Professional Documents
Culture Documents
Birinci Basını
Mart 1998
BiLGİ YAYINEVI
Meşrutiyet Caddesi, No: 46/A, Yenişehir 06420 ı Ankara
Tell : (0-312) 431 81 22 - 434 12 71 - 434 49 98 - 434 49 99
Faks: (0-312) 431 n sa
http://www.bilgiyayinevi.com.tr
e-mail: info @ bilgiyayinevi.com.tr .
•
BiLGi KİTABEVi
Sakarya Caddesi, No: 8/A, Kızılay 06420 I Ankara
Telf : (0-312) 434 41 06 - 434 41 07
Faks : (0-312) 433 19 36
•
BiLGi DAGITIM
Nar1ıbahçe Sokak, No: 1711, Cağaloğlu 34360 I İstanbul
Telf : (0-212) 522 52 01 • 526 70 97
Faks: (0-212) 527 41 19
EKREM AKURGAL
Türkiye'nin
Kültür Sorunları
ve
Anadolu Uygarllklannın
..
BİLGİ YA YINEVİ
kapak düzeni : fahri karagözoğlu
önsöz ................................................................................................................. 7
1. Bölüm
Tü rk İşlemecilik Sanatı .. . . . . .
.. .. . . . . ..
. . .. .. ....... ..... ....... .. .. . ... . 1 03
.................. .. . ...... ......
5
Kendimizi Tanıtmalıyız . .. .. . . .. . .... ............... ...... .. . . ... ....... .. .....
. . . . . . . . . . .. .. .... . .. . 119 .. . . .
Ulaştığımız Düzeyi Geriletmeyelim .. . .. . . . ... ... .. .... ... ..... ....... .... . . . . . . . . . . ... . . . 122
. .
. . .. . . .
Eski Eserler ve Turizm . . . . .... . .... .... .. ..... . . .... . ..... .... ... .......... . . . . . .. . . . ... .. . . 125
. . . .
. .. . .. . . . . . . .
. .
Eski Eser Kaçakçılığı . . . ... ... . . . . . . . . . . . ... ... ..... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .... . ............. . . . . . . . . . . . .... . . . .129
Tarih Boyunca Din ve Devlet . . .. . . . . . . . . . . .. .. .. .. ... ..... . .
. ... ...... . .. . . . ... . .. .. . . . . .. . ...... . . . . . 133 .
He ilen Tiyatrosu . . .. . . . . . . . . . . . . . . .. . . .. . .
..... .. . . .. ............. . .. . . .... .. .. ... . .. ... . .. . ..... . ... . . . .142
... . ..
Soph okles ve Antigone . . .. .. .. . . ............ ... ..... . .. .. . ...... ...... .... .... . ... ...... . ....... ........ . 1 67 .
il. Bölüm
Hurriler ............................................................................................................ 1 79
Hatti-Hitit Beylikleri Dönemi .. . ......... . . .
. . . .... .......... . ........... 1 80 .... .................. ...........
Demir Çağı . . ..
................. . .... .... ..
........ . .
................ . ............ 1 93 . ...................... .........
Hellen Uygarl ı ğ ı . ..
.................... . . .. .. ....... .. . . .. . ... . .............. . . . 1 98 ... .. .. .. .................... . .
Roma Çağı . . . .
.............................. .... . . . .... . . .. ... . ... ...... . . . 208
.......... . ... . . . ................... . .
ıgı Ronesans
İslamiyet'ın Ge ı·ışt'ı rd·�· . Atıı ı m ı . . . . ... ... . . .
........ . . . . 21 4
... ... . . ... . . ... ...... ..... .. ... .
Türkiye C um h unye ..
. t'ı D o ne mı. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ..... . . . . . . . . ... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 2 1 7
6
ÖN SÖZ
Ekrem Akurgal
İzmir!Karştyaka, Şubat 1998
1. BÖLÜM
T Ü RK İ YE'N İ N K Ü LT Ü R SORUNLARI
İran Etkileri
O rta Asya'd a çok özgün ve üstün bir uygarlık g e l işt irmiş ve o dö
n e m lerdeki komşuları üzerinde güçl ü etkiler yapmış olan Tü rkler İslam
din ine g i rd i kten sonra bu yeni i n a n c ı n ortaya ç ı k t ı ğı yöre l e re doğru göç
e t meye ve daha 8. ve 9. yüzyıllarda İ ra n'd a ve Me zo potamya'd a yerleş-
10
meye başlamışlard ı . Bu göçler sırasında Türkleri n ilk karşılaştıkları top
luluk yüksek bir uygarlık düzeyinde bulunan lranlılar olmuştur.
Türkler güçlü ve eşsiz bir mimarlık, genell ikle özgün bir sanat geliş
tirmişlerdir. Şu var ki , mimarlıkta kubbeyi, eyvanı (an ıtsal medrese kapı
sını) ve sivri kemeri Türkler İranlılardan almışlar, çinicilik ve minyatürcü
lük alanlarında , birçok küçük sanat kollarında onlardan büyük ölçüde
esinlenmişlerdir. Ancak Selçuklu uygarlığının başlarında alınan bu etki
ler çok yararlı olmuş , Türk sanatçıları bunlarla o denli yeni bir biçem
{üslup) geliştirmişlerdir ki , 15. yüzyılda İran sanatına karşıt etkide bulu
nacak bir düzeye ulaşmışlardır. Ne var ki , bilindiği gibi İran'a özenme
Divan Edebiyatımızda giderek artmış ve bu tutku Türkiye'de aydınların
işledikleri, kendimize öz, arık bir yazın sanatının gelişmesini önlemiştir .
Arap Etkileri
Abbasiler çağında (7 5 0-1 258) Batıya akın eden Türklerin birçok bo
yu İran'dan öteye , daha uzaklara , Suriye , Mezopotamya ve Mısır'a değin
yayılmışlar, buralardan özgün ve etkin sanat akımları geliştirmişlerdir. 9 .
yüzyılda Bağdat'ın yakınındaki Samarra kentinde Türk ordusu ile birlikte
Türk sanatçıları yepyeni bir stil yaratmışlardır . Orta Asya'dan getirdikle
ri "eğri yontma" tekniği ile Türk ustaları burada kendilerine öz bir süsle
mecilik oluşturmuşlar, aşağı yukarı o dönemlerde , Mısır'da Türk komuta
nı Ahmet İbni T olon , etkileri uzun süren ve Samarra'dakinin benzeri
olan "Tulun Sanatı"nı geliştirmiştir.
Böyle olmakla birlikte Türkler Araplardan sanat konularında büyük
ölçüde esinlenmişlerdir. Kökeni Hellenistik olan peristyl tipi açık meka
nı, yani üç ya da dört bir yanı odalarla çevrili medrese planını, çok di
rekli cami tipini ve minare gibi önemli mimarlık unsurlarını , çeşitli süsle
me öğelerini Türkler Araplardan almışlar ancak onların hepsine yeni bir
Türk görünümü ve özgünlüğü kazandırmışlardır.
İ lk Rönesans
teyen her ülke , her ko �� için ge � ekıi kurumları orta y a koymak ve onları
-
ya Ş atmak zorundad ır. Bili �sel araştırmal � r yönün d� � duru.rnurnuz hala
-
ilkel olÇüded i r . U� iversitelerimizde bilimsel araştırmalar çok sınırlı alan
-
Yapılacak işlerin başında -fe n l isesi kurduğu m u z gibi- üstün bir sos-
_
15
ya l b i l i m l e r l isesi aç mam ı z g e l ir. T ü r kiye' n i n büt ü n o rtao ku l la rı nda n h e r
y ı l m e z u n o l a n l a r aras ı n d a n se ç i lece k y üz ka d a r yet e ne k li çocuğ u para
sız y atılı b i r l isede yoğu n b i r b i ç imde eğ i t m e k kısa sürede iste n ile n s onu
cu vere c e k t i r. L ise n i n öğrenci l e r i en se ç k i n ö ğ re t me n l e r t a rafından, h a t
ta belirli sayıda ün iversite öğ ret i m üyel e r i n ce e ğ i t i l me l idir. Bu l isede bir
haz ırlık sın ıfı olmalı ve öğrenciye bu okulda sağlam b i r Türkçe , en azın
dan bir mükemmel yabancı dil ile birlikte sosyal bilimler alanındaki çağ
daş zihniyet ve bilgiler öğretilmelidir.
Bu liseden çıkacak gençler , bilimlerle uğraşan fakültelere girere k
oradaki çeşitli dallarda asistanlık sınavların ı kazanacak güçte olacaklar
dır. Böylece üniversitelerimizdeki bütün sosyal bilim dalları yurdun her
köşesinden gelmiş en iyi yetişmiş ve en yetenekli gençler tarafından bes
lenecektir. Bu lisede yetişenler arasında Türk kültürüne yön verecek bi
lim ve düşün adamları , yazarlar, diplomatlar, gazeteciler ve politikacılar
da ye r alacaktır. Böyle bir sosyal bilimler lisesinin kurulması için yurdu
muzdaki öğretim vakıflarının ön ayak olması temenni olunur . Unutma
malı ki Osmanlılar, parlak dönemlerinde , öngördüğümüz üstün düzeyde
sosyal bilimler lisesinin bir benzeri olan "Enderun Mektebi"nde okumuş
kimseler tarafından yönetilmiştir.
Kültür Kurumu
17
T Ü RK İYE'DE KÜ LT Ü R POL İ T İ KASINI N
D Ü N Ü V E BUG Ü N Ü
Her uygar ülkede kültür ve devlet ilişkileri önemli bir sorun oluştu
rur . Toplumun sosyal ve ekonomik yapısı ile orantılı olarak kültür ku
rum ve kuruluşları bağımsız ya da bağımlı olabilecekleri g ibi değişik öl
çülerde , az ya da çok olmak üzere devlet denetimi ve desteği altında ge
lişme olanağı bulabilirler.
Türkiye'de Cumhuriyetin kurulmasından sonra Atatürk ve ardı sıra
İnönü dönemlerinde kültür politikası bütünüyle devlet güçlerinin el indey
d i . Bu durum 1 946'da çok partili döneme geçildikten sonra büyük bir
hızla değişmeye başlamış ve kültür çalışmaları devletten çok özel kurum
ların ya da özel örgütlerin eli ile hatta özel kişilerin güdümü ile yürütü
len bir döneme girmiş bulunmaktad ır.
Yeni hükümetin bağımsız bir "kültür kurumu" oluşturmak düşünce
sinde olduğu şu sıralarda bu önemli konuya değinmenin yararlı olacağı
kanısındayız.
şısı vermesi toplumun sağlıklı bir yaşam içinde olduğunu kanıtlama kta
dır . Bütün özgürlükçü demokrasilerde , yani Batı Avrupa'da , İngiltere'de ,
ve B . Ameri ka'da da kültür hareketleri büyük oranda halk kesimince
oluş turu lma ktad ır .
Kültür işlerinin önemli ölçüde halkın kendisi tarafından geliştirilme
si , sağlıklı bir tutum olmakla birlikte , bu konuda devlete düşen büyük
ödevlerin de bulunduğu kaçınılmaz bir gerçektir . Sözgelimi halkın büyük
çoğunluğunun tutmadığı kültür konuları devletçe desteklenmezse , o top
lumda yalınlaşma ve yozlaşma görünmeye başlar. Örneğin bale , opera
ve bir bakıma klasik tiyatro , devlet yardımı olmadan hiçbir ülkede , en
• yüksek düzeydeki toplumlarda bile kendi başına gelişme olanaklarını bu
lamaz . Bunun gibi kültürün kaynaklandığı bilimsel ve düşünsel çalışma
lar da büyük ölçüde devletin desteğ ini gereksinirler. Örnek olarak, dev
letin desteğ inden yoksun olan Türk sineması, nitelik yönünden güç ka
zanamamıştır. Halk_ beğeni?inin gelişmesi , eğitimi'? sağlanır . Hiçbir ülke
de halkın yaradılıştan yüksek düzeyde olması düşünülemez . Nasıl küçük
yaşlarda okullarda eğitiliyor, yetiştiril iyorsak, büyüdükten sonra da eğitil
mek zorundayız . Bir toplumun bireyleri okudukça , düşündükçe ve yeni
bilgilerle yeni izlenimler edindikçe yücelirler. _6ir�i.rir:ı.1?. Q._zenmekıJ:?.irbi-=:
riyle boy _öl_çüş111e_k,_y��-ışf!lak insanları olgunlaştırır. Eğitilmeyen, uyarıl
mayan , devletçe yararlı bilgilerle beslenmeyen topluluk, kötü alışkanlık
lara , içinde saklı olan ilkel dürtülerin baskısı ile kötü heveslere, yanlış
yollara saptırılabilir . Bu nedenlerle , "devlet baba"nın yardımı gereklidir.
Ancak bütün sorun , devletin yardım ve destek işlerinde bile , uzman kişi
lerin önerileri doğrultusunda uygulama yapması, daha doğrusu tek başı
na yargıya varmayara k kültür işlerini uzmanlardan oluşan bağımsız ve is
tikrarlı örgütlere bırakmasıdır .
Güncel Görev
11 Alafrangalık 11
Eski Töreler
24
h üm a n i s t d i p l o ma t ı n T ü r k l e r ü ze r i n e sayfalar t ut a r ı n c a ya pt ı ğ ı övg ü l e r
g e rç e kt e n a n ı l ma ya d eğ e r . Busbe k . T ü r k adetleri n i . davra n ışları n ı ve g e
le ne k l e r i n i Bat ı l ı l ar ı n k iy l e karşı l a ş t ı rarak k e nd i l e r i n i n k i le r i e l e ş t i rm e kte .
Tü r kl e r i n k i n i ise beğe n i i l e a n la t m a k t ad ı r . Türkl e r i n a t k u l l a n mada , b i n i
sertleş t i r m e kt e sabırlı çalıştıkla
c i l i kte . o k atmad a , vücu t l a r ı n ı ç e l i k g i b i
rını, örf ve adetl e ri n i n b i r gereği olarak dile getirir. Türk toplumunda ik
bal yolunun herkese açık olduğunu , çoban çocuklarının bile en büyük
mevkilere yükseldiğin i , görevin soyluya ve nüfuzluya değil . yeteneği ve
bilgisi olana verildiğini , her şeyin üstünde faziletin , disiplinin , sağlam
karakterin rol oynadığ ını belirti r. Orada Türkleri sakin karakterli , terbi
yel i , saygılı ; yaptığını ve söylediğini çok iyi bilen , kendine güveni olan
vakur bir insan olarak görüyoruz. Büyüğün küçüğe şefkati , küçüğün bü
yüğ e sayg ısı vardır. Selamı önce , küçük ya da genç olan değil , yaşça ve
başça büyük olan verir . Busbek bunu büyük incelik taşıyan bir adet ola
rak beli rtir.
Hiç şüphe yok ki , Busbe k'in sözünü ettiği yüksek karakterli Türk bu
gün de yaşamaktadır. Ancak bugünkü tutumumuzla bu özelliğimizi yitir
me miz tehlikesi belirmektedir. 1 930'larda Almanya'da , İtalya'da birinci
likler' kazanan binicilerimiz umursamazlık yüzünden bugün geri plana
atılmışlardır. l 940'1arda ve l 950'1erde bütün dünya şampiyonlarının sır··
tını yere getiren güreşçilerimiz yeterince ilgi ve yardım görmedikleri için
bugünkü acıklı duruma düşmüşlerdir. Cirit oyunu ve okçuluk ise unutu
lup gitmiş , yeryüzünün en ilginç spor alanı ok meydanı cahilliğimiz,
ademse ndeciliğimiz yüzünden gecekondularla yok edilmiştir. "Türklük el
den gidiyor" diyenler, her işten önce Türklüğü simgeleyen özellikleri ya
şatmak için çaba göstermelidirle r . " M illi ruh"u , "ulusal gelenekler" i koru
mak isteyen , onları oluşturan kaynakları beslemeli ve yaşatmalıdır.
Geçmişteki kültür eserlerim ize toptan baktığımızda güçlü bir ulusal
uy garlığ ımız olduğunu görüyoruz . Ancak bu özgün gücümüzü daha çok
mimarl ı kta , halk sanatı nda ve halk edebiyatı nda , okçuluk , binicilik ve
güreş gibi spor alanlarında ve mutfağımızda görüyo ruz .
Halk müziğimiz ve divan musi kimiz ortaya koyuldukları dönemlerde
büy ü k n i t el i kl e ri olan yaratı lar oluşturmuşlard ı r . Ancak bunların ikisi de
ar tı k y ö n t e m l e r i ve ç a l g ı a l e t le ri bakımından geride kalmışlardır. Onları
25
o l d u k l a r ı g i b i y a şat m a k ye r i n d e s a y m a k d e m e kt ir . Buna karşı l ı k Adnan
Sayg un , Y u n u s Em re O r a t o ry o s u ' nda ça ğd aş B a t ı m ü z i ğ i yönte m le r i n i
k u l l a n d ığ ı ha ld e ortaya ç ı k a r d ı ğ ı b e st e n in ru h u v e b e n l i ğ i Türktür . O e z
g i l er d e Yunus'un sesi n i , A nadolu o z a n ı n ı n yüce va r l ı ğ ı n ı duyuyoruz .
Zembille Değil. . .
vizyon yörıet_i_ı:ı_:ıi_ııe _g_� rek _vcudır. Televizyon Özg.ürlüğü .ve yansızlığ ; o ra�
nında ulus için yara rlı olur .
Ulusal _�_i.i_l_t_Qr(.i _<;> luşturmada_ gazete , radyo ve _ televizyon araçlarındar:ı
baş ka bilimsel kurumların yayınları etkili olur . Bunların başında ü_niversi
. - - .
te ler gelir. Ü n ive rs ite ö§ re Üm üy ele�i araŞ t ır rrİa sonuçlarını herkesin ��
. . . -
l a yablleceği il gi nç türd � bilimse 1 k ita p lar biçimind e yayımladıkla r ı t�·kdir-
- - .. ·--- -· ·
de ulus"fa r·ı-iÇin ç � k y� r��, .- ol u rlar .
·- .. . . --- - - ·-
Eksiklerimiz
Ne Yapmalı?
Bir ü l kede kültürün ne denli yayg ın olduğu daha ilk bakışta belli
olu r . Cadde lerde gezerken rastlayacağ ı n ı z kitabevl e r i bunun en güzel
ölçüsüd ü r . Viyana'da , M ü n ih'te , Paris'te , Londra'da ya da bir kü çük Ba
tı kentinde hatta kasabasında bizi şaşırtacak zeng i n l i kte ve büyüklü kte
kitabevleri görürü z . Buna karş ı l ı k A n kara'da ya da İ stanbul'da kaç kita
bev i n i n bulunduğunu göz önüne g e t i rirse n i z ü zülürsünüz . Sahaflar Ç a r
şısı ile b irlikte koskoca İstanbul'da kitabevlerin i n sayısı bir düzineyi bul
maz . Kaldı ki bunların hiçbirisi Avrupa'daki küçük b i r kentin kitabevle
riyle ölçüşebilecek çapta değ ild i r . Ankara'da durum daha da acıklıd ı r .
Başkentteki kitabevl e r i n i n sayısı yarım düzineyi b i l e bulmuyo r . Ü st e l i k
bunlard a n iki üç t a n e s i n i n d ışındakiler y a r ı yarıya k ı rtasiye araçları sat
maktad ırla r .
Batıda gece yarı larına değin "Kios k, Kiosque" y a n i köşk a d ı n ı taşı
yan köşe başı portatif dükkancı klarda gazete ve dergilerden başka oku
yacak birçok kitap da bulursunuz . B i zde ise akşam 6'dan sonra günlük
bir gazete al maya ka lksanız bulamazs ı n ı z , ancak Kadıköy İskelesine ya
da genellikle yaban cıların kaldı ğ ı lüks ote l l e rden birine gitmeniz gere
ki r .
Bat ı dünyas ında e n çok sevilen armağan çeşidi kitaptır . Avrupa'da
b ütün bayramlarda , ya da doğum ve evlen m e günlerinin kutlan masında
en çok aranan ve sunulan hediyeler kitaplardan oluşurlar . Buna karşıl ı k
bizde bayramlarda y a da kutlama günlerinde h a n g i ana-baba çocukları
na, hangi karı-koca birbirlerine bir kitap sunarlar? Hiç şüphe yok ki son
y ıllarda kitap okuyanları m ı z , hatta kitap armağan edenlerimiz çoğalm ış
t ı r . Ancak bunların kırk m i lyonluk Türkiye 'deki ora n ı nedir? Hiç araştır
masak daha iyi o l u r ! H e l e Türkiye 'de o kunan kitapların t ür ü g ö z ön ü n d e
tutul ursa d u r u m u n d a h a d a a c ı o l d u ğ u görülü r .
29
Bö y l e c e k i t a p o ku n mayan b i r ü l ked e k ü l t ü r l ü ve t a m a n l a m ı i l e e n
t e l e k t ü e l o l a n l a rı n ne d e n l i a z o l d u ğ u k e nd i l i ğ i nd e n o rt aya ç ı k a r .
Haritada Anadolu'nun Asya ile Avrupa arasında bir köprü gibi gö
rü n m esi nedeniyle onun bu iki kıtayı ticaret ve kültür yönünden bağlad ı
ğı sa nısı yayg ınd ı r . Oysa Anadolu tarihte ancak belirli dönemler ve kısa
sü re l e r boyunca köprü görevin i yerine getirebilmişt i r .
A nadolu'da büyük ve yükse k s ıradağ ların zor geçit verişi , i k l i m ayrı
lıkları ve zorlukları , onun bütününü bir tek devle t i n kendi egemenliği al
tına almasına olanak vermemişti r . Hititler yal n ız O rta Anadolu'd a ,
Frygler O rt a Anadolu'nun bir bölümünde , U rartular, Lyd ialılar , Lykia lı
lar ve daha birçok kavim Anadolu'nun ancak b i rer küç ük bölgesinde
egemen olmuşlar, Yunanlılar ise genell ikle kıyılarda küçük kent devletle
ri kurmuşlard ı r .
İ lk Doğu-Batı Bağlantısı
Yeni Olanaklar
35
HANG İ D Ü ZEYDE?
Bir gün , biri mühendis , biri doktor, biri de filozof olan üç kişi yam
yamlar arasına düşmüşler . Yamyamlar üçünü de yemek üzere iken mü
hendis , teknik becerilerini göstererek, doktor da hastaları iyi ederek
yenmekten kurtulmuş . Yamyamlar filozofu göstererek " Bunun da bir
marifeti var mı?" diye sorunca doktor ve mühendis "Hem de çok, o bil
ge kişidir" demişler. Yamyamlar "Pek iyi , söyleyin bakalım o ne işe ya
rar? " sorusuna filozofun arkadaşları "O gerçekten çok yararlı bir kişidir,
hepimize yol gösterir" yanıtını vermişler. Ancak yamyamlar "Olmaz öyle
şey , onun hiçbir becerisi yok" diyerek filozofu kıtır kıtır yemişler .
Türkiye'nin son on yıllarında sosyal bilimler konusunda göste rdiği
umursamazlık bize yamyamların tutumunu anımsatıyor. Atatürk, sosyal
bilimlere ve sanat konularına büyük önem vermiş ve bilindiği gibi Tarih
ve Dil Kurumlarını kurarak Türk kültürünün en önemli iki alanında dü
zenli bir çalışma yapma olanağını sağlamıştır . Buna karşılık onun ardın
dan gelen dönemlerde ise Türk hükümetlerinin hemen hepsi Türk kültü
rüne sırtlarını çevirmişlerdir.
Kadrolarında çok iyi yetişmiş ileri görüşlü seçkin gençlerin bulundu
ğu Devlet Planlama Teşkilatı'nın kültür konularına , yani sosyal bilimlere
ve sanat alanlarına daha çok eğilmesini be kliyoruz. Çünkü bir topluluğa
dünya ulusları arasında saygınlık kazandıran ve daha önemlisi ona bir
özellik ve özgünlük sağlayan , o ulusun sosyal bilimlerde ve sanat konula
rında ulaştığı başarılardır .
Ankara Üniversitesi 1 9 5 9 yılında o dönemdeki Amerikan Cumhur
başkanı Eisenhower'e "siyasal bilgiler " dalında doktora payesi ve rmişti .
Ü nlü komutan teşekkür ederk en şunları söylemişti : "An kara Ü n iversite
s i ' n i n b a n a sosyal bil imler alanın da b i r doktora vermesinden dolayı özel
l i kl e mutluy um . Ç ü n k ü g ü n ü m ü z de sosyal bilimlere gerekl i önem veril
m i y o r O ysa bu konunu n i h m a l i n
.
d e n doğaca k kötü s onuçla r ancak yüz
y ı l s o n ra g ö z ü k meye başla r . "
Tem el b i l i m l e re ve t e k n i k k o n u
l ara ö n e m ve rilmesi doğald ır. Türki-
36
y e d e bu a l a n l arda o l u ş t u rduğu m u z ç a b a l a r ye r i nd ed i r . A n ca k sosyal b i
'
l i m le rd e ki eğ i t i m o n a p a r a l e l g i t m e l id i r . Ç ü n kü kültür a l a n ı n d a e ğ i t i l m e
m i ş , ç ağd a ş d ü n y a g ö rüşüne u l a ş a m a m ı ş b i r t e k n i k k i ş i mesleğ i nde b i le
y ar ar l ı o la m az .
Türkiye 'yi te knik alanda çağdaş düzeye ulaştırma k için ayrıcal ıklı bir
f en l ise si açılmış , teknik araştırmaları sağlamak amacı ile TÜBİTAK
( Türk iye Bil imsel Araştırmalar Kurumu) kurulmuştur. Her iki çabayı da
c anda n alkışlamak gerekir. Ancak sosyal bilimler konusunu da önemle
ele al mak zorundayız . Çünkü bir ulusun özelliğini ve özgünlüğünü (oriji
nalliğini) oluşturanlar, ozanlar , yazarlar, filozoflar, mimarlar , ressamlar
ve heykeltıraşlardır. Örneğin; Almanya teknikte çok ileri bir ülkedir: Ye
tiştirdiği büyük fizikçi , kimyacı ve tıp adamları ile ün salmıştır. Bununla
birlikte Almanya denilince akla ilk gelenlerin Goethe , Schiller gibi yazar
lar, Kant , Hegel gibi filozoflar, Bach , Beethoven gibi besteciler, Dürer
ve Holbein gibi ressamlar olduğu şüphesizdir.
Unutmayalım ki , 5 0 0 yıldan bu yana , çok önemli bir Türk düşünürü
olan Ziya Gökalp'in dışında bir filozoftan yoksun bulunuyoruz . Ancak
bugün bile düşünür yetiştirmek konusunda hiçbir çaba göstermiyoruz.
Günümüzde bir genç üniversitede o kumak isteyince genellikle teknik
dallardan birine girmek ister; ancak temel bilimlerdeki bilgi olanakları
yeterli değilse piyasadaki geçerlilik sırası ile iktisat ya da siyasal bilgilere
ve hukuk fakültelerine başvurur; oralara da giremezse en son olarak bir
edebiyat fakültesinde yer bulmaya çalışır; sosyal bilimlerin okutulduğu
bu fakültelerde , ilkönce yabancı dillere , sanat tarihi ve arkeoloji gibi dal
lardan birisine giriş yolu arar . Eğer buraları da kendisine kapılarını aç
mazsa ancak ondan sonra tarih ve felsefe bölümlerine başvurur.
Demek ki , toplumlarına yazılarıyla ve sözleriyle yön verecek olan
tari hçiler ve filozoflar Türkiye'de bu gibi gençler arasından yetişiyor.
Yükseköğretim konusunda o denli bunalmış durumdayız ki en önemli iş
le ri düşünmeye ve uygulamaya fırsat bulamıyoruz .
Gençlerin para getire n , gözde olan konuları seçmeleri doğal bir
dav ranıştır. Ancak para getirmeyen bilim dalları için de seçkin ve yete
ne kli gençler kazanmanın yolu vardır. Yapılacak işlerin başında, fen lise
si k urduğumuz gibi, üstün bir sosyal bilimler lisesi açmamız gelir (Türki
y e'nin Kültür Sorunları yazımıza bkz.).
Yapılacak bir başka önemli iş de , yine aynı yazımızda belirttiğ imiz
gibi . "TÜ BİTAK'a paralel olarak bir kültür kurumu "nun kurulmasıd ı r .
Yan i Rusya'da v e Ba l k an l ar d a v e bütün B a t ı d ü n y a s ı n d a a k ademil e r a d ı
'
37
a l t ı nda ç a l ı ş a n kuru m l a r g i b i . ö ğ re t i m ya p mayı p s ade ce a ra şt ı r mayla uğ
raşan b i l i m merke z l e r i o l uştu r m a k . S ö zü g e ç e n ya z ı m ı z d a ö n e r i l d i ğ i ü ze
re bu b i l i m yurt l a r ı n ı n kadro l a r ı n ı . e k üc ret a l ma k s ı z ı n ü n ive rs i te ö ğ re
tim üy eleri ve ya rd ı m c ı l a r ı o l u ş t u rm a l ı , a n ca k ken d i l e r i n e t a m mevcutlu
kütüph anele r , gerekli araçlar ve gere çler sağlan malıdır .
" Kültür kurumu" konusunda yaptığım yayınlar d o l ay ı s ı y l a gelen
mektuplarda " Niye akademi değil de kültür kurumu?" d iye s o r u lmak t a
d ı r . Buna verilecek yanıt " h e r ikisi de" olacakt ı r .
B i r a kad e m i n i n kurulması gerçekten yapılacak işlerin başında g e l i r .
Yukarıda bel irtti ğ i m i z gibi bütün Batı v e B a l k a n ülkelerinde akademiler
va rd ı r . B i rçoklarında ise bunlar bi rkaç yüzyıldan beri iş başındad ı r . A ka
d e m i s i olmayan ülkeyi uygar saymak güçtü r . Bu n e d e n l e bütün ödülleri
beğenilme kten ve a lkışlan maktan oluşan sanat , kültür ve bilim adamları
arasında e n başarılı olanlarını a kadem iye seçip onlara karşı böylece bü
tün ulusun sevg i s i n i ve değerbilirliğini dile getirmek devlete düşen bir
ödevd i r . Ancak bir akademi kurmak zor ve nazik b i r işt i r . H a ks ı z l ı kların
ve yanlışl ıkların yapılacağı besbellid i r ; ancak bu çeşit isabetsizlikler h e r
ü l k e d e olmuştu r . Bunlar yap ılmasın d iye akade m i kurma i ş i n i geriye at
mak haksızlığın ve yanlışlığın e n ağırını işlemek olur .
Kültür kurumu ise çok d a h a önemli bir e ksiğimizd i r . Gerçekten g e r i
kalmışlıktan kurtulmak çaba m ı zda , önerdiğimiz " kültür kurumu" e n b ü
yük ödevi göre ce ktir . Üste l i k kültür kurumundaki a raşt ırmaları ücretsiz
yapacak kişiler üniversite öğretim üyeleri ve yardımc ıları arasınd a n seçi
leceği i ç i n bu işin g e rç e kleşmesi d e kolayd ı r . Parlamentoda part i l e rarası
kurulacak yirmi-otuz kişilik karma komisyon "Türk Kültür Kurumu"nu
yönetecek olan "Yönetim Kurulu"nu seçtiği ve g e re ken ödenekler sağ
landığı gün Türkiye başıbozukluktan çıkmış , bilimsel ve çağdaş bir düzey
üzerine oturtulmuş olacakt ı r . Ancak bu çaba n ı n g e rç e kleşmesi Devlet
Planlama T eşkilat ı ' n ı n ve onunla birlikte parlamenterlerimizin gösterece
ğ i ilg iye ve etkin g irişimlere bağ l ıd ı r .
38
D Ü NYA UYGARLI G INDA YER İ M İ Z
·•
1) Atatürk b u konulara Türk Tarih Kurumu'na gönderdiği bi r mektupta deği nmektedir. Aku rgal . Belle
ten 1 956, s. 580.
2) E . Aku rgal . The birth of G reek art, London 1 968 , s. 25 v.d.
43
de gerek theokratik gerekse absolutist devlet düzenleri egemen olmuş ve
özgür düşünce büyük ölçüde engellenmişt ir. Bu arada lspanya'da ve ltal
ya'da eng izisyon mah kemelerin i ve Gal ilei'nin 1 6 3 3'te bilimsel düşünce
lerinden dolayı göz hapsine mahkum edilmesini hat ırlatmak yerinde
olur . Bunlara faşist ve nazist rejimlerdeki korkunç özgürlük yoksulluğunu
da ekleyebiliriz . Ancak Batıda bu kesintilere rağmen sözde , yazıda ve
her türlü yaşantıda özgürlüğün sürekli olarak yaşadığı bir gerçektir. Bi
lindiği gibi yanlış inançlardan sıyrılmış özgür düşüncenin tarihte ilk par
lak ürünlerini , Batı Anadolu kentlerindeki İonialı doğa filozofları geliştir
diler. Batı Anadolu düşünürleri insanlığa yeni bir davranış ve tutum ge
tirmişlerdir. Bu dünya görüşü özgür düşünceye , özgür rekabete dayanı
yordu. Devlet düzeni Tanrıya bağlanmadığı , yurt sorunları halk ve şehir
meclislerinde olduğu kadar "stoa"larda ve tiyatrolarda bütün yurttaşlarla
birlikte tart ışıldığı için herkes düşüncesini söyleyebiliyordu . Okuma ve
yazma tarihte en yaygın durumuna ilk defa İonia'da, yani Batı Anado
lu'da ve Atina'da ulaşt ı . Böylece Doğuda genellikle sarayın ve rahiplerin
tekelinde olan okur-yazarlık halkın malı oldu .
Yanlış inançlardan sıyrılmış, özgür düşünceye dayalı doğa araştır
malarından müspet ilim doğdu . Şark, hastalıkları cinlerin, perilerin yar
dımı ile tedavi etmek gafletini sürdürürken lonia'da l stanköylü Hippokra
tes özgür düşünce ile hastalığın gerçek nedenlerini aramaya başladı ve
tıp ilminin ilk esaslarını kurdu . Aynı özgür bilimsel araştırma yolunda
yürüyen Karyalı Hexamyes'in oğlu Thales dünyada ilk defa bir doğa ola
yını önceden hesaplayarak MÖ 2 3 Mayıs 585 tarihindeki güneş tutul
masını oluşundan önce haber verd i . Yaşadığımız çağa adını veren atom
sözü ve ka·ıramı da aynı tarihlerde Miletos'ta nazari olarak tespit edild i .
O n u n gibi dinsel kurallardan kurtulmuş özgür düşünce yolu i l e Atina'da
yine o yıllarda halk egemenliğinin temelleri ve iki kuşak sonra MÖ
508'de demokrasi kuruldu .
. . . Ve Atatürk
3 ) Tarihi Osmanı Encümeni İlaveleri 1 - 1 1 , 1 328 Kritobulos, Tarihi Sultanı Mehmet Hanı Osmani. Aynı
konuda: P. Villard , Mehmet il et la guerre de Troie provence Historique 93-94, 361 -373; Pierre
Vidal-Naquet, Homere lliade, Gallimard 1 975, s. 5 v.d.
4) Franz Babinger, Mehmet der Eroberer und seine Zeit, München 1 953, s. 224-225.
49
Batı Tekniği, Ulusal Ruh !
Türkiye 'nin yüzyılı aşkın bir B atılılaşma sürec i içinde bulu nmasına
ka rşın yine de geri kalmışlı ktan kurtulamamış olması çe şi t l i yorumlara
k o n u olmak tadır. Birçokları , daha doğrusu büyük bir çoğu nluk başarı
sa ğla namamı ş olmasını Avrupa taklitçiliğinde ve "ulusal uygar lıktan sap
ma" davranışında aramakta ve örnek olarak Japonya'yı göstermektedir.
Gerçekten Japonya Batılılaşmaya bizden çok sonra başladığı halde bu
gün yery üzünün belli başlı dört-beş ülkesi arasında yer alacak bir düzeye
ula şmı ştır .
Hemen belirtelim ki Japonya'nın Batıdan sadece teknik almış oldu
ğu yolunda söylenenler aldatıcıdır. Japonya bilinmeli ki , laik davranışlı
bir topluluktur. Ulusal törelere , geleneğe saygılı olmak Batılı davranışlı
olmayı engellemez; yeter ki geleneği politikaya , ticaret ve kültür işlerine
karıştırmayalım . Bugün yüksek, ileri ve seçkin boyutlarda aydın olan bir
Türkün anası babası , okur-yazar olmayan kimseler olabilir. Bunun Türki
ye'de örnekleri çoktur . Bu aydın kişinin anasına babasına saygı ve bağlı
lık göstermesi elbette ki doğaldır. Ancak o aydın kişi mesleğinin , uz
manlığının gösterdiği yoldan mı gidecektir, yoksa saygısı ve sevgisi son
suz olduğu için anasının babasının çizeceği doğrultuda mı yürüyecektir.
Yeryüzünün en dindar kişilerinden biri filozof Kant idi . Ancak o , dinle
bilimi kesin biçimde birbirinden ayırmaya önem vermekle ün kazanmış
tır. Japonyalı, töresine bağlılık ve saygı göstermektedir; ancak iş başın
da , bir Batılı gibi davranmaktadır. Bu tutumu , yani laik dünya görüşü ile
Japonyalı hemen işe girişmiş ve ilk amaç olarak sıkı ve düzenli bir çalış
maya koyularak, sağlıklı bir topluluk için birincil koşul olan ticaret haya
tını yaratmış ve ülkesinde sanayiin kurulmasını başarmıştır.
Batılılaşmak ya da gelişmek ve sağlıklı bir yaşam kazanmak isteyen
her ülke , her konu için gerekli kurumları ortaya koymak ve onları yaşat
mak zorundadır. Bilimsel araştırmalar yönünden durumumuz hala ilkel
ölçüdedir. Üniversitelerimizde bilimsel araştırmalar çok sınırlı alanlar
içind e kalm ıştır .
Batılı ülkelerin düzeyine , onların gittiği yoldan ve uyguladı kları yön
temle ulaşıldığını artık bilmemiz gerekmekted ir.
50
ORTA ASYA T Ü RK SANATI
Not : Kuzey ve Güney ipek Yolları üzerindeki şehirlerin sanatları hakkında başlıca eserler şunlar
d ı r: 1 - S I R AUREL STEIN, lnnermost Asia, 1 928. 2 P.PELLIOT, Les Grottes de Touen -
-
54
İ SLAM SANATI VE T Ü RKLER
58
" KEND İ SANATIMIZA
SAH İ P ÇIKMIYORUZ,
TAM B R UMU RSAMAZLIK İ Ç İ NDEY İ Z "
İ
NOT : 23 Nisan 1 977 tarihli bu yazıdaki bazı temenniler bugün yerine getirilmiş olup Türkler tara
fından Sinan üzerine birçok önemli eser yazılmıştı r. Yer darlığından burada ancak Abdul
lah Kuran'ın ( 1 986) ve Metin Sözen, Sami Güner'in ( 1 988) Sinan üzerindeki eserlerini anı
yoruz.
61
ATAT Ü RK VE OSMANLI TAR İ H İ
Bu yazı daha önce 20. 1 2. 1 954 tarihinde konferans şeklinde, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nde
•
Prof. Ades Nimet Kurat tarafından tertip edilen kollokvium'ların biri olarak, umumi efkara sunul
muş bulunmaktadır. Konferans buraya aynen nakledilmiştir.
1 ) Şarkla Garp arasında fark gözetme ve bugün Şarklı ve Garplı mefhumları ile ifade ettiğimiz dün
ya görüşleri arasında mevcut olan ayrıl ıklara işaret etmek bilhassa 1 9. yüzyıl Avrupası nda revaç
ta idi; meydana gelen mefhumlar Avrupalı düşünürlerin ortaya koydukları müşahede ve tetkiklere
göre şekil kazanmışlardır. Bu hususta Fransa, Almanya, lngiltere ve İtalya'da büyük ölçüde neş
riyat yapılmıştır. Avrupalı düşünürler hümanist, koyu Hıristiyan, emperyalist, sosyalist, ırkçı
vesaire olduklarına göre Şarklıyı tarif edişleri değişir. Aynı şekilde Rönesans devrinde de Garplı
ların Şark ve Şarklı hakkında enteresan müşahedeleri vardır. 1 6. yüzyılda Kanuni'ye sefir olarak
gelen ve o devir Türkiyesi hakkı nda dört enteresan mektup yazmış olan Busbek bilhassa zikre
şayandı r. Roma devrinde de Şarkla Garp arasında fark gözetildiğini birçok örnekle tespit etmek
mümkündür. Fakat Şarkla Garp arasında en çok fark gözeten Yunanlılar olmuştur. Helenler ken
dilerinin anlamadı kları dilde konuşan milletlere barbar derlerdi. Fakat bu sözle umumiyetle Şark
lıları , yani Mısır, Mezopotamya ve Anadolu'da mukim milletleri kastederlerdi. Anavatanda barbar
sözünün manası menfi , Yunan kolonilerinde ise müspet idi . 4 . yüzyılda Stoa felsefesinin tesiri ile
Yunan yarımadasında da barbar sözünün kötü manası kaybolur.
Görüyoruz ki müspet olsun menfi olsun Garp dünyası Şark dünyasını kendisinden ayırdet
mektedir. Şimdi biz kendi görüşümüze göre Şark ve Garp kültürlerinin birbirlerinden olan ayrı lık
larına işaret edelim. Objektif bir mukayese yapabilmek için her iki kültür dünyasının kuwetli oldu
ğu devirleri ele alalı m . Öyle zannediyorum ki Şarkın MÖ 9., 8., 7. ve 6 . ası rlar zarfındaki kültürü
nü Yunanlıların aynı zaman zarfı ndaki kültürü ile mukayese etmek doğru olacaktır.
67
müte fe kkiri Ziya G ökalp' in Ş ark ve Garp zihniyetleri üzerindeki düşün
ce lerinden muhakkak ki büyük i lhamlar alm ıştı . Fakat Türk Tarih inin e n
m ü h i m içtimai hadisesini teşkil ede n in kılapları meydana getirmek Ata-
8. ve 7. asırlar zarfı nda Helenler Mısırl ılardan, Fenikelilerden, Asurlulardan ve Hititlerden bir
çok sahada ders almaktadı rlar. Öyle ki sanat alanında tecrübi bilgi ile fikriyat sahası nda yetiş
mek isteyen her aydın Helenli, eline bastonunu al ıp, Mısır, Mezopotamya ve Suriye'nin kültür
merkezlerini karış karış geziyor, öğrendiklerini Hellas'da ve o zamanki bütün Yunan dünyasının
Gymnasionlarında veya Agora gibi toplanma yerlerinde gençliğe ve geniş halk kitlelerine yayı
yorlardı.
Son zamanlarda kesin bir surette ispat edildiği gibi Hesiod'un Theogonie'si yani tanrıların
meydana gelişi hakkı ndaki kitabı tamamiyle Hitit kaynaklarından mülhemdir. (Bu hususta bkz.
G üterbock, Kumarbi Efsanesi, An kara 1 945, T.T.K.) Böylece Yunan mitolojisinin büyük bir
kısmı Hititlerin malıdır. Sanat bakımından da Helenler 8. yüzyılın sonunda Şarkın tesiri altında
dırlar. Fakülte yayımları arasında neşrettiğimiz bir kitapta Helenlerin sanat sahasında Hititlerden
ilham ve örnek aldıklarını ortaya koymuş bulunuyoruz. (E.Akurgal, Spithethitische Bildkunst,
Ankara 1 949.)Aynı durum kendisini daha başka sahalarda da göstermektedir. Helenlerin, he
sap, hendese ve gökyüzü bilgilerinde olduğu gibi, sağlık bilgisinde ve umumiyetle fikriyat saha
sında Mısır'dan ve Mezopotamya'dan büyük ölçüde istifade ettikleri eskiden beri bilinmektedir.
Durum böyle olduğuna göre, bu çağdaki Şark kültürünü kendisini hemen takip eden Yunan kültü
rü ile mukayese etmek yerinde olacaktı r.
Mukayese bizi şayan-ı hayret neticelere götürmektedir. Şark milletleri Yunan kültürünün orta
ya çıktığı tarihe kadar 2500 yıl zarfında zengin bir bilgi hazinesi meydana getirdiler. Fakat bütün
iktisap edilen geniş ve büyük bilgiye rağmen ilmi düşünceye ve ilmi çalışmaya yani bugünkü
müspet ilim zihniyetine ulaşamadılar. Buna mukabil Helenler Mısır ve Mezopotamya'dan öğren
diklerini iki ası r boyunca işledikten sonra bugünkü medeniyet ilminin esaslarını kurdular. Helen
mucizesi adını alan büyük hadiseyi bir tek cümle ile ifade etmek isteriz, o da şudur: "Helenler iki
buutlu Şark kültürünü üç buutlu bir kültür haline yükselttiler. • Bunun ne demek olduğunu ifade
edebilmek için bir iki misal zikretmek icap edecektir.
Mısı rl ı lar hendese ve hesap bilgisine sahiptiler. Buna pratik yollardan erişmişlerdi. Bilfarz
hesap bilgisinde toplamayı ve çıkarmayı öğrenmişlerdi. Fakat çarpı ameliyesini bilmiyorlard ı . 1 2
kere 1 2'yi bulmak için toplama yapıyorlard ı yani 1 2 tane 1 2'yi alt alta yazıp topluyorlard ı . Buna
mukabil Yunanlılar bizim bugünkü hesap ve hendese ilminin bütün esaslarını kurmuşlard ı r. Euk
lid hendesesi halen mekteplerde kullanılan jeometridir. Mısır'da ve Mezopotamya'da ampirik yol
larla bazı hastalıklar tedavi edilmekte idi . Fakat Şarkta umumiyetle hastalı kların menşei kötü ruh
lara irca edilirdi. Halbuki Yunanlı hekim Hippokrates hastalığın menşeini insan vücudunun kendi
sinde, hücrelerin bozulmasında arad ı . Hepimizin mekteplerde öğrendiği gibi Anadolu'daki tabiat
filozofları tabiat hadiselerinin hakiki sebeplerini aradılar ve böylece hurafeden, batıl itikaddan sıy
rılmış bir serbest araştırma yolu ile müspet ilmin esaslarını kurdular. Mezopotamya'da gökyüzü
bilgisi çok ileri bir durumda idi. Fakat bir güneş tutulma hadisesini vukuundan önce ilk defa Miletli
Thales söyledi. Ve 28 Mayıs 585 tarihindeki meşhur güneş tutulmasını önceden hesaplayarak
buldu. Archimedes'in "buldum buldum• dediği fizik kanunu da böyle bir ilmi araştı rma sonunda
bir önce görüş ve önce hesap ediş ile ortaya konmuş bir tabiat kanunudur ki , bu çeşit bir yaratıcı
araştırma örneğine Şarkta rastlanmamaktadır. Böylece Helenler Şarkın bilgisi yerine ilmi vazetti
ler.
Şark edebiyatında tiyatro bir nevi monologdu. Yunanlılar dünyada ilk defa olmak üzere hadi
seleri hikaye etmeyip sahnede oynamaya başladılar ve bugünkü tiyatroyu kurdular. Şarkın hare
ketsiz heykellerine Yunanlılar tabiilik ve canlılık verdiler. Şarkın iki buutlu resim sanatı yerine He
lenler perspektif ile gölge ve ışığı icat ederek üç buutlu resim sanatını dünyaya hediye ettiler.
Bütün bu yenilikler dünya tarihi için o kadar muazzamd ı r ki bunların Şark dünyasında üç bin
yıllık bir medeniyet devri içinde bulunamamış olması cevapland ırılması lazım gelen bir mesele
dir.
E ski Yunanlı ları Şarklı lardan ayı ran ve onlara büyük mucizeyi yaptı ran nedir? Hemen cevap
vere lim: Bunun sebebini Şarkın bütün tarihi boyunca demokrasiyi tanımamış olmasında aramak
lazım d ı r.
68
türk' e nasip ol muştur . Atatürk'ü başarıya götüren iki mühim sebep var
d ır . Bunlard a n b irisi onun Şark ve Garp kü ltürleri karşısında sarih ve ke
s in kanaate sahip olma s ı , ikincisi d e e lde ettiği bu sarsılmaz inancını ra-
Dikkat edilirse beş bin yıllık Şark tarihinde bir tek demokratik devlet yoktur. Buna karşılık
Garp aleminde demokrasi yani halk hakimiyeti çok eskidir. İyonya'da, yani Batı Anadolu'da hiç
olmazsa 8. yüzyıldan beri , Atina'da ise MÔ 508 tarihinden beri demokrasi mevcuttur.
Demokrasi hür düşünceye, hür harekete ve umumiyetle serbest çalışmaya meydan verdiği
içindir ki müspet ilim Batı Anado l u ' n u n hür şehirlerinde doğmuştur. Nitekim, tabiat filozofları
nın Hellas'da değil de Batı Anadolu'da yani demokrasinin daha önce tatbik edilmiş olduğu mu
hakkak bulunan bir bölgede ortaya çıkması yine bunun bir izahıdır.
Diktatörlükle ve mutlakiyetle idare edilen memleketlerde hürriyetin bulunmayışı , orada ser
best düşünceye ve serbest çalışmaya imkan veremez. Bütün memleketin idaresi bir tek şahsın
elinde olduğu takdirde, bize tarih binlerce örnekle anlatmaktadı r ki hürriyet en kısa bir zamanda
ortadan kaybolmaktadı r. Halkı istismar eden kral veya Tyran kendi hükümranl ığını ebedi kılmak
için bütün kötü yolları dener ve en korkunç usulleri tatbikten çekinmez. Eski devirlerde siyasi ida
reyi elinde bulunduran tek kuvvet aynı zamanda dini otoriteyi de elinde tutuyordu. Hakimiyetini
tarsin etmek için o dini de istismar edecektir. Bu korkunç menfaat düşüncesi ona en umulmaz
şeytanlıkları ve hileleri de yaptıracaktır.
Hastalı kların, afetlerin ilahi veya şeytani sebepten geldiğine insanoğlu inanmaya çok meyyal
dir. Fakat halkın buna inanmasına mutlakiyet idaresi büyük önem verir. Hatta halka bunu telkin
eder. Halkı ezer, kendisi rahat eder. Kezalik halkı esir olarak kullanabilmek için bir-iki vasıta da
ha vardır. Onlardan biri bir lokma bir h ırka zihniyeti, diğeri de öteki dünyaya bağlılık ihtiyacının
kamçılanmasıdır. insanlar yaradılışları itibariyle ölümden korkarlar. insanları avutmak için en tatlı
teselli ona öteki dünyada saadetler vaadetmekle mümkün olabilir. Tecrübe göstermiştir ki insan
lar buna kolaylıkla aldanmaktadı rlar. Binaenaleyh, dinlerin iyi bir niyetle icadettikleri bu teselliyi
mutlak idarenin başındaki adam kendi menfaatine istismar eder. Üstelik bir h ı rka bir lokma zihni
yetini aşılayarak halkı kanaatkar bir hale getirir ve ondan elde ettiği menfaati kendi şahsına ve ic
raatını destekleyen Timokrat'lara yani zengin ve nüfuzlu kimselere, şeyhlere ve eşrafa hasre
der.
Eğer beş bin yıll ık Şark tarihi tetkik edilirse, durumun hemen her zaman böyle olduğu görü
lür. Arada bir iyi kalpli bir hükümdar ortaya çıkmıştır. Fakat bu bir istisnadı r. Kaldı ki kurulmuş
olan mekanizmayı adil bir hükümdar da değiştiremez. İşin garibi, esaretten kurtarmak istediği
halkın kendisini, karşısında isyankar bulur.
Şark böyle bir hava içinde doğmuş böyle bir hava içinde yaşamıştır. Böyle bir atmosferde ise
serbest düşünceye imkan bulunmadığından Şark alemi Garp dünyasının platformuna yüksele
memiştir.
Şarkla Garp arasındaki bu farklı durum ortaya çıktıktan sonra Şark bir daha eski parlak gün
lerine dönemedi. Garp demokrasiyi tatbik etmeye başladığı günden itibaren Şark Garbı takip et
mek zorunda kalmıştır. Abbasiler devrinde, Türklerin de hissesi olan bir ilmi hareket neticesinde
felsefe ve müspet ilimler sahasında büyük başarılar sağlandı . Cebir ve kimya ilimleri tedvin edil
di. Avrupa ilimleri bugün o zaman konulan isimler altında adlandırılmaktadır. Fakat bütün bu ilmi
faaliyet bilindiği gibi eski Yunan kaynaklarına dayanmaktadır. Bu yüzden buna bir Şark başarısı
değil bilakis Garbin Şarktaki bir meyvesi, bir eseri olarak bakmak zorundayız ve bu devri de İlk
Rönesans olarak vasıflandı rabiliriz.
Şarkın tevekkül havası ve mutlakiyet idaresi altında bu ilmi hareket kısa sürdü. Buna benzer,
kültür hareketleri diğer Şark milletlerinde ve bu arada Uygurlarda, Selçuklularda ve Osmanlı
Devleti'nin parlak günlerinde göründü. Şu var ki bu hareketler ya eski Helen kültürüne dayan
maktadı r veya Şarklı köklere gitse bile Garp kültürü ile ölçüşecek bir çap gösterememektedir.
Denebilir ki kültürler arasında kıymet hükmü vermek, birisini ötekisinden yüksek veya alçak
addetmek doğru değildir. Çin kültürü mü yüksektir, yoksa Hint kültürü mü yüksektir meselesinde
bu düşünce yerindedir. Çünkü bu kültürler birbirlerinin benzerleridir. Fakat öyle kültürler vardır ki
birinin diğerinden üstünlüğü zahi rdir. Bilhassa hukuk sahasında, yani adaletin mutlak olup olma
masında ve müspet ilimlerde elde edilen iktisabat ile bu fark Şark ve Garp kültürleri arasında ba
riz olarak mevcuttur.
69
dikal bir metotla ger çekl eştirmiş olm asıd ı r . At atürk tarih ten aldığı i l ham
larla Türk milletinin madd i ve bilha ssa manevi sahada Garplılaş tırılması
n ın bir zaruret olduğun u anlamış ve bunun ise ancak rad i kal icraatle ger
çe k leşebi leceğin i düşünere k ona göre hareket etmiş ve böylece başarıya
ula şmı ştır .
Garp kültürünü Şarka aşılamaya ilk çalışan Büyük lskender olmuş
tur . Fakat o bu tecrübede muvaffak olamadı . Çünkü Şark alemini tanı
mıyord u . Buna karşılık Atatürk teşhisini doğru koydu ve giriştiği büyük
işte muvaffak oldu. Atatürk ne yaptı ve nasıl muvaffak oldu? Bunun ce
vabını vermeden Büyük İskender'in ne için muvaffak olamadığını tetkik
edel im :
Büyük İskender Şark ve Garp kültürlerini birleştirmek, bu iki dünya
nın en iyi taraflarını alarak, yeni, büyük ve birleşik, fakat Helenleştiril
miş bir alem yaratmak istiyordu. Alman tarihçisi Droysen bu sebepten
İskender'den sonraki Yunan tarihine haklı olarak Hellenismus adını koy
du . 2 Bu , Şarkı Helenleştirme hareketi idi . Fakat bu iki dünya insanları
arasında duyuş , görüş ve dünyayı anlayış o kadar başka idi ki ikisini bir
leştirmek imkansızdı . Esasen Helenler bu işe razı olmamış ve her fırsatta
İskender'e bunu hissettirmişlerdir. İran elbiseleri giyen Büyük İskender
İran örf ve adetini de tatbik ediyor, İranlılara eteğini öptürüyordu . İsken
der'in bu hareketlerini Helenli arkadaşları ve dostları esefle karşılıyor ve
nefretlerini de ifade etmekten geri durmuyorlardı. 3
Filvaki başlangıçta MÖ 4 . yüzyılın sonunda ve 3 . yüzyıl boyunca Su
riye ve Anadolu'nun hatta İran ve arkasının Helen kültürüne bağlandığı
nı, Yunan kültür ve sanatının H indistan'a kadar yayıldığını ve bu tesirin
MS 7 . , 8. yüzyıllara kadar Asya'nın birçok yerinde devam edip gittiğini
müşahede ediyoruz .
Fakat Şarkın Helenize edilmesi yanında Garbin de Şarklılaşması ha
disesinin yavaş yavaş sessiz ve gürültüsüz başlamış olduğunu _ görüyoruz.
O günkü Yunanlılar bunun farkında bile değillerd i . Çünkü dış görünüşte
üstün gözüke n , siyasi idareyi ve hakimiyeti elinde bulunduran Helen
kuvvetleri idi .
Hellenismus devrindeki Garp üstünlüğü MÖ 8 . ve 9 . yüzyıllardaki
Şark üstünlüğüne benzer . O zaman Doğu a lem i Batı alemine hocalık
4) Aynı mesele hakkında bkz. Ekrem Akurgal , Phrygische Kunst. s. 1 1 4 ; Ankara 1 955.
72
Tarihte i l k defa Atat ürk Anadolu yarımadasının zayıf ve kuvvetl i ta
r a fla rını sezmiş ve onun ancak bir bütün halinde zinde bir devlet ve ülke
ol a b il e c eğ i n i görmüş ve bunu da gerçekleşt i rmişt i r . Atatürk A n kara'yı
ba şkent seçerke n H itit ve Fryg devletle rinin misaline uymuş, devlet mer
kezi ni yarımadanın ortasında kurarken onun ancak bugünkü sınırlarla
çe vrili bir ülkenin başkenti olması lazım geldiğini düşünerek hareket et
miş tir . Milli Mücahedenin gayesi bu idi . Atatürk bu hudutları temin ettik
ten sonr a kurduğu devletin ideal vatanını bulduğuna kanaat getird i . s
A rap memleketlerine sarkmak veyahut Türkler tarafından meskun olan
B alk anl ar'a uzanmak anavatanın bütünlüğünü sarsacaktı . Onun için yurt
ta sulh , cihanda sulh parolası verild i .
5) Anadolu yarımadas ı n ı n bütünlüğü için lüzumlu olan Hatay, önce Fransızlarla yapılan b i r anlaş
maya göre sonradan ilhak edildi. Anadolu yarımadasının jeopolitik bütünlüğü bakımından bazı
adalar da aynı manayı taşımaktadı rlar.
73
Atatürk h iç şüph e yok ki buna b e n zer misalle ri bil iyordu ve memle
keti n i Garplılaştırmay a başlarken o gün e k adar kimse n i n sezemediği ve
ya tatbik ede med iği es aslara dayanara k hareket etti . Şimdi bu esasları
bulma ya çalışa lım :
Atatürk Anadolu topra kları içinde yer alan Türkleri bir kültür birliği
altında manen müttehid bir kitle haline sokmak için çareler arad ı . Mem
leket geri kalmıştı. Fakat bu gerilik yalnız iktisadi veya zirai değild i .
Memlekette kültür buhranı d a vard ı . Eski Osmanlı kültürü hayatiyetini
kaybetmiş , gelenekler sarsılmış , Tanzimatla başlayan Garplılaşma hare
ketleri de , birçok yeniliğin memlekete girmesine rağmen , arzulanan se
mereyi verememiş, satha sürülmüş bir ciladan ibaret kalmışt ı . Manzara
tıpkı Hellenismus devrindeki Şark memleketlerinin aynı idi . Dış görünüş
Avrupalı fakat ruh ve maya Şarklı idi . Bu durum karşısında Atatürk
memlekette iki büyük manevi kıymetin eksikliğini sezd i . Türk milletinin
benliği sarsılmış, kendi kendine itimadı kaybolmuştu . Osmanlı lmpara
torluğu'nun son asırlarındaki devrede Türklük kaybolmuş hatta Türk ol
mak bir nevi şerefsizlik ve aşağılık manasını almışt ı . M illi Mücadele gün
lerini ve bilahare Türk tarih tezinin ortaya çıktığı günleri beraber yaşa
yanlar veya o devirlerde yazılmış olanları okuyanlar hatırlayacaklardır ki
Atatürk'ün birinci amacı Türk milletine benliğini kazand ırmak, onun da
şerefli bir maziye ve büyük hasletlere sahip olduğunu kendisine anlat
maktır. Atatürk'ün her tarafta Türklüğü öven ve "bir Türk yüz düşmana
bedeldir" şeklindeki formüllere kadar giden sözleri hep bu manada sarf
edilmiştir.
Türk milletine benliğini kazandırdıktan sonra memlekette Osmanlı
İ mparatorluğu'nun yükseliş çağlarında mevcut olan hürriyet havasını ye
niden uyandırmak ve onu daha sağlam temellere dayandırmak için Ata
türk demokrasinin kurulmasını lüzumlu gördü ve Cumhuriyetin ilanını ilk
iş olarak gerçekleştird i . Böylece Yakın-Şark dünyasında ilk demokrasiyi
Atat ürk kurmuş oldu . 6
Çok iyi tarih bilen ve bütün çalışmalarını ondan aldığı ders ve il
hamlarla yürüten Atatürk Şarkta ke ndisinden önce demokratik bir hükü
metin bulunmadığını çok iyi biliyordu. Nitekim lslam ve Arap tarihinde
bazı devirleri cumhuriyet olarak mütalaa etmek isteyenlere karşı Atatürk
henüz neşredilmemiş bir mektubunda 7 "Arap ve İslam tarihinde cumhu-
6) Uzak Şarkta Çin 1 9 1 2 tarihinde Cumhuriyet idaresini tesis etmekle Türklere tekaddüm etmiştir.
7) Bu mektup Türk Tarih Kurumu arşivinde sakl ıdır.
74
ri y et denecek bir dev ir yoktu" demekte ve böylece Şa rkta demokrasinin
me vcut olmadığına e hemmiyetle işaret etme kted i r . Binaenaleyh Atatürk
c u m h u r i y et idare s i n i , Avrupa devletlerinin benzeri bir devlet kurmuş ol
mak i çi n değ i l , benliğine ulaştırdığı milletini hürriyete kavuşturmak için
k ur mu ştur.
M illetine benliğini ve hürriyetini kazandırdıktan sonra Atatürk , inkı
la p hareketl erine geçti . Bu hareketler daha önce de söyled iğimiz gibi
Türk cemiyetinin Garplılaştırılması demektir. Şu var ki burada Ata
tü rk 'ün Büyük İskender veya birçok Şark milleti tarafından bilerek veya
bil mey erek takip edilen yolların ve metotların dışında bir usul takip etti
ğin i görüy oruz .
Atatürk Garplılaştırma hareketinde çok cezri (köklü) hareket etmiş
tir. Ve onun için de muvaffak olmuştur. İskender'in Synkretismus yolu
ile halletmek istediği konuda Atatürk, tarihin verdiği misallerden ilham
alarak Şark ve Garp kültürlerinin bir dualizm halinde yan yana yaşama
sını zararlı görerek cezri hareket etmiş ve Şarklı dünya görüşünü kökün
den silece k inkılaplar yapmıştır. Konuşmamızın başında ifade ettiğimiz
ve birçok örnekle de izah ettiğimiz gibi Şark ve Garp kültürlerinin bir
arada yaşaması takdirinde daima Şark kültürü galip gelmiştir. Binaena
leyh Garplılaşma hareketinde ortalama yol yoktur.
Atatürk 1 93 1 yılında Türk Tarih Kurumu'na gönderdiği bir mektup
ta Şarkın bir hırka-bir hurma zihniyeti ile tarih yazılamayacağına işaret
etmektedir. Binaenaleyh mevzuubahis olan , Şarklı dünya görüşünün ,
öteki dünyaya bağlı olma ve bir lokma-bir hırka ile iktifa etme zihniyeti
nin ortadan kaldırılmasıdır.
Şark memleketlerinde hürriyetin bulunmayışını demokrasinin mey
dana gelmemesi ile izah etmiştik. Fakat şu suale de cevap vermek lazım
dır. Şarkta demokrasi niye doğmadı? Hiç olmazsa 508 tarihinde Ati
na'da Kleisthenes tarafından kurulduktan sonra Şark memleketlerine te
sir edebilird i . Sual çok mühimdir ve Şarkın makus talihi de bu sual için
de saklıdır. Sualin cevabını Atatürk'ün icraatında ve inkılaplarında göre
biliriz . Bir muhit herhangi bir hastalıkla , bir afetle kaplı olunca onu ,
mevzii veya yarı tedbirlerle değil ancak kökünden silen ve temizleyen
hareketlerle ortadan kaldırmak mümkündür. Şarklı dünya görüşü de
böyle bir hastalıktı r , manevi bir havadır. O ancak rad ikal tedbirlerle yok
edilebilir. Rad ikal tedbirler Atatürk'e kadar alınmadığı için Şark, Şarklı
dünya görüşünden k u rt u lam a m ıştır .
Tam manası ile Garp l ı laşma mevzuunda bazı ayd ınlarımız sakınca
75
gösteri rler . Fakat bunun bir ve h i m he m d e çok kuru bir veh im olduğunu
bir-iki m isal ile izah et me k mümkündü r . Bil farz musiki mevzuunda ala
turka musikiyi terk ett i ğ i miz takd i rde mill i ka r a kte r i m i z i kay bedeceğimizi
ile ri süre rler . Alaturka musiki n i n geri metoduna bağlanmak deme k bir
mimarın "Ben cedd im Sinan gibi kemerli ve kubbeli binalar yapacağım"
demesi gibi bir şey olur. Adnan Saygun'un oratoryosu , veya diğer mo
dern kompozitörlerimizin eserleri Avrupa metodu ile yazılmıştır , fakat
bunların hepsi bütün ifadeleri ile birer Türk eseridir. Keza Borodin'in ve
ya Rimsky-Korsakow'un Avrupa metodu ile çalışmalarına rağmen eserle
rindeki her tonun Rus ruhunu aksettirmesi gibi . Avrupalılaşmanın milli
karakteri bozmadığını gösteren en güzel örneğini Macar milleti vermek
tedir. Eğer Garplılaşmak milletlerin benliğini yok etseydi bugün Avru
pa'nın ortasında yerleşen Macaristan'ın kendine has kültürü , örfü ve
adeti ile yaşamasına imkan olur muydu?
Garplılaşma bizi kozmopolitleştirmeyecektir. Eğer çalışıyorsak ve
bir Avrupalı kadar çok ve Garplı dünya görüşünün gerektirdiği kadar
çok ve muntazam çalışıyorsak bizim de kendimize has yeni bir kültürü
müz olacaktır. Atatürk'ün düşündüğü de bu idi . Atatürk bizi Şark itiya
tından Avrupa itiyadına alıştırmaya dikkat ediyordu . Bu itiyat mevzuun
da küçük bir hatıramı anlatacağım. 1 93 1 yılında birkaç gün için Yalo
va'ya gitmiştim . Bir akşam geç vakit kaplıcanın yakınındaki çınarların al
tında oturuyorduk . Bir aralık etraf kaynaştı . Ve "Gazi alaturka plakları
istiyor" dediler. Bu benim üzerimde çok büyük tesir bırakmıştı . Avrupa
musikisini memleketine örnek gösteren Atatürk kendi şahsı için alaturka
musikiye ihtiyaç duyuyordu. Çünkü o, kafası ile bu memleketin çoksesli
musikiyi kabul etmesini lüzumlu gördüğü halde kendisi zaman zaman
alaturka musikiye ihtiyaç gösteriyordu . Çünkü o da bir insandı ve gençli
ğinde alaturka musikiye çok alışmış olduğu için bu itiyadının tesirinden
kurtulamıyordu. Bunu çok iyi anlayan Atatürk iki itiyadın bir arada gide
meyeceğini bildiği için cezri hareketlere başvurmuştu . M uvaff akıyetinin
sebebi de bu oldu .
İta lya gibi uygar memleketlerde görülen olumlu yarışma ortamı yaratıl
mış ola caktır .
Yazımı b i r soru , daha doğrusu b i r temenni i l e bitirme k isteri m . Dil
ve tarih akademilerini kuruyoruz da geri kalan temel ve sosyal bilimleri ,
örneğin felsefe , matematik, fizik, kimya , biyoloj i , edebiyat , sanat vs . gi
bi dalları neden ihmal ediyoruz? Batı dünyasında komşularımız dahil hiç
bir ülke yoktur ki , orada bütün ilim dallarını kapsayan bir akademi bu
lunmasın . Dünyaya ayak uydurmak istiyorsak , çatısı altında bütün temel
ve sosyal bilimleri bir araya toplayan bir "bilimler akademisi"nin kurul
masını bir an önce gerçekleştirmeliyiz .
Ana muhalefet partisi lideri Erdal l nönü'nün bir süre önceki girişim
leri çok yararlı oldu. Çünkü Kürt sorunu tabu olmaktan çıkarılırsa daha
kolay çözülür . Yoksa bir yandan yabancı dost devletlerin gösterdikleri
aşırı ilg i , öbür yandan bizim ters doğrultuda davranışlarımız konuyu ge
reksiz yere büyütmektedir. Aziz Nesin geçen gün ( 1 7 Şubatta) Cumhuri
yet'te yanlış tutumumuzu açıklıkla dile getirdi: "Yanlış tarih tezimiz Kürt
leri Türk saymaktadır. Bunun sonucu kendi kazdığımız kuyuya düşüyo
ruz . Bu insanlara sen Türksün demekle Türk olunmaz . " Gerçekte ekono
mik nedenlerden kaynaklanan Kürt sorunu, akılcı ve bilimsel yöntemler
le ele alınmalıdır. Bunlardan birkaçına değinelim.
Kürtlerin Kökeni
Kürt Kültürü
Sonuç
2) Lou is M assignon, lslam Sanatlarının Felsefesi (Burhan Toprak, Din ve Sanat, s. 26-27. Suhulet
Kitabe vi) .
92
ze vkimize yaraşır bir bahçeciliğe yakın da kavuşmayı dört gözle bekliyo
ru z . Zevk duygumu z ve kafa anlayışımız Lat in ruhundaki Barok sanatın
"symmetrie "sine yaban cıd ı r . Bizim çok eskiden beri , l ngilizlerde olduğu
gibi , "evde" geçen , biraz içimize kapal ı bir hayatımız vard ı r . Yurdun ikli
m i de bunu gerektiriyo r . Yarının bahçesi dünden örnek alarak, bir "tabi
at bahçesi" şeklinde gelişece ktir.
Mekan Bütünlüğü
Çıraklıktan Kalfalığa
Nit ekim Sinan , Selimiye ile asıl amacına bir daha yönel di ve bu s o n
aşa ması ile kendisinin ve onunla birlikte Türk sanatının en güz el ve e n
b aşarılı eserini ortaya koydu. Bu yapıda Şehzade Camii'nin dört yö nd e ki
büyü k yarım kubbeleri kalkmıştır, onların küçükleri köşelere geç mişt ir ve
büyük kubbeyi köşelerdeki bu küçük dört yarım kubbe ile sekiz büy ük
ayak taşımaktadır. Artık Sinan amacına ulaşmıştır. O bir tek kubb e il e
böylece kare planın her noktasını örtmek olanağını bulmuştur. Sina n bu
başarıs ı ile İslam dinine en uygun ve en elverişli ibadet evini geliştir miş
tir. O bu yapıtla ayn ı zamanda dünya sanatının en güzel ve en ilginç
merkezi planlı yapısın ı yaratmıştır. Denebilir ki , Sinan Türk mimarlığı
nın amacı olan mekan bütünlüğünü Selimiye'de gerçekleştirdiği içindir ki
bu yapıtını ustalık eseri saymaktadır .
96
Eşsiz Süleymaniye
Sanatın Doruğu
Yeni-Klasik Akımı
Batılılaşma
1 01
da çağdaş ve evrensel ol maları da gere ki r . Gö kde len ler bütün düny ad a
gözd ed i r . Türkiye' n i n bu akım d ışı nda kalması ola naks ızdır . N ite kim k i
mi Türk yapılarının Batıdaki ben zerlerin in n iteliğ inde başarıl ı o ldu kl ar ı n ı
görüy or ve bundan kıvanç duyuyoruz . B ütün yurt düzeyine y ayıl m am a k
koş ulu ile evrensel mi marlı k yapıları n ın belirli merkezlerd e yer al m a s ı
zorun lu dur. Ancak bu övgüye değer , yetenekli mimarlarımızda n e vre n s e l
mima rlığa giderek bir Türk karakteri kazandırmaları nı bekliyo ruz . T ı p k ı
Selçuk lular ın ve Osmanlıların , Arap , İ ran ve Bizans sanatlarınd a n ge n iş
çapta esinle ndikleri halde büyük ve eşsiz bir mimarlık yaratmı ş o l ma lar ı
gibi .
1 05
TAR İ H İ HARABELER İ M İ Z
1 09
re simler 1 6 . yüzy ıl kum aşların ı n güzel örnekle ri ol ar a k sergiyi geze nl e
,
böyl ece d i kkatleri üzerlerine çe kiyorlar , yerine göre de bir dua nı n b it t ı· g- ı-.
n i ya da başlayacağ ını vurguluyor lard ı .
Bütün b u kral alemlerinin hemen hepsi, bir çift boğa boy nu zu üs
tünde yer almakta , yani onlar tarafından taşınmaktadırlar. Bu dur u mu
göz önün de tutan bu satırların yazarı söz konusu alemleri bu gün b il e Y a
şaya n bir masala bağlamıştır. Hemen hepimiz bize anlatılan ma sa ll a r
arası nda şu bir tanesini de dinlemişizdir: "Dünya bir ö küzün boy nu zl ar ı
üze rinde durur ve öküz başını salladığında yer sarsıntısı olur. "
Hattiler Kimdi?
Y a Hititler?
1 13
TÜ RK İ YE' N İ N DIŞA TANITILMASI
Saygınlık İ çin . . .
Nasıl Tanıtırız?
115
tanıya nların sayısı d a çok s ı n ı rl ıdır . Oysa T ürk kü ltü rünün dünyad a bu
gün art ı k tanınmayan , f akat bir zamanlar çok ünl ü ola n halıcılık, k u m a ş
1 ) Yun us Emre'nin Fransızcaya yapılan çevirilerini özellikle aşağıdaki yazarlara borçluyuz: Sabahat
tin Eyuboğlu, Bedrettin Tuncel, Mehmet Kaplan , Yves Regnier, S. Lemaitre, G.Challand, Nim e t
Arzı k, Pertev Naili Boratav, Tahsin Saraç ve Azra Erhat. Bu konu üzerinde bkz. Bedrettin Tun c e l
.
Olanaklarımız
2) Şi mdi Sinan konusunda çok değerli bir kitap yayı mland ı : Aptullah Kuran, Sinan The Grand Old
M aster of Ottoman Architecture , İ stanbul 1 987.
117
mışt ı r . Bugün baskıları r ahatlıkl a e l l i b i n i hatta yü z b i n lerce nü sh ayı bu
_
1 21
U LAŞTI G IMIZ D Ü ZEY İ GER İ LETMEYELİ M
Bilimde Atılım
1 22
K ita p sızlık Yüzünden
Sonuç
1 24
ESK İ ESERLER VE TUR İ ZM
Eğitim
Ne Yapmalı?
Gördüm, Kaçtım
1 27
Kirli Bir Dünya
Milliyet, 2 5 Mayıs 1 97 1
1 28
ESK İ ESER KAÇAKÇILI G I
Bugün mermer heykell eri ya da mabet ve sar ay kalıntıla rını art ık ki
reç kuyularında eritmiyoruz. Anca k , Atatürk devrinden son ra , eski es e r
ler tıpkı Osmanlı devrinde olduğu gibi , yine dışarıya götürülm ekte dir . O
gün den bu yana bir tek değişiklik olmuştur. Eskiden devlet ida resini n b il
gisizl iğinden giden eserler bugün , devlet ve millet olarak bu konuda g ö s
terd iğimiz tedbirsizlikten kaçırılmaktadır. Bugünkü durum bir bakım a e s
kisinden daha korkunç ve daha acıklıdır. Şimdi harabeler ve o eski an ıt
lar h azine arayıcıları eli ile dinamitlenmekte , örenler yağma edilm e kt e
dir.
ikinci Dünya Savaşı'ndan sonra zenginleşen birçok Avrupa ülkesin
de ve ayrıca Amerika'da eski eser toplama merakı büyük ölçüde artmış
tır. Bu nedenle eski eser kaçakçılığı Türkiye'de iktisattaki "arz ve talep"
kanununa uygun olarak gelişmektedir. Uluslararası şebekeler tarafından
idare edilen "çarıklı arkeologlar" , ellerindeki büyük şişleri harabelerde
toprağa batırıp içlerinde mezar hediyeleri saklı bulunan lahit ve küpleri
aramakta , bazıları da sistematik olarak her çeşit eski kalıntı taharri et
mektedir. Bunlardan bazıları manyetik maden arama aletleri de kullan
maktadırlar . Aralarında para toplayarak "şirketler" kuran gruplar gecele
ri çoban köpeklerinin himayesinde ve haberciliğinde lüks lambaları ile
"arkeolojik" kazılar yapmaktadırlar .
Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde ve özellikle İsviçre'de faaliyet gösteren
antikacıların mağazaları Türkiye'den getirilmiş eserlerle doludur . Neşre
dilen kataloglarda bu eserlerin resimleri yer almakta , fiyatları ve bazen
de Anadolu'da bulundukları yerler kaydedilmektedir. 2 ile 30 bin İsviçre
frangına satılanlar yanında adları kataloglarda geçmeyen fildişi , gü müş
ve altın eserler astronomik rakamlarla Avrupa ve Amerika müze lerin e
akta rılmaktadır . Sadece bu on beş yıl içinde Türkiye'den kaçırılm ış eser
lerle müstesna değerde bir müze kurabilirdik.
İ hracat Müsaadesi
Kat ıldığım uluslararası bir toplantıda, bir resmi konuşma sır asın d a
Tür kiye'den kaçırılan eserler konusunda yakındığımda Avrupa mü zele
rin den birinin müdürü , "Elbette kaçırılacaktır, çünkü siz elin izdek i ese r
le rden bize hiç vermiyorsunuz ; bizim müzelerimiz nasıl beslenece k?" d i -
1 30
y e cevap verd i . H is lerini g izleyem eyen meslektaşıma gereken obje ktif
kar şılığı ve rd im . H atta orada bul unan d iğer Avrupalı meslektaşlarımdan
d a d e stek gördüm . Ancak nezaket gereği tarafımı tutan müze müdürleri
n in de aslın da başka türlü düşünmed i klerini bilmemizde yarar vardır. N i
t e k i m , " Milletle rarası Kazılar Yönetmeliğinin" hazırlanması nedeni ile bir
T ü rk mesle ktaşımla birlikte katıldığım bir başka toplantıda Avrupa ve
A me rik a müzelerini temsil eden arkeologların şiddetli baskılarına maruz
kal mışt ık; o konuşmalarda hepsi birden Akdeniz memleketlerinden , ka
n u ni yolla rdan , eski eser ihracına müsaade edilmesini istiyorlard ı . Türki
ye 'n in böy le bir kararı kabul etmesi düşünülemezd i . ltalya delegeleri de
kesi nlikl e red cevabı verdiler. Yönetmelik tabiatıyla bizim istediğimiz şe
k il de çıktı .
Avrupa ve Amerika müzelerinin Türkiye ve diğer Akdeniz ülkelerin
de y apılan kaçakçılığı açık veya kapalı desteklediklerini bildiğimize göre
çal ış malarımızı çok dikkatli yapmamız gerekiyor. Aksi takdirde önceleri
y üzyıllar boyunca cehaletimiz yüzünden alıp götürülen eserlerin arkasın
dan şimdi yenileri tedbirsizlik yüzünden kaçırılacaktır.
Kaçakçılık konusunda Müzeler U mum Müdürlüğü aslında çok güzel
tedbirler almış bulunmaktadır. Eskiden kaçak kazılarla veya rastlantı bu
luntularla elde edilen eserleri jandarma ve polis eli ile müsadere eden
müzelerimiz şimdi devletin kendilerine verdiği ödeneklerle satın almakta
dırlar . Bununla beraber bu ödeneği birkaç misline çıkartmak gerektir.
Aksi takdirde bizim müzelere üçüncü , dördüncü sınıf eserler kalacak,
önemlileri ve güzelleri dışarıya gitmekte devam edecektir.
M illi Eğitim Bakanlığı'nın dışarıya kaçırılan eserlerin satışa çıkarıldı
ğı yabancı ülkelere heyet gönderi p , bu eserlerimizin satın alınarak yur
du muza geri getirilmesi yolundaki çalışmaları da dünya kamuoyu önün
de ya rattığı anlamlı etki bakımından çok yararlı olmuştur.
Müzeler Umum Müdürlüğü'nün eski eser müfettişlikleri tesis etmesi
de çok yerinde bir tedbirdir. Ancak, sağlanan iki kadro büyük bir ülke
ol a n Türkiye için çok yetersizdir. En aşağı on müfettişin her an daimi
ş e kil de teftişte bulunmaları ve nakil vasıtaları kullanmak bakımından ra
hat i m kanlara sahip olmaları gerektir.
Bekçiler Az
Milliyet, 1 4 Haziran 1 97 1
TAR İ H BOYUNCA D İ N VE DEVLET
1 35
eden beylikle rin tap ına kları ve rahiplerin ev leri yer alıyord u . Böyle c e
Hattuşa kenti halkın ot u rduğu değil , tapınakl arın ve ra hip evleri n in bu
lun duğu bir yapı manzume siydi .
Başlıca tanrıların d e ğişik bölgelerde değişik sanlarla ve adlarla an ıl
mala rından ve başkent Hattuşa'da düzinelerce küçük tap ınağın yer alm a
sından anlaşılacağı üzere Hitit döneminde bölgeler ; şeyhler, mollala r ve
tarikat lide rleri gibi rahip gruplarının egemenliği altında ydı . Yani her b0 1-
gede kendi başına buyruk bir tarikat lideri bulunmaktayd ı . Hitit kr all ar ı
düzinele rce tarikat liderini synkretism yöntemiyle , hoşgörülü bir davr a
nışla idare ettiği sürece H itit imparatorluğu İÖ 1 3 . ve 1 2 . yüzyılda dü ny a
egemenliğini M ısır'la paylaşacak düzeydeyd i . Ancak synkretism yön tem i
nin geçerliliğini yitirmesiyle imparatorluğun gücü de sarsılmaya başladı.
Nitekim rahip olarak yetişen III . Hattuşili , bir Hurrili rahibin kızı olan eşi
Puduhepa ile birlikte dini siyasete alet ederek Hurri inancını Hattuşa'ya
soktular ve böylece H itit kimliğini yaraladılar. Onlardan önceki krallar
ve kraliçeler, idarelerindeki Anadolu'da yaşayan dinleri saygı ve hoşgörü
ile karşıladıkları gibi, kendi öz inançlarına, Hatti kökenli H itit dinine de
sımsıkı bağlı idiler. Ülkelerine yeni bir din akımının girmesi ve onun siya
sete alet edilmesi , imparatorluğun çözülme nedenlerinden biri oldu.
Hellenlerde Din
1 39
yüzyıl a , Rönesans atılı m ın ın gerçekleşmesi t arih ine değ i n , egeme n ol
muştu r . Rönesans hare keti ve ondan sonra geli şe n Avrup a , d in ve dev
leti a yırara k bizim laik dedi ğimiz hedefe ulaşm ıştır .
id i .
Müsabakalar Gymnasion'larda yapılırd ı . Delikanlılar burada çıplak
vü cutla çalışırlard ı . Yunancada "Gymnos" çıplak demektir. Jimnastik ke
limesi de buradan gelir . Çıplak olarak vücut terbiyesi yapmak manasını
ve rir . Helle nler bu müsabakaları ile tanrıya ibadette bulunduklarına inan
dık ları için bu Gymnasion'lar hep mabetlerin civarında bulunur , onların
sa yılırd ı . Dünyanın en büyük heykeltıraşları olan Hellen sanatçıları en
gü zel eserlerini atlet mevzuları üzerine verdiler. Eski Yunan heykeltıraş
la rının tunç heykelleri , güneşte yanarak tunçlaşmış genç vücutların tas
virleridir. Hellenler aynı duygu ile hemen bütün tanrılarını da genç atlet
ler şeklinde canlandırıyorlard ı . Yunan sanatında 7. ve 6 . yüzyıllarda (ar
kaik devirde) sanatçıların kadın mevzuunu ihmal edip genç erkek tipini
işlemesi de onların ilhamlarını Gymnasion'larda , oyun alanlarında alma
larından ileri geliyordu .
İsa'nın doğumundan sonra 2 . yüzyılda yaşayan Lukianos'un kitabın
da Solon ile bir İskit konuşmaktadır. Solon ona sporun , vatandaşları
uyanık, kuvvetli yaptığını, bu gibi adamların sulhta faydalı bir cemiyet
meydana getirdiğin i , cenk srasında da yurdu canla başla koruduklarını
anlatmaktadır.
Gymnasion'lardaki bu oyunlar müzik ile beraber yapılırdı . Dış ve iç
kuvvetler arasındaki birliği kurmak için bu vasıtayı kullanıyorlard ı . Filo
zof Eflatun "Devlet" adındaki kitabında güreşten ve onun jimnastik ola
rak "pedagoji" terbiye bakımından faydasından konuşurken müziğin ruh
ile beden arasındaki muvazeneyi kurmasındaki önemini belirtmektedir .
Büyük şair Pindaros ile çağdaş olan Simonides (5 . yüzyılın başında)
b ir Olympia galibi için yazdığı bir şiirde onun yalnız kuvvet ile değil sa
nat ve soğukkanlılıkla da savaştığını anlatmaktadır.
1 3 . Olympia müsabakaları arasına (MÖ 688) yumruk güreşi de gir
di . Yumruklar deriden sırımlarla sarılı idi . Bu vakitler bu oyun sert oy
n an mazd ı . Yunanistan'da spor ahlak kıymetini kaybettikten sonra , yum
ru klar madenden tellerle sarılmaya başlandı . Yunan sporunda bunlar dı
şı nda silahla koşmak g ibi başka oyunların yanısıra araba da koşturulur
du .
Buraya kadar kısaca Olympia oyunlarından , onların ahlak, terbi ye
1 53
ba kımından ehemmiyetle ri nde n bahsetti k . Ayn ı bak ı mdan bu bayram lar
da yapıla n me rasim de ayrıc a anlat ılmaya değ er . Olympia oyunl arı nı n
başlayacağı (her dört yıld a bir) yurtiç inde yayıld ık t an sonra gençler ge l ir ,
e ğ e r kabul edilirle rse , 3 0 g ü n hazırl ı k a l t ı n a s ok u l url a rd ı . Müsabaka gü
nü g ençler Zeus 'autel'inin (d ini merasim y ap ıla n masa vey a ma h al)
önünde Olympia kaidelerini bozmayacaklarına , bu oyunlar için on a y
hazırla nmış olduklarına yemin ederlerd i .
İ l k i k i gün çocukların müsabakası yapılırd ı . Üçüncü gün erkekl eri n
sava şması başlard ı . Olympia bayramının en büyük günü merasim gün ü
dür. O gün bir geçit yapılır, kurban yakılırd ı . Son gün mükafat dağıtılır
d ı . Mükafat Zeus mabedinin arkasında bulunan kutsi zeytin ağacından
koparılmış bir daldan ibaretti . Bu dal bir çelenk halinde başa konulurdu .
Eski Hellenlerin sporu ne kadar temiz manada anladıkların ı bize bir zey
tin dalından ibaret olan bu mükafat gösterir. Eski Yunan tarihçisi Hero
dot bunu çok güzel canlandıran şu küçük hikayeyi anlatır:
" . . . İran ordusu Termopil'e kadar dayanmışt ı . Bir gün getirilen esir
leri İranlı kumandanlar sorguya çekmişlerd i . Söz arasında oyunlardan
konuşulurken galiplerin mükafat olarak yalnız bir zeytin dalı aldığını du
yan kumandan hayret içinde kaldı ve başkumandana dönerek şunu söy
led i : 'Ah Mardonios! (Dara'nın damadı ve Yunanistan'a ilk defa sefer
eden ordunun kumandanı) Bizi kimlerle cenk etmeye sürüklüyorsun ! Mü
sabakalarında altın ve gümüş için değil, erkeklik şeref ve kıymeti için
dövüşen bu adamlara karşı mı?' "
Şüphe yok ki bu hikaye yarı yarıya Herodot'un uydurmasıdır. Fakat
asıl olan hikayenin doğru olup olmaması değil , bu yüksek spor terbiyesi
nin Yunanlılarca ne kadar içten anlaşılmış bulunmasındadır.
Olympia merasiminin en ehemmiyetli tarafı bu günler içinde bayra
mın spordan fazla bir sanat ve kültür canlılığı yaşatmasıdır. Mükafat da
ğıtılmasından sonra şarkılar , şiirler okunur, büyük bir yemek ile bayra
ma son verilird i . Bu arada şiir, hitabet ön sırada gelird i . Şairler kazanan
gençler için methiyeler yazarlar, bunları orada okurlard ı . Bu şairlerin en
meşhuru Pindaros olmuştur . 14 büyük Olympia kasidesi yazmışt ı . Onun
bu eseri Yunan edebiyatının en muhteşe m , en güzel abidelerindendir.
Fil ozof Gorgias Hellenleri İranlılara karşı toplu cenge teşvik et me k
içi n yazdığı hitabesini (MÖ 408) yine böyle bir spor bayramında oku
muş tu .
Eski Yunanistan'ın başka yerlerinde de çeşitl i adlar altında spor ba y
ra mlar ı yapılırd ı . Fakat Olympia bunların en önemlisi olmuştur . Bu yü z -
1 54
d en buraya en meşhu r , en büy ük sanatç ıları n eserleri gönderilird i . Böy
le ce , büyük s p or bayramı y a l n ı z en güze l , e n g üçlü e rleri değil , yurdun
e n büyü k , en ünl ü şai rleri n i , sa natç ıları nı da yetişt iriyord u .
Kad ınlar erkekleri n müsaba kalarına iştirak edemezl e r , fakat Pausa
n ias 'ta n (MS 2 . y üz y ılın meş hur seyyahı) öğrend iğimize göre , seyirci ola
bi lirle rd i . Bununla beraber kızlarla kadınlar Zeus'un eşi , ilahe Hera şere
fin e her dört senede bir, oyunlar yapmak için toplanırlard ı . Pausanias
Olym pia'yı anlatan kitabında kısa eteklikl i , yarı göğüsleri çıplak, düşük
sa çlarla koşan genç kızlardan bahseder.
Eski Hellen yurdunda spor ahlaka , te rbiyeye bağlı kaldıkça gençlik
bundan fayda gördü. Fakat sonradan spor ahlakı düşünce , iş değişt i . Ar
tık müsabakalar hayret uyandırmak , alkış toplamak için yapılıyordu. Mü
sabakalarda arabaları , atların sahipleri değil , para ile tuttukları adamlar
kullanıyordu. Daha sonra profesyoneller yetişmeye başlad ı . Bu suretle
yüksek spor terbiyesi yerine para kazanmak hırsı doğdu . Fakat bundan
sonra durumu kurtarmak kabil olmamıştır. Spordaki bu gerileme en bü
yük tesirini Yunan cemiyet hayatı, terbiyesi üzerinde yapt ı . Mesleği ve
diğer işleri yüzünden bir profesyonel kadar kendini spora veremeyen
Yunanlı amatör, onunla boy ölçüşemiyordu . Bu yüzden müsabakaya g ir
mek cesaretini, hevesini kendinde bulamıyordu . Vatandaşlar spordan
ayrıldılar. O artık halkın işi ve malı olmaktan çıkmışt ı . Yunan istiklalinin
ortadan kalkmasını doğuran amillerin önemlilerinden biri de halktaki bu
spor terbiyesinin bozulmuş olmasıdır.
Yunan medeniyetini ellerine alan Romalılar çok başka yaradılışta
adamlar oldukları için Yunan spor terbiyesini hiç anlayamadılar. Roma
imparatorlarının yaptırdığı Olympia oyunları ancak korkunç gösteriler
g örmeye iştahl ı , barbarlaşmış bir sınıfın sinirlerini kırbaçlamaya, gıdıkla
maya yarıyordu.
İlk H ıristiyan krallarından olan 1. Theodosius Yunan geleneğine son
darbeyi vurdu. 394 senesinde Olympia oyunlarını yasak etti. Böylece
Yunan spor terbiyesi Hıristiyanlık elinde can verd i .
1 55
NASREDD İ N HOCA
1 58
ARTIK B İ Z İ M DE B İ L İ MLER AKADEM İ M İ Z VAR
Cumhuriyet, 27 Aralık 1 9 94
1 60
ANADOLU ' NUN ETN İ K YAPISI
Hurriler (M Ö 2300- 1 2 7 0)
Pelasglar ve Lelegler
Batı Anadolu'da Assos, Xanthos gibi , adlar ssos ve nthos ile biten
kentlerde erken ve Orta Tunççağı'nda (MÖ 3 0 0 0 - 2 2 00) oturan Pelasg
lar da batı kökenli olmak gerektirler. Çünkü söz konusu kent adlarına
Ege adalarında ve Hellas'ta da (Yunanistan'da) rastlanmaktad ır. Buna
karşılık Güneybatı Anadolu'da sonradan Lydia , Karia ve Lykia adlarını
alan bölgelerde oturan Leleglerle Lukkaların (Likyalıların) yerli ulus top
lulukları oldukları söylenebilir.
MÖ 3 . binin sonuna doğru ise Anadolu'nun bütünü Avrupa çıkı şlı
halk ların göçüne sahne olmuştur . Troya i l yerleşmesi MÖ 2 2 0 0 - 2 0 0 0
sür elerinde her biri Hititçe adlarıyla andığımız Avrupa kökenli boylar
1 62
olan N eziler Orta Anadol u 'ya , L u viler Batı ve Güney Anadol u 'ya , Pa l a l ar
Saka rya Paphlagonya Bö lgesi'ne yerleşti ler . Böylece nerde ise bütün
Anadolu M Ö 2 20 0 - 1 1 0 0 süres ince Avrupa ç ı kı ş l ı , İ n d o A v r u pa d i l g r u
-
Pers İ şgali
Türklerin Gelişi
Sonuç
1 65
na karşın H ititlerde (M Ö 1 7 0 0 - 1 1 0 0) g örülen insan hakla rı , soylul ar
mecl isi ile meşruti kral l ı k, Hellen Ç ağı 'nda ( M Ö 1 0 5 0-3 0) geçerli ola n
i nsan hakl arı , özgür düşünce ve bi l im sel çalışma Romalıla rın ( M Ö 3 0-
MS 3 95) , B izanslıların (395 - 1 4 5 3) ve Osmanlıların ( 1 2 99 - 1 9 2 2) Ana
do l u s u nd a bütünüy le yok ol muştu r
.
Sophokles İsa'dan 496 yıl önce doğmuştu . İlk defa 16 yaşında iken
meşhur Salamis Zaferi'nin şerefine yapılan şenliklerde koroyu idare ett i .
4 6 8 senesinde yani 2 8 yaşında iken Aischylos'un da katıldığı b i r edebi
müsabakada birinciliği kazand ı . 440 senesinde ise Antigone'nin parlak
bir temsilinden sonra Sisam Adası'na karşı idare ettiği bir savaştan dola
yı da "kumandan" unvanını ald ı . Sophokles çok az sanatkara nasip olan
büyük bir refah içinde mesut bir hayat sürdü ve 9 0 yaşında Atina ahlakı
nın en derin sevgi ve hürmeti içinde 406 senesinde öldü.
Sophokles'in sahneye üçüncü şahsı sokması ile (bkz . 2 53-25 6 , Hel
len Tiyatrosu) , hareket ve hadise bakımından yeni imkanlar doğmuştu .
Bu arada karakter yaratan oyuncuların daha ziyade belirdiğini görüyo
ruz . Korodaki elemanları Sophokles 1 2 'den 1 5'e çıkarmakla onu güçlen
dird i . Onda lisan bakımından da Aischylos'un karanlık ifadesine karşı,
vekar, azamet ve aynı zamanda harmoni taşıyan bir kudret buluyoruz .
Sophokles'in 1 2 3 dram yazdığını Yunan kitaplarından öğreniyoruz.
Fakat bugün elimize ancak yedi trajedisi geçmiştir. Antigone hiç şüphe
yok ki onun en büyük eseridir. Bu eserde iki dünya görüşü trajik bir şe
kilde çarpışmaktadır. Trajedinin kahramanı Antigone kardeş sevgisi yo
lunda örf ve adete , "yazılmamış kanunlara" hürmet edilmesi için büyük
bir taassupla savaşır. Eski Yunanlıların çok bağlı oldukları bir inançları
vard ı : Dini merasimi yapılmayan ve gömülmeyen bir ölünün öbür dünya
ya ulaşamayacağını sanırlard ı . Bir Yunanlı için en büyük felaket bu şere
fe nail olamamakt ı . Antigone işte bu uğurda dayısı Kreon'un emrine
(devlet re isinin yasağına) , kendi hayatı bahasına da olsa , karşı gelmek
ten çekinmez . Kreon ise devlet nizam ve kanunlarını her şeyin üstünde
tutar. Bir yanda ilahi hakların çiğnenmemesini isteyen Antigone öbür
yanda devlet kanunlarına itaati emreden Kreon bulunmaktadır. Bu iki
dünya görüşünün savaşında Sophokles Kreon'un hükmünü tatbik etmiş
tir. Fakat sonunda anlıyoruz ki Sophokles Antigone tarafını tutmuştur .
Hangi sebeple olursa olsun Kreon'un Antigone'yi kurtarmak istemesi bu-
1 67
nu gösterir. Fakat art ı k olan o l muş tur . A ntigone ipi b oy nuna geçir m iş
ve inti har etmişt i r . Bu fe laketle ka rşılaşa n nişanlısı Ha im o n da kendi si n i
babası Kreon'un gözü önünde öldü rür ; ve oğlunun hasr etine day anam a
yan annesi Eurydike onu takip ede r .
Ulus' un 3. 1 1 . 1 94 2 tarihli sayıs ı n ı n "Güzel Sanatlar" kısmında " A n
tigone" hakkında çıkan güzel bir yazıda enteresan bir noktaya dokunul
muşt u . Adı geçen yazının sayın muharriri , Antigone Comedie Françai
se'de olduğu gibi bizde de beyaz elbise ile sah neye çıkarılsaydı Yunan
duygusuna daha uygun hareket edilmiş olacağını söylüyord u . Avru
pa'nın muhtelif şehirlerinde Antigone temsillerini mesleğim icabı bir
çok defalar görmüş , bunların ekserisinde Antigone'nin beyaz elbise ta
şıd ığını müşahede etmiştim. Fakat aslında, Yunanlıların matem reng i
beyaz olmayıp siyah renklerdir. Bunu muhtelif Yunan yazılı vesikala
rından çıkarabiliyoru z : Mesela Homeros'un İlias' ında Achilleus'un ölü
münü duyan Patroklos koyu mavi rengin en koyu cinsinden bir kumaşa
bürünür . Nitekim Theseus-Aigeus efsanesindeki siyah yelken de ma
tem alameti rolünü oynamaz mı? Ondan başka biliyoruz ki eski Yuna
nistan'da matem elbisesine (melan himation) kara gömlek derlerd i . Ta
rihçi Plutarchos'un Perikles ismindeki kitabında Atinalı büyük devlet
adamının ölüm döşeğinde en üyük muvaffakıyetlerinden biri olarak
hiçbir Atinalı vatandaşın kendi yüzünden kara gömlek g iydiğini söyle
mekle iftihar ettiğini öğreniyoruz . Yine Plutarchos'ta Sokrates'in öldü
ğünün ertesi günü Isokrates'in siyah elbiselerle göründüğünü okuyoruz .
Şu var ki Yunanistan'da Argos şehri ve civarı ahalisi matem günlerinde
beyaz elbise g iyerlerd i . Bu herhalde ölülerin beyaz bezlere sarılmasın
dan ortaya çıkmış bir adettir. Bu arada hatırlatılabilir ki Çinlilerde de
matem rengi beyazd ır. Hellenismus devrinde bazı Anadolu şehirlerinde
Je beyaz rengin matem alameti olarak kullanıldığı menkuldür. Fakat
beyaz rengin bu rolü münferit ve mahalli olarak kalmıştır. Avrupa sah
nelerinde Antigone'nin beyaz elbise ile gösterilmesi ise başka bir sebe
be dayanır. Bilindiği üzere Avrupa'ya Yunan kültürü Latin milletleri ile
Romalılar yolundan geçmiştir. Romalılarda ise imparatorlar Devri'nde
m atem rengi beyaz renk olarak bilinird i . N itekim Avrupa'da 1 8 . yüz yıl
da bilhassa Winckelmann sayesinde Yunan kültürü doğrudan doğr uy a
araş tırıl maya başlanınca haki ki Yunan duyguları da belirmek fırsa t ın ı
bul d u . Fakat alışkanlık sonucu kökleşmiş olan bu yanlış görüş her ne
de nse devam etti . İşte Antigone'nin de Avrupa sahnelerinde genellik l e
bey az larla görünüşü bu nedenden olsa gerektir. Devlet Konservatuv a -
1 68
rı n da A nt ig o n e' n i n siya h la r giyin m iş ol ması , bu itibarla Yun a n duyuşu
na da h a ya k ı nd ı r . Ya l n ız şu da ilave e d ilmel id ir ki eski Yunan istan'da
m atem bel i rtis i olarak kul l a n ı lan siya h re n k bizim b i ld i ğ i mi z , gerçek
a nl amda kara re n k olmay ı p , da ha ç o k koyu maviye , hatta bazen koyu
griye yakın koyu renklerd i . Ve bu da şüphe yok ki , Yunan tekniğinin
tam siyah rengi bulmada güçlük çekmesinden kaynaklanmıştır.
ANADOLU UYGARLIKLARININ
D Ü NYA TAR İ H İ NDEK İ Ö NEM İ
Anadolu, biri Yeni Taş Çağı (MÖ 8000-5000) , ötekisi doğa filozof
ları döneminde (MÖ 65 0-45 0) olmak üzere iki kez dünya kültür lideri ol
muş , çeşitli dönemlerde de ön sırada yer almıştır. Türkiye'nin kültür so
runlarını ele aldığımız bu kitapta kısa da olsa Anadolu uygarlıklarının
geçmişi konusunu incelemekte yarar vardır.
171
Hasan Dağı ' m Patlama Sırasında
Tasvir Eden Duvar Resmi
van resimleri yer almaktadır. Fresklerden bir tanesi _tarihin en eski man
zara resmi olup bir yanardağı , belki de civardaki Hasan Dağı'nı patlama
sırasında tasvir etmektedir. Çoğunlukla dört-beş ev bir grup teşkil edi
yor, bunların arasında bir tapınak odası bulunuyordu . Düşman saldırıla
rını önlemek için sokakları olmayan bu yerleşmenin ev duvarları kerpiç
tendi, kapıları yoktu ; herkes evine , taşınabilir ağaç merdivenlerle dam
dan giriyordu. Duvarların en üst kısmında , çatıya yakın yerlerinde hava
ve ışık için küçük deliklerden ibaret pencereler vard ı . Her odada kerpiç
ten yapılmış sedirler bulunuyordu; bunların üstünde oturuluyor, öte-beri
konuyor, ayrıca yatmak için döşekler serilebiliyordu. Bu kerpiç sedirle
rin içine etleri güneşte kurutulmuş ölüler gömülüyordu, ölülerin yanına
güzel hediyeler bırakılıyordu . Böyle bir mezarda bulunan Obsidien'den
yontularak yapılmış ayna , şimdi Ankara Anadolu Medeniyetleri Müze
si'nded ir.
Yukarıda sözü edilen tapınak odasının duvarlarında ve sedirlerinin
kenarlarında boğa başları ya da boynuzları gömülü bulunuyordu . Böyle
ce bu devirde tarımın başlaması ile boğalara tapma inancının o rtaya çık
tığı anlaşılrr.aktadı r . Yeni Taş Devri'nde olduğu gibi daha sonraki Ana
dolu için de öküz ve boğa , yalnız doğa gücünün ve çoğalımın bir sembo
lü değ i l , ayrıca toprağın sürülmesinde gördüğü büyük iş bakımından tarı
mın da başlıca etkeniydi. Bununla birlikte Yeni Taş Devri Anadolusunda
asıl tapı lan varlık, sonraları tarihi devirlerde Tanrı Ana adını taşıyan ve
insan için bereket ve çoğalımın sembolü olan tanrıdır. Hacılar'da ve Ça
talhöyük'te yapılan kazılarda Tanrı Ana'nın doğum yapma haliyle çok
sık tasvir edilmiş olması, ona , özellikle insanlığın devamlılığını sağlayan ,
be rek et ve çoğalımın sembolü olarak tapıldığını anlatmaktadır. Çıp la k
ta svir e d i l mi ş kadın heykelciklerine Yeni Taş Devri'nde , birçok Akd e n iz
ve Y a kı ndoğu ü l kelerinde rastlanması , Ana Tanrı'nın yeryüzünün bu bö l
ge leri n de egemen olduğuna işaret etmektedir . Doğum yapma sıras ın da
ki T an r ı Ana'nın iki leopar arasında yer almas ı , sonraları H itit D e v-
1 72
ri' nde n Roma Ç ağı b itimine de ğin ras t layacağı mız Kybele adlı tanrı kadı
n ı n böylece il k şekl i ile M Ö 7 binde Orta Anadol u'nun güney bölgelerin
d e ortay a çı kt ığ ı n ı anlatmakta d ı r .
Sanayileşmenin Doğuşu
Troia il, Troia l'in yıkıntıları üzerine kuruldu . Yeni yerleşmede otu
ranların da Troia 1 halkı gibi Balkan ve Ege bölgeleri uygarlı klarının bir
temsilcisi olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü sanat ve somut kültür eserleri ,
bir öncekinin benzerleri idi . Troia l'de gördüğümüz ve Beyce Sultan'da
daha Khalkolitik Dönemde MÖ 4. binde rastladığımız megaron tipi ko
nutlar Troia ll'de de kullanılmaktadır. Megaron ince uzun dörtgen biçim
li bir yapıdır. Girişi hep bir dar yüzdedir. Odaları bir eksen üzerinde
olup 2-3 tanedir. En büyük odasının ortasında bir ocak bulunur. Giriş
önü açık bir yarım odadır. Hemen tamamı ortaya çıkarılan ve çok güzel
korunmuş olan kent duvarının çapı Troia l'inkinden 20 m. fazlası ile
1 1 0 m . dir. Bu küçük kent de ancak kral ve ailesi ile ileri gelenlerin otur
duğu 7-8 büyük konuttan oluşuyordu. Kralın, 40 m . uzunluğunda , 1 3
m . genişliğinde olan iki katlı megaronu tepenin ortasında yükseliyordu.
Homeros'un destanlarını okuyup Kral Priamos'un hazinelerini bul
mak için Troia Höyüğü'nü 1 8 7 0'te kazan Alman işadamı Heinrich Sch
li emann Troia ll'nin kent duvarı iç inde gizli olarak saklanmış olan altın
ve gümüş eserleri buldu . Sözü geçen hazine üç altın taç , altmış altın kü
pe , b i r ç ok altın iğne ve altın takı , on beş adet alt ı n ve gümüş vazo , bir-
1 75
çok altın yüzük ve saç tokası , d ö rt l apislazul i ba lta , kur şundan bir ka d ı n
idol , birçok taş idol ve yi ne bi rçok kolye taşın dan olu şuyordu . Sch lie
mann'ın A lmanya'ya götürdüğ ü ve Berlin 'de Völkerk und e Müzesi'n e k o
nan bu hazine, İ kinci Dünya Sav aş ı s ırasında Sovye t R usya'ya gö türü l m üş
olup şimdi Puşkin Müz esi'nde sergil e nmekted ir. Türkiye' de bı rak ı l m ış ol a n
bir kü çük bölüm eser ise lstanbul Arkeoloji Müzesi'nde ye r a lm a ktad ır .
Hatti Sanatı
HURRI LER
rılması konu sunu ele alan es er in asl ı Kikkuli adl ı bir M itannili tar afınd an
kale me alınmıştır. Aslı ele geçmemiş olan söz konusu eserin Hitit çe ç e
virisind e teknik terimler ve sayılar Sanskritçe verilmiştir . Zat en Mita n n i
kra llarının adları da Sanskritçedir; örneğin , Suttarna , Barata rna , S au ş
satar , Artatama ve Tuşratta adları . Bunun gibi M itanni krall arı İ ndr a ,
M itra , Varuna ve Nasatya gibi H int tanrıları üzerine yemin ederlerd i .
M Ö 1 5 . yüzyılda, yani Eski Hitit Krallığı'nın 1 . Hantili'den i l . Huz
zia'ya kadar olan ve bir yüzyıl süren güçsüz döneminde Assur devleti ile
Güney Anadolu'daki Kizzuvatna Beyliği Mitanni egemenliği altında idi .
M itanni kralları M ısır Kralı i V . Thutmosis , 1 1 1 . Amenophis v e iV . Ame
nophis dönemlerinde yarım yüzyılı aşan bir süre boyunca Mezopotamya
dünyasında dilediklerini yapacak güçte idiler.
Hurri Uygarlığı
1 83
yunca , o tarihlerdeki Y ak ındoğ u'nun ve dünya n ın ege menliğini Mısır il e
birlikte paylaşıyordu . M Ö 1 3 . yüzyıl boyunca yery ü zün ün iki süper de v le
t i nden birini oluşturan H ititler , geliştirdikleri hoşgör ülü, insancıl yas a la r ı
ile Eski Çağ'ın en özgün u ygarl ıklarından birini ya rattı lar.
ce veya Akkadça yaz ılmış yüzü aşkın metin ele geçmiştir. Bu bağlamda
ö ze llik le Sargon'un ve Naram Sinn'in Anadolu savaşlarını, ayrıca Gılga
me ş De stanı'nı anlatan tabletler örnek oluştururlar.
Hurri Etkileri
Kölelerin bile hakları güvence altında idi . Örneğin köleler özgür ka
dınlarla evlenebiliyorlar ve bu yüzden kadınlar özgürlük haklarını kaybet
miyorlard ı . Ancak kölenin başlı k parası ödemesi zorunlu bir koşuldu .
Böy le b i r evlilik bozulduğunda varlıklar v e çocuklar özgür vatanda şl a r
iç in öngör ülen ilkelere göre paylaşılıyordu . Böylece varlık, kölelerin ö z
g ürlüğ üne yol açıyordu .
Doğulu ülkelerde sıkça rastlanan kardeş evliliğ i , Hititler'de ölüm c e -
1 86
zası ile yasaklanmışt ı r . Şuppilu liuma l 'in Hukka naş Muahedes i' ndeki söz
l e ri bu yargıyı belirgin ol arak d ile getirir : "Be n g ü n e ş , sa n a eş o l a ra k
verdiğ i m k ı z ka rdeş i m i n çeş i t l i d e rece l e rde k ı z ka rdeş l e r i va rd ı r. A r
t ı k o n la r s e n i n de ka rdeş l e r i n o l d u la r, ç ü n k ü sen o n la rı n ka rdeş leri
i le e v le n d i n . Ha t t i Ü l k es i 'n de ö n e m l i b i r i l ke va rd ı r. E r k e k ka rdeş
k ı z ka rdeş i ya da on l a r ı n k ı z çoc u k la rı i le c i n s e l i l iş k ide b u l u n a m az .
B u l u n u rsa Ha t t i Ülkesi 'n de s a ğ yaşaya maz, ö ld ü rü l ü r. A n c a k sen i n
ü l kende e r ke k le r i n k e n d i k ı z ka rdeş l e r i v e k u zen leri i le s e v i ş m e k g i
b i k ö t ü ôde t le r i va rd ı r . B u Ha t t uşa 'da yasa k t ı r. Ş i m d i eğe r s a n a eşi
n i n k ı z ka rdeş i , yarı ka rdeş i ya da o n la rda n b i ri n i n k ı z çoc u ğ u ge l i r
se o n a y i yecek ve içece k ver. Yiy i n ve k ı va n ç l ı o l u n . A n ca k on u n la
sev i ş m e k isteğ i n de n u za k d u r. B u n a iz i n yo k t u r, ö l ü m le ceza la n d ı r ı
lı r. "
Hititlerde Kadın
Hitit sosyal yaşamının bir başka belirgin özelliğini kral eşlerinin sa
hip oldukları saygınlıkta buluyoruz . Kral eşleri , Tavananna sanı ile yani
"Anne Kraliçe" saygılanmasıyla anılıyorlardı . Bu saygın sanı , kocaları öl
dükten sonra da, yani yeni kralın eşi döneminde de , ölene değin taşıyor
lard ı . Böylece yeni kralın eşi Tavananna sanını bir önceki kral eşinin
ölümünden sonra elde edebiliyordu.
Dünyada başka bir eşi olmayan bu yasa ilginç olduğu ölçüde kaza
nılmış bir hakkın koruyucusu olmak bakımından övgüye değerdir. Biriki
mi ve deneyimi büyük olan eski kraliçenin yeni krala ve kraliçeye örnek
olmas ı , onları böylece kısmen de olsa dengeleyebilmesi elbette ki yararlı
oluyord u . Ancak bu yasadan bazı kralların rahatsız oldukları anlaşılıyor.
Ör neğ in l . Hattuşili ke ndi krallığından önceki Tavananna'dan "O bir yı-
1 89
land ır" diye şi ka yet etm e kte dir . 1 1 . M u r ş ili' n i n ise Ta va nanna sı fatı ile
egemen olan üvey annesi yüz ünden ya ş a m ı n ı n zeh red ilm iş olduğu bili n
mekted ir.
Bö yle olmakla birlikte Tavananna yasası 5 0 0 yıla yakın bir s üre b o
yunca kesintisiz geçerli olmuştur .
Kral içeler şölenlerde ve libationlarda , yani tanrılara içki ya da kur
ban kanı sunma sırasında krallara eşlik ed iyorlar, hatta kral mühürl eri n
de o nların da adları bulunuyord u . Örneğin , 1. Arnuwanda ile eşi Aş mu
nikal , 1 . Şuppiluliuma ile birinci eşi Hinti, 111 . Murşili (U rhi-Teşup) ile Da
nuhepa , 111 . Hattuşili ile Puduhepa adları aynı mühürde yer alıy ord u .
Kral eşlerine gösterilen bu saygıyı fırsat bilerek ölçüyü kaçıran sad ece
iki krali çeyi l . Arnuwanda'nın eşi Hurrili Aşmunikal'i ve 111 . Hatt uşili'n in
eşi Hurrili Puduhepa'yı gösterebiliriz . Aşmunikal annesi yolu ile Eski
Krallığın biricik varisi olmaktan yararlanarak hemen her belgeye kralla
birlikte imza koymuştur.
Özet
Karialılar D or kökenli olup Doğu Hellen uyg arlı ğın ın İ onia , Fryg ia
ve Lykia tarafından çevrilen d ağlı k bölgesinde Helle n sanatın ı n özgün
temsilcileriydile r .
Karia sanatı bütün dönemler boyunca kesintisiz korun muştur. Di r
H ELLEN UYGARLIGI
Altın Çağ
Demokrasinin Doğuşu
1 99
Bu evrede Ege'de çok oda l ı evlerin , görke ml i ta p ınakları n , banyo lu
odaları n , güzel parkeli yoll arın , taştan çeşme b i na sın ın , anıtsal taş me
zarların (tümülüslerin) yapıld ı ğı n ı ve il k defa olmak ü zere geometrik ke nt
p l a n ı n ı n uygulandığı n ı g ö rüyoruz . Para da bu evrede Lydia ve Ege Bö l
gesi'nin ortak buluşudur.
Pers İ şgali
Pers işgaline karşın doğa filozoflarının özgür düşün cey e da y al ı çal ış-
20 1
malan klasik çağ ı n başlan g ıcı na , yan i M Ö 4 5 0 tari h ine değ i n , bir yüzyı l
sü rdü ve Batı uyga rl ığ ı n ı yüc elt meye devam etti .
2 02
Klasi k Evre 1 (MÖ 4 7 0- 400 )
Düzyazı (Nesir)
Hellenler'de düzyazı da şiir gibi ilk defa Ege'de ortaya çıktı . Aiso
pos'un (MÖ 560-540 sıraları) hayvan masalları ile Herodotos'un (MÖ
yaklaşık 484-425) tarih kitabı dünyada düzyazı olarak derlenmiş eserle
rin en güzel ve en önemlileridirler.
görünümü ile Hellenli , ancak özüyle Doğulu olan bir dünya görüşü orta
ya çıkmıştır . İskender'e Mısır'da Tanrı Ammon'un oğlu olarak tapınılmış
tır. İskender, İ ran'da bir Persli gibi giyinmiş ve karşısındakilerin kendi
önünde kapanıp saygısını belirtmesine izin vermiştir . Böylece kökeni ay
rı olan iki düşüncenin bağdaşması , Doğulu dinlerin galip gelerek Hıristi
yanlık yolu ile Avrupa'ya yayılmasına neden olmuştur.
Ege MÖ 65 0-545 tarihleri arasındaki altın çağı ölçüsünde olma
makla birlikte Hellenistik Dönemde ikinci bir parlak süreç yaşamıştır.
Bu evrede Pergamon , Priene, M iletos ve Maiandros Magnesiası
başta olmak üzere Teos , Klaros, Smintheos gibi kentler o zamanki dün
yanın en parlak sanat ve kültür merkezleri idi . Pergamon eski Anadolu
kent planı ile eşsiz bir Akropol , Priene ve Miletos ise H ippodamos'un ız
gara biçimli kent planının en görkemli temsilcileri olarak sanat tarihinde
çok önemli yerler alırlar. Bergama Zeus Sunağının yontu eserleri , Helle
nistik dönemin olduğu ölçüde dünya heykelciliğinin en başta gelen şahe
serlerinden biridir.
Hellenistik uygarlık Anadolu'da gelişip büyümüştür . Burada daha
önceleri Hellen kültürünün sağlam bir temeli vardı . Anadolu-lon sentezi,
kalıntıları bugün dahi bütün dünyayı derin bir şekilde etkileyen ileri bir
uygarlığın doğup gelişmesini sağlamıştır.
İ skenderiye Okulu
Yapıların Isıtılması
Taş Köprüler
Zafer Amtları
Diğer tipik bir Roma yapısı olan zafer anıtı da Anadolu'da çok az
dır. Buna karşın kent giriş kapıları Roma Çağı'nda Anadolu'da çok
yaygınd ı . Antalya , Patara ve Perge'nin kemerli yapıları , zafer anıtları
olmayıp Hellenistik kemerlerden geliştirilmiş kent kapılarıdır. Prie
ne'de agoraya uzanan tek kemerli giriş ve Bergama'daki tiyatro terası
nın çift kemerli girişi bunların ilk örnekleridir.
D ikeyleme Yöntemi
lskende riye O kulu ' ndan sonra e n b üyük b i l i m a tıl ım ı n ı İslam dün
yasında Abbasiler döneminde g örürüz ( M S 7 5 0 - 1 2 5 8 ) . Bu evrede
Arap , İran ve Türk kökenli bilim adamları ant i k çağdan kalma kitapları
okuyor ve bunlara dayandırdıkları çal ışmalarıyla İ o nialı düşünürlerin
kurdukları matematik, geometri , astronomi, tıp gibi bilimlere katkıda
bulunuyorlard ı ; öyle ki aralarında Farabi , Biruni ve İbni Sina gibi Türk
kökenli bilginlerin de bulunduğu bu Müslüman düşünürler yaptı kları
araştırmaları ile evre nsel bilimi gel iştirdiler ve 1 4 . , 1 5 . yüzyıllarda Av
rupa'da gerçekleşen Rönesans oluşumuna ön ayak oldular
Rönesans atılımının yarattığı özgür ortam içinde Batıl ılar kendileri
ni kiliseye bağlı olmaktan kurtararak laik ve a kılcı bir yöntemle bugün
kü bilgisayar çağına ulaşmışlardır.
--- o()o---
EKR E M AKURGAL' I N KI SA YAŞAMÖYKÜ SÜ
YAYINLARI
222
8 . B as k ı ; C i v i l i s atio n et s ites A n t i q ues de T u rq u i e , İ s t a n b u l 1 98 6 .
- T u rq u i e , E . A k u rg a l , R o b e rt M a nt ra n , J e a n - P a u l R o u x ; P . B o rd a s , Pari s
1 9 90 (A l m a nca n ü s h a s ı d a va rd ı r) .
- A n ado l u U y g a rl ı kl a r ı , N ET Yay ı n l a r ı , 5 . Bas k ı , İ s t a n b u l 1 9 95 .
İ stanb ul 1 9 9 3 .
- H atti ve H itit Uygarl ı kları , Yaşar Holding Yayı nları , Dağ ı t ı m N ET Y ay ı nev i ,
İ z m i r 1 995 .
- H isto ry o f H u manity , U N ESCO , Paris 1 996 , Vol . l l 'de Anatolia Bölümü ,
s. 205-223.
Ord. Prof. Dr. Ekrem Akurgal 30.03. 1 9 1 1 '
de İstanbu l'da doğdu. 1 930/31 'de İstanbul
Erkek Lisesi'ni bitird i . Devlet imtihanını ka
zanarak Almanya'da arkeoloji öğrenimi
görd ü . 1 94 1 'de Ankara Üniversitesi Dil ve
Tarih-Coğrafya Fakültesi'nde önce asistan
ve doçent, 1 949'da profesör, 1 957'de ordi
naryüs profesör old u . 1 958/59'da Dil ve
Tarih-Coğrafya Fakülfesi'nde dekanlık
yaptı; Amerika, Almanya ve Avustu rya'da
profesör olarak dersler verdi. Federal Al
manya Büyük Liyakat Nişan ı Y ı ldızlı Rüt
besi ( 1 979) , Goethe Madalyası { 1 979), TC
Kültür Bakan l ı ğ ı ' n ı n Büyük Ödülü { 1 98 1 ),
İtalyan Commandatore Nişanı { 1 987) ve
Fransa Cumhurbaşkanı tarafından verilen
Legion d'Honneur Officier rütbesi ( 1 990)
sahibidir. Birçok kuru m ve derneğin baş
kanl ı ğ ı n ı yapm ı ş_. üyeliğinde bulunmuştur.
• U lusal Kültürümüz
• Kültürlü müyüz?
• Dünya Uygarl ı ğ ı nda Yeri m iz
• Doğulu muyuz, Bat ı l ı m ıyız?
• Batı Kültürü ve Türkler
• Artık Bizim de Bilimler Akademimiz Var
• Türk Bahçesi
ve
• Sanayileşmenin Doğuşu
• Hitit İmparatorluğu MÖ 1 3 . Yüzyılda Dünyan ı n
İki Süper Devletinden Biri
• H ititlerde İnsan Hakları
• Yeryüzünün En Eski Meşruti Kra l l ı ğ ı
• H itit Sanat ı n ı n Hellen Sanatına Etkileri
• Demokrasinin Doğuşu
• Ege Dünya Ticaretinde Lider
• Özgür Düşüncenin Doğuşu
• Ak ı lcı ve Gerçekçi Dünya Görüşü . . .
E K R E M AKURGAL' ı n
TÜRKİYE 'NİN K Ü LT Ü R SORUNLAR! VE
ANADOLU UYGARLIKLARININ DÜNYA TARİHİNDEKİ ÖNEMİ
adl ı yapıtında . . .