You are on page 1of 7

SOSYOLOJİYE İHTİYACIMIZ VAR: SOSYOLOJİ NEDİR? SOSYOLOG KİMDİR?

Giriş: Sosyolojiyi Tanımlama Gerekliliği


Sosyologların en çok karşılaştıkları ve belki de cevap vermekte en çok zorlandıkları soru,
“sosyoloji nedir?” sorusudur. Sosyoloji anlayışlarındaki farklılaşmalar ile tanımsal ayrışmalar
bir yana, bunun en önemli nedeni, aslında sosyologların bu soruya verecekleri kısa ve tatmin
edici bir cevaplarının bulunmamasıdır. Bilindik bir tabirle ve çevrelerindekilerin sorularını
geçiştirmek için sosyoloji öğrencilerinin yaptığı gibi, sosyoloji “toplumbilimdir” denilebilir.
Fakat içerisinde kısıtlayıcı unsurlar bulunduran bu türden bir cevap, sosyolojinin ne olduğunu
ve onun bilim olarak hangi amaçlarla şekillendiğini tam anlamıyla yansıtmamaktadır. Üstelik
böylesi bir tanımlama, bir yandan sosyolojiyi sıradanlaştırırken, diğer yandan onun önemsiz
bir alan olarak görülmesine de neden olmaktadır. Yapılan bazı araştırmalar (Esgin ve Arslan,
2011), sosyolojinin özellikle ülkemizde toplumsal ve kurumsal düzeyde önemsenmediğini,
bunun da başlıca nedeninin, sosyolojinin ne’liğine ilişkin bilgi eksikliği olduğunu
göstermektedir.
Sosyoloji ülkemizde yeterince bilinmemektedir. Hatta sosyolojiye dair negatif bir algının
varlığından bile söz edilebilir. Bütün bu olumsuzlukların kaynağı, elbette tek başına
sosyolojinin tanımlanma problemi değildir. Ancak, sosyolojinin, “sosyoloji toplumbilimdir”
söyleminin ötesine geçmediği ve kendisini anlatma sorumluluğunu ikinci plana attığı sürece,
benzeri olumsuz nitelemelerle yüzleşmesi kaçınılmaz olacaktır. Bu nedenle sosyoloji için
öncelikli amaç, sosyolojinin ne olduğu sorusunu geçiştirmek ya da bu soruyu yalnızca
sosyoloji öğrenimi almış kişiler nezdinde cevaplandırmak değil, onu toplum tarafından
bilindik, toplumsal yaşamda başvurulan ve kurumsal düzeyde gerekliliği anlaşılmış bir alan
olarak kavratmak olmalıdır. Sosyolojinin toplumsal ve politik anlamdaki meşruiyeti ancak bu
şekilde sağlanacaktır.
Bu yazıda, sosyolojinin aslında ne olduğunu anlatma çabasında, izleyeceğimiz yol, bilindik ve
sıkıcı ifadeler içeren sosyoloji tanımlarına başvurmak yerine, sosyoloji öğrenimi görmemiş
kişilerin de sosyoloji hakkında bilgilenebilecekleri ve sosyolojiye dair açık fikirler
edinebilecekleri daha güncel bakış açılarından ve örneklerden hareket etmektir.

Sosyoloji Nedir?
Akademik anlamda sosyoloji denilince, kendi inceleme nesnesi olan özgün bir disiplin ve bu
disiplinin sahip olduğu sistematik bilgi, özgül metodoloji ve kavramsal çerçeve külliyatı
kastedilmektedir (Swingewood, 1998: 21). Onun özgünlüğü, konusundan, sınırlarından ve
amaçlarından gelmektedir. Sosyoloji, kendi özgünlüğü içinde toplumsal dünyayı anlamaya ve
açıklamaya yönelmiş önemli bir sosyal bilimdir. Fakat toplum nezdinde sosyoloji, daha çok
uçlarda olan, karmaşık ve anlaşılması güç söylemler üreten ve hakkında pek fazla bilgi sahibi
olunmayan bir alandır. Toplumun sosyoloji algısı, sosyolojinin değişmez kaderiymiş gibi,
genellikle negatiftir. Sözgelimi, sosyoloji denilince pek çoklarının aklına kalın kitaplar,
gündelik dilde kullanılmayan bazı anlaşılması güç kavramlar ve bu kavramları kullanan kişiler
gelmektedir. Ayrıca sosyoloji çoğu insan için, zaten bilinen, içinde yaşıyor olmaktan dolayı
herkesin bildiği toplumsal yaşam ile ilgili konuları kendi ölçülerince dile getirmeye çalışan ve
çok da gerekli olmayan bir alandır. Ancak sosyolojiyi bu türden bir sınırlanmış algıyla
değerlendirmek son derece yanlıştır. Çünkü sosyoloji en başında bilimsel bir uzmanlık
alanıdır ve toplumsal olanı açıklama adına güçlü teorik yönelimlere sahiptir. Sosyolojinin
akademik bir disiplin olduğunu iddia etmesinin gerisinde, geniş ölçüde kabul görmüş teorik
bir geleneğe sahip olması yatmaktadır (Waters, 1994: 1). Sosyoloji, güçlü teorik gelenek
yanında, sosyal gerçekliklere ilişkin açıklamalarında nesnel dayanaklarını edindiği
metodolojik yönelimlere de sahiptir. Sosyolojinin metodolojik yönelimleri, onu bilimsellik
sınırlarına taşırken, aynı zamanda sosyolojik bilgiyi sıradan gündelik bilgiden ayırmaktadır.
Dolayısıyla, sosyolojinin akademik bir disiplin olarak, kendi teorik söylemlerinden hareket
etmesi, bilimsel kabullere göre açıklamalar yapması ve toplumsal olanı kendi kavram örgüsü
içinde değerlendirmeye çalışması doğal bir durumdur. Sosyoloji, insanın diğer zihinsel
çabalarından farklı bir biçimde işleyen, disiplinli bir imgelemden (hayal gücü, tasarım)
faydalanmaktadır. Sosyolog, bu imgelemi kendisini içinde bulunduğu andan uzaklaştırarak,
geçmişte toplumun ne türden değişimler geçirdiğini ve gelecekte hangi türden değişimlere
uğrayacağını kavrayabilmek için kullanır. Disiplin ise, sosyolojik imgelemin yaratıcı
kapasitesinin kavramsal ve deneysel titizlikle sınırlandırılmasının koşullarını belirler
(Giddens, 2009: 11). Ayrıca, sosyoloji sanılanın aksine, herkesin bildiğini değil, aslında
bildiğini sandığı konuları irdelemektedir. Giddens’ın (2011: 14) ifade ettiği gibi, sosyolojinin
çoğu kez herkesin zaten bildiği olguları açıklıyormuş gibi görünmesinin nedeni, sosyolojik
araştırmaların, araştırdığı alan olan sosyal dünyadan ayrı olmamasıdır. Nitekim hepimiz
sağduyu, “herkesin bildiği şey” derken, aslında farkında olmadan sosyolojik araştırmalara
dayanırız. Sözgelimi, günümüzün toplumunda boşanma oranlarının yüksek olduğunu
herkesin bilmesinin temelinde, ister resmî araştırmacılar ister akademisyen sosyologlar
tarafından yürütülmüş olsun, düzenli sosyolojik araştırmalar vardır. Üstelik insanlar, içinde
yaşadıkları toplumu ne derece anladıklarını iddia etseler de bu, onların genellikle üzerinde
durduğu bir konu değildir. Çünkü insanlar, gündelik yaşamlarını sıradan gündelik eylemlerini
gerçekleştirerek sürdürürler ve çoğu zaman rutin haline gelmiş eylemleri ve bunların
sonuçları üzerine düşünmezler. Dolayısıyla sosyolojinin aslında ne olduğunu anlamakla,
insanların gündelik yaşamdaki eylemlerinin nedenleri ve sonuçları üzerine düşünmek
arasında önemli bağlantılar vardır. Söz konusu bağlantılar, sosyal yaşama ilişkin bazı
sorularla gündeme getirilebilir. Sorular üzerinden sosyolojinin amacı ve kapsamıyla ilgili bazı
sonuçlara da ulaşılabilir.
Örneğin, insanları bir arada tutan ve onların yaşamlarındaki tercihlerini belirleyen unsurlar
nelerdir? Her gün dünyada milyonlarca insanın gündelik yaşamlarını rutin bir şekilde
sürdürmesinin ne türden anlamları vardır? Çevrenizde olup bitenlerden, yaptığınız seçimlerin
sonuçlarından ya da sosyal sorunların varlığından ne derece haberdarsınız? Sosyal
problemleri fark etmek ve onları anlamlandırmak sanıldığı gibi kolay mıdır?
İnsanlar gündelik yaşamlarındaki tercihlerinde neden öyle değil de böyle davranırlar? Bu
tercihler sandığınız gibi sadece kişisel tercihleriniz midir, yoksa sizi yönlendiren başka
unsurların varlığından söz edebilir miyiz? Örneğin tüketirken gerçekten ihtiyacınız olduğu
için mi tüketirsiniz, yoksa tükettiğiniz şeyleri ihtiyaç olarak görmenizi sağlayan başka
etkenler var mıdır?
Elinizde, sözgelimi, kadına yönelik şiddet sorununu çözecek bir reçeteniz var mı? Ya da kendinizi
bu sorunun nedenlerini bilimsel olarak belirleyebilecek ve nihayetinde bir reçeteyi
hazırlayabilecek yeterlilikte görüyor musunuz? Suçun tanımını kim yapar mesela? Ve bazı
insanlar neden suç işler? En önemlisi, daha insancıl bir toplum yaratmak mümkün müdür?
Bunun koşulları sağlanabilir mi? İnsanlığı ileriye taşıyacak sosyal koşulları belirlemek ve
problemlere çözüm olacak düzenlemeleri bilimsel koşullar dâhilinde tespit etmek sanıldığı
gibi herkes tarafından yapılabilecek bir iş midir?
Bu soruları olabildiğince çoğaltabiliriz. Sorulara herkesin kendince cevapları mutlaka vardır.
Ancak önemli olan insanı ve toplumu ilgilendiren, gelecekteki yaşam koşullarını belirleyecek
olan sorulara nesnel ve bilimsel cevaplar bulabilmektir. Sosyoloji, sıradan tanımın ötesinde
işte bu türden ve daha pek çok soruya bilimsel dayanaklarıyla cevap arayan bir disiplindir.
Sosyal dünyayı anlamak, tanımlamak, sosyal problemleri çözümleyebilmek ise sanıldığı kadar
kolay değildir.
Sosyoloji, işte bu nedenlerle üyeleri tarafından anlaşıldığı varsayılan bir dünyayı yeniden
anlamaya çalışan bir alan olarak tanımlanmıştır (O’Brain, 2001). Sosyolojinin amacı, herkesin
anladığını sandığı ya da yanlış kavramlar temelinde kurguladığı değişimleri ve sosyal
sorunları doğru kavramlarla yerli yerine oturtarak anlaşılır kılmaktır. Sosyoloji, “yaşantının
sürekli bir yorumu ya da yaşantı üzerine bir yorumdur ve bu yorum toplumun kendisine geri
gönderilir” (Bauman, akt. Bilton vd, 2009: 13). Hayatı anlamak, sosyoloji açısından çok
boyutlu ve sistemli bir çaba olsa da, hayatı yaşayanlar tarafından böylesi bir anlayışla
değerlendirilmez. Her ne kadar toplumun üyeleri, içinde yaşadıkları toplumu ve hayatta olup
bitenlerin anlamlarını bildiklerini varsaysalar da, gerçekte durum çoğu zaman böyle değildir.
Çünkü insanlar, Bauman’ın (1999: 18) ifade ettiği gibi, gündelik yaşamın rutinleri içine
daldıklarında anlamların üretildiği etkileşim ve eylemlerin yani, olup bitenlerin anlamları
üzerinde pek durmazlar. Özel deneyimlerini başkalarının yaşadıklarıyla karşılaştırma gereği
duymazlar. Bireysel olandaki sosyal olanı, sosyal olandaki bireyselliği görmeye çaba
göstermezler.
Toplumsal yaşam bir bulmacadır ve sosyoloji, bu bulmacayı çözmeye, toplumu anlamaya
çalışmaktadır. Sosyolojinin amacı, insanların gözlerini ve zihinlerini açarak, sosyal yaşama
ilişkin her türden soru ya da düşünceyi ortaya çıkartabilmektir. Bazen bu tedirgin edici olsa
da, sosyoloji, çoğu insanın toplumsal yaşama dair üzerinde fazla düşünmeden kabul ettiği
şeyleri farklı bağlamlarıyla sorgulama, onları sistemli olarak değerlendirme çabasındadır. Bu
yönüyle sosyoloji; devam eden bir proje, toplumsal yaşam bulmacasını anlamaya yönelik
bitmeyen bir çabadır (Bilton vd, 2009:4).
Toplumsal yaşamın bir bulmacaya benzetilmesi rastlantısal değildir. Sosyoloji, kendi özgün konu
alanı içinde kendi anlamlarını üreten bir dünyaya, sosyal dünyaya yönelmiştir. Sosyal dünya,
doğal dünyadan farklıdır. Doğal dünyadaki nesneler, insanların onlar hakkındaki yorumlarına
bakılmaksızın var olabilirler. Ancak, sosyal dünyadaki olgular için aynı şey söylenemez.
Sözgelimi, suç ve aşk gibi kavramlar tamamen insanlar tarafından yaratılmıştır, varoluşları
tümüyle insanların algı ve yorumlarına, onlara yükledikleri anlamlara bağlıdır (Slattery, 2007:
232). İnsanların yarattığı dünyadaki anlamlar ise, sürekli değişime açıktır. Dolayısıyla, bu
anlamların çözümlenmesi, zor bir bulmacanın parçalarını bir araya getirmek gibidir. Bu
çerçevede sosyolojinin sadece bilgi üretmek gibi bir misyonu yoktur. Sosyoloji toplum
incelemelerinde çoğu zaman temel bir düşünceden yola çıkmaktadır. Bu düşünce, sosyal
koşulların ve olguların her zaman kesin bir şekilde daha iyi bir durumda olabileceğidir.
Sosyolojik bilgi bize, toplumların farklı şekillerde yapılandırıldığını, değişim ve dönüşümün
insan yaşamının bir parçası olduğunu göstermektedir. O halde, toplumsal değişim sadece olası
değil, aynı zamanda kaçınılmazdır. Sosyoloji bizim bunu anlamamıza ve daha iyi bir toplum
inşa etmemize imkân verecek koşulları betimler (Bilton vd, 2009:5).
Anlaşılacağı üzere, sosyolojinin söylem alanına giren her şey, hayatın içinde olan şeylere dairdir.
Hayat içinde olup biten her şey, olup bitme sürecini yaratan toplumsal aktörlerin bir
aradalığının, karşılıklı etkileşimlerinin ve eylemlerinin bir sonucudur. Sosyoloji, işte bu
etkileşim ve eylemlerin karmaşıklığını, nedenlerini ve sonuçlarını anlamlandırma
çabasındadır. Sosyolojinin amacı, söz konusu süreçte yaşamı ve yaşamın içindeki gerçekliği
ortaya koymaktır. Üstelik hızlı değişim ve dönüşümlerin yaşandığı ve bunların tahrip edici
sonuçlarının bariz bir şekilde kendini gösterdiği günümüzde, sosyolojinin bu çabası daha
anlamlı görünmektedir. Giddens’ın (2000: 2) söz konusu sürece ilişkin betimlemesi,
sosyolojinin neliği bakımından oldukça açıklayıcıdır.
“Bugün gelecek hakkında yoğun bir kaygı duyan ancak yine de olağanüstü umutlarla dolu bir
dünyada yaşıyoruz. Bu dünya, değişmenin egemen olduğu, derin çatışmalar, gerilimler ve
toplumsal bölünmelerle olduğu kadar çağcıl teknolojinin doğal çevre üzerindeki yıkıcı
saldırısıyla da ayırt edilen bir dünya. Yine de, kendi kaderimizi denetleyebilme ve
yaşamlarımızı daha iyiye götürebilme olanaklarımız, daha önceki kuşakların hayal bile
edemeyeceği ölçüde bulunuyor. Bu dünya nasıl ortaya çıktı? Bizim yaşam koşullarımız, anne
babalarımız ile dedelerimizin yaşam koşullarından neden böylesine farklı? Gelecekte
değişmenin alacağı yön ne olacak? Bu sorular, çağcıl entelektüel kültürde oynayacak birincil
rolü bulunan bir inceleme alanı olan sosyolojinin temel konularıdır.”
Giddens’ın da ifade ettiği gibi, sosyolojinin özellikle günümüz toplumlarının geldiği noktaları ve
yaşadığı problemleri anlamamız açısından oldukça önemli görevleri vardır. Bu bağlamda
sosyoloji, aslında oldukça zor bir görev üstlenmiştir. Ancak onun bu görevinde başarılı
olmasının koşulu, sosyolojinin değerinin anlaşılmasıyla birlikte, sesinin daha gür
duyulmasının sağlamaktır. Kastedilen gür sesin sahibi, sosyolojinin pratisyenleri, yani
sosyologlardır. Zira sosyoloji sosyologun yaptığı ise, sosyolog bu zor görevi üstlenen kişidir.
Sosyolojiye dair bütün bu açıklamalardan sonra, sosyolojinin ne olduğuna ilişkin bilgimizi
farklı tanımlamalarla daha da genişletecek olan “sosyolog kimdir?” sorusuna cevap aramaya
başlayabiliriz.

Sosyolog Kimdir?
“Sosyolog kimdir?” sorusu, sosyolojinin ne olduğu sorusuna verilen cevaplardan bağımsız olarak
yanıtlanabilecek bir soru değildir. Sorunun önemi, sosyolojinin kendine özgülüğüyle
bağlantılıdır. Ayrıca, sosyologun diğer bilim insanlarından farklı olan bazı ayırıcı yönlerinin
ortaya konması, sosyolojinin hangi anlamlarda önemli bir disiplin olduğunu da kavramamıza
olanak sağlayacaktır. Bu noktada, sosyolog Arus Yumul’un (2011) tanımlaması oldukça
açıklayıcıdır:
“Sosyolog; toplumu, toplum ile bireyin karşılıklı ve karmaşık ilişkisini anlamaya çalışan kişidir.
‘Toplumu anlamak’ basit bir kelime gibi görünse de, sosyolog olmaya karar vermek hayatınızı,
dünyaya, çevrenize ve kendinize bakışınızı değiştirecek, ufkunuzu geliştirecek baş döndürücü
bir yolculuğa çıkmaya karar vermeye benzer. Bu yolculuk bildiğimiz, sıradan seyahatlerden
farklıdır. Çünkü sosyolog toplumun kalbine doğru bir yolculuğa çıkar. O sadece bir gözlemci
değildir. Görünenin, aşikâr olanın altında yatan nedenleri araştırır. ‘Toplum’ dediğimiz şeyin
esrarengiz, gizli güçler tarafından değil de, biz insanlar tarafından yaratıldığının farkına
vararak, onu değiştirip dönüştürme gücünün de yine bizlerde olduğunu göstererek
özgürleştirici bir rol oynar, bir anlamda gözümüzü açar. Dünyanın sadece ‘biz’lerden, bize
benzeyenlerden oluşmadığını göstererek bizleri farklılığa karşı duyarlı kılar; insanlık
durumunu daha derinden kavramamıza ama aynı zamanda topluma belirli bir mesafeden
bakmamıza yol açar. Doğru bildiklerimizi sorgulamaya açıp zihinsel ön kabullerimizi
sarsarken, bize kendimizle ve toplumla ilgili yeni yaklaşımlar sunar.”
Sosyolog, üyeleri tarafından hâlihazırda anlaşıldığı varsayılan bir dünyayı yeniden anlamaya
çalışan kişidir. Fakat o sadece bir gözlemci ya da öznel bakışına göre yorum yapan herhangi
bir kişi değildir. Sosyolog, görünenin, aşikâr olanın altında yatan nedenleri bilimsel
dayanaklarıyla araştırandır. Sosyologun rolü, sosyal yaşama ilişkin gerçeklikleri, hiçbir olguyu
mutlaklaştırmadan, bilimsel kuşkuculuk ve değerlendirme ölçütleri çerçevesinde ortaya
koymaya çalışmaktır. Sosyolog, düşünsel temeller ve bilimsel pratikler kapsamında
tanımlamaya çalıştığı sosyal gerçekliği, onun çok boyutlu yapısını ve değişkenliğini dikkate
alarak analiz etme çabasındadır (Kivisto, 2008: 10). Bu bağlamda sosyolog, sosyal olay ve
olgular hakkında daha sistematik biçimde ve inceden inceye düşünen, daha iyi tespit edilmiş
gerçekler ve daha güvenilir açıklamalar talep eden bir sosyal bilimcidir (Bilton vd, 2009:4).
Dolayısıyla sosyoloji yapmak, diğer bilim alanlarına oranla –özellikle fen bilimleriyle
kıyaslanamayacak ölçüde- zor bir çabadır. Bilim yapmak, sosyoloji sahasında çalışmak, çok
sayıda metin okumayı, onları tahlil etmeyi, onlar üzerine düşünmeyi, yeni düşünceler
üretmeyi, kısaca büyük emek harcamayı ve özveride bulunmayı gerektirmektedir (Kızılçelik,
2005: iii).
Wallece ve Wolf’un (2012: 22-23) ifade ettiği gibi, sosyologlar, “sosyoloji yaparken”, konularına
soğuk ve zihinleri boş bir şekilde yaklaşmamaktadırlar. Onlar, ister insanların ölümle ilgili
davranışları, isterse günümüz toplumunun bugünü ve geleceğiyle ilgili olsun, incelemekte
oldukları olgunun belli bir yönü üzerine odaklanmaktadırlar. Sosyologlar konularına bazı
kabullerle yaklaşmakta, cevap aradıkları özel soruları bazı araştırma tekniklerine ağırlık
vererek çözümlemeye çalışmaktadırlar. Bunun anlamı, sosyologların bakış açılarının
dayandıkları teorik temelle bağlantılı olmasıdır. Teoriler, sosyologlara açıklayıcı ve sistematik
temeller sağlamaktadır. Sosyologlar, teorik kabul ve varsayımlarını sistematik olarak
geliştirmektedirler. Onların geliştirdikleri teoriler, toplumsal yaşamın anlatılmasına dönüktür.
İnşa edilen teoriler aracılığıyla, insan davranışı ve toplumun işleyişi hakkında genel anlayışlar
getirirler. Söz konusu anlayışlar yayılır ve ileriki yıllarda toplumsallığa ilişkin düşünsel
tartışma alanının içeriğini belirler.
Sosyologlar toplumsal yaşamdaki olay ve olguların neden, nasıl ve hangi koşullarda ortaya
çıktığını açıklamaya çalışırlar. Sosyologların dayanağı olan teoriler, kavramsal örgüler olarak
tasarlanmış, zihinsel kurgulardır. Teori, aslında gündelik yaşamda herkesin kullandığı bir
tanımlama modelidir. Ancak gündelik yaşamda herkes tarafından kullanılan teoriler ile
sosyolojik teoriler arasında önemli ayrımlar vardır. Gündelik yaşam teorisi, yaşantımıza
devam ederken önceden tasarlanamayan bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Bu tür teoriler,
yalnızca dolaylı yoldan biçimlendirilmekte ve eleştirel sorgulamaya tutulmadan geçerli kabul
edilmektedir. Dolayısıyla teorinin geçerliliği bilimsel yoldan sınanmaya çalışılmamaktadır.
Oysa sosyolojik teori, en başta geçerliliği bilimsel olarak sınanması gereken, eleştirel
sorgulamalardan geçmiş bir teoridir. Sosyolojik teorinin öncelikli amacı, olabildiğince anlaşılır
olma, mantıksal tutarsızlık ve anlamsızlıktan kaçınmak ve nihayetinde, fikirlerin deneysel
gerçekliklerle uygunluğunu belirlemektir (Kivisto, 2008: 10).
Kısacası, sosyologun yaptığının, yani sosyolojik düşünme sanatının sağlayacağı temel hizmetin,
her birimizi daha duyarlı kılmak olduğunu söyleyebiliriz. Sosyolog yaptığı çözümlemelerle
duygularımızı keskinleştirebilir, gözlerimizi daha fazla açabilir, öyle ki şimdiye kadar mevcut
ancak görünmez olan insanlık durumlarını keşfetmemize olanak sağlayabilir (Bauman, 1999:
24-25). Sosyolog sorular sorarak rahat ve sessiz hayat tarzını bozmaktadır. Gerçekliği ortaya
koyma çabası, ayrıca ona muhalif bir kimlik kazandırmıştır. Onun muhalifliği, eksik ya da
yanlış tanımlar üzerine kurulmuş ve kalıplaşmış kabulleri körü körüne benimsememesinden,
gerçekliği her koşulda ortaya koyma ısrarından kaynaklanmaktadır. Sosyolog bu ısrarından
asla vazgeçmeyecektir. Çünkü onun öncelikli amacı, hâlihazırdaki kabulleri sorgulamadan
benimsemek değil, aksine gerçeklikleri ortaya koyarak daha iyi ve daha insancıl bir toplum
idealine katkı sunmaktır. Her şey bir tarafa, işte sadece bu nedenle bile sosyolojiye ihtiyacımız
vardır.

Sonuç Yerine: Sosyolojiye İhtiyacımız Var


Bilim sanıldığı gibi doğaya ve doğal dünyaya ilişkin gerçekliklerin aranmasıyla sınırlanmış bir
etkinlik değildir. Bilim insan içindir. İnsanın mutluluğu, refahı, gelecekte daha iyi koşullarda
yaşaması ve sosyal yaşamın düzenliliği gibi pek çok unsurun sürekli bir biçimde yeniden
tanımlanması gereksinimi, sosyolojiye neden ihtiyaç duymamız gerektiği konusunu
açıklamaktadır. Ancak toplumumuz gerektiği biçimiyle ne sosyolojinin, ne de böyle bir
ihtiyacın farkındadır. Bunun en belirgin nedeni başta ifade ettiğimiz gibi, sosyolojinin bilimsel
niteliğinin ve amaçlarının yeterince bilinmemesidir. Ayrıca, bugün bilim denilince daha çok,
doğa bilimlerinin, teknolojiyle bütünleşmiş matematik, mühendislik ve tıp gibi alanların akla
gelmesidir. Toplumda kendisini gösteren böylesi bir bilim anlayışı, genelde sosyal bilimlerin
özelde ise sosyolojinin ikinci planda kalmasına neden olmaktadır. Doğa bilimlerdeki keşif ve
buluşlar toplumdaki radikal değişiklikleri tetiklerken, sosyolojinin ürettikleri daha az önemli
görülmektedir. Oysa doğayı aşan insanın gücünün giderek artması ve kontrolü kendisini
aşması karşısında doğabilecek problemleri betimlemede başvurulacak en yetkin alan yine
sosyoloji olacaktır (Esgin ve Arslan, 2011). Sosyoloji, bu ve benzeri olumsuzlukların insanlığı
tehlikeye sürükleyen sonuçlarını şimdiden haykırmaktadır. Ancak, sosyolojinin sesinin kısık
olması, onun bu haykırışlarının duyulmasına engel olmaktadır. Çünkü insanın geldiği konumu
değerlendirme gücünde olan sosyoloji geri planda bırakılmakta, rahatsız edici söylemler
üreten çatışmacı bir alan olarak görülmektedir.
Sosyolojiye ihtiyacımız vardır. Çünkü sosyoloji insanların yarattığı dünyayı anlamlandırma
uğraşında olan, insanlar arası birlikteliklerden kaynaklanan çatışma ve huzursuzlukların
nedenlerini belirlemeye, gelecekteki toplumsal koşulların niteliğini öngörmeye çalışan bir
bilimdir. Sosyolojin üstlendiği görev, gündelik yaşamı sürdürmemize yardım eden sıradan
bilgilerden ya da kendi bireysel deneyimlerimizden yola çıkarak yerine getirilebilecek bir
görev değildir. İnsanlar ve hatta devletler, kendi bilinçlerinden hareketle sosyal sorunların
nedenlerini ve sonuçlarını kavramakta başarılı görünmemektedirler. Bilton vd.’nin (2009: 4-
5) dile getirdiği gibi, insanlar arasında çatışmaların, hatta savaşların yaşanıyor olması, acılara
ve güvensizliklere sebep olan toplumsal sorunlarla çevrili olmamız bunun kanıtıdır. İnsanlık
olarak bugün bizi sersemletip hatta korkutucu görünebilen hızlı toplumsal değişim
bombardımanı altındayız. Eylemlerimiz, hiç beklemediğimiz çeşitli sonuçlar ortaya
çıkartmaktadır. Günlük ilişkiler düzeyinde bile en iyi sonuca ulaşmak için doğru davranış
biçiminin hangisi olduğunu çoğu zaman kestiremiyoruz. Bütün bunlar, bizlerin kendi
kurduğumuz dünyayı anlamlandırmakta bile ne kadar yetersiz olduğumuzun bir
göstergesidir. Ancak, yaptığımız tespitlerden sosyolojinin tüm bu sıkıntıları ortadan
kaldırabileceği ve herkes için huzurlu, mutlu bir hayatın temelini sağlayabileceği sonucuna
ulaşmak doğru değildir. Sosyolojinin söz konusu süreçteki katkısı, bize daha iyi enformasyon
ve daha bütüncül bir anlayış kazandırarak, bizi kendi hayatlarımızı şekillendirmek açısından
daha güçlü bir konuma ulaştırmaktır. Nitekim sosyoloji, dokunulduğunda bütün sosyal
sorunları ortadan kaldırma gücü olan sihirli bir değneğe sahip değildir. O, diğer sosyal
bilimlerde olduğu gibi sosyal gerçekliği anlamlandırma çabasında olan bir sosyal bilimdir.
Sosyal bilimlere ihtiyaç duymamızı gerektiren her neden, sosyoloji için de geçerlidir.
Dünya ile doğru ilişki kurabilmek için insanın ihtiyaç duyduğu toplumsal, ahlaki ve kültürel
gelişimin sosyal bilimlerden başka taşıyıcısı yoktur. Sosyal bilimlerin önemini kavramamış bir
toplum, kendi gelişim dinamiklerini elinde tutamadığı gibi, geleceğini biçimlendirme ve güçlü
olma şansını da yitirecektir. Sosyal bilimleri savunmak, esasen toplumu savunmak demektir.
Bu çerçevede sosyolojiyi önemsemek, bugünümüzü ve toplumsal geleceğimizi önemsemek
anlamına gelmektedir. Aksi durumda, kendi gerçekliklerimizi belirleme, kendi toplumsal
problemlerimizi çözümleme ve kendi geleceğimizi daha iyi inşa etme yeteneğimiz
olmayacaktır (Esgin ve Arslan, 2011). Üstelik yaşadığımız çağın gerekleri bu yeteneği daha
zorunlu bir gereksinim olarak ortaya koymaktadır.
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Türkiye’nin daha iyi ve daha insancıl bir toplum özlemini
karşılayabilmesi için, sosyolojiye ve iyi yetişmiş sosyologlara her zamankinden daha fazla
ihtiyacı vardır. Böylesi bir ihtiyacın karşılanmasının koşulu, öncelikle yetkin bir sosyal bilim
olan sosyolojinin toplum ve devlet nezdinde yeterince tanınmasının koşullarını oluşturmaktır.
Sosyolojinin yeterince ve doğru bir şekilde tanınmasının, hak ettiği değeri kazanmasının
birincil yolu, üniversitelerdeki sosyoloji bölümlerinin ve sosyoloji öğrencilerinin sayılarının
niceliksel olarak çoğaltılması değil, onun kurumsallaşmasını sağlamaktır. Alan dışından
akademisyenlerin istihdamıyla açılan yeni bölümleri sosyolojinin temsilcileri konumuna
getirmek, sosyoloji formasyonuna uymayan Açık Öğretim Fakültesinde sosyoloji bölümü
açmak gibi olumsuz uygulamalar, sosyolojinin gelişimine katkı yapmaktan çok zarar
vermektedir. Sosyolojinin kurumsallaşması, onun öncelikle bilimsel gerekliliklerinin
anlaşılması ve mesleki bilincin gelişmesiyle mümkündür. Bilimsel gerekliliklerin
belirlenmesinin ve sosyolojinin daha etkili çözümler üreten bir bilim niteliğine kavuşmasının
sorumluluğu sosyologlarda olmalıdır. Kısacası sosyolojinin asıl sahibi sosyologlardır.
Dolayısıyla sosyologların şimdiki görevi, sosyolojiye sahip çıkmak ve her koşulda onu
yüceltecek çalışmalara imza atmaktır.

KAYNAKÇA
Bauman, Z. (1999). Sosyolojik Düşünmek, Çeviren: A. Yılmaz, İstanbul, Ayrıntı Yayınları
Bilton, T. Vd. (2009). Sosyoloji, Çeviren: K. İnal Vd., Ankara, Siyasal Kitabevi
Esgin, A. ve Arslan, F. (2011). “Sosyal Bilimleri Savunmak Gerekir: Türkiye’de Sosyal Bilim Algısının
Negatifliği ve Üniversitenin Misyonu Üzerine” Uluslararası Yükseköğretim Kongresi: Yeni Yönelişler ve
Sorunlar (UYK-2011), İstanbul, (Yayımlanmamış Bildiri)
Giddens, A. (2009). “Sosyolojinin Kapsamı”, Sosyoloji: Başlangıç Okumaları, Editör: A. Giddens, Çeviren: G.
Altaylar, İstanbul, Say Yayınları
Giddens, A. (2011). Sosyolojinin Savunusu, Çeviren: İ. Kaya, İstanbul, Say Yayınları
Kızılçelik, S. (2005). Batı Barbarlığı, Ankara, Anı Yayıncılık
Kivisto, P. (2008). Sosyolojinin Temel Kavramları, Çeviren: İ. Çapçıoğlu ve S. Yavuz, Ankara, Birleşik
Kitabevi
O’Brien, M. (2001). “Anthony Giddens’ın Sosyolojisine Giriş”, Modernliği Anlamlandırmak/ Anthony
Giddens’la Söyleşiler (iç.), Gıiddens A. ve Pierson C. Çeviren: S. Uyurkulak ve M. Sağlam, İstanbul, Alfa
Yayınları, s.XIII-XLII
Slattery, M. (2007). Sosyolojide Temel Fikirler, Yayına Hazırlayan: Ü. Tatlıcan, G. Demiriz, Bursa, Sentez
Yayıncılık
Swingewood, A. (1998). Sosyolojik Düşüncenin Kısa Tarihi, Çeviren: O. Akınhay, Ankara, Bilim ve Sanat
Yayınları
Wallace, R. ve Wolf, A. (2004). Çağdaş Sosyoloji Kuramları, Çeviren: L. Elburuz ve M. R. Ayas, Ankara,
Doğu-Batı Yayınları
Waters, M.(1994). Modern Sociological Theory, London, Sage Publication
Yumul, A. (2011). “Sosyolog Kimdir?”, Bilgi Postası, http://www.bilgi-postasi.com/?p=272, Erişim Tarihi:
01.05.2012

You might also like