You are on page 1of 84

E‐Dergi

@ Manevi Temelli Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi

Cilt: 1 Sayı: 1 Ay: Ocak Yıl: 2015

MANEVİ TEMELLİ SOSYAL


HİZMET
Akademik E-Dergi

www.manevisosyalhizmet.com
Sosyal Hizmet E‐ Manevi Temelli Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Ocak

ISSN

Kü ltü r ve Turizm Bakanlığ ı’na başvuru yapıldı.

Yayın Türü

Ulusal Sü reli Yayın

Yayın Dili

Tü rkçe

Yayınlanma Biçimi

Altı Ayda Bir

Editör

Zeki KARATAŞ

İletişim Bilgileri

Recep Tayyip Erdoğ an Ü niversitesi

İktisadi ve İdari Bilimler Fakü ltesi Sosyal Hizmet

Bö lü mü Fener Mah. RİZE

E‐Posta: zekikaratas@gmail.com

Web: www.manevisosyalhizmet.com

1
Sosyal Hizmet E‐ Manevi Temelli Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Ocak

İÇİNDEKİLER

Sayfa No

Manevi Temelli Sosyal Hizmet Yaklaşımı 3‐15

Osmanlı Devleti’nde Korunmaya Muhtaç Çocuklara Yö nelik Sosyal 16‐31


Hizmet Uygulamaları

Kü resel Dü zeyde Makro Sosyal Hizmet Uygulamaları 32‐47

Kitap Ö zeti: Din Hayattan Çıkar 48‐61

Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırma Yö ntemleri 62‐80

2
Sosyal Hizmet E‐ Manevi Temelli Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Ocak

MANEVİ TEMELLİ SOSYAL HİZMET YAKLAŞIMI

Zeki KARATAŞ

1. GİRİŞ

Bu bö lü mde sosyal hizmetin ne olduğ u, hangi temeller ü zerine bina edildiğ i, uygulama
ilkelerinin neler olduğ u konularına kısaca değ inilecek, sonraki bö lü mlerde ise “Manevi
Temelli Sosyal Hizmet”in mü mkü n olup olmadığ ı ü zerinde durulacaktır.

Sosyal hizmet, genel olarak bireylerin, ailelerin, grupların ve toplumların sosyal


işlevselliklerinin gü çlendirilmesi ve gerektiğ inde yeniden yapılandırılması amacıyla
yü rü tü len mesleki çalışmalar bü tü nü dü r. Sosyal hizmetin mesleki etkinlik odağ ı, “çevresi
içinde bireydir.” Sosyal hizmet, birey ile sosyal çevresi arasında etkileşimler sü recinde
ortaya çıkan ve onların sosyal işlevselliklerini olumsuz yö nde etkileyen sorunları ve
farklı yaşam durumlarını değ erlendiren, ele alan ve mü dahale yetkisi olan bir meslektir.

Sosyal hizmet mesleğ i; bireyin karar verme ö zgü rlü ğ ü nü kendi yararına kullanması
açısından bilinçlenmesine aracılık eder. Ö te yandan bireyin yaşadığ ı çevrenin değ işen
sosyo‐ekonomik koşullarına ve değ erlerine uyum sağ layarak toplumda verimli hale
gelmesi için gerekli olan değ işmenin ortaya çıkmasını amaçlar. Bu açıdan sosyal hizmet,
gerekli mü dahaleyi yapabilecek bilgi, yö ntem ve beceriyle donanmış ve bu tü r
mü dahalelere yetkisi olan bir meslektir.

Bir bilim ve meslek olarak sosyal hizmet; korunma ihtiyacı olan çocuklar, gençler, engelli
bireyler, yoksul bireyler, organik ya da ruhsal kronik hastalığ ı olan bireyler, bu bireylerin
aileleri, travma yaşamış bireyler, suça sü rü klenen çocuklar, gençler, bakıma ve
korunmaya muhtaç yaşlılar, yoksul aileler vb. gibi ihtiyaç ve risk gruplarına yö nelik
bilimsel ve profesyonel çalışmalar yapar ve kendi kontrolleri dışında ya da kendilerinden
kaynaklanan nedenlerle bö yle sorunlarla karşılaşan bireyleri yaşadıkları sosyal
çevrelerinde farklı mesleki yaklaşımlarla mikro, mezzo ve makro dü zeylerde ele alır.

Sosyal hizmetin profesyonel amaçları vardır. Bu amaçlar; koruyucu‐ö nleyici, destekleyici,


eğ itici‐geliştirici‐değ iştirici, tedavi ve rehabilite edici amaçlardır. Sosyal hizmet
uzmanlarının mesleki rolleri ise planlayıcı, bağ lantı kurucu, savunucu, izleyici, harekete
geçirici, hızlandırıcı, ö ğ retici, eğ itici, toplumu bilgilendirici, araştırmacı, destekleyici ve
tedavi edici vb. gibi rollerdir.

Ö ğ retim Gö revlisi, Recep Tayyip Erdoğ an Ü niversitesi İİBF Sosyal Hizmet Bö lü mü

3
Sosyal Hizmet E‐ Manevi Temelli Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Ocak

Sosyal hizmette uygulama sü reci; mü racaatçıların psiko‐sosyal durumlarının incelenmesi


ve değ erlendirilmesi, mü racaatçının ve sosyal çevresinin değ erlendirilmesi,
mü racaatçının sorun ve gereksinimlerine yö nelik toplumsal kaynakların
değ erlendirilmesi, belirlenmesi ve harekete geçirilmesi gibi boyutlar içermektedir.1

Sosyal sorunların topluma yö nelik tahrip edici sonuçları ortaya çıkmaya başladığ ında,
çö zü me yö nelik ö nlem alma çalışmaları başlatılmaktadır. Sosyal sorunların çö zü mü ne
yö nelik yapılan hukuksal dü zenlemeler ya doğ rudan, ya da dolaylı olarak sosyal hizmet
uygulamasını bir zorunluluk olarak ortaya koymaktadır. Sosyal sorunların çö zü mü nde
ise uzun yıllar, yaygın bir şekilde medikal yaklaşım ya da sorun çö zme yaklaşımı
kullanılmıştır. Medikal yaklaşım ise sadece “patoloji” ile ilgilenmekte sorunun nedenleri
ve ortaya çıkaracağ ı sosyal etkileri ü zerinde durmamaktaydı.2 Sosyal hizmet anlayışında
ise, sorunun ortaya çıkmasına neden olan etkenlere mü dahale ederek, koruyucu ö nleyici
ö nlemleri almak daha ö nemli hale gelmiştir. Bu sayede sorunun birey ya da ailede
oluşturacağ ı yıkımların tedavi edilmesi için harcanacak kaynak ve zaman israfı da
ö nlenmiş olur. Bu nedenle sosyal hizmet literatü rü nde şimdilerde ü zerinde ö nemle
durulan gü çler perspektifi (strenghts perspective), problem ve patolojilerden ziyade
insanların gü çleri ve kaynaklarının sosyal hizmette yardım sü recinin odağ ı olması
gerektiğ ini vurgulamaktadır.3

Sosyal hizmet mesleğ i, uyguladığ ı bü tü ncü l yaklaşım gereğ i sorunu, sorun sahibinden
yalıtılmış olarak ele alamaz. İnceleme ve teşhis aşamalarında olduğ u kadar, planlama,
uygulama ve değ erlendirme aşamalarında da sorun gibi, sorun sahibi ü zerinde
odaklaşmak gereklidir. Çü nkü sosyal hizmetin esas gö revi belli bir sorunu çö zmekten
çok, o sorunu ortaya çıkaran koşulları yok etmeye çalışmak ve sorun sahibine sorun
çö zmenin yollarını gö stermektir. Bö ylece sorunun kendisi kadar sorunu ortaya çıkaran
koşullar ve sorun sahibi de sosyal hizmetin odak noktası olmalıdır. 4

1Işıl Bulut. Sosyal Hizmet Uygulamaları El Kitabı, Ankara: Başkent Ü niversitesi S.B.F. Sosyal
Hizmetler Bö lü mü , 2006, s. 3‐4.

2Çiğ dem Arıkan. Sosyal Model Çerçevesinde Ö zü rlü lü ğ e Yaklaşım, Ufkun Ötesi Bilim Dergisi, C. 2, S.
1, 2002, s. 12.

3 Veli Duyan vd.. Sosyal Hizmeti Tanımak ve Anlamak, Ankara: Ö ncü Basımevi, 2008, s. 61.

4 Emre Kongar. Sosyal Çalışmaya Giriş, Ankara: Sabev Yayınları, 2007, s. 67.

4
Sosyal Hizmet E‐ Manevi Temelli Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Ocak

2. SOSYAL BİLİMLERDE PARADİGMA DEĞİŞİMİ

Pozitivist/akılcı bilim paradigması 18. ve 19. yü zyıl boyunca fen bilimlerine ve sosyal
bilimlere hâ kim olmuştur. Pozitivist bilim adamları tabiatı ve toplumu determinist bir
yaklaşımla ele almışlar, ampirik incelemelere tabi tutmuşlar ve elde ettikleri sonuçları
değ işmez evrensel değ erler olarak ilan etmişlerdir. Ancak bu anlayış 20. yü zyılın
başlarından itibaren değ işmeye başlamıştır.

Kuantum teorisinin kurucularından Albert Einstein ve Niels Bohr ile


birlikte ve modern fiziğin devlerinden biri olan Heisenberg, yüzyılımızın
ilk otuz yılında fizikçilerin atomların yapısı ve atom‐altı fenomenlerin
tabiatını keşfettiklerinde karşılaştıkları benzersiz çıkmazı anlatır ve
analiz eder. Bu keşif, fizikçileri dünya görüşlerinin temellerini yerle bir
eden ve yepyeni şekillerde düşünmeye zorlayan garip ve umulmadık bir
gerçeklikle temasa geçirdi. Gözlemledikleri maddi dünya artık, çok sayıda
bağımsız nesnelerden kurulu bir makine olarak değil, daha çok bölünmez
bir bütün içinde insan gözlemcinin temel bir yere sahip olduğu bir
ilişkiler ağı olarak görünüyordu. Atomik fenomenlerin doğasını kavrama
mücadelelerinde bilim adamları, temel kavramlarının, dillerinin ve tüm
düşünme biçimlerinin bu yeni gerçekliği tanımlamaya uygun düşmediğini
içleri sızlayarak fark ettiler.5

İnsanın kâ inata ve eşyaya bakışında kö klü değ işiklikler meydana getiren fizikteki yeni
gelişmeler, bilimin kutsallığ ının savunulduğ u geleneksel dü şü nceleri esaslı biçimde
sarsmıştır. Bu yeni sü reçle beraber mekaniktik dü nya gö rü şü yerine holistik (bü tü ncü l)
bir dü nya gö rü şü seslendirilmeye başlanmıştır. Yirminci yü zyılda yaygın hale gelmiş olan
kâ inatın gerçekte anlamsız olduğ u ve insan yaşamının sonuçta hiçbir hedefi olmadığ ı
inancı Batı’da hala geçerli olsa bile Doğ u toplumlarında suni yaşama alanları dışında pek
de kabul gö rmemiştir.

Batılıların niçin insan‐yö nelimli değ il de, madde yö nelimli tabiat araştırması yaptıkları
da ayrıca sorulması gereken sorular arasındadır. Tabiatı yalnızca zengin hammaddelerin
kaynağ ı gö rü p, onu sonuna kadar kullanılması gereken bir meta olarak değ erlendiren
batı insanı ekolojik dengeleri altü st etmiştir. Amerikan ekonomisinin, dü nyanın temel
kaynaklarından yü zde kırkını dü nya nü fusunun yü zde altısını beslemek için kullanması
namusluca bir hareket olmasa gerek. Toplumun top yekun çalışmaya, kar elde etmeye ve
maddi tü ketime yö nelmesi değ erlerin yitirilmeye başlandığ ının gö stergesidir. Kutsallık

5 Firitjof Capra. Yeni Bir Düşünce. İstanbul: İz Yayıncılık, 1996, s.15.

5
Sosyal Hizmet E‐ Manevi Temelli Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Ocak

atfedilen değ erlerin yö n değ iştirmesiyle ‘ulus‐devlet’lerin hayat tarzları dinin yerini
doldurmuş, parayı yü celten insanların da duaları yalnızca daha fazla kar elde etmeye
yö nelmiştir.

Bu anlamsızlık sorunu neticesinde Batılı insan bir arayışın eşiğ ine gelmiştir. J.D Walters
bu ö zlemi şö yle dile getirmektedir. “Düşünce şeklimizde bir devrim yapmak günümüzün
ihtiyacıdır. Şayet fikri devrimler mevcut sistemlerin dışına çıkmayı gerektiriyorsa o zaman
var olan diğer sistemlerin neler olduğuna bakmalıyız. Belki onlarda yeni istikametlerin
ipuçlarını yakalayabiliriz.”6 Birçok hakikat arayıcısı yola koyulmuştur bile. Çü nkü
felsefenin kavramsal hapishanesi maddeyi tarif edebildiğ i halde, manevi (spiritual)
alanda etkisiz kalmaktadır. F.Capra; altmışlı yıllar ile yetmişli yılların başında bilincin
çok‐katlı dü zeylerini keşfetmeye başladığ ında, bu keşifler için gereken çatının Doğ ulu
manevi geleneklerde olduğ unu fark etmiştir.7

16 y.y.’ da Batı dünyası dini referans çevresinden bilimsel olana, zirai


üretim biçimlerinden sınaî olana, kırsal yerleşimden şehir yerleşimine ve
cemaat yaşantısından birey yaşantısına geçmiştir. Viktoryen çağda derin,
mahrem, güdü yönelimli ve potansiyel olarak tehlikeli olan benlik
kavramı devletin benlikler üzerindeki denetimini meşrulaştırıyordu.
Viktoryen kişiler para biriktirmeyi, cinsi ve saldırgan dürtülerini
denetlemeyi düstur edinirken, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Batılı insan
para harcamaya ve dürtülerini serbest bırakmaya başlamıştı. Çağdaş
batılı benlik boştur zira aile, cemaat ve gelenekle irtibatını kaybetmiştir.
Bu benlik çağının yabancılaşma ve parçalanmasına karşı durabilmek
için, tüketim malzemeleri, kaloriler, yeni yaşantılar, politikacılar,
romantik sevgililer ve empatik terapistler tarafından doldurulmayı
arzulamaktadır.8

Daha fazla ö zgü rlü k adına çıkılan yolda insanın biyo‐psiko‐sosyal yapısına
yabancılaşması bir takım soruları da beraberinde getirecektir. Mevcut bilim hangi
alanları eksik bıraktı da, yabancılaşma ve ahlaki karmaşa sorunları yaşanır oldu?
Enformasyonun yaygın olduğ u bir çağ da insan aklının ü rü nü olan bilgiler niçin insanlığ a
mutluluk getirme noktasında yeterli olamamıştır? Haritasız bir şehri dolaşmanın

6 J. Donald Walters. Modern Düşüncenin Krizi. İstanbul: İnsan Yayınları, 1995, s.77.

7 Capra, a.g.e., s. 103.

8 Kemal Sayar. Psikiyatri Ve Kültür. İstanbul: İnsan Yayınları, 2000, ss. 80‐81.

6
Sosyal Hizmet E‐ Manevi Temelli Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Ocak

gü çlü ğ ü nü yaşayanlar bilir. Haritasız yapılan bir gezinti aynı yerleri defalarca dö nü p
dolaşmaktan ibarettir. Bu vaziyetteki bir insanın danışma ihtiyacı ya da rehber bulma
arayışı kaçınılmaz olacaktır. Bu noktada “II. Aydınlanmacılar” adı verilen pusulasız
gezginlerin sö nü k cep fenerlerinin, hakikatin bü yü sü nü çö zmeye yetip yetmeyeceğ i
merak konusudur. Ancak gelinen nokta sevindiricidir. Zira hayatın anlamı, insanın bu
dü nyadaki varoluş nedeni ve ö lü m gerçeğ inin açıklanması tü m insanlığ ın ortak
arzusudur. E.Schrö dinger, “bilimin insanlığ a en bü yü k bağ ışı, ‘Bizler kimiz? Nereden
geliyoruz ve nereye gideceğ iz?’ gibi dehşetli soruların cevabını bulmak ya da en azından
akılları bu konularda rahatlatmak olacaktır” der.9 Gerçeklik tek ve sabit olduğ u halde,
insanın onu yorumlama biçimi değ işeceğ ine gö re gelecekte insanlığ ı çok daha gü zel
gelişmeler beklemektedir.

XXI. yü zyılda bilimin yeni şekliyle insanın bireysel ve sosyal hayatına yansımaları
gelişerek sü recektir. Bilimdeki bu paradigma değ işiminin en çok etkileyeceğ i yapılardan
bir tanesi de kuşkusuz sosyal bilimlerdir. Bilginin doğ asındaki değ işimler sosyal bilim
yö ntemlerinin yeniden gö zden geçirilmesini zorunlu kılmıştır. Sosyal bilimlerin
fonksiyonu determinist bir yaklaşımla toplumsal olayları açıklamaya çalışmak mı
olmalıdır, yoksa sü rekli değ işen sosyal yapıyı açıklayıcı bir yaklaşımla yorumlayacak
yö ntemler mi geliştirmelidir? Bu sorunun cevabı açıktır: Neden‐sonuç ilişkisi içerisinde
toplumsal olayları açıklamak ve genel yargılara ulaşmak gü nü mü zde geçerliliğ ini
yitirmiştir. Artık toplumsal alandaki olay ve olgulara ilişkin tek bir gerçeklik ya da tek bir
doğ ru yoktur. Çoklu gerçeklikler; farklı ve çeşitli algılar sö z konusudur.10

Danah Zohar, Aklı Yeniden Kurmak adlı eserinde manevi boyutu ‘en derin değerlerimiz’
olarak betimlemektedir. Denilebilir ki insan, akıl, kalp, ruh gibi ü ç boyutun yan yana ya
da ü st ü ste gelmesiyle değ il, bunların bir DNA sarmalı gibi hem iç içe hem de birbirini
kuşatıyor olması durumunda bü tü nde insandır. Eğ er bu ü ç boyut, sarmal olarak benlik
bü tü nlü ğ ü nde, birbiri ü zerinde çok farklı ve çelişkili içerikler oluşturmadan
çalışabiliyorsa bu tü r insanların “dengeli”, “kendini gerçekleştirmiş” insan olarak
değ erlendirilmesi gerekir. Dengeli yetiştirilmemiş insanlarda bu ü ç boyuttan birinin ya
da ikisinin diğ erine ya da diğ erlerine nazaran daha baskın (dominant) olması, benlik
boyutundan “çarpık insanı” oluşturmaktadır.11

9 Metin Karabaşoğ lu. Bilimin Öteki Yüzü. İstanbul: Karakalem Yayınları,1997, s. 144.

10Ali Yıldırım ve Hasan Şimşek. Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırma Yöntemleri, Ankara: Seçkin
Yayıncılık, 2008, s. 30.

11 Aytaç Açıkalın . “Fikri Hü r İrfanı Hü r Nesiller İçin.” Eğitim‐Bilim Dergisi, S. 26, 2000, s. 13.

7
Sosyal Hizmet E‐ Manevi Temelli Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Ocak

Moderniteye göre insan hayatı, atomları belirli özel kombinezonlarının


bir özelliğinden başka bir şey değildir. Bu ise, Shakespeare’in Hamlet’inin
harflerin özel kombinezonundan başka bir şey olmadığını iddia etmek
gibidir.12 Sunulan sayısız insan tanımı insanın bütünlüğünü ifade
etmekten çok uzak ve bazen gülünçtür. Schumacher bu gülünç durumu
biraz da mizahi açıdan ele alarak şöyle ifade eder: “İnsan, lüzumsuzca
büyük bir beyne sahip çok zeki bir hayvan veya alet yapan bir hayvan ve
sadece çıplak bir maymun. Kuşkusuz, bu tanımları neşe içinde
kullananlar kendilerini de tanımalarına dâhil ediyorlardır ve böyle
yapmaları büsbütün şüphesiz değildir. Diğerleri için ahmakça bir şeydir
bu, tıpkı bir köpeği havlayan bir bitki veya koşan bir lahana olarak
tanımlamak gibi. Modern dünyanın vahşileşmesine hiçbir şey, bilim adına
insanın ‘çıplak maymun’ gibi yanlış ve alçaltıcı tanımlamalarından daha
fazla yardımcı olamaz.13

Batıda yaşanan paradigma değ işimiyle beraber, insan‐doğ a ve tanrı ilişkilerini eksen alan
geleneksel kozmolojiden kopuş sü reci başlamıştır. İnsan ile doğ a arasındaki dengenin
bozulduğ unu pek çok kimse kabul etmekle birlikte, bu dengesizliğ in, insanla tanrı
arasındaki uyumun bozulmasından kaynaklandığ ını herkes fark etmiş değ ildir.14 İnsanın
tabiata hü kmetme arzusuyla onu bilinçsizce tü ketmesi, tamir edilemez kü resel ısınma ve
çevre sorunlarını beraberinde getirmiştir. Bugü n modernitenin doğ uş merkezi olan
Avrupa’ da 15 tü r memeli hayvanın %42’si, 400 kuş tü rü nü n %18’i, 102 çeşit sü rü ngenin
%45’i, 200 çeşit balığ ın %53’ü ve 11.000 bitki tü rü nü n %22’si tehdit altındadır.
Ekonomik ve teknolojik gelişme, bir yandan yoksulluk ve sefaletin çaresi olarak
dü şü nü lü rken, bugü n alternatif dü şü nce çevreleri bizzat bu iki yapısal faktö rü ekolojik
dengesizliğ in ana kaynakları arasında saymaktadır.15

Pozitivist ve materyalist bilim anlayışı gereğ i tabiata hü kmetmeye çalışan insanoğ lu,
insanı ve tabiatı yalnızca maddeye indirgeyerek anlam boyutunu gö rmezden gelmiştir.
Daha çok hammadde elde etme hırsıyla dü nyanın kaynakları hoyratça kullanılmış,

12 E. F. Schumacher. Aklıkarışıklar İçin Kılavuz, İstanbul: İz yayıncılık, 1992, s. 39.

13 Schumacher, a.g.e., s. 42.

14 Seyyid Hü seyin Nasr. İnsan Ve Tabiat. İstanbul: Yeryü zü Yayınları, 1983, s. 18.

15Kadir Canatan. “Ekolojik Krizin Paragmatik Arka Planı ve Said Nursi’nin Kozmoloji Ö ğ retisi.”
Kur’an’ı Anlamada Çağdaş Bir Yaklaşım: Risale‐i Nur Örneği Uluslararası Sempozyum (20‐22 Eylü l
1998), Nesil Basım Yayın, İstanbul, s. 609.

8
Sosyal Hizmet E‐ Manevi Temelli Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Ocak

kü resel savaşlarla birlikte milyonlarca masum insanın hayatı acımasızca sona


erdirilmiştir. Yirmi birinci yü zyılda gelinen noktada, mutlu bir azınlığ ın rahatça yaşaması
uğ runa dü nya genelinin barış ve huzuru bozulmuş ve fiziksel çevre sorumsuzca tahrip
edilmiştir. Ancak insanoğ lu hayatın ve tabiatın anlamını sorgulayarak, tahribatını tamir
etmenin yollarını araştırmaya başlamıştır.

3. MANEVİ TEMELLİ SOSYAL HİZMET YAKLAŞIMI İHTİYACI

Manevi sosyal hizmet yaklaşımına geçmeden ö nce “maneviyat” kavramının taşıdığ ı


anlam ü zerinde durmakta yarar gö rü yoruz. Lü gat anlamına baktığ ımızda maneviyat,
maddi olmayan yani fizikö tesi â leme ait olan ö zellikler ve ruh ya da duygu gü cü anlamına
gelmektedir.16 Başka bir tanımda maneviyat; “maddenin arka planı, onun anlam
boyutudur. Soyut kavramlar somut olgulara anlam katar. Bildiğimiz her şeyi, her cismi
soyut kavramlarla oluştururuz. Soyut ve sembolik düşünce, her şeyin gerçek doğasını
ortaya çıkarır.”17 Elkins ve arkadaşlarının geliştirdiğ i oldukça geniş içerikli maneviyat
tanımının ö ğ eleri arasında, transandantal (bilinç ö tesi‐metafizik) boyut, hayatın amacı ve
anlamı, hayattaki temel misyon, hayatın kutsallığ ı, maddi değ erler, diğ erkamlık ve
idealizm yer almaktadır.18 İnsan hayatını anlamlandırırken, yaşama amaçlarını ortaya
koyarken sıklıkla manevi kavramlara başvurmaktadır. Ancak maneviyat kavramı,
duyularımızla algılanması gü ç geniş bir alanı tanımladığ ından herkesin zihninde ö znel
açıdan farklı çağ rışımlar oluşturması da normal karşılanmalıdır.

“Dolayısıyla bireyin, yaşamın anlamını ve amacını yakaladığı yer onun


manevi alanıdır. Bu alan inanılan üstün güç ile kurulan öznel ve gizil
ilişki ya da bireyin doğayla, sanatla, müzikle, ailesiyle, sosyal çevresiyle
kurduğu, değer ve inanç atfettiği bir ilişki de olabilir.” 19

Manevi sosyal hizmet mü dahalesi yaklaşımı; pozitivist ve sekü ler bir anlayışla sunulan
sosyal hizmet mü dahalesinin mesleki disipline uygun bir şekilde maneviyatla bağ lantısı
kurularak, sorunlarla başa çıkmada etkili olacağ ı dü şü nü len manevi destek kaynaklarının
mü racaatçının yararına sunmayı amaçlayan yeni bir yaklaşım tarzıdır. Aydınlanma

16 Ferit Develioğ lu. Osmanlıca Türkçe Ansiklopedik Lügat, 1993: Aydın Kitabevi Yayınları, Ankara,
s. 579.

17 Nevzat Tarhan. İnanç Psikolojisi. İstanbul: Timaş Yayınları, 2009, s. 23.

18 D. N. Elkins ve Diğ erleri. “Toward a Humanistic‐Phenomenogical Spirituality: Definition,


Description, and Measurement”, Journal of Humanistic Psychology, 1988’den naklen Tarık Tuncay,
“Kronik Hastalıklarla Başetmede Tinsellik”, Sağlık ve Toplum Dergisi, 17(2), s. 14.

19 Tarık Tuncay. “ Kronik Hastalıklarla Başetmede Tinsellik.”, Sağlık ve Toplum Dergisi, 17(2), s. 15.

9
Sosyal Hizmet E‐ Manevi Temelli Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Ocak

felsefesinin sosyal bilimlere yansıması sonucu insanı ve toplumu fen bilimlerinde olduğ u
gibi determinist ve ampirik açıdan ele alan modern bilim adamları ‐metafizik alana ait
olması nedeniyle‐ insanın manevi yö nü nü ele almayı bilimsel bulmamışlardır.
Postmodern dö nemde ise sosyal sorunların giderek karmaşıklaşmaya başlaması ve
sorunların temelinde insanın psikolojik varlığ ının etkili olduğ unun anlaşılması insanı
yeniden tanımlamayı zorunlu kılmıştır.

Bu çerçevede bazı davranış ve sosyal bilim akademisyenleri bireyi, “manevi deneyimler


yaşayan insani bir varlık” değ il, tam aksine “insani deneyimler yaşayan manevi bir
varlık” olarak açıklamışlardır. Maneviyat bireyin varoluşunun anlamını açıklar.
Dolayısıyla bireyin, yaşamın anlamını ve amacını yakaladığ ı yer onun manevi alanıdır. Bu
alan inanılan ü stü n gü ç ile kurulan ö znel ve gizil ilişki ya da bireyin doğ ayla, sanatla,
mü zikle, ailesiyle, sosyal çevresi ile kurduğ u, değ er ve inanç atfettiğ i bir ilişki de olabilir.
Kuşkusuz bunların toplamı bireyin yaşamını anlamlandırmasını sağ layan unsurlar olarak
gö rü lebilir.20

Sosyal hizmetler kavramı 2828 sayılı SHÇEK Kanunu’nda; “kişi ve ailelerin kendi bünye ve
çevre şartlarından doğan veya kontrolleri dışında oluşan maddi, manevi ve sosyal
yoksunluklarının giderilmesine ve ihtiyaçlarının karşılanmasına, sosyal sorunlarının
önlenmesi ve çözümlenmesine yardımcı olunmasını ve hayat standartlarının iyileştirilmesi
ve yükseltilmesini amaçlayan sistemli ve programlı hizmetler bütünü” olarak
tanımlanmaktadır.21 Tanımda vurgulanan “manevi yoksunluk” yardıma muhtaç
insanlar açısından bakıldığ ında giderilmesi gereken ö nemli bir gereksinime işaret
etmektedir. Sosyal risklerle başa çıkmaya çalışan yoksul aileler, ö zellikle korunma
ihtiyacı olan çocuklar, bakıma muhtaç ö zü rlü ler, yaşlılar, kronik hastalar, şiddete
uğ rayan kadınlar ve hü kü mlü ler içinde bulundukları umutsuzluk ve çaresizlik nedeniyle
manevi desteğ e daha çok ihtiyaç duymaktadırlar. Kaza sonrası ö zü rlü olan 23’ü erkek,
6’sı kadın 29 genç ü zerinde yapılan bir araştırmada başa çıkma ile maneviyat arasında
olumlu bir ilişki tespit edilmiştir. Bu araştırmaya gö re ö zü rlü gençler arasında sakat
kalmayla ilgili kanaatin Tanrı ile ilgili dü şü nü ldü ğ ü gö rü lmü ştü r. Niçin ben sorusuna
getirdikleri en genel cevap dini içerikli olup Tanrı’nın iradesinin bir parçası olarak
değ erlendirilmiştir.22 Dezavantajlı birey ve grupların sorunlarına çö zü m bulmaya çalışan
sosyal hizmet mesleğ i toplumsal kaynakların bu insanların yararına organize edilmesinin

20 Tuncay, a.g.e., s. 14.

21 2828 Sayılı SHÇEK Kanunu, www.shcek.gov.tr (01.09.2009).

22 Naci Kula. Bedensel Engellilik ve Dini Başa Çıkma, İstanbul: Dem Yayınları, 2005, s. 114.

1
Sosyal Hizmet E‐ Manevi Temelli Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Ocak

yanında, var olan negatif duygularından kurtulmaları için de potansiyel manevi gü çlerini
harekete geçirmeye çalışmalıdır.

Ü lkemizde Sosyal Hizmetler Mü dü rlü klerine başvuruda bulunan yardıma muhtaç


insanlar maddi sorunlarının yanında, manevi ihtiyaçlarını da dile getirmektedirler.
Mü racaatçılar sorunlarını anlatırlarken; yaşadıkları psikolojik baskı nedeniyle hayatı
anlamlandırmada gü çlü k çektiklerini, hayat olayları ile başa çıkmada tü kenmişlik
duygusu ve umutsuzluk yaşadıklarını sıklıkla dile getirirler. Sosyal hizmet mesleğ inin bir
amacı da; birey, grup ve toplulukların kendi dinamiklerini, gü çlerini harekete geçirerek
kendi kaderini tayin etmesine yardımcı olmaktır. 23 İnsanların manevi değ erleri olumlu
bir şekilde kanalize edilebilirse, sorunlarının çö zü mü için gerekli olan motivasyon da
sağ lanmış olur. Ö zellikle sosyal risklere maruz kalmış bireyler manevi desteğ e daha çok
ihtiyaç duymaktadırlar. Manevi sosyal hizmet alanında aktif gö rev alan aktö rler, kişiye,
ailesine ve topluma manevi danışmanlık ve rehberlik hizmetlerinde bulunarak, bireyin
sorunlarına katkı sunacak şekilde manevi gelişimi sağ lamalıdır.24

4. MANEVİ DESTEK BİRİMİ İHTİYACI

Sosyal risk altında olan bireylerin yaşamlarında ihtiyaç duydukları değ işimi
gerçekleştirebilmeleri için manevi desteğ e ihtiyaçları vardır. Aynı zamanda toplumda var
olan manevi değ erlerin sosyal hizmet talep eden mü racaatçı kitlesinin yararına
yö nlendirilebilmesi için de manevi ö rgü tlenme çalışmalarına ihtiyaç duyulmaktadır. Bu
çift yö nlü ihtiyacın varlığ ı Sosyal Hizmetler Mü dü rlü klerinde “Manevi Destek Birimi”nin
oluşturulmasını zorunlu kılmaktadır. Yoksul ve yardıma muhtaç insanlarla, manevi
değ erleri nedeniyle yardımda bulunmak isteyen hayırseverler arasında ilkeli ve ö lçü lü
bağ lar kurulması ancak profesyonel bir bakış açısıyla mü mkü ndü r. Sosyal yardım
alanında duygusal gerekçelerle yapılan faaliyetler, bir merkezden idare edilmezse
istismara açık hale gelmektedir. Sosyal Hizmet Mü dü rlü kleri bü nyesinde kurulacak olan
Manevi Destek Birimi sayesinde; dini, manevi duygular vasıtasıyla yapılan sosyal
yardımların eşgü dü mü ve koordinasyonu sağ lanabilir.

Sosyal hizmet mü dahalesi uygulamalarında halkın gö nü llü katkı ve katılımını sağ lamak
ö nemli bir yer tutmaktadır. Ö zellikle bakıma ve yardıma muhtaç bireyler sö z konusu
olduğ unda, toplumun manevi duyarlılığ ı ü st dü zeye çıkmaktadır. Ancak bu potansiyel iyi
yö netilemediğ i zaman kaynak israfına neden olunmakta, bazen de muhtaç kesime zarar

23 Aziz Şeker. Sosyal Çalışma Mesleği, Ankara: Sabev Yayınları, 2008, s. 95.

24Ali Seyyar. “İslami Değ erler Açısından Manevi Sosyal Hizmetler”, Manevi Sosyal Hizmetler, Ed.
Ali Seyyar, İstanbul: Rağ bet Yayınları, 2008, s. 50.

1
Sosyal Hizmet E‐ Manevi Temelli Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Ocak

verici faaliyetlere dö nü şebilmektedir. Toplumda var olan gö nü llü manevi destek


motivasyonunu sistemli hizmet sunumuna dö nü ştü rebilmek için organizasyonu
sağ layacak gü venilir bir birime ihtiyaç duyulmaktadır. Sosyal devlet anlayışı gereğ i İl
dü zeyinde yerine getirilmesi gereken sosyal hizmet uygulamalarını yü rü tmekle yü kü mlü
olan Sosyal Hizmet Mü dü rlü kleri toplumun manevi duyarlılıklarını, ihtiyacı olan bireyler
ve gruplar yararına yö nlendirebilir.

Kü reselleşmenin etkisiyle toplumların yaşadığ ı kü ltü rel değ işim, ahlaki değ erlerin
zayıflamasına neden olmaktadır. Aileler çocukları ile yaşadıkları çatışmalar ya da eşler
arası anlaşmazlıklar nedeniyle psiko‐sosyal desteğ e ihtiyaç duymaktadırlar. Ailesinden
yeterli ilgiyi gö remeyen çocuklar ve gençler zararlı madde kullanımına yö nelmekte ve
sokakları mesken tutmaya başlamaktadırlar. Son zamanlarda ü lke gü ndemimizi meşgul
eden sokak çocukları, madde bağ ımlığ ı, kapkaç gibi sosyal sorunların temel nedenlerine
bakıldığ ında; manevi destek mekanizmalarının yetersiz kaldığ ı gö rü lmektedir. Aileye
yö nelik sosyal hizmet mü dahalesi uygulanırken ailelerin ihtiyaç duyduğ u manevi
desteğ in sağ lanması konusunda da sosyal hizmet disiplini açısından yeni yaklaşım
modelleri geliştirilmesi gerekmektedir. Ailelerin temel dü zeyde yaşadıkları yoksulluk
artık bir ekonomik olgu olmaktan çıkmış, sosyal ve siyasi yansımaları ile topluma zarar
verecek bir mahiyete bü rü nmü ştü r.25

Sosyal hizmet uygulamalarının temel hedeflerinden bir tanesi de birey, grup ve


toplumun manevi ihtiyaçlarına çö zü m bulmaktır. Sosyal Hizmetler Mü dü rlü kleri
bü nyesinde kurulacak Manevi Destek Birimi, birey ve ailenin manevi yoksunluklarını
giderecek eğ itim, rehberlik ve danışmanlık programları geliştirerek, uygulanmasını
sağ lamalıdır.

5. SONUÇ

Sosyal bilimlerde yaşanan paradigma değ işimi, gerçekliğ in basit olmadığ ına aksine her
sistemin kendine ö zgü ö zellikler taşıyan karmaşık bir yapısının olduğ una vurgu
yapmaktadır. Mekaniktik evren gö rü şü yerini holografik evren gö rü şü ne terk etmiştir.
Evrende her şey birbiri ile ilintilidir, her parça bü tü nü n bilgisini taşır. Pozitivist anlayışta
nesnellik bir zorunluluk olarak gö rü lü rken, yeni bilim anlayışında gö zlemcinin belirli bir
bakış açısına sahip katılımcı olduğ u kabul edilmektedir. “Epistemoloji anlamında,

25 Uğ ur Ö zdemir. “Toplumsal Gelişme ve Değ işme Sü recinde Bugü n ve Gelecekte Sosyal Hizmete
Duyulan İhtiyaç ve Sosyal Hizmetten Beklenenler”, Sosyal Hizmet Sempozyumu: Toplumsal Gelişme
ve Değişme Sürecinde Sosyal Hizmet (16‐18 ekim 1996), H. Ü . Sosyal Hizmetler Y.O., Ankara, 2001,
s.42

1
Sosyal Hizmet E‐ Manevi Temelli Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Ocak

pozitivist, akılcı ve modernist görüşler bilginin keşfedildiği ve ortaya çıkarıldığını öngören


“esasici” (essentialist) bir bilgi tanımını savunurken, pozitivizm ötesi ve akılcılık ötesi
paradigmalar bilginin keşfedilme yerine yorumlandığını, ortaya çıkarılma yerine
oluşturulduğunu (consructed) varsayar.”26

Dü nyada ve Ü lkemizde etkin sosyal hizmet sunumu yapabilmesi için sosyal bilimlerdeki
paradigma değ işimi ışığ ında, multidsipliner bir anlayışla yeni sosyal hizmet mü dahale
modelleri geliştirmesi ve sosyal devlet anlayışına uygun yapısal dü zenlemeler
gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Mevcut bü rokratik yapı, değ işen sosyal sorunlara ve
ihtiyaçlara etkin mü dahale edilmesini geciktirmekte, insan kaynağ ı ve donanım
yetersizliğ i nedeniyle mü racaatçılara nitelikli sosyal hizmet sunulamamaktadır. Ailedeki
sosyal riskleri bü tü n yö nleri ile ele alacak, maneviyatı gü çlendirici, rehabilite edici,
koruyucu ve ö nleyici hizmetlerin bir an ö nce devreye girmesi gerekmektedir.

Toplumsal yapının hızlı bir şekilde değ işime uğ raması aileler ü zerinde manevi yıkımlara
neden olmaktadır. Kent kü ltü rü nde manevi destek unsurlarının giderek zayıflaması
nedeniyle sosyal hizmetlere duyulan ihtiyaç bir kat daha artmaktadır. Sosyal Hizmetler
Mü dü rlü kleri bü nyesinde Manevi Destek Birimi oluşturularak birey, aile, grup ve
toplumun manevi ihtiyaçları ve sorunları konusunda yeni hizmet modelleri
geliştirilmelidir.

Sosyal hizmet uygulamalarına gö nü llü lerin katılımının sağ lanması ve toplumun manevi
değ erlerinden kaynaklanan yardımseverlik duygularının doğ ru yö nlendirilebilmesi için
yeni yapısal dü zenlemelere ihtiyaç duyulmaktadır. Sosyal yardım alanında dağ ınık olan
uygulamalar kaynak israfına neden olmakta, beklenen sosyal değ işim de
sağ lanamamaktadır. Yoksulluk kü ltü rü nü n manevi yozlaşmayla birleşmesi sonucu başta
bü yü kşehirler olmak ü zere toplumsal dayanışma duygularına zarar verecek istenmeyen
eylemler ortaya çıkabilmektedir. Yoksul kitlelerle, toplumsal kaynakların buluşacağ ı
tampon mekâ nların ve gü venli platformların oluşturulması için manevi sosyal hizmet
yaklaşımına ihtiyaç duyulmaktadır.

Sosyal refah imkâ nlarının toplumun geneline yaygınlaştırılamaması pek çok kesimin
marjinalleşmesine ve dışlanmasına neden olmuştur. Sosyal dışlanma sorunuyla karşı
karşıya kalan risk grubu insanlar, insan onuruna yakışmayan yaşam koşulları ile maddi
manevi destekten yoksun bir şekilde tek başına mü cadele etmek zorunda
bırakılmışlardır. Gö ç nedeniyle milyonlarca insan kent yaşamına ve modern topluma
uyum sağ lama, işsizlikle başa çıkma gibi bir dizi sorunla uğ raşmaktadırlar. Geleneksel

26 Yıldırım vd., a.g.e., s. 29.

1
Sosyal Hizmet E‐ Manevi Temelli Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Ocak

dayanışma mekanizmalarından da yaralanamayan bu insanlar ruhsal, sosyal ve


ekonomik açıdan desteğ e ihtiyaç duymaktadırlar. Herkes için asgari bir yaşam standardı
sağ lamak sosyal devletin ö nemli bir gö revidir. Sosyal hizmet mü dahalesi de birey ve
ailenin yaşam kalitesini arttırarak, kendi kendilerine yeterli duruma gelmelerini
hedefler. Yapısal değ işime uğ rayan sosyal sorunların karşısında, yerel ö zellikler dikkate
alınarak yeni sosyal hizmet modelleri ü retilmelidir.

Sosyal sorunların yıkıcı etkilerinin ö nü ne geçilebilmek için; Sosyal Hizmet


Mü dü rlü klerinde insana bü tü ncü l açıdan yaklaşan ve onun maddi manevi tü m
gereksinimlerine duyarlı olan, aile merkezli manevi temelli sosyal hizmet anlayışının
uygulanması gerekmektedir.

KAYNAKÇA

Ali Seyyar. “İslami Değ erler Açısından Manevi Sosyal Hizmetler”, Manevi Sosyal
Hizmetler, Ed. Ali Seyyar, İstanbul: Rağ bet Yayınları, 2008, ss. 13‐51.

Ali Yıldırım ve Hasan Şimşek. Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırma Yöntemleri, Ankara:
Seçkin Yayıncılık, 2008.

Aytaç Açıkalın. “Fikri Hü r İrfanı Hü r Nesiller İçin.” Eğitim‐Bilim Dergisi, S. 26,

2000. Aziz Şeker. Sosyal Çalışma Mesleği, Ankara: Sabev Yayınları, 2008.

Çiğ dem Arıkan. “Sosyal Model Çerçevesinde Ö zü rlü lü ğ e Yaklaşım”, Ufkun Ötesi Bilim
Dergisi, C. 2, S. 1, 2002, ss. 11‐25.

D. N. Elkins ve Diğ erleri. “Toward a Humanistic‐Phenomenogical Spirituality: Definition,


Description, and Measurement”, Journal of Humanistic Psychology, 1988, 28(4),
ss. 5‐18’den naklen Tarık Tuncay, “Kronik Hastalıklarla Başetmede Tinsellik”,
Sağlık ve Toplum Dergisi, 17(2), s. 13‐20.

E. F. Schumacher. Aklıkarışıklar İçin Kılavuz, İstanbul: İz yayıncılık, 1992.

Emre Kongar. Sosyal Çalışmaya Giriş, Ankara: Sabev Yayınları, 2007.

Ferit Develioğ lu. Osmanlıca Türkçe Ansiklopedik Lügat, 1993: Aydın Kitabevi Yayınları,
Ankara.

Firitjof Capra. Yeni Bir Düşünce. İstanbul: İz Yayıncılık, 1996.

Işıl Bulut. Sosyal Hizmet Uygulamaları El Kitabı, Ankara: Başkent Ü niversitesi S.B.F.
Sosyal Hizmetler Bö lü mü , 2006.

J. Donald Walters. Modern Düşüncenin Krizi. İstanbul: İnsan Yayınları, 1995.


1
Sosyal Hizmet E‐ Manevi Temelli Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Ocak

Kadir Canatan. “Ekolojik Krizin Paragmatik Arka Planı ve Said Nursi’nin Kozmoloji
Ö ğ retisi.” Kur’an’ı Anlamada Çağdaş Bir Yaklaşım: Risale‐i Nur Örneği Uluslararası
Sempozyum (20‐22 Eylü l 1998), Nesil Basım Yayın, İstanbul, ss. 607‐622.

Kemal Sayar. Psikiyatri Ve Kültür. İstanbul: İnsan Yayınları, 2000.

Metin Karabaşoğ lu. Bilimin Öteki Yüzü. İstanbul: Karakalem Yayınları,1997.

Naci Kula. Bedensel Engellilik ve Dini Başa Çıkma, İstanbul: Dem Yayınları,

2005. Nevzat Tarhan. İnanç Psikolojisi, İstanbul: Timaş Yayınları, 2009.

Seyyid Hü seyin Nasr. İnsan Ve Tabiat, İstanbul: Yeryü zü Yayınları, 1983.

Tarık Tuncay. “Kronik Hastalıklarla Başetmede Tinsellik.”, Sağlık ve Toplum Dergisi,


17(2), s. 13‐20.

Uğ ur Ö zdemir. “Toplumsal Gelişme ve Değ işme Sü recinde Bugü n ve Gelecekte Sosyal


Hizmete Duyulan İhtiyaç ve Sosyal Hizmetten Beklenenler”, Sosyal Hizmet
Sempozyumu: Toplumsal Gelişme ve Değişme Sürecinde Sosyal Hizmet (16‐18 ekim
1996), H. Ü . Sosyal Hizmetler Y.O., Ankara, 2001, ss. 35‐47.

Veli Duyan vd.. Sosyal Hizmeti Tanımak ve Anlamak, Ankara: Ö ncü Basımevi,

2008. 2828 Sayılı SHÇEK Kanunu, www.shcek.gov.tr (01.09.2009).

1
Sosyal Hizmet E‐ Manevi Temelli Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Ocak

Sosyal Hizmet Tarihi

OSMANLI DEVLETİ’NDE KORUNMAYA MUHTAÇ ÇOCUKLARA YÖNELİK SOSYAL


HİZMET UYGULAMALARI

Zeki KARATAŞ

Giriş

Toplumların geleceğ inin inşasında ö nemli bir unsur olan çocuklar, tarih boyunca ilgi
odağ ı olmuştur. Çocukların iyi bir eğ itim sisteminden geçirilmesi, beden ve ruh
sağ lıklarının korunması Devletlerin kü ltü r ve medeniyet değ erlerinin geliştirilerek
geleceğ e taşınmasında ö nemli bir yer tutmaktadır. Ayrıca bir ü lkenin gelişmişlik dü zeyi
insan kaynağ ının kalitesiyle ö lçü lü r. Çocukların çağ ın gereklerine gö re donanımlı bir
şekilde yetiştirilmeleri de o ü lkenin insan kaynağ ının sağ lam olmasının teminatıdır. Aynı
şekilde çocukların sorunlu olması da, o ü lkenin geleceğ i açısından tehlikeli sonuçlar
doğ urabilmektedir. Bu nedenle insan merkezli bir medeniyetin uygulayıcısı olan Osmanlı
Devleti de bü nyesinde barındırdığ ı çocukların ihtiyaç ve sorunlarına duyarsız kalmamış,
geliştirdiğ i ve tatbik ettiğ i bir takım sistemlerle çocukların sağ lıklı kişilik gelişimlerini
sağ lamaya çalışmıştır.

Tarih boyunca savaşlar, salgın hastalıklar, tabi afetler, gö ç ve yoksulluk gibi durumlarda
en çok zarar gö ren kesim çocuklar olmuştur. Osmanlı Devleti’nin son dö nemlerinde
Balkanlar’da, Ortadoğ u’da, Kafkaslarda ardı ardına yaşanan savaşlar kadınların dul ve
çocukların yetim kalmasına neden olmuştur. Savaş sonrası kaybedilen topraklardan
İmparatorluğ un Bü yü kşehirlerine gö çler başlamış, şehirlerde yoksul ve kimsesiz çocuk
sayısında artışlar gö rü lmeye başlamıştır. Bu durum karşısında Osmanlı’da uzun yıllar
hayırlı hizmetlerde bulunmuş Vakıfların imkâ nları yetersiz kalmış ve Devlet eliyle yeni
kurumlar açma ihtiyacı hâ sıl olmuştur. II. Mahmut’un tahta çıkması ve Tanzimat Fermanı
ile birlikte modernleşme sü recini başlatan Osmanlı Devleti, çocukların korunması
konusunda da Cumhuriyet Dö nemi’ne ışık tutacak ö rnek çalışmaları başarı ile
uygulamıştır.

Çocuklar savunmasız oldukları için tarihin her dö neminde olduğ u gibi, gü nü mü zde de
her tü rlü ihmal ve istismara maruz kalabilmektedir. İhmal ve istismar ise çocukların hem
bedensel, hem de ruhsal gelişimleri ü zerinde onarılması mü mkü n olmayan travmalara
neden olmaktadır. Çocukların maruz kaldıkları bu olumsuz durumlar karşısında
Devletler bir dizi yasal tedbirlerle çocukların haklarının korunması yö nü nde ö nlemler

Ö ğ retim Gö revlisi, Recep Tayyip Erdoğ an Ü niversitesi İ.İ.B.F. Sosyal Hizmet Bö lü mü .

1
Sosyal Hizmet E‐ Manevi Temelli Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Ocak

almışlardır. Tarihi sü reç içerisinde ortaya çıkan gerek uluslararası, gerekse iç hukuk
dü zenlemeleri sayesinde gü nü mü zdeki modern çocuk koruma sistemi oluşmuştur. Olaya
Ü lkemiz açısından bakacak olursak; Cumhuriyet’in ilanı ile başlayıp gelişerek gü nü mü ze
kadar gelen çocuk refahı alanında Osmanlı Dö neminde gerçekleştirilen gü zel
uygulamaların izlerini gö rmek mü mkü ndü r. Osmanlı Devleti’nin çö kü ş dö nemi olarak
ifade edilen 19. yü zyılda sosyal hizmetler adına yapılan uygulamaları gö rdü kçe,
Osmanlı’nın insan merkezli bir medeniyeti temsil etmenin manevi mesuliyetini hakkıyla
ifa ettiğ ine şahit olmaktayız. Elbette uygulamada yetersizlikler ve eksiklikler olabilir,
ancak o dö nemin ağ ır şartları gö z ö nü ne alındığ ında yapılanların hiç de azımsanacak
işler olmadığ ını rahatlıkla sö yleyebiliriz.

Bu çalışmamızda Osmanlı’dan Cumhuriyet Dö nemi’ne kadar “korunmaya muhtaç


çocuklar” alanında ortaya çıkan kurumsal yapılanmalar ve yasal dü zenlemeler ö zet
olarak incelenecektir.

Osmanlı Devleti’nde Çocukların Korunması

Osmanlı Devleti bir vakıf medeniyetiydi. Sosyal yardımlaşma ve dayanışmaya bü yü k


ö nem veren Osmanlı Devleti’nde vakıflar; dinî, sosyal, siyasal, ekonomik, kü ltü rel ve
askerî alanlarda hizmetler veriyordu.1 Vakıf kelime anlamı itibariyle “bir şeyi daimi
olarak durdurmak” demektir. Terim anlamıyla; “bir malı mü lkiyetten çıkarıp çıkarlarını
mü ebbeden bir hayır işine tahsis ederek saklamak” şeklinde ifade edilmektedir. Ancak
vakfın kelime anlamındaki ‘durdurmak’ fiilini şu manada anlamak gerekir: Bir malı alım‐
satımdan alıkoyup (durdurup) menfaatini devamlı olarak fakirlere tayin etmek. Bir
başka deyişle, bir malın‐mü lkü n alım‐satımından doğ an faydasını, ona sahip olan
açısından durdurmak ve ona ihtiyacı olan başkalarına devamlı olarak tahsis etmek. 2 Bu
anlamıyla vakıflar ö zellikle toplumda yardıma muhtaç durumda olan kadın, çocuk, yaşlı
ve ö zü rlü lere yö nelik ö nemli hizmetler ifa etmekteydi. 18. yü zyıl sonlarında yalnızca
İstanbul’daki vakıf imarethanelerinde her gü n 30.000 fakire yemek ikram ediliyordu.3
19. yü zyılın başına kadar merkezi idarenin sistemli bir mü dahalesine maruz kalmayan
vakıflar, sistemin yozlaşması gerekçesiyle, ö zellikle II. Mahmut dö neminde mü dahalelere
maruz kalmış ve 1826 yılında kurulan Evkaf‐ı Hü mayun Nezareti’ne bağ lanmaya ve
idareleri de memurlara bırakılmaya başlanmıştır.4 Vakıfların merkezi otoritenin

1 İbrahim Sarıçam ve Seyfettin Erşahin, İslam Medeniyet Tarihi. Ankara: T.D.V. Yayınları, 2007, s.223.
2 Mustafa Armağ an, Geri Gel Ey Osmanlı, İstanbul: Ufuk Kitap, 2007, s. 269–270.
3 Sarıçam ve Erşahin, s.229
4 Mehmet Ö . Alkan, “Sivil Toplum Kuruluşlarının Hukuksal Çerçevesi 1839‐1945”, Tanzimat’tan Gü nü mü ze

İstanbul’da STK’lar, A.N. Yü cekö k, İ. Turan, M.Ö . Alkan (Edt.), İstanbul: Tarih Vakfı Yayını, 1998, s.61‐62.
1
Sosyal Hizmet E‐ Manevi Temelli Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Ocak

kontrolü ne girmesi ile birlikte, hareket alanları kısıtlanmış ve yoksullara yö nelik


hizmetler Devlet eliyle yapılmaya başlanmıştır.

19. yü zyılda Avrupa Devletleri’nin sanayi inkılâ bı sonrası kent nü fuslarının artması
nedeniyle oluşan sosyal sorunlarla Osmanlı Devleti henü z tanışmamıştır. Ancak
yoksulluk, savaşlar ve gö ç gibi nedenlerle yetim kalan çocukların korunması için bazı
mü esseselerin kurularak tedbirler alındığ ı anlaşılmaktadır. Bü tü n geleneksel
toplumlarda olduğ u gibi Osmanlı toplumunda da çocuklar ö ncelikle aile içinde korunur;
ö zel olarak korunmaya ihtiyaç duyduğ unda ise yine geniş aile çevresine ö ncelik
verilirdi.5 Tanzimat dö nemi modernleşme sü recinin başlangıcı olduğ undan, devletin
çocuklar için koruyucu ö nlemler almaya başladığ ı gö rü lmektedir.6 Makalemiz boyunca
Ü lkemiz adına modern çocuk koruma sisteminin ilk ö rnekleri olan bu tedbirleri ve
mü esseseleri ele almaya çalışacağ ız.

İlk Çocuk Rehabilitasyon Merkezi: Niş Çocuk Islahhaneleri

Bir yarısı Tü rkçe, diğ er yarısı ise Bulgarca olarak yayınlanan Osmanlı’nın ilk vilayet
gazetesi Tuna’nın 17 Ekim 1866 Çarşamba gü nü çıkmış olan 114. sayısında Niş
Islahhaneleri hakkında geniş bir habere yer verilmiştir. Haberde şu bilgiler
bulunmaktadır: Tuna Vilayeti Valisi olarak gö rev yapmakta olan Midhat Paşa tarafından,
Niş Eyaleti’nde yö netici olarak bulunduğ u sırada, bir kısım mahalli memur ve bö lgenin
hamiyet sahibi kişilerinin maddi katkılarıyla Niş merkezinde ayrım yapılmaksızın gerek
Mü slü man ve gerekse Hıristiyan Nişli ailelerle muhacir (Çerkez) çocuklarından yetim ve
ö ksü z olup kendilerine bakacak diğ er yakınları bulunmayanlarla, yakınları olmakla
birlikte bakımları ve yetiştirilmeleri için dilekçe ile mü racaat edilenlerin kabul edildiğ i
Islahhane isimli bir kurum oluşturulmuştu. Bu Islahhanede bir mü dü r ile İslam ve
Hıristiyan yeteri kadar ö ğ retmen ve çocuklara meslek ö ğ retecek ustalar
gö revlendirilmişlerdi. 4–15 yaşları arasında Mü slü man‐Hıristiyan ayırımı yapılmaksızın
201 ö ğ renciye hizmet veren Islahhanede okuma‐yazma ö ğ retiminin yanında sanat
eğ itimi de verilmiştir. 1863 yılı başlarında kurulan Niş Islahhanesi açılıştan iki buçuk
senelik bir sü re geçtiğ inde burada kalan çocuklar okuma‐yazma yanında terzilik
ö ğ renmiş “potur ve setreden” ibaret olan jandarma askeri kıyafetleriyle her çeşit
“kundura, çizme ve potin” dikip hazırlamayı ö ğ renmişlerdir.7 Gü nü mü zdeki endü stri
meslek liselerine benzer bir eğ itim veren Islahhane, yetim çocukların koruma ve
bakımlarının sağ lanması bakımından da yetiştirme yurtlarına benzetilebilir. Kimsesiz ve

5İlber Ortaylı, Osmanlı Toplumunda Aile, İstanbul: Pan Yayıncılık, 2000, s.111.
6Abdullah Karatay, Cumhuriyet Dö nemi Korunmaya Muhtaç Çocuklara İlişkin Politikanın Oluşumu,
Marmara Ü niversitesi S.B.E. (Basılmamış Doktora Tezi), İstanbul:2007, s.101.

1
Sosyal Hizmet E‐ Manevi Temelli Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Ocak
7 Nesimi Yazıcı, “Niş Islahhanesi’nden Haber Var”, Kü ltü r Dergisi, Sayı:12 (Sonbahar 2008), s. 27.

1
Sosyal Hizmet E‐ Manevi Temelli Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Ocak

korunmaya muhtaç çocuklara yö nelik ilk sistemli kurumsal girişim olan Islahhaneler
daha sonra Rusçuk ve Sofya’da da açılmıştır. Mithat Paşa’nın oğ lu Ali Haydar babasının
hatıralarını derlediğ i eserde bu mü esseselere niçin Islahhane isminin verildiğ ini şö yle
izah etmiştir: Yeni açılan bu kuruma isim bulma amacıyla Kur’an‐ı Kerim’den tefe’ü l
edilmesi uygun bulunmuş, neticede 34. sayfanın başındaki Bakara Suresi’nin 220. ayeti
(“Sana yetimlerden soruyorlar, de ki: Onların işlerini dü zeltmek hayırlıdır.”) çıkmış ve
buradaki ‘ıslah’ kelimesi okula isim olarak verilmiştir.8

Osmanlı’da kimsesiz ve korunmaya muhtaç çocuklara ilişkin ilk yatılı kurum deneyimi
olan bu ıslahhaneler, gerçek anlamda bir yetimhane ya da ‘eytamhane’ olarak değ il,
Mü slü man ve Hıristiyan kimsesiz çocukların ‘tahsil ve terbiyelerine bakmak, sanat
ö ğ retmek için’ oluşturulan bir tü r ‘sanayi mektebidir’ aynı zamanda. Midhat Paşa’nın
sanayi mektebi deneyimi II. Abdü lhamit tarafından kabul gö rmü ş, benzeri kurumlar
diğ er eyaletlerde de kurulmuştur. Hatta Midhat Paşa tarafından ‘ıslahhaneler’ için
hazırlanan Islahhaneler Nizamnamesi’nin 1903 yılında İstanbul’da kurulacak olan
‘Darü lhayr‐i Ali’ adlı kimsesiz Mü slü man yetimler ‘darü leytamının’ işletilmesine
kaynaklık ettiğ i belirtilmektedir.9

Midhat Paşa ‘ıslahhaneleri’ kurarken bö lgede bulunan imkâ nlardan yararlanmasını


bilmiştir. Bu kurumları açarken bö lgede bulunan Polonyalı ve Macar mü ltecilerin bilgi ve
deneyiminden de yararlanmış; bu kişiler arasında bulunan mü hendis ve teknisyenler
‘ıslahhane’lerde ö ğ retmenlik yapmışlardır. Sonuç olarak Midhat Paşa’nın erken modern
dö nem ‘ıslahhane’ deneyiminin hem yoksul ve kimsesiz Mü slü man ve Hıristiyan
çocukların mesleki eğ itimi anlamında sanayi mektebi gö revi alması, hem de kimsesiz
korunmaya muhtaç çocukların barındırılması anlamında işlev gö rmesi, korunmaya
muhtaç çocuklara yö nelik daha sonra ortaya çıkacak ‘yetimhane’ ya da ‘darü leytamların’
şekil almasında ö nemli bir model olmuştur.10

Mithat Paşa Niş Islahhanesi’nde farklı etnik kö kenden çocukları bir araya getirerek,
ileride ortaya çıkacak milliyetçilik akımlarının etkisini azaltmaya hedeflemiş olmalıdır.
Ayrıca ıslahhanelerde iş ve uğ raşı atö lyeleri açılarak, kimsesiz çocukların hem meslek
sahibi yapılmaları, hem de meşguliyet tedavisi yoluyla sosyalleşmeleri hedeflenmiştir. Bu
anlayış ve modelin gü nü mü zde sokak çocukları ile yapılan çalışmalarda uygulandığ ı gö z
ö nü ne alındığ ında Osmanlı Devleti’nin 19. yü zyılda sosyal alanda ö nemli ilerlemeler
kaydettiğ ini ifade edebiliriz.

8 Yazıcı, s.31.
9 Karatay, s.112
10 Karatay, s.112.

2
Sosyal Hizmet E‐ Manevi Temelli Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Ocak

Eğitim ve Bakım Kurumu: Darüşşafaka

Adı “şefkat yurdu” anlamına gelen Darü şşafaka, Osmanlı Devleti’nin son dö nemlerinde
bir derneğ in himayesinde ve bir sivil oluşumun ö ncü lü ğ ü nde kurulan ilk parasız ö zel
okuldur. Kurulduğ u zamanki tam adı Darü şşafakatü ’l‐ İslâ miyye’dir. Devlet desteğ ini de
kazanmış olan bu okulun temeli, açılmasına ö n ayak olan Cemiyet‐i Tedrîsiyye‐i
İslâ miyye’nin kurulmasıyla atılmıştır.11 Darü şşafaka’nın kuruluşundaki ilk amaç,
Cemiyet‐i Tedrîsiye‐i İslâ miye’nin Kapalıçarşı ö nü ndeki esnaf çıraklarını eğ itmektir. Bu
sebeple cemiyete, Kapalıçarşı civarında Ö rü cü ler Kapısı’nda bir okul tahsis edilmiş,
akabinde bu binanın onarımına başlanmıştır. Mektebin yeri için, Beyazıt Meydanı
yakınında bulunan Simkeşhane’nin yanındaki Valide Mektebi ayrılmıştır. Binanın ve
eğ itim araçlarının hazırlanması ile birlikte 1865 yılında derslere başlanmıştır. 12

Kuruluşuyla birlikte ilk nizamnamesini de hazırlayan Cemiyet, gayesini ö ncelikli olarak


ö ksü z ve kimsesiz çocuklar olmak ü zere, sınıf ayırt etmeksizin bü tü n çocukların dinî
bilgiler, her tü rlü evrakı kısa zamanda okuyup yazmayı ö ğ retmek için eğ itim verileceğ i
ve derslerin esnafa kolaylık olsun diye çarşının açılışından iş zamanının gelişine kadar
olacağ ını bildirmiştir. Sö z konusu bu eğ itimlerden herhangi bir ü cret alınmamasının
yanında ihtiyacı olanların eğ itim masrafları da karşılanmıştır. Bunun yanında, başarılı
olup eğ itime devam edebileceklere de maddi destek sağ lanmıştır.

İlk yıl için 54 ö ğ renci alınan okulda eğ itim 8 yıl olarak belirlenmiştir. İbtidaî‐İdâ dî ve
Rü şdiye olarak belirlenen sınıflar doğ rultusunda eğ itimin ilk altı yılı İbtidai‐İdadi‐
Rü şdiyeye, son iki yıl ise “Â li” kısma tahsis edilmişti. Buna ek olarak son sınıf, Telgraf ve
Fen Mektebi adıyla da eğ itim vermiştir. İlk ö ğ retmenler, çoğ unlukla asker kö kenli veya
İstanbullu aydınlardan oluşmaktaydı ve tamamen fahri olarak gö rev yapmaktaydılar.

Darü şşafaka mektebi ö ğ renci kabulü nü bir nizamname ile dü zenlemiş ve bazı şartları
haiz olan ö ğ renciler okula kabul edilmiştir. Ö ğ rencilerde aranan şartlar şö yledir:

1. 10 yaşından aşağı, 12 yaşından yukarı olmamak,

2. Ana –baba veya yalnız birinden mahrum olmak (imtihanda eşit puan alırsa anası‐babası
olmayana öncelik verilir),

3. İlk mekteplerin en az dördüncü sınıfına kadar okumuş olmak veya o derece tahsil
gördüğü imtihan neticesinde sabit olmak,

11 Aylin Koç, “Ö ksü z ve Yetimler için Kurulmuş Bir Eğ itim Kurumu: Darü şşafaka”, Savaş Çocukları
Ö ksü z ve Yetimler, İstanbul 2003, s. 183.
12 Aynur Soydan, “Darü şşafaka Tarihinden Kesitler”, Yakın Dö nem Tü rkiye Araştırmaları Dergisi,

İstanbul 2003, Sayı:3, s. 251.


2
Sosyal Hizmet E‐ Manevi Temelli Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Ocak

4. Herhangi bir hastalığı olmamak ve bünyesi tahsile uygun olmak,

5. Müslüman evladı olmak ve ailesi namus erbabından olmak.

Nizamnamede ayrıca ö ğ rencilerin her tü rlü masraflarının cemiyet tarafından


karşılanması, bir idare, bir de eğ itim kurulu oluşturulması, mektebin ve talebelerin
durumu ile yakından ilgilenmek ü zere bir mü dü r, bir de mü dîre tayin edilmesine karar
verilmiştir. Ayrıca, ö ğ rencilerin askeriyede ve devlet dairelerinde çalışabilmeleri için
eğ itilmelerine ve de geceleri okulda kalabilmelerine imkâ n verilmiştir. Mektep binası iki
taraflı yapılarak kız ö ğ rencilerin de alınması dü şü nü lmü ş fakat bazı sakıncalar ileri
sü rü lerek kız ö ğ renci alınmasından vazgeçilmiştir.13

Darü şşafakalıların mesleklerine ve fiilen yaptıkları islere bakıldığ ında, bunların bü yü k


çoğ unluğ unun devlet kadrolarını oluşturduğ u gö rü lü r. Mezunların kü çü k bir kısmı kendi
hesabına veya ö zel sektö rde çalışmaktadır. Hü kü met, Dü yû n‐ı Umû miyye İdaresi’nin
muhalefetine karsın gü mrü k sisteminde reformlar gerçekleştirmek ü zere çalışmalara
girişmiş, reformların uygulanmasında bü rokratlara dü sen payın ö nemini dü şü nerek
seçkin bir kadrolaşmaya gitmiştir. Darü şşafakalılar bu kadrolaşma içinde de yoğ un
olarak yer almışlardır.14

Gü nü mü zle kıyaslandığ ında; yetiştirme yurtlarında bakım ve korunma altında bulunup


da 18 yaşını tamamlayan gençler de ö zel yasal dü zenlemeyle devlet kadrolarında
kendilerine ayrılan kontenjan sayesinde işe yerleştirilmektedirler. Korunmaya muhtaç
çocukların toplumsal yaşama uyum sağ lamalarında ö nemli bir unsur olan iş ve statü
sahibi olma imkanının Osmanlı Devleti’nde de sağ lanmış olması, ö rnek bir uygulama
olarak tarihteki yerini almıştır.

Yetimlerin Haklarının Korunması: Eytam Keseleri ve Emval‐i Eytam Nezareti

Osmanlı’da yetimlerin korunması için alınan tedbirler ve oluşturulan vakıflar bir tarafa
bırakıldığ ında, onlar için meydana getirilen en ciddi ö rgü tlenmenin, vasilik gö revinin
uygulanmaya konulması ve eytam keselerinin kurulması olduğ u belirtilebilir. Osmanlı
toplumunda, yetimlerin miras yoluyla kalan menkul ve gayrimenkul malların vasileri
tarafından işletilmesi ve sermayenin kontrol altına alınarak elde edilen gelirin bu
şahısların ihtiyaçlarının karşılanması için harcanması, reşit olduklarında ise mallarının
kendilerine teslim edilmesi için oluşturulan kurumlara, eytam keseleri adı verilmekteydi.

13 A. Soydan, a.g.m., s. 257.


14 Hakan Aytekin, 1914‐1924 Yılları Arasında Korunmaya Muhtaç Çocuklar Ve Eğ itimleri, Marmara
Ü niversitesi Tü rkiyat Araştırmaları Enstitü sü (Basılmamış Yü ksek Lisans Tezi), İstanbul 2006, S.22.

2
Sosyal Hizmet E‐ Manevi Temelli Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Ocak

Bu sisteme eytam kesesi adının verilmesinin nedeni, yetimlerin miras olarak kalan
paralarının, bu paraların işletimine dair evrakın, gayrimenkullere ait belgelerin ve
benzeri vesikaların kumaştan yapılmış bir torba veya çanta anlamında olan bir kesenin
içine konmasındandır. Yetimler reşit olduklarında bu keseler feshedilmekte ve miras
olarak kalan mallar kendilerine şahitler huzurunda teslim edilmektedir.15

Tanzimat modernleşmesinin çocuk alanındaki tezahü rlerinden biri de yetim kalmış


çocukların mallarının korunmasını hedefleyen ‘Eytam İdaresi’nin kurulmasıdır. Yetim
çocukların mallarını ve paralarını koruma 19. yü zyıl ö ncesinde şer’i işler arasında
sayılmakla birlikte, bu işlerin modern devletin gö rev ve denetim alanına dâ hil edilmesi
1851 yılında çıkarılan Eytam Nizamnamesi ile mü mkü n olabilmiştir. Bu nizamname ile
yetim mallarına bakacak teşkilat anlamına gelen Emval‐i Eytam Nezareti kurulmuştur. Bu
teşkilat Tanzimat dö neminde çocukların mallarını ve diğ er haklarını korumak amacıyla
oluşturulan ilk kurumdur. Ayrıca bu kurumla birlikte kö ylerde babası ö len ve yetim
kalan her çocuğ un Eytam İdaresi’ne bildirilmesi zorunluluğ u getirilmiştir. Bunun
yanında çocuğ un haklarının korunması amacıyla vesayet kurumu oluşturulmuş; babası
ö len çocuğ a varsa ö ncelikle annesinin o da yoksa diğ er bir akrabası vasi olarak
atanmıştır. Nizamname, ö len kişiler ve yetim kalan çocuklarla ilgili bilgilerin bu teşkilata
verilmesi zorunluluğ unu da getirmiştir. Bu şekilde tespit edilen yetimlerin mal ve
paralarının tespiti ve sayımı, korunması ve nemalandırılması Nezaretin gö revleri
arasında sayılmıştır. Gö rü ldü ğ ü gibi Tanzimat dö neminde korunmaya muhtaç çocukların
haklarının korunmasına ilişkin genel nitelikte ve merkezi idarenin mü dahalesini ö ngö ren
bir dizi yasal dü zenleme yapılmıştır.16

Sokak Çocuklarının Barındırılması: Darülaceze, Darülhayr‐i Alî

I. Meşrutiyet (1876–1908) dö nemi kentsel nü fusun savaşlar nedeniyle denetimsiz


artması, yoksul kentsel nü fusun devletin hazır olmadığ ı bir ‘asayiş’ sorunu olarak ortaya
çıkması nedeni ile genel olarak yoksullara yö nelik ve ö zel olarak muhtaç ve kimsesiz
çocuklara yö nelik kurumsal yardım yapılanmasını tetiklemiştir. Savaş nedeniyle bü yü k
kentlere yö nelik gö ç ilk olarak 1683 II. Viyana Bozgunu ile başlamış olmakla birlikte,
1877 Osmanlı‐Rus Savası sonucu İstanbul’a akın eden gö ç çok daha geniş kapsamlı ve
kalıcı etkiler bırakmıştır:

“1877 Osmanlı –Rus Savası’ndan sonra Rumeli’den binlerce kişinin İstanbul’a göç
etmesi kentin yaşam düzenini büyük ölçüde etkilemişti. İlk göçmen kafilesi

15 Cafer Çiftçi, “Osmanlı Devleti’nde Yetim Keseleri”, Kü ltü r Dergisi, Sayı:12 (Sonbahar 2008), s. 47.
16 “Eytam İdaresi”, Tü rk Ansiklopedisi, Cilt XVI, 1968, Ankara: M.E.B., s.56.
2
Sosyal Hizmet E‐ Manevi Temelli Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Ocak

Temmuz 1877’de gelmiş bunu Ocak 1878’den itibaren günde 10.000 kişiye varan
büyük göçler izlemişti. Göçmenlerin barındırılması, doyurulması, hastaların tedavi
edilmesi büyük sorun olmuş bu işler için ‘İdare‐i Umumiye‐i Muhacirin Komisyonu’
kurulmuştu. Göçmenler bu komisyon denetiminde geçici olarak cami, medrese,
tekke, okul, han hatta saraylara, bunlar yetmeyince uygun konaklara, yalılara ve
evlere yerleştirilmişti. Temmuz 1877‐Eylül 1879 arasında İstanbul’a 387.804
göçmen gelmiş, bakacak kimsesi ve geliri olmayan dul kadınlarla yetim ve öksüz
çocuklar, Gülhane’deki Kırmızı Kışla’da açılan Muhacirin Dul ve Eytamhanesi’ne
yerleştirilmişti. Hasta olanlar ise yine buradaki Muhacirin Hastanesi’nde tedavi
edilmekteydi. Göçmenlerin azalması nedeniyle Muhacirin Komisyonu’nun
lağvedilmesi üzerine 15 Ocak 1894 tarihinde bu kurumlar Şehremaneti’ne geçmiş
ve Temmuz 1894’te Dulhane’deki kadınlar ve küçük çocuklar Darülaceze’ye
nakledilmiştir.”17

Gö rü ldü ğ ü gibi, savaşlar nedeniyle başlayan kentsel asayiş sorunu ve kimsesizlik sorunu
karşısında dü zensiz de olsa, barındırma kurumları oluşturma çabalarında bir artış
vardır. Bu da Midhat Paşa ile başlayan ‘kimsesiz çocuklar’ı korumaya yö nelik merkezi
devletin sorumluluk ü stlenmesi ve bakım kurumları oluşturması geleneğ inin sü rdü ğ ü nü
gö stermektedir.18

Osmanlı tarihindeki en ö nemli sosyal kurumların başında gelen Darülaceze’nin


ortaya çıkmasının gerisinde İstanbul’un dü zenini bozan ‘serseri’ ve dilencilerin disipline
edilmesi ve bö ylece dü zenin sağ lanması ihtiyacı yatmaktadır. Darü laceze kapsam ve tü r
olarak ilk defa devlet tarafından planlanmış ve hizmete açılmış bir kurumdur.
Darü laceze’nin açılmasına zemin hazırlayan 30 Mart 1890 tarihli Meclis‐i Vü kela’da
dilenciler ve diğ er gruplarla ilgili şu kararlar alınmıştır:

(…) dilencilerden İstanbullu ve taşralı olanların tespit edilmesi; hasta kimsesiz ve


çalışamayacak durumda olanların listesinin hazırlanması, taşradan işi gücü ve
sanatı olmayıp da İstanbul’a gelmek isteyenlerin bundan böyle memleketlerinden
salıverilmemeleri; işe güce yaramayanlar ile kimsesiz çocuklara bulundukları
yerin belediyesi tarafından bakılması, çalışabilecek durumda olanların yol
yapımında ve diğer imalat işlerinde çalıştırılarak geçimlerinin sağlanması için
vilayetlere tebligat yapılmasının Dahiliye Nezaretine yazılması...” 19

17 Nuran Yıldırım, İstanbul Darü laceze Mü essesesi, İstanbul: Darü laceze Vakfı Yayını, 1996, s.8.
18 Karatay,s.114.
19 Nuran Yıldırım, İstanbul Darü laceze Mü essesesi Tarihi, İstanbul: Darü laceze Vakfı Yayını, 1997, s.15–22.

2
Sosyal Hizmet E‐ Manevi Temelli Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Ocak

Sokaklarda yaşayan ve halkı rahatsız eden İstanbullu ya da muhacirlerden kendisini


geçindirmeye gü cü kudreti olmayanlar, erkek ya da bayanlar, Zaptiye Nezareti tarafından
gö revlendirilen polislerce bu şahısların adı, şö hreti, ikametgâ hları, durumu, sahip
çıkacak kimsesi bulunup bulunmadığ ı etraflıca araştırıldıktan sonra, jurnalleriyle birlikte
Darü laceze’ye gö nderilirdi. Ancak Darü laceze’ye gelip istifade etmek isteyen kişiler
kendisine bakamayacak kadar maddiyattan yoksun olduğ unu, hasta ve yaşlı olduğ unu
ilmü haberiyle veya gü venilir birinin şahitliğ inin akabinde Darü laceze daimî heyetinin
araştırmasından sonra aceze olarak Darü laceze’ye kabul edilirdi.20

Aceze olarak kabul edilen şahıslar, erkekler ve kadınlar için ayrı ayrı karantina
koğ uşlarına alınarak bulaşıcı hastalığ ı olup olmadığ ı kontrol edildikten ve hastalık
taşımadığ ı anlaşıldıktan sonra eski elbiseleri yakılıp, temizlendikten ve yeni elbiseler
giydirildikten sonra acezeler için ayrılan koğ uşlara alınırdı. Bu zaman zarfında
Darü laceze’ye yeni gelen aceze adaylarının hiç kimse ile temasına izin verilmemekteydi.
Sağ lık kontrolleri neticesinde, cü zzam hastası olanlar Darü laceze’ye alınmayarak
Ü skü dar’daki cü zzamhaneye, deli olduğ u anlaşılanlar, bimarhaneye konulup, frengi
hastası olduğ u anlaşılanlar ise Darü laceze’de ö zel bir koğ uşta bakılmaktaydı.21

Darü laceze bir yandan şehirdeki dilencilerin tutulduğ u bir merkez olmakla birlikte;
“hastaneleri, süt çocukları için kreşi, yetimler için eytamhanesi ile birlikte külli bir müessese
olarak düşünülmüş olmanın yanı sıra, aynı zamanda sahip olduğu atölyelerle bir tür iş‐evi,
Osmanlıca tabiriyle darüssaydır da.” Darü laceze bu niteliğ i ile gü nü mü ze kadar varlığ ını
sü rdü rmü ştü r. Darü laceze kent yoksullarından sadece dilenciler değ il; kimsesiz genç,
ö zü rlü , yaşlı ve terk bebeklere de bakım hizmeti veren; hatta barındırdığ ı bazı atö lyeleri
ile 19. yü zyıl batı modelleri olarak ‘çalışma evleri’ gibi kurumlardan esinlenilerek
oluşturulan bir kurumdur.22

II. Abdü lhamid dö nemi kentsel sosyal sorun olarak ‘sokak çocukları’ ile ilgili oluşturulan
en ö nemli kurum olan Darü lhayr‐i Ali’nin niteliğ i; hangi gerekçelerle, hangi çocuklar için
kurulduğ u konusunda bazı belirsizlikler vardır. Esas olarak Mü slü man kimsesiz
çocukların barındırılması eğ itimi ve meslek sahibi kılınması için II. Abdü lhamit’in
kurduğ u varsayılan Darü lhayr‐i Ali’nin kuruluşunun gerisinde, 1890’lı yıllardaki Ermeni
olayları ve bu olaylardan arta kalan binlerce savaş yetiminin bakımının uluslararası bir

20 Hakan Aytekin, 1914–1924 Yılları Arasında Korunmaya Muhtaç Çocuklar Ve Eğ itimleri, Marmara
Ü niversitesi Tü rkiyat Araştırmaları Enstitü sü (Basılmamış Yü ksek Lisans Tezi), İstanbul 2006, S.28‐29.
21 Aytekin, s.29.

22 Karatay, s.119–120.

2
Sosyal Hizmet E‐ Manevi Temelli Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Ocak

sorun haline gelme potansiyeline karsı ö nlem alma dü şü ncesi yatmaktadır.23 Nadir
Ö zbek bu durumu sö yle açıklamaktadır:

“3 Nisan 1899 tarihinde Dâhilîye Nezareti tarafından Abdülhamid’e sunulan bir


raporda bu durum açıkça ifade edilmektedir. “Bikes kalan Ermeni fukara‐i
Etfal’inin iskân ve iaşe ve talim ve terbiyeleri maksadıyla Palu ve Çünkeş’de tesis
olunan yerler hükümetçe sedd olunduğundan etfal‐i merkumenin iaşe ve terbiyesi
niyet‐i hayriye‐i insaniyetkârane müsteza olduğu cihetle bunlara hükümet‐i
seniyyece bakıldığı takdirde bir şey denilemeyeceği Almanya ve İngiltere
sefaretleri tarafından ifade kılınmış ve tebaa–i Devleti‐i Aliyye’den bivaye ve
muhtac‐ı himaye olan Ermeni çocuklarının umur‐ı iskam ve terbiyelerinin ecanibe
bırakılmayıp hükümet‐i seniyyece deruhte edilmiş bilvücude mütezi olmakla etfal‐i
merkumeden hakikate fakir ve bikes olanların miktarıyle bunların ne suretle ve
nerede iskân ve infak ve talim edilmeleri lazım geleceğinin vilayetlerde
bilmuhabere kararlaştırıl[ması]…”24

Darü lhayr‐i Ali, II. Abdü lhamid tarafından (kuruluşunda Ermeni çocukların korunması
gayesi de yer almaktaydı) Mü slü man yetim ve kimsesiz çocuklar için kurulan ilk kurum
olmakla birlikte, çeşitli vilayetlere dağ ılan ıslahhanelerin de birer darü leytam işlevleri
olduğ u bilinmektedir.25

Yetimler Yurdu: Darüleytamlar (1914)

Balkan Savaşları(1912–1913) sonrasında İstanbul’a gö ç eden bü yü k gö çmen kitlelerinin


yerleştirilmesi, istihdamı, iaşesi ve çocuklarının eğ itimi dö nemin iktidarı için bü yü k bir
sorun olarak ortaya çıkmıştır. Bu sorunlardan en acili olarak çocukların eğ itimi için
‘İskân‐i Asayiş ve Muhacirin Müdüriyeti’ duruma el koyup çö zmeye çabalamıştır. Bu
amaçla bü tü n sanayi okullarına yazı gö nderilerek sanayi mekteplerinin kaç yetim
ö ğ renciyi alabilecekleri sorulmuş; ancak Muhacirin Mü dü riyeti kabul edilmesi istenen
şehit yetimlerinin, sanayi mekteplerinin toplam ö ğ renci sayısının %30'undan az
olmaması şartını da belirterek birçok çocuğ un eğ itime devamları sağ lanabilmiştir.26

Savaş yetimlerinin bir diğ er sorunu da barınma ihtiyaçlarının giderilmesiydi. Ancak


savaşlar sonucu başta İstanbul olmak ü zere kentlere gö ç eden nü fusun barındırılması

23 Nadir Ö zbek, “İkinci Abdü lhamid ve Kimsesiz Çocuklar: Darü lhayr‐i Ali,” Tarih ve Toplum, S. 182, Şubat
1999, s. 11.
24 Ö zbek, s.13.

25 Karatay, s.121.

26 Ebubekir Sofuoglu, “Osmanlı Devletinde Yetimler İçin Alınan Bazı Tedbirler,” Savas Çocukları‐Ö ksü zler ve

Yetimler içinde, (edt.) Emine Gü rsoy‐Naskali ve Aylin Koç, (kendi yayınları), İstanbul: Umut Kağ ıtçılık,
2003, s.49
2
Sosyal Hizmet E‐ Manevi Temelli Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Ocak

ciddi bir sorun teşkil ettiğ inden, bu sorun zamanla ciddi bir asayiş sorunu haline de
dö nü şmeye başladı.

“1877–78 Osmanlı‐Rus Harbi, Balkan Savaşları, 1.Dünya Savaşı olmak üzere


birçok savaşa giren Osmanlı’da verilen şehitlerle yetimlerin sayısı hayli artmıştı.
Yetimlerin sayısının, diğer yetimlerle birlikte 100.000 olduğundan bahsediliyordu.
100.000 yetimden ancak 10.000'i eytamhanelerde barındırılabiliyor, diğerlerine
imkân sunulamıyordu. Kalan 90.000'in hepsi açıkta değildi ama açıkta kalan
yetimlerin çokluğu dikkat çekiciydi. (…)Yetimlerin çokluğu ve çoğunun
eytamhanelerde barındırılamaması mecliste tartışılırken, açıkta kaldıklarından
bahsediliyordu. Yetimlerin çokluğuna karşılık, devletin elinde yetimleri
barındırabilecek 65 eytamhane vardı ve burada barınan yetimler 11.680 kişiydi.”27

Yetimhanelere yerleştirilemeyen ve aileleri tarafından bakılamayan çocuklar daha sonra


sokakta çalışan çocuklar ve dilenen çocuklar olarak kentsel asayişle ilgili sorunların
kaynağ ı olmaya başladı. Tek başına sivil inisiyatiflerin baş edemeyeceğ i çapta bir ‘savaş
yetimleri, kimsesizler ve korunmaya muhtaç çocuklar’ kitlesi ortaya çıkmıştır. Bu
nedenle dö nemin iktidarı olan İttihat ve Terakki Yö netimi, bü tçesini doğ rudan devletin
karşıladığ ı ve yö netimini devlet adına partiye bağ lı bir genel mü dü rlü k seklinde
dü zenlediğ i yaygın ‘yetimhaneler’ (darü leytamlar) ö rgü tlenmesine girişmek durumunda
kalmıştır.28

Darü leytamlar’a kabul edilebilmek için ö ncelikle şehit çocuğ u yahut anadan ya da
babadan mahrum olmak şarttı. Annesi vefat etmiş, babası askere alınmış ve iaşesini
temin edecek kimsesi bulunmayan çocuklar veya ana‐babasından birisi olmayıp, diğ eri
de deli ve kö tü rü m olanlar yahut çocuğ un ihtiyaçlarını karşılayamayacak kadar ihtiyar ya
da hasta olanlar ile harp nedeniyle çok fakir dü şü p, devlet tarafından geçimi sağ lananlar
kabul edilmekteydi. Darü leytam’a girecek çocuklar için ö nce Darü leytam idarelerince
tanzim edilen matbu tahkîk‐i hü viyet varakası usulü ne gö re doldurularak ilgili birimlerce
tasdik edilir ve mektep idaresine teslim edilirdi. Akabinde çocuğ un sağ lık durumu
Darü leytam tabibi tarafından kontrol edilip, sağ lıklı olduğ u tespit edildikten sonra çocuk
Darü leytam’a alınırdı. Darü leytam’da okuyan çocuklar ilgi ve yeteneklerine gö re
sınıflandırılarak, kabiliyetli gö rü ldü kleri alanda eğ itim almaları sağ lanırdı.29

1916’da kabul edilen kanunlarla, Dâ rü leytâ mlara gelir bulunmak istendi ise de, bir netice
alınamadı. İttihat ve Terakki Partisinin kö tü idaresi dolayısıyla, sahipsiz kalan çocukların

27 Sofuoglu, s.53‐54
28 Karatay, s.138‐139.
29 Aytekin, s.70.

2
Sosyal Hizmet E‐ Manevi Temelli Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Ocak

pek çoğ u, açlık ve sefaletten hayatını kaybetti. 1918’de savaşın bitmesi ve mü tâ rekenin
imza edilmesinden sonra İstanbul’a gelen İtilaf devletlerinin, okul binalarına yerleşmesi
sonucu, binlerce çocuk tekrar açıkta kaldı. Bunlardan bir kısmı, boş saraylara
yerleştirilirken bir kısmı da İstanbul dışındaki vilayetlerde, kapatılan okullara
yerleştirildiler. Kalan ö ğ renciler, İstanbul’da toplanıp, Şehir Yatı Mektebi adıyla Ö zel
İdare'ye devredildiler. Bu ö ğ rencilerden yetenekli olanlar, 1927’de Dâ rü şşafaka’ya
alındılar. Kısa bir sü re sonra, Dâ rü leytâ m tamamen kaldırıldı.30

Kurtuluş Savaşı Yılları ve Kazım Karabekir’in Çalışmaları

Savaş koşulları nedeni ile devletin doğ rudan çocukları koruma işlerinde sorumluluk
aldığ ı diğ er çalışmalar ise Kazım Karabekir’in Doğ u Cephesi komutanı iken yaptığ ı
çalışmalardır. Kazım Karabekir askeri bir kişilik olarak daha çok Kurtuluş Savası
dö nemindeki Doğ u cephesi komutanı olarak başarılı bir sima olarak bilinmektedir.
Karabekir doğ uda bulunduğ u sü rece yalnız askeri ve siyasi alanda değ il, eğ itim sahasında
da çok bü yü k hizmetler yapmıştır. Ermenilerce katledilen ailelerin yetim yavrularına
gerçek bir baba olmuş 4.000 erkek 2.000 kız evladı sefaletten kurtarmış ve vatana faydalı
meslek sahibi bireyler haline getirmiştir.31 "Hayatımda bana zevk veren hayli başarılarım
vardır: En zevklisi binlerce bakımsız çocuğun hayat ve geleceğini kurtarmak olmuştur"
diyen Kazım Karabekir, çocukların eğ itiminin yanı sıra halkın eğ itimi ile de uğ raşmıştır.
Erzurum ve Sarıkamış’ta okullar kurmuştur. Oysa ö zellikle savaş dö neminde Doğ u
illerinde çocuklara yö nelik doğ rudan birçok çalışmalar yaptığ ı gibi, savaş sonrasında da
konunun takipçisi olarak ilgisini sü rdü rmü ştü r. Kişi olarak Kazım Karabekir’in
korunmaya muhtaç çocuklara yö nelik ilgisinin temelinde ise ailesinden devraldığ ı kişilik
ö zelliklerinin de ö nemli bir rol aldığ ı gö rü lmektedir. Bu durumu kendisi sö yle açıklıyor:

“Yoksullara yardım zevki bende pek küçük yaşlarımda yer etmiştir.


Memleketimizin birçok yerlerini beraber dolaştığım ve küçük yaşımda kaybettiğim
babamdan da, sonraları anamdan da yoksul çocuklara yardımı ve hele bayram
günlerinde onlara çamaşır, elbise, harçlık vererek sevindirmek âdetini görmüş ve o
vicdan hazzını bir düzeye tatmıştım. Ailemizin himayesinde birçok kimsesiz
çocukları yetiştirmiştir. Ben 1905 sonunda genelkurmay yüzbaşılığı ile Manastır'a
kıta hizmetini (staj) yapmaya gittiğim zaman bakımsız çocuklara bu aile
geleneğini devam ettirdim. Vazife icabı sık sık köylerde dolaşırdım. Köy
mekteplerinde fakir çocuklara defter, kalem, mendil gibi hediyeler götürdüm.” 32

30 http://ansiklopedi.turkcebilgi.com/Dar%C3%BCleytam (02.01.2009)
31 http://www.kazimkarabekirvakfi.org.tr/ (02.01.2009)
32 Kazım Karabekir, Çocuk Davamız 1, İstanbul: Emre Yayınları, 1995, s. 9.

2
Sosyal Hizmet E‐ Manevi Temelli Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Ocak

Karabekir’in ailesinden aldığ ı terbiye ve alışkanlıklarla başlayan çocuk ilgisi zamanla


daha sistemli ve uzun sü reli bir ilişkiye dö nü şmü ştü r. Her gittiğ i yerde okulları ziyaret
ederek ve bakımsız çocuklara çeşitli yardımlar sağ lıyordu. Çoğ u kez de okulların genel
durumu, ihtiyaçları ve daha çok çocukların beslenmeleri ile ilgileniyordu. Ayrıca gittiğ i
yerlerde eğ er varsa yurtlarını (darü leytamları) ziyaret etmeye ö zen gö steriyor ve
yiyecek hususundaki eksikliklerine ordunun imkâ nlarıyla yardım ediyordu. Ziyaret edip
çeşitli yardımlar sağ ladığ ı yurtlara Diyarbakır, Tekirdağ , Erzurum yetim yurtları
sayılabilir. Ancak idealinin ‘çocuklar kasabası’ kurmak ve burada bakımsız çocuklardan
bakımlı bir ‘çocuk ordusu’ oluşturarak burada doğ rudan bir eğ itici olarak gö rev almak
olduğ unu belirtmektedir. Bu idealini gerçekleştirmede de Erzurum ve Sarıkamış’ta
başarılı olduğ unu belirtmektedir.33 Kazım Karabekir Ordu kanalıyla yaptığ ı bu
çalışmalarını da ‘devlet koruması’ olarak nitelemektedir.34 1919 yılında Trabzon'a ve
buradaki işlerini bitirdikten sonra 3 Mayıs'ta Erzurum'a geçen Karabekir yollarda
perişan çok sayıda çocuk gö rdü ğ ü nü ve bu durum ü zerine yardım çalışmalarına
Erzurum’da başladığ ını belirtmektedir. Bir yandan askeri gö revini yü rü ten Karabekir
bö ylece ideali olan ‘çocuklar ordusu’nu kurma çalışmalarına başlamış oluyordu. Bu
amaçla 24 Mayıs 1335 (1919)’da Erzurum Darü leytamından (yetimler yurdu) ilk olarak
yaşı 12'den yukarı olanlardan 33 çocuk alarak mevcut iki kolorduluk ‘sanayi takımları’na
vererek çocukları ordu hizmetine almaya başladı. Ayrıca terhis dolayısı ile boşalan
kadroları Erzurum’dan yeni gelenlerle doldurmaya başladı. Bu çocukları bir asker gibi
yedirmeye, giydirmeye ve beden terbiyesi yaptırmaya başladı. Bu çocuklar gü nü n yarısın
da okuma yazmaya, yarısın da ayrıldığ ı sanayi şubesine gö re terzi, kunduracı, saraç
çıraklığ ına başladılar. Bu çalışmalarını resmileştirmek için de İstanbul hü kü meti Harbiye
Nezareti’ne resmen yazan Kazım Karabekir, bu yö ntemin yaygınlaştırılmasını da teklif
etmiş ve Harbiye Nezareti bu teklifi kabul etmiştir.35 Bu talebe ise iki gerekçe sunuyordu:
Terhisler nedeniyle birliklerin sanayi mekteplerinde yü zlerce bos yer olması ve Doğ u’da
yü zlerce bakımsız çocuğ un ö lü me mahkû m bir halde şehirlerde sefil bir halde dolaşıyor
olması.36

Kazım Karabekir’in çocuklara yö nelik çalışmaları sadece çocuk ordusu ya da kasabası ile
sınırlı kalmamıştır. Bizzat kurulmasına ö n ayak olduğ u ya da desteklediğ i çok sayıda
kurum vardır. Ö rneğ in Erzurum’da sanayi mektebi ve ‘Leyli Eytam İptidai Mektebi’,
‘Erzurum Ana Mektebi’ ve ‘İş Ocağ ı’ bunlar arasındadır. Bu okullardan mezun olan

33 Karabekir, s.10
34 Karabekir, s.11–12
35 Nuri Kö stü klü , “Kâ zım Karabekir’in Açtığ ı Okullar,” Belgelerle Tü rk Tarihi Dergisi, Sayı 5,

Temmuz 1985, İstanbul, s. 31.

2
Sosyal Hizmet E‐ Manevi Temelli Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Ocak
36 Karabekir, s.15‐16.

3
Sosyal Hizmet E‐ Manevi Temelli Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Ocak

çocuklar belli bir yas sonrasında ordu’nun emrine alınmaktadır. 37 Kazım Karabekir’in
sanayi mektebi ya da çocuk ordusu gibi çö zü mleri esas olarak erkek çocuklarına
yö nelikti. Kız çocuklarına yö nelik ise sistemli bir çaba içinde değ ildi. Ferhunde Ö zbay
Kazım Karabekir’in ‘Çocuk Davamız’ kitabında kimsesiz kız çocuklarına ilişkin
çalışmalarını ü ç noktada topladığ ını belirtmektedir:

“1. Kimsesiz kız çocuklarının arasında yaşları uygun olanlar, Karabekir’in açtığı
okulları bitiren kimsesiz erkek çocuklarla evlendirilmektedir.

2. Kızların bir bölümü ebe ve dikiş kurslarına gönderilerek köylere dağıtılmıştır.

3. Ancak daha küçükler ailelere dağıtılmaktadır.”

Gö rü ldü ğ ü gibi olağ andışı bir konjonktü rde, savaş koşullarında kimsesiz kalmış
çocuklara yö nelik ciddi çalışmalar yapmış olan Kazım Karabekir, o dö nemde yaşanan
savaş mağ duriyetinin çocuklar ü zerindeki olumsuz etkisini bir nebze olsun hafifletmiştir.

Sonuç

Osmanlı Devleti, 19. yü zyılda yoğ un savaşlar dö nemini yasamış ve Avrupa’da,


Balkanlarda, Kafkaslarda, Ortadoğ u ve Afrika’da pek çok toprak kaybetmiştir. Savaşlar
nedeniyle çocuklar yetim ve ö ksü z kalmış, başta İstanbul olmak ü zere Rumeli ve
Anadolu’ya gö çler başlamıştır. Şehirlere gelen gö çmenler barınma, beslenme, sağ lık gibi
temel problemlerle karşılaşmışlar, bu durum da dilenciliğ in ve suç oranlarının artmasını
tetiklemiştir. Ö zellikle çocukların korunmaya muhtaç duruma dü şmesi Devletin tedbir
almasını zorunlu hale getirmiştir. Osmanlı’nın Gelişme Dö nemi’nde hayırseverler ve
gö nü llü kimselerin katkıları ile oluşturulan vakıflar sayesinde sosyal sorumluluk
duygusu ile yü rü tü len hizmetler yetersiz kalınca kurumsal yapılanmalara ihtiyaç
duyulmuş ve zamanın devlet yö neticileri de şartlara uygun Kuruluşların açılmasını
sağ lamışlardır. Ö zellikle II. Abdulhamid’in gayretleri ile kurulan kışla tipi yatılı bakım ve
eğ itim kurumları Cumhuriyet Dö nemi Tü rkiyesi’nin çocuk koruma sisteminin
oluşmasına da kaynaklık etmiştir. Gü nü mü zde bile korunmaya muhtaç çocukların bakım
ve korunma altında bulundukları kuruluşlar olan Çocuk Yuvaları ve Yetiştirme Yurtları
Osmanlı Devleti’nde olduğ u gibi toplu yaşam modelinin uygulandığ ı, koşulları
iyileştirilmiş ve standartları yü kseltilmiş kışla tipi binalarda hizmet vermektedir. Ancak
21. yü zyılda toplu yaşam modeli yerine, mü stakil ev ortamı ya da apartmanlarda diğ er
ailelerle birlikte yaşama imkâ nı sağ lanan Sevgi Evleri ve Çocuk Evleri modelleri
uygulanmaya başlamıştır. Korunmaya muhtaç çocuklar alanında son iki yü z yılda

37 Kö stü klü , s. 31 ve 34.


3
Sosyal Hizmet E‐ Manevi Temelli Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Ocak

edinilen bakım, koruma ve eğ itim tecrü besi sonucunda oluşan ortak kanaat şudur:
“Çocukların en sağlıklı kişilik gelişimi ancak aile ortamında sağlanabilmektedir.”

Çocuk, bir toplumun gelecek tasavvurudur ve medeniyet idealidir. Çocuklarına hak


ettikleri imkâ nları sunamayan ve yetersizlikler nedeniyle onları mağ dur eden milletler
sağ lıklı bir medeniyet inşa edemezler. Bu nedenle ü lkelerin uyguladıkları çocuk koruma
ve adalet sistemleri çocuk ruhuna uygun kurgulanmalı ve uygulanmalıdır. Evrensel çocuk
hakları ilkeleriyle kü ltü rel değ erlerimize ait gü zel ö rnekleri birleştirilerek kö klü
medeniyet geleneğ imize yakışır bir sistem inşa etmeliyiz.

Kaynaklar

Abdullah Karatay, Cumhuriyet Dö nemi Korunmaya Muhtaç Çocuklara İlişkin Politikanın


Oluşumu, Marmara Ü niversitesi S.B.E. (Basılmamış Doktora Tezi), İstanbul:2007.

Aylin Koç, “Ö ksü z ve Yetimler için Kurulmuş Bir Eğ itim Kurumu: Darü şşafaka”, Savaş
Çocukları Ö ksü z ve Yetimler, İstanbul 2003.

Aynur Soydan, “Darü şşafaka Tarihinden Kesitler”, Yakın Dö nem Tü rkiye Araştırmaları
Dergisi, İstanbul 2003, Sayı:3.

Cafer Çiftçi, “Osmanlı Devleti’nde Yetim Keseleri”, Kü ltü r Dergisi, Sayı:12 (Sonbahar
2008).

Ebubekir Sofuoğ lu, “Osmanlı Devletinde Yetimler İçin Alınan Bazı Tedbirler,” Savas
Çocukları‐Ö ksü zler ve Yetimler içinde, (edt.) Emine Gü rsoy‐Naskali ve Aylin Koç,
(kendi yayınları), İstanbul: Umut Kağ ıtçılık, 2003.

“Eytam İdaresi”, Tü rk Ansiklopedisi, Cilt XVI, 1968, Ankara: M.E.B.

Hakan Aytekin, 1914‐1924 Yılları Arasında Korunmaya Muhtaç Çocuklar Ve Eğ itimleri,


Marmara Ü niversitesi Tü rkiyat Araştırmaları Enstitü sü (Basılmamış Yü ksek
Lisans Tezi), İstanbul 2006.

İbrahim Sarıçam ve Seyfettin Erşahin, İslam Medeniyet Tarihi. Ankara: T.D.V. Yayınları,
2007.

İlber Ortaylı, Osmanlı Toplumunda Aile, İstanbul: Pan Yayıncılık,

2000. Kazım Karabekir, Çocuk Davamız 1, İstanbul: Emre Yayınları,

1995.

Mustafa Armağ an, Geri Gel Ey Osmanlı, İstanbul: Ufuk Kitap, 2007.

3
Sosyal Hizmet E‐ Manevi Temelli Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Ocak

Mehmet Ö . Alkan, “Sivil Toplum Kuruluşlarının Hukuksal Çerçevesi 1839‐1945″,


Tanzimat’tan Gü nü mü ze İstanbul’da STK’lar, A.N. Yü cekö k, İ. Turan, M.Ö . Alkan
(Edt.), İstanbul: Tarih Vakfı Yayını, 1998.

Nadir Ö zbek, “İkinci Abdü lhamid ve Kimsesiz Çocuklar: Darü lhayr‐i Ali,” Tarih ve
Toplum, S. 182, Şubat 1999.

Nesimi Yazıcı, “Niş Islahhanesi’nden Haber Var”, Kü ltü r Dergisi, Sayı:12 (Sonbahar 2008).

Nuran Yıldırım, İstanbul Darü laceze Mü essesesi, İstanbul: Darü laceze Vakfı Yayını, 1996.

Nuran Yıldırım, İstanbul Darü laceze Mü essesesi Tarihi, İstanbul: Darü laceze Vakfı Yayını,
1997.

Nuri Kö stü klü , “Kâ zım Karabekir’in Açtığ ı Okullar,” Belgelerle Tü rk Tarihi Dergisi, Sayı 5,
Temmuz 1985, İstanbul.

http://ansiklopedi.turkcebilgi.com/Darà ¼leytam (02.01.2009)

http://www.kazimkarabekirvakfi.org.tr/ (02.01.2009)

3
Sosyal Hizmet E‐ Manevi Temelli Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Ocak

KÜRESEL DÜZEYDE MAKRO SOSYAL HİZMET UYGULAMALARI

Zeki Karataş

Giriş

Kü resel dü zeyde sosyal hizmet uygulamalarına geçmeden ö nce, dü nyada neden sosyal
hizmet mü dahalesine ihtiyaç duyulduğ una genel hatlarıyla gö z atmak yerinde olacaktır.
Kü reselleşmeyle birlikte kü çü k bir kö y haline gelen dü nyamızda yoksulluk, gelir
bağ lamında giderek azalma eğ ilimi gö sterse de hala bü yü k boyutlarda yaşanmaktadır.
Ayrıca yoksulluk sadece gelir yoksulluğ u olarak değ il, insani yoksulluk olarak da birçok
kişiyi etkilemektedir. Dü nya’nın pek çok yerinde insanlar gelir azlığ ından ziyade temel
sağ lık imkâ nlarına ulaşamama, sağ lıklı içme suyuna sahip olamama ve yetersiz beslenme
gibi sorunlarla karşı karşıyadırlar.

• Dü nyanın yarısı, yaklaşık 3 milyar insan, gü nlü k 2 doların altında bir gelirle
yaşamaktadır.

• Dü nyanın en yoksul 48 ü lkesinin gayr‐i safi milli hasılası dü nyanın en zengin 3


insanının servetlerinin toplamından daha az.

• Yaklaşık 1 milyar insan 21. yü zyıla bir kitabı okuyamadan ya da ismini bile yazamadan
girdi.

• Dü nyada her yıl silahlara harcanan paranın % 1’inden daha azı ile bü tü n çocuklar okula
gidebilirlerdi.

• Dü nyanın en zengin ü lkesi, endü strileşmiş ü lkeler içinde zengin‐yoksul arasındaki


farkın en bü yü k olduğ u ü lkedir.

• Gelişmiş ü lkelerdeki nü fusun % 20’si dü nyadaki malların % 86’sını tü ketmektedir.

• Bir kaç yü z milyarderin serveti dü nyanın en yoksul 2,5 milyar insanınkine eşittir.

• UNICEF verilerine gö re, dü nyada yoksulluk yü zü nden her gü n 30 bin çocuk hayatını
kaybetmektedir.

• Dü nyadaki 2,2 milyar çocuğ un 1 milyarı yoksuldur.

• Dü nyada temel eğ itim hakkından yoksun olan çocuk sayısı 121 milyondur.

• Gelişmekte olan ü lkelerde yaşayan 1,1 milyon insan yeterli suya, 2,6 milyon insan da
temel sağ lık hizmetlerine ulaşamamaktadır.

Ö ğ retim Gö revlisi, Recep Tayyip Erdoğ an Ü niversitesi İ.İ.B.F. Sosyal Hizmet Bö lü mü .

3
Sosyal Hizmet E‐ Manevi Temelli Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Ocak

• Dü nya nü fusunun yalnızca % 12’si suyun % 85’ini kullanıyor ve bu % 12 ü çü ncü dü nya


ü lkelerinde yaşamıyor.

Bahsedilen bu rakamlar dü nya çapındaki eşitsizliğ in ve yoksulluğ un ne kadar bü yü k


boyutlarda yaşandığ ını açık bir şekilde anlatmaktadır. Elbette ki gerek gelir yoksulluğ u,
gerekse insani yoksulluk az gelişmiş ü lkelerde diğ er ü lkelere nazaran çok daha yaygın
olarak gö rü lmekte ve yoksulluğ un etkileri de az gelişmiş ü lkelerde çok daha yıkıcı
olmaktadır. Ancak ü zerinde durulması gereken nokta ü lkelerin hangi kriterlere gö re az
gelişmiş, gelişmekte olan ve gelişmiş ü lkeler olarak sınıflandırıldığ ıdır (Brueggemann,
2006, s. 458).

Gü nü mü zde yoksulluk yadsınamaz bir gerçeklik olarak varlığ ını sü rdü rmektedir. Her
geçen gü n dü nya ü zerinde daha çok kişi yoksulluğ un yarattığ ı olumsuzluklardan
etkilenmektedir. 2004 yılı itibariyle dü nyada yaklaşık her beş kişiden biri gü nlü k 1 dolar
gelire sahip ve dü nya nü fusunun neredeyse yarısı gü nde 2 doların altında bir gelirle
yaşamını devam ettirmeye çalışmaktadır. Bu durum Gü ney Asya’da ve Sahraaltı Afrika’da
çok daha yıkıcı boyutlara ulaşmış bulunmaktadır.

Dü nya nü fusunun dö rtte ü çlü k bir kısmını oluşturan azgelişmiş ü lkeler ö nemli bir
kalkınma sorunuyla karşı karşıya bulunmaktadır. Bu soruna karşı, ö zellikle son elli yılda
gö sterilen ilgiye karşın bu ü lkelerle sanayileşmiş ü lkeler arasında bü yü k refah
farklılıklarının bulunduğ u, bu ü lkelerde yaşayan milyonlarca insanın hâ lâ yeterli
beslenme, sağ lık, eğ itim gibi olanaklardan yoksun olduğ u, işsizlik ve yoksulluk gibi
sorunlarla karşı karşıya kaldığ ı gö rü lmektedir.

Kü reselleşme bu bağ lamda yadsınamaz bir gerçeklik olarak karşımızda durmaktadır.


Ancak ö nemli olan kü reselleşmenin nasıl olup da bü tü n ü lkeleri olumlu veya olumsuz bir
şekilde etkilediğ idir. 1980’li yıllardan sonra kü reselleşmenin bu denli gü ç kazanmasının
en ö nemli nedeni; Uluslararası Para Fonu, Dü nya Bankası ve Dü nya Ticaret Ö rgü tü gibi
uluslararası kurumların uyguladığ ı politikalar ve uygulanan bu politikaların sonucunda
çok uluslu şirketlerin etkinliğ inin kü resel çapta ö nemli ö lçü de artmış olmasıdır. IMF,
Dü nya Bankası ve DTÖ gibi kurumların uyguladığ ı politikaların gelişmiş ü lkelerin lehine
olarak onları daha da gü çlendirdiğ i ve az gelişmiş ü lkeler ü zerinde ö nemli bir baskı
unsuru oluşturduğ u gü nü mü zde açıkça gö rü lebilmektedir (Brueggemann, 2006).

Uluslararası Sosyal Hizmetlerin Tarihi

Bilimsel sosyal hizmetlerin ortaya çıkışı 1800’lerin sonlarına rastlamaktadır. Dinsel ve


insancıl yaklaşımlarla ele alınan hizmetlerde eğ itilmiş elemanlara duyulan ihtiyaç sosyal
hizmetin meslekleşmesini sağ lamıştır. Yardımsever toplum gö nü llü lerin çalışması

3
Sosyal Hizmet E‐ Manevi Temelli Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Ocak

zamanla alanda belirli nitelikte eğ itim almış sosyal hizmet elemanlarına yerini
bırakmıştır. İlk temsilciler daha çok toplum liderleri, din gö revlileri arasından çıkmıştır.
Bu rolleri ü stlenen hayırseverlerin organize çalışmaları mesleğ in felsefesinin
yerleşmesinde etkili olmuştur (Pierson, 2012, s. 11).

Sosyal hizmet uygulamaları olarak nitelendirilebilecek toplumsal gelişim programları,


başlangıçta kilise faaliyetleri olarak dü zenlenmiştir. Ö zellikle Batılı ü lkeler
sö mü rgeleştirdikleri ü lkelerdeki insanların asgari dü zeyde yaşam şartlarının oluşması
için yardım organizasyonları dü zenlemişlerdir. Daha çok misyonerlik faaliyetleri olarak
gerçekleştirilen bu yardım organizasyonları yerel aktö rlerin de devreye girmesi ile
birlikte yerini sivil toplum kuruluşlarına bırakmıştır (Brueggemann, 2006, s. 458).

Sosyal sorun yaşayan insanlara daha çok sosyo‐ekonomik destek sağ layan ilk sosyal
hizmet sunucuları, gö nü llü ler ve kilise temsilcileridir. Batı’da sosyal hizmetin ö ncü leri,
muhtaçlara sadaka veren vatandaşlar ile eski çağ lardan beri bilinmekte olan kiliselere
bağ lı hayırseverlik ö rgü tleridir (Friedlander, 1966, s. 583). 1800’lü yıllar henü z
başlamadan, Katolik kilisesinin en ö nemli hayırsever yardım etkinliğ i aktö rlerinden
birisi Fransa’da bulunan Papaz Vincent de Poul’dü r. Aristokrat kadınlar arasında kurmuş
olduğ u ‘Hayırsever Kadınlar’ adlı dernek ile yoksulların evlerine gidilerek giyecek ve
yiyecek dağ ıtılmaktaydı. 1633 tarihinde hasta ve engellilerin bakımı için hemşirelik
mesleğ ini geliştirmek amacı ile Papaz Vincent diğ er bir dernek kurmuş ve bunun adına
‘Hayırsever Kızlar’ demiştir. Bu derneğ in ü yeleri kö ylü kızları arasından hayır işlerinde
çalışmak isteyenler eğ itilerek hemşire olmakta idiler. Bö ylece eğ itim gö rmü ş bu
hemşireler sosyal çalışma mesleğ inin ö ncü leri olmuşlardır. Papaz Vincent’in fikirleri
sadece Fransa’nın Katolik çevrelerinde değ il, başka memleketlerde de ilgi ile takip
edilerek uygulanmıştır (Friedlander, 1966, s. 16).

İlk sosyal refah ö rgü tlenmesi kurumu 1820’de John Griscom tarafından kurulan
Yoksulluğ u Ö nleme Derneğ i’ydi. Bu derneğ in amaçları yoksulların yaşam koşullarını ve
alışkanlıklarını araştırmak, yoksul bireylerin kendi kendilerine yardımcı olabileceğ i
planlar ö nermek, onları tasarruf etmeye ve ekonomik davranmaya cesaretlendirmekti.
Bu amaçlara yö nelik olarak dernek, yoksullara ev ziyaretleri gerçekleştirmişti. 1800’lerin
ikinci yarısında işsizler, yoksullara, hastalara, fiziksel ve zihinsel engellilere, yetimlere
yardım etmek ü zere bü yü k kentlerde oldukça çok sayıda dini yardım kuruluşları
kuruldu. Bu nedenle, bir İngiliz buluşu Hayırseverlik Ö rgü tlenme Cemiyeti (Charity
Organization Society‐COS) çok sayıda Amerikan kent sakininin dikkatini çekti. 1877’de
Bufallo ve New York’ta başta olmak ü zere COS birçok kentte hızla benimsendi (Zastrow,
2013, s. 2‐3). Eğ itilmiş eleman ihtiyacının karşılanması için atılan ilk adım, 1873’de

3
Sosyal Hizmet E‐ Manevi Temelli Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Ocak

Londra’da hayır derneklerinde çalışanlar için dü zenlenen konferanslar olmuş, bunu


1898’de New York’da açılan yaz okulu izlemiş ve 1899’da Amsterdam’da ilk sosyal
çalışma (sosyal hizmet) okulu açılmıştır (Kut, 1988, s. 4).

COS hareketi ile eş zamanlı olarak 1800’lerin sonunda “yerleşim evleri” kuruldu. Bu
yerleşim evlerinden ilki 1884’te Londra’da kurulan Toynbee Hall’dur. Kısa sü re çerisinde
birçok başka yerleşim evi çalışanlarının çoğ u genellikle orta ve ü st sınıftan bü rokratların
kızlarıydı. Dost ziyaretçilerin aksine bunlar, yoksul bö lgelerde yaşadılar ve eğ itim
merkezlerinde yoksulların ahlaki yaşamlarını nasıl sü rdü recekleri ve koşullarını nasıl
iyileştirecekleri konularında gö rev eğ ilimli bir yaklaşım sergilediler. Yoksulların barınak,
sağ lı ve yaşama koşullarını iyileştirme yollarını aradılar, çevre yerleşim yerlerinde
oturanlar için iş buldular, İngilizce ö ğ rettiler, hijyen konusunda eğ itim verdiler ve
mesleki beceriler kazandırdılar. Yerleşim evi hareketinde en dikkat çekici ö nder,
Chicago’daki Hull House’dan Jane Adams’tır (Zastrow, 2013, s. 3).

Aslında sosyal çalışma mesleğ i, sosyal refah kurumunun işlevsellik kazanmasının bir
gereğ i olarak ortaya çıkmıştır. Sosyal refaha ilişkin ilk sosyal dü zenlemeler 1601’de
İngiltere’de Kraliçe I. Elizabeth zamanında çıkarılan ‘Yoksullar Yasası’ ile
gerçekleştirilmiştir (Kut, 1988, s. 7). Yardımlar artık kurulu idarenin sorumluluğ una
geçmiştir. Başka bir ifadeye gö re ise; ulusal gelirin artması sonunda, Batı ü lkelerinde, bu
gelirin artması sırasında meydana gelen sosyal ve ekonomik yaraları sarmak için sosyal
refah hizmetleri geliştirilmiştir (Kongar, 1972, s. 185). Sosyal çalışma mesleğ i, sanayi
zemini ü zerinde ü ç temel esas ü zerine oturmuştur. Bu esaslar, insan hakları, toplumsal
değ işim ve mesleki bilgidir. Bu ü ç esas ü zerinde meslek becerisini ortaya koyar,
deneyimini paylaşır. İnsandan alır; insana verir. Kendisini bu değ işken yapıya gö re,
ulaşmak istediğ i amaca gö re sü rekli yeniden biçimlendirir. Bunları yaptıkça mesleki
olma ö zelliğ i kazanır, sistematik hale gelir, bilimsel disipline dö nü şü r. Bu şekilde
toplumda işlevi artar, yaygınlaşır ve vazgeçilmez hale gelir (Tomanbay, 2007, s. 199).

Batı toplumlarının tarihsel birikimleri ve ö zgü rlü k mü cadeleleri içinde şekillenen sosyal
hizmet mesleğ i Asya, Afrika ve azgelişmiş ü lkelerde kısmi olarak etki alanı bulmuştur. Bu
ü lkeler de her ne kadar kendi ö zgü llü klerini oluşturma konusunda yeterli bir çaba
sergilememiş olsalar da Batı’ya endeksli olarak sosyal hizmetlere duyarsız
kalmamışlardır. Azgelişmiş ü lkelerde sosyal hizmet kalkınma unsurları içerisinde
değ erlendirilmiştir. Bu durum sosyal hizmetin mesleki gelişiminin ö nemli engellerle
karşılaşmasına zemin hazırlamıştır.

3
Sosyal Hizmet E‐ Manevi Temelli Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Ocak

Sosyal Hizmet Eğitiminin Gelişimi

Meslek anlamında sosyal hizmet 19. yü zyıl hü manist hareketlerinden doğ muş ve
yoksulların kö tü koşullarını dü zeltmeye, kanunlarla sosyal reform yapmaya yö nelmiştir.
Sosyal hizmet alanında ö zel bir eğ itim ihtiyacı duyulduğ unda bu tarz eğ itimi ilk ortaya
koyan 1893’de Pittsfield’den (Massachusetts) Anna L. Dawes idi. 1873’de Londra’da
Oktavia Hill tarafından hayır derneklerinde çalışan gö nü llü ler için dü zenlenen
konferanslar ilk adımdır. Bu kişi Chicago’da toplanan Hayırseverlik, Islah ve Yardım
Dernekleri Milletlerarası Kongresi’nde okul fikrini ortaya atmıştır. 1897’de Mary
Richmond ise Pratik Yardım İçin eğ itim okulunun kurulması ile ilgili bir plan yaparak
1898 yılında New York’da ilk sosyal hizmet kursunu açmıştır (Leighninger, 2008, s. 11).
Hayırseverlik ö rgü tü gruplarının gö sterdikleri ihtiyaç ü zerine sosyal hizmet alanında
profesyonel eğ itim programları başlatılmıştır. Altı haftalık kurs programı altı aya
çıkarılarak New York’da ilk sosyal hizmet okulunun temeli oluşturulmuştur. Bu okul
1940 yılında Columbia Ü niversitesi ile birleştirilmiştir.

Hayırseverlik ö rgü tlerinin diğ er bir ö zelliğ i de, ü yelerinin hem kendileri ve hem de
halkın bilgisi için derneklerin etkinlikleri ile yoksul halkın sosyal ve sağ lık kurumları
hakkında gü venilir bilgi toplama isteğ iydi. Bunun sonucunda 1891 yılında New York’ta
Charities Review adlı bir dergi yayınlandı; bu dergi 1910 yılında diğ er ilgili dergilerle
birleşerek The Survey adı altında başlıca profesyonel bir dergi oldu. Aynı dergi 1952
yılına kadar devam ederek sosyal çalışma alanında kuramsal ve pratik gelişmelere bü yü k
yararlar sağ lamıştır (Friedlander, 1966, s. 104,583). Sosyal hizmet okulu olarak açıkça
tanımlanan ilk okul (Institute for Social Work Trainning) ise Hollanda, Amsterdam’daki
bir grup sosyal reformcu tarafından 1899’da kuruldu. Enstitü iki tam yıl kuramsal ve
uygulamalı derslerden oluşan bir programla kendilerini hayır işlerine adayan kişilere
eğ itim vermeye başladı. 1904 ve bunu izleyen yıllarda Almanya, İsviçre, İngiltere’de yeni
sosyal çalışma okulları açılmış, 1910 yılında beş ü lkedeki sosyal çalışma okulu sayısı 14’ü
bulmuştur. Ü lkeler arasında yayılan bu okullar daha sonra Latin Amerika’ya sıçramış ve
1920’de Şili’de (Santiago) ilk sosyal hizmet okulu faaliyete geçmiştir (Pierson, 2012).

Asya kıtasında ise sosyal hizmet eğ itiminin ö ncü lü ğ ü nü Tata Enstitü sü ile Hindistan
yapmıştır. Asya’da; Hindistan Bombay’da (1936), Afrika’da; Gü ney Afrika (1924) ve
Mısır’da (1936) ilk sosyal çalışma okulları açılmıştır. Bö ylece sö z konusu ü lkelerde
mesleki eğ itim, sosyal hizmetlerde gö rev alacaklar için bir ö nkoşul olarak kabul edilmiş,
daha sonra eğ itim kurumlarının ü lkeden ü lkeye kıta’dan kıta’ya yaygınlık gö stermesiyle
sosyal çalışma mesleğ i evrensel bir nitelik kazanmıştır (Kut, 1988).

3
Sosyal Hizmet E‐ Manevi Temelli Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Ocak

Uluslararası Sosyal Hizmet Okulları Derneğ i (IASSW) dü nyanın her yerinde sosyal hizmet
eğ itimi için bilinen bir merkezdir. Dü nya çağ ında sosyal hizmet eğ itimini ve yü ksek
kaliteli eğ itim programlarının gelişimini ö zendirir. 1929’da kurulmuştur. ABD’deki
Sosyal Hizmet Eğ itim Konseyi gibi ulusal derneklere ü yelik açıktı ve 100 ü lkeden toplam
olarak 450’nin ü zerinde okul ü yedir (Zastrow, 2013, s. 29).

Sosyal hizmet eğ itim programları ü lkeden ü lkeye değ işir; belli benzerlikler paylaşırlar ve
aynı zamanda dikkat çeken farklılıklara da sahiptirler. Ö rneğ in ABD gibi bazı ü lkeler,
genellikle insan davranışını çö zü mlemek ü zere “çevresi içinde insan” modelini
kullanırlar, oysa İsveç gibi diğ er ü lkeler hala bü yü k ö lçü de mekanik modeli
kullanmaktadırlar (Zastrow, 2013, s. 29).

Uluslararası Sosyal Hizmet Uzmanları Federasyonu (IFSW) 50’den fazla mesleki


derneğ in ü ye olduğ u bir ö rgü ttü r. ISFW’nin amaçları şö yle açıklanmıştır: “Federasyonun
amaçları profesyonel standartları, eğitim ve etiği içeren bir meslek olarak sosyal hizmeti
teşvik etmek; politika geliştirilmesinde ulusal sosyal hizmet derneklerinin katkılarını
desteklemek; çeşitli ülkelerde sosyal hizmet uzmanları arasındaki iletişimi özendirmek ve
mesleğin görüşlerini evrensel olarak hükümetler arası örgütlere sunmaktır. Fedarasyonun
çalışmalarından önemli bir bölümünü, dünyanın çeşitli yerlerindeki politik mahkum olarak
alıkonan sosyal hizmet uzmanları için insan hakları savunuculuğunu sağlamak olmuştur.”
(Zastrow, 2013, s. 29)

Dü nyanın her ü lkesinde insanlar yoksulluk, ruhsal hastalık, suç, boşanma, aile içi şiddet,
evlilik dışı doğ umlar, ensest, madde bağ ımlılığ ı, yabancılaşma, AIDS, tecavü z, işsizlik,
terö rizm, fiziksel‐zihinsel engeller, aşırı nü fus artışı, ırkçılık gibi pek çok sorun
yaşamaktadırlar. Sosyal hizmet politika yapıcıları ve onların her ü lkede destekçileri,
diğ er ü lkelerin bu sorunlarla nasıl mü cadele ettiğ ini araştırarak ve çö zü mleyerek, daha
etkin programları ve hizmet dağ ıtım sistemlerini belirlemeyi ö ğ renebilirler. Gerçekten
bu sorunlardan bazıları yalnızca koordine edilmiş uluslararası çabalarla çö zü mlenebilir.
Sosyal hizmet uzmanları gelecekte sosyal sorunları çö zü mleme ve bu sorunlarla
mü cadele etmede uluslararası bir bakış açısına yoğ un olarak ihtiyaç duyacaklardır
(Zastrow, 2013, s. 29).

Sosyal hizmet uzmanları için bazı uluslararası kuruluşlarda iş bulma fırsatları


bulunmaktadır. UNESCO ve UNICEF gö çmen çalışması yapılan gö rev pozisyonları için
sosyal hizmet uzmanlarını gö revlendirmektedirler. Diğ er ü lkelerdeki bazı devlet
birimleri ve bazı ö zel kurumlar danışmanlık yapmak ü zere ABD’lerindeki sosyal hizmet
uzmanlarıyla anlaşma imzalamaktadırlar. Bazı ö zel ulusal veya uluslararası kurumlar
“Katolik Hayırseverlik Kurumu, Dü nya Çapında Uyum Kurumu, Kızılhaç” uluslararası

3
Sosyal Hizmet E‐ Manevi Temelli Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Ocak

programlarında sosyal hizmet uzmanlarını gö revlendirmektedirler (Zastrow, 2013, s.


29).

Sosyal Refah Politikalarını Etkileyen Uluslararası Organizasyonlar

Birleşmiş Milletler

Birleşmiş Milletler Ö rgü tü ya da kısaca Birleşmiş Milletler (BM), 24 Ekim 1945'te


kurulmuş dü nya barışını, gü venliğ ini korumak ve ü lkeler arasında ekonomik, toplumsal
ve kü ltü rel bir iş birliğ i oluşturmak için kurulan uluslararası bir ö rgü ttü r. Birleşmiş
Milletler kendini “adalet ve gü venliğ i, ekonomik kalkınma ve sosyal eşitliğ i
uluslararasında tü m ü lkelere sağ lamayı amaç edinmiş kü resel bir kuruluş” olarak
tanımlamaktadır. Uluslararası İlişkilerde, kuvvet kullanılmasını evrensel dü zeyde
yasaklayan ilk antlaşma Birleşmiş Milletler Antlaşması'dır. Ö rgü tü n, kurulduğ u yıllarda
51 olan ü ye sayısı, şu an itibariyle ü yeliğ i kaldırılan Vatikan ve değ iştirilen Çin Halk
Cumhuriyeti, son katılan ü ye Gü ney Sudan dâ hil 193'e ulaşmıştır. Ö rgü tü n yö netimi New
York'ta bulunan genel merkezinden yü rü tü lü r ve ü ye ü lkelerle her yıl dü zenli olarak
yapılan toplantılar yine bu genel merkezde gerçekleştirilir (Adams, 2002, s. 13).

Birleşmiş Milletler fikri ilk olarak, II. Dü nya Savaşı'nın bitiminde savaşın galibi ü lkeler
tarafından, ü lkeler arasındaki anlaşmazlığ ı ortadan kaldırarak ileride meydana
gelebilecek ve kendi gü venliklerini tehdit edebilecek bir savaşın ö nü ne geçebilmek
amacıyla ortaya atılmıştır. Ö rgü t yapısının halen bu amacı koruduğ unu BM Gü venlik
Konseyi'nin varlığ ı ve çalışmalarıyla ortaya koymuştur. Gü venlik Konseyi on beş ü lkeden
oluşmakta olup, bu ü yelerden beşi daimi ü ye statü sü ndedir ve mutlak veto yetkisine
sahiptir. Bu ü lkeler ABD, Rusya, Çin Halk Cumhuriyeti, Birleşik Krallık ve Fransa'dır.
Gü venlik Konseyinin karar alabilmesi için 9/15 oranı gerekli olup, daimi ü yelerden
herhangi birisinin aksi yö nde oy kullanmaması gereklidir. BM içtihatlarına gö re Gü venlik
Konseyi karar alırken veto yetkisine sahip ü yelerden biri veya birkaçının oylamaya
katılmaması bu ü yelerin kararı veto ettiğ i anlamına gelmektedir. Ayrıca daimi ü yelerin
çekimser kalmaları da aynı sonucu vermektedir (Brueggemann, 2006, s. 460‐461).

Dü nya çapında artan yoksulluk, Birleşmiş Milletler'in insan hakları gü ndemine de


taşınmış ve bu konuda bir dizi bildiri, karar ve rapor yayınlanmıştır. Ö rneğ in, Birleşmiş
Milletler Dü nya İnsan Hakları Konferansı'nda (Viyana, 1993) aşırı yoksulluk ve
toplumsal dışlanmanın insan onurunu ihlal ettiğ i gö rü şü kabul edilmiştir. 1996'da ise
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, "İnsan Hakları ve Aşırı Yoksulluk" başlığ ı altında bir
karar alarak, aşırı yoksulluğ un insan haklarından tam ve etkin yararlanmayı
engellediğ ini ve bazı durumlarda yaşam hakkına tehdit oluşturduğ unu belirlemiştir.

4
Sosyal Hizmet E‐ Manevi Temelli Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Ocak

Yoksulluk sorununu Birleşmiş Milletler'in insan hakları gü ndemine dahil eden bu gibi
ö rnekler, Birleşmiş Milletler'in aynı zamanda sermayenin çıkarları ile de bü tü nleşme
sü recine girdiğ i dikkate alındığ ında, ilk bakışta bir paradoks gibi gö rü nmektedir. Ne var
ki, Dü nya Bankası'nın da gerçekte yoksulluğ u arttıracak yeni stratejilerini “yoksullukla
mü cadele” adıyla sunması gibi, Birleşmiş Milletler'in insan hakları gü ndemine giren
“yoksulluk bir insan hakları ihlalidir” yaklaşımı da, eğ er bir paradoks değ ilse, son
analizde yeni “yoksullukla mü cadele” stratejilerine “insan hakları” sö ylemiyle meşruiyet
kazandırmaktadır. Bir yandan sermaye çıkarları ile bü tü nleşip dü nyanın bir avuç
şirketinin yö rü ngesine girerken, ö te yandan resmi belgelerde biçimsel olarak “yoksullara
insan hakları” bahşetmenin hiçbir inandırıcılığ ı yoktur. Eğ er yoksulluk bir insan hakları
ihlali ise, bu ihlali derinleştirecek değ il, ortadan kaldıracak samimi politikaların
geliştirilmesi ve uygulanması gereklidir. Kuşkusuz, Birleşmiş Milletler'in içinde tü mü yle
homojenleşmiş bir politik tutumdan sö z etmek gerçekçi olmaz. Bu ö rgü te ü ye olan
devletler, farklı çıkarların politikasını gü tmektedir. Bununla birlikte, Birleşmiş
Milletler'de de sermayenin ideolojik ü stü nlü ğ ü tartışmasızdır. Yoksulluk sorununu
gü ndeme alan bir dizi belgenin, aynı zamanda “serbest” piyasa kurallarına uyulmasını ö n
gö rmesi, bu durumun bir gö stergesidir. Bu “serbest”, dizginlerinden kurtarılmış piyasa,
bugü nkü yoksulluğ un da temel nedenidir. Yoksulluğ u ortaya çıkaran nedenlere
değ inmeksizin onu bir sorun olarak insan hakları gü ndemine taşıyan girişimler iyi niyetli
olsa bile, sermayenin sö zde “yoksullukla mü cadele” stratejilerine eklemlenmesi ve onun
ideolojik hegemonyası altında ezilmesi kaçınılmazdır.

Küresel Ekonominin Aktörleri: IMF ve Dünya Bankası

Uluslararası Para Fonu (IMF), II. Dü nya Savaşı’nın Avrupa’da yol açtığ ı yıkımı hafifletmek
ve dü nyayı ekonomik bunalımlardan kurtarmak için 1944 yılının Temmuz ayında New
Hampshire eyaletinin Bretton Woods kasabasında yapılan Birleşmiş Milletler (BM) Para
ve Maliye Konferansı’nın sonucunda ortaya çıkmıştır. IMF’nin kurulduğ u dö nemde dü nya
kü resel bir bunalım olan 1929 krizinden henü z çıkmıştı.1930’larda yaşanan kriz
esnasında dü nyada işsizlik eşi gö rü lmemiş rakamlara ulaşmış, Amerika’nın iş gü cü nü n
yaklaşık dö rtte biri işsiz kalmıştır. Bu dö nemde sorun J. M. Keynes’in sunduğ u reçete ile
çö zü me kavuşturulmuştur. Ona gö re temeldeki sorun talep yetersizliğ idir ve devlet
yü rü ttü ğ ü politikalar ile toplam talebi teşvik etmelidir. Keynes’in analizinin dayandığ ı
modeller sonradan eleştirilip dü zeltilse de piyasa gü çlerinin neden ekonomiyi hemen
tam istihdama ulaştıracak kadar hızlı çalışmadığ ını daha iyi anlamayı sağ lamıştır ve
alınan temel dersler gü nü mü zde de geçerliliğ ini korumaktadır. Bu bağ lamda IMF’nin en
ö nemli gö revi, kü resel bir bunalımın bir daha ortaya çıkmasını ö nlemek olarak

4
Sosyal Hizmet E‐ Manevi Temelli Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Ocak

belirlenmiştir. IMF bu gö revi, kü resel toplam talebi korumak için ü stü ne dü şeni
yapmayan ve kendi ekonomilerinin çö kmesine engel olamayan ü lkelere uluslararası
baskı uygulayarak yerine getirecektir. Gerektiğ inde ise, ekonomik çö kü şle karşı karşıya
kalan ve toplam talebi kendi kaynaklarıyla canlandıramayan ü lkelere likidite
sağ layacaktır. (Stiglitz, 2002, s. 33)

Kü resel ekonominin yö netimi, dü zen ve adalet arasındaki uzlaştırma konusunda gerilimi


de beraberinde getirmektedir. Her bir ekonomik dü zenin adalet ile ilgili olarak belirli
iddiaları bulunmaktadır; serbest pazar kapitalizmi girişimciliğ i ve çok çalışmayı ö n plana
çıkarırken, merkezi plan ekonomileri ise yoksulun ve şartları uygun olmayanların
korunmasını vurgulamaktadır. Aynı şekilde uluslararası dü zeydeki tartışmalar dü zen,
adalet ve hü kü metlerin rolü konusuna odaklanmaktadır. Kü reselleşen ekonomide dü zeni
kurmak gittikçe karmaşık hale gelmektedir. Çü nkü uluslararası sermaye, yatırım, mal ve
hizmetler, bilgi ve kollektif organizasyonlar niceliksel ve hız açısından artış
gö stermektedir. Kü resel ekonomiyi yö netmek, 21. yü zyılda daha ö nce olmadığ ı kadar
kırılgan ve istikrarsız olmasından dolayı kolay olmamaktadır. Ö rneğ in 11 Eylü l 2001
tarihinde ABD’ne yapılmış olan terö rist saldırının ekonomik sonuçları bunu açıkça
gö stermektedir; borsa dü şü şe geçmiş, ulusal havayolu şirketleri iflasla karşı karşıya
gelmiş, politikacılar kü resel ekonomiyi etkili olarak nasıl yö netecekleri konusundaki
şü pheleri giderme ile uğ raşmak zorunda kalmışlardır. Yine, Eylü l 2001’den ö nce,
1990’larda Tayland’daki kriz Rusya’da finansal krizin ortaya çıkmasına neden olmuş,
bunu yansıması ise hızlı bir şekilde Connecticut, Greenwich’de ortaya çıkmıştır.
Kü reselleşen ekonomi içerisinde adaletin sağ lanmasının gerekliliğ i hem zor hem de
karmaşık bir durum sergilemektedir. Devletin sınırları, uluslararası konularda daha az
koruyucu tampon gö revi gö rmeye başlamıştır. Ö rneğ in yoksulluk, uluslararası dü zeye
rağ men bazı ü lkelerde daha çok hissedilir olmasından dolayı kü resel ekonominin
yö netiminin gü ndemindeki temel konu olmaktadır.

IMF ve Dü nya Bankası’nın işleyişi de bu değ işiklikleri yansıtmaktadır. İkinci Dü nya


Savaşı’ndan sonra ortaya çıkmış olan bu kuruluşlar, BM Antlaşmasının 2. maddesinin 7.
bendi olan ” işbu antlaşmanın hiçbir hü kmü , Birleşmiş Milletlere herhangi bir devletin
kendi iç yetki alanına giren konulara mü dahale yetkisi vermediğ i gibi, ü yeleri de bu
tü rden konuları işbu antlaşma uyarınca bir çö zü me bağ lamaya zorlayamaz” ilkesini
kapsayan bir anlayışı ilke edinmiş iken, son yıllarda, IMF ve Dü nya Bankası, devletler
arasındaki etkisinden ziyade, ü lke içerisinde çok sayıda insan, grup ve faaliyetleri
etkileyen bir program ve politika benimsemiştir. IMF ve Dü nya Bankası; hukuki reform,
rü şvet ve ortak yö netim alanlarında çalışmalarını sü rdü rmektedir.

4
Sosyal Hizmet E‐ Manevi Temelli Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Ocak

Birçok gelişmekte olan ü lke, IMF ve Dü nya Bankası’nın bu yeni rolü nü n, ulusal
hü kü metlerin rolü ve sorumluluğ unu azaltma yö nü ndeki tehlikeleri ile yü z yü ze
gelmektedir. Kü reselleşmenin hü kü metin yetkilerini aşındırması sorunlu bir durum
sergilemektedir. Gelişmekte olan ü lkeler, kendilerinden kaynaklanmayan negatif
ekonomik şoklarla yü z yü ze gelmektedir. Bu krizler içerisinde birçok gelişmekte olan
ü lke, IMF ve Dü nya Bankası’nın yardımına ihtiyaç duymaya başlamıştır. Bu yardımlar ise,
bir nevi zorlama ile ortaya çıkmaktadır. Buna ek olarak, ü lkelerin kendi ekonomileri ve
toplumlarında kö klü değ işiklikleri içeren reformları gerektirmektedir. Bu nedenlerle
dü nya ü lkelerinin 2/3’si IMF ve Dü nya Bankası’nın bu uygulamalarından daha ö nce hiç
olmadığ ı kadar derin etkilenmektedir.

IMF ve Dü nya Bankası’nın uygulamaları eleştirel bir bakış açısıyla incelendiğ inde hem
dü zen ve hem de adaleti sağ lamak açısından etkisinin kö tü olduğ u gö rü lmektedir.
Eleştirilen hususlar; bu kuruluşların liberalleşme ve ö zelleşme yö nü ndeki reçetelerinin,
devlet içerisindeki eşitsizlikleri daha çok arttırdığ ı ve gelişmiş ü lkelerin kendi
sanayilerini koruma ve istikrarsızlıklarının saldırılarına daha açık hale getirilmiş
olmasıdır. Yine, IMF ve Dü nya Bankası’nın gü çlü endü strileşmiş ü lkelerin çıkarlarını
yansıtmaları ve kü resel eşitsizliğ i daha çok arttırdığ ına yö nelik eleştiriler yapılmaktadır.
IMF ve Dü nya Bankası kendi içsel yapıları ve yö ntemleri açısından da eleştirilmektedir.
Bu kuruluşlar kime karşı sorumludurlar? Ö rneğ in IMF bu açıdan incelendiğ inde; her
ü yenin Fon’daki ağ ırlığ ı kendi kotasının (kota; ü ye ü lkenin GSMH’si, dış ticareti ve
sermaye hareketlerinin bü yü klü ğ ü ile belirlenmektedir ve beş yılda bir gö zden
geçirilmektedir) bü yü klü ğ ü ile belirlenmektedir. G7 ü lkelerinin kota toplamı, bü tü n
kotaların %50’sine eşittir; bu nedenle oy hakkı ağ ırlığ ının yarısı bu ü lkelerde
bulunmaktadır. Buna diğ er AB ü lkeleri de eklendiğ inde bu oran % 60’a ulaşmaktadır.
Yani bu durumda ABD, Japonya, AB ve Kanada oy ağ ırlığ ının 2/3 payına sahip
gö rü lmektedir, geri kalan ü lkelerin pay oranı ise azınlıkta kalmaktadır. Payı az olan
ü lkelerin birlikte hareket etme olanağ ı olmadığ ından alınan kararlarda etkin olmaları
gü ç olmaktadır. Bu tablo, IMF’in niçin merkez ü lkelerin sermayelerinin, şirketlerinin
çıkarlarını yansıtan politikaları savunduğ unu açıkça gö stermektedir (McDonald, 2006, s.
199).

Gelişmekte olan ü lkeler, iç ya da dış ortamdaki olumsuzluklar nedeniyle borç para bulma
sıkıntısına dü şü ldü ğ ü nde IMF’den, taleplerini karşılamak suretiyle borç alabilmektedir.
Eğ er istenilen kredi, bu ü lkenin kotasının % 25’ini oluşturan dilimi kadar ise ü lkeye
şartlar dayatılmamakta, durumunu dü zeltme taahhü dü nde bulunması yeterli olmaktadır.
Ancak, bunu aşan tutarlarda bir kredi talebi olursa stand‐by (destekleme) anlaşması
gereğ ince IMF tarafından ileri sü rü len şartları kabul etmesi gerekmektedir. Bunlar;
4
Sosyal Hizmet E‐ Manevi Temelli Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Ocak

enflasyonun dü şmesi, ekonominin daralması, faiz hadlerinin yü kselmesi için para arzının
kısılması ve iç talebi dü şü rmek için ü cret ve maaşların dü şü rü lmesi, tarım fiyatlarının
reel anlamda dü şü rü lmesini sağ layacak ö nlemlerdir. Bunlara kü reselleşme dü nyasına
uyum sağ lama ü zere serbestleştirici ve ö zelleştirmeyi hızlandırıcı şartlar da
eklenmektedir.

Dü nya Bankası ise, başlangıçta gelişmekte olan ü lkelere proje kredileri vermekte iken,
ancak 1980’lerde dış borçlarını ö deyemez duruma dü şü nce, IMF ile birlikte çalışmaya
başlamış ve kredi alan gelişmekte olan ü lkelere serbestleştirme kapsamının unsurlarını
koşul olarak ileri sü rmeye başlamıştır. Bu durum gelişmekte olan ü lkelerden bü yü k tepki
almıştır. Ö rneğ in 1994 yılında sivil toplum ö rgü tlerinin protestosu ile karşılaşmıştır. Bu
eleştirilere karşılık olarak yayımlarında, toplumda refahın yaygınlık derecesi ya da
yoksulluk kıstasları gibi konulara ilişkin değ erlendirmelere yer vermesine rağ men
uygulamalarında bundan ö tesine geçememiş olduğ u gö rü lmektedir.

Sonuç olarak Dü nya Felsefe Kongresi’nde Dü nya sorunlarına yö nelik sunulan bildiriler
konuya açıklık getirmektedir; ''Uluslararası Hukukun Geleceğ i'' başlıklı bir konuşma
yapan, Habermas, yenidü nya dü zeninde bugü n için asıl sorunun, ‘uluslararası adaletin
mü mkü n olup olmadığ ı’ndan çok ‘uluslararası hukukun bu tü r bir adaleti sağ lamaya
uygun olup olmadığ ıdır’ demiştir. ‘Uluslararası hukukun artık ö nemi var mı?’ sorusunun
da tartışılması gerektiğ ini belirten Habermas, ‘Kü resel olarak dü nyaya egemen olan bir
sü per gü cü n, kendi ahlaki argü manlarını uluslararası hukukun yerine geçirdiğ i bir
dö nemde, uluslararası ilişkilerin anayasallaştırılması projelerine mi bağ lı kalmalıyız?’
diye sormuştur. Uluslararası çatışmaların gö rü ntü sü nü n de değ iştiğ ini anlatan
Habermas, artık ‘suçlu devletler’, ‘başarısız devletler’ ve ‘uluslararası terorizm’ gibi ü ç
yeni kavramın ortaya çıktığ ını vurgulamıştır. Yine, Ganalı felsefeci Kwasi Wiredu,
‘biçimsel demokrasi yerine, bir uzlaşma sistemi geliştirilmeli. Herkesin sö z hakkının
olacağ ı ve haklı olduğ unda sö zü nü n kabul edileceğ i bir sistem oluşturulmalı’ demiştir.
Çö zü m için tek yolun diyalog olduğ unu vurgulayan Wiredu; ‘diyalog yalnızca karşılıklı
konuşma değ ildir, konuşmanın geliştirici olması gerekir… Tarihsel deneyimlerin ö nemi
de ancak bu tü r diyalogla ortaya çıkar ve gelecek için sağ lam yollar dö şer’ demiştir.
Ganalı felsefeci, bugü n dü nyanın başlıca sorununun ne olduğ u sorusunu ‘iç içe geçmiş,
ama ayrı ayrı da çö zü mlenebilecek iki sorun vardır. Birincisi, hem ulusal, hem de
uluslararası boyutlarda şiddet sorunudur. Ö tekiyse yoksulluk, açlık sorunu. Dü nyayı
kaplayan maddi eşitliksizlikler haksız gü ç ve iktidar dağ ılımının temelidir, daima şiddete
başvurularak sü rdü rü lü r. Ve elbette şiddete şiddetle karşı konuluyor’ şeklinde
yanıtlamıştır. İoanna Kuçuradi ise, kü resel problemleri iki kategoriye ayırmaktadır; bir
bü tü n olarak gü nü mü z insanlığ ının ulaştığ ı uygarlık dü zeyine rağ men, aynı insanlığ ın
4
Sosyal Hizmet E‐ Manevi Temelli Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Ocak

ö nemli bir kısmının çektiğ i sıkıntılar, çağ ca ulaştığ ımız değ er bilgisiyle bakıldığ ında
çağ ımızın 'ayıpları' ve gü nü mü z dü nyasının, farkına varmadan girdiğ i bazı çıkmazlarını
çağ ımızın olguları olarak yorumlamakta ve bu problemlerin en ö nemlilerinin ise
yoksulluk ve terö rizm olduğ unu vurgulamakta, dü nya problemlerinin ise; yaşanılan
sıkıntı ve çıkmazlar karşısında dü şü nü len çö zü m yolları olduğ unu, bunların içinde en
ö nemlisinin de insan haklarının korunmasının olduğ unu belirtmektedir. Kü reselleşme
temelinde uluslararası dü zen anlayışında çö zü m ise; insani bireyi araç olarak değ il, amaç
olarak gö rebilmede kendini gö stermektedir (Tekel, 2013, s. 12‐15).

Küresel Toplumun Sosyal Sorunları ve Sosyal Hizmet

1914 yılında başlayan I. Dü nya Savaşı ve 1929 yılında talep yetersizliğ inden doğ an
Bü yü k Buhran olarak adlandırılan ekonomik kriz, gelişme ve kalkınma sü recini sekteye
uğ ratmıştır. II. Dü nya Savaşı sonuna kadar ticari ve ekonomik ilişkiler en alt seviyede
kalmış ve ancak savaşın bitmesiyle tekrar canlanmıştır. II. Dü nya Savaşı sonrası dö nem
talep yanlı politikaların uygulamaya konması neticesinde ü cretlerin artması ve sosyal
devlet anlayışının benimsenmesiyle kapitalizm ve kü reselleşmenin getirdiğ i
olumsuzlukların çok fazla hissedilmediğ i bir dö nemdir. Ancak 1970’li yıllarda
kapitalizmin krize girmesiyle birlikte uygulamaya konan neo‐liberal politikalar,
kü reselleşme sü recinin hız kazanmasına ve etki alanının genişlemesine neden olmuştur.
Bu bağ lamda kü reselleşmeyi kapitalizmden ayrı dü şü nmek mü mkü n değ ildir.

“Küreselleşme kavramı, yeryüzü medeniyetleri ve ekonomilerinin, kendi niteliklerini ve öz


çıkarlarını koruyacak biçimde, bireysel ve toplumsal refahları yükseltmek amacı ile bir
araya geldikleri, görüntüsü ve imajını yaratıyor olmakla beraber, küreselleşme olgusu ile
yaşanan fiili bir durum değildir. (…) gerçekte yaşanan, hâkim merkez sermayenin sıkışan
kar hadlerini yükseltebilmek için, kendisine yeni üretim ve tüketim merkezleri
oluşturabilmek amacıyla yeryüzünü kaplaması hadisesidir” (Ö nder, 2001, s. 61).

Az sanayileşmiş toplumlarda, insanların temel gereksinimleri daha doğ rudan ve resmi


olmayan yollarla karşılanmaktadır. ABD’de bile 150 yıldan daha az bir sü re ö nce,
Amerikalılar geniş aileleriyle ve yakın akrabalarıyla birlikte çiftliklerde veya kü çü k
kasabalarda yaşamaktaydılar. Maddi yada diğ er ihtiyaçlar ortaya çıkarsa akrabalar, kilise
ve komşular “bir yardım eli uzatmak için” oradaydılar. Sorunlar gö rü nü r ve kişiseldi;
toplumdaki herkes diğ er herkesi tanırdı. Bir ihtiyaç ortaya çıktığ ında gü çlü ğ ü azaltmak
için kaynaklarla birlikte ellerinden ne gelirse yapacakları garantiye alınırdı. Ö rneğ in eğ er
gereksinim maddi ise dü kkan sahibi veya bankacı gibi kişisel tanıdıklar genellikle
gereken parayı toplamak için yeterliydi (Zastrow, 2013, s. 38).

4
Sosyal Hizmet E‐ Manevi Temelli Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Ocak

Açıkça şimdi farklı bir çağ da yaşamaktayız. Teknolojimiz, ekonomik temelimiz, sosyal
desenlerimiz ve yaşam biçimlerimiz belirgin biçimde değ işmektedir. Ticari, endü striyel,
siyasi, eğ itimsel ve dini kurumlarımız dü şü ndü rü cü biçimde genişlemekte ve daha gayri
şahsi bir hale gelmektedir. Çoğ unlukla komşularımızı bile tanımadığ ımız, ailelerimizden
ve akrabalarımızdan uzak, geniş kentsel toplumlarda yaşama eğ ilimindeyiz. Daha
hareketli olduk ve yaşadığ ımız topluma ilişkin kö klerimiz ve bilgimiz daha az. Mesleki
açıdan uzmanlaştık ve diğ erlerinden daha bağ ımsız hale geldik ve sonuç olarak
yaşamımızdaki temel unsurlar ü zerindeki kontrolü mü z azaldı. Hızla değ işen
toplumumuz, ö nceki sosyal hastalıkları şiddetlendirmek ve artan sayıda evsiz insan,
yü kselen suç oranları, tekrarlanan enerji krizleri, terö r ve çevremizin tahribatı gibi yeni
sorunlar oluşması için ü retici bir zemindir. Artık sosyal refah ihtiyaçlarını karşılamada
kırsal‐sınır bö lgesi yö ntemleri geçerli olmamaktadır (Zastrow, 2013, s. 39).

Sosyal politikalar aracılığ ıyla gerçekleştirilecek makro dü zeydeki sosyal hizmet


mü dahalesi uygulamalarıyla kü reselleşmenin bireyler ve aileler ü zerinde oluşturduğ u
olumsuz etkilerin en aza indirilmesi hedeflenmektedir. Bu anlamda topluluk
ö rgü tlenmesi ö nemli bir yö ntem olarak karşımıza çıkmaktadır. Topluluk
ö rgü tlenmesinin amacı, yerel topluluğ un kendi sağ lık, refah ve dinlenme ihtiyaçlarını
karşılamak için gö sterdiğ i çabaları değ erlendirme, planlama ve koordine etmede
topluluğ u uyarmak ve topluluk ü yelerine yardım etmektir. Belki de bir topluluk
ö rgü tlenmesinin etkinliklerini kesin olarak tanımlamak olası değ ildir. Fakat bu gibi
etkinlikler muhtemelen vatandaş katılımını teşvik etmeyi ve cesaretlendirmeyi,
kurumlar veya gruplar arasındaki çabaları koordine etmeyi, genel ilişkileri yerine
getirmeyi, eğ itim vermeyi, araştırmalar yü rü tmeyi, planlamayı ve referans bir kişi olmayı
kapsar. Bir topluluk ö rgü tleyicisi topluluk çalışmasını uyarma ve cesaretlendirmede
katılımcı gö revi gö rü r (Zastrow, 2013, s. 12).

Bu gibi uzmanların gö rev aldığ ı kurum merkezleri topluluk refah konseylerini, sosyal
planlama kurumlarını, sağ lık planlama konseylerini ve topluluk eylem kurumlarını
kapsar. Topluluk ö rgü tlenmesi kavramı bazı merkezlerde planlama, program geliştirme
ve makro uygulama gibi başlıklarla icra edilmektedir. Barker topluluk ö rgü tlenmesi
kavramını şö yle tanımlamıştır: “Sosyal problemlerle uğraşmak, planlı kollektif hareketler
yoluyla sosyal refahı güçlendirmek için aynı coğrafi bölgelerden veya ortak çıkarları olan
insan toplulukları, bireyler veya gruplara yardımcı olmak üzere, sosyal hizmet uzmanları
ve diğer profesyoneller tarafından kullanılan bir müdahale sürecidir. Yöntemler problem
alanının tanımını, nedenlerin analizini, planları formüle etmeyi, strateji geliştirmeyi,
gerekli kaynakları harekete geçirmeyi, topluluk liderlerini belirlemeyi, bir araya getirmeyi

4
Sosyal Hizmet E‐ Manevi Temelli Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Ocak

ve çabalarını kolaylaştırmak için bunlar arasındaki ilişkileri özendirmeyi kapsar”


(Zastrow, 2013, s. 12).

Toplum kalkınması ise kü çü k toplulukların içinde bulundukları ekonomik, toplumsal ve


kü ltü rel koşulları iyileştirmek amacıyla giriştikleri çabaların devletin bu konudaki
çabalarıyla birleştirilmesi, bu toplulukların ulusun bü tü nü yle kaynaşması, ulusal
kalkınma çabalarına tam biçimde katkıda bulunmalarının sağ lanması sü recidir. Toplum
kalkınmasının ö nemli bir yö nü toplumsal bü tü nleşmeyi sağ lamak ü zere ana toplumla
kü çü k topluluklar arasında gerekli ilişkiyi kurmaktır. Ufak ufak yerel toplulukların
çabalarını ulusal amaçlara yö neltmek, kalkınmaya katkıda bulunmalarını, kalkınmanın
sonuçlarından bunların da yararlanmalarını sağ lamak amacı ağ ır basmaktadır (Geray,
1991, s. 101‐104).

Sonuç olarak toplum kalkınması geri kalmış yerel ve genel anlamdaki toplumların hızla
gelişmişlik dü zeyine ulaşabilmeleri amacıyla, insansal, doğ al ve ö zdeksel kaynaklarının
devletin katkısı ve desteğ iyle bir araya getirilerek ö rgü tlendirilmesi ve işletilmesi
yoludur. Toplum kalkınması programlarında sosyal çalışma mesleğ i toplumla çalışma
yö ntemini kullanarak etkin rol alır (Tomanbay, 1999, s. 265). Sosyal hizmetler toplumun
demokratikleşmesi, kalkınması ve toplum katılımını geliştirmesi için dü zenleyici bir
gü çtü r.

Sosyal Hizmetin Geleceği

Geleceğ in yö nelimi ve sosyal hizmetin doğ ası bü yü k ö lçü de teknolojik ilerlemelerle


belirlenecektir. Son yetmiş yılda gerçekleşen gelişmeler hayat tarzlarımızda çarpıcı
değ işikliklere neden oldu: Kara ve hava ulaşımı, nü kleer gü ç, televizyon, bilgisayar,
doğ um kontrol yö ntemleri, otomatizasyon, alış‐veriş merkezleri, tıptaki gelişmeler,
bilgisayar ve internet… Teknolojik buluşlarla sosyal refah programlarındaki değ işim
arasındaki ilişki genelde şu formatı izler: Teknolojik ilerlemeler, yaşam tarzımızdaki
değ işimleri besler; yaşam tarzındaki değ işimler, gelecekteki sosyal, finansal, sağ lıksal ve
eğ lence ihtiyaçlarındaki değ işimleri etkiler; ve sonraki değ işimler de, bü yü k oranda
sosyal hizmet programında talep edilen değ işimleri belirler (Zastrow, 2013, s. 63).

Ne tü r teknolojik buluşların ortaya çıkacağ ını ve bu ilerlemelerin yaşam tarzımızı nasıl


etkileyeceğ ini ö nceden kestirmek bü yü k ö lçü de spekü latiftir. İlerlemenin bir kısmı ö n
gö rü ldü ; diğ er gezegenlere uzay seyahati, dü şü nebilen bilgisayarlar, zekayı arttırmak için
kapasitesi geliştirilen beyinler, yaşlanmaya son verilmesi, kanserin çoğ u tü rü nü
ö nleyecek aşılar, yapay kalp ve bö brek, HIV virü sü nü yok eden aşılar, kalp ve diğ er
ameliyatları gerçekleştiren robotlar, depresyon ve felci tedavi etmek için beyne verilen

4
Sosyal Hizmet E‐ Manevi Temelli Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Ocak

kü çü k elektrik şokları, hava ve iklim kontrolü gibi. Şu an için uygarlık tarihindeki


herhangi bir zamandan daha çok bilim insanı teknolojik araştırma ve geliştirme
çalışmalarına dahil olmuş durumda olduğ undan, yeni teknolojik buluşlar muhtemel ki
geçmiştekinden daha hızlı bir biçimde ortaya çıkacaktır. Halihazırda bü yü k bir sorun
olan bu hızlı yaşam tarzına psikolojik olarak uyum sağ lama durumu gelecek yıllarda da
insanların maruz kalacağ ı en gü ç uyum sorunlarından biri olmaya devam edecektir. Aynı
zamanda çevreciler, aşırı nü fus; enerji kaynaklarının tü kenmesi, kü resel ısınma, zehirli
kimyasalların aşırı kullanımı, kitlesel açlık‐yetersiz beslenme durumu ve hayat
kalitesinde ciddi dü şü şler gibi faktö rlerden dolayı uygarlığ ımızın çok ciddi bir tehlike
altında olduğ unu ö n gö rü yorlar. Geleceğ in ne getireceğ ini ö nceden kesin olarak bilmek
mü mkü n değ ildir. En vahim hatanın da, sorunları gö rmezden gelen bir tutum takınarak,
geleceğ i planlama ve kontrol etme adına hiçbir çaba gö stermemek olacağ ı sö ylenebilir.
Sosyal refah için gelecekteki anahtar mesele ailedeki değ işimler olacaktır. Ne zaman
parçalanmış bir aile varsa, genel olarak ihtiyaç duyulan şey sosyal hizmetler olmaktadır.
Ailelerin ihtiyaçları değ iştiğ i oranda, buna uygun biçimde sosyal hizmetlerin de
değ işmesi gereklidir (Zastrow, 2013, s. 64).

Kaynakça

Adams, R. (2002). Social Policy for Social Work. New York: Palgrave.

Brueggemann, W. (2006). The Practice of Macro Social Work. Belmont, Canada: Thomson
Brokks/Cole.

Friedlander, A. (1966). Sosyal Refah Hizmetlerine Başlangıç. (R. Taşçıoğ lu, Çev.) Ankara:
SSYB.

Geray, C. (1991). Türkiye'de ve Almanya'da Sosyal Hizmetler: Halk Eğitimi ve Toplum


Kalkınması. Ankara: Selvi Yayınları.

Kongar, E. (1972). Sosyal Çalışmaya Giriş. Ankara: Sosyal Bilimler Derneğ i.

Kut, S. (1988). Sosyal Hizmet Mesleği. Ankara: SHYO.

Leighninger, L. (2008). The Comprehensive Handbook of SocialWork and SocialWelfare:


The History of SocialWork and Social Welfare (Cilt 1). (B. White, Dü .) USA New
Jersey: John Wiley & Sons.

McDonald, C. (2006). Challenging Social Work: The Institutional Context of Practice. New
York: Palgrave Macmillan.

4
Sosyal Hizmet E‐ Manevi Temelli Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Ocak

Ö nder, İ. (2001). Küreselleşme ve Ulus Devlet: Küreselleşme ve Ulusal Ekonomiler Açısından


Egemenlik Sorunu. İstanbul: Yıldız teknik Ü niversitesi Stratejik Araştırmalar
Merkezi.

Pierson, J. (2012). Understanding Social Work: History and Contex. USA, New York: Mc
Graw Hill Open University Press.

Stiglitz, J. E. (2002). Küreselleşme Büyük Hayal Kırıklığı. (A. Taşçıoğ lu, & D. Vural, Çev.)
İstanbul: Plan B yayınları.

Şeker, A. (2010). Küreselleşme ve Sosyal Devlet. Ankara: SABEV.

Şeker, A. (2004). Küreselleşen Dünya'da Geleceğin Sosyal Hizmeti. Ankara: SABEV.

Tekel, S. (2013). Küreselleşme Uluslararası Düzen ve Adalet. Mayıs 22, 2013 tarihinde
www.sosyalhizmetuzmani.org:
www.sosyalhizmetuzmani.org/kuresellesmesosyaldevlet.doc adresinden alındı

Tomanbay, İ. (1999). Sosyal Çalışma Sözlüğü. Ankara: Selvi Yayınları.

Tomanbay, İ. (2007). Sosyal Olmak. Ankara: SABEV.

Zastrow, C. (2013). Sosyal Hizmete Giriş. Ankara: Nika Yayınevi.

4
Sosyal Hizmet E‐ Manevi Temelli Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Ocak

Kitap Özeti

DİN HAYATTAN ÇIKAR

Zeki Karataş

Tayfun Atay, Din Hayattan Çıkar: Antropolojik Denemeler (4. Baskı), İstanbul:
İletişim Yayınları, 2012.

Ankara Ü niversitesi Dil ve Tarih‐Coğ rafya Fakü ltesi Halkbilim Bö lü mü Etnoloji Anabilim
Dalı’nda ö ğ retim ü yesi olan yazar Tayfun Atay, sosyal antropoloji ü zerine dersler
vermekte ve araştırmalar yapmaktadır.

Giriş

Antropolojik denemeler şeklinde kaleme alına “Din Hayattan Çıkar” adlı kitap beş ana
bö lü mden oluşmaktadır. Kitabın giriş kısmında Tü rkiye’de dinin ne olduğ una ilişkin din
dışı yapılan tanımlamalarda en çok Karl Marx’ın ‘din bir afyondur’ sö zü ne gö nderme
yapıldığ ı vurgulanmıştır. Yazara gö re; Marx’ın dine ‘halkın afyonu’ demesi ideolojik bir
yaklaşımdan ziyade sosyolojik bir mahiyet taşımaktadır. Marx acı, sefalet ve yoksulluk
içindeki halkın çaresizliğ ini teskin etmek için dine yö neldiğ ine vurgu yapmaktadır.
1840’lı yıllarda hızla modernleşen Avrupa’da dinin toplum nezdindeki konumu bu
tanıma uymaktaydı. Modernleşmeyle birlikte dine bakış açısı da değ işerek, en son
noktada Nietzsche ‘Tanrı öldü’ diyerek dinin birey ve toplumsal yaşam ü zerindeki
etkisinin ortadan kalktığ ını ilan etmiştir. Weber ‘dünyanın büyüsünün bozulduğunu’ ifade
ederek dinin insan hayatını belirleme, biçimlendirme etkisinin zayıfladığ ını
vurgulamıştır. Bö ylece laiklik akımıyla birlikte din bireysel yaşama hapsedilerek kamusal
alanın ve toplum yaşamının dışına itilmiş oldu. Ancak modern hayatın yıprattığ ı insanlar,
yeniden maneviyat arayışı içine girerek dine dö nü ş yapmaktadırlar. Yeniden insanların
gü ndemine aldıkların dinin kü ltü rden kü ltü re değ işen biçimi ve anlamı olduğ una vurgu
yapan yazar, dini kitaptan değ il insanlardan ö ğ renme gayreti taşıdığ ını belirtmektedir.

Din ve Antropoloji

İngilizce’de ‘religion’ sö zcü ğ ü yle ifade edilen din, Latince ‘religare’ yani ‘sıkıca bağlanmak’
kö kü nden gelmektedir. Din yoluyla insan, hayatının gidişatında etkili saydığ ı değ erli bir
şeye sıkıca bağ lanır. Bağ lanmak sınırlayıcı olsa da, bireyin yaşamını anlamlandırması ve
ona dayanma gü cü vermesi bakımından din gerekli bir unsurdur.

Ö ğ retim Gö revlisi, Recep Tayyip Erdoğ an Ü niversitesi İ.İ.B.F. Sosyal Hizmet Bö lü mü

5
Sosyal Hizmet E‐ Manevi Temelli Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Ocak

Antropoloji literatü rü nde din; “tabiatüstü varlıklar ve güçlere ilişkin zihinsel tutumlar ve
davranış örüntüleri” olarak tanımlanmaktadır. “Zihinsel tutumlar” kavramıyla dinin inanç
boyutuna, “davranış örüntüleri” kavramıyla da dinin ibadet boyutuna vurgu
yapılmaktadır. Tabiatü stü tabiriyle de gö zlemlenemeyen, deneysel olmayan ve
açıklanamayan bir alanın varlığ ına işaret edilmektedir. Bu anlamda din bilinmeyenle
ilişki kurma mekanizması, yani bağ dır.

Antropolojik açıdan bakıldığ ında yeryü zü nde din denen sö ylem ve pratiğ e rastlanmayan
bir topluluk ya da halk yoktur. Dü nya ü zerinde ilkel kabilelerden modern organize
devletlere kadar her dü zeyde topluluklarda tabiatü stü gü çlerle temasa geçmeyi
amaçlayan tö renlere, ruh ya da benzeri varlıklara ve ö lü mden sonra yaşama ilişkin
inançlara rastlanmaktadır. Aynı zamanda dinsel inanca karşı çıkış da her toplum ve
kü ltü rde otaya çıkmaktadır.

İnsanlar bilim ve teknoloji yoluyla sorunlarıyla baş etmenin yollarını keşfetseler de,
bilinemeyen ve kontrol edilemeyenlerin varlığ ı korku ve kaygıya neden olmaktadır. Akıl
yoluyla denetlenemeyen olaylar ve gelişmelerin neden olduğ u kaygı durumlarının
ü stesinden gelmek için dinsel pratiklere başvurulur. Bu anlamda din, insanların
yaşamında bilim ve teknolojinin dolduramadığ ı boşluğ u tamamlayıcı mahiyette bir işleve
sahiptir. Din “nereden geldik, nereye gidiyoruz, bu dünyada vazifemiz nedir” gibi zor
sorulara cevap ü reten yapısı nedeniyle insanların yaşamı ve evreni anlamlandırma
çabalarına destek olur. Dini bu çerçevede, insan varoluşuna anlam katan bir kü ltü r
sistemi olarak değ erlendiren Clifford Geertz, oldukça kapsamlı bir din tanımı yapar:
“Genel bir varoluş düzenine ilişkin kavramlaştırmalar formülleştirerek insanlarda güçlü,
yaygın ve uzun süreli ruh halleri ve motivasyonlar oluşturan ve bu kavramsallaştırmaları
bir gerçeklik halesine bürüyerek söz konusu hallerin ve motivasyonların eşsiz bir şekilde
gerçekmiş gibi görünmesine yol açan simgeler sistemi.”

Din hayata ve insana dair anlam haritası sunmanın yanında, toplumsal denetim
mekanizması işlevi de gö rmektedir. Uygun ve doğ ru davranış reçetesi sunan din
toplumsal olarak kabul edilen tutum ve davranışları teşvik edip, uygun olmayanları hoş
karşılamayarak bir ahlaki sistem ö ngö rmektedir. Dinsel tö renler insanların ortak
kimliklerini ifade etmelerine fırsat vermesi nedeniyle, mensuplarının aidiyet
hissetmelerini sağ lamaktadır.

İdeoloji Olarak Din

Dinin bireyin yaşamına anlam katma işlevinin yanında dü nyevi‐siyasal sü reçlerde,


iktidar mü cadelelerinde, toplumsal çatışmalarda da gü ndeme gelmesi onun bir başka

5
Sosyal Hizmet E‐ Manevi Temelli Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Ocak

boyutuna bakmayı gerektirmektedir. Avrupa’nın tarihine baktığ ımızda, Osmanlı’daki


isyanları incelediğ imizde dinin etkisiyle yaşanan çatışmalara şahit oluruz. Bu noktada
din, toplumsal patlamaların, yoksulluğ a isyanın veya zenginliğ e hıncın ateşleyicisi olan
bir ‘ideolojik’ işlevle karşımıza çıkar. Bu ö zelliğ i nedeniyle Marx dini, ‘ideolojinin ilk
biçimi’ olarak tanımlamıştır.

İdeolojik bir sö ylem olarak işlerlik kazandığ ında din hem yö netenler için bir dayanak,
hem de yö netilenler için bir sığ ınak olmaktadır. Marx’ın da vurguladığ ı gibi din bir
yandan sö mü rü ve sınıf çelişkilerini kamufle eden bir sö ylem, ö te yandan da ezilenlerin
ve yoksulların sefalete katlanmasını sağ layan bir afyon (mü sekkin) olarak işlev gö rü r.
Ancak sol‐sosyalist ve ateist zihniyete sahip çevreler Marx’ın “din afyondur” sö zü nü
gerekçe gö stererek dini tamamen dışlayan bir yaklaşım geliştirmişlerdir. Bu yaklaşım
Marx’ın hakkıyla anlaşılmadığ ını gö stermektedir. Çü nkü Marx dini çok ö nemsemiş,
ciddiye almış, ü zerinde kafa yormuştur. Marx’a gö re mü cadele edilmesi gereken din
değ il, onu var eden ve kaçınılmaz kılan yaşam koşulları yani ekonomik sistemdir. Sö mü rü
dü zeninde insan dine sarılmasın da ne yapsın. Ö zetle Marx’ın ‘halkın afyonu’ nitelemesini
halkı uyuşturan anlamından ziyade, ‘teskin eden’, dü nyaya tahammü l etmeyi sağ layan bir
rahatlatıcı olarak anlamak gerekir.

Din Antropolojisi

Sosyo‐kü ltü rel antropolojinin bir alt dalı olan din antropolojisi, antropolojik yaklaşımla
dini ve onunla ilişkili toplumsal kurumları inceler. Teolojik perspektifin ö znesi insan‐
ü stü etkenler kabul edilir. Din antropolojisinin ö znesi ise insandır. Bu nedenle din
antropolojisi herhangi bir dinin ü stü nlü ğ ü ne ya da değ ersizliğ ine vurgu yapmaz, insanın
dinin etkisiyle gü nlü k yaşamında neler yaptığ ı ü zerinde durur.

Antropoloji ve İslam

İslam toplumları ü zerine yapılan antropolojik incelemelerde iki farklı yö nelimden sö z


edilebilir. Bunlardan birincisi ‘İslam antropolojisi’ (the antropology of İslam), ikincisi ise
‘İslami antropoloji’ (Islamic antropology) başlıklarıyla ifade edilmektedir. Bu ayrım temel
olarak ‘nasıl bir antropoloji yapılması’ gerektiğ i dü şü ncesiyle ortaya çıkmıştır. Çü nkü Batı
antropolojisinin İslam toplumlarına bakışında eksiklik ve yetersizlik olduğ u kanaati
oluşmuştur.

İslam, diğ er Ortadoğ u kö kenli iki dinden farklı olarak zengin bir ahlaki, hukuki ve sosyo‐
politik sö ylem geleneğ i ve pratikler çeşitliliğ i sergilemektedir. İslam dininin fıkıh, kelam,
tasavvuf gibi ana akımlarının yanında mezhepler gibi dini kurumsallaştıran unsurların
varlığ ı insan topluluğ unun pratiklerini şekillendirme açısından zengin bir zemin

5
Sosyal Hizmet E‐ Manevi Temelli Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Ocak

oluşturmuştur. İslam adına şekillenen bu toplumsal pratikler karşımıza tarihsel, coğ rafi
ve kü ltü rel dinamiklerden beslenen farklı, çeşitli hatta birbirine karşıt dışavurumlar
çıkarmıştır. Hatta tek bir toplumda bile birbirinden farklı Mü slü man anlayışı ve pratiğ i
oluşabilmektedir. İslam’ın Arap Yarımadası dışında geniş bir coğ rafyaya yayılması daha
çok bu bö lgelerde var olan inanç motiflerinin İslam tarafından içselleştirilmesi sayesinde
mü mkü n olmuştur.

Gü nü mü zde İslam dü nyasına İran İslam Devrimi’nin (1979) de etkisiyle ‘köktendincilik’


kavramsallaştırması ekseninde yaklaşılmaktadır. Kö ktendincilik İslam’la birlikte
anılmaya başlanınca insanların zihninde ö nyargılı ve olumsuz bir imaj oluşmuştur.
Hoşgö rü sü zlü k, tahammü lsü zlü k, şiddet ve saldırganlıkla eşdeğ er tutulan bu imaj
nedeniyle, İslam’ın çeşitliliğ i ve zenginliğ i gö z ardı edilerek sorunlu bir antropolojik
bakış geliştirilmiştir.

İslam Antropolojisi terimi ilk olarak 1970’lerde Mısır’lı antropolog Abdul Hamid El‐Zein
tarafından ifade edilmiştir. El‐Zein Fas’tan Endonezya’ya uzanan geniş coğ rafyada
gerçekleştirilen antropolojik çalışmaları İslami ilimler sü zgecinden geçirerek sorgulamış
ve yorumlamıştır. El‐Zein değ erlendirmesinde antropolojik çalışmaların evrensel İslam’ı
tanımlama iddiasında olduklarını, ancak her birinin diğ erinden farklı bir betimleme
sunması nedeniyle İslam’ın çoğ ulculuğ una ve zenginliğ ine vurgu yaptıklarını belirtmiştir.
El‐Zein antropolojiyi Doğ u ve Batı dü nyalarının entelektü el geleneklerini kapsamına
alarak aşabilecek felsefi ve sosyal bir çalışma disiplini haline getirmeye çalışmıştır.

İslami antropoloji başlığ ı altında toplanan çalışmaların ana amacı, antropolojiyi İslam’ın
ideal ilke ve ö ğ retileri ile uyumlu İslami bir çerçeveye yerleştirmeye çalışmaktır.
Antropolojinin bir bilim olarak Batı‐Hıristiyan geleneğ inde doğ up şekillendiğ i
varsayımıyla hareket eden Mü slü man bilim insanları, bu bilimin daha çok Batı’nın
sö mü rgeci politikalarına hizmet ettiğ ini dü şü nmektedirler. Dolayısıyla Mü slü man
toplumların kü ltü rlerini incelemek ü zere İslami perspektifi taşıyan yeni bir antropoloji
anlayışına ihtiyaç duyulmuştur.

İngiliz Mü slü man M. Wyn Davies’e gö re yapılması gereken; İslam medeniyetinin sorunlar
hakkında İslami dü şü nce yeteneğ ini yeniden kazanması ve Batılı aydınlanma
paradigması tarafından yü zyıllarca baskı altında tutulan kendine has bilim yapma
yollarını yeniden hayata geçirmesidir.

Türkiye Çözümlemeleri: Cumhuriyet ve Din

İmparatorluktan Cumhuriyete geçerken ulus devletin inşası aşamasında en fazla


mü dahaleye maruz kalan din, bu baskı ve zorlama karşısında toplumsal zeminde farklı

5
Sosyal Hizmet E‐ Manevi Temelli Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Ocak

bir konum almak zorunda kalmıştır. Cumhuriyetin kurucu kadrosu her ne kadar dini
topyekû n ortadan kaldırma niyeti taşıması da reformist bir anlayışla Tü rkiye
Mü slü manlığ ı oluşturma çabası içinde olmuşlardır. Ayrıca Cumhuriyet rejimi dini siyasal
ve toplumsal dü zlemlerin dışında, yalnızca bir vicdan meselesi şeklinde değ erlendirerek
kişisel plana indirgemek istemiştir. Dini tezahü rlerin kamusal alanda yasaklanması ve
kişi vicdanına hapsedilmek istenmesi, dinin Tü rk toplumunda var olan etkisinin gö z ardı
edilmesine neden olmuştur. Dolayısıyla din sosyolojik bir perspektiften bile ele alınmaya
uygun bulunmamıştır. Bu nedenle Tü rkiye’de hâ kim entelektü el ve akademik gelenek
içerisinde yer alanlar uzun sü re din konusunu bilimsel‐analitik incelemeye tabi
tutmaktan kaçınmışlardır. Bu durum ö zellikle sosyal bilimleri, resmi ideoloji ile ‘malul’
olma durumunda bırakmıştır. Durkheim, Freud, Hegel, Marx, Weber gibi Batılı sosyal
bilimciler ise din olgusunu, dinsel dü şü nce ve davranışları ö nemsemişler, bu konuya
ilişkin son derece kapsamlı ve zengin kuramsal yaklaşımlar sunmuşlardır.

Tü rk sosyal bilimcilerin pek çoğ unda dine bakış ateizmden de ö te ‘anti‐teizm’ damgasını
taşır. Bu aydınların nazarında din bir ‘anomali’dir. Dolayısıyla dini olgulara ve
oluşumlara rejime nasıl zarar verecekleri, hangi şer gü çlerden beslendikleri ve
kendilerine nasıl çıkar sağ ladıkları açısından yaklaşılmıştır. “Hâlbuki böyle bir çevreyi ele
alırken, bu çevrenin kendi İslami kimliğini nasıl inşa ettiği, kendisini diğer İslami
oluşumlardan nasıl ve ne derece ayırt ettiği, cemaat içi rekabet ve çatışma süreçlerinin
nasıl seyrettiği, birbirine rakip İslami yorumların nasıl hayata geçirildiği, İslam’ın kim
tarafından kimler için ve kimlere karşı tanımlandığı/temsil edildiği vb. türde sorular
üretilerek sosyal bilim metodolojisiyle ele alınması beklenirdi. Modern Batı toplumlarında
din, dünyevi süreçler içerisinde ve toplumun ürünü olarak kavranıp bilimsel inceleme ve
irdelemelere alabildiğine açılırken, modern Türkiye’de tam aksi yönde bir gelişmeye ivme
kazandırılarak dini böylesi bir inceleme konusu yapma imkânlarının önüne ‘resmi ideolojik’
bir set çekilmiştir. Sonuçta din bilimin ‘konusu’ değil, ancak ‘hasmı’ olarak ele
alınabilmiştir.”

Din denilince Cumhuriyet dö nemi aydını olarak nitelendirilen kesimin zihninde kara
sakallı, yeşil sarıklı ü rkü tü cü çehreli adamlar, kara çarşaflı kadınlar, sahtekar/istismarcı
hocalar canlanmaktadır. Bu sığ bakış açısıyla din gibi karmaşık ve çok boyutlu bir
olgunun anlaşılması mü mkü n değ ildir. Tü rk sosyal bilimcilerin ö nde gelen, saygın
isimlerinden Niyazi Berkes’in şu sö zleri, bu zihniyet yapılanmasını ve ruh halini iyi
sergiler: “Kemalizm sallanmaya başlayınca, bunların hepsi birer birer mezarlarından
kalkar gibi hortladılar. Hem de geçmişlerindeki görünüşlerinden daha kaba, daha ilkel,
daha çirkin görünüşlerle. Kemalizm devrimi bunların hepsini yendiği, yuvalarını yok ettiği

5
Sosyal Hizmet E‐ Manevi Temelli Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Ocak

halde, meğer ne bereketli kökleri varmış! Sıcağı gören haşereler gibi birer birer
kımıldamağa, kalkınmağa başladılar.”1

Bu hâ kim atmosfer nedeniyle dinin inanç ve pratik boyutu ö nyargılardan ve


ö nkoşullardan uzak bir biçimde ö zellikle akademik camiada inceleme ve araştırma
konusu yapılamamıştır. Oysa birbiri ile uzlaşma içinde olmayan, karşıt gö rü şlerdeki
insanların medeni bir zeminde birbirlerini anlama temelinde buluşmaları gerekirdi. Bu
olmadığ ı takdirde inancı sahiplenenlerle inancı kü çü mseyenler arasındaki sağ ırlar
diyaloğ u, laik Tü rkiye Cumhuriyeti’nin en ayırt edici vasıflarından ve sorunlarından biri
olmayı sü rdü recektir.

Kültür ve Din

Toplum içindeki anlamlı simgeler bü tü nü olarak tanımlanan kü ltü rü n sunumu, yayımı ve


içselleştirilmesi politik bir sü reç içinde gerçekleşmektedir. Cumhuriyet’in kuruluşunda
etkin olan siyasi anlayış bir dizi reform ve yeni yapısal dü zenlemeler sağ lamış ancak
bunlar toplum nezdinde beklenen kabulü gö rmemiştir. Çok milletli, çok kü ltü rlü
Osmanlı‐İslam kimliğ ine dayalı bir imparatorluk bakiyesinden, Tü rklü ğ e vurgu yapan
‘modern’ ve homojen bir ulus inşası hedeflenmiştir. Bu amaçla tarikatlar, tekkeler,
medreseler, mektepler gibi İslami kurumlar etkisizleştirilerek, doğ an boşluk halkevleri,
Tü rk ocakları ve kö y enstitü leriyle kapatılmaya çalışılmıştır. Yeni Tü rkiye’de bireylerin
kü ltü rlerini değ iştirmede en etkin rol ve işlev, resmi okullar ve bu okulların ö ğ retmenleri
tarafından yerine getirilmiştir.

1923‐1950 arasındaki tek partili dö nemde resmi ideoloji tarafından halkın kü ltü rel
dö nü şü mü hedeflenmesine rağ men, bu dö nü şü m şehirli ü st ve orta sınıflarla sınırlı
kalmış kırsal kesimde kalıcı ve istenen dü zeyde etki oluşturamamıştır. 1950’den sonra
demokrasiye geçiş yapılmış ve o dö nemin iktidar partisi DP Batı liberalizmini
benimsemesine rağ men Kemalist laik CHP’ye karşı zafer elde etmesi nedeniyle laiklik
karşıtı İslam yanlısı bir oluşum olarak algılanmıştır. Demokrat Parti’nin on yıllık iktidarı
ile Tü rkiye demokrasi deneyimi yaşamış ve insanlar artık siyasal sü recin bir parçası
haline gelmiştir. Bu durum Cumhuriyet’i kuran ve devlet kurumunu temsil eden aktö rleri
olup bitenler karşısında ipleri elinden kaçırma endişesine sü rü klemiştir. Bu nedenle
1960 darbesi ile laik çizgiden sapma gö steren halka ve siyasete gö zdağ ı verilmiştir.

1980’lerden sonra toplumun kü ltü rel değ erlerinde kapsamlı ve niteliksel bir değ işme
başlamıştır. Kırdan kente gö ç artmış, ulaşım, iletişim ve eğ itim imkâ nlarının gelişmesiyle

1 Niyazi Berkes (1975). Tü rk Dü şü nü nde Batı Sorunu, Ankara: Bilgi Yayınevi.

5
Sosyal Hizmet E‐ Manevi Temelli Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Ocak

birlikte muhafazakâ r kü ltü r gö rü nü r hale gelmiştir. Ö zel televizyon kanallarının artması


kitlesel dö nü şü mü hızlandırmış, İslami sosyo‐politik ve kü ltü rel taleplerin ö nü nü
açılmıştır. 2000’lere gelindiğ inde Tü rkiye’de vü cut bulmuş kitle kü ltü rü nü n bir parçası
haline gelen İslam’ın, ö zellikle sistem açısından bu ‘terbiyelenmiş’ haliyle kamusal
gö rü nü lü rlü k kazanması dışlayıcı ve yok sayıcı bir laisizmde ısrar eden çevreleri rahatsız
etmiştir.

Medyatik Türkiye’de Din ve Tesettür

1979 İran İslam Devrimi’nden sonra, siyasal İslam gü ndeme gelmesiyle birlikte dinin
ideolojik boyutu ö n plana çıktı. Bir kü ltü r ve kimlik olarak Mü slü manlığ ı tanımlayan,
ayırt eden, biçimleyen sö ylemler, ritü eller ve simgeler İslam’ın bu siyasal yü kselişini
destekleme yolunda seferber edildiler. Başö rtü sü de Cumhuriyet rejimi tarafından bir
siyasal simge olarak algılandığ ı andan itibaren sorun olarak gö rü lmeye başlandı. İslami
duyarlılıklara ağ ırlık veren siyasi iktidarlar dahi uzun yıllar bu sorunu çö zmeyi
başaramadılar. Ve tü rban konusu adeta bir bağ ımlı değ işken olarak gü ndemde kalmaya
devam etti.

Sosyolojik açıdan bakıldığ ında ise başö rtü sü nü n anlamının değ iştiğ ine şahit
olunmaktadır. Başlangıçta dinsel veya siyasal bir simge olarak gö rü len başö rtü sü giderek
kozmetik bir aksesuara dö nü şmü ştü r. Tü ketim kü ltü rü nü n etkisiyle dinsel semboller
ticari faaliyet alanı olmaya başlamıştır. Ö rneğ in oruç tutmayanlar için kaygı ve endişe
zamanı olan Ramazan Ayı artık bir panayır havasına bü rü nmü ş, oruçsuzlar için de çekici
hale gelmiştir. Tekbir, ihlas, vahdet gibi dinsel kavramlar birer şirket ve holding ismine
dö nü şmü ştü r.

Tesettü r Mü slü man kadının Allah’ın emrini yerine getirmek ü zere işlenen bir hayır
olmaktan ö teye geçerek serbest rekabet şartları gereğ i reklam malzemesi haline
gelmiştir. İç çamaşır defileleri sunan mankenler bir anda tesettü r defilelerinde gö rü nü r
olmaya başlamışlardır. Dünyanın pazara, hayatın da podyuma dönüştüğü bir çağda,
doymak bilmez gösteri ve imaj endüstrisinin hep yeni, alışılmadık, dokunulmadık bir tema
arayışının yeni hedefi bir süredir tesettürlü kadın olmuştur. Dolayısıyla Tü rkiye’de bü yü k
şehirlerden taşraya doğ ru yayılan gü zellik ve kozmetik endü strisi kendisine bakir bir
alan bulmuştur. Giderek sayıları artan tesettü rlü bayanlar, ‘mü minler ordusu’nun
neferleri olmak yerine, gü zellik salonlarının mü davimleri olmuştur.

Şerif Mardin ve Din

Şerif Mardin Tü rkiye’de dine yö nelik bilimsel, entelektü el ve akademik ilginin yeni,
değ işik ve aykırı bir açılım kazanmasında ilk tohumu atmış isimdir. Ancak bu aykırı çıkış

5
Sosyal Hizmet E‐ Manevi Temelli Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Ocak

pozitivist‐laik kesim tarafından onun ö tekileştirilmesine neden olmuştur. Şerif Mardin’in


en dikkat çekici ö zelliğ i, akademik performansını sergilediğ i dö nemde dü nyada hâ kim
kuramsal eğ ilim ve yö nelimleri gü ncelliğ iyle dikkate alıp, bunları yerel‐ulusal temeldeki
çö zü mlemelerinde işlerliğ e sokabilmiş olmasıdır. Ö rneğ in Din ve İdeoloji kitabında
Fransız yapısal antropolojisinin ilk ve neredeyse tek ismi C. Lévi‐Strauss ile Amerikan
simgeci‐yorumcu antropolojisinin ö ncü ismi Clifford Geertz, Mardin’in Tü rkiye’de dinin
tarihsel ö nemiyle kü ltü rel ve siyasal rolü ne ilişkin çö zü mlemelerinin kuramsal alt
yapısında ö nemli yer tutar. Said Nursi kitabında, Tü rkiye Cumhuriyeti’nin bir numaralı
‘anti‐kahramanı’nı sosyo‐tarihsel bağ lamda çö zü mlerken, İngiliz simgesel
antropolojisinin çığ ır açıcı ismi Viktor Turner’in kuramsal ve kavramsal dağ arcığ ından
beslenir. Şerif Hoca Said Nursi ü zerinden Osmanlı’dan Tü rkiye’ye yaşanan siyasal,
toplumsal ve kü ltü rel değ işme ve sü reklilikler ile bunların insanların anlam ve değ er
dü nyasında yol açtığ ı sarsılma ve kırılmaları çö zü mlemiştir.

Şerif Mardin ideolojik anlamda bir muhafazakar modernisttir. Sosyolojik


çö zü mlemelerinde Marx’tan dikkat çekici ö lçü de yararlanmış, onun gö rü şlerini
ö nemsemiş ama Marksist olmamıştır. Şerif Mardin Tü rkiye’deki Kemalist, pozitivist,
jakoben modernistlerle modernlik ortak paydasında buluşur, ancak onun modernizminin
muhafazakar vasfı onu bu cenah açısından bir ‘içerideki ö teki’ yapar. Şerif Mardin’in
savunduğ u muhafazakar modernizm anlayışına gö re; ‘gelenek olmadan, modernlik
olmaz.’ Tü rkiye’de resmi, makbul ve cari modernizm çizgisi ise geleneğ e rağ men veya
karşı, yani ‘geleneksiz’ modernleşme anlayışını savunur. Bu tepeden inmeci, radikal
modernleşme anlayışıdır. Ö zetle Şerif Mardin ‘gelenekçi’ olmayan, ama gelenekle yol
almaktan yana olan bir muhafazakar modernisttir.

Şerif Mardin’in Din ve İdeoloji kitabının, Tü rkiye’de dine ve onunla ilişkili kü ltü rel,
toplumsal ve siyasal olgu ve sorunlara tarihsel sü reklilik içerisinde bakan ilk çalışma
olduğ u sö ylenebilir. Şerif Mardin’e gö re “din, bir dünyayı anlama ve kendini o dünyada
belirli bir yere yerleştirme modeli olarak fonksiyon görmektedir.” Şerif Hoca, Marx ve
Ferud’un din sosyolojisi alanında ö ne sü rdü kleri fikirlerinde dine ‘işlevsel’ bir değ er
verdiklerinden bahsetmiştir.

Kitabın dö rdü ncü bö lü mü nde Osmanlı toplumunu Batı toplumundan ayıran ö zellikleri
vurgulayan Şerif Mardin Osmanlı‐İslam toplumunun ü ç ö zelliğ ine dikkat çekmiştir: a)
İktidar dağılımının egemen biçimi olarak ‘statü’, b) ‘sivil toplum’ yokluğu, c) kültür
yapısındaki ‘ikili bölümlenme’… Tü m bu ö zellikleri asıl otaya çıkaran etken ‘patrimonyal
devlet’ yapısıdır. “Batı’daki patrimonyalizm ve feodalizm ilkelerinden Türkiye’de en ağır
basan ilke patrimonyalizm olmuştur. Daha ileri giderek kuruluşundan az sonra,

5
Sosyal Hizmet E‐ Manevi Temelli Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Ocak

patrimonyal bürokrasi çizgilerinin Osmanlı devletinin en ayırt edici yönü olarak belirdiği”
sö ylenebilir. Devletin toprak ü zerinde etkili kontrolü , tü m arazinin sahibinin padişah
olması ve tebaaya sadece kullanım hakkının verilmesi, rekabetin piyasa yerine devlet
katında nü fuz elde etme amacıyla kullanılması, devlet memurlarının statü lerini
kullanarak çıkar elde etmeye yö nelmesi gibi ö zellikler Mardin’e gö re, Osmanlı
patrimonyalizminin etkinliğ ini ve gü cü nü , Weber terminolojisiyle ‘hü kmetme
(herrschaft)’ ilkesinin geçerliliğ ini ortaya koymaktadır.

Osmanlı toplumunu Batı toplumundan ayırt eden bir diğ er ö zellik ise sivil toplumun
yokluğ udur. Birey ile devlet arasında tampon gö revi gö ren ikincil yapıların olmayışı
toplumsal zü mreleri devlete bağ ımlı hale getirmektedir. Ayrıca Osmanlı’da siyasal
bakımdan hü kmedenlerle hü kmedilenlerin arasındaki fark, ‘saray kü ltü rü ’ ve ‘taşra
kü ltü rü ’ olarak nitelendirilebilecek birbirine yabancı ve ikili bir kü ltü rel yapının
oluşmasına neden olmuştur. Osmanlı İmparatorluğ unda kö kleşen bu yapılar
Cumhuriyet’le birlikte form değ iştirerek sü rdü rü lmü ştü r. Mardin Osmanlı’dan
devralınan bu temel ö zellikleri şu şekilde sıralar: 1) Hükmetme yönelimi, 2) Statü değeri,
3) Arpalık sistemi, 4) Halk kültürü ‐ Aydın kültürü ikiliği… Osmanlı İmparatorluğ u’nun
‘yapı’sı tasfiye edilmiş ancak ‘yapısal ö zellikleri’ Cumhuriyet’in yö netici kadroları
tarafından devralınmıştır.

Şeriat‐Tarikat İkiliğine Güncel Bir Bakış

Kesin ve net olmamakla birlikte tasavvuf (sufiler) ve fıkıh (alimler) arasında dinsel
açıdan belli kavrayışlara ya da dinin belli boyutlarına ö ncelik verilmesinden kaynaklanan
bir farklılaşma bulunmaktadır. Ulema daha çok dinin toplumsal boyutu ü zerine
odaklanarak, Mü slü manların topluluk halinde nasıl yaşamaları gerektiğ i konusunu
merkeze almışlar, sufi mistikler ise dinin bireysel yö nlerine ağ ırlık vererek
Mü slü manların Allah’ın zatını nasıl hissedecekleri konusuna yoğ unlaşmışlardır. Tarihi
sü reçte ulemanın formel ve hukuksal ağ ırlıklı ‘şeriat’ İslam’ı ile sufilerin mistik İslam’ı
arasında zaman zaman çatışma yaşanmıştır. Gazali’den ortalama yü z yıl sonra, İbni Arabi
tasavvufi çevrelerce Şeyh‐i Ekber ilan edilirken dö nemin ulemasının pek çoğ u tarafından
Şeyh‐i Ekfer olarak isimlendirilmiş; kendisi de buna mukabil ulemayı, ‘ümmetin
firavunları’ olarak nitelemekten geri durmamıştır.

Asıl çekişme İslamî bilginin kaynağ ını ne olduğ u ve buna bağ lı olarak dini otoritenin kim
olacağ ı konularındaki ihtilafta yatmaktadır. Tarikata bağ lı mü ritler bilginin kaynağ ı
olarak şeyhlerini gö rü rler, bilginin doğ rudan Kitap’tan kazanılmasına ikinci derecede
ö nem atfederler. İmamlar için durum bö yle değ ildir. Onlar gü cü nü fıkıh, kelam, akaid,

5
Sosyal Hizmet E‐ Manevi Temelli Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Ocak

tefsir, hadis gibi şer’i ilimlerde uzmanlaşmış olmaktan alırlar ve bu otoritenin


kendilerine yü klemiş olduğ u misyonu kullanırlar.

Gelenek‐Modernlik Gerilimi

Modernleşme sü recinin giderek hız kazandığ ı gü nü mü zde, geleneksel değ erlerin etkisini
kaybettiğ i ve toplumda bozulmaların meydana geldiğ i dü şü ncesi yaygın bir şekilde kabul
gö rmektedir. Ancak bir taraftan da geleneğ in modernleşerek farklı biçimlerde varlığ ını
sü rdü rdü ğ ü nü de mü şahede etmekteyiz.

Beyşehir Gö lü çevresinde kırsal yerleşmelerde gerçekleştirilmiş sosyal antropolojik alan


araştırmasında geleneksellik‐modernlik ikilemine dair veriler ortaya konulmuştur.
İnceleme yapılan kö y ve kasabalarda yazılı kaynaklara dayanmayan fakat yaşam biçimi
ve kü ltü rel değ erlere yansıyan dinselliğ in hala varlığ ını hissettirdiğ i gö rü lmü ştü r.
Modernleşme sü reciyle birlikte kentleşme ve medyanın en ü cra kö şelere kadar ulaşmış
olması nedeniyle dinin etkisinin merkezi bir konumda olmadığ ı sö ylenebilir.

Kö ylü ler Kıyak Dede adlı bir şahsın mezarı olarak bilinen yere kutsallık atfetmekte
bayramlarda ve sair kutsal gü nlerde burayı ziyaret ederek toplu halde dualar etmekte,
dilekte bulunmaktadırlar. Bu mekanda Roma Bizans dö nemine ait kalıntıların bulunması
ö zellikle eğ itimli kişiler tarafından bu mekanın İslamiliğ inin sorgulanmasına neden
olmuştur. Bu nedenle kö ye dışarıdan gelen eğ itimli kimseler kendi dedelerinin yattığ ı
mezarlıkta dua edilmesi gerektiğ i fikrini ö ne sü rmü şler, bu duruma kö yü n yaşlıları karşı
çıkarak kö yü n geleneğ ini bozmaya hakları olmadığ ını ifade etmiştir. Bu husus
modernleşme sü recinin etkilerinin hissedilmesiyle birlikte İslam dü nyasında kitabiliğ i,
pü ritenliğ i ve bireyselliğ i ö n plana çıkaran İslami modernizm akımının geleneğ e dayalı
yerel‐yö resel inanç ve pratiklere karşı gelem dinamiğ ine ö zgü bir ö rnek teşkil
etmektedir. Ö zellikle eğ itim ve iletişim olanaklarının kitleselleşmesi, ulaşım ve seyahat
fırsatlarının artmasıyla nü fusun hareketlenmesi dinsel geleneğ i temsil eden ö nderlerin
otoritesini giderek zayıflatmış, buna paralel olarak insanların doğ ru İslam’ı belirleme
yolunda kişisel arayışlarını arttırmıştır.

Evrimcilik‐Yaratılışçılık Kutuplaşması

Darwin’in 1859’da yayınladığ ı Tü rlerin Kö keni adlı eserden sonra insanın yaratılışı
konusunda ö zellikle dinsel inancın temsilcileri tarafından eleştiriye tabi tutulmuştur. 19.
yü zyıldan itibaren tartışılan evrim hipotezi, insanın maymundan mı geldiğ i yoksa
Tanrı’nın suretinden mi yaratıldığ ı konusunda Batı dü nyasında ve Tü rkiye’de sü rekli
gü ndemini korumuştur.

5
Sosyal Hizmet E‐ Manevi Temelli Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Ocak

Evrim evrenin, dü nyanın, yaşamın, insanın ve insanlığ ın (kü ltü rü n) nasıl varolduğ u
sorusunu yanıtlama yolunda geliştirilmiş bir yaklaşımdır. Bu yaklaşım iki temel
ö nermeye dayanır: 1) Varlıklar sü rekli bir değ işim ve çeşitlenme dinamiğ i sergiler, 2)
varlıklar arasında ilişkiye veya kö ken ortaklığ ına işaret eden bir bağ mevcuttur.

Evrim denince akla gelen 18. ve 19. yü zyılın ü ç bü yü k doğ a bilimcisi Lamark, Haeckel ve
Darwin’in orijinal yapıtlarında evrim sö zcü ğ ü kullanılmamıştır. Darwin “değ işiklik
geçirerek ü reme”den, Lamarck “transformizm”den, Haeckel de “transmutasyon
kuramı”ndan sö z etmiştir. Esasen evrim sö zcü ğ ü nü bilindik anlamıyla İngilizce’de
kullanıma sokan, sosyolog Spencer’dir. Viktorya Çağ ı’nın bu tipik temsilcisi ve
savunucusu için evrim, tü m gelişmeyi ve ilerlemeyi açıklayan ana kanundur.

Darwin’in dahi kendinden ü stü n saydığ ı Spencer, genellikle Darwin’e atıfla zikredilen “en
uygun olanın ayakta kalması” deyişinin de gerçek sahibidir. Bu laissez‐faire (bırakınız
yapsınlar, bırakınız geçsinler) liberali, Batı uygarlığ ını ve onun merkezi noktasını
oluşturan Viktorya İngiltere’sini uygarlık merdiveninin en tepesine yerleştiren evrimci
kü ltü rel matriksin bir ü rü nü dü r.

Evrim dü şü ncesine karşı çıkan dinci‐yaratılışçı çevrelerin sıklıkla Darwin’in kuramı ile
Marksizm arasında ilişkiyi materyalizm ortak paydasından hareketle kurmaya
çalıştıkları gö rü lü r. Ancak Darwin’in evrim teorisini oluştururken sosyalist bir
kavrayıştan esinlendiğ ine dair herhangi bir emare bulunmadığ ı gibi Marx ü zerinde de
doğ rudan bir Darwin etkisi yoktur. Çü nkü doğ al seçim kuramını geliştirirken Darwin’in
doğ rudan etkilendiğ i Malthus için Marx dü şü nsel planda bir dü şmandır.

Gü nü mü zde Darwin ö vgü yle sö vgü arasında çatışmacı ideolojik‐politik dinamikler


doğ rultusunda adeta bir savaş malzemesi olmuştur. Halbuki Darwin, evrimi gö zlemlemiş
ama tam anlamıyla açıklayamamıştır. O, tü rlerin oldukları gibi yaratılmayıp, değ işerek ve
çeşitlenerek bugü nkü ö zelliklerini kazandıklarını saptadı. Malthus’un nü fus ilkesinden
hareketle çevreye başarılı şekilde uyum sağ layanların hayatta kalıp diğ erlerinin
eleneceğ ini yani doğ al seçime uğ rayacaklarını sö yledi. Ancak tü rü n ü yeleri arasındaki
farklılıkların kö kenini, nasıl oluştuğ unu doğ ru olarak açıklayamadı. Lamarck’ın mesafe
katettiğ i yolda biraz daha ileriye yü rü dü , ama yolun sonuna varamadı.

Yaratılıçılık, en genel anlamda her şeyin başlangıcını doğ aü stü referansla açıklayan
gö rü şlere karşılık gelir. Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam açısından yaratılışçılık, tek bir
Tanrı’nın içerisindeki herşeyle birlikte evreni yarattığ ı gö rü şü nden temellenir. İncil’in ilk
kitabı Genesis (Tekvin) “başlangıçta Tanrı cenneti ve dü nyayı yarattı” cü mlesine yer
verir. Evrime karşı yaratılışçılık tezinin ö ne sü rü lmesinin temel nedeni bu teoriyi araç
olarak kullananların ö ğ rencileri etkileyerek Tanrı inancını zayıflatacağ ı ve ateist bir nesil
6
Sosyal Hizmet E‐ Manevi Temelli Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Ocak

yetişmesine hizmet edeceğ i gerçeğ idir. Bu nedenle ABD başta olmak ü zere pek çok
ü lkede Darwinizm’le mü cadele eden fikir ve dü şü nce akımları meydana gelmiştir.

Halifeliğin Kaldırılması

Cumhuriyet reformları arasında, halifeliğ in kaldırılmasının ayırt edici vasfı, bu


tasarrufun ü lke dışındaki İslam dü nyasında yankı ve izlere yol açmış olmasıdır.
Tü rkiye’nin yaptığ ı medeniyet tercihi sonucu parçası olduğ u İslam geleneğ ini reddettiğ i,
hatta bu geleneğ e zarar verdiğ ini savunanlar tarafından yapılan değ erlendirme;
halifeliğ in kaldırılmasının Mü slü man halkların birliğ i yolundaki ü mitlerin kesin biçimde
sö ndü rü ldü ğ ü şeklindedir. Ü stelik bu girişim İttihad‐ı İslam’a en çok muhtaç olunan bir
zaman diliminde gerçekleştirilmiştir. Bu iddianın karşısında konumlananlar tarafından,
Halifeliğ in son dö nem Osmanlı siyasal gelişmeleri dikkate alındığ ında Mü slü manlar
açısından bağ layıcılığ ının kalmadığ ı, sembolik bir kurum olduğ u ve çağ a ayak
uyduramadığ ı vurgulanmaktadır.

Birinci Dü nya Savaşı’nda Osmanlı İmparatorluğ u’nun yenilgisi; modern ve laik bir ulus‐
devlet projesine işlerlik kazandırma amacındaki Atatü rk’ü n gö zü nde halifeliğ in geçmiş
ile olan ilişkisi ve bununla bağ lantılı biçimde Tü rk etnisitesi temelinde şekillenen bir
ulusçuluk ideolojisiyle Panislamizm arasındaki uyuşmazlık halifeliğ in kaldırılması fikrini
olgunlaştıran ve bu tarihi karar zemin hazırlayan başlıca etmenler olarak kaydedilir.
Cumhuriyet’in ilanından sonra halifelik muhalif unsurların yoğ unlaştığ ı bir çekim
merkezi olma riski taşımaktaydı. Bu nedenle Cumhuriyet’i kuran kadronun bö yle bir
seçeneğ i ortadan kaldırması gerekiyordu.

İran İslam Devrimi

İran İslam Devrimi (1978‐1979) 20. yü zyılın son çeyreğ ine damgasını vuran en ö nemli
sosyo‐politik dö nü şü m hareketlerinden birisidir. Bu devrimle birlikte İslami
fundamentalizm nosyonu dü nya genelinde yaygın bir kullanım alanına sahip olmuştur.
İran’da devrimci hareket umulmadık biçimde başladı, hızla gelişti ve pek de beklenmedik
bir sonuca vardı. Erken aşamalarında bir mutlak monark olan Şah’a karşı, dini olanların
yanı sıra Marksist, liberal ve milliyetçi grupları da içeren geniş bir koalisyon biçiminde
beliren devrimci ayaklanma, İran toplumunun siyasal ve toplumsal ö zgü nlü kleri, bir
karizmatik liderin yetkinliğ i, diğ er grupların yetersizliğ i gibi belli koşulların birleşmesine
bağ lı olarak devrimin en ateşli gü nlerinde dini‐radikal bir kimliğ in iktidarı kazanmasıyla
sonuçlandı. Bö ylesi radikal bir hareketi kayıtsız koşulsuz desteklemeye neden olan gü çlü
gerekçeler olmalıydı.

6
Sosyal Hizmet E‐ Manevi Temelli Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Ocak

İkinci Dü nya Savaşı sonrası Nazi yanlısı Rıza Şah Pehlevi İngilizler ve Ruslar tarafından
iktidardan alındı ve yerine oğ lu Muhammed Rıza Şah 21 yaşında tahta geçirildi (1941‐
1979). Muhammet Rıza Şah, İran’ı Batı etkisine açarak ABD’ne bağ ımlı hale getirmiştir.
Şah otoritesini yerleştirmeye çalışırken İran içinde Farisi olmayan topluluklardan
Azeriler ve Kü rtler ulusçuluk temelinde kriz meydana getirmişlerdir. Ö zerklik talebiyle
harekete geçen etnik unsurlar diplomatik girişimlerle bastırılmıştır. 1951’de İran
başbakanı olan Dr. Muhammed Musaddık ulusalcı bir politika izleyerek kendi
liderliğ inde ‘Ulusal Cephe’ hareketi etrafında taraftar toplamış ve ü lkenin petrol
endü strisinin millileştirilmesi için çaba harcamış ve bunu başarmıştır. Çıkarlarının
sarsıldığ ını fark eden İngilizler ABD’nin de desteğ iyle Musaddık’ı devirmek için planlar
yaptılar ve 1953’te buna muvaffak oldular.

Musaddık’ın devrilmesinden sonra Şah kendi otoritesini sağ lamlaştırmak için ‘Saray
Diktatö rlü ğ ü ’ denilen dö nemi (1953‐1977) başlatmış oldu. Bu dö nemde farklı dü nya
gö rü şü nden dini liderler SAVAK adı verilen yeni kurulmuş istihbarat ö rgü tü nü n
sistematik baskısı altına alındı ve her tü rlü demokratik siyasi ö rgü tlenme ve etkinlikler
yasaklandı. Rejim ayrıca basın ü zerinde sıkı bir sansü r uyguladı ve Şah ailesini,
askeriyeyi ve Amerikalıları eleştirmesi yasaklandı. Gerekçe olarak da Komü nist Rusya
tehlikesi gö steriliyordu. Sonuçta 1950’lerin sonuna doğ ru Şah’ın mutlakçı yö netimi
sorgulanamaz, sınırlanamaz ve karşı çıkılamaz (muhalefet edilemez) bir hal almıştır.

Şah otoritesini sü rdü rmek bir takım ekonomik reformlar yapmayı planladı. Petrol ve
tarım alanında yapılması planlanan dü zenlemeler çıkarları zedelenen grupların
itirazlarına neden oldu. Ayrıca tarımda makineleşmeye gidilmesi emek gü cü yoğ un olan
kırsal kesimde yaşayan insanları kentlere gö ç etmeye zorladı. Petrol ü retimindeki artışa
rağ men yabancı baskısı nedeniyle refahın geniş halk kitlelerine yayılamaması toplumda
huzursuzluğ a yol açtı. İthal ü rü nlere yö nelik harcamalardaki artış, kalabalık şehirler
doğ ru bü yü k bir nü fus artışı, toplumun hemen her dü zeyinde kendisini gö steren
bozulma, gelir dağ ılımındaki adaletsizlikler muhalefetin itiraz seslerinin yü kselmesini
zemin hazırladı.

1978‐79’da gerçekleşen devrim, Şah rejiminin karşısında yer alan pek çok muhalif grup
arasından radikal bir dini oluşumun iktidarı ele geçirmesiyle sonuçlandı. Devrim
ö ncesinde pek çok insan Şiî din adamlarının iktidar mü cadelesine katılarak onu ele
geçirmek için ısrarlı olacağ ını dü şü nmemekteydi. Devrimden sonra din adamlarının asli
işlerine dö nerek iktidarın sekü ler kesimlere bırakılacağ ı bekleniyordu ancak durum
bö yle olmadı. Ayetullah Humeyni’nin karizmatik kişiliğ i ö ncü lü ğ ü nde iktidara talip olan
din adamları otoriteyi ellerine alarak İran İslam Devleti’ni oluşturmuşlardır. İran’da Şiî

6
Sosyal Hizmet E‐ Manevi Temelli Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Ocak

din adamları diğ er İslam ü lkelerinden farklı olarak zengin vakıf arazilerine sahipti ve
birtakım vergi denetimini ellerinde tuttukları için ekonomik ö zerkliklerini sağ lamışlardı.
Bu durum onlara devletten bağ ımsız bir konum kazandırıyordu.

Sonuç olarak Şiî ulema Şah karşıtı pek çok grubun yaptığ ı gibi insanların sadece sosyo‐
ekonomik sorunlarına çö zü mler ö nermedi, aynı zamanda ahlaki ve manevi boyutlarına
da seslendi. İran insanına onurlu ve saygın bir yaşam vadetti. Dış gü çlerin etkisinden
bunalmış halkın kendi ü lkelerinin refahından adil bir şekilde yararlanacaklarını vadetti.
Bu itibarla, İran İslam Devrimi’nin, dü nyanın Batı merkezli bir modernleştirilme zihniyet
ve pratiğ ine tabi kılınma sü recine Batılı olmayan bir ü lkeden çıkmış en radikal tepki
olarak okunması mü mkü ndü r.

Müslüman Kardeşler (İhvan’ül‐Müslimin) Cemiyeti

İhvan’ü l‐Mü slimin Cemiyeti bir ilkokul ö ğ retmeni Hasan el‐Benna tarafından 1928
yılında Mısır’ın İsmailiye şehrinde kuruldu. Başlangıçta dinsel canlanmayı, ahlaki ve
toplumsal reform oluşturmayı hedefleyen dernek daha sonra siyasal‐dinsel bir harekete
dö nü şmü ştü r. Hareketin siyasallaşmasında 1936 yılında imzalanan İngiliz‐Mısır karşılıklı
savunma ve ittifak anlaşmasına karşı ü lkede yü kselen militan direnişin ve 1936‐37’de
Filistinli Arapların İngiliz manda yö netimine ve Siyonist genişlemeye karşı başlattıkları
silahlı ayaklanmanın bü yü k etkisi olduğ u sö ylenebilir.

Hasan el‐Benna kendi takipçileri arasından bazılarını seçerek tebliğ ci olarak yetiştirdi ve
mesajını yaymak ü zere halkın arasına gö nderdi. Cemiyet merkezinde ve açtığ ı şubelerde
halkın okuma‐yazama ö ğ renmesine, hastalara ve yaşlılara yö nelik sosyal iyileştirme
çalışmalarına ağ ırlık verdi. Şirket kurarak iktisadi gelişmeye de ağ ırlık veren cemiyet,
Kahire’de toplumun ü st tabakalarıyla buluşma ve onları etkileme imkâ nı buldu. Sayısal
olarak ö rgü tü n bü yü klü ğ ü hakkında kesin rakamlar olmamakla birlikte 1950’lerde
ö rgü tü n şube sayısının 1500, etkin ü ye sayısının da 1 milyondan fazla olduğ u tahmin
edilmiştir. Ö rgü tü n Mısır dışında pek çok İslam ü lkesinde şubesi bulunmaktadır.

Hasan el‐Benna Hanbeli mezhebine mensup bir alim olarak, dinsel inanç ve pratiğ in
başlangıçtaki en saf ve katışıksız haline dö ndü rü lmesinin bir ihtiyaç olduğ unu
savunmuştur. Peygamber ve Dö rt Halife Devri’ne dö nü şü savunan El‐Benna, İbn
Teymiyye’ye dayandırılan ‘Selefilik’ anlayışını benimsemiştir. Hasan el‐Benna İslami
yö netim sisteminin ö zde demokratik olduğ u ve İslam’ın modern dü nyanın tü m sorun ve
rahatsızlıklarına doyurucu cevap ve çareler sunabileceğ i gö rü şü ndeydi.

6
Sosyal Hizmet E‐ Manevi Temelli Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Ocak

SOSYAL BİLİMLERDE NİTEL ARAŞTIRMA YÖNTEMLERİ

Zeki KARATAŞ

ÖZET

Bu makalede araştırma yöntemlerinden nitel araştırma modeli üzerinde durulacaktır. Nitel


araştırma yöntemi, sosyal bilimlerde son yıllarda gittikçe tercih edilen bir yöntem haline
gelmiştir. İnsan ve toplumun değişken bir yapıda olması nedeniyle bu alanla ilgili olgu ve
olayları incelerken genelleme yapmaktan çok, anlamaya çalışmanın daha önemli olduğu
görülmüştür. Başta fen bilimlerinde yaşanan paradigma değişimi sosyal bilimleri de
etkilemiş ve gerçekliğin tek bir bakış açısıyla bütünüyle kavranamayacağı anlaşılmıştır.
Özellikle sosyal olguların kendine özgü boyutlarıyla bütüncül bir şekilde ele alınarak
araştırılması gerektiği vurgusu, nitel yöntemin ön plana çıkmasına neden olmuştur.

Anahtar Sözcükler: Araştırma yöntemi, nitel araştırma, yorumlayıcı yaklaşım,


anlayıcı yaklaşım, sosyal bilimler.

GİRİŞ

Pozitivist, rasyonel bilim paradigması 18.‐19. yü zyıl boyunca fen bilimlerine ve sosyal
bilimlere hâ kim olmuştur. Pozitivist bilim adamları tabiatı ve toplumu determinist bir
yaklaşımla ele almışlar, ampirik incelemelere tabi tutmuşlar ve elde ettikleri sonuçları
değ işmez evrensel değ erler olarak ilan etmişlerdir. Ancak bu anlayış 20. yü zyılın
başlarından itibaren değ işmeye başlamıştır. Ö zellikle ü nlü fizikçi Einstein’ın ortaya attığ ı
“gö relilik kuramı” ve Heisenberg’in “belirsizlik ilkesi” sonucu Newton’un mekanistik
evren gö rü şü ne dayanan nesnellik ve indirgemecilik anlayışı sorgulanmaya başlanmış ve
bilimin salt nesnel bilgi ü retme sü reci olmadığ ı vurgulanmıştır (Yıldırım ve Şimşek,
2008: 27).

Biyo‐psiko‐sosyo‐kü ltü rel ö zelliklere sahip manevi boyutu olan insanı, tek bir bilim
dalının bakış açısıyla anlamak ve açıklamaya çalışmak yeterli olmamaktadır. Aynı
zamanda insanın dü şü nce ve davranışları da durağ an olmayıp, sü rekli değ işkenlik arz
etmektedir. Dolayısıyla karmaşık ve kompleks ilişkiler ağ ı içerisinde yaşamını sü rdü ren
insanı anlamak için bü tü ncü l bir bakış açısına ihtiyaç duyulmaktadır. “Herhangi bir
olguya ilişkin bütüncül anlayış ancak çoklu bakış açıları yoluyla elde edilebilir.” (Yıldırım
ve Şimşek, 2008: 28). Mekanik anlayış; insan davranışını parçalara ayırarak ve bu

Ö ğ retim Gö rö revlisi, Recep Tayyip Erdoğ an Ü niversitesi İ.İ.B.F. Sosyal Hizmet Bö lü mü

6
Sosyal Hizmet E‐ Manevi Temelli Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Ocak

parçaları ayrıntılı bir şekilde inceleyerek bü tü nü hakkında kesin bilgiye ulaşılabileceğ ini
ö n gö rmekteydi. Bu nedenle psikoloji disiplini yirminci yü zyıl boyunca laboratuvar
çalışmaları ve deneysel yö ntemlerle insan ruhunu bilişsel ve davranışsal boyutuyla
incelemiş ve genellemeler yapmıştır. Dö nemin hâ kim psikoloji akımlarından psikanalitik
ve davranışçı ekol, ruhsal ve psişik fenomenleri fizik biliminin ö lçü tleriyle
değ erlendirilemediğ i için, bilimsel araştırmanın konusu olarak gö rmemiştir (Capra,
1992: 196). İnsanın hastalıklı, eksik ve sorunlu yö nlerine vurgu yapan psikanaliz
yaklaşımının aksine, yirminci yü zyılın son çeyreğ inde ortaya çıkan hü manist psikoloji
insanın gü çlü ve sağ lıklı yö nlerinin geliştirilmesine vurgu yapmıştır. Gü nü mü zde ise
psikanaliz, davranışçı ve hü manist yaklaşımın yanında transpersonel (benö tesi)
psikolojiden dö rdü ncü gü ç olarak sö z edilmektedir. Kendini gerçekleştirmenin insanın
en ü st hedefi olduğ unu belirten ve hü manist psikolojinin kurucusu kabul edilen Abraham
Maslow hayatının son yıllarında, insanın doruk deneyimler yoluyla daha bü yü k bir
bü tü nlü k içerisinde benliğ inin ö tesine geçerek kendini aşabileceğ inden (self‐
transandance) sö z etmiştir (Ayten, 2012: 150). Dolayısıyla manevi donanımlara sahip
insanın inanç, değ er, dü şü nce ve davranışlarını içinde şekillendiğ i toplumsal ve kü ltü rel
boyutu dikkate almadan anlamaya ve açıklamaya çalışmak doğ ru bir yaklaşım
olmayacaktır. Anlamayı ve yorumlamayı kolaylaştıran nitel yö ntem, esnek yapısı gereğ i
araştırmacıya derinlemesine keşif yapma olanağ ı sağ lamaktadır.

Nitel Araştırmanın Temel Özellikleri

Nitel araştırmayı, “gözlem, görüşme ve doküman analizi gibi nitel veri toplama
tekniklerinin kullanıldığı, algıların ve olayların doğal ortamda gerçekçi ve bütüncül bir
biçimde ortaya konmasına yönelik nitel bir sürecin izlendiği araştırma” olarak tanımlamak
mü mkü ndü r (Yıldırım ve Şimşek, 2008, s. 39). Nitel araştırma, disiplinler arası bü tü ncü l
bir bakış açısını esas alarak, araştırma problemini yorumlayıcı bir yaklaşımla incelemeyi
benimseyen bir yö ntemdir. Ü zerinde araştırma yapılan olgu ve olaylar kendi bağ lamında
ele alınarak, insanların onlara yü kledikleri anlamlar açısından yorumlanır (Altunışık ve
Diğ erleri, 2010: 302).

Nitel araştırma, insanın kendi sırlarını çö zmek ve kendi çabasıyla biçimlendirdiğ i


toplumsal sistemlerin derinliklerini keşfetmek ü zere geliştirdiğ i bilgi ü retme yollarından
birisidir (Ö zdemir, 2010: 326). Nitel yö ntemle tasarlanmış araştırmalarda ele alınan
konu hakkında derin bir kavrayışa ulaşma çabası vardır. Bu yö nü yle araştırmacı bir kaşif
gibi hareket ederek ilave sorularla gerçekliğ in izini sü rer ve muhatabının ö znel bakış
açısına ö nem verir.

6
Sosyal Hizmet E‐ Manevi Temelli Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Ocak

Nitel araştırmalarda determinist yaklaşım ö n planda tutulmaz ve olaylar arasında neden‐


sonuç ilişkisi kurulmaz. Sayısal verilere ve istatistiklere daha az yer verilirken sö zlü ve
nitel analizlere daha çok vurgu yapılır. Nitel araştırmacılar olayların ve bağ lamların dilini
kullanır, olayları bağ lamı içerisinde inceler. Sorunları, içerisinde oluşup geliştiğ i değ erler
sisteminden yalıtarak analiz etmez, durumlara egemen olan ilişkiler ağ ını kendi doğ al
ortamında yorumlamaya veya bunların anlamlarını ortaya çıkarmaya çalışır (Neuman,
2012: 224).
Nitel araştırmada çoğunlukla üç tür veri toplanır:

1. Çevreyle ilgili veri; araştırmanın yapıldığ ı çevrenin psiko‐sosyal, kü ltü rel, demografik
ve fiziksel ö zelliklerine ilişkindir.

2. Sü reçle ilgi veri; araştırma sü resince neler olup bittiğ i ve bu olanların araştırma
grubunu nasıl etkilediğ ine ilişkindir.

3. Algılara ilişkin veriler ise; araştırma grubuna dâ hil olan bireylerin sü reç hakkında
dü şü ndü klerine ilişkindir (Yıldırım ve Şimşek, 2008: 40).

Bu ü ç tü r veriyi toplamak için araştırmacı en yaygın olarak ü ç tü r yö ntem kullanır;


gö rü şme, gö zlem ve yazılı materyallerin incelenmesidir. Nitel yö ntemlerden en sık
kullanılanı gö rü şmedir. Gö rü şme, insanların bakış açılarını, ö znel deneyimlerini,
duygularını, değ erlerini ve algılarını ortaya koymada kullanılan oldukça gü çlü bir
yö ntemdir. Gö rü şme sü recinin, gö zlem ve yazılı dokü manlardan elde edilen verilerle
desteklenmesi araştırmanın geçerliliğ ini ve gü venilirliğ ini arttırmaktadır (Yıldırım ve
Şimşek, 2008: 40‐41).

Nitel araştırma yö ntemi, araştırmanın tasarlanması ve gerçekleştirilmesinde


araştırmacıya esneklik sağ lamaktadır. Araştırmanın her aşamasında duruma gö re yeni
yö ntem ve yaklaşımlar geliştirme, araştırmanın kurgusunda değ işiklikler yapma nitel
araştırmanın ö zü nü oluşturmaktadır. Nitel araştırmaların bir ö zelliğ i de keşfedici
olmalarıdır. Keşfedici ö zelliğ e sahip araştırmalar, ü zerinde az çalışılmış konuları
aydınlatmada oldukça kullanışlı ve yararlıdır (Neuman, 2012: 228).

Tablo 1: Nicel ve Nitel Araştırma Yö ntemlerinin Karşılaştırılması

Nicel Araştırma Yö ntemleri Nitel Araştırma Yö ntemleri

Varsayım

• gerçeklik nesneldir • gerçeklik oluşturulur

6
Sosyal Hizmet E‐ Manevi Temelli Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Ocak

• asıl olan yö ntem • asıl olan durum

• değ işkenler ve ilişkileri ö lçü lebilir • değ işken ilişkilerini ö lçmek zor

• araştırmacı dışarıda • araştırmacı katılımcı

Amaç

• genelleme • derinlemesine tanımlama

• tahmin • yorumlama

• nedensellik açıklama • aktö rlerin bakışını anlama

Yaklaşım

• kuram ve hipotez ile başlar • kuram ve hipotez ile sonlanır

• deney‐uygulama‐kontrol • bü tü nlü k içinde‐doğ al

• standardize veri toplama • araştırmacının kendisinin veri


araçları kullanma toplama aracı olması

• parçaların analizi • ö rü ntü leri ortaya çıkarma

• uzlaşma ve norm arayışı • çokluluk ve farklılık arayışı

• verinin sayısal gö sterimi • verinin zenginlik ve


derinliğ inde tanımlanması

Araştırmacı Rolü

• olay ve olgu dışı, yansız, nesnel • olay‐olgulara dahil, ö znel, empatik

(Kaynak: Yıldırım ve Şimşek, 2008: 49)

Niteliksel araştırmalar, katılımcılardan alınan gö rü şlerin derinlemesine anlaşılmasına


yardım ederken, niceliksel araştırmalar bu gö rü şlerin ö lçü lmesine yarar. Yapısı gereğ i
niteliksel araştırmalar objektif, ö lçü lebilir davranış ve tutumlarla değ il, duygusal ve
kavramsal cevaplarla ilgilenir, nicel araştırmalara “duygu” ve “doku” ekler. Niteliksel
araştırmalar “neden” sorusunu cevaplarken, niceliksel araştırmalar genellikle “kaç tane”
ya da “ne sıklıkla” gibi sorulara cevap arar. Karmaşık yapısından dolayı sosyal olguları
ö nceden tahmin etmek gü ç olduğ u için niteliksel araştırma keşifle ilgilenir. Niceliksel
araştırmada ise sü reç en ince ayrıntısıyla belirlendiğ inden araştırmacı kanıt bulma
peşindedir. Analiz açısından bakılırsa, niteliksel araştırma yorumlayıcı, niceliksel
araştırma ise tanımlayıcıdır. Niteliksel araştırmalarda olasılıklı ö rnekleme yapılmadan
6
Sosyal Hizmet E‐ Manevi Temelli Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Ocak

genellikle az sayıda kişiyle çalışılır ve kesin sonuçlara varma ya da sonuçların topluma


genellenmesi kaygısı gü dü lmez (Yıldırım ve Şimşek, 2008: 48‐65).

Nitel araştırma esnek yapısı nedeniyle araştırma tasarımının oluşturulması ve


araştırmanın gerçekleştirilmesi sü recinde kolaylık sağ lar. Duruma gö re araştırmanın her
aşamasında yeni yö ntem ve yaklaşımların geliştirilmesine ve araştırma deseninde
değ işikler yapılmasına olanak verir. Çü nkü sosyal olgular ve olaylar içinde geliştiğ i
ortamlardan bağ ımsız olarak gerçekleşmezler ve sü rekli değ işim geçirirler (Yıldırım ve
Şimşek, 2008: 52).

Nitel Araştırma Yaklaşımları

Nitel araştırmaların yorumlamacı, post modern ve anlamacı bilim felsefesi temelinde çok
farklı uygulama alanı bulunmaktadır. Ö zellikle kü ltü r analizleri, olgubilim (fenomenoloji)
ve durum çalışmaları, kuram oluşturma ve eylem araştırmaları şeklindeki çalışmalarda
nitel bir araştırma geleneğ inin benimsenmesi ü zerinde araştırma yapılan konunun kendi
bağ lamında derinlemesine daha iyi anlaşılmasını sağ layacaktır (Yıldırım ve Şimşek,
2008: 69; Sö nmez ve G. Alacapınar, 2011: 78).

Geleneksel olarak gö rü şme, gö zlem, dokü man inceleme ve odak grup çalışmasını içeren
nitel araştırma yö ntemleri araştırdıkları merkezi temaya gö re farklılık
gö sterebilmektedir. Ö rneğ in grup kü ltü rü nü açıklama amacındaki araştırmalarda
etnografya yö ntemleri tercih edilebilirken, bireyler arası sembolik etkileşimle oluşan
anlamlar sembolik etkileşim kuramının varsayımları doğ rultusunda incelenebilmektedir.
Araştırılan konunun bü tü ncü l olarak ele alınabilmesi için tek bir disiplini esas almak
yerine disiplinlerarası yö ntemin kullanılması anlamayı kolaylaştırmaktadır (Ö zhan
Dedeoğ lu, 2002: 84).

Tablo 2. Nitel Araştırma Perspektifleri

Perspektif Disipliner Kökleri Merkezi Soru

Etnografya Antropoloji Bu insan grubunun kü ltü rü nedir?

Fenomenoloji Felsefe Bu insanlar için bu olgunun yapı ve


deneyiminin ö zü nedir?

Heuristik Humanistik Psikoloji Bu olguda benim deneyimimim ve


bu olguyu yaşayan diğ erlerinin
gerçek deneyimleri nedir?

6
Sosyal Hizmet E‐ Manevi Temelli Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Ocak

Etnometodoloji Sosyoloji İnsanlar, sosyal olarak kabul


edilebilir şekilde davranabilmek için
gü nlü k faaliyetlerine nasıl anlam
vermektedirler?

Sembolik Sosyal Psikoloji İnsanlar arası karşılıklı etkileşimde


Etkileşimcilik hangi semboller ve anlamlar
oluşmaktadır?

Ekolojik Psikoloji Ekoloji, Psikoloji Bireyler spesifik çevrelerde spesifik


davranışlarda bulunarak amaçlarını
nasıl gerçekleştirmeye
çalışmaktadırlar?

Sistem Teorisi İnterdisipliner Bu sistem bir bü tü n olarak niçin ve


nasıl fonksiyon gö stermektedir?

Kaos Teorisi; Teorik Fizik, Doğ al Dü zensiz olgunun (varsa) altında


Doğ rusal Olmayan Bilimler yatan dü zen nedir?
Dinamikler

Hermeneustik Teoloji, Felsefe Bir insan davranışının ya da ü rü nü n


ü retilmesinin altında yatan ve
anlamlarını yorumlamayı olanaklı
kılan koşullar nelerdir?

Yö nelimsel İdeolojiler, Politik Bu olguda X ideolojik perspektifi


(Orientational), Nitel ekonomi kendini nasıl belli etmektedir?

Kaynak: (Patton, 1990: 88’den aktaran; Ö zhan Dedeoğ lu, 2002: 85).

Nitel Araştırmanın Temel Aşamaları

Nitel araştırma yapan araştırmacı ü ç temel konuyu dikkate almalıdır. Ö ncelikle


araştırmaya temel oluşturacak kuramsal çerçeve açık bir şekilde oluşturulmalıdır. İkinci
olarak araştırmacı sistematik, yapılabilir ve esnek bir araştırma stratejisi oluşturmalıdır.
Ü çü ncü ö nemli bir konu ise yapılan araştırmanın okuyucunun anlayabileceğ i tutarlı ve
anlamlı bir rapora dö nü ştü rü lmesidir (Yıldırım ve Şimşek, 2008: 84).

6
Sosyal Hizmet E‐ Manevi Temelli Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Ocak

Sistematik ve tutarlı bir sü recin takip edilmesi açısından nitel araştırmanın şu aşamalar
gö zetilerek planlanması gerekmektedir:

Şekil 1. Nitel Araştırma Sü recinin Adımları

KURAM

Kaynak: (Neuman, 2012: 23).

Araştırma Probleminin Belirlenmesi

Araştırma yapılacak alanla ilgili literatü r taraması yapılarak, uygulamada yaşanan


sorunların neler olduğ u tespit edilerek ve araştırmacının kendi deneyimleri gö z ö nü nde
bulundurularak bir araştırma konusu yada sorunu tespit edilir. Araştırma sorunu
belirlenirken ö nem ve yapılabilirlik ö lçü tleri dikkate alınmalıdır. Problemin doğ ru
belirlenmesi diğ er aşamaları doğ rudan etkileyeceğ i için yeterli ö n araştırma yapılmalıdır
(Yıldırım ve Şimşek, 2008: 85).

Kuramsal Çerçevenin Oluşturulması

Kuramsal çerçevenin oluşturulması problemle ilgili boyutların tanımlanmasında, elde


edilen bilgi demetlerinin aralarındaki ilişkilerin saptanmasında ve verilerin analiz
edilmesi aşamasında kullanılacak temaların seçiminde etkili olmaktadır (Yıldırım ve
Şimşek, 2008: 86). Araştırmanın amacına uygun yü rü tü lmesi, konuya ilişkin kavramların
doğ ru anlaşılması ile mü mkü n olacağ ından ilgili literatü r eksiksiz taranmalıdır.

Araştırma Sorularının Yazılması

Araştırma sorusu araştırma konusunun soru cü mlesine dö nü ştü rü lmü ş biçimidir.


Araştırma sorusu belirlenirken kuramsal çerçevede elde edilen bilgilerden yararlanılır.

7
Sosyal Hizmet E‐ Manevi Temelli Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Ocak

Aynı zamanda araştırma sorusu da kuramsal çerçevenin sınırlarını oluşturur. Bu nedenle


araştırma sorularının belirlenmesi ve literatü r taraması birçok araştırmada eş zamanlı
yü rü yen ve birbirini sü rekli etkileyen iki sü reçtir (Yıldırım ve Şimşek, 2008: 86).

Araştırma Evren ve Örnekleminin Belirlenmesi

Nitel araştırmada seçilen konuyla ilgili doğ rudan birinci elden verilerin toplanması
gerektiğ inden, çalışılacak alanla ilgili ö n bilgiler edinilmeli ve alan yakından tanınmalıdır.
Nitel araştırmalarda, araştırma probleminin ö zelliğ ine ve araştırmacının sahip olduğ u
kaynakların sınırlılığ ına gö re ö rneklemin genişliğ i belirlenmelidir (Yıldırım ve Şimşek,
2008: 87).

Araştırmacının Rolünün Belirlenmesi

Nitel araştırmalarda araştırmacı bizzat çalışma sahasına giden, birey ve toplumla


doğ rudan temas kuran ve olup biten olayları yaşayan kişidir. Eğ er araştırmacı katılımcı
bir rol oynuyorsa bunu açıkça belirtmeli, mü mkü n oldukça kendi varsayımlarının ve ö n
yargılarının veri toplama ve analiz sü recini etkilememsine dikkat etmelidir (Yıldırım ve
Şimşek, 2008: 88).

Veri Toplama Araçlarının Geliştirilmesi

Nitel araştırmalarda yaygın olarak gö zlem, gö rü şme, odak grup gö rü şmesi ve dokü man
inceleme yö ntemleri kullanılmaktadır. Nitel araştırmada verilerin geçerliliğ i ve ulaşılan
sonuçların doğ ruluğ u ö nemli olduğ u için araştırmacı konusuna ve hedef kitlenin
ö zelliğ ine gö re birden çok araştırma metodundan yararlanabilmektedir (Yıldırım ve
Şimşek, 2008: 88). Ö rneğ in değ erlerin stresle başa çıkmada etkisinin araştırıldığ ı bir
çalışmada yarı yapılandırılmış bir gö rü şme formunun yanında gö zlem ve kişinin sağ lıkla
ilgili bilgilerinin incelenmesi gibi metotlar da kullanılmalıdır.

Verilerin Toplanması

Araştırmacı veri toplama araçlarını belirledikten sonra verileri toplamaya başlar. Nitel
araştırmalarda yapılandırılmış gö rü şme sü recinin yanında gö zlem ve dokü man inceleme
gibi yö ntemler de kullanılmaktadır. Gö rü şme sü recinde soruların açık ve anlaşılır bir
şekilde katılımcıya yö neltilmesi ve gerekli durumlarda ek sorularla araştırılan konunun
derinleştirilmesi sağ lanmalıdır. Katılımcının sö zel ifadeleri gö zlem ve dokü man inceleme
yö ntemleri kullanılarak doğ rulanmalıdır. Birden çok veri toplama yö nteminin
kullanılması elde edilen bulguların geçerliğ i ve gü venirliğ ini artırma açısından ö nemlidir
(Yıldırım ve Şimşek, 2008: 89).

7
Sosyal Hizmet E‐ Manevi Temelli Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Ocak

Verilerin Analiz Edilmesi ve Yorumlanması

Araştırma sü reci sonunda elde edilen veriler betimsel ve içerik analizine tabi tutulurlar.
Betimsel analiz, derinlemesine analiz gerektirmeyen verilerin işlenmesinde
kullanılırken, içerik analizi elde edilen verilerin daha yakından incelenmesini ve bu
verileri açıklayan kavram ve temalara ulaşılmasını gerektirir (Yıldırım ve Şimşek, 2008:
89). Betimsel analizle gö rü şme yapılan bireyleri tanıtıcı bulgular değ erlendirilir, içerik
analizi yoluyla veriler tanımlanmaya çalışılır; birbirine benzediğ i ve birbiri ile ilişkisi
olduğ u tespit edilen veriler belirli kavramlar ve temalar çerçevesinde bir araya
getirilerek yorumlanır. İçerik analiziyle katılımcıların gö rü şlerinin içerikleri sistematik
olarak tanımlanmaktadır (Altunışık ve Diğ erleri, 2010: 322). Nitel araştırmalarda
araştırmanın genel yaklaşımlarının dışında araştırmacının amacına gö re farklı veri analiz
planı geliştirme ihtiyacı da ortaya çıkabilmektedir.

Sonuçların Sınıflandırılması ve Analitik Genellemelere Ulaşılması

Sosyal olayların yapısı gereğ i nitel araştırma sonucu elde edilen bulguların genellenmesi
zordur. Çü nkü yaşamda belli bir zaman, mekan ve sosyo‐kü ltü rel bağ lamda gerçekleşen
olaylar durağ an olmayıp sü rekli bir değ işim içindedir. Ayrıca nitel araştırmalarda
ö rneklem evreni temsil edecek bü yü klü kte seçilmediğ i için istatistiksel açıdan genelleme
yapılması da doğ ru değ ildir. Nitel araştırma sonucu elde edilen bulgular incelenen
konunun derinlemesine keşfedilmesini sağ layacağ ından, sosyal olayların anlaşılmasına
katkı sunmaktadır. Elde edilen sonuçlar uygulayıcılara deneyim ve bakış açısı kazandırır.
Ö rneğ in yetiştirme yurdunda bakım ve korunma altında bulunan çocukların uyum
sorunlarının nedenlerine ilişkin yapılan nitel bir araştırma sonucunda sosyal
çalışmacıların, bu çocuklarla ilgili mesleki çalışma yapma kural ve ilkelerini ö ğ renmeleri
gü çtü r. Ancak bu çocuklara yö nelik sosyal hizmet mü dahalesi uygularken
kullanabilecekleri bazı ö neriler, deneyimler ve bakış açıları elde etmiş olurlar (Yıldırım
ve Şimşek, 2008: 90‐91).

Nitel Araştırmada Örneklem

Nitel araştırmada en sık kullanılan veri toplama yö ntemlerinin gö rü şme ve gö zlem


olması nedeniyle bü yü k bir ö rneklem grubuyla çalışmak hem zaman, hem de maliyet
açısından mü mkü n olamamaktadır. Ayrıca ö rneklem grubunun bü yü k olması, gö zlem ve
gö rü şme yoluyla elde edilen geniş çaplı verilerin analizinde zorluklar yaşanmasına neden
olacaktır. Bu nedenle nitel araştırmalarda genelleme kaygısı gü dü lmeksizin mü mkü n
olduğ unca evrende olması muhtemel bü tü n çeşitliliğ i, zenginliğ i, farklılığ ı ve aykırılığ ı
temsil edecek bü tü ncü l bir resim elde edilmeye çalışılır.

7
Sosyal Hizmet E‐ Manevi Temelli Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Ocak

Nitel araştırmacılar olasılıklı olmayan amaçlı ö rneklem yö ntemini kullanma


eğ ilimindedirler. Gö rü şme yapılacak bireylerin seçiminde, evreni temsil etme
gü çlerinden çok araştırma konusuyla doğ rudan ilgili olup olmadıklarına bakılır
(Neuman, 2012: 320; Yıldırım ve Şimşek, 2008: 107). Olasılık temelli ö rneklemede evreni
temsil edecek geçerlikte ve bü yü klü kte ö rneklem seçilmesi nedeniyle genellemeler
yapma konusunda ö nemli yararlar sağ lanırken, amaçlı ö rnekleme zengin bilgiye sahip
olduğ u dü şü nü len durumların derinlemesine çalışılmasına imkan verir (Yıldırım ve
Şimşek, 2008: 107).

Başlıca amaçlı ö rnekleme yö ntemleri şu şekilde sıralanabilir: aşırı veya aykırı durum
ö rneklemesi, maksimum çeşitlilik ö rneklemesi, benzeşik ö rnekleme, tipik durum
ö rneklemesi, kritik durum ö rneklemesi, kartopu ve zincir ö rnekleme, ö lçü t ö rnekleme,
doğ rulayıcı ve yanlışlayıcı ö rnekleme ve kolay ulaşılabilir durum ö rneklemesi (Patton,
1990’dan aktaran; Yıldırım ve Şimşek, 2008: 107).

Nitel Veri Toplama Yöntemleri

Nitel yö ntemle yapılan araştırmalarda gö rü şme, gö zlem ve dokü man inceleme olmak
ü zere ü ç genel veri toplama tekniğ i bulunmaktadır.

Görüşme

Gö rü şme, araştırmaya katılan bireylerin belli bir konuda duygu ve dü şü ncelerini anlatma
etkinliğ i olarak tanımlanmaktadır. Gö rü şmenin temel amacı bireyin iç dü nyasına girerek
onun bakış açısını anlamaya çalışmaktır. Gö rü şme yoluyla araştırılan konu hakkında
bireyin deneyimleri, tutumları, dü şü nceleri, niyetleri, yorumları, zihinsel algıları ve
tepkileri gibi gö zlenemeyen bilgilere ulaşılması umut edilir. Yapılandırılmış, yarı
yapılandırılmış, yapılandırılmamış ve odak grup gö rü şmesi şeklinde farklı gö rü şme
teknikleri vardır (Yıldırım ve Şimşek, 2008: 120; Sö nmez ve G. Alacapınar, 2011: 108).
Gö rü şme formu hazırlanırken dikkate alınması gereken ilkeler şö yle sıralanabilir
(Yıldırım ve Şimşek, 2008: 128):

 Kolay anlaşılabilir sorular yazılması,


 Odak sorular hazırlanması,
 Açık uçlu sorular sorulması,
 Yö nlendirmeden kaçınılması,
 Çok boyutlu tü rden sorular hazırlanması,
 Alternatif sorular ve sondalar hazırlanması,
 Farklı tü rden sorular oluşturulması,
 Soruların mantıklı bir biçimde dü zenlenmesi,

7
Sosyal Hizmet E‐ Manevi Temelli Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Ocak

 Soruların geliştirilmesi.
Gözlem

“Gözlem, herhangi bir ortamda veya kurumda oluşan davranışı ayrıntılı olarak tanımamak
amacıyla kullanılan bir yöntemdir. Eğer araştırmacı herhangi bir ortamda oluşan bir
davranışa ilişkin ayrıntılı, kapsamlı ve zamana yayılmış bir fotoğraf elde etmek istiyorsa
gözlem yöntemini kullanabilir.” (Yıldırım ve Şimşek, 2008: 169).

Ü zerinde araştırma yapılan olgunun tarafsız ve yansız olarak olduğ u gibi gö zlenip
kaydedilmesi araştırmanın gü venirliğ i açısından ö nemlidir. Sosyal bilim
araştırmalarında inceleyen de incelenen de insan olacağ ı için tamamıyla yansız bir
gö zlem yapmak mü mkü n değ ildir. Ö nemli olan gö zlemin kimin tarafından, hangi amaç
için, nerede, ne zaman, nasıl bir bakış açısıyla yapıldığ ı ve ne tü r araç‐gereçlerin
kullanıldığ ının belirtilmesidir. Gö zlem çeşitleri katılımcı, katılımcı olmayan gö zlem ve
gizil gö zlem olarak ü çe ayrılır (Sö nmez ve G. Alacapınar, 2011: 106).

Doküman İncelemesi

Araştırma kapsamında incelenen konuyla ilgili olgu ve olaylar hakkında bilgi içeren yazılı
belgelerin analiz edilmesiyle veri sağ lanmasına dö kü man incelemesi denilmektedir.
Araştırma yapılan alanla ilgili pek çok bilgi gö rü şme ve gö zlem yapmaya gerek
kalmaksızın belge inceleme yoluyla elde edilebilir. Bu sayede araştırmacı zaman ve
kaynak tasarrufu sağ lamış olur. Hangi dö kü manın ö nemli olduğ u ve veri kaynağ ı olarak
kullanılabileceğ ine araştırma konusuna bakarak karar vermek gerekir. Ö rneğ in çocuk
suçluğ u ile ilgili bir araştırmada adli istatistiklere, emniyet verilerine ve sosyal hizmet
dosyalarına bakılması yerinde olacaktır (Yıldırım ve Şimşek, 2008: 188). Araştırma
konusuyla ilgili raporlar, kitaplar, arşiv dosyaları, video ve ses kayıtları, fotoğ raflar gibi
belgeler ö zgü nlü ğ ü kontrol edilerek sistematik bir şekilde analiz edilmelidir.

Nitel Veri Analizi

Nitel veri analizinde ü ç yol ö nerilmektedir. Birinci olarak, elde edilen verilerin ö zgü n
şekline mü mkü n olduğ unca bağ lı kalınarak ve gerektiğ inde katılımcıların ifadelerinden
doğ rudan alıntı yapılarak betimsel bir yaklaşımla verilerin sunulmasıdır. İkinci yol ise,
veriler betimsel bir yaklaşımla sunulmakla birlikte bazı temalar belirlenerek temalar
arasında ilişkiler de kurulur. Ü çü ncü olarak araştırmacı betimleme ve tematik analizin
yanında kendi yorumlarını da kullanarak verileri analiz eder. Aynı araştırmada bu ü ç
yaklaşım bir arada kullanılarak da veri analizi yapılabilmektedir (Yıldırım ve Şimşek,
2008: 221).

7
Sosyal Hizmet E‐ Manevi Temelli Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Ocak

Creswell (2003: 190‐194) nitel araştırmalarda veri analizinin, araştırmanın


başından sonuna kadar devam eden ve araştırmanın diğ er aktivitelerinden
(ö rneğ in veri toplama veya araştırma sorularını formü le etme gibi) ayrı
tutulamayacak bir işlem olduğ unu vurgulamaktadır. Creswell, her
araştırmanın farklı bir takım ö zellikler taşıması nedeniyle araştırmacıların
genel yaklaşımlarının dışında kendi amaçlarına ö zgü , spesifik bir veri analiz
planı geliştirme ihtiyacı duyduklarını belirtmekte; bununla birlikte ideal bir
veri analizinin, organizasyon ve hazırlıkla başlayan ve verilerin yorumlanması
ile sonuçlanan altı aşamadan oluşan bir sü reç olduğ unu ö ne sü rmektedir
(Creswell, 2003’den aktaran; Alptekin, 2008: 59).

Nitel araştırmalarda betimsel ve içerik analizi olmak ü zere iki veri analiz sü reci
bulunmaktadır (Yıldırım ve Şimşek, 2008: 223‐230):

Betimsel Analiz

Bu yaklaşımda amaç gö rü şme ve gö zlem sonucu elde edilen verilerin dü zenlenmiş ve


yorumlanmış bir şekilde okuyucuya sunulmasıdır. Veriler daha ö nceden belirlenmiş
temalara gö re sınıflandırılır, ö zetlenir ve yorumlanır. Bulgular arasında neden‐sonuç
ilişkisi kurulur ve gerekirse olgular arasında karşılaştırmalar yapılır. Betimsel analiz dö rt
aşamadan oluşur (Yıldırım ve Şimşek, 2008: 224):

1. Betimsel Analiz İçin Bir Çerçeve Oluşturma: Araştırma sorularından, araştırmanın


kavramsal çerçevesinden ya da gö rü şme ve/veya gö zlemde yer alan boyutlardan yola
çıkarak veri analizi için bir çerçeve oluşturulur. Bu çerçeveye gö re verilerin hangi
temalar altında dü zenleneceğ i ve sunulacağ ı belirlenir. Eğ er daha ö nceden belirlenmiş
bir kavramsal çerçeve yoksa, betimsel analizi kullanmak gü çtü r. Bö yle bir durumda
belirlenecek temalar, veri kaybına ve yanlış veri dü zenlenmesine neden olabilir.

2. Tematik Çerçeveye Göre Verilerin İşlenmesi: Bu aşamada, daha ö nce oluşturulan


çerçeveye gö re elde edilen veriler okunur ve dü zenlenir. Buna gö re bazı veriler dışarıda
kalabilir ya da ö nemli olmayabilir. Ayrıca bu aşamada, daha sonra sonuçlar yazılırken
kullanılacak doğ rudan alıntılar da seçilir.

3. Bulguların Tanımlanması: Dü zenlenen veriler tanımlanır ve gerekli yerlerde


doğ rudan alıntılarla desteklenir.

4. Bulguların Yorumlanması: Tanımlanan bulguların açıklanması, ilişkilendirilmesi ve


anlamlandırılması bu aşamada yapılır.

7
Sosyal Hizmet E‐ Manevi Temelli Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Ocak

İçerik Analizi

İçerik analizinde temel amaç, toplanan verileri açıklamaya yardımcı olacak kavramlara
ve ilişkilere ulaşmaktadır. Betimsel analizle ö zetlenen ve yorumlanan veriler, içerik
analiziyle derinlemesine bir işleme tabi tutulur ve yeni kavramlar keşfedilir. İçerik
analizinde temelde yapılan işlem, birbirine benzeyen verileri belirli kavramlar ve
temalar çerçevesinde bir araya getirmek ve bunları okuyucunun anlayabileceğ i bir
biçimde dü zenleyerek yorumlamaktır. İçerik analizinin aşamalarını incelemeden ö nce
kullanılan terimleri tanımlamak gerekir (Yıldırım ve Şimşek, 2008: 227; Neuman, 2012:
663).

Tümevarımcı Analiz: Kodlama yoluyla verilerin altında yatan kavramlar ve bu


kavramlar arasındaki ilişkiler ortaya çıkarmaktır. Nitel araştırmada araştırmacı topladığ ı
tanımlayıcı ve ayrıntılı verilerden yola çıkarak incelediğ i probleme ilişkin ana temaları
ortaya çıkarma, topladığ ı verileri anlamlı bir yapıya kavuşturma yani bu verilerden yola
çıkarak bir kuram oluşturma çabası içindedir. Başka bir deyişle, nitel araştırmalarda
tü mevarımsal bir yaklaşım sö z konusudur. Strauss ve Corbin’e gö re incelenen olguya
temel oluşturabilecek bir kuramın olmaması durumunda tü mevarımcı analiz, yani
kodlamaya dayalı içerik analizi gereklidir.

Kodlama: Veriler arasına yer alan anlamlı bö lü mlere (bir sö zcü k, cü mle, paragraf gibi)
isim verilmesi sü recidir. Kodlama sü reci elde edilen verileri bö lü mlere ayırmayı,
incelemeyi, karşılaştırmayı, kavramlaştırmayı ve ilişkilendirmeyi gerektirir

Kavram: Veriler arasında yer alan anlamlı bö lü mlere (bir sö zcü k, cü mle, paragraf gibi)
ve olaylara verilen anlamdır. Kavramlar temel analiz birimini oluşturur.

Kategori (Tema): İçerik analizinde elde edilen kavramların birbirleriyle belirli bir tema
altında sınıflandırılmasıdır. Kavramların incelenmesi sonucunda birbirleriyle olan
ilişkileri ortaya çıkarılır ve bu ilişkiler daha ü st dü zey bir tema ile açıklanır. Kategori ya
da tema içerik analizinde elde edilen kavramlardan daha soyuttur ve geneldir.

İçerik analizinde gö rü şme, gö zlem veya dö kü manlar yoluyla elde edilen nitel araştırma
verileri dö rt aşamada analiz edilir: Verilerin kodlanması, temaların bulunması, kodların
ve temaların dü zenlenmesi, bulguların tanımlanması ve yorumlanması (Yıldırım &
Şimşek, 2008: 228‐239).

1. Verilerin Kodlanması

Bu aşamada araştırmacı, elde ettiğ i bilgileri inceleyerek, anlamlı bö lü mlere ayırmaya ve


her bö lü mü n kavramsal olarak ne anlam ifade ettiğ ini bulmaya çalışır. Bu bö lü mler
bazen bir sö zcü k, bazen bir cü mle ya da paragraf, bazen de bir sayfalık veri olabilir.
7
Sosyal Hizmet E‐ Manevi Temelli Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Ocak

Kendi içinde anlamlı bir bö lü m oluşturan bu bö lü mler, araştırmacı tarafından


isimlendirilir, diğ er bir deyişle kodlanır (Neuman, 2012: 668).

Verilerin kodlanması sü reci genelde, araştırmacının veri setini birkaç defa okumasını ve
ortaya çıkan kodlar ü zerinde tekrar tekrar çalışmasını gerektirir. Verilerin derinliğ ine ve
kapsamına gö re ortaya çıkan kodların sayısı değ işir.

Strauss ve Corbin (1990) ü ç tü r kodlama biçiminden bahsetmektedir.

Bunlar: Daha ö nceden belirlenmiş kavramlara gö re yapılan kodlama,

Verilerden çıkarılan kavramlara gö re yapılan kodlama,

Genel bir çerçeve içinde yapılan kodlamadır (Strauss & Corbin, 1990’dan aktaran
Yıldırım ve Şimşek, 2008: 229‐232).

Kodlamanın ne kadar ayrıntılı olması gerektiğ i ö nemli bir sorudur. Bu sorunun yanıtı
araştırmanın amacına ve niteliğ ine gö re farklılık gö sterir. İletişim sü reçlerini içeren
araştırmalarda çok ayrıntılı kodlama yapmak gerekirken, farklı bir konudaki araştırmada
bu kadar ayrıntılı kodlama gerekli olmayabilir (Yıldırım ve Şimşek, 2008: 233).

2. Temaların Bulunması

İlk aşamada ortaya çıkan kodlardan yola çıkarak verileri, genel dü zeyde açıklayabilen ve
kodları belirli kategoriler altında toplayabilen temaların bulunması gerekmektedir.
Bunun için ö nce kodlar bir araya getirilir ve incelenip ortak yö nler bulunmaya çalışılır.
Bu bir anlamda tematik kodlama işlemidir. Tematik kodlama için ortaya çıkan kodların
benzerlik ve farklılıklarının saptanması ve buna gö re birbiriyle ilişkili olan kodlar bir
araya getirebilecek tü rden temaların belirlenmesi gerekir.

Tematik kodlama yapılırken dikkat edilmesi gereken iki ilke sö z konusudur. Bunların ilki,
“iç tutarlılığ a” ilişkindir. Yani, ortaya çıkan temaların altında yer alan verilerin anlamlı bir
bü tü n oluşturup oluşturmadığ ı, tematik kodlamada gö z ö nü ne alınması gereken ö nemli
bir ilkedir. İkinci ilke ise, ortaya çıkan temaların tü mü nü n araştırmada elde edilen
verileri anlamlı bir biçimde açıklayabilmesine ilişkindir. Yani bu temaların, birbirinden
farklı olmakla birlikte, kendi aralarında anlamlı bir bü tü n oluşturmaları gerekmektedir.
Bu ilke de tematik kodlamada dış tutarlılığ ı yansıtır (Yıldırım ve Şimşek, 2008: 237).

3. Verilerin Kodlara ve Temalara Göre Düzenlenmesi ve Tanımlanması

İlk aşamadaki ayrıntılı kodlama ve ikinci aşamadaki tematik kodlama sonucunda,


araştırmacı topladığ ı verileri dü zenleyebileceğ i bir sistem oluşturur. Ü çü ncü aşamada ise
araştırmacı, bu sisteme gö re elde edilen verileri dü zenler ve bu şekilde belirli bulgulara
gö re verileri tanımlamak ve yorumlamak mü mkü n olabilir. Verilerin okuyucunun

7
Sosyal Hizmet E‐ Manevi Temelli Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Ocak

anlayabileceğ i bir dille tanımlanması, açıklanması ve sunulması ö nemlidir. Bu aşamada


araştırmacı kendi gö rü ş ve yorumlarına yer vermez ve toplanan bilgileri işlenmiş bir
biçimde okuyucuya sunar (Yıldırım ve Şimşek, 2008: 237‐238).

4. Bulguların Yorumlanması

Nitel araştırmada araştırmacı, incelenen olguya yakın olduğ u ve gerekirse o olguya


ilişkin ilk elden deneyimler edindiğ i için, onun yapacağ ı yorumlar değ erlidir. Toplanan
verilerin açıklanmasında ve anlamlandırılmasında yardımcı olabilecek araştırmacının
gö rü ş ve yorumları nitel araştırmada ö nemli bir yer tutar. Bu nedenle araştırmacı bu son
aşamada topladığ ı verilere anlam kazandırmak ve bulgular arasındaki ilişkileri
açıklamak, neden‐sonuç ilişkileri kurmak, bulgulardan birtakım sonuçlar çıkarmak ve
elde edilen sonuçların ö nemine ilişkin açıklamalar yapmak zorundadır (Yıldırım ve
Şimşek, 2008: 238).

Nitel Araştırmada Geçerlik Ve Güvenirlik

Bilimsel araştırmanın en ö nemli ö lçü tlerinden biri olarak kabul edilen geçerlik ve
gü venirlik, araştırmalarda en yaygın olarak kullanılan iki en ö nemli ö lçü ttü r.
Araştırmalarda kullanılan veri toplama araçlarının, araştırma deseninin ve veri
analizinin geçerliğ i ve gü venirliğ i çok dikkatli bir şekilde test edilmeli ve sonuçları
okuyucuya rapor edilmelidir. Nitel araştırmaya yö neltilen en ö nemli eleştirilerden birisi
ö zellikle gü venirlik konusunda nicel araştırmalarda olduğ u gibi yaygın olarak kullanılan
tanımların yö ntemlerin ve testlerin olmayışıdır. Bunun için ayrıntılı olarak belirlenmiş
tanımlar yö ntemler ve istatistiksel testler vardır. Her şeyden ö nce nitel araştırma daha
çok bir olgunun “varlığ ına ve anlamına” yö nelirken, nicel araştırma bir olgunun “ne
derece var olduğ una” yö nelmektedir. Yani nitel araştırma araştırılan olgu ve olayların
niteliğ ini ö n plana çıkarırken nicel araştırma “sayısal ö zellikleri” ö n plana çıkarır
(Yıldırım ve Şimşek, 2008: 255).

Nitel Araştırmada Geçerlik

Genel anlamda geçerlik araştırma sonuçlarının doğ ruluğ unu konu edinir. Nitel
araştırmada geçerlik araştırmacının ilgilendiğ i konuyu olabildiğ ince tarafsız
gö zlemesidir. Nitel araştırmada geçerlik ö lçme aracının ö lçmeyi amaçladığ ı olguyu doğ ru
ö lçmesi ile yakından ilişkilidir. Bu durumda toplanan veriler gerçeğ i yansıtır ve
araştırma sonuçlarının geçerliğ ine katkıda bulunur. Ü zerinde çalışılan olgu veya konuyu
bir bü tü n olarak incelemesi, bir fotoğ raf oluşturulabilmesi için elde ettiğ i verileri teyit
etmesine yardımcı olacak bazı ek yö ntemler (katılımcı teyidi, meslektaş teyidi, uzman
incelemesi v.b.) kullanılması gerekir (Yıldırım ve Şimşek, 2008: 256)

7
Sosyal Hizmet E‐ Manevi Temelli Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Ocak

Geçerlik ikiye ayrılır:

İç geçerlik: Araştırma sonuçlarına ulaşırken izlenen sü recin çalışılan gerçekliğ i ortaya


çıkarmadaki yeterliliğ idir. Araştırmacı olarak gö zlediğ imizi sandığ ımız olaylar ya da
anladığ ımızı dü şü ndü ğ ü mü z olgulara ilişkin yorumlamalarımız gerçek durumu
yansıtıyor mu? Araştırma bulguları kendi içinde tutarlı ve anlamlı mıdır? Bulguları teyit
etmede kullanılan kurallar stratejiler var mı? Açık olmayan olgular ya da olaylar
belirlenmiş midir? Bulgular araştırmaya katılan bireyler tarafından gerçekçi bulunmuş
mudur?

Araştırmacının gerek veri toplama sü reçlerinde gerekse verilerin analizi ve


yorumlanması sü reçlerinde tutarlı olması ve bu tutarlılığ ı nasıl sağ ladığ ını açıklaması
beklenmektedir. Araştırmacının sü rekli olarak kendisini ve sü reci eleştirel bir gö zle
sorgulaması ve denetlemesi beklenir. Çalışmadaki kontrollerin nasıl yapıldığ ı konusunda
açıklamalar okuyucuyu tatmin edecek şekilde açık ve net olmalıdır (Yıldırım ve Şimşek,
2008: 257‐258).

Dış geçerlik: Elde edilen sonuçların benzer gruplara ya da ortamlara aktarılabilirliğ idir.
Dış geçerlik araştırma sonuçlarının genellenebilirliğ ine ilişkindir. Eğ er bir araştırmanın
sonuçları benzer ortamlara ve durumlara genellenebiliyorsa araştırmanın dış
geçerliğ inin olduğ u sö ylenebilir. Sosyal olayların, içinde bulunan ortama gö re değ iştiğ i
varsayımından hareketle hiçbir araştırmanın sonuçları başka bir duruma doğ rudan
genellenemez. Ancak bir dereceye kadar benzetilerek genellenebilir. Nicel araştırmada
bu genelleme doğ rudan olabilirken nitel araştırmada genelleme dolaylı olarak yapılabilir.
Araştırmacı bazı soruları dikkate almalıdır. Araştırma ö rnekleminin ortamının ve
sü reçlerinin ö zellikleri başka ö rneklemlerle karşılaştırma yapabilecek dü zeyde ayrıntılı
olarak tanımlanmış mıdır? Ö rneklem genellemeye izin verecek ö lçü de çeşitlendirilmiş
midir? Araştırma sonuçları araştırma sorusu ile ilgili kuramlarla tutarlı mıdır? Araştırma
bulguları benzer ortamlarda kolaylıkla test edilebilir mi? Bu ve benzeri sorular
araştırmanın sınırlı ö lçü lerde genellenebilirliğ ini belirlemede kullanılabilir.

Her nitel araştırmacının bu soruların tü mü ne doğ ru yanıtlar vermesi gü ç olabilir. Ancak


araştırma sonuçlarının benzer ortamlara genellenebilmesi için araştırmacının
okuyucuyu yaptığ ı çalışmanın tü m aşamaları hakkında ayrıntılı bir şekilde
bilgilendirmesi gerekmektedir (Yıldırım ve Şimşek, 2008: 258‐259).

Nitel Araştırmada Güvenirlik

Gü venirlik araştırma sonuçlarının tekrar edilebilirliğ i ile ilgilidir. Bunun anlamı eğ er


çalışma ikinci kez yü rü tü lmü ş olsa aynı sonuçları verir mi? Sosyal bilim araştırmalarında

7
Sosyal Hizmet E‐ Manevi Temelli Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Ocak

gü venirlik ö nemli bir problemdir. Çü nkü insan davranışları çok değ işkendir. Gü venirlik
bilimsel çalışmalarda sağ lanması gereken ilk koşuldur. Gü venirliğ i dü şü k olan bir
ö lçmenin hiçbir bilimsel değ eri olmadığ ı gibi gü venirliğ in yü ksek olması da yapılan
ö lçmenin amaca uygunluğ unun (yani geçerli olduğ unun) garantisi değ ildir. “Bir işlemin
geçerli olabilmesi için ö nce gü venilir olması gerekir.”

Yapılan bir ö lçmede ü ç tü r gü venlik ö lçü tü alınabilir. Bunlar: 1. Zamana gö re değ işmezlik
(sü reklilik), 2. Bağ ımsız gö zlemciler arası uyum, 3. İç tutarlılık.

Gü venirlik ikiye ayrılır: 1. Dış gü venirlik, 2. İç gü venirlik (Yıldırım ve Şimşek, 2008: 259‐
260)

Dış güvenirlik: Araştırma sonuçlarının benzer ortamlarda aynı şekilde elde edilip
edilemeyeceğ ine bakar. Dış gü venirliğ in sağ lanmasına yö nelik araştırmacının ö ncelikle
araştırma sü recindeki kendi konumunu açık hale getirmesi gerekir. Araştırmada veri
kaynağ ı olan bireylerin açık bir biçimde tanımlanması gerekir. Araştırma sü recinde
oluşan sosyal ortamların ve sü reçlerin tanımlanması gerekir. Elde edilen verilerin
analizinde kullanılan kavramsal çerçevenin ve varsayımların tanımlanması gerekir. Veri
toplama ve analiz yö ntemleri ile ilgili ayrıntılı açıklamaların yapılması gerekir (Yıldırım
ve Şimşek, 2008: 261).

İç güvenirlik: Başka araştırmacıların aynı veriyi kullanarak aynı sonuçlara ulaşıp


ulaşamayacağ ına ilişkindir. İç gü venirliğ in sağ lanması için;

1. Toplanan verilerin ö ncelikle betimsel bir yaklaşımla doğ rudan sunulmasına ilişkindir.

2. Aynı araştırmaya birden fazla araştırmacının dahil edilmesidir.

3. Ö zellikle gö zlem yoluyla elde edilen bulguların gö rü şmeler yoluyla teyit edilmesi
gerekir.

4. Elde edilen verilerin analizinde bir başka araştırmacıyı kullanma ve ulaşılan sonuçları
teyit etmedir.

5. Ö nceden oluşturulmuş ve ayrıntılı olarak tanımlanmış bir kavramsal çerçeveye bağ lı


olarak yapılan veri analizi de iç gü venliğ i zenginleştiren bir etkendir (Yıldırım ve Şimşek,
2008: 263).

Ö zetle; yapılan çalışmada ö rneklemin yeterli bü yü klü kte seçilmesi, birden çok
araştırmacı ile konunun ele alınması, daha çok kaynak ve gö rü şe başvurulması, elde
edilen verilerin iyi bir şekilde saklanması çalışılan ortamın ve araştırmacının
konumunun tam olarak belirtilmesi ve çalışmanın tarafsız bir şekilde yapılması
gerekmektedir (Yıldırım ve Şimşek, 2008: 274).

8
Sosyal Hizmet E‐ Manevi Temelli Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Ocak

Sonuç

“Bilimsel sü recin en ö nemli ö zelliğ i bilim insanının herhangi bir sınırlama koymaksızın
aklının potansiyelini en uç noktasına kadar kullanmasıdır. Tü m araştırmacıların takip
edebileceğ i ya da takip etmesi gereken standart bir araştırma yö ntemi olamaz. Birçok
ü nlü bilim adamı karşılaştıkları problemleri çö zmek ya da bilinmeyeni keşfetmek için
farklı ve daha ö nce denenmemiş yö ntemler kullanmışlardır” (Dalton, 1967).

Psikoloji, sosyal hizmet, sosyoloji, antropoloji ve eğ itim gibi sosyal bilim alanlarında
insan ve toplum davranışları incelenmektedir. Bu davranışları sayılarla açıklamak
zordur. İnsan ve toplum ait olgu ve olaylar açıklanmaktan çok anlaşılmayı ve
keşfedilmeyi bekleyen karmaşık anlamlar dü nyasıdır. Dolayısıyla nitel araştırmalar
dü nyanın sosyal yö nü ile ilgilenir ve şu sorulara yanıt arar: İnsanlar niçin bö yle davranır?
Kanaatler ve tavır alışlar nasıl oluşur? İnsanlar çevrelerinde olup bitenden nasıl
etkilenir? Kü ltü rler niçin ve nasıl gelişir? Sosyal gruplar arasındaki farklar nelerdir?

Nicel araştırma teori ve denence ile başlar (deduktif). Nitel araştırma ise araştırma
sonunda kavram ve teoriler oluşturur (induktif). Nitel araştırma kişilerin kanaatleri,
tecrü beleri, algıları ve duyguları gibi subjektif verilerle meşgul olur. Nitel araştırma bir
sosyal olayı doğ al ortamı ve doğ al oluşumu içinde tasvir eder. Deneysel nicel
araştırmalar gibi olayın değ işkenleriyle oynamaz. Nitel araştırma “niçin, nasıl ve ne
şekilde” sorularına yanıt arar. Nicel araştırma “ne kadar, ne miktarda, ne kadar sık ve ne
kadar yaygın” sorularına yanıt arar. Nitel araştırma yapanların iyi gö zlem yapabilme,
insanlarla ılımlı ilişkiler kurabilme, dinleyebilme ve verileri iyi analiz edebilme gibi
becerilerinin olması gerekir.

Sonuç olarak, daha çok nicel araştırmalarda sö z konusu olan genelleme ve


genellenebilirliğ in nitel araştırmalarda da sö z konusu olduğ u bazı araştırmacılar
tarafından savunulmaktadır. Ö nemli olan sonuçların sınırlandırılması ve analitik
genellemelere ulaşılmasıdır. Nitel araştırmalarda sosyal olaylar inceleme konusudur.
Sosyal olaylar ise duruma, zamana gö re değ işiklik gö stermektedirler. Ayrıca nitel
araştırmada çalışma grubu sö z konusu olduğ u için yani evereni temsil edebilecek sayıda
ve dü zeyde kişiyi ö rnekleme dahil etmek çoğ u zaman mü mkü n olmadığ ı için, bu
araştırmalarda elde edilen bulguların genellenebilmesi gü çtü r. Bu nedenle nitel
araştırmalarda ancak sınırlı genellemeler yapılabilmektedir. Sınırlı genelleme yapılırken
araştırmanın çerçevesi ve sınırlılıkları dikkate alınmalı ve araştırma raporunda bu
sınırlılıklar belirtilmelidir.

8
Sosyal Hizmet E‐ Manevi Temelli Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Ocak

Kaynakça

Alptekin, K. (2008). Sosyal Hizmet Bakış Açısından Genç Yetişkinlerde İntihar


Girişimlerinin İncelemesi: Bir Model Ö nerisi (Basılmamış Doktora Tezi). Ankara:
Hacettepe Ü niversitesi Sosyal Bilimler Enstitü sü Sosyal Hizmet Anabilim Dalı.

Altunışık, R., Coşkun, R., Bayraktaroğ lu, S., & Yıldırım, E. (2010). Sosyal Bilimlerde
Araştırma Yöntemleri SPSS Uygulamalı (6. Baskı). Sakarya: Sakarya Yayıncılık.

Ayten, A. (2012). Din Psikolojisi: Dine ve Maneviyata Psikolojik Yaklaşımlar (2. Baskı).
İstanbul: İz Yayıncılık.

Capra, F. (1992). Batı Düşüncesinde Dönüşüm Noktası (Çev. M. Armağan). İstanbul: İnsan
Yayınları.

Creswell, J. W. (2003). Research Design: Qualitative, Quantitative, And Mixed Methods


Approaches. California: Sage Publications.

Dalton, M. (1967). Sociologist at Work. New York: Anchor.

Neuman, W. L. (2012). Toplumsal Araştırma Yöntemleri: Nicel ve Nitel Yaklaşımlar I‐II. Cilt
(5. Basım). İstanbul: Yayın Odası.

Ö zdemir, M. (2010). Nitel Veri Analizi: Sosyal Bilimlerde Yö ntembilim Sorunsalı Ü zerine
Bir Çalışma. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 11(1), 323‐
343.

Ö zhan Dedeoğ lu, A. (2002). Tü ketici Davranışları Alanında Kalitatif Araştırmaların


Ö nemi Ve Multidisipliner Yaklaşımlar. D.E.Ü.İ.İ.B.F. Dergisi, 17(2), 75‐92.

Patton, M. Q. (1990). Qualitative Evaluation and Research Methods (2nd Ed.). London:
Sage Publications.

Sö nmez, V., & G. Alacapınar, F. (2011). Örneklendirilmiş Bilimsel Araştırma Yöntemleri.


Ankara: Anı Yayıncılık.

Strauss, A., & Corbin, J. (1990). Basics of Qualitative Research: Grounded Theory Procedurs
and Tecniques. Newbury Park, C. A.: Sage.

Yıldırım, A., & Şimşek, H. (2008). Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırma Yöntemleri (6. Baskı).
Ankara: Seçkin Yayıncılık.

8
Sosyal Hizmet E‐ Manevi Temelli Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Ocak

Hayat bir nefestir,

ALDIĞIN KADAR…

Hayat bir kafestir,

KALDIĞIN KADAR…

Hayat bir hevestir,

DALDIĞIN KADAR…

Hz. Mevlana

You might also like