You are on page 1of 9

SİBU 111 SOSYOLOJİYE GİRİŞİ DERS NOTLARI

Sosyoloji Nedir?
Toplumun ya da toplumsal ilişkilerin bilimsel olarak incelenmesidir.
Sosyolojiyi modern sanayi toplumunun bilimi olarak nitelemek mümkündür.
Sosyoloji, temel olarak, geleneksel toplumdan modern sanayi toplumuna geçişte yaşanan
toplumsal krizleri anlayabilmek, kavrayabilmek ve çözümleyebilmek amacıyla 19.yy da
ortaya çıkmıştır.
Sosyolojinin kurucuları Auguste Comte ve Durkheim’dır.
Toplum, genel olarak, ortak bir kültürü paylaşan, belli bir toprak parçasında yerleşik ve
kendilerini birleşik ve özgün bir varlık olarak gören insanlardan oluşan bir gruptur.
Sosyoloji, toplumu, toplumsal yapıyı, günlük deneyimleri, birey-toplum ilişkisini, toplumsal
davranışları, toplumsal olguları ve toplumsal kurumları (aile, eğitim, siyaset, ekonomi)
inceler.
Toplumsal olgulara, göç, darbe, deprem, siyasi ideolojiler, yönetim biçimi vb. konular girer.
Sağduyu, hayat hakkında sahip olunan ham bilgidir.
Statü, atfedilen durumdur. 3 başlık altında incelenir.
1. Edinilmiş - Irk, Din
2. Kazanılmış - Müzisyen olmak, ebeveyn olmak
3. Verilmiş – Milletvekili olmak

Ödül ve cezalarla yönlendirilen davranışlar Norm olarak nitelenir. Bir toplumda normların
çökmesi toplumun çökmesi anlamına gelir.

SOSYAL BİLİMLERDEKİ TEMEL YAKLAŞIMLAR


1. Pozitivist Yaklaşım
2. Yorumlayıcı Yaklaşım
3. Eleştirel Yaklaşım
4. Feminist Yaklaşım
5. Postmodern Yaklaşım
Bu yaklaşımlar, toplumsal gerçekçilik anlayışları, araştırma amaçları ve insan doğasına ilişkin
yaklaşımları açısından farklılık gösterirler.
Pozitivist Yaklaşım
Toplumsal gerçeklik, fiziksel gerçeklikler gibi öznel durumlar dışında var olan ve
keşfedilmeyi bekleyen düzenliliklerdir. Temsilcisi Comte’dur.
İnsanlar özgür iradeleriyle değil rasyonel gerçeklerle hareket ederler. Bilim nesneldir.

Yorumlayıcı Yaklaşım
Toplumsal olayların insanlar tarafından deneyimlenip, büyük ölçüde insanların algıladığı gibi
gerçeklikler olarak tanımlanır.
Araştırma amacı; insanların olayları nasıl anlamlandırdıkları ve yorumladıklarını ortaya
koymaktır.
Değerler toplumsal yaşamın bütünleşik parçalarıdır.
Bilim insanları değerlerden soyutlanamazlar. Temsilcisi Weber’dir

Eleştirel Yaklaşım
Olayların altında yer alan amaçlar ve çatışmalara odaklanır.
Araştırma amacı; toplumsal ilişkileri eleştirmek, dönüştürmek ve dünyayı değiştirmektir.
Bu yaklaşımın temel amacı; sosyal yapıların kimlikleri ve aktörlerin davranışlarını nasıl
etkilediği ve söz konusu aktörlerin sosyal yapıları yeniden nasıl biçimlendirdiğini tespit
etmektir.
Sınıf çatışmaları

TOPLUMBİLİMSEL İMGELEM
Sosyologlar, bireysel kusur ya da eksiklikler yerine, bu duruma neden olabilecek daha geniş
kapsamlı toplumsal sebepler ve eğilimler üzerine odaklanır.
Sosyoloji, olguların görünen yüzeyinin altına inebilmek ve bazen çok kolayca kabul
edilebilen görüşlere, kanaatlere ya da toplumsal faaliyetlere yeni bir bakış açısı
kazandırabilmek için “apaçık”, “olağan” ya da “doğal olarak kabul edilen” şeyleri
sorgulamanın önemini vurgular.
Toplumbilimsel imgelem; bireyin görünüşte özel olan problemleri ile önemli toplumsal
meseleler arasındaki bağlantıları ya da tekil bir toplumsal olgunun diğer toplumsal olgular ve
daha geniş bir çerçevede genel toplumsal süreçlerle arasındaki ilişkileri yakalamaya uğraşan
bir çabadır.
Toplumbilimsel düşün yeteneğine sahip olanlar, insanların yaşadıkları günlük hayatın
keşmekeşi içinde kendi toplumsal konumları hakkında nasıl yanlış ve yanıltıcı bir bilinçsizlik
içinde olduklarını göz önünde tutmak gerektiğini bilirler.
Toplumbilimsel düşün yeteneğine sahip olan bir kimsenin bu yeteneği aracılığı ile varacağı
ilk sonuç, insanın kendi yaşamının anlamını kavrayabilmesi ve geleceğini görebilmesi için,
bizzat kendisini de yaşadığı tarih dönemi içinde ele alması ve hayatta yararlanabileceği
olanakların farkına varabilmesi için, farklı toplumsal koşul ve konumda yaşayan diğer
insanların durumlarını da görebilmesi, bilmesi gerektiğidir.
Sürekli olarak şu 3 soruya cevap ararlar:
1.İnceledikleri toplum, bir bütün olarak nasıl bir yapıya sahiptir?
2.İnsanlık tarihinde, inceledikleri bu toplumun yeri nedir?
3.Yaşanılan tarih döneminde, içinde yaşanılan toplumda başat insan tipleri nelerdir? Hangi
yeni insan tipleri başat duruma geçmek üzeredir?

SOSYOLOJİ KURAMLARI
1. Çatışmacı Kuram: Bir toplumsal grubun diğer toplumsal gruplar üzerindeki
hakimiyet kurma ve tahakküme karşı direnme yetileri üzerine odaklanır.
2. Toplumsal inşacılık: Bilginin sosyolojik teorisidir. Sosyal fenomenler nasıl gelişir
sorusuna odaklanır.
3. Sembolik Etkileşimcilik: Sosyal etkileşim kademelerindeki gelişme bazında,
anlamları ve sosyal davranışların nasıl paylaşıldığını sınar.

ÇATIŞMACILIK (Marx, Weber)


Çatışmacılık, sosyoloji tarihinin en önemli ve etkili teorik yaklaşımlarından biridir.
Toplumsal eşitsizliklere, tabakalaşmaya ve bu gerçekliklere bağlı olarak oluşan farklı rollere
ve davranışlara odaklanmaktadır.
Bu teorik yaklaşım, toplumu, uzlaşmaya ve bütünleşmeye referansla değil, rekabete,
egemenliğe ve çatışmaya dayanarak açıklama çabasındadır.
Marx, tarihsel materyalist anlayışa bağlı olarak tarihi ve toplumları sınıflarıını çatışması
üzerinden açıklamıştır.
Bütün toplumsal yapılar ve kurumlar maddi konumların farklılaşmasına ya da eşitsizliğe göre
oluşmuştur.
Marx, sanayi toplumunun burjuvazi ile işçi sınıfı arasındaki sınıf çatışmasını ürettiğini ve bu
çatışmanın ancak bir devrimle aşılabileceğini savunmuştur.
Weber’in özellikle, sanayi toplumlarının bürokratik yapısını ve bürokratik yapıya bağlı olarak
yeni egemenlik ve meşruiyet tarzlarının gelişmesini tahlil ettiği çalışmaları teoriye farklı
katkılar sağlamıştır.
George Simmel ise çatışmanın toplumlarda daima olumsuz olarak algılanamayacağını kabul
etmiştir.
Simmel’e göre; gruplar arasındaki çatışma, ortak bir düşman algısı etrafında grup
dayanışmasını ve otoritenin merkezileşmesini de sağlamakta ve grubun bilinçlenmesine ve
bütünleşmesine katkı sağlamaktadır.
Dahrendorf, 20.yy önemli Marksizm eleştirmenlerinden biridir. Marx’ın çatışma anlayışının
ekonomi temelli olduğunu iddia eder.
Dahrendorf’a göre ise en temelde çatışma güç ve iktidar ilişkileri etrafında temellenir.
Dahrendorf’a göre; çatışmanın dayandığı temel toplumsal kurum siyasettir.
Çünkü; siyaset, ideal bir toplum düzenine ve yönetim arayışına referansla toplumdaki güç
ilişkilerine ve çatışmalarına da kaynaklık etmekte ve yön vermektedir.
Dahrendorf, 20.yy toplumunu “post kapitalist” toplum olarak adlandırmıştır.
Post kapitalist toplumlarda, erken kapitalist toplumlardakinin aksine orta sınıflar yükselmişler
ve toplumun çoğunluğunu oluşturmuşlardır.
20.yy’daki sosyalist devletler, oligarşik ve totaliter yapılar olarak dikkat çekmişlerdir.

İŞLEVSELCİLİK
İşlevselciliğin kökleri, klasik sosyoloji teorilerine dayanmaktadır.
İşlevselcilik teorisini anlamak ve açıklamak için en çok başvurulan analojilerden birisi
toplumun bir organizmaya benzetilmesidir.
Organizma, sistematik bir yapıya ve işleyişe sahiptir.
Bu analojiye göre; nasıl ki bir organizma alt organlardan, bu organlar arası alışverişi sağlayan
iletişim kanallarından ve alt organları oluşturan daha küçük birimlerden oluşmaktaysa, toplum
da kurumlardan, alt örgütlenmelerden, gruplardan ve en küçük birim olarak bireylerden bir
araya gelmektedir.
Durkheim, toplumlar ve organizmalar arasındaki bu benzerlik durumunu işbölümü ve
dayanışma kavramları üzerinden açıklamıştır.
İşlevselcilik uyum ve tutarlılık unsurlarına vurgu yapmaktadır.
Bir sistemin işlevsel birliği toplumsal düzen temelinde tanımlanmıştır.
Böylece işlevselcilik, toplumu oluşturan her bir alt birimin toplumsal bir işlevi yerine
getirerek genel bir düzenlilik ürettiği kabulüne dayanmaktadır.
Her alt birim kendi görevini yerine getirdiğinde hem bir yapı olarak sistemin sürekliliğini
sağlamakta, hem de olumlu anlamda düzenlilik üretimine katkıda bulunmaktadır.
Toplumsal işlevselciliğin temel konusu, büyük çaptaki toplumsal kurumlar, onların ilişkileri
ve aktörler üzerindeki sınırlayıcı etkileridir.
İşlevselcilik ve Çatışmacılık Makro Sosyolojik Bir Yaklaşımdır.
Bu teoride 4 temel sistem kabulü bulunmaktadır:
1. Fizyolojik ve organik sistem – BEDENE
2. Kişilik sistemi – BİREYSEL PSİKOLOJİYE
3. Toplumsal Sistem – ROLLERE VE KONUMLARA
4. Kültürel Sistem – BİLGİ, EDEBİYAT, SANAT gibi İNSAN ÜRÜNLERİ

SEMBOLİK ETKİLEŞİMCİLİK
Toplum, bireylerin günlük deneyimlerinin ürünüdür.
Sembolik etkileşim mikro düzey eğilimlidir. Sosyal etkileşime yakından odaklıdır.
Weber’in “bir olayı dahil olanların perspektifinden anlayabiliriz” yaklaşımını benimser.
Gündelik yaşam içindeki deneyimlerimiz ve rollerimize odaklanır.
Başkalarının bizden beklentilerini soyutlama ve genellemeye imkan tanıyan bu
kavramsallaştırma, gündelik yaşam içerisinde bazen olumlu harekete geçmemize imkan
tanırken bazen de davranışlarımızı kısıtlamaktadır.
Sembolik etkileşim açısından bireyler arasındaki iletişimi sağlayan en önemli öge dildir.
Etkileşimin en önemli boyutunu yakınımızda bulunan, bizim için önem taşıyan insanlarla
ilişkilerimiz oluşturur.
Sembolik etkileşimciliğe göre insanlar, tecrübeleri ve kendi öznel perspektifleri üzerinden
aynı toplumsal gerçekliği ve olayları farklı yorumlayabilir.
Sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel farklılıklara bakar.
İnsanlar, karşılarındaki kişiyi kendi dünya görüşlerine göre etiketler fikrini savunur.
Bireyler gün içerisinde kendi benlikleriyle ilgili pek çok farklı geri bildirimler alarak,
benliğini ve dolayısıyla davranışlarını bu geri bildirimler üzerinden yeniden
ayarlamaktadırlar.
Sembolik Etkileşimci Yaklaşım açısından, gündelik yaşamdaki eylemlerimiz, tüketim
biçimlerimiz ve benliğimizin sunumu, diğer bireylere verilmek istenilen mesajlar olarak
okunabilir.
Twitler
Sanal alemdeki fotoğraflarımız
Giyim tarzımız
Günlük dil kullanımlarımız
Tüketim tercihlerimiz
TÜRKİYE’DE SOSYOLOJİNİN GELİŞİMİ
1. Osmanlı Dönemi; ne insan ne de toplumla ilgili bir birikime rastlamıyoruz. Yaşamın
odak noktasının edebiyat ve tarih olduğu görülüyor.

2. Tanzimat Dönemi; bu dönemde politik akım ve entelektüel akımdan bahsedebiliriz.


Politik akım Batı taklitçiliğine yönelmiştir. Entelektüel akımda ise, insan merkezli
topluma özgü sorunların incelenmesi söz konusudur. Osmanlı’da Durkheim ekolünü
Ziya Gökalp, Le Play ekolünü Prens Sabahaddin tanıtmıştır.

3. Cumhuriyet Dönemi; 1924 yılından itibaren, alan çalışmaları yoluyla toplumsal


gerçeklerin saptanmaya başlanması Türk sosyoloji bilimi için bir dönüm noktasıdır.

Osmanlı Modernleşmesi
19.yy’dan itibaren Avrupa dışı toplumlar, Avrupa’daki ekonomik ve bilimsel ilerlemenin
boyutlarıyla yüzleşmek zorunda kaldılar. Bu nedenle, Avrupa dışı toplumlar için tek bir
seçenek vardı: Batılılaşmak.
Osmanlı Devleti, daha XVII.yy.dan itibaren belli alanlarda yenililkler yapmaktaydı. Fakat bu
yenilikler ordu kurumlarıyla sınırlıydı. Bu reformlar bütüncül olmaktan uzaktı.
XIX.yy’ın ikinci çeyreğinden itibaren yapılan reformlar “devlet siyaseti” haline geldi. Her bir
reform hareketi başka bir alandaki reformu zorunlu kılıyordu.
II.Mahmut döneminde eğitim, yönetim ve bürokrasi alanlarında önemli reformlar yapıldı. Bu
reformlar yeni bir bürokrat-aydın sınıf yarattı.
Sarayın öncülüğünde başlayan Batılılaşma politikalarının pek çok paradoksal sonucu oldu.
Reform yanlısı seçkinler, kendilerinden başka güçlerin ilgili konulara müdahil olmasını
engellemek istediler.
Önce, Yeni Osmanlılar, sonra Jön Türkler olarak bilinen aydın hareketleri, açıktan devlet
politikalarını, özellikle de dış politikayı eleştirmeye ve etkilemeye başladılar.
Sosyoloji bilimi, özellikle Jön Türkler olarak bilinem aydınlar arasında yayılmaya başladı.
Osmanlı aydınlarının bu dönemdeki “devletin beka”sına ilişkin problematikleri, arayışları,
siyaset yapma tarzları sosyolojinin de belli özellikler kazanmasını sağladı.
Bu dönemde sosyoloji, yeni sanayi toplumunun bilimidir.
Türkiye’de sosyoloji, Batılılaşma politikalarının bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır.
Jön Türkler, Avrupa’nın üstünlüğünün temel sebebi olarak gördükleri bilime ve pozitif
felsefeye duydukları inançla kendilerini inkılapları hızlandıracak bir zümre olarak
görüyorlardı.
Buu dönemlerin aydınları, Batılı sosyal bilimcilerin teorilerini Osmanlı Devleti’nin
koşullarına uyarladılar.
Le Play ve takipçilerinin düşüncelerini benimseyen Sabahaddin Bey, Türkiye’de sosyolojiyle
ilgilenme biçimini ve farklılaşmasını sağlamıştır.
Sosyolojinin Türkiye’deki akademik meşruiyeti ve kurumsallaşması ise 1910’lardan itibaren
sosyolojiyle yakından ilgilenmeye başlayan ve Durkheim sosyoloji anlayışını kendisine
rehber edinen Ziya Gökalp’in 1914 yılında sosyolojiyi Darülfunun (İstanbul Üniversitesi) ders
programlarına dahil etmesiyle başlar.
Gökalp’in sosyoloji anlayışı, ULUS-DEVLET milliyetçiliğine olan koyu bağlılığı üzerinden
gelişmiştir.
Malta’ya sürgüne gönderilmesi Türkiye’deki sosyoloji çalışmalarını sekteye uğratmıştır.
Yeni çalışmalar ancak, 1928 yılında başlayabilmiştir.
1940’lı yıllara gelindiğinde Hilmi Ziya Ülken sayesinde artık Türkiye, uluslararası sosyoloji
kongrelerine ve yabancı sosyologlara ev sahipliği yapmaya başlamıştır.
Bu dönemin önemli sosyologları Behice Boran, Pertev Naili Boratav, Niyazi Berkes’tir.
1960 sonrasında sosyal yapı tartışmaları hızlandı ve sosyoloji yine önem kazandı.
1950’lerin son yıllarından itibaren ABD’li uzmanların öncülüğünde ve büyük ölçüde de
onların finansmanıyla kurulan Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü, Devlet
Planlama Teşkilatı gibi araştırma kuruluşları ve bürokratik kuruluşlar farklı bir sosyal bilim
anlayışını Türkiye’de canlandırmaya başladılar.
Mübeccel Kıray’a DPT tarafından yaptırılan Ereğli Saha Araştırması, Türkiye’deki sosyoloji
çalışmaları bakımından önemli bir dönüm noktasıdır.
Kıray, bu araştırması sırasında “Tampon Kurumlar” kavramını literatüre kazandırmıştır.
Tampon Kurumlar, toplumsal değişmelerin olduğu dönemlerde denge unsurudurlar. Tampon
Kurumlar, toplumsal değişmenin buhransız olmasını sağlarlar. (Gecekondu örneğini
hatırlayın)

PRENS SABAHADDİN
Prens Sabahaddin’in Türk siyasi ve düşünce hayatı üzerindeki etkisinin başlangıcı, ailesiyle
birlikte Paris’e sürgün edildiği yıllardır.
İngiliz yanlısı bir siyaseti savunur.
II.Abdülhamit karşıtı ihtilal girişiminde yabancı devletlerin müdahil olmalarını savunur.
Sabahaddin Bey, Türkiye’de Le Play’in geliştirdiği sosyoloji anlayışının sözcüsü olarak
tanınır.
Yararlandığı Science Social Programı, Le Play Okulu’nun Fransız toplumunun bunalımlarını
çözmek amacıyla geliştirdiği felsefi temelleri olan bir yöntemdi.
Prens Sabahaddin, Le Play’in Fransa toplum düzeni için olan önerilerini Osmanlı’Nın idari
hayatından askeri yapısına kadar her alandaki problemleri çözecek bir sihirli değnek olarak
görmekteydi.
Başarılı bir emperyal güç olarak kabul ettikleri İngiltere’yi; toplumsal kurumlarını ve
geleneklerini koruyarak gelişebildiği ve bir dünya gücü haline gelmeyi başarabildiği için
Fransa’ya örnek göstermektedir.
Le Play ekolüne göre; tarihteki bütün kötü devirler merkezi devletlerin olduğu dönemler ve
devletlerle tarif edilmiştir, iyi ve parlak devirlerse gerçek özgürlüğün olduğu devirlerdir.
İngiltere’ye duyulan hayranlık, bu devletin Fransız devrimiyle ortaya çıkan modern ve
merkezi klasik devlet modelinin dışında yer almasından ve “eski düzeni” tamamiyle ortadan
kaldırmadan modernleşebilmeyi başarabilmiş olmasından kaynaklanmaktaydı.
Bu ekolde, eğitim konusu üzerinde önemle durulmaktadır.
Prens Sabahaddin’e göre; devletin sorunları hükümdar değişiklikleriyle çözülemez.
Değiştirilmesi gereken toplumsal yapının bizzat kendisidir. Bireyci toplum yapısına
geçilmelidir.
Prens Sabahaddin’e göre; eğitim aracılığıyla, memur zihniyetli, ailesine ya da devletine
bağımlı gençler yetiştirmek yerine, ferdi girişimciliğe sahip gençler yetiştirmek süretiyle
toplumsal dönüşümü sağlamak mümkündür.
Türkiye’de liberal görüşün, liberalizmin öncüsü olarak kabul edilir.

ZİYA GÖKALP
Türk siyasal düşüncesinin, Türk kamu felsefesinin belirleyici figürlerinden bir tanesidir.
Durkheim ekolüne bağlı olarak organizma teorisini korporatist düşünce olarak ifade eder.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu prensiperi onun fikirleri üzerinden oluşturulmuştur.
Muhafazakardır ve sağ ideolojiler takipçisidir.
Ziya Gökalp, sosyolojinin görevinin toplumsal gruplar arasındaki hiyerarşiyi anlamak ve bu
doğal olmayan “çatışma durumunu” bir “barış durumuna” dönüştürmek olduğu inancındadır.
Durkheim’de karşımıza çıkan düzen ve ahlak kavramları, Gökalp’te ulus ve terakki ile
karşılanmıştır.
Durkheim’deki kollektif bilinç kavramı, Gökalp’te millet şuuru haline gelmiştir.
Gökalp’e göre; İslam, milli duygunun, milli düşüncenin ve millet şuurunun ana
bileşenlerinden bir tanesidir.
Gökalp’e göre; Türk milliyetçiliği, kültürel bir ideali ve toplumsal dayanışma ve birliğin
temelini oluşturacak bir yaşam felsefesini temsil eder.
Gökalp, kültür-uygarlık kuramında birincinin lehine tavır alır. Batıdan alınması gerekenler
değerler değil, kavramlar ve tekniklerdir.
Kültürlerin çökmesiyle emperyalist devletlerin yaygınlaşması arasında bir bağlantı kurar.
Ziya Gökalp’in milliyetçilik anlayışı, açıkça dil ve kültür milliyetçiliğine dayanmaktadır.
Gökalp, Türklerin geri kalmışlıklarının nedenini “kendini tanımamak” ve “milli mesuliyetini
bilmemek” durumundan ileri geldiğini söyler.
Gökalp için önemli olan, toplumsal dayanışmadır. Milliyetçilik de bu dayanışmanın önemli
bir gerekçesidir.
Bir diğer unsur dindir, yani İslam’dır. Ahlak bilimi olarak ele alınmalıdır.

Sonuç olarak; Prens Sabahaddin, somut toplum modeli olarak liberal bireyci modeli tercih
ederken, Ziya Gökalp Türk-İslam sentezini savunan Solidarist modeli tercih eder.

You might also like