler de, aslında bu sık sık bir hasar
kontrolü sorunu olmaktan öteye geçmiyordu. Devletin çabaları
iki temel alanda yoğunlaşıyordu. Bu çaba, ilk olarak, uluslarara­
sı medyada ve Osmanlı Devleti'ni en kötüsünden "kana susamış
tiranların yozlaşmış yuvası", en iyisinden de "Şark'ın ko kuşmuş
zevk yuvası " gibi göstermeye çalışan tiyatro gibi forumlarda ar-
dı arkası kesilmez alaycı yayınların yarattığı ha.•.;an gid<'rıı H•yı• yil
nelikti. Ikinci olarak, olumlu bir imajın sunulması gel iyordu Id ,
bunun için dünya olaylarının genel akışı içinde ortaya çılmıı l ı l ' l'
fırsat değerlendiriliyordu. Bu tür fırsatlar Rus-Japon Savaşı'nda
hem Rus hem de Japon tarafiara tıbbi amaçlı mali yardımdan,
ABD'deki orman yangınının kurbaniarına 300 lira gönderilmesi ıli'
kadar çeşitlilik gösteriyordu.
Tüm bunlarda amaç, Osmanlı Devleti'nin uygar dünyanın w
Düvel-i Muazzama'nın bir üyesi olduğuna ilişkin güçsüz iddiası­
nı desteklemekti. Bu konumun ne denli netarneli olduğu, döne­
me mensup bir ingiliz yazarın değerlendirmesinde açıkça kendi­
ni gösterir:

Onlar Hıristiyanlık temelinde Müslümanlar... Onlar Hıristiyan bir


sistem içinde istisnai Müslümanlar. Konumlarının yarattığı güçlükler
çok büyük; ama dört yüzyıldır, Hıristiyanların kendileriyle siyasal iliş­
ki kurmalarını önleyecek kadar güçlü değiller... Müslümanlar olarak
(.. .) Avrupa sisteminin pratikte aksayan üyeleri. ı

Aluned Cevdet Paşa, Osmanlı konumunu benzer sözlerle dile ge­


tirecekti. "Avrupa topraklarının en değeriisi olan Rumeli, Osmanlı
denetimi altında kaldığı sürece, Avrupahlar Devlet-i Aıiyye'yi Avru­
palı olarak görmeyi reddettiler. Kınm Savaşı'ndan sonra, Devlet-i
Aıiyye Avrupa devlet sistemine dahil edildi."2 Buradaki ima son
derece açıktır: Osmanlı topraklarının en zengin kesimi olan Rume­
li'nin büyük bölümü kaybedildikten sonra, Avrupalılar Osmanlı
Devleti'ni seve seve "Avrupalı" olarak kabul etmişlerdi.
Osmanlıların imajiarına yönelik derin kaygısı, Abdülhamid dö­
neminin öncesinde de mevcuttu. Tanzimat döneminin önde gelen
devlet adamı/şair Ziya Paşa, Rus Çarlçesi Il. Katerina'nın, Voltai­
re ve Diderot gibi düşünürlerin dostluğunu kazandığına bakılırsa,
çok daha etkili bir halkla ilişkiler kampanyası yürüttüğüne işaret
etmişti. Ziya Paşa, genç Yunan devletinin yeni-Hellenciliğine de
tepki göstermiş ve onlann Yunanistan'ın Sokrates'in ülkesiyken
Osmanlıların basit tiranlar olduğuna yönelik iddialarını çürütmek
için Osmanlıların yeterince uğraşınamasını protesto etmişti. 3
Osmanlı arşiv kayıtlarının dikkatle okunması, Osmanlı dev­
let adamlannın, Edward Said'i çok iyi anlayacaklarını düşündür­
mektedir: " [Emperyalizm] mücadelesi karmaşık ve ilginçtir, çün­
kü yalnız askerler ve toplarla değil, aynı zamanda fikirler, biçim­
ler, imgeler ve imgelemelerle ilgilidir. "4
< I P I IPI ha..-;ar kontrolü ve imaj yönetimi
Y ı l d ız arşivlerindeki en büyük koleksiyonlardan birinin, The
'J 'iuws ve Debats'dan, Sırp veya Bulgar yayınıarına kadar lOO'ü
ı ı�kın gazete kupüründen oluşması bir rastlantı değildir. s Bu ga­
,;deler, Hariciye Nezareti Dış Matbuat Müdürlüğü tarafından, Os­
ı ı ı anlı Devleti'ne zararlı veya faydalı materyalierin saptanması
iı;in günlük olarak taranıyordu. Bu, nankör ve Sisyphos'unkine
henzer bir çabaydı; çünkü Ermeni katliamları ve Avrupa'daki ge­
nel özgürlükçü dalga döneminde, Kınm Savaşı'nın "Büyük koca
Türk" (Grand Old Turk) unvanı çoktan unutulup gitmişti." Bu ne­
denle, en iyi Osmanlı diplomatlan ile memurlannın yapabilecek­
leri tek şey, aslında hasar kontrolü ve en iyi ihtimalle de, "imaj
yönetimi" idi. Babıali, Avrupa kamuoyunun önemini çok iyi bili­
yordu ve resmi olarak yerli ve yabancı yazarlan maddi bakımdan
destekleyerek veya düpedüz rüşvete başvurarak bu kamuoyunu
etkilerneye çalıştı. Avrupalı ve öteki milletlerden gazeteciler çok
sıklıkla şantajdan geri kalmadıklanndan, bu onlan genellikle za­
yıf bir konumda bıraktı.
Bu görevin güçlüğü, 7 Nisan 1885 tarihini taşıyan bir telgraf­
tan açıkça anlaşılır. Telgraf, The Times'ın Osmanlı karşıtı tutu­
munu azaltmak için çalışma talimatı alan Londra'daki Osman­
lı setiri Musurus Paşa'dan geliyordu. Sefır, The Times'ın editö­
rünün yakın bir zamanda değişmiş olması nedeniyle, böyle bir
dönüşümün gerçekleşmesi konusunda hiç iyimser olmadığım bil­
diriyordu. Sözlerini, pek inandıncı olmayarak, "Bununla beraber,
The Times'ın lisanım değiştirmek için elimden geleni yapacağım"
diye bitiriyordu. 6
The Times kadar etkili bir gazetenin, Osmanlı Hariciye Nezare­
ti memurlarının kahuslarında başrolde olduğunu görmek hiç de şa­
şırtıcı değil. 25 Temmuz 1885'te, Paris muhabirinin kaleminden çı­
kan, halife olarak padişahın iktidarının, yalmzca ruhani sorumlulu­
ğa sahip olan papamnkinin düzeyine indirilmediği sürece ve İstan­
bul, tüm Düvel-i Muazzama'yı temsil eden bir karma komisyonun
himayesi altına girmediği sürece, Avrupa'nın banşa kavuşamaya­
cağım ileri süren mektubu yayımlayan da yine The Times olmuştu.
Londra Sefareti'ne yine resmi bir yanıt göndermesi talimatı verildi. 7
Musurus Paşa'mn bir akrabası olan Musurus Ghikis Bey de,
Osmanlı Devleti'nin "Ege Denizi kıyılarında uygarlığın koruyu­
cusu" sıfatıyla olumlu bir imajını sunacaktı. 190 l 'de, etkili Fran­
sız dergisi Questions Diplomatiques et Coloniales'de, Osmanlı
İmparatorluğu'nun, "artık devlet hazines i i<,� i ı ı I.N diil«'ıı l ı i r l<i ly
lüler kitlesi olmaktan ibaret olmadığını ( . . . ) ve aslına l ıal< ı l ı r�: ı .
Şark'taki reformun kararlı bir savunucusu olabileceğini" i h•ri s l l r
düğü bir makalesi yayımlandı. 8
Yayınlar, diplomatik kriziere de yol açabiliyordu. Böyle bir kriz,
kamuoyu oluşturan ünlü dergi The Nineteenth Century'de, Babıiil i
nezdindeki ünlü eski sefırlerden Sir Henry Elliot'ın yazdığı bir ma·
kalenin yayımlanması üzerine çıktı.9 Bu makalede, elçi, özetle, l i ­
beral hükümet tarafından hak ettiği destek verilmeyen Türk re­
form hareketini Abdülhamid'in yok ettiğini, sultanın, bu harek<'­
tin başkahramanı olan Midhat Paşa'yı da ortadan kaldırdığını ile­
ri sürüyordu: " [Böylece] Abdülhamid'e, parlamenter veya başka
herhangi bir denetim olmaksızın despotik iktidarı yeniden ele ge­
çirme fırsatı verilmiş oldu, ( . . . ) daha iyi bir yönetim ümidi de bu­
harlaşıp havaya uçtu ve artık Türkiye'yi bekleyen gelecek, tarihi­
nin herhangi bir döneminden bile daha karanlıktır." 1 0 Bunu izleyen
İstanbul ve Londra arasında yoğun telgraf alışverişi, bu yazışmala­
nn The Nineteenth Century makalesinin fazla bir heyecan yarat­
madığı, yalmz Pall Mall Gazette tarafından alıntılan dığı, orada da
"ancak ilanlar arasında küçük bir yer tuttuğu" konusunda padişahı
yatıştırmaya yönelik olduğudur. I I Osmanlı sefıri, birkaç gün son­
ra Sir Henry Elliot'ın, bir resepsiyanda bu yaptığım açıklayabilmek
için yaruna geldiğini belirtir; ama Musurus'un yanıtı şöyle olmuştu:
"Onunla olan ilişkilerimi kestiğiiDi söyledim ve [makalenin] yol aç­
tığı öfke ve kırgınlığı açıkça ifade ettim." Sefır, Elliot'ın sonradan
pişmanlığını ifade etmek üzere Dışişleri Bakanlığı'na bir mektup
yazdığım da ileri sürüyordu. ı z
Bir yı l sonra, padişahın himayesi altında İstanbul'd a yaşayan
bir Kıbnslı olan Annie de Marie Lusignan'ın yazdığı bir eserle El­
Ii ot cevabını alacaktı. Lusignan, "Il. Abdülhamid Hazretleri'nin
hükümranlığı altında, Osmanlı İmparatorluğu hastalık ve yı­
kıntıdan çok, sağlıklı bir nekahet şeklinde betimlenebilecek bir
durumdadır" 1 3 diyen Lusignan, Elliot'ın The Nineteenth Century
makalesiyle doğrudan bir polemiğe girişerek, Abdülaziz'in öldü­
rüldüğünü ve "bunun Türkiye tarihinde ciddi bir siyasal cürümle
suçlanan kişilerin olağan hukukla ve kamuoyunun, yabancı dev­
letlerin temsilcileri ile yabancı basının huzurunda yargılandığı ilk
örnek olduğu"nu açık açık ifade eder_ l 4
Bununla birlikte, yapılan tüm yayınlar Osmanlı karşıtı olmadı­
ğı gibi, tüm Osmanlı yanlısı yayınlar da resmi olarak teşvik edi­
lenlerden oluşmuyordu. 2 Mart 1889'da, Londra Sefareti, Diplo-
1 1 1 1 1 1 i r · /<'Ir ı shr•s adlı dPrgide çıkan "I-lay d Clarck" diye birinin yaz­
c l ı � ı b i r makalede, Osmanlı yönetiminin Ermenilere karşı adale­
t i n i iivdiiğünü rapor ediyordu; yazara göre, Osmanlı İmparator­
l ug ı ı'ııdaki Ermeniler, Rusya'dakinden çok daha iyi durumdaydı.
Yazarın uzun yıllar Osmanlı İmparatorluğu'nda yaşadığı ve mer­
l ı ı ı m Ali Paşa'nın yakın bir dostu olduğu belirtiliyordu. I S
İmaj inşasının iyi bir örneği, padişahın yakın çevresinden bir
Arap olan Selim Melhame'nin, "en etkili Paris gazetelerinde ya­
yımlanmak üzere" yazdığı bir makale taslağıdır. Bu makalede,
lıus veya Alman hükümdarlarına benzer şekilde, padişahin "meş­
ru otokrat" konumu açık bir biçimde vurgulanır. Sultan Abdülha­
ınid döneminin tüm yararlı ve yapıcı yönlerini geniş bir biçimde
aktarmasının ardından, Melhame'nin makalesi şöyle sürer:

Padişah hazretlerinin hükümranlığından önce, Avrupa hükümdar­


ları ile Osmanlı İmparatorluğu arasındaki temaslar BabıaJ.i'yle sınır­
lanmıştı; dolayısıyla doğrudan iletişimin eksikliği nedeniyle, ilişkiler
soğuk ve mesafeli bir hal almıştı. Önceki uygulamada, Babıali nere­
deyse tümüyle Düvel-i Muazzama süferasının nüfuzu altındaydı; bu
sefırler dilediklerini kolayca kabul ettirebiliyorlardı. (... ) Fakat şimdi
Padişah hazretleri Avrupa hükümdarlanyla dolaysız ilişki kurabiliyor
ve böylelikle tüm çetin sorunlan çözebiliyor.

Rahatsız edici aracılar bu şekilde hertaraf edilmişti. Melhame,


ayrıca padişahın devletin ödeme gücüne ve itibanna verdiği öne­
mi ayrıntılarıyla anlatıyordu. Padişahın, görevini başaramayan
tüm memurları görevden almak konusundaki meşru hakkı üze­
rinde uzun uzun durması da bir rastlantı değildi. Merhum Midhat
Paşa'nın gölgesi hilla silinmemişti. I 6
Annie de Lusignan da, aracı iktidar sahiplerine, bu kez, parla­
menter demokrasi hakkında atıp tutuyordu: "Uzun zaman önce,
seçkin bir Şarklı, danışmanlar çok olursa, kargaşa olacağını söy­
lemiş . İşte Abdülhamid halkını böyle bir karışıklıktan ve bunun
korkunç sonuçlarından kurtarmıştır. . . "I 7
Abdülhamid, Avrupa otokratları kulübünün bir üyesi olarak
görünmek için hatın sayılır bir çaba gösterdi. Döneminin ilk dip­
lomatik etkinlikleri arasında, Üç İmparator Birliği'ne benzer bir
Alman-Avusturyalı-Osmanlı ittifakı önermek üzere Bismarck'a
yanaşmak da vardı. Bu birlik, öncelikle Rusya'ya karşı olarak ta­
sarlanmış olmasına karşın, 1880'den sonra Rusya'yla ilişkiler
önemli ölçüde düzeldi. ı s
Şantaj, imaj sapıantılı Abdülhamid'in sıl< sıl< karı;; ı karı;ııya lw l
dığı bir başka sorundu. Çarpıcı bir örnek, ünlü Macar oryaııtal isl
Arminius Vambery ile ilgiliydi. Abdülhamid dönemi lstan l ı ı ı l ' t ı ı t
d a tanınmış bir isim olan v e pek çok sıfat atfedilen Vambery ' ı ı i ı ı
padişahın yakın bir dostu olmanın yanı sıra, çift taraflı bir lıı
giliz ve Osmanlı casusluğu da vardır. 1888 Ekim ayının ortasırt
da, Vambery'nin, padişahın kişiliği ve Yıldız Sarayı'ndaki çev­
resiyle alay eden bir broşür yayımlayacağına ilişkin bir söylen­
ti yayıldı. l 9 Viyana'daki Osmanlı sefaretinin Avusturya Dışiı;ı­
leri Bakanlığı'na yaptığı başvuruya ve profesörü görmek üze­
re Budapeşte'ye gönderilen bir Osmanlı memurunun çabala­
rına karşın, Vambery, bu kitabı Macarca ve İngilizce olarak ya­
yımlamak konusunda ısrarlıydı. Gelgelelim, Vambery başlangıç­
ta böyle bir broşür yazdığım inkar etmiş, ama son ziyaretinde
İstanbul'da soğuk karşılanarak hakarete uğradığını iddia ederek,
suçu da "Zat-ı Şahane'ye" değil, saray hizbine yüklemişti. 2 0
Sorun açığa çıktıkça, Vambery'nin aslında böyle bir yazı yaz­
dığım kabul ettiği, ancak, pazarlık etmek istediği anlaşıldı. Ya­
yını durdurmak için istediği ücret iki yüz altın liranın yanı sıra,
"394 elyazmasını içeren Kütüphane-i Hümayun kataloğu" idi. 2 1
Hariciye Nazırı Said Paşa, ''matbuat-ı ecnebiyye-i hafıyye terti­
bi" adlı b!r fondan bu paranın ödenmesini salık veriyordu. Açık­
çası, bundan sonra Vambery'yle olan ilişkiler düzeldi. 18 Şubat
1889'da, Viyana sefareti, Vambery'nin onları ziyarete geldiğini ve
kendisinin ve Macar Akademisi'nin birkaç üyesinin, kütüphane­
ye yapılan bir ziyareti de içerecek şekilde Yıldız Sarayı'nda gör­
dükleri cömert ağırlama için teşekkür ettiklerini bildiriyordu.
Anlaşılan Vambery, akademi üyeleri Budapeşte'deki meslektaş­
larına durumu aktardıklarında, Macar akademisyenlerle dolu
odada padişahın adının her geçişinde hep bir ağızdan "Çok ya­
şa Sultan Abdülhamid Han!" diye bağırdıklarını ileri sürecek ka­
dar coşmuştu. 22
Her yerde hazır ve nazır Vambery'nin adı, yazışmalarda yer
almayı sürdürdü. Sen Petersburg'daki Osmanlı sefareti, 14 Ma­
yıs 1 889'da, Londra'da Vambery tarafından verilen, "Osman­
lı İmparatorluğu'nun son otuz yıldır gösterdiği başarıları öv­
düğü" bir konferansın Rus gazetesi Noya Vremya'nın dikkati­
ni çektiğini bildiriyordu. Gelgelelim, Rus gazetesi, görüşleri­
nin modası geçmiş "bir Macar serseri" diye adlandırdığı oryan­
taliste saldırıyordu. Gazete, Rus İmparatorluğu'nun, Osman­
lı İmparatorluğu'na karşı hiçbir emel beslemediğini ve aslında,
l loga...: l ar'a I ngiltere glhi düşman bir devletten ziyade padişahın
l ı t l l< t ı wt.nıesini tercih ettiğini ileri sürüyordu.23
< >smanlı İmparatorluğu'nun, gezginlerin güvenliğinin olmadığı
v a l ı�i bir yer olarak sunulması, yabancı basında sık sık yankıla­
nan bir temaydı. Haydutluğun ve yol soygunculuğunun Osmanlı
I mparatorluğu'nun bir gerçekliği olduğuna kuşku yoktu; bunun­
la birlikte, Paris'te yayımlanan Petit Journal'in Doğu Anadolu'da
l.rene saldıran haydutları betimleyen kapağı, Babıali'nin şiddetli
protestalarma neden oldu. Bu resimler, yaratmaya çalıştıkları uy­
gar imaja aykırı düşüyordu. 24
Şantaj kokusu taşıyan bir başka olay, "lnformateur Hongro­
is" adlı bir Macar haber aj ansının karıştığı ve Abdülhamid'in
Avrupa'yı ziyaret etmeyi planladığına ilişkin bir haberin çeşit­
li Macar gazetelerinde yayımlanmasıyla ilgiliydi. Saray, "kö­
tü niyetli ve ajitasyona yönelik" olarak tanımladığı bu olaya bü­
yük bir şiddetle tepki gösterdi. Viyana'daki Osmanlı sefareti, ha­
ber ajansının sahipleriyle temas kurdu; bunlar "Osmanlı hükü­
meti tarafından firmalarına yapılan düzenli ödemelerin kesinti­
ye uğradığını; eğer bu ödemeler yeniden başlayacak olursa gele­
cekte, Devlet-i Aıiyye'ye ilişkin haberlere çok daha büyük özen
göstereceklerini" söylediler.2 5 Görünüşte masum yayınlar bi­
le, önemli diplomatik sorunlara yol açabiliyordu; 1 877-78 Rus­
Osmanlı savaşıyla ilgili, iddiaya göre "yalanlar ve husumet dolu"
bir broşür Viyana'da yayımlandığı zaman, saray bu broşürün top­
Iatılması yönünde özel çaba gösterecekti.26
Dini konular hakkındaki makaleler için yabancı basın düzenli
olarak inceleniyordu. Fransız dergisi Dix-Neuvieme Siecle, şey­
hülislamın haccın zorunlu olmadığını ilan ettiğine dair bir ma­
kale yayımlayınca, Paris sefaretine, varlıklı her Müslüman'ın
Harerneyn-İ Şerifeyn'i ziyaret etmesinin vacib olduğunu vurgula­
yan bir tekzip göndermesi talimatı verildi. Bu Fransız dergisinde
yayımlanan makalenin ifadesi, dosdoğru Osmanlı Devleti'nin en
temel meşruiyet iddialarından birine yöneliyordu ve Fransız uy­
rukları olan hacılar arasında pan-lslamizmin yayılması korkusuy­
la güdülenmiş olması pekilla mümkündü.2 7
Aslına bakılırsa, Osmanlılar basın özgürlüğüne ilişkin oldukça
olumsuz bir görüşe sahip gibi görünürler. 28 Kasım 1895'te, Was­
hington'daki Osmanlı sefıri şunu yazıyordu:

Amerika Düvel-i Müttehidesi'nin bilim, teknoloji ve sanayide bü­


yük ilerleme kaydetmesine karşın, günlük basın ateşli saçmalıklar,
onur kırıcı yayınlar ve düpedüz yalaı ı l ar la dol u . ı"ı ı ı t l ı H' gp ( ı • ı ı lurlr/1
rı çıplaklar grubu bir araya gelip, istediği !<adar sövüp ağzı ı ı ı ı gı·lı·
ni söyleyebiliyor. Ne dine, ne hükümdarlara bir saygı var; en wzil dil
le kendi başkanlarına saldırmakta bile tereddüt etmiyorlar, Ba�l< a ı ı
Cleveland'ı bir ayyaş olarak adlandıracak kadar ileri gidiyorlar. Bu
tür insanlara karşı dava açmanın da bir yararı yok, çünkü bu şekildı•
adlarını duyurrnakla ünlerine ün katıyorlar. İyi aileler böyle kötü ni ·
yetli saldırılardan her gün zarar görüyorlar. Bu nedenle, bı.ıranın valı·
şi bir memleket olduğWlu söylemek yerinde olı.ır. 2 8

Olumlu bir imajın sunumu: Basın ve tiyatro


Gazete ve dergilerin dışında, Osmanlılann imaj yönetimi açı­
sından denetlerneye çalıştığı bir başka alan tiyatroydu. Popüler
oryantalizmin en hızlı döneminde, Avrupa kumpanyalarının eg­
zotik olanı vurgulayan oyunlar sahneye koyması çok modaydı.
Said'in "Şark'ın oryantalleştirilmesi" adım verdiği olgu, hakikaten
dikkate değer bir akademik deneme ya da bayağı bir kabare bi­
çimini alabiliyordu. Osmanlı dış temsilcilerinin görevlerinden bi­
ri de, alçaltıcı ya da hakaretfuniz olarak değerlendirdikleri türden
prodüksiyonların salınelenmesine engel olmaktı.29
Osmanlı diplomatlan genellikle Avrupalı devlet adamlanmn,
kimi zaman en üst düzeyde aracılığıyla çalışırlardı. Fransız Cum­
hurbaşkanı Sadi Carnot'ya, Hz. Muhammed hakkında bir piyesin
yasaklanmasım sağlamakla gösterdiği "olağanüstü iyi niyeti ve
yardımı" için Nişan-ı İmtiyaz (Legion d 'Honneur'ün Osmanlı kar­
şılığı) verilmişti. 3 o
Dokuz yıl kadar sonra, Hz. Muhammed'in, Comedie Française
gibi ünlü bir trup tarafından oynanacak bir başka oyunun konu­
su yapıldığı bildiriliyordu. Yine, Osmanlı sefareti bu oyunun ya­
saklanması için gerekli yerlere başvurdu. 3 1 Ertesi yıl, Londra ba­
sımnda, Hz. Muhammed hakkında bir oyunun Londra sahnele­
rine şeref vereceğine ilişkin ilanlar yer aldı. Osmanlı sefıri derhal
Lord Roseberry'yi görmeye gitti; Lord, böyle bir projeye ilişkin
hiçbir şey duymadığım ve zaten İngiltere'nin de milyonlarca Müs­
lüman uyruğu nedeniyle bu konuda son derece özenli olduğunu
söyleyerek onu yatıştırdı.32
Babırui, Aralık 1893'te Milana'da başlayacak olan Fatih Sultan
Mehmed hakkındaki opera konusunda bu kadar şanslı değildi.
Roma'daki Osmanlı sefareti meseleye müdahale etti, ama İtalyan
Dışişleri Bakanlığı bu konuda hiçbir şey yapamayacağım bildirdi.
1\ n l ı ı ıd a ı ı s<' l'aret operanın yazarıyla temasa geçti; yazar onlara
p l yı•si ı ı I.Pınsilinin "milli onura herhangi bir saygısızlık ve zarar"
�l'l.imwyeccğini temin etti. Bu prodüksiyonun, operanın Londra
v ı · l 'aris'te sahnelenecekken "Babıali'nin müdahalesiyle yasak­
l : ıı ı ııw;>" olan önceki versiyonuyla hiçbir ilişkisi olmadığına dair
giivPnce verdi. 33
Rahatsız edici oyunlar y a da broşürler çoğu zaman isimsiz ya­
yı mlanıyor, yazarları ancak Babıilli'den para alacakları zaman or­
l.aya çıkıyorlardı. 19 Temmuz 1890'da, Londra'daki Osmanlı sefiri,
yazarı belirsiz "Devlet-i .Aıiyye'yi ve Cenab-ı Hazret-i Padişahi'yi
acımasızca hicveden" bir oyunu ele geçirmeyi bruşardığını bildiri­
yordu. 3 4 Araştırma üzerine, yazarın, Lord Byron'ın doktoru Dr.
Millingen'in oğlu Osman Millingen olduğu ortaya çıkarıldı. Sefir
ile İngiltere Hariciye N azın Sir Philip Currie arasında ilginç bir
tartışma bruşladı; Currie, sefire, İngiltere'de basın özgürlüğünün,
İngiliz siyasetçilerin en bayağı hicivlere katlanması gerektiği an­
lamına geldiğini söyledi. Sefir ise, "Osmanlı Devleti'nde kamusal
ahlak çok farklı bir şekilde görülür ve Padişahımız hazrederine
saldırılar son derece tehlikelidir" cevabını verdi. 3 5
Osmanlıların onurlarının kırıldığını hissettikleri bazı olaylar
neredeyse gülünçtür. Böyle olaylardan biri, Arnsterdam'ın büyük
caje chantanlarından birinde oynanan ve muazzam bir öfke ya­
ratan küçük bir skeçti. Skecin olay örgüsü bir "harem" ve "sul­
tan" çevresinde döndüğüne göre, Lahey'deki Osmanlı temsilcisi­
ne derhal sorunla ilgilenmesi talimatı verildi. Osmanlı temsilcisi
Karaca Pruşa, sarayı "bu cafe1erin ancak en sıradan insanların de­
vam ettikleri, pek önemsiz yerler" olduğuna temin etti. 3 6 Karaca,
"oyun"un kısa bir özetini iliştirmeyi de ihmal etmedi: Hollanda
köylüsü bir oğlanla kızın yanı sıra bir beyefendi garip bir Şark sa­
hilinde gemi kazasına uğrarlar. Oğlan hadım edilir, kız da sultanın
gözdesi olur. Beyefendi (o da kıza 3.şıktır) onu kurtarmaya çalışır,
ama ancak sultana yaptığı ricalardan sonra kendisini "commissa­
ire de police du Harem" olarak bulur. 3 7
Görünüşte masum şeyler bile, olumsuz sembolizmi beslediği
gerekçesiyle engellenebiliyordu. Bir gün Dahiliye Nezareti, Os­
manlı Tütün Rejisi Müdürü Louis Rambert'e, Reji'nin sigara sa­
tışını artırmak için yaptırdığı afişler nedeniyle bruşvurdu: "Miş,
canlı renklerde uzun boylu bir İngiliz erkek ve kadını, eşeklere
binmiş, Piramit'lerin önünde sigara içerken gösterir; yanlarındaki
sarıklı Müslüman da nargilesini tüttürmektedir. Fonda camiler ve
Kahire'nin silueti yer alır." İsviçreli olan Rambert, Osmanlı hükü-
metinin bu afişe itirazını koınil< bulımı:;ıtıı. A f'i:;ıiıı, c.;ol< ıı�·ıl< h i r ı;ıı •
kilde Osmanlıların asla tanımadıkları bir jaU accmnpU o l aı ı M ı
sır'daki İngiliz işgalinin kabul edilmesi anlamına geldiğini kav nı
yamadığı açıktı. 3 8

Protokol ve bir "dünya devleti" olarak Osmanlı


İmparatorluğu
Osmanlı Devleti'nin imajını güçlendirebilecek eylemler bilin�·,
li olarak aranıyordu. ABD, çok büyük orman yangınlarıyla karı;ıı
karşıya kaldığı zaman, padişah kazazedelere 300 altın lira yardım
gönderdi. Hariciye Nezareti, bu jestin Amerikan basınında çok
olumlu karşılanarak duyurolduğunu bildiriyordu. 3 9
1905 Rus-Japon savaşı sırasında, Meclis-i Vükela önce her iki
tarafa da bir Hilal-i Ahmer sahra hastanesi göndermeyi düşün­
düyse de, böyle bir girişimin maliyetinin çok yüksek olacağı anla­
şıldı. Bunun üzerine, Osmanlı hükümeti, "diğer devletlerin giriş­
tiği insani uygulama doğrultusunda" savaşan her iki ülkeye tıbbi
amaçlı mali yardım göndermeye karar verdi. Bu karar, Rus hükü­
metinin 1897'deki Yunan-Osmanlı savaşında Türkiye'ye böyle bir
sahra hastanesi göndermiş olmasına dayandırılmıştı. 40
Abdülhamid, Avrupa hükümdarlarının monarşiler arası pro­
tokolünün bir parçası olmak için de özel bir çaba harcadı. Krali­
çe Victoria'nın tahta çıkışının ellinci yılının kutlandığı jübilesin­
de, Londra'daki Osmanlı Sefiri Musurus Paşa, Mısır'ın ha1a is­
men Osmanlı İmparatorluğu'nun bir parçası olmasına karşın, Mı­
sır hıdivinin "hariciye nazırı", Nubar Paşa'nın "bağımsız bir dev­
letin elçisi gibi davranmasına" çok sinirlenmişti. Nubar Paşa'nın
Westminster'daki törene Osmanlı heyetinin bir parçası olarak ka­
tılması için Lord Salisbury'ye başvurdu. İngilizlerin Mısır'ı işgal et­
tiği 1882'den beri, ülkenin fiilen bir İngiliz protektorasına dönüş­
tüğünü burada hatırlatmamız gerek Osmanlılar bunu asla kabul
etmediler ve Birinci Dünya Savaşı'na değin, İngilizler de Mısır'ın
hilla imparatorluğun bir parçası olduğu hayalini desteklediler. Bu­
gün son derece ironik görünebilecek olan, -o günlerde son dere­
ce olağandı- bir Rum olan Musurus Paşa, kendi devletinin çıkar­
larını, başka bir Müslüman devleti temsil eden ve bir Ermeni olan
Nubar Paşa'nın ihlaline karşı savunuyordu.4 1 Osmanlı heyeti, pa­
dişahın tebriklerini iletmek üzere gönderilen özel elçi Ali Nizami
Paşa'nın gereken diplomatik itirnatnameleri taşımadığı anlaşıldı­
ğında doğan bir krizi henüz atlatmıştı. Bu, "Rornen ve Sırp sefir-
l c · rl ı ı l ı ı , huzural<alıulde padişahın temsilcisinin önünde yer alacağı
ı ı n l m ı ı ı ı ıa gPiiyordu." Derhal telgraf yoluyla Nizami Paşa'nın gerekli
l li ı ı ıaiJ ıaın<'leri açıkça veren belgeleri alması sağlandı.42
1 ,( md ra'daki Osmanlı sefareti, "hadlerini bilmeyen Mısırlılar"la
Hll n•l<li sorun yaşıyordu. Hıdiv Tevfik'in oğulları, Galler prensi­
n i n huzuruna çıkmak için başvurduklarında, Osmanlı sefiri, an­
c ·ıık kendisinin eşliğinde huzura çıkabilecek olan "bu adamların
lmbalığı" karşısında büyük bir öfkeye kapılmıştı. 43 Bu boş ye­
n• diklenme değildi; hatırlanınası gerektiği üzere, tam da bu dö­
nemde, Mısır Hıdivi Abbas Hilmi Paşa, Babıilli'den bağımsız ol­
duğunu göstermeye girişmişti. Jübile kutlamaları aslında hıdivin
Londra'ya yaptığı ziyarete denk gelmiş ve hıdiv kutlamaları boy­
kot etmişti. Bu, İstanbul tarafından kaba bir davranış olarak ka­
bul edildi. 44
Kraliçe Victoria'nın altınışıncı cülus yıldönümü törenlerinde,
Babıa1i daha dikkatliydi. Teşrifat Nazın Münir Paşa'nın, "bu tür
konularda hatın sayılır deneyimi nedeniyle" gönderilmesi gerek­
tiğine karar verildi. Bundan başka, kendisine Osmanlı hizmetin­
deki bir İngiliz'in, Amiral Woods Paşa'nın eşlik etmesi de karar­
laştırıldı. 45
Bunun yanı sıra, Abdülhamid'in Kraliçe Victoria'nın protokol
listesine dahil edildiği anlaşılıyor. 25 Ocak 1892'de, Kraliçe "Aziz
Biradetim Türkiye sultanına" hitabıyla başladığı mektupta, "Ulu
Tann pek sevdiğim tarunumuz Majesteleri Prens Albert Victor'ı
bu dünyadan yanına" çağırdığını bildiriyordu. Mektup, "Padişah
hazretlerinin bu tür acılardan korunması en içten dileklerimdir!"
diye bitiyordu. 46 Padişah, yanıtında başsağlığı dileklerini ifade
ederek, "Tabiidir ki, sizi etkileyen her şey bizi de etkiler ve bu
trajik olay bizi çok üzdü. Tann'nın iradesine teslim olmaktan baş­
ka bir teselli yok" diyordu.47
Sultan Abdülhamid'in yirmi beşinci cülus yıldönümü, padişa­
hın, Avrupa kraliyet protokolüne dahil olma yönündeki çabala­
nnda bir ölçüye kadar başanya ulaştığını gösteriyordu. Yirmi beş
rakamı, İslam'da özellikle uğurlu bir sayı olarak kabul edilmedi­
ğine göre, bu kutlamaların yapılmış olması bile önem taşır. Bu­
rada da, başka konularda olduğu gibi, Avrupa protokol kalıpla­
n izlerunişti. Osmanlı Bankası Müdürü Louis Rambert şu sözlerle
eseflerini bildirecekti:

Şenlikler yapılmakta ve daha birkaç yıl öncesinin Kızıl Sultan'ı


şimdi bütün Avrupa'yı ayağına getirip kutlamaları kabul etmekte. . .
Tüm devletler özel elçilerini güııdl•rd i , lıtıHya vc• l ı ıgill.l'n' 1'11 d ı ·.ı w ı l l
amirallerini, Fransız Cumhuriyeti bir süvari P:l'IH'raliııi, lt.alya bir l ıı ıı;
ka amiral, Almanya ünlü bir kişiyi. . . Eski uyruklara gelim·c•, o n l a r c '.'<
ki sadakatierine dönmek üzere. ( ... ) Bulgaristan tüm kabiıwsiı ı i glııı
derdi... 4 8

Olumlu bir imaj sunmak için en küçük fırsat bile kaçırılmıyor


du. Osmanlı sefareti, "Kınm Savaşı sırasında Kars savunmasında
gösterdiği kahramanlık nedeniyle padişah tarafından nişan verilen "
eski miralay General Teasdale'ın cenazesine bir askeri ataşe göı ı
derıneye özen gösterdi. Ücra bir İngiliz köyünde, yağmur gösteriı;ıli
üniformasma damlarken selam duran genç bir Osmanlı subayının
aykırı görünümünün, "buradaki askeri ve siyasi rical üzerinde çol<
iyi bir etki yaratacağı" söylerunişti. Teasdale artık emekli olmasına
karşın, "eski bir silah arkadaşı ve Galler prensinin süvari kumanda­
nı olarak" Osmanlı sefaretiyle yakın ilişkilerini sürdürmüştü.49
Osmanlıların yüz yüze olduğu güçlükleri anlamaya başla­
mış olan yabancı gazete muhabirleri, gördüklerini yazarken
çok olumlu bir yaklaşım gösterebiliyorlardı. 1 877-78 Osmanh­
Rus Savaşı'nda doğu cephesi kumandanı Gazi Ahmed Muhtar
Paşa'nın kurmayına bağlı bir serbest muhabir olan Charles Wil­
liams şunları yazıyordu: "Bana Osmanlı milletini sonsuza kadar
sevdirecek pek çok şey gördüm . . . Ama bazı Hıristiyanların gö­
zünde, bir Türk'ü dövmek için her sopa uygundur ve Moskof ör­
neğinde bu kadar esnettikleri kural, iş gelip Osmanlı'ya dayanın­
ca son derece katılaşır... " S O
Bu Osmanh-Rus karşılaştırması, 19. yüzyıl Avrupa'sının bu iki
"barbar" imparatorluğu hakkında ahkam kesen entelektüeller
arasında çok yaygındı. Bir Cambridge hocası olan R. G. Latham,
şunları yazacaktı:

Sultanın imanı, büyük bir imanın büyük bir kesiminin temsilcisi


olarak en azından çarınkine denktir.. . Osmanlı İmparatorluğu yalnız­
ca bir askeri güç olduğu, Osmanlı Türklerinin birer gasıp olduğu, Os­
manlıların Konstantinopolis'i ellerinde tutmalanna göz yumulduğu,
aslında onların geldikleri yere, Asya çöllerine ve bozkırlanna def edil­
meleri gibi sözler, etkili yazariann eserlerinde yer alabilen boş laflar­
dır... İçinde bulunduğumuz dönemin sorunu göz önüne alındığında,
Osmanlıların Konstantinopolis üzerindeki hakları, İngilizlerin Edgar
hükümranlığında Londra üzerindeki haklan kadardır. s ı ..
l ı ı ı gön ülsüz
1\ 1 1,';' 1< ı ıs ı ı:�., kabul ve hayranlığın büyük bölümü,
l / 1 1�•.vıı lwrloısu çevresinde odaklanıyordu ve Osmanlı lmparator­
l ı ı �� ı ı i li' Britanya'nın ortak bir düşmana karşı özel bir ilişkisi ol­
ı l l l � l l gı•nPl kabul görüyordu. Liberallerin söylemi, 1890'lann Er­
ı ı ı . . ı ı i katliamları döneminde bile bu düşünceyi hala tümüyle or­

l ı u l : ı ı ı kaldıramamıştı: "O'Connor ve Sykes, Ab dülhami d rejimine


l ııı).(l ılığın ( . . . ) yanı sıra İngiliz ve Türk imparatorlukları arasında
ozPI bir ilişki olduğuna dair inancı da paylaşıyorlardı; (. . . ) bu, Os­
ı ı larılı İmparatorluğu'nu 'Korkunç Türk'ün çaresiz Bulgar ve Er­

I I H'nileri kestiği bir mezbaha olarak betimleyen Londra Liberalle­


ıl n i n saidmsının karşısında bile ayakta kaldı."5 2
Padişah, kimi nasıl etkileyeceğini iyi biliyordu. İtibarlı bir şarki­
yatçı olan Mark Sykes ile kansı balayında İstanbul'a geldiklerinde,
"yakın geçmişte Il. Abdülhamid'in kızlanndan birinin anısına yap­
lı rdığı bir çocuk hastanesi ve Kürt ağalan ile Arap şeyhlerinin ço­
ı · ııklan için kurulmuş yeni bir okulu" da içeren bir "imaj turu"na çı­
lmrıldılar. 5 3 Sykes'ın, "hükümran bir halk" olarak Osmanlılara olan
hayranlığı, gençliğinde Türkiye'de yaptığı yolculuklara dayanıyor­
du. Bir Türk askeri müfrezesinin eşliğinde Doğu Anadolu'da yol­
ı·uluk ederken, eşkıyayla bir çatış�aya girmişlerdi. Sykes'ın sigara
i krarn ettiği görevli zabit, " [kurşunlar başının çevresinde vızıldar­
ken] büyük bir soğukkanlılıkla sigarasını yaktı, ardından piyadeye
i ld bölüğe ayrılmalarını ve bu haydut müsveddelerini kovalamalan­
nı emretti." Sykes, subayın serinkanlılığına hayran olmuştu; subay
tıpkı "arazi görevindeki bir İngiliz subay gibi", bu olayı "karga ko­
valayan bir çiftlik çocuğu" gibi değerlendirmişti. 54
Türkler ve İngilizlerin birer ernperyal güç olarak benzerlikle­
ri, başka yazariann da dikkatini çekiyordu. Karl Blind, 1896'da,
Gladstone'un, Türklerin "insanlığın en büyük insanlık karşıtı tü­
rü" olduğu şeklindeki yorumunu şiddetle eleştirecekti: "Bu in­
sanlık karşıtı ırkın bir mensubu, acaba Gladstone hazretlerine,
İrlanda'da İngiltere İmparatorluğu'na 'Anglosakson Büyük Türk,
dendiğini hatırlatsa ne olur dersiniz?" S S
Gerçekten de Osmanlılar, Gladstone'un "İrlanda sorunu"na iliş­
kin dertlerine içten içe seviniyorlardı. 23 Mayıs 1883'te Londra'daki
Osmanlı sefareti "İrlanda meselesinin Bay Gladstone için sonu gel­
mez dertler doğurduğu"nu rapor ediyordu. S 6 Sefaret üç yıl sonra
Gladstone'un "iyi yetişmiş sınıfların hiç onaylamadığı" İrlanda siya­
setine "Kraliçe'nin sempati duymadığını" bildiriyordu. 5 7 Annie de
Lusignan İrlanda ve Ermeni meseleleri arasında paralellik kuruyor­
du. "Aslına bakılırsa Anadolu' daki yüksek makamlarda bulunan Hı-
1 64

ristiyanlar, İrlanda'daki Katolik milliyetçi hakimlerden sayıca daha


fazla ve Sultan Abdülhamid yönetiminde din, Kraliçe Victoria'nın
yönetimine kıyasla, yükselmek için daha az engel teşkil ediyor." s 8
Öyle görünüyor ki, İngiltere'de "iyi yetişmiş insanlar" Abdül­
hamid'e gerçek bir yakınlık duyuyorlardı. Constance Sutcliffe'in
1896'da yazdığı gibi: "Sözgelimi, Ali Baba için bir Ermeni'nin yol
kenarına oturup rahat lokurn pişirrnesi, Allshire dükü için, Rotan­
to kabilesinden birinin Lordlar Kamarası'nın kızıl sıralarına otu­
rup tartışmaya katılması kadar tahammül edilrnezdir. "59 Osman·
lılar, yabancıların Osmanlı diyarındaki yaşarnın neye benzediğini'
dair hiçbir fikirleri olmadığını hissediyorlardı. Cevdet Paşa'nın kı·
zı ve entelektüel tutkulara sahip ilk Türk kadınlarından biri olan
Fatrna Aliye 189l'de, yabancıların, yalnızca "Batılılaşrnış" Türkler
le temas kurdukları için, gerçek Müslüman Türklere ilişkin hiçbir
fikirleri olmadığını yazıyordu. Bu nedenle de, ziyarete gelen saygm
kişileri "gerçek Müslüman evlerine" davet etmek ve onlara gerçel<
Türk yaşarnını gösterrnek gerektiğine inanıyordu . 6 0
Osrnanlı'nın, diğer ernpe:ryal güçler gibi bir devlet olarak, keıı
disini algılayışı, Afrika'daki sömürgecilerin nüfuzunu değerlcı ı
diren bir eserde kendini gösterir. Bir saray tercürnanı olan Melı
med lzzet, "uygar devletlerin" sörnürgeciler gönderdiği bir "kanı
kıta"dan söz ediyordu. Osmanlı Devleti de aynı şeyi yapmaya vt•
"vahşi" bölgelere "lslam'ın ışığını yaymaya" teşvik ediliyordu. KI
tabın genel havası, 1 9 . yüzyıl sonu sömürgeciliğinin "beyaz adıı
rnın yükü" yaklaşırnma son derece yakındı. lzzet'in sörnürgecili�t·
ilişkin tanımı, burada aktarılmaya değecek niteliktedir:

Dilimizde müstemlekat ya da müstemirat olarak ifade ettiğiı ı ı l �.


kavram, Avrupa dillerinde "koloni" olarak adlandınlır. Sömürged i l i(
uygulaması, uygar ülkelerin fazla nüfuslanm, halkı bir göçebelil< vı•

yabanıllık hali içinde bulunan [hal-i vahşet ve bedeviyette buluı ııı ı ı J


kıtalara göndermenin yanı sıra, b u vahşi yerleri geliştiren bir süre�· U ı
Bu aynı zamanda [uygar] ülkenin böylelikle yeni pazarlar kazaııııııvu
ve sömürgeyi kendi topraklarına katması anlamına da gelir. 6 1

Osmanlıların genellikle kendi göçebe ve aşiretlerinden ı-ıl\1.


ederken kullandıkları terimierin -"bir hal-i vahşet ve bedeviyy ı • l
içinde yaşarlar"- sömürgec i bir bağlamda kullanılma..<ıı i l lı( i ı ı �· ı l ı
Açıktır ki , Osmanlıların "göçebelerin uygarlaştı rı l nıas ı " rı ıo·i , l ı ı ı
rada sörnürgeci bir mtııına al<l.ıırı l ıı ı ı� h i r lm v rı u ı ı o l ı ı ra l< o ıtı ı y ı ı
eıkmukt.ıulır.
1 65

Sonuç
Fin-de-siecle Osmanlı seçkinleri, yurtdışı imajı konusunda
acaba neden bu kadar saplantılıydılar? Dünya bağlamında bakıl­
dığında, bu saplantı nasıl değerlendirilebilir? İşin gerçeği şudur
ki, yüzyılın sonlannda, tüm dünya popüler basının gücünü keş­
fetmeye başlamıştı ve Osmanlılar da bunun dışında değildi. Os­
manlı arşivleri, Dreyfus olayının çeşitli yönleriyle ilgili gazete ku­
pürleriyle doludur. Zola'nın ünlü bildirisi "J'accuse"a varıncaya
değin, meselenin tüm kapsam ve sonuçları, Babıa.J.i ve saray tara­
fından çok iyi anlaşılmıştı. 6 2
Gladstone'un "Bulgarların Dehşeti" başlıklı broşüıii Londra'da
bir kitle gösterisine neden olduğu zaman, olumsuz propaganda­
ya karşı bir şeyler yapılması gerektiği açıkça anlaşıldı. Yanıtlar­
dan biri elbette, Müslüman dünyayı hedefleyen karşı-propagan­
da oldu. 15 Nisan 1880'de, İstanbul'daki İngiliz sefiri Henry La­
yard, Salisbury'ye, Vakit gazetesinin, ünlü bir Hintli Müslüman
olan Mehmed Emir Ali Han'ın "Cihad için bağış toplamak üzere"
yapacağı ziyaretinin gerçekleştiğini bildirdiğini rapor etti. 63 Ur­
duca ve Arapça olarak İstanbul' daki resmi matbaalarda basılan
Osmanlı destekli Paik-i İslam adlı yayın organının hedef kitle­
si, Hindistan'daki Müslümanlardı. Bu gazete, Hindistan Nazın Sir
Louis Malet tarafından ciddi bir tehdit olarak göıiilüyordu: "Eğer
Vatikan'da, p apanın işbirliğiyle yapılan yayınların İrlanda Kato­
liklerini İngiliz yönetimine karşı ayaklandırmak için basıldığı bir
matbaa bulunsaydı, muhtemelen bu kadar hafife alınmazdı."64
Bir başka lndia Office memorandumunda, açıkça dile getiri­
I Pn şuydu: "Son zamanlarda Müslümanların, bir dini cemaat ola­
rak çıkarlannın, Osmanlı Devleti'nin devamına yakından bağım­
lı olduğu inancından epeyce etkilendiklerinin birçok kanıtı var­
d ı r. " Bu durum, büyük ölçüde "gelişen iletişim, yolculuk ve dü­
:;ıünce alışverişi olanaklarının muazzam düzeyde gelişmesinin"
h i r sonucuydu. 65 Uluslararası Müslüman basının ortak harekete
yiinelik tavrı, lndia Office memurlan tarafından çok iyi anlaşıl­
ı 1 1 ı ştı. Osmanlı gazeteleri, Rus ordularının yerlerinden ettiği Müs­
l i l ı ııanlar adına bağış toplanması için kampanya açtığı zaman, In­
d i a O ffi ce'in görüşü, "bu girişimin, sözgelimi İngiltere'de, Suri­
.vı •'dt•l<i �·aı·••ı-ıiJ'. H ıristiyanlar için bağışlar toplamak için açılacak
l ı l r lmı ı ı p ı ı ı ıyııd ı u 1 farl<sıı old uğu" ı;ıel<lindeydi. fifi
1 : l l r i l .';l l t • rl l l l l ıı ı .Y I I I I I .Y I I I I H I I. ı ı ı : ı ı;ahaı-ıı, ( )Hııla ı ı l ı yiirH'ti C " i i Pri ı ı i n
ı ı: ı · ıl y ı · ,v i i ı ı ı - 1 1 1. p ı ı ı p ı ı ��ı ı ı ı ı l mu 1 1 ı ı lı ı l l � l l ı · l l ı l l rlyı ı rı l ı ı 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 l l � l ı ı ı;
bir örneği, L 'lllustral'ion veya LO'nlion Chronidl' ' ı ı ı Osmaı ı l ı l<ı ı ı·
şılığı denebilecek bir yayın olan Servet-i Fünun dergisidir. 1 l ı • r
gi, bugün "toplum ve insan" başlığı altında ele alınabilect�k lwı 1 1 ı
ları kapsayan bol miktarda resimli malzeme içeriyordu. ( i az;l'lı•
de sık sık, "ABD'de siyahlara yapılan zulümler", "Paris'in oıtas ı ı ı
da bir tramvay soygunu", "San Francisco'daki Çinli işçilerin lwı·
kunç yaşam koşulları" veya "İngiliz kaptan metresini açık deniz;
de suya fırlattı" gibi haberler yer alıyordu. Tüm bu öyküler, l<a
zığa bağlanarak yakılan bahtsız bir siyahı ya da güverteden düı;ı
rnek üzereyken, zalim denizcinin çizmelerine tutunan genç ve gil
zel bir kadını betimleyen etkileyici resimlerle birlikte veriliyordu.
Tüm bunlan bağlantılandıran tema, öyle görünüyor ki, Batı dün­
yasının yoz ve vahşi doğasıydı. 6 7
7

Osmanlı otoportresi

Beşinci Cadde'de derviş zikri sonuna yaklaşıyordu. "Arabistan'dan


gelmiş beş dans eden derviş" ney ve davulların eşliğinde dönüp duru­
yordu. Yaz sonu sıcağında tempo hıziandıkça ve dervişlerin terleri uzun
külahlarının altından kaşlarına doğru süzüldükçe, birkaç sokak çocuğu
gülüşmeye ve bu garip yabancıları taklit etmeye başladı. "Chippewalar
arasında çok benzer bir şey gördüğümü hatırlıyorum" dedi, iyi giyim­
li, uzun boylu kadın, yanındaki Panama şapkalı adama. "Aman Tanrım,
başları hiç mi dönmüyor!" diye bağırdı içkili gibi görünen bir adam.
Ney tiz sesinin doruğuna doğru varır ve davul vuruşları gitgide yükselir­
ken, kalabalık giderek büyüdü. Bu kargaşanın nedenini anlamaya gelen
birkaç atlı polis belirdi. Ansızın müzik sustu ve gülümseyerek bağış ku­
tusunu tutan fes giymiş bir adam öne çıktı.·

"Egzotik"i asgarileştirme girişimleri


Osmanlıların imajlarıyla ilgili sapiantılan en çok, bugün Oryan­
talizm olarak adlandınlabilecek şeye karşı bir tepki olarak ortaya
çıkmıştı. Edward Said'in "Oryantalizm, temel olarak, Doğu'nun
Batı'dan daha zayıf olması nedeniyle, Doğu'ya dayatılan siyasal
bir öğretidir" düşüncesine, 19. yüzyıl sonunda birçok Osmanlı
tüm kalbiyle katılırdı herhalde. l Washington'daki Osmanlı sefıri­
nin, zikirlerini New York sokaklannda yapmalarını önlemek üze­
re "Mısır'dan gelen dervişlerin dansına" müdahale edişini açıkla­
yan zihniyettir bu.2 Sefir Mavroyeni Bey, "Mısır'dan kırk kadar
adamın, Suriyeli Malluh adında bir Hıristiyan tarafından, para ve
şöhret vaadiyle getirtildiğini" öğrenmişti. "Dansçıların" ancak bir-

* Bu sahne benim kurgumdur.


kaçı gerçek dervişken, çoğu "para vaadiyle kaıı d ı rı l ı ı ı ı ı;ı 1 ' 1 1 ı ı.� ıııı.ı
tabakadan" (esafil-i nasdan ve ceheleden) kişilerdi. <,;arl's iz lw
lıp da, yiyecek bulabilmek için dans etmek zorunda kalmı�larc l ı ,
New York sokaklarında yapmaya başladıktan gösterileri "lslaı ı ı 'ıı
hakaret etmekte ve zarar vermekte" idi. Sefir, New York'tal<i < >M
manlı konsolosuna, buradan uzaklaştınlmaları talimatını verm i�
ti. Ayrıca [ABD] Dışişleri Bakanlığı'na da yazarak, bu hakan•((•
bir son verilmesini istemişti. Amerika Dışişleri Bakanlığı ile aru
larında çok hararetli bir yazışma başlamıştı. Sefire, "Eyaletlerlıı
içişlerine kendilerinin müdahale edemeyeceklerini" bildirmeiNI
üzerine, Mavroyeni, "Amerikan anayasasını onlar kadar bildiğini,
Shakers** İstanbul sokaklarında gösteri yapacak olsaydı, ne ol:ı
cağını" sorarak cevabı yapıştırdı. 3 Dervişler derhal gemiye bindi
rilerek ülkelerine geri gönderildiler.
"Egzotik" ile mücadele, aslına bakılırsa diplomatik bunalım bo
yutlarına varabiliyordu. Dervişler örneğinde olduğu gibi, "Bir Boğw.
keyfi panoraması" da Babıilli için yeni bir baş ağrısı olacaktı. Aralıl<
1893'te, bir İngiliz şirketinin yetkilileri gelip Londra'da "İstanbul'un
güzelliklerini resmeden canlı bir panorama" sergileyeceklerini bil­
dirdiler. Ziyaretlerinin amacı, serginin çeşitli "unsurları" olarak deri!
toplu Boğaz kayıkları, güçlü kuvvetli kürekçiler ve kıvrak rakkas{'­
ler bulup, Londra'ya nakledilmelerini sağlamaktı. Yıldız Sarayı bu­
nun kokusunu alır almaz, anında tepki gösterdi. Sadrazama, "milli
onur ve adetleri zedeleyecek (ahlak ve adat-ı milliyeyi teyzij) bu
tür saçmalıkları" durdurması emredildi. 4
Sultan, "bazı Çingene ve Yahudi kadınların sözüm ona Şark
ahalisi örneği diye sergilenmesine" kişisel olarak karşıydı ve "(... )
bu gibi tüm gösterilerin, alçaltıcı ve yakışıksız" olduğu görüşün­
deydi. Şirket aslında "gerçek insanları çizmeyeceklerini, yalnız­
ca bir suret yaratacaklarını" söyleyerek ricasını yinelediyse de,
saray oralı olmadı. İngiliz sefareti "Bu, ticaret özgürlüğüne aykı­
rıdır, gereken düzenlemeler yapılmalıdır" gerekçesiyle işe karış­
tı. Bir çözüm olarak, şirkete, kayıkları satın alabilecekleri, ama
"canlı sergilere" izin verilmeyeceği bildirildi. s
"Egzotik" görünmekten kaçmaya çalışan Osmanlı devlet adam­
ları, kendi toplum ve uygarlıklarının genel dünya eğilimleriyle
uyumlu olan yönlerinden yararlanmaya çalıştılar. Osmanlı Devle­
ti, modernliğe işaret etmeye başlamış simgeleri vurgulamak yo-

** ABD'de kurulan bir Hıristiyan tari katı. 1 8. yüzyılda Ann lee adında bir ingiliz tarafından New York'ta
kuruldu. Başlıca ilkeleri mal ortaklığı ve bekar yaşamaydı. (ç.n.)
çabaııın çul< etkili bir ka­
l ı ı .v l ı ı l l l l 'l;l rt ı iyl'li ı ı i iddia ı•di yordu. Bu
ı ı ı l ı pııc l i�;�ı ı l ı ı ı ı I H!l:l'te [ABD] Kongre Kütüphanesi ile 1894'te Bri­
ı ırıl ı M w-u · ı ıı ı ı'a armağan olarak sunulmak üzere hazırlattığı fotoğ­
ı ı ı f l l ( l ı i l l l llPridir. (ı
i\ l h i l ı nl erin ternaları, "ernperyal otoportre"ye ilişkin çok yarar­
l ı i p ı ı ı; l arı verir. Fotoğraflar dört ana kategoriyi kapsar. 1 . katego­
r i , ( iürünüşler, Binalar, Anıtlar ve Eski Eserler"den oluşur; Bo­
"

ıl,ıı:t. ve Haliç, selatin camileri ve çeşitli yerlerin görünüşleri gibi


ı ı ııu ızara fotoğraflarıdır. 7 2. kategori, "Harbiye, Bahriye, Kurtar­
n ı n , Ek Hizmetler, Askeri ve Sınai Kuruluşlar"ı gösterir. s Bu, tam
ı l ı ıııanırnlı kurtarma telmelerinin yanında duran sahil koruma gö­
l'l'Vlilerini gösteren "Riva' da kurtarma tekneleri çıkarma rampa­
l ı ı n " ya da eksiksiz donanımları içinde kaygısızca kameraya ba­
lı ıuı "Donanrna-i Hürnayun dalgıçları" gibi sahneleri betirnleyen,
c;ok ilginç bir derlernedir. Bu kesimde ayrıca "Fırkateyn-i Hürna­
y ı ın Mahmudiye'deki topçu eğitimi" ve sürekli yangın felaketi ya­
ı;ıayan bir kentte olması nedeniyle, ironik diye tanırnlanabilecek,
"Talirndeki itfaiyeciler" gibi sahneler de yer alır. 9 3. kategori, bel­
Id de en ilginç olanıdır ve "Eğitim kuruluşlarım" gösterir. Burada,
i\bdülharnid rejimin, yalmz seçkin eğitim kuruluşlarını değil, gö­
I'I'Ce rnütevazı okullarım da, modemlik yönündeki iddiasının gös­
I.Prilrneye değer birer parçası olarak kabul ettiğini ortaya koyar.
"0sküdar Ticaret ve Zenaat Okulu"nun ya da "Emirgan Kız lbtidai
Mektebi"nin kızlannın başları açık, ellerinde gösterişli diplorna­
lanyla görülmesi özellikle ilginçtir. Bu albürnde, aşiret ve göçebe­
lerin çocukları için açılan "Aşiret Mektebi" çok yer tutar. 4 Kasım
1 892'de, Harbiye Nezareti, irade uyarınca, "Mekteb-i Aşiret"teki
bedenleri ile el ve ayakları orantılı (mütenasibü'l-aza) talebele­
rin" fotoğraflarının çekildiğini bildiriyordu.
Fotoğraflar, aynı boyutta, iki kişilik gruplar halinde çekilecek­
l.i. Bu iş için, dönemin ünlü fotoğrafçıları Abdullah Biraderler gö­
revlendirilecekti. I O Abdullah Biraderler'in erneklerinin sonucu,
yüzlerinde biraz şaşkın ifadelerle ve "tam yerel" giysileri içinde
kameraya bakan Arap ve Kürt çocuklardır. I I 4. kategori, "Atlar,
Has Ahırlar ve Yatlar" adını taşır. Bu kategori, dış dünyaya, padi­
şalun "iktidarın ziynetleri"nden anladığı rnesajım vermesi yönün­
den önemlidir. I Z Bu dizideki fotoğraflar, "Asil, beyaz bir at", "Ga­
zel, hara-i hürnayunda doğmuş doru bir kısrak", "imparatorluk te­
nezzüh gemisi Sultaniye", "Sultaniye'de kamaralar"ı gösterir. H
Yatlar ve atların öne çıkarılması, Sultan Abdülharnid'in, 19.
yüzyıl sonunda Benedict Anderson'ın "uygar" rnonarşinin "yan-
standart tarzı" ad ı nı verdiği ı;; P yin parçası o l ı ı ı a l< i c.; i ı ı gilstı • rd lı.tl
çabayla ilgiliydi. l 4

illuslararası kongreler
"Egzotik'i asgarileştirme"nin ve uygar uluslar ailesinin bir ilyı•
si olarak görünmenin bir başka yolu, uluslararası kongrelere lm
tılmaktan geçiyordu. 19. yüzyıl, Afrika'daki vahşi türleri korumal<
tan, görme engeliiierin koşullarındaki düzeltmelere, dünya sağ lı lı
sorunlanna dek değişen konularda yapılan kongreler yüzyılıyd ı .
Özellikle çeşitli oryantalistlerin yaptıklan kongrelerle ilgili olaralı ,
Osmanlılar kendilerini son derece hassas bir konumda buldular.
Bir yandan böylesine saygın dünya olayiarına dahil edilmeyi is
terlerken, öte yandan, "araştırma"nın öznesi yerine nesnesi konu­
muna düşmekten de korkuyorlardı. I S Bu nedenle, Eylül 189 l 'dı•
Londra'da yapılacak dokuzuncu kongrenin organizasyon görevlisi
Dr. G. W. Leitner, Osmanlı padişahını kongrenin resmi hamisi ol­
maya davet ettiğinde, bu çağn, çok ciddi bazı vicdan muhasebe­
lerine neden oldu. Leitner, önceki kongrelerin Avrupa'nın çeşitli
hanedanlannca himaye edildiğini ve Jahore mihracesinin de orga­
nizasyon komitesinde yer alacağını belirtmeye özen göstermişti,
"İslam'ın çeşitli yönlerinin tartışması"nın yapılacağa benzediği, fa­
kat "bu tartışmalann hiçbir dini veya siyasi amaca yönelmeyeceği
ve tümüyle bilimsel nitelik taşıyacağı" anlaşıldığından, konferan­
sa Osmanlı gözlemcilerin gönderilmesine karar verildi. Bununla
birlikte, padişahın kongrenin hamiliğini kabul ettiğine ilişkin hiç­
bir kayıt yoktur. I 6 Osmanlılar, Hamburg'daki On Üçüncü Dünya
Oryantalistler Kongresi'nde de temsil edildi, fakat bir uzman gön­
dermek yerine, Berlin sefaretinden mütevazı mevkiden bir diplo­
matta karar kılmışlardı. l 7
Arkeoloji üzerine uluslararası bir kongre, bilimin ulusal saygın­
lıkla birleştiği bir başka forumdu. 1892'de Moskova'daki IDuslara­
rası Arkeoloji Kongresi'nde, organizasyon komitesi, Osmanlı tem­
silcisine, bir sonraki kongreyi İstanbul'da yapmak istediğini bildir­
di. Bunun ardından Meclis-i Vükela'da yapılan tartışma, "tüm uy­
gar uluslann kongreye katılacağı" ve eğer Devlet-i Aıiyye'nin pa­
yitahtında yapılırsa, "bunun tüm dünyanın [padişahın toprakların­
da] gerçekleşen eğitsel ve bilimsel gelişmeye tanık olması için bir
fırsat olabileceği" hususlarına odaklandı. Bundan başka, nazırlar,
bu kongrelerin siyasetle hiçbir ilişkisi olmaması ve yalnızca bilim­
le ilgilenmeleri nedeniyle, karşı çıkılmamasına da işaret ettiler. ı s
Sııy g ı ı ı b i r gürünilm urı t'tınek uğruna, oldııkı,�a Imm i l m l l rHI
ı ı l ı ıy l ara hile dahil edilme arzusu, her ortamda görülmektedir. B ı ı
1 t i r o l ay l ardan biri, Afrika'da toprağı olan devletlerin temsilcile­
ri n i n Londra'daki toplantısıydı. Konu başlığı, kıtanın vahşi hay­
v a ı ı larının, kuşlarının ve balıklannın korunmasıydı. Meclis-i Vü­
I< Pia, Osmanlı Devleti'nin de Afrika'da toprakları olması nedeniy-
1•·, temsil edilmesi gerektiğine karar verdi. l 9 Aynı bağlamda Os­
ı ı ı anlı Devleti'nin, 1902'de Brüksel'de gerçekleştirilecek Körlerin
l<oı;;ullarıru Düzeltmek İçin Dünya Kongresi'nde de temsil edilme­
si gerektiğine karar verilecekti. Konuyla ilgili tartışma, "Padişah
hazretlerinin birçok tebaasının bu dururnda olduğu" hususunu
vurgulamaktaydı. 2 0

Abdülhamid dönemi Osmanlı Devleti ve dünya fuarlan:


"Tüm dünya seyrediyor! " 2ı
,
Dünya fuarları,' emperyalizmin e n hızlı döneminde gösteriş
için, en muhteşem sahnelerden birini sunuyordu. 22 Osmanlı Dev­
leti, 1 850'deki Londra Dünya Sergisi'nden bu yana, bu fuarların
hemen hepsinde hazır bulunmaya özen gösteriyordu. 2 3 Abdülha­
mid döneminde, "uygar bir görünüm" sunma kaygısının artrnasıy­
la, fuarlara iştirak yeni bir önem kazandı. Bınton Benedict'in be­
lirttiği gibi: "Bir dünya fuarı, ister gerçekten var olan, ister arzu­
lanan olsun, her türden iktidar ilişkisinin ifade edildiği bir devasa
ayinler silsilesi olarak görülebilir. "24 İngiltere, Fransa ve Alman­
ya gibi devierin hükümranlığı altındaki bir dünyada, Osmanlı İm­
paratorluğu kaçınılmaz olarak "ilk üç içinde olmayanların" küme­
sine düşmüş oluyordu. Gene de, katılmak, sahip olmadığı para­
yı "orada bulunma"ya harcamak zorunda kalması, bunun Osman­
lı İmparatorluğu için ne denli önemli olduğunu gösterir. Osman­
lı "fuar siyasası" iki temel unsurdan oluşuyordu. İlk amaç, Os­
manlı İmparatorluğu'nu İslam dünyasının önderi ama gene de uy­
gar uluslar topluluğunun modern bir üyesi olarak temsil etmek­
tL İkincisi, Devlet-i Aıiyye'nin saygınlığına en küçük bir aşağıla­
ma ya da hakareti anında püskürtrneye yönelik sürekli ihtiyat he­
defleniyordu.
Saygınlığa yönelik bu saplantı, İspanya'daki Osmanlı Sefıri Ha­
san Turhan Paşa'yı, 1888 Bareelona Fuan'nda bir "Plevne Muha­
rebesi panoraması" sergilendiğini bildirmeye iten etken olmuş­
tu. Bulgaristan'daki Plevne Muharebesi, 1 8 7 7-78 Osmanlı-Rus
Savaşı'nın dönüm noktasını oluşturuyordu. Gazi Osman Paşa ku-
mandasındaki O s ın aı ı l ı lwvvl't.h·ri ı ı i ı ı l ı ı ırad a l< i l<ı ı l ı ra ı ı ı ı ı ı ıcıı Hıı
vunması, o dönemde tüm dünyanın h ay raı ı l ı � ı ı ı ı Vl' ıw ı ı ıpıtt.iH i ı ı i
uyandırnuştı. Sefır, görebildiği kadarıyla, sergide l<ar�ı ı.� ı l< ı lal ı i l l '
cek hiçbir şey olmadığını, ama gene d e b u panoramaı ı ı ı ı l ı i r fo
toğrafıru İstanbul'a gönderdiğini söylüyordu. 2 5
Fransız Devrimi'nin yüzüncü yıldönümünde, 1 889 Par i H
Sergisi'nin açılışı, hrua monarşiyle yönetilen devletler açısından
biraz utanç kaynağıydı. Paris'teki Osmanlı Sefıri Esad Paşa, doğ­
ru şeyi yapmak konusunda duyduğu endişeyle, İngiliz, Avusturya­
lı, Rus ve Alman sefirlerinin, bu açılışta Paris'te bulunmayacak­
larıru kendisine bildirdiklerine ilişkin bir telgraf çekti. Bu durum,
kendisinin "Düvel-i Muazzama'dan bu olayda hazır bulunan tek
sefir" olacağı anlamına geliyordu. Babırui sefıre, "monarşik hü­
kümdarlık düşüncesine zararlı, bunca sağlıksız bir olaydan uzak
durması" talimatıru verdi. 2 6
1 893'teki Chicago Sergisi Osmanlı perspektifinden e n ilginç
olanıdır ve bu sergiyle ilgili Osmanlı arşivlerinde bulunan hatırı
sayılır malzeme, aşağıdaki soruları doğurur: Osmanlılar tek Müs­
lüman Büyük Devlet olarak konumlarını nasıl görüyorlardı? Ser­
gileyeceklerini seçerken dayandıkları mantık neydi? Yaratmak is­
tedikleri imaja karşı, algıladıkları tehditler nelerdi?
Babırui'nin bir fuara katılmaya karar vermesinden sonra, ola­
ğan düzenleme, tüm işleri bir ticari şirkete ihale etmekti. Chi­
cago Sergisi'nde bu görev, İlya Suhami Sadullah ve Şerikieri ad­
lı şirkete verilmişti. 24 Mayıs 1 892'de, Ticaret ve Nafıa Nezare­
ti, Sadullah ve Şerikieri ile imzaladığı sözleşmenin bir nüshası­
nı Babırui'ye iletti. Sözleşme, Topkapı Sarayı'nın girişindeki Sul­
tan Ahmed Çeşmesi biçiminde bir "Osmanlı çarşısı" kurulmasını
içeriyordu. 2 7 Yapı, 400 metrekarelik oldukça mütevazı bir alanda
kurulacaktı. Ama, nazırıann görüşü, "devletin onuruna gölge dü­
şürecek bir konum kabul edilmek zorunda kalınmasın diye", fuar
yönetim komitesiyle bu yapının kanacağı yerin belirlenmesi ko­
nusundaki görüşmelere derhal başlanması gerektiği yönündey­
di. Dolayısıyla, Osmanlıların bir sergide itibarlı bir mekan edin­
me konusunda son derece duyarlı oldukları açıktır. 2 8
Sadullah ve Şerikleri, Osmanlı sergisinin bir parçasını oluştur­
mak üzere Sultanahmet Meydanı'ndaki Mısır dikilitaşlarının alçı
kalıbını da alacaktı. Sözleşme, fuarda tüm Müslümanların ibade­
ti için açılacak bir cami inşasıiu da içeriyordu; ancak, bunun için,
"Müslüman adabına uyulması ve ziyaretçilerin [camiye] ancak
[Osmanlı] temsilcilerinin uygun görmesiyle kabul edilmesi" şart-
l u n l l ı ıgi irül ıııüı;ıt.ü. Serginin bir bölümünde bir tiyatro kurulacak­
ı ı w l ıunı.•;ı iı_�in de bazı katı kurallar söz konusuydu: "Müslüman
lwd ı ı ılannın şerefi ve iffetine zararlı veya milli onur ve saygınlığa
ay k ı rı (haysiyet ve adab-ı memlekete mugayyir) hiçbir oyun",
Paris Sergisi'ndeki Mısır bölümünde görüldüğü üzere bir "cami­
ııi n"29 yakınında oynanamazdı. 3 0
Washington'daki Osmanlı sefiri Alexander Mavroyeni, Chica­
go Fuan'nın açılışını bildirirken, "Türk köyü"nün gerçekçi bir de­
ğerlendirmesini yapıyordu. Düşüncesi, " [ Köyün] binlerce frank
harcamış ülkelerin sergisiyle rekabet edebileceği umulmasa bile,
imk3.nlanmız göz önüne alındığında, bir başan" olduğuydu. O da,
Osmanlı sergisinin bir parçası olan camiden söz ediyor ve fuarda­
ki Müslümanlar tarafından kullanıldığını bildiriyordu. Gelgelelim,
Mavroyeni'nin ekleyeceği rahatsız edici bir gelişme olmuştu: Bazı
"Nesturiler" fuarın dışında bir cami inşa etmişlerdi ve "Müslüman
ibadetlerini" göstermek için para alıyorlardı. Bu "cami"nin kapa­
tılması için, sefir Chicago'daki yetkililere başvurmuştu) I
Osmanlılar, "Doğu"nun "doğal" betimlemelerine değil, Edward
Said'in sözleriyle "temsil için temsiline" karşı çıkıyorlardı.3 2 Biz­
zat padişahın katib-i hususisine dikte ettirdiği gibi: "[Avrupalı fo­
toğrafçıların] çektiği fotoğrafların çoğu, Avrupa'da memalik-i
mahrusa-i şahanemizi karalamak ve alçaltmak için satılmaktadır.
Bu durumda çekilecek fotoğraflann, İslami halklan kaba ve acı­
masız bir bakışla göstermek yoluyla onlara hakaret etmemesi bir
zorunluluktur." Yıldız, çekilen tüm fotoğrafların, Chicago'ya gön­
derilmeden evvel saray tarafından inceleneceğini şart koştu. 33
Serginin açılmasından sonra, Osmanlılar, en önemsiz protokol
sorunlarında bile, altta kalmamak için ellerinden gelen her şeyi
yaptılar. Fuar yönetimi, Chicago'da temsil edilen her ulusun "mil­
li bayramı" olarak özel bir gün ayrılmasına karar verdiğinde, Os­
ınanlılar başlangıçta biraz direndiler. Ancak, sonra çabucak to­
parlanarak, fuar yönetimine, padişahın cülus yıldönümünün on­
ların "milli bayramı" olduğunu bildirdiler. 3 4 Bu kutlamada ban­
danun Hamidiye Marşı'nı çalması ve havagazı lambalanndan, ya­
kıldığında "Padişahım Çok Yaşa!" yazısının okunacağı özel bir dü­
zenleme yapılması kararlaştırıldı. Bunun yanı sıra bir de havai fi­
şek gösterisi yapılacaktı. 3 s
Chicago'daki Osmanlı sergisi sırasında, Türkçe, Arapça ve İn­
gilizce olarak bir gazetenin yayımlanması planlandı. Başyazarı,
Suriyeli entelektüel Süleyman el-Bustani olacaktı. Chicago'daki
yayını, "siyaset hakkında hiçbir şeyden söz etmeyecek ve yalnız-
ca Osmanlı sergisi ve memalik-i malırusada gürUIPn l.üm geli�ıııı•
leri aktaracaktı." 3 6
Osmanlıların dünya fuarlarına katılımımn e n çarpıcı yönü, nt'­
yin sergileneceği ve nasıl sergileneceğine ilişkin kararın verilnw
tarzıydı. Osmanlılann, toplum ve uygarlıklarımn, dünyaya gös­
termek istediği yönlerinin seçilmesi süreci, Osmanlı benlik ima­
jımn şifreli bir kalıbı gibiydi. Akka'dan Raci Bey diye biri, Chica­
go Fuan için bir "Osmanlı At Meydam" oluşturulmasını önermiş­
ti: "Osmanlı ürünlerinin en gıpta edilen ve popüler olanlan ara­
sında, bütün dünyada ünlenmiş soylu Arap atları ve develeri ol­
duğunun iyi bilindiği" görüşündeydi. Raci Bey, kırk at ve sürücü­
sünün yam sıra birkaç da deve gönderilmesini teklif etti. Bunun,
"doğal kaynaklarım ve uyruklannı sunarak yabancıların hayran­
lığını çekmek yoluyla, Devlet-i Aıiyye'nin şerefmin daha da yücel­
mesini sağlayacağı"m düşünüyordu. 3 7
Bu mektuba ilişik olarak, Raci Bey "Chicago Fuan'nda Osmanlı
At Meydam Programı"m da göndermişti. Altı madde halinde, sergi
için fikirlerini ortaya koyuyordu. "Atlar" başlıklı birinci maddede,
"altı soylu at seçileceği ve her birine özel bir ad verileceği" ifade
ediliyordu. "Develer" başlıklı ikinci maddede, Raci şöyle devam
ediyordu: "En güçlü kuvvetli Arap develerinden altısı seçilecek,
küçük bir Arap çocuğu tarafından çekilen bu güçlü hayvanlardan
oluşan bir katann görüntüsü çok büyük beğeni toplayacak." "Sü­
rücüler" başlıklı üçüncü maddede, Raci, konuya artık iyice ısın­
mıştı: "Yalnızca endamlı Araplar, geleneksel at binme ve cirit at­
ma becerileri incelenmek suretiyle seçilecektir." Bu adamlar aynı
zamanda "saygın karakterli" (ehl-i ırz güruhundan) olmalıydı. 3 8
Geleneksel Arap at oyunlan "düzensiz ve karmakanşık" olduğu ve
"yabancılara iyi görünmeyecek her türlü olayı önlemek" için, Ra­
ci, Osmanlı ve Amerikan bayraklanru taşıyan sürücülerin bir "eği­
tim döneminden" geçirilmesini öneriyordu.39
Fuara, Arap binicileri eğitmek üzere "binicilik sanatlannda us­
talaşmış" iki Osmanlı süvari zabiti göndermeye yönelik bir emir
çıkanldığına bakılırsa, Raci Bey'in önerisinin İstanbul tarafından
kabul edildiği anlaşılıyor. 40 Chicago'da gerçekten de bu doğrul­
tuda bir gösteri yapıldı ve fuarda "Kamplanndaki Bedeviler" ola­
rak sunuldu. 4 1
En baştan itibaren, eşitlik için mücadele etmelerine karşın, Os­
manlıların, Batı'nın "Şark" kavrayışım içselleştirmiş olduklan an­
laşılıyor. Atların "özel adları" olmak zorundaydı, çünkü kibar bir
toplumda işler böyle yürüyordu. Efsanevi hayvanlardan oluşan
lwl 'a l ı i r katarın başını çeken, bir tanesinin bile rahatça ezebile­
( 'Pği "küçük Arap oğlan" da, tam yerinde bir egzotik motifti. At­
l arın ve binicilerinin "endarnlı" olmaları, bir toz ve hengame için­
de (insan İstanbul'da bir paşarun Arap usulünde diye eklediğini
duyar gibi oluyor) koşuşturmarnalan ve muntazarn bir şekilde at
binmeleri şarttı. Bu düşüncelere yön veren Osmanlı mission ci­
vilizatrice'iydi. İlk önerinin, İstanbul'u memnun etmeyi (kuşku­
suz biraz da para almayı) isteyen bir Arap uyruktan gelmesi, öy­
küye fazladan bir nüans katar.
Ö z kavrayış ile dış dünya tarafından kavranışın bu şekilde
birbirine kanşmasının izi, Chicago fuarına yeniçeri mankenler
göndermek konusunda yapılan tartışmada da sürülebilir. Öne­
ri, Gemlik'ten Nuri Bey diye birinden gelmişti. Nuri Bey, fuar­
da, geleneksel giysileri içindeki yeniçerileri temsil eden manken­
leYİn bulunduğu bir "Osmanlı müzesi" kurulmasını teklif ediyor­
du. Bu öneri, "Hıristiyanlar arasında tatsız arnları uyandırabile­
ceği" gerekçesiyle BabıaJ.i tarafından reddedildi. Gelgelelim, Nu­
ri Bey, Chicago fuarındaki Osmanlı temsilcisi 'Hakkı Bey' e baş­
vurarak, "Bugün Osmanlı milleti[nin] Avrupa uygarlığı düzeyine
eriştiği ve Devlet-i Aıiyye'nin [mevcut] askeri ve sivil personeli­
nin bunun yeterli kanıtı" olduğuna işaret etti. 4 2 Hakkı Bey'in gö­
rüşü, bütün bunların gereksiz tartışmalar olduğu yönündeydi. Şu
anda yeniçerilerin gerçek boyutlardaki modellerinin İstanbul'da
sergilenmekte olduğuna ve "Amerika ve Avrupa'da, en acayip
eski askeri kostümlerin büyük bir gururla sergilendiği müzeler
bulunduğu"na göre, bunların fuara gönderilmemesi için hiçbir se­
bep görmüyordu. Hakkı Bey, iyi bir izienim bırakılmak isteniyor­
sa, "yeniçerilerin, tam donanımlı modern Osmanlı subaylarıyla
yan yana sergileurnesi gerektiğini, bunun, Tanzimat'tan bu yana
kaydedilen gelişmeyi göstereceğini" ifade ediyordu.4 3
Hakkı Bey, Chicago Fuarı'ndaki Osmanlı pavyonunun kurul­
masıyla ilgili gelişmeleri düzenli olarak bildiriyordu. Gösteri ve
temsil protokolünün ilkelerine ilişkin açık bir kavrayışı olduğu
anlaşılıyor. 13 Şubat'ta çektiği telgrafta, "Fuardaki Alman temsil­
cisi, Hotel Lexington'da gösterişli bir ziyafet verdi ve fuara ka­
tılan tüm devletlerin bayrakları arasında, Osmanlı bayrağının da
gururla dalgalandığını" haber verdi. Bu tür ziyafetler sürüp gide­
ceğe benzediği için, "Devlet-i Aıiyye'nin şan ve şerefine uygun
olarak" Osmanlı temsilcisinin de bunlara karşılık verebilmesi
için gerekli kaynaklann aktanlmasım istedi. 44 Hakkı Bey bundan
başka, İngilizce konuşan ve Osmanlı pavyonundaki çeşitli sergi-
ler üzerine bilgi verebilecek kap as i t e d e i k i rel ı lwri ı ı gi lı ıd1•ri l ı ı u •
sini de istedi. Her iki isteği d e karşılandı. 4 s
15 Mayıs'a gelindiğinde, Hakkı Bey fuarın, yalnızca Hus VI' B1•l
çika pavyonlarının tamamlanmasıyla, ağır ağır başladığını yaz ı ­
yordu. Fuarın, birkaç haftadan önce tam olarak başlamayacağııııı
da değiniyordu. Osmanlı pavyonu için gelmesi planlanan mallar
da gecilanişti ve birçoğunun da onanma ihtiyacı vardı. En çok en­
dişe veren de, padişahın törenlerde kullandığı saltanat kayıkların­
dan oluşan donanma sergisinin kayıp oluşuydu. Hakkı Bey ayrı­
ca "Osmanlı At Meydanı" projesi hakkında da haberler veriyordu.
Raci Bey ile Bedevi binicilerinin yanı sıra atlar ve develer güvenl i
bir biçimde intikal etmişlerdi, ama "at meydanı olarak ayrılan ara­
zi şu anda bir çamur deryası durumunda"ydı. Zatürreeye yakalan­
ma tehlikesi altındaki Bedevilere kalacakları uygun yerler bulun­
muştu. İki Osmanlı süvari subayı Tevfik Bey ve Sabit Bey, Hakkı
Bey'in kaldığı binada kalıyorlardı. Ama, bu projede işler yolunda
gitrniyordu: "Bu şirketin işleri kesinlikle laçka"ydı.4 6
Osmanlı süvarileri için işler yolunda gitmediğine göre anla­
şılan o andan itibaren her şey tepetaklak olmuştu. İlk düzenle­
me, masraftann Raci Bey'in şirketince karşılanacağı şeklindey­
di ama şirket subay ve Bedevilerin sorumluluğunu Hakkı Bey'e
bırakarak çabucak iflas etti. Sabn tükenen temsilci şunları ya­
zacaktı: "lşini iyi yapmayan bir şirket için yasal önlemler almak
hükümet-i şahane için pek münasip olmayacağından ve subayla­
rını çaresizlik içinde bırakmak Devlet-i Aıiyye'nin şanına yakış­
rnayacağından [onları geri gönderrnek için gereken düzenlernele­
rin yapılması gerekir] . " Subaylar, mümkün olan en erken tarihte
gemiye bindirilerek geri gönderildiler.47
Mali kaygılar, Hakkı Bey'in, Osmanlı otoportresinin düzgün
bir şekilde sunulması için gösterdiği çabaları gerçekten de kı­
sıtlarnıştı. "Amerikalılar hiçbir konuda bedava hizmet vermiyor­
lar ve en küçük bir hizmette bile önümüze bir fatura koyuyor­
lar" diye yakınıyordu. Babıa.li fuar için 7.500 liralık bir bütçe ayır­
sa da, açılıştan birkaç hafta sonra, ek fonların gerekeceği anla­
şıldı. 15 Mayıs'ta, Hakkı Bey, harcadığı paraların ayrıntılı bir dö­
kümünü gönderiyor ve fazladan 2.500 lira istiyordu. 48 Görünüşü
kurtarmak hep temel kaygıydı. Hakkı Bey, tüm ülke temsilcile­
rinin, pavyonlarına ek olarak bir büroları bulunduğunu, Devlet-i
Aıiyye'nin aynı şeyi yapmamasının düşünülemez olduğunu ifade

ediyordu. Buna uygun olarak, "çok güzel görünüşte" bir büro in­
şa edilmiş ve Hereke'deki devlet halı fabrikasından gönderilen
l ı ı ı l ı w d eğerli kumaşlarla tefriş edilmişti. Açılışta ve padişahın
c Ic ıgııın günü gibi olaylarda ziyafetler vermek de gerekliydi. Hakkı
l �c·y bu harcamaları haklı çıkarmak için, fuardaki Osmanlı varlığı­
l l l l l önemini vurguluyordu:

Bu [fuarın] dünyanın bütün uygar milletlerinin temsil edildiği, hat­


ta Malakka yanmadasından Johore Krallığı gibi bilinmeyen devletle­
rin, Orta Amerika'nın adı sanı duyulmarnış küçük cumhuriyetierinin
bile kendilerini gösterrnek için büyük özverilerde bulunduklan bir
olay olduğu göz önüne alınırsa, Devlet-i Aıiyye'nin de aynı şeyi yap­
maması düşünülemez. 49

Chicago Fuarı'ndaki Osmanlı temsilcisinin bu sözleri, dönemin


edebiyat eleştirmenlerinden olan ve fuar alanı Chicago Midway
Plaisance'ı "insanlığın değişken bir ölçeği" olarak tanımlayan J.
Snider'a ait bir ifadeyi büyük ölçüde andınr. Tötonik ve Keltik
ırklar, beyaz kentin merkezindeki Almanya ve İrlanda köylP:rtyle ·

temsil ediliyor, İslam Dünyası, Midway'in ort�ır_a ya'K�� ,bir yer­


lerde buhınuyordu. so Bu ölçeğe göre, Osma.hlılar oldukça saygın
bir semtteydiler, "Türk köyü", "Alman köyü", "Bem Alpleri pano­
raması" ve "Hollanda köyü " He aynı bloktaydı ve yolını hemen al­
tında "Murano Kristal Sergisi" yer alıyordu. s ı
Hakkı Bey, Osmanlı malları Chicago'ya gelmeye devam eder­
ken istediğini elde etti. Ağustosta Osmanlı sergisi tam olarak açıl­
mıştı. Osmanlı el sanatları ve mücevher örnekleri geldi ve "yıldız
biçiminde bir sandığın çevresinde hilal biçiminde yapılan dört
büyük cam vitrine" yerleştirildi. Bunlar, "Hamidiye tarzı adı ve­
rilen Osmanlı porselenlerinin, mücevherlerle süslenmiş, bazıları
da tarihi sahneleri betimleyen en seçkin ömekleriydi"; Kadınlar
Binası'na yerleştirildiği zaman, "bunları görmek için koşuşan ve
işçiliklerine hayran kalan hanımların büyük ilgisini toplamıştı. "
Sergilenenler arasında, Topkapı Sarayı'nın girişindeki Sultan Ah­
med Çeşmesi'nin tıpatıp, ama küçültülmüş modeli de vardı. Da­
hası, Osmanlı sergisinin "tüm diğer milletierin sergilerini gölgede
bıraktığı" da bildiriliyordu. s z
Düvel-i Muazzama kulübünün modem v e uygar bir üyesi ola­
rak başarıyla rekabet etmeye yönelik aşikar arzu, kendisini "or­
yantal" şeylerin nahoş betimlemelerini engelleme çabasında da
gösteriyordu. Osmanlılar, "sema eden kızlar ya da dervişler" ser­
gisine özellikle karşı çıkıyorlardı. 1894'teki Anvers Fuarı sırasın­
da, BabıaJ.i, Brüksel'deki sefaretine, "milli haysiyetimize ve dini
inançlarıımza dokuilacak Jwrha11gi hir ı;ıı•y l 1 1 :-ıı•rgi l ı · ı ı ı ı ı t •ı-ı i ı ı i i l ı ı l t ·
rnesi" talirnatım vermişti.
"Islam kadınlannın veya derviş yaşarnının utanç verici l ı l' l i ı ı ı
lernelerinin, ne pahasına olursa olsun engellenmesi" gen•l<li g i
belirtiliyordu. 5 3 Agop Balyan diye birinin, böyle bir gösteri yap
maya niyetlenen bir Belçika şirketinin temsilcisi olarak hare l<ı•t
ettiği ve "Beyoğlu ve Sulukule'de dolaşarak Çingene kadınlarıy
la anlaşma yaptığı ve anlaşılan Mevlevi ayini sırasında kullanı ­
lacak malzerneler satın aldığı" bildirilrnekteydi. S4 Brüksel'del<i
Osmanlı sefareti, usulünce fuar yönetimine başvurdu ve "Müslü­
man kadınlann iffetine zararlı veya milli gururu zedeleyici" her
türlü gösteri veya serginin derhal kapatılacağı konusunda temi­
nat aldı. s s
Birkaç yıl sonra, Osmanlılar Brüksel'de yapılacak bir fuara ka­
tılmaları için davet aldılar. Brüksel'deki Osmanlı fahri konsolo­
su Bay C. H. Sudre, "Padişah hazretlerinin şanlı hükümranlığında
Osmanlı Devleti'nin kaydettiği gelişmeyi tüm dünyaya gösterrnek
için" bu fuara !<.atılmak üzere Babıa1i'ye başvurdu. Eğer padişah,
"Belçikalıların kralı ve Avrupa'nın öteki hükümdarlan gibi" Os­
manlı standını himaye eder ve desteklerse, iyi bir şekilde temsil
edilmesi mümkün olacaktı. 56
Serginin "nesne"si olmak konusundaki duyarlılık, ne abartı­
lı ne de yersizdi. 1896'daki Budapeşte Fuarı'nda, Osmanlı tem­
silcisi, kendi pavyonlanndaki camiye, "ibadet eden Müslüman­
ları seyretmek için" ücret ödeyen her ziyaretçinin kabul edildi­
ğini büyük bir dehşetle öğrenrnişti. Caminin kapatılması yönün­
de derhal gerekli önlemler alındı. s 7 Osmanlı sergisinin, bu işleri
çok daha iyi bileceği beklenebilecek, her yerde hazır ve nazır Ar­
mini us Varnbery tarafından yürütüldüğü düşünülürse, böyle bir
"gösteri"nin gerçekleşmiş olması bile çok şaşırtıcıdır. Sergide, ta­
rım ve zanaat ürünlerinin yam sıra "Macaristan'dan alınmış, tari­
hi değeri olan nesneler" bulunuyordu. s s
Birçok dururnda Babıa1i'nin duyarlılığının, bugün Islam kadın­
ları ve dervişlerinin oryantalist betimlernesi olarak adlandırılahi­
lecek hususta odaklanması ilginçtir. 5 9 Bu duyarlılık, ünlü yayıncı
Ebüzziya Tevfik'in, 1900 Paris Evrensel Sergisi için bir "Osmanlı
Kostüm Müzesi" oluşturulmasının denetlenmesi yönündeki öne­
risinde açıkça ortaya çıkmaktadır. Tevfik, "tek kaygısı para ka­
zanmak" olan bir Fransız'la birlikte çalıştığı sürece, serginin uy­
gunluğunu denetlernek için kendisinin de orada bulunmasının
kesinlikle zorunlu olduğuna işaret ediyordu:
J�ğpr bu ı·wrgl, milli haysiyetine büyük saygı duyan biri tarafından
dPııeUenmeyecek olursa, her zaman abartan Avıupalılar, kuşku yok
l<i, kostümlerimizi ve uygarlığımızı tanınmayacak hale sokacaklardır.
Tarihi kostümümüzü, tarunmayacak şekle sokarak, en cafc.aflı tarzda
lıetimleyecekler ve en kötüsü, şeriatın ilkelerine ve Osmanlı haysiye­
t.inin değerlerine tümüyle aykın olarak, kadınlarımızı en rezilane tarz­
da sergileyeceklerdir. 60

Tevfik, eski Osmanlı askeri kostümlerinin betimlemelerinin ta­


mamen uygun oluşuna dair ayrıntılarına giriyor, ancak, 1893 Chi­
cago Fuarı'nda olduğu gibi, o da askeri kostümlerin "yeniçerilere
ait olmayacağını" belirtiyordu. Eğer adamakıllı denetlenirse, bu
sergi "Avrupa' da milletimize karşı yapılan olumsuz yayınların tü­
müne karşı çok yararlı bir tedbir olacaktrr. . . " diyordu . 6 1
1900 Paris Fuarı, Osmanlılar açısından epey önemli bir olaydı.
Daha 1896 yazı gibi erken bir tarihte, Ticaret Nezareti tarafından,
gönderilecek malların seçilmesi ve fuar alanında uygun bir yerin
satın alınmasına yönelik girişimlerde bulunuldu. İnşaatı denet­
lemek üzere bir Osmanlı temsilcisinin gönderilmesi de kararlaş­
tırıldı. "Avrupa' da eğitim gördüğü cihetle", nezaretin demiryolları
dairesinden Yusif Razi Bey'in gönderilmesi tavsiye edildi . 6 2
Buna karşın, Babıali kendi uyruklannın Paris Fuarı'nı ziyaret
etmesine pek taraftar değildi. Dahiliye Nezareti, "önceki Paris
I<'uarı'na (1889) giden birçok Osmanlı uyruğunun perişan olduğu,
ülkeye geri gönderilmelen masrafları sefarete ağır bir yük getir­
diği cihetle . . . ", şimdi gitmek isteyenlerden bir kefalet senedi alın­
ması gerektiğini söylüyordu. Aynca, Paris'e gitmeye niyetlenen­
lerin kimlikleri konusunda adamakıllı bir araştuma yapılacağı da
bildiriliyordu. 6 3
Birkaç ay sonra, Ticaret Nezareti, "öteki katılımcı devletler
böyle yaptığı için", bir temsilci gönderilmesinin acilen gerekti­
ğini bildiriyordu. 64 Bununla birlikte, 2 Şubat 1897'ye gelindiğin­
de, henüz bir temsilci gönderilmemişti ve Paris Sergisi komitesi
Osmanlı sefaretine baskı yapmaya başlanuştı. Sefaretteki askeri
ataşe Leon Karakyan Bey'in geçici temsilci olarak atanması salık
verildi. 6 5 1897'nin sonlarında Babıali'nin hala resmi temsilci ata­
madığı ve fuar alanının ödemesini yapmadığı anlaşılıyor. Osmanlı
sefıri, fuar komitesi başkanı Bay Picard'ın kendisine başvurduğu­
nu, Babıali kısa süre içinde cevap vermezse, Osmanlı Devleti'nin
artık fuara kabul edilemeyeceğini bildirdiğini haber verdi. Sefır,
"Grands Palais"nin en iyi yerlerinin halihazırda alınmış olduğu-
nu bildirerek, durumun adliyeLini dilP gt>tirıı ı l ' l< l.t�y d i . r, ı, Jt' rı ıı ı � ı :r.
lar baskı yapmayı sürdüıüyorlardı; 2 1 Haziran 1898'dP, lı-ıtaı ı h t ı l
Şehremini, Fransız sefaretinin, kendi mimarları Vallaury ' ı ı i ı ı < lı-ı
manlı pavyonu için hazırladığı planların gereken hızla inceleı ıı ı u ·
diğinden yakındığım bildirdi. 6 7
Birkaç ay sonra, 8 Eylül 1898'de, Ticaret Nezareti Paris Fıııı
n için 50.000 lira kadar bir fona gerek olduğunu saptamıştı. "Clıi
cago Fuan'ndaki deneyimi nedeniyle" Babıa.J.i Hukuk Müşavirliği
Dairesi'nden Hakkı Bey'in başkanlığında ve Chicago'daki resmi
Osmanlı sergisinin müteahhitliğini üstlenmiş Sadullah Efendi'nin
de dahil olduğu bir komisyon oluşturulmuştu. Osmanlı sergisiniı ı
"500 metrekareden fazla" bir alan kaplaması da kararlaştırıldı. HPr
vilayete, hangi malın sergilenrnesini önerdiklerini mümkün olduğu
kadar kısa zamanda Ticaret N ezareti'ne bildinneleri emri gönde­
rildi. 6 8 Ayın sonlarına doğru işlerin hıziandınidığı anlaşılıyor. Os·
manlı sefıri, Babırui'ye, sergi için tahmin edilen toplam harcama­
nın aşağı yukan 300.000 frank olduğu ve bunun 10.000 frankımn,
Osmanlı arsasının çevresine örülecek duvar ve fuarın demiryolu
ücretlerine katkı için derhal lazım olduğunu bildirdi. Sefır, "sergi­
mize gelen önemli konukların Padişah hazretlerimizin şanına layık
bir şekilde ağırlanmalan için özel konaklama yerlerinin de tahsisi­
nin gerektiğini" belirtmekteydi. "Hazırlıklarımızda öteki ülkelerin
gerisinde kaldığımız ve bu yüzden de çabalarımızı iki katına çıkar­
mamız elzem olduğu için" özel dokunmuş Gördes ve Uşak halılan­
nın gecikmeksizin gönderilmesi gerekiyordu. 69
Paris'teki Osmanlı sergisi, fiilen gerçekleştiği zaman, büyük
bir başan kazanmış gibi görünüyor. Has aygırların dokuz ödül ka­
zanmalanna bakılırsa, atlar yine çok seçkindi. Ödüllü atiann fo­
toğraflan çekilecek ve bu fotoğraflardan oluşan bir albüm padi­
şaha sunulacaktı. 7 0 Ayrıca, Osmanlı pavyonu prestijli Rue des
Nations'da, ABD ile İtalya pavyonları arasında inşa edilmişti.
Böyle bir muamele gören tek İslam devletiydi; İran'ın çok daha
küçük pavyonu, arka sıralarda, Peru ile Lüksemburg'un arasın­
daydı; Mısır ise bir İngiliz sömürgesi muamelesi gönnüştü. 7 1
"Egzotik Şark"ın bazı yönlerini sergilemek için bir hayli pa­
ra sarf etmiş olan özel girişimciler de padişaha baskı yapıyorlar­
dı. 30 Aralık 1903'te, bir banker olan Bay Konta, Babıa.J.i'ye yazdı­
ğı mektupta, St. Louis Fuarı'nda birlikte bir sergi açmak için iş­
birliği yapmak istediğini belirtiyordu. Bu sergide Kudüs canlan­
dınlacak ve bir Osmanlı pavyonu da bulunacaktı. Konta, Osman­
lı sergisinin tüm parçalannın güven içinde naklini ve geri getiril-
ı ı ı c •H i ı ı i listlem�cP�iııi taahhüt ediyordu. Serginin şaheseri, Hali­
l c Omer Camii'nin tam bir modeli olacaktı: "Sultan Abdülhamid
' ı

l l a ı ı hazretlerinin, Çin'den Sumatra'ya, Cava'dan Afrika'ya ka­


c l a r, sergiyi ziyaret edecek tüm Müslümanların halifesi olması
bakımından, [bu caminin] imam ve müezzinini tayin etmek ken­
c l iı·ıine uygun düşecek"ti. Organizatörler bundan başka Hicaz De­
ı ı ı iryolu için bağış toplamayı da vaat ediyorlardı. Bir Amerikan
l.cırsanesinde inşa edilmekte olan Osmanlı kruvazörü Mecidiye
h t ı vesileyle denize indirilecek ve tüm mürettebatı şirket hesa­
l ıma nakledilecekti. Öneri, gerçek olamayacak kadar iyi görü­
nüyordu; bityeniği sonunda ortaya çıkıyordu: "Anlayamadığımız
l ıi r nedenle, Babıali ricamızı reddedecek olursa, Mısır, Tunus,
( :ezayir ve Fas hükümetlerinin hizmetlerine başvurmak zorunda
kalacağız. ( ... ) Tek amacımız Padişah hazretlerinin şanıru yücelt­
mek olduğundan, böyle bir önleme ancak son derece gönülsüz­
ce başvurabiliriz. "72
Açıkça görülüyor ki, Bay Konta, Abdülhamid'in "Halife-i ruy-i
ıemin ve Hadimü'l-Haremeyn-i Şerifeyn" (yeryüzünün halifesi ve
Mekke ve Medine'nin koruyucusu) olmak konusundaki hassasi­
yetini öğrenmişti . 7 3 Hariciye Nezareti, önerilen koşulların çok
avantajlı olduğuna, bazıları Hıristiyan egemenliği altında bulu­
nan rakip Müslüman devletlerin hükümetlerine fırsat vermenin,
büyük bir itibar kaybına yol açacağına işaret etmek zorunda kal­
dı. 74 St. Louis Fuarı'na gönderilen tüm mallara gümrük vergisin­
den muafiyet veren bir irade çıkarıldığına bakılırsa, en azından
bazı koşulların kabul edildiği anlaşılıyor. 7 5
St. Louis Fuarı'nda itibar kaybı olarak görülen bir başka so­
run, Bulgar pavyonunda Osmanlı Rurnelisi'ndeki yakılmış köyle­
ri gösteren sergiydi. Balkan bunalımının en hararetli günlerinde,
bu, Osmanlıların asla istemedikleri türden bir tanıtımdı. 76 İstan­
bul, Bulgarların 1892'de Plovdiv'de düzenledikleri tarım fuarını
küçümseyerek katılmamıştı. Daha yakın geçmişe kadar Osmanlı
vilayeti olan ve pratikte hfila Osmanlı hakimiyeti altında bulunan
bir ülkede düzenlenen bir prestij vesilesine katılmanın yakışıksız
olduğu düşünülmüştü. 77

Sonuç
Bir İngiliz şirketi, "Boğaziçi panoraması" oluşturmayı önerdi­
ği zaman, bu gösteri için canlı unsurların toplanmasının engellen­
diği, bunun "gerçek insanları betimlemeyip, yalnızca bir yanılsa-
ma yaratacağı" cevabı verildiği lıatırlaııa('aktı r. Bı•ı ı:t.l'l' l';ll' ld l d ı • ,
Osmanlılar Chicago Fuarı için "At Meydanı"nı phuılarl<l'll , a.'i l ıı ıd ı ı
"dikbaşlı Araplar"a karşı çıktıkları ve Bedevi bi ni c i l e r i n dil:t.ı•ı ı l l
orduya mensup süvari subaylarınca eğitilmeleri gerektiği fil<ri ı ı i
yansıttıklarında, kendileri de bir yanılsama yaratrruşlardı. Ancal<,
bu iki yanılsama, gerçekliği birbirine zıt yönlere doğru çekiyor·
du. Engelleruniş "Boğaziçi panoraması" Doğu'nun "egzotika"sına
doğru çekiştirirken, Osmanlı çabaları tam anlamıyla "egzotik"i
önemsizleştirmek ve Arap uyruklarının "uygar" bir imgesini sun­
maya yönelikti. Yine de, garip bir çelişki içinde, Osmanlılar "ken­
di" Araplarına, Avrupalıların prizmasıyla bakıyorlardı. Farkına
varmadan, Osmanlı öz-imgesi, Batı'yla tamamen aynı değer sis­
temini benimsemişti: "Buna rağmen, Avrupa paradigmaları basit­
leştirici bir şekilde benimsenmemişti; bunlar bir düzeltme süre­
cinin süzgecinden geçmiş, kendi vizyon ve özlemlerine göre ye­
niden biçimlendirilmişti. " 7 8 Bu yüzden, bir anlamda, Osmanlı At
Meydanı'ndaki Araplar, bir dereceye kadar düzenli süvari eğitimi­
nin "düzeltici" unsurlarıyla birlikte "yadigar halklar" idi. 79
Dünya fuarları, "gelenek imal etmek ve meşruiyeti benimset­
meye yönelik pervasızca çabaları" gerektiren "devasa ayinler" ol­
duğuna göre, tehdit altındaki Abdülhamid dönemi devletinin iyi
bir izienim yaratmasının önkoşullarından biriydi. 80 "Denk olma­
yan partnerler [İslam ve Batı] arasındaki bu iletişim, tartışma ve
tanışma" sürecinde, Osmanlılar kendilerini, modern uygarlığa ka­
tılmak isteyen tek İslami Büyük Devlet olarak tanıtmayı amaçla­
yan yorucu görevi üstlendiler. 8 ı Bu anlamda, Zeynep Çelik şu ifa­
desinde hatalıdır: "Uluslararası fuarlara yaptıkları ziyaretler hak­
kında yazrruş olan Türkler (... ) kendi kültürleri ile bu kültürün dı­
şardaki temsilleri arasındaki farkı çözümlemediler. . . Bunun ter­
sine, Mısırlılar, ülkelerinin imajı konusuna derin bir ilgi duyuyor­
lardı. "82 Bu bölümde ele alınan örnekler, Türklerin imajlarıyla
saplantıya varacak derecede ilgilendiklerini gösteriyor. Osman­
lı Devleti'nin gerçekleştirmeye çalıştığı, kendisini sürekli tarihin
karanlıkianna itmeye çalışan bir dünyada varoluş hakkının sim­
gesel bir ifadesinden başka bir şey değildi.
8

Sonuç

Bu çalışmarun temel savı, 19. yüzyılın ikinci yansında Osmanlı


İmparatorluğu'nda bir "meşruiyet bunalımı"nın yaşandığıdır. Bu,
hem içsel hem de dışsal boyutlan olan bir bunalımdı. Dışsal bo­
yut, Osmanlı Devleti'nin, uluslararası sistemde meşru bir devlet
olarak kabulünü sağlamaya yönelik çetin mücadeleydi. İçsel bo­
yut ise, devletin topluma fiziksel ve ideolojik olarak görülmedik
ölçülerde nüfuz etmeye başlamasıyla artan "meşruiyet açığı"nın
üstesinden gelme mücadelesiydi. l Bu çalışmanın bir diğer vur­
gusu da Osmanlı İmparatorluğu'nun bu dönemde dünyadaki baş­
ka ülkelerle benzer deneyimlerden geçtiğidir. Osmanlı örneğinde
bu deneyimler bir bunalım ortamında yaşanmıştır. Anlatmaya ça­
lıştığım üzere, Osmanlı deneyimi, diğer emperyal sistemlerde de
yaşandığı gibi, ayakta kalabilmek için değişmenin zorunluluğuna
bir örnektir. Son olarak bu çalışmanın ana temalarından biri de
Osmanlı devlet adamlarının dini motif ve kavramlar kullanarak
seküler-rasyonel bir devlet yaratma çabalandır.

Bir hizmet elitinin "zımni bilgisi"


Sürekli bir bunalım durumunda, sadrazamdan tutun da, vila­
yetlerdeki en küçük kaymakama varıncaya değin, tüm impara­
torluk memurlanna doğru ideolojinin benimsetilmesi zorunluy­
du. İdeal olarak, hizmet elitinin bir üyesi için, padişalun iktidan­
nın "eşyanın tabü nizamı"nı oluşturması gerekiyordu. Ancak bun­
dan sonra, söz konusu memur, aynı değerleri tüm halka aşılama­
ya başlayabilirdi. Böyle bir sistemi destekleyecek çerçeve, seç­
kinterin eğitimi, uygulama alanındaki hizmet, paylaşılan deneyim
ve saygı (ya da bu olmuyorsa, korku) ile sadakat aşılamayı amaç-
layan ödül ve cezalar sistemi aracılığıyla yaratılı ııaktaydı .
Amaç, Edward Shils'in bir hizmet elitinde "zımni bi l gi " < II'(H ıHII
adını verdiği birikimi oluşturmaktı: "Bilimsel formel bilgi ı ı i ı ı l ı l ı
losını açıkça ifade edilmez, ama bu da sunulur ve alınır. Bu forı ı ıı · l
bilginin sunuluşu ve kabulü açıkça ifade edilmeyenin kavraııııııı:-�ı
ve içselleştirilmesi ile mümkündür. Alıcının zihni oluşumu hem i fa
de edilen hem edilmeyen bilginin birikimi neticesidir. "2
Şerif Mardin, "zımni bilgi" evreninin Osmanlı lmparatorluğu'nı lıı
değişme tarzını gözlemlemiştir: "Türk dünya görüşünün değiı;ıl
mindeki tedricilik Il. Mahmud döneminin sonuna gelindiğinde t•ı ı
son kertede 'değişim fikrinin saygınlık kesbetmesinden' öteye git
memişti"3 Yeni padişah Abdülmecid'in tahta çıkış töreninde yaptı
ğı konuşmada ilerici Genç Osmanlılar'ın sözcük dağarcığından "va
tan" ve "hürriyet" gibi ithal kavramları kullanmak zorunda kalma•ıı ,
"siyasal atmosferdeki sahih değişim"in bir başka kanıtıydı. 4
Değişim gerçekten de ağır ve tedrici olsa da, Il. Mahmud ilı•
Il. Abdülhamid'in hükümranlıklarının başlangıç ve bitişi arasnı
daki yüzyıl (1808-1909) incelendiğinde, siyasi bağlarnın büyük öl
çüde değiştiği açıkça ortaya çıkar. 183 9 Tanzimat Fermanı'nda,
insanların, keyfi olarak ellerinden alınamayacak hak ve özgürlük
lere sahip olduğu açıkça ifade edilmişti. Bunun, Shils'in kullan
dığı anlamda "zımni bilgi"ye nasıl dönüştüğünü ve Abdülhamid
yönetimine rehberlik eden "ince ayar"ın hesaplanmasında nas ı l
yer aldığını anlamak için, şimdi Abdülhamid'in, büyük reformcu
Midhat Paşa'yı sürgün etme ve öldürtme şekline bir göz atalım.
Bundan önce, sadrazamların yargılanmaksızın idam edilebilm<'­
si, eşyanın tabii nizamından sayılıyordu. Sözgelimi, II. Mahmud
nüfuzlu sadrazaını Pertev Paşa'yı idam ettirmişti. Carter Findley,
Pertev'in iktidarını aslında padişah tarafından, halkın kendisini
"tuğsuz padişah" diye anmasına yol açacak kadar çok sevilmC'­
sinden aldığına işaret etmiştir. 12 Eylül 1837'de gözden düşerek,
zehirlenmek ve boğulmak suretiyle korkunç bir şekilde öldürül
düğü zaman, rakibi Akif Paşa onun ölümünü resmi gazetede kısa
cık, "füc'eten öldüğü" sözleriyle duyurdu. Pertev'in damadı, saray
katiplerinden ve padişahın yakınlarından biri olan Vassaf Efendi
ile Pertev'in kardeşi Emin Efendi'nin de, idamlarından evvel adli
işkenceden geçmesi çarpıcıdır. s
Bununla birlikte, Midhat Paşa'nın Yemen Taif'e sürgün edildiği
ve oradayken boğdurulduğu 1 88 1 'e gelindiğinde, hak ve hürriyet­
leri güvence altına alan hukuk kuralları, bu eylemin çok kötü gö­
rülmesine neden olabilecek kadar "zınıni bilgi" birikimine neden
n l ı ı ı ı ı:;; t u. Yıldız Mahkemesi, göstermelik bir mahkemeden pek
ilt<•ye gitmese bile, Midhat Paşa'nın en azından yargılanması bile,
i:;; I Prin artık epeyce değişmiş olduğunun göstergesiydi. 6 Dahası,
Haray, idamı emrettiğini asla resmen kabul etmedi ve paşanın "do­
ğal nedenlerle" öldüğünü iddia etti. Aslına bakılırsa, bu konuda­
ki en kapsamlı monografi.yi yazan Uzunçarşılı, Abdülhamid'in, "öl­
dürüldükleri şüphesini silmek için" Midhat Paşa ile bazı yandaş­
larının kaçtığı söylentisini kasıtlı olarak çıkarttığını ileri sürer.
Midhat Paşa'nın sürgün ve idamının acıklı öyküsü, sinsilik perde­
sinin ardına gizlenmiştir ve idamının utanç verici bir iş olduğu bi­
linci, her yere sinmiştir. Midhat Paşa'nın tutulduğu hapishanenin
gardiyanları, ölümünün doğal olduğu izlenimini vermek üzere, de­
falarca onu zehirierne girişiminde bulundular. İdaının ardından,
Midhat Paşa'nın uşağı, gerçek öyküyü anlatmasını önlemek üzere,
üç yıl hapsedildL 7 Abdülhamid'i kuşatan nefret, günümüzde onu
bir umacı, Midhat Paşa'yı ise bir "şehit" olarak gören tarih litera­
türüne dek taşınmıştır. s Öte yandan, "Vaka-i Hayriyye" diye adlan­
dınlan, binlerce yeniçerinin katledilmesi emrini bizzat vermiş ol­
masına karşın, II. Mahmud gözüpek bir reformcu olarak görülür. 9
Seçkinlere, dini bir sözcük dağarcığı "kozası"nın içinde, sekü­
ler reformlar için gereken ivmeyi veren, zımni bilgilerindeki bu
değişiklik oldu. Şeriata birincil önceliği veren, ama ondan önem­
li sapmalar yapan 1839 Tanzimat Fermanı'run kendisinden başla­
yarak, Tanzimat devlet adamının mission civilizatrice'i, Abdül­
hamid dönemine dek taşındı. Tanzimat'tan söz ederken, Cevdet
Paşa şunları söylüyordu: "Abdülmecid Han'ın hükümdarlığı dö­
neminde, hayırlı Tanzimat ilan edildi ve bütün uyrukların kanun
önünde eşit olduğu duyuruldu. Şeriatın icabı da buydu." Reform
meselesinde, paşa şu ifadeyi kullanacaktı: "Değişen zamanların
bazı şeriat kurallarını bile değiştirmesi nedeniyle, bir yüzyıl ön­
cenin yöntemlerini sürdürmek artık olanaksızdır. " ı o Benzer bir
ifadeyle, Küçük Said Paşa, şeriattan "devletin temel kanunu" di­
ye bahsederken, aynı anda "şeriatın da öngördüğü gibi, değişen
zamanlara uygun önlemler ihtiyacı"na değinmektedir. ı ı Dolayı­
sıyla, şeriat akışkan bir kavram haline geldi ve değişimin nihai
meşrulaştırıcısı ile bir arada, hatta aslına bakılırsa, tam anlamıyla
nihai meşrulaştırıcısı olarak kullanıldı.
Kantorowicz'in, meşru değişim arayışındaki Avrupalı hukuk­
çular örneğinde işaret ettiği gibi: "( ... ) Hukukçuların laik amaç­
larla kilise dilinden tabirleri ödünç alma adetinin, de similibus
ad similia sonuçlar çıkannak için eski olduğu kadar meşru bir
uygulama olarak kullanıldığından, çok uzun bir 1-(<'ı,�nıü;ıi vard ı . " 1 ·'·
19. yüzyıla dair Osmanlı resmi tarih yazıcılığı, Tanzimat. diltıP
minin sözüm ona "Batıcılığı" ve "devrirnciliği"yle Abdülhaınid d i l­
neminin "tutuculuğu"nu hep karşılaştırmıştır. Bu düzmece ve ıo­
raki bir karşıtlıktır. Buna karşın, Ortaylı'nın "Tanzimat insanı"nı ı ı
karakter tanımlaması, "Abdülharnid dönerni"ninki için d e eşit dP­
recede geçerlidir:

Tanzimat yöneticileri kişiliklerinde tutuculuk ve pragmatik re­


formculuğu birleştirmiş, dünya görüşleri, davranış biçimleri ve politi­
kalarıyla 19. yüzyıl Osmanlı toplumundaki yeni insanın tipik temsilci­
leri veya öncüleri olmuşlardır. Ancak, bu yeni Osmanlı tipinin büyük
ölçüde eski toplumun efendisinin yaşam tarzını, dünya görüşünü bi­
linçli biçimde devam ettirdiği de açıktır. 1 3

19. yüzyılın en seçkin devlet adarnlarından biri olan Ahmed


Cevdet Paşa'nın hazırladığı bir rapor, bu dünyadan birine ait çar­
pıcı görüşler sunması açısından, alıntılamaya değer niteliktedir. l 4
Şaşırtıcı ölçüde dobra ifadesiyle Cevdet Paşa, devletin meşruiye­
tinin temeli, birleştirici bir unsur olarak İslam, Osmanlıların Ba­
tılı devletlerle ilişkileri ve irnparatorluktaki Hıristiyanların konu­
mu gibi hayati meseleler hakkında konuşur ve bu nitelikleriyle,
söz konusu belge, önde gelen bir Osmanlı'nın değerli "zırnni bilgi
deposu"nu temsil eder:

Devlet-i Aıiyye Yavuz Sultan Selim zamanından berü hilafet-i se­


niyyeyi haiz olduğuna nazaran din üzerine müesses bir devlet-i azim­
dir. Lakin andan evveli bu devleti tesis edenler Türk oldukları cihet­
le hakikat-i halde bir Devlet-i Türkiye'dir. Ve ibtida bu devleti teş­
kil eden Ali Osman olduğu cihetle Devlet-i Aıiyye dört esas üzerine
mebni bir heyet demek olur. Yani hükümdan Osmani ve hükümeti
Türkiye ve dini İslam ve payitahtı İstanbul'dur. Bu dört esasdan han­
gisine zaaf gelirse bina-i devletin dört direğinden biri sakatıanmış
olur. l S

En yetkin ve sözlerine en sık yer verilen Osmanlı devlet adarn­


larından birinin açık açık, Osmanlı Devleti'nin, ilk başta Türk ol­
duğunu söylernesi gerçekten çarpıcıdır. Öteki Müslümanlara da
yer olmakla birlikte, Türk daima en önde gelmelidir:

Devlet-i Aliyye akvam ve sunuf-ı muhtelifeden mürekkeb bir


heyet-i cesime olub bu ecza-i tammeyi birbirine rabt eden kuvve-i
1 11 7

ı ı ı ı ı lwddl'�l'-i lı i l aJPl.d i r. Zira Arab, Kürd, Arnavud, Boşnak kavimleri­


ıd ,YI'I<Viinıd eden cihet vahdet-i İslam'dır. Vakıa Devlet-i Aıiyye'nin
: ı:-; ı l k ı ıvvPt.i Türklerdir. Bunlar mahvoluncaya kadar Hanedan-ı Osma­
ııi ıığnıııda can feda etmek kendü kavmiyetlerince ve hem de diya­
ı ıptlerince vacibat-ı umurdandır. Bu cihetle saltanat-ı seniyyece Türk­
IPrin kadri akvam-ı saire nisbetiyle büyük bilinmek tabiidir. I 6

N e var ki, paşa, Arapların "dinimizin dilini konuştukları", bu


1 ıakımdan saygı görmeleri gerektiğine işaret etmeyi de ihmal et­
ı ı ı iyordu. "Ne yazık ki" diye ekliyordu, bu gerçeğin "Arapları jel­
lııh diye çağırarak hakaret etmeye devam eden Arabistan'daki
l ıazı devlet memurlarının dikkatinden kaçtığı görülüyor. Tabii­
dir ki, Araplar da bu yüzden Türklerden nefret ediyorlar. " Bu ha­
l.alar düzeltilir ve Arap vilayetlerine sorumluluk sahibi memurlar
al.anırsa, "bu kadar yüzyıldır Al-i Osman'ın hükümranlığı altında
olan Araplar, kendi yollarına gitmek istemeyecek veya isteyenler
�özü edilmeye değmeyecek kadar az olacaktır. " 1 7
Hıristiyanlar da göz ardı edilmiyordu:

Bazı mutaassıbinin efkar-ı taassubiyyesine bakılır ise mühim işler­


de hiç Hıristiyan kullanmamak yolu terviç olunur. Bu ise kafiyen caiz
olamaz. Ve müdahalat-ı ecnebiyyeyi davet edeceğinde iştibah yokdur.
Hulefa-i Abbasiyye zamanlarında bile umur-ı maliyye ve ticariyyede
Hıristiyan memurlar istihdam olunurdu. Müessis-i bünyan-ı saltanat
olan Osman Gazi hazretlerinin silah arkadaşı olan Mihal Beğ'in İslam
ile müşerref olub olmadığı tarihçe malum değildir. I S

Bundan başka, ünlü Tarih'inde, Cevdet, "Çerkes ve Abhazla­


rın ruhani fatihi" olarak adlandırdığı Ferah Ali Paşa'nın çabala­
ımı över. Paşa, "İslam'ı [Kafkasya'da] yayması, Çerkes ve Abhaz
kabilelerine "devlet ve milletin ne olduğunu öğretmesi ve onların
meşru hükümdarlarını, İslam halifesine sonsuza dek bağlaması"
nedeniyle övülmeyi hak etmektedir. Cevdet'in aktardığı olaylar
18. yüzyılın sonunda (H. 1 195-99) geçmesine karşın, konuyu bir
bütün olarak ele alma tarzı, yukarıda sözü edilen raporda olduğu
gibi öteki yazılarında da hissedilen 19. yüzyılın mobilizasyon ah­
lakına uygundur. I 9

Dünya perspektifinde Osmanlı İmparatorluğu


Yüzyılın dönümünde, dünya ülkelerinin çoğunluğunun hala
monarşik olduğu sıklıkla unutulmaktadır. Monarşi kurumu, Fran-
/ HH

sız Devrimi yüzünden ölümcül bir d arlH• yt•m iı;sl' dt•, Ul ı ı ı f l y l ı •


alaşağı edilmesi Birinci Dünya Savaşı'na de k sürınlh;ıt.i l . Bu ı ı ı ı ı
da, monarşiler hayatlarını sürdürmekle kalmamış, Japonya gl l ı ı
örneklerde olduğu gibi, fiilen canlanmışlardı da. Osmanlı p ı ı c l ı
şahı, Meiji imparatoru, Rus çan, Habsburg imparatoru, hepsi ı lı ·
20. yüzyıla farklı tempolarda, ama genel anlamda benzer yol l a ı
dan girdiler. Hepsi, yeni yüklemlerle donatılmış bir devlet m i t H
lojisi yaratmaya çalıştılar, b u mitolojiyi kitle eğitimiyle aşılaı ı ı ı ı
ya uğraştılar. Hepsi, değişen ölçülerde çağdaşlığın teknik ara�· .1-( t •
reçlerini aldılar; demiryollan, telgraf, fabrikalar, nüfus sayıml:ı n ,
pasaportlar, buharlı gemiler, dünya fuarlan, saat kuleleri ve mt
deko saraylar. Hepsi, emsallerinin "uygar hükümdar" rolünü ı ı ı ı
sıl oynadığını görmek için birbirlerini gözlediler. Dünyanın taı;
lı başları arasındaki bu öykünme süreci, kesinlikle rekabet�·iy
di, ama alınan model kaçınılmaz olarak Batı Avrupa'nın merk ı ·
zi kültürlerinde, belki daha da özgül olarak, İkinci lmparatorl u lt
Fransası'nda görülen modemite kavramıydı.
Osmanlı lmparatorluğu'nunki, bu kitapta anlatıldığı gibi, bil
yük ölçüde Müslüman dünyanın tek bağımsız gücünün bu uyar
lanma sürecine katılımı öyküsüydü. Osmanlı padişahının içPr
deki ideolojik konumunu pekiştirme girişimleri, rakip impara
tarlukların gitgide artan haskılarına karşı direnme çabalarıylıı
örtüşüyordu. Hicaz ve hac, Osmanlı merkezi ile Hindistan'daıı ,
Hollanda sömürgesi Hindiçin'inden, Rus Orta Asyası'ndan vt•
Mısır'dan gelen Müslümanlar arasındaki çatışmanın da alanı ol
du; Osmanlılar bu Müslümanlan emperyalist güçlerce kullanılaıı
"beşinci kollar" olarak görüyorlardı.
Bu unsurlar için "Osmanlı olmayan Müslüman" ya da kısaca
"ecnebi" teriminin kullanılması, Osmanlı kimliğinin yeniden kur­
gulanması ve devletin kendi halkına karşı tutumunda bununla ör­
tüşen bir değişikliğin göstergesiydi. Olan biten, ön-yurttaş ola­
rak sadık bir halk düşüncesine hamle edilmesiydi. Artık Sünni bir
Müslüman olmak yeterli değildi, asıl önemli olan, kişinin hangi
pasaporta sahip olduğuydu.
Osmanlı, kendisini dünya siyaset oyunlarına eşit bir katılım­
cı olarak görüyor ve bu şekilde muamele görmeyi talep ediyor­
du. Avrupalı ise, onu bir anomali, aslında uşak olması gereken bir
efendi, bir uyruk olması gereken bir hükümdar olarak görüyordu.
Osmanlı'da imaj sapiantısını ve bu imajı tüm saldırı, hakaret ve
aşağılarnalara karşı koruma azınini yaratan da işte bu ikilikti. Da­
ha da kötüsü, kuşkusuz, görmezden gelinme olasılığıydı. Edward
� lı ı l ı l 'i ı ı " t.Prnsiller" (representations) adını verdiği şeyin önemini
•:• ıl< Iyi anlamış olan Osmanlı devlet adamlarını harekete geçiren
ı ı ı ı u ı t.ı l< da buydu.20 Dolayısıyla, Osmanlı meşrulaştınna çabasının
i'ır u•ı nli bir bölümü, dış dünyada doğru "temsiller"i amaçlıyordu.
I �u yalnızca basitçe ed ep, hoş görünme, diplomatik hamle ve
lmrı;n hamlelerin nazik incelikleri sorunu değildi. Osmanlılar, ki­
ı ı ı i n ayakta kalıp kimin yok olacağını, kimin yazlık saraylarının
�lizü dönmüş yabancı askerler tarafından yakılacağını ve kimin
r-ıavaşta kana bulandıktan sonra bile vakarını yitirmeyeceğini be­
l i rl eyenin, tastamam diplomatik inceliklerde görgü ve yetenek
olduğunun farkındaydılar.2 1 Ahmed Cevdet Paşa, protokol mese­
lderinde karşılıklılığın önemine değinecekti:

Öteden beri Avrupa hükümdarlarının her sene yevm-i viiadet ve

cülusları [doğum günleri ve tahta çıkış yıldönümleri] tekenür ettik­


çe şehr-i ayin [fener alayı] yapılmak ve düvel-i saire nezdinde bulu­
nan sefarethaneleri ve gemileri donatılmak ve sefırlere tebrik içün
memur gönderilmek ve toplar atılmak adet olup Dersaadet'te dahi bu
merasime riayet olunageldiği halde, Düvel-i Avrupa tarafından buna
mukabele olunmuyordu. Çünkü iki bayram dahi merasim-i diniyye­
den olduğuna mebni Düvel-i Nasara [Hıristiyan devletler] tarafından
buna riayet olunamıyordu . Paris Konferansı'nda ise Devlet-i Aıiyye,
Düvel-i Avrupa familyasına idhal-i ilhak olunmuş idüğünden, Fuad
Paşa, bayram tebrikleri ehl-i İslam'a mahsus kalmak üzere viiadet ve
cülus-ı hümayun günlerinin tekenüründe resm-i tebrik icrası resmini
[törenini] icad eylemekle, andan sonra düvel-i saire dahi o günlerde
resm-i tebrik İcrasına mecbur oldular. 2 2

Yabancı güçlerin temsilcilerinin, Türk reformlarını, aralarında


tek bir Türk delegesi olmaksızın tartışmak üzere İstanbul'da bu­
luştuğu 1876'daki aşağılanmanın acısı hala unutulmamıştı.23 Ab­
dülhamid dönemi devleti, Afrika kıtasındaki nüfuz alanlarını be­
lirlemek üzere 1884'te yapılan Berlin Afrika Konferansı'ndan tu­
tun da, aynı kıtadaki bitki örtüsü ve hayvan varlığının koruruna­
sı konferansına varıncaya değin, tüm önemli ve birçok önemsiz
uluslararası konferansiara katılmaya özen gösterdi. Babıali'nin
her iki toplantıdaki iddiası aynıydı: "Bizim de katılmaya hakkı­
mız var, çünkü Afrika'da topraklanmız var."24
İstanbul'un hazır bulunmaya özen gösterdiği bir başka plat­
form, dünya fuarları veya expositions universaltes idi. Abdüla­
ziz, 1867 Paris Evrensel Sergisi'ni ziyaret ettiği zaman, banşçıl
amaçlarla imparatorluğunun dı :;ıma �· ı k an i l k < >sıııaı ılı p;ıc l i�ııl ı ı ı ı l
muştu. Abdülhamid, Avrupa'yı ziyaret edeceğim• dair tiiı ı ı siiylı·ıı
tilere derhal son vermesine karşın, Osmanlı devletinin t.üııı iiı ıl'ııı
li fuarlarda temsil edilmesi için özel bir gayret gösterdi.

"Gayrimeşrulruştırma" (de-legitimation)
Osmanlı hilafeti 3 Mart 1924 tarihinde, bir parlamento oylaımı
sı gibi sıradan bir eylemle kaldırıldı. Kalabalıklar sokaklara dökül
mediği gibi, kaldırımlar kana boyanmadı. İslam'da en yüce otorit.P
olarak kabul görmüş olan bir kurum, bir gecede buharlaşıp hava­
ya karışıvermişti. Peki ama, bu nasıl oJmuştu?
Kantorowicz, İngiltere Kralı Il. Richard'ın tüm kraliyet ziynet.­
lerini "giydiğinin tersi sırayla" törenle çıkardığına gönderme ya­
par. 2 5 Bu bağlamda, Jön Türk heyetinin Abdülhamid'e hal' fetvası­
nı iletmesini betimleyen sahne de, gayrimeşrulaştırma süreci açı­
sından önemli ipuçları taşır. Mebusan heyeti padişaha şunları söy­
ler: "Meclis-i Mebusan tarafından geldik Millet seni hal' etmiştir.
Ama hayatıruz emindir. "26 Buradaki ifade, millete yapılan gönder­
meyle birlikte, "Louis Capet"ye (XVI. Louis) karşı Jakoben tutu­
mu çağnştınr. Heyet, "millet"in, onu ('sen' ifadesini kullanırlar)
hal' ettiğini bildirir. 2 7 Ama ikinci solukta, grubun sözcüsü olan
Esat Toptani, eski rejimin koşullandırdığı bir adam olarak konuş­
maya devam eder: "Fakat hayatınız emindir. "2 8 Bizzat hal' fetva­
sının anlatımı da ilginçtir, çünkü gayrimeşrulaştırma için geçerli
zemin konusnnda hayati ipuçlan verir. Hal' için verilen ilk neden
şudur: "Eğer bir kişi (zeyd) , şeriatla ilgili bazı önemli meseleleri,
mukaddes kitaplardan sildirir ve adı geçen kitapların yasaklanma­
sına ya da yakılınasına neden olursa. . . "29 Burada, Kuran basımı­
nı tekelleştirme girişimine ve Osmanlı oJmayan Müslüman toprak­
lardan ithalinin menine gönderme yapıJmaktaydı. Abdülhamid'in
ortodoksiuğu pekiştireceğini ve halife olarak konumunu güçlen­
direceğini umduğu bir önlemin, aslında kendisine karşı en önemli
suçlama olarak kullanılması ironiktir.3 0 Padişaha yöneltilen ikinci
suçlama, "uyruklarıru şer'i açıdan meşru oJmadan öldürmek, hap­
se atmak ve sürgün etmek"ti. Bu, Midhat Paşa'nın sürgün ve ida­
mına açık bir referanstı, yani bir zamanlar adeta "vaka-i adiyye"
olan bir sadrazarnın "siyaseten katli", artık suç unsuru haline gel­
mişti. Osmanlı devlet geleneğini yöneten "zınıni bilgi" deki değişik­
liğin daha açık bir tezahürü olamazdı. Aynı değişikliğin bir başka
boyutu, fetvaya milli bir meclisin karannın eşlik etmesiydi. 3 1
/\ s i ı ı ı a l ıal< ı lırsa, Os man l ı Hanefi hilafeti, Sultan Il. Abdül­
l ı ı ı ı ı ı i d ' i ı ı J ıal'iyle sona erdi. Ondan sonraki sultanlhalifeler, az ya
c lı ı c:ol< .Jiin Türk cuntasının kuklalarıydı. Saltanatlhilafet maka­
ı ı ı ı ı ıda geri kalan mistik niteliklerin tamamı hal', savaş yenilgisi,
i\ ı ıadolu'daki Kemalistlere askeri olarak karşı koymak ve son pa­
c l işal ı Mehmed Vahideddin'in bir İngiliz savaş gemisiyle ülkeden
lc ı ı �·ı:;; ıyla boşaltıldı. Son sahne, işlerin ne denli değişmiş olduğu­
ı ı ı ı gösterir. Vahideddin'in kaçış haberi, Büyük Millet Meclisi'nde
l ıi lyük bir şok yarattı ve fiilen, üyelerden birinin, üstelik bir hacı­
ı ı ı ı ı şu yorumu yapmasına neden oldu: "Paşa hazretlerine [Musta­
fa Kemal] , [İngilizler] böyle edecek ( . . . ) ve bu herifı alıp gidecek­
l P r dedim . . . " Burada "herif' teriminin kullanılması çarpıcı, hatta
i rkilticidir. 3 2
Saltanatın ilgası (1 Kasım 1922) ve Cumhuriyet'in ilanından, hi­
lafetin 3 Mart 1924'te fiilen ilgasına kadar geçen dönem önce hi­
lafetin saltanattan koparılıp ardından tümüyle kaldırılması, pek
�·ok yönden, yukarıdaki IL Richard örneğinde görüldüğü gibi, bir
"tersine cülus merasimi" olarak görülebilir. Bu dönemde, Musta­
fa Kemal, Osmanlı hanedanının itibarını yok edecek bir araç ola­
rak, sistemli bir karalama kampanyası başlattı. 3 3 Halil İnal cık,
"hilafet meselesi"nin Mustafa Kemal ve muhalifleri arasında, her
i ki tarafın da dinsel argümanlar ileri sürdüğü simgesel bir soru­
na nasıl dönüştüğüne işaret etmiştir. 34 Bu arada dikkat, dünya İs­
lam topluluğuna bu meselenin nasıl sunulması gerektiğine yönel­
mişti. Mustafa Kemal'in bir sonraki hamlesi için Türkiye'de orta­
mı hazırlamakta olduğu 1923 yılının akışı içinde, Ankara'daki Bü­
yük Millet Meclisi resmi bir bildiri yayınladı. 3 s Resmi yorum, hi­
lafetin ilga edilmediği, saltanattan ayrılarak, asli haline rücu etti­
ği yönündeydi. Aslına bakılırsa, hilafet bir yapı olarak son derece
kasıtlı olarak önemsizleştiriliyor ve üzerindeki vurgu kaldırılıyor­
du. Bildiri, bunun dini bir mesele bile olmayıp, yalnızca yönetsel
bir mesele olduğunu ileri sürüyordu: "Bundan şu sonuç çıkar: Sa­
nıldığı gibi hilafet dinin temeli değildir. " 3 6
En büyük ironi, yüzlerce yıl boyunca Osmanlı hilafetini meş­
rulaştırmak için kullanılmış Hanefi fıkhının, şimdi onu gayrimeş­
rulaştırmak için kullanılmasıydı. Belgede, bizzat Emevi ve Abba­
si hükümranlıklarını hiçbir zaman meşrulaştırmamış olduğu söy­
lenen Ebu Hanife de dahil, en ünlü Hanefi illimlerine sürekli gön­
dermeler vardır. Bu nedenle, Osmanlı padişahlarına yalnızca "sa­
dece basit bir alışkanlık" neticesi bu unvan veriliyordu. Aslın­
da, hilafeti kimin tevarüs edeceği meselesi, peygamber tarafın-
dan kasıtlı olaral< ınüplwm h ı rak ı l ı ı ı ı:;tı V I ' hu mal< aı ı ı l ' l i l ı · ı ı ı n
müyle geçici bir yetke, "adeta bir Cuınhurlıa�kaı ı ı " ı ı ı ı·sahPslııdı•
idi. 3 7 Belge, Hamid Enayat'ın değindiği gibi, "hilafet ınl'sl'll's i " ı u •
ilişkin gelecekteki tartışmaların eğilimini d e belirledi: " Bu l ıPII-(1',
modem hilafet tartışmalarının öncüsü olması nedeniyle de öııPııı
lidir: Neredeyse tüm hilafet karşıtları ve yanlıları, hilafetin i lgıı
sından sonra, burada belirtilen göıüşleri daha geniş ölçülere tw�ı
maktan fazlasını yapamamışa benzer. " 3 8
Arap ülkelerinin tarih yazıcılığında, Osmanlı dönemi ısrarlı b i r
biçimde bir gerileme ve yozlaşma dönemi olarak göıülmüştür; bu
na karşın, bir revizyoncu yaklaşım da gelişmektedir. Bu ekoldl'ı ı
yazarlar, bölgenin tarihinin, Youssef Choueiri'nin işaret ettiği üz1•
re, "Osmanlı gerçeği Arap dünyasındaki merkezi konumuna dön
medikçe" aniaşılamayacağını belirtiyorlar. "( . . . ) Bu restorasyon,
artık şu bildik gerileme değil, Avrupa nüfuzu ve egemenliğine bir
tepki olabilir." Choueiri, ayrıca "Osmanlıcılığı laik boyutları ve so
nuçları içinde kavramaya" yönelik ihtiyaca da dikkati çeker. 3 9 111.
yüzyıl Mısır'ı söz konusu olduğunda, Ehud Toledano, terimierin w
bunların geçmişle olan bağlantılarının çarpıtılmasına yol açan "Os­
manlı tarihsel bağlamının kaçınılmaz kayboluşuna" karşı uyarıda
bulunur. Toledano, Albert Hourani'nin "Ortadoğu'nun Osmanlı ar
ka planının " yitirilmesine karşı uyarısım bir anlamda tekrarlar. 4°
Suriye bağlamında, Philip Khoury, Osmanlıların yerini alan Fransız
manda sisteminin büyük güçlüklerle karşılaştığııu söyler, çünkü:

Yeni emperyal otoritenin doğasında önemli bir fark vardı: gay­


rimeşru ve istikrarsızdı. Fransa, Osmanlı İmparatorluğu'nun sul­
tan-halifesi gibi, meşru bir efendi olarak kabul görmedi. Osmanlı
İmparatorluğu'nun ardında, dört yüzyıllık bir hükümranlık ile ortak
dini gelenek gibi önemli bir unsur vardı. 4 1

Osmanlı İmparatorluğu'nun Arap uyruklarının çoğunun, son


ana değin devlete sadık kaldığı da akılda tutulması gereken bir
noktadır. Birinci Dünya Savaşı sırasında, Jön Türk rejimi tarafın­
dan alınan zalimane önlemlere karşın, İngilizlerin Osmanlı ordu­
sundan kitlesel tirariara yönelik ümitleri boşa çıktı. 42
Öyleyse, her şey boşuna mıydı? Osmanlı merkezinin son sa­
vunma gayreti tümüyle başarısız mı olmuştu? Kemalistler, Abdül­
hamid geçmişinden büsbütün kopuk muydu? Her üç sorunun ya­
ıutı da, hayırdır. Aslına bakılırsa, Babıati'nin altın yaldızlı odala­
rından, Ankara'daki derme çatma meclis binasına doğrudan bir
l ı ı ı l. ı; i z i lPhi l ir. Cevdet Paşa ve Mustafa Kemal, daha doğrusu Ab­
d l l l l ıa ı ı ı id ve Mustafa Kemal, ortak pek çok yönleri olduğunu gö­
l l l i' I P rd i . "Soyut olasılıklar alanına ilerleyen" ve "bulundukları
a ı ı 1 H!-?IP geleceğe kanat açan genç memurlar" Osmanlı entelektü-
1 ' 1 "yük"lerinden birçoğunu yanlarına almışlardı. 43 İşin doğrusu,
i\ ı ı l<ara, Cevdet Paşa'nın "Devlet-i Türkiye" önerisini almış, fakat
ı l i ı ı i kozayı bir kenara bırakrnıştı. Aslında, Cevdet Paşa'nın vizyo-
1 1 1 1 tarihe geçecekti. Türkiye'yi 20. yüzyıla taşıyan kuşak, ideolo­
j i k birikimlerini belli bir zihni birikim ortarnında oluşturdu. Bu,
KPrnalist kadroların, Abdülharnid'in okullarında özürnledikleri,
:·ıı k sık onaylanan ders prograrnından tümüyle farklı olan "zırnni
h ilgi" idi. Tanzimat reformlarından itibaren iki dünyanın, yani Ba­
l.ı ve Doğu dünyalarının birbirine geçişrnesi, dinin kendisini laik
açıdan ifade edebildiği gibi laik olanın dini motifler kullanabildi­
ği bir toplum üretmişti. Kemalistler, bu uygarlıklar arası sentezin
canlı örneği, tutan aşısıydı.
Osmanlı arşivlerindeki sayısız ariza, rapor, telgraf, yardım çağ­
rılan, para ve askeri birlik istekleri, soğuk resmi dilin ardındaki
acılar, duygusuz emirlerin ardındaki acırnasızlık, tartılan olasılık­
ların hassas dengesi, tüm bunlar "ince ayar" sürecinin çeşitli yön­
lerini temsil eder. Elbette, imparatorluğun yukarıda ayrıntılarıy­
la aktarılan bunca çabaya karşın çöktüğünü biliyoruz. Ama bu bi­
zi körü körüne, tüm bu siyasaların başarısızlığının aşikar veya ka­
çınılmaz olduğunu düşünmeye götürrnerneli. Dönernin karar veri­
cileri ve siyasa yapıcıları, "devleti kurtarabileceklerine" içtenlikle
inanıyorlardı. Ahmed Cevdet Paşa bunlar arasında karakteristik
bir sestir: "Tüm bu tehlikeler Devlet-i Aıiyye'nin gerekli reformla­
n yapmasım gerektirmektedir. Eğer ciddi ve etkili bir [reform] si­
yasası yürütülebilirse, on veya on beş yıl içinde, tüm tehlikelere
karşı direnecek kadar güçlü olacaktır."44 Bu kitapta anlatılanlar,
sözcüğün Yunanca anlamıyla, gerçek bir "trajedi"nin, yaklaşmak­
ta olanı görmenin, neden kaçınmak gerektiğini bilmenin ama yi­
ne de olayların akışına karşı koyarnamanın öyküsüdür. Her şeyin
bir denge noktasında asılı durduğu, Osmanlı'nın adımlarını açtı­
ğı, llber Ortaylı'nın son derece etkili bir biçimde ifade ettiği gibi,
"imparatorluğun en uzun yüzyılıdır" bu.45
Notlar

Sunuş

1. Halil i na !cık, The Ottoman Empire in the C/assical Age. 1300- 1600, Londra, 1 973, s. 10
Buradaki Osmanlı karargahı, ancak 1 481'de, Fatih Sultan Mehmed1n ölümünden sonra h''
li m oldu. Albert Hourani, Osmanlıları "Müslüman dünyasının Romalı ları" olarak adlandırır
ken, onların özgüllüğüne dikkati çeker. Bkz. Albert Hourani,"How Should We Write the HI'
tory ofthe Middle East?'; lnternationa/Journal ofMiddle EastStudies 23, (1991), s. 125-1 36.
2. Hugh S eton Watson, "On Trying to be a Historian of Eastern Europe'; Historians as Notlım
Bui/ders, der. Harry Hanak, Londra, 1 988, s. 7.
3. Eric Hobsbawm, TheAgeofEmpire, Londra, 1991, s. 283.
4. F. A. K. Yasamee, Ottoman Diplomacy. Abdülhamid ll and the Great Powers 1878- 188H,
i stanbul, 1 996, s. 4. Efsanevi Plevne kuşatması, 1 877'nin temmuz ve aralık ayları ara
sında gerçekleşmiş, Batılıların beklentilerinin tersine, Osmanlı ordusu Rus kuvvetlerini
kahramanca bir savunmayla kente sokmamıştı. Osmanlı kumandanı Osman Paşa, a�
kerlik onurundan hiçbir şey yitirmeden teslim oldu. Bu muharebenin, görgü tanıklığı
na dayanan bir anlatımı için, bkz. William von Herbert, The Defence ofPlevna (1877). Trl
ei-Kebir, Mısır deltasında, Ahmed Ura bi önderliğindeki ulusal kuvvetlerin Eylül 1 882'dı•
bir i ngiliz askeri birliği tarafından kıyı ma uğratıldığı yerdir. Bu konuda, bkz. Alexand�r
Schölch, Egypt for Egyptians. The Socio-Political Crisis in Egypt 1878- 1882, Londra, 1 981.
Sudan'daki Omdurman'da yapılan muharebede, Sudanlı Mehdi'nin kuvvetleri i ngilizler
tarafından bozguna uğratılmıştı. Bu konuda, bkz. Mathew Anderson, The Ascendancy of
Europe 1815- 1914, Londra, 1 972, s. 227-8.
S. Owen Davis, "Those Dea r Turks. A Lecture at the Congregational Church, Lee, 1 st No­
vember 1 876'; Popers on the Eastern Question, Londra, 1 876, s. 1 5 .
6 . i stanbul Başbakanlık Arşivi, bundan böyle BBA olarak anılacak. Yıldız Esas Evrakı (bu n ·
dan böyle VEE) 3 1 /1 950 Mükerrer/45/83. Said Paşa, Osmanlı i mparatorluğu'nun 1 856
Paris Antiaşması ile Avrupa Düvel-i Muazzaması'na dahil edilmesine gönderme yapı­
yordu (Düvel ve emaret-i Htristiyane içine çaktftb kalmtştz).
7. Burada muhaliflere değil, devlet aygıtı içinde karar alma mevkiinde bulunan, devlet
seçkinlerine gönderme yapıyorum. Abdü lhamid'e karşı Jön Türk muhalefeti kendisini bu
el itin bir parçası olarak görmüş olmasına karşın, burada onların görüşlerinden bahse­
dilmeyecek. Jön Türk muhalefetine ilişkin kusursuz bir kaynak için, bkz. Şükrü Hanioğlu,
The Young Turks in Opposition, Oxford, 1 995.
R. 1 hornas L. Haskell, "Objectivity is not Neutrality'; History and Theory, 29, 1 990, s.1 29-
57.
9. Bu tesadüfi değil, bilinçli bir tercih. Bir ölçüde hakaretamizane adiandınidığı üzere"Er­
meni meselesi'; kendi başına bilimsel araştırmayı hak eden önemli bir konu. Ermeni
milliyetçiliğine ilişkin yakın dönemde yapılmış iki kusursuz araştırma için, bkz. R. Grigor
Suny, Looking Towards Ararat. Armenian in Modern History, Bloomington-lndianapolis, .
1 993 ve Claire Mouradian, Armenie, que saisje, Paris, 1 995. Ayrıca Anahide Ter Minassi­
an ve Ara Sa rafian'ın yapıtları.
1 O. Osmanlı i mparatorluğu hakkında meşruiyet tarihinin yetkin bir örneği için bkz. H u ri i s­
lamoğlu- i nan, "Köylüler, Ticarileşme Hareketi ve Devlet Gücünün Meşrulaştı rı lması';
Toplum ve Bilim, 43/44 (1 988/1989), s. 7-3 1 .
1 1 . E n g i n Deniz Akarlı, "The Problems of External Pressu res, Power Struggles, and
Budgetary Defıcits in Ottoman Politics under Abdülhamid ll (1 876-1 909): Origins and
Solutions'; (Princeton Ü niversitesi, doktora tezi, 1 976), özellikle bkz. s. 1 -9, 77-98.
12. Engin Akarlı, "Abdülhamid ll Between East and West'; Education, Notian Building and
ldentity in the Period ofAbdülhamid başlıklı kolokyumda sunulan makale, Bad Hom­
burg, Almanya, 1 2-15 Temmuz 1 993, s. 23.
13. Carol G l uck, Japan's Modern Myths, Princeton, 1 985, s. 41.
14. L. Cari Brown, International Politics and the Middle East. Old Rules Dangerous Game,
Princeton, 1 984, özellikle bkz. s. 67: "Gelgelelim, Osmanlı Müslümanlarının büyük bir
çoğunluğu, kendisini Osmanlı i mparatorluğu ile özdeşleştiriyordu. Avrupa'nın tecavüzü­
ne karşı direnen son büyük Müslüman devletti:'
15. Bununla birlikte, eski i ngiliz diplomatik tarih geleneğinde görece yakın döneme ait bazı eser­
ler, klasik konumların tazeleyici bir revizyonuna işaret eder. Bkz. David Gillard,'Salisbury; için­
de: Keith M. Wilson (der.), British Foreign Seaetaries andForeign Policy, Londra, 1 987, s. 1 33:
"Gariptir ki, Salisbury'nin döneminde bu bölgedeki (Ortadoğu) hükümdarların en zeki olan­
ları, yetersiz kaynaklarla tehlikeli bir dünyada çıkarlarını nasıl savunacaklarını bildil er. Daha
önce de karşılaştıkları sorunlara göğüs gerdiler; ve iktidarın, katı bir biçimde sınırlı amaçların
peşinde ekonomik ve gerçekçi kullanımı konusunda en az Salisbury kadar mahirdiler:'
16. Perry Anderson, Lineages of the Absolutist State, Londra 1 974, özellikle bkz. s. 365'te­
ki ifadeler: "Osmanlı despotizminin ekonomik temeli, toprakta özel mülkiyetin tümüyle
yokluğuna dayanıyordu:' Ne zaman? Nerede?
1 7. Caroline Finkel, The Administration of Warfare: The Ottoman Military Campaigns in Hun­
gary. 1593- 1606, Viyana, 1 988, özellikle bkz. s. ix ve 3 1 3. Ayrıca bkz. Finkei, "French
Mercenaries in the Habsburg-Ottoman War of 1 593-1 606: The Desertion of the Pa pa
Garrison to the Ottomans in 1 600'; SOAS Bul/etin, ci lt LV, kısım 3 (1 992), 452-7 1 .
1 8. Rifa'at A l i Abou-EI-Haj'ın çalışmaları, b u yaklaşıma karşı en açık uyarıdır. Bkz. Formatian
of Modern State. The Ottoman Empire Sixteenth to Eighteenth Centuries, Albany, 1 991, s.
62: "Her şeyden önce, bilimsel literatürde sürekli olarak yadsınan, yalın bir malumu ye­
niden ilam etmek gerekiyor: Osmanlı toplumu, tarih boyunca görülen tüm insan top­
lumları gibi, akışkan ve dinamiktir:'
19. François-Marie Voltaire, Oeuvres completes de Voltalre. Essai sur /es moeun, t'l /'/ 1/'111
des nations, Paris, 1 858, c. 3, s. 271 . Fransızcadan çevirisi bana ait. Voltalre, lwrlı.ılılı• ll
Selim'i deği l l. Selim1 kastetmişti.
20. Taner Timur, Osmanlt Çaltşmalan, Ankara, 1 989, s. 85-86; ayrıca bkz. Timur, 01mımlı
Kimliği, i stanbul, 1 986, s. 36. Timur bunun yanı sıra, s. 71'de şunu ileri sürer: "Güllı.ııır·
Hattı (1839), Isiahat Fermanı (1 856) ve Kanun-ı Esasi (1 876) gibi 'reform' belgeleri ciddi hlı
özgürlükçü ve laik düşüncenin ürünü olmaktan ziyade'Şark Meselesi' adı altında özetirili'li
diplomatik buhranın sonucu olmuşlardır:' Ayrıca Osmanlt Kimliği, s. 1 62'de: "Altını çiZ<•rr•h
belirtelim ki, Osmanlı yönetici zümresi, tarihi akış içinde kesintisiz bir şekilde düzenle ı.ıııı
bir çıkar birliği içinde bütünleşmişti. 1 9. yüzyılda devletin fakirleşmesine rağmen, Osm.ııı
lı yöneticilerinin Batı'da bile benzeri sık görülmeyecek bir lüks ve refah içinde yüzdüklerlııı
unutmayalım:' Üzücü olan, bu tarihle uzaktan yakından ilişkisi olmayan ifadelerin, temı•l
de Batılı kaynaklara dayanan hatırı sayılır bir araştırma temelinde ileri sürülmüş olmasıdır
Timur, Osmanlıca arşiv malzemelerini hiç kullanmamıştır.
21. Necip Fazıl Kısa kürek, Ulu Hakan Abdülhamid Han, i stanbul, 1 981, s. 1 1 .
22. Ö rneğin bkz. Mustafa Müftüoğlu, Abdülhamid KlZII Sultan mt?, i stanbul, 1 985, s. lı,
1 5 1,181, 2 1 0. Aynı türden yeni yeni yayınlar ortaya çıkmaya devam ettiği için sürek
li büyüyen bir Abdülhamid külliyatı oluşmuş durumdadır. Bunların çoğu birbirinin tek
randır ve tartışmaya, varsa bile, pek az katkısı olan kitaplardır. Daha yakın bir örnek Için
bkz. i hsan Süreyya S ırma, Abdülhamid1n islam Birliği Siyaseti, i stanbul, 1 983.
23. Engin Akarlı, "Abdülhamid ll Between East and West'; s. 1 1 .
24. B u türün klasik örneği için bkz. M . S . Anderson, The Eastern Question. 1774- 1923: A
Study in International Relations, Londra, 1 966. Şark Meselesi paradigmasının iyi bir re
vizyonu için bkz. Brown, International Politics, s. 39: " i çeriden görüldüğü şekliyle Os
manlı tarihine bakmak, klasik Şark Meselesi'nin dar anlamda Avrupa merkezcil pers·
pektifıni düzeltmemizi sağlayacaktır:'
25. Eric Hobsbawm, Nations and Nationalism Since 1780, Cambridge, 1 990, s. 38.
26. Sözgelimi bkz. U l rich Trumpener, Germany and the Ottoman Empire 1914- 1 9 18,
Princeton, 1 968 adlı kitabının 24 sayfalık kaynakçasında, yalnızca altı Türkçe kaynak
gösterir. On a ltı yıl sonra aynı konuda yazd ı ğ ı bir makalede, Tru m pener Türkçe
kaynaklarını teke indirir. Bkz. Ulrich Trumpener, "Germany and the En d of the Onoman
Empire'; The Great Powers and the End of the Ottoman Empire, der. Marian Kent, Londra,
1 984, s. 1 1 1 -40. Bu durumun dikkate değer istisnaları için bkz. Feroz Ahmad, Caroline
Finkel, Feroze Yasamee gibi yazarların yapıtları.
27. J. Armstrong, Nations before Nationalism, Charlottsville, 1 982, s. 295, 249. Yeniçeriie­
rin mutfak zevkleri hakkında, bkz. Joel Carmichael, The Shoping ofthe Arabs, New York,
1 967, s. 261 -2: "Osmanlı kul sisteminin özü, Osmanlı i mparatorluğu'nun insan sığırla­
rını güden çoban köpeklerinin eğitimiydi"; Bryan S. Turner, Weber and Islam, Londra,
1 974, s. 1 28: "Eğretilemeyi sürdürerek, eğitimli kullar aracılığıyla hükmetme ilkesi, im­
paratorluk hanedanının artık köpek maması olarak yeterli et bulamadığı 1 6. ve 1 7. yüz­
yıllara dek başarılı oldu:'
l8. 1� J. O'Rourke, "Give War a Chance'; New York Atlantic Monthly, 1 992'den alıntılayan, Karl
K. Barblr, "Memory, Heritage, History: Ottomans and Ara bs'; lmperial Legacy, The Otto­
man lmprint on the Balkans and Middle East, der. L. Cari Brown, s. 1 00.
19. Armstrong, Nations before Nationalism, s. 64 ve özellikle s. 77: "Müslüman bir tarihçi,
devasa haremler ve maiyetlerin, görece alçakgönüllü Arap halifelerinden daha çok, Os­
manlı ve Çin hükümdarlarının belirgin özelliklerinden biri olduğuna dikkati çeker:' Bah­
sedilen kaynak, tesadüfen tanınmış bir Osmanlı karşıtı polemikçi ve yine tesadüfen bir
Hıristiyan olan Halil Ganem'in kitabıdır: Les Sultans Ottomans, Paris, 1 901, 1 902.
30. Carter Findley, Ottoman Civil Officialdom. A Social History, Princeton, 1 989, s. 1 84. [Türk­
çesi: Kalemiyeden Mülkiyeye, i stanbul, 1 996, s. 1 90 vd]. Ayrıca bkz. Bureauaatic Reform
in the Ottoman Empire. The Sublime Porte 7789- 7922, Princeton, 1 980.
3 1 . Findley, Ottoman Civil Officialdom, s. 1 35.
32. a.g.e., s. 226 (Türkçesinde s. 241 ).
33. a.g.e., s. 226-7.
34. Masa mi Ara i, "An lmagined Nation: The Idea of the Ottoman Nation as a Key to Modern
Ottoman History'; Orient, 27 (1991), 1 -2.
35. a.g.e., s. 4.
36. Leon Ca h un, Excursions sur fes Bords de I'Euphrate, Paris, 1 885, s. 1-11.
37. a.g.e. Benim çevirim. Cahun, poucht sözcüğünü bir dipnotta, oldukça utangaç bir şe­
kilde, şöyle tanımlar: "Tercüme etmekten özellikle kaçındığım bir teri m. Türkçe bilme­
yen okurlara, bildikleri en kötü ha kareti bu sözcüğün yerine kayabileceklerini söylemek­
le yetinelim:'
38. Şerif Mardin, Religion and Social Change in Modern Turkey. The Case ofBediüzzaman Said
Nursi, New York, 1989, s. 202.
39. Michael Cherniavsky, Tsar and People. Studies in Russian Myths, New Haven-Londra,
1961, s. 1 1 5-1 1 6.
40. Şerif Mardin, "Centre Periphery Relations: A Key to Turkish Politics?'; Daedalus, (1973),
169-190.
41 . Ariel Salzmann, "An Ancien Regime Revisited: 'Privatization' and Political Economy in the
Eighteenth-Century Ottoman Empire'; Politics & Society, 21 (1993), s. 393-423. Ayrıca bkz.
Abou EI-Haj, The Formatian ofthe Modern State.
42. a.g.e., s. 41 1 .
43. Maria Todorova, "The Ottoman Legacy i n the Balkans'; lmperial Legacy, the Ottoman lmprint
on the Balkans and the Middle East, der. Cari Brown, New York, 1 996, s. 48.
44. i Iber Ortaylı, imparatorluğun En Uzun Yüzytlt, istanbul, 1 983, s. 1 1 .
45. Tanzimat üzerine son yapılan bazı araştırmalar için bkz. Tanzimat'tan Cumhuriyet'e Türkiye
Ansik/opedisi.
46. Abou EI-Haj, Formatian of the Modern State, s. 62.
47. Bkz. Düstur, 1 . Tertip, istanbul Matbaa-i A mire, 1289 (1 872), s. 4. Ayrıca fermanın i ngilizce
metni için bkz. C. Hurewitz, The Middle East andAfricain World Politics, New Haven, 1975, s.
269-71 .
48. Jurgen Habermas, Legitimation Crisis, Boston, 1973, s. 71. Habenn.ı�, meşruiyet buıı.ılıırıını
şöyle tanımlar: "Yönetsel eylem alanları ile kültürel gelenek alanları arasındaki yapıscıl b,ı)
kalık, bilinçli yönlendirme ile meşruiyet eksikliklerini telafi etme girişimlerine sisteml l lılı
biçimde sınır oluşturur:'
49. Bkz. Selim Deringil, "Legitimacy Structures in the Ottoman States: The Reign of Abdüllı.ı
mid ll (1 876-1 909)'; lntemationa/Joumal ofMiddle East Studies, 23 (1991), s. 345-59.
SO. Bu terimi, Boğaziçi Ü niversitesi Sosyoloji Bölümü'ndeki meslektaşım Prof. Faruk Birtek'ı•
borçluyum. Osmanlı i mparatorluğu'nun, Avrupa diplomatik ağı ile bütünleşmesi hakkınd�
bkz. C. Hurewitz, "Ottoman Diplomacy and the European State System'; Middle East Jour­
nal 15 (1961), s. 141- 52.
S1. " ince ayar"ın belirli bir bağlamda nasıl işlediğine ilişkin usta işi bir araştırma için bkz. Engin
Deniz Akarlı, The Long Peace: Ottoman Lebanan 7867-7920, Berkeley, Los Angeles, Londra,
1 993. Bu kitap, 19. yüzyılda Lübnan'daki Osmanlı yönetimi üzerine titiz bir araştırma. Ay­
nı bağlamda bkz. Leila Fawaz. Occasion for War: Civil Conftict in Lebanon and Damascus in
7860, Londra, 1994.
sı. Emest Gellner, Nations and Nationalism, Oxford, 1 983, s. 1 1 .
S3. Anthony Smith, The Ethnic Origin ofNations, Oxford, 1986, s. 24.
S4. Ali Fuad Türkgeldi, Mesail-i Mühimme-i Siyasiye, Ankara, 1 966.
SS. Ali Abou EI-Haj, "Aspects of Legitimation of Ottoman Rule as Reflected in the Preamb­
les of the Two Early Liva Kanunnameleri", Turcica, 21-3 (1 991), s. 371 . Abou EI-Haj,
Suriye'de Osmanlı egemenliğinin, Suriye'nin imparatorluğa ilk dahil edildiği 1519 yılına
ait kanunnamenin mukaddemesinde Arapça olarak meşrulaştırmasına karşın, altmış yıl
sonra formüle edilen kanunnamedeki benzer mukaddemede meşrulaştırma bölümü­
nün yer almayıp, belgenin ana metninde kısaca değinilcliğine işaret eder. Ü stelik bu kez
Türkçe yazılmıştır.
S6. Abdülhamid döneminde eğitim reformu hakkında bkz. Bayram Kodama n, Abdülhamid
Dönemi Eğitim Sistemi.
S7. Bkz. Deringil, "Legitimacy Structures'; s. 346.
S8. Benedict Anderson, lmagined Communities, Londra, 1 991; "resmi milliyetçilik" terimi,
Hugh Seton Watson'a aittir. Ayrıca bkz. Selim Deringil, "The lnvention ofTradition in the
Ottoman Empire (1 808-1 908)'; Comparative Studies in Society and History, 35 (1 993), s.
3-29.
S9. Şevket Pamuk, The Ottoman Empire and World Capitalism, Cambridge, 1 987; Roger Owen,
The Middle East in the World Economy 7800- 7974, Londra, 1 987. Zafer Toprak, Türkiye'de
Milliiktisat, istanbul, 1983. Feroze Yasamee, "The Ottoman Defence Problem':
60. Kullanmış olduğum öteki kaynaklar, yer sorunu nedeniyle notlara dahil edilmedi. Son
dönem Osmanlı arşiv dokümantasyonunun doğasına ilişkin bir tartışma için bkz. Akarlı,
The Long Peace, s. 200-4.
61. Başbakanlık Arşivleri, arşivlere ilişkin yakın dönemde bir kılavuz yayımladı. Bkz. Başba­
kan/tk Osmanlt Arşivi Rehberi, Ankara, 1 992.
62. Burada kullanılan kodlama, kataloglarda kullanılanla aynıdır.
63. l lndley, Bureaucratic Reform, s. 250- 1 .
64. H.ıbermas, Legitimation Crisis, s . 7 1 .
65. Suraiya Faroqhi'nin Osmanlı arşivlerinde birincil kaynaklara dayalı son yapıtında işaret
ettiği gibi: "(Hicaz'daki hükümranlıklarının ilk iki yüzyılı içinde), Osmanlı padişahlarının
H icaz'daki etkinlik ve sorumluluklarının sözü sıkça edilir, ancak, padişahın buradaki ro­
lünü halife olarak sorumluluklarıyla bağdaştıran hiçbir metin gözüme çarpmadı ..:' Bkz.
Suraiya Faroqhi, Pilgrims and Sultans. The Hajj under the Ottomans, Londra, 1 994, s. 8
(Türkçesi: Hactlar ve Sultan/ar, i stanbul, 1 995, s. 7).
66. Sorunun çok benzer bir çözümlemesi için bkz. Timothy Mitchell, Colonising Egypt, Ber­
keley, 1 99 1 .
67. Edward Said, Culture and lmperialism, Londra, 1 994, s. 6.
68. Sir Charles Eliot, Turkey in Europe, Londra, 1 965; 1 907'deki özgün baskıdan tıpkı basım,
s. 426.

1 . "Padi�ahım çok ya�a!"

1. Yukarıdaki sahneyi, Selçuk Esenbel'in makalesine (" istanbul'da Bir Japon, Yamada Tora­
jiro'; Istanbul, 9, Nisan 1994, s. 36-42) dayanarak hayalimde yarattı m. Yamada'nın, aşi­
na olduğu Çin saray ritüeline koşutluklar kurarak, padişahın annesinden "Valide Sultan';
eşinden de "kadın efendi" diye söz etmesi ilginçtir. Ayrıca bkz. Selçuk Esen bel, "A fin de
siecle Japanese Romantic in Istanbul: The Life ofYamado Torajiro and his Toruko Gakan,"
SOAS Bul/etin, LIX, kısım 2 (1 996), s. 237-52.
2. Ö zellikle bkz. The lnvention of Tradition, der. E. Hobsbawn-Terence Ranger, Cambridge,
1 983; Sean Wilentz, der. Rites ofPower. Symbolism, Ritual and Politics Since the Middle
Ages, Philadelphia, 1 985; Power and Ceremonial in Traditional Societies, der. David Can­
nadine - Simon Price, Cambridge, 1987. Ayrıca bkz. Gluck, Japans Modern Myths.
3. Bkz. John Elli ot, "Power and Propaganda in the Spa in of Philip IV'; Rites ofPower, s. 1 5 1 .
4. Cherniavsky, Tsar and People, s. 1 5 1 .
5. a .g.e., s. 1 19. "Kutsal Rus Toprağı" hakkında bkz. Hobsbawm, Nations and Nationalism, s. 49.
6. Gluck, Japans Modern Myths, s. 49-60, özellikle bkz. s. 60: "Yurtsever açıdan tatsızlık ya­
ratmak üzere siyasal olana bir şeyler eklemek yoluyla siyaset doğallıktan uzaklaştırıldı;
anayasal sistem ilk olarak işlemeye başladığı zaman bile:'
7. a.g.e., s. 249.
8. ıstvan Deak, "The Habsburg Monarchy: The Strenghts and Weaknesses of a Complex
Patrimony;' Monarchies Symposium, Columbia Ü niversitesi, 26-27 Ekim 1 990. Yayım­
lanmayan sempozyum bildirisi.
9. Walter Leitsch, "East Europeans Studying History in Vienna'; Historians as Nation
Bui/ders, Denis Deletant-Harry Hanak, Londra, 1 988, s. 1 39-56. Bu gerçekleştiğinde
genç Polonyalılar, Çekler, Sırplar, vb. kendi "ulusal tarihlerini" yazmaya başladılar.
10. Gülru Necipoğlu, Architecture Ceremonial and Power: The Topkap1 Palace in the Fifteenth
and Sixteenth Centuries, Cambridge Mass.& Londra, 1 991, s. 59.
1 1 . Zeynep Çelik, Displaying the Orient, Arclıitecture of Islam at Nineteeni/ı Century Wmlıl lıı
irs, Berkeley-Los Angeles, 1 992, s . 32-6; B B A Y.A H U S 303/87, S Temmuz 1894, ıı.ılıı,\ 11
Hariciye Nezareti, Viyana Sefareti'nden telgraf, no. 307.
12. Mardin, Religiorı and Social Change, s. 1 29. Osmanlıların törenselliğin dünya Çdpııııl.ı
ki artışı ve reka bete yetişrnek yönündeki çabaları için bkz. Selim Deringii, "The lnvı•ıı
tion ofTradition as Public Image in the Late Ottoman Empire, 1 808 to 1 908'; Conıpmatl
ve Studies in Society and History, 35 ( 1 993), s. 3-24.
13. Gluck, Japans Modern Myths, s. 249.
14. Ortalama kültürlü Osmanlı'nın göçebeliğinin uygarlığın antitezi olduğuna ilişkin kdVIoı
yış için bkz. Mard in, "Center-Periphery Relations:'
15. Mehmet Akif Ersoy, Safahat istanbul, 1 990. Bu terimierin Osmanlı entelektüellerl tdl,ı
tından kavrams allaştırılması hakkında bkz. Şükrü Hanioğlu, "Osmanlı Aydınında Deql)
me ve Bilim'; Top/um ve Bilim, cilt 27 ( 1 984), s. 1 83-92.
16. Mardin, Religion and Social Change, s. 38, 1 1 9, 1 72.
1 7. Gelgelelim, Osmanlı tarihçileri tarafından Mukaddime'nin fiilen okunma derecesi üzerı
ne bazı tartışmalar vardır. Bkz. Cornell Fleischer, "Royal Authority, Dynastic Cyclism, aıııl
'lbn-Khaldunism' in Sixteenth-Century Ottoman Letters", Journal ofAslan and Afrlam
Studies, XVIII 3-4 ( 1 983), s. 1 98-219. Özellikle, Fleischer'in konu üzerinde standart blı
kaç Türkçe referaıısının doğru olmadığı 2. dipnot.
18. Ahmed Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet istanbul, 1 309/1 891, 1 2 ci lt.
19. Ü mit Meriç, Cevdet Paşa'nm Cemiyet ve Millet Görüşü, i stanbul 1 979, s. 13. Bu, "Müslü
man ve Osmanlı '' olduğu için "Montesquieu ya da Taine'e ihtiyacı olmadığı" söylenen
Cevdet Paşa'nın "angaje-partizan" yorum udur.
20. i bn Haldun, Mukaddime, istanbul, 1 990, s. 1 03, 331, 364. i bn Haldun'un asabiye'sinln
girift noktaları, b urada tartışılmayacak kadar karmaşıktır. Benim amacım, yalnızca onun
eserinin son dönem Osmanlı devlet yönetiminin ideolojik özüne uyarlanmasından söz et
mek.
21. Brinkley Messick, The Calligraphic State: rextual Damination and Historyin a Muslim Society,
Berkeley, 1 993, s. 54-8. Messick1n yapıtı, Osmanlı hukukunun Yemen'deki mirasını ele alır.
22. Şerif Mardin, The Genesis of Young Ottoman Thought, Princeton, 1 962, s. 1 79.
23. a.g.e. Şerif Mardin , Sadık Rifat Paşa'nın, amacının "Doğanın hukuki tezahürü olarak halkı
denetleyerek aynı zamanda adaletsizliği önleyen bir hukuki güç" olduğuna ilişkin sözlerini
aktarır, bkz. s. 187.
24. Ahmed Cevdet Paşa, Ma'ruzat, haz. Yusuf Halaçoğlu, istanbul, 1 980, s. 42.
25. a.g.e.
26. BBAYEE 14/1 188/1 26/9. Bağdat, 9 Ramazan 1 309 1 7 Nisan 1 892.
27. Clifford Geertz, Negara. The Theatre State in Nineteenth Century Bali, Princeton, 1 980, s. 135:
"Düşünceler, gözle mlenemez türden zihinsel malzemeler değildir. Bunlar araçlaştırılmış
anlamlar, simge ola rak araçlardır ( ... ) bir simge, ifade eden, betimleyen, temsil eden, ör­
nekleyen, etiketleyen, işaret eden, çağrıştıran, resmeden, anlatan şu ya da bu yoldan belir­
ten her şeydir. ( ...) tartışmalar, melodiler, formüller, haritalar ve resimler, bakılacak ideali-
ıı•ler değil, okunacak metinlerdir, tıpkı ritüeller, saraylar, teknolojiler ve toplumsal oluşum­
IMglbi:'
IH. l rfan Gündüz, Osmanltiarda Devlet-Tekke Münasebetleri, i stanbul, 1 989, s. 1 50-1.
IV. Ehud Toledano, State and Society in mid-Nineteenth Century Egypt, Cambridge, 1 990, s. 50-
3. Toledano, Mısır Hıdivi Abbas Paşa'nın, meşruiyetini, Osmanlı padişahının vassaliiğı konu­
mundan aldığına işaret eder. Bu, 1 882'de Mısır'daki ingiliz işgalinden sonra Mısır hıdivleri­
nin davranışıyla büyük bir tezat halindedir; işgalden sonra, i ngilizierin de yüreklendirme­
siyle, hıdivler bağımsız hükümdarlar gibi davranmış, hatta hilafet iddiasında bulunmuşlar­
d ır. Bkz. aşağıda, Bölüm 2.
10. BBA Y. Mtv 230/24, 6 Safer 1 320/ 1 5 Mayıs 1 902, Ankara Vilayeti'nden Mabeyn-i
H ümayun'a, no. 1 36. Portre için para ödenmek zorunda kalınması ilginç bir noktadır.
Bugün benzer bir durumda, resmin düpedüz müsadere edileceğine kuşku yoktur.
1 1 . i slam, insan imgesinin resmedilmesini yasaklar, fakat onun paha biçilmez fotoğraf ko­
leksiyonu değerlendirilecek olursa, Abdülhamid bununla genlde zannedildiğinden da­
ha az ilgilenmiş gibidir. Kişisel suretini sergilemek konusundaki tereddüdü güvenlik
kaygılarından da kaynaklanmış olabilir.
12. Japonya'da bu tür sözlü ifade, imparatorun huzurunda ilk kez olarak, 1 889'da anayasa­
nın ilan edilmesinden sonra, "Avrupa 'hooray'ine benzeyen bir kalıba sokularak" dile ge­
tirilmiştir. Bkz. Gluck, Japan's Modern Myths, s. 45. i ngiliz örneğinde törenselliğin başla­
ması hakkında bkz. David Cannadine, "Splendour at Court: Royal Spectade and Page­
antry in Modern Britain, c. 1 820-1 877'; Rites ofPower, s. 206-43.
33. Şükrü Hanioğlu, Osmanlt ittihad ve Terakki Cemiyeti veJön Türklük 7889- 7902, istanbul,
1 985, s. 63.
34. Aptullah Kuran, "The Evolution of the Sultan's Pavillion in Ottoman lmperial Mosques':
lslamicArt, IV ( 1 990-1991), s. 284.
35. a.g.e., s. 283.
36. Mehmet i pşirli, "Osmanlılarda Cuma Selamlığı: Halk-Hükümdar Münasebetleri Açısın­
dan Ö nemi'; Prof. Bekir Kütükoğlu'na Armağan, i stanbul, 1 991, s. 459-71 .
37. louis Rambert, Notes et impressions de Turquie. L'Empire Ottoman sous Abdulhamid, Ce­
nevre-Paris, t.y., s. 76.
38. Celal Esad Arseven, Sanat ve SiyasetHattralanm, haz. Ekrem Işın, istanbul, 1 993, s. 81-2.
39. Selçuk Esenbel, "i stanbul'da bir Japon: Yamada Torajiro': s. 40. Sultan ın araba değiştir­
mesiyle ilgili gözlem i için Selçuk Esenbel'e teşekkür borçluyu m. Başka bir çağdaş anla­
tı, 1 879'da, padişahın selamlık alayına düpedüz atla gittiğini belirtir. Bkz. Ali Said, Saray
Hattralan, i stanbul, 1 992, s. 72.
40. Arseven, Sanat ve Siyaset Hattralanm, s. 82-4. Yazar, Hassa Alayı'nın bir üyesiydi ve sui­
kast sırasında orada bulunuyordu.
41 . a.g.e., s. 40. Bu noktada, Çin'le ilginç bir benzerlik vardır. Abdülhamid'in çağdaşı olan
ana imparatoriçe, ancak yollara - i mparatorluğun rengi olan- sarı kum atıldıktan sonra
yazlık sarayına giderdi. Bkz. Sterling Seagrave, Dragon Lady: The Life and Legend ofthe
Last Empress of China, Londra, 1 992. Ayrıca bkz. Rambert, Notes et impressions, s. 1 32:
"Yollar ince sarı bir kum la kaplanırdı." Ebu Eyyub el Ensdrl'nlrı ıürbeslrır y,ıpıl,ııı tly,ııı•
tin tarihsel kökenieri için bkz. Nicolas Vatin, "Aux origines du Pelerinage a EyUp dı•1 \ııl
tans Ottomans'; Turcica, c. 27 (1995), s. 9 1 -9.
42. Hagop Mintzuri, istanbul Am/art 7897- 7940, i stanbul, 1 993, s. 1 4- 1 6. "Türkçe bilnll'yı· ı ı
Arap askerler" ile, Mintzuri'nin kastettiği birlik, Kuzey Afrika Fransız birliği modellnı• ıııı
re oluşturulmuş ve aynı adı taşıyan Sarıklı Zuhaf Alayı'dır. Abdülhamid bu alayı l89J'ılı-.
"Sultan'ın Arap uyruklarının sadakatini göstermek" amacıyla kurmuştu. Zuhaf Alr1yı ko
nusunda bkz. Necdet Sakaoğlu, "Geçmiş Zaman Olur ki;' Skylife, Mart 1 997, s. 1 1 2.
43. Bu konularda son yıllarda yapılan çok iyi bir araştırma için bkz. Ronald Grigor Sııııy,
Looking Toward Ararat, Bloomington-lndianapolis, 1 993, s. 1 5-30.
44. i brahim Hakkı Konyalı, Söğüd'de Ertuğrul Gazi Türbesi ve ihtifa/i, i stanbul, 1 959. Bu rı·
ferans için Cemal Kafadar'a teşekkür borçluyum. Ertuğrul Gazi kültü için bkz. aşa�ıd.ıkı
bölüm.
4S. Mintzuri, istanbul Am/art, s. 1 3-14.
46. Ali Said, Saray Hatlfalart: Sultan Abdü/hamid'in Hayatt, i stanbul, 1 993, s. 49-50.
47. BBA Yıldız Resmi Maruzat (bundan böyle Y.A RES) 1 35/22, Yıldız Sarayı ile nezar(ltlı·ı
arasındaki resmi yazışma . "Arma-i Osmani muhteviyatının tarifnamesidir':
48. a.g.b.
49. Dr. Ed hem Eldem'in kişisel koleksiyonu. Bu madalyona dikkatimi çeken Dr. Eldem'e tı·
şekkür borçluyum. Madalyon bronzdur ve Brüksel'de basılmıştır.
SO. Salname-i Vilayet-i Hüdavendigôr, 1303/1 885, s. 1 1 0-33.
Sl. "Mirrors for Princes" literatürü üzerine bir tartışma için bkz. Christine Woodhead, "Tlll'
Preseni Terror of the World? Contemporary Views of the Ottoman Empire c 1 600".
History, c. 72 (1987), s. 20-37, özellikle s. 29.
S2. Osmanlı Devleti'nin kökenierine ilişkin ilk kapsamlı kronikler, 15. yüzyıl gibi geç bir ı,ı
rihte yazıldı. Bunlar da, çağdaş rejimleri meşrulaştıran bir bakışla yazılmışlardı. Bkz. Cr
mal Kafadar, Between Two Worlds: The (onstruction ofOttoman State, Berkeley, 1 995, t
122. "0ğuz aşiretinin Kayı boyundan geldikleri, 15. yüzyılın jeneolojik karışımında yara
tıcı bir'keşif' gibi görünür:'
S3. Karş., Salname-i Devlet 1 271; Salname-i Devlet 1 297; Salname-i Devlet 1 298; Salname-l
Devlet 1 302. Ayrıca, cilllerin boyutları bile, devlet aygıtındaki büyümenin en iyi gös­
tergesidir. Karş. Salname-i Devlet 1 270, 1 1 0 sayfa; Salname-i Devlet 1 298, 522 sayfa;
Salname-i Devlet 1308, 892 sayfa; Salname-i Devlet 1324, l l 07 sayfa.
S4. BBA Y.A HUS 261/9 1 Arnedi Kalemi'nden Yıldız Sarayı'na, l l Zilkade 1 309/ 7 Haziran
1 892.
SS. BBA Yıldız Mütenevvi Maruzat ( Y.Mtv) 39/6 1 , 4 Zilkade 1 306/ 2 Temmuz 1 889,
Babıali, Dahiliye Nezareti, no. 30. Dahiliye Nazırı Münir Paşa'dan Yıldız Sarayı Mabeyn
Başkitabeti'ne.
S6. Bkz. Richard Wortman, "Moscow and Petersburg: The Problem of Political Center in
Tsarist Russia 1 88 1 - 1 9 1 4", Rites of Power, s. 244-71 . Ayrıca bkz. Richard Wortman,
Scenarios ofPower, Myth and Ceremony in Russian Monarchy, c. 1, Princeton, 1 995.
57. Bkz. E. H. Kantarowlcz, The Kings' Two Bodies, Princeton, 1 957, s. 82.
58. Gülru Necipoğlu, Architecture Ceremonial and Powe" s. 13.
59. Joseph Fletcher, "Turco Mengolian Monarchic Tradition in the Ottoman Empire'; Harvard
Ukranian Studies, c. lll, 1979-80, s. 246.
60. Gülru Necipoğlu, "The Ottoman Hagia Sophia'; Ayasofya'nın Yapısı sempozyumuna su­
nulan bildiri, 19 Mayıs 1 990, Princeton University. Yazarın izniyle aktarılmıştır. Böyle bir
merasim muhtemelen sonradan oluşturulmuş bir kurgudur. Bkz. Bölüm ll.
61. BBA Y.Mtv 26/3; 7 Receb 1 304 /1 Nisan 1 887, Evkaf-ı Hayriyye Nezareti, no. 2. Nazır
Mustafa Paşa'dan Yıldız Sarayı Mabeyn Başkitabeti'ne. Bu belge, duvara kazınan tarih­
leri n, "otuz yıl kadar öncesine" ait olduğunu belirtir; bu da, Abdülhamid'in selefierinin
konuya karşı onun kadar duyarlı olmadığını düşündürüyor.
62. Gülru Necipoğlu, "Dynastic lmprints on the Cityscape. The Collective Discourse of Otto­
man lmperial Mausoleums in lstanbui:'Yayımlanmamış bildiri, s. 14. Yazarın izniyle ak­
tanimıştır.
63. BBA VEE 1 1 /1 41 9/1 20/5 l l . Abdülham id'den nazıriarına genelge, Cemaziyelevvel
1 3 1 9/ Ağustos 1 901 . Gün belirtilmemiştir. J. Armstrong, "Osmanlılar, Bizans'ın baş­
kentine el koyarken, özgül saray mitik formüllerini reddetmişlerdir" veya "Osmanlı'nın
Konstantinopolis'e karşı kayıtsız tutumu, Bizansllların kentie özdeşleşmeleriyle çarpıcı
bir tezat oluşturur" derken, daha fazla yanılamazdı. Bkz. Armstrong, Nations Before Na­
tionalism, s. 144, 1 74.
64. Osmanlı kentlerindeki saat kulelerinin fotoğrafları için bkz. Godfrey Goodwin, History
ofOttoman Architecture, Londra, 1 971, s. 419. Bu referans için Andrew Finkel'a teşekkür
borçluyum.
65. BBA Y.Mtv 67/10, 15 Safer 1 3 10/ 8 Eylül 1 892, Hazine-i Hassa Nazırı Mikail Paşa. Ebced
hesaplarının, tarihsel hükümranlık sırasını izliyor gibi görünmesi ilginçtir. Amaç, hane­
dana mensup her bir pa dişaha adanmış bir cami inşa ettirmek olabilir mi?
66. BBA Y.Mtv. 28/37, 1 7 Muharrem 1 305/ 5 Ekim 1 887. Yıldız Sarayı Mabeyn Başkitabeti.
67. BBA Y.Mtv 1 31/39, 1 7 Cemaziyelevvel 1 3 1 3/ 5 Kasım 1 895, Evkaf-ı Hümayun Nezareti,
Kitabet no. 47.
68. BBA Y.A HUS 1 82/93, 21 Zilkade 1 302/ 1 Eylül 1 885. Sadrazam Said Paşa'ya, inşaatı"ka­
pıdan mihraba değin" (min bab min el mihrab) bizzat tefriş etmesi talimatı verilmişti.
Ayrıca Ulu Cami'nin içinin fotoğrafları da çekilmişti.
69. BBA Y.A HUS 245/43; 10 Receb 1 308/ 1 9 Şubat 1891; Bağdat Valisi Sırrı Paşa'dan Na­
fıa Nezareti'ne, no. 141. "Nam-ı akdes-i Hümayun-ı Hazret-i Hilafetpenahi'yi ilelebed
ziver-i elsine-i tebcil edecek ma'sar-ı celile-i bediadan olan Hindiyye seddiyle ( ... ) ta­
rih taşına yazılacak ibare-i Arabiyyeyi havi varaka ile rekz olunacak amud'un şeklini ira e
eden resim 5 Şubat 1 306 tarihli telgraf emirleri mucibince leffen takdim kılındı:'
70. Mardin, "Center-Periphery Relations'; s. 1 69-90. Mardin, W. M. Ramsay,"The lntermix­
ture of Races in Asia Minor. So me of its Ca uses and Effects'; Proceedings of the British
Academy (1915-1916), s. 409'dan alıntı yapar.
71 . Cherniavsky, Tsarand People, s. 1 5 1 .
72. Vii/es Ottomanes a la Fin de I'Empire, der. Paul Dumont - Frdnçols Cıeorgeon, PMI\ I !J'lJ.
Bu derleme, söz konusu "modernizasyon projesi"nin Balkanlar'daki Bitola (Manasıır) vr
Selanik'ten, Anadolu'daki Ankara ve Van'a kadar Osmanlı kentlerinde nasıl uygulamayd ko
nulduğuna ilişkin çok ayrıntılı bir değerlendirmeyi içeren dikkate değer bir makaleler ko
leksiyonudur.
73. Timothy Mitchell, Colonising Egypt, s. 65.
74. Zeynep Çelik, The Remaking of Istanbul. Portrait of an Ottoman City in the Nineteentlı
Century, Berkeley-Los Angeles-Boston, 1 993. Bkz. özellikle bölüm 3, s. 49-63.
75. i brahim Hakkı Konyalı, Söğüd ve Ertuğrul Gazi ihtifali, Ankara, 1 957.
76. BBA Y.Mtv 285/1 67; 25 Safer 1 324/ 20 Nisan 1 906. Bursa Vilayeti'nden Mabeyn
Başkitabeti'ne Ariza. No. 27.
77. Colin lmber, "The Ottoman Dynastic Myth'; Turcica, 19 (1987), s. 7-27.
78. Konyalı, Söğüd'de Ertuğrul Gazi Tiirbesi, s. 1 4-19. Çeşme kitabesinin bir fotoğrafi için bkz. s.
15. Osman'ın mezarı, sonradan, kent Osmanlı payitahtı olduğu zaman Bursa'ya taşınmıştı.
79. a.g.e., s. 23. Kafadar da, "Sultan Abdülhamid, Ertuğrul'un karısının mezarının keşfini teşvik
etmiştir" der. Bkz. Kafadar, Between Two Wor/ds, s. 185, not 9.
80. BBA Y.Mtv 228/58; 21 Zilhicce 1319/ 3 1 Mart 1 902. Söğüd Kazası'nın i dare Meclisi'nden Er­
tuğrul Sancağı Mutasarnfı'na, no. 27. Söz konusu yapıların "Hıristiyan konutları" olarak be­
lirtilmesi dikkat çekicidir. Bedelleri tümüyle ödendi ve "sakinleri yoksul olduğu için" yıkıntl­
lar kendilerine verildi. Konutların ve sahiplerinin adlarının listesini içeriyor.
81 . a.g.e., s. 34.
82. BBA Y.Mtv. 222/54; 7 Teşrin-i Evvel 1 3 1 71 20 Ekim 1 90 1 . Karakeçi li Aşireti reisi Hacı
Bekir'den Yıldız Sarayı'na telgraf. "Ced-i Pak-i Hazret-i Şehinşahl Ertuğrul Gazi Hazretlerinin
türbe-i münevvereleri bu sene dahi ber mutad ziyaret-i resm-i behiyeti icra ve bu vesile ile
duayı bi'l-hayr-ı Hazret-i Hilafetpenahi tekrarü'l-tekrar yad ve tezkar edilmiştir:'
83. BBA Y.Mtv 47/92. Selh-i Cemaziyel evvel 1 308/1 2 Şubat 1 891 . Ceb-i Hümayun Kisedarı
Agop Paşa, no. 612.
84. BBA Y.Mtv 301/37; 6 Receb 1 325/ 1 5 Ağustos 1 907; Ceb-i Hümayun Nazırı Agop Paşa. Tıir-
beye yeni bir avize konulmasına ilişkin ayrıntılar veriyor.
85. Bkz. Enver Kartekin, Ramazanoğullan Beyfiği Tarihi, istanbul, 1 979, s. 1 49-50.
86. Kafadar, Between Two Wor/ds, s. 95.
87. BBA Y.Mtv 38/59; 24 Mart 1 305/ 6 Nisan 1 889. Kudüs Mutasarrıfı'ndan Yıldız Sarayı Ma­
beyn Başkitabeti'ne.
88. BBA Y.Mtv 1 32/156; 20 Cemaziyelahir 1 3 13/8 Aralık 1 895, Mekke Emiri Avn El Refik'ten Yıl­
dız Sarayı Mabeyn Başkitabeti'ne, no. 5.
89. BBA Y.Mtv 66/87; 1 3 Safer 1310/ 6 Eylül 1 892. Ceb-i Hümayun Nazırı Mikail Paşa. Şeriyye
Sicilieri'nin korunması için özel bir binanın inşası gibi ilginç hiçbir yönü bulunmayan örnek­
lerde bile, Ceb-i Hümayun yapının masraflarını ödüyordu. Bkz. BBA Y.Mtv 63/17.
90. BBA Y.A HUS 1 84/65 Sadrazam Kamil Paşa'dan Yıldız Sarayı'na. 14 Muharrem 1 303/ 23
Ekim 1885.
91 . Y.A HUS 306/46, Sadrazam Cevad Paşa, Babıali Arnedi Kalemi, no. 589; 12 Safer 1 3 1 2/ 16
Mart 1 894. Kararda şöyle denilmekteydi: "Mukaddema cemaat-i muhtelife patrikhaneleri­
ne birer kıt'a tuğrayı garra-i hümayun ihsan buyurulup şu lütuf ve inayet-i seniyyeden di­
ğer rüesa-i ruhaniyyenin dahi hissedar olması muvafık-ı şah-ı ali olacağından ..:' Bugünün
Türkiye'sinde gayrimüslim ibadet yerlerinin Türk bayrağı asmasına karşın, hiçbir camide
ulusal bayrağın dalgalandığının görülmemiş olması da ilginç bir başka noktadır.
92. BBA Y.Mtv 68/27; 6 Rebiyülevvel 1 3 1 0/ 28 Eylül 1 892. i stanbul Şehremini Rıdvan
Paşa'dan Yıldız Sarayı'na.
93. Annuaire Commerciale de Constantinop/e, 1 893.
94. BBA Y.Mtv 282/6; Gurre-i Zilkade 1 323/ 28 Aralık 1 905. Dahiliye Nazırı Mahmud Mem­
d u h Paşa'dan Babıali'ye.
95. BBA i rade Hususi 188/51 ; 14 Şevval 1 3 1 0/ 12 Mayıs 1 893. Yıldız Sarayı Mabeyn Başkita­
beti, 8836.
96. Rambert, Notes et lmpressions de Turquie, s. 1 59.
97. Osmanlıların Batılllara has nişan dağıtma uygulamasını benimsernesi hakkında bkz. Jacob
Landau, "Nishan;' Encyclopaedia ofis/am, Yeni basım, Leiden, 1 995, s. 57-9.
98. Bu anlamda Landa u, Abdülhamid döneminde nişanların sayısının "değerlerini düşüre­
cek denli arttığı" yönündeki iddiasında hatalıdır.
99. BBA Y.A HUS 306/91 , 16 Safer 1 3 1 2/ 1 9 Ağustos 1 894.
100. BBA Y.A HUS 261 /141, Sadrazam Cevad Paşa'dan Konya Vilayeti'ne, 23 Zilkade 1 309/ 1 9
Haziran 1 892. "Cemaat-i gayrimüslimeden zl-rütbe bulunanların Paskalyalarında rüt­
belerine mahsus üniformayı iksa eylemeleri taraf-ı saltanat-ı seniyyeden ihsan buyu­
rulmuş olan bir şerefi e iftihar maksadına mübtenl bulunmuş olduğundan buna mürna­
naat olunmaması .. :'
101. BBA Y.Mtv 296/46, 1 0 Mart 1 323/ 23 Mart 1 893. Osmanlı Yüksek Komiseri Ferik Sadık
ei-Muayyed'den Mabeyn Başkitabetine, no. 1 31/1 6.
1 02. BBA Y.Mtv 290/183. Prof. Adolphe Strauss'tan Mabeyn Başkitabeti'ne mektup, 19 Mart 1 906.
"Le Sultan Abd-ui-Hamid ll" başlıklı makaleyi havi, içinde: Revue d'Orient etde Hongrie.
103. Abdülhamid rejiminin Kürt aşiretlerini, imparatorluğun siyasal olarak güvenilir unsurla­
rı kendine çekme girişimi hakkında bkz. Bölüm 2 ve 3. Ayrıca, Ali Karaca, Doğu Anadolu
Islahati ve Ahmed Şakir Paşa (7838- 7899), i stanbul, 1 993, s. 1 73-203.
104. BBA Y.A HUS 251/24, 27 Ağustos 13071 1 1 Eylül 1891 . Trabzon Valisi Ali Paşa'dan Dahili­
ye Nezareti'ne.
105. BBA Y.Mtv 66/84, 1 3 Safer 1 3 1 0/ 6 Eylül 1 892. Ceb-i Hümayun Kisedarı Mikail Efendi,
no. 420. Mikail Efendi, bu tür beş sancağın, daha önce ihsan edilmiş diğer yedisine ek
olarak verildiğini bildirir.
106. Naci Kıcıman, Medine Müdafaas1: Hicaz Bizden Nasil Aynld1?, istanbul, 1 971, s. 1 35, 229.
Bkz. Bölüm 1 ve 2.
1 07. BBA Y.Mtv 61 /80; 24 Ramazan 1 309/ 22 Nisan 1 892: Ceb-i Hümayun, no. 98. Kisedar
Mikail Efendi. Alay, Osmanlı i mparatorluğu'nun efsanevi kurucusu Ertuğrul Gazi'nin
adıyla anılıyor ve Osmanlı aşiretinin ilk çıkış yeri olduğu söylenen Söğüt kasabasından
toplanan askerleri içeriyordu.
1 08. BBA Y.A HUS 182/36; 5 Ramazan 1302/ 18 Temmuz 1885, �adrı��.ını �dld Pıışd'd,ırı Yılılı1
Sarayı'na.
109. BBA VEE 1 4/292/1 26/8; 7 Teşrin-i evvel 1 306/ 20 Ekim 1890.
11 O. Butrus Abu-Manneh,"The Sultan and the Bureaucracy: The Anti-Tanzimat Concepts of Grarıd
Vizier Mahmud Nedim Paşa'; lntemationa/Joumal ofMidd/e East Studies, (1990), s. 268-9.
1 1 1 . BBA Y.A HUS 235/28; 1 4 Ramazan 1 3071 4 Mayıs 1 890: Sadrazam Kamil Paşa'dan Ma
beyn Başkitabeti'ne, no. 1 9. Belgedeki isim "Perpinyani" olarak yazılmış olmakla birlik
te, söz konusu şahsın, istanbul'daki italyan kökenli ünlü bir Levanten ailesi olan Perpig­
niani'lere mensup olması mümkündür. Buna dikkatimi çeken Prof. Cem Behar'a teşek­
kür ederim. Gassaniler, 6. yüzyıla mensup, Bizansllların müttefıki olan bir Arap haneda­
nıydı. Bkz. Ana Brittanica, c. 9, s. 29.
1 12. BBA Y.A HUS 257/64; 15 Rmb 1 308/24 Şubat 1 89 1 . Heyet-i Vükela'nın özel oturum
zabıtları.
113. BBA Y.A HUS 257 /64; 13 Şaban 1 309/ 1 3 Mart 1892; Sadrazam Cevad Paşa'dan Yıldız
Sarayı'na.
1 14. BBA i rade Husus i, 62; 20 Muharrem 1 3 1 1 1 3 Ağustos 1 893. Yıldız Sarayı Mabeyn Başki­
tabeti, no. 450.
1 1 5. BBA Y.Mtv 71/98; l l Cemaziyelevvel 1 31 0/ 1 Aralık 1 892. Mabeyn Hususi Katibi Sürey­
ya Paşa.
116. a.g.b., Zaptiye Nazırı Nazım Bey1n raporu; 15 Cemaziyelevvel 1 3 1 0/ 5 Aralık 1 892.
1 1 7. BBA Y.Mtv 57/57; 21 Cemaziyelevvel 1 309/ 23 Aralık 1891 . Katib-i Hususi Süreyya
Paşa'ya.
1 18. Burada ileri sürdüğüm şeyin, aslında mevcut olmayan bir sabitlik kurma riskini taşıdığının
farkındayım. Yine de, Osmanlı resmi belgelerindeki bazı formüllerio sürekli tekrarının rast­
lantısal olmadığını, aslı na bakılırsa, Osmanlı seçkinlerinin kendi "hiyerarşi"lerini nasıl meş­
ru olarak algıladıklarının bir göstergesi olduğunu hissettiğim için, bunu yapacağım.
1 19. James Finn, Stirring Times, Londra, 1 878, s. 405-7. Vurgular orijinal metne aittir.
1 20. Bemard Lewis, The Political Language ofIslam, Chicago, 1 988, s. 62.
121. BBA i rade Dahiliye 56; l l Eylül l 308/ 24 Eylül 1 892. Babıali Sa daret Dairesi. Yezidilerin
ihtidası için yürütülen Osmanlı çabaları hakkında bkz. Bölüm 3. Tüm bu örneklerin sayı­
sı neredeyse sonsuz olarak çoğaltılabilir. Ben, temsil edici bir örnek seçtim.
122. BBA i rade Dahiliye, 681 20; 29 Muharrem 1 299/ 2 1 Aralık 1 881 . Yanya Vilayeti'nden sad­
razama, no. 24.
123. BBA i rade Dahiliye, 99649; 19 Cemaziyelahir 1 309/ 21 Aralık 1 892. Suriye Vilayeti'nden
sadraza ma, no. 32.
124. BBA Y.Mtv 53/108; 2 Zilkade 1 308/ 9 Haziran 1891. Tokat Mutasarrıfı Lütfi Bey'den Da­
hiliye Nezareti'ne, no. 1 59.
1 25. BBA Y.A RES 1 34/71 ; 20 Zilkade 1 323/ 1 6 Ocak 1 906. Yıldız Hususi Maruzat Defteri, no.
1 3613.
1 26. BBA Y.Mtv 59/22; 28 Kanun-ı sani 1 308/ 1 0 Şubat 1 893. Yıldız Sarayı Mabeyn Başkita­
beti. Redhouse Sözlüğü, sebükmagtın ikinci anlamı olarak "gelgeç gönüllü, istikrarsız
ve kararsız" sözcüklerini de verir.
127. BBA Y.Mtv 43/1 1 7; 4 Haziran 1 306/ 1 7 Haziran 1 890. Basra Valisi Esseyid Me h med bin
Yunus'dan Mabeyn Başkitabeti'ne, no. 52.
128. BBA Y.A HUS 379/8; 27 Cemaziyelahir 1 315/ 24 Ekim 1 897, Dahiliye Nezareti no. 3380.
Belge, bu tür ciddi sorunların gazetelerden çok, risale şeklinde yayınianmasını emreden
bir iradeye gönderme yapar.
129. Hasan Kaya lı, Arabs and Young Turks: Ottomanism, Arabism and lslamism in the Ottoman
Empire 7908- 7978, Berkeley, 1 997, s. 1 44-1 73.
130. Naci Kıcıman, Medine Müdafaast, s. 435.
131. BBA Babıali Evrak Odası (BEO), 24234, Musul Giden 336; 21 Cemaziyelevvel 1 3 1 1 / 30
Kasım 1 893; BBA i rade Dahiliye; 4 Gurre-i Ramazan 1313/ 15 Şubat 1 896.
132. Mardin, Religion and Social Change, s. 1 69.
133. Armenouhie Kevonian, Les Noces Noires de Gulizar, Paris, 1 993, s. 1 1 2.
1 34. BBA Y.A RES 25/14; 2 Ağustos 1 300/ 15 Ağustos 1 884. Bingazi Vilayeti'nden Dahiliye
Nezareti'ne.
135. BBA Y.Mtv 37/73; 3 Ağustos 1 300/1 6 Ağustos 1 888. Hicaz Valisi Osman Nuri Paşa'dan
Babıali'ye. Bu gibi durumlarda kullanılan tevahhuş sözcüğü, Redhouse'da "vahşi bir
hayvan gibi ürkekleşmek" olarak tanımlanıyor.
136. BBA Y.Mtav 51/74; 23 Zilkade 1 308/ 1 Temmuz 1891 . Umur-ı Askeriyye Komisyonu ta­
rafından, Bingazi'deki düzensiz Hamidiye birimlerinin oluşturulmasına ilişkin rapor;
BBA i rade Dahiliye 56; 1 1 Eylül 1 308/ 24 Eylül 1 892; bkz. Bölüm 1; BBA Y.Mtv 53/1 08; 2
Zilkade 1308/ 9 Haziran 1 891, Tokat mutasarrıfından Dahiliye Nezareti'ne, no. 1 59.
137. BBA Y.Mtv 34/39; 22 Kanun-ı Evvel 1 305/ 4 Aralık 1 889.
1 38. BBA 53/1 08; 26 Zilhicce 1 308/2 Ağustos 1 89 1 . Sivas Vilayeti Valisi Mehmed Memduh
Paşa'dan Dahiliye Nezareti'ne.
1 39. i rade Hususi 878/123; 17 Muharrem 1 3 1 0/ 1 1 Ağustos 1 892; Yıldız Sarayı Ma beyn Baş­
kitabeti no 678. Söz konusu sorun, 1 893 Chicago Dünya Fuarı'na gönderilecek fotoğraf­
ların seçimiyle ilgiliydi.
140. Mardin, Religion and Social Change, s. 1 29.
141 . B BA VEE 3 1 /1 950 Mükerrer/45/83; 22 Zilkade 1 299/ 5 Ekim 1 882. Sadrazam Said
Paşa'nın, bütçe sorunlarına, Mısır'daki i ngiliz işgaline ve taşradaki Osmanlı hükümranlı­
ğının yasal temeline ilişkin sorunlar hakkındaki raporu.
142. Osman Nuri Paşa'nın Hicaz'daki sorunlar hakkında raporu. BBA VEE 1 4/292/126/8; 5
Temmuz 1 301/ 1 8 Temmuz 1 885; Kantaraowicz, The King's Two Bodies, s. 79.
143. Gellner, Nations and Nationalism, s. 77.
144. Edward Shils, Tradition, Chicago, 1 980, s. 198.
145. Rituals ofRoyalty, Power and Ceremonial in Traditional Societies, der. Cannadine -Price,
Cambridge, 1 987, s. 1 9.

2. Şeriatın Osmanlılaştı rı lması

1. Na ci Kıcıman, Medine Müdafaast, s. 1 21 , 181, 215.


2. Elie Kedourie, "The Surrender of Medina, January 1 9 1 9'; Middle Eastern Studies, c. 1 3
(1 977), s. 1 30. Kedourie, Osmanlıların kutsal yerlerı• h.ı\dı vı•ıı•hllı·ıPQI korku�uyl,ı kı•ıı
te saidırmadıkianna ilişkin Lawrence ve I ngilizler tarafınddn .ıııl,ıtılan öykünün, diipl'
düz gerçek dışı olduğunu gösterir. Arap birlikleri, güçlü Türk karargahıyla boy ölçlişrlıl
lecek nitelikte değildi ve Fahreddin Paşa'nın, büyük bir saygı duyduğu bu mekaniara ı.ı
rar vermek gibi bir niyeti yoktu. Bkz. s. 1 35: "Ortaya çıkan resim, mülkiyet haklarına say
gı gösterilen, yiyecek maddelerinin sağlandığı ve moralin sağlam tutulduğu düzgün vı•
adil bir yönetimdir:'
3. Kıcıman, Medine Müdafaas1, s. 1 92.
4. Hobsbawm, Nations and Nationalism, s. 84.
S. Gelin er, Nations and Nationalism, s. 1 6.
6. Bemard Lewis, The Emergence ofModern Turkey, s. 1 05. Lewis "reorganizasyon" terimi
ni kullanmakla birlikte ben, hareketin amaçlarının ve sonuçlarının "yeniden düzenleme"
terimini haklı çıkardığı kanısındayım.
7. Butrus Abu-Manneh, "The lslamic Roots of the Gülhane Reseript'; Die Welt des Islams, 34
(1 994), s. 1 73-203.
8. Lewis, The fmergence ofModern Turkey, s. 1 07, 1 1 2, 1 1 7, 1 20.
9. Hobsbawm, Nations and Nationalism, s. 73.
10. a.g.e.
11. (arter Vaughn Findley, "The Advent of ldeology in the Islami c Middle East'; Studio lsla·
mica, LV ( 1 982). (arter Findley, Osmanlı devlet adamlarının "yurtseverliğin gücünü bir
miktar anlamalarına" rağmen, "ancak bu gücün 19. yüzyılın dünyasındaki biçimlerine
vakıf değildiler" sonucuna varmaktadır. Bu tipik bir neo-oryantalist yanılgıdır.
12. Joan Haslip, The Sultan. The Life ofAbdül Hamid ll, New York, 1 958, s. 1 24.
13. Thomas Am old, The Caliphate, Londra, 1 965, s. 1 29-62.
14. Halil i nalcık, "The Ottoman State and its ldeology'; Süleyman the Magnificent, der. H.
i nakı k - C. Kafadar, Chicago - Princeton, Princeton Occasional Papers, 1 992, s. 49-72.
15. Amold The Caliphate, s. 1 46-7.
,

16. Lewis, The Political Language ofIslam, s. 49.


1 7. An Economic and Social History ofthe Ottoman Empire 1300- 1914, der. H. i nakık -D. Qu­
ataert, Cambridge, 1 994, s. 20- 1 .
1 8. Comeli Fleischer, Bureaucrat and Inte/leetual in the Ottoman Empire, Princeton, 1 986, s .
276.
19. Osmanlı padişahının halife olarak kon umuna karşı Arap tehdidi konusunda bkz. U.
Haarmann, "ldeology and Alterity: The Ara b Image of the Turk'; International Journal of
Middle East Studies, 20 (1 988), s. 1 75-96.
20. Anderson, lmagined Communities, s. 83-1 1 1 .
21. Stephen Duguid, "The Politics of Unity: Hami dian Policy i n Eastem Anatolia'; Middle
Eastern Studies, 9 ( 1 973), s. 1 39.
22. lndia Office Library and Records. Political and Seeret Home Correspondence (bundan
böyle L/P&S/) 7/27, s. 617. Basra Körfezi Siyasal Danışmanı Yarbay E. C. Ross'tan, Hin­
distan Hükümeti Dışişleri Bakanı A. C. Lyall'a, no. 240 Bushire 1 3 Aralık 1 880.
23. Ramsay, "The lntermixture of Races'; s. 359-422: "1 880'den 1 882'ye kadar, Türk toplu-
ınunun her kesiminde ülkenin geleceğine yönelik büyük bir ümitsizlik egemen oldu.
Türk Devleti'nin sonunun yakın olduğuna ilişkin kehanetler ortalıkta dolaşıyordu:' Bu
gönderme için Şerif Mardin'e teşekkür borçluyu m.
24. Albert Hourani, A History ofArob Peoples, Londra, 1 99 1 , s. 280.
ıs. H u ri i slamoğlu- i na n, "Mukayeseli Tarih Yazımı i çin Bir Ö neri: Hukuk, Mülkiyet, Meşrui­
yet'; Toplum ve Bilim, 62 ( 1 993), s. 30.
26. Mardin, The Genesis of Young Ottoman Thought, s. 78.
27. Bkz. Halil i nalcık, State and ldeology, s. 49-72. "Süleyman döneminde Hanefilik (. ..) tek
mezhep olarak (... ) ilan edildi:' Ayrıca bkz. Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, istanbul
Milli Eğitim Basımevi, 1 983, s. 728. Standart bir başvuru kaynağı olan bu çağdaş ba­
sımda bile, bu mezhebe açık bir eğilim olması ilginçtir. "Balkan lardan Japonya'ya ka­
dar" yayılmış Hanefıliğin, Osmanlı Devleti'nin resmi mezhebi olduğu açıkça (ve biraz da
abartılı bir dille) ifade edilmektedir.
28. Gelgelelim, bizzat Ebu Hanife'nin başlangıçta meşru hükümdarın Kureyş'ten gelmesi
gerektiğini söylediğini unutmamak gerekir. Hi lafetin bu daha pragmatik yoru munun,
tarihsel koşulla rın zorlamasının yanı sıra, Moğollar ve Tü rkler gibi, çok güçlü
hükümdarlara uyarlamak için yapılmış olduğu anlaşılıyor. Bkz. Ann K. S. Lambron, State
and Government in Medieval lslam, Londra, 1 985, s. 5, 9, 32, 1 82.
29. Fleischer, Bureauaat and lntellectua/, s. 280.
30. Snouck Hurgronje, Mekka in the Latter Part ofthe 19th Century, Londra, 1931,s. 1 82-3.
31. BBA VEE 1 4/1 1 88/1 26/9, Bağdat; 9 Ramazan 1 309/ 7 Nisan 1 892. Süleyman Hüsnü
Paşa, imparatorluğun yönetimini gerçekleştiren bürokrat/asker/entelektüelin iyi bir
örneğidir. Ü nlü bir sürgün olarak, Sultan Abdülaziz1n Mayıs 1876'daki ha11nde oynadı­
ğı merkezi rol yüzünden, kuşkucu Abdülhamid tarafından Bağdat'a gönderilmişti. Re­
form öneren ünlü bir risale olan Hiss-i inkilôb'ın ve ayrıca yirmi kitap ve monog rafin
yazarıdır. Süleyman Hüsnü Paşa hakkında bkz. Türk Meşhurlan Ansiklopedisi, istanbul,
1 943, s. 360.
32. a.g.e.
33. Burada, Süleyman Hüsnü Paşa'nın, "evrenin yaratılışı"ndan Çin hanedanları silsilesine
kadar farklı konuları ele alan bir "Dünya Tarihi" (Tarih-i Alem) yazmış olduğuna dikkati
çekmekte yarar var. Bkz. Kemal Zülfü Taneri, Süleyman Hüsnü Paşa'nm Hayati ve Eserleri,
Ankara, 1 963.
34. a.g.e. Hüseyin Hüsnü Paşa'nın, Hıristiyanlık üzerine olan bölümü yazmasını tavsiye etti­
ği Molla Rahmetullah, Snouck Hurgronje tarafından "Büyük saygınlığa sahip Hıristiyan­
lık düşmanı Rahmatullah, i ngiliz Hindistanı'ndan sürgün edilmiş (Hicaz'da yaşamakta)
idi:' Bkz. Hurgronje, Mekka, s. 1 73.
3S. Mardin, Religion and Social Change, s. 76.
36. Şerif Mardin, "Some Notes on an Early Phase in the Modernisation of Communication in
Turkey'; Comparative Studies in Society and History, 3 (1960-61), s. 257-71 .
37. Duguid, "The Politics of Unity'; G. P. Gooch - H. Temperley, British Documents on the Ori­
gins of War, c. V, s. 2 7 , Lon d ra , 1 93 8'd e n a l ı ntı.
38. Milaslı Durm uşzade Hafız Mehmed Sadık, Milas'ta A�a Camii m ü derrı�ı vı• < .ııııı ı
Kebir va izi. Müvaiz-i Diniye, izmir, 1 328/1 91 O, s. 38.
39. Ahmed Cevdet Paşa, Mecelle-i Ahkôm-1 Ad/iye, i stanbul, 1 876. Ayrıca Ali Himmt>t B ı· ı
ki, Açiklamall Mecelle, i stanbul, 1 990, s. 7. Mecelle Komisyonu 1 869'da işe başladı, ,ırn.ı
birçok ciltten oluşan eser 1 876'ya kadar basılmadı. Bir Arapça tercümesi de yapıldı.
40. Berki, AÇiklamall Mecelle, s. 9.
41 . a.g.e., s. 8.
42. a.g.e.,s.1 O.
43. Messick, The Calligraphic State, s. 56. Messick, bu düzenlemenin padişahın otoritesini
güçlendireceğine de değinir.
44. BBA i rade Dahiliye 72560; 1 8 Cemaziyelahir 1 301/ 1 5 Nisan 1 884. Yıldız Sarayı Mabeyn
Başkitabeti.
45. BBA Y.MTv 1 83/1 6; 5 Cemaziyelahir 1 3 1 6/ 3 1 Ekim 1 898. Yemen Valisi Hüseyin Hilmi
Paşa'dan Yıldız Sarayı Mabeyn Katipliği'ne, no. 1 92.
46. Messick, The Calligraphic State, s. 50.
47. BBAYEE 1 4/292/1 26/8; S Ternmuz 1 301/18 Temmuz 1 885.
48. a.g.b. Osmanlı terminolojisinde, Hicaz'ın yerli halkını "uygarlaştırma motifı" resmi yıllık
larda da yer alır. Hicaz vi layeti salnamelerinin birinde, bölgenin ve halkının "ilkel d uru
mu" aşağıdaki gibi dile getirilir: "[Osmanlıların gelişinden önce] Mekke halkının zekası
oldukça kıt olduğu için, Harem-i Şerif, Bab-ei-Safad'dan Cebel-i Kab is'e kadar geyiklerln
otlayarak Harem'in çevresinde dolaşabiieceği bir dereceye kadar terk ve ihmal edilmiş­
ti:' Bkz. Salname-i Vilayet-i Hicaz, 1 309, s. 1 85.
49. BBA Y.Mtv 37/73; Yemen Valisi Osman Nuri Paşa'dan Yıldız Sarayı'na. Yıldız Sarayı Ma­
beyn Başkitabeti, no. 1 562. Belge tarihsiz olmakla birlikte, 3 Ağustos 1 304/ 16 Ağustos
1 888 tarihli bir önceki yazışmaya gönderme yapmaktadır.
50. BAA VEE 1 4/292/126/8; 7 Teşrin-i evvel 1 306/ 20 Ekim 1 890. Yemen'deki görev dönemi
hakkında rapor.
51. BBA Y.A RES 1 6/21 ; 10 Şaban 1 299/ 27 Haziran 1 881; Sadaret makamına.
52. Messick, The Calligraphic State, s. 65.
53. BBA Y.A RES 93/38; Maarif Nazırı Zühdü Paşa'dan Bab-ı Meşihat'e tezkire.
54. a.g.e.
55. a.g.e. Ancak bu yasak 1 859'dan beri geçerliydi. Snouck Hurgronje, "[Mekke'de] yeni açıl­
mış olan (1 885-86) Devlet Matbaası"na gönderme yapar. Bkz. Hurgronje, Mekka, s. 165.
Hurgronje, Muhammed'in döneminden 1 885'e değin "Müslüman Fetihlerinin Evrensel
Tarihi" gibi eserlerin devlete ait matbaada basıldığına değinir.
56. a.g.e. Ayrıca Şura-yı Devlet tezkiresi; 1 6 Şaban 1 31 4/ 20 Ocak 1 897. "Hatalı" nüshala­
rı bile olsa Kuran-ı Kerim'ın imha edilmesi söz konusu olamayacağından, bunlara ne ya­
pılması gerektiğine ilişkin de ya bana atılmayacak ölçüde tartışmalar vardı. Abdülhamid"ın
hal' fetvasında öne sürülen nedenlerden birinin, onun resmi inanca aykırı metinleri içeren
Kuran'ların yakılmasını emretmesi olduğu söylenir. Padişahı tahtından indirmesine karşın,
Jön Türk rejimi Kuran'ların "gözden geçirilmesi" uygulamasını sürdürdü ve 1 909'dan sonra,
"Kuran'ların ve hukuk eserlerinin basımı müfettişliği" kurdu. Bkz. Medis-i Vükela Mazbata­
lan, c. ı 84, no. 730, ve First Encydopedia ofIslam, "Shaikh al-Islam'; s. 276-8. Bu uygula­
ma bugün bile sürmektedir. Herhangi bir Kuran'ın satışa çıkarılmasından önce Diyanet i şle­
ri Başkanlığı'nın onayının alınması zorunludur; bkz. iştar Tarhan lı, Müslüman Toplum "Laik"
Devlet. Türkiye'de Diyanet işleri Başkanliği, istanbul, ı 993.
57. BBA Y.Mtv 222/20; 5 Receb 1 3 1 9/ ı8 Ekim ı 9o ı . Maarif Nazırı Zühdü Paşa, no. 26.
58. BBA Y.Mtv 2271139; ı9 Mart ı 902. Stockholm'deki Osmanlı Sefareti, no. 20.
59. Rıza Tevfik, Biraz da Ben Konuşay1m, i stanbul, 1 993, s. 242-3. Tevfik, ayrıca yetkililerin
Buhari-i Şerifve Taftazani'nin Akaid-i Nefise gibi öteki klasikleri de müsadere ederek, i s­
tanbul külhaniarında yaktıklarını ileri sürüyordu. Buhari'nin sansür edildiğini ve Sahih-i
Buhari adıyla yeni bir versiyon un basıldığını iddia ediyordu.
60. J. W. Redhouse, A Vindication of the Ottoman Sultan's Title of 'Caliph', Londra, 1 877, s.
6-7.
61 . BBA i rade Meclis-i Mahsusa 4625. 26 Rebiyülevvel 1 307/ 20 Kasım ı 889. Bu "dışlayıcı"
ton, biuat"Osmanlı tabiyeti kanunu"nda (ı9 Ocak ı 869) da vardır. Bu kanunun 8. mad­
desi şöyle der: "Ö len ya da Osmanlı tabiyetinden ayrılan kişinin çocukları, küçük yaşta
bile olsalar, babalarıyla aynı tabiyette olarak kabul edilmezler ve Osmanlı uyruğu olarak
görülmeye devam edilirler. (Bununla birlikte) Osmanlı tabiyetine geçmiş olan bir ya­
bancının çocukları, küçük yaşta bile olsalar babalarının tabiyetinde kabul edilmezler ve
yabancı olarak görülürler:' Bkz. Düstur ı. Tertip, s. ı6-ı8. "Fransız Cezayirliler" hakkında
bkz. Pierre Bardin, Algeriens et Tunisiens dans L'Empire Ottoman de 7848 a 7914, Paris,
ı 979, s. 54-78.
62. Gervais Courtellemont, Mon vayage a la Mecque, Paris, ı 896, s. 46 ve 58.
63. BBA Y.A RES ı s/38; ı7 Cemaziyelevvel ı299/ 6 Nisan ı882. Şura-yı Devlet, no. 23ı7.
64. BBA VEE ı 4/292/126/8; 5 Temmuz 1 301/ ı 8 Temmuz ı885. Osman Nuri Paşa'nın raporu.
65. a.g.b.
66. Courtellemont, Man voyage, s. ısı.
67. a.g.e., s. 95.
68. BBA Y.A RES ı S/38; Hicaz i dare Meclisi'nden tezkire, 24 Safer ı 299/ı5 Ocak ı 882.
69. Bernard Co h n, "Representing Authority in Victorian lndia'; The lnvention of Tradition,
der. Hobsbawn - Ranger, s. 1 74.
70. lndia Office, Siyasal ve Gizli Yazışmalar. L/P&S/30239, c. 52, s. 937. Konsol os Moncireff'
ten Lord Granville'e.
71 . a.g.e.
72. BBA i rade Dahiliye 68044; ıs Rebiyülahir ı 299/ 6 Mart ı 882. Bkz. Selim Deringil, "Le­
gitimacy Structures in the Ottoman Empire: The Reign of Abdülhamid ll ı 876-ı 909'; In­
ternationalJournai ofMiddle East Studies, 23 (ı99ı), s. 345-9.
73. Courtellemont, Mon voyages, s. ı o ı . Ebu Muttalib, Mekke emiriydi; bu bakımdan, her
ne kadar emirler hatırı sayılır özerkliğe sahip olsalar da, teknik olarak bir Osmanlı me­
muruydular.
74. Y.A RES 98/38, Şura-yı Devlet tezkiresi; 16 Şaban 1 31 4/ 20 Ocak 1 897.
75. BBA Yıldız Arşivi Hususi Maruzat (Y.A H US) 295/1 08, 10 Zllkade 1 3 1 1 / ı s Mııyı' 1 111!4
Babıali Arnedi Kalemi 2968.
76. BBA Y.A HUS 297/25; 12 Zilkade 1 3 1 1 /1 7 Mayıs 1 894, Babıali Arnedi Kalemi.
77. BBA Y.A HUS 245/45; 10 Şaban 1 308/ 1 7 Mart 1 891, Babıali no. 7. Son dönem Osm,ınlı
ve Fas ilişkileri hakkında bkz. Edm und Burke III, "Le Pan-islamisme et les origines du ı1ı1
tionalisme en Afrique du nord, 1 890-191 8'; Cahiers de I'Unite de I'Anthropologie soclalı·
et culturelfe, Oran Ü niversitesi (Cezayir), 1 987, s. 2 1 -40.
78. Daha önceki yüzyıllarda Osmanlılar, Fas sultanları ve Moğollar arasındaki rekabet hak
kın da bkz. Suraiya Faroqhi, Pilgrims and Sultans, s. 1 43-8.
79. Yüzyıl ortası Mısır'ına ilişkin yetkin bir çalışma için bkz. Toledano, Egypt in the Nine
teenth Century.
80. i ngiliz kuvvetleri Mısır'ı, Ahmed Ura bi Paşa'nın önderliğindeki milliyetçi harekete bir
tepki olarak Eylü l 1 882'de işgal ettiler. Bu tarihten sonra, i ngilizler ismen Mısır'daki
Osmanlı egemenliğini tanımakla birlikte, ülke aslında "örtülü Protektorat"a ve teknik
olarak bir Osmanlı memuru olan yönetimdeki h ıd iv bir i ngiliz kuklasına dönüştürüldü.
Bkz. Selim Deringil, "The Ottoman Response to the Egyptian Crisis of 1 881 -82'; Middle
Eastern Studies, c. 24 (1 988), s. 3-25. Padişah ile hıdiv arasındaki ilişkiler hakkında bkz.
L. Hirszowicz, "The Sultan and the Khedive 1 892-1 908'; Middle Eastern Studies, c. 8
(1 977), s. 287-3 1 1 .
81. BBA Y.A HUS 1 59/80, 6 Zilkade 1 295/ 1 Kasım 1 878. Hariciye Nazırı Safvet Paşa'nın tezkiresl.
82. BBA Y.A HUS 1 88/1 01; 17 Cemaziyelevvel l 303/ 21 Şubat 1 886. Sadrazam Kamil
Paşa'dan Mabeyn-i Hümayun Kitabeti'ne; Snouck Hurgronje de, "yıllık ( ... ) para ve
Mısır'dan gönderilen mısırdan oluşan yıllık armağanlarını durdurduğu takdirde, Türk
sultanlığının Müslüman alemindeki itibarını kaybedeceğine" işaret ediyordu. Bkz.
Hurgronje, Mekka, s. 173. Yiyecek ihtiyacı Mısır'dan karşılanmakla birlikte, resmi durum,
hıdivin yalnızca padişahın cömertliğine aracılık ettiği şeklindeydi.
83. BBA VEE 1 4/292/126/8. Son dönem Osmanlı tarihinde "meçhul asker" gibi bir yere sahip
olan Osman Nuri Paşa, vilayet yöneticilerinin çok önemli bir örneğidir. Reşid Paşa, Ali Paşa,
Fuad Paşa, Mid hat Paşa, vb çarpıcı isimler hakkında çok şey söylenmiş ve yazılmış olmasına
karşın, yaşamlarını giderek daha çok su alan bir tekneyi onarmaya çalışmak gibi nankör bir
göreve adamış olan birçokları unutulmuştur. Osman Nuri Paşa, çalışkan valilerin çok iyi bir
örneğidir ve görüşleri son dönem Osmanlı d ünya görüşünün temsilcisidir.
84. a.g.e. Hicaz, özel bir statüye ve hatırı sayılır özerkliğe sahipti; imtiyazlarından biri, halkı­
nın askerlik hizmeti yükümlülüğünden muaf tutulmasıydı.
85. a.g.e. Ağaç benzetmesi burada önemlidir. Osmanlı Devleti'nin simgesel temsillerinden
biri çınar ağacıydı.
86. a.g.e.
87. Fleischer, "lbn Khaldunism':
88. Bkz. Faroqhi, Pilgrims and Sultans, s. 141 . "Osmanlı padişahlarının, kendilerini ne erken
i slam tarihindeki rolleriyle meşrulaştırmaları m ümkündü, ne de ( ... ) Cengiz Han ya da
n,
Timurle k'in soyundan geldiklerini iddia edebilirlerdi. Dolayısıyla, onların meşruiyeti
genel anlamda I slam ümmeti ne yaptıkları pratik hizmete dayanıyordu ( ... ) ve hacılara
yaptıkları hizmetler özel bir önem taşıyordu:'
89. William Ochsenwald, Religion Society and the State in Arabia. The Hicaz under Ottoman
Contro/ 7840- 7908, (olombus-Ohio, 1 984.
90. BBA i rade Dahiliye 27; 9 Şaban 1 31 3/ 25 Ocak 1 896. Hacıların g üvenliğini ve rahatını
sağlamak üzere i stanbul'dan Hicaz'a gönderilen yıllık elçilik heyetine verilen talimat.
91 . a.g.e.
92. BBA i rade Hususi 102, 23 Cemaziyelahir 131 1/ 1 Ocak 1 894.
93. BBA Y.Mtv 67/51 ; 21 Safer 1 3 1 0/ 1 4 Eylül 1 892. HicazValisi Osman Nuri Paşa'dan Yıldız
Sarayı'na.
94. Hicaz Demiryolu hakkında i ngilizcedeki en ayrıntılı yapıtlar şunlardır: Jacob Landau, The Hi­
jaz Railway, Detroit, 1971; William Ochsenwald, The Hijaz Railroad, Charlottsville, 1 980.
95. Alman mühendisler de kullanılmakla birlikte, biraz arka planda tutuldu. Bkz. Oschen­
wald, Hijaz Railroad, s. 60, 66, 1 52.
96. Tasarlanan donanmanın ayrıntılı çizimlerini ve planlarını içeren ayrıntılı bir rapor için
bkz. BBA i rade Meclis-i Mahsus 5368; 18 Rebiyülevvel 1 309/ 22 Ekim 1 89 1 . Bu konu­
nun tartışıldığı Heyet-i Vükela toplantısının zabıtları. Ayrıca bkz. Yıldız Mütenevvi Maru­
zat (Y.Mtv) 65/1 1 7; 25 Muharrem 1 3 1 0/ 19 Ağustos 1 892. Donanma-yı Hümayun tara­
fından bildirilmiştir.
97. Feroze Yasamee, "Abdülhamid ll and the Ottoman Defence Problem'; Diplomacy and
Statecraft, c. 4 (1993), s. 20.
98. lndia Office L/P&S/7/27, s. 613. 27 Kasım 1 880 ve 10 Aralık 1 880. Kraliçe hazretlerinin
Zanzibar Başkonsolosu John Kirk'ten Hindistan Hükümeti Dışişleri Sekreteri A.C. Lyall'a.
99. a.g.e. Maskat, 6 Aralık 1 880. Maskat'taki siyasal temsilci ve Konsolos Yarbay S. B.
Miles'dan, Basra Körfezi Siyasal Danışmanı E. C. Ross'a.
100. a.g.e., s. 6 1 7. Bushire 13 Aralık 1 880. Basra Körfezi Siyasal Danışmanı Albay E. C.
Ross'tan, Hindistan Hükümeti Dışişleri Bakanı A. C. Lyall'a.
101 . Osmanlılar, Aden'in işgalini hiçbir zaman tanımadılar ve 20. yüzyılın başında basılan
Osmanlı atlasları burayı Aden Sancağı olarak göstermeye devam etti.
1 02. lndia Office UP&S/7/28, s. 715. Aden, 4 Ekim 1880. Binbaşı G. R. Goodfellow'dan, Bom­
bay Hükümeti Siyasal Departmanı Başbakanı C. Gonne'a.
103. a.g.e. Aden, 14 Şubat 1 881 . Aden Komutanlığı, Tümgeneral F. A. E. Loch'tan, Hindistan
hükümetine.
1 04. a.g.e. Danışman, Ali Mukbil1n bu dilekçelerin baskıyla elde edilmiş olduğunu eklemek­
te gecikmiyordu.
105. a.g.e. L/P&S/7/27, s. 628. Simla, 2 Şubat 1 881. Hindistan hükümetinden Londra'da Hin­
distan bakanına mektup.
106. BBA Y.A HUS 209/15, 5 Rebiyülahir 1 305/ 21 Aralık 1 887. Kamil Paşa'dan padişaha. "Ara b
hükümeti" (hükumet-i Arabiyye) Arapların -Arap milliyetçiliği gibi- her türlü nahoş etkin­
liği hakkındaki kullanılan klişe idi. Erken dönem Arap milliyetçiliğine, özellikle de Ura bi ha­
reketine karşı Osmanlı tepkileri için bkz. Dering il, "The Ottoman Response'; s. 6-24.
107. BBA Y.A HUS 209/15. Kamil Paşa'dan Yıldız Sarayı Mabeyn B�şklt�lıetl'ıw.
108. BBA Y.A HUS 2 1 4/46. Kamil Paşa'dan Mabeyn Başkitabeti'ne. 21 Ramazan HO'J/ l l lı111
ran 1 888.
1 09. Mardin, Religion and Social Change, s. 1 1 2. Daha çok birkaçıyla işbirliği yapıp, dl�t>rlt• ı l
nin kendi başına bırakıldığı b i r durumu çağrıştırmaktadır. lrak'taki medreselerin acııııl.ı
sı durumunu aktaran sayısız dilekçeler, bu yorumu haklı çıkarıyor.
1 10. Bu türü n bir örneği olarak bkz. Mehmed Sadık, Mil as Müftüsü, Alem-i islam'da Cihaı/ 1
Ekber. Böylesine köklü bir meselede, bir küçük kasaba müftüsünün fiilen dini risaleler y.ı
yınlaması, başlı başına alt düzey ulema arasında bu yeni militanlığın bir göstergesidir.
1 1 1 . i rfan Gündüz, Osmanltiarda Devlet-Tekke Münasebetleri, istanbul, 1 989, s. 221 . Bu yapıt,
son derece önemli, bu meseleye ışık tutan kapsamlı bir araştırmadır.
1 1 2. a.g.e., s. 222-3.
1 1 3 . BBA Y.A H US 203/69. Babıali; 29 Ramazan 1 304/ 21 Haziran 1 887. Sadrazam Kamli
Paşa'da n, Mabeyn Başkitabeti'ne. Gelgelelim, bir önlem olarak, mürltierinin infıalini kış
kırımasından kaçınılmak üzere i stanbul üzerinden yolculuk etmesine karar verilmişti.
1 14. BBA VEE 1 4/2065/74/30; 1 8 Teşrin-i sani 1 306/ 1 Aralık 1 890. Yaver-i Hümayun Süvarı
Binbaşısı Mehmed Bey1n raporu. Bu referansı, Butrus Abu-Manneh'e borçluyu m.
llS. a.g.e. Gümüşhanevi'nin çeşitli etkinlikleri hakkında bkz. Butrus Abu-Manneh, "Shayklı
Ahmed Ziyaüddin EI-Gümüşhanevi and the Ziya'I-Khalidi Su border'; Shi'a Islam, Sect1
and Sufism, der. Frederick De Jong, Utrecht, 1 992, s. 1 04-1 7. Bu olay, Raymond Lifcheı,
The Dervish Lodge, Berkeley, 1992, s. 223'te de tartışılır.
1 16. Abu-Manneh, "Shaykh Ahmed Ziyaüddin'; s. 1 1 3 .
1 1 7. a.g.e.
1 18. BBA Y.A H US 263/6; 1 Muharrem 1 3 1 0-26 Tem muz 1 892. Babıali'den Yıldız Sarayı'na.
Yaver-i Hümayun Cevad Paşa'nın raporu.
1 19. a.g.e.
1 20. Ö nceki padişahlar da, tarikatların popüler enerjisinden yararlanmak için çaba göster­
mişlerdi. 1 826'da Yeniçerileri ortadan kaldıran Sultan l l . Mahmud, Evkaf-ı Hümayun
Nezareti'ni kurarak tekke şeyhlerinin atanmalarını merkezileştirmeye çalışmıştı. Tanzi­
mat da bu süreci devam ettirdi. Bkz. Gündüz, Osmanltiarda Devlet-Tekke Münasebetleri,
s. 1 97. "Bu önlemler aslında gelenekierimize karşı olmakla birlikte, her şeyde merkezi­
yetçilik eğilimi gösteren devletin başka bir seçeneği yoktu:'
121. Butrus Abu-Manneh, "Sultan Abdülhamid ll and Shaikh Ebulhuda AI-Sayyadi'; Middle
Eastern Studies, c. 1 5 (1 979), s. 1 38.
1 22. a.g.e., s. 1 36-9. Ahmad Esad'ın bu bağlamda oynadığı rol hakkında bkz. Deringil, "Ono­
man Response':
1 23. Abu-Manneh, "Sultan Abdülhamid ll and Shaikh Ebulhuda'; s. 1 40-1 .
1 24. BBA VEE, Kamil Paşa Evrakı'na Ek. (KPE) 86-9/880. Gelgelelim, burada Kamil Paşa'nın
Ebulhuda'nın hayranlarından olmadığının da belirtilmesi gerekiyor.
12S. J. Spencer Trimingham, The Sufi Orders in Islam, Oxford, 1 971, s. 1 26.
1 26. Haslip, The Sultan, s. 246.
127. H. Anthony Salmone, "The Real Rulers of Turkey'; The Nineteenth Century, c. 37 (Mayıs
1 895), s. 71 9-33. Arşivlerden ortaya çıkan kanıtlar ışığında, Abdülhamid'in kendi emri
altındaki adamlar tarafından korkutulması pek de olası görünmüyor.
128. Trimingham, The Sufi Orders, s. 1 27.
129. Smith, The Ethnic Origins ofNations, s. 79. Daha çok erken yüzyıllardan itibaren, Osmanlı
seçkinleri, çok belirgin bir öz-imge oluşturmuşlardı. Bkz. Fleischer, Bureaucrat and lnte/­
lectua/, özellikle s. 410 ve 261-72.
130. Mardin, Religion and Social Change, s. 80.
131. BBA VEE 14/1 1 88/1 26/9. Ayrıca bkz. Bölüm 3.
1 32. Mardin, Religion and Social Change, s. 32 ve 253, 17 Ekim 1 889 tarihli Bitlis Gazette'den
alıntı: "Bu kaza açısından, padişahın desteği altında ( ...) düzenin kurulması, ve uygar­
lığın ( ... ) yerleştirilebileceği um u lmakla birlikte, halihazırdaki koşulları, tümüyle böyle
bir düzen ve uygarlıktan yoksundur." Osmanlı vilayetlerinde bilimin süzgeçten geçiril­
mesi ve "popülerleştirilmesi"ne ilişkin bkz. a.g.e., s. 76.
133. Ahmet Yaşar Ocak, "Abdülhamid Dönemi islamcılığının Tarihi Arka Planı: Klasik Dönem
Osmanlı i slam'ına Genel bir Bakış'; Sultan ll. Abdü/hamid ve Devri Semineri, istanbul Üni­
versitesi Edebiyat Fakültesi, Bildiriler, istanbul, 1 994, s. 1 23. Vurgu orijinal metne aittir.
134. Gluck, Japan's Modern Myths, s. 204.
135. Eugene Weber, Peasants into Frenchmen, Stanford, 1 976.

3. ihtida ve ideolojik pekiştirme

1. Bu düstur hakkında bkz. Lewis, The Political Language ofis/am, s . 29. "Müslüman top­
lumsal ve siyasal yaşamının temel kuralı, genellikle 'iyiliğe katılıp kötüyü kovmak' şek­
linde formüle edilen, dolayısıyla, yöneten ve yönetilenin ortak sorumluluğunu oluştu­
ran kuraldı:' Lewis, bu alıntıyı Kuran'dan yapmaktadır (lll, 1 04, 1 1 0, 1 1 4; VII, 1 57; IX, 67,
7 1 , 1 1 2; XXII, 41; XXXL, 1 7; Lewis'in s. 1 29, n. 8'inde gösterildiği üzere). Aynı ilke hak­
kında bkz. lambton, State and Government, s. 36, 37, 42, 1 05, 145.
2. John Guest, The Yezidis: A Study in Surviva/, londra-New York, 1 987, s. 1 32-3.
3. Osmanlı i mparatorluğu'ndaki heretik inançlar hakkında bkz. Ahmet Yaşar Ocak, "Kanuni
Sultan Süleyman Devrinde Bir Osmanlı Heretiği: Şeyh Muhyiddin Karamani'; Prot Bekir
Kütükoğlu'na Armağan, i stanbul Ü niversitesi Edebiyat Fakültesi, i stanbul, 1 991, s. 473-
84. Ayrıca, aynı yazarın, "les reactions socioreligieuses contre l'ideologie officielle otto­
mane et la question de zendeqa ve il had (Heresie et Atheisme au xvıeme siecle)'; Turci­
ca, 2 1 -3 (1991), s. 71-82. Aynı yazarın, Osmanlt imparatorluğu'nda Zmdtklar ve Mülhid­
ler adlı bu konudaki eseri ne yazık ki bu bölümü yazdıktan sonra yayımlandı.
4. Weber, Peasants into Frenchmen.
S. Bu taktiklerin, dönemin diğer imparatorluk sistemlerinde kullanılan yöntemlere son derece
benzer olması ilginç bir noktadır. Bkz. Gyanendra Pan dey, "Encounters and Calamities: The
History of North lndian Qasba in the Nineteenth Century'; Seleaed Subaltern Studies, der.
Ranajit Guha - Gayatri Chakravorty Spivak, Oxford, 1 988, s. 1 06-7. Pandey, Raj memurla-
rının gözünde yerel bir "ayaklanma"nın 1 893-94'te, kente [Mubarakpur] blrk,ı� .ıylıqı
na konuşlandırılan bir "tecziye polisi" yoluyla nasıl bastırıldı�ının öyküsünü verir. Vurqıı
bana aittir.
6. Guest, The Yezidis. Bu, Doğu Anadolu, Kuzey Irak ile eski Sovyetler Birliği toprakların
da yaşayan bu halk üzerinde bugüne dek yapılan en iyi araştırmadır. Yezidi dini hak
kı nda bilgi için bkz. lsya Joseph, Devi/ Worship. The Sacred Books and Traditions of Yr
zidis, Londra, 1 9 1 9, yeni baskı, Health Research Institute, California ( 1 972). Kendllı•
ri Şeytan'a taptıklarını şiddetle inkar etmelerine karşın, bu yaftanın üzerlerine yapışıp
kaldığı görülüyor. Günümüz Türk tarihçilerinin, Yezidilerin i slam'dan saptıklarına ilişkin
Osmanlı çizgisine sadık kalmış olmaları ilginç bir noktadır. Bkz. Mehmet Aydın, "Yezidl
ler ve i nanç Esasları'; Belleten, c. 52 (1988), özellikle s. 33. "Son araştırmalara göre, Yezl
d ilik islam'ın heretik bir dalıdır. Başka bir deyişle, sapkın bir mezheptir:"
7. Guest, The Yezidis, s. 1 26.
8. Hamidiye Alayları hakkında bkz. Selim Deringii, "Ottoman to Turk, Minority-Majority Rela
tions in the Late Ottoman Empire'; konferans bildirisi: "Majority-Minority Discourse. Prob­
lematizing Multiculturalism'; East-West Center, Honolulu, Hawaii, 1 1-13 Ağustos 1 994.
9. BBA Yıldız Mütenevvi Maruzat (Y.Mtv) 50/2 1 ; S Mayıs 1 3071 1 8 Mayıs 1 891 . Binbaşı
Abdülkadir'den Yıldız Sarayı Mabeyn Başkitabeti'ne.
10. a.g.b. On reisin adı veriliyor.
1 1 . BBA Y.Mtv 5 1 /61; 1 9 Mayıs 1 307/31 Mayıs 1 891 . Binbaşı Abdülkadir'den Yıldız Sarayı
Mabeyn Başkitabeti'ne.
12. BBA Y.Mtv 53/6, l l Zilkade 1 308/18 Haziran 1 8 9 1 . Yıldız Sarayı Mabeyn Başkitabeti,
Ma beyn-i Hümayun Başkatibi Süreyya Paşa. Bu yazışmadan bir ay sonraki bir raporda
en belalı elebaşının Şeyhan m iri M ir Mirza olduğu yazılıyor ve bunun "sürgün edilme­
mesi halinde, bu ahalinin inançlarının düzeltilmesinin (tashih-i akaid) asla mümkün ol­
madığı" anlatılıyordu.
13. BBA Y.Mtv 5 1 /61 , 18 Zilkade 1 308/ 25 Haziran 1 89 1 . Yaver-i Hümayun Müşir Şakir
Paşa'dan tezkire.
14. a.g.b.
15. BBA Y.Mtv 61/1 8, 19 Mart 1 308/ 28 Mart 1 892. Yıldız Sarayı Mabeyn Başkitabeti. Dör­
düncü Ordu Kumandanı Müşir Mehmed Zeki Paşa'dan Yıldız Sarayı'na şifreli telgraf.
16. BBA i rade Dahiliye 97775; 9 Rebiyüleüvvel 1 309/ 1 3 Ekim 1 89 1 . Yıldız Sarayı Mabeyn
Başkitabeti, no. 8 1 8.
1 7. Guest, The Yezidis, s. 1 29.
18. a.g.e., s. 1 30.
19. BBA i rade Dahil iye 53; 7 Ağustos 1 307/ 20 Ağustos 1 892. Ö mer Vehbi Paşa'dan
Babıali'ye telgraf.
20. BBA i rade Dahi liye 53; 8 Ağustos 1 3071 2 1 Ağustos 1 892. Ö mer Vehbi Paşa'dan
Babıali'ye telgraf. Belge, l l köyün adını ve okullar için gereken para miktarını gösteren
bir liste içermektedir. Yekün 229,930 kuruştur. "Şebekli"nin tam olarak kim olduğu açık
değildir. Şafii mezhebinden Müslümanlar olduğuna dair bir iddia vardır. Bununla birlik-
te, bunların bir çeşit Şii olduklarını ileri sürenler de vardır. Bkz. Harry Charles Luke (bir dö­
nemin Kudüs vali yardımcısı), Mosul and its Minorities, Londra, 1925, s. 14-15. "[Musul'da]
pek bilinmeyen tarımla uğraşan bir kabile olan Şebekleri görebilirsiniz; bunların Kürt
Şiilerinin bir grubu olması mümkündür, ama garip bir diyalektleri vardır, hiç camileri
bulunmaz ve komşuları onların büyük Moğol istilaların ın, HülagO ya da Timurlenk'in
yadigarları olduklarına inanırlar:'
21. a.g.e. Laliş'teki Yezidi tapınağı, Yezidi dininin l l . yüzyılda yaşayan peygamberi Şeyh Adi
b. Musafır1n türbesiydi. O ve türbesi hakkında bkz. Guest, The Yezidis, s. 1 5-27.
22. BBA i rade Dahiliye 53; 27 Muharrem 1 3 1 0/ 21 Ağustos 1 892. Musul Vilayeti Vilayet
Medisi'nden Babıali'ye. Meclis de Şebekli'ye "Musul'un güneyindeki bir bölgede yaşa­
yan heretik bir mezhep" olarak gönderme yapar.
23. BBA Medis-i Vükela Mazbataları (M. V) 71/10; 2 Safer 1 3 1 0/ 26 Ağustos 1 892. Söz konu­
su şeyhler Mirza Bey, Ali Bey, Hamza Bey ve Hüseyin Bey idi.
24. BBA i rade Dahiliye 53; 31 Ağustos 1308/ 13 Eylül l 892. Ö mer Vehbi Paşa'dan Babıali'ye.
25. BBA i rade Dahiliye 56; 1 1 Eylül 1 308/ 24 Eylül l 892. Ö mer Vehbi Paşa ve Vali Osman
Paşa'dan Babıali'ye. Burada sözü edilenler, kutsal yadigarları, yani Melek Tavus adı verilen
bronzdan tavus heykelini taşıyarak bağış toplayan Yezidi kova/'Iardır. Ö mer Vehbi Paşa'nın,
büyük miktarların toplandığına ilişkin iddiaları, tümüyle temelsiz değildi. Bir Yezidi köçek,
ya da medyum, Fransız konsolosluk kaynaklarına göre, bağış olarak 9.000 pound değerin­
de para toplamış ve kendisine bir şato yaptırmıştı. Bkz. Guest, The Yezidis, s. 28-41, 1 34.
26. Guest, The Yezidis, s. 1 30.
27. BBA i rade Dahiliye 56; 12 Eylül 1 308/ 25 Eylül l 892. Ö mer Vehbi Paşa ve Vali Osman
Paşa'dan Babıali'ye.
28. BBA i rade Dahiliye 56; 14 Rebiyülevvel 1 3 10/ 6 Ekim 1 892. Babıali no. 744. i rade-i Hü­
mayun 1 8 Rebiyülevvel 1 3 1 0/ 1 1 Ekim 1892 tarihinde çıkarılmıştı.
29. BBA Medis-i Vükela Mazbataları (M.V) 71/37; 24 Safer 1 3 1 0/ 17 Eylül l 892. Musul
Vilayeti'nden gelen telgrafın tartışıldığı Osmanlı Medis-i Vükela zabıtları.
30. a.g.e.
3 1 . BBA Y.Mtv 68/90; 28 Eylül 1 308/ l l Ekim 1 892. Musul Valisi Osman Paşa'dan Yıldız Sara­
yı Mabeyn Başkitabeti'ne.
32. Guest, The Yezidis, s. 1 30-1 . Guest, mülki valinin haberdar edilmediğini söylese de, Os­
manlı belgeleri tersine işaret etmektedir.
33. a.g.e., s. 1 33.
34. BBA Y.A HUS 282/27; 13 Teşrin-i evvel 1309/ 26 Ekim 1893. Musul Valisi Aziz Paşa'dan
Babıali'ye.
35. BBA Y.A H US 283/55; 22 Rebiyülahir 1 3 1 1 / 2 Kasım 1 893. Babıali Arnedi Kalemi, no.
1 394. Sadrazam Cevad Paşa'dan Yıldız Sarayı'na.
36. BBA Y.A HUS 283/55; 19 Teşrin-i evvel 1 309/l Aralık 1 893. Musul Valisi Aziz Paşa'dan
Babıali'ye.
37. BBA BEO 25835, Musul Giden 336; 3 Receb 1 3 1 1 / 1 0 Ocak 1 894. Babıali hususi Meclis-i
Vükela oturumu.
38. BBA Y.Mtv 71/25; 4 Cemdllyelevvel ll 1 0/ 14 Kıl'ını I II'IJ. Y.ıvı·r ı ı ı ı ır ı ı ıyu ı ı llır.ıhlnı
.

Derviş bin i brahim ve Şakir Paşa.


39. BBA Y.Mtv 71/53; 8 Cemaziyelevvel 1 3 1 0/ 28 Kasım 1 892. Erkan-ı Harbiyye Dairesi.
40. BBA Y.Mtv 74/33; 12 Kanun-ı sani 1 308/ 25 Ocak 1 893. Yaver-i Hümayun Derviş.
41 . BBA Y.Mtv 74/91 ; 24 Kanun-ı sani 1 308/ 6 Şubat 1 893. Feri k Şakir, Feri k Sadık, Mirliva
Kamil, Yaveran-ı Hazret-i Şehriyari Derviş.
42. BBA i rade Hususi 22; 6 Safer 1 3 1 1/ı9 Ağustos ı893. Yıldız Sarayı Mabeyn Başkitabeti,
no. 865.
43. BBA BEO 24234, Musul Giden; 27 Cemaziyelevvel 1 3 1 ı 1 6 Aralık ı 893.
44. BBA M.V 1 84/733; 27 Safer 1332/25 Ocak 19ı4. 1. Dünya Savaşı sırasındaki Ermeni katliam­
ları sırasında da, Yezidilerin baş düşmanlarını korudukları ileri sürülmüştür. Bkz. Luke, The
Yezidis, s. 25. "Yezidiler Ermeni katliamları sırasında Deyr-i Zor'dan sürüne sürüne Cebel
Sincar'a gelen yüzlerce Ermeni mülteciye barınak verdiler ve Türklerin ikna çabaları ve
tehditlerine karşın onları teslim etmeyi inatla reddettiler:'
45. BBA VEE 1 1 /ı 554/ı 20/5; ı Ramazan 1 3 00/ 6 Temmuz ı 883. Yıldız Sarayı'ndan Bab-ı
Meşihat'e.
46. BBA Y.Mtv 65/33; 9 Muharrem 1 3 1 0/ 3 Ağustos ı 892. Bab-ı Meşihat, Şeyhülislam Ce­
maleddin. Redhouse'un Turkish and English Lexicon'u, "da'i'' sözcüğünü şöyle tanımlar:
i) Çağıran ya da davet eden, niyaz eden. ii) insanları d ine çağıran kişi; ayrıca acemilerin
eğitimini başlatan kişi, bir misyoner, iii) U lema mensupları, bu terimi kendilerini adlan­
dırmak için kullanır. Bu sözcüğün gördüğüm belgelerde kullanıldığı şekliyle ikinci anla­
mında kullanıldığını düşünüyorum. Ancak terimin daha geniş anlamıyla kullanılıp ule­
mayı kastetmesi de mümkündür.
47. BBA Y.Mtv 2 3 ı /79; ı4 Rebiyülevvel 1 3 20/ ı Temmuz ı 902. Şeyhülislam Mustafa
Celaleddin'den Mabeyn Başkitabeti'ne.
48. BBA MV 96/ı, 96/2; ı2 Safer 1 302/ı Aralık ı 884.
49. a.g.e.
SO. Zeyd i mezhebi hakkında bkz. Lambton, State and Government, s. 28-34. Messick, The
CalligraphicState, s. 27, ı ı 4, ı 29.
52. BBAY.Mtv ı 95/34; 6 Cemaziyelahir 1 3 1 71 ı2 Ekim ı 899. Yemen Vi layeti'nden Yıldız Sa­
rayı Mabeyn Başkitabeti'ne, no. 205. Yemen Valisi Hüseyin Hilmi Paşa.
53. BBA Y.Mtv 92/ı27; 7 Temmuz 1 3 1 5/ 20 Temmuz ı 899. Yıldız Sarayı Mabeyn Başkitabeti.
54. Eugene Rogan, Frontiers of the State in the Late Ottoman Empire. Transjordan 7850-
7927, Cambridge 1 999, s. ı 97-200.
55. BBA Y.Mtv ı 89/165; 27 Zilhicce 1316/8 Mayıs ı899. Bab-ı Fetva, Daire-i Meşihat. Şeyhülis­
lam Mehmed Cemaleddin. Ankara'ya gönderilecek hocaların adları, her ikisi de istanbul ule­
masından "iyi hal ve yetenekleriyle tanınan" Süleymaniye Camii'nden i shak Efendi ile Baye­
zid Camii'nden Abdülhalim Efendi olarak belirtilmekteydi. Ayrıca aynı şekilde Ege Adaları Vi­
layetine (Cezayir-i Bahr-iSefid) de vaizler gönderilmiş olduğu ifade edilmekteydi.
56. Suny, Looking Towards Ararat, s. ıo3-6.
57. Şakir Paşa, uzun süre devlet hizmetinde bulunmuş bir ailenin çocuğu olarak ı 838'de
I stanbul'da do�du. 1856'da Mekteb-i Harbiye'den mezun olarak, Tuna Vilayeti (Bulgaris­
tan) Mülteci Komisyonu'nda hizmet etti. 1 870'1erin başında, Bağdat mutasarrıfı olarak gö­
rev yaptı. 1878 Savaşı afetinden temiz bir sicille çıkabilen birkaç askerden biri oldu. Mayıs
1 878'de Sen Petersburg sefırliğine atandı. 1 889-90'da, Girit valisi olarak hizmet etti. Dikka­
te değer kariyerini n bir sonucu olarak, Temmuz 1 890'da Sultan Abdülhamid1n başyaverli­
ğine (yaver-i ekrem) getirildi. Ermeni sorununa olan ilgisi ve Rusya'daki Ermeni etkinlikle­
rine ilişkin bilgisi, onun Vilayat-ı Şahane Müfettiş-i Umumiliği'ne atanmasına neden oldu.
Şakir Paşa akıcı bir Fransızca ve Rusçanın yanı sıra, biraz da Arapça konuşurdu. Bkz. Ali Kara­
ca, Anadolu Islahati veAhmedŞakirPaşa, istanbul, 1993, s. 1 7-29.
58. BBA YEE/A/24-X/24/132; 3 Kanun-ı sani 1 3 1 4/ 16 Ocak 1 898, Trabzon Vilayeti'nden
Amasya'daki Umumi Müfettişe.
59. a.g.b. Trabzon Vi layeti'nden Amasya'ya. 23 Zilhicce 1 3 1 6/ 4 Mayıs 1 899. Gizli, no. 346.
Belgede tekrarlanan uyarı ve araştırmalara göndermeler vardır.
60. Anthony A. M. Bryer, The Empire of Trebizondand the Pontos, Variorum reprints, londra,
1 980, s. 268-72. Bu referansı Dr. Gün Kut'a borçluyum.
61. F. W. Hasluck, Christianity and Islam under the Sultans, Oxford, 1 929, c. 2, s. 469-70.
62. BBA VEE A/24-X/24/132, Şakir Paşa'dan Ankara Vilayeti'ne; l l Ağustos 1 3 1 3/ 23 Ağus­
tos 1 897, no. 337.
63. Bryer, The Empire ofTrebizond, s. 48: Çünkü Hıristiyan olarak vergiden muaftılar, 1 890'1ara
değin de Müslüman olarak askerlik hizmetinden uzak kalmışlardı. Ö rtülü Hıristiyanlar bu
nedenle Osmanlı bakış açısından, hiç mevcut olmayan bir halktan başka bir şey değildi.
64. BBA VEE A-24/X/24/1 32, Şakir Paşa'dan Ankara Vilayeti'ne. l l Ağustos 1 3 1 3/ 23 Ağus-
tos 1 897, no. 337.
65. a.g.b.
66. a.g.b. Yozgat Mutasarrıfı Ahmed Edib'den Müfettiş-i Umumi Şakir Paşa'ya. Şifre no. 9476.
67. BBA VEE 3 lfi6-45/76/81 ; 6 Şaban 1 3 1 6/ 20 Aralık 1 898. Vi layat-ı şahane müfettişinden
Yıldız Sarayı Mabeyn Başkitabeti'ne, no. 768.
68. a.g.b. Po ma klar, islam'ı benimseyen ve dini coşkularıyla tanınan Slav halklardı.
69. a.g.b.
70. BBA Y.Mtv 230/96; 27 Nisan 1 3 1 8/ 1 0 Mayıs 1 902. Şifreli telgraf, no. 80, Ankara
Vilayeti'nden Dahiliye Nezareti'ne.
71 . a.g.b. 1 8 Safer 1 320/ 27 Mayıs 1 902. Ankara Valisi Mehmed Cevad Bey'den Mabeyn
Başkitabeti'ne. Ankara Vilayeti, tel. no. 1 77.
72. R. Jan in, "Musulmans Malgre Eux, les Stavriotes'; Echos d'Orient, c. XV ( 1 9 1 2), s. 495-
505. Bu referansı Dr. Gün Kut'a borçluyu m.
73. BBA Ayniyat Defteri (AD) 1 422, s. 1 1 5; 23 Rebiyülevvel 1 307/ 1 7 Kasım 1 889.
Babıali'den Seraskerlik makamına.
74. BBA MV 68/44; 26 Ramazan 1 309/ 24 Nisan 1 892. Dönmeler, 1 676'da Sabetay Sevi
önderliğinde i slam'ı benimseyen Yahudilerdi. Avdeti terimi, resmi belgelerde dönme
karşılığı olarak kullanılıyordu. Selanikli dönmeler hakkında bkz. Stanford Shaw, The
Jews ofthe Ottoman Empire and the Turkish Repub/ic, londra, 1 991 , s. 1 77-9.
75. a.g.b. Shaw da, dönmelerin "gerçek Müslüman lar" ve Yahudilerle evleıııneiPrlnln y,l\,ık
olduğuna değinir. Bkz. The Jews ofthe Ottoman Empire, s. 1 77.
76. Mardin, Religion and Social Change, s. 1 49.
77. BBA Y.Mtv 65/68; 17 Muharrem 1310/ ll Ağustos 1892. Hazine-i Hassa-i Şahane.
78. BBA Ayniyat Defteri, no. 1423; 19 Mayıs 1 307/ 1 Haziran 1 891, s. 1 72.
79. Kızılbaşlar hakkında bkz. Altan Gökalp, Tetes Rouges et Bouches Noiers. Une confrerie tribolr·
de l'ouestAnatolien, Paris, 1980.
80. BBA Ayniyat Defteri 1 422, s. 181 ; 23 Kanun-ı evvel 1 305/ 4 Ocak 1890. Babıali'den, Ma.ı
rif Nezareti'ne.
81. BBA Y.Mtv 53/1 08; 2 Zilkade 1 308/ 9 Haziran 1 89 1 . Tokat mutasarrıfından Dahlllyı•
Nezareti'ne, no. 1 59. Bu talimatların genel içeriği, bölgedeki Hıristiyan misyoneriere göıı
derilen talimatları hatırlatır.
82. BBA Y.Mtv 53/1 08; 26 Zilhicce 1308/ 2 Ağustos 1 891. Sivas Valisi Mehmed Memduh Paş,ı.
Burada ilginç bir karışıklık olmuş gibi görünüyor. Memduh Paşa, Kızılbaşları n, Yezidilerln
kutsal fıgürü ve Şeytan'ın unvaniarından biri olan, bu yüzden Yezidilere "Şeytana Tapan
lar" şöhretini kazandırmış olan Melek Tavus'a taptıklarını ifade etmekteydi. Memduh Paş.ı
bu iki grubu karıştırmışa benziyor. Bkz. G uest, The Yezidis.
83. a.g.e. Kızılbaşların Osmanlı silahlı kuvvetleri saflarına alınması, 1 7. yüzyıldan beri sorun
yaratan bir kon uydu, bkz. Gökalp, Tetes Rouges, s. 229.
84. Hasluck, Christianity and Islam, c. 2. s. 445.
85. BBA Ayniyat Defteri 1 422, s. 35; 18 Muharrem 1 3071 14 Eylül 1889. Maarif Nezareti'np
irade. Ayrıca bkz. Ana Britannica, s. 624: Nuseyriler, Hazret-i Ali'nin peygamberliğine ina·
nır, bu nedenle Şii olarak kabul edilirlerdi.
86. BBA Ayniyat Defteri 1 422, s. 57; 16 Receb 1 5071 8 Mart 1 890.
87. BBA i rade Medis-i Mahsus 4867; 13 Haziran 1 306/ 26 Haziran 1 891. Lazkiye Mutasarrıfı
Muhammed Hassa'dan Babıali'ye.
88. a.g.b.
89. a.g.b.
90. Osmanlı Devleti ile misyonerler arasındaki mücadele hakkında bkz. A. L. Tibawi, American
lnterests in Syria, Oxford, 1966, özellikle s. 262-3.
91. BBA VEE 3 1 /76-45/76/81 ; 6 Şaban 1 3 1 6/ 20 Aralık 1 898. Vilayat-ı Şahane Müfettiş-I
Umumisi'nden Yıldız Sarayı'na, no. 768.
92. a.g.b.
93. BBA i rade Maarif 1 ; 7 Safer 1314/ 1 8 Temmuz 1 896.
94. Hasluck, Christianity and Islam, s. 469.
95. BBA Yıldız Resmi Maruzat (Y.A HUS) 5/38; 1 4 Rebiyülevvel 1 2971 25 Şubat 1 880. Sadra­
zam Said Paşa'dan padişaha. Hıristiyanlar daima topçu ya da donanma gibi özel birlikler­
de hizmet ediyorlardı.
96. a.g.b.
97. R. M. Ramsay, lmpressions ofTurkey During Twelve Years' Wanderings, Londra, 1897, s. 163.
98. BBA Dahiliye Nezareti, Hukuk Müşavirliği, (bundan böyle DH-HMŞ) 13/47; 23 Haziran
1320/ 6 Temmuz 1 904. Genel no. 244. Dosya no. 62570. Dahili� Nrr.ırPII Hukuk Müşa·
virliği belgeleri kataloğunda, "ihtida" başlığı altında ayrı bir böl� yer alır.
99. Bkz. Seyit Solak, 1571'den Günümüze Krbns Türk Yönetimleri, lılkoşa, 1 989, s. 107. So­
lak, 1 658-1 662 yıllarında Larnaka'da müftülük yapan Ahmed bi�Mehmed Emin Hoca'nın
hatıratından alıntı yapmaktadır. Bkz. Ahmed bin Mehmed Emin Hoca Hatrratr, Larnaka,
1672, s. 63, Solak'ta aktanldığı şekilde Osmanlı yetkilileri ile Rum Patrikliği arasındaki ih­
tilaf, Kıbrıs'ta özellikle alevlenmişti. Kıbrıs kaynakları, "Osmanlıltidarı adada güçlendik­
çe, birçok genç Rum islam'a geçmeyi istemeye başladı. Rahibin�revi, hiçbir zorlamanın
varolmadığını ve muhtedinin reşit olduğunu belirlemekti. Gel�ılelim, müteakiben dai­
ma muhtedinin reşit olmadığını ve ihtida etmek istemediğiniijdia etmenin bir yolunu
buluyorlardı:' Bkz. Ali Nesi m, Krbnslr Türklerin Kimliği, Lefkoşa, 1\90, s. 40. Bu referanslar
için Başar Özal'a teşekkür ediyorum.
100. DH-HMŞ 1 3/47.
101. a.g.b.
102. BBA DH-HMŞ 13/46; 8 Rebiyülahir 1 3 1 2 / 9 Ekim 1903. BabıaUhiliye Nezareti, no. 1 1 0.
103. a.g.b.
104. BBA DH-HMŞ 1 3/47; 30 Teşrin-i san i 1 3271 12 Kasım 191 1 . Da�iye Nezareti'nin muhte­
dilerin yaşının saptanmasına ilişkin genel talimatı, no. 503. Dosıı 3.
105. BBA DH-HMŞ 1 3/49; 25 Mayıs 1 329/ 7 Haziran 1913. Dahiliye�ezareti, no. 79107; DH­
HMŞ 1 3/50, 3 Ağustos 1 329/ 16 Ağustos 1 913.
106. BBA Y.A HUS 352/1; 1 8 Şubat 1 3 1 1/ 3 Mart 1 895. Babıali. Samret Dairesi. Halep Evkaf
Dairesi muhasebecisi Ali Rıza, Halep mahkemesi reisi Mustafa, i�iltere'nin özel temsilcisi
Fitzmaurice tarafından hazırlanan rapor.
107. a.g.b. "18 Şubat 13 1 1. Bazrsmm eski dinlerine dönmek fikri evza�rmdan istidlal olunuyor."
Belgeye zaten tarih konulmuşken, bu i bareye de tarih konulm�olması, komisyonun Os­
manlı üyelerinden birinin Ermenileri n eski dinlerine döneceklemi tahmin ettiğini kayda
geçirmek istediğini düşündürüyor.
108. BBA a.g.b. Gurre-i Zilhicce 1 31 3/ 1 4 Mayıs 1 896. Sadrazam Rifaıraşa.
109. BBA Y.A HUS 352/60, 1 5 Mayıs 1 3 1 2/ 28 Mayıs 1 896. Babıali Saılıret makamı. Halep Viia-
yeti Valisi Rauf Paşa'dan şifreli telgraf.
110. a.g.b.
1 1 1 . a.g.b.
112. a.g.b. Bu, kuşkusuz, valinin önerilerinin istanbul'da kabul edild� ya da merkezin onunla
görüş birliği içinde olduğu anlamına gelmez. Fakat, vali harekeıalanının sınırlarını çok iyi
biliyor olmalıdır.
1 1 3. BBA Y.A HUS 355/38; 3 Temmuz 1 3 1 2/ 1 3 Temmuz 1 896. Babıli. Sadaret Dairesi. Halep
Vilayeti'nden şifreli telgraf. Vali Rauf.
114. BBA Y.A HUS 352/4; 29 Zilkade 1 3 1 3/12 Mayıs 1 896. Babıali Arrıdi Kalemi, no. 893. Ha ri·
ciye Nazırı Tevfik Paşa.
1 1 5. BBA Y.A HUS 352/133; 9 Mayıs 1 897. Babıali. Londra Sefaretl�in 9 Mayıs 1 897 tarihli
şifreli telgrafı, no. 383.
1 16. BBA Y.Mtv 50/57; 1 7 Mayı� 1 3071 30 M.ıyı� I H!J 1 . Yılılı1 �.ıı .ıyı M.ıiH'yıı ll.ı�klt.ılwıı Aıı
kara Vilayeti'nden şifreli. En küçük kışkırtmanın, cemadiler dra�ı şiddetiP \OIHI\I.ııı.ıh ı lı·
ceği bir dönem olduğundan, zaptiye memurunun tereddüdü önemli bir nokt.ıılır.
1 1 7. Erivan'daki Madenataran Elyazmaları Arşivi. Bu mektup dizileri "Kutsal l \ t ,ıııhııl
Patrikliği'ne gönderilen mektupların nüshaları"başlığını taşıyor. Bu, 1 59 numaralı ııwk
tup. "Saygıdeğer Kutsal Peder, Konstantinopolis Patriği ve Ulusal Siyasal Konsey'in S.ıyııı
değer Üyeleri"ne hitaben yazılmış. Krikor Vartabet Aghvanyan imzasını taşıyor. Bu rı•fı·
ransı ve çevirisini, bu bilgiyi benimle paylaşma nezaketini gösteren Ara Sarrafyan'a boı�
luyum. Kendisi, "Dacig'1n Ermenilerce Müslümanlara verilen bir isim olduğunu belirtti.
1 18. BBA Y.Mtv 33/88; 1 5 Şevval 1 305/ 25 Haziran 1 888. No. 241 1 -1 1 1 . Yaver-i Hazret-l l'.ı
dişahı i hrahim Edhem Paşa'dan Mabeyn Başkatibi Süreyya Paşa'ya.
1 19. Armenouhie Kevonian, Les noces noires de Gulizar, Paris, 1 993. Presentations histoı l
ques de Anahide Ter Minassian et Keram Kevonian. Bu esere dikkatimi çeken Prof. lt·ı
Minassian'a teşekkür etmek isterim.
120. BBA Y.Mtv 54/12; 1 8 Muharrem 1 308/ 3 Eylül 1 890. Sivas Valisi Mehmed Memduh
Bey'den Seryaver-i Hazret-i Padişahi Derviş Paşa'ya.
121. B BA Ba bıali Evrak Odası (BEO), 1 49343; 6 Zilkade 1 320/ 4 Ş u bat 1 903. Musul
Vilayeti'nden Dahiliye Nezareti'ne.
1 22. BBA BEO 1 49434; 9 Zilkade 1 320/ 7 Ş u bat 1 903. Musul Vilayeti'nden Dahillyı•
Nezareti'ne.
123. BBA BEO 1 49900; 16 Zilkade 1 320/1 4 Şubat 1 903. Musul Vilayeti'nden Dahil lyı•
Nezareti'ne.
124. BBA i rade Dahiliye 97963; 30 Rebiyülevvel 1 209/ 3 Kasım 1891. Yıldız Sarayı Mabeyıı
Başkitabeti.
1 25. BBA YEE/31 /76-45/76/81.
1 26. BBA i rade Hususi 1 23; 3 Rebiyülahir 1 3 1 5/ 1 Ağustos 1 897. Yıldız Sarayı Mabeyn Başkl
tabeti, no. 3659.
127. BBA YEE A/24/X/24/1 32; 28 Kanun-ı evvel 1 3 1 4/ 1 1 Ocak 1 898. Saray Katibi Mehmed
Kamil Bey'den Ahmed Şakir Paşa'ya deşifre edilmiş şifreli telgraf.

4. Eğitim: Tüm sorunların çaresi mi?

1. Smith, The Ethnic Origin ofNations, s. 1 42 .


2. Hobsbawm, "Mass Producing Traditions': The lnvention of Tradition, s. 282; Nations and
Nationalism, s. 1 1 0.
3. Abdülhamid dönemi eğitim siyasası üzerine başvuru kitabı hala şudur: Bayram Koda­
man, Abdülhamid Dönemi Eğitim Sistemi, i stanbul, 1 980. Elinizdeki kitap, Abdülhamid
dönemi eğitim siyasaları üzerine doktorasını tamamlamak üzere olan Akşin Somel'le
yapılan sohbetlerden büyük ölçüde yararlanmıştır. Somel1n tezi, öncü bir araştırma ola­
rak değerlendirilebilir.
4. Weber, Peasants into Frenchmen, s. 72-3.
5. Anderson, lmaglned Communities, s. 85.
6. Karaca, Anadolu Islahati ve Ahmed Şakir Paşa, s. 1 84-5.
7. BBA Y.Mtv 25/52; 6 Cemaziyelahir 1304/ 2 Mart 1 887. Bab-ı Fetva En cü men-i Maa rif,
Şeyhülislam Ahmed Esad EI-Uryanl.
8. a.g.b. Osmanlı okullarının dereceleri üzerine bkz. Kodama n, Abdülhamid Dönemi Eğitim
Sistemi.
9. a.g.e. BBA Y.Mtv 25/52.
10. a.g.b.
1 1 . a.g.b. Galatasaray Lisesi Müdürü Ahmed Recai Efendi'nin il işik tezkiresi. Hem Ahmed
Esad'ın, hem de Recai'nin tezkirelerinin öneri düzeyinde olduğuna, bununla birlikte her
ikisinin de muhtemelen, Abdülhamid'in muhafazakarlığını etkileyeceğini ümit ettikleri
görüşleri öne sürdüklerine dikkati çekmek gerekir.
12. a.g.b. Sınıfiara göre mürredatın ayrıntılı çizelgesi.
13. BBA Y.Mtv 1 75/234; 15 Zilkade 1 3 1 5-7 Nisan 1 898. Serasker Rıza Paşa'dan Maarif
Nazırı'na.
14. BBA Y.Mtv 1 8 1 /62; 16 Rebiyülahir 1 3 1 6/ 3 Eylül 1 898. Serasker Rıza Paşa'dan Maarif
Nazırı'na.
15. BBA Ayrıiyat Defteri no. 1 422, s. 297. Gurre-i Ramazan 1 307/ 21 Nisan 1 890.
16. BBA Y.Mtv 1 89/1 84; 24 Kanun-ı evvel 1 3071 6 Ocak 1 891. Maarif Nezareti'nden tamim.
17. a.g.b.
18. BBA Y.Mtv 1 1 3/49; 22 Receb 1 3 1 0/ 9 Şubat 1 893. Maarif Nazırı Zühdü Paşa, Maarif Ne­
zareti no. 62.
19. BBA Y.Mtv 1 72/20; 29 Şaban 1 3 1 5/ 23 Ocak 1 898. Bahriye Nezareti, Nazır Hasan
Paşa'dan Yıldız Sarayı'na.
20. BBA Y.Mtv 1 72/20; 10 Kanun-ı sani 1 3 1 3/ 23 Ocak 1 898. Yaver-i Şehriyari ve Askeri
Okullar Nazırı Mustafa Zeki Paşa'dan Yıldız Sarayı'na.
21. BBA Y.Mtv 260/200. Selh-i Rebiyülevvel 1 322/ 1 5 Haziran 1 904. Rumeli Vilayetleri
Umumi Müfettişi Hüseyin Hilmi Paşa'dan Yıldız Sarayı Mabeyn Başkitabeti'ne, no. 418.
Ladino dilinde Cavelleros, Türkçede Kapancılar denilen dönme ticaret seçkinleri hakkın­
da bkz. Shaw, The Jews of the Ottoman Empire, s. 1 78.
22. BBA Y.Mtv 1 99/74; 18 Şevval 1 3 1 71 1 9 Şubat 1900; Yaver-i Şehriyari ve Askeri Mektepler
Nazırı Mustafa Zeki Paşa'dan Yıldız Sarayı'na.
23. BBA Y.Mtv 1 80/16, 2 Rebiyülahir 1 3 1 6/ 20 Ağustos 1 898. Yıldız Sarayı Mabeyn Başkita-
beti no 320.
24. Findley, Ottoman Civil Officialdom, s. 243.
25. a.g.e., s. 243-5.
26. BBA Y.Mtv 1 89/1 84; 30 Zilhicce 1 3 1 6/ 1 1 Mayıs 1899; Maarif Nezareti. Maarif Nazırı Ah­
med Zühtü Paşa, Mekteb-i Sultani (Galatasaray) Müdürü Abdurrahman Şeref, Mekteb-i
Mülki ye Müdürü Meh med Recai tarafından imzalanan tezki re. Abdurrahman Şeref, son­
radan, 19. yüzyıl Osmanlı tarihine ilişkin bir başvuru kitabı olan Tarih Musahabeleri adlı
eseriyle ünlü bir tarihçi olarak tanınacaktır.
27. a.g.e.
28. Bkz. Cory Blake, "Ara b Students in Mekteb-1 Mülklye", (doklorıJ tezi, Prlnceıon Uıılvc•ı
sity, 1 991 ).
29. a.g.e.
30. BBA Yıldız Esas Evrakı (VEE) 14/292/1 26/8. "Eski Yemen ve Hicaz valisinin göçebe yönrtlın,
dini sorunlar ve reformlar hakkındaki görüşleri'; Hemmuz 1 301/18 Temmuz 1885. Osnı.ııı
Nuri Paşa'nın Mekke Şerifleri'yle olan ilişkileri hakkında bkz. Butrus Abu Manneh, "Sulı.ııı
Abdülhamid ll and the Sharifs of Mecca'; Asian and African Studies, c. 9 (1973), s. 1-21.
31. a.g.e.
32. a.g.e.
33. a.g.e. Osman Nuri Paşa, yerli sakinierin geleneksel vergi muafiyetlerinin bile yenidı•ıı
gözden geçirilmesi gereğini dile getiriyordu.
34. a.g.e. Merkezin dil öğretimi hakkında bkz. Weber, Peasants into Frenchmen, s. 72-3. "Halk.ı
Fransızca öğretmek, onları 'uygarlaştırmanın; daha üst modern dünyayla bütünleştirmenlıı
önemli bir yönüydü. (. .. ) Emperyalist duygunun daha açık bir ifadesi olamaz: i lk fetihlrıı
ülkesinde yapmak zorunda olan beyaz adamın Frankofoni yükü:' Burada da, eğitimin l ' J
yüzyıl sonu Fransa'sındaki algılanmasıyla çarpıcı bir benzerlik vardır, bkz. Weber, s . 329-30.
"Aşıladığı nazik üsluplar, köylülüğe içkin yabanıllık ve insafsızlığı yumuşattı:'
35. BBA VEE 31/76-45/76/81 ; Amasya, 6 Şaban 1 3 1 6/ 20 Aralık 1 898. Anadolu Umumi Mü
fettişi Şakir Paşa'dan Yıldız Sarayı Mabeyn Başkitabeti'ne, no. 768.
36. BBA i rade Dahiliye 98525; 28 Cemaziyelevvel 1 309/ 30 Aralık 1 891 . i radede, oğlanların ad
larını içeren bir liste de yer alır. Sünni olan iki çocuk, adlarının üzerinde yer alan sin harfıy
le işaretlenmişlerdir. Ayrıca bkz. BBA irade Dahiliye 98993; 19 Cemaziyelahir 1 309/20 Ocak
1 891 : Sultan, istanbul'da geldiklerinde kalacakları yer için Ceb-i Hümayun'dan 200 lira ayır
mıştı. Daha sonra yiyecekleri, hizmetkarları, çamaşırları, özel hocaları için aylık 5.000 ku
ruş tahsis etti. Osmanlı karşıpropagandası sorununun bütünü için bkz. Selim Deringil, "The
Struggle Against Shiism in Hamidian Iraq'; Die Welt Des /slams, 30 (1 990), s. 45-62.
37. BBA Y.Mtv 72/43; 20 Rebiyülahir 1 3 1 0/ 1 1 Kasım 1 892. Musul Valisi ismail Nuri Paşa'dan
Yıldız Sarayı'na. Yezidilere karşı yapılan ihtida seferberliği için bkz. Bölüm 2.
38. a.g.b. Kullanılan cümle tam olarak şöyledir: "Kabail in ulu m ve maarifle meydan-ı me­
deniyet ve cemaat-i mümtaze-i beşeriyete is'ali:'
39. BBA i rade Dahiliye 1 00672; 24 Zilkade 1 309/ 2 1 Nisan 1 892. Yıldız Sarayı Mabeyn
Başkitabeti'nden Musul Vilayeti'ne, no. 8037.
40. John Presland, Deedes Bey. A Study ofSir Wyndham Deedes 7883-7923, Londra, 1 942,
s. 87. Deedes, Osmanlı jandarmasında bir subaydı. Türklerin eğitim konusundaki tutu­
munda pek değişiklik yoktur ve "öğretmen in vurduğu yerde gül biter" d üsturu bugün
hala Türk öğretmenleri tarafından gerçek anlamıyla uygulanır.
41. Bu okulun kurulmasının nedenlerine ilişkin iyi bir aniatı için bkz. Bayram Kodaman, 5u/­
tan ll. Abdülhamid'in Doğu Anadolu Politikasi, istanbul, 1 983. Ayrıca bkz. Alişan Akpınar,
Osmanli Devletinde Aşiret Mektebi, istanbul, 1 997.
42. a.g.e., s. ı 06-8.
43. a.g.e.,s. ı o8-9.
44. a.g.e., s. 1 1 7.
4S. BBA Y.Mtv 67/90; 27 Safer 1 3 1 0/ 20 Eylül ı892. Dahiliye Nazırı Halil Rifat Paşa'dan Yıldız
Sarayı'na. Babıali Dahiliye Nezareti, no. 42.
46. Aşiret şeyhlerine baskı ve gösterdikleri rıza açısından farklı bir görüş için bkz. Eugene
Rogan, "Aşiret Mektebi: Abdülhamid ll's School for Tribes ı892/ı9o7'; IJMES, 28 (ı 996),
s. 83-ı07.
47. BBA Y.Mtv 68/4ı; 20 Eylül 1 308/ 3 Ekim 1 892. MamuretülazizValisi Enis Paşa'dan Yıldız
Sarayı Mabeyn Kitabeti'ne.
48. a .g.b.
49. BBA DH-HMŞ 24/ı; ıs Zilkade 132ı/ 2 Şubat ı 904; Dahiliye Nezareti, no. 249.
SO. Mardin, Religion and Social Change, s. 47, 6ı, 62, 226.
S1. BBA Y.Mtv 70/ı4; 4 Rebiyülahir 1 3 1 0/ 26 Ekim ı892. Maarif Nazırı Zühtü Paşa'dan Yıldız
Sarayı Mabeyn Kitabeti'ne.
S2. a.g.b.
S3. BBA Y.Mtv 73/99. Aşiret Mektebi'nin talimatname-i dahiliyesidir.
S4. a.g.b.
SS. BBA Y.Mtv 76/88; 2ı Ramazan 1 3 1 0/ 8 Nisan ı 893. Maarif Nazırı Zühdü Paşa'dan Yıldız
Sarayı'na.
S6. BBA Y.Mtv 1 1 4/80; 26 Kanun-ı san i 1 3 1 0/ 8 Şubat ı 894. Maarif Nazırı Zühtü Paşa'dan
Yıldız Sarayı'na.
S7. Kodama n, Sultan ll. Abdülhamid'in Doğu Anadolu Siyasas1, s. 1 ı 6.
SS. BBA Y.Mtv ı 67/189; 23 Rebiyülahir 1 3 1 5/ 2ı Eylül ı 897. Askeri Mektepler Nazırı Müşir
Mustafa Zeki Paşa'dan Yıldız'a. Mustafa Zeki Paşa hakkında bkz. Salname-i Devlet 1 3 ı s,
s. 2 ı 8.
S9. BBA Y.A RE5 1 34/ı7; ı8 Muharrem 1 323/ 25 Mart ı 90S. Dahiliye Nezareti'nden Sadaret
Dairesi'ne, no. ı 6 ı .
60. Şerif Mardin de, yemek isyanının "daha somut taleplere doğru gelişecek bir hazırlık gibi
göründüğüne" işaret eder. Bkz. Religion and Social Change, s. 1 26 vd.
61 . BBA VEE 1 1/ı4ı9/ı20/5; Yıldız Sarayı Mabeyn Kitabeti'nden Babıali'ye tamim. Tarih,
ı 3 ı 9 Cemaziyel evvel (Ağustos ı 9oı) olarak verilmekte, gün kaydedilmemektedir.
62. Sözgelimi, ı 869 yasası, ı oo'ü aşkın gayrimüslim hanenin bulunduğu topluluklarda,
devlet yerel dilde öğretim yapacak fakat aynı zamanda Türkçe öğretimini de vurgula­
yacak bir Hıristiyan rüşdiyesi kurmak zorundaydı. Bkz. Sertold Spuler, Die Minderheiten­
schulen der europaisehen Turkei von der Reformzeit bis zum Weltkieg, Breslau, ı 936, s.
75. Bu kaynak için Akşin Somel'e teşekkür borçluyum.
63. a.g.e., s. 56-7.
64. Voyn Bojinev, Bulgarskaya Prosveta v Makedonya i Odrinska Trakya 1878- 1913, Sofya,
ı 982, s. 33-4. Bu gönderme için, Akşin Somel'e teşekkür borçluyu m.
6S. Richard Clogg, "The Greeks and their Past'; Historians as Nation Bui/ders, der. Dennis De­
letant - Harry Hana k, s. 29.
66. BBA Ayniyat Defteri. SuriyP Vll,ıyPLI'ıııiPki l l ı ı i'. l ıy.ııı ııkııll.ıı ı l\iıı, rıo. 1 144; 1 Mıılı.ı r ı l'
BOı/ 8 Kasım ı 883, s. 85. Van'daki ErmPni okııll.ı ı ı l \ 111, ııo. 1 4 1 <J; Hı �.ılı.ırı 1 1 '1/,
Ağustos ı 880, s. 46. Yalova'daki bir Ermeni okulu içi rı, rıo. 1 42.1; ı4 Şııbcııı 1 101!/ ) 'ı M.
ı 89ı, s. 34 (inter alia). Bu göndermeler için Akşin Somel'e teşekkür ederim.
67. Kodaman, Abdülhamid Dönemi Eğitim Sistemi, s. 94.
68. Atilla Çetin, "ll. Abdülhamid'e Sunulan Beyrut Vilayeti'ndeki Yabancı Okuila ra IJ,ı l r 1
Rapor'; Türk Kültürü, c. 22 (ı 984), s. 3 ı 6-24.
69. BBA Ayniyat Defteri ı422, s. 267; 28 Receb 1 307/ 20 Mart ı 890. Bu elbette öyle olılıı
larını göstermez.
70. BBA Ayniyat Defteri ı422, s. 577-, 20 Kanun-ı evvel 1306/ 2 Şubat ı 89ı .
71 . a.g.b.
72. H. F. B. Lynch, Armenia, Travels and Studies, ll: The Turkish Provinces, Londra, ı90 1 ,
213-ı5.
73. Andreas Tietze, "Ethnicity and Change in Ottoman lntellectual History'; Turcica, c. 2J
(ı99 ı ), s. 393. Tietze, Rum ya da Ermeni alfabesiyle yazılmış Türkçe literatüre gönderıı
yapmaktadır.
74. a.g.e. Gelgelelim, istanbul ile taşra gayrimüslimleri arasında fark da göz önüne alının
lıdır.
75. BBA Ayniyat Defteri ı422; ı6 Ramazan 1 307/ 6 Mayıs ı 890, s. 3 ı 7. Sadaret Dairesi'ndı
Maarif Nezareti'ne.
76. BBA Ayniyat Defteri ı 422; ı o Muharrem 1 308/26 Ağustos ı 890, s. 4ı ı . Sadar
Dairesi'nden Maarif Nezareti ile Mezahib Nezareti'ne.
77. BBA Ayniyat Defteri ı 422; ı 9 Zilkade 1 307/ 7 Tem m uz ı 892, s. 347. Sadar
Dairesi'nden Maarif Nezareti'ne.
78. Kozmas Politis, Yitik Kentin Ktrk Yt!J, çev. Osman Bleda, i stanbul, ı 992, s. 6ı -2. Anca
Politis'in dar görüşlü bir şovenist olmadığına, öyküsünü m izah ve sevecen li kle aniati
ğına da işaret etmek gerekir. Sözgelimi, çocuklar öğretmenlerinin trajik havasına yen
düşerler, ama dağların eski Yunanca adlarını söylemekte zorluk çekerler ve akılları na i
olarak gelen şeyi, yani Türkçe adlarını ağızlarından kaçırıverirler.
79. Eric Hobsbawm,"Mass Producing Traditions'; The lnvention ofTradition, s. 265.
80. BBA Ayniyat Defteri ı 422; ı 4 Receb 1 3071 6 Mart ı 890, s. 255. Sa da ret Dairesi'ndı
Maarif Nezareti'ne.
81 . BBA Ayniyat Defteri ı 422; ı Cemaziyelahir 1 307/ 23 Ocak ı 890, s. 2 ı 5 . Sadarı
Dairesi'nden Maarif Nezareti'ne.
82. BBA Y.A RES ı 07/50; ı Şaban ı 3 ı 71 5 Aralık ı 899. Kastamonu Vi layeti'nden Dahili!
Nezareti'ne, no. 386. Vali Mehmed Enis Paşa.
83. Findley, Ottoman Civil Officialdom, s. 134-5, 139.
84. A. P. Comte de Cholet, Vayage en Turquie d'Asie, Paris, ı 892, s. 2-3. Yazar, Orta Anadolu'd
Kapadokya civarındaki Hacı Bektaş bölgesinde bir köy okulunu ziyaret ediyordu.
85. Prenses Ann i e de Lusignan, The Twelve Years' Reign ofHis lmperial Majesty Abdul Ham
//, Sultan of Turkey, Londra, ı 889, s. ı 76-7.
86. Şinasi Tekin, "lmperlal S elf Portrait:'
87. Anderson, lmagined Communities, s. 82.
88. Cherniavsky, Tsarand People, s. 1 50; BBA VEE 1 1 /1419/1 20/5; Saray'dan tüm nezaretle-
re tamim.
89. Jeffrey Brooks, When Russia Learned to Read, Princeton, 1 985, s. 216.
90. a.g.e., s. 218.
91. a.g.e., s. 47. "Programları hazırlayan devlet ve kilise yetkilileri, dini, Rus devlet sistemi­
nin temeli olarak görüyorlardı:' Ayrıca bkz. s. 53. "Din ve milliyet, Bukanov'un popüler el
kitabında iç içe geçmişti: 'Anavatanımız Rusya'dır. Biz Rus halkıyız ( ...) Kentlerde ve köy­
l erde kiliseler vardır. Kilise, Tanrı'nın evidir:"
92. a.g.e., s. 48, 49. Gelgelelim, Rus okullarındaki resmi programın, öğretmenin uygun gör­
düğü şekilde dolduracağı bir tavsiye niteliği taşıdığına dikkati çekmek gerekir. Bu, öğ­
retmenlerin belirlenen programdan kesinlikle ayrılmamaları talimatı aldıkları Osman­
lı sisteminden tümüyle farklıdır. Bir başka aşikarfarklılık, genişiernekte olan bir impara­
torluğun sorunlarının, küçülen ve hayatta kalma savaşı veren bir imparatorluğunkilerle
aynı olmadığıdır. Burada yapılan karşılaştırmanın amacı, sadece her iki sistemdeki ders
programlarının ideolojik içeriğini ortaya koymaktır.
93. a.g.e., s. 5 3 .
94. N a mık Kemal hakkında bkz. Türk ve Dünya Meşhurlan Ansiklopedisi.
95. Anderson, lmagined Communities, s. 83.
96. Lesi ey Blanche, The Sabres ofParadise, Londra, 1 960, s. 1 62-75.
97. Kodama n, Sultan ll. Abdülhamid'in Doğu Anadolu Politikast.
98. Bkz. Brooks, When Russia Learned to Read, s. 42: "8-1 1 [yaşları] için, Eğitim Bakanlığı
yetkilileri (... ) Ocak 1 91 5 itibarıyla, Avrupa Rusyası'ndaki tüm 8-1 ı yaş grubunun ancak
yüzde 58'inin okula gittiğini ve gerekli öğretmenlerden ancak yüzde 70'inin mevcut ol­
duğunu hesap ediyorlardı. Bir bütün olarak imparatorluk için rakamlar, sırasıyla yüzde
sı ve yüzde 61 idi:' Osmanlı örneği için bkz. Findley, Ottoman Civii Officialdom, s. 52.
99. Anderson, lmagined Communities, s. 86.
100. Gluck, Japan's Modern Myths, özellikle s. ı o2-56, Bölüm V, "Civil Morality':
101 . a.g.e., s. ı os.
1 02. a.g.e., s. 1 08-9.
1 03. Bununla birlikte, Japon eğitiminin daima Batılı fikirlere daha açık kaldığının ve "dün­
ya milletlerini öğrenme"ye yönelik vurgunun hiçbir zaman ortadan kalkmadığının altını
çizmek gerekiyor. Ayrıca pedagojik tartışmanın düzeyi de, Osmanlı örneğinde olduğun­
dan çok daha yüksekmiş gibi görünüyor. Bkz. Gluck, Japan's Modern Myths, s. ı 04, ı 08.
104. BBA VEE ı 4/292/1 26/8.
lOS. Şükrü Hanioğlu, Osmanli ittihad ve Terakki Cemiyeti veJön Türklük 1889- 1902, i stanbul,
1 985, s. ı 76. Hanioğlu'nun eseri, birincil kaynaklar ve sayısız a rşivden alınmış belge­
lerin zenginliği açısından dikkate değerdir. i ttihad ve Terakki Cemiyeti hakkında hatırı
sayılır bir literatür mevcuttur. Ufuk açıcı nitelikte iki eserden söz etmek gerekirse bkz.
Şerif Mardin, Jön Türklerin Siyasi Fikirleri 1895- 1908, i stanbul, 1 983, ilk basım ı 964;
ve Feroz Ah m ad, The Young Turks: The Committee Union cmd J!roqrw In Turk/ı/ı i'o/1/lı 1
1908- 1914, Oxford, 1 969. Bunları başka önemli eserler Izledi. Sadece birkaç tdnı•ıııı
den söz etmek gerekirse: Sina Akşin, Jön Türkler ve Ittihad ve Terakki, I stanbul, l 'JKII.
Zafer Toprak, Türkiye'de Milli iktisat, i stanbul, 1 983, Tarık Zafer Tunaya, Türkiye'de \Iyo
sal Partiler, istanbul, 1 984. Bundan başka önde gelen iTC üyelerinin yayımlanmı� ıını
ları da mevcuttur.
106. Hanioğlu, Osman!J ittihad ve Terakki Cemiyeri veJön Türk/ük, s. 1 78, 181, 1 82. Ne V dr kı,
Hanioğlu, i lC'nin devrimci jargonunu bir ölçüde abartılı bulan i ngiliz Sefaretl tarafın
dan, cemiyetin gelişmesinin pek fazla ciddiye alınmadığına değinir.
107. a.g.e., s. 401 -2 .

S. Misyonerler sorunu

1. Bkz. aşağıda.
2. Gluck, Japans Modern Myths, s. S7.
3. a.g.e., s. 1 33-5. Gelgelelim, Hıristiyanlara yönelik en büyük eleştirileri n, kendileri ılı·
Meiji rejiminin laik siyasalarının gittikçe artan baskısını hisseden Budist çevrelerdı•ıı
geldiğine işaret etmek gerekir.
4. a.g.e., s. 1 38. Bununla birlikte, Japon ve Osmanlıların okullardaki din öğretimine yön ı•
lik tutumu, birbirine düpedüz karşıttı. Japonlar, 1 899'da okullarda din öğretimini yasdk
larken, Osmanlılar, bilinçli bir eğitim politikası olarak, din öğretimine daha da a�ırlık
verdiler.
5. Seagrave, Dragon Lady, s. 296.
6. Edward Said, Orientalism, Basingtoke, 1 985, s. 294. Vurgular orijinaldir.
7. Jean Haythorne Braden, "The Eagle and the Crescent: American lnterests in the Otto
man Empire, 1 860-1 870'; Ohio State University, doktora tezi ( 1 973), s. 22.
8. Tibawi, American lnterests, s. 256-7.
9. a.g.e., s. 260.
10. a.g.e.,s. 269.
1 1 . Jeremy Salt, "A Precarious Symbiosis: Ottoman Christian s and Foreign Missionaries In
the Nineteenth Century'; International Journal of Turkish Studies, 3 (Kış 1 985-86), no.
2, s. 56.
12. a.g.e., s. 65.
13. BBA i rade Dahiliye 100258. Yıldız Sarayı Mabeyn Kitabeti, no. 6975; 27 Şevval 1 309/ ı�
Mayıs 1 892.
14. Hobsbawm, The Age ofEmpire, s. 71. Ayrıca bkz. aynı sayfa, misyoner etkinliğin hızlan
masına ilişkin değerlendirmesi: "1 876 ve 1 902 yılları arasında, 1 1 9 Kitab-ı Mukadd�ı
çevirisi vardı; oysa önceki otuz yılda bu sayı 74, 181 6-54 arasında ise 40 idi. Afrika'daki
yeni Protestan misyonlarının sayısı, 1 886-95 yılları arasındaki dönemde yirmi üçe, yani
önceki herhangi bir on yıldakinin üç katına ulaşmıştı:'
15. Salt, "A Precarious Symbiosis'; s. 56.
16. Jeremy Salt, lmperialism Evangelism and the Ottoman Armenians, 7878- 7896, Londra,
1 993, s. 37.
1 7. Bir şarklı devlet adamı, "Contemporary Life and Thought in Turkey'; Contemporary Review,
37 (1 880), s. 343.
18. a.g.e., s. 344.
19. Samuel M. Zwemer, The Law ofApostasy in Islam. Answering the Question why there are
so Few Mos/em Converts, and giving Examples of their Moral Courage and Martyrdom,
(Londra-Edinburgh-New York). Kitapta baskı tarihi yer almamakla birlikte, yazarın ön­
sözü 1 924 tarihini taşır. Bkz. özellikle s. 24. i stanbul'daki Robert Kolej Müdürü C. F. Gates
şöyle der: "Ö lüm korkusunu n, Müslümanlıktan Hıristiyanlığa dönme olaylarının azlığı­
nın en önemli nedeni olduğu kesindir. Her Müslüman bilir ki, Hıristiyan olması halinde
hayatı tehlikeye girmiş demektir. Gizlice Hıristiyan olmakla birlikte, bu tehlike yüzün­
den bunu açıkça ifade etmeyen pek çok Müslüman tanıdım:'
20. Salt, lmperialism, Evangelism. s. 35.
21. BBA Y.A RES 78/54; 7 Şevval 1 3 1 3/ 22 Mart 1 896. Sadaret Mektubi, no. 2360.
22. Salt, "Precarious Symbiosis'; s. 55. Ayrıca bkz. Bölüm 3.
23. BBA i rade Dahil iye, 99649; 19 Cemaziyelahir 1 309/ 20 Ocak 1 892. Suriye Vilayeti Amed i
Kalemi, no. 32. Vali Osman Nuri Paşa'dan Babıali'ye.
24. a.g.b.
25. BBA (VEE) Kamil Paşa Evrakına Ek (KPE) 86-8/798; 30 Kanun-ı evvel 1 3 1 4/ 12 Ocak
1 898. Aydın Vilayeti, liman kenti i zmir'in yakınında bulunan çok canlı bir ticaret toplulu­
ğunu barındırması açısından, özel bir öneme sahipti.
26. BBA VEE KPE 86-1 1/1 098; 1 8 Haziran 1 3 1 6/ 1 Temmuz 1 900. Vali Kamil Paşa'dan
Babıali'ye.
27. BBA i rade Dahiliye 99649; 29 Receb 1 309/ 28 Şubat 1 892. Sadrazam ve Yaver-i Ekrem
Cevad Paşa.
28. BBA i rade Dahiliye 1 00687; 29 Zilkade 1309/ 25 Haziran 1 892. Yıldız Sarayı Mabeyn Ki­
tabeti, no.8185. Mabeyn Başkatibi Süreyya Paşa.
29. BBA Ayniyat Defteri no. 1 313, s. 57; 28 Şaban 1 309/ 28 Mart 1 892. Babıali'den Adiiye ve
Mezahib Nezareti'ne, Dahiliye Nezareti'ne ve Hariciye Nezareti'ne.
30. BBA Y.A RES 96/14; 1 1 Cemaziyelahir 1 3 1 6/ 27 Ekim 1 898. Encümen-i Mahsus-ı Maarif
raporu.
31. a.g.b.
32. BBA Y.A RES 1 37/45; 4 Cemaziyelevvel 1324/ 26 Haziran 1 906. Sadrazam Feri d Paşa.
Babıali, Sadaret Mektubi Kalemi. Kayıt numarası l 056, belge numarası 4694. Meclis-i
Vükela tezkiresini içeriyor. Tezkire, i slami okullardaki öğretimi yükseltmek için önlemle­
rin alınmasına ilişkin Saray'dan alınan emirleri açıkça belirtiyor.
33. BBA Y.A HUS 257/153; 29 Şaban 1 309/ 29 Mart 1 892. Babıali Amed i Odası. Sadrazam
Cevad Paşa. Gelgelelim, Babıali, Kitab-ı Mukaddes Derneği'ne, Rum alfabesiyle Arna­
vutça Eski Ahid basım ve dağıtımını yapma izni vermişti. Bkz. Y.A HUS 261/19; 3 Zilkade
1 309/ 30 Mayıs 1892.
230

34. BBA Y.A HUS 257/153; 9 Mart 1 898. Babıali Tercüme Odası, no. 308.
35. BBA Y.Mtv 57/65; 24 Cemaziyelevvel 1 309/ 27 Aralık 1 891 . Maiyet-i Askeri Komisyonu.
36. BBA Ayniyat Defteri no. 1 420, s. 299; 1 1 Rebiyülahir 1 299/ 2 Mart 1 882. Babıali'den Ma­
arif Nezareti'ne.
37. BA Ayniyat Defteri no. 1422, s. 57; 5 Safer 1 307/ 1 Ekim 1889. işkodra Vilayeti'nden Ma­
arif Nezareti'ne.
38. Guest, The Yezidis, s, 49,50.
39. BBA i rade Dahiliye 1 00258; 10 Mayıs 1 308/ 23 Mayıs 1 892. Musul Valisi Keman Paşa'dan
şifreli.
40. Salt, "A Precarious Symbiosis'; s. 55.
41 . Guest, Yezidis, s. 1 30.
42. BBA i rade Dahiliye 56; 12 Eylül 1 308/ 25 Eylül 1 892. Fırka-i islahiye Kumandanı Ö mer
Vehbi Paşa'dan, Babıali'ye şifreli telgraf. Bu özgül olayda Fransız konsolosuna, i stan·
bul'daki üstleri olaya karışmaması talimatını verdiler. Bkz. Guest, The Yezidis, s. 1 30.
43. Lübnan'daki Fransız varlığı için bkz. Akarlı, The Long Peace.
44. BBA YEE KPE 86-1 /80, imzasız ve tarihsiz Arapça mektup.
45. a.g.b. Fransız-Prusya ( 1870) ve Rus-Osmanlı (1 877-78) savaşlarından söz ettiğine göre,
bu belge 1 880 sıralarında yazılmış olmalıdır.
46. BBA Y.A HUS 208/77; 25 Rebiyülahir 1 305/ 10 Ocak 1 888. Sadaret Dairesi. Kamil Paş,ı
imzalı, no. 565.
47. a.g.b.
48. BBA Y.A HUS 208/79. Askeri Hekim YusufZeki bin Mihail Hamoye, tarihsiz.
49. a.g.b.
50. BA Y.A RES 24/47; 10 Şevval 1 301/ 3 Ağustos 1 884, Meclis-i Vükela zabıtları, no. 598.
51. a.g.b.
52. BBA i rade Hususi 50; 31 Muharrem 1 3 1 5/ 22 Haziran 1 897. Yıldız Sarayı Mabeyn Kiı,ı
beti, no. 735. Mabeyn Başkatibi Süreyya Paşa.
53. BBA Y.A RES 80/5; 4 Muharrem 1 3 1 4/ 1 5 Haziran 1 896. Babıali Arnedi Odası, no. 55.
54. BBA KPE 86-15/1 500; 17 Zilhicce 1 3 1 9/1 1 Mart 1 902. Kamil Paşa'nın Hıristiyan çocukl.ı
rı ndan evlad-t vatan diye söz etmesi ilginçtir.
55. BBA KPE 86-14/1336; 1 8 Teşrin-i evvel 1 31 8/ 31 Ekim 1 902. Dahiliye Nazırı Memnıılı
Paşa'dan Aydın Vilayeti'ne. Babıali, Cizvitleri kendi toprağından sürgün etmekh• bt•r,ı
ber, Fransa'nın bu şahısları kabul ve himaye edecek bir ülke aradığına ilişkin lstlhlı.ıı .ıı
almıştı.
56. BBA Y.A H US 207/79; 3 Safer 1 305/ 1 Ekim 1 887. Sadrazam Kamil Paşa tarafından, ır'
mi Papalık temsilcisinin (legat) istanbul ziyareti üzerine hazırlanmış rapor; buradiln, p.ı
dişahla ilgili mültefıt bir dil kullandığı Selanik'e geçecekti; BBA 209/59; 6 K� nun ı ''"''
1 304/ 19 Ocak 1 888 Babıali, Hariciye Nezareti.
57. BBA Y.Mtv 1 1 2/1 2; 1 Kanun-ı evvel 1 3 1 0/ 14 Aralık 1 894. Katolik Patrlkllijl'rıdt•n Yılılll
Sarayı Mabıoyn BaşkltabPtl'nr.
U. IJUA lı��c l luml 9�! � �l'vv.ıl 1 j 1 'ı/ Jll /ıılı.ı t 1 11'111 Yıhl11 �.ı ı ,ıyı MııiH'yıı ll ıııkll ,ı l ll' l l
231

1 2249; i rade Hususi 1 6; 6 Zilkade 1 3 1 5/ 29 Mart 1 898. Yıldız Sarayı Mabeyn Başkitabe­
ti, 1 3509.
59. BBA Y.Mtv 54/65; 29 Ağustos 1 30711 1 Eylül 1 891. Ermeni Patrikliği'nden, Adiiye ve Me­
zahib Nezareti'ne.
60. i n g i l iz işgali ve sözüm ona "geçici yönetimi" hakkında bkz. Nesim Zia, K1bns'm
ingiltere'ye Geçişi ve Ada'da kurulan ingiliz idaresi, Ankara, 1 975. Genel olarak yabancı
okullar hakkında biraz taslak sayılabilecek bir araştırma olarak bkz. i lknur Polat Hayda­
roğlu, Osmanli imparatorluğu'nda Yabano Okullar, Ankara, 1 990.
61 . BBA Y.A RES 25/9; 8 Zilkade 1 301/ 30 Ağustos 1 884. Evkaf Nazırı Kamil Paşa. Kamil Pa­
şa, Lefkoşalı olduğu için, bu belge belli bir burukluk taşır.
62. a.g.b. Ne var ki, korkularının temelsiz olduğu anlaşılıyor; i ngiliz idaresi, adadaki Müs­
lüman okullarını finanse etmeye ve desteklemeye devam etti. Bkz. Nesi m Zia, K1bm'ln
ingiltere'ye Geçişi, s. 93-4. " i ngiliz i daresi, her köye en azından bir mektep kurdu ( ... )
[1881'de] adada 1 22 Müslüman ibtidai mektebi vardı:'
63. BBA Y.A RES 24/21 ; 28 Şaban 1301/ 23 Haziran 1 884. Babıali. Hariciye Nezareti. i ngiliz
sefaretinden alınan notun tercümesi.
64. BBA BEO 245757; 6 Receb 1 325/ 15 Ağustos 1 907. Basra Vilayeti, no. 44. Vali Abdurrah-
man Hasan Paşa'dan Dahiliye Nezareti'ne.
65. BBA i rade Dahiliye 99013; 24 Cemaziyelahir 1 309/ 26 Ocak 1 892.
66. BBA BED Yemen gelen, no. 366, giriş no. 1 307; 22 Şaban 1308/ 3 Nisan 1 891.
67. BBA Y.A HUS 292/51 ; 1 2 Ramazan 1 3 1 1 / 1 9 Mart 1 894. Babıali. Sadaret Dairesi. Sadra­
zam Cevad Paşa.
68. BBA Y.A HUS 307/7; 16 Temmuz 1 894. Belge no. 1 88, Washington Osmanlı sefaretin­
den. i ngiliz-Amerikan işbirliği hakkında daha fazla bilgi için bkz. Salt, "A Precarious
Symbiosis:'
69. Salt, lmperialism, Evangelism, s. 3 1 . "1 880'1erde i stanbul'daki Amerikan ortaelçisi S. S.
Cox, Osmanlı Devleti'nde kurulmuş misyoner örgütlerinin listesini veriyordu: Amerikan
Misyonlar Kurulu, Presbiteryen Yabancı Misyonlar Kurulu (Suriye), Birleşik Presbiteryen
Misyonları Kurulu (Mısır), New York Metodist Episkopal Kilisesi Yabancı Misyon Kurulu
(Bulgaristan), New York Reforme Presbiteryen Kilisesi (Kuzey Suriye'deki Nuseyriler ara­
sında etkin), Amerikan Kitab-ı Mukaddes Derneği, istanbul Kitab-ı Mukaddes Evi Müte­
vellisi, Beyrut'taki Suriye Protestan Kolej i ile i stanbul'daki Robert Kolej Mütevellisi ( ... )
Misyonerlerce 'işgal edilmiş' kentlerin sayısı 394'e ulaşıyordu:'
70. Türkiye'deki Amerikan misyoner etkinliğine ilişkin bugüne dek yapılmış en iyi çalışma
için bkz. Frank Andrew Stone, Academies for Anatolia, New York-Londra, 1 984. Konu hak­
kında, Amerikan arşivlerinini kullanmakla birlikte, resmi milliyetçi perspektifin pek öte­
sine geçemeyen ve Osmanlı arşiv kaynaklarını kullanmayan bir çalışma için bkz. Uygur
Kocabaşoğlu, Anadolu'daki Amerika, i stanbul, 1 989. Bu konuda bugüne dek standart
«'m: Joseph L. Grabill, Protestant Diplomacy and the Near East. Missionary lnfluence on
Alllt'tiı llll l'o/iıy, Ml nrw.ıpo l h, 1971 , hiç Tllrkçı• k .ıyrı.ı k kııll,ınmamakla birlikte, sorunun,
flıııı• ı l k olll h,ıkı� ol�lllllliolll ,ıılll hlt ı lı•iJI'ıif'IHiiıııırll llillloiYI \llllhiı llr.
71. BBA Y.A RES ı/2 (tarih yok). Tezkire, Yıldız Sardyı'nın erııı iylı• H.ıriclyt> Nı•tıtrl'li ı .ı r .ı lıı ı
dan hazırlanmıştı. Millet sistemine göre, her gayrimUslim cemaat, gündelik ıenıı•lılı•,
Babıali'ye karşı sorumlu olan kendi dini ve seküler liderlerince yönetilirdi.
72. a.g.b. Isiahat Fermanı'nın bu bağlamda öne çıkartılması ilginçtir; çünkü yabancı güçll'r .ıy
nı belge temelinde, Osmanlı hükümetini yükümlülüklerini yerine getirmediği gerekçPsiy
le suçluyordu. Bu, Osmanlıların uluslararası hukuk yorumlarını, kendi çıkarlarını savunm.ı
amacıyla kullanmaları eğiliminin bir parçasıydı.
73. BBA Y.A HUS 3S2/89, S Mayıs ı896. Washington Osmanlı sefaretinden, belge no. 240. Ek
te Missionary Herald makalesinin çevirisi iliştirilmiş. Osmanlı arşivi belgelerini Stone'un
Academies kitabıyla karşılaştırmak ilginç sonuç veriyor; çünkü burada Osmanlı yazışma
larında adı geçen kişiler ya da verilen bilgiler hakkında ek bilgi bulma imkanı doğuyor.
Örneğin yukarıdaki makalede bahsi geçen Barlett ailesinin i zmir'de yaşayıp Ermeni ço­
cuklar için anaokulu işlettiğini, Kayseri'deki Evanjelik merkezin "bir kilise ve ilkokullar
ağına" dönüştüğünü ve "ı 909'da 44 okulda neredeyse 2000 çocuğun eğitim gördüğünü"
öğreniyoruz. Academies, s. 89-90.
74. BBA Y.A HUS 29ı/63; 26 Şaban 1 3 1 ı/ 4 Mart ı 894. Babıali Arnedi Odası, no. 3008. Sad­
razam Cevad Paşa. Stone, bundan başka, çeşitli fırsatlarda "Birçok örnekte, Türkiye'deki
American Board personelinin Ermeni devrimcilere karşı çıktığına" işaret eder ve onların
görüşlerini "dindar ve pratik olmayıp, tehlikeli" olarak değerlendirir. Bkz. Academies, s.
1 22, ı 9ı .
75. BBA Y.A HUS 282/ı 20; ı s Rebiyülevvel 1 3 1 ı /26 Eylül ı 893. Hariciye Nezareti. Yazı no.
1 82.
76. a.g.b.
77. BBA Y.A HUS 282/120, ıs Rebiyülahir 1 3 1 1 / 27 Ekim 1 893. Babıali Arnedi Odası, no.
1 298.
78. BBA Y.A HUS 376/68. Başkonsolos Münci Bey'den Hariciye Nezareti'ne. B Ağustos 1 31 3/
21 Ağustos 1 897. Bu konuda ayrıca bkz. Selim Deringil, "An Ottoman View of Missionary
Activity in Hawaii'; Hawaian Journal ofHistory, ( ı993), s. 1 1 9-2S.
79. a.g.e.
80. a.g.e.
81 . BBA Y.A H US 3S2/18; 1 Zilkade 1 3 1 3/ 14 Mayıs ı896. Washington'daki Osmanlı sefaretin­
den Hariciye Nezareti'ne.
82. Dr. Knapp olayı hakkında bkz. Stone, Academies, s. 1 22.
83. BBA Y.A HUS 3S2/18; Gurre-i Zilhicce 1 3 1 3/ ı 4 Mayıs 1896. Hariciye Nazırı Tevfik Paşa'dan
sadraza ma.
84. BBA Y.MTv 197/16; 2 Şaban 1317/ 6 Aralık 1899. Hariciye Nezareti, no. 332.
85. BBA Y.Mtv ı 9/77; 30 Teşrin-i sani 1 3 1 S/ 13 Aralık 1 899. Erzurum Vilayeti'nden Hariciye
Nezareti'ne telgraf.
86. BBA i rade Hususi 86; 2S Rebiyülahir 1 3 1 S/ 23 Eylü l 1 897. Yıldız Sarayı Mabeyn Başkita­
beti, no. 4724.
87. BBA Y.A RES 1 2S/1 03; 29 Zilkade ı 3 1 2/ 24 Mayıs 1 89S. Meclis-i Vükela, no. 3294.
88. a.g.b.
89. BBA Y.Mtv 53/1 08; 26 Zilhicce 1308/ 3 Ağustos 1891. Sivas Valisi Mehmed Memduh
Paşa'dan Babıali'ye.
90. John Joseph, The Nestorians and theirMüslim Neighbors, Princeton, 1 961 , s. 123.
91. BBA Y.A HUS 365/39; 16 Kanun-ı evvel 1 3 1 2/ 29 Aralık 1 896. Hoy ve Selmas Konso­
losluğu'ndan Harkiye Nezareti'ne yazı. Karş., Stone, Academies, s. 1 30. "Kanıtlar, Türki­
ye'deki American Board misyonları nın, Ermeni komitacılarca daima hedeflerini kısıtla­
yan geçici sığınaklar" olarak bakıldığına işaret eder.
92. Stone, Academies, s. 1 27.
93. a.g.e., s. 1 40.
94. Grabill, Protestant Diplomacy, s. 47.
95. a.g.e., s. 4 1 .
96. BBA Y.Mtv 1 88/1 18; 2 2 Zilkade 1 31 6/ 4 Nisan 1899. Belge, katliamlara doğrudan hiçbir
gönderme yapmazsa da, burada sıralanan vilayetler, katliamların gerçekleştiği yerler, ya­
ni Bitlis, Hal ep, Mamuretülaziz, Trabzon, Erzurum, Diyarbekir ve Sivas'tır. Vetimierin top­
lam sayısı 6896 olarak verilir.
97. Stone, Academies, s. 1 2-13.
98. Joseph, The Nestorians, s. 1 23.
99. BBA Y.A HUS 374/103; 27 Safer 1 3 1 5/ 28 Temmuz 1 897. Babıilli. Sadaret Dairesi, 267.
Sadrazam Rıfat Paşa.
100. a.g.b. i lişikte Worcester Mass. Daily Spy, 6 Aralık 1 895'ten kupürler.
101 . a.g.e. Daily Spy, 1 Ocak 1 896'dan kupür.
102. a.g.e. Bostan ldeas'tan tarih belirtilmemiş bir kupür. Knowles ayrıca halihazırda almış ol­
duğu nişanların listesini de veriyordu.
1 03. a.g.e. Konunun ayrıntılı tartışması Medis-i Vükela zabıtlarında yer alır.
104. BBA i rade Hususi 86; 2 Rebiyülahir 1 323/ 6 Haziran 1 905. Yıldız Sarayı Mabeyn Kitabeti,
no. 1 258.
105. BBA Y.A RES 1 22/145; 26 Receb 1 321/18 Ekim 1 903. Yerleri, eğitim düzeyleri ve kuruluş
tarihleriyle birlikte, ruhsatlı Amerikan eğitim kuruluşlarının ayrıntılı listesi eklenmiş.
1 06. BBA Y.A RES 1 27/49; 9 Cemaziyelahir 1 322/ 21 Ağustos 1 904. Medis-i Vükela zabıtları.
107. BBA Y.MTv 294/22; 21 Zilhicce 1523/16 Şubat 1 906. Hariciye Nazırı Tevfik Paşa'dan Yıldız Sa-
rayı Mabeyn Kitabeti'ne. 1 08. Ramsay, lmpressions of Turkey, s. 221.
108. Ramsay, lmpressions of Turkey, s. 221.
109. Salt, lmperialism, Evange/ism, s. 32.
1 10. a.g.e., s. 227. Kuşkusuz, ifadenin geri kalan bölümü, Ramsay'in Osmanlılar konusunda
ne kadar farklı düşündüğünü ortaya koyar. "Eğitimli bir orta sınıf, Şark ülkelerinde ve
Şark toplumunda kesinlikle yoktur; bu toplumda bulunan tek şey, hükümdar ile onun
kullarıdır:'
1 1 1 . Karl K. Barbir, "Memory, Heritage, History: Ottomans and Ara bs'; lmperial Legacy, der. Cari
L. Brown, s. 106.
1 12. Mardin, The Genesis of Young Ottoman Thought, s. 206.
1 13. Bkz. Pashalis Kitromilides, "lmagined Communlties and thl' Orlqlm of Ndtlorldl Oııı•,lloıı Ir ı
the Balkans'; European History Quarterly, 1 9 (1 989), s. 149-94; özellikle, s. 1 83. "20. y111yıl.ı
gelindiğinde, milliyetçiliğin değerlerinin Ekümenik Patrikliğin siyasetinin içine yava� y.ıv.ıı
süzülmesiyle, tümüyle yeni bir zihniyet biçimlendi:'
1 14. Mardin, Religion andSocial Change, s. 1 03-22.
1 1 5. a.g.e., s. 51.
1 16. Stone, Academies, s. 142.
1 1 7. Hafız Mehmed Sadık, Alem-i islam'da Cihad-t Ekber, istanbul 1342-39, s. 25. Yazar, Mil."
müftüsü olarak tanıtılır. 1 9. yüzyılın son çeyreği boyunca ve 20. yüzyılın uzunca bir böl U
münde, bu tür risaleler Tıirk yazın çevrelerinde ortaya çıkmayı sürdürdü.
118. Ra hip Dr. J. Muhleisen-Arnold, The Society for Propagating the Gospel among the Mos/em1,
In Connection with the Church ofEngland: /ts FirstAppeal on Behalfof 180 millions ofMolıam
medans, Londra, 1 860, s. 4.
1 19. a.g.e.
120. Samuel M. Zwemer, The Law ofApostasy, s. 16.
121 . Tibawi, American lnterests, s. 269.
122. Said, Cu/ture and lmperialism, s. 45-6

6. Osmanlı imaj yönetimi ve hasar kontrolü

1 . R. G. Latham MA MD (Cambridge Kings College eski profesörü), Russian and Turk, from a
Geographical, Ethnological, and Historic Point ofView, Londra, 1878, s. 1 60.
2. Ahmed Cevdet Paşa, Maruzat, s. 4.
3 . Mardin, The Genesis ofYoung Ottoman Thought, s. 388.
4. Said, Culture and lmperialism, s. 6.
S. BBA Yıldız Perakende (Gazeteler).
6. BBA Y.A HUS 1 81/63; 7 Nisan 1885. Musurus Paşa'dan Babıalilercüme Odası'na., tel. no. 149.
7. BBA Y.A HUS 1 86/75; 1 7 Rebiyülevvel 1 303/ 24 Aralık 1885. Babıali Hariciye Nezareti.
8. Musurus Ghikis Bey, 'Tavenir de l'lslam'; Questions Diplomatiques et Coloniales, c. Xl (1901 ),
s. 595-7.
9. Henry Elliot, "The Death of Abdul Aziz and oflurkish Reform'; The Nineteenth Century, Şubat
1 888, s. 276-96.
10. a.g.e., s. 296.
1 1 . BBA Y.A HUS 21 0/53; 21 Cemaziyelevvel 1 305/ 4 Şubat 1 888 Babıali Hariciye Nezareti no.
1027; Y.A HUS 2 1 1 /65-A; 21 Cemaziyelahir 1 305/ 5 Mart 1 888.
1 2. BBA Y.A HUS 212/19; 10 Mart 1888. Londra'daki Osmanlı sefaretinden Babıali'ye tel. no. 80.
1 3 . Lusignan, The Twelve Years'Reign, s. 4.
14. a.g.e., s. 33. Kuşkusuz, Mid hat Paşa'yı yargılayan "özel mahkeme" ile meslektaşları nı, adil
bir "olağan mahkeme" olarak tanımlamak mümkün olmadığı gibi, halk bu yargılamada
bulunmamıştı. Yıldız Mahkemeleri hakkında bkz. i smail Hakkı Uzunçarşı lı, Midhat Paşa ve
YtldtzMahkemesi, Ankara, 1 967.
1 S. BBA Y.A HUS 222/71; 2 Mart 1 889. Londra'daki Osmanlı sefaretinden, Babıali Hariciye Neza­
reti, yazı no. SO.
16. BBA VEE 1 4/1 337/1 26/10; tarih yok. (Ama bağlarnından yola çıkarsak, bu metin 1 890'1arın
başında yazılmış olsa gerektir.) Selim Melhame tarafından yazılmış makale taslağı ve ma­
kaleyi padişaha arz eden mektup. Selim Melhame, Abdülhamid"ın "resmi Araplar"ından bi­
riydi. Makalenin gerçekten de yayınlandığına ilişkin hiçbir kanıt yoktur; açıkça anlaşılıyor ki,
Melhame ef�ndisini pohpohluyordu. Bununla birlikte, bu belge, Abdülhamid1n yaratmak
istediği imaja ilişkin iyi bir fikir vermesi açısından çok ilginçtir.
1 7. Lusignan, The Twelve Years' Reign, s. 1 98.
1 8. Feroze Yasamee, "The Ottoman Empire and the European Great Powers'; SOAS doktora tezi
( 1 984), s. 56-60.
1 9. BBA Y.A HUS 21 9/75; 2 Kanun-ı evvel 1 888/1 5 Ekim 1 888. Viyana'daki Osmanlı sefaretin­
den Babıali'ye şifreli telgraf. Armenius Vambery hakkında bkz. M. Kemal Ö ke, ingiliz Ca­
susu Prof. Arminius Vambery'nin Gizli Raporlarmda ll. Abdülhamid ve Dönemi, i stanbul,
1 983. Ayrıca Londra Publk Record Office'de, "Vambery Letters" başlığı altında, profesörün
istanbul'dan i ngiliz Dışişleri Bakanlığı'na gönderdiği materyali içeren bir kısım vardır.
20. a.g.e. Vambery'den bilinmeyen bir alıcıya, muhtemelen Viyana sefaretinden Münir Bey'e
Türkçe olarak yazılmış, 3 Kanun-ı evvel 1 888/ 16 Ekim 1 888 tarihli mektup.
2 1 . BBA Y.A HUS 220/32; 1 1 Rebiyülahir 1 306/ 15 Aralık 1888. Hariciye Nezareti'nden sadraza­
. ma. Harkiye Nazırı Said Paşa.
22. BBA Y.A HUS 223/2; 1 8 Şubat 1889. Viyana'daki Osmanlı sefaretinden Hariciye Nezareti'ne,
yazı no. 61 .
23. BBA Y.A HUS 226/42; 14 Mayıs 1 889. Sen Petersburg'daki Osmanlı sefaretinden Harkiye
Nezareti'ne, yazı no. 70.
24. BBA Y.Mtv 51/45; 1 5 Zilkade 1 308/22 Haziran 1891. Gümrük Nezareti, no. 52.
25. BBA Y.A HUS 303/87; 5 Temmuz 1 894. Babıali Hariciye Nezareti. Viyana sefaretinden telg­
raf, no. 337; Babıali Arnedi Odası, no. 254, Sadrazam Cevad Paşa.
26. BBA i rade Hususi 34; 5 Safer 1 3 1 1 / 18 Ağustos 1893. Yıldız Sarayı Mabeyn Kitabeti, no, 836.
27. BBA i rade Hususi 3; Gurre-i Şevval 1 3 1 1/ 7 Nisan 1 894. Yıldız Sa rayı Mabeyn Kitabeti,
no. 6880.
28. BBA Y.Mtv 132/76; 15 Teşrin-i sani 1 3 1 1 / 28 Kasım 1 895. Osmanlı sefiri Alexander
Mavroyeni'den Yıldız Sarayı Mabeyn Başkitabeti'ne.
29. Said, Orientalism, s. 49-73.
30. BBA VEE Kamil Paşa Evrakı'na Ek (KPE) 86-3/264; 6 Ramazan 1 307126 Nisan 1 890. Yıldız
Sarayı Mabeyn Kitabeti.
3 1 . BBA Y.A HUS 283/54; 21 Teşrin-i evvel (3 Kasım) 1 896. Babıali Harkiye Nezareti.
32. BBA Y.A HUS 284/74; 7 Teşrin-i san i (20 Kasım) 1 896. Londra'daki Osmanlı sefaretinden
Babıali'ye, yazı no. 500.
33. BBA Y.A HUS 287/49; 1 4 Kanun-ı evvel 1893/ 27 Aralık 1 893. Roma'daki Osmanlı sefare­
tinden Babıali Hariciye Nezareti'ne, no. 413.
34. BBA Y.A HUS 237/50; 19 Temmuz 1 890. Londra'daki Osmanlı sefaretinden, Babıali Ha­
riciye Nezareti'ne, mahrem, no 1 82.
3 5 . a.g.b. Belge, Osman Bey'In Dr. Mllllngen'ln, "ddha sonr.ı kOl il d.ıvr.ırıı�l.ırı ıwılı•ııly
le doktordan boşanacak olan Sakızlı bir Rum olan" ilk karısından doğduğunu br.llrtlr;
"Rum" hanımın daha sonra yüzyıl ortası istanbul'unun çok iyi tanıdığı bir isim olan Kılı
rıslı Mehmed Paşa ile evlendiğini belirterek devam eder. Bu evliliğin ardından Osnııııı,
Mehmed Paşa tarafından evlat edinilmiş ve bir Müslüman gibi yetiştirilmişti. Londra sr
faretinin verdiği bilgi, ancak kısmen doğruydu. Adı Marie Dejean olan ve daha sonra Me
lek Hanım adını alan "Rum kadın"ın büyükannesi Rum, büyükbabası Ermeni ve baba� ı
da Fransız'dı. Dr. Millingen'le olan evliliğini bitirdikten sonra ve Mehmed Paşa da yüz­
yıl ortası i stanbul'unun saçma sapan entrikaları yüzünden onu boşamak zorunda kalın­
ca, 1 866'da Paris'e kaçmak zorunda kaldı; Osman burada Hıristiyan oldu. Melek Hanum,
Thirty Years in the Harem or the Autobiography ofMelek Hanum, Wife ofH.H. Ktbnzfl Mehe·
met Pasha, New York, 1 872 adlı anılarını yayımladı. Açıktır ki, Londra'daki setiri n "bayağı
ve rezil bir süprüntü" olarak gönderme yaptığı türden literatüre giriyordu.
36. BBA Y.Mtv 1 00/26; 1 7 Temmuz 1 894. Lahey'deki Osmanlı ortaelçiliğinden Babıali Hari­
ciye Nezareti'ne, no. 1 780.
37. a.g.b. Skecin özeti Fransızcad ır. Bayağı türden oryantalizmin ilginç bir örneği olarak
değerlendirilebilir.
38. Rambert, Notes et lmpressions, s. 1 75-6.
39. BBA Y.A HUS 309/31 ; 1 8 Rebiyülevvel 1 3 1 2/ 1 9 Eylül l 894. Sadaret Dairesi, no. 1 077.
Sadrazam Ekrem Cevad'dan Yıldız Sarayı'na.
40. BBA Y.A RES 1 24/80; 17 Zilhicce 1321/ 5 Mart 1 904. Sadrazam Mehmed Ferid Paşa;
Y.A RES 1 29/54; 5 Zilkade 1 322/ l l Ocak 1 905. Babıali. Ö yle görünüyor ki, Abdülha­
mid Japonya'nın bir dünya g ücü olarak yükselişinin olası sonuçlarının farkındaydı.
Rus-Japon Savaşı'ndan epey önce, 1 892'de, Abdülhalim Noda Efendi adındaki bir Müs­
lüman Japon, Mekteb-i Harbiye'de Japonca öğretmekle görevlendirilmişti. Bkz. BBA
Y.Mtv 66/61; 3 Safer 1 3 1 0/ 27 Ağustos 1 892. Seraskerlik Arnedi Odası, no. 1 46.
41 . BBA Y.A HUS 203/70; 19 Haziran 1 887. Londra'daki Osmanlı sefaretinden Babıali Hariciye
Nezareti'ne. Mısır işgal i ve bunu öneeleyen olaylar hakkında bkz. Selim Deringil, "The Otto­
man Response to the Egyptian Crisis of 1 88 1-2'; Middle Eastem Studies, 24 (1 988), s. 3-24.
42. BBA Y.A HUS 203/68; 27 Ramazan 1 304/ 19 Haziran 1 887. Babıali Arnedi Odası, no. 4.
43. BBA Y.A HUS 1 93/28; 30 Haziran 1 896. Londra'daki Osmanlı sefaretinden Babıali'ye.
44. L. Hirszowia, "The Sultan and the Khedive'; s. 287-3 1 1 .
45. BBA Y.A RES 86/104; 2 9 Zilhicce 1 3 1 4/ 31 Mayıs 1 897. Yıldız Sarayı Mabeyn Kitabeti.
46. BBA Y.A RES 57/52. Kraliçe Victoria'dan ll. Abdülhamid'e mektup, 25 Ocak 1 892. Bu
mektup, siyah la çerçevelenmiş, bir sekreter tarafından yazılmış ve kraliçenin "Padişah
hazretlerinin kız kardeşi, Victoria Regina" sözleriyle imzalanmış son derece yalın bir
belgedir. Kraliyet hanedanları arasında, ailevi değişikliklerden birbirini haberdar et­
mek çok yaygın bir uygulamaydı.
47. a.g.b. Abdülhamid'den Kraliçe Victoria'ya hitaben, "Dost-ı Bülend-i itibarımız Hazretle­
ri" sözleriyle başlayan, Receb 1 309 (Ocak 1 892) tarihini taşıdığına göre, bir taslak olan
mektup.
48. Rambert, Notes et lmpressions, s. 1 00. Günlük girişi, 5 Eylül 1 900 tarihini taşır.
49. BBA Y.A HUS 284/85; 7 Teşrin-i san i 1 893/ 20 Kasım 1 893. Londra'daki Osmanlı sefare­
tinden Babıali Hariciye Nezareti'ne.
50. Charles Williams, The Armenian Campaign, A Diary ofthe Campaign of 1877 in Armenia
and Koordistan, Londra, 1 878, s. ix, x.
5 1 . Latham, Russian and Turk, s. 1 60. "Etkili yazarların boş laflarına"na yapılan gönderme­
nin, Gladstone'un 1 876'da yayımlanan, "The Bulgarian Massacres" adlı broşürüne ya­
pılan bir referans olması pekala mümkündür.
52. Roger Adeiso n, Mark Sykes, Portrait of an Amateur, Londra, 1 975. s. 1 1 0. O'Connor
1 898'den beri Babıali nezdindeki i ngiliz büyükelçisiydi. Bu pasaj 1 905-1906 yılların­
dan bahsediyor.
53. a.g.e., s. 98. Sözü edilen okulun Aşiret M e ktebi o l d u ğ u açıktır.
54. a.g.e., s. 64-5.
5 5 . Karl Bii nd, "Young Turkey'; Forthnightly Review, LXVI, Londra, 1 896, s. 840.
56. BBA Y.A HUS 1 91/1 23; 23 Mayıs 1 883. Londra'daki Osmanlı sefaretinden Babıali Harici­
ye Nezareti'ne, no. 358.
57. BBA Y.A HUS 1 89/25; 10 Şubat 1 886. Londra'daki Osmanlı sefaretinden Babıali Hariciye
Nezareti'ne.
58. Lusignan, The Twelve Years' Reign, s. 147.
59. Constance Sutdiffe, "Turkish Guilds'; Forthnight/y Review, LXVI ( 1 896), s. 828.
60. Fatma Aliye, Nisvan-1 islam, istanbul, 1 891 .
6 1 . Mehmed i zzet, Yeni Afrika, i stanbul, 1308, s. 3. izzet Bey, bu kitabı saraydan verilen
görevle yazdığını da belirtir.
62. Y.Mtv Katalog no. 5'te (Dreyfus meselesine dair) kayıtlar.
63. lndia Office Library and Records. L/P&S/3/226, c 39, s. 787. Layard'dan Salisbury'ye.
i stanbul, 15 Nisan 1 880.
64. L/P&S/3/226, c 29, s. 1 3 1 5-20. Sir Louis Malet'den Dışişleri Bakanlığı ve Hindistan
Hükümeti'ne.
65. L/P&S/7 /c 26, kısım 6, s. 1 252. Hindistan Hükümeti'nden Hindistan Bakanlığı'na.
Simla, 28 Eylül 1 880.
66. a.g.b., s. 1 256. 15 Temmuz 1 880. Albay P. D. Henderson'ın istanbul ile Hindistan Müs­
lümanları arasındaki entrikalar hakkında tezkiresi.
67. S ide Em re, "Political lmagery in the Journal Servet-i Fünun", (yayımlanmamış yüksek
lisans tezi), Boğaziçi Ü niversitesi, 1 996.

7. Osmanlı otoportresi

1 . Said, Orientalism, s. 204.


2. BBA Y.Mtv 66/66; 1 0 Safer 1 3 1 0/ S Eylül 1 892. Washington'daki Osmanlı setiri Alexander
Mavroyeni'den Yıldız Sarayı Mabeyn Kitabeti'ne.
3. a.g.b. Mavroyeni'nin islam'ın onurunu savunan bir Rum olması da ayrı bir ironidir.
4. BBA Y.A HUS 285/66; 21 Cemazlyelevvel 1 ll 1 / l Arı�lık l K'J I. ıı.ılıı;lll llrnrdl Od,l\t, ıııı.
1 821. Sadrazam ve Yaver-i Ekrem Cevad Paşa tarafından lıaıırl.ıncJn tezklre.
S. a.g.b.
6. "lmperial Self Portrait. The Onoman Empire as Revealed in Sultan Abdul Hamid's Photo
graphic Album'; der. (arney E. S. Gavin, Şinasi Tekin - Gönül Al pay Tekin, Journal ofTurkislı
Studies, 1 2 (1988).
7. a.g.e., s. 47.
8. a.g.e., s. 48.
9. a.g.e., s. 1 1 2, 1 14, 1 1 5.
1 0. BBA Y.Mtv 70/67; 1 2 Rebiyülevvel 1 3 1 0/ 4 Kasım 1 892. Harbiye Nazırı Rıza Paşa'dan Yıldız
Sarayı'na. Fotoğrafların boyutları ve pazları göz önüne alındığında, bunların söz konusu al­
bümler için çekildiği hemen hemen kesin gibidir. Aşiret Mektepleri hakkında bkz. Bölüm lll.
1 1 . "lmperial Self Portrait'; s. 162-4.
12. Hobsbawm, Age ofEmpire, s. 1 23.
13. "lmperial Self Portrait'; s. 193, 1 94, 203, 205.
1 4. Anderson, lmagined Communities, s. 27.
lS. Mitchell, Colonising Egypt, s. 13-15.
1 6. BBA Y.A RES 54/30; 18 Şubat 1 891 . Londra Osmanlı sefaretinden Hariciye nazırına: Y.A RES
55/1 . Babtali Heyet-i Vükela. Ö nerilen Osmanlı heyeti, Galatasaray Lisesi Müdürü i smail Bey
ile ünlü yazar Ahmed Midhat Efendi'd en oluşacaktı.
1 7. BBA i rade Hariciye 6; 7 Cemaziyelevvel 1 320/ 13 Ağustos 1 902.
18. BBA Y.A RES 62/27; Gurre-i Cemaziyelahir 1 310/ 21 Aralık 1 892. Babıali Meclis-i Hususi, no.
1517.
1 9. BBA Y.A RES 1 06/7 1 ; 22 Zilhicce 1 3 1 7/ 24 Nisan 1 900. Babıali Meclis-i Vükela, no.
354 1 . O dönemde Afrika'daki tek Osmanlı mülkü, Kuzey Afrika'da ki, Trablus ve Bingazi
sancaklarından oluşan Trablusgarp'tı. Bu vilayetin başlıca ihraç malları, devekuşu tüyü
ve kaplumbağa kabuğunun yanı sıra, Trablusgarp ovalarında yetişen ve iyi kalite kağıt
yapımında kullanılan ha lfa otu (esparto) idi. Bu konuda, bkz. Michel Le Gall, "Pashas
Bedouins and Notables: The Ottoman Administration in Tripali and Benghazi 1 88 1 -
1 902'; Princeton University, doktora tezi, ( 1 986), s . 95-7, 1 53-4.
20. BBA i rade Harkiye 5; 9 Rebiyülevvel 1 320/ 17 Haziran 1 902. Babtali Arnedi Odası, no.
500. Sözü edilen albümlerden birindeki fotoğraf, Körler Okulu'ndan iki kör çocuğu gös­
teriyordu. Bkz. lmperial SelfPortrait, s. 1 77.
21. "Tüm dünya seyrediyor" düşüncesi, Carol Gluck'un çok benzer görüngül eri, Japonya
bağlamında ele alan çalışmasından alınmıştır. Bkz. Gluck lapan5 Modern Myths.
22. D ünya fuarları hakkında yakın tarihli çok geniş bir l iteratür vardır. Bkz. Burton
Benedi ct, The Anthropology of World Fairs. San Francisco5 Panama Pacific Exposition of
1915, Londra-Berkeley, 1 983; Mitchell, Colonising Egypt; Paul Greenhalgh, Ephemeral
Vistas. The Expositions Universelles, Great Exhibitions and World5 Fairs 1857-7939,
Manchester, 1 988; Robert W. Rydell, The Book of Fairs, Chicago-Londra, 1 922. Osmanlı
i mparatorluğu'nun fuarlara iştiraki hakkında uzun bir süre boyunca tek araştırma olarak
kalan, Rıfat Ö nsoy, "Osmanlı i m paratorluğu'nun Katıldığı i l k Uluslararası Sergiler ve
Sergi-i Umumi-i Osman!'; Belleten, 47 (1 983), s. 1 95-235. Bu eksiklik, şimdi Çelik'in
konu hakkındaki, Disp/aying the Orient adlı yetkin çalışmasıyla giderilmiş durumdadır.
23. Çelik, Displaying the Orient; Rıfat Ö nsoy, "Osmanlı i mparatorluğu ve Dünya Sergileri':
24. Benedict, Anthropology of World's Fairs. s. 6-7.
25. BBA Y.Mtv 33/72; 2 Haziran 1304/ 1 5 Haziran 1 888. Madrid'deki Osmanlı sefaretinden
Harkiye Nezareti'ne, no. 2379.
26. Y.A HUS 224/96; 27 Şaban 1 306/ 27 Nisan 1889. Babıali Hariciye Nezareti. Sonunda Os­
ınanlılar Bahriye Nezareti bülteninin de ödül kazanmasıyla açılışa katıldılar. Bkz. V. Mtv
63/33; 7 Zilkade 1 309/ 4 Haziran 1 892. Monarşilerin, olaydan bir yüzyıl sonra bile hala
bu devrimden bu kadar rahatsızlık duymaları ilginçtir; bu konuda bkz. Eric Hobsbawm,
Echoes of the Marsei/laise, New Brunswick, 1 990, s. 69-70.
27. BBA Y.A RES 58133; 25 Şevval 1 309/ 24 Mayıs 1 892. Babıali Meclis-i Vükela.
28. a.g.b. Mekan la ilgili itibar meselesi hakkında bkz. Mitchell ve başkaları.
30. Çelik, Displaying the Orient, s. 24-5, 1 889 Paris Fuarı'ndaki Mısır sergisi hakkında.
31 . BBA Y.Mtv 77/1 14, 28 Nisan 1 309/ 1 1 Mayıs 1 893. Osmanlı Setiri Mavroyeni Bey'den Yıl­
dız Sarayı Mabeyn Kitabeti'ne.
32. Said, Orientalism, s. 21, vurgular orijinaldir.
33. BBA i rade Hususi 878/1 23; 1 7 Muharrem 1 3 1 0/ 1 2 Ağustos 1 892. Yıldız Sarayı Mabeyn
Kitabeti, no. 678.
34. BBA Y.Mtv 75/202; 28 Şubat 1308/ 13 Mart 1 893. Chicago Fuarı'ndaki Osmanlı temsilci­
si Hakkı Bey'den Yıldız Sarayı'na.
35. BBA Y.Mtv 76/35; 13 Mart 1 309/ 26 Mart 1 893; Y.Mtv 79/163; 1 1 Muharrem 1 3 1 1 / 26
Temmuz 1 893. Ticaret ve Nafıa Nazırı Hasan Tevfik Paşa'dan Babıali'ye. Özel olarak yapıl­
mış beş tören sancağı da Chicago'ya gönderilecekti.
36. BBA i rade Hususi 1 746/59; 21 Receb 1 3 1 0/ 1 1 Şubat 1 893. Mabeyn Başkatibi Süreyya
Paşa. Mabeyn Kitabeti'ne, no. 5746.
37. BBA i rade Hususi 1 3 1 0/141; 20 Rebiyülevvel 1 3 1 0/ 3 Ekim 1 892. Akka'dan bir teba-yı
şahane Raci [Bey].
38. a.g.b. Osmanlı At Meydan ı Talimatnamesi.
39. a.g.b. Osmanlı At Meydan ı Talimatnamesi.
40. i rade Hususi 1310/141 ; 2 5 Rebiyülevvel 1 310/ 8 Ekim 1 892. Yıldız Sarayı Mabeyn Kitabeti,
no. 3027.
41 . Çelik, Displaying the Orient, s. 23; ayrıca bkz. "lmperial Self Portrait'; s. 198-99.
42. BBA Y.Mtv 75/167; 26 Şubat 1 308/1 1 Mart 1893. Hakkı Bey, Chicago Fuarı Osmanlı temsil­
cisi nden, Yıldız Sarayı Mabeyn Kitabeti'ne; Y.Mtv 76/36; 1 2 Mart 1 309/25 Mart 1 893. Gem­
lik tüccarından Ali Beyzade Nuri'den mektup.
43. BBA Y.MTv 76/36; 1 3 Mart 1 309/ 26 Mart 1 893. Chicago Fuarı'ndaki Osmanlı temsilcisi
Hakkı Bey'den Yıldız Sarayı'na.
44. BBA i rade Nafıa 9/5; Şevval 1 3 1 0. Ticaret ve Nafıa Nezareti, Amed i Odası no. 1 69. Hakkı
Bey'den 25 Receb 1 3 1 0/ 13 Şubat 1 893 tarihli mektubu.
4S. a.g.b. 3 Şaban ı 3 ı 0/ 2ı Şubat ı B93; Babı�ll Meclis-I Vükı•ld, no. l l l � - 1 / 1 klııı'ılı•,
Babıali, i ngilizce konuşan iki rehber, Seratim Efendi ile Ekerln Efendi'yi görıdt>rnH' kıll ıll l
aldı. Bkz. i rade Nafıa ı /8. R.ı 3 ı ı .
46 . BBA i rade Nafıa 3/23.Zilkade ı 3 ı O . Hakkı Bey'den Ticaret ve Nafıa Nezareti'ne ı � Mııyı\
ı 893 tarihli mektup, no. 3.
47. a.g.b. 4 Teşrin-i evvel 1 309/ ı7 Ekim 1 893. Hakkı Bey'den Ticaret ve Nafıa Nezart•tl'ıll'
mektup.
48. BBA i rade Nafıa 3; 23 Zilkade 1 3 ı O/ ı 5 Mayıs ı 893. Hakkı Bey'den Ticaret ve Ndfı,ı
Nezareti'ne mektup, no. 2.
49. a.g.b. Ek fonlar 9 Haziran ı 893'te onaylandı; bkz. i rade Nafıa 3; 23 Zilkade ı 3 ı O. Babı�ll
Amed i Odası, no. 2877.
SO. Rydell, All the World's a Fair, s. 64-5.
S1. Bkz. The Chicago Fair 11/ustrated, Sahibi S. K. Bistany (Osmanlı Heyeti Resmi Gazetesi), 1
Haziran ı 893; fuarın planı, s. 7. Bu referans için G ültekin Yıldız'a teşekkür ediyorum.
S2. BBA Y.Mtv ı o3/ı5; 2ı Safer 1 3 1 2/ 25 Ağustos ı 894. Saray m ücevhercisi istepan Mihran
Dikran Çubukçuyan Efendi tarafından verilen rapor. Tasarımın ve sergi vitrinierinin ay
rıntıları: i rade Nafıa 3123 Zilkade 1 3 1 0. Şu anda Yıldız Sarayı müzesinde sergilenen mü
cevher ve porselenlerin tarzı, Viktorya tarzına uygun, son derece cafcaflıdır.
S3. BBA Y.Mtv ı 00/38; ı o Tem m uz ı 894. Brüksel'deki sefaretten Babıali Ha riclyt'
Nezareti'ne.
S4. BBA Y.Mtv 99/55; 7 Muharrem 1 3 1 2/ 1 2 Temmuz ı 894. Hariciye Nazırı Said Paşa'dan
Brüksel'deki Osmanlı sefaretine, no. 21.
SS. BBA Y.Mtv 1 00/38; 1 5 Muharrem 1312/ 20 Temmuz 1 894. Harkiye Nazırı Meh med Said
Paşa. Babıali, no. 2 1 .
S6. BBA Y.Mtv 1 54/53; 8 Zilkade 1 314/1 1 Nisan 1 897. Ticaret Nazırı Mahmud Celaleddin Pa­
şa, ilişikte Brüksel'deki Osmanlı fahri konsolosu C. H. Sudre ve Brüksel Fuarı'ndan so­
rumlu şirketin temsilcisi Paul Ku pelyan'ın mektubu.
S7. BBA Y.A HUS 354/41; 23 Muharrem 1 31 4/ S Ternmuz 1896. Babıali Hariciye Nezareti, no.
1 61 0.
SS. BBA Y.A RES 72/47; 21 Rebiyülahir 1 3 1 2/ 23 Ekim 1 894; Babıali Meclis-i Vükela, no.
1 1 1 7.
S9. 1 890'1arda fotoğrafçı lık, amatör bir hob iye dönüşmüştü ve bazıları sokaklarda dilenen
saçı sakalı birbirine karışmış dervişlere odaklanıyordu. Bu, Osmanlıların onaylamadı­
ğı bir şeydi. Derviş fotoğrafçılığı hakkında bkz. Nancy Micklewright, "Dervish lmages in
Photographs and Paintings'; The Dervish Lodge, der. R. Lifchez, s. 269-285.
60. BBA VEE 1 4/1 1 63/74/14; tarih yok. Ebuzziya Tevfik'ten Mabeyn Kitabeti'ne.
61. a.g.b.
62. BBA Y.A RES 82/43; 18 Safer 1 3 1 4/ 30 Temmuz 1 896. Ticaret ve Nafıa Nezareti. Nazır
Mahmud Celaleddin Paşa'dan sadraza ma, no. 39.
63. BBAYEE Kamil Paşa Evrakı'na Ek (KPE) 1 087/1; 8 Haziran 1 31 2/ 21 Haziran ı896. Dahili­
ye Nazırı Memduh Paşa.
64. BBA Y.A RES 83/99; 1 1 Cemaziyelevvel 1 3 14/ 1 8 Kasım 1 896. Ticaret ve Nafıa Nazırı
Mahmud Celaleddin Paşa'dan Sadrazam'a, no. 63.
65. BBA Y.A RES 85/21 ; 2 Ramazan 1 31 4/ 4 Şubat 1 897. Ticaret ve Nafıa Nazırı Mahmud Ce­
laleddin Paşa'dan sadrazama, no. 82.
66. BBA Y.A RES 91/30; 24 Aralık 1 897. Osmanlı Sefıri Münir Bey'den, Harkiye Nazırı Tevfik
Paşa'ya.
67. BBA Y.Mtv 1 78/194; Selh-i Muharrem 1 3 1 6/ 21 Haziran 1 898. istanbul Şehremini'nden
Babıali'ye.
68. BBA Y.A RES 94/68; Y.A RES 95/24; 20 Rebiyülahir 1 3 1 6/ 8 Eylül 1 898. Babıali Meclis-i
Vükela, no. 1 1 98.
69. BBA Y.A RES 95/24; 8 Cemaziyelevvel 1316/ 25 Eylül 1 898. Ticaret ve Nafıa Nezareti, no. 58.
70. BBA Y.Mtv 206/143; 29 Rebiyülahir 1 5 1 8/ 25 Ekim 1 900. Serasker Rıza Paşa'dan sadra­
zama.
71 . Çelik, Displaying the Orient, s. 89.
72. BBA Y.A RES 1 24/59; 17 Kanun-ı evvel 1 3 1 9/ 30 Eylül 1 903. Babıali Hariciye Nezareti.
Banker Konta'dan, Washington'daki Osmanlı sefaretine gelen mektup. Bu referans için
Bay Benjamin Fortna'ya teşekkür borçluyu m.
73. Bkz. Bölüm 1.
74. BBA Y.A RES 1 24/59; 15 Zilkade 1321/ 3 Şubat 1 904. Hariciye Nazırı Tevfik Paşa'dan sad­
razama.
75. BBA Y.A RES 1 34/10; 25 Şaban 1 323/ 1 5 Ekim 1905. Maliye Dairesi Meclisi, no. 2813.
76. BBA Y.Mtv 258/51; 7 Muharrem 1 322/ 25 Mart 1 904. Bulgaristan'daki Osmanlı Komise­
ri Ali Ferruh Bey'den Babıali'ye, no. 5791/33. Osmanlı Bulgaristan ı, 1878 Berlin Kongre­
si sırasında ikiye bölünmüştü. Bu iki parça, Doğu ve Batı Rumeli olarak adlandırılıyordu.
Batı Rumeli fiilen 1 885'te, sözde Osmanlı süzerenliğiyle bağımsız hale geldi.
77. BBA Y.A RES 59/21 ; 1 Zilhicce 1309/ 27 Haziran 1 892. Babıali Meclis-i Vükela. Bulgar ga­
zetesi Plovdiv'den, "tarımsal ürünümüzün büyük bölümünün istanbul'a gitmesine kar­
şın, Türkler fuarımııda hazır bulunmadılar" şeklindeki sözlerin tercümesini içeriyor.
78. Çelik, Displaying the Orient, s. 1 O-l l .
79. Benedict, The Anthropo/ogy of World's Fairs, s . 45-6. "Yadigar halklar'' (people as trophies)
Benedict'in kullandığı, fethedilen halkların teşhir kategorilerinden biridir.
80. a.g.e.,s. 7.
81. Çelik, Displaying the Orient, s. 3, 39.
82. a.g.e., s. 48.

&. Sonuç

1. Habermas'ın sözcüklerini kullanırsak, bunun nedeni şuydu: 'Yönetsel eylem alanları ile
kültürel gelenek alanları arasındaki yapısal benzemezlik, kasıtlı yönlendirme aracılığıy­
la meşruiyet açığını kapatmaya yönelik girişimler üzerinde sistem li bir sınır oluşturur:'
Bkz. Habermas, Legitimation Crisis, Boston, 1 983, s. 71.
ı. Shils, Tradition, s. 22.
3 . Mardin, The Genesis of Young Ottoman Thought, s. 1 7 1 . Vurgular orijinaldlr.
4. a.g.e., s. 70.
S. (arter Findley, "Factional Rivalry in Ottoman Istanbul: The Fa il of Pertev Paşa, 1 83 /'; B.ı
iyyet Rüsumu. Essays Presented to Halil i nalcık, Journal of Turkish Studies, 1 0 (1 9Hiı), '
1 30, 1 3 1 ; ayrıca bkz. Findley, Ottoman Civi/ Officialdom, s. 70-80.
6. i . H. Uzunçarşılı, Midhat Paşa ve Ytld1z Mahkemesi, Ankara, 1 967.
7. i . H. Uzunçarşılı, Midhat Paşa ve TaifMahkOmlan, Ankara, 1 985, s. 88, 95, 1 06, 1 1 2.
8. Uzunçarşı lı "Midhat Paşa'nın şahadeti''nden söz eder.
9. ll. Mahmud' u dinamik bir reformcu olarak değerlendiren klasik görüş için karş. Niy.ı
zi Berkes, The DevelopmentofSecularism in Turkey, Montreal, 1 964. Ayrıca bkz. Stanford
Shaw, History of the Ottoman Empire and Modern Turkey, Cambridge, 1 986, c. ll, s. 20.
"Geri kalan yeniçerilerin yakalanması için sert önlemler alındı:'
1 0. BBA VEE 1 8/1 858/93/39. Tarihsiz.
1 1 . BBA VEE 31/1 950 mükerrer/45/83; 22 Zilkade 1299/ 6 Ekim 1882. Said Paşa'dan tezkire.
1 2. Kantorowia, The King's Two Bodies, s. 19.
13. Ortaylı, imparatorluğun En Uzun Yüzy1fl, s. 1 7 1 .
14. BBA VEE 1 8/1858/93/39. B u imzasız vesika Yıldız arşivinde Cevdet Paşa'nın evrakı ara
sında yer almaktadır. Vesikanın gerçekten Cevdet Paşa'ya ait olduğuna dair, konunun
uzmanı Christoph Neumann'ın görüşlerine teşekkür etmeyi bir borç bilirim.
1 S . a.g.b.
1 6. a.g.b.
1 7. a.g.b.
1 8. a.g.b. Burada ilginç olan şudur ki, Mihal Bey'in i slam'ı kabul edip etmediği konusunda,
Cevdet Paşa, Mi hal Bey'in Türk olduğunu ısrarla ispat etmeye çalışan Fuat Köprülü'den
daha ileridedir. Bkz. Kafadar, Between Two Wor/ds, s. 1 -30.
1 9. Ahmed Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, c. lll, 2. baskı, s. 1 60. Bu paragrafa dikkatimi çeken
Dr. Stephanos Yerasimos'a teşekkürü borç biliyorum.
20. Said, lmperialism and Culture, s. 23.
2 1 . Çin imparatorunun Yazlık Sarayı'nın 1 862'de i ngiliz birliklerince yakılması, Osmanlı dün­
yasında derhal büyük yankı yaptı. Bkz. M ü nif (Reis-i Sani-i Ticaret), "Mukayese-i i lm ve
Cehl'; Mecmua-i Fünun, no. 1 (1 270), s. 2 1 , 22, 25, 29-30. "Çinliler, eski yöntemlerinde
ve kusursuz olmayan medeniyetlerini sürdürmek için bu kadar direnmeselerdi, birkaç
bin yabancının elinde böyle hakarete uğrarlar mıydı?" Hanioğlu, Osmanli ittihad ve Te­
rakki Cemiyeti, s. 1 9'da alıntılandığı şekliyle.
22. Ahmed Cevdet Paşa, Ma'ruzat, s. 41 .
23. Roderic Davison, Reform in the Ottoman Empire, 1856- 1876, Princeton, 1 963.
24. Selim Deringil, "Les Ottoman et le partage de I'Afrique'; Studies on Ottoman Dip/omatic
History, V (1 992), s. 1 2 1 -33.
ıs. Kantorowia, The King's Two Bodies, s. 36-9.
26. Yavuz Selim Karakışla, "Exile Days of Abdülhamid ll (1 900-12) and the Confıscation of
His Wealth'; (Boğaziçi Ü niversitesi, yüksek lisans tezi, 1 991 ). Karakışla, Ali Cevad, ikinci
Meşrutiyet'in i/ant ve 3 1 MartHadisesi, Ankara, 1 985, s. 269-70'ten alıntı yapmakladır.
27. Yani, Fransa Kralı XVI. Louis basitçe "vatandaş Louis Capet" olmuştur. "Doğal haline rücu et­
miştir, artık sadece bir adamdır:' Bkz. Mona Ozouf, "Le Proces du roi'; Diaionnaire Critique de
la Revolution Française, Paris, 1 988, s. 1 34-45, özellikle s. 1 36. "ll a repris son titre originel, il
est homme:'
28. Ali Cevad, ikinci Meşrutiyet, (Biz Meclis-i Mebusan tarafından geldik. Fetva-i şerif var.
Millet seni hal' etti. Ama hayatınız emi ndir.) Bu ifadeye d i kkatimi çeken Dr. Edhem
Eldem'e teşekkür ederim.
29. Düstur, Tertib-i Sani, no. 57, s. 1 66: "Sultan Abdülhamid Han-t Saninin Hilafet ve
Saltanat-t Osmaniyeden /skattyla Sultan Mehmed Han-t Hamis Hazretlerinin Asad ve idast
hakkmda Fetva-yt Şerife ve Medis-i Umumi-i Milli Kararnamesi."
30. Bkz. Bölüm ll. Gelgelelim, mü sadere edilen Kuran nüshalarının, fetvada belirtildiği gibi
gerçekten yakıldığı kesin değildir.
31. Düstur.
32. Türkiye Büyük Millet Meclisi. Gizli Ce/se Zabtt/an, Ankara, 1 985, s. 1 046. Ayrıca bkz. Se­
lim Deringil, "Ottoman Origins of Kemalist Nationalism: Namık Kemal to Mustafa Ke­
mal" European History Quarterly, 23 (1 993), s. 165-93.
33. Deringil, "Ottoman Origins'; s. 1 65-93.
34. Halil i na !cık, "The Caliphate and Ataturk's i nkılab'; Belleten, CXLVI ( 1 982), s. 353-65.
35. "Califat et Souverainete Nationale'; Revue du Monde Musulman, no. 59 (1 925)'teki im­
zasız bildiri. Derginin bu sayısı, "hilafet meselesi"ne ayrılmış özel bir sayı olması nede­
niyle çok ilginçtir. Belge, ayrıca "Hilafet ve Milli Hakimiyet" başlığıyla Türkçe ve Arapça
olarak da yayımlanmıştır. Belgedeki ilk madde yukarıda aktarılıyor. Bunu izleyen mad­
deler, sorunun Mısır'da nasıl alındığını ele alıyor. Diğerleri, Orta Asya açısından önem
taşıyan sonuçlarla ilgilidir. Hindistan hakkındaki kesim, ünlü din adamı Molla Baraka­
tallah tarafından kaleme alınmıştır.
36. a.g.e., s. 7. i mzalanmamış olan Fransızca versiyonunun tersine, Türkçe metin erken Ke­
malist hareketin en önde gelen isimleri tarafından imzalanmıştır. Bkz. Hilafet ve Milli
Hôkimiyet. Hilafet ve Milli Hôkimiyet mesai/i hakkmda muhtelifzevatm makalat ve müta­
Jaatmdan mürekkeb bir risa/edir, Ankara istihbarat Matbaası, 1339.
37. a.g.e., s. 55, 56, 57; s. 1 2, 1 6.
38. Ham id Enayat, Modern Jslamic Political Thought, Londra, 1 982, s. 55-6.
39. Vousset M. Choueiri, Arab History and the Nation State, Londra, 1 989, s. 1 97.
40. Toledano, State and Society, s. 22.
41 . Philip Khoury, Syria and the French Mandate. The Politics ofArab Nationalism, Princeton,
1 987, s. 4.
42. David Fromkin, A Peace to End All Peace. Creating the Modern Middle East, 1914- 1922,
Londra, 1 990, s. 43-54.
43. Mardin, Genesis of Young Otroman Thought, s. 120.
44. BBA VEE 1 8/1 858/93/39.
45. i lber Ortaylı, imparatorluğun En Uzun Yüzyi/1, Istanbul, 1 983, s. 1 0.
Kaynakça

Arşiv Belgeleri
Başbakanlık Arşivi
Yıldız Esas Evrakı
Yıldız Sadaret Hususi Maruzat
Yıldız Sadaret Resmi Maruzat
Yıldız Mütenevvi Maruzat
Yıldız Perakende Gazeteler
Babı3li Evrak Odası Gelen/Giden
Ayniyat Defterleri
İradeler/Hariciye/Meclis-i Mahsus/Dahiliye
Salname-i Devlet ı270, ı211, ı297, ı298, ı299, ı302, ı308, ı324
Salname-i Vilayet-i Hüdavendigar ı303/ı885.
Salname-i Vilayet-i Hicaz ı309.
Düstur 1. Tertip.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Gizli Celse Zabıtları (Ankara ı985).
lndia Office Library and Records. Political and Seeret Home Cor-
respondence (LP&S).

Kitaplar ve Makaleler
Abou-El-Haj, Rifa'at, Formatian of the Modern State. The
Ottoman Empire-Sixteenth to Eighteenth Centuries, Albany,
ı991.
Abu-Manneh, Butrus, "Shaykh Ahmed Ziya'üddin El-Gümüşha­
nevi and the Ziya'i-Khalidi Suborder", Shi'a Islam, Sects and
Sujism, der. Frederick De Jong, Utrecht, ı992, s. 104-ı 7.
"Sultan Abdülhamid II and Shaikh Abulhuda Al-Sayyadi",
Middle Eastern Studies, 15 (1979).
"The Sultan and the Bureaucracy: The anti-Tanzimat Concepts
of Grand Vizier Malunud Nedim Paşa", International Journal
ojMiddle East Studies, 22 (ı990), s. 268-9.
"The Islamic Roots of the Gülhane Rescript", Die Welt des
Islams, 34 (ı994), s. ı 73- 203.
Adelson, Roger, Mnrk ,"ı';�J/ces, Hntrnil l!f' au A m o fl'll l ', Loı ı d n ı ,
1975.
Ahınad, Feroz, The Young Tur/es: The Commitlee of Union o 1 1 d
Progress in Turkish Politics 1908-1914, Oxford, WG!l.
Ahmed Cevdet Paşa, Tezakir, Ankara, 1986.
Tarih-i Cevdet, I-11, İstanbul, 1309 [ 1891].
Ma'ruzat, haz. Yusuf Halaçoğlu, İstanbul, 1980.
MeceUe-i Ahkam-ı Adliye, İstanbul, 1876.
Akarlı, Engin, The Problems of External Pressures, Powt·r
Struggles, and Budgetary Deficits in Ottoman Politil"s
under Abdulhamid II (1876-1909): Origins and Solutions,
Princeton University, Doktora tezi. (1976).
The Long Peace. Ottoman Lebanon 1861-1920, Berkelcy,
Los Angeles-Londra, 1993.
"Abdulhamid II Between East and West", Education, Natüm
Building and Identity in the Period of Abdulhamid Il,
(Sernpozyuma sunulan bildiri), Bad Homburg, Almanya, 12-lli
Temmuz 1993.
Akpınar, Alişan, Osmanlı Devletinde Aşiret Mektebi, İstanbul,
1997.
Akşin, Sina, Jön Türkler ve İttihat ve Terakki, İstanbul, 1980.
Ali Cevad, İkinci Meşrutiyet, by., ty.
An Eastern Statesman, "Contemporary Life and Thought in
Turkey", Contemporary Review, 37 (1880), s. 343.
Ana Britannica, cilt 9.
Anderson, Benedict, Imagined Communities, Londra, 1991.
Anderson, Perry, Lineages of the Absolutist State, Londra, 1974.
Anderson, Matthew, The Eastern Question 1 774-1923. A Study
in International Relations, Londra, 1966.
The Ascendancy of Europe 1815-1914. Aspects of European
History, Londra, 1972.
Annuaire Commercial de Contantinople 1893.
Arai, Masami, "An Imagined Nation: The Idea of the Ottoman
Nation as a Key to Modem Ottoman History", Orient, 27
(1991), s. 1-20.
Armstrong, J., Nations Bejare Nationalism, Charlottsville, 1982.
Arnold, Thomas, The Caliphate, Londra, 1965.
Arseven, Celal Esad, Sanat ve Siyaset Hatıralarım, haz. Ekrem
Işın, İstanbul, 1993.
Aydın, Mehmet, "Yezidiler ve İnanç Esaslan", BeUeten, 52 (1988),
s. 33-45.
Barbir, Karl, "Memoıy, Heritage, Histoıy: Ottomans and Arabs",
Imperial Legacy. The Ottoman lmprint on the Balkans and
the Middle East, der. Carl Brown, New York, 1996.
Bardin, Pierre, Algeriens et Tunisiens dans l'Empire Ottoman
de 1848 a 1914, Paris, 1979.
Benedict, Burton, The Anthropology oj World's Fairs. San
Francisco 's Panama Pacijic Exposition oj 1915, Londra­
Berkeley, 1985.
Berki, Ali Hinunet, Açıklamalı Mecelle, İstanbul, 1990.
Blanche, Lesley, The Sabres ojParadise, Londra, 1960.
Blind, Karl, "Young 1\ırkey", Fortnightly Review, LXVI, Londra
1896, s. 82940.
Bojinev, Voyn, Bulgarskaya Prosveta v Makedonya i Odrinska
Trakya 1878-1913, Sofya, 1982.
Braden, Jean Haythorne, "The Eagle and the Crescent: American
Interests in the Ottoman Empire, 1860-1870", Ohio State
University, Doktora tezi, (1973).
Brooks, Jeffrey, When Russia Learned to Read, Princeton, 1985.
Brown, L. Cari, International Politics and the Middle East. Old
Rules Dangerous Game, Princeton-Londra 1984.
Bryer, Anthony A. M., The Empire oj Trebizand and the Pontos.
Yariorum Reprints Londra, 1980.
Burke, Edmund III, "Le pan-islamisme et les origines du
nationalisme en Afrique du nord, 1890-1918", Chaiers de
l'Unite de d'Anthropologie Sociale et Cutturelle. Vniversite
d'Oran, Cezayir 1987, s. 2140.
Chaun, Leon, Excursions sur les bords de l'Euphrate, Paris 1885.
"Califat et souverainete nationale", Revue du Monde Musulman,
no. 59 (1925). (İmzasız)
Cannadine, David, "Splendour at Court: Royal Spectacle and
Pageantıy in Modem Britain, c. 1820-1977", Rituals ojRoyalty,
Power and Ceremonial in Traditional Societies, Cambridge,
1987, s. 20643.
Cannadine, David; Price, Simon (der), Rituals oj Royalty.
Power and Ceremonial in Traditional Societies, Cambridge,
1987.
Carney, Gavin E. S.; Şinasi Tekin; Gönül Alpay Tekin (der),
"hnperial Self Portrait", The Ottoman Empire as Revealed
in Sultan Abdul Hamid's Photographic Albınns, Journal oj
Turkish Studies, 12 (1988).
Carmichael, Joel, The Shaping oj the Arabs, New York, 1967.
Cherniavsky, Mkhael, '/:ı;rır a n ti l 'ı •r ıı ılı · ,ı..,'t n ı l i ı •.ı; i n Hll.'l.'i it l l l
Myths, New Haven-Londra, ı ! lll ı .
Choueiri, Youssef M., Arab H'istm:IJ nuri fhf' Nal it!'n ,C.,'ta ll!, Loı ıd nı ,
1989.
Clogg, Richard, "The Greeks and their Past", H'istoriau.ı; 11s
Nat'ion Builders, der. Dermis Deletant-Hany Hanak, Londrıı ,
1988, s. 22-36.
Çelik, Zeynep, Displaying the Orient. Architecture of Islam. 111
Nineteenth Century World's Fair, Berkeley-Los Angeh•ı-.
Oxford, 1992.
The Remaking of İstanbul. Portrait of an Ottoman City i 11
the Nineteenth Century, Berkeley-Los Angeles-Boston, ı mn
Cohn, Bernard, "Representing Authority in Victorian India ",
The Invention of Tradition, der. E. Hobsbawm - T. RangPr,
Cambridge, 1988, s. 165-209.
Courtellemont, Gervais, Mon vayage d la Mecque, Paris, 189G.
Davis, Owen, "Those Dear Turks. A Lecture at the Congregatioıml
Church, Lee on 1 st November 1876", Papers on the Eastm·n
Question, Londra, 1876.
Davison, Roderic, Reform in the Ottoman Empire 1856-187fi,
Princeton, 1963.
Deak, Istvan, "The Habsburg Monarchy: The Strengths and
Weaknesses of a Complex Patrimony", Columbia University,
Monarchies Syrnposium (Monarşiler Sempozyumu) 26-�7
Ekim 1990. (Yayımlanmamış bildiri)
Deringil, Selim, "Legitimacy Structures in the Ottoman Empin•:
Abdülhamid II 1876-1909", International Journal of Middlf·
East Studies, 23 (1991), s. 345-59.
"The Struggle Against Shi'ism in Hamidian Iraq", Die Well
des Islams, 30 {1990), s. 45-62.
"The lnvention of Tradition as Public Image in the Lat.ı •
Ottoman Empire, 1808 to 1908", Comparative Studies i:ı1
Society and History, 35 (1993), s. 1-27.
"The Ottoman Response to the Egyptian Crisis of 1881-82",
Middle Eastern Studies, 24 (1988), s. 3-24.
"Les Ottomans et le Partage de l'Mrique", Studies on
Ottoman Diplamatic History, V (1992), s. 12 1-33.
"The Ottoman Origins of Kemalist Nationalism: Namıl<
Kemal to Mustafa Kemal", European History Quarterly, 2: 1
(1993), s. 165-93.
"Ottoman to Turk, Minority-Majority Relations in the Late
Ottoman Empire", Making Majorities: Constituting the
Nation in Japan, China, Korea, Malaysia, Fiji, Turkey and
the US, der. Dru C. Gladney, Stanford University Press, 1998.
"An Ottoman View of Missionary Activity in Hawaii",
Hawaian Journal of History, 27 (1993), s. 1 19-25.
Duguid, Stephen, "The Politics of Unity: Hamidian Policy in
Eastern Anatolia", Middle Eastern Studies 9 (1973), s. 130-55.
Duınont, Paul; Georgeon François (der.), Villes Ottomanes a la
jin de l'empire, Paris, 1992.
Elliot, Charles, Turkey in Europe, Londra, 1965.
Elliot, Henry, "The Death of Abdul Aziz and of Turkish Reform",
The Nineteenth Century, (1888), s. 276-96.
Elliot, John, "Power and Propaganda in the Spain of Phillip IV",
Rites of Power. Symbolism, Ritual and Politics since the
Middle Ages, der. Sean Wılentz, Philadelphia 1985, s. 151.
Emre, Side, "Political Imageıy in the Journal Servet-i Pünun",
Boğaziçi Üniversitesi, mastır tezi, İstanbul 1996.
Enayat, Hamid, Modern Islamic Political Tlwught, Londra­
Austin, 1982.
Ersoy, Mehmet Akif, Sajahat, İstanbul, 1990.
Esenbel, Selçuk, "A fin de siecle Japanese Romantic in Istanbul:
The ille of Yamado Torajiro and his Toruko Gakan", SOAS
Bulletin, 59, losım 2 (1996), s. 237-52.
"İstanbul'da Bir Japon", İstanbul Dergisi, 9, s. 36-42.
Faroqhi, Suraiya, Pilgrims and Sultans. The Hajj under the
Ottomans, Londra, 1994.
Fatina Aliye, Nisvan-ı İslam, İstanbul, 1891.
Fawaz, Leila, An Occasion for War. Civil Coriflict in Lebanon
and Damascus in 1860, Londra, 1994.
Findley, Carter, Ottoman Civil O.fficialdom. A Social History,
Princeton, 1989.
"Factional Rivalıy in Ottoman Istanbul: The Fall of Pertev
Paşa, 1837", Raiyyet Rüsumu. Essays Presented to Halil
İnalcık Journal of Turkish Studies,10 ( 1986), s. 120-35.
"The Advent of ldeology in the Islamic Middie East", Studia
Islamica, LV (1982).
Bureaucratic Reform in the Ottoman Empire. The Sublime
Porte 1 789-1922, Princeton, 1980.
Finkel, Caroline, The Administration of Waifare: The Ottoman
Military Campaigns in Hungary 1593-1 606, Viyana, 1988.
"F'rendı MPrcPnariPH i ı ı l.l u· l lahsl ı ı ı rg OUoı ı ıaı ı Wı ı r of l l ıt l: l
1 606 , SOAS Bullel'in, LV, kıı·mn : 3 ( 1 ! 1! 1� ). s . ;J ri� 7 1 .
"

Finn, James, Stirring Times, Londra, 1H7H.


Fleischer, Cornell, Bureaucrat and Intcllecl:ual in the ( Jllu 11ı ı u ı
Empire; The Histarian Mustafa Ali (1541- ]()()()), Pri ı wl'l o ı ı
1986.
"Royal Authority, Dynastic Cyclism, and lbn-Khald ı ı ı ı isı ı ı " ,
Sixteenth-Century Ottoman Letters. Journal of Asiau rı 11tl
African Studies, XVIW3-4 (1983), s. 198-219.
Fletcher, Joseph, "Thrco Mangolian Monardıic Tradition i ı ı tl ı ı ·
Ottoman Empire", Harvard Ukrainian Studies, III (HJ7H-HO ) ,

s. 246-52.
Fromkin, David, A Peace to End AU Peace. Creating the Modl'l'll
Middle East 1914-1922, Londra, 1990.
Geertz, Clifford, Negara. The Theatre State in Ninete('lı llı
Century Bali, Princeton, 1980.
Gellner, Ernest, Nations and Nationalism, Oxford, 1983.
Gluck, Coral, Japan's Modern Myths, Princeton, 1985.
Gooch, G. P.; Temperley, Harold (der), British Document;;; ıııı
the Origins of the War 1898-1914, Londra, 1938.
Goodwin, Godfrey, History of Ottoman Architecture, Londra,
1971.
Gökalp, Altan, Tetes rouges et Bouches noires. Une corifnwiı•
tribale de l'ouest Anatolien, Paris, 1980.
Gündüz, İrfan, Osmanlılarda Devlet-Tekke Münasebetlm·i,
İstanbul 1989, s. 150- 1 .
Grabill, Joseph, L., Protestant Diplomacy and the Near Ea.ı;t.
Missionary lrifluence on American Policy, Minneapoliı-ı,
1971.
Greenhalgh, Paul, Ephemeral Vistas. The Exposition,ı;
Universelles, Great Exhibitions and World's Fairs 1851 -
1939, Manchester, 1988.
Guest, John, The Yezidis. A Study in Survival, Londra-New York,
1987.
Haarman, Ulrich, "ldeology and Alterity: The Arab Image of th<'
Thrk from the Abbasids to Modem Egypt", International
Journal ofMiddle East Studies, 20 (1988), s. 175-96.
Habermas, Jurgen, Legitimation Crisis, Boston, 1983.
Hafız, Mehmed Sadık, Alem-i İslam'da Cikad-ı Ekber, İstanbul,
1342-1339, s. 25.
Hanio�u, Şükrü, The Young Turks in Opposition, Oxford, 1995.
( Js't//,anh luiluul ve Terakki C 'mniyel'i ve .Jihı 11ürkUik 1 H8.9-
l !)02, İstanbul 1985.
"Osmanlı Aydırunda Değişme ve Bilim", Toplum ve Bilim, 27
(1984), s. 183-92.
Osmanlı İttihad ve Terakki Cemiyeti ve Jön Türklük,
İstanbul, 1983.
Haskell, Thomas L., "Objectivity is not Neutrality", History and
Theory, 29 (1990), s. 129 57.
Haslip, Joan, The Sultan. The Life ojAbdul Hamid II, New York,
1958.
Hasluck, F.W., Christianity and Islam under the Sultans, 1-11,
Oxford, 1929.
Haydaro�u, İlknur Polat, Osmanlı İmparatorluğu'nda Yabancı
Okullar, Ankara 1990.
Herbert, Wılliam von, The Defence oj Plevna 1877: written one
who took part in it, Ankara 1990.
Hilafet ve MiUi Hakimiyet, Hilafet ve MiUi Hakimiyet mesaili
hakkında muhtelif zevatın makalat ve mütalaatından
mürekkeb bir risaledir, Ankara !stihbarat Matbaası, 1339.
Hirszowicz, L., "The Sultan and the Khedive 1892-1908", Middle
Easterrı Studies, 8 (1977), s. 287-311.
Hobsbawm, Eric, Nation and Nationalism, Cambridge, 1990.
Echoes oj the MarseiUaise, New Brunswick, 1990.
The Age ojEmpire, Londra 1987.
Hobsbawm, Eric; Ranger, Terence (der), The Invention oj
Tradition, Cambridge 1983.
Hourani, Albert, A History oj the Arab Peoples, Londra, 1991.
"How Should We Write the History of the Middle East?",
International Journal oj Middle East Studies, 23 (1991), s.
125-36.
Hurewitz, J. C., "Ottoman Diplomacy and the European State
System", Middle East Journal, 15 (1961), s. 141-52.
The Middle East and Ajrica in World Politics, New Haven,
1975.
Hurgronje, Snouck, Mecca in the Latter Part oj the 19th Century,
Londra, 1931.
İnalcık, Halil; Quataert, Donald (der),An Economic and Social
History ojthe Ottoman Empire 1300-1 914, Cambridge, 1994.
İnalcık, Halil, "The Ottoman State and its ldeology", Conjerence
on Suleyman the Magni;{icenı, der. H. İnalcık-C. Kafadar,
Princeton Occasional Papers ( I DD2), s. 49-72.
"The Caliphat,(• ıuıd Ataturl<'ı-; l ı ı l< ı lıtlı" /ldll 'fı•ıı, l :xtNI ( I I IH:� ı .
s . 353-65.
The Ottoman Empire in the Classüxıl Age: 1 .'/00 1 tit }( 1,
Londra, 1973.
İpşirli, Mehmet, "Cuma Selamlığı. Halk Hükümdar Müna.'i<'lıPI.Iı·ı ı
Açısından Önemi", Prof Bekir Kütükoğlu 'na Amwr)ı111 ,
İstanbul, 1991, s. 459-71.
İslamoğlu, İnan, Huri, "Mukayeseli Tarih Yazını İçin Bir Oııı •rl
Hukuk, Mülkiyet, Meşruiyet", Toplum ve Bilim, 62 (HJ9:1), M .
19-34.
"Köylüler, Ticarileşme Hareketi ve Devlet Gücünün Meşru
!aşması", Toplum ve Bilim, 43/44 (1988-89), s. 7-31.
Janin, R., "Musulmans malgre eux, Les Stavriotes", Eclws D'Orie·n t,
xv (1912), s. 495-505.
Joseph, lsya, Devil Worship. The Sacred Books and Traditions rı!
the Yezidis, Londra, 1919; tıpkıbasım, Califomia 1972.
Joseph, John, The Nestorians and their Muslim Neighbo·r..,,
Princeton, 1961.
Kafadar, Cemal, Between Two Worlds. The Construction of t.hı·
Ottoman State, Berkeley, 1995.
Kantarowicz, E.H., The King's Two Bodies, Princeton, 1957.
Karaca, Ali, Doğu Anadolu Islahatı ve Ahmet Şakir Paşa 1838-
1899, İstanbul, 1993, s. 173-203.
Karakışla, Yavuz Selim, "Exile Days of Abdülhamid II (1909-1912)
and the Confiscation of his Wealth", Boğaziçi Üniversitesi
mastır tezi,
(1991).
Kartekin, Enver, Ramazanoğulları Tarihi, İstanbul, 1979.
Kayalı, Hasan, "Arabs and Young Turks: Turkish Arab Relations
in the Second Constitutional Period 1908-1918", Harvard
University, doktora tezi, (1988).
Kedourie, Elle, "The Surrender of Medina, January 1919", Middle
Eastern Studies, 13 (1977), s. 12443.
Kent, Marian (der.), The Great Powers and the End of the
Ottoman Empire, Londra, 1984.
Kevonian, Armenouhie, Les Noces noires de Gulizar, Paris, 1993.
Khoury, Philip S., Syria and French Mandate: The Politics oj
Arab Nationalism, Londra, 1987.
Kıcıman, Naci K8şif, Medine Müdafaası. Hicaz bizden nasıl
ayrıldı?, İstanbul, 1971.
Kısakürek, Necip Fazıl, Ulu Hakan II. Abdülhamid Han,
İstanbul, 1981.
Kltromilides, Pashalis, "Imagined Communities and the Origins
of the National Question in the Balkans", European History
Quarterly, 19 (1989), s. 149-94.
Kocabaşo�Iu, Uygur, Anadolu'daki Amerika, İstanbul, 1989.
Kodaman, Bayram, Abdülhamid Dönemi Eğitim Sistemi,
İstanbul, 1990.
Sultan Abdülhamid'in Doğu Anadolu Politikası, İstanbul,
1983.
Konyalı, İbrahim Hakkı, Söğüd'de Ertuğrul Gazi Türbesi ve
İhtijali, İstanbul 1959.
Kuran, Aptullah, "The Evolution of the Sultan's Pavillion in
Ottoman lmperial Mosques", Islamic Art, IV (1990-1991).
Lambton, Ann K. S., State and Government in Medieval Islam,
Londra, 1985.
Landau, Jacob, "Nishan", Encyclopaedia of Islam. Yeni basım,
Leiden 1993, s. 57-9.
The Hijaz Railroad, Detroit, 1971.
Latham, R.G., MA, MD, Russian and Turk,jrom a Geographical,
Ethnological, and Historic Point of View, Londra, 1878.
Le Gall, Michel, "Pashas Bedouins and Notables: The Ottoman
Administration in Tripoli and Benghazi 1881-1902", Princeton
University, doktora tezi (1986).
Leitsch, Walter, "East Europeans Studying History in Vienna",
Historians as Nation Builders, der. Dennis Deletant - Harry
Hanak, Londra, 1988.
Lewis, Bernard, The Political Language of Islam, Chicago,
1988.
The Emergence oj Modern Turkey, Londra, 1973.
Lifchez, Raymond, The Dervish Lodge, Berkeley 1992.
Luke, Harry Charles, The Yezidis or Devil Worshippers oj
Mosul, Bombay 1925.
Mosul and its Minorities, Londra, 1925.
Lusignan, Princess Annie de, The Twelve Years ' Reign of
H.I.M. Abdul Hamid II, Sultan oj Turkey, Londra, 1889.
Lynch, H. F. B., Armenia, Travels and Studies II: The Turkish
Provinces, Londra, 1901.
Mardin, Şerif, Religion and Social Change in Modern Turkey.
The Case oj Bediüzzaman Said Nursi, New York 1989.
"Center-Periphery Relations, A Key to 1\ırkish Politics?",
Daedalus, (1973) s. 169-90.
"Sonw Nott•s o ı ı aı ı Early l 'l ıı ı.'1 ı ' l ı ı l l u • M ndt > n ı l ..:nl.inı ı o l
Comrnunications in '1\ırl«•y", ( .'o ll l / 1 1 1 m l i Pl' .�'/wl i ı·,.; 1 11
Society and History, 3 ( 1960-61 ) , s. �m -7 1 .
The Genesis oj Young Ottoman 1'/wughl, Princetoıı I ! Ji i�.
Jön Türklerin Siyasi Fikirleri 1 895- 1908, İstanbul HJH: ı.
Mehmed, İzzet, Yeni Afrika, İstanbul, 1308.
Mehmed Sadık, Alem-i İslam'da Cihad-ı Ekber, İstanbul, I ! II H .
Milaslı Durmuşzade Hafız Mehmed Sadık, Milas'dn A,ı)tt
Camii Müderris ve Cami-i Kebir Vaizi.
Müvaiz-i Diniye, İzmir, 1328 (1910).
Melek Hanum, Thirty Years in the Harem or the Autobiogmph,11
ofMelek Hanum, Wife ofHH Kıbrızlı Mehemet Pasha, N <'W
York, 1872.
Meriç, Ümit, Cevdet Paşa'nın Cemiyet ve Millet Görüşü, İstaı ı
bul, 1979.
Messick, Brinkley, The Calligraphic State. Textual Daminatüm
and History in a Muslim Society, Berkeley-Los AngelPs·
Oxford, 1993.
Micklewright, Nancy, "Dervish Images in Photographs and
Paintings", The Dervish Lodge, der. Raymond Lifchez, s. 26! 1-
84.
Mintzuri, Hagob, İstanbul Anıları 1 897- 1940, İstanbul, 1993.
Mitchell, Timothy, Colonising Egypt, Berkeley, 1991.
Mouradian, Claire, Armenie, que sais je, Paris, 1995.
Müftüo�lu, Mustafa, Abdülhamid Kızıl Sultan mı?, İstanbul,
1985.
Muhleisen-Arnold, Dr J., The Society for Propagating the
Gospel Among the Moslems, in Connection with the Church
of England; lts First Appeal on Behalf of 180 millions oj
Mohommedans, Londra, 1860.
Musurus, Ghikis Bey, "L'avenir de l'Islam", Questions
Diplomatiques et Coloniales, XI, (1901), s. 595-7.
Necipo�lu, Gülru, Architecture Ceremonial and Power: The
Topkapı Palace in the Fijteenth and Sixteenth Centu'(ies,
Cambridge Mass-Londra, 1991.
"The Ottoman Hagia Sophia", Princeton University. The
Structure of Hagia Sophia Symposium, 19 Mayıs 1990.
"Dynastic Imprints on the Cityscape. The Collective
Discourse of Ottornan Irnperial Mausoleums in Istanbul",
Yayırnlanmaımş makale, s. 14. Yazann izniyle kullanılnuştır.
Nesim, Ali, Kıbrıslı Türklerin Kimliği, Lefkoşa, 1990.
Niyazi, Berkes, The Development of Secularism 'in Turkey,
Montreal, 1964.
Ocak, Ahmet Yaşar, "Abdülhamid Dönemi İslamcılığının Tarihi
Arka Planı: Klasik Dönem Osmanlı İsiarnı'na Genel Bir
Bakış", Sultan II. Abdülhamid ve Devri Semineri. İstanbul
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Bildiriler, İstanbul, 1994,
s. 107-25.
"Kanuni Sultan Süleyman Devrinde Bir Osmanlı Heretiği:
Şeyh Muhyiddin Karamani", Prof Bekir Kütükoğlu 'na
Armağan, İstanbul, 1991, s. 473-84.
"Les reactions socio-religieuses contre l'ideologie offıcielle
ottomane et la question de zendeqa ve ilhad (Heresie et
Atheisme au XVJeme siecle)" Turcica, 21-2 (1991), s. 71-82.
Ochsenwald, William, Religion Society and the State in Arabia.
The Hijaz under Ottoman Control 1840-1908, Columbus,
1984.
The Hijaz Railroad, Charlottesville, 1980.
Önsoy, Rıfat, "Osmanlı İmparatorluğu'nun Katıldığı İlk Uluslara­
rası Sergiler ve Sergi-i Umumi-i Osmani", Belleten, 47 (1983),
s. 195-235.
Ortaylı, İlber, "ll. Abdülhamid Devrinde Taşra Bürokrasisinde
Gayrimüslimler", Sultan II Abdülhamid ve Devri Semineri,
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, İstanbul, 1994.
İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, İstanbul, 1983.
Tanzimattan Sonra Mahalli İdareler (1840-1 878), Ankara,
1974.
Öke, M. Kemal, İngiliz Casusu Prof Arminius Vambery'nin
Gizli Raporlarında II. Abdülhamid ve Dönemi, İstanbul
1983.
O'Rourke, P.J., "Give War a Chance", Atlantic Monthly, New
York, 1992.
Owen, Roger, The Middle East in the World Economy 1 800-
1914, Londra, 1987.
Ozouf, Mona, "Le Proces dur Roi", Dictionnaire Critique de la
Revolution Française, Paris, 1988, s. 134-45.
Pamuk, Şevket, The Ottoman Empire and World Capitalism,
Cambridge 1987.
Pand ey, Gyanendra, "Encounters and Calanüties: The History of
the North lndian Qasba in the Nineteenth Century", Selected
Subaltern Studies, der. Ranajit Guha ve Gayatri Chakravorty
Spivak, Ox:ford, 1988, s. 106-7.
Presland, John, JJeed.ı.; Hey: A St u dy qf Si , . Wy11dlw.m / Jı •ı •ıfı ·.�
1 883- 1 923, Londra, HI4:J..
Politis, Kozmas, Yitik Kentin Kırk Yü 1 , çev. Osman Bll'c l ı ı ,
İstanbul 1992.
Rambert, Louis, Notes et impressions de Turquie. L 'Nmpi ,.,.
Ottoman sous Abdul-Hamid, Cenevre-Paris, ty.
Ramsay, R.M., Impressions de Turkey during Twelve Year.o;
Wanderings, Londra, 1897.
Ramsay, Wılliam Mitchell, "The lntermixture of Races in Asl ı ı
Minor", Proceedings of the British Academy 1915-191 (j, H .
359-422.
Redhouse, James W., A Vindication of the Ottoman Sultan 's
Title of Caliph, Londra, 1877.
Rıza Tevfik, Biraz da Ben Konuşayım, İstanbul, 1993.
Rogan, Eugene L., "Aşiret Mektebi: Abdülharnid II's School for
Tribes (1892-1907)", International Journal of Middle Ea,ı.;t
Studies, 28 (1996), s. 83-107.
"The al-Karak Revolt of 1910: Ottoman Order at Odds wit.lı
Local Order", The New Order and Local Order: Continuity
and Crisis in Everyday Life. MESA Toronto 16 Kasım 198!),
panel bildirisi.
Rydell, Robert W., The Book of the Fairs, Chicago-Londra, 1992.
Süleyman Hüsnü Paşa, Tarih-i .Alem, İstanbul, 1872.
Said, Ali, Saray Hatıraları. Sultan Abdülhamid'in Hayat1.,
İstanbul, 1993.
Said, Edward, Culture and Imperialism, Londra-Melborne­
Sydney, 1994.
Orientalism, Basingtoke, 1985.
Sakao�lu, Necdet, "Geçmiş Zaman Olur ki", Skylife, Mart 1997,
s. 1 12.
Salmone, Anthony H., "The Real Rulers of Turkey", The
Nineteenth Century, 37 (Mayıs 1895), s. 719-33.
Salt, Jeremy, Imperialism, Evangelism and the Ottoman
Armeniarıs 1878-1896, Londra, 1993.
"A Precarious Symbiosis: Ottoman Christians and Foreign
Missionaries in the Nineteenth Century", International
Journal of Turkish Studies, 3 (Kış 1985-86), s. 56.
Salzmann, Ariel, "An Ancien Regime Revisited: 'Privatization'
and Political Economy in the Eighteeenth-Century Ottoman
Empire", Politics and Society, 21 (1993). s. 393-423.
Schölch, Alexander, Egypt for the Egyptians: The Socio­
Political Grisis in Egypt 1 8 78-1882, Londra, 1981.
Seagrave, Sterling, Dragon Lady. The Life and Legend of the
Last Empress of China, Londra 1992.
Seton Watson, Hugh, "On Trying to be a Histarian of Eastem
Europe", Historians as Nation Builders, der. Harry Hanak,
Chicago, 1980.
Sırma, İhsan Süreyya, Abdülhamid'in İslam Birliği Siyaseti,
İstanbul, 1983.
Smith, Anthony D., The Ethnic Origins of Nations, Oxford,
1 986.
Solak, Seyit, 157l 'den Günümüze Kıbrıs Türk Yönetimleri,
Lefkoşa, 1989.
Spuler, Bertold, Die Minderheitenschulen der europaisehen
Turkei von der Rejormzeit bis zum Weltkrieg, Breslau 1936.
Stone, Andrews Frank, Academiesfor Anatolia, Lanharn-New
York-Londra 1984.
Suny, Ronald Grigor, Looking Toward Ararat. Armenia in
Modern History, Bloomington-lndianapolis, 1993.
Sutcliffe, Constance, "Turkish Guilds", Forthnightly Review,
LXVI (1896), s. 828-35.
Taneri, Kemal Zülfü, Süleyman Hüsnü Paşa'nın Hayatı ve
Eserleri, Ankara, 1963.
Tarhanlı, İ ştar, Müslüman Toplum "Laik" Devlet. Türkiye'de
Diyanet İşleri Başkanlığı, İstanbul, 1993.
Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, İstanbul, 1983.
Tekin, Şinasi; Tekin, Gönül Alpay, "lmperial Self Portrait.
The Ottoman Empire as Revealed in Sultan Abdul Harnid's
Photographic Albums" Journal of Turkish Studies, 1 2
(1988).
'fietze, Andreas, "Ethnicity and Change in Ottoman Intellectual
Histoıy", Turcica, 22-31 (1991).
'fimur, Taner, Osmanlı Çalışmaları, Ankara, 1989.
Osmanlı Kimliği, İstanbul, 1986.
Todorova, Maria, "The Ottoman Legacy in the Balkans",
Imperial Legacy. The Ottoman Imprint on the Balkans
and the Middle East, der. Carl Brown, New York, 1996, s.
46-77.
Toledano, Ehud, State and Society in Mid-Nineteenth Centuıy
Egypt, Cambridge, 1990.
Toprak, Zafer, Türkiye'de MiUi İktisat, İstanbul, 1983.
Trimingham, J. Spencer, The Suji, Orders in Islam, Oxford,
1971.
Trumpener, Ulrich, Uennany and /lu• ( JUowau Nmp in · 1 .'J 1 11
1 918, Princeton, 1968.
Tunaya, Tarık Zafer, Türkiye'de Siyasal Pwrtüe·r, l ı-ı l : ı ı ı l ı ı ı l
1984.
Türk Meşhurları Ansiklopedisi, İstanbul, 1943.
Türkgeldi, Ali Fuad, Mesail-i Mühimme-i Siyasiye, Anka rıı ,
1966.
Uzunçarşılı i. H., Midhat Paşa ve Taif Mahkumları, Ankarıı ,
1985.
Midhat Paşa ve Yıldız Mahkemesi, Ankara, 1967.
Vatin, Nicolas, "Aux Origines du Pelerinage A Eyüp des Sultaı ıı-ı
Ottomans", Turcica, 27 (1995).
Voltaire, François-Marie, Essaie sur les moeurs. Et l'espri 1
des nations, Paris, 1858.
Weber, Eugene, Peasants into Frenchmen. The Modemizat'io11
of Rural France 1870-1914, Stanford, 1976.
Wilentz, Sean (der.), Rites of Power, Symbolism, Ritual and
Politics Since the Middle Ages, Philadelphia, 1985.
Williams, Charles, The Armenian Campaign, A Diary of thl'
Campaign of 1877 in Armenia and Koordistan, Londra
1878, s. ix, x .
Wılson, Keith M. (der.), British Foreign Secretaries and Fore­
ign Policy, Londra, 1987.
Woodhead, Christine, "The Present Terror of the World. Con­
temporary Views of the Ottoman Empire c. 1600", History,
72 (1987), s. 20-37.
Wortman, Richard, Scenarios of Power: Myth and Ceremony
in Russian Monarchy, I, Princeton 1995.
"Moscow and Petersburg: The Problem of Political Center
in Tsarist Russia 1881-1914", Rites of Power, der. Sean Wi­
lentz, Philadelpia, 1985, s. 244-71.
Yasamee, F. A. K., Ottoman Diplomacy, Abdülhamid II the
Great Powers 1878-1888, İstanbul, 1996.
"Abdülhamid II and the Ottoman Defence Problem", Diplo­
macy and Statecraft, 4 (1993).
"The Ottoman Empire and the European Great Powers",
School of Oriental and African Studies, doktora tezi, (1984),
s. 56-60.
Zia, Nesim, Kıbrıs 'ın İngiltere'ye Geçişi ve Ada'da Kurulan
İngiliz İdaresi, Ankara, 1975.
Zwemer, Samuel M., The Law oj Apostasy in Islam, Answe­
'ring the Question why there are so jew Moslem Converts,
and Giving Examples oj their Moral Courage and Marty­
rdom, Londra-Eclinburgh-New York, 1924.
I ) i zin

A Alkuş (Basra) 104


Alliance Evangelique ı39
Abbas Hilmi Paşa 72, ı6ı,
Almanya 20, 30, 34, 48, ı 62,
Abbasiler 60, ı9ı
ı71, 177, ı95, 246
Abdullah biraderler ı69
Amerika 8, ı4, 36, 47, 53, 54,
Abdülaziz, sultan 209
ı27- ı29, ı34, ı38-ı44, ı46-
Abdülhamid, sultan 45, 78, 98,
ı48, ı 5o, ı6o, ı68, ı 74-ı 77,
ı3ı, ı55, ı56, ı61, ı64, ı69,
ı8ı, 23ı, 233
ı8ı, 202, 204, 2ı4, 224
Amerika Birleşik D evletle­
Abdülmecid, sultan 35
ri (ABD) ı40, ı44, ı47, ı 52,
Abhaz ı87
ı6o, ı66, ı68, ı69, ı8o
Abu el Haj , Rifat 22, 23, ı95,
Anderson, Benedict ı69, ı 7 1 ,
ı97, ı98,
ı98, 238, 239, 241
Abu Manneh, Butrus ı2, 50, 58,
Ankara 35, 77, 90, 93, 94, ıo2,
78, 206, 208, 2ı4, 224 104, ı9ı-ı93, ı96, ı98, 204,
Adana 43, 45, 102
209, 2 ı8, 2ı9, 222, 23ı, 234,
Aden 75, ı39, 2ı3
242, 243
Afrika/Afrikalılar ı6, 55, 78, Antakya 97, 104
79, ı27, ı29, ı64, ı 70, ı 7 1 , Anvers fuan ı 77
18ı, 189, 202, 228, 237, 238 Arai, Masssami 20, ı97
Ahmed Cevdet Paşa 33 Arnavutluk, Arnavutlar 29, 36,
Ahmed Efendi 77 38, 94, 115, ı23, ı34
Ahmed Esad 223 Arnold, Dr. Muhleisen ı49, 234
Ahmed I, sultan 43 Asım Bey 81, 86, 87
Ahmed Muhtar Paşa ı62 Aşçı Dede ı9
Ahmed Şakir Paşa 9ı, 97, 105, At Meydanı ı 74, ı 76, ı82, 239,
108, 205, 2ı9, 222, 223 Avusturya ı6, 27, 30, 33, 34, 48,
Akarlı, Engin Deniz ı95, ı98 98, ıo7, ı22, 156, 172
Akif Paşa 184 Ayasofya 42, 44, 203
al-cevaib 74, 75 Aydın vilayeti ı32, 229, 230
Alaeddin Keykubad 40 Aziz Paşa, Musul valisi 86, 2ı 7
Albert Vıctor ı6ı
B
Aleksandr 30, 42
Aleviler 55 Babı3.li ı4, ı6, 25, 27, 48, 49, 59,
Ali Nizarni Paşa ı60 69, 72, 74, 75, 77, 97, 99, ıo3,
Ali Reşid Efendi 96 ıo5, ı32, ı33, ı37-ı39, ı46,
ı47, 1 5:3- 1 GG, ı rı7- l fı!J , W l , B ı ı rsı ı tiO, � ı : ı, tl tl , r,�, ı �o. :�o.ı
ı65, ı 68, ı 72, 1 75- ı a ı , ı s9, Büchner (iH
ı92, 200, 202, 204-207, 2 ı2,
c
2 ı4, 2 ı 6, 2ı 7, 2 ı 9 , 220, 22ı,
222, 225, 229-24ı Cahun, Leon 20, ı97
Bağdat 20, 44, 80, 89, 1 13- 1 1 5 , Caratzas, Kyrillos 94
ı2ı, 200, 203, 209, 2ı9 Camot, Sadi ı58
Balkanlar ı 3 , 49, 58, 94, 95, Cava, Cavalılar 69, 70, 7:l , ı ı : � .
204, 209 ı8ı
Barbir, Karl ı 48 Cebele 9 7
Bareelona fuan ı 71 Cemaleddin, şeyh ı23, 2ıs
Basmacıyan, Karabet 47 Central Turkey CollegP ( A ı ı
Basra Körfezi ı6, 74, 7 5, 76, tep) ı48
208, 2ı3 C evad Paşa, sadrazam ı : ıı ı ,
Batum 77 2 04-206, 2 ı 7, 229, 23 ı , ;2: 1:'. ,
Bayezid, Yıldınm sultan 43, 2ı8 235
Bayezid II, sultan 43 Cezayir 66-69, 79, ı4ı, ı8ı, 2 ı ı ,
Bedeviler 54, 55, 73, 8ı, 90, ı 74, 2 ı2
ı76 Chicago fuan 48, ı4ı, ı 72- ı 7· 1 .
Benedict, Burton ı 71, 247 ı 75, ı 77, ı 79, ı80, ı82, 201i
Berlin Antla.<şması ı30 208, 238-240
Beşikta.<ş 37, 1 16 Choueriri, Youssef ı92, 243
Beyrut ı ı9, ı35, ı36, ı46 , 226 , Cidde 69, 70, 76
23ı Cizvitler 89, ı20, ı35, ı37, 230
Bingazi 72, ı ı5, ı ı8, 207, 238 Comedie Française ı58
Birecik 100-ı 02 Courtellemont, Gervais 69, 70,
Birinci Dünya Sava.<şı ı60, ı88, 211
ı92 Cromer, Lord 72
Bismarck ı55 Currie, Sir Philip ı59
Bitlis 80, 103, 107, 2 ı 5, 233
Bizans imparatorluğu 4 1 , 42, ç
203, 206 Çatalca 47
Blind, Karl ı63 Çelik, Zeynep 44, ı82, 200, 204
Bretanya 20 Çerkesler ı87
British Museum 5ı, ı69 Çin, Çinliler ı22, ı97, ı99, 209,
Brüksel ı7ı, ı 77, ı 78, 202, 240 242
Budapeşte ı56, ı 78
Budizm ı23 D
Bulgaristan, Bulgarlar 49 , 59, Dacigler ıo3
93, ı62, ı7ı, 2 ı9, 23 ı, 24 ı Dağıstan 77, ı23
I )arwin, Charles 68 Fehim Efendi, Hacı 77
De Lusignan, Anne Marie 1 22, Ferah Ali Paşa 187
155, 163, 226 Feyzullah Efendi 94
/Jebats 153 Filiki Etheria 93
Diderot 152 Filipinler 147
Diplamatic Flashes 155 Findley, Carter 1 9, 1 1 1 , 1 2 1 ,
Dix-Neuvieme Siecle 157 184, 1 97, 1 99, 208, 223, 226,
Dönmeler 94, 219 227, 242
Dreyfus olayı 165, 237 Finkel, Caroline 1 1 , 195
Duguid, Stephen 208 Fitzmaurice 100, 101, 221
Dumont, Paul 204 Fleischer, Comeli 60, 6 1 , 200,
208, 209, 2 12, 2 15
E Fransa 20, 48, 82, 85, l l l, 129,
Ebu Hanefi 109, 191, 209 135-137, ı 71, 188, 1 92, 224,
Ebuziya Tevfik 178, 240 230, 243
Edime 47 Fransa-Pmsya Savaşı 230
Elbasan 94 Fransız Devrimi 33
Elliot, John 199 Fuad Paşa 189, 212
Elliot, Mr. 143, 144, 154
Elliot, Sir Henry 234
G
Emetullah Hatun 45 Garber, Maria 146
Emeviler 191 Gazi Osman Paşa 171
Emin Efendi 184 Geertz, Clifford 200
Emirgan 169 Georgeon, François 12, 44, 204
Enayat, Hamid 192, 243 Girit 41, 2 1 9
Ermeniler 47, 55, 100-104, 107, Gladstone 151, 163, 165, 237
1 38, 142-144, 148, 1 55, 1 63, Gluck, Carol 1 5 , 30, 32, 195,
22 1, 222 199, 200, 2 0 1 , 2 15, 227, 228,
Ertuğrul Alayı 45, 50 238
Ertuğrul Gazi 38, 43, 45, 202, Grabill, Joseph 144, 231 , 233
204, 205 Gregorius XV, papa 134
Erzurum 49, 1 19, 120, 136, 142, Gülmez biraderler 48
232, 233 Gümüşhane 9 1 , 93, 103
Esad Paşa 172 Gümüşhanevi Ahmed Ziyaüd-
Eyüp sultan 202 din Efendi 77, 78, 214

F H
Fahreddin Paşa 54, 57, 208 Habermas, Jürgen 22, 26, 198,
Fas 7 1 , 72, 181, 212 199, 241
Fatma Aliye 164, 237 Habsburglar 60
Fatma Sultan camü 77 Hakkan 50, 84
Hakkı Bey 175- 1 77, J HO , 2 : 1 ! 1 , l hı ı l lald ı ı ı ı : ı:ı, �00
240 l naJcık, I laiii I ! 1 I , I !H, 20H, �01 1,
Halep 78, 97, 100, 101, 1 15, 138, 242, 243
221, 233 İngiltere ı29, 157, l fi!l, l li2 , ı ı ;; ı,
Hamburg 170 171, ı9o
Hamidiye Alayları 49, 83, 84, İran 66, 85, 114, 139, ı43
88, 95, 1 15, 216 İ slamoğlu İ nan, Huri 6ı, WG,
Hamlin, Cyrus ı 45 209, 252
Hasan 1\ırhan Paşa ı 71 İsmail Hakkı Paşa İsmail 75
Hasluck, William 96, 2ı9, 25ı İ smail Nuri Paşa, Musul valisi
Hayme Ana 45 1 14, 224
Hepworth, George H. ı 44 İspanya 29, 71, 72, 171
Hıdaiye 97 İ stanbul ı4, ı 7, 21, 24, 29, 38,
Hıristiyanlık, Hıristiyanlar 7, 9, 41, 42, 44, 46, 47, 49-5ı, 64,
ı3-ı6, 18, 2 ı , 24, 26, 46, 49, 65, 68, 71, 73, 78, 79, 80, 82,
53, 55, 58, 61, 62, 71, 73, 82, 83-86, 88-90, 94, 96, 98, 99,
85, 90-94, 96-105, ıo8, 1 10, 102- 104, 1 13-1 15, 1 18, 120-
1 1 9, 128-132, 135-137, ı4o, 122, 131-134, ı36-141, 144,
ı43, ı47-ı49, ı52, ı62, ı65, 149, 153, 154, 156, 161, 163,
ı67, ı68, ı 75, 181, 186, 187, 165, 168, 1 70, 172, ı 74, 175,
189, ı94, 197, 204, 209, 2ı9, 18� ı81, ı86, 189, 19� 196,
220, 225, 226, 228-230, 236 197-206, 209, 2 1 1 , 2 ı3-2 ı5,
Hicaz (vilayeti) 70 2 18, 219, 221, 222, 224, 226-
Hicaz demiryolu 57, 74, 1 8 ı , 231, 234-237, 241, 242, 244
2ı3 İstavri 91-94
Hilal-i Ahmer 160 İsveç 68
Hindistan 16, 2ı, 70, 72, 75, 76, İşkodra ı34, 230
123, 165, 188, 20� 209, 2 13, İtalya 34, 39, l l ı, 134, 158, 162,
237, 243 180, 206
Hobsbawn, Eric 199, 2 1 1 l ttihad ve Terakki Cemiyeti
Hourani, Albert 6 1 , ı92, 194, 124, 125, 201, 227, 228, 242
209 İzmir 120, 136, 210, 229, 232
Howard, Mr. 143, ı44 İzmit 47
Hoy 143, 233
Hurgronj e , Snouck 62, 209, J
210, 2ı2 Japonya, Japonlar 27, 29, 30,
Hüseyin Çağmani, kadı 64 32, 36, 128, 1 4 1 , 1 88, 201,
209, 236, 238
ı-i Jessup, Henry 129, 149
L'fllustration 166 Jön Türkler 36, 54, 68, 1 18, 12ı,
Irak 15, 53, 54, 62, 64, 8 1 , 87, 190-192, 194, 201, 2 1 1, 227,
1 14, ı21, 214, 216 228
K Korfu 93
Köprülü, Aluned 40
Kabe 46, 70
Köprülü, Mehmed 40
Kafkasya 77, ıs7
Kahire 35, ı59
Kudüs 20, ı ı5, ıs0, 204, 2ı7
Kamil Paşa 46, 76, 79, ı3 5 , Kuran 34, 43, 49, 50, 65-68, 71,
ı37, ı38, 204, 206, 2 ı 2-2ı4, 86, 96, 1 1 2 , ı 23, ı28, ı9o,
229-23ı, 235, 240 210, 2 1 1, 2 ı5, 243
Kantorowicz, E . H. ı85, ı90, Kuran, Aptullah 36

242 Küçük Said Paşa ıs5

Karaca Paşa ı59 Kürtler ı5, 32, 53, 54, 77, sı, 82,

Karahisar ı 40 95, 103, ıo7, l l 7


Karak (Ürdün) 90
L
Karakyan, Leon Bey ı 79
Karmelitler ı34 Lahey ı59, 236
Kars ı62 Laliş85, 86, 2 ı 7
Kastamonu ı2ı, 226 Latham, R. G. ı62, 234, 237

Katerina II, çariçe ı52 Layard, Sir Henry 59, ı3ı, ı65,

Kayalı, Hasan 54 237


Kayseri ı 40, 232 Lazkiye 96, 97, 220

Kemalistler ı9 ı-ı93 Lefkoşa ı38, 22ı, 23ı

Kerbela ı ı3 Leitner, Dr. G. W. ı 70

Kethüdazade Hacı Göğüş Lewis, Bemard 53, 206


Efendi ı49 Libya 72
Kevar ı39 London Chronicle ı66
Khoury, Philip ı92, 243, 252 London Daily News ı33
Kıbrıs 99, ı2s, ı38, 2 2 ı , 23ı, Londra ı ı, 20, ıo2, ı30, ı39,
257, 258 ı5ı, ı53, ı5� ı5� ı58, ı 59,
Kırım Savaşı 22, ı5ı-ı53, ı62 ı60-ı65, ı68, ı 70, ı 71, ı94,
Kızılbaş 53, 95, 96, 104, 220 ı95-ı99, 20ı, 203, 206, 208,
Kızıldeniz 74, 76 209, 2 1 1 , 2 ı3, 2 ı 5-2 ı 7, 2 ı9-
Kitab-ı Mukaddes Derneği ı29, 22 ı, 224, 226, 227, 229, 23ı,
ı33, ı39, ı43, 228, 229, 23ı 234-238, 243
Knapp, George Perkins ı42, Londra Dünya Sergisi ı 71
232 Louis XVI, kral ı90, 243
Knowles, Edward Randall ı45, Lourdes 20
233 Lübnan 20, ı35, ı98, 230
Konfüçyüsçülük ı23 Lynch, H. B. 1 19, 226,
Konta ıso
Konya 48, 53, ı4G, 202, 204,
M
205, 253 Maan vadisi 90, 104
Kore ı2s Macaristan ı 78
Macauley, Th om as Bahi ııgtoıı M t- l<ldı-i J\ ı;ı i rt-1. ( J\ � i n · l M t • l< l t •
ı23 b i ) H, l l G, l li!J, �0: 1
Madrid 71, 239 Mektcb-i Balıriyt- 1 1 0, �ı;: ı
Mahmud Efendi 92 Mekteb-i llarbiy(• : ıli, 2 1 !1, � : Ili
Mahmud II, sultan 2 ı , 3 ı , 35, Mekteb-i Mülkiye-i Şahaıw 1 OH,
39, 60, ı84, ı85, 2 ı4 1 10, 223, 224
Mahmud Memduh Paşa 94, 205 Mekteb-i Sultani (Galatasaray
Maksimoff 7 1 Lisesi) ı ı8, 223
Malet, Sir Louis ı65, 237 Mekteb-i Tıbbiye 36, ı24
Malluh ı67 Melarniler 95
Mamuretülaziz (Elazığ) ı ı 6 , Melharne, Selim ı55, 235
ı36, 225, 233 Merzifon ı39, ı44
Manastır 9 ı, 1 19, ı38, ı43, 204 Messick, Brinkley 64, 200
Manolaki 47 Mevleviler 20, ı 78
Mardin, Şerif l l, 44, 54, 55, 63, Mısır ı5, 35, 44, 54, 60, 66, 7'2 ,
76, 80, 95, 107, 1 16, ı84, ı97, 78, 79, ı o 9 , ı 28, ı35, ı : l l i ,
200, 209, 225, 227 ı 49, ı 6o, ı6ı, ı 67, ı 72, 17! 1 ,
Maskat 75, 76, 2ı3 ı 80- ı82, ı 88, 1 9 2 , ı94, 20 1 ,
Mavroyeni Bey ı 67, ı68, ı 73, 207, 2ı2, 23ı, 236, 239, 243
235, 237, 239 Mızraklı İlmihal 68
Mazzini 1 13 Midhat Paşa ı54, ı55, 184, ısrı,
Mecelle 33, 63, 210 ı9o, 2 ı2, 234, 242
Meclis-i Vükela 85, 89, 94, 98, Mihal Bey 242
ı3ı, ı33, ı 46, ı6o, ı 70, ı 7 1 , Mihran Boyacıyan Efendi 1 19
2 ı ı , 2 ı 7, 229, 230, 232, 233, Milano 158
238-24ı Mill, John Stuart 68
Medine 38, 42, 46, 49, 54, 57, Millingen, Osman ı59, 236
68, ı22, ı8ı, 205, 207, 208 Mintzuri, Agop 37, 38, 202, 254
Mehmed Emin Ali Paşa 22ı Mir Ali Bey 84, 85
Mehmed Emir Ali Han ı65 Mir Mirza Bey 87
Mehrned II, Fatih sultan ı 7, 40 Missionary Herald 140, 232
Mehmed IV, sultan 43 Mitchell, Timothy 44, ı99

Mehrned lzzet ı64, 237 Molokai Adası (Hawaii) 142

Mehmed Sadık, Hafız 2 10, 2 ı4, Mondros Mütarekesi 57

234 Moskova 41, 42, 170

Mehrned Şakir Efendi 100 Mukaddime 33, 200


Mehrned VII, Vahdeddin ı9 ı Munci Bey ı4ı, 142, 232

Meiji hanedanı 29, 30, 32, ı23, Murad III 43

ı28, ı88, 228 Musa Bey, Kürt şeyhi 103

Mekke 34, 38, 42, 46, 50, 57, 68, Mustafa I, sultan 43

70, ı22, ı 8 ı , 204, 2 ı O, 2 1 1 , Mustafa Kemal (Atatürk) 1 9 1 ,

224 193, 243, 248


Mustafa Reşid Paşa 1 7, 40, 42, 73, 1 12, 1 13, 1 15, 1 24, 207,
58, 122, 212 210-213, 224, 229
Mustafa Zeki Paşa l l O, l lS, Osman Paşa, Gazi 38, 44, 45,
2 1 6, 223, 225 171, 187
Musul 53, 55, 80, 81, 84-88, 103, Osman Paşa, Musul valisi 86,
104, l l3-l l5, l l8, 134, 135, 217
207, 2 1 7, 218, 222, 224, 230, Osman, sultan 45
259, 262, 264 Osmanlı-Rus Savaşı (1877-78)
Musurus Ghikis Bey 234, 254 77, 162, 171
Musurus Paşa 1 53, 1 54, 1 60, Otranto 13
234 Ömer Vehbi Paşa 84-88, 2 16,
Muş 103 217, 230
Münir Paşa 49
p
N Paik-i İslam 1 65
Nablus 133 Pall Mall Gazette 151, 154
Naci Kıcıman 57, 205, 207 Papalık (Vatikan) 230
Nakşibendiler 77, 78, 95 Paris 22, 3 1 , 49, 80, 1 5 1 , 1 53 ,
Napoleon Bonaparte 135 155, 15� 1 5 9, 1 6� 1 72, 1 73,
Nazım Bey 51, 52 1 78-180, 1 89, 1 94, 195, 196,
Necipoğlu, Gülru 12, 42, 1 99, 197, 201, 204, 207, 2 1 1 , 220,
203 222, 226, 236, 239, 243
New York 141, 1 67, 1 68, 1 96, Paris Antiaşması 22, 151, 194
197, 208, 2 15, 229, 231, 236, Paris sergileri 3 1 , 172, 173, 178,
Niğde 43 179, 180, 189, 239
Nikola I, çar 30, 108 Patrak 84
Normandiya 20 Pertev Paşa, sadrazam 184,
Norveç 68 242, 249
Noya Vremya 156 Peşderli 1 14
Nubar Paşa 160 Petit Journal 157
Nuri Bey 175 Petro, çar (Büyük) 21
Nuseyriler 96, 97, 220, 231 Philip IV, İspanya kralı 29, 199,
264
0-Ö Picard, Mösyö 1 79
Ocak, Aluned Yaşar 12, 80, 215 Plevne 14, 171, 194
Oğuz boyu 40, 41, 202 Politis, Kozmas 120, 226, 256
ürodurman savaşı 194 Polonya 108, 199
Orhan, sultan 44
Ortaylı, İlber 12, 193, 197 Q
Osman Dikna 76
Questions Diplomatiques et
Osman II, sultan 43
Coloniales 1 53, 234
Osman Nuri Paşa 50, 65, 69, 72,
R Sal i s h ury, Lord 1 0 � , 1 1 \0, l l i rı ,
195, 2:37
Raci Bey 174, 176
Salt, Jeremy 129, 228, 22�)
Rambert, Louis 48, 1 59 , 1 6 1 ,
Salzmann, Ariel l l, 2 1 , 197
201, 205, 236, 237
San'a 64, 75, 90, 1 2 1
Recai Bey 1 12
Selahaddin Bey, Albay 151
Redhouse, Sir James 68, 206,
Selanik 104, l l l , 204, 2 19, 230
207, 2 l l, 2 1 8
Selim I, Yavuz sultan 42, 43, 60,
Reşid Paşa 1 7, 40, 4 2 , 58, 122,
104, 196
212
Selim II, sultan 43, 60
Richard II 9, 190, 191, Sen Petersburg 156, 2 19, 235
Rifailer 78 Servet-i Fünun 166, 237, 249
Rifat Paşa, sadrazam 1 3 1 , 200, Seton-Watson, Hugh 60, 194,
221, 225 198, 257
Robert Kolej 145, 229, 231 Shils, Edward 56, 184, 207, 242
Roma 13, 42, 55, 109, 124, 137, Sırbistanl Sırplar 3 1 , 199
145 Sincar 54, 81, 86, 87, 88, 218
Romanov hanedam 60 Sivas 9 1 , 95, 103, 127, 143, 207,
Roseberry, Lord 158 220, 222, 233, 265
Rosenstein, Mr. 4 7 Smith, Anthony 79
Rumeli l l l, 152, 1 8 1 , 223, 241 , Snider, J. 1 77
241 Sofracıoğlu, Ömer 93

Rumlar 53, 91, l l l Söğüt 38, 43, 45, 46, 205

Rus-Japon Savaşı 19, 152, 160, Spencer, Herbert 194


St. Louis fuarı 180, 181
236
Stockholm 68, 2 l l
Russell, Earl 130
Sudan 76, 194
Rusya, Ruslar 2 1 , 27, 30, 34, 66,
Sudre, C. H. 178, 240
98, 122, 123, 129, 135, 1 42 ,
Sunnilik 90
144, 155, 162, 163, 2 19, 227
Suriye 53, 68, 72, 78, 89, 90, 96,
s 97, ı 15, 1 2 1 , 1 2 9 , 1 3 1 , 132,
135, 136, 149, 1 65, 167, ı 73,
Sadullah Efendi 1 72, 180
192, 198, 206, 226, 229, 231
Sabit Bey 176
Surre Alayı 38, 39
Sadık Rıfat Paşa 33, 200
Sutcliffe, Constance 164, 237,
Said-i Nursi, Bediüzzaman 107, 257
l l6, 148 Süleyman Hüsnü Paşa 34, 62,
Said Paşa, sadrazam 9, 14, 50, 80, 148, 209
5 1 , 98, 1 56, 1 94, 203, 206, Süleyman I, Kanuni sultan 1 7,
207, 220, 240, 242 43
Said, Edward 27, 128, 152, 167, Sünusiler 54
173, 199, 228 Sykes, Mark 163, 237
ş Toptani, Esad ı90
Torajiro, Yamada 29, 37, ı99,
Şam 1 12, ı36
20ı
Şark meselesi ı8, ı96
Trablusgarp 238
Şebekli 85, 86, ı ı4, 2 ı6, 2 ı 7
Trablusşam 86, 96, 1 1 5
Şeyh Adi 87, 1 14, 2 ı 7
Trabzon 49, 90-92, ı 0 4 , ı 3 6 ,
Şeyh Ali Efendi 96
ı39, ı40, 205, 2 ı9, 233
Şeyh Fehmi ı9
Trimingham, J. Spencer 79,
Şeyh İbn Reşid 50
2 ı4, 2 ı 5
Şeyh Muhammed Nur 104
Tütün Rejisi 48
Şeyh Şamil ı23
Tzu Hsi ı28
Şeyhan vadisi 83-86, 88, ı ı4,
2ı6
Şiilik 62
u

Ştıra-yı Devlet 69, ı43, 2 10, 2 1 1 Ubeydullah Efendi 77


Uvarov, Kont 108, ı22
T
ü
Tahir Efendi 52
Üsküdar ı69
Tahsin Efendi, Hoca ı 48
Üsküp 47
Taif ı84, 242, 258
Tanzimat 22, 26, 33, 44, 58-6ı ,
78, ı o8, 1 1 9, ı22, ı23, ı48,
V
ı 52 , ı 75, ı84-ı86, ı 93, ı 97, Vajda, Sigismonde 49
206, 2 ı4 Vakit 93, ı65
Tarih-i Cevdet 200, 242, 246 Vambery, Arminius ı 56, ı 78,
Taşnaksütyun ı 44 235
Teasdale, General Christopher Van 63, 88, 107, ı48
ı 5 ı , ı62, Vassaf Efendi ı84
Tel el-Kebir ı4, ı94 Victoria, kraliçe ı 5, 47, 70, ı6o,
Tevfik Bey ı 76 ı6ı, ı64, 2 ı ı , 236, 248
Tevfik Paşa, hıdiv ı 47 , 2 2 ı , Viyana 2 ı , 30, ı56, ı57, ı95,
232, 233, 239, 24ı 200, 235, 249
The Nineteenth Century ı54, Voltaire, François Marie ı 7,
204, 2 ı2, 2 ı5, 234 ı52, ı96
Tiba�, A. L. ı28, 220, 228, 234
w
Tietze, Andreas 257
Timur, Taner ı 7, ı96 Washington Post ı4ı
Todorova, Maria 2ı, ı97 Weber, Eugene ı o8, 2 ı 5, 222,
Tokat 53, 55, 95, 206, 207, 220 224
Toledano, Ehud 192 Weber, Max ı 5
Topkapı Sarayı 37, 42, ı 72, 1 77 Westerly, Dr. Michael ı43
270

Williams, Charles ı62 Yıldız Mahkemesi ı85, 234, 242


Woods Paşa ı6ı Yozgat 43, 9ı-94, ı02, 2 ı 9
Yunan-Osmanlı Savaşı ı57, ı60
y Yusuf Zeki Efendi ı35

Yemen 50, 64, 65, 69, 72, 75,


89, 90, 93, ı ı2, ı ı5, ı ı8, ı2ı,
z

ı39, ı 5 ı , ı84, 200, 2 10, 2 ı8, Zafir, Şeyh Hamza 78, 79


224, 23ı Zanzibar 74, 75, 2ı3
Yeniçeriler ı 7, ı8, ı 75, ı 79, Ziya Paşa ı52
ı96, 2 ı4, 242 Zola, Emile ı65
Yezidiler 7, 53, 55, 8 ı -86, 88, Zor 86, 1 15, 1 16
104, 1 14, ı35, 206, 2 ı 6, 2 ı 8, Zühdü Paşa 66, l l 7, 2 ı0, 2 1 1 ,
220, 224 223, 225
DK'da yayımianmış diğer tarih kitapları

ıı==::ı-=·-�::=--=====u -ı

li K•A•P+D·A·K.·I il 1
'
lJ D·Ü·Ş•M·A·N li 1
ll tl·��:ftc:::"'" ll
llll t
... llll
tt:
ı .
..... ,.,,,., , .,., , 1
...

1 ·� "'\�·· X 1
Oj 1
,._
. '
'
. ...
'"!

,\lt 1 ı

. �-- - - - .·:it
ölil 1 ölil •.. ;. •\_
. .•··�..1ı
• ....:.�

Osmanlıların
Arasında
Birioı<i DhJ;ı $.....
......
'l!l.t'rMf J'Iolllla

)ohh Frtely

Al Ostlinde Fırtına:
Anadolı.ı Selçukluları

••

You might also like