You are on page 1of 182

Notlar pağana, köpeğe ya da kediye olan sevgisine benzeyen biraz gülünç

bir taraf var. Suler, bilinmeyen, yabancı bir ülkenin insanı hayre-
I te düşürecek denli özgür bir kuşudur. Onun gibi insanların yüzü
Onun yüreğini en fazla kemiren düşünce, gözle görülür bir şe- bir taşra kentinin çehresini de ruhunu da değiştirebilirdi. Onlar,
kilde Tanrı düşüncesidir. Bazen bu, bir düşünce değil de, üzerinde bu taşra kentinin çehresini bozarlar, ruhunu ise akıllı haylazlıklar
ağırlığını hissettiği bir şeye karşı güçlü bir karşı koyuş gibi görü- yapma isteğiyle doldururlar. Suler'i sevmek kolay ve keyifli bir şey-
nüyor. Bu konuda konuşmak isteyebileceğinden daha az konuşu- dir. Kadınların onu umursamadıklarını gördüğümde şaşırıyor ve
yor, fakat sürekli olarak düşünüyor. Bu bir yaşlılık belirtisi, ölüm öfkeleniyorum. Bununla birlikte bu umursamazlığın ardında bel-
sezgisi olmasın? Hayır, sanıyorum insana özgü hoş gurur duygu- ki de ihtiyatlı olma durumu ustaca gizleniyor. Suler güvenilir biri
sundan kaynaklanan bir şey bu ve biraz da koskoca Lev Tolstoy'un değildir. Yarın ne yapar, bilinmez. Belki bir bomba atar, belki de
kaderinin onur kırıcı bir şekilde ne idüğü belirsiz bir streptokoka meyhane şarkıcıları korosuna katılır. Üç asır yetecek enerjisi var-
bağlı olmasının verdiği utançtan ileri geliyor. O bir doğal bilimler dır. Yaşama ateşi o kadar fazladır ki, ateşte kızdırılmış bir demir
uzmanı olsaydı dâhice hipotezler yaratır, büyük buluşlar yapardı parçasının üstündeki kıvılcımlarla kaplı sanırsınız.
kuşkusuz. Fakat Tolstoy bir gün Suler'e çok fena sinirlendi. Anarşizme
eğilimli olan Leopold Sulerjitskiy, bireyin özgürlüğü konusunda
II sık sık ateşli tartışmalara girerdi. Lev Nikolayeviç ise bu durum-
Elleri insanı hayrete düşürüyordu: Çirkin, geniş damarlar yü- larda onunla hep alay ederdi.
zünden derisi düğüm düğüm görünen, buna rağmen özel bir an- Anımsıyorum, Sulerjitskiy, bir yerlerden Prens Kropotkin'in*
lam ve yaratıcılık gücü taşıyan ellerdi bunlar. Herhalde Leonardo incecik bir broşürünü bulmuş, heyecana kapılmış, yıkıcı düşün-
da V i n c i n i n elleri de böyleydi. Bu tip ellerle her şey yapılabilir. celer ileri sürerek sabahtan beri herkese anarşizmin hikmetlerini
Konuşurken arada bir parmaklarını oynatıyor, onları yavaş yavaş anlatıyordu.
yumruk halinde sıkıyor, sonra birden bu yumruğu açıyor ve aynı "Ah, Levuşka, kes artık, şurama geldi," dedi Lev Nikolayeviç sı-
anda da güzel, tumturaklı bir söz söylüyor. Bir Tanrıya benziyor; kıntıyla. "Papağan gibi özgürlük, özgürlük deyip duruyorsun. Peki
ancak bir Yahudi ya da Olimpos tanrısına değil, "altın ıhlamur bu sözcüğün anlamı ne? Düşündüğün anlamda bir özgürlüğe eri-
ağacının altında akçaağaçtan yapılmış tahtında oturan" ve çok şirsen ne olacak? Felsefi anlamda dipsiz bir boşluk, hayatta, pratik-
yüce olmasa da diğer bütün Tanrılardan daha kurnaz olan bir Rus te ise bir tembel, bir dilenci olacaksın. Anladığın anlamda özgür
tanrısına. olduğunda seni hayata, insanlara bağlayacak olan nedir? Bak işte
kuşlar özgür ama yine de yuva kuruyorlar. Sen cinsel duyguları-
III nı bir erkek köpek gibi denk geldiği yerde tatmin ederek yuva da
Sulerjitskiy'e bir kadının şefkatini gösteriyor. Çehov'u bir ba- kurmazsın. Ciddi düşünecek olursan sonuç olarak özgürlüğün bir
banın çocuğunu sevdiği gibi seviyor. Bu sevgide bir yaratıcının boşluk, bir sınırsızlık olduğunu görecek, hissedeceksin."
gururu duyumsanıyor, Suler ise onda şefkat, hiç bitmeyen bir ilgi Öfkeyle kaşlarını çattı, bir an sustu ve daha alçak sesle ekledi:
ve bu büyücüyü herhalde hiçbir zaman yorgun düşürmeyecek bir
hayranlık uyandırıyor. Belki de bu duyguda yaşlı bir kızın bir pa- * P. A. Kropotkin (1842-1921): Prens, Rus devrimcisi, anarşizmin kuramcısı, coğraf-
yacı, jeolog.
altı yüzyıl geçti ve bütün aydınlar 'Mucize yok, mucize yok,' diye
"İsa özgürdü, Buda da öyle ve ikisi de dünyanın günahlarını
birbirlerinin kafasını ütülüyorlar. Oysa halkın tamamı aynen XII.
üstlenip, dünyadaki yaşamın gönüllü tutsağı oldular. Ondan sonra
yüzyıldaki gibi mucizelere inanıyor."
da hiç kimse çıkmadı, hiç kimse. Peki sen, ben, biz ne yapıyoruz?
Hepimiz, yakınlarımıza karşı sorumluluklarımızdan kurtulma
VI
yolları arıyoruz. Bu sorumlulukların duyumsanması bizi birer in-
"Azınlık, her şeye sahip olduğu için Tanrıya gerek duyar; ço-
san yapar, bu duygu olmazsa hayvanlar gibi yaşardık..."
ğunluk ise hiçbir şeye sahip olmadığı için."
Güldü:
Ben olsam, çoğunluk yüreksizliği yüzünden, ancak pek az kişi
"Ama şu anda yine de daha iyi nasıl yaşanabileceği konusunu
yüreğinin bütün gücüyle Tanrıya inanıyor derdim. (Yanlış anla-
tartışıyoruz. Bunun yararı çok fazla değil ama az da değil. Bak be-
malardan kaçınmak için dinsel yapıtlar yaratmayı, sanat yapıtları
nimle tartışıyor ve burnun moraracak kadar kızıyorsun bana ama
yaratmak olarak ele alıyorum; Buda'nm, İsa'nın ve Muhammed'in
bana vurmuyorsun, hatta küfür bile etmiyorsun. Kendini gerçek-
hayatları birer fantastik roman gibidir. Yazarın Notu.)
ten özgür hissetseydin beni gebertirdin, olur biterdi."
"Andersen'in masallarını sever misiniz?" diye sordu dalgınca.
Kısa bir süre daha durduktan sonra ekledi:
"Marko Vovçek'in çevirisiyle yayınlandığı zaman, bu masalları
"Özgürlük, her şeyin ve herkesin benimle uzlaşma içinde ol-
anlamamıştım. On yıl kadar sonra ise bu küçük kitabı alıp oku-
ması demektir, ancak o zaman da ben var olmam, çünkü hepimiz
dum ve Andersen'in çok yalnız bir adam olduğunu bir anda bütün
çatışmalar ve çelişkiler içinde varlığımızı hissedebiliriz sadece."
açıklığıyla hissettim. Çok yalnız. Hayatını bilmiyorum; herhalde

IV serserice bir yaşam sürüyor, çok geziyordu. Bu da onun yalnız ol-


duğu konusundaki hislerimi kanıtlar. Bu yüzden çocuklara yönel-
Goldenveyzer'in çaldığı Chopin müziği Lev Nikolayeviç'te şu
miş. Gerçi çocukların yetişkinlere göre daha merhametli olduğu-
düşünceleri uyandırdı:
nu zannederek yanılmış. Çocuklar hiçbir şeye acımazlar, acımayı
"Küçük bir Alman kralı 'Köle sahibi olmak istenen bir yerde
bilemezler."
mümkün olduğu kadar fazla müzik yapıtı yaratmak gerekir,' de-
miş. Doğru bir düşünce, doğru bir gözlem. Müzik zihni uyuşturur.
VII
Bunu en iyi Katolikler anlar. Bizim papazlar kilisede Mendelssohn
Budizmin ibadet kuralları kitabını okumamı tavsiye etti bana.
çalınmasını kabul etmezler elbet. Tulalı bir papaz, İsa'nın, Yahudi
Budizmden ve İsa'dan her zaman hassasiyetle söz ediyor; özellikle
Tanrısının oğlu olduğu, Yahudi bir anadan doğduğu halde Yahudi
İsa konusu daha kötü: Sözlerinde ne bir coşku, ne bir heyecan ne de
olmadığını söylemişti bana; böyle söylüyor, ama yine de 'Bunun
yürek ateşinin tek bir kıvılcımı var. İsa'yı, merhamet gösterilmeye
olması mümkün değil,' diyordu. Ben 'E, o zaman?' diye sorduğum-
layık saf bir insan saydığını düşünüyorum. Gerçi zaman zaman
da omuz silkip 'Bu benim için de bir sırdır!' yanıtını vermişti."
İsa'ya hayranlık duyuyor ama sevdiğini sanmıyorum ve sanki İsa
bir Rus köyüne gelecek olursa kızların onunla alay edeceklerinden
V
kaygılanıyor.
"Aydın diye adlandırılabilecek birisi varsa bu Galiçya Prensi
Vladimirko'dur. Prens, daha XII. yüzyılda 'aşırı derecede cesur'
bir dille 'Zamanımızda mucize olmaz,' diyor. O zamandan bu yana
VIII büyük adamlar her zaman korkunç çelişkilere düşerler. Yaptıkları
Bugün Grandük Nikolay Mihayloviç oradaydı. Görünüşe ba- her türlü aptallık gibi bu konuda da hoşgörülürler. Gerçi çelişki
kılırsa zeki bir adam. Çok alçakgönüllü, az konuşan biri. Sevimli aptallık değildir. Aptal, inatçıdır, ancak kendisiyle çelişkiye düş-
gözleri ve güzel bir vücudu var. Hareketleri sakin. Lev Nikolayeviç mez. Evet, Friedrich garip bir adamdı: Almanların en iyi hüküm-
düke tatlı tatlı gülümsüyor ve kâh Fransızca kâh İngilizce konuşu- darı şanını hak etmişti ama onlara katlanamıyor, hatta Goethe'yi
yordu. Rusça olarak şöyle dedi: ve Wieland'ı* dahi sevmiyordu..."
"Karamzin çar için yazdı, Solovyev uzun ve sıkıcı şeyler yazdı,
Klyuçevskiy ise kendini eğlendirmek için yazardı. Ne anasının gö- XI
züydü... İlk okuduğunda övdüğünü sanırdın, ama anlamını kav- Dün akşam Balmont'un** şiirleriyle ilgili olarak:
radığında sövüp saydığını görürdün." "Romantizm, gerçeğin gözünün içine bakma korkusundan do-
Birisi Zabelin'in adını etti. ğar," dedi. Suler kabul etmedi ve heyecandan peltek peltek konu-
"Çok sevimlidir. Amatör hurdacı, gerekli gereksiz her şeyi top- şup, duygulu bir sesle, Balmont'dan başka şiirler okudu.
lar. Yiyecekleri öyle bir anlatır ki, sanki kendisi hiçbir zaman do- "Bunlar şiir değil, Levuşka, şarlatanlık, 'saçmalık',
yuncaya kadar yemek yememiştir ama çok eğlencelidir." Ortaçağ'dakilerin dediği gibi sözcüklerin anlamsız bir şekilde
örülmesi. Şiir gösterişten uzak olur; Fet***:
IX
...bilmiyorum kendim de ne
Ellerinde asalarıyla tüm hayatları boyunca bir manastırdan
söyleyeceğimi, ama türkü çıkmak üzere ortaya...
öbürüne, bir kutsal örenden diğerine binlerce verst (1,06 kilomet-
relik Rus uzunluk ölçüsü, -çev.) yürüyerek yeryüzünü adımla- dizelerini yazdığında, şiirin halka özgü, gerçek duygusunu ifade
yan, yersiz yurtsuz, her şeye ve herkese yabancı gezginlerden söz etmişti bu sözlerle. Köylü de oh mu, oy mu, ey mi demeli bilmez
ediyor. Dünya onlara göre değil, Tanrı da. Alışkanlıkları yüzün- ama gerçek bir türkü tıpkı kuşlarda olduğu gibi doğruca yürekten
den Tanrıya dua ederler, oysa dünyanın bir ucundan öbür ucuna çıkıp gelir. Sizin şu yeniler hep uyduruyorlar. Fransızların 'article
kendilerini neden kovalayıp duruyor diye için için nefret ederler de Paris' gibi aptallıkları var. Aynı aptallıklar senin şair bozuntu-
Tanrı'dan. İnsanlar, yolun üzerinde birer ağaç kütüğü, ağaç kökü larında da var. Nekrasov**** da şiirlerini hep uyduruyordu."
ya da taştır, ayağın takılır, bazen onların yüzünden canın acır. Bu "Ya Beranger?" diye sordu Suler.
insanlar olmadan da olabilir, fakat ona benzemediğini göstererek "Beranger*****başka!BizimleFransızlararasındaneortaklıkvar
bir insanı etkilemek, onunla farklılığını ortaya koymak hoş bir ki? Onlar şehvete düşkün insanlardır; ruhun yaşamına vücut ka-
duygudur. dar önem vermezler. Bir Fransız için kadın her şeyden önce gelir.

X * YVieland (1733-1813): Alman yazar.


"Prusyalı Friedrich çok güzel söylemiş: 'Her insan kendini a sa ** K. D. Balmont (1867-1942): simgeci Rus şair.
façon (kendi yöntemiyle) kurtarmalıdır.' Şunu da söylemiş: 'İste- *** A. A. Fet (1820-1892): şiirleriyle X X . yüzyıl Rus şiirinin gelişmesini etkilemiş bir Rus

diğiniz gibi düşünün, yeter ki boyun eğin.' Ancak ölüm döşeğinde şairi.
" " N. A. Nekrasov (1821-1878): Rus şair.
'Köleleri yönetmekten yoruldum,' diye de bir itirafta bulunmuş. Bu
***** p j Beranger (1780-1857): Fransız şair.
Fransızlar, yıpranmış, eskimiş bir halktır. Doktorlar, bütün ve- Sonra şöyle dedi:
remlilerin şehvet düşkünü kişiler olduğunu söylüyorlar." "Görüyorsunuz, köylüler ne kadar güzel şeyler yaratıyorlar. Ba-
Suler, kendine özgü dürüstlüğüyle, çevresine yığınla anlaşıl- sit, sözcük az, ama duygu fazla. Gerçek bilgelik, bağışla Tanrım,
maz sözcük fırlatarak tartışmaya başlamıştı. Lev Nikolayeviç ona gibi birkaç sözcükle ifade edilir."
baktı ve geniş geniş gülümseyerek: Ancak masal, acı bir masaldı.
"Evlenme zamanı gelmiş ama koca bulamamış küçük hanımlar
XV
gibi huysuzsun bugün..." dedi.
Bana karşı ilgisi etnografik bir ilgi. Onun gözünde çok az tanı-
dığı bir kabilenin üyesiyim, hepsi bu.
XII
Hastalık onu daha da kurutmuş, içinde bir şeyleri yakıp kavur-
XVI
muştu. Sanki içi hafiflemiş, berraklaşmış, hayatı daha kabullenir
Ona "Öküz" adlı öykümü okudum; çok güldü ve "dil hokkabaz-
hale gelmişti. Gözleri daha sert, bakışları daha deliciydi. Dikkatle
lıklarını" iyi bildiğim için övdü beni.
dinliyor ve sanki unuttuğu bir şeyi anımsıyor ya da henüz bilme-
"Ama sözcükleri acemice kullanıyorsunuz, bütün köylüleriniz
diği yeni bir şeyi güvenle bekliyor. Yasnaya Polyana'da bana her
çok akıllıca konuşuyorlar. Gerçek hayatta köylüler aptalca konu-
şeyi bilen ve artık öğrenecek hiçbir şeyi kalmamış, bütün soruları
şurlar, ipe sapa gelmez laflar ederler, ne demek istediklerini hemen
yanıtlamış bir adam olarak görünmüştü.
anlayamazsın. Kasten yapılır bu. Söyledikleri sözlerin saçmalığı-
nın altında başka bir şey söyleme isteği gizlidir her zaman, iyi bir
XIII
köylü, zekâsını hiçbir zaman hemen belli etmez, bunu yapmak işi-
Balık olsaydı, kesinlikle yalnızca okyanusta yüzer, hiçbir za-
ne gelmez. Aptal bir insana basit, hilesiz yaklaşıldığını bilir, onun
man iç denizlere, özellikle de nehirlerin tatlı sularına uğramazdı.
da istediği budur zaten! Karşısında açık davranın, sizin zayıf yan-
Burada onun etrafında bir tatlısu balığı dolanıp duruyor; ağzından
larınızı görecektir hemen. Kuşkucudur, gizli düşüncelerini karı-
çıkan sözler balığın ilgisini çekmiyor, gerekli de görünmüyor, sus-
sına bile söylemekten korkar. Sizde ise her şey apaçık ortada. Her
kunluğu balığı ürkütmüyor, heyecanlandırmıyor. Ama o, bu dün-
öykünüzde sanki akıllıların ekümenik konseyi toplanıyor. Herkes
yanın gerçek münzevisi olarak saygı uyandırarak, ustaca susuyor.
özdeyişlerle konuşuyor. Bu da doğru bir şey değil, çünkü özdeyiş-
Göreviymiş gibi kabul ettiği konularda çok fazla konuşsa da sanki
ler Rus diline uymaz."
daha ziyade susuyormuş gibi geliyor. Başka hiç kimseye söyleye-
"Peki ya atasözleri ve deyimler?"
meyeceği şeyler, korktuğu düşünceler var galiba.
"Onlar başka. Onlar bugün söylenmemiş."
"Ama siz de sık sık özdeyişler kullanıyorsunuz..."
XIV
"Asla! Hem her şeyi abartıyorsunuz: İnsanları, doğayı, özellikle
Birisi ona İsa'nın vaftiz oğlunu anlatan masalın çok güzel bir
de insanları! Aşırı, süslü bir dili olan ve saçma sapan şeyler yazan
varyantını göndermiş. Masalı Suler'e ve Çehov'a zevkle okuyordu,
Leskov da aynı şeyi yapıyordu, çoktandır okunmuyor. Hiç kimseye
harika okuyordu! En çok da şeytanların toprak sahiplerine eziyet
etmeleri eğlendiriyordu onu. Burada hoşuma gitmeyen bir şey vardı. bağımlı olmayınız, hiç kimseden de korkmaymız, o zaman işler

Samimi olamazdı ama eğer samimiyse o zaman daha kötüydü. yolunda gidecektir..."
XVII harcaması, diğer yarısının ise köylü kanı içinde dağılması ve onu
Okumam için verdiği günlüğünde şu tuhaf özdeyişten etkilen- biraz eritmesi gerekiyordu. İşe yaramıştır bu, dedi."
miştim: "Tanrı benim dileğimdir."
Bugün günlüğü geri götürdüğümde, bu sözlerinin ne anlama XX
geldiğini sordum. Kadınlardan bir Fransız romancısı kadar çok ve hevesle söz
"Tamamlanmamış bir düşünce," dedi kısık gözleriyle bu sözün ederdi, ama hep bir Rus köylüsünün kabalığıyla. Önceleri bundan
yazılı olduğu sayfaya bakarak. "Şöyle söylemek istemiş olmalıyım: pek hoşlanmazdım. Bugün Bademlik'te Çehov'a:
Tanrı, benim onu anlama dileğimdir... Hayır, öyle değil..." Gül- "Gençliğinizde çok çapkınlık yaptınız mı?" diye sordu.
dü ve piposuyla defteri kapayıp gömleğinin geniş cebine soktu. Anton Pavloviç kıs kıs güldü ve sakalını çekiştirip anlaşılmaz
Tanrıyla ilişkileri çok belirsiz ilişkilerdi fakat bu ilişkiler bana za- bir şeyler söyledi. Lev Nikolayeviç ise denize bakarak şu itirafta
man zaman "bir indeki iki ayının" ilişkilerini anımsatıyordu. bulundu:
"Ben yorulmak nedir bilmezdim..."
XVIII Bunu, tümcenin sonunda köylülere özgü kaba bir sözcük kul-
Bilim konusunda: lanarak, pişmanlık dolu bir sesle söylemişti. Bu sözcüğü bu denli
"Bilim, şarlatan bir simyacı tarafından dökülmüş altın külçesi- basit, sanki yerine koyacak daha uygun başka bir sözcük bilmiyor-
dir. Siz onu basitleştirmek, herkesin anlayacağı hale getirmek, yani muş gibi söylediğini ilk kez fark ediyordum. Buna benzer bütün
çok sayıda sahte madenî para basmak istersiniz. Halk bu paranın sözcükler sakal-bıyık arasında kaybolmuş dudaklarından basit, sı-
gerçek değerini anladığı zaman, size teşekkür etmeyecektir." radan şeyler gibi çıkıyor, askerlere özgü kabalığını ve edepsizliğini
bir yerlerde yitiriyordu. Onunla ilk karşılaşmamız, "Varenka Ole-
XIX sova" ve "Yirmi Altı Adam ve Bir Kız"la ilgili konuşması aklıma
Yusupov Parkında dolaşıyorduk. Olağanüstü bir dille Moskova geliyor. Alışılmış görüş açısından bakıldığında konuşması, "ya-
aristokrasisinin âdetlerini anlatıyordu. İriyarı bir Rus kadını, iki kışıksız" sözcükler zincirinden ibaretti. Buna şaşırmış, hatta gü-
büklüm eğilmiş, fil bacaklarına benzeyen bacaklarını iki yana aç- cenmiştim; başka bir dilden anlamadığımı sanıyor herhalde diye
mış, onar funtluk ( 409,5 gramlık ağırlık ölçüsü, -çev.) memelerini düşünmüştüm. Gücenmekle aptallık ettiğimi şimdi anlıyorum.
sallayarak bir çiçek tarhında çalışıyordu. Kadına dikkatle baktı ve:
"İşte bütün bu ihtişam ve zıpırlıklar bu karyatidlerce de taşı- XXI
nıyordu. Yalnızca erkeklerin ve kadınların çalışmasıyla değil, yal- Servilerin altındaki taş sıranın üzerinde zayıf, ufak tefek, gri
nızca onlardan alınan vergilerle değil, aynı zamanda ve açıkçası ama yine de biraz yorulmuş ve ıslıkla bir ispinozun ötüşüne eşlik
halkın kanıyla canıyla. Asilzadeler zaman zaman bu katanalarla etmeye çalışarak eğlenen bir Yahudi Tanrısı gibi oturuyordu. Kuş
evlenmeselerdi çoktan yok olup gitmişlerdi. Benim zamanımda- sık, koyu yeşilliğin içinde ötüyordu. Küçük, keskin gözlerini kıs-
ki gençlerin yaptığı gibi, öyle gücünün hepsini harcarsan bir gün mış, oraya bakıyor ve dudaklarını boru şekline getirmiş çocuklar
cezasını çekersin. Fakat pek çoğu hizmetçi kızlarla evleniyor ve bu gibi beceriksizce ıslık çalıyordu.
evliliklerden iyi yavrular dünyaya geliyordu. Köylünün gücü bura- "Ne öfkeli şey! Kasıp kavuruyor ortalığı. Ne kuşu bu?"
da da imdada yetişiyordu. Soyun bir yarısının, gücünü kendisi için İspinoz dedim ve bu kuşun kıskançlık özelliğini anlattım.
"Hayatı boyunca söyleyeceği bir tek şarkısı var ama yine de kıs- "Renan yavan çenebazın biridir..."
kanç. İnsanın ruhunda ise yüzlerce şarkı vardır ama kıskançlıkla Bana sık sık:
suçlanır, haklı bir durum mu sizce?" diye dalgınca, kendi kendine "Güzel anlatıyorsunuz, kendi sözcüklerinizle, sağlam, kitap
konuşuyormuş gibi sordu. "Öyle durumlar vardır ki, erkek kadına, gibi değil," diyordu.
kendisiyle ilgili olarak kadının bilmesi gerekenden fazlasını söyler. Ancak konuşmamdaki özensizlikleri hemen her zaman fark
Erkek söylemiş ve unutmuştur ama kadın unutmaz. Belki de kıs- ediyor ve alçak sesle, kendi kendine konuşur gibi düzeltiyor, bazen
kançlığın nedeni, ruhun hakarete uğrayacağı korkusu, aşağılanma de azarlıyordu:
ve gülünç bir duruma düşme korkusudur, kim bilir? Erkeği.. .'inden "Zayıf bir özne, yapısı birbirine hiç benzemeyen sözcüklerin
yakalayan kadın değil, ruhundan yakalayan kadın tehlikelidir." yanına konur mu? Güzel olmamış..."
Burada Kroyçer Sonat'la bir çelişki hissedildiğini söylediğim Söz söyleme biçimlerine gösterdiği titizlik bana bazen hastalık
zaman pırıl pırıl gülümsemesini tüm sakalına yayarak: derecesinde sert geliyordu; bir keresinde şöyle demişti:
"Ben ispinoz değilim," dedi. "Yazarın biri aynı tümcede hem 'koşku' hem de 'kişku' sözcük-
Akşamüstü dolaşırken birden: lerini kullanmıştı. İğrenç! Midem bulandı."
"İnsan depremler, salgınlar, hastalık korkuları ve her çeşit ruh Bir gün parktan gelirken:
işkenceleri yaşıyor ama her zaman en korkunç trajedi, yatak odası "Bahçıvan biraz önce 'Güç bela çarpıştık,' diyordu. Tuhaf bir
trajedisidir, hep de öyle olacaktır," dedi. ifade değil mi?" dedi. "Masaları değil, çıpaları çakıyorlar. Kovat
Bunu söylerken zafer kazanmış gibi gülümsüyordu. Yüzünde (çakmak) ve tolkovat (açıklamak, yorumlamak) fiilleri birbiriyle
bazen çok zor bir şeyi aşmış ya da çoktandır içini kemirip duran nasıl bağdaşır? Filologları sevmem, eski kafalıdırlar ama önlerin-
şiddetli acıdan bir anda kurtuluvermiş bir insanın geniş, rahat gü- de dille ilgili önemli bir görev var. Anlamadığımız sözcüklerle ko-
lümsemesi beliriyor. Her bir düşünce ruhuna kene gibi yapışıyor; nuşuyoruz. Örneğin prosit (istemek) ve brosit (atmak) fiilleri nasıl
bu düşünceyi ya hemen koparıp atıyor ya da doya doya kanını em- oluşmuş?"
mesine göz yumuyor ve düşünce, fark edilmeden kendisi olgunla- En çok da Dostoyevskiy'nin dili hakkında konuşurdu:
şıp düşüyor. "Kötü, hatta kasten kötü yazmıştır. Dikkat çekmek için bile bile
Hararetle stoacılıktan söz ederken bir anda kaşlarını çattı, du- kötü yazdığından eminim. Caka satıyordu; Budala'da şöyle yaz-
daklarını şapırdattı ve sert bir ifadeyle: mıştır: 'Yüzsüzce bir yapışkanlık ve tanışıklığın afişleştirilmesin-
"Doğrusu 'styoganoye'dir, 'styojanoye' değil; stegat (vurmak, de...' Sanırım afişe etmek sözcüğünü kasıtlı olarak değiştirmiştir,
kamçılamak, -çev.) ve styajat (kazanmak -çev.) fiilleri vardır, styo- çünkü bu sözcük Batı'dan alınma, yabancı bir sözcüktür. Yazdık-
jat diye bir fiil yoktur..." dedi. larında bağışlanmaz yanlışlar bulmak mümkündür; Budala, 'Eşek,
Bu tümcenin stoacıların felsefesiyle hiçbir ilişkisi yoktu. Benim iyi ve yararlı bir kişidir,' der ama bu sözlerin dinleyeni kesinlikle
anlamadığımı görünce, başıyla yan odanın kapısını işaret edip, te- güldürmesi ya da en azından bir uyarması gerekirken, hiç kimse
laşlı bir sesle: gülmez. Budala, üç kız kardeşin yanında konuşuyor. Kız kardeşler
"Orada styoganoye odeyalo (yorgan -çev.) yerine styojanoye onunla alay etmeyi seviyorlar. Özellikle de Ağlaya. Bu kitabın kötü
odeyalo diyorlar da..." dedi. olduğunu söylüyorlar fakat kitabın asıl kötü yanı Prens Mışkin'in
Ve devam etti: saralı olmasıdır. Sağlıklı biri olsaydı yüreğinin saflığı, masumiyeti
bizi çok etkileyebilirdi ama bunun için de onu sağlıklı biri olarak küçük düşürücü hamleleri" konusunda güzel şeyler söylemişti.
yazmak gerekirdi. Dostoyevskiy'nin bunu yapmaya cesareti yetme- Suler, söylediklerini not almıştı ama daha sonra kahve pişirir-
miştir. Zaten sağlıklı insanları da sevmezdi. Kendisi hasta olduğu ken, not yazdığı kâğıdı ispirto ocağında yaktı. Geçen defa da Lev
için bütün dünyanın da hasta olduğundan emindi..." Nikolayeviç'in İbsen'le* ilgili düşüncelerini yakmış ve düğün tö-
Suler'e ve bana "Sergiy Baba'nın düşüş sahnesinin bir varyantı- renlerindeki sembolizme ilişkin notu kaybetmişti. Lev Nikolaye-
nı okuyordu. Acıklı bir sahneydi. Suler dudaklarını şişirmiş, heye- viç, bu törenler hakkında V. V. R o z a n o v ' l a " aynı görüşü paylaşıp
candan yerinde duramıyordu. çok dinsizce söz etmişti.
"Neyin var? Beğenmedin mi?" diye sordu Lev Nikolayeviç.
"Tıpkı Dostoyevskiy'deki gibi çok sert olmuş. Bu ahlaksız kız, XXIII
kızın pideye benzeyen sarkık memeleri falan... Adam, güzel, sağ- Sabah Feodosiya'dan ştundist tarikatı*** üyeleri gelmişti, gün
lıklı bir kadınla günah işleyemez miydi?" boyunca heyecanla bu köylülerden söz etti. Kahvaltı sofrasında
"Haklı görülmeyecek bir günah olurdu. Aksi takdirde böyle bir şöyle diyordu:
kıza karşı gösterilen merhamet haklı olabilir miydi?" "Geldiler, ikisi de öyle kuvvetli, öyle sağlam adamlar ki; 'Davet
"Anlamıyorum..." edilmeden geldik,' dedi biri, öbürüyse 'İnşallah dayak yemeden gi-
"Sen pek çok şeyi anlamıyorsun, Levuşka, açıkgöz biri değil- deriz,' diyerek çocukça bir kahkaha koyverdi. Öyle gülüyor ki her
sın... yeri sarsılıyor."
Andrey Lvoviç'in* karısı geldi, konuşma kesildi. Andrey Kahvaltıdan sonra terasta:
Lvoviç'in karısıyla Suler müştemilata gittiler, Lev Nikolayeviç "Yakında halkın dilini hiç anlamayacağız," diyordu. "Biz 'iler-
bana şöyle dedi: leme kuramı', 'tarihte bireyin rolü', 'bilimin evrimi', 'dizanteri' di-
"Tanıdığım en saf insandır Leopold. Kötü bir şey yapıyorsa bil yoruz, köylü ise 'Mızrak çuvala sığmaz' diyor ve bütün kuramlar,
ki bunu birisine duyduğu merhametten yapıyordur." bütün tarihler, evrimler zavallı ve gülünç duruma düşüyor, çünkü
halk bunları anlamıyor, bunlara gerek de duymuyor. Fakat köylü
XXII bizden daha güçlü, daha canlıdır. Atsur kabilesinin başına gelen
Daha çok Tanrı hakkında, köylüler ve kadınlar hakkında ko- bizim de başımıza gelebilir. Bir bilim adamına 'Bütün Atsurlular
nuşuyor. Edebiyattan ender olarak ve sanki edebiyat ona yabancı öldü ama onların dillerinin birkaç sözcüğünü bilen bir papağan
bir konuymuş gibi çok az söz ediyor. Bence, kadınlara karşı can var,' demişler."
düşmanı gibi davranıyor ve eğer Kiti ve Nataşa Rostova değilse,
yani yeterince darkafalı bir varlık değilse, kadınları cezalandırma-
XXIV
yı seviyor. Bu, mutluluğunu tüketememiş bir erkeğin düşmanlığı
"Kadın tensel açıdan düşünüldüğünde erkeğe göre daha sami-
ya da "vücudun insanı küçük düşürücü hamlelerine" karşı ruhun
midir, düşünceleri ise sahtedir. Ancak kadın yalan söylediği za-
düşmanlığıdır. Ancak bu, aynı zamanda Anna Karenina daki gibi
soğuk bir düşmanlıktır. Pazar günü Çehov ve Yelpatyevskiy'le
* H. İbsen (1828-1906): Norveçli oyun yazarı.
Rousseau'nun** İtirafları üzerine söyleşirken "vücudun insanı
** V. V. Rozanov (1856-1919): Rus yazar, gazeteci, filozof.
* Andrey Lvoviç: Tolstoy'un oğlu. *** Ştundist tarikatı: XIX.yüzyılın ikinci yarısında Protestanlığın etkisiyle ortaya çık-
** J. J. Rousseau (1712-1778), Fransız yazar ve filozof. mış bir tarikat.
man kendisi de inanmaz ama Rousseau söylediği yalanlara kendisi XXVIII
de inanıyordu." Köylü, onun için belki de sadece kötü bir koku demektir, sürek-
li hissettiği ve elinde olmadan hep sözünü ettiği bir koku.
XXV Dün akşam ona General Cornet'nin dul karısıyla ettiğim kav-
"Dostoyevskiy, yarattığı deli tiplerinden biriyle ilgili olarak bu gayı anlattım. Gözlerinden yaş gelinceye, göğsü ağrıyıncaya kadar
tipin, inanmadığı bir şeye hizmet ettiği için kendisinden ve başka- güldü, ince bir sesle durmadan:
larından öç alarak yaşadığını yazmıştı. Sözünü ettiği kendisiydi, "Kürekle demek! Kürekle, ha? Kürek büyük müydü bari?" diye
yani kendisinden de aynı şekilde söz edebilirdi." bağırdı.
Sonra soluklanıp ciddi bir edayla şöyle dedi:
XXVI "Siz yine insaflı vurmuşsunuz. Çok insaflı hem de başkası ol-
"Bazı dini sözler insanı hayrete düşürecek kadar karanlık, saydı kafasına kafasına indirirdi. Kadının sizi istediğini anlama-
anlaşılmaz şeyler. Örneğin şu sözlerin anlamı nedir: 'Yeryüzü ve dınız mı yani?"
yeryüzündeki her şey Tanrınındır'. Kutsal kitaptan alınma bir söz "Hatırlamıyorum; anladığımı da sanmıyorum..."
değil, bir tür popüler bilimsel materyalizm bu." "Hadi canım! Apaçık ortada. Kesin öyle."
"Siz bir yerde yorumlamıştınız bu sözleri," dedi Suler. "O zamanlar bu işlerle ilgilenmiyordum..."
"Az şey mi yorumladım... Anlamı vardır da ben tam olarak "Neyle ilgilenirsen ilgilen fark etmez! Anlaşılan siz pek zam-
anlamadım.' " para değilsiniz. Başkası olsaydı işi ilerletir, mal mülk sahibi olur,
Ardından kurnaz kurnaz gülümsedi. keyfine bakardı."
Bir an sustuktan sonra:
XXVII "Tuhafsınız. Kızmayın ama çok tuhafsınız! Üstelik kötü dav-
Zor ve sinsice sorular sormaya bayılıyor. ranmaya hakkınız varken iyi bir insan gibi davranmanız da çok
"Kendinizle ilgili ne düşünüyorsunuz?" garip. Evet, kötü olabilirdiniz. Güçlü birisiniz, bu çok güzel..."
"Karınızı seviyor musunuz?" Ve bir kez daha sustuktan sonra dalgınca ekledi:
"Sizce oğlum Lev yetenekli mi?" "Sizin aklınızı anlayamıyorum. Aklınız çok karışık, ama yüre-
"Sofya Andreyevna'dan hoşlanıyor musunuz?"
ğiniz akıllı... evet, yüreğiniz akıllı!"
Ona yalan söylemek olanaksız. Bir keresinde:
"Beni seviyor musunuz, Aleksey Maksimoviç?" diye sormuştu. Not: Kazan'da otururken General Cornet'nin karısının yanına
Bir devin yaramazlığıydı bu: Novgorodlu babayiğit Vaska Bus- kapıcı ve bahçıvan olarak girmiştim. Generalden dul kalmış, tom-
layev* gençliğinde böyle oyunlar oynarmış. "Deniyor", hep bir şey- bul, genç bir Fransız'dı bu kadın. Küçücük ayaklarıyla yeniyetme
leri sınıyor, sanki kavgaya hazırlanıyor. İlginç şey ama benim çok bir kıza benziyordu. Çok güzel, hep hareket halinde, her zaman
hoşuma gitmiyor. O, bir şeytan, bense dünkü çocuk. Aman bana doymazlıkla açılmış gözleri vardı. Evlenmeden önce satıcı ya da
sataşmasın... aşçı olduğunu, hatta belki de hani şu "insanı sevindiren kızlardan"
olduğunu sanıyorum. Sabahın köründe sarhoş olur ve sırtında tek
* Vasiliy (Vaska) Buslayev: Bütün Novgorod'la kavgalı, çapkın ve serseri destan kah- bir gömlek, onun üstünde portakal rengi bir sabahlık, ayaklarında
ramanı. (XIV-XV. yüzyıl)
kırmızı sahtiyan terlikler, başında ise yele gibi gür saçlarla avluya "Polis çağırmayacağım, zararı yok! Geri dön... Korkmana ge-
ya da bahçeye çıkardı. Özensizce taranmış bu saçlar al yanaklarına rek yok..." diye bağırıyordu.
ve omuzlarına dökülürdü. Tam anlamıyla genç bir cadı. Fransızca
şarkılar söyleyerek bahçede dolaşır, çalışmamı izler, arada bir mut- XXIX
fak penceresine yaklaşarak: "Doktorların binlerce, yüz binlerce insanı öldürdüklerini, ha-
"Polin, bana bir şey ver..." diye seslenirdi. len de öldürmekte olduklarını söyleyen Poznışev'le aynı fikirde
"Bir şey" her zaman aynıydı: Bir bardak soğuk şarap. misiniz?" diye sordum ona.
Evinin alt katında üç öksüz kız oturuyordu. Bu kızların babası "Çok mu merak ediyorsunuz?"
olan levazım generali başka bir yere gitmiş, anaları da ölmüştü. "Çok."
General karısı Cornet, kızlardan hoşlanmaz, çeşitli kötülükler ya- "Öyleyse söylemeyeceğim!"
parak onları evden atmaya çalışırdı. Rusçayı çok kötü konuşur ama
Sonra başparmaklarını oynatarak güldü.
iyi bir arabacı kadar esaslı küfrederdi. Hiç kimseye zararı olmayan
Öykülerinden birinde bir köy baytarıyla bir tıp doktorunun
bu kızlara yaptıklarından pek hoşlanmıyordum. Mahzun, ürkek,
karşılaştırıldığını anımsıyorum:
savunmasız kızcağızlardı. Bir gün öğleye doğru kızların ikisi bah-
" 'Bıçılgan, 'kelebek hastalığı', 'kan almak' sözlerinin sinir, ro-
çede geziniyorlardı. General karısı her zamanki gibi sarhoş bir hal-
matizma, organizma gibi sözlerden ne farkı var?"
de geliverdi ve bahçeden kovmak için kızlara bağırmaya başladı.
Jenner, Behring ve Pasteur'den sonra söylenmiştir bunlar. Ters-
Kızlar, hiç ses çıkarmadan gidiyorlardı, fakat general karısı bahçe
liğin daniskası!
kapısının önüne dikilerek, yolu tıpa gibi kapattı ve atları bile ir-
kiltecek kadar ağır "Rusça sözler" söylemeye başladı. Küfretmeyi
XXX
kesmesini, kızların geçmesine izin vermesini rica ettim.
Garip ama kâğıt oynamayı seviyor. Ciddi ciddi, hırslanarak
"Senin de ne mal olduğunu biliyorum! Geceleri kızların pence-
oynuyor. Kâğıtları eline aldığında elleri o kadar gerginleşiyor ki
resinden içeri giriyorsun..."
hareket ediyor, parmaklarının arasında ölü karton parçalan değil,
Kızmıştım, omuzlarından tutup, bahçe kapısının önünden çek-
canlı kuşlar tutuyor sanki.
tim fakat elimden kurtuldu, bana doğru döndü ve hızla sabahlığı-
nın önünü açıp gömleğini yukarı kaldırarak avaz avaz bağırmaya
XXXI
başladı:
"Dickens çok akıllıca bir laf etmiş: 'Hayat bize son dakikaya
"Ben bu sıçanlardan daha güzelim!"
dek cesaretle korunmak koşuluyla verilmiştir.' Dickens, içli, çe-
O zaman iyice tepem attı, ensesinden tutup çevirdim ve sırtı-
nesi düşük bir yazardır, pek de akıllı sayılmaz. Bununla birlikte
nın biraz altına küreği yapıştırdım. Bahçe kapısına doğru sıçradı
romanlarını herkesten ve kuşkusuz Balzac'tan da daha iyi kurmayı
ve büyük bir şaşkınlık içinde "O! O! O!" diye bağırarak avluda koş-
başarmıştır. Birisi şöyle demiş: 'Pek çok kişi kitap yazma ihtirasına
maya başladı.
kapılmıştır, ancak pek az kişi daha sonra yazdıklarından utanır.'
Kendisi gibi ayyaş ama son derece kurnaz olan sırdaşı Polina'dan
Balzac utanmamıştır, Dickens da. Fakat her ikisinin de yazdığı
kimlik belgemi alıp, varımı yoğumu içine koyduğum çıkınımı kol-
kötü şeyler az değildir. Ne olursa olsun Balzac bir dâhidir, yani
tuğumun altına sıkıştırıp avludan çıktım. General karısı ise elinde
dâhiden başka türlü adlandırılmayacak biridir..."
kırmızı bir mendille pencerenin önünde durmuş bana:
Birisi Lev Tihomirov'un Neden Devrimci Olmaktan Vazgeçtim mamak, yoksa sonra sizin için kötü olacaktır. Ayrıca diliniz çok
adlı kitapçığını getirmişti. Lev Nikolayeviç kitabı masanın üzerin- hareketli, laf cambazlıklarıyla dolu. Bu da iyi değil. Daha basit
den aldı ve havada sallayarak şöyle dedi: yazmak gerekir, halk basit, hatta abuk sabuk, ama güzel konuşur.
"Bu kitapta politik cinayetler ve bu mücadele sisteminin açık Köylü, bilimle uğraşan bir hanımefendinin sorduğu gibi, 'Eğer
bir düşünceye sahip olmadığı konusu çok iyi ifade edilmiş. Aklı dört üçten büyükse neden üçte-bir dörtte-birden daha büyüktür?'
başına gelmiş bir katil, bu düşüncenin ancak ve ancak bireyin sı- diye sormaz. Laf cambazlıklarına gerek yok."
nırsız anarşik gücü ve topluma, insanlığa karşı duyduğu nefret ola- Hoşnut değilmiş gibi konuşuyordu. Görünüşe bakılırsa oku-
bileceğini söylüyor. Doğru bir düşünce, fakat anarşik güç derken duklarımı fazla beğenmemişti. Kısa bir süre sustuktan sonra, yan
bir kalem sürçmesi olmuş, monarşik güç demesi gerekirdi. Güzel, yan bakıp kaşlarını çatarak şöyle dedi:
doğru bir düşünce, tüm teröristler bu düşünce konusunda durak- "İhtiyar adamınız da sevimli değil, iyi yürekli olduğuna inana-
sarlar, dürüst olanlardan söz ediyorum tabii. Yapısı gereği adam mıyor insan. Aktör zararsız, fena sayılmaz. Eğitimin Meyvelerim
öldürmeyi seven biri duraksamaz. Böyle birinin ayağının takılaca- bilir misiniz? Sizin aktöre benzeyen bir aşçım var benim. Oyun
ğı hiçbir düşünce yoktur. Ancak böyleleri sadece bir katildir, terö- yazmak zor iştir. Fahişe tipi de başarılı. Böyleleri vardır hayatta.
ristlerin arasına ise rastlantı sonucu düşmüşlerdir..." Hiç gördünüz mü bu tipleri?"
"Gördüm."
XXXII "Evet, belli. Gerçek her yerde kendini belli eder. Kendinizden
Bazen Volga boyunda yaşayan bir tarikat müridi gibi kendini pek çok şey söylüyorsunuz, bu yüzden yazdıklarınızda karakter
beğenmiş ve hoşgörüsüz biri oluyor. Bu dünyada sesi çan gibi yan- yok, bütün insanların tek bir yüzü var. Kadınları anlamıyor gibi-
kılanan biri için korkunç bir şey bu. Dün bana şöyle dedi: siniz. Kadın tipleriniz başarılı değil, bir teki bile. Sonradan anım-
"Ben sizden daha fazla köylüyüm ve kendimi daha fazla köylü samıyor insan..."
hissediyorum." Andrey Lvoviç'in karısı geldi, çaya davet etti; Lev Nikolayeviç
Tanrım! Bununla övünmesi gerekmez ki, hem de hiç gerek- ayağa kalkıp aceleyle gitti. Bu sohbetin bitmesine sevinmişti sanki.
mez!
XXXIV
XXXIII "Gördüğünüz en korkunç düş nasıldı?"
Ona Ayaktakımı Arasında oyunundan sahneler okuyordum; Ben ender olarak düş görürüm ve düşlerimi pek aklımda tu-
dikkatle dinledi, sonra: tamam fakat iki düşüm galiba hayatım boyunca belleğimde kala-
"Bu oyunu neden yazıyorsunuz?" diye sordu. caktır.
Becerebildiğimce açıkladım. Bir keresinde yeşilimsi sarı renkte, irinli, çürük bir gökyüzü
"Her yerde, her şeyin üzerine horoz gibi atıldığınız görülüyor. görmüştüm. Gökteki yıldızlar yuvarlak, yassı, ışıksız, pırıltısız,
Dahası her zaman bütün oyukları ve çatlakları kendi boyanızla aşırı zayıf birinin derisindeki çıbanlara benzer şeylerdi. Çürük
örtmek istiyorsunuz. Andersen'in 'Altın yaldız silinir, domuz de- gökyüzünde, bu yıldızların arasında yılanı andıran, kırmızımsı
risi kalır,' sözünü anımsayın. Bizde de köylüler, 'Her şey gider, bir bir şimşek ağır ağır kayıyordu. Şimşek yıldızlara değdiğinde yıldız
tek gerçek kalır,' derler. En iyisi bir şeylerin üstünü boyayla kapat- o anda şişerek bir küre halini alıyor, sessizce patlayarak dağılıyor,
bulunduğu yerde duman gibi koyu bir leke bırakıyor, irinli, vıcık vermeden üzerinde vint oynamışlar, o da buna daha fazla dayana-
vıcık gökyüzünde hızla kayboluyordu. Bütün yıldızlar birbiri ar- mayıp kaçmış."
dınca dağılarak yok oldu, gökyüzü kapkaranlık, korkunç bir hal Güldü ve inanmadığı için biraz alındığımı fark etti:
aldı. Sonra duman duman yükseldi, kaynamaya, parça parça ay- "Düşlerinizin kitap kokan düşler gibi geldiğini söyledim diye
rılarak jöle gibi kafama düşmeye başladı, gök parçaları arasındaki kızıyor musunuz yoksa? Kızmayın, bir dahaki sefere fark edilme-
yarıklarda ise parlak, madeni bir karanlık beliriyordu. yecek şekilde uyduracağınızı ve bana da uydurulmuş gibi değil,
Lev Nikolayeviç şöyle dedi: düşte görülmüş gibi geleceğini biliyorum. Yaşlı bir toprak sahibi,
"Bilim kitapları yüzünden. Astronomi kitabı okumuşsunuz ve düşünde, ormandan geçerek bozkıra çıktığını anlatıyor. Bozkırda
sonunda kâbus görmüşsünüz. Ya öbür düşünüz?" iki tane tepe görüyor. Bu tepeler birden kadın memelerine dönüş-
Öbür düşüm de şöyleydi: Kâğıt gibi dümdüz, karlı bir ova, ne müş, memelerin arasında ise göz yerine gözbebeği gibi iki tane ay
bir tepe, ne bir ağaç, ne de bir çalı; yalnızca karın altından birazcık bulunan kara bir surat yükseliyormuş. İhtiyar adam, bir kadının
uçları çıkmış incecik dallar görünüyor. Bu ölü boşluktaki karların bacakları arasında duruyormuş, önünde ise derin, kara bir uçurum
üzerinde zar zor ayırt edilen yol sarı bir şerit halinde bir uçtan varmış ve onu içine çekiyormuş. Bundan sonra saçları ağarmaya,
öbür uca uzanıyor, gri keçe çizmeler yolda ağır ağır yürüyor, çiz- elleri titremeye başlamış ve yurtdışına, Doktor Kneipp'e su tedavi-
melerin içi boş. si olmaya gitmiş. Bu düşü gören, zamparanın biriydi herhalde."
Bir orman devinin kaşlarını andıran gür kaşlarını kaldırdı, Omzumu okşadı.
dikkatle yüzüme baktı, bir süre düşündü. "Oysa siz ne sarhoşsunuz ne de zampara. Nasıl oluyor da böyle
"Müthiş! Bunu gerçekten gördünüz mü, yoksa uyduruyor mu- düşler görüyorsunuz?"
sunuz? Bu düşte de kitaplardan alınma bir şeyler var." "Bilmiyorum."
Sonra sanki birden öfkelendi, sert, gönülsüz, parmağını dizine "Kendimizle ilgili hiçbir şey bilmeyiz zaten!"
vurarak konuşmaya başladı: İç çekti, gözlerini kırpıştırdı, bir an düşündü ve daha alçak bir
"İçki içmiyorsunuz değil mi? Bir zamanlar çok içmiş birine de sesle ekledi:
benzemiyorsunuz ama bu düşlerde yine de sarhoş bir şey var. Hoff- "Hiçbir şey bilmeyiz!"
man diye bir Alman yazar vardı. Onun kitaplarında oyun masaları Bugün akşamüstü gezintisinde koluma girerek şöyle dedi:
caddelerde koşar, buna benzer başka şeyler olurdu. Sarhoşun bi- "Çizmeler yürüyor, müthiş bir şey ha? Bomboş, rap rap yürü-
riydi. Bizim biraz okur yazar arabacıların dediği gibi 'kalagolik'ti. yorlar ve kar gıcır gıcır ses çıkarıyor! Evet, güzel! Ama yine de çok
Boş çizmeler yürüyor, ha! Gerçekten müthiş bir şey! Uydurmuş ol- kitabisiniz, çok! Kızmayın ama bu iyi bir şey değil ve sizi engelle-
sanız bile çok güzel! Müthiş!" yecektir."
Bir anda tüm sakalına öyle bir gülümseme yayılmıştı ki elma- Ondan daha fazla kitabi olduğumu sanmıyorum, ama söylediği
cıkkemikleri bile ışıldamaya başlamıştı. güzel uyarı sözlerine rağmen bu kez bana amansız bir akılcı olarak
"Düşünsenize, bir kumar masası bacaklarını bükerek ansızın göründü.
Tver Caddesinde koşmaya başlıyor, tahtaları gürültüyle birbirine
vuruyor, tebeşir tozları uçuşuyor, hatta yeşil çuhanın üstündeki XXXV
rakamlar hâlâ okunabiliyor. Vergi memurları üç gün üç gece ara Bazen sanki uzak bir yerden biraz önce gelmiş gibi görünüyor;
insanların farklı düşündükleri, farklı hissettikleri, birbirlerine "İnsanların saçmalıklarında —ki bu saçmalıklar kötü niyetli
karşı farklı davrandıkları, hatta farklı hareket ettikleri ve başka olmadığı sürece— çok dokunaklı, hatta sevimli bir şey vardır...
bir dille konuştukları bir yerden gelmiş gibi. Yorgun, soluk, başka Her zaman vardır..."
bir dünyanın tozuna bulanmış gibi bir köşede oturuyor ve yabancı, Öğle yemeğine çağrıldık.
dilsiz birinin gözleriyle herkesi dikkatlice süzüyor.
Dün öğle yemeğinden önce misafir odasına geldi, uzaklara git-
XXXVI
miş biri gibiydi, divana oturdu ve bir an sustuktan sonra yüzünü
"Sarhoşları sevmem, fakat içince ilginçleşen, ayıkken sahip ol-
buruşturup, iki yana sallanıp, avuçlarıyla dizlerini ovuşturarak
madıkları keskin zekâya, düşünce güzelliğine, hazırcevaplığa ve
birden:
sözcük zenginliğine kavuşan insanlar tanıyorum. Bu durumlarda
"Henüz her şey bitmiş değil, hayır, değil," dedi.
şarabı kutsamaya hazırım."
Odadakilerden her zaman bir ütü kadar rahat ve vurdumduy-
Suler anlatıyordu: Lev Nikolayeviç'le Tver Caddesinde yürü-
maz bir budala:
yorlarmış. Tolstoy, uzaktan iki zırhlı süvari askerinin geldiğini
"Neden söz ediyorsunuz?" diye sordu.
fark etmiş. Askerler, silahlan güneşte ışıl ışıl parlayarak, mahmuz-
Adamın yüzüne dikkatle göz attı; biraz daha eğildi, Doktor Ni-
larını şangırdatarak, sanki birbirine yapışık gibi uygun adım yü-
kitin, Yelpatyevskiy ve benim oturduğumuz terasa bakarak:
"Siz neden söz ediyorsunuz?" diye sordu. rüyorlarmış, yüzleri de güçlerinden ve gençliklerinden duydukları

"Pleve'den.*" gururla parlıyormuş.

"Pleve'den... Pleve..." diye duraklayıp dalgınca yineledi, bu Tolstoy başlamış onlarla alay etmeye:
ismi sanki ilk kez duyuyormuşcasma, sonra kuşlar gibi silkindi ve "Ne büyük bir ahmaklık! Aynen sopayla eğitilmiş hayvanlar
hafifçe gülerek: gibi..."
"Bu sabahtan beri kafamda saçma sapan bir şey var; birisi bana, Fakat askerlerle aynı hizaya geldiklerinde Tolstoy durmuş ve se-
bir mezar taşının yazıtında şu sözleri okuduğunu söyledi, dedi. vecen bakışlarla arkalarından bakarak coşku içinde şöyle demiş:
"Ne güzellik ama! Eski Romalılar gibi, değil mi Levuşka? Güç,
Bu taşın altında İvan Yegoryevyatıyor, güzellik, ah Tanrım. İnsanın güzel olması ne hoş bir şey!"
Sepiciydi kendisi hep deri işledi,
Dindarca çalıştı, yüreği iyilik doluydu, ama işte XXXVII
Öldü, dükkânını karısına bırakarak. Sıcak bir gün alttaki yolda bana yetişti; at sırtında Livadiya
Yaşlı değildi henüz, daha çok şey yapabilirdi yönüne gidiyordu; altında küçük, sakin bir Tatar atı vardı. Beyaz
Fakat Tanrı aldı onu cennet yaşamı için, keçeden, mantarı andıran şapkasıyla, gri, eski giysileriyle, sakallı,
Kutsal haftanın cumayı cumartesiye bağlayan gecesinde... cüce bir cine benziyordu.
ve daha buna benzer şeyler..." Atı durdurup konuşmaya başladı; yanından, uçurumun kena-
Sustu, sonra başını sallayıp hafifçe gülerek ekledi: rından yürüyordum. Bu arada da V. G. Korolenko'dan bir mektup
aldığımı söyledim. Tolstoy sakalını öfkeyle salladı:
* Vyaçeslav Konstantinoviç Pleve (1846-1904): İçişleri bakanı. Aşırı gerici. Sosyalist "Tanrıya inanır mı o?"
Devrimciler örgütünden Y. S. Sozonov tarafından öldürülmüştür.
"Bilmiyorum." öğrenmiş olan birinin inançlı olması zordur, Tanrının içinde ya-
"En önemli şeyi bilmiyorsunuz. İnanır, ama dinsizlerin önünde şamak ise ancak inançla mümkündür. Tertullianus 'Düşünce kö-
bunu itiraf etmeye utanır." tülüktür,' demiş.
Homurdanarak, öfkeden gözlerini kısarak konuşuyordu. Ona
engel olduğum ortadaydı, fakat gitmek istediğimde beni durdurdu: XL
"Aceleniz ne? Atı yavaş sürüyorum ya." Bu harika adam, vaazlarının tekdüzeliğine karşın son derece
Ve tekrar homurdanmaya başladı: çok yönlü bir insan.
"Sizin Andreyev de dinsizlerden utanıyor, ama Tanrıya inanı- Bugün parkta, Gaspra mollasıyla sohbet ederken, bu dünyada
yor ve Tanrıdan korkuyor." geçireceği son günleri düşünme saati gelmiş saf bir köylü gibi dav-
Grandük A. M. Romanov'un malikânesinin bahçe duvarlarının ranıyordu. Zaten ufak tefek olan ve sanki kasten daha da büzülüp
yanında, Romanovlardan üçü yolda birbirlerine iyice yaklaşmış, küçülen Lev Nikolayeviç, sağlam yapılı bu Tatar'ın yanında, va-
sohbet ediyorlardı: Ay-Todor'un sahibi, Georgiy ve biri daha, ga- roluş düşüncesi hakkında ilk kez düşünmeye başlamış ve varlık
liba Dyulber'den Pyotr Nikolayeviç; üçü de iriyarı adamlardı. Tek sürecinde ortaya çıkan sorunlardan korkan bir ihtiyar izlenimi
atlı yaylı arabalar yolu kapatmıştı, yolun ortasında bir de binek bırakıyordu. Gür kaşlarını şaşırmış gibi yukarı kaldırıyor ve kü-
atı duruyordu; Lev Nikolayeviç'in geçmesine olanak yoktu. Sert, çük, keskin gözlerini ürkek ürkek kırpıp, bu gözlerin dayanılmaz,
ısrarlı bakışlarını Romanov'lara dikmişti. Fakat onlar daha önce delici ateşini söndürüyordu. Karşısındakinin düşüncesini okuyan
arkalarını dönmüşlerdi. Binek atı olduğu yerde kımıldanıyordu, bakışları, mollanın geniş yüzüne sabitçe saplanmış ve gözbebekle-
biraz kenara çekilerek Tolstoy'un atına yol açtı. ri insanı şaşırtan keskinliğinden yoksun kalmıştı. İncil'den sözle-
İki dakika kadar konuşmadan ilerledikten sonra: rin ve peygamberlerin söylediklerinin yerine büyük bir ustalıkla
"Tanıdılar aptallar," dedi. Kuran'dan âyetler koyarak mollaya hayatın anlamı, ruh ve Tanrı
Bir dakika sonra da: konularında "çocukça" sorular soruyordu. Aslında rol yapıyordu
"At, Tolstoy'a yol vermek gerektiğini anladı ama," diye ekledi. ve bu rolü, yalnızca büyük bir oyuncunun ve bir bilgenin erişebile-
ceği şaşırtıcılıkla oynuyordu.
XXXVIII Bundan birkaç gün önceyse Taneyev ve Suler'le müzikten söz
"Kendinizi öncelikle kendiniz için koruyun, o zaman insanlara ederken tıpkı bir çocuk gibi müziğin güzelliğine hayran kalmış
da çok şey kalacaktır." ve duyduğu bu hayranlıktan, daha doğrusu hayran olabilme ye-
teneğinden hoşnut olduğu anlaşılmıştı. Müzikten en güzel ve en
XXXIX derinlemesine söz eden kişinin Schopenhauer olduğunu söylüyor,
"Bilmek ne demektir? Örneğin ben biliyorum, ben Tolstoy'um, bunun yanı sıra, Fet'le ilgili komik bir fıkra anlatıyor ve müziği
yazarım, karım, çocuklarım, kır saçlarım, çirkin bir yüzüm, sa- "ruhun dilsiz duası" olarak adlandırıyordu.
kalım var. Bütün bunlar kimlik belgelerinde yazıyor ama kimlik "Nasıl, dilsiz mi?" diye sordu Suler.
belgelerinde ruhla ilgili bir şey yazmaz. Ruh konusunda bildiğim "Dilsiz, çünkü sözsüz. Seste düşünceye göre daha fazla ruh var-
tek şey: ruhun Tanrıya yakın olmak istemesidir. Peki Tanrı nedir? dır. Düşünce, içine beş kapikliklerin doldurulduğu bir cüzdandır,
Bir zerresi benim ruhum olan şeydir. İşte hepsi bu. Düşünmeyi sesin içini ise hiçbir şey kirletmemiştir, tertemizdir."
Sevimli, çocukça sözlerle, ansızın bu sözlerin en güzellerini ve vincini saklamaya gerek duymadan herkesin yüzüne "Bana hiçbir
en tatlılarını anımsayarak büyük bir keyifle konuşuyordu ve bek- şey yapamayacaksınız," der gibi bakıyordu.
lenmedik bir anda sakalının içine doğru gülümseyerek yumuşak, Fakat neyi bulduğunu ve nerede bulduğunu söylemiyordu.
okşar gibi bir sesle: Ona bakıp bakıp şaşırmaktan hiç bıkmaz insan. Bununla bir-
"Bütün müzisyenler aptal adamlardır," dedi, "ve bir müzisyen likte, onu çok sık görmek de zor gelir insana. Hele de ben bırakın
ne kadar yetenekliyse o kadar darkafalıdır. Garip ama hemen he- aynı odada, onunla aynı evde bile yaşayamazdım. Bu olsa olsa her
men hepsi de dindardır." şeyin güneşten yanıp kavrulduğu, güneşin kendisinin de ebediyen
karanlık bir gece olana dek yanıp tükendiği bir çölde yaşamak gibi
XLI bir şey olurdu.
Çehov'a telefonda şöyle dedi:
"Bugün benim için çok güzel bir gün, ruhum o kadar büyük MEKTUP
bir sevinç içinde ki, sizin de sevinçli olmanızı istiyorum. Özellikle Size biraz önce bir mektup yollamıştım ki "Tolstoy kaçtı" diye
sizin! Siz çok iyi bir insansınız, çok!" telgraflar geldi ve düşüncem henüz sizden kopmadan işte tekrar
yazıyorum.
XLII Bu haberle ilgili söylemek istediklerim, karmakarışık, hatta
belki de, bağışlayın beni ama, sert ve öfkeli olacak. Birisi boğazı-
Söylenmesi gereken şey söylenmediğinde dinlemiyor ve inan-
ma sarılmış ve boğuyormuş gibi hissediyorum kendimi.
mıyor. Aslında yaptığı soru sormak değil, sorguya çekmek. Nadir
Benimle kim bilir kaç kez uzun sohbetler etti; Kırım ve
eserler koleksiyoncusu gibi, kendi koleksiyonunun uyumunu boz-
Gaspra'da sık sık evine giderdim. O da bana gelmeye can atardı.
mayacak şeyleri topluyor yalnızca. Kitaplarım dikkatle, severek okurdum. Kendisine karşı takını-
lan genel tavırdan çok farklı ve çok cesurca da olsa onunla ilgili
XLIII düşüncelerimi söyleme hakkına sahip olduğuma inanıyorum.
Postayı ayıklarken: Dünyada dâhi adını taşımaya ondan daha fazla layık olan, daha
"Konuşuyor, yazıp duruyorlar. Ben öldükten bir sene sonra ise, zor, daha çelişkili ve her yönüyle, evet, evet her yönüyle mükem-
mel bir insan daha bulunmadığım en az başkaları kadar ben de
'Tolstoy mu? A, hani şu çizme dikmeye kalkışan ve başı belaya gi-
biliyorum. Sözcüklerle anlaşılamayacak, özel ve en geniş anlam-
ren kont değil mi?' diyecekler.
da mükemmel; içimde her zaman herkese "Bakın, yeryüzünde
ne kadar eşsiz bir insan yaşıyor!" diye haykırma isteği uyandıran
XLIV bir şey var onda. Çünkü o, her şeyden önce insandır, insanlığın
Yüzünde ve bakışlarında, sakladığı şeyi hiç beklemediği bir insanıdır.
anda bulan birinin kurnaz ve hoşnut gülümsemesini gördüm bir- Fakat Kont Lev Nikolayeviç Tolstoy'un hayatını, "diğer ermiş-
kaç kez. Saklamış, nereye sakladığını da unutmuştu. Bana lazım lerinkine benzer, toprak sahibi, beyzade, ermiş Lev Babamızın
olan bu şeyi nereye soktum diye düşüne düşüne gizli bir kaygıyla hayat hikâyesine" dönüştürme konusundaki ısrarlı ve baskıcı
yaşıyordu. Kaygısını ve kaybettiği şeyi insanların anlamalarından, istek beni daima ondan uzaklaştırmıştır. Biliyorsunuz, uzun
kendisine kötü bir şey yapmalarından korkuyordu. Ansızın anım- zamandır "kendini kurban etmeye" hazırlanıyordu; Solovyev ve
samış, bulmuştu. Tepeden tırnağa sevince boğulmuş ve artık se- Suler'e bunu başaramadığı için üzüldüğünü söylüyordu. Ancak
onun kendini kurban etme, acı çekme isteği, iradesinin sağlam-
lığını sınamak gibi doğal bir istekten değil, öğretisinin çetinli- ancak daha kötüsünü bulamayacağımız, daha ileriye gideme-
ğini daha da artırmak, vaazlarını karşı konulamaz sözler haline yeceğimiz bir yere geldiğimizde yerleşik düzene geçmek için
getirmek, çektiği acılarla bu vaazları insanların gözünde kutsal- durmuşuz: demek ki kaderimiz böyleymiş, kısmetimize düşen,
laştırmak, onları bu vaazları kabul etmek zorunda bırakmak, yabanıl Erza, Çudya, Mera, Vesya ve Muroma'ya komşu batak-
anlıyor musunuz, kabul etmek zorunda bırakmak konusundaki lıklar ve karlar içinde yaşamakmış. Fakat ışığın bize doğudan
açık, yineliyorum, baskıcı niyetinden kaynaklanıyordu. Çünkü değil batıdan geldiğini sezen insanlar da çıkmıştır ve işte o, eski
bu vaazlar yeterince inandırıcı değildi; günlüğünde onun, kendi tarihimizi kapatan insan, bilerek ya da bilmeyerek, ulusumuzun
vaazlarına ve kişiliğine karşı gösterdiği kuşkuculuğun güzel ör- Avrupa'ya uzanan, insandan bütün manevi güçlerini en geniş
neklerini okuyacaksınız zaman içinde. "Çilekeşlerin çok ender boyutlarda harekete geçirmesini şiddetle talep eden etken bir
olarak bir<=r despot ve zorba haline gelmediklerini" bilir, o her hayata uzanan yola yüce bir dağ gibi kurulmak istiyor. Onun
şeyi bilir! Ama yine de "Düşüncelerim uğruna acı çekseydim deneysel bilim konusundaki tutumu da büyük ölçüde ulusçu-
etkisi daha başka olurdu," der. Bu sözlerde, üzerimde bir bas- dur. Eski Rusya'nın cehaletten kaynaklanan köy kuşkuculuğunu
kı denemesini, vicdanımı ele geçirme, vicdanımı imanlı kanın mükemmel bir şekilde yansıtır. Onun her şeyi ulusaldır ve öğre-
parlaklığıyla kamaştırma, boynuma dogma boyunduruğunu ge- tisinin tamamı geçmişin bir tepkisi, artık ortadan kaldırmaya,
çirme isteğini hissetmemem olanaksız olduğu için, bu durum aşmaya başladığımız atavizmdir.
beni ondan her zaman uzaklaştırırdı. 1905 yılında yazdığı "Aydınlar, Devlet, Halk" başlıklı mektu-
Öbür dünyadaki yaşamı öve öve göklere çıkarırdı hep, ama bunu anımsayınız. Ne kadar kırıcı ve kötü niyetli bir şeydir! Bu
asıl hoşuna giden bu dünyadaki yaşamdı. O, kavramın en ger- mektupta da bir mezhepçinin "Ya, gördünüz mü işte, ben size
çek anlamında ulusal bir yazar olarak ulusunun bütün kusur- demiştim!" diyen sesi duyulur. O zaman "Rus halkı hakkında
larını, tarihimizin işkenceleriyle açılmış bütün yaralarını geniş ve Rus halkı adına konuşma hakkını çoktan yitirmiş olduğu"
ruhunda barındırırdı; "bir şey yapmama," "kötülüğe karşı koy- yolunda bana söylediği sözlere dayanan bir cevap yazmıştım
mama" şeklinde ifade edilebilecek bulanık öğretisi, başka bir ona. Çünkü kendisiyle görüşmeyi yürekten dileyerek gelmiş
deyimle edilgenlik öğretisi, Moğol fanatizminden zehirlenmiş, olan halktan insanları dinlemek ve anlamak istemediğine tanık
durup dinlenmeden yaratıcı çalışmalarda bulunan Batıya karşı olmuştum. Mektubum çok sertti, göndermedim.
kimyasal düşmanlık besleyen eski Rus kanının bozuk mayasını İşte şimdi de düşüncelerine en yüce anlamı kazandırmak için
taşır. "Tolstoy anarşizmi" diye adlandırılan şey, özünde ve kö- son çıkışım yapıyor galiba. Vasiliy Buslayev gibi o da genellik-
keninde bizim Slavlara özgü, aynı şekilde ulusal özellik taşıyan le bu tür çıkışları severdi ama hep kutsallığının doğrulanması
devlet karşıtlığımızı, eskiden beri iliklerimize işlemiş olan "gö- ve başına geçireceği ışıktan bir taç arayışları yönünde. Öğretisi,
çebe dağınıklığına" özlemimizi ifade eder. Sizin ve herkesin de Rusya'nın eski tarihiyle ve onun kişisel açılarıyla doğrulanmış
bildiği gibi, bu özleme kendimizi bugün de tutkuyla teslim etmiş olsa da gaddarca bir öğretidir. Kutsallık, günahlara hayranlık
durumdayız. Ruslar bunu bilirler, ama yine de dağılırlar ve yok duyularak, yaşama isteği köleleştirilerek elde edilir. İnsanlar
olacaklarını bilseler de direnmeyi en az gerektiren yolu seçer- yaşamak istiyorlar, ancak o, "Bu dünyadaki yaşamımız boştur!"
ler, birbirlerinden daha da uzaklara giderler; rastlantıyla ya da diyerek insanları kandırmaya çalışıyor. Bir Rus'u buna inandır-
bilinçsiz ve plansız olarak değil, çoğu sağduyulu vatandaşlarını mak çok kolaydır: Rus insanı tembeldir, işsiz güçsüz yan gelip
bile şaşırtacak biçimde Vareg, Tatar, Ostyak ve muhafız güçle- yatmak kadar sevdiği bir şey daha yoktur. Rus insanı genellikle
rince kurulmuş bir devlet olan "Rusya tarihi," hamamböcekleri- bir Platon Karatayev ya da bir Akim, Bezuhiy ya da Nehlyudov
nin içler acısı kaçışması diye de adlandırılır. Şaşırtacak biçimde değildir elbette. Bütün bu insanlar, tarih ve doğa tarafından
diyorum, çünkü bizler hep oraya buraya "dağılarak yaşamışız," yaratılmışlardır ve pek de Tolstoy'un dediği gibi değillerdir. O,
öğretisini biraz daha pekiştirmek için bu insanlarda bazı düzelt- zaman yaşayacaktır! Doğa, yasasında neden bir ayrıcalık yapmı-
meler yapmıştır. Ancak kuşku götürmeyecek ve çürütülmeye- yor, insanlardan birine bedensel ölümsüzlük bahşetmiyor, ne-
cek bir şey vardır: Rusya'yı bir bütün olarak ele alırsak, alt tarafı den? Mucizelere inanmayacak kadar sağduyulu, akıllı bir insan,
Tyulin, üst tarafı ise Oblomov'dur. Tyulin'in ne olduğunu 1905 ancak öte yandan da düzene karşı gelen biridir, bir deneycidir ve
yılı kanıtlıyor, Oblomov içinse Kont A. N. Tolstoy'a, İ. Bunin'e ve genç bir acemi er gibi, meçhul bir kışlanın önünde korkudan ve
kendi çevrenize bakın. Canileri ve dolandırıcıları bir yana bıra- umutsuzluktan deliye dönmektedir. Anımsıyorum, Gaspra'da,
kalım. Gerçi bizde caniler de aşırı derecede ulusaldır. Cani, tüm iyileştikten sonra, Lev Şestov'un Nietzsche ve Kont Tolstoy'un
acımasızlığına karşın tiksinilecek kadar korkaktır. Dolandırıcı Öğretisinde İyilik ve Kötülük adlı kitabını okuyup bitirdiğinde,
ise uluslararasıdır kuşkusuz. A. P. Çehov'un "kitabı beğenmediğini" söylemesi üzerine şöyle
Ara sıra içimde ona karşı nefrete yakın bir duygu uyandı- demişti:
ran, ruhuma ezici bir ağırlıkla çöken o kadar çok şey vardı ki "Oysa bana eğlenceli geldi. Çalım satmak için yazılmış, ama
Lev Nikolayeviç'te. Aşırı derecede serpilmiş kişiliği, korkunç, fena değil, ilginç bir şey. Samimiyseler arsızları severim aslında.
nerdeyse çirkin bir durumdu. Dünyanın taşıyamadığı yiğit Bakın işte 'Gerçek gerekli değildir,' diyor. Doğru, gerçek onun
Svyatogor'dan* bir şeyler var. Evet o çok büyüktür! Söyledikle- ne işine yarayacak, nasıl olsa ölecek değil mi?"
rinin yanı sıra, hiç ağzını açmayıp sustuğu -hatta günlüğünde Sözlerinin anlaşılmadığını fark etmiş olacak ki, keskin bir gü-
bile değinmediği- ve büyük olasılıkla hiçbir zaman da hiç kim- lüşle ekledi:
seye söylemeyeceği pek çok şey olduğundan eminim. Bu "şey- "Eğer bir insan düşünmeyi öğrenmişse, ne düşünürse düşün-
ler" ancak konuşmalarında ara sıra birer ima olarak geçmiştir. sün, daima kendi ölümünü düşünür. Bütün filozoflar böyledir.
Okumamız için bana ve L. A. Sulerjistkiy'e verdiği iki günlük İnsan eninde sonunda ölecek olduktan sonra hangi gerçeklerden
defterinde de üstü kapalı olarak yer almaktadır bunlar. Bu "şey", söz edilebilir?"
bence, "bütün düşüncelerin yadsınması," sonsuz, hiçbir şekilde
Daha sonra herkes için tek bir gerçek bulunduğunu, bu ger-
yok edilemeyen, büyük olasılıkla bu adamdan önce hiç kimse ta-
çeğin de Tanrı sevgisi olduğunu söyledi, fakat bu konuda soğuk
rafından bu derece korkunç bir açıklıkla yaşanmamış bir umut-
bir dille ve yorgun konuşuyordu. Kahvaltıdan sonra ise terasta
suzluk ve yalnızlık zemini üzerinde boy atmış çok derin ve çok
kitabı tekrar eline alıp, yazarın "Tolstoy, Dostoyevskiy, Nietzsc-
korkunç bir nihilizmdir. Sık sık ruhunun derinlerinde insanlara
he sorularına bir yanıt bulmadan yaşayamazlardı, onlar için her
karşı ısrarla kayıtsız kalan bir adam olarak görünmüştür bana.
yanıt, hiçbir yanıt bulamamaktan daha iyiydi," dediği yeri bula-
İnsanlardan o kadar yüce, o kadar güçlüdür ki, insanların hepsi
rak gülmeye başladı ve şöyle dedi:
ona birer böcek, sağa sola koşuşturmaları ise gülünç ve acınası
"Bakın şu gözüpek berbere. Düpedüz benim kendimi, dolayı-
bir şey olarak görünmüştür. İnsanlardan çok çok uzaktaki bir
sıyla başkalarını da aldattığımı yazmış. Bundan apaçık bu sonuç
çöle gitmiş ve orada tek başına, ruhunun bütün gücüyle "en
çıkıyor..."
önemli şeye", ölüme gözlerini dikmiş bakmaktadır.
Suler:
Hayatı boyunca ölümden korktu ve nefret etti, hayatı boyunca "Peki neden berber?" diye sordu.
ruhunun çevresinde bir "yıldırıcı korku" esip durdu. O, Tolstoy "Neden mi," diye yanıtladı dalgınca. "Modaya uygun giyinen,
ölecek insan mıydı? Bütün dünya, bütün yeryüzü gözünü dikmiş şık bir adam olduğu aklıma geldi ve dayısının köydeki düğünü-
ona bakıyor; Çin'den, Hindistan'dan, Amerika'dan, her yerden ne gitmiş Moskovalı bir berberi anımsadım. Berberin tavırları
ona canlı, titreşen bağlar uzanıyor, ruhu herkes içindir ve her çok kibardı, ayrıca güzel dans ediyordu ve bu yüzden de herkese
tepeden bakıyordu."
* Svyatogor: Doğaüstü güçlere sahip Rus masal ve destan kahramanı. Bu konuşmayı neredeyse sözcüğü sözcüğüne aktarıyorum.
Tümüyle hatırımda kalmış ve hatta beni etkileyen diğer pek çok mü biraz da olsa haklı gösterebilir, onu görünüşte daha anlaşı-
konuşma gibi bunu da not etmişim. Sulerjitskiy de ben de çok lır, kabul edilebilir hale getirebilir. Fakat hiçbir zaman ve hiçbir
not alırdık, ama Suler notlarını Arzamas'a beni ziyarete gelir- yerde iyi olmadığından, ne "bilgelik kitaplarının sayfalarında",
ken yolda kaybetmiş. Savruk bir adamdı ve Lev Nikolayeviç'i ne "at sırtında", ne de "bir kadının koynunda" "yeryüzündeki
bir kadın gibi sevmesine karşın ona karşı sanki biraz yüksek- cennetin" zevklerini tam olarak tatmadığından eminim. Bunu
ten bakıyormuş gibi garip davranırdı. Ben de notlarımı bir yere yapmak için aşırı derecede mantıklı biriydi ve hayatı, insanları
koymuşum, bulamıyorum, Rusya'da birinin elinde olmalı. Can- son derece iyi bilirdi. İşte onun birkaç sözü daha:
lı, gerçek bir inanç adamı aradığım ve ölene dek de arayacağım "Halife Abdurrahman hayatında on dört mutlu gün yaşamış,
için Tolstoy'un yüzüne çok dikkatli bakardım. Bunun nedenle- bense galiba o kadar bile yaşamadım. Bunun nedeni, kendim
rinden biri de, bir gün A. P. Çehov'un kültürsüzlüğümüzden söz için, kendi ruhum için yaşamayı beceremeyişim; ben gösterme-
ederken şöyle yakınmasıydı: lik bir hayat sürüyorum, insanlar için yaşıyorum."
"Goethe'nin söylediği her söz kaydedilmiştir, Tolstoy'un dü- Tolstoy'un evinden çıkarken A. P. Çehovbana: "Mutlu olmadı-
şünceleriyse uçup gidiyor. Kabul edilemeyecek kadar Ruslara ğına inanmıyorum," dedi. Bense inanıyorum. Mutlu değildi ama
özgü bir tavır bu, azizim. Sonra akılları başlarına gelecek, anı- "göstermelik" yaşadığı da doğru değildi. Evet, insanlara, elin-
larını yazmaya başlayacaklar ve yalan yanlış bir yığın şey uydu- deki fazlalıkları dilencilere verir gibi veriyordu; onları okumak,
racaklar." gezmek, yalnızca sebze yemek, müziği sevmek ve Lev Tolstoy'un
Biz yine Şestov'a dönelim: mantıksal-dinsel önermelerinin yanılmazlığına inanmak "zo-
"Korkunç hayaletlere bakarak yaşamak olanaksızdır, diyor, runda bırakmak" hoşuna gidiyordu, insanlara, onları memnun
hem nereden biliyor olanaklı mı, olanaksız mı olduğunu? Zaten edecek ya da oyalayacak bir şeyler vermek gerekiyordu, sonra
bilseydi ve hayaletleri görseydi, boş laflar yazmaz, hayatı boyun- defolup gidebilirler, insanı, "en önemli sorunun" dipsiz burgacı
ca Buda'nın yaptığı gibi daha ciddi bir işle uğraşırdı." önünde alıştığı, acı veren, ama bazen de rahatına gelen yalnızlı-
Şestov'un Yahudi olduğunu söylediler. ğıyla baş başa bırakabilirlerdi.
"Sanmam," dedi Lev Nikolayeviç kuşkuyla, "Yahudi'ye ben- Av vakum ve belki Tihon Zadonskiy dışındaki bütün Rus vaiz-
zemiyor; inançsız Yahudi olmaz, inançsız bir Yahudi'nin adını leri soğuk insanlardı, çünkü diri ve etkili bir inanca sahip değil-
söyleyin... hayır yoktur." lerdi. Ayaktakımı Arasında adlı eserimde Luka'yı yazarken tam
Bazen bu yaşlı büyücü ölümle oyun oynayıp, cilveleşiyor ve da böyle bir ihtiyarı anlatmak istiyordum: Bu ihtiyarı insanlar
"Senden korkmuyorum, seni seviyorum, seni bekliyorum," diye- değil, "her çeşit yanıt" ilgilendirecekti; insanlarla kaçınılmaz
rek onu kandırmaya çalışıyormuş gibi geliyordu. Bu arada kes- olarak karşılaştığında onları teselli edecek, ancak bunu sadece
kin, küçük gözleriyle bakıyor, "Nasıl bir şeysin? Arkanda neler onu rahat bırakmaları için yapacaktı. Bu tip insanların bütün
gizliyorsun? Beni tamamen mi yok edeceksin, yoksa canlı bir felsefesi, bütün vaazları, gizli bir tiksintiyle verdikleri bir sada-
şeyler kalacak mı benden?" diye soruyordu. kadır ve bu vaazın altından şu acıklı sözler duyulur:
Onun "İyiyim, korkunç derecede iyiyim, son derece iyiyim," "Gidin! Tanrıyı veya bir yakınınızı sevin, benim yakamı bıra-
şeklindeki sözleri ve bu sözlerin hemen ardından "Acı çekme- kın! Tanrıya lanet okuyun, uzak akrabanızı sevin! Beni bırakın,
liydim," demesi garip bir etki yapıyordu. Acı çekmek: Bu da çünkü ben bir insanım ve ölmeye mahkûmum!"
onun gerçeğidir; henüz daha tam iyileşmemişken hapishaneye Ne yazık ki bu böyle, uzun zamandır böyle! Başka türlü ola-
düşmekten, sürgüne gitmekten, genel anlamda başına çilekeşlik mazdı ve olamaz da. Çünkü insanların cam çıktı, acı çektiler,
tacım geçirmekten gerçekten sevinç duyacağı konusunda bir an birbirlerinden iyice koptular ve hepsi ruhlarını emen bir yal-
bile kuşku duymamışımdır. İşkencelere, acılara katlanmak, ölü- nızlıkla kuşatıldılar. Eğer Lev Nikolayeviç kiliseyle uzlaşmış ol-
saydı, bu beni zerre kadar şaşırtmazdı. Bunun da kendine özgü Roma'dan gelmiş. Tolstoy'un "kaçışı" hakkında, evet aynen
bir mantığı olurdu: Bütün insanlar aynı şekilde önemsizdirler, öyle, "kaçış" diyorlar, ne düşündüğümü soruyorlar. Onlarla ko-
hatta piskopos bile olsalar. Aslında burada bir uzlaşma olma- nuşmayı kabul etmedim. Ruhumun öfkeli bir rahatsızlık içinde
saydı da onun için şahsen bu hareket, sadece mantıksal bir adım olduğunu elbette anlıyorsunuzdur. Tolstoy'u bir ermiş olarak
olurdu: "Benden nefret edenleri bağışlıyorum." Hıristiyanca bir görmek istemiyorum; o, günahkâr bir dünyayı bir uçtan bir uca
davranış, ama altında hafif, keskin, alaylı bir gülümseme gizli. geçip yüreklere yakın, her birimizin yüreğine sonsuza dek yakın
Bu gülümsemeyi akıllı bir insanın aptallara verdiği ceza olarak bir günahkâr olarak kalacaktır. Puşkin ve o, bu ikisinden daha
anlamak mümkündür. yüce ve daha değerli kimse yoktur bizim için ...
Yazdıklarım, söylemek istediklerimin hepsi değil, istedikleri-
mi anlatamıyorum. İçimde uluyan bir köpek var ve yaklaşan bir Lev Tolstoy öldü.
felaketi görür gibi oluyorum. İşte gazeteler gelince apaçık ortaya Bir telgraf aldım. Telgrafta sıradan sözcüklerle, öldü deniyor-
çıktı: Sizin oralarda "bir efsane yazılmaya" başlanıyor: Bir varmış
du.
bir yokmuş, tembel vc aylak insanlar varmış, bunlar bir ermiş
yaratmışlar... Bunun tam da şimdi, hayal kırıklığına uğramış Yüreğimden vuruldum, üzüntüden ve kalbimin kırıklığından
insanların başlarının öne eğildiği, çoğunluğun ruhlarının boş, hüngür hüngür ağlamaya başladım ve işte şimdi yarı deli bir halde
en seçkin insanların ruhlarınınsa acıyla dolu olduğu bir sırada onu tanıdığım, gördüğüm haliyle gözümde canlandırmaya çalışı-
ülke için ne kadar zararlı olduğunu bir düşünün. Aç ve perişan yor, acılar içinde onunla ilgili bir şeyler söylemek istiyorum. Onu
insanlar efsane peşinde koşuyorlar. Böylelikle acılar giderilmek, tabutun içinde tasavvur ediyorum: Bir derenin dibindeki düzgün
ıstıraplar dindirilmek isteniyor! Tam da onun istediği, ama ge- bir taş gibi ve büyük bir olasılıkla herkese yabancı, aldatıcı gülüm-
rekli olmayan bir şeyi, bir meczubun, bir ermişin hayat hikâyesi-
semesini ak sakallarının arasına sessizce gizleyerek yatıyor ve çok
ni yazacaklar. O zaten ulu ve aziz bir insan, çıldırtacak kadar, acı
ağır olan dersini yapıp bitirmiş elleri nihayet huzur içinde iki ya-
verecek kadar güzel bir insan, tüm insanlığın insanı. Bu konuda
kendimle çelişiyorum, ama olsun. O, Tanrıyı kendisi için değil, nına uzanmış, duruyor.
insanlar için, insanı kendi seçtiği çölün ıssızlığında bırakmak Keskin gözlerini anımsıyorum. Bu gözler her şeyi delip geçe-
için arayan bir adamdı. O bize İncil'i verdi, İsa'nın çelişkilerini cekmiş gibi bakardı. Parmaklarının her zaman havadan bir şeyler
unutmamız için onun kişiliğini basitleştirdi, kavgacı özelliğini yoğuruyormuş izlenimi veren hareketlerini, konuşmalarını, şaka-
yumuşattı ve "gönderenin iradesine boyun eğme" ilkesini ileri larını, sevdiği, köylülere özgü sözcükleri ve pek belirgin olmayan
sürdü. Kuşkusuz Tolstoy'un İncil'i, Rus halkının "hastalığına" sesini anımsıyorum. Onun ne kadar insanüstü, ne kadar zeki ve
daha uygun olduğu için daha kolay anlaşılabilen bir İncil'dir.
müthiş bir adam olduğunu, hayatı nasıl kucakladığını görüyo-
Rus halkına bir şeyler vermek gerekir, çünkü o, sızlanmakta, in-
rum.
lemeleriyle dünyayı sarsmakta ve dikkati "asıl olandan" uzaklaş-
tırmaktadır. Ancak Savaş ve Barış ve aynı çizgideki diğer eserler Bir gün onu belki de hiç kimsenin görmediği bir durumda
boz Rus toprağının acısını ve umutsuzluğunu dindirmeyecektir. görmüştüm: Deniz kıyısında, Yusupov'un malikânesinin altın-
dan, kayaların arasından yürüyerek Gaspra'ya, onu ziyarete gi-
Savaş ve Barış için "Yapmacık bir alçakgönüllülük gösterme-
diyordum. Soluk, buruşuk, eski giysileri ve kırış kırış şapkasıyla
den diyebilirim ki, İlyada gibidir," diyordu. M. İ. Çaykovskiy,
Çocukluk ve tlkgençlik için de onun ağzından benzer sözler duy- ufak tefek, eğri büğrü vücudunu fark ettim. Ellerini elmacıkke-
muştu. miklerine dayamış oturuyor, parmaklarının arasından gümüş
Biraz önce Napolili gazeteciler geldiler, içlerinden biri de rengi sakalları uçuşuyor. Uzaklara, denize bakıyor. Yeşile çalan
dalgacıklar, kendileriyle ilgili bir şeyler anlatır gibi sakin sakin bu lar yaratmıştır; onun yarattığı hoş olmayan, düşmanca şeyler bile
yaşlı Veda rahibinin ayaklarına doğru yuvarlanıyor, bu ayakları ruhumu boğmamış, onu adeta patlatarak genişletmiş, daha duyar-
okşuyor. Bulutlu bir gündü. Bulutların gölgeleri kayaların üze- lı, daha oylumlu hale getirmiştir. Yoldaki pürüzleri düzeltircesine
rinde kayarak ilerliyordu. Kayalarla birlikte ihtiyar da bir aydın- tabanlarını sürterek birden bir kapıdan, bir köşeden beliriverdi-
lanıyor bir kararıyordu. Kayalar büyüktü, çatlaklarla doluydu ve ğinde, yeryüzünde dolaşmaya çok alışkın bir adamın küçük, hafif
oraya buraya su yosunları atılmıştı. Besbelli ki biraz önce büyük ve hızlı adımlarıyla size doğru yürüdüğünde ve iri parmaklarını
bir dalga çatlamıştı. O da bana bütün başlangıçları ve hedefleri kemerinin arasına sokup bir an durarak her yeni şeyi hemen fark
bilen, yeryüzündeki kayaların ve otların, deniz suyunun, insanın eden ve her şeyin anlamını bir anda emip içine çeken keskin bakı-
ve taştan güneşe bütün dünyanın sonunun ne zaman ve nasıl ge- şıyla çabucak etrafa baktığında ne kadar da güzeldi.
leceğini düşünen bu kayalarla yaşıt gibi geldi. Denizse ruhunun "Merhaba!"
bir parçasıydı ve çevresindeki her şey ondan, onun içinden çık- Bu sözü hep şöyle yorumlardım: "Merhaba, benim için bir
mış gibiydi. İhtiyarın dalgın hareketsizliğinde, altındaki karanlı- memnuniyet, sizin içinse bir anlamı yok, ama yine de merhaba!"
ğın içinde derinleşen, yeryüzünün üstündeki mavi boşluğa doğru Ortaya çıktığında ufak tefek görünürdü ama bir anda herkes
merakla yükselen kâhince, sihirbazca bir şey belirdi. Dalgaları ondan daha küçük kalıverirdi. Köylü sakalı, kaba fakat olağandışı
yanına çağıran ve geri gönderen, bulutların hareketini ve kayaları elleri, basit giyimi ve bütün bu dış görünüşteki rahat demokratlığı
adeta yerinden oynatan, onları uyandıran gölgeleri yöneten sanki pek çok kişiyi yanıltır ve insanları "giysisine göre" karşılamaya alış-
oydu, daha doğrusu onun yoğunlaştırdığı iradesiydi. Birden sanki mış olan - n e kadar eski, dalkavukça bir alışkanlık!- Rusların bu-
bir dakikalığına delirmiştim ve onun ayağa kalktığını, elini salla- ram buram kokan bir samimiyet yaymaya başladıkları görülürdü.
dığını, denizin buz kestiğini, camlaştığmı, kayaların kımıldadığı- "Ah, canımızsın sen bizim! Yurdumun en yüce evladını gözle-
nı, bağırdığını, çevredeki her şeyin canlandığını, gürültü etmeye, rimle görebilmek nasip oldu sonunda. Sonsuza dek yaşa ve saygı-
çeşitli sesler çıkarıp onun karşısında kendileri hakkında, onun larımı kabul et!"
hakkında, konuşmaya başladıklarını hissediyordum. O anda his- Bu Moskovalı bir Rus'a özgü, basit ve samimi bir ifadedir. Daha
settiğim şeyleri sözcüklerle ifade etmem olanaksız; ruhumda hem da Rus özellikler taşıyan, "bağımsız düşünceli" bir örnek:
heyecan hem dehşet vardı. Sonra her şey mutluluk veren bir dü- "Lev Nikolayeviç! Dini-felsefi görüşlerinizi kabul etmeyen, fa-
şünce halinde kaynaştı: kat şahsınızda büyük bir sanatçıya derin saygılarını sunan..."
"Dünyada bu insan var olduğu sürece öksüz değilim!" Ve köylü sakalının, buruşuk, demokrat gömleğinin altından
O zaman, düşüncelerine engel olmamak isteğiyle ayağımın yaşlı bir Rus beyi, görkemli bir aristokrat çıkıverirdi ansızın. İşte
altındaki çakıl taşlarının ses çıkarmamasına dikkat ederek geri o zaman saf yüreklisinin de okumuş yazmışının da burunları da-
döndüm ama işte şimdi kendimi öksüz hissediyorum, bir yandan yanılmaz bir soğukla morarırdı. Damarlarında safkan dolaşan bu
yazıyorum, bir yandan da ağlıyorum. Hayatım boyunca hiçbir insanı görmek, hareketlerindeki asaleti ve zarafeti, konuşmaların-
zaman böylesine tesellisiz, böylesine umutsuz ve böylesine acı acı daki gururlu ölçülülüğü görmek, iğneli sözlerindeki ince isabetli-
ağlamamıştım. Onu sevip sevmediğimi bilmiyorum. Onu seviyor liği işitmek güzeldi. Onun içindeki beylerin sayısı, uşaklar için ne
muyum yoksa ondan nefret mi ediyorum? Bunun ne önemi var za- kadar gerekiyorsa tam o kadardı. Bu uşaklar Tolstoy'un içindeki
ten? O her zaman ruhumda büyük, fantastik duygular ve heyecan- beyi uyandırdıklarında, bu bey, öyle kolay, öyle rahat ortaya çıkı-
yor ve onları öyle korkutuyordu ki, uşakların yaptıkları tek şey bir mazdı. Onun gibi insanlara acımak kabalık olur. Onları yıpratıcı,
köşeye büzülmek ve incecik sesleriyle sızlanmak oluyordu. ruhsuz sözcüklerin tozuna boğmak değil, korumak, üzerlerine tit-
Bir keresinde Yasnaya Polyana'dan Moskova'ya bu "samimi" remek gerekir.
Ruslardan bir Moskovalıyla birlikte dönmem gerekmişti. Adam "Benden hoşlanmıyorsunuz, değil mi?" diye sorardı.
uzun süre kendine gelemedi, durmadan acı acı gülümsüyor ve şaş- "Evet, hoşlanmıyorum," diye yanıtlamak gerekirdi.
kınlık içinde: "Beni sevmiyor musunuz?"
"Amma soğuk duştu ha? Ne insafsız adam... O f of!" deyip du- "Evet, bugün sizi sevmiyorum."
ruyordu. Soru sorarken acımasız, yanıt verirken bir bilgeye yakışır şekil-
Bu arada da açıkça belli ettiği bir pişmanlıkla şöyle haykır- de ölçülüydü.
mıştı: Geçmişi olağanüstü güzel, Turgenev'i ise herkesten iyi anlatır-
"Aslında ben onu anarşist sanıyordum. Herkes anarşist olduğu- dı. Fet'ten iyilik dolu bir gülümsemeyle söz ederdi ve her zaman
nu iddia ediyor. Ben de inanmıştım..." sözlerinin arasında gülünç bir şey olurdu; Nekrasov'dan soğuk,
Bu adam, büyük bir fabrikanın sahibi, zengin biriydi. Kocaman kuşkucu bir şekilde bahseder, ancak bütün yazarlar hakkında ko-
göbeği, et renginde yağlı bir suratı vardı. Tolstoy'un anarşist olma- nuşurken, sanki hepsi kendi çocuklarıymış, o da onların babası
sından ona neydi? Rus ruhunun "derin sırlarından" biri işte. olarak bütün kusurlarını biliyormuş gibi, iyi yanlarından önce
Lev Nikolayeviç birilerinin hoşuna gitmek istese bunu akıllı ve kötü yanlarını belirtirdi. Birinden kötü diye bahsettiği her defa
güzel bir kadından daha kolay başarırdı. Yanında çok farklı kesim- kendisini dinleyenlere yoksul oldukları için sadaka veriyormuş
lerden insanlar olduğunu düşünün: Grandük Nikolay Mihayloviç, gibi gelirdi insana; o zaman onun düşüncelerini dinlemek rahatsız
boyacı İlya, Yaltalı bir sosyal demokrat, ştundist Patsuk, bir müzis- ederdi, incecik bir gülümsemenin altında gözler ister istemez yere
yen, Kontes Kleinmichel'in kâhyası, bir Alman, şair Bulgakov ve dikilir ve insanın aklında hiçbir şey kalmazdı.
hepsi aynı sevgi dolu gözlerle ona bakıyor. Lev Nikolayeviç onlara Bir gün öfke içinde, G. İ. Uspenskiy'in Tula lehçesiyle yazdı-
Lao-Tse'nin* öğretisini açıklıyor. Birkaç tane çalgıyı, bakır boru- ğını ve hiç yeteneği olmadığını kanıtlamaya çalışıyordu. Bir kere
lardan birini, davulu, armonikayı ve flütü aynı anda çalabilen tek de benim yanımda yine Uspenskiy hakkında A. P. Çehov'a şöyle
kişilik olağanüstü bir orkestra gibi geliyor bana. Herkes gibi ben de demişti:
gözünün içine bakardım ama şimdi bir kez daha bakmak isterdim, "İşte yazar dediğin budur! İçtenliği açısından Dostoyevskiy'i
çünkü onu bir daha hiç göremeyeceğim. anımsatıyor. Yalnız Dostoyevskiy politik davranıyor ve numara
Gazeteciler geldiler, Roma'da "Lev Nikolayeviç'in öldüğü söy- yapıyordu, bu ise daha basit ve daha içten bir yazar. Tanrıya inan-
lentisini yalanlayan" bir telgraf alındığını ileri sürüyorlar. Dır dır mış olsaydı mezhepçi olurdu."
konuşup durdular, Rusya'nın acısını paylaştıklarını belirttiler. Rus "Nasıl olur, onun yetenekten yoksun bir Tula yazarı olduğunu
gazeteleri bu konuda kuşkuya yer vermiyor. söylemiştiniz."
Onun karşısında insan acıdığı zamanlarda bile yalan söyleye- Gözlerini gür kaşlarının altına saklamış ve şu yanıtı vermişti:
mezdi. Çok ağır hasta olduğunda dahi acıma duygusu uyandır- "Kötü yazıyordu. O ne biçim dildi öyle? Sözcüklerden çok nok-
talama işareti vardı. Yetenek sevgidir. Seven insan yetenekli olur.
* Lao-Tse (Laozi): 1. Ö. yaklaşık VI. yüzyıl'da yaşamış Çinli filozof, taoculuğun ba- Âşıklara baksanıza hepsi ayrı bir yetenek!"
bası ve bu okulun ünlü kutsal metni Daodıcing'ia yazarı.
Dostoyevskiy'den gönülsüz, ıkına sıkına söz eder, bazı şeyleri Bir akşamüstü, alacakaranlıkta gözlerini süzüp, kaşlarını oy-
söylemekten kaçınırdı. natarak "Sergiy Baba"dan, bir kadının, inzivaya çekilmiş adamı
"Konfüçyüs ya da Buda öğretisiyle tanışmış olsaydı yatışırdı. baştan çıkarmaya gittiği sahneyi okuyordu. Sonuna kadar okudu,
Herkesin bilmesi gereken en önemli şeylerdir bunlar. Huysuz, taş- başını kaldırdı ve gözlerini kapatıp, duyulur bir sesle: '*
kın bir yapısı vardı. Kızınca kabak kafasında yumrular çıkıyor, "Güzel yazmışsın ihtiyar, güzel!" dedi.
kulakları oynamaya başlıyordu. Çok şey hissediyor, ama iyi dü- Bu sözleri şaşırtıcı bir basitlikle söylemişti. Güzelliğe duydu-
şünemiyordu. Düşünmeyi şu Fouriercilerden*, Butaşeviç** ve öte- ğu hayranlık o kadar içtendi ki, o sırada duyduğum coşkuyu asla
kilerden öğrenmişti. Sonra onlardan hayatı boyunca nefret etti. unutmam. Sözlerle ifade edemediğim, ancak baStırmak için çok
Kanında Yahudi olan bir şey vardı. Kuruntulu, gururlu, geçimsiz büyük bir çaba harcadığım bir coşkuydu bu. Neredeyse kalbim
ve mutsuzdu. Bu kadar çok okunması garip, nedendir hiç anlamı- durmuştu, sonra çevremdeki her şey canlandı, yenilendi.
yorum! Bütün bu Budala'lar, Delikanlı'lar, Raskolnikovlar ve diğer Aynı sözcüklerin yanlış ve art arda tekrarı gibi görünen, köy-
hepsi basit ve anlaşılır oldukları için can sıkıcı, yararsız şeylerdir
lü diline özgü basitliklerle dolu konuşmasının olağanüstü ve ifade
aslında. Leskov'un okunmamasının ise hiçbir nedeni yoktur. Ger-
edilemez güzelliğini anlamak için, onu konuşurken izlemek gere-
çek bir yazar, siz okudunuz mu onu?"
kirdi. Kullandığı sözcüklerin gücü yalnızca tonlamasında, yüzün-
"Evet. Çok severim, özellikle de dilini."
deki titremelerde değil, gördüğüm en etkileyici gözlerin oyununda
"Dili, sözcük oyunları yapacak kadar mükemmel bilirdi. Onu
ve ışıltısında ortaya çıkıyordu. Lev Nikolayeviç'in bir çift gözünde
sevmeniz tuhaf, siz Rus değilsiniz sanki, düşünceleriniz Rus düşün-
bin göz vardı.
celeri değil. Böyle konuştuğum için kızmıyorsunuz ya? Ben yaşlı bir
Suler, Çehov, Sergey Lvoviç ve biri daha parkta otururken, söz
adamım, günümüz edebiyatını anlamıyor olabilirim, ama bu ede-
kadınlara gelmişti. Lev Nikolayeviç hiçbir şey söylemeden uzun
biyat bana Rus değilmiş gibi geliyor. Birtakım garip şiirler yazmaya
süre dinledi ve birden şöyle dedi:
başladılar. Bu şiirleri ne için, kimin için yazıyorlar, bilmiyorum. Şi-
"Ben kadınlarla ilgili gerçeği, bir ayağım çukurdayken söyleye-
iri Puşkin'den, Tyutçev'den, Şenşin'den öğrenmek gerekir. İşte siz,
-Çehov'a hitap ediyordu- siz Russunuz! Evet, tam bir Rus." ceğim. Söyler söylemez de tabutun içine atlayıp kapağı kapataca-

Ve tatlı bir gülümsemeyle Anton Pavloviç'e sarıldı. Anton Pavlo- ğım. Bulabilene aşk olsun!" Ve bakışları öyle korkunç, öyle muzır-
viç utanmış ve yazlık evinden, Tatarlardan söz etmeye başlamıştı. ca parladı ki bir an herkes susup kaldı.
Çehov'u severdi ve ona baktığında bir anda tatlılaşan bakışıyla Onun içinde bence Vaska Buslayev'in arsız ve meraklı haylaz-
sanki Anton Pavloviç'in yüzünü okşardı. Bir gün Anton Pavloviç, lığıyla piskopos Avvakum'un inatçı ruhunun bir parçası yaşıyor,
Aleksandra Lvovna'yla bahçede dolaşıyordu. O sırada henüz tama- tepesinde ya da yanında bir yerlerde de Çaadayev'in* kuşkuculuğu
men iyileşmemiş olan Tolstoy, terastaki koltuğunda otururken eğilip gizleniyordu. Avvakum** unsuru, Tolstoy'un ruhuna vaazlar veri-
arkalarından bakmış ve şu sözleri fısıldayarak uzanıvermişti sanki: yor ve onu didikleyip duruyor, içindeki Novgorod'lu hayta, Sha-
"Ah ne sevimli, ne hoş bir adam: Alçakgönüllü, sakin, tıpkı bir
genç kız gibi! Yürüyüşü de kız gibi. Tek kelimeyle harika!" * P. Y. Çaadayev (1794-1856): Rus düşünür ve gazeteci, Felsefe Mektuplarında Rus
tarihine, Ortodoksluğa, mutlakıyete, toprak köleliğine karşı eleştirel bir yaklaşım
* Fouriercilik: Charles Fourier ve izleyicilerinin felsefe ve iktisat sistemi. getirmiştir.

** M. V. Butaşeviç-Petraşevskiy (1821-1866): Rus devrimci, ütopik sosyalist. ** Avvakum (1620-1682): Başpiskopos, yazar. Resmi Ortodoks Kilisesinden ayrılma
Rusya'daki politik düzenin demokratikleşmesi için mücadele etmiştir. hareketinin ideologu.
kespeare ve Dante'yi yerden yere vuruyor, Çaadeyev yanı ise ruhun severler. Hepsinin terli, kemiksiz elleri ve yalan söyleyen gözleri
bu eğlenceleriyle, aynı zamanda da açılarıyla alay ediyordu. vardır. Aynı zamanda işini bilen insanlardır, dünya işlerini son de-
Daha insanca bir yaşam kurmak için harcanan pek çok çabanın rece ustaca yürütürler.
sonuçsuz kalmasıyla eylemsiz anarşizme kadar varmış olan kadim Lev Nikolayeviç "Tolstoycular'ın gerçek değerini elbette ki çok
Rus insanı, bilimi ve devlet yapısını bozguna uğratıyordu. iyi biliyordu, bunu, onun şefkatle sevdiği, her zaman gençlik heye-
Şaşılacak şey! Fakat "Simplicissimus" dergisinin çizeri Olaf canıyla, hayranlıkla sözünü ettiği Sulerjitskiy de biliyordu. Yasnaya
Gulbranson, Tolstoy'daki Buslayev özelliğini bir tür gizemli bir Polyana'da birisi, Tolstoy'un öğretisini benimsedikten sonra nasıl
sezgi gücüyle kavramıştı; onun çizgilerine bakınız, gerçek Lev mutlu yaşadığını, ruhunun nasıl tertemiz olduğunu güzel sözlerle
Tolstoy'la bu çizgiler arasında ne kadar isabetli bir benzerlik bu- anlatıyordu. Lev Nikolayeviç bana doğru eğildi ve alçak sesle:
lunduğunu ve çukura kaçmış gözleriyle bu yüzde, hiçbir şeyi kutsal
"Yalan söylüyor kerata, ama bunu bana hoş görünmek için ya-
saymayan, "ne aksırığa, ne de rüyaya " inanan cüretkâr bir zekânın
pıyor..." dedi.
izleri olduğunu görürsünüz.
Çoğu kimse onun hoşuna gitmeye çalışıyordu fakat ben bunu
Her şeyi kapsayan gerçeği aramak için bütün düşünce çöllerini ustalıkla ve güzel bir şekilde yaptıklarını görmedim. Her zaman
tek başına dolaşmış ve kendisi için bu gerçeği bulamamış, herkese konuştuğu konuları, yani evrensel bağışlama, yakınların sevilme-
yabancı kalmış bu yaşlı büyücü karşımda duruyor. Ona bakıyo- si, İncil ve Budizm konularını benimle hemen hemen hiç konuş-
rum, yitiğin acısı büyük olsa da bu adamı görmüş olmaktan duy- mazdı. Galiba bunların bir işe yaramayacağını hemen anlamıştı.
duğum gurur acımı ve üzüntümü hafifletiyor. Bu davranışını çok takdir etmiştim.
Lev Nikolayeviç'in "Tolstoycular" arasında tuhaf bir görünüşü İstediği zaman çok nazik, duyarlı ve yumuşak olabiliyordu. Ko-
vardı; sanki göğe dev bir çan kulesi yükseliyordu ve bu kulede- nuşması büyüleyici derecede sade ve zarifti, fakat bazen onu dinle-
ki çan hiç durmadan çalarak sesini bütün dünyaya duyuruyordu. mek can sıkıcı ve sevimsiz hale geliyordu. Kadınlarla ilgili yargıla-
Çevresinde koşuşup duran küçük ürkek köpekler, çanın altında rından hiçbir zaman hoşlanmamışımdır. Bu konuda aşırı derecede
keskin çığlıklar atıyorlar ve kim daha iyi uluyor diye yan gözle bir- "avamdı." Sözlerinde sahte bir şey, samimi olmayan, aynı zamanda
birlerini gözlüyorlardı. Bu insanların gerek Yasnaya Polyana'daki da çok kişisel bir şey vardı. Sanki bir kez incinmişti ve bunu ne
evi, gerekse Kontes Panina'nın sarayını bir uçtan bir uca ikiyüz- unutabiliyor ne de bağışlayabiliyordu. Onunla ilk tanıştığım akşam
lülük, ödleklik, sığ çıkarlar peşinde koşma ve miras beklentileri beni çalışma odasına götürdü -Hamovniki'deydi- karşısına oturt-
kokusuyla doldurduklarını düşünmüşümdür hep. Kutsal kalıntı tu ve "Varenka Olesova'yla "Yirmi Altı Adam ve Bir Kız"dan söz
parçaları diye yanlarında köpek kemikleriyle Rusya'nın ücra kö- etmeye başladı. Konuşma tarzı karşısında sıkılmış, hatta sersemle-
şelerini dolaşan, "Mısır karanlığı" ve Meryem A n a n ı n "gözyaşla- miştim. Sağlıklı bir genç kızda utanma duygusunun olmayacağını
rını" satan gezginlerle "Tolstoycular" arasında ortak bir şey vardır. kanıtlamaya çalışırken öyle açık saçık, öyle sert konuşuyordu ki:
Anımsıyorum, bu havarilerden biri Yasnaya Polyana'da tavukları "Bir kız on beşini doldurmuşsa ve sağlıklıysa birinin kendisi-
üzmemek için yumurta yemeyi reddetmiş, ama Tula istasyonunda ne sarılmasını, sıkıştırmasını ister. Aklı, bilmediği, anlayamadığı
iştahla et yemiş ve: şeylerden hâlâ korkuyordur. Bu bilmediği ve anlamadığı şeylere,
"İhtiyar biraz abartıyor!" demişti. bakirelik ve utanma deniyor. Fakat vücudu bu anlaşılmayan şe-
Bunların hemen hemen hepsi iç çekmeyi, birbirlerini öpmeyi yin kaçınılmaz, doğal bir şey olduğunu ve bu doğa yasasının akla
uygun olmasa da yerine getirilmesi gerektiğini artık bilmektedir. vinçliydim, hem de Tolstoy'u görmüş olmaktan gurur duyuyor-
Sizin Varenka Olesova sağlıklı biri olarak yazılmış, ama duyguları dum, fakat benimle konuşması bir sınavı anımsatıyordu ve sanki
zayıf. Gerçekte böyle olmaz!" Kazakların, Kenevir Eğirici' nin, Savaş ve Barış ın yazarının değil
Sonra edepsizlik saydığım, hatta beni biraz da gücendiren bir de gönül indirerek benimle konuşan, ama "halk tarzında", meydan
basitlikle "yakışıksız" sözleri birbiri ardınca sıralayarak "Yirmi ve sokak diliyle konuşmayı gerekli gören soylu bir beyin karşısın-
Altı Adam ve Bir Kız"daki kızdan söz etmeye başladı. Bu "itici" daydım. Bu durum ise kafamdaki hayalini, alıştığım ve benim için
sözleri sırf daha doğru ve daha isabetli bulduğu için kullandığını çok değerli olan hayalini altüst etmişti.
sonradan anladım, ama o zaman konuşması hiç hoşuma gitme- İkinci kez onu Yasnaya Polyaııa'da gördüm. Kapalı bir son-
mişti. Sözlerine karşı çıkmıyordum; birdenbire dikkatli, sevecen bahar günüydü, yağmur çiseliyordu. Ağır, pilili bir palto ve uzun
biri oluverdi ve bana nasıl yaşadığımı, hangi okula gittiğimi, neler deri botlar giymişti. Beni akağaç ormanına dolaşmaya götürdü.
okuduğumu sormaya başladı. Arkların üstünden gençler gibi atlıyor, dallan silkeleyerek başı-
"Sizin çok okuduğunuzu söylüyorlar, doğru mu? Söyleyin ba- na yağmur damlaları düşürüyor, Şenşin'in bu ormanda kendisine
kalım, Korolenko müzisyen midir?" Schopenhauer'i nasıl açıkladığını olağanüstü bir güzellikte anla-
"Galiba değil. Bilmiyorum." tıyor ve şefkatli eliyle akağaçların ıslak, ipeksi gövdelerini sevgiyle
"Bilmiyor musunuz? Onun öykülerini beğeniyor musunuz?" okşuyordu.
"Evet, çok beğeniyorum." "Geçenlerde bir yerde şöyle bir şiir okudum:
"Bu ters işte. Onun yazdıklarında lirizm vardır. Sizde ise yok.
Mantarlar artık bitti, ama nastl da yayılıyor
Veltman'ı okudunuz mu?"
Dere boylarında nemli mantar kokusu...
"Evet."
"İyi bir yazar, cesur, kusursuz, abartısız, değil mi? Bazen çok güzel, çok doğru!"
Gogol'den bile iyidir. Veltman, Balzac'ı iyi biliyordu. Gogol ise Ayaklarımızın dibinde ansızın bir tavşan belirdi. Lev Nikola-
Marlinskiy'e öykünerek yazıyordu." yeviç sıçradı, irkildi, nara atan yaşlı bir avcı gibi yanakları kızardı.
Gogol'ün Hoffmann'dan, Stern'den ve belki de Dickens'dan et- Sonra anlatılması güç bir gülümsemeyle bana baktı ve zeki, insan-
kilenmiş olabileceğini söylediğimde bana şöyle bir bakıp sordu: ca bir gülüş yayıldı yüzüne. Olağanüstü tatlıydı o anda!
"Bunu bir yerde mi okudunuz? Okumadınız mı? Bu doğru de- Başka bir sefer yine parkta bir çaylağa bakıyordu. Çaylak, hay-
ğil. Gogol'ün Dickens'ı bildiğini sanmam. Siz gerçekten de çok vanların dolaştığı avlunun üstünde süzülerek uçuyordu, bir daire
okumuşsunuz. Dikkat edin, çok okumak zararlıdır! Koltsov bu çiziyor ve son darbeyi indirmekle biraz daha beklemek arasında
yüzden kendini öldürmüştü." kararsız, kanatlarını hafif hafif sallayarak havada asılı gibi duru-
Uğurlarken kucaklayıp öptü ve şöyle dedi: yordu. Lev Nikolayeviç bütün vücuduyla ileri doğru uzandı, elini
"Siz gerçek bir mujiksiniz! Yazarların arasında işiniz zor ola- gözüne siper etti ve titrek bir sesle fısıldadı:
cak, ama hiçbir şeyden korkmayın, her zaman hissettiklerinizi "Hınzır bizim tavukları gözüne kestirmiş. İşte, işte...işte şiııı
söyleyin, kaba şeyler ortaya çıksa da önemli değil! Akıllı insanlar di... yo, korkuyor! Arabacı orada mı acaba? Arabacıyı çağırın.ı
anlayacaklardır." lı..."

Bu ilk görüşme bende iki ayrı izlenim bırakmıştı: Hem se- Ve çağırdı. Arabacıya bağırdığında çaylak ürktü, hızla yüksel
di, yana doğru uçtu ve gözden kayboldu. Lev Nikolayeviç derin bir yorum. "Onu tanıyor musunuz? Nasıl biri? Nerede doğmuş?" so-
iç çekti ve kendi kendine söylenerek: rularını sık işitirdim. Yargıları da, sözünü ettiği insanı her zaman
"Bağırmayacaktım, o da istediği darbeyi vuracaktı..." dedi. çok özel bir yanından aydınlatmıştır.
Bir gün ona Tiflis'i anlatırken V. V. Flerovskiy-Bervi'nin* adı V. G. Korolenko hakkında düşünceli bir tavırla şöyle demişti:
geçti. "Rus değil, o yüzden bizim hayatımızı bizim gördüğümüzden
"Onu tanıyor musunuz?" diye heyecanla sordu Lev Nikolaye- daha doğru ve daha iyi görüyor olmalı."
viç. "Anlatın, nasıl biridir?" Çok sevdiği Çehov hakkında:
Flerovskiy'in uzun boylu, uzun sakallı, zayıf, iri gözlü biri oldu- "Tıp mesleği onu engelliyor, hekim olmasaydı daha da iyi ya-
ğunu, yelken bezinden, uzun bir tünik giydiğini, kemerine kırmızı zardı."
şarapta pişirilmiş pirinç kesesi bağladığını, elinde çok büyük bir Gençlerden biri hakkında:
keten şemsiye taşıdığını, Kafkasya'nın dağ yollarında birlikte do- "Bir Moskovalının beceremeyeceği bir şeyi yapıp, ingilizlere
laştığımızı, bir keresinde dar bir yolda karşımıza bir mandanın çık- öykünüyor," demişti.
tığını, akıllıca davranıp şemsiyesini açarak bu kötü niyetli hayvanı Bana sık sık şöyle demiştir:
korkuttuğunu ve uçuruma yuvarlanma tehlikesini göze alarak geri "Bir uydurukçusunuz siz. Sizin bütün bu Kuvalda'lar falan hep
geri kaçtığımızı anlatmaya koyuldum. Birden Lev Nikolayeviç'in uydurma."
gözündeki yaşları fark ettim. Bu durum beni şaşırtmıştı, sustum. Kuvalda'nın gerçek olduğunu söyledim.
"Aldırmayın, anlatın, anlatın! îyi bir insanla ilgili sözler işitin- "Anlatın o zaman, nerede gördünüz onu?"
ce sevinç duyarım. Ne kadar ilginç! Onu ben de aynen böyle, özel Kuvalda adıyla anlattığım adamı ilk kez gördüğüm Kazan sulh
biri olarak düşünüyordum. Köktenci yazarlar arasında en olgun, yargıcı Kolontayev'in odasındaki sahneye çok güldü.
en zeki olanıdır. 'Alfabesinde bütün uygarlığımızın barbarca oldu- "Safkan soylu!" dedi yaşaran gözlerini silerek. "Evet, evet, saf-
ğu, kültürünse güçlülerin değil, barışçı kabilelerin, zayıfların işi, kan soylu! Fakat çok şeker, çok komik! Yazdığınızdan daha iyi
var olma mücadelesinin, kötülüğü haklı çıkarmak isteyenlerin uy- anlatıyorsunuz. Hayır, siz romantiksiniz, uydurukçusunuz, hadi
durdukları bir yalan olduğu çok güzel kanıtlanmaktadır. Siz, bunu itiraf edin artık!"
kesinlikle kabul etmiyorsunuzdur, herhalde? Ama bakın Daudet** Bütün yazarların kişileri, hayatta görmek istedikleri gibi be-
kabul ediyor. Onun Paul Astier'sinin nasıl biri olduğunu hatırlıyor
timleyip biraz uydurduklarını söyledim; hayatın kötülüklerine her
musunuz?
yola, hatta zorbalığa başvurup karşı koymak isteyen etkin bireyleri
"Normanların Avrupa tarihindeki rolü ortadayken Flerovskiy'in sevdiğimi de söyledim.
teorisi nasıl kabul edilebilir ki?" "Ama zorbalık en büyük kötülüktür!" diye haykırdı koluma gi-
"Normanlar başka!" rip. "Bu çelişkiden nasıl kurtulacaksınız bakalım, uydurukçu? Si-
Yanıt vermek istemiyorsa "O başka" derdi. zin 'Yol Arkadaşım' öykünüz bu yüzden güzel. Uydurduğunuzda
Lev Nikolayeviç, bana edebiyat konusunda konuşmayı çok sev- şövalyeler, Amadis'ler, Siegfried'ler çıkıyor ortaya ..."
meyen, ama konu bir edebiyatçının kişiliği olunca yakından ilgile- İnsanımsı yaratıklar ve kaçınılmaz "yol arkadaşlarımızla" sı-
nen biri olarak görünmüştür hep. Bunda yanılmadığımı düşünü- kıca kuşatılmış halde yaşadığımız sürece her şeyi sallantılı bir ze-
* V. V. Flerovskiy-Bervi (1829-1918): Rus sosyolog, gazeteci ve ekonomist. minde, düşmanca bir ortamda kuracağımızı belirttim.
** Alphonse Daudet (1840-1897): Fransız yazar. Güldü ve dirseğiyle hafifçe dürttü.
"Buradan çok, çok tehlikeli sonuçlar çıkarılabilir! Sizin sosya- etkilenmiş üç kuşak tarihini anlattım ona; o zaman heyecanla ko-
list olduğunuz da kuşkulu. Siz bir romantiksiniz, romantikler ise luma yapıştı ve:
her zaman oldukları gibi mutlakıyetçi olmak zorundadırlar." "Bak işte bu gerçek!" dedi. "Biliyorum, Tula'da böyle iki aile
"Ya Hugo?" var. Bunun yazılması gerekir. Büyük bir romanı kısaca yazmak ge-
"Hugo başka. Sevmem onu, yaygaracının biridir." rekir, anlıyor musunuz? Mutlaka yazılmalı!"
Bana sık sık neler okuduğumu sorar ve kitap seçimimin kötü Gözleri hırsla parlıyordu.
olduğunu söyleyerek azarlardı. "Ama yine şövalyeler olacak, Lev Nikolayeviç!"
"Gibbon, Kostomarov'dan daha kötüdür. Mommsen'i okumak "Boş verin, olsun varsın! Ciddi söylüyorum. Tüm ailesi için dua
gerekir, çok bıktırıcıdır ama yazdıkları ciddi şeylerdir." etmek amacıyla keşişlerin arasına katılan bir adam, harika bir şey
İlk okuduğum kitabın Zemganno Kardeşler olduğunu öğrenin- bu! Üstelik gerçek: Siz günah işliyorsunuz ve ben sizin günahla-
ce çileden çıkmıştı. rınızı bağışlatmak için gidip dua ediyorum. Öteki de, hani şu içi
"Görüyorsunuz işte, aptal bir roman. Sizin de ahlakınızı boz- sıkılan, mal canlısı adam da gerçek! Sarhoş, haylaz, çapkın, herke-
muş. Fransızların üç yazarı vardır: Stendhal, Balzac, Flaubert, ha si seviyor, ama birden bir cinayet işliyor, ah, çok hoş! Hırsızların,
bir de Mauppassant, ama Çehov, ondan daha iyidir. Goncourt'lar* dilencilerin arasında kahraman arayacağınıza bunu yazın! Kah-
ise soytarıdır, ağırbaşlı numarası yaparlar ancak. Hayatı, kendileri ramanlar uydurmadır, yalandır, yalnız insanlar vardır, yalnızca
gibi uydurukçularm yazdığı kitaplardan öğrenmişlerdir ve yap- insanlar."
tıkları işin ciddi bir iş olduğunu sanmışlardır, oysaki bunlar hiç Sık sık öykülerimdeki abartmalara dikkatimi çekerdi, ancak
kimse için gerekli değildir." bir gün Ölü Canların ikinci kısmından söz ederken yumuşacık bir
Bu değerlendirmesini kabul etmedim. Lev Nikolayeviç'i biraz gülümsemeyle şöyle demişti:
kızdırdı bu. Çelişik durumlara katlanamazdı. Tartışmaları zaman "Hepimiz de korkunç birer yalancıyız. Ben de öyleyim. Bazen
zaman garip, dediğimdedik bir niteliğe bürünürdü. yazarken birine acırsın, tutup ona daha iyi bir özellik eklersin,
"Yozlaşma diye bir şey yoktur," dedi. "Bunu İtalyan Lombro- başka birini, yanındakiler daha kötü görünmesinler diye öldürür-
so uydurmuş. Ardından da Yahudi Nordau papağan gibi çığlıklar sün."
atıyor. İtalya şarlatanlar, serüvenciler ülkesidir. Oradan çıkanlar Sonra katı bir yargıcın sert ses tonuyla:
yalnızca Aretino, Casanova, Cagliostro gibilerdir." "İşte bu yüzden sanat, yalandır, aldatmacadır, keyfi bir şeydir
"Ya Garibaldi?" ve insanlara zararlıdır diyorum. Gerçek yaşamı olduğu gibi yaz-
"O başka, politikaya girer!" mıyorsun, kendin hayatı nasıl düşünüyorsan öyle yazıyorsun. Şu
Rusya'daki tüccar ailelerinin tarihinden verdiğim bir dizi ka- kuleyi ya da denizi, bir Tatar'ı benim nasıl gördüğümden kime ne?
nıtı şöyle yanıtladı: Bu neden ilginç, neden gerekli olsun ki?"
"Gerçek değil bu, yalnız akıllıca yazılmış kitaplarda yer alır Bazı zamanlar düşünceleri ve duyguları bana geçici birer heves
bunlar..." olarak görünür, hatta sanki kasıtlı olarak zikzaklar çiziyor gibi ge-
Tanıdığım bir tüccar ailesinin, yozlaşmadan çok acımasızca lirdi. Fakat genellikle acımasız Tanrıyı korkusuzca sorguya çekeıı
Eyüp peygamber gibi düşüncelerindeki şaşmaz dürüstlükle insan
* Edmond ve Jules Goncourt: Adlarına Goncourt Akademi Ödülü verilen Fransız ları etkiler ve şaşırtırdı.
yazar kardeşlerdir.
Şöyle bir şey anlatmıştı: rirse oraya koşmalıdır. Oysa biz nasıl yaşıyoruz? Vücut çırpınıyor,

"Mayısın sonlarında Kiev şosesinde yürüyorum; dünya bir cen- kuduruyor, ruh ise çaresiz ve açması bir halde onun peşinden gi-
diyor."
net, her şey bayram ediyor, gökyüzünde tek bir bulut yok, kuşlar
Yüreğinin üstünü bastırarak ovuşturdu, kaşlarını kaldırdı,
ötüyor, arılar vızıldıyor, güneş çok hoş, etraftaki her şey bayram
sonra bir şey anımsayarak devam etti:
sevinci içinde, insanca ve olağanüstü güzel. Gözlerim yaşaracak
"Sonbaharda Moskova'da, Suhareva civarında, ıssız bir sokakta
kadar duygulanmıştım ve ben de kendimi yeryüzündeki bütün gü-
sarhoş bir kadın gördüm; yerde yatıyordu. Bir avludan kadının en-
zel çiçeklerin bağışlandığı bir arı gibi hissediyor, Tanrıyı da ken-
sesine ve sırtına doğru lağım suyu akıp geliyordu; kadın bu soğuk
dime çok yakın buluyordum. Bir de ne göreyim, yolun kenarında,
çamurun içinde yatıyor, bir şeyler mırıldanıyor, kımıldanıyor, kı-
çalıların altında bir kadınla bir adam yatıyorlar, birbirleriyle çok
mıldandıkça suya batıyor, ayağa kalkamıyordu."
samimiler, ikisi de kirli giysiler içinde, yaşlı insanlar, meyve kurt-
İğrenmiş gibi gözlerini kapattı, başını salladı ve alçak sesle:
ları gibi kımıl kımıllar, bir şeyler mırıldanıyorlar. Güneş morarmış
"Şuraya oturalım..." dedi. "Sarhoş bir kadından daha korkunç,
çıplak ayaklarını, pörsümüş vücutlarını acımasızca aydınlatıyor.
daha çirkin bir şey yoktur. Kalkmasına yardım etmek istiyordum
Yüreğime yumruk yemiş gibi oldum. Tanrım, sen ki güzelliklerin
ama yapamıyordum, tiksiniyordum; her tarafı vıcık vıcık çamur-
yaratıcısısın, hiç utanmıyor musun? Çok kötü olmuştum..."
du. Bir dokunsan bir ay ellerini temizleyemezsin, öyle berbat! Kal-
"Ya, görüyorsunuz işte neler oluyor. Doğa, -Bogomiller* doğa-
dırımdaki bir babanın üstündeyse sarışın, açık mavi gözlü küçük
yı şeytanın işi sayarlardı- insana sert ve alaycı azaplar çektiriyor:
bir çocuk oturuyordu. Yanaklarından sicim gibi yaşlar akıyor, bur-
Gücünü alıyor, ama isteği bırakıyor. Ruhu canlılığını hâlâ koruyan
nunu çekiyor, umutsuz ve yorgun bir şekilde uzata uzata:
bütün insanlar için geçerlidir bu. Böylesi bir azabın tüm utancını ve
'An-ne... An-neciğim. Kalksana...' diyordu.
dehşetini yaşama özelliği bir tek insana verilmiştir. Bunu içimizde
Kadın kollarını oynatıyor, kesik kesik sesler çıkarıyor, başını
kaçınılmaz bir ceza olarak taşıyoruz, ne günah işlediysek..."
kaldırıyor, sonra şap diye enseüstü tekrar çamurun içine düşüyor-
Bunu anlatırken gözleri garip bir şekilde değişiyor, kâh çocuk
du."
gibi dokunaklı bir hale geliyor, kâh kuru ve sert bir parlaklık alı-
Sustu ve çevresine bakınarak huzursuzca, neredeyse fısıltıyla
yordu. Dudakları titriyordu, bıyıkları diken diken olmuştu. Anla- tekrarladı:
tıp bitirdikten sonra gömleğinin cebinden bir mendil çıkarttı ve "Evet, evet, korkunç! Peki sarhoş kadın gördünüz mü çok? Sü-
kupkuru olduğu halde yüzünü bastıra bastıra sildi. Sonra güçlü rüyle mi? Tanrım! Sakın yazmayın onları, hiç gerek yok!"
köylü elinin çengeli andıran parmaklarıyla sakalını düzeltti ve "Neden?"
sessizce tekrarladı: Gözlerimin içine baktı, gülümseyerek tekrarladı:
"Evet, ne günah işlediysek..." "Neden?"
Bir gün Dyulber'den Ay-Todor'a giden aşağı yolda birlikte yü- Sonra düşünceli ve ağır ağır şöyle dedi:
rüyorduk. Delikanlı gibi hafif adımlar atarak yürürken her za- "Bilmiyorum. Öylesine söyledim işte... çirkin şeyleri yazmak
mankinden biraz daha sinirli bir sesle: ayıp olur. Peki ama neden yazmayalım? Hayır, her şeyi yazmak ge-
"Vücut, ruhun uysal köpeği olmalıdır, ruh onu nereye gönde- rek, her şeyi..."
* Bogorailizm: Sapkınlık sayılan bir Hıristiyan mezhebi. X. yüzyıl'da Bulgaristan'ın Gözlerinde yaşlar belirmişti. Sildi, gülümseyerek mendiline
Filibe kentinde kurulmuştur. Baba-oğul-kutsal ruh üçlemesini, İsa'nın Tanrılığını, baktı, ama kırışıklıkların üzerinden yine yaşlar akıyordu.
kilise tören ve rütbelerini yadsır.
"Ağlıyorum," dedi. "Kocadım, korkunç bir şey anımsadığımda ne zaptolunmaz düşüncelerin canlı tohumlarını saçıyor. Bir gün
yüreğim daralıyor." Suler'e şöyle demişti:
Ve dirseğiyle hafifçe dürterek: "Levuşka hiçbir şey okumuyorsun sen. Kendine aşırı güven-
"Siz de yaşlanacaksınız, her şey hiç değişmeden, olduğu gibi men yüzünden böyle yapıyorsun. Hiç iyi bir şey değil bu. Gorkiy de
kalacak, o zaman siz de ağlayacaksınız, hem benden de kötü, ka- fazla okuyor, bu da iyi değil, bunun da nedeni kendine güvensizlik.
dınların dedikleri gibi, 'seller' gibi gözyaşı dökeceksiniz... Ama Ben çok yazıyorum. Bu da kötü, çünkü bunu yaşlı bir adam olarak
bunların hepsini yazmak, her konuda yazmak gerek, yoksa sarı kendimi bir şey sandığım için, herkesin benim gibi düşünmesini
saçlı oğlan gücenir, sitem eder, gerçek değil, gerçeğin hepsi bu de- istediğim için yapıyorum. Kuşkusuz kendi açımdan bunun iyi bir
ğil, der. Gerçekten vazgeçmez o!" şey olduğunu düşünüyorum, Gorkiy ise kendi açısından bakarak
Birden silkindi, iyilik dolu bir sesle: kötü bir şey olduğunu düşünüyor, sana gelince, sen hiçbir şey dü-
"Hadi bir şeyler anlatın, güzel anlatıyorsunuz," dedi. "Kendiniz- şünmüyorsun, sadece neresi rastgelirse oraya gözünü dikip boş boş
le, çocukluğunuzla ilgili şeyler anlatın. Sizin de bir zamanlar küçük bakıyorsun, oraya yapışıp kalıyorsun. Yapıştığın, seni ilgilendiren
bir çocuk olduğunuza hiç inanasım gelmiyor. Tuhafsınız. Sanki bir bir şey değil. Yapışıyorsun, tutuyorsun, ama bu her neyse senden
yetişkin olarak doğmuşsunuz. Düşüncelerinizde henüz olgunlaş- uzaklaşmaya başladığında tutamıyorsun da. Çehov'un 'Duşeçka'
mamış, çocukça pek çok şey var, fakat hayatla ilgili bilgileriniz ol- diye güzel bir öyküsü vardır, sen bu Duşeçka'ya benziyorsun."
dukça fazla; daha fazlasına gerek yok. Hadi anlatın bakalım..." "Ne bakımdan?" diye sordu Suler, gülerek.
Bir çam ağacının altına, ağacın köklerinin üstüne rahatça uza- "Sevmek bakımından. Seviyorsun, seçmeye gelince beceremi-
narak, karıncaların boz çam yaprakları arasında oraya buraya gi- yor ve kendini boş işlere kaptırıyorsun."
diş gelişlerini izlemeye koyuldu. "Herkes öyle değil mi?"
Güneyin, alışkın olmadığı için kuzeyli birine çok farklı gelen "Herkes?" diye tekrarladı Lev Nikolayeviç. "Hayır, herkes öyle
doğası içinde, görkeminden gurur duyan, azgınlığıyla övünen ye- değil."
şilliklerin arasında o, Lev Tolstoy, -adı bile içindeki gücü nasıl da Ve ansızın, sanki tokat atar gibi bana sordu:
ortaya koyuyor!*- sapasağlam, toprağın derinlerine inen köklerden "Siz neden Tanrıya inanmıyorsunuz?"
biri gibi duran bu ufak tefek adam, Kırım'ın övüngen doğası içinde "inanç diye bir şey yoktur, Lev Nikolayeviç."
hem olması gereken yerdeydi, hem de değildi. Çok eski zaman- "Doğru değil. Siz doğuştan inançlı birisiniz ve Tanrısız yaşaya-
lardan gelen bir adam gibiydi, çevredeki her şeyin sahibi, sahibi mazsınız. Yakında hissedeceksiniz bunu. İnatçılığınız yüzünden,
ve yaratıcısı, kendi kurduğu çiftliğe yüz yıllık bir ayrılıktan sonra dünya sizin istediğiniz şekilde kurulmadı diye kızgınlığınızdan
gelmiş biri gibiydi. Pek çok şeyi unutmuştu, pek çok şey onun için inanmıyorsunuz. Utandıkları için inanmayanlar da vardır; genç-
yeniydi, her şey olması gerektiği gibiydi, ama tam değildi, neyin ler böyledir: Bir kadına taparlar, ama bunu göstermek istemezler,
olmadığını, neden olmadığını hemen bulmak gerekiyordu. anlaşılmayacaklarından korkarlar, cesaretleri de yoktur. Aşk için
Yollarda ve patikalarda usta bir kâşifin hızlı, aceleci adımla- olduğu gibi, inanç için de cesaret, yüreklilik gerekir. Kendi kendi-
rıyla yürüyor ve tek bir taşı, tek bir düşünceyi kaçırmayan keskin ne 'inanıyorum' demek gerekir, o zaman her şey yoluna girer, her
gözleriyle bakıyor, ölçüyor, dokunuyor, karşılaştırıyor ve çevresi- şey sizin istediğiniz şekilde olur, her şey kendini size açıklar ve il-
ginizi çeker. Bakın pek çok şeyi seviyorsunuz, inanç da kuvvetli bir
* Lev, aslan demektir.
sevgidir, daha fazla sevmek gerekir, o zaman sevgi inanca dönüşür.
Bir erkek bir kadını sevdiği zaman bu kadın dünyanın en güzel
kadını olur. Her erkek mutlaka dünyanın en güzel kadınını sever,
bu da inanç demektir. İnançlı olmayan kişi sevemez. İnançsız kişi
bugün birine, bir yıl sonra başka birine âşık olur. Böyle insanların
ruhları serseridir, kısır bir yaşam sürerler. Kötü bir şeydir bu. Siz
inançlı biri olarak doğdunuz ve değişecek değilsiniz. Güzellik de-
miyor musunuz? Güzellik nedir peki? En yüce ve en mükemmel
olan Tanrı'dır."
Daha önce bu konuda benimle hemen hemen hiç konuşmamış-
tı. Konunun önemi ve birdenbire söz edilmiş olması beni çok şa-
şırtmıştı. Susmuş kalmıştım. Divanda, ayaklarını altına almış otu-
ruyordu. Sakalının içine doğru muzaffer bir gülümseme salıverdi
ve parmağıyla tehdit ederek:
"Susarak paçayı kurtaramazsınız!" dedi.
Bense Tanrıya inanmayan biri olarak ona nedense çok dikkatli,
biraz korkarak bakıyor ve "Bu adam bir Tanrıya benziyor!" diye
düşünüyordum.
İnsanı güzelleştiren gerçeği yaratanlar sanatçılardır. Dünyanın
geri kalan sakinleri ise birbirlerini çirkinleştiren "gerçekleri" çar- Ruh yoksulu insanların bu kaygısı, kadınlara karşı davranışı-

çabuk ama ustaca dikiverirler. Sonra da insan insanın aynasıdır mızda da görülür. Edebiyatta, günlük yaşantımızda:

diyerek hiç durmadan birbirimizi kınarız. "Rus kadını, dünyanın en iyi kadınıdır!" diye göğsümüzü gere

Eski bir Rus geleneğine göre kapıların üzerine katranla yazılan gere bağırırız.

türden aşağılayıcı "gerçeklerin" değerini araştırmak bana hiçbir Bu haykırış bana sokakta avaz avaz bağırarak yengeç satan sa-

zaman çekici gelmemiştir. Ancak büyük yazar Lev Tolstoy'un biri- tıcının sesini anımsatır:

cik karısı hakkında birkaç söz etmek, onu gördüğüm ve duyumsa- "Yengeçler var! Canlı canlı yengeçler! İri yengeçler!"

dığım haliyle anlatmak istiyorum. Yengeç, kaynayan suya canlı canlı atılır, bu suya tuz, biber, def-

Elbette insan öldü diye daha iyi olmaz; dirilerden bahsettiği- ne yaprağı eklenir, rengi kızarıncaya kadar haşlanır. Aslında bu

miz gibi ölülerden de aynı kötü ve adaletsiz dille söz ettiğimize pişirme süreciyle bizim Avrupa'nın "en iyi" kadınına karşı takın-

göre bu apaçık ortadadır. Bütün hayatlarını, yaratıcı ruhlarının dığımız tavır arasında bir benzerlik vardır.

tüm mucizevi güçlerini bizlere adadıktan sonra kabalıklarımızla Rus kadınının "en iyi" olduğunu kabul ettiğimizde, ya gerçek-

eziyet ederek ustaca öldürüp en sonunda mezara soktuğumuz bü- ten bizden daha iyi olursa, diye korkmuş gibiyizdir. Her fırsatta

yük adamlarla ilgili konuşup yazdığımızda, bunu galiba yalnızca kadınlarımızı, iki-üç defne yaprağiyla çeşnilendirmeyi de unut-

kendimizi bu insanların da aynen bizler gibi talihsiz günahkârlar mayarak kaynayan yağlı bayağılık suyunda haşlarız. Kadının öne-

olduklarına inandırmak için yapıyoruz. mi arttıkça onu kıpkırmızı olana dek haşlamayı ısrarla istediğimiz

Dürüst bir insanın işlediği suç, rastlantıyla işlenmiş, önemsiz ortadadır.

bir suç dahi olsa, bir namussuzun çıkar düşünmeyen ve hatta kah- Cehennemdeki şeytanlar, insanların birbirlerine kara çalmak-

ramanlık sayılabilecek bir davranışından çok daha fazla sevindi- ta gösterdikleri haince ustalığı gözlerken kıskançlık duygusuna

riyor bizi. Çünkü birincisini gerekli bir yasa gibi ele almak hem kapılırlar.

kolayımıza hem de hoşumuza gidiyor, ikincisi ise insanlara karşı İnsan, ölümünden sonra ne daha kötü ne de daha iyi olur, an-

alışılmış davranışımızı tehlikeli bir şekilde bozan bir mucize ola- cak bizim yaşamamıza engel olmaktan vazgeçmiştir ve bu durum-

rak bizi rahatsız ediyor. da minnettarlık duygularından da yoksun kalmıştır. Öleni, ke-
sinlikle onun da hoşuna gidecek bir şekilde, hemen unutuvererek
Birincisinde sevincimizi ikiyüzlü bir acımanın altına saklıyo-
ödüllendiririz. Unutmak, insanları daha iyi, yaşamı daha insanca
ruz, ikincisinde ise bir yandan ikiyüzlülükle sevinirken bir yandan
hale getirme isteğiyle bizleri gereksiz yere rahatsız eden bazı in-
da ya bu topunu şeytan götüresice namussuzlar bir anda dürüst
sanların dirisine de ölüsüne de verebileceğimiz en iyi armağandır
insanlar oluverirlerse, ne yaparız o zaman, diye için için korku-
sanıyorum.
yoruz.
Fakat ölüleri unutmak konusundaki bu güzel gelenek, sığ öfke-
Aslında insanlar, çok haklı olarak söylendiği gibi, genellikle
miz, öç alma hırsımız ve ikiyüzlülüğümüz yüzünden sıklıkla bo-
"iyiliğe karşı da kötülüğe karşı da utanılacak ölçüde kayıtsızdır-
zulur. Merhum Sofya Andreyevna Tolstaya'ya karşı takınılan tavır
lar", hayatlarının sonuna kadar da öyle kalmak isterler; bu yüzden
da bunun bir kanıtıdır.
iyilik de kötülük de aslında bizi aynı şekilde kaygılandırır, hem de
Ondan son derece tarafsızca söz edebileceğimi sanıyorum,
ne kadar belli olursa o kadar fazla kaygılandırır.
çünkü çok hoşlandığım biri değildi, ben de onun sevgisini kaza-
I. debi Portreler
Sofya A/ıdreytvrıa folstayrı f

namamıştım. Açıkyürekli bir insandı, sevmediğini saklamazdı. Novoselov kolonisi kurucusunun yazılarını okuyordu. Bu kişi, bu
Bana karşı zaman zaman kırıcı bile olabilirdi fakat ben gücenmez- yazıları, "savaşçı kilisenin" bir polis birliği kadar katı olan dergisi
dim, çünkü onun, çilekeş kocasının çevresini karasinekler ve siv- "Ortodoks Yorum"da yayınlıyordu.
risinekler gibi sarmış olan insanların büyük çoğunluğunu asalak Sofya Andreyevna, "narsist kontun herzelerinin" en sırna-
olarak gördüğünü bilirdim. şık ifşacılarından biri olan, Kazan İlahiyat Akademisi profesörü
Sofya Andreyevna'nın kıskançlığı Lev Tolstoy'u zaman zaman Gusev'in Tolstoy hakkındaki konferansını da herhalde biliyordu;
üzmüş olabilir. Burada "Derviş ve Ayı" masalını anımsamak kes- profesör, bu konferansında "Yasnaya Polyana'lı düzmece bilgenin"
kin zekâlı insanlar için bir fırsat olacaktır. Ancak bu insanların, ev yaşantısı konusunda, saçmalıklarına ilgi duyan birtakım insan-
büyük yazarın çevresini sarmış olan sinek bulutunun ne kadar lardan aldığı bilgilerden yararlandığını açıklamıştı.
geniş, ne kadar yoğun olduğunu, onun ruhundan beslenen asalak- S. A. Tolstaya, Sevgi Üzerine adlı kitabını Tolstoy'un düşünce-
lardan bazılarının ne kadar bıktırıcı olduğunu göz önüne getir- leriyle tıka basa doldurduktan sonra hemen bir yobaza dönüşmüş
meleri daha da yerinde ve akıllıca bir şey olur. Sineklerin her biri, ve en tanınmış mizantroplardan biri olarak "Novoye Vremya" ga-
Tolstoy'un yaşamında ve belleğinde kendi izini bırakmak istiyordu zetesinde çalışmaya başlayan Menşikov'u da kocasının vaazlarına
ve bunların arasında öyle sırnaşıkları vardı ki sevgi dolu Fransisco "hayran" kişiler arasında görmüştü.
Assizk'te bile nefret uyandırmışlardı. Hırslı bir insan olan Sofya Sofya Andreyevna, bu türden pek çok insan görmüştü. Kocası-
Andreyevna'nın bu insanlara karşı düşmanca davranması normal- nın iltifatlarına mazhar olan yetenekli şair Bulgakov da bunların
di. Lev Tolstoy ise, bütün büyük sanatçılar gibi, insanlara karşı çok arasındaydı. Lev Tolstoy, onun beş para etmez şiirlerini "Russkaya
hoşgörülüydü; ahlak kurallarıyla genellikle hiç bağdaşmayan ken- Mısl"de ("Rus Düşüncesi") yayınlamış, cahil, hasta ve hastalık de-
dine özgü değerlendirmeleri vardı; 1882 "Günlüğü'nde bir tanıdı- recesinde onurlu şair, buna karşılık "Tolstoy'un Evinde, Tolstoy'a
ğı hakkında şunları yazıyor: Açık Mektup" başlığıyla, yazara çamur atan bir makale yazmış-
"Bu adam köpeklere düşkün olmasaydı, ünlü bir haydut olur- tı. Makale o kadar kaba, yalanlarla dolu ve cahilce yazılmıştı ki
du." yayınlamayı kimse kabul etmedi; hatta "Moskovskiye Vedomosti"
1880'li yılların sonunda karısı, bu hayran ve "çömez" sürüsü ("Moskova Bülteni") yazı işlerinde müsveddenin üzerine "Çok kaba
içinden bazı kişilerin Lev Tolstoy'a yakınlığının yazara yalnız- ifadeler içerdiği için yayınlanamaz" diye bir de not düşülmüştü.
ca üzüntü ve sıkıntı getirdiğinden artık iyice emindi. Örneğin Bulgakov, bu yazısını, bir mektup ve ithafla birlikte Tolstoy'a gön-
Arhangelsk'teki Simbirsk kolonisinin, bir köylü kızın intiharıyla dermiş, mektubunda Tolstoy'un bu yazıyı "kendisiyle ilgili gerçek"
sonuçlanan ve kısa bir süre sonra Karonin'in Borsk Kolonisi adlı, olarak yayınlamasını istemişti.
çevresinde çok gürültü koparılmış öyküsünde anlatılan dramı Ünlü "Tolstoycu" Boulanger'nin öyküsü de Sofya Andreyevna'ya
gibi, "Tolstoy" kolonilerindeki skandal yaratan ağır dramları da herhalde pek ucuza mal olmamış, sözde Lev Tolstoy'la "fikirdaş"
pek tabii ki biliyordu. olanlardan gördüğü kaba, ikiyüzlü, çıkarcı davranışlar bu kadarla
Sofya Andreyevna, Bir Tolstoycunun Günlüğü adını taşıyan is- da kalmamıştı.
teri derecesinde düşmanca bir kitabın yazarı olan Ilyin gibi neda- Kocasının hayranlarına ve öğrencilerine karşı Sofya
met getirmiş "Tolstoycular" tarafından yapılan "Kont Tolstoy'un Andreyevna'nın aşırı bir güvensizlik duyması bu yüzden son dere-
ikiyüzlülüğünün ifşaatını" biliyor, Lev Tolstoy'un eski öğrencisi ve ce normaldir. Sofya Andreyevna'nın, sanatının büyüklüğünü, ruh-
sal yaşamındaki gerginliği çok iyi gözlediği ve anladığı bir insanın rol olarak görüyorum. Kin ve bayağılık dolu pek çok şeyi, yaza-
çevresinden birtakım asalakları ürkütüp kaçırma isteğini bu olgu- rın da başkalarının da bilmesi gerekmeyen, insanlara karşı tavrını
lar da tümüyle haklı çıkarıyor. Lev Tolstoy'un, Sofya Andreyevna etkileyebilecek pek çok şeyi Lev Tolstoy'dan gizlemek için Sofya
sayesinde pek çok eşek tekmesi yemekten, pek çok pisliğe ve kuduz Andreyevna'nın çok büyük bir manevi gücü ve uyanıklığı olma-
salyasına değmekten kurtulduğuna hiç kuşku yoktur. lıydı.
Anımsıyorum, 1880'li yıllarda hemen hemen her okuryazar iş- iftira ve kini yok etmenin en basit yolu susmaktır.
siz insan, dünya çapındaki dâhinin dinsel, felsefi, sosyal ve diğer Öğretmenlerin yaşamına tarafsız bir göz atacak olursak, her
konulardaki yanılgılarını açığa çıkarmayı kendisine ün kazandı- zaman sanıldığı gibi, yalnızca öğretmenlerin öğrencilerin ahlakını
racak bir iş sayardı. bozmadıklarını, öğrencilerin de, bazılarının kalın kafalılıklarıyla,
Kazan'lı şekerci Malomerkov bugün gibi gözümün önünde. bazılarının haylazlıklarıyla, bir kısmının da eğitimi karikatürize
Onu karamela yapmak üzere şurup kaynattığı kazanın başında ederek öğretmenin karakterini bozduğunu görürüz. Lev Tolstoy,
görüyorum ve şekercinin "Tolstoy zındığını da böyle kaynatsak ne hayatı ve çalışmaları konusunda yapılan değerlendirmelere her za-
iyi olurdu..." dediğini duyuyorum. man kayıtsız kalmamıştır.
Tsarıtsin'li berber, yanılmıyorsam, başlığı Kont Tolstoy ve Aziz Nihayet Tolstoy'un karısı, her şeyin olabileceği, hükümetin in-
Peygamberler olan bir eser kaleme almıştı. Yerel din adamlarından sanları yargılamaksızın hapse attığı, her birini yirmişer yıl hapis
biri, eflatun mürekkeple yazılmış olan bu eserin birinci sayfasına yatırdığı bir ülkede yaşadığını da aklından çıkarmıyordu herhal-
iri harflerle: de. "Zındık" din adamı Zolotnitskiy bile Suzdal Manastırı nın zin-
"Haklı olmakla birlikte, kaba kaçan hiddet ifadeleri dışında, bu danında otuz yıl yatmış, ancak aklını iyice kaçırdığı zaman salı-
eseri her bakımdan takdir ediyorum," sözlerini çiziktirmişti. verilmişti.
Arkadaşım, kambur ve zeki bir adam olan telgrafçı Yurin, bu el
yazısı kitabı yazarından istedi, aldık, okuduk ve berberin, Polikuş- Sanatçı gerçeği aramaz, gerçeği yaratır, insanlara anlattığı ger-
ka, Kazaklar, İnancım Nedir? ve anımsadığıma göre Üç Kardeşin çeğin Lev Tolstoy'u tatmin ettiğini sanmıyorum. Tolstoy'da iki te-
Hikâyesi gibi kısa bir süre önce ilk kez okuduğum yapıtların yaza- mel akıl tipi birbirine karşıt ve büyük olasılıkla da çok büyük acı-
rına duyduğu vahşi kin karşısında şaşkına döndüm. lar vererek bir arada bulunuyordu: Bir sanatçının yaratıcı aklı ve
Don istasyonlarında, Gryaze-Tsaritsın ve Volga-Don yolla- bir araştırıcının kuşkucu aklı. Savaş ve Barış'm yazarı, kendi inanç
rındaki istasyonlarda Log'lu topal bir ihtiyar Kazak dolaşıyor ve öğretisini belki de sırf bir sanatçı olarak gerilimli ve titiz çalışması-
"Moskova dolaylarında Kont Tolstoy dine ve çara karşı isyan çı- na engel olmasınlar diye yaratmış ve insanlara sunmuştu. Dâhi sa-
kartmış, bazı köylülerin topraklarını ellerinden alıp bu topraklan natçı Tolstoy, inatçı vaiz Tolstoy'a hoşgörüyle gülümseyerek, başını
postacılara, akrabalarına" vermiş diye anlatıp duruyordu. alaycı bir şekilde sallayarak bakmış olabilir. Tolstoy'un "Gençlik
Dâhinin isyankâr vicdanından çıkan yüksek sesin yarattığı bu Günlüğü'nde, analitik düşünceye karşı kesinlikle düşman tavrını
karanlık duygu ve akıl karışıklığının yankıları herhalde Yasnaya açıkça gösteren noktalar vardır; örneğin 22 Mart 1852'de şunları
Polyana'ya kadar gelmiş olmalıydı. Ayrıca 1880'li yılların, Sofya yazmış:
Andreyevna'nın hayatındaki en zor yıllar olmasının tek nedeni "içi boş bir kafaya aynı anda pek çok düşünce sığabilir."
de bu değildi. Onun bu dönemde oynadığı rolü kahramanca bir Anlaşılan, daha o zamandan "düşünceler" yüreğinin ve ru-
hunun temel gereksinimine, sanatsal yaratma gereksinimine en- Dâhi romancının toprak sürmeye, fırın yapmaya, çizme dik-
gel oluyordu. "...Bilinç, insanın başına gelebilecek en büyük kö- meye neden gerek duyduğunu anlamayan bir tek Sofya Andreyev-
tülüktür," sözleri, onun sanata doğru bilinçsizce eğilmesine karşı na değildi, bunu Tolstoy'un son derece büyük adamlar olan çağ-
acılarla dolu bir "düşünce" isyanı yaşamasıyla, ruhundaki iki ana daşlarının çoğu da anlamıyordu. Bu alışılmadık durum onlarda
unsurun çatışmasıyla açıklanabilir ancak. şaşkınlık yaratıyordu, Sofya Andreyevna ise farklı duygular yaşı-
Arsenyeva'ya yazdığı mektuplardan birinde "Çok fazla zekâ iğ- yordu. Rus "nihilizm" kuramcılarından olan, aynı zamanda Apol-
renç bir şeydir," diyor. lon Tianskiy'le ilgili ilginç bir araştırma yazmış birinin "Çizme,
Fakat "düşünceler" başına üşüşmüş, bu düşünceleri felsefe sis- Shakespeare'den daha yücedir," dediğini aklından çıkaramıyordu
temine benzer şekilde bir araya toplayıp birbiriyle ilişkilendirmek herhalde.
zorunda kalmıştır. Otuz yıl bunu yapmaya çalıştı ve bizler, bu bü- Sofya Tolstaya, Savaş ve Barış yazarının "nihilizm" düşünce-
yük sanatçının, işi, ruhunun tartışmasız ana ekseni olan sanatı bile leriyle beklenmedik dayanışmasına herhangi başka bir kimseden
yadsımaya kadar vardırdığını gördük. çok daha fazla üzülmüştür elbette.
Yaşamının son günlerinde şunları yazmıştı: Kendi yazdığı kitabın provasını yedi kez yeniden okuyan, he-
"Yazarlığın günahını ve çekiciliğini heyecanla hissediyordum, men hemen her okuyuşunda aşırı derecede telaşa kapılarak ve çev-
onu başkalarının üzerinde hissediyor ve esaslı bir biçimde kendi resini de telaşlandırarak kitabı yeniden yazan bir yazarla birlikte
üzerime aktarıyordum." yaşamak; kendisinden önce var olmayan koskoca bir dünyayı ku-
İnsanlık tarihinde böylesine hüzünlü bir durum yoktur; en ran bir yaratıcıyla birlikte yaşamak, bu kadar olağanüstü bir haya-
azından ben, dünyada insanın eriştiği şeyler içinde en güzeli olan tın bütün kaygılarını bizler anlayabilir ve değerlendirebilir miyiz?
sanatın günah olduğu inancına varabilmiş büyük bir sanatçı anım- Lev Tolstoy'un, bir kitabın biraz önce yazdığı bölümlerini gö-
samıyorum. zünün içine bakarak ilk kez karısına okuduğu saatlerde, onun,
Kısacası Lev Tolstoy, X I X . yüzyılın en büyük adamları arasında yani karısının ne dediğini bilemeyiz. Ben kendi adıma dâhi yaza-
en karmaşık olanıydı. Lev Tolstoy'un biricik mahrem dostu, karısı, rın olağanüstü gözlemciliğini dikkate almasam bile dev romanının
çok sayıdaki çocuklarının anası ve evinin kadını rolü, tartışmasız kadın tiplerindeki bazı özelliklerin yalnızca bir kadının bilebilece-
çok ağır ve sorumluluk gerektiren bir roldü. Sofya Tolstaya'nın, ği özellikler olduğunu ve romancının kulağına o kadın tarafından
günlük yaşamda bir dâhi olarak yaşamanın ve boş insanlarla yüz fısıldandığını düşünüyorum.
yüze gelmenin ne kadar sıkıntı verici, ne kadar boğucu bir şey ol- Anlaşılıyor ki, yaşamın karmaşasını daha da karmaşık hale ge-
duğunu başka herhangi bir insandan daha iyi, daha derinlemesine tirmek için hepimiz birbirimize birer öğretmen olarak doğuyoruz.
gördüğünü yadsımak mümkün müdür? Ancak o, büyük sanatçı- Çevresindekilere ısrarla bir şeyler öğretme isteği taşımayan bir in-
nın, gönlünü verdiği işi gizemli bir şekilde ve mucizeler yaratarak sana rastlamadım daha. Bana bu kusurun sosyal evrim amaçları
yaparken gerçekten de çok büyük bir insan olduğunu ama kâğıt için gerekli bir şey olduğunu söylemiş olsalar da, sosyal evrimin
oynarken, kaybettiğinde sıradan bir ölümlü gibi kızdığını, hatta çabukluktan ve insancıllıktan önemli ölçüde kazançlı çıkacağı
bazen gereksiz yere kızdığını, basit insanların, büyük olasılıkla inancını, insanların ise daha az öğretip daha fazla öğrenmeleri ha-
Sofya Andreyevna'nın da yaptığı gibi, kendi hatalarını başkaları- linde daha özgün olacakları inancını koruyorum.
nın üstüne attığını da görüyor ve buna anlayış gösteriyordu. Kafasındaki "düşünceler", Lev Tolstoy'un büyük sanatçı yüre-
ortadadır ki, sadece hayatımızı zorlaştıran fazlalıkları paylaşma-
ğine tecavüz ederek onu en sonunda "hayat öğretmenliği" gibi ağır
yı öğrenmiş olsaydık dünya daha mutlu, insanlar daha iyi olurdu.
ve bayağı bir rolü üstlenmek zorunda bırakmıştır. "Öğretmenli-
Bazı sanat ve bilim adamları dünyaya ruhlarının bütün hazineleri-
ğin" sanatçının çalışmasını bozduğu kim bilir kaç kez söylenmiş-
ni sunuyorlar ve öldükten sonra kurtlara besin kaynağı olan bütün
tir. Tolstoy'un dev tarihi romanında bir kadının etkisi olmasaydı,
insanlar gibi, daha hayattayken meyve ağaçlarının kabuklarındaki
daha fazla "felsefe" ve daha az uyum olurdu sanıyorum. Belki de
asalak likenler gibi derilerinin üzerinde büyüyen eleştirmenlere ve
bir kadının ısrarı üzerine Savaş ve Barış'ın felsefi bölümü ayrılmış,
ahlakçılara yem oluyorlar.
hiçbir şeye ve hiç kimseye engel olmayacağı bir yere, kitabın sonu-
Cennetteki yılan rolünü oynayan, Lev Tolstoy'un gönülden bağ-
na konulmuştur.
landığı ve gayretle hizmet ettiği zaptolunmaz güç, Eros'tu. Kroyçer
Kadınların bize verdikleri hizmetler arasına filozofları dünyaya
Sonat'ı kimin yazdığını unutmadım, ama yetmiş iki yaşındaki
getirdikleri halde felsefeyi sevmedikleri hususunu da katmak gere-
Nijegorod'lu tüccar A. P. Bolşakov'un sokaktan geçen lise öğrenci-
kir. Sanatta felsefe zaten yeterince vardır. Sanatçı, çıplak düşünce-
si kızları evinin penceresinden izlerken derin derin iç çekip:
leri güzel kılıklara sokarak hayatın karanlık bilmeceleri karşısında
"Ah, hayatımı boşa geçirmişim! Şu kızlara bak, onlara muhtaç
felsefenin acıklı güçsüzlüğünü mükemmel bir şekilde gizler. Acı
değilim, sadece içimde hırs ve kıskançlık uyandırıyorlar," dediğini
hapları çocuklara hep güzel kutuların içinde verirler. Çok akıllıca,
de anımsıyorum.
insanca bir davranıştır bu.
Kroyçer Sonat'ta Bolşakov'un tamamen doğal ve normal hır-
sının hissedildiğini söylersem büyük yazarın parlak suretini ka-
Yahova, berbat bir dünya yaratmıştı, çünkü bekârdı. Bu yal-
rartmış olmayacağımdan eminim. Zaten Lev Tolstoy'un kendisi
nızca bir ateistin şakası değildir, bu sözlerde kadının yaratıcılığı
de insanın gücünü tüketip içindeki isteği bırakan doğanın arsız
uyandıran ve hayatı uyumlu hale getiren kişi olarak taşıdığı öneme
ironisinden yakınıyordu.
duyulan kesin inanç ifade edilmiştir. Âdem'in "günahı'yla ilgili
Lev Tolstoy'un eşinden söz ederken, yazarın tüm ihtiraslı ya-
bildik efsane, taşıdığı derin anlamı hiçbir zaman yitirmiyor: Dün-
pısına rağmen Sofya Andreyevna'nın, neredeyse yarım yüzyıl bo-
ya bütün mutluluklarını kadının aşırı meraklılığına, mutsuzluk-
yunca onun hayatındaki tek kadın olduğunu anımsatmak gerekir.
larını da kadınlar da dahil bütün insanların ortak aptallıklarına
Sofya Andreyevna, onun yakın, sadık ve görünüşe bakılırsa tek
borçludur.
dostuydu. Lev Tolstoy, gönlünün zengin olması yüzünden pek çok
"Dünyayı aşk ve açlık yönetir." İnsan acılarının sonsuz tarihi
insanı dostum diye adlandırsa da, bu dostlar aslında sadece onun-
için yazılmış en doğru, en isabetli yazıttır bu. Yakın zamana kadar
la aynı düşünceyi paylaşan insanlardı. Ayrıca Tolstoy'un gerçekten
birer vahşi olan biz insanların aşk tarafından yönetilen yerlerde
dostu olmaya uygun birini tasavvur etmenin de zor olduğunu ka-
bir kültürü var: Sanat ve haklı olarak gurur duyduğumuz diğer bü-
bul edersiniz.
tün yüce şeyler. Açlığın eylemlerimizin uyarıcısı olduğu yerlerde
Yalnızca Tolstoy'la bu kadar sadık bir şekilde ve bu kadar uzun
ise uygarlığı ve uygarlığın birlikte getirdiği mutsuzlukları, sıkın-
süre birlikte yaşamış olması bile Sofya Andreyevna'ya, dâhi ya-
tıları ve kısıtlamaları, yakın zamanın vahşi yaratıklarına gerekli
zarın çalışmasına ve anısına gerçekten hayran olanların ve öyle
şeyler olarak kabul ediyoruz. Kalın kafalılığın en korkunç türü,
görünenlerin saygısını kazanma hakkını verir; Tolstoy'un "aile
zoolojik bir özellik olan açgözlülüktür. İnsanlar daha az açgözlü
dramı'nı araştıran beyler, sırf bu nedenle çatal dillerini tutmalı,
olsalar daha tok, daha akıllı olurlar. Bu bir hayal değildir; apaçık
sığ kişisel kırgınlıklarını ve kinlerini, biraz da polis hafiyelerinin Tolstaya'nın hasta kocasının ve yazdıklarının selametini, çocukla-
kirli işini akla getiren "psikolojik araştırmalarını", parmaklarının rın rahatını sağlamaya, "içten üzüntülerini" belirten ziyaretçilerin,
derisıyle dokunarak da olsa yüce yazarın hayatına katılmak gibi profesyonel izleyicilerin gürültülü sırnaşıklığından kurtulmaya ve
sulu ve hatta arsızca isteklerini engellemelidirler. herkesi yedirip içirmeye çalışırken "hayatın ağulu ıvır zıvırları-
Lev Tolstoy'u tanıdığım o mutlu günlerin ve duyduğum büyük nın" yarattığı bir kasırganın içinde nasıl dönüp durduğunu gayet
onurun anısına saygımdan Sofya Andreyevna hakkında mahsus iyi görebiliyordum. Her birinin, hastanın iyileştirilmesi görevinin
konuşmadım. Sofya Andreyevna'dan hoşlanmazdım. Onda, koca- bir tek kendisine ait olduğuna inanan hekimlerin kıskançlıkları
sının yaşamında oynadığı yadsmamayacak kadar büyük rolün al- konusunda da arabulucu olması gerekiyordu.
tını kıskanç ve her zaman çok kalın bir çizgiyle çizme isteğini fark Bu zor günlerde, genellikle bütün felaket günlerinde olduğu
etmişimdir. Bana biraz panayır çadırında yaşlı bir aslanla numara- gibi, kötü tatsızlıklar rüzgârı, her türlü çerçöpü önüne katıp bu eve
lar yaparken önce seyircileri hayvanın gücüyle korkutan, sonra da getirmişti: Küçük üzüntüler, kaygı verici saçma sapan boş şeyler.
aslanın sevdiği ve sözünü dinlediği tek kişinin kendisi, yani hayvan Lev Tolstoy, sanıldığı kadar zengin biri değildi, yetişkin olsalar da
terbiyecisi olduğunu gösteren birini anımsatmıştır. Bana kalırsa bu çalışmaktan aciz bir yığın çocukla birlikte oturup, yazdıklarından
tur gösteriler Sofya Andreyevna için son derece gereksiz, zaman za- kazandığı parayla geçinen bir yazardı. Sofya Andreyevna, gün-
man da komik şeylerdi ve hatta onu biraz da küçük düşürüyordu. O lük yaşamın ortalığı toza dumana katan fırtınası içinde sinirden
günlerde Tolstoy'un yanında zekâ ve enerji açısından karısıyla boy sırıtarak, zeki gözlerini kısarak, yorulmak bilmezliğine, her yere
ölçüşebilecek kimse olmadığı için kendisini göstermesine de gerek zamanında yetişme, herkesi sakinleştirme, birbirinden hoşnut
yoktu. Şimdi, bazı Çertkov'lar tarafından Sofya Andreyevna'ya olmayan küçük insanların sivrisinek gibi vızıldanmalarına engel
karşı takınılan tavrı gördüğüm ve bildiğim şu anda onun gerek olma konusundaki becerisine kendisi de şaşarak sabahtan akşama
tanımadığı insanlara karşı gösterdiği kıskançlığın, gerek kocasına koşturup duruyordu.
açıkça karşı çıkma isteğinin, gerekse pek hoş olmayan başka dav- Andrey Tolstoy'un anemik karısı ürkek ürkek ortalıkta dola-
ranışlarının hayattayken ve ölümünden sonra Tolstoy'un karısına şıyordu; hamileydi ve ayağı takılıp düşmüştü, karnındaki bebeği
karşı takınılan tavırla doğrulanmış olduğunu görüyorum. düşürmesi bekleniyordu. Tatyana Tolstaya'nın kalp hastası olan
Sofya Andreyevna'yı Kırım'da, Gaspra'da birkaç ay boyunca kocası soluk alamıyor, hırıldayıp duruyordu. Kırk yaşlarında gös-
gözlemiştim. O sırada Tolstoy o kadar ağır hastaydı ki, onun ölü- terişsiz ve solgun bir adam olan Sergey Tolstoy, bıkkın bir halde
münü bekleyen hükümet, Simferopol'den bir savcı göndermişti ve kendisiyle preferans oynayacak bir arkadaş arıyor ve bulamıyordu.
bu adam, söylendiğine göre, yazarın kâğıtlarına el koymak üzere Sergey Tolstoy, beste yapmayı denemiş ve bir kere benim evim-
Yalta'da kalıyordu. Tolstoy'ların kaldıkları Kontes S. Panina'nın de Tyutçev'in sözleri üzerine yazdığı "Neden söz ediyorsun gece
yurtluğu hafiyeler tarafından sarılmıştı. Bu adamlar bahçede rüzgârı?" adlı bir romansı piyanist A. Goldenveyzer'e çalmıştı.
dolaşıyorlardı ve Leopold Sulerjitskiy, onları domuz kovalar gibi Goldenveyzer'in bu müzik için ne dediğini anımsamıyorum fakat
bahçeden kovalamıştı. Sulerjitskiy, Tolstoy'un müsveddelerinin bir müzik konusunda bilgili biri olan doktor A. N. Aleksin, Sergey
kısmını gizlice Yalta'ya getirmiş ve saklamıştı. Tolstoy'un Fransız kantocularından kesinlikle etkilenmiş olduğu-
Yanılmıyorsam, Tolstoy ailesinin tamamı çocuklar, gelinler, nu söylemişti.
damatlar Gaspra'da toplanmıştı. Edindiğim izlenime göre çok Bir kez daha söylüyorum, belki doğru değildir ama bende tu-
sayıda aciz ve hasta insan vardı burada. Anne Sofya Andreyevna haf bir izlenim oluşmuştu: Büyük Tolstoy ailesinin bütün üyeleri
sağlıksızdı, hepsi de birbirlerinden pek az hoşlanıyorlardı ve hepsi Sofya Tolstaya'nm 1905-1906 toprak devrimi günlerindeki tu-
de sıkılıyordu. Bu arada galiba Aleksandra Tolstaya, babası tam
tumu özellikle ağır bir günah sayılıyor. Onun bu günlerde "ser-
nekahat dönemindeyken dizanteriye yakalanmıştı. Herkes Sofya
serilerce yıkılan Rus tarım kültürünün korunması" için kavgacı
Andreyevna'dan dikkat ve özen bekliyordu, sessizce hayattan ay-
adamlar kiralamış olan diğer yüzlerce toprak sahibi kadın gibi
rılmaya hazırlanan büyük yazarı rahatsız edebilecek pek çok şey
davrandığı saptanmıştır. Tolstaya da Yasnaya Polyana'yı korumak
vardı.
için birtakım Kafkasyalı dağ köylülerini kiralamıştır.
Oğul Lev Tolstoy'un bir öyküsünün ya da V. P. Burenin'in bu
Mülkiyete karşı çıkmış olan Lev Tolstoy'un karısının, Tolstoy'un
öyküyle ilgili eleştirisinin yayınlandığı "Novoye Vremya" sayısı-
yurtluğunun mujikler tarafından yağmalanmasına engel olmama-
nın kocasının eline geçmemesi için Sofya Tolstaya'nm nasıl uğraş-
sı gerektiğini söylüyorlar. Ancak Lev Tolstoy'un hayatını ve huzu-
tığını anımsıyorum. Engellenmesi kolay bir şeydi bu; mesele, oğul
runu koruma görevi bu kadının üzerindeydi, Tolstoy da Yasnaya
Tolstoy'un bazı öykülerini, "Tigr Tigroviç Soskin-Oğulları" adını
Polyana'da yaşıyordu ve karısı Sofya Tolstaya, onun çalışması için
takarak onunla kaba bir dille alay eden ve hatta başarısız yazarın
gerekli olan, alıştığı huzur ortamını en geniş ölçüde sağlıyordu.
adresini "Bolvanovka'da Spas'ın Yanı, Sarı Ev" diye gösteren hiciv
Dünyadan ayrılmaya hazır, artık gücünün son demlerini yaşayan
yazarı Burenin'le aynı gazetede yayınlıyor olmasındaydı.
bir insan olarak onun için en gerekli şey huzurdu. O günlerden
Oğul Lev Tolstoy, babasına öykündüğünün düşünülmesinden
ancak beş yıl sonra Yasnaya Polyana'dan ayrıldı.
son derece kaygılanıyordu. Bu amaçla bizmutun yararını ve arse-
niğin zararını anlatan "antitolstoy" romanını Yasinskiy'in özensiz Sağgörülü insanlar, burada kaba bir kinaye gizlendiğini düşü-
dergisi "Aylık Eserler"de yayınlamıştı. Şaka etmiyorum, romanın nebilirler: Devrimci, anarşist Lev Tolstoy, devrim sırasında yurt-
böyle bir görevi vardı. Yasinskiy, aynı dergiye baba Tolstoy'un Di- luğunu bırakıp gitmeliydi ya da o zaman gitmiş olsaydı daha iyi
riliş romanı üzerine terbiye sınırlarını aşan bir eleştiri yazısını da olurdu, demek istediğimi sanabilirler. Pek tabii ki böyle bir kinaye
koymuştu. Üstelik eleştiri yazarı, romanın Rusya'daki basımın- yok, söylemek istediğim şeyi lafı dolandırmadan, açıkça söylerim.
da sansür tarafından izin verilmeyen ve Rusya'dan önce ancak Bence Lev Nikolayeviç Tolstoy'un hiçbir zaman kaçması gerek-
Berlin'de yapılabilen basımındaki bölümlerden de söz etmeye kal- miyordu, ancak bu işte ona yardım etmiş olan insanlar kaçmasına
kışmıştı. Sofya Andreyevna haklı olarak bu eleştirinin bir ihbar engel olsalardı daha akıllıca davranmış olurlardı. Tolstoy'un "ka-
gibi değerlendirileceğini söylüyordu. çışı" son dakikasına kadar çok değerli olan hayatını kısaltmıştır.
Bunlardan pek isteyerek değil, sırf Sofya Andreyevna'nın için- Tartışma götürmez bir gerçektir bu.
de yaşadığı koşulların ne kadar zor olduğunu, ne kadar fazla zekâ Tolstoy'un psikolojik bakımdan normal olmayan karısı tara-
ve duyarlılık gerektirdiğini bir kez daha göstermek için söz ediyo- fından evden kovulduğunu yazıyorlar. O günlerde Lev Tolstoy'un
rum. Bütün büyük adamlar gibi, Lev Tolstoy da büyük bir yolun çevresindeki insanlardan hangisinin psikolojik olarak tümüyle
üzerinde yaşıyordu ve yanından geçen herkes bu sıra dışı, şaşırtıcı normal olduğunu doğrusu bilemiyorum. Ayrıca anlamadığım bir
adama şu veya bu şekilde dokunmayı normal bir hak olarak görü- şey var: Karısının ruhen normal olmadığını söyleyen normal in-
yordu. Sofya Tolstaya'nın oldukça çok sayıdaki bu pis, çıkarcı eli sanlar neden kadıncağıza gerekli dikkati gösterip etkisiz hale ge-
ve kendisi için büyük değer taşıyan bu dikbaşlı adamın içindeki tiremediler?
manevi yaraların derinliğini anlamak isteyen meraklı pek çok par- Mülkiyete karşı içten gelen bir nefret besleyen, eğitimle değil,
mağı kocasından uzaklaştırmış olduğundan hiç kuşku yoktur. doğuştan anarşist ve aşırı derecede dürüst bir insan olan Leopold
Sulerjitskiy, Sofya Andreyevna Tolstaya'yı sevmezdi ama bakın yaşam yolundaki tek dostu ve çalışmalarındaki işbilir yardımcısı
onun dokuz yüz beş-dokuz yüz altı yıllarındaki davranış tarzını bir kadının onunla elli zor yıl geçirdikten sonra doğal olarak son
nasıl anlatıyor:
derece yorgun düşmüş olmasıydı yalnızca.
"Tolstoy'un ailesi, Yasnaya Polyana'daki malları mujiklerin Bu arada yaşlı kadın, kocasının, o dev adamın dünyadan kop-
ufak ufak aşırmalarını, Tolstoy'un elleriyle diktiği akağaç koru- tuğunu görüp, kendisini hiç kimseye gerekmeyen, yalnız biri gibi
sunu kesmelerini neşe içinde seyretmiyordu herhalde. Sanıyorum hissediyordu, bu da onu çileden çıkartmıştı.
kendisi de koruluğa acıyordu. Bu ortak, belki sözsüz, sessiz üzüntü Yabancı insanların kendisini yarım yüzyıldır bulunduğu yer-
ve acıma Sofya'yı sonradan başına gelecekleri bildiği bir davranı- den uzaklaştırmalarına kızan Sofya Tolstaya'nm, bir insanın hare-
şa itti. Bunu bilmemesine, hesaba katmamasına olanak yoktu, o ketlerinin kısıtlanması için kötü roldeki insanlar tarafından çakıl-
akıllı bir kadındı. Herkes üzülüyor ama hiç kimse koruyu koruma- mış olan ahlak çitine yeterince dikkat etmediğini söylüyorlar.
ya cesaret edemiyordu. O zaman tehlikeyi o göze aldı. Bu yüzden Öfke onda daha sonra neredeyse delilik özelliği kazanmıştır.
ona saygı duyuyorum. Önümüzdeki günlerde Yasnaya Polyana'ya Daha da sonra her şeyi terk ederek tek başına ölmüş, ölümünden
gideceğim ve ona saygı duyduğumu söyleyeceğim. Bütün bunlar sonra da sadece kendisine iftira atma zevki için anımsanmıştır.
önemli değil, yeter ki Tolstoy sağ olsun." İşte bütün olan budur.
İnsanları birazcık tanıyan biri olarak Sulerjitskiy'in tahmini-
nin doğru olduğunu düşünüyorum. Lev Tolstoy'un mülkiyeti yad- "Kızıl Arşiv'in dördüncü kitabında "Lev Tolstoy'un Son Gün-
sırken samimi olmadığını söylemeye hiç kimse cesaret edemez, leri" başlığıyla çok ilginç bir makale yayınlandı. Bu makalede
ancak ben eminim ki, o da koruya kıyamamıştır. Bu koru onun jandarma generali Lvov'un raporu yer alıyor. Generalin raporunu
elinden çıkmıştı, onun kendi emeğinin ürünüydü. Burada kökleri
okuyalım:
çok eski zamanlara giden içgüdünün, akılla arasındaki küçük çe- Andrey Tolstoy, süvari yüzbaşısı Savitskiy'le konuşmasında
lişki ortaya çıkıyor, gerçi akıl, içgüdünün can düşmanıdır ama. Tolstoy'un ailesinden, özellikle de karısından uzaklaşmasının,
Şunu da ekleyeceğim: Toprak ve üretim araçları üzerindeki özel özellikle Çertkov'un hekimler ve Tolstoy'un kızı Aleksandra üze-
mülkiyetin kaldırılmasının geniş ve cesur bir şekilde denendiği rinde yaptığı etkinin bir sonucu olduğunu ileri sürüyor.
yıllarda yaşıyoruz ve bu karanlık, alçak içgüdünün dürüst insanla-
Sonra şöyle devam ediyor:
rın ahlakını bozarak, onlardan birer suçlu yaratıp alay edercesine
büyüdüğünü, güçlendiğini görüyoruz. Bazı tümcelere bakılırsa, Tolstoy ailesinin, sağlık durumuyla

Lev Tolstoy büyük bir insandır ve "insanca şeylerin" ona ya- doğrudan ilgili olmayan nedenler yüzünden hastanın yanına bile
bile gitmedikleri sonucuna varılabilir.
bancı olması onun parlak suretini zerrece karartmaz. Ancak bu
onu asla bizimle aynı düzeye getirmez. Büyük sanatçıların işledik-
leri günahlar bakımından sıradan günahkârlardan daha büyük
günahkârlar olması psikoloji açısından son derece normaldir. Bu- NOTLAR
İlk kez "Russkiy Sovremennik" dergisinde, 1924, sayı 4, aynı zamanda
nun böyle olduğunu bazı olaylarla görüyoruz.
"Beseda" dergisinde, 1924, sayı 5, son dört paragraf eklenerek yayınlan-
Sonunda ne olmuştu?
mıştır.
Olan, son derece kendine özgü, dikbaşlı, büyük bir sanatçının
Açıktır ki, Bay Nemiroviç, ölümünün otuzuncu yıldönümünde Son derece bozuk ve hayran olunacak hiçbir yanı bulunmayan
Turgenyev'in zekâdan yoksun karikatürüne bakmanın eğlenceli bir ruh.
ve Pyotr Verhovenskiy gibi "devrimden kopmuş şeytanları" ya da Acaba bu ruh, kendisini güçlendirebilecek, billurlaştırabilecek,
Liputinler ve Lebyadkinler gibi "kendi hayatlarının alçaklarını" şekillendirebilecek sağlam bir temel arıyor ve bu yüzden her şeyi
izlemenin hoş geleceği bir seyirci topluluğu olduğunu bilir. Doğ- kırıp yıkarak, her şeyi kirleterek isyan ediyor olabilir mi? Fakat
rusu ya onlara bakarken dürüst, kendi çıkarlarını düşünmeyen kirleterek, zulmederek, kan dökerek kendi yaralarını iyileştirmek
insanların da var olduğunu unutmak çok kolay ve rahat olacak- mümkün değildir ve bu deli ruh, kendisine bir temel ya da bir ceza
tır. Şimdi birçoklarının bunları unutmaya gerek duyduğundan da aradığı sürece ister manastıra, ister kürek cezasına gitsin dünyaya
kuşku yoktur. İşte, Sanat Tiyatrosu bu gereksinime hizmet ediyor ne kadar çok zehir akıtacak, ne kadar çok çocuğu ve genci zehir-
ve toplumun zaten uyuklayan vicdanının derin bir uykuya dalma- leyecektir!
sına yardımcı oluyor. Dostoyevskiy, kendisi de büyük bir zalim ve vicdanı hasta biri
Vicdan meselelerini bir yana, iftirayı ve kötü niyetli karikatür- olarak özellikle bu karanlık, anlaşılmaz ve iğrenç ruhu yazmaktan
leri ise tarihe bırakıp Cinler'in sahneye konulmasından beklenen
hoşlanmıştır. Ancak Fyodor Karamazov'un, "yeraltından bir ada-
sosyal yarardan söz edelim.
mın", Foma Opiskin'in, Pyotr Verhovenskiy'in, Svidrigaylov'un
Beni ilgilendiren konu şu: Rus toplumu, Cinler romanında an-
henüz elde ettiğimiz şeylerin tamamı olmadığını, aslında içimizde
latılan olayların ve kişilerin sahnede canlandırılmasının sosyal
yanan tek şeyin canavarlık ve düzenbazlık olmadığını hepimiz de
pedagoji açısından gerekli ve yararlı olduğu görüşünde midir?
gayet iyi hissediyoruz. Dostoyevskiy yalnızca bu özellikleri görü-
Tartışılmaz ve kuşku götürmez bir gerçek: Dostoyevskiy bir dâ-
yordu, ancak değişik bir şey anlatma isteğiyle sadizmi mazohizme,
hidir, ancak o bizim öfkeli dâhimizdir. Çirkin tarihiyle, zor ve kırı-
Karamazovluğu Karatayevliğe dönüştürüp bize Budalayı ya da
cı yaşantısıyla Rus insanında oluşturulmuş ve biçimlendirilmiş iki
Alyoşa Karamazov'u gösteriyordu. Platon Karatayev, tıpkı Fyodor
hastalığı şaşırtıcı bir derinlikle hissetmiş, anlamış ve tadını çıkara
Karamazov gibi, bugün de çevremizde yaşayan insanlar gibi canlı-
çıkara anlatmıştır. Bu iki hastalık, bütün umudunu yitirmiş bir
dır; ancak anarşistler-şehvet düşkünleri ve yarı ölü kaderciler diye
nihilistin sadistçe acımasızlığı ve onun karşıtı olan ezilmiş, yılmış,
ayrılan bir halkın var olması mümkün müdür?
çektiği acıdan için için sevinç duyarak herkese ve kendisine karşı
Açıktır ki, Rusya'nın kültürünü yaratan ve ağır ağır olsa da ge-
gösteriş yaparak bu acının tadını çıkarabilen bir varlığın mazohiz-
liştiren, bu iki karakter değildir.
midir. Dayak ne kadar acımasızsa o kadar çok övünülür.
Peki toplumun dikkati, neden ulusal ruh halimizin özellikle bu
Dostoyevskiy'nin en önemli ve en ince ayrıntılarına kadar an-
hastalıklı olguları, bu ruh halinin çirkin tarafları üzerinde dur-
ladığı insan, "acımasız yeteneğin" bütün romanlarında sayısız kez
durulmaya çalışılıyor? Bunları yenmek, bunlardan kurtulmak, bu
- h e m kısmen hem de tümüyle- yinelenen Fyodor Karamazov'dur.
hastalıkların yer bulamayacağı sağlıklı bir atmosfer yaratmak ge-
Kuşkusuz bir Rus insanıdır bu: Şekilsiz ve karışık, aynı zaman-
reklidir.
da korkak ve arsız, her şeyden önce de hastalık derecesinde kötü
yürekli: Korkunç İvan, Saltıçiha, çocukları köpeklere kovalattıran Oysa bizlere ölü canların ve canlı cenazelerin arasında yaşa-

toprak ağası, hamile karısını öldüresiye döven köylü, nişanlısına dığımızı düşündürtmek amacıyla irinli yaralar, cansız bedenler
tecavüz eden ve onu tecavüz etsinler diye bir serseri kalabalığına gösteriliyor.
teslim eden şehirli adam. Rusya'nın üzerine büyük fırtınaların ve boraların geldiğini ha-
ber veren kara bulutların bir kez daha yaklaştığını, ülkemizdeki Giderek artan ve aslında Karamazovluğun ta kendisi olan ser-
tüm sağlıklı güçlerin akıl ve iradelerinin dostça bir birlik ve büyük seriliğin kaynaklarından biri de bu değil midir?
bir dikkat içinde olmasını gerektiren zor günlerin kapıda olduğu- Bu zehir gölünün gelecek nesillerin sağlığını nasıl etkileyeceği-
nu hiç kimse yadsıyamaz. Şimdi bu ülkenin sakatlıklarına hayran ni, hayatımızdaki vahşi sarhoşluğu ve acımasızlığı, işlerimizdeki
olmanın sırası mıdır? Bu sakatlıklar zaten hayata ve bireye karşı bir ve sözlerimizdeki sadizmi, uyuşukluğumuzu, dünyadaki hayata
tiksinme telkin edip toplumu zehirlemektedir, ayrıca Moskova'da karşı, ülkemizin geleceğine karşı ve birbirimize karşı üzücü umur-
meydana gelen intihar olaylarındaki artış üzerinde Karamazovla- samazlığımızı artırıp artırmayacağını düşünme zamanı hâlâ gel-
rın sahnelenmesinin bir etkisi olmadığını söyleyebilir miyiz? medi mi?
Yürek sarsan pek çok dram yaşamış olan Rus toplumunun, bit- Ruh sağlığımızı düzeltmek için bence Sanat Tiyatrosunun bize
kin, umutsuz ve uyuşuk bir durumda olduğundan da kuşku yok- sahnelemeye niyetlendiği düşüncelerin sosyal ve eğitim açısından
tur. Gerçeklerle, hayatın bizden beklentileriyle ilişkimiz ateşini önemini belirlemek gereklidir. Bu sakat gösteriye gerek var mıdır?
büyük ölçüde yitirmiştir. Ben, gerek olmadığına inanıyorum.
Bu ateşi düşüren koşulların arasında, sosyal karamsarlık pro- Bu "temsil", estetik yönü kuşkulu ve sosyal bakımdan kesinlik-
pagandası ve ülkemizde, Rusya'da ahlaka hiçbir katkıda bulun- le zararlı bir hevestir.
maksızın ve birbirimize karşı ilişkilerimizi iyileştirmeksizin sade- Sanat Tiyatrosunu bir köle gibi izleyen Nezlobin Tiyatrosu da
ce dikkatleri asıl konudan uzaklaştıran bir güzel konuşma sanatı Budalayı sahneliyor. Burada da hayran olunacak şeyler var: Ör-
halini almış olan "ruhun yüksek taleplerine" geri dönüş de az rol neğin veremli İppolit'in can çekişmesi, Prens Mişkin'in sarası,
oynamamıştır. Geçmişin bu kalıntılarının yeniden ortaya çıkışı, Rogojin'in sertliği, Nastasya Filippovna'nın histerisi, diğer ibret
Rusya'nın, ne yazık ki, başkalarına oranla daha fazla kilise ve ila- verici beden ve ruh hastalığı tabloları. Yazarın düşüncelerinin
hiyat eğitiminin baskısı altında yaşamış olmasıyla açıklanıyor. İşte tiyatro sahnesinde hareketler kadar anlaşılır olmayacağını ve
bu yüzden Gogol, iradesine ve hayal gücüne, ülkesinin geçmişi- Dostoyevskiy'nin çıkarılan parçalar yüzünden çıplak kalan ro-
ni bilen fakat bu geçmişten zehirlenmemiş bir insanın, Avrupalı manının baştan sona bir sinir krizi niteliği alacağını unutmamak
Puşkin'in yön verdiği dönemde sağlıklı ve çalışkan biri olabilmiş- gerekir.
tir ancak. Ruh sağlığı yerinde olan herkese, Rus yaşamının iyileştirilmesi
Yalnız sosyo-politik anlamda değil, psikolojik anlamda da bü- gerektiğini anlayan herkese Dostoyevskiy'nin yapıtlarının tiyatro
yük bir iç düzenleme çalışmasıyla karşı karşıya bulunuyoruz. Kao- sahnelerinde temsilini protesto etmelerini öneriyorum.
tik geçmişten miras aldığımız her şeyi titizlikle gözden geçirmeli,
değerli ve yararlı olanları seçip değersiz ve zararlı olanları atmalı, Bu yazı kalabalık bir edebiyatçı grubunun protestosuna neden
tarihin belgeliğine kaldırmalıyız. Ruhsal sağlık, yüreklilik, aklın oldu; protesto "Borsa Haberleri'nin akşam baskısında yayınlandı
ve iradenin yaratıcı güçlerine inanç bize herkesten daha fazla ge- ve sanatçı özgürlüğü üzerinde toplum sansürü kurmaya çalıştığım
reklidir. yolunda bir suçlamaya dönüştü. Bundan sonraki yazım, edebiyat-
Elli ayrı dil ve lehçe konuşan 170 milyonluk karmakarışık nü- çıların protestosuna yanıt olacaktır.
fuslu bir ülkede yaşıyoruz. Yoksul halkımız her yıl yaklaşık bir
milyarlık votka içiyor ve içki tüketimi giderek artıyor. 1913
[DOSTOYEVSKÎY]

BÎR KEZ DAHA


"KARAMAZOVLUK"
ÜZERINE

Cinler' in ve genel anlamda Dostoyevskiy'nin romanlarının


sahnelenmesine yönelik protesto çağrım, beni kınadıklarını be-
lirten edebiyat beylerinden az ya da çok ama sert tepkiler gördü.
Hatta Dostoyevskiy yandaşlarından Bay Gornfeld şöyle diyordu:
"Gorkiy karşıtları çıtayı ters yöne büktüler, Gorkiy'nin yarattı-
ğı bir tür sansürle ilgili çirkin sözler döküldü ortaya."
Gerçekten gereksiz ve bana göre bu sözleri uyduranlar açısın-
dan son derece utanç verici sözler.
Fakat meselenin özü şu veya bu kişinin bana karşı kişisel tav-
rında değil, bu hiç kimseyi ilgilendirmez; burada asıl konu, bana
karşı çıkanların hepsinin, toplumun, toplum içinde insancıl un-
surların çoğalmasına düşman eğilimleri ve olguları protesto hak-
kını, toplum adına reddediyor olmalarıdır.
Edebiyatçılar tarafından ileri sürülen düşünceler şöyle sırala- cağım. Yakmayacağım, çünkü Rus edebiyatını seviyorum ve pek
nıyor: de saygın olmayan bir yazarın bile değerini biliyorum. Bu yazar,
"Dostoyevskiy gerici de olsa, şu anda bizi boğan 'zoolojik milli- sınırsız özgürlükseverliğini bir kente ve tüm dünyaya çok yüksek
yetçiliğin' kurucularından biri de olsa, Granovskiy'in, Belinskiy'in bir sesle ilan etti fakat bu tür açıklamaları her duyduğumda açık-
yericisi, bugün de eserleri ve ruhuyla yaşadığımız 'Batının düş- lamayı yapan kişiye şu soruyu sormak istiyorum:
manı da olsa, azılı bir şovenist, Yahudi düşmanı, sabır ve boyun "Peki sizin kurtulup özgür kalmak istediğiniz şey nedir? Tüm
eğmenin yayıcısı da olsa, sahip olduğu sanat yeteneği, insanlığın insanlık ve yurttaşlık görevleri olmasın sakın?"
en büyük önderlerinin eziyetli bir çalışmayla yaratmış oldukları Çünkü Rusların "nihai özgürlük" anlayışı hemen hemen her
adalete karşı işlediği bütün günahları bağışlatacak kadar büyük- zaman arkasında iş yapmayı bırakıp edilgen bir izleyici olma, kül-
tür. Bu yüzden de toplum, Dostoyevskiy'nin ve genel olarak her türden ilkelliğe ve barbarlığa geçme isteğini gizler.
sanatçının, yaymaya çalıştığı şey ne olursa olsun, eğilimlerini pro-
Gorkiy, Dostoyevskiy'e değil, Dostoyevskiy romanlarının sah-
testo etme hakkına sahip değildir."
neye konmasına karşıdır.
Ancak 1907 yılında Suvorin tiyatrosu Cinler i sahneye koydu- Dostoyevskiy romanlarını okumanın ayrı, onun yarattığı tip-
ğunda ilerici basının şahsında toplum, haklı olarak oyunun bir leri, üstelik de Sanat Tiyatrosu sanatçılarının yetenekli oyunların-
politik mücadele yöntemi olduğunu belirterek bu temsili protesto dan izlemenin ayrı bir şey olduğundan eminim.
etmişti. Dikkatli bir okur, Dostoyevskiy'nin gerici eğilimlerini, çelişki-
Suvorin'in suçlanmasına neden olan şey niçin Nemiroviç- lerini, başka hiç kimsede bağışlanmayacak korkunç gerilimlerini
Dançenko'yu aklama yolu oluyor? Toplum çok önemsiz bir oyun kitaplarından görebilir.
olan Kaçakçıları protesto edebilirken güçlü ve kin dolu bir roman Şayet on üç yaşında bir çocuk olan Krasavin, "Bir insanın se-
olan Cinleri neden protesto edemiyor? vinçten herkesin boynuna sarılmasının çok ayıp bir şey," olduğunu
Benim protesto çağrım sansür çağrısı olurken, sizin benim dü- söylüyorsa, okur, böyle bir çocuğun varlığından kuşku duymakta
şünceme karşı ortak protestonuz neden sansür sayılmıyor baylar? haklıdır. Eğer çocuk "Ben onları dövüyorum, ama onlar bana ba-
Kendimi savunmadığımı, sadece toplumun şu veya bu sanatçı- yılıyorlar," diyor ve bir arkadaşını "Bana köle gibi bağlı, en küçük
nın bir vaazını protesto etme hakkından söz ettiğimi anlamanızı emirlerimi bile yerine getiriyor, Tanrı gibi sözümü dinliyor," diye
istiyorum. Toplumun böyle bir hakkı vardır ve bu hakkını kullan- karakterize ediyorsa, okur bunun bir çocuk değil, Timurlenk ya da
mıştır. en azından polis müdürü olduğunu düşünür.
Bu konudaki tavrınızı anlamıyorum. On dört yaşında bir kız, "Birinin beni dayaktan gebertmesini
istiyorum", "Evi yakmak istiyorum", "Kendimi mahvetmek istiyo-
Bana yöneltilen itirazlar "Gorkiy, Dostoyevskiy'e karşı" başlı- rum", "Birini öldüreceğim" dediği zaman okur, bunun hastalıklı
ğı altında yapılıyor. Üstelik bir yazar beni son derece gaddar ni- da olsa gerçeğe yakın bir şey olduğunu görür.
yetli olmakla suçladı. Bu yazara göre, eğer ben bakan olsaymışım, Ancak bu kız, "Yahudi, on dört yaşındaki çocuğun önce iki
Dostoyevskiy'nin eserlerini yakarmışım. Bakan olmayı beklemiyo- elinin bütün parmaklarını kesti, sonra duvara çiviledi," deyip,
rum ama yine de endişeye kapılan bu yazarı peşinen rahatlatmayı "Güzeldi. Bazı zamanlar ben de bunu yapmayı düşünüyorum. O,
görev sayıyorum: Şayet bakan olursam, söz veriyorum, yakmaya- asılacak ve inleyecek, bense karşısında oturup ananas kompostosu
içeceğim," diye eklediği zaman okur burada küçük kıza iftira atıl- anlamıyorsa demek ki "çocuğa" acımak konusunda söyledikleri-
dığını anlar: Kız bu kadar iğrenç bir şey söylememiştir, söyleyemez nin hepsi dokunaklı bir yalandır.
de. Burada bir derdimizle ilgili gerçek var ama bu Saltıçiha'nm*, "Bilgi dünyasının tamamı bir çocuğun gözyaşlarına değmez,"
Arakçeyev'in**, gardiyanların gerçeğidir, on dört yaşındaki bir kız diyor nihilist ama okur bunun da yalan olduğunu biliyor. Bilgi,
çocuğunun değil. insanın acı gözyaşlarının ve çektiği acıların ortadan kaldırılma-
İftiraya uğrayan bu kızın "Yahudiler sahiden paskalyada ço- sına yönelik faaliyettir, Rus toprağında çekilen korkunç dertlere
cukları kaçırıp kesiyorlar mı?" sorusuna dindar Alyoşa Karama- karşı zafer kazanma isteğidir. Okur, genel olarak Dostoyevskiy'nin
zov "Bilmiyorum," yanıtını verdiğinde okur, Alyoşanın bu yanıtı kitaplarını okurken onun kahramanlarının düşüncelerini bir dü-
veremeyeceğini anlıyor; Alyoşa "bilmemezlik" edemez; o, roman- zene sokabilir, o zaman bu düşünceler güzellikten, derinlikten ve
da yazıldığı gibi biridir, bu iğrenç masala inanmaz, bir Karamazov insancıllıktan payını almış olacaktır.
da olsa bu masala yapı olarak inanması olanaksızdır. Bir insana Dostoyevskiy tipleri sahneden gösterildiğinde, hele
Eğer okura Alyoşanın ilkgençliğinde Yahudilerin Hıristiyan bir de son derece yetenekli bir oyunla gösterildiğinde ise artistlerin
kanı içip içmediklerini gerçekten "bilmediği" kanıtlanacak olur- oyunu, Dostoyevskiy'nin yeteneğini daha da büyüterek onun tiple-
sa, okur bu sefer de Alyoşanın hiç de yazarın onu tanıttığı gibi rine ayrı bir önem ve mükemmellik kazandıracaktır.
"alçakgönüllü bir kahraman" olmadığını, bugün de yaşadığını ve Sahne, seyirciyi özgür bir tartışmaya izin veren düşünce ala-
"V. Rozanov" takma adıyla hayasızlık alanında çalışmaya devam nından alıp, telkin ve hipnoz alanına, duyguların, üstelik de öç
ettiğini söyleyecektir. alırcasına altları çizilerek belirginleştirilmiş ve yoğunlaştırılmış
Okur, İvan Karamazov'un içeriksiz, boş sözlerine bakıp, onun özel, "Karamazovca" duyguların karanlık alanına götürür. Seyirci
nihilizmi, kendi rahatı ve tembelliği yüzünden kabul etmiş bir Ob- sahnede Dostoyevskiy'nin tıpatıp "vahşi ve kötü bir yaratık" ola-
lomov olduğunu, "dünya'ya olan düşmanlığının sadece bir tembe- rak yarattığı birini görür.

lin sözlü isyanı, insanın "vahşi ve kötü yürekli bir yaratık" olduğu Ancak insan böyle değildir, biliyorum.
iddiasının ise kindar bir adamın alçakça sözleri olduğunu görür. Dostoyevskiy'nin tüm sanat faaliyetinin, Rus ulusal karakte-
Okur, İvan'ın meyhanedeki konuşması sırasında "çocukla" ilgi- rinin olumsuz belirtilerinin ve özelliklerinin dâhice yapılmış bir

li olarak ileri sürdüğü düşüncenin çok büyük bir yalan ve nihilis- bireşimi olduğunu kabul ederek, tiyatro sahnesinde artistlerin
oyunuyla iyice belirginleşecek tiplerinin kitap sayfalarındakinden
tin şu sözleriyle hemen aynı anda bizzat kendisi tarafından ortaya
daha büyük bir inandırıcılık ve mükemmellik kazanacağına ina-
çıkarılan iğrenç bir ikiyüzlülük olduğunu da görür:
nıyorum.
"İnsan yakınlarını nasıl sevebilir, hiçbir zaman anlayama-
dım." Bunu sosyal açıdan zararlı buluyorum, çünkü insan, "vahşi ve
İnsanın yakını, yarın bizden sonra bizim tarafımızdan bu dün- kötü bir yaratık" değildir ve Rus bilgelerinin uydurduklarından

yada yapılmış bütün iyilikleri ve kötülükleri miras alacak olan bir çok daha basit, çok daha sevimlidir.

çocuk ya da bir yetişkindir. Eğer İvan, onun nasıl sevilebileceğini Toplumun şu veya bu yazara yönelik protestosu ise gerek sahip
olduğu güçlerin ve kendisine düşman olan şeylerle mücadele etme
hakkının bilincine varma zamanı çoktan gelmiş olan toplum için,
* Saltıçiha (1730-1801): Yüzden fazla toprak kölesi köylüye işkence yaptıran toprak
sahibi bir kadın. gerekse birey için aynı ölçüde yararlıdır.
** Arakçeyev (1769-1834): Rus devlet adamı, kont ve topçu generali.
Kendisine ve düşüncelerinin canlılığına olan inancıyla yeterin- gençliğinin sesine kulak verin, Rusya'da durum iyi değil, baylar!
ce güçlü durumda olan bir insan, bütün karşı koymaları aşar ve Gençliğe şimdi gösterilmesi gereken Stavrogin'ler değil, başka
toplum onun ruhunu öldüremez. bir şeydir. Canlılık aşılamak gereklidir, içine kapanmak değil, sağ-
lam bir ruh sağlığı ve hareket gereklidir, enerjinin kaynağına, yani
Özgürlüksever edebiyatçılardan biri, benim düşüncemle alay demokrasiye, halka, toplumsal örgütlere ve bilime geri dönmek
ederken bir yandan da şöyle haykırıyor: gereklidir.

"Hayır, zararlı edebiyat diye bir şey olmaz! Bir eser ne kadar dâ- Bizde özeleştirilerin yerini almış olan haksız yere kendi kendi-
hice yazılmışsa, onu yazan dâhi yanılmış bile olsa, o kadar olumlu ni yermeler artık son bulmalıdır; karşılıklı suçlamalara, anlamsız
etkisi olacaktır." anarşizme ve her türlü çırpınmalara, kasılmalara son verilmelidir.

Herkesin bildiği gibi, dâhice yazılmış kitaplar son derece az- Dostoyevskiy çok büyüktür, Tolstoy dâhidir, sizler de baylar,
dır. Çok büyük manevi yoksulluk çektiğimiz, üzüntü verici bir da- yeteneklisiniz, akıllısınız, ama Rusya ve Rus halkı, bizleri hiç he-
ğınıklık içinde bulunduğumuz günler geçiriyoruz; Rus ruhunun saba katmadan, Tolstoy'dan da, Dostoyevskiy'den de hatta ve hatta
parçalanma sürecini elinden geldiğince yansıtan bugünkü edebi- Puşkin'den bile daha önemli, daha değerlidir.
yatımız, yakın zamanda aramızdan bir dâhi sanatçının çıkacağı Bitkin düşmüş ülkemiz, çok trajik bir dönem geçiriyor, yeniden
konusunda ıımut vermiyor. "Zararlı" edebiyat tabiî ki vardır. Yu- bir "ruhsal yükseliş" gözlense de bu yükseliş, örgütleyici düşünce-
karıdaki satırların sahibi olan yazar buna bizzat kendisi defalar- ler ve bundan sekiz yıl önce gerektirdiğinden daha fazla ve daha
ca işaret etmiştir. Bu yazar, örneğin içinde eşcinselliğin övüldü- sağlam kuvvetler gerektiriyor.
ğü veya başka cinsel duygu sapmalarının tatlı tatlı betimlendiği
bir öyküyü yararlı olarak kabul etmiyordur kuşkusuz. Kahpeliğin Cinler'in Sanat Tiyatrosunda sahnelenmesinin gerici basında
"sanatsal" olarak övüldüğü ya da Türklerin tamamının ortadan büyük bir memnuniyet yarattığını belirtme gereği duyuyorum ve
kaldırılması gereğinin "dâhice" savunulduğu bir kitabı da yararlı bunun kanıtı olarak Bay Nezavisimıy'ın Prens Meşçerskiy'in der-
bulmuyordur herhalde. gisi "Grajdanin"in ("Vatandaş") 19. sayısında (No.19, 1914) yayın-
Kipling çok yeteneklidir, ancak Hinduların onun yaptığı em- lanan makalesinden bir bölümü aktarıyorum.
peryalizm propagandasını zararlı saymamalarına olanak yoktur
ve pek çok İngiliz de bu konuda onlarla aynı fikirdedir.
"Zararlı" edebiyat yapıtlarının sayısı çok fazladır ve bu edebi- Günümüz Gerçekleri ve F. M. Dostoyevskiy
yatın da kendine özgü bir hizmeti vardır: Sivilce nasıl derinin kirli
Dostoyevskiy'nin Cinler romanından tabloları sahneye koydu-
olduğunu gösteriyorsa, bu edebiyat da ruhun kirli olduğunu gös-
ğu için Moskova Sanat Tiyatrosu'na hepimiz içtenlikle teşekkür
teriyor.
edebiliriz.
Beni bu konuda konuşmak zorunda bırakan nedir? Şudur: Ben
Sanat Tiyatrosu'nun yararlı olduğu konular şunlar: Cinler'i bel-
Rus karakterinin kırılganlığını, Rus ruhunun acınacak derecede
leklerde canlandırdı, bu romanın güncelliğine herkesin dikkatini
kararsız olduğunu ve çok acılar çekmiş, bitkin düşmüş ve umut-
ve ilgisini çekti. Bu temsil şahsen beni kitaplıktan Dostoyevskiy'i
suzluğa kapılmış Rus ruhunun her türlü mikrobu kapmaya eği-
alıp yeniden okumak zorunda bıraktı. Kendi izlenimimi kontrol
limli olduğunu biliyorum. "Eğitim Bülteni'ni okuyun, günümüz
etmek için ve basit bir merak sonucu şehir kütüphanelerine ve özel
kütüphanelere olmak üzere birkaç kütüphaneye uğrayıp Cinler Bütün bunları zamanımızda da görmüyor muyuz? Bütün bun-
romanını rica ettim ve her yerde aynı yanıtla karşılaştım: Kitap lar günümüzün portreleri değil mi?
alınmıştı. Bütün bunlar ne kadar ibret verici şeyler ve Dostoyevskiy'nin
Bence bu, Cinler romanının sahnelenmesi düşüncesinin izleyi- Cinler romanının duyarlı gençlerimizin elinin altında bulunan bir
cide büyük yazarımıza olan ilgiyi canlandırdığının önemli kanıt- kitap olmaması ne acı. Bu temsili izlemek hepimize bir yarar sağla-
larından biridir. dığına göre, Mihaylovskiy Tiyatrosu'nda Cinler i görmek gençlere
Temsilin bıraktığı izlenim, Cinler romanındaki bütün kişilerin de olumlu katkılar yapacaktır ve ben izlenimlerimle ilgili bu bir-
dün önümüzden geçtikleri gibi bugün de aynı şekilde önümüzden kaç satırı bu tiyatro salonunun, benim değerlendirmelerime göre,
geçmeleriyle ve konunun tam tamına bugün yaşadığımız hayattan geniş Rus seyirci topluluğu için son derece yetersiz olmasından
alınmış olmasıyla daha da güçlenmiştir. duyduğum üzüntüyü ifade ederek bitireceğim.
Bütün sahneler, devrim militanlarının birbiri arkasına itibarla-
rını yitirmelerini gösteriyor, her bir monolog bu militanların hare- Nezavisimıy
ketlerine yön veren bayağı duyguları ortaya koyuyor, devrimci par-
ti çalışması nerede bitiyor ve bu pis militanların pis provokasyonu
nerede başlıyor ayırt edemiyorsunuz. Bunlar ne kadar güncel şey-
ler! Ve ne kadar öğretici! Maksim Gorkiy'nin, Sanat Tiyatrosu'nun
bu temsiline karşı o kadar çok bağırıp çağırması ve tiyatro yöneti-
cilerinin temsilin sahneye konulmasından önce azımsanamayacak
sayıda güçlüğü aşmak zorunda kalması boşuna değil. Kahramanlı-
ğa susamış, yakınlarının dertleri ve mutsuzlukları konusunda son
derece hassas olan gençliğimiz, varsın devrimci gruplara katılsın
ve bu grupların liderlerinin güzel özgürlük, eşitlik ve kardeşlik
teranelerine inanarak, var olan düzeni değiştirmek ve sözde her-
kese mutlu ve hakça bir yaşam sağlamak için bütün güçlerini bu
grupların çalışmalarına harcasınlar, liderlerini Tanrı olarak gören
ve onlara tapınan bu gençler, Moskova Sanat Tiyatrosu'nun Cinler
temsiline gitsinler ve sonra evlerinde Rus dâhisinin bu ölümsüz
yapıtını bir kez daha okusunlar.
İşte o, Azef-Pyotr Verhovenskiy, işte bütün bu ruhları zavallı ve
akılları kıt Kirillovlar ve Şatovlar, fon-Lembke tipindeki iradesiz,
karaktersiz, akılsız devlet adamları! İşte yurtdışında bulunan, hiç
kimsenin bilmediği ve büyük olasılıkla aynı şekilde pis, ahlaksız
insanlardan oluşmuş bir "merkez komitesiyle" sürekli göz korkut-
malar...
eğer, bunu bir an evvel yapmalıyız! Öğretmen, işine gönül vermiş "Gördünüz ya liberal bir gazetenin koskoca başyazısını size bir
bir sanatçı olmalıdır. Bizde ise öğretmen, çocukları eğitmek üzere solukta okuyuverdim. Haydi gelin, sabrınıza karşılık size çay ik-
köye, sanki sürgüne gidiyormuş gibi giden niteliksiz bir işçi, iyi ram edeyim..."
eğitilmemiş biridir. Öğretmen açtır, yılgındır, elindeki bir lokma Bunu sık sık yapardı: Sıcacık sözlerle, ciddi, içtenlikle konuşur,
ekmeği de yitirmekten korkmaktadır. Oysaki, onun köyde öncü sonra aniden kendisiyle ve konuşmasıyla alay ederdi. Bu yumuşak,
olması, köylünün sorduğu bütün sorulara yanıt verebilmesi, köy- hüzünlü alayda sözcüklerin, hayallerin değerini bilen bir insanın
lülerin onun sahip olduğu, dikkate ve saygıya değer gücü kabul et- ince kuşkuculuğu hissedilirdi ve bu alayda aynı zamanda sevimli
meleri, hiç kimsenin ona bağırıp çağırmaya, kişiliğini aşağılamaya bir alçakgönüllülük, ince bir nezaket de sezilirdi.
yeltenmemesi gerekir. Bizde polis memuru, zengin bakkal, papaz, Ağır adımlarla, hiç konuşmadan eve doğru yürüdük. Pırıl pırıl,
ustabaşı, okulun koruyucusu, başçavuş ve öğretim müfettişi deni- sıcacık bir gündü; dalgalar, güneşin parlak ışınlarıyla oynaşarak
len memur dahil herkes öğretmeni aşağılıyor ama eğitimin en iyi şıpırdıyordu; tepenin eteklerinde bir köpek keyifli sesler çıkarıyor-
şekilde verilmesine değil, yalnızca genelgelerin titizlikle uygulan- du. Çehov, koluma girdi ve öksürükler arasında ağır ağır konuş-
masına önem veriyorlar. Halkı eğitmek üzere çağrılmış bir insa- maya başladı:
na kuruşla para ödemek saçmalık değil de nedir? Halkı eğitmek "Utandırıcı ve üzücü bir şey, ama doğru: Köpeklere gıpta eden
diyorum, beni anlıyor musunuz? Bu insanın eski püskü giysilerle pek çok insan var..."
dolaşmasına, rutubetli, yıkık dökük okullarda soğuktan titreme- Hemen gülerek de ekledi:
sine, kömürden zehirlenmesine, üşütmesine, otuzuna varmadan "Bugün, nerede eskimiş laf varsa onları söylüyorum, demek ki,
larenjit, romatizma, tüberküloz hastalıklarına yakalanmasına göz yaşlanıyorum!"
yumulamaz... Bu aslında bizim ayıbımızdır! Bizim öğretmenimiz Şu sözleri ondan çok sık duymuşumdur:
sekiz dokuz ay boyunca bir münzevi gibi yaşıyor, iki laf edecek "Buraya bir öğretmen geldi... hasta, evli aynı zamanda. Ona
kimsesi yok, yalnızlık içinde, kitabı, eğlencesi olmadan körelip yardım edemez misiniz? Şimdilik ben bir şeyler verdim ama..."
gidiyor. Arkadaşlarını evine çağırıyor, o zaman da mimli biri Yada:
olup çıkıyor. Mimli olmak... Kurnazların aptalları korkuttukları "Gorkiy, bir öğretmen sizinle tanışmak istiyor. Kendisi gelemi-
ne budalaca bir söz!.. Bunların hepsi insanı tiksindiren şeyler... yor, hasta. Siz onu ziyarete gidebilir misiniz?"
büyük, çok önemli işler yapan bir insanla alay etmek gibi bir şey. Veya:
Biliyor musunuz, ben bir öğretmen gördüğüm zaman, onun çe- "Öğretmen hanımlar kitap göndermenizi rica ediyorlar..."
kingen davranışı, sırtındaki kötü giysiler yüzünden utanıyorum, Sözünü ettiği öğretmeni arada sırada onun evinde görüyor-
öğretmenin yoksulluğunda benim de suçum varmış gibi geliyor... dum: Hepimizin bildiği, sıradan bir öğretmen, sıkılganlığı yüzün-
Çok ciddiyim!" den kıpkırmızı olmuş, bir sandalyenin köşeciğine ilişmiş, yüzü ter
Sustu, bir an durdu ve elini sallayıp yavaşça şöyle dedi: içinde, daha düzgün ve "daha kültürlü" konuşma çabasıyla söz-
"Şu bizim Rusya ne garip, ne hantal bir ülke." cükleri bir bir seçiyor ya da aşırı utangaç birinin patavatsızlığıyla
Güzel gözlerini derin bir keder gölgesi kapladı, gözlerinin çev- bütün dikkatini bir yazarın nazarında aptal durumuna düşmeme
resini, bakışlarını derinleştiren ince kırışıklıklar sardı. Çevresine isteği üzerinde yoğunlaştırıyor ve o ana kadar belki de hiç aklına
bakındı ve kendisiyle alay etti: bile gelmemiş soruları Anton Pavloviç'e art arda soruyordu.
Anton Pavloviç, bu kırık dökük konuşmayı dikkatle dinliyor- Bu koşullarda hiçbir suçu yokken Tanrının meleğini bile döversin.
du; kederli gözlerinde bir gülümsemenin ışığı parlıyor, şakakların- Öğrencilere gelince, meleklikten çok uzaktır onlar, inanın!"
daki kırışıklıklar seyiriyordu ve işte o derinden gelen, yumuşak, Ve biraz önce zekice sözcükleriyle Çehov u şaşkına çevirmiş
donuk sesiyle basit, açık, hayata yakın sözcükler söylemeye başlı- olan bu adam, birden kambur burnunu uğursuz bir şekilde salla-
yordu. Bunlar, konuştuğu kişiyi bir anda basitleştiren sözcüklerdi: yarak basit, taş gibi ağır sözlerle konuşmaya, Rus köyünün yaşadığı
Konuştuğu kişi akıllı bir çocuk olmaya çalışmaktan vazgeçiyor, bir
hayatın korkunç, lanet olası gerçeklerini anlatmaya koyulmuştu.
anda hem daha akıllı, hem daha ilginç biri oluyordu.
Öğretmen, ev sahibiyle vedalaşırken, onun incecik parmaklı
Anımsıyorum, uzun boylu, zayıf, sarı, aç yüzlü ve çenesine doğ- zayıf elini iki elinin arasına alıp sallayarak şöyle dedi:
ru melankolik bir şekilde kıvrık uzun, kambur burunlu bir öğret- "Size, bir amirin yanına gelir gibi, ürkerek ve titreyerek gelmiş,
men, Anton Pavloviç'in karşısında oturmuş, kara gözlerini onun sonra hint horozu gibi kabarmış, başkalarından aşağı biri olmadı-
yüzünden ayırmaksızm iç karartıcı bas sesiyle şöyle demişti: ğımı göstermek istemiştim... fakat şimdi anlayışlı, iyi, cana yakın
"Bir eğitim dönemi boyunca bu türden yaşam izlenimlerinden bir adamın yanından ayrılır gibiyim. Anlayışlı olmak çok büyük
çevremizdeki dünyaya karşı her türden nesnel davranış olanağını bir iştir! Size çok teşekkür ederim! Gidiyorum. Yanımda güzel, iyi
mutlak surette bastıran psişik bir yığışım oluşuyor. Kuşkusuz dün- bir düşünce götürüyorum: Büyük adamlar da basittir, aralarında
ya, bizim onunla ilgili tasavvurumuzdan başka bir şey değildir..." yaşadığımız bütün bu küçük insanlardan hem daha anlayışlı, hem
Öğretmen tam burada felsefe alanına girmiş ve bu alanda bu- de bize ruhen daha yakın insanlardır. Hoşça kalın! Sizi hiçbir za-
zun üstünde yürüyen bir sarhoş gibi yürümeye başlamıştı. man unutmayacağım..."
"Peki bana söyleyebilir misiniz," diye alçak sesle ve sevecenlikle Burnu seyirdi, dudakları güzel bir gülümsemeyle kıvrıldı ve
sordu Çehov, "sizin kazada çocuklara dayak atan kimdi?"
birden şu sözleri ekledi:
Öğretmen sandalyeden fırladı ve hiddetle ellerini sallamaya
"Aslında namussuzların da, ki onlar da talihsiz insanlardır,
başladı:
canı cehenneme!"
"Neler söylüyorsunuz! Ben miyim yani? Asla! Dayak mı dedi-
Anton Pavloviç, öğretmen giderken arkasından baktı, gülüm-
niz?"
sedi ve şöyle dedi:
Ve küskün bir halde oflayıp puflamaya başladı.
"Sinirlenmeyin," diye devam etti Anton Pavloviç, rahatlatıcı "İyi bir delikanlı. Ama öğretmenliği çok uzun sürmez..."
bir gülümsemeyle "ben sizden mi söz ediyorum? Aklıma geldi de. "Niçin?"
Gazetelerde okumuştum, dayak atan biri vardı, hem de sizin ka- "Rahat vermezler de ondan... işten atarlar..."
zada..." Biraz düşündükten sonra yumuşak, alçak bir sesle ekledi:
Öğretmen oturdu, ter içinde kalan yüzünü sildi ve rahat bir ne- "Rusya'da dürüst insan demek, dadıların küçük çocukları kor-
fes alıp, boğuk, bas sesiyle konuşmaya başladı: kuttuğu baca temizleyicisi gibi bir şey demektir..."
"Doğru! Öyle bir olay olmuştu. Makarov'du o. Biliyor musunuz, Bana öyle geliyor ki, Anton Pavloviç'in yanında her insan, daha
hiç de şaşırtıcı değil! Vahşi, fakat anlaşılır bir şey. Makarov evli, basit, daha gerçek, daha fazla kendisi olma isteğini elinde olmak-
dört çocuğu var, karısı hasta, kendisi de verem, maaşı yirmi ruble... sızın hissederdi. İnsanların kitap tümcelerinden, moda sözcük-
okul deseniz, bodrum gibi bir yer, öğretmenin tek göz odası var. lerden kapıp sırtlarına geçirdikleri rengârenk giysileri ve Rusların
Avrupalı gibi görünme arzusuyla, tıpkı bir vahşinin yengeç ve ba- "Daha iyi beslenenler ve daha eğitimli olanlar..."
lık dişleriyle süslenmesi gibi, takıp takıştırdığı bütün basit ve ucuz "Ah, ne zekice!" diye haykırdı hanımlardan biri.
şeyleri üstlerinden çıkarıp attıklarını ben de kim bilir kaç kez göz- "Siz hangisini daha çok seviyorsunuz? Yunanlıları mı Türkleri
lemlemişimdir. Anton Pavloviç balık dişlerini ve horoz tüylerini mi?" diye sordu diğeri.
sevmezdi; insanın kendini "daha önemli biri olarak" göstermek Anton Pavloviç, hanımın yüzüne tatlı tatlı baktı, uysal, nazik
için sırtına giydiği bütün alacalı, göz alıcı ve yabancı şeyler, onu bir gülümsemeyle cevap verdi:
şaşırtırdı. Karşısında böyle süslü püslü birini gördüğünde, bu ki- "Ben marmelat severim... Siz de sever misiniz?"
şinin gerçek yüzünü ve ruhunu olduğundan farklı gösteren bütün "Çok!" diye heyecanla bağırdı hanım.
bu ağır ve gereksiz sırmalardan kurtarma isteğine kapıldığını ay- "Çok hoş kokar!" diye ciddi ciddi onayladı diğeri.
rımsardım. A. Çehov bütün hayatını kendi ruhunun olanaklarıyla Sonra üçü birden marmelat konusundaki engin bilgilerini orta-
yaşadı, her zaman kendisi oldu, iç özgürlüğü vardı ve bazılarının ya dökerek heyecanla konuşmaya başladılar. Zihinlerini zorlamak
Anton Çehov'dan bekledikleri, daha kaba olan diğer bazılarının ve o ana dek akıllarına bile gelmemiş olan Yunanlılar ve Türklerle
ise istediği şeylerle asla uzlaşmadı. Bacağında pantolonu yokken,
ciddi biçimde ilgileniyormuş gibi bir hava yaratmaya gerek kalma-
ileride giyilecek kadife kostümler üzerine tartışmanın hiç de akıl-
dığı için çok memnun oldukları açıkça görülüyordu.
lıca bir şey olmadığını hatırına bile getirmeyip, ancak kendi ken-
Giderken Anton Pavloviç'e neşe içinde vaatlerde bulunuyorlar
dini avutan sevimli Rus insanının pek hoşuna giden "yüksek ko-
ve:
nulardaki" konuşmaları hiç sevmezdi.
"Size marmelat göndereceğiz!" diyorlardı.
Basit ve sade olmanın güzelliğini kavramış biri olarak basit, "Sohbetiniz harikaydı!" dedim, hanımlar gittiklerinde.
gerçek, samimi olan her şeyi severdi. İnsanları basitleştirme konu- Anton Pavloviç kıs kıs güldü ve:
sunda kendine özgü bir tarzı vardı. "Her insanla kendi dilinde konuşmak gerek..." dedi.
Bir gün çok şatafatlı giyinmiş üç hanım onu ziyarete gelmişti; Başka bir gün Çehov'un evinde yakışıklı sayılabilecek genç bir
hanımlar, odayı ipek giysilerinin hışırtılarıyla, ağır parfümlerinin savcı yardımcısına rastladım. Genç adam, Çehov'un karşısında di-
kokularıyla doldurduktan sonra ev sahibinin karşısına ciddiyetle kilmiş, kıvırcık kafasını sallayarak cesaretle konuşuyordu:
yerleşip, politikayla yakından ilgileniyorlarmış gibi bir havaya hü- "Anton Pavloviç, 'Suçlu' öykünüzle beni son derece zor bir so-
ründüler ve başladılar "sorular yöneltmeye." runla karşı karşıya bırakıyorsunuz. Deniş Grigoryev'de bilinçli
"Anton Pavloviç! Ne dersiniz, savaş nasıl bitecek?" olarak işleyen kötü niyetin varlığını kabul edecek olursam, Denis'i
Anton Pavloviç öksürdü, bir an durdu, yumuşak, ciddi ve seve- kayıtsız şartsız hapse tıkmak zorunda kalırım, çünkü toplumun
cen bir ses tonuyla yanıtladı: çıkarları bunu gerektirir. Ancak o yabani biridir ve yaptığının suç
"Herhalde barış yapılacak..." olduğunu bilmiyor. Ona acıyorum! Eğer ona karşı bilinçsiz ha-
"E, tabii ki! Peki ama kim kazanacak, Yunanlılar mı Türkler reket eden biri gibi davranacak ve acıma duygularına kapılacak
mi?" olursam, Denis'in raylardaki vidaları yine söküp bir kazaya yol
"Bence kim daha güçlüyse o kazanacak..." açmayacağını topluma nasıl garanti edebilirim? İşte sorun bu! Ne
"Peki, size göre kim daha güçlü?" diye soruyorlardı hanımlar yapmalıyım?"
birbirleriyle yarış edercesine. Savcı yardımcısı sustu, gövdesini geriye doğru attı ve inceleyen
bakışlarını Anton Pavloviç'in yüzüne dikti. Sırtındaki üniforma "İşte görüyorsunuz... adalet koltuğunda böyle zıpçıktılar otu-
yepyeniydi, göğsündeki düğmeler, bu genç ve adalet dağıtma konu- ruyor ve insanların kaderini belirliyorlar."
sunda kıskançlık derecesinde titiz adamın saf yüzündeki küçücük Bir an sustuktan sonra ekledi:
gözler gibi kendinden emin ve anlamsızca parlıyordu. "Savcılar balık tutmayı çok severler! Özellikle de hanibalığı
"Ben yargıç olsaydım," dedi Anton Pavloviç ciddi bir ifadeyle, tutmayı!"
"Denis'i beraat ettirirdim..." Anton Pavloviç, her yerde bir kabalık bulma ve bunu belirt-
"Peki, neye dayanarak?" me sanatına, yani yalnızca yaşamdan yüksek beklentileri olan bir
"Ona 'Sen, Deniş, henüz bilinçli bir suçlu olacak kadar olgun- kimsenin erişebileceği, ancak insanları basit, güzel ve uyumlu gör-
laşmamışsın, git de olgunlaş!' derdim." me isteğiyle yaratılabilecek bir sanata anlayışı vardı. Kabalık, onun
Hukukçu gülmeye başlamıştı, fakat hemen ciddileşerek devam şahsında her zaman acımasız ve sert bir yargıçla karşılaşıyordu.
etti: Birisi, Anton Pavloviç'in yanında, popüler bir dergi yayınlayan
"Hayır, saygıdeğer Anton Pavloviç, sizin ortaya koyduğunuz ve insanlara sevgi ve merhamet göstermek gerektiğini her fırsat-
sorun, benim canını ve malını korumak görevini üstlendiğim top- ta söyleyen bir adamın demiryolunda bir kondüktöre haksız yere
lumun çıkarları yararına çözümlenebilir ancak. Deniş, yabani bir hakaret ettiğini ve bu adamın, emri altında çalışanlara sürekli ve
adam, evet, fakat aynı zamanda da bir suçlu. Bu gerçeği değiştire- aşırı derecede kaba davrandığını anlatıyordu.
nleyiz." "E, ne bekliyordunuz," dedi Anton Pavloviç, acı acı gülümseye-
"Gramofon dinlemeyi sever misiniz?" diye birden gülümseye- rek, "aristokrat ve okumuş biri... özel okulda okumuştu ya! Babası
rek sordu Anton Pavloviç. çarıkla dolaşırdı, kendisi cilalı potinler giyer..."
"Ah, evet! Çok severim! Şahane bir buluştur!" diye heyecanla Bu sözlerde "aristokrat"ı bir anda önemsiz ve gülünç düşüren
yanıtladı genç adam. bir şey vardı.
"Bense gramofon sesine hiç katlanamam!" dedi Anton Pavloviç "Çok yetenekli bir adam!" demişti bir gazeteciden söz ederken.
sıkıntılı bir şekilde. "Her zaman böyle soylu, insancıl... limonata gibi yazılar yazar.
"Neden?" Başkalarının yanında karısına aptal diye hakaret eder. Hizmetçi
"Çünkü gramofon da hiçbir şey hissetmeden konuşur ve şarkı odası rutubetlidir ve oda hizmetçileri sürekli romatizmadan ya-
söyler. Gramofondan çıkan sesler karikatür gibidir, ölü seslerdir... kınırlar..."
Peki fotoğrafla ilgilenir misiniz?"
"Anton Pavloviç, NN'yi beğeniyor musunuz?"
Hukukçunun müthiş bir fotoğrafsever olduğu anlaşılmıştı; "Evet... çok beğenirim. Hoş adamdır,"diyor Anton Pavloviç
Çehov'un zarif ve doğru bir şekilde biraz önce ifade ettiği bu "şa- öksürerek. "Her şeyi bilir. Çok okur. Üç tane kitabımın da üstüne
hane buluş"la kendi arasındaki benzerliği hiç umursamadan gra-
yattı. Dalgındır, bugün size harika biri olduğunuzu söyler, ertesi
mofonu bir kenara bırakıp büyük bir hevesle fotoğraftan söz etme-
gün birilerine, sevgilinizin kocasının mavi çizgili siyah ipek çorap-
ye koyulmuştu. Üniformasının içinden, hayatta kendisini, hâlâ ilk
larını aşırdığınızı anlatır..."
kez ava götürülmüş bir enik gibi hissetmekte olan kıpır kıpır ve
Birisi, onun yanında kalın dergilerdeki "ciddi" bölümlerin sıkı-
çok eğlenceli bir insancığın baktığını gördüm bir kez daha.
cılığmdan ve ağırlığından yakınıyordu.
Anton Pavloviç, delikanlıyı uğurladıktan sonra kaşlarını çatıp
"Siz de o yazıları okumayın," dedi Anton Pavloviç ciddi bir yüz
şöyle dedi:
ifadesiyle. "Danışıklı yazılar bunlar... ahbap çavuş yazıları. Bun- acımasız gözler olup çıkardı; böyle anlarda onun kıvrak, ta yüre-
ları Bay Krasnov, Çernov ve Belov* yazıyorlar. Biri yazıyı yazıyor, ğinden gelen sesi sertleşirdi. İşte o zaman bana öyle gelirdi ki, bu
diğeri ona karşı çıkıyor, üçüncüsü de ilk ikisinin arasını buluyor. alçakgönüllü, yufka yürekli adam, eğer gerekli görüyorsa, kendisi-
Karşılıklı oturmuş, iskambil oynuyorlar sanki. Bütün bunlardan ne düşman olanlara karşı güçlü ve sert olabilir, asla pabuç bırak-
okura ne? Birisi de çıkıp bu soruyu kendi kendisine sormuyor." mazdı.
Zaman zaman insanlara karşı tutumunda soğuk, sessiz bir ka-
Bir gün şişman, yanağından kan damlayan, şık giyimli, güzel ramsarlığa varan umutsuzluk hissederdim.
bir hanım Çehov'un evine gelmiş ve "Çehovvâri" konuşmaya baş- "Acayip bir yaratık şu Rus insanı!" demişti bir gün. "Elek gibi,
lamıştı: içinde hiçbir şey durmuyor. Gençken eline geçen her şeyi ruhu-
"Hayat çok sıkıcı Anton Pavloviç! Her şey öylesine sönük ki; na dolduruyor, otuz yıl sonra ise içinde soluk paçavralar kalıyor.
insanlar, gökyüzü, deniz, hatta çiçekler bile soluk görünüyor gö- İyi yaşamak için, insanca yaşamak için çalışmak gerekir! Sevgiyle,
züme. İçimde hiç istek yok... ruhumda bir kasvet... Sanki hastalık inançla çalışmak gerekir. Bizde bunu beceremiyorlar işte. Mimar,
gibi..." bir iki güzel ev yaptıktan sonra oturup kâğıt oynamaya başlıyor.
"Hastalık tabii!" dedi Anton Pavloviç inandırıcı bir ifadeyle. Hayatı boyunca kâğıt oynuyor veya tiyatro kulislerinde boy gös-
"Hastalık bu. Latince adı da morbus** pritvorialis." teriyor. Doktor, eğer pratik kazanmışsa, bilimsel gelişmeleri izle-
Neyse ki hanımefendi Latince bilmiyordu, belki de bildiğini meyi bırakıyor, 'Tedavide Yenilikler' dışında hiçbir şey okumuyor
belli etmedi. ve kırk yaşına gelince de bütün hastalıkların üşütmekten kaynak-
"Eleştirmenler, atların tarlayı sürmesine engel olan sığır sinek- landığına ciddi ciddi inanıyor. Yaptığı işin önemini birazcık olsun
lerine benzerler," dedi Anton Pavloviç, zekice gülümsemesiyle. "At kavramış tek bir memura rastlamadım: Başkentte ya da büyük bir
çalışmaktadır, bütün kasları, kontrbas teli gibi gerilmiştir, işte tam kentte alıştığı gibi oturuyor, birtakım kâğıtlar yazıyor ve bu kâğıt-
bu sırada sağrısına bir sığır sineği konar, kaşındırmaya, vızılda- lardaki buyruklar yerine getirilsin diye ücra Zmiyev ve Smorgon'a
maya başlar. Deriyi titretmek ve kuyruk sallamak gereklidir. Sığır gönderiyor. Bunlar Zmiyev ve Smorgon'da kimleri özgürlükten
sineği niye vızıldar? Bunu kendisi de bilmiyordur herhalde. Sadece yoksun bırakacaktır? Memur bu sorunun yanıtını, bir tanrıtanı-
huzursuz bir yapısı vardır ve kendisinin de yeryüzünde var oldu- mazın cehennem azaplarını düşündüğü kadar az aklına getiriyor.
ğunu, yaşadığını açıklamak ister. İşte bakın, ben de vızıldayabi- Başarılı bir savunmayla isim yapmış bir avukat, gerçeğin savunul-
liyorum, hem de her konuda! Yirmi beş yıldır öykülerim üzerine masına özen göstermekten vazgeçiyor, yalnızca mülkiyet hakkını
yazılan eleştirileri okuyorum, değer verilebilecek tek bir uyarıya, savunuyor, at yarışı oynuyor, istiridye yiyor ve kendisini tüm sa-
tek bir iyi tavsiyeye rastlamadım. Yalnız bir defa Skabiçevskiy, beni nat dallarının erbabı olarak gösteriyor. İki üç rolde şöyle böyle bir
etkilemiş, benim bir duvar dibinde sarhoş halde geberip gideceği- oyun gösteren aktör, başka rollere çalışmıyor, kafasına bir silindir
mi yazmıştı..." şapka geçirip, kendisini dâhi sanıyor. Rusya, açgözlüler ve tembel-
Gri, kederli gözlerinde hemen hemen her zaman ince bir alay ler ülkesidir: Bu insanlar doymazcasına yemek yiyorlar, içki içi-
kıvılcımı yumuşacık parlar, fakat bu gözler ara sıra soğuk, sert ve yorlar, gündüzleri uyumayı seviyorlar ve uykularında horluyorlar.
Sırf evlerinde bir düzen olsun diye evleniyorlar, toplum içinde iti-
* Bay Kırmızı, Siyah ve Beyaz -çev. barlı olmak için de kendilerine bir sevgili buluyorlar. Psikolojileri
** Latince hastalık demektir-çev.
köpeklerinkine benziyor: Dayak yediklerinde sessizce mızırdanıp görmüyordu. Ben Anton Pavloviç'in mizah öykülerinin her birin-
kulübelerine saklanıyorlar, okşandıklarında sırtüstü yatıp patile- de, saf, gerçekten insanca bir yüreğin sessiz ve derinden iç çekişini,
rini havaya dikerek kuyruk sallıyorlar..." sahip oldukları insanlık erdemine saygı duymayı beceremeyen ve
Kaygılı, soğuk bir nefret vardı bu sözlerde. Ancak nefret eder- kaba kuvvete direnmeksizin boyun eğerek, köle gibi yaşayan, her
ken acıyordu da. Anton Pavloviç, yanında birine sövüp sayacak gün olabildiğince daha yağlı lahana çorbası içmek gerektiğinden
olursanız hemen o kişiye arka çıkardı: başka hiçbir şeye inanmayan ve kendilerini pataklayan güçlü ve
"Niye öyle diyorsunuz? Adam yaşlı, yetmişine gelmiş..." küstah kişi her kim olursa olsun korkudan başka hiçbir şey hisset-
Yada: meyenlere karşı umutsuz bir acımanın iç çekişini duyarım.
"Daha çok genç, aklı ermediği için yapmıştır..." Hayattaki küçük şeylerin acıklılığını hiç kimse Anton Pavloviç
Bunları söylerken de yüzünde herhangi bir nefret belirtisi gör- kadar açık ve ince bir şekilde anlamamıştır, ondan önce hiç kimse,
müyordum. insanlara küçük burjuva bayağılıklarının bulanık karmaşası için-
Kabalık, gençlikte sadece eğlenceli ve önemsiz bir şey olarak deki yaşamlarının hazin ve rezil manzarasını böylesine katı bir
görünür ama insanın çevresini ufak ufak sarar, beynini ve kanını, gerçeklikle resmetmemiştir.
zehir ve kömür kokusu gibi gri dumanıyla doldurur ve insan, pasın Bayağılık onun düşmanıydı; hayatı boyunca bayağılıkla müca-
kemirdiği eski bir tabelaya döner: Bu tabelanın üzerinde bir resim dele etmiş, onu alaya almış ve ilk bakışta her şeyin çok iyi, çok
vardır ama nedir, anlayamazsın. düzgün, hatta pırıl pırıl göründüğü yerlerde bile bayağılık küfünü
Anton Çehov, kabalığın insanın içini karartan acıklı şakaları- bulup ortaya çıkararak, sakin ve keskin kalemiyle betimlemiştir ve
nı, bulanık bayağılık denizinde keşfetmeyi daha ilk öykülerinde bayağılık, bunun öcünü, onun, yani büyük bir ozanın ölü bedenini,
başarmış biriydi; gülünç sözlerin ve durumların ardında yazarın "istiridye" vagonunda taşıtarak aşağılık bir davranışla almıştır.
acımasız ve itici ne çok şey gördüğüne ve utanarak bunları sakla- Bu vagonun kirli yeşil rengi bana, bayağılığın, yorgun düşma-
dığına inanmak için yapılacak tek şey, onun "mizahi" öykülerini nıyla alay eden geniş, muzaffer gülümsemesi olarak, sokak gaze-
dikkatle okumaktır. telerinde yer alan sayısız "anı" ise ardında, düşmanının ölümüne
Aşırı derecede alçakgönüllüydü. İnsanların, daha dürüst olma- için için sevinen yine aynı bayağılığın soğuk, pis kokulu nefesini
larının kendileri için mutlaka gerekli olduğunu yine kendilerinin hissettiğim ikiyüzlü üzüntüsü olarak görünüyor.
tahmin edebileceklerini boş yere umut ediyor, onlara yüksek sesle Anton Pavloviç'in öykülerini okurken kendini, havanın son de-
ve açık açık "Sizler... daha dürüst olun!" demeye kalkışmıyordu. rece berrak olduğu ve bu berrak havada çıplak ağaçların, birbirine
Bütün kabalıklardan ve çirkinliklerden nefret ederek, hayatın iğ- bitişik evlerin, külrengi insanların keskin çizgilerle resmedildiği
rençliklerini bir ozanın soylu dili ve bir mizahçının yumuşacık hüzünlü bir sonbahar gününde hissedersin. Her şey öylesine tuhaf,
gülümsemesiyle betimliyordu. Öykülerinin güzel dış görünüşleri- öylesine tek başına, hareketsiz ve güçsüzdür. Koyu maviye bürün-
nin ardında onların acı bir serzenişle dolu iç anlamı göze pek az müş uzaklar ıssızdır ve soluk gökyüzüyle birleşerek, buz tutmuş
çarpıyordu. çamur tabakasıyla kaplı toprağa kasvetli bir soğuk üflemektedirler.
Çok saygıdeğer okur kitlesi, "Albion'un Kızı" öyküsünü okur- Yazarın aklı, yürüye yürüye kanıksanmış yolları, eğri büğrü sokak-
ken gülüyor ve hali vakti yerinde bir beyefendinin her şeye ve her- ları, zavallı küçük insanların bilinçsiz, yarı uykulu bir koşuştur-
kese yabancı, yapayalnız bir adamla alçakça alay ettiğini neredeyse mayla doldurdukları, can sıkıntısından ve tembellikten boğulmak
üzere oldukları sıkışık ve pis evleri, sonbahar güneşi gibi korkunç Bu insanlardan pek çoğu, iki yüz yıl sonra yaşamın ne kadar
bir parlaklıkla aydınlatmaktadır. İşte köle misali çok sevebilen se- güzel olacağını hayal ediyor ama şu basit soruyu sormak hiç kim-
vimli, uysal bir kadın olan "Duşeçka", gri bir fare gibi huzursuz, senin aklına gelmiyor: Biz hep böyle hayal kurmayı sürdürürsek,
fırt fırt oraya buraya koşup duruyor. Suratına tokat atılabilir ama hayatı kim düzeltecek?
o, yüksek sesle inlemeye bile cesaret edemeyen uysal bir köledir. Bütün bu güçsüz insanların oluşturduğu sıkıcı, boz kalabalı-
Onun yanında Üç Kızkardeşler den Olga, üzüntüyle duruyor: O da ğın yanından büyük, akıllı, her şeye dikkat eden bir adam geçti,
sevgi doludur ve tembel erkek kardeşinin ahlaksız ve kaba karısının yurdunun bu can sıkıcı insanlarına baktı ve hüzünlü bir gülüm-
kaprislerine hiç itiraz etmeden boyun eğiyordur. Kız kardeşlerinin semeyle, yumuşak ama derin sitemlerle dolu bir tonla, yüzünde ve
hayatı, gözlerinin önünde paramparça olurken o ağlamakta ve hiç göğsünde umutsuz bir kederle, samimi, güzel sesiyle şöyle dedi:
kimseye, hiçbir yardımda bulunamamaktadır. Bayağılığa karşı ağ- "İğrenç bir yaşam sürüyorsunuz, baylar!"
zından tek bir güçlü, canlı protesto sözü çıkmaz.
İşte insanın gözlerini yaşartan Ranevskaya ve Vişne Bahçesi nin Beş gündür ateşim var ama canım yatmak istemiyor. Gri
diğer eski sahipleri. Onlar da çocuklar kadar bencil, yaşlılar kadar Fin yağmuru, ıslak tozlar halinde yere dökülüyor. Küçük İnno
cansızdırlar. Ölmek için geç kalmışlardır ve çevrelerindeki hiçbir Kalesinde toplar gümbürdüyor, birilerini "vuruyorlar." Projektö-
şeyi görmeksizin, hiçbir şeyi anlamaksızın sızlanmaktadırlar. Ha- rün uzun dili geceleri bulutları yalıyor. Şeytanca bir sanrıyı, savaşı
yata yeniden yapışma gücünden yoksun birer asalaktır onlar. İşte akla getirdiği için iğrenç bir manzara bu.
haylaz öğrenci Trofimov, bir yandan çalışmanın gerekli olduğu ko- Çehov okudum. Bundan on yıl önce ölmüş olmasaydı eğer, sa-
nusunda nutuk atarken, bir yandan da çevresindeki işsiz güçsüz vaş, insanlara karşı duyulan nefretle ilk önce onu zehirleyerek öl-
takımını rahat ettirmek için durup dinlenmeden çalışan Varya'ya dürürdü herhalde. Aklıma cenaze töreni geldi.
aptalca şakalar yaparak ortalıkta boş boş dolanıp duruyor. Moskova'nın "tatlı sevgilisi" yazarın naaşı, kapısında iri harf-
Verşinin, üç yıl sonra yaşamın ne kadar güzel olacağını hayal lerle "İstiridye İçin" yazan yeşil bir vagonla getirilmişti. Yazarı
ediyor ve çevresindeki her şeyin çürüdüğünü, Solenıy'ın sıkıntıdan karşılamak üzere istasyonda toplanmış olan küçük kalabalığın bir
ve budalalığı yüzünden zavallı Baron Tuzenbah'ı gözleri önünde kısmı, Mançurya'dan getirilmiş olan General Kellerin naaşının
öldürmeye hazır olduğunu fark etmeksizin yaşıyor. Aşklarının, ardından yürüyor ve Çehov'un neden askeri bando müziği eşliğin-
budalalıklarının ve tembelliklerinin, dünya nimetlerine karşı aç- de gömüldüğüne şaşıyorlardı. Yanlışlık ortaya çıktığı zaman bazı
gözlülüklerinin kölesi olmuş kadınların ve erkeklerin oluşturduğu neşeli insanlar kıs kıs gülmeye, kikirdemeye başladılar. Çehov'un
başı sonu olmayan bir insan dizisi gözler önünden geçiyor; yaşam tabutunun arkasından en fazla yüz kişi yürüyordu; damatlar gibi
karşısında karanlık bir korkuya kapılmış olan bu köleler, bulanık, yeni ayakkabılar giymiş, rengârenk kravatlar takmış iki avukat ak-
belirsiz bir endişeyle yürüyorlar ve yaşadıkları zamanda kendileri- lımda iyice yer etmiş. Bu avukatların ardı sıra yürürken adı, V. A.
ne yer olmadığını hissederek, gelecekle ilgili abuk sabuk konuşma- Maklakov olanın, köpeklerin zekâsından söz etmekte olduğunu,
larla hayatlarını dolduruyorlar. tanımadığım diğerinin ise yazlık evinin konforunu ve evin çevre-
Bu soluk kitle içinde zaman zaman bir silah sesi duyuluyor, İva- sindeki doğal güzellikleri öve öve göklere çıkarttığını işitiyordum.
nov veya Treplev, ne yapmaları gerektiğini anlamışlar ve ölmüş- Leylak rengi elbise giymiş bir hanımefendi de, dantelli şemsiyesi-
lerdir. nin altında yürürken bağa gözlüklü yaşlı bir adama:
"Ah, fevkalade sevimli ve zeki biriydi..." diyordu. rum, onun bütün ufak ev eşyalarında, bu eşyaların seçiminde ve
Yaşlı adam pek inanmamış gibi öksürüyordu. Sıcak, tozlu bir onlara karşı sevgisinde ifadesini bulmuştur. Bir şeyler biriktirme
gündü. Alayın önünde şişman emniyet müdürü, besili, beyaz atı- hırsından uzak, eşyalara, insan ruhunun yaratma gücünün ürün-
nın üstünde azametle ilerliyordu. Bütün bunlar ve daha pek çok lerine duyulan hayranlık biçiminde ortaya çıkan soylu bir sevgidir
şey, büyük ve zarif sanatçının anısıyla hiçbir biçimde bağdaşmı- bu. O, bina yapmayı, bahçe düzenlemeyi, toprağı süslemeyi sever,
yordu. çalışmanın şiirini duyumsardı. Bahçesine kendi elleriyle diktiği
Çehov, yaşlı A. S. Suvorin'e* yazdığı mektuplardan birinde şöy- meyve ağaçlarının ve süs çalılarının büyümelerini öyle dokunaklı
le diyordu: bir kaygıyla izlerdi ki! Autko'daki evin yapımıyla ilgili koşuştur-
"Hayatını düzyazı yazarak kazanmak gibi insanın yaşama se- maca içinde şöyle demişti:
vincini alıp götüren, duyumsamazlığa sürükleyen sıkıcı ve şiirsel- "Her insan kendi toprağında yapabileceği her şeyi yapmış olsa
likten uzak bir şey daha yoktur." dünyamız ne kadar güzel olurdu!"
Bu sözlerde, bence yalnızca Anton Pavloviç'e özgü olmayan, ge-
Vaska Buslayev oyununu yazmaya başladıktan sonra, övüngen
nel, aşırı derecede Rus özelliği taşıyan bir ruh hali ifade buluyor.
Vaska'nın şu monologunu okumuştum ona:
Her şeyin çok olduğu, ancak insanlarda çalışma sevgisinin bulun-
madığı Rusya'da çoğunluk böyle düşünür. Bir Rus, enerjiye hay- Ah, keşke daha güçlü olsaydım!
randır, ama enerjiye inancı azdır. Rusya'dan, örneğin Jack London Sıcak soluklar verip karları eritseydim,
gibi hareketli, enerjik ruhlu bir yazar çıkmaz. Gerçi London'un Çepeçevre dünyayı gezip her yeri sürseydim,
kitapları ülkemizde hevesle okunur ama ben bu kitapların Rus- Bir asır dolaşıp kentler kuşatsaydım,
larda eylem yapma isteği uyandırdığını sanmıyorum, bu kitaplar Kiliseler kurup bahçeler ekseydim!
olsa olsa hayal gücünü biraz kımıldatır. Ancak Çehov, bu anlamda Toprağı süsleseydim kız gibi,
çok Rus değildir. Onun "hayatını kazanma" kavgası, daha genç- Sarılsaydım ona yavuklum gibi,
lik yıllarında, sadece kendi boğazına yetecek ufacık bir lokma için Kaldırsaydım toprağı göğsüme kadar,
değil, koskoca bir ekmek için küçük, günlük işler olarak, yani pek Kaldırsaydım, götürseydim onu Tanrıya:
hoş olmayan biçimiyle başlamıştır. İnsana sevinç aşılamayan bu -Bak Tanrım, nasıl bir toprak,
işlere gençliğinin bütün gücünü vermiştir. Şaşırtıcı olan, gülmece Onu nasıl da süsledi Vaska!
duygusunu nasıl koruduğu sorusunun yanıtıdır. Hayatı yalnızca Sen onun taşını göğe attın,
insanların can sıkıcı zenginlik ve refah isteği olarak görüyordu; Bense onu zümrüt kadar değerli yaptım!
hayatın büyük dramları ve trajedileri, ona göre, günlük olayların Bak, Tanrım, sevin,
kalın perdesi altında gizliydi. Ancak çevresinde tok insanlar gör- Güneşte nasıl da yeşil yeşil parlıyor!
me kaygısından birazcık kurtulduğu zaman, keskin bakışlarını bu Onu sana armağan etseydim,
dramların içyüzüne dikmiştir. Ama -pahalıya mal olur- hem de çok pahalıya!
Kültürün temeli olarak emeğin önemini Anton Pavloviç kadar
derinden ve çok yönlü hissedebilen birini daha görmedim. Bu du- Monolog Çehov'un hoşuna gitmişti; heyecanla öksürüp bana ve
Doktor A. N. Aleksine şöyle demişti:
* A. S. Suvorin (1834-1912): Rus gazeteci ve yayıncı.
"Güzel... Son derece gerçek, insanca! 'Tüm felsefenin anlamı' Hastalık, onda bazen bir merak hastasının, hatta bir insandan-
bu işte. İnsanoğlu dünyayı bir yaşama alanı yaptı, onu kendisi için kaçarın ruh halini yaratıyordu. Böyle günlerde eleştirilerinde huy-
de rahat edeceği bir hale getirecektir." Başını kararlı bir tavırla sal- suz ve insanlara karşı davranışlarında zor biri oluyordu.
ladıktan sonra yineledi: "Evet, getirecektir!" Bir gün, sedire uzanmış, kuru kuru öksürerek elindeki termo-
Vaska'nın kendi kendine düzdüğü övgüyü bir kez daha okuma- metreyle oynarken şöyle demişti:
mı söyledi, dinledikten sonra pencereden bakarak şu öğüdü verdi: "Sonunda ölmek için yaşamak eğlenceli bir şey değil ama vak-
"Son iki dizeye gerek yok, şiiri bozuyor. Fazlalık..." tinden önce öleceğini bile bile yaşamak da çok aptalca..."
Başka bir defa, açık pencerenin önünde oturmuş, uzaklara, de-
Edebi çalışmalarından çok az ve isteksiz söz ederdi; söz etmek nize bakarken ansızın kızgınca şöyle demişti:
istediğinde de efendice, Lev Tolstoy'dan bahsederken gösterdiği "Güzel bir hava, iyi bir ürün, hoşa giden bir roman umuduy-
özenle konuşurdu. Çok ender olarak, neşeli bir anında, bir konuyu, la, zengin olmak ya da polis komiseri olmak umuduyla yaşamaya
genellikle de mizah içeren bir konuyu gülerek anlatırdı. alışmışız, daha akıllı olmak umudunu ise görmüyorum insanlar-
"Biliyor musunuz, tanrıtanımaz bir öğretmen hanımı anlatan da. Yeni bir çar gelirse daha iyi olacağını, iki yüz yıl sonra daha
bir öykü yazacağım. Darwin hayranı bu hanım, halkın boşinançla- iyi bir şeyler olacağını düşünüyoruz ve bu iyi şeylerin hemen ya-
rıyla savaşmak gerektiğine inanıyor, fakat kendisi, 'köprücükkemi- rın olması için hiç kimse çaba göstermiyor. Hayat her geçen gün
ği' için gecenin on ikisinde, hamamda kara bir erkek kedi pişiriyor. her yönüyle daha karmaşık hale geliyor ve almış başını bir yerlere
Bu kemik, erkeğin ilgisini çeker, onu kendisine âşık edermiş..." doğru gidiyor, insanlarsa gözle görülür biçimde aptallaşıyorlar ve
Oyunlarından "neşeli şeylerden" söz eder gibi söz ederdi ve giderek daha fazla insan yaşamdan uzak kalıyor."
"neşeli oyunlar" yazdığına galiba yürekten inanırdı. Savva Mo- Bir an düşündü ve alnını kırıştırıp ekledi:
rozov\ büyük olasılıkla onun sözlerinden hareket ederek ısrarla, "Tıpkı haçlı yürüyüş sırasındaki sakat dilenciler gibi."
"Çehov'un piyeslerini lirik komediler olarak sahneye koymak ge- O, bir hekimdi, ancak bir hekimin hastalığı, hastalarının has-
rekir," diyordu. talığından her zaman daha ağırdır; hastalar organizmalarının yı-
Ancak Çehov, genel anlamda edebiyata çok önem verir, "genç kıldığını yalnızca hissederler, hekimin ise bu konuda bildiği şeyler
yazarlara" özellikle duyarlı davranırdı. B. Lazarevskiy, N. Oliger vardır. Bilginin ölümü yaklaştıran bir şey sayılabildiği olaylardan
ve diğer pek çoklarının sayısız müsveddesini şaşılacak bir sabırla biridir bu.
okurdu.
"Daha fazla yazar gerek bize," diyordu. "Gündelik yaşamımız- Güldüğü zaman gözleri çok güzel oluyordu: Bir kadının gözleri
da edebiyat, 'seçkinler için' bile henüz çok yeni bir şey. Norveç'te kadar tatlı ve yumuşak. Neredeyse sessiz denebilecek gülüşü çok
her iki yüz yirmi altı kişiye bir yazar düşüyor, bizde ise bir milyon güzeldi. Gülerken gülmenin zevkine varıyor, sevince boğuluyordu;
kişiye bir yazar..." böyle "içten" gülebilen birini daha tanımıyorum.
Kaba fıkralar onu hiç güldürmezdi.
Sevimli ve içten gülerken bana şunları anlatıyordu:
"Tolstoy size karşı neden bir öyle bir böyle davranıyor, biliyor
Sava Morozov (1862-1905): Tekstil kapitalisti Morozovların soyundan, Maksim
Gorkiy'nin arkadaşı, kimya eğitimi görmüş, Sanat Tiyatrosunun koruyucusu,
devrimcilere yakınlık göstermiş ve yardım etmiştir.
musunuz? Kıskanıyor, Sulerjitskiy'in* sizi, kendisinden daha fazla şırdı. "Tolstoy sizi çok seviyor, sizinle ne kadar çok, ne kadar güzel
sevdiğini düşünüyor. Evet, evet. Dün bana, şöyle dedi: 'Gorkiy'e konuşuyor."
karşı samimi davranamıyorum, nedenini kendim de bilmiyorum Çehov, Suler'le ilgili olarak bana:
ama yapamıyorum. Suler'in onun evinde kalması bile hoşuma git- "Akıllı bir çocuk bu Suler," demişti.
miyor. Suler için zararlı bir şey bu. Gorkiy hırçın bir adam. Zorla Çok doğru söylemişti.
saçı kesilip rahip giysileri giydirilmiş ve bu yüzden herkese kızmış
bir ilahiyat öğrencisine benziyor. Gözcü ruhu var onda. Bir yer- Tolstoy, bir keresinde benim yanımda Çehov'un bir öyküsün-
lerden kalkıp, bilmediği Kenan Ülkesine** gelmiş, herkesi dikkatle den, galiba "Duşenka"dan övgüyle söz etmiş, şöyle demişti:
inceliyor, her şeyi görüyor ve her şeyi tapındığı Tanrıya rapor edi- "Bakire bir kızın ördüğü dantel sanki bu öykü; eskiden böyle
yor. Tanrısı da köylü kadınların inandığı orman devi ya da su cini dantelci kızlar, 'yaşlı kızlar' vardı. Bu kızlar bütün hayatlarını, bü-
türünden bir umacı.'" tün mutluluk hayallerini desene dökerlerdi. Sevgililerini desenlerle
hayal ederler, tüm gizli, saf sevgilerini ördükleri dantele aktarırlar-
Çehov, anlatırken gözlerinden yaş gelene kadar gülmüş, göz-
dı." Tolstoy çok heyecanlanmış, gözlerinde yaşlar belirmişti.
yaşlarını silerken şöyle devam etmişti:
O gün Çehov'un ateşi yüksekti, kıpkırmızı olmuş yanaklarıyla
"Ben 'Gorkiy, iyi adamdır,' diyorum. O ise 'Hayır, hayır, ben bi-
oturuyor, başını eğmiş, özenle gözlüğünü siliyordu. Uzun süre ko-
liyorum,' diyor. 'Burnu ördek gagası gibi. Sadece mutsuz ve hırçın
nuşmadı, sonunda derin bir iç çekip alçak sesle ve mahcup:
insanların burnu böyle olur. Kadınlar da onu sevmiyorlar, kadın-
"Dizgi hataları var..." dedi.
ların, tıpkı köpekler gibi, iyi insanı anlama sezgileri vardır. Suler'e
bak, o, insanlar konusunda gerçekten de paha biçilmez karşılıksız
Çehov'la ilgili çok şey yazılabilir. Ancak onun hakkında çok
sevme yeteneğine sahiptir. Bu konuda bir dâhidir. Sevebilmek, her
incelikli, çok düzgün yazılar yazmak gerekir ki bunu da ben bece-
şeyi yapabilmek demektir..."'
remiyorum. Onun hakkında yazarken tıpkı onun gibi, onun hoş
Çehov, bir süre durup, dinlendikten sonra yineledi:
kokulu, zarif ve hüzünlü "Bozkır" öyküsü gibi bir öykü yazmak,
"Evet, ihtiyar kıskanıyor... Ne garip değil mi?"
yapılacak en güzel şey olurdu.
Tolstoy'dan hep gözlerinde özel, belli belirsiz, tatlı ve utangaç
Böyle bir insanı anımsayınca insanın hayatına hemen bir can-
bir gülümsemeyle, sesini alçaltarak, özenli, yumuşak sözcükler ge-
lılık geliyor, yeniden parlak bir anlam katılıyor.
rektiren hayali, gizemli bir şeymiş gibi söz ederdi.
İnsan, dünyanın eksenidir.
Çehov, Tolstoy'un yanında, tıpkı Eckermann*** gibi, yaşlı bilge-
Peki ya kusurları, eksiklikleri?
nin keskin, beklenmedik ve genellikle de çelişkili düşüncelerini ti-
Hepimiz insan sevgisine açız, insan açken iyi pişmemiş ekmek
tizlikle kaydedecek birinin bulunmayışına çok kez hayıflanmıştır.
bile tatlı gelir.
"Bu işi siz yapabilirsiniz," diye Sulerjistkiy'i ikna etmeye çalı-

1905, 1923
* L. A. Sulerjitskiy (1872-1916): Rus toplum adamı ve tiyatrocu. Stanislavskiy'in yar-
dımcısı, Tolstoy, Çehov ve Gotkiy'nin yakın dostu.
** Kenan Ülkesi: Filistin-Fenike kıyısında bir bölge. Adanmış Ü l k e n i n ya da İsrail'in
eski adı.
*** Eckermann (1792-1854): Alman yazar. Goethe'nin özel sekreteri.
yani kitaplardan değil, bir kitapta bir araya gelen deneyimi içinde maya, kendisine bağlı güçlerin gelişmesine özen gösterip herkesin
eritmiş olan günlük yaşamdan alınabildiğini bilmeli ve anlama- boğazını aynı gayretle sıkan bürokratik yönetim aygıtını geliştir-
lısınız. diği bir ülkede, herkes, hükümete muhalefet zemini üzerinde bir-
Bu açıklamayla her büyük şair ve yazarın ruhsal durumunun leşmek zorundaydı ve politik sorunlar, istemese de insanın içine

göstereceği bireysel özellikler yadsınmış olmuyor. Bu özellikler sızıyordu.

her durumda karşımızdadır: Puşkin, daha bilgili sahip olduğu için Daha da önemlisi, edebiyatçılar, geniş yargılı insanlar olarak,
Jukovskiy'den daha engin, daha zeki ve daha yeteneklidir, teknik en ince anlamları çıkarabilen ve nesnel düşünebilen beyinler ola-
bakımdan öncellerini geride bırakmış bir şiir ustasıdır. Ancak rak politikaya bağımlı durumdaydılar. İşte Rus edebiyatının günü-
böyle olmasının tek nedeni, her biri, tekniği kendince işleyip geliş- müze dek devrimci akımlarla çok sıkı ilişki içinde bulunmasının
tirmiş öncellere sahip olmasıdır. Puşkin bu tekniğin bütün yeni- nedeni budur.
liklerini ve esnekliğini birleştirmeyi başarmıştır. Rus edebiyatçısının, yarattığı karakterler ve vardığı yargılar
Puşkin'in öncelleri ve çağdaşları -Jukovskiy, Neledinskiy-Me- bakımından Batılı bir edebiyatçıdan daha geniş ve daha nesnel ol-
letskiy, Venevitinov, Katenin, İ. Puşkin (Puşkin'in amcası), Prens duğu gerçeğinin açıklamasını da burada bulacağız. Bunun nedeni,
Vyazemskiy, Prens Odoyevskiy ve bir dizi başka şair- biçim bakı- ruhsal durumunun temellerine bakılınca bile sınıf insanı olduğu
mından hemen hemen Puşkin'in şiirlerine denk şiirler yazıyorlar- görülen Rus edebiyatçısının kendi sınıfının dar görevlerini aşmak
dı. Ancak bu yazarların hepsi de deyim yerindeyse, "amatör şair- zorunda olması, sınıf ideolojisini hazırlama konusundan ziyade
lerdi", Fransızlar gibi zarifçe yazmaya gayret ediyorlardı, şiir onlar hükümetin bütün sınıflara aynı ölçüde düşman olan düşüncele-
için hoş bir eğlenceydi; genellikle birbirlerine hitaben mektuplar, rine ve eylemlerine karşı mücadele konusuna özen göstermek zo-
sosyetik hanımların albümlerine yavan iltifatlar yazıyorlardı; en- runda olmasıdır.
der olarak içlerinden biri, konusu umutsuz aşk ya da fani dünya Tüm toplumu bir araya getirebilecek bir şey yaratmak gereki-
olan romantik tonda küçük bir poema'ya (uzun manzum eser - yordu. Bürokrasinin ve çarların ideolojisiyle mücadele etmek gere-
çev.) kadar çıkabiliyordu. Sosyal konulara değinen tek yazar, daha kiyordu. "Ulus" kavramına karşı başka bir kavram ortaya koymak
sonra idam edilmiş bir Dekabrist olan Rıleyev'di. gerekiyor*, bu kavramı geliştirmek için de halkın dikkatle gözle-
Dekabristler arasında birkaç şair bulunduğunu burada belir- nerek tanınması gerekiyordu.
telim. Yine daha sonra asılmış olan Kahovskiy, Sibirya'ya sürgü- Bu konuyu Puşkin örneğinde ele alalım.
ne gönderilen Kühelbeker ve Odoyevskiy, Puşçin, Bestujev'ler. Puşkin asilzadedir, adının eskiliğiyle gurur duyan bir aristok-
Hepsi de bilindiği gibi bir rastlantı eseri -Petersburg'da olmadığı ratın boş inançlarına sahiptir.
i ç i n - Aralık olaylarına katılmayan, daha sonra ise Nikolay'ın "14 Hükümetin uşağı ve muhbir Bulgarin, Puşkin'in ana tarafın-
Aralık'ta kiminle beraber olmak isterdiniz?" sorusuna "Dostla- dan dedesi zenci Hannibal'ın Petro tarafından Hollanda'da bir
rımla, ekselans!" diye yanıt veren Puşkin'in yakın dostlarıdır. şişe içki karşılığında satın alındığını söylediğinde Puşkin şu yanıtı
vermiştir:
...Ekonomik bakımdan geri kalmış ve sınıfsal örgütlenmeyi
henüz kabul edememiş bir ülkede, hükümetin her yola başvurarak
M. Gorkiy, daha önceki konferanslarında açıkladığı, "ulus" kavramının gericiler
halktan ve toplumdan uzak kalmaya çalıştığı ve kendisini koru-
tarafından yorumlanmasını kastediyor (A. M. Gorkiy Arşivi", cilt 1, s. 51)
Puşkin'in sık sık asilzadeliğine gönderme yapmasının nedenle-
Armalı mührümün altına ri büyük olasılıkla şunlardır:
Diplomalar tomarını gömdüm, 1-Aleksandr'ın Rusları yavaş yavaş yanından uzaklaştırıp onla-
Ve düşüp kalkmadan yeni aristokrasiyle, rın yerine Almanları yönetime getirdiği bu dönemde devletin ba-
Kanımın kibrini söndürdüm. şında adları Kleynmihel, Adlerberg, Benkendorf vb. olan insanlar
Ben tanınmamış bir şairim, bulunuyordu. Yakuşkin* ve diğer Dekabristlerin ifadelerine göre
Ben sadece Puşkin'im Musin-Puşkin* değil, bu olgu, soyluları kaygılandırıyor ve gençlerin gösterdikleri genel
Büyüklüğüm kendimden, saray adamlığımdan değil: muhalif tavırla birleşiyordu.
Okuryazarım, kentliyim. Bu insanların kendilerine Avrupa'nın galipleri olarak baktık-
larını, oysa Almanların komutası altında bulunduklarını anımsa-
P[ost] S[criptum]
yınız.
Görgü tanığı Figlyarin, otururken evde, 2-Puşkin'in kişisel olarak asilzadelik anlayışına özbenlik duy-
Karar vermiş, dedem Hannibal'tn gusunu, insan olarak değerinin bilincini ve içsel özgürlük bilincini
Bir şişe roma satın alındığına getirmiş olması da önemli bir nedendir.
Ve kaptanın eline düştüğüne. Bu arada Fonvizin'in kaleminin gözüpekliği yüzünden
Bu kaptan şu anlı şanlı kaptandı, Yekaterina'nın önünde günah çıkarttığını, Radişçev'in kitabı-
Toprağımızı yerinden oynatan, nı inkâr ettiğini, Novikov'un sorgularda ikiyüzlü davrandığı-
Gemisine tam yol veren kaptan. nı, Puşkin'in ise çarın yüzüne karşı 14 Aralık'ta kendisinin eğer
Bu kaptan dedemi almıştı, Petersburg'da olsaydı Dekabristlerin safında yer alacağını söyledi-
Ve ucuza alınan Arap ğini anımsayınız.
Büyüdü çalışkan, dürüst,
Ancak Puşkin'in asilzadeliğe nasıl baktığını ve asilzadeliğin
Köle değil, çarın sırdaşı olarak.
onun için neden gerekli olduğunu ele alalım:
Ve babasıydı o Hannibal'ın,
Önünde, ölümcül girdaplar arasında,
[Bizim yazarlarımız toplumun en üst sınıfmdandır." Yazarla-
Yığınla gemi ateş püskürüyordu
rımızda aristokrat gurur, yazarlık onuruyla birleşir; bizimle eşit
Ve ilk Navarin düştü.
olanların koruyuculuğunu istemiyoruz, ama alçak Vorontsov
bunu anlamıyor. O, evinin bekleme odasındaki Rus şairinin elinde
"Benim soyum..."]
bir ithaf yazısıyla veya küçük bir lirik şiirle beklediğini sanıyor,
oysaki Rus şairi, kökleri altı yüz yıla uzanan bir asilzade olarak
Burada o zaman için yeni sayılacak bir şey var: Bu, bir insa-
saygı beklemektedir. Ne korkunç bir fark!..]
nın sırf atalarının gösterdikleri üstün yararlılıklar nedeniyle değil,
toplum karşısında kendisinin gösterdiği kişisel yararlıklılar nede-
* İ. D. Yakuşkin (1793-1857): Dekabrist. 1812 Savaşına katılmış bir asker. Kurtuluş
niyle de "kendine saygı duyma" hakkına olan inancı duyuluyor. Birliği kurucularındandır..
* A. 1. Musin-Puşkin (1744-1817): Kont, Rus tarihçisi, arkeograf, Rusya Akademisi ** M. Gorkiy bu alıntıyı A. S. Puşkin'in 1825 yılında Mihaylovskoye köyünden A. A.
üyesi. Bestujev'e yazdığı mektuptan yapıyor.
Bu sözler 1825 yılında söylenmiştir. Ancak şairin 1825-1830
Rıleyev ona şöyle diyor:
yıllarına ait notlarında şöyle bir itiraf görüyoruz:
[Aristokrat oldun*; bu durum beni güldürdü. Beş yüz yıllık
[Şu talihsiz dönemde önemli bir rol oynamış olan atalarımdan
asaletle caka satmana ne gerek vardı? Bunu Byron'a küçük bir öy-
birini tarihte bulup, onu sırf nezaket icabı değil, con amore (İtal-
künme olarak görüyorum. Tanrı aşkına Puşkin ol! Sen yiğit bir
yanca, sevgiyle), ancak her türlü asilzade kibrinden uzak bir şekil-
adamsın zaten.]
de sahneye çıkardım*. Byron'a öykünmelerim arasında en gülünç
olanı asilzade kibirliliğidir. Bizim aristokrasimizi yeni bir soylular
[Rıleyev'in beni anlamaması canımı sıkıyor**, diye karşılık ve- sınıfı oluşturuyor, eskisi ise zayıf düşmüş durumda; aristokrasi-
riyor Puşkin- Neden? Bizde edebiyata koruyuculuk yapmamaları- nin hakları, diğer sınıfların haklarıyla aynı düzeye geldi, büyük
nın nedeni nedir? Ayrıca iyi ki yapmıyorlar! O zaman bundan söz yurtluklar çoktan bölünüp parçalandı, yok oldu ve hiç kimse hatta
etmeye ne gerek var? Boşuna konuşuluyor! Edebiyatımızın ruhu- eğer... vs. Böyle bir aristokrasiye ait olmak aklı başında bir insanın
nu hükümetin kayıtsızlığına ve sansürün baskılarına borçluyuz. gözünde hiçbir üstünlük sağlamaz ve bir köşeye çekilip atalarının
Daha ne istiyorsun? Altı yıldır yayınlanan dergilere bir bak, benim şanına saygı göstermek, korkunç bir düşüncesizlik ya da yabancı-
adımı kaç kez anmışlar, haklı ve haksız yere kaç kez beni övmüş- lara öykünme olarak kınanabilir yalnızca.
ler bir bak. Oysa dostumuz hakkında çıt yok, sanki dünyada böyle Ancak ben kimin soyundan gelirsem geleyim, ister asilzade sı-
biri yokmuş gibi! Neden? Herhalde bir gazetecinin gururundan ya nıfına girmiş olan memur soyundan, ister en eski Rus soylarından
da köktenciliğinden değil, hayır! Oysa herkes biliyor ki, ne kadar birinden, adlarına tarihimizin hemen hemen her sayfasında rast-
alçalsa da hiç kimse ona teşekkür etmeyecek ve eline beş ruble tu- ladığımız ataların soyundan gelmiş olayım, düşünce tarzım şekli
tuşturmayacaktır. O halde beş para almadan soylu bir insan gibi asla buna bağlı olmamıştır. Şimdiye dek hiçbir yerde ortaya koy-
davranmak daha iyi değil midir? Altı yüz yıllık asilzadeliğimle masam da soyumu reddetmeye zerrece niyetim yok ve ayrıca bu
caka sattığım için kızıyorsun. (Bu arada benim asilzadeliğim daha konu hiç kimseyi de ilgilendirmez.]
da eskidir!) Edebiyatımızın ruhunun kısmen yazarların ait olduk-
ları sınıfa bağlı olduğunu nasıl bilmezsin? Yapıtlarımızı asilzade- Puşkin'den önce edebiyat, bir eğlence, edebiyatçı ise en iyi du-
lere sunamayız, çünkü doğuştan kendimizi onlarla eşit sayıyoruz. rumda Dmitriyev, Derjavin, Jukovskiy gibi bir saray adamı ya da
Gurur ete. (vs.) bundan kaynaklanıyor. Rus yazarlarını, yabancı Fonvizin, Pnin, Rıleyev gibi küçük bir memurdu. Eğer saray ada-
yazarlar gibi düşünmemek gerekir. Onlar para için yazıyorlar, biz- mıysa önemseniyor, memursa bir soytarı, bir maskara olarak hor-
de ise (ben hariç) ün kazanmak için yazılıyor. Dışarıda şiir yazarak görülüyordu.
geçiniyorlar, bizde ise kont Hvostov varını yoğunu şiir için harcı- Rıleyev edebiyatçının durumunu bakın nasıl betimliyor:
yor. Dışarıda yapacak bir şey yoksa kitap yaz, bizde ise hizmet et
ama bir şey yazma...] [Yine bir saattir bekleme odasında**
Kibirli bir asilzadenin
* M. Gorkiy, alıntıyı K. F. Rıleyev'in 1825 yılında A. S. Puşkin'e yazdığı mektuptan
* A. S. Puşkin'in Boris Godıtnov'a yazdığı önsöz taslağından.
yapıyor.
** M. Gorkiy, K, F. Rıleyev'in bu şiirini P. Kotlyarevskiy'in Sankt-Peterburg, 1908
** M. Gorkiy, bu alıntıyı A. S. Puşkin'in 1825 yılında Mihaylovskoye köyünden K. F.
basımı kitabının 32-33. sayfalarından alıntılıyor.
Rıleyev'e yazdığı mektubun müsveddesinden yapıyor.
(Oysa o, rahat rahat şair, halkın bütün duygularının ve düşüncelerinin sözcüsüdür. O,
Erguvan rengi yatağında yaşamın bütün olgularını anlayabilmiş ve anlatabilmiştir.
Güzel bir kızla birlikte 1819yılındaDekabristlerlearkadaşlıkedenPuşkin,Aleksandr'ın
Tadını çıkarırken hayatın yurtdışından dönüşü üzerine şunları yazıyor*:
Tatlı tatlı öperken onu),
Perişan bir ruhla, [Yaşasın! Geliyor doludizgin Rusya'ya
Eğik bir başla, Göçebe despot.
Uşaklar arasında, Kurtarıcı acı acı ağlıyor,
Hem ciddi hem uysal Onunla birlikte tüm halk da ağlıyor.
Meryem telaş içinde korkutuyor kurtarıcıyı:
Beklemek zorundayım
"Sus, yavrum, sus, beyzadem;
Yazgımın belirlenmesini
Hortlak geliyor, hortlak, Rus çarı!"
Aptalca bir yargıya bağlı olan,
Çar giriyor içeri ve ilan ediyor:
Acıyarak bana vereceği
Tembel biryarı-çarın, "Öğren ey Rus halkı öğren,
Uyandırdığında kendisini Tüm dünyanın bildiğini:
Gün ortasında sekreterin. Kendime üniforma diktiğimi
Ateşli bir şair için Hem Prusya, hem Avusturya kumaşından.
Ne acı verici, ne zor Sevin ey ahali sevin: tokum, sağlıklıyım, şişmanım;
Zafer kazandığını görmek kötülüğün, Beni bir muhbir meşhur etti;
Ve gürültülü bir ışık kasırgası içinde Yedim, içtim, söz verdim
Rastlamak her yerde yalancı sofulara, Ve davadan yılmadım.
Düellocu subaylara,
"Öğren bir de,
Bencil ozanlara,
Sonra yapacaklarımı:
Ya da katil yargıçlara, Lavrov'u emekli edeceğim,
Geveze gazetecilere, Sots'u sarı eve göndereceğim;
Savaş pa tladığın da Yasayı koyuyorum sizin yerinize Gorgoli
Güney'de özgürlük uğruna, Ve insanlara, tüm haklarını insanların
Ah ne ayıp! Ah ne günlere kaldık! diye Çarlık ihsanımla benim
Tartışırlarken bir şiir uğruna!.. Vereceğim iyi niyetimden."
"Çöl"] Sevinçten yatağında
Hopluyordu çocuk:
"Gerçekten mi?
Puşkin, edebiyatın birinci derecede önemli ulusal bir mesele,
Şaka olmasın sakın?"
sarayın kalem odalarındaki ve devlet dairelerindeki işlerden daha
Ana ise: "Uyu yavrum, uyu! Yum gözlerini;
yüksek bir iş olduğunu ilk hisseden, edebiyatçı unvanını daha önce
erişemediği bir yüksekliğe ilk kez çıkaran kişidir. Onun gözünde
"Masallar (Noel)" şiiri A. S. Puşkin tarafından 1818 yılında yazılmıştır.
Uyuma zamanıdır artık,
Fakat bu dizeler yüzünden onu dalkavuklukla suçladıklarında
Kulak ver, çar babanın
şu yanıtı veriyor:
Anlattığı masallara!"
[Hayır, dalkavuk değilim ben,
"Masallar (Noel)".] Serbestçe övgüler düzerken çara:
Cesurca söylüyorum duygularımı,
1826 yılında Çar Nikolay onu sürgünden geri döndürdüğünde Yüreğimin diliyle konuşuyorum...
çara şöyle diyor:
"Dostlara".]
[Şan ve iyilik umuduyla
Bakıyorum ileriye korkusuzca: 1823 yılının kasım ayında İspanya'da devrimci Riego Nunyets*
Petro'nun şanlı günlerinin başlangıcını ölüme mahkûm edilmişti; bu haberi çara ileten kont Vorontsov,
Karartmıştı isyanlar ve idamlar. "Ne mutlu bir haber, ekselansları!" demişti.
Puşkin'in yanıtı hemen geldi:
Ama o, gerçekle kazandı gönülleri,
Yumuşattı töreleri bilimle, [Dediler ki çara, en sonunda
Ve coşkun bir askerden Bastırılmış isyancı lider Riego.
Farklıydı onun önünde Dolgorukoy. "Çok sevindim", dedi gayretkeş dalkavuk:
"Bir alçaktan kurtuldu dünya!"
Devletin eliyle Herkes sustu, yere dikti bakışlarını:
Cesurca ekti aydınlanma tohumunu, Şaşırtmıştı hepsini beklenmedik karar.
Küçümsemedi vatanını: Riego çok günahkârdı elbet,
Biliyordu onun hedefini. Diyeceğim yok, amaya asılma nedeni;
Efendiliğe sığar mı söyleyin, öfkeyle
Bir akademi üyesi, bir kahraman, Küfretmek mi gerek celladın kurbanına?
Bir denizci, bir marangoz, Böyle iyi yürekli bir hükümdar
Her şeyi içine alan ruhuyla İstemezdi gülümsemesiyle cesaretlendirmeyi,
Tahtında ebedi bir işçiydi o. Ey dalkavuklar, dalkavuklar! Gayret edin korumaya
Soyluluk işaretinizi en büyük alçaklıkla!]
Ailenin benzerliğinden gurur duy,
ve şu dörtlükle Vorontsov'u damgaladı:
Her şeyde benze dedenin dedesine:
Onun gibi, yorulmaz ve kararlı, Yarı-lord, yarı-tüccar,
Ve belleğin, onun gibi, öfkesiz. Yarı-bilge, yarı-cahil,
Yarı-hergele, umut var ama,
"Dörtlükler".] Sonunda tam olacak.
* Doğrusu Riego y Nunyes Rafael, 1820-1823 İspanya Devrimi'ııin önderi.
Aynı yıl, yani 1826 yılında, Nikolay'a: Sevgi ve dostluk ulaşacak size
Geçerek karanlık kapılar arasından,
Her şeyde benze dedenin dedesine... Sürgün inlerinize nasıl
Ulaştıysa benim özgür sesim.
tavsiyesinde bulunduğunda, yeni çarlık döneminin düzenlerini
dikkatle inceledikten sonra bu dönemi şöyle karakterize ediyor: Düşecek ağır prangalar,
Yıkılacak zindanlar ve özgürlük
[Eskiden Golitsın aklı tartardı, Sevinçle karşılayacak sizi kapıda,
Guryev tüm halkı soyardı, Ve kardeşler kılıçlarınızı verecek ellerinize.
Arakçeyev ortalığı karıştırırdı,
Çarsa teftişe çıkardı. "Sibirya (Dekabristlere)"]

Şimdi Liven aklı tartıyor, Dekabristler, Prens Odoyevskiy'in ağzından ona şu yanıtı ver-
Çarsa halkı asıyor,
diler:
Kızıl Mişka ortalığı karıştırıyor,
Ve her zamanki gibi teftişe çıkıyor.]
[Geleceği gören tellerin ateşli sesi
Ta kulağımıza kadar geldi!
(Bu kısa yergi şiiri A. S. Puşkin'e ait değildir. Önce A. S. Puşkin'e
Kılıçlara uzandı ellerimiz,
ait olduğu düşünülerek M. Gorkiy'nin de alıntı yaptığı R. Vagııer
Fakat pırangaları tutabildi.
yayınevince basılan (Berlin, 1861) şiir kitabına dahil edilmiştir.
Yay. Notu).
İçin rahat olsun ozan: zincirlerimizden,
Kaderimizden gururluyuz biz
1827 yılında ise Sibirya'daki dostlarına umut dolu şu dizeleri
Ve kapıları ardında zindanın
yolluyor:
Gülüyoruz çarlara içimizden.

[Sibirya madenlerinin derinliklerinde


Kederli emeğimiz boşa gitmeyecek:
Koruyun gururlu sabrınızı!
Kıvılcımla başlar ateş yanmaya
Boşa gitmeyecek kederli emeğiniz
Ve dindar halkımız
Ve düşüncelerinizin yüce arzusu.
Toplanıyor kutsal bayrağın altında.

Derdin sadık kızkardeşi-


Zincirlerden kılıç yapacağız
Umut karanlık zindanda
Ve yeniden yakacağız özgürlük ateşini,
Uyandıracak cesaret ve neşeyi,
Ve onunla yürüyeceğiz çarların üstüne-
Gelecek beklenen zaman:
Ve sevinçle soluklanacak halklar.]
O bir asilzadeydi; fakat Karamzin'in Tarih'i çıktığı zaman Puş- tı. Oysa I. Aleksandr, şairi Sibirya'ya veya Solovki'ye sürmek niye-
kin, bu kitabı şu şiiriyle müthiş bir dille eleştirmişti: tindeydi.
Şimdi Puşkin'in "ayrıcalıksız sınıflardan insanlara" karşı kü-
Sürükleyerek gerçeği cellat kütüğüne
çümseyici davranmakla suçlanmasını ele alalım. Bilindiği gibi,
Kanıtladı bize tarafsızca
bizim gericiler, bu davranışı esas alarak Puşkin'i kendi saflarında
Celladın gerekliliğini
sayıyorlar, Pisarev gibi köktencilerimiz ise şairin her türlü önemini
Ve istibdadın güzelliğini.
reddediyorlardı.

(Bu şiirin A. S. Puşkin'e ait olduğu kanıtlanmamıştır -Yay. Öncelikle "aşağı tabakalardan insanlara" karşı küçümseyici

Notu) davranışın, Byron'dan başlayarak bütün romantiklere özgü bir


davranış olduğunu, bunun, bu edebiyat ekolünün parolalarından
Puşkin şöyle yazıyor.- birini oluşturduğunu bilmek gerekir.
Rusya'da yasa yoktur: Bildiğiniz gibi, şairin, insanları ilgilendiren yasaların dışında
Rusya'da bir direk durur, duran, mutlak surette özgür, en yüksek düzeyde bir varlık olduğu
Direğe yasa çivilenir, kabul ediliyordu. Bu açıdan bakınca, pek tabiî ki, gerek toplum,
Direğin tepesinde ise taç durur. gerek devlet, gerekse halk, şaire karşı herhangi bir sosyal talep ileri
sürdüğü anda bunların hepsi de kesinlikle reddediliyordu.
(Şiir, A. S. Puşkin'e ait değildir. Daha önceleri A. S. Puşkin'e ait Puşkin öncesi dönem yazarlarımız da bu görüşteydiler; örne-
olduğu sanılarak M. Gorkiy'nin alıntı yaptığı R. Vagner yayıne- ğin Derjavin şöyle diyordu:
vince yayınlanan (Berlin, 1861) şiir kitabına dahil edilmiştir. - Yay.
Notu) Sen de yap yapabilirsen
Kaba dedikodunu, ayaktakımı...
O dönemde bu tür şiirler yüzünden kürek cezası, sürgün, hapis
cezası alınabileceğini anımsatalım. Yine Derjavin:
Puşkin, hükümete karşı son derece açık davranıyordu: Onun
Susun cahil ayaktakımı,*
Özgürlük adlı şiiriyle bakanlar ve çar için yazdığı yergi şiirleri
Dünyanın kör bilgeleri!..
saraya kadar ulaştığında ve Puşkin'in Dük Verriyskiy'i öldüren
Luvel'in* portresini tiyatroda gösterdiğini öğrendiklerinde Kont Yine o:
Miloradoviç, onu yanına çağırmış, evinde ise arama yapılmasını
emretmişti. Defol, azgın ayaktakımı, kara cahil**
"Aramaya gerek yok," demişti Puşkin, "yakılması gereken her Ve nefret ettiğim!..
şeyi yaktım." Ve hükümet karşıtı şiirlerinin hepsini hemen belleği-
ne yazmıştı. Ancak Karamzin ve başka soylular sayesinde bu olay, Dmitriyev:

Puşkin'in sadece Petersburg'dan sürgün edilmesiyle sonuçlanmış-


* I. Napolyon yandaşı, Fransız zanaatçı Pier Luis Luvel, 1820 yılında X V I I I . * G. R. Derjavin'in "Ölümsüz Ruhlar" şiirinden.
Lüdovik'in yeğenini öldürmüş ve idam edilmiştir. ** G. R. Derjavin'in "Hoşnutluk Üzerine" adlı şiirinden.
Umursama düşüncesini* Ödül sende. Sen en yüce yargısısın kendinin;
Kıskanç ve kötü eleştirmenlerle aptallar güruhunun... Emeğini herkesten daha titiz değerlendirebilensin.
Ey zor beğenen sanatçı, sen hoşnut musun ondan, söyle?
Jukovskiy:

Tıka kulaklarını vahşi ayaktakımının çığlıklarına... Hoşnutsun eğer varsın kalabalık sövsün ona,
Tükürsün ateşinin yandığı sunağa,
Bu haykırışlara daha onlarca örnek verilebilir, ancak ben bun-
Ve sallasın üç ayaklı sehpanı çocukça bir canlılıkla.
ların halka karşı olduğundan kuşkuluyum.
Kuşkumun nedenleri şunlar: Puşkin'den önce şairler halkı hiç
"Şaire (Sone)"]
tanımıyorlar, halkın geleceğiyle ilgilenmiyorlar ve onun hakkın-
da pek seyrek yazıyorlardı. Bunlar saray erkânından insanlardı,
[Değer vermiyorum cafcaflı haklara,
yaşamlarını hep başkentte geçiriyorlar, hatta kendi köylerini bile
Birinden bile başım dönmüyor.
çok az ve kısa süreli ziyaret ediyorlardı. Şiirlerinde köylüyü ve
Sızlanmıyorum tanrılar bana izin vermediler diye
köyü betimlediklerinde de yumuşak, başlı, dindar, beyinin sözünü
Hoş bir yazgıyla vergilere karşı çıkmama
dinleyen, onu seven, köleliğe gönül rızasıyla boyun eğen insanlar
Ya da çarların birbiriyle savaşına engel olmaya;
resmediyorlardı; köy hayatı, onların kaleminden hiç bitmeyen bir
Ve pek derdim değil, basın, özgürce
bayram olarak, barışçı bir emek güzelliği olarak resmediliyordu.
Kafasını karıştırabilecek mi aptalların ya da dikkatli sansür
Razin'den, Pugaçov'dan** söz edilmiyordu. Bu durum, köyle, köy-
Özgürlüğünü kısacak mı bir maskaranın dergi konularında.
lüyle ilgili olarak belirtilen düşünceyle bağdaşmıyordu.
Hepsi de, görüyorsunuz ya, söz, söz, söz!*
Puşkin de işe romantizmden başlamıştı. Bakın kendisinin şair
Başka, daha güzel haklar var değer verdiğim,
olarak konumunu nasıl tanımlıyor:
Başka, daha güzel bir özgürlük istediğim...
İktidara bağımlı olmak, halka bağımlı olmak
[Ey şair, değer verme sevgisine halkın!
Kayıtsız kalabilir miyiz bunlara? Tanrı onları korusun!.. Hiç kim-
Coşkulu övgüler bir anlık gürültüyle geçer,
seye
Duyacaksın bir aptalın yaygarasını ve soğuk bir kalabalığın
Hesap vermemek; yalnızca kendi kendine
kahkahasını; Hizmet etmek ve yaranmak; iktidar için, sırmalı giysiler için
Sen aldırma, sakin ve ağırbaşlı ol. Ne vicdanını, ne düşünceni, ne boynunu eğmemek;
Hevese kapılıp orda burda dolaşmak,
Sen çarsın: Yalnızlık yakışır sana. Özgür bir yolda Hayran olarak doğanın tanrısal güzelliklerine,
Yürü, özgür aklın seni sürüklediği, Ve sanat ve esin yaratılarının karşısında
Olgunlaştır meyvelerini sevdiğin düşüncelerin, Sessizce boğulmak duygu taşkınlığı içinde
Beklemeden ödüllerini soylu adımının. İşte mutluluk, işte hukuk!..
"VI. Pindemonte'den".]
* 1.1. Dmitriyev'in "Horatsio'ya Öykünmeler" dizisindeki bir şiirin değiştirilmiş di-
zesi. Dmitriyev'in dizesi "Ve düşünceye karşı umursamazlık..." şeklindedir.
** Razin ve Pugaçov, Rusya'da köylü ayaklanmalarına önderlik etmişlerdir. Hamlet (A. S. Puşkin'in notu)
ra karşı alaycı, olumsuz tavrını gizlememiş, örtbas etmemiş, tam
Nihayet, onun "ayaktakımı"na karşı tavrını belirleyen daha da tersine daha da keskin çizgilerle altını çizmiştir.
keskin bir şey: Puşkin, Karaciç'in kitabındaki birkaç halk efsanesini Sırpça'dan
çevirmiştir; Fransız yazar Prosper Merime tarafından taklit edilen
/• Batı Slavlarının Türküleri yayınladığında Puşkin vakit geçirme-
Defolun, ne işiniz var
den bunları Rusçaya çeviriyor. Yaptığı yolculuklar sırasında ma-
Barışçı bir şairle?
salları ve türküleri kaydetmiş ve elliden fazlasını ünlü kitabı için
Sefahat içinde taşlaşın pervasızca;
Sizi diriltmez lirin sesi! Kireyevskiy'e* vermiştir. "Rusya'daki tek şiirsel kişi" diye adlandır-
Ruhumu tiksindiriyorsunuz tabutlar gibi, dığı Stenka Razin'le ilgili çok sayıda türkü toplamıştır"*. Razin'in,
Aptallığınız ve kötü yürekliliğiniz için beslediği niyetler ve taşıdığı ruh bakımından, Puşkin'in kederli bir
Sahiptiniz bugüne dek tavırla alaya aldığı Pugaç'tan (Pugaçov - -çev.) kıyaslanmayacak
Kamçılara, zindanlara, baltalara, ölçüde demokrat olduğunu belirtmek gerekir.
Bıktık sizden, çılgın köleler! Benkendorf, Puşkin'e şöyle demiş: "Stenka Razin üzerine ya-
Kentlerinizin gürültülü sokaklarından kılan türküler, şiirsel üstünlüğüne karşın içerik bakımından ya-
Çöp süpiirüyorlar-yararlı iş!-
yınlanması pek uygun olmayacak türkülerdir. Ayrıca Pugaçov'a
Fakat, unutup ibadetini,
olduğu kadar Razin'e de lanet okuyor."
Sunağı ve kurbarı kesmeyi,
Puşkin halkla yüz yüze görüşüyor, köylülere yaşamlarıyla ilgili
Papazlar sizden çalı süpürgesi mi derliyorlar?
Ne yaşama heyecanı için, sorular soruyordu. Yolculuk defterlerine neler neler kaydetmiş***...
Ne çıkar için, ne de kavga için değil, Puşkin, köylülerin hayatını biliyordu: "Goryuhina Köyünden
Biz doğduk esin için Haberler"in "Kâhyanın Yönetimi" bölümünü alınız. Köyün peri-
Bir de tatlı dualar için. şanlığı konusunda o zaman için en tipik tablodur bu.
İşte neredeyse Nekrasov tarafından yazılmış bir köy tablosu:
"Ayaktakımı"]
[Al yanaklı eleştirmenim, şiş göbekli alaycı,
Peki, kimdir bu ayaktakımı? Puşkin, bununla halkı mı kaste- Bir asır alay etmeye hazır süzgün esin perimizle,
diyordu? Gel buraya, otur birazcık yanıma,
Konuyu inceleyelim. Bakalım, yenebilecek miyiz lanet olası can sıkıntısını.
Puşkin, her şeyden önce halk sanatına önem vermiş ilk Rus ya-
zarıydı ve halk sanatını, devletin "ulusçuluk" düşüncesi ve saray * "P. V. Kireyevskiy Tarafından Derlenen Türküler" kastediliyor. Derleme 1860 yı-
lından başlayarak fasiküller halinde yayınlanmıştır.
şairlerinin ikiyüzlü eğilimleri yararına çarpıtmaksızın edebiyata
** A. S. Puşkin, kardeşi L. S. Puşkin'e 1824 yılında Mihaylovskoye'den yazdığı mek-
sokmuştu. Halk türkülerini ve masallarını yeteneğinin pırıltısıyla tupta şöyle diyor: "İşte sana bir görev: Rus tarihindeki tek şiirsel kişi olan Stenka
süslemiş, ancak bu türkü ve masalların anlam ve gücünü değiştir- Razin hakkında kuru, tarihsel bir haber."

meden bırakmıştı. *** M. Gorkiy'nin sözünü ettiği derlemenin (A. S. Puşkin'in yapıtlarından sansür ta-
rafından çıkarılmış olan metinlere yer veren) 1861 basımının 208-209. sayfaların-
"Papaz ve İşçi Balda", "Altın Horoz", "Çar Saltan" ve benzeri
da A. S. Puşkin'in tamamlanmamış ve başlığı konmamış ["Yoldaki Düşünceler"]
masalları alınız. Puşkin, halkın bu masallarda papazlara ve çarla- bir makalesinden iki pasaj yer alıyor.
Niye çattın kaşlarını? Delice bir isteği durdurmak olanaksız mı ka saygı duyuyor ve halkın elinde bulundurduğu gücün kokusunu
Ve küçücük neşeli bir şarkıyla bizi eğlendirmek? alıyordu.
Bak, şu manzaraya: sıra sıra sefil kulübeler, Peki o zaman şairin bu kadar tiksintiyle sözünü ettiği ayakta-
Arkalarında bitek kara toprak, yumuşacık eğimli bir ova, kımı kimdi?
Üzerlerinde kopkoyu bir bulut kümesi. Hiç kuşku yok ki, onun, ayaktakımı sözüyle kastettiği, kendisi-
Nerede aydınlık tarlalar? Nerede karanlık ormanlar? nin de içinde yaşadığı başkent toplumuydu. Onun bu toplumu na-
Nerede ırmak? Avluda, alçak çitin yanında, sıl karakterize ettiğine ve bu karakteristiklerin Puşkin'in "ayakta-
İki zavallı ağaççık duruyor bakılmanın sevinciyle, kımına" karşı davranışıyla bağdaşıp bağdaşmadığına bir bakalım.
İki ağaççık yalnızca ve ikisinden biri Bu sosyetik toplumdan söz ederken şöyle haykırıyor:
Çırılçıplak bu yağmurlu sonbaharda,
Layıktır küçümsenmeye*
Ötekinin yapraklarıysa ıslanmış yağmurda ve sarararak,
Onun kibirli sevgisi
Su birikintisini kirletmek için bekliyor ilk poyrazı.
Ve ikiyüzlü takipleri.
Hepsi bu kadar. İn cin top oynuyor avluda.
Yo işte, bir köylücük; iki kadın ardında; Devam ediyor:
Adam şapkasız; kolunun altında bir bebek tabutu taşıyor [
Ve uzaktan sesleniyor papazın tembel oğluna, Lütufkârlığına alışamadım hâlâ,
Gelsin babası papaz da kiliseyi açsın diye; Ve garibime gider onun tatlı dili.
Hadi çabuk, bekleyecek vakit yok, çoktan gömülmüş olmalıydı! Gülünç, kim katılmak istiyor sosyeteye!
Soğuk kalabalık bakıyor ozana,
"Yaramazlık".] Gezici bir soytarıya bakar gibi: eğer o
Derinden ifade ederseyüreğindeki ağır iniltiyi
Odessa'da, Kişinyov'da, Pskov vilayetinde de türküler topladı. Ve acı dolu bir dizeyi, iliklere işleyen,
Bunun için sırtına küçük burjuva giysileri geçirdi. Halk yaşamı- Vurursa yüreklere görülmemiş bir güçle
nı, halk sözünü öğrenirken aldığı eğitime "zehirli ve lanet olası"* Alkışlayacak ve övecek kalabalık ya da arada bir
diyerek küfreder. Rus dilini Krılov'dan, daha çok da dadısından Kötü kötü başını sallayacak.
ve meyhanelerdeki, hanlardaki arabacılardan, satıcı kadınlardan, Kapılacak mı şair ani bir heyecana
askerlerden öğrenir. Acı bir yitik, sürgün, hapis gelecek mi başına,
"Düğün kâsesine acıyla sarılmış"** olarakbaşkent yaşamını terk -"Daha iyi" diyor sanatseverler:
ediyor ve "halkın sözlerindeki sadeliğin ve zekâ oyunlarının tadı- "Daha iyi!yeni düşünceler, yeni duygular derlemiş olur şair
na varmak" için köye gidiyor. Ve aktarır bizlere." Fakat şairin bahtı
Böyle bir adam, "ayaktakımı" sözüyle halkı kastedemezdi. Hal- Bulamıyor onların arasında yürekten bir selam,
Korkakça sustukça...
* A. S. Puşkin 1824 yılında L. S. Puşkin'e yazdığı mektupta "lanet olası eğitiminin
eksiklerinden" söz ediyordu.
'İmzasız Mektuba Yanıt".]
** A. S. Puşkin'in "Prens A. M. Gorçakov'a" adlı şiirinden iki dizeye eğretileme: "Beni
bulacaksın bazen düğün kâsesine acıyla sarılmış olarak... * "Senin Gençlik Yıllarında..." şiirinden.
Bir şey daha: "Çingeneler" poemasmda Aleko, oğluna şöyle rinin karşısına kâh yeteneğinin ve aklının demokratik gururunu,
der: kâh altı yüz yıllık asilzadeliğini koymak" zorunda kalıyordu.
Ders almak gerekmeden özgür büyü*, Aile içinde de kendisine karşı kuşkucu ve kaba davranılıyordu:
Tamma utanç verici koğuşları hatta babası bir keresinde şairi, kürek cezasını gerektirecek bir ci-
Koyma basit kusurların yerine nayet işlemeye yeltenmekle bile suçlamıştı.
Okumuş adamın ahlaksızlığım. Bulgarin onu rahatsız ediyor, sansür yazdıklarını tahrif edi-
yor, Benkendorf kınama cazalarıyla peşini bırakmıyordu. "Benim
Sosyetik toplumun "Onegin'deki betimi yeterlidir, bunu bir de
Soyum", "Lukulius'un İyileşmesi Üzerine" şiirleri ve alaycı dört-
ben yinelemeyeceğim.
lükler sonunda şaire karşı asla yumuşamayacak bir hınç yarattı;
"Rusya'da yetenekli biri olarak doğmak ne korkunç şey!" 4 4 de-
açıkgözler, kendisine duyulan düşmanlığı ustalıkla körüklediler,
mişti Puşkin bir keresinde ve bu acı ama doğru tümceyi birçok kez
en sonunda devreye iftiralar sokuldu ve kısa süre sonra da düelloda
tekrarlaması gerekmişti.
öldürüldü.
Puşkin, kendisinden önce geçile geçile açılmış olan roman-
Şairin kaderi, tarihin istemiyle küçük, bayağı ve çıkarcı insan-
tizm patikasından yürürken, Fransızları, Byron'u, Batyuşkov'u,
lar arasında yaşamak zorunda bırakılmış herhangi bir büyük ada-
Jukovskiy'i taklit ederken toplum onun olağanüstü yeteneğini ayırt
mın kaderiyle aynıdır. Leonardo da Vinci ve Michelangelo hakkın-
ederek, yeni şiirin müziğine değer vererek şairi takdir ediyordu.
da daha önce burada söylenenleri anımsayınız.
Fakat kendi ayakları üzerine bastığı ve saf bir Rusçayla, halk
Avrupa sanatı için Leonardo ne kadar büyükse Rus edebiyatı
diliyle konuşmaya başladığı, edebiyata halk motiflerini, gündelik
için de Puşkin o kadar büyüktür.
yaşamı sokmaya, yaşamı gerçekçi, basit ve doğru biçimiyle betim-
Bazı rastlantısal özellikleri ve zamanın koşullarıyla ve kalıtım
lemeye başladığı anda toplum, Puşkin'in katı bir yargıç, Rus kaba-
yoluyla aldığı kişisel özelliklerle açıklanabilecek, hepsi de soylulara
lığının, cahilliğinin ve köleliğinin, egemen güç karşısındaki yal-
özgü, geçici bazı özellikleri ondan ayrı tutmalıyız. Bunlar bizden
takçılığının ve sertliğinin tarafsız bir tanığı olduğunu hissederek
olmayan, yabancı ve bize gerekli olmayan şeylerdir.
ona karşı alaycı ve düşmanca davranmaya başladı.
Bütün bunları bir yana attığımızda, karşımıza, büyük bir Rus
Kendisini gülünç ve zor bir duruma düşürdüğü için Sibirya ye-
halk şairi, güzelliği ve ince zekâsıyla insanları büyüleyen masal-
rine Odessa'ya sürgün edileceği söyleniyordu. Odessa'da sürgüne
ların yaratıcısı, ilk gerçekçi roman Yevgeniy Onegin in ve en güzel
yollanmış küçük bir memur olarak görüldüğü ve yeteneği kabul
tarihi dramımız Boris Godunov'un yazarı, ne şiirsel güzellik bakı-
edilmediği için rahatsız ediliyordu. Hırçınlaşıyor ve "rütbe listele-
mından ne de duyguların ve düşüncelerin ifade gücü bakımından
bugüne dek aşılamamış bir şair, büyük Rus edebiyatının atası olan
* "Çingeneler" poemasının son metnine girmeyen Aleko'nun monologundan bir bö-
lüm. bir şair çıkacaktır.
** A. S. Puşkin'in 18 Mayıs 1836 tarihinde N. N. Puşkina'ya Moskova'dan yazdığı Onun, bir şairin yaşamdaki görevine bakışı açısından öğretici
mektup şu sözlerle sona eriyordu: "...şeytan benim Rusya'da duygulu ve yetenekli olan şu öznitelemelerini bir kez daha yineleyelim:
bir insan olarak doğmama karar vermiş! Ne yaparsınız, diyecek bir şey yok..." A.
S. Puşkin, Çarlık Rusyası'ndaki köleci mutlakıyet düzenini yererken bir yandan da "YANKI"
vatanından, halkından ateşli bir sevgiyle söz ediyordu. Aynı yıl (19 Ekim 1836) P. "PEYGAMBER"
Y. Çaadayev'e şunları yazıyordu: "...Şerefim üzerine ant içerim ki, vatanımı dün-
"ANIT"
yadaki hiçbir yerle değişmem..."
Puşkin proleter okura ne veriyor? Birincisi, Puşkin'in yapıtla- haline dönüştürülmesidir. Bu tüm halk kitlesinin yalnızca egemen
rında biz, yaşam bilgisi açısından zengin, deyim yerindeyse, çok gücün çıkarına olan ahlak ve hukuk normlarına tabi olması gerek-
deneyimli bir yazarın sanatsal sentezlerinde sınıfsal psikoloji çer- tiğini ileri süren bir propagandadır. Burada sanat, aktif politikanın
çevelerinin dışına taştığını, sınıf eğilimlerinin üzerine çıktığını ve çıkarlarına kurban edilerek, bir savaş aracına indirgenmektedir ve
bize bu sınıfı, dışarıdan bakıldığında tarihsel deneyimin başarısız buradaki sahtekârlığı gördüğümüz ya da hissettiğimiz için inandı-
ve düzensiz bir örgütlenmesi, içeriden de çıkarcı, uzlaşmaz çeliş- rıcı olamamaktadır.
kilerle dolu bir ruh hali olarak nesnel bir biçimde resmettiğini gö- "...Kimin soyundan gelirsem geleyim," diyor Puşkin, "... dü-
rüyoruz. şünce tarzım asla buna bağımlı olmamıştır."
Saf ve kesin bir sınıf yazarı, ait olduğu sınıfı, bütün bir halk Bunlar, bütün bir ulusun çıkarlarının kendisi açısından tek bir
kitlesi için mutlak önemde, herkes için kayıtsız koşulsuz uyulması asilzade sınıfının çıkarlarından daha yüce olduğunu duyumsayan
gereken dogmalar oluşturan yadsınamaz sosyal gerçeklerin hâki- bir insanın sözleridir fakat böyle konuşmasının nedeni, kişisel de-
mi ve sahibi olarak göstermek ister; böyle bir yazar, sınıfının dü- neyiminin, asilzade sınıfının deneyiminden daha geniş ve daha
şüncelerini, duygularını ve inançlarını hayatın bütün yönlerinin, derin olmasıdır.
insanlığın bütün deneyiminin tek doğru, tam ve şaşmaz yansıması Puşkin'in şiirlerinin estetik öneminden söz etmeyeceğim. Bu,
olarak betimler. onun şiirlerini günümüzün en iyi şairlerinin şiirleriyle karşılaş-
Kuşkusuz, Puşkin bir asilzadedir. Bir zamanlar kendisi de bu- tırmayı, dilin sözcük zenginliği, basitlik, yerindelik ve benzeri ba-
nunla övünmüştür, fakat bizim için önemli olan, onun daha genç- kımlardan incelenmesini gerektirir.
lik dönemlerinde asilzade geleneklerinin boğuculuğunu hissetmiş, Onun şiirlerini benim kötü okumamla dinlediniz, daha önce-
sınıfının entelektüel açıdan yoksulluğunu, kültürel zayıflığını an- den de bu şiirleri biliyordunuz. Günümüz şairlerinden hiçbirinin,
lamış olması ve bütün bunları, asillerin yaşamını, bütün kusurla- Puşkin'in "Baküs'ün Şarkısı" gibi büyük bir sevinç marşını yaza-
rını ve zayıflıklarını etkileyici bir doğrulukla yansıtmış olmasıdır. bilecek yetenekte olmadığını da biliyorsunuz.
Puşkin'i ele aldığımızda, günlük yaşamla ilgili çok sayıda izle-
nim edinmiş biri olarak, bu izlenimlerini şiirde ve düzyazıda dâ- [Neden sustu neşenin sesi?
hice yeteneğiyle eriştiği en gerçekçi, en doğru haliyle yansıtmak Duyulsun Baküs'ün şarkıları!
isteyen bir yazar olarak görüyoruz onu. Yaşasın güzel kızlar

Onun yapıtları, zeki, bilgili ve doğru sözlü bir yazarın bir dö- Ve bize âşık genç karılarımız!

nemin törelerine, geleneklerine, görüşlerine ilişkin değerli tanık- Doldurun doldurun bardakları!
Çınlayan dibine,
lığıdır; bu yapıtların hepsi, Rus tarihini yansıtan ustaca çizilmiş
Koyu şarabın
tablolardır.
Atın kutsal halkaları!
Sınıf yazarı, gözlemlerini sınıfının çıkarlarının gerektirdiği
Kaldıralım bardakları, tokuşturalım bir kerede!
şablona göre gruplaştırarak bize şöyle der:
Yaşasın esin perileri, yaşasın akıl!
"İşte benim insan yaşantısıyla ilgili gözlemlerimden çıkardı-
Sen, ey kutsal güneş, yan!
ğım gerçek, bundan başka gerçek yoktur, olamaz da!"
Bu kandil nasıl soluyorsa
Bu bir sınıfın eğilimlerinin başkaları için de mutlak bir dogma
Aydınlık şafağın önünde,
Sahte bilgelik de öyle eriyor ve çürüyor
Aklın ölümsüz güneşi önünde.
Yaşasın güneş! Yok olsun karanlık!]

Notlar
Bu metin, M. Gorkiy'nin 1909 yılında, Kapri Adasında bir grup Rus iş-
çisine verdiği konferansın notlarından alınmış bir bölümdür. M. Gorkiy'nin
Puşkin'le ilgili düşüncelerini içeren alıntılar, ilk kez yazarın ölümünden
sonra "İzvestiya TSİK SSSR i V T S İ K " ("SSCB Merkez Yürütme Komitesi ve
Bütün Rusya Merkez Yürütme Komitesi Haberleri" 1936, sayı 223, 24 Ey-
lül) gazetesinde biraz farklı bir şekilde yayınlanmıştır. Konferans notları,
A. M. Gorkiy'nin arşivinde korunduğu şekliyle ilk kez Gosudarstvennoye
İzdatelstvo Hudojestvennoy Literaturı Yayınevi tarafından 1939 yılında
Moskova'da yayınlanan A. M. Gorkiy Arşivi, cilt 1, Rus Edebiyat Tarihi ki-
tabında yer almıştır.
M. Gorkiy'nin konferansta alıntı yaptığı yayınlar şunlardır:
A. S. Puşkin'in Yapıtları ve Mektupları Redaktör P. O. Morozov, "Pros-
veşçeniye" yayınevi, Sankt-Peterburg, 1903-1906, cilt: l, II, III, IV.
A. S. Puşkin'in Son Toplu Yapıtlarına Girmeyen Şiirleri. Petersburg Ba-
sımı 6. Cilde Ek Olarak R. Vagner Yayınevi, Berlin, 1861.
bütün Büyük Rusya (Rusya İmparatorluğunun Avrupa'daki top- ve yabancı biri olan Leskov, önce Prag'a, sonra Paris'e gitti ve uğ-
raklarına X I X . yüzyılda ve X X . yüzyılın başında verilen resmi ad) radığı hakaret yüzünden acı çekerek kendisini ne yazık ki intikam
topraklarını dolaşmış, bozkır illerine gitmiş, Ukrayna'da, yani bi- duygusuna teslim etti, bir tür "günün önemli olaylarının" vakayi-
raz farklı bir günlük yaşamın, farklı bir kültürün olduğu bir böl- namesi olan Yer Yok adlı kitabı yazdı. Bu kitapta altmışlı yılların
gede uzun süre yaşamıştır. Yabancı bir yerde yaşamak, kendisine aydınları çok önyargılı bir tarzda anlatılmış, bu arada akıllı ve ye-
başkasının gözleriyle bakmak demektir. Yazarlık çalışmalarına tenekli bir yazar olan, Zor Zaman adlı çok güzel bir uzun öykünün
kitaplardan edinilmiş bilgilerle değil, halk yaşamından öğrendiği yazarı V. A. Sleptsov çirkin bir dille betimlenmiştir. Yer Yok, her
gerçek bilgilerle mükemmel bir şekilde donanmış olgun biri olarak şeyden önce kötü yazılmış bir kitaptır. Yazarın, hakkında söz söy-
başlamıştır. "Halkın ruhu" denilen anlaşılmaz şeyi her zaman çok lediği insanları çok az tanıdığı, kitabın her satırında hissedilir. Ki-
güzel hissetmiştir. tabın amacı, "nihilizmi" açığa çıkarmaktır; o dönemin zeki genç-
Leskov'un edebiyat uğraşı kendisi için ağır bir dram olarak lerinin düşünce ve duygu eğilimleri öyle adlandırılıyordu; gençlere
başladı. Eğer entelektüel Ruslar, birbirlerine karşı daha dikkatli özgü, küstah ve kaba bir istek, yüzyıllardır süren kölelikten henüz
ve daha özenli davranmayı becerebilmiş olsalardı, böyle bir dram kurtulmuş olan bir ülkenin geçmişiyle bütün bağlarını bir çırpıda
yaşanmayabilirdi de. Bu entelektüel güçlerin ülkemizde sayısal kopartma, bütün halk katmanlarını I. Nikolay'ın tahtta bulunduğu
olarak önemsiz olsalar da, hâlâ var olduklarını göz önüne almak yıllarda özellikle dayanılmaz ve anlamsız bir hale gelmiş olan si-
gerekir. Ancak eskiden beri Ruslar "paramparça olma" hastalığına yasi baskılardan ve kilise baskısından arındırma isteği, nihilizmin
tutulmuşlardır ve Leskov, Petersburg'da çalıştığı ilk yıl yüreğine tetikleyicisi olmuştu.
hiç de hak etmediği bir darbe yemiştir. Gençliğin reform öncesi hayatın çürük, küflü bataklığından
1862 yazında Petersburg'da sık sık kuşkulu yangınlar çıkıyor- kurtulma hamlesinde sağlıklı bir temel atılmıştı. Leskov bunu
du. Bunların kasten çıkarılmış yangınlar olduğu ve yangınları anlamamış ya da bu çılgınlığın önemini yeterince değerlendire-
üniversite öğrencilerinin çıkarttığı yolunda bir söylenti yayılmıştı. memişti. Fakat kuşkulara açık sağduyusu, geçmişin, her birimizin
Leskov, gazetede bir makale yayınlayarak iktidarın ya üniversite sırtında bir kambur olduğunu, insanın belini ancak sürekli ve her
öğrencilerinin yangın çıkarttığına ilişkin açık kanıtlar ortaya koy- an tetikte bulunan bir ruh gücüyle en iyi şekilde doğrultabileceği-
masını ya da vakit geçirmeden ve kesin olarak öğrencilerin üze- ni ve Rusya'da tarihin ağır yükünü ortak bir irade gücüyle omuz-
rine atılmış olan iftirayı çürütmesini istemişti. Sığ düşünceliler larından atabilecek az sayıda kişi bulunduğunu gayet iyi anlıyordu.
bu makaleyi sanki yangınların suçunu öğrencilerin üzerine atan "Yeni" insanlarda, bu insanların geçmişten alıp getirdiklerini gö-
Leskov'muş gibi yorumluyorlardı. Leskov, bu kötü niyetli yorumu rürken, onlarda gelecek açısından değerli olabilecek şeyleri gözden
kaç kez çürütse de ona inanmadılar, çünkü bir insanı mahkûm et- kaçırmıştı. Yer Yok romanında hemen hemen bütün kişiler kötü ya
mek, onu aklamaktan her zaman hem daha kolay hem de daha hoş- da gülünç tiplerdir, hepsi gerçeklerden uzak, güçsüz, çenesi düşük,
tur; bizim aziz Rusyamızda ise insanlar, kutsal kitapta betimlenen övüngendirler ve hiçbirinin gidecek "yeri yoktur."
ikiyüzlünün, Rus kabilesinin atası olduğunu akla getirebilecek bir Fakat bu kitapta zavallı ve namussuz kalabalıkta kendi ruhu-
kendi kendine hayranlık zevkiyle yakınlarını mahkûm ettirirler. na uygun bir kahraman bulmuş olması Leskov açısından özellikle
Saçma bir suçlamayla hayatı altüst olan, dosttan ve koruyucu- önemlidir. Bu kahraman, idealist, biraz tuhaf ve Çernışevskiy'in
dan yoksun, kendini savunamayan, edebiyat dünyasında çok yeni ünlü Nasıl YapmalıP romanındaki Rahmetov'a biraz benze-
yen Rayner'dir. Rayner kendisini sosyalist olarak adlandırıyor, gülümseyebilir, hatta vücudunun üstünde harcadıkları emeğin ya-
Rusya'da açık açık devrimci propaganda yapıyor ve 1863 Leh isya- rarsızlığı yüzünden işkencecilerine acıyabilir ve herhangi bir anda
nı sırasında bir çarpışmada kahramanca ölüyor. Leskov, Rayner'i
"dostları için" ölmeye hazırdır.
mertlik, neredeyse azizlik ışığıyla sarmıştır, fakat Yer Yok romanı
Bu insan bir silahtır ama aynı zamanda aziz bir insandır, gü-
genel bir öfke uyandırmış, roman devrimcilere yönelik bir ihbar
lünç fakat güzel, masallardaki iyilik perisi gibi, her ne kadar bir
sayılmış ve oybirliğiyle kınanmıştır. İş, ünlü eleştirmen Pisarev'in
köpeğin körü körüne bağlılığını anımsatsa da insanlara karşı hiç
bir makalesinde "Leskov'la aynı dergide çalışmayı kabul edecek
bitmeyen, coşkulu bir sevgiyle, kutsal bir sevgiyle yanıp tutuşan
bir tek onurlu yazar çıkar mı acaba?" sorusunu sormasına kadar
biridir.
varmıştır.*
Bu tip, kendisi küçük ama aslında büyük insanlar, aşkı uğruna
Cinayet gibi bir şeydi bu. O sıralarda delilik derecesinde sert bir
güle oynaya acı çeken insanlar, "bir saatlik şövalyeler" bakımın-
insan olan Leskov, kısa süre sonra büyük ve her bakımdan iğrenç
dan zengin, ömür boyu kahraman olanlar bakımındansa utanı-
bir roman olan Can Düşmanım yazdı; bu romanda nihilistler, Yer
lacak kadar yoksul olan ülkemizin en iyi insanlarındandır. Bu tip
Yofc'takinden daha da kötü, gülünç denecek kadar asık suratlı, akıl-
insanlardan gurur duymak belki de üzücü bir şeydir ama yine de
sız ve güçsüz tipler olarak betimleniyordu. Sanki Leskov, öfkenin
bunlar, içlerindeki canavarı yok etmiş diyebileceğimiz kimselerdir.
bazen aptallıktan daha da zavallı ve daha da ruh yoksunu bir şey
Leskov'un en büyük yararlılığı, bu insanları çok güzel hissetmesi
olduğunu kanıtlamak istiyordu. Fakat yazar, bütün kahramanla-
ve olağanüstü bir dille betimlemesidir.
rın şantajcı, hırsız, katil olduğu bu öfkeli umutsuzluk ve kişisel öc
Kindar Can Düşmanı romanından sonra Leskov'un edebi yara-
kitabına da tuhaf bir tip koymuştu: Dış görünüşü gülünç, devrimci
tıcılığı birden parlak bir resim, daha ziyade bir ikona resmi halini
bir kız olan Anna Skokova; hareketleri telaşlı, konuşması aceleci
alıyor. Leskov, Rusya için Rusya'nın azizlerinden ve müminlerin-
bu kız biriyle tanışırken adının Vanskok olduğunu söylüyor. Bu
den oluşan bir ikona duvarı yaratmaya koyuluyor. Kölelik yüzün-
kız, sanatçının eliyle hayatın içinden ustaca çekip çıkarılmış, şa-
den acı çekmiş, yaşamakta geç kalmış Rusya'yı, tüm sınıflardan
şırtıcı bir beceriyle betimlenmiş, yanıltacak kadar canlı bir tip. Rus
ve katmanlardan insanların aynı şekilde mutsuz olduğu, bitli ve
devrim hareketi onlarca Vanskok yaratmıştır. Aptal denecek kadar
pis, hırsız ve sarhoş, aptal ve acımasız bir ülkeyi, sevilmesi gereken
aklı kıt bir yaratık olan, kendini kaybedecek derecede coşkulu, yo-
ama nedense şehvet düşkünü bir işkencecinin bir masuma yaptı-
rulmak bilmeyen Vanskok, kendisi aziz olduğu için aziz oldukla-
ğı işkenceye benzeyen bu sevginin ıstırapları yüzünden yüreğin
rına inandığı kimselerin yap dedikleri her şeyi yapmaya hazırdır.
her gün, her saat kan ağladığı bir sevgiyle sevilmesi gereken bu
Onu adam öldürmeye göndermişlerse öldürecektir ama hapiste
alçak ülkeyi canlandırmayı ve coşturmayı kendisine amaç edini-
en kötü parti düşmanının kirli gömleğini seve seve onaracaktır;
yor gibi.
bir gün önce kendisini dövmüş olan bir adamın yarasını kendi-
Leskov, insanın teselli edilmek ve iltifatlara boğulmak hakkı-
sini zorlamadan sarabilir, gizli bir matbaada çalışarak aylarca bir
na sahip olduğunu, insanın iltifat edebilmek ve teselli verebilmek
bodrumda bunalabilir, patlamaya hazır bombalan ve patlayıcı cıva zorunda olduğunu daha önce hiç kimsenin anlamadığı kadar iyi
kapsüllerini koynunda saklayabilir, kendisine işkence yaparlarken anlıyordu. Meczup Rus ermişlerinin hikâyelerini yazıyordu. Kah-
ramanları elbette ki ermişlikleri kuşkulu insanlardır. Sürekli ola-
* Pisarev'in söz konusu makalesi "Rus Edebiyatı Bahçelerinde Bir Gezinti" adını ta-
rak yakınlarını kurtarmayı ve teselli etmeyi düşündükleri için bu
şıyordu.
toplu halde yaşamaya alışkın olan mujikin temsili yönetimin ya-
insanların kendilerini kurtarmayı düşünecek halleri ve zamanla-
rarlarını çok iyi anlayacağından kesinlikle emindiler. Köyün bil-
rı yoktur. Onlar Tanrıyla baş başa kalıp, temiz ve aydınlık cennet
giye susamış olduğuna inanıyorlar, en iyi bilgilerini, duygularını
hayatına kavuşmak için dua etmek üzere dünyayı bırakıp kızgın
ve kitaplardan çarçabuk edinilmiş şeyleri onlara götürüp sunuyor-
çöllere, sık ormanlara, mağaralara gitmezler, onlar, insanoğlunun
lardı; onlarca genç insan "halkın arasına" gidiyordu, gazeteciler ve
kan içerken, açgözlülük ve kıskançlıktan vahşice ulurken, zalimlik
yazarlarsa "korkusuz ve parlak bir yiğitlik örneği vereceklerinden
ve öc alma konusunda şeytanla yarışırken bulandığı yeryüzündeki
kuşku duymadan" giden gençleri şiir ve düzyazı şeklindeki ateşli
yaşam balçığına hiç düşünmeden ayaklarını sokuverirler. Bu in-
dileklerle uğurluyorlardı.
sanlar hiçbir şey yapmazlar ya da muhterem din adamları ve din-
Dindar insanların büyük çoğunluğu ne kadar tahammülsüz,
dar olmayan münzeviler gibi o kadar az şey yaparlar ki, Tanrıyı
bu yüzden de ne kadar zararlı ise dindar olmayanlar da yaşam da-
anlamak isterken insanı unuturlar, insan aklının daha az vahşi bir
vası için o kadar işe yaramaz insanlardır. Ruslar eskiden beri ço-
yaşam kuramayacak kadar zayıf olmasını haklı göstermeye çalışır-
ğunlukla inanç duygusuyla yaşarlar, bizde nihilistler (Latince nihil
ken insanı acımasızca mahkûm ederler.
sözcüğü, hiçbir şey anlamına gelir) bile kendi dogmalarına tutkuy-
Leskov'un aklı, ayık ve kuşkucu bir akıldır. Her şeyden kuşku
la ve coşkuyla inanan insanlardır. İnsana karşı sevgi ve saygı nok-
duyar, fakat eski Rusya'yı temize çıkartmayı, günahkârları sevin-
sanlığının yanı sıra, inanç fazlalığından bunalanlar Leskov'u pek
dirmek için Rusya'nın müminlerinin sevimli ikonalarını yapmayı
iyi anlamadılar. İnancı zayıf ve kuşkucu biri olan Leskov ise ender
görev edinmesinin nedeni aklı değil, yüreğidir. Bu yüzden de onun
görülen bir yeteneğe, enine boyuna iyice düşünüp, her şeye dik-
Vanskok'u, Rayner'i, yaşama ve insanlara besledikleri sevgiyle bü-
kat ederek sevme ve insanın son derece çeşitli ve bol olan acılarını
yülenmiş diğer bütün garip tipleri olağanüstü canlı insanlardır,
derinden hissetme yeteneğinde bir yazardı. Eski Rusya'yı olduğu
önyargısız ve derinlemesine düşünebilen okurun yüreğinde fizik-
gibi, eski yaşam tarzının bütün saçmalıklarıyla birlikte seviyordu,
sel dokunuşlarıyla hissedilirler.
memurlar tarafından kullanıla kullanıla canına okunmuş, yarı aç,
Yetmişli yıllarda, Leskov, görkemli kitabı Kilise Adamlarım çı-
yarı sarhoş halkı seviyor ve bu halkı bütün içtenliğiyle "bütün er-
karttığında ve şeytanca öykülerini birbiri ardına yayınlamaya baş-
demlere yatkın" bir halk olarak görüyordu. Ancak bütün bunları
ladığında Rus edebiyatının en önemli kahramanı, belki de tek kah-
severken, acılarla dolu bir sevginin, insanın yüreğindeki bütün
ramanı mujikti. Hemen hemen bütün yazarların ve gazetecilerin
gücü istemesini ve karşılığında hiçbir şey vermemesini de görmez-
sesleri, halkın aklına ve yüreğine övgüler düzen bir koro şarkısın-
likten gelmiyordu. Bu adamın ruhunda güven ve kuşku, ülkücülük
da birbirine karışıyordu. Aydınlar, kölelik zincirlerinden kurtul-
ve kuşkuculuk garip bir şekilde birleşiyordu.
muş olan halkın güçlü kanatlarını düzeltmesini ve kartal uçuşuyla
yurttaşlık özgürlüğüne ve manevi özgürlüğe doğru yükselmesini Mujik'i, az da olsa ilahlaştıran bir âyin sırasında farklı düşünen

bekliyorlardı. O dönemin aydın kesimi, sahip olduğu güçlerden birinin aykırı sesi duyulunca, herkes şaşkınlığa düşmüş ve kuşku-

yararlanmak istemeyen, istese de bunu beceremeyen akılsız ikti- ya kapılmıştı. Rusya'da insanlar çok okurlar -bunun nedeni işsiz

darın gözünde kesinlikle kuşkulu konumdaydı. Aydınlar, gelişme- olmalarıdır- ama bilerek ve dikkatli bir okuma değildir bu; yet-

miş ve kültürsüz ticaret ve sanayi dünyasında da kendilerine yer mişli yıllarda - h e r zaman olduğu gibi- okurun düşünce yatkınlı-

bulamıyorlar, merhametsiz ve yeteneksiz monarşinin yerini ana- ğına, zevkine ve genel olarak tutuculuğuna tam anlamıyla uygun

yasal düzenin almasını hayal ediyorlardı ve daha dün köle olsa da düşen kitap, iyi kitap sayılırdı. Leskov'un öykülerinde herkes yeni
ve zamanın buyruklarına, narodnikliğin kurallarına düşman bir ediyorlar: "Dikkat et, tekin biri değil!" Zavallı propagandacı "tüc-
şey hissetmişti. Bu yeni şey, bir yandan bir şakacının şakası, diğer carı atlayıp geçemezsin" sözüne inanmış olarak asılmıştır. Ağaçta
yandan bir kölelik yanlısının ve bir gericinin hıncı olarak görün-
asılıdır ve bir köylü, asılan adama bakmaya gelen tüccara, "tatlı,
müş ve Leskov'un öykülerinin biçimi hemen hemen hiç kimsenin
yılışık bir sesle" şöyle der: "O çürüyüp gidecek, sizse yaşayacaksı-
hoşuna gitmemişti; Leskov, hiç kimsenin hoşuna gitmeyi becere-
nız, Leksandr İvanıç!"
memişti: Gençler alışkın oldukları "halka gitme" itişini almıyordu
Bu sözler, köylüye inanmış olan insanların nasıl hoşuna gide-
ondan, tersine Misk Sığırı adlı hüzünlü öyküsünde "dereyi gör-
bilirdi? Sivastopol harekâtı sırasında rahatlıkla bol bol para çalmış
meden paçaları sıvama!" uyarısı hissediliyordu. Olgun yaştakiler
olan Utanmaz adlı öyküdeki levazımcı, savaşın ahlaksızlaştırdığı
onda yeterince açık ifade edilmiş "sivil düşünceler" bulamamıştı,
subayların serzenişlerine karşılık şöyle diyor:
devrimci aydınlar Yer Yok ve Can Düşmanı romanlarını hâlâ unu-
"Sizi savaşa gönderdiler ve bu görevi en iyi şekilde yerine ge-
tamıyorlardı. Her katmanın, bütün grupların içindeki müminleri
tirdiniz, çarpışıyor ve kahramanca ölüyordunuz, tüm Avrupa'nın
açığa çıkarmış olan yazarın hiç kimsenin hoşuna gitmediği ve kuş-
dikkatini çektiniz; biz ise hırsızlık yapılabilecek bir işte çalışıyor-
kuları üzerine çektiği bir durum ortaya çıkmıştı; muhafazakârlar,
duk, biz de dikkati çektik, öyle çok çalmıştık ki, anlaşılmaması
liberaller, radikaller, velhasıl herkes oybirliğiyle onu politik açıdan
imkânsızdı ama örneğin bir yönerge çıksa da bizi birbirimizin ye-
güvenilmez biri sayıyordu; bu olgu, gerçek özgürlüğün, partilerin
rine geçirseler, yani bizi siperlere, sizi de mal teslimatına verseler,
dışında bir yerde olduğunu gösteren yeni bir kanıttır.
o zaman biz hırsızlar savaşır ve ölürdük, siz de hırsızlık yapardı-
Leskov, kahramanlarına halkla ilgili olarak duyulmamış, ha- nız."
karetvâri, belki son derece acı sözler söyleterek kendisine karşı
Utanmaz öyküsündeki adam şunu da ekliyor: "Utanmaz bel-
takınılmış olan olumsuz tavrı daha da artırmıştır. Eserlerindeki
ki de haklıydı kim bilir." Bu tür öyküler kimin hoşuna gidebilirdi
akıllı adamlardan biri Orlov köylülerine şöyle bağırıyor: "Ah siz,
ki?
Slav süprüntüleri, ah siz sünepe herifler!" Ve ilerledikçe örneğin
Bu büyük yazar da böylece hayatının hemen hemen son günle-
"Halk ahmak ve kötü yüreklidir", "son derece umutsuz fakat buna
rine kadar tek başına, anlaşılamadan, okurlardan ve yazarlardan
üzülmediği gibi övünüyor bir de" gibi yargılara daha da sık rast-
uzakta yaşadı. Ancak artık ona daha dikkatlice yaklaşılmaya baş-
lanıyor.
lanıyor. Bunun tam da zamanı, çünkü Rus halkı konusunda yeni-
Almanya'nın en önemli demokratlarından biri olan şair Heine
den çok ciddi düşünmemiz, Rus halkının ruhunu anlama görevini
de "halkı seven onu hamama götürmelidir," demiş. Heine'nin bu
tekrar ele almamız gerekiyor.
tip kötü şakalarını bağışladılar ama Leskov'a gelince, onun yüreği-
N. S. Leskov, bir söz ustası olarak, Rus edebiyatının L. Tolstoy,
nin acı notlarını tutuculuk hesabına kaydettiler.
Gogol, Turgenyev, Gonçarov gibi yaratıcılarıyla yan yana yer al-
İnsanların, köylünün düşünce özgürlüğüne, onun sosyal ger-
maya tümüyle layık bir yazardır. Leskov'un yeteneği, Rus toprağı
çeğe olan susuzluğuna inanmaları gerekiyordu, oysa Leskov tutup
konusundaki kutsal yazıların yukarıda adı geçen yaratıcılarından
Misk Sığırı öyküsünü yazıyor; bu öyküde bir yüksek okul öğrenci-
güç ve güzellik bakımından biraz geride kalmaktaysa da, yaşam-
si, köylülere, bütün kerestecilerin onlara düşman olduğunu telkin
dan aldığı olayların içerik bakımından genişliğiyle, günlük yaşam-
etmeye çalışıyor. Köylüler propagandacının dediğini kabul ediyor-
daki gizemleri kavrayışmdaki derinlik ve Rus dili konusundaki
lar... "Doğru, haklısın!" diyorlar. O saat gidip onu tüccara ihbar
ince bilgisiyle sözü geçen öncellerini ve çağdaşı yazarları genellikle
geride bırakıyor. Leskov'un edebiyatımızın devlerinden tek farkı, onlara daha da güzel bir hayat veren fonlar yaratmayı severler, çev-
onların, eserlerini esnek yazmış olmaları, kullandıkları sözcükle- redeki manzaradan, düşüncelerin akışına ve insan duygularının
rin kile benzemesi, bu kilden Tanrıya özenerek, insanı yanıltacak oyununa ilişkin betimlemelerden geniş biçimde yararlanırlardı.
kadar canlı insan bedenleri ve yüzleri yaratmış olmalarıdır. Bu Leskov, bundan hemen hemen her zaman kaçınmış ve konuşma
yazarların kitaplarını okuduğun zaman sözcüklerin gücüyle bü- dilinin oyasını ustalıkla örerek aynı sonuçlara ulaşmıştır.
yülü bir ruh kazandırılmış kahramanların, seninle fiziksel temasa Sert insanlar, ki bunlara püristler (dilde özleşme isteyen akım
geçip çevreni sardıklarını sanırsın, çektikleri acıları canın yana- yanlıları) de deniyor ve nedense iyi ve sevimli insanlar olamıyor-
rak hissedersin, onlarla güler, onlarla ağlarsın, onlardan nefret lar, söz söyleme sanatının gizlerini ve kaprislerini bizzat yaratı-
edersin, onları seversin, seslerini duyarsın, gözlerindeki sevinci ve cılarından sözde daha derinlemesine ve daha açık anlayan sert
acının nemli sisini görürsün, onlarla dostça ilişkiler kurarsın ya da eleştirmenler, "minonoska" yerine "mimonoska", "miazmı" yerine
düşmanca duygularla kendinden uzaklaştırırsın. Bunların hepsi, "fimiazmı", "trevolneniye" yerine "tri volneniye" vb. sözcükleri
tıpkı gerçek yaşamdaki kadar iyidir, ancak gerçek yaşamdan daha kullanıp dili bozduğunu söyleyerek Leskov'u sık sık kınamışlardır.
anlaşılır ve daha güzeldir. Sonuç başarısız bile olsa insan ara sıra şaka yaparsa ne olur sanki?
Leskov da bir söz sihirbazıdır, fakat o esnek yazmamış, anlat- Tanrılar bile başarısız şakalar yapmışlardır.
mak istediklerini hikâye etmiştir ve bu sanatta bir benzeri daha Leskov ayrıca, çevirilerden, bilimsel-popüler yapıtlardan yı-
yoktur. Hikâyeleri, ulvi bir şarkıdır. Basit, tertemiz Rusça sözcük- ğınla yabancı sözcüğün geniş bir dalga halinde Rus diline aktığı
ler, birbiri peşi sıra ustaca dizelere dökülüp kâh düşünceli kâh ne- bir dönemde yazıyordu ve "garantiya", "subsidiya", "kontsessiya",
şeli sesler çıkarır, bu sözcüklerde her zaman insanlara karşı gizli- "gründerstvo" vb. arkalarında çok iğrenç anlamların ve işlerin
den gizliye tatlı, kadınsı, titrek bir sevgi hissedilir; bu saf, tertemiz gizlendiği sözcüklerin, sapına kadar Rus olan, Rus dilini bütün
sevgi, bir parça utanır kendisinden. Onun hikâyelerindeki kişiler incelikleriyle bilen, bu dilin güzelliğine hayran olan Leskov'u kız-
sık sık kendi kendilerine konuşurlar ama konuşmaları o kadar can- dırmaması olanaksızdı.
lı, o kadar doğru ve inandırıcıdır ki, bu tipler gizemli bir dirilikle Leskov, her türlü etkiden uzak, en özgün Rus yazarıdır. Onun
karşınızda dururlar. L. Tolstoy'un ve öteki yazarların kişileri gibi kitaplarını okurken eski Rusya'yı bütün iyi ve kötü taraftarıyla en
elle tutulur, gözle görülür kişilerdir, başka bir deyimle, Leskov da iyi biçimde hissedebilir, güzelliğe ve özgürlüğe içtenlikle inandığı
onlarla aynı sonuca ulaşır, ama farklı bir ustalık yöntemi kullanır. anlarda bile kendi inancının kölesi ve yakınlarının can düşmanı
Turgenyev, Gonçarov ve diğer yazarlar, betimledikleri tipin ya- olmanın bir yolunu bulan kafası karışık Rus insanını daha açık
şamına kendi kişisel katılımlarının okur tarafından hissedilmesini seçik görebilirsiniz.
istemiyorlarsa hemen hemen hiç hissedilmezler. Leskov ise nere-
deyse her zaman okurun yakınlarında bir yerdedir fakat onun sesi,
birinin, sanki yaşlı ve güngörmüş bir dadının, Homeros'un ya da
çok bilmiş Herodotos'un sanatı ve gücüyle ama bir eski zaman oza-
nının insanı yoran resmiyetinden ve "tarihin babasının" saflığın-
dan uzak anlattığı yarı masal, yarı gerçek garip şeyleri duymanıza
engel olmaz. Tolstoy ve Turgenyev, kahramanlarının çevresinde,
Dumas'nın, Ponson du Terrail'in, Buagobeya'nın, Zaconne'nin, de anlam veremediğim bir öfkeye neden olmuştu. Ancak özgürlük
Gaborio'nun, Xavier de Montepen'in ve onlarca başka yazarın sa- yolunda Rus halkının ayağına çelme takan Fransız borsasının kül-
yısız kitabını yutarcasına okumuştum. Balzac'm kitabının adı Tıl- tür karşıtı, insanlık karşıtı faaliyeti, büyük işlerin ve büyük isim-
sımlı Derz'ydi. lerin ülkesi Fransa'nın gerçek evlatları Hugo, Balzac, Flaubert gibi
Bir antikacı dükkânının betimlendiği sayfaları okurken aldı- adların tertemiz ışığını ben biliyorum ki asla karartamayacaktır.
ğım anlatılması olanaksız zevki açıkça anımsıyorum. Bu betim- Balzac'a şahsen ne borçlu olduğumu bilemem ve söyleyemem
leme benim için söz uyum ve zarafetinin en güzel örneklerinden fakat onun genel olarak Rus edebiyatına etkisi çok büyüktür. Bu
biridir hâlâ. Bu kitapta ustalığıyla beni etkilemiş olan bir başka husus, Lev Tolstoy tarafından da kuşkuya yer bırakmayacak şekil-
yer, Balzac'ın sadece bir masa başı sohbetinin birbiriyle bağlantısız de doğrulanmıştır. Bana şu soruyu sormuştu:
tümcelerinden yararlanarak şahısları ve karakterleri etkileyici bir "Yabancılardan en çok kimi okuyorsunuz?"
açıklıkla resmettiği diyalogdur. Söyledim.
Balzac'm kitaplarını aramaya başlamıştım ve okuduğum bir "Güzel. Ama Fransızları daha fazla okuyun. Bir dönem herke-
sonraki kitabı Goriot Baha'ydı; bu kitap beni kesin olarak yere ser- sin yazmayı öğrendiği Balzac'ı, Stendhal'i, Flaubert'i, Maupassant'ı
mişti ve uzun bir zaman kendimi, çiğnenen insan onurunun, in- okuyun. Yazmayı iyi bilirler, biçim duyguları ve içeriği yoğunlaş-
sanların yüreklerine attıkları acıların öcünü almakla dünyayı teh- tırma becerileri şaşırtacak kadar gelişmiştir. Onların yanına yal-
dit eden Rastignac gibi hissetmiştim. O günlerde yaşantım pek iyi nızca Dickens'ı, belki bir de Thackeray'i koymak mümkündür. Eğer
değildi fakat sağlıklıydım ve bu yüzden romantik biri olmuştum. ben Stendhal'in Parma Manastırım okumamış olsaydım, Savaş ve
İnsanlık Komedisi'ni okuduğumda artık yirmi yaşındaydım; bu Barış'm savaş sahnelerini yazamazdım."
kitap, benim biçimlenmemiş romantizmime en kuvvetli darbeyi Size yazdığım bu mektubu burada bitiriyorum.
indirmişti. Kitapta Balzac'ın dehasını hissediyordum ve onu galiba Balzac, benim için sonsuz ve gücümün üstünde bir konu, üste-
bir öğretmeni, bir dostu sever gibi seviyordum. lik onunla ilgili anılarım, hayatımın en zor günleriyle buluşuyor,
İki üç yıl sonra Rusya'da Balzac'm bütün eserlerinin çevirisi bu da heyecan verici bir şey.
yayınlandı, bütün kitaplarını ikinci kez okudum ve büyüklüğünü Kitabın benim hayatımda bir annenin oynayacağı rolü oyna-
böylece anlamış oldum. Yeteneğinin destansı boyutları beni hay- dığını ve Balzac'm kitaplarının, onun yapıtlarında her zaman çok
rete düşürüp tutsak etmişti. Planlarının genişliği, düşüncelerinin büyük bir güçle ve sevinçle hissettiğim insan sevgisi ve yaşamla
yürekliliği, sözlerinin gerçekliği ve geleceğe ilişkin, çoğunlukla ilgili olağanüstü bilgisi açısından benim için en değerli kitaplar ol-
doğrulanmış dâhice önsezileri, onu dünyanın en büyük öğretmen- duğunu da söylemek isterim.
lerinden biri yapıyor.
Shakespeare, Balzac, Tolstoy, bence insanlığın kendisi için dik-
tiği üç anıttır. Her zaman şu veya bu alanda yeni yaratıcılık bi- Notlar
çimleri, yeni yaşam biçimleri üreterek daima insanlığın önünde İlk kez (Fransızca çeviri olarak) "La Revue" dergisinde (Paris, 1911, sayı
yürümüş ve şimdi de yürümeyi sürdüren Fransa'yı Balzac olmasa 14, 15 Temmuz); Rusça olarak da "Molodaya Gvardiya" dergisinde (1927,
daha az anlayabilirdim. Bankerler Fransa'nın onurunu lekeliyorlar. sayı 1, Ocak) yayınlandı. 1938 yılında İ. A. Gruzdev, Gorkiy ve Dönemi adlı
kitabında bu makaleye yer vermiştir.
Bundan bir kez daha söz etmiştim ve sözlerim sevdiğim bir ülke-
tik bir hevesten çok uzak olduğunu gösteriyor. Bana öyle geliyor aşağılayıcı ama doğru "Gerçek kadar aptal" sözünü yinelemeyi çok
ki, Prokrustes'in yatağı* anlama özgürlüğünün ırzına geçen ukala seviyorum.
dümbeleklerinin en sevdiği şeydir ve bu şey, Fransa'da hiçbir za-
"Avrupa'nın batışı,"* Avrupa kültürünün yok oluşu konuların-
man özel bir ilgi görmemiştir. Ve bir Fransız'ın söylediği şu sözleri
da en az Fransa'da konuşulduğunu ve yazıldığını da belirtmek ge-
çok doğal buluyorum:
rekir belki.
"Düşünüyorum, o halde varım."**
Rabelaise ve bir yüzyıl sonra Voltaire'e el uzatan Montaigne'den Kolayca geliştirilebilecek ve hayatın her alanına yayılabilecek
başlayarak Fransız şüpheciliği, Sokrates'le aynı düşüncede, olan bu karşılaştırmaların okura gerekmediğini varsayalım. An-
Aydınlanmanın gerekli olduğunu kanıtladılar. Rabelais, "şişe kâ- cak Anatole France'ın dehası hakkında düşünürken ulusların ru-
hininin" ağzından, doğa güçlerini insanların çıkarlarına tabi kılıp, hundan söz etmemek olanaksızdır. Dostoyevskiy ve Tolstoy, Rus
insanlara doğayı inceleme öğüdü veriyor,*** Montaigne, "insanlar- halkının ruhunu her biri kendince tam ve son derece ayrıntılı ola-
dan saklanan felsefeyi "şarlatanlık" olarak adlandırıyor. rak gösterdilerse, benim için Anatole France da kendi halkının ru-
Jonathan Swift'in bir tek neşeli gülümsemesini anımsamıyo- huyla aynı ölçüde çok yönlü ve derin bağlarla bağlıdır. Bu eşitleme
rum, fakat keşiş Rabelais, kendisinden önce hiç kimsenin yapama- için Rus tarafından bana karşı çıkanlar olacaktır mutlaka, ancak
dığını yapıyor ve gülebiliyordu. Bugün de Romain Rolland'ın Co- bu, zevklerin tartışılması olurdu. Ayrıca ben estetik büyüklükleri
las Breugnon una kadar Fransa'da Rabelais'nin gülüşü kesilmiyor. değil, şu veya bu ulusun ruhunu tam olarak ifade etme derecesini
Güzel bir gülüş ise ruh sağlığının şaşmaz belirtisidir. kıyaslıyorum. Bu açıdan bakınca benim için Anatole France bütün
Başka ülkelerde karamsar filozoflar, karamsar şairler görüyo- ülkelerin en büyük dâhilerine eşittir. Ruhsal bakımdan sağlıklı bi-
ruz fakat ben dünyada ve kendi içinde başarısız uyum arayışları rinin bizlere alabildiğine yanlış, zararlı ve sadece yaşama zevkinin
yüzünden kendisini aşağılanmış hissederek kendisine ve dünya- çarpıtılmasını ifade edecek kadar basit biri olarak göründüğünü
ya lanetler okuyan birinin karamsarlığını farklı görüyorum; ka- de eklemek gerekir.
ramsarlığın bu türünü, dünyamızda bu kadar çok bulunan ve yok Anatole France'ın düşünce güzelliğinden söz etmeyeceğim ve
edilmeyi gerektiren ruh ve beden işkencelerine umutsuzca boyun onun dilini bilmediğim için sözlerinin zarafeti ve zenginliği ko-
eğmekten ayırıyorum. Baudelaire'in karamsarlığını bu nedenle ka- nusunda, (bu erdemler onun kitaplarının Rusça çevirilerinde bile
bul ediyorum, ancak Lenau'nun gerçeklerin kötülük dolu kaosuna son derece açıkça hissedildiği halde), susmak zorundayım. Ana-
duyduğu karamsar bağlılık, yabancısı olduğum bir şey ve Balzac'ın tole France beni öncelikle cesaretiyle ve ruh sağlığıyla hayran
bırakıyor; gerçekten de "sağlam ruh sağlam vücutta bulunuyor."
Eski Yunanda ünlü haydut Prokrustes yoldan geçenleri bu yatağa zorla yatırır,
boyu yataktan uzun olanların ayaklarını keser, kısa gelenlerinse ayaklarından çe- Bütün hayatı büyük sosyal felaketlerle dolu bir zamanda geçti ve
kerek uzatırmış. ben, onun keskin zekâsının olayları değerlendirirken yanıldığını
** Fransız filozofu Descartes'a aittir (Y.N.) anımsamıyorum. Gerçi savaş konusundaki tavrının komünizm
*** Rönesans dönemi Fransız yazarı F. Rabelais'nin (1494-1553) Gargantua ve Pantag- düşüncesi konusundaki tavrıyla nasıl bir bağlantı içinde olduğunu
ruel romanından. Rabelais'nin şen karakterli, masum ve iyi yürekli bir devin ma-
ceraları aracılığıyla o çağın bütün hoşgörüsüzlüklerini, insandışılıklarını başarılı da açıklıkla bilmediğimi söylemek zorundayım. Onun büyük bir
bir anlatımla yeren ve gülünç düşüren bu romanı, Batı Rönesansı'nı başlatan temel aristokrat ağırbaşlılığı vardı ve bu soylu ağırbaşlılık, bu dünyanın
eserlerden biridir. "Başkaları için zararlı ve hürriyet kısıtlayıcı olmamak koşuluyla
her istediğini yap" ilkesine dayanan eser, Svvift'ten Balzac'a belli başlı romancıları * Gerici Alman filozofu ve gazetecisi O. Spengler'in kitabı Avrupa'nın Batışı kastedi-
derinden etkilemiştir.
liyor (Y.N.).
kederini, tasasını insanlardan yakınarak ve kişisel sıkıntılarını Kesinlikle emin olduğu bir şey vardı: "Bildiğimiz bir tek ger-
açıklayarak abartmasına izin vermiyordu. Aslında bu olağanüstü çeklik var: Kendi düşüncemiz. Dünyayı yaratan da budur." O, tek
insanın pek çok acı çektiğinden ve bu sıkıntıların yalnız Penguen- bir gerçeğe, güzelliğe dine inanır gibi, şaşmadan inanıyordu. Bay
ler Adası gibi bir kitap üzerinde cesaretle çalıştığı zamanla sınırlı Bourdeau'nun Tarihin Günahları başlıklı kitabı üzerine yazdığı
olmadığı da tartışılmazdır. "Kuşkuculuk Üzerine"* adlı küçük bir eleştiride," saf altından dökülmüş sözcüklerle şöyle diyordu:
yazısında Papaz Yardımcısı Johan'ın öyküsünü aktarıyor:
"Gerçekle güzellik arasında bir seçim yapmam gerekseydi hiç
"Aziz Grigoriy, İmparator Trayan'ın ebediyen mahkûm oldu-
duraksamazdım: Güzelliğin, gerçeğin içindekinden daha yüksek
ğunu öğrenince ağladığında Tanrı, Trayan'ın ruhunu ebedi işken-
ve daha içten bir gerçeği barındırdığından emin olarak güzelliği
celerden kurtarmış: Ruhu cehennemde kalmış, fakat o zamandan
seçerdim."
beri cehennemde bir kötülük görmemişti."

Avrupa'nın egemen smıflarınca öylesine ustaca, öylesine mü- Anatole France'ın töresi, geleceğin töresi olan estetikti. İnsan-
kemmel kurulmuş kirli bir cehennemde yaşayan, dış görünüşüyle ların yaşamının ancak güzelliğe doyduğunda adil bir yaşam ola-
bir satiri andıran, bir antik dönem filozofunun yüce ruhundaki cağını bilgece sezdiği için haklı olarak güzelliği her şeyden önde
Anatole France, bütün "çirkinlikleri" keskin gözleriyle görüyor ve görüyordu. Bence, düşünceyi insan ruhundaki güzelliğin en mü-
hissediyordu. İri burnu, ne kadar ince olursa olsun cehennemdeki kemmel simgelerinden biri olarak gördüğü için, düşünceye de bü-
bütün pis kokuları alıyordu ve tıpkı Sokrates gibi Anatole France yük bir değer veriyordu. Ancak hiçbir zaman kendisini düşünce-
da beylik, yaygın bir düşüncenin iyi düşünce olarak kabul edilme- nin aracı ve düşünceye bağımlı bir varlık olarak hissetmiyordu; ne
sindeki kötülüğü ortaya koymayı hem seviyor hem de bunu en iyi düşünce onun için fetişti, nede akıl idolü.
biçimde başarıyordu. Üzüntü verici "Dreyfus Davası'na karşı tavrı, Anatole France, benim için düşünce hâkimidir, düşünceyi do-
Paul Margerita'nm** kovuşturulması hakkındaki mektup ve başka ğurmuş, sözcüklerle gösterişli bir biçimde giydirmiş, şık ve zarif,
pek çok şey, insanlara ve dünyaya karşı kayıtsız kalmanın Anatole alaycı fakat kötülüksüz bir gülümsemeyle neşeli ve canlı bir düşün-
France'ın kuşkuculuğuna çok uzak şeyler olduğunu yeterince gös- ce olarak gün yüzüne çıkarmıştır. Düşüncenin şımarık oyunlarını
teriyor. Pirron'a hayran olan Anatole France bu eski kuşkucunun çalgı çalanların hepsinin kendisini birinci sınıf yetenek saydığı ve
öğretisini "ahlak öğretisi" olarak kabul etmiştir. anarşizme varacak kadar bireysel davrandığı bir orkestrayı yöne-
Ve hiç kimse iyilik ve kötülük anlayışlarımızın bağıntılılığını bu ten dâhi bir müzisyenin zarafetiyle yönetiyordu.
kadar iyi hissetmiyordu: Guy de Maupassant'ın Pierre et fean kitabı Bu dünyadaki her şey gibi akıl da rahat etmek arzusuyla sık sık
üzerine bir eleştiri yazısında"* Anatole France, bir bilgenin yumu- aceleci ve kendine aşırı güvenerek dogmalar, teoriler, sistemler be-
şak ironisiyle insanların alışkın oldukları bağıl olanı mutlak olarak lirtiyor, böylece de düşüncenin anlayışlarımızın derinleştirilmesi
kabul etme eğilimini "masum" bir eğilim diye adlandırıyordu. Bu ve genişletilmesi üzerinde gelecekte yapacağı çalışmanın özgürlü-
durumda Rusça "masumiyet" terimi "saflık" anlamı veriyor. ğünü zora sokuyor. Çoğu zaman Anatole France'ın, aklı fiziksel

* Bkz. A. France'ın Kitaplar ve İnsanlar kitabı, M. L. 1923. * L. Bourdeau'nun l'hislorie et les historiens (Paris, 1888) adlı kitabı üzerine A.
France'ın yazdığı Les torts de l'histoire başlıklı makale kastediliyor. France'ın
** Victor Margerita olması gerek (Y.N.)
makalesi 13 Mayıs 1888'de "Temps" gazetesinde, Rusça çevirisi ise "Tarihin Gü-
*** A. France'ın "Guy de Maupassant" adlı makalesi kastediliyor, bkz. Kitaplar ve İn-
nahları" başlığı altında A. France'ın makalelerinin bir araya getirildiği Kitaplar ve
sanlar kitabı.
İnsanlar (M. L. 1923) adlı kitapta yayınlanmıştır (Y. N.).
olarak garip biçimli bir yaratık olarak gördüğünü düşünürüm: Bu bilgenin huzura kavuştuğu yerin üstüne özlü sözler yazmaya
Acele acele ağ örmeye, insanı farklı farklı gerçeklerin sağlam ağıy- karar verenlerin sadece "Anatole France" yazmış olmaları da doğ-
la bağlamaya ve insanın dünyayı kavrama iradesini köleleştirmeye ru bir karardır. Bu sözcükler, dünyamızı yeteneğinin hazineleriy-
çalışan bir örümceğin gövdesi üzerinde bir baş ve öfkeli bir yüz. le zenginleştirdikten sonra yapıtlarını ve büyüleyici kişiliğini her
Anatole France, bu karmaşık bütünü kısmen köleleştirme isteğini bakımdan kolayca anlayabilmemiz ve değerlendirebilmemiz için
görüp alayla gülümsüyor. yanımızdan ayrılan bir insanın önemini tam olarak içermektedir.
Anatole France'ı akılcı olarak adlandırmak mümkünse o, aklı,
tıpkı bir aslan, bir yılan gibi eğiten bir akılcıdır. Akılla oyun oyna-
mayı ve tartışmayı seviyor, sataşıyor ve kızdırıyordu. Keskin diye Notlar
adlandırabileceğim bir basitlikle sürekli olarak akla, aklın doğru- "Krasnaya Nov'" dergisinde yayınlandı. (1927, sayı 5, Mayıs)
ladığı gerçeklerin çürüklüğünü gösteriyordu. France'ın mantığı- Makale A. France'ın ölümü nedeniyle yazılmıştır. Makaleden bir alıntı

nın "beylik gerçeklerin" kalın ve kaba derisine indirdiği darbeler Rusça olarak ilk kez "Krasnaya Gazeta'da yayınlandı (1925, sayı 98, 26 Ni-
san-akşam baskısı).
özellikle güçlü darbelerdi. Yüce Fransız'ın haklı olarak ün ka-
Fransa'nın ünlü ilerici yazarı Anatole France (1844-1924) uzun yıllar
zanmış ironisinin dokunmadığı tek bir "beylik gerçek" olduğunu
boyunca M. Gorkiy'nin dikkatini çekmiştir. Maksim Gorkiy 1906 yılında
anımsamıyorum. Başrahip Kuanyar'm hakkında hüküm verdiği
ona bir davet mektubu yazmıştır.
ve Kraliçe Pedauque'âa* sözünü ettiği şeylerin hepsi, kâğıt üzerin-
M.Gorkiy'nin özellikle yirmili otuzlu yıllarda yazdığı makalelerde ve mek-
deki gerçeklerden kurulu çürük ve çoğunlukla da çirkin iskeletleri
tuplarda Anatole France adına sık sık rastlanır. M. Gorkiy, A. France'ın keskin
açığa çıkarıp her zaman yok olmuştur. zekâsından, kaleminin şaşırtıcı inceliğinden söz eder; France'ın yapıtlarında
Anatole France'ın, oyun arkadaşı olan akla beslediği saygıyı bir ortaya konan kapitalist Fransa konusundaki eleştiriye büyük değer verir, onun
an olsun yitirmeksizin Fransızlara özgü nezaketiyle akla şöyle de- Çağdaş Tarih kitabını X X . yüzyılın en güçlü ve en sert kitabı olarak adlandırır
diğini duyar gibiyim: (A. M. Gorkiy Arşivi). M. Gorkiy 1929 yılında "Genç Edebiyat ve Görevleri"
başıklı makalesinde şunları yazıyordu: "Anatole France, burjuva devletin temel
"Ah, evet, Seigneur, siz gerçekten büyüksünüz, kesinlikle
düşüncelerinden bir tekini bile bu düşüncelerdeki anlamın nasıl çelişkili, nasıl
muhteşemsiniz, ama saygı uyandıran yaşınıza rağmen hâlâ çok
ikiyüzlü ve insafsız olduğunu göstermeden bırakmadı..." M. Gorkiy, "Dergi-
gençsiniz ve tam bir mükemmellikten uzaksınız. Güzel isyan edi-
mizin Amaçları" adlı makalesinde (1930) "egemen sınıfın kusurlarının sözü-
yorsunuz, evet ama zaman zaman bana öyle geliyor ki, isyanınız
ne güvenilir ve sert suçlayıcıları olan" Batılı yazarlar grubuna Swift, Rabelais,
gerçeğin rahat yuvasında kendinizi sakinleştirme isteğinizden Voltaire, Byron, Thackeray, Heine ve Verhaeren'in yanı sıra, France'ı da dahil
kaynaklanıyor ve kendiniz isteseniz bile sükûnete kavuşacağınız etmiştir.
kuşkuludur. Pek çok şey yaptınız ve daha da fazlasını yapmanız, Bununla birlikte M. Gorkiy, A. France'ın sanatındaki olumsuz özellik-
kaba dogmalar dövmek yerine hipotez yaratmayı yeğleyerek daha leri de belirtiyor. En katı değerlendirme, M. Gorkiy'nin France'ı "soğuk ve
cesur çalışmanız gerekiyor." cansız yakışıklı adam" diye adlandırdığı "Kişiliğin Yıkılması" (1908) adlı

Anatole France adının, yeteneğin şaşırtmadığı bir ülke olan makalenin taslak metninde yapılmıştır. M. Gorkiy, France'ın "zarif" kuş-
kuculuğunu ve Epikürcülüğünü eleştiriyordu (A. M. Gorkiy Arşivi).
Fransa'nın şan ve şeref tacında yüzyıllarca parlayacağını söylemek
M. Gorkiy'nin France'a karşı tavrı, on yıllar içinde France'ın sanatını
gereksiz.
giderek daha fazla takdir etme yönünde değişmiştir.

A. France'ın Kraliçe Pedauque'un Aşevi adlı yapıtı kastediliyor.(Y.N.)


grup dinliyor. Bu insanlar, yaşlı yazarı seviyorlar ve ne zaman gül-
meleri gerektiğini biliyorlar.
"Daha sonra bir şeyler anlamaya başladık: Dolar için yapılmış
olmasalar da Moskova'daki barikatları anlıyorduk. Ben böyle de-
memiş miydim?"
Elbette doğru söylüyordu. Doğru söylediği, onlarca insanın
onaylayan haykırışlarıyla, gülümsemeleriyle kanıtlanıyor. Çok
yaşlı görünüyor, ancak yaşlı adam rolü oynadığı da ortada, çünkü
beden ve el kol hareketleri aslında o kadar kuvvetli ve becerikli ki,
bir an için saçlarının beyazlığını unutuveriyorsun.

1907-1912

Notlar
İlk kez M. Gorkiy'nin El Yazıları kitabında yayınlanmıştır. 1. Basım,
SSCB Bilimler Akademisi yayını, M. L. 1936.
M. Gorkıy, M. Twain'le 1906 yılında ABD'de karşılaşmıştır. Yazının
yazılış tarihi tahminen 1907-1912 arasıdır.
Bütün eserlerde yer almamış, bu basımda müsveddeler esas alınmıştır.
(A. M. Gorkiy arşivi)
Fakat bütün hayatı boyunca sağlam bir zemin aramış olan ka- çek, toplumun bu olguya giderek daha dikkatli yaklaşıyor olması;
rakteri yüzünden kısa bir süre sonra "parnasyenlerden" ayrılarak hatta dekadanlara dikkat ettiğini itiraf ederek onların arasından
"dekadanların" yanına geçti ve 1880 yılında, "parnasyenlerden" en yeteneklilerini ayırıyor, yapıtlarını açgözlülükle okuyor ve ba-
farklı olarak biçime hiç aldırmayan, hâlâ yeni ve çok büyük bir kıyor olmasıdır.
şey yaratmaya çalışan ve yalnızca tuhaf kinayeler ve iç anlamının Artık büyük bir şair olarak ünlenen Verlaine'i bir yana bırakıp
bizzat yaratıcıları tarafından da bilindiği kuşkulu, zor anlaşılır dramları, içerdiği düşüncenin bulanıklığına rağmen Avrupa'nın
tablolar yaratan bu ekolün başkanı olarak tanındı. hemen hemen bütün tiyatro sahnelerinden geçmiş olan Maurice
Ancak Verlaine, bu ekole katıldıktan ve başına geçtikten sonra Maeterlinck'e; romanları çıkar çıkmaz bütün Avrupa dillerine
öğrencilerinden daha açık ve daha yalın yazdı. Onun her zaman çevrilen İtalyan D'Annunzio'ya; Hanneles adlı dramıyla büyük
melankolik ve derin bir kederin hissedildiği şiirlerinde bir umut- gürültü koparan Alman Hauptmann'a ve diğerlerine dikkat çeke-
suzluk çığlığı, ışığa ve saflığa susamış, Tanrıyı arayan ama bulama- ceğim. Bunlar, bu olgunun önemini artıran, sosyal anlamını büyü-
yan, insanları sevmek isteyen ama sevemeyen duyarlı ve sevecen ten gerçeklerdir, ancak bu olgunun oybirliğiyle zararlı sayıldığını
bir ruhun acısı açıkça duyuluyordu. da unutmamak gerekir.
Jules Lemaître, hayatı apsent içtiği meyhanelerde ve aşırı içtiği
apsent yüzünden tedavi olduğu hastanelerde geçen bu adam hak- Okurun dikkatini bir de ilk dekadanların Fransa'da, 1870'lerin
kında şunları söylüyor: "Ruhu o kadar saf ve onurlu bir çocuktur sonunda, burjuvazinin ve onun dünya görüşünün kazandığı zafe-
ki, yeryüzünde bu ruhun huzur bulacağı bir yer olamaz." Kendisi rin, 1789 yılını ve o yıl ilan edilmiş, fakat artık unutulmuş olan üç
de bir "parnasyen" olan bizim A. Maykov, asrımızda Verlaine'in sözcüğü * uğruna o kadar çok kan dökülmüş o üç sözcüğü unut-
Hıristiyanlığı bütün çağdaş Batı şairlerinden daha iyi anladığını, mayan herkes için kesin bir zafer olduğu bir sırada ortaya çıktıkla-
Catulle Mendes ise dekadan eğilimin babasının mutsuz bir insan rı gerçeğine çekeceğim.
ve büyük bir şair olduğunu söylemişlerdir. Burjuvazi zafer kazanmış ve hemen kendi hayatını kurmaya
Ancak Verlaine'in bir şair olarak değerlendirilmesi gelecekte başlamıştı. Pallieron ve Sardou ona tiyatro kurdular; sığ duygula-
yapılacak bir iştir ve bizim yazımızın çerçevesine kesinlikle gir- rın ve tekdüze yaşamın savunucusu Coppee ve arkadaşı, kaba bir
miyor. Bizim için Verlaine, insan olarak, bir kültür tipi olarak ve materyalist ve kuşkucu olan Richepin burjuvazi için şiiri yarat-
gün geçtikçe gelişen bir grubun parlak önderi olarak önemlidir. Bu tılar; Ohnet, romanlarını burjuvazi için yazmaya başladı ve azılı
grubu oluşturan insanlar, yani dekadanlar, yalpalayanlar, düşenler determinizm propagandacısı ve katı materyalist Zola, burjuvazi-
diye adlandırılan ve bu sıfatları seve seve kabul eden, hatta sıradan nin, kişisel iradeyi sıfıra indiren ve bütün olayları nedenlerin bir-
bir bakış açısından bakıldığında kendilerini büyük iddia sahibi gü- biriyle ilişkisine bağlayan dünya görüşünün temel taşını oluşturan
lünç insanlar haline getiren hastalıklı ihtiraslarıyla gurur duyarak determinizm zemini üzerinde güçlenmesine çok büyük yardımda
yiğitlik gösterisi yapanlar; bir psikiyatri uzmanının bakış açısından bulundu. Burjuvazi için müzik, resim ve kendini kültürlü sayma
bakınca akıl hastası insanlar; bir sosyologun bakış açısından bakıl- hakkına sahip olmak için gerekli olan her şey yaratıldı.
dığında sadece sanat alanında değil, ahlak bakımından da anarşist Bunların hepsi hızla ellerine verildi ve üretildiğinden daha da
insanlar; dekadanlar ve dekadanlık, bütün bakış açılarından müca- hızlı bir şekilde bir tür iç birikim yapmakta acele eden egemen sınıf
dele edilmesi gereken zararlı, toplum karşıtı bir olgudur. tarafından tüketildi, çünkü Hugo henüz sağdı ve onun çevresinde
Bu olgunun gelişimindeki önemli bir gerçeği belirtelim. Bu ger- * Bu üç sözcük "özgürlük, eşitlik, kardeşlik"tir.
başka pek çok ideolog vardı ve bunlar, kendi yaşantısı için daha Siyasi devlet sırlarının düşmanlara satılması suçlamasıyla,
basit, daha soluk bir şey, çok yüksek olmayan, vicdan uykusunu Dreyfus davası* gibi, davalar açılabilir hale geldi; yirmi beş yıl
bozmayan ve yeni bir yaşam kurulması için göklere çağrıda bulun- önce tümüyle olanaksız olan pek çok şey, alçakça ve adice pek çok
mayan, tersine, eski yaşamı kökleştirecek, yasallaştıracak şeyler şey gerçek oldu. Bir kısım insanlar bu atmosfer içinde rahatça ve
isteyen yeni toplumun yararına yapılmış olan gerçekten güzel ve kolayca yaşayıp soluk alırken, daha namuslu, daha düzgün, gerçek
temiz şeylerin bozulmasına karşı kayıtsız kalamayanlardı. ve adalet isteyen insanlar, yaşamdan büyük talepleri olan insanlar,
Burjuvaziyi haklı çıkaracak bir felsefe talebi doğdu, böyle bir bu materyalizm, merkantilizm ve manevi kısırlaşma atmosferin-
felsefe önerisi de ortaya atıldı. Renan'ın iyimserliği, onun, yeni de tıkanmaya başlamışlardı ve burjuvazi çirkefinden, yaşama iç-
toplumun talepleri uğruna kendi kendisiyle çelişkiye düşmesine güdüsünden başka bir yasa ve g ü ç l ü n ü n hakkından başka bir hak
neden oldu. Taine de vicdan konusunda olası sitemlerden kendi- tanımayan darkafalı, aşağılık, muzaffer domuzlar toplumundan
sini korumak için burjuvazi tarafından örülen duvara birkaç tuğla kurtuluş yolu arıyorlardı.
koydu. Daha sonra biraz daha çaba, birkaç çizgi daha ve burjuva-
zinin durumu sağlamlaştı. Sinirleri daha zayıf ve ruhları daha soylu olan bu insanlar, ka-
O zamanlar diğer bütün ülkelerden hep daha hızlı yaşayan ranlık hayatın içinde kendilerine temiz bir köşe arayarak dolaşı-
Fransa'da, bunaltıcı ve rutubetli bir hava oluşmuştu. Bu bunaltıcı yorlar, sık sık da kendi kendilerine karşı yürüyor ve ölüyorlardı,
ve rutubetli havada ancak Paul Astier* ve onun tipindekiler çok ra- hiçbir şey bulmaksızın, tatmin olmamış, ruhları hakarete uğra-
hat soluk alıyorlardı. Bunlar, dümdüz bir materyalizme bağlı, ideal mış, aşağılık ve sefih hayatın gürültüsünden, eskiden şövalyeler
olan ve gerçeğe yaklaşma anlamında ve insanın insana karşı iliş- ülkesi, şimdi ise kendilerini durumun hâkimi hisseden yağlı ve
kilerindeki adalet anlamında hayatı yeniden kurma çağrısı yapan azgın tüccarların ülkesi olan neşeli Fransa'dan yorgun düşmüş bir
herkese karşı kuşkucu bir yaklaşım gösteren insanlardı. halde ölüyorlardı.
Gerçeklerin önünde hayranlıkla eğilme ortamı doğmuştu, Burjuvaların övgüleriyle zehirlenmiş, rantiyelerin tıka basa
yaşam ruh bakımından yoksul, akıl bakımından karanlık hale yedikleri öğle yemeğinin üstüne okudukları sinirleri gıdıklayan
gelmiş, o zamana dek olanaksız olan Vilson** ve Ko davaları, çe- ve şehvet duyguları uyandıran noveller yazarak kendini harcamış
şit çeşit "Panama'lar*** ortaya çıkmış, tam bir manevi düşüş başla- olan çok büyük yetenek Maupassant öldü.
mış, idealizm kısırlaşmış ve günah işleme özgürlüğü konusundaki Çalışmalarına yeteneklice başlamış olan Bourget, sağlıklı ve
sözde felsefi propaganda, her zaman gerçekte günahtan kurtulma keskin kuşkuculuğunu toplumun müzminleşmiş hastalıklarının
şeklindeki propagandanın yerini almış, ahlak düzeyi ise gitgide aydınlatılmasına ve üstü örtülmüş, ancak tedavi edilmemiş yara-
düşmüştür. larının ortaya çıkarılmasına çok gü z e l harcamış derin görüşlü bir
filozof halinden, Katolikliğe uygun, arkadaşı Huysmans'ın artık
* Paul Astier: Fransız yazar A. Daudet'nin Ölümsüz romanından ve Varolma Savaşı içine iyice düşmüş olduğu mistisizm eğilimli sıkıcı ve kuru bir ah-
oyunundan bir kahraman.
lakçı haline dönüşyor.
** Cumhurbaşkanı Grevi'nin damadı, Fransız politikacısı Daniel Vilson ve diğer ki-
şilerin davası kastediliyor. Vilson 1887 yılında mahkeme tarafından nişan ticareti
* Casusluk suçlamasıyla (gizli askeri belgelerin Almanya'ya verilmesi) suçlamasıyla
yapmakla suçlanmıştı.
askeri mahkeme tarafından 10 Aralık 1894 tarihinde Şeytan Adasında ömür boyu
*** Panama K a n a l ı n ı n açılması için kurulmuş olan anonim şirkette meydana gelen sürgüne mahkûm edilmiş olan Yahudi asıih Fransız subay Alfred Dreyfus'un da-
büyük dolandırıcılık olayı kastediliyor (hırsızlık, görevlilere rüşvet verilmesi vb.). vası kastediliyor.
Karamsar Baudelaire'in uykusuz geçen bir gece şu soruyu sor- Çağdaş Fransa'nın yaşamından zehirlenen daha pek çok şair ve
ması boşuna değildir: yazar öldü, toplumu reddetmiş olan fakat olmaması halinde kade-
rin yaşamı ileri götürmek için çağırdığı tek tek insanların da var
Kime, hangi kutsal göreve
olamayacağı bir Tanrıyı karanlığın içinde arayarak öldüler; pek
Harcadık günümüzü?
çok insan dürüst insanlar oldukları için ve yüreklerinde ebedi ide-
Onu deli saydılar, burjuvazi onun Kötülük Çiçeklerine katlana- aller taşıyarak idoller önünde eğilmek istemedikleri için öldü.
madı, çünkü bu şiirde burjuvazinin yüzüne şöyle diyordu: Onlar birbiri arkasına ölürken, toplum çarpık kültürüyle tıka
basa doymaya devam ediyordu ve sonunda yenilik isteği hayal me-
Heyhat! Gurur yolundan yürüdük, yal duyulmaya başladı. Toplum bu yeniliği İsis ve Osiris, Buda ve
Para pul, sapkınlık ve karanlıklar! Zerdüşt dinsel kültlerine başvurarak buldu; toplum bu yeniliği Or-
Gerçeğin Tanrısı İsa'yı, taçağ büyüsünü gizlicilik dediği yeni bir ad altında dirilterek bul-
Yadsıdık utançla. du. Ve İsis sunağının önünde sabah âyinini yaptıktan sonra "Ölüm
Tıka basa doymuş bir hazzın köleleri Meyhanesi'ne gidiyor, burada masaların yerini almış olan tabutla-
Baltazar'ın sofrasında. rın üstüne oturup kadeh görevi yapan kafataslarından içki içerek
soğukkanlı bir şekilde ölümün büyük sırrıyla alay ediyordu.
Tıka basa doymuş bir topluma şu kınayan sözlerle seslendiği
için ona katlanamadılar: Bu "Ölüm Meyhanesi," sinirlerin aşırı derecede uyuşmasının
bir işareti olarak, her şeyle alay edebilen, eskiden değer verdiği bir
Uyan! Büyük bir günah şeyin çamura düştüğünü, küllere karıştığını görünce sırf kendi sa-
Yararsızca yer almak Tanrı şöleninde! hip olduğu gücün tadını çıkartma isteği yüzünden her şeyi devi-
...Kendinegel! Uçurum bekliyor, amansız bir uçurum. rebilen, kırıp yıkabilen insanların kaba ve maddeci davranış tarzı
olarak karakteristiktir. Aşırı doymuş burjuvalar her gün tapınak
Ve kör ve sağır topluma şu uğursuz kehanette bulunuyor:
yakmaya hazır Herostratos'lara dönüştüler.
Artık yakındır, yakındır saat, korkunç şekilde isyan edecek, Ancak kader adildir.
Doğa, Akıl, Onur, unutulan Görev ve Utanç
Kader adildir ve çağdaş Fransa toplumunun tepesinde bir
Her şey, her şey gürleyecek başının üstünde delinin:
bombanın kulakları sağır eden çatırtısı duyuldu; sözünü ettiği-
"Geber, yaşlı korkak! Yok ol! Artık çok geç!"
miz, Ravaşol ve arkadaşlarının bombası* değil, onları hemen öl-
Baudelaire "iyilikle severek, kötülük içinde yaşadı" ve sonunda dürmüşlerdi, bizim kastettiğimiz, "yeşil peri" apsentin kölesi Paul
Fransa'ya soğuk umutsuzluk seslerinin duyulduğu karanlık, zehir- Verlaine'in öncülüğündeki Maeterlinck, Peladan, Fezansak, Rene
li şiirler bırakarak öldü. Bu şiirler yüzünden sağlığında adı deliye Ghil, Mallarme, Rolina, Du Bois, Moreas, Noel Lumo ve diğerleri-
çıkmıştı, öldüğünde ise şair dediler ve toplumun gerçek evlatları nin topluma attıkları bombalardır.
Coppee ve Richepin'in, yüreğe hiçbir şey söylemeyen "parnasyen" * 11 ve 23 Mart 1892 tarihlerinde anarşist Ravaşol tarafından anarşistlerin davala-
Heredia'nın sesine kulak vererek ve şiirden çok Mağrib'in mermer rına katılan iki mahkeme memurunun evlerine yerleştirilen bombalar patlamıştı.
Bu olayın ardından, Ravaşol'un tutuklanmasından sonra anarşistler bir dizi terö-
oymalarına benzeyen güzellikte şiirler yazmış olan Banville ve Le-
rist eylem daha yaptılar ve bu eylemler burjuva Fransa'nın yöneticileri tarafından
conte de Lisle'i anımsayarak onu unuttular. emekçilere karşı baskıların artırılması amacıyla kullanıldı.
Seksenli yıllarda Latin Mahallesinin meyhanelerinden birin- insanız Bay Barres, biz de kitap yazabiliyoruz. Ama biz tekdüzelik
de, tuhaf giyimli, her şeyi eleştiren, her şeyi yadsıyan, dünyayı bir istemiyoruz ve bugün dindar, yarın kuşkucu oluruz, öbür gün eğer
anda canlandıracak yeni bir şey yaratmak gerektiğinden söz eden istersek monarşist ya da devrimci oluruz. Evet, istediğimizi yapa-
gençlerden kurulu bu grup oluştu. Var olan şeylerden kendine ve rız ve hiç kimse bizi başka türlü davranmaya zorlayamaz."
kendi yaratıcı yeteneklerine güvenen insanların çaresiz meydan
okuyuşuyla ve mağrur nefretiyle söz ediyorlardı. Bütün bu delice şeyleri elbette içtenlikle söylüyorlardı ve çev-
Yaratmak istedikleri neydi? İçlerinden birinin çıkıp bunu açık- relerinde tam bir haksızlığın hüküm sürdüğünü gördükleri için
ça söyleyebileceği kuşkuluydu fakat onların ateşli ve hiç kuşku yok yaptıkları delilikleri haklı hissetmemelerine olanak yoktu. Sinir-
ki hastalıklı bir coşkuya kapılmış beyinlerinde en fantastik ve en leri hastalık derecesinde bozuktu, kuşkusuz çok duygulu insanlar-
aşırı düşünceler doğmuştu. dı ve seksenli yıllarda, Paris'te barikatlarda dövüşmüş olsalardı,
Bu yenilikçi grubun içindeki en tuhaf ve en çılgın tiplerden doksanlı yıllarda dekadanlar olmazdı. Ben onları şöyle tasavvur
olan Peladan, her nedense Mısırlı büyücü unvanını benimsemiş, ediyorum: Bunlar ilk başta hepimiz gibi yürekleri tertemiz çocuk-
sokaklarda uzun, kırmızı bir pelerinle dolaşan bir adamdı. Bu Pe- lardı ama ne yazık ki çok kısa bir süre böyle kalabildiler. Çeşitli
ladan bir gün Neron'u alaya alarak şöyle demişti: koşulların etkisiyle daha sinirli ve dış etkileri kavrama konusunda
"Bütün dünya tek bir başa sahip olsaydı, onun beynine delilik daha duyarlı büyüdüler.
zehrini akıtırdım." Bugün herhangi bir Avrupa kentindeki kültürel yaşam atmos-
Arkadaşları onu bu deli davranışı için alkışlıyorlardı: Genellik- feri, her türlü sosyal çelişkiyle ilgili öyle parlak, öyle sersemletici
le deliliği akıllılığa, anormali normale yeğliyorlardı. "Parnasyen- tablolar ortaya koyuyor ki, genç birinin bunların içinde bir süre
leri" inkâr ederek, Montesquieu-Fezansak'ın ifadesiyle "ahlaktan yaşadıktan sonra ruhsal dengesini koruması zordur. Paris'in bu
vazgeçemediği" için Baudelaire'e karşı kuşkucu bir tutum izleye- beyni ve yüreği çürüten doğrultuda başka kentlere göre çok daha
rek en inanılmaz sanat kuramlarını geliştiriyorlardı. güçlü hareket ettiği kabul ediliyor. Bu durum da Paris yaşamının
Bu sırada "egotizm"iyle, enerjisine ve "herkesin önünde eğilmek olağanüstü gergin bir yaşam oluşuyla ve Fransızların hareketli-
zorunda olduğu gücüne" düzülen övgüyle yeni ün kazanmış olan liğiyle açıklanıyor. Dekadanlar, edindikleri yığınla izlenimden
Maurice Barres,* dekadanlar tarafından umutsuzca eleştirilmiş ve yorgun düşmüş, içlerinde şiirsel teller hisseden, ancak ruhlarında
Mallarme, Barres'in teorisine karşı çıkan makalesinde dekadanlar- belli, tanımlanmış bir düşünce diyapazonları olmayan, yaşamak
adına kararlı ve cesur bir tutumla şu açıklamayı yapmıştı: isteyen ama henüz doğumdan önceki kadar zayıf olan gençlerdir.
İşte ruhen ve bedenen zayıf, hastalık derecesinde duygulu ve
"Bize kanun yazmayın, bize hipotez, teori ve doktrin yaratma- hayaller kuran bu gençler Latin Mahallesinin bir meyhanesinde
yın. Bunların hiçbirini kabul etmeyeceğiz. İstersek bunların hep oturmuşlar ve her şeyi yadsıyarak, her şeyi yıkarak, meydan oku-
sini kendimiz yaratırız. Ne mantık ne de başka bir şey istiyoruz. yarak ve çılgınlık ederek bir şey bekliyorlardı...
Bütün bunlar insana bağlıdır, onun aklının meyveleridir. Biz de Ve bekledikleri sonunda geldi...

* 1880'li yılların sonunda,1890'lı yılların başında Maurice Barres, Nietzsche tar-


Edebi bohemin temsilcilerinden biri olan Arthur Rimbaud, ga-
zında savaşçı bireycilik ve gerici milliyetçilik propagandası yaptığı Ben Kültü adlı rip ama artık ünlü olan "renk sonesi"ni, belki kendisinin de en faz-
üçlemeyle tanınmıştı. 1890'lı yılların ikinci yarısından itibaren, şovenizm ve em-
la bir şaka, güzel bir söz oyunu olarak gördüğü bir şey yazmıştı.
peryalizm bayrağı altındaki en gerici Fransız dekadan grubuna.başkanlık etti.
Sone şöyledir: bütün harfleri Rimbaud'nun yaptığı gibi, renklere boyamak, sonra
A kara, E ak, 1 al, Uyeşil, O mavi: sesliler onlara ses vermek ve genel anlamda harfleri canlandırmak, her bir
Diyeceğim bir gün gizli doğumlarınızı da: harften küçük bir canlı organizma yapmak gerektiğini söylüyor-
Karanlık koylara, kara sineklere benzer A, lardı. Bu yapıldıktan sonra harfler sözcüklerde birleştirilecek ve
O amansız pis kokular üstünde fır dönerler. bu da renk, ses ve bir duygu eşliğindeki her bir harf birleşiminin,
okura tüm duyu organlarıyla birden algılaması gereken karmaşık,
Kır çiçeği, buhar, çadır beyazlığında E'ler, koca bir hayali tek bir sözcükle verebilme olanağı sağlayacaktı.
Benzer dik buzullar mızrağına, ak krallara; Böyle sözcüklerle yazılmış bir şiirin bıraktığı etkinin gücünü va-
Gülüşüne 1, güzelim kızıl dudakların, kana, rın siz hesaplayın!
O pişman sarhoşluklar içindeki, o öfkeler. Okuyorsunuz ve karşınızda renkleri, kokuları, sesleri, duygu-
ları canlandırıyorsunuz, bütün bunları etkileyici bir açıklıkla gö-
Çevreler U, yeşil denizlerin çalkantısı, zünüzün önünde canlandırıyorsunuz, bir tek şiirle bir dizi canlı
Sessizliği onca otlakların, yüz kırışıklıklarının hayal yaşıyorsunuz.
Bastığı simyanın geniş alınlara damgasını, Kendi simgeci "Doğa" adlı şiirinde Rimbaud'nun düşüncesini
daha önceden sezmiş olan Baudelaire'in dediği gibi, "Bütün renk-
Kutsal Borazan O, yaban çığlıklar, gürültüler, ler, kokular ve sesler bir arada."
Meleklerden, acunlardan geçmiş sessizlikler Kuramcı dekadan Noel Lumo, Rene Dumik'in ifadesine göre,
-Sen ey Omega, ey o mor ışığı Gözlerinin. dekadanların niyetlerini ve yeni tip yaratıcılıklarının özelliklerini
(Çeviren: İlhan Berk) şöyle belirliyor:

"Sinirsel gücü tükenmiş ve hayal gücü zayıflamış bir varlık olan


Tuhaf ve anlaşılmaz, ancak 1885 yılında, ünlü bir göz heki-
günümüz insanı, okurken yutuyor ve yuttuklarını sindiremeyerek
minin araştırmasına göre, Oxford Üniversitesinden 526 öğrenci-
kitabı veya soneyi püskürterek dışarı atıyor. Bunun nedeni, köh-
nin sesleri renklere boyadıkları ve tam tersini yaparak renklere
nemiş, gevşemiş, yıpranmış olması, düşünmenin ise onun için bir
ses verdikleri, üstelik kahverenginin trombon, yeşilinse av boru-
zevk değil, bir iş olmasıdır. Çiğneyemeyen ve yutamayan bir hasta
su sesi verdiğini oybirliğiyle doğruladıkları anımsanacak olursa,
gibi, yapay beslenme yoluna gitmek, bir kitaptaki düşünceyi ve ha-
Rimbaud'nun bu sonesinin de belki psikiyatrik temeli vardır diye-
yalleri, pörsük vücudunun bütün gözenekleriyle emmesini; düşün-
biliriz. Dekadanlar için bir tür ilham görevi yapan ve sanat teori-
cenin özsularını hamamdaki buhar gibi içine çekmesini sağlamak
lerinin temel taşı olan "renk sonesi'nden çok daha garip şeyler ya-
istiyoruz. Bunun sadece iyileştirmekle ve canlandırmakla kalma-
ratmış olan hayal gücünün sınırsızlığını da unutmamak gerekir.
yacağından, duygularını incelteceğinden, onu yepyeni bir insan
Onlar, bu sonenin belli kombinasyonlarda, belli bir bağlantı yapacağından da eminiz."
içinde beş duyuyu da uyarıp aklı ve hayal gücünü etkileyen yeni
şiirin ilk örneğinden başka bir şey olmadığına karar verdiler. Moreas ise Jules Lemaître'in "Bu, belki de ancak deliler arasın-
Her bir harfi bilinen, belirli bir duyguya bağlamak gerektiğini, da başarı kazanabilecek bir şey, akıllılar, tek bir tümcesini olsun
örneğin Ayı soğuk, O y u kasvet, U y u korku duygusuyla vb; sonra anlamadıkları için kesinlikle beğenmezler," dediği bir düzyazı po-
emine yazdığı önsözde şöyle diyor:
"İnsanların birbirlerini anlayamayacak kadar az sözcükleri var. yeteneklerinin kuvvetini artırmakla kalmıyor; yapıtlarına bazen
Duygularını ifade edebilecekleri biçimleri de yok. Emirlerindeki aşırı derecede heyecanlı, bazen iflah olmaz bir melankoli, bazen de
sözcükler son derece eskimiş ve yavan sözcükler. İnsanlar az ko- kâhin sayıklamaları, bir konuda anlaşılmaz kinayeler, bir kimseye
nuşuyorlar. Hiçbir şeyin resmini çizmiyorlar. Önce duyguların, karşı gizli tehdftJer türünde garip bir renk de katıyordu. Bunların
sonra dilin gelişmesi, ah ne büyük bir talihsizlik. Duygularımızla hepsi, ilişkisi güçlükle anlaşılabilen garip formlarda, bir çeşit özel,
dilin gerisinde kalıyoruz, kendimizi ifade edemiyoruz ve işte bu kederli, cenaze<jnüziği sesi veren uyaklarla veriliyordu. Sivrisinek
nedenle de kimse kimseyi anlamıyor. Bize yeni sözcükler, pek çok gibi şarkı söylüyor, vızıldıyorlardı ve toplum, elini sallayarak kova-
sözcük gerekiyor; fazladan birkaç sözcüğü yedeğimizde bulundur- lasa bile vızıltılarını duymaktan kurtulamıyordu. Ancak dekadan
mamız gerekiyor, çünkü duygular genellikle çabucak geçip gider, şiirlerin anlaşılmaz genel gürültüsü içinde bazen gerçekten değer-
bir anlıktır ve onları biçimlendirecek bir şey bulamayız. Ah, hâlâ li, dilenci duası gibi samimi ve basit şiirsel sesler de duyuluyordu.
yoksuluz ve bu yüzden de genellikle birbirimizi soyup soğana çe- Kimi zaman dalgın ve ölüm hakkında düşüncelere dalmış,
viriyoruz." kimi zaman yakaran bir ruh haliyle, kimi zaman da ansızın öf-
kelenen ve günahlarına lanet yağdıran ya da nedamet getiren ve
Kuramı yarattılar ve bir yaratma hırsıdır başladı. Verlaine, her- ansızın bütün bunlarla alay ederek, kendisini yavaş yavaş fakat
kesten öndeydi; Rimbaud'nun sonesindeki estetik ilhamı ilk o fark emin adımlarla öldüren sevgili "yeşil perisinin" büyülerine öv-
etti ve tüm sanat yenilikçilerinin en verimlisi oldu. güler düzen Verlaine, kederli soluklar alıp veriyor, sonelerini hep
Daha önceden "parnasyenlerin" ruhuna uygun kusursuz ve meyhanede ve hep ilham perisi, onun "yeşil perisi" bir kadeh ap-
parlak soneler yazmış biriyken, Hugo tarafından aktarılan aşağı- sent eşliğinde yazıyordu.
daki şu kırık dökük şeyleri yaratmaya başladı: Ve tuhaf hayallerini, okurlara kısa ve hafiften dalgın şiirler ha-
"Ay küt köşeleriyle çinko renkler fırlatıyordu; yüksek sivri ça- linde bu yarı hasta, yarı sarhoş havayla bildiriyordu:
tılardan beş rakamını anımsatan yoğun ve kara duman kümeleri
yükseliyordu" vb. Sık sık düş görürüm, büyüleyici ve garip,
Mallarme, Rolina, Fezansak da anlaşılmaz soneleriyle dergile- Bir kadın girer düşüme. Onu tanımanı,
ri istila edip Verlaine'den geri kalmıyorlardı. Yeniliklere aç olan Ama onunla bağlıyız birbirimize ölümsüz bir aşkla,
Paris önceleri bunların hepsini okuyordu ve örneğin Nordau'nun Ve o, bir tek o anlayabilir beni.
"beyaz kuğulardan" söz eden ve geniz sesi "en"in sık sık tekrarla- Heyhat, yalnız onun için uğursuz bir muamma
narak gerçekten sıkıntı yaratan "Sıkıntı" adlı şiiri gibi bazı şeyler Olmaktan vazgeçer ince ruhum,
kesin başarı kazanıyordu fakat daha sonra dekadanlar Paris'i bık- Ve bir tek o dalgın bir gözyaşıyla
tırdılar ve kendi dergilerini kurmak zorunda kaldılar. Aydınlatabilir yorgun başımı.
Ancak Paris, kendisinin yaratmış olduğu hastalardan öyle pek Zülüflerinin rengi düşüme girer anlaşılmaz,
de kolay kurtulamadı; bunların arasında gerçekten yetenekli, yü- Ama tatlı adı hem çınıltılı hem güzel,
reklerinde büyük duygular, derin bir hüzün olan, "gerçeğin peşin- Yitirilmiş yakın dostların adı gibi.
de" insanlar da vardı. Sessiz bir heykel gibi, kımıltısız gözlerinin bakışı,
Sinirden ayağa kalkmış, hastalıklı gelişmiş hayal gücü, sadece Ve sakince uzaklaşan sesinde,
Mezara gidenler seslenir bana.
Bunu okuyorlar ve üzerinde derin düşüncelere dalıyorlardı. çağın dinsel konulu dramı, romanlarda Katoliklik hortluyor; deri
Maeterlinck, zor anlaşılan piyesleriyle ortaya çıkmıştı. Tiplerinin fabrikası sahibi Louis Paduan, Serapis'le ilgili bir broşür yazıyor ve
karamsarlığı hayal gücünü ürkütüyor ve kişinin aklını bu piyesler- bu broşürde insanoğlunun kendisine Serapis'ten, yani Ptolemeus
deki anlamı aramaya zorluyordu. Araştırmaya girişiyor, buluyor ve sülalesi tarafından yaratılmış olan Tanrıdan daha gerçek, daha
şaşırıyorlardı; daha yakın bir zamanda kendilerini her türlü ahlak canlı ve her şeyi kapsayan bir Tanrıyı hiçbir zaman yaratmadığı-
yasasının dışında ilan etmiş olan dekadanlar, ateşli bir coşkuyla nı kanıtlamaya çalışıyor ve nihayet 1894 yılında George Du Bois,
Tanrıyı arıyorlar, başkalarına, Tanrıyı bulmak gerektiğini kanıtlı- Paris'te yirmiyi aşkın farklı dinsel kült sayıyor. Dekadan sanatı
yorlar, herkesin propagandasını yaptığı ahlakın aynısını vaaz edi- ise gün geçtikçe gelişiyor, garip, sinirleri bozuk ve sinirleri bozan
yorlardı: İnan, sev ve umut et! soneler, anlaşılmaz, sisli ve iç karartıcı şeyler söyleyerek dergi say-
Ancak bütün bunları garip, kırık dökük tümcelerle, anlaşılmaz falarını dolduruyor. Soysuzlaştırıcı kültürün bu şarkıları ölçüyü
şiirlerle, sisli hayallerle ve bu ahlak dersiyle birlikte, sesli, müzikal kaçırmış, sinirleri gerilmiş bencil topluma yas çanı çalıyor ve onu
fakat ilk dizesinden son dizesine dek açıkça hissedilen ama aklın giderek daha fazla tüketiyor.
anlayamadığı bir şeyle dolu sonelerle ifade ediyorlardı. İnsanları Fakat her şeyi reddeden, anarşist dekadanlar nasıl olmuş da
korkutmak ya da üzmek istedikleri ortadaydı. Bu şiirlerde can sı- aniden ahlak propagandacısı ve yaşam öğretmeni kesilmişlerdir?
kıntısının, sonsuza dek giderilemeyecek bir can sıkıntısının ve son- Yanıtı basit. Hepsi de az veya çok büyüklük hastalığına yaka-
suza dek tatmin edilemeyecek bir arzunun insanı kızdıran notası lanmışlar, sürekli kahramanlıklar yapmak ve şöhretin tadını çı-
sürekli duyuluyor ve toplumun kulaklarını amansızca bıktırıyor. karmak arzusuna kapılmışlardır. Bu ancak insanlara hizmet ede-
Ancak marazi ve asabi bir şey, dekadan sanatının psikozu yavaş rek mümkün olabilir ve işte insanlara, herkesten önce kendilerinin
yavaş, fark ettirmeden toplumun kanına işliyor ve toplum sarsı- ihtiyaç duydukları şeyi vermek isteğindedirler. Coşkuları içtenlik-
lıyor... Toplumda, yine bu toplumun evlatları olan Verlaine'lerin ten uzak ve yapmacık, kullandıkları biçim basit ve güzel olmasa
ve Maeterlinck'lerin ekerek büyüttükleri, şimdi de ince, öldürücü da gariptir ve bu da bu biçime karşı bir sempati uyandırmaktadır.
zehrini aşıladıkları hastalık çıkıyor ortaya. İstekleri vardır ama enerjileri yoktur ve bütün bir kültür toplumu
Eskiden İsis tapınağına ve "Ölüm Meyhanesi'ne o zamanlar gibi, onlar da hayatın köleleridir, hayatın içinde örümcek ağına
moda olduğu için ve buralarda boy göstermek şık sayıldığı için düşmüş sinekler gibi çaresizce çırpınıp, bezginliğe ve üzüntüye ka-
giden burjuvalar artık bu yerlere içlerinden öyle geldiği için gi- pılarak, çalışmalarıyla çevrelerini daha da renksizleştirip öfkeyle
diyorlar oralara: İsis'e, putperestçe de olsa dua etmek için; "Ölüm vızıldıyorlar. Herhangi bir şeye dayanarak güçlenmek istiyorlar ve
Meyhanesi'ne ise varoluşun ezeli gizemi karşısında, dekadan şi- çevrelerinde hiçbir dayanak noktası görmüyorlar; bu yüzden bu-
irinin "herkesi uzlaştıran, herkesi eşit kılan, herkesi aynı şekilde gün ahlak dersi verip, ertesi gün sefih bir yaşamın savunucusu ve
seven" ezeli kahramanı ölüm karşısında mistik bir korku duymak virtüözü olarak bukalemun gibi renk değiştiriyorlar.
için. Aralarında tam bir fikir ayrılığı var: Maeterlinck, Galliffet ve
Karnı tıka basa doymuş, sefih burjuvalar, kuşkucular ve çıkar- Verlaine, acı veren gerçeğe, kirlenmiş erdemlere ağlar, insanları
cılar aniden geriye doğru dönüyorlar; Ortaçağ keşişlerinin mistik Tanrıya çağırırken, Moreas, Rolina ve Peladan, Marquis de Sade
kitaplarına bir ilgi başlıyor, kütüphanelerin eski mallarının ara- tarzında çok çirkin öykücükler kaleme alıyorlar ve anafikri şöyle
sından iblislerle, büyülerle ilgili tezler çıkarılıyor, tiyatroda Orta- açıklanan ev yapımı bir felsefe sosuyla okurlarına sunuyorlar:
"Dünya ben'im, dünyanın bütün yasaları da ben'im. Hayal gü-
cüm yaratıyor, aklım yıkıyor; dünyada benim hırçınlığımın gücü-
ne karşı koyabilecek hiçbir şey olmadığını görüyorum, var olan her
şeyin ben olduğumu hissediyorum. Ve yüreğim, insanları benden
daha güçlü olsalar da her şeyin çok sağlam olduğu o eski zamanla-
rı düşünerek soğuk bir kederle doluyor."
Fakat öbür grup da aynı ortak, akraba özelliğe sahiptir: Karan-
lığın içinde bir yere, hiç kimsenin, hiçbir dâhinin anlaşılır bir şey
çıkarıp getiremediği yere bakma tutkusu, hayatın sınırları içinden
çıkıp her şeyin henüz akıl tarafından anlaşılamadığı bir alana,
daha doğrusu akıl tarafından değil, yürek tarafından anlaşılacağı
bir alana girme tutkusu.

Kavganın bir zevki var


Ve karanlık bir uçurumun kenarında olmanın...

Çarpışma zevki, dünyaya sinir hastası olarak gelmiş ve daha


doğduğu gün bozguna uğramışlar tarafından anlaşılmaz fakat
"karanlık bir uçurumun kenarında" olmanın zevki için keseleri
uygundur ve birbiri ardına karanlık fantezilerini yaratarak, bu
fantezilerinde deli sayıklamalarına kapılıp merak uyandıran duy-
gular ve izlenimler arayan, iradesiz ve ilkesiz toplumu kendilerini
izlemeye çağırarak bu zevkten yararlanabilirler.
Böylece bunlar, bu bozuk tipler, kendilerini yaratmış olan top-
lumdan sınırsız çeşitlilikte çirkin ve olumsuz şey yaratarak bir tür
öç alıyorlar, kaderin, eskiden beri böyle yaşadıkları, kendilerine
insana yaraşır bir yaşam kurmadıkları için Avrupa'nın kültürlü
sınıflarını dövdüğü birer sopa oluyorlar.

Notlar
İlk kez "Samarskaya Gazeta"da (1896, sayı 81, 13 nisan ve sayı 85, 18
nisan) "A.P." imzasıyla y a y ı n l a n m ı ş t ı r .
baş döndürerek daha sonraki çalışmalar için galeyana getiren bu güzelliği, yazdığı Norveçli insan figürlerini bir mucizeyle antik
türden başka şeyler, böylesi yazarlar için son derece gereklidir. Bu Yunan heykelleri kadar inandırıcı biçimde güzelleştiren kesin ve
yazarlar uzun ömürlü değildir ve adlarını "yüzyılların anısına" de- göz kamaştırıcı basit gerçektedir.
rinlemesine kazıyamazlar fakat kavramın geniş anlamında "edebi- Okurlar için ve biricik "sevdiği" için yazmaz o, hayır. Benim
yatı" yaratan onlardır ve onlar Ortaçağın olağanüstü tapmaklarını şöyle bir izlenimim var: Hamsun, bildiği ve hissettiği şeyi birine ve
yapmış olan adsız duvarcılara benzerler. bir yere doğru, bütün insanların başlarının üzerinden anlatır.
Daha sonra fevkalade bir ruh gücüne, dikkatini yoğunlaştırma Anlatırken düşüncelere dalar ama bence Knut Hamsun'un tam
gücüne ve neredeyse mucizevi bir ruh olgunluğuna sahip sanat- olarak neyi kanıtlamak istediğini aramanın bir yararı yoktur. Dü-
çılar gelir; onlar, hiç kimsenin görmediğini görme, anlamadığını şünceleri "pedagojik" niyetlerden tamamen uzaktır, düşünme sü-
anlama, olağan bir şeyde olağanüstü olanı ortaya çıkartma yetene- reci hiçbir ahlaki dogmaya ve sosyal hipoteze bağlı değildir, bana
ğine sahiptirler. Bu yazarların kitaplarında esinlendirici ve büyü- öyle geliyor ki, ideal bir şekilde özgürdür.
leyici bir mahremiyet izi vardır ve her zaman "genel olarak insan- "Evet," diyor Knut Hamsun, "hepimiz bu dünyada dolaşan ser-
lara" değil, bir tek sevdikleri insana söz söylediklerini, bir tek bu serileriz." diyor, ama bunu kanıtlamıyor. Karamsar biri değildir.
insanın onlar için önemli olduğunu, yazdıkları "kutsal yazıların" Onun "serserileri" toprak sahipleridir; onun yarattığı, güçlüklerle
derinliğini ve değerini bir tek bu insanın anlayabileceğini hisse- boğuşan küçük ülke insanlarının hepsi birer kahramandır. İsaak
dersiniz. bir destan insanıdır. Kendisinden önce Edda eğer yaratılmamış ol-
Fiziksel olarak böyle bir insan yoktur, onu yazarlar uydururlar. saydı, hayal tezgâhında Torunu, Baldur'unu, Freyya'yı ve Loka'yı
Bu hayali muhatap son derece anlayışlı ve zekidir, çünkü o, sensin- dokuduktan sonra Edda'yı yaratırdı. Loka'yı da yaratırdı, çünkü
dir. Canlı bir insanla, bir dostuyla son derece açık, ara vermeden, kötülüğü de sisteme sokmak, daha sonra kopartmak için ona bir
duraklamadan, sıra noktalar koymadan sohbet eden bir Anatole kafa eklemek gerekir. Loka'nm kafasını İsaak'a benzer birinin ko-
France'ı hayalimde canlandıramıyorum. partacağını ve daha sonra dünyada çoktan zamanı gelmiş, insana
Bunlar dev sanat adamları, "ebedi kitapların" yaratıcıları, ede- layık, kinsiz bir düzen kurulduktan sonra o, daha insancıl ve daha
biyat alanının despotları, ekollerin, akımların, tarzların kurucu- iyi tanrılar yerleştirip gökyüzünü yenileyecektir. Çünkü gelecekte-
larıdır. ki bu iyi ve akıllı insan, gökteki boşlukların kendi ruhuna girmesi
Knut Hamsun, söz sanatçılarının işte bu grubuna girer. Ancak kaygısıyla herhalde bu boşluklara göz yummayacaktır.
onlar arasında benim için bir istisnadır. Çağdaş edebiyatta sanatı- Freken D'Espar, "iyide ve kötüde o kadar direngendi ki dünyevi
nın özgünlüğü bakımından ona eşit başka birini görmüyorum. olan her şeye girdi. Biz bunu böyle adlandırıyoruz."
"Ekolün", "tarzın" ve tıpkı bilimde olduğu gibi, ancak genel- Hamsun, belirttiği dört sözcüğe bir bilgenin hoşgörülü ve
likle bilimin insanı "ikinci doğayla" dışarıdan özenle kuşatması, yumuşak ironisini katmış: Dünyevi olandan başka ne vardır, bir
sanatın ise bu doğayı bizim içimizde yaratması farkıyla "ikinci bir boşlukta, insanların ayakları altında titreyen, parçalanan ve tıpkı
doğa" yaratan gerçek sanatın peşinden gölge gibi sürüklenen şeyle- Lizbon'daki, Martinik'teki, Messina ve Japonya'daki gibi bir daki-
rin onun için hiçbir önem taşımadığını düşünüyorum. ka içinde on binlerce insanı yok eden bir dünyada yaşamaya mah-
Hamsun'un sanatı, gerçekten de insanlar hakkında "kutsal ya- kûm edilmiş önemsiz insan bireylerinin acılarından daha önemli
zılardır," hiçbir dış süslemesi olmayan yapıtlardır. Onun sanatının ne vardır?
Yaşamımızın bütün anlamı bundadır, yani dünyadadır ve zaten şiliksiz görünüyoruz, biliyor musun? İnsanların yaşamının neden
kendisi için başka bir şey olmamasında da insanın bir suçu yoktur. bu kadar mutsuz olduğunu anlayabiliyor musun?"
İnsanın kendini teselli etmek için yarattığı ve benim şahsen me- Sohbet arkadaşı, kurnazlığından, belki de şaşkınlığından susu-
kanikten ziyade mistik olarak gördüğüm Tanrıdan başka hiçbir yor, bir şey söylemiyor.
şey. Tanrı, her şeyi yapabilen, her şeyi bilen bir güç düşüncesini "Evet," diye üsteliyor mükemmel sanatçı Knut Hamsun, "işte
armonize etmek, bu düşünceyi sivriltmek için yaratılmamış mıdır, yaşam böyle. Peki neden böyle? Yanıtlayabilir misin?"
Tanrı, insanın kendini savunacak tek silahı olan düşüncenin ço- Sorusu yanıtsız kalıyor.
cuğu değil midir? O zaman Hamsun, herhangi bir nedenle sayısız işkencelere uğ-
Son kitaplarında - D ü n y a Nimeti, Kuyu Başındaki Kadın, Go- ramış masumların yeni bir öyküsünü daha da şaşırtıcı bir basitlik-
rahus Sanatoryumu- Hamsun'un, bir varlıkla, sadece kendisinin le anlatıyor:
gördüğü ve tanıdığı bir varlıkla sohbet ettiğini düşünmek müm- "Evet," diyor, "hepimiz yeryüzünde dolaşan serserileriz. Neden
kündür. Bu, belki "dünya aklı" denen şeydir, belki de Hamsun'un ve neyin peşinde dolaşıyoruz? Yeryüzünde öyle çok çalışıyoruz ki
konuşmak, sohbet etmek için kendi yarattığı Tanrısıdır. Büyük artık onu güzelleştirmiş durumdayız. Aslında birbirimizi sevmek
sanatçı ona, Dünya Nimeti'nin İnger'i gibi, insanların yaşamına
ve saymak için her şeyimiz var, bizler iyi işçileriz. Birbirimize ne-
ilişkin korkunç öyküleri de destansı bir basitlikle anlatıyor. "O,
den bu kadar acı çektirdiğimizi biliyor musun? Bütün bunların
insanlar arasında hiç denecek kadar önemsiz biriydi," can sıkıcı
neden gerektiğini anlıyor musun?"
günlük yaşamdan aldığı bu kadın kahramanını bu sözlerle ifade
Yanıt gelmiyor.
etmiştir.
Dünyada Knut Hamsun gibi yaşamak ve bütün hayatı boyunca
Kişiliksiz ve önemsiz denen insanları Hamsun'dan önce hiç sağır, dilsiz biriyle, belki de iyileşmeyecek kadar aptal ya da deli-
kimse bu kadar etkileyici anlatamamış ve kişiliksiz insan diye bir
cesine kötü biriyle sohbet etmek inanılmayacak kadar zor bir iştir.
şeyin olmayacağını onun kadar inandırıcı biçimde gösterememiş-
Neyse ki, böyle bir canavar yoktur ve Hamsun benzeri insanlar
tir.
yaşam konusunda düşünürken yalnızca Loka'ya, sonradan kopart-
Yeryüzünde suçsuz yere ölüme mahkûm edilmiş milyonlarca
mak için kafa ekliyorlar.
karınca kahraman yaşıyor. Bu karınca kahramanlar, taş yığını
kentler kuruyorlar, sürdürdükleri zor yaşamı her bakımdan güzel-
leştirmeye çalışarak güzel, bilgece şeyler düşünüyorlar ve yaratı-
yorlar, bu arada kendileri için acı verici, katlanılmaz sosyal yaşam
koşulları da yaratmış oluyorlar.
Hamsun, bunu da, bu akıl almaz ve korkunç yaşamı da sohbet
arkadaşına anlatıyor, sanki bir parça şaşkınlık duygusuyla anlatı-
yor ve öfkesini sözcüklerin arasına gizleyerek sohbet arkadaşına şu
soruyu soruyor:
"Bütün bunların neden gerekli olduğunu biliyor musun? Bizler,
kahramanlar ve büyük çilekeşler, birbirimize neden önemsiz ve ki-
masını hoşgörmekle kalmıyor, ilk Hıristiyanların ilkel komüniz- va "eğitiminin" darkafalılığını ve burjuva kültürü için ödenmiş ve
mini tümüyle unutarak ve günümüzün devrimci komünizminden ödenmeye devam eden kanın korkunç bedelini ortaya koymuştur.
deli gibi nefret ederek faşizmle ittifak yapıyor ve onu kutsallaştı- Herhangi bir zamanda yaşamış tüm düşünürlerin birincisi ve
rıyor. en güçlüsü olan Marx, kültür tarihinde emeğin çok büyük önemi
Feodal köleliği, toprak köleliğini kutsallaştıran, kanlı kıyımlara olduğunu, emeğin her şeye üstün gelen gücünü dünyaya göstermiş
doğrudan doğruya katılan, engizisyonu, Cizvitliği kuran, bilimsel, ve proletarya egemenliğinin ve hayatın çoğunluğun çıkarlarına,
araştırmacı düşünceye karşı sürekli mücadele eden, farklı inanç- emekçi halkın çıkarlarına uygun olarak devrimci bakış açısıyla ye-
tan olanları, kiliseden ayrılanları, bağımsız düşünenleri ateşlerde niden kurulmasının tarihsel bakımdan gerekli olduğunu kanıtla-
yakan, hiçbir yalan ve iftiradan çekinmeyen kilise, her zaman en mıştır. Ondan önce de bu konudan söz edilmiştir, o bunu göstermiş
gerici düşüncelerin yaratıcısı olmuştur ve "laik" burjuva edebiya- ve sarsılmaz bir şekilde yerleştirmiştir. O, efsanevi Musa gibi işçi
tını bu gerici düşüncelerle her zaman zehirlemiştir. Zehirlemiştir, sınıfının önünde kapitalizmin Mısır esaretinden kurtulup "vaat
zehirlemektedir ve daha da zehirleyecektir, çünkü kilisenin temel edilmiş toprağa", komünizme götürecek yolu açmıştır. O, doğru-
düşüncesi olan "insan köledir" düşüncesi dünya küçük burjuvazi- dan doğruya işçilerin ataları tarafından ya da onların enerjisinin
sinin iliklerine işlemiştir. mutlak surette katılımıyla yaratılmış kültür servetlerinde simgesi-
Rabelais ve Svvift, Voltaire ve Hobbes, hümanistler, sosyalist ni bulan bütün bir emek yığınına el koymayı görev edinmiş olan
ütopistler ve matematik bilimleri alanında çalışanlar kiliseye karşı işçi sınıfının devrimci mücadelesinin bilimsel temellerini kanıt-
mücadele etmiş fakat kendi çıkarlarının peşinde koşan, doymak larla pekiştirmiştir. Hıristiyan dininin üç başlı "monoteizminin"
bilmeyecek kadar açgözlü ve kurnaz kilise, düşmanlarının üstün- hayvani bireyciliğin timsalinden, kendi "yuvalarının, inlerinin,
den farenin üstünden geçen yaban domuzu gibi geçmiştir. Kilise, yataklarının" kutsallaştırmasından başka bir şey olmadığını ilk
burjuvazinin tüm örgütleri arasında suçu en fazla olandır, çünkü o fark etmiştir. Bütün ülkelerin proleterlerinin enerjisini yenilmez
kilise, özgür düşüncenin boğulmasına, yaşama ve yaratma irade- ve yaratıcı tek bir enerji halinde birleştirebilecek tek güçlü ve an-
sinin esaret altına alınmasına en aktif biçimde yardım etmiş ve laşılır öğreti, Marx ve öğrencileri tarafından kurulmuştur. Daha
etmektedir. fazla ne denebilir ki?
Kari M ara, küçük burjuvazinin en sağlam dayanağı olan ki- Sosyalist Cumhuriyetler Birliği proletaryasının muazzam ça-
lisenin en güçlü ve yenilmez düşmanıdır. Yenilmezdir, çünkü lışmasına, Marx, Engels ve Lenin'in öğrencileri tarafından yöne-
Mara'ın öğretisi milyonlarca emekçi tarafından kabul edilmiş ve tilen çalışmaya baktığımızda, kapitalizmi ortadan kaldırdıktan
edilmektedir. Marx'tan sonra kitap basımı, gerçeklerin basımı an- sonra tüm emekçi insanlığı onun zincirlerinden kurtarmak için
lamını kazanmıştır. O ve öğrencileri, sayısal bakımdan önemsiz, yine kapitalizm tarafından doğumuna yol açılmış olan devrimci
sorumsuz bir azınlığın yüz milyonlarca insanın fiziksel enerjisini öğretinin ne kadar büyük ve yenilmez bir esinlendirici gücü oldu-
düşüncesizce sömürüp entelektüel enerjinin artmasını zorlaştıra- ğunu görüyoruz.
rak insanların hayatını yönettiği dünyada "gerçeğin" hiçbir şekilde
abartılmadan ortaya konduğu yüzlerce kitap yazdılar. Marksizm, Notlar
insanlığın tüm tarihini gözden geçirip, emekçilerin dünyasındaki İlk kez "Literaturnıy Leningrad" gazetesinde yayınlanmıştır. 1933, sayı

burjuva "ilerlemenin" yalıtılmış, "ada" benzeri durumunu, burju- 14, 14 Kasım.


bir balık benzeri, tepeden tırnağa sözcüklerle kaplıydı. Söylediği de kendisini şahsen tanıyan arkadaşlarımın anlattıkları heyecanlı
her şey gibi kendisi de basit ve açık bir insandı. öyküler beni büyük bir güçle ona doğru çekmişti. Bizi tanıştırdık-
Onun kahramanlığı, dışarıdan bakıldığında hiç de parlak bir larında elimi kuvvetlice sıktıktan sonra keskin bakışlarıyla yü-
kahramanlık değildi. Onun kahramanlığı, Rusya'da genellikle zümü inceleyip eski bir tanıdığın ses tonuyla ve şakacı bir tavırla
görülen cinsten, yeryüzünde sosyal adaletin kurulacağına sarsıl- konuşmaya başladı:
mazcasına inanan onurlu Rus devrimci aydınının alçakgönüllü, "İyi ki geldiniz! Kavga etmeyi seviyorsunuz galiba? Büyük bir
çilekeş kahramanlığı, insanların esenliği uğruna ağır bir çalışma kavga olacak burada."
yürütmek için bütün dünya nimetlerinden elini eteğini çekmiş bir Lenin, beklediğim gibi değildi. Bana göre eksik bir şey vardı
insanın kahramanlığıdır. onda. R'leri ve L'leri G gibi telaffuz ediyordu, ellerini koltukaltları-
Ölümünden kısa bir süre sonra onunla ilgili olarak yazdıkla- na sokmuş, dikiliyordu. Şöyle yukarıdan aşağıya baktığınızda son
rım, üzüntü ve aceleyle, kötü yazılmış şeylerdir. "Haddimi aşma- derece sade görünüyor, "önder" olduğuna ilişkin hiçbir şey hisse-
mak" düşüncesiyle yazamadığım bazı şeyler umarım tam olarak dilmiyordu. Ben yazarım. Mesleğim ayrıntılara dikkat etmeye zor-
anlaşılır. Sağgörülü ve bilge bir kişiydi o. Oysa kişi "ne kadar bü- lar beni. Bu zorlama bir alışkanlık, zaman zaman da bıktırıcı bir
yük bilgeyse o kadar üzüntüsü olur." alışkanlık halini alır.
İleriyi görüyor ve 1919-1921 yıllarında insanların ne durum- Beni G. V. Plehanov'un yanına "götürdüklerinde" o, kollarını
da olacakları konusunda düşünürken de, konuşurken de onların göğsünde kavuşturmuş, görevlerinden yorgun düşmüş bir öğret-
birkaç yıl sonraki hallerini kusursuzca tahmin edebiliyordu. İn- menin yeni gelen bir öğrenciye baktığı gibi, sert bakışlarla, sıkıl-
sanlar onun önsezilerine her zaman inanmak istemiyorlardı. Bun- mış bir halde bakıyordu. Bana son derece sıradan bir şey söyledi,
lar genellikle üzücü önsezilerdi. Ancak çok sayıda insan, Lenin'in "Yeteneğinize hayranım," dedi. Belleğimde kalacak başka bir şey
kuşkucu nitelemelerini ne yazık ki haklı çıkardı. Onunla ilgili anı- de söylemedi. Kongre boyunca da ne onun ne de benim "samimi"
larımı yazdım ama bunlar süreklilik içermeyen, can sıkıcı sorun- konuşma isteğimiz oldu.
larla dolu kötü yazılmış, anılar oldu. Söze, Londra'daki kongreden, Oysa bu saçları dökülmüş, R ve L'leri yanlış söyleyen, sağlam
Vladimir îlyiç'in bir kısım insanın kuşku ve güvensizliğiyle, diğer- yapılı, tıknaz adam, bir eliyle Sokrat vari alnını ovarken, öbür eliyle
lerininse açık düşmanlığı ve hatta nefretiyle pırıl pırıl aydınlanmış benim elimi tutmuş, şaşırtacak kadar canlı gözleri sevecen pırıltı-
bir halde karşıma çıktığı yıllardan başlamalıydım. lar saçarak hemen Ana romanının eksiklikleri üzerine konuşmaya
İşte Londra'nın banliyölerinden birinde, insanı güldürecek ka- başlamıştı. Anlaşıldığına göre, romanı İ. P. Ladıjnikov'dan aldığı
dar derme çatma ahşap bir kilisenin çıplak duvarları, yoksul bir müsveddesinden okumuştu. Ben, kitabı yazmakta acele ettiğimi
okulun dershanesini andıran, küçük, dar salonun kemerli pen- söyledim, ama neden acele ettiğimi açıklayacak zaman bulama-
cereleri hâlâ apaçık gözümün önünde. Bu yapı sadece dışarıdan dım. Lenin başını olumlu anlamda sallayıp, bu açıklamayı kendisi
kiliseye benziyordu, içindeyse ibadet için gerekli şeylerin hiçbiri yaptı: Acele etmem çok iyi olmuş, kitap gerekliymiş, çok sayıda işçi
yoktu, hatta alçak vaiz kürsüsü, ileride, salonun ucunda değil, kili- devrim hareketine bilinçsizce, öylesine katılıyormuş, artık Ana yı
senin girişindeki iki kapının arasındaydı. çok yararlanarak okuyorlarmış.
O yıla dek Lenin'le karşılaşmamıştım, ayrıca yazdıklarını da "Tam zamanında yazılmış bir kitap." Bu onun yaptığı tek, ama

doğru dürüst okumamıştım. Ancak okuyabildiklerim ve özellikle benim için son derece değerli bir iltifattır. Daha sonra ciddi bir ta-
vırla A n a n ı n yabancı dillere çevrilip çevrilmediğini, Rus ve Ame-
ıikaıı sansürlerinin kitapta ne kadar tahrifat yaptıklarını sordu, sandalyelerin bile bu derece saygıdeğer liderlerin yumuşacık etle-
yazarının mahkemeye verileceğini öğrendikten sonra ise önce yü- rinin altında ezilmekten memnun oldukları hissediliyordu.
zünü ekşitti, sonra da başını geriye atıp, gözlerini kapatarak garip Alman partisiyle "nazik" bir işim vardı: Bu partinin üyesi ve
bir şekilde gülmeye başladı; gülüşü işçilerin dikkatini çekmişti, sonraları son derece ünlü biri olan Parvus, Ayaktakımı Arasında
Foma Uralskiy ve üç kişi daha yanına geldiler. oyunumun temsil gelirlerini toplamak üzere "Znaniye"den vekâ-
Tam bir bayram sevinci yaşıyordum. Seçilmiş üç yüz partili- letname almıştı. Bu vekâletnameyi, 1902 yılında yasadışı yollardan
nin arasındaydım, bu kişilerin örgütlü yüz elli bin işçi tarafından geldiği Sivastopol'de, istasyonda almıştı. Topladığı paralar şöyle
kongreye gönderildiklerini öğrenmiştim ve partinin bütün liderle- paylaşılıyordu: Toplam paranın yüzde 20'sini o alıyor, geri kalan
rini, yaşlı devrimcileri karşımda görüyordum: Plehanov, Akselrod, para ise dörtte biri bana, dörtte üçü Sosyal Demokrat Parti kasası-
Deyç. Bayram sevincim son derece doğaldı. Vatanımdan uzakta na olmak üzere paylaşılıyordu. Parvus bu koşulu elbette biliyordu
geçirdiğim iki yıl içinde ne kadar keyifsiz olduğumu söylersem ve hatta şaşıyordu. Oyun dört yıl boyunca Almanya'nın bütün ti-
okurlarım durumu anlayacaklardır. yatrolarını dolaştı, sadece Berlin'de 500 kezden fazla sahnelendi.
En büyük sosyal demokrat önderlerin neredeyse tamamını gör- Parvus'un elinde toplanan para herhalde 100 bin markı bulmuştu.
düğüm, çok şişman bir adam olan Zinger'Ie yan yana, hepsi de son Fakat paraların yerine "Znaniye'ye, K. P. Pyatnitskiy'e, bütün pa-
derece önemli diğer kişilerin arasında oturarak August Bebel'le rayı bir hanımefendiyle yaptığı İtalya gezisinde harcadığını bildi-
yemek yediğim Berlin'den itibaren keyfim kaçmaya başlamıştı. ren bir mektup gönderdi. Mutlaka çok hoş geçtiğini düşündüğüm
Geniş, rahat bir dairede yemek yiyorduk. Kanarya kafeslerinin bu gezi beni sadece dörtte bir oranında ilgilendirdiğinden, kalan
üzerleri işlemeli örtülerle zarifçe örtülmüş, koltukların arkalıkla- dörtte üçlük kısım için Alman Partisi Merkez Komitesinin dik-
rına da oturanların enseleri koltuk kılıflarını leke yapmasın diye katini çekmek konusunda kendimi haklı gördüm. İ. P. Ladıjnikov
yine bu işlemeli örtülerden serilmişti. Çevredeki her şey son de- aracılığıyla partiyi uyardım. Merkez Komitesi, Parvus'un gezisini
rece ağırbaşlıydı, herkes ağırbaşlı bir tutumla yemek yiyor ve aynı önemsememiş. Daha sonra işittiğime göre, Parvus'un elinden bir-
tutumla birbirlerine: takım parti unvanları alınmış. Ne yalan söyleyeyim, ben sadece
"Malzeit!"* diyorlardı. kulağını çekmelerini yeğlerdim. Daha sonraları Paris'te bana son
Bu sözcüğü bilmiyordum, fakat Fransızca "mal" sözcüğünün derece güzel bir kız göstererek, onun Parvus'la geziye giden hanım
"kötü", Almanca "zeif'ın ise "zaman" demek olduğunu biliyor- olduğunu söylemişlerdi.
dum. Bundan çıkan sonuç, "kötü zaman" oluyordu. "Canım benim," diye geçirdim aklımdan, "canım benim."
Zinger, Kautskiy'yi iki kez "benim romantiğim" diye adlandır- Berlin'de yazarlar, ressamlar, bilim ve sanat koruyucuları, baş-
dı. Kartal burnuyla Bebel, biraz kendini beğenmiş biri gibi geldi ka insanlar gördüm, birbirlerinden farkları, kendini beğenmişlik
bana. Ren şarabı ve birası içiyorduk; şarap ekşi ve sıcaktı, bira daha ve gururlarıydı.
iyiydi; Rus Devrimi ve Sosyal Demokrat Partisi hakkında da aynı Amerika'da, New York belediye başkanı ya da valisi olmak iste-
tatsızlıkta ve küçümseyici laflar ediliyor, kendi partileri Alman yen Moris Hilkvit'i, herkese ve her şeye tek başına ve yorgun yor-
Sosyal Demokrat Partisinden ise "çok iyi" diye bahsediliyordu. gun bağırıp çağıran -hapisten yeni çıkmıştı- ihtiyar Debs'i çok
Bunların hepsi aşırı derecede kendini beğenmiş davranışlardı ve sık görüyordum. Pek çok insan, pek çok şey gördüm, ancak Rus
D e v r i m i n i bütün derinliğiyle kavrayabilmiş tek bir kişiye rastla-
Afiyet olsun (Yazarın Notu).
madım ve her yerde devrimin, "Avrupa yaşantısında sık görülen
Eğer çeneden çekilmiş bir dişin hissetme yeteneği varsa, kendisini
bir olay" ve "sosyalizme yakınlık duyan" bir "handsome lady'nin*
herhalde ancak benim kadar yalnız hissedebilirdi. Tanıdığım in-
sözleriyle "her zaman ya kolera ya da devrim olan" bir ülkedeki
sanların bir "platform"dan diğerine sıçrarken gösterdikleri akro-
sıradan bir olay olarak karşılandığını hissediyordum.
bat atikliği ve becerikliliği çok şaşırtıcıydı.
"Bolşeviklerin" kasasına para toplamak için Amerika'ya git-
Rusya'dan rastlantı sonucu devrimci olmuş, kafası bozuk, kork-
me düşüncesini L. B. Krasin vermişti; sekreter ve konuşmaların
muş, kendi kendilerine ve onları "umutsuz bir girişimin" içerisine
düzenleyicisi olarak V. V. Voronovskiy benimle birlikte gelecekti.
sürüklemiş insanlara karşı öfkeli devrimciler geliyorlardı.
Voronovskiy iyi düzeyde İngilizce biliyordu, fakat parti ona baş-
"Her şey boşa gitti," diyorlardı. "Herkes darmadağın oldu, kay-
ka bir görev verdi, benimle Merkez Komitesi (b) mücadele gru-
boldu, sürgüne gönderildi, hapse atıldı!"
bu üyesi N. Y. Burenin geldi; Burenin "dilsiz"di, dil öğrenmeye
Komik şeyler çoktu, ama neşeli hiçbir şey yoktu. Rusya'dan
yolda başladı. Benim ne amaçla gittiğimi öğrenen Eserler* 4 , bu
bir konuk, bir yazar, hem de yetenekli bir yazar, bana, Ayaktakımı
seyahate gençlere özgü, heyecanlı bir ilgi gösteriyorlardı; daha
Arasında oyunumda sözde benim Luka rolünü oynadığımı kanıt-
Finlandiya'dayken Jitlovskiy ve Çaykovskiy yanıma geldiler ve sa-
lamaya çalışıyordu. Gelmişim, gençlere yatıştırıcı bir şeyler söyle-
dece Bolşevikler için değil, "genel olarak devrim" için para topla-
mişim, onlar bana inanmışlar, dayak yemişler, alınlarında şişler
mayı önerdiler. Ben "genel olarak devrim" sözünü kabul etmedim.
oluşmuş, bense kaçmışım. Bir diğeri, beni "önyargının" yiyip bitir-
O zaman onlar da oraya "büyükanne'yi yolladılar ve Amerika-
diğini, benim "bitmiş bir adam" olduğumu ve balenin önemini sırf
lıların karşısına böylece birbirinden ayrı ve birbiriyle görüşme-
"imparatorluk" balesi olduğu için yadsıdığımı ileri sürüyordu. Ge-
yen, neredeyse iki ayrı devrim için para toplayan iki kişi çıkmış
nellikle komik, ahmakça pek çok şey vardı ve sık sık da Rusya'dan
oldu. Amerikalıların kuşkusuz bu iki kişiden hangisinin daha
sanki pis kokulu bir toz geliyordu.
iyi, daha sağlam olduğunu anlamaya ne zamanları ne de istekleri
Sonra birdenbire, sanki bir masalda gibi, kendimi Rusya Sosyal
vardı. "Büyükanne'yi daha önceden tanıyorlardı galiba. Ameri-
Demokrat Partisinin kongresinde buluyordum. Elbette bir bay-
kalı dostları da onun reklamını gayet iyi yaptılar. Oysa çarlığın
ramdı bu!
büyükelçiliği bana karşı tam bir skandal hazırlamıştı. Amerikalı
Fakat bayramım ancak ilk oturuma, "gündem"le ilgili tar-
yoldaşlar da Rus D e v r i m i n i "kısmi ve başarısız bir dava" sayarak
tışmalara kadar sürebildi. Tartışmaların sertliği, heyecanımı bir
mitinglerde topladığım para konusunda biraz "liberal" davrandı-
anda azaltmıştı ve bunun nedeni, partinin reformcular ve devrim-
lar, çok az miktarda, toplam olarak 10 bin dolardan daha az para
ciler olarak kesin bir çizgiyle ayrıldığını hissetmemden ziyade - b u
toplayabildim. Gezi genel anlamda başarısız olmuştu, ama Anayı
durumu 1903 yılından beri biliyordum- reform yanlılarının V. İ.
orada yazdım. Bu kitaptaki bazı "yanlışlıklar" ve eksikler de bu
Lenin'e karşı takındıkları düşmanca tavırdı. Bu düşmanca tavır,
durumla açıklanabilir.
onların konuşmalarının arasından tıpkı eski bir itfaiye hortumun-
Daha sonra İtalya'ya, Kapri Adasına geçtim, orada Rus gaze-
dan basınçlı suyun fışkırması gibi fışkırıyordu.
teleri ve kitapları okumaya daldım. Bu da keyfimi iyice kaçırdı.
İnsanların ne konuştukları her zaman önemli değildir ama
nasıl konuştukları önemlidir. Bütün düğmeleri ilikli ceketiyle
* "Güzel hanım" (Yazarın Notu).
bir Protestan papazını andıran G. V. Plehanov, kongreyi açarken
** Eser'ler: Rusya'daki köylü partisi Sosyalist Devrimciler partisinin kısa adı. Parti
adının baş harflerinden (SR) türetilmiştir, -çev. düşüncelerinin tartışılmaz, söylediği her bir sözcüğün aynen söz-
cükler arasındaki duraklamalar gibi değerli olduğundan emin "Marksizmin tüm seçkin kuramcılarının" bulunduğu Menşevik-
bir hukuk öğretmeni gibi konuşuyordu. Çok güzel yuvarlanmış lere karşı tutumlarıymış.
tümceleri büyük bir ustalıkla havaya, kongre üyelerinin tepelerine "Sizler Marksist değilsiniz," diyordu Fyodor Dan küçümseye-
asıyordu. Bolşeviklerin oturduğu sıralarda birisi, arkadaşıyla fısıl- rek, "hayır, Marksist değilsiniz!" Ve sarı yumruğuyla sağ tarafa
daşırken dilini oynatsa saygıdeğer konuşmacı, konuşmasına küçük doğru havaya bir yumruk atıyordu.
bir ara veriyor ve bakışlarını ona çiviliyordu. İşçilerden biri şu soruyu sordu ona:
Ceketin düğmelerinden biri Plehanov tarafından diğerlerinden "Peki bir daha ne zaman liberallerle çay içmeye gideceksiniz?"
daha fazla seviliyor olacak ki, bu düğmeyi parmağıyla sürekli şef- İlk oturumda Martov konuşma yaptı mı anımsamıyorum. Bu
katle okşuyor, duraklamalar sırasında zile basar gibi bu düğmeyi olağanüstü derecede sevimli adam, bir delikanlı coşkusuyla konu-
sıkıyordu. Bu hareketiyle, konuşmanın akışını kestiği de düşünü- şuyor ve görünüşüne bakılırsa parçalanmanın dramını, çelişkile-
lebilirdi. Plehanov, oturumlardan birinde birisine yanıt vermeye rin acısını derinden hissediyordu.
hazırlanırken kollarını göğsünde kavuşturup, yüksek sesle ve kü-
Her yanı titriyor, sarsılıyor, kolalı gömleğinin yakasını sert
çümser gibi:
hareketlerle açıyor, ellerini sallıyordu; ceketin kolundan fırlayan
"H-he!" diye bir ses çıkardı.
gömleğinin kol kapağı ellerinin üstüne düşüyor, elini yukarı kaldı-
Bu ses, Bolşevik işçiler arasında gülüşmelere neden oldu. G. V.
rıp, kol kapağını yerine sokmak için kolunu sallıyordu. Bana öyle
Plehanov kaşlarını kaldırdı, yanakları bembeyaz olmuştu. Yanak-
geliyordu ki, Martov, konuşmuyor, yalvarıyor, parçalanmaya en-
ları diyorum, çünkü kürsünün yan tarafında oturuyordum ve ko-
gel olmak gerekir, parti ikiye bölünmek için çok zayıf, işçinin her
nuşmacının yüzünü yandan görüyordum.
şeyden önce "özgürlüğe" gereksinimi var ve maneviyatı güçlendir-
İlk oturumda, Plehanov'un konuşması sırasında Bolşevik sıra-
mek gerekir, diye ikna etmeye çalışıyordu. İlk konuşması zaman
larında oturduğu yerde en fazla kımıldanan Lenin'di; kâh soğuk-
zaman isterik denebilecek haldeydi, laf kalabalığı konuşmasını
tan üşüyormuş gibi büzülüyor, kâh ısınmış gibi rahat rahat oturu-
anlaşılmaz hale getiriyor, konuşmacının kendisi ise kötü bir izle-
yor, parmaklarını koltukaltlarına sokup, çenesini sıvazlıyor, saçsız
nim yaratıyordu. Konuşmanın sonunda ve sanki konuşmadan ayrı
başını sallıyor, M. P. Tomskiy'e bir şeyler fısıldıyordu. Plehanov,
olarak, yine "mücadeleci" bir ses tonuyla mücadele kollarının ve
"partide revizyonist yoktur" açıklamasını yaptığı sırada, Lenin
genel olarak silahlı ayaklanma hazırlıklarına yönelik çalışmaların
öne doğru eğildi, keli kıpkırmızı oldu, sessiz bir gülüşle omuzları
aleyhinde hararetle bağırmaya başlamıştı. Çok iyi anımsıyorum,
sarsılmaya başladı. Yanında ve arkasında oturan işçiler de gülüm-
Bolşevik sıralarından birisi hayretle haykırmıştı:
süyorlardı, salonun en dibinden bir yerden birisi yüksek sesle ve
"Bak sen şunlara!"
sertçe:
M. P. Tomskiy de galiba şu soruyu sormuştu:
"Şu tarafta oturanlar kim peki?" diye sordu.
"Martov yoldaşı yatıştırmak için ellerimizi mi kessek acaba?"
Kısa boylu Fyodor Dan, gerçek onun öz kızıymış, onu kendi-
Yineliyorum, Martov'un birinci oturumda neler söylediğinden
si doğurmuş, yetiştirmiş ve hâlâ da yetiştiriyormuş gibi konuşu-
yordu. Fyodor Dan'm dediğine göre, bizzat kendisi Kari Marx'ın emin değilim, ondan söz etmemin tek nedeni konuşmaların nasıl

mükemmel bir simgesiymiş, Bolşevikler ise bilgisiz ve münasebet- bir ortamda yapıldığını anlatmaktır.

siz çocuklarmış ve bunun en açık ifadesi de onların, aralarında Martov'un konuşmasından sonra işçiler, toplantı salonunun
önünde suratları bir karış konuşuyorlardı:
Menşevikler, ne Lenin'den ne de konuşmasından hoşlandıkla-
"Buyurun işte size Martov! Hani 'İskra'cıydı!"*
rını açık açık belli ediyorlardı. O, pratiği çok yönlü sınamak için
"Yoldaş aydınlar gömlek değiştiriyorlar."
partiyi devrim teorisinin zirvesine çıkartmak gerektiğini daha
Rosa Luxemburg**, ironi silahını mükemmel kullanıp çok gü-
inandırıcı kanıtlarla ortaya koydukça, konuşması daha kindar bir
zel, ateşli ve sert bir konuşma yaptı. Ve işte Vladimir îlyiç çevik
tavırla kesiliyordu.
adımlarla kürsüye çıktı ve kendine özgü telaffuzuyla "yoldaşlar"
"Kongre felsefe yapma yeri değil!"
dedi. Bana iyi konuşamıyormuş gibi geldi, ancak bir dakika sonra
"Bize ders veremezsiniz, biz lise öğrencisi değiliz!"
herkes gibi ben de onun konuşmasına "kaptırmıştım kendimi." En
Uzun boylu, sakallı, tezgâhtar suratlı biri özel bir gayret harcı-
karmaşık politika konularının bunca basit dile getirilebildiğini ilk
yor, yerinden fırlayıp, kekeleyerek bağırıyordu:
kez işitiyordum. Bu adam güzel tümceler kurmaya çalışmıyor, her
bir sözcüğü, bu sözcüğün en doğru anlamını şaşırtıcı bir kolaylık- "Ko-omp-locular... Ko-omp-loculuk yapıyorsunuz! B-blan-
la ortaya koyup avucunda sunuyordu. Yarattığı olağanüstü etkiyi kistler!"
aktarmak çok zor. Rosa Luxemburg başını sallayarak onaylıyordu; daha sonraki
İleriye doğru uzatıp biraz yukarı kaldırdığı kolu, karşıtlarının oturumlardan birinde Menşeviklere çok güzel laflar etmiş:
tümcelerini eleyip, bunların yerine sağlam düşünceler koyarak, işçi "Sizler, Marksizmin üstünde durmuyorsunuz, üstüne oturu-
sınıfının geriye doğru, hatta liberal burjuvaziyle yan yana bile değil, yorsunuz, hatta yatıyorsunuz," demişti.
kendi yolundan yürüme ödevini ortaya koyan kanıtlar ileri sürerek, Salonda kötü, kızgın bir öfke, ironi ve nefret rüzgârı esiyor, yüz-
her bir sözcüğü tartıyormuş gibi duran eli... Bütün bunlar olağa- lerce göz Vladimir İlyiç'i farklı farklı aydınlatıyordu. Bu düşmanca
nüstüydü ve Lenin sanki bunları kendisi istediği için söylemiyor, saldırılar onu heyecanlandırıyor mu, belli değildi. Coşkuyla, fakat
gerçekten de tarih söyletiyordu. Konuşmasının bütünlüğü, yetkin- inandırıcı ve sakin konuşuyordu; görünüşteki bu sakinliğin ken-
liği, açıkyürekliliği ve gücü, kürsüdeki duruşu, klasik bir sanat ese- disine neye mal olduğunu birkaç gün sonra öğrendim. Ona karşı
ri gibiydi: Her şey vardı, gereksiz bir şey, herhangi bir süs yoktu ama düşmanlık yaratan şeyin, "parti, kendi içindeki fikir ayrılıklarının
bunlar olsaydı da görünmeyecekti zaten. Bunlar da yüzdeki iki göz, nedenlerini ancak teorinin doruğundan bakarak açıkça görebilir"
eldeki parmaklar kadar doğal ve gerekli şeylerdi. şeklinde ifade edilebilecek doğal bir düşünce olduğunu görmek
Süre bakımından kendisinden önce kürsüye çıkan konuşmacı- bana çok tuhaf ve ayıp gelmişti. Şöyle bir izlenim edinmiştim:
lardan daha az konuşmasına karşın yaptığı etki çok daha fazlaydı; Kongrede geçen her gün Vladimir İlyiç'e yepyeni güçler kazandı-
bunu hisseden tek kişi ben değildim, arkamdan hayranlık yüklü: rıyor, onu daha cesur, kendinden emin hale getiriyor, konuşması
"Dolu dolu konuşuyor..." fısıltıları geliyordu. her geçen gün daha da sağlamlaşıyor ve kongredeki Bolşevik üye-
Gerçekten öyleydi; ortaya koyduğu her kanıt, içerdiği güçle ler daha kararlı oluyor, daha da bileniyorlardı. Lenin'inki dışında
kendi kendisini açıklıyordu. beni heyecanlandıran bir başka konuşma da Rosa Luxemburg'un
Menşeviklere karşı yaptığı sert ve çok güzel konuşmaydı.
* "Iskra" ("Kıvılcım"), Lenin tarafından kurulmuş ve yönetilmiş ilk yasadışı Mark- Vladimir îlyiç boş dakikalarını ve saatlerini işçiler arasında
sist Rus gazetesi. 1900-1903 yıllarında Leipzig, Münih, Londra ve Cenevre'de,
geçiriyor, onlara günlük yaşamla ilgili en önemsiz ayrıntıları so-
ortalama 8 bin tirajla yayınlanmış, Marksist parti kurma mücadelesinde, sosyal
demokrat komitelerin bir araya getirilmesinde önemli rol oynamış, Rusya Sosyal ruyordu.
Demokrat İşçi Partisinin program ve tüzüğünün, ikinci parti kongresinin hazırlık "Peki, kadınların durumu nasıl? Üretim onları yoruyor mu? Ya,
çalışmalarını yapmıştır, -çev.
yine de okula gidip, kitap okuyorlar demek?"
** Rosa Luxemburg (1870-1919) Alman kadın kuramcı ve devrimci.
Lenin'i ilk kez görmüş olan işçilerden birkaçı, Hyde Park'ta do-
Kaldığım otele gelmişti. Baktım, kuşkuyla yatağı yokluyor.
laşırken onun kongredeki hareket tarzından söz ediyorlardı. İçle-
"Ne yapıyorsunuz?"
rinden biri şöyle dedi:
"Çarşaf nemli mi diye bakıyorum."
"Buradaki, Avrupa'daki işçilerin arasında bu kadar zeki baş-
Birden anlamamıştım: Londra'daki çarşafların nasıl olduğun-
ka biri daha var mıdır, bilmiyorum: Bebel ya da başka biri. Ama
dan ona neydi? O zaman benim şaşkınlığımı fark edip açıkladı:
bunun gibi bir anda kanımın kaynadığı bir başkası olabileceğine
"Sağlığınıza dikkat etmelisiniz."
inanmıyorum!"
1918 yılı sonbaharında Sormov'lu işçi Dmitriy Pavlov'a,
Başka bir işçi gülümseyerek ekledi:
Lenin'in en önemli özelliğinin ne olduğunu sormuştum.
"Bu bizim adamımız!"
"Sadelik. Gerçek kadar sadeydi o," demişti.
Karşı çıktılar:
Bunu, iyi düşünülmüş, çok önceden kararlaştırılmış bir şey gibi
"Plehanov da bizim adamımız."
söylemişti.
Çok yerinde bir yanıt duydum:
Bir insan hakkındaki en sert yargıyı yanında çalışanların ver-
"Plehanov bizim öğretmenimiz, beyimiz; Lenin ise önderimiz
diği bilinir. Fakat Lenin'in şoförü, görmüş geçirmiş biri olan Gil
ve yoldaşımız."
şöyle diyordu:
Bir delikanlı mizahi bir ifadeyle:
"Lenin özel biri. Onun gibisini görmedim. Myasnitskiy'de gidi-
"Plehanov'un ceketi dar gelmiş," dedi.
yoruz, trafik yoğun, zor ilerliyorum, arabayı parçalayacaklar diye
Şöyle bir olay olmuştu: Bir Menşevik işçi lokantaya giderken
de korkuyorum, korna çalıyorum, çok telaşlanıyorum. Kapıyı açtı,
Vladimir İlyiç'i durdurmuş, bir şeyler sormuştu. İlyiç adımları-
kendisine zarar vermelerini göze alarak yanımdaki basamağa çık-
nı yavaşlatmış, birlikte olduğu grup ilerlemişti. Beş dakika kadar
tı, 'Lütfen telaşlanmayın Gil,' diyor, 'herkes gibi devam edin.' Ben
sonra lokantaya girerken kaşlarını çatıp şöyle diyordu:
yılların şoförüyüm, hiç kimse onun gibi davranmaz."
"Ne garip, bu kadar saf bir delikanlı parti kongresine gelmiş!
Bıraktığı tüm izlenimlerin birleştiği nokta olan bu doğallık ve
Bana fikir ayrılıklarının gerçek nedeni neydi diye soruyor. Dedim
esnekliği anlatmak, betimlemek zor.
ki, sizin yoldaşlarınız parlamento toplantılarına katılmak istiyor-
Düşünceleri, bir pusulanın ibresi gibi, her zaman sivri ucunu
lar, biz ise işçi sınıfının kavgaya hazır olması gerektiğine inanıyo-
emekçi halkın sınıfsal çıkarlarından yana çeviriyordu. Londra'da
ruz. Anlamıştır herhalde..."
serbest bir akşam geçirme fırsatı doğmuştu. Küçük bir grup ha-
Pek kalabalık olmayan bir grup halinde hep aynı küçük, ucuz
linde bir müzikhole, küçük bir tiyatroya gitmiştik. Vladimir İl-
lokantada yemek yiyorduk. Vladimir İlyiç'in çok az yemek yediği-
yiç palyaçoları izlerken başkalarına da bulaşan içten kahkaha-
ni fark ettim: İki-üç yumurtadan yapılmış omlet, küçük bir parça
lar atıyor, diğer gösterilere umursamadan bakıyordu. Britanya
jambon yiyor, bir kupa sert, siyah bira içiyordu. Kendisine dikkat
Kolombıyası'ndan işçilerin ağaç kesişini özel bir dikkatle izlemişti.
etmediği belliydi ve işçilere gösterdiği olağanüstü özen beni etki-
Küçük sahnede bir orman kampı canlandırılıyordu. Bu kampın
liyordu. İşçilerin beslenmesi işine M. F. Andreyeva bakıyordu ve
önünde sağlam yapılı iki delikanlı yaklaşık bir metrelik bir ağacın
Vladimir İlyiç ona:
gövdesini bir dakika içinde parçalıyorlardı.
"Ne düşünüyorsunuz? Yoldaşlar aç kalmazlar, değil mi? Hm,
"Elbette bunu rol gereği yapıyorlar, aslında bu kadar hızlı çalı-
h m . . . Acaba sandviçleri büyütsek mi?" diye soruyordu.
şamazlar," dedi İlyiç. "Fakat besbelli ki, orada da balta kullanıyor-
Bana göre, Batı edebiyatı tarihi ve Rus edebiyatı kitaplarının,
lar ve ağacı işe yaramaz yongalar haline getiriyorlar. Buyurun işte
işçilere kendilerini yetiştirmeleri ve propaganda için elle tutulur,
size kültürlü İngilizler!"
zengin bir malzeme verebilecek kültür kitaplarının yazılması ge-
Kapitalist düzendeki üretim anarşisinden, israf edilen büyük
rekliydi.
orandaki hammaddeden söz etmeye koyuldu ve konuşmasını şim-
Ancak Vladimir İlyiç, sansürü, insanları örgütleme güçlükle-
diye dek hiç kimsenin bu konuda bir kitap yazmayı akıl etmediği
rini ileri sürerek bu planı bozdu; yoldaşların çoğu partinin pratik
için üzüldüğünü söyleyerek bitirdi. Bu düşüncede benim anlama-
çalışmalarıyla uğraşıyordu, yazacak zamanları yoktu. Fakat onun
dığım bir şey vardı ama Vladimir İlyiç'e soracak zaman bulama-
ileri sürdüğü gerekçelerden benim için en önemlisi ve en inandırı-
dım. Bu sırada tiyatro sanatının özel bir biçimi olarak "palyaço-
cısı aşağı yukarı şöyleydi:
luk" üzerine ilginç bir konuşma yapmaya başlamıştı.
"Kalın bir kitap için zaman yok, kalın kitaplardan beslenenler
"Burada herkesçe kabul edilen şeye karşı satirik ya da skeptik
aydınlardır. Aydın kesim de gördüğünüz gibi sosyalizmden libe-
bir davranış var, herkesin kabul ettiği şeyi ters yüz etme, bir par-
ralizme doğru geriliyor, bizler bu kesimi seçtiği yoldan çevirme-
ça değiştirme, alışılmış olanın mantıksızlığını gösterme isteği var.
meliyiz. Bize gerekli olan bir gazete ya da broşürdür. 'Znaniye'
Dolambaçlı, ama ilginç!"
kütüphanesini yeniden basmak iyi olurdu, fakat Rusya'da sansür
İki yıl kadar sonra, Kapri'de, A. A. Bogdanov-Malinovskiy'le
yüzünden, burada ise ulaştırma sorunları yüzünden bunu yapmak
ütopik roman konusunda söyleşirken şöyle diyordu ona:
olanaksız: Kitlelere on binlerce, yüz binlerce sayfa ulaştırmamız
"İşçiler için, kapitalist yağmacıların toprakları nasıl yağmala-
gerekir, bu kadar çok şeyi yasadışı yollardan götüremezsiniz. Yayı-
dıklarını, petrolü, demiri, ağaçları ve kömürü nasıl israf ettiklerini
nevi için en uygun zamanı bekleyelim."
anlatan bir roman yazabilirdiniz. Bu, çok yararlı bir kitap olurdu,
Her zamanki şaşırtıcı canlılığıyla ve açıklığıyla Duma'dan,
sinyor mahist!*"
"Oktyabrist olmaktan utanan" kadetlerden, kadetlerin önündeki
tek yolun "sağa giden yol" olduğundan söz etmeye başladı, sonra
Londra'da vedalaşırken, dinlenmek için Kapri'ye mutlaka gele-
da savaşın yaklaştığına ilişkin bir dizi belirtiye dikkat çekti ve "ga-
ceğini söylemişti bana.
liba bir değil, koskoca bir savaşlar dizisi" diye ekledi. Bu öngörüsü
Fakat Kapri'ye gelmeden önce onu Paris'te, iki odalı bir öğrenci
kısa süre sonra Balkanlar'da doğrulandı.
evinde gördüm. Temizliği ve içindeki sıkıdüzen bakımından de-
Ayağa kalktı, parmaklarını kendisine özgü bir hareketle yeleği-
ğil, sadece boyutları açısından bir öğrenci eviydi burası. Nadejda
nin kol oyuklarına soktu ve daracık odada gözlerini kısıp, ışıldata-
Konstantinovna bize çay yaptıktan sonra dışarı çıktı, ikimiz yalnız
rak ağır ağır yürümeye başladı.
kaldık. "Znaniye" o sırada dağılmak üzereydi ve ben tüm edebi-
"Kaçınılmaz olarak savaş çıkacak. Kapitalist dünya, bozularak
yatçılarımızı olabildiğince bir araya getirebilecek yeni bir yayınevi
köpürme noktasına ulaştı, şimdi de artık insanlar şovenizm ve mil-
kurulması konusunda Vladimir İlyiç'le konuşmak için gelmiştim.
liyetçilik zehirleriyle zehirleniyorlar. Sanıyorum, tüm Avrupa'yı
Yayınevinin yurtdışındaki yazıişleri yönetimini Vladimir İlyiç, V.
kapsayan bir savaş daha göreceğiz. Proletarya mı diyorsunuz? Pro-
V. Voronovskiy ve birine daha öneriyordum, Rusya'da ise onları Y.
letaryanın bu kanlı hırgürü önleyecek gücü kendinde bulacağını
A. Desnitskiy-Stroyev temsil edebilirdi.
sanmıyorum. Nasıl yapılabilir? İşçilerin bütün Avrupa'da genel
greve gitmesiyle mi? Bunun için ne yeterince örgütlüler ne de bi-
* Mahizm, X I X . yüzyıl sonu, X X . yüzyıl başında E. Mach ve R. Avenarius tarafın-
dan kurulmuş subjektif-idealist bir akım.
linçli. Bu tür bir grev, bir iç savaşın başlangıcı olurdu. Biz, gerçekçi "Başarısızlıklara gülerek yaklaşabilmeniz çok iyi bir şey. Gül-
politikacılar bunu göze alamayız." mece, mükemmel, sağlıklı bir özelliktir. Espriyi çok iyi anlarım
Ayakkabısının tabanını yere sürterek durdu, kaşlarını çatıp ama kendim yapamam. Hayatta karşılaştığımız gülünç şeyler belki
şöyle dedi: de üzücü şeylerden az değil, gerçekten az değil."
"Kuşkusuz proletarya çok korkunç zararlar görecek, şimdilik Ertesi gün kendisine uğramam konusunda anlaştık, ama hava
kaderi bu. Ancak proletaryanın düşmanları birbirlerini güçsüz kötüydü, akşamleyin ağzımdan kan gelmeye başlamıştı, öbür gün
düşürecekler. Bu da aynı şekilde kaçınılmaz bir şey olacak." gittim.
Sonra yanıma gelip, çok şaşırmış gibi ama alçak sesle şöyle
dedi: Paris'ten sonra Kapri'de görüştük. Kapri'de çok tuhaf bir izle-
"Hayır, şöyle düşünün: Toklar, açları neden birbirlerine kar- nim bıraktı bende: Sanki Vladimir İlyiç, Kapri'ye iki kez gelmişti
şı savaşa sürüyorlar? Bundan daha ahmakça, daha iğrenç bir suç ve bu iki gelişinde de birbirinden tümüyle farklı ruh halindeydi.
söyleyebilir misiniz? İşçiler bunun bedelini çok pahalı ödeyecekler İlyiç'lerden biri, daha onu rıhtımda karşıladığım anda bana
ama eninde sonunda onlar kazanacaklar. Tarih böyle buyuruyor." çok kesin bir dille şunu açıklamıştı:
Tarihten çok sık söz ederdi fakat konuşmalarında tarihin buy- "Biliyorum, Aleksey Maksimoviç, mektubumda sizi uyardığım
ruğu ve gücü önünde puta taparcasına eğildiğini hiçbir zaman his- halde siz yine de benim mahistlerle uzlaşacağımı umut ediyorsu-
setmedim. nuz. Bu mümkün değil! Hiçbir şekilde bunu denemeyiniz."
Konuşmak onu heyecanlandırıyordu, masanın kenarına ilişti, Eve gidene dek yol boyunca ona bu konuda hiç de haklı olmadı-
alnındaki terleri sildi, soğumuş olan çayından bir yudum aldı ve ğını açıklamaya çalıştım: Çok fazla anlamadığım felsefi çekişmele-
birden: re arabuluculuk yapmak gibi bir niyetim yoktur, hiç de olmamıştır.
"Amerika'da başınıza gelen skandal da neyin nesi?" diye sordu. Üstelik gençliğimden beri her türlü felsefeye karşı güvensizlik duy-
"Gazetelerden öğrendim, işin aslı nedir, nasıl oldu bu iş?" muşumdur, bu güvensizliğin nedeni ise benim kişisel, "öznel" de-
Başıma gelenleri kısaca anlattım. neyimimle felsefe arasındaki karşıtlıktır: Benim için dünya henüz
Vladimir İlyiç kadar gülüşünü başkalarına da bulaştırabilen başlamış, henüz "dünya olmuştur", felsefe ise dünyanın kafasına
birine daha rastlamadım hayatımda. Büyük sosyal trajedilerin şap şap vurmakta ve hiç yeri değilken "Nereye gidiyorsun? Neden
kaçınılmazlığını böylesine iyi gören, derinden hisseden, kapita- gidiyorsun? Niçin düşünüyorsun?" sorularını sormaktadır.
lizm dünyasından kesinlikle, tartışmasız bir şekilde nefret eden,
Bazı filozoflar ise basit ve sert bir komut verip:
böylesine katı gerçekçi bir insanın boğulurcasına, gözlerinden yaş
"Dur!" demişlerdir.
gelene dek çocuklar gibi kahkahalar atabileceğini görmek son de-
Ayrıca felsefenin kadın gibi olduğunu, çok çirkin, hatta acuze
rece garip bir duyguydu. Böyle gülebilmek için ruh sağlığının çok
bir şey olabileceğini fakat ustaca giyinip kuşanınca güzeller güze-
sağlam olması gerekir.
li sayılabileceğini artık biliyordum. Vladimir İlyiç'i güldürdü bu
"Ah, siz tam bir mizahçısınız!" dedi kahkahalar arasında. "Bu sözler.
kadar komik olduğunu tahmin etmemiştim..." "Mizah yapıyorsunuz," dedi. "Demek dünya henüz başlıyor, he-
Sonra gözyaşlarını sildi, ciddiyetini takınarak yumuşak, iyilik nüz dünya oluyor, çok güzel! Bunun üzerinde ciddi ciddi düşünün,
dolu bir gülümsemeyle şöyle dedi: nereden geliyorsunuz, nereye gitmeniz gerekiyor?"
Daha sonra ona, A. A. Bogdanov'un, A. V. Lunaçarskiy'in, V. "Bırakın," dedi Vladimir İlyiç. "Birisi, galiba Jaures, 'Gerçeği
A. Bazarov'un benim gözümde her bakımdan mükemmel eğitimli söylemek, bakan olmaktan daha iyidir,' demiş. Ben olsam buna bir
büyük adamlar olduğunu, parti içinde onlar gibisiyle karşılaşma- de mahist olmayı eklerdim."
dığımı söyledim. Daha sonra Bogdanov'la hararetli bir şekilde satranç oynadı,
"Diyelim ki öyleler. Ee, ne çıkar bundan?" kaybedince de öfkelendi, hatta çocuk gibi küstü. Çocuk gibi küs-
"Sonuç olarak onları aynı amaçtaki insanlar olarak kabul edi- mesinin de hayret verici gülüşü gibi, karakterinin bütünlüğünü
yorum, anlaşılır ve derinlemesine bilincine varılmış bir amaç bir- bozmaması dikkat çekiciydi.
liği ise felsefi anlaşmazlıkları silip süpürmelidir..." Kapri'de başka bir Lenin daha vardı: Mükemmel bir yoldaş,
"Demek uzlaştırma umudu hâlâ canlı? Nafile," dedi. "Bir dost dünyadaki her şeye dipdiri, hiç eksilmeyen bir ilgi gösteren, insan-
olarak size bunu kafanızdan olabildiğince uzağa atmanızı tavsiye lara karşı davranışları olağanüstü yumuşak, neşeli bir insan.
ederim! Size göre Plehanov da aynı amacın adamı ama ben, laf ara- Bir akşam, geç bir saatte, herkes gezmeye gittiğinde, bana ve M.
mızda, onun metafizik değil, materyalist de olsa başka bir amacın F. Andreyeva'ya, neşesiz, derin bir üzüntüyle şöyle demişti:
adamı olduğunu düşünüyorum." "Zeki, yetenekli insanlar, parti için az şey yapmadılar, on kat
Sohbetimiz böylece sona erdi. Bu sohbeti, aynı sözcüklerle, fazlasını da yapabilirlerdi ama bizimle yürümeyecekler! Yürüye-
harfi harfine nakletmediğimi söylememe gerek yok sanıyorum. mezler. Bu suç düzeni, böyle onlarca, yüzlerce insanın ahlakını
İçeriğinin doğruluğundan ise hiç kuşku duymuyorum. bozuyor, çirkinleştiriyor."
Vladimir İlyiç Lenin'i karşımda, Londra'daki kongrede oldu- Başka bir kez şunları söylemişti:
ğundan daha da katı, daha da uzlaşmaz görmüştüm. Ancak orada "Lunaçarskiy partiye dönüyor. Öbür ikisine göre daha az birey-
heyecanlandığını, parti içindeki parçalanmanın ona çok zor daki- cidir o. Ender rastlanan yetenekte bir insan. Ona karşı bir 'zaafım
kalar geçirttiğini açıkça hissettiren anlar olmuştu. var'. Hay Allah, ne aptalca bir söz: Zaafı olmak! Severim onu, mü-
Burada sakin, soğukkanlı ve alaycı bir ruh halindeydi, felsefi kemmel bir yoldaştır! Bir çeşit Fransız parlaklığı vardır kendisin-
konular üzerine sohbet etmekten bir anda, sert bir tavırla vazgeçi- de. Düşüncesizliği de Fransızlara özgü, düşüncesizliği estetizmin-
yor ve genellikle çok temkinli davranıyordu. Olağanüstü sevimli, den kaynaklanıyor."
yumuşak başlı ve Lenin'e hayran fakat onuruna birazcık fazla düş- Kaprili balıkçıların yaşantısını, ne kadar para kazandıklarını,
kün biri olan A. A. Bogdanov, son derece sert ve ağır olan şu sözleri papazların etkisini, okulların durumunu ayrıntılarıyla soruyordu.
işitmişti: İlgilendiği konuların genişliğine şaşırmamak elimde değildi. Ona
işte şu papaz, yoksul bir köylünün oğludur diye gösterdiklerinde
"Schopenhauer Açık düşünen, açıkça ifade eder' diyor. Sanıyo-
hemen kendisi için bilgi toplamalarını istiyordu: Köylüler çocuk-
rum bundan daha iyi bir şey de söylememiş. Yoldaş Bogdanov, siz
larını hangi sıklıkla din okullarına gönderiyorlar ve köylü çocuk-
söylemek istediklerinizi açık seçik ifade etmiyorsunuz! Sizin or-
ları papaz olarak çalışmak için köylerine geri dönüyorlar mı?
natmanızın' (ikame etme) işçi sınıfına ne vereceğini ve mahizmin
"Anlıyor musunuz? Bu bir rastlantı değilse, Vatikan'ın politika-
Marksizmden neden daha devrimci olduğunu bana iki-üç tümcey-
sı demektir. Kurnaz bir politika!"
le açıklayınız."
İnsanlardan bu derece yukarıda bulunurken kendisini şöhret
Bogdanov açıklamaya çalışıyordu fakat gerçekten de bir yığın
düşkünlüğünün çekiciliğinden koruyabilmiş ve "basit insanlara"
laf kalabalığı içinde ne dediği anlaşılamıyordu.
karşı yakın ilgisini yitirmemiş birini daha tasavvur edemem.
Onda, emekçilerin yüreklerini ve sevgilerini kendisine çeken cek durumda olmayanların fazlalığı yüzünden yorgun düştüğü"
bir tür manyetizma vardı. İtalyanca konuşmuyordu fakat Şalyapin'i şeklinde laflar ettiğini söylüyordu. Evimde kalırken gerçekten de
ve daha pek çok ünlü Rus'u görmüş olan Kaprili balıkçılar bir tür yerel koloniden hiç kimseyi görmek istememişti. Vladimir İlyiç ise
sezgiyle Lenin'i bir anda ayrı bir yere koymuşlardı. Büyüleyici bir herkesle görüşmüştü. Plehanov hiç soru sormuyor, her şeyi biliyor
gülüşü vardı, insan aptallıklarının hantallığını ve aklın akrobatik ve kendisi anlatıyordu. Rusça konusunda çok yetenekli, Avrupa
kurnazlıklarını çok iyi fark eden ve "iyi kalpli insanların" çocukça eğitimi almış biri olarak güzel, keskin sözcüklerle caka satmayı
saflıklarından keyif alan bir adamın "içten gelen" gülüşü. seviyordu ve galiba bu keskin sözcükler sayesinde yabancı ve Rus
Yaşlı balıkçı Giovanni Spadaro, Lenin için: yoldaşların kusurlarını iyice belirginleştirmiş oluyordu. Bana so-
"Ancak dürüst bir insan böyle gülebilir," demişti. rarsanız, onun bu keskin sözleri her zaman yerini bulmuyordu.
Lenin, gökyüzü kadar mavi ve berrak bir dalganın üzerinde Belleğimde sadece şu başarısız sözler kalmış: "ölçüsüz derecede
sallanan sandalda "parmaktan", yani misinayla balık avlamayı öğ- ılımlı Mehring", "içinde zolotnik (4,26 gram ağırlığında bir ağırlık
renmişti. Balıkçılar ona misinanın titrediğini parmağıyla hissetti- birimi -çev.) kadar bile demir olmayan sahte Enrico Ferri". Bura-
ği anda misinayı çekmesi gerektiğini şu sözlerle anlatmışlardı: daki sözcük oyunu ferro, yani demir sözcüğü üzerine kurulmuştu.
"Kosi: drin-drin. Kapiş?*" Hepsi bu türden şeylerdi. İnsanlara genellikle, Tanrı gibi olmasa
Balığı hemen yukarı çekmiş, bir çocuğun heyecanı ve bir avcı- da, ona biraz benzer şekilde tepeden bakıyordu. Çok yetenekli bir
nın hırsıyla bağırmaya başlamıştı: yazar ve partinin kurucusu olarak bende derin bir saygı uyandır-
"Hah işte, drin-drin!" mıştı, ancak sempati yaratmamıştı. "Aristokrat" yönleri çok faz-
Balıkçılar da çocukça bir sevinçle, kulakları sağır eden kahka- laydı. Kim bilir belki de yanlış düşünüycrumdur. Yanlışlara karşı
halar atmaya başlamışlar ve ona "Sinyor Drin-drin" adını takmış- özel bir sevgim yok ama bütün insanlar gibi ben de hata yapıyo-
lardı. rum. Ancak gerçek, gerçek olarak kalıyor: G. V. Plehanov ve V. I.
O gittikten sonra da balıkçılar hâlâ: Lenin kadar birbirinden farklı çok az insanla karşılaştım. Bu da
"Sinyor Drin-drin nasıl? Çar onu yakalamadı mı?" diye soru- normaldi: Biri eski dünyayı yıkma görevini tamamlıyor, diğeri ise
yorlardı. yeni dünyayı kurmaya başlıyordu.

G. V. Plehanov, Kapri'ye Vladimir İlyiç'ten önce mi, sonra mı Hayat öyle şeytanca bir ustalıkla kurulmuş ki, nefret eımeyi
geldi anımsamıyorum. beceremiyorsan gönülden sevemiyorsun. Bu sadece bir gereklilik,
Kapri'deki koloniden birkaç göçmen, yazar N. Oliger, Soçi'deki insanı ta kökünden değiştiren, ruhun ikiye bölünmesi gerekliliği,
isyanı örgütlemekten ölüm cezasına çarptırılmış olan Lorents-Met- nefret duygularının arasından geçip gelen aşkın kaçınılmazlığı,
ner, Pavel Vigdorçik ve galiba iki kişi daha Plehanov'la görüşmek çağdaş yaşam koşullarını yıkılmaya mahkûm ediyor.
istiyorlardı. Kabul etmedi. Bu onun hakkıydı, hastaydı ve buraya Acı çekme gereğinin "ruhun kurtarılması" için evrensel bir
dinlenmeye gelmişti. Fakat Oliger ve Lorents bana Plehanov'un yöntem olarak öğütlendiği bir ülke olan Rusya'da ben, insanların
bunu çok kırıcı bir tavırla yaptığını söylediler. Asabi biri olan Oli- bahtsızlıklarına, üzüntülerine ve acılarına karşı Lenin kadar derin
ger, ısrarla Plehanov'un "görüşmek isteyen ama bir şey yapabile- ve güçlü bir nefret, bir tiksinti hisseden başka birine daha rastla-
madım, böyle birini tanımıyorum.
* İşte böyle: drin-drin. Anladın mı? (Yazarın Notu).
Benim gözümde bu duygular, hayatın dramlarına ve trajedile- O, politikacıydı. Görüşleri, kurşun rengi köylü Rusya'sı gibi çok
rine karşı duyulan bu nefret, acıların övülmesi ve kutsallaştırılma- büyük ve ağır bir geminin dümencisi için gerekli olan, üzerinde
sı amacıyla en mükemmel İndilerin yazıldığı ve gençlerin hayatı, titizlikle çalışılmış bir doğruluktaydı.
özellikle gündelik, küçük dramların tekdüze anlatımlarıyla tıka Benimse politikaya karşı doğuştan bir tiksintim vardır ve genel
basa dolu kitaplara göre yaşamaya başladıkları bir ülkenin insa- olarak kitlelerin sağduyusuna, özellikle de köylü kitlesinin sağdu-
nı olan Vladimir Lenin'i çok yükseklere çıkarıyor. Rus edebiya- yusuna pek inanmam. Düşünceyle düzenlenmemiş sağduyu, yara-
tı, Avrupa'nın en karamsar edebiyatıdır; bizde bütün kitaplar hep tıcı işler yapacak şekilde hayata girebilecek bir güç değildir henüz.
aynı konuda, nasıl acı çekiyoruz konusunda yazılır. Bizler, gençli- Kitleyi oluşturan bütün bireylerin çıkarlarının ortak olduğu anla-
ğimizde ve olgun yaşlarımızda aklımız ermediğinden, çarlık hü- şılmadıkça kitlenin sağduyusunda, düşünce yok demektir.
kümetinin baskıları yüzünden, kadınlar yüzünden, yakınlarını Kitle, bin yıllardır hep iyiyi isteyerek yaşamaktadır, ancak bu
sevmek yüzünden, dünyanın kötü düzeni yüzünden, hayat boyu istek, kitlenin gövdesinden, onu köleleştiren, onun kanıyla hayatı-
yaptığımız hataları yaşlılığımızda anladığımız için, dişlerimiz dö- nı sürdüren yağmacılar yaratmakta ve dünyada onu bu yağmacı-
küldüğü ve hazımsızlık çektiğimiz için ve sonunda öleceğimiz için ların elinde tutsak olmaktan kurtarabilecek tekbir güç olduğunu,
acı çekeriz. bu gücün Lenin'in belirttiği gerçeğin gücü olduğunu anlamadığı
"Politika yüzünden" bir ay hapis yatan ya da bir yılını sürgünde sürece de böyle olmaya devam edecektir.
geçiren her Rus, çektiği acıları anlattığı bir anı kitabını Rusya'ya Lenin, Rusya'ya geldikten sonra, 1917 yılında "tezlerini" yayın-
armağan etmeyi kutsal bir görev sayar. Bugüne dek biri de çıkıp ladığında, bu tezlerle onun, politik bakımdan eğitimli işçilerden
hayatı boyunca nasıl sevindiğini anlatan bir kitap yazmayı akıl oluşan nicelik olarak önemsiz, nitelik olarak kahraman bir ordu-
etmemiştir. Rus insanı kendisine bir hayat uydurmaya alışkın ol- yu ve yürekten devrimci aydınları Rus köylülüğüne feda edeceğini
duğu için, ancak bunu yapmayı da pek beceremediği için bu mutlu düşünmüştüm. Rusya'nın biricik eylemci gücü, Rus halkının ru-
yaşama kitabının, Rus insanına yaşamı nasıl kurması gerektiğini hunda, günlük yaşamında, tarihinde hiçbir değişiklik yapamadan,
öğretebilme olasılığı söz konusudur. köyün tatlısu haznesine atılmış bir avuç tuz gibi iz bırakmadan
Lenin'in insanların dertlerine karşı hiçbir şekilde uzlaşma ka- eriyip gitmiş olacaktı.
bul etmeyen, hiç sönmeyen düşmanlık duygusu, bu dertlerin gün- Bilim ve teknik adamları, yani genel anlamda ele alırsak nite-
lük yaşamın ortadan kaldırılamayacak temeli değil, insanların likli aydın kesim, bence, yapıları bakımından devrimci insanlardır
kendilerinden uzaklaştırmak zorunda oldukları ve uzaklaştırabi- ve işçi, sosyalist aydınlarla birlikte Rusya'nın biriktirdiği en değerli
lecekleri iğrenç bir pislik olduğuna inancı benim için son derece güçtür. 1917 yılının Rusyası'nda iktidarı ele geçirebilecek ve köyü
önemlidir. örgütleyebilecek başka bir güç görmüyordum. Fakat sayıları az ve
Onun kişiliğinin bu temel özelliğini bir materyalistin savaşçı fikir ayrılıkları nedeniyle parça parça olmuş bu güçler, rollerini
iyimserliği olarak adlandırabilirim. Ruhumu bu insana, büyük ancak çok sağlam bir iç birlik oluşturmaları halinde yerine geti-
harfle bu İnsan'a çeken de işte bu özelliktir. rebilirlerdi. Önlerinde çok büyük bir iş vardı: Köyün anarşizmine
hâkim olmak, köylünün iradesini geliştirmek, ona akılcı biçimde
1917-1918 yıllarında Lenin'le ilişkilerim, olmasını istediğim çalışmayı öğretmek, üretiminde reform yapmak ve bunların hep-
gibi değildi, fakat başka türlü de olamazdı. sini birden sağlayarak ülkeyi hızla ileriye götürmek; bütün bun-
lar ancak köyün içgüdülerinin kentin örgütlü aklına bağlanması ve aldığı tüm uyarılara rağmen hâlâ dışarıdan yönetilmeyi bekle-
halinde sağlanabilirdi. Ben, devrimin en birinci görevi olarak ül- yen bir güç olmaya devam ediyor.
kenin kültür güçlerinin büyümesine yardım edebilecek koşulların Bundan on üç yıl önceki düşüncelerim böyleydi ve yanlıştı.
yaratılmasını görüyordum. Bu amaçla Kapri'de işçiler için bir okul Anılarımın bu sayfasını çizip atmak gerekirdi. Fakat "kalemle ya-
açılmasını önermiştim ve gericilik yıllarında, yani 1907-1913 yılla- zılanı baltayla kazıyamazsın," derler. Ayrıca Vladimir İlyiç'in sık
rında işçilerin manevi alandaki canlılığını her bakımdan artırmak sık yinelediği gibi "hatalardan ders alırız." Varsın okurlar benim
için elimden geldiğince çalışmıştım. bu yanlışımı öğrensinler. Yaptıkları gözlemlerden sonuç çıkart-
Bu amaçla Şubat Devriminden hemen sonra, 1917 yılı ilkbaha- makta acele edenlere ders olabilirse ne mutlu bana.
rında, "Pozitif Bilimlerin Geliştirilmesi ve Yaygınlaştırılması İçin Pek tabii ki, bir kısım uzmanların bir dizi alçakça sabotajla-
Serbest Dernek" kurulmuştu. Bu, bir yandan Rusya'da bilimsel rından sonra bilim ve teknik işçilerine karşı tutumumu yeniden
araştırma enstitülerinin kurulmasını, diğer yandan da bilimsel ve değerlendirmek zorunda kaldım ve bu değerlendirmeyi yaptım.
teknik bilgilerin işçi kesimi arasında geniş ve sürekli yaygınlaş- Böylesi yeniden değerlendirmelerin bir bedeli vardır, özellikle de
tırılmasını görev edinmiş bir kuruluştu. Derneğin başında V. A. ileri yaşlarda.
Steklov, L. A. Çugayev, Fersman, S. P. Kostıçev, A. A. Petrovskiy
gibi Rusya Bilimler Akademisi üyesi, büyük bilim adamları bulu- Dürüst halk önderlerinin işi, bir insanın taşıyamayacağı kadar
nuyordu. Büyük bir gayretle para toplanıyordu; S. P. Kostıçev, bir zordur. Lenin'in önderliğindeki devrime gösterilen direniş de ge-
zoobotanik araştırma enstitüsü kurulması için yer arayışlarına gi- niş çaplı, güçlü bir direnişti. Ayrıca, günümüz Avrupası'nda insan-
rişmişti. ları yok etme tekniğinde ve bu işe olan hevesteki artışın da tartış-
Daha iyi anlaşılabilmesi için, okuma yazma bilmeyen köylü sa- masızca kanıtladığı gibi, "uygarlığın" gelişmesiyle birlikte, insan
yısının kentteki okuma yazma bilmeyenlerden kat kat fazla olması, hayatının değerinde apaçık bir azalma olduğunu dikkate almak
köylülerin yaratılışları bakımından bireyci olmaları ve sosyal duy- gerekir.
gulardan neredeyse tamamen yoksun bulunmaları gibi olguların Ancak vicdanınızın sesine kulak verip söyleyin: Bütün
beni hayatım boyunca üzdüğünü söyleyeceğim. Avrupa'yı kasıp kavuran dört yıllık alçakça kıyımda yok edilen
Köyü daha da anarşik hale getiren savaşla iyice zorlaşmış olan milyonlarca insana acımadıkları gibi, üstüne üstlük her yola baş-
durumdan tek çıkış yolu, bence politik yönden bilgili işçilerin bi- vurup bu iğrenç savaşı "tam bir zafere ulaşıncaya kadar" iyice tu-
lim ve teknik aydınlarıyla sıkı bir birlik içinde oluşturacağı dikta- tuşturduktan sonra, Rus Devriminin kana susamış olduğunu ileri
toryaydı. süren "ahlakçıların" ikiyüzlülüğüne ne dersiniz? Bu, son derece
Yüzlerce işçiyi sosyal kahramanlık ve yüksek entelektüellik ru- tiksindirici bir şey değil midir? "Kültürlü uluslar" şu anda harap,
huna uygun biçimde eğiten tüm "Bolşeviklerin" de içinde bulun- perişan durumdalar, yabanileşmekteler, insanların küçük çıkarlar
duğu aydın kesimce hazırlanmış olan Rus devriminde aydınların peşindeki ortak ahmaklığı zafer kazanıyor, bu ahmaklığın sımsıkı
rolü konusunda komünistlerden farklı düşünüyordum. Rus aydın- ilmekleri bugün de insanları boğmaya devam ediyor.
ları -bilim ve işçi aydınları- Rusya tarihinin ağır yükünü sırtlan- Lenin'in sertliği konusunda pek çok şey yazılıp söylenmiştir.
mış tek yük hayvanı olmuştur, halen öyledir ve uzun süre de öyle Pek tabii ki, onu yalandan ve iftiradan korumak gibi gülünç bir
olacaktır. Halk kitlelerinin sağduyusu, geçirdiği tüm sarsıntılara münasebetsizlik yapamam. İftira ve yalanın, küçük burjuva poli-
tikasmın yasalaşmış bir yöntemi, düşmana karşı alışılmış bir mü- "Alıştığımız gibi yaşamamıza engel olmayın!" şeklindedir.
cadele tarzı olduğunu biliyorum. Dünyanın büyük insanları ara- Vladimir Lenin, insanların alıştıkları hayatı sürmelerine, ken-
sında çamur atmaya kalkışmamış bir tek kişinin bile bulunduğunu disinden önce hiç kimsenin beceremediği kadar engel olan bir
sanmıyorum. Bunu herkes bilir. adamdı.
Ayrıca seçkin bir insanı kendi anlayış düzeyine indirmekle Dünya burjuvazisinin ona beslediği nefret, insanı iğrendirecek
kalmayıp, aynı zamanda bu insanı, ayaklarının dibine, kendileri kadar açıkça gözler önündedir. Bu nefretin mavi veba lekeleri her
yaratıp "gündelik yaşam" diye adlandırdıkları yapışkan ve zehir- yanda pırıl pırıl parlıyor. Kendisi zaten iğrenç olan bu nefret, bize
li çamurun içine devirmeye çalışma isteği bütün insanlardaki bir bütün ülkelerin proleterlerinin esinlendiricisi ve önderi Vladimir
istektir. Lenin'in, dünya burjuvazisinin gözünde ne kadar büyük, ne ka-
Şu olayı tiksinerek anımsarım: 1919 yılında, Petersburg'da dar korkutucu biri olduğunu gösteriyor. İşte fiziksel olarak ortada
"köylerdeki yoksulluk" diye bir kongre olmuştu. Rusya'nın kuzey olmasa da sesi, dünya emekçileri için giderek daha gür, daha mu-
illerinden birkaç bin köylü gelmişti kongreye. Bu köylülerin yüz- zaffer çıkıyor. Yeryüzünde bu sesin, emekçi halkı devrime, yeni bir
lercesi Romanovların Kışlık Saray'ına yerleştirilmişti. Kongre bitip yaşama, eşit insanların dünyasını kurmaya yöneltmediği tek bir
bu insanlar gittikten sonra görüldü ki, yalnız sarayın banyolarını yer yoktur artık. Lenin'in öğrencileri ve onun gücünü miras alan-
değil, çok sayıda, çok değerli Sevr, Saksonya ve Doğu vazolarını lar, bu davayı daha da güvenilir, daha da sağlam, daha da başarılı
da lazımlık niyetine kullanıp berbat etmişlerdi. Darda kaldıkları hale getiriyorlar.
için yapmamışlardı bunu, sarayın tuvaletleri, su tesisatı gayet iyi Lenin'de ifadesini bulan yaşama isteği ve yaşamın iğrenç yan-
çalışıyordu. Hayır, yaptıkları bu edepsizlik, güzel şeyleri bozma, larına karşı duyduğu yoğun nefret beni büyütüyordu, yaptığı her
kirletme isteğinin ifadesiydi. İki devrim ve savaş sırasında insanla- şeye kattığı gençlik heyecanına hayran oluyordum. İnsanüstü ça-
rın bu kindar ve karanlık, güzel şeyleri kırıp dökme, bozma, alaya lışma gücü beni şaşırtıyordu. Hareketleri çevik, becerikliydi, az,
alma, kötüleme isteğini yüzlerce kez gözlemişimdir. fakat güçlü el kol hareketleriyle sözcük yönünden aynı şekilde
"Yoksul köylülerin" hareket tarzının altını, köylüye karşı kuş- cimri ama düşünce yönünden zengin konuşması tam bir uyum
kucu davranışımdan kaynaklanan nedenlerle çizmiş olduğumu içindeydi. Moğol'u andıran yüzünde, yalana ve hayatın dertleri-
düşünmeyin, hayır, bazı aydın gruplarının da, örneğin kendileri ne karşı yorulmadan savaşan bir insanın keskin gözleri alev alev,
Rusya'da olmadıklarına göre, Rusya'da artık güzel hiçbir şey kal- süzülerek, kırpılarak, alaycı bir şekilde gülümseyerek, öfkeyle par-
madığını düşünen göçmenlerin de güzel şeyleri kirletmeyi hasta- layarak yanıyordu. Bu gözlerin ışıltısı, konuşmasını daha ateşli,
lık derecesinde istediklerini biliyorum. daha parlak hale getiriyordu.
Olağanüstü bir güzelliği bozmaya yönelik kötü niyetli isteğin Ruhundaki zaptolunmaz enerjinin gözlerinden zaman zaman
kaynağıyla, olağandışı bir insanı ne olursa olsun karalamaya yö- kıvılcım gibi fışkırdığı ve aynı enerjiyle dolu sözlerinin havada
nelik alçakça isteğin kaynağı aynıdır. Olağan olmayan her şey in- uçuşup parıldadığı hissine kapılıyordu insan. Konuşması, karşı
sanların istedikleri gibi yaşamalarına engel olur. İnsanlar, sosyal konulmaz gerçeğin elle tutulabileceği duygusunu uyandırırdı sü-
alışkanlıklarının köklü biçimde değişmesini değil, yalnızca bu rekli.
alışkanlıkların genişlemesini isterler açgözlülükle. Çoğunluğun Uzun masanın bir ucunda oturan ve gülümseyerek, bir gemi
başlıca sızlanmaları ve feryatları: dümencisinin gözlerini andıran keskin gözlerini ışıldatarak, yol-
daşların tartışmalarını ustalıkla yöneten ya da bir sahnede ayakta
ve gülünç bir şey, muzaffer bir horoz edası vardı. Böyle anlarda, bu
dururken başını geriye atmış, suskun kalabalığa, gerçeğe susamış
lanet olası dünyanın yüce bir evladı, bir sevgi davasının gerçekleş-
insanların aç gözlerine doğru anlaşılır, açık sözler gönderen bir in-
mesi uğruna kendini düşmanlığa ve nefrete kurban etmek zorunda
san hayali onunla o kadar özdeşleşmişti ki, Lenin'i Gorki Parkında
kalmış bir güzel insan, neşeyle pırıl pırıl parlardı.
dolaşırken görmek olağandışı ve garip gelirdi.
Bu sözler, bana demir tellerin soğuk ışıltısını anımsatırdı her
1918 yılından önce, yani Lenin'i alçakça ve iğrenç öldürme de-
zaman.
nemesinden önce Rusya'da onunla hiç karşılaşmamış, hatta uzak-
Bu sözlerden, gerçeğin sanatsal biçimde oyulmuş figürü, şaşır-
tan bile görmemiştim. Ziyaretine gittiğimde elini hâlâ pek iyi kul-
tıcı basitliğiyle ortaya çıkardı.
lanamıyor, kurşun isabet eden boynunu zor hareket ettiriyordu.
Bu olay nedeniyle gösterdiğim öfkeye karşılık isteksiz, nasıl derler,
Hırs, yapısından kaynaklanan bir özellikti, ancak bu, bir ku-
bıkmış gibi şöyle dedi:
marbazın kazanma hırsı değildi. Lenin'de bu özellik, görevine
sarsılmaz şekilde sadık birine özgü, dünyayla arasındaki ilişkiyi "Kavga işte ne yaparsınız? Herkes ancak becerebildiğini ya-
çok yönlü ve derinlemesine duyumsayan, dünyadaki karmaşada par."
üzerine düşen rolü, yani karmaşaya düşman olma rolünü tam ola- Görüşmemiz çok dostça bir havada geçti, ama tabii ki, sevgili
rak anlamış bir insana özgü olağanüstü ruh diriliğini çıkarıyordu İlyiç'in hiçbir şeyi atlamayan keskin gözleri benim "şaşkın" yüzü-
ortaya. Aynı ilgiyle satranç oynayabilir, "Kostüm Tarihi" sergisini me merhametle bakıyordu.
gezebilir, bir arkadaşıyla saatlerce tartışabilir, balık tutabilir, güney Birkaç dakika sonra Lenin hırsla şöyle dedi:
güneşiyle cayır cayır yanan Kapri'nin taş yollarında dolaşabilir, al- "Bizimle birlikte olmayan bize karşı demektir. Tarihe bağımlı
tın sarısı katırtırnağı çiçeklerini ve eli yüzü kir içindeki balıkçı ço- olmayan insanlar hayal ürünüdür. Bir zamanlar böyle insanların
cuklarını hayran hayran seyredebilirdi. Akşamları ise Rusya'yla, olduğunu varsaysak bile şimdi bunlar yoktur ve olamazlar. Böy-
köyle ilgili hikâyeler dinlerken imrenerek iç çekerdi: lelerinin hiç kimseye yararı da yoktur. En sonuncu insana dek
"Rusya'yı pek bilmiyorum. Simbirsk, Kazan, Petersburg, sür- herkes, her zamankinden daha da karmaşık bir hale gelmiş olan
gün; hemen hemen hepsi bu kadar!" gerçeklerin burgacına çekilmiştir. Hayatı çok basite indirgediğimi
Gülünç şeyleri sever ve bütün gövdesiyle, bazen gözlerinden yaş mi söylüyorsunuz? Bu basitleştirme, kültürü yok etmekle mi tehdit
gelene dek, "dem çekercesine" gülerdi. Kısacık bir " h m m - h m m " ediyor ha?"
sesine, kindar bir alaydan dikkatli bir kuşkuya dek sonsuz ayırtılar Karakteristik ve alaycı bir:
katabilir ve bu "hmm-hmm"larda hayatın şeytanca saçmalıklarını "Hmm-hmm..."
iyi bilen, son derece uyanık bir adamın anlayabileceği keskin bir Keskin bakışlar daha da keskinleşiyor ve Lenin alçak sesle de-
gülmece duyulurdu. vam ediyor:
Tıknaz, sağlam yapısı, Sokrat alnıyla ve hiçbir şeyi kaçırmayan "Peki, milyonlarca mujik, ellerinde tüfeklerle kültürü tehdit et-
gözleriyle çoğu zaman garip ve biraz da gülünç bir poz alırdı: Başını miyorlar mı sizce? Kurucu Meclis'in köylülerin anarşizmiyle baş
geriye atıp omzuna doğru eğdikten sonra parmaklarını yeleğinin edebileceğini mi sanıyorsunuz? Köy anarşizmi konusunda bunca
kol oyuklarından içeri sokardı. Bu pozda şaşırtacak kadar sevimli gürültü koparan siz, yaptığımız çalışmayı başkalarından daha iyi
anlamış olmalıydınız. Rus halkına çok basit bir şeyi, halkın aklı
nın çok iyi kavrayabileceği bir şeyi göstermek gerekiyor. Sovyetleri Rus biliminin en büyük adlarından birini söyledi, ertesi gün ise

ve komünizmi kısacası." bana telefonda şöyle diyordu:


"İşçilerin aydınlarla birliği mi diyorsunuz? Hayır, bu kötü bir "S.'ye sorun bakalım, bizimle çalışır mı?"
şey değil. Aydınlara söyleyin bizim yanımıza gelsinler. Size göre Ve S. öneriyi kabul ettiğinde Lenin buna çok sevindi, ellerini
onlar adaletin çıkarlarına içtenlikle hizmet ediyorlar zaten, değil ovuşturup espri yaptı:
mi? O zaman mesele nedir? Yanımıza buyurun: Halkı ayakları "İşte böyle, bütün Rus ve Avrupalı Arşimet'leri art arda yanı-
üzerine kaldırmak, dünyaya yaşamla ilgili tüm gerçeği söylemek mıza çekeceğiz, o zaman dünya ister istemez altüst olacak!"
gibi korkunç boyutlardaki bir çalışmayı üstlenen biziz, insanca bir
yaşama götüren en kestirme yolu, kölelikten, yoksulluktan, aşağı- Partinin 8. Kongresinde N. İ. Buharin:
lanmaktan kurtuluş yolunu halklara biz gösteriyoruz." "Ulus demek, proletaryayla birlikte burjuvazi demektir. İnsanı
Gülmeye başladı ve içtenlikle şöyle dedi: tiksindiren bir burjuvazinin kendi kaderini belirleme hakkını ka-
"Bunun için bana aydınlar da kurşun sıkmıştı." bul etmenin hiçbir anlamı yoktur," demişti.
Sohbetin sıcaklığı normale yaklaştığında ise sıkıntılı ve üzün- "Hayır," diye itiraz etmişti Lenin, "bağışlayın ama anlamı var.
tülü bir sesle: Siz proletaryanın burjuvaziden ayrılması sürecine dayanıyorsunuz
"Aydınların bizim için gerekli olduğunu tartışıyor muyum ben? ama bu sürecin nasıl gelişeceğine bir bakalım hele."
Onların nasıl düşmanca duygular içinde bulunduklarını, zamanın Daha sonra bu ayrılma sürecinin yavaş ve zor geliştiği
gereklerini hiç anlayamadıklarını siz de görmüyor musunuz? Biz Almanya'yı örnek gösterip, "komünizmin zor kullanılarak benim-
olmazsak aydın kesimin güçsüz kalacağını, kitlelere erişemeye- setilemeyeceğini" anımsattıktan sonra sanayi, ordu ve kooperatif-
ceğini görmüyor musunuz? Bu kadar fazla bölünürsek bu onların lerdeki aydınların öneminden de aynı şekilde söz etmişti. İşte "İz-
suçu olacaktır." vestiya"* gazetesinin kongredeki tartışmalarla ilgili raporundan
Hemen hemen her görüşmemizde bu konudan söz ediyorduk. bir alıntı:
Sözlerinde aydınlar konusundaki tutumu kuşkucu ve düşmanca "Bu konu önümüzdeki kongrede tam bir açıklığa kavuşturul-
bir tutum olarak kalsa da aslında devrim sürecinde entelektüel mak zorundadır. Komünizmi, ancak burjuva bilim ve teknik araç-
enerjinin önemini her zaman doğru değerlendiriyor ve devrimin ları, komünizmi kitlelere daha iyi anlatabildiği zaman kurabiliriz.
esas itibariyle zamanı geçmiş ve dar koşullarda kendisine düzenli Bunun için de burjuvazinin elindeki cihazı almak, bütün uz-
gelişme olanakları bulamayan bu enerjinin patlaması olduğunu da manların çalışmaya katılmasını sağlamak gereklidir. Burjuva
kabul ediyordu. uzmanlar olmaksızın üretim gücünü artırmak olanaksızdır. Bu
Anımsıyorum, Bilimler Akademisinin üç üyesiyle birlikte onu uzmanların çevresini dostça bir işbirliğiyle, işçi komiserleriyle,
ziyarete gitmiştik. Petersburg'daki yüksek bilim kurumlarından komünistlerle kuşatmak, kopamayacakları koşullara yerleştirmek
birinin yeniden düzenlenmesi gerektiğinden söz ediyorduk. Lenin, gerekir. Ancak onlara kapitalistlerin yanında sahip olduklarından
bilim adamlarını uğurladıktan sonra hoşnutlukla şöyle dedi: daha da iyi çalışma olanakları vermek gerekir, çünkü burjuvazi-
"Onları anlıyorum. Zeki insanlar. Her şeyleri basit, kesin ola- nin eğittiği bu katman başka türlü çalışmayacaktır. Koskoca bir
rak formülleştirilmiş, ne istediklerini iyi bilen insanlar oldukla-
rını hemen görüyorsun. Böyleleriyle çalışmak zevk verir insana. * "İzvestiya" ("Haberler"), Moskova İşçi Milletvekilleri Sovyeti'nin yayın organı,
Özellikle hoşuma giden de..." günlük gazete.
katmanı zorla çalıştırmak olanaksızdır. Burjuva uzmanlar kül- Avrupa bizi ablukaya almış durumda, Avrupa proletaryasından
türel çalışmalara alışmışlardır ve bu çalışmayı burjuva düzenin beklenen yardımdan yoksunuz, karşıdevrim her yandan canavar
çerçevesi içinde ilerletmişlerdir, yani burjuvaziyi büyük maddi gibi tepemize çullanıyor, peki biz ne yapalım? Savaşmamalı, karşı
işlerle zenginleştirmişler ve bundan proletarya için de çok küçük koymamalı mıyız, böyle bir hakkımız yok mu? Bağışlayın ama biz
paylar ayırmışlardır ama her şeye rağmen kültürü ilerletmişlerdir, de ahmak değiliz. Bizim istediğimiz şeyi bizden başka hiç kimse-
bu onların işidir, mesleğidir. İşçi sınıfının kültüre yalnızca değer nin yapamayacağını biliyoruz. Aksine inanmış biri olsam burada
vermekle kalmayıp aynı zamanda da kültürün kitleler arasında oturacağımı mı sanıyorsunuz?"
yayılmasına yardım ettiğini gördükleri için bize karşı tavırlarını "Bir kavgada ne kadar yumruk atılması gerektiğini ve ne ka-
değiştireceklerdir. İşte o zaman yalnızca politik bakımdan burju- darının fazla olacağını neye göre hesaplarsınız?" diye sormuştu
vaziden uzaklaşmış olmakla kalmayacaklar, manevi bakımdan da bir gün bana, ateşli bir konuşmadan sonra. Bu basit soruya ancak
kazanılmış olacaklardır. Onları bizim kadromuza çekmek, bunun duygusal bir yanıt verebilmiştim. Sanırım, başka bir yanıt da ve-
için de zaman zaman fedakârlık yapmak gerekir. Uzmanlara kar- rilemezdi.
şı tavrımızda nedensiz, sığ çekişmelere yer vermemeliyiz. Onlara
Çeşitli ricalarımla onu sık sık bunaltıyor ve zaman zaman in-
olabildiğince iyi geçim koşulları sağlamalıyız. Bu, iyi bir politika
sanlarla ilgili isteklerimin Lenin'de bana karşı bir acıma duygusu
olacaktır. Dün küçük burjuva partilerin yasal hale getirilmesinden
yarattığını hissediyordum.
söz ettiğimiz halde bugün Menşevikleri ve Sol Sosyalist Devrim-
"Saçma sapan işlerle uğraşıyormuşsunuz gibi gelmiyor mu size
ciler tutukluyorsak bütün bu gidip gelmeler yine de tek bir kesin
de?"diye soruyordu.
çizgi üzerinde olmaktadır: Karşıdevrimin yolunu kesmek, burju-
Ancak ben gerekli gördüğüm bir şeyi yapıyordum ve proletarya
va-kültür kadrolarından yararlanmak."
düşmanlarının hesaplarını bilen bir adamın kızgın yan bakışları
Büyük bir politikacının bu mükemmel sözlerinde, bütün sığ,
beni ondan uzaklaştırmıyordu. Üzüntüyle başını sallıyor ve:
güçsüz ve özellikle de ikiyüzlü "hümanizm" çığlıklarına göre çok
"Yoldaşlarınızın, işçilerin gözünde itibarınızı düşürüyorsu-
daha canlı ve gerçek bir anlam vardır. İşçi sınıfıyla birlikte onurlu
nuz," diyordu.
çalışma çağrısını anlamış ve değer vermiş olması gerekenlerin pek
"Öfke ve kızgınlık içindeki" yoldaşların ve işçilerin, özgürlü-
çoğu ne yazık ki bu çağrıyı anlamamış ve değerini bilmemişlerdir.
ğe, değerli insanların yaşamlarına karşı genellikle son derece hafif
Bu kişiler saman altından su yürütmeyi, ihaneti yeğlemişlerdir.
ve "basit" davrandıklarını ve bunun bence onurlu ve zor devrim
"Uşak takımından" pek çokları kölelik yasasının kaldırılma- davasını gereksiz, zaman zaman da anlamsız bir sertlikle gözden
sından sonra da efendilerinin kendilerini kamçıladığı at ahırların- düşürmekle kalmadığını, büyük bir gücü bu davaya katılmaktan
da onlara hizmet etmeye devam etmişlerdir. uzaklaştırdığı için devrim davasına nesnel olarak zarar verdiğini
de söylüyordum.
Devrimci taktik ve hayatın acımasızlığı konusunu Lenin'le sık
"Hmm, hmm," diye kuşkuyla homurdanıyordu Lenin ve bana
sık konuşma fırsatı buldum.
aydınların işçi davasına ihanetleriyle ilgili bir sürü olay sıralıyor-
"Ne istiyorsunuz?" diye soruyordu şaşkınlık ve öfkeyle. "Görül-
du.
memiş derecede acımasız olan bu kavgada insancıllıktan söz edile-
"İçimizden pek çok kişinin ihanet etmesinin nedeni, sade
bilir mi? Burada iyi yürekliliğe ve gönül yüceliğine yer olabilir mi?
ce korkaklık değil, aynı zamanda bu insanların gururlu olm.d.ı
rı, mahcup olma korkusu, yakın buldukları teorinin pratikle yüz "Sizin generali salıvereceğiz, herhalde salmışlardır bile. Ne
yüze geldiği zaman zarar göreceği korkusu duymalarıdır. Biz bun- yapmak istiyordu?"
dan korkmuyoruz. Teori, hipotez bizim için 'kutsal' bir şey değil, "Homoemülsiyon..."
bir iş aletidir." "Evet, evet, bir tür fenol! Tamam fenol yapsın bakalım. Çalış-
Her şeye rağmen İlyiç'in herhangi bir ricamı geri çevirdiği- ması için ne gerekiyorsa bana söyleyin..."
ni anımsamıyorum. Ricalarımın yerine getirilmediği durumlar Lenin, bir insanı kurtarmaktan duyduğu utangaç sevinci gös-
olmuşsa da bu onun suçu değil, hantal Rus devlet yapısının her termemek işi şakaya vuruyordu.
zaman bolca bulundurduğu "mekanizma hataları" yüzündendir. Birkaç gün sonra tekrar soruyordu:
Örneğin değerli insanların geleceklerini kolaylaştırmak, onların "General nasıl, işlerini yoluna koydu mu?"
hayatlarını kurtarmak konusunda bir kimsenin öfkeli ve isteksiz
1919 yılında Petersburg aşevine çok güzel bir kadın gelmiş ve
davrandığını düşünelim. Burada bir baltalama da söz konusu ola-
sert bir dille:
bilir, çünkü düşman kurnaz olduğu kadar hayasızdır da. Kin ve
"Ben prenses Ç., köpeklerim için kemik verin!" demiş.
öfke mekanik olarak harekete geçer. Ayrıca yakınlarının acı çek-
Bu kadının aşağılanmaya ve açlığa dayanamayarak kendini
mesinden epey zevk alan, psikolojik olarak hasta, küçük insanlar
Neva Nehrine atmaya karar verdiği, fakat dört köpeğinin, sahi-
da vardır elbette.
belerinin bu niyetini sezip peşinden gittikleri ve sağa sola koşup,
Bir gün gülümseyerek bana şu telgrafı göstermişti:
uluyarak onu intihardan vazgeçirdikleri anlatılıyordu.
"Beni yine tutukladılar, söyleyin bıraksınlar."
Lenin'e bu hikâyeyi anlattım. Yan gözle, aşağıdan yukarı doğru
İmza: İvan Volnıy.
bana bakıp gözlerini süzdü, sonunda gözlerini tamamen kapattı ve
"Bu adamın kitabını okudum, çok hoşuma gitti. Şu beş sözcük-
kaşlarını çatarak şöyle dedi:
te onun, hataların kaçınılmaz olduğunu anlayan ve buna kızma-
"Yalan olsa bile iyi uydurulmuş bir yalan. Bir devrim esprisi."
yan, kişisel dargınlığı yüzünden deliye dönmeyen biri olduğunu
Kısa bir süre sustu. Ayağa kalktı ve masanın üzerindeki kâğıt-
hissediyorum hemen. Oysa sanıyorum üçüncü kez tutuklanıyor.
ları karıştırıp düşünceli bir sesle şöyle dedi:
Ona köyden gitmesini, yoksa öldürülebileceğini söyleseniz. Anla-
"Evet, bu insanların işi zorlaştı. Tarih, kimsenin gözünün yaşı-
şılan pek sevilmiyor oralarda. Telgraf çekip bu öğüdü verin."
na bakmayan bir anadır ve iş cezalandırmaya gelince hiçbir şeyden
Lenin'in düşman saydığı insanlara yardıma hazır olması, hem çekinmez. Ne diyebilirim? Bu insanlar için kötü oldu. Akıllı olan-
de sadece hazır olması değil, bu insanların geleceklerinden kaygı lar köklerinden koparıldıklarını ve artık yeniden kök s a l m a y a -
duyması beni genellikle çok şaşırtırdı. Örneğin kimya bilgini bir caklarını anlıyorlar elbette. Avrupa'ya gidip Avrupa toprağına kök
general ölüm tehdidi altında bulunuyordu. salmaksa akıllı olanların hoşuna gitmiyor. Oraya alışamazlar, ne
"hm-hmm," dedi Lenin anlattığım hikâyeyi dikkatle dinledik- dersiniz?"
ten sonra. "Sizce çalıştığı laboratuvara oğullarının silah sakladık- "Sanırım alışamazlar."
larını bilmiyor muymuş yani? Biraz hayal ürünü gibi. Fakat bu ko- "Demek ki ya bizimle birlikte yürüyecekler ya da silahlı darbe
nuyu Dzerjinskiy'in incelemesi gerekir, gerçeği anlama konusunda telaşına düşecekler tekrar."
ince bir sezgisi vardır onun."
Ben mi öyle anladım yoksa gerçekten de böylelerine acıdığını
Birkaç gün sonra Petrograd'a telefon edip bana şöyle diyordu:
mı sordum.
"Zeki olanlara acıyorum. Zeki insanımız az. Biz, genellikle ye- dan birinin bir şeye canı sıkılmış da. Yorulmuş herhalde. Destek
tenekli ama aklı tembel bir milletiz." olmak gerekiyor. Ruhsal durumu önemlidir insanın!"
Sonra hayvani sol sınıf psikolojilerinden kurtulup "Bolşevik- Bir gün ona uğradığımda:
lerle" birlikte çalışan bazı yoldaşlardan insanı şaşırtan bir sevgiyle "Yemek yediniz mi?" diye sordu.
söz etmeye koyuldu. "Evet."
"Yalan söylemiyorsunuz ya?"
İradesi çok güçlü bir insan olan Lenin, en mükemmel devrim- "Tanıklarım var, Kremlin lokantasında yedim."
cilere özgü niteliklere sahipti. Bu nitelikler, kendi kendine eziyet "Duyduğuma göre yemekleri berbatmış."
etme, kendini çirkin gösterme, Rahmetov'un çivili yatağı*, sanatın "Berbat değil ama daha iyi olabilir."
reddi, L. Andreyev'in kahramanlarından birinin "İnsanlar kötü Hemen ayrıntıları sormaya koyulmuştu: Neden kötü, nasıl
yaşıyorlar, o halde ben de kötü yaşamalıyım" mantığı gibi aşırılık- daha iyi olabilir?
lara varan kendi kendini kısıtlamayı içeren niteliklerdi. Öfke içinde söylenmeye başlamıştı:
Çok ağır açlık koşullarında geçen 1919 yılında Lenin, taşradaki "Ne yapıyorlar bunlar, becerikli bir aşçı bulamayacaklar mı?
yoldaşların, askerlerin ve köylülerin kendisine gönderdiği yiyecek- İnsanların çalışmaktan canları çıkıyor. Daha lezzetli yemekler
leri yemeye utanıyordu. Paketleri konforsuz dairesine getirdikle- yapıp daha fazla yemelerini sağlamak gerekir. Malzemenin az ve
rinde yüzünü buruşturuyor, utanıyor, unu, şekeri, yağı hemen has- kötü olduğunu biliyorum. İşini bilen bir aşçı bulmak gerekir." Ve
talara veya gıdasızlıktan zayıf düşmüş yoldaşlara dağıtıyordu. Bir bir hıfzısıhha uzmanının beslenme ve yemeklerin pişirilmesi süre-
gün beni öğle yemeğine çağırırken şöyle demişti: cinde lezzet verici çeşnilerin rolü hakkındaki düşüncesinden söz
"İste kurutulmuş balık ikram edeceğim, Astrahan'dan yolla- etti. Sordum:
mışlar." "Böyle şeyleri düşünecek zamanı nasıl buluyorsunuz?"
Sonra Sokratvâri alnını kırıştırıp, hiçbir şey kaçırmayan gözle- O da şu soruyu sordu:
rini yana çevirip eklemişti: "Rasyonel beslenme konusunu mu?"
"Sanki beylerine gönderiyorlar! Bundan nasıl vazgeçirebilirsin? Sözcükleri vurgulayış biçimiyle sorumun ne kadar yersiz bir
Geri çevirmek, kabul etmemek olmaz, gücenirler. Oysa herkes aç- soru olduğunu bana anlatmış oldu.
lıktan ölüyor."
Kanaatkâr, içki, sigara alışkanlıkları olmayan, sabahtan akşa- Kendisi de Sormovo'lu olan eski tanışım A. K. Skorohodov,
ma dek karmaşık, zor işlerle uğraşan Lenin, sağlığına hiç dikkat yufka yürekli biriydi ve Çeka'daki işlerin ağırlığından yakınıyor-
etmez ama yoldaşlarının durumunu dikkatle izlerdi. Çalışma oda- du. Ona:
sında masasının başında oturmuş hızlı hızlı bir şeyler yazıyor ve "Sanıyorum, sizin kişiliğinize uygun bir iş değil," dedim.
kalemi kâğıttan kaldırmadan şöyle diyordu: Boyun büküp kabul etti:
"Merhaba, nasılsınız? Şimdi bitiriyorum. Taşradaki yoldaşlar- "Hem de hiç uygun değil."
Fakat biraz düşündükten sonra da şöyle dedi:
* N. G. Çernişevskiy'nin Nastl Yapmalı? romanının kahramanlarından olan Rah- "Ancak İlyiç'in de sık sık ruhunu kanatlan arkasına saklaması
metov, yatak olarak kullandığı keçeye sivri uçları yukarı gelecek şekilde yerleştir-
diği çivilerin üzerine yatarak kendini sınar. gerektiğini anımsarsın herhalde. Bu zayıflığımdan utanıyorum."
Dişlerini sıkarak "ruhlarını kanatlarının arkasına saklamak," Yanıtı yine kendisi verdi:
yani hizmet ettikleri davanın zaferi uğruna kendi içlerindeki "sos- "Hiç kimseyle."
yal idealizmi" zorla bastırmak zorunda kalmış ve kalmayı sürdü- Ve ellerini ovuşturarak keyifle gülmeye başladı.
ren nice işçi tanımıştım, hâlâ da tanırım. Rusya'dan, Ruslardan, Rus sanatından gurur duyduğunu gö-
Lenin'in "ruhunu kanatları arkasına saklaması" gerekiyor rürdüm sık sık. Bu, bazen Lenin'e yabancı, hatta naif bir şeymiş
muydu? gibi gelirdi bana da, fakat daha sonra onun bu özelliğinde emekçi
Başkalarıyla kendisi hakkında konuşmak zorunda kalma- halka karşı derinlerde saklı, neşe dolu bir sevginin yankısını duy-
mak için dikkat çekmemeye çalışırdı. Ruhundaki gizli fırtınala- mayı öğrendim.
rı belli etmemeyi hiç kimse ondan iyi beceremezdi. Fakat bir gün Kapri'de, bir köpekbalığının parçaladığı ve birbirine dolaştır-
Gorki'de, çocukları severken şöyle demişti: dığı ağlarını dikkatle çözmeye çalışan balıkçılara bakarken:

"Bu çocuklar bizden daha iyi yaşayacaklar; bizim yaşadıkla- "Bizimkiler daha ateşli çalışırlar," demişti.

rımızın pek çoğunu görmeyecekler. Daha katlanılır bir hayatları Ben bu konudaki kuşkularımı belirttiğimde ise hiç kızmadan
olacak." şöyle demişti:

Sonra uzaklara, tepedeki köye bakarak, düşünceli bir sesle ek- "Hmm-hmm, bu kozalak parçasının üstünde yaşarken Rusya'yı
ledi: unutuyor olmayasınız sakın?"
"Ama yine de onları kıskanmıyorum. Bizim kuşağımız, tarihte V. A. Desnitskiy, Lenin'le İsveç'te bir tren yolculuğu sırasında
büyük önemi olacak olağanüstü bir işi gerçekleştirmeyi başardı. Dürer'le ilgili bir Alman monografisini incelediklerini anlatmıştı
Hayatımızda koşulların dayatmasıyla ortaya çıkmış olan sertlik, bana.
anlaşılacak ve haklı görülecektir. Hepsi anlaşılacaktır, hepsi!" Kompartıman komşusu Almanlar ellerindekinin ne kitabı
Çocukları dikkatle, çok hafif, özenli dokunuşlarla okşuyordu. olduğunu sormuşlar. Daha sonra Almanların, bu büyük ressam-
ları hakkında hiçbir şey işitmedikleri ortaya çıkmış. Bu durum
Bir gün ona uğramıştım, bir de baktım masanın üstünde Savaş Lenin'de neredeyse büyük bir sevinç uyandırmış ve Desnitskiy'e
ve Barış duruyor. iki kez gururla:
"Evet ya, Tolstoy! Av sahnesini okumak istiyordum ama bir yol- "Biz tanıyoruz, onlar kendi adamlarını tanımıyorlar," demiş.
daşa mektup yazmam gerektiğini anımsadım. Okumaya hiç zama- Bir akşam, Moskova'da, Y. R Peşkova'nın evinde İsay
nım kalmıyor. Tolstoy hakkında yazdığınız kitapçığı da ancak dün Dobroveyn'den Beethoven'in sonatlarını dinlerken Lenin şöyle
gece okuyabildim." demişti:
Gülümseyip gözlerini kıstıktan sonra koltukta keyifle gerindi '"Apassionata'dan daha güzel bir şey tanımıyorum, onu her
ve sesini alçaltıp hızlı hızlı devam etti: gün dinleyebilirim. Şahane, olağanüstü bir müzik. Hep gururla,
"Ne dersiniz tuğla gibi kitap, değil mi? Ne büyük adam! İşte belki de safça bir gururla 'Bak işte insanlar ne mucizeler yaratabi-
efendim sanatçı budur... Daha da şaşırtıcı olan nedir, biliyor mu- liyorlar!' diye düşünürüm."
sunuz? Bu konttan önce edebiyatta gerçek bir mujik yoktu." Sonra gözlerini kısıp gülümseyerek neşesi kaçmış bir halde ek-
Sonra kısık gözleriyle yüzüme bakarak sordu: ledi:
"Ama çok sık müzik dinleyemiyorum, sinirlerimi etkiliyor, se-
"Avrupa'da onu kiminle kıyaslayabiliriz?"
vimli saçmalıklardan söz etmek ve bir çamur cehenneminin içinde
Hayır, gerçek bir yoldaşın tam anlamıyla yürekten gösterdiği
yaşarken böyle bir güzellik yaratabilen insanların başlarını okşa-
dikkat, eşitin eşitlere karşı sevgisiydi bu. Vladimir Lenin'le par-
mak istiyorum. Oysa bugün hiç kimsenin başını okşamak müm-
tisinin en önemli insanları arasında bile eşit işareti koymanın
kün değil, elini koparıverirler hemen ve insanlara yönelik her tür-
olanaksız olduğunu biliyorum ama o bunu bilmiyor gibiydi, daha
lü zorbalığı ortadan kaldırmayı amaçlayan bir idealin içinde bile
doğrusu bilmek istemiyordu. İnsanlara karşı sertti, onlarla tartı-
kafalara vurmak, hem de acımasızca vurmak zorunda kalıyoruz.
şırken acımasızca alay ederdi.
H m m - h m m , ne zor bir görev!"
Daha dün çarmıha gerdiği ve "paramparça ettiği" insanlarla
ilgili yargılarında, bu insanların yetenekleri ve ahlaklarının sağ-
Çok yorgun ve neredeyse hasta bir haldeyken 9 Ağustos 1921
lamlığı karşısında, onların 1918-1921 yıllarının cehennemi koşul-
tarihinde bana şunları yazmıştı:
larında, bütün ülkelerden ve partilerden ispiyoncularla kuşatılmış
olarak, ülkenin savaş yüzünden bitkin düşmüş bedeninde kurtlan-
Aleksey Maksimoviçf
mış çıbanlar şeklinde kabaran komplolar arasında gerçekleştirdik-
Mektubunuzu L. B. Kamenev'e yolladım. O kadar yorgunum
leri azimli ve zor çalışma karşısında duyduğu samimi şaşkınlığı
ki hiçbir şeycik yapamıyorum. Sizinse hem kanamanız var hem
da kim bilir kaç kez son derece açıkça işitmişimdir. Bu insanlar
de bir yere gitmemekte direniyorsunuz! Bu yaptığınız gerçekten
dinlenmeden çalışıyorlardı, az ve kötü besleniyorlardı, sürekli en-
hem vicdansızca hem de dikkatsizce bir şey. Avrupa'da iyi bir
dişeyle yaşıyorlardı.
sanatoryuma gidip tedavi olabilir ve üç kat fazla iş yapabilirsi-
Fakat Lenin, bu koşulların ve kanlı iç savaş fırtınasıyla en de-
niz. Doğru söylüyorum. Bizde ise ne tedavi ne de iş var, yalnızca
rindeki köklerine dek sarsılmış olan bir hayatın yarattığı kaygıların
koşuşturma, gereksiz bir koşuşturma. Gidip tedavi olun. İnat
ağırlığını yaşamamış gibiydi. Sadece bir kez, M. F. Andreyeva'yla
etmeyin, sizden rica ediyorum!
bir sohbetinde, Andreyeva'nın sözleriyle şuna benzer bir yakınma
Sizin Lenin.
çıkmış ağzından:
Rusya'dan gitmem için bir yılı aşkın bir süre olağanüstü bir "Ne yapabiliriz, sevgili Mariya Fyodorovna? Savaşmak gere-
inatla ısrarlarını sürdürdü. Onun gibi tümüyle işe gömülmüş bir kiyor. Evet gerekiyor! Zor mu geliyor bize? Elbette! Benim için
insanın kim, nerede hastalanmış, dinlenmeye ihtiyacı varmış gibi zor olmadığını mı sanıyorsunuz? Zor oluyor, hem de nasıl! Fakat
şeyleri anımsaması beni şaşırtıyordu. Dzerjinskiy'e bir bakın, ne hale geldi! Elimizden bir şey gelmiyor!
Farklı insanlara yukarıdakine benzer mektuplardan herhalde Varsın zor gelsin, yeter ki bu işin üstesinden gelebilelim!"
onlarca yazmıştır. Ben şahsen onun ağzından bir tek şu yakınmayı duydum:
"Yazık, Martov bizimle birlikte değil, çok yazık! Ne harika bir
Yoldaşlarına karşı son derece benzersiz tavrından, onlara karşı yoldaş, ne temiz bir adam!"
hayatlarının tatsız ayrıntıları konusunda bile hissedilen dikkatin- Bir yerde Martov'un "Rusya'da yalnızca iki komünist var: Le-
den daha önce söz etmiştim. Ancak onun bu dikkatinde akıllı bir nin ve Kollontay" sözlerini okuduğunda uzunca bir süre neşeli
patronun ara sıra dürüst ve becerikli işçilerine karşı davranışların- kahkahalarla güldüğünü anımsıyorum.
da görülen çıkarcı özeni hiçbir zaman görmedim. Daha sonra iç çekip:
"Ne akıllı bir adam! Ama yazık ki..." demişti.
"Yönetici" olan bir yoldaşı çalışma odasından uğurladıktan "Birini değerlendirirken insan yanılabiliyormuş demek! Bu
sonra saygıyla ve şaşkınlıkla sordu:
adamın yaşlı başlı, namuslu bir yoldaş olduğunu biliyordum, gök-
"Eskiden beri mi tanışıyorsunuz? Herhangi bir Avrupa ülkesi- teki yıldızların yetmeyeceği insanlardanmış meğerse. Tam işinin
nin başbakanı olabilecek bir adam."
adamı. Aferin! Cihazın pratik değeri konusundaki kuşkumu be-
Sonra ellerini ovuşturup gülerek ekledi:
lirttiğim zaman generaller bana nasıl da terslendiler! Oysa ben
"Yetenekli insanlar yönünden Avrupa bizden daha yoksul."
mahsus yaptım, bu orijinal aleti onların nasıl değerlendirdiklerini
Ona, Topçu Birliği Genel Karargâhına, eskiden topçu olan bir
anlamak istiyordum."
Bolşeviğin icat ettiği, uçaklara top atışını düzenleyici cihazı gör-
Kahkahadan kırılıyordu, sonra sordu:
meye gidelim dedim.
"Ne dersiniz, İ.'nin başka bir buluşu daha var mıdır? Asıl me-
"Ben bu işten ne anlarım?" diye sordu ama yine de gittik. Loş
sele nedir, biliyor musunuz? Onun başka hiçbir şeyle uğraşmaması
bir odada, cihazın durduğu masanın çevresinde çatık kaşlı, hepsi
gerekir. Ah, bütün bu teknik adamlara çalışabilecekleri ideal ko-
de kır saçlı, kır bıyıklı yedi sekiz bilim adamı ayakta duruyorlardı.
şulları bir sağlayabilsek! Yirmi beş yıl sonra Rusya, dünyada önde
Ufak tefek, sivil Lenin, bu askerlerin arasında kaybolmuş gibiydi,
gelen ülkelerden biri olurdu!"
fark edilmiyordu. Mucit, cihazın yapısını anlatmaya başladı. Lenin
onu iki üç dakika kadar dinledi, onaylayan bir edayla şöyle dedi: Evet, ondan sık sık yoldaşları öven sözler duyuyordum. Hatta
dediklerine göre, Lenin, kişisel sempatisini kazanamamış olanlar-
" H m m - h m m ! " ve sanki politika konularında sınav yapıyormuş
dan bile harcadıkları enerjinin hakkını vererek söz edermiş. L. D.
gibi bir rahatlıkla sorular sormaya başladı.
"Peki mekanizmanın nişan noktasını ayarlayacak şekilde ve Trotskiy'in örgütleme yeteneklerine verdiği büyük değer beni çok
aynı anda ikili çalışmasını nasıl sağladınız? Kundak donanımının şaşırtmıştı. Vladimir ilyiç şaşırdığımı fark edince:
otomatik olarak mekanizmanın göstergelerine bağlanması müm- "Evet, onunla aramızdaki ilişkiler konusunda yalan söyledikle-
kün değil mi?" rini biliyorum," dedi. "Fakat bir şey varsa vardır, yoksa da yoktur.
Cihazın menzili ve daha başka şeyler hakkında sorular soru- Bunu da biliyorum. Askeri uzmanları örgütlemeyi başardı."
yordu. Mucit ve generaller hararetle açıklama yapıyorlardı. Ertesi Bir süre sustuktan sonra alçak sesle ve keyifsizce ekledi:
gün mucit bana şunları anlatmıştı: "Ama yine de bizden değil. Bizimle birlikte ama bizden değil.
"Benim generallere, sizin bir arkadaşınızla birlikte geleceğinizi İkbalperest. Ve iyi olmayan bir şey var onda... Lassalle'dan kal-
haber vermiş, fakat arkadaşınızın kim olduğunu söylememiştim. ma..."
Anlaşılan İlyiç'i tanımıyorlardı ve onun gürültüsüz patırtısız, ko- "Bizimle birlikte ama bizden değil" sözlerini ondan iki kez işit-
rumasız geleceğini de düşünememişlerdi. 'Teknisyen mi, profesör tim. İkincisi de yine önemli biri için söylenmişti. Bu kişi Vladimir
mü?' diye sordular. 'Ne, Lenin mi?' Müthiş şaşırmışlardı. 'Nasıl İlyiç'ten kısa bir süre sonra öldü. Vladimir ilyiç insanları çok iyi
olur? Olamaz! Yapmayın! Bizim işimizi nereden biliyor? Teknik tanıyor olmalıydı. Bir gün Vladimir Ilyiç'in çalışma odasına gi-
bilgisi olan biri gibi sorular sordu! Yalani'dediler. Yanlarına gelen rerken birine rastlamıştım. Adam, kapıya sırtını vermiş geri geri
kişinin Lenin olduğuna inanmadılar galiba."
giderken Vladimir tlyiç'e selam veriyor, Vladimir İlyiç ise onun
Lenin ise Topçu Birliği Genel Karargâhından çıktıktan sonra yüzüne bakmaksızın yazmaya devam ediyordu.
yolda kahkahalarla gülüyor ve mucit hakkında şöyle diyordu: "Bu adamı tanıyor musunuz?" diye sordu parmağıyla kapıyı
gösterip; "Vsemirnaya Literatura'nın işleri için iki kez falan onun- Belki de yanılıyorum ama Vladimir İlyiç'in benimle sohbet et-
la görüştüğümü söyledim. mekten hoşlandığını sanıyorum. Hemen hemen her zaman:
"Ee?" "Uğrayın, telefon edin, görüşelim," derdi.
"Cahil ve kaba bir adam." Bir gün de şöyle demişti:
" H m m - h m m . . . Dalkavuğun teki. Galiba dalavereci de. Bunun- "Sizinle laflamak her zaman ilgimi çekiyor, çok çeşitli ve geniş
la birlikte onu ilk kez görüyorum, belki de yanılıyorum." izlenimleriniz var."
Hayır, Vladimir ilyiç yanılmıyordu; birkaç ay sonra bu adam Aydın kesimin durumunu soruyor, özellikle de bilim adamları-
Lenin'in değerlendirmesini tamamen haklı çıkardı. nı dikkatle izliyordu. Ben o sırada "Bilim Adamlarının Yaşantısını
İnsanlar hakkında çok düşünürdü. Şöyle diyordu: İyileştirme Komisyonunda A. B. Halatov'la birlikte çalışıyordum.
"Kadromuz karmakarışık. Ekim Devriminden sonra tanıma- Proleter edebiyatıyla ilgileniyordu:
dığımız insanlar girdi kadroya. Bu, sizin çok sevdiğiniz, sofu ay- "Bu edebiyattan ne bekliyorsunuz?" diye soruyordu.
dınlar yüzündendir, bu aydınların alçakça sabotajlarının sonucu- Çok şeyler beklediğimi, fakat dil bilimi, Batı ve Doğu dilleri,
dur, beyefendi!" folklor, dünya edebiyat tarihi kürsüleri ve ayrıca da Rus edebiyatı
Bunu, birlikte Gorki'de dolaşırken söylemişti. Aleksinskiy'den tarihi kürsüsü olan bir edebiyat yüksek okulu kurulmasını son de-
niçin söz açmıştım, şimdi anımsamıyorum. Herhalde o sıralarda rece gerekli gördüğümü söylüyordum.
kötü bir oyuna karışmış olmalıydı. "Hmm, hmm," diyordu gözlerini kısıp kahkahalar atarak. "De-
"Tasavvur edebiliyor musunuz, daha ilk görüşmemizden iti- mek çok geniş ve göz kamaştırıcı! Geniş olmasına karşı değilim,
baren içimde ona karşı çok açık bir tiksinme belirmişti. Engelle- ama göz kamaştırıcı da olacak, ha? Bizim bu alanda profesörleri-
yemediğini bir tiksinme. Hiç kimse hiçbir zaman bende böyle bir miz yok, oysa burjuvalar okullarında edebiyat tarihini öğretiyor-
duygu uyandırmamıştır. Birlikte çalışmak zorundaydık, kendimi lar... Hayır şu anda bu işin üstesinden gelemeyiz, üç beş yılcık
tuttum, kötü bir durumdu, fakat bu sevimsiz adama katlanamadı- beklemek gerekecek."
ğımı hissediyordum." Sonra yakınıyordu:
Sonra omuz silkerek şöyle dedi: "Okumaya hiç zamanım yok!"
"Şu malın gözü Malinovskiy'i anlayamamıştım. Çok karanlık Demyan Bednıy'm yaptığı çalışmaların propaganda açısından
bir iş bu Malinovskiy..." önemli olduğunun altını kim bilir kaçıncı kez heyecanla çiziyor,
Bana karşı tavrı, hem sert bir öğretmen, hem de iyi "özenli bir fakat şunu da ekliyordu:
dost" tavrıydı. "Biraz kaba galiba. Okurun arkasından gidiyor, oysa biraz
"Siz gizemli bir adamsınız," demişti bana şaka yollu, "edebi- önünde olması gerekir."
yatta iyi bir realiste benziyorsunuz, ama insanlara karşı romantik Mayakovskiy'e karşı güvensiz, hatta kızgındı:
birisiniz. Yazdığınız herkes tarihin kurbanı mı? Tarihi biliyoruz "Bağırıp çağırıyor, birtakım çarpık çurpuk laflar uyduruyor,
ve kurbanlara, kurban sunaklarını kırın, tapınakları yıkın, kah- yazdıkları, yazmak istedikleri değil. Pek anlaşılmıyor da üstelik.
rolsun tanrılar! diyoruz. Sizse beni, işçi sınıfının savaşçı partisinin Yazdıkları çok dağınık, zor okunuyor. Yetenekli mi? Hem de çok
öncelikle aydınların rahatını sağlaması gerektiğine inandırmak is- mu diyorsunuz? Hmm, hmm, bakalım göreceğiz! Sizce de çok faz-
tiyorsunuz." la şiir yazılmıyor mu? Dergilerde sayfalar dolusu şiir yayınlanıyor,
neredeyse her gün yeni yeni şiir kitapları çıkıyor."
Gençlerin şiire merakının bugünlerde doğal olduğunu, orta
Notlar
halli bir şiir yazmanın - b e n c e - iyi bir düzyazı yazmaktan daha
İlk basımı, 1924 yılı ilkbaharında yapılmıştır.
kolay olduğunu, şiirin daha az zaman gerektirdiğini, ayrıca da şiir
Maksim Gorkiy, M. F. Andreyeva'ya yazdığı 4 Şubat 1924 tarihli mek-
yazma teknikleri konusunda çok sayıda iyi öğretmenimiz olduğu- tupta Lenin'le ilgili anılarını yazdığını bildiriyor (M. Gorkiy arşivi.). Yaza-
nu söyledim. rın bu döneme ait mektupları, "dünyanın en büyük adamının" (M. Gorkiy,
"Şiirin düzyazıdan daha kolay olduğuna inanmıyorum! Düşü- V. İ. Lenin'i böyle adlandırıyordu.) kaybından duyduğu elemle doludur.
nemiyorum bile. Derimi yüzseniz iki dizecik yazamam," dedi ve Daha sonra "kendimi hiçbir zaman onun öldüğü yılki kadar öksüz, o kadar
kaşlarını çattı. "Bizdeki ve Avrupa'daki tüm eski devrim edebiya- güçsüz hissetmemiştim," diye yazmıştır (1933 yılında A. İ. Afinogenov'a
tını kitlelere kazandırmak gerekir." mektubu. A. M. Gorkiy arşivi.).
1924 tarihli anıların müsveddeleri "İnsan" başlığını taşıyor ve aynı yıl
O, uzun yıllar Rusya dışında yaşamış, ülkesini dışarıdan dik-
bazı kısaltmalar yapılarak "Russkiy Sovremennik" dergisinde "Vladimir
katle izlemiş bir Rustu. Rusya uzaktan daha renkli ve daha parlak
Lenin" başlığı altında yayınlanmış. Yapıt tam metin halinde M. Gorkiy'nin
görünür. Ülkesinin gizli gücünü doğru değerlendirmiştir. Bu güç,
Anılar Öyküler Yazılar kitabında "Kniga" yayınevi tarafından 1927'de ve
henüz yeterince ifade edilmemiş, ağır ve can sıkıcı tarihimizin bir
yazarın Bütün Eserleri'nin yirminci cildinde (Giz, M. L. 1928) yayınlanmış-
türlü harekete geçiremediği, ancak fantastik Rus yaşantısının ka- tır. Ancak M. Gorkiy, anıların bu halini beğenmemiştir: "Onun ölümünden
ranlık perdesi önünde altın yıldızlar halinde parlayan halkın ola- kısa bir süre sonra yazdıklarım, büyük bir üzüntü içinde aceleyle ve kötü
ğanüstü yeteneğidir. yazdığım şeylerdir... Onunla ilgili anılarım, kötü olmanın ötesinde tutar-
Bu dünyanın büyük ve gerçek bir insanı, Vladimir Lenin öldü. sızca yazılmıştır ve can sıkıcı sorunlarla doludur. Yazmaya Londra'daki
Bu ölüm onu tanıyan insanların yüreklerine acı bir darbe indirdi, kongreden başlamam gerekirdi..." (Bütün Eserleri, cilt 17, s.6)
çok acı bir darbe! 1930'da Maksim Gorkiy, anıların metnini gözden geçirip epeyce geniş-
letmiş, V. Parti Kongresi hakkında daha fazla bilgi vermiş, V. İ. Lenin'in
Fakat ölümün kara çizgisinin yapacağı tek şey, bütün dünyanın
kongrede yaptığı konuşmaları, Kapri ve Paris'te V. İ. Lenin'le görüşmelerini
gözünde emekçi dünya halklarının önderinin sahip olduğu öne-
anlatmış, kendisinin 1917-1918 yıllarında yaptığı hataları açıklamıştır.
min altını daha keskin bir şekilde çizmektir.
M. Gorkiy, V. 1. Lenin'i ilk kez 1905 Kasımında Petersburg'da görmüş,
Üzerindeki nefret bulutu, adının çevresindeki yalan ve iftira V. İ. Lenin'in parti lideri olarak önemini onunla şahsen tanışmadan önce
bulutu daha da kararsa bile fark etmez, çünkü aklını yitiren dün- anlamıştı. Eski bir parti görevlisi olan R. S. Zemlyaçka, 26 Aralık 1904 tari-
yanın boğucu karanlığı içinde Lenin'in kaldırdığı meşaleyi söndü- hinde V. İ. Lenin ve N. K. Krupskaya'ya M. Gorkiy'le görüşmeleri hakkında
rebilecek güç yoktur. bilgi verirken şunları yazıyordu: "Kesin olarak bizim tarafa geçti... Bana
Ve dünyada sonsuza dek belleklere kazınmayı gerçekten hak onu (V. İ. Lenin'i - Yay. notu) tek politik lider olarak gördüğünü söyledi."
etmiş başka bir insan daha yoktur. ("Proletarskaya Revolyutsiya" dergisi, 1925, 3/38, s.25)
V. İ. Lenin'le M. Gorkiy'nin daha yakından tanışmaları M. Gorkiy'nin
Vladimir Lenin öldü. Onun aklının ve iradesinin mirasçıları
delege olarak bulunduğu 1907 yılındaki V. Parti Kongresinde gerçekleşti.
yaşıyorlar. Yaşıyor ve dünyanın hiçbir yerinde, hiç kimsenin, hiç-
N. K. Krupskaya, bu görüşmeyle ilgili olarak şunları yazıyordu:
bir zaman çalışmadığı kadar büyük bir başarıyla çalışıyorlar.
"Vladimir İlyiç, 1907 yılında, Londra'da yapılan parti kongresinde
Gorkiy'i yakından tanımış, izlemiş, onunla konuşmuş ve manevi bir ya-
Temmuz 1930 kınlık kurmuştu." ("Lenin ve Edebiyat" derlemesi, Gospolitizdat, M. 1941,
s.261-262)
V. î. Lenin, Maksim Gorkiy'e değer veriyor ve onun "kendisini büyük
edebiyat yapıtlarıyla Rusya'nın ve tüm dünyanın işçi hareketine sağlam
bağlarla bağlamış olduğun," yazıyordu. (V. İ. Lenin, Eserler, 4. basım, cilt
16, s. 89) M. Gorkiy'i proletarya sanatı konusunda en büyük otorite olarak
adlandırıyordu. "Gorkiy'nin dünya proleter hareketine pek çok yarar sağ-
lamış ve sağlamaya devam eden çok büyük bir sanat yeteneği olduğundan
kuşku yoktur," diye yazıyordu V. İ. Lenin. (V. İ. Lenin, Eserler, 4. basım, cilt
23, s. 325)
N. K. Krupskaya, M. Gorkiy'e yazdığı mektuplarda V. İ. Lenin'in kendi-
sine karşı duyduğu sevgiyi dile getiriyordu.
N. K. Krupskaya, 1930 yılında M. Gorkiy'nin "V. İ. Lenin" adlı dene-
mesini okuduktan sonra şunları yazmıştı: "İlyiç'le ilgili anılarınızı aldım.
Güzel. İlyiç'i içinizde yaşatıyorsunuz. Londra kongresi hakkında yazdık-
larınız çok iyi. Hepsi doğru. Anılarınızın her tümcesi bir dizi benzer anıyı
çağrıştırıyor. İlyiç'i siz de sevmişsiniz. Sevmeyen biri böyle yazamazdı. İl-
yiç capcanlı." ("Oktyabr" dergisi*, 1941, kitap 6, Haziran, s. 24)

* "Oktyabr" 1924 yılından itibaren yayınlanan aylık edebiyat-sanat ve toplum-poli-


tika dergisidir.
Geçmişte insanların karşılıklı birbirini yok etme araçlarını
Romain Rolland'dır. Onu dostum olarak görmenin yüksek onuru
araştırmak için bu kadar derinlemesine, iradelerini ve zihinlerini
var bende ve bu yüzden de ondan söz etmek bana çok zor geliyor.
bu derece zorlayarak çalıştıkları bir dönem var mıdır? Hümanizm
Çünkü ben, dostlarından söz ederken, onların ideolojik veya başka
ve merhamet ideolojisini kurmak için yapılan çalışmaların dilen-
"noksanlarının" altını çizmeyi gerekli bulanlardan değilim. Bu tip
cilik derecesinde yoksul çalışmalar olduğu bir dönem de yoktur.
insanların dostlarıyla ilgili anılarını veya düşüncelerini okudu-
Bir yabanileşmenin hüküm sürdüğü günümüzde hümanizmden
ğum zaman hep bu anıların başında yazarı tarafından yazılmamış
söz etmek "çirkin ses" sayılıyor. Gerçi eski ezberlerine göre yine
"Ben ondan daha kötü değilim" ya da "Ben ondan daha iyiyim"
de "İnsana acıyın," diye bağırıyorlar, ancak insanlara besledikleri
şeklindeki bir yazıyı hemen her zaman görürüm. Böylesi dostlar
nefreti gizlemeksizin ve onları öç almakla korkutarak bağırıyor-
konusunda Tanrının Âdem'e lanetinin İncil'de tam olarak yazıl-
lar.
madığını düşünürüm; bence Tanrı, "Yüzün ter içinde ekmeğini
Avrupa'nın "batışı," yok oluşu hakkında büyük bir coşkuyla,
yiyeceksin" sözlerinden sonra şunları eklemiştir: "Ve sana ceza
esprili bir şekilde, hatta "zevkle" konuşuluyor ve yazılıyor, ancak
olarak bir dost vereceğim." Kaderin Romain Rolland'ı böyle dost-
Avrupa'nın canlandırılması gereğinden söz eden sesler duyulmu-
lardan koruduğundan eminim.
yor.
Eleştirmen değilim, bir şairden, İnanç Trajedileri, Jean Christop-
Korkunç günler. Her tarafta yıkımın kulakları sağır eden gü-
he ve fevkalade, tertemiz bir Gal poeması olan Colas Breugnon'un
rültüsünü işitiyorsun ve her yerde çok derin üzüntüler yaşanıyor.
yazarından söz etmeye kalkışmayacağım. Bu belki de günümüzün
İnsanlar neşelendiklerinde ise bu neşe çığlıkları bana 1906 yılın-
en benzersiz kitabıdır. Fransa'nın yaşadığı trajedilerden sonra bu
dan sonra Rusya hapishanelerinde ölüme mahkûm insanlarca ya-
ülkede bu derece güçlü, kendi insanına, bir Fransız'a sarsılmaz ve
ratılmış, artık bütün umudunu yitirmiş ama neşeli türküyü anım-
mertçe inanan bir kitap yazmak için mucize yaratabilecek bir yü-
satıyor:
reklilikte olmak gerekir. Sırf onun bütün kitaplarında ve yaptığı
her şeyde sesini duyuran bu inancı için Romain Rolland'ın önünde
Son bir güncük daha
hayranlıkla eğiliyorum. Benim için Romain Rolland çok uzun za-
Geziniyorum sizinle, dostlar...
mandan beri Fransa'nın Lev Tolstoy'udur fakat akıldan nefret et-
Egemen sınıfın içinde yaşadığı debdebenin gösterişçi arsızlı- meyen, Rus rasyonalisti için onun büyük acılarının kaynağı olmuş
ğıyla giderek daha fazla aşağılanan işçiler, vadesi dolmuş, kokuş- ve dâhi bir sanatçı olarak kalmasını amansızca engellemiş olan o
muş, çürümüş şeyleri demirden bir süpürgeyle yaşamdan süpür- korkunç nefreti olmayan bir Tolstoy.
mek için Avrupa çapında bir ordu kuruyorlar. İnsanın devrim için Romain Rolland için Don Kişot derler. Bence bu, bir insan için
değil, devrimin insan için olduğunu anımsasam da bu çalışmayı söylenebilecek en güzel şeydir. Tarihi yaratan güçlerin biz insan-
içtenlikle selamlıyorum. Kendiliğinden bir araya gelen öfkeli kuv- lara karşı oynadıkları acımasız oyunun içinde adalete susamış in-
vetlerin akıldan yoksun oluşu da pek tabii ki bana korkunç ve ters san da bir güçtür ve bu oyunun kendiliğinden ortaya çıkışına karşı
geliyor. İçinde bulunduğumuz iç karartıcı günlerde durup dinlen- koyabilir.
meden kültürel değerler yaratan insanların hayatı ve çalışmaları Vladimir Lenin, Lev Tolstoy'un tarih felsefesinin gerçekler-
benim için paha biçilmezdir. den çok uzak olduğunu ve bireyin tarih içindeki rolünün tam
İnatla mücadele eden bu insanlardan biri -ve biriciği değil mi?- olarak Kari Marx'm değerlendirdiği gibi olmadığını kanıtlamıştı.
R.Rolland, gerçek bir Fransız gibi inatçı ve yüreklidir ve gerçekten
özgür bir insandır. Modası geçmiş binlerce kişinin Lenin'in ölü-
müne sevinerek bayram ettiği şu günlerde bu insanlara, son derece
sakin ve kısaca "Lenin, asrımızın kendi çıkarını gözetmeyen en
büyük dava adamıdır," demek için kendi gerçeğine çok sağlam bir
inanç duyması gereklidir.
R. Rolland, Avrupa'da savaşa karşı sesini yükselten ilk edebi-
yatçıdır. Bu yüzden pek çokları ona kin kusmuşlardır. Elbette, ger-
çekten yana olanı kim sever?
Büyüleyici Ruh'ta, çoktan beridir dünya için gerekli olan baş-
ka, iyi bir gerçeğin doğuşunu seziyor. Bu dünyayı yıkmaya yardım
eden kadının yerini alacak yeni bir kadının, kültür uyarıcılığı ro-
lünü anlayıp dünyaya, bu dünyanın en yasal sahibi ve kendi yarat-
tığı ve kendisine karşı yaptıkları işlerden sorumlu olan erkeklerin
anası olarak tamamen egemen ve tüm haklara sahip biçimde gir-
mek isteyen bir kadının doğumunu önceden görüyor.
Romain Rolland'ın dünya ve insan sevgisinin sağlamlığı beni
hayrete düşürüyor; sevginin gücüne duyduğu sağlam inanç yü-
zünden onu kıskanıyorum. Onu bir optimist olarak görmüyorum,
o ideal bir stoacıdır. "Her şey geçer, yalnız gerçek kalır" Rus atasö-
zünde saklı olan gerçeği anlaşılan, çok derinden hissetmiş. Roma-
in Rolland, şair ve düşünür olarak işini, bize saf ve güzel gerçeği
bırakmak için insanlara azap çektirerek geçen sayısız acıya göz
yummaksızm, güvenle yapıyor.
Onu hiç görmedim fakat Rolland'ın gözlerinin sakin ve hüzün-
lü, sesinin ise alçak fakat kararlı bir ses olduğunu sanıyorum.
Ve çocukluğumdan beri sevdiğim Fransa'da Romain Rolland
gibi güzel bir insanın, iyi kalpli bir sanatçının var olduğunu bil-
mekten mutluluk duyuyorum.

Notlar
İlk kez (Fransızca'ya çeviri olarak) "Europe" dergisinde (Paris, 1926,
No. 38, 15 Şubat); Rusça olarak "Krasnaya Nov'" dergisinde (1927, No. 6,
Haziran) yayınlanmıştır.
yine. Pencereleri sokağa bakan, pencere önlerinde ve köşelerde çi- öldüresiye dövebilir, komşusunun kafasını kırabilir. Bu tip bir in-
çek saksıları, her yanda yığınla kitap ve gazete olan küçük odada, san, iyilik dolu gülümsemelerle ve yüzlerce içten, çiçek gibi parlak
çay masasının başında buldum onu. sözlerle sizi büyüleyebilir ve durup dururken, ortada hiçbir neden
Karısı ve çocukları çaylarını içip gezmeye çıktılar. Bana bu defa yokken çamurlu çizmesiyle suratınızı çiğneyebilir. Kozma Minin
daha sağlam, kendinden emin ve daha gösterişli göründü. gibi, bir halk hareketi örgütleyebilir ama daha sonra işi ayyaşlığa
" 'Kanarya' adlı öykünüzü yeni okuduk. Sonunda öyküleriniz vurabilir.
yayınlanmaya başladı, kutlarım! Öyle görünüyor ki, inatla alego- Vladimir Galaktionoviç, benim karmakarışık konuşmamı
riler yazmaya devam ediyorsunuz. Zekice yapılırsa alegori iyidir, kesmeden, dikkatle yüzüme bakarak dinledi. Bu durum beni çok
inatçılık da kötü bir özellik sayılmaz..." utandırmıştı. Arada bir gözlerini kapatıp elini masaya vuruyordu,
Süzgün gözleriyle yüzüme bakarak birkaç gönül okşayıcı söz sonra oturduğu sandalyeden kalktı, sırtını duvara dayadı ve iyilik
daha söyledi. Alnı ve boynu güneşten iyice yanmış, sakalının ren- dolu bir gülümsemeyle şöyle dedi:
gi atmıştı. Beli deri bir kemerle sıkılmış mavi pamuklu gömleği, "Abarttınız. Kısaca, başarılı bir öykü diyelim. Bu kadarı ye-
çizmelerinin içine sokulmuş siyah pantolonuyla biraz önce uzak ter. Saklamıyorum, benim de hoşuma gidiyor. Ama Tyulin gibi
bir yerden gelmiş ve hemen tekrar gidecekmiş gibi görünüyordu. bir köylü var mıdır, bunu bilmiyorum! Siz de açık seçik, sağlam
Sakin, zeki gözleri canlı, neşeli pırıltılar saçıyordu. bir dille, güzel konuşuyorsunuz. Bu övgülerinizin karşılığını nasıl
Birkaç öyküm daha olduğunu ve birinin "Kavkaz" gazetesinde öderim! Pek çok şey gördüğünüz, epeyce de düşündüğünüz hisse-
yayınlandığını söyledim. diliyor. Bunun için sizi canı yürekten kutlarım. Canı yürekten!"
"Yanınızda bir şey getirmediniz mi? Yazık. Son derece özgün Bana nasırlı elini uzattı. Elleri, kürek çekmekten ya da balta
yazıyorsunuz. Öykülerinizde her şey dümdüz değil, pürtüklü fa- sallamaktan nasır tutmuştu. Odun kırmayı ve bedensel çalışmayı
kat merak uyandırıcı. Yaya olarak özenle pek çok yer dolaştığınızı seviyordu.
söylüyorlar. Doğru mu? Ben de neredeyse bütün bir yaz Volga boy- "E, anlatın bakalım, neler gördünüz?"
larında, Kerjenets'te, Vetluga'da gezdim. Siz nerelere gittiniz?" Anlatırken, gerçeği arayan insanlarla karşılaşmalarıma değin-
İzlediğim yolu kısaca çizdiğimde hayranlıkla haykırdı: dim. Bu insanların yüzlercesi kentten kente, manastırdan manas-
"Oho! Çok güzel bir yol! Üç yılda neden böyle gençleştiğiniz tıra, Rusya'nın dolambaçlı yollarında dolaşıyorlardı.
anlaşılıyor! Müthiş güç toplamış olmalısınız?" Korolenko, pencereden sokağa bakarak şöyle dedi:
Onun "Nehir Oyun Oynuyor" adlı öyküsünü yeni okumuş, "Bunlar daha çok işsiz insanlardır. Başarıya ulaşamamış, ken-
öykü hem güzelliği hem de içeriğiyle çok hoşuma gitmişti. İçimde dilerine âşık kahramanlardır. Fark ettiniz mi, hemen hemen hepsi
yazara karşı bir şükran duygusu vardı ve bu öyküden hayranlıkla kötü insanlardır. Çoğunluğu 'kutsal gerçeğin' değil, kolay elde edi-
söz etmeye koyuldum. lebilecek bir lokma ekmeğin peşindedir."
Korolenko, kayıkçı Tyulin'in şahsında, bence, şaşırtıcı derecede Rahatça söylenmiş olan bu sözler, belli belirsiz hissediyor oldu-
doğru anlaşılan ve mükemmel bir şekilde betimlenmiş "bir saatlik ğum gerçeği gözlerimin önüne sererek beni bir anda etkilemişti.
kahraman" bir köylü tipi çizmişti. Bu tip bir insan, gönül yüceliği "Bu insanların arasında çok iyi hikâye anlatıcıları vardır," diye
gerektiren bir davranışı basit bir şey yapıyormuşçasına ve kendin- devam etti Korolenko. "Zengin bir dilin insanları! Kimisi, ipekle
den geçercesine yapabilir ama bunun hemen arkasından karısını nakış işler gibi konuşur."
"Gerçek arayıcıları", sözlü halk edebiyatının sevilen kahra- katli, gerekse enerjik olarak akıllı, iyi, sonsuza dek kalacak şey-
manlarıydı, oysa Korolenko onları işsiz, dahası kötü insanlar ola- ler' ekmek gerekir. Yazın, çok zeki bir delikanlıyla konuşuyordum.
rak niteliyordu. Bu sözler, dine hakaret olarak anlaşılırdı, oysaki Bu adam beni, zengin köylülerin sermaye biriktiriyor olmaları,
V. G. Korolenko'nun ağzından ölçülüp biçilmiş, kararlaştırılmış Rusya'nınsa kapitalist bir ülke olmak zorunda olması nedeniyle
sözcükler halinde çıkmıştı. Onun sözleri, bu adamın manevi sağ- köy burjuvazisinin ilerici bir oluşum olduğuna ciddi ciddi inan-
lamlığı konusundaki düşüncelerimi güçlendirmişti. dırmıştı. Böyle bir propagandacının yolunun köye düştüğünü dü-
"Volınya ve Podolya'ya da gittiniz mi? Çok güzel yerlerdir!" şünün..."
Ona İoan Kronştadtskiy'le cebren yaptığım görüşmeden söz et- Gülmeye başlamıştı.
tim. Heyecanla haykırdı: Beni uğurlarken bir kez daha başarı diledi:
"Onun hakkında ne düşünüyorsunuz? Nasıl bir adam?" "Ne dersiniz, yazmayı becerebilecek miyim?" diye sordum.
"Bazı iyi yürekli, dürüst köy papazları gibi içtenlikli bir din- "Elbette!" diye haykırdı biraz şaşırmış bir halde. "Siz zaten ya-
dar. Bana öyle geliyor ki, popülerliğinden ürküyor, popülerlik ona zıyor ve yazdıklarınızı yayınlatıyorsunuz, neden sordunuz ki? Akıl
taşıyamayacağı kadar ağır gelmiş. Rastlantısal bir şey var onda ve danışmak istiyorsanız, müsveddelerinizi getirin, konuşalım..."
sanki kendi iradesiyle hareket etmiyor. Sürekli olarak Tanrısına Onun yanından sıcak bir günde, hayli yorulduktan sonra or-
soruyor: Böyle mi Tanrım diye ve öyle olmamasından hep korku- man içindeki bir derenin serin sularında yıkanmış bir adamın di-
yor." riliğiyle ayrıldım.
"Bunu duymak tuhaf," dedi Vladimir Galaktionoviç düşünceli V. G. Korolenko bende güçlü bir saygı duygusu uyandırmış-
bir şekilde. tı fakat nedense yazara karşı sempati duymamıştım, bu da beni
Daha sonra Lukoyanov köylüleriyle, Kerjents tarikatçılarıyla üzmüştü. Bunun nedeni herhalde öğretmenlerin ve eğitmenlerin
yaptığı konuşmaları anlatmaya başladı. Mükemmel bir şekilde, bir zamanlar beni biraz üzmüş olmalarıydı. Onlardan kurtulup
ince, keskin bir mizahla, karşılaştığı bu insanların konuşmala- başımı dinlemeyi, beni amansızca heyecanlandıran konularda iyi
rındaki cehaletin ve kurnazlığın komik uyumunun altını çizerek, bir insanla arkadaş gibi, hiçbir şeyden çekinmeden konuşmayı çok
köylünün sağduyusunu ve yabancı birine karşı aşırı güvensizliğini istiyordum. Oysa öğretmenlere izlenimlerimin kumaşını götürdü-
ustaca ifade ederek anlatıyordu. ğümde, onlar, bu kumaşı, makastarı ve terzisi oldukları siyasi-fel-
"Bazen düşünüyorum da, dünyanın hiçbir yerinde bizim sefi biçimlerin modasına ve geleneklerine göre biçip dikiyorlardı.
Rusya'daki kadar çeşitlilik gösteren bir manevi yaşam yoktur. Ama Başka türlü biçmelerinin ve dikmelerinin mümkün olmadığını
böyle olmasa bile, yine de bizde düşünen ve inanan insanların ka- hissediyordum, ancak kumaşıma zarar verdiklerini de görüyor-
rakterleri sonsuz ve birbiriyle bağdaşmaz şekilde çeşitlidir." dum.
Köyün manevi yaşamının dikkatle incelenmesi gerektiği konu- İki hafta kadar sonra Korolenko'ya "Balıkçı ve Peri Kızı" masa-
sunda ciddi şeyler söylemeye başlamıştı: lımın ve yeni yazdığım "Kocakarı İzergil" öyküsünün müsvedde-
"Etnografyayla iş bitmiyor. Meseleye daha farklı bir biçimde, lerini götürdüm. Vladimir Galaktionoviç evde yoktu, müsveddele-
daha yakından ve daha derinden yaklaşmak gerekiyor. Köy, hepi- ri bıraktım. Ertesi gün ondan şu notu aldım:
mizin yetiştiği, aynı zamanda üzerinde pek çok devedikeninin ve "Akşam gelin, konuşalım. VI. Kor."
faydasız yabani otun bulunduğu topraktır. Bu toprağa gerek dik- Beni merdivende, elinde baltayla karşıladı:
"Bunun benim eleştiri aracım olduğunu sanmayın," dedi balta- çoktan öldü. Bu Lazar'm dirilebileceğinden çok kuşkuluyum. Bana
yı sallayarak, "hayır değil, kilere raf yapıyordum ama bazı kısalt- öyle geliyor ki, kendi sesinizle şarkı söylemiyorsunuz. Siz realistsi-
malar bekliyor sizi de..." niz, romantik değil, realist. Ayrıca, orada Polonyalıyla ilgili bir yer
Yüzü iyilikle ışıldıyor, gözleri neşeyle gülüyor ve üzerinden, var, bu bana çok kişisel bir şey olarak göründü, yanılıyor muyum
sağlıklı bir Rus köylü kadını gibi, taze pişmiş ekmek kokusu ya- yoksa?"
yılıyordu. "Olabilir."
"Bütün gece yazdım, öğleden sonra da uyudum, uyandığımda "Ha, işte görüyorsunuz! Diyorum ya sizin hakkınızda bir şeyler
bir şeyler yapmak gerektiğini hissettim!" biliyoruz. Böyle olmaz, kişisel şeyleri çıkarın! Dar anlamda kişisel
İki hafta önce gördüğüm adama benzemiyordu; onu hiç de bir olanları kastediyorum."
eğitmen ve öğretmen olarak hissetmiyordum; karşımdaki, bütün Hevesle, neşeyle konuşuyor, gözleri olağanüstü bir ışıkla parlı-
dünya için karşı dostluk duygulan besleyen iyi bir adamdı. yordu. Ona, ilk kez gördüğüm birine bakar gibi, büyük bir şaşkın-
Masadan müsveddelerimi alıp dizine vurarak: lıkla bakıyordum. Kâğıtları masanın üstüne atıp yanıma yaklaştı,
"Evet efendim, masalınızı okudum," diye söze başladı. "Eğer elini dizime koydu.
bunu Musset'nin* şiirlerini bizim sevimli kocakarı Mısoskaya'nm "Bakın, sizinle samimi olarak konuşabilir miyim? Sizi az tanı-
çevirilerinden çok fazla okumuş bir genç hanım yazmış olsaydı, yorum, ama hakkınızda çok şey işitiyorum, kendim de bir şeyler
ona fena değil, ama siz yine de kocaya varın, derdim. Oysa sizin görüyorum. Yaşantınız kötü. Yerine düşmemişsiniz. Bence sizin
gibi böyle uzun boylu, sert görünüşlü birinin çıtkırıldım şiirler buradan gitmeniz ya da aptal olmayan iyi bir kızla evlenmeniz ge-
yazması iğrenç denebilecek, nereden bakarsanız bakın suç sayıla- rek."
cak bir şey. Ne zaman yazmaya başladınız bunu?" "Ama ben evliyim zaten."
"Daha Tiflis'teyken..." "İşte bu da kötü."
"İşte! Oradayken karamsar duygular içinde olduğunuz sezili- Bu konuda konuşamayacağımı söyledim.
yor. Şöyle düşünün: Aşka karşı takınılan karamsar tavır yaşla il- "Peki, affedersiniz!"
gili bir hastalıktır. Bu diğer bütün kuramlara göre uygulamayla en Şaka yapmaya başladı, sonra birden kaygıyla:
fazla çelişen kuramdır. Sizin gibi karamsarları tanıyor, hakkınızda "Evet! Romas'ın tutuklandığını duydunuz demek. Öğreneli çok
bir şeyler işitiyoruz!" mu oldu? Ben daha dün duydum. Nerede mi? Smolensk'te. Orada
Bana kurnazca göz kırptı, gülmeye başladı ve ciddileşerek de- ne yapıyordu Romas?"
vam etti: Romas'ın oturduğu dairede kendi kurduğu "Halk Hukuku Par-
"Bu ölü âyininin içinden yalnızca şiirler basılabilir. Şiirler ori- tisi" üyelerinin matbaasına da el konulmuştu.
jinal, ben basarım. 'Kocakarı' daha iyi, daha ciddi yazılmış, ama "Yorulmak bilmeyen bir adam," dedi Vladimir Galaktionoviç
yine alegori. Bu alegoriler sizi iyiye ve güzele götürmeyecek. Ha- düşünceli bir ifadeyle. "Yine kim bilir nereye gönderirler onu. Na-
piste misiniz? Orada kalmaya devam edin!" sıl, sağlığı iyi mi bari? Çok sağlıklı bir köylüydü..."
Bir süre düşündü, müsvedde sayfalarını çevirirken: İç çekti, geniş omuzlarını oynattı.
"Çok tuhaf bir şey!" dedi. "Romantizm bu, oysaki romantizm "Hayır, böyle olmamalı! Bu yolla hiçbir şey elde edemezsin. As-
tırevskiy davası iyi bir derstir. Astırevskiy bize şöyle diyor: Kaba,
* Alfred de Musset (1810-1857): Fransız şair.
legal çalışmaya başlayın, sıradan kültürel işlere girişin. Çarlık hü- çalışarak bardağıma biraz daha votka ve bira koydular. Onların bu
kümeti hasta, ancak yine sağlam bir diştir, kökü dallı budaklıdır küçük kurnazlıklarını gördüm. Beni zilzurna sarhoş etmek iste-
ve derinlere uzanır, bizim kuşağımız bu dişi çekemez, bizler onu diklerini anlıyordum, ancak buna neden gerek duyduklarını an-
önce yerinden oynatmalıyız, bunun içinse onlarca yıl legal çalışma lamıyordum. İçlerinden çelimsiz, kendini beğenmiş biri beni ikna
yapmak gerekiyor." etmeye çalışıyordu:
Bu konu üzerine uzun uzun konuştu. Söylediklerine gerçekten "İyisi mi, düşünceleri, idealleri ve bütün bu saçma sapan sözleri
inandığı hissediliyordu. cehennemin dibine yollayın! Basit yazın! Kahrolsun düşünceler!.."
Avdotya Semyonovna geldi, çocuklar gürültü etmeye başladı- Bütün bu öğütler tahammül edemeyeceğim kadar bıktırıyordu
lar. Ben vedalaştım ve güzel duygularla oradan ayrıldım. beni.
Taşrada insanın cam fanus içindeymiş gibi yaşadığı bilinir, her- V. G. Korolenko, her hatırı sayılır insan gibi, küçük burjuva-
kes seni tanır, çarşamba gün saat iki civarında ve cumartesi akşam ların hedefi çeşitli etkilerine maruz kalıyordu. Bazıları, onun in-
âyini öncesinde ne düşündüğünü bilir; içindeki gizli niyetleri bilir, sanlara karşı dikkatli tavrını içtenlikle takdir ederek, yazarı, kendi
onların kâhince tahminlerini ve önsezilerini haklı çıkartmazsan kişisel, sığ çekişmelerinin içine çekmeye çalışıyorlar, bazıları ise
çok öfkelenirler. iftira konusu olarak seçiyorlardı. Tanıdıklarım onun öykülerinden
Korolenko'nun bana yakınlık gösterdiğini kuşkusuz bütün bir pek hoşlanmıyorlardı.
kent biliyordu ve ben şu türden öğütler almak zorunda kalıyor- "Sizin şu Korolenko, Tanrıya da inanıyor galiba," diyorlardı
dum: bana.
"Dikkatli olun, bu akıllılar kumpanyası sizin kafanızı karıştı- Özellikle de "İkonanın Arkasında" öyküsü nedense beğenilme-
racak." mişti. Öykünün "etnografyadan öte bir şey olmadığını" söylüyor-
Burada kastedilen, P. D. Boborıkin'in* o sıralar pek popüler lardı.
olan "Akıllı Adam" adlı öyküsüydü. Öyküde yerel yönetimde legal "Pavel Yakuşkin de aynen böyle yazıyor."
çalışma yapmaya başlayan, daha sonra şemsiyesini kaybeden ve Kunduracı-kahraman karakterinin G. Uspenskiy'in* "Raster-
karısı tarafından terk edilen bir devrimci anlatılıyordu. yayeva (Kayıp) Sokağının Töreleri'nden alındığını iddia ediyor-
"Siz demokratsınız, sizin generallerden öğreneceğiniz hiçbir lardı. Eleştirmenler bana Voronejli bir keşişi anımsatıyorlardı. Bu
şey yok, siz halkın evladısınız!" diyorlardı. keşiş, Mikluho-Maklay'ın** seyahatiyle ilgili hikâyeyi dinledikten
Fakat ben uzun zamandır kendimi halkın üvey evladı gibi his- sonra şaşkın ve kızgınca şu soruyu sormuş:
sediyordum; bu duygu gün geçtikçe güçleniyordu ve daha önce "Müsaade buyurun! Onun Rusya'ya bir tek Yeni Gineli getirdi-
söylediğim gibi, halkseverlerin kendileri de aynen benim gibi üvey ğini siz söylediniz. Peki, neden sadece bir tane Yeni Gineli? Neden
evlat olarak görünüyorlardı. Buna işaret ettiğimde ise bana çıkışı- sadece bir tane?"
yorlardı:
Bir keresinde gece boyunca dolaştığım kırlardan sabah erken
"Gördünüz mü işte, hastalığı kapmışsınız bile!"
* G. İ. Uspenskiy (1843-1092), Rus yazar.
Yaroslavl Lisesinin öğrencileri beni yemekli bir toplantıya ça-
** N. N. Mikluho-Maklay (1846-1888): Rus bilim adamı, gezgin, toplum adamı.
ğırmışlardı. Onlara bir şeyler okuyordum. Bana fark ettirmemeye
Dünyanın çeşitli yerlerine geziler yapmış, Yeni Gine'nin ormanlarla ve kauçuk
plantasyonlarıyla kaplı 3 0 0 kilometrelik kuzeydoğu kıyısına, burada yaşamış ve
* P. D. Boborıkin (1836-1921): Rus yazar, Petersburg Bilimler Akademisi Onur Üyesi. araştırmalar yapmış olması nedeniyle adı verilmiştir.
saatte dönüyordum. Evinin kapısında Vladimir Galaktionoviç'le "Natanson, Romas ve diğerlerinin davasına İstomina diye bir
karşılaştım. kızın karıştığını gerçekten duymadınız mı?" diye sordu.
"Nereden geliyorsunuz bu saatte?" diye hayretle sordu. "Ben de Bu kızı tanıyordum, bir sandalın kıç tarafından balıklama atla-
dolaşmaya çıkıyordum, ne harika bir sabah! Birlikte gidelim mi?" dığı Volga'dan sürükleyerek çıkardıktan sonra tanışmıştım onun-
Anlaşılan gece yine uyumamıştı; gözleri kızarmış ve kurumuş, la. Kızı sudan çıkartmak kolay olmuştu, çünkü çok sığ bir yerde
bakışları yorgundu, sakalı tutam tutam olmuş, giyimi özensizdi. boğulmaya kalkışmıştı. İsteri eğilimli ve yalan söylemeyi hastalık
" 'Volgalı'da sizin Arhip Dedeyi okudum. Fena değil, dergide derecesinde seven, soluk benizli, kafasız bir yaratıktı. Daha sonra
de basılabilirdi. Yayınlamadan önce bu öyküyü neden bana göster- Saratov'da Stolıpin'in evinde mürebbiye olarak çalışmıştı ve Apte-
mediniz? Hem niçin bana uğramıyorsunuz?" karskiy Adasında bir bakanın yazlığında, maksimalistlerin bom-
Bana üç ruble borç verirken, parayı hiçbir şey söylemeden ve ar- bası patladığında, başkalarıyla birlikte hayatını kaybetmişti.
kası dönük olarak uzatmasının beni kendisinden uzaklaştırdığını Vladimir Galaktionoviç, hikâyemi dinledikten sonra neredeyse
söyledim. Bu hareketine alınmıştım. Borç para almak o kadar zor öfkeyle şöyle demişti:
bir şeydi ki, buna ancak gerçekten aşırı derecede gerek duyduğum- "Bu tip çocukları riskli işlere sokmak cinayettir. Bu kızla kar-
da başvuruyordum. şılaşalı dört yıl kadar ya da daha fazla oluyor. Bana, sizin anlattı-
Kaşlarını çatıp bir an düşündü: ğınız gibi görünmemişti. Gerçek olmadığı çok açık bir hayattan
"Anımsamıyorum! Siz söylediğinize göre olmuştur ama bu şaşkına dönmüş, sevimli bir kızcağızdı. İyi bir köy öğretmeni ola-
özensiz davranışımı mazur görmeliydiniz. Herhalde keyfim yoktu, bilirdi. Sorgulamalar sırasında boşboğazlık ettiğini söylüyorlar. O
son zamanlarda sık sık keyfim kaçıyor. Ansızın bir kuyuya düşmüş ne bilebilirdi ki? Hayır, ben çocukların politika tanrısına kurban
gibi düşünceye dalıyorum. Hiçbir şey görmüyorum, duymuyorum edilmesini doğru bulmuyorum..."
ama kulağıma bir şeyler çarpıyor ve çok geriliyorum." Benden hızlı yürüyordu, benimse bacaklarım ağrıyordu. Aya-
Koluma girdikten sonra gözlerimin içine baktı. ğım takılıyor ve geride kalıyordum:
"Unutun bunu. Kızacak, alınacak bir şey yok, size karşı iyi duy- "Neyiniz var?"
gular besliyorum, ancak alınmış olmanız da genel olarak bakıldı- "Romatizma."
ğında kötü bir şey değil. Bizler çok alıngan değiliz, işte kötü olan
"Daha çok erken. O kızcağız hakkında söyledikleriniz bence
da bu. Hadi unutalım gitsin. Size söylemek istediğim bir şey var:
tamamen yanlış ama güzel anlatıyorsunuz. Dergi için biraz daha
Çok ve acele yazıyorsunuz, öykülerinizde bir savsaklama, bir belir-
kuvvetli şeyler yazmaya çalışın. Bunu yapmanın tam zamanı. Der-
sizlik görülüyor. Arhip'te, yağmurun betimlendiği yer, ne şiir, ne
gide yazılarınız basılacaktır ve umarım, kendinize daha iyi bakar-
de uyaklı düzyazı. Bu güzel bir şey değil."
sınız!"
Diğer öyküler hakkında da uzun uzun ve ayrıntılı olarak ko-
Onun benimle daha önce, bu çok güzel sabahta olduğu gibi,
nuştu. Yayınladığım her şeyi büyük bir dikkatle okuduğu anlaşılı-
iki gün aralıksız yağan yağmurun ardından canlanmış tarlaların
yordu. Bu durum beni tabii ki çok duygulandırmıştı.
Teşekkürüme karşılık: arasında, bu kadar büyüleyici bir sesle konuştuğunu anımsamıyo-
"Birbirimize yardım etmeliyiz," dedi. "Sayımız fazla değil ve rum.
hepimizin işi zor!" Yahudi mezarlığının yanındaki hendeğin kıyısında, ağaçların
Sesini alçaltıp: ve otların üzerindeki zümrüt rengi çiy tanelerini hayranlıkla sey-
rederek uzun süre oturduk. O "yerleşikliğin şeytanları" olan Ya-
"Yalan söylüyorlar."
hudilerin trajikomik hayatını anlatıyordu, gözlerinin altındaysa
"Ve sefahat âlemleri yapıyormuşsunuz..."
yorgunluğun gölgeleri giderek artıyordu.
Arada bir gülüp, merakla yüzüme bakarak hakkımdaki, kötü
Kente geri döndüğümüzde saat sabahın dokuzuydu. Benimle
olmayan dedikodulardan birkaçını sıraladı.
vedalaşırken:
Sonra aklına bir şey gelmiş gibi şöyle dedi:
"Büyük bir öykü yazmaya çalışacaksınız, tamam mı?" diye tek-
"Biri birazcık öne çıkacak olsa, her zaman kafasına vururlar.
rar anımsattı.
Bu, Petrovetsli bir öğrencinin vecizesi. İltifat da olsa bu boş laflan
Eve gittim ve hemen "Çelkaş"ı yazmaya koyuldum. Nikolayev
bir yana bırakalım. 'Çelkaş'ı 'Russkoye Bogatsvo'da ('Rus Zengin-
kentindeki bir hastanede yatak komşum olan Odessalı bir serseriyi
liği') yayınlarız, hem de en başköşede. Büyük bir başarı ve onur
anlatan bu öyküyü iki günde bitirdim ve müsveddesini Vladimir
demektir bu. Müsveddenizde dilbilgisine uymayan bazı yerler var-
Galaktionoviç'e yolladım.
dı. Öykünüzü çok kötü duruma düşürecek bu hataları düzelttim.
Birkaç gün sonra gösterebildiği kadar içtenlikle beni kutladı:
Başka hiçbir şeye dokunmadım. Göz atmak ister misiniz?"
"Eli yüzü düzgün bir şey yazmışsınız. Hatta aslında güzel bir
İstemediğimi söyledim tabii ki.
öykü bile denebilir. Tek parçadan yontulmuş gibi..."
Eşyayla dolu odada dolaşırken ellerini ovuşturarak:
Bu övgüsünden çok mahcup olmuştum.
"Başarınız beni sevindiriyor," dedi.
Akşam küçük çalışma odasında, sandalyede otururken heye-
Bu sevincin büyüleyici içtenliğini duyumsuyor ve edebiyattan,
canla şöyle diyordu:
dingin, sağlam bir aşkla sevdiği ve ebediyen de seveceği bir kadın
"Hiç fena değil! Karakter yaratabiliyorsunuz, insanlarınız ken-
gibi bahseden bu adama hayran oluyordum. Bir kılavuz kaptanla
dileri gibi, kendi ruhlarına uygun konuşup davranıyorlar, onların
birlikte olduğum bu saat, benim için unutulmaz bir şeydi. Sessiz-
düşüncelerinin akışına, duygularının oyununa karışmamayı bece-
ce gözlerini izliyordum. Bu gözlerde insanlar için duyduğu sevinç
rebiliyorsunuz. Bu herkese nasip olan bir şey değildir! Asıl güzel
ışıkları yanıyordu.
olan da, sizin insanı olduğu gibi değerlendirmeniz. Realist oldu-
ğunuzu söylemiştim size." İnsanlar, bu sevinç duygusunu ne kadar ender duyarlar. Oysa
dünyadaki en büyük sevinçtir bu.
Ancak bir süre düşündükten sonra gülerek ekledi:
Korolenko karşımda durdu, ağır ellerini omuzlarıma koydu.
"Ama aynı zamanda romantiksiniz de! Bir şey daha var: En faz-
la on beş dakikadır burada oturuyorsunuz, ama dördüncü sigarayı "Bakın, buradan ayrılıp başka bir yere gidemez misiniz? Ör-
içiyorsunuz..." neğin Samara'ya? Orada 'Samarskaya Gazeta'da bir tanıdığım var.

"Çok heyecanlıyım..." İsterseniz, ona bir mektup yazıp size iş vermesini rica edebilirim.
Ne dersiniz, yazayım mı?"
"Boşuna heyecanlanıyorsunuz. Her zaman da heyecanlı biri
"Burada birilerine mi engel oluyorum?"
olarak görünmüşsünüz ki, sizin için, demek ki bu yüzden, çok içki
içer diyorlar. Kemiğiniz çok, etiniz yok, üstelik sigara içiyorsunuz. "Asıl size engel oluyorlar."

Keyif vermedikçe gereksiz bir şey. Derdiniz ne?" Sarhoşluğumla, "hamam âlemleriyle", genel olarak "rezil" ha-

"Bilmiyorum." yatımla ilgili hikâyelere inandığı anlaşılıyordu. Yoksulluk bu ha-

"Çok içki içiyormuşsunuz, diye bir söylenti var." yatın en büyük rezilliğiydi. Vladimir Galaktionoviç'in kentten git-
mem konusundaki ısrarlı tavsiyeleri biraz kalbimi kırıyordu fakat
aynı zamanda da onun beni "rezillik çukurundan" çekip çıkartma bu metropolit, Hlıst tarikatı* üyeleri için son derece budalaca bir
isteği içimi titretiyordu. yargılama yapmıştı; bu mahkemede hiçbir suçu olmayan insanlar
Heyecan içinde ona nasıl bir hayat sürdüğümü anlattım. Beni hüküm giymişti. Gayet iyi biliyordum bunu. Bu adamın en şanlı
hiçbir şey söylemeden dinledi, kaşlarını çattı, omuzlarını oynattı. kahramanlığı da şuydu: Piskoposluk bölgesindeki bir gezi sıra-
"Fakat bütün bunların hiç olmayacak şeyler olduğunu ve bütün sında, yağmurlu bir gün, küçük, bakımsız bir köyün yakınında
bu hayal dünyası içinde yabancı biri olduğunuzu kendi gözleriniz- arabası bozulmuş ve bir köylünün evine girmek zorunda kalmış.
le görmek zorundasınız. Hayır, siz beni dinleyin! Sizin buradan Evde, ikona dolabının yanındaki rafın üstünde alçıdan bir Zeus
gitmeniz, kendinize yeni bir hayat kurmanız gerekli..." kafası görmüş. Tabii çok şaşırmış. Soruşturmalardan ve diğer ev-
Bunu yapmam gerektiğine inandırdı beni. lerin teftişinden anlaşılmış ki, birkaç köylünün evinde daha Olim-
pos tanrılarının tasviri ve hatta tanrıça Venüs'ün bir heykelciği
Daha sonra, "Samarskaya Gazeta"da kötü, günlük mizah fık- var. Ancak köylülerden hiçbiri bu heykelcikleri nereden aldığını
raları yazdığım ve bunları Yegudiil Hlamida* gibi güzel bir takma söylemek istemiyormuş. Eski Roma tanrılarına inanan Samaralı
adla imzaladığım sıralarda, Korolenko benim bu kahrolası çalış- putperestler tarikatı hakkında ceza davası açılması için bu yeterli
mamı alaycı, ciddi, sert fakat her zaman dostça eleştirdiği mektup- görülmüş. Putperestler hapse atılmış ve soruşturma sonucunda bu
lar yolluyordu. Şu olayı özellikle anımsıyorum: Skukin (sıkıntılı adamların Vyatka'daki Soldatskaya kasabasından, alçı heykelcik-
demektir, -çev.) gibi uğursuz bir soyadı taşıyan bir şair, beni tiksinti ler satan bir tüccarı öldürüp mallarını çaldıktan sonra aralarında
derecesinde bıktırmıştı. Bu şair, kulaçlarca uzunluktaki şiirlerini kardeş payı yaptıkları anlaşılana dek hapis yatmışlar. Meğerse bü-
yazı işlerine gönderiyordu. Düzeltilemeyecek dil yanlışlarıyla dolu tün olan biten buymuş.
ve son derece açık saçık olan bu şiirleri yayınlamak olanaksızdı. Kısacası ben, validen, metropolitten, şehirden, dünyadan, ken-
Şöhret hırsı bu adamın aklına orijinal bir fikir getirmişti: Şiirlerini di kendimden ve daha pek çok şeyden hoşnut değildim. Bu yüz-
tek tek pembe kâğıtlara yazıyor ve kentteki bakkallara dağıtıyor- den, öfke ve hiddetle, nefret ettiğim şeyleri öven şaire, soyadının
du. Tezgâhtarlar, çay paketlerini, şeker kutularını, konserveleri, sonuna bir de "oğlu" sözcüğünü ekleyerek hakaret etmiştim. Vla-
sucukları bu kâğıtlara sarıyorlar ve böylece insanlar, alışverişle- dimir Galaktionoviç hemen bana uzun ve etkileyici bir mektup
rinin yanı sıra yarım arşınlık bir de şiir kazanmış oluyorlardı. Bu gönderdi. Mektubun anafikri, iş için bile olsa insanlara hakaret
şiirlerde kent yöneticileri, soyluların başkanı, vali, metropolit öve ederken ölçü duygusunu gözetmek gerekir, şeklindeydi. Güzel bir
öve göklere çıkarılıyordu. mektuptu, fakat bir arama sırasında jandarmalar el koydular ve
Bu insanların hepsi, her biri kendi çapında kayda değer kişi- o da Korolenko'nun diğer mektuplarıyla birlikte kayboldu. Sırası
lerdi ve önem verilmeye layıktılar. Hele hele metropolit, özellikle gelmişken jandarmalardan da söz edeyim.
seçkin biri. Bir Tatar kızını zorla vaftiz etmişti. Bu yüzden koca 97 yılı (1897) ilkbaharının ilk günlerinde Nijniy'de tutuklan-
bir nahiyedeki Tatarlar arasında az daha isyan çıkıyordu. Yine dım ve çok da nazik olmayan biçim Tiflis'e götürüldüm. Tiflis'te
Meteh Şatosunda, daha sonradan Petersburg jandarma şefi olan
* Yegudiil Hlamida: Yegudiil, Yahudi dinsel menkıbelerine göre en yüksek yedi me-
lekten biridir. Hlamida ise eski Yunan ve Romalıların sol omuzlarının üstünden
* Hlıst tarikatı: Rusya'da X V I I . yüzyıl sonu, X V I I I . yüzyıl başında ortaya çıkmış,
attıkları pelerin gibi bir giysidir; halk dilinde ise saçma sapan giysi anlamında
kullanılır. Gorkiy, Samara'dayken omuzları kısa pelerinli, siyah, çok geniş bir yağ- Ortodoks âyinlerini reddeden ve üyeleri kendi kendilerini kamçılayan bir Hıris-
murluk giyiyordu, -çev. tiyan tarikatı -çev.
süvari yüzbaşısı Konisskiy, beni sorguya çekerken canından bez-
"Bu veciz sözün anlamını soracak olursa yüzbaşıya ne cevap
miş bir halde şöyle diyordu:
veririm" diye düşünüyordum.
"Korolenko size ne kadar güzel mektuplar yazıyor. Gerçekten
de şu anda Rusya'nın en iyi yazarı kendisi!"
1895'ten 1901'e kadar altı yıl Vladimir Galaktionoviç'le karşı-
Bu süvari yüzbaşısı garip bir adamdı: Ufak tefek, hareketleri
laşmadım fakat arada sırada mektuplaşıyorduk.
yumuşak, dikkatli, sanki karar veremiyormuş gibi sakıngandı; çir-
1901 yılında, ilk kez Petersburg'a, düz çizgilerin ve karanlık
kin denecek kadar iri burnu üzüntüyle aşağı doğru iniyor, canlı
insanların kentine gittim. "Moda" idim, "şöhret" yaşamımı cid-
gözleri, yüzünde sanki başkasının gözleriymiş gibi duruyor ve göz-
di ciddi engelleyerek canıma okuyordu. Ünüm iyice yayılmıştı:
bebekleri gülünç biçimde burun köküne doğru bir yerlere saklanı-
yor gibiydi. Anımsıyorum, bir gece Aniçkov Köprüsünde yürüyordum, berber
olduklarını sandığım iki kişi önüme geçtiler ve biri yüzüme bakıp
"Ben Korolenko'nun hemşerisiyim, Volınlıyım, anımsar mısı-
korku içinde, alçak sesle arkadaşına:
nız bilmiyorum, İkinci Katerina'ya 'Güneşi bırakalım' şeklindeki
"Bak, bu Gorkiy!" dedi.
ünlü konuşmayı yapan Piskopos Konisskiy'in soyundan geliyo-
Öbürü durdu, beni tepeden tırnağa dikkatle süzdü ve yanından
rum. Bundan gurur duyarım."
geçmeme izin verdikten sonra hayranlıkla şöyle dedi:
Ben kibarca sordum, atasından mı yoksa hemşerisinden mi
"Şuna bak, meğer iblis lastik galoş giyiyormuş!"
daha çok gurur duyuyor diye.
Pek çok zevkin arasında bir de "Naçalo" ("Temel") dergisinin
"Her ikisinden de elbette, her ikisinden de!"
yazı işlerinden bir grupla fotoğraf çektirmiştim. Aralarında provo-
Gözbebeklerini burun köküne doğru çeviriyor, fakat burnunu
katör ve gizli polis ajanı M. Guroviç de vardı.
gürültülüce çeker çekmez gözbebekleri sıçrayıp yerlerine dönüyor-
Kadınların lütufkâr gülümsemelerini, genç kızların hayran ba-
du. Hasta olan, hasta olduğu için sinirli de olan - b u arada ben,
kışlarını görmek pek tabii ki çok hoşuma gidiyordu ve şöhretten
jandarmaların aşırı nazik "dikkati" yüzünden yaşamı daha önce
başı dönmüş tüm genç insanlar gibi kabarıyordum. Fakat geceleri,
engellenmiş, halen de engellenmekte olan bir insanın gurur denen
kendinle baş başa kaldığın zaman birden henüz yakalanmamış,
şeyi pek iyi anlayamadığını belirtmiştim- Konisskiy dindar bir ta-
ama çevresi casuslar, sorgu yargıçları, savcılar tarafından sarılmış
vırla yanıtladı:
bir cinayet suçlusu gibi hissediyorsun kendini. Bu insanların hepsi,
"İçimizden her biri, yaptığı işi, Tanrının iradesiyle yapar, her
cinayeti talihsiz, acıklı bir "gençlik hatası" sayıyormuş gibi davra-
birimiz ve hepimiz! Biz işimize devam edelim. Şu halde siz de ka-
nırlar ve hele bir itiraf etmeyegör, büyüklük gösterip hemen seni
bul ediyorsunuz ki... Bununla birlikte, öğrendiğimize göre..."
bağışlarlar. Ancak her birinin ruhunun derinlerinde suçluyu açığa
Şatonun giriş kapısının altındaki küçük odada oturuyorduk.
çıkarmak, onun suratına "A-ha!" diye haykırmak için yenilmez bir
Odanın penceresi çok yukarıda, tavanın hemen altındaydı. Kâğıt-
istek vardır.
larla dolu masanın üstüne pencereden kızgın güneş ışınları düşü-
yor ve laf aramızda, üzerine benim tarafımdan açık açık şu sözler
Sık sık da bir topluluk karşısında her konudan sınava çekilen
yazılmış olan kâğıdın bir parçasını aydınlatıyordu:
bir öğrenci durumunda bulunuyordum.
"Geyik kavağı kemiriyor diye somon balığına kızmayın."
Bu lanet olası kâğıda bakıyor ve: "Neye iman ediyorsun?" diye bana işkence ediyorlardı tarikat-
çılar ve din adamları.
Kibar biri olarak ve gücüne şaştığım bir sabır göstererek bu " 'Varenka Olesova' gibi şeyler size Foma Gordeyev den daha
sınavları veriyordum; ancak sözlerle yapılan bu işkenceden sonra büyük başarılar getirecektir. 'Foma'nın okunması zor, içinde çok
içimde Donanma Binasının sivri külahını alıp İsaak Katedralinde fazla malzeme var, derli toplu değil."
bir delik açmak ya da en azından skandal yaratabilecek başka bir Belini öyle bir doğrulttu ki, omurları çıtırdadı ve:
şey yapmak isteği uyanıyordu. "Söyleyin bakalım, Marksist oldunuz mu?" diye sordu.
Ruslar, hemen hemen her zaman yapmacık olan iyi yürekli- Buna yaklaştığımı söylediğimde neşesizce gülümsedi ve:
liklerinin arkasına küstahlığa benzer bir şey saklarlar. Bu özellik, "Bunu anlamıyorum," dedi. "Benim için idealizm olmadan
-belki de bir tür araştırma yöntemi- çok çeşitli şekillerde, esas ola- sosyalizm anlaşılmaz bir şeydir. Maddi çıkar ortaklığı bilinci esas
rak da panayır çadırını ziyaret edercesine bir yakınının ruhuna alınarak bir töre yaratılabileceğini sanmıyorum, ama töresiz de
girmek, bu çadırın içinde ne hokkabazlıklar sergilendiğine bak- yapamayız."
mak, başka birinin ruhundaki çer çöpü buraya atarak kirletmek, Çayından bir yudum alarak:
bazen de bir şeyleri devirip yıkmak, Foma örneğinde olduğu gibi, "E, Petersburg'u beğendiniz mi?" diye sordu.
bir havarinin kuşkuculuğunun maymunların meraklılığıyla aynı "Kent, insanlardan daha ilgi çekici."
şey olduğunu düşünerek yaralara parmak basma isteği olarak ifa- "Buradaki insanlar..."
desini bulur.
Kaşlarını kaldırdı ve parmaklarıyla yorgun gözlerini ovuştur-
du.
V. G. Korolenko, taş binalarla dolu Petersburg'da, odalarının
"Buradaki insanlar Moskovalılardan ve bizim Volgalılardan
döşeme tahtaları boyalı, eskimişliğin hoş kokusuyla dolu, taşra
daha Avrupalıdır. Moskova'nın daha kendine özgü bir kent oldu-
için rahat sayılabilecek çok eski ahşap bir ev bulmuştu.
ğunu söylerler, öyle midir bilmiyorum. Bana kalırsa Moskova'nın
Vladimir Galaktionoviç, geçen yıllar içinde saçlarını iyice
kendine özgülüğü, bir tür hantal, anlamsız tutuculuktan ibarettir.
ağartmıştı. Şakaklarındaki gri bukleler neredeyse beyazlaşmış,
Orada Slavcılar, Katkov ve aynı ruhta olan başkaları var. Burada
gözlerinin altında morluklar oluşmuştu. Bakışları dalgın ve yor-
ise dekabristler, Petraşevciler, Çernışevskiy yaşıyor..."
gundu. Eskiden hoşuma giden sakinliğinin aşırı derecede gerginlik
"Pobedonostsev*," diye takıldım ben.
içinde yaşayan bir kimsenin sinirliliğiyle yer değiştirmiş olduğunu
"Marksistler," diye ekledi Vladimir Galaktionoviç, gülümseye-
hemen hissetmiştim. Anlaşılan Multan davası* ve onun o yıllarda
rek, "ve ilerici, yani devrimci düşüncedeki diğer bütün aşırı uçlar.
bir ayı gibi yerinden oynatıp devirdiği şeyler pahalıya patlamıştı.
Pobedonostsev için yetenekli biri diyelim isterseniz. Onun Mos-
"Uykusuzluk beni canımdan bezdiriyor. Ya siz, veremi umur-
kovskiy Sbornik'ini ("Moskova Kitabı") okudunuz mu? Moskova
samayıp yine çok sigara içiyor musunuz? Ciğerleriniz ne âlemde? lafına dikkat edin!"
Karadeniz'e gideceğim. Birlikte gidelim mi?"
Birden asabi bir şekilde canlandı ve mizahi bir dille edebiyat
Masanın arkasına, karşıma geçip oturdu ve semaverin ardın-
gruplarının mücadelesini, narodniklerin Marksistlerle tartışması-
dan yüzüme bakarak benim çalışmalarımdan söz etmeye başladı.
nı anlatmaya koyuldu.
1892-96 yıllarında Eski Multan köyünden bir grup Udmurtiyalı köylü, cinayetle
* Konstantin Petroviç Pobedonostsev (1827-1907): Gerici Rus devlet adamı, hukuk-
suçlanarak yargılanmıştır. Dava, polis yetkilileri tarafından ulusal düşmanlıkları
kışkırtmak amacıyla açılmıştır. V. G. Korolenko ve A. R Koni savunma yapmışlar, çu, aşırı gericiliğin esinlendiricisi. Batı Avrupa kültürü ve burjuva toplum yaşamı
sanıklar aklanmıştır (Y.N.). karşıtı.
Bu konuda bir şeyler biliyordum. Petersburg'a gelişimin ertesi ta açıklanıyordu. Tanımadığım insanlardan gelen bu mektubun
günü şimdi bile kötü bir duyguyla anımsadığım bir "hikâyenin" ardından P. B. Struve'nin* bir notunu aldım. P. B. Struve, bana,
içine çekilmiştim; bu konuda Vladimir Galaktionoviç'le konuş- gecede konuşma yapmaktan vazgeçtiğini bildiriyordu, birkaç saat
mak üzere evine gittim. sonra ise gönderdiği bir başka notla konuşmama kararını geri al-
İşin aslı şöyleydi: "Jizn" ("Yaşam") dergisinin yazı işleri müdü- dığını haber veriyordu. Ancak ertesi gün M. İ. Tugan-Baranovskiy
rü V. A. Posse, N. G. Çernışevskiy onuruna ve anısına bir edebi- de konuşma yapmaktan vazgeçmişti. Struve ise bu kez kesin olarak
yat gecesi düzenlemişti. V. G. Korolenko, N. K. Mihaylovskiy, P. ret kararı aldığını belirten, ilk iki notunda olduğu gibi herhangi
F. Melşin, P. B. Struve, M. İ. Tugan-Baranovskiy'i ve daha başka bir gerekçe göstermediği üçüncü notunu yolladı.
Marksist ve narodnikleri de bu geceye çağırmıştı. Edebiyatçılar Vladimir Galaktionoviç can sıkıcı biçimde uzamış olan bu işin
çağrıyı kabul ettiklerini bildirmişler, polisten de izin çıkmıştı. hikâyesini zaman zaman gülümseyerek dinledi ve alaycı bir üzün-
Petersburg'a gelişimin ertesi günü üniversite öğrencisi cilve- tüyle:
li bir küçük hanımla fiyakalı iki delikanlı yanıma gelmişler ve "Bak gördün mü, seni bir şeyler okumaya çağırıyorlar, sahneye
Posse'nin öğrenci gençler arasında hoş karşılanmayan biri oldu- çıktığın zaman da yakalayıp, pantolonunu aşağı indirecekler ve kı-
ğunu, onun "Jizn" dergisi yayıncılarının sırtından geçindiğini ileri çını kamçılayacaklar," dedi.
sürerek Çernışevskiy gecesine katılmasına izin vermeyeceklerini Ellerini arkasına koymuş odanın içinde dolaşırken alçak sesle,
söylemişlerdi. Posse'yi bir yıldan fazladır tanıyordum ve özgün, düşünceli bir sesle devam etti:
yetenekli biri saydığım bu insanın yayıncıların sırtından geçine- "Zor bir dönem! İnsanların ahlakını bozan acayip bir şey gide-
cek biri olduğunu sanmıyordum. Posse'nin yayıncılarla ilişkileri- rek büyüyor. Gençlerin ruhsal durumunu anlayamıyorum. Bana
nin dostça ilişkiler olduğunu, eşek gibi çalıştığını, üç kuruş para öyle geliyor ki, gençlerin arasında nihilizm yeniden doğuyor ve
alıp kalabalık ailesiyle yarı aç yarı tok yaşadığını biliyordum. Bu birtakım kariyerist-sosyalistler ortaya çıkmış bulunuyor. Çarlık
durumu gençlere söylediğimde Posse'nin narodniklerle Mark- hükümeti Rusya'yı mahvediyor ama onun yerini alabilecek bir güç
sistler arasındaki politik konumunun belirsizliğinden söz etmeye de ortada görünmüyor!"
Korolenko'yu ilk kez bu kadar kaygılı ve yorgun görüyordum.
başladılar, ancak Posse bu belirsizliği kabul ediyor ve makalelerini
Canı çok sıkkındı.
Vilde takma adıyla imzalıyordu. Bu ahlak ve inanç gözcüleri bana Taşradan bazı hemşerileri geldi, ben çıktım. İki üç gün sonra
kızdılar, geceye katılacakların hepsine tek tek gidip konuşma yap- dinlenmek için bir yere gitti ve bu buluşmadan sonra bir daha gö-
maktan caydıracaklarını söyleyerek gittiler. rüşüp görüşmediğimizi anımsamıyorum.
Daha sonra "olayı", Posse'ye karşı kişisel bir saldırı olarak değil,
Görüşmelerimiz seyrekti, onu sürekli, kısa süreliğine de olsa
"iki politik düşünce akımının mücadele eylemlerinden biri olarak"
gün be gün gözlemlemiyordum.
ele almak gerektiği anlaşıldı. Genç Marksistler, kendi ekollerin-
Fakat onunla her sohbetimiz, V. G. Korolenko'nun büyük bir
den temsilcilerin, "eskimiş, can çekişen" narodnik temsilcileriyle
hümanist olduğuna ilişkin düşüncemi güçlendiriyordu. Rus kültür
izleyicilerin karşısına çıkıp konuşma yapmalarının yersiz olduğu
adamları arasında böylesine "gerçek-adalet" açlığı çeken birine, bu
görüşündeydiler. Bu düşünce, okurken kendimi yabancı biri gibi
hissettiğim bir dille yazılmış, rapor büyüklüğündeki bir mektup- * P. B. Struve (1780-1944): Rus ekonomist, filozof, tarihçi. "Legal Marksizmin" ku-
ramcısı.
Kutsal Rusya'da horozlar ötüyor,
gerçeği hayata geçirme gereğini böylesine içten duyan birine daha
Yakında gün doğacak kutsal Rusya'da.
rastlamadım.
L. N. Tolstoy'un ölümünden sonra bana şunları yazmıştı:
O, hayatı boyunca, bir kahramanın zorluklarla dolu yolunu iz-
"Tolstoy, kendisinden önce hiç kimsenin yapmadığını yaparak,
leyerek "gün'ükarşılamaya yürüdü. V. G. Korolenko'nun "gün"ün
düşünen ve inanan insanların sayısını artırmıştır. Bana kalırsa bu
bir an evvel doğması için yaptıkları sayılamayacak kadar çoktur.
artışın, iş yapan ve iş yapma yeteneği olanlar sayesinde olduğunu
iddia ederken yanılıyorsunuz. İnsan düşüncesi aktiftir, siz uyan-
dırmayagörün, düşüncenin hevesi, isteği hemen gerçeğe, adalete
doğru yönelecektir."
Vladimir Galaktionoviç'in kültürel çalışmasının çok sayıda
Rus'un uyuklamakta olan sağduyusunu uyandırdığından eminim.
Kendisini, duygularının ve aklının uyumlu bir şekilde birleşmek
suretiyle derin, dinsel bir ihtiras düzeyine yükseldiği, ender rast-
lanacak bir gayretle adalet davasına adamıştı. Bütün güzel hal-
lerimiz gibi, insan ruhu tarafından yaratılmış, elle tutulur gözle
görülür bir biçim alma yolunu arayan bir imge olan adaleti sanki
görüyor ve hissediyordu.
Enerjisini, bir sanatçının yeteneğine zarar verecek biçim, ha-
yalci Rus yaşantısı tarafından beslenerek semirtilmiş olan yüz baş-
lı devle sürekli, yorulmak bilmez mücadeleye adamıştı.
Devrimci düşüncenin, devrimci davanın sert formları, onun,
güzelliği ve adaleti ihtirasla seven, her ikisini tek bir bütün ola-
rak birleştirme yolları arayan bir insanın yüreğine acı veriyordu.
Ancak o, ülkedeki yaratıcı güçlerin yakında gelişeceğine inanıyor
ve halkın ölülerinden dirılerek müthiş bir mucize yaratacağını se-
ziyordu.
1908 yılında şunları yazıyordu:
"Şimdi yapılan her şey birkaç yıl sonra bir volkan patlaması
gibi ses getirecek, müthiş günler gelecek. Ancak bu, halkın ruhu
diriyse olacaktır, halkın ruhu ise diridir."
"Tutulma" adlı öyküsünü 1887 yılında N. Berg'in şu dizeleriyle
bitirmişti:
"Şu düşünme alışkanlığını, ruhun uyuz hastalığını şeytan al- du. Dogmatizmden hoşlandığını ve düşünme sürecinin Tolstoy'a,
sın!" Schopenhauer gibi, düşüncelerinin gelişmesinden keyif alan dü-
L. Andreyev* de: şünürlerin duydukları zevki verdiğini sanmıyorum. Bence, Lev
"Aklın içinde bir ispiyon, bir kışkırtıcı vardır," diyor ve şu tah- Tolstoy için düşünmek, nefret edilecek, can sıkıcı bir görevdi ve
minde bulunuyordu: bana öyle geliyor ki, Tertullianus'un*, kuşkuyla yaralanmış bir fa-
"Akıl, büyük olasılıkla maskeli, yaşlı bir cadı kılığındaki vic- natiğin karamsarlığını ifade eden "Düşünce kötülüktür," sözlerini
dandır." hep anımsamıştır.
Rus yazarlarından bu şekilde onlarca özdeyiş alıntılamak Düşünceden duyulan korkunun ve düşünceye karşı beslenen
mümkündür. Bunların hepsi, aklın gücüne olan güvensizliği kes- nefretin kökenleri İncil'deki (VI, 1-4) şu sözlerde yatmıyor mu?
kin çizgilerle kanıtlıyor. Bu durum, yaşamı, en az akılcı temeller "İnsanlara kılıç ve bıçak yapmayı, onlara çeşitli sanatları öğre-
üzerinde kurulmuş bir ülkenin insanları için son derece karakte- ten... yıldızların ve ayın hareketini anlatan Azazel** değil miydi?
ristik özelliklerden biridir. Ve yeryüzünde büyük bir dinsizlik ve ahlaksızlık başlamadı mı,
Aktif ilerleme kitabının yazarı ve galiba bu düşünce çizgisine insanlar yoldan çıkmadılar mı?"
yabancı olan R F. Nikolayev'in** 1906 yılında bana yazdığı şu sözler
ilginçtir: Bütün bunlar, dün Aleksandr Blok'la yaptığım beklenmedik
" Bilgi, talepleri artırır, talepler tatminsizlik doğurur, tatminsiz sohbetten sonra aklıma geldi. "Vsemirnaya Literatura" ("Dünya
bir insan mutsuzdur, bu yüzden bu insan sosyal bakımdan değerli, Edebiyatı")*** yayınevinden birlikte çıkmıştık. "Hümanizmin Çö-
bireysel bakımdansa sevimlidir." küşü" adlı yapıtı hakkında ne düşündüğümü sordu.
Son derece anlaşılmaz ve Budistçe bir düşünce. Birkaç gün önce bu konuda bildiriye benzeyen kısa bir makale
Bununla birlikte Montaigne de kederle iç çekiyordu: okumuştu. Makale bana anlaşılmaz ve trajik önsezilerle dolu gö-
"Neden yararsız düşüncelerle donanıyoruz? Seçilmişler için rünmüştü. Blok, makaleyi okurken ormanda yolunu kaybetmiş
yatağın başucu ne kadar rahat ve yumuşaktır: Onlar cahil ve ba- masal kahramanı bir çocuğu anımsatıyordu: Karanlığın içinden
sittir." canavarların yaklaştığını hissediyor ve onları korkutacağını sa-
Montaigne, ilkel insanların uzun ömürlü oluşunu, bilim ve din narak büyülü sözler mırıldanıyordu. Müsvedde sayfalarını çevi-
konularının daha cenin halindeyken içlerinde olduğunu bilme- rirken parmakları titriyordu. Hümanizmin çöküşü onu üzüyor
yenlerin bu konulardaki bilgisizlikleriyle açıklıyordu. Epikürcü mu, sevindiriyor mu, anlamamıştım. Blok, düzyazıda, şiirde ol-
Montaigne, din savaşları döneminde yaşamıştı. Neşeli bir bilgeydi duğu kadar kıvrak ve yetenekli değil, fakat çok derinden ve çok
ve ilkel insanların barbarlığını engizisyon işkenceleri kadar tiksin- yıkıcı şekilde hissedebilen bir şair. Genel anlamda bir "dekadan".
dirici bulmuyordu.
Üç yüz yıl sonra Lev Tolstoy, onun için: * Tertullianus (yaklaşık 160-220): Hıristiyan ilahiyatçısı ve yazar.
"Montaigne ahlaksızın biridir," diyordu. ** Azazel: Yahudi inancına göre çölde yaşadığına ve bütün günahların nedeni oldu-
Lev Tolstoy, hem biçim hem de içerik olarak dinsel düşünüyor- ğuna inanılan şeytan.
*** "Vsemirnaya Literatura": 1918-1924 yıllarında Petrograd'da faaliyet gösteren Sov-
yet yayınevi. M. Gorkiy'nin girişimiyle kurulan yayınevi, XVIII.- X X . yüzyıl Av-
* L. N. Andreyev (1871-1919): Rus yazar.
rupa ve Amerika edebiyatının önemli yapıtlarının yayınını planlamış, 2 0 0 kadar
** P. F. Nikolayev (1844-1910): Rus yayıncı, sosyolog.
kitap basmıştır.
Blok'uıı inançları, bana kendisinin de anlamadığı şeylermiş gibi "Kendinden söz etmek ince bir sanattır, ben bu sanatı bilmiyo-
geldi; "hümanizmin çöküşü" diye adlandırdığı şeylerle birleştiğin- rum."
de, sözcüklerin, bu adamı perişan eden düşüncenin derinliklerine Yaz Bahçesine uğradık, bir kanepeye oturduk. Blok'un gözle-
nüfuz etmediği görülüyor.
ri deli gibiydi. Bu gözlerdeki ışıltıda, soğuk ama bitkin yüzünde
Bildirideki bazı düşünceler, üzerinde yeterince iyi düşünülme- dolaşan ürpertilerde onun şiddetle konuşmak, soru sormak arzu-
miş gibiydi. Örneğin: sunda olduğunu görüyordum. Güneşin toprakta yarattığı deseni
"Kitleyi uygarlaştırmak ne olanaklıdır ne de gerekli"; "keşifler ayağıyla bozarken bana sitem etti.
yerini icatlara bırakıyor".
"Siz saklanıyorsunuz. Ruhla, gerçekle ilgili düşüncelerinizi giz-
X I X . ve X X . yüzyıllar, en bol ve en büyük bilimsel buluşların
liyorsunuz. Neden?"
yapıldığı dönemdir. Rus halkı için uygarlığın olanaksız ve gereksiz
Ve daha ben cevap vermeden Rus aydınlarını kınayan, artık
olduğunu söylemek açıkça ilkelliktir ve ben bunu Rus halkının,
bıkkınlık vermiş sözler söylemeye başladı. Bu sözler, şimdi, dev-
yapısından kaynaklanan devlet karşıtlığının tanınması olarak an-
rimden sonra özellikle yersiz kaçan sözlerdi.
lıyorum. Hem ilkelliğin Blok a ne faydası olabilirdi?
Ben, kendi düşünceme göre, aydınlara karşı olumsuz tavrın
Bunu olabildiğince dikkatli bir şekilde söyledim ona. Blok'la
tam da saf, "aydınca" bir tavır olduğunu söyledim. Bu tavrı, ne
konuşmak oldukça zor: Kendi dünyasına yabancı ve anlaşılmaz aydını yalnızca özverili bir köy hekiminin, bir papazın ya da bir
gelen herkesi küçümsüyor sanıyorum. Bana da onun dünyası an- köy öğretmeninin şahsında tanımış olan bir köylü ne de politik
laşılmaz geliyor. Son zamanlarda haftada iki kez "Vsemirnaya eğitimini aydına borçlu olan bir işçi oluşturabilirdi. Bu tavır yanlış
Literatura'nın yazı kurulu toplantılarında yan yana oturuyoruz ve zararlı bir tavırdır, kaldı ki, bu tavrın, aydın kesimin kendisi-
ve çevirilerin Rus dilinin ruhu açısından eksiklikleri konusunda ne, kendi tarihsel ve kültürel çalışmasına olan saygısını ortadan
konuşurken sık sık tartışıyoruz. Bu tartışma da bizi birbirimize kaldıracağından da söz etmiyoruz daha. Bizim aydınlarımız, her
yakmlaştırmıyor. Yazı kurulundaki herkes gibi o da çalışma konu- zaman, şimdi ve ezelden beri, tarihin yükünü sırtında taşıyan yük
sunda biçimci ve ilgisiz davranıyor. hayvanı rolü oynamışlardır, oynamaktadırlar ve daha da oynaya-
Benim "aydınlara özgü, sosyal yaşam sorunlarını çözümleme caklardır. Aydınlar, yorulmak bilmez çalışmalarıyla proletaryayı,
alışkanlığından" kurtulmakta olduğuma sevindiğini söyledi. bir an evvel gerçekleştirilmek üzere ortaya konmuş olan ödevlerin
"Sizde sahici olmayan bir şey olduğunu hissediyordum hep. İn- genişliği ve derinliği bakımından eşi benzeri görülmemiş bir dev-
sanın en derin ve korkunç sorunları olan çocukluk sorunlarının rimin zirvesine çıkartmışlardır.
sizi heyecanlandırdığı 'Okurov Kasabasında belli olmuştu." Galiba beni dinlemiyor, kaşlarını çatmış yere bakıyordu, ancak
Yanılıyor, ama karşı çıkmadım, eğer bundan hoşlanıyorsa ya ben sustuğum zaman tekrar aydınların "Bolşevizm" konusundaki
da gerekli görüyorsa varsın öyle düşünsün. kararsızlıklarından söz etmeye başlıyordu. Bu arada çok doğru bir
"Neden bu konuları yazmıyorsunuz?" diye ısrarla soruyordu. şey söyledi:
Yaşamanın anlamıyla, ölümle, aşkla ilgili sorunların son dere- "Karanlığın içinden yıkım ruhunu çağırdıktan sonra bunun
ce kişisel, mahrem ve yalnızca beni ilgilendiren sorunlar olduğunu bizim tarafımızdan değil, başkaları tarafından yapıldığını söyle-
söyledim. Bu sorunları sokağa taşımayı sevmiyorum, bunu arada mek dürüstlük olmaz. Bolşevizm, aydınların üniversite kürsüle-
sırada elimde olmadan yaparsam da hep beceriksizce yapıyorum. rinde, yazıişleri bürolarında ve yeraltında çalışmalarının kaçınıl-
maz sonucudur..."
Güzel bir hanım zarif bir tavırla kendisiyle selamlaştı. Kadına Dünyayı, maddenin aralıksız parçalanma süreci olarak tasav-
karşı soğuk, neredeyse küçümser gibi karşılık verdi. Kadın, şaş- vur etmesini önerdim ona. Madde parçalanırken sürekli olarak
kın şaşkın gülümseyerek uzaklaştı. Blok onun ardından, kararsız ışık, elektromanyetik dalgalar, Hertz dalgaları gibi enerji çeşit-
adımlar atan küçük ayaklarına bakarken: lerini açığa çıkarır ve kuşkusuz radyoaktivite olayları da bunlar
"Ölümsüzlük hakkında, ölümsüzlük olasılığı hakkında ne dü- arasındadır. Düşünce, beyin atomlarının parçalanmasının sonu-
şünüyorsunuz?" diye sordu. cudur, beyin "ölü" inorganik madde elementlerinden oluşmuştur.
Israrcı bir tutumla sormuştu soruyu ve bakışlarını yüzüme İnsan beyninde bu madde sürekli olarak ruhsal enerjiye dönüşür.
dikmişti. Ben, Lamennais nin* haklı olduğunu, evrendeki madde Bir gün insan tarafından emilen tüm "madde'nin insanın beyni
miktarı sınırlı olduğuna göre, maddenin kombinasyonlarının son- tarafından tek bir enerjiye, ruhsal enerjiye dönüştürüleceğini dü-
suz zaman içinde, sonsuz kez yineleneceği düşüncesini kabul et- şünebilirim. Bu enerji, kendi içinde bir uyuma ulaşacak ve kendi iç
mek gerektiğini söyledim. Bu açıdan bakınca, milyonlarca yıl son- âleminde, yani içinde saklı olan sonsuz çeşitlilikteki yaratıcı ola-
ra, Petersburg'un bulutlu bir ilkyaz akşamında, Blok ve Gorkiy'nin naklar âleminde hareketsiz kalacaktır.
Yaz Bahçesinde bir kanepeye oturup tekrar ölümsüzlükten konuş- "İç karartıcı bir fantezi,"dedi Blok ve güldü. "Maddenin korun-
maları mümkündü. ması yasasının bu fanteziye karşı olduğunu anımsamak güzel."
"Bunu siz mi söylüyorsunuz? Ciddi olamazsınız," dedi. "Benim içinse laboratııvarlarda yaratılan yasaların, evrenin
Onun basit bir meraktan değil, sanki kaygı verici, ağır bir dü- bilgimiz dışında kalan yasalarıyla her zaman uyuşmadığını dü-
şünceyi bastırmak isteğiyle bu soruyu sorduğunu hissettiğim hal- şünmek hoş. Arada bir gezegenimizi lartma olanağımız olsaydı,
de, ısrarcılığı beni hem şaşırtıyor hem kızdırıyordu. ağırlığının sürekli olarak azaldığını göreceğimizden eminim."
"Lamennais'nin düşüncesini, bu konudaki diğer bütün görüş- "Hepsi de sıkıcı şeyler," dedi Blok, başını sallayarak. "Mesele
lerden daha az ciddi sayabilecek bir nedenim yok." basit; mesele, Tanrıya inanmak için son derece akıllı olmamızdan
"Peki ya siz, siz ne düşünüyorsunuz?" ve yalnız kendimize inanmak içinse yeterince güçlü olmamamız-
Bunu söylerken ayağını yere vurmuştu. O akşamdan önce bana dan ibaret. Yaşamın ve inancın dayanağı olarak sadece Tanrı ve
hep ölçülü, az konuşan biri olarak görünmüştü. insanlık mı var? Ancak bu savaştan sonra ve kaçınılmaz, daha da
"İnsanı, 'ölü madde' diye adlandırılan şeyi içinde ruhsal bir acımasız savaşların öııgününde insanlığın akıllı olduğuna inanı-
enerjiye çeviren ve çok çok uzak bir gelecekte bütün 'dünyayı te- labilir mi? Hayır, sizin şıı fanteziniz... korkunç! Bu sözlerinizin
miz bir ruhsal yapıya dönüştürecek bir cihaz olarak tasavvur et- ciddi olmadığını düşünüyorum."
mek benim şahsen daha çok hoşuma gidiyor." Derin bir soluk aldı:
"Anlamıyorum, panpsişizm mi yani bu?" "Bir on yıl olsun düşünmekten tamamen vazgeçebilseydik. Bizi
"Hayır. Çünkü düşünceden başka hiçbir şey olmayacak, saf dü- dünyanın gecesine doğru gitgide daha derinlere çeken bu aldatıcı
şünceye dönüşmüş olan her şey yok olacak; sadece o, ilk pırıltıla- bataklık ateşini söndürebilseydik ve dünyanın uyumuna yüreği-
rından düşüncenin son patlama anma dek insanlığın tüm düşün- mizle kulak verebilseydik. Beyin, beyin... Güvenilmez bir organ-
me sürecini kendinde simgeleştirerek sadece düşünce var olacak." dır beyin, biçimsizce büyük, biçimsizce gelişmiş. Kursak gibi bir
"Anlamıyorum,"diye yineledi Blok, başını sallayarak. şiş..."

* Lamennais (1782-1854): Fransız gazeteci ve düşünür, Hıristiyan sosyalizminin ku- Bir an sustu, dudaklarını iyice sıktıktan sonra yavaşça şöyle
rucularından. dedi:
"Hareket dursa, zaman da dursa..." gururlu biri beni çağırdı. Hatta yabancı sandım. Buraya yakın Ka-
"Her tür harekete aynı hızı vermek mümkün olsa zaman du- ravanaya üzerinde, randevu için kiralık odaların olduğu on nu-
rur." maraya yürüyerek gittik. Hem yürüyor hem konuşuyorum, o ise
Blok, kaşlarını kaldırıp, bana yan yan baktı ve hızlı hızlı, an- ağzını açmıyor. Hoşuma gitmedi, alışılmamış bir şey, kaba insan-
laşılmaz biçimde, sayıklar gibi konuşmaya başladı. Onu anlamaya ları sevmem. Gittik, ben çay istedim; zili çaldı, ama uşak gelmiyor,
çalışmaktan vazgeçtim. Garip bir etki yaratmıştı: Sanki üzerinde- o zaman koridora çıktı. Bense öyle yorulmuş, öyle üşümüşüm ki,
ki eski püskü giysileri yırtıp atmak ister gibiydi. divanda otururken uyuyakalmışım. Sonra birden gözlerimi açtım.
Ansızın ayağa kalktı, elini uzattı ve tramvaya doğru yürüdü. Bakıyorum: Karşımda oturuyor, dirseklerini masaya dayamış, ba-
Yürüyüşü ilk bakışta kararlı görünüyor, ama dikkatle baktığında şını ellerinin arasına almış, yüzüme öyle sert bakıyor ki, gözleri
ayaklarının üzerinde kararsız bir şekilde sallandığını görüyorsun korkunç! Fakat utancımdan olacak bana çok da korkunç gelmedi,
ve ne kadar iyi giyinmiş olursa olsun, onu herkesinkinden farklı 'Aman Tanrım, müzisyen herhalde!' diye düşünüyorum. Saçları kı-
giysiler içinde görmek istiyorsun. Sırtına kürkten dikilmiş bir kos- vırcık. 'Ah, affedersiniz,' diyorum, 'hemen soyunuyorum.'
tüm giymiş Gumilyov* bile herkes gibi giyinmiş görünür. Blok'sa "O ise nazikçe gülümsedi ve 'Gerek yok, rahatsız olmayın,'
alışılmamış giysiler içinde olmayı gerektiriyor. dedi. Yanıma gelip divana oturdu, beni dizlerinin üstüne oturt-
tuktan sonra saçlarımı okşayarak 'Hadi biraz daha kestirin!' dedi.
Blok'la konuşmamızı hemen not ettim. Baltık Filosundan tayfa
Düşünebiliyor musunuz ben yine uyukluyorum, rezalet! Anlıyo-
V. "ilginç kitapçıklar için" yanıma geldi. Kendisi bilimi çok sever,
rum, elbette bu hoş bir şey değil, ama gözümü açamıyorum! O,
bilimden "hayatın bütün düzensizliklerini" çözmesini bekler ve
beni öyle, tatlı tatlı sallamaya devam ediyor. Kucağı o kadar rahat
her zaman sevinç ve inançla söz eder. Ama bugün sarsıcı bir haber
ki, gözlerimi açıyorum, gülümsüyorum, o da gülümsüyor. Beni
verdi:
dikkatle kaldırıp 'Hoşça kalın, benim gitmem gerek,' dediği sırada
"Diyorlar ki, sözde okumuş yazmış bir Amerikalı, bir baca, bir
galiba uykuya dalmışım. Masanın üzerine yirmi beş ruble koyu-
tekerlek ve bir koldan ibaret basit bir makine yapmış. Kolu çevi-
yor. 'Bakın, diyorum, nasıl olur?' Tabii çok utanmıştım, özür di-
rince her şey görünüyormuş: Analiz, trigonometri, eleştiri ve tüm
liyorum. Ne kadar komik, alışılmamış bir şeydi bu. O ise sessizce
hayat hikâyelerinin genel olarak anlamı. Makine hepsini gösteri-
gülmeye başladı, elimi sıktı ve hatta öptü. Gitti, ben çıkarken uşak,
yor ve ıslık çalıyormuş!"
'Kiminle beraber olduğunu biliyor musun?' dedi. 'Şair Blok, işte
Bu makine özellikle ıslık çaldığı için hoşuma gitti. bak!' Sonra bana bir dergideki resmini gösterdi. Bakıyorum: Doğ-
ru, o, ta kendisi. 'Aman Tanrım,' diye düşünüyorum, 'ne aptalca
Nevskiy Caddesi'nden bir hanım "Fırıncı" lokantasında bana
şunları anlatmıştı: davrandım!'"
Gerçekten de kadının kalkık burunlu, ihtiraslı yüzünde, küçük
"Elinizdeki kitap, şu ünlü Blok un kitabı mı? Onu ben de ta-
bir sokak köpeğini andıran hilekâr gözlerinde samimi bir kederin
nıyorum. Ama yalnızca bir kerecik gördüm, sonbaharda, çok geç
ve gücenikliğin yansıması bir an görünüp kayboldu. Yanımdaki
bir vakitte, gece yarısına yakın bir saatte, vıcık vıcık çamurlu, sisli
bir havada. Müthiş yorgundum ve eve gitmeye hazırlanıyordum. bütün parayı hanıma verdim ve o andan itibaren Blok'u çok anla-
Birden İtalyanskaya'nın köşesinde şık giyimli, yakışıklı, yüzü çok şılır ve yakın hissetmeye başladım.
Onun sert ifadeli yüzü ve Rönesans döneminden bir Floransa-
* N. S. Gumilyov (1886-1921): Rus şair. lıyı anımsatan başı ne kadar hoşuma gider.
lümseme duyumsanıyordu. Bu küçük gülümseme, "Paskalya" ve
üretkenliğiyle beni şaşırtıyordu. Kendisine verilen ufacık bir şeyi
"Noel" edebiyatının kaçınılmaz duygusallığıyla kolayca bağdaşı-
yakalayıp hemen bir tablo, bir anekdot, bir karakter, bir öykü ha-
yordu.
line getirivermesi için tek bir tümce, hatta bazen isabetli tek bir
Yazara, öyküyle ilgili bir mektup yazdım ve L. Andreyev den
sözcük yetiyordu.
eğlenceli bir yanıt aldım; yarı yarıya matbaa harfli el yazısıyla ne-
"Nedir bu S.'nin hali?" diye soruyor, o sıralar oldukça tanınmış
şeli, gülünç sözcükler yazmıştı ve bu sözcükler arasında sade fakat
bir yazar hakkında.
kuşkucu bir özdeyiş, altı iyice çizilerek belirginleştirilmişti:
"Kürkçü dükkânından çıkmış kaplan gibi."
"Tok insana gönlü yüce olmak, yemekten sonra kahve içmek
kadar hoş gelir." Gülüyor ve bir sır veriyormuş gibi sesini alçaltıp hızlı hızlı ko-

Leonid Nikolayeviç Andreyev'le gıyabi tanışıklığımız böylece nuşuyor:


başlamış oldu. Yazın onun birkaç küçük öyküsünü ve "James Lyn- "Biliyor musunuz, kahraman olduğuna, var olan her şeyi yık-
ch" takma adıyla yazdığı fıkraları okuyarak genç yazarın kendine tığına ve hatta kendisini bile korkuttuğuna kendini inandırmış
özgü yeteneğinin nasıl hızlı ve gözüpek geliştiğini gözledim. bir adamı yazmak gerek! Adam kendi kendisini öyle kandırmış ki
Sonbaharda, Kırım'a gitmek üzere Moskova'da, Kursk herkes ona inanıyor. Fakat gerçek yaşamın içinde, kendi köşeciğin-
İstasyonunda beklerken birisi beni L. Andreyev'le tanıştırdı. Sır- de bir yerde aslında zavallı bir hiçtir, karısından ya da kedilerden
tında gocuğu andıran eski paltosuyla, başında koyun postundan korkar."
yapılma, yana yıkılmış tüylü şapkasıyla Ukrayna tiyatro grubun- Esnek bir düşüncenin ekseni üzerine sözcükleri peş peşe sırala-
dan genç bir aktörü anımsatıyordu. Güzel yüzü hareketsiz görü- yarak beklenmedik, kendine özgü bir şeyi her zaman kolaylıkla ve
nüyordu fakat koyu renk gözlerinin dikkatli bakışı öykülerinde neşe içinde yaratıveriyordu.
ve fıkralarında pırıl pırıl parlayan gülümsemeyle aydınlanıyordu.
Bir elinin ayası kurşunla delinmiş, parmakları eğrilmişti; bu
Söylediği sözleri anımsamıyorum, ancak bunlar alışılmış sözler
nasıl oldu diye sordum.
değildi ve coşkulu konuşma düzeni de alışılmışın dışındaydı. Hızlı
"Delikanlılık döneminin bir romantizm hilesi," diye yanıt ver-
hızlı, boğuk, giirleyen bir sesle, üşütmüş gibi öksürerek, sözcükleri
biraz yutarak ve elini, orkestra yöııetiyormuş gibi hep aynı biçim- di. "Siz de bilirsiniz, kendini öldürmeye kalkışmamış bir adam beş
de sallayarak konuşuyordu. Bana, günlük yaşamın sıkıntılarıyla para etmez."
dalga geçerek yaşayabilen, son derece neşeli biri olarak göründü. Kanepeye, yanıma oturdu ve yeniyetmeliğinde bir gün bir yük
Heyecanlı hali çok hoştu. treninin altına kendini nasıl attığını, şans eseri boylu boyunca iki
rayın arasına düştüğünü ve trenin kulaklarını sağır ederek hızla
"Arkadaş olalım!" dedi, elimi sıkarak.
üzerinden geçtiğini ballandıra ballandıra anlattı.
Ben sevinçli bir heyecana kapılmıştım.
Öyküde anlaşılmaz, gerçek olmayan bir şey vardı fakat o, bu
gerçekdışı anlaşılmaz şeyi, bir insanın, üzerinden binlerce pudluk
Kışın, Kırım'dan Nijniy'e giderken Moskova'da kaldım ve iliş-
(pud, 16,3 kilogramlık eski bir Rus ağırlık birimi -çev.) bir ağırlı-
kilerimiz hızla içten bir dostluk niteliği kazandı.
ğın çelik gümbürtüsüyle geçerken hissettiklerini hayranlık uyan-
Bu adamın gerçekleri iyi bilmediğini, gerçeklerle az ilgilendi-
dıracak kadar parlak bir betimlemeyle süslemişti. Bu duyguyu
ğini görüyordum. Dahası sezgilerinin kuvvetiyle, hayal gücünün
ben de biliyordum: On yaşlarında bir çocukken, arkadaşlarımla
cesaret yarışı yapmak için bir yük treninin altına yatmıştım. Arka-
daşlarımdan biri makasçının oğluydu ve bunu son derece soğuk- ama 'laf olsun diye' söylenmiş bir söz bu. Ben biraz farklı düşü-
kanlıca yapıyordu. Lokomotifin ocak kısmı yeterince yüksekse ve nüyorum, yalnız nasıl olduğunu anlayamıyorum."
tren yokuş aşağı değil, yokuş yukarı gidiyorsa bu oyunun hemen Sonra birden canlandı, içinde ateş yanmış gibi parladı.
hemen hiçbir tehlikesi yoktur; o sırada vagonların bağlantısı iyice "Hayatı boyunca deli gibi uğraşarak gerçeği arayan ve tam kar-
gergindir ve size vurması ya da takılıp traverslerin üzerinde sü- şısına çıktığı anda gözlerini kapatan, kulaklarını tıkayan ve 'Çok
rüklemesi olanaksızdır. Yere olabildiğince sıkı yapışmaya çalışıp güzel olsan da seni istemiyorum, çünkü yaşadıklarım, çektiğim
bütün iradeni kullanarak hareket etme ve başını kaldırma isteğini acılar ruhumda sana karşı nefret ateşini tutuşturdu,' diyen birinin
yenerek birkaç saniyeliğine bir dehşet duygusu yaşarsın. Üzerin- öyküsünü yazmalı. Ne dersiniz?"
den geçen demir ve ağaç selinin seni yapıştığın yerden alıp başka Konu benim hoşuma gitmemişti; derin bir soluk alıp şöyle
yerlere götürmek istediğini hissedersin, demirin gümbürtüsü ve dedi:
gıcırtısı ise adeta kemiklerinin içinde dağılır. Tren geçip gittikten "Evet, önce gerçek nerede, insanın içinde mi, dışında mı soru-
sonra bir dakika daha yerde yatarsın, ayağa kalkacak gücün yok- suna yanıt vermek gerekir. Sizce insanın içinde mi?"
tur, trenin peşi sıra yüzüyormuşsun gibi gelir, gövden sanki son- Ve gülmeye başladı:
suzca uzamakta, büyümekte, hafiflemektedir. İşte o anda toprağın "Öyleyse çok kötü, çok önemsiz..."
üzerinde uçar gibisindir. Çok hoş bir duygudur bu.
"Peki bizi bu saçma oyuna çeken neydi?" diye sordu Leonid Ni- Leonid Nikolayeviç'le benim aynı gözlerle baktığımız tek bir
kolayeviç. olgu, ele aldığımız tek bir konu yok gibiydi fakat aramızdaki sayısız
Belki de dev kitlelerin mekanik hareketine küçücük gövdemizi fikir ayrılığı, bizim yıllarca birbirimize karşı çok eskilere dayanan
bilinçli bir şekilde hareket ettirmeksizin karşı koyarak irademizin bir dostlukta bile sık görülmeyen bir ilgi ve dikkat göstermemize
gücünü sınadığımızı söyledim. engel olmamıştır. Hiç durmadan sohbet ederdik. Anımsıyorum,
"Hayır," diye itiraz etti, "bu, çocukça değil, çok akıllıca bir şey bir gün aralıksız yirmi saatten fazla konuşmuş, iki semaver dolusu
olurdu." çay içmiştik. Leonid, inanılmayacak kadar çok çay içerdi.
Ona çocukların "sallanan şeylerin üstüne bastıklarını", yeni Son derece ilginç, söyleyecek sözü hiç bitmeyen, keskin zekâlı
donmuş bir göletin ya da küçük bir nehir koyunun esnek buzu üze- bir sohbet arkadaşıydı. Düşünceleri, her zaman insan ruhunun en
rinde sallandıklarını anımsatıp, çocukların tehlikeli oyunlardan karanlık köşelerine ısrarla göz atma isteğini ortaya koysa da ken-
genellikle hoşlandıklarını söyledim. dine özgü, hafif, şımarık düşüncelerdi ve rahatça bir gülmece ya da
Bir süre sustu, bir sigara yaktı, sonra sigarayı fırlatıp attı, göz- abartılı bir betimleme biçimine dökülüverirdi. Arkadaşça bir soh-
lerini kısıp odanın karanlık köşesine dikti. bette mizahtan esnek ve güzel bir şekilde yararlanmayı bilir ama
"Hayır, öyle olmamalı. Hemen hemen bütün çocuklar karan- Ruslarda ender rastlanılan bu yeteneğini öykülerinde ne yazık ki
lıktan korkarlar... Birisi şöyle demiş: kaybederdi.
Canlı ve ince bir hayal gücü vardı ama tembeldi; edebiyat ko-
Zevk vardır kavgada nusunda konuşmayı, edebiyat yapmaktan çok daha fazla severdi.
Ve karanlık bir uçurumun kenarında, Gecenin karanlığında, beyaz, temiz bir kâğıdın üzerinde, tek başı-
na çalışma zevki, hemen hemen hiç akıl erdiremediği bir şeydi; bu
beyaz kâğıdı sözcüklerden oluşan bir nakışla doldurma sevincine
laştırılmıştır. Akıldan Bela* Yevtuşevskiy'in problem kitabı kadar
pek değer vermezdi.
sıkıcıdır. Yüzbaşının Kızı** Tver Bulvarından bir küçükhanım ka-
"Zor yazıyorum," diye itiraf ederdi, "elime kalemi alıp mektup
dar bıkkınlık vermiştir."
yazmak insanı oyalayan hatta küçülten bir şey gibi geliyor. Dü-
Okulun edebiyata yaklaşım üzerine yaptığı etkiyle ilgili bu alı-
şüncelerim, yangında sağa sola uçan kargalar gibi kaçışıyor, kısa
şılmış sözleri çok sık duyardım ama uzun zamandır bunlara inan-
bir süre sonra onları yakalamaya çalışmaktan ve sıraya sokmaktan
yoruluyorum. Bir de şu oluyor: Örümcek sözcüğünü yazdım di- mıyordum. Bu sözlerde Rus tembelliğinin doğurduğu bir peşin

yelim, bir anda aklıma geometri, cebir ve Orlov Lisesi ndeki kalın fikir hissediliyordu. Leonid Andreyev, gazetelerdeki eleştiri yazıla-
kafalı öğretmenim geliyor. Bu adam sık sık bir filozofun 'Gerçek rından sokak diliyle söz ederek bu yazıların kitapları nasıl ezdiğini
bilgelik sakin bir bilgeliktir,' sözünü anımsatırdı ama ben dünya- ve bozduğunu çok daha özgün biçimde resmediyordu.
daki en iyi insanların müthiş rahatsız insanlar olduklarını biliyo- "Bunların hepsi birer değirmen," diyordu, "bunlar
rum. Sakin bilgelik cehennemin dibine gitsin! Peki onun yerini ne Shakespeare'i, İncil'i, aklına gelen her şeyi öğütüp bayağılık tozu
alabilir? Güzellik mi? Yaşasın! Yalnız ben Venüs'ü özgün haliyle haline getiriyorlar. Bir gün gazetede Don Kişot'la ilgili bir maka-
görmedim. Fotoğraflarda da bana oldukça ebleh bir kadın olarak le okudum, bir de ne göreyim, Don Kişot, devlet dairesinde mü-
görünüyor. Zaten güzel şeyler genellikle biraz aptaldır. Tavus kuşu, dürlük yapan, benim de tanıdığım bir ihtiyarcık değil mi? Sürekli
tazı, kadın örneğin." nezle olan bu ihtiyarın bir de sevgilisi var. Pastanede çalıştığı söy-
lenen Milli adlı bu kız aslında bulvarlarda faaliyet gösteriyor, adı
da Sonka Puzır..."
Gerçekleri umursamayan, insanın aklından ve iradesinden
Bir yandan bilgiye ve kitaba karşı umursamaz, özensiz, hatta
kuşku duyan Leonid Nikolayeviç, didaktikle, gerçekleri çok iyi
zaman zaman düşmanca bir tavır takınırken, bir yandan da hep
bilen birisi için kaçınılmaz olan eğitimle ilgilenmeye gerek gör-
derin bir merakla benim ne okuduğumla ilgileniyordu. Bir gün
memiş gibiydi. Ancak ilk konuşmalarımız, mükemmel bir sanat-
"Moskova Oteli'ndeki odamda Aleksey Ostroumov'un Sinezya
çının bütün özelliklerine sahip bu adamın bir düşünür, bir filozof
adındaki bir piskopos ile ilgili kitabını görünce:
havasına girmek istediğini açıkça gösteriyordu. Bu bana tehlikeli,
"Ne işine yarayacak bu?" diye hayretle sormuştu.
neredeyse umutsuz bir durum olarak göründü, çünkü bilgi dağar-
Ona bu yarı putperest piskopostan söz etmiş ve piskoposun
cığı şaşılacak kadar zayıftı. Sanki görünmez bir düşmanı olduğunu
Kelliğe Övgü kitabından birkaç satır okumuştum: "Tanrısal şeyler-
sanıyor ve birisiyle sinirlice tartışıyor, birisini yenmek istiyormuş
den daha kel ne olabilir?" diyordu piskopos.
gibi görünüyordu.
Herkül'ün torununun torununun bu patetik haykırışı,
Leonid Nikolayeviç okumayı sevmezdi ve kendisi de bir kitap
Leonid'de çılgınca bir kahkaha krizine neden olmuştu fakat he-
yaratıcısı olarak eski kitaplara karşı kuşkucu ve özensiz bir yakla-
men gözlerinden akan yaşları silip gülmeye devam ederek şöyle
şırdı.
demişti:
"Senin için kitap, ilkel adamın fetişi gibi," derdi bana. "Çünkü
"Biliyor musun, dindarların ahmaklığını sınamak için yüzüne
sen pantolonunu lise sıralarında eskitmedin, üniversitede bilime
azizlik maskesi geçiren, keşiş gibi yaşayan, Tanrıyla ilgili yeni - ç o k
dokunmadın. Oysa benim için îlyada, Puşkin ve diğer kitaplar,
öğretmenlerin salyasıyla kirlenmiş, basurlu memurlarca soysuz-
* Rus yazar ve diplomatı Griboyedov'un (1795-1829) yazdığı bir komedi.
** Puşkin'in bir eseri.
aptalca- bir öğretinin propagandasını yapan, binlerce insanın sev- mezar taşına 'Aklın önünde eğilme çağrıları yaparken aklın güç-
gisini ve saygısını kazanan, sonra da müritlerine 'Bunların hepsi süzlüğüyle gizli gizli alay ediyordu' diye yazacağım."
saçma' diyen bir dinsizi anlatan bir öykü için mükemmel bir konu İki üç dakika sonra ise omzuma abanarak, iri iri açılmış koyu
bu. Ancak bu binlerce insan için inanmak bir gereksinimdir ve so- renk gözlerini gözlerime dikti ve alçak sesle:
nunda onu öldürürler." "O papazı yazacağım, görürsün! Hem de çok güzel yazacağım
Sözlerinden etkilenmiştim; aslında Sineziya'nın düşüncesi şöy- kardeş!" dedi.
leydi: Parmağını birini tehdit eder gibi sallayıp, sonra da şakaklarını
"Bana bir piskoposun, halkın görüşünü paylaşması gerektiği- sıkı sıkı ovuşturarak gülümsedi.
ni söylemiş olsalardı, kim olduğumu herkesin önünde açıklardım. "Yarın eve gidip hemen başlıyorum! İlk tümce hazır bile: 'İn-
Çünkü alt tabakadan insanlarla felsefe arasında ne ortaklık olabi- sanların ortasında yapayalnızdı, çünkü büyük bir sırra değinmiş-
lir ki? İlahi gerçek gizli kalmalıdır, halkın başka bir şeye gereksi- ti...'"
nimi yoktur." Ertesi gün Moskova'ya gitti, bir hafta sonra ise -daha fazla de-
Ama Andreyev'e bu düşünceden söz etmemiştim. Vaftiz edil- ğil- papaz öyküsü üzerinde çalıştığını, işin "yağ gibi" gittiğini ya-
memiş putperest bir filozofun, Hıristiyan kilisesinin piskoposu ro- zıyordu. Ruhunun, hayatın en sivri ve en can acıtıcı gizleriyle ilgili
lüne soyunmasından söz edecek zamanı da bulamamıştım. Bunu isteklerine karşılık veren her şeyi havada yakalardı.
söylediğimde ise muzaffer kahkahalar atarak:
"Görüyorsun ya öğrenmek ve anlamak için her zaman okumak İlk kitabının kazandığı gürültülü başarı onu büyük sevince
gerekmiyor," diye haykırmıştı. boğmuştu. Nijniy'e, yanıma neşe içinde, sırtında tütün rengi yep-
yeni bir takım elbiseyle geldi. Kolalı gömleğinin göğsünü, rengâ-
Leonid Andreyeviç doğuştan yetenekli biriydi. Sezgileri şaşır- renk bir kravat süslüyordu, ayaklarında sarı ayakkabılar vardı.
tacak kadar güçlüydü. Hayatın karanlık yanlarıyla, insan ruhun- "Saman sarısı eldiven aradım, ama Kuznetskiy'deki dükkânda
daki çelişkilerle, içgüdülerdeki kaynaşmalarla ilgili her konuyu bir hanım, saman sarısı eldivenlerin artık moda olmadığını söy-
son derece iyi kavrardı. leyip beni caydırdı. Galiba yalan söyledi, herhalde yüreğinin öz-
Mutlak inanç peşindeki çeşitli insanlar hakkında konuşurken, gürlüğüne önem veriyordu ve saman sarısı eldivenlerle ne kadar
meçhul düşünce çilekeşlerinin yapıtlarından ve Lev Tolstoy'un dayanılmaz olacağıma inanmaktan korkuyordu. Sana bir sır vere-
"Öğretileri'yle ortaya çıkmış yapıtlardan biri olan, Peder yim, bütün bu görkemli şeylerin hiçbiri kullanışlı değil, en rahatı
Apollov'un el yazması Vaazlarının içeriğini anlatıyordum. Dog- gömlek."
malara inanan insanlarla ilgili kişisel gözlemlerimden söz ediyor- Sonra birden beni kucaklayarak şöyle dedi:
dum. Bu insanlar genellikle kör ve katı bir inancın gönüllü köle- "Biliyor musun bir marş yazmak istiyorum, kimin için ya da ne
leridir ve bu inancın gerçekliğini, bundan kuşku duyanlara göre için olduğunu henüz bilmiyorum ama mutlaka bir marş yazaca-
daha fanatik savunurlar. ğım! Schiller'inki gibi bir şey, ne dersin. Aynı onunki gibi ağdalı,
Andreyev, çayını yavaş yavaş karıştırırken bir an düşünceye ortalığı gümbürdeten bir şey!"
daldı, sonra gülümseyerek şöyle dedi: Onunla dalga geçtim.
"Bunu anlamış olman garibime gidiyor. Dinsiz gibi konuşuyor- "Görürsün sen!" diye haykırdı neşeyle. "Aslında Ekklesiast'taki
sun ama dindar gibi düşünüyorsun. Eğer sen benden önce ölürsen (İncil'in Vaiz bölümü, -çev.) 'Kötü bir hayat bile iyi bir ölümden
daha iyidir,' sözü çok doğru. Gerçi oradaki böyle bir şey değil, as-
Sonra Skitalets* üzerine bir parodi yazdı:
lanla köpek hakkında söylenmiş bir sözdü: 'Evde kötü bir köpek
Alacağım koca bir odun
jyı bir aslandan daha yararlıdır.' Peki sen ne düşünüyorsun, İov,*
Güçlü elime
Ekklesiast'ı okuyabilmiş midir sence?"
Ve hepinizin -yedinci göbeğe dek-
Sevinç şarabıyla kendinden geçmiş bir halde ve güzel bir gemiy-
Kıracağım kafasını!
le Volga'da gezmeyi, yürüyerek Kırım'ı dolaşmayı hayal ediyordu.
Ve serseme çevireceğim
"Seni de çeke çeke götüreceğim, yoksa bu kerpiçlerin arasında
Hurra! Titreyin! Sevinçliyim.
kendini hapsedip kalacaksın," dedi kitapları gösterip. Sevinci, çok
Kafalarınıza Kazbek'i alacağım,
uzun süre aç kalmış, şimdi ise ebediyen karnının doyduğunu dü-
Yıkacağım tepenize Ağrı Dağını!
şünen bir çocuğun heyecanlı mutluluğunu anımsatıyordu.
Küçük odadaki geniş kanepeye oturmuş, kırmızı şarap içiyor-
Birbiri arkasına sevimli, gülünç saçmalıklar uydurarak kah-
duk. Andreyev raftan bir şiir defteri aldı:
kahalarla gülüyordu. Sonra ansızın elinde şarap bardağıyla bana
"Alabilir miyim?"
doğru eğilip, usulca ve ciddi bir ifadeyle konuşmaya başladı:
Ve yüksek sesle okumaya başladı:
"Geçenlerde komik bir fıkra okudum: Bir İngiliz kentinde şair
Robert Berns'in heykeli varmış. Heykelin üstünde kime ait olduğu
"Bakır rengi çamlar sıra sıra,
yazmıyormuş. Anıtın dibinde bir çocuk gazete satıyormuş. Yaza-
Denizin şıpırtısı tekdüze...
rın biri çocuğun yanma yaklaşmış, 'Bunun kimin heykeli olduğu-
nu söylersen senden gazete alacağım,' demiş. 'Robert Berns'in' diye
Kırım mı bu? Ben şiir yazamıyorum, isteğim de yok zaten.
yanıtlamış çocuk. 'Aferin! Şimdi gazetelerinin hepsini alacağım,
Daha çok şu tür baladları seviyorum:
ama önce söyle bana, Robert Berns'in anıtını niye dikmişler?' Ço-
cuk cevap vermiş: 'Öldüğü için.' Nasıl, hoşuna gitti mi?"
Seviyorum yeni olan her şeyi,
Romantik, anlamsız, Çok hoşuma gitmemişti. Leonid'deki keskin ve hızlı ruhsal de-
Ozanı gibi ğişiklikler beni her zaman kaygılandırırdı.
Eski yılların.
Şöhret, onun için yalnız "bir şarkıcının eski püskü giysisi üze-
Bunu "Yeşil Ada" operetinde söylüyorlar galiba. rindeki parlak bir yama" değildi, şöhret kazanmayı açgözlülükle
istiyor ve bunu saklamıyordu. Şöyle derdi:
Ve iç çekiyor ağaçlar, "Daha on dört yaşındayken kendi kendime, meşhur olacağını,
Uyaksız şiirler gibi. derdim, aksi takdirde yaşamanın bir değeri olmaz. Benden önce
yapılmış olan her şeyin, benim yapabileceklerimden daha iyi ol-
Hoşuma gidiyor bu. Söylesene, neden şiir yazıyorsun? Sana hiç madığını söylemekten korkmuyorum. Eğer bu sözlerimi kendi-
yakışmıyor. Şiir yapmacık bir şey." ne aşırı güven sayıyorsan hata ediyorsun. Hayır, kendini kişilik-
siz milyonlarca insanla aynı safa koymak istemeyen herkesin en

lov (?-1607): İlk Rus patriği.


S. G. Skitalets (1869-1941): Rus yazar.
önemli inancı olmalıdır bu. İşte benzersiz olduğuna duyduğu bu "Kardeş, bir olayın veya bir karakterin özünü iki üç sözcükle
inanç, yaratma gücünün kaynağı olmalıdır ve olabilir de. En başta
bu kadar isabetli ve ustaca yakalayabildiğime bazen kendim de şa-
kendi kendimize, biz başkaları gibi değiliz demeliyiz, daha sonra
şıyorum."
bunu başkalarına kanıtlamak kolay olacaktır."
Ve kendini öven uzun bir söylev çekti. Ama bizim akıl küpü,
"Yani sen, süt ananın memesini emmek istemeyen bir bebek-
bunun biraz gülünç kaçtığını anladı ve tiradını bir karikatürle bi-
sin..."
tirdi:
"Ben sadece ruhumun sütünü istiyorum. İnsan için gerekli olan
"Dâhice yeteneklerimi zamanla öyle geliştireceğim ki, bir insa-
şey sevgi ve dikkat ya da kendisinden korkulmasıdır. Yüzlerine bü-
nın, bir ulusun, bir dönemin koskoca yaşamının anlamını tek bir
yücü maskesi takan mujikler bile bunun farkındalar. Napolyonun
sözcükle tanımlayacağım..."
sevildiği gibi, birini korktukları için sevenler herkesten daha mut-
Ancak kendisine yönelik eleştirel yaklaşımı pek de fazla geliş-
ludur."
medi ve bu durum zamanla çalışmasını da, hayatını da tümüyle
"Onun Anılarım okudun mu?"
bozdu.
"Hayır. Gerek duymadım."
Gülümseyerek göz kırptı: Leonid Nikolayeviç, tuhaf ve son derece keskin çizgilerle ikiye
"Ben de günlük tutuyorum ve bunun nasıl yapıldığını biliyo- bölünebilirdi. Aynı hafta içinde dünyaya hem "Hosanna!" diye bir
rum. Anılar, vaazlar ve benzeri şeyler, bozuk yiyecekten zehirlen- sevinç çığlığı atabilir hem "Lanet olsun!" diyebilirdi.
miş bir ruhun dışkılarıdır."
Karakter özellikleriyle meslek alışkanlıkları ya da gerekleri
Bu tür özdeyişleri seviyordu ve bu tip sözleri başarılı olursa çok arasında dışarıdan görünen bir çelişki değildi bu, hayır, her iki
seviniyordu. İçindeki karamsarlık eğilimine karşın örneğin yaz- durumda da duyguları aynı içtenlikteydi ve ne kadar yüksek sesle
maktan ziyade konuşurken çok daha iyi kullandığı söz ustalığıyla
"Hosanna!" diye bağırırsa "Lanet olsun!" da o kadar güçlü bir yan-
bir çocuk saflığıyla övünmek gibi, üzerinden atamadığı çocukça
kı yapardı.
bir yanı vardı.
Şöyle diyordu:
Bir gün ona bir kadından söz ediyordum. Bu kadın, "namuslu" "Yüzleri yanacak ya da ceketlerinin rengi solacak diye korkarak
yaşamından o kadar büyük gurur duyuyor, herkesi masumiyetine sokağın güneşli tarafından yürümeyen insanlardan nefret ediyo-
inandırma konusunda o kadar çaba gösteriyordu ki, çevresindeki rum, içlerindeki ' b e n i n özgürce, şımarık oyununa katı istekleri
herkes, sıkıntıdan patlayarak ya bu iyilik timsalinin yanından ça-
yüzünden engel olan herkesten nefret ediyorum."
bucak kaçıyor ya da nefretinden kaskatı kesiliyordu.
Bir gün gölgeden yürüyen insanlarla ilgili hayli iğneleyici bir
Andreyev dinledi, güldü ve birden şöyle dedi: fıkra yazmış, arkasından da bu dönem için oldukça alışılmış olan
"Yani ben şerefli bir kadınım, tırnaklarımı kesip de ne olacak, aydın-barbar çileciliğiyle - E m i l e Zola'nm kömürden zehirlenerek
diyor öyle mi?" ölümü üzerine- güzel bir tartışmaya girmişti. Ancak benimle bu
Bu sözlerle karakteri ve hatta sözünü ettiğim insanın alışkan- tartışma hakkında konuşurken birden şöyle dedi:
lıklarını neredeyse tam olarak tanımlamıştı, kadın kendisine hiç "Ama konuştuğum kişi, benim gibi evsiz barksız serseri gibi ya-
bakmazdı. Bunu ona söylediğimde çok sevindi ve çocukça bir iç-
şamak zorunda olan bir yazardan daha mantıklıydı."
tenlikle övünmeye başladı:
Şaka yapmıyordu. Tartıştık. Ben insanın gereksinimleri daha
çeşitli hale geldikçe, küçük de olsa hayatın nimetlerine karşı daha çok güzeldir ve yaşamı acılarla dolu olsa bile insan, düşüncesiyle
açgözlü davrandıkça bedenin ve ruhun da hızla gelişeceğini ileri bilgeliklerle dolu bilimi, güzelliklerle dolu sanatı yaratarak hayatın
sürüyordum. O karşı çıkıyordu: Hayır, Tolstoy haklı, kültür süp- sınırlarını giderek genişletmektedir. Ben insanı, şu anda yanımda
rüntüdür, kültürün tek yaptığı ruhun özgürce büyümesini boz-
var olan ve çalışan insanı da, gelecekte bir gün var olacak akıllı,
maktır.
iyi ve güçlü insanı da içtenlikle ve gerçekten sevdiğimi hissediyor-
"Eşyalara bağlılık, ilkel insanların fetişizmidir, putperestliktir. dum. Andreyev insanı manevi yönden zayıf görüyordu; uzlaşmaz
Aklını başına topla yoksa ölürsün, al işte sana gerçek! Bugün bir içgüdü ve usavurma çelişkilerinden örülü bir kişi olarak bir iç uyu-
kitap yaz, yarın bir makine yap, dün çizme yapmıştın ama çoktan ma ulaşma olanağından ebediyen yoksundu. Bütün işleri hep bir
unuttun. Unutmayı öğrenmemiz gerek." "telaş", bir içi içini yeme, kendi kendini aldatmaydı. En önemlisi
Bense her eşyanın insan ruhunun bir simgesi olduğunu ve de ölümün kölesi olması ve hayatı boyunca onun peşinden gitme-
eşyanın iç değerinin genellikle insandan daha önemli olduğunu siydi.
unutmamak gerektiğini söylüyordum.
"Bu, ölü maddeye tapınmaktır," diye bağırıyordu. Hakkında iyi şeyler hissettiğin birinden söz etmek çok zordur.
"Bu maddede ölümsüz bir düşünce simgeleşmiştir." Bu bir paradoks (karşıtlam) gibi gelir ama gerçektir: Karşında-
"Bu nasıl bir düşüncedir? Güçsüz olduğu için ikiyüzlü ve iğrenç kinin "ben" diye için için yanarak titrediğini hissettiğin, bu titre-
bir şeydir..." me seni heyecanlandırdığı zaman yanlış, ağır bir söz söyleyerek,
Giderek daha sık, daha yoğun tartışıyorduk. Fikir ayrılıkları- değer verdiğin bir ruhun görünmez ışınlarına değmekten, öyledir
mızın en sivri noktası düşünceye yaklaşım konusuydu. ya da öyle değildir demekten korkarsın, hissettiğin ve sözcüklerle
Ben kendimi düşünce atmosferinde yaşayan biri olarak du- neredeyse anlatılamayacak o şeyi bozmak istemezsin, herkesin bil-
yumsar ve pek çok büyük ve yüce şeyin düşünce tarafından nasıl diği, insanlık için değerli bir şey bile olsa konuşmana farklı, yaban-
yaratıldığını görerek düşüncenin güçsüzlüğünün geçici olduğuna cı bir şey katmaya kalkışmazsın.
inanırım. Düşüncenin yaratıcı gücünü belki de idealleştiriyor ve Yeterince açık hissetmediğin şeylerden söz etmekse çok daha
abartıyorum fakat bu, manevi sentezin bulunmadığı, körü körüne kolay ve basittir. Bu durumda pek çok şeyi, hatta istediğin her şeyi
bir duygusallığın hüküm sürdüğü bir ülke olan Rusya için doğal kendinden ekleyebilirsin.
bir durumdur. Ben, L. Andreyev'i iyi hissettiğimi sanıyorum. Daha doğrusu,
Leonid, düşünceyi "şeytanın insana kötü bir şakası" olarak ka- onun, delilik bataklığının hemen yanı başındaki uçuruma, bir ba-
bul ediyordu; düşünce ona yapmacık ve düşman bir şey gibi gö- kışta aklın görme gücünün söndüğü bir uçuruma doğru giden yol-
rünüyordu. İnsanı açıklanamayan gizlerin burgaçlarına çekerek da yürüdüğünü görüyordum.
yanılgıya düşürüyor, gizlerin karşısında acı veren, güçsüz düşüren Hayal gücü çok genişti, fakat ölümün onur kırıcı gizine kar-
bir yalnızlık içinde bırakıyor, kendisi ise sönüp gidiyordu. şı sürekli ve aşırı dikkatine karşın, ölümden yana, ululayıcı ya da
Düşüncenin kaynağı, düşüncenin merkezi olan insan üzerine avutucu hiçbir şey hayal edemedi. İstediği halde kendisini avutabi-
görüşlerimiz birbiriyle uzlaşmayacak kadar farklıydı. Benim için lecek bir şey yaratamayacak kadar gerçekçiydi.
insan, ölümcül yaralar almış, ölmek üzere bile olsa her zaman mu- Bu, onun boşluk üzerindeki bir yolda yürüyüşüydü ve bu yü-
zafferdir. İnsanın kendi kendini tanıma ve doğayı anlama isteği rüyüş bizi birbirimizden daha da çok ayırıyordu. Leonid'in bu ruh
halini ben de uzun zaman önce yaşamıştım ve insanda doğuştan gibi oraya buraya koşuşur, çok güzel görünür! Duman bulutlarının
var olan gurur yüzünden de ölümü düşünmek bana itici ve aşağı- üstündeki güvercinleri gördün mü hiç?
layıcı bir şey olarak görünüyordu. Omzuma sarılıp, gülerek:
Bir gün Leonid'e, "bir mahkûmun hapishane dışındaki yaşam- "Sen her şeyi görmüşsündür, şeytan götüresice! 'Taş boşluğu'
la ilgili, taş gibi bir karanlıkla ve sonsuza kadar sürecek bir dura- da. Bu çok güzel işte, taş karanlık ve taş boşluk!" dedi.
ğanlıkla ilgili hayallerinin" zor anlarını benim de yaşadığımı an- Ve başıyla böğrüme toslayarak:
latıyordum. Kanepeden fırladı ve odanın içinde koşup, sakat elini "Bazen bu yüzden nefret ediyorum senden," dedi.
orkestra şefi gibi sallayarak, telaşlı, heyecanlı, soluk soluğa şöyle Bunu hissettiğimi söyledim.
dedi: "Evet," diye doğruladı, başını dizlerimin üstüne koyup. "Biliyor
"Bu, ödlekliktir kardeşim, kitabı sonuna kadar okumadan musun, neden? Benim çektiğim acıyı çekmeni istiyorum, o zaman
kapatmak! Aslında kitapta seninle ilgili bir iddia var; sen inkâr birbirimize daha yakın oluruz. Ne kadar yalnız olduğumu biliyor-
ediliyorsun, anladın mı? Seni sahip olduklarınla ilişkilendirip, sun!"
hümanizmle, sosyalizmle, estetik ve sevgiyle inkâr ediyorlar. Bü- Evet, çok yalnızdı, fakat bazen bana yalnızlığının üzerine kıs-
tün bunlar kitaba göre saçmalık değil mi? Gülünç ve acınası bir kançlıkla titriyormuş, yalnızlık onun için fantastik esinlerinin
durum: Seni idama mahkûm ettiler, neden? Oysa sen bunu bil- kaynağı ve kendine özgülüğünün bereketli toprağı olarak değer
miyormuş, bu yüzden hakarete uğramamış gibi yapıp kendini ve taşıyormuş gibi geliyordu.
başkalarını kandırıp hayranlıkla çiçekleri seyrediyorsun, sersem, "Bilimsel düşüncenin seni tatmin ettiğini söylerken atıyorsun,"
küçük çiçekleri!.." dedi, ürkek gözlerinin somurtkan ve karanlık bakışlarını tavana
Depremi protesto etmenin hiçbir yarar sağlamayacağını söy- dikerek. "Kardeşim, bilim de gerçeklerin gizemidir: Hiç kimse
lüyor, yer kabuğundaki gerilimin protestolarla önlenemeyeceğine hiçbir şey bilmiyor, işte sana gerçek! Nasıl düşünüyorum ve niçin
inandırmaya çalışıyordum. Bütün bunlara sadece sinirleniyordu. düşünüyorum sorulan ise insanların çektiği en büyük azabın kay-
Sonbaharda, Petersburg'da, beşinci kattaki boş ve sıkıcı bir nağıdır. Bu da en korkunç gerçek! Hadi dışarı çıkalım lütfen..."
odada sohbet ediyorduk. Kent koyu bir sisle kaplıydı, fenerlerin Düşünmenin işleyişine değinmek onu en çok heyecanlandıran
gökkuşağı rengindeki saydam küreleri, gri sis kütlesinde kocaman ve korkutan şeydi.
sabun köpükleri gibi hareketsiz duruyordu. Birtakım anlamsız Üstümüzü giyindik, sisin arasına karıştık ve Nevski'de çamur-
sesler, sisin ıslak pamuğu arasından geçip sokağın derinlerinden lu bir ırmağın dibindeki yayın balıkları gibi iki saat kadar siste
bize kadar yükseliyor, en çok da at nallarının altıgen parke taşları yüzdük. Sonra bir kahvehanede oturduk. Üç genç hanım gözlerini
üzerinde çıkardığı bezdirici şapırtılar geliyordu. bize dikmişlerdi. İçlerinden biri, düzgün endamlı Estonyalı kız,
Aşağıdan, büyük bir şangırtıyla itfaiye ekibi geçti. Leonid, ya- adının Elfrida olduğunu söyledi. Yüzü taştan yontulmuş gibiydi,
nıma yaklaştı, kendini kanepeye bırakıp: pırıltısız, donuk, büyük gözlerini ayırmadan korkunç bir ciddiyet-
"Gidip yangını seyredelim mi?" diye sordu. le Andreyev'e bakıyor ve çay kaşığıyla zehir yeşili bir likör içiyor-
"Petersburg'daki yangınlar ilginç değildir." du. Kızdan yanık deri kokusu geliyordu.
Kabul etti. Leonid konyak içiyordu, anında sarhoş oldu, müthiş nükteler
"Doğru. Taşrada, Orel'de ahşap evler yandığında birileri güve yapmaya başladı, eğlenceli ve hemen anlaşılmayan şakalarla kızları
güldürdü ve sonunda kızların evine gitmeye karar verdi. Kızlar bu
"Bir şeyler anlıyor, bak bak, görüyor musun? Anlıyor!"
konuda çok ısrar ed./orlardı. Leonid'i yalnız bırakmak mümkün
değildi. İçmeye başladığı zaman içinde korkunç bir şey, bir kırıp Leonid'in arada bir açılan gözleri sanki kamaşıyormuş, daha

yıkma gereksinimi, "tuzağa düşmüş bir vahşi hayvanın" nefretine da koyulaşmış, beyninin içine göz atmaya çalışıyormuş gibi derin-
benzer bir şey uyanıyordu. lere kaçmıştı.

Ben de onunla gittim. Şarap, meyve, şekerleme alıp, Razyez- Estonyalı kız, yorularak masadan yatağın üzerine atladı, uzan-

jaya Sokağında, fıçılarla ve odunlarla dolu, pislik içinde bir avlu- dı, dudaklarını aralayıp, avuçlarıyla küçük, bir keçininki kadar
nun köşesindeki ahşap bir evin ikinci katındaki iki küçük odada, sivri memelerini okşamaya başladı.
zavallı ve acınacak biçimde kartpostallarla süslenmiş duvarların Leonid:
arasında içmeye başladık. "Hayatta erişebileceğimiz en yüksek ve en derin duygu, cinsel
Leonid, kendinden geçecek kadar sarhoş olmadan önce tehli- birleşme sırasındaki kasılmadır, evet, evet! Ve belki de dünya, tıp-
keli ve şaşırtıcı bir heyecana kapılmıştı. Beyni korkunç bir hızla kı bu kancık gibi, kendisini yaşamın amacı kavramıyla döllememi
çalışmaya başlamış, hayalleri alevlenmiş, konuşması dayanılmaya- bekleyerek kâinat boşluğunda dönüp durmaktadır. Bense, içimde-
cak kadar canlanmıştı. ki her türlü mucizevi şeyle birlikte yalnızca bir sperma hayvancı-
Kızlardan tombul, yumuşak ve fare gibi fıldır fıldır olanı, ne- ğıyım."
redeyse büyük bir heyecana kapılarak bize, dizinin biraz üstünü Eve dönelim dedim.
bir savcı yardımcısının nasıl ısırdığını anlattı. Hukukçunun bu "Sen git, ben burada kalacağım..."
davranışını galiba hayatının en önemli olayı sayıyor, ısırık izini Körkütük sarhoş olmuştu artık ve cebi para doluydu. Yatağın
gösteriyor ve heyecandan boğulur gibi, gözleri sevinçten parlaya- üzerine oturup, kızın düzgün bacaklarını okşamaya, gülünesi ta-
rak şöyle diyordu: vırlarla onu sevdiğini söylemeye başladı. Kız ise kollarını başının
"Beni öyle seviyordu ki hatırlaması bile korkunç! Biliyor musu- arkasına atmış, gözünü ayırmadan ona bakıyordu.
nuz, ısırdı ama dişleri takmaydı, derime takılıp kaldı!" "Koyun beyaz turbun tadına baktığı zaman kanatları çıkar-
Bu kız, çabucak sarhoş olup, sedirin bir köşesine yığılıp kaldı mış," dedi Leonid.
ve horul horul uyumaya başladı. Vücudu gösterişli, gür, kumral "Hayır. Doğru değil," dedi kız ciddi bir sesle.
saçlı, koyun gözlü ve kollan biçiinsizce uzun olan öteki kız gitar "Dedim ya, kız bir şeyler anlıyor!" diye bağırdı Leonid sarhoş
çalıyordu. Elfrida ise şişeleri ve tabakları yere koyarak masanın bir sevinçle. Birkaç dakika sonra odadan dışarı çıktı. Kıza para
üstüne çıkmış, hiçbir şey söylemeden, yılan gibi eğilip bükülerek, verdim ve Leonid'i ikna ederek dışarı çıkarıp hava aldırmasını rica
gözlerini Leonid'den ayırmaksızın dans ediyordu. Sonra gözlerini ettim. Hemen kabul etti:
öfkeyle iri iri açıp, çınlayan, çirkin bir sesle şarkı söylemeye baş-
"Ondan korkuyorum. Böyleleri tabancayla vurur insanı," diye
ladı, arada bir sanki belinden kırılıyormuş gibi Andreyev'e doğru
mırıldandı kız.
eğiliyordu. Andreyev, yabancı bir şarkının, garip bir dilin yaka-
Gitar çalan kız, arkadaşının horlayarak uyuduğu sedirin ya-
layabildiği sözcüklerini haykırıyor ve dirseğiyle beni dürtükleyip
nında, yere oturmuş uyuyordu.
şöyle diyordu:
Estonyalı kız, Leonid geri döndüğünde çoktan giyinmişti; Leo-
nid, bağırıp çağırarak itiraz ediyordu:
rm bu yüzden alkolik olacaklar. Benim babam da çok içer, sarhoş
"İstemiyorum! Beden şöleni olacak!"
olmazdı, bak ben alkolik oldum."
Kızı soymaya çalışıyordu. Kız Leonid'in elinden kurtulup göz-
Daha sonra sisin aptal balonu altında, "Strelka'da oturduk, si-
lerini dikerek öyle bir baktı ki, bu bakışlar Leonid'i yatıştırdı.
gara içtik. Sigaranın ateşi parladığmda, paltolarımızın donuk nem
"Gidelim," dedi Leonid.
boncuklarıyla kaplanarak beyazlaştığı görülüyordu.
Ama Rembrandt tarzı kadın şapkasını giymek istedi ve şapka-
nın bütün tüylerini yoldu. Leonid sınırsız bir açık yüreklilikle konuşuyordu. Bu, bir sar-
hoşun açık yürekliliği değildi, alkol zehri beyninin çalışmasını ta-
"Şapkanın parasını siz mi ödeyeceksiniz?" diye sordu kız ciddi
bir ifadeyle. mamen durdurana dek aklı sarhoş olmamıştı.
"Kızlarla kalsaydım, içlerinden biri için kötü olabilirdi. Hep
Leonid kaşlarını kaldırdı ve:
aynı şey oluyor. İşte bu yüzden seni sevmiyorum. Kendim olmamı
"Bütün iş şapkadaymış! Hurra!" diye bağırıp kahkahalar atma-
ya başladı. engelliyorsun. Bırak beni daha geniş olayım. Sen, fıçının etrafında-
ki çember gibisin, gidersen fıçı dağılacak. Olsun, bırak dağılsın, an-
Sokağa çıkıp bir araba tuttuk ve sisin içinde ilerlemeye başladık.
lıyor musun? Hiçbir şeyi engellemene gerek yok, bırak yıkılsın her
Henüz geç değildi, olsa olsa gece yarısıydı. Fenerlerin iri boncuk-
şey. Belki de hayatın gerçek anlamı, bilmediğimiz bir şeyin yıkıl-
larını takınmış olan Nevski Caddesi, aşağıya, derinlere doğru inen
masındadır ya da bizim uydurduğumuz ve yaptığımız her şeyin."
bir yol gibi görünüyordu, fenerlerin çevresinde ıslak toz tanecikleri
bir an görünüp kayboluyor, gri ıslaklık içinde kara kara balıklar Koyu renk gözlerinin sert bakışları, çevresini ve üzerini sarmış

kuyruklarının üstünde dikine dikine yüzüyorlardı; şemsiyelerin olan gri kütleye dikilmişti. Bakışlarını arada bir yapraklarla kaplı,

yarım küreleri insanları yukarı kaldırıyormuş gibi görünüyordu. ıslak toprağa indiriyor ve toprağın sağlamlığını dener gibi ayakla-

Bunların hepsi çok düşsel, garip ve kederli şeylerdi. rını yere vuruyordu.
"Ne düşündüğünü bilmiyorum, ama söylediğin şey, her zaman
Andreyev açık havaya çıkınca iyice kendinden geçmiş, iki yana
senin inancın, senin duan değil. Hayatın bütün güçlerinin denge-
sallanarak uyuklamaya başlamıştı. Kız:
nin bozulmasından kaynaklandığını söylüyorsun ama kendin de o
"Ben ineyim artık, değil mi?" diye fısıldadı kulağıma.
dengeyi, bir tür uyumu arıyorsun ve beni de buna itiyorsun, işte o
Ve dizlerimin üstünden caddenin vıcık vıcık çamuruna atlayıp
gözden kayboldu. zaman sence de denge, ölüm demek oluyor!"
Karşı çıktım: Onu hiçbir yere itmiyordum, itmek de istemiyor-
Kamennoostrovskiy Caddesinin sonunda Leonid, gözlerini ür-
dum, ancak onun hayatı, sağlığı, çalışması benim için değerliydi.
kekçe açıp sordu:
"Senin için sadece benim çalışmam, yani benim dışarıdan gö-
"Gidiyor muyuz? Canım meyhaneye gitmek istiyor. Gönderdin
mi kızı?" rünüşüm değerli, yoksa kendim ve çalışmamda cisimlendiremedi-
ğim şey değil. Bana ve herkese engel oluyorsun, cehennemin dibine
"Gitti."
git!"
"Yalan söylüyorsun. Sen kurnazsın ya, ben de öyle. Ne yapaca-
Omzuma dayandı, gülümseyerek yüzüme bakarken şöyle de-
ğına bakmak için odadan çıkıp kapının arkasında bekledim ve kızı
nasıl ikna ettiğini duydum. Masum ve efendi rolü oynadın. Sen iyi vam etti:
"Sarhoş olduğumu ve farkında olmadan saçma sapan konuş-
bir insan değilsin, çok içiyorsun ama sarhoş olmuyorsun, çocukla-
tuğumu sanıyorsun, değil mi? Hayır, sadece seni kızdırmak isti- Etrafa bakındı, bir an sustu, sonra devam etti:
yorum. Kardeşim, ben dekadanım, piçim, hasta bir adamım. Ama "Burası kardinaller meclisi kadar sıkıcı!"
Dostoyevskiy de bütün büyük adamlar gibi hastaydı. Bir kitap var,
Bu söz onu güldürdü.
kimindi anımsamıyorum, dâhilik ve delilik üzerine. Bu kitapta
"Kardinaller meclisinde hiç bulunmadım, balık havuzu gibi bir
dehanın bir ruh hastalığı olduğu kanıtlanıyordu. İşte beni yoldan
şey olmalı..."
çıkaran bu kitap oldu. Eğer onu okumasaydım, daha basit bir in-
Çay kendine getirmişti onu. Lokantadan çıktık. Sis yoğunlaş-
san olurdum. Şimdi ise dâhi gibi bir şey olduğumu biliyorum ama
mıştı, fenerlerin opal küreleri buz gibi eriyordu.
yeterince deli miyim ondan emin değilim. Yeteneğime kendimi
Leonid, dirseklerini Neva Nehri üstündeki bir köprünün par-
inandırmak için kendimi deli gibi gösteriyorum, anlıyor musun?"
maklıklarına dayayarak:
Gülmeye başlamıştım. Bu sözler bana kötü uydurulmuş ve bu
"Canım balık istiyor," dedi ve canlı bir sesle sürdürdü: "Bazen
yüzden de doğru olmayan sözler gibi gelmişti.
nasıl oluyorum, biliyor musun? Çocuklar da herhalde öyle düşü-
Bunu söylediğim zaman o da kahkahalarla gülmeye başladı ve
nüyorlardır. Balık sözcüğüne takılıyorum ve başlıyorum onunla
birden esnek bir ruh değişimi ve cambaz çevikliğiyle bir mizahçı
uyaklı sözcükleri saymaya: balık, alık, ama şiir yazamıyorum!"
havasına giriverdi:
Biraz düşünüp ekledi:
"Yazarların âyin yeri, meyhane nerede peki? Yetenekli Ruslar
"Abece kitabı hazırlayanlar da böyle düşünürler..."
mutlaka meyhanede sohbet etmelidirler. Böyle bir gelenek var,
Yine bir lokantada oturduk, tuzlu balık yedik; Leonid, "Vesı"*
yoksa eleştirmenler yeteneği kabul etmiyorlar."
(Kantar) dergisinde birlikte çalışmak üzere "Dekadanların" kendi-
Arabacıların gittiği bir gece lokantasında, nemli, duman-
sini davet ettiklerini anlatıyordu.
lı, boğucu bir havada oturuyorduk: Pislik içindeki odada uykulu
"Gitmeyeceğim, onları sevmiyorum. Sözlerinin arkasında içe-
"adamlar" sinirli ve yorgun dolaşıyorlar, sarhoşlar "matematiksel
rik göremiyorum, Balmont'un konuşmayı sevdiği gibi onlar da
olarak" küfrediyorlar, korkunç fahişeler ciyak ciyak bağırıyorlar-
sözcüklerle 'kafayı buluyorlar.' Balmont da yetenekli ve hasta bir
dı. Bunlardan biri, ucu kocaman bir inek memesini andıran sarı,
sol memesini çıkarıp bir tabağa koydu ve yanımıza gelerek: adam."

"Alır mısınız?" diye sordu. Başka bir kez, "Skorpion" grubundan şöyle söz ettiğini anım-
"Arsızlığı seviyorum," dedi Leonid, "arsızlıkta, bir hüzün, hay- sıyorum:
vanlaşmadan duramadığını bilen, hayvanlaşmak istemeyen ama "Onlar, Schopenhauer'in ırzına geçiyorlar, oysa ben
bunu beceremeyen bir insanın umutsuzluğunu hissediyorum. An- Schopenhauer'i seviyorum, bu yüzden de onlardan nefret ediyo-
lıyor musun?" rum."
Koyu, simsiyah bir çay içiyordu; çayı böyle sevdiğini ve bunun Ancak bunlar, sadece onun ağzından çıkarken çok güçlü olan
onu ayıltacağını bildiğim için mahsus daha koyu bir çay demleme- sözlerdi, nefret etmeyi beceremezdi, bunun için çok yumuşak bi-
lerini söyledim. Leonid, katrana benzeyen acı sıvıyı yudumlayarak riydi. Bir gün bana günlüğündeki "nefret sözlerini" göstermişti
sarhoşların şiş suratlarını süzerken ara vermeden konuşuyordu: ama bunlar gülmece özelliği taşıyan sözlerdi ve kendisi de içten-
"Kadınlarla birlikteyken arsız biri oluyorum. Daha doğrusu likle gülmüştü.
onlar bundan hoşlanıyorlar. Tam anlamıyla dua edemeyen bir din-
dar olmaktansa sapına kadar günahkâr olmak daha iyidir." * "Vesı": 1904-1909 yıllarında simgecilerin Moskova'da yayınladıkları aylık edebiyat
ve eleştiri dergisi.
Onu otele götürüp yatağına yatırdım, ancak öğleden sonra uğ- "Öpüşüyorlardı ve ikisi de ağlıyordu," dedi, sesini alçaltıp bü-
radığımda ben gittikten hemen sonra kalktığını, giyinip ortadan zülerek; mahrem bir şey anlattığı zamanlar biraz gevşek olan kas-
kaybolduğunu öğrendim. Bütün bir gün boyunca onu aradım ama larını iyice kasardı.
bulamadım. "Kız, incecik, narin, çöp bacaklı bir şeydi. Papaz yardımcısı
Dört gün hiç ara vermeden içmiş, sonra da Moskova'ya gitmişti. ise şişman bir adamdı, cüppesinin göbek kısmı yağlanmış, par-
lıyordu. Neden öpüştüklerini artık öğrenmiştim ama öpüşürken
İnsanlar arasındaki ilişkilerin içtenliğini sınamak gibi hoş ol- ağlayan birilerini ilk kez görüyordum, çok da komiğime gitmişti.
mayan bir davranışı vardı. Bunu, beklenmedik bir anda: Papaz yardımcısının sakalı, kızın göğüs kısmı açık olan bluzunun
"Biliyor musun, Z senin için ne dedi?" diye sorarak ya da: kopçasına takılmıştı, kafasını döndürüp duruyordu. Onları kor-
"S de senin hakkında şöyle diyor..." diyerek yapardı. kutmak için ıslık çaldım ama kendim korktum ve oradan kaçtım.
Bir gün ona: Ama aynı gün akşamleyin sulh yargıcının on yaşlarındaki kızına
"Bana bak, böyle yaparsan bütün arkadaşlarını birbirine düşü- âşık olduğumu hissettim, kızı elimle şöyle bir yokladım, memeleri
rebilirsin," dedim. henüz çıkmamıştı, demek öpecek bir şey yoktu, sevmeye değecek
"Ne olmuş yani?" diye yanıtladı. "Saçma sapan şeyler yüzünden bir kız değildi. O zaman komşunun kısa bacaklı, kaşsız, iri gö-
kavga edeceklerse ilişkileri samimi değil demektir." ğüslü hizmetçisine tutuldum. Kızın bluzunun göğüs kısmı, tıpkı
"Senin istediğin ne peki?" papaz yardımcısının cüppesinin karın kısmı gibi yağlanmıştı. Çok
"İlişkilerde sağlamlık, yücelik ve güzellik. İnsan ruhunun bir kararlı bir tutumla işe giriştim, o da aynı kararlılıkla kulağımdan
oya inceliğinde olduğunu, ona karşı sevgiyle ve özenle yaklaşmak tuttuğu gibi beni kapı dışarı etti. Fakat bu, ona âşık olmamı engel-
gerektiğini tek tek her birimizin anlaması gerekiyor. İlişkilerde lemedi, gözüme dünya güzeli gibi görünüyordu, hem de ne kadar
belli bir miktarda romantizm gerekli. Puşkin'in grubunda bu ro- uzaktaysa o kadar güzel. Acı veren ama aynı zamanda da çok tat-
mantizm vardı, ben de buna özeniyorum işte. Kadınlar sadece bir lı bir şeydi bu. Gerçekten güzel olan pek çok kız görüyordum ve
erotiğe karşı duyarlıdırlar, onların kutsal kitabı 'Decameron'dur." âşık olduğum kızın onlarla kıyaslandığında bir ucube olduğunu
Fakat yarım saat sonra bir erotomanın lise öğrencisi bir kızla gayet iyi anlıyordum ama yine de o, bana hepsinden güzel geliyor-
konuşmasını komik biçimde betimleyerek kadınlarla ilgili düşün- du. Kendimi iyi hissediyordum, çünkü soluk benizli, şişko bir kızı
cesini alaya aldı. hiç kimsenin benim sevdiğim kadar sevemeyeceğini, hiç kimsenin
Artsıbaşev'e* tahammül edemezdi ve bazen kadınları tek yanlı onu bütün güzellerden daha güzel göremeyeceğini biliyordum!"
bir bakış açısıyla sadece bir şehvet kaynağı olarak betimlemesi yü- Bunu, benim size aktarmayı berecemediğim bir güzellikte,
zünden kaba bir düşmanlık gösterisi içinde onunla alay ederdi. sözcüklere sevimli mizahını bol bol yedirerek anlatmıştı. Ne yazık
ki, konuşurken her zaman olağanüstü ölçülerde bulundurduğu bu
Bir gün bana şöyle bir hikâye anlatmıştı: On on bir yaşların- gülmece özelliğini önemsemiyordu ya da öykülerini mizah oyun-
dayken bir korulukta ya da bir bahçede bir papaz yardımcısının bir larıyla süslemekten, çizdiği tabloların karanlık tonlarını gülmece
kızı öptüğünü görmüş. renkleriyle bozmaktan çekiniyordu.
Kısa bacaklı bir hizmetçiden bir dünya güzelini başarıyla ya-
* M. P. Artsıbaşev (1878-1927): Rus yazar. Amoralizm propagandası yapan natüra- rattığını unutmuş olmasına, artık gerçeğin çamur içindeki maden
list romanlar yazmıştır.
ocağından güzelliğin altın damarlarını çıkartmak istemeyişine
Heyecanlanmış, hatta yüzü kızarmıştı.
üzüldüğümü söylediğimde gözlerini kurnazca süzerek şöyle dedi:
Kendimi arap atı değil, sadece bir yük beygiri olarak gördü-
"Vay vay, amma da meraklısın! Hayır efendim, siz romantikle-
ğümü söyleyip onu yatıştırdım; başarılarımı doğuştan gelme bir
re yüz vermek niyetinde değilim..."
yetenekten ziyade çalışma yeteneğime ve çalışma sevgime borçlu
Asıl kendisinin romantik olduğuna onu inandırmak olanaksız-
dı. olduğumu bilirim, dedim. Sözümü keserek:
"Tuhaf adamsın," dedi alçak sesle. Sonra ansızın bu boş lafla-
1915 yılında Leonid, bana armağan ettiği Bütün Eserler inin
rı bırakıp kendisinden, ruhundaki dalgalanmalardan söz etmeye
üzerine şöyle yazmıştı: " 'Kuryer'deki 'Bergamot'tan başlayarak bu-
başladı dalgınca. Günah çıkartmak ve pişmanlık duymak gibi
radaki her şey, senin gözlerinin önünde yazılmış ve geçmiştir Alek-
tatsız genel Rus huylan yoktu, fakat zaman zaman kendisinden
sey. Bunlar, ilişkilerimizin tarihidir."
mertçe ve açık yüreklilikle, hatta biraz sert, ancak kendine olan
Ne yazık ki, doğru; ne yazık ki diyorum, çünkü öykülerine
saygısını yitirmeden söz edebilirdi. Bu da onun güzel özelliklerin-
"ilişkilerimizin tarihini" katmamış olsaydı L. Andreyev için daha
den biriydi.
iyi olurdu diye düşünüyorum. Oysa o, bunu çok büyük bir heves-
le yaptı ve benim düşüncelerimi "çürütmekte" aceleci davranarak "Biliyor musun," diyordu, "beni çok heyecanlandıran bir şey
kendi âyinini bozmuş oldu. Sanki benim şahsımda kendi görün- yazdığım zamanlar sanki ruhumun üstündeki kabuk düşüyor,
meyen düşmanını cisimlendirmişti. kendimi daha açık görüyorum, aslında yazdıklarımdan daha ye-
"Bir öykü yazdım, herhalde hoşuna gitmez," dedi bir gün. "Bir- tenekli olduğumu anlıyorum. Örneğin 'Düşünce'. Onun seni şa-
likte okuyalım mı?" şırtmasını bekliyordum, oysaki şimdi bunun aslında bir polemik
Okuduk. Öykü, birkaç ayrıntı dışında çok hoşuma gitmişti. yapıtı olduğunu, üstelik de hedefine ulaşamamış bir polemik yapıtı
"Onlar önemsiz şeyler, düzeltirim," dedi canlı bir ifadeyle. Ter- olduğunu kendim de görüyorum.
liklerini şıpırdatarak odada dolaşıyordu. Sonra yanıma oturdu ve Ayağa kalktı ve saçlarını sallayıp şakayla karışık şöyle dedi:
saçlarını yana atıp gözlerimin içine baktı. "Senden korkuyorum, cani herif! Sen benden daha güçlüsün,
"İşte bak, öyküyü içtenlikle öveceğini biliyorum, hissediyorum. sana boyun eğmek istemiyorum."
Ama neden hoşuna gittiğini anlamıyorum." Yeniden ciddileşerek:
"Dünyada hoşuma gitmeyen neler neler var. Ama bu, gördü- "Bende eksik bir şey var, sevgili kardeşim. Çok önemli bir şey,
ğüm kadarıyla onları devre dışı bırakacak bir şey değil." ne dersin?"
"Böyle düşünerek devrimci olunmaz." Ben, sahip olduğu yeteneğe karşı bağışlanmayacak kadar özen-
"Ne o, devrimciye Neçayev'in gözüyle mi bakıyorsun, 'devrim- siz davrandığını ve bilgisinin eksik olduğunu düşünüyordum.
ci' insan değil mi yani?" "Öğrenmek, okumak, Avrupa'ya gitmek gerek..."
Bana sarıldı, gülmeye başladı. Elini salladı.
"Sen kendini iyi anlayamıyorsun. 'Düşünce'yi yazarken seni "O değil. Kendine bir Tanrı bulmak ve onun hikmetine inan-
düşünmüştüm; Aleksey Savelov, sensin! Orada 'Aleksey yetenekli
mak gerek."
değildi,' diye bir tümce var. Bu benim adıma iyi bir şey değil belki,
Her zaman olduğu gibi tartışmaya başladık. Böyle bir tartışma-
ama inatçılığınla bazen beni öyle sinirlendiriyorsun ki, seni yete-
dan sonra bana "Duvar" öyküsünün taslağını yollamıştı. "Hayalet-
neksiz biri olarak görüyorum. Kötü yapmışım, değil mi?"
ler" konusunda ise şöyle demişti:
"Kapıyı çalan deli benim, çalışkan Yegor ise sen. Kendi gücüne içmeye korkan, bu yüzden hayatının pek çok güzel saatini yitiren,
güvenme duygusu gerçekten de sana özgü bir duygu. Bu aynı za- kariyerini mahveden ve nasırını başarısızca kestikten ya da par-
manda senin deliliğinin ve senin gibi kurduğu hayallerle yaşam- mağına kıymık battıktan sonra en güzel yıllarında ölen bir ada-
dan kopmuş akıl ülküleştiricisi tüm romantiklerin deliliğinin en mın öyküsünü yazacağım."
önemli dayanma noktasıdır." Gerçekten de Nijniy'e, benim yanıma gelirken bu konuda yaz-
"Uçurum" öyküsüyle kopan iğrenç gürültü onu allak bullak dığı bir öykünün müsveddesini de getirmişti.
etmişti. Sokağa hizmet etmek için her an hazır insanlar, işi gülünç
iftiralara kadar vardırıp Andreyev hakkında çirkin şeyler yaz- Leonid Nikolayeviç, Nijniy'de, benim evimde, Peder Fyodor
maya başladılar. Örneğin bir şair, Harkov'da çıkan bir gazetede Vladimirskiy ile karşılaştı. Peder, Arzamas kentinin piskoposuydu,
Andreyev'in nişanlısıyla birlikte "elbisesiz" yüzdüğünü yazmıştı. daha sonraları ise İkinci Devlet Duması üyesi olmuş, olağanüstü
Leonid üzüntüyle soruyordu: bir adamdı. Bir gün onun hayat hikâyesini yazmayı deneyeceğim,
"Ne sanıyor yani, frakla mı yüzmek gerekiyormuş? Zaten yalan pederin hayatındaki en önemli atılımı kısaca anlatmayı şimdilik
söylüyor, ne nişanlımla ne de tek başıma yıl boyunca hiçbir yerde yeterli buluyorum.
yüzmedim. Biliyor musun, okurlara seslenen şöyle kısacık, müla- Arzamas kenti, hemen hemen Korkunç İvan zamanından beri
yim bir rica notu bastırıp duvarlara yapıştırmaya karar verdim: yazın içinde fare, kedi, köpek, tavuk ölülerinin yüzdüğü, kışınsa
buz tutan göletlerin bozularak mide bulandırıcı bir koku salan su-
Lütfen, yunu içiyordu. İşte bu Peder Fyodor, kente sağlıklı su sağlamayı
'Uçurum'u okumayınız!" kendine amaç edinmişti; on iki yıldır Arzamas civarındaki yeraltı
sularını bizzat inceliyordu. Her yaz gün doğarken yola çıkıp, tarla-
Öyküleriyle ilgili eleştirilere karşı aşırı, neredeyse hastalık de- larda, ormanlarda büyücü gibi dolaşıyor, toprağın "terlediği" yer-
recesinde dikkatliydi, eleştirmenlerin barbarca kabalığından her leri arıyordu. Uzun çabalardan sonra yeraltı kaynaklarını bulmuş,
zaman üzüntü ve öfkeyle yakınırdı, hatta bir keresinde bir eleştiri bu kaynakların aktığı yerleri izlemiş, toprağı kazmış, suyu ken-
yazısında, kendisine karşı insan olarak takınılan düşmanca tavır- tin üç verst ötesindeki ormanlık alanda bir çukura yönlendirmiş
dan dert yanan bir yazı yayınlamıştı gazetede. ve on bin kent sakini için kırk bin kovadan fazla kaliteli kaynak
Bunu yapmasına gerek olmadığını söylüyorlardı. suyu elde edip, kente su borusu döşemeyi önermişti. Kentin elin-
"Hayır, gerekli, yoksa beni düzeltmek için ya kulaklarımı kese- de, su getirilmesi ya da bir kredi kurumu kurulması koşuluyla bir
cekler ya da kaynar suda haşlayacaklar..." tüccar tarafından vasiyet edilmiş sermaye de vardı. Tüccarlar ve
kent yöneticileri, suyu kent dışındaki uzak kaynaklardan at sırtın-
Kalıtımsal alkolizm yüzünden çok acı çekiyordu; hastalık nis- da taşıttıkları için boru sistemine gerek duymuyorlardı ve Peder
peten seyrek olarak, ancak hemen hemen her zaman çok ağır kriz- Fyodor'un çalışmasını her yolu deneyip zorlaştırarak bu sermaye-
lerle çıkıyordu ortaya. Alkolizmle savaşıyordu, bu savaş ona çok yi kredi kurumunun kurulmasında kullanmak istiyorlar, sıradan
büyük çabalara mal oluyordu ama bazen umutsuzluğa düşüp çaba- kent sakinleri ise eskiden beri edindikleri alışkanlıkla konuya ilgi
larını alaya alıyordu: göstermeksizin ve hiçbir şey yapmaksızın göletlerdeki kokuşmuş
"Gençliğinden itibaren yirmi beş yıl boyunca bir kadeh votka suyu içmeye devam ediyorlardı. Suyu bulan Peder Fyodor, zengin-
lerin inatçı çıkarcılığıyla ve yoksulların rezil budalalığıyla uzun ve parçaları, kuş tüyleri, soğan kabukları uçuşuyordu. Toz, pencere
sıkıcı bir mücadele vermek zorunda kalmıştı. camlarını tırmalıyor, kırlardan kentin üstüne doğru kocaman bir
Polis gözetiminde Arzamas'a gittikten sonra onu kaynak bul- yağmur bulutu geliyordu. Peder Fyodor, toz kaçmış gözlerini ovuş-
ma çalışmalarının son aşamasındayken tanıdım. Yaptığı ağır ça- turup, yırtık pırtık giysiler içinde, kızgın, çantasını ve şemsiyesini
lışma ve karşılaştığı talihsizlikler yüzünden çok zayıf düşmüş olan çalan hırsıza, su tesisatının kredi kurumundan daha yararlı oldu-
bu adam, benimle tanışmaya karar vermiş ilk Arzamaslıydı. Çok- ğunu anlamak istemeyen valiye veryansın ederek oturduğumuz
bilmiş Arzamaslı yöneticiler, yerli ve dışarıdan gelmiş memurlara odaya birden dalmıştı. Leonid gözlerini iri iri açtı ve:
beni ziyaret etmeyi kesinlikle yasaklayıp, onlara gözdağı vermek "Bu ne?" diye fısıldadı kulağıma.
için evimin pencerelerinin altına polis karakolu kurmuşlardı.
Bir saat sonra, semaverin başında, Tanrıyı anlama öğretisinin
Peder Fyodor, bir akşamüstü, şakır şakır yağmur yağarken halk tarafından öğrenilmemesi amacıyla kilise demokratlığıyla sa-
bana geldi. Tepeden tırnağa ıslanmış, çamura batmıştı. Ayağında vaştıkları için gnostikleri (bilinircileri) yumruğunu masaya vura-
ağır köylü çizmeleri, sırtında uzun gri yeleği vardı. Başındaki rengi rak kınayan Arzamas piskoposunu ağzı açık dinliyordu.
atmış şapka o kadar ıslanmıştı ki bir çamur topağına benzemişti. "Bu zındıklar kendilerini en yüksek kavramın arayıcıları, ru-
Nasırlı ve sert amele eliyle elimi kuvvetlice sıktıktan sonra kasvetli hun aristokratları sayıyorlardı, oysa Tanrısal hikmetin ve ruhun
ve kalın sesiyle şöyle dedi: timsali, en bilge önderlerinin şahsında halk değil midir?"
"Islah edelim diye bize kakaladıkları nedamet getirmeyen gü-
Peder Fyodor gürleyip duruyor, Leonid ise dirseğiyle beni dür-
nahkâr siz misiniz? Biz sizi yola getiririz! Çay ikram edebilir mi-
tüp:
siniz?"
"İşte Arzamaslı dehşet timsali!" diye fısıldıyordu.
Kır sakalının arasına bir çilekeşin kupkuru, zayıf suratı gizlen-
Kısa bir süre sonra elini Peder Fyodor'un suratının önünde sal-
mişti, mavi göz çukurlarının içinden zeki gözlerinin uysal gülüm-
semesi ışıldıyordu. lıyor, ona düşüncenin acizliğini kanıtlamaya çalışıyor, din adamı
ise sakalını sallayarak:
"Dosdoğru ormandan geliyorum. Üstümdekileri değiştirebile-
"Aciz olan düşünce değil, inançsızlıktır," diye karşı çıkıyordu.
ceğim bir şeyler var mı acaba?"
"İnançsızlık düşüncenin özüdür..."
Hakkında daha önceden çok şey duymuştum, oğlunun siyasi
"Safsatalar üretiyorsunuz, yazar bey..."
göçmen olduğunu, bir kızının "politika yüzünden" hapis yattığını,
Pencere camlarına yağmur vuruyor, masada semaver fokurdu-
öteki kızının da büyük bir gayretkeşlikle aynı yere gitmeye hazır-
yor, yaşlı ve genç iki adam eski bir hikmeti evirip çeviriyorlar, bu
landığını biliyordum; bütün parasını su arama işine harcadığını,
dünyanın ulu gezgini Lev Tolstoy, elinde bastonuyla duvardan dal-
evini rehin koyduğunu, dilenci gibi yaşadığını, ormandaki kanal-
gın dalgın onlara bakıyordu. Elde ettiklerimizin hepsini yerle bir
ları kendi eliyle kazdığını, bunları kille sıvadığını, gücü yetme-
edip gece yarısından çok sonra odalarımıza dağıldık. Tam elimde
diğinde ise Tanrı aşkına çevredeki köylülerden yardım istediğini
kitap yatağa uzanmıştım ki kapı çalındı, saçları darmadağınık,
biliyordum. Köylüler yardım ediyorlardı ama kent sakinleri bu
gömleğinin yakası açık, heyecanlı bir halde Leonid geldi, yatağın
"garip" papazın çalışmasını kuşkuyla izleyerek, ona yardım etmek
üstüne, yanıma oturdu ve hayranlıkla konuşmaya başladı:
için parmaklarını bile oynatmıyorlardı.
"Ne papazmış! Nasıl da ipliğimi pazara çıkardı ama?"
Leonid Andreyev işte bu adamla benim evimde tanıştı.
Birden gözlerinde yaşlar belirdi.
Ekim ayında kuru, soğuk bir havaydı, rüzgâr esiyor, kâğıt
"Ne kadar şanslısın Aleksey, şeytan götürsün seni! Her zaman
Arzamas'ın su boruları için koşturmak üzere ortadan kaybolmuş-
çevrende son derece ilginç insanlar oluyor, oysa ben yalnızım... ya
tu Leonid ise akşama dek uyuyup akşam bana:
da benim çevremdekiler itişip kakışıp duruyorlar..."
"Düşünsene, iğrenç kokan bir kentte bu kadar akıllı, enerji dolu
Elini salladı. Ona Peder Fyodor'un hayatını, nasıl su aradığını,
yazdığı Ahdi Atik Tarihi'ni, bu kitabın müsveddesinin Sinod kara- ve ilginç bir papazın yaşaması kimin için, ne için gerekli ve neden

rıyla nasıl elinden alındığını, aynı şekilde dini sansür tarafından bu kadar akıllı bir papaz bu kentte yaşıyor ha? Ne saçma! Biliyor-
yasaklanmış olan Hayatın Kanunu-Sevgi kitabını anlatmaya ko- sun, insan ancak Moskova'da yaşayabilir. Sen de git buradan. Bu-
yuldum. Peder Fyodor bu kitapta Puşkin'den, Hugo'dan ve diğer rası berbat, yağmur, çamur..." dedi ve hemen o anda evine dönmek
şairlerden alıntılarla insanın insanı sevmesinin dünyadaki hayatın için hazırlanmaya başladı.
ve gelişmenin temelini oluşturduğunu, bu duygunun genel çekim İstasyonda şöyle diyordu:
yasası kadar güçlü olduğunu ve her bakımdan bu yasaya benzedi- "Bu papaz yine de akıl almaz bir şey, fıkra gibi!"
ğini ileri sürüyordu. Hemen hemen hiç önemli ve orijinal insan görememekten sık

"Evet," dedi Leonid düşünceli bir sesle, "bir şeyler öğrenmem sık yakınırdı.
gerek, yoksa papazın karşısında mahcup olacağım..." "Bak işte sen böylelerini bulabiliyorsun, benim peşime ise her
Kapı bir kez daha çalındı, uzun yeleği yerleri süpürerek, yalına- zaman bir dulavratotu takılıyor ve peşimden sürükleyip duruyo-
yak, kederli bir suratla Peder Fyodor girdi içeri. rum, neden, ne için?"
"Uyumadınız mı? Ben de... şey için gelmiştim! Baktım konu- Tanışmanın kendisine yarar sağlayabileceği, yüksek kultur
şuyorsunuz, gideyim de özür dileyeyim dedim. Size biraz sertçe düzeyine ya da kendine özgü düşüncelerdeki insanları anlatıyor,
çıkıştım gençler, sakın gücenmeyin. Yattım, sizi düşündüm, iyi V V Rozanov ve başkalarından söz ediyordum. Bence özellikle
insanlarsınız, boşuna kızdığıma karar verdim. Özür dilemeye gel- Rozanov'la tanışması Andreyev için yararlı olabilirdi. Şaşırıyor-
dim. Gidip uyuyayım bari..." du:
İkisi de yatağımın üstüne oturdular ve tekrar yaşamla ilgili "Seni anlamıyorum!"
sonu gelmez bir sohbet başladı. Leonid kahkahalarla gülüyor, duy- Ve Rozanov'un tutuculuğundan söz ediyor, ruhsal yapısı ba-
gulanıyordu: kımından politikaya karşı son derece ilgisiz, ara sıra ancak görü-
"Hayır, Rusya'mız nasılmış?.. 'Lütfen, biz Tanrının varlığı ko- nüşte bir merak gösteren birisi olarak Rozanov'un tutuculuğunun
nusunu henüz halledememişken siz bizi yemek yemeye çağırıyor- bir işine yaramayacağını söylüyordu. Politik olaylara yaklaşımını
sunuz!' Bunu Belinskiy söylemiyor, bunu Rusya, Avrupa'ya söylü- en samimi şekilde "Böyle Gelmiş, Böyle Gidecek" adlı öyküsünde
yor, çünkü Avrupa, aslında bizi yemek yemeye, hem de tıka basa ifade etmiştir.
yemek yemeye çağırıyor, başka bir şeye değil!" Ona münzevi bir azizden öğrenilecek şeyler olduğu gibi şey-
Peder Fyodor ise sıska, kemikli bacaklarını yeleğiyle örtüp, gü- tandan ve hırsızdan da bir şeyler öğrenilebileceğini ve öğrenmenin
lümseyerek karşı çıkıyordu: boyun eğmek anlamına gelmediğini kanıtlamaya çalışıyordum.
"Ama unutmayın ki Avrupa yine de bizim vaftiz anamızdır! "Bu hiç de doğru değil," diye karşı çıkıyordu. ''Bilim, gerçeğe
Avrupa'nın Voltaire'i ve bilginleri olmasaydı sizinle oturup felsefi boyun eğmektir. Rozanov'u da sevmiyorum ayrıca."
bilgilerimizi tartışamaz, hepsi hepsi sessizce kreplerimizi yerdik!" Bazen de etkilerinde kalmamak için büyük adamlarla tanış-
Peder Fyodor gün doğarken vedalaşmış ve iki saat kadar sonra maktan kaçındığı oluyordu; bu adamlardan biriyle bir iki kez gö-
rüşüyor, onu zaman zaman hararetle övüyor, ama kısa süre sonra
liklerine aldırış etmemeyi becerir, hatta bazen bu dil haylazlıkla-
ilgisini yitiriyor ve yeni insanlar arıyordu.
rını espri olarak kabul eder ve tatlı tatlı gülerdi. Fakat son derece
Savva Morozov* konusunda da böyle olmuştu. L. Andreyev,
onurlu bir kadın olarak gerektiğinde kendisini çok direngen, hatta
Savva Morozov'la ilk uzun sohbetinin ardından ince zekâsına, ge-
katı biri olarak gösterebilirdi. Sözcüklerdeki ezgi ve konuşma bi-
niş bilgisine ve enerjisine hayran kalarak, onu Yermak Timofeyeviç
çimi konusunda çok ince bir zevki vardı. Ufak tefek, kıpır kıpır,
diye adlandırıyor, Morozov'un çok büyük politik rol oynayacağını
narin bir kadındı ama bazı zamanlar komik, çocukça bir ciddiye-
söylüyordu:
te bürünürdü. Ona "Bayan Şura" adını takmıştım, o da buna çok
"Suratı Tatar suratı ama kendisi İngiliz lordu, kardeşim!"
alışmıştı.
Fakat arkadaşlıkları devam etmedi. A. A. Blok'la da öyle ol-
Leonid Nikolayeviç ona değer verirdi. O da Leonid Nikolayeviç
muştu.
için sürekli endişe içinde, kişiliğini tümüyle kocasının ilgilendiği
konulara feda ederek yaşardı.
Bir "kronoloji", bir süreklilik kaygısı duymaksızın aklıma gel-
Andreyev'in Moskova'daki evinde edebiyatçılar sık sık bir ara-
diği gibi yazıyorum.
ya gelirlerdi. Çok kalabalık, rahat bir ortam olur, "Bayan Şura"nın
Leonid Nikolayeviç, Sanat Tiyatrosunda beni sevimli, parlak
sevimli gözleri tatlı tatlı gülümseyerek Rus mizacının "genişliğini"
gözleriyle zayıf, narin bir kız olan nişanlısıyla tanıştırdı. Gösteriş-
biraz frenlerdi. F. İ. Şalyapin, sık sık buraya gelir, anlattığı hikâye-
siz, sessiz kızcağız bana kişiliksiz gibi görünmüştü ama kısa süre
lerle herkesi hayran bırakırdı.
sonra akıllı biri olduğuna inandım.
"Modernizm", geliştiği sıralarda anlamaya çalışılıyor, ancak
Andreyev'e ana şefkatiyle yaklaşmak gerektiğini ve yeteneğinin
herkesin çok daha kolayına geldiği için daha ziyade kınanıyordu.
önemini çok iyi anlamıştı, onun canını yakan ruhsal çalkantıları
Edebiyat hakkında ciddi ciddi düşünecek zaman değildi, politika
çok çabuk ve derinden hissediyordu. Tutkulu bir sevgili gibi se-
ön plandaydı. Blok, Belıy ve Bryusov, bir tür "yalnız yürüyüşçüler",
verken, bir ananın sevgisiyle sevme yeteneğini de yitirmeyen en-
en iyi anlamda tuhaf insanlar olarak, en kötü anlamda "Rus top-
der kadınlardandı; bu ikili sevgi ona ince bir sezgi kazandırmıştı,
lumunun yüce geleneklerine" ihanet eden kişiler olarak görünü-
Leonid'in ruhundaki gerçek yakınmaları ve huysuz anlarındaki
yorlardı. Ben de böyle düşünüyor ve hissediyordum. Bütün Rusya
bağırıp çağırmalarını çok iyi anlıyordu.
karamsarlık içinde trepak* oynamaya hazırlanırken "Senfoni'nin
Bilindiği gibi, Rus insanı, "nükteli ve isabetli konuşmak uğruna
zamanı mıydı? Olaylar bir felakete doğru gidiyor, bu felaketin yak-
ne anasının ne de babasının gözünün yaşına bakar." Leonid Niko-
laştığını gösteren belirtiler gün geçtikçe daha tehdit edici hale geli-
layeviç de böyle tumturaklı konuşmaya çok düşkündü ve zaman
yor, Eserler bomba atıyorlar ve her patlama sosyal yaşamda ısrarla
zaman son derece anlaşılmaz özdeyişler üretirdi. köklü bir değişim beklentisi yaratarak tüm ülkeyi yerinden oyna-
Bir gün Aleksandra Mihaylovna'nın yanında "Kadın, evlendik- tıyordu. Andreyev'in evinde Sosyal Demokrat Bolşevikler Merkez
ten bir yıl sonra giye giye ayağının şeklini almış ayakkabı gibidir, Komitesinin toplantıları yapılıyordu. Bir gün ev sahibiyle birlikte
hissetmezsin bile," demişti. Aleksandra Mihaylovna bu tür laf ebe- tüm komite tutuklandı ve hapse atıldı.
Bir ay hapis yatan Leonid Nikolayeviç, hapisten Siloamskiy vaf-
* Savva Morozov (1862-1905): Rus tekstil sermayedarı Morozovlar soyundan, kim-
yager, M. Gorkiy'nin arkadaşı, Sanat Tiyatrosunun koruyucusudur, devrimcilere tiz teknesinden çıkar gibi dinç ve keyifli çıktı.
yardım etmiştir.
Bir Rus halk oyunu.
"Baskı altında olmak iyi oluyor, her bakımdan büyümek isti- Leonid Nikolayeviç, Rusya'dan sıkıntılı ve isteksiz söz ediyor-
yorsun!" dedi. du. Bir gün şöminenin önünde otururken Yakuboviç'in acıklı "Va-
Sonra benimle alay etti: tan" şiirinden birkaç dize geldi aklına:
"Ee, karamsar adam? Rusya diriliyor mu dersin? Sense çarlık-
Seni neden sevmeli, ne analık ettin bize?..
paslılık falan diye uyaklar yazıyordun."
"Marseillaise", Nabag", "Hiçbir Zaman Bitmeyecek Bir Hikâye" "Bir oyun yazdım, okuyalım mı?"
öykülerini yayınlamıştı, 1905 yılı ekim ayında bana "Öyle Oldu" Ve akşam Savva'yı okudu.
adlı öyküsünü müsveddesinden okudu. Kursk'taki Meryem Ana ikonasını patlatmaya kalkışan genç
"Erken değil mi?" diye sordum. Ufimtsev ve arkadaşlarıyla ilgili hikâyeleri daha Rusya'dayken
"Erken olması her zaman daha iyidir..." diye yanıtladı. dinleyen Andreyev, bu olayı işleyen bir uzun öykü yazmaya ka-
Kısa süre sonra Finlandiya'ya gitti, iyi de yaptı. Aralık olayları- rar vermişti ve öykünün planını hemen çok ilginç bir şekilde yap-
nın anlamsız sertliği onu ezebilirdi. Finlandiya'da politik bakım- mış, karakterleri ana hatlarıyla çizmişti. Onu en çok ilgilendiren
dan aktif davranıyor, mitinglerde konuşuyor, Helsinki gazetelerin- Ufimtsev'di. Kesinlikle bir mucit yeteneği olan bu delikanlı, bilim
de monarşistlerin politikası hakkında sert eleştiriler yayınlıyordu,
tekniği alanında bir şair gibiydi. Semireçenskiy bölgesine, gali-
fakat bezgin, gelecek konusunda umutsuzdu. Petersburg'dayken
ba Karkarala'ya sürgüne gönderilen ve orada cahil ve boş inançlı
ondan bir mektup aldım, laf arasında şöyle diyordu:
insanların sert gözetimi altında yaşayan bu adam, elinde gerekli
"Her atın doğuştan gelen özellikleri vardır, ulusların da öyle.
alet ve malzeme olmadığı halde içten yanmalı orijinal bir motor
Hangi yoldan giderse gitsin meyhane yoluna sapan atlar vardır,
icat etmişti, yeni bir tarak dubası sistemi üzerinde çalışıyordu ve
yurdumuz kendisi için en tatlı noktaya doğru yolunu çevirdi ve
av tüfekleri için bir tür "bitmeyen fişek" bulmuştu. İcat ettiği mo-
yeniden uzun süre daha meyhanede içmek ya da götürüp başka
torun krokilerini Moskova'da mühendislere gösterdiğimde bana
yerde içmek üzere içki satın alarak yaşayacak."
Ufimtsev'in icadının çok pratik, akıllıca bir şey olduğunu söyle-
mişlerdi. Bütün bu icatların akıbetinin ne olduğunu bilmiyorum,
Birkaç ay sonra İsviçre'de, Montrö'de buluştuk. Leonid, İsviç-
yurtdışına gittikten sonra Ufimtsev'in izini kaybettim.
relilerin yaşamıyla alay ediyordu.
Fakat bu delikanlının, farklı yollardan aynı hedefe, yani halkta
"Bizim gibi geniş yüzeyli insanlar bu böcek deliklerine sığmaz,"
iyilik ve güzellik yaratan akılcı enerjinin uyandırılması hedefine
diyordu.
duyulan inanç ve sevgi konusunda umutsuzluğa kapılmış en güzel
Bana biraz solmuş, donuklaşmış, gözlerinde bir yorgunluk ve
hayalperestlerden biri olduğunu biliyorum.
üzüntü ifadesi belirmiş gibi geldi. İsviçre'den de aynı tatsız, yü-
Rus edebiyatının henüz hiç dokunmadığı bu karakteri
zeysel ve bizim Çuhloma, Konotop ve Tetyuşi kentlerinden özgür-
Andreyev'in çarpıttığını görmek beni üzmüş, canımı sıkmış, öy-
lüksever insanların bu ülke hakkında söylemeye çoktandır alışmış
künün ilk düşünüldüğü zamanki halinde bu karakterin, hak ettiği
oldukları sözlerle bahsediyordu. Bu özgürlükseverlerden biri, Rus-
değeri ve renkleri bulacağını sanmıştım. Tartıştık. Bu tartışmada
ların özgürlük anlayışını şu sözlerle çok derin ve isabetli sözcük-
bazı gerçek olayların - ç o k ender görülen ve olumlu olayların- doğ-
lerle ifade etmişti:
ru betimlenmesi gerektiğini biraz sert bir dille söylemiş olabilirim.
"Kentimizde, hamamda gibi, kendimize çekidüzen vermeden,
utanıp sıkılmadan yaşayıp gidiyoruz." "Ben" çizgileri belirgin bir şekilde çizilmiş, "kendiliği'ni kes-
kin bir şekilde hisseden bütün insanlar gibi, Leonid Nikolayeviç Fakat çocuk babasının bacaklarına yapıştı ve ağlamaya başladı.
de fikir ayrılıklarını sevmezdi. Bana gücendi ve birbirimizden so- Uzunca bir zaman sakinleştiremedik. Leonid isterik bir ruh ha-
ğumuş olarak ayrıldık. lindeydi, anlattığı şeyler çocuğun sinirlerini bozmuştu. Ayaklarını
yere vuruyor ve:
Galiba 1907 ya da 1908 yılında Andreyev, "Bayan Şura'yı "Uyumak istemiyorum! Ölmek istemiyorum!" diye avaz avaz
Berlin'de toprağa verdikten sonra Kapri'ye geldi. "Bayan Şura" lo- bağırıyordu.
ğusa sıtması yüzünden ölmüştü. Akıllı ve iyi bir dostun ölümü, Büyükannesi çocuğu götürdüğünde yenilmez bir dev olan ölü-
Leonid'in psikolojik durumuna çok ağır yansımıştı. Bütün düşün-
mü anlatan masallarla çocuğu korkutmamak gerektiğini söyle-
celeri ve konuşmaları "Bayan Şura'nın anlamsız ölümü etrafında
dim.
dönüp duruyordu.
"Ya başka bir şey aıılatamıyorsam?" dedi sert bir ifadeyle Leo-
"Biliyor musun," diyordu gözbebeklerini tuhaf bir şekilde bü- nid. " 'Güzel doğanın' ne kadar umursamazbir şey olduğunu şimdi
yüterek, "henüz hayatta ama ceset gibi kokuyor. Bu çok ironik bir anlıyorum ve tek bir isteğim var: Bu yavan güzellikteki çerçevenin
koku." içinden portremi çıkarıp atmak."
Siyah kadife ceket giymişti, dış görünüşü bile ezik büzüktü.
Onunla konuşmak zor, neredeyse olanaksızdı, öfkeleniyor ve
Düşünceleri ve konuşmaları sürekli ölüm konusu üzerinde yo-
galiba yarasını bile bile kaşıyordu.
ğunlaşıyordu. Marki Karaciollo'nun soyundan, Ferdinand Bom-
"İntihar düşüncesi peşimi bırakmıyor, gölge gibi arkamdan ge-
ba tarafından idam edilmiş, Fransız partisi yandaşı bir ressamın
liyor ve kulağıma 'Hadi git, kendini öldür!' diye fısıldıyor."
dul karısına ait Karaciollo villasına yerleşmişti. Villanın karanlık
Bu durum, dostlarını çok kaygılandırıyordu. Fakat zaman za-
odaları rutubetli ve iç karartıcıydı, duvarlarda küf lekelerini anım-
man sanki kendisine yaşamanın haklı görülecek ve savunulacak
satan, yarım bırakılmış, tozlu tablolar asılıydı. Odalardan birin-
bir şey olduğunu söylemelerini isteyerek kendisiyle ilgili bilinçli
de büyük bir şömine vardı. Odanın pencerelerinin önünde ise bu
bir endişe yaratıyormuş hissi veriyordu.
pencerelere gölgesi düşen sık bir çalılık bulunuyordu; evin dış du-
Ancak adanın cıvıl cıvıl doğası, denizin sevecen güzelliği ve
varlarından camlara doğru bir sarmaşık uzanıyordu. Leonid bu
Kaprililerin Ruslara gösterdikleri yakınlık, Leonid'in karamsarlı-
odayı yemek odası yapmıştı.
ğını kısa sürede dağıttı. İki ay kadar sonra kasırgaya tutulmuş gibi
Bir akşamüstü uğradığımda onu şöminenin önündeki koltukta
hırslı bir çalışma isteğine kapıldı.
otururken buldum. Kapkara giysiler içinde, hafif hafif yanan ate-
Anımsıyorum, mehtaplı bir gecede, deniz kıyısındaki kayala-
şin kızıl ışıklarına bürünmüş, kucağına oğlu Vadim'i almış, alçak
rın üstünde otururken şöyle bir silkindi ve:
sesle, hıçkırarak bir şeyler söylüyordu. Sessizce içeri girdim; çocuk
"Tamam! Yarın sabahtan itibaren yazmaya başlıyorum," dedi.
uyumak üzereydi, kapının yanındaki koltuğa oturup dinledim:
"Bundan daha iyisini yapamazdın."
Leonid çocuğa ölümün dünyada dolaştığını ve küçük çocukları
boğduğunu anlatıyordu. "Doğru."

"Korkuyorum," diyordu Vadim. Ve uzun zamandır unuttuğu bir neşeyle çalışma planlarını an-

"Dinlemek istemiyor musun?" latmaya koyuldu.


"Korkuyorum," diye yineliyordu çocuk. "Kardeşim, en başta dostluğun despotizmi üzerine bir öykü ya-
"İyi, hadi git yat..." zacağım. Böylece seninle de hesaplaşmış olacağım, zalim!"
Filisteriy-Dar Kafalı-Ezenler'in erkek kardeşi, düzyazıyla uğra-
Hemen oracıkta, kolaylıkla ve çabucak iki arkadaş hakkında
bir mizah öyküsü örüverdi. Arkadaşlardan biri bir hayalperest, şan bir yazarcık.

diğeri matematikçiydi. Birisi hayatı boyunca göklere çıkmak is- Dekatentiy-Dekadan- Ezenler'in başarısız oğlu.
tiyor, diğeriyse onun hayal ettiği gezilerin masraflarını ince ince Terpim-Sabırlı- aşırı derece şanssız bir çiftçi ama her zaman
hesaplıyor ve böylece arkadaşının hayallerini kesinlikle bozmuş sarhoş değil.
oluyordu. Skorbela-Kederli-Sabırlı'nın sevgili karısı, aşırı uysal ve sağdu-
Ancak hemen arkasından şöyle dedi: yulu, karnında çocuk eksik olmaz.
"Yahuda hakkında yazmak istiyorum. Rusya'dayken onunla il- Stradala-Istıraplı-Sabırlı'nın güzel kızı.
gili, kimin olduğunu anımsamıyorum, çok zekice yazılmış bir şiir Lupomorda-Büyüteçsurat- dehşet saçan polis komiseri, ünifor-
okumuştum. Yahuda konusunda sen ne düşünüyorsun?" masını ve nişanlarını çıkartmadan suya girer.
O sırada elimde Julius Veksell'in Yahuda ve İsa kitabının, Tor Raskatay- Açıl-(Yayıl)- polis memuru olduğu söyleniyor ama
Gedberg'in bir öyküsünün ve Golovan'ın bir poemasının çevirileri aslında soylu kont Edmond de Ptie.
vardı. Bunları okumasını önerdim. Motrya Kolokolçik- Motrya Çan- kontun gizli karısı, gerçekte
"İstemem, benim kendime ait bir düşüncem var, onlar kafamı ise İspanya markizi Dona Karmen Nesterpima (Sabırsız) ve Çinge-
karıştırabilir. Ne yazmışlar, sen anlat en iyisi. Hayır, gerek yok, an- ne rolü yapan Nesnosna (Katlanılmaz).
latma." Rus eleştirmen Skabiçeskiy'in gölgesi.
Yaratma heyecanıyla dolduğu anlarda hep yaptığı gibi ayağa K:d)litso-Yuzov-un gölgesi.
fırladı. Hareket etmesi gerekiyordu. Afanasiy Şçapov, tamamen ayık durumda.
"Gidelim!" "Mıy govorili"-"Biz Dedik Ki"- konuşmayan ve hareket etme-
Yol boyunca "Yahuda'nın içeriğini anlattı, üç gün sonra da yen insan grubu.
müsveddesini getirdi. Bu öyküyle sanat hayatının en verimli dö- Olayın geçtiği yer- "Mavi Çamurlar", iki kez Soylular Bankasına
nemlerinden birine başlamış oldu. Kapri'de Kara Maskeler oyunu- bir kez de bir yere daha ipotek edilen Ezenler'in yurtluğu."
nu yazmaya girişti, Bir Yakma Duyulan Sevgi gülmece öyküsünü, Bu oyunun neşeli saçmalıklarla dolu bir perdesi yazılıp bitmiş-
Karanlık öyküsünü yazdı, Saşka Jigulev'in planını kurdu, Okyanus ti. Andreyev, düzyazı şeklindeki diyalogları çok komik yazmıştı ve
oyununun taslaklarını hazırladı, Anılarım uzun öyküsünün iki ya kendi uydurduklarına kendisi de çocuklar gibi kahkahalarla gü-
da üç bölümünü yazdı. Bunların hepsini altı ayda yaptı. Bu ciddi lüyordu.
çalışmalar ve girişimler, Leonid Nikolayeviç'in Heyhat adlı, şiir ve
Onu hiçbir zaman, ne daha önce ne de daha sonra bu kadar ak-
düzyazı halinde, şarkılı, danslı, talihsiz Rus çiftçilerinin ezilmesi-
tif, olağanüstü çalışkan gördüm. Yazma sürecine duyduğu antipa-
ni konu alan, klasik-halkçı oyunun yazılmasına etkin katılımını
tiden kurtulmuş gibiydi ve yarı giyinik, darmadağınık, neşe içinde
engellemiyordu. Oyundaki kişiler listesi, oyunun içeriğini yeterin-
gece gündüz masa başında oturabiliyordu. Hayal gücü şaşırtıcı bir
ce açık bir şekilde karakterize eder:
parlaklık ve verimlilikle alev almıştı, hemen hemen her gün yeni
"Ugneten-Ezen- acımasız toprak sahibi.
bir öykünün planından söz ediyordu.
Svirepeya-Kuduran-toprak sahibinin aynı şekilde acımasız ka-
"İşte nihayet kendimi yakaladım," diyordu ciddi bir havayla.
rısı.
Sonra ünlü korsan Barbaros, Tomaso Aniello, kaçakçılar, Car-
ubert okumak lazım; haklısın galiba, Flaubert, gerçekten de Or-
bonariler ve Kalabriyalı çobanların yaşamı hakkında sorular so-
taçağın yıkılmaz mabetlerini kuran dâhi duvarcıların soyundan
ruyordu.
geliyor!"
"Ne kadar çok konu var, ne kadar çeşitli yaşamlar var!" diye
Kapri'de Leonid'e, Karanlık adlı öyküsünde kullandığı bir olay
şaşkınlığını belirtiyordu. "Evet, bu insanlar, çocukları, torunları
anlatmışlardı. Olayın kahramanı benim tanıdığım bir Eser'di. As-
için bir şeyler biriktirmişler. Bizde ise Rus Çarlarının Hayatını al-
lında olay çok basitti: Bir "genelev" kızı, "konuğunun" polis hafi-
dım, okuyorum, durmadan yemek yiyorlar! Rus Halkının Tarihini
yelerince takip edilerek, geneleve girmek zorunda bırakılmış bir
okumaya başladım, acı çekiyorlar! Fırlatıp attım elimden, iç karar-
devrimci olduğunu anlayınca ona bir ananın yavrusuna gösterdiği
tıcı ve can sıkıcı."
şefkati ve kahramanlara saygı gösterilmesi gerektiğini bilen bir ka-
Ancak yazacaklarını etkili ve güzel anlattığı halde, iş aynı şey-
dının nezaketini göstermişti. Ruhen çirkin, kitabi bir adam olan
leri yazmaya gelince özensiz yazıyordu. Yahuda öyküsünün ilk re-
olayın kahramanı ise kadının samimi hareketine, onun o anda
daksiyonunda onun İncil'i dahi okuma çabası göstermediğini ka-
unutmak istediği şeyi anımsatarak bir ahlak dersiyle karşılık ver-
nıtlayan birkaç yanlışı çıkmıştı ortaya. "Prens Başmaçnikov'un bir
mişti. Kalbi kırılan kadın, erkeğin suratına, bence tamamen hak
Rus'a ne kadar saçma geliyorsa, "Dük Spadaro'nun da bir İtalyan'a
ettiği bir tokat atmıştı. Yaptığı hatayı o zaman anlayan adam kız-
o kadar saçma geleceğini, Sen-Bernard köpeklerinin de XII. yüz-
dan özür dilemiş ve elini öpmüştü. Bana kalırsa sonuncuyu yap-
yılda henüz var olmadıklarını söyledikleri zaman öfkelenmişti.
mamış olabilir. İşte hepsi bu.
"Boş laflar bunlar."
Bazen, ne yazık ki çok ender olarak gerçek, bu gerçek hakkın-
" 'Develer gibi şarap içiyorlar,' denmez, su içiyorlar demek ge-
rekir." da anlatılan mükemmel bir öyküden daha samimi ve daha güzel
oluyor.
"Saçma!"
Bu olayda da öyleydi fakat Leonid olayın anlamını da şeklini
Yeteneğine, güzel bir atın kötü binicisi gibi davranıyordu. Atı
de tanınmayacak kadar çirkinleştirmişti. Gerçek genelevde ne bir
hiç acımadan dörtnala sürüyor ama onu sevmiyor, iyi bakmıyor-
insanla üzücü ve çirkin bir şekilde alay edilmesi durumu ne de
du. Eli, fokur fokur kaynayan hayal gücünün yarattığı karmaşık
resimleri çizemiyordu, elinin gücünü ve becerisini geliştirmeye Andreyev'in öyküsünde bol bol yer verdiği korkunç ayrıntılardan

özen göstermiyordu. Bunun, yeteneğinin normal gelişimi önünde biri vardı.


büyük bir engel olduğunu zaman zaman kendisi de anlıyordu. Bu çarpıtma beni çok kötü etkilemişti: Leonid sanki uzun za-
"Dilim donup kalıyor, gerekli sözcükleri bulmakta zorlandığı- mandır heyecanla beklediğim bir bayramı bozmuş, yok etmişti.
mı hissediyorum..." İnsanları, en küçük bir iyi ve onurlu duygu belirtisine çok büyük
Tekdüze tümcelerle okuru hipnotize etmeye çalışıyordu ama değer vermeyecek kadar iyi tanıyorum. Benim açımdan zevk için,
tümcesi, inandırıcı bir güzellikten yoksun kalıyordu. Düşünceyi kötü bir zevk için cinayet işlemekle eşit olan davranışının anlamı-
tekdüze ve karanlık sözcüklerin pamuğuyla sararken onu çırılçıp- nı Andreyev'e söylemeden duramadım kuşkusuz. Bana sanatçının
lak ortada bırakmış oluyor ve felsefe konuları üzerine popüler di- özgür olduğunu anımsattı ama bu, benim tutumumu değiştirmedi.
yaloglar yazıyormuş gibi görünüyordu. İdeal insan duygularının bu kadar ender biçimde ortaya çıkışının
Arada bir bunu hissederek üzülüyordu: bir sanatçı tarafından çok sevdiği bir dogma uğruna keyfi olarak
"Örümceğin ağı yapış yapıştır ama sağlam değildir! Evet, Fla- çarpıtılabileceğine bugün de inanmıyorum.
Bu konu üzerinde uzun uzun konuştuk ve konuşmamız son de-
rece barışçı, dostça olduğu halde o andan itibaren benimle Andre- Sonra alçak sesle ve cansız bir sesle ekledi:
yev arasında bir şeyler koptu. "Şeytanı kadın, Tanrıyı erkek olarak tasavvur ediyoruz ve on-
Konuşmanın sonunu çok iyi anımsıyorum. lar yeni bir yaratık dünyaya getiriyorlar, tıpkı seninle benim gibi
"İstediğin ne?" diye sordum Leonid'e. çelişkili bir yaratık. Tıpkı..."
"Bilmiyorum," dedi omuz silkip, gözlerini yumarak. Ansızın Kapri'den ayrıldı; gitmeden daha bir gün önce yakında
"Ama aslında bir isteğin var ve bu istek ya öteki isteklerinden masanın başına geçip üç ay kadar yazacağını söylemişti ama aynı
hep daha önce ya da diğer bütün isteklerinden daha sık ortaya çı- gün akşam:
kıyor, değil mi?" "Biliyor musun, gitmeye karar verdim," demişti. "Ne olursa
"Bilmiyorum," dedi tekrar. "Galiba böyle bir şey yok. Bunun- olsun Rusya'da yaşamak lazım, yoksa burada üzerime bir opera
la birlikte, zaman zaman şöhretin benim için gerekli olduğunu tasasızlığı çökecek. Vodviller yazmak istiyorum, şarkılı oyunlar.
hissediyorum, tüm dünyanın verebileceği kadar çok şöhretin. O Aslında buradaki hayat, gerçek hayat değil, bir opera, buradaki-
zaman onu içimde yoğunlaştırıp, iyice sıkıştıracağım ve bir patla- ler düşünmekten çok, şarkı söylüyorlar. Shakespeare, Romeo'yu,
yıcı madde gücüne eriştiğinde dünyayı yeni bir ışıkla aydınlatarak Othello'yu ve benzerlerini uydurmuş, İtalyanların trajediye yete-
patlayacağım. Ondan sonra da insanlar yeni bir akılla yaşamaya nekleri yok. Burada ne bir Byron ne de bir Poe doğabilirdi."
başlayacaklar. Görüyorsun ya gerekli olan yeni bir akıl, bu yalancı "Ya Leopardi?"
düzenbaz değil! Bu düzenbaz, benim vücudumun bütün iyi şeyle- "Leopardi... kim tanıyor onu? Hakkında konuşulan ama okun-
rini, bütün duygularımı alıyor, faiziyle geri vermeyi vaat ederek,
mayan biri."
yarın diyor ama hiçbir şey vermiyor! Evrim, diyor. Sabrım tüken- Giderken bana şöyle diyordu:
diği zaman da yaşama açlığı beni boğuyor. Devrim diyor o. Çir-
"Alekseyuşko, yine de Arzamas, neşeli Arzamas, daha ötesi
kince aldatıyor ve ben hiçbir şey elde edemeden ölüyorum."
yok."
"Sana inanç gerek, akıl değil." "Anımsıyor musun, nasıl hayran olmuştun?"
"Belki de. Ama eğer öyleyse her şeyden önce kendime inanmam "Evlenmeden önce hepimiz haysan oluruz. Yakında buradan
lazım."
gidecek misin? Git, git zamanıdır. Keşişe benzemişsin..."
Odada heyecanlı heyecanlı dolaşıyordu. Sonra masaya ilişip,
İtalya'da yaşarken Rusya için çok tasalanıyordum. 1911 yılın-
yüzümün önünde elini sallayarak devam etti:
dan itibaren çevremdeki insanlar tüm Avrupa'yı kaplayacak bir
"Tanrının ve şeytanın sadece simge olduğunu biliyorum ama
savaşın kaçınılmazlığından ve bu savaşın Ruslar için de kesinlikle
bana öyle geliyor ki, insanların tüm yaşamı, yaşamın tüm anla-
uğursuz bir savaş olacağından söz ediyorlardı. Bu kaygım, yüce
mı, bu simgeleri dünyanın kanıyla, canıyla besleyerek sonsuz ve
Rus halkının manevi dünyasında karanlık ve hastalıklı bir şeyler
sınırsızca büyütmektir. Oysa insanlık, son damlasına dek bütün
olduğunu belirgin biçimde ortaya koyan olgularla iyice artıyordu.
güçlerini bu iki karşıt unsura yatırıp ortadan yok olacak, onlarsa
Serbest Ekonomi Derneği tarafından yayınlanan Rusya vilayetle-
birer gerçeklik halini alacaklar ve evren boşluğunda birbirleriyle
rindeki toprak karışıklıklarıyla ilgili kitabı okurken bu karışık-
göz göze, yenilmez ve ölümsüz olarak yaşayacaklar. Bunun bir an-
lıkların çok sert ve anlamsız bir nitelikte olduğunu görmüştüm.
lamı yok mu? Fakat hiçbir yerde, hiçbir şeyde anlam yok."
Moskova mahkeme meclisinin Moskova bölgesinde işlenen suç-
Bembeyaz kesilmişti, dudakları titriyor, gözlerinde soğuk deh-
ların niteliğiyle ilgili raporlarını incelerken bireye karşı işlenen
şet parıltıları uçuşuyordu.
suçlardaki artışta, ayrıca kadınların ırzına geçme ve küçük yaştaki
itiraz etti ve giderek daha ateşli, daha hırslı bir sesle halktan, ede-
kızlara tecavüz olaylarında ifadesini bulan suç eğilimi beni hay-
biyattan konuşmaya devam etti.
rete düşürmüştü. Bundan da önce, İkinci Devlet Duması'nda çok
İlk kez bu kadar hırslı, bu kadar şiirsel konuşuyordu, daha önce-
fazla sayıda din adamının, yani en saf Rus kanı taşıyan insanların
leri ondan bu kadar güçlü sevgi ifadelerini sadece kendisine ruhen
bulunması, ancak bu insanların ne bir yetenek ne de tek bir büyük
yakın hissettiği yetenekler, en çok da Edgar Poe için işitmiştim.
devlet adamı çıkarması beni kötü etkilemişti. Büyük Rus kabilesi-
Bu konuşmamızdan kısa bir süre sonra o alçakça savaş patlak
nin geleceği konusundaki kaygı ve kuşkularımı doğrulayan daha
verdi. Savaş konusundaki tutumumuz Andreyev'le beni birbiri-
pek çok şey vardı.
mizden daha da çok ayırdı.
Finlandiya'ya git (iğimde Andreyev'le karşılaştım ve onunla
Ancak 1915 yılında, ordudan iğrenç bir antisemitizm dalgası
sohbet ederken bu hiç ile hoş olmayan düşüncelerimden söz ettim.
akmaya başladığı ve Leonid başka yazarlarla birlikte bu mikrobun
Hararetle, halta sanki gücenmiş gibi sözlerime itiraz etti, ancak
yayılmasına karşı mücadeleye giriştiği sıralarda bir kere daha gö-
onun bu itirazları bana inandırıcı gelmedi, elinde somut bir şey
rüştük. Yorgun, çökkün bir halde bir elini pantolonunun kemeri-
yoktu.
ne sokmuş, öbür elini havada sallayarak odada dolaşıyordu. Koyu
Fakat birden sesini alçaltıp, gözlerini ısrarla geleceğe bakar gibi
renk gözleri kederliydi.
kısarak, Rııs halkından kendisi için alışılmadık sözcüklerle, kesik
"Yahudi düşmanlarıyla sonuçsuz kalacak bir mücadeleye za-
kesik, karmakarışık, hiiyük ve içten bir inançla söz etmeye başla-
man harcamak için seni neyin zorladığını açık yüreklilikle söyle-
dı.
yebilir misin?"diye sordu.
Onun bu konuşmasını burada tekrarlayamam, bunu yapabil-
Ben, Yahudileri genellikle sempatik bulduğumu, sempatinin
seydiııı de tekrarlamak istemezdim. Konuşmanın gücü, mantığın-
ise "biyokimyasal" bir olay olduğunu ve açıklanamayacağını söy-
dan ya da güzelliğinden değil, halkına karşı duyduğu acıma duy-
ledim.
gusundan, Leonid Nikolayeviç'in bu kadar güçlü ve böyle hissede-
"E, ne olmuş yani?"
bileceğini düşünmediğim bir duygudan ileri geliyordu.
"Yahudi, inanan insandır, onun inancı, genellikle bir niteliktir.
Büyük bir gerginlikle baştan ayağa titriyor ve bir kadın gibi hıç-
İnançlı insanları severim, her yerde, bilimde, sanatta, siyasette fa-
kırarak, neredeyse hüngür hüngür ağlayarak bana bağırıyordu:
natikleri severim. Gerçi fanatizmin uyuşturucu gibi bir şey oldu-
"Büyük Rus yazarlarının çoğu Moskova bölgesinden oldukları
ğunu bilirim ama uyuşturucular beni etkilemez. Buna bir de Rus
için Rııs edebiyatını bölge edebiyatı olarak adlandırıyorsun, değil
insanının kendi evinde, yani vatanında Yahudilere karşı sürekli
mi? İyi ya, varsın öyle olsun ama yine de bu edebiyat dünya edebi-
olarak yüz kızartıcı, iğrenç şeyler yapılmasından duyduğu utancı
yatıdır, Avrupa'nın en ciddi ve en güçlü sanatıdır. Milyonlarca in-
da ekle."
sanın anlamsız, halta baştan sona suçlarla dolu yaşamını aklamak
Leonid ağır ağır divana yaslandı ve:
için bir tek Dostoyevskiy'nin dehası yeter. Varsın halk ruh hastası
"Sen aşırılıkların adamısın, onlar da öyle," dedi. "Bütün mesele
olsun. Onu iyileştiririz. Birinin dediği gibi 'inci sadece hasta kav-
bu işte! Birisi 'İyi Yahudi İsa'dır, kötü Yahudi Yahuda' demiş ama
kının içinde büyür.'"
ben İsa'yı sevmiyorum. Dostoyevskiy haklı: İsa büyük bir ortalık
"Ya vahşi hayvanın güzelliği?" diye sordum.
karıştırıcıydı..."
"Ya insan sabrının, uysallığının ve sevgisinin güzelliği," diye
"Bunu Dostoyevskiy değil, Nietzsche söylemişti..."
"Peki Nietzsche olsun. Aslında Dostoyevskiy söylemiş olma- suçlu, bir zalim, bir yağmacıysam nasıl kendimi bir Yahudi'ye eşit
lıydı. Birisi bana Dostoyevskiy'nin İsa'dan için için nefret ettiğini hissedebilirim ki?"
söylemişti. Ben de İsa'yı ve Hıristiyanlığı sevmiyorum, iyimserlik "O zaman bu derneğe boşu boşuna girmişsin. Niye kendini zor-
itici, baştan sona yalan olarak görünüyor..." luyorsun?"
"Hıristiyanlık sence iyimser bir inanç mı?" "Ya utanç? Sen de aynı şeyi söylüyorsun, utanç diyorsun. So-
"Elbette, göklerin hükümdarlığı ve diğer saçmalıklar. nunda bir Rus yazarı liberal, sosyalist, devrimci, şeytan bilir daha
Yahuda'nın Yahudi değil, Grek, Ellen olduğunu düşünüyorum. Ya- neler olmak zorundadır! En az da kendisi olmak zorundadır."
huda zeki, haddini bilmez biri. İhanet nedenlerinin ne kadar çeşitli Gülerek ekledi:
olduğunu düşündün mü hiç? Sonu gelmeyecek kadar çeşitli neden- "Benim aziz dostum Gorkiy bu yolda yürüdü ve ondan geriye
leri var. Azef'in* kendi felsefesi vardı. Onun sırf para için ihanet saygın ama boş bir yer kaldı. Kızma, kızma."
ettiğini düşünmek aptallık olur. Biliyorsun, Yahuda karşısında, "Devam et."
İsa'nın şahsında bizzat Yahova'nın (yani Tanrının) olduğundan Kendisine koyu bir çay doldurdu ve beni kızdırmak için hiç
emin olsa da ona ihanet edebilirdi. Tanrıyı öldürmek, onursuz bir sevmediği İvan Bunin'in üstün yeteneğini kaba bir dille yadsımaya
ölümle onu aşağılamak, az şey mi kardeşim!" koyuldu fakat birden sıkıntılı bir sesle:
Bu Herostratos** teması üzerine uzun uzun konuştu. Bu tür dü- "Ama gittim bir Yahudi kızla evlendim!" dedi.
şüncelerle karşılaştığında hep yaptığı gibi, hayal gücünü keskin
paradokslarıyla kamçılayarak ilginç, heyecanlı bir tavırla konuşu- 1916 yılında bana kitaplarını getirdiğinde ikimiz de ne kadar
yordu. Biraz kaba bir güzellikte ama soğuk yüzü böyle zamanlar- çok şey yaşadığımızı, ne kadar eski arkadaşlar olduğumuzu hisset-
da inceliyor, ulvi bir havaya bürünüyor, içinde korku pırıltılarının tik. Ancak birbirimizle tartışmaksızın sadece geçmişten söz edebi-
uçuştuğu koyu renk gözleri bu anlarda küstah, güzel ve mağrur liyorduk, yaşadığımız dönem ise aramıza uzlaşmaz karşıtlıkların
parlıyordu. yüksek duvarını örüyordu.
Sonra konuşmanın başladığı noktaya döndü: Bu duvarın benim için saydam ve arasından geçilebilir bir du-
"Ama yine de Yahudiler hakkında bir şeyler uyduruyorsun, var olduğunu, bu duvarın ardında büyük, kendine özgü, on yıl bo-
elinde edebiyat var! Ben onları sevmiyorum, beni rahatsız ediyor- yunca bana çok yakın, edebiyatçılar ortamındaki tek dostum olan
lar. Kendimi onlara iltifat etmek, dikkatli davranmak zorunda his- insanı gördüğümü söylersem gerçeği çiğnemiş olmam.
sediyorum. Bu da bende onlara, Yahudilerin keskin zekâsından her Düşünce ayrılıkları insanın sevgisini etkilememelidir. İnsan-
zaman övgüyle söz edilen neşeli Yahudi fıkraları anlatma hevesi larla ilişkilerimde kuramlara ve düşüncelere hiçbir zaman çözüm-
doğuruyor ama ben fıkra anlatmayı beceremiyorum ve Yahudiler- leyici rol vermemişimdir.
le birlikte olmak bana her zaman zor geliyor. Onlar beni de hayat- Leonid Nikolayeviç farklı duygular içindeydi. Onu suçlamıyo-
larındaki şanssızlıkların suçlusu olarak görüyorlar. Onlar için bir rum, çünkü o, olmak istediği ve olabildiği gibi bir insandı, az bu-
lunur bir özgünlükte, az bulunur bir yetenekte ve gerçeğin peşinde
Y. F. Azef (1869-1918): Provokatör, gizli polis. Eser partisinin kurucularından biri,
bir dizi şiddet eyleminin yöneticisi. koşarken yeterince mert davranan biriydi.
Herostratos: 1. Ö. 356 yılında adını ölümsüzleştirmek için Efes Artemisionu'nu
yakan Yunanlı. Herostratos adı, ne pahasına olursa olsun şan şöhret kazanmak
isteyenler için kullanılır.
köprünün üstünde durup kapkara suya baktık. Ne konuştuğumu- ri çalgı olan gitar vardı ama çalmayı bilmiyordu galiba. Duncan'ı
zu anımsamıyorum, galiba savaştan söz ettik; savaş başlamıştı o bu görüşmeden birkaç yıl önce sahnede izlemiştim. O zamanlar
sıralarda. Yesenin bende gösterişsiz ve biraz da koca Petersburg'da hakkında bir mucizeden söz eder gibi yazılar yazılıyordu, bir gaze-
kendisine yer olmadığını hisseden yolunu kaybetmiş bir çocuk iz- teci ise "Onun şahane vücudu şöhretin alevleriyle yakıyor bizleri,"
lenimi uyandırmıştı. demişti.
Bu tip temiz pak çocuklar, Kaluga, Orel, Ryazan, Simbirsk, Ancak ben çılgın dansları sevmem, anlamam da. Bu kadının
Tambov gibi sakin kentlerin insanlarıdır. Bu kentlerde onları pa- sahnede kendini oradan oraya atması da hoşuma gitmemişti. Hat-
zaryerlerinde tezgâhtar, marangoz yanında çırak, meyhanelerde ta yarı çıplak olduğundan çok üşüyor ve ısınmak, soğuktan kaç-
dansçı ve şarkıcı, en iyi durumda "eski dindarlık" yanlısı, zengin mak için koşuyor diye üzüldüğümü bile anımsıyorum.
olmayan tüccarların çocukları olarak görebilirsiniz. Önce biraz bir şeyler yiyip, votka içtikten sonra Tolstoy'un
Daha sonra serbest, parlak, insanı şaşırtacak kadar samimi evinde de dans etti. Dans, sanki Duncan'ın yaşının ağırlığıyla şöh-
şiirlerini okuduğumda bu şiirleri, bir gece vakti Simeonovskiy'de ret ve sevgiden şımarmış vücudunun zorbalığı arasındaki savaşı
yan yana durduğum ve granit gibi sıkışıp kalmış nehrin siyah ka- yansıtıyordu. Sözlerim bir kadını aşağılamak için değil, yalnızca
dife karanlığına doğru dişlerinin arasından tükürdüğünü gördü- yaşlılığın ne lanet olası bir şey olduğunu göstermek için söylenmiş
ğüm, şu gösteriş olsun diye tablo gibi giyinmiş çocuğun yazdığına sözlerdir.
inanamamıştım. Yaşlı, vücudu hantallaşmış, çirkin kırmızı yüzlü, tuğla kırmızı-
Altı yedi yıl sonra Yesenin'i Berlin'de, A. N. Tolstoy'un evin- sı bir giysiye sarınmış, buruşmuş, solmuş bir demet çiçeği göğsüne
de gördüm. Kıvırcık saçlı, ufak tefek çocuktan çok parlak gözler bastırarak dönüyor, daracık odada kıvrılıp bükülüyordu, tombul
kalmıştı geriye yalnızca fakat bu gözler bile olağanüstü parlak bir suratında ifadesiz bir gülümseme donup kalmıştı.
güneşin altında rengini atmış gibiydi. Bu gözlerin üzüntülü bakışı Avrupa'da binlerce estetik, plastik sanat uzmanı tarafından
insanların yüzlerinde kararsızca, kâh meydan okur ve küçümser, göklere çıkarılan bu ünlü kadın, bir yeniyetme gibi ufak tefek,
kâh güvensiz, şaşkın ve kuşkulu dolaşıyordu. İnsanlara karşı pek Ryazanlı bu olağanüstü şairin yanında, onun için gereksiz olan ne
dostça duygular beslemiyormuş gibi geldi bana. Çok içki içen biri
varsa hepsinin en mükemmel timsali olarak görünüyordu. Bu dü-
olduğu da belliydi. Gözkapakları şişmişti, gözakları kızarıktı, yü-
şüncem, önyargılı, ayaküstü uyduruluvermiş bir şey değil; hayır,
zünün ve boynunun derisi gri bir renk almıştı ve açık havaya pek
size zor bir günün izleniminden söz ediyorum. Bu zor günde onu
çıkmayan, az uyuyan insanlarda olduğu gibi solgundu. Elleri ise
seyrederken, şairin şu derin iç çekişlerinin anlamını nasıl hissede-
sürekli hareket ediyor, parmakları bir trampetçinin parmakları
bilir bu kadın diye düşünüyordum:
gibi ayrık duruyordu. Telaş içinde, önemli bir şeyi unutmuş, hatta
Ne güzel olurdu bir saman yığınına gülümseyerek,
unuttuğu şeyin ne olduğunu da anımsamayan biri gibi dalgındı.
Ayın yüzüyle saman çiğnemek!
Yanında İsodora Duncan ve Kusikov vardı.
Yesenin, Kusikov için: Ya şu acı alaylar bu kadın için ne ifade edebilir:
"O da şairdir," dedi hafif ve kısık bir sesle.
Silindir şapkayla dolaşıyorum, kadınlara göre değil-
Son derece rahat bir delikanlı olan Kusikov, bana Yesenin'in ya-
Budala bir ihtirasla yürek yaşayacak güçte değil
nında gereksiz biri olarak göründü. Elinde berberlerin en sevdikle-
-Silindir şapkayla rahat, kederimi hafifletip, diye adlandıramam. Bu sıfatların hiçbiri okumanın niteliğini ifade
Altın yulaf vermeliyim kısrağa. edemez. Şairin sesi biraz hırıltılı, biraz keskin, biraz yırtılır gibi çı-
kıyordu ve bu da Hlopuşa'nın taş gibi sözlerinin altını en kesin çiz-
Yesenin, Duncan'la konuşurken el kol hareketleri yapıyor, diz-
giyle çiziyordu. Kürek mahkûmunun isteği, olağanüstü bir içten-
leriyle ve dirsekleriyle hafifçe dokunuyordu ona. Duncan dans
lik, inanılmaz bir güçle çeşitli tonlarda art arda tekrarlanıyordu:
ederken o, masanın arkasında oturmuş şarap içiyor, göz ucuyla
Duncan'ı izleyip, yüzünü buruşturuyordu. Şu acıma sözleri belki Bu adamı görmek istiyorum!
de tam bu dakikalarda oluşmuş ve dizelere dökülmüştü:
Ve korku muhteşem bir tavırla aktarılıyordu:
Sevdiler seni, kirlettiler...
Nerede o? Nerede? Yoksa yok mu?
Sevgilisine, artık alıştığı, korkmadığı fakat yine de onu boğan
bir karabasana bakar gibi baktığını düşünmek de mümkündü. Ka- Bu küçücük adamın bunca büyük bir duygu gücüne, bunca
fasına sinek konmuş dazlak bir adam gibi birkaç kez başını salla- mükemmel bir ifade gücü olduğuna inanamıyordu insan. Okur-
dı. ken, kulaklarının rengi grileşecek kadar solmuştu. Ellerini şiirin
ritmine uymayan bir şekilde sallıyordu ama öyle gerekiyordu, şii-
Sonra Duncan, yorgun, esrik bir gülümsemeyle şairin yüzüne
bakarak dizlerinin üstüne düştü. Yesenin elini onun omzuna koy- rin belli bir ritmi yoktu, taş gibi sözlerin ağırlığı durmadan deği-

du ama başını sertçe çevirdi. Yine bana öyle geliyor ki, hem sert şiyordu. Sanki bu sözlerin birini ayaklarının altına, öbürünü uzak
hem de acıklı olan şu umutsuz sözcükler bu dakikada alevlenmiş- bir yere, üçüncüsünü nefret ettiği birinin suratına fırlatıyordu. Ve
tir içinde: hep hırıltılı, yırtılan bir ses, kararsız el kol hareketleri, sallanan bir
vücut, acıyla alev alev yanan gözler: Her şey o anda şairin çevresin-
Böyle mavi kıvılcımlar saçarak ne bakıyorsun? deki ortamda olması gerektiği gibiydi.
Yoksa suratına bir lokal mı istiyorsun? Pugaçov'un üç kez yinelenen sorusunu mükemmel okudu:
...Sevgilim, ağlıyorum,
Affet... affet beni... Delirdiniz mi?

Yesenin'den şiir okumasını rica ettiler. Hiç nazlanmadan kabul Yüksek sesle ve öfkeyle, sonra sakin, ama daha ateşli:
etti, ayağa kalktı ve Hlopuşa'nın monologunu okumaya başladı. Delirdiniz mi?
Kürek mahkûmunun haykırışları ilk başta yapmacık görünmüş-
tü. Ve nihayet çok hafif bir sesle, umutsuzlukla soluğu kesilerek:

Delirten, çıldırtan, kanlı sis! Delirdiniz mi?


Nesin sen? Ölüm mü? Kim söyledi size mahvolduğumuzu?

Fakat kısa bir süre sonra Yesenin'in sarsıcı bir sesle şiir oku- Tanımsız güzellikte bir sesle sordu:
duğunu hissettim, onu dinlemek, gözlerimi yaşartacak kadar acı
veriyordu. Şiir okumasını artistik, ustaca ya da böylesi bir okuyuş Ruhunu yük taşır gibi mi taşıyorsun yoksa?
Ve kısacık bir aradan sonra iç çekti, umutsuz, veda edercesine: "Gürültülü bir yere gidelim," dedi.
Akşam lunaparka gitmeye karar verildi.
Canlarım benim...
Antrede herkes üstünü giyindiği sırada Duncan, erkekleri iç-
Güzel dostlarım...
tenlikle öpmeye koyulmuştu.
Beni öyle heyecanlandırmıştı ki, boğazımda bir şey düğümlen- "Ruslar çok iyi," diyordu Duncan bozuk Rusçası ve duygulu se-
di, hıçkıra hıçkıra ağlamak istedim. Ona övücü hiçbir söz söyleye- siyle. "Ah, böyle bir şey olamaz!"
mediğimi anımsıyorum, sanırım onun da bu sözlere gereksinimi Yesenin kaba bir kıskançlık denemesinde bulundu. Duncan'ın
yoktu. sırtına vurup:
Yedi yavrusu alınıp nehre atılan köpeği anlattığı şiiri okuma- "Yabancıları öpme bir daha!" diye bağırdı.
sını rica ettim. Bunu çevresindeki insanları salt yabancı diye adlandırmak için
"Eğer yorulmadıysaııız..." yaptığını düşündüm.
"Şiirden yorulmam," dedi ve kuşkuyla sordu: Korkunç bir debdebe içindeki lunapark Yesenin'i canlandır-
"Köpek şiirini seviyor musunuz?" mıştı. Arada bir gülerek garip aletlerin birinden öbürüne koşu-
Rus edebiyatında hayvanları bu kadar ustaca, bu kadar içten yor, kartondan yapılmış çirkin bir maskenin ağzına top sokma-
bir sevgiyle yazan ilk kişi olduğunu söyledim. ya çalışıp eğlenen, ayaklarının altında sallanan merdivene inatla
"Evet, bütün hayvanları çok severim," dedi Yesenin dalgınca. tırmanmaya çalışan ve dalgalanan zemine ağır bedenleriyle düşen
Clodel'in Hayvanlar Cennetim biliyor musunuz diye sorduğumda saygıdeğer Almanları seyrediyordu. Epeyce basit, anlamsız eğlence
yanıt vermedi, başını ellerinin arasına aldı ve "Köpeğin Türküsü" vardı, her taraf pırıl pırıldı. Her yerde gümbür gümbür "şişmanlar
şiirini okumaya başladı. Şu son dizeleri söylediğinde: için müzik" diye adlandırılabilecek şerefli Alman müziği çalını-
yordu.
Döküldü köpeğin gözyaşları "Çok şey yapmışlar ama özelliği olan bir şey yaratamamışlar,"
Altın yıldızlar gibi karlara dedi Yesenin ve hemen ardından ekledi: "Yermiyorum."
Daha sonra hızlı hızlı konuşup "yermek" fiilinin "ayıplamak"
onun da gözlerinde yaşlar belirmişti.
filinden daha iyi olduğunu söyledi.
Bu şiirden sonra elimde olmadan Sergey Yesenin'in bir insan ol-
"Kısa sözcükler çok heceli sözcüklerden her zaman daha iyi-
maktan çok, doğa tarafından salt şiir için, S. Sergeyev-Tsenskiy'in
dir," dedi.
dediği gibi, bitmez tükenmez "kır hüzünlerini," dünyadaki bütün
Yesenin'in eğlenceleri izlerken gösterdiği acelecilik yapmacık
canlılara sevgiyi ve özellikle de insanın layık olduğu merhameti
bir acelecilikti ve insanoğlu, tez vakitte unutmak için her şeyi gör-
ifade etmek için yaratılmış bir organ olduğunu düşündüm. Ondan
mek ister düşüncesini hatırlatıyordu. İçinde alacalı bir şeyin uğul-
sonra elinde gitarıyla Kusikov'un, dansıyla Duncan'ın gereksizliği,
tuyla döndüğü yuvarlak bir büfenin önünde durup aynı acelecilik-
can sıkıcı Brandenburg kenti Berlin'in gereksizliği, kendine özgü
le sordu:
bir yetenekte, kusursuz Rus şairinin çevresindeki her şeyin gerek-
"Ne dersiniz, şiirlerim gerekli mi sizce? Genel olarak sanat,
sizliği daha da çok hissedilir oldu.
yani şiir gerekli mi?"
Kaygılı düşüncelere dalmıştı. Duncan'ı, sanırım Ryazan'lı kız-
Soru alabildiğine isabetliydi. Lunapark, Schiller olmadan da
ları da okşadığı gibi, sırtını sıvazlayacak okşadıktan sonra:
neşe içinde yaşamayı sürdürüyordu.
Fakat Yesenin sorduğu sorunun yanıtını beklemeden:
"Gidip şarap içelim," dedi.
Neşeli insanların sıkış tepiş oturdukları restoranın geniş tera-
sında yine sıkıldı, dalgınlaştı, kapris yapmaya başladı. Şarabı be-
ğenmedi:
"Ekşi, yanık tüy kokuyor üstelik. Kırmızı Fransız şarabı iste-
yin."
Ne ki, kırmızı şarabı da isteksiz, yasak savar gibi içti. İki üç
dakika gözünü dikip uzaklara baktı; gökyüzündeki kara bulutlar-
dan oluşma bir perdenin önünde gibi görünen bir kadın, bir havu-
zun üzerine gerilmiş halatta yürüyordu. Havai fişeklerin ışığıyla
aydınlanan kadının üstünde ve arkasında sanki roketler uçuyor ve
bu roketler kara bulutların içine dalıp sönüyor, ışıkları havuzun
suyuna yansıyordu, bunun güzel bir şey olduğu bile söylenebilirdi
ama Yesenin:
"Hep daha korkunç şeyler peşindeler ama yine de sirki severim.
Ya siz?" diye mırıldandı.
Şımarık, çalımlı biri izlenimi bırakmıyordu, hayır, buraya, eğ-
lenceli olduğu tartışılır bu yere, görev icabı ya da dindar olmayan-
ların kilise ziyaretleri gibi "ııezaketen" gelmiş birini andırıyordu.
Gelmiş ve onu hiç ilgilendirmeyen bu görevin, başkasının tanrısı-
na ettiği bu ibadetin tez vakitte bitmesini bekliyordu sabırsızca.

Notlar
İlk kez "Krasnaya Gazeta"da (5 Mart 1927 a k ş a m baskısı, sayı 61) ve
daha sonra M. Gorkiy'nin Anılar Öyküler Denemeler kitabında yayın-
lanmıştır. ("Kniga" yayınevi, 1927).
1927 yılından itibaren toplu eserlerin her basımına girmiştir.
"Kniga" tarafından çıkarılan bütün eserlerin on dokuzuncu cildin-
de, yazarın müsveddesiyle (A. M. Gorkiy arşivi) karşılaştırılan metin
esas alınmıştır.
insanın öğrenmesinin doğal ve güzel bir şey olduğu için de öğreni- Aslında güzellik çölde değildir, güzellik Arap'm ruhundadır.
yorum. Ama öncelikle elbette bir sanatçının ustalığı ancak başka Finlandiya'nın kasvetli manzarasında güzellik yoktur, Finlandiya-
bir sanatçıdan öğrenebileceği için öğreniyorum. lı onu hayalinde canlandırmış ve bu güzelliği iç karartıcı ülkesiyle
Sizden bir şeyler öğrenmeye Kara Arap, Ekmek, Ürkmeyen paylaşmıştır. Birisi, "Levitan,* Rus manzara resminde kendisin-
Kuşlar Ülkesi vb. döneminde başladım Mihail Mihayloviç. Kitap- den önce hiç kimsenin görmediği bir güzelliği ortaya çıkarmış-
larınızdaki saf ve tertemiz Rusçayla ve basit sözcükleri esnekçe tır," demiş. Hiç kimse göremezdi, çünkü böyle bir güzellik yok-
yan yana getirerek betimlediğiniz şeylere neredeyse fiziksel bir tu ve Levitan da onu "ortaya çıkarmadı", kafasında yaratıp dün-
duyumsanabilirlik kazandırma yeteneğinizle beni kendinize çek- yaya bir insanlık armağanı olarak sundu. Bu güzelliği daha önce
tiniz. Çoğu yazarlarımız bu yeteneğe sizin kadar tam ve güçlü bi- de Ruijsdael, Claude Lorrain ve daha onlarca büyük fırça ustası
çimde sahip değiller. dünyaya bolca armağan etmişlerdi. Kosmos'un yazarı Humboldt
Fakat kitaplarınızı sindire sindire okurken onlarda başka bir gibi bilim adamları da dünyaya müthiş bir güzellik katmışlardı.
şey daha, size özgü önemli bir değer daha buldum; başka hiçbir Maddeci Haeckel, çok çirkince birbirine örülen deniz yosunların-
Rus sanatçısında bu özelliği görmüyorum. da ve meduzalarda bir "form güzelliği" bulmalıydı. Buldu ve bizi
Edebiyatımızda pek çok yazar, sözcüklerle büyüleyici tablo- de neredeyse inandırdı: Evet, güzel! Oysa güzellik erbabı Helen-
lar çizmeyi başarmıştır ve bunu hâlâ çok iyi yapanlar vardır. İ. S. ler meduzayı çok iğrenç bulurlardı. İnsan, kar fırtınalarının vahşi
Turgenyev'in Bir Avcının Notlarım, Lev Tolstoy'un enfes tablola- ulumasından, öldürücü dalgaların dansından, depremlerden, ka-
rını anımsatmak gerekir. A. P. Çehov, Bozkır'ım sanki renk renk sırgalardan güzel, ezgili sözlerle söz etmeyi öğrendi. Bu yüzden
boncuklarla işlemiştir. Sergeyev-Tsenskiy, bir Kırım manzarası insanı kutlamak, hayranlık duymak gerekir, çünkü insan iradesi-
betimlerken sanki Chopin'i kavalla çalmaktadır. Söz ustalarımız nin ve hayalinin gücü, Dünyayı her geçen gün kendisi için daha
tarafından yapılmış manzara betimlerinde ustaca, dokunaklı ve elverişli hale getirip onun bütün gizli güçlerini kavrayarak uzayın
hatta güçlü daha pek çok şey vardır. bu verimsiz parçasını durup dinlenmeden bir yaşam alanı haline
Doğaya yakılmış dokunaklı türkülere çok uzun bir zaman hay- dönüştürmektedir.
ranlık duydum, ama yıllar geçtikçe bu türküler bende şaşkınlık İşte böyle Mihail Mihayloviç, sizin kitaplarınızda doğanın kar-
ve hatta protesto duygusu uyandırmaya başladı. "Doğanın güzel- şısında diz çökmüş bir insan görmüyorum. Evet bence siz, doğa
liğinin" anlatıldığı bu büyüleyici dilde sözü, korkunç ve aptal bir hakkında değil, doğadan daha büyük olan Yüce Anamız Dünya
canavara, Leviathan'a,* düşüncesizce sayısız canlı yumurta yu- hakkında yazıyorsunuz. Sizde gördüğüm ve hissettiğim Dünya
murtlayan ve aynı düşüncesizlikle bu yumurtaları yiyen bir balığa sevgisinin ve Dünya hakkındaki bilgilerin böylesine geniş uyumu-
getirmek gibi bilinçsiz bir deneme gizleniyormuş gibi gelmeye baş-
nu hiçbir Rus yazarında ne görmüş ne de hissetmişimdir.
lamıştı. Burada insanın henüz çözemediği bazı muammalar karşı-
Siz ormanları ve bataklıkları, balıkları ve kuşları, otları ve
sında kendisini aşağılamasına benzer bir şey görüyorum. İnsanın
hayvanları, köpekleri ve böcekleri çok iyi biliyorsunuz, tanıdığı-
doğanın güzelliği karşısında, kendi hayal gücüyle doğaya verdiği
nız dünya şaşırtacak kadar zengin ve geniş. Dünyaya, onun bütün
ve vermeyi sürdürdüğü güzelliğin karşısında hayranlıkla eğilme-
canlılarına, tüm "biyosfer'e duyduğunuz sevgiyi cisimlendirirken
sinde "ilkel ve atacı" bir şey var.
kullandığınız çok basit ve anlaşılır sözcüklerin bolluğu ise daha da

* Leviathan: Hıristiyan mitolojisinde korkunç ve çok büyük bir deniz canavarı. * İ. i. Levitan (1860-1900): Rus manzara ressamı.
emeğiyle döllemekte ve hayal gücünün güzelliğiyle zenginleştir-
şaşırtıcıdır. Potinler'de "İyiden söz edilmesinin hiçbir zorluğu yok-
mektedir.
tur," diyorsunuz. Bunun tek nedeninin yine Potinlerde yer alan,
Ya evren? Evrenbilimciler, astronomlar, astrofizikçiler, evrenin
"Sözün gücünü, fiziksel güce açıklık kazandıracak hale eriştirmek
yaşanabilir hale getirilmesi için ustalıkla ve gayretle çalışıyorlar.
istiyorum," sözlerinizde saklı olduğunu düşünüyorum.
Yaşadığı Dünyanın rahat bir hale getirilmesi sanatçının aklına ve
Berendey Pınarları'm okurken sizi bir delikanlı olarak görü-
yüreğine daha yakın ve daha önemli bir konudur. Kozmik felaket-
yorum, "yeryüzünün gizleri" hakkındaki sözlerinizse kulağıma
ler, sosyal felaketler kadar önemli değildir. Samanyolu'nun derin-
Dünyanın tam anlamıyla sahibi ve kocası, dünyadaki mucizelerin
liklerinde bir yerde bilmediğimiz bir güneşin sönmesi yüzünden
ve sevinçlerin yaratıcısı olacak olan gelecekteki insanın sözleri gibi
bizim gökyüzümüz daha karanlık olmayacaktır. Güneş yine par-
geliyor. Sizde gördüğüm ve bana hem yeni hem de sonsuz derecede
lıyor fakat aradan doksan yıl geçtiği halde yeni bir Puşkin henüz
önemli gelen son derece özgün bir şey de budur işte.
doğmadı.
İnsanlar D ü n y a y a genellikle:
Evrenin gizleri, şu hayret verici bilmece kadar ilginç ve önemli
"Biz, seniniz," derler.
değildir: İnorganik bir madde nasıl bir mucizeyle canlı bir madde-
Siz ise:
ye, canlı madde ise insan olana dek gelişip bizlere Lomonosovları ve
"Sen, benimsiıı!" diyorsunuz.
Puşkinleri, Mendeleyevleri ve Tolstoyları, Pasteurleri, Marconileri*
Şöyle bir şey de var: Dünya, bizim onu düşünmeye alıştığımız-
ve yüzlerce büyük düşünürü, şairi, insan düşüncemizle, irademizle
dan daha fazla bize aittir. Büyük Rus bilim adamı Vernadskiy, taş
ortaya çıkan ikinci doğanın yaratılması konusunda çalışan insan-
ve metalden olıışaıı gezegeııimizdeki verimli toprağın organik ele-
ları kazandırmaktadır?
mentlerden, canlı maddelerden meydana geldiğini kanıtlamak su-
Kitaplarınıza bakınca sizin insan dostu olduğunuz çok iyi gö-
retiyle yeni bir hipotezi başarılı ve kesin biçimde doğrulamış olu-
rülüyor Mihail Mihayloviç. Aynı şeyi bu kadar kolay ve sizden söz
yor. Bu mailde gezegenin sert ve verimsiz yüzeyini milyonlarca yıl
ederkenki kayıtsızlık ve koşulsuzlukla söylemek pek çok sanatçı
boyunca aşındırmış ve tahrip etmiştir. Bugün de likenler, "taşkı-
için mümkün değildir. Sizin insana beslediğiniz dostluk duygusu,
ran otları" ve diğer bazı bitkiler kayaları tahrip etmeyi sürdürüyor.
mantıklı bir basitlikle Dünyaya duyduğunuz sevgiden, bir "jeo-
Bitkiler ve bakteriler yerkürenin sert kabuğunu yumuşatmakla
fil" olmanızdan ve "jeo-optimizminizden" kaynaklanıyor. Bazen
kalmamışlar, içinde yaşadığımız, soluduğumuz atmosferi de ya-
insandan bir basamak yukarıda duruyormuşsunuz gibi geliyor,
ratmışlar. Oksijen bitkilerin hayat faaliyetinin ürünüdür. Buğday ancak bu durum insanı hiç de küçültmüyor. Sizin her kim olursa
elde ettiğimiz verimli toprak, sayısız böcek, kuş, hayvan vücutla- olsun, ister mecburen kötü ya da zayıflığı yüzünden iyi olsun, ister
rından, ağaç yaprağı ve çiçeklerin taç yapraklarından oluşmuştur. acılardan nefret ettiği için acı çeken ya da olaylara boyun eğdi-
Milyarlarca insan, bedenleriyle Dünyaya gübre olmuşlardır. Bu ği için kurban olsun, insana karşı beslediğiniz samimi dostlukla
gerçekten bizim Düııyamızdır. da doğrulanmıştır bu. Sizin insanınız çok dünyevi ve Dünyayla
İşte bu Dünya'nın insanın kendi gövdesi gibi hissedilmesi, sizin güzel bir uyum içindedir, başkalarının betimledikleri insanlara
kitaplarınızdaki Yüce Ananın Kocasını ve Oğlunu benim için şa- göre daha "jeo ve biyo" bir insandır, Yüce Ananın en yasal oğlu ve
şırtıcı şekilde kolay anlaşılır hale getiriyor.
* Marconi: İtalyan mühendis; A. S. Popov tarafından radyonun icadıyla ilgili ha-
Konuyu, ensest bir ilişkiye kadar vardırıp saçmaladım mı yok- berlerden faydalanıp bu buluşu kendisine mal etmiş ve kamuoyunu kısa bir süre
sa? Ama mesele şöyledir: Dünya'nın yarattığı insan, onu kendi yanıltmıştır.
"insanlığın aziz vücudunun" gerçekten canlı parçasıdır. İnsanın Galiba bir yerde hata yaptım ve bir şeyi abarttım. Belki de bi-

çakmaktaşlı balta döneminden uçağa kadar geçtiği yolun ne büyük lerek hata yaptım, bilerek abarttım, çünkü bildiğiniz gibi, ben kılı

acılara mal olan ne mucizevi bir yol olduğunu her zaman derinle- kırk yaran ve bazı bakımlardan da kibirli bir adamım. Hata yaptı-

mesine anımsarsınız. ğımı düşündüğüm şeyde hata yapmanın zararlı bir şey olmadığını
Beni hayran bırakan en önemli şey ise sizin insanı, içindeki kö- sanıyorum, çünkü bunu kendimi ya da yakınlarımı "yüce bir al-
tülüklere göre değil, iyiliklere göre ölçebilme ve değerlendirebilme datmacayla" avutmak için yapmıyorum, kaçınılmaz olarak gerçek-
yeteneğinizdir. Bu basit bilgelik insanlar tarafından zor benim- leşecek, insanlar için gerekli olan, insanların kendilerini ve Dünya

seniyor, hem benimseniyor mu acaba? İnsandaki iyi özelliklerin, Müzesi'ni esinlendirmek zorunda oldukları biricik gerçekten yana

onun yaratmış ve yaratmayı sürdürdüğü bütün mucizelerin en şa- hata yaptığımı seziyorum.

şırtıcısı olduğunu anımsatmak istemiyoruz. Aslında insanın "iyi"


olması için hiçbir neden yok, ondaki iyi ve insanca olan şeyler ne
doğa yasalarıyla ne de sosyal yaşam koşullarıyla teşvik ediliyor. Notlar
Yine de sizinle ben, gerçekten çok iyi insanlar tanıyoruz. Onları İlk kez "Krasnaya Nov"* ("Kızıl Toprak") dergisinde (Kasım 1926, sayı

iyi insan yapan nedir? Yalnızca istek. Başka bir neden görmüyo- 12); küçük değişikliklerle M. Prişvin'in Bütün Eserleri'nin birinci cildine
önsöz olarak da yayınlanmıştır. (Giz. M.-L. 1927)
rum: İnsan, olduğundan daha iyi olmak istiyor ve bunu başarıyor.
Çelişkilerle dolu olsa da içindeki korkunç hayal gücünü ve kendi
kendisiyle her yönden alay etmek gibi şeytanca bir yeteneği geliş-
tirmiş olan bu karmaşık yaratıktan daha görkemli ve daha şaşırtıcı
ne var dünyamızda?
Hayranlıkla izlemeyi, hakkında düşünmeyi öğrendiğim pek
çok insan var ve bana öyle geliyor ki, sizinle, sizin gibi bir sanat-
çıyla tanışmak da insan hakkında düşünmeyi öğretti bana. Söyle-
mek istediğim şeyi tam olmasa da düşündüğümden daha iyi ifade
edebiliyorum.
Özellikle de geçmişte ve şimdi yaşadıklarından sonra Rus in-
sanı kendisine karşı daha yüksek, daha dikkatli ve daha saygılı bir
davranışı hak ediyor. Onun henüz bir melek olmadığını elbette
ben de iyi biliyorum, zaten melek olmasını da istemiyorum. Benim
istediğim, yalnızca onu işini seven ve yaptığı işin taşıdığı büyük
önemi anlayan bir işçi olarak görmek.
Yeni bir yaşam yaratmaya kalkışan bizler için kendimizi bir-
birimize çok yakın insanlar olarak duyumsamamızın çok büyük
önemi vardır. İçinde yaşadığımız zorluklarla dolu dönem ve üzeri-
"Krasnaya Nov": 1921-1942 yıllarında Moskova'da yayınlanmış aylık edebiyat ve
mize aldığımız büyük çalışma bunu gerektiriyor.
sanat dergisi.

You might also like